Mayıs 2015 - Sayı 11 - Akdeniz Koruma Derneği
Transkript
Mayıs 2015 - Sayı 11 - Akdeniz Koruma Derneği
EDİTÖR’DEN KÜNYE Akdeniz Koruma Derneği Aylık Bülten, Sayı:10/2015 Adres: İsmet Paşa Mahallesi 370. Sokak No: 13 Eski Foça/ İzmir Telefon (Merkez): (+90) 232 812 6459 Telefon (Mobil): (+90) 530 115 3405 Web Site: http://www.akdenizkoruma.org.tr/ E-mail: [email protected] Sevgili Okurlar Sizlere bu yazıyı Fethiye’den yazıyorum. Ekip arkadaşlarımla birlikle her sabah çok erken saatlerde uyanıp yaklaşık 10 km kumsalı arşınlayarak nesli tehlike altındaki deniz kaplumbağalarının kumsal üzerinde bıraktıkları izleri gözlemliyoruz. İzlerin şekli, konumu, denize uzaklığı… gibi bilgiler çok önemli! Tek tek not ediyor, fotoğraflar çekiyoruz… Turistler sezonun açılmasıyla birlikte yavaş yavaş kumsalları doldurmaya başladığından yuvaları bir an önce belirleyip korunması için gerekli önemleri almak gerek… Her yaz mevsimi olduğu gibi bu sene de Dünya’nın belirli bölgelerinde toplanan bir avuç insan, çoğunluğun aksine tatil planlı yapmak yerine yuvalama alanlarında çalışmalar yürüten tecrübeli ekiplere katılarak bu canlıların korunmasına katkıda bulunuyor. Her şey kaplumbağalar için. Onlar, 110 milyon yıldır dünya denizlerinde hayat süren fakat sayıları son 50 yılda insan baskısından dolayı hızla azalan kocaman cüsseli, sakin mizaçlı sürüngenler… Yönetim Kurulu Zafer Kızılkaya (Başkan) İnci Tüney Sinan Şekerci Elizabeth Grace Tunka Eronat Mert Ardar Editör Umut Uyan Bülten Tasarımı Sait Aytar Yazarlar İnci Tüney, Hakan Tiryaki, Gamze Sakal, Zehra Kahraman, Doğan Sözbilen, Nur Filiz, Efe Ulutürk, Tevfik Orkun Develi, Taylan Doğaroğlu Bültenimizin bu sayısını “23 Mayıs Dünya Kaplumbağalar Günü” vesilesiyle bu gizemli canlılara ithaf ediyoruz. Keyifli okumalar. Umut UYAN Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 1 Bir Kaplumbağa Neden Ünlü Olur? Akut-3 İÇİNDEKİLER Çayınızı Nasıl Alırdınız? Çernobil’den Akkuyu’ya Çay da sevilmez mi canııım… Hiç görmemiştim çay sevmeyen...’ tepkisiyle sık sık karşılaşırım ama nedenini soranla hiç karşılaşmadım. Bilmezler ki Çernobil faciası olduğunda ben 6 yaşındaydım ve annem o günden sonra bana hiç çay içirmemişti. Büyüyünce de bu alışkanlık böyle devam etti. Devamı için… Sarayburnu’nu Döndün mü Bir Kere 15-16 yaşındaydık. İki kıytırık deniz yatağını iple bağlar birbirine, alır başımızı giderdik Seyfi ile ufka doğru. Yeniçiftlik sahilinin iki kanıksanmış delisiydik adeta. Tekneleriyle balığa çıkanlar artık alışmışlardı beline kadar suya gömülmüş ama bir yandan da yavaş yavaş ilerleyen adeta tek bir gövdeden ibaret görüntümüze. Haliyle ilk kez görenler tuhaf tepkiler verebiliyorlardı ama daha çok gülüp eğleniyor, termoslarından kahve ikram ediyorlardı. Nevaleyi doğrultunca toplar oltalarımızı, ellerimizdeki paletlerle kürek çeke çeke ilerlerdik bu kez kıyıya doğru. Şimdi ardımız sıra bakanların yüzlerindeki ifadeleri daha net görebiliyorum. Devamı için… Sicilya’yı Görmek, İtalya’yı Anlamak Akdeniz’in en büyük adası olma özelliğinin yanı sıra Avrupa’nın en yüksek ve İtalya’nın aktif üç yanardağından biri olan Etna’yı da barındırması nedeniyle “büyüleyici” Sicilya... Devamı için… Doğa Çantam Programı Datça Çevre ve Turizm Derneği’nin (DAÇEV) çocukların büyük ilgi ve sevgisini kazanarak, on yıldır başarıyla sürdürdüğü “Doğa Çantam” programı; İngiltere Kraliyet Kuşları Koruma Derneği’nin ‘Birinci Doğa / 5-7 yaş çocukları için çevre eğitimi programı’ temel alınarak Doğa Derneği tarafından geliştirilmiş ve 2006 yılında Datça’da uygulanması için DAÇEV’e hediye edilmiştir. Devamı için… DEKAMER’e geçen yedi sene boyunca farklı sebeplerle yaralanmış deniz kaplumbağaları ulaştırıldı; ancak hiçbiri geçtiğimiz günlerde gündeme gelen Akut-3 kadar ön plana çıkmamıştı. Devamı için… Seyşeller Aldabra Mercan Adasının Yeşil Deniz Kaplumbağaları İçin Önemli bir Yuvalama Alanı Olduğu Anlaşıldı Şeyseller takımadalarının bin kilometre batısında yer alan Aldabra’nın yükselen dört mercan adasından Mahé, belki de insanlar tarafından kullanılmamış olması nedeniyle, ülkenin yaban hayatının oldukça büyük bir kısmana ev sahipliği yapıyor. Devamı için… Nano- Markalar Yavru Deniz Kaplumbağalarının İzinde Yavru deniz kaplumbağaları, okyanuslara ilk adamlarını attıklarında ortadan kaybolmaktadırlar. Yıllar sonra, genç kaplumbağalar kilometrelerce uzaklıkta ortaya çıkmakta, araştırmacılar ise ancak doğdukları alanlara yumurtlamak için döndüklerinde bu canlıları tekrar görmekteydiler. Şimdilerde, iki karpuz çekirdeğinden bile fazla ağırlığı olmayan küçük markalar kullanılmakta. Devamı için… Ortadoğu Bir Kaplumbağa İçin Zorlu Olabilir Her yaz Doğa ve Parklar İdaresi’nden denetçiler, sahiller boyunca toplanarak koruma altındaki bölgelerde tutulan yumurtalardan yeni çıkmış küçük deniz kaplumbağalarına dönüş yapıyor. Kaplumbağaların tehlikelerle dolu göçebe bir hayatla karşı karşıya olduğunun farkındalar. Bugün, son birkaç yılda tamamlanan bir çalışma sayesinde Mısır ve Libya kıyılarında diğer yerlere nazaran uzun bir süre geçiren bu yaratıkların izlerini sürmek mümkün. Devamı için… Kaplumbağa Embriyoları Sıcak Yazlara Hazır Nesli tükenme tehlikesi altında olan Caretta caretta türü kaplumbağaların çevresel sıcaklık dalgalanmalarına karşı kendilerini henüz yumurta içerisindeyken koruyabildikleri keşfedildi. Devamı için… Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 2 ÇAYINIZI NASIL ALIRDINIZ? ÇERNOBİL’DEN AKKUYU’YA faciasına bağlı olarak yakalandıkları kanser nedeniyle hayatını kaybedeceği öngörülmektedir. Yazan: İnci Tüney Akdeniz Koruma Derneği (AKD) Yönetim Kurulu Üyesi “Çay da sevilmez mi canııım… Hiç görmemiştim çay sevmeyen...” tepkisiyle sık sık karşılaşırım ama nedenini soranla hiç karşılaşmadım. Bilmezler ki Çernobil faciası olduğunda ben 6 yaşındaydım ve annem o günden sonra bana hiç çay içirmemişti. Büyüyünce de bu alışkanlık böyle devam etti. Çernobil benden sadece çay keyfini aldı gibi görünse de hala can almaya devam ediyor. Çernobil reaktör kazası, 20. yüzyılın ilk büyük nükleer kazasıdır. Tiroit kanseri ölüm oranı düşük bir kanser tipi olmakla beraber, radyasyonla tetiklendiği kabul edilmiş bir kanser türüdür. Kadınlarda görülme sıklığı erkeklere oranla 3 kat daha fazladır ancak çocuklarda görülme olasılığı oldukça düşüktür. Kazanın meydana geldiği günden itibaren en çok dikkat çeken etki tiroit kanserindeki dramatik artıştır. Ukrayna, Belarus ve Rusya Federasyonu’nda (Facia döneminde SSCB’ye bağlı olan ülkeler) yapılan çalışmalar, 1995 yılında çocuklarda görülen tiroit kanseri olgusunun yılda 0.03/100.000’den 4/10.000’e çıktığını göstermiştir. 1986-2000 yılları arasında bu ülkelerde 4.000 insana tiroit kanseri teşhisi konulmuştur. Çernobil’den sonra görülme sıklığı artan diğer bir tiroit hastalığı ise hipertroididir. Fotoğraf: Kurtuluş Kaptan- Çernobil Felaketinden sonra binlerce kişi içtikleri çaylardan dolayı kansere yakalandı. 26 Nisan 1986 gecesi Çernobil Nükleer Santrali 4. reaktörde meydana gelen patlamanın etkisiyle önce 2 kişinin, izleyen haftalarda ise 29 kişinin hayatını kaybettiği bilinmektedir. 4. reaktör, patlamanın ardından 3 hafta boyunca yanmaya devam etmiş ve bu yangını söndürmek için çalışan işçilerin büyük bir bölümü de radyasyona bağlı sağlık problemlerinden hayatlarını kaybetmişlerdir. Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı (IARC)’nın verilerine göre 2065 yılında kadar en iyimser tabloyla, 40.000 insanın Çernobil Fotoğraf: National Geographic Arşivi-Kazadan sonra troid hastaların sayısı hızla artmıştır. Kronik myeloid lösemi, akut limfoblastik lösemi ve akut myeloid lösemi gibi lösemi tiplerinin de radyasyona Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 3 bağlı olarak tetiklendiği bilinmektedir. Lösemi, Japonya’ya atılan atom bombası sonrası gözlenen radyasyona bağlı ilk malin kanser tipi olarak kayıtlara geçmiştir. Çernobil’in etkileri sadece Belarus, Ukrayna ve Rusya Federasyonuyla sınırlı değildir. Petridou ve arkadaşları (1996), Yunanistan’da yaptıkları çalışmada, Çernobil sonrası bebeklerde görülen lösemideki artışa dikkat çekmişlerdir. Michaelis ve arkadaşları (1997) ve Steiner ve arkadaşları (1998) ise benzer artışı Almanya’da yaptıkları çalışmalarda göstermişlerdir. Meningioma, schwannoma, paratiroid adenoma ve daha birçok benin ve malin tümör tiplerinin Çernobil faciası sonrası görülme sıklığının arttığına dair görüşler vardır ancak kesin veriler için çalışmalar geniş çaplı olarak devam ettirilmektedir. Katarakt, kardiyovasküler ve serebrovasküler hastalıkların da Çernobil faciasıyla artış gösterdiği ancak kesin kanıtların bulunmadığı bilinmektedir. Bunların yanı sıra radyoaktif kontaminasyonun bağışıklık sistemi, somatik hücreler, üreme hücreleri, DNA vb. yapılar üzerindeki olası etkiler öngörülmekte ancak yapılan az sayıda çalışmalar bu verilerin kabul edilmesini zorlaştırmaktadır. Nyagu ve arkadaşlarının 1988 yılında Ukrayna’da yaptıkları çalışmada facia sırasında henüz uterusda olan ceninlerin (şu an 29 yaşındalar) günümüzde yüksek oranda zekâ geriliğine, duygusal ve davranışsal bozukluklara ve düşük IQ skorlarına sahip olduklarını göstermişlerdir. Benzer sonuçlar Belarus ve Rusya Federasyonu’nda gerçekleştirilen çalışmalarda da görülmektedir (Igumnov ve arkadaşları 2000). Radyoaktif maddelerin bazı etkileri ancak uzun süreler sonunda anlaşılabildiği için bazı tehlikeleriyle henüz karşılaşmamış olma ihtimali yüksektir. Özellikle de genetik değişimler genellikle kendilerini bir kaç nesil sonra gösterirler. Yine de yukarıda belirtilen erken etkiler nükleer bir kazanın zararlarının ne kadar acı ve geri dönüşsüz olduğunu göstermek için yeterlidir. Çernobil kazasın etkileri sadece insanlar üzerinde görülmemiştir. 