7 Kasım - Türk Parlamenterler Birliği

Transkript

7 Kasım - Türk Parlamenterler Birliği
TPB
Kasım 2014 Sayı: 19
Fiyatı: 20 TL / Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL
Yerel süreli yayın
ISSN 2147-6616
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına
TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Eren Safi
Yayın Koordinatörü
Erbay Kücet
Editör
Songül Baş
Yazı İşleri
Çağla Taşkın
Deniz Varol
Elif Çelik
Gökçe Doru
Nehir Öztürk
Nil Özben
Pınar Ünsal
Zeynep Yiğit
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ
GENEL BAŞKAN
Nevzat PAKDİL
Kahramanmaraş Milletvekili
YAYIN KURULU
Yahya AKMAN
Şanlıurfa Milletvekili
Cahit BAĞCI
Çorum Milletvekili
Katkıda Bulunanlar
Dr. Ahmet Tetik
Hakan Arslanbenzer
Dr. Polat Safi
Kadir Ramazan COŞKUN
Genel Sekreter
19. Dönem İstanbul Milletvekili
Tasarım
Evrim Uluçay
Sinan Günçiner
İlknur İNCEÖZ
Aksaray Milletvekili
Genel Koordinatör
İsmail Demir
YAPIM
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti.
Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya / ANKARA
T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82
www.buyukharf.com.tr
BASKI
Özel Matbaası
Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6
İvedik / Ostim / ANKARA
Basım Tarihi: 01.11.2014
T: 0312 395 06 08
Alpaslan KAVAKLIOĞLU
Niğde Milletvekili
Nuri USLU
Genel Sekreter Yardımcısı
23. Dönem Uşak Milletvekili
Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu
yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz
iktibas yapılamaz.
K a s ım 2014
İçindekiler
KAPAK
18
Otuz iki yaşındaki ihtiyar: 1982 Anayasası
22 Milletvekili
görüşleri
26
Avrupa Birliği Bakanı ve
Başmüzakereci Volkan Bozkır:
Türkiye-AB ilişkilerine yeni bir ivme kazandıracağız
Mustafa Elitaş
Rıza Türmen
Özcan Yeniçeri
Hasip Kaplan
16
Akif Çağatay Kılıç:
36
İrfan Gürpınar:
46
Prof. Dr.
Mustafa Gül:
Her şey gençlik için
Siyaset eğitimi
almanın
en iyi yolu parti
örgütlerinde
çalışmaktır
Siyaset dürüst ve
ilkeli zeminde
yapılmalıdır
4
DÜNYAPARLAMENTOLARI
Başkanın Mesajı
5Birlik’ten
8Haberler
13Dünyadan
50 Hüseyin Şahin: Gürcistan hem
kültürel, hem siyasi, hem
de dostluk ilişkilerimizin en
iyi yürütüldüğü ülkedir
62 Çocuğunuza en güzel hediye:
Sağlıklı dişler, güzel gülüşler
64 Olağanüstü durumda her an göreve
hazır: Sivil Savunma Hizmetleri
68 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
Ekim 2014’te kabul edilen yasalar
69 Öğretmenler Günü kutlu olsun
30 İskoç siyasetine soyut bir
İspanyol imzası
40
58
70
75 Atatürk’ü ölümünün 76.
yılında özlemle anıyoruz
76 Tarih Sahnesi
84 Erbay Kücet: Tadı damağımızda kaldı
86Kitap
90Müzik
91Film
92 Vekiller ne okuyor / ne izliyor
Millî kültürün aynası
Ankara Etnografya
Müzesi
94 Sosyal medya günlükleri
96Unutmayacağız
54
Kalıpları reddeden yazar
Hüseyin Rahmi Gürpınar
Kahraman Emmioğlu:
Türk Sineması
100. yaşını kutluyor
Engellilerin hiçbir
ayrımcılığa maruz
kalmadan toplumsal
hayatla bütünleşmeleri
için çalışıyoruz
80
Tiyatroda modern meddah,
sinemada fahri Kayserili
Tekin Akmansoy
95
Müslim Sarı ile sosyal
medya söyleşisi
4
Başkanın Mesajı
Sivil toplum ve demokrasi
Nevzat Pakdil
Türk Parlamenterler
Birliği Genel Başkanı,
Kahramanmaraş
Milletvekili
Bir ülkede
demokrasinin
varlığı, gelişmesi ve
gücü sivil toplum
kuruluşlarının sayısı
ile doğru orantılıdır.
Kasım 2014
T
oplumun devlet kurumları dışında, kendi kendini yönlendirmesini ifade eden bir kavramdır sivil
toplum. Tanımdan da anlaşılacağı üzere “demokratik” bir ifadedir. Bu ifade siyasal düşünce tarihi
ve toplumsal yaşam deneyimleri sürecinde doğmuş, 12. yüzyıldan itibaren de değişen kavramlarla
birlikte gelişim göstermiştir. Ortaya çıkış yeri Batı olarak ifade edilse bile Doğu toplumlarında da yüzyıllardır varlığı ve etkinliği bilinmektedir.
Sivil toplum, içinde çeşitli düşünceler barındıran, bazı özel amaçlar etrafında toplanarak özgür birlikler kuran, hedefleri ve uzmanlıkları doğrultusunda kendini yenileyen, şahsi çıkarlarını değil toplumun
refahını düşünen, devlet iktidarını hukuk kuralları çerçevesinde hem denetleyen hem de onu uyaran ve
sınırlandıran, bireyi siyasetin aktif bir unsuru haline getiren, tüm bunları yaparken demokrasiyi amaç
edinen sosyal bir yapıdır. Sivil toplum, devlet iktidarının oluşturduğu alandan -ki bu alan parlamento,
hükümet, ordu, güvenlik güçleri, yargı organları, kurumlar vb.dir- geriye kalan kısımla temsil edilir. Bu
bağlamda sivil toplum “Bireyin devletten izin almadan girebildiği toplumsal ilişkiler, gerçekleştirebildiği
toplumsal etkinliklerdir” şeklinde tanımlanır, ancak devlet ve sivil toplum doğrudan veya dolaylı, az veya
çok daima ilişki içindedir.
Sivil toplum, çağdaş bir anlayışın ürünüdür. Siyasi güç ve yönetimle arasındaki ayrım birbirine zıt iki
kavramı ifade ediyor izlenimi verse de bu ikili, katılımcı demokrasiyi güçlendiren unsurdur. Bu da sivil
toplum kavramının neden demokrasiyle yakın ilişki içinde olduğunu açıklamaktadır.
Sivil toplum ve sivil toplum kuruluşlarının lider, yönetici ve bürokratların yaptırım gücüne karşı
toplumu koruyan bir sigorta konumunda olduğu ifade edilir. Ancak savundukları düşünceler ve dile getirdikleri talepler yönetime yardımcı amaçlı bir misyon da üstlenmektedir. Bir anlamda yönetime, siyasetin
toplum için yapılması gerektiği hatırlatılır.
Nasıl ki parti, seçim, katılımcı olmadan bir demokrasiden söz etmek mümkün değilse sivil toplumsuz
bir demokrasi de düşünülemez. Gelişmiş ülkelerde, sürdürülebilir demokrasilerde sivil toplumun önemi
oldukça büyüktür. Sivil toplum kuruluşlarının bulunduğu ve güçlü olduğu toplumlarda demokratikleşme
süreci daha sağlam temellere oturmaktadır. Demokrasinin kavram olarak benimsenmediği, şeklen kabul
edildiği toplumlarda sivil toplum ve sivil toplum kuruluşlarının yaşaması pek de mümkün görünmemektedir. Bir ülkede demokrasinin varlığı, gelişmesi, gücü sivil toplum kuruluşlarının sayısı, ne kadar üyeye
sahip olduğu ile doğru orantılıdır. Çünkü bir ülkede demokrasi gelişmişse örgütlenme özgürlüğü vardır
ve sivil toplum kuruluşları halka yayılmış durumdadır. Sivil toplum ne kadar aktif olursa ülkenin siyasal
yapısı da o kadar istikrarlı olur. Çok sesliliği sağlayan bu kuruluşlar siyasal kararların alınma sürecine de
katkıda bulunur.
Demokrasinin bir gereği olan sivil toplumun her zaman siyasi hayatımızda yer almasını, demokratik
geleceğimize büyük katkılar sunmasını temenni ediyorum.
Birlik’ten
Türk Parlamenterler Birliği’ne
nezaket ziyaretleri
Türk Parlamenterler Birliği (TPB), faaliyetlerini
yürüttüğü TBMM çatısı altındaki genel merkezde
milletvekillerinden belediye başkanlarına, sivil toplum
kuruluşu temsilcilerinden akademisyenlere kadar pek
çok ziyaretçiyi ağırlıyor. Geçtiğimiz ay TBMM 17, 18,
19 ve 20. Dönem Malatya Milletvekili, Millî Eğitim
Gençlik ve Spor, Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski Bakanı Metin Emiroğlu da Türk Parlamenterler Birliği’ni
ziyaret ederek TPB Genel Başkanı ve Kahramanmaraş
Milletvekili Nevzat Pakdil ile TPB Genel Sekreteri ve
19. Dönem İstanbul Milletvekili Kadir Ramazan Coşkun ile görüştü. Emiroğlu’nun nezaket ziyaretinde hem
geçmiş dönemlere hem de bugüne ilişkin değerlendirmelerde bulunuldu.
Türk Parlamenterler Birliği’nin geçtiğimiz ayki konuklarından biri de Ankara Çubuk Kaymakamı Cemal
Şahin’di. Genel Başkan Nevzat Pakdil’i makamında
ziyaret eden Kaymakam Şahin, Türk Parlamenterler
Birliği yöneticilerini Çubuk’ta ağırlamaktan mutluluk
duyacaklarını ifade etti. TBMM Milletvekili Hizmetleri Başkanı İsmail Kargulu ile TPB Parlamento Yayın
Koordinatörü Erbay Kücet’in de yer aldığı görüşmede,
Çubuk’ta gerçekleştirilen çalışmalara da değinildi.
Öte yandan Türk Parlamenterler Birliği yöneticileri,
Memorial Ankara Hastanesi’ne nezaket ziyaretinde
bulundu. Sağlık alanındaki gelişmelerin ve milletvekillerine yönelik sağlık hizmetlerinin değerlendirildiği ziyarette, Genel Başkan ve Kahramanmaraş Milletvekili
Nevzat Pakdil, Genel Başkan Yardımcısı ve Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel, Genel
Sekreter ve 19. Dönem İstanbul Milletvekili Kadir Ramazan Coşkun, Yönetim Kurulu üyeleri Niğde Milletvekili Alpaslan Kavaklıoğlu, Gaziantep Milletvekili Mehmet
Sarı, Yüksek Danışma Kurulu Başkanı ve 21, 22. Dönem Adıyaman Milletvekili
Mehmet Özyol, 22. Dönem Ağrı Milletvekili Halil Özyolcu, 21. ve 22. Dönem Bingöl
Milletvekili Mahfuz Güler, TPB Parlamento Yayın Koordinatörü Erbay Kücet ve Memorial Ankara Hastanesi Medikal Direktörü Dr. Levent Atay yer aldı.
Kasım 2014
5
6
Birlik’ten
Aksaray, İstanbul’da kökleriyle buluştu
bugün Aksarayımızın en büyük ilçelerinden birinin adıdır. Kurtuluş, Laleli, Aksaray semtleri, buralara yerleşen
büyüklerimiz tarafından kurulmuş ve isimleri verilmiştir.
Tanıtım Günleri’nde ‘Aksaray kökleriyle buluşuyor’ sloganıyla kadim tarihimize vurgu yapmak istedik.”
“Hükümetimizle şehrimizin kaderi değişti”
Aksaray Tanıtım Günleri, 16-19 Ekim günleri arasında İstanbul Feshane’de
gerçekleştirildi. “Aksaray 544 Yıl Sonra İstanbul Kökleriyle Buluşuyor” adıyla
düzenlenen etkinlik büyük ilgi gördü.
Aksaray Milletvekili, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı ve Türk
Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi İlknur İnceöz, Aksaray Tanıtım
Günleri ile ilgili şu bilgileri verdi: “Aksarayımız on bin yıllık kadim tarihi ile pek
çok medeniyete evsahipliği yapmış, zengin kültür mirasına sahip bir şehrimizdir.
II. Kılıçarslan zamanında şehrimize iyilerin yurdu, salihlerin şehri anlamına gelen Şehr-i Süleha adı verilmiştir. Şehrimiz alimlerin, evliyaların, çok önemli tarihî
şahsiyetlerin yurdudur. Somuncu Baba, Yusuf Hakiki Baba, Yunus Emre, Taptuk
Emre, Zenbilli Ali Cemali Efendi, Aksarayımızın gönül dünyamızı aydınlatan
tarihî şahsiyetlerindendir.
İstanbul’da yapılan Tanıtım Günleri’nin bizim için çok büyük önemi var. 1453
yılındaki fetihten sonra İstanbul’un İslamlaşması için Fatih Sultan Mehmed
tarafından Aksaray’a ferman gönderiliyor. Bu fermanın uygulanmasıyla ilgili
olarak da İshak Paşa görevlendiriliyor. Bunun üzerine Aksaray halkının büyük
bir bölümü İstanbul’a naklediliyor. İstanbul’un şekillenmesinde ve iskanında
Aksarayımızın çok büyük katkıları oluyor. İstanbul’un semtlerinden Ortaköy,
Kasım 2014
İlknur İnceöz, Aksaray’ın pek çok kültürel özelliğinin
yanı sıra önemli bir turizm potansiyeli de bulunduğunu
belirterek, “Aksaray, Kapadokya’nın kapısıdır. Ihlara
Vadisi, Hasandağı, Narlıgöl gibi pek çok doğal güzelliğe
sahip bir ildir. Ulu Cami, Eğri Minare, Güzelyurt ilçemizde bulunan yeraltı şehirleri ve Sultanhanı Kervansarayı
gezilip görülecek yerlerdendir. 2006’da kurulan Aksaray
Üniversitesi şehrimizin gelişmesine önemli katkılar sağlamaktadır. 2002 yılında hükümetimizce çıkarılan 5084
sayılı Teşvik Kanunu ile çok sayıda yatırımcı Aksaray’a
gelmiştir. Bu teşvik uygulamalarıyla son yıllarda ilimizde
sanayi sektörü hızla gelişmiştir. Aksaray, yatırımlardan
mahrum, genç bir ilken hükümetimizle birlikte kaderi
değişen bir il olmuştur” dedi.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker’in de
katıldığı Aksaray Tanıtım Günleri’nde, Aksaray Belediyesi, Ağaçören, Güzelyurt, Eskil, Ortaköy, Sarıyahşi ve
Gülağaç ilçeleri özenle hazırladıkları stantlarda şehrin
tanıtımını yaptı. Aksaray’ın ceviz, pekmez, helva, kilim,
kök boyası ile yapılan meşhur Taşpınar Halısı gibi ürünlerinin yanı sıra “Anadolu Aslanı” diye tabir edilen Aksaray
Malaklı köpeği vatandaşlardan büyük ilgi gördü. Aksaray
Belediyesi tarafından katılımcılara Somuncu Baba Ekmeği ile Aksaray Tahinli Pidesi ikram edildi.
İlknur İnceöz, başta Bakan Mehdi Eker olmak üzere
Aksaray Tanıtım Günleri’ne katılan herkese ve organizasyona emeği geçenlere teşekkür ederek, “Coşku ve özlemle
dolu bir etkinlik gerçekleştirdik” dedi.
Birlik’ten
Cahit Bağcı: Burkina Faso’yu değerli bir
ortak ve güvenilir bir dost olarak görüyoruz
Çorum Milletvekili, Türkiye-Burkina
Faso Parlamentolararası Dostluk Grubu
Başkanı ve Türk Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Cahit Bağcı, TBMM
Başkanı Cemil Çiçek’i temsilen Burkina
Faso Millet Meclisi’nin yeni yasama dönemi
açılış törenine katıldı. Burkina Faso Meclis
Başkanı Ouattara’nın daveti üzerine açılış
töreninde yer alan Bağcı, Burkina Faso Millet Meclisi’ne seslenen ilk Türk parlamenter
oldu. Bağcı’nın yaklaşık 20 dakika süren ve
simultane tercüman tarafından Fransızcaya
çevrilen konuşması katılımcılar tarafından
ilgiyle dinlendi.
Cahit Bağcı konuşmasına Türkçe karşılığı “Şerefli İnsanlar Ülkesi” olan Burkina
Faso’nun Millet Meclisi’nin yeni yasama
dönemi açılış törenine katılmaktan büyük
mutluluk ve onur duyduğunu ifade ederek
başladı. Bağcı, “Ziyaretim sırasında Türkiye
Cumhuriyeti ile Burkina Faso arasındaki
dostluğun ne kadar güçlü olduğunu, ilişkilerimizin ne denli yakın ve samimi olduğunu bir kez daha müşahede etme imkanı
buldum. Türkiye’nin özellikle son on yılda
izlediği Afrika’ya açılım politikasının ‘Derinleştirilmiş Ortaklık’ anlayışına dönüştüğü mevcut dönemde, bölgesinde, Kıta’da
ve uluslararası planda saygın konumuyla
göz dolduran Burkina Faso’yu değerli bir
ortak ve güvenilir bir dost olarak görüyor,
ilişkilerimizin geleceğine güven ve ümitle
bakıyoruz” dedi.
güçlendirmede etkili bir rol oynadığını vurguladı. Burkina Faso’da demokrasinin gelişmesi
için TBMM olarak desteklerini sürdüreceklerini dile getiren Bağcı, iki ülke arasındaki ticari ve
ekonomik ilişkilerin ilerletileceğini söyledi.
Konuşmasında Filistin’de yaşanan olaylara da değinen Cahit Bağcı, İsrail-Filistin ihtilafının
bir an önce adil, kalıcı ve kapsamlı bir şekilde çözüme kavuşturulması gerektiğinin altını çizdi.
Bağcı, “Uluslararası toplumun Filistin’e sadece taahhütte bulunmakla kalmayıp bu taahhütleri
yerine getirmesi gerekmektedir” dedi.
Cahit Bağcı, açılış törenindeki kokteylde ise Burkina Faso Başbakanı Tiao ile kısa bir görüşme yaptı. Bağcı, karşılıklı ziyaretler düzeyinde süren iki ülke ilişkilerinin protokoller ve
anlaşmalar seviyesine taşınarak güçlendirilmesi gerektiğini ifade etti.
Cahit Bağcı, Burkina Faso programı çerçevesinde Meclis Başkanı Ouattara’yı da ziyaret etti.
Vogadugu’da Parlamento Radyo’nun açılışını Ouattara ile birlikte yapan Bağcı, Burkina Faso
ziyareti sırasında Vogadugu’da bir yetimhanenin THY sponsorluğunda TİKA tarafından yapılmasına karar verildiğini de müjdeledi.
“Ticari ve ekonomik
ilişkilerimiz geliştirilecek”
Türkiye-Burkina Faso Parlamentolararası
Dostluk Grubu’nun 2011 yılında kurulduğunu ifade eden Cahit Bağcı, Burkina Faso
Meclis Başkanı Ouattara’nın geçtiğimiz
mart ayında beraberindeki parlamenterlerle
birlikte ülkemize ilk kez gerçekleştirdiği
ziyaretin tarihî bir nitelik taşıdığını belirtti.
Bağcı, ikili ilişkilerin parlamenter boyutunun ülkeler ve halklar arasındaki bağı
Kasım 2014
7
8
Haberler
Başbakan Davutoğlu İç
Güvenlik Reformu’nu açıkladı
Başbakan Ahmet
Davutoğlu
tarafından ayrıntıları
açıklanan İç
Güvenlik Reform
Paketi’nde nüfus
işlemlerinden şiddet
eylemlerine pek çok
düzenleme
yer alıyor.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, AK Parti Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada İç Güvenlik Reform Paketi’nin ayrıntılarını açıkladı. Pakette özetle şu düzenlemeler yer alıyor:
- Doğum, evlenme, boşanma ve ölüm gibi hallerde nüfus müdürlüklerine gitme zorunluluğu kalkacak. Bildirimle tescil imkanı sağlanacak.
- İsim ve soyisim değişiklikleriyle ilgili mahkeme kararına ihtiyaç olmayacak. Dilekçeyle yapılacak bildirimin ardından değişiklik gerçekleşecek.
- Nüfus ve kayıt örneği, ikametgah gibi işlemler “e-devlet” üzerinden yapılacak.
- Pasaport ve ehliyet işlemleri Emniyet Genel Müdürlüğü yerine Nüfus ve Vatandaşlık
İşleri Genel Müdürlüğü’nde yapılacak.
- Polise 24 saat gözaltında tutma yetkisi verilecek. Savcı bunu en fazla 48 saate kadar
uzatabilecek.
- Suçluların verdiği zararlar kendilerinden tazmin edilecek. Bu konuda zaman aşımı
işlemeyecek.
- Bonzai, yapılacak kanuni düzenlemeyle uyuşturucu maddeler listesine alınacak.
- Bonzai ve diğer uyuşturucu madde satıcıları terörist gibi muamele görecek. Uyuşturucu ile ilgili cezalar artırılacak.
- Okul çevrelerinde uyuşturucu satanların ağırlaştırılmış olan cezaları iki katına çıkarılacak.
- Sanal ortamda şiddete, teröre, nefrete çağrı dili anlamına gelecek uygulamalar suç olarak telakki edilecek. Bunların durdurulması için gerekli tedbirler alınacak.
- Vatandaşın üstü, aracı ya da evi rastgele, keyfi şekilde aranamayacak. Bir istihbarat
alınması halinde yargı süreci işletilerek bu uygulamalar gerçekleştirilebilecek.
- Engelli, hasta ve yaşlıların ifadeleri evlerinde alınabilecek. Bu kişiler ifade için karakola ya da mahkemeye çağrılmayacak.
- Kolluğun görevlerini nasıl kullandığını denetlemek amacıyla AB standartlarına uygun
Kasım 2014
şek ilde “Kolluk Gözetim Komisyonu”
kurulacak.
- Kolluk Gözetim Komisyonu’nda Başbakanlık İnsan Hakları Kurumu Başkanı,
Barolar Birliği ve üniversite temsilcileri
bulunacak. Komisyon tamamen sivil bir
yapıda oluşturulacak.
- Kolluğun önleyici ve adli istihbarat
faaliyetleri denetim altına alınacak. Denetim mekanizmaları TBMM’de oluşturulan 17 kişilik bir komisyona rapor
sunacak.
- Jandarma ve Sahil Güvenlik komutanlıklarının atama ve sicil yetkileri doğrudan İçişleri Bakanlığı’na bağlanacak.
- Jandarma personeli özel bir kıyafetle
alanda çalışacak ve sivil hayata daha yakın
unsurlar olacak.
- Şiddete dönüştürülen her tür eylem
suç say ı laca k . Eylem lerde ku l la nı la n
molotof kokteyli bir saldırı aracı olarak
tanımlanacak ve kullanımına ceza getirilecek.
Haberler
“İşe Katıl
Hayata Atıl”
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı önderliğinde hayata
geçirilen, engelli bireylerin iş yaşamına katılımını artırmayı
hedefleyen “İşe Katıl Hayata Atıl” projesinin tanıtımı Aile
ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam’ın da yer aldığı
toplantı ile gerçekleşti.
Projenin tanıtımı için hazırlanan video gösteriminin
ardından konuşan Bakan İslam, Bakanlık çalışanlarının
bireysel olarak yurt dışına iş seyahatleri yapıp gözlemlerde
bulunduğunu, Türkiye’den daha gelişmiş olduğu düşünülen
ülkelerin kurumları incelenerek projelerinin araştırıldığını,
engellilerin istihdamına yönelik bu mentörlük projesinin de
bir iş gezisi sonunda hazırlandığını ifade etti.
Bakan İslam, projeye Gazi Üniversitesi Özel Eğitim Bölümü Zihinsel Engellilerin Eğitimi Ana Bilim Dalı Öğretim
Üyesi Yrd. Doç. Dr. Necdet Karasu’nun bilimsel destek
verdiğini söyledi. Şimdiye kadar engellilerin istihdamına
yönelik çalışmalarda “engellilerin hayata katılabilmesi için
kendilerine bakım desteği verilmesi, aylık bağlanması” ya
da “kamuda istihdam edilmesi” konularının karşılarına
çıktığını dile getiren İslam, “Engellilerin çalışması için özel
sektör gibi çok geniş bir alan var. Özel sektörde engellilerin çalışması için
birtakım engeller olduğunu fark ettik. İşte bu ve benzeri projelerle bu engelleri ortadan kaldırmayı hedefliyoruz” diye konuştu.
Bakan İslam, proje kapsamında Ankara’da yaklaşık bir ay içerisinde
istihdam edilen engelli sayısının 35 olduğuna işaret ederek, “Asıl amacımız
bu mentörlük sistemini yaygınlaştırmak. STK’larımızın, yerel yönetimlerimizin bu sisteme dahil olmasını arzu ediyoruz. Sistemin başarılı olduğunu
gördükten sonra özel istihdam büroları eminiz ki bu tür koçlar çalıştırmaya
başlayacaklar. Ve bir kartopu gibi, bu mütevazı projenin sonuçları katlanarak çoğalacak. Bir, iki yıl içerisinde çok daha verimli neticeler almaya
başlayacağız” dedi.
Türkiye ile Letonya arasında tarımda işbirliği protokolü
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, resmî ziyaret dolayısıyla
bulunduğu Letonya’da, Letonya Tarım Bakanı Janis Duklavs’la ikili bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşme sonucunda iki ülke arasında tarım alanında
işbirliği protokolü imzalandı.
Bakan Eker ile mevkidaşı Bakan Duklavs’ın gerçekleştirdiği görüşmede
iki ülke arasında tarım alanında işbirliğinin geliştirilmesi, tarımsal ticaretin artırılması ve bu kapsamda yapılabilecek çalışmalar ele alındı. Ayrıca
iki bakan tarımsal ilişkilerin güçlendirilmesi için yasal zemin oluşturacak
“Türkiye Cumhuriyeti Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Letonya
Cumhuriyeti Tarım Bakanlığı Arasında Tarım Alanında Teknik, Bilimsel
ve Ekonomik İşbirliği Protokolü”nün önemine vurgu yaptı.
Söz konusu protokol ile iki ülke bakanlıkları arasında tarım, bitkisel
üretim ve bitki koruma, hayvancılık, hayvan ıslahı, hayvan sağlığı, balıkçılık, gıda endüstrisi ve köy işleri alanlarında işbirliği yapılması ve taraflar
arasında bir “Tarım Yürütme Komitesi” oluşturularak tarım alanında yeni
işbirliği sahalarının saptanması öngörüldü.
Kasım 2014
9
10
Haberler
Bakan Yılmaz: Toprak ve su
kaynaklarının sürdürülebilir
kullanımını çok önemsiyoruz
Portekiz ile
denizcilik anlaşması
Türkiye ile Portekiz denizcilik alanında işbirliği an-
Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, Niğde Üniversitesi Konferans
Salonu’nda düzenlenen 2. KOP Bölgesel Kalkınma Sempozyumu’na katıldı.
Kurulduğu günden bugüne Konya Ovası Projesi (KOP) Bölge Kalkınma
İdaresi Başkanlığı’na 259 milyon lira ödenek sağladıklarını ve özel idarelere
aktardıklarını belirten Bakan Yılmaz, “Bu kapsamda 423 sulama projesi
gerçekleştirdik ve 75 bin hektardan daha fazla alanı sulamaya açtık. Böylece
üretimi, refahı, çiftçilerimizin gelirini artırdık” dedi.
Bölgesel kalkınma konusunda Türkiye’nin son on yılda çok ciddi bir
mesafe aldığını ve kişi başına düşen gelirde Türkiye ortalamasının altında
kalan bölgelerde kalkınma idareleri kurulduğunu dile getiren Yılmaz, sözlerine şöyle devam etti:
“Türkiye’nin batı kısmı daha gelişmiş, ama Güneydoğu, Doğu Anadolu,
Doğu Karadeniz ve Orta Anadolu’nun belli kesimleri ortalamanın altında
yer alan bölgeler. Buralardan daha fazla göç yaşandığını, üretimin, katma
değerin ortalamanın altında kaldığını biliyoruz. Bununla birlikte bu bölgelerin çok büyük potansiyel taşıdığını da biliyoruz. İşte bu potansiyeli daha
hızlı harekete geçirip kişi başı geliri Türkiye ortalamalarına yaklaştırmak
için bu idarelerimizi oluşturduk.”
Yılmaz, bu bölgeler için özel eylem planları hazırladıklarını belirterek, bu
planların önümüzdeki günlerde hayata geçirileceğini ifade etti. Eylem planı
kapsamında KOP bölgesi için ön plana çıkan konuları belirlediklerini dile
getiren Yılmaz, “Toprak ve su kaynaklarının sürdürülebilir kullanımını
çok önemsiyoruz. Bazı köyleri ziyaret ettik. Daha önce yeşil kart kullanan
insanlar, proje sayesinde çilek üretip ihraç ettiklerini ve yeşil kartları iptal
ettirdiklerini söyledi. Projeyle çiftçilerimizin gelir düzeyini artırıp kırsal
alandan göçü engellemiş oluyoruz, sosyal adalete katkıda bulunuyoruz.
Bütün bu yönleriyle bu programımızı devam ettireceğiz” diye konuştu.
Kasım 2014
laşması imzaladı. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanı Lütfi Elvan, söz konusu işbirliği anlaşması için
Bakanlık’ta düzenlenen imza töreninde, Portekiz Başbakan Yardımcısı Paulo Portas’ı Türkiye’de ağırlamaktan mutluluk duyduğunu dile getirdi.
Denizcilik alanında Türkiye’nin son 12 yılda önemli
aşama katettiğini belirten Elvan, “Biz bu alandaki işbirliğimizi Portekiz ile daha da güçlendirmek istiyoruz.
Özellikle Portekiz’e, Türkiye’nin AB müzakere sürecine
verdiği destekten dolayı teşekkür etmek istiyorum. Ancak ticaret hacmimiz istenilen düzeyde değil. İlişkilerimizin daha da güçlendirilmesinin, ticaret hacmimizin
çok daha yüksek oranlara çıkarılmasının önem arz
ettiğini düşünüyorum. Özellikle ulaştırma ve haberleşme alanında Portekizli firmaların Türkiye’de yatırım
yapmalarını arzu ediyoruz. Türkiye’de gerçekten iyi bir
yatırım ortamı var, yabancı sermaye girişimiz oldukça
yüksek ve AB ülkeleriyle birlikte değerlendirildiğinde
oldukça büyük bir büyüme performansı var. İnşallah
sadece denizcilik değil, demiryolu başta olmak üzere
diğer alanlarda da işbirliğimizi geliştirmek istiyoruz”
diye konuştu.
Bakan Elvan, Türkiye ile AB arasındaki ticari ilişkilerde taşımacılıkta ağırlıklı olarak karayolunun
kullanıldığını ifade ederek, AB ülkeleri ile Ro-Ro taşımacılığını da geliştirmek istediklerini vurguladı. Elvan, Portekiz ile bu konuda bir mekanizma kurulması
halinde hem iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin daha
fazla gelişeceğini hem de diğer Avrupa ülkelerine de bir
aktarma söz konusu olabileceğini ifade etti.
Haberler
TBMM ile Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
arasında sağlık işbirliği protokolü
TBMM Milletvekili Hizmetleri Başkanlığı’nca yürütülen protokol çalışmaları
kapsamında, TBMM Başkanlığı İdari Teşkilatı ile Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp
Fakültesi arasında sağlık hizmeti alımına yönelik protokol imzalandı.
Sağlık yardımından yararlanan milletvekillerinin muayene ve tedavi edilmeleriyle ilgili protokol, TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu ve Yıldırım Beyazıt
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Metin Doğan tarafından imzalandı.
Neziroğlu, protokol imza töreninde yaptığı konuşmada daha önce de çeşitli üniversiteler ile sağlık alanında işbirliği protokolleri imzaladıklarını hatırlatarak, bu
protokoller neticesinde TBMM’nin sağlık harcamalarında büyük oranda tasarruf
ettiğine dikkat çekti. Neziroğlu, amaçlarının milletvekillerine daha nitelikli, kaliteli sağlık hizmeti sunmak ve sağlık alanında tasarruf etmek olduğunu ifade etti.
Rektör Prof. Dr. Metin Doğan ise TBMM’de bulunmaktan ve protokolü imzalamaktan mutluluk duyduğunu belirterek misafirperverliğinden dolayı İrfan
Neziroğlu’na teşekkür etti.
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi çalışmaları hakkında bilgi
veren Doğan, Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve TBMM bünyesinde bulunan sağlık merkezi ile Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nin uzun süredir TBMM’ye
hizmet verdiğini anımsatarak işbirliklerinin devam etmesinden dolayı mutlu
olduğunu söyledi. Protokol imza törenine TBMM Milletvekili Hizmetleri Başkanı
İsmail Kargulu ile Milletvekili Hizmetleri Başkanlığı Koordinatörü Dr. A. Jale
Devran da katıldı.
TBMM’de “Drama ile Etkili İletişim Eğitimi”
TBMM Koruma Dairesi Başkanlığı’nda görev yapan Em-
niyet Teşkilatı mensuplarına yönelik “Drama ile Etkili
İletişim Eğitimi” gerçekleştirildi. TBMM İnsan Kaynakları Başkanlığı tarafından düzenlenen eğitim, Ankara
Üniversitesi Rektörlüğü ve Eğitim Bilimleri Fakültesi
işbirliği ile hayata geçirildi.
Eğitim programının açılış konuşmasını yapan TBMM
Koruma Dairesi Başkanı Mehmet Ali Keskinkılıç, dramanın en yalın tanımının hayatı tanıtmak olduğunu
söyledi. TBMM Koruma Dairesi Başkanlığı’nın çalışanları olarak TBMM’de etkin ve kaliteli güvenlik hizmeti
vermeyi amaçladıklarını belirten Keskinkılıç, “Drama
ile Etkili İletişim Eğitimi”nin güvenlik yönetiminin en
önemli unsuru olan insan ilişkilerinin etkin bir iletişim
ile yönetilmesini sağlamaya yönelik temel teşkil edeceğinden kuşkularının olmadığını ifade etti.
“Drama ile Etkili İletişim Eğitimi”ni veren Ankara
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dekanı Ayşe
Çakır İlhan, kişinin stresle başa çıkmasının birçok yolu
olduğunu belirterek en önemli ve geçerli yolun kişinin kendisini tanımasından geçtiğini söyledi.
Çağdaş Drama Derneği Genel Başkanı Doç. Dr. Ömer Adıgüzel ise eğitime
katılanlara drama ve yaratıcı dramanın tanımı, dramanın önemi, kullanım
amaçları, yaratıcı dramanın insan hayatına girmesiyle nelerin değişeceği
hakkında sunum yaptı.
Kasım 2014
11
12
Haberler
Bakan Çelik: Mevzuattaki
eksikler giderilecek
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, “7. İş, Güvenlik ve Yaşam” Ankara
Zirvesi’ne katıldı. Etkinlik öncesi basın mensuplarına açıklamalarda bulunan Bakan
Çelik, yeni İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Taslağı’nın bazı alanlarda işveren ve çalışanların sorumluluklarını daha da netleştiren, her iki kesime de yükümlülükler getiren bir
düzenleme olduğunu bildirdi.
Geçtiğimiz aylarda “Göç Yasası”nın çıkarıldığını, bunun ikincil mevzuatının çıkması için de beklediklerini ifade eden Çelik, “Bu yayımlanır yayımlanmaz Bakanlar
Kurulu kararıyla Türkiye’ye sığınmış olan Suriyelilerin, ülkemizdeki açık iş pozisyonları dikkate alınarak istihdam edilmeleri veya nitelikli Suriyelilerin buralarda
değerlendirilmesi, onların bu niteliklerinden yararlanılması konularında çalışmalarımız olacak. Tabii
milyonlarca insanın burada, sığındıkları ülkede kendi
ayakları üzerinde durma imkanı varsa onların bu
niteliğinden yararlanmak doğru bir adımdır diye düşünüyoruz. Her ilde, her işte açık pozisyonlarımız var.
O çerçevede bu kardeşlerimizin değerlendirilmesiyle
ilgili bir Bakanlar Kurulu kararı yayımlandıktan sonra daha ayrıntılı şeyler söyleyebiliriz” diye konuştu.
Bakan Çelik, İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Taslağı’nın
içeriği hakkında ise şu ifadeleri kullandı: “Son olaylardan sonra gerek madenler, gerekse inşaatlarla
ilgili sadece Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nı
ilgilendiren mevzuatlarda değil, diğer bakanlıkları
da ilgilendiren mevzuatlarda varolan eksiklerin bir
bütün olarak yenilenmesi konusunda bir çalışma
yürüttük. Sayın Başbakanımızla da son kez gözden
geçirdik. Bunun parlamentoya sevkini sağlayacağız,
ama onun öncesinde gerek işçi, gerek işveren örgütleriyle yapacağımız toplantıda bunları görüşeceğiz. Bu
toplantı sonunda paylaştığımız konulara ilave düzenlemeler gelebilir. Mevzuat açısından tüm bakanlıkları
ilgilendiren eksiklerin giderilmesi konusunda en mükemmelini gerçekleştirme çabası içerisindeyiz. Bazı
alanlarda işverenin ve çalışanların sorumluluklarını
daha da netleştiren ve her iki kesime de yükümlülükler getiren bir düzenlemedir.”
