Mayıs 2015 - Sayı 11 - Akdeniz Koruma Derneği

Transkript

Mayıs 2015 - Sayı 11 - Akdeniz Koruma Derneği
EDİTÖR’DEN
KÜNYE
Akdeniz Koruma Derneği
Aylık Bülten, Sayı:10/2015
Adres: İsmet Paşa Mahallesi 370. Sokak No:
13 Eski Foça/ İzmir
Telefon (Merkez): (+90) 232 812 6459
Telefon (Mobil): (+90) 530 115 3405
Web Site: http://www.akdenizkoruma.org.tr/
E-mail: [email protected]
Sevgili Okurlar
Sizlere bu yazıyı Fethiye’den yazıyorum. Ekip
arkadaşlarımla birlikle her sabah çok erken saatlerde
uyanıp yaklaşık 10 km kumsalı arşınlayarak nesli tehlike
altındaki deniz kaplumbağalarının kumsal üzerinde
bıraktıkları izleri gözlemliyoruz. İzlerin şekli, konumu,
denize uzaklığı… gibi bilgiler çok önemli! Tek tek not
ediyor, fotoğraflar çekiyoruz… Turistler sezonun
açılmasıyla birlikte yavaş yavaş kumsalları doldurmaya
başladığından yuvaları bir an önce belirleyip korunması
için gerekli önemleri almak gerek…
Her yaz mevsimi olduğu gibi bu sene de Dünya’nın
belirli bölgelerinde toplanan bir avuç insan, çoğunluğun
aksine tatil planlı yapmak yerine yuvalama alanlarında
çalışmalar yürüten tecrübeli ekiplere katılarak bu
canlıların korunmasına katkıda bulunuyor. Her şey
kaplumbağalar için.
Onlar, 110 milyon yıldır dünya denizlerinde hayat süren
fakat sayıları son 50 yılda insan baskısından dolayı hızla
azalan kocaman cüsseli, sakin mizaçlı sürüngenler…
Yönetim Kurulu
Zafer Kızılkaya (Başkan)
İnci Tüney
Sinan Şekerci
Elizabeth Grace Tunka Eronat
Mert Ardar
Editör
Umut Uyan
Bülten Tasarımı
Sait Aytar
Yazarlar
İnci Tüney, Hakan Tiryaki, Gamze Sakal, Zehra
Kahraman, Doğan Sözbilen, Nur Filiz, Efe
Ulutürk, Tevfik Orkun Develi, Taylan
Doğaroğlu
Bültenimizin bu sayısını “23 Mayıs Dünya
Kaplumbağalar Günü” vesilesiyle bu gizemli canlılara
ithaf ediyoruz. Keyifli okumalar.
Umut UYAN
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
1
Bir Kaplumbağa Neden Ünlü Olur? Akut-3
İÇİNDEKİLER
Çayınızı Nasıl Alırdınız? Çernobil’den
Akkuyu’ya
Çay da sevilmez mi canııım… Hiç görmemiştim çay
sevmeyen...’ tepkisiyle sık sık karşılaşırım ama nedenini
soranla hiç karşılaşmadım. Bilmezler ki Çernobil faciası
olduğunda ben 6 yaşındaydım ve annem o günden
sonra bana hiç çay içirmemişti. Büyüyünce de bu
alışkanlık böyle devam etti. Devamı için…
Sarayburnu’nu Döndün mü Bir Kere
15-16 yaşındaydık. İki kıytırık deniz yatağını iple bağlar
birbirine, alır başımızı giderdik Seyfi ile ufka doğru.
Yeniçiftlik sahilinin iki kanıksanmış delisiydik adeta.
Tekneleriyle balığa çıkanlar artık alışmışlardı beline
kadar suya gömülmüş ama bir yandan da yavaş yavaş
ilerleyen adeta tek bir gövdeden ibaret görüntümüze.
Haliyle ilk kez görenler tuhaf tepkiler verebiliyorlardı
ama daha çok gülüp eğleniyor, termoslarından kahve
ikram ediyorlardı. Nevaleyi doğrultunca toplar
oltalarımızı, ellerimizdeki paletlerle kürek çeke çeke
ilerlerdik bu kez kıyıya doğru. Şimdi ardımız sıra
bakanların
yüzlerindeki
ifadeleri
daha
net
görebiliyorum. Devamı için…
Sicilya’yı Görmek, İtalya’yı Anlamak
Akdeniz’in en büyük adası olma özelliğinin yanı sıra
Avrupa’nın en yüksek ve İtalya’nın aktif üç
yanardağından biri olan Etna’yı da barındırması
nedeniyle “büyüleyici” Sicilya... Devamı için…
Doğa Çantam Programı
Datça Çevre ve Turizm Derneği’nin (DAÇEV) çocukların
büyük ilgi ve sevgisini kazanarak, on yıldır başarıyla
sürdürdüğü “Doğa Çantam” programı; İngiltere Kraliyet
Kuşları Koruma Derneği’nin ‘Birinci Doğa / 5-7 yaş
çocukları için çevre eğitimi programı’ temel alınarak
Doğa Derneği tarafından geliştirilmiş ve 2006 yılında
Datça’da uygulanması için DAÇEV’e hediye edilmiştir.
Devamı için…
DEKAMER’e geçen yedi sene boyunca farklı sebeplerle
yaralanmış deniz kaplumbağaları ulaştırıldı; ancak
hiçbiri geçtiğimiz günlerde gündeme gelen Akut-3 kadar
ön plana çıkmamıştı. Devamı için…
Seyşeller Aldabra Mercan Adasının Yeşil
Deniz Kaplumbağaları İçin Önemli bir
Yuvalama Alanı Olduğu Anlaşıldı
Şeyseller takımadalarının bin kilometre batısında yer
alan Aldabra’nın yükselen dört mercan adasından
Mahé, belki de insanlar tarafından kullanılmamış olması
nedeniyle, ülkenin yaban hayatının oldukça büyük bir
kısmana ev sahipliği yapıyor. Devamı için…
Nano- Markalar Yavru Deniz
Kaplumbağalarının İzinde
Yavru deniz kaplumbağaları, okyanuslara ilk adamlarını
attıklarında ortadan kaybolmaktadırlar. Yıllar sonra,
genç kaplumbağalar kilometrelerce uzaklıkta ortaya
çıkmakta, araştırmacılar ise ancak doğdukları alanlara
yumurtlamak için döndüklerinde bu canlıları tekrar
görmekteydiler. Şimdilerde, iki karpuz çekirdeğinden
bile fazla ağırlığı olmayan küçük markalar kullanılmakta.
Devamı için…
Ortadoğu Bir Kaplumbağa İçin Zorlu
Olabilir
Her yaz Doğa ve Parklar İdaresi’nden denetçiler, sahiller
boyunca toplanarak koruma altındaki bölgelerde
tutulan yumurtalardan yeni çıkmış küçük deniz
kaplumbağalarına dönüş yapıyor. Kaplumbağaların
tehlikelerle dolu göçebe bir hayatla karşı karşıya
olduğunun farkındalar. Bugün, son birkaç yılda
tamamlanan bir çalışma sayesinde Mısır ve Libya
kıyılarında diğer yerlere nazaran uzun bir süre geçiren
bu yaratıkların izlerini sürmek mümkün. Devamı için…
Kaplumbağa Embriyoları Sıcak Yazlara
Hazır
Nesli tükenme tehlikesi altında olan Caretta caretta
türü kaplumbağaların çevresel sıcaklık dalgalanmalarına
karşı
kendilerini
henüz
yumurta
içerisindeyken
koruyabildikleri keşfedildi. Devamı için…
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
2
ÇAYINIZI NASIL ALIRDINIZ?
ÇERNOBİL’DEN AKKUYU’YA
faciasına bağlı olarak yakalandıkları kanser nedeniyle
hayatını kaybedeceği öngörülmektedir.
Yazan: İnci Tüney
Akdeniz Koruma Derneği (AKD) Yönetim Kurulu
Üyesi
“Çay da sevilmez mi canııım… Hiç görmemiştim çay
sevmeyen...” tepkisiyle sık sık karşılaşırım ama nedenini
soranla hiç karşılaşmadım. Bilmezler ki Çernobil faciası
olduğunda ben 6 yaşındaydım ve annem o günden
sonra bana hiç çay içirmemişti. Büyüyünce de bu
alışkanlık böyle devam etti. Çernobil benden sadece çay
keyfini aldı gibi görünse de hala can almaya devam
ediyor.
Çernobil reaktör kazası, 20. yüzyılın ilk büyük nükleer kazasıdır.
Tiroit kanseri ölüm oranı düşük bir kanser tipi olmakla
beraber, radyasyonla tetiklendiği kabul edilmiş bir
kanser türüdür. Kadınlarda görülme sıklığı erkeklere
oranla 3 kat daha fazladır ancak çocuklarda görülme
olasılığı oldukça düşüktür. Kazanın meydana geldiği
günden itibaren en çok dikkat çeken etki tiroit
kanserindeki dramatik artıştır. Ukrayna, Belarus ve
Rusya Federasyonu’nda (Facia döneminde SSCB’ye
bağlı olan ülkeler) yapılan çalışmalar, 1995 yılında
çocuklarda görülen tiroit kanseri olgusunun yılda
0.03/100.000’den 4/10.000’e çıktığını göstermiştir.
1986-2000 yılları arasında bu ülkelerde 4.000 insana
tiroit kanseri teşhisi konulmuştur. Çernobil’den sonra
görülme sıklığı artan diğer bir tiroit hastalığı ise
hipertroididir.
Fotoğraf: Kurtuluş Kaptan- Çernobil Felaketinden sonra binlerce kişi
içtikleri çaylardan dolayı kansere yakalandı.
26 Nisan 1986 gecesi Çernobil Nükleer Santrali 4.
reaktörde meydana gelen patlamanın etkisiyle önce 2
kişinin, izleyen haftalarda ise 29 kişinin hayatını
kaybettiği bilinmektedir. 4. reaktör, patlamanın
ardından 3 hafta boyunca yanmaya devam etmiş ve bu
yangını söndürmek için çalışan işçilerin büyük bir
bölümü de radyasyona bağlı sağlık problemlerinden
hayatlarını kaybetmişlerdir. Uluslararası Kanser
Araştırma Ajansı (IARC)’nın verilerine göre 2065 yılında
kadar en iyimser tabloyla, 40.000 insanın Çernobil
Fotoğraf: National Geographic Arşivi-Kazadan sonra troid hastaların
sayısı hızla artmıştır.
Kronik myeloid lösemi, akut limfoblastik lösemi ve akut
myeloid lösemi gibi lösemi tiplerinin de radyasyona
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
3
bağlı olarak tetiklendiği bilinmektedir. Lösemi,
Japonya’ya atılan atom bombası sonrası gözlenen
radyasyona bağlı ilk malin kanser tipi olarak kayıtlara
geçmiştir. Çernobil’in etkileri sadece Belarus, Ukrayna
ve Rusya Federasyonuyla sınırlı değildir. Petridou ve
arkadaşları (1996), Yunanistan’da yaptıkları çalışmada,
Çernobil sonrası bebeklerde görülen lösemideki artışa
dikkat çekmişlerdir. Michaelis ve arkadaşları (1997) ve
Steiner ve arkadaşları (1998) ise benzer artışı
Almanya’da yaptıkları çalışmalarda göstermişlerdir.
Meningioma, schwannoma, paratiroid adenoma ve
daha birçok benin ve malin tümör tiplerinin Çernobil
faciası sonrası görülme sıklığının arttığına dair görüşler
vardır ancak kesin veriler için çalışmalar geniş çaplı
olarak devam ettirilmektedir. Katarakt, kardiyovasküler
ve serebrovasküler hastalıkların da Çernobil faciasıyla
artış gösterdiği ancak kesin kanıtların bulunmadığı
bilinmektedir.
