HF106 - Hayatım Futbol

Transkript

HF106 - Hayatım Futbol
Bursaspor
Yayın Koordinatörü
İlker Yılmaz
Editörler
Emre Çelik
Rafet Baran Eryılmaz
Yazarlar
Olmaz denileni başarıp bir rüyayı gerçeğe çeviren Bursaspor,
tekrar o rüyaya girmek üzere. 2010 şampiyonluğunun ardından
her geçen gün geriye giden yeşil-beyazlılar, Ertuğrul Sağlam’ın
istifası, İbrahim Yazıcı’nın vefatı ve son olarak da Batalla’nın
kriziyle büyük takım olma yolunda oldukça yara aldı. Hayatım
Futbol 106. sayısında Bursaspor’daki düşüsün nedenlerini
araştırdı; yeşil-beyazlıların şampiyon olduğu sezonun hikayesi,
o kadronun akibeti, Batalla krizinin perde arkası ve yönetimsel
hataları sorgulayarak sebeplerine cevap aradı.
Egemen Çimen
Fırat Topal
Ilgaz Çınar
Mustafa Demirtaş
Salih Demirci
Tolgay Ataokay
Bu sayıda ayrıca; Beş büyük ligde çıkan sürpriz şampiyonların
yaşadığı travmayı, Balkanların en arıza ismi Zdravko Mamic,
uzun yıllar yapamadığı patlamayı 30’unda gerçekleştiren Bilal
Kısa’yı, PTT 1. Lig’in dibindeki Fethiyespor’un değerlendirmesini
bulabilirsiniz.
Keyifli okumalar,
İlker Yılmaz
[email protected]
[email protected]
#106 BU SAYIDA
Bursaspor Özel
Şampiyon takım nasıldı?
2009/10 sezonunun şampiyon tamamlayarak
inanılmazı başaran Bursaspor’u hatırlayalım.
O kadrodakiler şimdi nerede?
Tarihi şampiyonluğun ardından Bursaspor’da gelecek
yıllara da damga vurması beklenen oyuncuları bir bir kayboldu.
Batalla krizi ve Daum
Bursa’da jübile yapacağım derken bir anda koptu.
On numara orta saha: Bilal Kısa
On numara orta saha: Bilal Kısa Bir açıldı, pir açıldı.
Balkanların Manyağı: Zdravko Mamić
Ortalığı kasıp kavuran bir futbol adamının hikâyesi.
Ege’de futbol keyfi
PTT 1’inci Lig’deki ilk yılında isteneni veremeyen
Ege temsilcisi değişime gidiyor.
Egemen Çimen
Bursaspor Özel HF106
AYRILIĞIN YOLUNA
DÖŞENEN TAŞLAR
Daha 3 ay önce 4 yıldır bulunduğu Bursaspor’a 3 yıllık imza atan ve ‘Jübilemi
Bursaspor’da yapacağım’ diyen Pablo Batalla takımdan ayrılıyor. Peki bu
kadar mutluyken 3 ayda ne değişti de Batalla ayrılığı seçti.
Ülke futbolumuzun önemli çınarlarından ve
müzesinde Süper Lig şampiyonluğu kupası
bulunan 5 kulübünden birisi olan Bursaspor’da
yaşanan Batalla krizi son yıllarda sportif başarılarla
ülke gündeminde yer alan yeşil-beyazlıları yine
manşetlere taşıdı. Ancak bu ülke futbolumuzda
alışılagelmişin dışında yaşanan bir ayrılık kararıyla
oldu. Bursaspor’un Arjantinli yıldızı ve yeşilbeyazlı formaya verdiği katkı anlamında 50 yıllık
kulüp tarihinin en başarılı ve tribünleri en çok
heyecanlandıran ismi olan Pablo Martin Batalla,
takımın teknik direktörü Christoph Daum ile
profesyonel ve kişisel olarak problem yaşadığını
açıkladı. Yıldız oyun kurucu, 2017 Haziran ayına
kadar sözleşmesi olmasına rağmen yeşil-beyazlı
formayı bir daha giymeyeceğini söyleyerek
herkesi şaşırttı. Bursaspor taraftarının “Dev
Bücür” lakabını taktığı Batalla’nın bu beklenmedik
ayrılığını; Bursaspor’da efsane başkan İbrahim
Yazıcı’nın vefatı sonrası koltuğa oturan Erkan
Körüstan yönetiminde geçen 6 ay içinde neler
yaşandığını irdeleyerek ele almak gerekiyor. Elbette
bunu yaparken “Haksızlıklar karşısında susan dilsiz
şeytandır” benzeri bir çıkış yapan Arjantinlinin
profesyonelliği hiçe saydığı, Bursaspor’dan büyük
olmadığı ve tamamen hatalı olduğu eleştirilerine
maruz kalarak hedef aldığı Christoph Daum’u da
kadrajın içine sokmak gerekiyor.
Pablo Martin Batalla... Adı Bursaspor ile
yazıldığında birçoğumuzun varlığından haberdar
olmadığı ancak 2009/10 sezonunda yeşilbeyazlıların yaşadığı Süper Lig şampiyonluğunun
baş aktörlerinden olan Arjantinli, 2017 yılına kadar
uzattığı sözleşmesiyle jübilesini Timsah Arena’da
yapacağının müjdesini kendisine sevdalanan
taraftarlara 3 ay önce vermişti.
Sedat Özden, Elvir Baliç ve Nejat Biyediç gibi
camianın unutulmaz isimlerinin önüne geçen,
taraftarın izlemeye doyamadığı, adeta bağrına
bastığı ve tribünlerde ismini sıkça haykırdığı
Arjantinli’nin, menajeri Suzan Naguf aracılığıyla
paylaştığı veda mektubunda ve sonrasında
düzenlediği basın toplantısında ayrılık gerekçesi
olarak sunduğu Cristoph Daum ile yaşadığı
problemlerin neler olabilirdi ve tek gerekçe teknik
direktör-oyuncu ilişkisinde yaşanan sorunlar
mıydı?
Ertuğrul Sağlam’ın ayrılığı
Sözleşmesini yıllık 1,8 milyon avro karşılığında
2017 yılına kadar uzatan ve jübilesini Bursaspor
formasıyla yapmak istediğini açıklayan Batalla’nın
aitlik duygusunu erozyona uğratan sürecin
başlangıcı Ertuğrul Sağlam’ın ayrılığı…
Batalla ile Ertuğrul Sağlam arasındaki ilişkinin dört
dörtlük olmadığını ama bir teknik direktör-oyuncu
ilişkisinin çok ötesinde olmadığını belirtmekte
fayda var. İkili arasındaki olumlu iletişimin ana
nedeni güven duygusu ve takımın ortaya koyduğu
futbol anlayışı. Ancak bu güven duygusunun ne
kadar önemli olduğunu ortaya koyan en dikkate
değer istatistik, Pablo Batalla’nın vatandaşı olan
ve ün ile şan anlamında kendisini kat kat katlayan
Federico Insua’nın Bursaspor’da oynadığı 2010/11
sezonunda ünsüz Arjantinli’nin performansı...
Bursaspor kariyerinin en kötü periyodunu Süper
Lig şampiyonluğunun ardından Şampiyonlar Ligi
grubunda mücadele ettiği 2010/11 sezonunda
geçiren Batalla, 25’i ilk 11 olmak üzere 32 kez
forma giydiği Süper Lig’de 3 gol 3 asistlik bir
performans sergilemişti.
Insua’nın 17 Süper Lig maçında 1 gol 1 asistlik
performansı sonrası ünlü Arjantinli ile bir
sonraki sezonun devre arasında yollar karşılıklı
anlaşarak ayrılmış ve bu andan itibaren
Batalla’nın performans eğrisi yükselişe geçmişti.
Bursaspor’daki ilk sezonunda Süper Lig
şampiyonluğunun kazanılmasında büyük pay
sahibi olan Batalla, o sezon ise 17’si ilk 11 olmak
üzere 26 lig maçında 8 gol 4 asistle oynamıştı.
Federico Insua’nın devre arasında gittiği 2011/12
sezonunun ilk yarısını, diğer bir deyişle formayı
Insua ile paylaştığı dönemi 1 gol 5 asistle geçen
Batalla, sezonun ikinci yarısındaysa 8 gol 5 asiste
imza attı.
Yazıcı’nın vefatı çok üzdü
Ancak elindeki kadroya göre oyun planı
kurgulayan, Insua’da fazla ısrar etmeyen ve
Batalla’daki cevheri işlemek adına oyunu Arjantinli
yıldız üzerinden sahneye koyan Sağlam’ın vedası
sonrası Bursaspor’da yaşanan travma ve ardından
Batalla’nın yeşil-beyazlı formayı giymesinde en
önemli pay sahibi olan başkan İbrahim Yazıcı’nın,
Arjantinli’yi izlemeye gelen menajeri Suzan
Naguf’u Orduspor maçında yalnız bırakmamak
adına gittiği deplasmanda geçirdiği kalp krizi
sonrası yaşamını yitirmesinin psikolojik olarak ‘Dev
Bücür’ü olumsuz etkilediği şüphe götürmez bir
gerçek.
Batalla’nın Ertuğrul Sağlam’ın veda ettiği ve
Bursaspor’un Hikmet Karaman ile tamamladığı
2012/13 sezonu istatistiklerine baktığımızda
Arjantinli yıldızın en iyi dönemini yaşadığını
görüyoruz.
