kap gaz monza şık

Transkript

kap gaz monza şık
Eur
newsport
KÜNYE-EDİTÖR
AB Haber&Yayıncılık Mat. Bilg.
Hiz. Ltd. Şti. adına
Yazı İşleri Müdürü
Doğancan Ay
•
Yayın Koordinatörü
Sema Gün
•
Haber Müdürü
Hasan Özer
•
Dış Haberler Müdürü
Fadıl Gerilecek
•
Ekonomi Editörü
İsmet Korkmaz
•
Haber Merkezi
Meliha Yıldız,
Arlin Togaç, Merve Özer,
Haydar Kumral, Serçin Ceşen
•
Reklam Müdürü
Süleyman Can
•
Grafik
İsmail Kara
•
Mali İşler Koordinatörü
Ahmet Önemli
•
Yönetim Yeri
Beyazıtağa Mah. Topkapı Cad.
No:55/3 Fatih/İstanbul
Tel: 0212. 532 96 70
Fax: 0212. 532 98 65
[email protected]
[email protected]
www.euronewsport.com
•
Baskı
Dünya Yayıncılık A.Ş.
Globus Dünya Basımevi
0212. 629 08 08
•
Dağıtım: Yay-Sat
İki ayda bir yayınlanır - YIL 8 - 2012/03
Merhaba...
2012 yılına girmemizle birlikte
dünya ekonomisindeki veriler giderek
netleşirken Türkiye’de kendi yerini almaya çalışıyor.
IMF tarafından hazırlanan 2012
Dünya Ekonomi Raporu’na göre büyümenin %3,5 seviyelerinde kalacağı ve
faiz oranlarının düşeceği belirtilerek,
kontrollü büyümelerin küçük de olsa
devam edeceği üzerinde duruluyor. Hazırlanan raporun Türkiye ayağında ise
2012 yılı GSYH 871.3 milyar $, kişi
başına GSYH ise 10.914 $ ve enflasyon
oranının da %10 olacağı tahmin ediliyor. Türkiye ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki en büyük farkın ise
tasarruf oranlarında olduğuna dikkat
çeken IMF yetkilileri, dünya tasarruf
ortalaması %24, gelişmiş ülkelerdeki
tasarruf ortalaması %18, gelişmekte
olan ülkelerdeki tasarruf ortalaması
%33,6 iken bu oranın Türkiye’de
%12,7 sevilerinde kaldığını vurguluyor.
Dünyadaki bu tabloyu iyi gören AK
Parti hükümeti ise nisan ayı itibariyle
kendi önlemlerini almaya başladı.
Başta Başbakan Erdoğan, yatırımların
artması için bölgesel teşvikleri açıklarken, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan
ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in
tasarrufların artması için BES sistemini
destekleyici programlarını açıklamaları
dünyadaki gelişmelere karşı alınan önlemleri göstermiş oldu.
IMF tarafından hazırlanan bu tabloda bir başka önemli hususun faiz
oranlarının artmayacak olması şeklinde
yorumlayan ekonomi uzmanları Türkiye gibi dış finansmanla projelerini
yürüten ülkelerin avantajlı olduğunu
belirterek bu dönemde gelişmekte olan
ülkelere yapılan yatırımların da artabileceğini belirtiyorlar.
Ekonomik krizin başlangıcından
bugüne kadar istikrarlı bir şekilde büyümeyi başaran ülkemizin dünyanın bu
durağan dönemini de başarılı bir şekilde atlatacağına inanmaktayız.
Saygılarımla...
ABONE FORMU
Adı Soyadı: .......................................................................................................
Adres:................................................................................................................
...........................................................................................................................
Telefon: .............................................................................................................
Faks:..............................E-mail:........................................................................
Ödeme Bilgileri
YILLIK ABONELİK BEDELİ: 30 TL
Hesap No: IBAN TR 17 0004 6004 4388 8000 0560 60
[email protected]
Tel: 0212 532 47 35 - 0533 498 37 53
2
Mayıs 2012
Eur
newsport
İÇİNDEKİLER
72
74
Avrupa’nın
İşsizlikle Sınavı
Yavuz Taner:
Ülke imajı zedelenmemelidir
84
Çiftkurtlar Group Yönetim Kurulu Başkanı
Şahin Mehmet Çelik:
Yerli otomobili Türkiye için
riskli bir yatırım olarak görüyorum
4
Mayıs 2012
62
Ana Gıda Genel Müdürü Ümit
Ersoy:
Türkiye’de zeytin üreticilerine
verilen teşvikin arttırılması gerekiyor
Brisa Genel Müdür Yardımcısı Levent Akpulat:
Ülkemizin adını dünya lastik pazarında tepelere taşıyacağız
RTİB Başkanı Ali Galip Savaşır: Türk diasporasının gelişmesi için ne gerekiyorsa yapacağız
Ford Otosan Genel Müdürü Haydar Yenigün: Ford Otosan’ın hedefleri her zaman büyüktür
Monza Tekstil Yönetim Kurulu Başkanı Hayrettin Taşdelen: Bizler Türkiye’de bilinmeyen ihracat neferleriyiz
İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Rektörü Prof Dr Yıldırım Üçtuğ: Üniversitelerimizin yerinde saymasının temel
nedeni merkezi yapıdır
22 Dünya devleri Evyapport’ta
26 400 yıllık dostluk
34 Hollanda Kraliyeti İstanbul Başkonsolosu Onno Kervers: 400 Yıllık Dostluk: Hollanda ve Türkiye
36 AkzoNobel Marshall Boya Genel Müdürü Dick Velings: Türk boya sanayisinin dünyadaki krizden çok fazla
etkilendiğini düşünmüyoruz
38 Randstad Türkiye Genel Müdürü ve Özel İstihdam Büroları Başkanı Altuğ Yaka: Hollandalı firmalar Türkiye’yi çok
erken keşfettiler
40 DEİK Dünya Türk İş Konseyi Avrupa Bölge Komitesi Başkanı Turgut Torunoğulları: Biz Türk gibi hızlı karar verip,
Hollandalı gibi disiplinli uygulayabiliyoruz
44 APM Terminals Avrupa Bölgesi Liman Yatırımları ve Projeleri Direktörü Michael Ybema: Türkiye’yi genişleyeceğimiz
bir sonraki ülke olarak görmekteyiz
46 Elkon Satış ve Pazarlama Müdürü Mert Ünlüsan: Hedefimiz Elkon’u uluslararası arenaya taşımak
48 Air France KLM Akdeniz Bölgesi Ticari Müdürü Lisette Klomp Bueters: KLM iki ülke arasında köprü rolü oynuyor
50 Redevco Türkiye Genel Müdürü Patrick van Dooyeweert: Türkiye’de doğru bilgiye ulaşabilme imkânı sınırlı
54 Bagfaş Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Gençer: Devletin vatandaş ile sanayiciyi karşı karşıya getirmemesi lazım
58 Bimeks Genel Müdürü Arif Bayraktar: İsraftan dolayı yurtdışına çıkan her bir dolarda hepimizin sorumluluğu var
62 Ana Gıda Genel Müdürü Ümit Ersoy: Türkiye’de zeytin üreticilerine verilen teşvikin arttırılması gerekiyor
64 Brisa Genel Müdür Yardımcısı Levent Akpulat: Ülkemizin adını dünya lastik pazarında tepelere taşıyacağız
68 Niziplioğlu Grup Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Niziplioğlu: İstanbul için herkes üzerine düşeni yapmalı
72 Avrupa’nın İşsizlikle Sınavı
74 Ülke imajı zedelenmemelidir
78 Soma Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Alp Gürkan: Binlerce maden işletmesini Ankara’dan kontrol edemezsiniz
81 Haliç’e inandı, yatırım yaptı, ilk uluslararası markayı getirdi… Amplio, Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah
Demircan’ın önerisini değerlendirdi: Haliç Bölgesi bir vaha …
84 Çiftkurtlar Group Yönetim Kurulu Başkanı Şahin Mehmet Çelik: Yerli otomobili Türkiye için riskli bir yatırım olarak
görüyorum
87 Ceynak Lojistik Genel Müdürü Mehmet Ali Tekinsoy: Türkiye marka yaratmalı ve satabilmeli
89 Permak Şirketler Grubu Gn. Müd. Yar. Güven Emre: Ataşehir’e yaklaşırken bir beton gölüne yaklaşıyorsunuz
94 Türker Lojistik Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Faruk Türker: Türk Lojistik Firmaları Uluslararası Rekabette Önemli
Adımlar Attı
98 Porland Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Pamukçu: Markamızın pazar payı, tüm dünyada her geçen gün biraz
daha artıyor
101 U.N Ro-Ro CEO’su Sedat Gümüşoğlu: Ro-Ro pazarına girdiğinizde hemen geri dönüş alamazsınız
64
06
10
14
18
5
Mayıs 2012
Eur
newsport
RTİB Başkanı Ali Galip Savaşır:
Türk diasporasının gelişmesi
için ne gerekiyorsa
yapacağız
6
Mayız 2012
R
usya ile ilişkilerimizde bahar havası yaşanıyor. Siyasi ilişkilerde yaşanan olumlu hava,
ticari alanı da olumlu etkiledi. Ticari ilişkileri daha üst noktalara taşımak isteyen taraflar bu dönemi iyi değerlendirmeye çalışıyor.
Rusya’da etkin çalışmaları ile bilinen RTİB (Rus Türk İşadamları Birliği), bu anlamda en önemli sivil toplum kuruluşu olarak karşımıza çıkıyor. Başkanlığını işadamı Ali
Galip Savaşır’ın yaptığı RTİB, önümüzdeki dönemde iki
ülke ilişkilerinin daha fazla geliştirilmesine katkı sağlamak
için çalışıyor. Konu ile ilgili sorularımızı yanıtlayan Ali
Galip Savaşır, önemli açıklamalarda bulundu.
RTİB seçimleri sonrası başkanlık koltuğuna oturdunuz. Konu ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Geçtiğimiz seçimler oldukça önemliydi. Uzun bir süreden sonra ilk defa RTİB’de seçimli bir genel kurul oldu.
Düzeyli, medeni, demokratik bir seçim yaptık ve kazanan
da biz olduk. Seçimin hemen sonrasında, bu seçimin bittiğini artık hepimizin RTİB’de birarada hareket etmesi gerektiğini vurguladık. Birlik ve beraberlik düşüncesi ile de
çalışmalara başladık.
RTİB kabul gören bir dernek mi?
1997’de kurulan RTİB köklü bir kurum. Hem Rusya’da hem de Türkiye’de kabul gören, tanınan, çalışmaları izlenen bir dernektir. Yıllardır yaptığı faaliyetleri; üye
sayısı; Efes, Beko, Vestel, THY gibi en büyüklerden
Rusya pazarına yeni girmiş küçük şirketlerimize kadar herkesi bir harmoni içinde kucaklayan yapısı RTİB’i farklılaştırıyor. Bu açıdan önemli bir sivil toplum kuruluşuyuz..
RTİB olarak son Dünya Türk Girişimciler Kurultayı’na damga vurdunuz. Yaşanan gelişme ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Rusya, Dünya Türk İşadamları Konseyinde hak ettiği
temsil düzeyinde değildi. Ben bir önceki genel kurultayda
da vardım. O genel kurultayda arzularım ve isteklerim kafamda oluşmuştu. O zamandan beri bu kurultayı bekledim.
RTİB’deki başarımızdan sonra RTİB’e üye arkadaşları bu
işe motive ettik. Başkanlığı Rusya’nın hak ettiğini düşünüyordum. O amaçla buraya 60-70 işadamı arkadaşımızı
toplayıp geldik ve genel kurulda merkezin de arzuları doğrultusunda bir seçim yapıp listeyi oluşturduk. Diğer ülkelerdeki arkadaşlarımızla da yaptıkları iş hacmine göre
üyelikleri paylaştırdık. Daha aktif görev almak için Avrasya Komitesi Başkanlığını da biz üstlendik. O coğrafyada Türk diasporasının gelişmesi ve ticari hacminin
büyümesi için ne gerekiyorsa yapacağız. Bunun için ilk
toplantımızı Moskova’da yaptık. İyi bir katılım oldu, diğer
bölgedeki arkadaşlarımız da geldi. İlk yönetim kurulu toplantımızı da Moskova’da yaptık. Aynı gün Hüsnü Özyeğin’in, RİTİB üyelerine bir sunumu vardı. O sunumu da
Avrasya komitesi olarak beraberce izledik ve arkadaşlarımızla neler yapacağımızı programladık. 22-24 Mayıs ta-
rihleri arasında da Kazakistan’da toplanacağız. Avrasya
komitesindeki ülkelerde faaliyet gösteren STK’ların hareketlerini takip edip orada bir şeyler oluşturmaya çalışacağız.
Bu çalışma bölgede iş yapan ve sıkıntı çeken yatırımcılarımız için yeni bir soluk olabilir mi?
Genellikle biz Türk işadamlarının profilinde birlik duygusu zayıf olduğundan herkes kendi yağıyla kavruluyor.
Bu geniş coğrafyada birlikte hareket etmeli, deneyimlerimizi paylaşmalıyız. Örneğin Türkmenistan ve Rusya’daki
Türk iş adamlarının hepsinin kendi başına sorunları var ve
bu sorunları alıp sentezlediğinizde hepsinin özünde benzer
sorunlar olduğunu görüyorsunuz. Eğer biz bu birliği yaratır, harekete geçirir, bakanımız Zafer Çağlayan’ın desteğini
alırsak problemler çözülebilir. Biz de daha iyi projelere kanalize oluruz. Katma değeri daha yüksek işler yaparız.
Diğer ülkelerin kuruluşları ve sivil toplum örgütleri devletleri ile işbirliği içerisinde bizden daha iyi organize hareket edip payın büyük kısmını alıyorlar, bize de onlardan
artanlar kalıyor. Biz daha aktif olmalıyız. Sonuçları hemen
göremesek de bu konuda ilk kararlı adımları atmalıyız.
Firmalarımızı bir araya getirmek için neler yapılabilir?
Firmalarımızı önce ortak paydalarda buluşturmalıyız.
Hepimiz yurtdışında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı müteşebbisler olarak sırtımız dik iş yapma peşindeyiz. Bir anlamda hepimiz Türkiye’nin elçileriyiz. Bu bilinci
işadamlarımıza aşılamamız lazım. Bilgi paylaşımı ile yola
çıkmalıyız. İşadamlarımızı onore edecek çalışmalar yapmayı planlıyoruz. İnternet üzerinden verilecek oylarla belirlenecek başarılı işadamlarımızı ödüllendirmek istiyoruz.
RTİB web sitemizi bir bilgi portalı haline getiriyoruz. Sitemizin altyapısını ona göre hazırladık. RTİB’e olan ilgiyi
Avrasya coğrafyasına da yaymak istiyoruz.
Rusya ile Türkiye arasındaki olumlu gelişmeler sizlere
de olumlu yansıyor mu?
Rusya ile ilişkilerimizde bahar yaşanıyor. Çok değil
15 yıl önce kim Rusya ile ilişkilerin bu kadar iyi olabileceğini söyleyebilirdi? Önemli badireler atlattık, işbirliği ve
stratejik ortaklığın her iki ülkenin çıkarına olduğunu geç
olmadan anladık. Alınan mesafe heyecan verici. Rusya’ya
vizesiz gidilip gelinebiliyor. Ticaret hacmi fevkalade arttı.
Bu yıl 4 milyon turistin Türkiye’ye geleceği belirtiliyor.
Bunlar düşünülemeyecek şeylerdi. Onun için devlet adamlarımız arasındaki şu atmosferi, olumlu elektriği ve ticari
hacimdeki ivmeyi çok iyi değerlendirip ilişkilerde sağlam
adımlar atmak lazım.
Burada biraz eksiklik var gibi meclisimizden vekillerimizin Rusya’ya gidip oralarda temaslarda bulunması gerekmez mi?
Çok şey yapılmıyor dersek haksızlık olur. Pek çok
çaba var ama belki organize edilmeleri daha doğru olur.
7
Mayıs 2012
Eur
newsport
Rusya’yla bir şeyler yapılmaya çalışılıyor ancak Rusya
zor bir ülke. Devleti, bürokrasisi çok farklı ama buzlar
eriyor, ilişkiler olgunlaşıyor. Hepsi kamuoyunun önünde
olmuyorsa da karşılıklı temaslar her alanda hız kesemeden sürüyor. Yıllardan beri demir perde arkalarında bizi
zapt ettiler. Şu anda demir perde kalktı, artık vizesiz gidip
geliyoruz. Ancak AB ile demir perde hala duruyor. Bunu
dayatan AB’ydi. Şimdi bizim demir perde ile yani en
büyük düşmanımız olarak gösterilen ülke ile aramızda
vize sorunumuz yok ama bizi oraya böyle tanıtan, bu sizin
için öcü diyenler bize hala vize uyguluyor.
RTİB’in üye sayısını artırmak mümkün mü?
Biz tüm şirketlerimizi üye yapmaya çalışıyoruz. Üye
sayımızda ciddi bir artış oldu. Ayrıca benim için önemli
olan üye sayısındaki artış değil, üyelerin RTİB’e olan bakış
açısı ve ilgisidir. Zaten herkes kendini RTİB’e doğal üye
gibi hissediyor. RTİB’in başarılı faaliyetleri arttıkça üyelerimiz artar. İnsanlar ne verdiğinize, ne ürettiğinize bakar.
Biz elimizde geldiğince üretken olmaya çalışıyoruz.
Sizce Rusya’da üretim yapılması hususunda önemli
mesafeler kat edildi mi?
Ciddi bir Türk yatırımı var ve birçok alanda Rusya’da
üretim yapıyoruz. Örnekler az değil; Efes, Beko ve Vestel’in fabrikaları ilk akla gelenler. Efes, Miller ile birleştikten sonra Rusya’nın en büyüklerinden oldu. Eczacıbaşı
şimdi ikinci fabrikasını yapacak. Şu anda Rusya’da 10
milyar dolar civarında bir Türk yatırımı var. Türk yatırımcıları 50 bin kişiye istihdam yaratıyor. Bu da Rusya
ile bizim aramızda ciddi bir ilişki imkanı yaratıyor.
RTİB’teki göreviniz işlerinize engel oluyor mu?
Yorucu bir iş. İşlerime engel olmasına müsaade etmesemde bu işlerle daha iyi ilgilene-
bilmek için şirketimizde profesyonel yöneticilerimizin
ağırlığını arttırdım. Oğlum Amerika’dan MBA yapıp
döndü. Profesyonel bir ekip işlerle ilgilenecek. Bu arada
işlerimi farklı boyutlara taşıma planlarım var. Ben aslında
kendime ayıracağım zamanları RTİB için kullanıyorum.
Ailem bu durumdan şikayetçi ama kendimi Türkiye’ye
ve Rusya’ya karşı borçlu hissediyorum. Bu görevi de
onun için aldım. Başka hiçbir beklentim yok. Sadece bir
şeyleri yapmış olmanın, insanlara faydalı olmanın vereceği hazdan başka hiçbir beklentim yok.
Siz 12 Eylül’ün mağdurlarından birisiniz. Bugün
konu ile ilgili yaşananlar hakkında bir derlendirme yapar
mısınız?
Ben 12 Eylül ile ilgili yaygara koparanların hepsinden daha fazla zarar gördüm. 12 Eylül döneminde görevime iki satırlık yazı ile son verildiği zaman yeni
evlenmiş, bu devlet için canını esirgemeyen bir komiserdim. Daha evime bir buzdolabı, bir televizyon alma
imkanım bile doğmamıştı. Öyle dürüst çalışan bir devlet
memuruydum ama benim işime hiçbir gerekçe yokken
son verdiler ve ben ortada kaldım. Onun için 12 Eylül’ün
en büyük acısını yaşamış bir adamım ben. Komiserlikten atılmış diye herkes öcü gibi bakıyordu ve o dönemde
bana kimse iş vermedi. Onun için sebze ticaretine yöneldim. Bunları yaşamama rağmen Kenan Evren’in
şimdi yargılanmasının çok fazla önemli olduğunu düşünmüyorum. Şimdi rüzgar başka taraftan esiyor vuralım abalıya demek doğru değil. Ben şimdi 12
Eylülü yargılamaktansa Türkiye’de yargı
sisteminin iyileştirilmesinden, demokratik anayasanın yapılmasından, reformların ilerlemesinden yanayım. I
Eur
newsport
2011 yılı için Türkiye’de otomotiv sektörünün beklenilenin üstünde bir pazara ulaştığını
vurgulayan Ford Otosan Genel Müdürü Haydar Yenigün:
Ford Otosan’ın hedefleri
her zaman büyüktür
10
Mayız 2012
Z
orlu bir yılı daha geride bırakan Türk otomotiv sektörü, yaşanan küresel krizi büyüyerek aşmayı başarması, sektörü iyi
bilenleri bile hayrete düşürdü. 2011 yılında toplam iç pazarı 911 bin adede ulaşan, üretimde de 1 190 bin adede ulaşması sektörle ilgili
krizin bittiği habercisi olarak algılanıyor. Sektörün son
durumu ve 2011 yılını değerlendirmek üzere OSD’nin
38. Olağan Genel Kurul toplantısında başarılı firmalarımıza ödül verilirken, en dikkat çekici firmanın üst üste
on yıldır pazar liderliğini kimseye kaptırmayan Ford
Otosan’ın olduğunu söyleyebiliriz. Ödülünü almak
üzere toplantıya katılan Ford Otosan Genel Müdürü
Haydar Yenigün, büyük hedefler içinde olduklarını belirterek sektörle ilgili sorularımızı yanıtladı.
Nuri Bey döneminde Ford Otosan’ın hedefleri kamuoyunda çok konuşuldu. Sizin genel müdür olmanızla
birlikte bu hedeflerde değişiklikler olacak mı?
Ford Otosan’ın hedefleri büyüktür. Alışılagelmiş bir
sistem ile çalışıyoruz. Nuri Bey çıtayı çok daha yüksek
bir yere koydu. Bu çıtayı koyarken Avrupa’da adetlerde
birincilik, Türkiye’deki Pazar liderliği, ABD’ye ilk ihracat yapma ve daha sonra ABD’ye yapılacak ihracat hedeflerini 3-4 katına çıkarma hedefleri vardı. Geçmiş
yıllarda da bu hedeflerle birlikte çok güzel çalışmalar yapıldı ve iyi başarılar elde edildi. Bu hedefler vazgeçilecek
hedefler değildir. Bu noktada bizim hedefimiz, öncelikle
mevcut bu hedefleri koruyarak çalışmak ve bunların üstüne hedefler koymaktır. Bunlar, ABD’ye yaptığımız ihracatı arttırmak, yine Avrupa bazlı sıkıntıların bitmesiyle
birlikte de oradaki pazar paylarımızı arttırmaktır.
Sizinle birlikte Ford Otosan’da hedeflerle ilgili değişiklikler olacak mı?
50 yılın üzerinde geçmişe sahip Ford Otosan gibi kurumsal bir şirkette hedefler uzun dönemli olarak oluşturulur. Bu doğrultuda 10 yıldır üst üste toplam otomotiv
pazarı lideri bir kuruluşun hedefleri de daima yüksek olmalıdır. Bayrağı taşıyanlar değişse bile, hedefler asla değişmez. Ford Otosan, dün olduğu gibi bugün ve yarın da
kendine yüksek hedefler koyan bir şirket olarak Türkiye’ye ve Türk ekonomisine katma değer sağlamaya
devam edecektir.
2011 yılını değerlendirirsek, otomotiv sektörü bir
rekor daha kırdı. Konu ile ilgili neler söylemek istersiniz?
2011 yılı sektördeki beklentilerin çok üstünde gerçekleşti. 870 bin civarında bir pazar beklerken, 911 bin
adedin üstünde gerçekleşti. Yılın ikinci ortasında ÖTV
artışı olmasaydı, bu yıl iç pazarda 1 milyon adedi göreceğimiz kesindi. Her bakımından çok iyi bir yıl geçtiğini söyleyebilirim. Ford Otosan açısından ise yine
pazarın lideri olduk. Bu çok önemli bir gelişmedir.
Çünkü yıllardır birinciliği başarılı bir şekilde devam ettiriyoruz. Ülkemiz gibi önemli bir pazarda yüzde
15.6’lik bir pazar payı elde etmek kolay değil. Başarılı
olduk ve fakat biz Ford Otosan olarak 2011 yılını artık
unuttuk. Önümüze bakıyoruz.
2012 yılının ilk ayları pek parlak geçmediği ifade
edildi. Bundan sonraki aylar için bir öngörünüz nedir?
Çok başarılı kasım ve aralık aylarının arkasından bu
11
Mayıs 2012
Eur
newsport
dalgalanmaları normal görüyorum. Burada önemli olan
ürünleriniz ve kalitenizi koruyor olmamızdır. Bununla
birlikte ürünlerinizi pazarlamak için stratejileriniz doğru
mu gibi bir sorunun cevabı da bizim için önemli. Bunların hepsini topladığınızda 2012 yılında da Ford Otosan olarak yine pazar lideri olarak yılı bitirmeyi
hedefliyoruz. 2011 yılının ilk aylarındaki normallerin
çok üzerinde gerçekleşen satışlarla kıyaslandığında 2012
ilk iki ayı daha durgungörülse de, Mart ayında baharın
gelmesiyle birlikte sektörde kıpırdamanın başladığını
söyleyebiliriz. Bundan sonraki süreçte pazar şartlarının
normale döneceğine inanıyorum.
ABD’de bu yıl seçimlerin olması sizi etkiler mi?
ABD pazarı şu anda çok iyi bir şekilde gelişiyor.
ABD’de Ford da kısa sürede kendisini toparladı. Devlet
desteği almasına bile gerek kalmadı. Piyasaya yeni sunduğu ürünlerle birlikte ciddi bir atağa geçti. Avrupa’da
ise genel anlamda bir sıkıntı bulunuyor. Normalde 15-16
milyonluk bir pazar beklenirken bu rakamlara ulaşamayacağı ifade ediliyor. Dolayısıyla Avrupa’daki bu durum
devam edecek; bizim amacımız oradaki bu düşüşten
mümkün olduğunca az etkilenerek Ford’un pazar payının arttırmasını sağlamak. Bunun için de çok ciddi
12
Mayız 2012
model çalışmalarımız var. Yeni piyasaya süreceğimiz 1
litrelik silindir hacmine sahip EcoBoost motor ciddi boyutta yakıt tasarrufu sağlıyor ve Focus, Fiesta, C-MAX,
B-MAX gibi modellerimizde yer alacak. Yeni araçlarımızla Avrupa ve Türkiye’de maksimum pazar payına
ulaşmak istiyoruz.
Önümüzdeki dönemde elektrikli araçların ön plana
çıkacağı belirtiliyor. Bu durum sektörde bir değişim sağlar mı?
Ford olarak elektrifikasyon çalışmalarımız var,ilk
aracımız 2010 yılında ABD’de satışa sunmaya başladığımı Transit Connect BEV oldu. ABD ve Avrupa’nın
büyük bir bölümünde elektrik kaynağı konusunda yeterli altyapı oluşturulduğundan, bu pazarlarda elektrikli
araçların satışı konusunda herhangi bir sıkıntı söz konusu değil. Ancak ülkemizde henüz yeterli bir altyapının
oluşmaması ve tamamen elektrikli araçlarla ilgili vergi
mevzuatının oluşturulmamış olması, elektrikli araçların
Türkiye’de satılmasını hem ticari anlamda hem de tüketici menfaati açısından fazla desteklemiyor..
Diğer yandan,Ford olarak hibrit araç projelerimize
de yoğunlaştık.Önümüzdeki dönemde bu araçlara olan
ilginin artacağını düşünüyoruz.I
Eur
newsport
Monza Tekstil Yönetim Kurulu Başkanı Hayrettin Taşdelen:
Bizler Türkiye’de
bilinmeyen
ihracat neferleriyiz
14
Mayız 2012
H
ayatının önemli bir kısmını Almanya’da
geçiren, oradaki sistemi 35 yıllık derin
bilgi birikimiyle Türkiye’ye entegre etmeye çalışarak tekstil konusunda farklılık
yaratan bir tekstilci, bir iş adamı Monza
Teksitil Yönetim Kurulu Başkanı Hayrettin Taşdelen.
Tekstil sektörünün dünü, bugünü ve geleceğine dair görüşlerini aldığımız Hayrettin Taşdelen, sektördeki 35 yıllık tecrübesine rağmen, her daim mütevazı olmayı
başarmış, çalışanlarıyla bir aile gibi bütünleşmiş biri olarak karşımıza çıkıyor. Bugünlerde ise Sevgili kızı Melisa Taşdelen ile yeni bir döneme hazırlanıyor.
Türkiye ekonomisinin gidişatıyla ilgili neler söylemek istersiniz?
Hayrettin Taşdelen: Şu anda %9-%10 civarında bir
büyüme oranı var. Buraya kadar her şey doğru. Fakat bana
göre yanlış olan bir şey var. Türkiye’nin bu büyümesini
sektörel bazlı düşünürsek şuanda en büyük payı inşaat sektörü alıyor. Onun dışındaki sektörlerin ne durumda olduğunu fazla merak eden yok. Biz tekstilciyiz. Peki şu anda
tekstil ne durumda? Sürekli inşaat yapılıyor ve bir yerlerden destek görüyorlar. Herhangi bir yolsuzluk durumu olduğunu ima etmeye çalışmıyorum. Katiyen amacım bu
değil. Zaten yolsuzluk yapıldığına da inanmıyorum.
Ancak ne yazık ki Türkiye’nin her döneminde olduğu gibi
bu tip şeyler hep oldu. İnşaat sektöründe meydana gelen
bu patlama daha da büyüyerek devam edecek. Yani Türkiye’nin şuan ki hızlı büyümesinin sürebilmesi için inşaat
sektörü pompalanmaya devam edilecek.
Peki yaptığınız işten bize biraz bahseder misiniz?
Hayrettin Taşdelen: Benim yaptığım tekstille Türkiye’nin yaptığı tekstil arasında bir takım farklılıklar var.
35 senedir bu işin içerisindeyim. Hep dünyanın önde
gelen firmalarının Türkiye’deki imalat organizasyonlarını yaptım. Buna Türkiye’de temsilcilik diyorlar. Ben
temsilcilik kelimesini fazla hoş bulmuyorum. Ben onların Türkiye’deki stratejik partneri olduğumu düşünüyorum. Çünkü onların Türkiye’de en iyi yerlerde üretim
yapmasını sağlayan bir insanım. Bir de mesleğim yüksek tekstil mühendisliği. Almanya’da eğitim gördüm arkasından işletme yaptım. 3 tane üniversite bitirdim.
Tekstil konusuna oldukça hâkimsiniz.
Hayrettin Taşdelen: Tekstilde fazla iddialı olmak,
çok biliyorum demek açıkçası pek doğru değil. Ben 35
senedir bu işi yapmama rağmen hala 90. dakikada bacağımın arasından golü yediğim anları çok yaşıyorum.
Çünkü neticede biz insan elinin yoğun olduğu bir iş yapıyoruz. Çalışanların haleti ruh-iyelerine de bağlı. Bunların hepsi bir zincirin çok ciddi halkalarıdır. Tekstil
hataya çok açık bir sektör. Kâğıt üzerinde çok ufak karlarla çalıştırırlar sizi. Ufacık bir hata yaptığınızda da hem
karınız gider hem de sonrasında çok ciddi reklamasyon-
larla karşı karşıya kalabilirsiniz. Çevremde bu firmalarla
çalışıp da hüsrana uğrayan çok fazla firma gördüm. O
yüzden ben her zaman temkinli konuşmaya çalışırım.
Çok tanındığımı zannetmiyorum ama bu işi bilen 100
kişi varsa biz de 99. sırada yer alırız.
Hüsran yaşadıktan sonra herhalde geri dönmek çok
zor olur.
Hayrettin Taşdelen: Çok zor. Bunun için de ben 35
senedir hep yurtdışındaki iyi markaları temsil etmeye çalışıyorum. Armani, Emporio Armani, Best Company,
Versace Kids, Vanilia olsun, şu anda yapmış olduğum
True Religion, Better Rich olsun bu gibi firmalar katma
değeri yüksek ürünler alıyorlar. Yani o dediğimiz büyük
firmaların yaptırdığı tişörtlerin fiyatları Türkiye’de 3–4
euro arasında. Hatta 4,5. Biz ona benzer tişörtleri üzerinde biraz daha oynayarak, yıkamasını farklı yaparak,
üzerine birazcık kuş, kelebek kondurarak, katma değerini yükselterek daha yüksek fiyatlara satma amaçlı yapıyoruz. Herkesin 4–4,5 euroya yaptığını biz 12–14 euro
arası yapıyoruz. Bu insanlar da bunu alıp satıyorlar.
Çünkü onlar da o ligde oynuyorlar. Yani bir piramit düşünün. Bunun en tepesinde Prada, Gucci gibi dünya markaları var. Bunlara yıldız firmalar diyoruz. Onun altında
Premium market var. İşte bizim çalıştığımız firmalar bu
Premium sınıftalar. Bunlar ürünü 3 liraya da alsalar, 12
liraya da alsalar 39.90’a satıyorlar
Karlılık oranları burada daha iyi sanırım.
Hayrettin Taşdelen: Evet, daha yüksek. Şöyle söyleyeyim. 100 milyon euro bahsettiğimiz o markalar ya da
departman store için geçerliyse 100 milyon euroluk bir
imalat yapacaksanız bundan kazanacağınız %10-15, o da
hata yapmazsanız. Ama diğer taraftan bu bahsettiğim
ligde 15–20 milyon liralık ürün yaparsanız hem riskiniz
5’te 1 azalacak hem de 100 milyon yapmak için 10 milyon liralık ürün yapacaksınız. Ama burada örnek veriyorum, senede 1 milyon adet ürün yaparak hem daha
fazla para kazanırsınız hem de imalatta daha az adette
ürün yaptığınızdan riskinizi azaltmış olursunuz.
Türkiye için de iyi bir durum.
Hayrettin Taşdelen: Bana sorarsanız Türkiye’nin bu
ligde oynaması gerekiyor. Çünkü bu tip ürünleri yapan
firma sayısı çok az. Büyük firmalar milyon adet sipariş
verirler. Ancak diğer ligden bana 50 adette, 70 adette getirseler yapıyorum. Bunu yapabilmek biraz da beceri işi.
Çünkü kimse 50 adet, 70 adet ürünü yapmak istemez. Kimine göre bu yapılmayacak bir şeydir, bana göreyse yapılması gereken elzem bir iştir. Mesela Avrupa’da 10–20
tane butiği olan iyi bir marka gidip x toptancıdan ürün
alıyor. Biz de onlara gel bizim koleksiyonumuzdan satın
al, biz sana gerekirse 300 tane de veririz diyoruz. İşte o
zaman 3 liraya yapılan ürün 13 liraya da 23 liraya da satabiliyorsunuz. Çünkü o bahsettiğimiz büyük fabrikalara
15
Mayıs 2012
Eur
newsport
gidip ürünlerini yaptıramazlar. Biz büyük işler yapan
küçük bir fabrikayız. Belirli bir ihtiyacı olan bölüme hizmet veriyoruz. O bölüm de Premium market. Yani en
üst seviyenin bir altı. Türkiye’de bu işi yapan insanlar
elbette vardır ama ben 35 senedir bu işi aynı felsefeyle
yapıyorum.
Markayla ilgili bir yola girip orada bir şeyler yapılamaz mı?
Hayrettin Taşdelen: Dünya’da markalaşmada önder
kaç tane ülke görüyorsunuz? İtalya ve Fransa var. Bir
de şimdi İspanyollar harekete geçtiler. Belçika ve İsveç’ten de bir iki şey var. Amerika’da muhakkak vardır.
Versace, Gucci, Armani gibi dünya markalarının
geçmişine baktığınızda 40–50 yıllık çok ciddi bir zaman
dilimi görüyorsunuz. Para yatırıp marka olunmuyor.
Türkiye’de Turquality diye bir şey var. Onlar böyle bir
devlet desteğiyle mi marka oldular? İtalya’daki bu markaların oluşumunda katiyetle bir devlet desteği olmadı.
Ama Turquality’nin içinde devlet var.
Marka olmak demek para değil karizma sahibi
olmak demektir. Kişiye özel bir şeydir marka olmak.
Mesela Dolce & Gabbana marka olmuş. Ama arkasına
baktığınızda hiçbir destek yok. Para sonradan olmuş.
Baktığınızda o da sizin gibi, benim gibi bir âdem.
Demek ki işin sırrı kişisel beceri ve kişinin kendine özel
karizmasında yatıyor. Siz istediğiniz kadar Türkiye’de
isim olun ama o markanın içinde kişisel isminiz yok ise
marka olamazsınız.
Tekstil ile ilgili devlet hiç mi politika üretemedi?
Hayrettin Taşdelen: Hiç üretemedi. Mesela bir zamanlar vergi iadeleri vardı. Kötü maksatlı insanlar bunu
kötüye kullandılar. O zamanlar devlet de teşvik etti insanları. Özal zamanlarındaydı. Hayali ihracatlar patladı.
Devletin paraları çarçur edildi. Eğer bu teşvikler namushane bir şekilde kullanılmış olsaydı şu anda her şey
dörtdörtlük olacaktı. Anadolu’da belirli bölgeleri kalkındırmak için sektörün çok uzağından geçen bölgelere
imalatçıyı gönderiyorlar ve buradaki kalifiye insanı yok
ediyorlar. Bir insanın İstanbul’dan gidip Ardahan’a
gidip adapte olması çok zor. Buralardaki önemli güçleri
oraya götürmek istiyorlar. Mesela bugün Trabzonspor
Trabzon’da oynatacak futbolcu bulamıyor. Bunu kötü
maksatla söylemiyorum. Bana göre bu bir takım sosyal
şeylerin eksikliğinden kaynaklanıyor. Tekstil olarak İstanbul mu, Ankara mı yoksa İzmir mi daha önde geliyor? Yatırımı oraya yaptır, illa ücra köşelere gitmeye
gerek yok. Kalifiye insanın olmadığı yerde tekstil yapılamaz. Türkiye’nin Ticaret Bakanı var, tekstil konusunda ilgilileri var. Biz mi çok akıllıyız yoksa bu
insanlar mı bunu düşünemiyorlar? Bırakın adam yatırımını İstanbul’da yapsın, 10 bin kişiyi istihdam etsin, sen
de o teşviki ona burada ver. Arkasından da kontrol et.
16
Mayız 2012
Ben kumarhanelerin kapatılmasına da karşıydım. Dünya’nın her tarafında devlet kumarhanelerden para kazanıyor. Vay efendim insanların düzeni bozuluyormuş.
Denetleyin o zaman.
Serbest Bölgelerle ilgili yeni yeni bir şeyler yapılmaya başlandı.
Hayrettin Taşdelen: Bu kadar geç kalınmaz ki. Tekstil sektörünü öldür, insan gücünün, istihdamın en yoğun
olduğu işi öldür ondan sonra yok Turqualitymiş, yok bilmem neymiş de. Orada bir takım insanlar nemalanırlar.
Bırakın ben kendi markamı kendim yapayım. Ben devlet desteği istemiyorum. Ben bu işi biliyorum. Param
varsa zaten yaparım, yeter ki sen benim önümü aç, İstanbul’daki çalışma alanımı daraltma.
Maalesef kişiye özel şeyler olduğundan sıkıntılar
devam etti. Rusya gibi alternatif pazarlarda da umduğumuzu bulamadık.
Hayrettin Taşdelen: Laleli’ye gelen Rus, şu anda İtalya’dan alışveriş yapıyor. Ucuzu da Çin’den alışveriş yapıyor. Sen Laleli’yi, serbest bölge ilan et, 20 sene
evvelinden kur oraya güzel güzel otellerini, sonra da git
Rusya’ya, anlaşmalar yap. Ama burada da siyaset yapıyoruz. Adamın orada terörist saydığını, sen vatansever
ilan et, o da gelsin burada da senin terörist dediğin
PKK’lıya vatansever desin. Yok böyle bir şey. Laleli’yi
bitirdiler. Aynısını şimdi Merter’de yapmaya çalışıyorlar.
Sizin daha önceden yaptığınız işlerde Mehmet Tınaztepe ile bir ortaklığınız olmuştu. Bu ortaklık şu anda
da devam ediyor mu?
Hayrettin Taşdelen: O zamanlar ben Esprit’in Türkiye temsilciliğini yapıyordum. 99 yılında da Esprit’in
bir bölümünü aldım. Mehmet Bey benim Doğan Kumaş’tan arkadaşımdır. Ben Esprit’i aldıktan sonra bir
gün havaalanında karşılaştık. Onun da Amber Tekstil
adında bir tekstil firması vardı. İşe ihtiyacım var dedi.
Ben de dört ayağının üstüne düştün, Esprit’le yeni anlaşma yaptım, gel seninle başlayalım dedim. O sırada
Mehmet Bey de Kyo My Friend markasını yapıyordu,
onun dışında da birkaç mağazası vardı. İhracatta da kötü
bir dönem geçirmişti. Güneşli’de küçücük bir yeri vardı,
orada çalışmaya başlamıştık. Yani ben Mehmet Bey’in
ortağı değildim, Mehmet Bey’e iş veriyordum. 1 senede
1 milyon dolardan 18 milyon dolara kadar çıktık. 4–5
sene Mehmet Bey’le bu işle uğraştık. Daha sonrasında
2005 senesinde ben ciddi bir rahatsızlık geçirdim.
Ondan sonra Almanya’daki Esprit’in dünya çapında alımını yapan iş ortağım vefat etti. Bunlar üst üste gelince
işlerimiz o sırada bozuldu. Ben Mehmet Bey’e ihracatı
ayrı görmesi gerektiğini söylemiştim. Kyo My Friend’de
150–200 kişi çalışıyordu ve senelik cirosu 1–1,5 milyon
dolardı. Diğer tarafta ise 50 kişi çalışıyordu ve cirosu
15–16 milyon dolardı. İkisini birbirine karıştırmamasını,
ikisini de tek başına yürütmesi gerektiğini söyledim.
Ama o, marka olacağız düşüncesindeydi. Biraz marka
da oldu sayılır. Fakat ihracattaki bütün birikimlerini buraya yatırmıştı. Mağazalar açtı, yerler tuttu. Almanya’da
birkaç yer açtı. 1-1,5 milyona yakın para harcadı. Ondan
sonra Kyo My Friend batınca bu sefer ihracatını da etkiledi. Geri dönüşü olmadı ve Amber Tekstil battı. Sanırım şu anda durumu fena değilmiş. Amber Tekstil’de
Mehmet Tınaztepe’yle hukuki olmayan fakat iş açısından stratejik, 5 senelik, ciddi bir ortaklığımız olmuştu.
Aynı işi ben Bursa’da Yeşim Tekstil’le de yapmıştım.
Amber Tekstil’de yapmış olduğum ayda 300–400 bin
adet tişörtü aynı dönemde aynı şekilde Yeşim Tekstil’le
de yapıyordum. Yeşim Tekstil senelik 15–20 milyon euroyla hala Esprit’le devam ediyor. Para kazanmayı bir
tarafa bırakın bizler Türkiye’de bilinmeyen, görünmeyen ihracat neferleri gibiyiz.
Melisa Hamın bundan sonra bu işlerin içerisinde olacak mı?
Hayrettin Taşdelen: Melisa Saint Michel mezunu.
Koç Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirdi. Fransızcası ve İngilizcesi var. Onu bu sene yanımıza aldık.
Biraz zor da olsa işin içine sokmaya çalışıyoruz. Belki
Almanya’ya gittiğim zaman benimle beraber gelir. Giyinmeyi biliyor da işin içinde ne kadar olacak göreceğiz bakalım.
Melisa Hanım sizde bu yönde bir istek var mı?
Melisa Taşdelen: Var, tabi. Benim için babamla çalışmak mutluluk verici bir durum. Bu alanda başarılı olacağımın kanaatindeyim.
Siz babanızdan biraz bahseder misiniz? Babanızın iş
hayatıyla ilgili olarak siz neler düşünüyorsunuz?
Melisa Taşdelen: Babamı çok başarılı buluyorum.
Olumsuzlukların içinden bir anda çok olumlu bir şekilde
çıkmayı başarabilen bir insan. Kriz anını çok iyi yönetiyor. Herhangi bir kriz anında her zaman sakin durur, onu
hallettikten sonra parlar. Aslında çok heyecanlıdır. Mesela birimiz hasta olduğunda ona söyleyemeyiz. Aynı şekilde iş hayatında da çok heyecanlıdır. Bütün duygularını
en doruk noktalarda yaşayan bir insandır. Doğal olarak
bunu işine de yansıtıyor. Dolayısıyla iş yerinde çok ren-
kli bir insan halini alıyor. Kriz anında soğukkanlı olup
onu yönetebiliyor. Ne kadar heyecanlansa da ne kadar sıkılsa da o anı soğukkanlı bir şekilde yönetebilmek çok
önemli bir şey. Çünkü babamın söylediği gibi tekstilde
insanla uğraşıyorsunuz ve bu insanların hepsiyle onların
karakterlerine bürünüp konuşmak zorundasınız. Üzgünse
acısına, mutluysa sevincine ortak olarak konuşmalısınız.
Tabi bunları yaparken de bir şekilde yıprandığını hissediyorum. Yani tekstil sektörü bence insanı çok çabuk yıpratan ve çok çabuk yaşlandıran bir sektördür. Ben de
sosyolog olduğum için insanla uğraşmanın ne kadar zor
bir iş olduğunu biliyorum. İnsanların istekleri hiçbir
zaman bitmez. Bir insanın ne zaman ne isteyeceğini hiçbir zaman bilemezsiniz. Bu hiçbir zaman bitmediği için de
babamın işinin zor olduğunu düşünüyorum.
Siz bu zorluklara gönüllü müsünüz?
Melisa Taşdelen: Ben şöyle gönüllüyüm, bizim ailemizin işi tekstil üzerine ve ciddi anlamda bu alanı bir
şekilde öğrenmek gerekiyor. Ben de şu anda onu öğrenmeye çalışıyorum.
Babanız iyi bir öğretici midir?
Melisa Taşdelen: Çalışması keyifli ama ben işi babamdan öğrenmiyorum. Daha çok yanında çalışanlardan öğrenmeye çalışıyorum. Ben sadece babamdan feyiz
alabilirim.
Hayrettin Taşdelen: Evet, çünkü benim öğretme kabiliyetim yok.
Melisa Hanım’dan iyi bir tüccar olur mu?