Bunların
yanı
sıra
radyoaktif
kontaminasyonun bağışıklık sistemi, somatik hücreler,
üreme hücreleri, DNA vb. yapılar üzerindeki olası etkiler
öngörülmekte ancak yapılan az sayıda çalışmalar bu
verilerin kabul edilmesini zorlaştırmaktadır. Nyagu ve
arkadaşlarının 1988 yılında Ukrayna’da yaptıkları
çalışmada facia sırasında henüz uterusda olan
ceninlerin (şu an 29 yaşındalar) günümüzde yüksek
oranda zekâ geriliğine, duygusal ve davranışsal
bozukluklara ve düşük IQ skorlarına sahip olduklarını
göstermişlerdir. Benzer sonuçlar Belarus ve Rusya
Federasyonu’nda gerçekleştirilen çalışmalarda da
görülmektedir (Igumnov ve arkadaşları 2000).
Radyoaktif maddelerin bazı etkileri ancak uzun süreler
sonunda anlaşılabildiği için bazı tehlikeleriyle henüz
karşılaşmamış olma ihtimali yüksektir. Özellikle de
genetik değişimler genellikle kendilerini bir kaç nesil
sonra gösterirler. Yine de yukarıda belirtilen erken
etkiler nükleer bir kazanın zararlarının ne kadar acı ve
geri dönüşsüz olduğunu göstermek için yeterlidir.
Çernobil kazasın etkileri sadece insanlar üzerinde
görülmemiştir. 131I, 137Cs, 90Sr ve plutonyum
radyoizotopları çevreye aerosoller ve partiküller
halinde yayılmış, rüzgâr ve yağmurlarla taşınmıştır.
2
Avrupa’da 200.000 km ’lik alanın radyosezyum ile
kontamine olduğu bilinmektedir. Radyasyondan
etkilenen
alanların
%40’nı
tarım
alanları
oluşturmaktadır ve dolaylı yoldan da insana radyoaktif
maddelerinin ulaşmasına yol açmaktadır. Kazanın
hemen ardından radyoiyodin kazaya yakın bölgelerde
yüksek oranda süte geçmiş ve daha sonra bu sütü
tüketen çocuklarda tiroid hastalıkları gözlenmiştir (O
dönemde Türkiye’de ilkokul öğrencilerine dağıtılan
ücretsiz sütleri hatırlayalım). Avrupa’da da sütlerin
içerisinde radyoiyodine rastlanmıştır. Bitkilerde de
durum benzer şekildedir. Özellikle yeşil yapraklı
bitkilerde çeşitli radyonüklidler yüksek oranlarda
belirlenmiştir (Dönemin bazı siyasetçileri radyasyonlu
çay lezzetlidir’ diye boş yere dememiştir!). Tarım
ürünlerindeki kontaminasyonda zamanla azalma
gözlenirken orman ekosistemlerinde durum hiç de iç
137
açıcı değildir. Cs miktarının ormanlardaki mantarlar,
orman meyveleri ve av hayvanlarında hala yüksek
oranda bulunduğu tespit edilmiştir. Sucul ekosistemlere
baktığımızda radyoiyodinin balıklar tarafından alımının
hızlı olduğu ancak hemen yarılandığı gözlenmiştir.
Radyosezyumun sucul besin zincirindeki biyobirikimi
İskandinavya ve Almanya’daki sucul ekosistemlerde
dahi belirlenmiştir.
Fotoğraf: Milliyet Gazetesi Arşivi- Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral,
kaza sonrasında kameralar karşısında radyasyona inat bardak bardak
çay içmişti.
Japonya’da 11 Mart 2011 tarihinde 9.0 büyüklüğünde
gerçekleşen deprem ve ardından oluşan Tsunami,
Çernobil felaketinden sonraki en büyük ikinci nükleer
kazaya neden olmuştur. Cologne Üniversitesi Reinish
Enstitüsü Çevre Araştırma Merkezi (Almanya)’ne göre
kazanın ardından radyoaktivite yüklü bir bulut kümesi
Pasifik Okyanusu üzerinde yol alarak İzlanda üzerinden
Atlantik Okyanusuna ulaşmış ve Avrupa kıtası üzerinde
yayılmıştır (Jakobs, 2011). Manolopoulou ve arkadaşları
(2011), bulutla transfer olan radyoaktivtenin havada
dağılarak 24 Mart- 05 Nisan 2011 tarihleri arasında
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
4
Atina’da büyük oranda
olduğunu bildirmişlerdir.
kontaminasyona
neden
Kaynaklar:
1.
29 yıl önce gerçekleşen bir olayın etkilerini günümüzde
hala daha yaşıyorsak, Dünyanın bir ucu Japonya’da
meydana gelen bir nükleer kazadan 13 gün sonra
komşumuzun
havası
radyoaktif
maddelerle
kirlenebiliyorsa,
Akkuyu
Nükleer
Santrali’nin
geleceğimizi nasıl kirletebileceğini düşünmek gerekir.
Hayatı boyunca Nükleer Santrallere karşı mücadele
eden ünlü sanatçı Kazım Koyuncu, Çernobil Felaketinin
etkileri sonucunda yakalandığı kanser hastalığına yenik
düşerek 33 yaşında aramızdan ayrıldı.
Seni hiç unutmayacağız “Şair Ceketli Çocuk”
J. Michaelis, U. kaletsch, W. Burkart and B.
Grosche, Infant leukaemia after the Chernobyl
accident. Nature. 387, 246 (1997).
2. E. Petridou, D. Trichopoulos, N. Dessypris, V.
Flytzani, S. Haidas, M. Kalmanti, D. Koliouskas,
H. Kosmidis, F. Piperopoulou, et al., Infant
leukaemia after in utero exposure to radiation
from Chernobyl [see comments]. Nature. 382,
352-353 (1996).
3. M. Steiner, W. Burkart, B. Grosche, U. kaletsch
and J. Michaelis, Trends in infant leukaemia in
West Germany in relation to in utero exposure
due to Chernobyl accident. Radiat Environ
Biophys. 37, 87-93 (1998).
4. A. I. Nyagu, K. N. Loganovsky and T. K.
Loganovskaja, Psychophysiologic aftereffects
of prenatal irradiation. International Journal of
Psychophysiology. 30, 303-311 (1998).
5. S. Igumnov and V. Drozdovitch, The
intellectual
development,
mental
and
behavioural disorders in children from Belarus
exposed in utero following the chernobyl
accident. European Psychiatry. 15, 244-253
(2000).
6. http://arch.iarc.fr/documents/ARCH_Technica
lReport.pdf
7. Roberta C. Barbalace. Chernobyl Disaster's
Agricultural and Environmental Impact.
EnvironmentalChemistry.com.
(1999).
Accessed on-line: 4/28/2015
http://EnvironmentalChemistry.com/yogi/haz
mat/articles/chernobyl2.html
8. http://wwwpub.iaea.org/mtcd/publications/pdf/pub1239
_web.pdf
9. H. Jakobs Potential Dispersion of the
Radioactive Cloud After a Nuclear Accident in
Fukushima.
Rhenish
Institute
for
Environmental Research at the University of
Cologne. 17 March, 2011. EURAD.UNIKOELN.DE. (2011).
10. M. Manolopoulou, E. Vagena, S. Stoulos, A.
Ioannidou, C. Papastefanou. Radioiodine and
radiocesium in Thessaloniki, Northern Greece
due to the Fukushima nuclear accident.
Journal of Environmental Radioactivity. 102
(8): 796-797 (2011).
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
5
SARAYBURNU’NU DÖNDÜN MÜ BİR KERE
Yazan: Hakan Tiryaki
Sualtı Temizlik ve Bilinçlendirme Hareketi Derneği
(STH) Kurucu Üyesi ve Genel Koordinatörü
15-16 yaşındaydık. İki kıytırık deniz yatağını iple bağlar
birbirine, alır başımızı giderdik Seyfi ile ufka doğru.
Yeniçiftlik sahilinin iki kanıksanmış delisiydik adeta.
Tekneleriyle balığa çıkanlar artık alışmışlardı beline
kadar suya gömülmüş ama bir yandan da yavaş yavaş
ilerleyen adeta tek bir gövdeden ibaret görüntümüze.
Haliyle ilk kez görenler tuhaf tepkiler verebiliyorlardı
ama daha çok gülüp eğleniyor, termoslarından kahve
ikram ediyorlardı. Nevaleyi doğrultunca toplar
oltalarımızı, ellerimizdeki paletlerle kürek çeke çeke
ilerlerdik bu kez kıyıya doğru. Şimdi ardımız sıra
bakanların
yüzlerindeki
ifadeleri
daha
net
görebiliyorum.
Benzer günlerden birinde ilk yelken tecrübemizi
yaşamıştık yine Seyfi ile. İki kişilik zavallı bir şişme bot,
iki çıta ve bir sağlam masa örtüsü: işte ilk yelken
seyrimiz. Görünüşe aldanıp hafife almayın, yanılırsınız.
Yeniçiftlik’ten kahvaltı sonrası başlayan yolculuğumuz
akşamüstü Tekirdağ Limanında sona ererken neredeyse
limandaki herkesin yüzünde aynı şaşkın ama
gülümseyen ifade vardı. Ve yaşadığımız tek sorun
kıçımızda mayo ve koltuk altımızdaki yelkenlimizle
yapacağımız
yirmi
sekiz
kilometrelik
kara
yolculuğuydu…
Yukarıdaki satırlar size çılgınca gelebilir belki ama
sorumsuz, hesapsız kitapsız bir yeniyetmenin
maceraları değildir söz konusu olan; aradığı yanıtları
Kon Tiki’de bulan bir adamın geçmişinden sadece birkaç
anekdottur. Temel olgu denizle bir olmaktır, denizle
birlikte hareket etmek. Önünde saygıyla eğilmek ve
onun karşısında her daim haddini bilmek…
Yirmili yaşlarımda hep şu fikir dönerdi zihnimde:
“Sarayburnu’nu döndün mü bir kere, dünyanın bütün
denizleri açılır önünde!”
Ta çocukluk günlerimden itibaren hayal kurardım;
yüzen herhangi bir şeyin üzerinde Kadıköy’den doğru
çıktığım bir yolculuğu kurgulardım kafamda:
Sarayburnu’ndan öte, tüm denizlere. Yiyeceğimi,
içeceğimi versin birileri derdim, ben giderim gündüz
gece…
Ama bir şanssızlık eseri liseden sonra devam etmek
zorunda kaldığım Teknik Üniversite yüzünden denizci
olma hayallerim suya düşmüş, tek tesellim İ.T.Ü.
günlerimde hayatıma giren aletli dalış olmuştu.
Otuzlu yaşlarla birlikte çevremdeki herkes durulmaya
başlarken doğal olarak benden de beklenen buydu. En
fazla bir ekip bulup onlarla yelken yapmam ya da bir
tekne alıp arada bir denize açılmam söz konusu
olabilirdi.
Hasbelkader Heyerdahl’in Kon Tikisi’yle alıp başımı
gitmemiş olsaydım kim bilir, belki yaşanacak olan da
buydu. Ama ne zaman Kon Tiki hayatıma girip
başucuma yerleşti, işte o zaman her şey bir daha eskisi
gibi olmamak üzere değişti. Thor Heyerdahl tüm
çocukluk hayallerimin ötesine geçmiş, sadece denize ve
kadim günlerin mütevazı ve bilge denizcilerine
güvenmiş, bir balsa salın üzerinde bırakıvermişti kendini
Pasifik’in sonsuz ufkuna.
Norveçli bilim insanı Thor Heyerhahl, eski çağlarda Amerika’da
yaşayan insanların, okyanusu salla geçerek Polinezya’da koloniler
kurmuş olabileceği düşüncesini kanıtlamak istiyordu. Heyerdahl,
arkadaşlarıyla birlikte Callao’da (Peru) yetişen balsa ağacı
kütüklerinden yaptığı ve efsanevi İnka tanrısı Kon-Tiki adını verdiği bu
salla 4,300 millik yolu 101 günde almayı başardı.
Çevresindeki herkes Heyerdahl ve arkadaşlarına endişe
içinde bakıyormuş. Oysa nasıl da güvenli geliyordu
bana, balsa bir salın üzerinde öylece kendini denizin
koynuna bırakıverme fikri. Çünkü daha çocukluğumdan
beri gerçekten inandığım bir olguydu bu: denize
meydan okumak değil, ona uymak, kendini ona
bırakmak. Baştankara dalgaları yaran bir tekneyle değil,
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
6
dalgaların itina ile taşıdığı, en üst noktaya kadar
kaldırarak daha sonra zarifçe üzerinden kaymasına izin
verdiği bir salla gitmek, pupa yelken!