34 haftalık sezonun 19 haftalık Ertuğrul Sağlam
periyodunda 6 gol 10 asistlik performans ortaya
koyan Arjantinli, 14 haftalık Hikmet Karaman
dönemindeyse 13 maçta 9 gol 7 asistle oynadı.
Peki, neydi Batalla’nın Sağlam’ın ayrılığı sonrası
Karaman ile sürdürdüğü hatta efsane başkan
İbrahim Yazıcı’nın vefatı sonrası iç sahada
oynanan Eskişehirspor maçı ve kadroda yer
almadığı Gençlerbirliği maçını da düşünürsek, en
iyi sezonuna imza attığı bu performansın sırrı…
İşin sırrı Karaman’ın yaklaşımıydı. Bursaspor
camiasında gelişi ve Ertuğrul Sağlam sonrası
bu görevi kaldırıp kaldıramayacağı tartışılan
Karaman, başta Batalla olmak üzere takımın
yabancılarıyla farklı dili konuşmalarından
kaynaklanan iletişimsizliğin önüne geçmek adına
tesis dışında da birlikte vakit geçirmişti. Onlarla
iletişim kurmaya çabalamış ve bunun dönüşünü
de ‘Batalla’ özelinde güven duygusunu kazanarak
almıştı. O sezonu 52 gol atarak 4. sırada
tamamlayan Bursaspor’da şüphe götürmez en iyi
oyuncusu; 15 gol atan ve 17 asist yapan, farklı bir
bakışla gollerin %60’ından fazlasında katkısı olan,
atan ya da attıran Pablo Martin Batalla idi…
Yönetim değişikliği
İbrahim Yazıcı’nın vefatının ardından göreve
gelen, gelirken de efsane başkan Yazıcı’nın
kardeşi Hayri Yazıcı ve ekibini geride bırakan
Erkan Körüstan yönetiminin tavrı da Batalla’nın
ayrılığında önemli rol oynadı. Arjantinli’nin İbrahim
Yazıcı ile olan iletişimi, yönetim kurulu üyeleri
ve profesyonellerinin takıma ve kendisine olan
yaklaşımını sürenin de kısa olduğunu dikkate
almakla beraber Erkan Körüstan ve ekibiyle
yakalayamadığı bir gerçek…
Her ne kadar Körüstan yönetimi; ofansif oyun
anlayışını ön planda tutan, altyapıdan gelen
gençlere önem verdiğini onlara forma vererek ve
onları sezon öncesi kampa götürerek gösteren
teknik direktör Hikmet Karam ile devam kararı
alsa da Batalla ile yeni yönetimin arasındaki
iletişim oldukça negatif başlamıştı.
Batalla ile birlikte Belluschi ve Pinto’nun
tercümanı olan ve Güney Amerikalı futbolcularla iş
ilişkisi dışında aile dostluğu da bulunan tercüman
Volkan Çay’ın Körüstan yönetiminin mazbatasını
almasının üzerinden henüz 2 hafta geçmemişken
“10 günlük performansını beğenmedik”
açıklamasıyla görevinden alınması bu ayrılık
yolundaki önemli yaşanmışlıklardandı. Zira erken
başlayan sezon öncesi kampa izinli olduğu için
geç katılan Batalla tercümanı ile Özlüce’de henüz
bir gün geçirmişken, ‘10 günlük performans’
üzerinden yapılan değerlendirmenin maksadı da
hayli tartışılır bir not olarak akıllara düşmüştü.
kesen yönetimin sonrasında takımı emanet ettiği
Alman teknik adam Daum, bir anda takımın
oyun anlayışını değiştirmiş ve takımı defansif bir
anlayışla Colin Kazım’dan forvet yaratarak ‘önce bir
puan’ şeklinde yorumlayabileceğimiz bir kimliğe
büründürmüştü.
Ve sonrasında Batalla’nın mutsuzluğu ve takımdan
ayrılabileceği iddiaları nedeniyle 2 ay sonra,
Ağustos ayında Volkan Çay’ın yeniden göreve
başlaması kulüpte yaşanan yönetim tutarsızlığının
ilk göstergelerindendi.
Batalla bu sistemde faydalı olamayacağını
Daum’a sezonun başında ifade ederken, bu
nedenle formayı sisteme daha uygun bir oyuncuya
verebileceğini söyleyerek belki erdemli ve dürüst
bir davranış sergilemiş, belki de gelinen noktanın
sinyalini vermişti.
Transferler, sigara ve tehdit
Taraftar idmanı bastı
Hikmet Karaman ile yola devam etme kararı
alınmasına rağmen özellikle kamp sürecinde ve
transfer döneminde yaşanan bazı olaylar da dikkat
çekti.
Hikmet Karaman’ın yönetime verdiği transfer
listesinde isimleri geçmeyen ve yönetim
tarafından Karaman’a sorulmadan alınan TaiwoFrey-Civelli üçlüsünün gelişi, Bursaspor’un
eski taraftar lideri olan yöneticisinin Avusturya
kampında sergilediği tehditkâr tavırlar, (hazırlık
maçlarında alınan kötü sonuçlardan dolayı
Hikmet Karaman’a “Hocam rüzgar Bursa’da
tersten esiyor” demiştir kendisi) Bursaspor’un
Atatürk Stadı’nda Vojvodina’ya elendiği rövanş
maçı öncesi Tuncay Şanlı’nın soyunma odasında
futbol direktörü Ayhan Barışıcı ile sigara içmesi
gibi Yazıcı döneminde yaşanma ihtimali bile hayal
edilemeyen olayların gerçekleşmesi kulüpteki
başıboşluğu gözler önüne seriyordu.
Kulübe sportif direktör olarak futbolcu menajerliği
yapan Barış Güçlü’nün getirilmesi ve Güçlü’nün
“Lisansımı askıya aldım” açıklamasıyla yaptığı işi
etik olarak yanlış nitelendirmiyor oluşu, CivelliTaiwo-Frey transferlerinin 14 milyon avroyu bulan
toplam maliyetinin ardından çıkan pis kokuları
engelleyemedi.
Daum’un basiretsizliği
Vojvodina hezimetinin faturasını Karaman’a
Hikmet Karaman’ın deplasmanda 2-2 biten ilk
maçın ardından Bursa’da oynanan ve “Biz o maçı
saha dışında kaybettik” dediği Vojvodina rövanşı
sonrası elenmenin karşılığında kelle alan Körüstan
yönetimi sezonun ilk 5 haftasında sadece 4
puan toplayabilen Daum’un teknik direktör
performansından ümidi kesmiş olacak ki 6.
haftada iç sahada oynanan Akhisar Belediyespor
maçı öncesi çağdışı, hukuka aykırı ilkel bir yönteme
başvurdu.
Akhisar Belediyespor ile sahasında oynayacağı
6. hafta karşılaşmasının hazırlıklarını özel
güvenliğin koruduğu ve tel örgülerle çevrili Özlüce
Tesisleri’nde yaparken, başkan Erkan Körüstan’a
yakınlıklarıyla bilinen bir grup taraftar idmanı bastı.
Basına açık olan çalışmayı takip eden medya
mensuplarına kamera kapattıran hukuki tabirle
basın özgürlüğünü engelleyen taraftarlar, Alman
teknik adam Christoph Daum’un yönettiği
antrenmanı durdurup oyuncuları saha ortasında
topladılar ve ‘’Artık adam gibi oynayın, bu
formanın hakkını verin. Size üç hafta daha süre
tanıyoruz. Ya toparlanırsınız, ya da üç hafta sonra
buraya elimizde sopalarla geliriz” diye tehdit
ettiler. Bu baskını yapan 25 kişilik taraftar grubunu
saha kenarındaki kulübeden yardımcılarıyla
birlikte korkulu gözlerle izleyen Daum’un zaten bir
varmış bir yokmuş misali otoritesi o an tamamen
bitti. Yaşanan olayı ısrarla yalanlayan Bursaspor
yönetimi de parçası olduğu iddia edilen skandalın
yönetmeni olarak hafızalara kazındı. Kulübün
futbol direktörü Ayhan Barışıcı NTV Spor canlı
yayınında antrenman basma ve tehdit olayının
Bursaspor’u karıştırmak isteyen çevrelerce
ortaya atılan asılsız bir iddia olduğunu söyledi.
İkinci başkan Rıdvan Şen de ajanslara yalanlama
geçerken, o antrenman sahasında olan ve
yaşanan bu olaya şahitlik eden birden fazla kişinin
anlattıklarıyla, duyduklarım arasında derin bir
uçurum vardı.