131I, 137Cs, 90Sr ve plutonyum radyoizotopları çevreye aerosoller ve partiküller halinde yayılmış, rüzgâr ve yağmurlarla taşınmıştır. 2 Avrupa’da 200.000 km ’lik alanın radyosezyum ile kontamine olduğu bilinmektedir. Radyasyondan etkilenen alanların %40’nı tarım alanları oluşturmaktadır ve dolaylı yoldan da insana radyoaktif maddelerinin ulaşmasına yol açmaktadır. Kazanın hemen ardından radyoiyodin kazaya yakın bölgelerde yüksek oranda süte geçmiş ve daha sonra bu sütü tüketen çocuklarda tiroid hastalıkları gözlenmiştir (O dönemde Türkiye’de ilkokul öğrencilerine dağıtılan ücretsiz sütleri hatırlayalım). Avrupa’da da sütlerin içerisinde radyoiyodine rastlanmıştır. Bitkilerde de durum benzer şekildedir. Özellikle yeşil yapraklı bitkilerde çeşitli radyonüklidler yüksek oranlarda belirlenmiştir (Dönemin bazı siyasetçileri radyasyonlu çay lezzetlidir’ diye boş yere dememiştir!). Tarım ürünlerindeki kontaminasyonda zamanla azalma gözlenirken orman ekosistemlerinde durum hiç de iç 137 açıcı değildir. Cs miktarının ormanlardaki mantarlar, orman meyveleri ve av hayvanlarında hala yüksek oranda bulunduğu tespit edilmiştir. Sucul ekosistemlere baktığımızda radyoiyodinin balıklar tarafından alımının hızlı olduğu ancak hemen yarılandığı gözlenmiştir. Radyosezyumun sucul besin zincirindeki biyobirikimi İskandinavya ve Almanya’daki sucul ekosistemlerde dahi belirlenmiştir. Fotoğraf: Milliyet Gazetesi Arşivi- Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral, kaza sonrasında kameralar karşısında radyasyona inat bardak bardak çay içmişti. Japonya’da 11 Mart 2011 tarihinde 9.0 büyüklüğünde gerçekleşen deprem ve ardından oluşan Tsunami, Çernobil felaketinden sonraki en büyük ikinci nükleer kazaya neden olmuştur. Cologne Üniversitesi Reinish Enstitüsü Çevre Araştırma Merkezi (Almanya)’ne göre kazanın ardından radyoaktivite yüklü bir bulut kümesi Pasifik Okyanusu üzerinde yol alarak İzlanda üzerinden Atlantik Okyanusuna ulaşmış ve Avrupa kıtası üzerinde yayılmıştır (Jakobs, 2011). Manolopoulou ve arkadaşları (2011), bulutla transfer olan radyoaktivtenin havada dağılarak 24 Mart- 05 Nisan 2011 tarihleri arasında Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 4 Atina’da büyük oranda olduğunu bildirmişlerdir. kontaminasyona neden Kaynaklar: 1. 29 yıl önce gerçekleşen bir olayın etkilerini günümüzde hala daha yaşıyorsak, Dünyanın bir ucu Japonya’da meydana gelen bir nükleer kazadan 13 gün sonra komşumuzun havası radyoaktif maddelerle kirlenebiliyorsa, Akkuyu Nükleer Santrali’nin geleceğimizi nasıl kirletebileceğini düşünmek gerekir. Hayatı boyunca Nükleer Santrallere karşı mücadele eden ünlü sanatçı Kazım Koyuncu, Çernobil Felaketinin etkileri sonucunda yakalandığı kanser hastalığına yenik düşerek 33 yaşında aramızdan ayrıldı. Seni hiç unutmayacağız “Şair Ceketli Çocuk” J. Michaelis, U. kaletsch, W. Burkart and B. Grosche, Infant leukaemia after the Chernobyl accident. Nature. 387, 246 (1997). 2. E. Petridou, D. Trichopoulos, N. Dessypris, V. Flytzani, S. Haidas, M. Kalmanti, D. Koliouskas, H. Kosmidis, F. Piperopoulou, et al., Infant leukaemia after in utero exposure to radiation from Chernobyl [see comments]. Nature. 382, 352-353 (1996). 3. M. Steiner, W. Burkart, B. Grosche, U. kaletsch and J. Michaelis, Trends in infant leukaemia in West Germany in relation to in utero exposure due to Chernobyl accident. Radiat Environ Biophys. 37, 87-93 (1998). 4. A. I. Nyagu, K. N. Loganovsky and T. K. Loganovskaja, Psychophysiologic aftereffects of prenatal irradiation. International Journal of Psychophysiology. 30, 303-311 (1998). 5. S. Igumnov and V. Drozdovitch, The intellectual development, mental and behavioural disorders in children from Belarus exposed in utero following the chernobyl accident. European Psychiatry. 15, 244-253 (2000). 6. http://arch.iarc.fr/documents/ARCH_Technica lReport.pdf 7. Roberta C. Barbalace. Chernobyl Disaster's Agricultural and Environmental Impact. EnvironmentalChemistry.com. (1999). Accessed on-line: 4/28/2015 http://EnvironmentalChemistry.com/yogi/haz mat/articles/chernobyl2.html 8. http://wwwpub.iaea.org/mtcd/publications/pdf/pub1239 _web.pdf 9. H. Jakobs Potential Dispersion of the Radioactive Cloud After a Nuclear Accident in Fukushima. Rhenish Institute for Environmental Research at the University of Cologne. 17 March, 2011. EURAD.UNIKOELN.DE. (2011). 10. M. Manolopoulou, E. Vagena, S. Stoulos, A. Ioannidou, C. Papastefanou. Radioiodine and radiocesium in Thessaloniki, Northern Greece due to the Fukushima nuclear accident. Journal of Environmental Radioactivity. 102 (8): 796-797 (2011). Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 5 SARAYBURNU’NU DÖNDÜN MÜ BİR KERE Yazan: Hakan Tiryaki Sualtı Temizlik ve Bilinçlendirme Hareketi Derneği (STH) Kurucu Üyesi ve Genel Koordinatörü 15-16 yaşındaydık. İki kıytırık deniz yatağını iple bağlar birbirine, alır başımızı giderdik Seyfi ile ufka doğru. Yeniçiftlik sahilinin iki kanıksanmış delisiydik adeta. Tekneleriyle balığa çıkanlar artık alışmışlardı beline kadar suya gömülmüş ama bir yandan da yavaş yavaş ilerleyen adeta tek bir gövdeden ibaret görüntümüze. Haliyle ilk kez görenler tuhaf tepkiler verebiliyorlardı ama daha çok gülüp eğleniyor, termoslarından kahve ikram ediyorlardı. Nevaleyi doğrultunca toplar oltalarımızı, ellerimizdeki paletlerle kürek çeke çeke ilerlerdik bu kez kıyıya doğru. Şimdi ardımız sıra bakanların yüzlerindeki ifadeleri daha net görebiliyorum. Benzer günlerden birinde ilk yelken tecrübemizi yaşamıştık yine Seyfi ile. İki kişilik zavallı bir şişme bot, iki çıta ve bir sağlam masa örtüsü: işte ilk yelken seyrimiz. Görünüşe aldanıp hafife almayın, yanılırsınız. Yeniçiftlik’ten kahvaltı sonrası başlayan yolculuğumuz akşamüstü Tekirdağ Limanında sona ererken neredeyse limandaki herkesin yüzünde aynı şaşkın ama gülümseyen ifade vardı. Ve yaşadığımız tek sorun kıçımızda mayo ve koltuk altımızdaki yelkenlimizle yapacağımız yirmi sekiz kilometrelik kara yolculuğuydu… Yukarıdaki satırlar size çılgınca gelebilir belki ama sorumsuz, hesapsız kitapsız bir yeniyetmenin maceraları değildir söz konusu olan; aradığı yanıtları Kon Tiki’de bulan bir adamın geçmişinden sadece birkaç anekdottur. Temel olgu denizle bir olmaktır, denizle birlikte hareket etmek. Önünde saygıyla eğilmek ve onun karşısında her daim haddini bilmek… Yirmili yaşlarımda hep şu fikir dönerdi zihnimde: “Sarayburnu’nu döndün mü bir kere, dünyanın bütün denizleri açılır önünde!” Ta çocukluk günlerimden itibaren hayal kurardım; yüzen herhangi bir şeyin üzerinde Kadıköy’den doğru çıktığım bir yolculuğu kurgulardım kafamda: Sarayburnu’ndan öte, tüm denizlere. Yiyeceğimi, içeceğimi versin birileri derdim, ben giderim gündüz gece… Ama bir şanssızlık eseri liseden sonra devam etmek zorunda kaldığım Teknik Üniversite yüzünden denizci olma hayallerim suya düşmüş, tek tesellim İ.T.Ü. günlerimde hayatıma giren aletli dalış olmuştu. Otuzlu yaşlarla birlikte çevremdeki herkes durulmaya başlarken doğal olarak benden de beklenen buydu. En fazla bir ekip bulup onlarla yelken yapmam ya da bir tekne alıp arada bir denize açılmam söz konusu olabilirdi. Hasbelkader Heyerdahl’in Kon Tikisi’yle alıp başımı gitmemiş olsaydım kim bilir, belki yaşanacak olan da buydu. Ama ne zaman Kon Tiki hayatıma girip başucuma yerleşti, işte o zaman her şey bir daha eskisi gibi olmamak üzere değişti. Thor Heyerdahl tüm çocukluk hayallerimin ötesine geçmiş, sadece denize ve kadim günlerin mütevazı ve bilge denizcilerine güvenmiş, bir balsa salın üzerinde bırakıvermişti kendini Pasifik’in sonsuz ufkuna. Norveçli bilim insanı Thor Heyerhahl, eski çağlarda Amerika’da yaşayan insanların, okyanusu salla geçerek Polinezya’da koloniler kurmuş olabileceği düşüncesini kanıtlamak istiyordu. Heyerdahl, arkadaşlarıyla birlikte Callao’da (Peru) yetişen balsa ağacı kütüklerinden yaptığı ve efsanevi İnka tanrısı Kon-Tiki adını verdiği bu salla 4,300 millik yolu 101 günde almayı başardı. Çevresindeki herkes Heyerdahl ve arkadaşlarına endişe içinde bakıyormuş. Oysa nasıl da güvenli geliyordu bana, balsa bir salın üzerinde öylece kendini denizin koynuna bırakıverme fikri. Çünkü daha çocukluğumdan beri gerçekten inandığım bir olguydu bu: denize meydan okumak değil, ona uymak, kendini ona bırakmak. Baştankara dalgaları yaran bir tekneyle değil, Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 6 dalgaların itina ile taşıdığı, en üst noktaya kadar kaldırarak daha sonra zarifçe üzerinden kaymasına izin verdiği bir salla gitmek, pupa yelken! Salların Altın