Salların Altın Çağı
Otuzların sonlarına doğru gelişen empati duygusu da
cabası olsa gerek, her an aynı heyecanı tekrar tekrar
yaşar oldum okuduğum her satırda. Ve yol arkadaşlarım
da giderek zenginleşti, çoğaldı araştırdıkça, okudukça.
Çocukluk günlerimin ilk yelken deneyimi gibi bir şeydi
benim için Bombard’ın yolculuğu. Bir bilim adamının
zihni nasıl bir takım verilerle çalışıyorsa elbette ergen
beynimin de benzer girdileri vardı; “gitsek gitsek Nara
burnuna kadar gideriz” gibi. Yoktu aslında onlardan bir
farkım serüvenlerimizin boyutları dışında. Nasıl
Bisschop denizcilik bilgisine güveniyorsa, Heyerdahl
kadim günlerin denizcilerine, Willis varoluşla olan
benzersiz bağına… biz de biliyorduk ki biraz ilerisi
Tekirdağ, olmadı Şarköy, de ki dirise etti Poseidon’un
oğulları, karşısı boylu boyuna Güney Marmara ve
Marmara Adaları; o da olmadı Sestos-Abydos arasında
binlerce yılın görmüş-geçirmiş Nara Burnu, yeter ki
güvenelim kırçıl denize…
denizlerinde… Atlantik, Pasifik ve Hint Okyanusları,
Akdeniz, Ümit Burnu, Uzakdoğu, neredeyse tüm Pasifik
adaları… ve bir gece Rakahanga resifinde sona eren bir
yaşam! İşte size Eric de Bisshop ve akıl almaz yaşam
öyküsünün duraklarından birkaçı.
Kimi de inancının peşi sıra attı kendini denizlere, mesela
Devere Baker: Mormonların Kutsal kitabı kılavuzu oldu
balsa salının pruvasında, Lehi 1-2-3-4 ekspedisyonları
boyunca… tüm yaşamı inancının izlerini sürmekle ve
sevgi-barış ikilisini insanların yaşamlarına yaymaya
çalışmakla geçti.
Carlos Caraveda atalarının binlerce yıl önce yaptığı gibi
soydu balsa kütüklerini Callao limanından başlayacak
serüvenine hazırlanırken. Ve yine atalarının kadim
günlerde yaptığı gibi, balsa sallardan biriyle Humbolt
akıntısına bırakıverdi kendini. Kendi kültürünün elçisi
olmanın gururuyla vardı Fransız Polinezyası’na.
Kırklı yaşların yamacındayken bugün artık en azından
durulma umudu gerilerde kaldı. Çünkü, “tek midir bu
çılgın Viking” sorusunun peşi sıra giderken geçen yıllar
dönüşü olmayan fikirler kazıdı zihnime. İnsanoğlunun
deniz macerasını ne denli hafife aldığımızı fark etmekle
başladım önce, derken öyle kahramanlar tanıdım ki,
nasıl olur da satır aralarından öte yer bulamamışlardır
denizci güncelerinde diye başladım önüme gelene
anlatmaya…
William Willis’i duyanınız var mı? Eminim vardır, ama
kaç kişidir? Oysa insanın denizle ilişkisinin destanıdır
William Willis’in tüm yaşamı. Ya da kendi halinde bir
doktor olan Alain Bombard’ın tek derdinin aslında
“insanların açık denizde hayatta kalmasının yollarını
ispatlamak” olduğunu bilir misiniz? Atlantik’i aştığı
sıradan bir botu “Zodiac” gibi efsane bir marka haline
getirirken bir yandan bir varoluş destanı yazmıştır o da
Atlantik’in sularında.
Ya da neredeyse tamamı denizlerde geçmiş bir yaşam
düşünün, ama denizlerde derken Karaköy-Kadıköy
arasında ya da Karadeniz boyunca değil; dünyanın tüm
Devere Baker
Kırklı yaşlarımın yamacında hala zihnimde aynı
fırtınalarla Haydarpaşa önlerinde ufka doğru bakıp
kendimi bir salın üzerinde hayal ederken, belki de “deli”
ya da “meczup” olmadığımı göstermek, birçok benzer
öykünün yaşanmışlığını paylaşmak istediğimden; hatta
itiraf etmeliyim, belki de en çok canıma okuyacak
anamı ikna etmek ya da delirdiğimi düşünen dostlarıma
delirmediğimi ispat etmek isteğimden doğdu Salların
Altın Çağı. Salların Altın Çağında pupa yelken sonsuz
ufukları aşmış bilinen-bilinmeyen tüm denizcilere gıpta
ve SAYGIYLA!
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
7
SİCİLYA’YI GÖRMEK, İTALYA’YI ANLAMAK
Yazan: Gamze Sakal
Sokak Hayvanları Gönüllüsü & Seyahatsever
Akdeniz’in en büyük adası olma özelliğinin yanı sıra
Avrupa’nın en yüksek ve İtalya’nın aktif üç
yanardağından biri olan Etna’yı da barındırması
nedeniyle “büyüleyici” Sicilya...
Yanardağlara olan
ilgim nedeniyle yola çıkıp Taormina’ya aşık olarak
döndüğüm kara parçası... 2013 yılında Avrupa’nın en
gelişmiş ülkelerinden birine bağlı kısım kısım bu denli az
gelişmişlik, Avrupa’da görülebilecek en güzel
şehirlerden biri olan Taormina ve tabii ki de doğanın
yaşam gücüyle yıkım gücünün keskin bir çizgiyle bir
arada yüzüme vurduğu Etna, bir tatilden çok süprize
çevirdi gezimi.
Batıdaki Liman kenti Trapani...
Adanın en batısındaki kasaba olan Trapani, genel olarak
tüm liman kentlerindeki gibi kalabalık, sürekli bir
koşuşturma ve bol binaya sahip bir şehir. Sevimli ve
sıcakkanlı sahipleri olan küçük hosteller, eski şehir’in
daracık, her saat insan dolu sokakları, butik cafe ve
şarap evleriyle kaosun yanında keyif de vadediyor.
İnternetten günlerce fotoğraflarına bakıp hayallerini
kurduğum bembeyaz kumları, turkuaz denizi olan
Trapani’ye 40 km uzaklıktaki meşhur San Vito Lo
Capo’ya
vardığınızda
siz
de
benim
gibi
şanssızlardansanız denizi mavi yerine kahverengi, kum
yerine ise yosun kaplı bir sahille karşılaşabilirsiniz. Zira
fırtına ertesinde rüzgârın ters esmesiyle nadir
karşılaşılan bu durumla baş başa kalmak çok az insana
kısmet olabilirmiş. Karşıma çıkan manzara ile
İstanbul’un meşhur Kilyos’u kalbimde çok güzel bir yere
sahip oldu. Sadede gelecek olursam buraya gitmeden
önce hava ve rüzgârın durumunu kontrol etmek
gerekiyor. Çok büyük ve kalabalık olması nedeniyle
erken saatlerde gidilmesini tavsiye ederim. İnternetteki
fotoğraflarda gördüğüm deniz ve kum çok güzeldi,
doğru havada gidildiğinde eminim ki çok güzel bir
plajdır.
Fotoğraf: Gamze Sakal- Sevimli ve sıcakkanlı sahipleri olan küçük bir
hostel
Yine Trapani’ye bağlı Egadi adalarından biri olan
Favignana ise bir sonraki plaj durağımdı. Trapani
Liman’ından kalkan bir feribotla 45 dakika kadar bir
sürede adaya varılabiliyor. Feribottan indiğiniz anda
günümüzde artık çok göremediğimiz balıkçı tekneleriyle
dolu, yosun kokulu bir limanda buluyorsunuz kendinizi.
(Kullanabilenler için kesinlikle vespa kiralanması
önerilir. Vespa kiralama yerlerinin önündeki kalabalığı
gördüğümüzde bizim de kiralamamız gerektiğini
anlamalıydık.)
Plajlara
giden
otobüsler,
çocukluğumuzda gördüğümüz belediye otobüslerine
benziyor. Klimasız, kalabalık ve çok eski. Otobüs
duraklarında hangi otobüsün ne zaman kalktığını
gösteren tabelalar kullanılmıyor. Bu nedenle tamamen
kendimi şansa bırakarak 45 derece sıcak havada
yaklaşık bir saat otobüs beklemenin ardından plaja
ulaşabildim. İndiğimde yaşadığım şaşkınlığı anlatmamın
imkânı olmayabilir ama tek kelimeyle bembeyaz bir
deniz, ondan daha da beyaz bir kum. Gitmeden önce
araştırıp neyle karşılaşacağımızı biliyor olmama rağmen
fotoğraflardan çok öte bir güzellikle karşılaştım. Fakat
tüm Trapani plajlarında olduğu gibi kalabalık ve az
gelişmiş bir tesis sizi bekliyor. Bunu göze alarak tedarikli
gitmek gerekiyor. Zira şezlong ve şemsiye dışında pek
bir hizmet mevcut değil. Konformist bir günü
seçenlerdenseniz biraz sıkıntıya hazır olmak gerekebilir
ama sonunda vaktinizi geçireceğiniz “beyaz” deniz
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
8
hafızalardaki tüm olumsuzlukları göz ardı etmeye
yetebiliyor.
Fotoğraf: Gamze Sakal- Favignana’daki balıkçı tekneleri
Akşam merkeze dönüşte Trapani şehir duvarlarının
üzerinde yapılan yürüyüş, izlenen gün batımı ve
fotoğraf makinenize hapsedebileceğiniz renkler gün
boyu göz ardı ettiğiniz tüm bu olumsuzlukları silmenize
fazlasıyla yardımcı oluyor.
Poseidon’un oğullarından biri olduğu söylenen Eryx’in
şehri Erice. Büyüleyici bir kale içi yerleşim bölgesi.
Yukarı çıkarken yüksek uçurumlar yürek hoplatsa da
indiğiniz ve kalenin kapısının içerisinden girdiğiniz anda
bambaşka bir dünyaya adım atıyorsunuz. Tüm gezdiğim
yerlerin arasında beni bu kadar şaşırtan bir yerle
karşılaşmamıştım. Bunun sebebi belki de günlerce bana
olumsuz yönlerini gösteren Trapani sınırları içerisinde
böylesi bir yapının olmasını beklemeyişimdi. Dağın
eteklerinde sıcaktan bayılmak üzereyken dağın
tepesinde yüzüme çarpan dumanımsı oluşumların bulut
olduğunu öğrenmek ve titrememe sebep olacak
seviyede bir soğuk hava ile karşılaşmak beklemediğim
şeylerden sadece bazılarıydı. Antik dönemlerden kalma
Manastır, yetimhane ve kiliselerle dolu daracık
sokaklar, iç içe geçmiş evler, brandaları dışında el
değmemiş küçücük dükkânlar, antik çağlardan bu yana
korunmuş olan yol mazgalları ve sınırsız detaylar
Erice’yi benim hayatımda unutamadığım bir yer haline
getirdi. Sicilya’ya –özellikle batısına- yolunuz düşerse
uğramazsanız çok şey kaybedersiniz diyebileceğim bir
yer. Duyduğuma göre gündüz manzarası da
muhteşemmiş. Tüm şehre ve denize hâkim panoramik
bir manzarası varmış, tabii ben yine yanlış
zamanlamayla gittiğim için sadece gecesini görebildim.
Ama sanırım yine gitsem akşam gitmeyi seçer, küçük
meydanlarda dolaşıp dans eden, kahkaha atan keyifli
insanları izlemeyi tercih ederdim.
Fotoğraf: Gamze Sakal- Trapani’de gün batımı
Ve Erice...
Trapani’nin kuzeydoğusundaki yüksek bir tepenin
üzerine Helenistik tarzda kurulmuş; bir efsaneye göre
Herakles tarafından dövüşte öldürülen bir diğerine göre
ise Medusa’nın gözleri tarafından taşa çevrilen ve
Fotoğraf: Gamze Sakal- Erice’nin yol mazgalları
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
9
Palermo’ya geri dönüp otobüse binerek Catania’ya
gidip buradan da Taormina’ya giden otobüsleri
kullanabilirsiniz. Çok fazla aktarma olsa da otobüslerin
rahat olması nedeniyle çok sıkıntılı bir yolculukla karşı
karşıya kalmayacaksınız.
