HF106 - Hayatım Futbol
Transkript
HF106 - Hayatım Futbol
Bursaspor Yayın Koordinatörü İlker Yılmaz Editörler Emre Çelik Rafet Baran Eryılmaz Yazarlar Olmaz denileni başarıp bir rüyayı gerçeğe çeviren Bursaspor, tekrar o rüyaya girmek üzere. 2010 şampiyonluğunun ardından her geçen gün geriye giden yeşil-beyazlılar, Ertuğrul Sağlam’ın istifası, İbrahim Yazıcı’nın vefatı ve son olarak da Batalla’nın kriziyle büyük takım olma yolunda oldukça yara aldı. Hayatım Futbol 106. sayısında Bursaspor’daki düşüsün nedenlerini araştırdı; yeşil-beyazlıların şampiyon olduğu sezonun hikayesi, o kadronun akibeti, Batalla krizinin perde arkası ve yönetimsel hataları sorgulayarak sebeplerine cevap aradı. Egemen Çimen Fırat Topal Ilgaz Çınar Mustafa Demirtaş Salih Demirci Tolgay Ataokay Bu sayıda ayrıca; Beş büyük ligde çıkan sürpriz şampiyonların yaşadığı travmayı, Balkanların en arıza ismi Zdravko Mamic, uzun yıllar yapamadığı patlamayı 30’unda gerçekleştiren Bilal Kısa’yı, PTT 1. Lig’in dibindeki Fethiyespor’un değerlendirmesini bulabilirsiniz. Keyifli okumalar, İlker Yılmaz [email protected] [email protected] #106 BU SAYIDA Bursaspor Özel Şampiyon takım nasıldı? 2009/10 sezonunun şampiyon tamamlayarak inanılmazı başaran Bursaspor’u hatırlayalım. O kadrodakiler şimdi nerede? Tarihi şampiyonluğun ardından Bursaspor’da gelecek yıllara da damga vurması beklenen oyuncuları bir bir kayboldu. Batalla krizi ve Daum Bursa’da jübile yapacağım derken bir anda koptu. On numara orta saha: Bilal Kısa On numara orta saha: Bilal Kısa Bir açıldı, pir açıldı. Balkanların Manyağı: Zdravko Mamić Ortalığı kasıp kavuran bir futbol adamının hikâyesi. Ege’de futbol keyfi PTT 1’inci Lig’deki ilk yılında isteneni veremeyen Ege temsilcisi değişime gidiyor. Egemen Çimen Bursaspor Özel HF106 AYRILIĞIN YOLUNA DÖŞENEN TAŞLAR Daha 3 ay önce 4 yıldır bulunduğu Bursaspor’a 3 yıllık imza atan ve ‘Jübilemi Bursaspor’da yapacağım’ diyen Pablo Batalla takımdan ayrılıyor. Peki bu kadar mutluyken 3 ayda ne değişti de Batalla ayrılığı seçti. Ülke futbolumuzun önemli çınarlarından ve müzesinde Süper Lig şampiyonluğu kupası bulunan 5 kulübünden birisi olan Bursaspor’da yaşanan Batalla krizi son yıllarda sportif başarılarla ülke gündeminde yer alan yeşil-beyazlıları yine manşetlere taşıdı. Ancak bu ülke futbolumuzda alışılagelmişin dışında yaşanan bir ayrılık kararıyla oldu. Bursaspor’un Arjantinli yıldızı ve yeşilbeyazlı formaya verdiği katkı anlamında 50 yıllık kulüp tarihinin en başarılı ve tribünleri en çok heyecanlandıran ismi olan Pablo Martin Batalla, takımın teknik direktörü Christoph Daum ile profesyonel ve kişisel olarak problem yaşadığını açıkladı. Yıldız oyun kurucu, 2017 Haziran ayına kadar sözleşmesi olmasına rağmen yeşil-beyazlı formayı bir daha giymeyeceğini söyleyerek herkesi şaşırttı. Bursaspor taraftarının “Dev Bücür” lakabını taktığı Batalla’nın bu beklenmedik ayrılığını; Bursaspor’da efsane başkan İbrahim Yazıcı’nın vefatı sonrası koltuğa oturan Erkan Körüstan yönetiminde geçen 6 ay içinde neler yaşandığını irdeleyerek ele almak gerekiyor. Elbette bunu yaparken “Haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır” benzeri bir çıkış yapan Arjantinlinin profesyonelliği hiçe saydığı, Bursaspor’dan büyük olmadığı ve tamamen hatalı olduğu eleştirilerine maruz kalarak hedef aldığı Christoph Daum’u da kadrajın içine sokmak gerekiyor. Pablo Martin Batalla... Adı Bursaspor ile yazıldığında birçoğumuzun varlığından haberdar olmadığı ancak 2009/10 sezonunda yeşilbeyazlıların yaşadığı Süper Lig şampiyonluğunun baş aktörlerinden olan Arjantinli, 2017 yılına kadar uzattığı sözleşmesiyle jübilesini Timsah Arena’da yapacağının müjdesini kendisine sevdalanan taraftarlara 3 ay önce vermişti. Sedat Özden, Elvir Baliç ve Nejat Biyediç gibi camianın unutulmaz isimlerinin önüne geçen, taraftarın izlemeye doyamadığı, adeta bağrına bastığı ve tribünlerde ismini sıkça haykırdığı Arjantinli’nin, menajeri Suzan Naguf aracılığıyla paylaştığı veda mektubunda ve sonrasında düzenlediği basın toplantısında ayrılık gerekçesi olarak sunduğu Cristoph Daum ile yaşadığı problemlerin neler olabilirdi ve tek gerekçe teknik direktör-oyuncu ilişkisinde yaşanan sorunlar mıydı? Ertuğrul Sağlam’ın ayrılığı Sözleşmesini yıllık 1,8 milyon avro karşılığında 2017 yılına kadar uzatan ve jübilesini Bursaspor formasıyla yapmak istediğini açıklayan Batalla’nın aitlik duygusunu erozyona uğratan sürecin başlangıcı Ertuğrul Sağlam’ın ayrılığı… Batalla ile Ertuğrul Sağlam arasındaki ilişkinin dört dörtlük olmadığını ama bir teknik direktör-oyuncu ilişkisinin çok ötesinde olmadığını belirtmekte fayda var. İkili arasındaki olumlu iletişimin ana nedeni güven duygusu ve takımın ortaya koyduğu futbol anlayışı. Ancak bu güven duygusunun ne kadar önemli olduğunu ortaya koyan en dikkate değer istatistik, Pablo Batalla’nın vatandaşı olan ve ün ile şan anlamında kendisini kat kat katlayan Federico Insua’nın Bursaspor’da oynadığı 2010/11 sezonunda ünsüz Arjantinli’nin performansı... Bursaspor kariyerinin en kötü periyodunu Süper Lig şampiyonluğunun ardından Şampiyonlar Ligi grubunda mücadele ettiği 2010/11 sezonunda geçiren Batalla, 25’i ilk 11 olmak üzere 32 kez forma giydiği Süper Lig’de 3 gol 3 asistlik bir performans sergilemişti. Insua’nın 17 Süper Lig maçında 1 gol 1 asistlik performansı sonrası ünlü Arjantinli ile bir sonraki sezonun devre arasında yollar karşılıklı anlaşarak ayrılmış ve bu andan itibaren Batalla’nın performans eğrisi yükselişe geçmişti. Bursaspor’daki ilk sezonunda Süper Lig şampiyonluğunun kazanılmasında büyük pay sahibi olan Batalla, o sezon ise 17’si ilk 11 olmak üzere 26 lig maçında 8 gol 4 asistle oynamıştı. Federico Insua’nın devre arasında gittiği 2011/12 sezonunun ilk yarısını, diğer bir deyişle formayı Insua ile paylaştığı dönemi 1 gol 5 asistle geçen Batalla, sezonun ikinci yarısındaysa 8 gol 5 asiste imza attı. Yazıcı’nın vefatı çok üzdü Ancak elindeki kadroya göre oyun planı kurgulayan, Insua’da fazla ısrar etmeyen ve Batalla’daki cevheri işlemek adına oyunu Arjantinli yıldız üzerinden sahneye koyan Sağlam’ın vedası sonrası Bursaspor’da yaşanan travma ve ardından Batalla’nın yeşil-beyazlı formayı giymesinde en önemli pay sahibi olan başkan İbrahim Yazıcı’nın, Arjantinli’yi izlemeye gelen menajeri Suzan Naguf’u Orduspor maçında yalnız bırakmamak adına gittiği deplasmanda geçirdiği kalp krizi sonrası yaşamını yitirmesinin psikolojik olarak ‘Dev Bücür’ü olumsuz etkilediği şüphe götürmez bir gerçek. Batalla’nın Ertuğrul Sağlam’ın veda ettiği ve Bursaspor’un Hikmet Karaman ile tamamladığı 2012/13 sezonu istatistiklerine baktığımızda Arjantinli yıldızın en iyi dönemini yaşadığını görüyoruz. 