Çağı Otuzların sonlarına doğru gelişen empati duygusu da cabası olsa gerek, her an aynı heyecanı tekrar tekrar yaşar oldum okuduğum her satırda. Ve yol arkadaşlarım da giderek zenginleşti, çoğaldı araştırdıkça, okudukça. Çocukluk günlerimin ilk yelken deneyimi gibi bir şeydi benim için Bombard’ın yolculuğu. Bir bilim adamının zihni nasıl bir takım verilerle çalışıyorsa elbette ergen beynimin de benzer girdileri vardı; “gitsek gitsek Nara burnuna kadar gideriz” gibi. Yoktu aslında onlardan bir farkım serüvenlerimizin boyutları dışında. Nasıl Bisschop denizcilik bilgisine güveniyorsa, Heyerdahl kadim günlerin denizcilerine, Willis varoluşla olan benzersiz bağına… biz de biliyorduk ki biraz ilerisi Tekirdağ, olmadı Şarköy, de ki dirise etti Poseidon’un oğulları, karşısı boylu boyuna Güney Marmara ve Marmara Adaları; o da olmadı Sestos-Abydos arasında binlerce yılın görmüş-geçirmiş Nara Burnu, yeter ki güvenelim kırçıl denize… denizlerinde… Atlantik, Pasifik ve Hint Okyanusları, Akdeniz, Ümit Burnu, Uzakdoğu, neredeyse tüm Pasifik adaları… ve bir gece Rakahanga resifinde sona eren bir yaşam! İşte size Eric de Bisshop ve akıl almaz yaşam öyküsünün duraklarından birkaçı. Kimi de inancının peşi sıra attı kendini denizlere, mesela Devere Baker: Mormonların Kutsal kitabı kılavuzu oldu balsa salının pruvasında, Lehi 1-2-3-4 ekspedisyonları boyunca… tüm yaşamı inancının izlerini sürmekle ve sevgi-barış ikilisini insanların yaşamlarına yaymaya çalışmakla geçti. Carlos Caraveda atalarının binlerce yıl önce yaptığı gibi soydu balsa kütüklerini Callao limanından başlayacak serüvenine hazırlanırken. Ve yine atalarının kadim günlerde yaptığı gibi, balsa sallardan biriyle Humbolt akıntısına bırakıverdi kendini. Kendi kültürünün elçisi olmanın gururuyla vardı Fransız Polinezyası’na. Kırklı yaşların yamacındayken bugün artık en azından durulma umudu gerilerde kaldı. Çünkü, “tek midir bu çılgın Viking” sorusunun peşi sıra giderken geçen yıllar dönüşü olmayan fikirler kazıdı zihnime. İnsanoğlunun deniz macerasını ne denli hafife aldığımızı fark etmekle başladım önce, derken öyle kahramanlar tanıdım ki, nasıl olur da satır aralarından öte yer bulamamışlardır denizci güncelerinde diye başladım önüme gelene anlatmaya… William Willis’i duyanınız var mı? Eminim vardır, ama kaç kişidir? Oysa insanın denizle ilişkisinin destanıdır William Willis’in tüm yaşamı. Ya da kendi halinde bir doktor olan Alain Bombard’ın tek derdinin aslında “insanların açık denizde hayatta kalmasının yollarını ispatlamak” olduğunu bilir misiniz? Atlantik’i aştığı sıradan bir botu “Zodiac” gibi efsane bir marka haline getirirken bir yandan bir varoluş destanı yazmıştır o da Atlantik’in sularında. Ya da neredeyse tamamı denizlerde geçmiş bir yaşam düşünün, ama denizlerde derken Karaköy-Kadıköy arasında ya da Karadeniz boyunca değil; dünyanın tüm Devere Baker Kırklı yaşlarımın yamacında hala zihnimde aynı fırtınalarla Haydarpaşa önlerinde ufka doğru bakıp kendimi bir salın üzerinde hayal ederken, belki de “deli” ya da “meczup” olmadığımı göstermek, birçok benzer öykünün yaşanmışlığını paylaşmak istediğimden; hatta itiraf etmeliyim, belki de en çok canıma okuyacak anamı ikna etmek ya da delirdiğimi düşünen dostlarıma delirmediğimi ispat etmek isteğimden doğdu Salların Altın Çağı. Salların Altın Çağında pupa yelken sonsuz ufukları aşmış bilinen-bilinmeyen tüm denizcilere gıpta ve SAYGIYLA! Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 7 SİCİLYA’YI GÖRMEK, İTALYA’YI ANLAMAK Yazan: Gamze Sakal Sokak Hayvanları Gönüllüsü & Seyahatsever Akdeniz’in en büyük adası olma özelliğinin yanı sıra Avrupa’nın en yüksek ve İtalya’nın aktif üç yanardağından biri olan Etna’yı da barındırması nedeniyle “büyüleyici” Sicilya... Yanardağlara olan ilgim nedeniyle yola çıkıp Taormina’ya aşık olarak döndüğüm kara parçası... 2013 yılında Avrupa’nın en gelişmiş ülkelerinden birine bağlı kısım kısım bu denli az gelişmişlik, Avrupa’da görülebilecek en güzel şehirlerden biri olan Taormina ve tabii ki de doğanın yaşam gücüyle yıkım gücünün keskin bir çizgiyle bir arada yüzüme vurduğu Etna, bir tatilden çok süprize çevirdi gezimi. Batıdaki Liman kenti Trapani... Adanın en batısındaki kasaba olan Trapani, genel olarak tüm liman kentlerindeki gibi kalabalık, sürekli bir koşuşturma ve bol binaya sahip bir şehir. Sevimli ve sıcakkanlı sahipleri olan küçük hosteller, eski şehir’in daracık, her saat insan dolu sokakları, butik cafe ve şarap evleriyle kaosun yanında keyif de vadediyor. İnternetten günlerce fotoğraflarına bakıp hayallerini kurduğum bembeyaz kumları, turkuaz denizi olan Trapani’ye 40 km uzaklıktaki meşhur San Vito Lo Capo’ya vardığınızda siz de benim gibi şanssızlardansanız denizi mavi yerine kahverengi, kum yerine ise yosun kaplı bir sahille karşılaşabilirsiniz. Zira fırtına ertesinde rüzgârın ters esmesiyle nadir karşılaşılan bu durumla baş başa kalmak çok az insana kısmet olabilirmiş. Karşıma çıkan manzara ile İstanbul’un meşhur Kilyos’u kalbimde çok güzel bir yere sahip oldu. Sadede gelecek olursam buraya gitmeden önce hava ve rüzgârın durumunu kontrol etmek gerekiyor. Çok büyük ve kalabalık olması nedeniyle erken saatlerde gidilmesini tavsiye ederim. İnternetteki fotoğraflarda gördüğüm deniz ve kum çok güzeldi, doğru havada gidildiğinde eminim ki çok güzel bir plajdır. Fotoğraf: Gamze Sakal- Sevimli ve sıcakkanlı sahipleri olan küçük bir hostel Yine Trapani’ye bağlı Egadi adalarından biri olan Favignana ise bir sonraki plaj durağımdı. Trapani Liman’ından kalkan bir feribotla 45 dakika kadar bir sürede adaya varılabiliyor. Feribottan indiğiniz anda günümüzde artık çok göremediğimiz balıkçı tekneleriyle dolu, yosun kokulu bir limanda buluyorsunuz kendinizi. (Kullanabilenler için kesinlikle vespa kiralanması önerilir. Vespa kiralama yerlerinin önündeki kalabalığı gördüğümüzde bizim de kiralamamız gerektiğini anlamalıydık.) Plajlara giden otobüsler, çocukluğumuzda gördüğümüz belediye otobüslerine benziyor. Klimasız, kalabalık ve çok eski. Otobüs duraklarında hangi otobüsün ne zaman kalktığını gösteren tabelalar kullanılmıyor. Bu nedenle tamamen kendimi şansa bırakarak 45 derece sıcak havada yaklaşık bir saat otobüs beklemenin ardından plaja ulaşabildim. İndiğimde yaşadığım şaşkınlığı anlatmamın imkânı olmayabilir ama tek kelimeyle bembeyaz bir deniz, ondan daha da beyaz bir kum. Gitmeden önce araştırıp neyle karşılaşacağımızı biliyor olmama rağmen fotoğraflardan çok öte bir güzellikle karşılaştım. Fakat tüm Trapani plajlarında olduğu gibi kalabalık ve az gelişmiş bir tesis sizi bekliyor. Bunu göze alarak tedarikli gitmek gerekiyor. Zira şezlong ve şemsiye dışında pek bir hizmet mevcut değil. Konformist bir günü seçenlerdenseniz biraz sıkıntıya hazır olmak gerekebilir ama sonunda vaktinizi geçireceğiniz “beyaz” deniz Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 8 hafızalardaki tüm olumsuzlukları göz ardı etmeye yetebiliyor. Fotoğraf: Gamze Sakal- Favignana’daki balıkçı tekneleri Akşam merkeze dönüşte Trapani şehir duvarlarının üzerinde yapılan yürüyüş, izlenen gün batımı ve fotoğraf makinenize hapsedebileceğiniz renkler gün boyu göz ardı ettiğiniz tüm bu olumsuzlukları silmenize fazlasıyla yardımcı oluyor. Poseidon’un oğullarından biri olduğu söylenen Eryx’in şehri Erice. Büyüleyici bir kale içi yerleşim bölgesi. Yukarı çıkarken yüksek uçurumlar yürek hoplatsa da indiğiniz ve kalenin kapısının içerisinden girdiğiniz anda bambaşka bir dünyaya adım atıyorsunuz. Tüm gezdiğim yerlerin arasında beni bu kadar şaşırtan bir yerle karşılaşmamıştım. Bunun sebebi belki de günlerce bana olumsuz yönlerini gösteren Trapani sınırları içerisinde böylesi bir yapının olmasını beklemeyişimdi. Dağın eteklerinde sıcaktan bayılmak üzereyken dağın tepesinde yüzüme çarpan dumanımsı oluşumların bulut olduğunu öğrenmek ve titrememe sebep olacak seviyede bir soğuk hava ile karşılaşmak beklemediğim şeylerden sadece bazılarıydı. Antik dönemlerden kalma Manastır, yetimhane ve kiliselerle dolu daracık sokaklar, iç içe geçmiş evler, brandaları dışında el değmemiş küçücük dükkânlar, antik çağlardan bu yana korunmuş olan yol mazgalları ve sınırsız detaylar Erice’yi benim hayatımda unutamadığım bir yer haline getirdi. Sicilya’ya –özellikle batısına- yolunuz düşerse uğramazsanız çok şey kaybedersiniz diyebileceğim bir yer. Duyduğuma göre gündüz manzarası da muhteşemmiş. Tüm şehre ve denize hâkim panoramik bir manzarası varmış, tabii ben yine yanlış zamanlamayla gittiğim için sadece gecesini görebildim. Ama sanırım yine gitsem akşam gitmeyi seçer, küçük meydanlarda dolaşıp dans eden, kahkaha atan keyifli insanları izlemeyi tercih ederdim. Fotoğraf: Gamze Sakal- Trapani’de gün batımı Ve Erice... Trapani’nin kuzeydoğusundaki yüksek bir tepenin üzerine Helenistik tarzda kurulmuş; bir efsaneye göre Herakles tarafından dövüşte öldürülen bir diğerine göre ise Medusa’nın gözleri tarafından taşa çevrilen ve Fotoğraf: Gamze Sakal- Erice’nin yol mazgalları Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 9 Palermo’ya geri dönüp otobüse binerek Catania’ya gidip buradan da Taormina’ya giden otobüsleri kullanabilirsiniz. Çok