Yol boyunca gördüğüm değişim oldukça şaşırtıcıydı.
Batıdan doğuya doğru yol alırken hem bitki örtüsü hem
de şehir yapıları bambaşka bir hale büründü. Batıda ne
kadar hem bitki örtüsü hem de şehirleşme açısından
kırsal bir görüntü varsa doğuya doğru yol aldıkça her
şey tersine döndü.
Taormina...
Fotoğraf: Gamze Sakal- Gamze Sakal- Erice’nin daracık sokakları
(Bu arada ulaşım biraz sıkıntılı. Ben dönüş otobüsü
bulamayarak teleferik ile dağın yamacına inip gecenin
bir vakti otostop çekmek zorunda kalarak otelime
dönebildim. Bu nedenle gece gidilecekse önceden taksi
ayarlanması veya araba kiralanması tavsiye edilir. Gidiş
için Trapani Limanı’ndaki durklardan kalkan Erice
otobüsü tavsiye edilir. Tepenin zirvesine kadar
götürüyor. Yine bir başka yol ise tepenin eteklerine
kadar taksi ile gidip teleferik ile yukarı çıkmak. Ben her
gün ikişer saat otobüs bekleyip vazgeçmek suretiyle
3.günümde ancak Erice’ye giden bir otobüs bulabildim.
Otobüs zaman çizelgeleri ve Turist ofislerindeki İngilizce
bilmeyen kişilerin yönlendirmeleri nedeniyle sıkıntılı
oldu. Bu nedenle önceden net bilgi edinmek ulaşım
açısından daha az sıkıntılı olacaktır.)
Yine bir tepeye kurulmuş çok keyifli bir şehir. İç içe
geçmiş yeşil balkonlu eski tarz İtalyan evleri, daracık
sokaklar ve minik şarap evleri, küçük küçük kiliseler ve
bu kiliselerin önlerinde insanların oturduğu, sokak
müzisyenlerinin performanslar sergilediği, insanların
durup durup dans ettiği, iç ısıtan ve insanda sürekli
gülümseme isteği uyandıran ufacık bir kent. Hepsi çok
iyi olan dondurmacılardan bir dondurma kapıp denize
tepeden bakan antik tiyatro görülmeye değer. Eğer
yeterince vaktiniz varsa bir gününüzü teleferik
kullanarak inilen plajda geçirebilirsiniz. Vaktim olmadığı
ve güzel Ege’miz denizinin güzelliğine yaklaşamadığı için
ben deniz kısmını atlayarak şehri yaşamayı tercih ettim.
NOT: Bol kremalı tatlıları sevenlerdenseniz rahibeler
tarafından yetiştirilip en iyisini pişirmeyi öğrenen
Maria’nın Genovese’ini yemenizi tavsiye ederim.
Turistik yerlerden hoşlanmayan biri olsanız bile Erice’ye
bir şans verin derim.
Ada’nın en batısından en doğusunda yer alan
Taormina’ya Trapani’den direk bir ulaşım olmadığından
Fotoğraf: Gamze Sakal- Taormina kıyıları
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
10
Konaklamaya gelince… Tüm kentteki hosteller küçücük,
çok sevimli ve aynı zamanda çok uygun fiyatta. İngilizce
bilen insan azlığı nedeniyle bu hostellerle iletişim
kurmak için bir haftada temel İtalyanca’yı öğrenmek
zorunda kalmak da ayrı eğlenceli.
Dikkat: Akşamüstü küçük meydanlardan birinde bir içki
yudumlarken ansızın önünüzde sokak sanatçıları
belirebilir, insanlar dans etmeye başlayabilir ve siz de
kendinizi hiç beklemediğiniz bir anda kahkahalar atarak
dans ederken bulabilirsiniz.
Ve Etna Yanardağı...
Fotoğraf: Gamze Sakal- Yeşil balkonlu eski tarz İtalyan evleri
Meraklıları
için
herkesin
yaşaması
gereken
deneyimlerden biri. Taormina’daki tur ofislerine
giderek size uygun bir turu seçebilirsiniz. Trekkinge ilgisi
olanlar için yürüyerek tepeye çıkabileceğiniz turların
yanında kısıtlı zaman nedeniyle benim tercihim olan
otobüsle dağın yarısına kadar gidip oradan büyük
ciplerle zirveye çıkılabilen tura dahil olabilirsiniz. ( Tur
programları haftanın her günü olmadığından
kaçırmamak adına bu günlere göre kendinizi
ayarlamanız gerekiyor)
Her geçen dakika sıklaşan çam ağaçlarının arasından
giderken bir anda 2002’de gerçekleşen büyük
patlamanın izleri sizi karşılıyor. Karşınıza çıkan
görüntüler
karşısında
nefesinizi
tutmamayı
başarabilirseniz ne mutlu size. Lavların, önüne gelen
her şeyi bu denli yok edebileceğini görmek doğa
karşısındaki acizliğimizi tekrar tekrar yüzümüze
çarpıyor. Otobüs ile yukarı tırmanmaya devam ederken
şaşkınlığımdan çoğu zaman fotoğraf çekmeyi bile
unuttum. Yaklaşık 1 saatlik bir tırmanışın ardından
eskiden otel ve restoran olan fakat lavların yerle bir
ettiği bir konaklama alanına geldik ve burada ciplere
binerek zirveye doğru tırmanmaya başladık. (Patlama
riski nedeniyle sürekli olarak yukarıdaki merkezlerden
haber bekleniyor ve onların izniyle yukarı çıkılıyor. Bu
nedenle eğer şansınız kötü giderse yukarıya kabul
edilmeyebilirsiniz. Zira ben döndükten yaklaşık bir ay
kadar sonra Kasım 2013’te Etna tekrar patladı. Şahit
olmayı çok istediğim bu olayı kaçırmış olmak da
Sicilya’daki talihsizliklerime bir tanesini daha eklemiş
oldu).
Fotoğraf: Gamze Sakal- Antik Tiyatro
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
11
barbeküleri, dar sokakları, eski ve büyük binaları ile
genel olarak güzel bir şehir olsa da trafiği, çok temiz
olmayan sokakları ve kargaşasıyla çok etkilendiğim bir
yer olamadı ve hatta toplamda gezimin iki gününü
buraya ayırdığım için pişman bile olduğumu
söyleyebilirim. İtalya’nın en büyük opera binasının
önünde durup detaylara birkaç dakikanızı ayırmanızı
öneririm. İtalyanların operayı çok sevdiği iyi bilinen bir
gerçektir. Ve eğer büyüklük sevgiye dair bir gösterge ise
operayı Sicilyalılardan çok seven yok demektir.
Fotoğraf: Gamze Sakal- Etna’nın izleri
Yabancılara korku salan bu patlamalar, toprağa
getirdiği ve bölgeyi şarap merkezine çevirdiği için
adalılar tarafından sevgiyle karşılanmaktadır.
Etrafınıza baktığınızda onlarca krater görmek ve
zamanında onlardan lavların püskürdüğünü ve önüne
çıkan her şeyi yerle bir ettiğini görmek heyecan verici.
(Bu arada art arda sıralanan kraterlere bölge halkı
“gömlek düğmesi” adını vermiş. Gerçekten de uygun bir
konumdan kraterlerin dizilimine baktığınızda gömlek
düğmesi gibi yuvarlak boşlukların peş peşe sıralandığını
görebiliyorsunuz). Zirveye yaklaştıkça artan sülfür gazı
ve soğuk bizi zorlamaya başladı. Her ne kadar yanımıza
kalın bir şey almamız önerilse de aşağıda sıcaktan ter
dökerken insan, “yukarısı soğuk olabiliyor, sıkı giyinin”
uyarısını yeterince ciddiye alamıyor olsa gerek ki
yanımıza aldığımız sweatshirtler yetersiz kaldığı için bir
süre sonra herkes birbirine sarılarak ısınmaya çalışıyor
konumuna geldi. Ve en ilginç olanı ise o soğukta yerden
çıkan gazların olduğu kısıma elinizi uzattığınızda yerin
derinliklerinden gelen volkanik gazların el yakıcı sıcaklığı
idi. Dağın en tepesinde sülfür gazlarından ve soğuktan
korunmaya çalışarak güneşi batırırken lavların izlediği
yollara bakıp doğanı yok edici gücüne karşı saygı
duruşunda bulunmanızı tavsiye ederim.
En büyük şehir Palermo..
Eğlence hayatı ve kalabalık şehirleri tercih edenler için
gidilip görülebilir bir şehir. Sokak aralarındaki küçük
meydanları, bu meydanlarda akşamları kurulan sokak
Fotoğraf: Gamze Sakal- Palermo Sokakları
Özet olarak Favignana, Erice, Taormina ve tabii ki Etna
Sicilya’ya doğru yola çıkmanızı gerektiren sebeplerden
sadece bazıları. Batıdaki umursamaz ve yardım etmeyi
hiç sevmeyen insanların ardından doğudaki güzelliklere
ve dünyanın en tatlı insanlarının arasına girmek
sosyolojik olarak büyük bir etki bırakıyor. Zamanımın
yetmemesi nedeniyle uğrayamadığım adanın şarap
merkezi olan Arşimed’in yuvası Siracusa’da vakit
geçirmek ve kuzeydeki Aeolian Adalarından biri olan
Volcano’daki volkanın eteklerinde çamur banyosu
yapmak ilgi çekici olabilir. Vaktiniz olursa buralara da
uğramanızı tavsiye ederim.
Güneyli İtalyanların çok sevdiği, kuzeylilerinse “İspanyol
etkisinde
kalmış
arabesk
Yunanlılar”
olarak
küçümsemeden edemedikleri Sicilya gezmeyi sevenler
için liste dışı kalmaması gereken bir cennet.
Beni bir kenara bırakın, “Sicilya’yı görmeden İtalya’yı
anlamak mümkün değildir” dediğine göre vardır elbet
Goethe’nin de bir bildiği…
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
12
DOĞA ÇANTAM PROGRAMI
Yazan: Zehra Kahraman
DAÇEV Yönetim Kurulu Başkanı
Datça Çevre ve Turizm Derneği’nin (DAÇEV) çocukların
büyük ilgi ve sevgisini kazanarak, on yıldır başarıyla
sürdürdüğü “Doğa Çantam” programı; İngiltere Kraliyet
Kuşları Koruma Derneği’nin ‘Birinci Doğa / 5-7 yaş
çocukları için çevre eğitimi programı’ temel alınarak
Doğa Derneği tarafından geliştirilmiş ve 2006 yılında
Datça’da uygulanması için DAÇEV’e hediye edilmiştir.
Program, Datça’daki ilköğretim okullarının ikinci
sınıflarını kapsayacak şekilde DAÇEV tarafından
kesintisiz olarak sürdürülmektedir.
1. Doğa ve doğa sorunlarına karşı farkındalık ve
duyarlılık oluşturmak,
2. Doğa ve doğanın işleyişi ile ilgili temel bilgi ve
anlayışı geliştirmek,
3. Doğaya karşı olumlu davranış ve değerler
geliştirilmesini sağlamak,
4. Doğayla ilgili sorunları tanımlama, araştırma ve
çözme ile ilgili beceriler edinilmesini sağlamak,
5. Doğanın yaşaması için yürütülen çalışmalara aktif
katılım sağlamaktır.
Datça’da, yine DAÇEV’in çabalarıyla koruma altına
alınan Gebekum Doğa Parkı’nda, her beş öğrenciye
birer gönüllü eğitmenle uygulanan programda; her bir
öğrenci, isme özel hazırlanan davetiyelerle doğa keşfi
yapmaya davet edilmektedir. Programı tamamlayan
öğrencilere “Doğa Kâşifi” unvanını temsilen Doğa Kâşifi
Rozeti hediye edilmektedir.
