kap gaz monza şık
Transkript
kap gaz monza şık
Eur newsport KÜNYE-EDİTÖR AB Haber&Yayıncılık Mat. Bilg. Hiz. Ltd. Şti. adına Yazı İşleri Müdürü Doğancan Ay • Yayın Koordinatörü Sema Gün • Haber Müdürü Hasan Özer • Dış Haberler Müdürü Fadıl Gerilecek • Ekonomi Editörü İsmet Korkmaz • Haber Merkezi Meliha Yıldız, Arlin Togaç, Merve Özer, Haydar Kumral, Serçin Ceşen • Reklam Müdürü Süleyman Can • Grafik İsmail Kara • Mali İşler Koordinatörü Ahmet Önemli • Yönetim Yeri Beyazıtağa Mah. Topkapı Cad. No:55/3 Fatih/İstanbul Tel: 0212. 532 96 70 Fax: 0212. 532 98 65 [email protected] [email protected] www.euronewsport.com • Baskı Dünya Yayıncılık A.Ş. Globus Dünya Basımevi 0212. 629 08 08 • Dağıtım: Yay-Sat İki ayda bir yayınlanır - YIL 8 - 2012/03 Merhaba... 2012 yılına girmemizle birlikte dünya ekonomisindeki veriler giderek netleşirken Türkiye’de kendi yerini almaya çalışıyor. IMF tarafından hazırlanan 2012 Dünya Ekonomi Raporu’na göre büyümenin %3,5 seviyelerinde kalacağı ve faiz oranlarının düşeceği belirtilerek, kontrollü büyümelerin küçük de olsa devam edeceği üzerinde duruluyor. Hazırlanan raporun Türkiye ayağında ise 2012 yılı GSYH 871.3 milyar $, kişi başına GSYH ise 10.914 $ ve enflasyon oranının da %10 olacağı tahmin ediliyor. Türkiye ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki en büyük farkın ise tasarruf oranlarında olduğuna dikkat çeken IMF yetkilileri, dünya tasarruf ortalaması %24, gelişmiş ülkelerdeki tasarruf ortalaması %18, gelişmekte olan ülkelerdeki tasarruf ortalaması %33,6 iken bu oranın Türkiye’de %12,7 sevilerinde kaldığını vurguluyor. Dünyadaki bu tabloyu iyi gören AK Parti hükümeti ise nisan ayı itibariyle kendi önlemlerini almaya başladı. Başta Başbakan Erdoğan, yatırımların artması için bölgesel teşvikleri açıklarken, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in tasarrufların artması için BES sistemini destekleyici programlarını açıklamaları dünyadaki gelişmelere karşı alınan önlemleri göstermiş oldu. IMF tarafından hazırlanan bu tabloda bir başka önemli hususun faiz oranlarının artmayacak olması şeklinde yorumlayan ekonomi uzmanları Türkiye gibi dış finansmanla projelerini yürüten ülkelerin avantajlı olduğunu belirterek bu dönemde gelişmekte olan ülkelere yapılan yatırımların da artabileceğini belirtiyorlar. Ekonomik krizin başlangıcından bugüne kadar istikrarlı bir şekilde büyümeyi başaran ülkemizin dünyanın bu durağan dönemini de başarılı bir şekilde atlatacağına inanmaktayız. Saygılarımla... ABONE FORMU Adı Soyadı: ....................................................................................................... Adres:................................................................................................................ ........................................................................................................................... Telefon: ............................................................................................................. Faks:..............................E-mail:........................................................................ Ödeme Bilgileri YILLIK ABONELİK BEDELİ: 30 TL Hesap No: IBAN TR 17 0004 6004 4388 8000 0560 60 [email protected] Tel: 0212 532 47 35 - 0533 498 37 53 2 Mayıs 2012 Eur newsport İÇİNDEKİLER 72 74 Avrupa’nın İşsizlikle Sınavı Yavuz Taner: Ülke imajı zedelenmemelidir 84 Çiftkurtlar Group Yönetim Kurulu Başkanı Şahin Mehmet Çelik: Yerli otomobili Türkiye için riskli bir yatırım olarak görüyorum 4 Mayıs 2012 62 Ana Gıda Genel Müdürü Ümit Ersoy: Türkiye’de zeytin üreticilerine verilen teşvikin arttırılması gerekiyor Brisa Genel Müdür Yardımcısı Levent Akpulat: Ülkemizin adını dünya lastik pazarında tepelere taşıyacağız RTİB Başkanı Ali Galip Savaşır: Türk diasporasının gelişmesi için ne gerekiyorsa yapacağız Ford Otosan Genel Müdürü Haydar Yenigün: Ford Otosan’ın hedefleri her zaman büyüktür Monza Tekstil Yönetim Kurulu Başkanı Hayrettin Taşdelen: Bizler Türkiye’de bilinmeyen ihracat neferleriyiz İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Rektörü Prof Dr Yıldırım Üçtuğ: Üniversitelerimizin yerinde saymasının temel nedeni merkezi yapıdır 22 Dünya devleri Evyapport’ta 26 400 yıllık dostluk 34 Hollanda Kraliyeti İstanbul Başkonsolosu Onno Kervers: 400 Yıllık Dostluk: Hollanda ve Türkiye 36 AkzoNobel Marshall Boya Genel Müdürü Dick Velings: Türk boya sanayisinin dünyadaki krizden çok fazla etkilendiğini düşünmüyoruz 38 Randstad Türkiye Genel Müdürü ve Özel İstihdam Büroları Başkanı Altuğ Yaka: Hollandalı firmalar Türkiye’yi çok erken keşfettiler 40 DEİK Dünya Türk İş Konseyi Avrupa Bölge Komitesi Başkanı Turgut Torunoğulları: Biz Türk gibi hızlı karar verip, Hollandalı gibi disiplinli uygulayabiliyoruz 44 APM Terminals Avrupa Bölgesi Liman Yatırımları ve Projeleri Direktörü Michael Ybema: Türkiye’yi genişleyeceğimiz bir sonraki ülke olarak görmekteyiz 46 Elkon Satış ve Pazarlama Müdürü Mert Ünlüsan: Hedefimiz Elkon’u uluslararası arenaya taşımak 48 Air France KLM Akdeniz Bölgesi Ticari Müdürü Lisette Klomp Bueters: KLM iki ülke arasında köprü rolü oynuyor 50 Redevco Türkiye Genel Müdürü Patrick van Dooyeweert: Türkiye’de doğru bilgiye ulaşabilme imkânı sınırlı 54 Bagfaş Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Gençer: Devletin vatandaş ile sanayiciyi karşı karşıya getirmemesi lazım 58 Bimeks Genel Müdürü Arif Bayraktar: İsraftan dolayı yurtdışına çıkan her bir dolarda hepimizin sorumluluğu var 62 Ana Gıda Genel Müdürü Ümit Ersoy: Türkiye’de zeytin üreticilerine verilen teşvikin arttırılması gerekiyor 64 Brisa Genel Müdür Yardımcısı Levent Akpulat: Ülkemizin adını dünya lastik pazarında tepelere taşıyacağız 68 Niziplioğlu Grup Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Niziplioğlu: İstanbul için herkes üzerine düşeni yapmalı 72 Avrupa’nın İşsizlikle Sınavı 74 Ülke imajı zedelenmemelidir 78 Soma Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Alp Gürkan: Binlerce maden işletmesini Ankara’dan kontrol edemezsiniz 81 Haliç’e inandı, yatırım yaptı, ilk uluslararası markayı getirdi… Amplio, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ın önerisini değerlendirdi: Haliç Bölgesi bir vaha … 84 Çiftkurtlar Group Yönetim Kurulu Başkanı Şahin Mehmet Çelik: Yerli otomobili Türkiye için riskli bir yatırım olarak görüyorum 87 Ceynak Lojistik Genel Müdürü Mehmet Ali Tekinsoy: Türkiye marka yaratmalı ve satabilmeli 89 Permak Şirketler Grubu Gn. Müd. Yar. Güven Emre: Ataşehir’e yaklaşırken bir beton gölüne yaklaşıyorsunuz 94 Türker Lojistik Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Faruk Türker: Türk Lojistik Firmaları Uluslararası Rekabette Önemli Adımlar Attı 98 Porland Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Pamukçu: Markamızın pazar payı, tüm dünyada her geçen gün biraz daha artıyor 101 U.N Ro-Ro CEO’su Sedat Gümüşoğlu: Ro-Ro pazarına girdiğinizde hemen geri dönüş alamazsınız 64 06 10 14 18 5 Mayıs 2012 Eur newsport RTİB Başkanı Ali Galip Savaşır: Türk diasporasının gelişmesi için ne gerekiyorsa yapacağız 6 Mayız 2012 R usya ile ilişkilerimizde bahar havası yaşanıyor. Siyasi ilişkilerde yaşanan olumlu hava, ticari alanı da olumlu etkiledi. Ticari ilişkileri daha üst noktalara taşımak isteyen taraflar bu dönemi iyi değerlendirmeye çalışıyor. Rusya’da etkin çalışmaları ile bilinen RTİB (Rus Türk İşadamları Birliği), bu anlamda en önemli sivil toplum kuruluşu olarak karşımıza çıkıyor. Başkanlığını işadamı Ali Galip Savaşır’ın yaptığı RTİB, önümüzdeki dönemde iki ülke ilişkilerinin daha fazla geliştirilmesine katkı sağlamak için çalışıyor. Konu ile ilgili sorularımızı yanıtlayan Ali Galip Savaşır, önemli açıklamalarda bulundu. RTİB seçimleri sonrası başkanlık koltuğuna oturdunuz. Konu ile ilgili neler söylemek istersiniz? Geçtiğimiz seçimler oldukça önemliydi. Uzun bir süreden sonra ilk defa RTİB’de seçimli bir genel kurul oldu. Düzeyli, medeni, demokratik bir seçim yaptık ve kazanan da biz olduk. Seçimin hemen sonrasında, bu seçimin bittiğini artık hepimizin RTİB’de birarada hareket etmesi gerektiğini vurguladık. Birlik ve beraberlik düşüncesi ile de çalışmalara başladık. RTİB kabul gören bir dernek mi? 1997’de kurulan RTİB köklü bir kurum. Hem Rusya’da hem de Türkiye’de kabul gören, tanınan, çalışmaları izlenen bir dernektir. Yıllardır yaptığı faaliyetleri; üye sayısı; Efes, Beko, Vestel, THY gibi en büyüklerden Rusya pazarına yeni girmiş küçük şirketlerimize kadar herkesi bir harmoni içinde kucaklayan yapısı RTİB’i farklılaştırıyor. Bu açıdan önemli bir sivil toplum kuruluşuyuz.. RTİB olarak son Dünya Türk Girişimciler Kurultayı’na damga vurdunuz. Yaşanan gelişme ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz? Rusya, Dünya Türk İşadamları Konseyinde hak ettiği temsil düzeyinde değildi. Ben bir önceki genel kurultayda da vardım. O genel kurultayda arzularım ve isteklerim kafamda oluşmuştu. O zamandan beri bu kurultayı bekledim. RTİB’deki başarımızdan sonra RTİB’e üye arkadaşları bu işe motive ettik. Başkanlığı Rusya’nın hak ettiğini düşünüyordum. O amaçla buraya 60-70 işadamı arkadaşımızı toplayıp geldik ve genel kurulda merkezin de arzuları doğrultusunda bir seçim yapıp listeyi oluşturduk. Diğer ülkelerdeki arkadaşlarımızla da yaptıkları iş hacmine göre üyelikleri paylaştırdık. Daha aktif görev almak için Avrasya Komitesi Başkanlığını da biz üstlendik. O coğrafyada Türk diasporasının gelişmesi ve ticari hacminin büyümesi için ne gerekiyorsa yapacağız. Bunun için ilk toplantımızı Moskova’da yaptık. İyi bir katılım oldu, diğer bölgedeki arkadaşlarımız da geldi. İlk yönetim kurulu toplantımızı da Moskova’da yaptık. Aynı gün Hüsnü Özyeğin’in, RİTİB üyelerine bir sunumu vardı. O sunumu da Avrasya komitesi olarak beraberce izledik ve arkadaşlarımızla neler yapacağımızı programladık. 22-24 Mayıs ta- rihleri arasında da Kazakistan’da toplanacağız. Avrasya komitesindeki ülkelerde faaliyet gösteren STK’ların hareketlerini takip edip orada bir şeyler oluşturmaya çalışacağız. Bu çalışma bölgede iş yapan ve sıkıntı çeken yatırımcılarımız için yeni bir soluk olabilir mi? Genellikle biz Türk işadamlarının profilinde birlik duygusu zayıf olduğundan herkes kendi yağıyla kavruluyor. Bu geniş coğrafyada birlikte hareket etmeli, deneyimlerimizi paylaşmalıyız. Örneğin Türkmenistan ve Rusya’daki Türk iş adamlarının hepsinin kendi başına sorunları var ve bu sorunları alıp sentezlediğinizde hepsinin özünde benzer sorunlar olduğunu görüyorsunuz. Eğer biz bu birliği yaratır, harekete geçirir, bakanımız Zafer Çağlayan’ın desteğini alırsak problemler çözülebilir. Biz de daha iyi projelere kanalize oluruz. Katma değeri daha yüksek işler yaparız. Diğer ülkelerin kuruluşları ve sivil toplum örgütleri devletleri ile işbirliği içerisinde bizden daha iyi organize hareket edip payın büyük kısmını alıyorlar, bize de onlardan artanlar kalıyor. Biz daha aktif olmalıyız. Sonuçları hemen göremesek de bu konuda ilk kararlı adımları atmalıyız. Firmalarımızı bir araya getirmek için neler yapılabilir? Firmalarımızı önce ortak paydalarda buluşturmalıyız. Hepimiz yurtdışında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı müteşebbisler olarak sırtımız dik iş yapma peşindeyiz. Bir anlamda hepimiz Türkiye’nin elçileriyiz. Bu bilinci işadamlarımıza aşılamamız lazım. Bilgi paylaşımı ile yola çıkmalıyız. İşadamlarımızı onore edecek çalışmalar yapmayı planlıyoruz. İnternet üzerinden verilecek oylarla belirlenecek başarılı işadamlarımızı ödüllendirmek istiyoruz. RTİB web sitemizi bir bilgi portalı haline getiriyoruz. Sitemizin altyapısını ona göre hazırladık. RTİB’e olan ilgiyi Avrasya coğrafyasına da yaymak istiyoruz. Rusya ile Türkiye arasındaki olumlu gelişmeler sizlere de olumlu yansıyor mu? Rusya ile ilişkilerimizde bahar yaşanıyor. Çok değil 15 yıl önce kim Rusya ile ilişkilerin bu kadar iyi olabileceğini söyleyebilirdi? Önemli badireler atlattık, işbirliği ve stratejik ortaklığın her iki ülkenin çıkarına olduğunu geç olmadan anladık. Alınan mesafe heyecan verici. Rusya’ya vizesiz gidilip gelinebiliyor. Ticaret hacmi fevkalade arttı. Bu yıl 4 milyon turistin Türkiye’ye geleceği belirtiliyor. Bunlar düşünülemeyecek şeylerdi. Onun için devlet adamlarımız arasındaki şu atmosferi, olumlu elektriği ve ticari hacimdeki ivmeyi çok iyi değerlendirip ilişkilerde sağlam adımlar atmak lazım. Burada biraz eksiklik var gibi meclisimizden vekillerimizin Rusya’ya gidip oralarda temaslarda bulunması gerekmez mi? Çok şey yapılmıyor dersek haksızlık olur. Pek çok çaba var ama belki organize edilmeleri daha doğru olur. 7 Mayıs 2012 Eur newsport Rusya’yla bir şeyler yapılmaya çalışılıyor ancak Rusya zor bir ülke. Devleti, bürokrasisi çok farklı ama buzlar eriyor, ilişkiler olgunlaşıyor. Hepsi kamuoyunun önünde olmuyorsa da karşılıklı temaslar her alanda hız kesemeden sürüyor. Yıllardan beri demir perde arkalarında bizi zapt ettiler. Şu anda demir perde kalktı, artık vizesiz gidip geliyoruz. Ancak AB ile demir perde hala duruyor. Bunu dayatan AB’ydi. Şimdi bizim demir perde ile yani en büyük düşmanımız olarak gösterilen ülke ile aramızda vize sorunumuz yok ama bizi oraya böyle tanıtan, bu sizin için öcü diyenler bize hala vize uyguluyor. RTİB’in üye sayısını artırmak mümkün mü? Biz tüm şirketlerimizi üye yapmaya çalışıyoruz. Üye sayımızda ciddi bir artış oldu. Ayrıca benim için önemli olan üye sayısındaki artış değil, üyelerin RTİB’e olan bakış açısı ve ilgisidir. Zaten herkes kendini RTİB’e doğal üye gibi hissediyor. RTİB’in başarılı faaliyetleri arttıkça üyelerimiz artar. İnsanlar ne verdiğinize, ne ürettiğinize bakar. Biz elimizde geldiğince üretken olmaya çalışıyoruz. Sizce Rusya’da üretim yapılması hususunda önemli mesafeler kat edildi mi? Ciddi bir Türk yatırımı var ve birçok alanda Rusya’da üretim yapıyoruz. Örnekler az değil; Efes, Beko ve Vestel’in fabrikaları ilk akla gelenler. Efes, Miller ile birleştikten sonra Rusya’nın en büyüklerinden oldu. Eczacıbaşı şimdi ikinci fabrikasını yapacak. Şu anda Rusya’da 10 milyar dolar civarında bir Türk yatırımı var. Türk yatırımcıları 50 bin kişiye istihdam yaratıyor. Bu da Rusya ile bizim aramızda ciddi bir ilişki imkanı yaratıyor. RTİB’teki göreviniz işlerinize engel oluyor mu? Yorucu bir iş. İşlerime engel olmasına müsaade etmesemde bu işlerle daha iyi ilgilene- bilmek için şirketimizde profesyonel yöneticilerimizin ağırlığını arttırdım. Oğlum Amerika’dan MBA yapıp döndü. Profesyonel bir ekip işlerle ilgilenecek. Bu arada işlerimi farklı boyutlara taşıma planlarım var. Ben aslında kendime ayıracağım zamanları RTİB için kullanıyorum. Ailem bu durumdan şikayetçi ama kendimi Türkiye’ye ve Rusya’ya karşı borçlu hissediyorum. Bu görevi de onun için aldım. Başka hiçbir beklentim yok. Sadece bir şeyleri yapmış olmanın, insanlara faydalı olmanın vereceği hazdan başka hiçbir beklentim yok. Siz 12 Eylül’ün mağdurlarından birisiniz. Bugün konu ile ilgili yaşananlar hakkında bir derlendirme yapar mısınız? Ben 12 Eylül ile ilgili yaygara koparanların hepsinden daha fazla zarar gördüm. 12 Eylül döneminde görevime iki satırlık yazı ile son verildiği zaman yeni evlenmiş, bu devlet için canını esirgemeyen bir komiserdim. Daha evime bir buzdolabı, bir televizyon alma imkanım bile doğmamıştı. Öyle dürüst çalışan bir devlet memuruydum ama benim işime hiçbir gerekçe yokken son verdiler ve ben ortada kaldım. Onun için 12 Eylül’ün en büyük acısını yaşamış bir adamım ben. Komiserlikten atılmış diye herkes öcü gibi bakıyordu ve o dönemde bana kimse iş vermedi. Onun için sebze ticaretine yöneldim. Bunları yaşamama rağmen Kenan Evren’in şimdi yargılanmasının çok fazla önemli olduğunu düşünmüyorum. Şimdi rüzgar başka taraftan esiyor vuralım abalıya demek doğru değil. Ben şimdi 12 Eylülü yargılamaktansa Türkiye’de yargı sisteminin iyileştirilmesinden, demokratik anayasanın yapılmasından, reformların ilerlemesinden yanayım. I Eur newsport 2011 yılı için Türkiye’de otomotiv sektörünün beklenilenin üstünde bir pazara ulaştığını vurgulayan Ford Otosan Genel Müdürü Haydar Yenigün: Ford Otosan’ın hedefleri her zaman büyüktür 10 Mayız 2012 Z orlu bir yılı daha geride bırakan Türk otomotiv sektörü, yaşanan küresel krizi büyüyerek aşmayı başarması, sektörü iyi bilenleri bile hayrete düşürdü. 2011 yılında toplam iç pazarı 911 bin adede ulaşan, üretimde de 1 190 bin adede ulaşması sektörle ilgili krizin bittiği habercisi olarak algılanıyor. Sektörün son durumu ve 2011 yılını değerlendirmek üzere OSD’nin 38. Olağan Genel Kurul toplantısında başarılı firmalarımıza ödül verilirken, en dikkat çekici firmanın üst üste on yıldır pazar liderliğini kimseye kaptırmayan Ford Otosan’ın olduğunu söyleyebiliriz. Ödülünü almak üzere toplantıya katılan Ford Otosan Genel Müdürü Haydar Yenigün, büyük hedefler içinde olduklarını belirterek sektörle ilgili sorularımızı yanıtladı. Nuri Bey döneminde Ford Otosan’ın hedefleri kamuoyunda çok konuşuldu. Sizin genel müdür olmanızla birlikte bu hedeflerde değişiklikler olacak mı? Ford Otosan’ın hedefleri büyüktür. Alışılagelmiş bir sistem ile çalışıyoruz. Nuri Bey çıtayı çok daha yüksek bir yere koydu. Bu çıtayı koyarken Avrupa’da adetlerde birincilik, Türkiye’deki Pazar liderliği, ABD’ye ilk ihracat yapma ve daha sonra ABD’ye yapılacak ihracat hedeflerini 3-4 katına çıkarma hedefleri vardı. Geçmiş yıllarda da bu hedeflerle birlikte çok güzel çalışmalar yapıldı ve iyi başarılar elde edildi. Bu hedefler vazgeçilecek hedefler değildir. Bu noktada bizim hedefimiz, öncelikle mevcut bu hedefleri koruyarak çalışmak ve bunların üstüne hedefler koymaktır. Bunlar, ABD’ye yaptığımız ihracatı arttırmak, yine Avrupa bazlı sıkıntıların bitmesiyle birlikte de oradaki pazar paylarımızı arttırmaktır. Sizinle birlikte Ford Otosan’da hedeflerle ilgili değişiklikler olacak mı? 50 yılın üzerinde geçmişe sahip Ford Otosan gibi kurumsal bir şirkette hedefler uzun dönemli olarak oluşturulur. Bu doğrultuda 10 yıldır üst üste toplam otomotiv pazarı lideri bir kuruluşun hedefleri de daima yüksek olmalıdır. Bayrağı taşıyanlar değişse bile, hedefler asla değişmez. Ford Otosan, dün olduğu gibi bugün ve yarın da kendine yüksek hedefler koyan bir şirket olarak Türkiye’ye ve Türk ekonomisine katma değer sağlamaya devam edecektir. 2011 yılını değerlendirirsek, otomotiv sektörü bir rekor daha kırdı. Konu ile ilgili neler söylemek istersiniz? 2011 yılı sektördeki beklentilerin çok üstünde gerçekleşti. 870 bin civarında bir pazar beklerken, 911 bin adedin üstünde gerçekleşti. Yılın ikinci ortasında ÖTV artışı olmasaydı, bu yıl iç pazarda 1 milyon adedi göreceğimiz kesindi. Her bakımından çok iyi bir yıl geçtiğini söyleyebilirim. Ford Otosan açısından ise yine pazarın lideri olduk. Bu çok önemli bir gelişmedir. Çünkü yıllardır birinciliği başarılı bir şekilde devam ettiriyoruz. Ülkemiz gibi önemli bir pazarda yüzde 15.6’lik bir pazar payı elde etmek kolay değil. Başarılı olduk ve fakat biz Ford Otosan olarak 2011 yılını artık unuttuk. Önümüze bakıyoruz. 2012 yılının ilk ayları pek parlak geçmediği ifade edildi. Bundan sonraki aylar için bir öngörünüz nedir? Çok başarılı kasım ve aralık aylarının arkasından bu 11 Mayıs 2012 Eur newsport dalgalanmaları normal görüyorum. Burada önemli olan ürünleriniz ve kalitenizi koruyor olmamızdır. Bununla birlikte ürünlerinizi pazarlamak için stratejileriniz doğru mu gibi bir sorunun cevabı da bizim için önemli. Bunların hepsini topladığınızda 2012 yılında da Ford Otosan olarak yine pazar lideri olarak yılı bitirmeyi hedefliyoruz. 2011 yılının ilk aylarındaki normallerin çok üzerinde gerçekleşen satışlarla kıyaslandığında 2012 ilk iki ayı daha durgungörülse de, Mart ayında baharın gelmesiyle birlikte sektörde kıpırdamanın başladığını söyleyebiliriz. Bundan sonraki süreçte pazar şartlarının normale döneceğine inanıyorum. ABD’de bu yıl seçimlerin olması sizi etkiler mi? ABD pazarı şu anda çok iyi bir şekilde gelişiyor. ABD’de Ford da kısa sürede kendisini toparladı. Devlet desteği almasına bile gerek kalmadı. Piyasaya yeni sunduğu ürünlerle birlikte ciddi bir atağa geçti. Avrupa’da ise genel anlamda bir sıkıntı bulunuyor. Normalde 15-16 milyonluk bir pazar beklenirken bu rakamlara ulaşamayacağı ifade ediliyor. Dolayısıyla Avrupa’daki bu durum devam edecek; bizim amacımız oradaki bu düşüşten mümkün olduğunca az etkilenerek Ford’un pazar payının arttırmasını sağlamak. Bunun için de çok ciddi 12 Mayız 2012 model çalışmalarımız var. Yeni piyasaya süreceğimiz 1 litrelik silindir hacmine sahip EcoBoost motor ciddi boyutta yakıt tasarrufu sağlıyor ve Focus, Fiesta, C-MAX, B-MAX gibi modellerimizde yer alacak. Yeni araçlarımızla Avrupa ve Türkiye’de maksimum pazar payına ulaşmak istiyoruz. Önümüzdeki dönemde elektrikli araçların ön plana çıkacağı belirtiliyor. Bu durum sektörde bir değişim sağlar mı? Ford olarak elektrifikasyon çalışmalarımız var,ilk aracımız 2010 yılında ABD’de satışa sunmaya başladığımı Transit Connect BEV oldu. ABD ve Avrupa’nın büyük bir bölümünde elektrik kaynağı konusunda yeterli altyapı oluşturulduğundan, bu pazarlarda elektrikli araçların satışı konusunda herhangi bir sıkıntı söz konusu değil. Ancak ülkemizde henüz yeterli bir altyapının oluşmaması ve tamamen elektrikli araçlarla ilgili vergi mevzuatının oluşturulmamış olması, elektrikli araçların Türkiye’de satılmasını hem ticari anlamda hem de tüketici menfaati açısından fazla desteklemiyor.. Diğer yandan,Ford olarak hibrit araç projelerimize de yoğunlaştık.Önümüzdeki dönemde bu araçlara olan ilginin artacağını düşünüyoruz.I Eur newsport Monza Tekstil Yönetim Kurulu Başkanı Hayrettin Taşdelen: Bizler Türkiye’de bilinmeyen ihracat neferleriyiz 14 Mayız 2012 H ayatının önemli bir kısmını Almanya’da geçiren, oradaki sistemi 35 yıllık derin bilgi birikimiyle Türkiye’ye entegre etmeye çalışarak tekstil konusunda farklılık yaratan bir tekstilci, bir iş adamı Monza Teksitil Yönetim Kurulu Başkanı Hayrettin Taşdelen. Tekstil sektörünün dünü, bugünü ve geleceğine dair görüşlerini aldığımız Hayrettin Taşdelen, sektördeki 35 yıllık tecrübesine rağmen, her daim mütevazı olmayı başarmış, çalışanlarıyla bir aile gibi bütünleşmiş biri olarak karşımıza çıkıyor. Bugünlerde ise Sevgili kızı Melisa Taşdelen ile yeni bir döneme hazırlanıyor. Türkiye ekonomisinin gidişatıyla ilgili neler söylemek istersiniz? Hayrettin Taşdelen: Şu anda %9-%10 civarında bir büyüme oranı var. Buraya kadar her şey doğru. Fakat bana göre yanlış olan bir şey var. Türkiye’nin bu büyümesini sektörel bazlı düşünürsek şuanda en büyük payı inşaat sektörü alıyor. Onun dışındaki sektörlerin ne durumda olduğunu fazla merak eden yok. Biz tekstilciyiz. Peki şu anda tekstil ne durumda? Sürekli inşaat yapılıyor ve bir yerlerden destek görüyorlar. Herhangi bir yolsuzluk durumu olduğunu ima etmeye çalışmıyorum. Katiyen amacım bu değil. Zaten yolsuzluk yapıldığına da inanmıyorum. Ancak ne yazık ki Türkiye’nin her döneminde olduğu gibi bu tip şeyler hep oldu. İnşaat sektöründe meydana gelen bu patlama daha da büyüyerek devam edecek. Yani Türkiye’nin şuan ki hızlı büyümesinin sürebilmesi için inşaat sektörü pompalanmaya devam edilecek. Peki yaptığınız işten bize biraz bahseder misiniz? Hayrettin Taşdelen: Benim yaptığım tekstille Türkiye’nin yaptığı tekstil arasında bir takım farklılıklar var. 35 senedir bu işin içerisindeyim. Hep dünyanın önde gelen firmalarının Türkiye’deki imalat organizasyonlarını yaptım. Buna Türkiye’de temsilcilik diyorlar. Ben temsilcilik kelimesini fazla hoş bulmuyorum. Ben onların Türkiye’deki stratejik partneri olduğumu düşünüyorum. Çünkü onların Türkiye’de en iyi yerlerde üretim yapmasını sağlayan bir insanım. Bir de mesleğim yüksek tekstil mühendisliği. Almanya’da eğitim gördüm arkasından işletme yaptım. 3 tane üniversite bitirdim. Tekstil konusuna oldukça hâkimsiniz. Hayrettin Taşdelen: Tekstilde fazla iddialı olmak, çok biliyorum demek açıkçası pek doğru değil. Ben 35 senedir bu işi yapmama rağmen hala 90. dakikada bacağımın arasından golü yediğim anları çok yaşıyorum. Çünkü neticede biz insan elinin yoğun olduğu bir iş yapıyoruz. Çalışanların haleti ruh-iyelerine de bağlı. Bunların hepsi bir zincirin çok ciddi halkalarıdır. Tekstil hataya çok açık bir sektör. Kâğıt üzerinde çok ufak karlarla çalıştırırlar sizi. Ufacık bir hata yaptığınızda da hem karınız gider hem de sonrasında çok ciddi reklamasyon- larla karşı karşıya kalabilirsiniz. Çevremde bu firmalarla çalışıp da hüsrana uğrayan çok fazla firma gördüm. O yüzden ben her zaman temkinli konuşmaya çalışırım. Çok tanındığımı zannetmiyorum ama bu işi bilen 100 kişi varsa biz de 99. sırada yer alırız. Hüsran yaşadıktan sonra herhalde geri dönmek çok zor olur. Hayrettin Taşdelen: Çok zor. Bunun için de ben 35 senedir hep yurtdışındaki iyi markaları temsil etmeye çalışıyorum. Armani, Emporio Armani, Best Company, Versace Kids, Vanilia olsun, şu anda yapmış olduğum True Religion, Better Rich olsun bu gibi firmalar katma değeri yüksek ürünler alıyorlar. Yani o dediğimiz büyük firmaların yaptırdığı tişörtlerin fiyatları Türkiye’de 3–4 euro arasında. Hatta 4,5. Biz ona benzer tişörtleri üzerinde biraz daha oynayarak, yıkamasını farklı yaparak, üzerine birazcık kuş, kelebek kondurarak, katma değerini yükselterek daha yüksek fiyatlara satma amaçlı yapıyoruz. Herkesin 4–4,5 euroya yaptığını biz 12–14 euro arası yapıyoruz. Bu insanlar da bunu alıp satıyorlar. Çünkü onlar da o ligde oynuyorlar. Yani bir piramit düşünün. Bunun en tepesinde Prada, Gucci gibi dünya markaları var. Bunlara yıldız firmalar diyoruz. Onun altında Premium market var. İşte bizim çalıştığımız firmalar bu Premium sınıftalar. Bunlar ürünü 3 liraya da alsalar, 12 liraya da alsalar 39.90’a satıyorlar Karlılık oranları burada daha iyi sanırım. Hayrettin Taşdelen: Evet, daha yüksek. Şöyle söyleyeyim. 100 milyon euro bahsettiğimiz o markalar ya da departman store için geçerliyse 100 milyon euroluk bir imalat yapacaksanız bundan kazanacağınız %10-15, o da hata yapmazsanız. Ama diğer taraftan bu bahsettiğim ligde 15–20 milyon liralık ürün yaparsanız hem riskiniz 5’te 1 azalacak hem de 100 milyon yapmak için 10 milyon liralık ürün yapacaksınız. Ama burada örnek veriyorum, senede 1 milyon adet ürün yaparak hem daha fazla para kazanırsınız hem de imalatta daha az adette ürün yaptığınızdan riskinizi azaltmış olursunuz. Türkiye için de iyi bir durum. Hayrettin Taşdelen: Bana sorarsanız Türkiye’nin bu ligde oynaması gerekiyor. Çünkü bu tip ürünleri yapan firma sayısı çok az. Büyük firmalar milyon adet sipariş verirler. Ancak diğer ligden bana 50 adette, 70 adette getirseler yapıyorum. Bunu yapabilmek biraz da beceri işi. Çünkü kimse 50 adet, 70 adet ürünü yapmak istemez. Kimine göre bu yapılmayacak bir şeydir, bana göreyse yapılması gereken elzem bir iştir. Mesela Avrupa’da 10–20 tane butiği olan iyi bir marka gidip x toptancıdan ürün alıyor. Biz de onlara gel bizim koleksiyonumuzdan satın al, biz sana gerekirse 300 tane de veririz diyoruz. İşte o zaman 3 liraya yapılan ürün 13 liraya da 23 liraya da satabiliyorsunuz. Çünkü o bahsettiğimiz büyük fabrikalara 15 Mayıs 2012 Eur newsport gidip ürünlerini yaptıramazlar. Biz büyük işler yapan küçük bir fabrikayız. Belirli bir ihtiyacı olan bölüme hizmet veriyoruz. O bölüm de Premium market. Yani en üst seviyenin bir altı. Türkiye’de bu işi yapan insanlar elbette vardır ama ben 35 senedir bu işi aynı felsefeyle yapıyorum. Markayla ilgili bir yola girip orada bir şeyler yapılamaz mı? Hayrettin Taşdelen: Dünya’da markalaşmada önder kaç tane ülke görüyorsunuz? İtalya ve Fransa var. Bir de şimdi İspanyollar harekete geçtiler. Belçika ve İsveç’ten de bir iki şey var. Amerika’da muhakkak vardır. Versace, Gucci, Armani gibi dünya markalarının geçmişine baktığınızda 40–50 yıllık çok ciddi bir zaman dilimi görüyorsunuz. Para yatırıp marka olunmuyor. Türkiye’de Turquality diye bir şey var. Onlar böyle bir devlet desteğiyle mi marka oldular? İtalya’daki bu markaların oluşumunda katiyetle bir devlet desteği olmadı. Ama Turquality’nin içinde devlet var. Marka olmak demek para değil karizma sahibi olmak demektir. Kişiye özel bir şeydir marka olmak. Mesela Dolce & Gabbana marka olmuş. Ama arkasına baktığınızda hiçbir destek yok. Para sonradan olmuş. Baktığınızda o da sizin gibi, benim gibi bir âdem. Demek ki işin sırrı kişisel beceri ve kişinin kendine özel karizmasında yatıyor. Siz istediğiniz kadar Türkiye’de isim olun ama o markanın içinde kişisel isminiz yok ise marka olamazsınız. Tekstil ile ilgili devlet hiç mi politika üretemedi? Hayrettin Taşdelen: Hiç üretemedi. Mesela bir zamanlar vergi iadeleri vardı. Kötü maksatlı insanlar bunu kötüye kullandılar. O zamanlar devlet de teşvik etti insanları. Özal zamanlarındaydı. Hayali ihracatlar patladı. Devletin paraları çarçur edildi. Eğer bu teşvikler namushane bir şekilde kullanılmış olsaydı şu anda her şey dörtdörtlük olacaktı. Anadolu’da belirli bölgeleri kalkındırmak için sektörün çok uzağından geçen bölgelere imalatçıyı gönderiyorlar ve buradaki kalifiye insanı yok ediyorlar. Bir insanın İstanbul’dan gidip Ardahan’a gidip adapte olması çok zor. Buralardaki önemli güçleri oraya götürmek istiyorlar. Mesela bugün Trabzonspor Trabzon’da oynatacak futbolcu bulamıyor. Bunu kötü maksatla söylemiyorum. Bana göre bu bir takım sosyal şeylerin eksikliğinden kaynaklanıyor. Tekstil olarak İstanbul mu, Ankara mı yoksa İzmir mi daha önde geliyor? Yatırımı oraya yaptır, illa ücra köşelere gitmeye gerek yok. Kalifiye insanın olmadığı yerde tekstil yapılamaz. Türkiye’nin Ticaret Bakanı var, tekstil konusunda ilgilileri var. Biz mi çok akıllıyız yoksa bu insanlar mı bunu düşünemiyorlar? Bırakın adam yatırımını İstanbul’da yapsın, 10 bin kişiyi istihdam etsin, sen de o teşviki ona burada ver. Arkasından da kontrol et. 16 Mayız 2012 Ben kumarhanelerin kapatılmasına da karşıydım. Dünya’nın her tarafında devlet kumarhanelerden para kazanıyor. Vay efendim insanların düzeni bozuluyormuş. Denetleyin o zaman. Serbest Bölgelerle ilgili yeni yeni bir şeyler yapılmaya başlandı. Hayrettin Taşdelen: Bu kadar geç kalınmaz ki. Tekstil sektörünü öldür, insan gücünün, istihdamın en yoğun olduğu işi öldür ondan sonra yok Turqualitymiş, yok bilmem neymiş de. Orada bir takım insanlar nemalanırlar. Bırakın ben kendi markamı kendim yapayım. Ben devlet desteği istemiyorum. Ben bu işi biliyorum. Param varsa zaten yaparım, yeter ki sen benim önümü aç, İstanbul’daki çalışma alanımı daraltma. Maalesef kişiye özel şeyler olduğundan sıkıntılar devam etti. Rusya gibi alternatif pazarlarda da umduğumuzu bulamadık. Hayrettin Taşdelen: Laleli’ye gelen Rus, şu anda İtalya’dan alışveriş yapıyor. Ucuzu da Çin’den alışveriş yapıyor. Sen Laleli’yi, serbest bölge ilan et, 20 sene evvelinden kur oraya güzel güzel otellerini, sonra da git Rusya’ya, anlaşmalar yap. Ama burada da siyaset yapıyoruz. Adamın orada terörist saydığını, sen vatansever ilan et, o da gelsin burada da senin terörist dediğin PKK’lıya vatansever desin. Yok böyle bir şey. Laleli’yi bitirdiler. Aynısını şimdi Merter’de yapmaya çalışıyorlar. Sizin daha önceden yaptığınız işlerde Mehmet Tınaztepe ile bir ortaklığınız olmuştu. Bu ortaklık şu anda da devam ediyor mu? Hayrettin Taşdelen: O zamanlar ben Esprit’in Türkiye temsilciliğini yapıyordum. 99 yılında da Esprit’in bir bölümünü aldım. Mehmet Bey benim Doğan Kumaş’tan arkadaşımdır. Ben Esprit’i aldıktan sonra bir gün havaalanında karşılaştık. Onun da Amber Tekstil adında bir tekstil firması vardı. İşe ihtiyacım var dedi. Ben de dört ayağının üstüne düştün, Esprit’le yeni anlaşma yaptım, gel seninle başlayalım dedim. O sırada Mehmet Bey de Kyo My Friend markasını yapıyordu, onun dışında da birkaç mağazası vardı. İhracatta da kötü bir dönem geçirmişti. Güneşli’de küçücük bir yeri vardı, orada çalışmaya başlamıştık. Yani ben Mehmet Bey’in ortağı değildim, Mehmet Bey’e iş veriyordum. 1 senede 1 milyon dolardan 18 milyon dolara kadar çıktık. 4–5 sene Mehmet Bey’le bu işle uğraştık. Daha sonrasında 2005 senesinde ben ciddi bir rahatsızlık geçirdim. Ondan sonra Almanya’daki Esprit’in dünya çapında alımını yapan iş ortağım vefat etti. Bunlar üst üste gelince işlerimiz o sırada bozuldu. Ben Mehmet Bey’e ihracatı ayrı görmesi gerektiğini söylemiştim. Kyo My Friend’de 150–200 kişi çalışıyordu ve senelik cirosu 1–1,5 milyon dolardı. Diğer tarafta ise 50 kişi çalışıyordu ve cirosu 15–16 milyon dolardı. İkisini birbirine karıştırmamasını, ikisini de tek başına yürütmesi gerektiğini söyledim. Ama o, marka olacağız düşüncesindeydi. Biraz marka da oldu sayılır. Fakat ihracattaki bütün birikimlerini buraya yatırmıştı. Mağazalar açtı, yerler tuttu. Almanya’da birkaç yer açtı. 1-1,5 milyona yakın para harcadı. Ondan sonra Kyo My Friend batınca bu sefer ihracatını da etkiledi. Geri dönüşü olmadı ve Amber Tekstil battı. Sanırım şu anda durumu fena değilmiş. Amber Tekstil’de Mehmet Tınaztepe’yle hukuki olmayan fakat iş açısından stratejik, 5 senelik, ciddi bir ortaklığımız olmuştu. Aynı işi ben Bursa’da Yeşim Tekstil’le de yapmıştım. Amber Tekstil’de yapmış olduğum ayda 300–400 bin adet tişörtü aynı dönemde aynı şekilde Yeşim Tekstil’le de yapıyordum. Yeşim Tekstil senelik 15–20 milyon euroyla hala Esprit’le devam ediyor. Para kazanmayı bir tarafa bırakın bizler Türkiye’de bilinmeyen, görünmeyen ihracat neferleri gibiyiz. Melisa Hamın bundan sonra bu işlerin içerisinde olacak mı? Hayrettin Taşdelen: Melisa Saint Michel mezunu. Koç Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirdi. Fransızcası ve İngilizcesi var. Onu bu sene yanımıza aldık. Biraz zor da olsa işin içine sokmaya çalışıyoruz. Belki Almanya’ya gittiğim zaman benimle beraber gelir. Giyinmeyi biliyor da işin içinde ne kadar olacak göreceğiz bakalım. Melisa Hanım sizde bu yönde bir istek var mı? Melisa Taşdelen: Var, tabi. Benim için babamla çalışmak mutluluk verici bir durum. Bu alanda başarılı olacağımın kanaatindeyim. Siz babanızdan biraz bahseder misiniz? Babanızın iş hayatıyla ilgili olarak siz neler düşünüyorsunuz? Melisa Taşdelen: Babamı çok başarılı buluyorum. Olumsuzlukların içinden bir anda çok olumlu bir şekilde çıkmayı başarabilen bir insan. Kriz anını çok iyi yönetiyor. Herhangi bir kriz anında her zaman sakin durur, onu hallettikten sonra parlar. Aslında çok heyecanlıdır. Mesela birimiz hasta olduğunda ona söyleyemeyiz. Aynı şekilde iş hayatında da çok heyecanlıdır. Bütün duygularını en doruk noktalarda yaşayan bir insandır. Doğal olarak bunu işine de yansıtıyor. Dolayısıyla iş yerinde çok ren- kli bir insan halini alıyor. Kriz anında soğukkanlı olup onu yönetebiliyor. Ne kadar heyecanlansa da ne kadar sıkılsa da o anı soğukkanlı bir şekilde yönetebilmek çok önemli bir şey. Çünkü babamın söylediği gibi tekstilde insanla uğraşıyorsunuz ve bu insanların hepsiyle onların karakterlerine bürünüp konuşmak zorundasınız. Üzgünse acısına, mutluysa sevincine ortak olarak konuşmalısınız. Tabi bunları yaparken de bir şekilde yıprandığını hissediyorum. Yani tekstil sektörü bence insanı çok çabuk yıpratan ve çok çabuk yaşlandıran bir sektördür. Ben de sosyolog olduğum için insanla uğraşmanın ne kadar zor bir iş olduğunu biliyorum. İnsanların istekleri hiçbir zaman bitmez. Bir insanın ne zaman ne isteyeceğini hiçbir zaman bilemezsiniz. Bu hiçbir zaman bitmediği için de babamın işinin zor olduğunu düşünüyorum. Siz bu zorluklara gönüllü müsünüz? Melisa Taşdelen: Ben şöyle gönüllüyüm, bizim ailemizin işi tekstil üzerine ve ciddi anlamda bu alanı bir şekilde öğrenmek gerekiyor. Ben de şu anda onu öğrenmeye çalışıyorum. Babanız iyi bir öğretici midir? Melisa Taşdelen: Çalışması keyifli ama ben işi babamdan öğrenmiyorum. Daha çok yanında çalışanlardan öğrenmeye çalışıyorum. Ben sadece babamdan feyiz alabilirim. Hayrettin Taşdelen: Evet, çünkü benim öğretme kabiliyetim yok. Melisa Hanım’dan iyi bir tüccar olur mu? Melisa’dan bence tüccar olmaz. Ama iyi bir asker olur. Melisa benden daha ciddi. Yani olaylara sırası geldiği zaman sert bakabilecek yapıda. Benim dışımda farklı meziyetleri var. Ben hayata çok pembe bakıyorum, bekli de hastalığımdan sonra öyle bakıyorumdur, bilmiyorum. Ama Melisa olaylara çok daha ciddi bakabiliyor. Benim olmayan bir tarafım o. Melisa’nın çok ciddi olduğu durumları görüyorum ve hakikaten bu benim kızım mı diyorum. İnşallah bu işe sahip çıkar. Benim bir de oğlum var. Koç Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler okuyor. İkisine de aynı şey söylüyorum hep. Ama Melisa’nın işe bakışı profesyonellik açısından oğlumdan daha farklı.I 17 Mayıs 2012 Eur newsport İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Rektörü Prof Dr Yıldırım Üçtuğ: Üniversitelerimizin yerinde saymasının temel nedeni merkezi yapıdır İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Rektörü Prof Dr Yıldırım Üçtuğ: “YÖK’ün mevcut düzenlemeleri, YÖK yasasının 1980 koşullarında 20 üniversite için çıkartılmış olması ve yasanın 2012’de 180 üniversite için uygulanıyor olmasının yarattığı çok ciddi problemler var. Devlet üniversiteleri üzerinde devletin diğer organlarının çok ciddi kısıtlamaları var. Hareket alanlarını çok fazla daraltan uygulamaları var. Vakıf üniversiteleri üzerinde yine çok değişik yapıdan kaynaklanan uygulamalar var. Bunların biraz daha farklılaşması gerekir diye düşünüyorum yani Türkiye’deki üniversitelerin koşmaya başlaması için mutlaka biraz daha özgür olmasının şart olduğuna inanıyorum” 18 Mayız 2012 stanbul Kemerburgaz Üniversitesi en genç üniversitelerimiz içerisinde yer almaktadır. Altınbaş ailesinin katkıları ile öğretim hayatına başlayan üniversitenin başında ise Prof Dr Yıldırım Üçtuğ, bulunmaktadır. Üniversitenin daha iyi noktalara gelmesi için çalıştıklarını ifade eden Prof Dr Yıldırım Üçtuğ, sorularımızı yanıtladı. Birinci yılınızı doldurdunuz. Geride bıraktığınız bu yılla ilgili bir değerlendirme yapar mısınız? Bugün öğrencilerimizle, çalışanlarımızla birlikte 800 kişilik bir üniversite konumuna ulaştık. Geçtiğimiz yıl iyi bir üniversite kurmak için yola çıkmıştık. Belli standartları kendimize hedef olarak seçtik ve o noktada kadrolarımızı oluşturduk. Geçen yıl itibariyle 14 programla yola çıktık ve gerçekten de nitelikli bir öğretim kadrosu oluşturduk. İngilizce eğitim verme kararımız vardı ve de ilk yıl için başarı çıtamızı 400 öğrenci olarak belirledik. Gerçekte ise lisansta 520, lisansüstünde de 50 kadar öğrenciyle öğretime başladık. Bu dönem Şişli’de ek bir yerleşke kurduk. Lisansüstü programları için üniversitemizin bulunduğu konum iş dünyasına bir parça uzak olduğundan Şişli’de bir yerleşim tercih ettik ve bir anda lisansüstündeki öğrenci sayımız 50’den 150’ye çıktı. Bu yıl 7 yeni program açmak üzere YÖK’e başvurduk. Şu andaki mevcut fakültelerimiz İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Hukuk Fakültesi ve Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesidir. Kuruluş yasamızda geçen yıl öğrenci almadığımız Eczacılık Fakültesi vardı. Bu sene oraya da öğrenci alacağız. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde toplam altı bölüme çıkıyoruz. Toplam 21 programlı bir üniversite olacağız. Lisansüstünde uluslararası ticaret hukuku, işletme, sanat tasarım, bilişim teknolojileri ve elektrik ve bilgisayar mühendisliği olmak üzere beş tane programımız var. Sürekli eğitim merkezimiz faaliyete geçti. İkinci merkezimiz olarak da psikoloji araştırma merkezi için YÖK’e başvurduk. İngilizce eğitim verdiğimiz için çok güçlü bir hazırlık programı oluşturduk. Hedefimiz göstermelik bir hazırlık programı değil, sırf bunu göstermek için hazırlıkta yaz okulunu ücretsiz tuttuk. Öğrencilerimizin İngilizce öğrenme konusunda şu ana kadar gösterdikleri azim ve gayret bizleri fazlasıyla mutlu ediyor. İnsanlar sadece diploma almak için okuyorlar. Üniversite mezunu olmanın dışında donanımlı bir insan olmak da önemlidir. Sadece diploma almak isteyenler için burası doğru adres değil. Böyle belge veren çok kurum var. Yurtdışındaki kimi üniversitelerden bu tür belgeler temin ede- İ bilirsiniz. Ama bizim amacımız 21. yüzyılın gerektirdiği donanımlı insanları yetiştirmek. Biz halihazırdaki öğrencilerimizi en üstteki puan dilimlerinden almadık; ancak az önce de belirttiğim gibi Hazırlık okulunda bu kadar sıkı ve zor bir İngilizce eğitiminde çok yol kat ettik, öğrencilerimiz çalışıyorlar. Ben hayatım boyunca eğitimde şuna inandım; belli çıtaları koyarsanız insanlar bu çıtaları aşarlar. Donanımlı yetişmek isteyen çok geniş bir kitle var ve yalnızca diploma peşinde koşanların sayısının çok az olduğunu düşünüyorum. Herkes donanımlı yetişmenin önemini kavramış durumda. Ailesinin mali durumu iyi bile olsa bunun kişinin gelecek yaşamı üstünde hiçbir garantisi yok. Herkes bugünün dünyasıyla başa çıkmak için belli donanımları edinmek zorunda. Yaptığınız çalışmalar sonrası bu yıl size farklı bir öğrenci tipi geleceğini söyleyebilir misiniz? Geçen sene kendimizi tanıtmaya başladığımızda Haziran ayıydı ve Ağustos’ta öğrenciler tercih yaptılar. Yani iki ayda Kemerburgaz Üniversitesi’nin varlığından söz edip onlardan bizi tercih etmelerini istedik ve bu yıl 520 öğrenciyle başladık. Tanınırlığımız her geçen gün artıyor. Sağlam bir eğitim politikası uyguladığımız duyuluyor ve bu da bizim gelecek seneki öğrenci grubumuzun çok daha üst dilimlerden olmasını sağlayacaktır. YÖK başkanının değişmesi ve başkanın vakıf üniversitelerinin birinin bünyesinden seçilmesi önemli bir sonuçtur. Bu sonuç ile ilgili bir değerlendirme yapar mısınız? İlk kez olarak vakıf üniversitesi deneyimi olan bir kişi YÖK başkanı oldu. Şu anda sistemi algılayıp bir şekilde özümsemeye çalışıyor. Direkt olarak karar verici yönde herhangi bir adım atmıyor. Tümünü öğrenip ona göre sağlıklı adım atacaktır. Umuyoruz ki sadece vakıf üniversitelerinin değil tüm yükseköğretim sisteminin daha ileri gitmesi yönünde oluşumlara zemin hazırlayacaktır. İlk devlet dışı üniversiteleri kuranlar vatan hainliği ile suçlanmıştı. Oralardan buralara gelmek kolay değil. Türkiye 1980’den bu yana belli bir dönüşüm yaşıyor ve bu dönüşümün etkileri yavaş yavaş yerine oturuyor. Yükseköğrenimin finansmanı tüm dünyada tartışılan bir konudur. Bireyin katkısı olmalı mıdır, kamu katkısıyla mı yükseköğrenim finanse edilmelidir, yükseköğrenimin topluma dönüşü nedir, bireyin kendisine dönüşü ne kadardır, bireyin kendisine dönüşü oranında belli bir katkıda bulunmalı mıdır? Bence katkıda bulunmayacak olanlar mutlaka vardır. Kamu bunları burs gibi imkanlarla desteklemelidir ama katkıda bulunabilecek 19 Mayıs 2012 Eur newsport olanların da bunu sağlaması gerektiğini düşünüyorum. Özel üniversite kavramının hayata geçirilmesi gerektiği belirtiliyor. Sizin bu konudaki düşüncenizi öğrenebilir miyiz? Vakıf üniversitelerinin sayısı son dönemde arttı. Artık belirli bir zenginlik konumuna ulaşmış olan kurumlar, kişiler vakıf üniversiteleri açmaya başladılar ve bu insanlar bir kar amacı gütmeden yaptıkları çalışmaları sosyal sorumluluk projesi olarak görüyorlar. On milyonlarca liradan söz ediyoruz. Bu kadar para harcayarak ciddi eğitim kurumları oluşturma çabası içinde olan kişiler, kuruluşlar var. Altınbaş Holding de bunlardan bir tanesi. Üniversitenin işletme giderleri çok yüksek rakamlar ve üniversitenin işletme giderlerinde kendini kurtarabilmesi bile 3-4 yıllık bir süreyi kapsıyor. O zaman burada direkt kar beklemeyen çok önemli bir yapı söz konusu. Özel üniversite kavramını YÖK ve hükümet de dile getiriyor. Bu sektörde bugün için kar etme söz konusu değil. Kar eden ortaöğretim kurumları var. Lisede kar edilir de üniversite eğitiminden kar edilmez denmesi çok da anlamlı değil. Bu imkanın da sağlanması lazım. Burada bununla birlikte en önemli husus değerlendirme, akreditasyon sürecinin çok sağlıklı bir şekilde yanıt buluyor olması lazım. Yani kar amaçlı kurumların oluşmasıyla birlikte bu kurumların değerlendirilmesi, akreditasyonunu da son derece önemlidir. Bu çalışmaların mutlaka gerçekleşmesi üniversitelerin kalitesi ko- 20 Mayız 2012 nusunda topluma hesap verilebiliyor olması gereklidir. Kalite güvencesi sağlandıktan ve kurallar oluşturulduktan sonra özel üniversitelerin hayata geçirilmesinin bir sakıncası olmayacağını düşünüyorum. Kemerburgaz olarak bu ortamda nasıl bir yönelim içinde olursunuz? Şu anda önümüze böyle bir konu gelirse, cevabını vermekte zorlanırız. Çünkü şu aşamada bizim herhangi bir gelir beklentimiz yok. Önümüzdeki 3-5 senede de yok. Hala yatırım yapılıyor. Üniversite belli bir ölçeğe oturacak ki ondan sonra gelirleri giderlerini karşılamaya ve artıya geçmeye başlasın. Onun için şu an vakıf yapısı bizim açımızdan daha tercih edilebilir bir durum ama buna ileride açık kapı bırakılırsa ve 8-10 sene sonra üniversite belli bir boyuta ulaşıp büyümek isterse özel üniversite olma konusu daha ciddi düşünülebilir. Vakıf üniversitesi olmak gelişimde zorluğu da beraberinde getirdiği ifade ediliyor. Siz bu görüşü katılıyor musunuz? Belli bir noktadan sonra doğrudur. Belli bir eşiğe kadar vakıf üniversitesi olmak ama o eşikten sonra da özel üniversite olarak yola devam etmek gerekir. 5-6 bin öğrenciye ulaşmanız lazım ki özel üniversite konumuna geçebilesiniz ama onun altında çok kolay değil. Genel bir değerlendirme yaparsak belli bir dönem emekleme diye ifade ettiğimiz bir dönemdi, şimdi yürüyoruz diyelim. Bu noktada yakın bir zamanda koşmaya başlayacak mıyız? Üniversitenin yaşamında 1 yıl ya da 5 yıl çok kısa süreler. Genel olarak bakarsak bile hala yürüyoruz. Üniversitelerimizin yerinde saymasının temel nedeni merkezi yapıdır. YÖK’ün mevcut düzenlemeleri, YÖK yasasının 1980 koşullarında 20 üniversite için çıkartılmış olması ve yasanın 2012’de 180 üniversite için uygulanıyor olmasının yarattığı çok ciddi problemler var. Devlet üniversiteleri üzerinde devletin diğer organlarının çok ciddi kısıtlamaları var. Hareket alanlarını çok fazla daraltan uygulamaları var. Vakıf üniversiteleri üzerinde yine çok değişik yapılardan kaynaklanan uygulamalar var. Bunların biraz daha farklılaşması gerekir diye düşünüyorum yani Türkiye’deki üniversitelerin koşmaya başlaması için mutlaka biraz daha özgür olmasının şart olduğuna inanıyorum. Buna rağmen bu koşullarda da çok iyi işler yapılıyor. Ben yüksek öğretim sistemimizin kıta Avrupa’sından daha iyi olduğunu düşünüyorum. Üniversitelerimizin de Avrupa’daki üniversitelerden daha iyi olduğunu düşünüyorum. Bizim de hesap verebilir özerk bir yapıya kavuşmamız gerektiğini düşünüyorum. Örnek almamız gereken yer ABD mi? Yükseköğretimde hiç tereddütsüz olarak ABD örnek alınmalıdır. Avrupa’da çok klasik bir üniversite anlayışı var. Bologna süreci denen bir süreç 2000’li yılların başından bu yana devam ediyor. Adını koymadan Amerikan sistemini taklit etmeye çalıştıkları bir süreç ama onu da yete- rince yaptıklarını düşünmüyorum. Çok merkezi bir yapı koyup herkesi belirli bir kalıbın içine sokmaya çalışıyorlar. Buna ihtiyaçları var. Yaşlanıyorlar ama kendi sistemlerini ayakta tutmak için genç nüfusa ihtiyaçları var. Bugün dünyadaki genç nüfusun eğitim açısından neredeyse tamamını Amerika çekiyor. Doğuda durum nasıl? Örneğin Japonya’daki üniversitelerin tamamı özel. Orası tümüyle özel üniversitelerle eğitim veriyor. Rusya’da da özel üniversiteler açılmaya başlandı ama eski geleneklerinden kaynaklanan çok güçlü devlet üniversiteleri de var. Ama Türkiye üniversiteyi kıta Avrupa’sından almış. Türkiye’de bence 1956’da ODTÜ’nün kuruluşu bir milattır. Türkiye’de Amerikan modeli ile kurulan ilk üniversitedir. 1956’da ODTÜ’den bu yana Türkiye’de Avrupa modeli ile hiçbir üniversite kurulmamıştır. Var olan bütün üniversiteler de kendilerini er ya da geç Amerikan modeline adapte etmeye çalışmıştır. Bologna süreci diye Avrupa’nın 2000’lerde yapmaya çalıştığını Türkiye 1960’lardan bu yana bir süreç içinde gerçekleştirmiştir ve Anglosakson eğitim sistemine yükseköğretimde bir dönüşümü sağlamıştır. Ancak bu dönüşüm büyük ölçüde üniversitelerin iç yapılarıyla sınırlı kalmış ama merkezi sistem tam adapte olamamıştır. Umut ediyoruz ki önümüzdeki dönemde merkezi yapının da değişimiyle üniversiteler gerçekten koşmaya başlayabilirler.I 21 Mayıs 2012 Eur newsport Dünya devleri Evyapport’ta 1 960’larda yaygınlaşmaya başlayan Konteyner taşımacılığı global olarak geliştikçe ticari masrafları aşağıya çekmek için büyük gemiler yapmak insanlık tarihi açısından önemli bir yönelim olarak karşımıza çıkmaktadır. Hal böyle olunca ticari güzergâhlarda bu büyük gemilerin işlem yapabileceği özelliklerde limanlara olan ihtiyaç artmaktadır. Bu nedenledir ki ülkemizde 2023 hedefleri açıklandıktan sonra liman yatırımlarında gözle görülür artışlar yaşandı. Bugün itibari ile Türkiye’ye gelen en büyük gemilerin yanaştığı 22 Mayız 2012 liman özelliğini, yaptığı yeni yatırımlarla sağlayan Evyapport, demiryolu bağlantısı ile farklı bir kulvarda hedeflerine ulaşmaya çalışıyor. Sektörün bu dinamik yapısını okuyucularımız için özetleyen Evyapport Satış ve Pazarlama Müdürü Barış Yerge, bugün Uzakdoğu’dan Evyapport Limanı’na karşılıklı direk gemiler kalkmasının hem kuzeydoğu Marmara bölgesi, hem de Türkiye ekonomisi için önemli olduğunu vurguluyor. Dış ticaret rakamlarımızın artışı yaptığınız çalışmalara önemli ölçüde yansıdığını söyleyebilir miyiz? 2023 yılı ihracat hedeflerimiz dikkate alındığında mevcut limanların kapasite artışlarını şimdiden planlaması çok önemlidir. Evyapport Limanı olarak yatırımlarımızı bu doğrultuda yapmaya devam etmekteyiz. Türkiye’nin parlayan liman bölgesi Türk sanayisine yakınlığı ve elleçlediği tonaj ile Kuzey Doğu Marmara bölgesidir. Diğer taraftan Tekirdağ, Mersin, İzmir ve Karadeniz’de bulunan belirli limanlarında gelişeceğini düşünüyorum. Ticaretiniz büyüdükçe buna paralel olarak ülkenize gelen gemilerin boyu da hacmi de artıyor. Bu doğrultuda da yaptığımız yatırımlara yön vermekteyiz. Ancak gemilerin boyutlarının artışına paralel olarak Çanakkale boğaz geçişinde gemi uzunlukları, boğaz köprüleri geçişlerinde ise gemilerin yükselliğinden dolayı sorun yaşanmaktadır. Bunun yanında yeni yapılacak olan İzmit Körfez Geçişi Köprüsü’nde de durum farklı değil. Bu açıdan bakarsanız uzun vade de bu gemilerin Kuzey Doğu Marmara’ya gelememe olasılığı bizleri endişelendirdiği kadar son kullanıcı müşterilerimiz olan ihracatçıları ve ithalatçıları da endişelendirmektedir çünkü yapılan çalışmalar konteynır gemileri büyüdükçe deniz navlunlarının da aynı oranda düştüğünü göstermektedir. Bahsettiğiniz bu büyüklükteki gemiler limanlarımıza geliyorlar mı? ULCS tipi gemiler şu anda ana ticaret merkezleri arasında çalışmaktalar. Ağırlıklı olarak Batı Avrupa ile Uzakdoğu, Çin arasında hizmet vermekteler. Türkiye ise gelişen bir pazar ve bu gelişen pazarı dikkate alan ticari yapılar artan hacmi karşılama adına büyük gemilerinin rotalarını yavaş yavaş limanlarımıza çeviriyorlar. En büyük örneği de şu anda bize gelen gemidir. Ticaret hacmimiz büyüdükçe büyük gemilerin limanlarımıza uğrak yapma olasılıkları artacaktır. Belirttiğiniz gibi ULCS (Ultra-Large Container Ships) tipi büyük gemiler ülkemize gelirse bu kadar büyük bir yapıyı kaldıracak limanlarımız var mı? Kuzeydoğu Marmara bölgesinde limanımız (EVYAPPORT) dışında şu anda yok. Bizim rıhtımız 455 metre olmasaydı bugün gelen gemi Evyapport Limanı’na da gelemezdi. Buradaki yapınız çok önemlidir; bu büyüklükte bir gemi için gerekli ekipman parkınızın, rıhtımınızın ve derinliğinizin olması şart. Ülkemiz de giderek gelişiyor, ticaret hacmimiz artıyor. Bu durum da limancıların gelişmesini sağlıyor. Bu doğrultuda yaptığınız yatırımlardan bahseder misiniz? Bölgedeki tüm limanlar şu anda kendilerini 2023 yılına göre ayarlıyor. Tüm yatırımlar bu yönde ilerliyor. Biz de rıhtımımızı 455 metreye çıkardık, arka sahamızı güçlendirmek için yatırımlarımız devam ediyor. 25 bin metrekarelik ek arka saha çalışmamız da vardı. Bu çalışmamızı bitirdik. Bugün 455 metrelik rıhtımımız ile yeni büyük gemilerimizi karşılayabilecek potansiyeli oluşturduk. Ayrıca parmak iskelemizi uzatıp genişleterek aynı anda iki büyük gemiyi limana alabileceğimiz yatırımımıza haziran ayında başlıyoruz. 2013 yılının sonuna doğru da limanda yaptığımız çalışmalar ve sonuçlarını göreceğiz. Şu anda Kuzeydoğu Marmara’nın hacim olarak birincisi konumundayız. Türkiye’de tüm limanlar arasında da 6 sıradayız. Önümüzdeki süreçte de Türkiye’nin ve özellikle Ka23 Mayıs 2012 Eur newsport radeniz bölgesi ülkelerinin ekonomik olarak büyümesi bekleniliyor. Bu açıdan bölgemiz artan bir potansiyele sahiptir. Burada limanların üstüne düşen görev öncelikle arka saha alanını ve ekipmanını bu artan ihtiyaca cevap verecek şekilde hazır bulundurmaktır. Çünkü deniz ticaretinde hatların en büyük giderleri tükettikleri yakıttır. Gemilerin yakıt tüketiminin azalması için gemiler limana yaklaştıktan sonra liman işletmecisinin olduğunca hızlı hareket etmesi gerekiyor. Kısacası liman kalış süresini kısaltmaları gerekiyor. Bir geminin zamanında yanaşıp kalkması, aynı zamanda o gemi üzerinde yükü olan müşterilerin de tedarik zincirlerini planlaması üretimlerini ayarlaması açısından çok önemli. Körfez tamamen limancılık alanına dönüştürülebilir mi? Bölgenin limancılık alanına dönüştürülmesine devlet karar verecektir. Bu konuda fazla bir şey söylemek mümkün değil. Bugün sizinde belirttiğiniz gibi Türkiye’nin birçok bölgesinde limancılık faaliyetleri artıyor, artmak zorunda. Limancılık sektörünün gelişmesi devlet, sanayici, taşıyıcı ve liman İşletmecilerinin ortak çalışma ve sinerji yaratmasına bağlı. Bildiğiniz üzre son kullanıcı dediğimiz sanayicilerin önemli bir kısmı bölgemizde faaliyet göstermektedir. Yine bu bölgede birçok otomotiv ve demir çelik sektörünün fabrikaları bulunmaktadır. Buradaki sanayiciler fabrikalarına en yakın limandan çıkış yapmak istemektedir. Çünkü üretilen ürünlerde en büyük gider kalemlerinden biri lojistiktir. Lojistik sektörünün içinde ise en büyük gider kara yoludur. Bölgemizdeki limanların en büyük avantajı ise trene yakın olmasıdır. Evyapport Limanı’nın tren yoluna bağlantısı bulunuyor ve bugün bizim limanımızdan raylı sistem ile tüm Anadolu’ya ve özellikle Ankara veya Bilecik’e kadar gidilebiliyor. Bu oluşumla Eti Maden dışarıya çıkardığı ürünlerde bizim limanımızı kullanmaya başladı ve bu oluşumla Eti Maden ihracatlarında karlı bir yapıya geçti. Evyapport’tan boş konteynırlar demiryolu ile çıkıyor, Eti Maden’e gidiyor orada yüklenip yine demiryolu ile limanımıza geliyor. Aktardığınız bu yapı geliştikçe Türkiye’den Ortadoğu’ya, Balkanlara veya Afrika’ya ticaret Türkiye üzerinden yapılabilir mi? Burada transit yüklerden bahsetmemiz gerekiyor. Devletimizinde bu yönde çalışmaları mevcuttur. Türkiye’de bir bölgede herhangi bir yer merkez belirlenir ve tüm dağıtım bu merkez üzerinden yapılır. Bugün Mısır’daki Port Said Limanı veya Yunanistan’daki Pire limanı birer aktarma limanıdır ve ülke ekonomisine büyük katkıları vardır. Türkiye’nin artık transit konteyner liginde yer alması gerekiyor. Çanakkale veya Ambarlı Limanları bu yönde ön plana çıkamazlar mı? Bugün Ambarlı bölgesinde azımsanmayacak transit yükü elleclenmektedir ancak Ambarlı limanlarının büyüyebileceği bir alanı kalmamıştır. Önceden de belirttiğim gibi yeni nesil büyük gemilerin Çanakkale Boğazı geçiş sorunu var. Çandarlı Limana YİD (Yap İşlet Devret) modeli yatırımcılar bekleniyor. Bu konuda grubunuzun bir çalışması var mı? Bu konuda bir düşüncemiz yok. Çandarlı’nın şu anda gelir getirisi az olacaktır, ilerleyen dönemde mutlaka değerlenecektir. Biz tamamı ile körfeze odaklandık, tüm enerjimizi müşterilerimize iyi hizmet vermek için harcamak istiyoruz. Bunu da başardığımızı düşünüyoruz. Bu alanda dünyanın en büyük konteynır hatları olan Maersk’e, MSC’ye ve CMA’e aynı anda hizmet vererek bir ilki başardığımızı söyleyebilirim.I Eur newsport 400 yıllık dostluk H ollanda Türkiye ilişkilerinin 400. yılında yapılan etkinlikler ve dile gelen aktarımlar, bilinenin aksine ilişkilerin daha yoğun olduğunu gözler önüne seriyor. İlişkilerin önemi doğrultusunda yapılan etkinliklerin dışında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Hollanda ziyareti, ilişkilerin geleceği ile ilgili olumlu bir gelişme olarak tarihe geçmiş durumda. İki ülke ilişkilerinin bir26 Mayız 2012 çok boyutu yanında ticari ilişkiler ile ilgili bir alanı konu edindiğimiz dosyamızda, Dış Ticaret Müsteşarlığına bağlı İGEME’nin (İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi) 2011 yılında hazırladığı Hollanda ülke raporundan bazı kesitlere yer verdik. Siyasi ve İdari Yapı Hollanda idari açıdan, Drenthe, Flevoland, Fries- land, Gelderland, Groningen, Limburg, Overijssel, Utrecht, Zeeland, Noord Brabant, Zuid Holland, Noord Holland olmak üzere 12 Eyaletten oluşmaktadır. Kraliçe, Devletin başıdır. Bağlı Bölgeler Aruba ve Antiller’de Kraliçe tarafından atanan valiler bulunmakta olup, bu bölgelerin bakanları da, Kraliyetle ilgili konular görüşülürken toplantılara katılmak üzere, Hollanda Bakanlar Kurulu’nda yer almaktadır. Hollanda, parlamento esasına dayalı anayasal bir monarşidir. Devlet yapısında “yasama” Kraliçe, Parlamento ve Bakanlar Kurulu’ndan oluşmaktadır. Parlamento, İl Konseyi üyeleri tarafından 4 yıllığına seçilen 75 üyeli I. Meclis (Senato) ve halk tarafından gizli oy ve nispi temsil usulü ile yine 4 yıllık süre için seçilen 150 üyeli II. Meclis’ten (Temsilciler Meclisi) oluşmaktadır. Yürütme, Devletin başı olan Kraliçe ile Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirilmektedir. Devlet Başkanı Kraliçe Beatrix, 1980 yılında tahta çıkmıştır. Kraliçe Beatrix’in 3 oğlu bulunmaktadır. En büyük oğlu Veliaht Prens Willem-Alexander’dır. En yüksek yargı makamı Hollanda Yüksek Temyiz Mahkemesi’dir. Mahkeme, yargı idaresinin gözetimi ve temyiz davalarını karara bağlama görevlerini yürütür. Sadece vergi hukukuna giren konularda ilk derece mahkemesi olarak görev yapan 5 adet temyiz mahkemesi vardır. Medeni hukuk ve ceza hukuku davaları, atmış bir alt-bölge mahkemesi tarafından ele alınmakta olup, bunların bakmadığı davalar için de 19 bölge mahkemesi bulunmaktadır. Ayrıca, çocuklar için çocuk mahkemeleri ve borsa vb. kurumlar için özel tahkim mahkemeleri vardır. Hollanda’nın nüfusu, Şubat 2009 itibariyle 16,5 milyondur. Nüfusun %80’i Hollandalı, %20’si ise azınlıklardan oluşmaktadır. 1 Mayıs 2009 tarihli verilere göre, 3,3 milyonluk göçmen nüfus içerisinde en büyük grup, 380.480 kişi ile Türklerdir. Daha sonra Fas, Surinam ve Endonezya kökenliler gelmektedir. Nüfus yoğunluğu km başına 486 olan Hollanda, dünyadaki nüfus yoğunluğu en yüksek olan ülkeler arasındadır. Nüfusu en fazla olan şehirler sırasıyla, Amsterdam, Rotterdam, Lahey, Utrecht, Eindhoven, Tilburg’dur. Nüfus artış hızının düşük olması ve ülke dışına göç gibi nedenlerle, Hollanda nüfusu içerisinde yaşlıların oranı giderek artmaktadır. Hollanda’da 15-65 yaş arası nüfus ve çalışabilir nüfus yıllar itibariyle çok düşük rakamlarda artmaktadır. İşsizlik oranında son yıllarda azalma kaydedilmiş olmasına karşın, 2008 yılında başlayan küresel kriz nedeniyle tekrar artış göstermiştir. 2008 yılı sonunda işsizlik oranı %3,9 olarak gerçekleşmiştir. Bununla beraber, 2009 yılında bu oranın %5,5 olması beklenmektedir. 2010 itibariyle ise işsiz sayısının 700 bin olacağı beklenmektedir. Yaşlanmakta olan nüfus ve son 20 yılda, Hollanda dışına göç edenlerin, Hollanda’ya göç edenlerden daha fazla olması nedeniyle, işgücü arzının yakın gelecekte önemli oranlarda azalacağı da tahminler arasındadır. Gelecek 20 yıl zarfında, yaşlanan nüfus nedeniyle, emeklilere ödenen emekli maaşlarının ve sağlık harcamalarının büyük miktarlarda artacağı da öngörülmektedir. Bu duruma ilişkin olarak, şu anda 65 olan emeklilik yaşının kademeli olarak 67’ye çıkarılması planlanmaktadır. İşgücü arzındaki ılımlı artışın 2010 yılına kadar süreceği, daha sonra bir duraklama dönemi ve 20202030 yıllarından sonra da düşüş olacağı beklenmektedir. İşgücü arzındaki azalmanın, uygulanan bazı politikalar sonucu, özellikle 55-65 yaş arası nüfusun işgücüne katılımının özendirilmesi ve emeklilik yaşının bir miktar artırılması yoluyla telafi edilmesi planlanmaktadır. 2009-2010 yılları arasında, işten çıkarma sigortası konusundaki yasalarda değişiklikler söz konusu olup, işten çıkarılan bir çalışan için yeni bir iş bulma konusunda, işverene daha fazla sorumluluk getirilmesi muhtemeldir. 2011-2013 yılları arasında maddi teşvikler yoluyla, işgücüne katılımı artırmak konusunda büyük çabalar harcanması beklenmektedir. Diğer yandan, son zamanlarda işverenler ve politikacılardan, daha uzun haftalık çalışma saatlerine dönülmesi yönünde gelen baskılar artmaktadır. Hâlihazırda çoğu sektörde çalışma süresi haftada 38 saat, bazı sektörlerde ise 36 saattir. Özellikle kadınlar olmak üzere, yarı zamanlı çalışanların sayısı çok fazladır. 2006 yılı itibariyle, yarı zamanlı çalışanların toplam işgücüne oranı %35 civarında olup, toplam kadın işgücünün %60’ı yarı zamanlı çalışmaktadır. Hollanda’da aylık asgari ücret 23 yaşın üzerindekiler için 1,160 Euro olup, 23 yaş altındakiler için değişiklik göstermektedir. Ekonomik Yapı Hollanda, kişi başına düşen 40 bin dolarlık yüksek milli gelir ile gelişmiş bir ekonomiye sahiptir. Avrupa ülkeleri arasında 6. sırada, dünyadaki en büyük ekonomiler arasında da 16. sırada yer almaktadır. Ekonomi, çok önemli derecede dış ticarete bağımlıdır ve refah düzeyinin ana etkeni dış ticarettir. Ülke reeksport konusunda uzmanlaşmıştır. Ülke üzerinden yapılan reeksport ticaret, ihracatın yaklaşık %40’ını oluşturmaktadır. Bu yüksek oran, Hollanda’nın, çok küçük olan yerel pazardan daha çok, Batı Avrupa ve hatta dünyanın diğer bölgelerindeki pazarlar için bir giriş kapısı niteliğinde olduğunun bir göstergesidir. Hollanda hizmetler sektörünün ekonomideki payı, 27 Mayıs 2012 Eur newsport imalat sektörü ile kıyaslandığında çok daha büyüktür. 2008 yılı itibariyle, hizmetler sektörü %71,5, imalat sektörü ise %22,4 oranında katma değer yaratmaktadır. Ticari hizmetler ise GSMH’nın %48’ini oluşturmuştur. Hollanda ekonomisinin en büyük sektörü olan hizmetler sektörü, son 50 yıldır istihdamdaki payını artırmakta olup, yüksek eğitimli çalışan sayısı da doğal olarak bu sektörde daha fazladır. Yalnızca iç pazarda değil, yurtdışı pazarlarda da hizmet sektörünün payı artmaktadır. Hizmet ticaretindeki ihraç fazlası, temel olarak yurtdışı lojistik hizmetlerinden kaynaklanmaktadır. Taşımacılık ve lojistik Hollanda ekonomisinde eskiden beri özel bir öneme sahip olmuştur. Endüstriyel faaliyetler ve dağıtım faaliyetleri ile tek başına GSYİH’nın %2’sine karşılık gelecek şekilde yıllık katma değer oluşturan Rotterdam Limanı, 2005 yılına kadar dünyadaki en büyük liman iken, şu anda Çin’in Şanghay Limanından sonra 2. sırada bulunmaktadır. 2008 yılında limanda işlem gören kargo miktarı 421,6 milyon tondur. Rotterdam Limanını ziyaret eden deniz taşıtları sayısı ise, 2007 yılı itibariyle 18 bin civarındadır. İthal hammadde ve girdilere bağımlı olan imalat sektörü için ticaret, olmazsa olmaz bir öneme sahiptir. Hollanda ekonomisi yabancı yatırımcıları çekmek açısından da çok başarılıdır. Yabancı yatırımlar için mevcut vergi avantajları birçok çokuluslu şirketin bu ülkede faaliyet göstermesine neden olmuştur. Ülke pek çok uluslararası şirketin üretim ve dağıtım merkezi durumundadır. İmalat sektörünün uluslararası niteliğinin bir göstergesi ola- 28 Mayız 2012 rak, Royal Dutch/Shell, Unilever, Philips ve Heineken gibi Hollanda orijinli çok uluslu şirketler sayılabilir. Ekonomik faaliyetler Ranstad olarak bilinen, en büyük dört şehir olan Amsterdam, Rotterdam, Lahey ve Utrecht’ten oluşan alanda yoğunlaşmıştır. Ücretli çalışanların %50’si Ranstad Bölgesinde bulunan üç batı eyaleti olan Kuzey Hollanda (Noord-Holland), Güney Hollanda (Zuid—Holland) ve ülkenin en zengin bölgesi olan Utrecht’te istihdam edilmektedir. Hollanda yüzölçümü itibarıyla küçük bir ülke olmasına rağmen ülkenin ekonomik bölgelerinde üretim sektörlerine göre, bölgelerin tarihsel ve coğrafi özelliklerine dayalı bir çeşitlilik vardır. Dağıtım ve depolamaya bağlı birçok aktivite, Rotterdam Rijnmond bölgesi, Zeeland, ya da Amsterdam yakınındaki Kuzey Denizi kanalı gibi belli başlı suyolları ve deniz-nehir bağlantı noktalarının bulunduğu yerlere yakın yoğunlaşmıştır. Amsterdam Schiphol Havaalanı sağladığı dinamik altyapı ile birçok firmaya cazip gelmektedir. Geleneksel olarak tarımsal bir yapı gösteren ülkenin kuzeyi, aynı zamanda büyük ya da çok sayıda küçük işyerinin toplandığı bir bölgedir. Utrecht ülkenin merkezinde bulunmaktadır ve iş hizmetleri sektöründe önemli bir yere sahiptir. Birçok Hollandalı ve yabancı IT firmasının merkezi bu bölgede yoğunlaşmıştır. Ülkenin doğusunda ekin ve canlı hayvan yetiştiriciliği başta olmak üzere, çiftçilik sektörü ve et işleme sanayi faaliyet göstermektedir. Kimya sanayindeki Akzo Nobel gibi diğer sanayi kolları da bu bölgededir. Elektronik sektöründe lider isim Philips’in de bulunduğu Noord Brabant bölgesi de önemli bir sanayi merkezidir. DAF traktörlerinin de üretildiği bu bölge, aynı zamanda nakil araçlarının üretim yeridir. Güneyde Limburg bölgesi, Avrupa nakliye yollarının kesişim yeridir. Almanya’nın Rhine/Ruhr bölgesi ve Merkezi Avrupa’ya geçecek bütün kara ve demiryolları Limburg’dan geçmektedir. Nehirler üzerindeki taşımacılık, Meuse nehri ve Juliana kanalı üzerinden belli başlı Avrupa suyollarına geçişi sağlamaktadır. Limburg bölgesinin ekonomik altyapısının temel dayanaklarından biri de Maastricht-Aachen Havaalanı olup, buradan sağlanan yolcu ve mal taşıma ve charter uçuşları, Avrupa’ya yapılan dağıtımın büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. Kimyasallar üretimi konusunda bir joint venture olan DSM-Mitsubishi ve Volvo otomobilleri üreten Nedcar şirketi bu bölgede faaliyet göstermektedir. Doğuda yer alan Overijssel bölgesi, özellikle tekstil endüstrisi nedeniyle Hollanda’nın en gelişmiş sanayi bölgesidir. Ayrıca metal, kimya, kauçuk ve et işleme sanayileri ile tarım sektörü de bu bölgede bulunan önemli sektörlerdendir. Twente Teknik Üniversitesinin burada kurulmuş olması da bölgenin araştırma ve teknik altyapı bakımından oynadığı önemli rolün bir göstergesidir. Ekonomi Politikaları Hollanda ekonomisi çok gelişmiş bir serbest piyasa ekonomisidir. Dolayısıyla devletin ekonomideki ana etkisi, daha çok düzenlemeler ve vergilendirme kapsamında olmaktadır. Devlet kapsamlı, yapısal ve düzenleyici reformlar ile sıkı ve istikrarlı bir ekonomi politikasını birlikte uygulamaktadır. Hollanda ekonomisinin rekabet gücü özellikle son 10 yılda önemli ölçüde gelişmiştir. Bunda hükümetin 1995 yılında Hollanda ekonomisinin teknolojik temelini geliştirecek şekilde büyük kuruluşlara vergi avantajları sağlayan 4 yıllık bir planı uygulamaya koymasının özel bir etkisi olmuştur. Hükümet bu dönemde yüksek teknoloji araştırma enstitülerinin kuruluşuna 124 milyon dolar ayırmıştır. Bu planın uygulanması neticesinde, Hollanda özel sektörü yüksek teknolojili Ar-Ge yatırımlarına önem vermiş; üniversite, devlet ve sanayi işbirliği gelişmiştir. Hollanda devleti ekonomideki rolünü 1980’lerden beri göreceli olarak azaltmaktadır. Özelleştirme çalışmaları halen devam etmekte, piyasaların işleyişi üzerindeki kontrolünü giderek daha da azaltmaktadır. Hollanda, ABD ile birlikte, uluslararası serbest ticareti ve vergi ve tarifelerin azaltılmasını en çok destekleyen iki ülkeden birisidir. Hollanda’nın 1990’larda başlayan ekonomik başarısı, uyguladığı ekonomi politikaları kapsamında 1970’lerin sonu ve 1980’lerde işyerlerinin geçirdiği değişimin sonucudur. Avrupa’daki diğer ekonomiler 1990’larda ortalama olarak %1,6 oranında büyürken, Hollanda ekonomisi ortalama %2,8 oranında büyümüştür. Devlet pek çok kamu kuruluşunu özelleştirerek ekonomideki rolünü azaltmış, firmaların önemli bir kısmı ileri teknolojileri kullanmaya başlamışlardır. Bu yolla, Hollanda Avrupalı komşularının pek çoğundan daha önce ekonomik reformları gerçekleştirerek, bu ülkelerden çok daha fazla rekabetçi hale gelmiştir. Ekonomi politikalarının sonucu olarak, diğer pek çok gelişmiş ülkede olduğu gibi Hollanda ekonomisinde de hizmetler sektörü büyümüş, tarımsal üretim ve sanayi sektörünün GSMH içerisindeki payı göreceli olarak azalmıştır. Devlet kurumları, ekonomik ve sosyal politikaları belirlerken, işveren dernekleri ve ticaret birlikleri ile yakın işbirliği içerisinde çalışmaktadır. Bu mekanizmaya ‘Polder Model’ adı verilmektedir. Polder, Hollandacada, denizden kazanılmış arazi anlamına gelmektedir. Politikalar belirlenirken, bağımsız bir kuruluş olan ‘Hollanda Merkezi Planlama Bürosu’nun bilimsel görüş ve verileri de göz önüne alınmaktadır. Polder modeli, 1982 yılında işveren dernekleri, sendikalar ve devletin birlikte, ekonominin yeniden canlandırılması için, daha kısa çalışma saatleri ve daha düşük ücretler uygulanması yoluyla daha fazla kişi istihdam etmek yönünde ortak karar aldığında başlamıştır. Kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi ve bütçe kesintileri yönündeki ekonomi politikaları ile birleştirilen bu model, 1990’ların sonunda gerçekleşen Hollanda mucizesinin nedenidir. Bu süreçte önemli rolü olan kuruluşlardan birisi, Jan Tinbergen tarafından 1945 yılında kurulmuş olan ‘Hollanda Merkezi Planlama Bürosu’ dur. Jan Tinbergen, geliştirdiği makroekonomik model nedeniyle, 1959 yılında Nobel ödülünü kazanmış, bir ekonomisttir. Modeli önce Hollanda’da, II. Dünya Savaşı sonrasında da ABD ve İngiltere’de uygulanmıştır. Son 20 yıldır, ekonomik politikalar kısa ve orta vadeli makroekonomik modellere odaklanmak yerine, ekonomik sistemin hem kurumsal yapısının hem de fiziksel ve sosyal altyapısının iyileştirilmesine odaklanmaktadır. İstikrarlı bir ekonomik ortam yaratmak açısından makroekonomik politikalar hala önemini korumakla beraber, ekonominin büyüme potansiyeli ve performansını güçlendirmek açısından yapısal hususların daha önemli olduğu düşünülmektedir. Hollanda 2004 ve 2008’in ilk yarısında yüksek bir ekonomik büyüme yaşamış, fakat 2008’in ikinci yarısından itibaren ekonomik büyüme çok yavaşlamıştır. 2008 yılı GSYİH büyüme hızı %2,1 olarak gerçekleşmiştir. 2009 yılında ise resesyon başlamış olup, 29 Mayıs 2012 Eur newsport 1982’den beri yaşanan ilk resesyondur. Ülke ekonomisinin çok liberal ve yüksek oranda ihracata bağımlı olması nedeniyle, küresel ekonomik krizden dolayı dünya ticaret hacminin azalması, ülkedeki ekonomik daralmanın başlıca nedenidir. Hollanda İstatistik Bürosundan yapılan açıklamaya göre, Hollanda ekonomisi, II. Dünya Savaşın’dan beri en büyük daralmayı yaşayarak, 2009 yılında % 4,1 küçülmüştür. Ekonomideki bu daralmanın, daha önce yapılmış bulunan tahminlerin üzerinde olduğu da beyan edilmiştir. İhracat ve yatırımlarda %10’un üzerinde, çok yüksek oranda bir düşüş kaydedilmiştir. Uzun bir aradan sonra, ilk kez özel tüketim harcamaları da azalmış bulunmaktadır. Buna karşın, sağlık ve sosyal yardım alanlarındaki kamu harcamaları önemli oranda artış göstermiştir. İşverenlerin giderek daha az kişi çalıştırmaları nedeniyle, azalan istihdamın da endişe verici boyutlarda olduğu bildirilmiştir. Mart 2009 sonu itibariyle 152.000 kişi olan istihdam hacminde, 6 ay öncesine göre 100.000 kişilik bir azalma söz konusudur. 2008 yılı işsizlik oranı % 3,3 oranında gerçekleşmiştir. Tüketici güveni ve iş çevreleri güveni önemli oranda azalmış, 2008’in son çeyreğinde perakende satışlar daralmaya başlamıştır. Hükümet güvenin yeniden oluşması için çeşitli önlemler almıştır. Bütçeden ayrılan bazı fonlar, özellikle mali sektörde zor durumda olan kuruluşlara yardım etmek üzere kullanılacaktır. Nitekim iflas etmelerini önlemek üzere bir Benelüks Bankası olan Fortis Bank’ın Hollanda bölümü ve ABN Amro Bankası Devlet tarafından millileştirilmiştir. 