fazla aktarma olsa da otobüslerin rahat olması nedeniyle çok sıkıntılı bir yolculukla karşı karşıya kalmayacaksınız. Yol boyunca gördüğüm değişim oldukça şaşırtıcıydı. Batıdan doğuya doğru yol alırken hem bitki örtüsü hem de şehir yapıları bambaşka bir hale büründü. Batıda ne kadar hem bitki örtüsü hem de şehirleşme açısından kırsal bir görüntü varsa doğuya doğru yol aldıkça her şey tersine döndü. Taormina... Fotoğraf: Gamze Sakal- Gamze Sakal- Erice’nin daracık sokakları (Bu arada ulaşım biraz sıkıntılı. Ben dönüş otobüsü bulamayarak teleferik ile dağın yamacına inip gecenin bir vakti otostop çekmek zorunda kalarak otelime dönebildim. Bu nedenle gece gidilecekse önceden taksi ayarlanması veya araba kiralanması tavsiye edilir. Gidiş için Trapani Limanı’ndaki durklardan kalkan Erice otobüsü tavsiye edilir. Tepenin zirvesine kadar götürüyor. Yine bir başka yol ise tepenin eteklerine kadar taksi ile gidip teleferik ile yukarı çıkmak. Ben her gün ikişer saat otobüs bekleyip vazgeçmek suretiyle 3.günümde ancak Erice’ye giden bir otobüs bulabildim. Otobüs zaman çizelgeleri ve Turist ofislerindeki İngilizce bilmeyen kişilerin yönlendirmeleri nedeniyle sıkıntılı oldu. Bu nedenle önceden net bilgi edinmek ulaşım açısından daha az sıkıntılı olacaktır.) Yine bir tepeye kurulmuş çok keyifli bir şehir. İç içe geçmiş yeşil balkonlu eski tarz İtalyan evleri, daracık sokaklar ve minik şarap evleri, küçük küçük kiliseler ve bu kiliselerin önlerinde insanların oturduğu, sokak müzisyenlerinin performanslar sergilediği, insanların durup durup dans ettiği, iç ısıtan ve insanda sürekli gülümseme isteği uyandıran ufacık bir kent. Hepsi çok iyi olan dondurmacılardan bir dondurma kapıp denize tepeden bakan antik tiyatro görülmeye değer. Eğer yeterince vaktiniz varsa bir gününüzü teleferik kullanarak inilen plajda geçirebilirsiniz. Vaktim olmadığı ve güzel Ege’miz denizinin güzelliğine yaklaşamadığı için ben deniz kısmını atlayarak şehri yaşamayı tercih ettim. NOT: Bol kremalı tatlıları sevenlerdenseniz rahibeler tarafından yetiştirilip en iyisini pişirmeyi öğrenen Maria’nın Genovese’ini yemenizi tavsiye ederim. Turistik yerlerden hoşlanmayan biri olsanız bile Erice’ye bir şans verin derim. Ada’nın en batısından en doğusunda yer alan Taormina’ya Trapani’den direk bir ulaşım olmadığından Fotoğraf: Gamze Sakal- Taormina kıyıları Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 10 Konaklamaya gelince… Tüm kentteki hosteller küçücük, çok sevimli ve aynı zamanda çok uygun fiyatta. İngilizce bilen insan azlığı nedeniyle bu hostellerle iletişim kurmak için bir haftada temel İtalyanca’yı öğrenmek zorunda kalmak da ayrı eğlenceli. Dikkat: Akşamüstü küçük meydanlardan birinde bir içki yudumlarken ansızın önünüzde sokak sanatçıları belirebilir, insanlar dans etmeye başlayabilir ve siz de kendinizi hiç beklemediğiniz bir anda kahkahalar atarak dans ederken bulabilirsiniz. Ve Etna Yanardağı... Fotoğraf: Gamze Sakal- Yeşil balkonlu eski tarz İtalyan evleri Meraklıları için herkesin yaşaması gereken deneyimlerden biri. Taormina’daki tur ofislerine giderek size uygun bir turu seçebilirsiniz. Trekkinge ilgisi olanlar için yürüyerek tepeye çıkabileceğiniz turların yanında kısıtlı zaman nedeniyle benim tercihim olan otobüsle dağın yarısına kadar gidip oradan büyük ciplerle zirveye çıkılabilen tura dahil olabilirsiniz. ( Tur programları haftanın her günü olmadığından kaçırmamak adına bu günlere göre kendinizi ayarlamanız gerekiyor) Her geçen dakika sıklaşan çam ağaçlarının arasından giderken bir anda 2002’de gerçekleşen büyük patlamanın izleri sizi karşılıyor. Karşınıza çıkan görüntüler karşısında nefesinizi tutmamayı başarabilirseniz ne mutlu size. Lavların, önüne gelen her şeyi bu denli yok edebileceğini görmek doğa karşısındaki acizliğimizi tekrar tekrar yüzümüze çarpıyor. Otobüs ile yukarı tırmanmaya devam ederken şaşkınlığımdan çoğu zaman fotoğraf çekmeyi bile unuttum. Yaklaşık 1 saatlik bir tırmanışın ardından eskiden otel ve restoran olan fakat lavların yerle bir ettiği bir konaklama alanına geldik ve burada ciplere binerek zirveye doğru tırmanmaya başladık. (Patlama riski nedeniyle sürekli olarak yukarıdaki merkezlerden haber bekleniyor ve onların izniyle yukarı çıkılıyor. Bu nedenle eğer şansınız kötü giderse yukarıya kabul edilmeyebilirsiniz. Zira ben döndükten yaklaşık bir ay kadar sonra Kasım 2013’te Etna tekrar patladı. Şahit olmayı çok istediğim bu olayı kaçırmış olmak da Sicilya’daki talihsizliklerime bir tanesini daha eklemiş oldu). Fotoğraf: Gamze Sakal- Antik Tiyatro Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 11 barbeküleri, dar sokakları, eski ve büyük binaları ile genel olarak güzel bir şehir olsa da trafiği, çok temiz olmayan sokakları ve kargaşasıyla çok etkilendiğim bir yer olamadı ve hatta toplamda gezimin iki gününü buraya ayırdığım için pişman bile olduğumu söyleyebilirim. İtalya’nın en büyük opera binasının önünde durup detaylara birkaç dakikanızı ayırmanızı öneririm. İtalyanların operayı çok sevdiği iyi bilinen bir gerçektir. Ve eğer büyüklük sevgiye dair bir gösterge ise operayı Sicilyalılardan çok seven yok demektir. Fotoğraf: Gamze Sakal- Etna’nın izleri Yabancılara korku salan bu patlamalar, toprağa getirdiği ve bölgeyi şarap merkezine çevirdiği için adalılar tarafından sevgiyle karşılanmaktadır. Etrafınıza baktığınızda onlarca krater görmek ve zamanında onlardan lavların püskürdüğünü ve önüne çıkan her şeyi yerle bir ettiğini görmek heyecan verici. (Bu arada art arda sıralanan kraterlere bölge halkı “gömlek düğmesi” adını vermiş. Gerçekten de uygun bir konumdan kraterlerin dizilimine baktığınızda gömlek düğmesi gibi yuvarlak boşlukların peş peşe sıralandığını görebiliyorsunuz). Zirveye yaklaştıkça artan sülfür gazı ve soğuk bizi zorlamaya başladı. Her ne kadar yanımıza kalın bir şey almamız önerilse de aşağıda sıcaktan ter dökerken insan, “yukarısı soğuk olabiliyor, sıkı giyinin” uyarısını yeterince ciddiye alamıyor olsa gerek ki yanımıza aldığımız sweatshirtler yetersiz kaldığı için bir süre sonra herkes birbirine sarılarak ısınmaya çalışıyor konumuna geldi. Ve en ilginç olanı ise o soğukta yerden çıkan gazların olduğu kısıma elinizi uzattığınızda yerin derinliklerinden gelen volkanik gazların el yakıcı sıcaklığı idi. Dağın en tepesinde sülfür gazlarından ve soğuktan korunmaya çalışarak güneşi batırırken lavların izlediği yollara bakıp doğanı yok edici gücüne karşı saygı duruşunda bulunmanızı tavsiye ederim. En büyük şehir Palermo.. Eğlence hayatı ve kalabalık şehirleri tercih edenler için gidilip görülebilir bir şehir. Sokak aralarındaki küçük meydanları, bu meydanlarda akşamları kurulan sokak Fotoğraf: Gamze Sakal- Palermo Sokakları Özet olarak Favignana, Erice, Taormina ve tabii ki Etna Sicilya’ya doğru yola çıkmanızı gerektiren sebeplerden sadece bazıları. Batıdaki umursamaz ve yardım etmeyi hiç sevmeyen insanların ardından doğudaki güzelliklere ve dünyanın en tatlı insanlarının arasına girmek sosyolojik olarak büyük bir etki bırakıyor. Zamanımın yetmemesi nedeniyle uğrayamadığım adanın şarap merkezi olan Arşimed’in yuvası Siracusa’da vakit geçirmek ve kuzeydeki Aeolian Adalarından biri olan Volcano’daki volkanın eteklerinde çamur banyosu yapmak ilgi çekici olabilir. Vaktiniz olursa buralara da uğramanızı tavsiye ederim. Güneyli İtalyanların çok sevdiği, kuzeylilerinse “İspanyol etkisinde kalmış arabesk Yunanlılar” olarak küçümsemeden edemedikleri Sicilya gezmeyi sevenler için liste dışı kalmaması gereken bir cennet. Beni bir kenara bırakın, “Sicilya’yı görmeden İtalya’yı anlamak mümkün değildir” dediğine göre vardır elbet Goethe’nin de bir bildiği… Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 12 DOĞA ÇANTAM PROGRAMI Yazan: Zehra Kahraman DAÇEV Yönetim Kurulu Başkanı Datça Çevre ve Turizm Derneği’nin (DAÇEV) çocukların büyük ilgi ve sevgisini kazanarak, on yıldır başarıyla sürdürdüğü “Doğa Çantam” programı; İngiltere Kraliyet Kuşları Koruma Derneği’nin ‘Birinci Doğa / 5-7 yaş çocukları için çevre eğitimi programı’ temel alınarak Doğa Derneği tarafından geliştirilmiş ve 2006 yılında Datça’da uygulanması için DAÇEV’e hediye edilmiştir. Program, Datça’daki ilköğretim okullarının ikinci sınıflarını kapsayacak şekilde DAÇEV tarafından kesintisiz olarak sürdürülmektedir. 