Fotoğraf: DAÇEV Arşivi- Doğa Kâşifi adayları eğitimde
Doğa Çantam programı, gönüllü eğitmenlerin
yardımıyla merak uyandırma, dikkat odaklama, yerinde
algılama ve sonunda hislerin paylaşımı şeklinde
ilerleyen dört aşamalı bir eğitim metoduna
dayanmaktadır. Bu şekilde minik öğrencilerin doğa ile
iletişiminin ve farkındalıklarının sağlanmasına gayret
edilmektedir. Çocukların kendi duyularını kullanarak
doğayı tanımaları ve sonrasında sevip korumalarına
yardımcı olmaya yönelik bu programa dâhil olan
çocukların pasif öğrenen konumunda değil, aksine aktif
olmasına çalışılmaktadır.
Doğa eğitimi için özel olarak hazırlanan özel programda
beş temel amaç güdülmektedir:
Doğa Çantam Programı, özellikle doğa ve doğanın
işleyişi ile ilgili anlayışın ve doğaya karşı olumlu
davranışların geliştirilmesine odaklanmıştır. Aynı
zamanda hisleri kullanmaya yönelik etkinlikler
aracılığıyla çocukların doğal çevrelerine karşı empati
geliştirmelerini amaçlamaktadır. Çocukların doğayı
doğada tanımaları, canlı çeşitliliğini fark etmeleri,
canlıların beslenmek, barınmak ve saklanmak için bazı
özel yaşam alanlarına (evlere) ihtiyaç duyduğunu
anlamaları, canlıların ve onların yaşam alanlarının
korunmasına yardım etme ve koruma isteklerini
geliştirmeleri hedeflenmektedir.
Bu yıl onuncusu gerçekleştirilen Doğa Çantam
projesiyle Datça’da toplam 2200 öğrenciye doğa eğitimi
uygulayarak
kendilerini
Doğa
Kâşifi
yapmış
bulunuyoruz.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
13
BİR KAPLUMBAĞA NEDEN ÜNLÜ OLUR? Akut-3
Yazan: Öğr. Gör. Doğan Sözbilen
Pamukkale
Üniversitesi
Acıpayam
Yüksekokulu Veterinerlik Bölümü
Meslek
Deniz Kaplumbağaları Araştırma Kurtarma ve
Rehabilitasyon Merkezi (DEKAMER) Yönetim Kurulu
Üyesi
Yazın kumsala gittiğinizde genelde iki tip çocuk
görürsünüz: denizden çıkmayanlar ve bütün gün kumu
kazanlar. “Kaplumbağacılar” diye anılan grup daha çok
ikinci gruba uyuyor. Her yıl yaz aylarında çıkan
haberlerde takip ettiğiniz “Carettalar yumurtlamaya
başladı” veya “Carettalar yumurtadan çıktı”
haberlerinin geri planında, “Kaplumbağacılar” diye
anılan ve daha çok ikinci gruba giren araştırmacı ve
gönüllülerin oluşturduğu insanlar yer alıyor.
Bu insanlar sağlıklı denizlerin var olmasında çok önemli
rolleri olan ancak insan faaliyetleri nedeniyle nesilleri
tehlike altına girmiş deniz kaplumbağalarının korunması
için araştırma ve koruma faaliyetlerini yürütüyorlar.
Seksenli yılların sonundan günümüze kadar onlarca
araştırmacı ve binlerce gönüllü, bu harika canlıların
korunması için yaz tatillerinden, ailelerinden,
arkadaşlarından feragat edip gece uykusuz, gündüz
güneşin altında oldukça zor şartlarda aylarca çaba
gösteriyorlar. Tüm bu çaba, yaklaşık 1.000 yavrudan
sadece 1-2 tanesinin 25 yılda erginliğe ulaşabildiği deniz
kaplumbağalarını korumak için yapılıyor. Bu kadar
emek ve özverinin ardından yıllar sonunda erginliğe
ulaşmış bir deniz kaplumbağasının balıkçı ağına
takılması veya bir sürat teknesinin pervanesi ile ağır
yaralanıp öldüğünü düşünün. Bu kadar insanın emeği
boşa giderken daha da önemlisi doğadan nesli tehlike
altında bir deniz kaplumbağasının daha eksildiğini
görüyoruz.
İşte tam bu noktada çeşitli nedenlerle yaralanan
kaplumbağaların tedavilerinin yapılabilmesi için
dünyada farklı noktalarda Kurtarma ve Rehabilitasyon
Merkezleri kuruluyor. Dünyada uzun yıllardır var olan
bu merkezlerin ülkemizdeki ilki olan Deniz
Kaplumbağaları Araştırma, Kurtarma ve Rehabilitasyon
Merkezi (DEKAMER) de bu amaçla kurulmuş bir merkez.
Merkez 2008 yılından bu yana Prof. Dr. Yakup Kaska
önderliğinde bir ekip ile deniz kaplumbağalarının
korunması ve yaralı kaplumbağaların tedavilerinin
yapılması amacıyla çalışmalarını sürdürüyor. Bugüne
kadar 120’nin üzerinde deniz kaplumbağası merkeze
ulaştı ve 80’e yakın kaplumbağa tedavi edilerek doğal
yaşamına geri kazandırıldı.
Akut-3
DEKAMER’e geçen yedi sene boyunca farklı sebeplerle
yaralanmış deniz kaplumbağaları ulaştırıldı; ancak
hiçbiri geçtiğimiz günlerde gündeme gelen Akut-3 kadar
ön plana çıkmamıştı. Akut-3 adı verilen bir iribaş deniz
kaplumbağası (Caretta caretta), dünyada ilk defa
uygulanan bir teknik ile 3D yazıcılar ile üretilen bir
proteze sahip oldu. Bu haber yaralı yaban hayvanlarının
tedavi ve rehabilitasyonu için büyük ümit vaat eden bir
gelişme çünkü her yıl birçok yaban hayvanı çeşitli
yaralanmalar sonucunda sakat kalıyor ve doğaya
dönme şansları olmuyordu. Bu hayvanların bir kısmı
rehabilitasyon
merkezleri,
hayvanat
bahçeleri,
akvaryumlar gibi yerlere gönderilirken önemli bir kısmı
ise uyutulmak zorunda kalınıyordu. Akut-3, ikinci gruba
girecek yaralı kaplumbağalardan birisiydi. Peki, Akut3’ün hikâyesi neydi?
Hikâye, geçtiğimiz yıl Temmuz ayında DEKAMER’e gelen
bir telefonla başlıyor. DEKAMER’in iletişim ağında
sürekli olarak yaralı kaplumbağaların kurtarılması ve
merkeze ulaştırılmasında yardımcı olan AKUT ekipleri,
yaralı bir kaplumbağa ihbarı yapıyor. Her yaralımızın
olduğu gibi bu kaplumbağamızın da bir isme ihtiyacı
var. AKUT’un kurtardığı üçüncü kaplumbağa olması
nedeniyle ismini Akut-3 olarak veriyoruz. Merkeze
getirilen kaplumbağanın yukarıdan bakıldığında hiçbir
sıkıntısı görülmüyor ancak kafasının altına bakıldığında
sorun ortaya çıkıyor: Akut-3’ün çenesi neredeyse
tamamen parçalanmış. Boynundaki yağ lekeleri ve izler
ile birleşince bir tekne pervanesinin çeneyi parçaladığı
sonucuna varan ekip hayvana ilk müdahaleyi yapıyor.
İlk amaç hayvanı hayatta tutmak ve bunda başarılı da
olunuyor. Ancak bu süreçte ekibin kafasında tek bir
soru var: Akut-3 bu şekilde yaşamına devam edebilecek
mi?
Kaplumbağanın bu şekilde kendini besleyebilmesi
mümkün değil. Ayrıca yemek ve soluk borusu sürekli
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
14
olarak dış ortamla temas halinde olacak ve farklı
hastalıklara yakalanma riski de yükselecekti. Böyle
yaralanmalarda yaban hayvanlarının uyutulması tercih
edilen
bir
durum
ancak
ekibimiz
deniz
kaplumbağalarının ne kadar mücadeleci ve harika
canlılar olduğunu bildiği için bakıma devam etme kararı
alıyor. Öte yandan bu konuda neler yapılabileceği
konusunda fikir jimnastiği devam ediyordu.
3D yazıcıyla yapılacak uygulama fikri ilk kez merkez
müdürü Prof. Dr. Yakup Kaska ile hayvanın durumunu
tartışırken merkez sorumlularından Öğr. Gör. Doğan
Sözbilen’den geliyordu. Böyle bir uygulama daha önce
yapılmamıştı ve çeşitli zorlukları vardı. Hayvanın
büyüklüğü, gelişimi, uygulamanın nasıl bir ekiple
yapılacağı, protezin biyo-uyumlu bir materyal ile
üretilmesi gibi soruların yanıt bulması gerekiyordu. Bu
fikir değerlendirilmek için kafaların bir köşesine yazıldı
ve kaplumbağanın tedavisine devam edildi. Yaraların
iyileştirilmesinin yanında kaplumbağanın bakımında en
büyük sorun düzenli olarak beslenmesiydi. Merkezde
görevli personel, gönüllüler yardımıyla hayvanı elle
beslemek
zorundaydı.
Kaplumbağa
her
gün
havuzundan çıkarılmalı, beslenme için sabitlenmeli,
sonra besinler mideye kadar ulaştırılmalıydı. Bu süreç
aylarca bu şekilde devam ettirildi. Akut-3 ağır yaralı
olmasının ve tamamen yabancı bir ortam olmasının
getirdiği stresin üstüne her gün yeniden beslenme
stresini yaşamak durumunda kalıyordu.
Akut-3’ün hikâyesi aylar sonra, DEKAMER’in eski
gönüllülerinden Sevil Elbir’den gelen bir telefonla
değişmeye başladı. Merkeze yaptığı bir ziyarette
kaplumbağanın durumunu gören ve 3D çene yapımı
fikrini paylaştığımız Sevil, Hacettepe Teknokent’te yer
alan BTech Innovation isimli bir firmanın biyo-uyumlu
protezleri 3D teknolojisi ile ürettiğini duyarak şirket
yetkilileri ile iletişime geçti Şirket yetkililerinin olumlu
yaklaşımı sonrasında Sevil tekrar bize ulaşarak durumu
anlattı. Merkez müdürü Yakup Kaska’nın BTech
Innovation yetkilisi Kuntay Aktaş ile yaptığı
görüşmelerin ardından süreci başlatma kararı aldık.
DEKAMER’den Prof. Dr. Yakup Kaska, merkezin
veteriner hekimi Öğr. Gör. Barbaros Şahin, Öğr. Gör.
Doğan Sözbilen ile BTech Innovation’dan Kuntay Aktaş
ve Murat Eğri ile birlikte ilk çalışmalara başlandı. BTech
ekibinin insan protezi üzerine uzmanlığı vardı ama
kaplumbağalara tamamen yabancılardı. Aynı şekilde
DEKAMER ekibi de bu teknolojiye yabancıydı.
Görüşmeler sonrasında bir yol haritası çizildi ve
kaplumbağanın kafa tomografisi çekilerek çalışmalara
başlandı. Görüntüler BTech ekibine gönderildi ve
yaklaşık iki ay sürecek protez tasarım süreci başlamış
oldu. Protez için en uygun materyalin titanyum
olduğuna karar verildi. Sürekli yeni tasarımlar
hazırlanıyor, tartışılıyor ve yeni düzeltmeler yapılarak
yeni tasarımlar hazırlanıyordu. Bu süreç devam ederken
DEKAMER ekibinin düşünmesi gereken çok önemli bir
işlem daha vardı: cerrahi operasyon.
Böyle bir operasyon tek kişinin altından kalkacağı bir
işlem değildi. Bu nedenle Mustafa Kemal Üniversitesi
Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı ve
MKÜ Deniz Kaplumbağaları İlk Yardım ve Tedavi
Merkezi (DEKİYM) Müdürü Prof. Dr. Vet. Hek.
Muhammed Enes ALTUĞ ve Yrd. Doç. Dr. Vet. Hekim
Cafer Tayer İŞLER(MKÜ, DEKİYM) ile iletişime geçildi.