Elektronik Parti kuruluyor
Ankara Bağımsız Milletvekili Emrehan Halıcı, Elektronik Parti’nin kuruluşunun ilk aşaması olan “www.eparti.org” internet sitesini hizmete açtı.
Emrehan Halıcı, sitede yer alan sunuş yazısında e-Parti’nin halkın gerçekten
kendi kendini yönetmesi idealiyle yola çıktığını ve öncülük rolü üstlendiğini ifade
ediyor. Halıcı ayrıca seçme, seçilme, karar alma gibi siyasi süreçlerin tamamına üyeleri/yurttaşları dahil etme, mevcut yasaların eksikleri ve kısıtlamaları için alternatif
çözümler sunma amacını dile getiriyor.
E-Parti girişiminin hedefleri arasında ise partide ve devlette yurttaşların yönetime ve denetime katılımını en üst düzeye çıkarmak ve sürekli kılmak; halkın aracısız
ve temsilcisiz kendi kendini yönettiği, yazgısını kendi eliyle, kendi kararıyla tayin
ettiği, şeffaf, doğrudan ve tam demokrasiye ulaşmak yer alıyor.
“Amacımız özgür ve mutlu insan, aracımız ise akıl, zeka, bilim ve teknolojidir”
ifadelerine yer veren Emrehan Halıcı, ticarette, bankacılıkta, sigortacılıkta, eğlence
sektöründe, sağlıkta, eğitimde yani her alanda teknolojik gelişmelerden olabildiğince yararlanılırken, siyasette bundan yararlanılmamasının mantıklı bir durum
olmadığını dile getirerek “Teknoloji siyasette üst düzey kullanılmak isteniyor, ama
bu daha çok tek yönlü oluyor, siyasiler sadece kendi mesajlarını halka iletmek için
Kasım 2014
bunu kullanıyor. Halbuki Elektronik Parti girişiminde bulunan bizlerin isteği, sadece oy alma ve
verme, propaganda amaçlı değil, siyasi süreçlerin
bizzat tamamında yurttaşların ve o partiye üye
olan insanların etkisi ve katkısı olmasıdır” diyor.
Dünyadan
Yeni AB Komisyonu görevde
Jean-Claude Juncker başkanlığındaki Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, Avrupa Parlamentosu (AP) Genel Kurulu’nda güvenoyu aldı. Yeni seçilen AB Komisyonu Başkanı
Juncker’ın 28 üyeden oluşan ekibinin oylamaya sunulduğu Strasbourg’daki oturumda 423
kabul, 209 ret oyu kullanıldı, 67 parlamenter ise çekimser kaldı. Komisyon, 1 Kasım’dan
itibaren 5 yıl boyunca görev yapacak.
Yeni AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini’nin aynı
zamanda AB Komisyonu Başkan Yardımcısı olacağı 28 kişilik komisyonda, 7 başkan yardımcısı bulunuyor. Hollanda Dışişleri Bakanı Frans Timmermans kurumlararası ilişkiler,
hukuk devleti ve Temel Haklar Şartı’ndan; Suriye, Irak ve Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki
insani sorunlar hakkında farkındalığı artıran AB Komisyonu’nun İnsani Yardım ve Uluslararası İşbirliğinden Sorumlu Üyesi Kristalina Georgieva bütçe ve insan kaynaklarından;
Estonya eski Başbakanı Andrus Ansip ise dijital ortak pazardan sorumlu başkan yardımcısı
olarak görev alacak.
Slovenya Başbakanı Alenka Bratusek enerji birliği; Letonya eski Başbakanı Valdis Dombrovskis avro ve sosyal diyalog; Finlandiya eski Başbakanı Jyrki Katainen iş, büyüme, yatırım
ve rekabet alanlarında yer alacak.
AB Komisyonu’nun ekonomi işlerinden
Fransa eski Maliye Bakanı Pierre Moscovici; tarım ve kırsal kalkınmadan İrlanda
eski Çevre Bakanı Phil Hogan; iklim değişikliği ve enerji dosyalarından İspanya
eski Tarım Bakanı Miguel Arias Canete
sorumlu olacak.
AB ile Türkiye arasında vize serbestisi
sürecinin başlatılmasında oldukça önemli
rol oynayan, AB Komisyonu’nun İçişlerinden Sorumlu Üyesi Cecilia Malmström,
AB-ABD arasında yürütülen serbest ticaret
anlaşması pazarlıklarını da kapsayan ticaretten sorumlu isim olarak görev yapacak.
Macaristan Dışişleri Bakanı Tibor Navracsics eğitim ve kültür; Yunanistan Savunma Bakanı Dimitris Avramopoulos
göç ve içişleri; Danimarka Ekonomi Bakanı
Margrethe Vestager rekabet; Malta Turizm
Bakanı Karmenu Vella çevre, denizcilik
ve balıkçılık; Polonya Kalkınma Bakanı
Elzbieta Bienkowska iç pazar ve sanayi dosyalarına bakacak. Hırvat Neven Mimica
uluslararası işbirliği ve kalkınma, Alman
Günther Öttinger dijital ekonomi ve toplum, Slovak Maros Sefcovic ise ulaştırma ve
uzayla ilgilenecek.
Juncker, Çek Cumhuriyeti eski Bölgesel
Kalkınma Bakanı Vera Jourova’yı adalet,
tüketiciler ve cinsiyet eşitliği; Litvanya
eski Sağlık Bakanı Vytenis Andriukaitis’i
sağlık ve gıda güvenliği; Lordlar Kamarası
eski Başkanı İngiliz Lord Jonathan Hill’i
ise mali istikrar, mali hizmetler ve sermaye
piyasaları konularında görevlendirdi.
Avrupa Parlamentosu üyeleri Belçikalı
Marianne Thyssen istihdam ve sosyal
işler, Rum Christos Stylianides insani yardım ve kriz yönetiminden sorumlu oldu.
Portekiz’den Carlos Moedas araştırma,
bilim ve inovasyon; Romanya’dan Corina
Cretu ise bölgesel politika alanlarında çalışmalar yapacak.
Kasım 2014
13
14
Dünyadan
İngiliz Parlamentosu’ndan örnek karar
İngiltere Parlamentosu’nun alt kanadı Avam Kamarası,
hükümetin Filistin devletini tanımasına ilişkin olarak hazırlanan önergeyi görüşerek Orta Doğu sorununa ve bölgenin
geleceğine dair görüşlerini ortaya koydu. Dört saat süren
oturumun ardından Filistin’in devlet olarak tanınmasına
ilişkin önerge 274 oyla kabul edildi. Devletleri parlamentonun değil hükümetin tanıdığı Birleşik Krallık’ta söz konusu
oylama hukuki bir bağlayıcılığı bulunmasa da sembolik
bir nitelik içermesi bakımından önem taşıyor. Ayrıca kararın uluslararası
düzeyde etkili olması ve İngiliz hükümetini, Filistin devletini tanıması için
baskı altına alması bekleniyor.
Muhalefetteki İşçi Partisi’nin Filistin’in Dostları Grubu Başkanı Grahame
Morris tarafından hazırlanan, “Parlamento, hükümetin İsrail devletinin
yanı sıra Filistin devletini de tanıması gerektiğine inanıyor” başlıklı önerge,
görüşmelerin ardından oylamaya sunuldu. Önergeye 274 milletvekili kabul
oyu verirken 12 milletvekili ret oyu kullandı.
Oturumun başında konuşan Morris, önergenin barışa doğru atılmış küçük, ama sembolik ve önemli bir adım olduğunu dile getirdi. Morris ayrıca,
İşçi Partili milletvekili ve Dışişleri eski Bakanı Jack Straw’un önergedeki
değişiklik teklifini kabul ettiğini belirtti. Straw önergenin, “İki devletli çözümü öngören müzakere sürecinin güvenceye alınması için, bir katkı olarak
Filistin tanınmıştır” şeklinde değiştirilmesini istedi.
İngiltere Başbakanı David Cameron ile koalisyon hükümetini oluşturan
Muhafazakar ve Liberal Demokrat partilerin bakanları önergeyle ilgili çekimser kalmayı tercih etti. Cameron’ın lideri olduğu Muhafazakar Parti’den
bazı milletvekilleri ise “Orta Doğu sorununda iki devletli anlaşmaya ve
barışa ulaşılmadan, sınırları belli olmayan Filistin’in devlet olarak tanınamayacağını” savundu.
Bulgaristan Parlamentosu’na Türk vekiller
Bulgaristan’da 5 Ekim’de gerçekleşen erken genel
seçimlerin ardından Merkez Seçim Komisyonu tarafından
yapılan açıklamaya göre 240 üyeli parlamentoda Türk ve
Müslüman toplam 31 milletvekili yer alacak.
Yüzde 4’lük barajı aşabilen sekiz siyasi oluşumun sadece
3’ü Türk ve Müslüman milletvekili çıkarabildi. Üyelerinin
çoğunluğu Türklerden oluşan ve seçimlerden ülkenin
üçüncü en büyük siyasi partisi olarak çıkan Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin (HÖH) 38 üyelik parti grubunda
28 Türk milletvekili bulunuyor. Bulgaristan’ın Avrupa
Gelişimi İçin Vatandaşlar (GERB) partisinin ise 84 milletvekillinden sadece ikisi Müslüman.
Reformcu Blok (RB) koalisyonunun 23 kişilik grubunda
Hürriyet ve Şeref Halk Partisi’nin (NPSV) lideri Korman
İsmailov yer alıyor. Seçilebilecek pozisyonda Türk ve
Müslümanlara yer vermeyen Bulgaristan Sosyalist Partisi
(BSP) ise parlamentoda 39 milletvekili ile temsil edilecek.
Milliyetçi çizgide yaptığı siyasetle dikkat çeken Vatanse-
Kasım 2014
ver Cephesi (PF) 19, Rusya yanlısı Ataka partisi de 11 kişilik gruba sahip
olacak.
Sansürsüz Bulgaristan’ın (BBZ) 15, eski Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov’un lideri olduğu Bulgaristan’ın Yeniden Doğuşu İçin Alternatif
(ABV) partisinin ise 11 milletvekili parlamentoda yer alacak.
Bulgaristan Anayasası’nda yeni seçilen parlamentonun seçimden en
geç bir ay sonra çalışmaya başlaması gerektiği belirtildiği için hükümetin
Kasım ayı başında göreve başlamış olması bekleniyor.
Dünyadan
Morales
üçüncü kez
başkan
Güney Amerika ülkelerinden Bolivya’da düzenlenen
devlet başkanlığı seçimini, oyların yüzde 60’ını alarak Evo
Morales kazandı. Morales’in en güçlü rakibi Samuel Doria
Medina ise oyların yüzde 25’ine sahip oldu.
Seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından Başkent La
Paz’daki devlet başkanlığı sarayının balkonundan halka
hitap eden Morales, kazandığı zaferi Küba’nın eski Devlet
Başkanı Fidel Castro ve Venezuela’nın geçtiğimiz yıl ölen
lideri Hugo Chavez’e adadı.
Dokuz eyaletten sekizinde seçimlerden zaferle çıkan Morales, “Bu, sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı çıkanların
zaferidir. Ekonomik liberalizm sürecini tamamlayarak büyümeye ve güçlenmeye devam edeceğiz” diye konuştu.
55 yaşındaki Morales, Bolivya Cumhuriyeti’ni kuran ve
1829-1839 yılları arasında ülkenin ilk devlet başkanı olan
Marshal Andres de Santa Cruz’un ardından ülkede en uzun
süre iktidarda kalan lider olacak.
Bir dönem Koka Üreticileri Sendikası’nın liderliğini yürüten Morales, ilk kez 18 Aralık 2005’teki seçimi kazanarak
devlet başkanlığı koltuğuna oturmuştu. Bolivya’da ekonomik ve siyasi istikrar sağlayan Morales, 25 Ocak 2009’daki
seçimlerde ikinci kez seçilmişti.
Rusya yedek
ordu kurmaya
hazırlanıyor
Rusya Savunma Bakanlığı, normal dönemlerde kendi işlerinde
çalışmaya devam ederken bir yandan da askerî eğitim alacak gönüllülerden oluşan bir yedek ordu kuruyor. Söz konusu ordunun, olası bir
savaş halinde derhal toplanması öngörülüyor.
Rus gazetesi İzvestiya’da yer alan habere göre, bu orduya katılacak
gönüllüler düzenli bir askerî eğitimden geçecek ve gerekli durumlarda ülkeyi savunmak için her an orduya alınmaya hazır olacaklar.
Önümüzdeki dönem çıkarılacak iki askerî kanunla, düzensiz ordunun oluşturulmasına yönelik hukuki zemin de hazırlanmış olacak.
Rusya Parlamentosu’nun alt kanadı Duma’nın Savunma Komitesi
Başkan Yardımcısı Franz Klintseviç konuyla ilgili yaptığı açıklamada
“Bu birimlerin personelleri, bir yandan kendi işlerinde çalışmaya
devam ederken diğer yandan düzenli olarak askerî eğitimlere katılacaklar ve yedek orduya katıldıkları için aylık belirli bir miktar ücret
alacaklar” ifadelerine yer verdi. Klintseviç, yedek orduya katılanların
her an ellerine silah alarak önceden oluşturulmuş askerî birimlerdeki
yerlerini almaya hazır olmaları gerektiğini vurguladı.
Emekli general Viktor Litovkin ise yedek ordu oluşturulmasının,
ordunun “sürekli olarak en yüksek hazırlık seviyesinde” olmasına
yardım edeceğini ifade ederek, “En önemlisi, savaş hali ortaya çıkarsa
yedekler kolay lokma olmayacaktır, atandıkları savaş görevini iyi bir
şekilde yerine getirebileceklerdir” diye konuştu.
Kasım 2014
15
16
Her şey gençlik için
Akif Çağatay Kılıç
Gençlik ve Spor Bakanı
Gelişmelere açık,
farklılıklara saygılı,
yenilikçi, etik değerlere
bağlı, karar süreçlerine
katılan, kaynakları
etkili değerlendiren,
çevreye duyarlı,
özgüveni yüksek,
mutlu, sağlıklı ve güçlü
bir gençlik, güçlü
yarınlar demektir.
Kasım 2014
B
u sayıda sizlerle birlikte olma ve Bakanlık faaliyetlerini aktarma imkanı veren
TPB Parlamento dergisi yöneticilerine şükranlarımı sunarak sözlerime başlamak
istiyorum.
Sevgili okuyucular, Bakanlığımın iki temel görevi var: Gençlik ve spora yatırım yapmak ve hizmet vermek. Diğer alanlarda olduğu gibi bu iki konuda da çok başarılı işlere
ve projelere imza attık. İktidarda olduğumuz 12 yıl boyunca gerçekleştirdiğimiz yatırımlarla, bizim dönemimiz öncesinde gerçekleştirilen 80 yıllık yatırımlar karşılaştırıldığında
bu fark açıkça görülecektir.
Önce kısaca spor faaliyetlerimize göz atalım. Yaptığımız altyapı-üstyapı tesisleri ve
verdiğimiz desteklerle millîlerimiz birçok spor branşında üst üste dünya ve olimpiyat
şampiyonlukları kazanıyor. Hem bayrağımızı dalgalandıran hem de ulusumuzun
göğsünü kabartan bu sporcularımızla gurur duyuyoruz. Geleceğin efsane gençlerini
yetiştirmek için de var gücümüzle çalışıyoruz. Gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki bu
yolda büyük mesafeler katettik. Şiddeti önlemek için yaptığımız kanuni düzenlemeler
meyvesini vermeye başladı. E-bilet uygulaması sayesinde spor müsabakalarında görülen nahoş olaylarda dikkat çekici azalma oldu. Artık sporseverler gönül rahatlığıyla
stadyumlara, spor salonlarına gidiyorlar.
Uluslararası spor organizasyonlarında gösterdiğimiz büyük başarılara dünya spor
camiası gıpta ile bakıyor. Dopingle mücadelede sergilediğimiz kararlılık başka ülkelere
örnek teşkil ediyor. Dünya Dopingle Mücadele Ajansı’nın (WADA) toplantılarında ülkemizden övgüyle bahsediliyor. Sözün özü, sporda marka ülke olmak için koyduğumuz
hedeflere ulaşmak üzereyiz.
TPB Parlamento dergisinin değerli okurları, gençlik meselesine gelince… Gençlik
bir toplumun geleceğidir. Bu bilinçle hareket ediyoruz. Okuyan, düşünen, sorgulayan,
kendini ifade edebilen, sporu, sanatı ve bilimi yaşam tarzı haline dönüştüren bir gençlik
için çalışıyoruz. Gelişmelere açık, farklılıklara saygılı, yenilikçi, etik değerlere bağlı, karar
süreçlerine katılan, kaynakları etkili değerlendiren, çevreye duyarlı, özgüveni yüksek,
mutlu, sağlıklı ve güçlü bir gençlik, güçlü yarınlar demektir. Gençliğin ilgi, ihtiyaç ve
sorunlarını saptamak için çözüm ortakları ile eşgüdüm ve işbirliği içinde çalışarak kişisel, sosyal ve sportif alanlarda destekleyici politikalar oluşturuyoruz. Sürekli eğitim ve
gelişimlerini esas alan projeler üretiyor, uyguluyoruz. Amacımız, bu sayede toplumsal
17
hayatın aktif üyesi, yenilikçi, özgüven sahibi, millî ve manevi değerlerin
bilincinde, uluslararası temsil yeteneği olan lider gençler yetiştirmek. Şu
anda Türkiye genelinde 182 gençlik merkezimiz hizmet veriyor. Önümüzdeki iki yıl içinde gençlik merkezlerinin sayısı iki katına çıkacak. Bu merkezlerde gençler kaynaşıyor, birbirine kenetleniyor, dostça ve kardeşçe
bu ülkenin geleceğinde söz sahibi olmak için çalışıyorlar. Gençlerimizin
bu birlikteliğini hiç kimse bozamaz. Gençlere buradan birkaç cümle ile
seslenmek istiyorum: Bu milletin evlatları olarak, bu milletin geleceği
olarak kendinizi çok iyi yetiştirin. Size sunulan imkanları sonuna kadar
değerlendirin. Ama şunu da unutmayın; bu ülkenin geleceği sokak gösterilerinde, vandallıkta, yakıp yıkmakta değildir. Bu ülkenin geleceği, bu
devletin başarısı, Türkiye Cumhuriyeti’nin gücü, bir araya gelen, beraber
çalışan, kardeşliğin kuvvetli olduğu, birbirini iyi tanıyan ve huzur içinde
geleceğe beraber yürüyen bir millet olmaktan geçer. İşte biz bundan
dolayı gece gündüz çalışıyoruz. Birlikteliğimiz ve beraberliğimiz olduğu
sürece başarı mutlaka ve mutlaka gelecektir.
Değerli TPB Parlamento dergisi okuyucuları, gençliğin problemleriyle
de yakından ilgileniyoruz. Gençlerimizi terör batağından ve kötü alışkanlıklardan uzak tutmak için projeler üretiyoruz. Mesela Hükümetimiz
çocuklarımızı zehirleyen uyuşturucu tacirlerine dur demek için aralarında Bakanlığımın da bulunduğu 7 bakanlıktan oluşan Uyuşturucuyla
Mücadele Komisyonu kurdu. Çalışmalarımız sürüyor. Gençlerimizi sokak
çetelerinden ve dış güçlerin oyuncağı bölücü unsurlardan uzak tutmak
için her tür tedbiri aldık. İnşallah yapacağımız çalışmalarla terör ve uyuşturucu bataklığını kurutacağız. Evlatlarımıza musallat olan sivrisinekleri
de yok edeceğiz. Evlatlarımızın geleceğinin karartılmasını ve anaların
ağlamasını önlemek için üzerimize düşen her görevi layıkıyla yapıyoruz.
Gençliğe yönelik hizmetlerimiz bunlarla sınırlı değil. Tarih bilincini
aşılamak için de projeler gerçekleştiriyoruz. Her yıl Malazgirt Zaferi’ni
kutlayarak şühedanın izinden yürümeyi sürdürüyoruz. 30 Ağustos Zafer
Bayramı kutlamaları çerçevesinde yurdun dört bir yanından gelen on
binden fazla gençle Kocatepe’den Zafertepe’ye yürüyüşünde buluşuyoruz. Çanakkale Savaşları’nın yıldönümünde bu vatan uğruna hepsi şehit
olan 57. Alay için vefa yürüyüşü yaparak ecdadımızın ruhunu şad ediyoruz. Tarih etkinliklerimizi sosyal etkinliklerle de takviye ediyoruz. “Genç
Kaşifler Treni” projesi ile gençlerimiz, bir zamanlar Osmanlı toprakları
olan Balkanlar’dan başlayıp Asya-Avrupa topraklarına kadar giderek
ecdadının izini sürüyor. Gençlerimize, atalarımızın bu topraklar üzerinde bulunan ülkelere götürdüğü medeniyeti yakından görme imkanı
sağlıyoruz. Bu kutsal vatan topraklarının ne güç şartlarda kazanıldığını
gençlerimizin bizzat görerek ve yaşayarak hissetmelerini istiyoruz.
Gençliğin kendine güvenmesi, kendini donatması, teknoloji çalışmalarının içinde yer alması önemli. Bu konuda da gençlerimize yol
gösteriyoruz. Sosyal medya günümüzün en etkin aracı. Anında binlerce
genci sokağa dökebiliyor, provokatif eylemlerin içine düşebiliyorsunuz.
Sizin yazdığınızdan doğrudan etkilenen birçok insan var. Söylenen şeyin
farklı noktalara gidebileceği bir algı ile karşı karşıyayız. Gençlerimize bu
iletişim araçlarını iyi, doğru bir şekilde kullanmalarını tavsiye ediyorum.
Gezi ve IŞİD olaylarında sosyal medya aracılığıyla gençlerin nasıl kullanılmak istendiğini hepimiz gördük. Bu bilinci de gençlerimize vermek
bizim görevimiz.
“Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister”
diyen Gazi Mustafa Kemal’in izinden giderek, Cumhuriyet’e layık, devletimize, milletimize yaraşır gençler yetiştiriyoruz. 12 yıllık iktidarımız
döneminde gençlere yönelik hizmetlerimiz ve icraatlarımız da bunun en
büyük kanıtıdır. Gençlerimize güveniyor ve inanıyoruz. 75 milyon olan
nüfusumuzun yarısına yakını genç nesilden oluşuyor. Bunu bir fırsat
olarak değerlendiriyoruz. 2023, 2053 ve 2071 hedeflerimize ancak bu
gençlerimizle ulaşabileceğimizi çok iyi biliyoruz.
Hepinize sağlıklı ve mutlu günler dilerim.
Kasım 2014
Otuz iki
yaşındaki
ihtiyar:
1982
Anayasası
7 Kasım 1982, yürürlükteki
anayasamızın halk oylamasına
sunulduğu ve ülke vatandaşlarının
neredeyse tamamından “Evet” oyu
aldığı tarih. Ancak aradan onlarca
yıl geçti, tüm şartlar değişti. Askerî
vesayet altında, o zamanın koşullarına
göre hazırlanan bu anayasa Türkiye’ye
artık dar geliyor.
Gökçe Doru
Kasım 2014
Kapak
S
iyasi cinayetler, işsizlik, katliam boyutuna varan mezhep çatışmaları…
Tüm bu olumsuzlukların millete bol gelen 1961 Anayasası’nın sonuçları olduğu düşünülüyordu ki 1980 darbesinden
kısa bir süre sonra yeni bir anayasaya
ihtiyaç duyuldu. Hak ve özgürlükler
kısıtlandı, kişiler değil devlet koruma altına alındı, cumhurbaşkanının
yetkileri artırıldı, halka karşı kamu
güçlendirildi… Yani eni enimize, boyu
boyumuza uygun yeni bir anayasak,
pardon, anayasa üretildi.
Anayasa metnini hazırlama görevi, başkanlığını Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı’nın yaptığı on beş kişilik bir komisyona verildi. Komisyonun maharetli
bir terzi titizliğiyle çalışacağından emin
olunsa da Millî Güvenlik Konseyi’nin
düzenlediği kurallar çerçevesinde bu
çalışma gerçekleşecekti. Üniversiteler,
sendikalar, yüksek mahkemeler gibi
kurum ve kuruluşların görüş desteğiyle
komisyon çalışmalarını tamamladı.
Amerikalı siyaset bilimci Samuel
Phillips Huntington “Demokratik rejimin yerini otoriter bir rejimin alması
halk tarafından hemen daima büyük
bir ferahlama ve ezici bir onayla karşılanmıştır” diye bir laf etmiş zamanında. Türkiye, 7 Kasım 1982 tarihinde bu
sözü doğruladı adeta; yeni anayasanın
kabulü için gidilen halk oylamasından
%91,37 “Evet” oyu çıktı.
80 dönemi iktidarı yani asker, bu
anayasayla devlet organlarının hukuki statülerini, yetki ve görevlerini de
belirledi. İktidar kendini bağlayan,
daha önce kabul edilmiş hiçbir hukuk
kuralını benimsemeyerek yeni bir anayasa yaptı. Şu veya bu gibi sebeplerle
anayasanın değiştirilmesi söz konusu
olduğunda ise bu, o anayasanın izin
verdiği ölçülerde olabilecekti.
Hazırlandığı dönemdeki koşullar
zaman içinde farklılaşacağından toplumun gereksinimlerine göre anayasa
1982
Anayasası
otuz iki
yılda onlarca
değişiklik geçirdi,
ancak pek çok
hukukçuya göre
bu anayasanın
otoriter ve
vesayetçi ruhunu
tamamen tasfiye
etmek hiçbir
değişiklikle
mümkün
olamadı.
değiştirilebilir, ki 1982 Anayasası pek çok kez değiştirilmiştir. Yürürlükteki anayasaya göre değişiklik yapma yetkisi
TBMM’nindir.
Anayasa bu sefer de dar geliyor
Darbe yılları hiç kimsenin hatırlamak istemeyeceği kadar kötüydü. 1982 Anayasası, bu kötü koşullara göre, sanki ülke hep
bir kriz içinde yaşayacakmış gibi hazırlandı. Yıllarca çeşitli
platformlarda akademisyenler, medya, partiler, sivil toplum
kuruluşları tarafından eleştirildi, değiştirilmesi gerektiği
vurgulandı. Anayasanın eleştirildiği konular genellikle demokratik olmadığı, birey karşısında devleti koruduğu, resmî
ideoloji içerdiği, aşırı katı olduğu, dilinin zor anlaşıldığı,
temel hak ve hürriyetleri aşırı sınırladığı, sendikal hakları
daralttığı, siyasi partilere fazla yasak getirdiği, cumhurbaşkanını parlamenter sistemle bağdaşmayacak şekilde güçlendirdiği, merkeziyetçiliği artırarak yerel yönetim ilkesini
zayıflattığı, üniversite özerkliğini azalttığı yönündeydi.
1982 Anayasası otuz iki yılda onlarca değişiklik geçirdi,
ancak pek çok hukukçuya göre bu anayasanın otoriter ve
vesayetçi ruhunu tamamen tasfiye etmek hiçbir değişiklikle
mümkün olamadı. Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir anayasası
milletin hür iradesiyle seçtiği gerçek temsilcilerden oluşan
meclisler tarafından, bir tartışma ve uzlaşma sürecinin ürünü olarak kabul edilmiyordu.
Türkiye, “sivil” bir iradenin ürünü olan, toplum mutabakatıyla oluşturulmuş bir anayasaya 1982 yılından beri ihtiyaç
duyuyor. “Sivil anayasa” kavramı belki de kamu hayatına
Kasım 2014
19
20
Kapak
ilişkin temel belirleyici kararların toplumu temsil eden kişilerce alınmasını ve
sivil iradenin askerî iradeye hakim olmasını öngören bir kavram olması nedeniyle
son yıllarda hem siyasilerin hem de halkın dilinden düşmüyor. Anayasanın gerekli görüldüğü durumlarda parça parça değiştirilmesi yerine tamamıyla yeni bir
anayasanın yapılmasının daha isabetli olacağı düşüncesi ise uzun zamandır vardı.
Demokratik bir anayasa düzeni kurmak amacıyla yapılan çeşitli taslak çalışmalarının ilki 1992 yılında Prof. Dr. Erdoğan Teziç başkanlığında, Türk Sanayicileri
ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD) için hazırlandı. On hukukçunun görev aldığı,
“Yeni Bir Anayasa İçin” adlı taslakta dikkat çeken pek çok madde vardı. Liberal
demokratik rejimlerde devletin resmî bir ideolojisi olmadığı gerekçesiyle Kemalizmin anayasada yer almaması gerektiği söyleniyordu örneğin. Atatürk milliyetçiliği
tamlamasının kaldırılması, “Devletin dili Türkçedir” yerine resmî dilinin Türkçe
olduğunun belirtilmesi, cumhurbaşkanı ve milletvekili yeminlerinde Atatürk
ilke ve inkılaplarıyla ilgili bir söz bulunmaması, devletin şekli dışında anayasada
değiştirilemez hükmü bulunan madde olmaması, “Başlangıç” bölümünün sistemle
bağdaşmadığı gerekçesiyle kaldırılması dikkat çekici diğer noktalardı.
Anayasa değişikliği için bir diğer çalışma, yine TÜSİAD’a 1997 yılında Prof. Dr.
Bülent Tanör tarafından hazırlandı. “Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri” adlı çalışmanın “Öneri” kısmında Millî Güvenlik Kurulu ile 118. maddenin
tamamen kaldırılması gerektiği savunuldu.
Kasım 2014
Prof. Dr. Bülent Tanör, 1999 yılında
“Türkiye’de Demokratik Standartların Yükseltilmesi” adlı bir çalışma
daha yaptı. Burada, 1997’deki taslağa
ek olarak daha demokratik bir hukuk
düzeninin kurulması için yapılması
gerekenler işaret edilmişti.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği
(TOBB) için 2000 yılında hazırlanan
“Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Önerisi Anayasa 2000” başlıklı çalışmada
Avrupa Birliği’ne aday bir ülkenin
anayasasının artık dar bir elbise haline
geldiğinin altı çizildi.
2001 yılında Türkiye Barolar Birliği (TBB) için “Türkiye Cumhuriyeti
Anayasa Önerisi” başlıklı bir çalışma
hazırlandı. Aralarında Prof. Dr. Yılmaz
Aliefendioğlu, Yekta Güngör Özden
gibi hukukçuların yer aldığı ekip, 188
maddeden oluşan bu taslağın uzlaşmayı, barışı, huzuru, güveni sağlayacak ve
toplumsal beklentilere yanıt verecek bir
nitelik taşıdığını bildirdi. Bu taslağa
göre dil yasağı ve ölüm cezası kaldırılmakta, işkence ve eziyet yasağı ayrı bir
madde olarak düzenlenmekteydi. Din
eğitimi mecburi olmaktan çıkarılmış,
zorunlu eğitim 11 yıla yükseltilmişti.
2007 yılında bu çalışma güncellendi,
pek çok yeni madde eklendi, bir kısmı
değiştirildi, bazıları çıkarıldı.
Sivil anayasa başka bahara…
2007 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin isteği üzerine Prof. Dr. Ergun
Özbudun başkanlığında yeni bir anayasa taslağı hazırlandı. “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Önerisi” başlıklı
çalışma cumhurbaşkanının yetkilerinden türbana kadar pek çok düzenleme
içermekteydi. Hazırlanan taslakta 1982
Anayasası’nın “Başlangıç” kısmı yerine
şu ifadeler yer alıyordu: “Herkesin insan
haysiyetinden kaynaklanan evrensel
hak ve hürriyetlere sahip olduğu inancıyla hareket eden, her türlü ayrımcılığı
Kapak
reddeden, farklılıklarımızı kültürel
zenginliğimizin kaynağı olarak gören
bir eşitlik anlayışına sahip biz Türk
Milleti; insan haklarına ve hukukun
üstünlüğüne dayanan demokratik ve
lâik Cumhuriyetin kurum ve kurallarını düzenleyen bu Anayasayı, egemen
irademizin ve Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemâl Atatürk’ün çağdaş
uygarlık hedefi ile ebedî barış idealine
olan bağlılığımızın ifadesi olarak kabul
ve teyid ederiz.” Söz konusu taslakta değiştirilemeyecek hükümler yer almıyor,
cumhurbaşkanının yetkileri azaltılıyordu. Eleştirilerin aksine, laiklik kavramının etkinliğini azaltmamış, devlet
düzeninin din kurallarına dayandırılamayacağı vurgulanmıştı. Bunun yanı
sıra zorunlu olan din dersini isteğe bağlı
hale getiriyordu. Ayrıca “devletin dili”
yerine “resmî dil” ifadesi kullanılmıştı.
Taslak, milletvekilleri dokunulmazlığını tümüyle kaldırmıyor, ancak bazı
suçlarda sorgulama ve yargılama yapılabilmesini uygun görüyordu. Taslağın
en çok tartışılan maddelerinden biri de
“Kılık kıyafetinden dolayı hiç kimsenin
yükseköğrenim hakkından mahrum
bırakılamayacağı”ydı. Bu madde türbana serbestlik geldiği tartışmalarına
neden oldu.
Ancak Özbudun ve çalışma ekibinin
hazırladığı bu taslak çeşitli nedenlerle
rafa kaldırıldı, zaman içinde yeni taslaklar üzerindeki çalışmalar yoğunlaştı.
Sonraki taslaklarda Anayasa Mahkemesi, 12 Eylül’e yargı yolunun açılması,
askerin sivil mahkemelerde yargılanabilmesi, memurlara sendika hakkı,
başkanlık sistemi gibi konular üzerinde
duruldu. 24. Dönem’le başlayan, yüzülüp kuyruğuna gelinen sivil anayasa
çalışmaları ise onca özveriye rağmen
Meclis’teki dört partinin uzlaşamaması
nedeniyle sonuç vermedi.
1987 yılından itibaren pek çok kez
değişen 1982 Anayasası’nda AB uyum
1982
Anayasası’nda
AB uyum süreci
çerçevesinde yapılan
değişiklikler, hukuk
devletinin gereklerini
biraz daha yerine
getiren, güçlendiren,
demokratikleşmeyi
sağlayan
düzenlemelerdi.
süreci çerçevesinde yapılan değişiklikler, hukuk devletinin
gereklerini biraz daha yerine getiren, güçlendiren, demokratikleşmeyi sağlayan düzenlemelerdi. Düşünce ve ifade
özgürlüğü; dernek kurma özgürlüğü, barışçı toplantı hakkı
ve sivil toplum; işkenceyle mücadele; duruşma öncesi gözaltı;
insan hakları ihlalleri sonuçlarının düzeltilmesi imkanlarının güçlendirilmesi; devlet memurları ve kamu görevlilerinin insan hakları konusunda eğitimleri; Devlet Güvenlik
Mahkemeleri dahil olmak üzere, yargının işlevselliği ve
verimliliği; ölüm cezasının kaldırılması; kültürel yaşam ve
bireysel özgürlükler; tüm vatandaşların ekonomik, sosyal
ve kültürel imkanlarının artırılması amacıyla bölgesel dengesizliklerin azaltılması; tüm bireylerin herhangi bir ayrım
yapılmaksızın ve dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi görüş, felsefi
inanç veya dinine bakılmaksızın tüm insan hakları ve temel
özgürlüklerden tam olarak yararlandırılması, düşünce ve
vicdan özgürlükleri; cezaevlerindeki tutukluluk koşulları;
Millî Güvenlik Kurulu; olağanüstü hal gibi konu başlıklarında yıllar içinde yapılan düzenlemeler 1982 Anayasası’nı bir
taş kadar sert olmaktan bir nebze kurtardı. Ancak milletin
hür iradesiyle seçtiği, gerçek temsilcilerden oluşan bir meclis
tarafından hazırlanacak sivil anayasa başka bahara kaldı.
Kasım 2014
21
22
KapakGörüş
Milletvekilleri
ne diyor?
Mustafa Elitaş
AK Parti Grup Başkanvekili ve Kayseri Milletvekili
Demokratik toplumlarda anayasalar, gücünü millî mutabakat zemininden ve milletin iradesinden alır. Anayasa,
toplumda çoğunluk tarafından benimsenen
bir değerler sistemini ifade etmelidir.
Antidemokratik unsurlar ile insicamını kaybetmiş, darbe ürünü 1982
Anayasası bu niteliklerden mahrumdur. Bu nedenle sivil anayasa
yapmak bir ihtiyaç ve sorumluluk
haline gelmiştir. Bölgesinde ve
dünyada güçlü olan, hukukun üstünlüğünü egemen kılmayı hedeflemiş bir Türkiye’ye artık bu anayasa
dar gelmektedir.