1. Doğa ve doğa sorunlarına karşı farkındalık ve duyarlılık oluşturmak, 2. Doğa ve doğanın işleyişi ile ilgili temel bilgi ve anlayışı geliştirmek, 3. Doğaya karşı olumlu davranış ve değerler geliştirilmesini sağlamak, 4. Doğayla ilgili sorunları tanımlama, araştırma ve çözme ile ilgili beceriler edinilmesini sağlamak, 5. Doğanın yaşaması için yürütülen çalışmalara aktif katılım sağlamaktır. Datça’da, yine DAÇEV’in çabalarıyla koruma altına alınan Gebekum Doğa Parkı’nda, her beş öğrenciye birer gönüllü eğitmenle uygulanan programda; her bir öğrenci, isme özel hazırlanan davetiyelerle doğa keşfi yapmaya davet edilmektedir. Programı tamamlayan öğrencilere “Doğa Kâşifi” unvanını temsilen Doğa Kâşifi Rozeti hediye edilmektedir. Fotoğraf: DAÇEV Arşivi- Doğa Kâşifi adayları eğitimde Doğa Çantam programı, gönüllü eğitmenlerin yardımıyla merak uyandırma, dikkat odaklama, yerinde algılama ve sonunda hislerin paylaşımı şeklinde ilerleyen dört aşamalı bir eğitim metoduna dayanmaktadır. Bu şekilde minik öğrencilerin doğa ile iletişiminin ve farkındalıklarının sağlanmasına gayret edilmektedir. Çocukların kendi duyularını kullanarak doğayı tanımaları ve sonrasında sevip korumalarına yardımcı olmaya yönelik bu programa dâhil olan çocukların pasif öğrenen konumunda değil, aksine aktif olmasına çalışılmaktadır. Doğa eğitimi için özel olarak hazırlanan özel programda beş temel amaç güdülmektedir: Doğa Çantam Programı, özellikle doğa ve doğanın işleyişi ile ilgili anlayışın ve doğaya karşı olumlu davranışların geliştirilmesine odaklanmıştır. Aynı zamanda hisleri kullanmaya yönelik etkinlikler aracılığıyla çocukların doğal çevrelerine karşı empati geliştirmelerini amaçlamaktadır. Çocukların doğayı doğada tanımaları, canlı çeşitliliğini fark etmeleri, canlıların beslenmek, barınmak ve saklanmak için bazı özel yaşam alanlarına (evlere) ihtiyaç duyduğunu anlamaları, canlıların ve onların yaşam alanlarının korunmasına yardım etme ve koruma isteklerini geliştirmeleri hedeflenmektedir. Bu yıl onuncusu gerçekleştirilen Doğa Çantam projesiyle Datça’da toplam 2200 öğrenciye doğa eğitimi uygulayarak kendilerini Doğa Kâşifi yapmış bulunuyoruz. Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 13 BİR KAPLUMBAĞA NEDEN ÜNLÜ OLUR? Akut-3 Yazan: Öğr. Gör. Doğan Sözbilen Pamukkale Üniversitesi Acıpayam Yüksekokulu Veterinerlik Bölümü Meslek Deniz Kaplumbağaları Araştırma Kurtarma ve Rehabilitasyon Merkezi (DEKAMER) Yönetim Kurulu Üyesi Yazın kumsala gittiğinizde genelde iki tip çocuk görürsünüz: denizden çıkmayanlar ve bütün gün kumu kazanlar. “Kaplumbağacılar” diye anılan grup daha çok ikinci gruba uyuyor. Her yıl yaz aylarında çıkan haberlerde takip ettiğiniz “Carettalar yumurtlamaya başladı” veya “Carettalar yumurtadan çıktı” haberlerinin geri planında, “Kaplumbağacılar” diye anılan ve daha çok ikinci gruba giren araştırmacı ve gönüllülerin oluşturduğu insanlar yer alıyor. Bu insanlar sağlıklı denizlerin var olmasında çok önemli rolleri olan ancak insan faaliyetleri nedeniyle nesilleri tehlike altına girmiş deniz kaplumbağalarının korunması için araştırma ve koruma faaliyetlerini yürütüyorlar. Seksenli yılların sonundan günümüze kadar onlarca araştırmacı ve binlerce gönüllü, bu harika canlıların korunması için yaz tatillerinden, ailelerinden, arkadaşlarından feragat edip gece uykusuz, gündüz güneşin altında oldukça zor şartlarda aylarca çaba gösteriyorlar. Tüm bu çaba, yaklaşık 1.000 yavrudan sadece 1-2 tanesinin 25 yılda erginliğe ulaşabildiği deniz kaplumbağalarını korumak için yapılıyor. Bu kadar emek ve özverinin ardından yıllar sonunda erginliğe ulaşmış bir deniz kaplumbağasının balıkçı ağına takılması veya bir sürat teknesinin pervanesi ile ağır yaralanıp öldüğünü düşünün. Bu kadar insanın emeği boşa giderken daha da önemlisi doğadan nesli tehlike altında bir deniz kaplumbağasının daha eksildiğini görüyoruz. İşte tam bu noktada çeşitli nedenlerle yaralanan kaplumbağaların tedavilerinin yapılabilmesi için dünyada farklı noktalarda Kurtarma ve Rehabilitasyon Merkezleri kuruluyor. Dünyada uzun yıllardır var olan bu merkezlerin ülkemizdeki ilki olan Deniz Kaplumbağaları Araştırma, Kurtarma ve Rehabilitasyon Merkezi (DEKAMER) de bu amaçla kurulmuş bir merkez. Merkez 2008 yılından bu yana Prof. Dr. Yakup Kaska önderliğinde bir ekip ile deniz kaplumbağalarının korunması ve yaralı kaplumbağaların tedavilerinin yapılması amacıyla çalışmalarını sürdürüyor. Bugüne kadar 120’nin üzerinde deniz kaplumbağası merkeze ulaştı ve 80’e yakın kaplumbağa tedavi edilerek doğal yaşamına geri kazandırıldı. Akut-3 DEKAMER’e geçen yedi sene boyunca farklı sebeplerle yaralanmış deniz kaplumbağaları ulaştırıldı; ancak hiçbiri geçtiğimiz günlerde gündeme gelen Akut-3 kadar ön plana çıkmamıştı. Akut-3 adı verilen bir iribaş deniz kaplumbağası (Caretta caretta), dünyada ilk defa uygulanan bir teknik ile 3D yazıcılar ile üretilen bir proteze sahip oldu. Bu haber yaralı yaban hayvanlarının tedavi ve rehabilitasyonu için büyük ümit vaat eden bir gelişme çünkü her yıl birçok yaban hayvanı çeşitli yaralanmalar sonucunda sakat kalıyor ve doğaya dönme şansları olmuyordu. Bu hayvanların bir kısmı rehabilitasyon merkezleri, hayvanat bahçeleri, akvaryumlar gibi yerlere gönderilirken önemli bir kısmı ise uyutulmak zorunda kalınıyordu. Akut-3, ikinci gruba girecek yaralı kaplumbağalardan birisiydi. Peki, Akut3’ün hikâyesi neydi? Hikâye, geçtiğimiz yıl Temmuz ayında DEKAMER’e gelen bir telefonla başlıyor. DEKAMER’in iletişim ağında sürekli olarak yaralı kaplumbağaların kurtarılması ve merkeze ulaştırılmasında yardımcı olan AKUT ekipleri, yaralı bir kaplumbağa ihbarı yapıyor. Her yaralımızın olduğu gibi bu kaplumbağamızın da bir isme ihtiyacı var. AKUT’un kurtardığı üçüncü kaplumbağa olması nedeniyle ismini Akut-3 olarak veriyoruz. Merkeze getirilen kaplumbağanın yukarıdan bakıldığında hiçbir sıkıntısı görülmüyor ancak kafasının altına bakıldığında sorun ortaya çıkıyor: Akut-3’ün çenesi neredeyse tamamen parçalanmış. Boynundaki yağ lekeleri ve izler ile birleşince bir tekne pervanesinin çeneyi parçaladığı sonucuna varan ekip hayvana ilk müdahaleyi yapıyor. İlk amaç hayvanı hayatta tutmak ve bunda başarılı da olunuyor. Ancak bu süreçte ekibin kafasında tek bir soru var: Akut-3 bu şekilde yaşamına devam edebilecek mi? Kaplumbağanın bu şekilde kendini besleyebilmesi mümkün değil. Ayrıca yemek ve soluk borusu sürekli Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 14 olarak dış ortamla temas halinde olacak ve farklı hastalıklara yakalanma riski de yükselecekti. Böyle yaralanmalarda yaban hayvanlarının uyutulması tercih edilen bir durum ancak ekibimiz deniz kaplumbağalarının ne kadar mücadeleci ve harika canlılar olduğunu bildiği için bakıma devam etme kararı alıyor. Öte yandan bu konuda neler yapılabileceği konusunda fikir jimnastiği devam ediyordu. 3D yazıcıyla yapılacak uygulama fikri ilk kez merkez müdürü Prof. Dr. Yakup Kaska ile hayvanın durumunu tartışırken merkez sorumlularından Öğr. Gör. Doğan Sözbilen’den geliyordu. Böyle bir uygulama daha önce yapılmamıştı ve çeşitli zorlukları vardı. Hayvanın büyüklüğü, gelişimi, uygulamanın nasıl bir ekiple yapılacağı, protezin biyo-uyumlu bir materyal ile üretilmesi gibi soruların yanıt bulması gerekiyordu. Bu fikir değerlendirilmek için kafaların bir köşesine yazıldı ve kaplumbağanın tedavisine devam edildi. Yaraların iyileştirilmesinin yanında kaplumbağanın bakımında en büyük sorun düzenli olarak beslenmesiydi. Merkezde görevli personel, gönüllüler yardımıyla hayvanı elle beslemek zorundaydı. Kaplumbağa her gün havuzundan çıkarılmalı, beslenme için sabitlenmeli, sonra besinler mideye kadar ulaştırılmalıydı. Bu süreç aylarca bu şekilde devam ettirildi. Akut-3 ağır yaralı olmasının ve tamamen yabancı bir ortam olmasının getirdiği stresin üstüne her gün yeniden beslenme stresini yaşamak durumunda kalıyordu. Akut-3’ün hikâyesi aylar sonra, DEKAMER’in eski gönüllülerinden Sevil Elbir’den gelen bir telefonla değişmeye başladı. Merkeze yaptığı bir ziyarette kaplumbağanın durumunu gören ve 3D çene yapımı fikrini paylaştığımız Sevil, Hacettepe Teknokent’te yer alan BTech Innovation isimli bir firmanın biyo-uyumlu protezleri 3D teknolojisi ile ürettiğini duyarak şirket yetkilileri ile iletişime geçti Şirket yetkililerinin olumlu yaklaşımı sonrasında Sevil tekrar bize ulaşarak durumu anlattı. Merkez müdürü Yakup Kaska’nın BTech Innovation yetkilisi Kuntay Aktaş ile yaptığı görüşmelerin ardından süreci başlatma kararı aldık. DEKAMER’den Prof. Dr. Yakup Kaska, merkezin veteriner hekimi Öğr. Gör. Barbaros Şahin, Öğr. Gör. Doğan Sözbilen ile BTech Innovation’dan Kuntay Aktaş ve Murat Eğri ile birlikte ilk çalışmalara başlandı. BTech ekibinin insan protezi üzerine uzmanlığı vardı ama kaplumbağalara tamamen yabancılardı. Aynı şekilde DEKAMER ekibi de bu teknolojiye yabancıydı. Görüşmeler sonrasında bir yol haritası çizildi ve kaplumbağanın kafa tomografisi çekilerek çalışmalara başlandı. Görüntüler BTech ekibine gönderildi ve yaklaşık iki ay sürecek protez tasarım süreci başlamış oldu. Protez için en uygun materyalin titanyum olduğuna karar verildi. Sürekli yeni tasarımlar hazırlanıyor, tartışılıyor ve yeni düzeltmeler yapılarak yeni tasarımlar hazırlanıyordu. Bu süreç devam ederken DEKAMER ekibinin düşünmesi gereken çok önemli bir işlem daha vardı: cerrahi operasyon. Böyle bir operasyon tek kişinin altından kalkacağı bir işlem değildi. Bu nedenle Mustafa Kemal Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı ve MKÜ Deniz Kaplumbağaları İlk Yardım ve Tedavi Merkezi (DEKİYM) Müdürü Prof. Dr. Vet. Hek. Muhammed Enes ALTUĞ ve Yrd. Doç. Dr. Vet. Hekim Cafer Tayer İŞLER(MKÜ, DEKİYM) ile iletişime geçildi. Enes Altuğ ve Cafer Tayer İşler’in de desteği kabul etmesi ile genişleyen ekip, tasarım ve operasyon konusunda son düzenlemeleri yaptıktan sonra geriye operasyon tarihini belirlemek kalmıştı. Bunun için önümüzde güzel bir fırsat bulunuyordu. Her yıl düzenlenen