ankara çiğdemi
Transkript
ankara çiğdemi
______________ Ankaralı Gezginler Bülteni _______________ ANKARA ÇĐĞDEMĐ Sayı: 15, Ocak 2012 Dünyadan: Beyaz Kıta: Antarktika Türkiye’den: Cennet Gerçekten Varmış Tadı Damağımda: Ata Topraklarından Gez/Oku, Gez/Dinle Ankara/Ankara EK: Ankaralı Gezginler Grubu’nun Deneyimli Gezginlerinden Ucuza Gezmenin Püf Noktaları Đçindekiler Kapak: Tırmık (Fotoğraf: Olcay Özgen) 3- EDİTÖRDEN “Timur Özkan” Ankara Kedisi kökeni çok eskilere dayanan ve zaman zaman tartışmalara neden olan, zarif, güçlü ve dikkafalı bir türdür. Ankara kedileri ayrıca çok zeki, cesaretli ve sahiplerine bağlı kedilerdir. Ankara kedisi, sahibiyle hayatının ve evinin her yerinde birlikte olmak ister. Birlikte yaşadığı kişiye derin bir sevgi duyar ve karşılı ğında da aynı sevgiyi almaktan hoşlanır. Sahibini oldukça abartılı sevgi gösterileriyle ödüllendirir, fakat bir kez bir şeyi yapmaya niyetlendiği zaman, en akıllı insan bile onu yolundan geri çeviremez. Ankara kedisinin vücudu uzundur. Uzun bacaklara, uzun bir kuyruğa ve yine uzun ve kaslı, narince yapılanmış bir gövdeye ve düzgün bir kemik yapısına sahiptir. Erkek kediler dişilerden büyük olabilir. Mevsime göre uzunluğu değişen tüyleri vardır. Günümüzde pek çok değişik renk tüylü Ankara kedisi vardır. En iy i tüylere sahip Ankara kedileri, genellikle üç yaşını geçmiş kedilerdir. Geniş ve badem şekilli gözlere sahiptirler ve renkleri bakır, mavi, altın, yeşil ve ela olabilir. Geniş ve sivri uçlu, dik kulakları vardır. Orta boyda bir buruna sahiptirler. Kuyruklarını yürürken vücut hizasında tuttukları görülür. 4- KISA/KISA; Ankara’dan ve Gr ubumuzdan Haberler 7 - ÜYELERİMİZ “Erdem Engin” 9 - OBJ EKTİF “Ankara’dan Kareler” 10 - TÜRKİYE’DEN; Batı Karadeniz “Semra Kadeifçioğlu” 14 - GEZ/DİNLE: Tango ve Bandoneon “Belkıs Ceyla Çetinsoy” 15 - DÜNYADAN; Antarktika “Timur Özkan” 19 - TADI DAMAĞIMDA: Ata Topraklarından “Erdem Engin” 20 - GEZ/YAZ “Gezgin Gözüyle Hindistan ve Yakın Asya, Gezgin Gözüyle Afrika, 6 Kıtadan” 21 – KARTPOSTALLARDAN “Necati Kazancı” 22 - ANKARA KÜTÜPHANESİ 23 - ANKARA/ANKARA; Ba ykal’ın Kızı Angara “Behçet Ak” 24 - DİZELERDEN; Ankara Marşı “Halil Bedii Yönetken” . ANKARA ÇĐĞD EMĐ ANKARALI GEZGİNLER BÜLTENİ Ankaralı Gezginler elektronik iletişim grubu tarafından yayınlanır. Ücretsizdir. Burada yayınlanan yazı, haber, fotoğraf, resim vb kaynak gösterilerek ve sahiplerinden izin alınarak kullanılabilir. Editör: Timur Özkan, [email protected] http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler [email protected] ANKARA ÇĐĞDEMĐ hakkındaki her türlü görüş, eleştiri ve önerilerinizi, bültenimizde yayımlanmasını istediğiniz etkinlik haberlerinizi ve de Ankara’dan, Türkiye’den Dünya’dan gezi yazılarınızı [email protected] adresine bekliyoruz. ◙ ANKARA ÇĐĞDEMĐ 'nin önceki sayılarını; grubumuzun ana sayfasındaki Files'dan E-dergi "Ankara Çiğdemi" klasörünü veya http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler/files/%20EDergi%20%20%22Ankara%20Cigdemi%22/ adresinden ilgilendiğiniz sayıyı tıklayarak okuyabilirsiniz. Eğer açılmıyorsa dosya adı üzerinde sağ klikle Yeni Pencerede Aç yapabilir, bilgisayarınıza indirmek için aynı şekilde sağ klikle Hedefi Farklı Kaydet, yazdırmak için ise Hedefi Yazdır fonksiyonlarını kullanabilirsiniz. ◙ Bültenlerimiz dergi formatında tasarlandığından booklet olarak baskı alırsanız, 24 sayfalık bir dergi olarak okuyabilirsiniz. ◙ Ankara Çiğdemi’nin tüm sayılarını, medya destekçimiz www.fotogezgin.com sitesinden de takip edebilirsiniz… ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 15, Ocak 2012) Editörden ___________________________Timur ÖZKA N [email protected] Yeni Yılınız Kutlu Olsun… Ankara Çiğdemi Slerdi cangı cılla utkup turum ! Yeni iliniz mübarek olsun! Hizzi yangı yıl menen kotla yım ! Sene sul yaçepe salamlatap! Naa cılıngar guttug bolsun! Yeni yılınızı kutlerim! Naa çılnang alğıstapçam sirerni! Cangı cılığıznı alğışlayma! Canga cılıngız kuttı bolsın! Sizni yanhı yıl bıla kutleymın! Janga jılıngız kuttı bols ın! / Janga jılıngız ben! Yangı ılıngız kaırlı olsun! Cangı cılıngız kuttu bolsun! Yangı yılıgız kutlu bolsun! Yanga yılıngız men! Yengi yılıngız mübarek bolsun! Ak éy yahşi mo! Naa çıl çakşı polzun! Sezne yanga yıl belen tebrik item ! Caa çıl-bile bayır çedirip or men! Teze yılınızı gutlayaarın! Yengi iliyiz (iliwiz) mubarak olsun! Yengi yılıngızğa m übarek bolsun! Ehigini şanga sılınan eğerdeliibin Sırasıyla Diğer 24 Lehçe: Altay, Azerb aycan, Başkırt, Çuvaş, Füyu Kırgızcası, Gagauz, Hakas, Karaçay-Balkar, Karakalpak, Karay/Karaim, Kazak, Kırım (Tatar), Kırgız, Kumuk, Nogay, Özbek, Sarı Uygur, Şor, Tatar, Tuva, Türkmen, Irak Türkmenleri, Uygur Türkçesi, Yakut/Saha Fotoğraf: Sevinç İşcan ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 15, Ocak 2012) Kısa/Kısa _________________________________________________ Başkent Ankara’ya Hizmet Ödülleri” Ankara Yöresel Ev Yemekleri Beceri Yarışması Ankara Valiliği Đl Kü ltür ve Turizm Müdürlüğü ve Ankara'yı Tanıtma Vakfı işbirliğiyle düzenlenen “Ankara Yöresel Ev Yemekleri Beceri Yarışması” 27 Eylül 2011 tarihinde, Jw Mariott Hotel’de gerçekleştirildi. Yaklaşık 100 kişinin, 105 yöresel yemekle katıldığı yarışmanın 50 kişilik jürisinin yaptığı değerlendirme sonucunda; çorbalar kategorisinde "Aş Çorbası" ile Seyhan Çağlayan, etli yemeklerde "Ankara Tava" ile Ayşegül Naldiken, ze ytinyağlılarda "Mercimekli Lahana Dolması" ile Zübeyde Tüccar, hamur işleri ve pilavlarda "Pıt Pıt Pila vı" ile Seyhan Çağlayan, tatlılarda ise "Köyter" tatlısıyla Ömer Kabasakal'ı birinci seçilirken dereceye girenlere, çeşitli hediyeler verildi. Dercizade’den İki Ankara Sergisi Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından, Ankara’nın başkent oluşunun 88. yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen “Ankara Fotoğrafları Sergisi”, 13 -27 Ekim tarihleri arasında, Kızılay’daki Metro Sanat Galerisi’nde açıldı. Ankara Koleksiyoneri, Dericizade Faruk Küçük’ün koleksiyonundan 110 fotoğrafın yer aldığı sergiyi gezenlere ayrıca, birer Atatürk ve Ankara fotoğrafı hediye edildi… Dercizade’nin ikinci fotoğraf sergisi ise 28 Ekim – 10 Kasım tarihleri arasında Etlik’teki Antre AVM’de düzenlendi, Ankara Kulübü Derneği tarafından, Ankara’nın başkent oluşunun 88. yıldönümü nedeniyle bu yıl ilk kez verilen Başkent Ankara’ya Hizmet Ödüllerini hepsi de Ankaralıların yakından tanıdığı şu isimler paylaştılar; 1. Eğitim, Bilim, Ya yın Alanında; Turan Tanyer (Ankara Araştırmacısı, Ya zar) 2. Arkeoloji Alanında; Dr. Nimet Özgüç (Arkeolog) 3. Sinema-Film Alanında; Erdal Beşikçioğlu (Behzat Ç., Bir Ankara Polisiyesi Dizisi) 4. Mü zik Alanında; Mustafa Erdoğan (Ankara Devlet Opera ve Balesi Bestecisi) [Ankara 1923 adlı Ankara Kulübü tarafından bestelettirilen Senfonik Şiirin bestecisi] 5. Başkent Ankara ile Özdeşleşen Ankara Mekânları Ödülü; Sanat Kitabevi (Sahaf) Sahibi Ahmet Yüksel 6. Başkent Ankara’nın Kültürü ve Tarihi Alanlarında Başarılı Arşivcilik - Koleksiyonerlik Ödülü: Faruk Küçük (Dericizade) 7. Spor Alanında; Rıza Ka yaalp (2011 yılı Grekoromen Güreş Dalında Ağır Sıklet Dünya Şampiyonu) 8. Sivil Toplum Örgütü Ödülü; Ankara Kalesi Derneği – Başkanı Şevket Bülent Yahnici 9. Ya zılı Basın - Gazetecilik Alanında; Ali İnandım (Milliyet Ankara Gazetesi Köşe Yazarı ) 10. Görsel Medya - Televizyon Alanında; Kanal B Televizyonu “Büyük Seğmen Ödülleri” Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından, bu yıl ikinci kez verilen Büyük Seğmen Ödüllerini aşağıdaki isimler aldı; BİLİM ADAMI: Prof. Dr. Halil İnancık ULAŞIM: Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, ULUSLARARASI HASSASİYET: Mehmet Görmez (Diyanet İşleri Başkanı) BÜROKRAT: TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin EĞİTİM: TOBB Üniversitesi KAMU KURULUŞU: THY ve Anadolu Jet HAYIRSEVER: Ülkü Ulusoy ve Orhan Elmaağaçlı, SAĞLIK: Yenimahalle Devlet Hastanesi Başhekimi Uğur Yıldız SAN AYİCİ: Gen Power Yönetim Kurulu Başkanı Müjdat Uslu GİRİŞİMCİ: Akyurt YKB Halil Uyanık, Bülbüloğlu Vinç Sanayi AŞ YKB Önder Bülbüloğlu, ANGİAD Başkanı Abdullah Değer MED YA: Dergi: CNBCe Business Radyo: Ankara Polis Radyosu, Radyo On Gazete: Habertürk Ankara ekibi TV Sinema: Aşk Tesadüfleri Sever'in yönetmeni Ömer Faruk Sorak, Deniz Yıldızı ekibi Sosyal Medya: Zeki Ka yahan Coşkun Haber Programı: Abdullah Abdülkadiroğlu (STV) Ya zar: Hüseyin Kocabıyık Gazeteci: Milliyet gazetesinden Ayhan Aydemir SAN ATÇI: Gülşen Kutlu, SPORCU: ASKİ Spor Kulübü sporcularından Rıza Kaya Alp, Türk Telekom oyuncularından Mehmet Okur, engelli yüzücü Caner Ekin STK: Kimse Yok Mu Derneği, Türkiye Devlet Hastaneleri ve Hastalara Yardım Vakfı H ASVAK TURİZMCİ: Kervan Seyahat -Nail Çimen, Trilye Balık Restaurant Süreyya Ü zmez MARKA: Hacıbaba Baklavaları Abdullah Baday YEREL HASSASİYET ÖDÜLÜ: Dericizade Faruk Küçük SEĞMEN ONUR ÖDÜLÜ: Necmettin Aydıncılar. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 15, Ocak 2012) Gülcan Acar doludizgin… 6. Geleneksel Fotoğraf Sergimiz Grubumuz üyelerinden Fotoğraf Sanatçısı Gülcan Acar 18-21 Ekim tarihleri arasında dört etkinlik birden gerçekleştirdi. İlk olarak Mülkiyeliler Birliği’nde Rusya fotoğraflarını gösteren Acar, 20 Ekim’de AFSAD’da Sami Güner Kupası kazanan Safranbolu gösterilerini sundu. 21 Ekim’de FSK’de Mimari Fotoğraf konulu ayın etkinliğinde değerlendirme yapan Gülcan Acar’ın Sarı Sıcak Emek isimli sunumu Bursa Fotoğraf Günleri kapsamında BUFSAD’da gösterildi. Bu yıl ikisi yurt dışında olmak üzere dört fotoğraf sergisi açan Ankaralı Gezginler olarak, aynı zamanda bu yılın son etkinliği olan 6. Geleneksel Fotoğraf Sergimizi 22 Kasım-4 Aralık 2011 tarihleri arasında gerçekleştirdik. Bir Ülke Toplantıları: 2 “Rusya Deyince” Timur Özkan’ın “Rusya Deyince” başlıklı sunumu ve Gülcan Acar’ın Moskova, St. Petersburg ve Tataristan fotoğraflarıyla düzenlenen “Bir Ülke” toplantılarının ikincisi; 18 Ekim’de Mülkiyeliler Birliği toplantı salonunda gerçekleştirildi, Grubumuz ve Mülkiyeliler Birliği üyeleri ile Mülkiye öğrencilerinden oluşan kalabalık bir izleyici topluluğunun katıldığı etkinlik, aynı mekanda düzenlenen bir akşam yemeğiyle sona erdi. Dünden Bugüne Koruma-1 Ankara Toplantısı KOR DER Koruma ve Restorasyon Uzmanları Derneği ve ANKAMER Ankara Üniversitesi Ankara Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi işbirliğiyle düzenlenen DÜNDEN BUGÜNE KORUMA-1 ANKAR A konulu toplantı 21-22 Ekim tarihlerinde Beşevler'deki Ankara Üniversitesi'nin 100. Yıl Toplantı Salonunda gerçekleştirildi. Korumanın her kesiminden tarafların katıldığı toplantıda çok sayıda bildiri tartışıldı. Tarihte Ankara Sempozyumu ve Grubumuzun Ankara Sergisi Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin Tarih Bölümü tarafından ve DTCF’nin kuruluşunun 75. yıldönümü nedeniyle, 25-26 Ekim tarihlerinde, Fakültenin Farabi ve Kaşgarlı Mahmut salonlarında düzenlenen "Tarihte Ankara" konulu uluslararası sempozyum kapsamında Ankaralı Gezginler Grubu tarafından hazırlanan "Tarih Öncesi Dönemlerden Günümüze Ankara" temalı bir fotoğraf sergisinde 21 üyemize ve 4 konuk fotoğrafçıya ait toplam 53 fotoğraf sergilendi. MTA Doğa Tarihi Müzesinde sergilenen fosiller ve AMM'de sergilenen Ankara Ma ymunu gibi kentimizdeki ilk yaşam belirtileri ile Güdül'deki kaya resimleri gibi pek bilinmeyen insan izlerinden başlayarak Frig, Galat vb uygarlıklardan günümüze ulaşan çeşitli tarihi objeler ve devamında Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinden günümüze gelebilen tarih eserlerle birlikte günümüz Ankara'sından karelerin yer aldığı sergi Ankara'nın tüm evrelerini biraraya getirerek ve bu açıdan bir "ilk" oldu. Sergi süresince ayrıca, Dekanlık tarafından bastırılan sergi katalogu basına ve izleyicilere dağıtıldı. 88 üyemize ait 148 fotoğrafın sergilendiği 6. Geleneksel fotoğraf sergimizin seçici kurulunda bu yıl, üyelerimiz Ahmet Ya y, Olcay Özgün ve Vedat Biner’in görev alırken, sergi koordinatörlüğünü baştan sona çok titiz bir çalışma sergileyen üyemiz Emel Aşkın üstlendi. Her yıl olduğu gibi Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde düzenlediğimiz serginin açılış kokteyli kalabalık bir üye ve da vetli topluluğunun katılımıyla gerçekleşti. Açılışta bir konuşma yapan LÖSEV Başkanı Dr. Üstün Ezer grubumuza bir teşekkür belgesi verdi. Heykelleriyle Ankara Sergisi Haldun Cezayirlioğlu ve Umut Erhan'ın koleksiyonunda seçilen "Cumhuriyet'imizin ve Günümüzün Heykelleriyle Ankara" fotoğraf sergisi 28 Ekim - 11 Kasım 2011 tarihleri arasında Ahmet Rasim Sokak'taki Cumhuriyet Kültür Merke zi'nde gerçekleştirildi. Her yıl olduğu gibi bu yıl da sergi fotoğraflarından hazırlanan ve Lösemili Çocuklar Vakfı LÖSEV yararına satışa sunulan masa takvimlerimiz büyük ilgi gördü ve satılan 600 takvim karşılığı LÖSEV’e 3000.- TL bağış toplanmış oldu. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 15, Ocak 2012) 6. GELENEKSEL FOTOĞRAF SERGĐMĐZĐN AÇILIŞINDAN KARELER ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012) Üyelerimiz Erdem ENGĐN [email protected] Her sayıda bir üyemizi tanıttığımız bu sayfaların bu sayıdaki konuğu Erdem Engin, hem çok gezen ve gezdiği yerleri yazarak bizlerle paylaşan bir üyemiz hem de Ankara Çiğdemi’nin “Tadı Damağımda” köşesinin editörü… İŞ DURUMUNDAN… EŞ DURUMUNDA… ÖNÜME ÇIKAN FIRSATLARI DEĞERLENDİRİYORUM… Önce sizi biraz tanıyalım, Erdem Engin kimdir? Ne iş yapar? Özgeçmişinizin ilginç kilometre taşlarıyla bize biraz kendinizi anlatır mısınız? Adana’da doğdum ama anne-baba memleketinden dolayı Aydınlıyım. Çocukluğum babamın işi dolayısıyla Anadolu’nun çeşitli yerlerinde geçti. Üniversiteyi Ankara’da okudum, ODTÜ inşaat mühendisliği bölümü mezunuyum. İş hayatıma İstanbul’da başladım. Sonrasında da eş durumundan şehir değiştirmeye başladım. 4 yıldır yine Ankara’dayım. Peki, Erdem neden gezer? Gezmeye nasıl başladı? Gezmekten ne anlar? Gezmek bana heyecan veriyor, gezdikçe yenilendiğimi hissediyorum, bakış açımı, olayları ele alış biçimimi değiştiriyor. Öncesinde hayal etmek, merak etmek, sonrasında yollara koyulmak, öğrenmek, zenginleşmek, dünyanın dört bir yanında yeni dostlar edinmek ve sonrasında da paylaşmak. Gezdikçe öğreniyorum, zenginleşiyorum ve sonrasında deneyimlerimi dostlarla paylaşmak da ayrı bir keyif, ayrı bir yolculuk. Gözlerimi kapattığımda dünyanın farklı köşelerinde dostlarımın olduğunu bilmek yüreğimi ısıtıyor ve sanki gittiğim ülkenin ışığı yanıyor, orayı daha parlak görür oluyorum. Hedefim dünyayı ışıldayan bir top gibi görebilmek. Gezmeye nasıl başladım bilmiyorum. Belki çocukken babamın peşinde dolaştığımız köyler ilk gezilerimdi. Lisede gezi kolu başkanıydım ve geziler düzenledim, arkadaşlarımla gezmenin çok keyifli olduğunu gördüm. Para kazanmaya başladığımdan beri de dışa açıldım. Sonrasında zaman zaman iş tercihlerimi gezmek alternatifine göre ayarladım diyebilirim yani gezmek aslında kariyer planlamamı bile etkiledi. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012) Gideceğiniz yerleri nasıl seçiyorsunuz? Nereleri gördünüz ve nereleri görmek istiyorsunuz? Bundan sonra ilk geziniz nereye olacak? Gideceğim yerleri önceden uzun uzun planlar yaparak seçmiyorum. O anki ruh durumum, okuduğum bir kitap, bir anekdot, bir anı bazen seçim yapmama sebep oluyor. Bazen iş durumu, bazen eş durumundan önüme çıkan fırsatları değerlendiriyorum. Diğer hobilerimle gezileri birleştirmeyi seviyorum. Avrupa’nın büyük bir bölümü olmak üzere 30’dan fazla ülke gördüm. Kalan her yeri de görmek istiyorum. Bundan sonra ilk gezimin Arjantin’e olmasını diliyorum, orada uzun kalarak doyasıya dans etmek istiyorum. Ve ilk fırsatta uzak doğuya gitmek istiyorum. Mutfak konusuna ilginiz nereden kaynaklanıyor? Her gezgin gittiği yörelerin lezzetlerini tatmak istr ama sizdeki bir başka boyuta geçiyor, tarifler almak, gelince bunları denemek, sonra bu tatları/tarifleri dostlarla paylaşmak nasıl bir ilgidir? Aslında mutfakla çok ilgili olduğumu, çok becerikli olduğumu söyleyemem. Gezerken köşeyi dönünce ne olduğunu hep merak etmem gibi yöresel tatları, ülkelerin tatlarını da merak ediyorum. Yerel yemekler, yerel içkiler, yerel mekanlar gezilerin olmazsa olmazı, ülkelerin-şehirlerin haritasını tamamlıyor. Döndüğümde küçük lezzetleri dostlarımla buluşturmak ayrı bir keyif. Dünyanın bir ucundan bir tadı evime taşımak, ülkeleri, dostları evimde buluşturmak gibi bir şey; gezileri daha bir doyumsuz kılıyor sanki. Ankara Çiğdemi’nde bu tatları yazıya dökmek, gezginlerle paylaşmak ise buna bambaşka anlam kazandırıyor. Başka elektronik posta gruplarına üye misiniz? Genelde e-posta gruplarının, özelde gezi gruplarını işlevi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu bağlamda Ankaralı gezginler hakkındaki görüşünüz ve gruptan beklentileriniz nelerdir? Küçük arkadaş gruplarımla oluşturduğum elektronik grupları saymazsak başka elektronik posta grubuna üye değilim. Birkaç gruba üyeydim ama kısır tartışmalardan sıkıldım, kişisel tatminin paylaşmanın ötesine geçtiğini gördüm ve bu gruplardan çıktım. Ankaralı Gezginlerle bir kitapçının rafında tanıştım. Ortak kaleme alınmış Avrupa kitabını gördüm, kendi kendime “Ne hoş proje” dedim – biraz da kıskandım - ve gruba üye oldum. Bu grubun üyesi olmaktan dolayı çok mutluyum. Ankaralı Gezginleri, paylaşımcı, duyarlı ve üretken bir grup olarak görüyorum… ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012) Objektif _________________________________________________________________________________ Bu sayımızın Objektif sayfalarını, Tarihte Ankara sergimize başvuran fotoğraflardan sergi konsepti veya formatı bakımından seçilmeyen, ancak Ankara’nın genellikle az b ilinen yerlerine ait olduğu için ilginç b ulduğumuz fotoğraflardan seçmelere ayırdık. Ayrıca yer darlığı nedeniyle sergide değerlendiremediğimiz Dünden Bugüne Ulus ve Kızılay kolâjlarını da b eğeneceğinizi umuyoruz… Ankara Çiğdemi Ab idin Lütfi Demir, “Uğur Bakkal” Cazib e Yapıcı, Ulucanlar Cezaevi Lale Ataman, Sarıyar Barajı Belkıs Ceyla Çetinsoy, Etnoğrafya Müzesi Tavanı Gonca Özb aşoğlu, İkinci Meclis Binası Bahçesi Nesrin Armağan, M.A Ersoy Edeb iyat Müze Kütüphanesi ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012) Volkan Güneş, Arka Sokaklar Onur Ataoğlu, Vakıf Eserleri Müzesi Sultan Sarı, Kalecik Kalesi Turhan Demirb aş, Hipodrom Girişi ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012) Türkiye’den Semra KADAĐFÇĐOĞLU semra63 @gmail.com CENNET GERÇEKTEN VARMIŞ Geçen yıl Kurban Bayramı öncesinde “İki arada bir derede kaldım” desem yeridir. Bir yanda ailem ile bayramlaşma arzum, diğer yanda gezgin ruhumun dürtüklemesi, bir de gerdan tatlısı yapma sözüm son günlere kadar kararsız kalmama neden oldu. Ama sonunda formülü buldum. Tatili ikiye böldüm. Bayramın birinci günü ailem ile bayramlaştıktan sonra “Tatlıyı da bayram sonrasında yaparız” kararını alıp, ikinci gün kendimi gene yollarda buldum. Sabahın erken saatlerinde başlayan yolculuğumuz Akhisar’da Köfteci Ramiz’de kahvaltı, Orhangazi’de Köfteci Yusuf’ta öğle yemeği molalarından sonra kısa duruşlarla da sürdüğü için gün batımını ancak Sapanca gölünün kıyısında yakalayabiliyoruz. Hava biraz puslu olduğu için daha önce gidenlerin “Sapanca’da gün b atımı muhteşemdir” sözlerini doğrulayamadım ama açık bir havada öyle olduğundan eminim. Yine de göl kıyısında bir kaç fotoğraf çektikten sonra hava daha da kararmadan Haydarpaşa - Adapazarı treninin uğradığı tarihi tren istasyonunu görmeye gidiyoruz. Anadolu’nun pek çok kasabasında görmeye alışkın olduğumuz istasyonu ışıkları yanmış, bir sonraki seferin yolcularını karşılamaya hazır buluyoruz. Akşamın karanlığında gidene güle güle, gelene hoşgeldin demek için ışıklarını yakmış bekliyor. Tren istasyonları önemlidir insan yaşamında. Bazen ayırır, bazen kavuşturur, bazen ağlatır, bazen güldürür. Bazen de bizim gibi sadece bir sanat eserine bakar gibi bakar insanlar ona. Geçmişte İzmit Körfezi’nin uzantısı iken, Samanlı Dağları’ndan inen derelerin taşıdığı alüvyonlarla körfezden ayrılıp, dağdan inen dereler ile beslenen, fazla sularını da Sakarya nehrine akıtan gölün kenarından Kocaeli’deki otelimize giderken hava iyice kararıyor. Rehberimiz gölün efsanesini anlatırken benim de gözlerim yorgunluktan yavaş yavaş kapanıyor. “Çok eski zamanlarda gölün b ulunduğu yer b ereketli topraklar üzerine kurulmuş b ir kasabaymış. Halkı çok zengin ama aynı zamanda da çok kib irli ve b encilmiş. Bir gün kasab aya b ir Derviş gelmiş. Selam vermiş, selamını almamışlar, evlerinde konuk etmedikleri gibi su bile vermemişler. Derviş’in kalb i kırılmış, akşama kadar b ir lokma ekmek, b ir yudum su için dolanmış durmuş. Umudunu yitirip kasab adan ayrılırken uzaklardaki küçük bir kulübeden sızan mum ışığına doğru yürümüş, son bir umutla kapısını çalmış. Kulübenin sahib i, kasab a halkına sapan yaparak geçimini sağlayan fakir bir kişiymiş. Kapıyı açan sapancı Derviş’i güler yüz ile karşılayıp “Hoşgeldin yolcu. Ben de ocaktan tencereyi şimdi indirdim. Yemeğimi paylaşabileceğim bir konuk göndermesi için Tanrı'ya dua ediyordum. Buyur birlikte yiyelim” demiş. Yemek yendikten sonra yatacak yer de vermiş. Derviş sab ah tekrar yola koyulmuş. Sapancı da onu karşıdaki tepelere kadar uğurlamış. Dönüşünde bir de ne görsün. Kasabanın yerinde yeller esiyor. Onun yerine ise koca bir göl. Dervişin âhı tutmuş, kasaba yok olmuş. O günden sonra, bu göle Sapanca adını vermişler.” deyip, "Buranın Sapanca somunu denen ekmeği çok ünlü. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde, Kırk gün dursa, küflenip lezzetini kayb etmez. O kadar lezzetli olmasına suyundandır diyorlar. Suyu gayet saf ve b erraktır. Hatta halkı suyunu içtiğinden yüzlerinin rengi kırmızıdır. Köylü kadınlar çamaşır yıkarken sabun dahi sürmezler. Somunu da bu suyla yoğurduklarından ekmeği pamuk gib i olur.” demiştir diye ekliyor. Sonunda otelimize varıyoruz. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012) Ertesi gün programımız çok yoğun olduğundan yemeğimizi yiyip, erkenden yatıyor ve sabah güzel bir kahvaltının ardından yola çıkıyoruz. Yöre halkı “Buraya gelen aşık olur” demiş, böylece ismi Maşukiye olmuş. Gerçekten de öyle… Aşık olunmayacak gibi değil. Sanki doğadaki bütün renkler sözleşip buluşmuşlar, cümbüş yapıyorlar. Sarıdan, kırmızı ve mora, kahverengiden yeşil ve maviye hepsi burada. Yeşil çalıyor, sarı oynuyor adeta. Otobüsten iner inmez oksijen fazlası başımızı döndürüyor. İçimize bol bol çekerek, ulu çınarların arasından, alabalık havuzlarının yanından geçerek, şelaleye ulaşıyoruz. Kuş cıvıltısı, yaprak hışırtısı ile ağaç çıtırtılarına bir de şelalenin şırıltısı eklenince senfoni tamamlanıyor. En güzel bestelerden bile güzel. İnsan burada yaşlanmaz diye düşünüyorum. Buraya ilk yerleşenler Kafkasya’dan gelmişler diyor birileri. “Zaten onların ömürleri uzundur. Burada daha da uzamıştır.” diye geçiriyorum içimden… Şelale restoranda içtiğimiz demli çayın ardından Sapanca gölünü seyrederek, aşağıya iniyoruz dolana dolana… Bolu’nun eski bir Osmanlı yerleşim alanı olan, şirin mi şirin ilçesi Göynük, bir vadide kurulmuş. Eskiden yamaçta oturup, vadide tarım yaparlarmış ama daha sonra tarım arazilerinin yerine yaptıkları evlerde yaşamaya başlamışlar. Böylece tarım alanları yok olmuş. Kentin tam ortasından geçen deresi, Arnavut kaldırımlı dar sokakları, çınar ağaçları ve beya z bo yalı tipik ahşap evleriyle bir tiyatro sahnesini andırıyor. Birazdan oyun başlayacakmış duygusu veriyor. Fatih Sultan Mehmet hocası Akşemseddin’e burada bir türbe yaptırmış. Gazi Süleyman Paşa Hamamı ve Camisi ile Zafer Kulesi de ilçedeki diğer tarihi yapılar. Dere kenarındaki otantik kahvede fincan tabağında lokum olan kahvelerimizi yudumlarken “İşte mutluluk b u...” diye geçiriyorum içimden... Yemyeşil çam ormanlarının arasından kıvrıla kıvrıla uzanan yolun sonunda, iki dağın eteklerinin arasına gizlenmiş gibi duran şipşirin bir vadi yerleşimi daha çıkıyor karşımıza. Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Mudurnu Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde doğuyu batıya bağlayan yollar üzerinde bir kavşak. İsminin Bursa Tekfuru’nun kızı Moderna'dan geldiği söyleniyor. Tefkur kasabanın ilk kuruluş yeri olan Hisar Tepesi’nde Moderna adına bir kale yaptırmış ve kasaba bu kalenin çevresinde genişlemiş. Ancak kaleyi şu an belirgin bir şekilde göremiyoruz. Vadi içinden bir de dere akıyor. Derenin suyu Sakarya’ya karışarak Karadeniz’e ulaşıyor. Her iki yanında ise çatıları kiremitli, balkonları oymalı, pencereleri örme perdeli, beyaz boyalı ahşap evler şehrimize hoşgeldiniz dercesine gülümsüyor. “Kimb ilir kimler ne sevinçler, ne acılar yaşadı bu evlerde” diye düşünüyorum. Halkın başlıca geçim kaynağı olan tavukçuluğu simgeleyen bir heykel karşılıyor bizi. Karnımız çok acıktığı için gezme işini sonraya bırakıp, yöresel yemekler durağı olan Tarihi Meram Lokantası'na kendimizi zor atıyoru z. Tarhana çorbası, keşli (kurutulmuş yoğurt) cevizli kaşık sapı, iri kuru fasulye, salata ve saray helvasından oluşan yemeğimizi yedikten sonra Arnavut kaldırımlı sokaklarında gezmeye başlıyoruz. Burada da hava bol oksijenli ve her yer ışıl ışıl. Mudurnu’da demircilik ve iğnecilik meslekleri öne çıkmış. Demircilik hala devam etse de iğnecilik mesleği yok olmuş. Tarihi demirciler çarşısı hala yaşıyor. Saç soba, bakır ibrik, mangal, sini, zincir, cezve, sahan gibi pek çok ürün var burada. Otel olarak kullanılan üç katlı Hacı Abdullahlar Konağı’nı geziyoruz. Pencere, kapı, ta van ve dolaplar ahşap ve dantel gibi oyulmuş. Kapı tokmakları porselen. Salondaki sedirlerin üstüne, kenarlarına rengarenk kanaviçe işlenmiş beyaz örtüler örtülmüş. Dokuma kumaştan yapılmış perdelerin uçlarında danteller, yerlerde antika halılar, kilimler, sırma işli yatak örtüleri, ibrikler, gaz lambaları, bizi bambaşka dünyalara götürüyor. Yıldırım Beya zıt Camii ve Hamamı, Saat Kulesi, Pertev Naili Boratav Kültür Evi buranın diğer zenginliklerinden. Kültür evinin ismi şaşırtıyor ama sokaktan geçen bir öğrenciden Boratav’ın babasının burada kaymakamlık yapmış olduğunu ve on altı yıl burada yaşadıklarını öğreniyoruz. Hatta Perte v Naili Bey ilk “Halk Bilimi” çalışmasına da Mudurnu türkülerini derleyerek başlamış. Yine hem dar hem virajlı ama bir o kadar da ağaçlı yoldan Abant’a ulaştığımızda artık güneş batmak üzere. Otobüsten iner inmez gölün çevresini gezdiren fayton ve atları görüyoruz. Binsek mi diye düşünsek de yürümeyi tercih ediyoruz. Göl eşsiz manzarası ile kafa dinlemek, yürüyüş yapmak ve temiz hava almak için ideal bir yer. Adeta bir sığınak... İki büyük otelden birinin terasında içimizde hafif bir ürperti ile karşı kıyıyı seyrederek, kahvelerimizi yudumlarken “Cennet gerçekten varmış” diye düşünüyorum... ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012) O akşam Düzce Pak Otel’de kalıyoruz. Üç yıldızlı bir otel olmasına karşın beş yıldızlı bir otel konforunda. Sahipleri şehrin başlıca geçim kaynağı olan kereste ve ahşap işi ile uğraşıyorlarmış ancak şehre özellikle iş için gelenlerin kalabilmesi için bu oteli yapmışlar. Yörük Köyü, UNESCO tarafından koruma altına alınan, Anadolu’daki iki köyden birisi. Safranbolu’ya çok yakın olan köy Orta Asya'dan gelen Oğuzların bir aşireti tarafından kurulmuş. Uzun yıllar çadırlarda yaşamışlar. Daha sonra, Osmanlı Devleti’nin baskısı sonucunda yerleşik düzene geçmişler. 750 yıllık geçmişi olan köyde en eski ev 450, en yenisi ise 90 yıllık. Büyük çoğunluğu ise onarım görmüş. Daracık sokakların iki yanındaki eliböğründeli evler o kadar güzel ki… Ahşap doğramaları, aşı boyası, parmaklıkları ve kafesleri evlerin en dikkat çeken özelliği. Pek çoğunun saçaklarında asılı geyik boynuzlarının ise uğur getirdiğine inanıyorlar. Giriş kapılarına asılmış parlak sedef çiçeği de sanki yapma gibi. Tokmaklara bağlanan ip ve ya bezlerin bağlanış şekline göre anlamları değişik. İp iki tokmağı birbirine bağlıyorsa evde kimse olmadığını, aşağı sarkıyorsa evde birilerinin olduğunu gösteriyor. Yürüye yürüye yaşayan bir müze olan Sucu Hafız’ın evine gidiyoruz. Bizi dördüncü kuşaktan torunu gezdiriyor. Evdeki tüm doğramalar, kapı ve pencereler, seramik kapı ve dolap kolları, perdelikler orijinal. Sucu Hafız, Osmanlı saraylarında çalışırken, gördüklerini kendi evinde uygulamış. Köyün sanat galerisi olarak kullanılan ortak çamaşırhanesine gidiyoruz. Çamaşırhanede o yıllarda sıcak - soğuk su sistemi kurulmuş. Çamaşır yıkanan yerin oniki köşeli olması da bir tesadüf değil. Bektaşiliğin unsurlarından oniki imamı simgeliyor. Sokaklarında yaşlı teyzeler reçel, tarhana, erişte, pekmez, turşu, kekik, ıhlamur satıyor. İki anneannesi buralıymış. Safranbolu’ya Hıdırlık tepesinden bakarken Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerini görüyoruz. Bu ö zelliği ile “Unesco’nun Dünya Mirası” listesinde yer alan şehir, adını bölgede yetişen safrandan alıyor. Safran bitkisi boya, gıda, ilaç ve kozmetik sanayiinde kullanıldığı için önemli bir hammadde. Burası da bir vadi yerleşimi. Konumu itibariyle tarih boyunca ticari bir merkez olan şehir birçok medeniyete de ev sahipliği yapmış. Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise tarihteki en önemli dönemini yaşamış. Şehrin Homeros'un İlyada destanında geçen Paflagonya bölgesinde olmasından da buradaki yerleşimin çok eski zamanlara dayandığı düşünülüyor. Türkiye’deki korunması gereken kültür bölümü burada. Bu özelliği ile şehir bir başarısı ile de “Korumanın Başkenti” ve tabiat varlıklarının çok büyük bir “Müze Kent” olmuş. Korumacılıktaki unvanını kazanmış. Osmanlı dönemindeki ev yaşantısının gezdikten sonra Cinci Hoca Hamamı lokantada buluyoruz kendimizi. pilavından önce yayla çorbası içiyor, sevmeyebilirsiniz” demesine karşın kaşık alıp tadına bakıyoruz ama alışık yi yenin yüzü biraz buruşuyor. Yemek sergilendiği Kaymakamlar Evi'ni yanındaki geleneksel yemekler yapan Safranbolu bükmesi ve şehzade üstüne de garsonun “pek safranlı zerde sipariş ediyoruz. Birer olmadığımız bir tadı olduğu için her sonrası da tekrar yola koyuluyoruz. Dimdik yamaçlardan kıvrıla kıvrıla aşağıya doğru inerken iki küçük koy arasından denize uzanmış bir kara parçası görüyoruz. Ona bağlı küçük bir ada ve karşısında da bir adacık var. Bu üçlünün, günün geceye kavuşmasına saniyeler kala lacivert renkli denize sereserpe uzanmış görüntülerine, bir de güneşin kızıllığı eklenince müthiş bir manzaranın ortasında buluyoruz kendimizi. Bu haliyle "Uyuyan Prenses"e benzetiliyor. Adını Makedonya Kralı İskender’in baldızı Kraliçe Amastris’ten alan Amasra tarih boyunca pek çok medeniyete de sahipliği yapmış. Bir dönem Pontus Krallığı'nın, bir dönem Bizans, bir dönem de Selçuklu İmparatorluğu'nun egemenliğine girmiş. Amastris, oğulları tarafından bindiği gemi batırılana kadar burada yaşamış. Adına paralar bastırmış, şehre sanatsal yapılar yaptırmış. Amasra, Cenevizliler zamanında yapılmış şipşirin kalesi, deniz kenarındaki küçüklü büyüklü balık lokantaları, otelleri ve e v pansiyonlarıyla turizme önemli ölçüde katkıda bulunan bir şehir. Ev pansiyonculuğu ve çadır kampçılığına öncülük eden Amasra "Ülkemizde turizmin başladığı yer" olarak biliniyor. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012) Kara elmasın diyarı Zonguldak’a ulaştığımızda hava tamamen kararıyor. Issız ve dar sokaklardan Emirgan Oteli'ne ulaşmaya çalışırken kendimi “Zonguldak’a tayin olmuş genç b ir öğretmen” olarak hayal ediyorum. Biraz içim burkuluyor. Tam bir öykü kurgulamak üzere iken denize sıfır konumdaki otelimize varıyoruz. Artık tam anlamıyla Karadeniz’in kıyısındayız. Onun için “Hırçındır” diyenleri yalancı çıkartırcasına öyle sakin ve dingin ki, sanki bize o halini gösterirse bir daha gelmeyiz diye kendini sevdirmeye çalışıyor gibi. Başarılı da oluyor. Havasını soludukça ruhumuz dinleniyor, gönlümüz şenleniyor. Akşam yemeği sonrası geç saatlere kadar terasta oturuyoruz. Ertesi sabah ise kahvaltı sonrası dönüş yoluna çıkıyoruz. Otel ve çevresini gün ışığında gördüğümüzde yeşil ve mavinin birbirine ne kadar yakıştığına bir kez daha şahit oluyoruz. Yolumuzun üstündeki bastonlar diyarı Devrek de pek çok kavime kucağını açmış. Eski adı Hamidiye imiş ve buraya ilk Hititler yerleşmiş. En sonunda da Osmanlı topraklarına katılmış. Kimilerine göre koyun şeklini andırdığı için “Ağzı yayık ko yun” anlamına gelen Devrek, kimilerine göre de “Develerin yüklerini boşalttıkları yer” anlamına gelen "Deverek” denmiş. Devrek’te bastonculuk, yün ve pamuk eğirme aleti olan çıkrıkla başlamış. Ondan sonra gelişmiş. Sevgi, duyarlık ve aşk mahsulü olan sanat eseri niteliğindeki şık bastonların dünyada eşi benzeri olmadığı söyleniyor. Ayrıca çok sağlam ve dayanıklı olduklarından ustasından çok yaşarlarmış. Bu nedenle her baston yıllar sonra antika özelliği taşırmış. Kentin merkezindeki dev baston heykeli yanında fotoğraflarımızı çektirdikten sonra "Bekmezli hakiki meşhur Devrek Simidi"ni 1912’de kurulmuş tarihi fırından alıp, ara sokaktaki bir kahve ocağının önündeki küçücük taburelere oturup, eski kaşar ve çay eşliğinde yerken keyfimize diyecek yoktu doğrusu… Son durağımızdan da ayrıldığımızda, üzerimizde günlerin yorgunluğu olmasına karşın ruhumuzdaki dinlenmişlik, belleğimizdeki yeni anılar, makinelerimizdeki yeni fotoğraflar, damağımızdaki yeni tatlar sayesinde tekrar nefes almaya başlamış, adeta yenilenmiş bir şekilde evimize dönüyorduk… Gez/Dinle Belkıs Ceyla ÇETĐNSOY [email protected] TANGO ve BANDONEON Aslında tango müziği bize hiç yabancı değildir. Cumhuriyet Türkiye’siyle birlikte çok sesli müziğin desteklenmesi sonucunda birçok yerli tango besteleri yapılmış ve kentli toplum tarafından hem müzik, hem de dans olarak kanıksanmıştır. Necdet Koyutürk’ün “Papatya” tangosunu bilmeyen yoktur. Tutkunun, aşkın ve melankolinin dansıdır tango. Kimi zaman hırçınlaşır, kimi zaman munisleşir. Toplumun alt kesimine ait sancıları pervasızca nakleden bu dans bir süre görmezden bile gelinmiştir. Aşağılandığı dönemler geride kalmış ve günümüzde çeşitli türleriyle yaygın olarak benimsenen nezih salon eğlencesi haline gelmiştir. O kadar yayılmıştır ki; hemen her ülkenin tango festivali vardır. Arjantin ve Buenos Aires ile özdeştir, tangonun sihirli sesi ise bandoneondan kaynaklanır. Kökeni Almanya olan bu enstrüman, göçmenlerce Latin Amerika’ya taşınmıştır. Akordeona benzeyen, kare şeklinde ve körüklü bir çalgıdır. Tango müziğinin iç gıcıklayıcı hü zünlü sesini verir. Ülkemizden bandoneon sanatçıları olarak Orhan Avşar ve Tolga Salman ön plana çıkmıştır. Dünya çapında Arjantinli bir ustası vardır, adını mutlaka duymuşsunuzdur: Astor Piazzola! Kendisi bu dünyadan göçüp gitse bile besteleri ve müziği ile unutulmazlar arasında yerini aldı. Dinleyip, satın alabilirsiniz: http://www.amazon.com/Best-Tango-Album-World-Ever/dp/B00008L3R0 ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012) Dünyadan ___________________________Timur ÖZKAN [email protected] Beyaz Kıta… ANTARKTĐKA Her mevsim buzullar altında olduğu için “Beyaz Kıta” olarak da anılan Antarktia’nın anakarasında dünyanın en soğuk iklim koşulları yaşanmakta ise de, Güney Amerika’ya doğru uzanan Antarktika Yarımadası’nda ve bu yarımadanın devamındaki Güney Shetland takımadalarında iklim yumuşamakta, en azında bazı mevsimlerde yabancıların ziyaretine fırsat vermektedir. Antarktika’ya düzenlenen farklı süreler ve farklı rotalardaki geziler genellikle Arjantin’in en güneyindeki Ushuaia’dan başlıyor. Ushuaia, 1000 km uzaklığıyla yedinci kıtaya en yakın liman. (Diğer en yakın liman Şili’nin Punta Arenas kenti 1188 km uzaklıkta olup Antarktika’nın dünyadaki diğer en yakın komşularından Yeni Zelenda 2200, Avustralya 2600 ve Güney Afrika ise 4200 km uzaklıkta bulunuyor). Ushuaia’dan bindiğimiz Şili bandralı Ocean Nova adlı geminin toplam 60 yolcusunun çoğunluğunu Ruslar oluşturuyor. Programa göre önce dünyanın en güneyindeki kent olan Puerto Williams’a uğradıktan sonra iki gün sürecek bir deniz yolculuğuyla Drake Pasjı’nı geçeceğiz. Daha sonra iki ayrı adada karaya çıkarak Antarktik canlılarıyla tanışacağız, beşinci gün ise bir diğer adadaki Şili üssünden uçakla Puna Arenas kentine doğru Antarktika’dan ayrılacağız. Bu sezon ilk seferini yapmakta olan geminin personelinin de bizler gibi oldukça heyecanlı olduğu dikkat çekiyor. Sadece 45 gün süren sezon boyunca ancak karşılıklı olarak 4-5 sefer yapabilen geminin yönetici personeli arasında Şilili ve Arjantinli çalışanlar yanında Fransa’dan Kanada’ya, İsviçre’den Yeni Zelanda’ya kadar çeşitli ülkelerden görevliler var. (Kaptan Aleksi Rusya’dan, tur liderimiz Mariana, Arjantin’den) Tarih, Biyoloji vb konularda uzman rehberler, gezi boyunca gerekli bilgilendirmeleri yapacaklar. Şilili doktorumuz ilk uyarısını yaparak, deniz tutmasına kaşı (isteyenlere) verdiği ilacın ilk akşamdan alınması gerektiğini önemle hatırlatıyor. Ocean Nova, Beagle Kanalı boyunca yola çıkıyor. Kanal adını, bölgeye iki kez gelen İngiliz savaş/araştırma gemisinin adından almış. Bu gemi bir seferinde de o zamanlar bir öğrenci olan Darwin’i de buraya getirmiş. Bu arada peş peşe yapılan üç ayrı toplantıda acil durum bilgileri, program ve Antarktika’da uyulması gereken kuralların hatırlatılmasından sonra bu defa da kaptanın tanışma kokteyli için aynı salondayız. Murmansklı (Rusya’da St. Peterburg’un kuzeyinde bir kent) Gemidekilerin çoğunluğunu oluşturan Rus yolcular tarafından alkışlanarak karşılanan kaptanın İngilizce olarak yaptığı ve “Rusçam pekiyi değildir diye esprili bir şekilde aksanlı başladığı” hoş geldin konuşmasından sonra ikram edilen şampanyalarla hep beraber kadeh kaldırıyoruz. Daha sonra gemideki ilk akşam yemeğimiz için, üçüncü kattaki yemek salonuna geçiyoruz. Salata çeşitleriyle çorbanın açık büfe, beyaz ve kırmızı şarap eşliğindeki ana yemeklerin iki seçenekli sunulduğu servis tatlı ve kahve/ça y ikramıyla sona eriyor. Bu arada saat 21’e gelmesine rağmen hava hala aydınlık ve aradaki boşluklarda fotoğraf çekmek için güverteye çıkıyoruz. Bize göre yaz aylarında ve Ku ze y Yarımküre’yle özdeşleşen Beyaz Geceler, bu mevsimde yazı yaşayan Güney Yarımküre’nin Güney Kutbu’na yakın yerlerinde de yaşanıyor. Beagle Kanalı’nın en büyük adası olan Navarino’da bulunan Puerto Williams, 2 bin nüfuslu küçük bir kasaba/kent. Bir askeri üs olarak kurulmuş olmasına rağmen zamanla aldığı göçmenler ve adada yaşayan çok az sayıda yerel Yamana (Kızılderili) nüfusuyla dünyanın en güneyindeki yerleşim yeri olarak bu konudaki Arjantin’in Ushuaia kentinin şöhretini elinden almış. Ada turu sonunda sıcak şarap ikramıyla bir saat kadar dinlendiğimiz Puerto Willima’dan ayrılırken, oda numaralarımıza göre hazırlanmış botlarımızı teslim alıyoruz. Bu botları Antarktika’ya vardığımıza kullanacağız. Puerto Williams internete bağlanabildiğimiz son nokta oluyor. Bundan sonra internet gerektiğinde ancak geminin uydudan çalışan ve oldukça pahalı (!= MB servisi için 20 USD) olan sisteminden faydalanabileceğiz. ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012) Puerto Willimas’da, geminin ekranındaki harita 54 derece enleminde olduğumuz gösteriyor. (Ushuaia’daki sokak tabelalarında 54 yazıyordu, Puerto Wlillimas dakika farkıyla Ushuaia’dan daha güneyde bulunuyor) Bundan sonra da güneye gittikçe artacak rakamlarla 62,5 dereceye kadar ineceğiz. Güney Kutup Dairesini teşkil eden 66 derece 33 dakikaya, sadece yaklaşmış olacağız. Kutup noktasının bulunduğu 90 derece, gezginlere çok uzak. Sadece bu noktaya değil, anakaranın diğer taraflarına da ancak araştırma istasyonlarında çalışanlar ve özel izin alanlar gidebiliyor. Antarktika gezisi yapanlar için izin verilen en güneydeki yerler Güney Shetland takımadaları oluyor. Açık denize çıktığımız andan itibaren artan rüzgâr nedeniyle sabah sallanarak uyandık. Ayakta durmak bile oldukça zor oluyor. Geminin bilgi ekranından 55 Derece Paralel’ine geldiğimizi, geminin hızının 13 knot (13 deniz mili = yaklaşık 21 km) olduğunu öğreniyoruz. Ha va kapalı, Drake Pasajı’na geçerken rüzgârın daha da artacağı anlaşılıyor. Öğleye yemeği esnasında 56 dereceye varıyoruz. Burada dünyanın en güneyindeki kara parçası olan Horn Adası’nı (Amerika kıtasının