Yıllardır mevcut anayasa ile sorunlar kördüğüm olmasına rağmen,
Türkiye’ye yeni anayasa
fikrini AK Parti aşılamıştır.
AK Parti iktidarına kadar “82
Anayasası değişsin” diyenler çoktu, ama
bu bir temenniyi geçemedi. İşi ciddiyetle
ele alan yoktu.
Türkiye siyaset tarihinde büyük bir
toplumsal destekle iş başına gelen
partimizden, sivil bir anayasa yapılması noktasında vatandaşlarımızın
büyük beklentisi vardı. Partimiz
bu uğurda üzerine düşen vazifeyi
hakkıyla yerine getirmiş, anayasa
değişikliği için her tür müzakereyi başlatmıştır. İktidarımız
Kasım 2014
“Mevcut
anayasa
Türkiye’nin
ihtiyaçlarına ve
taleplerine yeteri
kadar cevap
vermemektedir.”
döneminde, cumhurbaşkanının halk
tarafından seçilmesinden milletvekili
seçilebilme yaşının 25’e düşürülmesine kadar birçok maddenin değişmesi
sağlanmıştır.
2010 yılındaki anayasa değişikliği
çok önemlidir. 26 maddelik anayasa
paketi Türkiye’de vesayetçi sistemi
değiştirmiştir. 12 Eylül 2010’da yapılan referandumun %77 oranında
yüksek katılım ve %58 nispetinde
güçlü “Evet”le sonuçlanması, Türkiye’deki değişim ve demokratikleşmeyi
perçinleyen bir milat olarak tarihe
geçecektir.
Buna mukabil 2011 Genel Seçimleri sonrası, vaadimiz olan
“Yeni Anayasa” taahhüdü üzerine “Anayasa Uzlaşma Komisyonu” kurmak için Meclis’te
grubu bulunan diğer siyasi
partilerle de çalışmalara baş-
KapakGörüş
“Günümüzde
anayasanın
nasıl yapıldığı
mevcut anayasa Türkiye’nin ihtiyaçlarına, taleplerine yeteri kadar cevap
vermemektedir.
2015 Genel Seçimleri’nden sonra,
halkımızın teveccühüyle anayasal değişikliği yapacak çoğunluğu yakaladığımız an Yeni Türkiye’ye yeni bir anayasa kazandıracağız. Bu uğurda hiçbir
kesim, parti, ekol, anlayış kendini diyaloğa ve yeni sürece kapatmamalıdır.
Bugün gecikmiş olsak da yeni anayasa ile olağanüstü hal şartlarından
kurtularak, geçmişten gelen ve bugün
önümüzde duran sorunları çözerek
“Büyük Türkiye” hedefine ulaşacağız.
en az anayasanın
kendisi kadar
önemlidir.
Yapım sürecinin
demokratik bir
nitelik taşıması,
anayasanın
toplum tarafından
benimsenmesi
ve her kesimin
‘Benim anayasam’
diyebilmesi için
CHP İzmir Milletvekili
gereklidir.”
Rıza Türmen
ladık. O dönemde Sayın Başbakanımızın talimatı üzerine
siyasi partilerin Meclis’teki temsil oranına bakılmaksızın
komisyonda eşit sayıda üye ile temsillerini sağladık. Bu süreçte toplumun her kesiminden yeni anayasa için görüş beyan
etmelerini istedik ve STK’larla da istişare ederek titiz bir
çalışma yürüttük. Lakin yeni anayasa yazımı hedeflenen süreçte tamamlanamamış, toplam 172 madde
kaleme alınmış, bu maddelerin sadece 60’ında mutabakat sağlanmıştır. Her tür girişimimize rağmen
diğer partilerle uzlaşma sağlanamamış, mutabakata
varılan maddelerin oylanmasında anlaşılamamıştır.
Komisyon çalışmalarını nihai sona ulaştıramadan
dağılmıştır.
Parti Grubumuz üzerine düşen
tarihî vazifeyi hakkıyla yerine
getirmesine rağmen sonuca
ulaşılamayan anayasa değişikliği konusundaki hayalimizden ve fikrimizden vazgeçmemizi kimse beklemesin. Yeni
Türkiye’ye yeni bir anayasa
oluşturmamız lazım. Artık
1982 Anayasası devleti bireye karşı
koruyan, özgürlükleri sınırlayan, cumhurbaşkanına çok geniş yetkiler veren
ve Türk toplumuna dar geldiği ortaya
çıkınca pek çok kez değişikliğe uğrayan bir anayasadır. 1982 Anayasası’nın
ülkenin ihtiyaçlarını karşılamadığı ve
yeni bir anayasa yapılması gerektiği
konusunda Türkiye’de görüş birliği
bulunuyor. Bilindiği gibi yeni bir
anayasa hazırlanması amacıyla iki yıl
boyunca çalışma yapıldı. Başlangıçta
anayasa yapımı için çok doğru bir yol
seçildi. TBMM’deki her siyasi partinin
eşit sayıda temsilcisinin yer aldığı bir
Anayasa Uzlaşma Komisyonu kuruldu.
Komisyon’un bu şekilde oluşturulması
yeni anayasanın siyasi bir uzlaşmaya
dayanması olanağını vermesi bakımından önemliydi. Yeni anayasa
için hazırlık çalışmaları yapılırken
katılımcılık da sağlanarak toplumun her kesiminden görüş alındı.
Günümüzde anayasanın nasıl yapıldığı en az anayasanın kendisi
kadar önemlidir. Yapım sürecinin demokratik bir nitelik
Kasım 2014
23
24
KapakGörüş
taşıması anayasanın toplum tarafından
benimsenmesi, içselleştirilmesi ve her
kesimin “Benim anayasam” diyebilmesi için önemlidir. Bu açıdan TBMM 24.
Dönem’in başlamasının ardından yeni
anayasanın hazırlık aşamasında katılımcılığın sağlanmış olması, toplumun
farklı kesimlerinden görüşler alınması
çok doğru bir yaklaşımdı. Ancak “Anayasa yapım sürecinde bu görüşlerden
ne kadar yararlanıldı?” diye sorarsanız
katılımcılığın uygulamaya pek yansımadığını söyleyebiliriz. Çünkü alınan
görüşlere zaman zaman başvurulsa
da Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na
siyasi partilerin görüşleri ve çıkarları
hakim oldu. Her siyasi partinin anayasadan beklentileri farklıydı. Başkanlık
sistemi önerisinin ortaya atılması ise
yeni anayasa çalışmalarının önüne
adeta bir barikat kurdu. Bu barikattan kurtulmak da bir türlü mümkün
olmadı. Şimdi bu sonuçtan bir ders
çıkarmamız lazım. Bir daha benzer
güçlüklerle karşılaşmamak için farklı
bir yöntem uygulamamız gerek ir.
Yeni anayasa yapımı siyasi partilerin
bir odaya kapanarak yürüttükleri bir
süreç olmamalı, sivil toplumun daha
aktif katılımı sağlanmalıdır.
Bilindiği gibi yeni anayasa çalışmaları sırasında 60 madde üzerinde
anlaşmaya varıldı. Tabii anayasa süreci
sona erdikten sonra Türkiye’de yeni gelişmeler oldu; bir kere çözüm süreci var.
Çözüm sürecinin anayasal bir zemine
oturtulması için de, anlaşma sağlanan
60 maddenin yürürlüğe girebilmesi için
de siyasi partiler arasında uzlaşı
gerekir. “Ben seçimlerde oy
çoğunluğunu sağlarsam
anayasayı tek başıma
değiştiririm” düşüncesi
çok yanlıştır. Oy çoğunluğunu elde ederseniz bunu yapabilirsiniz, ama toplumsal
Kasım 2014
“Demokratik
hak ve
özgürlüklerin
genişletilmesi
bağlamında
anayasa
değişikliğine ihtiyaç
duyuluyor.”
mutabakat sağlanmadığı için bu bir dayatma anayasası olur,
yürürlüğü de fazla sürmez.
TBMM 24. Dönem’de gerçekleştirilememiş olsa da 25.
Dönem’de yeni bir anayasa yapmak zorundayız. 12 Eylül
anayasasından kurtulmak, çözüm sürecini sağlıklı bir zemine kavuşturmak, yargı bağımsızlığını sağlamak, Türkiye’de
demokrasi ve özgürlükleri güvence altına almak için yeni bir
anayasa yapmamız gerekiyor.
Özcan Yeniçeri
MHP Ankara Milletvekili
1982 Anayasası’nın elbette değiştirilmesi gereken
yanları var. Özellikle demokratik hak ve özgürlüklerin genişletilmesi bağlamında bu değişikliğe ihtiyaç
duyuluyor. Bu konuda hiç kimsenin kuşkusu yok.
Ancak unutulmamalıdır ki Türkiye Cumhuriyeti
Devleti nevzuhur bir devlet değildir. Köklü bir
tarihe ve kimliğe sahip bir milletin devletidir. Siz
eğer “Darbe anayasasını değiştiriyorum” diyerek
Türk milletini inkar eden, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehlikeye düşüren, adeta
bölünmeye, ayrışmaya uygun bir anayasal metin
ortaya çıkarmaya çalışırsanız kaş yaparken göz
çıkarmış olursunuz. Ayrıca esas niyetinizin
ne olduğu da sorgulanır hale gelir. Evet,
yeni bir anayasa yapalım, ama bu anayasayı
hazırlarken Türk milleti kavramına niye
dokunuyorsunuz? Nedir bu kavramla alıp
veremediğiniz? Anayasa’nın 66. maddesinde yer alan “Türk Devletine vatandaşlık
KapakGörüş
bağı ile bağlı olan herkes Türktür” ifadesi hukuki bir ifadedir.
Herkesin hukuk ve fırsatlar karşısında eşit olduğuna işaret
eder. Kimsenin etnisitesini inkar etme anlamında kullanılmamaktadır. Bu ifadeyi “herkesi Türk yapmak” olarak sunmanın
ardında başka niyetler aramak gerekir. Fransa anayasası herkesi Fransız, Almanya anayasası herkesi Alman sayıyor, hiç
kimse de bundan rahatsızlık duymuyor.
Eğri oturup doğru konuşalım; Anayasa’nın değiştirilmek
istenmesinin amacı Türkiye’de demokratik hak ve özgürlüklerin en üst seviyede sağlanması değil, PKK’nın ihtiyaçlarının
karşılanmasıdır. Bunun kabul edilmesi ise mümkün değildir.
Üniter yapıyı ve resmî dil Türkçeyi tartışma konusu yaparsanız, Türk milleti kavramını anayasadan çıkarmayı gündeme
getirirseniz elbette yeni bir anayasa yapamazsınız. Devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Türk milleti
kavramına, üniter yapıya, Türkçeye dokunmayan bir anayasa
metni hazırlansın, beş dakikada çıkaralım. Aksi yönde bir
çalışma yapılması halinde Milliyetçi Hareket Partisi olarak
buna izin vermeyeceğimizi ifade etmek isterim.
Hasip Kaplan
HDP Şırnak Milletvekili
12 Eylül darbesi ile Meclis’e el konulması, siyasi partilerin kapatılması, siyasi yasaklar getirilmesi sonrasında darbecilerin
yaptığı başta anayasa olmak üzere hukuki düzenlemelerin
çoğu bugün yürürlüktedir. Darbeciler kendi anayasalarını
hazırlayarak demokratik toplum yerine baskıcı bir düzen getirdiler. İlk yaptıkları iş anadilleri, özellikle
Kürtçeyi yasaklamak oldu. Sendikalar, meslek
örgütleri, dernekler, siyasi partiler kapatıldı,
üye ve yöneticileri içeri alındı. Uzun gözaltılar, sıkıyönetim askerî mahkemeleri, idamlar,
vahşet sahneleri, işkenceler yaşandı.
Darbe anayasası ile eşit yurttaşlık,
düşünce ve örgütlenme özgürlüğü ka ldırıldı, resmî dil
dışında eğitim-öğretim
engellendi, basın baskı
altına alındı, darbecilere koruma getirildi.
Milletin iradesi önüne engeller konuldu;
%10 seçi m ba rajı,
siyasi partiler yasası, seçim yasaları
“Bugüne
kadar
yapılan
değişikliklerle
yamalı bohçaya
dönen darbe
anayasası,
demokratik
bir toplum
önündeki en
büyük engeldir.”
ile istediklerini iktidara getirdiler. 35
yıldır iktidar olanlar darbe yasalarından nemalandı, bu yasalara sığındı,
çıkarlarına uygun olduğu için de değiştirmedi. AB üyelik süreci sonucu
2001 yılında bazı değişiklikler yapıldı,
ancak MGK, YÖK gibi birçok kurum
hâlâ yaşıyor.
Yunanistan, İspanya, Portekiz, İtalya gibi ülkeler darbecilerle hesaplaşırken, Türkiye darbecileri göstermelik
bir yargılama ile tutuksuz yargıladı,
sorumlulardan hesap sorulamadı.
21. yüzyılda Türkiye darbe anayasasının ayıbını yaşıyor. Yeni sivil ve
demokratik bir anayasa için Meclis’te
kurulan Uzlaşma Komisyonu’nun
çalışmaları “ başkanlık sistemi hevesleri” nedeniyle tamamlanamadı.
Bugüne kadar yapılan değişikliklerle
yamalı bohçaya dönen darbe anayasası, demokratik bir toplum önündeki
en büyük engeldir. Bu nedenle darbe
anayasası değiştirilmeden, kuvvetler
ayrılığı, bağımsız yargı, eşit yurttaşlık,
anadile özgürlük, yerel yönetimlerin
güçlendirilmesi, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü, adil bir seçim sistemi
olmadan ve darbe mevzuatının ayıklanması sağlanmadan Türkiye’nin sorunlarını çözmesi mümkün değildir.
Kasım 2014
25
26
Söyleşi
Avrupa Birliği Bakanı ve
Başmüzakereci Volkan Bozkır:
Türkiye-AB ilişkilerine yeni
bir ivme kazandıracağız
Söyleşi: Songül Baş
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik
konusundaki kararlılığının devam ettiğini
ve müzakere sürecinde yaşanan sorunlara
rağmen reformların kesintisiz sürdüğünü
ifade eden Bakan Bozkır, “Türkiye-AB
ilişkilerine yeni bir ivme kazandırmak
üzere Türkiye’nin Yeni Avrupa Birliği
Stratejisi’ni hazırladık. Bu çerçevede
ülkemizin öncelikleri ve vatandaşlarımızın
yararı ön planda tutularak hem reform
sürecimize hız kazandırılacak hem de
Türkiye ve AB arasında yeni iletişim
köprüleri kurulacaktır” diyor.
Kasım 2014
Türklere Avrupa için vize muafiyeti gelecek mi? Bu süreçte hangi aşamadayız?
Türk iye’nin elli yılı aşkın süredir
devam eden AB ile bütünleşme süreci
ve 2015’te yirminci yılına girecek olan
Gümrük Birliği açısından bir değerlendirme yaparsak vizesiz seyahatin
en çok Türkiye vatandaşlarının hakkı
olduğunu söyleyebiliriz. Vizesiz seyahat sadece bürokratik süreçlerin kolaylaşması ve hızlanması bakımından
değil, ülkemize ilişkin önyargıların
aşılmasına katkıda bulunacak olması
bakımından da son derece önem arz
ediyor. Dolayısıyla vize muaf iyeti
sürecine AB’ye katılım müzakereleri
kadar değer veriyor ve üzerinde titizlikle çalışıyoruz.
Söyleşi
Bildiğiniz gibi bu süreç bir diyalog
süreci. Vatandaşlarımızın İngiltere
ve İrlanda hariç AB ülkelerine vizesiz
seyahat etmesi ile sonuçlanacak bir
dizi aşamayı içeriyor. İlk aşamada
16 Aralık 2013 tarihinde Geri Kabul
Anlaşması’nın ve vize muafiyeti sürecine dair hususların yer aldığı Mutabakat Metni imzalandı. Buna göre,
Geri Kabul Anlaşması’nın üçüncü
ülke vatandaşları bakımından yürürlüğe girmesinden en geç 3-3,5 yıl
sonra vatandaşlarımız vizesiz seyahat
hakkına kavuşacak.
Bu vesileyle kamuoyunda çok tartışılmış olan Geri Kabul Anlaşması
ile ilgili bazı hususlara değinmekte
fayda görüyorum. Bu anlaşmanın
Türkiye’nin güvenliği ile kamu düzenini tehdit edeceği ve ülkemizin
adeta bir kaçak göçmen yuvası haline
gelebileceği gibi yorumlar yapılıyor.
Geri Kabul Anlaşması’na göre Türkiye, ülkesi üzerinden AB ülkelerine
yasa dışı yollarla giden üçüncü ülke
vatandaşlarını anlaşma y ürürlüğe
girdi kten 3 y ı l sonra geri a lmaya
başlayacak. Söz konusu durum, AB
üzerinden Türkiye’ye gelecek düzensiz
göçmenlerin ilgili AB ülkelerine iadesi için de geçerli. Diğer bir ifadeyle
Geri Kabul Anlaşması karşılıklılık
esasına dayanmakta. Bu anlaşmanın
ve vize muafiyet sürecinin uygulamasına ilişkin ayrıntılar Avrupa Birliği Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve
İçişleri Bakanlığı’nın yakın işbirliği
içinde hazırlanan “Meşruhatlı Yol
Haritası”na göre gerçekleştirilecek.
AB ile vize muafiyeti diyaloğunun
bizim hazırladığımız bu harita üzerinden yürütülmesi konusunda uzlaşmaya varıldı. Söz konusu Yol Haritası’nda
göç ve sınır yönetimi, kamu düzeni ve
güvenliği, vize politikası, uluslararası
koruma gibi konularda mevzuata ve
uygulamaya ilişkin Türkiye’nin uyum
“Ülkemizin
AB üyeliği
önünde en önemli
engellerden biri
önyargılardır.
Bu önyargıların
aşılmasında
hükümetler ve
parlamentolar
arasındaki
müzakerelerin yanı
sıra sivil toplumun
ve vatandaşlar
arasındaki
iletişimin katkısı
çok büyüktür.”
sağlaması gereken tedbirler yer alıyor. Geri kabulün de
Türkiye açısından risk oluşturmayacak, kamu düzeni ve
güvenliğini tehlikeye sokmayacak şekilde uygulanması
için gerekli tüm detaylar üzerinde çalışılıyor.
Yol Haritası’na uygun olarak vize muafiyeti sürecini
başarıyla tamamladığımız ve üçüncü ülke vatandaşlarının geri kabulüne ilişkin uygulamayı başlattığımız
zaman ilgili Konsey Tüzüğü’nde bir değişiklik yapılacaktır. Bu değişiklikle Türkiye, vize muafiyetine sahip
ülkelerin bulunduğu listeye alınacak ve Türk vatandaşları için vize muafiyeti gerçekleşmiş olacaktır.
Şu anda süreç devam ediyor. Sürecin sorunsuz yürümesi için iki taraf da üzerine düşen yükümlülükleri
yerine getiriyor.
Yurt dışında çok sayıda Türk yaşıyor. Bakanlık olarak önümüzdeki süreçte yurt dışındaki Türklerle diyaloğu geliştirmek adına neler yapacaksınız?
AB Bakanlığı olarak AB ülkelerinde yaşayan her vatandaşımızı birer AB elçisi kabul ediyoruz. Türkiye’nin
AB’ye katılım sürecinde biz Bakanlık olarak siyasi ve
teknik süreçleri yürütürken, AB ülkelerinde yaşayan
vatandaşlarımız da kültürel ve sosyal anlamda Avrupa
vatandaşları ve kurumları ile yakınlaşma, ilişkileri geliştirme bakımından çok önemli rol oynuyorlar. 2010 yılında uygulamaya koyduğumuz AB İletişim Stratejisi’nin
AB’ye yönelik ayağında bu vatandaşlarımızı da kapsayan
etkinlikler gerçekleştiriyoruz. Yurt dışındaki sivil toplum
kuruluşlarıyla ve iş çevreleriyle sık sık bir araya geliyor,
onların sosyal ve kültürel etkinliklerine destek sağlıyoruz.
Özellikle son dönemde AB kamuoyunda ülkemiz hakkında olumsuz bir algı belirdiğini, olgu ile algının örtüşmediği bir resim ortaya çıktığını görüyoruz. Bu nedenle
önümüzdeki dönemde siyasi reform süreci ve sosyo-ekonomik dönüşüm hakkında Türk kamuoyunun yanı sıra
AB kamuoyunda da farkındalık yaratmak ve bu süreçte
elde edilen kazanımların toplumsal tabana yayılmasını
sağlamak üzere AB İletişim Stratejisi’ni yeni yaklaşım ve
araçlarla güçlendiriyoruz. Bu noktada önceliğimiz AB
ülkesi vatandaşlarının Türkiye ile ilgili algıları oluşurken
doğru resme bakmalarını sağlayacak faaliyetler olacaktır.
Ülkemizin AB üyeliği önünde en önemli engellerden biri
önyargılardır. Bu önyargıların aşılmasında hükümetler
ve parlamentolar arasındaki müzakerelerin yanı sıra sivil
toplumun ve vatandaşlar arasındaki iletişimin katkısı
çok büyüktür. Bunun için AB ülkeleri nezdinde iletişim
ve tanıtım faaliyetlerine hız vermeyi planlıyoruz. Bu
Kasım 2014
27
28
Söyleşi
çerçevede de AB ülkelerinde yaşayan
vatandaşlarımız ile işbirliğini güçlendireceğiz.
Ayrıca, AB Bakanı ve Başmüzakereci olarak AB üyesi ülkelere yapacağım
tüm ziyaretlerde vatandaşlarımızla bir
araya gelerek, önceki yıllardan itibaren gelenekselleşmiş olan sohbetleri
gerçekleştirmeye, onları dinlemeye
ve sürece dahil olmaları için teşvik
etmeye devam edeceğim.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yılı
olan 2023 için belirlenmiş hedefler
var. Bunlardan biri de Avrupa Birliği’ne
dahil olmak. Şu anda süreç nasıl devam
ediyor? Avrupa Birliği yolunda hangi
aşamadayız?
1 Eylül 2014 tarihinde Say ın Başbakanımız Ahmet Davutoğlu tarafından açık lanan 62’nci Hükümet
Programı’nda, Türkiye’nin AB üyelik
hedef inin “stratejik hedef ” olarak
nitelendirilmesi ve Cumhuriyet’in
100’üncü yılında üyelik ile taçlandırılmış bir sürecin amaçlandığının
bel i r t i l mesi A B üyel i k sü reci n i n
kararlılıkla devam ettirileceğinin en
önemli göstergesidir.
Tam üyelik müzakerelerinin başladığı 3 Ek im 2005 tarihinden bu
yana toplam 33 müzakere faslından
14 fasıl müzakereye açılmış, bir fasıl
geçici olarak kapatılmıştır. 17 fasıl
üzerindeki siyasi blokajlar da devam
etmektedir. Ancak sürece sadece fasıl
odaklı bakmak, Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin birçok alanda getirdiği
köklü değişimlerin göz ardı edilmesine neden olabilir. Türkiye’nin Avrupa
Birliği’ne katılım süreci, tüm ülkemizi
etkileyecek bir çağdaşlaşma projesidir.
AB’ye üyelik sürecinde gerçekleştirdiğimiz reformlar ve çalışmalar, daha
güçlü ve demokratik bir Türkiye’ye
katkıda bulunmaktadır. AB süreci,
gıda güvenliğinden tüketici haklarına,
Kasım 2014
çalışma hayatından sosyal haklara, çevreden bilgi toplumuna kadar birçok farklı
alanda vatandaşlarımızın gündelik hayatının Avrupa standartlarına yükselmesi
açısından da önemli bir süreçtir. Tüm bu çalışmalar vatandaşlarımızın refahının, yaşam kalitesinin artmasını sağlamış ve geleceğe daha güvenle ve inançla
bakmamıza vesile olmuştur.
Hükümet Programımızda da vurguladığımız gibi, AB ile yürütülen müzakerelerin hedefi tam üyeliktir ve önümüzdeki dönemde de çalışmalarımız bu
kararlılık ve inançla sürdürülecektir. Cumhurbaşkanlığı devir-teslim töreninde
Sayın Cumhurbaşkanımız da bu kararlılığın altını bir kez daha çizmiştir. Bu
çerçevede, Türkiye-AB ilişkilerine yeni bir ivme kazandırmak üzere Bakanlık
Söyleşi
olarak “Türkiye’nin Yeni Avrupa Birliği Stratejisi”ni hazırladık ve Bakanlar Kurulu’na sunduktan sonra 18 Eylül’de
Brüksel’de kamuoyuyla paylaştık.
Hükümetimiz tarafından ortaya konan güçlü iradenin
ilk adımını teşkil eden “Türkiye’nin Yeni Avrupa Birliği
Stratejisi”, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine ivme kazandırarak üyeliğe giden yolun önündeki engellerin üstesinden
gelinmesini amaçlamaktadır. Yeni Strateji çerçevesinde
ülkemizin öncelikleri ve vatandaşlarımızın yararı ön planda
tutularak hem reform sürecimize hız kazandırılacak hem de
Türkiye ve AB arasında yeni iletişim köprüleri kurulacaktır. Kararlılık, süreklilik ve etkinlik temelleri çerçevesinde
oluşturulan Strateji, üç ana bölümden oluşmaktadır: Siyasi
Reform Süreci, Katılım Sürecinde Sosyo-Ekonomik Dönüşüm ve AB İletişim Stratejisi.
“Türkiye’nin Yeni Avrupa Birliği Stratejisi”, hazırlıklarına devam ettiğimiz “AB’ye Katılım İçin Ulusal Eylem Planı”
ve “Avrupa Birliği İletişim Stratejisi” ile etkin bir biçimde
uygulanmaya başlayacaktır. “AB’ye Katılım İçin Ulusal
Eylem Planı” her alanda reform çalışmalarını hızlandırmak
amacıyla hayata geçirilecektir. “Avrupa Birliği İletişim
Stratejisi” ise Türkiye’ye ilişkin doğru resme bakılması, AB
sürecine hem iç hem de dış desteğin artırılması ve sürece
ivme kazandırarak heyecanın yeniden uyandırılması anlayışıyla hazırlanmaktadır.
Reform, dönüşüm ve iletişim temalarına yoğunlaşan
Strateji’nin hayata geçirilmesinde tüm kamu kurum ve
kuruluşlarının katkıları ve koordinasyonunun kilit öneme
sahip olduğunu biliyoruz. 25 Eylül 2014 tarihinde Resmî
Gazete’de yayımlanan Avrupa Birliği çalışmalarının koordinasyonu ile ilgili Başbakanlık Genelgesi de bu yaklaşımı
net bir biçimde ortaya koymuştur. AB mevzuatına uyum
amacıyla kamu kurumları tarafından gerçekleştirilecek çalışmaların eşgüdüm içinde etkin bir biçimde yürütülmesini
amaçlayan Genelge, yeni dönemde Türkiye-AB üyelik müzakereleri açısından izlenen kararlı ve istikrarlı politikanın
ilk somut göstergesi olmuştur.
Ülkemizin AB’ye katılım sürecinde sürdürdüğü reform
çalışmalarının hayata geçirilmesi için toplumun tüm kesimlerinin desteğini almanın çok önemli olduğunu biliyoruz ve
katılım sürecinin her aşamasında daha önce de olduğu gibi
toplumun tüm kesimleriyle etkili bir iletişim içinde olmaya
devam edeceğiz.
10 yıl sonra AB ile ilişkilerimiz nasıl bir şekil almış olacak?
Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri yarım asrı aşkın bir
süredir devam etmektedir. Bu süre zarfında ilişkilerimiz
“Katılım
sürecinin
her
aşamasında
daha önce de
olduğu gibi
toplumun tüm
kesimleriyle
etkili bir
iletişim içinde
olmaya devam
edeceğiz.”
kimi zaman iyi bir seyir izlerken kimi
zaman kopma noktasına gelmiştir.
Bu iniş çıkışlara rağmen Türkiye’nin
Avrupa Birliği hedefinde herhangi bir
sapma olmamıştır. Avrupa Birliği’ne
tam üyelik konusunda kararlılığımız
devam etmekte ve müzakere sürecinde
yaşanan sorunlara rağmen reformlarımız kesintisiz sürmektedir.
Nitekim, Avrupa Komisyonu tarafından 8 Ekim’de yayımlanan 2014
Türkiye İlerleme Raporu da kararlılığımıza vurgu yapmakta, Hükümet
Programı’nda AB sürecine atfedilen
önemin altını çizmektedir. Türkiye’de
son 12 yılda demokratikleşme ve özgürlük alanlarının genişlemesi, küresel
ekonomiye entegre olan ekonomik
restorasyon ve sosyo-ekonomik dönüşüm süreci de İlerleme Raporu’nda
yer almıştır. Esas itibarıyla objektif ve
dengeli bir yaklaşım ile hazırlandığı
görülen İlerleme Raporu’nun yeni bir
döneme giren Türkiye-AB ilişkilerini
daha ileri bir noktaya taşıması, tüm
ilgili taraflarca atılacak kararlı adımlarla somut sonuçların elde edilmesi en
büyük temennimizdir.
Türkiye’nin AB’den kazanımları
olduğu kadar, AB’nin de Türkiye’nin
üyeliğinden sağlayacağı avantajlar
ve kazançlar vardır. Bu nedenle hem
AB’nin hem de Türkiye’nin bundan
sonra suni gündemleri bir tarafa bırakıp, ilişkilerde samimi ve yapıcı bir
yaklaşım sergilemesi en büyük arzumuzdur.
Biz AB yolunda bu kararlılıkla yürürken, AB’den tek beklentimiz adil bir
müzakere sürecidir. AB, Türkiye’nin
üyeliğini destekleyici siyasi iradeyi
ortaya koyduğu takdirde istikrarlı bir
şekilde siyasi reformlara devam eden
ve müzakere sürecinin teknik kısmına
başından beri sahip çıkan Türkiye’nin
üyeliği önünde herhangi bir engel kalmayacaktır.
Kasım 2014
29
iskoc siyasetine
soyut bir
Ispanyol imzasi
İskoçya Parlamentosu, başkent Edinburg’un UNESCO Dünya Miras
Listesi’nde yer alan eşsiz köşesi Holyrood’da yükseliyor. Yapının
mimarisinde İskoç halkıyla, kültürüyle, ülkenin genel peyzajıyla ve
özelde Edinburg’un kent dokusuyla uyum gözetilmiş.
Elif Çelik
Kasım 2014
Dünya Parlamentoları
G
üneşin yüzünü nadiren gösterdiği kasvetli ve gri havasıyla ün yapmış Büyük Britanya.
Lakin adanın kuzey kesimleri adeta bambaşka bir diyar; yemyeşil tepeler, yaylalar, ormanlar, meralar... Birleşik Krallığın muazzam bir iklim ve doğa bahşedilmiş topraklarına
konuşlanmış İskoçya, aynı zamanda tarih kokan bir başkente sahip. Kentin her köşesi geçmişe, bazen Ortaçağ’a kadar uzanan bir yolculuğa çıkarıyor ziyaretçilerini. Edinburg’un en
nadide yerlerinden birinde bulunan İskoçya Parlamentosu ise yalnızca mimarisiyle değil,
barındırdığı pek çok sanat eseri ve soyut dekoratif ögeleriyle görenleri adeta büyülüyor.
Günümüz İskoçya’sının bulunduğu topraklarda ilk yerleşimlerin yaklaşık 13 bin yıl önce,
son buzul çağının sona ermesinden kısa bir süre sonra avcı-toplayıcı insanlar tarafından
kurulduğu biliniyor. İnsanlık tarihinin pek çok aşamasına tanıklık etmiş bu dağlık araziler,
özellikle Ortaçağ’dan sonra muazzam bir uygarlığa kapılarını açar. Ne var ki İskoçya’nın
siyasi tarihi söz konusu olduğunda araştırmalar çoğunlukla 1707 sonrasına odaklanır.
1707 yılına dek İskoçya Krallığı bağımsız bir ülkeydi ve kendi yasama organı mevcuttu.
İngiltere ile İskoçya krallıkları arasında kabul edilen ve siyasi birlik sağlayan 1707 Birleşme
Yasası’yla Büyük Britanya Parlamentosu oluşturulmuştu. Westminster Sarayı’nın evsahipliği yaptığı bu parlamentonun kurulmasıyla, İskoçya tam 292 yıl yasama organı ve kendi
parlamentosu olmadan Londra’dan yönetildi.
Ülkenin siyasi tarihinde İskoçya Ulusal Partisi’nin doğduğu 1970 yılı bir dönüm noktası
oldu. Bağımsız bir İskoçya Parlamentosu’nun oluşturulmasına dair seslerin yükseldiği bu
dönemden sonra eski Kraliyet Lisesi kullanılmış, hatta binaya Yeni Parlamento adı verilmiş, ne var ki zamanla tüm meclis üyelerini barındıracak kapasitede olmadığı görülmüştü.
Parlamento sonraları Eski Şehir ile Yeni Şehir’i birbirine bağlayan yapay tepe The Mound
üzerindeki İskoç Presbiteryen Kilisesi’nde toplandı.
İskoçya’da 11 Eylül 1997’de yapılan referandumla doğrudan seçilecek ve içişlerinde
özerk olacak bir parlamentonun kurulmasına yönelik karar çıktı. Çok geçmeden, İskoçya
Parlamentosu’na evsahipliği yapacak yeni bir binanın inşa edilmesi düşüncesi doğdu. Öncelikle binanın yapılacağı yerin belirlenmesinin ardından ülke çapında bir mimari tasarım
yarışması düzenlendi. İki aşamalı yarışmada finale kalan ve halkın beğenisine sunulan beş
projeden Enric Miralles’e ait olan birinci seçildi. Yapımına 1999 yılında başlanan parlamento
binasının resmî açılışı 2004’te Kraliçe Elizabeth tarafından gerçekleştirildi.
İskoçya Parlamentosu projenin başlangıcından inşanın tamamlanmasına dek büyük
tartışmalara da sahne oldu. Zira başlarda binanın yapılacağı yerin seçimi, mimarın İskoç
değil İspanyol olması, dizayn, hatta inşaat şirketi hem siyasetçiler, hem gazeteciler, hem de
halk tarafından sertçe eleştiriliyordu. Buna rağmen yapı zamanla akademik çevrelerden
olumlu görüşler aldı, hatta pek çok ödülün sahibi oldu.
17. yüzyıla tarihlenen ve İskoçya’nın o döneme ait birinci sınıf kültür varlıkları arasında yer alan Queensberry Konutu, parlamentonun
yapıldığı arazide bulunması dolayısıyla yenilenerek yapı kompleksine dahil edilmiş.
Kasım 2014
31
Metaforların ve ince detayların parlamentosu
Parlamento kompleksinin içinde ve dışında pek çok yerde
taşa işlenerek duvarlara yerleştirilmiş özlü sözler yer alıyor.
Özellikle Canongate duvarı, üzerinde bulunan ve İskoçya’nın
çeşitli yerlerinden çıkarılmış taşlara kazınan yirmi altı alıntıyla dikkat çekiyor.
Kasım 2014
Mimar Enric Miralles’in projesi, ülkenin ulusal kimliğini yansıtan bir parlamento
binası öngörür. Amaç, Edinburg’da yer alsa da yapının tüm İskoçya’ya ait olması,
bulunduğu toprakların özelliklerini tümüyle temsil etmesi, adeta bölgede yaşayan
insanlarla bir diyalog kurmasıdır. Mimarın böyle şiirsel bir karakteristiğe büründürdüğü İskoçya Parlamentosu, sonuçta doğa ile İskoç halkı arasındaki bağı
simgeleyen, çevredeki engebeli manzarayla uyum sağlayan bir yapı olur. Bahçe
Lobi’nin çatısındaki yaprak motifli pencereler ile günışığından faydalanılmasını
sağlayan ve Holyrood Parkı’nı, Arthur’s Seat adı verilen tepeyi, Salisbury kayalıklarını gören geniş pencereler bu niyetin ürünüdür. Binanın içinde, çevreyle uyum
sağlanabilmesi için gnays, granit gibi İskoç taşları ve mobilyalarda meşe ile çınar
ağaçları kullanılmıştır.
İskoçya Parlamentosu esasında bir yapılar kompleksinden oluşuyor ve birden
fazla mimari tarzı yansıtıyor. Güneydoğu tarafını kaplayan sarmaşık ve çimenlerle
parlamento üyeleri için dingin ve doğal bir atmosfer sunan kampüsü İskoçya’ya
özgü çiçekler ve bitkiler süslüyor. Parlamentonun bahçesi, İskoçya’nın geleneksel
park ve bahçelerinden esinlenerek tasarlanmış ve aslında binanın modern mimarisiyle kontrast oluşturması amaçlanmış. Çalı çitlerle çevrelenen bahçede meşe, üvez,
misket limonu, vişne, elma ve armut ağaçları ile yer fesleğeni, lavanta, biberiye,
kekik, adaçayı gibi bitkilerin yetiştirildiği küçük bir kısım bulunuyor. Bahçe ayrıca
içinde bulunan patikalar, bisiklet yolları, agora benzeri bir meydan ve göletlerle
muazzam bir dinlence ortamı sağlıyor.