2008 yılı içerisinde ekonomik krizle mücadele için alınan önlemler şunlardır: -Kriz nedeniyle zor duruma düşen ve bir Benelüks Bankası olan Fortis Bank’ın Hollanda Bölümü ve ABN Amro Bank’ı 16,8 milyar Avro karşılığında Devlet alarak, Ekim ayında millileştirmiştir. Piyasalarda durum düzeldiğinde, Fortis Bank ve ABN Amro Bank’ın tekrar satılması planlanmaktadır. - Reel sektörde faaliyet gösteren firmaların desteklenmesi amacıyla 6 milyar Euro tutarında kaynak ayrılmıştır. - Hollanda bankalarında bulunan mevduatlar için devlet garantisi, bir yıllık sure için 100 bin Euro’ya çıkarılmıştır. - Bankacılık ve sigorta sektöründeki firmalara destek vermek üzere 20 milyar Euro tutarında kaynak ayrılmıştır. - Bankaların şirketlere verdiği krediler için devlet garantisi artırılmış, bunun için Ekonomi Bakanlığı tarafından 750 milyon Euro’luk bir kaynak tahsis edilmiştir. 30 Mayız 2012 Doğrudan Yabancı Yatırımların Görünümü Hollanda dünyada yabancı yatırımların en çok yapıldığı ülkeler sıralamasında 7. sırada gelmektedir. Ülkede yaklaşık 6.000 yabancı şirketin merkezi bulunmaktadır. Yatırımları teşvik etmek için alınan önlemler, özellikle son yıllarda Hollanda’ya yabancı sermaye akışını hızlandırmıştır. Mevcut çokuluslu yabancı firmalar arasında, Polaroid, Esso, Dow Chemical, Fuji, Nissan, Engelhardt, Amsco, Thorn EMI and Rank Xerox sayılabilir. Bu sonuca ulaşmada ülkenin istikrarlı makro ekonomik durumu, etkin finans sektörü, mükemmel lojistik ve teknolojik altyapısı, birkaç dil konuşabilen insan kaynakları kalitesi ve hayat kalitesi gibi etkenler önemli rol oynamaktadır. Çokuluslu şirketlerin edindikleri karlara uygulanan vergi rejimi de, yatırımlar açısından Hollanda’yı Avrupa’daki en cazip ülkelerden biri konumuna getiren etkenlerden birisidir. Hollandalı işgücünün yaklaşık %10’u yabancı firmalar tarafından istihdam edilmektedir. Ekim 2007 tarihinde, Amsterdam Emlak danışmanlık şirketi Cushman & Wakefield tarafından yapılan bir araştırmaya göre Amsterdam, Avrupa’daki en iyi iş ortamı sağlayan şehirlerarasında, Londra, Paris ve Frankfurt’tan sonra ve Barselona’dan önce olmak üzere, 4. sırada yer almaktadır. Bunun başlıca nedenleri olarak, gelişmiş ulaşım ve lojistik olanakları, pek çok dili konuşabilen kaliteli işgücü gösterilmektedir. Ayrıca rapora göre, telekomünikasyon hizmetleri ve işgücü niteliği son yıllarda daha da iyileşmiştir. Economist Intelligence Unit’ tarafından yapılan bir araştırmaya göre, 2007 yılı itibariyle Hollanda, yatırımlar için en uygun ülke sıralamasında, kendi bölgesindeki 18 ülke arasında 4. sırada; 2008 yılında ise 82 ülke arasında 9.sırada yer almıştır. Söz konusu 18 ülke, Avusturya, Belçika, Kıbrıs, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Hollanda, Norveç, Portekiz, İspanya, İsveç, İsviçre, Türkiye ve İngiltere’dir. Diğer taraftan, yine ‘Economist Intelligence Unit’ tarafından yapılan tahminlere göre, 2009-2013 yılları arasında Hollanda yatırımlar açısından en uygun ülke sıralamasında, makroekonomik problemler ve finans sektöründeki problemler nedeniyle daha geri sıralara düşecektir. Bunun nedenlerinden birisi de, Hollanda’da giderek artan göçmen karşıtı davranışların getirdiği politik gerilimdir. Buna karşın, yine de ülkenin sahip olduğu altyapı olanakları ve işgücü pazarının niteliği nedeniyle yatırımcılar için cazibesini korumaya devam edeceği tahmin edilmektedir. 2007 yılından itibaren Hollanda vergi oranları, yabancı firmalar için daha da çekici hale getirilmiş, ku- rumlar vergisi oranı, 60 000 Euro üzerindeki gelirler için %25,5 seviyesine indirilmiştir. Oran, ilk 25 000 Euroluk vergilendirilecek gelir dilimi için %20, 25 000-60 000 Euro’luk gelir dilimi için de %23,5 olarak belirlenmiştir. Bu oranlar, AB ortalamasının epeyce altındadır. Ayrıca, kar payı vergisi de (dividend tax) %25’ten %15’e indirilmiştir. Dış Ticaret Hollanda, 2010 yılında 479 milyar dolar ihracat ve 422 milyar dolarlık ithalat tutarı ile 901 milyar dolar seviyesinde bir dış ticaret hacmine ulaşmıştır. Dış ticaret fazlası 57 milyar dolardır. Hollanda’nın yüzyıllardır bir ticaret ülkesi olma geleneği, denizdeki stratejik konumu ve küçüklüğü, ülkenin uluslararası yönelimli çok açık bir ekonomiye sahip olmasında rol oynamıştır. Dış ticaret, ülke ekonomisinde çok büyük bir öneme sahiptir. 2010 itibariyle, GSYİH’nın yaklaşık %65’i mal ve hizmet ihracatından kaynaklanmaktadır. İhracatın yaklaşık %40’ını reeksport oluşturmaktadır ve sürekli olarak dış ticaret fazlası vermektedir. Dünya toplam ithalat ve ihracatında ilk on sırada yer almaktadır. 2010 yılında Hollanda’nın dış ticaret hacmi yaklaşık %14 oranında artış göstermiştir. 2011-2015 yılları arasında da otalama % 3 gibi cüzi bir artış beklenmektedir. Hollanda, 2010 yılında 479 milyar dolar ihracat ve 422 milyar dolarlık ithalat tutarı ile 902 milyar dolar seviyesinde bir dış ticaret hacmine ulaşmıştır. Dış ticaret fazlası 57 milyar dolardır. Dış ticaret hacminde 2009 yı- lına göre yaklaşık % 14’lük bir artış gerçekleşmiştir. Hollanda’nın yüzyıllardır bir ticaret ülkesi olma geleneği, denizdeki stratejik konumu ve küçüklüğü, ülkenin uluslararası yönelimli çok açık bir ekonomiye sahip olmasında rol oynamıştır. Dış ticaret, ülke ekonomisinde çok büyük bir öneme sahiptir. 2010 itibariyle, GSYİH’nın yaklaşık %65’i mal ve hizmet ihracatından kaynaklanmaktadır. İhracatın yaklaşık %40’ını reeksport oluşturmaktadır ve sürekli olarak dış ticaret fazlası vermektedir. Dünya toplam ithalat ve ihracatında ilk on sırada yer almaktadır. Türkiye-Hollanda Yatırım İlişkileri Hollanda, Türkiye’de yapılan toplam doğrudan yabancı yatırım tutarı içerisinde ilk sırada bulunmaktadır. Toplam yabancı sermayeli firma sayısı açısından da, Alman ve İngiliz firmalardan sonra, Hollandalı firmalar üçüncü sırada gelmektedir. 2003 yılında Türkiye’de 449 Hollanda sermayeli şirket faaliyet göstermekte iken, 2008 Nisan ayı itibariyle bu sayı 1 517’ye, Ağustos 2008 itibariyle de 1954’e ulaşmıştır. Bunlardan bazıları, onlarca yıldır Türkiye’de faaliyet gösteren Philips, Unilever, Shell ve ABN Amro gibi eski firmalardır. Son yıllarda Türkiye’de faaliyet göstermeye başlayan Hollandalı firmalar, daha çok, emlak ve inşaat sektörlerinde yatırım yapmıştır. Corio, Redevco ve Multi Turkmall gibi büyük Hollanda şirketleri ya yeni ticari projeler üstlenmekte ya da yerel firma ve gayrimenkulleri satın almaktadırlar. İnşaat ve pazarlama konularında uzmanlaşmış küçük ölçekli pek çok Hollanda firması, tatil yörelerindeki 31 Mayıs 2012 Eur newsport yerleşim projelerinde yoğun olarak faaliyet göstermektedir. Hollanda kökenli firmalar tarafından tercih edilen diğer alanlar ise şunlardır: Toptan ve perakende ticaret, turizm ve catering, nakliye ve haberleşme, makine sanayi, metal ve plastik işleme, tekstil ve hazır giyim, bilişim, yayıncılık ve eğitim sektörleri. Toptan ve perakende ticaret alanında, hem C&A gibi tanınmış Hollanda perakende mağaza zincirleri, hem de ülke içi ve dışında farklı ürünlerin ticaretini yapan çok sayıda küçük firma bulunmaktadır. Turizm ve catering firmaları da emlak ve inşaat sektörlerinde faaliyet gösterenler gibi, çoğunlukla turistik yörelerde yatırım yapmaktadır. Bu iki sektörde çalışan Hollanda kökenli firmalar, genellikle Antalya, Aydın ve Muğla civarında yatırım yapmış bulunmaktadır. Türkiye, geniş tüketici altyapısı ve Hollanda ile Avrupa’daki iç piyasalara hizmet verebilecek kalifiye teknik personele sahip olması nedeniyle, telekomünikasyon ve bilişim sektörlerinde de Hollandalı yatırımcıların büyük ilgisini çekmektedir. Bu sektörlerde faaliyet gösteren GreenCat, TopTel ve BitBrains gibi Hollandalı firmalar da Türkiye’de yatırım yapmış bulunmaktadır. 2008 yılı Mart ayı itibariyle, Türkiye’de yatırım yapmış olan Hollanda firmalarının %53’ü İstanbul’da, %31’i Antalya, Muğla ve İzmir’de, %4’ü ise Ankara’dadır. Hollanda Yabancı Yatırım Ajansı (NFIA)’nın İstanbul Ofisinin açılışı 12 Ekim 2009 tarihinde, Hollanda Dış Ticaret Bakanı tarafından, yapılmıştır. Türk firmalarının Hollanda’daki yatırımları hakkında, NFIA’dan bilgi almak mümkün değildir. NFIA, Türkiye çıkışlı yabancı sermaye yatırımlarına ilişkin bilgiyi, diğerleri gurubu içerisinde mütalaa etmektedir. Bununla beraber, Internet’te bir gazetede yayınlanan, Hazine Müsteşarlığı kaynaklı olduğu belirtilen bir habere göre; vergi avantajı nedeniyle, Hollanda’daki Türkiye çıkışlı yatırım tutarının, 2008 yılı itibariyle, yaklaşık 4 milyar dolara ulaştığı ve firma sayısının da 131 olduğu belirtilmektedir. İki Ülke Arasındaki Ticarette Yaşanan Sorunlar Hollandalı dış ticaret kurum ve kuruluşları tarafından uygulanmakta olan ‘Türkiye Eylem Planı kapsamındaki saptamalardan birisi de, Hollanda iş çevreleri için Türkiye pazarının çok önem taşıdığı ve büyük potansiyel arz ettiğidir. Ancak aynı saptamalarda Hollandalı işadamları nezdinde Türk firmalarının olumsuz bir imaja sahip olduğu, bunun da ticaretin ve yatırımların istenilen düzeyde artmasını engellediği ifade edilmektedir. Diğer taraftan, Hollandalı tüketiciler nezdinde de Türkiye ve Türk malı imajı çok iyi durumda değildir. Bu nedenle, özellikle nihai tüketiciye yönelik olan gıda maddeleri, tekstil ürünleri ve ev eşyası gibi Türk ürün32 Mayız 2012 lerinin, orijinal markaları ile Hollanda’da yaşayan Türkler ve Türklere ait dağıtım kanalları haricinde, diğer tüketicilere yönelik olarak pazarlanması pek mümkün değildir. Nitekim bu tür ürünler, Türk bakkalı adı verilen küçük süpermarketlerde ve Türk kökenli kişilerin sahip olduğu mağazalarda satılmaktadır. İGEME Rotterdam ofisine başvuran Hollandalı firma yetkilileri, belli bir ürünü ithal etmek amacıyla ihracatçı firma isimlerini öğrenmek istediklerinde, genelde bu firmaların güvenilir olup olmadığını sormakta, bazıları da firmalara yazdıklarında cevap alamadıklarını ya da İngilizce bilen birisini bulamadıklarını belirtmektedir. Kendilerine, tüm firmalarımızın güvenilir olduğu cevabı verilmekle birlikte, Türk işadamlarının da bu piyasada Hollandalı firmalarla iş yaparken, bu kültürdeki iş yapma esaslarını ve genel olarak kültürel öğeleri öğrenmeleri ve dikkate almaları gereklidir. Hollandalı firmalarla ticaret yaparken, teslimat sürelerinde gecikme olmamasına özen göstermek ve sözleşme koşullarına uymak büyük önem taşımaktadır. Ayrıca, Hollandalı firmalarla, çok iyi bir şekilde gözden geçirilerek imzalanmış yazılı sözleşmeler dahilinde ticaret yapmak; gerekirse bu konuda uzmanlaşmış danışmanlık firmalarından hizmet almak, ileride karşılaşılabilecek maddi kayıpların önüne geçecektir. Hollandalı bir firma ile yapılacak bir ihracat veya ithalat sözleşmesi sadece dayalı olduğu hukuki sistemi belirtmekle kalmayıp, aynı zamanda bir tahkim hükmü de içermelidir. Uluslararası Ticaret Odası ve ulusal ticaret odaları, bu tür tahkim kolaylıkları sağlamaktadır. Bunun dışında Hollanda’da bağımsız tahkim hizmetleri sunan, Hollanda Tahkim Kuruluşu ‘NAI’ bulunmaktadır. Uluslararası alım satım sözleşmelerinde kullanılmak üzere önerilen bir madde şu şekilde olabilir: ‘İşbu sözleşme veya bundan kaynaklanan başka sözleşmelerle ilgili bütün ihtilaflar, İstanbul Ticaret Odası Tahkim Kuruluşu veya Hollanda Tahkim Kuruluşu (NAI) kurallarına uygun olarak tahkim yoluyla kesin olarak çözümlenecektir. ‘Hollanda pazarına girebilmek için, öncelikle ürünle ilgili pazara ilişkin bilgiler ve dağıtım kanalları hakkında detaylı bir araştırma yapılmalıdır. Hollanda’nın ‘CBI’(www.cbi.eu) isimli kuruluşunun Hollanda ve tüm AB ülkeleri için hazırlamış olduğu pazar araştırmaları mevcut olup, bu raporlar IGEME Rotterdam Ofisinden elde edilebilir. Hollanda’ya gelerek, yerinde pazar araştırması yapmak, gerekirse bir danışmanlık firmasından pazara giriş ve pazara ilişkin detaylar konusunda hizmet almak çok faydalı olabilir. Yerinde pazar araştırması yapmayı düşünen ihracatçılarımızın, ‘İhracatta Devlet Yardımları’ kapsamında IGEME tarafından uygulanan ‘İhracatta Pazar Araştırması Desteği’nden faydalanması mümkündür. Hollanda’ya ihracatımızda en başta gelen ürünler, hazır giyim ürünleri olup, Hollanda’nın bu ürünlerdeki toplam ithalatı içerisindeki payımız yaklaşık %10’dur. Bununla beraber, bu ürünler ya Türkiye’de fason olarak ürettirilmekte ya da büyük mağaza zincirlerinin Türkiye’de bizzat faaliyet gösteren acente ve alım grupları tarafından ithal edilmekte olup, mağazalarda firmaların kendi etiketleri ile satılmaktadır. Diğer yandan son senelerde, özellikle Çin başta olmak üzere, Hindistan, Pakistan ve bazı Uzakdoğu ülkelerinin tekstil ve hazır giyim dünya ihraç pazarlarında ve dolayısıyla Hollanda pazarında payını artırmış olması, söz konusu ürünlerde Türkiye’nin ihracat artış hızının düşmesine neden olmuştur. Ayrıca, 2008 yılı başında, AB ve dolayısıyla Hollanda ithalatta Çin ürünlerine karşı uygulanan ek kotaları kaldırmış olup, Çin’den gelen rekabet daha da artmış bulunmaktadır. Sonuç olarak, tüm bu etkenler göz önüne alınarak, Hollanda pazarında hazır giyim ürünleri de dahil olmak üzere tekstil ürünleri ihraç payımızı aynı seviyede tutabilmek ya da artış sağlayabilmek için, firmalarımızın, katma değeri daha yüksek, kaliteli ve tasarımı öne çıkan ürünlerle pazara yönelmesinde fayda vardır. Avrupa ve Hollanda pazarındaki rakiplerimizden gelecek olan fiyat rekabetinden uzaklaşmanın yolu, ürünlerimizi, çok düşük ihraç fiyatlarıyla pazara giren rakiplerimizin ürünlerinin kalitesi ve tasarımından mümkün olduğu kadar farklılaştırmaktır. Bunun için de Ar-Ge çalışmaları ve yenilikçi ürünler üretme yönünde çaba harcanması gerekmektedir. Her şeye karşın, Türk tekstil sanayiinde son yıllarda yapılan teknolojik yatırımlar ve makine parkındaki yenileştirmeler sayesinde, verimlilikte ve ürün kalitesinde artış sağlanmış; firmalar ucuz ithal girdi kullanarak, maliyetlerini de bir miktar düşürmüşlerdir. Sektördeki firma yetkilileri, Avrupa’ya olan coğrafi yakınlığımız, bazı rakip ülkelere göre nakliye maliyetlerinin düşük olması, hızlı teslim süresi, iyi ve kaliteli servis gibi faktörler açısından, halen avantajlı durumumuzun devam etmekte olduğunu beyan etmektedirler. Sektördeki firmalar, rekabet edebilmek için, kaliteli ve katma değeri yüksek ürünler üretmenin gerekliliğini de algılamışlar ve bu yönde daha yoğun çalışmaya başlamışlardır. 2008 yılı içerisinde başlayan küresel ekonomik kriz nedeniyle bazı zorluklar yaşanıyor olsa da, Türkiye’de gemi inşa ve yan sanayiinde büyük bir gelişme olmuştur. Hollanda gibi geleneksel olarak denizci olan bir ülke ile bu alanlarda hem ortak yatırım hem de ihracat imkânlarımız açısından büyük bir potansiyel mevcuttur. Son yıllarda ve özellikle 2008 yılından beri, Hollandalı firmalar bazı ürünler için ‘outsourcing’ konusunda Türk firmalarını tercih etmeye başlamışlardır. Firmalar, metal ve plastik işleme sanayilerindeki yüksek kapasite, kalifiye işgücü ve düşük maliyet gibi kriterler ve coğrafi yakınlık nedeniyle Türkiye’yi, Çin, Polonya ve Çek Cumhuriyeti gibi geleneksel ‘outsourcing’ ülkelerine alternatif olarak görmekte ve tercih etmektedir. Organik tarım ürünleri, bilinçli ve alım gücü yüksek tüketicilerin fazla olduğu Batı Avrupa ülkeleri ve dolayısıyla Hollanda için giderek büyüyen bir pazardır. Bu ürünler için, Türkiye’nin elverişli iklimi, üretim olanakları ve coğrafi yakınlığımız göz önüne alındığında, ihracata yönelik olarak yatırım ve üretim konusu dikkate alınmalıdır. Hollandalı tüketiciler, 2006 yılında organik ürünler için 460 milyon Euro harcamış, bu ürünler için olan harcama tutarı, 2005’e göre %10 artış göstermiştir. Şu anda Hollanda gıda pazarında satılan gıdaların %3’ü organiktir. Satışlarda, süpermarketler ile organik ürünler ve sağlıklı ürünler konusunda uzmanlaşmış satış noktalarının her birinin payı %43, yemek dağıtım şirketlerinin payı %4’tür. Organik ürünlerin %10’u ise, sadece organik ürünler konusunda uzmanlaşmış mağazalar, diğer satış noktaları ve İnternet üzerinden satılmaktadır. İnternet yoluyla organik gıda satın alma eğilimi de artmaktadır. AB ve Hollanda helal ürünler pazarının yakın gelecekte daha da büyümesi beklenmekte olup, bu ürünlerin Hollanda’ya ihracatı da önemli bir potansiyel taşımaktadır. Son yıllara kadar, Hollanda da dahil olmak üzere, Batı Avrupa gıda pazarında faaliyet gösteren firmalar helal ürünler sektörüne çok fazla ilgi göstermemiş olmakla beraber, bu ülkelerdeki Müslüman nüfusun önemli oranda artmasıyla birlikte, son yıllarda sektöre yatırım yapmaya başlamışlardır. Batı Avrupa’daki Müslümanların sayısı 15-20 milyona, Hollanda’daki Müslümanların sayısı ise 1 milyona ulaşmış bulunmaktadır. Helal ürünler pazarının altyapısını oluşturmak ve firmalara mali destek sağlamak üzere Hollanda devleti 100 milyon Euro’luk bir bütçe ayırmıştır. Ülkedeki en büyük süpermarket zinciri olan Albert Heijn, kısa bir süre önce, mağazalarında test niteliğinde helal gıda satışına başlamıştır. Hollanda’da helal ürün üreten firmalara sertifika veren 30 kuruluş bulunmaktadır. AB ülkelerinde en üst düzeyde uygulanmakta olan gıda kalite ve güvenliği ve çevreye duyarlı üretim konusundaki mevzuat çerçevesinde, Hollanda’ya gıda ihracatında gereken belgelerden başlıcaları arasında, ISO 9001:2000 Kalite Yönetim Sistemi, ISO 14001 Çevre Yönetim Sistemi, HACCP (Kritik Kontrol Noktalarında tehlike Analizi sistemi) gibi standartlar ve Global GAP sertifikası sayılabilir.I 33 Mayıs 2012 Eur newsport Hollanda Kraliyeti İstanbul Başkonsolosu Onno Kervers: 400 Yıllık Dostluk: Hollanda ve Türkiye M art 1612’de Hollanda’nın ilk büyükelçisi Cornelis Haga Sultan I. Ahmed’e güven mektubunu sundu. Bu resmi olayı bu sene ülkelerimiz arasındaki dostane ikili ilişkilerin başlangıcı olarak kutlamaktayız. Hollanda Levanten Ticaret Odası’nın Hollanda-Osmanlı ilişkilerinin merkezinde bulunduğu ilk günlerdeki gibi, ekonomik münasebetler bugün de Hollanda ve Türkiye arasında hala hayati bir rol oynamaktadır. 2011’de ikili ticaret hacmimiz 7,2 milyar doları aştı. Türkiye Hollanda’ya 3,2 milyar doları geçen ihracatta bulunurken Türkiye’nin Hollanda’dan yaptığı ithalat 4 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. Önceki on seneyle karşılaştırıldığında ikili ticaret hacmimizin değeri üç kattan fazla artış gösterdi. Hollandalı yatırımcılar Türkiye’de 2000’den fazla firma kurmuş bulunmaktadır. Hollandalı firmaların Türkiye’deki yatırım portföyü son 6 senede 15 milyar dolara ulaşırken sadece geçtiğimiz yılın ilk 11 ayında Hollanda sermayeli 156 şirket hayat buldu. 2005’ten bu yana Türkiye’deki tüm uluslararası yatırımların %18’inin Hollanda kökenli olduğunu ve bunun da Hollandalı şirketleri ilk sıraya taşıdığını vurgulamanın da faydalı olacağına inanıyorum. Türkiye’deki Hollanda kökenli şirketlerin bazıları Philips ve Unilever gibi büyük ölçekli ve buradaki geçmişleri Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dönemlerine uzanan firmalardır. Bununla birlikte, her ölçekteki Hollandalı firma son dönemde Türkiye’de yan kuruluş açmaktadır. Toptan ve perakende ticaret, gayrimenkul, finansal hizmetler, bilgi ve iletişim teknolojileri / medya, taşımacılık ve lojistik dalları en popüler sektörler olarak öne çıkmaktadır. 34 Mayız 2012 Hollanda su ve delta teknolojileri, ulaşım altyapısı, çevre, yenilenebilir enerji, biyoteknoloji, bilgi ve iletişim teknolojileri, tarım ve gıda işleme alanlarındaki bilgi birikimiyle dünya çapında üne sahiptir. Türkiye bu sektörlerde sadece daha fazla büyüme potansiyeline sahip geniş bir tüketim pazarı olarak değerli fırsatlar sunmanın ötesinde bir üretim üssü ve komşu bölgeler için açılan kapı rolünü de üstlenebilir. İki ülke arasında daha yoğun bir işbirliği potansiyeli bulunmaktadır ve ben gelecek için çok iyimserim. İstanbul’da görev süremin başladığı 2008 senesinden bu yana Hollanda’dan Türkiye’ye yönelik giderek artan bir ilgi gözlemlemekteyim. Ancak, bunun tersi de geçerlidir. Birçok Türk şirket ve banka Hollanda’yı bir yatırım yeri olarak seçmektedir. Türk firmalarının dünya çapındaki toplam yatırım miktarı 15 milyar dolar civarındayken bunun yaklaşık %20’si Hollanda’da yerleşiktir. Hollanda’daki Türk yatırımcılarının faaliyetlerine yakından baktığımızda tekstil ve giyim, petrokimya, tıp teknolojileri ve finansal hizmetlerin en önemli sektörleri oluşturduğunu görmekteyiz. Hollanda’da hali hazırda iş yapan Türk yatırımcılardan edindiğim geri bildirimlere dayanarak Türk işletmelerine Hollanda’da ARGE merkezleri kurmalarını tavsiye edebilirim. Ayrıca, Batı Avrupa’daki merkezi konumu ve mükemmel ulaşım altyapısı sayesinde Hollanda’daki bir dağıtım merkezi yakın hinterlandında 200 milyon tüketiciye açılan bir kapı olarak hizmet verebilir. Çok kalifiye ve birden fazla yabancı lisan konuşabilen Hollanda işgücü de ülkemizin Türk yatırımcılara sunduğu bir başka değerli fırsattır. Son olarak avantajlı Hollanda vergi politikaları da Türk yatırımcılar açısından faydalı olabilir. Hollanda kurumlar vergisi oranı bütün AB üyeleri arasındaki en düşük olanıdır ve Hollanda vergi otoriteleri şirketlerle birlikte mükelleflerin iş süreçlerinin özelliklerini temel alarak en uygun vergi düzenini belirlemektedir. Bu yaklaşım vergi yükümlülükleri konusunda maksimum öngörülebilirlik sağlamaktadır ve yatırımcılara iyi bir planlama için zemin hazırlamaktadır. 2012‘de çok sayıda ekonomik ve kültürel olay Hollanda-Türkiye ilişkilerinin 400. yılı kutlamaları çerçevesinde iki ülkede gerçekleştirilecek. Sergiler, konserler ve tiyatro gösterileri Hollanda ve Türkiye arasındaki kültürel paylaşımı daha da güçlendirmeyi amaçlıyor. Bu arada, yıl boyunca düzenlenecek olan ekonomik heyetler yeni iş bağlantıları oluşturacak. 15-17 Nisan tarihleri arasında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül Hollanda’yı Türk firmalarından oluşan bir heyetle ziyaret ederken Hollanda Ekonomi, Tarım ve İnovasyon Bakanı Sayın Maxime Verhagen Türkiye’ye 23-25 Mayıs tarihlerinde denizcilik, savunma ve yaratıcı endüstriler üzerinde uzmanlaşmış bir iş heyeti getirecek. Bunun yanı sıra çok sektörlü büyük bir resmi ekonomik heyetinin de Başbakanımız Sayın Mark Rutte ve Dış Ticaret Bakanımız Sayın Henk Bleker’in nezaretinde Kasım ayında Türkiye’yi ziyaret etmesi planlanıyor. Amsterdam ve Rotterdam belediye başkanları da kendi şehirlerinden iş heyetleriyle Ekim ayında İstanbul ve diğer kentlere ziyarette bulunacaklar. Türkiye’deki Hollanda ekonomik ağı bu heyetler ve diğer ticari aktivitelerle ilgili bilgi paylaşmaktan mutluluk duyacaktır. Türkiye ve Hollanda hakkında genel bilgilerin yanı sıra ticaret ve yatırımlarla ilgili sorularınızı yöneltmeniz için Hollanda ekonomik ağının iletişim bilgilerini www.hollandturkeytrade.com internet sayfamızda bulabilirsiniz.I 35 Mayıs 2012 Eur newsport AkzoNobel Marshall Boya Genel Müdürü Dick Velings: Türk boya sanayisinin dünyadaki krizden çok fazla etkilendiğini düşünmüyoruz 8 0’den fazla ülkede, 60.000 çalışanı ve kalitesi kanıtlanmış global markaları ile sanayi, ambalaj, oto, gemi/yat ve toz boyalarından, ambalaj ve dekoratif boyalarına kadar korunması ve boyanması gereken tüm alanlarda rakipsiz olarak faaliyetlerini sürdürmekte olan AkzoNobel, 1998 yılında Marshall’ın çoğunluk hissesini alarak ülkemizde rekabetin önemli bir unsuru haline geldi. “Yarının cevapları bugünden” vaadiyle, tüketiciler tarafından henüz konuşulmayan tüm ihtiyaçların bugünden belirlenerek çözümlenmesi ve sunulmasını hedefleyen AkzoNobel Marshall Boya Genel Müdürü 36 Mayız 2012 Dick Velings, Türkiye’ye karşı büyük ilgi duyduklarını dile getirirken, Türkiye-Hollanda arasındaki ilişkilerin 400. yılı ve etkinlikleri ile ilgili görüşlerini aktardı. Türkiye-Hollanda ticari ilişkileri ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz? Türkiye-Hollanda arasındaki ticari ilişkiler çok uzun yıllara dayanıyor. Şu anda bu iki ülke arasındaki ilişkilerin 400. yılını kutluyoruz. Her iki ülke de uluslararası ve profesyonel çalışma koşullarına dayanan ticari bir zekâya sahiptir. Bu aynı zamanda iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin boyutunun da artmasını sağlayacaktır. Birlikte çalışarak öğreneceğimiz ve birbirimizden kazanacağımız çok şey var. Türkiye-Hollanda ticari ilişkilerinde gelinen noktanın firmanıza yansımaları hakkında bilgi verir misiniz? Türkiye hızlı büyüyen bir ekonomiye sahiptir, bu nedenle de ana şirketimiz olan AkzoNobel Türkiye’ye karşı büyük bir ilgi duyuyor. Bu ilgi son yıllarda şirketimizin Türkiye’deki yatırımlarının artmasıyla neticelenmiştir. İlerleyen dönemlerde de yatırımlarımız devam edecektir. Sektörde yaşanan uluslararası rekabet ortamı ile ilgili bilgi verir misiniz? AkzoNobel boya sektöründe dünyada 1 numaradır ve tüm kıta- larda güçlü bir yere sahip olan tek boya firmasıdır. Açıkçası bu, gerekli olan rekabet gücünü sağlar çünkü diğer yandan bu zeminde rekabet, bölgesel ve ya yereldir ve oldukça aktiftir. Firmamızın sahip olduğu büyüklük ve profesyonellik ile rakiplerimizi her alanda geride bırakacağımızı ve önümüzdeki yıllarda da büyüme kaydedeceğimizi garanti ediyoruz. Uluslararası krizin sektöre etkileri ile ilgili bilgi verir misiniz? Türk boya sanayisinin dünyadaki krizden çok fazla etkilendiğini düşünmüyoruz. Pazar şuanda pozitif durumda ve büyümeye devam ediyor. Tabi kriz döviz kurları, hammadde maliyetleri ve diğer unsurlar üzerinde etkili olduğu için dünyada olup bitenlerin de göz ardı edilmemesi önemlidir. Fakat biz Türkiye pazarının boya sektörü için doğru taşıma kapasitesinde olduğuna inanıyoruz. Türkiye pazarının kriz dönemindeki perfor- mansıyla ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz? Dediğim gibi Türkiye pazarının krizden çok fazla etkilendiğini düşünmüyorum. Pazar gayet iyi durumda ve giderek de büyüyor. Türkiye pazarı dinamikleri şirket politikanızı nasıl etkilemektedir? Türkiye pazarında dağıtım yapmak anahtar noktalardan biridir. Ülkedeki en geniş ve en etkin bayi ve toptancı ağına sahip olduğumuz için kendimizle gurur duyuyoruz. Bu nedenle stratejimiz boya ekipmanları ve yeni ürünlerin sunulduğu yenilikçi mağaza konseptleriyle bu ağa sürekli değer katmaya odaklanmaktır. Sezon itibariyle hareketliliğin beklendiği şu günlerde firmanızın beklentilerinden bahseder misiniz? Sürdürülebilir istikrarlı ve hızlı bir büyüme beklediğimiz 2012 yılı için hem kendi adımıza hem de müşteri ve tüketicilerimiz adına umutluyuz.I 37 Mayıs 2012 Eur newsport Randstad Türkiye Genel Müdürü ve Özel İstihdam Büroları Başkanı Altuğ Yaka: Hollandalı firmalar Türkiye’yi çok erken keşfettiler D ünyanın en büyük ikinci işe alım ve insan kaynakları alanında hizmet veren şirketi olan Randstad, Türkiye’de de yaptığı çalışmalarla sektörün öncü kuruluşları arasında yer almaktadır. Hollanda merkezli firmanın Türkiye’nin geleceğine olan güvenini dile getiren Randstad Türkiye Genel Müdürü ve Özel İstihdam Büroları Başkanı Altuğ Yaka, Türkiye Hollanda ilişkileri ve Randstad’ın faaliyetleri ile ilgili sorularımızı yanıtladı. Randstad’tan bize biraz bahseder misiniz? Randstad 1960 yılında Hollanda’da kurulan, insan kaynakları alanında hizmet veren bir firmadır. Şu anda 52. yılı. 43 ülkede hizmet veren firmamızda yaklaşık 27–28 bin kişi istihdam etmektedir. Yaptığımız şey tam 38 Mayız 2012 olarak insanlara iş bulmak. Kalıcı ve dönemsel istihdam dediğimiz iki farklı şekilde insanlara iş buluyoruz. Kalıcı istihdamda siz bir işe başvurduğunuzda sizi bir firmaya yönlendiriyoruz ve siz o firmanın bordrosunda kalıcı olarak işe başlıyorsunuz. Dönemselde ise hamilelik iznine ayrılan bir çalışanın yerine ya da askere giden bir elemanın yerine ya da tamamen proje bazında mesela iki senelik bir proje için sizi işe yerleştiriyoruz. Bunu da dönemsel eleman tedariki olarak adlandırıyoruz. Randstad’ın en önemli özelliklerinde biri de odaklanarak çalışmasıdır. Bütün dünyada sadece eleman seçme ve yerleştirme konusunda hizmet veriyor. Halka açık bir firmadır. 2011 yılında yaklaşık 16,2 milyar Euro’luk bir ciroya sahip olan bir firmadır. Rakiplerinizle kıyaslama yapabilir miyiz? Birinci sıradaki rakibimizle yaklaşık %15’lik, bir sonraki rakibimizle de yaklaşık %5’lik bir fark var. Bizim sektöre baktığınızda tüm dünyada ilk üç ile geri kalanları arasında çok ciddi bir fark vardır. İşimizdeki en önemli etkenlerden biri de nüfus yoğunluğudur. Öncelikle nüfusun yoğun olduğu ülkeler tercih edilir. Türk firmalar ağırlıklı olarak dönemsel eleman aradığı için, ne kadar fazla nüfus varsa, daha doğrusu ne kadar fazla çalışan nüfus varsa bizim için o kadar önemli. Hollanda çalışan nüfusunun yaklaşık %4 - %4,5’i dönemsel çalışmaktadır. Hollanda’nın toplam nüfusu 16 milyon civarında ve yaklaşık 8 milyon çalışan nüfus var. Bu 8 milyonun yaklaşık %4 - %4,5’i, yani 350 – 400 bin kişi dönemsel olarak çalışıyor. Ancak bu konuda Türkiye için verebileceğim bir oran bulunmamakta. Günümüzde en çok çalışılan sektör inşaat olduğuna göre dönemsel çalışan da çoktur? Aynen öyle. İnşaat bitince, oradaki çalışanların da işi bitmiş olur ve başka bir inşaatta görevlendirilirler. Türkiye’de de olduğu gibi her ülkede sektörü temsil eden özel istihdam büroları dernekleri vardır. Şu anda başkanlığını yürütmekte olduğum Özel İstihdam Büroları Derneği Avrupa’da Eurociett’e bağlı olarak çalışıyor. Bugün konuşulan taşeronluk yasası aslında bizim sektörümüze ait olan bir yasa. Cumhurbaşkanımızın yaklaşık 2,5 sene önce veto etmiş olduğu yasadan bahsediyorum. 2–3 defa gündeme geldi. Şimdi gene istihdam strateji raporunda Çalışma Bakanımız özel istidam bürolarına bu yetkinin verilmesinden bahsediyor. Bu yetkiyle birlikte bir lisans ortaya çıkacak. Size söylediğim sayı belki 20 binlere ulaşmaz ama sektör çok oldukça hızlı büyüyecek. Dolayısıyla Türkiye için çok önü açık bir sektörden bahsediyoruz. Yasayla ilgili biraz daha bilgi verir misiniz? Avrupa’da bu işi yapabilmeniz için, yani dönemsel eleman tedarikinde, belirli ülkelerde lisans almanız gerekir. Lisans alabilmeniz için önce bir ön ödeme yapmanız gerekir. Yeni uygulanan her ülkede işsizliğe pozitif etkisi olmuştur. İzin alındığı zaman hem yeni işler yaratabiliyor olacağız hem de bütün yaş gruplarına hitap ediyor olacağız. Bu durum direkt verimliliği etkilemekte. Üniversiteden itibaren hem okuyup hem çalıştığınızı, hem de belirli eğitimlerin size verildiğini ve aynı zamanda akademik kariyerinizi de devam ettirdiğinizi düşünün. Para ve tecrübeyi aynı anda kazanıyorsunuz. Üniversiteniz bitip elinizdeki dönemsel işleri topladığınızda 1–1,5 yıla yakın tecrübe kazandığınızı görüyorsunuz. O zaman Hollanda bu konu da iyi bir örnek. Kesinlikle katılıyorum. Hollanda bu konuda çok önemli bir örnek. Bu işlemler sonuçlandırıldığında daha uluslararası çalışma imkânları doğabilir mi? Evet, doğabilir. Vizenin kalktığını düşünün, yurtdışından birinin burada çalışması ya da bizden birinin yurtdışında çalışması çok daha kolay olur. Avrupa’da hemen hemen her ülkede Randstad var. Bildiğiniz gibi Avrupa’nın nüfusu giderek yaşlanıyor. Diğer ülkelerdeki Randstad çalışanları ile de zaman zaman bu konu üzerine konuşmaktayız. Bazı bölgelerde, aday bulmakta sıkıntı çektiklerini, o işi yapabilecek çalışan bulamadıklarından diğer ülkelerde de aradıklarını dile getiriyorlar. Yetişmiş kalifiye eleman sayısı git gide azalıyor. Dolayısıyla şu anda Türkiye gibi bir ülkenin Avrupa’ya katabileceği çok fazla şey var. Türkiye- Hollanda ilişkileriyle ilgili neler söylemek istersiniz? Dışişleri Bakanımızın yakın zamanda bir ziyaretinde bahsettiği gibi; bu yalnızca iki ülkenin ilişkisi değil, toplumlar iç içe girmiş durumda. Yanlış hatırlamıyorsam bu sene Eurovision’da Hollanda’yı babası Türk olan bir kız temsil edecek. Hollanda’da yaklaşık 388–389 bin Türk yaşıyor ve bunların birçoğu ticaretle uğraşıyor. Türkleri orada yaşayan diğer yabancılardan pozitif anlamda ayırıyorlar. Randstad içerisinde de profesyonel hayata girmiş, aynı zamanda ticaretle uğraşan Türk arkadaşlarımız var. Türklerin son derece işlerine bağlı olduklarını ve işlerini zamanında yaptıklarını dile getiriyorlar. Randstad içerisinde gerek Hollanda’da çalışan olsun gerek Randstad Holding’de çalışanlar olsun Türk kökenli çalışanlardan oldukça memnunlar. Hollanda - Türkiye arasındaki ilişkilere baktığımızda Hollanda son 10 senede Türkiye’ye en fazla direkt yatırım yapan ülkelerden biri konumundadır. Özellikle Türkiye’nin tam ivmelenmeye başladığı son 10 yıl içinde, Hollandalılar ile çok hızlı büyüyen bir ilişki grafiği var. Hükümetle ilişkilerin iyi olduğunu düşünülüyor. Almaya ya da Fransa örneğini verdiğiniz zaman bu düşünceye katılır mısınız? Doğru. Çünkü Hollandalılar çok açık ve çok netlerdir. Akıllarındaki ile ağızlarındaki birdir. Bununla birlikte her şeyi dinlemeye açıktırlar. Algıları hep açıktır. Bu da sizi dinlemelerini sağlıyor. Doğru değerlendirmeye çalışıyorlar ve akıllarına gelen bir şey varsa net olarak bunu dile getiriyorlar.I 39 Mayıs 2012 Eur newsport DEİK Dünya Türk İş Konseyi Avrupa Bölge Komitesi Başkanı Turgut Torunoğulları: Biz Türk gibi hızlı karar verip, Hollandalı gibi disiplinli uygulayabiliyoruz 40 Mayız 2012 H ollanda’da yatırım yapan Türk girişimciler önemli başarılara imza atmaya devam ediyor. Gelinen noktada her alanda atılan adımlarla Avrupa’da hatırı sayılır bir yer bulan bir Türk toplumunun varlığından bahseden DEİK Dünya Türk İş Konseyi Avrupa Bölge Komitesi Başkanı, DEIK-DTIK Yönetim Kurulu Üyesi ve HOTİAD (Hollanda Türk İşadamları Derneği) Başkanı Turgut Torunoğulları, Hollanda Türkiye ilişkilerinin 400. yılı ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. DEİK Dünya Türk İş Konseyi Avrupa Bölge Komitesi Başkanı olarak Avrupa ve Hollanda’daki yatırımlarımız ile ilgili neler söylemek istersiniz? Avrupa Birliği’ndeki Türk Girişimcilerin Yıllık ciroları 62,8 Milyar Avroya ulaştı. Ve Avrupa Birliginin 27 ülkesinde yasayan girisimci sayısı 145 500 ulasti. Hollanda’da iş yapan Türkler olarak yaklaşık 6 milyar Euro ciromuz var. Yaklaşık 18 bin Hollandali Turk girisimciler 65 bin kisiye istihdam sagliyor. Ve yaklasik 19 bin civarında gayrimenkul sahibi olan insanımız var. Turkiye’den Hollanda’ya bugün 2 milyar Euro civarında da Türk yatırımından bahsedebiliriz. Hollanda ticareti çok iyi bilen, markalaşmakta önemli artıları olan bir ülkedir. Bu açıdan bakıldığı zaman Dünya’da birçok ülkenin Hollandalılar ile iş birliği yaptığı gözlemlenmektedir. Bizimde bu yönde hareket etmemizin önemli olduğunu söyleyebilirim. Son zamanlarda da Türk yatırımcıların Hollanda’da daha fazla yatırım yaptığını görüyoruz. Aynı doğrultuda Hollandalı firmaların da Türkiye’ye önem verdiklerini ve bu doğrultuda yatırım yaptıklarını gözlemlemekteyiz. Eskiden üçüncü sınıf bir iş adamını Türkiye’ye getiremezken bugün birinci sınıf işadamlarının büyük bir iştahla Türkiye’ye yatırım yaptıklarını görüyoruz. Türkiye’nin bu dönemde albenisinin yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’yi Hollandalı yatırımcılar nezdinde cazip kılan etkenler neler olabilir? İşadamı kazanacağı paraya bakar, eğer parayı Çin’de kazanacaksa Çin’e gider, Türkiye’de kazanacaksa Türkiye’ye gider. Bugün bu anlamda Türkiye oldukça caziptir. Son on yılda Türkiye’ye en fazla yatırım yapan ülkenin de Hollanda olduğunu ifade edersek, söylediklerimiz daha anlaşılır hale gelecektir. Yatırımcı bankacıyı takip eder, banka neredeyse yatırımcı oradadır. Bugün Türkiye’de bankaların yatırım yapmış olması, yatırım ortamını gösteren en önemli göstergedir. Bugün karşılıklı ticaretin 6 milyar Euro’yu geçtiği düşünülürse ticari gelişimin boyutları da ortaya çıkacaktır. Yurtdışında iş yapan firmalarımızın bir araya gelmesi hususunda sıkıntılar olduğu ifade edilmektedir. Sizin bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyiz? Biz 16 ülkede 2 bin çalışanı olan bir gurubuz. Bütün bu ülkeleri dolaşıp rahatlıkla Hollanda’da yaşayan Türklerin birbirine daha bağlı ve saygılı olduğunu söyleyebilirim. Örneğin HOTİAD bir toplantı yaptığı zaman hemen hemen herkes katılıyor. 