Enes Altuğ ve Cafer Tayer İşler’in de desteği kabul
etmesi ile genişleyen ekip, tasarım ve operasyon
konusunda son düzenlemeleri yaptıktan sonra geriye
operasyon tarihini belirlemek kalmıştı. Bunun için
önümüzde güzel bir fırsat bulunuyordu. Her yıl
düzenlenen ve 35’ncisi Prof. Dr. Yakup Kaska
başkanlığında ülkemizde yapılacak Uluslararası Deniz
Kaplumbağaları Biyolojisi ve Korunması sempozyumu
için yaklaşık 80 ülkeden araştırmacılar 19-24 Nisan
tarihlerinde Dalaman’da olacaktı. Bu sayede diğer
araştırmacılar ile operasyonun tartışılması fırsatı da
doğuyordu. Böylelikle 23 Nisan’da operasyonun
yapılmasına karar verildi.
Aylar süren uğraşlar, farklı ülkelerden araştırmacılarla
konunun görüşülmesi sonrasında operasyon tarihi
geldi. Hazırlanan protez, uçak kargo ile sabah 09:00’da
Bodrum Havaalanına yetiştirildi. Doğa Koruma ve Milli
Parklar 4. Bölge Müdürlüğü’nden Şube Müdürü
Mehmet Uzuner protezi teslim alarak saat 12:00’de
DEKAMER’e ulaştırdı. Operasyona lojistik destek
sağlamak amacıyla Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi
Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Rıza Hakan Erbay, Doç.
Dr. Habip Atalay, Yrd. Doç. Dr. Harun Reşit Güngör,
Pamukkale Üniversitesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi
ve DEKAMER yönetim kurulu üyesi Doç. Dr. Eyüp
Başkale ve Öğr. Gör. Doğan Sözbilenile Kal-Vet
Veteriner Kliniğinden Vet. Hekim Gülsün Çakmakçı da
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
15
merkezde hazır bulundu. Operasyon Prof Dr. Enes Şahin
başkanlığında, Yrd. Doç. Dr. Vet. Hekim Cafer Tayer
İŞLER, Vet. Hekim Barbaros ŞAHİN ve Vet. Hekim Cengiz
ASLAN (KAL-VET Veteriner Kliniği Ortaca/Muğla) ile
başladı ve yaklaşık 2,5 saat sürdü.
Enes Şahin operasyonu şöyle: “Diazem-propofol ve
sevofluran ile yapılan anestezi ardından hayvanın
yarasının etrafında bulunan ölü dokular uzaklaştırıldı.
Protezin yerleşeceği bölge hazırlandıktan sonra protez
üst
ve
alt
çenedeki
yerine
yerleştirilerek
rekonstrüksiyon cerrahi olarak sağlandı.” Bu kısa ama
teknik cümle, ilk defa bir yaban hayvanına uygulanan
bir operasyonu özetliyordu aslında.
bahsetmek gerekirse, tedavinin ilk aşamalarında susuz
ortamda insanlardan uzak olarak yoğun bakımda
tutulan Akut-3’ü yavaş yavaş havuza koymaya başladık
ve suda gayet hareketli şekilde yüzdüğüne şahit olduk.
Zamanla daha uzun süreler suya koyarak
rehabilitasyonunu ileride tamamen suda geçireceği
günleri bekliyoruz.
Fotoğraf: DEKAMER arşivi- Akut-3’ün tedavisi halen devam ediyor. Şu
an herhangi bir olumsuzlukla karşılaşılması riskine karşı yoğun şekilde
bakımı yapılıyor.
Fotoğraf: DEKAMER arşivi- Operasyon sonrası Akut-3
Operasyonun hemen ardından tedavi çeşitli
antibiyotikler ve ilaçlar ile yoğun şekilde devam etti.
Kaplumbağa operasyonun ardından 18 gün takip edildi
ve herhangi bir doku reddi görülmedi. Protez uyumu ve
yumuşak dokunun iyileşmesinde karşılaşılan bir sorun
olup olmadığı takip edilirken kan değerleri sürekli takip
edildi. Tüm bu sorulara Akut-3’ün olumlu yanıt vermesi
sonrasında haber basınla paylaşıldı.
Akut-3’ün tedavisi halen devam ediyor. Şu an herhangi
bir olumsuzlukla karşılaşılması riskine karşı yoğun
şekilde bakımı yapılıyor. Bizim için sevindirici
gelişmelerden ilki, protez yapıldıktan kısa süre sonra
çenenin hareket etmeye başlamasıydı. Yalnız bu ne
kadar sevindirici olsa da halen daha dikkatli olmamızı
gerektiriyor. Bundan sonraki süreçte yaraların tamamı
ile iyileşmesi ve daha da önemlisi Akut-3’ün protezini
kullanabilecek hale gelmesi gerekiyor. Bu nedenle hem
bizi, hem de Akut-3’ü uzun bir süreç daha bekliyor.
Burada bizi mutlu eden başka bir gelişmeden daha
Şu anda durumu her ne kadar iyi olsa da halen kendisi
beslenebilecek halde değil. Beslenmesi merkez
personeli tarafından yapılıyor. Bu süreçte özveriyle
kaplumbağanın
bakımında
çalışan
merkez
personellerimiz Uzm. Biyolog Ahmet Yavuz Candan ve
Süleyman Ekici ve tüm gönüllülerimiz teşekkürü hak
ediyorlar. Akut-3 bir gün ait olduğu yere gidebilirse en
çok sevineceklerin başında onların da geleceğini
söylemeye gerek bile yok.
Son olarak böyle büyük bir ekibin bir araya gelip
operasyonun gerçekleşmesini sağlayan DEKAMER
Müdürü Prof. Dr. Yakup Kaska, DEKAMER yönetim
kurulu üyesi ve Merkez Veteriner Hekimi Barbaros
Şahin, operasyonun başarıyla gerçekleşmesini sağlayan
Prof. Dr. Muhammed Enes Altuğ ve Yrd. Doç. Dr. Cafer
Tayer İşler, BTech Innovation yetkilileri ve katkı
sağlayan tüm bilim insanlarına tekrar teşekkür
ediyoruz.
Bu Operasyon Neden Önemli?
Operasyon haberi duyurulduktan kısa bir süre içerisinde
ülkemizde ve dünyada büyük yankı buldu. Medya
organlarının yanında dünyada oldukça popüler birçok
bilim bloğu ve web sitesinde de haberi yapıldı. Peki, tek
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
16
bir kaplumbağaya yapılan bir uygulamanın bu kadar
yankı uyandırmasının sebebi neydi?
Öncelikle şunu söylememiz gerekiyor: tek bir hayvanın
toplam popülasyona etkisi yok denecek kadar azdır.
Ayrıca uygulama sonrası iletişimimizin oldukça sınırlı
olduğu bir canlıyla böylesi bir rehabilitasyon sürecini
başarıyla tamamlamak oldukça yorucu olacak. Ancak
Akut-3’ün sağlığına kavuşabilmesi, en azından şu anda
yapılan uygulamaya olumsuz tepki vermemesi gelecek
için umut vaat ediyor. Yeni teknolojiler sadece insan
hayatına kolaylık getirmiyor. Bu uygulama sayesinde
çeşitli yaralanmalar ile tedavi altına alınan ancak bir
daha doğaya dönme şansı olmayan canlıların ikinci bir
şansı olacak. Yazının ilk kısımlarında da bahsettiğimiz
gibi yaralanmalar sonucu uyutulmak zorunda kalan
birçok yaban hayvanı bu sayede yaşama tutunma şansı
elde edecek. Akut-3 operasyonu ilk kez yapılan bir
uygulama. Biz de süreç ile birlikte tecrübe kazanacağız
ve sonuçlarını dünya ile paylaşacağız. İleride diğer
araştırmacıların katkılarıyla bu teknolojinin gelişerek
çok daha etkin hale geleceğini söyleyebiliriz.
Bu operasyonun diğer bir önemi de farklılıkların bir
araya geldiğinde ortaya çıkardığı değerin çok daha
büyük olması. Bilgi, kendinize saklamayıp paylaşıldıkça
daha da büyüyor. Dünya artık çok daha fazla
uzmanlaşmış kadrolara yönelmiş durumda. Herkes belli
bir alanda uzmanlaşıyor ancak diğer konulardan ise
uzak kalabiliyor. Yaşadığımız süreçte farklı kurumlardan
biyolog, veteriner, biyo-mühendis gibi çok farklı
alanlardan uzmanların bir araya gelmesi ile böyle bir
sonuç elde edildi. Bizim adımıza böyle bir ortak
çalışmaya imza atmak, ortaya çıkan sonucu daha da
değerli kılıyor.
Son Söz
denizlerde farklı rollere sahipler ve deniz habitatlarının
sağlıklı olması için anahtar roller üstleniyorlar. Yeşil
deniz kaplumbağası (Chelonia mydas) bahçıvan gibi
çalışarak deniz çayırlarının sağlıklı olmasına ve
dolayısıyla biyolojik çeşitliliğin devamına katkı sağlarken
atmaca gagalı deniz kaplumbağası (Eretmochelys
imbricata), süngerlerden beslenirken mercanların
yayılmasını sağlıyor ve bir nevi denizlerin arısı gibi
çalışıyor. Dünyanın en büyük sürüngenlerinden deri
sırtlı deniz kaplumbağası (Dermochelyscoriacea) ise 2,5
mt’ye ulaşabilen boyu ve bir tona yaklaşabilen
cüssesiyle sadece denizanaları ile besleniyor ve
denizanalarının kontrolünü sağlamaya yardım ediyorlar.
Deniz kaplumbağalarının daha birçok faydası sayılabilir,
merak edenler web sitemizi ziyaret edebilir veya yolları
Dalyan’a düştüğünde merkezimizde personelimizden ve
gönüllülerimizden bilgi alabilirler.
Peki, son söz olarak bunu neden bunları anlattık?
İnsanların en çok tanıdığı canlılardan biri olmalarına
rağmen deniz kaplumbağalarını neden korumamız
gerektiğini yeterince iyi anlatamadığımız zamanlar
oluyor. Böyle olunca da insanlar bu kadar emeğin
neden verildiğini haklı olarak anlamakta zorluk
çekebiliyorlar. Kaplumbağaları neden korumamız
gerektiğini anlatamazsak Akut-3’ün hikâyesini de
insanlara iyi şekilde anlatamayacağımızı biliyoruz. Bu
kadar çabanın aslında bir tane kaplumbağanın
kurtulması için değil, tüm kaplumbağaların korunmasını
sağlayacak adımlardan sadece birisi olduğunu ve bu
sürecin sonunda herkesin kazanacağını iyi anlatmamız
gerekiyor. Başarılı olmak için ise daha çok insanın
desteğine
ihtiyacımız
var.
Ülkemizde
deniz
kaplumbağalarının korunması için özveriyle çalışan
gruplara destek olarak yeni Akut-3 hikâyeleri
yazılmasına herkes katkı sağlayabilir.
Deniz kaplumbağaları, tıpkı pandalar ve kutup ayıları
gibi dünyadaki bayrak türler arasında. Bazı kaynakların
da vurguladığı gibi karizmatik tür olarak da
tanımlanıyorlar. Bunun nedenleri arasında deniz
kaplumbağalarını korumak için yapılan çalışmalar aynı
anda birçok farklı türün ve yaşam alanının korunmasını
sağlaması başta geliyor. Ayrıca deniz kaplumbağalarının
birçok insan tarafından tanınmaları ve sevilmesi
sayesinde doğa koruma çalışmalarının bilim insanları
tarafından geniş kitlelere ulaşılmasını sağlıyorlar.
Biyolojik olarak baktığımızda deniz kaplumbağaları
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
17
SEYŞELLER ALDABRA MERCAN
ADASININ YEŞİL KAPLUMBAĞALARI
İÇİN ÖNEMLİ BİR YUVALAMA ALANI
OLDUĞU ANLAŞILDI
Yazan: Sharon Uranie , Hajira Amla
Çeviren: Nur Filiz
Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ), Limnoloji
Laboratuvarı, Doktora Öğrencisi
Şeyseller takımadalarının bin kilometre batısında yer
alan Aldabra’nın yükselen dört mercan adasından
Mahé, belki de insanlar tarafından kullanılmamış olması
nedeniyle, ülkenin yaban hayatının oldukça büyük bir
kısmana ev sahipliği yapıyor.
Aldabra aynı zamanda yeşil deniz kaplumbağalarının
(Chelonia mydas) Batı Hint Okyanusu’ndaki en büyük
ikinci yuvalama alanı olmasıyla önemli bir yere sahip.