Adını, yanında bulunduğu bahçeden alan Bahçe Lobi kısmı parlamento binasının tam ortasında yer alıyor ve komisyon odaları, parlamento üyelerinin odalarının
bulunduğu “kule binalar”, idari birimler ile meclis salonunu birbirine bağlıyor.
Bahçe Lobi, televizyon söyleşilerinin yanı sıra resmî etkinliklerin gerçekleştiği ve
milletvekilleri ile diğer parlamento çalışanlarının bir araya geldiği bir ortam teşkil
ediyor. Tavanında bulunan yaprak şeklindeki on iki pencereden günışığı alan lobi
ve buradan meclis salonuna ilerleyen merdivenler modern mimarinin en dikkat
çekici örneklerinden sayılıyor. Parlamento kompleksinin milletvekili odalarını
Kasım 2014
barındıran kule binaları yalnızca yükseklikleriyle değil, aynı zamanda ilginç
pencereleriyle göze çarpıyor. İskoç mimarisinin bir ögesi olan basamaklı üçgen
tepelik ile yaprak motifleri sentezlenerek süslenen pencereler yapı kompleksinin
batı tarafını özellikle görülesi kılıyor.
İskoçya kültürüne dair ögeler bina içinde çokça işlenmiş. Sör Henry Raeburn’e ait
“Buz Pateni Yapan Başkan” tablosu ise demokratik tartışmalardaki denge unsurunu
anlatan bir metafor veya mimar Miralles’in binayı tasarlarken adeta buzda dans ettiği
analojisiyle yorumlanıyor. Meclis salonunun hemen altında bulunan büyük salonda
çeşitli şekillerde stilize edilmiş İskoçya bayrakları yer alıyor. Burada mimar başka bir
metafora başvurarak başbakana, gücünü üzerinde bulunduğu halktan aldığını hatırlatmayı amaçlamış. Salonun yerini kaplayan halı da yine Enric Miralles imzası taşıyor.
İskoçya Parlamentosu’nun meclis salonu at nalı şeklinde oturma planına sahip. Bu
plana göre başbakan ve iktidar partisi ortada, muhalefet ise yanlarda bulunan koltuklara konumlanıyor. Avrupa’daki diğer parlamentolara benzeyen bu oturma planı,
iktidar ile muhalefetin karşı karşıya oturduğu İngiliz Parlamentosu’ndan farklılaşıyor.
Meclis salonunun en ilgi çekici unsurunu tavan oluşturuyor. Lamine ahşap parçaların
çelik kirişlerle desteklendiği tavan gündüz günışığından yararlanılmasını sağlıyor,
gece süzülen ışık ise doğrudan başbakanın koltuğuna yansıyor ve buranın asla boş
Kasım 2014
“Buz Pateni Yapan Başkan” tablosu
İskoçya
Parlamentosu, özel
olarak yapılmış
parçalardan
yabancı delegelerin
sunduğu hediyelere,
tablolardan
heykellere oldukça
geniş çaplı bir sanat
seçkisi barındırıyor.
olmadığı izlenimi uyandırıyor. Elektronik oylama cihazları gibi her parlamentoda
mevcut olan şeylerin yanı sıra İskoçya Parlamentosu’nun meclis salonu pek çok ince
sanatsal detay içeriyor.
İskoçya Parlamentosu, özel olarak yapılmış parçalardan yabancı delegelerin sunduğu
hediyelere, tablolardan heykellere oldukça geniş çaplı bir sanat seçkisi barındırıyor.
Yapının bu özelliği, Miralles’in ülkenin doğasını, topraklarını ve insanını betimleme
arzusundan kaynaklanıyor. Mimarın bu hassaslığı söz konusu eserlerin, dekorda
kullanılan fotoğrafların, mobilyaların ve duvarlara yerleştirilen alıntıların seçimi için
özel bir komisyon oluşturulmasını sağlamış.
Yapının büyük salonu ayırt edici pek çok özelliğe, soyut betimlemelere ve ilgi çekici
heykellere sahip. Parlamentonun açılışında Kraliçe tarafından takdim edilen ve iç içe
geçmiş taç, asa ile kılıçtan oluşan İskoçya Onur Nişanı’nı betimleyen altın kaplama
heykelciğin, bu eserlerin en gözdesi olduğu söylenebilir. Kraliçe tarafından armağan
edilen diğer önemli parça ise camekan içinde korunan bir gürz. Üzerinde bilgelik,
merhamet, adalet ve dürüstlük yazan gürz, meclis toplandığı zaman hem resmî hem
de seremonik bir rol oynuyor. Büyük salonda aynı zamanda parlamentonun tarihini,
işleyişini ve binanın özelliklerini gösteren metinler ile görsel ögelerin sunulduğu halka
açık bir sergi bulunuyor.
Kasım 2014
İrfan Gürpınar:
Siyaset eğitimi almanın
en iyi yolu parti
örgütlerinde çalışmaktır
Röportaj ve Fotoğraflar: Songül Baş
1987-1999 yılları arasında
milletvekilliği yapan
Turizm eski Bakanı İrfan
Gürpınar, iktidar ve
muhalefet partileri arasında
güçlü bir diyalog olması
gerektiğini belirterek,
“Geçmişte siyasi partiler
demokrasi açısından
çok güzel örnekler verdi.
Bugün de iyi ilişkiler
yürütülmesine özen
gösterilmesi gerektiğini
düşünüyorum” diyor.
Kasım 2014
Ç
ağlar boyu nice medeniyete kucak açan Anadolu, tarihî ve kültürel
değerlerinin yanı sıra eşsiz güzellikteki doğasıyla tüm dünyanın
ilgisini çekiyor. Her yıl milyonlarca turist ülkemizi ziyaret ederek geçmişten bugüne uzanan keyifli bir yolculuğa çıkıyor. “Bacasız sanayi”
olarak nitelendirilen turizm, ülkemiz için büyük önem taşıyor. Turizm
sektörünün yıllar içinde giderek gelişmesinde bu alana yönelik politikalar
üreten siyasetçilerin de önemli payı bulunuyor. Bu siyasetçiler arasında
1995 ve 1996 yıllarında Turizm Bakanlığı yapan İrfan Gürpınar da yer
alıyor. Bakanlığı döneminde hayata geçirdiği projelerle turizme canlılık
kazandıran Gürpınar, bu ayki röportaj konuklarımız arasında bulunuyor.
İrfan Gürpınar ile 55 yıllık siyaset yolculuğunu, bakanlık dönemini ve
ülke gündemindeki konuları konuştuk.
İrfan Gürpınar 1943 Kırklareli doğumlu. Dünyaya gözlerini açtığı bu
tarihî kent, Gürpınar’ın hayatının her aşamasında büyük önem taşıyor.
İlk, orta ve lise eğitimini Kırklareli’de tamamlayan, ardından İstanbul
Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren İrfan Gürpınar, siyaset yolculuğunun nasıl başladığını şu sözlerle anlatıyor: “1960 öncesinde Kıbrıs’la
ilgili olarak ‘Ya Taksim Ya Ölüm’ mitingleri düzenleniyordu. Kırklareli’de
Röportaj
de on binlerce kişinin katıldığı bir miting yapıldı. O zaman
lise talebesiydim. Mitingde gençlik adına hazırlanan bildiriyi
okudum. Bu çok hoşuma gitti. Yürüyüş sırasında okul müdürü yanıma geldi, ‘İnsanlar çok sessiz ilerliyor, sen öncülük et
de slogan atsınlar’ dedi. Bunun üzerine mitinge katılanlara
‘Ya Taksim Ya Ölüm’ gibi birkaç slogan attırdım. O günden
sonra Kırklareli’de adeta siyasi bir lider durumuna geldim.”
İrfan Gürpınar’ın siyasete ilgisi üniversite yıllarında artarak devam ediyor. Ülkenin 1960 ihtilali sonrasını yaşadığı
dönemde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuyan
Gürpınar, “1961 yılında üniversiteye girdim. O zamanlar
siyasetle ilgilenmeyen üniversite talebesi yok denecek kadar
azdı. Ben ve arkadaşlarım da ülke meselelerine kafa yoruyor,
devamlı siyaset konuşuyorduk. 1962 yılında Cumhuriyet
Halk Partisi Kırklareli İl Kongresi yapıldı. O kongrede İl
Sekreteri seçildim. Üniversite ikinci sınıftayken üstlendiğim
bu görev on beş yıl devam etti. O süreçte Hukuk Fakültesi’ni
bitirip Kırklareli’de avukatlık yapmaya başladım. 1976 yılında Kırklareli’de belediye başkanlığı için ara seçim yapıldı.
Belediye başkan adayı olmam yönünde teklif geldi, ama
kabul etmedim. İl Başkanımızı aday yaptık, ben de onun
yerine İl Başkanı oldum. Bu görevim 1980 ihtilaline kadar
devam etti” diyor.
İrfan Gürpınar, 12 Eylül’le birlikte gelen yasaklı yıllarda
aktif siyasete mecburi ara veriyor. 1983’te siyasi faaliyetlere
yeniden izin verilmesi üzerine Sosyal Demokrasi Partisi’nin
(SODEP) kuruluş çalışmalarına katılan Gürpınar, Kırklareli
“Önceden
turizm
denince akla
sadece deniz,
kum ve güneş
geliyordu.
Bakanlığım
döneminde
kültür
turizminden
inanç
turizmine, yayla
turizminden
kongre
turizmine
kadar pek çok
alanda çalışma
gerçekleştirdik.”
İl Başkanı oluyor. 1985 yılına gelindiğinde SODEP ve Halkçı Parti’nin
birleşmesiyle Sosyaldemokrat Halkçı
Parti (SHP) kuruluyor. Siyaset yolculuğunu SHP çatısı altında sürdüren
Gürpınar, 1987’de bu partiden Kırklareli milletvekili seçiliyor. Tecrübeli
siyasetçi, 1991 ve 1995’teki seçimlerin
ardından da Meclis’te yer alarak üç
dönem milletvekilliği yapıyor. İrfan
Gürpınar’ın siyaset hayatında 1992
yılı önemli bir yer tutuyor. Gürpınar, 9
Eylül 1992 tarihinde Cumhuriyet Halk
Partisi’nin yeniden açılması üzerine
siyaset çalışmalarına CHP’de devam
ediyor.
“Turizmi dört mevsim,
on iki aya yaydık”
Tecrübeli siyasetçi ile sohbet ederken
bakanlık yıllarıyla ilgili ayrı bir parantez açıyoruz. 1995 ve 1996 yılları
arasında kurulan 50’nci ve 52’nci hükümetlerde Turizm Bakanlığı yapan
Gürpınar, o yıllara ilişkin şu değerlendirmelerde bulunuyor: “1995 yılının
mart ayında bakanlık görevini üstlendiğimde turizm sezonunun açılışı için
hazırlık yapılıyordu. O zamanlar turizm sezonu nisan ayında başlıyor, kasımda sona eriyordu. Açılış töreni için
Antalya’ya gittik. Bir de baktım ki biz
daha sezonu açmamışız, ama her yer
turist kaynıyor. Bunun üzerine bir politika değişikliği yapılması gerektiğini
düşündüm. Açılış törenindeki konuşmamda ‘Bugün turizm sezonunun açılışını son kez yapıyoruz. Bundan sonra
‘Dört Mevsim, On İki Ay, Bütün Türkiye’ sloganını benimseyerek turizmde
sezon anlayışını ortadan kaldıracağız’
dedim. Bu politika değişikliği büyük
yankı uyandırdı. Antalya’da otel sahipleriyle toplantı yaptım ve ‘Nisan ayında
oteli açıyor, kasımda kapatıyorsunuz.
Sizce bu doğru bir uygulama mı?’ diye
sordum. ‘Efendim, biz de bu durumdan
Kasım 2014
37
38
Röportaj
“Kapadokya’da havada nikah kıydık”
İrfan Gürpınar, ülkemizin tarihî, kültürel ve doğal güzellikleri
arasında Kapadokya’yı ayrı bir yere koyuyor. Gürpınar, “Müthiş bir
yer” dediği Kapadokya ile ilgili şu ilginç anısını paylaşıyor: “Kapadokya denince akla ilk gelenlerden biri balon turudur. Bakan
olduğum dönemde Kapadokya’da sadece bir balon şirketi ve iki
tane balon vardı. Şu anda bu sayı kırk iki şirket, yüz altmış balona
ulaşmış. Bakanlığım döneminde Kapadokya’da balonda bir çiftin
nikahını kıydık. Ben de nikah şahidi oldum. Bu olay büyük yankı
uyandırdı. Havada nikah kıyılması sadece ülkemizde değil, dünya
basınında da haber oldu.”
şikayetçiyiz, ama yapabileceğimiz bir şey yok’ dediler. Bunun
üzerine otellerin kasımdan sonra da açık olması için ısıtma,
elektrik gibi çeşitli harcamalarla ilgili teşvikler vereceğimizi
söyledim. Bu da büyük ilgi gördü ve o dönemden itibaren
oteller yaz-kış açık olmaya başladı. Turizmde sezon anlayışını
ortadan kaldırırken turizmin çeşitlendirilmesine de önem
verdik. O yıllarda turizm denince akla sadece deniz, kum ve
güneş geliyordu. Bakanlığım döneminde kültür turizminden
inanç turizmine, yayla turizminden yat, kayak, kongre ve
köy turizmine kadar pek çok alanda çalışma gerçekleştirdik.
Ülkemizin turizm potansiyeline örnek olması açısından aynı
gün Sarıkamış’ta kayak yaptım, Antalya’da denize girdim. O
Kasım 2014
dönemde ülkemize gelen turist sayısı dört milyondu. Başbakan Tansu Çiller, ‘Sayın Bakan, turist sayısını beş milyonun
üzerine çıkar, dile benden ne dilersen’ dedi. Yaptığımız
çalışmalar sonucunda biz bunu başardık. Tabii yıllar içinde
ülkemiz turizmde çok ilerleme kaydetti. Bugün turist sayısı
otuz altı milyonu geçti. Bu noktaya gelinmesinde bugüne
kadar görev yapmış tüm Turizm Bakanları ve turizm yöneticilerinin büyük katkısı vardır. Bakanlığın çalışmalarıyla
turizmin gelişmesi için gerekli altyapı hazırlanmıştır. Ülkemizde turizm sektörü çok dinamiktir. Elde edilen başarılarda
sektörün de payı büyüktür.”
İrfan Gürpınar, bakanlığı döneminde sağlık turizmine
büyük önem verdiğini belirtiyor. Ülkemizin termal su kaynakları açısından zengin olduğunu ifade eden Gürpınar,
pek çok ülkeden hastaların şifa bulmak amacıyla Türkiye’ye
geldiğini anımsatıyor. Ülkemizde çok başarılı ameliyatlar
gerçekleştirildiğini de kaydeden Gürpınar, “Sağlık turizmini
çok daha ileri noktalara taşıyabiliriz” diyor. Tecrübeli siyasetçi, bakanlık yıllarını konuşurken İstanbul’a özel bir yer
ayırıyor. İstanbul’un turizm açısından ne denli önemli ve
değerli olduğunu vurgulayan İrfan Gürpınar, “Bakanlığım
zamanında İstanbul’a gelen turist sayısı yılda yedi yüz bin
civarındaydı, bugün sekiz milyona ulaşmış durumda. Bana
göre bu rakam yeterli değil. Çünkü İstanbul, dünyadaki
rakipleri gibi yılda yirmi-yirmi beş milyon turist ağırlayabilecek potansiyele sahip. Bakanlığım döneminde İstanbul’la
ilgili projeler geliştirdim, ama maalesef görev sürem onları
uygulamaya yetmedi. Bugün bakanlık görevini yeniden
üstlensem ‘İki Kıta, Bir Şehir’ sloganıyla İstanbul’a özel bir
çalışma yaparım. Bu şehrimizin tarihî ve kültürel değerlerini,
doğal güzelliklerini, eğlence ve alışveriş merkezlerini ayrı
ayrı ele alır, her birinin tanıtımıyla ilgili kapsamlı projeler
geliştiririm” diyor. Gürpınar, Kız Kulesi’nin bakanlığı döneminde turizme kazandırıldığını anımsatıyor.
“Günümüzde siyasi partiler
arasında diyalog eksikliği var”
İrfan Gürpınar’ın bakanlık yılları koalisyon hükümetleri
(DYP-SHP ve DYP-CHP) dönemine denk geliyor. Tecrübeli siyasetçi, “Milletvekili seçildiğim 1987 yılında iktidarda Anavatan Partisi vardı, rahmetli Turgut Özal başbakandı. O yıllarda
iktidar partisi de, muhalefet partileri de çok kuvvetliydi. İktidar ile muhalefet arasında siyaset ve demokrasi açısından çok
güzel örneklerin verildiği bir ilişki söz konusuydu. İktidar,
muhalefetle devamlı diyalog kurma ihtiyacı hissederdi. Bir
kanun çıkarılacağı zaman muhalefetin de görüşüne başvurulurdu. Bugün iktidar ve muhalefet arasındaki ilişkilerde bir
Röportaj
“Siyaset
eğitimi
almış olmak
bir milletvekili
için büyük önem
taşıyor. Bu
eğitimi almanın
en güzel yolu
parti örgütlerinde
çalışmaktır.
Bu faaliyetler
sırasında
edinilen tecrübe
milletvekilliği
döneminde
kişiye büyük
fayda sağlar.”
eksiklik olduğunu görüyorum. İktidar
partisi, muhalefetle diyalog kurma konusuna daha fazla önem vermelidir. Bir
kanun çıkarılırken muhalefetin görüş
bildirmesi için zaman ve imkan tanınmalıdır. Günümüzde Torba Kanun diye
bir şey var, biz böyle bir kanun şeklini
daha önce hiç görmedik. Başka başka
alanlara ilişkin düzenlemeler Torba
Kanun’a konulup kabul ediliyor, kimse de buna müdahalede bulunamıyor.
Bana göre AKP hükümetleri ekonomik
istikrar bakımından güzel işler yaptı,
ama demokrasiyi tesis etme konusunda
aynı başarıyı gösteremedi” yorumunu
yapıyor. Hem tek parti iktidarının hem
de koalisyon hükümetinin olumlu ve
olumsuz yanları olduğuna işaret eden
Gürpınar, “Koalisyon hükümetleri
döneminde uzlaşı ve denge arayışı
daha fazla dikkate alınıyor, ama ülkenin ihtiyaç duyduğu radikal tedbirleri
uygulamak pek mümkün olmuyor. Bu,
hem koalisyon ortağı partilerin farklı
görüşlere sahip olmasından hem de
Meclis’te yeterli sayısal çoğunluğa ula-
şılamamasından kaynaklanıyor. Güçlü bir tek parti iktidarı
radikal tedbirler alma konusunda daha rahat hareket ediyor,
ama bunun da dozunu kaçırmamak, muhalefetin görüşlerine
başvurmayı ihmal etmemek gerekiyor” diye konuşuyor.
İrfan Gürpınar, siyasette farklı görüşlerin dile getirilmesinin demokrasinin bir gereği olduğunu ifade ediyor. Eleştiri
yapılırken üsluba dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayan
Gürpınar, bu konuda merhum Turgut Özal’la ilgili bir anısını
şöyle anlatıyor: “Meclis’te Başbakanlık bütçesi hakkında konuşma yapmak üzere kürsüye çıktım. O dönemde Başbakanlık için özel uçak alınması gündemdeydi. Sayın Başbakanım,
duydum ki özel uçak alıyormuşsunuz; ATA uçağı… Tabii
alabilirsiniz, ama bir şeye dikkat edin, deposu büyük olsun ki
buradan Amerika’ya kadar direkt uçabilsin dedim. Bu konuşmam gazetelerde haber oldu, hakkında köşe yazıları yazıldı.
Konuşmamın üzerinden üç-dört ay geçtikten sonra Meclis
koridorunda Sayın Özal’la karşılaştık. Bana ‘Sayın Gürpınar,
o uçağa seni de alacağım, beraber Amerika’ya gideceğiz’ dedi.
Karşılıklı tebessüm ettik. Meclis’te eleştiriler dile getirilir,
ama kırıcı olmamaya özen gösterilirdi.”
“Siyasete girmekten hiç
pişmanlık duymadım”
İrfan Gürpınar, siyasette yer almaktan hiç pişmanlık duymadığını belirtiyor. Bugün emekli bir milletvekili ve Türk
Parlamenterler Vakfı 2. Başkanı olarak siyaseti yakından
takip ettiğini belirten Gürpınar, “Size göre siyasetin olmazsa
olmazları nelerdir?” diye sorduğumuzda şu yanıtı veriyor: “17
sene İl Sekreterliği ve İl Başkanlığı yaptıktan sonra milletvekili seçilmiş, bakanlık yapmış biriyim. Tecrübeme dayanarak
şunu ifade etmek istiyorum: Siyaset eğitimi almış olmak bir
milletvekili için büyük önem taşıyor. Bu eğitimi almanın en
güzel yolu parti örgütlerinde çalışmaktır. Bu faaliyetler sırasında edinilen tecrübe milletvekilliği döneminde kişiye büyük
fayda sağlar. Öte yandan milletvekili adayları belirlenirken
ön seçim yapılması önem taşıyor. Maalesef siyasi partiler
yıllardır bu konuyu ihmal ediyor.”
Sohbetimiz sırasında tecrübeli siyasetçiye “Sizce bugün
ülkemizdeki en önemli gündem maddesi nedir?” diye soruyoruz. “Çözüm süreci” yanıtını veren İrfan Gürpınar, sözlerini
şöyle sürdürüyor: “Çözüm sürecinin ne olduğunu hiçbirimiz
tam olarak bilmiyoruz. Hükümetin bu konuda en başta muhalefeti bilgilendirmesi gerekiyor. Akil adamlarla toplantılar
yapan hükümet, neden muhalefete ‘Gel, bu konuyu konuşalım’ demiyor? Çözüm süreci sağlıklı bir sonuca ulaşmadan
Türkiye’nin huzura kavuşması mümkün görünmüyor.”
Kasım 2014
39
ANKARA
ETNOGRAFYA MÜZESİ
Millî kültürün aynası
Onlarca tanımı olsa da sanatı en iyi “millî kültürün sacayağı”
ifadesi niteliyor. Ortaya çıkışı on binlerce yıl öncesine uzanan
sanat, pek çok uygarlığa evsahipliği yapmış Anadolu’da daha
çeşitli, daha gösterişli. Selçuklulardan günümüze sanata dair
en güzel örnekler Etnografya Müzesi’nde sergileniyor.
Gökçe Doru
ETNOGRAFYA
Kasım 2014
A
Müzeler
A
nkara Etnografya Müzesi, Namazgâh adı ile anılan bir bölgede yer
alıyor. Eskiden halk burada kayaların
üzerine üç sıra taştan örülmüş bir
namazgâhta bayram namazı kılarmış.
Bölge, Millî Mücadele yıllarında da
önemli merasimlere sahne olmuş.
Müzenin bulunduğu tepe, 1925 yılında
Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından
Millî Eğitim Bakanlığı’na bağışlanıyor.
Müzede yer alan ilk koleksiyonlar, sanat
ve mimarlık tarihi, şehircilik gibi kavramlarla Türkiye’yi tanıştıran Prof. Dr.
Celal Esad Arseven ve daha sonra dönemin İstanbul Müzeleri Müdürü Halil
Ethem’in başkanlık yaptığı komisyon
vasıtasıyla oluşturuluyor. Komisyonun
Anadolu’nun çeşitli yerlerinden satın
aldığı ve topladığı 1250 eserin teşhirine 1927 yılında başlanıyor. Müzenin
halka açılması ise 18 Temmuz 1930’da
gerçekleşiyor.
Etnografya Müzesi, millî tarihimize
dair sunduğu birbirinden önemli eserlerin yanı sıra bina olarak da ayrı bir değer taşıyor. Müze binası için hazırlanan
şartnamede “Müzeye konulacak eşya
ve eserlerin çoğu dinî ve millî eserler
olduğundan, bu binanın da içindekilere
uygun olması ve eski Türk mimarisinden alınan ilham ve etkilere haiz
olması” şeklinde bir madde yer alıyor.
Buna göre Cumhuriyet’in ilk mimarlarından, Alexandre Vallaury’nin öğrencisi Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından
tasarlanan bina Etnografya Müzesi için
uygun görülüyor. Zira bu tasarım Türk
mimarisine ait özelliklerin tamamını
barındırıyor. Müze binası ayrıca, müze
olarak planlanan ve kullanılan ilk devlet
müzesi olma özelliği taşıyor. Bu kadar
önemli bir müzenin temel atma töreni
de görkemli oluyor şüphesiz. İlk temel
harcını dönemin başbakanı İsmet İnönü
döküyor, Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver ise millî duyguları
kabartan güzel bir konuşma yapıyor.
Kasım 2014
41
42
Müzeler
Önceleri Ankara’da başka müze
olmadığından özellikle Alacahöyük,
Alişar, Ahlatlıbel kazılarından elde
edilen arkeolojik eserler de Etnografya
Müzesi’nde sergileniyormuş. Anadolu
Medeniyetleri Müzesi’nin faaliyete
geçmesiyle eserler oraya taşınmış.
Dikdörtgen tasarlanan kubbeli müze
binası merdivenli yüksek bir girişe
sahip. Kubbenin içi kalemişi ile süslenmiş. Yapının taş duvarları bir istiridye
kalkeri olan küfeki taşından, alınlık
kısmı üzeri oyularak süslenmiş mermerden yapılmış. Kapıdan girilince
kubbealtı holüne, oradan da iç avluya
çıkılıyor. İç avluda bulunan havuz
Atatürk’ün ölümünün ardından naaşının buraya nakledilmesi nedeniyle dışarı alınmış, avlunun üzeri kapatılmış.
Osmanlı motif lerinin hakim olduğu
süslemelerde giriş kapıları üzerinde ortada rumi ve palmet, aralarda karanfil
ve lalelerin kıvrık dallar ile girift olarak
yerleştirildiği çini panolar yer alıyor.
Yaratıcılık ve hayalgücünü
yansıtan salonlar
Müzenin birinci bölümünde Anadolu’nun çeşitli yörelerine özgü kıyafetler sergileniyor. Cansız mankenler
üzerindeki Karadeniz ve Doğu Anadolu erkek giysileri ile Ankara seymeni
ve Zeybek kıyafetleri ilgi çekiyor. Takı,
başlık, altın veya gümüşten küpe, kemer, toka, bilezik, sigara tabakası ile
süslenen mankenler ilgili yöreye ait
aksesuarları da gözler önüne seriyor.
Bu bölümün sol tarafında kına yakma
merasimi ve berber salonundaki berber
tıraşı tematik olarak betimleniyor.
İkinci bölümde el emeği göz nuru
eserler yer alıyor. İşlenmiş yatak örtüleri, çevre, peşkir, kese, çorap, hamam
takımları gibi Türk elişi sanatına ait
örnekler göz dolduruyor. Pamuk, keten,
ipek, atlas, kadife, çuha gibi kumaşlar
üzerine rengarenk iplikler, altın, gümüş
Kasım 2014
Türk
gelenek ve
göreneklerinin
betimlendiği
vitrinlerde, cansız
mankenlerin
aksesuarlarından
odadaki halı,
mangal, tablo
gibi dekoratif
ögelere kadar
pek çok ayrıntıya
yer verilmiş.
Müzeler
teller ile işlenmiş motifler, onu işleyenlerin adeta birer sanatkar olduğunu
düşündürüyor.
Türklerin halı dokumacılığını binyıllardır sürdürdüğü biliniyor. Göçebe
çadırlarında dahi yerdeki hasırın üzerine halı sererlermiş. Toba ve Göktürk
gibi büyük devletlerin tahta çıkma
törenlerinde Türk hakanlarını keçe
veya halı içine koyup kaldırırlarmış.
Üçüncü bölümde geleneksel motiflerin
en bariz olarak gözlemlendiği dokumalar; Gördes, Kula, Bergama, Yörük,
Mucur, Konya, Ladik, Uşak’ın seçkin
halı ve kilim örnekleri, Osmanlı devri
kumaşları, çatma kadifeler, bir şayak
tezgahı ile aletleri sergileniyor.
Dördüncü bölümde Anadolu bakır
işçiliğine ait pek çok örnek yer alıyor.
Bakır işçiliği ile uğraşan bir ustaya ait
Kasım 2014
43
44
Müzeler
Millî kültüre önem verilen bir
dönemde, etnografik değerlerin
teşhir edildiği bir müzenin
bu kültürün yaşatılmasında
oynayacağı büyük rol
düşünülerek Etnografya
Müzesi’nin kurulması için
hazırlıklara girişilmiştir.
dükkanın malzemelerle birlikte tematik olarak sergilendiği bir vitrin de bu bölümde
bulunuyor. Sini, kazan, tas, sahan, tepsi, ibrik, güğüm ve sefer taslarının bulunduğu salonda Anadolu’ya özgü bir yer sofrası da bardağından tahta kaşığına kadar
betimleniyor.
Müzede Anadolu geleneklerinden biri olan sünnet odası da cansız mankenlerle
tematik olarak sergileniyor. Beşinci bölümü oluşturan bu betimlemede ahşap dolaplar, kalemişi süslemeler, sünnet çocuğunun yatağı, davlumbaz ve ortada yanan
bir mangal yer alıyor.
Kasım 2014
Altıncı bölümde Türk kahvesi geleneği betimleniyor. Vitrinde porselen fincanlar, dibek, mangal, cezve, kaşık gibi
kahveye özgü aksesuarlar sergileniyor.
Çini ve cam eserlerin sergilendiği
yedinci bölümde 13. yüzyıl Selçuklu
dönemine ait pek çok eserin yanı sıra
19. yüzyıla ait Çanakkale seramikleri
Müzeler
sergileniyor. Teşhirdeki mezar taşları
içinde eski bir Şaman geleneği olarak
hayvan figürü taşıyanlar bulunduğu gibi,
yazıyla süslenmiş taşlar da yer alıyor.
Mezar taşlarının çoğu Osmanlı’nın erken
dönemlerine tarihlenmiş.
İlk Anıtkabir
ile Yıldız porselenleri de bulunuyor. Bölümde tabak, şekerlik, çeşm-i bülbül, nargile,
maşrapa gibi parçalar yer alıyor.
Sekizinci bölümde değerli bilim adamı ve yazar Besim Atalay’ın müzeye bağışladığı
eserler yer alıyor. Bu eserleri yazma kitaplar, levhalar, yazı takımları, paralar, mutfak
eşyaları, şamdan, buhurdan ve fenerler, işlemeli çekmeceler, çiniler, cam eserler, anahtar ve kilit koleksiyonu, silahlar, halı ve kilim dokuma örnekleri oluşturuyor.
Dokuzuncu bölümde yazma eserler, Osmanlı devri ferman ve beratları, nişanlar,
madalyonlar, hattatların kullandığı yazı takımları, tanınmış Türk hattatlara ait el
yazıları ile levhalar, minyatürler sergileniyor. Ayrıca hokka, zarf açacakları, kalem
kutusu gibi yazma sanatıyla ilgili aksesuarlar da yer alıyor.
Türklerde ağaç işçiliğinin Anadolu’ya göçten sonra arttığı ve geliştiği tahmin ediliyor. Hatta Selçuklular dönemine kadar Anadolu’da rastlanan ağaç eserler yok denecek
kadar azdır. Etnografya Müzesi’nin ahşap eserleri içeren onuncu bölümünde Selçuklu
ve Osmanlı sanatı şaheseri minber ve mihraplar, mezar sandukaları, kapı ve pencere
kanatları, rahleler, Selçuklu tahtı sergileniyor. Kündekarî, oyma, kazıma, kakma, tarsi,
kafes, maşrabiye, ajur yapıştırma teknikleriyle yapılmış ahşap eserler geometrik ve
bitkisel motiflerle süslenmiş.
Yazma ve basma eserler kitaplığı ile şeriyye sicillerinin korunduğu arşivde müzenin
diğer değerli parçaları bulunuyor.
Müze bahçesinde harman dövme taşı, lahit, koyun ve aslan heykelleri; çeşme,
medrese, han, cami ve mezar taşı kitabesi gibi Türk-İslam dönemine ait taş eserler
Etnografya Müzesi, ilk Anıtkabir olduğu
için de Türk milleti açısından önemli bir
müze olma özelliği taşıyor. 1938’den 10
Kasım 1953 tarihine kadar Atatürk’ün
naaşını geçici olarak muhafaza eden
müzede mesai devam etmiş, ancak
eser teşhir edilmemiş. Sadece merasim
günlerinde kabir ziyareti için açılan
Etnografya Müzesi bu süre boyunca
devlet başkanları, hükümdarlar, yerli
ve yabancı heyetler ile halk tarafından
ziyaret edilmiş. Ayrıca koleksiyonlar
özel izinle bilim adamları ile öğrencilerin araştırma ve incelemelerine sunulmuş. Atatürk’ün kabri Anıtkabir’e
nakledildikten sonra onun hatırasına
hürmeten on beş yıl boyunca yattığı yer
sembolik bir kabir şeklinde muhafaza
edilmiş, Ankara Yapı Enstitüsü öğrencileri tarafından beyaz mermer üzerine:
“Burası 10.11.1938’de sonsuzluğa ulaşan
Atatürk’ün 21.11.1938’den 10.11.1953’e
kadar yattığı yerdir” şeklinde kitabe
yazılmış. Bu salonun iki yanı ise fotoğraflarla dekore edilerek “Atatürk Köşesi”
oluşturulmuş.
Müze, önünde yer alan at üstünde
Atatürk heykeliyle de önem arz ediyor.
Heykel, 1927 yılında Millî Eğitim Bakanlığı tarafından, Taksim Cumhuriyet
Anıtı’nın da heykeltıraşı olan Pietro
Canonica’ya yaptırılıyor. Heykel kaidesi
üzerinde yer alan rölyeflerin binayla uyumu, bu rölyeflerde işlenen konu, heykel
cephesinin batıya dönük olması, Mustafa
Kemal’in ufka doğru at koşturması ve
Türk milletinin ufkunun açık olduğu
mesajını vermesiyle bu eser, Türkiye’nin
en iyi heykeli kabul ediliyor.
Kasım 2014
45
Prof. Dr. Mustafa Gül:
Siyaset
dürüst ve
ilkeli zeminde
yapılmalıdır
Söyleşi: Songül Baş
1999-2002 yılları arasındaki
TBMM 21. Dönem’de Elazığ
Milletvekili olarak görev
yapan Prof. Dr. Mustafa Gül,
“Bizim dönemimiz, siyasette
barış ve uzlaşma kültürünün
en güzel örneğidir. Bir
zamanlar siyasi çatışmalarda
birbirine silah çeken kişiler
aynı hükümette yer almış,
TBMM’deki kaynaşma
topluma da yansımıştır” diyor.
Gül, günümüzde de siyasetin
diline çok dikkat edilmesi
gerektiğinin altını çiziyor.
Kasım 2014
Siyasete girmeye nasıl karar verdiniz? Sizi bu alana yönlendiren nedenler
nelerdir?
Gençlik yıllarımdan itibaren siyasete ilgi duydum. 68 kuşağı denildiğinde herkesin aklına devrimci-solcu gençlik gelir, ama biz de bu kuşağın
milliyetçi cenahında yer alan gençlerdik. Fransa’da başlayan öğrenci
olayları Türkiye’ye de sirayet etmiş, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne
başladığım yıl boykot ve işgallerle tanışmıştık. Devrimci-solcu gençlik
çok aktifti ve çoğunluk sağlayamadığı, kendi hakimiyetinde olmayan
okullara baskınlar yaparak etkin olmaya çalışıyordu. Siyasi mücadelem
böyle başladı. Maalesef memleketimiz öğrenci olayları sonucu kanlı
ve karanlık günlere sürüklendi. Bu olaylara son vermek için yapıldığı
söylenen 12 Eylül darbesi ise yeni bir kanlı dönemin başlangıcıydı.
Tutuklamalar, işkenceler ve idamlar birbirini takip ediyordu. Mamak
Cezaevi bize komşu kapısı gibi olmuştu. Bu dönemde liderimiz merhum
Sayın Alparslan Türkeş de tutuklanmıştı. Kendisi Mevkî Hastanesi’nde
yatarken yakın görüşmelerim oldu. Sayın Türkeş beraat edip siyaset hayatına döndükten sonra da kendisiyle görüşmeye devam ettim. Vefatının
ardından düzenlenen cenaze töreni 12 Eylül’ün derbeder ettiği ülkücü
gençliğin bir araya geldiği, gücünü fark ettiği muhteşem bir miting gibiydi. O soğuk, karlı ve hüzünlü günden sonra gönülden bağlı olduğum
Söyleşi
Milliyetçi Hareket Partisi’nde artık görev almam gerektiği fikri temayüz etti.