Melisa’dan bence tüccar olmaz. Ama iyi bir asker
olur. Melisa benden daha ciddi. Yani olaylara sırası geldiği zaman sert bakabilecek yapıda. Benim dışımda
farklı meziyetleri var. Ben hayata çok pembe bakıyorum, bekli de hastalığımdan sonra öyle bakıyorumdur,
bilmiyorum. Ama Melisa olaylara çok daha ciddi bakabiliyor. Benim olmayan bir tarafım o. Melisa’nın çok
ciddi olduğu durumları görüyorum ve hakikaten bu
benim kızım mı diyorum. İnşallah bu işe sahip çıkar.
Benim bir de oğlum var. Koç Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler okuyor. İkisine de aynı şey söylüyorum
hep. Ama Melisa’nın işe bakışı profesyonellik açısından
oğlumdan daha farklı.I
17
Mayıs 2012
Eur
newsport
İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Rektörü Prof Dr Yıldırım Üçtuğ:
Üniversitelerimizin yerinde
saymasının temel nedeni
merkezi yapıdır
İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Rektörü Prof Dr Yıldırım Üçtuğ: “YÖK’ün mevcut düzenlemeleri, YÖK
yasasının 1980 koşullarında 20 üniversite için çıkartılmış olması ve yasanın 2012’de 180 üniversite için
uygulanıyor olmasının yarattığı çok ciddi problemler var. Devlet üniversiteleri üzerinde devletin diğer
organlarının çok ciddi kısıtlamaları var. Hareket alanlarını çok fazla daraltan uygulamaları var. Vakıf
üniversiteleri üzerinde yine çok değişik yapıdan kaynaklanan uygulamalar var. Bunların biraz daha
farklılaşması gerekir diye düşünüyorum yani Türkiye’deki üniversitelerin koşmaya başlaması için mutlaka
biraz daha özgür olmasının şart olduğuna inanıyorum”
18
Mayız 2012
stanbul Kemerburgaz Üniversitesi en genç
üniversitelerimiz içerisinde yer almaktadır.
Altınbaş ailesinin katkıları ile öğretim hayatına başlayan üniversitenin başında ise Prof
Dr Yıldırım Üçtuğ, bulunmaktadır. Üniversitenin daha iyi noktalara gelmesi için çalıştıklarını ifade
eden Prof Dr Yıldırım Üçtuğ, sorularımızı yanıtladı.
Birinci yılınızı doldurdunuz. Geride bıraktığınız bu
yılla ilgili bir değerlendirme yapar mısınız?
Bugün öğrencilerimizle, çalışanlarımızla birlikte 800
kişilik bir üniversite konumuna ulaştık. Geçtiğimiz yıl
iyi bir üniversite kurmak için yola çıkmıştık. Belli standartları kendimize hedef olarak seçtik ve o noktada kadrolarımızı oluşturduk. Geçen yıl itibariyle 14 programla
yola çıktık ve gerçekten de nitelikli bir öğretim kadrosu
oluşturduk. İngilizce eğitim verme kararımız vardı ve de
ilk yıl için başarı çıtamızı 400 öğrenci olarak belirledik.
Gerçekte ise lisansta 520, lisansüstünde de 50 kadar öğrenciyle öğretime başladık. Bu dönem Şişli’de ek bir
yerleşke kurduk. Lisansüstü programları için üniversitemizin bulunduğu konum iş dünyasına
bir parça uzak olduğundan Şişli’de bir
yerleşim tercih ettik ve bir anda lisansüstündeki öğrenci sayımız 50’den 150’ye
çıktı. Bu yıl 7 yeni program açmak üzere
YÖK’e başvurduk. Şu andaki mevcut fakültelerimiz İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Fen Edebiyat Fakültesi,
Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Hukuk
Fakültesi ve Güzel Sanatlar ve Tasarım
Fakültesidir. Kuruluş yasamızda geçen
yıl öğrenci almadığımız Eczacılık Fakültesi vardı. Bu sene oraya da öğrenci alacağız. İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi’nde toplam altı bölüme çıkıyoruz. Toplam 21 programlı bir üniversite olacağız. Lisansüstünde uluslararası ticaret hukuku, işletme, sanat
tasarım, bilişim teknolojileri ve elektrik ve bilgisayar
mühendisliği olmak üzere beş tane programımız var. Sürekli eğitim merkezimiz faaliyete geçti. İkinci merkezimiz olarak da psikoloji araştırma merkezi için YÖK’e
başvurduk. İngilizce eğitim verdiğimiz için çok güçlü
bir hazırlık programı oluşturduk. Hedefimiz göstermelik
bir hazırlık programı değil, sırf bunu göstermek için hazırlıkta yaz okulunu ücretsiz tuttuk. Öğrencilerimizin İngilizce öğrenme konusunda şu ana kadar gösterdikleri
azim ve gayret bizleri fazlasıyla mutlu ediyor.
İnsanlar sadece diploma almak için okuyorlar. Üniversite mezunu olmanın dışında donanımlı bir insan
olmak da önemlidir.
Sadece diploma almak isteyenler için burası doğru
adres değil. Böyle belge veren çok kurum var. Yurtdışındaki kimi üniversitelerden bu tür belgeler temin ede-
İ
bilirsiniz. Ama bizim amacımız 21. yüzyılın gerektirdiği
donanımlı insanları yetiştirmek. Biz halihazırdaki öğrencilerimizi en üstteki puan dilimlerinden almadık;
ancak az önce de belirttiğim gibi Hazırlık okulunda bu
kadar sıkı ve zor bir İngilizce eğitiminde çok yol kat
ettik, öğrencilerimiz çalışıyorlar. Ben hayatım boyunca
eğitimde şuna inandım; belli çıtaları koyarsanız insanlar
bu çıtaları aşarlar.
Donanımlı yetişmek isteyen çok geniş bir kitle var
ve yalnızca diploma peşinde koşanların sayısının çok az
olduğunu düşünüyorum. Herkes donanımlı yetişmenin
önemini kavramış durumda. Ailesinin mali durumu iyi
bile olsa bunun kişinin gelecek yaşamı üstünde hiçbir
garantisi yok. Herkes bugünün dünyasıyla başa çıkmak
için belli donanımları edinmek zorunda.
Yaptığınız çalışmalar sonrası bu yıl size farklı bir
öğrenci tipi geleceğini söyleyebilir misiniz?
Geçen sene kendimizi tanıtmaya başladığımızda Haziran ayıydı ve Ağustos’ta öğrenciler tercih yaptılar.
Yani iki ayda Kemerburgaz Üniversitesi’nin varlığından
söz edip onlardan bizi tercih etmelerini
istedik ve bu yıl 520 öğrenciyle başladık.
Tanınırlığımız her geçen gün artıyor.
Sağlam bir eğitim politikası uyguladığımız duyuluyor ve bu da bizim gelecek seneki öğrenci grubumuzun çok daha üst
dilimlerden olmasını sağlayacaktır.
YÖK başkanının değişmesi ve başkanın vakıf üniversitelerinin birinin bünyesinden seçilmesi önemli bir sonuçtur.
Bu sonuç ile ilgili bir değerlendirme
yapar mısınız?
İlk kez olarak vakıf üniversitesi deneyimi olan bir
kişi YÖK başkanı oldu. Şu anda sistemi algılayıp bir şekilde özümsemeye çalışıyor. Direkt olarak karar verici
yönde herhangi bir adım atmıyor. Tümünü öğrenip ona
göre sağlıklı adım atacaktır. Umuyoruz ki sadece vakıf
üniversitelerinin değil tüm yükseköğretim sisteminin
daha ileri gitmesi yönünde oluşumlara zemin hazırlayacaktır.
İlk devlet dışı üniversiteleri kuranlar vatan hainliği
ile suçlanmıştı. Oralardan buralara gelmek kolay değil.
Türkiye 1980’den bu yana belli bir dönüşüm yaşıyor ve bu dönüşümün etkileri yavaş yavaş yerine oturuyor. Yükseköğrenimin finansmanı tüm dünyada
tartışılan bir konudur. Bireyin katkısı olmalı mıdır, kamu
katkısıyla mı yükseköğrenim finanse edilmelidir, yükseköğrenimin topluma dönüşü nedir, bireyin kendisine
dönüşü ne kadardır, bireyin kendisine dönüşü oranında
belli bir katkıda bulunmalı mıdır? Bence katkıda bulunmayacak olanlar mutlaka vardır. Kamu bunları burs gibi
imkanlarla desteklemelidir ama katkıda bulunabilecek
19
Mayıs 2012
Eur
newsport
olanların da bunu sağlaması gerektiğini düşünüyorum.
Özel üniversite kavramının hayata geçirilmesi gerektiği belirtiliyor. Sizin bu konudaki düşüncenizi öğrenebilir miyiz?
Vakıf üniversitelerinin sayısı son dönemde arttı. Artık
belirli bir zenginlik konumuna ulaşmış olan kurumlar, kişiler vakıf üniversiteleri açmaya başladılar ve bu insanlar
bir kar amacı gütmeden yaptıkları çalışmaları sosyal sorumluluk projesi olarak görüyorlar. On milyonlarca liradan söz ediyoruz. Bu kadar para harcayarak ciddi eğitim
kurumları oluşturma çabası içinde olan kişiler, kuruluşlar
var. Altınbaş Holding de bunlardan bir tanesi. Üniversitenin işletme giderleri çok yüksek rakamlar ve üniversitenin işletme giderlerinde kendini kurtarabilmesi bile 3-4
yıllık bir süreyi kapsıyor. O zaman burada direkt kar beklemeyen çok önemli bir yapı söz konusu.
Özel üniversite kavramını YÖK ve hükümet de dile
getiriyor. Bu sektörde bugün için kar etme söz konusu
değil. Kar eden ortaöğretim kurumları var. Lisede kar
edilir de üniversite eğitiminden kar edilmez denmesi çok
da anlamlı değil. Bu imkanın da sağlanması lazım. Burada bununla birlikte en önemli husus değerlendirme,
akreditasyon sürecinin çok sağlıklı bir şekilde yanıt buluyor olması lazım. Yani kar amaçlı kurumların oluşmasıyla birlikte bu kurumların değerlendirilmesi,
akreditasyonunu da son derece önemlidir. Bu çalışmaların mutlaka gerçekleşmesi üniversitelerin kalitesi ko-
20
Mayız 2012
nusunda topluma hesap verilebiliyor olması gereklidir.
Kalite güvencesi sağlandıktan ve kurallar oluşturulduktan sonra özel üniversitelerin hayata geçirilmesinin bir
sakıncası olmayacağını düşünüyorum.
Kemerburgaz olarak bu ortamda nasıl bir yönelim
içinde olursunuz?
Şu anda önümüze böyle bir konu gelirse, cevabını
vermekte zorlanırız. Çünkü şu aşamada bizim herhangi
bir gelir beklentimiz yok. Önümüzdeki 3-5 senede de
yok. Hala yatırım yapılıyor. Üniversite belli bir ölçeğe
oturacak ki ondan sonra gelirleri giderlerini karşılamaya
ve artıya geçmeye başlasın. Onun için şu an vakıf yapısı
bizim açımızdan daha tercih edilebilir bir durum ama
buna ileride açık kapı bırakılırsa ve 8-10 sene sonra üniversite belli bir boyuta ulaşıp büyümek isterse özel üniversite olma konusu daha ciddi düşünülebilir.
Vakıf üniversitesi olmak gelişimde zorluğu da beraberinde getirdiği ifade ediliyor. Siz bu görüşü katılıyor
musunuz?
Belli bir noktadan sonra doğrudur. Belli bir eşiğe
kadar vakıf üniversitesi olmak ama o eşikten sonra da
özel üniversite olarak yola devam etmek gerekir. 5-6 bin
öğrenciye ulaşmanız lazım ki özel üniversite konumuna
geçebilesiniz ama onun altında çok kolay değil.
Genel bir değerlendirme yaparsak belli bir dönem
emekleme diye ifade ettiğimiz bir dönemdi, şimdi yürüyoruz diyelim. Bu noktada yakın bir zamanda koşmaya
başlayacak mıyız?
Üniversitenin yaşamında 1 yıl ya da 5 yıl çok kısa süreler. Genel olarak bakarsak bile hala yürüyoruz. Üniversitelerimizin yerinde saymasının temel nedeni merkezi
yapıdır. YÖK’ün mevcut düzenlemeleri, YÖK yasasının
1980 koşullarında 20 üniversite için çıkartılmış olması ve
yasanın 2012’de 180 üniversite için uygulanıyor olmasının yarattığı çok ciddi problemler var. Devlet üniversiteleri üzerinde devletin diğer organlarının çok ciddi
kısıtlamaları var. Hareket alanlarını çok fazla daraltan uygulamaları var. Vakıf üniversiteleri üzerinde yine çok değişik yapılardan kaynaklanan uygulamalar var. Bunların
biraz daha farklılaşması gerekir diye düşünüyorum yani
Türkiye’deki üniversitelerin koşmaya başlaması için mutlaka biraz daha özgür olmasının şart olduğuna inanıyorum. Buna rağmen bu koşullarda da çok iyi işler yapılıyor.
Ben yüksek öğretim sistemimizin kıta Avrupa’sından
daha iyi olduğunu düşünüyorum. Üniversitelerimizin de
Avrupa’daki üniversitelerden daha iyi olduğunu düşünüyorum. Bizim de hesap verebilir özerk bir yapıya kavuşmamız gerektiğini düşünüyorum.
Örnek almamız gereken yer ABD mi?
Yükseköğretimde hiç
tereddütsüz olarak ABD
örnek alınmalıdır. Avrupa’da çok klasik bir üniversite anlayışı var.
Bologna süreci denen bir
süreç 2000’li yılların başından bu yana devam
ediyor. Adını koymadan
Amerikan sistemini taklit
etmeye çalıştıkları bir
süreç ama onu da yete-
rince yaptıklarını düşünmüyorum. Çok merkezi bir yapı
koyup herkesi belirli bir kalıbın içine sokmaya çalışıyorlar. Buna ihtiyaçları var. Yaşlanıyorlar ama kendi sistemlerini ayakta tutmak için genç nüfusa ihtiyaçları var.
Bugün dünyadaki genç nüfusun eğitim açısından neredeyse tamamını Amerika çekiyor.
Doğuda durum nasıl?
Örneğin Japonya’daki üniversitelerin tamamı özel.
Orası tümüyle özel üniversitelerle eğitim veriyor. Rusya’da da özel üniversiteler açılmaya başlandı ama eski
geleneklerinden kaynaklanan çok güçlü devlet üniversiteleri de var. Ama Türkiye üniversiteyi kıta Avrupa’sından almış. Türkiye’de bence 1956’da ODTÜ’nün
kuruluşu bir milattır. Türkiye’de Amerikan modeli ile
kurulan ilk üniversitedir. 1956’da ODTÜ’den bu yana
Türkiye’de Avrupa modeli ile hiçbir üniversite kurulmamıştır. Var olan bütün üniversiteler de kendilerini er
ya da geç Amerikan modeline adapte etmeye çalışmıştır. Bologna süreci diye Avrupa’nın 2000’lerde yapmaya
çalıştığını Türkiye 1960’lardan bu yana bir süreç içinde
gerçekleştirmiştir ve Anglosakson eğitim sistemine yükseköğretimde bir dönüşümü sağlamıştır. Ancak bu dönüşüm büyük ölçüde
üniversitelerin iç yapılarıyla sınırlı kalmış
ama merkezi sistem
tam adapte olamamıştır. Umut ediyoruz ki
önümüzdeki dönemde
merkezi yapının da değişimiyle üniversiteler
gerçekten
koşmaya
başlayabilirler.I
21
Mayıs 2012
Eur
newsport
Dünya devleri
Evyapport’ta
1
960’larda yaygınlaşmaya başlayan Konteyner taşımacılığı global olarak geliştikçe ticari masrafları aşağıya çekmek için büyük
gemiler yapmak insanlık tarihi açısından
önemli bir yönelim olarak karşımıza çıkmaktadır. Hal böyle olunca ticari güzergâhlarda bu
büyük gemilerin işlem yapabileceği özelliklerde limanlara olan ihtiyaç artmaktadır. Bu nedenledir ki ülkemizde 2023 hedefleri açıklandıktan sonra liman
yatırımlarında gözle görülür artışlar yaşandı. Bugün itibari ile Türkiye’ye gelen en büyük gemilerin yanaştığı
22
Mayız 2012
liman özelliğini, yaptığı yeni yatırımlarla sağlayan Evyapport, demiryolu bağlantısı ile farklı bir kulvarda hedeflerine ulaşmaya çalışıyor. Sektörün bu dinamik
yapısını okuyucularımız için özetleyen Evyapport Satış
ve Pazarlama Müdürü Barış Yerge, bugün Uzakdoğu’dan Evyapport Limanı’na karşılıklı direk gemiler
kalkmasının hem kuzeydoğu Marmara bölgesi, hem de
Türkiye ekonomisi için önemli olduğunu vurguluyor.
Dış ticaret rakamlarımızın artışı yaptığınız çalışmalara önemli ölçüde yansıdığını söyleyebilir miyiz?
2023 yılı ihracat hedeflerimiz dikkate alındığında
mevcut limanların kapasite artışlarını şimdiden planlaması çok önemlidir. Evyapport Limanı olarak yatırımlarımızı bu doğrultuda yapmaya devam etmekteyiz.
Türkiye’nin parlayan liman bölgesi Türk sanayisine yakınlığı ve elleçlediği tonaj ile Kuzey Doğu Marmara bölgesidir. Diğer taraftan Tekirdağ, Mersin, İzmir ve
Karadeniz’de bulunan belirli limanlarında gelişeceğini
düşünüyorum. Ticaretiniz büyüdükçe buna paralel olarak ülkenize gelen gemilerin boyu da hacmi de artıyor.
Bu doğrultuda da yaptığımız yatırımlara yön vermekteyiz. Ancak gemilerin boyutlarının artışına paralel olarak
Çanakkale boğaz geçişinde gemi uzunlukları, boğaz
köprüleri geçişlerinde ise gemilerin yükselliğinden dolayı sorun yaşanmaktadır. Bunun yanında yeni yapılacak olan İzmit Körfez Geçişi Köprüsü’nde de durum
farklı değil. Bu açıdan bakarsanız uzun vade de bu gemilerin Kuzey Doğu Marmara’ya gelememe olasılığı
bizleri endişelendirdiği kadar son kullanıcı müşterilerimiz olan ihracatçıları ve ithalatçıları da endişelendirmektedir çünkü yapılan çalışmalar konteynır gemileri
büyüdükçe deniz navlunlarının da aynı oranda düştüğünü göstermektedir.
Bahsettiğiniz bu büyüklükteki gemiler limanlarımıza
geliyorlar mı?
ULCS tipi gemiler şu anda ana ticaret merkezleri
arasında çalışmaktalar. Ağırlıklı olarak Batı Avrupa ile
Uzakdoğu, Çin arasında hizmet vermekteler. Türkiye ise
gelişen bir pazar ve bu gelişen pazarı dikkate alan ticari
yapılar artan hacmi karşılama adına büyük gemilerinin
rotalarını yavaş yavaş limanlarımıza çeviriyorlar. En
büyük örneği de şu anda bize gelen gemidir. Ticaret hacmimiz büyüdükçe büyük gemilerin limanlarımıza uğrak
yapma olasılıkları artacaktır.
Belirttiğiniz gibi ULCS (Ultra-Large Container
Ships) tipi büyük gemiler ülkemize gelirse bu kadar
büyük bir yapıyı kaldıracak limanlarımız var mı?
Kuzeydoğu Marmara bölgesinde limanımız (EVYAPPORT) dışında şu anda yok. Bizim rıhtımız 455
metre olmasaydı bugün gelen gemi Evyapport Limanı’na da gelemezdi. Buradaki yapınız çok önemlidir;
bu büyüklükte bir gemi için gerekli ekipman parkınızın,
rıhtımınızın ve derinliğinizin olması şart.
Ülkemiz de giderek gelişiyor, ticaret hacmimiz artıyor. Bu durum da limancıların gelişmesini sağlıyor. Bu
doğrultuda yaptığınız yatırımlardan bahseder misiniz?
Bölgedeki tüm limanlar şu anda kendilerini 2023 yılına göre ayarlıyor. Tüm yatırımlar bu yönde ilerliyor.
Biz de rıhtımımızı 455 metreye çıkardık, arka sahamızı
güçlendirmek için yatırımlarımız devam ediyor. 25 bin
metrekarelik ek arka saha çalışmamız da vardı. Bu çalışmamızı bitirdik. Bugün 455 metrelik rıhtımımız ile
yeni büyük gemilerimizi karşılayabilecek potansiyeli
oluşturduk. Ayrıca parmak iskelemizi uzatıp genişleterek aynı anda iki büyük gemiyi limana alabileceğimiz
yatırımımıza haziran ayında başlıyoruz. 2013 yılının sonuna doğru da limanda yaptığımız çalışmalar ve sonuçlarını göreceğiz. Şu anda Kuzeydoğu Marmara’nın
hacim olarak birincisi konumundayız. Türkiye’de tüm
limanlar arasında da 6 sıradayız.
Önümüzdeki süreçte de Türkiye’nin ve özellikle Ka23
Mayıs 2012
Eur
newsport
radeniz bölgesi ülkelerinin ekonomik olarak büyümesi
bekleniliyor. Bu açıdan bölgemiz artan bir potansiyele
sahiptir. Burada limanların üstüne düşen görev öncelikle
arka saha alanını ve ekipmanını bu artan ihtiyaca cevap
verecek şekilde hazır bulundurmaktır. Çünkü deniz ticaretinde hatların en büyük giderleri tükettikleri yakıttır.
Gemilerin yakıt tüketiminin azalması için gemiler limana yaklaştıktan sonra liman işletmecisinin olduğunca
hızlı hareket etmesi gerekiyor. Kısacası liman kalış süresini kısaltmaları gerekiyor. Bir geminin zamanında yanaşıp kalkması, aynı zamanda o gemi üzerinde yükü
olan müşterilerin de tedarik zincirlerini planlaması üretimlerini ayarlaması açısından çok önemli.
Körfez tamamen limancılık alanına dönüştürülebilir
mi?
Bölgenin limancılık alanına dönüştürülmesine devlet karar verecektir. Bu konuda fazla bir şey söylemek
mümkün değil. Bugün sizinde belirttiğiniz gibi Türkiye’nin birçok bölgesinde limancılık faaliyetleri artıyor,
artmak zorunda. Limancılık sektörünün gelişmesi devlet, sanayici, taşıyıcı ve liman
İşletmecilerinin ortak çalışma ve sinerji yaratmasına
bağlı. Bildiğiniz üzre son kullanıcı dediğimiz sanayicilerin önemli bir kısmı bölgemizde faaliyet göstermektedir.
Yine bu bölgede birçok otomotiv ve demir çelik sektörünün fabrikaları bulunmaktadır. Buradaki sanayiciler fabrikalarına en yakın limandan çıkış yapmak istemektedir.
Çünkü üretilen ürünlerde en büyük gider kalemlerinden
biri lojistiktir. Lojistik sektörünün içinde ise en büyük
gider kara yoludur. Bölgemizdeki limanların en büyük
avantajı ise trene yakın olmasıdır. Evyapport Limanı’nın
tren yoluna bağlantısı bulunuyor ve bugün bizim limanımızdan raylı sistem ile tüm Anadolu’ya ve özellikle Ankara veya Bilecik’e kadar gidilebiliyor. Bu oluşumla Eti
Maden dışarıya çıkardığı ürünlerde bizim limanımızı kullanmaya başladı ve bu oluşumla Eti Maden ihracatlarında
karlı bir yapıya geçti. Evyapport’tan boş konteynırlar demiryolu ile çıkıyor, Eti Maden’e gidiyor orada yüklenip
yine demiryolu ile limanımıza geliyor.
Aktardığınız bu yapı geliştikçe Türkiye’den Ortadoğu’ya, Balkanlara veya Afrika’ya ticaret Türkiye üzerinden yapılabilir mi?
Burada transit yüklerden bahsetmemiz gerekiyor.
Devletimizinde bu yönde çalışmaları mevcuttur. Türkiye’de bir bölgede herhangi bir yer merkez belirlenir ve
tüm dağıtım bu merkez üzerinden yapılır. Bugün Mısır’daki Port Said Limanı veya Yunanistan’daki Pire limanı birer aktarma limanıdır ve ülke ekonomisine büyük
katkıları vardır. Türkiye’nin artık transit konteyner liginde yer alması gerekiyor.
Çanakkale veya Ambarlı Limanları bu yönde ön
plana çıkamazlar mı?
Bugün Ambarlı bölgesinde azımsanmayacak transit
yükü elleclenmektedir ancak Ambarlı limanlarının büyüyebileceği bir alanı kalmamıştır. Önceden de belirttiğim gibi yeni nesil büyük gemilerin Çanakkale Boğazı
geçiş sorunu var.
Çandarlı Limana YİD (Yap İşlet Devret) modeli yatırımcılar bekleniyor. Bu konuda grubunuzun bir çalışması var mı?
Bu konuda bir düşüncemiz yok. Çandarlı’nın şu
anda gelir getirisi az olacaktır, ilerleyen dönemde mutlaka değerlenecektir. Biz tamamı ile körfeze odaklandık, tüm enerjimizi müşterilerimize iyi hizmet vermek
için harcamak istiyoruz. Bunu da başardığımızı düşünüyoruz. Bu alanda dünyanın en büyük konteynır hatları
olan Maersk’e, MSC’ye ve CMA’e aynı anda hizmet vererek bir ilki başardığımızı söyleyebilirim.I
Eur
newsport
400
yıllık dostluk
H
ollanda Türkiye ilişkilerinin 400. yılında
yapılan etkinlikler ve dile gelen aktarımlar, bilinenin aksine ilişkilerin daha yoğun
olduğunu gözler önüne seriyor. İlişkilerin
önemi doğrultusunda yapılan etkinliklerin
dışında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Hollanda ziyareti, ilişkilerin geleceği ile ilgili olumlu bir gelişme
olarak tarihe geçmiş durumda. İki ülke ilişkilerinin bir26
Mayız 2012
çok boyutu yanında ticari ilişkiler ile ilgili bir alanı konu
edindiğimiz dosyamızda, Dış Ticaret Müsteşarlığına
bağlı İGEME’nin (İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi)
2011 yılında hazırladığı Hollanda ülke raporundan bazı
kesitlere yer verdik.
Siyasi ve İdari Yapı
Hollanda idari açıdan, Drenthe, Flevoland, Fries-
land, Gelderland, Groningen, Limburg, Overijssel, Utrecht, Zeeland, Noord Brabant, Zuid Holland, Noord
Holland olmak üzere 12 Eyaletten oluşmaktadır. Kraliçe, Devletin başıdır. Bağlı Bölgeler Aruba ve Antiller’de Kraliçe tarafından atanan valiler bulunmakta olup,
bu bölgelerin bakanları da, Kraliyetle ilgili konular görüşülürken toplantılara katılmak üzere, Hollanda Bakanlar Kurulu’nda yer almaktadır.
Hollanda, parlamento esasına dayalı anayasal bir
monarşidir. Devlet yapısında “yasama” Kraliçe, Parlamento ve Bakanlar Kurulu’ndan oluşmaktadır. Parlamento, İl Konseyi üyeleri tarafından 4 yıllığına seçilen
75 üyeli I. Meclis (Senato) ve halk tarafından gizli oy
ve nispi temsil usulü ile yine 4 yıllık süre için seçilen
150 üyeli II. Meclis’ten (Temsilciler Meclisi) oluşmaktadır. Yürütme, Devletin başı olan Kraliçe ile Bakanlar
Kurulu tarafından yerine getirilmektedir. Devlet Başkanı
Kraliçe Beatrix, 1980 yılında tahta çıkmıştır. Kraliçe
Beatrix’in 3 oğlu bulunmaktadır. En büyük oğlu Veliaht Prens Willem-Alexander’dır.
En yüksek yargı makamı Hollanda Yüksek Temyiz
Mahkemesi’dir. Mahkeme, yargı idaresinin gözetimi ve
temyiz davalarını karara bağlama görevlerini yürütür.
Sadece vergi hukukuna giren konularda ilk derece mahkemesi olarak görev yapan 5 adet temyiz mahkemesi
vardır. Medeni hukuk ve ceza hukuku davaları, atmış bir
alt-bölge mahkemesi tarafından ele alınmakta olup, bunların bakmadığı davalar için de 19 bölge mahkemesi bulunmaktadır. Ayrıca, çocuklar için çocuk mahkemeleri
ve borsa vb. kurumlar için özel tahkim mahkemeleri vardır.
Hollanda’nın nüfusu, Şubat 2009 itibariyle 16,5 milyondur. Nüfusun %80’i Hollandalı, %20’si ise azınlıklardan oluşmaktadır. 1 Mayıs 2009 tarihli verilere göre,
3,3 milyonluk göçmen nüfus içerisinde en büyük grup,
380.480 kişi ile Türklerdir. Daha sonra Fas, Surinam ve
Endonezya kökenliler gelmektedir.
Nüfus yoğunluğu km başına 486 olan Hollanda,
dünyadaki nüfus yoğunluğu en yüksek olan ülkeler arasındadır. Nüfusu en fazla olan şehirler sırasıyla, Amsterdam, Rotterdam, Lahey, Utrecht, Eindhoven,
Tilburg’dur.
Nüfus artış hızının düşük olması ve ülke dışına göç
gibi nedenlerle, Hollanda nüfusu içerisinde yaşlıların
oranı giderek artmaktadır. Hollanda’da 15-65 yaş arası
nüfus ve çalışabilir nüfus yıllar itibariyle çok düşük rakamlarda artmaktadır. İşsizlik oranında son yıllarda
azalma kaydedilmiş olmasına karşın, 2008 yılında başlayan küresel kriz nedeniyle tekrar artış göstermiştir.
2008 yılı sonunda işsizlik oranı %3,9 olarak gerçekleşmiştir. Bununla beraber, 2009 yılında bu oranın %5,5
olması beklenmektedir.
2010 itibariyle ise işsiz
sayısının 700 bin olacağı beklenmektedir. Yaşlanmakta olan nüfus ve
son 20 yılda, Hollanda dışına göç edenlerin, Hollanda’ya göç edenlerden daha fazla olması nedeniyle, işgücü arzının yakın gelecekte
önemli oranlarda azalacağı da tahminler arasındadır.
Gelecek 20 yıl zarfında, yaşlanan nüfus nedeniyle,
emeklilere ödenen emekli maaşlarının ve sağlık harcamalarının büyük miktarlarda artacağı da öngörülmektedir. Bu duruma ilişkin olarak, şu anda 65 olan emeklilik
yaşının kademeli olarak 67’ye çıkarılması planlanmaktadır. İşgücü arzındaki ılımlı artışın 2010 yılına kadar
süreceği, daha sonra bir duraklama dönemi ve 20202030 yıllarından sonra da düşüş olacağı beklenmektedir. İşgücü arzındaki azalmanın, uygulanan bazı
politikalar sonucu, özellikle 55-65 yaş arası nüfusun işgücüne katılımının özendirilmesi ve emeklilik yaşının
bir miktar artırılması yoluyla telafi edilmesi planlanmaktadır. 2009-2010 yılları arasında, işten çıkarma sigortası konusundaki yasalarda değişiklikler söz konusu
olup, işten çıkarılan bir çalışan için yeni bir iş bulma konusunda, işverene daha fazla sorumluluk getirilmesi
muhtemeldir. 2011-2013 yılları arasında maddi teşvikler
yoluyla, işgücüne katılımı artırmak konusunda büyük
çabalar harcanması beklenmektedir. Diğer yandan, son
zamanlarda işverenler ve politikacılardan, daha uzun
haftalık çalışma saatlerine dönülmesi yönünde gelen
baskılar artmaktadır. Hâlihazırda çoğu sektörde çalışma
süresi haftada 38 saat, bazı sektörlerde ise 36 saattir.
Özellikle kadınlar olmak üzere, yarı zamanlı çalışanların sayısı çok fazladır. 2006 yılı itibariyle, yarı zamanlı
çalışanların toplam işgücüne oranı %35 civarında olup,
toplam kadın işgücünün %60’ı yarı zamanlı çalışmaktadır. Hollanda’da aylık asgari ücret 23 yaşın üzerindekiler için 1,160 Euro olup, 23 yaş altındakiler için
değişiklik göstermektedir.
Ekonomik Yapı
Hollanda, kişi başına düşen 40 bin dolarlık yüksek
milli gelir ile gelişmiş bir ekonomiye sahiptir. Avrupa
ülkeleri arasında 6. sırada, dünyadaki en büyük ekonomiler arasında da 16. sırada yer almaktadır. Ekonomi,
çok önemli derecede dış ticarete bağımlıdır ve refah düzeyinin ana etkeni dış ticarettir.
Ülke reeksport konusunda uzmanlaşmıştır. Ülke
üzerinden yapılan reeksport ticaret, ihracatın yaklaşık
%40’ını oluşturmaktadır. Bu yüksek oran, Hollanda’nın,
çok küçük olan yerel pazardan daha çok, Batı Avrupa
ve hatta dünyanın diğer bölgelerindeki pazarlar için bir
giriş kapısı niteliğinde olduğunun bir göstergesidir.
Hollanda hizmetler sektörünün ekonomideki payı,
27
Mayıs 2012
Eur
newsport
imalat sektörü ile kıyaslandığında çok daha büyüktür.
2008 yılı itibariyle, hizmetler sektörü %71,5, imalat sektörü ise %22,4 oranında katma değer yaratmaktadır. Ticari hizmetler ise GSMH’nın %48’ini oluşturmuştur.
Hollanda ekonomisinin en büyük sektörü olan hizmetler sektörü, son 50 yıldır istihdamdaki payını artırmakta olup, yüksek eğitimli çalışan sayısı da doğal
olarak bu sektörde daha fazladır. Yalnızca iç pazarda
değil, yurtdışı pazarlarda da hizmet sektörünün payı artmaktadır. Hizmet ticaretindeki ihraç fazlası, temel olarak yurtdışı lojistik hizmetlerinden kaynaklanmaktadır.
Taşımacılık ve lojistik Hollanda ekonomisinde eskiden
beri özel bir öneme sahip olmuştur.
Endüstriyel faaliyetler ve dağıtım faaliyetleri ile tek
başına GSYİH’nın %2’sine karşılık gelecek şekilde yıllık katma değer oluşturan Rotterdam Limanı, 2005 yılına kadar dünyadaki en büyük liman iken, şu anda
Çin’in Şanghay Limanından sonra 2. sırada bulunmaktadır. 2008 yılında limanda işlem gören kargo miktarı
421,6 milyon tondur. Rotterdam Limanını ziyaret eden
deniz taşıtları sayısı ise, 2007 yılı itibariyle 18 bin civarındadır.
İthal hammadde ve girdilere bağımlı olan imalat sektörü için ticaret, olmazsa olmaz bir öneme sahiptir. Hollanda ekonomisi yabancı yatırımcıları çekmek açısından
da çok başarılıdır. Yabancı yatırımlar için mevcut vergi
avantajları birçok çokuluslu şirketin bu ülkede faaliyet
göstermesine neden olmuştur. Ülke pek çok uluslararası
şirketin üretim ve dağıtım merkezi durumundadır. İmalat sektörünün uluslararası niteliğinin bir göstergesi ola-
28
Mayız 2012
rak, Royal Dutch/Shell, Unilever, Philips ve Heineken
gibi Hollanda orijinli çok uluslu şirketler sayılabilir.
Ekonomik faaliyetler Ranstad olarak bilinen, en
büyük dört şehir olan Amsterdam, Rotterdam, Lahey ve
Utrecht’ten oluşan alanda yoğunlaşmıştır. Ücretli çalışanların %50’si Ranstad Bölgesinde bulunan üç batı
eyaleti olan Kuzey Hollanda (Noord-Holland), Güney
Hollanda (Zuid—Holland) ve ülkenin en zengin bölgesi
olan Utrecht’te istihdam edilmektedir.
Hollanda yüzölçümü itibarıyla küçük bir ülke olmasına rağmen ülkenin ekonomik bölgelerinde üretim sektörlerine göre, bölgelerin tarihsel ve coğrafi özelliklerine
dayalı bir çeşitlilik vardır. Dağıtım ve depolamaya bağlı
birçok aktivite, Rotterdam Rijnmond bölgesi, Zeeland,
ya da Amsterdam yakınındaki Kuzey Denizi kanalı gibi
belli başlı suyolları ve deniz-nehir bağlantı noktalarının
bulunduğu yerlere yakın yoğunlaşmıştır. Amsterdam
Schiphol Havaalanı sağladığı dinamik altyapı ile birçok
firmaya cazip gelmektedir.
Geleneksel olarak tarımsal bir yapı gösteren ülkenin
kuzeyi, aynı zamanda büyük ya da çok sayıda küçük işyerinin toplandığı bir bölgedir. Utrecht ülkenin merkezinde bulunmaktadır ve iş hizmetleri sektöründe önemli
bir yere sahiptir. Birçok Hollandalı ve yabancı IT firmasının merkezi bu bölgede yoğunlaşmıştır.
Ülkenin doğusunda ekin ve canlı hayvan yetiştiriciliği başta olmak üzere, çiftçilik sektörü ve et işleme sanayi faaliyet göstermektedir. Kimya sanayindeki Akzo
Nobel gibi diğer sanayi kolları da bu bölgededir. Elektronik sektöründe lider isim Philips’in de bulunduğu
Noord Brabant bölgesi de önemli bir sanayi merkezidir.
DAF traktörlerinin de üretildiği bu bölge, aynı zamanda
nakil araçlarının üretim yeridir. Güneyde Limburg bölgesi, Avrupa nakliye yollarının kesişim yeridir. Almanya’nın Rhine/Ruhr bölgesi ve Merkezi Avrupa’ya
geçecek bütün kara ve demiryolları Limburg’dan geçmektedir. Nehirler üzerindeki taşımacılık, Meuse nehri
ve Juliana kanalı üzerinden belli başlı Avrupa suyollarına geçişi sağlamaktadır. Limburg bölgesinin ekonomik altyapısının temel dayanaklarından biri de
Maastricht-Aachen Havaalanı olup, buradan sağlanan
yolcu ve mal taşıma ve charter uçuşları, Avrupa’ya yapılan dağıtımın büyük bir bölümünü oluşturmaktadır.
Kimyasallar üretimi konusunda bir joint venture olan
DSM-Mitsubishi ve Volvo otomobilleri üreten Nedcar
şirketi bu bölgede faaliyet göstermektedir.
Doğuda yer alan Overijssel bölgesi, özellikle tekstil
endüstrisi nedeniyle Hollanda’nın en gelişmiş sanayi
bölgesidir. Ayrıca metal, kimya, kauçuk ve et işleme sanayileri ile tarım sektörü de bu bölgede bulunan önemli
sektörlerdendir. Twente Teknik Üniversitesinin burada
kurulmuş olması da bölgenin araştırma ve teknik altyapı
bakımından oynadığı önemli rolün bir göstergesidir.
Ekonomi Politikaları
Hollanda ekonomisi çok gelişmiş bir serbest piyasa
ekonomisidir. Dolayısıyla devletin ekonomideki ana etkisi, daha çok düzenlemeler ve vergilendirme kapsamında olmaktadır. Devlet kapsamlı, yapısal ve
düzenleyici reformlar ile sıkı ve istikrarlı bir ekonomi
politikasını birlikte uygulamaktadır.
Hollanda ekonomisinin rekabet gücü özellikle son
10 yılda önemli ölçüde gelişmiştir. Bunda hükümetin
1995 yılında Hollanda ekonomisinin teknolojik temelini
geliştirecek şekilde büyük kuruluşlara vergi avantajları
sağlayan 4 yıllık bir planı uygulamaya koymasının özel
bir etkisi olmuştur. Hükümet bu dönemde yüksek teknoloji araştırma enstitülerinin kuruluşuna 124 milyon
dolar ayırmıştır. Bu planın uygulanması neticesinde,
Hollanda özel sektörü yüksek teknolojili Ar-Ge yatırımlarına önem vermiş; üniversite, devlet ve sanayi işbirliği gelişmiştir.
Hollanda devleti ekonomideki rolünü 1980’lerden
beri göreceli olarak azaltmaktadır. Özelleştirme çalışmaları halen devam etmekte, piyasaların işleyişi üzerindeki kontrolünü giderek daha da azaltmaktadır.
Hollanda, ABD ile birlikte, uluslararası serbest ticareti
ve vergi ve tarifelerin azaltılmasını en çok destekleyen
iki ülkeden birisidir. Hollanda’nın 1990’larda başlayan
ekonomik başarısı, uyguladığı ekonomi politikaları kapsamında 1970’lerin sonu ve 1980’lerde işyerlerinin geçirdiği değişimin sonucudur.
Avrupa’daki diğer ekonomiler 1990’larda ortalama olarak
%1,6 oranında büyürken, Hollanda
ekonomisi ortalama %2,8 oranında büyümüştür. Devlet pek çok kamu kuruluşunu
özelleştirerek ekonomideki rolünü azaltmış, firmaların önemli bir kısmı ileri teknolojileri kullanmaya başlamışlardır. Bu yolla, Hollanda Avrupalı
komşularının pek çoğundan daha önce ekonomik reformları gerçekleştirerek, bu ülkelerden çok daha fazla
rekabetçi hale gelmiştir. Ekonomi politikalarının sonucu
olarak, diğer pek çok gelişmiş ülkede olduğu gibi Hollanda ekonomisinde de hizmetler sektörü büyümüş, tarımsal üretim ve sanayi sektörünün GSMH içerisindeki
payı göreceli olarak azalmıştır.
Devlet kurumları, ekonomik ve sosyal politikaları
belirlerken, işveren dernekleri ve ticaret birlikleri ile
yakın işbirliği içerisinde çalışmaktadır. Bu mekanizmaya ‘Polder Model’ adı verilmektedir. Polder, Hollandacada, denizden kazanılmış arazi anlamına
gelmektedir. Politikalar belirlenirken, bağımsız bir kuruluş olan ‘Hollanda Merkezi Planlama Bürosu’nun bilimsel görüş ve verileri de göz önüne alınmaktadır.
Polder modeli, 1982 yılında işveren dernekleri, sendikalar ve devletin birlikte, ekonominin yeniden canlandırılması için, daha kısa çalışma saatleri ve daha
düşük ücretler uygulanması yoluyla daha fazla kişi istihdam etmek yönünde ortak karar aldığında başlamıştır.
Kamu kuruluşlarının özelleştirilmesi ve bütçe kesintileri
yönündeki ekonomi politikaları ile birleştirilen bu
model, 1990’ların sonunda gerçekleşen Hollanda mucizesinin nedenidir. Bu süreçte önemli rolü olan kuruluşlardan birisi, Jan Tinbergen tarafından 1945 yılında
kurulmuş olan ‘Hollanda Merkezi Planlama Bürosu’
dur. Jan Tinbergen, geliştirdiği makroekonomik model
nedeniyle, 1959 yılında Nobel ödülünü kazanmış, bir
ekonomisttir. Modeli önce Hollanda’da, II. Dünya Savaşı sonrasında da ABD ve İngiltere’de uygulanmıştır.
Son 20 yıldır, ekonomik politikalar kısa ve orta vadeli makroekonomik modellere odaklanmak yerine, ekonomik sistemin hem kurumsal yapısının hem de fiziksel
ve sosyal altyapısının iyileştirilmesine odaklanmaktadır.
İstikrarlı bir ekonomik ortam yaratmak açısından makroekonomik politikalar hala önemini korumakla beraber, ekonominin büyüme potansiyeli ve performansını
güçlendirmek açısından yapısal hususların daha önemli
olduğu düşünülmektedir.
Hollanda 2004 ve 2008’in ilk yarısında yüksek bir
ekonomik büyüme yaşamış, fakat 2008’in ikinci yarısından itibaren ekonomik büyüme çok yavaşlamıştır.
2008 yılı GSYİH büyüme hızı %2,1 olarak gerçekleşmiştir. 2009 yılında ise resesyon başlamış olup,
29
Mayıs 2012
Eur
newsport
1982’den beri yaşanan ilk resesyondur. Ülke ekonomisinin çok liberal ve yüksek oranda ihracata bağımlı olması nedeniyle, küresel ekonomik krizden dolayı dünya
ticaret hacminin azalması, ülkedeki ekonomik daralmanın başlıca nedenidir.
Hollanda İstatistik Bürosundan yapılan açıklamaya
göre, Hollanda ekonomisi, II. Dünya Savaşın’dan beri
en büyük daralmayı yaşayarak, 2009 yılında % 4,1 küçülmüştür. Ekonomideki bu daralmanın, daha önce yapılmış bulunan tahminlerin üzerinde olduğu da beyan
edilmiştir.
İhracat ve yatırımlarda %10’un üzerinde, çok yüksek
oranda bir düşüş kaydedilmiştir. Uzun bir aradan sonra,
ilk kez özel tüketim harcamaları da azalmış bulunmaktadır. Buna karşın, sağlık ve sosyal yardım alanlarındaki
kamu harcamaları önemli oranda artış göstermiştir. İşverenlerin giderek daha az kişi çalıştırmaları nedeniyle,
azalan istihdamın da endişe verici boyutlarda olduğu bildirilmiştir. Mart 2009 sonu itibariyle 152.000 kişi olan
istihdam hacminde, 6 ay öncesine göre 100.000 kişilik
bir azalma söz konusudur. 2008 yılı işsizlik oranı % 3,3
oranında gerçekleşmiştir.
Tüketici güveni ve iş çevreleri güveni önemli oranda
azalmış, 2008’in son çeyreğinde perakende satışlar daralmaya başlamıştır. Hükümet güvenin yeniden oluşması için çeşitli önlemler almıştır. Bütçeden ayrılan bazı
fonlar, özellikle mali sektörde zor durumda olan kuruluşlara yardım etmek üzere kullanılacaktır. Nitekim iflas
etmelerini önlemek üzere bir Benelüks Bankası olan
Fortis Bank’ın Hollanda bölümü ve ABN Amro Bankası
Devlet tarafından millileştirilmiştir.
2008 yılı içerisinde ekonomik krizle mücadele için
alınan önlemler şunlardır:
-Kriz nedeniyle zor duruma düşen ve bir Benelüks
Bankası olan Fortis Bank’ın Hollanda Bölümü ve ABN
Amro Bank’ı 16,8 milyar Avro karşılığında Devlet alarak, Ekim ayında millileştirmiştir. Piyasalarda durum
düzeldiğinde, Fortis Bank ve ABN Amro Bank’ın tekrar
satılması planlanmaktadır.
- Reel sektörde faaliyet gösteren firmaların desteklenmesi amacıyla 6 milyar Euro tutarında kaynak ayrılmıştır.
- Hollanda bankalarında bulunan mevduatlar için
devlet garantisi, bir yıllık sure için 100 bin Euro’ya çıkarılmıştır.
- Bankacılık ve sigorta sektöründeki firmalara destek
vermek üzere 20 milyar Euro tutarında kaynak ayrılmıştır.