34 haftalık sezonun 19 haftalık Ertuğrul Sağlam periyodunda 6 gol 10 asistlik performans ortaya koyan Arjantinli, 14 haftalık Hikmet Karaman dönemindeyse 13 maçta 9 gol 7 asistle oynadı. Peki, neydi Batalla’nın Sağlam’ın ayrılığı sonrası Karaman ile sürdürdüğü hatta efsane başkan İbrahim Yazıcı’nın vefatı sonrası iç sahada oynanan Eskişehirspor maçı ve kadroda yer almadığı Gençlerbirliği maçını da düşünürsek, en iyi sezonuna imza attığı bu performansın sırrı… İşin sırrı Karaman’ın yaklaşımıydı. Bursaspor camiasında gelişi ve Ertuğrul Sağlam sonrası bu görevi kaldırıp kaldıramayacağı tartışılan Karaman, başta Batalla olmak üzere takımın yabancılarıyla farklı dili konuşmalarından kaynaklanan iletişimsizliğin önüne geçmek adına tesis dışında da birlikte vakit geçirmişti. Onlarla iletişim kurmaya çabalamış ve bunun dönüşünü de ‘Batalla’ özelinde güven duygusunu kazanarak almıştı. O sezonu 52 gol atarak 4. sırada tamamlayan Bursaspor’da şüphe götürmez en iyi oyuncusu; 15 gol atan ve 17 asist yapan, farklı bir bakışla gollerin %60’ından fazlasında katkısı olan, atan ya da attıran Pablo Martin Batalla idi… Yönetim değişikliği İbrahim Yazıcı’nın vefatının ardından göreve gelen, gelirken de efsane başkan Yazıcı’nın kardeşi Hayri Yazıcı ve ekibini geride bırakan Erkan Körüstan yönetiminin tavrı da Batalla’nın ayrılığında önemli rol oynadı. Arjantinli’nin İbrahim Yazıcı ile olan iletişimi, yönetim kurulu üyeleri ve profesyonellerinin takıma ve kendisine olan yaklaşımını sürenin de kısa olduğunu dikkate almakla beraber Erkan Körüstan ve ekibiyle yakalayamadığı bir gerçek… Her ne kadar Körüstan yönetimi; ofansif oyun anlayışını ön planda tutan, altyapıdan gelen gençlere önem verdiğini onlara forma vererek ve onları sezon öncesi kampa götürerek gösteren teknik direktör Hikmet Karam ile devam kararı alsa da Batalla ile yeni yönetimin arasındaki iletişim oldukça negatif başlamıştı. Batalla ile birlikte Belluschi ve Pinto’nun tercümanı olan ve Güney Amerikalı futbolcularla iş ilişkisi dışında aile dostluğu da bulunan tercüman Volkan Çay’ın Körüstan yönetiminin mazbatasını almasının üzerinden henüz 2 hafta geçmemişken “10 günlük performansını beğenmedik” açıklamasıyla görevinden alınması bu ayrılık yolundaki önemli yaşanmışlıklardandı. Zira erken başlayan sezon öncesi kampa izinli olduğu için geç katılan Batalla tercümanı ile Özlüce’de henüz bir gün geçirmişken, ‘10 günlük performans’ üzerinden yapılan değerlendirmenin maksadı da hayli tartışılır bir not olarak akıllara düşmüştü. kesen yönetimin sonrasında takımı emanet ettiği Alman teknik adam Daum, bir anda takımın oyun anlayışını değiştirmiş ve takımı defansif bir anlayışla Colin Kazım’dan forvet yaratarak ‘önce bir puan’ şeklinde yorumlayabileceğimiz bir kimliğe büründürmüştü. Ve sonrasında Batalla’nın mutsuzluğu ve takımdan ayrılabileceği iddiaları nedeniyle 2 ay sonra, Ağustos ayında Volkan Çay’ın yeniden göreve başlaması kulüpte yaşanan yönetim tutarsızlığının ilk göstergelerindendi. Batalla bu sistemde faydalı olamayacağını Daum’a sezonun başında ifade ederken, bu nedenle formayı sisteme daha uygun bir oyuncuya verebileceğini söyleyerek belki erdemli ve dürüst bir davranış sergilemiş, belki de gelinen noktanın sinyalini vermişti. Transferler, sigara ve tehdit Taraftar idmanı bastı Hikmet Karaman ile yola devam etme kararı alınmasına rağmen özellikle kamp sürecinde ve transfer döneminde yaşanan bazı olaylar da dikkat çekti. Hikmet Karaman’ın yönetime verdiği transfer listesinde isimleri geçmeyen ve yönetim tarafından Karaman’a sorulmadan alınan TaiwoFrey-Civelli üçlüsünün gelişi, Bursaspor’un eski taraftar lideri olan yöneticisinin Avusturya kampında sergilediği tehditkâr tavırlar, (hazırlık maçlarında alınan kötü sonuçlardan dolayı Hikmet Karaman’a “Hocam rüzgar Bursa’da tersten esiyor” demiştir kendisi) Bursaspor’un Atatürk Stadı’nda Vojvodina’ya elendiği rövanş maçı öncesi Tuncay Şanlı’nın soyunma odasında futbol direktörü Ayhan Barışıcı ile sigara içmesi gibi Yazıcı döneminde yaşanma ihtimali bile hayal edilemeyen olayların gerçekleşmesi kulüpteki başıboşluğu gözler önüne seriyordu. Kulübe sportif direktör olarak futbolcu menajerliği yapan Barış Güçlü’nün getirilmesi ve Güçlü’nün “Lisansımı askıya aldım” açıklamasıyla yaptığı işi etik olarak yanlış nitelendirmiyor oluşu, CivelliTaiwo-Frey transferlerinin 14 milyon avroyu bulan toplam maliyetinin ardından çıkan pis kokuları engelleyemedi. Daum’un basiretsizliği Vojvodina hezimetinin faturasını Karaman’a Hikmet Karaman’ın deplasmanda 2-2 biten ilk maçın ardından Bursa’da oynanan ve “Biz o maçı saha dışında kaybettik” dediği Vojvodina rövanşı sonrası elenmenin karşılığında kelle alan Körüstan yönetimi sezonun ilk 5 haftasında sadece 4 puan toplayabilen Daum’un teknik direktör performansından ümidi kesmiş olacak ki 6. haftada iç sahada oynanan Akhisar Belediyespor maçı öncesi çağdışı, hukuka aykırı ilkel bir yönteme başvurdu. Akhisar Belediyespor ile sahasında oynayacağı 6. hafta karşılaşmasının hazırlıklarını özel güvenliğin koruduğu ve tel örgülerle çevrili Özlüce Tesisleri’nde yaparken, başkan Erkan Körüstan’a yakınlıklarıyla bilinen bir grup taraftar idmanı bastı. Basına açık olan çalışmayı takip eden medya mensuplarına kamera kapattıran hukuki tabirle basın özgürlüğünü engelleyen taraftarlar, Alman teknik adam Christoph Daum’un yönettiği antrenmanı durdurup oyuncuları saha ortasında topladılar ve ‘’Artık adam gibi oynayın, bu formanın hakkını verin. Size üç hafta daha süre tanıyoruz. Ya toparlanırsınız, ya da üç hafta sonra buraya elimizde sopalarla geliriz” diye tehdit ettiler. Bu baskını yapan 25 kişilik taraftar grubunu saha kenarındaki kulübeden yardımcılarıyla birlikte korkulu gözlerle izleyen Daum’un zaten bir varmış bir yokmuş misali otoritesi o an tamamen bitti. Yaşanan olayı ısrarla yalanlayan Bursaspor yönetimi de parçası olduğu iddia edilen skandalın yönetmeni olarak hafızalara kazındı. Kulübün futbol direktörü Ayhan Barışıcı NTV Spor canlı yayınında antrenman basma ve tehdit olayının Bursaspor’u karıştırmak isteyen çevrelerce ortaya atılan asılsız bir iddia olduğunu söyledi. İkinci başkan Rıdvan Şen de ajanslara yalanlama geçerken, o antrenman sahasında olan ve yaşanan bu olaya şahitlik eden birden fazla kişinin anlattıklarıyla, duyduklarım arasında derin bir uçurum vardı. Protokolden yapılan oyuncu değişikliği Bursasporlu futbolculara yapılan bu tehdit 0-0 biten Akhisar Belediyespor maçında sonuç vermese de 6. haftada oynanan Karabükspor maçında 3 puan olarak tabelaya yansıdı!... O maçta yaşandığı iddia edilen bir olaysa bu kadar da olmaz dedirten cinstendi. Daum’un ilk 11’de şans verdiği Yasin Pehlivan 42. dakikada sarı kart görmüş ve yeşil-beyazlılar soyunma odasına 10 kişi kalan rakibi karşısında 1-0 üstün girmişti. İkinci yarının başlamasıyla birlikte protokolden Daum’a gelen bir uyarı cevap bulmuştu. Karşılaşmayı protokol tribünden izleyen başkan Erkan Körüstan, ikinci yarının hemen başında agresif hareketleriyle dikkat çeken Yasin Pehlivan’ın oyundan alınmasını yedek kulübesinde bulunan bazı kişiler aracılığıyla Daum’a iletti ve Alman teknik adam ikinci yarının başlama vuruşu yapıldıktan 3 