ve 35’ncisi Prof. Dr. Yakup Kaska başkanlığında ülkemizde yapılacak Uluslararası Deniz Kaplumbağaları Biyolojisi ve Korunması sempozyumu için yaklaşık 80 ülkeden araştırmacılar 19-24 Nisan tarihlerinde Dalaman’da olacaktı. Bu sayede diğer araştırmacılar ile operasyonun tartışılması fırsatı da doğuyordu. Böylelikle 23 Nisan’da operasyonun yapılmasına karar verildi. Aylar süren uğraşlar, farklı ülkelerden araştırmacılarla konunun görüşülmesi sonrasında operasyon tarihi geldi. Hazırlanan protez, uçak kargo ile sabah 09:00’da Bodrum Havaalanına yetiştirildi. Doğa Koruma ve Milli Parklar 4. Bölge Müdürlüğü’nden Şube Müdürü Mehmet Uzuner protezi teslim alarak saat 12:00’de DEKAMER’e ulaştırdı. Operasyona lojistik destek sağlamak amacıyla Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Rıza Hakan Erbay, Doç. Dr. Habip Atalay, Yrd. Doç. Dr. Harun Reşit Güngör, Pamukkale Üniversitesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi ve DEKAMER yönetim kurulu üyesi Doç. Dr. Eyüp Başkale ve Öğr. Gör. Doğan Sözbilenile Kal-Vet Veteriner Kliniğinden Vet. Hekim Gülsün Çakmakçı da Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 15 merkezde hazır bulundu. Operasyon Prof Dr. Enes Şahin başkanlığında, Yrd. Doç. Dr. Vet. Hekim Cafer Tayer İŞLER, Vet. Hekim Barbaros ŞAHİN ve Vet. Hekim Cengiz ASLAN (KAL-VET Veteriner Kliniği Ortaca/Muğla) ile başladı ve yaklaşık 2,5 saat sürdü. Enes Şahin operasyonu şöyle: “Diazem-propofol ve sevofluran ile yapılan anestezi ardından hayvanın yarasının etrafında bulunan ölü dokular uzaklaştırıldı. Protezin yerleşeceği bölge hazırlandıktan sonra protez üst ve alt çenedeki yerine yerleştirilerek rekonstrüksiyon cerrahi olarak sağlandı.” Bu kısa ama teknik cümle, ilk defa bir yaban hayvanına uygulanan bir operasyonu özetliyordu aslında. bahsetmek gerekirse, tedavinin ilk aşamalarında susuz ortamda insanlardan uzak olarak yoğun bakımda tutulan Akut-3’ü yavaş yavaş havuza koymaya başladık ve suda gayet hareketli şekilde yüzdüğüne şahit olduk. Zamanla daha uzun süreler suya koyarak rehabilitasyonunu ileride tamamen suda geçireceği günleri bekliyoruz. Fotoğraf: DEKAMER arşivi- Akut-3’ün tedavisi halen devam ediyor. Şu an herhangi bir olumsuzlukla karşılaşılması riskine karşı yoğun şekilde bakımı yapılıyor. Fotoğraf: DEKAMER arşivi- Operasyon sonrası Akut-3 Operasyonun hemen ardından tedavi çeşitli antibiyotikler ve ilaçlar ile yoğun şekilde devam etti. Kaplumbağa operasyonun ardından 18 gün takip edildi ve herhangi bir doku reddi görülmedi. Protez uyumu ve yumuşak dokunun iyileşmesinde karşılaşılan bir sorun olup olmadığı takip edilirken kan değerleri sürekli takip edildi. Tüm bu sorulara Akut-3’ün olumlu yanıt vermesi sonrasında haber basınla paylaşıldı. Akut-3’ün tedavisi halen devam ediyor. Şu an herhangi bir olumsuzlukla karşılaşılması riskine karşı yoğun şekilde bakımı yapılıyor. Bizim için sevindirici gelişmelerden ilki, protez yapıldıktan kısa süre sonra çenenin hareket etmeye başlamasıydı. Yalnız bu ne kadar sevindirici olsa da halen daha dikkatli olmamızı gerektiriyor. Bundan sonraki süreçte yaraların tamamı ile iyileşmesi ve daha da önemlisi Akut-3’ün protezini kullanabilecek hale gelmesi gerekiyor. Bu nedenle hem bizi, hem de Akut-3’ü uzun bir süreç daha bekliyor. Burada bizi mutlu eden başka bir gelişmeden daha Şu anda durumu her ne kadar iyi olsa da halen kendisi beslenebilecek halde değil. Beslenmesi merkez personeli tarafından yapılıyor. Bu süreçte özveriyle kaplumbağanın bakımında çalışan merkez personellerimiz Uzm. Biyolog Ahmet Yavuz Candan ve Süleyman Ekici ve tüm gönüllülerimiz teşekkürü hak ediyorlar. Akut-3 bir gün ait olduğu yere gidebilirse en çok sevineceklerin başında onların da geleceğini söylemeye gerek bile yok. Son olarak böyle büyük bir ekibin bir araya gelip operasyonun gerçekleşmesini sağlayan DEKAMER Müdürü Prof. Dr. Yakup Kaska, DEKAMER yönetim kurulu üyesi ve Merkez Veteriner Hekimi Barbaros Şahin, operasyonun başarıyla gerçekleşmesini sağlayan Prof. Dr. Muhammed Enes Altuğ ve Yrd. Doç. Dr. Cafer Tayer İşler, BTech Innovation yetkilileri ve katkı sağlayan tüm bilim insanlarına tekrar teşekkür ediyoruz. Bu Operasyon Neden Önemli? Operasyon haberi duyurulduktan kısa bir süre içerisinde ülkemizde ve dünyada büyük yankı buldu. Medya organlarının yanında dünyada oldukça popüler birçok bilim bloğu ve web sitesinde de haberi yapıldı. Peki, tek Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 16 bir kaplumbağaya yapılan bir uygulamanın bu kadar yankı uyandırmasının sebebi neydi? Öncelikle şunu söylememiz gerekiyor: tek bir hayvanın toplam popülasyona etkisi yok denecek kadar azdır. Ayrıca uygulama sonrası iletişimimizin oldukça sınırlı olduğu bir canlıyla böylesi bir rehabilitasyon sürecini başarıyla tamamlamak oldukça yorucu olacak. Ancak Akut-3’ün sağlığına kavuşabilmesi, en azından şu anda yapılan uygulamaya olumsuz tepki vermemesi gelecek için umut vaat ediyor. Yeni teknolojiler sadece insan hayatına kolaylık getirmiyor. Bu uygulama sayesinde çeşitli yaralanmalar ile tedavi altına alınan ancak bir daha doğaya dönme şansı olmayan canlıların ikinci bir şansı olacak. Yazının ilk kısımlarında da bahsettiğimiz gibi yaralanmalar sonucu uyutulmak zorunda kalan birçok yaban hayvanı bu sayede yaşama tutunma şansı elde edecek. Akut-3 operasyonu ilk kez yapılan bir uygulama. Biz de süreç ile birlikte tecrübe kazanacağız ve sonuçlarını dünya ile paylaşacağız. İleride diğer araştırmacıların katkılarıyla bu teknolojinin gelişerek çok daha etkin hale geleceğini söyleyebiliriz. Bu operasyonun diğer bir önemi de farklılıkların bir araya geldiğinde ortaya çıkardığı değerin çok daha büyük olması. Bilgi, kendinize saklamayıp paylaşıldıkça daha da büyüyor. Dünya artık çok daha fazla uzmanlaşmış kadrolara yönelmiş durumda. Herkes belli bir alanda uzmanlaşıyor ancak diğer konulardan ise uzak kalabiliyor. Yaşadığımız süreçte farklı kurumlardan biyolog, veteriner, biyo-mühendis gibi çok farklı alanlardan uzmanların bir araya gelmesi ile böyle bir sonuç elde edildi. Bizim adımıza böyle bir ortak çalışmaya imza atmak, ortaya çıkan sonucu daha da değerli kılıyor. Son Söz denizlerde farklı rollere sahipler ve deniz habitatlarının sağlıklı olması için anahtar roller üstleniyorlar. Yeşil deniz kaplumbağası (Chelonia mydas) bahçıvan gibi çalışarak deniz çayırlarının sağlıklı olmasına ve dolayısıyla biyolojik çeşitliliğin devamına katkı sağlarken atmaca gagalı deniz kaplumbağası (Eretmochelys imbricata), süngerlerden beslenirken mercanların yayılmasını sağlıyor ve bir nevi denizlerin arısı gibi çalışıyor. Dünyanın en büyük sürüngenlerinden deri sırtlı deniz kaplumbağası (Dermochelyscoriacea) ise 2,5 mt’ye ulaşabilen boyu ve bir tona yaklaşabilen cüssesiyle sadece denizanaları ile besleniyor ve denizanalarının kontrolünü sağlamaya yardım ediyorlar. Deniz kaplumbağalarının daha birçok faydası sayılabilir, merak edenler web sitemizi ziyaret edebilir veya yolları Dalyan’a düştüğünde merkezimizde personelimizden ve gönüllülerimizden bilgi alabilirler. Peki, son söz olarak bunu neden bunları anlattık? İnsanların en çok tanıdığı canlılardan biri olmalarına rağmen deniz kaplumbağalarını neden korumamız gerektiğini yeterince iyi anlatamadığımız zamanlar oluyor. Böyle olunca da insanlar bu kadar emeğin neden verildiğini haklı olarak anlamakta zorluk çekebiliyorlar. Kaplumbağaları neden korumamız gerektiğini anlatamazsak Akut-3’ün hikâyesini de insanlara iyi şekilde anlatamayacağımızı biliyoruz. Bu kadar çabanın aslında bir tane kaplumbağanın kurtulması için değil, tüm kaplumbağaların korunmasını sağlayacak adımlardan sadece birisi olduğunu ve bu sürecin sonunda herkesin kazanacağını iyi anlatmamız gerekiyor. Başarılı olmak için ise daha çok insanın desteğine ihtiyacımız var. Ülkemizde deniz kaplumbağalarının korunması için özveriyle çalışan gruplara destek olarak yeni Akut-3 hikâyeleri yazılmasına herkes katkı sağlayabilir. Deniz kaplumbağaları, tıpkı pandalar ve kutup ayıları gibi dünyadaki bayrak türler arasında. Bazı kaynakların da vurguladığı gibi karizmatik tür olarak da tanımlanıyorlar. Bunun nedenleri arasında deniz kaplumbağalarını korumak için yapılan çalışmalar aynı anda birçok farklı türün ve yaşam alanının korunmasını sağlaması başta geliyor. Ayrıca deniz kaplumbağalarının birçok insan tarafından tanınmaları ve sevilmesi sayesinde doğa koruma çalışmalarının bilim insanları tarafından geniş kitlelere ulaşılmasını sağlıyorlar. Biyolojik olarak baktığımızda deniz kaplumbağaları Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 17 SEYŞELLER ALDABRA MERCAN ADASININ YEŞİL KAPLUMBAĞALARI İÇİN ÖNEMLİ BİR YUVALAMA ALANI OLDUĞU ANLAŞILDI Yazan: Sharon Uranie , Hajira Amla Çeviren: Nur Filiz Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), Limnoloji Laboratuvarı, Doktora Öğrencisi Şeyseller takımadalarının bin kilometre batısında yer alan Aldabra’nın yükselen dört mercan adasından Mahé, belki de insanlar tarafından kullanılmamış olması nedeniyle, ülkenin yaban hayatının oldukça büyük bir kısmana ev sahipliği yapıyor. Aldabra aynı zamanda yeşil deniz kaplumbağalarının (Chelonia mydas) Batı