Protokolden yapılan oyuncu değişikliği
Bursasporlu futbolculara yapılan bu tehdit 0-0
biten Akhisar Belediyespor maçında sonuç
vermese de 6. haftada oynanan Karabükspor
maçında 3 puan olarak tabelaya yansıdı!... O maçta
yaşandığı iddia edilen bir olaysa bu kadar da olmaz
dedirten cinstendi. Daum’un ilk 11’de şans verdiği
Yasin Pehlivan 42. dakikada sarı kart görmüş ve
yeşil-beyazlılar soyunma odasına 10 kişi kalan
rakibi karşısında 1-0 üstün girmişti. İkinci yarının
başlamasıyla birlikte protokolden Daum’a gelen
bir uyarı cevap bulmuştu. Karşılaşmayı protokol
tribünden izleyen başkan Erkan Körüstan, ikinci
yarının hemen başında agresif hareketleriyle
dikkat çeken Yasin Pehlivan’ın oyundan alınmasını
yedek kulübesinde bulunan bazı kişiler aracılığıyla
Daum’a iletti ve Alman teknik adam ikinci
yarının başlama vuruşu yapıldıktan 3 dakika
sonra Yasin’in yerine oyuna Musa Çağıran’ı
dahil etti… Olayın buraya kadar olan kısmı bir
teknik adam için o kadar can acıtıcı ki, iddianın
devamı fıkra niteliğinde… Daum’un 1-0 kazanılan
maçın ardından başkan Körüstan’a müdahalesi
için teşekkür ettiği ve “Biz saha kenarından
bazı şeyleri iyi göremiyoruz. Tribünden daha iyi
görünüyor olabilir. Bu konuda yardımınıza açığım”
minvalinde bir söz söylediğinin de konuşulduğunu
ekleyelim…
Daum’un disiplini ve komutanı
Alman kelimesiyle özdeşleşen “disiplin” kavramını
Daum, antrenman baskınına, başkanın oyuncu
değişikliğine karışmasına göz yummasına aldırış
etmeden takımda uyguluyordu. Bu uygulamayı
yapan bir de komutanı vardı Alman teknik
adamın. O da Fenerbahçe’den eski öğrencisi
Tuncay Şanlı’dan başkası değildi.
Alman teknik adamın Sağlam ve Karaman’ın
aksine uzun süren antrenmanlar yaptırması,
sabah çalışmaları öncesi oyuncuların 8:30’da
tesislerde olması ve kahvaltıyı birlikte yapması
uygulamasını başlatması, özellikle ailesine
düşkünlüğüyle bilinen Batalla ve evli diğer
oyuncuların bu konuda rahatsızlıklarını yakın
çevreleriyle paylaşmalarına neden oldu.
Bursaspor’un Karabük deplasmanında kazandığı
maçın ardından 5 saatlik otobüs yolculuğu yapan
yeşil-beyazlı oyuncular, milli maç arası nedeniyle
çıkacakları 3 günlük tatili hayal ederken yine Alman
disiplini devreye giriyor ve futbolcular kendilerini
sabaha karşı 04:00’te Özlüce Tesisleri’nde
yenileme antrenmanı yaparken buluyordu.
Bir de saha içinde hiçbir varlık gösteremeyen
Tuncay’ın takım ruhunu sağlama adına üstlendiği
takımı yemeğe çağırma, antrenmana çıkarma
gibi görevleri bir çığırtkan edasıyla yapıyor olması
ve birileri tarafından futbol direktörüyle karşılıklı
sigara tüttüren Tuncay’a verilen değer, Bursasporlu
bazı oyuncuların Daum’un adaletini sorgulamaya
başlamalarına neden oldu. Saha içinde formasını
terleten Batalla ise bunlar yaşanırken acaba ne
düşünüyordu?
Bardağı taşıran son damla: ‘İftira’
Son olarak deplasmanda kaybedilen Sivasspor
maçı sonrası Daum’un “Artık oyuncularla yüksek
sesle konuşmak lazım” ifadeleri dikkat çekmişti.
Mücadelede pek varlık gösteremeyen Arjantinli
oyuncu Alman hocanın soyunma odasındaki
sert sözleri sonrası menajerini Bursa’ya çağırdı
ve yapılan görüşmeler sonrası Kasımpaşa maçı
kampına katılmayacağını ve artık Bursaspor
forması giymeyeceğini açıkladı. Batalla’nın bu çıkışı
sonrası Arjantinli dışında yaşananlardan rahatsızlık
duyan bazı oyuncuların soyunma odasında
konuşulanları basına sızdırması bardağı taşıran
son damlanın da ne olduğunu gözler önüne serdi.
Batalla, takım arkadaşları Sestak ve Belluschi
gibi Mudanya Yolu üzerinde bulunan Erguvan
Sitesi’nde oturuyordu. Sivasspor maçından iki gece
önce sabaha karşı 04:00’te Bursaspor’da bu sezon
yabancı kontenjanına değil Daum’un kontenjanına
takıldığı için forma şansı bulamayan Sestak’ın
sitenin yakınındaki bir marketten votka-vişne
alışı bir Bursaspor taraftarınca fotoğraflandı.
Durumdan kulüp yetkililerinin haberdar olmasını
isteyen taraftar, fotoğrafı kulübe gönderdi. Konu
teknik direktör Christoph Daum’a kadar ulaştı.
Takımın Sivasspor deplasmanında aldığı 2-1’lik
yenilgi sonrası çılgına dönen Daum, votka olayını
gündeme getirdi.
Batalla’nın Sestak ve Belluschi ile birlikte ‘alkol
partisi’ yaptığı imasında bulunan Daum, “Takımın
lideri olması gerekenler alkol partisi yapıyor.
Sahada koşmuyor. Takımın gençleri Şamil ve
Murat bile sizden daha fazla emek veriyor”
ifadelerini kullanınca zaten son 6 ayda yaşadığı
bir çok garip olay yüzünden çalkantılar yaşayan
Arjantinli hemen menajerini Bursa’ya çağırdı
ve ilk olarak Erguvan Sitesi’ndeki evini boşalttı.
Habertürk’ün Bursa muhabiri Uğur Uslubaş
bu iddiayı imzalı haber olarak yayımlamasının
ardından Bursaspor kulübünden bu diyalogla ilgili
hiçbir yalanlama gelmedi.
Daum 5 yabancıyla gittiği Sivas deplasmanına
olayın kahramanı Sestak’ı götürmezken (zaten
kadroya almıyor), Sivasspor maçı sonrası Slovak
oyuncuyla aynı sitede oturdukları için, doğrudan
Batalla’yı dolaylı olarak da Belluschi’yi hedef alan
bir ithamda bulundu. Bunun adı aslında iftiradır.
Eğer Daum bu iddiasına inanıyorsa, Batalla alkol
partisi yapıyorsa, onu niçin Sestak gibi Bursa’da
bırakmamıştı?…
“Değerimi ölünce anlayacaklar”
Bursaspor’un efsane başkanı rahmetli İbrahim
Yazıcı’nın sözüydü bu… Yeşil-beyazlılara tarihindeki
en güzel günlerini “O” yaşattı ve Bursaspor camiası
Yazıcı’nın değerini bu günlerde çok ama çok daha
iyi anladı. Yanlışı olmadı mı? Her insan gibi onun
da yanlışı oldu. Ama hiçbir güce boyun eğmedi,
dik durdu, yanlış yaparken art niyeti yoktu… Şimdi
onun mirasını yiyenlerinse bir durup düşünmesi
lazım… Galiba ceket çok büyük geldi…
Bir yıldız kaydı
Bunlar bir çırpıda klavyeden dökülenler… Artık
Yazıcı dönemindeki gibi dik duran, TFF başkanlık
seçiminde Yıldırım Demirören’i protesto eden ve
seçimli genel kurula katılmayan, adaleti savunan
bir yönetim anlayışı yok Bursaspor’da…
İşte bu ortamda Batalla’dan yeşil-beyazlı formayı
eski aşkla, tutkuyla giymesini beklemek ne kadar
gerçekçi bunu düşünmek lazım… Batalla’nın
Bursaspor’a ihanet ettiğini düşünenlerin aksine
onun da içindeki aşk ve tutkuya vurulan prangaları
fark ettiğini, bu nedenle kendisine ve Bursaspor’a
ihanet etmemek adına bu kararı aldığını
düşünenlerdenim.
Pablo Martin Batalla’yı sadece bir kağıt parçasına
imza attığı için Yeşil Beyazlı formaya hizmet
eden, hizmet etmek zorunda olan bir meta
olarak görürsek ‘Dev Bücür’ yanlış yapmıştır
veda etmekle… Hatta teknik direktörüne rest
çekmekle de hata yapmıştır. Ancak Batalla’nın
da bir insan olduğunu hatırlayarak ve kâğıda
değil de kalbe atılan imzanın daha değerli
olduğunu unutmamalı… Evet, kimse ama
kimse Bursaspor’un üzerinde değildir. Batalla’yı
Batalla yapan da zaten Bursaspor’dur, terlettiği
formadır… Bu ayrılığa Batalla açısından futbolun
romantik tarafından bakmanın doğru olacağı
kanısındayım… Batalla yeşil ile beyaza, güzel
Bursa’ya sevdalanmıştır, o imzasını matbu bir
sözleşmeye değil kalbine atmıştır ancak Bursaspor
artık onun inandığı sevdalandığı Bursaspor değildir.
O hayalindeki, güzellikleri yaşadığı Bursaspor’un
ellerinden kayıp gitmesine, gözlerinin önünde
erimesine dayanamayarak noktayı koymuştur.
Batalla sadece Bursaspor için değil, onu
televizyonları başında ya da şehirlerine geldiğinde
tribünden izleyen güzel futbol tutkunları için de
önemli bir kayıptır. Ama ne olursa olsun Batalla
her zaman hatırlanacaktır…
Bursaspor açısındansa içinde bulunulan durum
pek iç açıcı değildir. Rahmetli İbrahim Yazıcı’nın
mirası tüketilmiştir… İstanbul’un ve Trabzon’un
aksine Bursa’nın poyrazı değil, lodosu serttir ve
terstir…
Tolgay Ataokay
Bursaspor Özel HF106
GELEN GiDENi ARATTI
Şampiyonluğun ardından her geçen yıl kan kaybeden Bursaspor’da yönetim
bazında gelişimin nasıl olduğunu Bursalı gazeteci Tolgay Ataokay yazdı.