dakika sonra Yasin’in yerine oyuna Musa Çağıran’ı dahil etti… Olayın buraya kadar olan kısmı bir teknik adam için o kadar can acıtıcı ki, iddianın devamı fıkra niteliğinde… Daum’un 1-0 kazanılan maçın ardından başkan Körüstan’a müdahalesi için teşekkür ettiği ve “Biz saha kenarından bazı şeyleri iyi göremiyoruz. Tribünden daha iyi görünüyor olabilir. Bu konuda yardımınıza açığım” minvalinde bir söz söylediğinin de konuşulduğunu ekleyelim… Daum’un disiplini ve komutanı Alman kelimesiyle özdeşleşen “disiplin” kavramını Daum, antrenman baskınına, başkanın oyuncu değişikliğine karışmasına göz yummasına aldırış etmeden takımda uyguluyordu. Bu uygulamayı yapan bir de komutanı vardı Alman teknik adamın. O da Fenerbahçe’den eski öğrencisi Tuncay Şanlı’dan başkası değildi. Alman teknik adamın Sağlam ve Karaman’ın aksine uzun süren antrenmanlar yaptırması, sabah çalışmaları öncesi oyuncuların 8:30’da tesislerde olması ve kahvaltıyı birlikte yapması uygulamasını başlatması, özellikle ailesine düşkünlüğüyle bilinen Batalla ve evli diğer oyuncuların bu konuda rahatsızlıklarını yakın çevreleriyle paylaşmalarına neden oldu. Bursaspor’un Karabük deplasmanında kazandığı maçın ardından 5 saatlik otobüs yolculuğu yapan yeşil-beyazlı oyuncular, milli maç arası nedeniyle çıkacakları 3 günlük tatili hayal ederken yine Alman disiplini devreye giriyor ve futbolcular kendilerini sabaha karşı 04:00’te Özlüce Tesisleri’nde yenileme antrenmanı yaparken buluyordu. Bir de saha içinde hiçbir varlık gösteremeyen Tuncay’ın takım ruhunu sağlama adına üstlendiği takımı yemeğe çağırma, antrenmana çıkarma gibi görevleri bir çığırtkan edasıyla yapıyor olması ve birileri tarafından futbol direktörüyle karşılıklı sigara tüttüren Tuncay’a verilen değer, Bursasporlu bazı oyuncuların Daum’un adaletini sorgulamaya başlamalarına neden oldu. Saha içinde formasını terleten Batalla ise bunlar yaşanırken acaba ne düşünüyordu? Bardağı taşıran son damla: ‘İftira’ Son olarak deplasmanda kaybedilen Sivasspor maçı sonrası Daum’un “Artık oyuncularla yüksek sesle konuşmak lazım” ifadeleri dikkat çekmişti. Mücadelede pek varlık gösteremeyen Arjantinli oyuncu Alman hocanın soyunma odasındaki sert sözleri sonrası menajerini Bursa’ya çağırdı ve yapılan görüşmeler sonrası Kasımpaşa maçı kampına katılmayacağını ve artık Bursaspor forması giymeyeceğini açıkladı. Batalla’nın bu çıkışı sonrası Arjantinli dışında yaşananlardan rahatsızlık duyan bazı oyuncuların soyunma odasında konuşulanları basına sızdırması bardağı taşıran son damlanın da ne olduğunu gözler önüne serdi. Batalla, takım arkadaşları Sestak ve Belluschi gibi Mudanya Yolu üzerinde bulunan Erguvan Sitesi’nde oturuyordu. Sivasspor maçından iki gece önce sabaha karşı 04:00’te Bursaspor’da bu sezon yabancı kontenjanına değil Daum’un kontenjanına takıldığı için forma şansı bulamayan Sestak’ın sitenin yakınındaki bir marketten votka-vişne alışı bir Bursaspor taraftarınca fotoğraflandı. Durumdan kulüp yetkililerinin haberdar olmasını isteyen taraftar, fotoğrafı kulübe gönderdi. Konu teknik direktör Christoph Daum’a kadar ulaştı. Takımın Sivasspor deplasmanında aldığı 2-1’lik yenilgi sonrası çılgına dönen Daum, votka olayını gündeme getirdi. Batalla’nın Sestak ve Belluschi ile birlikte ‘alkol partisi’ yaptığı imasında bulunan Daum, “Takımın lideri olması gerekenler alkol partisi yapıyor. Sahada koşmuyor. Takımın gençleri Şamil ve Murat bile sizden daha fazla emek veriyor” ifadelerini kullanınca zaten son 6 ayda yaşadığı bir çok garip olay yüzünden çalkantılar yaşayan Arjantinli hemen menajerini Bursa’ya çağırdı ve ilk olarak Erguvan Sitesi’ndeki evini boşalttı. Habertürk’ün Bursa muhabiri Uğur Uslubaş bu iddiayı imzalı haber olarak yayımlamasının ardından Bursaspor kulübünden bu diyalogla ilgili hiçbir yalanlama gelmedi. Daum 5 yabancıyla gittiği Sivas deplasmanına olayın kahramanı Sestak’ı götürmezken (zaten kadroya almıyor), Sivasspor maçı sonrası Slovak oyuncuyla aynı sitede oturdukları için, doğrudan Batalla’yı dolaylı olarak da Belluschi’yi hedef alan bir ithamda bulundu. Bunun adı aslında iftiradır. Eğer Daum bu iddiasına inanıyorsa, Batalla alkol partisi yapıyorsa, onu niçin Sestak gibi Bursa’da bırakmamıştı?… “Değerimi ölünce anlayacaklar” Bursaspor’un efsane başkanı rahmetli İbrahim Yazıcı’nın sözüydü bu… Yeşil-beyazlılara tarihindeki en güzel günlerini “O” yaşattı ve Bursaspor camiası Yazıcı’nın değerini bu günlerde çok ama çok daha iyi anladı. Yanlışı olmadı mı? Her insan gibi onun da yanlışı oldu. Ama hiçbir güce boyun eğmedi, dik durdu, yanlış yaparken art niyeti yoktu… Şimdi onun mirasını yiyenlerinse bir durup düşünmesi lazım… Galiba ceket çok büyük geldi… Bir yıldız kaydı Bunlar bir çırpıda klavyeden dökülenler… Artık Yazıcı dönemindeki gibi dik duran, TFF başkanlık seçiminde Yıldırım Demirören’i protesto eden ve seçimli genel kurula katılmayan, adaleti savunan bir yönetim anlayışı yok Bursaspor’da… İşte bu ortamda Batalla’dan yeşil-beyazlı formayı eski aşkla, tutkuyla giymesini beklemek ne kadar gerçekçi bunu düşünmek lazım… Batalla’nın Bursaspor’a ihanet ettiğini düşünenlerin aksine onun da içindeki aşk ve tutkuya vurulan prangaları fark ettiğini, bu nedenle kendisine ve Bursaspor’a ihanet etmemek adına bu kararı aldığını düşünenlerdenim. Pablo Martin Batalla’yı sadece bir kağıt parçasına imza attığı için Yeşil Beyazlı formaya hizmet eden, hizmet etmek zorunda olan bir meta olarak görürsek ‘Dev Bücür’ yanlış yapmıştır veda etmekle… Hatta teknik direktörüne rest çekmekle de hata yapmıştır. Ancak Batalla’nın da bir insan olduğunu hatırlayarak ve kâğıda değil de kalbe atılan imzanın daha değerli olduğunu unutmamalı… Evet, kimse ama kimse Bursaspor’un üzerinde değildir. Batalla’yı Batalla yapan da zaten Bursaspor’dur, terlettiği formadır… Bu ayrılığa Batalla açısından futbolun romantik tarafından bakmanın doğru olacağı kanısındayım… Batalla yeşil ile beyaza, güzel Bursa’ya sevdalanmıştır, o imzasını matbu bir sözleşmeye değil kalbine atmıştır ancak Bursaspor artık onun inandığı sevdalandığı Bursaspor değildir. O hayalindeki, güzellikleri yaşadığı Bursaspor’un ellerinden kayıp gitmesine, gözlerinin önünde erimesine dayanamayarak noktayı koymuştur. Batalla sadece Bursaspor için değil, onu televizyonları başında ya da şehirlerine geldiğinde tribünden izleyen güzel futbol tutkunları için de önemli bir kayıptır. Ama ne olursa olsun Batalla her zaman hatırlanacaktır… Bursaspor açısındansa içinde bulunulan durum pek iç açıcı değildir. Rahmetli İbrahim Yazıcı’nın mirası tüketilmiştir… İstanbul’un ve Trabzon’un aksine Bursa’nın poyrazı değil, lodosu serttir ve terstir… Tolgay Ataokay Bursaspor Özel HF106 GELEN GiDENi ARATTI Şampiyonluğun ardından her geçen yıl kan kaybeden Bursaspor’da yönetim bazında gelişimin nasıl olduğunu Bursalı gazeteci Tolgay Ataokay yazdı. Türkiye kulüpler bazında iki efsanevi başarıya şahitlik etti… Biri Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı müzesine götürmesiydi… İkincisi de Bursaspor’un şampiyonluğu… Bu iki başarı da endüstriyel futbol sahne aldıktan sonra ‘olmaz’ denilen olgulardı… Ve iki başarı da kulüpler tarafından gerekli şekilde fırsata çevrilemedi… Galatasaray’ı burada bırakıp, Bursaspor ile devam edelim… Açık ve net söylemek gerekirse sadece Bursa’da değil tüm Türkiye’de şampiyonluk için büyük bir inanç olmasına karşın, ‘Bu oyun bozulmaz, Fenerbahçe şampiyon olur’ düşüncesi hakimdi… Kimse şampiyonluğu beklemiyordu, bu başarının ardından nasıl bir tutum sergileneceğinin de farkında değillerdi… Yine de hem içeriden hem de dışarıdan birçok unsurla adeta savaşmak zorunda kaldı Bursaspor yönetimi… 2009/10 sezonunda Diyarbakır hariç bütün ülkede Bursaspor’a karşı büyük bir sempati vardı… Ancak bir sonraki yıl takım Şampiyonlar Ligi’nde mücadele etmesine karşın reklam alınamadı, kadro kurma konusunda cesur hamleler yapılamadı açıkçası bu sempati sevgiye dönüştürülemedi… Forma reklamı olmadan Devler Ligi’ndeydi yeşilbeyazlılar… Sebebi hem merhum başkan İbrahim Yazıcı’nın yüksek rakam istemesi, hem de özellikle Bursalı firmaların şehrin takımına sahip çıkmamasıydı… Birçok Bursalı ve ulusal firma da Bursaspor’a reklam vermeyi kabul etmedi ya da istemedi… Transferde yapılan yanlış seçimler de kulübün kasasından bilinçsizce para çıkmasına sebep oldu… Bursaspor Şampiyonlar Ligi’nde forvet hattında Nunez ile mücadele verirken, sezon arasında takıma Kenny Miller ve Jozy Altidore gibi yıldızlar katıldı… Yani iş işten geçtikten sonra sportif başarı için hamleler gerçekleşti… Her sezon Avrupa Kupaları öncesi yapılamayan transferler, görüşülen ama sonuca varılamayan futbolcular ve sonunda Avrupa Ligi’nde hüsran… Burada Bursaspor’un şampiyon takım apoletini takması ancak diğer şampiyon kulüpler kadar büyük bütçeye sahip olmaması da önemli rol oynadı… Herhangi bir takıma önerilen futbolcu, Bursaspor’a iki katı fiyata teklif ediliyordu… Örnek vermek gerekirse Pierre Webo, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden önce Bursaspor’a 1 milyon avro imza parasına önerildi. Ancak İstanbul ekibinden bu imza parası alınmadı… Bursaspor da 1 milyon avro vermemek adına adı sanı duyulmayan Teteh Bangura’ya 2,8 milyon avro bonservis bedeli ödedi… Şimdi Sierra Leoneli futbolcu İsrail’de Beitar Jerusalem takımında kiralık oynuyor, Webo ise herkesin bildiği gibi Fenerbahçe’de… Bursasporlu birçok kişi transferlerin zamanında yapılamaması sebebiyle merhum İbrahim Yazıcı ve yönetimine ateş püskürmüştü… Ancak şu anda gelinen noktada geçmiş yönetimden çok daha fazla destek gören Erkan Körüstan yönetimi, geleceğe yönelik olmayan transferler yaptı, refleksle verilen kararlar aldı… Son Batalla kararı ve konunun buralara kadar gelmesi sadece 1 örnek… Yazıcı yönetiminin inşa ettiği sistemi bozup yenisini kurmak isteyen Körüstan yönetimi, maaşlı çalışanları atama konusunda belirli bir zümreye bağlı kalınca yarım kalan hamleler yaptı… Geçmiş yönetim Bursaspor’u şampiyon yaptı, Bursaspor TV’yi açtı, bir kısma karşı direnç gösterdi, kurumsallaşma adına önemli hamlelere imza atmaya çalıştı... Ve açıkça söylemek gerekirse İbrahim Yazıcı yönetimi çok eleştirilse de gelen gideni arattı… Şu anda kulüp içerisindeki eş-dost atamalarına, gelecek düşünülmeden yapılan transferlere, sıralamadaki duruma ve her şeyden önce tesis içerisindeki mutsuzluğa bakarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız… Salih Demirci Bursaspor Özel HF106 ŞAMPiYON BURSASPOR! Bursaspor’un şampiyonluğunun değeri, belki de bugünlerde daha iyi anlaşılıyor. Bir süredir Anadolu’dan benzer bir teşebbüste bulunan takım çıkmadı ve 2009/10 sezonunu şampiyon bitiren oyuncular, bir daha o günlerin yanına dahi yaklaşamadı. Soğuk bir Mart günü, İstanbul sıradan bir Cuma gününü yaşıyordu. Trafik keşmekeşi şehre akşam çökerken dayanılmaz bir hal almıştı. Yola erken düşenlerin de kaderi değişmiyordu, TEM yolundaki yoğunluk sinir bozucuydu. Hem bu kez fazladan misafirler de vardı, onların yan yola geçme çabası her şeyi daha da zorlaştırıyordu. Üzerinde mutlaka yeşil-beyaz bir şeyler olan bir sürü otobüs, Olimpiyat Stadı’na gidiyordu. Bursa’dan geliyorlardı, belediye otobüsündeki çocuklardan biri “Abi daha köprüyü geçemeyenler var, Bursa’dan gelenlerin anca yarısı stada varmıştır.” diyordu. O günlerde (2009/10 sezonu 27. hafta) puan tablosunun zirvesinde 58 puanlı Bursaspor vardı. İstanbullular ise liderin arkasına 53, 53, 52 puanla dizilmişlerdi ve takip eden Pazar günü, Galatasaray ile Fenerbahçe birbiriyle oynayacaktı. Bursalılar ise İstanbul’a taşınmışlar, otobüsleri peşi sıra yola dizmişler, belki de lig tarihindeki en çarpıcı deplasman çıkarmalarından birini İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçı için yapmışlardı. Haklıydılar. Aşırı trafikten ötürü biz de maça geç girdik, ama tribündeki kalabalık her dakika arttı. Henüz ilk yarım saat geçilirken maç 2-0 olmuştu bile, ev sahibi öne fırlamıştı. Ama Bursaspor kötü değil, liderlik iddiasını ispatlarcasına oynuyordu. Tribün takımın arkasından çekilmiyordu, farkı bire indiren gol sonrası oyun Bursaspor’un istediği şekilde yönlendirdiği hale gelmişti. Çok kaçırdılar, olmadı ama maç bittiğinde neredeyse Bursa Atatürk Stadı’ndan daha kalabalık bir tribün onları alkışladı. (2-1) Maç bitip de Olimpiyat Stadı’nın merdivenlerinden indiğimizde otoparkı dolduran otobüsleri görünce kısa süreli bir şok yaşamıştık. Bursaspor kaybetmişti ama şampiyonluk havası o gün Beşiktaş’ta, Kadıköy’de ya da Mecidiyeköy’de değil, İstanbul’un bir başka köşesindeydi. Marmara’nın karşı yakasından gelip Olimpiyat Stadı’na taşınmıştı. II. Anadolu Dönemi Bursaspor sonraki 7 haftada 17 puan daha topladı ve şampiyon oldu. Fenerbahçe ise aynı dönemde ancak tüm maçlarını kazanması halinde şampiyon olabiliyordu, son hafta Trabzonspor’a takılınca 74 puanla ikincilikte kaldı. Aynı Trabzonspor, o sezon Şanlıurfa’da oynanan kupa finalinde Fenerbahçe’yi bir kez daha üzmüştü. Böylece iki büyük kupanın ikisi de 26 sene sonra ilk kez İstanbul dışına çıkmış, belki bir daha ancak çeyrek asır sonra görülebilecek bir tablo ortaya çıkıvermişti. Trabzonspor kadrosunun önemli oyuncuları, aynı forma altında daha iyisini yaptıkları sezonun ardından üst üste şampiyonluklar yaşayan Galatasaray’ın ve Milli Takım’ın iskeletinde yer alırken Bursaspor ve şampiyon futbolcular, bir daha asla o sezonu tekrarlayamadılar. Hâlbuki her şey yerli yerinde görünüyordu. Bursaspor’un zirve yolu Takımın beş hücum elemanı, o sezon toplam 33 gol atmıştı. İdeal kadroda Volkan Şen, Sercan Yıldırım, Ozan İpek ve Pablo Batalla yer alırken, boşlukları dolduran Turgay Bahadır ile tamam oluyorlardı. Oyunu genişleten Volkan’ı ters kenardan gol koşularıyla Ozan destekliyor, sezonu 11 asist ile tamamlayan Ali Tandoğan’ın ortaları yerini buluyordu. Grubun en genç elemanı Sercan, futbol kariyerinin en verimli günlerini geçirirken Batalla yine organize ediyor, yaratıyor ve goller atıyordu. 