Hint Okyanusu’ndaki en büyük ikinci yuvalama alanı olmasıyla önemli bir yere sahip. Mercan adaları, bereketli deniz çayırı yataklarına sahip sakin, sığ lagünleriyle; yoğun mercan kayalıklarıyla ve bozulmamış sahilleriyle bu ağırbaşlı sürüngenlere ideal bir yaşam alanı sağlıyorlar. Bu olağanüstü özellikler Aldabra’ya uluslararası bir statü kazandırdı. Şeyseller Adaları Kurumu (SIF) yakın zamanda Aldabra’nın yeni oluşturulan Hint Okyanusu – Güney Doğu Asya Önemli Deniz Kaplumbağaları Alanları Ağı (IOSEA)’nin bir parçası olacağını duyurdu. IOSEA ağı 6 deniz kaplumbağası türünü bünyesinde barındırıyor. Bunlar; İribaş Deniz Kaplumbağası (Caretta caretta), Zeytin Yeşili Deniz Kaplumbağası (Lepidochelys olivacea), Yeşil Deniz Kaplumbağası (Chelonia mydas), Şahin Gagalı Deniz Kaplumbağası (Eretmochelys imbricata), Deri Sırtlı Deniz Kaplumbağası (Dermochelys coriacea), ve Düz Kabuklu Deniz Kaplumbağası (Natator depressus). Hint Okyanusu – Güney Doğu Asya bölgesinde deniz kaplumbağalarınca önemli alanlar ağının kurulmasını, IOSEA’nin Deniz Kaplumbağalarının Yaşam Alanlarının Korunması ve Yönetilmesini Anlamak (MoU) adlı anlaşmasına imza atan devletler kararlaştırdı. Bu anlaşma, Göçebe Türler Sekretaryası (CMS) tarafından karara bağlanmış ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından yönetilmektedir. Hint Okyanusu ve Güney Doğu Asya bölgelerinde bulunan 45 ülkeden biri olan Şeyseller, 2003 yılı Ocak ayında MoU için yetkili ülke oldu. Fotoğraf: Mahé Adası 150.000’den fazla (bu sayı Şeyseller’in 90.000 olan nüfusundan çok daha fazla) deniz kaplumbağasını barındıran Aldabra, deniz kaplumbağaların yanı sıra çok sayıda kuşun, deniz canlılarının ve egzotik türlerin de evi. SIF, 1979’da UNESCO Dünya Mirası Alanlarını korumak ve yönetmek için kuruldu. Organizasyon bunun gibi koruma çalışmalarıyla ilgili uzun döneme yayılmış yararlar getireceğine ve böylece hedeflerin bu uyumlu çalışan ağların da yardımıyla daha kolay başarılacağına inanmaktadır. Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 18 SIF Ekim ayı gazetesinde; “IOSEA ağı çevresel etkileşimi ve çevresel strese karşı dirençliliği attırırken sınırlı kaynakların kullanımını en uygun hale getirecek ve olumsuz sosyoekonomik etkilerin daha geniş bir coğrafik ölçekte yayılmasını tersine çevirmeye yardım edecektir,” demiştir. 3100-5225 dişi yeşil deniz kaplumbağasının yumurtladığını belirterek, o günden bu yana da sayıları artmaya devam etmektedir,” açıklamasında bulunmuştur. “Bu inanılmaz bir koruma başarısı ve bu okyanus gezginlerinin korunmasının önemini gösteriyor.” açıklamasında bulunmuştur. “Aldabra, ağa zorlu değerlendirme kriterlerini karşılayabildiği için kabul edilmiştir. Bu değerlendirmeler IOSEA Danışman Komitesi tarafından yapılmış ve adanın deniz kaplumbağalarının geleceğini korumak için kritik bölge olarak seçilmesi tüm IOSEA üyeleri tarafından uygun bulunmuştur.” SIF CEO’su Dr Frauke Fleischer-Dogley, Aldabra’nın şu anda bu ağa kabul edilen Şeysellerdeki ilk alan olduğunu doğruladı. Dr Frauke Fleischer-Dogley, eğer Şeyseller’de başka bir alan değerlendirme kriterlerini karşılayabilirse, bu alanların da MoU’nun sekretaryasına önerilmesi gerektiğini belirtti. Mercan adaları, bereketli deniz çayırı yataklarına sahip sakin, sığ lagünleriyle; yoğun mercan kayalıklarıyla ve bozulmamış sahilleriyle bu ağırbaşlı sürüngenlere ideal bir yaşam alanı sağlıyorlar Yeşil Deniz Kaplumbağaları, avlanma ve kıyı habitatının değiştirilmesi sonucu sayılarındaki ciddi düşüşler sebebiyle Doğa ve Doğal Kaynakların Korunması için Uluslararası Birlik (IUCN) tarafından tüm dünyada nesli tükenmekte olan türler olarak sınıflandırılmaktadır. Yeşil Deniz Kaplumbağaları, Aldabra’nın doğal rezerv olarak kabul edildiği 1968’den önce de mercan adalarındaki besin kaynaklarının sömürülmesi sebebiyle tehlike altındaydı. SIF’e göre vakıfların verdiği desteklerle onlarca yıl devam eden koruma çalışmalarının yanı sıra 1961’de başlayan Yaban Hayvanları ve Kuşları Koruma Hareketi ve 1994’te gerçekleştirilen kaplumbağa koruma Hareketi ile kaplumbağa nüfusu yavaş yavaş iyileştirilmiştir. SIF; “1968 ve 2008 yılları arasında Aldabra’daki yumurtlayan yeşil deniz kaplumbağası sayısında %500800 oranında artış olduğunu, 2008 yılında yaklaşık Dr Frauke Fleischer-Dogley 1982’de Dünya Miras Alanı seçilmesinin yanı sıra, Aldabra aynı zamanda bir Ramsar alanı, Uluslararası Öneme Sahip Kuş Bölgesidir ve şimdi de IOSEA Deniz Kaplumbağaları Ağı alanı haline gelmiştir. Haberin Kaynağı: http://www.seychellesnewsagency.com/articles/1729/ Seychelles+Aldabra+atoll+recognized+as+important+gr een+turtle+nesting+site Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 19 NANO- MARKALAR YAVRU DENIZ KAPLUMBAĞALARININ İZİNDE Yazan: Leigh Cooper çalışmada her birinin ağırlığı sadece 0,65 gr olan akustik vericileri kullandılar. Çalışmada, bu “nano-markalar”ı Afrika’nın batı kıyılarındaki Cape Verde adalarından Boa Vista sahillerindeki yumurtadan yeni çıkmış Caretta caretta türü deniz kaplumbağalarının kabuk kısmına yapıştırdılar. Böylece çalışma ekibi, vericilerden gelen sinyaller ile sekiz saat boyunca küçük bir bot ile yavruları izledi. Çeviren: Dr. Efe Ulutürk Ege Üniversitesi (EÜ) Su Ürünleri Fakültesi Balıkçılık Temel Bilimler Anabilim Dalı Yavru deniz kaplumbağaları, okyanuslara ilk adamlarını attıklarında ortadan kaybolmaktadırlar. Yıllar sonra, genç kaplumbağalar kilometrelerce uzaklıkta ortaya çıkmakta, araştırmacılar ise ancak doğdukları alanlara yumurtlamak için döndüklerinde bu canlıları tekrar görmekteydiler. Şimdilerde, iki karpuz çekirdeğinden bile fazla ağırlığı olmayan küçük markalar kullanılmakta. Çalışma grupları, yumurtadan yeni çıkmış Caretta caretta türü deniz kaplumbağalarının yaşamlarının ilk kritik saatlerinde, predatörlerden ve okyanus akıntılarından nasıl kurtulduklarını izlemekteler. Deniz biyologlarının balinalar, köpek balıkları ve ergin deniz kaplumbağalarını izlemek için kullandıkları uydu vericili markalar, yavru kaplumbağalarda kullanmak için çok büyük boyutlarda. Bu durum biyologların, yeni çıkan yavruların ilk birkaç günlerinde nereye sürüklendiklerini bulmak için simülasyon programları kullanmalarına sebep oluyor. Fakat modeller çok ayrıntılı olmayıp rüzgârı, akıntıları ve yavruların kendi yüzgeç hareketlerine bağlı hareket hızları gibi bilgileri es geçiyor. Yavrular, 2 ile 5 saatlik hızlı yüzüşün ardından, açıklardaki yaklaşık 5 km hızındaki yüzey akıntılarına kapılarak, dakikada yaklaşık 60 m yol aldılar. Bilim insanları yavruların akıntıları kullandıklarını tahmin etmekteydiler fakat direkt olarak bunu gösteren bir kayıt bulunmamaktaydı. Çalışma ekibi elde ettikleri bulguları geçen ay “The Proceedings of the Royal Society B” adlı bilim dergisinde yayınladı. Rebecca Scott, “The Future Ocean, GEOMAR, QMUL ve Turtle Foundation tarafından desteklenen bu yeni çalışmada yumurtadan yeni çıkmış tüm popülasyonunun nesli tehlike altında ve tehdit altında olduğu Caretta caretta cinsi kaplumbağaları izlemekte. Modernleştirilmiş, hafif etikler deniz kaplumbağalarının yüzmesini etkilememekte ve kaplumbağalarının ilk günleri anlamamızı sağlamakta” açıklamasında bulundu. Almanya’nın Kiel kentindeki GEOMAR Helmotz Okyanus Araştırmaları Merkezi’nde deniz biyoloğu olarak görev yapan Rebecca Scott’ın önderliğindeki ekip, bu yeni İngiltere’nin Exeter Üniversitesi Ekoloji ve Koruma Merkezi’nde görevli deniz kaplumbağaları uzmanı Brendan Godley “Bu çalışma devrimsel nitelikte. Daha önce birkaç kişi denizde yavruları izlemeyi denedi fakat Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 20 bu kadar küçük vericiler hiç kullanılmamıştı.” dedi. mongabay.com’a attığı mailde ise “ İzlemeler süre ve mesafe açısından sınırlı fakat bu yavruların bu devasa yolculukları gibi tüm yolculuklar küçük adımlarla başlar” açıklamasında bulundu. Rebecca Scott “Araştırmacılar yumurtadan yeni çıkmış yavrulara esneyebilen kuşaklar giydirip su dolu konteynerlere koyuldular. Kaplumbağaların yüzme üyeleri ile güçlü bir şekilde vurdukları anda onların ileriye doğru hızlı bir şekilde ilerledikleri, üzerlerindeki kuşaklar ile tespit edildi, böylelikle her bir deniz kaplumbağası yavrusunun belli bir zamanı kayıt altına alınmış olduğunu” söyledi. Boa Vista yavrularından zorundalar. daha uzaklara yüzmek Çoğu yavru hızlı okyanus akıntılarına karşı olan yüzmelerde hayatta kalamamaktadır. Scott hatta gizlenmiş predatörlerden etiketlenmiş yavruları kurtarmak için okyanusa atlamak zorunda kalmış. Her bin yavrudan sadece biri ergin olarak yumurtlamak için bu alanlara geri dönebilmekte. Scott “ Cape Verde kaplumbağaları, ihtiyaç duydukları akıntıya ulaşmak için o kadar yüzmeleri gerekmediğini bilerek dünyaya geliyor gibiler.” diye eklemiştir. Scott’ın ekibi ayrıca yavru kaplumbağaların laboratuvar tanklarında nasıl yüzdüklerini inceleyerek, denizlerdeki ilk günlerinde nasıl yüzdükleri ile ilgili büyük resmi tamamlamaya çalışıyorlar. İncelenen tutsak yavrular 24 saatin %78’ni “yüzme çılgınlığı” olarak adlandırılan durumda geçirmektedirler. Bu “Yüzme Çılgınlığı” daha önce belgelenmiş bir davranış ve onları kıyıdaki predatörlerden