2009 yılında ilk başkanlığa geldiğim dönemde insanların bir araya gelmesine büyük önem verdik ve bunu başardık. Bugün ise bu durumun bize yarar sağladığını gözlemliyoruz. HOTİAD’ı ve sizi bu konuda tebrik etmek lazım. HOTİAD olarak bundan sonraki hedefiniz nedir? Hollanda Türkiye ilişkilerinin 400. yılı etkinlikleri devam ederken biz HOTİAD olarak Hollandalı firmaları da bünyemize alarak yolumuza devam etmek istiyoruz. Bugün bu çalışmalara başladık. Hollandalı firmaların da ilgisinin olması bizi sevindirdi. Şuanda Hollandalı 3 büyük firmayı derneğimize üye yaptık. Önümüzdeki dönemde de eş başkanlık sistemi getirerek derrneği daha aktif hale getirmeyi düşünüyoruz. Bizim Türk yatırımcılar olarak birkaç handikabımız var. Öncelikle bir araya gelmeyi ve uzun vadeli projeler çizmeyi bilmiyoruz. Aile şirketleri kurup çok çabuk hızlı bir şekilde dağılıyoruz. Bu konularda firmalarımızı eğitmek için çalışmalara başladık. TOBB ve DEİK’in yardımları ile çalışmalar yapıyoruz. Hollanda firmaları ile Türk firmalarının bir arada uyum içinde çalışabilme şansı var mı? Biz farklılığı gidermiş durumdayız fakat bunun farkında değiliz. Bugün İngbank’ın Türkiye’deki şubelerinde Hollanda’da eğitimini almış, bankacı olmuş Türk çocukları çalışıyor. Şuanda 18 bin civarında girişimcimiz var, eğitimli bir gençliğe sahibiz, siyaset alanında söz sahibi olan insanlarımız var. Hollanda’da birbirini destekleyen güçlü bir topluma sahibiz. Biz Hollanda’yı ve Türkiye’yi çok iyi tanıyoruz. Hollandalıların disiplinli bir şekilde adım adım iş yapma biçimini de biliyoruz, Türklerin hızlı ve pratik iş yapma biçimlerini de biliyoruz. Biz Türk gibi hızlı karar verip Hollandalı gibi disiplinli uygulayabiliyoruz. Bu konuda Avrupa’da yetişmiş Türkler olarak köprü görevini rahatlıkla yapabiliriz. Hollandalı firmalar bu hususun farkına vardı, onlarla rahatlıkla çalışıyoruz fakat Türk firmalar hala bizi geçerek Hollandalı firmalarla direk iş yapmak istiyor ve neticesinde ticari zararlar görüyorlar. Dünya’da söz sahibi olabilmek için lobi yapamıyoruz deniliyor. Sizin bu konudaki düşüncenizi alabilir miyiz? Yeterince lobi yapamadığımızdan bahsediliyor. Bu hususun doğru olduğunu düşünüyorum ancak lobi demek para demektir. Bizler 25 yıldır tüm kazancımızı Türkiye’ye getirdik, o zamanki şartlar öyleydi fakat bugün yatırımlarımızı Avrupa’ya yapmaya başladık ve 41 Mayıs 2012 Eur newsport bu bizim birçok noktada söz sahibi haline gelmemizi sağladı. Biz geçmişte paramızı Türkiye’ye getirmeseydik bugün çok farklı yerlerde olabilirdik. 400. yıl ile ilgili yeterli ilgi var mı? Büyükelçimizin kontrolünde Hollanda’daki sivil toplum kuruluşları kendi çapında etkinlikler düzenliyor. Hollanda’da her gece bir veya iki etkinlik yapılmaktadır. Bu etkinlikleri Hollanda’da yaşayan Türkler ve Hollandalılar ortak yapıyorlar. Biz bu etkinliklerin sonucunda ilişkilerimizin daha gelişeceğini düşünüyoruz. İlişkiler geliştikçe de ticari ilişkilerinde gelişeceğini ümit ediyoruz. İlişkilerin geliştirilmesinde en önemli hususlardan biride hiç kuşkusuz Türkiye’nin AB’ye üyeliğidir. Bu hususta düşüncelerinizi alabilir miyiz? Biz Avrupa’da yaşayan Türkler olarak AB’ye girmiş durumdayız. 2011 yılında 6,5milyon Türk göcmen ülke sınırları dışında yaşıyor. Avrupa Birligi içinde bugün 5,2 milyon Türk yaşamaktadır. Bu rakam birçok AB üyesi ülkenin nüfusundan fazladır. Diğer taraftan ülke olarak AB’ye girişimizin çok önemli olmasının bilincinde olmakla birlikte, girmesek de bu yolla kendimizi girmiş sayabiliriz. Sizin sosyal sorumluluk projelerinde de ektin biri olduğunuzu gözlemliyoruz. Bu konu ile ilgili de bir değerlendirme yapar mısınız? Biz Kars’ta iki tane okul yaptırdık. Kendi okuduğum okulumu yaptırdım. Baba ve annemin adına ise kız meslek lisesi yaptırdık. Bu husustan dolayı da oldukça mutluyuz. Okulumuz iki yıldır eğitim öğretime devam ediyor. Önümüzdeki yıl ilk mezunlarını verecek. Bugüne kadar birçok iş yaptım fakat bana en fazla haz veren işim bu oldu. Bunun dışında Hollanda’da bir spor 42 Mayız 2012 kulübünün ortağıyız. 800’e yakın sporcumuz var. Orada yaşayan Türkler bu kulübü kendi kulüpleri olarak görüyor bu da bizi ayrıca mutlu ediyor. Şimdi gündemimizde hastane yapma projemiz var. Bu yolla topluma faydalı olma çabasındayız. Son olarak ayın 16, 17, 18’inde yapılan etkinlikler ile ilgili bir değerlendirme yapar mısınız? Sayın Cumhurbaşkanımız Sayın Kraliçemiz tarafından çok üst düzeyde ağırlandı. Hollanda misafirperverliğini çok iyi gösterdi ve her şey eksiksiz yapıldı. Bu da biz gurbetçileri gururlandırdı. Kısacası Sayın Cumhurbaşkanımızın bu ziyaretinde göğsümüz kabardı. Türkiye’den gelen iş adamı heyetimizle de, Avrupa’daki iş adamlarımızla da karşılıklı görüş alışverişinde bulundular. İnşallah iyi bir sonuç çıkar. DEİK – DTİK ile HOTİAD tarafından ortaklaşa olarak organize edilen Avrupa’da Yerleşik Türk Girişimciler Toplantısı’na ilgi oldukça fazlaydı. Bu bizim için memnun edici bir durum. Toplantıya AB Bakanı ve Başmüzakereci olarak Egemen Bağış, TOBB ve DEİK Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu Başkanı Bendevi Palandöken, ITO Başkanı Murat Yalçıntaş, Deventer Başkonsolosu Nihat Ersen, Feijenoord İlçesi Belediye Başkanı Seyit Yeyden, Rotterdam Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi Zeki Baran’ın yanı sıra çeşitli ülkelerden 600 dolayında işveren katıldı. DEIK yurtdışındaki işverenler arasındaki ilişkilerin gelişmesine önemli katkı sağlıyor. DTİK sayesinde birbirimizi tanıyarak gerçek gücümüzün farkına vardık. Sivil toplum kuruluşları ile yaptığımız ortak çalışmalar ve anketlerle, hem bulunduğumuz ülkelerde, hem de Türkiye’de hazırladığımız raporları yetkililere ve bakanlarımıza elden teslim ettik.I Eur newsport APM Terminals Avrupa Bölgesi Liman Yatırımları ve Projeleri Direktörü Michael Ybema: Türkiye’yi genişleyeceğimiz bir sonraki ülke olarak görmekteyiz 44 Mayız 2012 1 3 Şubat 2012’de Petkim’le ön protokolde anlaşarak 32 yıllık bir anlaşma için görüşmeleri sürdürdüklerini ve Türkiye’de 400 Milyon dolarlık yatırım hedeflediklerini açıklayan APM Terminals Avrupa Bölgesi Liman Yatırımları ve Projeleri Direktörü Michael Ybema, Türkiye–Hollanda arasında 400 yıldır süregelen bu ticari ilişkiler sonucunda Hollanda’nın Türkiye’de önemli yatırımlara imza attığını belirtti. Türkiye Hollanda ticari ilişkileriyle ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz? Bu yıl Türkiye ve Hollanda’nın resmi ticari ilişkilerinin 400. yılını kutluyoruz ama iki ülkenin ilişkileri daha eskiye dayanıyor. Osmanlı İmparatorluğu 16. yüzyılda Hollanda’yı İspanya’dan bağımsızlığını kazanması savaşında destekledi ve bizler de Türkiye’nin onuruna bir köyümüze “Turkiye” adını verdik. İki ülkenin futbola olan tutkuları kadar, içtenlikle paylaşılmış gelenekleri, hoşgörüsü ve ticari ilişkileri var. Bazılarının bildiği gibi Türkiye, Hollanda’ya en ünlü çiçeği olan laleyi verirken, dilleri eşsiz gramer karakteristiklerini paylaşıyor. Son 40 yılda, birçok Türk vatandaşı Hollanda ekonomisine ve toplumuna entegre oldu. Birinci kuşak ve ikinci kuşak göçmenler arasında eşit olarak ayrılan 400 bine yakın Türk halen Hollanda’da yaşamakta. Bu sebeplerle Hollanda’nın Türkiye’nin en büyük yatırımcılarından biri olmasına ve iki ülke arasında bu önemli ticaretin büyümesine kimse şaşırmamalı. Hollanda İstatistik Ajansı CBS’den alınan ilk verilere göre 2011 yılında, Türkiye Hollanda’dan 4,7 milyar Euro’nun üzerinde ithalat yaparken, Hollanda’ya ise 2 milyar Euro’nun üzerinde ihracat gerçekleştirdi. APM Terminals ile ilgili bilgi verir misiniz? APM Terminals Danimarka’nın A.P. Moller-Maersk Grubu’nun, 60’tan fazla müşterimizin en büyüğü olan ve iş hacmimizin yarısını oluşturan Maersk kolu limanlar birimidir. İdare merkezimiz Hollanda hükümetinin de bulunduğu Lahey’de bulunaktadır. 24 bin çalışanımızla 64 ülkede, 63 limanı ve konteynır terminalini işletiyor; 155 şirket taşımacılık, depolama ve ilişkili diğer iç alan hizmetlerini sağlamaktadır. Dört büyük terminal işletmecileri arasında coğrafik olarak dengelenmiş ağ yapımızla öne çıkmaktayız. Petkim ile yapılan işbirliğiyle ilgili bilgi verir misiniz? 13 Şubat 2012 tarihinde ön protokol anlaşmasını imzaladıktan sonra, Azerbaycan Petrol Devlet Şirketi SOCAR tarafından alınan petrokimya şirketi Petkim ve Aliağa’da Nemrut Körfezinde bulunan Petkim Limanı’nı işleten Petkim ile 32 yıllık süreyi kapsayan kesin anlaşma için görüşmelerimizi sürdürüyoruz. Avrupa Bölgesi CEO’muz Martin Poulsen’ın “Petkim ile işbirliği yapmak bizi heyecanlandırıyor ve Petkim Limanı’nı ülkenin ve bölgenin ekonomik büyümesine sürekli katkı sağlayan bir işletme yapısına dönüştürmek için elimizden geleni yapacağız” diyor. Limandaki genel kargo operasyonlarına bu senenin sonunda, konteynır operasyonlarına 2014’te başlamayı amaçlıyoruz. Konteyner Elleçleme kapasitesini 1,5 milyon TEU’ya (İzmir-Alsancak limanında %50 daha fazla) çıkarak bu yatırımın bedeli 350-400 milyon dolar civarında. Rıhtımın derinliğini artıracağız, böylelikle bize 10.000 TEU kapasiteli konteynır gemilerini elleçleme imkânı sağlayan Post Panamax tipi vinçler kullanılabilecek. En sonunda da, elleçleme kapasitesini maksimum 3 milyon TEU’ya çıkarabileceğiz. Türkiye pazarının firmanız açısından önemini aktarır mısınız? Türkiye, Asya ile Avrupa’nın birleştiği bir coğrafi noktada yer alıyor. Hem ticarette hem de dünya politikasında önemli bir rol oynuyor. Biz Türkiye’yi genişleyeceğimiz bir sonraki ülke olarak görmekteyiz. APM Terminals CEO’su Kim Fejfer şunları ifade etmiştir: “SOCAR gibi güçlü ve saygın bir iş ortağı ile birlikte piyasasına girmekten memnuniyet duyduğumuz Türkiye çok önemli bir yüksek büyüme pazarına sahiptir. Biz Türkiye’de uzun vadeli bir varlık kurmak için sabırsızlanıyor ve bu ilk gelişme dolayısıyla mutluluk duyuyoruz.” Kim Fejfer aynı zamanda; “Biz 2011 yılında altyapı geliştirme ve tesis genişletme için 3 milyar ABD dolarından daha fazla yatırım taahhüt ettik ve 2012 yılında benzer bir yatırım planı öngörmekteyiz” cümlesiyle açıklamalarını sürdürmüştü. Biz diğer terminal işletmecilerinden daha fazla yatırım yaptığımıza inanıyoruz. Avrupa’ya ait ve çok çekici bir ülke olan Türkiye gibi gelişmekte olan piyasalara odaklanıyoruz. Türkiye güçlü, hızlı büyüyen bir ekonomiye sahiptir. Daha fazla konteynır elleçleme kapasitesi oluşturarak ve daha iyi işleterek bir fark yaratabileceğimizi görüyoruz. 18 Nisan’da İstanbul’da gerçekleştirilecek Uluslararası Liman Finansmanı Karadeniz Konferansı’nda yapacağım sunumda bu hususu ayrıntılı olarak ele alacağım. Türkiye pazarı ile ilgili gelecek planlarınız nelerdir? İlk odağımız Petkim Liman Projesini yapmaktır. Biz aynı zamanda, Marmara Denizi’nin, Çanakkale Boğazı’ndan geçen büyük gemiler için uygun bir tesis için güçlü bir potansiyele sahip eş derecede çekici bir bölge olduğuna inanıyoruz. Bu potansiyel sadece derin rıhtımları, uzun iskeleleri ve büyük vinçleri değil, özellikle de saha boyutu ve 10.000 TEU’nun üzerinde gemilerin verimli bir şekilde elleçlenmesine yönelik işletme uzmanlığını kapsayacak.I 45 Mayıs 2012 Eur newsport Elkon Satış ve Pazarlama Müdürü Mert Ünlüsan: Hedefimiz Elkon’u uluslararası arenaya taşımak üçük olmasına rağmen ticaret konusunda oldukça aktif bir ülke olan Hollanda ile ticari ilişkilerimiz artarak devam ediyor. Bu ortamda Hollandalı firmaların Türk firmalarına ilgisi oldukça fazla. Bu ilginin göstergesi olarak 2010 yılında İmtech’e satışı gerçekleştirilen Elkon, kriz sonrası yapılacak atılımlara hazırlanıyor. Gemi inşa sektörünün önemli oyucuları arasında yer alan Elkon’un Pazarlama Müdürü Mert Ünlüsan, sektör ve iki ülke ilişkilerinin ticarete yansıması ile ilgili bilgiler verdi. Elkon ile ilgili bilgi verir misiniz? Elkon ilk olarak 1980 yılında kuruldu. Türk Gemi İnşaat Sanayine elektrik sistem entegratörü olarak hizmet veren bir firmayız. Proje bazında elektrik panolarının tasarımı, üretimi, otomasyon, sürücüler ve üretilen bu ürünlerin gemi üzerinde devreye alınması ve elektrik işçiliği gibi hizmetler veriyoruz. Firmamızda toplam 250 kişi istihdam etmektedir. Bu 250 kişinin yaklaşık 30’u mühendislerden oluşuyor. 2010 yılında İmtech firması Elkon’u satın aldı. İmtech’in Türkiye’ye gelmesinde Elkon olarak en büyük kazancımız yönetimde hiç bir değişiklik olmadan ticari vizyonumuzun ve cesaretimizin genişlemiş olmasıdır. Yani başarıyla işleyen sisteme dokunmadılar. Elkon, Türk mühendis ve Türk yönetimiyle beraber aynı 46 Mayız 2012 şekilde devam ediyor. Hollanda’dan ise gerektiğinde teknolojik know-how alabiliyoruz. 30’u mühendis olmak üzere 250 çalışan çok ciddi bir rakam. 2008’de bu sayı 500’e yakındı. Fakat krizden biz de etkilendik. 30’u tasarım mühendisi, yaklaşık 10–15 kişisi de yönetim/idari işler dersek geri kalanı da elektrik teknisyenlerimiz. Tüm büyük tersanelerde çalışıyoruz. Aslında Türkiye’deki tüm büyük projelerde Elkon’un olduğunu söyleyebiliriz. Milgem projesinde yer almış mıydınız? Milgem projesinde Entegre Platform Yönetim Sistemi Imtech tabanlıydı. Sistemin entegrasyonu ise Yaltes tarafından yapıldı. O sıralar satın alma gerçekleşmemişti ve Elkon Imtech ile rakipti. Sonra baktılar ki pazar büyüyor, Elkon’u satın alma yoluna gittiler. Biz savunma sanayi projelerinde ADIK Tersanesi’nde yapılan LCT gemilerinin (8 adet) tüm elektrik sistemlerini sağlıyoruz. Ayrıca İstanbul Tersanesinde yapılacak denizaltı kurtarma gemileri ile ilgili de anlaşmaya vardık. LST ve Sismik Gemi için de görüşmelerimiz sürüyor. Milgem’in %70 yerli üretim olduğu ifade ediliyor. Tam olarak yüzdesini bilmiyorum ama bu rakam o K kadar da önemli değil. Buradaki önemli nokta o bilgiyi ve tecrübeyi kazanmaktı. Geçen hafta bir fuar için Katar’daydım. Orada da Türkiye’nin gemi inşaat sanayinin geldiği noktanın ses getirmeye başladığını net bir şekilde gördük. Tabi bu aynı şekilde devam etmeli. Kesilmemesi lazım. İsterseniz biraz sektörü değerlendirelim. Son dönem ile ilgili neler söylemek istersiniz? 2008’e kadar kimyasal ve kuru yük taşıma, konteynır gemileri gibi teknolojik açıdan nispeten basit dediğimiz gemiler yapılıyordu. Hacim çok genişti. 2008’de Türkiye’de yaklaşık 150 gemi yapıldı. Bu da 2,5 günde 1 gemi teslimine denk geliyor. Yani oldukça ciddi bir rakamdır. Tersane sayısı 70’e çıktı. Yalova’da yeni tersaneler yapıldı. Gölcük’te Serbest Bölge kuruldu. Krize kadar aslında her şey çok iyi gidiyordu. Ancak kriz döneminde sektör yara aldı. Hatta en fazla yara alan sektörlerden biri de diyebiliriz. Aynen. Çünkü tahminen % 50’den fazla küçülme yaşandı. Yönelebileceği başka alanı yoktu. Belki de tersanelerin stratejik hatası da vardı. Ağustos böceği ile karınca misali kötü günler hesaba katılmadı. Gemi yaptırmak isteyen 3 sene sonrasına randevu alabiliyordu, herkesin önündeki 3 sene dolu gibiydi. Ancak kriz patladığında projeler iptal oldu, yeni projelerde Uzakdoğu’ya gitti. Ama gene de tersaneler buna iyi dayandı. Tabi bunda SSM’in de katkısı var. Askeri projelerle tersanelere büyük destek oldu. Tabi bu sırada batanlar da oldu. Çok fazla sayıda batan oldu. Çok büyük tersaneler çalışmayı bıraktılar. Biz 2008’de Elkon olarak 60 gemi ile pazarın %50’sine sahipken bu sayı 35’lere kadar düştü. Ama bu durumdan de gene iyi çıktık. Bu sefer çözüm olarak teknolojik açıdan daha komplike gemilere dönüldü. Mesela süper yat sektörü çok hızlı gelişti. Türkiye şu anda bu alanda dünyada üçüncü sırada yer alıyor. Balıkçı gemilerinde Yalova bölgesi çok gelişti. Bu gemiler ilk akla geldiği gibi basit ufak gemiler değil. Karadeniz Holding yüzer santral inşa etmişti. O projede yer aldınız mı? Karadeniz Holding yüzer güç santralleri ile çok başarılı ve isabetli bir iş yaptı. Büyük bir holding olduğu için elektrik ile ilgili tüm işleri bildiğim kadarıyla kendileri yaptılar. Ancak yeni yapacakları gemilerde gemi elektriği konusunda uzman bir firma olarak yer almak isteriz. Yeni gelişmelerden biraz söz edebilir misiniz? Elektrik anlamında buradaki en büyük yeni gelişme gemide ana makine yerine gaz emisyonu azalan, daha fazla verimliliğin ve manevra kabiliyetinin sağlandığı Epropulsion (E-Tahrik) sistemlerinin popülerleşmesidir. Yeni denizaltı kurtarma ana gemisinde bu sistem kullanılacak. Bu gemi İstanbul Tersanesi’nde yapılacak. Dün- yada bu hizmeti vermek için yapılan ilk gemi olacak. Bizde bu projenin içerisinde yer alacağız. Bu alanda mühendislik gücümüzün yüksek olduğunu düşünürsek Savunma Sanayine geç girdiğimizi söyleyebilir miyiz? Bence geç girdiğimiz söylenemez, ilk proje olan Milgem anında ticari projelerle biz neredeyse tamamen doluyduk. Hollanda- Türkiye ilişkilerine dönecek olursak bu satın almadan biraz bahseder misiniz? Satın alma 2010 yılının Eylül ayında gerçekleşti. Bu olayda krizin bir etkisi yoktu. Belki İmtech açısından şöyle bir etkisi olabilir. Potansiyeli gördüler, kriz dönemindeki süreci geçmek ve yerleşmek açısından onlar için uygun bir zamandı. Hem İmtech hem de Elkon bu teknolojik değişimi çok iyi görmüştü. Biz Elkon olarak zaten hazırlığımızı yapıyorduk. Hollanda Türkiye İş Konseyi (NETUBA) tarafından her yıl geleneksel olarak verilen başarı ödülünü 2012’de Imtech Marine’in kazanmasının yapılan işbirliğinin isabetini gösterdiğini düşünüyorum. Bu organizasyon sizi yurtdışına taşır mı? Kesinlikle hedefimiz o. Geçen hafta Katar’da bir fuardaydık. İmtech’in beklentisi de aynı şekilde. Bir ay önce bünyelerine kattıkları Arma Elektropanç ile de kara sektöründe Asya pazarına açılmayı hedefliyorlar. Hollanda’dan en büyük desteğimiz kapital. Elkon’un normalde girerken düşüneceği ya da girmeyeceği projelere şimdi arkamızdaki yüksek güç sayesinde rahatlıkla girebiliyoruz. Kriz döneminde Türkiye’ye en çok yatırım yapan ülke de Hollanda olmuş. Sizin de içerisinde olduğunuz bu yatırımlar ile ilgili düşüncenizi alabilir miyiz? Evet. Hollanda ticari açıdan çok esnek ve çok başarılı bir ülkedir. Onlarla çalıştıkça bunu daha iyi görüyoruz. Mühendislik anlamında çok önemli şeyler başardığımızı söyleyebiliriz fakat yurtdışına açılma konusu için aynı şeyleri söyleyemiyoruz. Hollanda ile olan ticari ilişkiler herhalde bu açıdan bize önemli katkılar sağlayacaktır. Onlardan öğrenmemiz gereken önemli bir konu kültürel esneklik. Esneklikten kastım insanları olduğu gibi kabul edebilmek. Onlar bizi Türk olarak olduğumuz şekilde, biz de onları ait oldukları kültür dâhilinde oldukları şekilde kabul edeceğiz. Ortak bir nokta bulmamız lazım. Dış ülkelerde çalışmak ve ihracat yapabilmek için bu önemli. I Eur newsport Air France KLM Akdeniz Bölgesi Ticari Müdürü Lisette Klomp Bueters: KLM iki ülke arasında köprü rolü oynuyor T ürkiye-Hollanda Ticari ilişkilerinin 400. yılını kutladığımız bu yıl, hem Hollanda’da hem de Türkiye’de bir takım etkinlikler düzenliyor. Etkinliklerin ilki olan ve oldukça ses getiren Sabancı Müzesi’nde gerçekleşen Rembrant ve Çağdaşları Sergisi’nin ulaşım sponsorluğunu üstlenen KLM Hollanda Kraliyet Havayolları’nın Türkiye ile ilgili görüşlerini aldık. Air France KLM Akdeniz Bölgesi Ticari Müdürü Lisette Klomp Bueters, Türkiye’nin Hollanda için önemli bir ülke oluğunu ve şirketin de Türkiye pazarına güvendiğini belirtti. Türkiye-Hollanda ticari ilişkilerinin sizin çerçevenizden değerlendirmesini alabilir miyiz? Hollanda ve Türkiye arasında güçlü bir ilişki var. İki ülke arasındaki ticaret hacmi, yıllardır dikkat çekici ölçüde artıyor. 2008 yılında, Hollanda Türkiye’ye yaklaşık 4 milyar euro değerinde ürün ihraç etti. Bu rakam, 2000 yılına ait verilerle karşılaştırıldığında iki katına denk geliyor. Aynı yıl, Türkiye de Hollanda’ya 1,6 milyar euro değerinde ürün ihraç etmiş. Bu gösteriyor ki, iki ülke arasındaki ticari ilişkiler gün geçtikçe gelişiyor. Aynı zamanda Türkiye, Hollandalı turistler için çok popüler bir tatil yeri. Hollanda’ya gittiğimde Türkiye’nin öneminin ve popülerliğinin arttığını, özellikle İstanbul’un daha da tanındığını fark ettim. 2009 yılında, 1 milyonu aşkın Hollandalı turist Türkiye’ye geldi. Türk Dışişleri Bakanlığı’nın verilerine göre 2011 yılında, 1864 Hollandalı firma Türkiye’ye yatırım yapmış. Okuduğum bir makalede de belirtildiği üzere, bu durum Hollanda’yı, Türkiye’deki çalışma ve projelerde en büyük yatırımcı konumuna getiriyor. Türkiye, Hollanda için ticari açıdan önemi bir partner. İki ülke arasında son 10 yılda iki katına çıkan ticari hacmin gelecek yıllarda daha 48 Mayız 2012 da artması bekleniyor. Ekonomik bağların yanı sıra, kültürel ve sosyal yaşamda da etkileşimler güçleniyor. 2012 yılındaki hedef, Hollanda ve Türkiye’deki aktivitelerin çeşitliliğine ilişkin bir program teklifi sunmak. İşbirliği, dayanışma ve etkileşim odak noktalarımız olacak. Biz, KLM Kraliyet Hava Yolları olarak imkânlarımız el verdiğince 400. yıla özel düzenlenen etkinlikliklerin bir parçası olmaya çalışıyoruz. Türkiye-Hollanda ticari ilişkilerinde gelinen noktanın firmanıza yansımaları hakkında bilgi verir misiniz? Biz bir havacılık firması olarak insanları bir ülkeden diğerine taşıyoruz. Turizm daha çok olursa, biz bundan daha fazla kar ederiz. Aynı şekilde daha çok ticaret yapılır ve bu durum da bizi olumlu yönde etkiler. Bir havacılık firması olarak, günlük hayat ve iş hayatındaki yoğunluğun artması bizim için çok iyi. Böylece daha fazla kurumsal şirketle seyahat sözleşmesi yapıyoruz. Her sektörde olduğu gibi havacılık alanında da bir rekabet söz konusu. Sektörünüzde yaşanan uluslararası rekabet ortamı ile ilgili bilgi verir misiniz? Bence havacılık sektörü ciddi bir rekabet ortamıyla yüzleşiyor. Herkes bu sektörün içerisinde yer almak istiyor, bu nedenle de çok fazla yeni firma sektöre dahil oluyor. Büyük yatırımcılar arasında zorlu bir rekabet var ve var olmaya da devam edecek, bunun yanı sıra düşük maliyetli (low cost) firmalar da rekabeti kızıştırıyor. Fiyatlar rekabet ortamında tabii ki değişiklik gösterir, ama her ürünün bir fiyatı vardır. Örneğin her koltuğa aynı fiyatı vermek ya da buna benzer kampanyalar yapmıyoruz. Bu bizim stratejimize aykırı bir durum. Air France ve KLM yaptığı yatırımların karşılığında değer biçebileceği fiyatlar koyuyor. Biz rekabeti fırsat olarak görüyoruz, yeni uçuş noktaları ekleyerek, kaliteli ve kullanışlı ürünler üzerinde odaklanarak yenilikler yapı- yoruz. Yeni teknolojilere ve gelişmelere yatırım yapıyoruz. Böylece gelişiyor ve büyüyoruz. Dünya çapında yaşanan ekonomik kriz sektörünüzü nasıl etkiliyor? Akaryakıt fiyatları yükseliyor, bununla orantılı olarak masraflarımız da her gün artıyor. Air France-KLM Yönetim Kurulu gelecek 3 yıl için (2012-2014) dönüşüm planı incelemesi yaptı ve geçtiğimiz yıl 9 Kasım’da, “maliyet azaltma yoluyla rekabet gücünü yenileme, düzenleme”, “kısa ve orta mesafeli uçuşları yeniden yapılandırma” ve “borcu azaltma” olmak üzere üç öncelikli konunun uygulanmasına başlandı. Türkiye pazarının kriz dönemindeki performansıyla ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz? Bence Türkiye dünya çapında bir ülkedir. 2011 yılı Türk ekonomisi için çok iyi bir yıl oldu. Kriz dönemindeki Türkiye, Air France ve KLM’yi daha yenilikçi ve daha rekabetçi olmaya teşvik etti. Belirtilmesi gereken önemli bir nokta da şu ki, krize rağmen firmamız yatırımlarına geçen Nisan’da başlayan Marseille ve Toulouse olmak üzere 2 direkt uçuşla devam ediyor. Kendimize ve Türkiye pazarına güveniyoruz. Türkiye pazarında sizi negatif yönden etkilediğini düşündüğünüz şeylerden bahseder misiniz? Elbette ki her şeyde olduğu gibi negatif yönler burada da mevcut. Fakat diğer ülkelerin pazarlarıyla kıyaslandığında gerçekten Türkiye’de pozitif yönler çok daha fazla. Gelişmeler çok iyi. Negatif yönlerinden bahsedip şikâyet edebilirdim, ama Türkiye’deki olumsuzluklar açıkçası çok büyük şeyler değil. Dinamikler arası farklılıklar olabiliyor, ama bunu negatif bir yön olarak değil de, farklılık olarak nitelendiriyorum. Diğer ülkelerde sıkı kurallar vardır. Türkiye pazarında da kurallar mevcut ama diğer ülkelere oranla çok sıkı kurallardan söz edemiyoruz. Bu, Türkiye’de yatırım yapan yabancı firmaların pek alışık olmadığı bir durum aslında. Siz bu konuda bir sıkıntı yaşıyor musunuz? KLM 82 yıldır Türkiye’de yatırım yapıyor ve Türkiye’deki durumun nasıl olduğunu biliyoruz. Bu belki Türkiye için olumlu bir durum olabilir. Bence KLM ülke koşullarına göre iş yapmada oldukça başarılı. Öncelikle nerede yatırım yaptığımıza bakıyoruz, kendimizi bu şekilde yönlendiriyoruz. Dünyadaki en eski havayolu şirketiyiz. Birçok ülkede uzun süreden beri aktif şekilde iş yapıyoruz ve böylece birçok ülkenin koşullarını öğreniyoruz. Bu bizim için büyük bir avantaj. 135 ülkede yatırım yapıyoruz ve hepsi farklılıklar gösteriyor. Türkiye’de karşılaştığımız kuralların aynısı diğer firmalar için de geçerli. Bu nedenle herhangi bir sıkıntı söz konusu değil. Kurallar da zaten bizim işimizin bir parçası.I 49 Mayıs 2012 Eur newsport Redevco Türkiye Genel Müdürü Patrick van Dooyeweert, Türkiye’de yatırım yapan yabancı bir yatırımcı şirketin genel müdürü olarak yaşadığı önemli bir sorunu dile getirdi. Türkiye’de doğru bilgiye ulaşabilme imkânı sınırlı T ürkiye’ye yatırım yapan önemli Hollandalı firmalar arasında yer alan Redevco, yeni yatırımlar için çalışmalarını sürdürüyor. Türkiye pazarına 2006 yılında giriş yapan firma, Ankara ve Erzurum’da 2009 yılında peş peşe açılışlarını gerçekleştirdiği Gordion ve Erzurum Alışveriş Merkezleri’nin ardından bugünlerde, Manisa’da geliştirdiği Magnesia Alışveriş Merkezi’nin, Haziran ayında planlanan açılışına hazırlanıyor. Hâlihazırda tasarım aşamasında olunan Edirne’deki alışveriş merkezi yatırımı ile faaliyetlerine devam edecek olan Redevco Türkiye, gittikçe büyüyen Türkiye gayrimenkul sektöründe, uzun vadeli yatırım planlarını sürdürmekte. Hollanda Türkiye ilişkilerinin 400. yılı etkinliklerinin düzenlendiği bu dönemde iki ülke arasındaki ilişkiler ve sektör ile ilgili düşüncelerini aldığımız Redevco Türkiye Genel Müdürü Patrick van Dooyeweert, iki ülke ilişkileri ile ilgili önemli değerlendirmelerde bulundu. Türkiye-Hollanda arasındaki ticari ilişkiler hakkında değerlendirmenizi alabilir miyiz? Türkiye-Hollanda arasındaki ticari ilişkilerin çok uzun yıllardır mevcut oluşu ilgimi çeken bir durum. Hollandalı pek çok firma, sadece son 50 yıldır değil, uzun yıllardır Türkiye’de aktif olarak faaliyet göstermekteler. Bizim de faaliyet alanımız olan gayrimenkul sektöründe çok fazla yabancı firma var ve bunların büyük bir kısmı da Hollandalı ve Alman firmalar. Diğer bir şaşırtıcı nokta da şu ki, birçok Hollandalı firma 80 yılı aşkın süredir Türkiye’de faal durumdalar. İki ülke arasındaki iş ilişkilerinin bence birçok açıklaması var. Benim gördüğüm kadarıyla Türk işadamları ve Hollandalı işadamları arasında birtakım benzerlikler ve fikir açısından bir uyum var. Bunun yanı sıra çok farklı yönler de var, hem de fazlasıyla. Fakat benzerlikler gerçekten çok güçlü. Türkler iş yapmak üzere yurtdışında birçok farklı ülkeye yöneliyorlar; bu Kazakistan da olabilir Çin de, kısacası neresi olursa olsun fark 50 Mayız 2012 etmiyor. Eğer bir iş olanağı görüyorlarsa, o ülkeye gidiyorlar. Bu durum, Hollandalı işadamları için de geçerli. Bu oportünizmdir; iş fırsatlarını yakalama eğilimidir. Bu, Türk işadamlarında sevdiğim bir özellik ve denilebilir ki Hollandalı işadamlarının Türkiye’ye olan ilgilerini de söz konusu esnek ve oportunistik yaklaşım artırmakta. Aynı zamanda, Türkiye’de iş yaşamı sabah 9 – akşam 18.00 mesai anlayışıyla yürümüyor, iş planı yapmak konusunda sıkı ancak mesai açısından esnek bir yaklaşım. Bu da Türkiye’nin Hollanda’yla olan bir başka benzerliği. Tüm bu benzer karakteristik özelliklerin iki ülke arasındaki ticari ilişkiler açısından son derece faydalı olduğunu düşünüyorum. İki ülke arasında çok fazla farklılık da bulunduğunu söylediniz. Bu farklılıklardan biraz bahsedebilir misiniz? Hollanda, bilginin “asıl değer” olduğu Kuzeybatı Avrupa kültürünün bir parçası. Bu yazılı bir kültürdür; bilgi, rakamsal veriler, hesaplar çok önemli ve değerlidir. Fakat Türkiye’de, bilginin, rakamsal verilerin, aynı tarzda değerlendirilmediğini söyleyebilecek kadar uzun zamandır yaşıyorum. Türkiye’de asıl önemli olan; iyi ilişki, göz teması kurmak ve karşılıklı güven duymaktır; sözleşme tüm bunların ardından imzalanır. Fakat Hollanda kültüründe, hatta sadece Hollanda kültüründe değil İngiliz, Alman ve daha genel olarak Kuzey Avrupa kültüründe, sözleşme daha önemlidir. Her şeyi sözleşmeye yazarsınız ve bu sizin iletişim şekliniz olur. Türkiye’de sözleşme konusu o kadar da önemsenen bir şey değil. Dediğim gibi burada öncelikli olan iyi ilişkiler. Bana göre en büyük farklılık da bu. 8 yıldır burada yaşıyor olmanın sağladığı gözlem sayesinde dikkatimi çeken bir başka durum da, Türkiye’de konular görüşülürken ihtilaf ve sert tartışmalar yaşanabiliyor; Hollanda kültüründe ve diğer birçok Avrupa ülkesinde ise bu yok, ihtilafın yerine uzlaşma yoluna gidiliyor. Bu konu için aslında iyi ya da kötü diyemem, bu yalnızca kültür farklılığından kaynaklanan bir durum. Kriz’in etkilerini Hollanda ve Türkiye açısından değerlendirebilir misiniz? Özellikle 3 ülkede, Finlandiya, Almanya ve Hollanda’da, aslında kriz gibi bir durum söz konusu değil. Gayrisafi milli hâsılada bir artış yok ama nüfusta da bir artış söz konusu değil. Hollanda’daki insanlar son derece varlıklılar. Türkiye’de %7-8 civarında bir ekonomik büyümeye ihtiyaç var, çünkü her yıl nüfus ve işe ihtiyaç duyan insan sayısı artıyor. Dolayısıyla eğer ekonomik büyüme olmazsa, işsiz insan sayısı da giderek artar. Hollanda’da bu şekilde ciddi bir kriz durumundan bahsedemeyiz. Hollanda’da kriz, insanların her yıl yeni bir televizyon alamaması ya da lüks bir ihtiyaçlarını karşılayamamaları gibi bir anlam teşkil eder. Fakat Türkiye’de yaşanan krizler ciddi krizlerdir. Bugün Türkiye’de bir kriz yaşandığını düşünmüyorum, 2001’de, 2008-2009’da kriz yaşandı ancak bugünün göstergeleri krize işaret etmiyor. Bu nedenle milyonlarca insan işini ya da bankadaki parasını kaybediyor. Amerikan kültüründe ve birçok yerde işten çıkarılma gibi durumlarda insanların motivasyonları düşer, Türklerde ise bu durum farklı. Türkler oldukça rahat, motivasyonu yüksek ve enerjik insanlar. Türkiye, kötü koşullarda bile motivasyonunu kaybetmeyip iyi sonuçlar elde edebilecek bir ülke. Bu durum Hollanda’da pek söz konusu değil, işten çıkarılanların moral ve motivasyonu son derece düşüyor. Kendi kendine yeni çözümler üretmede Hollanda’nın Türkiye kadar başarılı olduğunu söyleyemem. Yabancı bir yatırımcı olarak, Türkiye’de ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz? En büyük problemlerden biri, şeffaflık. Türkiye’de doğru bilgiye ulaşabilme imkânı sınırlı. Karşı karşıya kaldığımız ciddi sıkıntılardan biri pazarın çok şeffaf olmaması. Sektörde ciddi bir rekabet söz konusu, gittikçe gelişim gözlense de hala yeterli sayıda perakendeci olduğunu söyleyemeyiz ve bu durum bizi de, diğer firmaları da etkiliyor. Türkiye’de yeni yapılar, yeni alışveriş merkezleri inşa etmek son derece kolay, ancak birbirine çok yakın alışveriş merkezleri inşa edilebiliyor olması, şehir planlama anlamında bir sıkıntı olduğunun da göstergesi. Alışveriş merkezlerinin yapımı, yerleri ve sayısı birçok yerde tartışma konusu haline geldi. Birçok görüş alışveriş merkezlerinin şehir dışında olması gerektiği yönünde. Siz bu görüşe katılıyor musunuz? Tabi ki şehir dışına yapılmamalı. Eğer alışveriş merkezleri şehir dışına yapılırsa, insanlar bu merkezlere özel araçlarıyla gitmek zorunda kalırlar ve birçok insanın böyle bir imkânı yok. Öte yandan bu durum çevre bilincine de ters çünkü daha fazla araç kullanımıyla çevreye verilen zarar daha büyük olacaktır. Bu konuda Fransa örneği verilebilir. Fransa’da büyük öl51 Mayıs 2012 Eur newsport çekli alışveriş merkezleri şehir dışına yapıldı ve herkes alışveriş yapmak için bu yerlere gitmek zorunda kaldı. Böylelikle şehir merkezi canlılığını yitirdi Şöyle de bir durum var ki, bu tür yapılar arasında güzel bir etkileşim de doğuyor. Örneğin, Akmerkez, çevresindeki birçok perakendeciyi de olumlu yönde etkilemiştir. Eğer Akmerkez şehir dışında ya da otoyol kenarında bir yerde olsaydı, çevresinde bakkal ya da benzeri perakende oluşumları şimdiki kadar çok olamayacaktı. Aynı şey Levent’te Kanyon, Metrocity örnekleri için de geçerli. Bu bir sinerji yaratıyor Şahsi fikrim, alışveriş merkezlerinin insanların kolaylıkla gidebileceği yerlerde, yaşadıkları ya da çalıştıkları alanlarda, şehir merkezlerinde kurulması yönünde. Redevco’nun Türkiye’deki alışveriş merkezleri de bu anlayışa paralel olarak, insanların rahatlıkla ulaşabildikleri noktalarda, şehir merkezlerinde inşa edilmiştir. Alışveriş merkezlerinin sayılarının fazla olduğu yönünde bir görüş de var. Bu konu hakkında neler düşünüyorsunuz? Evet, alışveriş merkezlerinin sayısının fazla olduğu söylenebilir, ama AVM sayısını pazardaki kapasite ile kıyaslamalı düşünmek gerek. Bu nedenle alışveriş merkezlerinin sayılarının çok olmasının sıkıntı yarattığını düşünmüyorum. Hala yeni alışveriş merkezleri yapılabilecek araziler mevcut. Alışveriş merkezi inşa ederken pazar koşullarını iyi analiz etmelisiniz; seçilen nokta alışveriş merkezi için uygun bir alan mı, pazar kapasitesi yeterli düzeyde mi, nüfusun satın alma gücü ne durumda gibi soruları iyi tahlil etmeniz gerekiyor. Almanya’daki bir alışveriş merkeziyle, Türkiye’de aynı metrekareye sahip bir alışveriş merkezini kıyaslayamazsınız. Çünkü iki ülke insanının satın alma gücü arasında büyük fark var. Türkiye’de satın alma gücünün henüz çok gelişmiş bir dü52 Mayız 2012 zeyde olduğundan bahsedemiyoruz. 8 yıl önce Türkiye’ye geldiğimde çok fazla alışveriş merkezi yoktu, bu çevrede yalnızca Akmerkez ve Metrocity vardı. Bunlardan sonra gözle görülür bir artış oldu ve birçok yerde yeni alışveriş merkezleri açıldı. Hepsinin başarılı olduğunu söyleyemem tabi ki, bazıları çok miktarda para da kaybetti fakat yine de bunlara yenileri eklenmeye devam ediyor. Türkiye’de, özellikle de İstanbul’daki nüfus gün geçtikçe artıyor, bununla birlikte kapasite de artış gösteriyor. Ama elbette ki herkesi alışveriş merkezi inşa etmeye teşvik etmiyorum! İstanbul’da yeni bir alışveriş merkezi yapmayı düşünüyor musunuz? Böyle bir şey düşünmüyoruz diyemem. Şehir merkezinde uygun alan bulmak güç, ama bulabilirsek tabi ki yapmak isteriz. Bu isteğimiz İstanbul’un yanı sıra, İzmir ve Antalya için de geçerli. Sizin son olarak eklemek istedikleriniz var mı? Bir final mesajı alabilir miyiz? 