Türkiye kulüpler bazında iki efsanevi başarıya
şahitlik etti…
Biri Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı müzesine
götürmesiydi…
İkincisi de Bursaspor’un şampiyonluğu…
Bu iki başarı da endüstriyel futbol sahne aldıktan
sonra ‘olmaz’ denilen olgulardı…
Ve iki başarı da kulüpler tarafından gerekli şekilde
fırsata çevrilemedi…
Galatasaray’ı burada bırakıp, Bursaspor ile devam
edelim…
Açık ve net söylemek gerekirse sadece Bursa’da
değil tüm Türkiye’de şampiyonluk için büyük
bir inanç olmasına karşın, ‘Bu oyun bozulmaz,
Fenerbahçe şampiyon olur’ düşüncesi hakimdi…
Kimse şampiyonluğu beklemiyordu, bu başarının
ardından nasıl bir tutum sergileneceğinin de
farkında değillerdi…
Yine de hem içeriden hem de dışarıdan birçok
unsurla adeta savaşmak zorunda kaldı Bursaspor
yönetimi…
2009/10 sezonunda Diyarbakır hariç bütün ülkede
Bursaspor’a karşı büyük bir sempati vardı…
Ancak bir sonraki yıl takım Şampiyonlar Ligi’nde
mücadele etmesine karşın reklam alınamadı, kadro
kurma konusunda cesur hamleler yapılamadı
açıkçası bu sempati sevgiye dönüştürülemedi…
Forma reklamı olmadan Devler Ligi’ndeydi yeşilbeyazlılar…
Sebebi hem merhum başkan İbrahim Yazıcı’nın
yüksek rakam istemesi, hem de özellikle Bursalı
firmaların şehrin takımına sahip çıkmamasıydı…
Birçok Bursalı ve ulusal firma da Bursaspor’a
reklam vermeyi kabul etmedi ya da istemedi…
Transferde yapılan yanlış seçimler de kulübün
kasasından bilinçsizce para çıkmasına sebep oldu…
Bursaspor Şampiyonlar Ligi’nde forvet hattında
Nunez ile mücadele verirken, sezon arasında
takıma Kenny Miller ve Jozy Altidore gibi yıldızlar
katıldı…
Yani iş işten geçtikten sonra sportif başarı için
hamleler gerçekleşti…
Her sezon Avrupa Kupaları öncesi yapılamayan
transferler, görüşülen ama sonuca varılamayan
futbolcular ve sonunda Avrupa Ligi’nde hüsran…
Burada Bursaspor’un şampiyon takım apoletini
takması ancak diğer şampiyon kulüpler kadar
büyük bütçeye sahip olmaması da önemli rol
oynadı…
Herhangi bir takıma önerilen futbolcu, Bursaspor’a
iki katı fiyata teklif ediliyordu…
Örnek vermek gerekirse Pierre Webo, İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’nden önce Bursaspor’a 1
milyon avro imza parasına önerildi. Ancak İstanbul
ekibinden bu imza parası alınmadı…
Bursaspor da 1 milyon avro vermemek adına adı
sanı duyulmayan Teteh Bangura’ya 2,8 milyon avro
bonservis bedeli ödedi…
Şimdi Sierra Leoneli futbolcu İsrail’de Beitar
Jerusalem takımında kiralık oynuyor, Webo ise
herkesin bildiği gibi Fenerbahçe’de…
Bursasporlu birçok kişi transferlerin zamanında
yapılamaması sebebiyle merhum İbrahim Yazıcı ve
yönetimine ateş püskürmüştü…
Ancak şu anda gelinen noktada geçmiş
yönetimden çok daha fazla destek gören Erkan
Körüstan yönetimi, geleceğe yönelik olmayan
transferler yaptı, refleksle verilen kararlar aldı…
Son Batalla kararı ve konunun buralara kadar
gelmesi sadece 1 örnek…
Yazıcı yönetiminin inşa ettiği sistemi bozup
yenisini kurmak isteyen Körüstan yönetimi,
maaşlı çalışanları atama konusunda belirli bir
zümreye bağlı kalınca yarım kalan hamleler
yaptı…
Geçmiş yönetim Bursaspor’u şampiyon yaptı,
Bursaspor TV’yi açtı, bir kısma karşı direnç
gösterdi, kurumsallaşma adına önemli hamlelere
imza atmaya çalıştı...
Ve açıkça söylemek gerekirse İbrahim Yazıcı
yönetimi çok eleştirilse de gelen gideni arattı…
Şu anda kulüp içerisindeki eş-dost atamalarına,
gelecek düşünülmeden yapılan transferlere,
sıralamadaki duruma ve her şeyden önce tesis
içerisindeki mutsuzluğa bakarsanız ne demek
istediğimi daha iyi anlarsınız…
Salih Demirci
Bursaspor Özel HF106
ŞAMPiYON BURSASPOR!
Bursaspor’un şampiyonluğunun değeri, belki de bugünlerde daha iyi
anlaşılıyor. Bir süredir Anadolu’dan benzer bir teşebbüste bulunan takım
çıkmadı ve 2009/10 sezonunu şampiyon bitiren oyuncular, bir daha o
günlerin yanına dahi yaklaşamadı.
Soğuk bir Mart günü, İstanbul sıradan bir Cuma
gününü yaşıyordu. Trafik keşmekeşi şehre akşam
çökerken dayanılmaz bir hal almıştı. Yola erken
düşenlerin de kaderi değişmiyordu, TEM yolundaki
yoğunluk sinir bozucuydu. Hem bu kez fazladan
misafirler de vardı, onların yan yola geçme
çabası her şeyi daha da zorlaştırıyordu. Üzerinde
mutlaka yeşil-beyaz bir şeyler olan bir sürü
otobüs, Olimpiyat Stadı’na gidiyordu. Bursa’dan
geliyorlardı, belediye otobüsündeki çocuklardan
biri “Abi daha köprüyü geçemeyenler var, Bursa’dan
gelenlerin anca yarısı stada varmıştır.” diyordu.
O günlerde (2009/10 sezonu 27. hafta) puan
tablosunun zirvesinde 58 puanlı Bursaspor
vardı. İstanbullular ise liderin arkasına 53, 53, 52
puanla dizilmişlerdi ve takip eden Pazar günü,
Galatasaray ile Fenerbahçe birbiriyle oynayacaktı.
Bursalılar ise İstanbul’a taşınmışlar, otobüsleri
peşi sıra yola dizmişler, belki de lig tarihindeki en
çarpıcı deplasman çıkarmalarından birini İstanbul
Büyükşehir Belediyespor maçı için yapmışlardı.
Haklıydılar. Aşırı trafikten ötürü biz de maça geç
girdik, ama tribündeki kalabalık her dakika arttı.
Henüz ilk yarım saat geçilirken maç 2-0 olmuştu
bile, ev sahibi öne fırlamıştı. Ama Bursaspor kötü
değil, liderlik iddiasını ispatlarcasına oynuyordu.
Tribün takımın arkasından çekilmiyordu, farkı bire
indiren gol sonrası oyun Bursaspor’un istediği
şekilde yönlendirdiği hale gelmişti. Çok kaçırdılar,
olmadı ama maç bittiğinde neredeyse Bursa
Atatürk Stadı’ndan daha kalabalık bir tribün onları
alkışladı. (2-1) Maç bitip de Olimpiyat Stadı’nın
merdivenlerinden indiğimizde otoparkı dolduran
otobüsleri görünce kısa süreli bir şok yaşamıştık.
Bursaspor kaybetmişti ama şampiyonluk havası o
gün Beşiktaş’ta, Kadıköy’de ya da Mecidiyeköy’de
değil, İstanbul’un bir başka köşesindeydi.
Marmara’nın karşı yakasından gelip Olimpiyat
Stadı’na taşınmıştı.
II. Anadolu Dönemi
Bursaspor sonraki 7 haftada 17 puan daha topladı
ve şampiyon oldu. Fenerbahçe ise aynı dönemde
ancak tüm maçlarını kazanması halinde şampiyon
olabiliyordu, son hafta Trabzonspor’a takılınca 74
puanla ikincilikte kaldı. Aynı Trabzonspor, o sezon
Şanlıurfa’da oynanan kupa finalinde Fenerbahçe’yi
bir kez daha üzmüştü. Böylece iki büyük kupanın
ikisi de 26 sene sonra ilk kez İstanbul dışına çıkmış,
belki bir daha ancak çeyrek asır sonra görülebilecek
bir tablo ortaya çıkıvermişti.
Trabzonspor kadrosunun önemli oyuncuları, aynı
forma altında daha iyisini yaptıkları sezonun
ardından üst üste şampiyonluklar yaşayan
Galatasaray’ın ve Milli Takım’ın iskeletinde yer
alırken Bursaspor ve şampiyon futbolcular, bir
daha asla o sezonu tekrarlayamadılar. Hâlbuki her
şey yerli yerinde görünüyordu.
Bursaspor’un zirve yolu
Takımın beş hücum elemanı, o sezon toplam 33
gol atmıştı. İdeal kadroda Volkan Şen, Sercan
Yıldırım, Ozan İpek ve Pablo Batalla yer alırken,
boşlukları dolduran Turgay Bahadır ile tamam
oluyorlardı. Oyunu genişleten Volkan’ı ters kenardan
gol koşularıyla Ozan destekliyor, sezonu 11 asist ile
tamamlayan Ali Tandoğan’ın ortaları yerini buluyordu.
Grubun en genç elemanı Sercan, futbol kariyerinin
en verimli günlerini geçirirken Batalla yine organize
ediyor, yaratıyor ve goller atıyordu.