Siyasete parlamento çatısı altında
devam etmeye karar vermemin bir başka nedeni, baba vatanı Elazığ’ın benim
için taşıdığı ehemmiyetti. Doğup büyüdüğüm toprakların çözümlenememiş
meseleleri karşısında mevcut siyasilerin
aymazlığı, insanların çaresizlikleri yakinen bildiğim, ilgilendiğim konulardı.
Yüksek Öğretim Kurulu’nda görev yaparken bir bakıma fahri milletvekili gibiydim. 1999 seçimlerinde aday oldum.
Hassasiyetlerimi bilen hemşehrilerim
beni TBMM çatısı altında siyasete devam etme şerefine ulaştırdılar.
Sizden önce ailenizde siyasetle ilgilenmiş
olanlar var mı?
Milletvekili olarak siyaset yapanlar yok,
ama siyasetle ilgilenenler var. Dedem
iyi bir Demokrat Partili ve delege idi.
Kendisi, uçak kazası geçiren Adnan
Menderes’e geçmiş olsun telgrafı çekmiş,
sırf bu yüzden 27 Mayıs darbesinde
günlerce gözaltında kalmıştı. 12 Eylül
darbesinde ise aile olarak daha vahim
olaylar yaşadık. İki erkek kardeşim
tutuklandı. Kardeşlerimin biri iki yıl,
diğeri on yıl cezaevinde kaldı ve neticede hiçbir ceza almadan beraat ettiler.
Siyaset yolculuğunuzun kilometre taşı olarak gördüğünüz olaylar nelerdir?
İlk olarak, 12 Eylül darbesinin ülkücümilliyetçi gençlik üzerinde yaptığı ağır
işkenceler, Mamak zindanları, tutuklu ailelerinin sefaletleri, idam edilen
ülküdaşlarımız, onlar için hiçbir şey
yapamamanın getirdiği ağır vicdani
sorumluluk siyasi hayatımın itici gücü
oldu.
İkinci olarak, Yüksek Öğretim Kurulu’nda Personel Dairesi Başkanlığı
görevimi ifa ederken yaşadığım bazı
sıkıntılar, şimdilerde moda olan deyimle “mobbing” uygulanması neticesinde
“Baba
vatanı
Elazığ’ın
benim için taşıdığı
ehemmiyet,
siyasete
parlamento
çatısı altında
devam etmeye
karar verme
nedenlerimden
biridir.”
YÖK Personel Dairesi Başkanlığı’ndan istifa etmek zorunda
kalmış olmam, diyebilirim.
Üçüncüsü ise gönülden bağlı olduğum Milliyetçi Hareket
Partisi’nin genel başkanlığına yakinen tanıdığım, güvendiğim
Sayın Dr. Devlet Bahçeli’nin seçilmiş olmasıdır.
Milletvekilliği döneminizdeki çalışmalarınız arasında ön plana çıkanları, özellikle üzerinde durduğunuz konuları bizimle paylaşabilir misiniz?
Milletvekilliği dönemimdeki önemli bir çalışmam, ülkemizin
kanayan yarası olan YÖK, ÖSYM, üniversitelerdeki usulsüzlükler,
yolsuzluklar ve özellikle ÖSYM’de soru çalınması ile ilgili olarak
TBMM’ye intikal eden binlerce şikayet dilekçesi neticesinde kurulan Araştırma Komisyonu’nun başkanlığına seçilmiş olmamdır.
Üniversite mensubu ve YÖK Personel Dairesi Başkanlığı görevinden gelmiş olmam hasebiyle konuya hakimiyetimin sağladığı
imkanla yedi ay süren titiz bir çalışma ile 392 sayfalık bir rapor
hazırlamıştık. Ancak dönemin siyasi konjonktürü sebebiyle
araştırma raporumuzun TBMM Genel Kurulu’na intikal etmesi
mümkün olmamış ve kadük kalmıştır.
Bir diğer çalışmam, Bayındırlık Komisyonu Başkanı iken ülkemizin ihtiyaç duyduğu 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, 4735 sayılı
Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu ve 4708 sayılı Yapı Denetim
Kanunu’nun çıkarılmasıdır.
Elazığ genelinde ise öncelikli olarak Ağın Karamağara
Köprüsü’nün temelinin atılmasıdır. Keban Barajı’nın inşasından sonra Ağın ilçemizin şehir merkezi ile karayolu bağlantısı
kalmamıştır. Ulaşım sadece feribotla sağlanmaktadır. İlçenin
ileri gelenleri yıllarca Ankara’da yetkili mercilerle görüşmelerine
rağmen bir sonuç alamamışlardır. Milletvekili seçildikten sonra
beni ziyaret ederek sıkıntılarını arz ettiler. Bayındırlık Komisyonu Başkanı olarak konuyu ele aldım ve Ağın Karamağara
Köprüsü’nün temelini attık. Ardından 2002 seçimleri yapıldı,
bize köprüyü bitirmek nasip olmadı, zaten köprü de hâlâ bitirilmedi. Halbuki orada yaşayan insanımızın, akşam saatlerinden
sonra hastalık, doğum, ölüm gibi durumlarda Elazığ merkeze
ulaşmak için hiçbir şansları bulunmamaktadır.
Türkiye’nin ilk sivil havaalanlarından biri olan Elazığ Havaalanı artık ihtiyaca cevap veremiyordu. Yine Komisyon Başkanı
olarak yaptığım girişimler sonucu havaalanının fizibilite, etüt
ve proje ihalesini sağladık. Daha sonra gelen iktidar döneminde
inşaata başlandı ve havaalanı tamamlandı.
Doğu Anadolu Bölgesi’nde Elazığ’ı sağlık merkezi yapmak üzere
çalışmalar gerçekleştirdim. Başta Elazığ Devlet Hastanesi’nin
restorasyonu ve ek bina olmak üzere, dört ilçede devlet hastanesi,
kadın doğum hastanesi, ağız diş sağlığı hastanesi, kanser erken
teşhis-tedavi merkezinin kurulmasını ve 15 sağlık ocağının faaliyete geçmesini sağladım. Doğu Anadolu’da can çekişen hayvancı-
Kasım 2014
47
48
Söyleşi
“Siyasetçi
verdiği
sözü imkanlar
ölçüsünde
tutmalı,
inandırıcı, her
hâl ve şartta
dik durmasını
bilen bir kişiliğe
sahip olmalıdır.”
lığın gelişmesi bakımından Elazığ Organize Hayvan Ürünleri Sanayi Bölgesi’ni
kurduk. Bu kadar işi ekonomik krize
rağmen başarmış olmamız önemlidir.
Meclis’te olduğunuz yıllarda ülke gündeminde pek çok önemli konu vardı. Örneğin
Marmara Depremi ve ekonomik krizler
yaşandı. Hükümette DSP-MHP-ANAP koalisyonunun yer aldığı o yıllara ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
Asrın felaketi olarak tarihe geçen Marmara Depremi, büyük bir facia ve insanlık dramını beraberinde getirdi.
Hayatını kaybedenlerin yanı sıra yüz
binlerce aile evsiz barksız kaldı. Deprem
sonrası bölgede yaptığımız incelemelerde gördüğüm manzarayı unutmam
mümkün değildir. 57’nci Hükümet kısa
sürede bütün imkanlarını seferber ederek depremzedelerin yaralarını sardı ve
ihtiyaçlarını giderdi. Kısa sürede deprem
Kasım 2014
mağdurlarının kalıcı konutlara kavuşması sağlandı. Burada
ciddi manada emekleri bulunan dönemin Bayındırlık ve Sağlık
Bakanlarını anmadan geçemeyeceğim. Bu depremle, Van ilimizde meydana gelen depremi büyüklük bakımından mukayese
etmemiz mümkün değildir. Buna rağmen Van’da insanların şikayetlerinin bitmediğini duyunca, 57’nci Hükümet’in büyük bir
ekonomik krize rağmen çok büyük iş başardığı ortaya çıkıyor.
Seçim bölgeniz Elazığ’daki ve diğer illerdeki seçmenlerle ilişkileriniz
nasıldı?
Siyasi parti ayrımı gözetmeksizin problemi olan tüm hemşehrilerime yardımcı olmaya ve onların arzularını yasal çerçevede
yerine getirmeye gayret ettim. O yıllarda Elazığ’da kanser
hastalarının sayısındaki yoğun artış sebebiyle hemşehrilerim
Ankara’ya akın ediyordu. Tedavileri, ulaşımları, konaklamaları
hususunda elimden gelen her şeyi yaptım. Biraz önce bahsettiğim kanser erken teşhis ve tedavi merkezinin kurulmasına
ilişkin gayretlerimin de sebebi budur. Şu anda parlamento
dışında olmama rağmen hâlâ insanlar sağlık ve diğer sorunları
için beni arıyorlar.
Uzun yıllar Ankara bürokrasisinde görev yapmam nedeniyle Türkiye’nin her ilinden akademisyenler ve diğer vatandaşlarımızın ziyaret ettiği bir milletvekiliydim. Bulunduğum
bankoda en kalabalık oda bana aitti. Yanlış anlaşılmasın, ama
sorduğunuz için söylüyorum, arkamdan “Mustafa Gül, Türkiye
Milletvekili” diye söylendiğini biliyorum.
Size göre siyasetin olmazsa olmazları nelerdir? Milletvekilleri hangi
temel niteliklere sahip olmalıdır?
Sayın Genel Başkanımız Devlet Bahçeli, “Önce ülkem, sonra
partim, sonra ben” diyerek siyasetin olmazsa olmazlarını
özetlemiştir. Bunun dışında siyaset dürüst ve ilkeli zeminde
yapılmalıdır. Siyaset kişiye ve yakınlarına menfaat ve rant kapısı
olmamalıdır. Bir milletvekili seçim bölgesinin her tür sorununa
hakim olmalı ve bunlara çözüm üretebilmelidir. Siyasetçi seçmenlerinden kopuk olmamalı, verdiği sözü imkanlar ölçüsünde
tutmalıdır. İnandırıcı, her hâl ve şartta dik durmasını bilen bir
kişiliğe sahip olması gerekir. Konuşma dili mülayim olmalıdır.
Ama en önemlisi dürüstlük, dürüstlük, dürüstlüktür.
Günümüzde Meclis’e baktığınızda nasıl bir tablo görüyorsunuz?
Milletvekilliği yaptığınız dönemle bugün arasında önemli farklılıklar
var mı?
Bugün iktidar partisi, muhalefetin makul ve mantıklı tekliflerini dahi kaale almayan, ben yaptım oldu zihniyeti ile hareket
eden bir tavır sergilemektedir. Bu durum zaman zaman Genel
Kurul’da çok kırıcı ve TBMM’nin kutsal çatısı altında olma-
Söyleşi
ması gereken olaylara sebep olmaktadır.
Muhalefet demokrasinin olmazsa olmazıdır. Gayet tabii eleştirisini de yapacak,
kendi düşünceleri çerçevesinde çözüm
önerilerini de sunacaktır. “Sizin aklınıza
ihtiyacımız yok” yaklaşımı doğru bir
yaklaşım değildir. İktidar, adeta muhalefeti küçümsemektedir. Bu bakış açısı
tarafların hırçınlaşmasına yol açmaktadır. Siyasetin dili ne kadar yumuşak ve
olumlu olursa, toplumdaki yansımaları
da o kadar olumlu ve bütünleştirici olur.
Ne yazık ki bugün Meclis’teki tablo
topluma yansımıştır. İnsanlarımız 1980
öncesinde olduğu gibi ayrışmışlardır. Oysaki vekil olarak bulunduğum
TBMM’nin 21’inci döneminde bu ayrışma tamamen ortadan kalkmış, bir
zamanlar siyasi çatışmalarda birbirine
silah çeken kişiler aynı hükümette yer
almış, TBMM Lojmanları’nda komşuluk
yapmış, sosyal tesislerde aileleriyle birlikte çay-kahve içmiş, yemek yemişlerdir.
Bizim dönemimiz, siyasette barış ve
uzlaşma kültürünün en güzel örneğidir.
Biz “Solcularla işbirliği yaptınız, hükümet kurdunuz” eleştirilerine aldırmadık,
çünkü TBMM’deki kaynaşma topluma
da yansıdı. Şimdi 1980 öncesinin kavga
eden insanları, niçin kavga ettiklerini
sorguluyorlar. Bundan daha güzel ne
olabilir?
Size göre günümüzde ülke gündemindeki
en önemli konular nelerdir?
Tabii ki PKK terörü; komşu ülkelerde,
özellikle de Suriye ve Irak’ta dinmeyen
iç kavgalar; çözüm bulunmayan yolsuzluklar; tükenme noktasına gelen tarım ve
hayvancılık; üretim olmadan sıcak para
girişine ve israfa dayalı ekonomi; tarım
arazilerinin korunmaması, kaybolan
yerli tohumlarımız; Türk Cumhuriyetleri ile düşük düzeyde sürdürülen ilişkiler;
eğitim sistemimizin “yapboz tahtası”
haline getirilmesi; özellikle yeni açılan
üniversitelerde giderilemeyen nitelikli
öğretim üyesi açığı; Yüksek Öğretim Kurulu’nun mevcut yapısını muhafaza etmesi
(YÖK’ün lağvedilerek üniversiteler arasında koordinasyonu sağlayan bir birime dönüştürülmesi, üniversite özerkliğinin mutlaka sağlanması görüşündeyim); deprem
öncelikli kentsel dönüşümün yaygın bir şekilde henüz gerçekleştirilmemiş olması;
kamuda bozulan iş barışı.
Milletvekilliği döneminize ilişkin unutamadığınız anılar var mı?
Düşündükçe beni hâlâ gülümseten bir hadiseyi sizinle paylaşayım: Elazığ’dan
İstanbul’a gitmek üzere hareket eden yolcu otobüsleri gece Ankara’da mola verir.
İstanbul’a yolculuk yapan sevgili hemşehrilerimden biri gece yarısı ev telefonumdan
arayarak ‘Vekilim nasılsın? Ankara’dan geçiyordum, hatırını sormak istedim’ dedi.
Bu, unutamadığım sevimli olaylardan biridir. Aklımda kalan bir başka anı ise şudur:
Bayındırlık, İskan, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu olarak bir toplantıya katılmak
üzere Londra’ya gitmiştik. İngiltere Parlamentosu’nun girişinde, güvenliği sağlayan polisler üst araması yapmaya kalkışınca toplantıyı protesto ederek otelimize dönmüştük.
Gördüğümüz muamele bizi üzmüştü ve ülkemize dönmeye karar vermiştik. Olayın
diplomatik bir krize dönüşmesi, şu anda ikisi de rahmetli olan Dışişleri Bakanı İsmail
Cem ve Turizm Bakanı Mustafa Taşar tarafından önlenmişti. Toplantı ertesi gün Avam
Kamarası Turizm Komisyonu Başkanı’nın devreye girmesiyle yapıldı.
2002 yılından beri TBMM çatısı altında yer almıyorsunuz. Siyaset dışındaki çalışmalarınız
hakkında bilgi verebilir misiniz?
Milletvekilliğim sona erdikten sonra üniversitedeki öğretim üyeliği görevine dönmedim. Zamanımı sosyal ve kültürel çalışmalara ayırdım. Millî Eğitim Vakfı’nın Yönetim
Kurulu Üyeliği’ne seçildim. Bu vakfın İzmir Güzelbahçe’de bulunan MEV Koleji’nin
kurucu temsilciliğini üstlendim. Türkiye Üniversite Sporları Federasyonu Yönetim
Kurulu Üyeliği’ne seçildim. Yurt içi ve yurt dışındaki birçok faaliyete yönetici olarak
katıldım. Türkiye Kamp ve Karavan Derneği’nde faaliyet göstermekteyim. Halen
Elazığ’ın problemleri ile meşgul olmaktayım. Seçmenlerimizin Ankara’da her daim
kapısını çaldığı bir insanım. Eşimle birlikte sık sık seyahat ederek ülkemizin ve dünyanın görülmeye değer yerlerini görmeye, değişik kültürleri tanımaya çalışıyoruz.
Kasım 2014
49
50
Dostluk Grupları
Türkiye-Gürcistan Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı
Hüseyin Şahin:
Gürcistan hem kültürel,
hem siyasi, hem de
dostluk ilişkilerimizin en
iyi yürütüldüğü ülkedir
Söyleşi: Elif Çelik
Türkiye-Gürcistan Parlamentolararası Dostluk Grubu ne zaman
kuruldu, iki ülke ilişkilerinin gelişmesinde nasıl bir rol oynuyor?
Türkiye-Gürcistan Parlamentolararası Dostluk Grubu 24.
Yasama Dönemi’nde, Kasım 2011’de kuruldu. Başkan olarak
ben ve beş AK Parti’den, iki CHP’den, bir MHP’den olmak
üzere sekiz arkadaşım birlikte görev yapıyoruz. Biz bir yerde
çok şanslıyız, çünkü ilişkilerimizin en iyi olduğu sınır komşumuz Gürcistan. Türkiye ile Gürcistan hem parlamento,
hem siyaset, hem de ekonomi alanlarında sürekli temas
halinde olan iki ülke. Kültürel alışveriş de çok iyi sirküle
oluyor, çünkü bugün Türkiye’de yaşayan pek çok Gürcü
vatandaşımız mevcut. Ben de Osmanlı-Rus Harbi sonrası
Batum’dan göç eden bir ailenin çocuğuyum. O dönemde
Müslüman Gürcüler Karadeniz şeridi boyunca yerleşmişler;
sadece Rize, Samsun, Ordu, Sinop değil, daha aşağı kesimlere, örneğin Amasya’ya, sonra İstanbul, Düzce, Tosya, Bolu,
Adapazarı, Kocaeli ve Bursa’ya kadar gelmişler. Dolayısıyla
iki millet arasında ciddi bir kültür alışverişi var. Bazı sivil
toplum kuruluşları da aktiviteler, çalışmalar yürütüyor.
Kasım 2014
Ben hem kültürel, hem siyasi, hem de dostluk ilişkilerimizin en iyi yürütüldüğü ülke Gürcistan’ın dostluk grubunun
başkanı olmam bakımından kendimi şanslı addediyorum.
Gün geçmiyor ki Gürcistan’dan bir heyet burada veya bizden bir heyet orada olmasın, sivil toplum kuruluşları çeşitli
saiklerle ziyaretlerde bulunmasın. Bunlar iki ülke arasındaki
ilişkilerin daha da artmasına ve parlamentolar düzeyinde
gelişmesine destek oluyor. Göç dalgasının ardından Müslüman Gürcülerin Türkiye’ye gelip yerleşmesiyle oluşan nüfus
ülkemizde oldukça önemli, bağdaştırıcı ve uzlaştırıcı bir role
sahip. Gürcistan hükümeti açısından da biz onların millî
birliğini ve bütünlüğünü tanıyan, kalkınmasına destek veren
komşu ülkeyiz. Yani halklar arasındaki dostluk ve akrabalık
bağlarını parlamento düzeyinde devam ettiriyoruz.
Başkanlık döneminiz süresince yürüttüğünüz çalışmalardan
bahseder misiniz?
Dostluk gruplarının başkanları ve yönetimleri belli olduktan
sonra, yani 2011 yılının sonuna doğru iktidar ve muhalefet-
Dostluk Grupları
ten toplam 21 kişi Gürcistan hükümetinin davetlisi olarak ilk ziyaretimizi
gerçekleştirmiştik. Karadeniz’e kıyısı
bulunan, özellikle Gürcistan’a komşu şehirlerimizin milletvekilleri de
vardı. Bu ilk ziyaretimizde, o dönem
Gürcistan’ın Ankara Büyükelçisi Sayın
Tariel Lebanitze de bize eşlik etmişti.
Kendisiyle daha önceden sivil toplum
kuruluşları aracılığıyla ilişkilerim vardı, o zamanlar bulunduğumuz şehrin
folklor derneğine ziyarette bulunurdu.
Bu dostluğu iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesine katkı olarak koyduk.
O ziyarette Gürcistan hükümetinin bakanları ve meclis başkanıyla görüştük,
bize son dönemlerdeki yatırımlarını
tanıttılar. Demokrasi yolunda attıkları adımları yerinde müşahede etme
şansımız oldu.
Dönemin başbakanı Mihail Saakaşvili
ile yaptığımız görüşmede Türkiye’nin
Gürcistan’a bakışını anlatan bir konuşma yapmıştım. Sayın Saakaşvili, 2010
yılından itibaren dünyanın en hızlı
büyüyen ilk 3 ekonomisi arasında yer
alan Türkiye’nin bu büyümesinin kendilerine de pozitif anlamda katkı sağladığını ifade etmişti. Saakaşvili ile 20
dakika olarak planlanan görüşmemiz
tam 1 buçuk saat sürmüştü. Tabii arada
kültürel bağ, dostluk, ortak tanıdıklar
ve ortak geçmiş var.
Elbette sonradan devlet başkanı
değişti, yeni hükümet seçildi, ama
Türkiye olarak Gürcistan’ın varlığını,
toprak bütünlüğünü tanıma temelinde
geliştirdiğimiz ilkesel anlayışımız hiç
değişmedi. Bu doğrultuda hareket
ettiğimiz için yeni devlet başkanı, bakanlar ve büyükelçiyle de çok iyi bağlar
kurduk. Ayrıca Gürcistan Parlamentosu’ndaki Türkiye Dostluk Grubu’yla
çok güzel ilişkilerimiz mevcut. Zaman
zaman bireysel olarak bile görüşüyoruz. Türkiye’ye tatile geldiklerinde
bizi arıyorlar, biz de parlamenter değil
“Türkiye ile
Gürcistan
arasında
yapılması
gereken bütün
uluslararası
anlaşmaları
yapmış
durumdayız.
Enerjide,
ulaşımda pek
çok ortak proje
yürütüyoruz,
ayrıca halen
sürdürülen
görüşmeler
de mevcut.”
turist olarak Gürcistan’ı ziyaret ettiğimizde onlar tarafından
çok iyi karşılanıyoruz. Oradaki milletvekili arkadaşlarımız
bu hoşgörü ve sempatiyi bize daima gösteriyor.
Onların oryantalist anlayışı ve misafirperverliği, ülkemizden Gürcistan’a gidenleri de derinden etkiliyor. Devasa
bir yemek kültürü, folkloru var ve bunları orada yaşıyor
olmak insanın kanını kıpır kıpır yapıyor, neticede benim
için geçmişten gelen bir bağ söz konusu. Bundan 137 sene
önce büyük büyük dedelerim orada yaşıyormuş. Lakin bir
parlamenter olarak iki ülke ilişkilerine katkı sağlamak çok
daha önemli. Ben, dünya döndükçe Gürcistan ve Türkiye’nin
dostluğu, kardeşliği, kültürel ve sosyal birlikteliği daim olsun
diye temenni ediyorum.
Türkiye ile Gürcistan arasındaki ilişkiler hangi düzeyde ve hangi
alanlarda yürütülüyor? Türkiye-Gürcistan Parlamentolararası
Dostluk Grubu’nun öncü olduğu projelerden ve önümüzdeki
dönemde hayata geçecek faaliyetlerden bahseder misiniz?
İki ülke arasında yapılması gereken bütün uluslararası anlaşmaları yapmış durumdayız. Enerjide, ulaşımda pek çok
ortak proje yürütüyoruz, ayrıca halen sürdürülen görüşmeler
de mevcut. Gürcistan ile Türkiye arasında 1,5 milyar dolara
yakın bir dış ticaret hacmi söz konusu. Bu durum tamamen
Türkiye’nin lehine, zira Gürcistan’da sanayi ve endüstriyel
üretim pek yok. Ama tarım ürünleri son derece doğal ve sağlıklı, bunlar da bize ithal oluyor. İki ülke arasında çok ciddi
enerji yatırımları da var. Türk işletmecilerimiz Gürcistan’da
yatırım yapıyor, örneğin enerji santrali ve barajlar kuruluyor. Perakende üzerine yatırım yapan müteşebbislerimiz de
bulunuyor.
Devletimizin yüz akı olarak nitelendirdiğimiz TİKA üzerinden yürütülen, hem gerçekleşmiş hem de henüz taslak
halinde olan yeni projelerimiz var. Örneğin Tiflis’te engelli
Kasım 2014
51
52
Dostluk Grupları
“İki ülke arasında her daim sivil toplum kuruluşları
ve parlamenter düzeyde ilişkiler mevcut.
Gürcistan’da ülkemize, milletimize önem veriliyor.”
çocuklara hizmet vermesi planlanan merkezin tadilat ve yenilenme sonrası açılışına
ben de katılmıştım. Orada bizden yeni destekler istediklerini söylediler, taleplerini ilettiler. Ayrıca Gürcistan içme suyu projesi, Kösalı’da köy okulu ve medrese
tadilatı, Yılmazlı’da köy okulu tadilatı, Tiflis’te Cuma Mescidi tadilatı, Batum’da
engelliler için rehabilitasyon merkezi ve yeni doğan bebek bakımevi tadilatı, Bolnisi
Belediyesi Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi tadilatı gibi çalışmalar yürütüldü, pek
çok çalıştay ve kongre gerçekleştirildi.
Yeni yatırımlar üzerine görüşmelerimiz devam ediyor. Batum’da engelli rehabilitasyon merkezi restorasyonu, Karacalar köyü içme suyu temini projesi, Katarzisi
Yaşlılar Merkezi aşevine gıda yardımı, Rene’de yerel halk ile çevredeki dokuz köy
halkına sağlık hizmeti veren, çocukların aşı olmalarını sağlayan tek ilkyardım
merkezinin tefrişatı ve tıbbi donanımı projesi devam eden çalışmalar arasında yer
alıyor. Ayrıca yetim çocuklar için bir bakımevi, ibadethane restorasyonu, Acara’da
kadın doğum hastanesi ve sağlık merkezi yapılmasını planlıyoruz. Batum’un dağlık
kısımlarındaki şehirlerde ulaşım çok zor olduğu için bu tür kurumların bölgeye
kazandırılması büyük önem taşıyor. Yeni projeleri görüşmek üzere kasım sonuna
doğru dostluk grubu olarak Gürcistan’a bir ziyaret daha gerçekleştireceğiz.
Gürcistan ile iyi ilişkilerin geliştirilmesi ve sürdürülmesi bölge siyaseti bakımından
nasıl bir önem taşıyor?
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasının ardından kurulan pek çok
devletten biri de Gürcistan’dı. Komünizm döneminde geliştirilemeyen ilişkiler, o
dönemden sonra sınırların açılmasıyla ilerlemeye başladı. Tabii en önemli husus
Gürcistan’a sadece kimliğimizle seyahat edebiliyor olmamız. Tiflis Havaalanı’nı
ortak kullanabiliyor, uçak seferleriyle sanki Türkiye’nin bir ili gibi Gürcistan’a
giriş çıkış yapabiliyoruz.
Kasım 2014
İki ülke arasında her daim sivil toplum kuruluşları ve parlamenter düzeyde
ilişkiler mevcut. Gürcistan’da ülkemize,
milletimize önem veriliyor. Bizi batıya
açılan kapıları olarak görüyorlar adeta.
Avrupa Birliği, NATO, Birleşmiş Milletler nezdinde bizden daima destek
istiyorlar. Gürcistan, en yakın komşumuz ve müttefikimizdir, öyle olmaya
da devam edecektir. Pek çok Gürcü
vatandaşı Türkiye’de çalışıyor, özellikle
evde bakım konusunda ciddi çalışmalar
var. Çalışma Bakanlığı da onlara pek
çok kolaylık sağlıyor. Tüm bunların
ortaya çıkmasında ve gelişmesinde
tarihî bağlar fayda sağlıyor. Özellikle
Müslüman Gürcülerin yaşadığı Acara
Özerk Cumhuriyeti bölgesinde Osmanlı Devleti’nden miras bir birikim
söz konusu. O dönemde Gürcü paşalar,
sadrazamlar devlette görev yapmışlar
ve Osmanlı’ya yadsınamayacak katkılar sağlamışlar. Yani ortak bir geçmiş,
akrabalık ve miras söz konusu. Elbette
biz sadece parlamentolar arasında bir
ilişki kuruyoruz. Bu bağlamda bütün
kamu yetkililerine teşekkür ediyorum,
zira kolektif bir durum söz konusu.
Piramidin tabanı ne kadar genişlerse
sürdürülebilirlik o kadar uzun olur.
Özellikle 2015’e, yani Ermeni olaylarının 100’üncü yılına yaklaştığımız şu
dönemde Gürcistan en büyük destekçilerimiz arasında bulunuyor. Ülkemizin
yanında yer alıyor, tarihî kayıtların
ve olayların tarihçiler tarafından ele
alınması gerektiğini dile getiriyor ve
soykırım diye bir şeyin olmadığını
savunuyorlar. Bu, bölge siyasetinde de
etkili oluyor tabii, ancak bunu sürdürülebilir hale getirmek çok daha önemlidir ve tüm çalışmalarımız da bunu
sağlamak içindir. Gürcistan ile Türkiye
arasındaki iyi ilişkiler inşallah artarak
devam edecektir.
53
Köy Öğretmenleri
Tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü kutlu olsun.
I
Yurdumuz uçsuz bucaksız,
Gökte yıldız kadar köylerimiz var.
Ama uzak, ama harap, ama garipsi…
Alın benim gönlümden de o kadar.
Uzak köylerimizde kuşlar gibi
Her sabah çocuklar size uçar.
Ama küçük, ama büyüyen, ama güleç…
Alın benim gönlümden de o kadar.
Siz kara göklerin yıldızları,
Işıtın yurdumuzu sabaha kadar!
Ama düşe kalka, ama yiğit, ama umutlu…
Alın benim gönlümden de o kadar.
II
Çemişkezek’te, Patnos’ta, Malazgirt’te doğanlar!
Malazgirt’e, Çemişkezek’e, Patnos’a gitmezseniz,
Çocuklarınız öksüz kalır, yetim kalır,
Köylere ışık iletmezseniz.
Dağlara, vadilere, ovalara
Tesbihler gibi saçılmış köyler,
Rüzgara karşı bir bayrak,
Sevinçle türküsünü söyler.
Sevinçle türküsünü söyler
Bir idare lambası küçük, solgun.
En azından üçyüz pare dam
Umudu en azından üçyüz çocuğun.
Ve onlar saçları uzamış,
Çatlak ellerinde çıkınları,
Üç saat, dört saat ötelerden
Yorgundur, sessizdir akınları.
Ve onlar, yıldızlar gibi
Gözleri ışıl ışıl yananlar.
Oyuncak için değil, kağıt, kalem
Kitap için gizlice ağlayanlar.
Ve onlar aşıktan bilya,
Sopadan at yapanlar.
Kurt yavruları gibi, kuzular gibi
Dağ başlarını çınlatanlar.
........
Çemişkezek’te, Patnos’ta, Malazgirt’te doğanlar,
Bütün bunları düşünmelisiniz.
Yüce ırmaklar gibi sessiz, sürekli
Kağnılarla, arabalarla, kamyonlarla
Akıp köylere gitmelisiniz!
Yurdumuza ışık iletmelisiniz...
Cahit Külebi
Kasım 2014
Kasım 2014
55
Kalıpları reddeden yazar
HÜSEYİN
RAHMİ GÜRPINAR
Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Türk Edebiyatı’nda ayrı bir yeri bulunuyor. Herhangi
bir akımın mensubu olarak değerlendirilemeyecek kadar çok yönlü bir hikaye ve
roman yazarı olan Gürpınar, aynı zamanda gazeteci ve siyasetçi.
Çağla Taşkın
1
864 yılının 17 Ağustos’unda İstanbul Ayazpaşa’da dünyaya
gelen Hüseyin Rahmi’nin hayatla olan imtihanı çok erken
bir zamanda başlar: Üç yaşındayken annesini kaybeder. Bunun
üzerine Girit’e, burada görev yapmakta olan babasının yanına
gider. Hüseyin Rahmi, altı yaşındayken Girit’ten İstanbul’a
geri gönderilir. Çoğu kaynak bunun sebebi olarak babanın
yeni bir evlilik yapmasını gösterir. Bu yer değişikliği sonucunda Hüseyin Rahmi anneannesi ve teyzesiyle yaşamaya başlar.
Çocukluk ve ilk gençlik dönemlerini geçirdiği bu ortam,
Gürpınar’ın “kadınların dünyası”na vakıf olmasını sağlar. Bu
yılların tesiri yazarın ilerleyen yıllarda vereceği eserlerde belirli dil ve şivelere olan hakimiyeti, özellikle kadınlar arasında
yaygın olan inanış ve uygulamaları başarıyla tasvir etmesiyle
ortaya çıkacaktır.
Hüseyin Rahmi’nin hiçbir zaman düzenli bir okul hayatı olmadığını biliyoruz. Adım attığı ilk öğretim kurumundan şöyle
bahsediyor yazar: “Büyüdükten sonra bile kapısının önünden
geçerken ürpermelere tutulmaktan kendimi alamazdım.” Yine
de eğitim hayatını bir şekilde ikinci sınıfta bırakacağı Mekteb-i
Mülkiye’ye kadar devam ettirir. Bu aşamada Gürpınar’ın kurumsal eğitim deneyiminin iyileşme gösterdiğini Mülkiye’ye
ilişkin söylediklerinden anlıyoruz: “Orada Hikmet, Kimya,
Tarih-i Tabii dersleri gördüm ki kültürüme çok etkisi olmuştur.” Gürpınar’ın okulu ikinci sınıfta bırakması geçirdiği ciddi
bir hastalığa bağlanır. Hüseyin Rahmi bu noktadan sonra
artık entelektüel gelişiminin dizginlerini tamamen kendi
eline alacak, etkilendiğini söylediği Alexandre Dumas’nın
eserlerine ilaveten kendi kendine Fransızca öğrenip bu edebiyata çeviriler yapacak kadar hakim olacaktır. Gürpınar’ın
Fransız edebiyatından etkilenişi, bu edebiyatın temel taşlarından kabul edilen natüralizm ve realizmle olan yakınlığı
zaman zaman kendisinin “artık yalnızca Batı edebiyatının
etkisi altında olduğu” ve yerel edebiyatı terk ettiği şeklinde
yorumlanır. Oysa Hüseyin Rahmi kalıplara sokulamayacak ve
tek bir akımla sınırlanamayacak kadar çok yönlü bir yazardır.
Kendisinin en büyük ilham kaynakları arasında “toplum için
edebiyat” anlayışının ilk temsilcilerinden sayılabilen, topluma
okuma keyfinin ötesinde bir şey vermeyi amaçlayan Ahmed
Midhat’ı sayması da bunun bariz bir örneğidir. Gerçekten de
Kasım 2014
56
Hüseyin Rahmi, yazarlık hayatı boyunca Ahmed
Midhat’ın etkisini hiçbir zaman terk etmez, tıpkı
“hocam” dediği bu edebiyatçı gibi o da dilde
sadeleşmeyi savunur, halkçılık anlayışıyla yazar.
Kendini Batı edebiyatının bir takipçisi olarak kavramsallaştırma isteğinden olsa gerek,
Hüseyin Rahmi Gürpınar biyografilerinde aynı
dönemde yazdığı Servet-i Fünuncularla mutlaka bir kıyaslama bulunur. Hüseyin Rahmi, bu
akımın en önemli isimlerinden Tevfik Fikret’i
reddetmesini şu şekilde açıklıyor: “Onların arasına girmek bir sorundu. Bir kanun içine girmek
demekti. Halbuki ben daima bağımsız ve özgür
olmak istedim.” Hüseyin Rahmi, gerçekten
de bu iki sıfatı hak eden yazarlık hayatının ilk
çalışması olarak “İstanbul’da Bir Frenk” isimli
öyküye işaret eder. Bunu, adını ilk olarak ciddi
anlamda duyurmasını sağlayan Şık romanı izler
ki Ahmed Midhat’la tanışması ve onun teşvikiyle
Tercüman-ı Hakikat’te gazeteciliğe başlaması da
bu vesileyle olur. Yazarın gazetecilikteki bir sonraki durağı en bilinen eserlerinden olan “İffet”in
tefrika edildiği İkdam ile tercüman ve muharrir
olarak çalıştığı Sabah’tır. Bu arada Mürebbiye,
Tesadüf, Nimetşinas gibi eserler vermeye devam
eden Hüseyin Rahmi’nin kaleme aldığı kitaplardan birinin sansür engeline takılması, edebiyatla
arasında geçici bir mesafe koymasına neden olur.
II. Meşrutiyet’in ilanına kadar hiçbir eser yayımlamaz, hayatını memurluk yaparak devam ettirir.
Meşrutiyet’in ilanından sonra Ahmet Rasim’le
çıkardıkları kısa ömürlü mizah dergileri Güllabi
ve Boşboğaz’la edebiyata döner.
Hüseyin Rahmi’nin yazarlık hayatında I.