8 yıldır Türkiye’deyim. Ülkede çok fazla şeyin değiştiğini söyleyebilirim, hatta bu değişim Avrupa’da gördüğümden daha büyük boyutta. Bu sadece alışveriş merkezlerinin fazla sayıda olmasıyla ya da nüfusun artmasıyla ilişkili bir durum değil; fikirler güzelleşmeye, insanlar da profesyonelleşmeye ve yaptıkları işe daha da çok bağlanmaya başladılar. Genel olarak gördüğüm, ülkenin giderek geliştiği. Sadece ülke değil, insanların düşünce sistemi de gün geçtikçe gelişiyor. Eğer gelişim bu şekilde devam ederse, Türkiye’nin dünyadaki en önemli ülkelerden biri olacağına eminim. Türkiye hâlihazırda çok önemli bir ülke ancak öneminin bu gelişim sürdükçe daha da artacağını düşünüyorum.I Eur newsport Yapacakları yeni yatırımlara itiraz eden insanlar ile ilgili değerlendirmede bulunan Bagfaş Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Gençer: Devletin vatandaş ile sanayiciyi karşı karşıya getirmemesi lazım “Dünya ölçeğinde baktığımız zaman tarım alanlarının azaldığına buna mukabil insan nüfusunun arttığına şahit oluyoruz. Dolayısıyla tarım arazilerinin daha efektif kullanılması lazım. Bunun içinde tohum ıslahı, sulama ve gübre kullanımı gibi hususlar var.” 54 Mayız 2012 T ürkiye’nin tek özel entegre tesisine sahip olan Bagfaş, yapacağı yeni yatırımlarla uluslararası arenada yakaladığı başarıya katkı sağlamak istiyor. Zorlu bir alanda yapılan yatırımlar ile ilgili değerlendirmelerde bulunan Bagfaş Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Gençer, çevre ile ilgili gösterilen tepkiye de cevap verdi. Gübre sektörünün stratejik bir sektör olduğunu beyanlarınızda ifade ediyorsunuz. Bu konuda yatırımlarınıza da devam ediyorsunuz. Bu noktadan yola çıkarak sizden sektörün fotoğrafını çekmenizi istesek, neler aktarmak istersiniz? Dünyanın en dinamik sektörlerinden biri, netice itibari ile yaptığımız işin gıda ile ilgili bir yanı var. Bu durum krizin etkilerini daha az hissetmemize neden oluyor. İnsanlar birçok alanda daha az tüketim içerisine gidebilir ancak gıda söz konusu olunca böyle bir durumdan bahsedemeyiz. Dünya ölçeğinde baktığımız zaman tarım alanlarının azaldığına buna mukabil insan nüfusunun arttığına şahit oluyoruz. Dolayısıyla tarım arazilerinin daha efektif kullanılması lazım. Bunun içinde tohum ıslahı, sulama ve gübre kullanımı gibi hususlar var. Bu noktada efektif tarım yapmakla organik olmayan tarım yapmak hususunda önemli bir fark olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Bizim toprağa verdiğimiz kimyasal yapı toprakta olması gereken, bu ya da şu sebeple toprakta olmayan maddenin toprağa verilmesidir. Toprakta bu mineraller olsaydı bizim böyle bir müdahalemize de ihtiyaç duyulmayacaktı. Açıklamalarınızla bir yanlış anlamayı da düzeltmiş oluyoruz. Bu açıklamalarınız sonucunda çoğunlukla gübre verildiği zaman organik üretim yapılamadığı düşüncesinin yanlış olduğu sonucuna varabiliriz. Yapılan iş aslında farklı bir yerde olan maddenin belirli bir prosesten geçirdikten sonra ihtiyaç duyulan yere aktarılmasıdır. Eğer bir yerde fosfat yoksa ve bu maddeye ihtiyaç duyuluyorsa onu başka bir yerden alıp işlemlerden geçirdikten sonra kullanılır hale getiriyor ve ihtiyaç duyulan yere aktarıyoruz. Bu madde toprakta olsaydı gübreye ihtiyaç duyulmazdı ve bitki ihtiyaç duyduğu maddeyi doğal yoldan alırdı. Belki almak için biraz daha fazla yağmura ihtiyaç duyardı ama alırdı. Toprakta olmayan bir şeyi toprağa vermiyoruz. Eğer bir toprakta kükürt yoksa ve siz bu toprağa kükürt vermiyorsanız, buradan çıkacak ürünün yapraklarının yemyeşil ve sağlıklı olmasını bekleyemezsiniz. Kükürdü eğer eski usulde kemreden temin etmeye çalışırsanız daha dikkatli olmanız gerekmektedir. Hayvan dışkısından almak kontrolü daha zor olan bir durumdur. Bunları birçok kümesten aldığınız için homojen değildir ve bu bi- rikimlerin içerisindeki oranlar sizin istediğiniz oranlar olmayabilir. Bu noktada yapılması gereken şey toprağı analiz ettirdikten sonra gereksinim duyulan maddeyi gerektiği miktarda vermektir. Sektörün uluslararası bir yapısı var. Bu durum da doğal olarak firmaların yönelimlerini etkiliyor. Konu ile ilgili bir değerlendirme yapar mısınız? Gübre sektörü tabiatı itibari ile uluslararası bir sektör. Fiyatlar uluslararası düzeyde belirlenir. Bu noktada benim Türk çiftçisine verdiğim söz gündeme geliyor. Ben, çiftçimize verdiğim fiyattan ihracat yapacağımı ifade ediyorum. Fakat bazen uluslararası kuralların bizi zorladığı noktalar da oluyor. İhracatta önemli bir başarı sağladığınız ifade ediliyor. Bu başarıyı ortaya çıkaran etkenleri bizimle paylaşır mısınız? 2012 yılı bilançomuzun %37,7’si ihracattan gelmektedir. Bagfaş’ın dışında ihracat yapan da yok. Bagfaş’ın ihracat yapması entegre yapısındandır. Aksi takdirde uluslararası arenada varlığımızı sürdürmemizin olanağı yoktur. Biz dünyanın dört kıtasına ihracat yapıyoruz. Geçen yıl beşinci kıtaya gitmek için de girişimlerimiz oldu ve bu girişimler devam ediyor. Bu başarı sonrasında yeni yatırımlar da gündeme geldi. Yeni yatırımlarınız ile ilgili bilgi verir misiniz? Kimyevi gübre sanayi işkolu hem yatırımda hem de işletmede kapital yoğun bir sektördür. Onun için zor bir sektör. Biz fosfatlı gübre üretimi yapıyoruz. Önümüzdeki dönemde de kalsiyum amonyum nitrat üretim tesisi kurmak için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Türkiye’nin bu alandaki ilk yatırımı olacak. Bu yatırım 160 milyon euro değerinde bir yatırım. Bu yatırımın %85’i Alman Hermes firması garantörlüğünde yine Alman Bankası olan Commerzbank tarafından veriliyor ve Türkiye’de alınan faiz oranları bu uygunlukta olan ilk kredidir. Böyle bir krediyi ne özel sektör ne de devlet bugüne kadar alamadı. Yatırım ile ilgili insanların tepkisi gündeme geldi. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Bu tesislerin çevre ile etkileri minimum düzeye indirilmiş durumda. Biz hammaddenin neredeyse tamamını ithal ediyoruz ve bu maliyetlerimizi artıran bir durumdur. Bu noktada da sizin işlediğiniz ürünü çevreye vermeniz demek ürününüzü değerlendiremediğiniz anlamına gelir o nedenle ilk yatırım miktarı yüksektir. Avrupa’da da çevre ile ilgili hususlar çok gündeme geldi. Bilhassa Almanya’da gündemdeydi. Frankfurt’ta eski adı ile Hoechst vardı, şimdi Aventis oldu. Frankfurt’un eski Belediye Başkanı bu büyük firmaların birinin 100. yılında “Bu şehirlerin, bu büyüklüğe gelmesinin nedeni şehrimizdeki büyük firmalardır. Bu nedenle in55 Mayıs 2012 sanla sanayi birbirini taşımak zorundadır” demişti. Bizim politikacılarımız gibi oportünist davranmamıştı. Bu yaklaşımın doğru olduğunu düşünüyorum. Bir yere bir yatırım yapıldığı zaman iki tarafın bir karar alıp ona göre uzun soluklu bir yürüyüş içerisinde olması lazım. Türkiye örneğine baktığımızda sanayinin gittiği yerde anında gecekondulaşma başlamış. Sanayi tesislerimizde tarım arazilerine kurulduğu için sorunlar yaşanmış. Bu noktada planlamanın önemini vurgulamak lazım. Bu açılardan bakıldığında tekrar ediyorum, insanların ve siyasi yapının karar vermesi lazım ve bu kararın arkasında durulması gerekir. Bizde durum bu şekilde işlemiyor. Benim çocuğum burada çalışsın, benim kamyonum buradan mal taşısın, lokantalarım buradan müşteri bulsun ama yatırıma karşı olayım. Bu anlaşılır bir durum değildir. Bu noktada birbirimizi dinlememiz ve eğitmemiz gerekiyor. Son olarak Elazığ’da bir bilgilendirme toplantısında yatırımcı firmanın temsilcilerine saldırı oldu. Üzücü şeyler yaşandı. Doğuya sanayi götürülmek isteniyor. Oradaki sorunların bu yolla çözülebileceği öngörülüyor ancak yaşananlar oldukça karmaşık. Bu işi meslek edinen ve kahve kültürü ile bu işi götürmek isteyenler var. Bunun karşısında da sessiz yığınlar var. Türkiye’de sokakların sesi başkadır, ancak iş karar aşamasına geldiğinde sandık insanların önüne koyulduğunda netice farklı çıkar. ÇED raporunu biz de alacağız. Aynı zamanda bir 56 Mayız 2012 halk toplantısı da yaptık. Tabi bu toplantıya gelenlerin orada oturup oturmadığı ayrı bir konudur. Devletin vatandaş ile sanayiciyi karşı karşıya getirmemesi lazım. Krediyi alırken biz toplantılar yapıyoruz, çevre ile ilgili hususlar orada da konuşuluyor ve biz işi yapan kuruluştan tesisin çalışması ile ilgili garantiler alıyoruz. Bu kadar ciddi yapılan bir uygulamada eğer buradan çevreye şu etkiler olur deniliyorsa o zaman karşılığında yapılması gereken yatırımlardan bahsedilmelidir. Bu noktada da benim bu yatırımları yapmam sağlanmalıdır. Devletin bu hususları belirlemesi lazım, yoksa oradaki insanların bunu bilme imkânı olamaz. I Eur newsport Teknoloji perakende sektörünün cari açığa neden olmadığını belirten Bimeks Genel Müdürü Arif Bayraktar: İsraftan dolayı yurtdışına çıkan her bir dolarda hepimizin sorumluluğu var 58 Mayız 2012 2 2 yıldır teknoloji perakendeciliği sektöründe faaliyet gösteren Bimeks, gerçekleştirdiği ilklerle sektörün lider firmaları arasındaki yerini koruyor. Rekabetin yoğun bir şekilde yaşandığı sektörün dinamikleri ile ilgili önemli tespitlerde bulunan Bimeks Genel Müdürü Arif Bayraktar sorularımızı yanıtladı. Sektör ile ilgili genel bir değerlendirme yapabilir misiniz? Türkiye perakende sektörünün teknoloji ile ilgili bölümü yaklaşık 22 milyar TL büyüklüğündedir. 2008 krizinden sonra büyüyerek devam eden bir sektör. Geçen yıl bizim sektör TL bazında %25 büyüdü, ülke ekonomisi ise %8 büyüdü. Yani yaklaşık 3 kat büyüme gerçekleşti. Bimeks olarak biz adet bazlı %49, ciro bazlı da %39 büyüme gerçekleştirdik ve pazar payımızı arttırdık. Başarılı bir 2011 yılı geçirdik. Bunun değişik faktörleri var. Türkiye’de bir taraftan yerli oyuncular var ama yabancı oyuncular da var ki onlar da Almanya’nın, Avrupa’nın, İngiltere’nin lideri. Geçen sene çekilme kararı alan Amerika’nın lideri de bu pazarda iş yapıyordu. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir rekabet ortamı teknoloji perakendeciliği konusunda Türkiye’de var. Yani bu kadar yabancı ve yerli oyuncunun olduğu başka pazar yok. Bunun nedeni Türkiye nüfusunun %50’sinin 35 yaşının altında olmasıdır. Gelir seviyesi artıyor, yani genç bir nüfus var. Hal böyle olunca yabancıların iştahını kabartan bir sektör haline geldik. Yabancılar umduklarını buldular mı? Umduklarını bulamadılar ve bulamayacaklar da. 2007 yılında geldiklerinde biz yerli oyuncuları çok önemsemiyoruz, biz bu pazarı domine ederiz gibi yaklaşımları vardı. 5 yıl içinde gelinen noktada bu kadar mağaza açmalarına rağmen halen toplam teknoloji perakendeciliği sektöründe pazar payları % 30’larda. Hala yerlilerin bileğini bükemediler ve bükemeyeceklerde. Onun için umduklarını bulduklarını zannetmiyorum. Hatta bulamayacaklarını da iddia ediyoruz. Çünkü belli bir şablonla ülkeye gelip 4000-5000 m mağaza açıyorlar. Rekabetten dolayı o 4000-5000 m iş yapmıyor ve yapmasının da imkanı yok, çünkü yanında bir sürü rekabet unsuru olan yerli mağazalar var. Fiyat rekabetinde her halükarda yerli firmalar yabancıları dövdü. Hizmet konusunda da başarılı olduk. Yerli oyuncular dünya standartlarında iş yapıyorlar. Bimeks özelinde de dünya standartlarında hatta onlardan daha iyi işler yapıyoruz. En yeni teknoloji ürününün getirilmesi, satışa sunulması, teşhir, eleman kalitesi, elemanın bilgi seviyesi, reklam pazarlama çalışmalarımız, ekonomik ölçekte mağazalar açma, oradaki ürün çeşitliliği, vs. dünya standartlarından daha iyi. Bu nedenle Amerika’nın devi buradaki rekabet ortamında para kazanamayacaklarını anladılar ve çekilme kararı aldılar. Bu aslında yerli oyuncuların bu ülkede güzel işler yaptığının ifadesi ve ülke açısından güzel bir kazanımdır. Türkiye’deki fiyatlar Amerika ile yarışır düzeyde. Avrupa’daki kar beklentilerinin hep daha altında fiyatlar. Yani hep rekabetçi olduk. Burası büyüyen pazar olduğu için üreticiler bu pazara bakmak durumunda ve buradaki pazar paylarını koruma yönünde hareket etmek durumundalar. Her zaman burada iyi fiyatlar var. Şu an 37 ilde 57 mağaza ile faaliyet gösteriyoruz. Sene sonunda 50 ilde olacağız ve büyük ilçelerde de mağaza açmaya devam ediyoruz. Yabancılar yaygınlık konusunu gerçekleştiremedikleri için Türkiye’de de iyi fiyatlı ürün satmaları Ölçek problemleri var, mağaza metrekareleri yanlış. Ankara’nın bir yerinde 8 bin m mağaza açmışlar. Orada yaptıkları iş 100 birim, 500 m’ mağazamız var ve 70 birim iş yapıyoruz. Verimlilik açısından karşılaştırıldığında hangisi daha verimli? Personel giderine, kiraya dayanamazlar ve orada tuttukları stok zarardır. Satamayınca ürün eskiyor. Bizim sektörde stoku yönetemiyorsanız zaten zarar ediyorsunuzdur. Bimeks aktardığınız hususlarda farklılığını öne çıkarabiliyor mu? Biz Bimeks olarak personel başına en fazla ciroyu üreten şirketiz ve metrekare başına da en fazla ciroyu üreten şirketiz. Bu dolayısıyla bize rekabette avantaj sağlıyor. Biz 1990 yılında faaliyete başladık. Bu sektörün belirleyici firmasıyız. Biz bu işe başladığımızda teknoloji perakendeciliği yapan yoktu. Hakiki teknoloji perakendeciliğini başlatan şirketiz. 1996 yılında alışveriş merkezinde ilk teknoloji perakende mağazası açan şirketiz. İçerenköy Carrefour yapılmıştı oraya biz girmiştik. O zaman buranın kirası çıkar mı diyordu herkes. 2001 krizinden sonra en hızlı, AVM’lerle Anadolu’ya yaygınlaşan biziz. Sistem altyapısıyla beraber her yerde aynı fiyat ve aynı hizmet kalitesiyle yaygınlaşan biziz ve bunu Teknosa’dan da önce yaptık. Teknosa’nın kurulması 2001’dir. Onlar 2002-2003’ten sonra biraz daha hızlanarak holding desteğiyle Türkiye’ye yayıldılar ve yaygınlaşma konusunda da başarılılar ama ilk organize perakende işini başlatan Bimeks’tir. 2007 yılında Yeşilköy teknoport mağazamız o dönemde tek katta 6 bin m satış alanıyla açılmış tek mağazaydı. Bugün o mağazayı gelen rekabetten dolayı küçülttük. Şu an yaklaşık 3 bin metrekarelerde faaliyette bulunan bir mağaza haline getirdik. Şartlara adaptasyon konusunda da rakiplerimizden ilerideyiz. Dünya pazarında rekabetçi olmak önemli. Buradan dışarı çıkılabilir mi? Yurtdışına çıkarsak başarılı olabilir miyiz? Başarılı olabilmek için Türkiye’de başarımızı tam olarak sağlamak lazım. Çünkü hala bu pazar bu kadar 59 Mayıs 2012 Eur newsport oyuncuya fazla. Yabancılardan ve yerlilerden bazılarının çekilme durumu olabilir. İlerleyen günlerde bunu göreceğiz. Bu manada bize göre verimliliğimizden ve yaygınlaşmamızdan dolayı en şanslı firma biziz. Sağlam adımlarla gidiyoruz. Halka açık olmanın da burada bizi destekleyen tarafı var. 2015 yılında Bimeks’i 81 ilimizde ve büyük ilçelerde 156 mağazayla olma hedefi var. Bu gerçekleştiğinde ilk bakacağımız yer nihayetinde yakın coğrafyamız ama orada da maalesef tam demokrasi oturmadığı için problem oluyor. Bir sene önce niye gitmediniz, şu ile mağaza açmaktansa Şam’a mağaza açın diyenler oradaki karışıklığı görünce iyi ki gitmediniz diyor. Birden mevsim değişti, temel problem demokrasinin, serbest piyasa ekonomisinin orada yerleşmemiş olmasıdır. Bir zamana ihtiyaç var. Bu zamanın ne kadar olduğunu da hep beraber göreceğiz. Türkiye’deki hedefimizi gerçekleştirdikten sonra yakın coğrafya ile ilgiliyiz. Orada da güçlü olduktan sonra belki Avrupa pazarları düşünülebilir ama Avrupa pazarı maalesef küçülüyor ve onun için onlar buraya geliyorlar. Böyle olunca da tekrar orada olmak mantıklı değil. Ama belki 3-4 sene sonra değerlendirebiliriz. Bu coğrafyanın, Ortadoğu bölgesinin, belki Balkanlar’ın, Kafkasya’nın en güçlü ülkesi Türkiye ve artık sadece içine bakan bir ülke değil, bölgesine bakan bir ülke. Son 10 yılda ihracat konusunda çok merhaleler kat eden bir ülke. Dolayısıyla Afrika’da bir şeyler oluyorsa, orada bir pazar varsa oraya gidilmesi gerekiyor. Perakendeci olarak genel çerçevemiz belli. Bimeks olarak yurtdışına gitmemiz için buradaki yapıların oturması lazım yoksa biz zaten mal alıp satan, ticaretini yapan, toptancılık yapan değiliz. Zaten birileri onlara mal satacak, ihracatını yapacaktır. Hakiki perakendecinin yurtdışına gitmesi için henüz erken. 60 Mayız 2012 Yabancı ortaklığa açık mısınız? O bölgelerde yabancı ortaklık erken ama Türkiye’de zaten Bimeks olarak %20’miz İngilizlerin. Türkiye’de ilklerimizden biri 2007 yılında bu sektöre ilk yabancı sermayeyi getiren firma Bimeks’tir. Biz hep dünya standartlarında iş yapıyoruz ve yabancı ortaklı olmamız da bunun bir göstergesidir. Sermaye yapımızı güçlendirme konusunda da biz 2007 yılında adımları attık. 2011 yılında da şirketimizi halka arz ettik. Şu an halka açık ilk ve tek teknoloji perakendecisiyiz. Geçen seneye 36 mağaza ile başlamıştık, 56 mağaza ile kapattık. Şimdi 76 mağaza yapacağız, 2015 hedefimiz ise 156 mağaza. Yani kademe kademe Türkiye’ye yaygınlaşıyoruz ve hissedarlarımıza kar üreterek bunu yapıyoruz. Anadolu’ya da açılıyoruz ve orada tek firma var. O firma ile rekabet ediyoruz ve maliyetlerimiz de iyi olduğu için tüketici bize geliyor. Anadolu’ya rekabeti getiriyoruz ve rekabetten de para kazanıyoruz. Çalışmalar yapılırken sanki cari açığın sorumlusu olarak gösteriliyorsunuz. Durmadan cep telefonu, televizyon değiştirilmemesi gerektiğine dair resmi söylemler var. Cari açığın sorumlusu siz misiniz? Tabi ki sorumlu biz değiliz. Övündüğümüz şey Türkiye’de verimlilik artışı yapmamızdır. İş yaptırtan sektörüz biz. Bugün bilişim olmasa dünya standartlarında iş yapamazsınız. Dünya insanları, Çin’de, Tayvan’da böyle hızlı çalışırken, Türk insanının da bu kadar hızlı olması lazım. Yani bizim sektörümüz verimlilik kaynağı ama yıllardır yapılmış Türkiye’de yanlışlıklar var. Bu yavaş yavaş kırılıyor. Türk malı dediğinizde Türk tüketicisi dahi olumsuz bakıyordu. Bu problemi kıran sektörler oldu. İnşaat sektörü bu konuda başarılı oldu. Türk ismi kendi ülkesinde ve coğrafyasında aranan isim oldu. Tekstil de bu imajı kırmaya başladı ve diğerleri de pe- şinden geliyor. Ama bu zihniyet değişiminde hakikaten Türkiye’nin son 10 yılındaki istikrar ve güven önemli. Yerli markalarımız var. Onların başarıları var. Mesela bazı yerli üreticilerimiz Avrupa’ya televizyon ihracatı yapıyor ve başarılılar. Teknolojiyi üretme konusu asıl olan şey. Artık yerli markalar yapabilirler. Bilgisayarın ana kartı, işlemci ve yazılımın burada üretilmesi mümkün mü? Yazılımı, işlemciyi Amerika, ana kartı Çin yapıyor. Microsoft’tan daha iyi bir yazılım üretmeniz lazım. O aşamada değiliz. Çip endüstrisine Intel hakim. O zaman burada Intel’e fabrika kurdurmak lazım. 2023 ihracat hedefine ulaşılabilmesi için kesinlikle bilişim sektöründe de ihracat olması lazım. Bunun için de Türkiye’de Intel fabrikası olması lazım. Bu fabrikalar da 510 milyar dolar arasında yatırım gerektiriyor. Dolayısıyla onu destekleyecek diğer sektörler olacak. Aynı şekilde televizyonda da panelin üretimi olmalı. Dünyada bu üretimi yapan 3-4 firma var ve bu yatırımın da Türkiye’de yapılması lazım. Artık Türkiye’nin 5 yıl sonrasını hesap edebiliyorsunuz. Onları aştık ama bizim sektörümüzde henüz teknolojik üretim olmadığı için cari açığa neden değil, Türkiye’nin verimliliğine katkıda bulunan bir sektör olarak bakalım fakat tüketicimizin de şuna dikkat etmesi lazım ihtiyaç varsa alalım, ihtiyaç varsa yenileyelim. Yani cep telefonumuz şu an bizim ihtiyacımızı gideriyorsa onu kenara atıp yenisini almayalım. İsraf çok önemlidir. İsraftan dolayı yurtdışına çıkan her bir dolarda hepimizin sorumluluğu var. Tüketicinin bu konuda bilinçlenmesi lazım. Borsa yatırımcısı için ilk olmak önemli ve başarılı olunması da diğer oyuncuları çekecektir. Siz orada yalnız kalmak istemezsiniz herhalde. Biz Bimeks olarak teknoloji perakendeciliğinde yabancı sermayenin girişini ve halka arzını sağladık. Birçok yerli oyuncu halka açılmayı düşünüyor. Hatta bir tanesi SPK’ya başvuru yaptı ve çok hoşumuza gidiyor. Çünkü bir yerde bir taneyseniz kıymetiniz nasıl anlaşılacak, neye göre değerlendirileceksiniz? Bimeks her zaman şeffaf ve rekabetçi oldu, olaya böyle baktı. Rakiplerimizin de halka arzını gerçekleştirmesi bizi sevindiriyor. Geçen hafta içerisinde hisselerimizin bir kısmını SPK’nın mevzuatına uygun olarak geri alma opsiyonunu kullanma kararı aldık. 2011 yılının nisan ayında halka arzımız gerçekleşti. Yerli yatırımcıdan yaklaşık 11 kat talep aldık, yerli yatırım kurumlarından 9 kat talep aldık, yabancı yatırımcıdan da 8 kat talep aldık. Biz olayı hedeflediğimizde 2015 projeksiyonunu göstererek çıkmıştık. Bu kaynağı buralarda kullanacağız diye deklare etmiştik. Genelde bizdeki beklenti yabancı yatırımcılar daha uzun soluklu yatırım yapıyor, yerliler daha kısa vadeli bakıyor şeklindeydi ve bazı opsiyonları da yabancı yatırımcılar lehine kullandık fakat Avrupa’daki erken bozulma onlardaki ikinci kriz endişesi yarattı ve yabancı hissedarlarımız satış opsiyonlarını kullandılar. Onlar da bizim orta ve uzun vadeli hedeflerimizi görerek almışlardı ama kısa vadede onlarda bir satış geldi. Geçen seneki hisse performansımız onlardan kaynaklı iyi olmadı ama biz dilediğimiz hedefleri 2011 yılında yaptık hatta hedefin üzerinde kar gerçekleşti. 30 milyon TL hedefimiz vardı. 36 milyonla kapattık. Bu sene bunun tam tersi oldu. Biz hissedarlarımıza hep gelir vaat ettik. Buna inanan bir şirket olarak da şu an hisselerimiz bu yerleri hak etmiyor. SPK mevzuatına göre geri alım opsiyonunu devreye koyduk. 6 milyon lota kadar hisselerimizi geri almayı deklare ettik. Geçen hafta ilk alımı gerçekleştirdik ve bu devam ediyor. Yatırımcımız emin olsun ki hedeflerini tutturan bir şirket var ve bu manada kendisine güveniyor. Hissenizin hak etmediği bir yerde olmasında dolayı borsaya keşke girmeseydik gibi bir düşünceniz oldu mu? Kesinlikle olmadı. Biz zaten o kaynağı alıp doğru yerlerde kullandık ve büyümeye devam ediyoruz. Hedeflerimizde şaşma yok. Dört dörtlük gidiyoruz, para kazanıyoruz ama borsadaki hisse değerini sadece bunlar belirlemiyor. Biz hedeflerimize kilitlenmiş ve hedeflerimizi tutturan bir şirketiz. Bu sene 600 milyon TL ciro hedefimiz var yani %50 büyümek istiyoruz. Verimliliği sağlamamızın yollarından bahsetmek gerekirse 2010 yılında bir karar verdik. Çok kanallı büyüme stratejisi uygulama kararı aldık. Doğru lokasyonlarda büyük teknoportlar açacağız, Anadolu’da frenchise modeli ile yaygınlaşacağız ve online satışlar gerçekleştireceğiz. Online satışta geçen sene ciddi bir büyüme sağladık. Bu seneki ciro hedefimiz içinde de yaklaşık 60 milyon TL internet satışına koşuyoruz. İnternette de elimizde olan malı mağazamızdan satıyoruz. Bu bize hız ve verimlilik kazandırıyor. Bidakka hizmeti başlattık. Bu hizmet pizza kadar hızlı teslimatı kapsıyor. Müşteri siparişini veriyor ve teslimatı istediği adrese göre 30-180 dk arası teslimat gerçekleşiyor. %97 başarımız var. Bu da dünyada olmayan bir hizmet ve çok güzel gidiyor. Yani online satışta da burası çok başarılı bir şirket. Çoklu kanal stratejisi de aynı şekilde devam ediyor. Bunların hepsini entegre yapan başka bir şirket yok. Sadece internet ya da mağaza değil, ikisini birden uygulayıp çoklu kanal stratejisi uygulayan şirketler ayakta kalacak, diğerleri bu rekabet ortamlarında yara alacak diyoruz. I 61 Mayıs 2012 Eur newsport Ana Gıda Genel Müdürü Ümit Ersoy: Türkiye’de zeytin üreticilerine verilen teşvikin arttırılması gerekiyor H ükümetin zeytin ve zeytinyağı sektörüyle ilgili belirlediği hedefler doğrultusunda hızla çalışmalar devam ederken, sektörün köklü sorunları da yavaş yavaş tartışmaya açıldı. Kısa süre içinde sektörde ağaç sayısı artmasına rağmen aynı oranda zeytinyağı üretim miktarın artmaması ve çiftçilerimizin mutsuz olduğunu belirten Ana Gıda Genel Müdürü Ümit Ersoy, sektörün tüm sorunlarını görerek gerekli hamlelerin yapılması gerektiğine inanıyor. Yıllarını bu sektöre adayan başarılı yönetici Ümit Ersoy’la zeytinyağı sektöründe geldiğimiz noktayı konuştuk. Ülkemizde son yıllarda zeytinyağı üretiminde artışlar gözlemliyoruz. Bu alanda yapılan çalışmaları aktarır mısınız? Türkiye’de zeytin için ayrılan ziraat çalışmalarının arttırılması konusunda hükümetin belirli çabaları var. Hükümet belirli hedefler koymuştu şimdi bu hedefler doğrultusunda ilerlemeler var. 2009 yılında belirlenen hedefler zeytinlik alanlarının 1 milyon hektara ve ağaç sayısını da 180 milyon adete çıkararak toplamda 750 bin ton da nihai ürün almaktı. Bu hedeflerin zor olduğunu ve gerçekleşmesinin kolay olmayacağını sektördeki herkes biliyordu. Fakat hedefleri belirlerken büyük düşüneceksin ki o hedefe yaklaşsan bile bir önemi olsun. Şu anda bizim sektörümüzde de işler bu yönde gidiyor. Bugün itibariyle zeytine ayrılan alan 800-850 milyon hektara ulaştı, ağaç sayısında 150 milyonu bulduk ve üretimde de 190 bin ton olduğu tahmin ediliyor. Sektörde böyle olumlu sayısal veriler olmasına rağmen insanlarda bir memnuniyetsizlik ve sıkıntı olduğunu gözlemledik. Aktardığınız tüm veriler iyi yönde olduğuna göre sıkıntılar nedir? Olaya nereden baktığınızla ilgili bir durumdur bu. Bir olayı aktarırken kamerayı nereye kurduğunun büyük bir önemi vardır. Aynı olaya kameranızın farklı açılarından bakarsanız farklı yorumlar çıktığını göreceksiniz. Şimdi biz de kameramızı çiftçilerin olduğu yöne çevirelim. Çift62 Mayız 2012 çilerimiz para kazanamadıklarını ifade ediyorlar. Onlar haklı mı, haksız mı diye bir araştırma yaptık. Ülkemizde zeytinlik alanlarının %50-60’ı 40 dönüm altında üretim yapmaktadır. Bu önemli bir veridir. Bu veri üzerinden 40 dönümlük bir arazi de 500 ağaçlık bir yer edinmekteyiz. Buradan çıkan sızma yağ ve rafineli yağı bugünkü fiyatlar üzerinden hesapladığımız zaman 23.500 TL yıllık bir geliri olduğunu söyleyebiliriz. Bu ailenin giderlerini de hesapladık, 18.750 TL’lik bir toplam gideri bulunuyor. Bunların yanında devletten aldığı bazı destekler bulunuyor. Bu teşvikle birlikte maliyetler 18.750 TL’den 15.250 TL’ye düşüyor. Yıllık bu ailenin net kazancı ise 8.250 TL’dir. Aylık kazancı ise 687 TL’dir. Bu hesabı yükseltecek veya aşağıya çekecek birçok etken sayılabilir. Fakat bu fiyat üzerinden bakarsak bu çiftçi ailesinin asgari ücretin altında yaşadığını kabul etmemiz gerekiyor. Bu insanların zeytincilik işinden mutlu olmadığını belirtmesi bence haklı nedenlere dayanıyor. O zaman birçok soru sorulabilir. Çiftçi mutlu olmadığı gibi tüketicilerimizde fiyatlar nedeniyle mutlu görünmüyor? Evet, belirttiğiniz gibi öte yandan tüketicilerimizde ben zeytinyağını çok seviyorum, çok sağlıklı fakat çok pahalı olduğu için kullanamıyor, diyor. Biz de hane halkı tüketim harcamalarında gıda ve alkolsüz içecekler giderleri içersinde zeytinyağına ayrılan bütçe %0.2 olduğunu görüyoruz. Bu oranı TÜİK veriyor. Türkiye’deki hanelerin toplam sıva yağa ayırdıkları bütçe ise %1’dir. Bütçenizin %1’ini ayırdığınız bir üründe fiyatlar yüksek olsa bile sizi ne kadar etkileyecek. Fakat bizim zihnimizde bariyerler var. Yani biz zeytinyağının pahalı bir ürün olduğuna inanmışız. Oysaki Türkiye yağlı tohum ve bitkisel yağlar alanında dışa bağımlı bir ülkedir. Yıllık 2.5 milyar dolar dışarıya para gönderdik. Durum böyle olunca bizim ülke içindeki tarımsal faaliyetlerimizi arttırmak zorunda kalmışız. Bu işin başka bir çaresi bulunmuyor. Burada köklü çözüm ise Tarım Bakanlığının yürüttüğü arazi toplulaştırma çalışmalarıdır. Çok doğru bir hamledir ve bu alanda yapılacak çalışmalar tarihe geçecektir. Bu çalışmaların zaman alacağını düşünürsek zeytin üreticilerine ödenen destek primlerinin arttırılması gerektiğini söyleyebilirim. Zeytinyağında ihraç edersek fiyatla ilgili sıkıntıyı aşabilir miyiz? Bu denklemleri aktardığımızda herkes o zaman ihracat yapın diyor. İhracatla ilgili kısma baktığımızda nereye ihracat yapabiliriz, Avrupa Birliği ülkelerine. Oradaki pazar yapısı nedir. Bugün AB ülkelerinde zeytin üreticisine kg başı 1-1.3 euro arasında teşvik veriyor. Türkiye’deki tüm destekleri topladığınızda ise 0.3 euro’nun üstüne çıkmıyor. İki taraf arasında en az bir euro fark ediyor. Bugün %30 İspanya senden daha ucuz üretim yaptığına göre senin zeytinyağı firmaların ihracat yapsın da ben de göreyim. Yapamıyoruz. Zaten bir ürün kendi iç pazarında yeterince tüketilmediği sürece ihracata yönelmesi çok zordur, diğer sıkıntıları da üstüne koyarsanız ihracatta da başarı yakalayamıyoruz. Basında kalite sorunu dile getiriliyor. Zeytinyağında böyle bir sorun var mıdır? Bence bazı önemli olayları birbirine karıştırıyoruz. Gıda sektöründe mevzuata aykırı demenin ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Bizlerin referans olan gıda mevzuatıdır. Bu mevzuat etiket sorunu, etikette harflerin boyu dahi olabilir. Buradaki kuralların hepsine uymak zorundasınız. Ben son günlerdeki haberleri okuduğum zaman zeytinyağında sağlığı tehdit eden bir olay varmış gibi izlenime kapılıyorum. Bunu ben ayıp olarak sayıyorum. Zeytinyağı başka yağlarla karıştırılabilir, bunun içine ayçiçeği yağı da girebilir fındık yağı da girebilir. Bunların hepsini kınıyorum, fakat biz bu kadar önemli gıda maddesini detaylı bir bilgi vermeden kamuoyuna kötülemeye veya şüphe uyandıran çalışmaları sağlıksız ve zararlı olduğunu düşünüyorum. Bir ülkede gıda mevzuatı var ise bu mevzuatlardaki kurallardan birincisi ürünün etiketi olmasıdır. Üretim yeri belli olacak, son kullanım tarihi, hangi standartlara göre üretim yaptığı belli olacak ve içindeki besleyici öğeler yer alacak. Bunlar var ise diğerlerini konuşmak mümkündür. Bunların hiçbirinin olmadığını bir ürünü alırsanız o ürün zaten mevzuat dışıdır. O ürünü konuşmaya bile gerek yoktur. Biz sektör olarak bu konuda gerekli tüm çalışmaları yapıyoruz. Burada tüketicilerinde bilinçli hareket etmesi gerekiyor. Adı yazan ürünleri kullanmaları gerekiyor. Tüm bunlar göz önüne alındığında kısa ve uzun vadede nasıl çözüm bulabiliriz? İçinde bulunduğumuz durum göz önüne alındığında ve Avrupa’da bu teşvikler olduğu sürece Türkiye’de zeytin üreticilerine verilen teşvikin arttırılması gerekiyor. Bu durum çok nettir. Geçen aylarda İspanya’daydım. Orada teşviklerin sürdürülebilir olmadığını ifade ediyorlardı. Oradaki bu teşvik düzeni aşağıya doğru çekilirse bizim ihracat yapabilme yetkinliğimiz artabilir. Eğer biz ihracatta başarılı olabilirsek yeni gelecek üretimlerle çiftçinin de kazanmasını sağlayabiliriz. Zaten teşvikler her zaman olması gereken şeyler değildir. Fakat belli bir dönemde bir ürünün belli bir büyüklüğe ulaşması için yapılması gerekiyor. Zeytinyağındaki sorunları uzun vadede ise sadece teşvikle çözemezsiniz. Sorunları iyi irdelemeniz gerekiyor. Bugün ağaç sayıları artıyor, fakat üretim aynı oranda artmıyor. Çiftçilerimiz halen kalite yerine miktar ile uğraşıyorlar. Bizim gibi şirketlere de düşen ihracat yapmak fakat bu kısa sürede yapılacak bir şey değildir. Bu konu üzerinde çalışıyoruz.I 63 Mayıs 2012 Eur newsport 2012 yılında yapacakları yatırımla ülke ekonomisine katkıda bulunacaklarını belirten Brisa Genel Müdür Yardımcısı Levent Akpulat: Ülkemizin adını dünya lastik pazarında tepelere taşıyacağız H er yıl kış aylarında artan kazalar nedeniyle kış lastiği uygulamasının zorunlu hale getirilmesi için bakanlık tarafından çalışmalar devam ederken, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın, yapılan lastik denetim sonuçlarına göre ülkemizde 1 milyondan fazla aracın lastiklerinin sorunlu olduğunu belirtmesi yapılan çalışmaları hızlandırdı. Kış lastiklerinin zincir kullanımına göre daha avantajlı olduğunu belirten Brisa Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Levent Akpulat, konuyla ilgili görüşlerini bizimle paylaşmak için sorularımızı yanıtladı. İç piyasada kalitesiz ürünlerin sektörü olumsuz yönde etkilediği ifade ediliyor. İç piyasanın bu yapısını değiştirmek için nasıl önlemler alınması gerekiyor? Kasım 2012 itibarıyla Avrupa Birliği ile birlikte Türkiye’de yürürlüğe girecek “ürün etiketleme” yasası bu konuda önemli bir gelişim sağlayacak. Tüm lastiklere standardizasyon getirecek bu yeni uygulamayla tüketiciler daha bilinçli seçim yapabilecekler ve zaten belli kriterleri karşılamayan ürünler piyasadan elenmiş olacak. “Lastik etiketleme” uygulaması karbon salınımı ve sera (gazı) etkisinin azaltılması, yol güvenliğinin artırılması ve trafikteki gürültü kirliliğinin azaltılması hususlarında önemli bir etki yaratacak. Sadece bu regülasyona uygun ürün sunan markalar pazarda yer bulabilecek. Biz de pazarın lideri olarak çevreci ve yenilikçi ürünlerimizle bu regülasyona tam uyum sağlayarak pazardaki rekabetçi yapımızı daha da kuvvetlendireceğiz. Ülkemizde kış lastiklerinin zorunlu hale gelmesi 64 Mayız 2012 sektöre nasıl yansıyacak? Kış lastiğinin önemi hakkında neler aktarabilirsiniz? Genel bir bakış açısıyla kış lastikleri yaz lastiklerinden farklı olarak iki önemli özelliğe sahip: Kış lastikleri karışımı soğuk havalarda da yumuşaklığını koruyor ve aynı zamanda deseni ıslak ve karlı zeminlerde de çekiş/fren performansını sağlamaya devam ediyor. Yumuşaklığın korunması yol tutuşu açısından önemli, lastik sertleşirse yol tutuşu azalıyor, bu da güvenliği tehlikeye sokuyor. İkinci özellik de güvenlik açısından büyük önem taşıyor; frenleme esnasında durma ile duruş pozisyonundan kalkışta emniyet sağlıyor. Öte yandan kış lastiği, zincir kullanımına göre de avantajlıdır. Çünkü hem maksimum güvenliği sürekli olarak sağlıyor hem de çok daha pratik. Aynı zamanda zincir lastiğe belli oranda zarar verirken kış lastiğiyle bunu ortadan kaldırmak mümkündür. Ayrıca kış lastikleri, genel kanının aksine sadece karlı ve buzlu yollarda değil, kasım ayından başlayarak nisan ayına kadar sürekli değişen hava ve yol koşullarında güvenli bir sürüş için büyük önem taşıyor. Kış lastikleri, en düşük hava sıcaklıkları düşünülerek geliştirilmiş tasarımı ve hamuru ile çok soğuk havalarda dahi ıslak veya kuru zeminde yumuşaklıklarını ve dayanıklılıklarını koruyor, performanslarını kaybetmiyor. En zorlu yol koşullarının oluşmasına neden olan ıslak, çamurlu, kaygan, karlı, erimiş karlı ve buzlu zeminlerde; yol tutuş, güçlü çekiş, güvenli frenleme, dengeli ve konforlu sürüş sağlıyor. Özel sırt desen tasarımı sayesinde suyu en hızlı şekilde tahliye ederek suda kızaklama (aquaplanning) riskini en aza indiriyor. Kış lastiklerinin zorunlu hale getirilmesini Brisa olarak biz de destekliyoruz. Üstelik Lassa, kış lastiğinde tercih edilen ilk marka olma özelliği taşıyor. Her araç için kışın zorlu yol koşullarında güvenliği ön planda tutan Lassa kış lastikleri, TÜV SÜD onayına sahipler. Kış aylarında ıslak zemin ve buzlanma nedeniyle meydana gelen trafik kazaları göz önüne alındığında, doğru lastik seçiminin büyük önem taşıdığı sonucu ortaya çıkıyor. Bu hayati konuda farkındalık yaratmayı Brisa olarak sorumluluklarımızdan biri olarak görüyoruz. Brisa’nın sektördeki yeriyle ilgili bilgi verir misiniz? Brisa olarak, Toplam Kalite ve Mükemmellik anlayışını benimsiyoruz. En üst düzey teknoloji ile müşterilerin ihtiyaçlarını tam olarak karşılayan ürün ve hizmetler sunuyoruz. Bunun yanında özel hassasiyet gösterdiğimiz bir diğer konu ise müşterilerimizin sürüş güvenliği ile ilgili bilinçlendirilmesi. Sorumluluklarımızı lastik üretmek ve satmak olarak sınırlandırmıyoruz ve üretim süreci içinde çevrenin korunmasına da büyük bir hassasiyetle yaklaşıyoruz. Brisa olarak, şu an Avrupa’nın yedinci büyük lastik üreticisiyiz. 2011 yılında toplam üretimimiz 9.5 milyonu buldu. 2.215 kişiye doğrudan, 644 kişiye de dolaylı yoldan istihdam sağlıyoruz. Türkiye genelinde 696 noktaya yayılmış satış ve satış sonrası servis ağı ile en yaygın bayi ağına sahibiz. Brisa ürünleri ayrıca Renault, Toyota, Ford, Fiat, Honda, Hyundai, Mercedes Benz, BMC, Temsa, Mitsubishi ve MAN gibi otomotiv üreticilerince de orijinal ekipman lastiği olarak kullanılıyor. Brisa, Lassa ve Bridgestone markaları ile Türkiye yenileme pazarının lider firması. Tüketici ile buluşan her üç lastikten birinin sahibi olan Brisa, düzenli bir şekilde pazarın üzerinde büyüme kaydediyor. 2012’yi sektörün üzerinde bir büyüme payı ile kapatmayı öngörüyoruz. Hatta bu yıl Bridgestone Corporation ve Sabancı Holding ortaklığının kurulduğu 1988 yılından bu yana yapılmış en büyük yatırımı gerçekleştireceğimizi açıkladık. 2012’de yapacağımız 117,4 milyon dolarlık yatırım ile ülkemizin adını dünya lastik pazarında tepelere taşımak ve ülke ekonomimize katkı sağlamak adına çok büyük bir adım atmış olacağız. 2013 yılında ise 800 milyon dolarlık yatırım ile 25. yaşımızı kutlamayı planlıyoruz. 65 Mayıs 2012 Eur newsport İnternet üzerinden yaptığınız yeni satış modelinin sektöre etkisini aktarır mısınız? 2011’in Ekim ayı itibarıyla kullanıma açtığımız www.lastik.com.tr internet sitesi üzerinden adreste lastik değişimi ve lastik bakımı hizmetine başladık. Türk lastik sektöründe bir ilk olan bu hizmetle lastik bayilerine gitmek istemeyen veya gidemeyen, lastik değişimleri ve bakımları için kapıda hizmet almak isteyen müşterileri hedefledik. www.lastik.com.tr üzerinden sunduğumuz hizmetten faydalanan müşterilerimiz; gün, saat ve lokasyon belirtip ödemeyi kapıda yaparak istedikleri lastikleri satın alıyor. Müşterilerimiz aynı zamanda satın aldıkları lastiği değiştirebilme ya da dilediği adres ve tarihte lastiklerinin bakımını yaptırma olanağına da sahip oluyor. Araçlarının lastik ebadını bilmeyen kullanıcılar ise, araçlarının marka ve model bilgilerini vererek 0212 444 65 00 numaralı çağrı merkezinden bilgi alabiliyor Lastik sanayimizde geri dönüşüm konusunda geldiğimiz noktayı aktarır mısınız? Atık lastik ve geri dönüşümden önce henüz lastiği üretme aşamasında doğaya zarar vermeyen ürünlere odaklanılması gerektiğine inanıyoruz. Yani üretim aşamasında hammadde ve üretim biçimine bağlı olarak doğaya zarar vermeyen ürünler geliştirmek büyük önem taşıyor. Böylelikle lastiğin ömrü de uzuyor ve daha geç atığa dönüşen, daha dayanıklı ürünler ortaya çıkıyor. Bir diğer deyişle hammadde elde edilmesinden geri dönüşüme dek lastiğin tüm ömrü boyunca sürdürülebilirlik 66 Mayız 2012 felsefesini benimsemek gerekiyor. Bu çerçevede, Brisa’da iş yapış modellerinden şirket stratejilerine ve yatırımlara kadar her aşamada sürdürülebilir fayda sağlanması hedefleniyor. Sürdürülebilirlik kavramında 3 temel unsur göz önünde bulunduruluyor. Çevresel sürdürülebilirlik, ekonomik sürdürülebilirlik ve toplumsal sürdürülebilirliktir. 