4-2-3-1 şablonunda orta ikilide yer alan Hüseyin Çimşir en iyi bildiği işi yapıp bolca top çalarken, Ivan Ergic temposu, pas becerisi ve aklıyla takımın arka tarafını hücum hattına bağlıyordu. Bu ikiliyi yedekleyen Bekir Ozan Has’ın da katkısıyla Bursaspor orta sahası, girdiği ağır yükün altından kalkmayı başardı. Arka tarafta ise Ömer Erdoğan’ın tecrübesi, İbrahim Öztürk’ün giderek toparlanan savruk ama sert oyunuyla ideali bulmuştu. Tomas Zapotocny ve Serdar Aziz’in ekstra katkısı Bursaspor’un arka tarafını daima diri tutarken, beklerde yer alan tecrübeli oyuncular takımın dirayeti korumasını sağlıyordu. Sol bek Mustafa Keçeli kariyerinin zirve günlerini yaşarken sağ bek Ali Tandoğan, Denizlispor günlerinde olduğu gibi bir kez daha ligin asist kralı olmayı başarıyordu. Kaleci Dimitar Ivankov ise istikrarlı oyununun yanı sıra kritik penaltı golleriyle öne çıktı. Ertuğrul Sağlam takımı Beşiktaş’ı yenerek şampiyon olan Ertuğrul Sağlam, bu büyük başarının tartışmasız mimarıydı. Bu seviyeyi kariyeri boyunca tecrübe etmiş çok az sayıda oyuncuyla çalışmasına rağmen başardı. Gün geldi genç oyuncularıyla birlikte açıkça ligin en iyi futbol oynayan takımı oldu, gün geldi sahada ekstra bir şeylere ihtiyacı olan takımına kenardan yardım etti. Şampiyonluk yolunda elde ettikleri kritik puanların en az 7’si, sıklıkla Ömer Erdoğan’ın santrfor olarak ileri gönderildiği son dakikalarda gelmişti. Elde ettiği başarının, içerisinde yer aldığı mucizenin büyüklüğü belki de bugünlerde daha iyi anlaşılıyor. Bir süredir Anadolu’dan benzer bir teşebbüste bulunan takım çıkmadı ve Ertuğrul Sağlam’ın şampiyon takımının oyuncuları, bir daha o günlerin yanına dahi yaklaşamadı. Aynı şekilde Bursaspor da bir daha aynısını deneyemedi; nitekim her sürpriz şampiyonun hikâyesi biraz birbirine benzer… Futbol Kültürü Salih Demirci HF106 SÜRPRiZ ŞAMPiYONLARIN KADERi Bursaspor kaderden kaçamadı, kısa süre sonra şampiyonluktan geriye yalnızca hatıralar kaldı. Avrupa’nın 5 büyük liginde de durum farklı değil, sürpriz şampiyonların kaderi hep aynı. Bursaspor’un 2009/10 sezonunda kazandığı şampiyonluk, yalnızca kulüp için değil Türkiye için de bir ilktir. Futbolun en erken oynandığı Anadolu şehirlerinden biri olan Trabzon’un 70’lerin sonu - 80’lerin başında elde ettiği şampiyonluklar, kuşkusuz Bursaspor’un şampiyonluğu kadar sürpriz değildi. O zamanlar naklen yayın, Şampiyonlar Ligi ve yenilenmiş stadyumlar ortada yoktu, kulüpler arası rekabeti dışarıdan aktarılan para, organizasyon ve şehrin futbolla kurduğu ilişki yönlendiriyordu. Trabzon da futbol kültürü ve oyuna bakış noktasında ülkenin en yetkin birkaç şehrinden biriydi. Aynı dönemde İzmir’den Altay ve Ankara’dan Ankaragücü’nün de katkılarıyla Trabzonspor’un şampiyon olduğu 6 sezonun 4’ünde İstanbul kupasız kalmıştı. Böyle bir tablo, üstelik yalnızca 9 yıllık dönemde (1975-84) gerçekleşmek üzere bir kez daha mümkün görünmüyor. Çünkü kitle kulüpleri, her gelir kaleminde sürekli fark atıyor, büyüyorlar. Orta ve küçük ölçekli kulüpler, güçlü bir organizasyon kurmuş olsalar dahi kısa sürede önemli oyuncularını kaybediyorlar. Bundan da önemlisi, şu zamanda kısıtlı imkânları uzun süre bir amaç doğrultusunda kullanmak sihirbazlık gerektiriyor. Yalnızca ülkemizde değil, Avrupa’nın 5 büyük liginde de durum farklı değil… Kaiserslautern, Werder Bremen, Stuttgart ve Wolfsburg’un her biri, devleri birer sezon bozguna uğrattılar. Ama kısa süre sonra en nitelikli oyuncularını ya da hocalarını kaybedip çözüldüler. Asla iki sezon üst üste Bayern ya da Dortmund’dan bir başkası, bu dönemde zirveyi elinde tutamadı. Bununla birlikte söz konusu dört sürpriz şampiyondan hiçbiri, geçtiğimiz sezonu puan tablosunun ilk yarısında (ilk 9) tamamlayamadı. Serie A İtalya’da son 20 yıla bakıldığında yalnızca iki sürpriz şampiyon görünüyor. Scudetto, 90’ların sonunda art arda iki sezon başkent takımları Lazio ve Roma’nın eline geçerken öncesi ve sonrası tümüyle Juventus, Milan ve Inter hâkimiyetinde. Arada bir de Calciopoli yaşayan Serie A, rekabet yoğun yapısına rağmen söz konusu şampiyonluk olduğunda yeniliğe kapalı. Bundesliga Almanya’nın son 20 yılında Bayern ve Dortmund’dan başka dört farklı şampiyon çıktı. Wolfsburg 2008/09 Blackburn Rovers 1994/95 Ligue 1 Ekonomik yapısı itibariyle rekabet ettiği liglerden farklı bir yerde duran Fransa, 2000’ler ile birlikte başlayan Lyon hâkimiyeti sonrası son 5 sezonda 5 farklı şampiyon gördü. Fakat diğer Batı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi ‘büyük kulüp’ olgusunun bu ülkede yerleşmemesi, kulüplerin mali yapılarının uzun süredir katı şekilde denetlenmesi, onları bu incelemede farklı bir yere koyuyor. Ama son birkaç yıldır başta Paris Saint-Germain ve Monaco olmak üzere yüksek bütçeli kulüplerin ortaya çıkması ile Ligue 1 da diğerlerine benzemeye başladı. Yakın dönemin sürpriz şampiyonları Lille ve Montpellier’nin kadroları erkenden dağıldı ve her ikisi de keskin düşüşler yaşadıktan sonra şimdilerde toparlanmaya çalışıyorlar. La Liga Barcelona ve Real Madrid’in günden güne artan hegemonyası, artık La Liga’dan bir süpriz şampiyonun çıkmasını çok daha zorlaştırdı. Son 20 yılda şampiyonluk yaşayan Valencia ve Deportivo La Coruna’nın uzun süredir sesi çıkmazken ve bundan sonra da bir süre çıkabilecek gibi görünmüyorken, Atletico Madrid son dönemde vites yükseltti. Ancak son 9 sezonda Real Madrid ve Barcelona’nın arasına sadece 1 kez Villareal’in girebilmesi, La Liga’nın sürpriz şampiyonlarının diğer liglere göre daha zor bir işe soyunduklarını gösteriyor. Premier League İngiltere, futbolda her şeyin karşı konulmaz biçimde birbirine girdiği naklen yayın ve stadyumların yenilenmesi meselelerinin başını çektiğinden ötürü sürpriz şampiyonlara en kapalı ülke durumunda. 1994-95 sezonunda şampiyon olan Blackburn Rovers da dâhil olmak üzere uzun süredir büyük yatırım yapmayan hiçbir kulüp, şampiyonluk yaşayamadı. Chelsea ve Manchester City’nin dış kaynaklı yatırım ile yarışmacı hale gelmeleri onları her sezon zirve adayı yaparken, bu süreçte geride kalan Liverpool gibi kulüpler asla zirveye çıkamadı. Büyükler gün geçtikçe daha çok güçleniyorlar ve makas daha çok açılıyor. Fırat Topal Profil HF106 BALKANLARIN MANYAĞI ZDRAVKO MAMIĆ Hırvatistan Ligi’nde zirve mücadelesi yapan Dinamo Zagreb ve Hajduk Split, Pazar günü Zagreb’in Makimir Stadyumu’nda karşı karşıya gelecek. Vječni derbi (ebesi derbi) öncesi, Dinamo’nun CEO’su, arıza adam Zdravko Mamić’i Hayatım Futbol okurlarına tanıtmak istedik. 2011 Mayıs ayının başlarında Dinamo Zagreb teknik direktörü, Bosnalı Vahid Halilhodžić, şampiyonluğu garantilemiş olan takımının başından kovuldu. Sebebi, takımın kendi evinde, sondan üçüncü haftada Inter Zaprešić ile oynadığı maçın ilk yarısında, Dinamo’nun CEO’suZdravko Mamić ile yaşadığı gerginlikti. Dedikodular çılgın CEO’nun teknik adamı yumrukladığını da ileri sürüyordu ama bu iddiayı her iki taraf da yalanladı. Ertesi gün 2 tarafın yolları ayrıldı. 