- Bankaların şirketlere verdiği krediler için devlet
garantisi artırılmış, bunun için Ekonomi Bakanlığı tarafından 750 milyon Euro’luk bir kaynak tahsis edilmiştir.
30
Mayız 2012
Doğrudan Yabancı Yatırımların Görünümü
Hollanda dünyada yabancı yatırımların en çok yapıldığı ülkeler sıralamasında 7. sırada gelmektedir. Ülkede yaklaşık 6.000 yabancı şirketin merkezi
bulunmaktadır. Yatırımları teşvik etmek için alınan önlemler, özellikle son yıllarda Hollanda’ya yabancı sermaye akışını hızlandırmıştır. Mevcut çokuluslu yabancı
firmalar arasında, Polaroid, Esso, Dow Chemical, Fuji,
Nissan, Engelhardt, Amsco, Thorn EMI and Rank Xerox
sayılabilir.
Bu sonuca ulaşmada ülkenin istikrarlı makro ekonomik durumu, etkin finans sektörü, mükemmel lojistik
ve teknolojik altyapısı, birkaç dil konuşabilen insan kaynakları kalitesi ve hayat kalitesi gibi etkenler önemli rol
oynamaktadır. Çokuluslu şirketlerin edindikleri karlara
uygulanan vergi rejimi de, yatırımlar açısından Hollanda’yı Avrupa’daki en cazip ülkelerden biri konumuna
getiren etkenlerden birisidir. Hollandalı işgücünün yaklaşık %10’u yabancı firmalar tarafından istihdam edilmektedir.
Ekim 2007 tarihinde, Amsterdam Emlak danışmanlık şirketi Cushman & Wakefield tarafından yapılan bir
araştırmaya göre Amsterdam, Avrupa’daki en iyi iş ortamı sağlayan şehirlerarasında, Londra, Paris ve Frankfurt’tan sonra ve Barselona’dan önce olmak üzere, 4.
sırada yer almaktadır. Bunun başlıca nedenleri olarak,
gelişmiş ulaşım ve lojistik olanakları, pek çok dili konuşabilen kaliteli işgücü gösterilmektedir. Ayrıca rapora
göre, telekomünikasyon hizmetleri ve işgücü niteliği son
yıllarda daha da iyileşmiştir.
Economist Intelligence Unit’ tarafından yapılan bir
araştırmaya göre, 2007 yılı itibariyle Hollanda, yatırımlar için en uygun ülke sıralamasında, kendi bölgesindeki
18 ülke arasında 4. sırada; 2008 yılında ise 82 ülke arasında 9.sırada yer almıştır. Söz konusu 18 ülke, Avusturya, Belçika, Kıbrıs, Danimarka, Finlandiya, Fransa,
Almanya, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Hollanda, Norveç, Portekiz, İspanya, İsveç, İsviçre, Türkiye ve İngiltere’dir.
Diğer taraftan, yine ‘Economist Intelligence Unit’
tarafından yapılan tahminlere göre, 2009-2013 yılları
arasında Hollanda yatırımlar açısından en uygun ülke sıralamasında, makroekonomik problemler ve finans sektöründeki problemler nedeniyle daha geri sıralara
düşecektir. Bunun nedenlerinden birisi de, Hollanda’da
giderek artan göçmen karşıtı davranışların getirdiği politik gerilimdir. Buna karşın, yine de ülkenin sahip olduğu altyapı olanakları ve işgücü pazarının niteliği
nedeniyle yatırımcılar için cazibesini korumaya devam
edeceği tahmin edilmektedir.
2007 yılından itibaren Hollanda vergi oranları, yabancı firmalar için daha da çekici hale getirilmiş, ku-
rumlar vergisi oranı, 60 000 Euro üzerindeki gelirler için
%25,5 seviyesine indirilmiştir. Oran, ilk 25 000 Euroluk vergilendirilecek gelir dilimi için %20, 25 000-60
000 Euro’luk gelir dilimi için de %23,5 olarak belirlenmiştir. Bu oranlar, AB ortalamasının epeyce altındadır.
Ayrıca, kar payı vergisi de (dividend tax) %25’ten
%15’e indirilmiştir.
Dış Ticaret
Hollanda, 2010 yılında 479 milyar dolar ihracat ve
422 milyar dolarlık ithalat tutarı ile 901 milyar dolar seviyesinde bir dış ticaret hacmine ulaşmıştır. Dış ticaret
fazlası 57 milyar dolardır.
Hollanda’nın yüzyıllardır bir ticaret ülkesi olma geleneği, denizdeki stratejik konumu ve küçüklüğü, ülkenin uluslararası yönelimli çok açık bir ekonomiye sahip
olmasında rol oynamıştır. Dış ticaret, ülke ekonomisinde
çok büyük bir öneme sahiptir. 2010 itibariyle,
GSYİH’nın yaklaşık %65’i mal ve hizmet ihracatından
kaynaklanmaktadır. İhracatın yaklaşık %40’ını reeksport oluşturmaktadır ve sürekli olarak dış ticaret fazlası
vermektedir. Dünya toplam ithalat ve ihracatında ilk on
sırada yer almaktadır.
2010 yılında Hollanda’nın dış ticaret hacmi yaklaşık %14 oranında artış göstermiştir. 2011-2015 yılları
arasında da otalama % 3 gibi cüzi bir artış beklenmektedir.
Hollanda, 2010 yılında 479 milyar dolar ihracat ve
422 milyar dolarlık ithalat tutarı ile 902 milyar dolar seviyesinde bir dış ticaret hacmine ulaşmıştır. Dış ticaret
fazlası 57 milyar dolardır. Dış ticaret hacminde 2009 yı-
lına göre yaklaşık % 14’lük bir artış gerçekleşmiştir.
Hollanda’nın yüzyıllardır bir ticaret ülkesi olma geleneği, denizdeki stratejik konumu ve küçüklüğü, ülkenin uluslararası yönelimli çok açık bir ekonomiye sahip
olmasında rol oynamıştır. Dış ticaret, ülke ekonomisinde
çok büyük bir öneme sahiptir. 2010 itibariyle,
GSYİH’nın yaklaşık %65’i mal ve hizmet ihracatından
kaynaklanmaktadır. İhracatın yaklaşık %40’ını reeksport oluşturmaktadır ve sürekli olarak dış ticaret fazlası
vermektedir. Dünya toplam ithalat ve ihracatında ilk on
sırada yer almaktadır.
Türkiye-Hollanda Yatırım İlişkileri
Hollanda, Türkiye’de yapılan toplam doğrudan yabancı yatırım tutarı içerisinde ilk sırada bulunmaktadır.
Toplam yabancı sermayeli firma sayısı açısından da,
Alman ve İngiliz firmalardan sonra, Hollandalı firmalar
üçüncü sırada gelmektedir.
2003 yılında Türkiye’de 449 Hollanda sermayeli şirket faaliyet göstermekte iken, 2008 Nisan ayı itibariyle
bu sayı 1 517’ye, Ağustos 2008 itibariyle de 1954’e
ulaşmıştır. Bunlardan bazıları, onlarca yıldır Türkiye’de
faaliyet gösteren Philips, Unilever, Shell ve ABN Amro
gibi eski firmalardır. Son yıllarda Türkiye’de faaliyet
göstermeye başlayan Hollandalı firmalar, daha çok,
emlak ve inşaat sektörlerinde yatırım yapmıştır.
Corio, Redevco ve Multi Turkmall gibi büyük Hollanda şirketleri ya yeni ticari projeler üstlenmekte ya da
yerel firma ve gayrimenkulleri satın almaktadırlar. İnşaat ve pazarlama konularında uzmanlaşmış küçük ölçekli pek çok Hollanda firması, tatil yörelerindeki
31
Mayıs 2012
Eur
newsport
yerleşim projelerinde yoğun olarak faaliyet göstermektedir. Hollanda kökenli firmalar tarafından tercih edilen
diğer alanlar ise şunlardır: Toptan ve perakende ticaret,
turizm ve catering, nakliye ve haberleşme, makine sanayi, metal ve plastik işleme, tekstil ve hazır giyim, bilişim, yayıncılık ve eğitim sektörleri.
Toptan ve perakende ticaret alanında, hem C&A gibi
tanınmış Hollanda perakende mağaza zincirleri, hem de
ülke içi ve dışında farklı ürünlerin ticaretini yapan çok
sayıda küçük firma bulunmaktadır. Turizm ve catering
firmaları da emlak ve inşaat sektörlerinde faaliyet gösterenler gibi, çoğunlukla turistik yörelerde yatırım yapmaktadır. Bu iki sektörde çalışan Hollanda kökenli
firmalar, genellikle Antalya, Aydın ve Muğla civarında
yatırım yapmış bulunmaktadır.
Türkiye, geniş tüketici altyapısı ve Hollanda ile Avrupa’daki iç piyasalara hizmet verebilecek kalifiye teknik personele sahip olması nedeniyle, telekomünikasyon
ve bilişim sektörlerinde de Hollandalı yatırımcıların
büyük ilgisini çekmektedir. Bu sektörlerde faaliyet gösteren GreenCat, TopTel ve BitBrains gibi Hollandalı firmalar da Türkiye’de yatırım yapmış bulunmaktadır.
2008 yılı Mart ayı itibariyle, Türkiye’de yatırım yapmış olan Hollanda firmalarının %53’ü İstanbul’da,
%31’i Antalya, Muğla ve İzmir’de, %4’ü ise Ankara’dadır. Hollanda Yabancı Yatırım Ajansı (NFIA)’nın
İstanbul Ofisinin açılışı 12 Ekim 2009 tarihinde, Hollanda Dış Ticaret Bakanı tarafından, yapılmıştır.
Türk firmalarının Hollanda’daki yatırımları hakkında, NFIA’dan bilgi almak mümkün değildir. NFIA,
Türkiye çıkışlı yabancı sermaye yatırımlarına ilişkin bilgiyi, diğerleri gurubu içerisinde mütalaa etmektedir. Bununla beraber, Internet’te bir gazetede yayınlanan,
Hazine Müsteşarlığı kaynaklı olduğu belirtilen bir habere göre; vergi avantajı nedeniyle, Hollanda’daki Türkiye çıkışlı yatırım tutarının, 2008 yılı itibariyle,
yaklaşık 4 milyar dolara ulaştığı ve firma sayısının da
131 olduğu belirtilmektedir.
İki Ülke Arasındaki Ticarette Yaşanan Sorunlar
Hollandalı dış ticaret kurum ve kuruluşları tarafından uygulanmakta olan ‘Türkiye Eylem Planı kapsamındaki saptamalardan birisi de, Hollanda iş çevreleri
için Türkiye pazarının çok önem taşıdığı ve büyük potansiyel arz ettiğidir. Ancak aynı saptamalarda Hollandalı işadamları nezdinde Türk firmalarının olumsuz bir
imaja sahip olduğu, bunun da ticaretin ve yatırımların
istenilen düzeyde artmasını engellediği ifade edilmektedir. Diğer taraftan, Hollandalı tüketiciler nezdinde de
Türkiye ve Türk malı imajı çok iyi durumda değildir.
Bu nedenle, özellikle nihai tüketiciye yönelik olan gıda
maddeleri, tekstil ürünleri ve ev eşyası gibi Türk ürün32
Mayız 2012
lerinin, orijinal markaları ile Hollanda’da yaşayan Türkler ve Türklere ait dağıtım kanalları haricinde, diğer tüketicilere yönelik olarak pazarlanması pek mümkün
değildir. Nitekim bu tür ürünler, Türk bakkalı adı verilen küçük süpermarketlerde ve Türk kökenli kişilerin
sahip olduğu mağazalarda satılmaktadır.
İGEME Rotterdam ofisine başvuran Hollandalı
firma yetkilileri, belli bir ürünü ithal etmek amacıyla ihracatçı firma isimlerini öğrenmek istediklerinde, genelde
bu firmaların güvenilir olup olmadığını sormakta, bazıları da firmalara yazdıklarında cevap alamadıklarını ya
da İngilizce bilen birisini bulamadıklarını belirtmektedir. Kendilerine, tüm firmalarımızın güvenilir olduğu cevabı verilmekle birlikte, Türk işadamlarının da bu
piyasada Hollandalı firmalarla iş yaparken, bu kültürdeki iş yapma esaslarını ve genel olarak kültürel öğeleri
öğrenmeleri ve dikkate almaları gereklidir. Hollandalı
firmalarla ticaret yaparken, teslimat sürelerinde gecikme
olmamasına özen göstermek ve sözleşme koşullarına
uymak büyük önem taşımaktadır.
Ayrıca, Hollandalı firmalarla, çok iyi bir şekilde
gözden geçirilerek imzalanmış yazılı sözleşmeler dahilinde ticaret yapmak; gerekirse bu konuda uzmanlaşmış
danışmanlık firmalarından hizmet almak, ileride karşılaşılabilecek maddi kayıpların önüne geçecektir. Hollandalı bir firma ile yapılacak bir ihracat veya ithalat
sözleşmesi sadece dayalı olduğu hukuki sistemi belirtmekle kalmayıp, aynı zamanda bir tahkim hükmü de
içermelidir. Uluslararası Ticaret Odası ve ulusal ticaret
odaları, bu tür tahkim kolaylıkları sağlamaktadır. Bunun
dışında Hollanda’da bağımsız tahkim hizmetleri sunan,
Hollanda Tahkim Kuruluşu ‘NAI’ bulunmaktadır. Uluslararası alım satım sözleşmelerinde kullanılmak üzere
önerilen bir madde şu şekilde olabilir: ‘İşbu sözleşme
veya bundan kaynaklanan başka sözleşmelerle ilgili
bütün ihtilaflar, İstanbul Ticaret Odası Tahkim Kuruluşu veya Hollanda Tahkim Kuruluşu (NAI) kurallarına
uygun olarak tahkim yoluyla kesin olarak çözümlenecektir. ‘Hollanda pazarına girebilmek için, öncelikle
ürünle ilgili pazara ilişkin bilgiler ve dağıtım kanalları
hakkında detaylı bir araştırma yapılmalıdır. Hollanda’nın ‘CBI’(www.cbi.eu) isimli kuruluşunun Hollanda ve tüm AB ülkeleri için hazırlamış olduğu pazar
araştırmaları mevcut olup, bu raporlar IGEME Rotterdam Ofisinden elde edilebilir. Hollanda’ya gelerek, yerinde pazar araştırması yapmak, gerekirse bir
danışmanlık firmasından pazara giriş ve pazara ilişkin
detaylar konusunda hizmet almak çok faydalı olabilir.
Yerinde pazar araştırması yapmayı düşünen ihracatçılarımızın, ‘İhracatta Devlet Yardımları’ kapsamında
IGEME tarafından uygulanan ‘İhracatta Pazar Araştırması Desteği’nden faydalanması mümkündür.
Hollanda’ya ihracatımızda en başta gelen ürünler,
hazır giyim ürünleri olup, Hollanda’nın bu ürünlerdeki
toplam ithalatı içerisindeki payımız yaklaşık %10’dur.
Bununla beraber, bu ürünler ya Türkiye’de fason olarak
ürettirilmekte ya da büyük mağaza zincirlerinin Türkiye’de bizzat faaliyet gösteren acente ve alım grupları tarafından ithal edilmekte olup, mağazalarda firmaların
kendi etiketleri ile satılmaktadır.
Diğer yandan son senelerde, özellikle Çin başta
olmak üzere, Hindistan, Pakistan ve bazı Uzakdoğu ülkelerinin tekstil ve hazır giyim dünya ihraç pazarlarında
ve dolayısıyla Hollanda pazarında payını artırmış olması, söz konusu ürünlerde Türkiye’nin ihracat artış hızının düşmesine neden olmuştur. Ayrıca, 2008 yılı
başında, AB ve dolayısıyla Hollanda ithalatta Çin ürünlerine karşı uygulanan ek kotaları kaldırmış olup,
Çin’den gelen rekabet daha da artmış bulunmaktadır.
Sonuç olarak, tüm bu etkenler göz önüne alınarak,
Hollanda pazarında hazır giyim ürünleri de dahil olmak
üzere tekstil ürünleri ihraç payımızı aynı seviyede tutabilmek ya da artış sağlayabilmek için, firmalarımızın,
katma değeri daha yüksek, kaliteli ve tasarımı öne çıkan
ürünlerle pazara yönelmesinde fayda vardır.
Avrupa ve Hollanda pazarındaki rakiplerimizden gelecek olan fiyat rekabetinden uzaklaşmanın yolu, ürünlerimizi, çok düşük ihraç fiyatlarıyla pazara giren
rakiplerimizin ürünlerinin kalitesi ve tasarımından mümkün olduğu kadar farklılaştırmaktır. Bunun için de Ar-Ge
çalışmaları ve yenilikçi ürünler üretme yönünde çaba harcanması gerekmektedir. Her şeye karşın, Türk tekstil sanayiinde son yıllarda yapılan teknolojik yatırımlar ve
makine parkındaki yenileştirmeler sayesinde, verimlilikte
ve ürün kalitesinde artış sağlanmış; firmalar ucuz ithal
girdi kullanarak, maliyetlerini de bir miktar düşürmüşlerdir. Sektördeki firma yetkilileri, Avrupa’ya olan coğrafi
yakınlığımız, bazı rakip ülkelere göre nakliye maliyetlerinin düşük olması, hızlı teslim süresi, iyi ve kaliteli servis gibi faktörler açısından, halen avantajlı durumumuzun
devam etmekte olduğunu beyan etmektedirler. Sektördeki
firmalar, rekabet edebilmek için, kaliteli ve katma değeri
yüksek ürünler üretmenin gerekliliğini de algılamışlar ve
bu yönde daha yoğun çalışmaya başlamışlardır.
2008 yılı içerisinde başlayan küresel ekonomik kriz
nedeniyle bazı zorluklar yaşanıyor olsa da, Türkiye’de
gemi inşa ve yan sanayiinde büyük bir gelişme olmuştur.
Hollanda gibi geleneksel olarak denizci olan bir ülke ile
bu alanlarda hem ortak yatırım hem de ihracat imkânlarımız açısından büyük bir potansiyel mevcuttur.
Son yıllarda ve özellikle 2008 yılından beri, Hollandalı firmalar bazı ürünler için ‘outsourcing’ konusunda
Türk firmalarını tercih etmeye başlamışlardır. Firmalar,
metal ve plastik işleme sanayilerindeki yüksek kapasite,
kalifiye işgücü ve düşük maliyet gibi kriterler ve coğrafi yakınlık nedeniyle Türkiye’yi, Çin,
Polonya ve Çek Cumhuriyeti gibi geleneksel ‘outsourcing’ ülkelerine alternatif olarak görmekte ve tercih etmektedir.
Organik tarım ürünleri, bilinçli ve alım gücü yüksek
tüketicilerin fazla olduğu Batı Avrupa ülkeleri ve dolayısıyla Hollanda için giderek büyüyen bir pazardır. Bu
ürünler için, Türkiye’nin elverişli iklimi, üretim olanakları
ve coğrafi yakınlığımız göz önüne alındığında, ihracata
yönelik olarak yatırım ve üretim konusu dikkate alınmalıdır. Hollandalı tüketiciler, 2006 yılında organik ürünler
için 460 milyon Euro harcamış, bu ürünler için olan harcama tutarı, 2005’e göre %10 artış göstermiştir. Şu anda
Hollanda gıda pazarında satılan gıdaların %3’ü organiktir. Satışlarda, süpermarketler ile organik ürünler ve
sağlıklı ürünler konusunda uzmanlaşmış satış noktalarının
her birinin payı %43, yemek dağıtım şirketlerinin payı
%4’tür. Organik ürünlerin %10’u ise, sadece organik
ürünler konusunda uzmanlaşmış mağazalar, diğer satış
noktaları ve İnternet üzerinden satılmaktadır. İnternet yoluyla organik gıda satın alma eğilimi de artmaktadır.
AB ve Hollanda helal ürünler pazarının yakın gelecekte daha da büyümesi beklenmekte olup, bu ürünlerin
Hollanda’ya ihracatı da önemli bir potansiyel taşımaktadır. Son yıllara kadar, Hollanda da dahil olmak üzere,
Batı Avrupa gıda pazarında faaliyet gösteren firmalar
helal ürünler sektörüne çok fazla ilgi göstermemiş olmakla beraber, bu ülkelerdeki Müslüman nüfusun önemli
oranda artmasıyla birlikte, son yıllarda sektöre yatırım
yapmaya başlamışlardır. Batı Avrupa’daki Müslümanların sayısı 15-20 milyona, Hollanda’daki Müslümanların
sayısı ise 1 milyona ulaşmış bulunmaktadır. Helal ürünler pazarının altyapısını oluşturmak ve firmalara mali
destek sağlamak üzere Hollanda devleti 100 milyon Euro’luk bir bütçe ayırmıştır. Ülkedeki en büyük süpermarket zinciri olan Albert Heijn, kısa bir süre önce,
mağazalarında test niteliğinde helal gıda satışına başlamıştır. Hollanda’da helal ürün üreten firmalara sertifika
veren 30 kuruluş bulunmaktadır. AB ülkelerinde en üst
düzeyde uygulanmakta olan gıda kalite ve güvenliği ve
çevreye duyarlı üretim konusundaki mevzuat çerçevesinde, Hollanda’ya gıda ihracatında gereken belgelerden
başlıcaları arasında, ISO 9001:2000 Kalite Yönetim Sistemi, ISO 14001 Çevre Yönetim Sistemi, HACCP (Kritik Kontrol Noktalarında tehlike Analizi sistemi) gibi
standartlar ve Global GAP sertifikası sayılabilir.I
33
Mayıs 2012
Eur
newsport
Hollanda Kraliyeti İstanbul Başkonsolosu Onno Kervers:
400 Yıllık Dostluk:
Hollanda ve Türkiye
M
art 1612’de Hollanda’nın ilk büyükelçisi Cornelis Haga Sultan I. Ahmed’e
güven mektubunu sundu. Bu resmi
olayı bu sene ülkelerimiz arasındaki
dostane ikili ilişkilerin başlangıcı olarak kutlamaktayız. Hollanda Levanten Ticaret Odası’nın
Hollanda-Osmanlı ilişkilerinin merkezinde bulunduğu
ilk günlerdeki gibi, ekonomik münasebetler bugün de
Hollanda ve Türkiye arasında hala hayati bir rol oynamaktadır. 2011’de ikili ticaret hacmimiz 7,2 milyar doları aştı. Türkiye Hollanda’ya 3,2 milyar doları geçen
ihracatta bulunurken Türkiye’nin Hollanda’dan yaptığı
ithalat 4 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. Önceki
on seneyle karşılaştırıldığında ikili ticaret hacmimizin
değeri üç kattan fazla artış gösterdi.
Hollandalı yatırımcılar Türkiye’de 2000’den fazla
firma kurmuş bulunmaktadır. Hollandalı firmaların Türkiye’deki yatırım portföyü son 6 senede 15 milyar dolara
ulaşırken sadece geçtiğimiz yılın ilk 11 ayında Hollanda
sermayeli 156 şirket hayat buldu. 2005’ten bu yana Türkiye’deki tüm uluslararası yatırımların %18’inin Hollanda kökenli olduğunu ve bunun da Hollandalı şirketleri
ilk sıraya taşıdığını vurgulamanın da faydalı olacağına
inanıyorum. Türkiye’deki Hollanda kökenli şirketlerin
bazıları Philips ve Unilever gibi büyük ölçekli ve buradaki geçmişleri Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dönemlerine uzanan firmalardır. Bununla birlikte, her ölçekteki
Hollandalı firma son dönemde Türkiye’de yan kuruluş
açmaktadır. Toptan ve perakende ticaret, gayrimenkul, finansal hizmetler, bilgi ve iletişim
teknolojileri / medya, taşımacılık ve lojistik dalları en popüler sektörler olarak öne
çıkmaktadır.
34
Mayız 2012
Hollanda su ve delta teknolojileri, ulaşım altyapısı,
çevre, yenilenebilir enerji, biyoteknoloji, bilgi ve iletişim
teknolojileri, tarım ve gıda işleme alanlarındaki bilgi birikimiyle dünya çapında üne sahiptir. Türkiye bu sektörlerde sadece daha fazla büyüme potansiyeline sahip geniş
bir tüketim pazarı olarak değerli fırsatlar sunmanın ötesinde bir üretim üssü ve komşu bölgeler için açılan kapı
rolünü de üstlenebilir. İki ülke arasında daha yoğun bir
işbirliği potansiyeli bulunmaktadır ve ben gelecek için
çok iyimserim. İstanbul’da görev süremin başladığı 2008
senesinden bu yana Hollanda’dan Türkiye’ye yönelik giderek artan bir ilgi gözlemlemekteyim. Ancak, bunun
tersi de geçerlidir. Birçok Türk şirket ve banka Hollanda’yı bir yatırım yeri olarak seçmektedir. Türk firmalarının dünya çapındaki toplam yatırım miktarı 15 milyar
dolar civarındayken bunun yaklaşık %20’si Hollanda’da
yerleşiktir. Hollanda’daki Türk yatırımcılarının faaliyetlerine yakından baktığımızda tekstil ve giyim, petrokimya, tıp teknolojileri ve finansal hizmetlerin en önemli
sektörleri oluşturduğunu görmekteyiz. Hollanda’da hali
hazırda iş yapan Türk yatırımcılardan edindiğim geri bildirimlere dayanarak Türk işletmelerine Hollanda’da
ARGE merkezleri kurmalarını tavsiye edebilirim. Ayrıca, Batı Avrupa’daki merkezi konumu ve mükemmel
ulaşım altyapısı sayesinde Hollanda’daki bir dağıtım
merkezi yakın hinterlandında 200 milyon tüketiciye açılan bir kapı olarak hizmet verebilir. Çok kalifiye ve birden fazla yabancı lisan konuşabilen Hollanda işgücü de
ülkemizin Türk yatırımcılara sunduğu bir başka değerli
fırsattır. Son olarak avantajlı Hollanda vergi politikaları
da Türk yatırımcılar açısından faydalı olabilir. Hollanda
kurumlar vergisi oranı bütün AB üyeleri arasındaki en
düşük olanıdır ve Hollanda vergi otoriteleri şirketlerle
birlikte mükelleflerin iş süreçlerinin özelliklerini temel
alarak en uygun vergi düzenini belirlemektedir. Bu yaklaşım vergi yükümlülükleri konusunda maksimum öngörülebilirlik sağlamaktadır ve yatırımcılara iyi bir
planlama için zemin hazırlamaktadır.
2012‘de çok sayıda ekonomik ve kültürel olay Hollanda-Türkiye ilişkilerinin 400. yılı kutlamaları çerçevesinde iki ülkede gerçekleştirilecek. Sergiler, konserler ve
tiyatro gösterileri Hollanda ve Türkiye arasındaki kültürel paylaşımı daha da güçlendirmeyi amaçlıyor. Bu arada,
yıl boyunca düzenlenecek olan ekonomik heyetler yeni
iş bağlantıları oluşturacak. 15-17 Nisan tarihleri arasında
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah
Gül Hollanda’yı Türk firmalarından oluşan bir heyetle ziyaret ederken Hollanda Ekonomi, Tarım ve İnovasyon
Bakanı Sayın Maxime Verhagen Türkiye’ye 23-25 Mayıs
tarihlerinde denizcilik, savunma ve yaratıcı endüstriler
üzerinde uzmanlaşmış bir iş heyeti getirecek. Bunun yanı
sıra çok sektörlü büyük bir resmi ekonomik heyetinin de
Başbakanımız Sayın Mark Rutte ve Dış Ticaret Bakanımız Sayın Henk Bleker’in nezaretinde Kasım ayında Türkiye’yi ziyaret etmesi planlanıyor. Amsterdam ve
Rotterdam belediye başkanları da kendi şehirlerinden iş
heyetleriyle Ekim ayında İstanbul ve diğer kentlere ziyarette bulunacaklar. Türkiye’deki Hollanda ekonomik ağı
bu heyetler ve diğer ticari aktivitelerle ilgili bilgi paylaşmaktan mutluluk duyacaktır. Türkiye ve Hollanda hakkında genel bilgilerin yanı sıra ticaret ve yatırımlarla ilgili
sorularınızı yöneltmeniz için Hollanda ekonomik ağının
iletişim bilgilerini www.hollandturkeytrade.com internet
sayfamızda bulabilirsiniz.I
35
Mayıs 2012
Eur
newsport
AkzoNobel Marshall Boya Genel Müdürü Dick Velings:
Türk boya sanayisinin dünyadaki
krizden çok fazla etkilendiğini
düşünmüyoruz
8
0’den fazla ülkede, 60.000 çalışanı ve kalitesi kanıtlanmış global markaları ile sanayi,
ambalaj, oto, gemi/yat ve toz boyalarından,
ambalaj ve dekoratif boyalarına kadar korunması ve boyanması gereken tüm alanlarda rakipsiz olarak faaliyetlerini sürdürmekte olan
AkzoNobel, 1998 yılında Marshall’ın çoğunluk hissesini alarak ülkemizde rekabetin önemli bir unsuru haline
geldi. “Yarının cevapları bugünden” vaadiyle, tüketiciler tarafından henüz konuşulmayan tüm ihtiyaçların bugünden belirlenerek çözümlenmesi ve sunulmasını
hedefleyen AkzoNobel Marshall Boya Genel Müdürü
36
Mayız 2012
Dick Velings, Türkiye’ye karşı büyük ilgi duyduklarını
dile getirirken, Türkiye-Hollanda arasındaki ilişkilerin
400. yılı ve etkinlikleri ile ilgili görüşlerini aktardı.
Türkiye-Hollanda ticari ilişkileri ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Türkiye-Hollanda arasındaki ticari ilişkiler çok uzun
yıllara dayanıyor. Şu anda bu iki ülke arasındaki ilişkilerin 400. yılını kutluyoruz. Her iki ülke de uluslararası
ve profesyonel çalışma koşullarına dayanan ticari bir zekâya sahiptir. Bu aynı zamanda iki ülke arasındaki ticari
ilişkilerin boyutunun da artmasını sağlayacaktır. Birlikte
çalışarak öğreneceğimiz ve birbirimizden kazanacağımız çok şey var.
Türkiye-Hollanda ticari ilişkilerinde gelinen noktanın firmanıza
yansımaları hakkında bilgi verir
misiniz?
Türkiye hızlı büyüyen bir ekonomiye sahiptir, bu nedenle de ana
şirketimiz olan AkzoNobel Türkiye’ye karşı büyük bir ilgi duyuyor.
Bu ilgi son yıllarda şirketimizin
Türkiye’deki yatırımlarının artmasıyla neticelenmiştir. İlerleyen dönemlerde de yatırımlarımız devam
edecektir.
Sektörde yaşanan uluslararası
rekabet ortamı ile ilgili bilgi verir
misiniz?
AkzoNobel boya sektöründe
dünyada 1 numaradır ve tüm kıta-
larda güçlü bir yere sahip olan tek boya firmasıdır. Açıkçası bu, gerekli olan rekabet gücünü sağlar çünkü diğer
yandan bu zeminde rekabet, bölgesel ve ya yereldir ve
oldukça aktiftir. Firmamızın sahip olduğu büyüklük ve
profesyonellik ile rakiplerimizi her alanda geride bırakacağımızı ve önümüzdeki yıllarda da büyüme kaydedeceğimizi garanti ediyoruz.
Uluslararası krizin sektöre etkileri ile ilgili bilgi verir
misiniz?
Türk boya sanayisinin dünyadaki krizden çok fazla
etkilendiğini düşünmüyoruz. Pazar şuanda pozitif durumda ve büyümeye devam ediyor. Tabi kriz döviz kurları, hammadde maliyetleri ve diğer unsurlar üzerinde
etkili olduğu için dünyada olup bitenlerin de göz ardı
edilmemesi önemlidir. Fakat biz Türkiye pazarının boya
sektörü için doğru taşıma kapasitesinde olduğuna
inanıyoruz.
Türkiye pazarının kriz dönemindeki perfor-
mansıyla ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Dediğim gibi Türkiye pazarının krizden çok fazla etkilendiğini düşünmüyorum. Pazar gayet iyi durumda ve
giderek de büyüyor.
Türkiye pazarı dinamikleri şirket politikanızı nasıl
etkilemektedir?
Türkiye pazarında dağıtım yapmak anahtar noktalardan biridir. Ülkedeki en geniş ve en etkin bayi ve toptancı ağına sahip olduğumuz için kendimizle gurur
duyuyoruz. Bu nedenle stratejimiz boya ekipmanları ve
yeni ürünlerin sunulduğu yenilikçi mağaza konseptleriyle bu ağa sürekli değer katmaya odaklanmaktır.
Sezon itibariyle hareketliliğin beklendiği şu günlerde
firmanızın beklentilerinden bahseder misiniz?
Sürdürülebilir istikrarlı ve hızlı bir büyüme beklediğimiz 2012 yılı için hem kendi adımıza
hem de müşteri ve tüketicilerimiz adına
umutluyuz.I
37
Mayıs 2012
Eur
newsport
Randstad Türkiye Genel Müdürü ve Özel İstihdam Büroları Başkanı Altuğ Yaka:
Hollandalı firmalar Türkiye’yi
çok erken keşfettiler
D
ünyanın en büyük ikinci işe alım ve insan
kaynakları alanında hizmet veren şirketi
olan Randstad, Türkiye’de de yaptığı çalışmalarla sektörün öncü kuruluşları arasında yer almaktadır. Hollanda merkezli
firmanın Türkiye’nin geleceğine olan güvenini dile getiren Randstad Türkiye Genel Müdürü ve Özel İstihdam
Büroları Başkanı Altuğ Yaka, Türkiye Hollanda ilişkileri ve Randstad’ın faaliyetleri ile ilgili sorularımızı yanıtladı.
Randstad’tan bize biraz bahseder misiniz?
Randstad 1960 yılında Hollanda’da kurulan, insan
kaynakları alanında hizmet veren bir firmadır. Şu anda
52. yılı. 43 ülkede hizmet veren firmamızda yaklaşık
27–28 bin kişi istihdam etmektedir. Yaptığımız şey tam
38
Mayız 2012
olarak insanlara iş bulmak. Kalıcı ve dönemsel istihdam
dediğimiz iki farklı şekilde insanlara iş buluyoruz. Kalıcı istihdamda siz bir işe başvurduğunuzda sizi bir firmaya yönlendiriyoruz ve siz o firmanın bordrosunda
kalıcı olarak işe başlıyorsunuz. Dönemselde ise hamilelik iznine ayrılan bir çalışanın yerine ya da askere giden
bir elemanın yerine ya da tamamen proje bazında mesela iki senelik bir proje için sizi işe yerleştiriyoruz.
Bunu da dönemsel eleman tedariki olarak adlandırıyoruz. Randstad’ın en önemli özelliklerinde biri de odaklanarak çalışmasıdır. Bütün dünyada sadece eleman
seçme ve yerleştirme konusunda hizmet veriyor. Halka
açık bir firmadır. 2011 yılında yaklaşık 16,2 milyar Euro’luk bir ciroya sahip olan bir firmadır.
Rakiplerinizle kıyaslama yapabilir miyiz?
Birinci sıradaki rakibimizle yaklaşık %15’lik, bir
sonraki rakibimizle de yaklaşık %5’lik bir fark var.
Bizim sektöre baktığınızda tüm dünyada ilk üç ile geri
kalanları arasında çok ciddi bir fark vardır.
İşimizdeki en önemli etkenlerden biri de nüfus yoğunluğudur. Öncelikle nüfusun yoğun olduğu ülkeler
tercih edilir. Türk firmalar ağırlıklı olarak dönemsel eleman aradığı için, ne kadar fazla nüfus varsa, daha doğrusu ne kadar fazla çalışan nüfus varsa bizim için o
kadar önemli. Hollanda çalışan nüfusunun yaklaşık %4
- %4,5’i dönemsel çalışmaktadır. Hollanda’nın toplam
nüfusu 16 milyon civarında ve yaklaşık 8 milyon çalışan
nüfus var. Bu 8 milyonun yaklaşık %4 - %4,5’i, yani
350 – 400 bin kişi dönemsel olarak çalışıyor. Ancak bu
konuda Türkiye için verebileceğim bir oran bulunmamakta.
Günümüzde en çok çalışılan sektör inşaat olduğuna
göre dönemsel çalışan da çoktur?
Aynen öyle. İnşaat bitince, oradaki çalışanların da
işi bitmiş olur ve başka bir inşaatta görevlendirilirler.
Türkiye’de de olduğu gibi her ülkede sektörü temsil
eden özel istihdam büroları dernekleri vardır. Şu anda
başkanlığını yürütmekte olduğum Özel İstihdam Büroları Derneği Avrupa’da Eurociett’e bağlı olarak çalışıyor. Bugün konuşulan taşeronluk yasası aslında bizim
sektörümüze ait olan bir yasa. Cumhurbaşkanımızın
yaklaşık 2,5 sene önce veto etmiş olduğu yasadan bahsediyorum. 2–3 defa gündeme geldi. Şimdi gene istihdam strateji raporunda Çalışma Bakanımız özel istidam
bürolarına bu yetkinin verilmesinden bahsediyor. Bu
yetkiyle birlikte bir lisans ortaya çıkacak. Size söylediğim sayı belki 20 binlere ulaşmaz ama sektör çok oldukça hızlı büyüyecek. Dolayısıyla Türkiye için çok önü
açık bir sektörden bahsediyoruz.
Yasayla ilgili biraz daha bilgi verir misiniz?
Avrupa’da bu işi yapabilmeniz için, yani dönemsel
eleman tedarikinde, belirli ülkelerde lisans almanız gerekir. Lisans alabilmeniz için önce bir ön ödeme yapmanız gerekir. Yeni uygulanan her ülkede işsizliğe
pozitif etkisi olmuştur. İzin alındığı zaman hem yeni
işler yaratabiliyor olacağız hem de bütün yaş gruplarına
hitap ediyor olacağız. Bu durum direkt verimliliği etkilemekte. Üniversiteden itibaren hem okuyup hem çalıştığınızı, hem de belirli eğitimlerin size
verildiğini ve aynı zamanda akademik
kariyerinizi de devam ettirdiğinizi düşünün. Para ve tecrübeyi aynı anda kazanıyorsunuz. Üniversiteniz bitip
elinizdeki dönemsel işleri topladığınızda 1–1,5 yıla yakın tecrübe kazandığınızı görüyorsunuz.
O zaman Hollanda bu konu da iyi
bir örnek.
Kesinlikle katılıyorum. Hollanda bu konuda çok önemli bir örnek.
Bu işlemler sonuçlandırıldığında daha
uluslararası çalışma imkânları doğabilir mi?
Evet, doğabilir. Vizenin kalktığını düşünün,
yurtdışından birinin burada çalışması ya da bizden birinin yurtdışında çalışması çok daha kolay olur. Avrupa’da hemen hemen her ülkede Randstad var. Bildiğiniz
gibi Avrupa’nın nüfusu giderek yaşlanıyor. Diğer ülkelerdeki Randstad çalışanları ile de zaman zaman bu konu
üzerine konuşmaktayız. Bazı bölgelerde, aday bulmakta
sıkıntı çektiklerini, o işi yapabilecek çalışan bulamadıklarından diğer ülkelerde de aradıklarını dile getiriyorlar.
Yetişmiş kalifiye eleman sayısı git gide azalıyor. Dolayısıyla şu anda Türkiye gibi bir ülkenin Avrupa’ya katabileceği çok fazla şey var.
Türkiye- Hollanda ilişkileriyle ilgili neler söylemek
istersiniz?
Dışişleri Bakanımızın yakın zamanda bir ziyaretinde
bahsettiği gibi; bu yalnızca iki ülkenin ilişkisi değil, toplumlar iç içe girmiş durumda. Yanlış hatırlamıyorsam
bu sene Eurovision’da Hollanda’yı babası Türk olan bir
kız temsil edecek. Hollanda’da yaklaşık 388–389 bin
Türk yaşıyor ve bunların birçoğu ticaretle uğraşıyor.
Türkleri orada yaşayan diğer yabancılardan pozitif anlamda ayırıyorlar. Randstad içerisinde de profesyonel
hayata girmiş, aynı zamanda ticaretle uğraşan Türk arkadaşlarımız var. Türklerin son derece işlerine bağlı olduklarını ve işlerini zamanında yaptıklarını dile
getiriyorlar. Randstad içerisinde gerek Hollanda’da çalışan olsun gerek Randstad Holding’de çalışanlar olsun
Türk kökenli çalışanlardan oldukça memnunlar.
Hollanda - Türkiye arasındaki ilişkilere baktığımızda
Hollanda son 10 senede Türkiye’ye en fazla direkt yatırım yapan ülkelerden biri konumundadır. Özellikle Türkiye’nin tam ivmelenmeye başladığı son 10 yıl içinde,
Hollandalılar ile çok hızlı büyüyen bir ilişki grafiği var.
Hükümetle ilişkilerin iyi olduğunu düşünülüyor. Almaya ya da Fransa örneğini verdiğiniz zaman bu düşünceye katılır mısınız?
Doğru. Çünkü Hollandalılar çok açık ve çok netlerdir. Akıllarındaki ile ağızlarındaki birdir. Bununla birlikte her şeyi dinlemeye
açıktırlar. Algıları hep açıktır.
Bu da sizi dinlemelerini sağlıyor. Doğru değerlendirmeye çalışıyorlar ve akıllarına gelen bir
şey varsa net olarak bunu dile
getiriyorlar.I
39
Mayıs 2012
Eur
newsport
DEİK Dünya Türk İş Konseyi Avrupa Bölge Komitesi Başkanı Turgut Torunoğulları:
Biz Türk gibi hızlı karar verip,
Hollandalı gibi disiplinli
uygulayabiliyoruz
40
Mayız 2012
H
ollanda’da yatırım yapan Türk girişimciler
önemli başarılara imza atmaya devam ediyor. Gelinen noktada her alanda atılan
adımlarla Avrupa’da hatırı sayılır bir yer
bulan bir Türk toplumunun varlığından
bahseden DEİK Dünya Türk İş Konseyi Avrupa Bölge
Komitesi Başkanı, DEIK-DTIK Yönetim Kurulu Üyesi
ve HOTİAD (Hollanda Türk İşadamları Derneği) Başkanı Turgut Torunoğulları, Hollanda Türkiye ilişkilerinin 400. yılı ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.
DEİK Dünya Türk İş Konseyi Avrupa Bölge Komitesi Başkanı olarak Avrupa ve Hollanda’daki yatırımlarımız ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Avrupa Birliği’ndeki Türk Girişimcilerin Yıllık ciroları 62,8 Milyar Avroya ulaştı. Ve Avrupa Birliginin
27 ülkesinde yasayan girisimci sayısı 145 500 ulasti.
Hollanda’da iş yapan Türkler olarak yaklaşık 6 milyar
Euro ciromuz var. Yaklaşık 18 bin Hollandali Turk girisimciler 65 bin kisiye istihdam sagliyor. Ve yaklasik
19 bin civarında gayrimenkul sahibi olan insanımız var.
Turkiye’den Hollanda’ya bugün 2 milyar Euro civarında
da Türk yatırımından bahsedebiliriz. Hollanda ticareti
çok iyi bilen, markalaşmakta önemli artıları olan bir ülkedir. Bu açıdan bakıldığı zaman Dünya’da birçok ülkenin Hollandalılar ile iş birliği yaptığı
gözlemlenmektedir. Bizimde bu yönde hareket etmemizin önemli olduğunu söyleyebilirim. Son zamanlarda da
Türk yatırımcıların Hollanda’da daha fazla yatırım yaptığını görüyoruz. Aynı doğrultuda Hollandalı firmaların
da Türkiye’ye önem verdiklerini ve bu doğrultuda yatırım yaptıklarını gözlemlemekteyiz. Eskiden üçüncü sınıf
bir iş adamını Türkiye’ye getiremezken bugün birinci
sınıf işadamlarının büyük bir iştahla Türkiye’ye yatırım
yaptıklarını görüyoruz. Türkiye’nin bu dönemde albenisinin yüksek olduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye’yi Hollandalı yatırımcılar nezdinde cazip
kılan etkenler neler olabilir?
İşadamı kazanacağı paraya bakar, eğer parayı Çin’de
kazanacaksa Çin’e gider, Türkiye’de kazanacaksa Türkiye’ye gider. Bugün bu anlamda Türkiye oldukça caziptir. Son on yılda Türkiye’ye en fazla yatırım yapan
ülkenin de Hollanda olduğunu ifade edersek, söylediklerimiz daha anlaşılır hale gelecektir. Yatırımcı bankacıyı takip eder, banka neredeyse yatırımcı oradadır.
Bugün Türkiye’de bankaların yatırım yapmış olması,
yatırım ortamını gösteren en önemli göstergedir. Bugün
karşılıklı ticaretin 6 milyar Euro’yu geçtiği düşünülürse
ticari gelişimin boyutları da ortaya çıkacaktır.
Yurtdışında iş yapan firmalarımızın bir araya gelmesi hususunda sıkıntılar olduğu ifade edilmektedir.
Sizin bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
Biz 16 ülkede 2 bin çalışanı olan bir gurubuz. Bütün
bu ülkeleri dolaşıp rahatlıkla
Hollanda’da yaşayan Türklerin
birbirine daha bağlı ve saygılı olduğunu söyleyebilirim. Örneğin HOTİAD
bir toplantı yaptığı zaman hemen hemen herkes katılıyor. 2009 yılında ilk başkanlığa geldiğim dönemde insanların bir araya gelmesine büyük
önem verdik ve bunu başardık. Bugün ise bu durumun
bize yarar sağladığını gözlemliyoruz.
HOTİAD’ı ve sizi bu konuda tebrik etmek lazım.
HOTİAD olarak bundan sonraki hedefiniz nedir?
Hollanda Türkiye ilişkilerinin 400. yılı etkinlikleri
devam ederken biz HOTİAD olarak Hollandalı firmaları da bünyemize alarak yolumuza devam etmek istiyoruz. Bugün bu çalışmalara başladık. Hollandalı
firmaların da ilgisinin olması bizi sevindirdi. Şuanda
Hollandalı 3 büyük firmayı derneğimize üye yaptık.
Önümüzdeki dönemde de eş başkanlık sistemi getirerek
derrneği daha aktif hale getirmeyi düşünüyoruz. Bizim
Türk yatırımcılar olarak birkaç handikabımız var. Öncelikle bir araya gelmeyi ve uzun vadeli projeler çizmeyi
bilmiyoruz. Aile şirketleri kurup çok çabuk hızlı bir şekilde dağılıyoruz. Bu konularda firmalarımızı eğitmek
için çalışmalara başladık. TOBB ve DEİK’in yardımları
ile çalışmalar yapıyoruz.