2005 yılından bu yana üretim ve yardımcı faaliyetlerden kaynaklanan salınımlarımızı belirleyerek, 2020 yılına gelindiğinde CO2 salınımlarını 2005’teki değerin %75’ine indirmek için hedef koyduk. Bu zorlu hedefe ulaşmak için Bridgestone Global’in küresel bilgi birikimini ve Sabancı Holding’in ulusal tecrübelerini arkamıza aldık. Kullandığımız her bir kilowattsaat elektriğin, her bir kg buharın, her kimyasalın, her türlü doğal kaynağın etkilerini değerlendirmekte ve bu konuda tavizsiz seçimlerimiz ile doğal kaynakları en etkin şekilde tüketmeye çalışıyoruz. CO2 salınımlarına yönelik hedeflerimiz ve çevre politikalarına uyumlu olmak adına; 2010 yılında stoklarımızda bulunan 420 ton fuel oil-4’ten bedelsiz olarak vazgeçerek çevre duruşumuzu ortaya koyduk. Atık yönetimi uygulamalarında da sürekli iyileştirme yaklaşımı ile tehlikeli atık miktarlarını sürekli azaltmayı hedefliyoruz. 2012 yılında yapılacak yatırımlar ile organik atıkların kompostlaştırılmasını planlıyoruz. Tüm bu iyileştirmelerin sonunda 2015 yılında “Sıfır Evsel Atık” hedefi için çalışmalar yürütüyoruz. En önemli doğal kaynağımız olan suyun tüketimini azaltmaya yönelik olarak da ciddi çalışmalarımız var. I Eur newsport Niziplioğlu Grup Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Niziplioğlu: İstanbul için herkes üzerine düşeni yapmalı B ünyesinde inşaat, akaryakıt, turizm, değerli madenler, döviz büroları gibi birçok iş kolunu barındıran Niziplioğlu Grup amiral gemisi olarak tanımladığı turizm sektöründe, şehir otelciliği ile atağa geçiyor. Bu kapsamda Şişli ve Topkapı’daki arsalarında projeler üreten grubun Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Niziplioğlu ile yatırımları ve sektör hakkında güzel bir 68 Mayız 2012 sohbet gerçekleştirdik. Niziplioğlu Gurubu hakkında bilgi veriri misiniz? Niziplioğlu Grup bir şirketler topluluğudur. Akaryakıt sektöründe Niziplioğlu Petrol, turizmde de Adalya Otel olarak faaliyet gösteriyoruz. İnşaat sektöründe de dönem dönem faaliyetlerimiz oluyor. Bodrum’da Elite Lotus projesi ile güzel bir başarıya imza attık. Bu proje ödül almış bir projedir ve 46 villadan oluşur. Ama biz bundan sonra grup olarak yatırımlarımızı turizme yapma kararı aldık. Bunun ilk ayağı olan Topkapı’daki arsamız ile ilgili çalışmalarımızın. %90’ı nihayete ermiş durumda. Yaklaşık 200 odalı bir otel düşünüyoruz. Daha çok şehir otelciliğine ağırlık verip markalı bir otel yapmak istiyoruz. Bununla ilgili görüşmelerimiz devam ediyor. Adalya Dinlenme Tesisleri’ni daha da büyütüp AVM, akaryakıt ve dinlenme tesisi olarak yeniden düzenleyeceğiz. Kapalıçarşı’da şirketlerimiz var. Ayrıca döviz bürolarımız var. Otel projeniz ile ilgili siluet tartışmalarında bazı sorunlar yaşadınız. Bunlar sizi olumsuz etkiledi mi? Tabi ki etkiledi. Binamızın yüksekliği 85 metreden 45’e indi. Biz bu arsayı aldığımızda yükseklik sınırlaması yoktu. Müracaat ettiğimizde yüksek yapılanmanın plansal olarak mümkün olmadığı ve bunun bir sınırı olması gerektiği ile ilgili görüş bildirdiler. Sivil havacılıkla görüşmelerimiz neticesinde 85 metrenin sorun olmayacağına karar verildi. Sonra kentsel dönüşümden dolayı siluet tartışmalarının olduğu noktada surlar ve tarihi adayı olumsuz etkilememesi adına değişik topografik yapılara göre bir sınır çizdiler. Bu sınır da 45 metreye tekabül ediyor. Olumsuzluğumuz da bu noktada oldu. Mimari olarak daha yüksek ve güzel bir bina çıkabilecekken 45 metre ile sınırlı kaldı. Arka tarafımızdaki Tercüman Binaları’nın yüksekliği bile 60 metreyken bizimki 45 metre olarak kaldı. Herkes kazanmak ister ama bir yerlerden feragat ederek daha çok kazanacağımıza inanıyorum. O noktada siluet konusunda bize düşen pay buydu. Biz de projeyi değiştirdik. Projenin konum olarak tarihi yapılarla pek yakınlığı olmamasına rağmen neden böyle bir uygulamaya gidildi? Bu noktada bir karmaşa içindeyiz. Toplum olarak tarihi bir şehir dokusuna uymak istiyorsak Roma gibi bazı kuralları kabul edip Vatikan’dan yüksek bir bina yapılmaması gerekiyor. Siyasi bağlantısı, ekonomik yapısı güçlü olana göre şehircilik olmaz. Biz tarihi dokuyu kaybettik ve bunu da yapmanın artık bir anlamı yok. Biz New York gibi bir şehir yapalım diyorsak ona göre karar verip herkese aynı muameleyi yapmalıyız. Tarihi yarımadaya saygımız tabi ki var ama bir 16:9 projesine tutturup gitmişler. Tarihi yarımada ile bağlantısını denizden 10 km uzaklıkta sadece bir açıdan üst üste getirirseniz var. O açıyı İstanbul’un hangi tarafından getirirseniz getirin tarihi yarımadaya aykırı bir durum karşınıza çıkacaktır. Bu noktada bana fazla saldırı var gibi geliyor. Çalışma alanlarınız içerisinde madencilikte var. Biz genelde madenleri ithal ederken ülkemizde çıkan altın madenleri de az ve siyanür ile ararken doğayı da tahrip ettiğini söyleyerek farklı çözümlere gitmeye çalışıyoruz. Sizin bu noktada çevre konuları ile ilgili düşüncenizi alabilir miyiz? Türkiye’de altın sektöründe üretim açısından önemli bir yerdeyiz. Stok olarak da dünyanın sayılı ülkelerinden biriyiz. Yatırım aracı olarak kullandığımız altın olmazsa olmazlardan biri oldu ve hiçbir şekilde ekonomiye kazandırılmadan direkt ithal edip yastık altına koymak ülkeye yapılabilecek en büyük ticari haksızlıktır. Bu noktada AB müktesebatına göre bir yasa çıktı ve siyanürle altın aranması yasaklandı. Siyanürle altın aramak tehlikeli ama her şey tehlikeli. Siz bunu bilimsel çalışmalarla minimize edebilirsiniz. Kaldı ki altın olarak Türkiye’de çok önemli rezervler var. Benim şahsi kanaatim batı ülkeleri bunu çıkarttırmamak için ülkemizdeki çalışmaları engelliyor. Çünkü bu rezervleri çıkarttırdığı zaman dış ticaret borcu ödenecek ve Türkiye’nin sesi daha çok çıkacaktır. Bugün dünyada en çok altın stoku olan ülke Almanya ve kendinden fazla stok başkasında olsun istemiyor. Elimizin altında duran demiri, bakırı, nikeli, altını alıp ekonomiye kazandırılmalıyız. Engellemeler devam ederse cari açığımız başımızı ağrıtacaktır. Bu açıdan bakarak ben çevreci engellemeleri kabul etmiyorum. Eko69 Mayıs 2012 Eur newsport nomi olmazsa çevre de insan hakları da sağlık da olmuyor. Altın rafinerileri var. Sizin de bu konuda bir girişimizin oldu mu? Dünyanın en büyük altın üreticisi ve tüketicisi olan Türkiye’nin iki tane altın rafinerisi var. Biz de müracaat ettik ve yapmak istedik ama yönetmelik gereği iki sene bu işle iştigal etme gereği çıkarttılar. Bir tane altın rafinerisi olursa etki alanı bir tane olur. On tane rafineri olursa etki alanı on tane olur. Bütün dünyada bunu rafine edip Türk patenti ile basarsa çarklarda bazı sarkmalar olacağı için kişisel olarak böyle sınırlamalar getirildiğini düşünüyorum. Ülke ekonomisinde bu kadar hayati önem arz eden konu üzerinde biz müracaat edip birçok bürokratik işlemden geçtik 2 sene bekledik izin alamayınca otel işine girdik. Bu konuda devletten bir teşvik gelse, tekrar girmeyi düşünür müsünüz? Tabi ki düşünürüm. Bizim yaşımız genç olabilir ama çok girişimci bir ruha sahibiz. Hiç bilmediğimiz halde turizme giriyoruz, mantığımıza uygun gelen işleri yapıyoruz. Türkiye’nin bugünkü ekonomik durumunu değerlendirir misiniz? Uluslararası camia hiçbir zaman kendine Arapları tehdit olarak görmemiş, Türkleri tehdit olarak görmüştür. O yüzden Türkiye’nin bir gün yeniden Osmanlı’nın gücüne kavuşmaması için ya da geç zamanda kavuşması için engellemeler yapılmıştır. Bence burada milli seferberlik ilan edilmesi gerekir. Öncelikle cari açığımız kapanmalı. Bizim şu anda sanayimizi çabucak geliştirip 50-60 milyar dolarları toparlamak gibi bir şansımız yok. Çünkü devlet olarak bir araba fabrikası bile kurduramıyoruz. Ben devletin özel sektörden olan beklentilerini de anlamıyorum. Benim yaşım, sermayem, boyum, çapım belli. Sermayemi oraya yatırmak isterim ama 70 Mayız 2012 benim mevcudum bu kadar. Türkiye neden böyle bir şey yapamaz? Çünkü zamanında Demirel, Koç Grubu’na arsa tahsis etti diye kıyameti koparttılar. Şimdi 500 milyon dolar ihracat yapıyor ve alkışlıyoruz. Zamanında Özal turizmde teşvik çıkarttı. Temel atıp parayı alıp kaçan zihniyet yüzünden bütün sektör senelerce eleştirildi. Şimdi oturup 30 milyar dolar gelecek diye hesap yapıyorlar. Kendi içimizde aman ben yapayım başka kimse yapmasın zihniyeti var. Bizim otelimizin yüksekliğinin düşürülmesine birileri seviniyor. Halbuki orada büyük miktarlarda gelecek olan kazancı kaybetmiş oluyoruz. Turizm sektöründeki yatırımcılardan biri olarak yurtdışı ile Türkiye’nin tarihi dokusu açısından önemini karşılaştırır mısınız? Korunacak birçok şeyimiz var. Ülkelere baktığınızda Roma, Paris gibi şehirlerde eski yapılanmalar yok. Çoğu 1900’lü yıllarda tamamlanmış yapılara sahipler. Onlara tarih demek tarihe haksızlık olur. Tarih olması için Ayasofya gibi 500’lü yıllarda yapılıp bugüne kadar ayakta kalabilmiş bir yapı olması lazım. Kaldı ki Ayasofya kritik bir noktadır. Burası Doğu Roma’nın başkentidir ve burayı alabilmek için cihan savaşı başlatılmıştır. Dünyadaki iki imparatorluğun başkentliğini İstanbul yapmıştır. Boğaz’da konut yapmak ile ilgili planlarınız da vardı. Bunlar planlar devam ediyor mu? Böyle bir çalışma yapmayı düşünüyorduk ama ülke ekonomisine yap-satçılık olarak girmeyi pek tercih etmedik çünkü bugün iyi olan ülke yarın kötü olabiliyor. Bodrum’da güzel bir site yaptık ama başımıza kapatma davası, Cumhurbaşkanlığı seçimi, ekonomik kriz gibi birçok şey geldi. Bu kadar istikrarlı gelen iktidarda bile birçok sorun çıktı. Böyle ülkede de yatırım yapan bir kurum olarak bunun mantıklı olmayacağına karar verdik. Biz artık yatırımlarımızı daha uzun vadede, daha stabil yerlere kaydırma kararı aldık.I Eur newsport Melih Özsöz İKV Kıdemli uzmanı Avrupa’nın İşsizlikle Sınavı F ransız ekonomik ve sosyal araştırmalar enstitüsü IRES (Institut de Recherches Economiques et Sociales) tarafından 16 Ocak 2012 tarihinde yayımlanan ve araştırmacı Antoine Math tarafından kaleme alınan rapora göre, AB çapında işgücü piyasalarının önümüzdeki dönemde en büyük sorunu işsizlik1. Büyüyen işsizlik ile ilgili çarpıcı verilere yer veren raporda, özellikle işsizliğin en fazla gençleri etkiliyor olması dikkat çekici. Rapora göre 2007 yılından bu yana AB çapında hızlı bir şekilde düşen istihdam rakamları, 2010 yılından itibaren üye ülkeler arasındaki farkların daha fazla görünür hale getirmiş durumda. Buna göre özellikle İrlanda, İspanya ve Yunanistan, istihdam oranının en fazla düştüğü üye ülkeler olurken, istihdamda az da olsa yükselmenin kaydedildiği tek ülke Almanya. Rapora göre GSYİH’da meydana gelen yüzden 1’lik bir düşüş, genel istihdam da yüzde 0,7’lik azalmaya; genç işsizliğinde ise yüzde 5,92’lik artışa tekabül ediyor. Raporda işsizliğin en fazla arttığı grup ise gençler olarak görülüyor. Örneğin İspanya’da 2011’in ikinci yarısı itibariyle genç işsizliği yüzde 32 gibi rekor bir seviyeye ulaşmış durumda (2007-2010 yılları arasında yüzde 18,5’lik bir artış ile). Danimarka ve Hollanda gibi, genç istihdamının geleneksel olarak sorun oluşturmadığı ülkelerde bile durum, tehlike sinyalleri vermeye başladı. Fransa, Bulgaristan, Romanya ve Polonya’da ise genç işsizliği özellikle 2010 yılı itibariyle artışa geçmiş durumda. Her ne kadar AB kamuoyu araştırması Eurobarometer tarafından Ağustos 2011 tarihinde yayımlanan anket (Eurobarometer 75), AB vatandaşlarının ekonomik krize karşı daha olumlu bir görüş sergilediğini ifade ediyor olsa da, işsizlik AB vatandaşları için önemli bir sorun olarak algılanmaya devam ediyor2. Aralık 2011 tarihinde yayımlanan standart Eurobarometre anketine göre ise (Eurobarometer 76), ulusal düzeyde AB vatandaşlarının en fazla tehdit olarak algıladığı iki konu: ekonomik durum ve işsizlik3. “Ülkenizin karşı karşıya olduğu en büyük iki sorun nedir?” diye sorulduğunda AB vatandaşlarının büyük çoğunluğu, mevcut ekono72 Mayız 2012 mik kriz ve işsizliği temel sorunlar olarak belirtiyor. Kişisel düzeyde de işsizlik, ekonomik krizden sonra, iki numaralı tehdit olarak görülüyor (bkz. Tablo 1). Tablo 1: Standart Eurobarometre Anketi Ulusal/kişisel düzeylerde tehdit algıları Kaynak: Standart Eurobarometer 76 İşsizlik, Avrupa için ciddi bir tehdit. Avro Alanı Aralık 2011 işsizlik oranı, AB’nin resmi istatistik kurumu Eurostat tarafından yüzde 10,4 olarak açıklandı4. Eurostat’a göre, Aralık 2010 tarihinde yüzde 10 olan Avro Alanı işsizlik oranı, bir yılda 0,4 puan artış gösterdi. AB-27’de bu oran ise yüzde 9,9 (geçen yıl aynı dönemde bu oran yüzde 9,5 idi). Kasım 2011 ile karşılaştırıldığında ise, Avro Alanı’nda işsiz sayısı 20.000 kişi artarken, AB-27’de 24.000 kişi arttı. Geçen yıl ile karşılaştırıldığında ise (Aralık 2010), Avro Alanı’na 751.000, AB-27’ye ise 923.000 işsiz katıldı. İşsizlik AB üye ülkeleri arasında büyük farklılıklar gösterirken, işsizliğin en az arttığı ülkeler sırasıyla (Kasım 2011-Aralık 2011 döneminde) Avusturya (yüzde 4,1), Hollanda (yüzde 4,9) ve Lüksemburg (yüzde 5,2). İşsizliğin en fazla artış gösterdiği ülkeler ise İspanya (yüzde 22,9), Yunanistan (yüzde 19,2) ve Litvanya (yüzde 15,3). Aralık 2010 ile karşılaştırıldığında ise işsizlik en çok Letonya’da (yüzde 18,2’den, yüzde 14,8’e) ve Litvanya’da (yüzde 18,3’den, yüzde 15,3’e) düştü. Yine bir yıllık döneme bakıldığında, işsizlik en fazla Yunanistan (yüzde 13,9’dan, yüzde 19,2’ye), GKRY (yüzde 6,1’den, yüzde 9,3’e) ve İspanya’da (yüzde 20,4’den, yüzde 22,9’a) arttı. AB çapında işsizliğin demografik açılımına bakıldığında, küresel resimde gördüğümüz tablodan farklı bir tablo görülmüyor. İşsizlik yine en fazla gençleri etkiliyor. Aralık 2011 itibariyle 25 yaş altı işsiz sayısı, AB27’de yaklaşık 5,5 milyon, Avro Alanı’nda ise yaklaşık 3,3 milyon kişi. Aralık 2010 verileri ile karşılaştırıldığında, AB-27’de genç işsizliği 241.000, Avro Alanı’nda ise 113.000 kişi artmış durumda. Genç işsizliğinin en az görüldüğü üye ülkeler sırasıyla Almanya (yüzde 7,8), Avusturya (yüzde 8,2) ve Hollanda (yüzde 8,6) olurken, genç işsizliğinin en fazla görüldüğü ülkeler İspanya (yüzde 48,7), Yunanistan (yüzde 47,2) ve Slovakya (yüzde 35,6). (AB’de işsizlik ile ilgili rakamlar için bkz. Tablo 2 ve Tablo 3). Tablo 3: AB Üye Devletlerinde İşsizlik Oranları (Aralık 2011 itibariyle) Tablo 2: AB-27 ve Avro Alanı’nda İşsizlik (Aralık 2011 itibariyle) Kaynak: Eurostat, http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/ ITY_PUBLIC/3-31012012-AP/EN/3-31012012-AP-EN.PDF Ekonomik krizden çıkma sinyalleri gelirken, Avrupa’da işsizlik rekor üzerine rekor kırıyor. Küresel mali krizin etkilerini henüz atlatmadan patlak veren borç krizi tüm Avrupa’yı etkisi altında alırken, yavaşlayan ekonomilerde işsizlerin sayısı bölge genelinde neredeyse 25 milyona ulaşmış durumda5. Özellikle İspanya, İtalya, Portekiz ve Yunanistan gibi Güney Avrupa ülkelerinde işsizlik tehlikeli boyutlara ulaşırken, Avrupa ekonomisinin motoru Almanya, kriz sırasında yürürlüğe soktuğu esnek çalışma planıyla işsizliğin fazla yükselmesinin önüne geçti ve kriz sonrasında da yakaladığı güçlü büyüme rakamlarıyla yeni istihdam oluşturmada oldukça iyi bir performans sergiliyor. I Kaynak: Eurostat, http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/ ITY_PUBLIC/3-31012012-AP/EN/3-31012012-AP-EN.PDF 73 Mayıs 2012 Eur newsport Yavuz Taner Ülke imajı zedelenmemelidir G lobal Ekonomik Kriz, son 3 yılda olduğu gibi 2011 yılında da etkinliğini sürdürmüştür. Kriz başlangıcı itibarı ile Alara Fidan ve Alanar Meyve Şirketleri olarak öncelikle meyve bahçesi tesis yatırımlarına devam edilmiştir. Alara modern fidanları ile Modern Alanar Bahçelerine fidan dikimine devam edilmiş ve şirket 4000 dekar arazi üzerine 250,000 fidan dikimini tamamlamıştır. Şirketlerimiz ekonomik kriz döneminde, son 4 yıllık sürede, yatırımlarına hız vererek, 2012 yılı ve sonrası için meyve tedarik kaynaklarını, meyve işleme, paketleme ve soğuk zincirde muhafaza ve dağıtım düzenini kurmuştur. İç ve dış pazarın talep ettiği yeni ve özel meyve çeşitlerine yönelik fidan ve meyve üretimi 2011 yılı sürecinde devam edilmiştir. Süpermarketlerle yapılmakta olan çalışmalar şirketlerimize rehber olmuştur. AlaraAlanar grubunun, 2012 yılında, şirket bahçelerindeki hasadı 2,500 tonu bulurken, üreticilerden tedarik edeceği sert çekirdekli ve diğer tür meyveler ile toplam 7,000 tonluk ticareti planlamaktadır. İngiltere başta olmak üzere, Avrupa Birliği ve Rusya pazarı yanında, Ortadoğu ve Uzakdoğu pazarları da önem kazanmaktadır. Kiraz, Bursa Siyah İnciri, Kayısı, Nektarin, Japon Eriği, Nar, Elma meyveleri ile iç ve dış Pazar her yıl artan miktarlarda tedarik zincirini geliştirmektedir. Ekonomik krizin en az etkilediği sektörlerden birisi de taze meyve sebze grubu olarak gösterilebilir. “Sağlıklı Yaşam”, ”Taze Meyve Sebze Sağlık Kaynağı” konsepti, dünyada benimsenmiş ve medya tarafından her zaman gündemi oluşturmaktadır. Ulusal ve Uluslararası Televizyon kanalları, farklı taze meyve ve sebzelerin önemini her gün programlarında sunmaktadır. İstatistiklere göre, ailelerin taze meyve sebze için aylık bütçelerinde ayırdıkları pay ve yüzde düşük olduğundan dolayı, sağlık kaynağı olan meyveden yana ta74 Mayız 2012 sarrufa gerek görmemektedir. Ayrıca, aileler yemek ve beslenme konusundaki alışkanlıklarını birkaç yıllık kısa dönem için değiştirmedikleri tespit edilmiştir. Her ne kadar meyve türleri olarak tüketici talepleri değişkenlik gösterse de, süpermarket raflarına baktığınız zaman, büyük ve çarpıcı değişim görülmemektedir. Tüketici kaliteli meyveye yönelik tercihini oluşturmaktadır. Tüketici için raftaki meyve fiyatının cazibesi önemli olmasına rağmen, meyve kalitesinden ödün vermek istenmemektedir. Avrupa’daki süpermarket meyve alıcı ve tedarikçilerinin en önem verdiği konuların başında “ilaç kalıntısı” sorunudur. Uluslararası süpermarketler, dünyadaki birçok ülke ve bölgelerden meyve tedarik etmektedir. Üreticilerin kullandığı ilaç çeşitleri, yasaklı olup olmadığı, kullanılan dozaj, kullanım zamanı gibi birçok etken “MRL” (İlaç Kalıntı Limitleri) kriterlerine göre, meyvede ilaç kalıntısı olup olmadığını belirleyen faktörlerdir. Laboratuar analiz neticesinde, raporda, ilaç kalıntısı limit üzerinde bulunduğu takdirde, tüketiciye satılmamakta ve imha edilmemektedir. Avrupa’daki süpermarketlere meyve tedarik eden üretici, ürün katagorisini (Cetapory Management) yöneten kuruluşlar, büyük sorumluluk taşımaktadır. “İlaç Kalıntı Limiti” aşılan ürünleri bir süpermarkete teslim eden üretici veya tedarikçisi, birinci sefer “ikaz” edilmektedir. Aynı tedarikçi ikinci kez “Limit Üstü İlaç Kalıntısı” olan meyve teslim ettiği takdirde, “10,000 Euro” ceza ödeyip, rafta mevcut olan ürün varsa toplattırılıp iade edilmektedir. Aynı tedarikci Limit Üstü” ilaç kalıntısı olan meyveyi üçüncü kez teslim ettiği takdirde “Kara Listeye” alınmakta ve mal alımı yasaklanmaktadır. Ciddi önlemler sayesinde süpermarketler kendilerini koruma altına almaktadırlar. Süpermarket raflarından sivil toplum örgütleri tarafından alınan meyve örnekleri laboratuarlarda analiz yaptırılarak, rapor neticeleri gerektiği takdirde medyaya aksettirilmektedir. Anlaşıldığı kadarı ile yakın zamanda medyada yer bulan, “Greenpeace”in haberi yukarda belirtilen tarzda bir yaklaşımın bir sonucudur. Avrupa’daki süpermarketlere gönderilmekte olan meyve tür ve çeşitlerin yalnızca birkaçında, limit üzeri ilaç kalıntısı, tespit edildiği raporda iddia edilmektedir. Tarım Bakanlığımızın yetkilileri, bu raporları temin edip, doğruluğu yönünde araştırma yapması ve gerçekler doğrultusunda, ülkemizde soruna çözüm olacak faaliyetlerin geliştirilmesi, tekrarının önlenmesi için tedbirlerin alınması uygundur. Tarım Bakanlığımız, Sebze Meyve İhracatı Birlikleri, ülkemizin önde gelen ulusal ve uluslararası marketleri, Tarımsal Kurumlarımız, ilişkide olan herkes, İTU (İyi Tarım Uygulamaları), GLOBALGAP Sertifikasyon sistemlerinin üretici ve tedarikçilere tanıtılması ve sertifikaya sahip olunmasına ve uygulanmasına yönelik faaliyetlerin yoğun bir şekilde organizasyonu için seferber olmuştur. Otomobil için şoför ehliyeti alırken dahi acemilik ve alıştırma dönemi yaşanmaktadır. Meyve Yetiştiriciliği gibi çok kompleks olan bir faaliyetin acemilik ve alıştırma dönemi, sertifika alındıktan sonra dahi yaşanmaktadır. Avrupa’nın kendi içersindeki hızlı ve dinamik değişimine, Türkiye’nin en seri şekilde adaptasyonu zorunludur. Sebze meyve hallerindeki komisyoncuların da üreticilerin eğitimine yönelik maddi ve manevi katkıları önemlidir. Hatta üretici eğitimine katkı sağlamak için meyve satış ciro üzerinden kesinti yapılarak “Üretici Eğitimine Katkı” şeklinde kullanılabilir. 2012 yılbaşı itibarı ile İngiltere, Almanya, Hollanda, Belçika’daki meyve ihracatı yaptığımız müşterilerimizi ziyaret ettik. Büyük çoğunluğunu süpermarketlerin ve tedarikçilerinin oluşturduğu müşterilerimizin,” Ana sorununun, Türk ürünlerinde sıkça rastlanan “Limit Üzeri İlaç Kalıntısı” haberlerinin medyada yer alması olarak ifade edilmiştir. Avrupalı alıcılar ve tüketiciler etkilenmekte ve tepki göstermektedir. İç ve dış pazar için, Türkiye’de üretici ve tedarikçiler için çok yoğun eğitim faaliyetlerine devam edilmelidir. Çok kaliteli meyve ihracatımız, ilaç kalıntısı sorunu varsayımı engeline takılmaktadır. Ülke imajı zedelenme- melidir. 2011 kış döneminin soğuk, yağmurlu ve kar yağışlı geçmesi, meyve ağaçlarının, kış uykusunda yeterli soğuklama ihtiyacının karşılanmasını sağlamıştır. Meyve kalite ve veriminin normal yıllara paralel olması beklenmektedir. 2023 yılında genel ihracatımızın 500 milyar U.S.$ hedeflenmesi 10 milyar U.S.$ seviyesinde olması öngörülmektedir. Sağlıklı yaşam hayat tarzının önem kazanması dünyadaki meyve tüketiminin artmasını sağlayacaktır. Su kaynaklarının yeterliliği farklı iklim koşullarının bulunduğu ve farklı meyve türlerinin Türkiye’de üretim potansiyeli, bio enerji üretecek bitkilerin üretim alanlarının oluşturulması, petrol haricindeki enerji ihtiyacını karşılayacak kaynakların kullanılabilir hale dönüştürülmesi, ülkemizi meyve üretim merkezi yapacaktır. Meyve maliyeti yükselecek ve tarım ürünleri değer kazanacaktır. 2023 yılı için öngörülen 10 milyar U.S.$ tarım ürünleri ihracatımız,30 milyar U.S.$ olarak hedef alınmalıdır.I 75 Mayıs 2012 76 Mayıs 2012 Hayat Dergisi 1 Şubat 1962 77 Mayıs 2012 Eur newsport Soma Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Alp Gürkan: Binlerce maden işletmesini Ankara’dan kontrol edemezsiniz C umhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulunca madencilik sektöründe meydana gelen iş kazalarının sebeplerinin araştırılması amacıyla hazırlanan araştırma ve inceleme raporu, sektörde yaşanan olumsuzlukları gözler önüne serdi. Başta iş kazaları olmak üzere, üretim aşamasında yaşanan olumsuzların dile getirildiği rapor ile ilgili görüşlerini aldığımız sektörün deneyimli isimlerinden Soma Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Alp Gürkan, konu ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulunca hazırlanan raporda yer alan en önemli hususlardan biri yaşanan iş kazalarıdır. Bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyiz? Maden sektöründe başta kömür olmak üzere diğer madenlerde de zaman zaman iş kazaları oluyordu. Kömür 78 Mayız 2012 madenciliğinde daha fazla iş kazalarının olması sektörün kendi yapısından kaynaklanıyor. Buradaki kazaların önemli bir kısma küçük boy işletmelerde meydana gelen kazalardır. Küçük boy işletmelerde meydana gelen kazaların ana nedeni denetimsizliktir. Kömür madenciliğinde işletmelerin işçi sağlığına uyacak her türlü önlemleri almaları gerekiyor. Maden içindeki tedbirlerin alınması firmalara önemli bir mali külfet getiriyor. Orta ve küçük boy işletmeler boyutu nedeniyle tedbirlerin hepsini alamayabiliyorlar. Fakat bu önlemlerin en azından asgarisini almak zorundalar. Almadıkları önlemlerin ise mutlaka kontrolü gerekmektedir. Ülkemizde bu işlerin denetimi işletme boyutunda Maden İşleri Genel Müdürlüğü yapar ve eksiklikleri bildirir. Bu noktada bu eksikliklerin giderilmesi için firmaya zaman tanınır. Bunun dışında her ilin Çalışma Bakanlığına bağlı iş güvenlik müfettişleri vardır. Bunlar her ay işletmelere gidip alınan tedbirleri inceler ve onlarda rapor yazar ve eksiklerin giderilmesi için firmalara zaman verirler. Fakat bu kontrol sıklıkları istenilen düzeyde değildir. Cumhurbaşkanlığı raporunda da aynı soruna değiniliyor. Denetimlerin yetersiz oluşu neden kaynaklanıyor? Küçük boy firmaların denetimi pek kolay olmuyor. Maden İşleri Genel Müdürlüğünün elindeki kadrosu Türkiye’deki tüm maden işletmelerini denetlemesini sağlamaz. İş güvenliği müfettişleri de muhtemelen uzakta veya yüksek yerlerde olan bölgelere gidemeyebilirler. Burada esas olarak yapılması gereken şey firmaların bu işlere girdiklerinde neleri yapması gerektiğini iyi bilmesidir. Eğer siz madeni çalıp çırpmak yerine maden işletmeciliği yapacaksanız bu işin belirli kurallarına uyacaksınız. Fakat sermayesi olmayan işletmeler maalesef ülkemizde bu önlemleri alamıyor. Ülkemizde bu önlemleri almayan firmaların cezalandırma sistemimiz yetersiz mi kalıyor. Aslında bir madende iş kazalarının işletmeye olan maliyeti daha yüksektir. Bunun dışında istenilen düzenlemeleri yapmadığınız zaman da işletmeniz kapatılabilir. Kapatılan bir sahayı yeniden açmanız için istenilen tüm eksikliklerin hepsini yerine getirmeniz gerekiyor. Bunlar yapılıyor. Fakat binlerce maden işletmesini Ankara’dan kontrol edemezsiniz. Bir yere gidip rapor hazırlasanız bile oraya ikinci gidişiniz en az bir yılınızı alır. Bu iş bir kadro meselesidir. Bunun içinde Maden İşleri Genel Müdürlüğü’nün gerekli denetimi sağlayacak şekilde yeniden yapılanması gerekiyor. Sektörde çalışan insanlara gerekli eğitimler verilirse bu sorunu çözemez miyiz? Bu konuyu çok abartıyorlar. Fakat bu eğitimi küçük boy firmalar yapamaz. Çünkü bir firma günde 50-100 ton kömür çıkaracak ve bundan da kar elde edecek. Bu noktada maden işini bilmeyen insanları da yanında çalıştırabiliyorlar. Ama büyük boy firmalarda alınan işçilerin mutlaka belirli bir eğitimden geçmesi söz konusudur. Büyük boy firmalar neden bu eğitimi veriyor. Çünkü siz büyük bir sermayenizi yatırdığınız madeni tecrübesi hiç olmayan insanlara teslim edemezsiniz. Maden kazaları incelendiğinde kazaların çoğunlukla küçük firmalarda yaşandığını göreceksiniz. Eskiden maden işlerinin her ilde maden irtibat büroları vardı ve ruhsat alırken de oradan geçirirdi. Oradaki teşkilat az bile olsa denetim yapardı. Fakat bugün tüm ruhsat işleriniz Ankara’dan yapılıyor. Ülkemizde ruhsatların artık kolay alındığı ifade ediliyor. Burada firmalarda yeterlilik aranmaması sorun oluyor mu? Aslında bu madenleri işleyecek firmalarda yeterliliğinin aranması gerekiyor. Bir maden sahasında arama aşamasında dahi belirli bir maddi imkânınızın olması ge- rekiyor. Bugünkü sistemde bu alanlarda bir sorun yok. Bizim sektör hayali bir takım dedikodulara açıktır. Sonuçta siz bir arama yapmak için devlete bir taahhüt veriyorsunuz. Bunu zamanında bitiremezseniz sahayı iade ediyorsunuz. Siz bir ruhsatı aldığınız zaman orada neler yapacağınız zaten yazıyor. Bunları gerçekleştirmeniz için ise belirli bir maddi imkana sahip olmanız gerekiyor. Çünkü istenilen çalışmaları yapamadığınız zaman sahayı teslim etmek zorundasınız. İade edilen ruhsatlar ise tekrar ihale yapılarak farklı firmalara veriliyor. Türkiye’de binlerce ruhsat var. Ülkemizde saha spekülasyonu yapılıyor. Fakat son günlerde bunlarda giderek azalmaya başladı. Bizde madencilik sektörüyle ilgili ihracat rakamlarına baktığımızda ciddi artışların yaşandığını görüyoruz. İhracatımız 1 milyar dolardan 3.8 milyar dolara çıktı. Madenlerin hepsini ihraç da etmiyoruz. İç pazarda kullandığımız oranda çok büyüktür. Bugün enerji santrallerine kömür veriyorsunuz, insanlar evlerinde kömür yakıyorlar. Esasında madencilik sektöründe çok büyük bir hamle yapıldı. Özellikle özelleştirmelerle birlikte büyük hamleler yapıldı. Eğer sektörle ilgili gerekli düzenlemeler de yapılırsa madencilik alanında daha iyi bir noktaya gelebilir miyiz? Ben geleceğimize inanıyorum. Arkadaşlar önemli çalışmalar yapıyorlar. Fakat işin içine siyaset girdiği için ilerleyemiyorlar. Bugünkü gelişmeler daha erken başlasaydı, enerjide yaşadığımız sıkıntıları da daha erken çözmemizi sağlamaz mıydı? Kesinlikle bende öyle düşünüyorum. Enerji sorunu ülkemizin büyük bir yarasıdır. 1980’li yıllarda Türkiye enerji üretiminde çok büyük bir doğazgaz furyasına girdi. O dönemde ısrarla kömür madenlerini enerji üretiminde kullanalım girişimlerimizin hepsi geri döndü. Geçen sene 230 milyar kilovat elektrik tükettik. Hükümetimizin 2023 yılı ihracat hedefi 500 milyar dolar. Teknik hiçbir ayrıntıya girmeden söylüyorum. Bugün 138 milyar dolar ihracatımız var, 500 milyar dolara çıkarmak demek 4 kat arttırmak anlamına geliyor. Bugün 138 milyar dolar için 230 kilovat/saat enerji tüketiyorsanız o zaman enerji tüketimimiz de 4 kat artması gerekiyor. Yani bizim o tarihte 800 milyar kilovat/saat enerji üretmemiz gerekiyor. Bu kadar enerji üreteceğiniz zaman bu işin ham maddesini nereden karşılayacaksınız. Doğalgaz fiyat olarak her geçen gün pahalı oluyor. Siz öncelikle elinizdeki kaynakları etkin kullanmanın yolunu bulmanız gerekiyor. Burada ise öncelikle elinizdeki kömür sahalarını süratle enerji üretimine dönüştürmeniz gerekiyor. Ülkemizde kömürün kalitesi yüksek değil diyen bir lobinin olduğu ifade ediliyor. Bizdeki kömürlerin kalitesi düşüktür. Bizdeki rezervlerin en büyüğü Elbistan’dadır. Oradaki kömürün kalori 79 Mayıs 2012 miktar da düşüktür. Ben bir toplantı da Türkiye kömür rezervleri açısından fakir bir ülkedir dediğim zaman büyük bir tepki aldım. Ben orada tam olarak aktaramadım. Bir insanın elindeki en büyük varlık elinde olanıdır. Siz ülkenizdeki kömürün kalorisi düşük olsa dahi bunu enerji de kullanabilmelisiniz. Yapılan araştırmalar bu kömürün enerji de kullanabileceğimizi ve kömürün enerji kullanımında ekonomik olduğunu gösteriyor. Fakat ülkemizde kömürle üretilen enerji santrallerine karşı çıkılıyor. Karşı çıkanlar olacaktır, siz de anlatacaksınız. İnsanlara anlatamazsınız, onları başka türlü yönlendirenler olacaktır. Onlar karşı çıkacak siz anlatmaya devam edeceksiniz. Sonra tesissinizi kurduktan sonra da görecekler. Elbistan bölgesi bugün çok önemli bir bölgemizdir. 6 milyar ton kömür var. Orada o kadar çok hatalı davranıldı ki. Bugün ülkemizde eski kömür santralleri çevreyi o kadar fazla kirletiyor ki onların hepsini yıkıp son teknolojinin kullanıldığı ve yüksek verimle çalışacak hale getirmemiz gerekiyor. Bu işi özelleştirip yeni yatırımların yapılması için teşvik edilmesi gerekiyor. Bu işler için çok geç kaldık, fakat bundan sonra hızlı davranmamız gerekiyor. Soma Grubu olarak enerji üretimi ile ilgili bir planınız var mı? Ben şu anda ne olacağını tam olarak bilmiyorum. İhaleler çıkınca o dönem ki mali gücüme bakacağım. Ben şu anda kömür işletmeciliği yapıyorum. Soma’da bugün 5.5 milyon kömür üretiyorum, önümüzdeki sene 7.5 milyon tona çıkacak. Zonguldak’taki çalışmaları biraz öne alarak çalışmalara başlayacağız. Şu anda santral kurmayı düşünmüyoruz. Biz ürettiğimiz kömürün bir kısmını santral kuranlara satabilirsek bir sorun yok, ancak satamaz isek o zaman santral kurmak zorunda kalabiliriz. Fakat bugün için santral kurmayı düşünmüyoruz. Kömürle ilgili santrallerde son teknolojilerin kullanıldığı zaman çevreye bir etkisinin olmadığı hep ifade ediliyor. Bu yaklaşıma katılıyor musunuz? Bugün yerli kömür veya ithal kömüre dayalı enerji 80 Mayız 2012 üretimi tesisinizde ileri teknolojiyi uyguladığınız zaman son derece yüksek verimlilikte ve çevreye hiçbir olumsuz etkisi olmayan bir tesis ortaya çıkıyor. Merak edenler var ise Zonguldak’daki tesisleri görebilirler. Özel sektörce yapılan ve hemen yanında devletin tesisi bulunuyor. İkisi arasındaki farkı görülecektir. Devletin tesisi 40 yaşında. Zarar ederek üretim yapıyor ve çevreyi kirletiyor. Doğalgaz lobisini karşı olarak mutlaka ithal ve yerli kömür karışımı tesisler kurmamız gerekiyor. Bugün doğalgaz maliyetiyle kömürün maliyetini karşılaştırdığınızda yarı yarıya bir fark olduğunu göreceksiniz. Bugün Karadeniz bölgesinin belirli bölgelerine kömür santrallerini kursanız, doğalgaza karşı büyük bir kaynak elde etmiş olursunuz. Ben doğalgaza ihtiyacımız yok demiyorum. Mutlaka vardır. Fakat doğalgaza ihtiyacımız var diye tüm sistemi doğalgaz üzerine kuramayız. 2011 yılında 4.10 milyar dolar sadece ithal kömüre ödendi. Biz gerekli özelleştirmeleri veya gerekli yatırımları 1980 yılından önce yapsaydık, bugün 4 milyar dolar dışarıya harcamazdık. Çelik sanayimiz için son derece kaliteli ürünümüz var. Fakat herkes biz kömürü çıkartırken işçilerimiz ölüyor, diyor. Siz sisteminizi kurarsanız, bunlar yaşanmaz. İfade ettiğiniz sistem kurulursa yaşanan kazalar tamamen biter mi? Biz sahayı alıp işe başlamadan bütün bir sistemi kuruyoruz. Madenin içinde giderken dahi çıkan bütün gazları anında ve elektronik olarak ölçüyoruz. Neticede bir tünelin içindesiniz, burada bir gaz kaçağı olabilir. Biz böyle bir havzada işi tamamen kontrol altına alarak ilerliyoruz. Hatta arkadaşlarımız bilgisayar başında dakika dakika çıkan tüm gazları kayıt eder. Bu sistemi bir çok firma kullanmıyor. Fakat maden içinde metan gazı arttığını tespit etmezseniz, havalandırmayı ayarlayamazsınız. Biz bunların hepsini uyguluyoruz. Fakat bunlara rağmen iş kazası yaşanmaz mı, her zaman yaşanabilir. Biz bütün önlemleri aldıktan sonra iş kazası yaşanıyorsa, onu da Allan’tan diyeceksiniz, başka çaresi yok. Yeni aldığınız Bağlık İğneağzı sahasında üç bin kişiyle çalışma yapacağınızı ifade ediyorsunuz. Böyle bir saha için yeterli bir sayı mıdır? Bu işi bildiklerini iddia edenlerin rakamlarıyla yaklaşırsanız, bu gerçekleşmez. Onlar en fazla bir kişinin 700 kilo çıkartacağını ön görmüşler. Oysa biz bir işçi 3 ton ürün çıkartacağını öngörüyoruz. Herkes bize bunu yapamazsınız, diyor. Ben bunu sağlamak için gerekli alt yapıyı kuracağım, fakat olmazsa yarın 6000 bin kişiyle de çalışabilirim. Fakat bu sorun benim sorunum, onların değil ki. Nasıl yapacağımı görmek istiyorsanız, sistemi kurduktan sonra gelin görün.I Haliç’e inandı, yatırım yaptı, ilk uluslararası markayı getirdi… Amplio, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ın önerisini değerlendirdi: Haliç Bölgesi bir vaha … Uzun yıllar yurt dışında edindiği birikimi Türkiye’de değerlendirmeye karar veren Amplio Emlak Yatırım A.Ş. Kurucu Ortağı Alaeddin Babaoğlu ile Maldivler’den Haliç’e kadar her bölgeyi konuştuk. B ölgesel lider olmamızla birlikte yıldızı parlayan Türkiye’nin ihracatı kadar turizm sektörü de hızla büyümeye başladı. Ülkemizdeki turizm sektöründe yaşanan bu süreci en iyi değerlendiren yatırımcıların başında ise şüphesiz ki Amplio geliyor. Türkiye’nin yakın dönem geçmişini iyi bilen Amplio Emlak Yatırım A.Ş. Kurucu Ortağı Alaeddin Babaoğlu, ülkemizde var olan değişimi ve yatırımlarını dergimize değerlendirdi. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan bölgeyi önerdi dediniz, önce oradan başlayalım, süreç nasıl gelişti ? Biz Türkiye’de yatırım yapmaya karar verdik, şirketimizi kurduk ve arsa arayışlarımız sırasında Ahmet Başkan ile biraraya geldik. Başkan vizyoner yaklaşımı ile bu bölgenin kıymetini bize anlattı, teşvik etti ve ikna etti. Biz de hem yatırım yaptık hem de Hilton markasını getirdik. Bugün doğru karar verdiğimizi görebiliyoruz, zira otelimize ilgi ve doluluk oranları da bunu doğruluyor. Bu anlamda Beyoğlu Belediyesi’ne ve özellikle Ahmet Başkan’a teşekkür ediyoruz. İnandık, bölgeye geldik, marka getirdik, oteli yaptık, ödüller aldık, bunlar çok güzel gelişmeler. Ödüller dediniz, ne ödülleri aldınız ? Otelimiz Hilton Garden Inn İstanbul Golden Horn bu yıl Arkitera’nın 1.ödülünü aldı, aşçılarımız yine 1.ödülü aldılar. Bu arada bugüne kadar dünyada sadece 50 otelin alabildiği LEED sertifikasını aldık, Hilton Garden Inn Türkiye’de bu sertifikayı alabilen ilk otel. Çatı alanlarında güneş ışığını yansıtma oranı yüksek malze- meler kullanılarak; ısı adası etkisinin düsürülmesi, çatılardaki solar paneller ile sıcak su için güneş enerjisinden faydalanılması gibi birçok uygulamalar sayesinde, %40 enerji tasarrufu saglanması kriterlerden sadece bazıları, süreç tabii ki inşaat aşamasından başlıyor. Sizin sektörel birikiminizden devam edelim, Türkiye’ye gelene kadar neler yaptınız, hangi ülkelerde çalıştınız ? 