2,5 yıllığına ve yıllık 900 bin euro gibi bir maaşa imza atan Bosnalı teknik adamın Hırvat Ligi’ne olan motivasyonunu kaybettiği (bu Dinamo’nun üstüste 6. şampiyonluğuydu), takımı performans açısından ileri götürmediği ve yurt dışından gelen tekliflerin kafasını karıştırdığı da yazılıyordu ki bazı taraftarlar bu kararın doğru olduğunu savundular. Halilhodžić 1 ay sonra Cezayir Milli Takımı’nın başına geçti, Dinamo’nun başına ise 2008-09 ve 2009-10 sezonlarında takımı şampiyon yapan Krunoslav Jurčić getirildi. Böylece bir sezonda 3 farklı teknik adam kulüpte görev yapmış oldu. Dinamo sezona Portsmouth’un eski Genel Direktörü Velimir Zajec yönetiminde başlamış ama takım Şampiyonlar Ligi ön elemesinde Moldova’nın Sheriff Tiraspol takımına penaltılarla elenmiş ve bu da Zajec’in kellesini almıştı. İşte bu süreç boyunca baş rol oynayan ve daha önce Dinamo taraftarlarının, kendisini protesto için stadyum önünde aylarca kamp kurmasına sebep olan absürd kişilik Zdravko Mamić bugünkü hikayemizin kahramanı. Mamić, kardeşiyle beraber Dinamo’nun altyapısında futbol oynamaya başladı, ama çok yetenekli bulunmayınca tribünlere daha küçük yaştan takılmaya karar verdi ve Bad Blue Boys grubu içinde yer aldı. O yıllardan gelen bilgilere göre kendisi pankartların hazırlanmasında önemli rol oynarmış ve iç saha deplasman maçı ayırt etmeksiniz takımı takip edermiş. 11 Kasım 1980 tarihi Zdravko Mamić’in hayatında bir dönüm noktasıdır. Sonradan Hırvat futbolunda efsane mertebesine yükselecek olan Miroslav Blažević, Rijeka’da geçirdiği 2 sezon sonrası 1980-81 sezonu sırasında Dinamo Zagreb’in başına getirilir. Mamić ve Blažević arasında anında bir dostluk kurulur. Öyle ki genç adamın, müstakbel eşi Zdenka ile evlendikleri düğünde nikah şahitliğini bizzat teknik adamın kendisi yapacaktır. O yıllarda anlatılan bir hikayeye göre Zdenka, Blažević’i ilk gördüğünde “gözlerinde şeytanı gördüm” demiştir. Bu hayırlı hadiseyi bir başkası izler ve Dinamo, 1981-82 sezonu sonunda, 24 yıl sonra Yugoslavya şampiyonluğuna ulaşır. Takım 1983’te de Yugoslav Kupası’nı kazanır ama Blažević bunun ardından istifasını verir. Zira hem milliyetçi kanadın bir takımı olan Dinamo’nun hocasıdır hem de kendisinin adı Hırvat milliyetçisi olarak anılmaktadır. Kapağı İsviçre’ye, Grashoppers kulübüne atar. Yanında da ona zaman zaman akıl hocalığı yapan bizim Zdravko’yu götürür. İkili 1984’te İsviçre’de şampiyonluğu kazanırlar. 1986’da ikili Dynamo’ya geri dönerler. Ancak işler bu sefer iyi gitmez. 6.lıktan yukarıya çıkamayan takımdan Robert Prosinecki’nin ayrılışı da ekibe büyük darbe vurur. Prosinecki’yi tam 10 sene boyunca kulüpte forma giyen Marko Mlinaric de izleyecektir ama Mamić bunun üzerine harekete geçer. Zagreb’in ileri gelenlerini, Hırvatistan’ın Papermoon’u olarak bilinen Okrugljak adlı restoranda bir araya getirir ve iş adamlarından 100 bin Alman markı toplayarak Mlinaric’in takımda kalmasını sağlar. Bu onun Hırvat futbolunda adından ciddi olarak söz ettirdiği ilk hadisedir. Blazevic’in Nantes’ın başına geçişinin ardından 1989’da hocalık görevine Josip Kuže ile de hemen yakın bir ilişki kurar. Ancak Zdravko, artık kulüpte resmi bir görev alma zamanının geldiğini anlamıştır zira “genç ve girişimci” sıfatıyla yetinmek istememektedir. Zaten ailesi de o yıllarda sirke üretiminden yeteri kadar gelir elde edememektedir. Mamić bu planların içinde iken 1990’lı yılların başında Yugoslavya’da iç savaş patlak verir. Savaş her ne kadar birçok insanın hayatına büyük zarar vermişse de, savaşın kaçınılmaz aktörlerinden olan “Savaş Zenginleri” bu iç savaşta da ortaya çıkar. Mamić bunların başında gelmektedir, kurduğu inşaat firması Hırvatistan’da kısa sürede önemli bir kâr yapar. Bu arada Dinamo da çalkalanmadan nasibini almıştır. Kulübün 1991’de başkanlığına getirilen Josip Šoić, milliyetçilik duygularının da etkisi ile 19545 yılında kapatılan ancak 1900’lü yılların başlarında Hırvat futbolunda oldukça fazla söz sahibi olan HŠK Građanski Zagreb ve HAŠK kulüplerinden etkilenerek, Dinamo’nun bu kulüplerin devamı niteliğinde olduğunu ileri sürer ve takımın adını HAŠK Građanski olarak değiştirir. Bunu duyan Mamić çileden çıkar, kulübün stadyumunu basar ve Šoić’i tartaklar. Šoić efsaneye göre Maksimir Stadyumu’nun tellerinden atlayarak Mamić’in elinden kurtulmuştur. Bu aynı zamanda çılgın Hırvatın gelecekte yapacağı onlarca saldırgan eylemden ilkidir. Bir başka iddia da Šoić’in başkan olmadan önce Mamić ‘e kendisini kulüp direktörü görevine getireceği sözünü verdiği ama bu sözü tutmadığıdır. Šoić 1992’de kulüp başkanlığından istifa eder. 1993 yılında Nantes ve PAOK maceralarının ardından Blažević ülkesine döner. Bir kez daha Zagreb kulübünün başına geçer, geçtiği yetmiyormuş gibi kulübün baş hissedarı olur ve yakın dostu Zdravko Mamić’i futbol direktörlüğüne getirir. İşte bu Mamić’in Hırvat futbolunun karar alma merciilerine ilk girişi anlamına gelir. 1993’te kulüp Hırvatistan şampiyonu olur ve kupayı kazanır ama Blažević, kulüpten üçüncü kez ayrılır. Hırvatistan milli takımından iyi bir teklif almıştır, ama asıl sebebin 300 bin marklık bir alacak davası olduğu konuşulur. Yerine bugün Hırvatistan milli takımında futbol oynayan Niko Kranjčar’ın babası Zlatko Kranjčar getirilir. Bu arada Mamić de, Yugoslav iç savaşı sırasında Hırvat güçlerine verilmek amacıyla ülkeye kaçak silah girişi yapan Ferdinand Jukic’le anlaşır ve kulübün önemli bir bölüm hissesini ona satar. İkilinin Hırvatistan’ın ilk devlet başkanı Franjo Tudjman’la da oldukça iyi ilişkileri vardır. 1993’te kulübün adı Croatia Zagreb olarak değiştirilir. Sebep bellidir, ismen de komünist Yugoslavya yönetiminin izlerini silmek. Bu arada Savaş sonrası ortalık yatıştığında, Takımın ismiyle ilgili bir başka tartışma başlamıştır. Tudman’ın liderlik yetenekleri ve Hırvatistan’da sivrilmesi Mamić’de kıskançlık duyguları doğurur. Üstelik takımın adını tekrar Dinamo’ya çevirmek istememektedir. Tudman’ın da bulunduğu bir toplantıda taraflar isim konusunda tartışırken, Mamić takımın oyuncularından Niko Ceko’yu yumruklar. Bunun üzerine Tudman, Mamić’i bir nevi Dinamo kulübünden sürer ve bir daha görevde olduğu sürece, Hırvatistan için sadece bir futbol takımı değil bir bağımsızlık simgesi olan camiada onu görmek istemediğini söyler. Mamić Zagreb kentinden ayrılır (bu arada Mamić, yanlış yere park eden arabasını çekmek isteyen bir polis memurunu arabasıyla ezmeye çalışmış ve kendisi hakkında dava açılmıştır, davacı polis memuru Ratko Mahović, 9 yıl sürecek davada, sonunda olanları unuttuğunu söylemiş ve Mamić beraat etmiştir). Ama tabii pes etmemiştir, Avrupa’nın sayılı taraftar gruplarından Bad Blue Boys ile yakınlık kurmaya çalışır. Grubun basın sözcüsü Goran Kovač ile bağlantıya geçerek bir dolu çalışma yapar ve kamuoyunu Tudman’a karşı kışkırtır. Aslında stadyumda Tudman’a karşı tutum sergileyen BBB’dir ama onları arkadan yöneten Mamić’ten başkası değildir. Bu sırada Tudman, 1996 yılında hükümet işleri dolayısıyla kulüp başkanlığına, eski parlemento üyesi Zlatko Canjuga’yı (altta) getirmiştir. 