ankara çiğdemi

Transkript

ankara çiğdemi
______________ Ankaralı Gezginler Bülteni _______________
ANKARA ÇĐĞDEMĐ
Sayı: 15, Ocak 2012
Dünyadan: Beyaz Kıta: Antarktika
Türkiye’den: Cennet Gerçekten Varmış
Tadı Damağımda: Ata Topraklarından
Gez/Oku, Gez/Dinle
Ankara/Ankara
EK: Ankaralı Gezginler Grubu’nun Deneyimli Gezginlerinden
Ucuza Gezmenin Püf Noktaları
Đçindekiler
Kapak: Tırmık (Fotoğraf: Olcay Özgen)
3- EDİTÖRDEN “Timur Özkan”
Ankara Kedisi kökeni çok eskilere dayanan ve
zaman zaman tartışmalara neden olan, zarif, güçlü
ve dikkafalı bir türdür. Ankara kedileri ayrıca çok
zeki, cesaretli ve sahiplerine bağlı kedilerdir.
Ankara kedisi, sahibiyle hayatının ve evinin her
yerinde birlikte olmak ister. Birlikte yaşadığı kişiye
derin bir sevgi duyar ve karşılı ğında da aynı sevgiyi
almaktan hoşlanır. Sahibini oldukça abartılı sevgi
gösterileriyle ödüllendirir, fakat bir kez bir şeyi
yapmaya niyetlendiği zaman, en akıllı insan bile
onu yolundan geri çeviremez.
Ankara kedisinin vücudu uzundur. Uzun bacaklara,
uzun bir kuyruğa ve yine uzun ve kaslı, narince
yapılanmış bir gövdeye ve düzgün bir kemik
yapısına sahiptir. Erkek kediler dişilerden büyük
olabilir. Mevsime göre uzunluğu değişen tüyleri
vardır. Günümüzde pek çok değişik renk tüylü
Ankara kedisi vardır. En iy i tüylere sahip Ankara
kedileri, genellikle üç yaşını geçmiş kedilerdir.
Geniş ve badem şekilli gözlere sahiptirler ve
renkleri bakır, mavi, altın, yeşil ve ela olabilir. Geniş
ve sivri uçlu, dik kulakları vardır. Orta boyda bir
buruna sahiptirler. Kuyruklarını yürürken vücut
hizasında tuttukları görülür.
4- KISA/KISA; Ankara’dan ve Gr ubumuzdan Haberler
7 - ÜYELERİMİZ “Erdem Engin”
9 - OBJ EKTİF “Ankara’dan Kareler”
10 - TÜRKİYE’DEN; Batı Karadeniz “Semra Kadeifçioğlu”
14 - GEZ/DİNLE: Tango ve Bandoneon “Belkıs Ceyla Çetinsoy”
15 - DÜNYADAN; Antarktika “Timur Özkan”
19 - TADI DAMAĞIMDA: Ata Topraklarından “Erdem Engin”
20 - GEZ/YAZ “Gezgin Gözüyle Hindistan ve Yakın Asya,
Gezgin Gözüyle Afrika, 6 Kıtadan”
21 – KARTPOSTALLARDAN “Necati Kazancı”
22 - ANKARA KÜTÜPHANESİ
23 - ANKARA/ANKARA; Ba ykal’ın Kızı Angara “Behçet Ak”
24 - DİZELERDEN; Ankara Marşı “Halil Bedii Yönetken”
.
ANKARA ÇĐĞD EMĐ
ANKARALI GEZGİNLER BÜLTENİ
Ankaralı Gezginler elektronik iletişim grubu tarafından yayınlanır. Ücretsizdir.
Burada yayınlanan yazı, haber, fotoğraf, resim vb kaynak gösterilerek ve
sahiplerinden izin alınarak kullanılabilir.
Editör: Timur Özkan, [email protected]
http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler
[email protected]
ANKARA ÇĐĞDEMĐ hakkındaki her türlü görüş, eleştiri ve önerilerinizi, bültenimizde yayımlanmasını istediğiniz
etkinlik haberlerinizi ve de Ankara’dan, Türkiye’den Dünya’dan gezi yazılarınızı [email protected]
adresine bekliyoruz.