25 yıldır profesyonel iş hayatının, turizm ve gayrimenkul sekötürünün içindeyim, yurt dışına yüksek öğrenimimi tamamlamak için gittim ve özellikle turizm sektöründe Maldivler, Kanarya Adaları, İspanya, Miami gibi farklı 40 ülkede proje geliştirip yönettim, Türkiye’nin ve İstanbul’un değerinin çok farklı olduğunu biliyorum, bu yüzden şimdi İstanbul’dayım. Ülkemizde son yıllarda turizm sektörü hızla gelişiyor. Fakat Türkiye çok fırsat kaçırdı. Bugünkü turizm fırsatını iyi kullanıyor mu, yoksa bu süreç de geçici diyebilir miyiz? Biz şu anda bu fırsatı iyi değerlendirdiğimizi düşünüyoruz. Rakamlarda bunu doğruluyor. Son 6 sene içerisinde turizm gelirimizi katladık. Türkiye şu anda 30 milyarın üzerinde turizm gelirine sahiptir. Türkiye 31 milyon turist ağırlamıştır ve bu her sene artış gösteriyor. Böyle olmasının nedeni şu anda Akdeniz çanağındaki en güzel yapılanmaya sahip ülke olmamızdır. Bundan daha önemlisi turiste sıcakkanlı, gerçekten ev sahipliği yapmak isteyen, çalışmaya istekli bir kitle var. Siz istediğiniz kadar en lüks otelleri yapın içinde size hizmet etmeye hazır, samimi insanlar yoksa verim alamazsanız. Şu anda dünyadaki ilk 81 Mayıs 2012 10’a girmiş durumdayız. Bu çok önemli bir olay ve bunu çok kısa sürede sağladık. 1986-1987’de turist sayılarının 2 milyon olduğu günlerin üzerinden fazla süre geçmedi. Ülkenin imajı açısından değerlendirdiğimizde de çok önemli ilerlemeler kaydettik. En son Chicago’dayken insanlar Türkiye’den geldim deyince insanların nasıl ilgi gösterdiğini gözlemlemek bu gelişmelerin sonucudur. Türkiye; THY’nin muhteşem reklamları, hükümetin gösterdiği irade, uluslararası başarılarımız ile artık dünyada olması gerektiği gibi tanınıyor ve daha fazla değer görüyor, daha doğrusu hakettiği değere kavuşuyor. Paris’in yıllık turizm geliri 25 milyar Euro. İstanbul’un 10 milyar dolarda kalmış. Biz bu rakamı yukarıya nasıl çekeriz? İstanbul geçen sene 8 milyon turist ağırladı. Aynı anda Paris’e 60 milyona ve New York ise 50 milyon turist sayısına ulaştı. Temelde potansiyelimiz mevcut turist sayısını artırmaya çok uygun, bu artışı sağlarken ise en önemlisi altyapının güçlendirilmesi ve İstanbul’un bilinirliğini arttırılmasından geçiyor. Zaten o imaj şu anda değiştiğinden dolayı biz 8 milyona geldik ama bunun da 82 Mayız 2012 arttırılması mümkün. Daha yolun başındayız. İstanbul daha potansiyelini kullanmadı. New York gibi geçmişi çok eskiye dayanmayan, tarihi olmayan bir şehir 50 milyon turist çekiyorsa bu topraklar 70-80 milyon turisti rahatlıkla çekebilir. Fakat bu gelişmeler yaşanırken kentsel yenileme yapılması, kenti daha iyi kullanım için planların doğru düzenlenmesi gerekiyor. Henüz burada yapılan yatırımlar yeterli değil. Yatırım ve girişimlerin önünün açılması gerekiyor. Örneğin Metro şu an yetersiz, oysa İstanbul ve özellikle Haliç su yolu için çok elverişli. Metrodan deniz hatlarına kadar taşımacılığın iyileştirilmesi, geliştirilmesi gerekiyor. Mesela Haliç’e, Hotel’in yanına deniz taksi geldi. Ama deniz işletme hatları teknelerinin de burada gezebilmesi gerekir, alternatif ulaşım yol ve araçları olmalı. Çünkü şehrin tam kalbindesiniz ve su yolu var. Her imkanı kullanmak gerekiyor. Özellikle böyle bölgelerde oteller bir gerekliliktir ve bölgeleri geliştirmektedir. İstanbul şu anda Avrupa’nın yıldızı konumundadır, bunu henüz yeni sayılan ve %80’in altına düşmeyen doluluk oranlarından anlayabiliyoruz. Turizm Bakanlığın böyle bir organizasyonu var mı? Turizm Bakanlığı bence senelerdir çok önemli işlere imza attı. Yurtdışında gittiğiniz bir çok bölgede İstanbul reklamları görebiliyorsunuz. Bakanlık hem yurtdışındaki reklam hem de konulara yaklaşım olarak çok düzgün bir politika izliyor. Türkiye’de de aynı şekilde, gelen turistlerin burada ağırlanması oteller cephesinden ne kadar önemli ise tarihi eserler açısından da o kadar önemli. Müzeler ve Müze Mağazaları ile ilgili son dönemde yapılan projeler çok doğru projeler, müze mağazaları düzenleniyor, gelen turist için ne kadar çok imkan olursa o kadar iyi. Yerli turistleri de unutmamak gerekir, bu anlamda Bakanlığın Müzekart projesi dahi başlıbaşına çok önemli bir adımdır. Gelişme devam ettikçe daha iyi yerlere geleceğiz. 31 milyon turisti ağrılıyor olmakta bir başarıdır, tabii ki hedefimiz fazlası olmalıdır. Bölgede lider olmamızın da büyük etkileri var sanırım. Türkiye’nin imajı olumlu, bunu her yurt dışı seyahatimde görebiliyorum. Bunlar tabii ki süreçler, bugünden yarına olmayan zaman isteyen ve birçok parametreye bağlı. Örneğin bu olumlu imajda Avrupa’da Türkiye’den giden çalışanlarımızın da etkisi var. Avrupa’nın kaplanı, Avrupa’nın Çin’i gibi benzetmeler yapılıyor ve gurur verici gelişmeler gösteriyoruz. Osmanlı’nın en büyük gücü dil, din ırk gözetmeden bir şemsiye altında insanları toplamaktı. Bu yaklaşım geliştiren ve olumlu bir yaklaşımdır, dikkate alınmalıdır. Osmanlı da uygulanılmış ama Türkiye’de halen bir takım sıkıntılar var. Van’da kilise açıldığında parti başkanları ne yapıyorsunuz diyor. İnsanların ibadetini rahat bırakmalılar. Yasakçı düşünce burada hala mevcut mu? Bunu Danimarka da dahil bütün ülkelerde görüyoruz. İtalya ya da Almanya gibi ülkelerde de bu tip popülist olayları kullanıp oy elde etmek için girişimlerde bulunan partiler ne yazık ki var. Aslında size fayda sağlamayan bir şey yapıyorsunuz fakat oy kazanacağım düşüncesi ile yapılıyor, bu girişimlerden sonuç alınamaz. Kısa dönemde bir yarar sağlayacak gibi görünsede bu tip popülist tavırların ömrü kısadır ve zemini yoktur. Bu süreçlerin saman alevi gibi olup bittiğini çok fazla geçerliliği olmadığını düşünüyorum, Türkiye ne bugün ne de tarihte böyle yaklaşımlara sahip olmadı, küçük oyunlar diyelim. Avrupa’da böyle bir bakış var mı? Mesela İsrail Türkiye’ye gitmeyin diyor. Avrupa’da böyle bir bakış yok aslında, ayrıca İsrail’in de hükümet politikalarını ayrı tutmak gerekir. İsrail halkını değerlendirdiğinizde birçok vatandaş hükümet politikaları ile hemfikir değildir. Fakat müdahele edemedikleri için o duruş herkese mal oluyor. Hükümetler seçiliyor, programlarında yanlışlar yapıyorlar ve bunu anında değiştirmenin imkanı yok, hep süreçlere bağlı. O bakımdan hükümetlerin politikalarına tepki vermek lazım. Binlerce sene geriye baktığınızda İsrail halkı ile daha doğrusu Musevilerle Türkiye arasında kılıç kaldırılmamış, bir kötülük olmamıştır. Bu konuların hepsini çok açıdan ve bütünsel değerlendirmek gerekiyor. Tekrar turizm sektörüne dönersek devlet yatırımları daha fazla artırmak için ne yapabilir? İl bazında verilen teşvikler dışında bir şeyler yapılabilir mi? En büyük teşvik bürokrasinin hafifletilmesi olur. Bir şeye ne kadar fazla kişinin imza atması gerekirse o kadar komplike hale geliyor. Tabii ki herkes yapsın demiyorum, sadece bu süreçlerin hızlandırılması, makul derecede yapılabilir hale getirilmesi gerekiyor. Bürokrasi ne kadar hafifletilirse ve müteşebbisler ne kadar hızlı yol alırlarsa o kadar faydalı olur. Gerekli tüm bürokratik uy- gulamalar mutlaka olmalı, fakat iyi projelerin de bu bürokratik engellere takılması engellenmeli. Bazı durumlarda sadece projenin iznini 2-3 sene bekliyorsanız bu girişimcilere sekte vurdurur. Haliç’e Boğaz suyunun verilmesi nasıl bir hareketlilik getirecek? Burası İstanbul’un tabii bir vahasıdır. Daha doğrusu eskilerden gelen en kıymetli yaşam alanlarından biridir. Doğal liman. Bu kaliteli yaşam alanını yeniden ileriye götürmek istiyoruz. Hilton oteli buraya getirmek de bu yaklaşımın önemli bir parçasıdır. Aslında Haliç’in akıllarda kalan imajı çoktan değişti. Gerçi bu kaderi ne yazık ki Avrupa’da da bir sürü kıyı şehri yaşadı, hepsi aynı hatayı yaptılar. Suyun kenarına atıkların olabileceği yapılar koydular. Haliç’de çevredeki güçlerin de katılımı ile çok önemli bir değişim yaşandı ve devam ediyor. Bu anlamda Boğaz suyu da önemli ölçüde akıllarda kalanları temizleyecek, Haliç’in güzelliğine güzellik katacak. Buranın dışında hedefleriniz neler, başka projeler var mı ? Şu anda inandığımız örnek projeler yapmak ve taş üstüne taş koymak, yani üretmek. Proje, fikir, tasarım… üretmek ve geliştirerek gelişmenin gerekliliğine inanıyoruz. Otel bizim için bir örnek projedir, İstanbul’a, projelere, işe yaklaşımımızı ifade etmek istedik. Örneğin otelde çevreye ve yatırıma bakışımız çok farklı. Odaları maksimize etmeyi düşünmedik, mimariyi bölgeye uygun geliştirdik, dokuya uysun istedik. İstediğimiz hem mimari açıdan hem de enerji tasarrufu açısından, kullanılan inşaat materyalleri ile en az enerji sarfiyatını sağlıyor olması ile de farklılık yaratmaktı ve yarattık. LEED sertifikası aldık ki Türkiye’de LEED alan ilk oteldir Hilton Garden Inn İstanbul Golden Horn. Yapacağımız tüm projelerde de yaklaşımımız bu netlikte ve duyarlılıkta olacak.I 83 Mayıs 2012 Eur newsport Çiftkurtlar Group Yönetim Kurulu Başkanı Şahin Mehmet Çelik: Yerli otomobili Türkiye için riskli bir yatırım olarak görüyorum 84 Mayız 2012 O tomotiv markalaşma yoluna gidiyor. İnsanlar da var olan bu markalara senelerdir bağımlılık gösteriyorlar. Yeniden bir marka yaratarak bu bağımlılığın kaç yıllık bir yatırımla karşılanacağı soru işareti. Yerli otomobili ben Türkiye için riskli bir yatırım olarak görüyorum” diyen Çiftkurtlar Group Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Çelik, son dönemin birinci gündem maddelerinden biri olan konuya farklı bir bakış açısı getirdi. Yarım asrı geçkin bir süredir otomotiv sektöründe faaliyet gösteren Çiftkurtlar’ın otomotiv sektör ve yeni girdikleri konut sektörü ile ilgili deneyimlerini dergimiz ile paylaşan Mehmet Çelik, önemli açıklamalarda bulundu. Yerli otomobil ile ilgili değerlendirmeniz sektördeki deneyiminiz göz önünde bulundurulduğunda oldukça önemli. Türkiye’nin yerli otomobil konusunda azda olsa şansı yok mu? Ticari ve hafif ticari araç olmak üzere yerli tüketimimiz yılda yaklaşık 950 binlere geldi. 500 bin civarında da binek araç var. Ben üretilecek olan aracın en azından sadece ticari kısmını Türkiye’nin yapmasını isterim. Çünkü ticari pazarda önemli bir gelişme söz konusu. Ticari araçların artış hızı binek araçlara kıyasla daha yüksek. Aynı zamanda ticari araçların yatırım maliyetlerinin daha düşük olacağı kanısındayım. Ticari ve hafif ticari araçta Türkiye’nin bir marka yaratmasını isterim. Mesela Doblo ürünü ile Fiat bunu yaptı. Gayet de başarılı oldu. Şu anda yurtdışına da ihraç ediyor. Açıkçası ben binek otomobilde markalaşma bazında, imaj bazında diğer markalarla mücadele edebileceğimizi düşünmüyorum. Çünkü çok büyük rekabet var. Firmalar arasındaki bu rekabetten dolayı teknoloji de çok gelişti. Her gün yeni bir ürün piyasa çıkıyor ve her yeni ürün diğer ürünü, diğer markayı egale ediyor. O kadar büyük bir kavga var. Tren kaçmış diyebilir miyiz? Evet. Otomotiv sektörü 100 yıla dayanan bir sektör. 100 yıldır gelişme gösteriyor. Biz bu 100 yılı bir 100 yıl daha tekrar nasıl bekleyeceğiz? Asıl sormamız gereken soru bu. Eğer Türkiye kendi markasını yaratmak istiyorsa hafif ticari de yol alabilir. Ben hadiseyi bir Doblo gibi görüyorum. Onu daha da geliştirerek, şartlara daha uygun hale getirerek yapabilir. Jan Nahum taksi aracı tasarlayarak pazara girmek istedi. Bence gayet güzel bir tasarım olmuştu ama ona rağmen engellendi. Ama bu konuda önemli bir tecrübe kazanmış olduk. Orada kaybettikleri bir şey olmadıklarını ifade ediyorlar. Evet, tecrübe kazanmış olduk. Ama gene orada bir yatırım söz konusuydu. İyi bir proje olmasına rağmen durduruldu, olmadı. Türkiye ancak kendi iç pazarına bir şey üretebilir. Bu iç pazarda çok başarılı olduğu takdirde dışarıya ihracata başlayabilir. Bu yavaş yavaş gelişme gösterir. Hibridli ve elektrikli sistemlerle ilgili tartışmalar gündemde. O alanda belki kendimize yer açabileceğimiz ifade ediliyor. Hibridte olsun, elektrikte olsun senelerden beri çalışmalar yapıyor. Bu çalışmaları en üst düzeye getiren hibridte Honda var. Ben bu alanda Honda markasını başarılı buluyorum. Üzerinde bayağı bir çalışma söz konusudur. Elektrikte Chevrolet markasının yaptığı gelişmeler var. Gene aynı şekilde Mercedes de bir şeyler yapıyor. Bahsettiğimiz bu devlerin arasında Türkiye’nin böyle bir teknolojiyi kendi kapsamı içine alması, geliştirmesine kadar doğru olur? Bana göre bu biraz zor gibi gözüküyor. Ancak biz de yaparız diyenlerin sayısı giderek artıyor. Türkiye’de Renault, Fiat gibi fabrikalar var. Mesela Tofaş artık bir Türk ürünü olarak biliniyor. Zannediyorum Tofaş’ın CEO’su Ali Pandır o zamanlar biz bu işi sahipleniriz demişti. Çünkü bir alt yapısı vardı ve fazla bir yatırıma ihtiyaç duymayacaktı. Yani o alt yapıyla paralel olarak biz bu işe talibiz denmiş oldu. Mesela Koç Grubu bunu becerebilir. Ancak bu fizibilite ve pazar meselesidir. Yatırım maliyetleri ve gelir gider tahvilleri söz konusu. Herhalde iç pazarda bu işi deneyeceklerdir. Son dönemdeki gelişmeleri biraz değerlendirelim isterseniz. Uluslararası krizin etkileri otomotiv sektörüne de yansıdı mı? 2011 dönemi bizim açımızdan parlak geçti. Ancak otomotiv sektöründe kıran kırana bir rekabet var. Diğer markalarla olan fiyatlandırma farkından dolayı biz bunu çok sık yaşıyoruz. Müşteri o kadar bilinçlendi ki artık bu işten en çok onlar karlı çıkıyor. Bizim gibi işletmelerde artık kar seviyeleri minimize hale gelmiş durumda. İşletme maliyetleri de yüksek olduğu için sektör açısından hoşnutsuz bir durum söz konusu. Dev tesisler, plazalar ve bunların içerisinde en az 130 çalışan var. Bu kar marjlarıyla bunların masraflarını karşılamak, ne kadar yürütülebilir, ne kadar iyi gider biz şu anda onun hesaplarını yapıyoruz. İşletme maliyetlerimizi minimize etmeyi düşünüyoruz ancak bir noktadan sonra da hiç bir şey aşağı düşmüyor. Ama kar marjlarının günden güne daha da aşağıya çekildiği bir noktadayız. Çok büyük rekabet var. Bu bahsettikleriniz şu anda her sektör için geçerli. Çünkü küresel kriz insanlara bunu dayatıyor. Bence kriz insanlara pazarlık etmeyi, bilinçli alım yapmayı öğretti. İnternet de bu işte çok iyi bir araç oldu. İnsanlar artık ucuz olan şeyi almaya çalışıyorlar. Bir başkasının daha pahalıya aldığı bir şeyi ben daha ucuza aldım yarışı içerisindeler. Bu tabi işletmeleri biraz zora sokuyor. 85 Mayıs 2012 Eur newsport Bu noktada tekstil sektöründen örnekler var. Tekstil sektörü bu durumu çok fazla yaşadı. Belli bir noktadan sonra da tıkandı. Evet. Bir insanın dikkatini çekmek için “gel çok hesaplı” demek gerekiyor. Bu aslında çok tehlikeli bir laf. İstediğiniz kadar doğru dürüst verin ama hesaplı olmazsa, sizin malınız 2. derece kalmış oluyor. Kalitesiz ürünler başka şeyleri de beraberinde getiriyor ki bu da bu dönemin kötü bir dönem olduğu kanaatini doğuruyor. Bir insanı alıma yönlendirmeniz için artık ona ya çok hesaplı, çok uygun demeniz ya da yanında bir hediye vermeniz gerekiyor. Bugün bizler servislerle ayakta durmaya çalışıyoruz. Servislerde de kişilerin talepleri şöyle; “başka yerde bana %50 indirim yapıyorlar” diyor. Ben çalışanın maaşını 1000TL’den 500’e düşürebilir miyim? Yemeğinden tasarruf edebilir miyim? Az üretim olursa ancak işçi çıkartabilirim. 1 kişiden daha fazla faydalanıp, üretimi ve verimliliği arttırabilirim. Ancak bunu yapabilirim. Bu %50 seviyelerinde midir? Teşvikle ilgili konular gündemde. Belki ülkeyi başka bir yere bu sevk edebilir. Doğu Anadolu’da kurarsan sana şu kadar indirim var, sigorta, SSK, muhtasar yok diyorlar. Bu teşvikler belki yatırım alanlarını oraya kaydırabilir. Sonuçta ucuz olacaktır. Bir işletmenin bugün SSK’sı, muhtasarı ve ya bazı şeylerden muaf olması büyük bir kazanç. Yatırımlar oraya yönelirse oradaki istihdam artar. Doğru bir seçim ama yerleşim ister istemez daha çok Marmara Bölgesinde. 86 Mayız 2012 Sizin konutla ilgili yaptığınız çalışmalar da var. Bu alandan bahsedebilir miyiz? Biz Tarabya’da bir inşaat projesi yaptık. Elit bir proje. Herkese satmıyoruz. Birbiriyle anlaşabilecek, düzgün aile ortamına sahip insanları bir araya toplamak istiyoruz. Toplamda 40 daireden oluşuyor. Zaten ben rezidanslardan nefret eden bir adamım. Orada yaşam olmaz diye düşünüyorum. Sonuç olarak bir proje geliştirdik. İyi bir ivme kazandı. Kaliteli malzemelerin kullanıldığı, alt yapısı iyi olan bir proje yaptık. Her şeyiyle mükemmel bir proje oldu. Satışa sunduğumuz değer karşı taraftan pahalı olarak nitelendiriliyor. Çünkü sadece lüks bir konut olarak görülüyor. Alt yapısına indiğiniz zaman bizim maliyetlerimiz 1000 $ daha fazla. Müşterinin bunu takdir etmesi lazım. İstinye Park’ın orada oturanlara bakıyorsunuz alt dairelerin hepsi rutubetli. Güzelim daireler. Güzel bir proje ama sesinizi yükselttiğinizde yan daireden sesinizi duyabiliyorlar. Ama orası gene de satıyor. Sebebi de lokasyonun daha iyi olmasıymış. Müşteri bilinçli olmalı. Her yönüyle orayı değerlendirmesi gerekiyor. Oranın inşaat maliyetiyle bizim yaptığımız inşaatın maliyeti arasında fark var. Ama ona rağmen burası daha değerli. Bundan sonra gayrimenkul alanında çalışmalara devam etmeyi düşünür müsünüz? Bizi tatmin ederse düşünebiliriz. Bu dönem kötü bir dönemdi herhalde. Biraz bekleyeceğiz. Bu inşaatımız iyice bir değerlensin. Oradan yakalayacağımız ivmeye göre yatırım yapacağız.I Ceynak Lojistik Genel Müdürü Mehmet Ali Tekinsoy: Türkiye marka yaratmalı ve satabilmeli S amsun Limanı özelleştirme sonrası yapılan modernizasyon çalışması ile yeni döneme hazır. Bu yeni dönem ile ilgili görüşlerini aktaran Ceynak Lojistik Genel Müdürü Mehmet Ali Tekinsoy, sorularımızı yanıtladı. Samsun Limanı’nın özelleştirme sonrası modernizasyonunu gerçekleştirdiniz. Bu süreçle ilgili bilgi verir misiniz? Samsun Limanı 2008 yılında özelleştirildi ama bize teslimi 2010’da oldu. Özelleştirme bedeli 125 milyon dolardı. İki sene içinde 30 milyon dolar civarında yatırım yapıp Samsun Limanı’nı verimli hale getirdik. Limanın Samsun’la olan bağını dikkate alıp ismini Samsunport koyduk. Çünkü liman imtiyaz hakkı bizim olduğu kadar Samsunlunun da limanıydı. Ekipman ve teknolojiye olduğu kadar insana da yatırım yapıyoruz. Eğitimli iş gücü bize çok şey kazandıracağı bilincindeyiz. Bu süre içinde limanın iş hacmi artarken,verimliliği de artmaktadır. Limandan konteyner taşımacılığı yapılmamaktaydı, 5 aydır o da yapılıyor. MCS VE Arkas hatları düzenli olarak geliyor. Rusya’ya Ro-Ro seferleri 87 Mayıs 2012 artış göstermektedir. Bu ro-ro seferleri ile Türkiye’nin meyve ve sebzesi daha az maliyet ve daha kısa sürede Rusya’ya ulaştırılıyor. Limanın önemli bir artısı da demiryolu bağlantısının olması. Yanılıyor muyuz? Kesinlikle öyle. Demiryolunun limanın içine kadar girmesi önemli bir avantaj. Limanın bu özelliği maliyetleri düşürdüğü gibi, bize zaman da kazandırıyor. Maliyet unsuru, işletmeler için çok önemli bir unsur. Bu avantajdan iş ortaklarımızı yararlandırıyoruz. Ceynak lojistik sektörünün önemli oyuncularından biri. Konu ile ilgili neler söylemek istersiniz. Evet doğru. Cey grup 1969 yılından bu yana lojistik sektöründe faaliyet gösteriyor. Başlangıçda hububat lojistiğinde yoğunlaştırdık faaliyetimizi. Cey Grup olarak,ihtisaslaşmaya çok önem veriyoruz. Bildiğin işi yap ve en iyisini yap. Misyonumuz bu bizim. Depolama, taşıma ve ambalajlama dahil kombine lojistik hizmeti veriyoruz. Bu hususiyetimizden dolayı üç denizdeki limanlarda silolarımız var. Samsun Limanı da bizim için önemli bir lojistik merkeziydi. Çünkü Rusya başta olmak üzere Kuzey’den gelen hububatın önemli bir kısmı Samsun’dan Türkiye’ye giriyor. Samsun Limanı’na gelen hububatı silolarımızda depoluyoruz. Mersin,Dilovası, Aliağa da da depo ve silo- 88 Mayız 2012 larımız mevcuttur. Ayrıca, Mersin limanı içerisinde de likit yağ terminalimiz bulunmaktadır. Bakan Şimşek, iki yıllık bir sürenin büyük bir kayıp olduğunu ifade etti. Çok yerinde bir tespit. Bir işletme için 2 sene önemli bir süre. Ayrıca sadece bizim için söylenen bir söz değil bu. Tüm işletmeler için geçerli. Zaman kaybı yaşanmamalı. Hükümetimiz özelleştirmeye olumlu bakıyor ve elinden geleni yapıyor. Biz de zaten bu samimiyetten cesaret alarak özelleştirilen işletmelere talip oluyoruz. Özelleştirmede zaman mefhumu sadece finans ve kar ile de sınırlı değil. Dış rekabette de önemli bir unsur. Çünkü rakipler durmuyor. Bugün bahsedilen hedeflere ulaşmak için daha iyi limanlara ihtiyaç var. Evet var. Türkiye büyüyor ve taşımacılığa duyulan ihtiyaç artıyor. Bir taraftan yeni liman ihtiyacı doğuyor, bir taraftan da mevcut limanları iyileştirme ve kapasitelerini arttırma hususu önem kazanıyor. Limanları destekleyen kara, hava ve demiryollarının da ihtiyaca cevap verir hale getirilmesi lazım. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Türkiye’ni n son senelerde ulaşıma yaptığı yatırım küçümsenemez. Zorluklar içinde de olsa, başarılı yatırımlar yapıldı. Limanların yetersizliğinden dolayı kapasitelerin yetmediği ifade ediliyor. Konu ile ilgili neler söylemek istersiniz? Doğru da yanlış da. Limanların tam kapasite ile çalışanı da var, çalışmayanı da. Bu biraz da arz talep meselesi. Talep arttıkça kapasite de artıyor. Biz mesela. Samsunport’daki iyileştirmeyi tabir yerinde ise, santim santim hesaplayarak yaptık. Ayrıca müşterilerle birebir görüşüp onların talepleri doğrultusunda yapacaklarımızı tasarladık. Bir de şu husus var tabii. Limanlar çok iyi ama kara ve tren yolu yetersiz. Hava yolu taşımacılığındaki artış müthiş bir başarı öyküsü. THY’nin başarılarını hayranlıkla izlemekteyiz. Özel sektör de onlarla yarışma çabasında. Fakat, Türkiye hava kargo taşımacılığında henüz istenilen noktaya gelemedi. Hakeza demiryolu; onun da modernize edilmesi ve yaygınlaştırılması şart. Demiryolu ile ilgili “Biz de içinde olmak isteriz” diye bir beyanatınız var. Hala aynı fikirde misiniz? Bizim için önemli olan iki husus var. Birincisi, müşteri memnuniyeti. İkincisi, işimizi iyi yapmaya gösterdiğimiz özen. Şayet bu iki unsur örtüşürse, her işte varız. Demiryolu da ilgimizi çekiyor elbette ki ama dediğim gibi başarılı olacağımızı görmemiz lazım. Lojistik sektöründe çok çeşitli dallar var. Biz daha çok entegre lojistik hizmeti sunan bir firmayız. Tahıl lojistiği ve bunun dışında müşteri talepleri doğrultusunda da lojistik hizmetleri sunuyoruz. Devamlı kurallar koyarak, cezalar keserek daha zorlu ve sıkıcı bir ortam yaratılıyor. Kuralsız iş olmaz. Elbette olacak kural. Ceza da tabii. Önemli olan kuralların afakî olmaması. Tarafların ortak fikriyle alınan kurallar hem kalıcı olur, hem de sistemin doğru çalışmasına fırsat verir. Türkiye’nin lojistikte marka olması lazım. O da evrensel kurallarla olur. Bu ortamda sektörde birleşmelerin gerçekleşmesi gerekir mi? Kaçınılmaz. Olacak bunlar. Fakat, bir müddet daha beklemek lazım. TTK yenileniyor. Rekabet şartları yeni baştan gözden geçiriliyor. Sektör tanımı yeniden yapılıyor. Sistem otursun mutlaka olur, şirket evlilikleri ve satın almalar da. Bize gelince. Cey Group öncelikle milli kalmayı yeğler. Kalitesiyle, standartlarıyla, hizmetiyle hep iyi olmayı hedeflemiş ve başarılı olmuştur. Şartlar değişir, daha fazla kapasiteyle hizmet etmemize imkan veren, bize bir katkı sağlayacağına inanacağımız bir ortaklık söz konusu olur ise, neden olmasın? Değerlendiririz. Sektörde kaçak akaryakıt nedeniyle haksız rekabetin yaşandığı ifade ediliyor. Bu noktada çözüm olarak kurumsal kullanıcıya ceza kesilmesi önerisi getirildi. Sizin görüşlerinizi alabilir miyiz? Türkiye 2023 hedefine odaklandı. 1.2 trilyon dolarlık dış ticaret hacmine ulaşacaksa, bu tür tartışmalardan ve kısır döngüden uzak durması lazım. Taşımacılıkta akaryakıt ciddi bir maliyet unsurudur ve kayıt dışı akaryakıta müsamaha haksız rekabete neden olur. Bunun önüne geçmek lazım. I 89 Mayıs 2012 Eur newsport Konut sektörünün AVM ve iş merkezi projelerine göre başarısız olduğuna dikkat çeken Permak Şirketler Grubu Gn. Müd. Yar. Güven Emre: Ataşehir’e yaklaşırken bir beton gölüne yaklaşıyorsunuz E ndüstriyel Çamaşırhane, Kuru Temizleme Tesislerinin projelendirilmesi, planlanması ve anahtar teslim hizmet anlayışıyla, 35 yıldır sektörün lokomotif gücü olan PERMAK MAKİNA A.Ş alanında Türkiye, Ortadoğu, Afrika ve Yakın Asya’da yüzlerce projeyi başarı ile tamamlamayı başarmış bir şirket. Permak Grubunun teknoloji, tekstil, enerji ve perakende alanında faaliyet gösteren kendi sektörlerinde seçkin ve başarılı başka şirketleri de mevcut. Bu başarısını inşaat alanına da taşıyan Permak, özellikle geliştirdiği iş merkezi ve rezidans projeleri ile kendisini kanıtladı. Son dönemde geliştirdikleri iş merkezlerini kiralama yoluna gittiklerini belirten Permak Şirketler Grubu Genel Müdür Yardımcısı Güven Emre, ileride GYO olmak için gerekli adımları atacaklarını da belirtti. Permak İnşaat olarak yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz? Permak İnşaat bünyesinde kira geliri getiren A+ iş merkezleri ve rezidans projeleri geliştiriyor. Daha önce yaptığımız Bellevue Residences, Microsoft binası, Çorlu’da Çukurova grubu Hobim binası portföyümüz içerisinde bulunanlardan birkaçıdır. Şu an ağırlıklı olarak iş merkezleri üzerine yoğunlaştık. Uygun şartlar oluştuğunda Bellevue Residences benzeri yüksek içerikli konut projeleri de üretmeye devam edebiliriz.. Yeni bir yasa çıkması ile ilgili olarak da iş merkezleri yerleşimlerinde beklentiler var. Apartmanların ofise dönüştüğü bir ülkede bu düzenden vazgeçilip ofis olarak üretilen binalara geçilmesi gerektiği ifade ediliyor. Bizim ofiste hedefimiz kurumsal firmalarla çalışmaya devam etmek. Mesela Microsoft gibi tek bir ku90 Mayız 2012 rumsal kullanıcıya binayı uzun dönemli kiralıyoruz. Bu hem binanın değerini artırıyor hem de spesifik kullanıcı ihtiyaçlarını dikkate alan işlevsellik ve kaliteyi sağlamayı kolaylaştırıyor. Bununla beraber daha sınırlı ve küçük birimlere yönelik kiralama da çok önemli bir pazar Tüm dünyada avukatların, doktorların, diş hekimlerinin belirli yerlerde normal apartmanlarda faaliyet göstermesi aslında bizde olduğu gibi yaygın. Fakat artık bu konuda yasal zorunluluk olmasa bile tüketici talepleri değişiyor. Mesela bilhassa hukuk bürolarını bundan 10 yıl önce Beyoğlu’nda, Nişantaşı’nda, Bakırköy’de görünürlüğü yüksek apartmanlarda bulurdunuz ama bugün, hukuk büroları plazalara taşınıyor. Çünkü iş merkezlerinin sağladığı konforların apartmanlarda sağlanması mümkün değil. O yüzden de orada ciddi bir boşluk var. Türk iş piyasası çok hızlı büyüyor. Son 15 yıldır rekor üstüne rekor kırılıyor. Hem yurtdışından gelenler hem de bizim iç dinamiklerimizle iş yaşamına katılan sayısı sürekli artıyor. Dünyada başka trendler de var. Mesela home ofis uygulaması yaygınlaşıyor, insanlar belli bir lokasyonda çalışmıyorlar. Ama bizdeki iç dinamikler öyle güçlü ki sürekli ofise olan ihtiyacı o yüzden arttırıyor ve o yüzden ofis üretimi bizim için stratejik bir hedef. Kavacık’tan sonra da Ayazağa’da da ofis yatırımı yapmayı düşünüyoruz. Kavacık’taki projemizi de 2012’nin üçüncü çeyreğinde bitirmeyi planlıyoruz. Kavacık’ın hak ettiği değeri bulamadığı ifade ediliyor. Sizin bu konudaki düşüncenizi alabilir miyiz? Kavacık stratejik olarak güzel bir yerde. İki yakaya da ulaşım arterlerinin yanında. Kesinlikle Maslak’ın muadili bir yer. Kavacık’ın tek handikabı zamanında toptancı bir yaklaşımla tüm Beykoz’un sit alanı ilan edil- miş olması. Sit politikalarını gayrimenkul sektöründen biri olarak destekliyorum, tarihi ve doğal değeri bulunan yerler mutlaka korunmalı fakat bizdeki uygulama bir sarkaç gibi iki uçta geziniyor: ya ormanın, denizin yanında yüksek veya yoğun yapılaşmayla çevreyi tahrip eden işler yapılabiliyor ya da tedbir alalım derken Beykoz’da olduğu gibi toptan sit alanı ilan edilerek bölgenin gelişimi engelleniyor. Kavacık da Beykoz’un bir parçası. Aslında oranın ne denizle ne de ormanla ilişkisi var. İçinden geçen yolların çok kötü ihtiyaca cevap verecek şekilde düşünülmesi gerekmez miydi? Sadece Kavacık değil statü değiştiren semtlerin birçoğu için bu geçerli. Kentin bir yeri hızla değerleniyor ve yatırımcılar oraya gidip modern binalar yapıyorlar ama oradaki kamu yönetimi o altyapıyı aynı paralellikte sağlayamıyor. İleride muhakkak telafi olacaktır ama yanlış planlama da var. Çok güzel binalar yapıldı ama çok dar sokaklar var. Maslak da öyle, iş çıkış saatlerinde oradaki trafik yönetilemez hale geliyor. Bizdeki dinamikler öyle güçlü ki kamu otoritesi, ilçe belediyeleri, hükümete bağlı kurumlar ancak arkadan koşuyor. Plan- lama yapıp yatırıma yön verilemiyor. Yatırımcıların acil ihtiyaçlarına karşılık bulmaya çalışılıyor. Konut sektörü ile ilgili daha mesafeli bir duruşunuz var. İstanbul için üç tane dönem var. Biri tarihi İstanbul’dur. Bunu korumak dışında hiçbir şey yapamazsınız. Sonra bir cumhuriyet dönemi şehri var. Şişli, Harbiye gibi, tabi ekonomi şimdiki kadar güçlü olmadığı için bu örnekler çok yaygınlık kazanamamış. İstanbul, Ankara ve İzmir’in bazı semtleri bununla sınırlı kalınmış ama modernist mimari açısından kısmen başarılı olmuş. Bulvarları, caddeleri, sokakları Türkiye’nin biraz da batılılaşma çizgisine paralel, imitasyon olsa da bazı şeyler kent anlamında bir şeyler üretilebilmiş ama çok kısıtlı kalmış. Bu son 15 yılı kapsayan yapılaşma da,bence üçüncü dönem/dalga olarak kabul edilebilir. Burada üç tane ana yapı ortaya çıkıyor. Bunlar AVM’ler, iş merkezleri ve konutlar. Bence yeni dönemde en başarılı olan iş merkezleridir. Maslak’tan yükselen yeni kent, Kavacık, Ümraniye’de hakikaten güçlü bir ekonomiye dayanan güçlü bir Türkiye işareti var. AVM’lerin iyi olanları da kötü olanları da var. Konum91 Mayıs 2012 Eur newsport lanışı itibariyle belki yanlışlıklar var. Şehrin çevresinde olması gerekirken şehrin merkezinde genelde sokak alışveriş kültürünü biraz tahrip eder şekilde konumlanmışlar. Bence en başarısız olan da konut projeleridir. Hepsi şehrin çevresinde mini uydu kentler şeklinde oluşmaya başladı. Kendi nizamiyesi olan, çevresiyle entegrasyonu olmayan, çoğu zaman bulunduğu semtlere uzaydan düşmüş gibi, bir mimari uyumluluk aramayan yapılar olarak ortaya çıktı. Mesela Emlak Konut’un gerçekleştirdiği Ataköy, Bahçeşehir çok daha başarılı projelerdi. Özel sektör bu anlamda belki yaşayanlar için konforlu mekanlar üretti ama mesela batı Ataşehir’e yaklaşırken bir beton gölüne yaklaşıyorsunuz, yeşil alan çok az, caddeleri, bulvarları yok. Sitelerin ortak kesişim yerleri AVM’ler. İnsanlar bunu seçtikçe bu yatırıma da yönelim artıyor ama insanların seçmesi bunların doğru yapılanmalar olduğunu göstermiyor. Geçiş dönemi yapılanmaları olabilir bunlar mesela şehrin yeniden yapılanacak yerlerini boşaltmak için kullanılabilir. Demirören Grubu’nun Taksim’deki AVM’sini gösteriş uğruna yapılan kaba yapılara örnek olarak verebilir miyiz? Ben oranın yatırımcıyı da memnun ettiğini düşünmüyorum. Burada yatırımcı birinci derecede mesul ama ben burada belediyesiyle, kamu adına onu denetlemekle sorumlu kişilerin cesaretlendirdiğini düşünüyorum. Biz de projeler yapıyoruz. Karşınızda belediye veya anıtlar kurulu varsa bunlar çok net konuşursa, size; “Burası Be92 Mayız 2012 yoğlu, burayı bozacak, siluetini etkileyecek, diğer binalardan baskın olacak hiçbir şey yapamazsınız” deseler, hiçbir yatırımcı bu problemlerle uğraşmak istemez. Demirören büyük bir grup, orada 3.5 m yukarı çıkmasının getireceği değer, imaj olarak kaybettiğinin yanında dikkate dahi alınamaz. Fakat ilgili kurumlar da daha ruhsat aşamasında çizgileri net çekmeyerek bu işi cesaretlendiriyorlar. Zeytinburnu’ndaki 16-9 projesi de böyle. Siz bu kadar kritik bir yerde bina yapıyorsunuz. Google Earth’de bir bina modelleyip topografi içinde çevrede nasıl durduğuna bakabiliyorsunuz. Büyükşehir Belediyesi gibi 10 milyar dolar bütçesi olan bir kurumun böyle bir modelleme yapmaması kabul edilemez. Yapmıyorsa bu çok kötüdür. Yapıp da farklı davranıyorsa bu çok daha kötüdür. Bunlar görülemeyecek şeyler değil. Yatırımcının üzerine de yapıştı. Onun da muhakkak hatası var ama çift taraflı bir hata. Sizin yaptığınız çalışmalarda GYO havası var. İleride bu konuda bir yöneliminiz olacak mı? Hedefimiz orta vadede Permak İnşaatı GYO’ya dönüştürmek. Remag da bizim geliştirici, taahhüt şirketimiz. Permak İnşaat için proje geliştirmeye devam edecek. Bu konuda çok agresif değiliz. Bunu strateji olarak belirledik. Aynı anda 4-5 proje yapmaya finansal yapımız müsait ama biz daha butik çalışmak istiyoruz. Mesela Bellevue Residences projesi bu anlamda çok başarılı oldu. Biz o projeye çok maliyet aktardık, çok titizlendik, çok vakit ayırdık ama realize olan satış birimlerinden biz çalışmalarımızın karşılığını aldık. Bu ödüllendirilmeyebilirdi ama biz bunu bir kere gördük. Piyasa sizin gösterdiğiniz hassasiyeti takdir ediyor. Öyle bir tüketici bilinci var. Kavacık projesine de aynı hassasiyetle yaklaşıyoruz. Bizim Kavacık’taki projemiz Kavacık’a girdiğinizde ilk göreceğiniz binadır. Biz bu bilinçle hareket ediyoruz. Orada yapacağımız şey Kavacık’ı tanımlayan binalardan biri olacak. Bizim de sadece ticari getiri olarak değil, oraya yakışan bir bina yapmamız lazım. Kavacık’ın yükselen değerini düşürmeyecek bir binayı oraya yapmamız lazım. Kiralayacak olan kurumlar başka unsurlara baksalar da biz burası için dış cepheye çok önem verdik. Bina mimarisini farklı kurguladık. İçeriden görkemli güzel bina algısı yaratan unsurlara önem verdik. Ayazağa’da da bu anlamda özel bir proje geliştirmeyi düşünüyoruz. Yaptığınız binalara satışla ilgili bir talep geldiğinde düşünür müsünüz? Microsoft binası için çok büyük teklifler aldık. Ama GYO hedefimiz olduğu için şimdiye kadar serin kaldık. Uzun vadede düşündüğümüzde değerini karşılayacak, gruba taze kaynak aktaracak teklifler olursa değerlendirilebilir ama bizim amacımız öncelikle uzun dönemli kiralamak. Sektör sıkıntılı bir döneme girdi mi? Konut, orta sınıfa yönelik üretim banka kredisine bağımlı bir yatırım. Kira yerine banka kredisi ödemek mantıklı geliyor. Faizler yükseldiğinde buradaki pazar durur. Çok yatırım yapıldı ama ben arz fazlası olduğunu düşünmüyorum. Ben burada tahmin yapmaktan ziyade kendi gördüğüm parametreleri ortaya koymayı daha doğru buluyorum. Herkesin kendi kararını oluşturabilmesi için bu parametreleri doğru tanımlamamız gerekiyor. Türkiye’de kısa ve orta vadede konut ihtiyacı düşmez. Fakat bu ihtiyacı talebe dönüştüren yani tüketicinin alım gücünü etkileyen unsurlardan dolayı yavaşlama olabilir. Türkiye’de bilhassa orta ve alt gelir gruplarından insanların ev almaya devam edebilmesi için büyümenin sürekli olması lazım. O halde soru şu olmalı: sürekli büyümeyi sağlayacak bir iç tasarrufumuz var mı? Bu noktada, İngiltere, Amerika gibi iç tasarrufu yüksek konvansiyonel bir sermaye ülkesi olsaydık ya da Rusya veya Körfez ülkeleri gibi iç tasarrufu sürekli artıran doğal kaynaklarınız olsaydı, büyüme ve gayrimenkul piyasasındaki genişleme daha uzun süreler kesintisiz devam edebilir diyebilirdik.Fakat Türkiye için maalesef bu kadar net konuşamıyoruz. Biz büyümeyi sürdürmek için yabancı yatırıma bağımlı haldeyiz. Bu da sizi doğrudan global ekonomik gelişmelere çok hassas yapıyor. Bu etkenleri yan yana koyduğunuzda kararı yatırımcıya bırakmak gerekir. Depremle ilgili de aktarımlarda bulunabilir misiniz? Çok sıkıntılı bir konu. Bu konuda benim de eleştirilerim var ama çalışan bir çözüm önermek çok zor. İstanbul’un deprem açısından en riskli bölümü güney kısmında kalan tarihi semtlerimizin olduğu bölümdür. Buraların bir kısmında da gecekondu benzeri yapılaşmalar var ve deprem açısından ciddi risk teşkil ediyorlar. Tarihi binaların renove edilmesi ve diğerlerinin önemli bir kısmının da yeniden yapılması lazım. Burada iki tane sorun var. Orada yaşayan kişiler oralar yeniden inşa edilirken nerede kalacaklar? Bir de bu dönüşüm nasıl finanse edilecek? O bölgelerde ikamet eden birçok insan aynı çevrede esnaflık yapıyor ve çalışıyor. Yani o bölgede sadece evi değil dükkânı, iş yeri yani daha doğru bir ifadeyle tüm hayatı var. Bu problemleri sorunsuz aşmak için ciddi bir finansman gerekiyor. Kent Yönetimlerinin buna ayıracak kaynakları olmadığı gibi kaynak ayırmaya niyetleri de yok. Genel yaklaşım; “buralar zaten şehrin değerli bölgelerive bizim sağlayacağımız imar kolaylıklarıyla buraların dönüşümü kendi kendini finanse eder” doğrultusunda. İmar kolaylığından kasıt da sizin üç katlı binanıza mesela altı kat için izin verilmesidir. Bu durumda da depreme hazırlanırken hem tarihi ve doğal siluet bozuluyor hem de riskli bölgelerde yüksek yapılaşma imkanları veriliyor. Tarihi semtlerde dönüşüm için böyle riskler var. Özellikle İstanbul’un Avrupa yakasının güney kısmında kalan semtler için bu dönüşüm biraz sıkıntılı olacak. Buralardaki dönüşümün kamu kaynaklarıyla sübvanse edilmesi şart gözüküyor. İmar teşvikleri ve mevzuat kolaylıkları tek başına yeterli değil. Fakat hiç kamu kaynağı ayırmadan, imar teşvikine dayalı sistemin başarıyla çalışacağı Kadıköy’deki Fikirtepe gibi yerler de var. Fikirtepe ile aynı şartları taşıyan bölgelerde bu uygulama hızla yaygınlaştırılabilir. Yabancılar konut satışı ile ilgili bir beklenti var. Sizin bu konudaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? O konuda çok beklenti var. Mütekabiliyet şartı gereği Türkiye’de doğrudan konut alamayan yabancılara çok sayıda lüks konut satışı yaptık ama onlar genelde kendi ülkelerinde çok varlıklı insanlardı. Türkiye’de bir şirket kurup o şirket üzerinden taşınmaz almak onalar için mesele değildi. Benim merak ettiğim, mütekabiliyet şartının kalkmasıyla beraber beklendiği gibi İranlılar, orta sınıf Katarlılar, Dubaililer gelip bizim İstanbul’da toplu konut müteahhitlerinden konut alacaklar mı? Eğer bu başarılırsa Türkiye’deki gayrimenkul sektörü özellikle konut bağlamında ayrışarak genel ekonomik trendlerden bağımsız işleyebilir. Şimdiye kadar cari açığı önemli miktarda ithal girdi kullandığı için bozan bir sektördü. Ama yabancılara sattığı andan itibaren cari açığı düzeltici etkisi olacaktır. I 93 Mayıs 2012 Eur newsport Türker Lojistik Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Faruk Türker: Türk Lojistik Firmaları Uluslararası Rekabette Önemli Adımlar Attı 2 023 ihracat hedeflerinin büyüklüğü, hiç kuşkusuz lojistik sektörünü heyecanlandırıyor. Son yıllarda ülkenin gelişimine paralel olarak önemli aşamalar kaydeden lojistik firmalarımız yeni dönemde de başarılı çalışmalara imza atmaya hazırlanıyor. Gelecek ile ilgili planlarını şimdiden yapmış firmalarımız arasında yer alan Türker Lojistik Türker Gurubun amiral gemisi konumunda. Lojistik sektörü dışında da yatırımları ve faaliyetleri olduğunu belirten Türker Lojistik Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Faruk Türker, paylaşımları ile sektörün bugünü ve yarını ile ilgili fotoğrafını çekti. Türker Lojistik ve faaliyetlerinden bize biraz bahseder misiniz? Türker Lojistik uluslararası kara nakliyesi olarak hizmet vermektedir. Baba mesleğimiz olan bu mesleği 87 yılında babamızdan devralarak bugünlere kadar getirdik. 