1998 ve 1999 yıllarında takım üstüste 2 yıl Şampiyonlar Ligi’nde mücadele eder. Ancak altın yıllar, Tudman’ın 1999’daki ölümüyle son bulur. Tudman’ın desteği ile görevde kalabilen Canjuga, Mamić’le tek başına savaşamaz ve 2000 şubat ayında başkanlıktan ayrılmak zorunda bırakılır. Kulübün adı tekrar Dinamo olarak değiştirilir. Tudman’ın ölümünü bekleyen Mamić tekrar deliğinden çıkar ve kulüpte söz sahibi olmaya başlar.Kulüp efsanesi ve takımı Şampiyonlar Ligi maceralarında yöneten Velimir Zajec direktörlüğe, Mirko Barišić de başkanlığa getirilir. Barišić aynı zamanda Siemens’in Hırvatistan ofisinin de başındadır. Onun bu potansiyelini gören Mamić, tamamen iyi niyetiyle tavsiyelerini almak için, Zajec’in kendisini aramasını fırsat bilir ve anında soluğu başkanın kuyruğunda alır. Kendisini sevdirmek için her türlü yolu dener, amacı kulübün tek hakimi olmaktır ve önünde Zajec’in ta kendisi bulunmaktadır. Canjuga kulüp yönetim kurulundan tamamen ayrıldığında da artık geçmişten kendisine muhalefet şerhi koyan kimse kalmamıştır. Planını uygulamak içni yepyeni bir yol dener ve “ Mamić Spor Danışmanlığı” kurar. Bu şirket basitçe bir menajerlik firmasıdır. Mamić’in bu yeni macerasında ilk işi Bosko Balaban’ı, 6 milyon euroya Aston Villa’ya pazarlamasıdır. Barišić ile arasındaki ilişki, kulüpte sırf onun için “2.Başkan” pozisyonunun yaratılmasına sebep olur. Uzun çabaları sonucu Velimir Zajec’i ülkeden kaçırtır, hayalindeki “ Mamić United”ı yaratmasına az kalmıştır. Kulüp hisseleri ve kurduğu şirketin hisseleri arasında kanun dışı bir takım alım satım işlemleri yaptırır ve manevi babası Blazevic’i 2002 yılında dördüncü kez takımın başına getirtir. Blazevic, 2002 Dünya Kupası elemeleri play-off’unda İran’ın başındadır ve oynayacakları İrlanda için “bizi elerlerse kendimi asarım” demiştir. İrlanda play-off’u kazanır, Blazevic kendini asmak yerine kürkçü dükkanına döner. Takım 2002-03’te onunla şampiyon olur. İşler yolunda gibi görünmektedir ama Mamić ortalığı yine karıştırır. Blazevic, oyuncuların, onun menajerlik şirketiyle çalışmasına pek sıcak bakmamaktadır. Bunun üzerine sinsi adam, onun elinden tutan ve yıllarca destekleyen Blazevic’i kapının önüne koydurur. Bu hareket onun Bad Blue Boys tayfasından büyük tepki görmesine yol açar. 2003 yılında kendisini devirmek için bir ekip toplayan eski başkan Zlatko Canjuga’yı, bağlantıları olduğu silah tüccarı Zvonko Zubak ile tehdit eder. 2004 yılında valiliğe, baş yatırımcısının kendisi olduğu bir gökdelen yapılmasını önerir. Şehrin gelişmeden sorumlu üyesi Miljenko Mesic bunu reddedince ona saldırır ve kafasını yarar. Ancak komik olan Mesic’in görevden alınması ve Mamić’in istediği lisansı çıkarttırmasıdır. Kısacası artık bağlantılarıyla çok güçlü olmaya başlamıştır. 2004 ve 2005 şampiyonluklarının kaybedilmesinin ve Avrupa’daki hüsranların ardından büyük taraftar tepkisi ile karşılaşır ve görevinden istifa eder. Ancak ne acıdır ki kulüp yönetimi 2 ay sonra onu tekrar göreve getirir. Sponsorların desteğini çekmesi, ana finans kaynağı Motorola’nın da ona sırtını çevirmesi ile Mamić yeni para kaynakları peşinde düşer. Zagreb valisi Milan Bandic onun yeni hedefidir. Kardeşi ile ortak oldukları firmayı 9 milyona satar, ülkedeki bazı arazilerini 22 milyon euroya okutur, ayrıca menajerlik şirketi de Jerko Leko, Goran Ljubojevic, Ivica Olic, Ivan Bosnjak, Danijel Pranjic gibi oyuncuların satışıyla iyi bir gelir elde etmiştir. Servetini 25 milyon euroya kadar yükseltir. Hanedanlığını artık tamamiyle kurmuştur. 2006 yılında Rijeka ile oynanan bir maç sonrası Rijeka kulüp direktörü Marinka Koljanin’e saldırır ve o yetmezmiş gibi bir polis şefini yaralar (resimlerde bu maçta rakip taraftara yaptığı hareket görülebilir). Bu sefer yaş tahtaya bastığı düşünülür ama sonunda 775 kuna (100 avro) gibi komik bir cezayla paçayı kurtarır. 2006 kasım ayında, (1 sezon önce şampiyonluğu kazanmasına rağmen), yine eski dostlarından Josip Kuze’yi kovar ve yerine Branko Ivankovic’i getirir. Sebep Avrupa başarısına duyulan arzudur. Mamić Auxerre’e kaybedilen UEFA Kupası maçından sonra bir Fransız polisine saldırmıştır. 2007 yılında, takım Ivankovic yönetiminde ligde fırtına gibi eser ama Mamić’e rahatlık batmaktadır. Ivankovic’in takımı Şampiyonlar Ligi ön elemesinde Werder Bremen’e elenir ve UEFA Kupası’nda Ajax ile eşleşir. Takım ilk maçı Maksimir Stadyumu’nda 1-0 kaybedince, Hollanda’daki rövanşın kaybedilmesi halinde göreve Nevio Scala’nın getirileceği dedikoduları basına yansır. Mamić bütün gazetecileri toplar ve onlara küfürlü bir konuşma yapar. Takım mucizevi biçimde Ajax’ı Arena’da 3-2 mağlup edip gruplara kalır. Bizimki Hollanda dönüşünde, Zagreb havalimanı dış hatlar geliş salonunda elbiselerini çıkartır ve kendini rezil eder. Yanında kendisini desteklemesi için, adam başı 100 avro verdiği bir çalgıcı grubu da getirmiştir. Ancak takım gruplardan çıkamayınca, ocak 2008’de Ivankovic istifa eder. Mamić’in bu hoca tırpanlaması (6 senede 8 hoca harcamıştır) tüm Bad Blue Boys üyelerinin sabrını taşırmıştır. Zvonimir Soldo takımı şampiyon yapar ancak istifa eder. Ivankovic tekrar göreve gelir ancak Mamić’ten bıkıp ayrılması fazla sürmez. Ancak o memnundur, Eduardo da Silva, Vedran Corluka ve Luka Modric’in satışlarından da yine kasasını doldurmuştur. 2008-09 ve 2009-10 şampiyonluklarını kazandıran Krunoslav Jurcic görevi bıraktığında Mamić, pek sevmediği, kulüp efsanesi Velimir Zajec’e sarılır. Ancak Zajec Şampiyonlar Ligi 2. ön eleme turunda kupaya veda edip, ilk 3 maçta 4 puan toplayınca Mamić anında hareket geçer ve daha ağustos ayında kendisini kapının önüne koyar. BBB tekrar kazan kaldırır ve Maksimir Stadyumu önüne çadır kurma eylemine başlar. Mamić o taraftarları “Sırp, müslüman veya eski Yugoslav ajanı” olmakla suçlar. Bir de ezeli rakip Hajduk’un tribün grubunu kastederek ettiği “eğer Torcida Split bende olsaydı dünyayı fethederdim”lafını eder ki Bad Blue Boys üyelerini daha da çileden çıkartır Mamić halen Dinamo’nun en güçlü adamı ve taraftarlar onu yıkamayacak gibi görünüyor. Takım 8 yıldır lig şampiyonu oluyor ve yine ne ironiktir ki, bir zamanlar takımın Dinamo ismini bırakmasına karşı olan Mamić, zamanında saldırdığı Josip Soic’in yaptığını yaptı ve takımın ismine, “Građanski” ifadesini ekletti...Bir sonraki macerasını merakla bekliyoruz. Aşağıda Rijeka fanlarının, Dinamo’nun 2010 yılında Villarreal ile oynayacağı maç öncesi açtığı pankart var. “Dinamo neden Avrupa’da bahar aylarına kalsın ki, Tottenham’da daha fazla Hırvat oynuyor...Forza Villarreal” Mustafa Demirtaş Büyüteç HF106 ON NUMARA ORTA SAHA: BiLAL KISA Bir zamanların yetenekli ama olduramayan genci, şimdilerde sol ayağından çıkan her topla bir şeylerin tanımını yazıyor… Guti Hernandez’in Beşiktaş’ta gözden düşmeye başladığı zamanlar; erken