4-2-3-1 şablonunda orta ikilide yer alan Hüseyin
Çimşir en iyi bildiği işi yapıp bolca top çalarken,
Ivan Ergic temposu, pas becerisi ve aklıyla takımın
arka tarafını hücum hattına bağlıyordu. Bu
ikiliyi yedekleyen Bekir Ozan Has’ın da katkısıyla
Bursaspor orta sahası, girdiği ağır yükün altından
kalkmayı başardı.
Arka tarafta ise Ömer Erdoğan’ın tecrübesi,
İbrahim Öztürk’ün giderek toparlanan savruk ama
sert oyunuyla ideali bulmuştu. Tomas Zapotocny
ve Serdar Aziz’in ekstra katkısı Bursaspor’un arka
tarafını daima diri tutarken, beklerde yer alan
tecrübeli oyuncular takımın dirayeti korumasını
sağlıyordu. Sol bek Mustafa Keçeli kariyerinin
zirve günlerini yaşarken sağ bek Ali Tandoğan,
Denizlispor günlerinde olduğu gibi bir kez daha
ligin asist kralı olmayı başarıyordu. Kaleci Dimitar
Ivankov ise istikrarlı oyununun yanı sıra kritik
penaltı golleriyle öne çıktı.
Ertuğrul Sağlam takımı
Beşiktaş’ı yenerek şampiyon olan Ertuğrul
Sağlam, bu büyük başarının tartışmasız
mimarıydı. Bu seviyeyi kariyeri boyunca tecrübe
etmiş çok az sayıda oyuncuyla çalışmasına
rağmen başardı. Gün geldi genç oyuncularıyla
birlikte açıkça ligin en iyi futbol oynayan takımı
oldu, gün geldi sahada ekstra bir şeylere ihtiyacı
olan takımına kenardan yardım etti. Şampiyonluk
yolunda elde ettikleri kritik puanların en az 7’si,
sıklıkla Ömer Erdoğan’ın santrfor olarak ileri
gönderildiği son dakikalarda gelmişti.
Elde ettiği başarının, içerisinde yer aldığı
mucizenin büyüklüğü belki de bugünlerde daha
iyi anlaşılıyor. Bir süredir Anadolu’dan benzer bir
teşebbüste bulunan takım çıkmadı ve Ertuğrul
Sağlam’ın şampiyon takımının oyuncuları,
bir daha o günlerin yanına dahi yaklaşamadı.
Aynı şekilde Bursaspor da bir daha aynısını
deneyemedi; nitekim her sürpriz şampiyonun
hikâyesi biraz birbirine benzer…
Futbol Kültürü
Salih Demirci
HF106
SÜRPRiZ
ŞAMPiYONLARIN KADERi
Bursaspor kaderden kaçamadı, kısa süre sonra şampiyonluktan geriye
yalnızca hatıralar kaldı. Avrupa’nın 5 büyük liginde de durum farklı değil,
sürpriz şampiyonların kaderi hep aynı.
Bursaspor’un 2009/10 sezonunda kazandığı
şampiyonluk, yalnızca kulüp için değil Türkiye için
de bir ilktir. Futbolun en erken oynandığı Anadolu
şehirlerinden biri olan Trabzon’un 70’lerin sonu
- 80’lerin başında elde ettiği şampiyonluklar,
kuşkusuz Bursaspor’un şampiyonluğu kadar
sürpriz değildi. O zamanlar naklen yayın,
Şampiyonlar Ligi ve yenilenmiş stadyumlar ortada
yoktu, kulüpler arası rekabeti dışarıdan aktarılan
para, organizasyon ve şehrin futbolla kurduğu
ilişki yönlendiriyordu. Trabzon da futbol kültürü ve
oyuna bakış noktasında ülkenin en yetkin birkaç
şehrinden biriydi.
Aynı dönemde İzmir’den Altay ve Ankara’dan
Ankaragücü’nün de katkılarıyla Trabzonspor’un
şampiyon olduğu 6 sezonun 4’ünde İstanbul
kupasız kalmıştı. Böyle bir tablo, üstelik yalnızca
9 yıllık dönemde (1975-84) gerçekleşmek üzere
bir kez daha mümkün görünmüyor. Çünkü kitle
kulüpleri, her gelir kaleminde sürekli fark atıyor,
büyüyorlar. Orta ve küçük ölçekli kulüpler, güçlü
bir organizasyon kurmuş olsalar dahi kısa sürede
önemli oyuncularını kaybediyorlar. Bundan da
önemlisi, şu zamanda kısıtlı imkânları uzun süre
bir amaç doğrultusunda kullanmak sihirbazlık
gerektiriyor. Yalnızca ülkemizde değil, Avrupa’nın 5
büyük liginde de durum farklı değil…
Kaiserslautern, Werder Bremen, Stuttgart ve
Wolfsburg’un her biri, devleri birer sezon bozguna
uğrattılar. Ama kısa süre sonra en nitelikli
oyuncularını ya da hocalarını kaybedip çözüldüler.
Asla iki sezon üst üste Bayern ya da Dortmund’dan
bir başkası, bu dönemde zirveyi elinde tutamadı.
Bununla birlikte söz konusu dört sürpriz
şampiyondan hiçbiri, geçtiğimiz sezonu puan
tablosunun ilk yarısında (ilk 9) tamamlayamadı.
Serie A
İtalya’da son 20 yıla bakıldığında yalnızca iki
sürpriz şampiyon görünüyor. Scudetto, 90’ların
sonunda art arda iki sezon başkent takımları Lazio
ve Roma’nın eline geçerken öncesi ve sonrası
tümüyle Juventus, Milan ve Inter hâkimiyetinde.
Arada bir de Calciopoli yaşayan Serie A, rekabet
yoğun yapısına rağmen söz konusu şampiyonluk
olduğunda yeniliğe kapalı.
Bundesliga
Almanya’nın son 20 yılında Bayern ve
Dortmund’dan başka dört farklı şampiyon çıktı.
Wolfsburg 2008/09
Blackburn Rovers 1994/95
Ligue 1
Ekonomik yapısı itibariyle rekabet ettiği liglerden
farklı bir yerde duran Fransa, 2000’ler ile birlikte
başlayan Lyon hâkimiyeti sonrası son 5 sezonda
5 farklı şampiyon gördü. Fakat diğer Batı Avrupa
ülkelerinde olduğu gibi ‘büyük kulüp’ olgusunun bu
ülkede yerleşmemesi, kulüplerin mali yapılarının
uzun süredir katı şekilde denetlenmesi, onları
bu incelemede farklı bir yere koyuyor. Ama son
birkaç yıldır başta Paris Saint-Germain ve Monaco
olmak üzere yüksek bütçeli kulüplerin ortaya
çıkması ile Ligue 1 da diğerlerine benzemeye
başladı. Yakın dönemin sürpriz şampiyonları Lille
ve Montpellier’nin kadroları erkenden dağıldı
ve her ikisi de keskin düşüşler yaşadıktan sonra
şimdilerde toparlanmaya çalışıyorlar.
La Liga
Barcelona ve Real Madrid’in günden güne
artan hegemonyası, artık La Liga’dan bir süpriz
şampiyonun çıkmasını çok daha zorlaştırdı. Son 20
yılda şampiyonluk yaşayan Valencia ve Deportivo
La Coruna’nın uzun süredir sesi çıkmazken
ve bundan sonra da bir süre çıkabilecek gibi
görünmüyorken, Atletico Madrid son dönemde
vites yükseltti. Ancak son 9 sezonda Real Madrid
ve Barcelona’nın arasına sadece 1 kez Villareal’in
girebilmesi, La Liga’nın sürpriz şampiyonlarının
diğer liglere göre daha zor bir işe soyunduklarını
gösteriyor.
Premier League
İngiltere, futbolda her şeyin karşı konulmaz
biçimde birbirine girdiği naklen yayın ve
stadyumların yenilenmesi meselelerinin başını
çektiğinden ötürü sürpriz şampiyonlara en kapalı
ülke durumunda. 1994-95 sezonunda şampiyon
olan Blackburn Rovers da dâhil olmak üzere uzun
süredir büyük yatırım yapmayan hiçbir kulüp,
şampiyonluk yaşayamadı. Chelsea ve Manchester
City’nin dış kaynaklı yatırım ile yarışmacı hale
gelmeleri onları her sezon zirve adayı yaparken, bu
süreçte geride kalan Liverpool gibi kulüpler asla
zirveye çıkamadı. Büyükler gün geçtikçe daha çok
güçleniyorlar ve makas daha çok açılıyor.
Fırat Topal
Profil
HF106
BALKANLARIN MANYAĞI
ZDRAVKO MAMIĆ
Hırvatistan Ligi’nde zirve mücadelesi yapan Dinamo Zagreb ve Hajduk Split,
Pazar günü Zagreb’in Makimir Stadyumu’nda karşı karşıya gelecek. Vječni
derbi (ebesi derbi) öncesi, Dinamo’nun CEO’su, arıza adam Zdravko Mamić’i
Hayatım Futbol okurlarına tanıtmak istedik.
2011 Mayıs ayının başlarında Dinamo Zagreb teknik
direktörü, Bosnalı Vahid Halilhodžić, şampiyonluğu
garantilemiş olan takımının başından kovuldu.