87 yılından 96–97 yılına kadar kara taşımacılığı ana faaliyet alanımızdı. Ancak 96–97 yılından sonra Türkiye’nin artmaya başlayan ticaret hacmi ve ortaya çıkan ihtiyaçla birlikte lojistiğin önemli süreçlerinden olan depolama konusunda da yatırım yapmaya başladık. Depolarımızı yapmaya ilk başladığımızda Türkiye’de gümrüklü depoların şirketlere verileceği fikri akıllarda dahi yoktu. Nitekim bunun arkasından 2 sene sonra gümrüklü depo rejimleri şirketlere verilme hakkının çıkmasıyla birlikte Anadolu yakasındaki depolarımızı gümrüklü depolara çevirerek bunu gerçekleştiren ilk şirket biz olduk. O tarihlerde gümrüğe gittiğimizde gümrük işlemlerinin nasıl yürütüleceği, defter kaydının nasıl tutulacağı, deponun nasıl mühürleneceği dahi bilinmiyordu. Geleceğe uyum sağlayan adımlarla bugünlere kadar geldik. Araçlarımızın sayısını zaman içerisinde arttırdık. Bu gün 500 araçlık römork ve 400’ e yakında çekici filosuna sahibiz. Gümrüklü ve gümrüksüz depolama alanlarımızı da genişlettik. Şu anda yaklaşık 45 bin metrekare gümrüklü depo kapasitemiz bulunuyor. Haydarpaşa, Erenköy ve Gebze Oto İhtisas gümrüklü depolarımız olmak üzere İstanbul’da üç kolda faaliyet gösteriyoruz. Yine Gebze’de 2009 senesinde yatırımını yapmış olduğumuz yaklaşık 22 bin 500 metrekare kapalı alana sahip, toplamda 33 bin metrekarelik yanıcı depomuz bulunuyor. Bunun yanı sıra gene Gebze Dilovası Gümrüğü ve Erenköy Gümrüğü olarak faaliyet gösteriyoruz. Ayrıca Bursa’da da gümrüklü ve gümrüksüz depolarımız bulunuyor. Diğer taraftan yaklaşık 12–13 tane yabancı şirketin katma değerli lojistik kapsamında hafif montaj hizmetlerini yapmaktayız. Kısacası etiketlemeden tutun bir malın yurtdışından gelip burada müşteriye dağıtılmasına kadar her türlü hizmeti gerçekleştiriyoruz. Gümrüksüz depo olarak baktığınızda da yaklaşık 87 bin metrekare kapasiteye sahibiz. Burada dediğim gibi gümrüksüz depoda yapılması gereken katma değerli işleri yapmaktayız. Bunların dışında açık alan kapasitesi olarak 221 bin 600 metrekareye sahibiz. Toplam açık alan sahası olarak bakıldığında da 600 bin metrekare. Bunların yanı sıra iştiraki olduğumuz Kocaeli Serbest Bölgesi’nde bir gemi tersanemiz bulunmaktadır. Orada da gemi imalatı yapmaktayız. Ayrıca enerji sektörüyle de ilgileniyoruz. O alanda da büyümeyi hedefliyoruz. Deniz taşımacılığıyla ilgili faaliyetleriniz var mı? Evet. Şirket olarak 5 tane tankerimiz vardı. Bunların 3 tanesini imal edip sattık. Kalan 2 tanesi de şu anda dünya denizlerinde çalışmaktadır. Bunu daha entegre bir hale dönüştürmeyi düşünür müsünüz? Şuan da değil ancak zamanla o da olacak. Demiryoluyla ilgili bazı gelişmeler söz konusu. Limanların büyütülmesi gündemde, sizin demiryoluna ilginiz var mı? Ülkemizin 2023 senesiyle ilgili hedefleri çok büyük. 500 milyar dolarlık bir ihracat hacmi bekleniyor. Yani yaklaşık 3–4 katı kadar ciddi bir büyüme kat sayısı söz konusu. Biz de 2023’e doğru devletimizin hedefleri doğrultusunda bizde büyüyeceğiz. Her yıl 12 milyon avro yatırım yapmayı hedefliyoruz. Demiryollarıyla ilgili çalışmalarımız daha önceden zaten vardı. Ancak fiziki yapıdan ve dünyanın krize girmesinden dolayı bir duraklama yaşamıştı. Bu gün intermodal taşımacılık olmazsa olmazdır. Konuyu bu açıdan değerlendirdiğimizde demiryolu taşımacılığında da hızlı bir şekilde yol alacağız. Size göre hedefler gerçekçi mi? Bence Türkiye 500 milyar dolarlık hedefe yaklaşacak. Belki de 2023’ü bile bulmayacak. Artan dış ticaret hacmi de zaten bunun bir göstergesidir. Şu anda en gözde yatırımlardan biri liman, liman yatırımlarıyla ilgilenir misiniz? Eğer doğru bir proje gelirse neden olmasın. Tekliflere her zaman açığız. Tabi öncelikle projenin bize uygun ve mantıklı olması lazım. Kendi işimizle ilgili olan her türlü yatırıma biz her zaman açığız. Karayollarıyla ilgili otobanların satışından bahsediliyor. Göcek’te sizin de böyle bir tecrübeniz var. Bu alan ilginizi çekiyor mu? İlgimizi çekiyor. Yurtdışından gelen ortaklık talepleri var. İhaleye bizle birlikte girmek isteyen kuruluşlar var. Konuyu değerlendiriyoruz. Sizce bu sağlıklı bir durum mudur? Uluslar arası rekabet edilebilirlik düzeyinizi arttırmak istiyorsanız ortaklıklar ve özelleştirme önemli. Türkiye’nin bugün yapmak istediğini İtalyanlar 35 sene önce yaptılar. Sağlıklı bir şekilde de yürüyor. O zaman biz belki de biraz geç kaldık. Geç kaldık demeyelim. Yollarımızda ve alt yapımızda ülke genelinde hızlı bir iyileştirme var ve yeni yatırımlar da hızla devam ediyor. Ben geç kaldığımıza inanmıyorum. Çok büyük nakit akışından bahsediliyor. Tabi ki her işin bir mali değeri var. Özelleştirmelerde bu kapsamdadır. Türkiye’de kara yollarının işletiminin özelleştirilmesinde de yabancılar ve yabancı-yerli ortaklıklar teklifler verecektir. İhaleler yapılsın bunu siz de göreceksiniz zaten. Burada sizce fiyatlandırma nasıl olacak? Örnek olarak köprü geçiş ücretlerinde artış söz konusu olursa… Her şeyin bir değeri var, o değerin dışına zaten çıkılamayacaktır. O zaman belki de fiyatlandırma daha iyi kontrol edilebilinecektir. Göcek örneğinde böyle bir durum var mı? Göcek’te devlet belirlediği rakamı bize deklare ediyor. Biz de o rakam üzerinden hareket ediyoruz. İnsanlar bundan rahatsız değiller mi? Rahatsız olmayan insan olmaz olur mu? Elbette vardır. Çünkü herkesin düşüncesi farklı farklı olduğundan biri başka bir şey söylerken diğeri başka bir şey söyleyebiliyor. Bir şekilde gelip gidiyor. Bu satıştan dolayı da karayolları satışının yapılmasını ya da yapılmamasını isteyenler olabilir. Ancak Göcek Tüneli’ni ele aldığımız zaman iyi ki de yapılmış. Çünkü eskiden insanlar Fethiye’den havaalanına gitmek için 1 buçuk saat önceden yola çıkıyorlardı oysa şimdi yarım saat önceden yola çıkmaları yetiyor. Dolayısıyla 1 saat kazanmış oldular. Göcek’ten yola çıkan ise 15 dakika önceden yola çıkarak havaalanına gidip uçağına binebiliyor. Eskiden 45 dakika önceden yola çıkılıyordu. Bunların hesabına bakıldığı zaman Göcek Tüneli devletin açtığı doğru bir projeydi. Allah da bize nasip etti ve ihaleyi biz kazandık. Enerji işiyle ilgili beklentileriniz nelerdir? Enerjiyle ilgili yatırımımıza başladık, şu anda da bitirmek üzereyiz. Herhalde bu yılsonuna gelmeden bitirmiş oluruz. Göcek Tüneli’de olduğu gibi enerjide de Necmettin Aydın ile ortağız. Ancak bundan sonrası için nasıl hareket edeceğimizi bu projeyi bitirdikten sonra iyi bir fizibilite yaparak karar vereceğiz. Petline’ın pazarlama müdürü kaçak akaryakıtın önüne geçilebilmesi için profesyonel kullanıcıya ceza 95 Mayıs 2012 Eur newsport kesilmelidir şeklinde bir açıklamada bulunmuştu. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Uluslararası taşımacılık yapan lojistik firmalarının kaçak akaryakıt kullandığına inanmıyorum. Bugün yeşil lojistiği önemseyen ve çevreye duyarlı olan sektörümüzdeki tüm firmaların neredeyse tamamı euro ıv – euro v motorlu araçlar kullanmaktadır. Zaten bu motor teknolojisinin kaçak akaryakıtı kabul etmesi söz konusu bile olamaz. Çünkü arabaya o akaryakıtı koyduğunuzda araba Türkiye’yi terk ettiği bir noktada yolda kalacaktır. Türkiye’de kaçak akaryakıt kullanılıyor mu diye sorarsanız, kullanılıyorsa çok az miktarda diyebilirim. Sanki herkes topu birbirine atıyor. Topu kimsenin kimseye atmasına gerek yok. Bugün zaten sınırlar belli olmuş durumda. Kaçak akaryakıt diye bir şey artık kalmadı. Ancak devlet verilerine göre de kaçak akaryakıtın arttığı ifade ediliyor. Arttı ama bizim sektörde değil. Ben bizim sektörle ilgili röportaj yaptığım için onu söylemek zorundayım. Mesela İzmit’ten yola çıkın Eskişehir yoluna sapın, Adapazarı köy yollarına girin ya da Adapazarı’ndan ileriye doğru gidin, Karadeniz’e, İç Anadolu’ya ya da Güneydoğu’ya doğru devam edin, o yolların üstünde hep yağ satılıyor. Bu yağlar hep katkı maddesidir. Bu katkı maddeleri arabaların depolarında kullanılıyor. Hatırlarsanız geçen sene Karadeniz’de ölümcül bir otobüs kazası meydana gelmişti. O aracın deposundan kaçak akaryakıtla yağ katkı maddesi çıkmıştı. Tabi o durum ne oldu, nerelere geldi bilemem. Zaten baktığınız zaman yolda fazla ve kötü duman atan arabalar bilin ki kaçak akaryakıtla yağ katkı maddesi kullanıyorlardır. Özellikle yurt içi taşımacılıkta 10 numara yağ konusunu yeterince kontrol edemediğinden haksız rekabet oluşuyor. Aslına bakarsanız bu konuda ciddi bir bilinçlendirme kampanyasına ihtiyaç var diye düşünüyorum. Tabi burada taşımacılık maliyetleri ve akaryakıt da ki vergi yükü de önemli. Ceza kesilsin dedikleri kişiler de bunlar zaten. Ceza değil bunun suçunun daha ağır olması lazım. Hem maddi hem de manevi cezalar kesilmeli. Zaten kurumsal şirketler kesinlikle bunu kullanmazlar. Ancak şoförlerinden kullananlar olur ama dediğim gibi kullananın da kısa süre sonra arabası zaten hareket etmez hale gelir. Ancak devlete servis yapan firmaların dahi bunu kullandığı ifade ediliyor. Bu konuda bir bilgim yok. Onun için yorum yapamam. Varsa da hırsıza kapı çok. Bunun da önüne geçilmesi için sıkı denetim şart. Ama dediğim gibi ben bizim sektörde kullanıldığına inanmıyorum. Biz bilhassa her gece araçlarımızın depolarında kontrol yapıyoruz. Her gece depolardan numune alıyo96 Mayız 2012 ruz. Yabancı firmalar ülkemize gelerek ağırlığını arttırmaya başladı. Yabancı firmaların Türk firmalarını alması rekabet şartlarını zorlaştırıyor mu? Günümüzde rekabet artık uluslar arası arenada. Dolayısıyla bu konu günümüzün kaçınılmaz bir gerçeği ve gelecekte de devam edecektir. Bugün 2012 senesindeyiz, uluslararası evlenmeler oluyor. Bir Türk bir Almanla, bir Alman da bir Türk’le evlenebiliyorsa bugün şirketlerimizde yabancılarla evlenecektir. Bu kaçınılmaz bir durum. Birbirimizden öğreneceğimiz çok şey var. O yüzden de bu giderek artacaktır. Türk lojistik firmaları dışarıda başarılı olabilir mi? Biz zaten şirket olarak buradan dışarıya gittik, gitmeye de devam ediyoruz. Kuzey – Güney Avrupa ve Balkanlar her zaman bizim için önemli bölgelerdir. Dolayısıyla öncelikli bu bölgeler olmak üzere potansiyelin olduğu her noktaya gerekli risk analizlerini yapıp gidebiliriz. Burada olan karşılıklı olarak taşımacılık standartlarının sağlam temeller üzerine oluşturulup uygulanması. Standartlar sonucunda AB ülkelerinde bizler birçok zorlukla karşılaşırken, yabancıların da bizim ülkemize bu kadar rahat girmemesi gerekiyor. Bugün lojistik sektöründeki şirketleri incelediğiniz zaman diğer sektörlerde olduğu gibi bizim sektörümüzde de uluslar arası rekabet var. Bu gün ülkemize gelip yapılanan bizlerle rekabet eden birçok firma var. Burada özellik rekabet için kurumsal yapınızı iyi oluşturmanız önemli. Rekabet sizi her zaman dinç tutar ve sizi değişime zorlar. Biz de onları izliyoruz. Ancak ileriki günlerde o şirketler bizimle daha zor rekabet edecekler. Bu gün lojistik maliyetler ve lojistik hizmet kalitesi rekabet edilebilirlikte önemli. Yerli şirketlerimizde bu analizleri iyi yapıp lojistik hizmet alacağı şirketi seçmeli. Şirketin yabancı olması her zaman iyi olacağı anlamına gelmez. Dolayısıyla firmalar bu konuya çok dikkat etmeli. Sırf yabancı firma diye yanlış tercih yüzünden birçok iş kayıpları olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Ve tabi yerli lojistik firmalara dönüş yapanları da. Kendi yaptıkları işler itibariyle yabancılara bağımlı olmalarından kaynaklanıyor olabilir mi? Tabi ki, o da var ama bağımlı olmayıp da işlerini yabancılara verenler de var. Dikkat ederseniz yabancı şirketlerin buraya geliş sebeplerinden en önemlisi kendi ülkesinde çalıştığı şirketlerin onları buraya göndermesidir. Türkiye’ye gelerek buranın da meyve bahçelerinden faydalanıyorlar. Sayıları da giderek artıyor. Sonuçta daha öncede ifade ettiğim gibi rekabet güzel. Yeter ki siz rekabet stratejilerinizi iyi oluşturun.I Eur newsport Porland Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Pamukçu: Markamızın pazar payı, tüm dünyada her geçen gün biraz daha artıyor ğretmen olarak hayata başlayan ve bugün ulaşılması güç deneyimlerle bir yatırımcı olarak yoluna devam eden Porland markasının yaratıcısı Süleyman Pamukçu, neden yatırımcı oldunuz sorusuna kısa ve öz bir cevap vermekle yetiniyor. Her insanda bir yetenek ve ruh vardır diyen Süleyman Pamukçu, aktardıkları ile bir başarı hikâyesinin arkasındaki gerçekleri paylaştı. Porland’ın kuruluşu ve şuan geldiği noktayı değerlendirir misiniz? İş hayatında başarılı olabilmeniz için birden fazla mesleği bir arada bulundurmanız gerekiyor. Yani ne kadar çok mesleği bünyenizde barındırabiliyorsanız ve bu meslekleri ne kadar iyi biliyorsanız o kadar iyi bir iş adamı, iyi bir sanayici olursunuz. Dolayısıyla ben de kendime baktığım zaman biraz hukukçu, biraz ekonomist, biraz insan kaynakları uzmanı, biraz mali müşavir, biraz heykeltraş, biraz iletişimciyim. Tabi her şeyden önce ticaret ruhu genetik olarak işlenmiş, biz sadece bunu geliştirdik. Dolayısıyla böyle bir ruhla işe başladık ve bu günlere kadar geldik. Her geçen gün de istikrarlı bir şekilde büyümeye devam ediyoruz. Porland’ı kuran firmamız olan İmge Ticaret 1984 yılında kuruldu. Porland’ı da 1992 yılında kurduk. Şu anda Porland’ın 20. yılı, İmge’nin de 28. yılı. Süleyman Pamukçu olarak da 38.yıldayız. 20, 28, ve 38 yıllarından birkaç köşe taşı aktarmak gerekirse sizin için bunlar nelerdir? Her şey hayal etmekle başlar. Bugüne kadar önce hayal ettik sonra tasarlayıp, hayata geçirdik, ürettik. Belli bir program dahilinde orta ve uzun vadede planlarımız, uygulama aşamasında hiç sekteye uğramadı. Çünkü sağlam bir zemin üzerinde inşa ettiğimiz firma Ö 98 Mayız 2012 yapısı, bir süre sonra kendiliğinden istikrarlı yükselişler gösterdi. Şuan Avrupa’da dünya lideri olarak gösterilen porselen üreticileriyle eşit seviyede ve aynı kalitede üretim yapıyoruz, 20 yıl öncesine kıyasla artık hareket sahamız tüm dünya. Avrupalı bir beyefendi kriz döneminde Avrupalının ne yapacağını bilemediğini ancak Türk insanı için krizin sadece yeni bir gün olduğunu ifade etmişti. Doğru söylemiş. O kadar büyük krizler yaşadık ki. Hatırlıyorum %1000, %2000 faizleri görmüştük. Tüm bunları yaşadığımız için bugün dünyanın büyük markalarını derinden sarsan, hatta iflasın eşiğine getiren krizler bizi pek fazla etkilemiyor. Artık bağışıklık kazandık diyorsunuz. Çok doğru. Ekonomisi dinamik aynı zamanda esnek bir yapıya sahip olan ülkemizde, değişkenlere bağlı kalmaksızın finansal tedbirler almanız gerekiyor. Burada asıl mesele istikrarlı bir şekilde ilerlemek ve sürdürülebilir karlı büyümeyi yakalamak. İş hacmi olarak şuan yıllık 45 milyon adet mamül üretiyoruz önümüzdeki mayıs ayında yeni fabrikamızın faaliyete girmesiyle bu oran yıllık 70 milyon adede çıkacak ki, eğer işinizi gerçekten kaliteden ödün vermeden, örnek teşkil edecek şekilde, eksiksiz yapıyorsanız bu gerçekten önemli Bu yüksek adet artışını sağlayan şey nedir? Artan pazar talepleri. Şu anda ancak 6 ay sonrasına teslim tarihi verebiliyoruz. Uzun zamandır birlikte iş yaptığımız müşterilerimiz var. Bu tamamen Porland ürünlerinin kalite güvencesi ile ilgili. Çünkü dünya standartlarında bir ürün üretiyoruz. Avrupa da bunu fevkalade benimsemiş durumda. Gerek Avrupa da gerekse Amerika da taleplerde artış var. Bir oran vermek gerekirse yurtdışı pazarın satışlarınıza oranı nedir? Şu anda %65. Bunu elimizden geldiğince %50’ye %50 yapmaya çalışıyoruz. Hedefimiz bu ama her zaman yurtdışı ağır basmıştır. Dolayısıyla %65’lere kadar çıktık. Sanırım şu anda yurtdışında kendi mağazalarınızı açmak gibi bir arzunuz var. En iyi benim diyen ün yapmış porselencilerden hiçbir kalite farkımız yok. Eşit kalitede eşit ürünler üretiyoruz. Dolayısıyla da özellikle İngiltere’de otel sektöründe pazar payının %7’sine sahibiz. Geçen sene ve ondan önceki sene bu oran %5’ti şimdi ise %7 gibi bir pay. İnşallah önümüzdeki yıl pazar payımızı da yükselteceğiz. Şuan mağaza arayışı içerisindeyiz. Mağazacılıkta standartlarımız belli, yurtiçinde ki mağazalarımızda sağladığımız konforu yakalayabileceğimiz elverişli bir mağaza olursa ilk mağazamızı İngiltere’de açmayı düşünüyoruz. Bu konuda devlet desteği alıyor musunuz? Londra’da pilot uygulama yapacağımız ilk mağazadan sonra diğer büyük başkentlerde de Porland mağazaları açmayı düşünüyoruz. Devlette bunu teşvik ederse bu açılış oranı ilk etapta 1 mağaza yerine belki de 2 mağaza olabilir. Bu sayede daha fazla sayıda ve daha hızlı bir şekilde yaygınlaşabiliriz. Biliyorsunuz zaman çok kıymetli, 10 yılda alacağımız yolu 2 yılda alırsak hem ülkemiz hem de markamız adına memnuniyet verici bir gelişme olur. Sektöre yeni üreticiler girebilir mi? Porselen sektörü çok kolay bir sektör değil. Yatırım olarak da pahalı. Tecrübe ve öz kaynak gerektiriyor. Dolayısıyla büyük bir sermaye ile çalışmanız lazım. Bunların hepsini bir araya getirdiğinizde, ‘üretici firma’ olabilme noktasında girişim azalıyor. 76 yılından beri bu işle meşgulüm, porseleni ilk o zamanlar tanımıştım. Hem üretimini hem de satışını yapıyoruz. Zaman içerisinde öz kaynağımız artış gösterdi. Neyi ne şekilde yapacağımızı çok iyi biliyoruz. Bu yüzden 2. Fabrikanın kurulması aşamasında hiç zorlanmadık, bir plan dahilinde, zamansal kurgumuzu da yaparak faaliyete geçtik. Şirket olarak çalışanlarımızla da kenetlendik ve bir takım halini aldık. Zaman içerisinde Porland kurumsallaştı. Sektörel bazda sürdürülebilir rekabetin olabilmesi için yeni girişimcilerin olması şart. Çünkü bu bir bakıma sektörel hareketliliği sağlar. Hem ülkemizde hem de yurtdışında Türk sanayicilerinin bu alanda yapabileceği çok iş var. Sabancı Holding gıdaya girdi. Fakat gıda konusunda başarılı olamadı. Her kurumsal firmanın geleceğe yönelik en az beş yıllık bir planı vardır. Bu plan dahilinde stratejilerinizi belirlersiniz ama zaman zaman teoride ki tasarımlarınız pratikte çok olumlu sonuçlanmayabilir. Çünkü çevresel etkiler ve değişen piyasa şartları uygulama sürecinde belirginleşir. Bu yatırımcıların en büyük handikaplarındandır. Porselen sektöründe de hem yatırımsal güce hem de tecrübeye dayalı iş gücüne sahip olmak gerektiğinden kimse pek girmeye cesaret edemiyor. Bu sektörün içine girmeye başladıklarında olayın ne olduğunu anlayınca hemen geri çekiliyorlar ya da küçük bir yatırımla başlıyorlar sonra bakıyorlar olacak gibi değil bu sektörden vazgeçiyorlar. Mesela bir seramik sektörüne benzemiyor. Seramikçi olabilirsiniz çünkü daha çok otomasyon 99 Mayıs 2012 Eur newsport ağırlıklı bir sektör. Ancak porselende yoğun bir emek söz konusu ve proseslerin takibi var. Çok hassas bir üretim sürecini içeriyor. Eleman yetiştirmeden birden bire yatırımı 3’e, 4’e katlamak çok sağlıklı bir durum değil herhalde. Kesinlikle, yaptığı işin bilincinde olan ve işinden zevk alan çalışanların olması direk üretime yansıyor. Biz özellikle üretimde her kapasite artışında doğan eleman ihtiyacı için eğitim süreçleri oluşturuyoruz. Şuan 2. fabrika için 300 kişilik bir istihdam yaratacağız. Toplamda 1500 kişiye çıkıyoruz. Eleman alımlarına başladık, alımlarla birlikte eğitimlerimizde başladı. Mayıs ayı için hazırlık yapıyoruz. 2–3 ay eğitimden geçiyorlar. Mayıs ayında fabrika üretime geçtiği zaman göreve hazır duruma gelecekler. Farkınızı ortaya çıkarmak için tasarıma önem veriyorsunuz. Tabi. Kalitesinden zaten hiç kuşkumuz yok. Dolayısıyla günümüzün taleplerine cevap vermek adına kendi tasarım bölümümüz olduğu gibi, yurtdışından da destek alıyoruz. Özellikle çok ünlü ve porselen sektöründe kendini kanıtlamış tasarımcı firmalarla çalışıyoruz. Zor bir konu. Çünkü her ülkenin kendine göre bir bakışı ve insan tipi var. Dolayısıyla farklı zevk ve çizgilere sahipler. Zaten o yüzden zaman zaman yurtdışından destek alıyoruz. Çünkü yurtiçindeki tüketicilerimizin yanı sıra İngiltere başta olmak üzere; Almanya, İtalya, Amerika, Yunanistan, Azerbaycan, Mısır... gibi pek çok farklı ülke ve kültüre de hitap ediyoruz. Aslında yaptığımız iş, bir anlamda ‘sanat’ın bir dalı gibi düşünülebilir. Sanatın evrensel renklerinden, çizgilerinden, desen ve formlarından ilham alıyoruz. Bu açıdan bakıldığında çok zorlanmıyoruz. Her zevke ve kullanıcı kesimine yönelik üretiyoruz. Gastronomiye, promosyona ve ev kesimine de cevap veriyoruz. Bu alanda ki pazar çok geniş. Gastronomi deyince içine yüzlerce şey giriyor. Yemekhanesinden tutun fabrikalar, hastaneler, oteller, kafeler, restoranlar... Özetle hayatın içinde porselenin bulunmadığı bir yer yok. Anladığım kadarıyla çeşit zenginliği gerektiren bir sektör. Her şeyden önce çok çağdaş bir yiyecek-içecek kabı. Porland Porselen ürünlerimiz kesinlikle kurşun, kadmiyum gibi ağır metaller içermiyor. Mesela kurşun çok eskiden kullanılıyordu fakat hala daha kullananlar var. Dolayısıyla tüketicilerin çok dikkatli olması gerekiyor, bir anne bebeği için, Porland marka mama takımı aldığında, biz onun bütün hassasiyetini taşıyarak sağlıklı ve 100 Mayız 2012 hijyenik ürün garantisi vererek üretiyoruz. Yurtdışındaki fabrikaların kapandığını ifade etmiştiniz. O fabrikaları satın almak size katkı sağlar mı? Evet, öyle bir şey de olabilir. Şu anda beklediğimiz bir yer var. Eğer anlaşabilirsek satın alabiliriz. Biz o konuda kendimize çok güveniyoruz. Porland’ın altyapı ve bilgi birikimi son derece yüksektir. Almanya’da herhangi bir ülkede bir fabrikayı satın aldığımız takdirde onlardan çok daha iyi bir şekilde götürebileceğimize yürekten inanıyoruz. Daha karlı sektörler de var. Mesela şu anda inşaat moda. Herkes ya inşaatla ya da enerji ile ilgileniyor. Sizin böyle bir düşünceniz var mı? Olay sadece para değil. İstihdam yaratmak, başardığımızı görebilmek, markamızı her geçen gün daha ilerilere taşımak bizi en çok sevindiren şeydir. Başka bir şey bizi daha mutlu etmez. Bunlar mutlu ediyor. Herkes şu hayatta sonuç olarak neyin peşindedir? Mutluluğun. Ben mutluluğu yaptığım işi en iyi şekilde yaparak yaşıyorum. O zaman kafanızda başka bir sektör yok. Özellikle alanımızla ilgili yatırım yapmayı düşünüyoruz. 2014’te halka açılacağız. Gelecek olan o parayla da yeni yatırımlar düşünüyoruz. Halka açılmayı daha fazla para kazanalım diye değil tamamıyla yeni yatırımlar için düşünüyoruz. Bu bir süreç orta vadede planlarımız arasında karlı büyümeye paralel olarak yeni yatırımlarda olabilir. Ülkenin genel olarak gidişatıyla ilgili neler düşünüyorsunuz? Genel anlamda ekonominin iyi olması istikrara bağlı. Bu hükümetle de istikrar büyük ölçüde sağlandı. Tek partinin iktidar olması önemli bir avantaj. Öte yandan, dünyada ve ülkemizde önemli bir sosyal sorun haline dönüşen işsizlik her geçen gün katlanarak büyüyor. Kalıcı çözümler üretmek ekonomik krizlere karşı sağlam ve güçlü durabilmek gerekiyor. Ülkemizde batılı ülkelere kıyasla sadece işsiz oranın yüksekliği değil aynı zamanda nitelikli işgücünün giderek daha fazla işsiz kalması sorunsalıyla da karşı karşıyayız. Eğitimli gençler arasında ki işsizlik oranının çok büyük boyutlara ulaştığı bir süreçteyiz. Bu noktada sanayicilerin daha çok desteklenmesi ve mevcut teşvik uygulamalarının benzer istatistiki sonuca sahip iş kollarında, eşit oranda dağılması, iş gücünü artırıp, kayıt dışı ekonominin engellenmesini sağlar ki temelde sadece istihdam sayısında değil ülke ekonomisinin tamamına etki edecek bir iyileşme gerçekleştirir.I U.N Ro-Ro CEO’su Sedat Gümüşoğlu: Ro-Ro pazarına girdiğinizde hemen geri dönüş alamazsınız S uriye’de yaşanan karışıklıklar sonrası Suriye’yi bypass edecek Ro-Ro hattı ile ilgili gündem, dış ticaretle ilgili engellerin ülke ihracatını engellememesi için yapılan çalışmaların göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu çalışmalar içerisinde yer alan U.N Ro-Ro, Köstence hattını açarak Karadeniz’e açılırken, getirilen maliyet avantajları ile dış ticaretimize de olumlu katkı sağlıyor. Köstence hattı ve güneyde açılması planlanan Ro-Ro hattı ile ilgili görüşlerini aldığımız U.N Ro-Ro CEO’su Sedat Gümüşoğlu, sorularımızı yanıtladı. Ülkemizin üretime ve dış ticarete bağlı gelişimi ortaya koyulan ihracat hedefleri ile daha dikkat çeker hale geldi. Bu tespit sonucunda yaptığınız işin de önemi ortaya çıktı. Bu çerçevede yaptığınız çalışmalar ile ilgili bilgiler verir misiniz? Bizim yaptığımız iş Türkiye ile Orta ve Batı Avrupa arasındadır. Aslında Avrupa Birliği de diyebiliriz ama Trieste ve Toulon hatlarımız için Avrupa Birliği içerisinde Balkan ülkeleri veya Kuzey Avrupa ülkeleri bizim pazarımıza girmiyor. Türkiye’nin Avrupa’daki ticari ortaklarında Almanya, İtalya, Fransa en büyük pazarlar, Benelüks, İngiltere, Avusturya da takip eden ülkeler. Biz de bu ülkelerle Türkiye arasında yapılan taşımalarda bir köprü görevi görüyoruz. Bu, şirketin kuruluş tarihi olan 1994’ten beri üstlendiğimiz bir misyondur. Daha çok da karayolundan tekerlekli araçla yapılan ticaretin deniz yolu 101 Mayıs 2012 üzerinden daha verimli ve ekonomik bir şekilde yapılmasını sağlıyoruz. Bugün itibariyle Türkiye’nin pazarı diye tanımladığımız pazarda tekerlekli araçlarla Avrupa’ya yapılan ihracat ve Avrupa’dan yapılan ithalat diye işimizi tanımlayabiliriz. Bu ticaretin % 40’a yakınını U.N Ro-Ro şirketimiz taşıyor. Geri kalanın % 9-10 kadarlık kısmı Çeşme bölgesinden Ulusoy Ro-Ro Avrupa’ya, Trieste limanına götürüyor. Geri kalanı da karayolu ile gidiyor. Rakamlarla ifade etmek gerekirse Türkiye’den Avrupa’ya yılda 250 bin tane TIR gidiyor ve geliyor. Onun %40’ı yaklaşık bizim üzerimizden geçiyor. Ti Ro-Ro diye bir şirket daha vardı. O çok eski bir şirket. Kepez bölgesinden İtalya’ya gidiyorlardı. Sanırım 2007 yılında Ti Ro-Ro yoktu. Aldıkları gemiler çalışmadı ve hurdaya çıktı. Köstence Limanı’na giderseniz Ti Ro-Ro gemisini orada demirli görebilirsiniz. İhtiyaç olmasına rağmen böyle atıl bir yatırım inanılmaz. Aslında tabii ki ihtiyaç var çünkü AB ile olan iş hacminiz büyüdüğünde hedefleriniz de büyüyor. Türkiye konum olarak AB’ye çok yakın dolayısıyla ikili ticaretin Avrupa ile gelişeceği söz konusuysa bizim burada çok daha fazla kapasiteye ihtiyacımız olacak. Bugün taşıdığımız araba sayısının 2-3 katına ulaşmamız gerekecek ki 500 milyar dolar hedefine ulaşılabilsin. Bu sadece sizin yatırımlarınızla olabilir mi? Biz bu konuda pazar lideri ve önder olarak her türlü yatırım planlamamızı yapıyoruz. Son 2007-2011 arası filoya 4 yeni gemi eklemiş olduk ve 300 milyon dolar civarında yatırım yaptık. 2013’te gelecek bir gemi yatırımı daha planladık. Ek gemiler kiralamak suretiyle de kapasitemizi arttırdık. Sadece tek bir firmanın bu tip yatırımlara girmesi mümkün ama karayolunda da tren yolunda da konteynerde de yatırımlar gerekli, limanların artırılması gerekir. Sadece Ro-Ro taşımacılığı ile olmaz. Aynı şekilde havayolu kargosu, demiryolu, karayolu da gelişmeli. Bütün hepsinin kapasite artırımına gitmesi gerekir. Aslında baktığınızda birçok taşımacılık çeşidi var. Toplam pazar %10 büyüyecekse her çeşit taşımacılığın % 10 büyümesi lazım. Zaman içinde belirli avantajlar neticesinde belli taşıma şekilleri diğerlerinin önüne geçebilir. Konteyner taşımacılığı %8 büyürken Ro-Ro taşımacılığı %12 büyüyebilir. Avrupa dışındaki pazarlar düşünülerek de 500 milyar dolar hedef konuluyor. Bu noktada farklı güzergâhlar sizin gündeminizde mi? Biz geleneksel olarak Avrupa pazarı ile ticaret yaptık ama bugün itibariyle görüyoruz ki Türkiye’nin pazarı tek yönlü bir pazar değil. Hem kuzeyde hem batıda hem de güneyde çok yönlü bir büyüme hedefleniyor. Doğudaki trafik daha çok karayolundan olmak zorunda. Ya da önce 102 Mayız 2012 denizyolu sona karayolu kullanılarak aşılabilir. Ama baktığınızda AB ile olan ticaret devam edecek. Rusya ve kuzey ülkeleri ile olan ticaretimizde bir gelişme var. 2011 yılı sonunda açtığımız Köstence Limanı var. Bu bize Romanya ve çevre ülkeleri kapsayan yeni bir pazar getirdi. Romanya ve çevre ülkelere yapılan taşıma da yani Polonya, Moldova, Ukrayna, Macaristan gibi ülkelerde Avrupa ülkelerine yaptığımız taşımanın % 50’si kadar bir kapasite var. Biz şimdi bu pazara açılmış durumdayız. Şu anda yılda 150 sefer yaparak Türkiye’den Köstence’ye, Köstence’den de Türkiye’ye geliyoruz. Bizim hattımız daha çok yeni. Ro-Ro pazarına girdiğinizde hemen geri dönüş alamazsınız. Hiç Ro-Ro ile yapılmayan bir işe gemi koyuyorsunuz. Orada daha önce bir altyapı yok. Karayolunda çalışan insanların Ro-Ro ile çalışabilmeleri için farklı bir yatırım ve işletme moduna geçebilmeleri lazım. Bu da bir süre gerektiriyor. Ayrıca daha önce konteyner ile giden yüklerin de Ro-Ro’ya dönmesi lazım. Bu geçiş yavaş yavaş gerçekleştiriliyor. Ro-Ro hizmetinin alternatiflerine göre avantajları nelerdir? Bir Ro-Ro işletmesi ya da hattı açarken birçok şeyi hesaplamanız gerekli. Maliyet avantajı sunmanız lazım, zaman açısından da avantaj getirmeniz çok iyi olur ama dezavantaj sunmamanız lazım. Bizim en önemli avantajımız müşteriye kazandırdığımız zamandır. Buradan çıkan kargo 12 saat sonra Köstence’ye iniyor. Buradan şoför gemi ile gidiyor ve yola sıfır takometre ile başlıyor. Böylece zaman kaybı yaşamıyor. Şu andaki tanıtım fiyatları ile karayoluna göre çok daha avantajlıyız. Açıldığımız dönemde normal bilet fiyatına ek bir indirim yaptık ve 3 bilet alındığında 1 bilet ücretsiz kullandırdık. Bu da maliyeti azalttığı için çok büyük bir avantaj sağladı. Bunlara ek olarak bir de yatırım avantajı var. Karayolundan gitmek için dorse ve çekiciye ihtiyacınız var. Ro-Ro ile taşıdığınızda bütün dorselere çekici almanıza gerek kalmıyor ve 10 dorseye 5 çekici alsanız yeterli olabiliyor. Bugün Suriye ile ilgili gelişmeler nedeni ile güneyde bir hattın oluşturulmasından bahsediliyor. Bu hatla ilgili görüşlerinizi alabilir miyiz? Suriye sınırı kapandıktan sonra bugün Türkiye’nin güneydoğusundan çıkıp daha çok Arabistan ve Ürdün’e Suriye üzerinden giden Türk yükleri gidemez hale geldi. Şimdi bu yol kapandı ama güvenli de olmadı. Bunu bypass edebilmenin birkaç yolu var. Yine Irak üzerinden daha yukarıdan dolanarak inebilirsiniz ki o yol da uzak. İkinci yol da Ro-Ro. Mersin’le ya da İskenderun’la Mısır arasında Ro-Ro seferleri yapılabilir. Mısır ile Türkiye arasındaki ticaret çok yüksek montanlarda. Bildiğim kadarıyla 600 bin TEU (300 bin TIR kapasitesi) civarında konteyner trafiği var. Konteynerler o hatlarda çalıştığı için Ro-Ro trafiği yok. İlk etaptaki amaç Suriye sınırı kapandığı için daha önce Arabistan’a, Yemen’e, Ürdün’e giden yüklerin Mısır üzerinden aktarılma konusu. Bununla ilgili Ekonomi Bakanlığı altında bir grup kuruldu. Ulaştırma Bakanlığı da bu konuyla ilgili birçok çalışma yaptı. Biz de ilk gününden itibaren bu çalışma grubunun üyesiyiz. Her türlü toplantısına katıldık ve gelişmeleri takip ediyoruz. Ancak halihazırda bu işle ilgilenen biz de dahil olmak üzere üç tane firma var ama hiçbiri başlayamadı. Başlanamamasının birkaç nedeni var. Birincisi mevcut hatta karayolu ile çalışan nakliyecilerin Ro-Ro’yu tercih etmemesi. Diğer bir zorluk, biz buradan alıp Mısır’a indirsek bile devamında o arabaların Ürdün’e gidebilmeleri için bir güvenlik sağlanması. Ayrıca Kızıldeniz’i geçmeleri gerekiyor. Kızıldeniz’de işleyen Ro-Ro’lar 20 TIR alabilecek kadar düşük kapasiteli. Bunlar da dolu çalışan servisler. Mısır da bu noktada transit geçiş için yüksek bir ücret istiyor. Yani hem geçiş ücretindeki yükseklik hem de Kızıldeniz’deki geçişteki zorluklar bütün bu hattı yapılabilir kılmıyor. Bu noktada hallolmuş gibi gösterilen şey nedir? Türkiye tarafında çözülmesi gereken bir şey yok. Burada şöyle bir problem de var; başlayacak Ro-Ro operatörünün gerekli doluluğu sağlayamadığı zaman çok büyük zararlara katlanması gerekecek. Koca bir gemi yatırımı yürüteceksiniz ve yaptığınız her sefer başına çok büyük maliyetiniz var. Doluluk oranlarını yakalayamazsanız çok büyük zararlar kısa dönem içerisinde oluşabilir. Belli bir teşvik paketi ile ilgili konulardan bahsediliyor. O çözülürse bu işe girecek firmalar çok daha rahat hareket edebilirler. Uluslararası dengeler sizin işinizde çok önemli gö- züküyor. Kesinlikle %100 etkilenirsiniz çünkü ikili ülke taşımasındaki bütün regülasyon, altyapı, çalışma şartları, iki ülkenin yapacağı anlaşma ile belirleniyor. Karma komisyonlar var, iki ülkenin Ulaştırma Bakanlıklarıyla oluşturdukları komisyonla bu hattın nasıl işleyeceğine ilişkin bir altyapı protokolü hazırlanıyor, bu altyapı ile çalışma şartlarınız belirleniyor. Yani Türkiye’den gelen araçlar hangi tip rejime tabi olacaklar, nasıl bir kontrol, vergi ve fiyatlandırma sürecinden geçecekler bunların hesabı ikili ülke anlaşmaları ile belirleniyor. Ülke siyasetleri kapsamında alınacak kararlara benim bir yorum yapmam mümkün değil ama çok fazla etken var. Bunlara önlem alamazsınız. Geçmişte kaldı ama şirketin satış süreci ile ilgili de birkaç husus aktarırsanız dün ile bugün arasında bir değerlendirme yapmamız daha kolay olur. Satış sürecinde satın alan ortaklarımız şirketin büyüme potansiyelini gördüler. Bu potansiyeli de dikkate alarak şirkete yatırım yapmaya karar verdiler. Bugün biz o büyüme potansiyeli ile ilgili olarak yapılmış iş planını takip ediyoruz. Bu beşinci yılımız. Sadece İstanbul Trieste arasında çalışan hat bugün Mersin Trieste arasında, İstanbul’un iki yakasından Trieste’ye çalışır halde ve İstanbul Fransa ve İstanbul Köstence hattı açıldı. O dönemden bu döneme yatırım miktarı ne kadar? Sadece 4 gemiyi hesap edip diğer yatırımlardan bahsetmesek bile 300 milyon dolar civarında yatırım yapıldı. Satış sürecinde tartışmalar da vardı. Onlar bugün rafa kalkmış durumda mı? Çok geride bırakılmış konular bunlar.I 103 Mayıs 2012