Dünya Savaşı sonrası değişen tema ve konularından önce fantastik türden eserler verdiği ilginç
bir dönem var. Cadı, Kuyruklu Yıldız Altında
Bir İzdivaç, Efsuncu Baba, Dirilen İskelet gibi
romanlarını yazdığı bu dönemin kuşkusuz en
bilinen eseri, Ertem Eğilmez’in sonradan “Süt
Kardeşler” adıyla sinemaya uyarladığı Gulyabani. Hüseyin Rahmi’yi sınıflandırma çabalarını
zorlaştıran bu dönemin ardındaki dürtü aslında
batıl inançları, temelsiz inanışları mizahi bir
dille ifşa etmek ve eleştirmek, bu yolla da okuyucuya ilmî bir bakış açısı sunmaktır. Gürpınar’ın
Büyük Harp sonrasında bu isteğini muhafaza
Kasım 2014
57
Hüseyin
Rahmi
Gürpınar
toplumun
kendisinin de
idrak etmekte
zorlandığı
değişimleri
ele alır, bunu
yaparken
karakterlerini
çok geniş
bir skalada
oluşturur ve
akılcı düşünce
aşılama
gayesinden de
hiçbir zaman
vazgeçmez.
etmekle beraber savaşın yarattığı toplumsal gerçekliği daha yakından incelemeye,
yıkımın getirdiği yeni sosyal koşulları
konu edinmeye başladığını görüyoruz.
Savaş zenginleri, geçim sıkıntısı çekenler,
zamanından önce hayata atılmak zorunda
kalan genç kızlar artık Hüseyin Rahmi’nin
romanlarında merkezî bir yerdedir. Buna
ek olarak temel kavramlar üzerinden
felsefi denilebilecek tartışmalar yazarın
çalışmalarında önemli yer teşkil etmeye
başlar. Batılılaşma çabalarının istenmeyen sonuçları ve bu çabalarda izlenilen
çarpık yollar da Gürpınar’ın eserlerinde
kendine yer bulur. O artık tam anlamıyla
“sosyal faydayı amaç edinen” bir yazardır.
Toplumun kendisinin de idrak etmekte
zorlandığı değişimleri ele alır, bunu yaparken karakterlerini çok geniş bir skalada oluşturur ve akılcı düşünce aşılama
gayesinden de hiçbir zaman vazgeçmez.
Bu gayeye ulaşabilmek için de abartısız,
anlaşılır bir dil kullanılması gerektiğini
savunur. “Lisanımızda sadeliğin elzemiyet
ve ehemmiyeti cidden bilindiği gün edebiyat başlamış olacaktır” der. Gürpınar’a
göre edebiyatın bir keyif olmaktan öteye
geçip bir aydınlanma ve dönüşüm aracı
olmasının yolu budur.
Edebiyatçı olarak tanıdığımız Hüseyin Rahmi’nin siyaset hayatı neredeyse
tamamen karanlıkta kalmış bir konu.
Kendisinin 5. Dönem Kütahya Milletvekili
olarak Meclis’e girdiğini, 6. Dönem’de de
1943 yılına kadar bu görevi sürdürdüğünü biliyoruz. Kimi araştırmacılar siyaset
hayatının Gürpınar’a göre olmadığını,
kendisinin de politikaya tam anlamıyla
ısınamadığını iddia etse de iki dönem
üst üste Meclis’te olmayı seçmesi bunun
aksini gösteriyor. Ne var ki siyasi yolculuğu üzerine görüşlerini ve bu deneyimin
kendisine ne ifade ettiğini öğrenme fırsatımız yok, zira Hüseyin Rahmi Gürpınar
Meclis’ten ayrılmasından bir sene sonra,
8 Mart 1944’te çok sevdiği Heybeliada’da
hayatını kaybetti.
Kasım 2014
58
SiyasettenSivil Topluma
Kahraman Emmioğlu:
Engellilerin hiçbir
ayrımcılığa maruz kalmadan
toplumsal hayatla
bütünleşmeleri için çalışıyoruz
Söyleşi: Nehir Öztürk
TBMM 20. Dönem Gaziantep
Milletvekili Kahraman
Emmioğlu’nun Yönetim
Kurulu Başkanı olduğu
Fiziksel Engelliler Vakfı,
çok önemli çalışmalara imza
atıyor. Emmioğlu, “Engelli
vatandaşlarımızın erişim,
eğitim, istihdam ve sağlık
sorunlarını çok önemsiyor ve
bunların çözümü için projeler
geliştirip uyguluyoruz” diyor.
Kasım 2014
Engellilere yönelik çalışmalarınız ne zaman ve nasıl başladı?
1994’teki yerel seçimlerde Gaziantep Belediye Başkan Adayı iken temas
kurduğumuz engellilere yönelik dernek ilgilileri problemlerini iletmişlerdi. Doğrusu engellilerle ilgili yapılması gereken pek çok iş olduğunun o zaman farkına varmıştım. Gaziantep’te seçilememiştim, ama
İstanbul’da Recep Tayyip Erdoğan kazanınca bana İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreterliği’ni teklif etmişti. Başkan Erdoğan’ın ilk
işlerinden biri, Belediye’nin engellilerle ilgili yapması gereken işlerin
tespiti ve organizasyonun kurulması oldu. Biz de zaten buna hazırdık,
kollarımızı sıvayıp işe koyulduk. Engelliler Koordinasyon Merkezi’ni
kurduk; bir taraftan engellilerin mevcut sıkıntılarını gidermeye yönelik
çalışmalara, diğer taraftan özellikle Belediye’nin yapması gereken işleri
programlamaya başladık. Engelliler evlerinden dışarı çıkamıyordu. Bu
sebeple etrafta fazla engelli görünmüyordu. Hatta bir Batılı ziyaretçim
-belki de içinden alay ederek- “Çok şanslısınız, engelliniz pek yok”
demişti. Hepimiz biliyorduk ki istatistiklere göre bütün ülkelerde
insanların %10-12’si engellidir.
SiyasettenSivil Topluma
Engellilerle yalnız devletin, belediyelerin ilgilenmesi
elbette yetersiz kalmaktadır. Biz kısıtlı bütçe imkanları sebebiyle arzu ettiğimizin çok cüzi bir kısmını yapabilmiştik.
STK’ların, yani gönüllü kuruluşların çalışmalarının çok
önemli olacağını gördüğümüz için de Fiziksel Engelliler
Vakfı’nı kurduk.
Vakıf kuruluş amaçları doğrultusunda ne tür faaliyetler gerçekleştiriyor?
Vakfımızın kuruluş amacı, engellilerin hiçbir ayrımcılığa
maruz kalmaksızın toplumsal hayatla bütünleşmelerini
sağlamak maksadıyla hayatın her alanına ilişkin hizmetler
yapmaktır.
Vakıf olarak engelli bireylere her alanda yardımcı olmaya
çalışıyoruz. Engelli bireylerin sosyal hayata katılımlarını
sağlayıcı projeler geliştirip uyguluyoruz. İstihdam, erişim,
rehabilitasyon, spor gibi sorunlara odaklanarak kalıcı çözümler üretiyoruz. Projelerimizi hayata geçirirken İŞKUR,
AB ve Kalkınma Ajansları ile işbirlikleri yapıyoruz. Ayrıca
ayni ve nakdi yardım faaliyetleri gerçekleştiriyoruz.
2011 yılında Gaziantep’te vakfımızın temsilciliğini açtık ve
orada da aynı anlayış içerisinde hizmetlerimizi yürütüyoruz.
Vakfın “Özümüzle Üretiyoruz”, “FEV Mozaik”, “Sportif Beceri ve
Koordinasyon Eğitimi”, “Mutlu Engelli Hattı” gibi projeleriyle
ilgili bilgi verebilir misiniz?
“Özümüzle Üretiyoruz” projesi, engelli bireyleri kendi kendine yeten bağımsız bireyler haline getirmeyi hedefleyen, diğer
bir deyişle engellilere balık vermeyi değil, balık tutmayı öğ-
“Uzun
vadedeki
amaçlarımız arasında
her ilde bir
Sportif Beceri
ve Koordinasyon
(SBK) Eğitimi
merkezi açmak
yer alıyor.”
reten bir projedir. Bu proje bir yandan
engellilerin engel, eğitim, iş tecrübesi
ve diğer vasıflarına uygun iş ortamlarında istihdamlarını amaçlarken bir
yandan da 4857 sayılı yasa kapsamında
engelli istihdam yükümlülüğü bulunan
işyerlerine üretimlerine katkı sağlayacak engelli iş gücü imkanı sunmaktadır. 2005 yılında İŞKUR ortaklığında
hayata geçirdiğimiz proje, gösterdiği
başarı nedeniyle günümüze kadar
gelmiştir. Projenin sekizinci çalışma
dönemi 5 Eylül 2014’te sona ermiştir.
2005’ten bu yana işe kabulü sağlanan
engelli sayısı 3 bin 402’ye ulaşmıştır.
Gaziantep’te hayata geçirdiğimiz
“Zihinsel Engellilere Yönelik Mozaik
Eğitimi” projesinde eğitilebilir zihinsel
engelli bireyler değerlendirildi. Proje
ile zihinsel engelli bireylerin topluma
uyumlarının sağlanması, zihinsel ve
bedensel açıdan kendilerine yeterli
bireyler haline gelmelerinin desteklenmesi ve kabiliyetlerini en yararlı
şekilde kullanabilmeleri için fırsat
sunulması hedeflendi. Toplam 9 ay süren projede 33 zihinsel engelli çocuğa
mozaik eğitimi verildi.
“Sportif Beceri ve Koordinasyon
(SBK) Eğitimi”, engelli çocuklara fiziksel tıp ve rehabilitasyon programları
dışında kalan egzersizleri yaptırarak
fiziksel hareket kabiliyetlerinin artırılması amacıyla uygulanmaktadır.
Eğitim sonunda engelli çocuklar fiziksel bağımsızlıklarını ve hareket
kabiliyetlerini geliştirerek sosyal hayata katılmaktadır. İstanbul’da hayata
geçirdiğimiz ve çok olumlu sonuçlar
elde ettiğimiz projeyi Gaziantep’te
de uyguladık. Tekerlekli sandalye ile
merkezimize gelip, eğitim sonunda koşarak giden çocuklarımız oldu. Aileler
projenin yaygınlaşması için taleplerini
iletiyorlar. Bizim de uzun vadedeki
amaçlarımız arasında her ilde bir SBK
merkezi açmak yer alıyor.
Kasım 2014
59
60
SiyasettenSivil Topluma
“Mutlu Engelli Hattı”nı 2007 yılında hizmete açtık. Engelli bireylerin,
yakınlarının ve engellilik ile ilgisi
olanların engelli haklarıyla ilgili sorularını yanıtlamak için kurulmuş bir
servis. 444 6 000 numarası aranarak
bu hizmetten faydalanılabiliyor. Ayrıca
burada görev yapan görme engelli bir
avukatımız bulunuyor.
“Beyaz Kelebekler”, zihinsel engelliler için tasarladığımız bir istihdam
projesi. Bu kapsamda 37 engelli birey
8 hafta süreyle mesleki ve kişisel gelişim eğitim programına tabi tutuldu.
Eğitim sonundaki sınavda başarılı olan
23 engelli birey bir firmanın restoranlarında istihdam edilerek topluma
kazandırıldı.
Nüfusumuzun yaklaşık yüzde 12’sini
engelli vatandaşlarımız oluşturuyor.
Başta fiziksel engelliler olmak üzere bu
vatandaşlarımız en çok hangi sorunlarla
karşılaşıyor?
En başta vurgulanması gereken konu,
aslında engelli vatandaşlarımızın sorunlarının toplumun diğer fertlerinden
pek farklı olmadığıdır. Burada insanların yanlış bir algısı söz konusu. Öyle
ki her tarafta tekerlekli sandalye için
kapak toplayan vatandaşlarımız var. Bu
duyarlılığı gösterdikleri için öncelikle
teşekkür ediyoruz, ama mesele sadece
tekerlekli sandalye değil.
Burada dör t temel meseley i ele
alabiliriz: Erişim, eğitim, istihdam ve
sağlık. Bu dört meselenin ne kadar iç
içe geçmiş olduğu aşikar. Özellikle erişim, diğer üç başlıkla sıkı sıkıya bağlı.
Engelli birey sokağa çıkamadığı için
okula, işe, sağlık merkezine gidemiyor.
Toplumdan tecrit bir hayata mahkum
oluyor. Bu nedenle erişim, eğitim,
istihdam ve sağlık sorunlarının çözümünü çok önemsiyor ve bu konularda
projeler geliştiriyoruz.
Kasım 2014
Engellilerin sosyal ve ekonomik hayata katılmaları konusunda toplum, yerel yönetimler ve çeşitli kurumların yeterli duyarlılığı gösterdiğini düşünüyor musunuz?
Burada en büyük sorun halkımızın bu konudaki bilgi eksikliğidir. Bu eksikliği
gidermeye yönelik çeşitli çalışmalarımız devam ediyor. Karşılaşılan bir engelli
bireyle en doğru iletişimin nasıl kurulacağı konusunu anlatmaya çalışıyoruz. Yerel
yönetimler noktasında geçmişe göre oldukça önemli gelişmeler var. Belediyelerin
çalışmalarını takdirle karşılıyoruz, ama kat edilmesi gereken daha çok yolumuz
bulunuyor.
TBMM 20. Dönem’de milletvekilliği yapmış biri olarak siyaset kurumunun engellilerle
ve bu alandaki sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkilerine yönelik değerlendirmelerinizi
öğrenebilir miyiz?
İlk sorunuza cevap verirken işaret etmiştim; işe başladığımızda siyaset kurumunun
yapacağı çok iş vardı, halen de var. Engelli ve ailelerinin hayatını kısmen de olsa
kolaylaştırmak, istihdam alanları açmak için mevzuatın süratle düzenlenmesi
gerekiyordu. Bizim dönemimizde 25.03.1997 tarihli KHK ile Başbakanlık’a bağlı
Özürlüler İdaresi Başkanlığı kuruldu. Bu Başkanlık, yaptığı düzenlemelerle o güne
kadar engellilerin hayatında yer almayan birçok hak ve sağlanan kazanımların
takibi ve koordinasyonu için teşkilatlanmaya gitti. Gerek KHK’da yer alan haklar,
gerekse Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın kurulmuş olması o günün şartlarında bir
devrim niteliğindeydi. Yapılan çalışmaların ardından 2005 yılında ilk kez 5378
sayılı Engelliler Hakkında Kanun çıkarıldı. Yine 2008 yılında 5825 sayılı kanunla
Engellilerin Haklarına İlişkin Sözleşme kabul edildi. Bize göre siyaset kurumu
şimdiye kadar yapması icap edenlerin büyük bir kısmını gerçekleştirmiştir. Halkımızın da bu konularda bilinçlenmesinde önemli mesafe alınmıştır, ama yeterli
olduğunu söylemek mümkün değildir. İlgili STK’ların çalışmalarının güçlenmesi
de zaman alacaktır. Millî gelirin ve devletin bütçe imkanlarının artması, hepimizin bilinçlenmesi zamanla engellilerimizin durumunu daha iyiye götürecektir.
Türk Parlamenterler
Birliği’nden
Üye aidatlarımız 16. Olağan Genel Kurul kararıyla 2014 yılında yıllık 120 TL’dir.
Bankalar tarafından müşterilerine, uluslararası Banka Hesap Numarası (IBAN) verilmektedir.
Üyelerimizin aidatlarını yatırırken problem yaşamamaları için Birliğin IBAN Numarası aşağıda belirtilmiştir.
Bilindiği gibi 2002’de yıllık 30 TL olan üye aidatları 2004 yılından beri 60 TL ve 2013 yılından itibaren 120 TL’dir.
Geriye doğru aidat borçlarının buna göre hesaplanması ve Birliğimizin aşağıdaki hesap numarasına yatırılması, 5253 sayılı
Dernekler Kanunu’na göre, alınan aidatların belgesine üyelerin TC Kimlik Numaralarının yazılması gerekmektedir.
Üyelerimizin TC Kimlik Numaralarını mektup veya telefonla Birliğe bildirmeleri rica olunur.
TPB Haber Portalı www.tpb.org.tr
Fax Hattı: 0312 420 66 24
Sayın Üyelerimiz her konuda bize ulaşabilirsiniz.
Sağlık Hattı: Sağlık uygulamaları, hastaneler ve anlaşmalı eczanelere ilişkin her türlü bilgi için 0312 420 0 112 ve 0312
420 72 24 numaralı telefonu arayabilirsiniz.
Türk Parlamenterler Birliği ANKARA KONUKEVİ: Ankara Hotel Pino Tel: 0312 446 36 86 Bayraktar Mahallesi
Vedat Dalokay Caddesi Bayraklı Sokak No: 35 GOP / Ankara
Sağlık protokolü imzalanan hastanelerdeki TBMM Hattı
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 202 44 91
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 305 32 62-63
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 508 30 03
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0232 390 41 06
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0242 249 65 91
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0342 360 95 05
Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0212 534 86 86, 0212 631 20 50/4029, 0212 440 10 00/1212
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0212 414 22 27
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi:
0212 414 34 54
Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0332 224 49 70
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi:
0462 377 54 22
Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi :0332 223 79 79
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 291 27 01
Türk Parlamenterler
Birliği
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası
Zemin Kat No: 50-51
Bakanlıklar / ANKARA
Tel: 0 312 420 66 21 Fax: 0 312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği
Ziraat Bankası TBMM Şubesi
IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732
6001
62
Sağlık
Çocuğunuza en güzel hediye:
Sağlıklı dişler, güzel gülüşler
Miadent Ağız ve
Diş Sağlığı Merkezi
Pedodonti Departmanı
Uzman Diş Hekimleri Dr.
Dt. Nezate Dadakoğlu
ve Dr. Dt. Sezgi Bellek,
“Çocuğumuza sağlıklı
bir hayat armağan
etmek istiyorsak işe süt
dişlerinden başlamamız
gerekiyor” diyor.
Uzmanlar, ağız ve diş
sağlığı açısından büyük
önem taşıyan koruyucu
hizmetlerden çocukların
mahrum bırakılmaması
gerektiğini de
vurguluyor.
Kasım 2014
Ağız ve diş sağlığı her yaşta büyük önem taşıyor. Çocuklarımızı diş hekimiyle ne zaman tanıştırmamız gerekiyor?
Çocuğunuz doğumdan sonra ortalama altı aylık aralıklarla yeni bir diş grubu
çıkaracaktır. Bu da yeni ağız içi koşulları ve yeni bakım gereklilikleri anlamına gelir. Bu nedenle acil tedavi gereksinimleri dışında ortalama altı ayda bir
düzenli kontroller yapılmalıdır.
Çocuklarda ağız ve diş sağlığından söz ederken öncelikle süt dişlerine değinmek
gerekiyor. Süt dişlerinin önemini belirtebilir misiniz?
Çocuğumuza sağlıklı bir hayat armağan etmek istiyorsak işe süt dişlerinden
başlamamız gerekiyor. Süt dişleri, çocuğumuzun konuşma ve yemek yeme
alışkanlıklarının doğru oluşabilmesi; estetik açıdan görünümü, yüz ve çene
gelişimi şeklini etkilemesi; ortodontik rahatsızlıkların oluşma riskini azaltması;
ileride kalıcı dişlerin sağlığı bakımından son derece önemlidir. Kısacası süt
dişleri çocuğumuzun tüm ömrünü etkileyecek derecede önem taşımaktadır.
Bu nedenle süt dişi deyip geçmemek gerekir.
Süt dişlerinin temizliği konusunda nelere dikkat etmek gerekir?
Süt azı dişlerinin sürme zamanının gelmesine, yani çocuğunuzun yaklaşık
18-24 aylık olmasına kadar ön dişlerin temizliği işaret parmağına dolanacak
tülbent benzeri gözenekli bezle silinerek yapılabilir. Daha sonra üç yaşına kadar
çok az macun kullanarak fırçalamaya başlanmalıdır. Uygun fırça ve macun
mutlaka pedodontist tarafından önerilmelidir.
Sağlık
hizmetlerden haberdar olmadığını düşünüyoruz. Ağız ve diş sağlığı açısından son
derece önem taşıyan koruyucu hizmetlerden
çocuğumuzu mahrum bırakmamalıyız.
Çocuklarla iyi bir iletişim kurabilmeniz mesleğiniz açısından büyük önem taşıyor. Muayene
sırasında koltukta duramayan çocuklar oluyordur mutlaka. Bu tür durumlarda neler yapıyorsunuz?
Süt dişleri tedavi edilmeli midir?
Elbette. Süt dişleri tıpkı kalıcı dişler gibi tedavi edilmelidir. “Nasıl olsa değişecek” düşüncesiyle bu dişlerin çekilmesi pek çok probleme neden olur. Bir süt
dişi zamanından önce çekilirse yandaki dişler bu boşluğa doğru kayar ve alttan
gelecek kalıcı dişe yer kalmaz. Sonuç olarak çapraşıklıklar meydana gelir.
Süt dişlerinin sağlıklı olmaması büyüme ve gelişme geriliğine yol açar. Özellikle konuşmanın öğrenildiği dönemde ön süt dişlerinin eksik olması f, v, s, z, t
harflerinin doğru telaffuz edilmesini engeller. Bu sorun ömür boyu sürebilir.
Her çocuk gülmeyi sever. Güzel bir gülümsemeye sahip olmadığını düşünen
çocuklar psikolojik rahatsızlık duyar. Bu nedenlerle süt dişlerinin bakımı da
tedavisi de büyük önem taşır.
Diş hekimliği eğitiminin üzerine aldığımız
pedodonti uzmanlık eğitimi boyunca sadece
çocuklara yönelik iletişim ve muayene teknikleri üzerinde çalışmamız bu tür durumları bizim için sorun olmaktan çıkarıyor.
Doğrusu çocuklar için özel tasarlanmış,
adeta oyun salonunu andıran bir pedodonti
departmanı ve dev oyuncaklar şeklindeki
diş ünitelerinin de yardımıyla çocuklar
işleri bittikten sonra bile pedodontistinden
ayrılmak istemiyor. Ancak yine de eğer
gerekirse profesyonel bir anestezi ekibi ile
birlikte sedasyon ve anestezi de güvenle uygulanabiliyor.
Merkezinizde gelişmiş bir radyoloji departmanı bulunuyor. Bu bölüm gerektiğinde
çocuklar için de kullanılıyor mu? Röntgenin çocuklara bir zararı var mı?
Yüksek teknolojinin kullanılabilmesi yeni nesil diş hekimliğinde son derece
önemlidir. Bu imkanlara sahip olduğumuz ve gerektiğinde kullanabildiğimiz
için bizler şanslı hekimleriz. Modern teknik ve yöntemlerle çekilen diş röntgeni
çocuğa zarar vermemektedir.
Yeni nesil diş hekimliğinden söz ettiniz. Günümüzde çocukların ağız ve diş sağlığını
korumak için ne tür yaklaşımlar var?
Günümüz diş hekimliğinde iyi bir merkezde ve profesyonel uzmanlarca uygulandığında mükemmel sonuçlar veren koruyucu imkanlara sahibiz. Örneğin
tüm çocuklarda dişler ilk sürüldüğü zaman diş minesi tam olarak olgunlaşmadığından çürüğe karşı yatkınlık mevcuttur. Fissür örtücü işlemlerin
uygulanması için en uygun zaman bu dönemdir. Bunun dışında profesyonel
flor uygulamaları, gizli çürüklerin belirlenip yok edilmesi, gerektiğinde uygulanan yer tutucu apareyler ya da oynayan dişlerin sabitlenerek koruma altına
alınması gibi yaklaşımlar profesyonel bir ekip tarafından uygulandığında son
derece faydalıdır. Maalesef çoğu kişinin, çocuğuna sunabileceği bu koruyucu
Dr. Dt. Sezgi Bellek
Dr. Dt. Nezate Dadakoğlu
Miadent Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi, Oğuzlar
Mahallesi Mevlana Bulvarı (Konya Yolu) No:
143/A Balgat adresinde hizmet veriyor. Milletvekilleri 0 506 333 20 20 numaralı telefondan Miadent’e direkt ulaşabiliyor. Merkez’le
ilgili bilgi 444 5 642 numaralı telefon ile
www.miadent.com adresinden edinilebilir.
Kasım 2014
63
Sivil Savunma Hizmetleri
Röportaj ve Fotoğraflar: Zeynep Yiğit
TBMM Destek Hizmetleri
Başkanlığı Sivil Savunma
Hizmetleri, doğal afet ve
savaş gibi olağanüstü
durumlara hazırlıklı
olabilmek için önemli
çalışmalara imza atıyor.
Sivil savunmanın ulvi bir
görev olduğunu belirten
tecrübeli personel, “Barışta
ter dökmeyen savaşta kan
döker” sözünü hatırlatıyor.
Kasım 2014
Y
ıkıntılar arasından uzanan bir ele dokunmak, alevler içinde çaresizce bekleyen bir kişiye umut olmak, en zor zamanda yardıma
koşarak yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgiye meydan okumak…
Gözyaşlarını silmek, yaraları sarmak… El ele, gönül gönüle vererek
doğal afetlerin yıkımını azaltmak, acısını hafifletmek... Savaşta ise
cephe gerisindeki manevi güç olmak… Sivil savunma ekipleri olağanüstü durumlarda bilgi ve tecrübeleriyle can ve mal kaybının en aza
indirilmesini sağlıyor. Olası doğal afetlere ve düşman saldırılarına
karşı her an göreve hazır bekleyen ekipler çok önemli çalışmalar
gerçekleştiriyor.
“Meclis Çalışanları” köşesi bu ay Sivil Savunma personelini konuk
ediyor. TBMM Destek Hizmetleri Başkanlığı’na bağlı birimin sevk
ve idaresinden sorumlu Sivil Savunma Uzmanı Mahmut Pulcuoğlu,
sivil savunmanın savaşlarda ve doğal afetlerde halkın can ve mal
kaybını en aza indirebilmek için alınan koruyucu-kurtarıcı önlemler
Meclis Çalışanları
ve faaliyetler bütünü olduğunu belirtiyor. Pulcuoğlu, “TBMM
Sivil Savunma Planı doğrultusunda TBMM personelinden
teşkil edilen yedi sivil savunma servisi bulunuyor. Bu servisler Karargah, Emniyet ve Kılavuz, Kurtarma, İtfaiye, İlkyardım, Sosyal Yardım ve Teknik Onarım isimlerini taşıyor.
Karargah Servisi, olağanüstü durumlarda sevk ve idareyi
sağlıyor. Emniyet ve Kılavuz Servisi, halkın panik yapmadan
sakin bir şekilde olay mahallini boşaltması, önemli evrak ve
malzemenin emniyetli bir şekilde dışarı çıkarılması görevini
yerine getiriyor. Kurtarma Servisi, yıkıntı altında kalanların
yanı sıra önemli evrak ve malzemenin kurtarılması için
çalışma yürütüyor. İtfaiye Servisi, adından da anlaşılacağı
üzere yangına müdahale ediyor. İlkyardım Servisi, yaralılara
ilk müdahaleyi yaparak onların emniyetli bir şekilde sağlık
merkezine erişimini sağlamak için çalışıyor. Sosyal Yardım
Servisi, olağanüstü durumun ardından meydana gelen panik ve kargaşayı önleme, halkı sakinleştirme, şok halindeki
vatandaşları olay mahallinden çıkararak teskin etme görevlerini yerine getiriyor. Teknik Onarım Servisi ise olağanüstü
durumlarda elektrik, su, ısıtma, telefon arızalarına en kısa
zamanda müdahale ederek sorunu gidermek için çalışmalar
yapıyor” diye konuşuyor.
“Sivil savunma, cephe gerisi maneviyatının
muhafazası için büyük önem taşıyor”
Mahmut Pulcuoğlu’nun verdiği bilgiye göre, sivil savunma
servisleri TBMM birimlerinin personel mevcuduna uygun
olarak belirli oranlarda katılımla oluşturuluyor. Bu servis-
Meclis’te
2010
yılından
bu yana
gönüllü arama
kurtarma ekibi
bulunuyor.
Ekipte yer alan
personel, her
yıl profesyonel
eğitimden
geçiyor.
lerde yer alan TBMM personeli, her yıl
tekrarlanan sivil savunma eğitimlerinden geçerek olağanüstü durumlara
karşı hazır hale geliyor. “Oluşturduğunuz sivil savunma servisleri sadece
TBMM yerleşkesi içindeki olaylara mı
müdahale ediyor?” diye sorduğumuz
Pulcuoğlu, “Evet” yanıtını veriyor ve
ekliyor: “Deprem gibi büyük bir felaket
söz konusu olduğunda görev verilmesi
durumunda buna da hazırlık lıyız.
2010 yılından bu yana gönüllü arama
kurtarma ekibimiz var. Meclis Arama
Kurtarma Ekibi’nde (MAKE) yedekleriyle birlikte 43 personel yer alıyor. Bu
personel her yıl profesyonel eğitimden
geçerek olağanüstü durumlarda göreve
hazır hale geliyor.”
Sivil Savunma biriminin, sivil savunma faaliyetleri, yangın söndürme, TBMM Güvenlik Koordinasyon
Kurulu’nun sekretaryası, TBMM giriş
kartlarının düzenlenmesi ve otopark
giriş kontrollerinin yapılması olmak
üzere dört görev alanı bulunuyor. Sivil savunma faaliyetleri çerçevesinde
sivil savunma servislerinin oluşturulduğunu, konuyla ilgili olarak çeşitli
eğitimler ve tatbikatlar yapıldığını,
ayrıca Çanakkale Gezisi gibi etkinlikler düzenlendiğini ifade eden Mahmut
Pulcuoğlu, “Sivil savunmanın amacı
olağan durumda gerek li tedbirleri
alarak olağanüstü duruma hazırlıklı
olmaktır. Barışta ter dökmeyen savaşta
kan döker. Sivil savunma savaşta cephe
gerisi maneviyatının muhafazası için
de büyük önem taşımaktadır” diyor.
Pulcuoğlu, birimin bir diğer önemli
görevini ise şöyle anlatıyor: “TBMM
Güvenlik Koordinasyon Kurulu, güvenlik, kontrol, nöbet hizmetleri ve
uygulamada görülen eksiklikler ile
araştırma ve değerlendirme hususlarındaki görüş ve teklifleri görüşmek
üzere senede üç defa olağan, gerekli
görülmesi halinde ise olağanüstü topla-
Kasım 2014
65
66
Meclis Çalışanları
nır. Bu toplantıların hazırlığı ve alınan
kararların takibi Sivil Savunma’nın
görevleri arasında yer almaktadır.”
“Bir felaket yaşanmadan
önce tedbir almak gerekiyor”
Sivil Savunma biriminde Sivil Savunma Uzmanı, Sivil Savunma Şefi, büro
memurları, Yangın Söndürme Amiri,
Yangın Söndürme Ekibi ve otopark
kontrol görevlileri olmak üzere 43
personel yer alıyor. Sivil Savunma Şefi
Menekşe Özcan, yaklaşık 31 yıldır
Meclis’te görev yapıyor. 2010 yılının
kasım ayından bu yana Sivil Savunma
Şefi olarak çalışan Özcan, sivil savunmanın çok önemli ve ulvi bir görev
olduğunu belirtiyor. Kişinin olağanüstü bir durumda önce kendisini, sonra
çevresindekileri koruyabilmesinin
büyük önem taşıdığına işaret eden Öz-
Tatbikatlar ilgiyle
izleniyor
Sivil savunma servislerinde yer alan personelin bilgi ve tecrübesinin artırılması
amacıyla TBMM’de çeşitli tatbikatlar
düzenleniyor. Mahmut Pulcuoğlu, ilk tatbikatı 2007 yılında yaptıklarını belirtiyor.
O tarihten bu yana tatbikatları zaman
zaman sürdürdüklerini kaydeden Pulcuoğlu, yüksek bir binadan hafif yaralı
bir kişinin indirilmesi, yangın söndürme,
ilkyardım, enkaza müdahale gibi konularda gerçekleştirilen tatbikatların büyük
ilgi gördüğünü ifade ediyor.
Kasım 2014
can, “Hayatımızın değerini bilmemiz ve olağanüstü bir durumda ne yapacağımızı
öğrenmemiz gerekiyor. Bu da ancak eğitimle mümkün olabilir. Başımıza bir şey
gelmeden tedbirimizi almalıyız. Örneğin bir yangın felaketiyle karşılaşmadan önce
yangın tüpünü kullanmayı öğrenmeliyiz” diye konuşuyor. Menekşe Özcan, Meclis
Arama Kurtarma Ekibi’nde (MAKE) yer alıyor. Bu çerçevede bir hafta süreyle profesyonel bir eğitim gördüğünü belirten Özcan, neler hissettiğini sorduğumuzda,
“Beş katlı bir binadan ve kuleden iniş yaptım. Oldukça heyecan verici ve güzel bir
deneyimdi. Eğitimlerimi ilerletmeyi düşünüyorum. Allah göstermesin, ama olağanüstü bir durumda halkın can ve mal güvenliğini en iyi şekilde koruyabilmek
için kendimi her geçen gün geliştirmeyi istiyorum” diye konuşuyor. Özcan, Sivil
Savunma’da görev almaktan memnuniyet duyduğunu ve ekip olarak uyumlu bir
şekilde çalışmalarını sürdürdüklerini ifade ediyor.
Fuat Algen, 1987 yılından bu yana Meclis’te çalışıyor. Son beş yıldır Sivil
Savunma’da yer alan Algen, evrak kayıt işlemlerinin yanı sıra sığınaklarla ilgili
çalışmalarda görev yaptığını belirtiyor. Algen, sivil savunma gibi çok önemli bir
alanda hizmet vermenin sorumluluğu ve bilinci içerisinde çalıştıklarını ifade
ediyor.
Bahar Sarıoğlu, yaklaşık 31 yıldır TBMM’de görev yapıyor. 2002’den bu yana
Sivil Savunma’da hizmet veren Sarıoğlu, sivil savunma servislerinin düzenlenmesi,
oluşturulması ve eğitimleri ile ilgili konularda çalışmalar yürüttüğünü belirtiyor.
Sarıoğlu, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında görev yapmaktan mutluluk
duyduğunu ifade ediyor.
Nurseven Kurtoğlu, 17 yıldır TBMM’de çalışıyor. 2011’den bu yana Sivil
Savunma’da yer alan Kurtoğlu, yaka ve araç kartlarının hazırlanması ve takibinde
Meclis Çalışanları
Profesyonel eğitim alıyorlar
Meclis Arama Kurtarma Ekibi’nde (MAKE) yer alan gönüllü TBMM
personeli, sivil savunma konusunda profesyonel eğitimden geçiyor.
Sivil Savunma Uzmanı Mahmut Pulcuoğlu, bu eğitimlerden birinin
geçen yıl Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) Ankara İl
Afet ve Acil Durum Müdürlüğü Arama Kurtarma Birliği’nde, bu yıl ise
Sakarya Afet ve Acil Durum Arama ve Kurtarma Birlik Müdürlüğü’nde
verildiğini belirtiyor.
görev yaptığını dile getiriyor. Kurtoğlu, TBMM gibi güzide
bir kurumda çalışmanın ayrıcalık olduğunu vurguluyor.
Bülent Türker, 15 yıldır Meclis’te görev yapıyor. 2005’ten bu
yana Sivil Savunma’da yer alan Türker, TBMM yerleşkesine
giriş kartlarının düzenlenmesi konusunda çalışıyor. İlgili
yönetmelik doğrultusunda yaka ve araç kartı taleplerinin karşılanması, kartların düzenlenmesi, kayıp kartların ilgili yerlere bildirilmesi ve yenilenmesi gibi konuları takip ettiklerini
kaydeden Türker, özellikle yeni yasama döneminin başladığı
zamanlarda yoğunluğun çok fazla olduğunu, programlı olarak
çalıştıkları için iş akışının aksamadığını ifade ediyor. Bülent
Türker, işini severek yaptığını vurgulayarak, “Mesleğinizi
severseniz başarıya ulaşmanız mümkün oluyor. TBMM çatısı
altında bize verilen görevleri layıkıyla yerine getirmek için gayret sarf ediyoruz. İşimizi severek yaptığımız için Sivil Savunma
olarak başarıyı yakaladığımıza inanıyorum” diye konuşuyor.
Kasım 2014
67
68
10
Kurtuluş Savaşımızın önderi, Cumhuriyetimizin kurucusu ve modern Türkiye’nin
mimarı Mustafa Kemal Atatürk’ü ölümünün 76. yılında özlemle anıyoruz.
10 KASIM
10 KasımTÜRKÜSÜ
Türküsü
Atatürk! Anıtkabir devrimlerini söyler
Bozkır ovalarına, Erciyes’e, Ağrı’ya
Ulusun egemen olduğunu
Özgür olduğunu
Haykıracağım haykıracağım işte
Senin sustuğunca!
Yolunda yürüyeceğim Atatürk;
Ana baba oğul kız
Dere tepe bucak köy
Yeryüzü yaşamalarımla değil
Oralarda, senin gittiğince!