uzaklaşılan şampiyonluk hedefi ve formaliteye sarkan maçlardan biri… Guti, o günün modasıyla oyundan epey erken çıkarılıyor. Biraz hoşnutsuz. Beşiktaşlı da genelde “Çıksın zaten, ne yapıyordu ki?” ruh hali içersinde. Sonradan maçın özetine bakıyoruz. Beşiktaş’ın maçta iki golü var. Birisinde Guti direkt asist yapıyor, diğerinde asist öncesi pası atıyor. Sanki damga vurmadığı bir maç gibi gözükmüştü ama hiç çaktırmadan takımını rakip kaleye yanaştıran adam olmuştu yine de. Sırtına 10 numarayı heves uğruna değil de yetenekleri karşılığında geçiren oyuncular, zamanla farklı bölgeye, görevlere ayrıldılar. Hızlı olanlar kenar forvet oldu, golcü özellikleri olanlar ikinci forvet kıvamına büründü. Fizik olarak yavaş olan ama düşünce olarak hızlı hareket edenleriyse, derindeki oyuncu kurucu modelini yarattılar. Onların başına Andrea Pirlo çekiyordu ama o aileye katılacakların sayısı her geçen yıl aratacaktı. Bir zamanlar forvet oynamışlığı bile olan Guti, onlardan biriydi. Mevki ötesi bir değişim 2000’li yılların başından itibaren “çok yetenekli ama bir türlü olduramayan” gençlerden biri olan Bilal Kısa da bir zamanlar 10 numaraydı. Aslında kâğıt üstünde hala öyle… Ancak onu farklı kılacak ve hatta 6 yıl sonra daha güçlü şekilde milli takıma çıkaracak bir değişim yaşanacaktı. Bilal, ‘topu almadan önce fikri olan’ nadir Türk oyuncularından biriydi. O fikri, topa dokunuşlarıyla ortaya koyabileceği yetenekleri de vardı. Artık daha merkeze yakın oynuyordu. Böylece oyunun içinde daha fazla gözüküyor, atakların başlangıç noktasını oluşturuyordu. Sadece mevki değişimiyle değil, topu ayağına her aldığında fazlasıyla Guti’yi andırıyor Bilal Kısa. Çoğu zaman asist öncesi paslarda, bazen de direkt olarak asistleriyle Akhisar gollerinde imzası var. Savunma arkasına koşu yapan arkadaşlarını uzun paslarıyla ödüllendirişi… Gerilere kadar gelip yaptığı ‘al-ver’leriyle, bombayı savunma oyuncularının kucağına bırakmayışı… Bilal Kısa, çok uzun zamandır “lider oyuncu”nun tanımı! Ilgaz Çınar Türkiye HF106 EGE’DE FUTBOL KEYFi PTT 1. Lig’in yeni ekibi Fethiyespor, genç ve dinamik kadrosunu Engin İpekoğlu’na devretti. Ege temsilcisinin gözü elbette çok daha yükselerde. Fethiyespor’un PTT 1. Lig yolculuğunun başlangıç tarihi iki sene öncesine dayanmakta. Mütevazı olarak değerlendirilebilecek kadro, yönetimin ılımlı demeç ve yaklaşımları, özellikle Fethiye dışında yaşayan Fethiyespor gönüllülerinin muazzam tanıtım çalışması ve sosyal medyayı etkili kullanımı sonucu Fethiyespor ekstra playoff oynamış ve finalde Adana Demirspor’a kaybetmişti. Bu kaybediş aslında Fethiyespor’un istikrarı anlamında daha da fazla önem taşımaktaydı. Genellikle büyük beklentiler sonucu istenilen sonuç elde edilmeyince başıboş ve maddi anlamda içi boş kalmış kulüpler görmeye alışık olan bünyenin algısını Fethiyespor değiştirmişti ve makul sayılabilecek bütçe ile kadro oluşturmaya devam etmişti. 2012/2013 sezonuna başlarken en büyük handikap transfer edilen oyuncuların yaş ortalamasının 26,5 olmasıydı. Sezona kötü başlangıç sonrası teknik direktör değişikliği sonrasında alınan başarılı sonuçlar takımı ivmelendirdi. Fethiyespor bir önceki sezonda olduğu gibi ekstra play-off finali oynadı ve finalde güçlü Hatayspor’u geçerek uzun zamandır özlemini duyduğu lige yükseldi. Yükseliş süreci sonrası transfer dönemi 2 senedir yapılan işleri boşa çıkarır nitelikteydi. Özellikle yabancı oyuncu tercihleri ya hücumcu ya da savunmacı için kullanılır. Fethiyespor bütün bu dinamiklerden uzak kalarak “tandem” yani stoperleri unuttu ve sezona 2 stoper ile başlamayı tercih etti. Daha sonra gelen Sammy N’Djock transferi pek önemli gözükmüyor zira kalecinin önünde sallanan bir savunma olursa kalecinin çaresiz kalacağını hepimiz biliyoruz. Tandemi oluşturan 2 Sabri’den biri sakatlandığı veya cezalı duruma düştüğü zaman defoyu örtecek yama da bulunamadığı için Fethiyespor bu dönemleri hasarsız atlatmayı da beceremedi. Bu sıkıntılı dönemlerde yapılan son transferlerde maalesef takım mühendisliği plansızlığını ortaya çıkarmaktaydı. Artun Akçakın, Ahmet Aras, Burak Kaplan ve Ali Dere kadroya katılırken bu oyuncuların ortak özellikleri forvet ve hücumcu orta saha olmalarıydı. Bu yanlış yapılanmada bir de Uğur Aktaş’ın bence anlamsız ayrılığı takımın defans dengelerini iyice bozan etmendi. Mustafa Ceviz zamanında orta saha sol iç bölgesine devşirilen Uğur Aktaş esasında bir sol bekti ve ağır sakatlık geçirmeden önce Bursaspor’un da radarında olan bir isimdi. Sezon başladığında kaptan Onur önderliğinde hücumda renklilik gösteren Fethiyespor, bahsettiğimiz yanlış yapılanmanın getirdikleri doğrultusunda kalesini sağlama alamayacağını belgeledi. 2 gol attıkları 1461 Trabzon deplasmanında yedikleri 3 gol bir yana ligin son sırasında bulunan Kahramanmaraşspor’dan da yenilen 2 golü en basit örnekler olarak gösterebiliriz. Günümüze gelince; Fethiyespor’da olağanüstü seçimli genel kurul sonrası İsmail Öztürk yeniden başkanlığa seçildi ve başkan ilk olarak yeni teknik direktör olarak Engin İpekoğlu ile anlaştıklarını açıkladı. Engin İpekoğlu’nun zorluklar içerisindeki Denizlispor macerası hafızalarda yer etse de, Karşıyaka ile sergilediği olumlu performans gözden kaçırılmakta. Engin İpekoğlu takımları öncelikli olarak savunma kurgusu ile dikkat çekiyor. Karşıyaka’nın başında çıktığı 28 maçta aldığı 10 galibiyet/11 beraberlik ve 7 mağlubiyet de bu savı güçlendirmekte. Devre arasına kadar Engin İpekoğlu muhakkak kazanmak için amaçsızca hücum etmektense öncelikle savunmayı düşünecektir ve bu savunmayı da hücumdan başlatacaktır. Fethiyespor’un elinde savunmayı hücumda başlatacak 2 önemli eleman zaten var; Artun Akçakın ve Ahmet Aras. Artun gelişkin fizik yapısı, Ahmet ise fizik yapısının yanında en önemli artısı hızı ile bu işi yapabilecek yapıda. Orta sahada Onur Okan’ın serbest oynadığı kurgu biraz değişebilir ve Kenan Karışık’ın bürüneceği Onur Okan rolü sayesinde Fethiyespor orta saha savunma gücünü Barış Ataş ile Onur Okan arasında paylaştırabilir. Son maç dikkate alındığında sol ön oynama ihtimali iyice artan Emre Öztürk ‘ün sağ tarafına zaman kayacak olan Ahmet ve Artun ile Fethiyespor kurguyu tamamlayabilir. Tabi bu oyun kurgusuna göre oyuncu dilişi ve başlangıç formasyonu kendi içinde çok değişkendir. Bu kurgu dönem dönem beklerin orta saha gibi oynaması ile bambaşka bir yapıya bürünebilir. Nihayetinde Engin İpekoğlu ile yeni bir dönem başlıyor ve bu yeni dönemde takım üstünde yapılacak değişiklikler devre arası transfer döneminde belirginleşecek. Henüz takıma karkı vermeyen Ali Dere ve Burak Kaplan gibi isimleri de unutmaz isek, Engin İpekoğlu öncelikli olarak stoper bölgesine transfer yapacaktır. Benim düşünceme göre tandeme ve olur ise sağ beke yapılacak 3 transfer ile ara transfer dönemi sonlandırılacaktır. 13 hafta boyunca gözlemlediğimiz Fethiyespor ile 2. Devre izleyeceğimiz Fethiyespor arasında mühim farklılıklar olacağını söyleyebilirim.