Sebebi, takımın kendi evinde, sondan üçüncü
haftada Inter Zaprešić ile oynadığı maçın ilk
yarısında, Dinamo’nun CEO’suZdravko Mamić ile
yaşadığı gerginlikti. Dedikodular çılgın CEO’nun
teknik adamı yumrukladığını da ileri sürüyordu
ama bu iddiayı her iki taraf da yalanladı. Ertesi
gün 2 tarafın yolları ayrıldı. 2,5 yıllığına ve yıllık
900 bin euro gibi bir maaşa imza atan Bosnalı
teknik adamın Hırvat Ligi’ne olan motivasyonunu
kaybettiği (bu Dinamo’nun üstüste 6.
şampiyonluğuydu), takımı performans açısından
ileri götürmediği ve yurt dışından gelen tekliflerin
kafasını karıştırdığı da yazılıyordu ki bazı taraftarlar
bu kararın doğru olduğunu savundular. Halilhodžić
1 ay sonra Cezayir Milli Takımı’nın başına geçti,
Dinamo’nun başına ise 2008-09 ve 2009-10
sezonlarında takımı şampiyon yapan Krunoslav
Jurčić getirildi. Böylece bir sezonda 3 farklı teknik
adam kulüpte görev yapmış oldu. Dinamo sezona
Portsmouth’un eski Genel Direktörü Velimir Zajec
yönetiminde başlamış ama takım Şampiyonlar
Ligi ön elemesinde Moldova’nın Sheriff Tiraspol
takımına penaltılarla elenmiş ve bu da Zajec’in
kellesini almıştı.
İşte bu süreç boyunca baş rol oynayan ve daha
önce Dinamo taraftarlarının, kendisini protesto
için stadyum önünde aylarca kamp kurmasına
sebep olan absürd kişilik Zdravko Mamić bugünkü
hikayemizin kahramanı.
Mamić, kardeşiyle beraber Dinamo’nun
altyapısında futbol oynamaya başladı, ama çok
yetenekli bulunmayınca tribünlere daha küçük
yaştan takılmaya karar verdi ve Bad Blue Boys
grubu içinde yer aldı. O yıllardan gelen bilgilere
göre kendisi pankartların hazırlanmasında önemli
rol oynarmış ve iç saha deplasman maçı ayırt
etmeksiniz takımı takip edermiş.
11 Kasım 1980 tarihi Zdravko Mamić’in hayatında
bir dönüm noktasıdır. Sonradan Hırvat futbolunda
efsane mertebesine yükselecek olan Miroslav
Blažević, Rijeka’da geçirdiği 2 sezon sonrası
1980-81 sezonu sırasında Dinamo Zagreb’in
başına getirilir. Mamić ve Blažević arasında
anında bir dostluk kurulur. Öyle ki genç adamın,
müstakbel eşi Zdenka ile evlendikleri düğünde
nikah şahitliğini bizzat teknik adamın kendisi
yapacaktır. O yıllarda anlatılan bir hikayeye göre
Zdenka, Blažević’i ilk gördüğünde “gözlerinde
şeytanı gördüm” demiştir. Bu hayırlı hadiseyi bir
başkası izler ve Dinamo, 1981-82 sezonu sonunda,
24 yıl sonra Yugoslavya şampiyonluğuna ulaşır.
Takım 1983’te de Yugoslav Kupası’nı kazanır ama
Blažević bunun ardından istifasını verir. Zira hem
milliyetçi kanadın bir takımı olan Dinamo’nun
hocasıdır hem de kendisinin adı Hırvat milliyetçisi
olarak anılmaktadır. Kapağı İsviçre’ye, Grashoppers
kulübüne atar. Yanında da ona zaman zaman
akıl hocalığı yapan bizim Zdravko’yu götürür. İkili
1984’te İsviçre’de şampiyonluğu kazanırlar.
1986’da ikili Dynamo’ya geri dönerler. Ancak işler
bu sefer iyi gitmez. 6.lıktan yukarıya çıkamayan
takımdan Robert Prosinecki’nin ayrılışı da ekibe
büyük darbe vurur. Prosinecki’yi tam 10 sene
boyunca kulüpte forma giyen Marko Mlinaric de
izleyecektir ama Mamić bunun üzerine harekete
geçer. Zagreb’in ileri gelenlerini, Hırvatistan’ın
Papermoon’u olarak bilinen Okrugljak adlı
restoranda bir araya getirir ve iş adamlarından
100 bin Alman markı toplayarak Mlinaric’in
takımda kalmasını sağlar. Bu onun Hırvat
futbolunda adından ciddi olarak söz ettirdiği ilk
hadisedir. Blazevic’in Nantes’ın başına geçişinin
ardından 1989’da hocalık görevine Josip Kuže ile
de hemen yakın bir ilişki kurar. Ancak Zdravko,
artık kulüpte resmi bir görev alma zamanının
geldiğini anlamıştır zira “genç ve girişimci”
sıfatıyla yetinmek istememektedir. Zaten ailesi de
o yıllarda sirke üretiminden yeteri kadar gelir elde
edememektedir.
Mamić bu planların içinde iken 1990’lı yılların
başında Yugoslavya’da iç savaş patlak verir.
Savaş her ne kadar birçok insanın hayatına
büyük zarar vermişse de, savaşın kaçınılmaz
aktörlerinden olan “Savaş Zenginleri” bu
iç savaşta da ortaya çıkar. Mamić bunların
başında gelmektedir, kurduğu inşaat firması
Hırvatistan’da kısa sürede önemli bir kâr yapar. Bu
arada Dinamo da çalkalanmadan nasibini almıştır.
Kulübün 1991’de başkanlığına getirilen Josip
Šoić, milliyetçilik duygularının da etkisi ile 19545
yılında kapatılan ancak 1900’lü yılların başlarında
Hırvat futbolunda oldukça fazla söz sahibi olan
HŠK Građanski Zagreb ve HAŠK kulüplerinden
etkilenerek, Dinamo’nun bu kulüplerin devamı
niteliğinde olduğunu ileri sürer ve takımın adını
HAŠK Građanski olarak değiştirir. Bunu duyan
Mamić çileden çıkar, kulübün stadyumunu basar
ve Šoić’i tartaklar. Šoić efsaneye göre Maksimir
Stadyumu’nun tellerinden atlayarak Mamić’in
elinden kurtulmuştur. Bu aynı zamanda çılgın
Hırvatın gelecekte yapacağı onlarca saldırgan
eylemden ilkidir. Bir başka iddia da Šoić’in başkan
olmadan önce Mamić ‘e kendisini kulüp direktörü
görevine getireceği sözünü verdiği ama bu sözü
tutmadığıdır. Šoić 1992’de kulüp başkanlığından
istifa eder.
1993 yılında Nantes ve PAOK maceralarının
ardından Blažević ülkesine döner. Bir kez
daha Zagreb kulübünün başına geçer, geçtiği
yetmiyormuş gibi kulübün baş hissedarı olur ve
yakın dostu Zdravko Mamić’i futbol direktörlüğüne
getirir. İşte bu Mamić’in Hırvat futbolunun karar
alma merciilerine ilk girişi anlamına gelir. 1993’te
kulüp Hırvatistan şampiyonu olur ve kupayı
kazanır ama Blažević, kulüpten üçüncü kez ayrılır.
Hırvatistan milli takımından iyi bir teklif almıştır,
ama asıl sebebin 300 bin marklık bir alacak davası
olduğu konuşulur. Yerine bugün Hırvatistan
milli takımında futbol oynayan Niko Kranjčar’ın
babası Zlatko Kranjčar getirilir. Bu arada Mamić
de, Yugoslav iç savaşı sırasında Hırvat güçlerine
verilmek amacıyla ülkeye kaçak silah girişi yapan
Ferdinand Jukic’le anlaşır ve kulübün önemli bir
bölüm hissesini ona satar. İkilinin Hırvatistan’ın
ilk devlet başkanı Franjo Tudjman’la da oldukça iyi
ilişkileri vardır.
1993’te kulübün adı Croatia Zagreb olarak
değiştirilir. Sebep bellidir, ismen de komünist
Yugoslavya yönetiminin izlerini silmek. Bu arada
Savaş sonrası ortalık yatıştığında, Takımın
ismiyle ilgili bir başka tartışma başlamıştır.
Tudman’ın liderlik yetenekleri ve Hırvatistan’da
sivrilmesi Mamić’de kıskançlık duyguları doğurur.
Üstelik takımın adını tekrar Dinamo’ya çevirmek
istememektedir. Tudman’ın da bulunduğu bir
toplantıda taraflar isim konusunda tartışırken,
Mamić takımın oyuncularından Niko Ceko’yu
yumruklar. Bunun üzerine Tudman, Mamić’i bir
nevi Dinamo kulübünden sürer ve bir daha görevde
olduğu sürece, Hırvatistan için sadece bir futbol
takımı değil bir bağımsızlık simgesi olan camiada
onu görmek istemediğini söyler. Mamić Zagreb
kentinden ayrılır (bu arada Mamić, yanlış yere park
eden arabasını çekmek isteyen bir polis memurunu
arabasıyla ezmeye çalışmış ve kendisi hakkında
dava açılmıştır, davacı polis memuru Ratko
Mahović, 9 yıl sürecek davada, sonunda olanları
unuttuğunu söylemiş ve Mamić beraat etmiştir).
Ama tabii pes etmemiştir, Avrupa’nın sayılı
taraftar gruplarından Bad Blue Boys ile yakınlık
kurmaya çalışır. Grubun basın sözcüsü Goran
Kovač ile bağlantıya geçerek bir dolu çalışma yapar
ve kamuoyunu Tudman’a karşı kışkırtır. Aslında
stadyumda Tudman’a karşı tutum sergileyen
BBB’dir ama onları arkadan yöneten Mamić’ten
başkası değildir. Bu sırada Tudman, 1996 yılında
hükümet işleri dolayısıyla kulüp başkanlığına,
eski parlemento üyesi Zlatko Canjuga’yı (altta)
getirmiştir. 1998 ve 1999 yıllarında takım üstüste 2
yıl Şampiyonlar Ligi’nde mücadele eder.