Atatürk, taşıyacağım
Çanakkale’de, Sakarya’da, Çankaya’da, al al
Senin taşıdığını;
Yurdun gök ülküsü
Dalgalanırken
Senin bayrağını yücelteceğim.
Senin çıktığınca.
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Kasım 2014
69
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
Ekim 2014’te kabul edilen yasalar
Kanun Numarası Kabul Tarihi
Başlığı
6556
14/10/2014
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Kore Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sosyal Güvenlik Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6557
14/10/2014
Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü ile Kore Cumhuriyeti Ulusal Polis Teşkilatı Arasında Polis İşbirliği Mutabakat Zaptının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6558
14/10/2014
Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı ve Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Ofisi
Arasında İki Yıllık İşbirliği Anlaşması’nın (2012-2013) Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6559
14/10/2014
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Yemen Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sağlık Alanında İşbirliğine Dair Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6560
14/10/2014
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Cibuti Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sağlık ve
Tıp Bilimleri Alanlarında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
6561
16/10/2014
Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Ofisi ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
Türkiye’de Bir DSÖ Ülke Ofisi Kurulmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6562
21/10/2014
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
6563
23/10/2014
Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun
Kasım 2014
70
TÜRK
SINEMASI
100.
yasini
kutluyor
Her sayfası dopdolu, kimi
zaman hüzne kimi zaman
neşeye boğan, ama daima
nefes kesici, heyecan verici...
Sayısız yenilikle ve başarıyla
taçlandırdığı yüzüncü yaşını
kutlayan Türk Sineması upuzun
bir hikaye anlatıyor.
Deniz Varol
Kasım 2014
71
S
evgi neydi? Sevgi emekti... Türkiye’nin beyazperde macerası da
sinemaya duyulan tutkunun emekle
beslendiği; bizden, hayatın içinden
yaşantılarla ve duyguyla harmanlandığı bir yolculuk. Bu yolculukta parayla
saadet olmayacağını, her şeye birden
sahip olmak isteyenin elindekileri
de kaybedeceğini, “Öyle olsun” diyebilmeyi, gerektiğinde metanetimizi
muhafaza edebilmeyi öğrendik. Kimi
zaman Muhsin Bey’in Üsküdar’da Kız
Kulesi’ni gören bir ev alma hayaline
ortak olduk, kimi zamansa fakir genç
ile zengin fabrikatör kızının aşkına
gözyaşı döktük... Güzel olduğu kadar
küstahtı bazen âşık olunan kadın,
bazense bir melek, öyle ki kanımız
ısındığından “anne” demek istedik...
Babasını değil belki ama Sütoğlan’ı
çok sevdik...
Sinemanın ortaya çıkması ve Türkiye’ye gelmesi 19. yüzyılın sonlarına,
insanların yeni asra beslediği umudun
doruk noktasına ulaştığı bir döneme
denk gelir. Sinemanın, Louise ve Auguste Lumiére kardeşlerin Paris Capucines Bulvarı’ndaki Grand Café’de 28
Aralık 1895 tarihinde yaptığı film gösterimiyle doğduğu kabul edilir. “Dünya
prömiyeri” olarak nitelendirilebilecek
bu olayın üzerinden çok geçmeden
dünyaya yayılan yeni ve mucizevi olgu,
Osmanlı Devleti’ne uğramak için de
fazla beklemeyecektir.
Osmanlı’daki ilk sinema gösterimi,
dönemin padişahı II. Abdülhamid’in
kızı Ayşe Osmanoğlu’nun hatıralarından elde edilen bilgiye göre Bertrand
adlı bir Fransız tarafından, 1896’da
Yıldız Sarayı’nda gerçekleştirilir. Sarayda tak lit ve hok kabazlık yapan
Bertrand, her yıl padişahın izniyle
Fransa’ya gitmekte, oradan yenilikler
getirmekteydi. Bazı kaynaklara göreyse
memlekete sinemanın gelmesini sağlayan kişi Fransız bir ressamdı.
Kasım 2014
72
Dünyanın dört bir yanında bu ilginç ve çığır açan buluşa kavuşmayı
bekleyen insanlar vardı, İstanbullular
ise “büyülü fener”, “optik tiyatro”, “diorama”, “cosmorama” gibi bilimsel bir
buluş olarak ortaya çıkan, ancak sonraları eğlence sektöründe kullanılmaya
başlayan aletlerle çoktan tanışmıştı.
Bu tür etkinlikler halkı hareketli görüntülere bir nebze alıştırmıştı, lakin
ilk sinema gösterimi muazzam bir etki
yaratmıştı.
Osmanlı topraklarında halka açık
ilk sinema gösterimi, İstanbul Galatasaray’da Sponek birahanesinde
yapılır. 1897 yılında Sigmund Weinberg öncülüğünde gerçekleşen bu gösterimde, Lumiéere kardeşlerin “Trenin
İstasyona Girişi” (L’arrivée d’un train
en gare de la Ciotat) adlı filmi halka
sunulur. Trenin bacasından dumanlar
çıkararak gara sessiz sedasız girişi, izleyenleri adeta dehşete düşürür. Elbette
oradan oraya yürüyen insanların hareketlerinin oldukça hızlı ve ölçüsüz bir
şekilde perdeye yansıması da insanları
epey şaşırtır.
Kültür ve
Turizm
Bakanlığı’nın
Türk
Sineması’nın
100’üncü yılı
dolayısıyla
gerçekleştirdiği
“En İyi 100
Türk Filmi”
oylamasının
ilk sırasında,
Metin Erksan’ın
yönettiği ve
Türkiye’ye ilk
uluslararası
ödülü getiren
“Susuz Yaz”
(1963) filmi
yer aldı.
Aslında fotoğrafçılıkla uğraşan, sürekli yenilik peşinde koşan
ve keşfettiklerini İstanbullulara ulaştırmayı misyon edinen Polonya Yahudisi ticaret adamı Sigmund Weinberg, Türkiye’nin ilk
film firmalarından biri olan Pathé’nin temsilcisi olmuş, sinema
gösterimlerinin sürekliliğini sağlayabilmiş ve bir sinemacı olarak ismini duyurabilmişti. “Trenin İstasyona Girişi” ise adeta
bir milat olmuştu, sonraki yıllarda Pathé ve Lumiéere markalar
dahil pek çok sinematograf üretilmiş; büyük salonlar, sirkler ve
tiyatrolar yeni yeni gösterimlere sahne olmuştu. Weinberg’den
sonra Cambon adlı bir Fransız’ın daha gelişmiş bir makineyle
film gösterimleri yaptığı ve oldukça rağbet gördüğü de bilinenler
arasındadır. Elbette o dönemde söz konusu gösterimler sadece
İstanbul ile, hatta Beyoğlu semtiyle sınırlıydı. Çoğunlukla burada
yaşayan yabancı uyruklu kişilere hitap eden filmlerin tanıtım
broşürleri bile Fransızca, Rumca, Ermenice, Almanca gibi dillerde basılıyordu.
Film gösterimlerinin büyük ilgi gördüğü Osmanlı’da açılan ilk
sinema salonu, 1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet’in özgürlük
atmosferinden nasiplenecektir. Londra, Moskova, Budapeşte,
Kiev, New York, Singapur gibi önemli kentlerde temsilcilikler
açan ve o dönem dünya film sektörünün adeta hakimi olan Pathé
firması bu atmosferden yararlanır ve ilk yerleşik sinema salonu
Tepebaşı Şehir Tiyatrosu’nda “Cinema Theatre Pathé Freres”
adıyla Sigmund Weinberg tarafından açılır.
Bir zamanlar fakir ama gururlu bir genç vardı...
Türk insanının sinemaya edilgen değil etken bir konumda hakim
olma isteği çok geçmeden kendini gösterir. II. Abdülhamid’in
Kasım2014
Ekim
2014
73
Yıldız Sarayı’ndaki cuma selamlığı (1905), II. Meşrutiyet
cuma selamlığı (1908), şehzadelerin geçit töreni (1909), Sultan
Reşad’ın Rumeli gezisi (1911), Hamidiye Zırhlısı’nın bombardımanı (1913) gibi olayların filmleri de çekilmişti Osmanlı
topraklarında, lakin bu çekimleri gerçekleştirenlerin
hepsi yabancı uyruklu kimselerdi. Dolayısıyla Ruslar tarafından 1876-77 savaşı sonrası
zafer anıtı olarak Yeşilköy’de
inşa edilen yapının 14 Kasım
1914 tarihindeki yıkılışını
filme alan Fuat Uzkınay, film
çeken ilk Türk olarak sinema
tarihine adını yazdırdı. İlk
Türk filmi de böylece “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin
Yıkılışı” olarak literatürdeki
yerini aldı.
Türkiye’nin ilk düzenli
film çekme faaliyetlerini,
halkın savaş karşısında moralini yükseltmek amacıyla
1915 yılında kurulan ve başına Sigmund Weinberg’in
getirildiği Merkez Ordu Sinema Dairesi (MOSD) gerçekleştirir. Tabii film şeridine
alınanlar arasında cephelerde
savaşan birlikler, askerî fabrikaların işleyişi, müttefik
ülkelerden gönderilen silahların kullanılışının gösterilmesi, manevralar yer alır.
Weinberg’in yönetimindeki
MOSD 1916’da Millî Operet
Kumpanyası oyuncuları ile
“Leblebici Horhor Ağa” operetini çekmeye niyetlenir. Ne
var ki oyunculardan birinin
ölmesi nedeniyle ilk konulu
film denemesi yarım kalır.
Bu tarihten sonra çok sayıda belgesel ve kısa film, birkaç uzun ve orta konulu film
çekilir. Konulu ilk uzun filmin çekimleri 1916’da başlayıp
oyuncuların Çanakkale Savaşı’na katılmaları sebebiyle ancak
1918’de tamamlanan “Himmet Ağa’nın İzdivacı” olur. Türk
Sineması’nın ilk sesli filmi ise Türkiye-Mısır-Yunan ortak
yapımı “İstanbul Sokaklarında”dır (1931). İlk yönetmenlik
denemesi “İstanbul’da Bir Facia-i Aşk” (1922) filmiyle Muhsin Ertuğrul’a ait olan Türk Sineması’nın ilk renkli filmi 1953
yapımı “Halıcı Kız”dır.
Birbiri ardına çekilen filmlerle Yeşilçam’a nice yönetmen,
oyuncu ve eser kazandıran
sektör, siyasette meydana gelen
değişikliklerden çokça etkilenir. Sinema Türkiye’de güçlü
bir endüstri haline gelir, ancak
bu uzun serüvende pek çok
önemli siyasi gelişmeye de
tanık olunur. Örneğin 1960
İhtilali sinemaya nispeten daha
özgürlükçü, aynı zamanda
gerçekçi bir soluk kazandırır.
1970’ler baskılarla ve maddi
sıkıntılarla geçer, küçük bütçeli
filmlerde bambaşka yönelimler
söz konusu olur. Bu bunalımlı
yılların ortaya çıkardığı durum
12 Eylül sonrasında daha da
ağırlaşır, siyasi baskı ve sansür çokça görülür hale gelir.
Ama aynı zamanda siyah-beyaz
filmler tozlu raflara kaldırılır,
yerli ve yabancı pek çok edebi
eser sinemaya uyarlanır.
Türk Sineması y üz yılda
katettiği yolda kimi zaman
politik tavırlar ortaya koydu,
kimi zaman sanatsal söylemlere cevap verdi. Hem yerli hem
de uluslararası arenada daima
büyük başarılar elde edildi, pek
çok festivalden ödülle dönüldü.
Son yıllarda muazzam bir gelişmeye imza atan sinemamızın
artık dünya çapında tanınır
hale gelmesinden, tartışmasız
isimlerin elinden çıkmış eserlerle boy ölçüşecek durumda olmasından anlaşılan o ki Türk Sineması ülkemize gurur veren
daha pek çok işe imza atacak. Yüz yıllık öykü daha pek çok
sayfaya yer açacak...
1980 öncesinde film şirketlerinin
bulunduğu bir sokak olan Yeşilçam,
zamanla Türk Sineması’nın adı haline gelir.
Kasım 2014
74
100. yılında milletvekillerine
Türk Sineması’nı sorduk:
Mehmet Domaç
AK Parti İstanbul Milletvekili
T
ürk Sineması’nın 100’üncü yılına ulaşması büyük önem taşıyor. Başta teknolojik olanaksızlık olmak üzere çeşitli zorlukları aşarak bugünlere gelen sinemamızın 100’üncü yaşını
kutluyorum. Günümüzde Türk Sineması dünyada tanınıyor ve pek çok film festivalinde ödül
kazanıyor. Özellikle son yıllarda Türk filmlerinin uluslararası başarılarını sıkça duyuyoruz.
Bana göre Türk Sineması, önemli bir sanat sinemasına doğru evriliyor.
Yüz yıllık süreçte sinemamıza emeği geçmiş pek çok değerli rejisör ve oyuncu bulunuyor. Metin Erksan ve Yılmaz Güney bu
isimler arasında yer alıyor. Hatırlanacağı gibi Metin Erksan’ın “Susuz Yaz”, Yılmaz Güney’in “Yol” filmleri uluslararası ödül
aldı. He ikisi de Türk sinema tarihinin unutulmaz filmleri arasında yer alıyor.
Sinema özel ilgi duyduğum bir sanat dalı. Yaklaşık 1100 filmlik arşivim bulunuyor. Ülkemiz ve dünya sinemasından filmlere
yer verdiğim arşivde sessiz filmler de siyah-beyaz filmler de var. Bunları zaman zaman seyretmekten büyük keyif alıyorum.
Umut Oran
CHP İstanbul Milletvekili
T
ürk Sineması 100 yaşında, ama yaşadıklarımız bize “7. Sanat”ın bir yüzyılı geride bıraktığı
gerçeğini unutturacak cinsten. Altın Portakal’da Gezi sansürünün yaşandığı 2014’te Türk
Sineması’nın 100’üncü yılını kutlamak pek anlamlı oldu doğrusu! Eğitim ve sanat bir toplumu
besleyen ana damarlardır. Maalesef AKP iktidarında bu iki damar da kesilmiş, en azından baypas edilmiş durumdadır. Altın Portakal’daki sansür girişimi de göstermektedir ki bu ülke sansürle, baskıyla, işten çıkartılmalarla,
istifaya zorlanmalarla dolu “ileri” değil tam demokrasiye layıktır. Tam anlamıyla düşünce ve ifade özgürlüğünü sağlayacak bir anlayışı iktidar yaptığımızda sanat ve sanatçı da özgür olacak; Türk Sineması’nın 100’üncü yıl kutlamaları asıl o zaman başlayacaktır.
Erdal Aksünger
CHP İzmir Milletvekili
T
ürk Sineması 100’üncü yaşına özellikle son dönemde uluslararası alanda elde edilen
başarılarla giriyor. Örneğin Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Film Festivali’nde aldığı ödül
sinemamız adına büyük önem taşıyor. Yüz yıllık sürece baktığımızda pek çok unutulmaz
film ve güçlü karakter oyuncuları olduğunu görüyoruz. Kemal Sunal, Şener Şen, Tarık Akan,
Uğur Yücel, Kadir İnanır, Yılmaz Güney, Erdal Özyağcılar gibi pek çok değerli sanatçının hayat verdiği karakterler aradan
uzun yıllar geçmiş olsa da hafızalarımızda yer alıyor. Bana göre Kemal Sunal’ın “Kibar Feyzo”, Zülfü Livaneli’nin “Yer Demir
Gök Bakır”, Yılmaz Güney’in “Yol” ve “Umut” filmleri sinema tarihimizin en önemli eserleri arasında bulunuyor. Günümüzde
Türk Sineması iyi yönetmenler, başarılı senaryolar, gelişmiş teknik imkanlarla güzel işlere imza atıyor. Geçmiş yıllarda olduğu
gibi güçlü karakter oyuncularının sayısının da artmasıyla birlikte yeni başarılara ulaşılacaktır.
Kasım 2014
I
S
E
N
H
A
S
H
I
R
A
T
9 Kasım 1938 - Almanya’da
Yahudilere ait binlerce iş yerinin
yağmalandığı, onlarca sinagogun
yakıldığı, mezarlıkların tahrip edildiği ve pek çok Yahudi’nin öldürüldüğü bir olay yaşandı. Saldırıdan
sonra sokakları kaplayan cam
kırıklarının ışıltısı nedeniyle bu olay
tarihe “Kristal Gece” olarak geçti.
3 Kasım 1957 - SSCB, uzaya
ilk defa içinde canlı bulunan bir
roket gönderdi. Layka adlı köpeğin “Sputnik 2” uzay aracıyla dünya yörüngesine çıkması, insanlı
uzay uçuşlarının da öncüsü oldu.
6 Kasım 1986 - Güneydoğu
Anadolu Projesi Bölge Kalkınma
İdaresi Teşkilatı, 20334 sayılı
Resmî Gazete’de yayımlanan 388
sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kuruldu.
1
2
3
5
6
8
7
9
5 Kasım
2006 - Türk
siyasi hayatında önemli bir
isim olan, Türkiye’nin eski başbakanlarından Bülent Ecevit
solunum ve dolaşım yetmezliği nedeniyle hayatını kaybetti.
8 Kasım 1895 - Alman
7 Kasım 1982 - 1982
fizikçi Wilhelm Conrad Röntgen,
X ışınını keşfetti. Modern fiziğin
başlangıcı sayılan bu olay tıp
sektöründe de çığır açtı.
Anayasası için halk oylamasına gidildi. %91,37 “Evet”
oyuyla kabul edilen Anayasa
iki gün sonra yürürlüğe girdi.
7 Kasım 1999 Türk dalgıç Yasemin
Dalkılıç, Malzeme Destekli Sabit Ağırlık kategorisinde 68 metreye
2 dakika 27 saniyede
dalarak dünya rekoru
kırdı.
Kasım 2014
17 Kasım 1972 - Türkiye’de siyasi çizgisi
feminizm olan ilk parti Türkiye Ulusal Kadınlar Partisi (TUKP), Mübeccel Göktuna genel
başkanlığında kuruldu. Parti, 16 Ekim 1981
tarihinde askerî mahkeme kararıyla kapatıldı.
10 Kasım 1938 - Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurucusu Mustafa Kemal Atatürk hayata gözlerini yumdu.
10
12
15
12 Kasım 2003 - Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
idam cezasının kaldırılmasını öngören 6’ncı protokolünü onayladı.
16
17
16 Kasım 1945 - Birleşmiş
Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür
Örgütü (UNESCO) kuruldu.
15 Kasım 1944 - Ahıska, Adigen,
Aspinza, Ahilkelek ve Bogdanovka
bölgelerinde yaşayan Ahıska Türkleri,
Sovyetler Birliği lideri Joseph Stalin
tarafından yurtlarından sürüldü.
Kasım 2014
78
Çağa damgasını
vuran bir buluş
8
“G
Kasım 1895
üzellik başa bela” dedikleri tam manasıyla
bu olsa gerek. Kültürel zenginliği, doğal
güzelliği, önemli jeopolitik konumu gibi nedenlerle yüzyıllardır düşman başından gitmiyor ülkemizin. Biz, 20. yüzyıla beş kala bir yandan dış
borçlar, diğer yandan Girit, Mısır, Tunus sorunlarıyla uğraşırken elin oğlu katot ışın tüplerinde
oluşan lüminesans olayını inceliyor, katottan
kopan elektronların anoda ulaşamadan çarptığı
camdaki ışık parlamalarını izliyordu. Hiç şüphesiz Crookes tüpünde gerçekleşen bu reaksiyonun
ışıltısı, Dolmabahçe’nin altın dekorundan daha
göz kamaştırıcıydı.
O yıllarda hiç kimya veya fizik okumamış biri
“ışın” sözcüğünün ne olduğunu bilemezdi ki
röntgeni anlayabilsin. Çoğumuz “ışın”la ilk defa
bilimkurgu filmleriyle tanıştık; 2000’li yıllarda
ise ışınlanma deneylerinin artık başarılı olmasını
diledik, en kalbî duygularla. Halbuki ışın, uzun
yıllardır hayatımızın içindeydi. Öyle içindeydi ki
kemiklerimizi bize o anlatıyordu.
X ışınlarını Alman fizikçi Wilhelm Conrad
Röntgen keşfetti. Değerli bilim adamı bu uğurda
parmaklarını kaybetse de bulduğu şey sonraki on
yıllar boyunca, milyonlarca insanın hayatını kurtardı. Radyolojinin temel taşını oluşturan X ışını
Kasım 2014
X ışını
zamanla bilim adamına ithafen röntgen ışını, bu ışınların kullanıldığı
cihazlar ise röntgen adını aldı.
X ışınının keşfi modern fiziğin başlangıcı kabul edilse de bu ışın
tıp alanında çığır açtı. Öyle ki ışının kullanıldığı röntgen cihazı tıp
tarihindeki en önemli araç kabul ediliyor. X ışını dokuya verildiğinde
farklı yoğunluklarda emiliyor ve film veya floresans ekran üzerinde bu
yoğunluklar gözlemlenebiliyor. Dolayısıyla kemik ve vücuda dışarıdan
girmiş mermi benzeri maddeler X ışınlarıyla kolayca görülebiliyor.
79
Bu yöntem I. Dünya Savaşı yıllarında,
ülkelerinde röntgen cihazı bulunan şanslı
askerlerin kırık-çıkıklarını tespit etmek
için kullanıldığında, röntgenin ne kadar
olağanüstü bir buluş olduğu anlaşılmış.
Röntgen, geçen zaman içinde geliştirilerek tomografi, anjiyografi, f luoroskopi,
mammografi gibi cihazların da temelini
oluşturmuş. Vücudun en ince damarındaki
bir sorun bile X ışınları sayesinde teşhis
edilebilir hale gelmiş.
X ışını, “Atomdaki çekirdeğe yakın olan
enerji seviyesinden herhangi bir nedenle
bir elektron koparıldığında üst enerji
seviyesinden bir elektronun bu boşluğu
doldurması sırasında yayılan ışıma” olarak
tanımlanıyor. Elektromanyetik spektrumda Mor Ötesi ile Gamma ışınları arasındaki bölgede yer alan X ışınının dalga boyu
1-0,0001 Å aralığında bulunuyor. Pek az
k işinin anlayabi ldiğ i bu tanımlardan
çıkarılacak özet X ışınının düşük dalga
boylu, yani yüksek enerjiye sahip olduğu.
Dolayısıyla insan sağlığını olumsuz etkileyen özellikleri de var. Hayvanlarda yapılan deneyler ve kaza sonucu radyasyona
maruz kalan insanlarda yapılan gözlemler
radyasyon dozu ile biyolojik etkisi arasında
belirgin bir ilişki olduğunu göstermiş.
Keşfedildiği yıllarda zararlı etkileri bilinmediği
için X ışınları hiçbir koruma önlemi olmadan
kullanılmış. Parmaklarını kaybeden, katarakt
olan, kısırlaşan insanların yanı sıra kanser
hastalığına yakalananlar da olmuş.
Keşfedildiği yıllarda zararlı etkileri bilinmediği için X ışınları hiçbir koruma önlemi olmadan kullanılmış. Parmaklarını kaybeden, katarakt olan,
kısırlaşan insanların yanı sıra kanser hastalığına yakalananlar da olmuş.
Günümüzde ise X ışınının zararlı etkileri biliniyor ve korunma yolları uygulanıyor. X ışınının yararları o denli çok ki zararları görmezden geliniyor.
X ışınları için “Hayat kurtarır” denilebilir. İnsanlık, varlığını ve sağlığını
Wilhelm Conrad Röntgen’in “Bilmiyordum, araştırdım” sözüne borçlu belki
de. Bir merak çığır açan bir buluşun nedeni olabiliyor. Röntgen’in adı ise yüz
yıldır rahmetle anılıyor.
Kasım 2014
80
Tiyatroda modern meddah, sinemada fahri Kayserili
Tekin Akmansoy
“Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde…” diyerek başlamalı,
onunla özdeşleşmiş “gılibik” veya “sirseri” sözcüklerine mutlaka
değinmeli Tekin Akmansoy’dan bahsederken. Tiyatroculuğu,
beyazperdede canlandırdığı Nuri Kantar tiplemesinin
başarısından ötürü gölgelense de hem tiyatronun hem de
sinemanın “usta” ismiydi Tekin Akmansoy.
Pınar Ünsal
Kasım 2014
81
S
ahne, kostüm ve en önemlisi oyuncu. Tiyatro seyircisinin mihenkleri bunlar. Kostümün, dekorun
olmadığı durumda ise tek bir adama ait yetenek, bilgi ve zeka alkış alıyor seyirciden; profesyonel
öykü anlatıcıları meddahlar gibi. Tekin Akmansoy, geleneksel hikaye ve canlandırmaların yanı sıra
Molière ve Shakespeare’in çeşitli eserlerinden alıntıladığı anekdotları bir meddah tarzında hikayeleştirerek Türkiye’de modern meddahlığın ilk temsilcilerinden biri oluyor. Akmansoy bu geleneğin
unutulmaya yüz tuttuğu günümüzde, ona verdiği önemi “Meddahlığı bir organ gibi düşünürsek,
tiyatro da eksik kalmış bir insandır” sözüyle vurguluyor. Türk Tiyatrosu’nun önemli bir parçası olan
meddahlıkla ilgili, Türkiye’nin Batılı tarzda tiyatroya yöneldiği yıllarda gelen “temsilcisi kalmamıştır”
görüşü, Akmansoy sayesinde tarihe karışıyor.
Tekin Akmansoy’un oyunculuğa
sevdalanması küçük yaşta, memleketi Denizli’ye gelen gezici tiyatrolar sayesinde oluyor. Halbuki o
yıllarda tiyatronun özenilecek bir
yanı yoktu gibi düşünüyor insan.
Karagöz-Hacivat ve meddahlık sayılmazsa, halk tiyatroyla yeni yeni
tanışıyor, çoğu çeviri oyunların
kültürümüzle az buçuk bağdaşanları tutuyordu. Akmansoy’un 7-8
yaşlarına tekabül eden bu yıllar,
onun ileride ne olmak istediğine
de karar verdiği dönem olur. 7
yaşında bir piyes yazar, etrafına
üç-beş arkadaşını toplayıp çuvalları yırtarak perde yapar ve sahne
tozuna merhaba der.
Akmansoy tiyatroda ilk profesyonel oy u ncu luğ u nu 1939
yılında, Molière’in “Scapin’in
Dolapları” adlı yapıtından uyarlanan “Ayyar Hamza” adlı oyunda
sergiler. 1871 yılında Osmanlı
Tiyatrosu’nda da oynanan bu oyun
halkın konuştuğu dili yerli sahne
edebiyatına mal eden ilk ürünlerden biri olduğu için de önem
taşır. Necip Fazıl Kısakürek ’in
“Para”, Shakespeare’in “Bir Yaz
Gecesi Dönümü Rüyası”, Ahmet
Kutsi Tecer’in “Köşebaşı”, Oliver Goldsmith’in “Yanlış Yanlış
Üstüne”, Reşat Nuri Güntekin’in
“Tanrı Dağı Ziyareti”, Turgut Özakman’ın “Tufan”, Molière’in “Yaz Bekarı” gibi eserlerden tiyatroya
uyarlanmış onlarca oyunda rol alan Tekin Akmansoy, pek çok oyun da yönetir. Haldun Taner’in
kaleme aldığı “Sersem Kocanın Kurnaz Karısı” adlı oyunun ise Akmansoy için yeri başkadır.
Türk Tiyatrosu’nun klasikleri arasına girmiş, 19. yüzyıl sonlarında İstanbul’da Molière’in eserini
Kasım 2014
82
prova eden bir tiyatro grubunun çektiği sıkıntılar yüzünden
Bursa’da valilik yapan Ahmet Vefik Paşa’nın yanına sığınmasını ve bu sırada yaşanan trajikomik olayları işleyen bu eser
Akmansoy’un yönettiği ilk oyundur.
Venedik Dük’lüğünden
carıcabbar Kayseriliye
Tekin Akmansoy’un sinemaya adım atması “Mezarımı Taştan Oyun” adlı 1951 yapımı filmle olur. “Kaderin Mahkumları”, “Kanlı Deniz” gibi dramlarda rol alsa da “Köyden İndim
Şehire”, “Kaynanalar” gibi komedilerde gösterdiği başarı
adının tüm Türkiye’de duyulmasına vesile olur. Tiyatro yaşamında Akmansoy’u birkaç bin kişi tanırken, “Kaynanalar”
adlı filmde canlandırdığı Nuri Kantar tiplemesinin ardından
bu sayı milyonları bulacaktır; kendi adıyla değil, “Kantar
Bey” olarak bilinse de.
Televizyon komedi dizilerinin ilk yerli örneği Aziz
Nesin’in Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz adlı eserinin diziye
uyarlamasıdır. 1974 yapımı olan bu dizi toplumsal taşlamadır, siyasi mesaj içerir. Burada güldüren şey, birey ve sistem
arasındaki çatışmadır. Kişinin stresini atmak ve rahatlamak üzere komedi dizilerini tercih etmesi ve bu dizinin
de memleketin o yıllardaki halini bir nebze gözler önüne
Kasım 2014
İzleyicinin
Nuri
Kantar’ı,
Vehbi Koç
ve Sakıp
Sabancı gibi
Türkiye’nin dev
iş adamlarından
biri sanması,
Akmansoy’un bir
davette onlarla
birlikte çektirdiği
fotoğraf ile daha
da inandırıcı
hale gelir.
sermesi nedeniyle “Yaşar Ne Yaşar Ne
Yaşamaz” adından çok söz ettirmez.
1970-80’li yıllarda komik, kafa yorucu
mesaj vermeyen, dikkat gerektirmeyen,
ancak Türk aile kavramı ve karakterlerini olduğu gibi ekrana yansıtan
“Kuruntu Ailesi”, “Perihan Abla” gibi
diziler uzun yıllar ekranlardan inmez.
Türkiye’deki ilk ve en uzun süreli
televizyon komedi dizisi ise filmin ardından dizileştirilen “Kaynanalar”dır.
İlk bölümü 1974 yılında yayımlanan
dizide, çocukları evlenen gelenekçi bir
aile ile modern bir ailenin çatışması
güldürücü bir şekilde sunulur. Dizi o
kadar tutar ki Nuri Kantar’ın eşinin
sözünden çıkmayan dünürü Timur’a
dediği “gılibik”; evlatlığı Döndü, muhasebecisi Kerim, üçkağıtçı yeğeni
Şerafettin tepesini attırdığında ağzından çıkan “sirseri” ve karısı Nuriye’ye
sinirlendiğinde söylediği “ümüğünü sıkarım” sözleri dahi uzun yıllar seyircinin dilinden düşmez. İzleyicinin Nuri
Kantar’ı, Vehbi Koç ve Sakıp Sabancı
gibi Türkiye’nin dev iş adamlarından
biri sanması, Akmansoy’un bir davette
onlarla birlikte çektirdiği fotoğraf ile
daha da inandırıcı hale gelir.
“Kaynanalar” gibi, bir Moğollar
bestesi olan jenerik müziği de dizinin
unutulmazları arasındaki yerini alır.
“Sanat, bütün devrimlerin
önündedir”
“Kaynanalar” dışında Tekin Akmansoy
“Sonradan Görmeler”, “Emret Muhtarım”, “Beybaba” ve “İki Aile” dizilerinde de rol alır. Son dönemde çekilen
televizyon dizileri için Akmansoy’un
“Televizyonda kötü tiyatro oynanıyor”
yorumu, sinema ile tanınsa da yaşamının sonuna kadar neden tiyatro sahnelerinden inmediğini açıklar gibidir.
Sanatı bir devrim olarak görür,
onunla ilgili pek çok güzel söz söyler,
birçok fedakarlık yapar Akmansoy.
83
Fedakarlıklarından biri de para kazandığında Avrupa’nın değil, Anadolu’nun
yollarını tutmasıdır. Canlandırdığı karakterlerin şivesini başarıyla yapabilmesini
Anadolu’yu gezip dolaşmasına bağlar: “(…) Orada diyalektlere çok dikkat ediyordum. Bu çok önemlidir biz oyuncular için. Düşünün, okulda diksiyon ve fonetik
derslerinde Türkçemiz bozulmasın diye dikkat edilirdi. Fakat mezun olan bir
oyuncu bir köylü rolünü nasıl oynayacak? Şive bilmeyen bir oyuncu köylü rolünü
nasıl oynar? Köylü mü, şehirli mi olduğu belli olmayan cümleler çıkar ağzından.”
Akmansoy’un 2000’li yıllarda bir de
öğretim üyeliği var. Özel bir üniversitenin konservatuvarında tiyatro dersi
vermeye başlayan Akmansoy üçüncü
dersin ardından istifa etmeye karar verir. Öğrencileri bunun nedenini sorduğunda “Ben hepinizi bırakırım. Sonra
ananız babanız rektöre koşar, 15 bin
dolar ödedik der. Bu sefer rektör beni
çağırıp bir daha imtihan yapmamı rica
eder. ‘Hayır’ dersem beni kovar. Onun
için kovulmadan ben gideyim, siz de
rahat rahat sınıfı geçin” cevabını verir.
1990’lı yıllarda Devlet Sanatçılığı
unvanı ve TBMM tarafından verilen Üstün Hizmet Ödülü sahibi olan
Akmansoy’un disiplinli ve idealist kişiliğinin devlet tarafından keşfedilmesi
1969 yılında olur. Bakanlar Kurulu izniyle Kıbrıs’a gönderilen Tekin Akmansoy orada bir Türk tiyatrosu kurmakla
görevlendirilir. Kıbrıs’taki İlk Sahne
adlı tiyatro Akmansoy’un eseridir.
Kasım 2014
Tadı
damağımızda
kaldı
Erbay Kücet
T
oplumların farklı kültürel zenginliklere sahip oldukları bir gerçektir. Yemek
yeme alışkanlığı da kültürün bir ögesi olduğu için toplumlara göre farklılık
gösterir. İnsanların yaşamak için yemek yemeleri gerekir. Beslenme, canlıların
hayatlarını sürdürebilmeleri için vazgeçilmez bir şeydir. Fakat konu sosyal
antropoloji açısından ele alındığında bir insanın ne yediğinin, coğrafi şartlara
bağlı olmakla birlikte, onun kültürüyle de yakından ilgili olduğu görülür.
Kişinin yemekleri tercih etme imkanı olduğu zaman neyi seçtiği, onu ne
biçimde sağladığı, nasıl pişirdiği, nasıl, ne zaman ve nerede yediği, kendi toplumsal grubunun alışkanlıklarına göre değişir. Bu açıdan bakıldığında bizim
toplumumuzun da yemek türü, lezzeti, özelliği bakımından diğer kültürlerden
oldukça farklılık gösterdiğini belirtmek gerekir.
Ülkemizde yemek yeme alışkanlıkları tarihsel, bölgesel, hatta köy, kent
gibi yerleşme birimlerine göre de değişiklik göstermektedir. Bununla birlikte,
toplumumuzda yine de bu konuda ortak özellikler söz konusudur. Uzun bir
tarihsel geçmişimiz olduğundan mutfak konusunda zengin bir kültüre sahibiz. Bu zenginliğimizi yemeklerimizde görmekteyiz. Mesela sadece Karadeniz
bölgesinde bilinen mısırlı yemeklerimizin sayısı yirmiyi geçer. Hamsi de tava,
ekmek, pilav, kaygana, köfte, haşlama, ızgara, börek, buğlama, turşu gibi pek
çok çeşitte karşımıza çıkar.
Kayseri’de yirmi tür pastırma söz konusudur. Bir Kayseriliye, “Say yirmi çeşit
pastırmanın adını” dediğimizde, “Sırt, kuşgömü, kenar mehle, eğrice, omuz,
dilme, şekerpare, kürek, kapak, döş, etek, bacak, orta bez, kavrama, meme, kelle, kanlı bez, arka bas, tütünlük” diye sıralayıverir. Patlıcandan yapılan yemek,
salata ve kebap türlerimizin de oldukça zengin olduğunu bilmeyenimiz yoktur.
İşte yemeklerimizin genellikle bitkilerden, etlerden ve hamurdan olmak üzere üç kaynaktan oluştuğunu görmekteyiz. Özetle söyleyecek olursak mutfak bir
uygarlık belirtisidir. Atalarımız çeşitli uygarlık aşamalarında değişik yemekler
yapmışlardır. Her uygarlık aşamasının bugünkü yemek yeme alışkanlıklarımıza da etkisi olmuştur.
Dünyada yeme-içme alanındaki gelişmelerin en önemli göstergesi, kitapçı
raflarını süsleyen yemek kitaplarının sayısıdır. Dünyanın hemen her yerinde
olduğu gibi bizde de son yıllarda mutfak üzerine yapılan çalışmaların, yemek
kitaplarının sayısı hızla artmıştır. Bunun nedenlerinden en önemlisi ev ha-
Kasım 2014
85
nımlarımızın eskisi gibi annelerinden
gördükleriyle yetinmeyip yeni keşifler
peşinde olmalarıdır. Yapılan araştırmalarda görüleceği üzere hem dijital
ortamda, hem de konvansiyonel alanda,
yemek kitabı okurlarının sayısının arttığını söyleyebiliriz.