Mercan adaları, bereketli deniz çayırı yataklarına sahip
sakin, sığ lagünleriyle; yoğun mercan kayalıklarıyla ve
bozulmamış sahilleriyle bu ağırbaşlı sürüngenlere ideal
bir yaşam alanı sağlıyorlar.
Bu olağanüstü özellikler Aldabra’ya uluslararası bir
statü kazandırdı. Şeyseller Adaları Kurumu (SIF) yakın
zamanda Aldabra’nın yeni oluşturulan Hint Okyanusu –
Güney Doğu Asya Önemli Deniz Kaplumbağaları Alanları
Ağı (IOSEA)’nin bir parçası olacağını duyurdu.
IOSEA ağı 6 deniz kaplumbağası türünü bünyesinde
barındırıyor. Bunlar; İribaş Deniz Kaplumbağası (Caretta
caretta), Zeytin Yeşili Deniz Kaplumbağası (Lepidochelys
olivacea), Yeşil Deniz Kaplumbağası (Chelonia mydas),
Şahin Gagalı Deniz Kaplumbağası (Eretmochelys
imbricata), Deri Sırtlı Deniz Kaplumbağası (Dermochelys
coriacea), ve Düz Kabuklu Deniz Kaplumbağası (Natator
depressus).
Hint Okyanusu – Güney Doğu Asya bölgesinde deniz
kaplumbağalarınca önemli alanlar ağının kurulmasını,
IOSEA’nin Deniz Kaplumbağalarının Yaşam Alanlarının
Korunması ve Yönetilmesini Anlamak (MoU) adlı
anlaşmasına imza atan devletler kararlaştırdı.
Bu anlaşma, Göçebe Türler Sekretaryası (CMS)
tarafından karara bağlanmış ve Birleşmiş Milletler
Çevre Programı (UNEP) tarafından yönetilmektedir.
Hint Okyanusu ve Güney Doğu Asya bölgelerinde
bulunan 45 ülkeden biri olan Şeyseller, 2003 yılı Ocak
ayında MoU için yetkili ülke oldu.
Fotoğraf: Mahé Adası
150.000’den fazla (bu sayı Şeyseller’in 90.000 olan
nüfusundan çok daha fazla) deniz kaplumbağasını
barındıran Aldabra, deniz kaplumbağaların yanı sıra çok
sayıda kuşun, deniz canlılarının ve egzotik türlerin de
evi.
SIF, 1979’da UNESCO Dünya Mirası Alanlarını korumak
ve yönetmek için kuruldu. Organizasyon bunun gibi
koruma çalışmalarıyla ilgili uzun döneme yayılmış
yararlar getireceğine ve böylece hedeflerin bu uyumlu
çalışan ağların da yardımıyla daha kolay başarılacağına
inanmaktadır.
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
18
SIF Ekim ayı gazetesinde; “IOSEA ağı çevresel etkileşimi
ve çevresel strese karşı dirençliliği attırırken sınırlı
kaynakların kullanımını en uygun hale getirecek ve
olumsuz sosyoekonomik etkilerin daha geniş bir
coğrafik ölçekte yayılmasını tersine çevirmeye yardım
edecektir,” demiştir.
3100-5225
dişi
yeşil
deniz
kaplumbağasının
yumurtladığını belirterek, o günden bu yana da sayıları
artmaya
devam
etmektedir,”
açıklamasında
bulunmuştur. “Bu inanılmaz bir koruma başarısı ve bu
okyanus
gezginlerinin
korunmasının
önemini
gösteriyor.” açıklamasında bulunmuştur.
“Aldabra, ağa zorlu değerlendirme kriterlerini
karşılayabildiği
için
kabul
edilmiştir.
Bu
değerlendirmeler IOSEA Danışman Komitesi tarafından
yapılmış ve adanın deniz kaplumbağalarının geleceğini
korumak için kritik bölge olarak seçilmesi tüm IOSEA
üyeleri tarafından uygun bulunmuştur.”
SIF CEO’su Dr Frauke Fleischer-Dogley, Aldabra’nın şu
anda bu ağa kabul edilen Şeysellerdeki ilk alan
olduğunu doğruladı. Dr Frauke Fleischer-Dogley, eğer
Şeyseller’de başka bir alan değerlendirme kriterlerini
karşılayabilirse,
bu
alanların
da
MoU’nun
sekretaryasına önerilmesi gerektiğini belirtti.
Mercan adaları, bereketli deniz çayırı yataklarına sahip sakin, sığ
lagünleriyle; yoğun mercan kayalıklarıyla ve bozulmamış sahilleriyle
bu ağırbaşlı sürüngenlere ideal bir yaşam alanı sağlıyorlar
Yeşil Deniz Kaplumbağaları, avlanma ve kıyı habitatının
değiştirilmesi sonucu sayılarındaki ciddi düşüşler
sebebiyle Doğa ve Doğal Kaynakların Korunması için
Uluslararası Birlik (IUCN) tarafından tüm dünyada nesli
tükenmekte olan türler olarak sınıflandırılmaktadır.
Yeşil Deniz Kaplumbağaları, Aldabra’nın doğal rezerv
olarak kabul edildiği 1968’den önce de mercan
adalarındaki besin kaynaklarının sömürülmesi sebebiyle
tehlike altındaydı.
SIF’e göre vakıfların verdiği desteklerle onlarca yıl
devam eden koruma çalışmalarının yanı sıra 1961’de
başlayan Yaban Hayvanları ve Kuşları Koruma Hareketi
ve 1994’te gerçekleştirilen kaplumbağa koruma
Hareketi ile kaplumbağa nüfusu yavaş yavaş
iyileştirilmiştir.
SIF; “1968 ve 2008 yılları arasında Aldabra’daki
yumurtlayan yeşil deniz kaplumbağası sayısında %500800 oranında artış olduğunu, 2008 yılında yaklaşık
Dr Frauke Fleischer-Dogley
1982’de Dünya Miras Alanı seçilmesinin yanı sıra,
Aldabra aynı zamanda bir Ramsar alanı, Uluslararası
Öneme Sahip Kuş Bölgesidir ve şimdi de IOSEA Deniz
Kaplumbağaları Ağı alanı haline gelmiştir.
Haberin Kaynağı:
http://www.seychellesnewsagency.com/articles/1729/
Seychelles+Aldabra+atoll+recognized+as+important+gr
een+turtle+nesting+site
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
19
NANO- MARKALAR YAVRU DENIZ
KAPLUMBAĞALARININ İZİNDE
Yazan: Leigh Cooper
çalışmada her birinin ağırlığı sadece 0,65 gr olan akustik
vericileri kullandılar. Çalışmada, bu “nano-markalar”ı
Afrika’nın batı kıyılarındaki Cape Verde adalarından Boa
Vista sahillerindeki yumurtadan yeni çıkmış Caretta
caretta türü deniz kaplumbağalarının kabuk kısmına
yapıştırdılar. Böylece çalışma ekibi, vericilerden gelen
sinyaller ile sekiz saat boyunca küçük bir bot ile
yavruları izledi.
Çeviren: Dr. Efe Ulutürk
Ege Üniversitesi (EÜ) Su Ürünleri Fakültesi Balıkçılık
Temel Bilimler Anabilim Dalı
Yavru deniz kaplumbağaları, okyanuslara ilk adamlarını
attıklarında ortadan kaybolmaktadırlar. Yıllar sonra,
genç kaplumbağalar kilometrelerce uzaklıkta ortaya
çıkmakta, araştırmacılar ise ancak doğdukları alanlara
yumurtlamak için döndüklerinde bu canlıları tekrar
görmekteydiler. Şimdilerde, iki karpuz çekirdeğinden
bile fazla ağırlığı olmayan küçük markalar kullanılmakta.
Çalışma grupları, yumurtadan yeni çıkmış Caretta
caretta türü deniz kaplumbağalarının yaşamlarının ilk
kritik saatlerinde, predatörlerden ve okyanus
akıntılarından nasıl kurtulduklarını izlemekteler.
Deniz biyologlarının balinalar, köpek balıkları ve ergin
deniz kaplumbağalarını izlemek için kullandıkları uydu
vericili markalar, yavru kaplumbağalarda kullanmak için
çok büyük boyutlarda. Bu durum biyologların, yeni
çıkan yavruların ilk birkaç günlerinde nereye
sürüklendiklerini bulmak için simülasyon programları
kullanmalarına sebep oluyor. Fakat modeller çok
ayrıntılı olmayıp rüzgârı, akıntıları ve yavruların kendi
yüzgeç hareketlerine bağlı hareket hızları gibi bilgileri es
geçiyor.
Yavrular, 2 ile 5 saatlik hızlı yüzüşün ardından,
açıklardaki yaklaşık 5 km hızındaki yüzey akıntılarına
kapılarak, dakikada yaklaşık 60 m yol aldılar. Bilim
insanları yavruların akıntıları kullandıklarını tahmin
etmekteydiler fakat direkt olarak bunu gösteren bir
kayıt bulunmamaktaydı. Çalışma ekibi elde ettikleri
bulguları geçen ay “The Proceedings of the Royal
Society B” adlı bilim dergisinde yayınladı.
Rebecca Scott, “The Future Ocean, GEOMAR, QMUL ve
Turtle Foundation tarafından desteklenen bu yeni
çalışmada
yumurtadan
yeni
çıkmış
tüm
popülasyonunun nesli tehlike altında ve tehdit altında
olduğu Caretta caretta cinsi kaplumbağaları izlemekte.
Modernleştirilmiş, hafif etikler deniz kaplumbağalarının
yüzmesini etkilememekte ve kaplumbağalarının ilk
günleri anlamamızı sağlamakta” açıklamasında
bulundu.
Almanya’nın Kiel kentindeki GEOMAR Helmotz Okyanus
Araştırmaları Merkezi’nde deniz biyoloğu olarak görev
yapan Rebecca Scott’ın önderliğindeki ekip, bu yeni
İngiltere’nin Exeter Üniversitesi Ekoloji ve Koruma
Merkezi’nde görevli deniz kaplumbağaları uzmanı
Brendan Godley “Bu çalışma devrimsel nitelikte. Daha
önce birkaç kişi denizde yavruları izlemeyi denedi fakat
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
20
bu kadar küçük vericiler hiç kullanılmamıştı.” dedi.
mongabay.com’a attığı mailde ise “ İzlemeler süre ve
mesafe açısından sınırlı fakat bu yavruların bu devasa
yolculukları gibi tüm yolculuklar küçük adımlarla başlar”
açıklamasında bulundu.
Rebecca Scott “Araştırmacılar yumurtadan yeni çıkmış
yavrulara esneyebilen kuşaklar giydirip su dolu
konteynerlere koyuldular. Kaplumbağaların yüzme
üyeleri ile güçlü bir şekilde vurdukları anda onların
ileriye doğru hızlı bir şekilde ilerledikleri, üzerlerindeki
kuşaklar ile tespit edildi, böylelikle her bir deniz
kaplumbağası yavrusunun belli bir zamanı kayıt altına
alınmış olduğunu” söyledi.
Boa Vista yavrularından
zorundalar.
daha
uzaklara
yüzmek
Çoğu yavru hızlı okyanus akıntılarına karşı olan
yüzmelerde hayatta kalamamaktadır. Scott hatta
gizlenmiş predatörlerden etiketlenmiş yavruları
kurtarmak için okyanusa atlamak zorunda kalmış. Her
bin yavrudan sadece biri ergin olarak yumurtlamak için
bu alanlara geri dönebilmekte.
Scott “ Cape Verde kaplumbağaları, ihtiyaç duydukları
akıntıya ulaşmak için o kadar yüzmeleri gerekmediğini
bilerek dünyaya geliyor gibiler.” diye eklemiştir.
Scott’ın ekibi ayrıca yavru kaplumbağaların laboratuvar
tanklarında nasıl yüzdüklerini inceleyerek, denizlerdeki
ilk günlerinde nasıl yüzdükleri ile ilgili büyük resmi
tamamlamaya çalışıyorlar. İncelenen tutsak yavrular 24
saatin %78’ni “yüzme çılgınlığı” olarak adlandırılan
durumda geçirmektedirler. Bu “Yüzme Çılgınlığı” daha
önce belgelenmiş bir davranış ve onları kıyıdaki
predatörlerden kaçmasında yardımcı olmakta. Ekip yeni
bir davranış da tespit etti. İlk yüzüşlerinin ardından
canlılar geceyi uyuyarak geçirmekte ve sadece gün
içerisinde yüzmektedirler.