en ucunda olduğu için Horn Burnu olarak anılıyor) geçiyoruz. Programa göre burada botlarla karaya çıkmamız gerekiyordu ama rüzgâr, fazla olduğu için iptal ediliyor. Rüzgâr karşımızdan (Antarktika’dan kuzeye doğru) geldiği için hızımız 10 knot’un altına düştü. Neyse ki doktorun verdiği haplar işe yarıyor, henüz kimsenin deniz tutmasından şikâyeti yok… Gemide geçecek bugün ve yarın için bilgilendirici konferanslar planlamış. Bugünkü ilk derste Rodrigo deniz kuşlarını anlattı. Öğleden sonra Christian’ın vereceği konferansın konusu ise foklar. Öğle yemeğinden sonra dalgalar daha da arttı, gemiyi bir sağa bir sola yatıran dalgaların yüksekliği beş metreden az değil. Deniz tutmasına karşı ikinci hapı da alıyoruz ancak bir yere tutunmadan ayakta durmak hemen hemen olanaksız. Sık sık yandaki harfe basmak zorunda kaldığım için bu satırları ya zarken, her sözcükte düzeltme yapmam gerekiyor. Herkes odalarına çekildi. Çay saatinde sadece 12, Christian’ın sunumunda 14 kişi var. Christian, kendisini dinlemeye gelenleri, ayakta kalabildikleri için tebrik ederek başladığı konuşmasında (diğer tüm gemi personeli gibi) rahat ve soğukkanlı görünüyor ama açıkça söylemek ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012) gerekirse dalgalar arttıkça, Ushuaia’daki müzede gördüğümüz ve Drake Pasajı’nı geçerken batan gemilerin çokluğunu gösteren harita gözümüzün önüne geldiğinde bizlerin pek rahat olduğunu söylemek zor. Üstelik kaptan bu gece fırtına beklediğini söylüyor… Adını, 1580 yılında dünyanın çevresini ilk kez gemiyle dolaşan İngiliz Kâşif Sir Francis Drake’den alan ve Güney Amerika ile Antarktika kıtalarının arasında kalan efsanevi Drake Geçidi, derin olmayan kayalıklı yapısı, Antarktika’dan gelen soğuk ve ku zeyden gelen sıcak suların burada buluşması, Büyük Okyanus’tan Atlas Okyanusu’na sürekli akıntı bulunması ve rüzgâra açık olması gibi nedenlerle çok dalgalı ve gerçekten de bu yolculuğun en zor yeri. Genelde hava durumuna ve geminin peformansına bağlı olarak 36-48 saat arası geçilen Drake Pasaj’ını biz de 40 saatte geçerek, dördüncü gün sabaha karşı Antarktika yarımadasının ucundaki Güney Shetland Adalarına varmayı planlıyoruz. Sabah uyandığımızda 59. Paraleli biraz geçmiştik. Artık hemen hemen geçidin ortasındayız. Bugün rüzgârı arkaya aldığımız için sarsıntı daha az ve biraz da biz sarsıntıya alışmış durumdayız. Rüzgârı arkaya alınca hızımız da arttı, şimdi 13 knot’ta (geminin maksimum sürati) seyrediyoruz. Bugünkü konferanslar, kahvaltıdan sonra Sandra’nın, Antarktika’yı ya ya geçmeye çalışan Avustralyalı Schakleton ve arkadaşlarının öyküsü ile öğleden sonra Rodrigo’nun penguenler hakkındaki sunumlarına ayrılmış. Artık ortama biraz daha alışmış olmalıyız ki, Rodrigo’nun bu defa izleyicisi daha fazla. Özetle altı cins pengueni ayrıntılı bir şekilde anlatan Rodrıigo, bunlardan ikisini göreceğimizin garanti (Gentoo ve Chinstrop) ikisinin ise (İmparator ve Kral) çok zayıf bir olasılık olduğunu söylüyor. Geminin sallamasına en az alışmış görünenler, gemideki yolcuların çoğunluğunu teşkil eden Ruslar oluyor. Öyle olmasa tüm içkilerin fiyata dâhil olduğu gemide içki stoklarının çoktan tükenmiş olması gerekirdi. Öğle saatlerinde 60., akşam yemeğinde 61. Paraleli de geçtik, gemideki sarsıntı daha da arttı. Son geceyi biraz uykusuz geçirdik. Gerçi bu mevsimde burada yaşanan Beyaz Geceler nedeniyle gece olduğu da pek anlaşılmıyor ama hem ertesi sabah karaya çıkacak olmanın heyecanından hem de rüzgâr ve dalga nedeniyle zor geçen bu gecenin sabahında aysberglerle uyandık. Kaptan adeta şov yaparak gemi büyüklüğündeki bir buzulun etrafında dolaştı, önünde bir süre durdu ve böylece her açıdan fotoğraf çekmemizi sağladı. Programa göre ineceğimiz en güney yerlerdeyiz. Ekrandaki bilgilerden 62 derece 25 dakika paralelinde olduğumuz anlaşılıyor. Bugün kahvaltıdan ve öğle yemeğinden sonra olmak üzere iki kez karaya çıkacağız. İlk durağımız Robert ve Greenwich adlı iki büyük adanın arasında kalan Aitcho adasında doğruca penguenlerin olduğu koya indik. Yüzlerce penguenin tepkisiz tavırlarıyla günlük hayatlarını sürdürdüğü koyda bir süre fotoğraf çektikten sonra, gidiş geliş 1,5 km yürüyerek denizaslanlarının bulunduğu diğer koya geçtik. Penguenlerin 60 cm civarındaki sevimli cüsselerinden sonra deniz alanları 3-4 metreyi bulan heybetli görünümleriyle aynı adada iki ayrı dünya görünümü verdiler. Burada birbirleriyle uyumlu görünen iki canlıdan penguenlerin, karnı acıkan fokların midesine gittiğini düşünmek ürkütücü ve hatta inanılmaz… Karların şimdiden erimeye başlaması, sezon başında geldiğimiz için şanslı olduğumuzu gösteriyor, önümüzdeki altı hafta içinde bu adaya gelecekler için Antarktika’nın bu kesiminden kar olmayacak. Dönüşte bot sürücümüz, yolumuzun üstündeki küçük aysbergin üzerinde yatan denizaslanını gösterdikten sonra gemiye getirdi. Zodyakla yolculuk sadece beş dakika sürse de oldukça keyifli ama ıslanmamak kaçınılmaz gibi, gidişte ucuz atlatmıştık, dönüşte tepeden aşağı ıslanmış şekilde gemiye döndük. Neyse ki hava çok soğuk değil. Antarktika’nın bu kesimlerinde hava sıcaklığı (bu mevsimde) 0 derecelerde seyrediyor. Gemiden ayrılırken olduğu gibi dönüşte de “botlarımızın dezenfektanlı suda yıkanması” uymamız gereken bir başka Antarktika’yı koruma kuralı… ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012) Aitcho’dan sonra gemimiz öğleden sonra karaya çıkacağımız Halfmoon Adası’na yöneliyor. Greenwich ve biraz daha güneydeki Livingstone adalarının arasındaki küçük bir ada olan Halfmoon biraz daha aşağıda, 62.35 paralelde yer alıyor, buradan itibaren kuzeye doğru dönüşe geçeceğiz. Halfmoon’da da iki kilometre kadar yürüyüş yaparak penguen kolonisini gezdik ve denizaslanlarını fotoğrafladık. Antarktika’daki üçüncü ve son durağımız olan Kral George Adası’nın bulunduğu Fields Koyu, nispeten korunaklı bir yer olduğu için burada aralarında bizim de ziyaret edeceğimiz Şili ve Rusya’nın da bulunduğu bazı ülkeler araştırma istasyonları kurmuş.Karaya çıkmak için, bizi götürmeye gelecek uçağın yola çıktığının haberini bekliyoruz. Buradaki değişken hava koşulları nedeniyle net bir program yapılamıyor. Gemi ekibi vakit kaybetmeden odaları yeni gelecekler için hazırlamaya başladı. Bizi götürecek uçağı getirdiği yolcular aynı programı tersten yaparak denizyoluyla Ushuaia’ya dönecekler. Mariana hem programı vermek hem de pasaportları dağıtmak üzere bir toplantı daha yapıyor. Durumun belirsizliğini anlattığı esnada gelen telefondan uçağımızın yola çıktığını öğrenerek buna göre son programı veriyor; öğle yemeğine kadar gemide kalacağız, yemekten sonra Ruslara ait Bellinghausen istasyonunu ziyaret edeceğiz. Daha sonra Punta Arenas’a uçmak üzere havaalanın bulunduğu Şili’ye ait Eduarda Frei İstasyonu’na geçeceğiz. Uçağımız 60 kişilik İngiliz Aerospace BAE 146-200. Kısa pistlere ve Antarktika koşullarına uygun olarak tasarlanan uçak lokal bir Şili firması olan Aeorvias DAP tarafından işletiliyor. Kral George Adasından Punta Arenas’a yolculuk iki saat sürüyor. Toplantıda ayrıca pasaportlarımızı da dağıtan tur ekibi, içinde geziye ait bilgilerin ve fotoğrafların olduğu birer flush disk ile Antarktika’ya geldiğimizin belgeleyen birer sertifika da dağıtıyor. Kaptan Aleksiy ile birlikte tur lideri olarak Mairana’nın imzaladığı sertifikalar küçük bir törenle ve alkışlarla dağıtılıyor. Sertifikalar Antarktika’da ilk kez karaya çıktığımız dünün tarihini taşıyor ama bugünün daha önemli bir özelliği var. Ushuaia’ya gelirken okuduğumuz kitaplardan, öğrendiğimize göre bugün, Norveçli kâşif Amundsen’in Güney Kutup noktasına ulaştığı 14 Aralık 1911 tarihinin 100. Yıldönümü. Amundsen kutupların keşfi için çabalayan isimlerin en önemlisi. Güney Kutbu’nu rakibi İngiliz Scott’tan 34 gün önce keşfetmeyi başaran Amundsen Eskimo bir annenin oğlu. Önce Kuzey Kutbu’nu keşfetmek için yola çıkar ama burasının kendinde önce keşfedildiğini öğrenince rotasını güneye çevirir ve zorlu bir yolculuktan sonra amacına ulaşır. Güney Kutbu’nun keşfi