kaçmasında yardımcı olmakta. Ekip yeni bir davranış da tespit etti. İlk yüzüşlerinin ardından canlılar geceyi uyuyarak geçirmekte ve sadece gün içerisinde yüzmektedirler. Scoot’ın monbay.com ile yaptığı söyleşide “Uyuduklarında küçük bir yaprağa benzerler. Vücutlarını topladıkları için yüzeyde kalabilmekteler. Bu sayede köpekbalıkları ve diğer avcı balıkların ilgisini daha az çekiyorlar” dedi. Florida’daki biyologlar tutsaklık altında inceledikleri yavruların sadece gecenin belli kısmında dinlendiklerini belirlemişlerdir. Fakat bu kaplumbağalar Florida kıyılarındaki güçlü Atlantik akıntılarını yakalamak için Scott, yeni sonuçlara göre artık bilim insanları yavruların yüzme davranışları, okyanus akıntı modellerine dâhil edilebileceğini belirtti. Revize edilen modellerin, yavruların nereye sürüklenebileceklerini öngörülmesinde daha başarılı olacağını belirtti. Scott, yavru kaplumbağaların seyahat şekillerini ve erginlerin bulundukları yere yıllar sonra neden geri döndükleri sorusunu açığa kavuşturmada yardımcı olacağını umut etmekte. Scott, çalışma arkadaşlarını iklim değişikliğinin, yavru kaplumbağaların vücut büyüklükleri üzerindeki etkisini çalışmak üzere teşvik ediyor. Yeni çalışma, sıcaklığın artışı ile birlikte yavruların ortalamadan daha küçük boyutlarda olacağını öne sürüyor… Scott’ın çalışması daha büyük yavruların küçüklere oranla daha uzun süre yüzebildiğini ortaya koyuyor. Bu bilgiler potansiyel bir problemi işaret etmekte. Scott, iklim değişikliği ile birlikte yavruların hızlı akıntılara güvenli şekilde ulaşmalarını zorlaşacağını da belirtiyor. Haberin Kaynağı: http://news.mongabay.com/2014/1203-cooper-ucscbaby-turtles.html Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 21 ORTADOĞU BİR KAPLUMBAĞA İÇİN ZORLU OLABİLİR Yazan: Zafrir Rinat Çeviren: Tevfik Orkun Develi Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tarih Bölümü Doktora Öğrencisi Araştırmacılar 35 dişinin bedenine, kuma yumurtalarını bırakmak üzere karaya çıktıkları esnada vericiler yerleştirdi. Bu ergin dişi kaplumbağalar denize doğru serbestçe yol aldılar. Çalışmadaki kaplumbağalardan çoğu Kıbrıs’tan gelirken aralarında İsrail’in Akdeniz sahillerinden gelmekte olan üç tanesi de bulunuyordu. İzleme 1998 – 2010 yılları arasında yapıldı. Araştırmacılar bir taraftan da farklı bölgelerdeki kaplumbağaların durumuna ilişkin veri topladı. Araştırmacılar, uyduları kullanarak ilk defa nesli ciddi biçimde tükenmekte olan yeşil deniz kaplumbağalarının Akdeniz’deki göç yollarının izlerini sürmekte. Kaplumbağaların Akdeniz’deki yayılımı Siyah Halka: Köken Mavi Halka: Varış Noktası Fotoğraf: Mark Sullivan- Nesli tükenmekte olan yeşil deniz kaplumbağaları karaya çıkıyor Uydu takibi yeşil deniz kaplumbağalarının beslenme sahası olarak 10 ana bölgeye göç ettiklerini göstermekte. Bazıları bu bölgelere ulaşabilmek için yumurtlama alanından 200 kilometre kadar uzağa yüzüyor. 2600 kilometre kadar uzağa yüzenleri de bulunuyordu. Her yaz Doğa ve Parklar İdaresi’nden denetçiler, sahiller boyunca toplanarak koruma altındaki bölgelerde tutulan yumurtalardan yeni çıkmış küçük deniz kaplumbağalarına dönüş yapıyor. Kaplumbağaların tehlikelerle dolu göçebe bir hayatla karşı karşıya olduğunun farkındalar. Bugün, son birkaç yılda tamamlanan bir çalışma sayesinde Mısır ve Libya kıyılarında diğer yerlere nazaran uzun bir süre geçiren bu canlıların izlerini sürmek mümkün. Geçen hafta Diversity and Distributions dergisi, Akdeniz’deki yeşil deniz kaplumbağalarını izleyen bir uydu takip sisteminin bulgularını yayımladı. Bu, nesli ciddi biçimde tükenmekte olan bir tür. Gözlem İngiltere’deki Exeter Üniversitesi’nden araştırmacıların yönetiminde yapıldı. Onlara bilim insanları ve Lübnan, Suriye ve İsrail’i de içeren bölge genelindeki çevre örgütleri destek verdi. Uydu vericisi takılmış bir deniz kaplumbağası Kaplumbağaların yarısından fazlasının geldiği iki ana bölge, Libya’daki Bomba ve Sirte Körfezleriydi. Yüzde 14’ü Türkiye’deki Antalya Körfezi’nden gelmişti. Çoğu Türkiye, Suriye ve İsrail’den Mısır ve Libya sahillerine uzanan bir koridor boyunca göç etti. Bir başka göç Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 22 koridoru Türkiye ile Kıbrıs’a, buradan da Kuzey Afrika’ya bağlanmıştı. İzlenen dişi kaplumbağalar en yoğun biçimde Kıbrıs, Mısır ve Libya arasındaki sularda kalan koridorda bulunuyordu. Araştırmacılar yeşil deniz kaplumbağalarının göç yolları boyunca büyük tehlike altında olduklarını tespit etti. Balıkçı tekneleri bu bölgelerde faaliyet gösterdiğinden pek çok kaplumbağa ağlara takıldı. Yalnızca bir kısmı denize dönebildi ve geri kalan –yılda yaklaşık 20.000 kadarı– öldü. Balık ağlarına yakalanmış bir deniz kaplumbağası Parakete takımlarına takılan deniz kaplumbağaları İsrail de dâhil olmak üzere bazı ülkelerde, geride on yıllar boyunca yumurta bırakmaya gelen yeşil kaplumbağaların sayısında büyük bir düşüş vardı. Bu, yavru kaplumbağaların güvenle denize dönebilme şanslarının artırılmasına yönelik yumurtaların toplanarak koruma altındaki çiftliklerde tutulması için itici güçtü. İsrail’de Doğa ve Parklar İdaresi aynı zamanda yaralı kaplumbağaları tedavi eden bir deniz kaplumbağası kurtarma merkezi çalıştırıyor. Uzuvlarını kaybedenler de dâhil olmak üzere bazıları tıbbî müdahalenin ardından denize döndüler. Çalışmanın yürütücüleri, Libya’daki Sirte Körfezi’nin, buraya gelen kaplumbağalar için korunaklı bir bölge yapılmasını öneriyor. Fakat Libya’daki malum politik istikrarsızlık bunun gerçekleşmesini oldukça zora sokuyor. Takibin genişletilerek sürdürülmesi de bir başka öneri. Bu, kaplumbağaların zarar gördüğü bölgelerin tespit edilerek bu sorunun azaltılmasına yardımcı olabilir. Buna karşın bilim insanları, balıkçılar arasında eğitime daha fazla çaba harcanarak onların yanlışlıkla ağlarına takılan deniz kaplumbağalarının denize bırakma konusundaki dikkat oranlarının artırılabileceğini ileri sürüyor. Haberin Kaynağı: http://www.haaretz.com/life/natureenvironment/1.642680 Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 23 sahip KAPLUMBAĞA EMBRİYOLARI SICAK YAZLARA HAZIR olmaları gerektiğini düşünen araştırmacı çalışmalarını bu noktada yoğunlaştırmış. Araştırma, sürüngenlerde sıcaklık stresine karşı moleküler seviyede verilen bir cevap açısından ilk kanıtı Yazan: Samantha Saw sunmaktadır. Jamie Tedeschi ve çalışma arkadaşları Dirk Çeviren: Araş. Gör. Taylan Doğaroğlu Hartog adası Turtle Bay alanındaki 4 yumurtlama Muğla Sıtkı Koçman Fen Bilimleri Enstitüsü Biyoloji noktasından toplam 384 adet yeni bırakılmış yumurta toplamışlardır. Yumurtalar test gruplarına ayrılarak gelişimlerine devam etmeleri için inkübasyona alınmış, 25. ve 45. günlerde 1-3 saat arasında 29, 34 ve 36 °C arası sıcaklıklarda ısı şokuna maruz bırakılmışlardır. Fotoğraf: Patrick Randa- Yumurtadan yeni çıkmış Caretta caretta yavruları. Fotoğraf: DPaW Araştırmacı Jamie (ortada), Lorian Woolgar (solda) ve Nesli tükenme tehlikesi altında olan Caretta caretta türü kaplumbağaların çevresel sıcaklık dalgalanmalarına karşı kendilerini henüz yumurta içerisindeyken koruyabildikleri keşfedildi. Araştırmacı Jamie Tedeschi (School of Animal Biology and Oceans Institute)’ nin buluşuna göre Caretta caretta embriyoları yüksek seviyelerdeki sıcaklıklara maruz kaldıklarında ısı-koruyucu genlerinin ifadesini arttırmaktadırlar. Araştırmacı bu türe ait kaplumbağa embriyolarının 25-33 °C arasındaki sıcaklıklarda en iyi şekilde geliştiğini ancak Gascoyne bölgesindeki bazı sahillerin beklenenden çok daha sıcak olduğunu ve daha uzun sürelerde sıcak kaldığını belirtmiştir. Ergin kaplumbağaların aksine, gölge ve serin sulara yönelemeyen embriyoların yüksek sıcaklıklar ile başa çıkabilmelerini sağlayan fizyolojik bir mekanizmaya Bec Watson (sağda) yumurtaları etiketlerken. Çalışmada seçilen sıcaklık ve süreler kaplumbağa yumurtlama alanlarında gözlenen çevresel koşulları sağlamak amacıyla tercih edilmiştir. Yumurtaların yarısının açıldığı 34-36°C arası sıcaklıklar ölüm seviyesinin hemen altındaki sıcaklıklar (near-letal) olarak belirlenmiştir. Gen ifadesindeki değişiklikleri saptayabilmek amacı ile kalp ve beyin dokusundan alınan örneklerde ısı şoku ptoteini 70’ den ve (Hsp 70) ve ısı şoku ptoteini 90’dan (Hspp 90) mRNA sekanslanmıştır. Biyomarker ifadesinde, koruyucu ısı şoku proteinlerinin üretimine işaret eden belirgin bir artış gözlemlenmiştir. Araştırmacı, bu proteinlerin dokuları stabilize etmek ve hücreler içerisindeki DNA’yı korumak için üretildiklerini vurgulamıştır. Isı şokuna maruz bırakılmamış Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 24 embriyolardan karşılaştırıldığında, elde yüksek edilen sıcaklığa sonuçlar ile maruz kalan embriyoların kalp dokusunda 98 kat ve beyin dokusunda 14 kat artış ile Hsp 90 gen ifadesinde en fazla artışı göstermiştir. Yılan, kaplumbağa ve kertenkele gibi yumurtaları yüksek sıcaklıklara maruz kalabilecek olan birçok türe bu çalışmanın uygulanabileceği düşünülmektedir. Fotoğraf: DPaW- Kaplumbağa Koyu Haberin Kaynağı: http://phys.org/news/2015-01-turtleembryos-genetically-wired-hotter.html Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11 25