Hollanda firmaları ile Türk firmalarının bir arada
uyum içinde çalışabilme şansı var mı?
Biz farklılığı gidermiş durumdayız fakat bunun farkında değiliz. Bugün İngbank’ın Türkiye’deki şubelerinde Hollanda’da eğitimini almış, bankacı olmuş Türk
çocukları çalışıyor. Şuanda 18 bin civarında girişimcimiz var, eğitimli bir gençliğe sahibiz, siyaset alanında
söz sahibi olan insanlarımız var. Hollanda’da birbirini
destekleyen güçlü bir topluma sahibiz. Biz Hollanda’yı
ve Türkiye’yi çok iyi tanıyoruz. Hollandalıların disiplinli bir şekilde adım adım iş yapma biçimini de biliyoruz, Türklerin hızlı ve pratik iş yapma biçimlerini de
biliyoruz. Biz Türk gibi hızlı karar verip Hollandalı gibi
disiplinli uygulayabiliyoruz. Bu konuda Avrupa’da yetişmiş Türkler olarak köprü görevini rahatlıkla yapabiliriz. Hollandalı firmalar bu hususun farkına vardı, onlarla
rahatlıkla çalışıyoruz fakat Türk firmalar hala bizi geçerek Hollandalı firmalarla direk iş yapmak istiyor ve neticesinde ticari zararlar görüyorlar.
Dünya’da söz sahibi olabilmek için lobi yapamıyoruz deniliyor. Sizin bu konudaki düşüncenizi alabilir
miyiz?
Yeterince lobi yapamadığımızdan bahsediliyor. Bu
hususun doğru olduğunu düşünüyorum ancak lobi
demek para demektir. Bizler 25 yıldır tüm kazancımızı
Türkiye’ye getirdik, o zamanki şartlar öyleydi fakat
bugün yatırımlarımızı Avrupa’ya yapmaya başladık ve
41
Mayıs 2012
Eur
newsport
bu bizim birçok noktada söz sahibi haline gelmemizi
sağladı. Biz geçmişte paramızı Türkiye’ye getirmeseydik bugün çok farklı yerlerde olabilirdik.
400. yıl ile ilgili yeterli ilgi var mı?
Büyükelçimizin kontrolünde Hollanda’daki sivil
toplum kuruluşları kendi çapında etkinlikler düzenliyor.
Hollanda’da her gece bir veya iki etkinlik yapılmaktadır.
Bu etkinlikleri Hollanda’da yaşayan Türkler ve Hollandalılar ortak yapıyorlar. Biz bu etkinliklerin sonucunda
ilişkilerimizin daha gelişeceğini düşünüyoruz. İlişkiler
geliştikçe de ticari ilişkilerinde gelişeceğini ümit ediyoruz.
İlişkilerin geliştirilmesinde en önemli hususlardan
biride hiç kuşkusuz Türkiye’nin AB’ye üyeliğidir. Bu
hususta düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Biz Avrupa’da yaşayan Türkler olarak AB’ye girmiş durumdayız. 2011 yılında 6,5milyon Türk göcmen
ülke sınırları dışında yaşıyor. Avrupa Birligi içinde
bugün 5,2 milyon Türk yaşamaktadır. Bu rakam birçok
AB üyesi ülkenin nüfusundan fazladır. Diğer taraftan
ülke olarak AB’ye girişimizin çok önemli olmasının bilincinde olmakla birlikte, girmesek de bu yolla kendimizi girmiş sayabiliriz.
Sizin sosyal sorumluluk projelerinde de ektin biri olduğunuzu gözlemliyoruz. Bu konu ile ilgili de bir değerlendirme yapar mısınız?
Biz Kars’ta iki tane okul yaptırdık. Kendi okuduğum
okulumu yaptırdım. Baba ve annemin adına ise kız meslek lisesi yaptırdık. Bu husustan dolayı da oldukça mutluyuz. Okulumuz iki yıldır eğitim öğretime devam
ediyor. Önümüzdeki yıl ilk mezunlarını verecek. Bugüne kadar birçok iş yaptım fakat bana en fazla haz
veren işim bu oldu. Bunun dışında Hollanda’da bir spor
42
Mayız 2012
kulübünün ortağıyız. 800’e yakın sporcumuz var. Orada
yaşayan Türkler bu kulübü kendi kulüpleri olarak görüyor bu da bizi ayrıca mutlu ediyor. Şimdi gündemimizde hastane yapma projemiz var. Bu yolla topluma
faydalı olma çabasındayız.
Son olarak ayın 16, 17, 18’inde yapılan etkinlikler
ile ilgili bir değerlendirme yapar mısınız?
Sayın Cumhurbaşkanımız Sayın Kraliçemiz tarafından çok üst düzeyde ağırlandı. Hollanda misafirperverliğini çok iyi gösterdi ve her şey eksiksiz yapıldı. Bu da
biz gurbetçileri gururlandırdı. Kısacası Sayın Cumhurbaşkanımızın bu ziyaretinde göğsümüz kabardı. Türkiye’den gelen iş adamı heyetimizle de, Avrupa’daki iş
adamlarımızla da karşılıklı görüş alışverişinde bulundular. İnşallah iyi bir sonuç çıkar. DEİK – DTİK ile HOTİAD tarafından ortaklaşa olarak organize edilen
Avrupa’da Yerleşik Türk Girişimciler Toplantısı’na ilgi
oldukça fazlaydı. Bu bizim için memnun edici bir
durum. Toplantıya AB Bakanı ve Başmüzakereci olarak
Egemen Bağış, TOBB ve DEİK Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu
Başkanı Bendevi Palandöken, ITO Başkanı Murat Yalçıntaş, Deventer Başkonsolosu Nihat Ersen, Feijenoord
İlçesi Belediye Başkanı Seyit Yeyden, Rotterdam Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi Zeki Baran’ın yanı sıra
çeşitli ülkelerden 600 dolayında işveren katıldı. DEIK
yurtdışındaki işverenler arasındaki ilişkilerin gelişmesine önemli katkı sağlıyor. DTİK sayesinde birbirimizi
tanıyarak gerçek gücümüzün farkına vardık. Sivil toplum kuruluşları ile yaptığımız ortak çalışmalar ve anketlerle, hem bulunduğumuz ülkelerde, hem de
Türkiye’de hazırladığımız raporları yetkililere ve bakanlarımıza elden teslim ettik.I
Eur
newsport
APM Terminals Avrupa Bölgesi Liman Yatırımları ve Projeleri Direktörü Michael Ybema:
Türkiye’yi genişleyeceğimiz bir
sonraki ülke olarak görmekteyiz
44
Mayız 2012
1
3 Şubat 2012’de Petkim’le ön protokolde
anlaşarak 32 yıllık bir anlaşma için görüşmeleri sürdürdüklerini ve Türkiye’de 400
Milyon dolarlık yatırım hedeflediklerini
açıklayan APM Terminals Avrupa Bölgesi
Liman Yatırımları ve Projeleri Direktörü Michael
Ybema, Türkiye–Hollanda arasında 400 yıldır süregelen bu ticari ilişkiler sonucunda Hollanda’nın Türkiye’de önemli yatırımlara imza attığını belirtti.
Türkiye Hollanda ticari ilişkileriyle ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Bu yıl Türkiye ve Hollanda’nın resmi ticari ilişkilerinin 400. yılını kutluyoruz ama iki ülkenin ilişkileri
daha eskiye dayanıyor. Osmanlı İmparatorluğu 16. yüzyılda Hollanda’yı İspanya’dan bağımsızlığını kazanması
savaşında destekledi ve bizler de Türkiye’nin onuruna
bir köyümüze “Turkiye” adını verdik. İki ülkenin futbola olan tutkuları kadar, içtenlikle paylaşılmış gelenekleri, hoşgörüsü ve ticari ilişkileri var. Bazılarının
bildiği gibi Türkiye, Hollanda’ya en ünlü çiçeği olan laleyi verirken, dilleri eşsiz gramer karakteristiklerini paylaşıyor. Son 40 yılda, birçok Türk vatandaşı Hollanda
ekonomisine ve toplumuna entegre oldu. Birinci kuşak
ve ikinci kuşak göçmenler arasında eşit olarak ayrılan
400 bine yakın Türk halen Hollanda’da yaşamakta. Bu
sebeplerle Hollanda’nın Türkiye’nin en büyük yatırımcılarından biri olmasına ve iki ülke arasında bu önemli
ticaretin büyümesine kimse şaşırmamalı. Hollanda İstatistik Ajansı CBS’den alınan ilk verilere göre 2011 yılında, Türkiye Hollanda’dan 4,7 milyar Euro’nun
üzerinde ithalat yaparken, Hollanda’ya ise 2 milyar Euro’nun üzerinde ihracat gerçekleştirdi.
APM Terminals ile ilgili bilgi verir misiniz?
APM Terminals Danimarka’nın A.P. Moller-Maersk
Grubu’nun, 60’tan fazla müşterimizin en büyüğü olan
ve iş hacmimizin yarısını oluşturan Maersk kolu limanlar birimidir. İdare merkezimiz Hollanda hükümetinin
de bulunduğu Lahey’de bulunaktadır. 24 bin çalışanımızla 64 ülkede, 63 limanı ve konteynır terminalini işletiyor; 155 şirket taşımacılık, depolama ve ilişkili diğer
iç alan hizmetlerini sağlamaktadır. Dört büyük terminal
işletmecileri arasında coğrafik olarak dengelenmiş ağ
yapımızla öne çıkmaktayız.
Petkim ile yapılan işbirliğiyle ilgili bilgi verir misiniz?
13 Şubat 2012 tarihinde ön protokol anlaşmasını imzaladıktan sonra, Azerbaycan Petrol Devlet Şirketi
SOCAR tarafından alınan petrokimya şirketi Petkim ve
Aliağa’da Nemrut Körfezinde bulunan Petkim Limanı’nı işleten Petkim ile 32 yıllık süreyi kapsayan
kesin anlaşma için görüşmelerimizi sürdürüyoruz. Avrupa Bölgesi CEO’muz Martin Poulsen’ın “Petkim ile
işbirliği yapmak bizi heyecanlandırıyor ve Petkim Limanı’nı ülkenin ve bölgenin ekonomik
büyümesine sürekli katkı sağlayan bir işletme yapısına dönüştürmek için elimizden
geleni yapacağız” diyor. Limandaki genel kargo
operasyonlarına bu senenin sonunda, konteynır operasyonlarına 2014’te başlamayı amaçlıyoruz. Konteyner
Elleçleme kapasitesini 1,5 milyon TEU’ya (İzmir-Alsancak limanında %50 daha fazla) çıkarak bu yatırımın
bedeli 350-400 milyon dolar civarında. Rıhtımın derinliğini artıracağız, böylelikle bize 10.000 TEU kapasiteli
konteynır gemilerini elleçleme imkânı sağlayan Post Panamax tipi vinçler kullanılabilecek. En sonunda da, elleçleme kapasitesini maksimum 3 milyon TEU’ya
çıkarabileceğiz.
Türkiye pazarının firmanız açısından önemini aktarır mısınız?
Türkiye, Asya ile Avrupa’nın birleştiği bir coğrafi
noktada yer alıyor. Hem ticarette hem de dünya politikasında önemli bir rol oynuyor. Biz Türkiye’yi genişleyeceğimiz bir sonraki ülke olarak görmekteyiz. APM
Terminals CEO’su Kim Fejfer şunları ifade etmiştir:
“SOCAR gibi güçlü ve saygın bir iş ortağı ile birlikte
piyasasına girmekten memnuniyet duyduğumuz Türkiye
çok önemli bir yüksek büyüme pazarına sahiptir. Biz
Türkiye’de uzun vadeli bir varlık kurmak için sabırsızlanıyor ve bu ilk gelişme dolayısıyla mutluluk duyuyoruz.” Kim Fejfer aynı zamanda; “Biz 2011 yılında
altyapı geliştirme ve tesis genişletme için 3 milyar ABD
dolarından daha fazla yatırım taahhüt ettik ve 2012 yılında benzer bir yatırım planı öngörmekteyiz” cümlesiyle açıklamalarını sürdürmüştü. Biz diğer terminal
işletmecilerinden daha fazla yatırım yaptığımıza inanıyoruz. Avrupa’ya ait ve çok çekici bir ülke olan Türkiye
gibi gelişmekte olan piyasalara odaklanıyoruz. Türkiye
güçlü, hızlı büyüyen bir ekonomiye sahiptir. Daha fazla
konteynır elleçleme kapasitesi oluşturarak ve daha iyi
işleterek bir fark yaratabileceğimizi görüyoruz. 18 Nisan’da İstanbul’da gerçekleştirilecek Uluslararası Liman
Finansmanı Karadeniz Konferansı’nda yapacağım sunumda bu hususu ayrıntılı olarak ele alacağım.
Türkiye pazarı ile ilgili gelecek planlarınız nelerdir?
İlk odağımız Petkim Liman Projesini yapmaktır. Biz
aynı zamanda, Marmara Denizi’nin, Çanakkale Boğazı’ndan geçen büyük gemiler için uygun bir tesis için
güçlü bir potansiyele sahip eş derecede çekici bir bölge
olduğuna inanıyoruz. Bu potansiyel sadece derin rıhtımları, uzun iskeleleri ve büyük vinçleri değil, özellikle
de saha boyutu ve 10.000 TEU’nun üzerinde gemilerin
verimli bir şekilde elleçlenmesine yönelik işletme uzmanlığını kapsayacak.I
45
Mayıs 2012
Eur
newsport
Elkon Satış ve Pazarlama Müdürü Mert Ünlüsan:
Hedefimiz Elkon’u
uluslararası arenaya taşımak
üçük olmasına rağmen ticaret konusunda oldukça aktif bir
ülke olan Hollanda ile ticari ilişkilerimiz artarak devam
ediyor. Bu ortamda Hollandalı firmaların Türk firmalarına
ilgisi oldukça fazla. Bu ilginin göstergesi olarak 2010 yılında İmtech’e satışı gerçekleştirilen Elkon, kriz sonrası
yapılacak atılımlara hazırlanıyor. Gemi inşa sektörünün
önemli oyucuları arasında yer alan Elkon’un Pazarlama
Müdürü Mert Ünlüsan, sektör ve iki ülke ilişkilerinin ticarete yansıması ile ilgili bilgiler verdi.
Elkon ile ilgili bilgi verir misiniz?
Elkon ilk olarak 1980 yılında kuruldu. Türk Gemi İnşaat Sanayine elektrik sistem entegratörü olarak hizmet
veren bir firmayız. Proje bazında elektrik panolarının tasarımı, üretimi, otomasyon, sürücüler ve üretilen bu ürünlerin gemi üzerinde devreye alınması ve elektrik işçiliği
gibi hizmetler veriyoruz. Firmamızda toplam 250 kişi istihdam etmektedir. Bu 250 kişinin yaklaşık 30’u mühendislerden oluşuyor. 2010 yılında İmtech firması Elkon’u
satın aldı. İmtech’in Türkiye’ye gelmesinde Elkon olarak
en büyük kazancımız yönetimde hiç bir değişiklik olmadan ticari vizyonumuzun ve cesaretimizin genişlemiş olmasıdır. Yani başarıyla işleyen sisteme dokunmadılar.
Elkon, Türk mühendis ve Türk yönetimiyle beraber aynı
46
Mayız 2012
şekilde devam ediyor. Hollanda’dan ise gerektiğinde teknolojik know-how alabiliyoruz.
30’u mühendis olmak üzere 250 çalışan çok ciddi bir
rakam.
2008’de bu sayı 500’e yakındı. Fakat krizden biz de
etkilendik. 30’u tasarım mühendisi, yaklaşık 10–15 kişisi
de yönetim/idari işler dersek geri kalanı da elektrik teknisyenlerimiz. Tüm büyük tersanelerde çalışıyoruz. Aslında Türkiye’deki tüm büyük projelerde Elkon’un
olduğunu söyleyebiliriz.
Milgem projesinde yer almış mıydınız?
Milgem projesinde Entegre Platform Yönetim Sistemi
Imtech tabanlıydı. Sistemin entegrasyonu ise Yaltes tarafından yapıldı. O sıralar satın alma gerçekleşmemişti ve
Elkon Imtech ile rakipti. Sonra baktılar ki pazar büyüyor,
Elkon’u satın alma yoluna gittiler. Biz savunma sanayi
projelerinde ADIK Tersanesi’nde yapılan LCT gemilerinin (8 adet) tüm elektrik sistemlerini sağlıyoruz. Ayrıca
İstanbul Tersanesinde yapılacak denizaltı kurtarma gemileri ile ilgili de anlaşmaya vardık. LST ve Sismik Gemi
için de görüşmelerimiz sürüyor.
Milgem’in %70 yerli üretim olduğu ifade ediliyor.
Tam olarak yüzdesini bilmiyorum ama bu rakam o
K
kadar da önemli değil. Buradaki önemli
nokta o bilgiyi ve tecrübeyi kazanmaktı.
Geçen hafta bir fuar için Katar’daydım.
Orada da Türkiye’nin gemi inşaat sanayinin geldiği noktanın ses getirmeye başladığını net bir şekilde gördük. Tabi bu aynı şekilde devam
etmeli. Kesilmemesi lazım.
İsterseniz biraz sektörü değerlendirelim. Son dönem
ile ilgili neler söylemek istersiniz?
2008’e kadar kimyasal ve kuru yük taşıma, konteynır
gemileri gibi teknolojik açıdan nispeten basit dediğimiz
gemiler yapılıyordu. Hacim çok genişti. 2008’de Türkiye’de yaklaşık 150 gemi yapıldı. Bu da 2,5 günde 1 gemi
teslimine denk geliyor. Yani oldukça ciddi bir rakamdır.
Tersane sayısı 70’e çıktı. Yalova’da yeni tersaneler yapıldı. Gölcük’te Serbest Bölge kuruldu. Krize kadar aslında her şey çok iyi gidiyordu. Ancak kriz döneminde
sektör yara aldı.
Hatta en fazla yara alan sektörlerden biri de diyebiliriz.
Aynen. Çünkü tahminen % 50’den fazla küçülme yaşandı. Yönelebileceği başka alanı yoktu. Belki de tersanelerin stratejik hatası da vardı. Ağustos böceği ile karınca
misali kötü günler hesaba katılmadı. Gemi yaptırmak isteyen 3 sene sonrasına randevu alabiliyordu, herkesin
önündeki 3 sene dolu gibiydi. Ancak kriz patladığında
projeler iptal oldu, yeni projelerde Uzakdoğu’ya gitti.
Ama gene de tersaneler buna iyi dayandı. Tabi bunda
SSM’in de katkısı var. Askeri projelerle tersanelere büyük
destek oldu.
Tabi bu sırada batanlar da oldu.
Çok fazla sayıda batan oldu. Çok büyük tersaneler çalışmayı bıraktılar. Biz 2008’de Elkon olarak 60 gemi ile
pazarın %50’sine sahipken bu sayı 35’lere kadar düştü.
Ama bu durumdan de gene iyi çıktık. Bu sefer çözüm olarak teknolojik açıdan daha komplike gemilere dönüldü.
Mesela süper yat sektörü çok hızlı gelişti. Türkiye şu anda
bu alanda dünyada üçüncü sırada yer alıyor. Balıkçı gemilerinde Yalova bölgesi çok gelişti. Bu gemiler ilk akla
geldiği gibi basit ufak gemiler değil.
Karadeniz Holding yüzer santral inşa etmişti. O projede yer aldınız mı?
Karadeniz Holding yüzer güç santralleri ile çok başarılı ve isabetli bir iş yaptı. Büyük bir holding olduğu için
elektrik ile ilgili tüm işleri bildiğim kadarıyla kendileri
yaptılar. Ancak yeni yapacakları gemilerde gemi elektriği
konusunda uzman bir firma olarak yer almak isteriz.
Yeni gelişmelerden biraz söz edebilir misiniz?
Elektrik anlamında buradaki en büyük yeni gelişme
gemide ana makine yerine gaz emisyonu azalan, daha
fazla verimliliğin ve manevra kabiliyetinin sağlandığı Epropulsion (E-Tahrik) sistemlerinin popülerleşmesidir.
Yeni denizaltı kurtarma ana gemisinde bu sistem kullanılacak. Bu gemi İstanbul Tersanesi’nde yapılacak. Dün-
yada bu hizmeti vermek
için yapılan ilk gemi olacak.
Bizde bu projenin içerisinde yer alacağız.
Bu alanda mühendislik gücümüzün yüksek olduğunu düşünürsek Savunma Sanayine
geç girdiğimizi söyleyebilir miyiz?
Bence geç girdiğimiz söylenemez, ilk proje olan
Milgem anında ticari projelerle biz neredeyse tamamen
doluyduk.
Hollanda- Türkiye ilişkilerine dönecek olursak bu
satın almadan biraz bahseder misiniz?
Satın alma 2010 yılının Eylül ayında gerçekleşti. Bu
olayda krizin bir etkisi yoktu. Belki İmtech açısından
şöyle bir etkisi olabilir. Potansiyeli gördüler, kriz dönemindeki süreci geçmek ve yerleşmek açısından onlar için
uygun bir zamandı. Hem İmtech hem de Elkon bu teknolojik değişimi çok iyi görmüştü. Biz Elkon olarak zaten
hazırlığımızı yapıyorduk. Hollanda Türkiye İş Konseyi
(NETUBA) tarafından her yıl geleneksel olarak verilen
başarı ödülünü 2012’de Imtech Marine’in kazanmasının
yapılan işbirliğinin isabetini gösterdiğini düşünüyorum.
Bu organizasyon sizi yurtdışına taşır mı?
Kesinlikle hedefimiz o. Geçen hafta Katar’da bir fuardaydık. İmtech’in beklentisi de aynı şekilde. Bir ay önce
bünyelerine kattıkları Arma Elektropanç ile de kara sektöründe Asya pazarına açılmayı hedefliyorlar. Hollanda’dan en büyük desteğimiz kapital. Elkon’un
normalde girerken düşüneceği ya da girmeyeceği projelere şimdi arkamızdaki yüksek güç sayesinde rahatlıkla
girebiliyoruz.
Kriz döneminde Türkiye’ye en çok yatırım yapan ülke
de Hollanda olmuş. Sizin de içerisinde olduğunuz bu yatırımlar ile ilgili düşüncenizi alabilir miyiz?
Evet. Hollanda ticari açıdan çok esnek ve çok başarılı
bir ülkedir. Onlarla çalıştıkça bunu daha iyi görüyoruz.
Mühendislik anlamında çok önemli şeyler başardığımızı söyleyebiliriz fakat yurtdışına açılma konusu için
aynı şeyleri söyleyemiyoruz.
Hollanda ile olan ticari ilişkiler
herhalde bu açıdan bize önemli
katkılar sağlayacaktır.
Onlardan öğrenmemiz gereken önemli bir konu kültürel esneklik. Esneklikten kastım
insanları olduğu gibi kabul edebilmek. Onlar bizi Türk olarak
olduğumuz şekilde, biz de onları ait oldukları kültür dâhilinde oldukları şekilde kabul
edeceğiz. Ortak bir nokta bulmamız lazım. Dış ülkelerde çalışmak ve ihracat yapabilmek
için bu önemli. I
Eur
newsport
Air France KLM Akdeniz Bölgesi Ticari Müdürü Lisette Klomp Bueters:
KLM iki ülke arasında
köprü rolü oynuyor
T
ürkiye-Hollanda Ticari ilişkilerinin 400.
yılını kutladığımız bu yıl, hem Hollanda’da hem de Türkiye’de bir takım etkinlikler düzenliyor. Etkinliklerin ilki olan
ve oldukça ses getiren Sabancı Müzesi’nde gerçekleşen Rembrant ve Çağdaşları Sergisi’nin
ulaşım sponsorluğunu üstlenen KLM Hollanda Kraliyet
Havayolları’nın Türkiye ile ilgili görüşlerini aldık. Air
France KLM Akdeniz Bölgesi Ticari Müdürü Lisette
Klomp Bueters, Türkiye’nin Hollanda için önemli bir
ülke oluğunu ve şirketin de Türkiye pazarına güvendiğini belirtti.
Türkiye-Hollanda ticari ilişkilerinin sizin çerçevenizden değerlendirmesini alabilir miyiz?
Hollanda ve Türkiye arasında güçlü bir ilişki var. İki
ülke arasındaki ticaret hacmi, yıllardır dikkat çekici ölçüde artıyor. 2008 yılında, Hollanda Türkiye’ye yaklaşık 4 milyar euro değerinde ürün ihraç etti. Bu rakam,
2000 yılına ait verilerle karşılaştırıldığında iki katına
denk geliyor. Aynı yıl, Türkiye de Hollanda’ya 1,6 milyar euro değerinde ürün ihraç etmiş. Bu gösteriyor ki,
iki ülke arasındaki ticari ilişkiler gün geçtikçe gelişiyor.
Aynı zamanda Türkiye, Hollandalı turistler için çok popüler bir tatil yeri. Hollanda’ya gittiğimde Türkiye’nin
öneminin ve popülerliğinin arttığını, özellikle İstanbul’un daha da tanındığını fark ettim. 2009 yılında, 1
milyonu aşkın Hollandalı turist Türkiye’ye geldi. Türk
Dışişleri Bakanlığı’nın verilerine göre 2011 yılında,
1864 Hollandalı firma Türkiye’ye yatırım yapmış. Okuduğum bir makalede de belirtildiği üzere, bu durum Hollanda’yı, Türkiye’deki çalışma ve projelerde en büyük
yatırımcı konumuna getiriyor. Türkiye, Hollanda için ticari açıdan önemi bir partner. İki ülke arasında son 10
yılda iki katına çıkan ticari hacmin gelecek yıllarda daha
48
Mayız 2012
da artması bekleniyor. Ekonomik bağların yanı sıra, kültürel ve sosyal yaşamda da etkileşimler güçleniyor. 2012
yılındaki hedef, Hollanda ve Türkiye’deki aktivitelerin
çeşitliliğine ilişkin bir program teklifi sunmak. İşbirliği,
dayanışma ve etkileşim odak noktalarımız olacak. Biz,
KLM Kraliyet Hava Yolları olarak imkânlarımız el verdiğince 400. yıla özel düzenlenen etkinlikliklerin bir parçası olmaya çalışıyoruz.
Türkiye-Hollanda ticari ilişkilerinde gelinen noktanın firmanıza yansımaları hakkında bilgi verir misiniz?
Biz bir havacılık firması olarak insanları bir ülkeden
diğerine taşıyoruz. Turizm daha çok olursa, biz bundan
daha fazla kar ederiz. Aynı şekilde daha çok ticaret yapılır ve bu durum da bizi olumlu yönde etkiler. Bir havacılık firması olarak, günlük hayat ve iş hayatındaki
yoğunluğun artması bizim için çok iyi. Böylece daha
fazla kurumsal şirketle seyahat sözleşmesi yapıyoruz.
Her sektörde olduğu gibi havacılık alanında da bir
rekabet söz konusu. Sektörünüzde yaşanan uluslararası
rekabet ortamı ile ilgili bilgi verir misiniz?
Bence havacılık sektörü ciddi bir rekabet ortamıyla
yüzleşiyor. Herkes bu sektörün içerisinde yer almak istiyor, bu nedenle de çok fazla yeni firma sektöre dahil
oluyor. Büyük yatırımcılar arasında zorlu bir rekabet var
ve var olmaya da devam edecek, bunun yanı sıra düşük
maliyetli (low cost) firmalar da rekabeti kızıştırıyor. Fiyatlar rekabet ortamında tabii ki değişiklik gösterir, ama
her ürünün bir fiyatı vardır. Örneğin her koltuğa aynı fiyatı vermek ya da buna benzer kampanyalar yapmıyoruz. Bu bizim stratejimize aykırı bir durum. Air France
ve KLM yaptığı yatırımların karşılığında değer biçebileceği fiyatlar koyuyor. Biz rekabeti fırsat olarak görüyoruz, yeni uçuş noktaları ekleyerek, kaliteli ve
kullanışlı ürünler üzerinde odaklanarak yenilikler yapı-
yoruz. Yeni teknolojilere ve gelişmelere yatırım yapıyoruz. Böylece gelişiyor ve büyüyoruz.
Dünya çapında yaşanan ekonomik kriz sektörünüzü
nasıl etkiliyor?
Akaryakıt fiyatları yükseliyor, bununla orantılı olarak masraflarımız da her gün artıyor. Air France-KLM
Yönetim Kurulu gelecek 3 yıl için (2012-2014) dönüşüm planı incelemesi yaptı ve geçtiğimiz yıl 9 Kasım’da,
“maliyet azaltma yoluyla rekabet gücünü yenileme, düzenleme”, “kısa ve orta mesafeli uçuşları yeniden yapılandırma” ve “borcu azaltma” olmak üzere üç öncelikli
konunun uygulanmasına başlandı.
Türkiye pazarının kriz dönemindeki performansıyla
ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Bence Türkiye dünya çapında bir ülkedir. 2011 yılı
Türk ekonomisi için çok iyi bir yıl oldu. Kriz dönemindeki Türkiye, Air France ve KLM’yi daha yenilikçi ve
daha rekabetçi olmaya teşvik etti. Belirtilmesi gereken
önemli bir nokta da şu ki, krize rağmen firmamız yatırımlarına geçen Nisan’da başlayan Marseille ve Toulouse olmak üzere 2 direkt uçuşla devam ediyor.
Kendimize ve Türkiye pazarına güveniyoruz.
Türkiye pazarında sizi negatif yönden etkilediğini
düşündüğünüz
şeylerden
bahseder
misiniz?
Elbette ki her şeyde olduğu gibi negatif yönler burada
da mevcut. Fakat diğer ülkelerin pazarlarıyla kıyaslandığında gerçekten Türkiye’de pozitif yönler çok daha
fazla. Gelişmeler çok iyi. Negatif yönlerinden bahsedip
şikâyet edebilirdim, ama Türkiye’deki olumsuzluklar
açıkçası çok büyük şeyler değil. Dinamikler arası farklılıklar olabiliyor, ama bunu negatif bir yön olarak değil
de, farklılık olarak nitelendiriyorum.
Diğer ülkelerde sıkı kurallar vardır. Türkiye pazarında
da kurallar mevcut ama diğer ülkelere oranla çok sıkı kurallardan söz edemiyoruz. Bu, Türkiye’de yatırım yapan
yabancı firmaların pek alışık olmadığı bir durum aslında.
Siz bu konuda bir sıkıntı yaşıyor musunuz?
KLM 82 yıldır Türkiye’de yatırım yapıyor ve Türkiye’deki durumun nasıl olduğunu biliyoruz. Bu belki Türkiye için olumlu bir durum olabilir. Bence KLM ülke
koşullarına göre iş yapmada oldukça başarılı. Öncelikle
nerede yatırım yaptığımıza bakıyoruz, kendimizi bu şekilde yönlendiriyoruz. Dünyadaki en eski havayolu şirketiyiz. Birçok ülkede uzun süreden beri aktif şekilde iş
yapıyoruz ve böylece birçok ülkenin koşullarını öğreniyoruz. Bu bizim için büyük bir avantaj. 135 ülkede yatırım yapıyoruz ve hepsi farklılıklar gösteriyor. Türkiye’de
karşılaştığımız kuralların aynısı diğer firmalar için de geçerli. Bu nedenle herhangi bir sıkıntı söz konusu değil.
Kurallar da zaten bizim işimizin bir parçası.I
49
Mayıs 2012
Eur
newsport
Redevco Türkiye Genel Müdürü Patrick van Dooyeweert, Türkiye’de yatırım yapan yabancı
bir yatırımcı şirketin genel müdürü olarak yaşadığı önemli bir sorunu dile getirdi.
Türkiye’de doğru bilgiye
ulaşabilme imkânı sınırlı
T
ürkiye’ye yatırım yapan önemli Hollandalı
firmalar arasında yer alan Redevco, yeni yatırımlar için çalışmalarını sürdürüyor. Türkiye pazarına 2006 yılında giriş yapan
firma, Ankara ve Erzurum’da 2009 yılında
peş peşe açılışlarını gerçekleştirdiği Gordion ve Erzurum
Alışveriş Merkezleri’nin ardından bugünlerde, Manisa’da
geliştirdiği Magnesia Alışveriş Merkezi’nin, Haziran
ayında planlanan açılışına hazırlanıyor. Hâlihazırda tasarım aşamasında olunan Edirne’deki alışveriş merkezi yatırımı ile faaliyetlerine devam edecek olan Redevco
Türkiye, gittikçe büyüyen Türkiye gayrimenkul sektöründe, uzun vadeli yatırım planlarını sürdürmekte. Hollanda Türkiye ilişkilerinin 400. yılı etkinliklerinin
düzenlendiği bu dönemde iki ülke arasındaki ilişkiler ve
sektör ile ilgili düşüncelerini aldığımız Redevco Türkiye
Genel Müdürü Patrick van Dooyeweert, iki ülke ilişkileri
ile ilgili önemli değerlendirmelerde bulundu.
Türkiye-Hollanda arasındaki ticari ilişkiler hakkında
değerlendirmenizi alabilir miyiz?
Türkiye-Hollanda arasındaki ticari ilişkilerin çok uzun
yıllardır mevcut oluşu ilgimi çeken bir durum. Hollandalı
pek çok firma, sadece son 50 yıldır değil, uzun yıllardır
Türkiye’de aktif olarak faaliyet göstermekteler. Bizim de
faaliyet alanımız olan gayrimenkul sektöründe çok fazla
yabancı firma var ve bunların büyük bir kısmı da Hollandalı ve Alman firmalar. Diğer bir şaşırtıcı nokta da şu ki,
birçok Hollandalı firma 80 yılı aşkın süredir Türkiye’de
faal durumdalar. İki ülke arasındaki iş ilişkilerinin bence
birçok açıklaması var. Benim gördüğüm kadarıyla Türk
işadamları ve Hollandalı işadamları arasında birtakım
benzerlikler ve fikir açısından bir uyum var. Bunun yanı
sıra çok farklı yönler de var, hem de fazlasıyla. Fakat benzerlikler gerçekten çok güçlü. Türkler iş yapmak üzere
yurtdışında birçok farklı ülkeye yöneliyorlar; bu Kazakistan da olabilir Çin de, kısacası neresi olursa olsun fark
50
Mayız 2012
etmiyor. Eğer bir iş olanağı görüyorlarsa, o ülkeye gidiyorlar. Bu durum, Hollandalı işadamları için de geçerli.
Bu oportünizmdir; iş fırsatlarını yakalama eğilimidir. Bu,
Türk işadamlarında sevdiğim bir özellik ve denilebilir ki
Hollandalı işadamlarının Türkiye’ye olan ilgilerini de söz
konusu esnek ve oportunistik yaklaşım artırmakta. Aynı
zamanda, Türkiye’de iş yaşamı sabah 9 – akşam 18.00
mesai anlayışıyla yürümüyor, iş planı yapmak konusunda
sıkı ancak mesai açısından esnek bir yaklaşım. Bu da Türkiye’nin Hollanda’yla olan bir başka benzerliği. Tüm bu
benzer karakteristik özelliklerin iki ülke arasındaki ticari
ilişkiler açısından son derece faydalı olduğunu düşünüyorum.
İki ülke arasında çok fazla farklılık da bulunduğunu
söylediniz. Bu farklılıklardan biraz bahsedebilir misiniz?
Hollanda, bilginin “asıl değer” olduğu Kuzeybatı Avrupa kültürünün bir parçası. Bu yazılı bir kültürdür; bilgi,
rakamsal veriler, hesaplar çok önemli ve değerlidir. Fakat
Türkiye’de, bilginin, rakamsal verilerin, aynı tarzda değerlendirilmediğini söyleyebilecek kadar uzun zamandır
yaşıyorum. Türkiye’de asıl önemli olan; iyi ilişki, göz teması kurmak ve karşılıklı güven duymaktır; sözleşme tüm
bunların ardından imzalanır. Fakat Hollanda kültüründe,
hatta sadece Hollanda kültüründe değil İngiliz, Alman ve
daha genel olarak Kuzey Avrupa kültüründe, sözleşme
daha önemlidir. Her şeyi sözleşmeye yazarsınız ve bu
sizin iletişim şekliniz olur. Türkiye’de sözleşme konusu o
kadar da önemsenen bir şey değil. Dediğim gibi burada
öncelikli olan iyi ilişkiler. Bana göre en büyük farklılık
da bu. 8 yıldır burada yaşıyor olmanın sağladığı gözlem
sayesinde dikkatimi çeken bir başka durum da, Türkiye’de konular görüşülürken ihtilaf ve sert tartışmalar
yaşanabiliyor; Hollanda kültüründe ve diğer birçok Avrupa ülkesinde ise bu yok, ihtilafın yerine uzlaşma yoluna
gidiliyor. Bu konu için aslında iyi ya da kötü diyemem, bu
yalnızca kültür farklılığından kaynaklanan bir durum.
Kriz’in etkilerini Hollanda ve Türkiye açısından değerlendirebilir misiniz?
Özellikle 3 ülkede, Finlandiya, Almanya ve Hollanda’da, aslında kriz gibi bir durum söz konusu değil. Gayrisafi milli hâsılada bir artış yok ama nüfusta da bir artış
söz konusu değil. Hollanda’daki insanlar son derece varlıklılar. Türkiye’de %7-8 civarında bir ekonomik büyümeye ihtiyaç var, çünkü her yıl nüfus ve işe ihtiyaç duyan
insan sayısı artıyor. Dolayısıyla eğer ekonomik büyüme
olmazsa, işsiz insan sayısı da giderek artar. Hollanda’da
bu şekilde ciddi bir kriz durumundan bahsedemeyiz. Hollanda’da kriz, insanların her yıl yeni bir televizyon alamaması ya da lüks bir ihtiyaçlarını karşılayamamaları gibi
bir anlam teşkil eder. Fakat Türkiye’de yaşanan krizler
ciddi krizlerdir. Bugün Türkiye’de bir kriz yaşandığını
düşünmüyorum, 2001’de, 2008-2009’da kriz yaşandı
ancak bugünün göstergeleri krize işaret etmiyor. Bu nedenle milyonlarca insan işini ya da bankadaki parasını
kaybediyor. Amerikan kültüründe ve birçok yerde işten
çıkarılma gibi durumlarda insanların motivasyonları
düşer, Türklerde ise bu durum farklı. Türkler oldukça
rahat, motivasyonu yüksek ve enerjik insanlar. Türkiye,
kötü koşullarda bile motivasyonunu kaybetmeyip iyi sonuçlar elde edebilecek bir ülke. Bu durum Hollanda’da
pek söz konusu değil, işten çıkarılanların moral ve motivasyonu son derece düşüyor. Kendi kendine yeni çözümler üretmede Hollanda’nın Türkiye kadar başarılı
olduğunu söyleyemem. Yabancı bir yatırımcı olarak, Türkiye’de ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz?
En büyük problemlerden biri, şeffaflık. Türkiye’de
doğru bilgiye ulaşabilme imkânı sınırlı. Karşı karşıya
kaldığımız ciddi sıkıntılardan biri pazarın çok şeffaf olmaması. Sektörde ciddi bir rekabet söz konusu, gittikçe
gelişim gözlense de hala yeterli sayıda perakendeci olduğunu söyleyemeyiz ve bu durum bizi de, diğer firmaları da etkiliyor. Türkiye’de yeni yapılar, yeni alışveriş
merkezleri inşa etmek son derece kolay, ancak birbirine çok yakın alışveriş merkezleri inşa edilebiliyor
olması, şehir planlama anlamında bir sıkıntı olduğunun da göstergesi.
Alışveriş merkezlerinin yapımı, yerleri ve sayısı
birçok yerde tartışma konusu haline geldi. Birçok
görüş alışveriş merkezlerinin şehir dışında olması
gerektiği yönünde. Siz bu görüşe katılıyor musunuz?
Tabi ki şehir dışına yapılmamalı. Eğer alışveriş
merkezleri şehir dışına yapılırsa, insanlar bu merkezlere özel araçlarıyla gitmek zorunda kalırlar ve
birçok insanın böyle bir imkânı yok. Öte yandan bu
durum çevre bilincine de ters çünkü daha fazla araç kullanımıyla çevreye verilen zarar daha büyük olacaktır. Bu
konuda Fransa örneği verilebilir. Fransa’da büyük öl51
Mayıs 2012
Eur
newsport
çekli alışveriş merkezleri şehir dışına yapıldı ve herkes
alışveriş yapmak için bu yerlere gitmek zorunda kaldı.
Böylelikle şehir merkezi canlılığını yitirdi Şöyle de bir
durum var ki, bu tür yapılar arasında güzel bir etkileşim
de doğuyor. Örneğin, Akmerkez, çevresindeki birçok perakendeciyi de olumlu yönde etkilemiştir. Eğer Akmerkez şehir dışında ya da otoyol kenarında bir yerde olsaydı,
çevresinde bakkal ya da benzeri perakende oluşumları
şimdiki kadar çok olamayacaktı. Aynı şey Levent’te Kanyon, Metrocity örnekleri için de geçerli. Bu bir sinerji yaratıyor Şahsi fikrim, alışveriş merkezlerinin insanların
kolaylıkla gidebileceği yerlerde, yaşadıkları ya da çalıştıkları alanlarda, şehir merkezlerinde kurulması yönünde.
Redevco’nun Türkiye’deki alışveriş merkezleri de bu anlayışa paralel olarak, insanların rahatlıkla ulaşabildikleri
noktalarda, şehir merkezlerinde inşa edilmiştir.
Alışveriş merkezlerinin sayılarının fazla olduğu yönünde bir görüş de var. Bu konu hakkında neler düşünüyorsunuz?
Evet, alışveriş merkezlerinin sayısının fazla olduğu
söylenebilir, ama AVM sayısını pazardaki kapasite ile kıyaslamalı düşünmek gerek. Bu nedenle alışveriş merkezlerinin sayılarının çok olmasının sıkıntı yarattığını
düşünmüyorum. Hala yeni alışveriş merkezleri yapılabilecek araziler mevcut. Alışveriş merkezi inşa ederken
pazar koşullarını iyi analiz etmelisiniz; seçilen nokta alışveriş merkezi için uygun bir alan mı, pazar kapasitesi yeterli düzeyde mi, nüfusun satın alma gücü ne durumda
gibi soruları iyi tahlil etmeniz gerekiyor. Almanya’daki
bir alışveriş merkeziyle, Türkiye’de aynı metrekareye
sahip bir alışveriş merkezini kıyaslayamazsınız. Çünkü
iki ülke insanının satın alma gücü arasında büyük fark var.
Türkiye’de satın alma gücünün henüz çok gelişmiş bir dü52
Mayız 2012
zeyde olduğundan bahsedemiyoruz. 8 yıl önce Türkiye’ye
geldiğimde çok fazla alışveriş merkezi yoktu, bu çevrede
yalnızca Akmerkez ve Metrocity vardı. Bunlardan sonra
gözle görülür bir artış oldu ve birçok yerde yeni alışveriş
merkezleri açıldı. Hepsinin başarılı olduğunu söyleyemem tabi ki, bazıları çok miktarda para da kaybetti fakat
yine de bunlara yenileri eklenmeye devam ediyor. Türkiye’de, özellikle de İstanbul’daki nüfus gün geçtikçe artıyor, bununla birlikte kapasite de artış gösteriyor. Ama
elbette ki herkesi alışveriş merkezi inşa etmeye teşvik etmiyorum!
İstanbul’da yeni bir alışveriş merkezi yapmayı düşünüyor musunuz?
Böyle bir şey düşünmüyoruz diyemem. Şehir merkezinde uygun alan bulmak güç, ama bulabilirsek tabi ki
yapmak isteriz. Bu isteğimiz İstanbul’un yanı sıra, İzmir
ve Antalya için de geçerli.
Sizin son olarak eklemek istedikleriniz var mı? Bir
final mesajı alabilir miyiz?
8 yıldır Türkiye’deyim. Ülkede çok fazla şeyin değiştiğini söyleyebilirim, hatta bu değişim Avrupa’da gördüğümden daha büyük boyutta. Bu sadece alışveriş
merkezlerinin fazla sayıda olmasıyla ya da nüfusun artmasıyla ilişkili bir durum değil; fikirler güzelleşmeye, insanlar da profesyonelleşmeye ve yaptıkları işe daha da
çok bağlanmaya başladılar. Genel olarak gördüğüm, ülkenin giderek geliştiği. Sadece ülke değil, insanların düşünce sistemi de gün geçtikçe gelişiyor. Eğer gelişim bu
şekilde devam ederse, Türkiye’nin dünyadaki en önemli
ülkelerden biri olacağına eminim. Türkiye hâlihazırda çok
önemli bir ülke ancak öneminin bu gelişim sürdükçe daha
da artacağını düşünüyorum.I
Eur
newsport
Yapacakları yeni yatırımlara itiraz eden insanlar ile ilgili değerlendirmede bulunan
Bagfaş Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Gençer:
Devletin vatandaş ile sanayiciyi karşı
karşıya getirmemesi lazım
“Dünya ölçeğinde baktığımız zaman
tarım alanlarının azaldığına buna
mukabil insan nüfusunun
arttığına şahit oluyoruz.
Dolayısıyla tarım arazilerinin
daha efektif kullanılması lazım.
Bunun içinde tohum ıslahı,
sulama ve gübre kullanımı
gibi hususlar var.”
54
Mayız 2012
T
ürkiye’nin tek özel entegre tesisine sahip
olan Bagfaş, yapacağı yeni yatırımlarla
uluslararası arenada yakaladığı başarıya
katkı sağlamak istiyor. Zorlu bir alanda
yapılan yatırımlar ile ilgili değerlendirmelerde bulunan Bagfaş Yönetim Kurulu Başkanı
Kemal Gençer, çevre ile ilgili gösterilen tepkiye de
cevap verdi.
Gübre sektörünün stratejik bir sektör olduğunu beyanlarınızda ifade ediyorsunuz. Bu konuda yatırımlarınıza da devam ediyorsunuz. Bu noktadan yola çıkarak
sizden sektörün fotoğrafını çekmenizi istesek, neler aktarmak istersiniz?
Dünyanın en dinamik sektörlerinden biri, netice itibari ile yaptığımız işin gıda ile ilgili bir yanı var. Bu
durum krizin etkilerini daha az hissetmemize neden oluyor. İnsanlar birçok alanda daha az tüketim içerisine gidebilir ancak gıda söz konusu olunca böyle bir
durumdan bahsedemeyiz. Dünya ölçeğinde baktığımız
zaman tarım alanlarının azaldığına buna mukabil insan
nüfusunun arttığına şahit oluyoruz. Dolayısıyla tarım
arazilerinin daha efektif kullanılması lazım. Bunun
içinde tohum ıslahı, sulama ve gübre kullanımı gibi hususlar var. Bu noktada efektif tarım yapmakla organik
olmayan tarım yapmak hususunda önemli bir fark olduğunu vurgulamamız gerekiyor. Bizim toprağa verdiğimiz kimyasal yapı toprakta olması gereken, bu ya da şu
sebeple toprakta olmayan maddenin toprağa verilmesidir. Toprakta bu mineraller olsaydı bizim böyle bir müdahalemize de ihtiyaç duyulmayacaktı.