Amundsen’e nasip olur ama Antarktika kıtasının keşfinin şerefi, buraya 1840 yılında yelkenlisiyle gelen ABD’li Denizci Charles Wilkes’e ait. Aslında daha önce gelenler de olmuş ama onlar buranın yeni bir kıta olduğunu fark etmemişler. Sözün özü, bu gezi diğerlerine benzemiyor Antarktika çok farklı ve oldukça pahalı bir rota, seyahat koşulları ağır ama bütçeleri uygun olanlar için mutlaka yaşanması gereken bir deneyim olduğu da kesin… ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012) Tadı Damağımda Erdem E NGĐN [email protected] ATA TOPRAKLARINDAN Bu tarifleri burada ne kadar denediysem de orada aldığım tadı alamadım. O topraklara henüz hormon uğramamış, bundan olmalı. Ya da etleri, dağlarında yetişen tarif edilemez rayihalı otlarla marine ediyorlar, bilmiyorum. Yine de bir gün uzaklarda, atalarımızın topraklarında ne yenir diye merak ederseniz deneyebilirsiniz. Hamur ve et ağırlıklı olan Kırgız mutfağından, kolayına kaçıp, yapımı biraz daha kolay olan tarifleri seçtim. Birinci tarifimiz Bişkek sokaklarından "Camcbı" böreği. (Samsı diye okuyoruz.) Bişkek’e adım atar atmaz hemen her köşe başında satıldığını göreceksiniz "Samsı"nın, tıpkı bizim simidimiz gibi. Kiril alfabesi zaten ilk adımda ilginizi çekecektir, her tabelayı okumaya çalışırken her köşe başında durup heceleyerek okuyacaksınız: camm-cııı. Be yin algılayamayacak önce camında camcı yazan börekçiyi, “Camcı mı?” diyeceksiniz kendi kendinize. Bir süre sonra alfabeyi sökerek mutlu olacak, tezgâh camındaki samsı yazısını gülümseyerek okuyacaksınız ve artık bundan sonra en çok okuduğunuz kelime de bu olacak. Ve sokakta olmayı seven bir gezgin olarak eminim kendinizi tutamayıp bir saat içinde tadına bakacaksınız. Bişkek sokaklarının tadını evinize taşımak isterseniz eğer, bu çıtır böreğin önce iç malzemesini hazırlamalısınız. Minik minik -satır kıyması gibi- doğranmış et, soğan, karabiber karıştırılarak (çiğden) bir köşede bekletilir. Aslında patatesli ve sebzeli de olabilir iç malzemesi ama en çok tercih edileni etli olanı. Un, tu z, su karıştırılıp kulak memesi kıvamında bir hamur elde edilir, merdaneyle hazır yufka çapında açılır, ü zerine erimiş tereyağı sürülür ve sonrasında elle çeke çeke çarşaf böreği gibi- biraz daha inceltilir. Kalın şeritler kesilip, iç malzemesi konarak muska böreği formunda -ya da fotoğraftaki gibi bohça şeklinde- şekil verilerek fırında pişirilir, sıcak sıcak çıtır çıtır yenir. İkinci tarifimiz Özbek pilavı. Aslında tüm restoranlardaki bin bir çeşit pilavın içinde Kırgızların pilavı beşparmak pilavıymış ama yapımı biraz zahmetli gibi geldi bana. Özbek pilavı, orijinalinde Kırgızlara ait olmasa da Kırgızistan, Kazakistan, Tacikistan başta olmak üzere bu bölgede çok popüler bir yemek. Renkli, sıcak, lezze tli… Teflon tencereye bir miktar tereyağı konur, küçük doğranmış biraz yağlıca kuşbaşı etler ilave edilerek tencerenin kapağı kapatılır ve etler yumuşayana kadar pişirilir. Soğan yemeklik doğranır, suyunu çekmiş ete ilave edilir. Daha sonra rendelenmiş havuç ilave edilip kavurmaya devam edilir. Kişi sayısına göre önceden tuzlu sıcak suda bekletilmiş pirinç eklenip bir bardak pirince bir buçuk bardak su hesabına göre su ilave edilir. (İstenirse kimyonla tatlandırılabilinir) Üzeri göz göz olunca ateşten alınıp demlendirilir. Renkli renkli, sıcak sıcak servis yapılır… Gez/Yaz _____________________________ Timur ÖZKAN [email protected] GEZGİN GÖZÜYLE AFRİKA Editör: Timur Özkan, 328 Sayfa, Alter Yayınları, 2012 37 gezgin yazarın ortak eseri “Gezgin Gözüyle Afrika” daha önce aynı seriden yayımlanan “Rusya ve Kafkasya”, “Mısır ve Ortadoğu”, “Çin ve Uzak Asya” ile ‘Hindistan ve Yakın Asya” adlı gezi kitaplarının devamı niteliğinde. Önsözünü deneyimli bir gezgin ve gezi yazarı olan Faruk Budak’un yazdığı kitapta; Afrika’nın 42 ülkesine ait 61 gezi yazısı yer alıyor. “Gezgin Gözüyle Afrika”da, aralarında Fas, Tunus veya Güney Afrika gibi çok ziyaret edilen ülkelerle birlikte kara kıtanın iç kesimlerinde yer alan ve safari deyince ilk akla gelen Kenya Tanzanya, Namibya, Botsvana gibi ülkeler çeşitli yönleriyle tanıtılırken yazarların başından geçen ilginç gezi anılarına da yer veriliyor… GEZGİN GÖZÜYLE HİNDİSTAN VE YAKIN ASYA Editör: Timur Özkan, 320 Sayfa, Alter Yayınları, 2012 43 gezgin yazarın ortak eseri “Gezgin Gözüyle Hindistan ve Yakın Asya”; Dünyanın en ilginç ülkelerinden Hindistan ile birlikte aralarında her zaman popüler olan İran, Nepal, Bhutan Sri Lanka ve Maldivler gibi ülkelerin de bulunduğu Uzak Asya’nın 15 ülkesine ait 60 gezi yazısından oluşuyor. Editörlüğünü daha önce aynı seriden çıkan “Rusya ve Kafkasya”, “Çin ve Uzak Asya” ile “Mısır ve Ortadoğu” adlı kitapları da yayına hazırlayan Timur Özkan’ın yaptığı kitabın önsözünü Hindistan konusunda uzman bir isim olan Zafer Bozkaya kaleme aldı. Kitapta ayrıca Orta Asya’nın genç devletlerinden Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan ve Moğolistan ilk kez gezgin gözüyle anlatılıyor. 6 KITADAN, Timur Özkan 272 Sayfa, Alter Yayınları, 2012 Dünyadan, Türkiye’den ve Ankara’dan gezi yazıları başlıklı üç bölümden oluşan “6 Kıtadan” Timur Özkan’ın son gezi kitabı. Kore, Bhutan, Hindistan gibi bazı Uzak Asya ülkeleriyle başlayan kitap; Ortadoğu’da Ürdün, Lübnan, Suriye ve daha sonra Afrika’da Mısır yazılarıyla devam ediyor., Avrupa’da Selanik’ten Slovenya’ya, ABD’de New York’tan New Orleans’a uzanan rotalar boyunca birçok kentin anlatıldığı kitapta Güney Amerika’dan da Rio de Janerio, Buenos Aires ve Santiago kentleri tanıtılıyor. 6 Kıtadan’ın dünya yazıları Avustralya ile son bulurken, kitabın ikinci bölümünde Türkiye’den, üçüncü ve son bölümünde ise Ankara ve çevresinden gezi yazıları okunabilir. “Ankara’da Atatürk’e ev sahipliği yapmış tarihi mekânlar” veya “Ankara’nın beşinci başkentliği” gibi Ankara’ya ait gezi/araştırma yazıları arasında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne Ankara’dan bir öneri de yer alıyor. KARTPOSTALLARDAN Necati KAZANCI [email protected] TÜRK DEVRİ ÂLEM SEYYAHI Gezgin dünyayı tanıma merakını yenemeyen midir? Geçmişte nasıl gezmişlerdi? görüyoruz gezme arzusunu yenemeyen bir gezgini. Sandıktan çıkan bir kartpostalda Kartpostallar bir dönemin haberleşme aracı olmuştu. İletişimin kısıtlı olduğu dönemlerde bazı olaylar kartpostallara yansımıştı. İlerleyen ve değişen haberleşme biçimleriyle, kartpostallar yavaş ya vaş yok oluyorlar. Haberleşmenin, bir olayın topluma nasıl duyurulduğunu sandıktan çıkan kartpostal ile öğreniyoruz. Yıl 1931 Dünyayı dolaşmaya girişmiş ‘Devri Alem Seyyahı’. 1930’ların zorlu koşullarında kalkışılan bu güç işi yapmaya çalışanın adını kartpostalın üzerinden okuyoruz. Gezginimiz resimden anladığımız kadarıyla o günlerde pek kimsenin kalkışamadığı cesaret ve birazda inatçılık ve tutku isteyen zor bir işi bisiklet ile yapacak. Müte vazı bir bisiklet, üniforma benzeri bir kıyafet ve boyunda çapraz asılmış bir çanta ile görüntü vermiş muhtemelen kendi hazırlattığı kartpostalda. Şapka ve gözlükle tamamlıyor gezgin giyimini. Devri Alem Seyyahı Kartpostalın arkasında ise gezginin hareket tarihi ile dünya çevresinde yapmayı düşündüğü ‘Tam bir devir’ niyeti belirtilmiş. Bakın kartpostalın arka yü zünde neler demiş gezginimiz. O gün ki diline dokunmadan aktaralım; ‘Türk Devri alem seyyahı Ey asri Türk; b u günedek bazı ecnebi seyyahlarının devri alem namı altında yaptıkları Avrupa gezintilerine mukabil dünya üzerinde, tam bir devir icrası ve büyük bir rekor temini maksadile Türkiye namına zirde münderiç proğram mucib ince 515 Mayıs 1931 de İstanbuldan Garba müteveccihen hareket edeceğimi muhterem Türk ırkına tebliği vecib e bilir ve takdimi ihtiramat eylerim, efendim. Asil Türk; unutmaki b u rekorun temin edeceği şerefde sen de hissedarsın, ırkdaşına yapacağın ufak yardımınla ileride büyük müşkülatın hudusuna mani olacaksın. Yunanistan, Sırb istan, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Avusturya,Çekoslavakya, Almanya,Holanda, Belçika, İsviçre, Fransa, İngiltere, İrlanda, Amerika, Japonya, Çin, Hindistan, Afganistan, Acemistan,Türkiye. OSMAN