Scoot’ın
monbay.com
ile
yaptığı
söyleşide
“Uyuduklarında küçük bir yaprağa benzerler.
Vücutlarını topladıkları için yüzeyde kalabilmekteler. Bu
sayede köpekbalıkları ve diğer avcı balıkların ilgisini
daha az çekiyorlar” dedi.
Florida’daki biyologlar tutsaklık altında inceledikleri
yavruların sadece gecenin belli kısmında dinlendiklerini
belirlemişlerdir. Fakat bu kaplumbağalar Florida
kıyılarındaki güçlü Atlantik akıntılarını yakalamak için
Scott, yeni sonuçlara göre artık bilim insanları
yavruların yüzme davranışları, okyanus akıntı
modellerine dâhil edilebileceğini belirtti. Revize edilen
modellerin, yavruların nereye sürüklenebileceklerini
öngörülmesinde daha başarılı olacağını belirtti.
Scott, yavru kaplumbağaların seyahat şekillerini ve
erginlerin bulundukları yere yıllar sonra neden geri
döndükleri sorusunu açığa kavuşturmada yardımcı
olacağını umut etmekte.
Scott, çalışma arkadaşlarını iklim değişikliğinin, yavru
kaplumbağaların vücut büyüklükleri üzerindeki etkisini
çalışmak üzere teşvik ediyor. Yeni çalışma, sıcaklığın
artışı ile birlikte yavruların ortalamadan daha küçük
boyutlarda olacağını öne sürüyor… Scott’ın çalışması
daha büyük yavruların küçüklere oranla daha uzun süre
yüzebildiğini ortaya koyuyor. Bu bilgiler potansiyel bir
problemi işaret etmekte. Scott, iklim değişikliği ile
birlikte yavruların hızlı akıntılara güvenli şekilde
ulaşmalarını zorlaşacağını da belirtiyor.
Haberin Kaynağı:
http://news.mongabay.com/2014/1203-cooper-ucscbaby-turtles.html
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
21
ORTADOĞU BİR KAPLUMBAĞA İÇİN ZORLU
OLABİLİR
Yazan: Zafrir Rinat
Çeviren: Tevfik Orkun Develi
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tarih Bölümü
Doktora Öğrencisi
Araştırmacılar 35 dişinin bedenine, kuma yumurtalarını
bırakmak üzere karaya çıktıkları esnada vericiler
yerleştirdi. Bu ergin dişi kaplumbağalar denize doğru
serbestçe yol aldılar. Çalışmadaki kaplumbağalardan
çoğu Kıbrıs’tan gelirken aralarında İsrail’in Akdeniz
sahillerinden gelmekte olan üç tanesi de bulunuyordu.
İzleme 1998 – 2010 yılları arasında yapıldı.
Araştırmacılar bir taraftan da farklı bölgelerdeki
kaplumbağaların durumuna ilişkin veri topladı.
Araştırmacılar, uyduları kullanarak ilk defa nesli ciddi
biçimde tükenmekte olan yeşil deniz kaplumbağalarının
Akdeniz’deki göç yollarının izlerini sürmekte.
Kaplumbağaların Akdeniz’deki yayılımı
Siyah Halka: Köken
Mavi Halka: Varış Noktası
Fotoğraf: Mark Sullivan- Nesli tükenmekte olan yeşil deniz
kaplumbağaları karaya çıkıyor
Uydu takibi yeşil deniz kaplumbağalarının beslenme
sahası olarak 10 ana bölgeye göç ettiklerini
göstermekte. Bazıları bu bölgelere ulaşabilmek için
yumurtlama alanından 200 kilometre kadar uzağa
yüzüyor. 2600 kilometre kadar uzağa yüzenleri de
bulunuyordu.
Her yaz Doğa ve Parklar İdaresi’nden denetçiler, sahiller
boyunca toplanarak koruma altındaki bölgelerde
tutulan yumurtalardan yeni çıkmış küçük deniz
kaplumbağalarına dönüş yapıyor. Kaplumbağaların
tehlikelerle dolu göçebe bir hayatla karşı karşıya
olduğunun farkındalar. Bugün, son birkaç yılda
tamamlanan bir çalışma sayesinde Mısır ve Libya
kıyılarında diğer yerlere nazaran uzun bir süre geçiren
bu canlıların izlerini sürmek mümkün.
Geçen hafta Diversity and Distributions dergisi,
Akdeniz’deki yeşil deniz kaplumbağalarını izleyen bir
uydu takip sisteminin bulgularını yayımladı. Bu, nesli
ciddi biçimde tükenmekte olan bir tür. Gözlem
İngiltere’deki Exeter Üniversitesi’nden araştırmacıların
yönetiminde yapıldı. Onlara bilim insanları ve Lübnan,
Suriye ve İsrail’i de içeren bölge genelindeki çevre
örgütleri destek verdi.
Uydu vericisi takılmış bir deniz kaplumbağası
Kaplumbağaların yarısından fazlasının geldiği iki ana
bölge, Libya’daki Bomba ve Sirte Körfezleriydi. Yüzde
14’ü Türkiye’deki Antalya Körfezi’nden gelmişti. Çoğu
Türkiye, Suriye ve İsrail’den Mısır ve Libya sahillerine
uzanan bir koridor boyunca göç etti. Bir başka göç
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
22
koridoru Türkiye ile Kıbrıs’a, buradan da Kuzey Afrika’ya
bağlanmıştı. İzlenen dişi kaplumbağalar en yoğun
biçimde Kıbrıs, Mısır ve Libya arasındaki sularda kalan
koridorda bulunuyordu.
Araştırmacılar yeşil deniz kaplumbağalarının göç yolları
boyunca büyük tehlike altında olduklarını tespit etti.
Balıkçı tekneleri bu bölgelerde faaliyet gösterdiğinden
pek çok kaplumbağa ağlara takıldı. Yalnızca bir kısmı
denize dönebildi ve geri kalan –yılda yaklaşık 20.000
kadarı– öldü.
Balık ağlarına yakalanmış bir deniz kaplumbağası
Parakete takımlarına takılan deniz kaplumbağaları
İsrail de dâhil olmak üzere bazı ülkelerde, geride on
yıllar boyunca yumurta bırakmaya gelen yeşil
kaplumbağaların sayısında büyük bir düşüş vardı. Bu,
yavru kaplumbağaların güvenle denize dönebilme
şanslarının
artırılmasına
yönelik
yumurtaların
toplanarak koruma altındaki çiftliklerde tutulması için
itici güçtü. İsrail’de Doğa ve Parklar İdaresi aynı
zamanda yaralı kaplumbağaları tedavi eden bir deniz
kaplumbağası kurtarma merkezi çalıştırıyor. Uzuvlarını
kaybedenler de dâhil olmak üzere bazıları tıbbî
müdahalenin ardından denize döndüler.
Çalışmanın yürütücüleri, Libya’daki Sirte Körfezi’nin,
buraya gelen kaplumbağalar için korunaklı bir bölge
yapılmasını öneriyor. Fakat Libya’daki malum politik
istikrarsızlık bunun gerçekleşmesini oldukça zora
sokuyor. Takibin genişletilerek sürdürülmesi de bir
başka öneri. Bu, kaplumbağaların zarar gördüğü
bölgelerin tespit edilerek bu sorunun azaltılmasına
yardımcı olabilir. Buna karşın bilim insanları, balıkçılar
arasında eğitime daha fazla çaba harcanarak onların
yanlışlıkla ağlarına takılan deniz kaplumbağalarının
denize bırakma konusundaki dikkat oranlarının
artırılabileceğini ileri sürüyor.
Haberin Kaynağı: http://www.haaretz.com/life/natureenvironment/1.642680
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
23
sahip
KAPLUMBAĞA EMBRİYOLARI SICAK
YAZLARA HAZIR
olmaları
gerektiğini
düşünen
araştırmacı
çalışmalarını bu noktada yoğunlaştırmış.
Araştırma,
sürüngenlerde
sıcaklık
stresine
karşı
moleküler seviyede verilen bir cevap açısından ilk kanıtı
Yazan: Samantha Saw
sunmaktadır. Jamie Tedeschi ve çalışma arkadaşları Dirk
Çeviren: Araş. Gör. Taylan Doğaroğlu
Hartog adası Turtle Bay alanındaki 4 yumurtlama
Muğla Sıtkı Koçman Fen Bilimleri Enstitüsü Biyoloji
noktasından toplam 384 adet yeni bırakılmış yumurta
toplamışlardır. Yumurtalar test gruplarına ayrılarak
gelişimlerine devam etmeleri için inkübasyona alınmış,
25. ve 45. günlerde 1-3 saat arasında 29, 34 ve 36 °C
arası sıcaklıklarda ısı şokuna maruz bırakılmışlardır.
Fotoğraf: Patrick Randa- Yumurtadan yeni çıkmış Caretta caretta
yavruları.
Fotoğraf: DPaW Araştırmacı Jamie (ortada), Lorian Woolgar (solda) ve
Nesli tükenme tehlikesi altında olan Caretta caretta
türü kaplumbağaların çevresel sıcaklık dalgalanmalarına
karşı
kendilerini
henüz
yumurta
içerisindeyken
koruyabildikleri keşfedildi.
Araştırmacı Jamie Tedeschi (School of Animal Biology
and Oceans Institute)’ nin buluşuna göre Caretta
caretta embriyoları yüksek seviyelerdeki sıcaklıklara
maruz kaldıklarında ısı-koruyucu genlerinin ifadesini
arttırmaktadırlar. Araştırmacı bu türe ait kaplumbağa
embriyolarının 25-33 °C arasındaki sıcaklıklarda en iyi
şekilde geliştiğini ancak Gascoyne bölgesindeki bazı
sahillerin beklenenden çok daha sıcak olduğunu ve
daha uzun sürelerde sıcak kaldığını belirtmiştir. Ergin
kaplumbağaların
aksine,
gölge
ve
serin
sulara
yönelemeyen embriyoların yüksek sıcaklıklar ile başa
çıkabilmelerini sağlayan fizyolojik bir mekanizmaya
Bec Watson (sağda) yumurtaları etiketlerken.
Çalışmada seçilen sıcaklık ve süreler kaplumbağa
yumurtlama alanlarında gözlenen çevresel koşulları
sağlamak amacıyla tercih edilmiştir. Yumurtaların
yarısının
açıldığı
34-36°C
arası
sıcaklıklar
ölüm
seviyesinin hemen altındaki sıcaklıklar (near-letal)
olarak belirlenmiştir. Gen ifadesindeki değişiklikleri
saptayabilmek amacı ile kalp ve beyin dokusundan
alınan örneklerde ısı şoku ptoteini 70’ den ve (Hsp 70)
ve ısı şoku ptoteini 90’dan (Hspp 90) mRNA
sekanslanmıştır. Biyomarker ifadesinde, koruyucu ısı
şoku proteinlerinin üretimine işaret eden belirgin bir
artış gözlemlenmiştir.
Araştırmacı, bu proteinlerin dokuları stabilize etmek ve
hücreler içerisindeki DNA’yı korumak için üretildiklerini
vurgulamıştır.
Isı
şokuna
maruz
bırakılmamış
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
24
embriyolardan
karşılaştırıldığında,
elde
yüksek
edilen
sıcaklığa
sonuçlar
ile
maruz
kalan
embriyoların kalp dokusunda 98 kat ve beyin
dokusunda 14 kat artış ile Hsp 90 gen ifadesinde en
fazla artışı göstermiştir.
Yılan, kaplumbağa ve
kertenkele gibi yumurtaları yüksek sıcaklıklara maruz
kalabilecek
olan
birçok
türe
bu
çalışmanın
uygulanabileceği düşünülmektedir.
Fotoğraf: DPaW- Kaplumbağa Koyu
Haberin Kaynağı: http://phys.org/news/2015-01-turtleembryos-genetically-wired-hotter.html
Akdeniz Koruma Derneği | Bülten Sayı 11
25

Benzer belgeler