Açıklamalarınızla bir yanlış anlamayı da
düzeltmiş oluyoruz. Bu açıklamalarınız sonucunda çoğunlukla gübre verildiği zaman organik üretim yapılamadığı düşüncesinin
yanlış olduğu sonucuna varabiliriz.
Yapılan iş aslında farklı bir yerde olan maddenin belirli bir prosesten geçirdikten sonra ihtiyaç duyulan yere
aktarılmasıdır. Eğer bir yerde fosfat yoksa ve bu maddeye ihtiyaç duyuluyorsa onu başka bir yerden alıp işlemlerden geçirdikten sonra kullanılır hale getiriyor ve
ihtiyaç duyulan yere aktarıyoruz. Bu madde toprakta olsaydı gübreye ihtiyaç duyulmazdı ve bitki ihtiyaç duyduğu maddeyi doğal yoldan alırdı. Belki almak için
biraz daha fazla yağmura ihtiyaç duyardı ama alırdı.
Toprakta olmayan bir şeyi toprağa vermiyoruz. Eğer bir
toprakta kükürt yoksa ve siz bu toprağa kükürt vermiyorsanız, buradan çıkacak ürünün yapraklarının yemyeşil ve sağlıklı olmasını bekleyemezsiniz. Kükürdü eğer
eski usulde kemreden temin etmeye çalışırsanız daha
dikkatli olmanız gerekmektedir. Hayvan dışkısından
almak kontrolü daha zor olan bir durumdur. Bunları birçok kümesten aldığınız için homojen değildir ve bu bi-
rikimlerin içerisindeki oranlar sizin istediğiniz oranlar
olmayabilir. Bu noktada yapılması gereken şey toprağı
analiz ettirdikten sonra gereksinim duyulan maddeyi gerektiği miktarda vermektir.
Sektörün uluslararası bir yapısı var. Bu durum da
doğal olarak firmaların yönelimlerini etkiliyor. Konu ile
ilgili bir değerlendirme yapar mısınız?
Gübre sektörü tabiatı itibari ile uluslararası bir sektör. Fiyatlar uluslararası düzeyde belirlenir. Bu noktada
benim Türk çiftçisine verdiğim söz gündeme geliyor.
Ben, çiftçimize verdiğim fiyattan ihracat yapacağımı
ifade ediyorum. Fakat bazen uluslararası kuralların bizi
zorladığı noktalar da oluyor.
İhracatta önemli bir başarı sağladığınız ifade ediliyor. Bu başarıyı ortaya çıkaran etkenleri bizimle paylaşır mısınız?
2012 yılı bilançomuzun %37,7’si ihracattan gelmektedir. Bagfaş’ın dışında ihracat yapan da yok. Bagfaş’ın ihracat yapması entegre yapısındandır. Aksi
takdirde uluslararası arenada varlığımızı sürdürmemizin
olanağı yoktur. Biz dünyanın dört kıtasına ihracat yapıyoruz. Geçen yıl beşinci kıtaya gitmek için de girişimlerimiz oldu ve bu girişimler devam ediyor.
Bu başarı sonrasında yeni yatırımlar da gündeme
geldi. Yeni yatırımlarınız ile ilgili bilgi verir misiniz?
Kimyevi gübre sanayi işkolu hem yatırımda hem de
işletmede kapital yoğun bir sektördür. Onun için zor bir
sektör. Biz fosfatlı gübre üretimi yapıyoruz. Önümüzdeki dönemde de kalsiyum amonyum nitrat üretim tesisi kurmak için çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Türkiye’nin bu alandaki ilk yatırımı olacak. Bu
yatırım 160 milyon euro değerinde bir yatırım.
Bu yatırımın %85’i Alman Hermes firması garantörlüğünde yine Alman Bankası olan Commerzbank tarafından veriliyor ve Türkiye’de
alınan faiz oranları bu uygunlukta olan ilk kredidir.
Böyle bir krediyi ne özel sektör ne de devlet bugüne
kadar alamadı.
Yatırım ile ilgili insanların tepkisi gündeme geldi.
Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Bu tesislerin çevre ile etkileri minimum düzeye indirilmiş durumda. Biz hammaddenin neredeyse tamamını ithal ediyoruz ve bu maliyetlerimizi artıran bir
durumdur. Bu noktada da sizin işlediğiniz ürünü çevreye vermeniz demek ürününüzü değerlendiremediğiniz
anlamına gelir o nedenle ilk yatırım miktarı yüksektir.
Avrupa’da da çevre ile ilgili hususlar çok gündeme
geldi. Bilhassa Almanya’da gündemdeydi. Frankfurt’ta
eski adı ile Hoechst vardı, şimdi Aventis oldu. Frankfurt’un eski Belediye Başkanı bu büyük firmaların birinin 100. yılında “Bu şehirlerin, bu büyüklüğe gelmesinin
nedeni şehrimizdeki büyük firmalardır. Bu nedenle in55
Mayıs 2012
sanla sanayi birbirini taşımak zorundadır” demişti.
Bizim politikacılarımız gibi oportünist davranmamıştı.
Bu yaklaşımın doğru olduğunu düşünüyorum. Bir yere
bir yatırım yapıldığı zaman iki tarafın bir karar alıp ona
göre uzun soluklu bir yürüyüş içerisinde olması lazım.
Türkiye örneğine baktığımızda sanayinin gittiği yerde
anında gecekondulaşma başlamış. Sanayi tesislerimizde
tarım arazilerine kurulduğu için sorunlar yaşanmış. Bu
noktada planlamanın önemini vurgulamak lazım. Bu
açılardan bakıldığında tekrar ediyorum, insanların ve siyasi yapının karar vermesi lazım ve bu kararın arkasında
durulması gerekir. Bizde durum bu şekilde işlemiyor.
Benim çocuğum burada çalışsın, benim kamyonum buradan mal taşısın, lokantalarım buradan müşteri bulsun
ama yatırıma karşı olayım. Bu anlaşılır bir durum değildir. Bu noktada birbirimizi dinlememiz ve eğitmemiz
gerekiyor.
Son olarak Elazığ’da bir bilgilendirme toplantısında
yatırımcı firmanın temsilcilerine saldırı oldu. Üzücü şeyler yaşandı.
Doğuya sanayi götürülmek isteniyor. Oradaki sorunların bu yolla çözülebileceği öngörülüyor ancak yaşananlar oldukça karmaşık. Bu işi meslek edinen ve
kahve kültürü ile bu işi götürmek isteyenler var. Bunun
karşısında da sessiz yığınlar var. Türkiye’de sokakların
sesi başkadır, ancak iş karar aşamasına geldiğinde sandık insanların önüne koyulduğunda netice farklı çıkar.
ÇED raporunu biz de alacağız. Aynı zamanda bir
56
Mayız 2012
halk toplantısı da yaptık. Tabi bu toplantıya gelenlerin
orada oturup oturmadığı ayrı bir konudur. Devletin vatandaş ile sanayiciyi karşı karşıya getirmemesi lazım.
Krediyi alırken biz toplantılar yapıyoruz, çevre ile ilgili
hususlar orada da konuşuluyor ve biz işi yapan kuruluştan tesisin çalışması ile ilgili garantiler alıyoruz. Bu
kadar ciddi yapılan bir uygulamada eğer buradan çevreye şu etkiler olur deniliyorsa o zaman karşılığında yapılması gereken yatırımlardan bahsedilmelidir. Bu
noktada da benim bu yatırımları yapmam sağlanmalıdır.
Devletin bu hususları belirlemesi lazım, yoksa oradaki
insanların bunu bilme imkânı olamaz. I
Eur
newsport
Teknoloji perakende sektörünün cari açığa neden olmadığını belirten
Bimeks Genel Müdürü Arif Bayraktar:
İsraftan dolayı yurtdışına çıkan
her bir dolarda hepimizin
sorumluluğu var
58
Mayız 2012
2
2 yıldır teknoloji perakendeciliği sektöründe faaliyet gösteren Bimeks, gerçekleştirdiği ilklerle sektörün lider firmaları
arasındaki yerini koruyor. Rekabetin
yoğun bir şekilde yaşandığı sektörün dinamikleri ile ilgili önemli tespitlerde bulunan Bimeks
Genel Müdürü Arif Bayraktar sorularımızı yanıtladı.
Sektör ile ilgili genel bir değerlendirme yapabilir misiniz?
Türkiye perakende sektörünün teknoloji ile ilgili bölümü yaklaşık 22 milyar TL büyüklüğündedir. 2008 krizinden sonra büyüyerek devam eden bir sektör. Geçen
yıl bizim sektör TL bazında %25 büyüdü, ülke ekonomisi ise %8 büyüdü. Yani yaklaşık 3 kat büyüme gerçekleşti. Bimeks olarak biz adet bazlı %49, ciro bazlı da
%39 büyüme gerçekleştirdik ve pazar payımızı arttırdık.
Başarılı bir 2011 yılı geçirdik. Bunun değişik faktörleri
var. Türkiye’de bir taraftan yerli oyuncular var ama yabancı oyuncular da var ki onlar da Almanya’nın, Avrupa’nın, İngiltere’nin lideri. Geçen sene çekilme kararı
alan Amerika’nın lideri de bu pazarda iş yapıyordu.
Dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir rekabet ortamı teknoloji perakendeciliği konusunda Türkiye’de var. Yani
bu kadar yabancı ve yerli oyuncunun olduğu başka pazar
yok. Bunun nedeni Türkiye nüfusunun %50’sinin 35 yaşının altında olmasıdır. Gelir seviyesi artıyor, yani genç
bir nüfus var. Hal böyle olunca yabancıların iştahını kabartan bir sektör haline geldik.
Yabancılar umduklarını buldular mı?
Umduklarını bulamadılar ve bulamayacaklar da.
2007 yılında geldiklerinde biz yerli oyuncuları çok
önemsemiyoruz, biz bu pazarı domine ederiz gibi yaklaşımları vardı. 5 yıl içinde gelinen noktada bu kadar
mağaza açmalarına rağmen halen toplam teknoloji perakendeciliği sektöründe pazar payları % 30’larda. Hala
yerlilerin bileğini bükemediler ve bükemeyeceklerde.
Onun için umduklarını bulduklarını zannetmiyorum.
Hatta bulamayacaklarını da iddia ediyoruz. Çünkü belli
bir şablonla ülkeye gelip 4000-5000 m mağaza açıyorlar. Rekabetten dolayı o 4000-5000 m iş yapmıyor ve
yapmasının da imkanı yok, çünkü yanında bir sürü rekabet unsuru olan yerli mağazalar var. Fiyat rekabetinde
her halükarda yerli firmalar yabancıları dövdü. Hizmet
konusunda da başarılı olduk.
Yerli oyuncular dünya standartlarında iş yapıyorlar.
Bimeks özelinde de dünya standartlarında hatta onlardan daha iyi işler yapıyoruz. En yeni teknoloji ürününün getirilmesi, satışa sunulması, teşhir, eleman kalitesi,
elemanın bilgi seviyesi, reklam pazarlama çalışmalarımız, ekonomik ölçekte mağazalar açma, oradaki ürün
çeşitliliği, vs. dünya standartlarından daha iyi. Bu nedenle Amerika’nın devi buradaki rekabet ortamında para
kazanamayacaklarını anladılar ve çekilme kararı aldılar.
Bu aslında yerli oyuncuların bu ülkede güzel işler yaptığının ifadesi ve ülke açısından güzel bir kazanımdır.
Türkiye’deki fiyatlar Amerika ile yarışır düzeyde. Avrupa’daki kar beklentilerinin hep daha altında fiyatlar.
Yani hep rekabetçi olduk. Burası büyüyen pazar olduğu
için üreticiler bu pazara bakmak durumunda ve buradaki
pazar paylarını koruma yönünde hareket etmek durumundalar. Her zaman burada iyi fiyatlar var.
Şu an 37 ilde 57 mağaza ile faaliyet gösteriyoruz.
Sene sonunda 50 ilde olacağız ve büyük ilçelerde de mağaza açmaya devam ediyoruz. Yabancılar yaygınlık konusunu gerçekleştiremedikleri için Türkiye’de de iyi
fiyatlı ürün satmaları Ölçek problemleri var, mağaza
metrekareleri yanlış. Ankara’nın bir yerinde 8 bin m
mağaza açmışlar. Orada yaptıkları iş 100 birim, 500 m’
mağazamız var ve 70 birim iş yapıyoruz. Verimlilik açısından karşılaştırıldığında hangisi daha verimli? Personel giderine, kiraya dayanamazlar ve orada tuttukları
stok zarardır. Satamayınca ürün eskiyor. Bizim sektörde
stoku yönetemiyorsanız zaten zarar ediyorsunuzdur.
Bimeks aktardığınız hususlarda farklılığını öne çıkarabiliyor mu?
Biz Bimeks olarak personel başına en fazla ciroyu
üreten şirketiz ve metrekare başına da en fazla ciroyu
üreten şirketiz. Bu dolayısıyla bize rekabette avantaj
sağlıyor. Biz 1990 yılında faaliyete başladık. Bu sektörün belirleyici firmasıyız. Biz bu işe başladığımızda teknoloji perakendeciliği yapan yoktu. Hakiki teknoloji
perakendeciliğini başlatan şirketiz. 1996 yılında alışveriş merkezinde ilk teknoloji perakende mağazası açan
şirketiz. İçerenköy Carrefour yapılmıştı oraya biz girmiştik. O zaman buranın kirası çıkar mı diyordu herkes.
2001 krizinden sonra en hızlı, AVM’lerle Anadolu’ya
yaygınlaşan biziz. Sistem altyapısıyla beraber her yerde
aynı fiyat ve aynı hizmet kalitesiyle yaygınlaşan biziz
ve bunu Teknosa’dan da önce yaptık. Teknosa’nın kurulması 2001’dir. Onlar 2002-2003’ten sonra biraz daha
hızlanarak holding desteğiyle Türkiye’ye yayıldılar ve
yaygınlaşma konusunda da başarılılar ama ilk organize
perakende işini başlatan Bimeks’tir. 2007 yılında Yeşilköy teknoport mağazamız o dönemde tek katta 6 bin m
satış alanıyla açılmış tek mağazaydı. Bugün o mağazayı
gelen rekabetten dolayı küçülttük. Şu an yaklaşık 3 bin
metrekarelerde faaliyette bulunan bir mağaza haline getirdik. Şartlara adaptasyon konusunda da rakiplerimizden ilerideyiz.
Dünya pazarında rekabetçi olmak önemli. Buradan
dışarı çıkılabilir mi? Yurtdışına çıkarsak başarılı olabilir miyiz?
Başarılı olabilmek için Türkiye’de başarımızı tam
olarak sağlamak lazım. Çünkü hala bu pazar bu kadar
59
Mayıs 2012
Eur
newsport
oyuncuya fazla. Yabancılardan ve yerlilerden bazılarının çekilme durumu olabilir. İlerleyen günlerde bunu
göreceğiz. Bu manada bize göre verimliliğimizden ve
yaygınlaşmamızdan dolayı en şanslı firma biziz. Sağlam adımlarla gidiyoruz. Halka açık olmanın da burada
bizi destekleyen tarafı var. 2015 yılında Bimeks’i 81 ilimizde ve büyük ilçelerde 156 mağazayla olma hedefi
var. Bu gerçekleştiğinde ilk bakacağımız yer nihayetinde yakın coğrafyamız ama orada da maalesef tam demokrasi oturmadığı için problem oluyor. Bir sene önce
niye gitmediniz, şu ile mağaza açmaktansa Şam’a mağaza açın diyenler oradaki karışıklığı görünce iyi ki gitmediniz diyor. Birden mevsim değişti, temel problem
demokrasinin, serbest piyasa ekonomisinin orada yerleşmemiş olmasıdır. Bir zamana ihtiyaç var. Bu zamanın
ne kadar olduğunu da hep beraber göreceğiz. Türkiye’deki hedefimizi gerçekleştirdikten sonra yakın coğrafya ile ilgiliyiz. Orada da güçlü olduktan sonra belki
Avrupa pazarları düşünülebilir ama Avrupa pazarı maalesef küçülüyor ve onun için onlar buraya geliyorlar.
Böyle olunca da tekrar orada olmak mantıklı değil. Ama
belki 3-4 sene sonra değerlendirebiliriz.
Bu coğrafyanın, Ortadoğu bölgesinin, belki Balkanlar’ın, Kafkasya’nın en güçlü ülkesi Türkiye ve artık sadece içine bakan bir ülke değil, bölgesine bakan bir ülke.
Son 10 yılda ihracat konusunda çok merhaleler kat eden
bir ülke. Dolayısıyla Afrika’da bir şeyler oluyorsa, orada
bir pazar varsa oraya gidilmesi gerekiyor. Perakendeci
olarak genel çerçevemiz belli. Bimeks olarak yurtdışına
gitmemiz için buradaki yapıların oturması lazım yoksa
biz zaten mal alıp satan, ticaretini yapan, toptancılık
yapan değiliz. Zaten birileri onlara mal satacak, ihracatını yapacaktır. Hakiki perakendecinin yurtdışına gitmesi
için henüz erken.
60
Mayız 2012
Yabancı ortaklığa açık mısınız?
O bölgelerde yabancı ortaklık erken ama Türkiye’de
zaten Bimeks olarak %20’miz İngilizlerin. Türkiye’de
ilklerimizden biri 2007 yılında bu sektöre ilk yabancı
sermayeyi getiren firma Bimeks’tir. Biz hep dünya standartlarında iş yapıyoruz ve yabancı ortaklı olmamız da
bunun bir göstergesidir. Sermaye yapımızı güçlendirme
konusunda da biz 2007 yılında adımları attık. 2011 yılında da şirketimizi halka arz ettik. Şu an halka açık ilk
ve tek teknoloji perakendecisiyiz. Geçen seneye 36 mağaza ile başlamıştık, 56 mağaza ile kapattık. Şimdi 76
mağaza yapacağız, 2015 hedefimiz ise 156 mağaza.
Yani kademe kademe Türkiye’ye yaygınlaşıyoruz ve
hissedarlarımıza kar üreterek bunu yapıyoruz. Anadolu’ya da açılıyoruz ve orada tek firma var. O firma ile rekabet ediyoruz ve maliyetlerimiz de iyi olduğu için
tüketici bize geliyor. Anadolu’ya rekabeti getiriyoruz ve
rekabetten de para kazanıyoruz.
Çalışmalar yapılırken sanki cari açığın sorumlusu
olarak gösteriliyorsunuz. Durmadan cep telefonu, televizyon değiştirilmemesi gerektiğine dair resmi söylemler var. Cari açığın sorumlusu siz misiniz?
Tabi ki sorumlu biz değiliz. Övündüğümüz şey Türkiye’de verimlilik artışı yapmamızdır. İş yaptırtan sektörüz biz. Bugün bilişim olmasa dünya standartlarında
iş yapamazsınız. Dünya insanları, Çin’de, Tayvan’da
böyle hızlı çalışırken, Türk insanının da bu kadar hızlı
olması lazım. Yani bizim sektörümüz verimlilik kaynağı
ama yıllardır yapılmış Türkiye’de yanlışlıklar var. Bu
yavaş yavaş kırılıyor. Türk malı dediğinizde Türk tüketicisi dahi olumsuz bakıyordu. Bu problemi kıran sektörler oldu. İnşaat sektörü bu konuda başarılı oldu. Türk
ismi kendi ülkesinde ve coğrafyasında aranan isim oldu.
Tekstil de bu imajı kırmaya başladı ve diğerleri de pe-
şinden geliyor. Ama bu zihniyet değişiminde hakikaten
Türkiye’nin son 10 yılındaki istikrar ve güven önemli.
Yerli markalarımız var. Onların başarıları var. Mesela
bazı yerli üreticilerimiz Avrupa’ya televizyon ihracatı
yapıyor ve başarılılar. Teknolojiyi üretme konusu asıl
olan şey. Artık yerli markalar yapabilirler. Bilgisayarın
ana kartı, işlemci ve yazılımın burada üretilmesi mümkün mü? Yazılımı, işlemciyi Amerika, ana kartı Çin yapıyor. Microsoft’tan daha iyi bir yazılım üretmeniz
lazım. O aşamada değiliz. Çip endüstrisine Intel hakim.
O zaman burada Intel’e fabrika kurdurmak lazım. 2023
ihracat hedefine ulaşılabilmesi için kesinlikle bilişim
sektöründe de ihracat olması lazım. Bunun için de Türkiye’de Intel fabrikası olması lazım. Bu fabrikalar da 510 milyar dolar arasında yatırım gerektiriyor.
Dolayısıyla onu destekleyecek diğer sektörler olacak.
Aynı şekilde televizyonda da panelin üretimi olmalı.
Dünyada bu üretimi yapan 3-4 firma var ve bu yatırımın
da Türkiye’de yapılması lazım. Artık Türkiye’nin 5 yıl
sonrasını hesap edebiliyorsunuz. Onları aştık ama bizim
sektörümüzde henüz teknolojik üretim olmadığı için cari
açığa neden değil, Türkiye’nin verimliliğine katkıda bulunan bir sektör olarak bakalım fakat tüketicimizin de
şuna dikkat etmesi lazım ihtiyaç varsa alalım, ihtiyaç
varsa yenileyelim. Yani cep telefonumuz şu an bizim ihtiyacımızı gideriyorsa onu kenara atıp yenisini
almayalım. İsraf çok önemlidir. İsraftan dolayı yurtdışına çıkan her
bir dolarda hepimizin sorumluluğu
var. Tüketicinin bu konuda bilinçlenmesi lazım.
Borsa yatırımcısı için ilk olmak
önemli ve başarılı olunması da diğer oyuncuları çekecektir. Siz orada yalnız kalmak istemezsiniz herhalde.
Biz Bimeks olarak teknoloji perakendeciliğinde yabancı sermayenin girişini ve halka arzını sağladık. Birçok yerli oyuncu halka açılmayı düşünüyor. Hatta bir
tanesi SPK’ya başvuru yaptı ve çok hoşumuza gidiyor.
Çünkü bir yerde bir taneyseniz kıymetiniz nasıl anlaşılacak, neye göre değerlendirileceksiniz? Bimeks her
zaman şeffaf ve rekabetçi oldu, olaya böyle baktı. Rakiplerimizin de halka arzını gerçekleştirmesi bizi sevindiriyor. Geçen hafta içerisinde hisselerimizin bir kısmını
SPK’nın mevzuatına uygun olarak geri alma opsiyonunu
kullanma kararı aldık. 2011 yılının nisan ayında halka
arzımız gerçekleşti. Yerli yatırımcıdan yaklaşık 11 kat
talep aldık, yerli yatırım kurumlarından 9 kat talep aldık,
yabancı yatırımcıdan da 8 kat talep aldık. Biz olayı hedeflediğimizde 2015 projeksiyonunu göstererek çıkmıştık. Bu kaynağı buralarda kullanacağız diye deklare
etmiştik. Genelde bizdeki beklenti yabancı yatırımcılar
daha uzun soluklu yatırım yapıyor, yerliler daha kısa vadeli bakıyor şeklindeydi ve bazı opsiyonları da yabancı
yatırımcılar lehine kullandık fakat Avrupa’daki erken
bozulma onlardaki ikinci kriz endişesi yarattı ve yabancı
hissedarlarımız satış opsiyonlarını kullandılar. Onlar da
bizim orta ve uzun vadeli hedeflerimizi görerek almışlardı ama kısa vadede onlarda bir satış geldi. Geçen seneki hisse performansımız onlardan kaynaklı iyi olmadı
ama biz dilediğimiz hedefleri 2011 yılında yaptık hatta
hedefin üzerinde kar gerçekleşti. 30 milyon TL hedefimiz vardı. 36 milyonla kapattık. Bu sene bunun tam tersi
oldu. Biz hissedarlarımıza hep gelir vaat ettik. Buna inanan bir şirket olarak da şu an hisselerimiz bu yerleri hak
etmiyor. SPK mevzuatına göre geri alım opsiyonunu
devreye koyduk. 6 milyon lota kadar hisselerimizi geri
almayı deklare ettik. Geçen hafta ilk alımı gerçekleştirdik ve bu devam ediyor. Yatırımcımız emin olsun ki hedeflerini tutturan bir şirket var ve bu manada kendisine
güveniyor.
Hissenizin hak etmediği bir yerde olmasında dolayı
borsaya keşke girmeseydik gibi bir düşünceniz oldu mu?
Kesinlikle olmadı. Biz zaten o kaynağı alıp doğru
yerlerde kullandık ve büyümeye devam ediyoruz. Hedeflerimizde şaşma yok. Dört dörtlük gidiyoruz, para kazanıyoruz ama borsadaki hisse
değerini sadece bunlar belirlemiyor. Biz hedeflerimize kilitlenmiş ve hedeflerimizi tutturan
bir şirketiz. Bu sene 600 milyon
TL ciro hedefimiz var yani %50
büyümek istiyoruz.
Verimliliği sağlamamızın
yollarından bahsetmek gerekirse 2010 yılında bir karar verdik. Çok kanallı büyüme
stratejisi uygulama kararı aldık. Doğru lokasyonlarda
büyük teknoportlar açacağız, Anadolu’da frenchise modeli ile yaygınlaşacağız ve online satışlar gerçekleştireceğiz. Online satışta geçen sene ciddi bir büyüme
sağladık. Bu seneki ciro hedefimiz içinde de yaklaşık 60
milyon TL internet satışına koşuyoruz. İnternette de elimizde olan malı mağazamızdan satıyoruz. Bu bize hız ve
verimlilik kazandırıyor. Bidakka hizmeti başlattık. Bu
hizmet pizza kadar hızlı teslimatı kapsıyor. Müşteri siparişini veriyor ve teslimatı istediği adrese göre 30-180
dk arası teslimat gerçekleşiyor. %97 başarımız var. Bu
da dünyada olmayan bir hizmet ve çok güzel gidiyor.
Yani online satışta da burası çok başarılı bir şirket. Çoklu
kanal stratejisi de aynı şekilde devam ediyor. Bunların
hepsini entegre yapan başka bir şirket yok. Sadece internet ya da mağaza değil, ikisini birden uygulayıp çoklu
kanal stratejisi uygulayan şirketler ayakta kalacak, diğerleri bu rekabet ortamlarında yara alacak diyoruz. I
61
Mayıs 2012
Eur
newsport
Ana Gıda Genel Müdürü Ümit Ersoy:
Türkiye’de zeytin üreticilerine
verilen teşvikin arttırılması gerekiyor
H
ükümetin zeytin ve zeytinyağı sektörüyle ilgili belirlediği hedefler doğrultusunda hızla
çalışmalar devam ederken, sektörün köklü
sorunları da yavaş yavaş tartışmaya açıldı.
Kısa süre içinde sektörde ağaç sayısı artmasına rağmen aynı oranda zeytinyağı üretim miktarın artmaması ve çiftçilerimizin mutsuz olduğunu belirten Ana
Gıda Genel Müdürü Ümit Ersoy, sektörün tüm sorunlarını görerek gerekli hamlelerin yapılması gerektiğine inanıyor. Yıllarını bu sektöre adayan başarılı yönetici Ümit
Ersoy’la zeytinyağı sektöründe geldiğimiz noktayı konuştuk.
Ülkemizde son yıllarda zeytinyağı üretiminde artışlar
gözlemliyoruz. Bu alanda yapılan çalışmaları aktarır mısınız?
Türkiye’de zeytin için ayrılan ziraat çalışmalarının arttırılması konusunda hükümetin belirli çabaları var. Hükümet belirli hedefler koymuştu şimdi bu hedefler
doğrultusunda ilerlemeler var. 2009 yılında belirlenen hedefler zeytinlik alanlarının 1 milyon hektara ve ağaç sayısını da 180 milyon adete çıkararak toplamda 750 bin ton
da nihai ürün almaktı. Bu hedeflerin zor olduğunu ve gerçekleşmesinin kolay olmayacağını sektördeki herkes biliyordu. Fakat hedefleri belirlerken büyük düşüneceksin ki
o hedefe yaklaşsan bile bir önemi olsun. Şu anda bizim
sektörümüzde de işler bu yönde gidiyor. Bugün itibariyle
zeytine ayrılan alan 800-850 milyon hektara ulaştı, ağaç
sayısında 150 milyonu bulduk ve üretimde de 190 bin ton
olduğu tahmin ediliyor. Sektörde böyle olumlu sayısal veriler olmasına rağmen insanlarda bir memnuniyetsizlik ve
sıkıntı olduğunu gözlemledik.
Aktardığınız tüm veriler iyi yönde olduğuna göre sıkıntılar nedir?
Olaya nereden baktığınızla ilgili bir durumdur bu. Bir
olayı aktarırken kamerayı nereye kurduğunun büyük bir
önemi vardır. Aynı olaya kameranızın farklı açılarından
bakarsanız farklı yorumlar çıktığını göreceksiniz. Şimdi
biz de kameramızı çiftçilerin olduğu yöne çevirelim. Çift62
Mayız 2012
çilerimiz para kazanamadıklarını ifade ediyorlar. Onlar
haklı mı, haksız mı diye bir araştırma yaptık. Ülkemizde
zeytinlik alanlarının %50-60’ı 40 dönüm altında üretim
yapmaktadır. Bu önemli bir veridir. Bu veri üzerinden 40
dönümlük bir arazi de 500 ağaçlık bir yer edinmekteyiz.
Buradan çıkan sızma yağ ve rafineli yağı bugünkü fiyatlar üzerinden hesapladığımız zaman 23.500 TL yıllık bir
geliri olduğunu söyleyebiliriz. Bu ailenin giderlerini de
hesapladık, 18.750 TL’lik bir toplam gideri bulunuyor.
Bunların yanında devletten aldığı bazı destekler bulunuyor. Bu teşvikle birlikte maliyetler 18.750 TL’den 15.250
TL’ye düşüyor. Yıllık bu ailenin net kazancı ise 8.250
TL’dir. Aylık kazancı ise 687 TL’dir. Bu hesabı yükseltecek veya aşağıya çekecek birçok etken sayılabilir. Fakat
bu fiyat üzerinden bakarsak bu çiftçi ailesinin asgari ücretin altında yaşadığını kabul etmemiz gerekiyor. Bu insanların zeytincilik işinden mutlu olmadığını belirtmesi bence
haklı nedenlere dayanıyor. O zaman birçok soru sorulabilir.
Çiftçi mutlu olmadığı gibi tüketicilerimizde fiyatlar
nedeniyle mutlu görünmüyor?
Evet, belirttiğiniz gibi öte yandan tüketicilerimizde
ben zeytinyağını çok seviyorum, çok sağlıklı fakat çok pahalı olduğu için kullanamıyor, diyor. Biz de hane halkı tüketim harcamalarında gıda ve alkolsüz içecekler giderleri
içersinde zeytinyağına ayrılan bütçe %0.2 olduğunu görüyoruz. Bu oranı TÜİK veriyor. Türkiye’deki hanelerin
toplam sıva yağa ayırdıkları bütçe ise %1’dir. Bütçenizin
%1’ini ayırdığınız bir üründe fiyatlar yüksek olsa bile sizi
ne kadar etkileyecek. Fakat bizim zihnimizde bariyerler
var. Yani biz zeytinyağının pahalı bir ürün olduğuna inanmışız. Oysaki Türkiye yağlı tohum ve bitkisel yağlar alanında dışa bağımlı bir ülkedir. Yıllık 2.5 milyar dolar
dışarıya para gönderdik. Durum böyle olunca bizim ülke
içindeki tarımsal faaliyetlerimizi arttırmak zorunda kalmışız. Bu işin başka bir çaresi bulunmuyor. Burada köklü
çözüm ise Tarım Bakanlığının yürüttüğü arazi toplulaştırma çalışmalarıdır. Çok doğru bir hamledir ve bu alanda
yapılacak çalışmalar tarihe geçecektir. Bu çalışmaların
zaman alacağını düşünürsek zeytin üreticilerine ödenen
destek primlerinin arttırılması gerektiğini söyleyebilirim.
Zeytinyağında ihraç edersek fiyatla ilgili sıkıntıyı aşabilir miyiz?
Bu denklemleri aktardığımızda herkes o zaman ihracat yapın diyor. İhracatla ilgili kısma baktığımızda nereye
ihracat yapabiliriz, Avrupa Birliği ülkelerine. Oradaki
pazar yapısı nedir. Bugün AB ülkelerinde zeytin üreticisine kg başı 1-1.3 euro arasında teşvik veriyor. Türkiye’deki tüm destekleri topladığınızda ise 0.3 euro’nun
üstüne çıkmıyor. İki taraf arasında en az bir euro fark ediyor. Bugün %30 İspanya senden daha ucuz üretim yaptığına göre senin zeytinyağı firmaların ihracat yapsın da
ben de göreyim. Yapamıyoruz. Zaten bir ürün kendi iç
pazarında yeterince tüketilmediği sürece ihracata yönelmesi çok zordur, diğer sıkıntıları da üstüne koyarsanız ihracatta da başarı yakalayamıyoruz.
Basında kalite sorunu dile getiriliyor. Zeytinyağında
böyle bir sorun var mıdır?
Bence bazı önemli olayları birbirine karıştırıyoruz.
Gıda sektöründe mevzuata aykırı demenin ne olduğunu
tam olarak bilmiyoruz. Bizlerin referans olan gıda mevzuatıdır. Bu mevzuat etiket sorunu, etikette harflerin boyu
dahi olabilir. Buradaki kuralların hepsine uymak zorundasınız. Ben son günlerdeki haberleri okuduğum zaman
zeytinyağında sağlığı tehdit eden bir olay varmış gibi izlenime kapılıyorum. Bunu ben ayıp olarak sayıyorum.
Zeytinyağı başka yağlarla karıştırılabilir, bunun içine ayçiçeği yağı da girebilir fındık yağı da girebilir. Bunların
hepsini kınıyorum, fakat biz bu kadar önemli gıda maddesini detaylı bir bilgi vermeden kamuoyuna kötülemeye
veya şüphe uyandıran çalışmaları sağlıksız ve zararlı olduğunu düşünüyorum. Bir ülkede gıda mevzuatı var ise
bu mevzuatlardaki kurallardan birincisi ürünün etiketi olmasıdır. Üretim yeri belli olacak, son kullanım tarihi,
hangi standartlara göre üretim yaptığı belli olacak ve içindeki besleyici öğeler yer alacak. Bunlar var ise diğerlerini konuşmak mümkündür. Bunların hiçbirinin
olmadığını bir ürünü alırsanız o ürün zaten mevzuat dışıdır. O ürünü konuşmaya bile gerek yoktur. Biz sektör olarak bu konuda gerekli tüm çalışmaları yapıyoruz. Burada
tüketicilerinde bilinçli hareket etmesi gerekiyor. Adı
yazan ürünleri kullanmaları gerekiyor.
Tüm bunlar göz önüne alındığında kısa ve uzun vadede nasıl çözüm bulabiliriz?
İçinde bulunduğumuz durum göz önüne alındığında
ve Avrupa’da bu teşvikler olduğu sürece Türkiye’de zeytin üreticilerine verilen teşvikin arttırılması gerekiyor. Bu
durum çok nettir. Geçen aylarda İspanya’daydım. Orada
teşviklerin sürdürülebilir olmadığını ifade ediyorlardı.
Oradaki bu teşvik düzeni aşağıya doğru çekilirse bizim
ihracat yapabilme yetkinliğimiz artabilir. Eğer biz ihracatta başarılı olabilirsek yeni gelecek üretimlerle çiftçinin
de kazanmasını sağlayabiliriz. Zaten teşvikler her zaman
olması gereken şeyler değildir. Fakat belli bir dönemde
bir ürünün belli bir büyüklüğe ulaşması için yapılması gerekiyor. Zeytinyağındaki sorunları uzun vadede ise sadece
teşvikle çözemezsiniz. Sorunları iyi irdelemeniz gerekiyor. Bugün ağaç sayıları artıyor, fakat üretim aynı oranda
artmıyor. Çiftçilerimiz halen kalite yerine miktar ile uğraşıyorlar. Bizim gibi şirketlere de düşen ihracat yapmak
fakat bu kısa sürede yapılacak bir şey değildir. Bu konu
üzerinde çalışıyoruz.I
63
Mayıs 2012
Eur
newsport
2012 yılında yapacakları yatırımla ülke ekonomisine katkıda bulunacaklarını belirten
Brisa Genel Müdür Yardımcısı Levent Akpulat:
Ülkemizin adını dünya lastik
pazarında tepelere taşıyacağız
H
er yıl kış aylarında artan kazalar nedeniyle
kış lastiği uygulamasının zorunlu hale getirilmesi için bakanlık tarafından çalışmalar devam ederken, Ulaştırma Bakanı
Binali Yıldırım’ın, yapılan lastik denetim
sonuçlarına göre ülkemizde 1 milyondan fazla aracın
lastiklerinin sorunlu olduğunu belirtmesi yapılan çalışmaları hızlandırdı. Kış lastiklerinin zincir kullanımına
göre daha avantajlı olduğunu belirten Brisa Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Levent Akpulat,
konuyla ilgili görüşlerini bizimle paylaşmak için sorularımızı yanıtladı.
İç piyasada kalitesiz ürünlerin sektörü olumsuz
yönde etkilediği ifade ediliyor. İç piyasanın bu yapısını
değiştirmek için nasıl önlemler alınması gerekiyor?
Kasım 2012 itibarıyla Avrupa Birliği ile birlikte Türkiye’de yürürlüğe girecek “ürün etiketleme” yasası bu
konuda önemli bir gelişim sağlayacak. Tüm lastiklere
standardizasyon getirecek bu yeni uygulamayla tüketiciler daha bilinçli seçim yapabilecekler ve zaten belli
kriterleri karşılamayan ürünler piyasadan elenmiş olacak. “Lastik etiketleme” uygulaması karbon salınımı ve
sera (gazı) etkisinin azaltılması, yol güvenliğinin artırılması ve trafikteki gürültü kirliliğinin azaltılması hususlarında önemli bir etki yaratacak. Sadece bu regülasyona
uygun ürün sunan markalar pazarda yer bulabilecek.
Biz de pazarın lideri olarak çevreci ve yenilikçi
ürünlerimizle bu regülasyona tam uyum sağlayarak pazardaki rekabetçi yapımızı daha da kuvvetlendireceğiz.
Ülkemizde kış lastiklerinin zorunlu hale gelmesi
64
Mayız 2012
sektöre nasıl yansıyacak? Kış lastiğinin önemi hakkında
neler aktarabilirsiniz?
Genel bir bakış açısıyla kış lastikleri yaz lastiklerinden farklı olarak iki önemli özelliğe sahip: Kış lastikleri
karışımı soğuk havalarda da yumuşaklığını koruyor ve
aynı zamanda deseni ıslak ve karlı zeminlerde de
çekiş/fren performansını sağlamaya devam ediyor. Yumuşaklığın korunması yol tutuşu açısından önemli, lastik sertleşirse yol tutuşu azalıyor, bu da güvenliği
tehlikeye sokuyor. İkinci özellik de güvenlik açısından
büyük önem taşıyor; frenleme esnasında durma ile duruş
pozisyonundan kalkışta emniyet sağlıyor. Öte yandan
kış lastiği, zincir kullanımına göre de avantajlıdır.
Çünkü hem maksimum güvenliği sürekli olarak sağlıyor hem de çok daha pratik. Aynı zamanda zincir lastiğe belli oranda zarar verirken kış lastiğiyle bunu
ortadan kaldırmak mümkündür.
Ayrıca kış lastikleri, genel kanının aksine sadece
karlı ve buzlu yollarda değil, kasım ayından başlayarak
nisan ayına kadar sürekli değişen hava ve yol koşullarında güvenli bir sürüş için büyük önem taşıyor. Kış lastikleri, en düşük hava sıcaklıkları düşünülerek
geliştirilmiş tasarımı ve hamuru ile çok soğuk havalarda
dahi ıslak veya kuru zeminde yumuşaklıklarını ve dayanıklılıklarını koruyor, performanslarını kaybetmiyor.
En zorlu yol koşullarının oluşmasına neden olan ıslak,
çamurlu, kaygan, karlı, erimiş karlı ve buzlu zeminlerde;
yol tutuş, güçlü çekiş, güvenli frenleme, dengeli ve konforlu sürüş sağlıyor. Özel sırt desen tasarımı sayesinde
suyu en hızlı şekilde tahliye ederek suda kızaklama
(aquaplanning) riskini en aza indiriyor.
Kış lastiklerinin zorunlu hale getirilmesini Brisa olarak biz de destekliyoruz. Üstelik Lassa, kış lastiğinde
tercih edilen ilk marka olma özelliği taşıyor. Her araç
için kışın zorlu yol koşullarında güvenliği ön planda
tutan Lassa kış lastikleri, TÜV SÜD onayına sahipler.
Kış aylarında ıslak zemin ve buzlanma nedeniyle meydana gelen trafik kazaları göz önüne alındığında, doğru
lastik seçiminin büyük önem taşıdığı sonucu ortaya çıkıyor. Bu hayati konuda farkındalık yaratmayı Brisa olarak sorumluluklarımızdan biri olarak görüyoruz.
Brisa’nın sektördeki yeriyle ilgili bilgi verir misiniz?
Brisa olarak, Toplam Kalite ve Mükemmellik anlayışını benimsiyoruz. En üst düzey teknoloji ile müşterilerin ihtiyaçlarını tam olarak karşılayan ürün ve
hizmetler sunuyoruz. Bunun yanında özel hassasiyet
gösterdiğimiz bir diğer konu ise müşterilerimizin sürüş
güvenliği ile ilgili bilinçlendirilmesi. Sorumluluklarımızı lastik üretmek ve satmak olarak sınırlandırmıyoruz
ve üretim süreci içinde çevrenin korunmasına da büyük
bir hassasiyetle yaklaşıyoruz.
Brisa olarak, şu an Avrupa’nın yedinci büyük lastik
üreticisiyiz. 2011 yılında toplam üretimimiz 9.5 milyonu
buldu. 2.215 kişiye doğrudan, 644 kişiye de dolaylı yoldan istihdam sağlıyoruz. Türkiye genelinde 696 noktaya
yayılmış satış ve satış sonrası servis ağı ile en yaygın
bayi ağına sahibiz. Brisa ürünleri ayrıca Renault, Toyota, Ford, Fiat, Honda, Hyundai, Mercedes Benz,
BMC, Temsa, Mitsubishi ve MAN gibi otomotiv üreticilerince de orijinal ekipman lastiği olarak kullanılıyor.
Brisa, Lassa ve Bridgestone markaları ile Türkiye
yenileme pazarının lider firması. Tüketici ile buluşan her
üç lastikten birinin sahibi olan Brisa, düzenli bir şekilde
pazarın üzerinde büyüme kaydediyor. 2012’yi sektörün
üzerinde bir büyüme payı ile kapatmayı öngörüyoruz.
Hatta bu yıl Bridgestone Corporation ve Sabancı Holding ortaklığının kurulduğu 1988 yılından bu yana yapılmış en büyük yatırımı gerçekleştireceğimizi
açıkladık. 2012’de yapacağımız 117,4 milyon dolarlık
yatırım ile ülkemizin adını dünya lastik pazarında tepelere taşımak ve ülke ekonomimize katkı sağlamak adına
çok büyük bir adım atmış olacağız. 2013 yılında ise 800
milyon dolarlık yatırım ile 25. yaşımızı kutlamayı planlıyoruz.
65
Mayıs 2012
Eur
newsport
İnternet üzerinden yaptığınız yeni satış modelinin
sektöre etkisini aktarır mısınız?
2011’in Ekim ayı itibarıyla kullanıma açtığımız
www.lastik.com.tr internet sitesi üzerinden adreste lastik değişimi ve lastik bakımı hizmetine başladık. Türk
lastik sektöründe bir ilk olan bu hizmetle lastik bayilerine gitmek istemeyen veya gidemeyen, lastik değişimleri ve bakımları için kapıda hizmet almak isteyen
müşterileri hedefledik. www.lastik.com.tr üzerinden
sunduğumuz hizmetten faydalanan müşterilerimiz; gün,
saat ve lokasyon belirtip ödemeyi kapıda yaparak istedikleri lastikleri satın alıyor. Müşterilerimiz aynı zamanda satın aldıkları lastiği değiştirebilme ya da dilediği
adres ve tarihte lastiklerinin bakımını yaptırma olanağına da sahip oluyor. Araçlarının lastik ebadını bilmeyen
kullanıcılar ise, araçlarının marka ve model bilgilerini
vererek 0212 444 65 00 numaralı çağrı merkezinden
bilgi alabiliyor
Lastik sanayimizde geri dönüşüm konusunda geldiğimiz noktayı aktarır mısınız?
Atık lastik ve geri dönüşümden önce henüz lastiği
üretme aşamasında doğaya zarar vermeyen ürünlere
odaklanılması gerektiğine inanıyoruz. Yani üretim aşamasında hammadde ve üretim biçimine bağlı olarak doğaya zarar vermeyen ürünler geliştirmek büyük önem
taşıyor. Böylelikle lastiğin ömrü de uzuyor ve daha geç
atığa dönüşen, daha dayanıklı ürünler ortaya çıkıyor. Bir
diğer deyişle hammadde elde edilmesinden geri dönüşüme dek lastiğin tüm ömrü boyunca sürdürülebilirlik
66
Mayız 2012
felsefesini benimsemek gerekiyor.
Bu çerçevede, Brisa’da iş yapış modellerinden şirket stratejilerine ve yatırımlara kadar her aşamada sürdürülebilir
fayda
sağlanması
hedefleniyor.
Sürdürülebilirlik kavramında 3 temel unsur göz önünde
bulunduruluyor. Çevresel sürdürülebilirlik, ekonomik
sürdürülebilirlik ve toplumsal sürdürülebilirliktir. 2005
yılından bu yana üretim ve yardımcı faaliyetlerden kaynaklanan salınımlarımızı belirleyerek, 2020 yılına gelindiğinde CO2 salınımlarını 2005’teki değerin %75’ine
indirmek için hedef koyduk. Bu zorlu hedefe ulaşmak
için Bridgestone Global’in küresel bilgi birikimini ve
Sabancı Holding’in ulusal tecrübelerini arkamıza aldık.
Kullandığımız her bir kilowattsaat elektriğin, her bir kg
buharın, her kimyasalın, her türlü doğal kaynağın etkilerini değerlendirmekte ve bu konuda tavizsiz seçimlerimiz ile doğal kaynakları en etkin şekilde tüketmeye
çalışıyoruz. CO2 salınımlarına yönelik hedeflerimiz ve
çevre politikalarına uyumlu olmak adına; 2010 yılında
stoklarımızda bulunan 420 ton fuel oil-4’ten bedelsiz
olarak vazgeçerek çevre duruşumuzu ortaya koyduk.