SOUK KAN’ Devri Alem Seyyahı bu yolları yapabildi mi? Ne kadarını tamamladı? Kalanı şu anda bizler için meçhul. Ancak gezme arzusunun yenilmezliğini koşullar ne olursa olsun 80 yıl önceki örnekte görmekteyiz. Ankara Kütüphanesi Timur ÖZKA N [email protected] YALNIZLIK MEVSİMİ “Bir Ankara Masalı”, Tolga Aydoğan Postiga Yayınları (14x21) 428 Sayfa, 2010 Konusu Ankara’da geçen, popüler TV dizisininin senaristi Tolga Aydoğan’ın ilk romanı olan Yalnızlık Mevsimi’nin de konusu Ankara’da geçiyor. Genç fotoğrafçılar Deniz ve Burak’ın aşk öyküsünün arka planında, yazarlar Deniz’in annesi Melis ve Melis’in ilk aşkı Arda’nın ve de Arda’nın romanlarının kahramanlarının aşkları içiçe anlatılıyor. Ankara’yı anlatma endişesi taşımayan, sadece Ankara’yı mekan seçen “Bir Ankara Masalı” arada bir İstanbul’a, Eskişehir’e, Ilgaz’a ve hatta yurtdışına da uzanıyor ama esas olarak DTCF’den AOÇ’ye, Kale’den Ankara Garı’na, Kurtuluş’tan Ayrancı’ya Ankara’da yaşanıyor. HER TEMAS BİR İZ BIRAKIR “Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi”, Emrah Serbes İletişim Yayınları (14x20) 296 Sayfa, 2006 Kızılay, Sakarya Caddesi, SSK İşhanı, Atakule, öğrenci evleri… ve Emniyet… Cinayet Masası. Behzat Ç., “yeni müktesabata” uyum sağlayamamış, lambur lumbur, “dişli” bir başkomiser. Müzik dinlemez, polis telsizi dinler. Kitap okumaz, gazeteye spor sayfasından başlar. Herhangi bir siyasi görüşü yok. “İçimizden birnin” üçüncü sayfa haberlerine yansımış hali gibi, adı bile tam değil. 1.Amatör’de duran toplara iyi vuran bir stoperken, topçuluğu bırakıp başkalarını tekmelemeye başlamış. Mesela beş lira için kalbinden adam bıçaklayanları, on üç yaşımnda kızlara tecavü ze eden, namus için en yakın akrabalarını vuranları… Kendi adalet anlayışı bakımından sorun yok; “it, uğrsuz” kimdir, belli gibi görünüyor… Ama acaba öyle mi? Behzat Ç.’yi ve onun adalet duygusunu da rahatsız eden işler olabiliyor bezen hayatta… At i zinin it izine karıştığı bir cinayet… Kim, niye öldürsün bu kızı? Hem niye bu şekilde? Siyaset karışmış desek?.. Garip… Öğrenci alemine, başka alemlere, ama asıl polis alemine dikiz atan, entrikası bereketli bir polisiye… (Arka kapaktan) SANDVİÇ NESİL, Üç Kızkardeşin Anıları Prof. Dr. Sibel Göksel, Rezzan Kellecioğlu, Bilgü Taşlıca Kendi ya yınları (14x20) 136 Sayfa, 2011 Bu kitapta Cumhuriyetin ikinci kuşağından Ankaralı üç kızkardeşin çocukluğundan, ilk gençliğinden bazı anılar , yorumlar var… Eski Ankara yaşantılarını, bazı önemli tarihi olayları, Ankara Yenişehir gençliğini, yorumlarımızı ya zdık. Yurdumuza gelen bazı devlet adamlarını, bazı meşhur kişileri bizzat gördüğümüzden söz ettik, bazı önemli kişilerin isimlerini andık. Çamaşır leğeniyle otomatik arasında, daktilo ile bilsayar arasında, alaturka WC ile seramik WC arasında, radyo ile renkli TV arasında en önemlisi de çocuklarımızla ana babamız arasında sıkışıp kaldığımızdan, “SANDVİÇ NESİL” olduğumuzdan söz ettik. Bizim yaşımızdakilerin eski yaşam koşullarını anlattık… Atatürk’ü bizzat gören, hayattaki son kişilerden olan ablam Rezzan, birçok anıyı bi zden daha iyi hatırlıyor… (Arka kapaktan) ANILARLA AİLEMİZ VE ANKARA, Nebahat Taşkın (Kınacı) Yıldızlar Ya yıncılık (14x20) 480 Sayfa, 2011 Ankara’nın köklü ailelerinden Kınacızadelerin kızı tarafından kalem alınan “Anılarla Ailemiz ve Ankara” adından da anlaşılacağı gibi Kınacızadelerin aile öyküsünden ve bir dönem Ankarasının tanıklıklarından oluşuyor. “Anılara Başlarken”, “Çubukçular”, “Annemin Ailesi” ve “Benim Hayatım” şeklindeki ana başlıklara ayrılan kitapta; mahalle çeşmesinde çamaşır yıkamak, Evliya Çelebi’nin Ankara izlenimlerinden alıntılar, Seymenlik geleneği, kına gecesi, Atatürk’ün kaldığı konutlar, bazı yemek tarifleri ve Ankaralıların kullandığı deyimlerden örnekler gibi çeşitli ilginç bölümler yer alıyor. Bu yönleriyle bir anı kitabının ötesinde belgesel özelliği de taşıyan kitap ailenin soyağacı ve aile albümünden bazı fotoğraflarla sona eriyor. Ankara/Ankara ____________________________________________ Angara Efsanesi: BAYKAL’IN KIZI ANGARA Bilal Ak “Türk Yurdu dergisinin Nisan 2002 tarihli Ankara özel sayısından” Bilindiği gibi Ankara ve çevresinde 24 Oğuz boyu harman olmuştur. Ayaş ve çevresinde 929 yıldır Ayaş Oymağı’na mensup Türkmenler yaşamakta ve atalarının Baykal Gölü kıyısından geldiklerini söylemektedirler. Günümüzde Baykal Gölü etrafında ve Angara Havzası’nda yaşayanların kuş gibi uçuş şeklinde kollarını harekete ettirerek seksek oynadıkları hareketli halk oyunun bugün de Ayaş ve Be ypazarı Ça ykuşu oyunu adıyla oynanmaktadır. Nasip oldu, Ba ykal Gölü’nde, Angara Ha vzası’na gittim. Beni anayurdunuza hoş geldiniz, anayurdunuzu unutmamışsınız diye karşıladılar. Bana Angara hakkında bilgi ve kitap verdiler. Bu bilgilerden birisi Angara Efsanesi hakkında idi ve efsanenin adı Baykal’ın Kızı Angara idi. Baykal’ın Kızı Angara efsanesine Türk Edebiyatı’nda hiç rastlamadık veya ben rastlamadım. Burada anayurdumuza ait bir efsaneyi size armağan etmek istiyorum. Efsane şöyle ; Eski zamanlarda Kudretli Baykal kibar ve müşfik idi. Kalbini biricik kızı Angara’ya vermişti. Gökyüzünün altında onun güzelliğinin yerine geçecek hiçbir şey yoktu. Gündüz olduğunda parlaktı –gökyüzünden daha parlak-, gece olduğunda koyu idi –bir fırtına bulutundan daha koyu-. Yanından geçen herkes ona hayret ediyordu ve onu methediyordu. Durmadan uçuşarak dolaşan kuşlar; kazlar, leylekler, turnalar alçalarak en aşağılara iniyor, başına üşüyorlar, fakat nadiren suya giriyorlardı. Onlar şöyle diyorlardı: Kim aydınlık olanı karatmaya cesaret edebilir ki? Yaşlı Ba ykal kızına kendi canından daha çok ihtimam gösteriyordu. Bir gün Baykal istirahata çekilmişken, Angara kaçarak genç arkadaşı Yenisey’e gitti. Baba, kabaran dalgaların sesi ve sıçrayan sularıyla büyük bir öfkeyle uyandı.Ateşten bir fırtna kotu, dağlar inledi, ormanlar devrildi, gökler elemle siyaha döndü, hayvanlar korkuyla yeryüzünden kaçıştılar, balıklar en dibe daldılar, kuşlar güneşe doğru çığlıklar attılar. Rüzgâr tek başına feryat ediyordu ve müşfik deniz köpürüyordu. Güçlü Baykal bir dağa vurdu, bir yamacı kopardı ve kaçan kızının arkasından savurdu. Kayalık güzel olanın tam boğazında yere kondu. Ma vi gözlü Angara ağlayarak ve nefesi kesilerek yalvardı: Baba, beni affet ve bana bir damla su için izin ver, susuzluktan ölüyorum… Baykal öfke ile bağırdı: Sana, senin gözyaşlarından başka vereceğim hiçbir şey yok !... Binlerce yıldır, yalnız ve gri Ba ykal kasvet ve uğursuzluğa gömülürken Angara’nın gözyaşları oradan Yenisey’e doğru aktı. Baykal’ın kızının arkasından fırlattığı yanaç insanlar arasında Şaman Kayalığı adını aldı. Orada Baykal’a zengin hediyeler sunuldu. Daha sonra halk arasında şöyle söylenmeye başlandı: “Eğer Baykal kızdırılırsa Şaman Dağı’nı yırtar, su dışarı taşar ve dünyayı sel alır. İlginizi çektiğini ve hoşlandığınızı biliyorum. Baykal Gölü kenarında bir demet ot, Selenge Irmağı’ndan üç parça taş, fotoğraflar ve Angara’dan Baykal’ın Kızı Angara efsanesini getirdim. Otlar ve taşları evimde zevkle, kutsal bir emanet gibis aklıyorum. Angara efsanesini ise sizlere armağan ediyorum; dilden dile dolaşsın, beyinlerde, yüreklerde yer bulsun diye. Atatürk’ün de katıldığı bilinen bir görüşe göre; Ankara adının kökeni olan Angara Nehri’nin Baykal’ Gölü’nden ayrıldığı yer (Sibirya, 2010) Fotoğraf: Timur Özkan Dizelerden ANKARA MARŞI Ankara, Ankara, güzel Ankara, Seni görmek ister her bahtı kara. Senden yardım ister her düşen dara, Yetersin onlara güzel Ankara. Burcuna göz diken, dik başlar insin, Türk gücü orada her zoru yensin, Yoktan var edilmiş ilk şehir sensin, Varolsun toprağın, taşın Ankara. Halil Bedii Yönetken Fotoğraf: Hakan Kildokum
Benzer belgeler
Antarktika - Bilim Teknik
değilim. Birkaç gruba üyeydim ama kısır tartışmalardan sıkıldım, kişisel tatminin paylaşmanın ötesine geçtiğini gördüm ve bu gruplardan çıktım. Ankaralı Gezginlerle bir kitapçının rafında tanıştım....
Detaylı