Malumunuz, memleketimizde geçtiğimiz yıllarda satışı yapılan yemek
kitaplarının çoğu yabancı dillerden çevrilmişti ve kötü fotoğraflarla süslüydü.
İçine onlarca zoraki tarif sığdırılmış,
uygulanabilir olmaktan uzak, nerenin
mutfağı olduğu da tartışmalı olan bu
yayınlar öyle her yerde de satılmazdı.
Aradan geçen zaman içinde biz de işi
öğrendik, çünkü yemek sektörü dünyada o kadar hızlı büyüdü ki yetişmek
neredeyse imkansız hale geldi. Yine de
güzel ve yerel çalışmaları, başarılı çevirileri buradan kutlamak isterim. Bir de
son derece başarılı yemek kitaplarında,
genellikle kadınların imzası olduğunu
itiraf etmeliyiz.
Yemek kitaplarının üç tür alıcısı
vardır. Birinci grup her kitaptan, her
tür tarifi hemen dener, çoğu zaman
kitaptaki fotoğrafa benzer bir şey ortaya çıkmayınca da kızar. İkinci grup
sağlıklı ve fit kalma derdinde olan diyet
Türkiye’de
de sayıları
hızla artan yerel
yemek kitapları,
bugün dünyada
yükselen bir
değer olmaya
devam ederken
piyasada yemek
kültürümüzle
ilgili değişik
konularda
yayınlar vardır.
kitabı koleksiyonerleridir. Üçüncü grup ise yemek kültürünün
meraklıları, daha doğrusu hastalarıdır. Bunlar hem mutfağa, hem
geleneğe, hem de lezzete meraklıdırlar. İşin tarihsel boyutlarını
ve felsefesini de merak ederler. Yemek kitabı meraklılarının bazıları okuduklarıyla yetinmeyip bir de yemek kitabı yazar.
Türkiye’de de sayıları hızla artan yerel yemek kitapları, bugün
dünyada yükselen bir değer olmaya devam ederken piyasada
yemek kültürümüzle ilgili değişik konularda yayınlar vardır.
Yemek masasının nasıl süsleneceğinden tutun da yemek adabıyla ilgili diğer bilinmezlerin ele alındığı bu yayınlarda protokol
yemek listesi ve masada nasıl oturulacağına varıncaya dek hiçbir
ayrıntı unutulmamıştır. Yayıncılık piyasasındaki bu güzel gelişmeyi sevinçle ve gururla takip ederken Akdeniz Su Ürünleri
Araştırma, Üretme ve Eğitim Enstitüsü’nün uzun yıllardır idareciliğini yapan Doç. Dr. Yılmaz Emre’nin farklı bir kitabı elime
geçti. Daha doğrusu bu yaz tatilimizi geçirdiğimiz mekan onun
çalıştığı kurumdu. Müdür beyin davetiyle akşam yemeğinde
tadına baktığımız balık sonrası ertesi gün teşekkür için gittiğim
makam odasında kırk yıl hatırlı bir acı kahvenin ardından adıma
imzaladığı alabalık, levrek, çipura, sazan ve kalkan gibi balık
yetiştiriciliğinde kullanılan balıkların nasıl pişirilmesi ve nasıl
yenilmesi üzerine bol görsel malzeme ile hazırlanan Balık Yemek
Tarifleri kitabından söz etmek istiyorum.
Otuz yılı aşkın bir zamandır balık yetiştiriciliğinin kamu
sektöründe değişik görevlerde bulunan Doç. Dr. Yılmaz Emre
görevi icabı ürettiği, araştırmasını yaparken eğitimini de verdiği
mesleğindeki bilgilerini başkalarına da aktarmak amacıyla bu
kitabı kaleme almış. Zira eski Türkiye’nin geride kaldığını, artık
her il veya ilçemizde balıkçı tezgahlarının bulunduğunu belirten
yazarımız bu noktada üretimi yapılan adı geçen balıklarımızın
tüketimine ve pişirilmesine yönelik basılı materyalin azlığını da
ifade ediyor. Geleneksel lezzetlerimizden alıntılarla balıkla ilgili
mutfağımıza yeni lezzetler katan hocamızın kitabında alabalık,
sazan, levrek, çipura ve kalkan balıklarının yetiştirilmesi ile
ilgili ansiklopedik olmayan anlaşılır bir üslup ile kaleme alınan
bölümlerle birlikte, bizzat uygulamasını yaptığı tatların tarifleri
muhteşem görsellerle sunulurken balıkların nasıl temizleneceğinin de unutulmadığına şahitlik ediyorsunuz.
Balık Yemek Tarifleri kitabının bugüne kadar değişik tarzlarda
yazılan bu tür yayınlar içinde bir ilk olduğunun altını çizerken,
onca yıllık emek ve bilgi birikimini esirgemeden hatta kıskanmadan yazan ve kamuoyuyla paylaşan Doç. Dr. Yılmaz Emre’nin
sadece beş tür için hazırladığı bu yayınında katkısı olanları da
tebrik etmek gerekiyor. Özellikle grafik tasarım sanatçısını, balık
yemeklerinin tariflerinin yazarını ve objektifi ile balıkları kayıt
altına alan fotoğraf sanatçısını da unutmamak gerekiyor.
Kasım 2014
Kitap
Fikir Dünyamızın
Yıldızlarından
Nureddin Topçu
Mehmet Sılay
Düşün Yayıncılık
İstanbul, 2010
207 s.
Çerkes Ethem
“Ben Hain miyim?”
Yılmaz Koç
Paraf Yayınları
İstanbul, 2013
216 s.
Fena - Mevlana’da
Özgürlük
Ekrem Özdemir
Otorite Yayınları
Ankara, 2013
206 s.
Kasım 2014
Mütefekkirimiz merhum Nureddin Topçu’nun
sohbetleri ve hayata dair düşüncelerinin aktarıldığı Fikir
Dünyamızın Yıldızlarından Nureddin Topçu adlı kitabı
Dr. Mehmet Sılay kaleme almış. Sılay, Topçu’nun dar
manada siyasetten bahsetmediğine, meseleleri bir siyaset meselesi olarak görmediğine dikkat çekerken onun
“Siyasi değil, ruhlarda manevi bir inkılaba ihtiyacımız
vardı” sözlerini öne çıkarıyor.
Kitapta, Nureddin Topçu’nun dönemin siyasi ilişkilerini kastederek söylediği “Bu memlekette elli sene daha
seviyeli siyaset yapılmaz” sözünün de altı çiziliyor.
Tarih araştırmacısı Yılmaz Koç, Millî Mücadele’nin ilk
yıllarını Çerkes Ethem üzerinden ele alıyor. Koç, Çerkes
Ethem “Ben Hain miyim?” adlı kitabında canını dişine
takmış bir avuç insanın Doğu, Güney, Batı cephelerinde
kelle koltukta savaş vermelerine dikkat çekiyor.
Büyük Millet Meclisi’nde yaşananlar, Millî Mücadele’nin
merkezi Meclis’in dönemin önemli olaylarına karşı takındığı tavır ve Çerkes Ethem’in başından geçenlerin bir roman akıcılığında anlatıldığı kitapta Mustafa Kemal Paşa,
Kazım Karabekir, İsmet İnönü, Demirci Efe gibi önemli
isimlere de yer veriliyor.
Çerkes Ethem “Ben Hain miyim?” adlı kitabın bitiminde, Çerkes Ethem’in kahraman mı yoksa bir hain mi olduğuna ilişkin karar okuyucuya bırakılıyor.
“Yaşadıklarımız hak ettiklerimizdir” iddiasıyla
kitapçılarda yerini alan Fena - Mevlana’da Özgürlük adlı
kitapta “Kader nedir?”, “Bir eylemi gerçekleştirdiğimizde
Allah bunu istediği için mi o eylemi yapıyoruz, yoksa biz
istediğimiz için mi Allah yaratıyor?”, “Yaşadıklarımız
önceden yazılmış şeyler midir?”, “İnsan ne kadar özgürleşebilir?”, “İnsan iradesinin etkinlik alanının sınırları nelerdir?”, “Akıl bizi nereye kadar götürebilir?” gibi sorular
Mevlâna penceresinden cevaplanırken bugünün insanına
yedi asır öncesinden ışık tutuluyor.
Kitapta, İslam tarihinde itikadi mezhepler olan Mutezile ve Cebriyye hakkında Mevlâna’nın yorumları verildikten sonra can alıcı bir meseleye, kaza ve kader konusuna
geliniyor. Üçüncü bölümde Mevlâna’nın özgürlük anlayışı
“fena” kavramı üzerinden anlatılıyor.
Kitap
Yazarı okumuş, yazmış ve görmüş biri olur da yazdıkları okunmaz mı? Elbette okunur. Salih Kurnaz halk
ağzında dolaşan ve sohbetlerin unutulmazları arasında
yer alan yaşanmış hadiseleri Kül Kömbesi adlı kitapta
kendi üslubuyla anlatmış.
Şive ve ağızlarıyla yazı diline aktarılan masalımsı
öykülerin birçoğunu daha önce ya okumuşsunuzdur ya
da birilerinden dinlemişsinizdir. Daha çok İç ve Orta
Anadolu yörelerinden derlenen hikayelerde yazar, kahramanların tavır ve davranışlarını da iyi bir gözlemci
olarak okurlarına anlatmayı ihmal etmiyor. Hikayeleri
okuyunca yüzdeki tebessüm eksik olmuyor.
Kül Kömbesi
“İdareciliğin mektebi olmaz” diyenlere inat yazıldığı
Liderin Kitabı
izlenimi veren kitabı deneyimli bir bürokratın kaleminden okumaya ne dersiniz? 26 senelik emeğin ürünü olan
Liderin Kitabı’nın liderlik sanatını öğretmek için yazıldığı önsözde ifade ediliyor.
Kitapta, tarihe mâl olmuş en meşhur liderlerin şahsi
kabiliyet ve özellikleri anlatılırken, o noktalara nasıl
geldikleri, nasıl bir irade kuvveti ve maharetle çevrelerindekilere yön verdikleri, milyonları arkalarından nasıl
sürükledikleri, erişilmez ustalıklarıyla emsalsiz başarılara nasıl ulaştıkları da aktarılıyor.
Hiç şüphesiz okuyan öğrenir, öğrenen tatbik eder,
tatbik eden kazanır.
Mehmet Kaplan, İsa Yusuf Alptekin, Emel Esin, Cemil
Meriç, Semiha Ayverdi, Ali Ulvi Kurucu, Zeki Faik İzer,
Sait Çekmegil, Ali Haydar Öztürk, Ömer Asım Aksoy,
M. Asım Köksal, Orhan Düzgüneş, Şükrü Elçin, İsmail
Ercüment Kuran, Şevket Beysanoğlu, Necati Öner ve
Süleyman Hayri Bolay… Eser ortaya koymuş, tesir hasıl etmiş 17 şahsiyet gözlerimizin önünden resmî geçit
yapıyor.
Türkiye Yazarlar Birliği’nin Türkiye Kültür ve Sanat
Yıllıklarında 30 yıl içinde yayımlanan konuşmalardan
derlenen Nesillerin Mirası - Dünden Yarına Konuşmalar,
konuşanların kişiliği ve konuştukları konularla ilgi çekici
bir kitap.
Salih Kurnaz
Haber Yayınları
İstanbul, 2009
239 s.
Recep Muhlis Gür
Truva Yayınları
İstanbul, 2014
779 s.
Nesillerin Mirası
Dünden Yarına
Konuşmalar
Dilara Coşkun
Yazar Yayınları
Ankara, 2014
204 s.
Kasım 2014
Kitap
Yusuf Ekinci’nin Ahîlik ve Cumhuriyet Döneminde Meslek
Eğitimi, Makaleler, Hükümet ve Siyasi Parti Programlarında
Millî Eğitim, Hoca Ahmet Yesevi, Eğitim Üzerine Düşünceler, Burdur, Gaspıralı İsmail, Hacı Bayram-ı Veli, Sorunlu
Eğitimde Zorunlu Eğitim, Türkiye’de Siyasi Parti ve Hükümet
Programlarında Çalışma Hayatı, Geçmişten Geleceğe Eğitime
Bakış isimli kitapları da bulunuyor.
Ahîlik
Dr. Yusuf Ekinci
Sistem Ofset Yayıncılık
Ankara, 2012
415 s.
İstanbul’un henüz fethedilmediği dönemlerde Edirne’de bulunan Sultan Mehmed,
halkın nabzını tutmak için tebdil-i kıyafetle çarşıda dolaşmaya çıkar. Sokağın başındaki
ilk dükkana girer ve yarım batman yağ, yarım batman bal ve biraz da peynir almak istediğini söyler. Esnaf yarım batman yağı tarttıktan sonra “Ağam dilerseniz bal ve peynir
de verebilirim. Ancak ben bu yağı satarak siftah ettim. Diğer isteklerini daha siftah
etmeyen karşı komşumdan alırsan memnun olurum” der. Sultan Mehmed karşıdaki
dükkana geçer, yarım batman bal ve peynir ister. Dükkan sahibi balı tarttıktan sonra
“Allah’a şükür bugün de siftahımızı ettik. Peyniri henüz siftah etmeyen komşumdan
alırsanız sevinirim” der. Bunu duyan Sultan Mehmed, “Bu millette bu yüksek ahlak
varken değil İstanbul’u dünyayı fethederim” diyerek çarşıdan ayrılır.
Bu hikayeyi TBMM 20. Dönem Burdur Milletvekili Dr. Yusuf Ekinci’den dinledik.
Ahîlik isimli kitabını konuşmak üzere bir araya geldiğimiz Ekinci, geçmişi yüzyıllar
öncesine dayanan Ahîlik’le ilgili çalışmasını her biri ders niteliği taşıyan birbirinden
güzel hikayeler eşliğinde anlattı. “Ahîlik ahlakıyla yetişmiş Osmanlı esnaf ve sanatkarında doğruluk esastı. Hileli satışa kesinlikle müsaade edilmezdi” diyen Ekinci, şu
örneği verdi: “Batılı bir tüccar İstanbul’a geliyor. Bir kumaş imalathanesinin mallarını
beğeniyor ve hepsini satın almak istediğini söylüyor. Osmanlı esnafı siparişi hazırlarken
bir top kumaşı ayırıyor. Batılı tüccar bunun nedenini sorduğunda ‘Onu size veremem,
kusurludur’ diyor. Alıcı, sadece bir top kumaştaki kusurun önemli olmadığını söylese de
esnaf ısrar ediyor: Ben size malımın kusurlu olduğunu söyledim. Fakat siz onu memleketinizde satarken müşteri bunu bilmeyecek. Neticede kusurlu mal yüzünden Osmanlı
esnafı hilekar sanılacak. Onun için bu topu size asla veremem.”
“Ahî birlikleri bütün yönleriyle incelenmeli”
Yusuf Ekinci’nin 12. baskıya ulaşan Ahîlik isimli kitabı, bu konuyla ilgili oldukça kapsamlı bilgiler içeriyor. Ahîliğin vizyonu ve misyonundan Ahî birliklerinin kuruluşu ve
yapısına, Ahîlik geleneğinin günümüze sunduğu çözümlerden Ahîlik’le ilgili makale,
ayet, hadis, hikaye ve deyimlere kadar çeşitli konu başlıklarının yer aldığı kitap, titiz
bir çalışmanın ürünü olarak okurla buluşuyor. Kitabın 12. baskısında Toplam Kalite
Yönetimi (TKY), Kalite ve Standardizasyon ile Ahîlik sisteminin karşılaştırmasına da
yer verilerek her iki uygulamadaki benzer yönler ortaya konuluyor.
Yusuf Ekinci, “Ahî birlikleri 13. yüzyılın ortalarından itibaren Müslüman-Türk
toplumunun ekonomik, sosyal ve kültürel hayatında çok önemli rol oynamıştır. Geç-
Kasım 2014
Kitap
mişten bugüne ışık tutan Ahî birliklerinin
bütün yönleriyle incelendiğini söylemek çok
zor, hatta imkansızdır. Bugün tarihçilerin,
edebiyatçıların, ekonomistlerin, sosyologların ve diğer alan uzmanlarının, geçmişi
yüzyıllar öncesine uzanan Ahî birlikleri ve
benzeri millî kuruluşlarımızı incelemeleri ve
kendi alanları ile ilgili bilgilere ulaşmalarının zaruret haline geldiğini düşünüyorum.
Ulaşılacak bilgiler bugüne ve geleceğe ışık
tutacaktır. Geçmişten alabileceğimiz dersler,
yakalayabileceğimiz ipuçları geleceğimizi
daha iyi, daha sağlam, daha güçlü inşa edebilme imkanını bize sağlayacaktır” diyor.
Yu s u f E k i n c i , s o h b e t i m i z s ı r a s ı n d a
Ahîlik’le ilgili bilgiler de aktarıyor. “Ahîlik,
daha çok esnaf arasında gelişmiş olmakla
birlikte esnaf dışından da çeşitli meslek erbabını bünyesinde barındıran, Ahî Evran-ı
Veli önderliğinde Anadolu’da güç ve önem
kazanan, Anadolu dışında Balkanlar, Orta
Doğu ve Kaf kaslar’a kadar yayılan sivil bir
yapılanmanın adıdır” diyen Ekinci, Ahîliğin
ik i cihan saadetini hedef alan bir sistem
olduğunun altını çiziyor. Yusuf Ekinci, bir
Ahî’nin meslek, sanat veya iş sahibi olması
gerektiğini ifade ederek, “Ahîlik meslekte
başarıyı ahlaki değerler ve görgü kurallarıyla
yakından ilgili görmüştür. Ahîlerin yemek
yemeden su içmeye, misafirlikten alışverişe
kadar çeşitli konularda 124 görgü kuralı
bulunmaktadır. Doğruluktan ayrılmamak,
cömert olmak, hile yapmamak, yalan söyle-
memek, alçakgönüllü olmak, kusurları örtmek, dedikodu yapmamak, kudreti varken suçluyu affetmek,
utanma duygusu taşımak, büyüklere hürmetkar küçüklere şef katli olmak ise Ahîlerin genel özellikleri
arasında yer almaktadır” diye konuşuyor.
“Kusurlu mal yapanın pabucu dama atılıyordu”
Yusuf Ekinci, Ahîlik sisteminde eğitimin önemine de
işaret ediyor. Ahîliğin yüzyıllar önce genel ve mesleki
eğitimi kaynaştırdığını, aynı zamanda yâren sohbetleri,
çeşitli toplantılar ve eğlenceler yoluyla bilgi ve görgünün artırılmasına imkan sağladığını ifade eden Ekinci,
“Eğitim belirli bir noktada tamamlanan değil, ömür
boyu süren bir faaliyet olarak ele alınmıştır” diyor.
Yusuf Ekinci, Ahîlik sisteminde tüketici haklarının
korunmasıyla ilgili olarak şu örneği veriyor: “Ahîlik
sisteminde kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve
kalitesiz işin önüne geçmek için ilginç bir yöntem uygulanıyordu. Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz
diyelim. Ayakkabının kusurlu çıkması durumunda
heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyordu. Eğer şikayet eden
haklıysa hem malın bedeli ödeniyor hem de ayakkabılar
imal edenin çatısına atılıyordu. Gelen geçen de kimin
iyi, kimin kötü esnaf olduğunu anlıyordu. Böylece kusurlu mal satan kişi maddi kazançtan oluyor ve pabucu
dama atılmış oluyordu.”
Yusuf Ekinci, sohbetimizin sonunda önemli bir
noktaya dikkat çekiyor. Her yıl eylül ayının üçüncü
haftasında Ahîlik Haftası’nın kutlandığını anımsatan
Ekinci, “Ahîliğin güzel değerlerini sadece bir hafta
değil, hayatımızın her anında hatırlamalı ve uygulamalıyız” diye konuşuyor.
Kasım 2014
Müzik
Kitap Okurken
Müzik
Artist Müzik
The Journey So
Far - The Best
of Loreena
McKennitt
Loreena McKennitt
We Play
Sessiz Nehir
Nurettin Rençber
Artvizyon Yapım
Kasım 2014
Kitapseverlerin okuma keyif lerine eşlik
edecek parçaların özenle seçilmesiyle hazırlanan
Kitap Okurken Müzik, klasik eserlerin yanı sıra son
yılların popüler şarkılarının enstrümantal versiyonlarını da içeriyor. Toplam 16 şarkıdan oluşan
albümdeki parçalar yalnızca kitap okuyucularına
değil, pek çok dinleyiciye hitap edecek kadar geniş
bir yelpazede. “La Boheme”, “She”, “Sous le Ciel de
Paris” gibi eskimeyen parçalara yer verilen albümde
“Altalena” adlı eseriyle Lino Cannavacciuolo da müzikseverlere takdim ediliyor.
Kendine has tarzı ile 1985 yılından beri müzik
piyasasının en özgün isimlerinden olan İrlanda asıllı
Kanadalı şarkıcı Loreena McKennitt’in en sevilen
parçalarını topladığı “best of” albümü hayranlarıyla
buluşmaya hazır. Uzun zamandır böyle bir albüm
yapması yönünde istekler aldığını belirten McKennitt, albümde hangi şarkıların yer alacağına karar
vermenin hiç kolay olmadığını dile getirmişti. The
Journey So Far-The Best of Loreena McKennitt’te
yer alan “The Mummer’s Dance”, “Stolen Child”,
“Penelope’s Song” gibi parçalar McKennitt’in müzikal zenginliğini ortaya koyarken kendisinin neden
çağımızın en önemli kadın vokalleri arasında yer
aldığını da anlaşılır kılıyor.
Son albümünü bundan üç yıl önce yayımlayan Nu-
rettin Rençber, Sessiz Nehir ile yeniden sevenleriyle
buluşuyor. Albümde yer alan parçalardan biri dışında hepsinin söz ve müziği Nurettin Rençber’e ait.
Albümün istisnası ise Nazım Hikmet’in II. Dünya
Savaşı sırasında atılan atom bombasına dair yazdığı
“Japon Balıkçısı” şiirinin bestelenmiş hali. Sessiz
Nehir albümünde suskunluk ve yalnızlık temalarını
işleyen Nurettin Rençber’e bu çalışmasında Perulu
panflüt sanatçısı Gery Tochi eşlik ediyor.
Film
Fury
Senaryo: David Ayer
Yönetmen: David Ayer
Oyuncular: Brad Pitt, Shia LeBeouf, Logan Lerman
Yapım: 2014, ABD
Tür: Savaş, Dram
İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermek üzere olduğu günlerde geçen “Fury”nin başrolünde daha önce de aynı zaman dilimini konu edinen “Soysuzlar Çetesi” filminde
rol alan Brad Pitt bulunuyor. Don Collier rolündeki Brad Pitt, Amerikan ordusunun
küçük bir birliğine liderlik yapıyor. Birliğin amacı Avrupa’nın içlerine doğru ilerlemek ve buradaki Amerikan askerlerini kurtarıp özgürlüklerine kavuşturmaktır. Fakat birliğin hem insan gücü hem de silah kaynakları bakımından içinde bulunduğu
zor durum göz önüne alındığında bu hiç de kolay bir görev olmayacaktır. Amerikan
Ordusu’nun İkinci Dünya Savaşı’ndaki II. Zırhlı Tümen’inden esinlenilen film, hiç
eksilmeyen heyecanıyla izleyicilere keyifli bir seyir vadediyor.
Sivas
Senaryo: Kaan Müjdeci
Yönetmen: Kaan Müjdeci
Oyuncular: Doğan İzci, Muttalip Müjdeci, Okan Avcı
Yapım: 2014, Türkiye
Tür: Dram
Kaan Müjdeci’nin senaryosunu yazıp yönettiği ve kendisinin ilk uzun metrajlı
filmi olan “Sivas”, 11 yaşındaki Aslan’ın hayatının tekdüzeliğine ve bunun nasıl
değiştiğine dair bir hikaye anlatıyor. Aslan’ın yaşadığı yerde son derece ilgi gören
köpek dövüşlerinde karşılaştığı yaralı Sivas’ı bulması ve onunla bir dostluk kurmasıyla değişen hayatını konu edinen film, içindeki köpek dövüşü sahneleri nedeniyle
eleştirilmiş olsa da 51. Altın Portakal Film Festivali’nde Ulusal Uzun Metraj Jüri
Özel Ödülü ve En İyi Kurgu ödülünü kazandı. Filmin çocuk oyuncusu Doğan İzci
ise Behlül Dal Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü. Film, daha önce de Venedik Film
Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü kazanmıştı.
Kasım 2014
92
Vekiller
okuyor
izliyor
Hamza Dağ
AK Parti İzmir Milletvekili
Bir hukukçu ve siyasetçi olarak daha çok hukuk ve siyaset kitapları okuyorum.
Osmanlı’nın son dönemi ve yakın siyasi tarihimize yönelik kitaplar ilgimi çekiyor. Aynı zamanda felsefi eserlere ağırlık veriyorum. Şu sıralar Yıldıray Oğur’un
Ey Özgürlük - Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bir Kavramın Dönüşümü adlı kitabını
okuyorum. Sinemaya gitmek için yeterince zaman ayıramasam da daha çok
komedi ve bilimkurgu filmlerini izliyorum. Sezen Aksu’nun şarkılarını çok
beğeniyorum. Ayrıca Orhan Hakalmaz ve Zara en fazla dinlediğim sanatçılar
arasında yer alıyor. “Kütahya’nın Pınarları” türküsünü büyük bir keyifle dinliyorum. Ege türkülerini çok seviyorum.
Sinan Aygün
CHP Ankara Milletvekili
Son dönemde en çok Ergenekon davasıyla ilgili kitapları okudum. Benim de yargılandı-
ğım Ergenekon’a ilişkin okumadığım kitap kalmadı. Araştırmacı yazarların eserlerini
büyük bir beğeniyle okuyorum. Bunun yanı sıra ilgi alanım ağırlıklı olarak ekonomi
olduğu için ekonomi dergilerini takip ediyorum. Sinemada hiçbir filmi kaçırmıyorum. Vizyona giren tüm filmleri özellikle akşam seanslarında izliyorum. Cem
Yılmaz’ın şu sıralar vizyonda olan “Pek Yakında” filmine ilk fırsatta gideceğim.
Genellikle Türk Sanat Müziği dinliyorum. Eski değil, son beş-on yıldaki Türk Sanat
Müziği eserlerini dinlemeyi tercih ediyorum. Orhan Gencebay’ı çok beğeniyorum,
onu büyük bir sevgiyle dinliyorum. Ayrıca Selami Şahin en beğendiğim sanatçılar
arasında yer alıyor.
Bahattin Şeker
MHP Bilecik Milletvekili
Her tür kitap okuyorum. Siyaset ve tarih kitapları ile güncel konularla ilgili
eserleri yakından takip ediyorum. En son Ferudun Dingeç’in Son Avarlı - Avar
Türkleri’nin Epik Tarihi isimli kitabını okudum. Sinemaya sıklıkla gitmeye çalışıyorum. En son “Eyvah Eyvah 3” ve “İncir Reçeli 2” isimli filmleri izledim. Türk
Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği eserlerini beğeniyle dinliyorum.
Kasım 2014
93
Muhammet Bilal Macit
AK Parti İstanbul Milletvekili
Ağırlıklı olarak siyaset ve uluslararası ilişkilere yönelik kitaplar oku-
yorum. Bunun yanında tarih ve kültür kitapları ile biyografiler ilgimi
çekiyor. En son Koçi Bey Risalesi adlı kitabı okudum. Her hafta mutlaka sinemaya giderek veya DVD’den film izliyorum. Küçük bir DVD
koleksiyonum var. Güzel olan her tür müziği dinliyorum.
Ensar Öğüt
CHP Ardahan Milletvekili
Genellikle siyaset, ekonomi ve tarih kitapları okuyorum. Bunların yanı
sıra roman ve şiir de seviyorum. Âşık Şenlik, Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova gibi halk ozanlarımızın şiirlerini zaman zaman okuyorum. Her birinin ayrı bir hikayesi var. Karl Marx, Adam Smith, Fahrettin Kırzıoğlu,
Fakir Baykurt ve Dursun Akçam’ın pek çok kitabını okudum. Sinemaya
ara sıra gidiyorum. Özellikle üç boyutlu filmleri izlemeyi seviyorum.
Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği dinliyorum. Halk ozanlarımızın eserlerini çok beğeniyorum. Türk Sanat Müziği’nde Zeki Müren’i
büyük bir keyifle dinliyorum.
İsmet Büyükataman
MHP Bursa Milletvekili
Daha çok siyaset ve tarih kitapları okuyorum. Özellikle yakın siyasi
tarihimiz ve güncel gelişmelerle alakalı eserleri takip etmeye çalışıyorum. Çoğu kez birkaç kitabı birden okuyorum. Yoğun çalışma temposu nedeniyle son dönemlerde sinemaya vakit ayıramadım. Ancak
fırsat buldukça eşimle birlikte sinemaya gidiyoruz. Film izlemek beni
dinlendiriyor. Türk Halk Müziği dinliyorum. Bağlama çalmam dolayısıyla bu müzik türüne özel bir ilgi duyuyorum.
Kasım 2014
94
@halideincekara
Bizler Twitter’dan önce de bu kadar
geveze miydik? Ne kadar az düşünüp ne
kadar çok konuşuyoruz. Ölümü unutmanın sonucu bunlar.
@ekremcelebi4
Tatlıdır tüm insanlar...
@zkarahanuslu
Uzlaşmadan hırlaşıldığında Isabelle
Thiltges’in eserinde olduğu gibi beynin
yokluğuna mı delalet eder?
@GBilgehan
@idrisgulluce
UNESCO’nun doğum yılında andığı Türkiye’deki tek kadının Halide Edip olduğunu
biliyor muydunuz?
Temizlik ve çevreyi koruma bilinci bizim
dinimiz ve medeniyetimizden gelen sorumluluğumuzdur.
instagram.com/erdoganmehmet27
Bahçemdeki kalpten sevgiler. Bu kalp
şeklindeki domatesi bahçemdeki bostandan kopardım.
@Cevdet_Erdol
Çocuk ruhunun, masumiyetinin, teslimiyetinin, samimiyetinin, safiyetinin ve
sadakatinin sembol olduğu değil, egemen
olduğu bir dünya diliyorum.
@mlbaydar
@gokcenenc07 Antalya’da gün batımı...
Kasım 2014
Rüyalarında Hegel ve Gazali ile tartışan
kişinin ruh sağlığı nasıldır acaba?
@vedatdemiroz Sonbahar bir başka güzel, ömrün son
çeyreği ile özdeş.
95
Müslim Sarı
@muslimsarichp
CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ, Plan ve
Bütçe Komisyonu Üyesi
Twitter’ı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında ilk sıralarda yer alıyorsunuz.
Twitter’ı ne zamandır ve gün içinde hangi
sıklıkla kullanıyorsunuz?
Twitter hesabım milletvekili seçilmeden
önce açılmış olmasına karşın hesabımı
Haziran 2011 genel seçimlerinden sonra
daha aktif olarak kullanmaya başladım.
O zamandan beri olayların ve gelişmelerin
durumuna göre değişik sıklıklarda kullanıyorum. Genel olarak hemen hemen her
gün gündeme ilişkin görüşlerimi paylaşmak için tweet atıyorum. Twitter eğer
doğru kullanılırsa müthiş bir iletişim aracı olmasının yanında gündemi takip etme
ve hatta gündem yaratma aracı haline de
dönüşebiliyor. Dikkat ettiğim bir şey var,
o da kullanıcıların öğleden sonra ve akşam 20:00’den itibaren Twitter’ı daha sık
kullandığı. Sanırım benim de gündeme
ilişkin değerlendirmelerim ve takibim bu
saatlerde sıklaşıyor. Tabii çalışmalardan
fırsat buldukça.
Sosyal medya sizin için ne anlam ifade ediyor,
Facebook veya diğer sosyal paylaşım ortamları da ilgi alanınıza giriyor mu?
Sosyal medyayı güvenilirlik, doğru bilgi ve benzeri konulardaki çeşitli handikaplarına
karşın kullanılması gereken bir alan olarak görmekteyim. Yeni çağın bilgi aktarım,
paylaşım ve algı oluşturma mekanı olarak çok önemli bir işlev taşımakta. Hepimizin
bildiği gibi yalnızca bir fikir paylaşma platformu değil, aynı zamanda demokratik biçimde örgütlenme ve hak talep etme yeri de olmaya başladı. Sosyal medya bence artık
çağın “agora”larıdır. Bildiğiniz gibi antik demokrasilerde de insanlar fikir paylaşımında
bulundukları yerlerde toplanıp bu tür alışverişler yapmaktaydı. İşte bu yapı modern
dönemde karşımıza sosyal medya olarak çıktı. Dolayısıyla önemli ve ihmal edilmemesi
gereken bir alan olarak görüyorum.
Tabii Twitter siyasetin ve toplumun nabzını ölçmek, sorunları ve çözümlerini tespit
edebilmek için asıl yer değil. Bunlar için asıl yer sokaklar, pazarlar, evler. Yani halkın
yaşadığı yerler. Ancak bu alanı da ihmal etmememiz şarttır.
Bu nedenle alan çalışmalarımızın yanı sıra bu alanda da var olmaya ve halkımızın
nabzını tutmaya çalışıyoruz. Ben yalnızca Twitter’ı değil Facebook’u da aktif bir biçimde
kullanmaktayım. Bunun yanı sıra benzeri sosyal paylaşım siteleri ve programlarını da
yeri geldiğince kullanmaya özen gösteriyorum.
Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne bakımdan
önemli?
Biraz önce de belirttiğim gibi bu alan oldukça önemli. Kabul etmemiz gerekiyor ki sosyal
paylaşım siteleri yalnızca kişisel verilerin el değiştirdiği ya da sunulduğu alanlar değil,
aynı zamanda siyasal, toplumsal ve kültürel kodların ve düşüncelerin de el değiştirdiği,
paylaşıldığı ve birbiriyle çatıştığı alanlardır. Dolayısıyla bu denli önemli bir ortama
siyasetçilerin duyarsız kalması gibi bir tavrın söz konusu olamaması gerektiğini düşünüyorum. Bugün dünya siyasetinin önemli figürlerine baktığımızda da bunu görmek
mümkün. Örneğin dünyada sıcak çatışmanın olduğu çeşitli bölgelerdeki siyasi bir liderin
herhangi bir medya kuruluşuna demeç vermesini beklemeden Twitter’dan ne düşündüğünü ve ne yaptığını öğrenmemiz artık olanaklı hale geldi, ki bu siyasetçiler için müthiş
bir olanak sunuyor. Aynı şekilde bizler de benzer amaçlarla kullanıyoruz ve kullanmaya
da devam edeceğiz.
Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu?
Elbette takipçilerimizin bazılarıyla yaşanan polemikler veya tatlı münakaşalar haricinde
önemli çatışmalar da yaşadığımı hatırlıyorum. Bunlar bu ortamın doğasında var ve ben
bunları mazur ve makul görüyorum.
Kasım 2014
Unutmayacağız...
Ömer Dedeoğlu
16. Dönem Tokat Milletvekili Ömer Dedeoğlu 1939 Tokat doğumludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yüksek
öğrenimini tamamlayan Dedeoğlu, serbest avukat olarak görev yaptı.
Ömer Dedeoğlu için 10 Ekim 2014 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Dedeoğlu’nun cenazesi, 11 Ekim 2014’te Tokat
Takkeciler Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Ali Güngör
21. Dönem Mersin Milletvekili Ali Güngör 1950 Tarsus doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zirai Ekonomi ve İşletmecilik Bölümü’nde tamamlayan Güngör, ziraat yüksek mühendisi, Tarım Bakanlığı Tarım
Reformu Genel Müdürlüğü Proje Uygulama ve Değerlendirme Şube Müdürü ve Türk Ziraat Yüksek Mühendisleri Birliği
Genel Başkanı olarak görev yaptı.
Ali Güngör için 17 Ekim 2014 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Güngör’ün cenazesi, Kocatepe Camii’nde cuma namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Yılmaz Cemal Bor
16. Dönem Niğde Milletvekili Yılmaz Cemal Bor 1934 Niğde Bahçeli doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde tamamlayan Bor, Türkiye Büyük Millet Meclisi memuru; İçişleri Bakanlığı Adana İli Maiyet Memuru; Misis, Elbeyli Bucak Müdürü; Kilis Kaymakam Refiki; Tunceli Pertek, Kars Selim, Samsun Alaçam ilçeleri
kaymakamı; Emniyet Genel Müdürlüğü Plan ve Program Şube Müdürü, Satın Alma ve İkmal Şube Müdürü, İdarecinin Sesi
gazetesi yazarı olarak görev yaptı.
Yılmaz Cemal Bor için 21 Ekim 2014 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Bor’un cenazesi Kocatepe Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Ekim ayında aramızdan ayrılan arkadaşlarımız için Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor,
kederli aileleri için kalpten duygularla sabr-ı cemîl niyaz ediyoruz.

Benzer belgeler