Atık yönetimi uygulamalarında da sürekli iyileştirme
yaklaşımı ile tehlikeli atık miktarlarını sürekli azaltmayı
hedefliyoruz. 2012 yılında yapılacak yatırımlar ile organik atıkların kompostlaştırılmasını planlıyoruz. Tüm
bu iyileştirmelerin sonunda 2015 yılında “Sıfır Evsel
Atık” hedefi için çalışmalar yürütüyoruz. En önemli
doğal kaynağımız olan suyun tüketimini azaltmaya yönelik olarak da ciddi çalışmalarımız var. I
Eur
newsport
Niziplioğlu Grup Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Niziplioğlu:
İstanbul için herkes
üzerine düşeni yapmalı
B
ünyesinde inşaat, akaryakıt, turizm, değerli madenler, döviz büroları gibi birçok
iş kolunu barındıran Niziplioğlu Grup
amiral gemisi olarak tanımladığı turizm
sektöründe, şehir otelciliği ile atağa geçiyor. Bu kapsamda Şişli ve Topkapı’daki arsalarında projeler üreten grubun Yönetim Kurulu Başkanı Ömer
Niziplioğlu ile yatırımları ve sektör hakkında güzel bir
68
Mayız 2012
sohbet gerçekleştirdik.
Niziplioğlu Gurubu hakkında bilgi veriri misiniz?
Niziplioğlu Grup bir şirketler topluluğudur. Akaryakıt sektöründe Niziplioğlu Petrol, turizmde de Adalya
Otel olarak faaliyet gösteriyoruz. İnşaat sektöründe de
dönem dönem faaliyetlerimiz oluyor. Bodrum’da Elite
Lotus projesi ile güzel bir başarıya imza attık. Bu proje
ödül almış bir projedir ve 46 villadan oluşur. Ama biz
bundan sonra grup olarak yatırımlarımızı turizme yapma
kararı aldık. Bunun ilk ayağı olan Topkapı’daki arsamız
ile ilgili çalışmalarımızın. %90’ı nihayete ermiş durumda. Yaklaşık 200 odalı bir otel düşünüyoruz. Daha
çok şehir otelciliğine ağırlık verip markalı bir otel yapmak istiyoruz. Bununla ilgili görüşmelerimiz devam ediyor. Adalya Dinlenme Tesisleri’ni daha da büyütüp
AVM, akaryakıt ve dinlenme tesisi olarak yeniden düzenleyeceğiz. Kapalıçarşı’da şirketlerimiz var. Ayrıca
döviz bürolarımız var.
Otel projeniz ile ilgili siluet tartışmalarında bazı sorunlar yaşadınız. Bunlar sizi olumsuz etkiledi mi?
Tabi ki etkiledi. Binamızın yüksekliği 85 metreden
45’e indi. Biz bu arsayı aldığımızda yükseklik sınırlaması yoktu. Müracaat ettiğimizde yüksek yapılanmanın
plansal olarak mümkün olmadığı ve bunun bir sınırı olması gerektiği ile ilgili görüş bildirdiler. Sivil havacılıkla görüşmelerimiz neticesinde 85 metrenin sorun
olmayacağına karar verildi. Sonra kentsel dönüşümden
dolayı siluet tartışmalarının olduğu noktada surlar ve tarihi adayı olumsuz etkilememesi adına değişik topografik yapılara göre bir sınır çizdiler. Bu sınır da 45 metreye
tekabül ediyor. Olumsuzluğumuz da bu noktada oldu.
Mimari olarak daha yüksek ve güzel bir bina çıkabilecekken 45 metre ile sınırlı kaldı. Arka tarafımızdaki Tercüman Binaları’nın yüksekliği bile 60 metreyken
bizimki 45 metre olarak kaldı. Herkes kazanmak ister
ama bir yerlerden feragat ederek daha çok kazanacağımıza inanıyorum. O noktada siluet konusunda bize
düşen pay buydu. Biz de projeyi değiştirdik.
Projenin konum olarak tarihi yapılarla pek yakınlığı
olmamasına rağmen neden böyle bir uygulamaya gidildi?
Bu noktada bir karmaşa içindeyiz. Toplum olarak tarihi bir şehir dokusuna uymak istiyorsak Roma gibi bazı
kuralları kabul edip Vatikan’dan yüksek bir bina yapılmaması gerekiyor. Siyasi bağlantısı, ekonomik yapısı
güçlü olana göre şehircilik olmaz. Biz tarihi dokuyu kaybettik ve bunu da yapmanın artık bir anlamı yok. Biz New
York gibi bir şehir yapalım diyorsak ona göre karar verip
herkese aynı muameleyi yapmalıyız. Tarihi yarımadaya
saygımız tabi ki var ama bir 16:9 projesine tutturup gitmişler. Tarihi yarımada ile bağlantısını denizden 10 km
uzaklıkta sadece bir açıdan üst üste getirirseniz var. O
açıyı İstanbul’un hangi tarafından getirirseniz getirin tarihi yarımadaya aykırı bir durum karşınıza çıkacaktır. Bu
noktada bana fazla saldırı var gibi geliyor.
Çalışma alanlarınız içerisinde madencilikte var. Biz
genelde madenleri ithal ederken ülkemizde çıkan altın
madenleri de az ve siyanür ile ararken doğayı da tahrip
ettiğini söyleyerek farklı çözümlere gitmeye çalışıyoruz.
Sizin bu noktada çevre konuları ile ilgili düşüncenizi
alabilir miyiz?
Türkiye’de altın sektöründe üretim açısından önemli
bir yerdeyiz. Stok olarak da dünyanın sayılı ülkelerinden biriyiz. Yatırım aracı olarak kullandığımız altın olmazsa olmazlardan biri oldu ve hiçbir şekilde
ekonomiye kazandırılmadan direkt ithal edip yastık altına koymak ülkeye yapılabilecek en büyük ticari haksızlıktır. Bu noktada AB müktesebatına göre bir yasa
çıktı ve siyanürle altın aranması yasaklandı. Siyanürle
altın aramak tehlikeli ama her şey tehlikeli. Siz bunu bilimsel çalışmalarla minimize edebilirsiniz. Kaldı ki altın
olarak Türkiye’de çok önemli rezervler var. Benim şahsi
kanaatim batı ülkeleri bunu çıkarttırmamak için ülkemizdeki çalışmaları engelliyor. Çünkü bu rezervleri çıkarttırdığı zaman dış ticaret borcu ödenecek ve
Türkiye’nin sesi daha çok çıkacaktır.
Bugün dünyada en çok altın stoku olan ülke Almanya ve kendinden fazla stok başkasında olsun istemiyor.
Elimizin altında duran demiri, bakırı, nikeli, altını
alıp ekonomiye kazandırılmalıyız. Engellemeler devam
ederse cari açığımız başımızı ağrıtacaktır. Bu açıdan bakarak ben çevreci engellemeleri kabul etmiyorum. Eko69
Mayıs 2012
Eur
newsport
nomi olmazsa çevre de insan hakları da sağlık da olmuyor.
Altın rafinerileri var. Sizin de bu konuda bir girişimizin oldu mu?
Dünyanın en büyük altın üreticisi ve tüketicisi olan
Türkiye’nin iki tane altın rafinerisi var. Biz de müracaat
ettik ve yapmak istedik ama yönetmelik gereği iki sene
bu işle iştigal etme gereği çıkarttılar. Bir tane altın rafinerisi olursa etki alanı bir tane olur. On tane rafineri
olursa etki alanı on tane olur. Bütün dünyada bunu rafine
edip Türk patenti ile basarsa çarklarda bazı sarkmalar
olacağı için kişisel olarak böyle sınırlamalar getirildiğini düşünüyorum.
Ülke ekonomisinde bu kadar hayati önem arz eden
konu üzerinde biz müracaat edip birçok bürokratik işlemden geçtik 2 sene bekledik izin alamayınca otel işine
girdik.
Bu konuda devletten bir teşvik gelse, tekrar girmeyi
düşünür müsünüz?
Tabi ki düşünürüm. Bizim yaşımız genç olabilir ama
çok girişimci bir ruha sahibiz. Hiç bilmediğimiz halde
turizme giriyoruz, mantığımıza uygun gelen işleri yapıyoruz.
Türkiye’nin bugünkü ekonomik durumunu değerlendirir misiniz?
Uluslararası camia hiçbir zaman kendine Arapları
tehdit olarak görmemiş, Türkleri tehdit olarak görmüştür. O yüzden Türkiye’nin bir gün yeniden Osmanlı’nın
gücüne kavuşmaması için ya da geç zamanda kavuşması
için engellemeler yapılmıştır. Bence burada milli seferberlik ilan edilmesi gerekir. Öncelikle cari açığımız kapanmalı. Bizim şu anda sanayimizi çabucak geliştirip
50-60 milyar dolarları toparlamak gibi bir şansımız yok.
Çünkü devlet olarak bir araba fabrikası bile kurduramıyoruz. Ben devletin özel sektörden olan beklentilerini
de anlamıyorum. Benim yaşım, sermayem, boyum,
çapım belli. Sermayemi oraya yatırmak isterim ama
70
Mayız 2012
benim mevcudum bu kadar. Türkiye neden böyle bir şey
yapamaz? Çünkü zamanında Demirel, Koç Grubu’na
arsa tahsis etti diye kıyameti koparttılar. Şimdi 500 milyon dolar ihracat yapıyor ve alkışlıyoruz. Zamanında
Özal turizmde teşvik çıkarttı. Temel atıp parayı alıp
kaçan zihniyet yüzünden bütün sektör senelerce eleştirildi. Şimdi oturup 30 milyar dolar gelecek diye hesap
yapıyorlar. Kendi içimizde aman ben yapayım başka
kimse yapmasın zihniyeti var. Bizim otelimizin yüksekliğinin düşürülmesine birileri seviniyor. Halbuki orada
büyük miktarlarda gelecek olan kazancı kaybetmiş oluyoruz.
Turizm sektöründeki yatırımcılardan biri olarak
yurtdışı ile Türkiye’nin tarihi dokusu açısından önemini
karşılaştırır mısınız?
Korunacak birçok şeyimiz var. Ülkelere baktığınızda
Roma, Paris gibi şehirlerde eski yapılanmalar yok. Çoğu
1900’lü yıllarda tamamlanmış yapılara sahipler. Onlara
tarih demek tarihe haksızlık olur. Tarih olması için Ayasofya gibi 500’lü yıllarda yapılıp bugüne kadar ayakta
kalabilmiş bir yapı olması lazım. Kaldı ki Ayasofya kritik bir noktadır. Burası Doğu Roma’nın başkentidir ve
burayı alabilmek için cihan savaşı başlatılmıştır. Dünyadaki iki imparatorluğun başkentliğini İstanbul yapmıştır.
Boğaz’da konut yapmak ile ilgili planlarınız da
vardı. Bunlar planlar devam ediyor mu?
Böyle bir çalışma yapmayı düşünüyorduk ama ülke
ekonomisine yap-satçılık olarak girmeyi pek tercih etmedik çünkü bugün iyi olan ülke yarın kötü olabiliyor.
Bodrum’da güzel bir site yaptık ama başımıza kapatma
davası, Cumhurbaşkanlığı seçimi, ekonomik kriz gibi
birçok şey geldi. Bu kadar istikrarlı gelen iktidarda bile
birçok sorun çıktı. Böyle ülkede de yatırım yapan bir
kurum olarak bunun mantıklı olmayacağına karar verdik. Biz artık yatırımlarımızı daha uzun vadede, daha
stabil yerlere kaydırma kararı aldık.I
Eur
newsport
Melih Özsöz
İKV Kıdemli uzmanı
Avrupa’nın
İşsizlikle Sınavı
F
ransız ekonomik ve sosyal araştırmalar
enstitüsü IRES (Institut de Recherches
Economiques et Sociales) tarafından 16
Ocak 2012 tarihinde yayımlanan ve araştırmacı Antoine Math tarafından kaleme
alınan rapora göre, AB çapında işgücü piyasalarının önümüzdeki dönemde en büyük sorunu işsizlik1. Büyüyen işsizlik ile ilgili çarpıcı verilere yer veren raporda, özellikle
işsizliğin en fazla gençleri etkiliyor olması dikkat çekici.
Rapora göre 2007 yılından bu yana AB çapında hızlı bir
şekilde düşen istihdam rakamları, 2010 yılından itibaren
üye ülkeler arasındaki farkların daha fazla görünür hale
getirmiş durumda. Buna göre özellikle İrlanda, İspanya
ve Yunanistan, istihdam oranının en fazla düştüğü üye ülkeler olurken, istihdamda az da olsa yükselmenin kaydedildiği tek ülke Almanya. Rapora göre GSYİH’da
meydana gelen yüzden 1’lik bir düşüş, genel istihdam da
yüzde 0,7’lik azalmaya; genç işsizliğinde ise yüzde
5,92’lik artışa tekabül ediyor. Raporda işsizliğin en fazla
arttığı grup ise gençler olarak görülüyor. Örneğin İspanya’da 2011’in ikinci yarısı itibariyle genç işsizliği yüzde
32 gibi rekor bir seviyeye ulaşmış durumda (2007-2010
yılları arasında yüzde 18,5’lik bir artış ile). Danimarka ve
Hollanda gibi, genç istihdamının geleneksel olarak sorun
oluşturmadığı ülkelerde bile durum, tehlike sinyalleri vermeye başladı. Fransa, Bulgaristan, Romanya ve Polonya’da ise genç işsizliği özellikle 2010 yılı itibariyle artışa
geçmiş durumda.
Her ne kadar AB kamuoyu araştırması Eurobarometer tarafından Ağustos 2011 tarihinde yayımlanan
anket (Eurobarometer 75), AB vatandaşlarının ekonomik krize karşı daha olumlu bir görüş sergilediğini ifade
ediyor olsa da, işsizlik AB vatandaşları için önemli bir
sorun olarak algılanmaya devam ediyor2. Aralık 2011
tarihinde yayımlanan standart Eurobarometre anketine
göre ise (Eurobarometer 76), ulusal düzeyde AB vatandaşlarının en fazla tehdit olarak algıladığı iki konu: ekonomik durum ve işsizlik3. “Ülkenizin karşı karşıya
olduğu en büyük iki sorun nedir?” diye sorulduğunda
AB vatandaşlarının büyük çoğunluğu, mevcut ekono72
Mayız 2012
mik kriz ve işsizliği temel sorunlar olarak belirtiyor. Kişisel düzeyde de işsizlik, ekonomik krizden sonra, iki
numaralı tehdit olarak görülüyor (bkz. Tablo 1).
Tablo 1: Standart Eurobarometre Anketi Ulusal/kişisel düzeylerde tehdit algıları
Kaynak: Standart Eurobarometer 76
İşsizlik, Avrupa için ciddi bir tehdit. Avro Alanı
Aralık 2011 işsizlik oranı, AB’nin resmi istatistik kurumu Eurostat tarafından yüzde 10,4 olarak açıklandı4.
Eurostat’a göre, Aralık 2010 tarihinde yüzde 10 olan
Avro Alanı işsizlik oranı, bir yılda 0,4 puan artış gösterdi. AB-27’de bu oran ise yüzde 9,9 (geçen yıl aynı
dönemde bu oran yüzde 9,5 idi). Kasım 2011 ile karşılaştırıldığında ise, Avro Alanı’nda işsiz sayısı 20.000
kişi artarken, AB-27’de 24.000 kişi arttı. Geçen yıl ile
karşılaştırıldığında ise (Aralık 2010), Avro Alanı’na
751.000, AB-27’ye ise 923.000 işsiz katıldı.
İşsizlik AB üye ülkeleri arasında büyük farklılıklar
gösterirken, işsizliğin en az arttığı ülkeler sırasıyla
(Kasım 2011-Aralık 2011 döneminde) Avusturya
(yüzde 4,1), Hollanda (yüzde 4,9) ve Lüksemburg
(yüzde 5,2). İşsizliğin en fazla artış gösterdiği ülkeler
ise İspanya (yüzde 22,9), Yunanistan (yüzde 19,2) ve
Litvanya (yüzde 15,3). Aralık 2010 ile karşılaştırıldığında ise işsizlik en çok Letonya’da (yüzde 18,2’den,
yüzde 14,8’e) ve Litvanya’da (yüzde 18,3’den, yüzde
15,3’e) düştü. Yine bir yıllık döneme bakıldığında, işsizlik en fazla Yunanistan (yüzde 13,9’dan, yüzde
19,2’ye), GKRY (yüzde 6,1’den, yüzde 9,3’e) ve İspanya’da (yüzde 20,4’den, yüzde 22,9’a) arttı.
AB çapında işsizliğin demografik açılımına bakıldığında, küresel resimde gördüğümüz tablodan farklı bir
tablo görülmüyor. İşsizlik yine en fazla gençleri etkiliyor. Aralık 2011 itibariyle 25 yaş altı işsiz sayısı, AB27’de yaklaşık 5,5 milyon, Avro Alanı’nda ise yaklaşık
3,3 milyon kişi. Aralık 2010 verileri ile karşılaştırıldığında, AB-27’de genç işsizliği 241.000, Avro Alanı’nda
ise 113.000 kişi artmış durumda. Genç işsizliğinin en az
görüldüğü üye ülkeler sırasıyla Almanya (yüzde 7,8),
Avusturya (yüzde 8,2) ve Hollanda (yüzde 8,6) olurken,
genç işsizliğinin en fazla görüldüğü ülkeler İspanya
(yüzde 48,7), Yunanistan (yüzde 47,2) ve Slovakya
(yüzde 35,6). (AB’de işsizlik ile ilgili rakamlar için bkz.
Tablo 2 ve Tablo 3).
Tablo 3: AB Üye Devletlerinde İşsizlik Oranları
(Aralık 2011 itibariyle)
Tablo 2: AB-27 ve Avro Alanı’nda İşsizlik (Aralık
2011 itibariyle)
Kaynak: Eurostat, http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/
ITY_PUBLIC/3-31012012-AP/EN/3-31012012-AP-EN.PDF
Ekonomik krizden çıkma sinyalleri gelirken, Avrupa’da işsizlik rekor üzerine rekor kırıyor. Küresel mali
krizin etkilerini henüz atlatmadan patlak veren borç krizi
tüm Avrupa’yı etkisi altında alırken, yavaşlayan ekonomilerde işsizlerin sayısı bölge genelinde neredeyse 25
milyona ulaşmış durumda5. Özellikle İspanya, İtalya, Portekiz ve Yunanistan gibi Güney Avrupa ülkelerinde işsizlik tehlikeli boyutlara
ulaşırken, Avrupa ekonomisinin motoru Almanya, kriz sırasında yürürlüğe soktuğu esnek
çalışma planıyla işsizliğin fazla
yükselmesinin önüne geçti ve
kriz sonrasında da yakaladığı
güçlü büyüme rakamlarıyla
yeni istihdam oluşturmada oldukça iyi bir performans sergiliyor. I
Kaynak: Eurostat, http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/
ITY_PUBLIC/3-31012012-AP/EN/3-31012012-AP-EN.PDF
73
Mayıs 2012
Eur
newsport
Yavuz Taner
Ülke imajı zedelenmemelidir
G
lobal Ekonomik Kriz, son 3 yılda olduğu
gibi 2011 yılında da etkinliğini sürdürmüştür. Kriz başlangıcı itibarı ile Alara
Fidan ve Alanar Meyve Şirketleri olarak
öncelikle meyve bahçesi tesis yatırımlarına devam edilmiştir. Alara modern fidanları ile Modern Alanar Bahçelerine fidan dikimine devam edilmiş
ve şirket 4000 dekar arazi üzerine 250,000 fidan dikimini tamamlamıştır. Şirketlerimiz ekonomik kriz döneminde, son 4 yıllık sürede, yatırımlarına hız vererek,
2012 yılı ve sonrası için meyve tedarik kaynaklarını,
meyve işleme, paketleme ve soğuk zincirde muhafaza
ve dağıtım düzenini kurmuştur.
İç ve dış pazarın talep ettiği yeni ve özel meyve çeşitlerine yönelik fidan ve meyve üretimi 2011 yılı sürecinde devam edilmiştir. Süpermarketlerle yapılmakta
olan çalışmalar şirketlerimize rehber olmuştur. AlaraAlanar grubunun, 2012 yılında, şirket bahçelerindeki hasadı 2,500 tonu bulurken, üreticilerden tedarik edeceği
sert çekirdekli ve diğer tür meyveler ile toplam 7,000
tonluk ticareti planlamaktadır.
İngiltere başta olmak üzere, Avrupa Birliği ve Rusya
pazarı yanında, Ortadoğu ve Uzakdoğu pazarları da
önem kazanmaktadır. Kiraz, Bursa Siyah İnciri, Kayısı,
Nektarin, Japon Eriği, Nar, Elma meyveleri ile iç ve dış
Pazar her yıl artan miktarlarda tedarik zincirini geliştirmektedir.
Ekonomik krizin en az etkilediği sektörlerden birisi
de taze meyve sebze grubu olarak gösterilebilir. “Sağlıklı Yaşam”, ”Taze Meyve Sebze Sağlık Kaynağı” konsepti, dünyada benimsenmiş ve medya tarafından her
zaman gündemi oluşturmaktadır. Ulusal ve Uluslararası
Televizyon kanalları, farklı taze meyve ve sebzelerin
önemini her gün programlarında sunmaktadır.
İstatistiklere göre, ailelerin taze meyve sebze için
aylık bütçelerinde ayırdıkları pay ve yüzde düşük olduğundan dolayı, sağlık kaynağı olan meyveden yana ta74
Mayız 2012
sarrufa gerek görmemektedir. Ayrıca, aileler yemek ve
beslenme konusundaki alışkanlıklarını birkaç yıllık kısa
dönem için değiştirmedikleri tespit edilmiştir. Her ne
kadar meyve türleri olarak tüketici talepleri değişkenlik
gösterse de, süpermarket raflarına baktığınız zaman,
büyük ve çarpıcı değişim görülmemektedir.
Tüketici kaliteli meyveye yönelik tercihini oluşturmaktadır. Tüketici için raftaki meyve fiyatının cazibesi
önemli olmasına rağmen, meyve kalitesinden ödün vermek istenmemektedir. Avrupa’daki süpermarket meyve
alıcı ve tedarikçilerinin en önem verdiği konuların başında
“ilaç kalıntısı” sorunudur. Uluslararası süpermarketler,
dünyadaki birçok ülke ve bölgelerden meyve tedarik etmektedir. Üreticilerin kullandığı ilaç çeşitleri, yasaklı olup
olmadığı, kullanılan dozaj, kullanım zamanı gibi birçok
etken “MRL” (İlaç Kalıntı Limitleri) kriterlerine göre,
meyvede ilaç kalıntısı olup olmadığını belirleyen faktörlerdir. Laboratuar analiz neticesinde, raporda, ilaç kalıntısı limit üzerinde bulunduğu takdirde, tüketiciye
satılmamakta ve imha edilmemektedir.
Avrupa’daki süpermarketlere meyve tedarik eden
üretici, ürün katagorisini (Cetapory Management) yöneten kuruluşlar, büyük sorumluluk taşımaktadır. “İlaç
Kalıntı Limiti” aşılan ürünleri bir süpermarkete teslim
eden üretici veya tedarikçisi, birinci sefer “ikaz” edilmektedir. Aynı tedarikçi ikinci kez “Limit Üstü İlaç Kalıntısı” olan meyve teslim ettiği takdirde, “10,000 Euro”
ceza ödeyip, rafta mevcut olan ürün varsa toplattırılıp
iade edilmektedir. Aynı tedarikci Limit Üstü” ilaç kalıntısı olan meyveyi üçüncü kez teslim ettiği takdirde
“Kara Listeye” alınmakta ve mal alımı yasaklanmaktadır. Ciddi önlemler sayesinde süpermarketler kendilerini koruma altına almaktadırlar. Süpermarket
raflarından sivil toplum örgütleri tarafından alınan
meyve örnekleri laboratuarlarda analiz yaptırılarak,
rapor neticeleri gerektiği takdirde medyaya aksettirilmektedir.
Anlaşıldığı kadarı ile yakın zamanda medyada yer
bulan, “Greenpeace”in haberi yukarda belirtilen tarzda
bir yaklaşımın bir sonucudur. Avrupa’daki süpermarketlere gönderilmekte olan meyve tür ve çeşitlerin yalnızca birkaçında, limit üzeri ilaç kalıntısı, tespit edildiği
raporda iddia edilmektedir. Tarım Bakanlığımızın yetkilileri, bu raporları temin edip, doğruluğu yönünde
araştırma yapması ve gerçekler doğrultusunda, ülkemizde soruna çözüm olacak faaliyetlerin geliştirilmesi,
tekrarının önlenmesi için tedbirlerin alınması uygundur.
Tarım Bakanlığımız, Sebze Meyve İhracatı Birlikleri,
ülkemizin önde gelen ulusal ve uluslararası marketleri,
Tarımsal Kurumlarımız, ilişkide olan herkes, İTU (İyi
Tarım Uygulamaları), GLOBALGAP Sertifikasyon sistemlerinin üretici ve tedarikçilere tanıtılması ve sertifikaya sahip olunmasına ve uygulanmasına yönelik
faaliyetlerin yoğun bir şekilde organizasyonu için seferber olmuştur. Otomobil için şoför ehliyeti alırken dahi
acemilik ve alıştırma dönemi yaşanmaktadır. Meyve Yetiştiriciliği gibi çok kompleks olan bir faaliyetin acemilik ve alıştırma dönemi, sertifika alındıktan sonra dahi
yaşanmaktadır.
Avrupa’nın kendi içersindeki hızlı ve dinamik değişimine, Türkiye’nin en seri şekilde adaptasyonu zorunludur. Sebze meyve hallerindeki komisyoncuların da
üreticilerin eğitimine yönelik maddi ve manevi katkıları
önemlidir. Hatta üretici eğitimine katkı sağlamak için
meyve satış ciro üzerinden kesinti yapılarak “Üretici
Eğitimine Katkı” şeklinde kullanılabilir.
2012 yılbaşı itibarı ile İngiltere, Almanya, Hollanda, Belçika’daki meyve ihracatı yaptığımız müşterilerimizi ziyaret ettik. Büyük çoğunluğunu
süpermarketlerin ve tedarikçilerinin oluşturduğu müşterilerimizin,” Ana sorununun, Türk ürünlerinde
sıkça rastlanan “Limit Üzeri İlaç Kalıntısı” haberlerinin medyada yer alması olarak ifade
edilmiştir. Avrupalı alıcılar ve tüketiciler
etkilenmekte ve tepki göstermektedir.
İç ve dış pazar için, Türkiye’de üretici ve tedarikçiler için çok yoğun
eğitim faaliyetlerine devam edilmelidir. Çok kaliteli meyve ihracatımız, ilaç kalıntısı sorunu
varsayımı engeline takılmaktadır. Ülke imajı zedelenme-
melidir.
2011 kış döneminin soğuk, yağmurlu ve kar yağışlı geçmesi, meyve ağaçlarının, kış uykusunda yeterli
soğuklama ihtiyacının karşılanmasını sağlamıştır.
Meyve kalite ve veriminin normal yıllara paralel olması
beklenmektedir.
2023 yılında genel ihracatımızın 500 milyar U.S.$
hedeflenmesi 10 milyar U.S.$ seviyesinde olması öngörülmektedir. Sağlıklı yaşam hayat tarzının önem kazanması dünyadaki meyve tüketiminin artmasını
sağlayacaktır. Su kaynaklarının yeterliliği farklı iklim
koşullarının bulunduğu ve farklı meyve türlerinin Türkiye’de üretim potansiyeli, bio enerji üretecek bitkilerin
üretim alanlarının oluşturulması, petrol haricindeki
enerji ihtiyacını karşılayacak kaynakların kullanılabilir
hale dönüştürülmesi, ülkemizi meyve üretim merkezi
yapacaktır. Meyve maliyeti yükselecek ve tarım ürünleri değer kazanacaktır. 2023 yılı için öngörülen 10 milyar U.S.$ tarım ürünleri ihracatımız,30 milyar U.S.$
olarak hedef alınmalıdır.I
75
Mayıs 2012
76
Mayıs 2012
Hayat Dergisi
1 Şubat 1962
77
Mayıs 2012
Eur
newsport
Soma Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Alp Gürkan:
Binlerce maden işletmesini
Ankara’dan kontrol edemezsiniz
C
umhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulunca madencilik sektöründe meydana
gelen iş kazalarının sebeplerinin araştırılması amacıyla hazırlanan araştırma ve inceleme raporu, sektörde yaşanan
olumsuzlukları gözler önüne serdi. Başta iş kazaları olmak
üzere, üretim aşamasında yaşanan olumsuzların dile getirildiği rapor ile ilgili görüşlerini aldığımız sektörün deneyimli isimlerinden Soma Grubu Yönetim Kurulu Başkanı
Alp Gürkan, konu ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu.
Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulunca hazırlanan raporda yer alan en önemli hususlardan biri yaşanan iş kazalarıdır. Bu konudaki görüşlerinizi alabilir
miyiz?
Maden sektöründe başta kömür olmak üzere diğer
madenlerde de zaman zaman iş kazaları oluyordu. Kömür
78
Mayız 2012
madenciliğinde daha fazla iş kazalarının olması sektörün
kendi yapısından kaynaklanıyor. Buradaki kazaların
önemli bir kısma küçük boy işletmelerde meydana gelen
kazalardır. Küçük boy işletmelerde meydana gelen kazaların ana nedeni denetimsizliktir. Kömür madenciliğinde
işletmelerin işçi sağlığına uyacak her türlü önlemleri almaları gerekiyor. Maden içindeki tedbirlerin alınması firmalara önemli bir mali külfet getiriyor. Orta ve küçük boy
işletmeler boyutu nedeniyle tedbirlerin hepsini alamayabiliyorlar. Fakat bu önlemlerin en azından asgarisini
almak zorundalar. Almadıkları önlemlerin ise mutlaka
kontrolü gerekmektedir. Ülkemizde bu işlerin denetimi
işletme boyutunda Maden İşleri Genel Müdürlüğü yapar
ve eksiklikleri bildirir. Bu noktada bu eksikliklerin giderilmesi için firmaya zaman tanınır. Bunun dışında her ilin
Çalışma Bakanlığına bağlı iş güvenlik müfettişleri vardır.
Bunlar her ay işletmelere gidip alınan tedbirleri inceler ve
onlarda rapor yazar ve eksiklerin giderilmesi için firmalara zaman verirler. Fakat bu kontrol sıklıkları istenilen
düzeyde değildir.
Cumhurbaşkanlığı raporunda da aynı soruna değiniliyor. Denetimlerin yetersiz oluşu neden kaynaklanıyor?
Küçük boy firmaların denetimi pek kolay olmuyor.
Maden İşleri Genel Müdürlüğünün elindeki kadrosu Türkiye’deki tüm maden işletmelerini denetlemesini sağlamaz. İş güvenliği müfettişleri de muhtemelen uzakta veya
yüksek yerlerde olan bölgelere gidemeyebilirler. Burada
esas olarak yapılması gereken şey firmaların bu işlere girdiklerinde neleri yapması gerektiğini iyi bilmesidir.
Eğer siz madeni çalıp çırpmak yerine maden işletmeciliği yapacaksanız bu işin belirli kurallarına uyacaksınız.
Fakat sermayesi olmayan işletmeler maalesef ülkemizde
bu önlemleri alamıyor.
Ülkemizde bu önlemleri almayan firmaların cezalandırma sistemimiz yetersiz mi kalıyor.
Aslında bir madende iş kazalarının işletmeye olan maliyeti daha yüksektir. Bunun dışında istenilen düzenlemeleri yapmadığınız zaman da işletmeniz kapatılabilir.
Kapatılan bir sahayı yeniden açmanız için istenilen tüm
eksikliklerin hepsini yerine getirmeniz gerekiyor. Bunlar
yapılıyor. Fakat binlerce maden işletmesini Ankara’dan
kontrol edemezsiniz. Bir yere gidip rapor hazırlasanız bile
oraya ikinci gidişiniz en az bir yılınızı alır. Bu iş bir kadro
meselesidir. Bunun içinde Maden İşleri Genel Müdürlüğü’nün gerekli denetimi sağlayacak şekilde yeniden yapılanması gerekiyor.
Sektörde çalışan insanlara gerekli eğitimler verilirse
bu sorunu çözemez miyiz?
Bu konuyu çok abartıyorlar. Fakat bu eğitimi küçük
boy firmalar yapamaz. Çünkü bir firma günde 50-100 ton
kömür çıkaracak ve bundan da kar elde edecek. Bu noktada maden işini bilmeyen insanları da yanında çalıştırabiliyorlar. Ama büyük boy firmalarda alınan işçilerin
mutlaka belirli bir eğitimden geçmesi söz konusudur.
Büyük boy firmalar neden bu eğitimi veriyor. Çünkü siz
büyük bir sermayenizi yatırdığınız madeni tecrübesi hiç
olmayan insanlara teslim edemezsiniz. Maden kazaları incelendiğinde kazaların çoğunlukla küçük firmalarda yaşandığını göreceksiniz. Eskiden maden işlerinin her ilde
maden irtibat büroları vardı ve ruhsat alırken de oradan
geçirirdi. Oradaki teşkilat az bile olsa denetim yapardı.
Fakat bugün tüm ruhsat işleriniz Ankara’dan yapılıyor.
Ülkemizde ruhsatların artık kolay alındığı ifade ediliyor. Burada firmalarda yeterlilik aranmaması sorun oluyor mu?
Aslında bu madenleri işleyecek firmalarda yeterliliğinin aranması gerekiyor. Bir maden sahasında arama
aşamasında dahi belirli bir maddi imkânınızın olması ge-
rekiyor. Bugünkü sistemde bu alanlarda bir sorun yok.
Bizim sektör hayali bir takım dedikodulara açıktır. Sonuçta siz bir arama yapmak için devlete bir taahhüt veriyorsunuz. Bunu zamanında bitiremezseniz sahayı iade
ediyorsunuz. Siz bir ruhsatı aldığınız zaman orada neler
yapacağınız zaten yazıyor. Bunları gerçekleştirmeniz için
ise belirli bir maddi imkana sahip olmanız gerekiyor.
Çünkü istenilen çalışmaları yapamadığınız zaman sahayı
teslim etmek zorundasınız. İade edilen ruhsatlar ise tekrar
ihale yapılarak farklı firmalara veriliyor. Türkiye’de binlerce ruhsat var. Ülkemizde saha spekülasyonu yapılıyor.
Fakat son günlerde bunlarda giderek azalmaya başladı.
Bizde madencilik sektörüyle ilgili ihracat rakamlarına
baktığımızda ciddi artışların yaşandığını görüyoruz.
İhracatımız 1 milyar dolardan 3.8 milyar dolara çıktı.
Madenlerin hepsini ihraç da etmiyoruz. İç pazarda kullandığımız oranda çok büyüktür. Bugün enerji santrallerine kömür veriyorsunuz, insanlar evlerinde kömür
yakıyorlar. Esasında madencilik sektöründe çok büyük
bir hamle yapıldı. Özellikle özelleştirmelerle birlikte
büyük hamleler yapıldı.
Eğer sektörle ilgili gerekli düzenlemeler de yapılırsa
madencilik alanında daha iyi bir noktaya gelebilir miyiz?
Ben geleceğimize inanıyorum. Arkadaşlar önemli çalışmalar yapıyorlar. Fakat işin içine siyaset girdiği için
ilerleyemiyorlar.
Bugünkü gelişmeler daha erken başlasaydı, enerjide
yaşadığımız sıkıntıları da daha erken çözmemizi sağlamaz mıydı?
Kesinlikle bende öyle düşünüyorum. Enerji sorunu
ülkemizin büyük bir yarasıdır. 1980’li yıllarda Türkiye
enerji üretiminde çok büyük bir doğazgaz furyasına girdi.
O dönemde ısrarla kömür madenlerini enerji üretiminde
kullanalım girişimlerimizin hepsi geri döndü. Geçen sene
230 milyar kilovat elektrik tükettik. Hükümetimizin 2023
yılı ihracat hedefi 500 milyar dolar. Teknik hiçbir ayrıntıya girmeden söylüyorum. Bugün 138 milyar dolar ihracatımız var, 500 milyar dolara çıkarmak demek 4 kat
arttırmak anlamına geliyor. Bugün 138 milyar dolar için
230 kilovat/saat enerji tüketiyorsanız o zaman enerji tüketimimiz de 4 kat artması gerekiyor. Yani bizim o tarihte
800 milyar kilovat/saat enerji üretmemiz gerekiyor. Bu
kadar enerji üreteceğiniz zaman bu işin ham maddesini
nereden karşılayacaksınız. Doğalgaz fiyat olarak her
geçen gün pahalı oluyor. Siz öncelikle elinizdeki kaynakları etkin kullanmanın yolunu bulmanız gerekiyor.
Burada ise öncelikle elinizdeki kömür sahalarını süratle
enerji üretimine dönüştürmeniz gerekiyor.
Ülkemizde kömürün kalitesi yüksek değil diyen bir
lobinin olduğu ifade ediliyor.
Bizdeki kömürlerin kalitesi düşüktür. Bizdeki rezervlerin en büyüğü Elbistan’dadır. Oradaki kömürün kalori
79
Mayıs 2012
miktar da düşüktür. Ben bir toplantı da Türkiye kömür rezervleri açısından fakir bir ülkedir dediğim zaman büyük
bir tepki aldım. Ben orada tam olarak aktaramadım. Bir
insanın elindeki en büyük varlık elinde olanıdır. Siz ülkenizdeki kömürün kalorisi düşük olsa dahi bunu enerji
de kullanabilmelisiniz. Yapılan araştırmalar bu kömürün
enerji de kullanabileceğimizi ve kömürün enerji kullanımında ekonomik olduğunu gösteriyor.
Fakat ülkemizde kömürle üretilen enerji santrallerine
karşı çıkılıyor.
Karşı çıkanlar olacaktır, siz de anlatacaksınız. İnsanlara anlatamazsınız, onları başka türlü yönlendirenler olacaktır. Onlar karşı çıkacak siz anlatmaya devam
edeceksiniz. Sonra tesissinizi kurduktan sonra da görecekler. Elbistan bölgesi bugün çok önemli bir bölgemizdir. 6 milyar ton kömür var. Orada o kadar çok hatalı
davranıldı ki. Bugün ülkemizde eski kömür santralleri
çevreyi o kadar fazla kirletiyor ki onların hepsini yıkıp
son teknolojinin kullanıldığı ve yüksek verimle çalışacak
hale getirmemiz gerekiyor. Bu işi özelleştirip yeni yatırımların yapılması için teşvik edilmesi gerekiyor. Bu işler
için çok geç kaldık, fakat bundan sonra hızlı davranmamız
gerekiyor.
Soma Grubu olarak enerji üretimi ile ilgili bir planınız var mı?
Ben şu anda ne olacağını tam olarak bilmiyorum. İhaleler çıkınca o dönem ki mali gücüme bakacağım. Ben şu
anda kömür işletmeciliği yapıyorum. Soma’da bugün 5.5
milyon kömür üretiyorum, önümüzdeki sene 7.5 milyon
tona çıkacak. Zonguldak’taki çalışmaları biraz öne alarak
çalışmalara başlayacağız. Şu anda santral kurmayı düşünmüyoruz. Biz ürettiğimiz kömürün bir kısmını santral
kuranlara satabilirsek bir sorun yok, ancak satamaz isek o
zaman santral kurmak zorunda kalabiliriz. Fakat bugün
için santral kurmayı düşünmüyoruz.
Kömürle ilgili santrallerde son teknolojilerin kullanıldığı zaman çevreye bir etkisinin olmadığı hep ifade ediliyor. Bu yaklaşıma katılıyor musunuz?
Bugün yerli kömür veya ithal kömüre dayalı enerji
80
Mayız 2012
üretimi tesisinizde ileri teknolojiyi uyguladığınız zaman son derece yüksek verimlilikte ve çevreye hiçbir olumsuz etkisi olmayan bir tesis
ortaya çıkıyor. Merak edenler var ise Zonguldak’daki tesisleri görebilirler. Özel sektörce yapılan ve hemen yanında devletin tesisi
bulunuyor. İkisi arasındaki farkı görülecektir.
Devletin tesisi 40 yaşında. Zarar ederek üretim
yapıyor ve çevreyi kirletiyor. Doğalgaz lobisini
karşı olarak mutlaka ithal ve yerli kömür karışımı tesisler kurmamız gerekiyor. Bugün doğalgaz
maliyetiyle
kömürün
maliyetini
karşılaştırdığınızda yarı yarıya bir fark olduğunu
göreceksiniz. Bugün Karadeniz bölgesinin belirli bölgelerine kömür santrallerini kursanız, doğalgaza karşı büyük
bir kaynak elde etmiş olursunuz. Ben doğalgaza ihtiyacımız yok demiyorum. Mutlaka vardır. Fakat doğalgaza ihtiyacımız var diye tüm sistemi doğalgaz üzerine
kuramayız. 2011 yılında 4.10 milyar dolar sadece ithal
kömüre ödendi. Biz gerekli özelleştirmeleri veya gerekli
yatırımları 1980 yılından önce yapsaydık, bugün 4 milyar dolar dışarıya harcamazdık. Çelik sanayimiz için son
derece kaliteli ürünümüz var. Fakat herkes biz kömürü çıkartırken işçilerimiz ölüyor, diyor. Siz sisteminizi kurarsanız, bunlar yaşanmaz.
İfade ettiğiniz sistem kurulursa yaşanan kazalar tamamen biter mi?
Biz sahayı alıp işe başlamadan bütün bir sistemi kuruyoruz. Madenin içinde giderken dahi çıkan bütün gazları anında ve elektronik olarak ölçüyoruz. Neticede bir
tünelin içindesiniz, burada bir gaz kaçağı olabilir. Biz
böyle bir havzada işi tamamen kontrol altına alarak ilerliyoruz. Hatta arkadaşlarımız bilgisayar başında dakika
dakika çıkan tüm gazları kayıt eder. Bu sistemi bir çok
firma kullanmıyor. Fakat maden içinde metan gazı arttığını tespit etmezseniz, havalandırmayı ayarlayamazsınız.
Biz bunların hepsini uyguluyoruz. Fakat bunlara rağmen
iş kazası yaşanmaz mı, her zaman yaşanabilir. Biz bütün
önlemleri aldıktan sonra iş kazası yaşanıyorsa, onu da Allan’tan diyeceksiniz, başka çaresi yok.
Yeni aldığınız Bağlık İğneağzı sahasında üç bin kişiyle çalışma yapacağınızı ifade ediyorsunuz. Böyle bir
saha için yeterli bir sayı mıdır?
Bu işi bildiklerini iddia edenlerin rakamlarıyla yaklaşırsanız, bu gerçekleşmez. Onlar en fazla bir kişinin 700
kilo çıkartacağını ön görmüşler. Oysa biz bir işçi 3 ton
ürün çıkartacağını öngörüyoruz.
Herkes bize bunu yapamazsınız, diyor. Ben bunu sağlamak için gerekli alt yapıyı kuracağım, fakat olmazsa
yarın 6000 bin kişiyle de çalışabilirim. Fakat bu sorun
benim sorunum, onların değil ki. Nasıl yapacağımı görmek istiyorsanız, sistemi kurduktan sonra gelin görün.I
Haliç’e inandı, yatırım yaptı, ilk uluslararası markayı getirdi…
Amplio, Beyoğlu Belediye Başkanı
Ahmet Misbah Demircan’ın
önerisini değerlendirdi:
Haliç Bölgesi bir vaha …
Uzun yıllar yurt dışında edindiği birikimi Türkiye’de değerlendirmeye karar veren Amplio Emlak Yatırım
A.Ş. Kurucu Ortağı Alaeddin Babaoğlu ile Maldivler’den Haliç’e kadar her bölgeyi konuştuk.
B
ölgesel lider olmamızla birlikte yıldızı
parlayan Türkiye’nin ihracatı kadar turizm
sektörü de hızla büyümeye başladı. Ülkemizdeki turizm sektöründe yaşanan bu süreci en iyi değerlendiren yatırımcıların
başında ise şüphesiz ki Amplio geliyor. Türkiye’nin
yakın dönem geçmişini iyi bilen Amplio Emlak Yatırım
A.Ş. Kurucu Ortağı Alaeddin Babaoğlu, ülkemizde var
olan değişimi ve yatırımlarını dergimize değerlendirdi.
Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan bölgeyi önerdi dediniz, önce oradan başlayalım,
süreç nasıl gelişti ?
Biz Türkiye’de yatırım yapmaya karar verdik, şirketimizi kurduk ve arsa arayışlarımız sırasında Ahmet
Başkan ile biraraya geldik. Başkan vizyoner yaklaşımı
ile bu bölgenin kıymetini bize anlattı, teşvik etti ve ikna
etti. Biz de hem yatırım yaptık hem de Hilton markasını
getirdik. Bugün doğru karar verdiğimizi görebiliyoruz,
zira otelimize ilgi ve doluluk oranları da bunu doğruluyor. Bu anlamda Beyoğlu Belediyesi’ne ve özellikle
Ahmet Başkan’a teşekkür ediyoruz. İnandık, bölgeye
geldik, marka getirdik, oteli yaptık, ödüller aldık, bunlar
çok güzel gelişmeler.
Ödüller dediniz, ne ödülleri aldınız ?
Otelimiz Hilton Garden Inn İstanbul Golden Horn
bu yıl Arkitera’nın 1.ödülünü aldı, aşçılarımız yine
1.ödülü aldılar. Bu arada bugüne kadar dünyada sadece
50 otelin alabildiği LEED sertifikasını aldık, Hilton Garden Inn Türkiye’de bu sertifikayı alabilen ilk otel. Çatı
alanlarında güneş ışığını yansıtma oranı yüksek malze-
meler kullanılarak; ısı adası etkisinin düsürülmesi, çatılardaki solar paneller ile sıcak su için güneş enerjisinden faydalanılması gibi birçok uygulamalar sayesinde,
%40 enerji tasarrufu saglanması kriterlerden sadece bazıları, süreç tabii ki inşaat aşamasından başlıyor.
Sizin sektörel birikiminizden devam edelim, Türkiye’ye gelene kadar neler yaptınız, hangi ülkelerde çalıştınız ?
25 yıldır profesyonel iş hayatının, turizm ve gayrimenkul sekötürünün içindeyim, yurt dışına yüksek öğrenimimi tamamlamak için gittim ve özellikle turizm
sektöründe Maldivler, Kanarya Adaları, İspanya, Miami
gibi farklı 40 ülkede proje geliştirip yönettim, Türkiye’nin ve İstanbul’un değerinin çok farklı olduğunu
biliyorum, bu yüzden şimdi İstanbul’dayım.