Ancak altın yıllar, Tudman’ın 1999’daki ölümüyle
son bulur. Tudman’ın desteği ile görevde kalabilen
Canjuga, Mamić’le tek başına savaşamaz ve
2000 şubat ayında başkanlıktan ayrılmak
zorunda bırakılır. Kulübün adı tekrar Dinamo
olarak değiştirilir. Tudman’ın ölümünü bekleyen
Mamić tekrar deliğinden çıkar ve kulüpte söz
sahibi olmaya başlar.Kulüp efsanesi ve takımı
Şampiyonlar Ligi maceralarında yöneten Velimir
Zajec direktörlüğe, Mirko Barišić de başkanlığa
getirilir. Barišić aynı zamanda Siemens’in
Hırvatistan ofisinin de başındadır. Onun bu
potansiyelini gören Mamić, tamamen iyi niyetiyle
tavsiyelerini almak için, Zajec’in kendisini
aramasını fırsat bilir ve anında soluğu başkanın
kuyruğunda alır. Kendisini sevdirmek için her türlü
yolu dener, amacı kulübün tek hakimi olmaktır
ve önünde Zajec’in ta kendisi bulunmaktadır.
Canjuga kulüp yönetim kurulundan tamamen
ayrıldığında da artık geçmişten kendisine
muhalefet şerhi koyan kimse kalmamıştır. Planını
uygulamak içni yepyeni bir yol dener ve “ Mamić
Spor Danışmanlığı” kurar. Bu şirket basitçe bir
menajerlik firmasıdır.
Mamić’in bu yeni macerasında ilk işi Bosko
Balaban’ı, 6 milyon euroya Aston Villa’ya
pazarlamasıdır. Barišić ile arasındaki ilişki,
kulüpte sırf onun için “2.Başkan” pozisyonunun
yaratılmasına sebep olur. Uzun çabaları sonucu
Velimir Zajec’i ülkeden kaçırtır, hayalindeki “
Mamić United”ı yaratmasına az kalmıştır. Kulüp
hisseleri ve kurduğu şirketin hisseleri arasında
kanun dışı bir takım alım satım işlemleri yaptırır
ve manevi babası Blazevic’i 2002 yılında dördüncü
kez takımın başına getirtir. Blazevic, 2002 Dünya
Kupası elemeleri play-off’unda İran’ın başındadır
ve oynayacakları İrlanda için “bizi elerlerse kendimi
asarım” demiştir. İrlanda play-off’u kazanır,
Blazevic kendini asmak yerine kürkçü dükkanına
döner. Takım 2002-03’te onunla şampiyon olur.
İşler yolunda gibi görünmektedir ama Mamić
ortalığı yine karıştırır. Blazevic, oyuncuların,
onun menajerlik şirketiyle çalışmasına pek sıcak
bakmamaktadır. Bunun üzerine sinsi adam, onun
elinden tutan ve yıllarca destekleyen Blazevic’i
kapının önüne koydurur. Bu hareket onun Bad
Blue Boys tayfasından büyük tepki görmesine
yol açar. 2003 yılında kendisini devirmek için bir
ekip toplayan eski başkan Zlatko Canjuga’yı,
bağlantıları olduğu silah tüccarı Zvonko Zubak ile
tehdit eder. 2004 yılında valiliğe, baş yatırımcısının
kendisi olduğu bir gökdelen yapılmasını önerir.
Şehrin gelişmeden sorumlu üyesi Miljenko Mesic
bunu reddedince ona saldırır ve kafasını yarar.
Ancak komik olan Mesic’in görevden alınması ve
Mamić’in istediği lisansı çıkarttırmasıdır. Kısacası
artık bağlantılarıyla çok güçlü olmaya başlamıştır.
2004 ve 2005 şampiyonluklarının kaybedilmesinin
ve Avrupa’daki hüsranların ardından büyük taraftar
tepkisi ile karşılaşır ve görevinden istifa eder.
Ancak ne acıdır ki kulüp yönetimi 2 ay sonra onu
tekrar göreve getirir.
Sponsorların desteğini çekmesi, ana finans
kaynağı Motorola’nın da ona sırtını çevirmesi
ile Mamić yeni para kaynakları peşinde düşer.
Zagreb valisi Milan Bandic onun yeni hedefidir.
Kardeşi ile ortak oldukları firmayı 9 milyona satar,
ülkedeki bazı arazilerini 22 milyon euroya okutur,
ayrıca menajerlik şirketi de Jerko Leko, Goran
Ljubojevic, Ivica Olic, Ivan Bosnjak, Danijel Pranjic
gibi oyuncuların satışıyla iyi bir gelir elde etmiştir.
Servetini 25 milyon euroya kadar yükseltir.
Hanedanlığını artık tamamiyle kurmuştur. 2006
yılında Rijeka ile oynanan bir maç sonrası Rijeka
kulüp direktörü Marinka Koljanin’e saldırır ve o
yetmezmiş gibi bir polis şefini yaralar (resimlerde
bu maçta rakip taraftara yaptığı hareket
görülebilir). Bu sefer yaş tahtaya bastığı düşünülür
ama sonunda 775 kuna (100 avro) gibi komik bir
cezayla paçayı kurtarır.
2006 kasım ayında, (1 sezon önce şampiyonluğu
kazanmasına rağmen), yine eski dostlarından Josip
Kuze’yi kovar ve yerine Branko Ivankovic’i getirir.
Sebep Avrupa başarısına duyulan arzudur. Mamić
Auxerre’e kaybedilen UEFA Kupası maçından sonra
bir Fransız polisine saldırmıştır. 2007 yılında, takım
Ivankovic yönetiminde ligde fırtına gibi eser ama
Mamić’e rahatlık batmaktadır. Ivankovic’in takımı
Şampiyonlar Ligi ön elemesinde Werder Bremen’e
elenir ve UEFA Kupası’nda Ajax ile eşleşir. Takım
ilk maçı Maksimir Stadyumu’nda 1-0 kaybedince,
Hollanda’daki rövanşın kaybedilmesi halinde
göreve Nevio Scala’nın getirileceği dedikoduları
basına yansır. Mamić bütün gazetecileri toplar
ve onlara küfürlü bir konuşma yapar. Takım
mucizevi biçimde Ajax’ı Arena’da 3-2 mağlup
edip gruplara kalır. Bizimki Hollanda dönüşünde,
Zagreb havalimanı dış hatlar geliş salonunda
elbiselerini çıkartır ve kendini rezil eder. Yanında
kendisini desteklemesi için, adam başı 100 avro
verdiği bir çalgıcı grubu da getirmiştir. Ancak takım
gruplardan çıkamayınca, ocak 2008’de Ivankovic
istifa eder. Mamić’in bu hoca tırpanlaması (6
senede 8 hoca harcamıştır) tüm Bad Blue Boys
üyelerinin sabrını taşırmıştır. Zvonimir Soldo takımı
şampiyon yapar ancak istifa eder. Ivankovic tekrar
göreve gelir ancak Mamić’ten bıkıp ayrılması fazla
sürmez. Ancak o memnundur, Eduardo da Silva,
Vedran Corluka ve Luka Modric’in satışlarından da
yine kasasını doldurmuştur.
2008-09 ve 2009-10 şampiyonluklarını kazandıran
Krunoslav Jurcic görevi bıraktığında Mamić, pek
sevmediği, kulüp efsanesi Velimir Zajec’e sarılır.
Ancak Zajec Şampiyonlar Ligi 2. ön eleme turunda
kupaya veda edip, ilk 3 maçta 4 puan toplayınca
Mamić anında hareket geçer ve daha ağustos
ayında kendisini kapının önüne koyar. BBB tekrar
kazan kaldırır ve Maksimir Stadyumu önüne çadır
kurma eylemine başlar. Mamić o taraftarları “Sırp,
müslüman veya eski Yugoslav ajanı” olmakla
suçlar. Bir de ezeli rakip Hajduk’un tribün grubunu
kastederek ettiği “eğer Torcida Split bende olsaydı
dünyayı fethederdim”lafını eder ki Bad Blue Boys
üyelerini daha da çileden çıkartır
Mamić halen Dinamo’nun en güçlü adamı ve
taraftarlar onu yıkamayacak gibi görünüyor.
Takım 8 yıldır lig şampiyonu oluyor ve yine ne
ironiktir ki, bir zamanlar takımın Dinamo ismini
bırakmasına karşı olan Mamić, zamanında
saldırdığı Josip Soic’in yaptığını yaptı ve takımın
ismine, “Građanski” ifadesini ekletti...Bir sonraki
macerasını merakla bekliyoruz.
Aşağıda Rijeka fanlarının, Dinamo’nun 2010
yılında Villarreal ile oynayacağı maç öncesi açtığı
pankart var. “Dinamo neden Avrupa’da bahar
aylarına kalsın ki, Tottenham’da daha fazla Hırvat
oynuyor...Forza Villarreal”
Mustafa Demirtaş
Büyüteç
HF106
ON NUMARA ORTA SAHA:
BiLAL KISA
Bir zamanların yetenekli ama olduramayan genci, şimdilerde sol ayağından
çıkan her topla bir şeylerin tanımını yazıyor…
Guti Hernandez’in Beşiktaş’ta gözden düşmeye
başladığı zamanlar; erken uzaklaşılan şampiyonluk
hedefi ve formaliteye sarkan maçlardan biri…
Guti, o günün modasıyla oyundan epey erken
çıkarılıyor. Biraz hoşnutsuz. Beşiktaşlı da genelde
“Çıksın zaten, ne yapıyordu ki?” ruh hali içersinde.