Ülkemizde son yıllarda turizm sektörü hızla gelişiyor. Fakat Türkiye çok fırsat kaçırdı. Bugünkü turizm
fırsatını iyi kullanıyor mu, yoksa bu süreç de geçici diyebilir miyiz?
Biz şu anda bu fırsatı iyi değerlendirdiğimizi düşünüyoruz. Rakamlarda bunu doğruluyor. Son 6 sene içerisinde
turizm gelirimizi katladık. Türkiye şu anda 30 milyarın
üzerinde turizm gelirine sahiptir. Türkiye 31 milyon turist
ağırlamıştır ve bu her sene artış gösteriyor. Böyle olmasının nedeni şu anda Akdeniz çanağındaki en güzel yapılanmaya sahip ülke olmamızdır. Bundan daha önemlisi
turiste sıcakkanlı, gerçekten ev sahipliği yapmak isteyen,
çalışmaya istekli bir kitle var. Siz istediğiniz kadar en lüks
otelleri yapın içinde size hizmet etmeye hazır, samimi insanlar yoksa verim alamazsanız. Şu anda dünyadaki ilk
81
Mayıs 2012
10’a girmiş durumdayız. Bu çok önemli bir olay ve bunu
çok kısa sürede sağladık. 1986-1987’de turist sayılarının 2
milyon olduğu günlerin üzerinden fazla süre geçmedi. Ülkenin imajı açısından değerlendirdiğimizde de çok önemli
ilerlemeler kaydettik. En son Chicago’dayken insanlar
Türkiye’den geldim deyince insanların nasıl ilgi gösterdiğini gözlemlemek bu gelişmelerin sonucudur. Türkiye;
THY’nin muhteşem reklamları, hükümetin gösterdiği
irade, uluslararası başarılarımız ile artık dünyada olması
gerektiği gibi tanınıyor ve daha fazla değer görüyor, daha
doğrusu hakettiği değere kavuşuyor.
Paris’in yıllık turizm geliri 25 milyar Euro. İstanbul’un 10 milyar dolarda kalmış. Biz bu rakamı yukarıya nasıl çekeriz?
İstanbul geçen sene 8 milyon turist ağırladı. Aynı
anda Paris’e 60 milyona ve New York ise 50 milyon turist sayısına ulaştı. Temelde potansiyelimiz mevcut turist
sayısını artırmaya çok uygun, bu artışı sağlarken ise en
önemlisi altyapının güçlendirilmesi ve İstanbul’un bilinirliğini arttırılmasından geçiyor. Zaten o imaj şu anda
değiştiğinden dolayı biz 8 milyona geldik ama bunun da
82
Mayız 2012
arttırılması mümkün. Daha yolun başındayız. İstanbul
daha potansiyelini kullanmadı. New York gibi geçmişi
çok eskiye dayanmayan, tarihi olmayan bir şehir 50 milyon turist çekiyorsa bu topraklar 70-80 milyon turisti rahatlıkla çekebilir. Fakat bu gelişmeler yaşanırken kentsel
yenileme yapılması, kenti daha iyi kullanım için planların doğru düzenlenmesi gerekiyor. Henüz burada yapılan
yatırımlar yeterli değil. Yatırım ve girişimlerin önünün
açılması gerekiyor. Örneğin Metro şu an yetersiz, oysa
İstanbul ve özellikle Haliç su yolu için çok elverişli. Metrodan deniz hatlarına kadar taşımacılığın iyileştirilmesi,
geliştirilmesi gerekiyor. Mesela Haliç’e, Hotel’in yanına
deniz taksi geldi. Ama deniz işletme hatları teknelerinin
de burada gezebilmesi gerekir, alternatif ulaşım yol ve
araçları olmalı. Çünkü şehrin tam kalbindesiniz ve su
yolu var. Her imkanı kullanmak gerekiyor. Özellikle
böyle bölgelerde oteller bir gerekliliktir ve bölgeleri geliştirmektedir. İstanbul şu anda Avrupa’nın yıldızı konumundadır, bunu henüz yeni sayılan ve %80’in altına
düşmeyen doluluk oranlarından anlayabiliyoruz.
Turizm Bakanlığın böyle bir organizasyonu var mı?
Turizm Bakanlığı bence senelerdir çok önemli işlere
imza attı. Yurtdışında gittiğiniz bir çok bölgede İstanbul reklamları görebiliyorsunuz. Bakanlık hem yurtdışındaki reklam hem de konulara yaklaşım olarak çok
düzgün bir politika izliyor. Türkiye’de de aynı şekilde,
gelen turistlerin burada ağırlanması oteller cephesinden
ne kadar önemli ise tarihi eserler açısından da o kadar
önemli. Müzeler ve Müze Mağazaları ile ilgili son dönemde yapılan projeler çok doğru projeler, müze mağazaları düzenleniyor, gelen turist için ne kadar çok imkan
olursa o kadar iyi. Yerli turistleri de unutmamak gerekir,
bu anlamda Bakanlığın Müzekart projesi dahi başlıbaşına çok önemli bir adımdır. Gelişme devam ettikçe
daha iyi yerlere geleceğiz. 31 milyon turisti ağrılıyor olmakta bir başarıdır, tabii ki hedefimiz fazlası olmalıdır.
Bölgede lider olmamızın da büyük etkileri var sanırım.
Türkiye’nin imajı olumlu, bunu her yurt dışı seyahatimde görebiliyorum. Bunlar tabii ki süreçler, bugünden yarına olmayan zaman isteyen ve birçok
parametreye bağlı. Örneğin bu olumlu imajda Avrupa’da Türkiye’den giden çalışanlarımızın da etkisi var.
Avrupa’nın kaplanı, Avrupa’nın Çin’i gibi benzetmeler
yapılıyor ve gurur verici gelişmeler gösteriyoruz. Osmanlı’nın en büyük gücü dil, din ırk gözetmeden bir
şemsiye altında insanları toplamaktı. Bu yaklaşım geliştiren ve olumlu bir yaklaşımdır, dikkate alınmalıdır.
Osmanlı da uygulanılmış ama Türkiye’de halen bir
takım sıkıntılar var. Van’da kilise açıldığında parti başkanları ne yapıyorsunuz diyor. İnsanların ibadetini rahat
bırakmalılar. Yasakçı düşünce burada hala mevcut mu?
Bunu Danimarka da dahil bütün ülkelerde görüyoruz. İtalya ya da Almanya gibi ülkelerde de bu tip popülist olayları kullanıp oy elde etmek için girişimlerde
bulunan partiler ne yazık ki var. Aslında size fayda sağlamayan bir şey yapıyorsunuz fakat oy kazanacağım düşüncesi ile yapılıyor, bu girişimlerden sonuç alınamaz.
Kısa dönemde bir yarar sağlayacak gibi görünsede bu
tip popülist tavırların ömrü kısadır ve zemini yoktur.
Bu süreçlerin saman alevi gibi olup bittiğini çok
fazla geçerliliği olmadığını düşünüyorum, Türkiye ne
bugün ne de tarihte böyle yaklaşımlara sahip olmadı,
küçük oyunlar diyelim.
Avrupa’da böyle bir bakış var mı? Mesela İsrail Türkiye’ye gitmeyin diyor.
Avrupa’da böyle bir bakış yok aslında, ayrıca İsrail’in de hükümet politikalarını ayrı tutmak gerekir. İsrail
halkını değerlendirdiğinizde birçok vatandaş hükümet
politikaları ile hemfikir değildir. Fakat müdahele edemedikleri için o duruş herkese mal oluyor. Hükümetler
seçiliyor, programlarında yanlışlar yapıyorlar ve bunu
anında değiştirmenin imkanı yok, hep süreçlere bağlı. O
bakımdan hükümetlerin politikalarına tepki vermek
lazım. Binlerce sene geriye baktığınızda İsrail halkı ile
daha doğrusu Musevilerle Türkiye arasında kılıç kaldırılmamış, bir kötülük olmamıştır. Bu konuların hepsini
çok açıdan ve bütünsel değerlendirmek gerekiyor.
Tekrar turizm sektörüne dönersek devlet yatırımları
daha fazla artırmak için ne yapabilir? İl bazında verilen
teşvikler dışında bir şeyler yapılabilir mi?
En büyük teşvik bürokrasinin hafifletilmesi olur. Bir
şeye ne kadar fazla kişinin imza atması gerekirse o kadar
komplike hale geliyor. Tabii ki herkes yapsın demiyorum, sadece bu süreçlerin hızlandırılması, makul derecede yapılabilir hale getirilmesi gerekiyor. Bürokrasi ne
kadar hafifletilirse ve müteşebbisler ne kadar hızlı yol
alırlarsa o kadar faydalı olur. Gerekli tüm bürokratik uy-
gulamalar mutlaka olmalı, fakat iyi projelerin de bu bürokratik engellere takılması engellenmeli. Bazı durumlarda sadece projenin iznini 2-3 sene bekliyorsanız bu
girişimcilere sekte vurdurur.
Haliç’e Boğaz suyunun verilmesi nasıl bir hareketlilik getirecek?
Burası İstanbul’un tabii bir vahasıdır. Daha doğrusu
eskilerden gelen en kıymetli yaşam alanlarından biridir.
Doğal liman. Bu kaliteli yaşam alanını yeniden ileriye
götürmek istiyoruz. Hilton oteli buraya getirmek de bu
yaklaşımın önemli bir parçasıdır.
Aslında Haliç’in akıllarda kalan imajı çoktan değişti.
Gerçi bu kaderi ne yazık ki Avrupa’da da bir sürü kıyı
şehri yaşadı, hepsi aynı hatayı yaptılar. Suyun kenarına
atıkların olabileceği yapılar koydular. Haliç’de çevredeki güçlerin de katılımı ile çok önemli bir değişim yaşandı ve devam ediyor. Bu anlamda Boğaz suyu da
önemli ölçüde akıllarda kalanları temizleyecek, Haliç’in
güzelliğine güzellik katacak.
Buranın dışında hedefleriniz neler, başka projeler
var mı ?
Şu anda inandığımız örnek projeler yapmak ve taş
üstüne taş koymak, yani üretmek. Proje, fikir, tasarım…
üretmek ve geliştirerek gelişmenin gerekliliğine inanıyoruz. Otel bizim için bir örnek projedir, İstanbul’a, projelere, işe yaklaşımımızı ifade etmek istedik. Örneğin
otelde çevreye ve yatırıma bakışımız çok farklı. Odaları
maksimize etmeyi düşünmedik, mimariyi bölgeye
uygun geliştirdik, dokuya uysun istedik. İstediğimiz hem
mimari açıdan hem de enerji tasarrufu açısından, kullanılan inşaat materyalleri ile en az enerji sarfiyatını sağlıyor olması ile de farklılık yaratmaktı ve yarattık. LEED
sertifikası aldık ki Türkiye’de LEED alan ilk oteldir Hilton Garden Inn İstanbul Golden Horn.
Yapacağımız tüm projelerde de yaklaşımımız bu
netlikte ve duyarlılıkta olacak.I
83
Mayıs 2012
Eur
newsport
Çiftkurtlar Group Yönetim Kurulu Başkanı Şahin Mehmet Çelik:
Yerli otomobili Türkiye için
riskli bir yatırım olarak görüyorum
84
Mayız 2012
O
tomotiv markalaşma yoluna gidiyor. İnsanlar da var olan bu markalara senelerdir
bağımlılık gösteriyorlar. Yeniden bir
marka yaratarak bu bağımlılığın kaç yıllık bir yatırımla karşılanacağı soru işareti.
Yerli otomobili ben Türkiye için riskli bir yatırım olarak
görüyorum” diyen Çiftkurtlar Group Yönetim Kurulu
Başkanı Mehmet Çelik, son dönemin birinci gündem
maddelerinden biri olan konuya farklı bir bakış açısı getirdi. Yarım asrı geçkin bir süredir otomotiv sektöründe
faaliyet gösteren Çiftkurtlar’ın otomotiv sektör ve yeni
girdikleri konut sektörü ile ilgili deneyimlerini dergimiz
ile paylaşan Mehmet Çelik, önemli açıklamalarda bulundu.
Yerli otomobil ile ilgili değerlendirmeniz sektördeki
deneyiminiz göz önünde bulundurulduğunda oldukça
önemli. Türkiye’nin yerli otomobil konusunda azda olsa
şansı yok mu?
Ticari ve hafif ticari araç olmak üzere yerli tüketimimiz yılda yaklaşık 950 binlere geldi. 500 bin civarında da binek araç var. Ben üretilecek olan aracın en
azından sadece ticari kısmını Türkiye’nin yapmasını isterim. Çünkü ticari pazarda önemli bir gelişme söz konusu. Ticari araçların artış hızı binek araçlara kıyasla
daha yüksek. Aynı zamanda ticari araçların yatırım maliyetlerinin daha düşük olacağı kanısındayım. Ticari ve
hafif ticari araçta Türkiye’nin bir marka yaratmasını isterim. Mesela Doblo ürünü ile Fiat bunu yaptı. Gayet de
başarılı oldu. Şu anda yurtdışına da ihraç ediyor. Açıkçası ben binek otomobilde markalaşma bazında, imaj bazında diğer markalarla mücadele edebileceğimizi
düşünmüyorum. Çünkü çok büyük rekabet var. Firmalar arasındaki bu rekabetten dolayı teknoloji de çok gelişti. Her gün yeni bir ürün piyasa çıkıyor ve her yeni
ürün diğer ürünü, diğer markayı egale ediyor. O kadar
büyük bir kavga var.
Tren kaçmış diyebilir miyiz?
Evet. Otomotiv sektörü 100 yıla dayanan bir sektör.
100 yıldır gelişme gösteriyor. Biz bu 100 yılı bir 100 yıl
daha tekrar nasıl bekleyeceğiz? Asıl sormamız gereken
soru bu. Eğer Türkiye kendi markasını yaratmak istiyorsa hafif ticari de yol alabilir. Ben hadiseyi bir Doblo
gibi görüyorum. Onu daha da geliştirerek, şartlara daha
uygun hale getirerek yapabilir. Jan Nahum taksi aracı
tasarlayarak pazara girmek istedi. Bence gayet güzel bir
tasarım olmuştu ama ona rağmen engellendi.
Ama bu konuda önemli bir tecrübe kazanmış olduk.
Orada kaybettikleri bir şey olmadıklarını ifade ediyorlar.
Evet, tecrübe kazanmış olduk. Ama gene orada bir
yatırım söz konusuydu. İyi bir proje olmasına rağmen
durduruldu, olmadı. Türkiye ancak kendi iç pazarına bir
şey üretebilir. Bu iç pazarda çok başarılı olduğu takdirde
dışarıya ihracata başlayabilir. Bu yavaş yavaş gelişme
gösterir.
Hibridli ve elektrikli sistemlerle ilgili tartışmalar
gündemde. O alanda belki kendimize yer açabileceğimiz ifade ediliyor.
Hibridte olsun, elektrikte olsun senelerden beri çalışmalar yapıyor. Bu çalışmaları en üst düzeye getiren
hibridte Honda var. Ben bu alanda Honda markasını başarılı buluyorum. Üzerinde bayağı bir çalışma söz konusudur. Elektrikte Chevrolet markasının yaptığı
gelişmeler var. Gene aynı şekilde Mercedes de bir şeyler yapıyor. Bahsettiğimiz bu devlerin arasında Türkiye’nin böyle bir teknolojiyi kendi kapsamı içine alması,
geliştirmesine kadar doğru olur? Bana göre bu biraz zor
gibi gözüküyor.
Ancak biz de yaparız diyenlerin sayısı giderek artıyor.
Türkiye’de Renault, Fiat gibi fabrikalar var. Mesela
Tofaş artık bir Türk ürünü olarak biliniyor. Zannediyorum Tofaş’ın CEO’su Ali Pandır o zamanlar biz bu işi
sahipleniriz demişti. Çünkü bir alt yapısı vardı ve fazla
bir yatırıma ihtiyaç duymayacaktı. Yani o alt yapıyla paralel olarak biz bu işe talibiz denmiş oldu. Mesela Koç
Grubu bunu becerebilir. Ancak bu fizibilite ve pazar meselesidir. Yatırım maliyetleri ve gelir gider tahvilleri söz
konusu. Herhalde iç pazarda bu işi deneyeceklerdir.
Son dönemdeki gelişmeleri biraz değerlendirelim isterseniz. Uluslararası krizin etkileri otomotiv sektörüne
de yansıdı mı?
2011 dönemi bizim açımızdan parlak geçti. Ancak
otomotiv sektöründe kıran kırana bir rekabet var. Diğer
markalarla olan fiyatlandırma farkından dolayı biz bunu
çok sık yaşıyoruz. Müşteri o kadar bilinçlendi ki artık bu
işten en çok onlar karlı çıkıyor. Bizim gibi işletmelerde
artık kar seviyeleri minimize hale gelmiş durumda. İşletme maliyetleri de yüksek olduğu için sektör açısından
hoşnutsuz bir durum söz konusu. Dev tesisler, plazalar
ve bunların içerisinde en az 130 çalışan var. Bu kar marjlarıyla bunların masraflarını karşılamak, ne kadar yürütülebilir, ne kadar iyi gider biz şu anda onun hesaplarını
yapıyoruz. İşletme maliyetlerimizi minimize etmeyi düşünüyoruz ancak bir noktadan sonra da hiç bir şey aşağı
düşmüyor. Ama kar marjlarının günden güne daha da
aşağıya çekildiği bir noktadayız. Çok büyük rekabet var.
Bu bahsettikleriniz şu anda her sektör için geçerli.
Çünkü küresel kriz insanlara bunu dayatıyor.
Bence kriz insanlara pazarlık etmeyi, bilinçli alım
yapmayı öğretti. İnternet de bu işte çok iyi bir araç oldu.
İnsanlar artık ucuz olan şeyi almaya çalışıyorlar. Bir başkasının daha pahalıya aldığı bir şeyi ben daha ucuza
aldım yarışı içerisindeler. Bu tabi işletmeleri biraz zora
sokuyor.
85
Mayıs 2012
Eur
newsport
Bu noktada tekstil sektöründen örnekler var. Tekstil
sektörü bu durumu çok fazla yaşadı. Belli bir noktadan
sonra da tıkandı.
Evet. Bir insanın dikkatini çekmek için “gel çok hesaplı” demek gerekiyor. Bu aslında çok tehlikeli bir laf.
İstediğiniz kadar doğru dürüst verin ama hesaplı olmazsa, sizin malınız 2. derece kalmış oluyor.
Kalitesiz ürünler başka şeyleri de beraberinde getiriyor ki bu da bu dönemin kötü bir dönem olduğu kanaatini doğuruyor.
Bir insanı alıma yönlendirmeniz için artık ona ya çok
hesaplı, çok uygun demeniz ya da yanında bir hediye
vermeniz gerekiyor. Bugün bizler servislerle ayakta durmaya çalışıyoruz. Servislerde de kişilerin talepleri şöyle;
“başka yerde bana %50 indirim yapıyorlar” diyor. Ben
çalışanın maaşını 1000TL’den 500’e düşürebilir miyim?
Yemeğinden tasarruf edebilir miyim? Az üretim olursa
ancak işçi çıkartabilirim. 1 kişiden daha fazla faydalanıp,
üretimi ve verimliliği arttırabilirim. Ancak bunu yapabilirim. Bu %50 seviyelerinde midir?
Teşvikle ilgili konular gündemde. Belki ülkeyi başka
bir yere bu sevk edebilir.
Doğu Anadolu’da kurarsan sana şu kadar indirim
var, sigorta, SSK, muhtasar yok diyorlar. Bu teşvikler
belki yatırım alanlarını oraya kaydırabilir. Sonuçta ucuz
olacaktır. Bir işletmenin bugün SSK’sı, muhtasarı ve ya
bazı şeylerden muaf olması büyük bir kazanç. Yatırımlar oraya yönelirse oradaki istihdam artar. Doğru bir
seçim ama yerleşim ister istemez daha çok Marmara
Bölgesinde.
86
Mayız 2012
Sizin konutla ilgili yaptığınız çalışmalar da var. Bu
alandan bahsedebilir miyiz?
Biz Tarabya’da bir inşaat projesi yaptık. Elit bir
proje. Herkese satmıyoruz. Birbiriyle anlaşabilecek,
düzgün aile ortamına sahip insanları bir araya toplamak
istiyoruz. Toplamda 40 daireden oluşuyor. Zaten ben rezidanslardan nefret eden bir adamım. Orada yaşam
olmaz diye düşünüyorum. Sonuç olarak bir proje geliştirdik. İyi bir ivme kazandı. Kaliteli malzemelerin kullanıldığı, alt yapısı iyi olan bir proje yaptık. Her şeyiyle
mükemmel bir proje oldu. Satışa sunduğumuz değer
karşı taraftan pahalı olarak nitelendiriliyor. Çünkü sadece lüks bir konut olarak görülüyor. Alt yapısına indiğiniz zaman bizim maliyetlerimiz 1000 $ daha fazla.
Müşterinin bunu takdir etmesi lazım. İstinye Park’ın
orada oturanlara bakıyorsunuz alt dairelerin hepsi rutubetli. Güzelim daireler. Güzel bir proje ama sesinizi yükselttiğinizde yan daireden sesinizi duyabiliyorlar. Ama
orası gene de satıyor. Sebebi de lokasyonun daha iyi olmasıymış. Müşteri bilinçli olmalı. Her yönüyle orayı değerlendirmesi gerekiyor. Oranın inşaat maliyetiyle bizim
yaptığımız inşaatın maliyeti arasında fark var. Ama ona
rağmen burası daha değerli.
Bundan sonra gayrimenkul alanında çalışmalara
devam etmeyi düşünür müsünüz?
Bizi tatmin ederse düşünebiliriz.
Bu dönem kötü bir dönemdi herhalde.
Biraz bekleyeceğiz. Bu inşaatımız iyice bir değerlensin. Oradan yakalayacağımız ivmeye göre yatırım yapacağız.I
Ceynak Lojistik Genel Müdürü Mehmet Ali Tekinsoy:
Türkiye marka
yaratmalı ve satabilmeli
S
amsun Limanı özelleştirme sonrası yapılan modernizasyon çalışması ile yeni döneme hazır. Bu yeni dönem ile ilgili
görüşlerini aktaran Ceynak Lojistik Genel
Müdürü Mehmet Ali Tekinsoy, sorularımızı yanıtladı.
Samsun Limanı’nın özelleştirme sonrası modernizasyonunu gerçekleştirdiniz. Bu süreçle ilgili bilgi verir
misiniz?
Samsun Limanı 2008 yılında özelleştirildi ama bize
teslimi 2010’da oldu. Özelleştirme bedeli 125 milyon
dolardı. İki sene içinde 30 milyon dolar civarında yatırım yapıp Samsun Limanı’nı verimli hale getirdik. Limanın Samsun’la olan bağını dikkate alıp ismini
Samsunport koyduk. Çünkü liman imtiyaz hakkı bizim
olduğu kadar Samsunlunun da limanıydı. Ekipman ve
teknolojiye olduğu kadar insana da yatırım yapıyoruz.
Eğitimli iş gücü bize çok şey kazandıracağı bilincindeyiz. Bu süre içinde limanın iş hacmi artarken,verimliliği
de artmaktadır. Limandan konteyner taşımacılığı yapılmamaktaydı, 5 aydır o da yapılıyor. MCS VE Arkas hatları düzenli olarak geliyor. Rusya’ya Ro-Ro seferleri
87
Mayıs 2012
artış göstermektedir. Bu ro-ro seferleri ile Türkiye’nin
meyve ve sebzesi daha az maliyet ve daha kısa sürede
Rusya’ya ulaştırılıyor.
Limanın önemli bir artısı da demiryolu bağlantısının olması. Yanılıyor muyuz?
Kesinlikle öyle. Demiryolunun limanın içine kadar
girmesi önemli bir avantaj. Limanın bu özelliği maliyetleri düşürdüğü gibi, bize zaman da kazandırıyor. Maliyet unsuru, işletmeler için çok önemli bir unsur. Bu
avantajdan iş ortaklarımızı yararlandırıyoruz.
Ceynak lojistik sektörünün önemli oyuncularından
biri. Konu ile ilgili neler söylemek istersiniz.
Evet doğru. Cey grup 1969 yılından bu yana lojistik
sektöründe faaliyet gösteriyor. Başlangıçda hububat lojistiğinde yoğunlaştırdık faaliyetimizi. Cey Grup olarak,ihtisaslaşmaya çok önem veriyoruz. Bildiğin işi yap ve en
iyisini yap. Misyonumuz bu bizim. Depolama, taşıma ve
ambalajlama dahil kombine lojistik hizmeti veriyoruz. Bu
hususiyetimizden dolayı üç denizdeki limanlarda silolarımız var. Samsun Limanı da bizim için önemli bir lojistik
merkeziydi. Çünkü Rusya başta olmak üzere Kuzey’den
gelen hububatın önemli bir kısmı Samsun’dan Türkiye’ye
giriyor. Samsun Limanı’na gelen hububatı silolarımızda
depoluyoruz. Mersin,Dilovası, Aliağa da da depo ve silo-
88
Mayız 2012
larımız mevcuttur. Ayrıca, Mersin limanı içerisinde de likit
yağ terminalimiz bulunmaktadır.
Bakan Şimşek, iki yıllık bir sürenin büyük bir kayıp
olduğunu ifade etti.
Çok yerinde bir tespit. Bir işletme için 2 sene önemli
bir süre. Ayrıca sadece bizim için söylenen bir söz değil
bu. Tüm işletmeler için geçerli. Zaman kaybı yaşanmamalı. Hükümetimiz özelleştirmeye olumlu bakıyor ve
elinden geleni yapıyor. Biz de zaten bu samimiyetten cesaret alarak özelleştirilen işletmelere talip oluyoruz.
Özelleştirmede zaman mefhumu sadece finans ve kar ile
de sınırlı değil. Dış rekabette de önemli bir unsur. Çünkü
rakipler durmuyor.
Bugün bahsedilen hedeflere ulaşmak için daha iyi limanlara ihtiyaç var.
Evet var. Türkiye büyüyor ve taşımacılığa duyulan
ihtiyaç artıyor. Bir taraftan yeni liman ihtiyacı doğuyor,
bir taraftan da mevcut limanları iyileştirme ve kapasitelerini arttırma hususu önem kazanıyor. Limanları destekleyen kara, hava ve demiryollarının da ihtiyaca cevap
verir hale getirilmesi lazım. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Türkiye’ni n son senelerde ulaşıma yaptığı
yatırım küçümsenemez. Zorluklar içinde de olsa, başarılı yatırımlar yapıldı.
Limanların yetersizliğinden dolayı kapasitelerin yetmediği ifade ediliyor. Konu ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Doğru da yanlış da. Limanların tam kapasite ile çalışanı da var, çalışmayanı da. Bu biraz da arz talep meselesi. Talep arttıkça kapasite de artıyor. Biz mesela.
Samsunport’daki iyileştirmeyi tabir yerinde ise, santim
santim hesaplayarak yaptık. Ayrıca müşterilerle birebir
görüşüp onların talepleri doğrultusunda yapacaklarımızı
tasarladık. Bir de şu husus var tabii. Limanlar çok iyi
ama kara ve tren yolu yetersiz. Hava yolu taşımacılığındaki artış müthiş bir başarı öyküsü. THY’nin başarılarını
hayranlıkla izlemekteyiz. Özel sektör de onlarla yarışma
çabasında. Fakat, Türkiye hava kargo taşımacılığında
henüz istenilen noktaya gelemedi. Hakeza demiryolu;
onun da modernize edilmesi ve yaygınlaştırılması şart.
Demiryolu ile ilgili “Biz de içinde olmak isteriz”
diye bir beyanatınız var. Hala aynı fikirde misiniz?
Bizim için önemli olan iki husus var. Birincisi, müşteri memnuniyeti. İkincisi, işimizi iyi yapmaya gösterdiğimiz özen. Şayet bu iki unsur örtüşürse, her işte varız.
Demiryolu da ilgimizi çekiyor elbette ki ama dediğim
gibi başarılı olacağımızı görmemiz lazım. Lojistik sektöründe çok çeşitli dallar var. Biz daha çok entegre lojistik hizmeti sunan bir firmayız. Tahıl lojistiği ve bunun
dışında müşteri talepleri doğrultusunda da lojistik hizmetleri sunuyoruz.
Devamlı kurallar koyarak, cezalar keserek daha
zorlu ve sıkıcı bir ortam yaratılıyor.
Kuralsız iş olmaz. Elbette olacak kural. Ceza da
tabii. Önemli olan kuralların afakî olmaması. Tarafların
ortak fikriyle alınan kurallar hem kalıcı olur, hem de sistemin doğru çalışmasına fırsat verir. Türkiye’nin lojistikte marka olması lazım. O da evrensel kurallarla olur.
Bu ortamda sektörde birleşmelerin gerçekleşmesi
gerekir mi?
Kaçınılmaz. Olacak bunlar. Fakat, bir müddet daha
beklemek lazım. TTK yenileniyor. Rekabet şartları yeni
baştan gözden geçiriliyor. Sektör tanımı yeniden yapılıyor. Sistem otursun mutlaka olur, şirket evlilikleri ve satın
almalar da. Bize gelince. Cey Group öncelikle milli kalmayı yeğler. Kalitesiyle, standartlarıyla, hizmetiyle hep
iyi olmayı hedeflemiş ve başarılı olmuştur. Şartlar değişir, daha fazla kapasiteyle hizmet etmemize imkan veren,
bize bir katkı sağlayacağına inanacağımız bir ortaklık söz
konusu olur ise, neden olmasın? Değerlendiririz.
Sektörde kaçak akaryakıt nedeniyle haksız rekabetin
yaşandığı ifade ediliyor. Bu noktada çözüm olarak kurumsal kullanıcıya ceza kesilmesi önerisi getirildi. Sizin
görüşlerinizi alabilir miyiz?
Türkiye 2023 hedefine odaklandı. 1.2 trilyon dolarlık dış ticaret hacmine ulaşacaksa, bu tür tartışmalardan
ve kısır döngüden uzak durması lazım. Taşımacılıkta
akaryakıt ciddi bir maliyet unsurudur ve kayıt dışı akaryakıta müsamaha haksız rekabete neden olur. Bunun
önüne geçmek lazım. I
89
Mayıs 2012
Eur
newsport
Konut sektörünün AVM ve iş merkezi projelerine göre başarısız olduğuna dikkat çeken
Permak Şirketler Grubu Gn. Müd. Yar. Güven Emre:
Ataşehir’e yaklaşırken bir beton
gölüne yaklaşıyorsunuz
E
ndüstriyel Çamaşırhane, Kuru Temizleme
Tesislerinin projelendirilmesi, planlanması ve anahtar teslim hizmet anlayışıyla,
35 yıldır sektörün lokomotif gücü olan
PERMAK MAKİNA A.Ş alanında Türkiye, Ortadoğu, Afrika ve Yakın Asya’da yüzlerce projeyi başarı ile tamamlamayı başarmış bir şirket. Permak
Grubunun teknoloji, tekstil, enerji ve perakende alanında
faaliyet gösteren kendi sektörlerinde seçkin ve başarılı
başka şirketleri de mevcut. Bu başarısını inşaat alanına
da taşıyan Permak, özellikle geliştirdiği iş merkezi ve
rezidans projeleri ile kendisini kanıtladı. Son dönemde
geliştirdikleri iş merkezlerini kiralama yoluna gittiklerini belirten Permak Şirketler Grubu Genel Müdür Yardımcısı Güven Emre, ileride GYO olmak için gerekli
adımları atacaklarını da belirtti.
Permak İnşaat olarak yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?
Permak İnşaat bünyesinde kira geliri getiren A+ iş
merkezleri ve rezidans projeleri geliştiriyor. Daha önce
yaptığımız Bellevue Residences, Microsoft binası, Çorlu’da Çukurova grubu Hobim binası portföyümüz içerisinde bulunanlardan birkaçıdır. Şu an ağırlıklı olarak iş
merkezleri üzerine yoğunlaştık. Uygun şartlar oluştuğunda Bellevue Residences benzeri yüksek içerikli
konut projeleri de üretmeye devam edebiliriz..
Yeni bir yasa çıkması ile ilgili olarak da iş merkezleri yerleşimlerinde beklentiler var. Apartmanların ofise
dönüştüğü bir ülkede bu düzenden vazgeçilip ofis olarak
üretilen binalara geçilmesi gerektiği ifade ediliyor.
Bizim ofiste hedefimiz kurumsal firmalarla çalışmaya devam etmek. Mesela Microsoft gibi tek bir ku90
Mayız 2012
rumsal kullanıcıya binayı uzun dönemli kiralıyoruz. Bu
hem binanın değerini artırıyor hem de spesifik kullanıcı
ihtiyaçlarını dikkate alan işlevsellik ve kaliteyi sağlamayı kolaylaştırıyor. Bununla beraber daha sınırlı ve
küçük birimlere yönelik kiralama da çok önemli bir
pazar Tüm dünyada avukatların, doktorların, diş hekimlerinin belirli yerlerde normal apartmanlarda faaliyet
göstermesi aslında bizde olduğu gibi yaygın. Fakat artık
bu konuda yasal zorunluluk olmasa bile tüketici talepleri
değişiyor. Mesela bilhassa hukuk bürolarını bundan 10
yıl önce Beyoğlu’nda, Nişantaşı’nda, Bakırköy’de görünürlüğü yüksek apartmanlarda bulurdunuz ama bugün,
hukuk büroları plazalara taşınıyor. Çünkü iş merkezlerinin sağladığı konforların apartmanlarda sağlanması
mümkün değil. O yüzden de orada ciddi bir boşluk var.
Türk iş piyasası çok hızlı büyüyor. Son 15 yıldır rekor
üstüne rekor kırılıyor. Hem yurtdışından gelenler hem
de bizim iç dinamiklerimizle iş yaşamına katılan sayısı
sürekli artıyor. Dünyada başka trendler de var. Mesela
home ofis uygulaması yaygınlaşıyor, insanlar belli bir
lokasyonda çalışmıyorlar. Ama bizdeki iç dinamikler
öyle güçlü ki sürekli ofise olan ihtiyacı o yüzden arttırıyor ve o yüzden ofis üretimi bizim için stratejik bir
hedef. Kavacık’tan sonra da Ayazağa’da da ofis yatırımı
yapmayı düşünüyoruz. Kavacık’taki projemizi de
2012’nin üçüncü çeyreğinde bitirmeyi planlıyoruz.
Kavacık’ın hak ettiği değeri bulamadığı ifade ediliyor. Sizin bu konudaki düşüncenizi alabilir miyiz?
Kavacık stratejik olarak güzel bir yerde. İki yakaya
da ulaşım arterlerinin yanında. Kesinlikle Maslak’ın
muadili bir yer. Kavacık’ın tek handikabı zamanında
toptancı bir yaklaşımla tüm Beykoz’un sit alanı ilan edil-
miş olması. Sit politikalarını gayrimenkul sektöründen
biri olarak destekliyorum, tarihi ve doğal değeri bulunan yerler mutlaka korunmalı fakat bizdeki uygulama
bir sarkaç gibi iki uçta geziniyor: ya ormanın, denizin
yanında yüksek veya yoğun yapılaşmayla çevreyi tahrip eden işler yapılabiliyor ya da tedbir alalım derken
Beykoz’da olduğu gibi toptan sit alanı ilan edilerek bölgenin gelişimi engelleniyor. Kavacık da Beykoz’un bir
parçası. Aslında oranın ne denizle ne de ormanla ilişkisi
var.
İçinden geçen yolların çok kötü ihtiyaca cevap verecek şekilde düşünülmesi gerekmez miydi?
Sadece Kavacık değil statü değiştiren semtlerin birçoğu için bu geçerli. Kentin bir yeri hızla değerleniyor
ve yatırımcılar oraya gidip modern binalar yapıyorlar
ama oradaki kamu yönetimi o altyapıyı aynı paralellikte
sağlayamıyor. İleride muhakkak telafi olacaktır ama
yanlış planlama da var. Çok güzel binalar yapıldı ama
çok dar sokaklar var. Maslak da öyle, iş çıkış saatlerinde
oradaki trafik yönetilemez hale geliyor. Bizdeki dinamikler öyle güçlü ki kamu otoritesi, ilçe belediyeleri,
hükümete bağlı kurumlar ancak arkadan koşuyor. Plan-
lama yapıp yatırıma yön verilemiyor. Yatırımcıların acil
ihtiyaçlarına karşılık bulmaya çalışılıyor.
Konut sektörü ile ilgili daha mesafeli bir duruşunuz
var.
İstanbul için üç tane dönem var. Biri tarihi İstanbul’dur. Bunu korumak dışında hiçbir şey yapamazsınız. Sonra bir cumhuriyet dönemi şehri var. Şişli,
Harbiye gibi, tabi ekonomi şimdiki kadar güçlü olmadığı için bu örnekler çok yaygınlık kazanamamış. İstanbul, Ankara ve İzmir’in bazı semtleri bununla sınırlı
kalınmış ama modernist mimari açısından kısmen başarılı olmuş. Bulvarları, caddeleri, sokakları Türkiye’nin
biraz da batılılaşma çizgisine paralel, imitasyon olsa da
bazı şeyler kent anlamında bir şeyler üretilebilmiş ama
çok kısıtlı kalmış. Bu son 15 yılı kapsayan yapılaşma
da,bence üçüncü dönem/dalga olarak kabul edilebilir.
Burada üç tane ana yapı ortaya çıkıyor. Bunlar
AVM’ler, iş merkezleri ve konutlar. Bence yeni dönemde en başarılı olan iş merkezleridir. Maslak’tan yükselen yeni kent, Kavacık, Ümraniye’de hakikaten güçlü
bir ekonomiye dayanan güçlü bir Türkiye işareti var.
AVM’lerin iyi olanları da kötü olanları da var. Konum91
Mayıs 2012
Eur
newsport
lanışı itibariyle belki yanlışlıklar var. Şehrin çevresinde
olması gerekirken şehrin merkezinde genelde sokak alışveriş kültürünü biraz tahrip eder şekilde konumlanmışlar. Bence en başarısız olan da konut projeleridir. Hepsi
şehrin çevresinde mini uydu kentler şeklinde oluşmaya
başladı. Kendi nizamiyesi olan, çevresiyle entegrasyonu
olmayan, çoğu zaman bulunduğu semtlere uzaydan düşmüş gibi, bir mimari uyumluluk aramayan yapılar olarak
ortaya çıktı. Mesela Emlak Konut’un gerçekleştirdiği
Ataköy, Bahçeşehir çok daha başarılı projelerdi. Özel
sektör bu anlamda belki yaşayanlar için konforlu mekanlar üretti ama mesela batı Ataşehir’e yaklaşırken bir
beton gölüne yaklaşıyorsunuz, yeşil alan çok az, caddeleri, bulvarları yok. Sitelerin ortak kesişim yerleri
AVM’ler. İnsanlar bunu seçtikçe bu yatırıma da yönelim
artıyor ama insanların seçmesi bunların doğru yapılanmalar olduğunu göstermiyor. Geçiş dönemi yapılanmaları olabilir bunlar mesela şehrin yeniden yapılanacak
yerlerini boşaltmak için kullanılabilir.
Demirören Grubu’nun Taksim’deki AVM’sini gösteriş uğruna yapılan kaba yapılara örnek olarak verebilir miyiz?
Ben oranın yatırımcıyı da memnun ettiğini düşünmüyorum. Burada yatırımcı birinci derecede mesul ama
ben burada belediyesiyle, kamu adına onu denetlemekle
sorumlu kişilerin cesaretlendirdiğini düşünüyorum. Biz
de projeler yapıyoruz. Karşınızda belediye veya anıtlar
kurulu varsa bunlar çok net konuşursa, size; “Burası Be92
Mayız 2012
yoğlu, burayı bozacak, siluetini etkileyecek, diğer binalardan baskın olacak hiçbir şey yapamazsınız” deseler,
hiçbir yatırımcı bu problemlerle uğraşmak istemez. Demirören büyük bir grup, orada 3.5 m yukarı çıkmasının
getireceği değer, imaj olarak kaybettiğinin yanında dikkate dahi alınamaz. Fakat ilgili kurumlar da daha ruhsat
aşamasında çizgileri net çekmeyerek bu işi cesaretlendiriyorlar. Zeytinburnu’ndaki 16-9 projesi de böyle. Siz
bu kadar kritik bir yerde bina yapıyorsunuz. Google
Earth’de bir bina modelleyip topografi içinde çevrede
nasıl durduğuna bakabiliyorsunuz. Büyükşehir Belediyesi gibi 10 milyar dolar bütçesi olan bir kurumun böyle
bir modelleme yapmaması kabul edilemez. Yapmıyorsa
bu çok kötüdür. Yapıp da farklı davranıyorsa bu çok
daha kötüdür. Bunlar görülemeyecek şeyler değil. Yatırımcının üzerine de yapıştı. Onun da muhakkak hatası
var ama çift taraflı bir hata.
Sizin yaptığınız çalışmalarda GYO havası var. İleride bu konuda bir yöneliminiz olacak mı?
Hedefimiz orta vadede Permak İnşaatı GYO’ya dönüştürmek. Remag da bizim geliştirici, taahhüt şirketimiz. Permak İnşaat için proje geliştirmeye devam
edecek. Bu konuda çok agresif değiliz. Bunu strateji olarak belirledik. Aynı anda 4-5 proje yapmaya finansal yapımız müsait ama biz daha butik çalışmak istiyoruz.
Mesela Bellevue Residences projesi bu anlamda çok başarılı oldu. Biz o projeye çok maliyet aktardık, çok titizlendik, çok vakit ayırdık ama realize olan satış
birimlerinden biz çalışmalarımızın karşılığını aldık. Bu
ödüllendirilmeyebilirdi ama biz bunu bir kere gördük.
Piyasa sizin gösterdiğiniz hassasiyeti takdir ediyor. Öyle
bir tüketici bilinci var. Kavacık projesine de aynı hassasiyetle yaklaşıyoruz.
Bizim Kavacık’taki projemiz Kavacık’a girdiğinizde
ilk göreceğiniz binadır. Biz bu bilinçle hareket ediyoruz.
Orada yapacağımız şey Kavacık’ı tanımlayan binalardan
biri olacak. Bizim de sadece ticari getiri olarak değil,
oraya yakışan bir bina yapmamız lazım. Kavacık’ın yükselen değerini düşürmeyecek bir binayı oraya yapmamız
lazım. Kiralayacak olan kurumlar başka unsurlara baksalar da biz burası için dış cepheye çok önem verdik. Bina
mimarisini farklı kurguladık. İçeriden görkemli güzel bina
algısı yaratan unsurlara önem verdik. Ayazağa’da da bu
anlamda özel bir proje geliştirmeyi düşünüyoruz.
Yaptığınız binalara satışla ilgili bir talep geldiğinde
düşünür müsünüz?
Microsoft binası için çok büyük teklifler aldık. Ama
GYO hedefimiz olduğu için şimdiye kadar serin kaldık.
Uzun vadede düşündüğümüzde değerini karşılayacak,
gruba taze kaynak aktaracak teklifler olursa değerlendirilebilir ama bizim amacımız öncelikle uzun dönemli kiralamak.
Sektör sıkıntılı bir döneme girdi mi?
Konut, orta sınıfa yönelik üretim banka kredisine bağımlı bir yatırım. Kira yerine banka kredisi ödemek
mantıklı geliyor. Faizler yükseldiğinde buradaki pazar
durur. Çok yatırım yapıldı ama ben arz fazlası olduğunu
düşünmüyorum.
Ben burada tahmin yapmaktan ziyade kendi gördüğüm parametreleri ortaya koymayı daha doğru buluyorum. Herkesin kendi kararını oluşturabilmesi için bu
parametreleri doğru tanımlamamız gerekiyor. Türkiye’de kısa ve orta vadede konut ihtiyacı düşmez. Fakat
bu ihtiyacı talebe dönüştüren yani tüketicinin alım gücünü etkileyen unsurlardan dolayı yavaşlama olabilir.
Türkiye’de bilhassa orta ve alt gelir gruplarından insanların ev almaya devam edebilmesi için büyümenin sürekli olması lazım. O halde soru şu olmalı: sürekli
büyümeyi sağlayacak bir iç tasarrufumuz var mı? Bu
noktada, İngiltere, Amerika gibi iç tasarrufu yüksek konvansiyonel bir sermaye ülkesi olsaydık ya da Rusya
veya Körfez ülkeleri gibi iç tasarrufu sürekli artıran
doğal kaynaklarınız olsaydı, büyüme ve gayrimenkul piyasasındaki genişleme daha uzun süreler kesintisiz
devam edebilir diyebilirdik.Fakat Türkiye için maalesef
bu kadar net konuşamıyoruz. Biz büyümeyi sürdürmek
için yabancı yatırıma bağımlı haldeyiz. Bu da sizi doğrudan global ekonomik gelişmelere çok hassas yapıyor.
Bu etkenleri yan yana koyduğunuzda kararı yatırımcıya
bırakmak gerekir.
Depremle ilgili de aktarımlarda bulunabilir misiniz?
Çok sıkıntılı bir konu. Bu konuda benim de eleştirilerim var ama çalışan bir çözüm önermek çok zor. İstanbul’un deprem açısından en riskli bölümü güney
kısmında kalan tarihi semtlerimizin olduğu bölümdür.
Buraların bir kısmında da gecekondu benzeri yapılaşmalar var ve deprem açısından ciddi risk teşkil ediyorlar. Tarihi binaların renove edilmesi ve diğerlerinin
önemli bir kısmının da yeniden yapılması lazım. Burada
iki tane sorun var. Orada yaşayan kişiler oralar yeniden
inşa edilirken nerede kalacaklar? Bir de bu dönüşüm
nasıl finanse edilecek? O bölgelerde ikamet eden birçok
insan aynı çevrede esnaflık yapıyor ve çalışıyor. Yani o
bölgede sadece evi değil dükkânı, iş yeri yani daha
doğru bir ifadeyle tüm hayatı var. Bu problemleri sorunsuz aşmak için ciddi bir finansman gerekiyor. Kent
Yönetimlerinin buna ayıracak kaynakları olmadığı gibi
kaynak ayırmaya niyetleri de yok. Genel yaklaşım; “buralar zaten şehrin değerli bölgelerive bizim sağlayacağımız imar kolaylıklarıyla buraların dönüşümü kendi
kendini finanse eder” doğrultusunda. İmar kolaylığından kasıt da sizin üç katlı binanıza mesela altı kat için
izin verilmesidir. Bu durumda da depreme hazırlanırken
hem tarihi ve doğal siluet bozuluyor hem de riskli bölgelerde yüksek yapılaşma imkanları veriliyor. Tarihi
semtlerde dönüşüm için böyle riskler var. Özellikle İstanbul’un Avrupa yakasının güney kısmında kalan semtler için bu dönüşüm biraz sıkıntılı olacak. Buralardaki
dönüşümün kamu kaynaklarıyla sübvanse edilmesi şart
gözüküyor. İmar teşvikleri ve mevzuat kolaylıkları tek
başına yeterli değil.
Fakat hiç kamu kaynağı ayırmadan, imar teşvikine
dayalı sistemin başarıyla çalışacağı Kadıköy’deki Fikirtepe gibi yerler de var. Fikirtepe ile aynı şartları taşıyan
bölgelerde bu uygulama hızla yaygınlaştırılabilir.
Yabancılar konut satışı ile ilgili bir beklenti var.
Sizin bu konudaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
O konuda çok beklenti var. Mütekabiliyet şartı gereği Türkiye’de doğrudan konut alamayan yabancılara
çok sayıda lüks konut satışı yaptık ama onlar genelde
kendi ülkelerinde çok varlıklı insanlardı. Türkiye’de bir
şirket kurup o şirket üzerinden taşınmaz almak onalar
için mesele değildi. Benim merak ettiğim, mütekabiliyet şartının kalkmasıyla beraber beklendiği gibi İranlılar,
orta sınıf Katarlılar, Dubaililer gelip bizim İstanbul’da
toplu konut müteahhitlerinden konut alacaklar mı? Eğer
bu başarılırsa Türkiye’deki gayrimenkul sektörü özellikle konut bağlamında ayrışarak genel ekonomik trendlerden bağımsız işleyebilir. Şimdiye kadar cari açığı
önemli miktarda ithal girdi kullandığı için bozan bir sektördü. Ama yabancılara sattığı andan itibaren cari açığı
düzeltici etkisi olacaktır. I
93
Mayıs 2012
Eur
newsport
Türker Lojistik Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Faruk Türker:
Türk Lojistik Firmaları Uluslararası
Rekabette Önemli Adımlar Attı
2
023 ihracat hedeflerinin büyüklüğü, hiç
kuşkusuz lojistik sektörünü heyecanlandırıyor. Son yıllarda ülkenin gelişimine paralel olarak önemli aşamalar kaydeden
lojistik firmalarımız yeni dönemde de başarılı çalışmalara imza atmaya hazırlanıyor. Gelecek ile
ilgili planlarını şimdiden yapmış firmalarımız arasında
yer alan Türker Lojistik Türker Gurubun amiral gemisi
konumunda. Lojistik sektörü dışında da yatırımları ve
faaliyetleri olduğunu belirten Türker Lojistik Yönetim
Kurulu Başkan Yardımcısı Faruk Türker, paylaşımları
ile sektörün bugünü ve yarını ile ilgili fotoğrafını çekti.
Türker Lojistik ve faaliyetlerinden bize biraz bahseder misiniz?
Türker Lojistik uluslararası kara nakliyesi olarak
hizmet vermektedir. Baba mesleğimiz olan bu mesleği
87 yılında babamızdan devralarak bugünlere kadar getirdik. 87 yılından 96–97 yılına kadar kara taşımacılığı
ana faaliyet alanımızdı. Ancak 96–97 yılından sonra
Türkiye’nin artmaya başlayan ticaret hacmi ve ortaya
çıkan ihtiyaçla birlikte lojistiğin önemli süreçlerinden
olan depolama konusunda da yatırım yapmaya başladık.
Depolarımızı yapmaya ilk başladığımızda Türkiye’de
gümrüklü depoların şirketlere verileceği fikri akıllarda
dahi yoktu. Nitekim bunun arkasından 2 sene sonra
gümrüklü depo rejimleri şirketlere verilme hakkının çıkmasıyla birlikte Anadolu yakasındaki depolarımızı gümrüklü depolara çevirerek bunu gerçekleştiren ilk şirket
biz olduk. O tarihlerde gümrüğe gittiğimizde gümrük işlemlerinin nasıl yürütüleceği, defter kaydının nasıl tutulacağı, deponun nasıl mühürleneceği dahi bilinmiyordu.
Geleceğe uyum sağlayan adımlarla bugünlere kadar geldik. Araçlarımızın sayısını zaman içerisinde arttırdık.
Bu gün 500 araçlık römork ve 400’ e yakında çekici filosuna sahibiz. Gümrüklü ve gümrüksüz depolama
alanlarımızı da genişlettik. Şu anda yaklaşık 45 bin metrekare gümrüklü depo kapasitemiz bulunuyor. Haydarpaşa, Erenköy ve Gebze Oto İhtisas gümrüklü
depolarımız olmak üzere İstanbul’da üç kolda faaliyet
gösteriyoruz. Yine Gebze’de 2009 senesinde yatırımını
yapmış olduğumuz yaklaşık 22 bin 500 metrekare kapalı alana sahip, toplamda 33 bin metrekarelik yanıcı depomuz bulunuyor. Bunun yanı sıra gene Gebze Dilovası
Gümrüğü ve Erenköy Gümrüğü olarak faaliyet gösteriyoruz. Ayrıca Bursa’da da gümrüklü ve gümrüksüz depolarımız bulunuyor.
Diğer taraftan yaklaşık 12–13 tane yabancı şirketin
katma değerli lojistik kapsamında hafif montaj hizmetlerini yapmaktayız. Kısacası etiketlemeden tutun bir
malın yurtdışından gelip burada müşteriye dağıtılmasına
kadar her türlü hizmeti gerçekleştiriyoruz. Gümrüksüz
depo olarak baktığınızda da yaklaşık 87 bin metrekare
kapasiteye sahibiz. Burada dediğim gibi gümrüksüz depoda yapılması gereken katma değerli işleri yapmaktayız. Bunların dışında açık alan kapasitesi olarak 221 bin
600 metrekareye sahibiz. Toplam açık alan sahası olarak
bakıldığında da 600 bin metrekare.
Bunların yanı sıra iştiraki olduğumuz Kocaeli Serbest Bölgesi’nde bir gemi tersanemiz bulunmaktadır.
Orada da gemi imalatı yapmaktayız. Ayrıca enerji sektörüyle de ilgileniyoruz. O alanda da büyümeyi hedefliyoruz.
Deniz taşımacılığıyla ilgili faaliyetleriniz var mı?
Evet. Şirket olarak 5 tane tankerimiz vardı. Bunların
3 tanesini imal edip sattık. Kalan 2 tanesi de şu anda
dünya denizlerinde çalışmaktadır.
Bunu daha entegre bir hale dönüştürmeyi düşünür
müsünüz?
Şuan da değil ancak zamanla o da olacak.
Demiryoluyla ilgili bazı gelişmeler söz konusu. Limanların büyütülmesi gündemde, sizin demiryoluna ilginiz var mı?
Ülkemizin 2023 senesiyle ilgili hedefleri çok büyük.
500 milyar dolarlık bir ihracat hacmi bekleniyor. Yani
yaklaşık 3–4 katı kadar ciddi bir büyüme kat sayısı söz
konusu. Biz de 2023’e doğru devletimizin hedefleri doğrultusunda bizde büyüyeceğiz. Her yıl 12 milyon avro
yatırım yapmayı hedefliyoruz. Demiryollarıyla ilgili çalışmalarımız daha önceden zaten vardı. Ancak fiziki yapıdan ve dünyanın krize girmesinden dolayı bir
duraklama yaşamıştı. Bu gün intermodal taşımacılık olmazsa olmazdır. Konuyu bu açıdan değerlendirdiğimizde demiryolu taşımacılığında da hızlı bir şekilde yol
alacağız.
Size göre hedefler gerçekçi mi?
Bence Türkiye 500 milyar dolarlık hedefe yaklaşacak. Belki de 2023’ü bile bulmayacak. Artan dış ticaret
hacmi de zaten bunun bir göstergesidir.
Şu anda en gözde yatırımlardan biri liman, liman yatırımlarıyla ilgilenir misiniz?
Eğer doğru bir proje gelirse neden olmasın. Tekliflere her zaman açığız. Tabi öncelikle projenin bize
uygun ve mantıklı olması lazım. Kendi işimizle ilgili
olan her türlü yatırıma biz her zaman açığız.
Karayollarıyla ilgili otobanların satışından bahsediliyor. Göcek’te sizin de böyle bir tecrübeniz var. Bu alan
ilginizi çekiyor mu?
İlgimizi çekiyor. Yurtdışından gelen ortaklık talepleri var. İhaleye bizle birlikte girmek isteyen kuruluşlar
var. Konuyu değerlendiriyoruz.
Sizce bu sağlıklı bir durum mudur?
Uluslar arası rekabet edilebilirlik düzeyinizi arttırmak istiyorsanız ortaklıklar ve özelleştirme önemli. Türkiye’nin bugün yapmak istediğini İtalyanlar 35 sene
önce yaptılar. Sağlıklı bir şekilde de yürüyor.
O zaman biz belki de biraz geç kaldık.
Geç kaldık demeyelim. Yollarımızda ve alt yapımızda ülke genelinde hızlı bir iyileştirme var ve yeni yatırımlar da hızla devam ediyor. Ben geç kaldığımıza
inanmıyorum.
Çok büyük nakit akışından bahsediliyor.
Tabi ki her işin bir mali değeri var. Özelleştirmelerde bu kapsamdadır. Türkiye’de kara yollarının işletiminin özelleştirilmesinde de yabancılar ve yabancı-yerli
ortaklıklar teklifler verecektir. İhaleler yapılsın bunu siz
de göreceksiniz zaten.
Burada sizce fiyatlandırma nasıl olacak? Örnek olarak köprü geçiş ücretlerinde artış söz konusu olursa…
Her şeyin bir değeri var, o değerin dışına zaten çıkılamayacaktır. O zaman belki de fiyatlandırma daha iyi
kontrol edilebilinecektir.
Göcek örneğinde böyle bir durum var mı?
Göcek’te devlet belirlediği rakamı bize deklare ediyor. Biz de o rakam üzerinden hareket ediyoruz.
İnsanlar bundan rahatsız değiller mi?
Rahatsız olmayan insan olmaz olur mu? Elbette vardır. Çünkü herkesin düşüncesi farklı farklı olduğundan
biri başka bir şey söylerken diğeri başka bir şey söyleyebiliyor. Bir şekilde gelip gidiyor. Bu satıştan dolayı
da karayolları satışının yapılmasını ya da yapılmamasını
isteyenler olabilir. Ancak Göcek Tüneli’ni ele aldığımız
zaman iyi ki de yapılmış. Çünkü eskiden insanlar Fethiye’den havaalanına gitmek için 1 buçuk saat önceden
yola çıkıyorlardı oysa şimdi yarım saat önceden yola
çıkmaları yetiyor. Dolayısıyla 1 saat kazanmış oldular.
Göcek’ten yola çıkan ise 15 dakika önceden yola çıkarak havaalanına gidip uçağına binebiliyor. Eskiden 45
dakika önceden yola çıkılıyordu. Bunların hesabına bakıldığı zaman Göcek Tüneli devletin açtığı doğru bir
projeydi. Allah da bize nasip etti ve ihaleyi biz kazandık.
Enerji işiyle ilgili beklentileriniz nelerdir?
Enerjiyle ilgili yatırımımıza başladık, şu anda da bitirmek üzereyiz. Herhalde bu yılsonuna gelmeden bitirmiş oluruz. Göcek Tüneli’de olduğu gibi enerjide de
Necmettin Aydın ile ortağız. Ancak bundan sonrası için
nasıl hareket edeceğimizi bu projeyi bitirdikten sonra iyi
bir fizibilite yaparak karar vereceğiz.
Petline’ın pazarlama müdürü kaçak akaryakıtın
önüne geçilebilmesi için profesyonel kullanıcıya ceza
95
Mayıs 2012
Eur
newsport
kesilmelidir şeklinde bir açıklamada bulunmuştu. Siz bu
konuda ne düşünüyorsunuz?
Uluslararası taşımacılık yapan lojistik firmalarının
kaçak akaryakıt kullandığına inanmıyorum. Bugün yeşil
lojistiği önemseyen ve çevreye duyarlı olan sektörümüzdeki tüm firmaların neredeyse tamamı euro ıv – euro v
motorlu araçlar kullanmaktadır. Zaten bu motor teknolojisinin kaçak akaryakıtı kabul etmesi söz konusu bile
olamaz. Çünkü arabaya o akaryakıtı koyduğunuzda
araba Türkiye’yi terk ettiği bir noktada yolda kalacaktır.
Türkiye’de kaçak akaryakıt kullanılıyor mu diye sorarsanız, kullanılıyorsa çok az miktarda diyebilirim.
Sanki herkes topu birbirine atıyor.
Topu kimsenin kimseye atmasına gerek yok. Bugün
zaten sınırlar belli olmuş durumda. Kaçak akaryakıt diye
bir şey artık kalmadı.
Ancak devlet verilerine göre de kaçak akaryakıtın
arttığı ifade ediliyor.
Arttı ama bizim sektörde değil. Ben bizim sektörle
ilgili röportaj yaptığım için onu söylemek zorundayım.
Mesela İzmit’ten yola çıkın Eskişehir yoluna sapın,
Adapazarı köy yollarına girin ya da Adapazarı’ndan ileriye doğru gidin, Karadeniz’e, İç Anadolu’ya ya da Güneydoğu’ya doğru devam edin, o yolların üstünde hep
yağ satılıyor. Bu yağlar hep katkı maddesidir. Bu katkı
maddeleri arabaların depolarında kullanılıyor. Hatırlarsanız geçen sene Karadeniz’de ölümcül bir otobüs kazası meydana gelmişti. O aracın deposundan kaçak
akaryakıtla yağ katkı maddesi çıkmıştı. Tabi o durum ne
oldu, nerelere geldi bilemem. Zaten baktığınız zaman
yolda fazla ve kötü duman atan arabalar bilin ki kaçak
akaryakıtla yağ katkı maddesi kullanıyorlardır. Özellikle
yurt içi taşımacılıkta 10 numara yağ konusunu yeterince
kontrol edemediğinden haksız rekabet oluşuyor. Aslına
bakarsanız bu konuda ciddi bir bilinçlendirme kampanyasına ihtiyaç var diye düşünüyorum. Tabi burada taşımacılık maliyetleri ve akaryakıt da ki vergi yükü de
önemli.
Ceza kesilsin dedikleri kişiler de bunlar zaten.
Ceza değil bunun suçunun daha ağır olması lazım.
Hem maddi hem de manevi cezalar kesilmeli. Zaten kurumsal şirketler kesinlikle bunu kullanmazlar. Ancak şoförlerinden kullananlar olur ama dediğim gibi kullananın
da kısa süre sonra arabası zaten hareket etmez hale gelir.
Ancak devlete servis yapan firmaların dahi bunu
kullandığı ifade ediliyor.
Bu konuda bir bilgim yok. Onun için yorum yapamam. Varsa da hırsıza kapı çok. Bunun da önüne geçilmesi için sıkı denetim şart. Ama dediğim gibi ben bizim
sektörde kullanıldığına inanmıyorum.
Biz bilhassa her gece araçlarımızın depolarında
kontrol yapıyoruz. Her gece depolardan numune alıyo96
Mayız 2012
ruz.
Yabancı firmalar ülkemize gelerek ağırlığını arttırmaya başladı. Yabancı firmaların Türk firmalarını alması rekabet şartlarını zorlaştırıyor mu?
Günümüzde rekabet artık uluslar arası arenada. Dolayısıyla bu konu günümüzün kaçınılmaz bir gerçeği ve
gelecekte de devam edecektir. Bugün 2012 senesindeyiz, uluslararası evlenmeler oluyor. Bir Türk bir Almanla, bir Alman da bir Türk’le evlenebiliyorsa bugün
şirketlerimizde yabancılarla evlenecektir. Bu kaçınılmaz
bir durum. Birbirimizden öğreneceğimiz çok şey var. O
yüzden de bu giderek artacaktır.
Türk lojistik firmaları dışarıda başarılı olabilir mi?
Biz zaten şirket olarak buradan dışarıya gittik, gitmeye de devam ediyoruz. Kuzey – Güney Avrupa ve
Balkanlar her zaman bizim için önemli bölgelerdir. Dolayısıyla öncelikli bu bölgeler olmak üzere potansiyelin
olduğu her noktaya gerekli risk analizlerini yapıp gidebiliriz. Burada olan karşılıklı olarak taşımacılık standartlarının sağlam temeller üzerine oluşturulup
uygulanması. Standartlar sonucunda AB ülkelerinde bizler birçok zorlukla karşılaşırken, yabancıların da bizim
ülkemize bu kadar rahat girmemesi gerekiyor.
Bugün lojistik sektöründeki şirketleri incelediğiniz
zaman diğer sektörlerde olduğu gibi bizim sektörümüzde de uluslar arası rekabet var. Bu gün ülkemize
gelip yapılanan bizlerle rekabet eden birçok firma var.
Burada özellik rekabet için kurumsal yapınızı iyi oluşturmanız önemli. Rekabet sizi her zaman dinç tutar ve
sizi değişime zorlar. Biz de onları izliyoruz. Ancak ileriki günlerde o şirketler bizimle daha zor rekabet edecekler. Bu gün lojistik maliyetler ve lojistik hizmet
kalitesi rekabet edilebilirlikte önemli. Yerli şirketlerimizde bu analizleri iyi yapıp lojistik hizmet alacağı şirketi seçmeli. Şirketin yabancı olması her zaman iyi
olacağı anlamına gelmez. Dolayısıyla firmalar bu konuya çok dikkat etmeli. Sırf yabancı firma diye yanlış
tercih yüzünden birçok iş kayıpları olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Ve tabi yerli lojistik firmalara dönüş yapanları da.
Kendi yaptıkları işler itibariyle yabancılara bağımlı
olmalarından kaynaklanıyor olabilir mi?
Tabi ki, o da var ama bağımlı olmayıp da işlerini yabancılara verenler de var. Dikkat ederseniz yabancı şirketlerin buraya geliş sebeplerinden en önemlisi kendi
ülkesinde çalıştığı şirketlerin onları buraya göndermesidir. Türkiye’ye gelerek buranın da meyve bahçelerinden faydalanıyorlar. Sayıları da giderek artıyor.
Sonuçta daha öncede ifade ettiğim gibi rekabet
güzel. Yeter ki siz rekabet stratejilerinizi iyi
oluşturun.I
Eur
newsport
Porland Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Pamukçu:
Markamızın pazar payı, tüm
dünyada her geçen gün
biraz daha artıyor
ğretmen olarak hayata başlayan ve bugün
ulaşılması güç deneyimlerle bir yatırımcı
olarak yoluna devam eden Porland markasının yaratıcısı Süleyman Pamukçu,
neden yatırımcı oldunuz sorusuna kısa ve
öz bir cevap vermekle yetiniyor. Her insanda bir yetenek
ve ruh vardır diyen Süleyman Pamukçu, aktardıkları ile
bir başarı hikâyesinin arkasındaki gerçekleri paylaştı.
Porland’ın kuruluşu ve şuan geldiği noktayı değerlendirir misiniz?
İş hayatında başarılı olabilmeniz için birden fazla
mesleği bir arada bulundurmanız gerekiyor. Yani ne
kadar çok mesleği bünyenizde barındırabiliyorsanız ve
bu meslekleri ne kadar iyi biliyorsanız o kadar iyi bir iş
adamı, iyi bir sanayici olursunuz. Dolayısıyla ben de
kendime baktığım zaman biraz hukukçu, biraz ekonomist, biraz insan kaynakları uzmanı, biraz mali müşavir,
biraz heykeltraş, biraz iletişimciyim. Tabi her şeyden
önce ticaret ruhu genetik olarak işlenmiş, biz sadece
bunu geliştirdik. Dolayısıyla böyle bir ruhla işe başladık ve bu günlere kadar geldik. Her geçen gün de istikrarlı bir şekilde büyümeye devam ediyoruz. Porland’ı
kuran firmamız olan İmge Ticaret 1984 yılında kuruldu.
Porland’ı da 1992 yılında kurduk. Şu anda Porland’ın
20. yılı, İmge’nin de 28. yılı. Süleyman Pamukçu olarak da 38.yıldayız.
20, 28, ve 38 yıllarından birkaç köşe taşı aktarmak
gerekirse sizin için bunlar nelerdir?
Her şey hayal etmekle başlar. Bugüne kadar önce
hayal ettik sonra tasarlayıp, hayata geçirdik, ürettik.
Belli bir program dahilinde orta ve uzun vadede planlarımız, uygulama aşamasında hiç sekteye uğramadı.
Çünkü sağlam bir zemin üzerinde inşa ettiğimiz firma
Ö
98
Mayız 2012
yapısı, bir süre sonra kendiliğinden istikrarlı yükselişler
gösterdi. Şuan Avrupa’da dünya lideri olarak gösterilen
porselen üreticileriyle eşit seviyede ve aynı kalitede üretim yapıyoruz, 20 yıl öncesine kıyasla artık hareket sahamız tüm dünya.
Avrupalı bir beyefendi kriz döneminde Avrupalının
ne yapacağını bilemediğini ancak Türk insanı için krizin
sadece yeni bir gün olduğunu ifade etmişti.
Doğru söylemiş. O kadar büyük krizler yaşadık ki.
Hatırlıyorum %1000, %2000 faizleri görmüştük. Tüm
bunları yaşadığımız için bugün dünyanın büyük markalarını derinden sarsan, hatta iflasın eşiğine getiren krizler bizi pek fazla etkilemiyor.
Artık bağışıklık kazandık diyorsunuz.
Çok doğru. Ekonomisi dinamik aynı zamanda esnek
bir yapıya sahip olan ülkemizde, değişkenlere bağlı kalmaksızın finansal tedbirler almanız gerekiyor. Burada
asıl mesele istikrarlı bir şekilde ilerlemek ve sürdürülebilir karlı büyümeyi yakalamak. İş hacmi olarak şuan
yıllık 45 milyon adet mamül üretiyoruz önümüzdeki
mayıs ayında yeni fabrikamızın faaliyete girmesiyle bu
oran yıllık 70 milyon adede çıkacak ki, eğer işinizi gerçekten kaliteden ödün vermeden, örnek teşkil edecek şekilde, eksiksiz yapıyorsanız bu gerçekten önemli
Bu yüksek adet artışını sağlayan şey nedir?
Artan pazar talepleri. Şu anda ancak 6 ay sonrasına
teslim tarihi verebiliyoruz. Uzun zamandır birlikte iş
yaptığımız müşterilerimiz var. Bu tamamen Porland
ürünlerinin kalite güvencesi ile ilgili. Çünkü dünya standartlarında bir ürün üretiyoruz. Avrupa da bunu fevkalade benimsemiş durumda. Gerek Avrupa da gerekse
Amerika da taleplerde artış var.
Bir oran vermek gerekirse yurtdışı pazarın satışlarınıza oranı nedir?
Şu anda %65. Bunu elimizden geldiğince %50’ye
%50 yapmaya çalışıyoruz. Hedefimiz bu ama her zaman
yurtdışı ağır basmıştır. Dolayısıyla %65’lere kadar çıktık.
Sanırım şu anda yurtdışında kendi mağazalarınızı
açmak gibi bir arzunuz var.
En iyi benim diyen ün yapmış porselencilerden hiçbir kalite farkımız yok. Eşit kalitede eşit ürünler üretiyoruz. Dolayısıyla da özellikle İngiltere’de otel
sektöründe pazar payının %7’sine sahibiz. Geçen sene
ve ondan önceki sene bu oran %5’ti şimdi ise %7 gibi bir
pay. İnşallah önümüzdeki yıl pazar payımızı da yükselteceğiz. Şuan mağaza arayışı içerisindeyiz. Mağazacılıkta standartlarımız belli, yurtiçinde ki mağazalarımızda
sağladığımız konforu yakalayabileceğimiz elverişli bir
mağaza olursa ilk mağazamızı İngiltere’de açmayı düşünüyoruz.
Bu konuda devlet desteği alıyor musunuz?
Londra’da pilot uygulama yapacağımız ilk mağazadan sonra diğer büyük başkentlerde de Porland mağazaları açmayı düşünüyoruz. Devlette bunu teşvik ederse
bu açılış oranı ilk etapta 1 mağaza yerine belki de 2 mağaza olabilir. Bu sayede daha fazla sayıda ve daha hızlı
bir şekilde yaygınlaşabiliriz. Biliyorsunuz zaman çok
kıymetli, 10 yılda alacağımız yolu 2 yılda alırsak hem
ülkemiz hem de markamız adına memnuniyet verici bir
gelişme olur.
Sektöre yeni üreticiler girebilir mi?
Porselen sektörü çok kolay bir sektör değil. Yatırım
olarak da pahalı. Tecrübe ve öz kaynak gerektiriyor. Dolayısıyla büyük bir sermaye ile çalışmanız lazım. Bunların hepsini bir araya getirdiğinizde, ‘üretici firma’
olabilme noktasında girişim azalıyor. 76 yılından beri
bu işle meşgulüm, porseleni ilk o zamanlar tanımıştım.
Hem üretimini hem de satışını yapıyoruz. Zaman içerisinde öz kaynağımız artış gösterdi. Neyi ne şekilde yapacağımızı çok iyi biliyoruz. Bu yüzden 2. Fabrikanın
kurulması aşamasında hiç zorlanmadık, bir plan dahilinde, zamansal kurgumuzu da yaparak faaliyete geçtik.
Şirket olarak çalışanlarımızla da kenetlendik ve bir
takım halini aldık. Zaman içerisinde Porland kurumsallaştı.
Sektörel bazda sürdürülebilir rekabetin olabilmesi
için yeni girişimcilerin olması şart. Çünkü bu bir bakıma sektörel hareketliliği sağlar. Hem ülkemizde hem
de yurtdışında Türk sanayicilerinin bu alanda yapabileceği çok iş var.
Sabancı Holding gıdaya girdi. Fakat gıda konusunda
başarılı olamadı.
Her kurumsal firmanın geleceğe yönelik en az beş
yıllık bir planı vardır. Bu plan dahilinde stratejilerinizi
belirlersiniz ama zaman zaman teoride ki tasarımlarınız
pratikte çok olumlu sonuçlanmayabilir. Çünkü çevresel
etkiler ve değişen piyasa şartları uygulama sürecinde belirginleşir. Bu yatırımcıların en büyük handikaplarındandır.
Porselen sektöründe de hem yatırımsal güce hem de
tecrübeye dayalı iş gücüne sahip olmak gerektiğinden
kimse pek girmeye cesaret edemiyor. Bu sektörün içine
girmeye başladıklarında olayın ne olduğunu anlayınca
hemen geri çekiliyorlar ya da küçük bir yatırımla başlıyorlar sonra bakıyorlar olacak gibi değil bu sektörden
vazgeçiyorlar. Mesela bir seramik sektörüne benzemiyor. Seramikçi olabilirsiniz çünkü daha çok otomasyon
99
Mayıs 2012
Eur
newsport
ağırlıklı bir sektör. Ancak porselende yoğun bir emek
söz konusu ve proseslerin takibi var. Çok hassas bir üretim sürecini içeriyor.
Eleman yetiştirmeden birden bire yatırımı 3’e, 4’e
katlamak çok sağlıklı bir durum değil herhalde.
Kesinlikle, yaptığı işin bilincinde olan ve işinden
zevk alan çalışanların olması direk üretime yansıyor. Biz
özellikle üretimde her kapasite artışında doğan eleman
ihtiyacı için eğitim süreçleri oluşturuyoruz. Şuan 2. fabrika için 300 kişilik bir istihdam yaratacağız. Toplamda
1500 kişiye çıkıyoruz. Eleman alımlarına başladık, alımlarla birlikte eğitimlerimizde başladı. Mayıs ayı için hazırlık yapıyoruz. 2–3 ay eğitimden geçiyorlar. Mayıs
ayında fabrika üretime geçtiği zaman göreve hazır duruma gelecekler.
Farkınızı ortaya çıkarmak için tasarıma önem veriyorsunuz.
Tabi. Kalitesinden zaten hiç kuşkumuz yok. Dolayısıyla günümüzün taleplerine cevap vermek adına kendi
tasarım bölümümüz olduğu gibi, yurtdışından da destek
alıyoruz. Özellikle çok ünlü ve porselen sektöründe kendini kanıtlamış tasarımcı firmalarla çalışıyoruz.
Zor bir konu. Çünkü her ülkenin kendine göre bir
bakışı ve insan tipi var. Dolayısıyla farklı zevk ve çizgilere sahipler.
Zaten o yüzden zaman zaman yurtdışından destek
alıyoruz. Çünkü yurtiçindeki tüketicilerimizin yanı sıra
İngiltere başta olmak üzere; Almanya, İtalya, Amerika,
Yunanistan, Azerbaycan, Mısır... gibi pek çok farklı ülke
ve kültüre de hitap ediyoruz. Aslında yaptığımız iş, bir
anlamda ‘sanat’ın bir dalı gibi düşünülebilir. Sanatın evrensel renklerinden, çizgilerinden, desen ve formlarından ilham alıyoruz. Bu açıdan bakıldığında çok
zorlanmıyoruz. Her zevke ve kullanıcı kesimine yönelik
üretiyoruz. Gastronomiye, promosyona ve ev kesimine
de cevap veriyoruz. Bu alanda ki pazar çok geniş. Gastronomi deyince içine yüzlerce şey giriyor. Yemekhanesinden tutun fabrikalar, hastaneler, oteller, kafeler,
restoranlar... Özetle hayatın içinde porselenin bulunmadığı bir yer yok.
Anladığım kadarıyla çeşit zenginliği gerektiren bir
sektör.
Her şeyden önce çok çağdaş bir yiyecek-içecek kabı.
Porland Porselen ürünlerimiz kesinlikle kurşun, kadmiyum gibi ağır metaller içermiyor.
Mesela kurşun çok eskiden kullanılıyordu
fakat hala daha kullananlar var. Dolayısıyla tüketicilerin çok dikkatli olması gerekiyor, bir anne bebeği için,
Porland marka mama takımı aldığında, biz onun bütün hassasiyetini taşıyarak sağlıklı ve
100
Mayız 2012
hijyenik ürün garantisi vererek üretiyoruz.
Yurtdışındaki fabrikaların kapandığını ifade etmiştiniz. O fabrikaları satın almak size katkı sağlar mı?
Evet, öyle bir şey de olabilir. Şu anda beklediğimiz
bir yer var. Eğer anlaşabilirsek satın alabiliriz. Biz o konuda kendimize çok güveniyoruz. Porland’ın altyapı ve
bilgi birikimi son derece yüksektir. Almanya’da herhangi bir ülkede bir fabrikayı satın aldığımız takdirde
onlardan çok daha iyi bir şekilde götürebileceğimize yürekten inanıyoruz.
Daha karlı sektörler de var. Mesela şu anda inşaat
moda. Herkes ya inşaatla ya da enerji ile ilgileniyor.
Sizin böyle bir düşünceniz var mı?
Olay sadece para değil. İstihdam yaratmak, başardığımızı görebilmek, markamızı her geçen gün daha ilerilere taşımak bizi en çok sevindiren şeydir. Başka bir şey
bizi daha mutlu etmez. Bunlar mutlu ediyor. Herkes şu
hayatta sonuç olarak neyin peşindedir? Mutluluğun. Ben
mutluluğu yaptığım işi en iyi şekilde yaparak yaşıyorum.
O zaman kafanızda başka bir sektör yok.
Özellikle alanımızla ilgili yatırım yapmayı düşünüyoruz. 2014’te halka açılacağız. Gelecek olan o parayla
da yeni yatırımlar düşünüyoruz. Halka açılmayı daha
fazla para kazanalım diye değil tamamıyla yeni yatırımlar için düşünüyoruz. Bu bir süreç orta vadede planlarımız arasında karlı büyümeye paralel olarak yeni
yatırımlarda olabilir.
Ülkenin genel olarak gidişatıyla ilgili neler düşünüyorsunuz?
Genel anlamda ekonominin iyi olması istikrara
bağlı. Bu hükümetle de istikrar büyük ölçüde sağlandı.
Tek partinin iktidar olması önemli bir avantaj. Öte yandan, dünyada ve ülkemizde önemli bir sosyal sorun haline dönüşen işsizlik her geçen gün katlanarak büyüyor.
Kalıcı çözümler üretmek ekonomik krizlere karşı sağlam
ve güçlü durabilmek gerekiyor. Ülkemizde batılı ülkelere kıyasla sadece işsiz oranın yüksekliği değil aynı zamanda nitelikli işgücünün giderek daha fazla işsiz
kalması sorunsalıyla da karşı karşıyayız. Eğitimli gençler arasında ki işsizlik oranının çok büyük boyutlara
ulaştığı bir süreçteyiz. Bu noktada sanayicilerin daha
çok desteklenmesi ve mevcut teşvik uygulamalarının
benzer istatistiki sonuca sahip iş kollarında, eşit
oranda dağılması, iş gücünü artırıp, kayıt dışı
ekonominin engellenmesini sağlar ki temelde
sadece istihdam sayısında değil ülke ekonomisinin tamamına etki edecek bir iyileşme gerçekleştirir.I
U.N Ro-Ro CEO’su Sedat Gümüşoğlu:
Ro-Ro pazarına girdiğinizde hemen
geri dönüş alamazsınız
S
uriye’de yaşanan karışıklıklar sonrası Suriye’yi bypass edecek Ro-Ro hattı ile ilgili gündem, dış ticaretle ilgili engellerin
ülke ihracatını engellememesi için yapılan çalışmaların göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu çalışmalar içerisinde yer alan U.N
Ro-Ro, Köstence hattını açarak Karadeniz’e açılırken,
getirilen maliyet avantajları ile dış ticaretimize de
olumlu katkı sağlıyor. Köstence hattı ve güneyde açılması planlanan Ro-Ro hattı ile ilgili görüşlerini aldığımız U.N Ro-Ro CEO’su Sedat Gümüşoğlu, sorularımızı
yanıtladı.
Ülkemizin üretime ve dış ticarete bağlı gelişimi ortaya koyulan ihracat hedefleri ile daha dikkat çeker hale
geldi. Bu tespit sonucunda yaptığınız işin de önemi ortaya çıktı. Bu çerçevede yaptığınız çalışmalar ile ilgili
bilgiler verir misiniz?
Bizim yaptığımız iş Türkiye ile Orta ve Batı Avrupa
arasındadır. Aslında Avrupa Birliği de diyebiliriz ama
Trieste ve Toulon hatlarımız için Avrupa Birliği içerisinde
Balkan ülkeleri veya Kuzey Avrupa ülkeleri bizim pazarımıza girmiyor. Türkiye’nin Avrupa’daki ticari ortaklarında Almanya, İtalya, Fransa en büyük pazarlar,
Benelüks, İngiltere, Avusturya da takip eden ülkeler. Biz
de bu ülkelerle Türkiye arasında yapılan taşımalarda bir
köprü görevi görüyoruz. Bu, şirketin kuruluş tarihi olan
1994’ten beri üstlendiğimiz bir misyondur. Daha çok da
karayolundan tekerlekli araçla yapılan ticaretin deniz yolu
101
Mayıs 2012
üzerinden daha verimli ve ekonomik bir şekilde yapılmasını sağlıyoruz. Bugün itibariyle Türkiye’nin pazarı diye
tanımladığımız pazarda tekerlekli araçlarla Avrupa’ya yapılan ihracat ve Avrupa’dan yapılan ithalat diye işimizi
tanımlayabiliriz. Bu ticaretin % 40’a yakınını U.N Ro-Ro
şirketimiz taşıyor. Geri kalanın % 9-10 kadarlık kısmı
Çeşme bölgesinden Ulusoy Ro-Ro Avrupa’ya, Trieste limanına götürüyor. Geri kalanı da karayolu ile gidiyor. Rakamlarla ifade etmek gerekirse Türkiye’den Avrupa’ya
yılda 250 bin tane TIR gidiyor ve geliyor. Onun %40’ı
yaklaşık bizim üzerimizden geçiyor.
Ti Ro-Ro diye bir şirket daha vardı.
O çok eski bir şirket. Kepez bölgesinden İtalya’ya
gidiyorlardı. Sanırım 2007 yılında Ti Ro-Ro yoktu. Aldıkları gemiler çalışmadı ve hurdaya çıktı. Köstence Limanı’na giderseniz Ti Ro-Ro gemisini orada demirli
görebilirsiniz.
İhtiyaç olmasına rağmen böyle atıl bir yatırım inanılmaz.
Aslında tabii ki ihtiyaç var çünkü AB ile olan iş hacminiz büyüdüğünde hedefleriniz de büyüyor. Türkiye
konum olarak AB’ye çok yakın dolayısıyla ikili ticaretin Avrupa ile gelişeceği söz konusuysa bizim burada
çok daha fazla kapasiteye ihtiyacımız olacak. Bugün taşıdığımız araba sayısının 2-3 katına ulaşmamız gerekecek ki 500 milyar dolar hedefine ulaşılabilsin.
Bu sadece sizin yatırımlarınızla olabilir mi?
Biz bu konuda pazar lideri ve önder olarak her türlü
yatırım planlamamızı yapıyoruz. Son 2007-2011 arası filoya 4 yeni gemi eklemiş olduk ve 300 milyon dolar civarında yatırım yaptık. 2013’te gelecek bir gemi yatırımı
daha planladık. Ek gemiler kiralamak suretiyle de kapasitemizi arttırdık. Sadece tek bir firmanın bu tip yatırımlara girmesi mümkün ama karayolunda da tren yolunda
da konteynerde de yatırımlar gerekli, limanların artırılması gerekir. Sadece Ro-Ro taşımacılığı ile olmaz. Aynı
şekilde havayolu kargosu, demiryolu, karayolu da gelişmeli. Bütün hepsinin kapasite artırımına gitmesi gerekir.
Aslında baktığınızda birçok taşımacılık çeşidi var.
Toplam pazar %10 büyüyecekse her çeşit taşımacılığın
% 10 büyümesi lazım. Zaman içinde belirli avantajlar
neticesinde belli taşıma şekilleri diğerlerinin önüne geçebilir. Konteyner taşımacılığı %8 büyürken Ro-Ro taşımacılığı %12 büyüyebilir.
Avrupa dışındaki pazarlar düşünülerek de 500 milyar dolar hedef konuluyor. Bu noktada farklı güzergâhlar sizin gündeminizde mi?
Biz geleneksel olarak Avrupa pazarı ile ticaret yaptık
ama bugün itibariyle görüyoruz ki Türkiye’nin pazarı tek
yönlü bir pazar değil. Hem kuzeyde hem batıda hem de
güneyde çok yönlü bir büyüme hedefleniyor. Doğudaki
trafik daha çok karayolundan olmak zorunda. Ya da önce
102
Mayız 2012
denizyolu sona karayolu kullanılarak aşılabilir. Ama baktığınızda AB ile olan ticaret devam edecek. Rusya ve
kuzey ülkeleri ile olan ticaretimizde bir gelişme var.
2011 yılı sonunda açtığımız Köstence Limanı var. Bu
bize Romanya ve çevre ülkeleri kapsayan yeni bir pazar
getirdi. Romanya ve çevre ülkelere yapılan taşıma da
yani Polonya, Moldova, Ukrayna, Macaristan gibi ülkelerde Avrupa ülkelerine yaptığımız taşımanın % 50’si
kadar bir kapasite var. Biz şimdi bu pazara açılmış durumdayız. Şu anda yılda 150 sefer yaparak Türkiye’den
Köstence’ye, Köstence’den de Türkiye’ye geliyoruz.
Bizim hattımız daha çok yeni. Ro-Ro pazarına girdiğinizde hemen geri dönüş alamazsınız. Hiç Ro-Ro ile yapılmayan bir işe gemi koyuyorsunuz. Orada daha önce
bir altyapı yok. Karayolunda çalışan insanların Ro-Ro ile
çalışabilmeleri için farklı bir yatırım ve işletme moduna
geçebilmeleri lazım. Bu da bir süre gerektiriyor. Ayrıca
daha önce konteyner ile giden yüklerin de Ro-Ro’ya dönmesi lazım. Bu geçiş yavaş yavaş gerçekleştiriliyor.
Ro-Ro hizmetinin alternatiflerine göre avantajları
nelerdir?
Bir Ro-Ro işletmesi ya da hattı açarken birçok şeyi
hesaplamanız gerekli. Maliyet avantajı sunmanız lazım,
zaman açısından da avantaj getirmeniz çok iyi olur ama
dezavantaj sunmamanız lazım. Bizim en önemli avantajımız müşteriye kazandırdığımız zamandır. Buradan
çıkan kargo 12 saat sonra Köstence’ye iniyor. Buradan
şoför gemi ile gidiyor ve yola sıfır takometre ile başlıyor. Böylece zaman kaybı yaşamıyor. Şu andaki tanıtım
fiyatları ile karayoluna göre çok daha avantajlıyız. Açıldığımız dönemde normal bilet fiyatına ek bir indirim
yaptık ve 3 bilet alındığında 1 bilet ücretsiz kullandırdık. Bu da maliyeti azalttığı için çok büyük bir avantaj
sağladı. Bunlara ek olarak bir de yatırım avantajı var.
Karayolundan gitmek için dorse ve çekiciye ihtiyacınız
var. Ro-Ro ile taşıdığınızda bütün dorselere çekici almanıza gerek kalmıyor ve 10 dorseye 5 çekici alsanız
yeterli olabiliyor.
Bugün Suriye ile ilgili gelişmeler nedeni ile güneyde
bir hattın oluşturulmasından bahsediliyor. Bu hatla ilgili
görüşlerinizi alabilir miyiz?
Suriye sınırı kapandıktan sonra bugün Türkiye’nin
güneydoğusundan çıkıp daha çok Arabistan ve Ürdün’e
Suriye üzerinden giden Türk yükleri gidemez hale geldi.
Şimdi bu yol kapandı ama güvenli de olmadı. Bunu bypass edebilmenin birkaç yolu var. Yine Irak üzerinden
daha yukarıdan dolanarak inebilirsiniz ki o yol da uzak.
İkinci yol da Ro-Ro. Mersin’le ya da İskenderun’la
Mısır arasında Ro-Ro seferleri yapılabilir. Mısır ile Türkiye arasındaki ticaret çok yüksek montanlarda. Bildiğim kadarıyla 600 bin TEU (300 bin TIR kapasitesi)
civarında konteyner trafiği var. Konteynerler o hatlarda
çalıştığı için Ro-Ro trafiği yok. İlk etaptaki amaç Suriye
sınırı kapandığı için daha önce Arabistan’a, Yemen’e,
Ürdün’e giden yüklerin Mısır üzerinden aktarılma konusu. Bununla ilgili Ekonomi Bakanlığı altında bir grup
kuruldu. Ulaştırma Bakanlığı da bu konuyla ilgili birçok
çalışma yaptı. Biz de ilk gününden itibaren bu çalışma
grubunun üyesiyiz. Her türlü toplantısına katıldık ve gelişmeleri takip ediyoruz. Ancak halihazırda bu işle ilgilenen biz de dahil olmak üzere üç tane firma var ama
hiçbiri başlayamadı. Başlanamamasının birkaç nedeni
var. Birincisi mevcut hatta karayolu ile çalışan nakliyecilerin Ro-Ro’yu tercih etmemesi. Diğer bir zorluk, biz
buradan alıp Mısır’a indirsek bile devamında o arabaların Ürdün’e gidebilmeleri için bir güvenlik sağlanması.
Ayrıca Kızıldeniz’i geçmeleri gerekiyor. Kızıldeniz’de
işleyen Ro-Ro’lar 20 TIR alabilecek kadar düşük kapasiteli. Bunlar da dolu çalışan servisler. Mısır da bu noktada transit geçiş için yüksek bir ücret istiyor. Yani hem
geçiş ücretindeki yükseklik hem de Kızıldeniz’deki geçişteki zorluklar bütün bu hattı yapılabilir kılmıyor.
Bu noktada hallolmuş gibi gösterilen şey nedir?
Türkiye tarafında çözülmesi gereken bir şey yok.
Burada şöyle bir problem de var; başlayacak Ro-Ro operatörünün gerekli doluluğu sağlayamadığı zaman çok
büyük zararlara katlanması gerekecek. Koca bir gemi
yatırımı yürüteceksiniz ve yaptığınız her sefer başına
çok büyük maliyetiniz var. Doluluk oranlarını yakalayamazsanız çok büyük zararlar kısa dönem içerisinde
oluşabilir. Belli bir teşvik paketi ile ilgili konulardan
bahsediliyor. O çözülürse bu işe girecek firmalar çok
daha rahat hareket edebilirler.
Uluslararası dengeler sizin işinizde çok önemli gö-
züküyor.
Kesinlikle %100 etkilenirsiniz çünkü ikili ülke taşımasındaki bütün regülasyon, altyapı, çalışma şartları, iki
ülkenin yapacağı anlaşma ile belirleniyor. Karma komisyonlar var, iki ülkenin Ulaştırma Bakanlıklarıyla
oluşturdukları komisyonla bu hattın nasıl işleyeceğine
ilişkin bir altyapı protokolü hazırlanıyor, bu altyapı ile
çalışma şartlarınız belirleniyor. Yani Türkiye’den gelen
araçlar hangi tip rejime tabi olacaklar, nasıl bir kontrol,
vergi ve fiyatlandırma sürecinden geçecekler bunların
hesabı ikili ülke anlaşmaları ile belirleniyor.
Ülke siyasetleri kapsamında alınacak kararlara
benim bir yorum yapmam mümkün değil ama çok fazla
etken var. Bunlara önlem alamazsınız.
Geçmişte kaldı ama şirketin satış süreci ile ilgili de
birkaç husus aktarırsanız dün ile bugün arasında bir değerlendirme yapmamız daha kolay olur.
Satış sürecinde satın alan ortaklarımız şirketin büyüme potansiyelini gördüler. Bu potansiyeli de dikkate
alarak şirkete yatırım yapmaya karar verdiler. Bugün biz
o büyüme potansiyeli ile ilgili olarak yapılmış iş planını
takip ediyoruz. Bu beşinci yılımız. Sadece İstanbul Trieste arasında çalışan hat bugün Mersin Trieste arasında,
İstanbul’un iki yakasından Trieste’ye çalışır halde ve İstanbul Fransa ve İstanbul Köstence hattı açıldı.
O dönemden bu döneme yatırım miktarı ne kadar?
Sadece 4 gemiyi hesap edip diğer yatırımlardan bahsetmesek bile 300 milyon dolar civarında yatırım yapıldı.
Satış sürecinde tartışmalar da vardı. Onlar bugün
rafa kalkmış durumda mı?
Çok geride bırakılmış konular bunlar.I
103
Mayıs 2012

Benzer belgeler