Sonradan maçın özetine bakıyoruz. Beşiktaş’ın
maçta iki golü var. Birisinde Guti direkt asist
yapıyor, diğerinde asist öncesi pası atıyor. Sanki
damga vurmadığı bir maç gibi gözükmüştü ama
hiç çaktırmadan takımını rakip kaleye yanaştıran
adam olmuştu yine de.
Sırtına 10 numarayı heves uğruna değil de
yetenekleri karşılığında geçiren oyuncular, zamanla
farklı bölgeye, görevlere ayrıldılar. Hızlı olanlar
kenar forvet oldu, golcü özellikleri olanlar ikinci
forvet kıvamına büründü. Fizik olarak yavaş olan
ama düşünce olarak hızlı hareket edenleriyse,
derindeki oyuncu kurucu modelini yarattılar.
Onların başına Andrea Pirlo çekiyordu ama o
aileye katılacakların sayısı her geçen yıl aratacaktı.
Bir zamanlar forvet oynamışlığı bile olan Guti,
onlardan biriydi.
Mevki ötesi bir değişim
2000’li yılların başından itibaren “çok yetenekli
ama bir türlü olduramayan” gençlerden biri
olan Bilal Kısa da bir zamanlar 10 numaraydı.
Aslında kâğıt üstünde hala öyle… Ancak onu
farklı kılacak ve hatta 6 yıl sonra daha güçlü
şekilde milli takıma çıkaracak bir değişim
yaşanacaktı. Bilal, ‘topu almadan önce fikri olan’
nadir Türk oyuncularından biriydi. O fikri, topa
dokunuşlarıyla ortaya koyabileceği yetenekleri
de vardı. Artık daha merkeze yakın oynuyordu.
Böylece oyunun içinde daha fazla gözüküyor,
atakların başlangıç noktasını oluşturuyordu.
Sadece mevki değişimiyle değil, topu ayağına her
aldığında fazlasıyla Guti’yi andırıyor Bilal Kısa.
Çoğu zaman asist öncesi paslarda, bazen de direkt
olarak asistleriyle Akhisar gollerinde imzası var.
Savunma arkasına koşu yapan arkadaşlarını uzun
paslarıyla ödüllendirişi… Gerilere kadar gelip yaptığı
‘al-ver’leriyle, bombayı savunma oyuncularının
kucağına bırakmayışı… Bilal Kısa, çok uzun
zamandır “lider oyuncu”nun tanımı!
Ilgaz Çınar
Türkiye
HF106
EGE’DE FUTBOL KEYFi
PTT 1. Lig’in yeni ekibi Fethiyespor, genç ve dinamik kadrosunu Engin
İpekoğlu’na devretti. Ege temsilcisinin gözü elbette çok daha yükselerde.
Fethiyespor’un PTT 1. Lig yolculuğunun başlangıç
tarihi iki sene öncesine dayanmakta. Mütevazı
olarak değerlendirilebilecek kadro, yönetimin
ılımlı demeç ve yaklaşımları, özellikle Fethiye
dışında yaşayan Fethiyespor gönüllülerinin
muazzam tanıtım çalışması ve sosyal medyayı
etkili kullanımı sonucu Fethiyespor ekstra playoff oynamış ve finalde Adana Demirspor’a
kaybetmişti. Bu kaybediş aslında Fethiyespor’un
istikrarı anlamında daha da fazla önem
taşımaktaydı. Genellikle büyük beklentiler sonucu
istenilen sonuç elde edilmeyince başıboş ve maddi
anlamda içi boş kalmış kulüpler görmeye alışık
olan bünyenin algısını Fethiyespor değiştirmişti ve
makul sayılabilecek bütçe ile kadro oluşturmaya
devam etmişti. 2012/2013 sezonuna başlarken
en büyük handikap transfer edilen oyuncuların
yaş ortalamasının 26,5 olmasıydı. Sezona kötü
başlangıç sonrası teknik direktör değişikliği
sonrasında alınan başarılı sonuçlar takımı
ivmelendirdi. Fethiyespor bir önceki sezonda
olduğu gibi ekstra play-off finali oynadı ve
finalde güçlü Hatayspor’u geçerek uzun zamandır
özlemini duyduğu lige yükseldi.
Yükseliş süreci sonrası transfer dönemi 2 senedir
yapılan işleri boşa çıkarır nitelikteydi. Özellikle
yabancı oyuncu tercihleri ya hücumcu ya da
savunmacı için kullanılır. Fethiyespor bütün
bu dinamiklerden uzak kalarak “tandem” yani
stoperleri unuttu ve sezona 2 stoper ile başlamayı
tercih etti. Daha sonra gelen Sammy N’Djock
transferi pek önemli gözükmüyor zira kalecinin
önünde sallanan bir savunma olursa kalecinin
çaresiz kalacağını hepimiz biliyoruz. Tandemi
oluşturan 2 Sabri’den biri sakatlandığı veya cezalı
duruma düştüğü zaman defoyu örtecek yama
da bulunamadığı için Fethiyespor bu dönemleri
hasarsız atlatmayı da beceremedi.
Bu sıkıntılı dönemlerde yapılan son transferlerde
maalesef takım mühendisliği plansızlığını ortaya
çıkarmaktaydı. Artun Akçakın, Ahmet Aras,
Burak Kaplan ve Ali Dere kadroya katılırken bu
oyuncuların ortak özellikleri forvet ve hücumcu
orta saha olmalarıydı. Bu yanlış yapılanmada
bir de Uğur Aktaş’ın bence anlamsız ayrılığı
takımın defans dengelerini iyice bozan etmendi.
Mustafa Ceviz zamanında orta saha sol iç
bölgesine devşirilen Uğur Aktaş esasında bir
sol bekti ve ağır sakatlık geçirmeden önce
Bursaspor’un da radarında olan bir isimdi. Sezon
başladığında kaptan Onur önderliğinde hücumda
renklilik gösteren Fethiyespor, bahsettiğimiz
yanlış yapılanmanın getirdikleri doğrultusunda
kalesini sağlama alamayacağını belgeledi. 2 gol
attıkları 1461 Trabzon deplasmanında yedikleri
3 gol bir yana ligin son sırasında bulunan
Kahramanmaraşspor’dan da yenilen 2 golü en
basit örnekler olarak gösterebiliriz.
Günümüze gelince; Fethiyespor’da olağanüstü
seçimli genel kurul sonrası İsmail Öztürk yeniden
başkanlığa seçildi ve başkan ilk olarak yeni teknik
direktör olarak Engin İpekoğlu ile anlaştıklarını
açıkladı. Engin İpekoğlu’nun zorluklar içerisindeki
Denizlispor macerası hafızalarda yer etse de,
Karşıyaka ile sergilediği olumlu performans
gözden kaçırılmakta. Engin İpekoğlu takımları
öncelikli olarak savunma kurgusu ile dikkat çekiyor.
Karşıyaka’nın başında çıktığı 28 maçta aldığı 10
galibiyet/11 beraberlik ve 7 mağlubiyet de bu
savı güçlendirmekte. Devre arasına kadar Engin
İpekoğlu muhakkak kazanmak için amaçsızca
hücum etmektense öncelikle savunmayı
düşünecektir ve bu savunmayı da hücumdan
başlatacaktır. Fethiyespor’un elinde savunmayı
hücumda başlatacak 2 önemli eleman zaten var;
Artun Akçakın ve Ahmet Aras. Artun gelişkin
fizik yapısı, Ahmet ise fizik yapısının yanında en
önemli artısı hızı ile bu işi yapabilecek yapıda.
Orta sahada Onur Okan’ın serbest oynadığı kurgu
biraz değişebilir ve Kenan Karışık’ın bürüneceği
Onur Okan rolü sayesinde Fethiyespor orta
saha savunma gücünü Barış Ataş ile Onur
Okan arasında paylaştırabilir. Son maç dikkate
alındığında sol ön oynama ihtimali iyice artan
Emre Öztürk ‘ün sağ tarafına zaman kayacak
olan Ahmet ve Artun ile Fethiyespor kurguyu
tamamlayabilir. Tabi bu oyun kurgusuna göre
oyuncu dilişi ve başlangıç formasyonu kendi içinde
çok değişkendir. Bu kurgu dönem dönem beklerin
orta saha gibi oynaması ile bambaşka bir yapıya
bürünebilir.
Nihayetinde Engin İpekoğlu ile yeni bir dönem
başlıyor ve bu yeni dönemde takım üstünde
yapılacak değişiklikler devre arası transfer
döneminde belirginleşecek. Henüz takıma karkı
vermeyen Ali Dere ve Burak Kaplan gibi isimleri
de unutmaz isek, Engin İpekoğlu öncelikli
olarak stoper bölgesine transfer yapacaktır.
Benim düşünceme göre tandeme ve olur ise
sağ beke yapılacak 3 transfer ile ara transfer
dönemi sonlandırılacaktır. 13 hafta boyunca
gözlemlediğimiz Fethiyespor ile 2. Devre
izleyeceğimiz Fethiyespor arasında mühim
farklılıklar olacağını söyleyebilirim.

Benzer belgeler