◙
ANKARA ÇĐĞDEMĐ 'nin önceki sayılarını; grubumuzun ana sayfasındaki Files'dan E-dergi "Ankara Çiğdemi"
klasörünü veya http://groups.yahoo.com/group/ankaraligezginler/files/%20EDergi%20%20%22Ankara%20Cigdemi%22/ adresinden ilgilendiğiniz sayıyı tıklayarak okuyabilirsiniz. Eğer
açılmıyorsa dosya adı üzerinde sağ klikle Yeni Pencerede Aç yapabilir, bilgisayarınıza indirmek için aynı şekilde
sağ klikle Hedefi Farklı Kaydet, yazdırmak için ise Hedefi Yazdır fonksiyonlarını kullanabilirsiniz.
◙
Bültenlerimiz dergi formatında tasarlandığından booklet olarak baskı alırsanız,
24 sayfalık bir dergi olarak okuyabilirsiniz.
◙
Ankara Çiğdemi’nin tüm sayılarını, medya destekçimiz www.fotogezgin.com sitesinden de takip edebilirsiniz…
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 15, Ocak 2012)
Editörden ___________________________Timur ÖZKA N [email protected]
Yeni Yılınız Kutlu Olsun…
Ankara Çiğdemi
Slerdi cangı cılla utkup turum !
Yeni iliniz mübarek olsun!
Hizzi yangı yıl menen kotla yım !
Sene sul yaçepe salamlatap!
Naa cılıngar guttug bolsun!
Yeni yılınızı kutlerim! Naa çılnang alğıstapçam sirerni!
Cangı cılığıznı alğışlayma! Canga cılıngız kuttı bolsın!
Sizni yanhı yıl bıla kutleymın!
Janga jılıngız kuttı bols ın! / Janga jılıngız ben!
Yangı ılıngız kaırlı olsun! Cangı cılıngız kuttu bolsun!
Yangı yılıgız kutlu bolsun! Yanga yılıngız men! Yengi yılıngız mübarek bolsun!
Ak éy yahşi mo! Naa çıl çakşı polzun! Sezne yanga yıl belen tebrik item !
Caa çıl-bile bayır çedirip or men! Teze yılınızı gutlayaarın!
Yengi iliyiz (iliwiz) mubarak olsun!
Yengi yılıngızğa m übarek bolsun! Ehigini şanga sılınan eğerdeliibin
Sırasıyla Diğer 24 Lehçe: Altay, Azerb aycan, Başkırt, Çuvaş, Füyu Kırgızcası, Gagauz, Hakas, Karaçay-Balkar,
Karakalpak, Karay/Karaim, Kazak, Kırım (Tatar), Kırgız, Kumuk, Nogay, Özbek, Sarı Uygur, Şor, Tatar, Tuva,
Türkmen, Irak Türkmenleri, Uygur Türkçesi, Yakut/Saha
Fotoğraf: Sevinç İşcan
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 15, Ocak 2012)
Kısa/Kısa _________________________________________________
Başkent Ankara’ya Hizmet
Ödülleri”
Ankara Yöresel Ev Yemekleri
Beceri Yarışması
Ankara Valiliği Đl Kü ltür ve Turizm
Müdürlüğü ve Ankara'yı Tanıtma
Vakfı işbirliğiyle düzenlenen
“Ankara Yöresel Ev Yemekleri
Beceri Yarışması”
27 Eylül 2011 tarihinde, Jw
Mariott Hotel’de gerçekleştirildi.
Yaklaşık 100 kişinin, 105 yöresel
yemekle katıldığı yarışmanın 50
kişilik jürisinin yaptığı
değerlendirme sonucunda;
çorbalar kategorisinde "Aş
Çorbası" ile Seyhan Çağlayan,
etli yemeklerde "Ankara Tava" ile
Ayşegül Naldiken,
ze ytinyağlılarda "Mercimekli
Lahana Dolması" ile Zübeyde
Tüccar, hamur işleri ve pilavlarda
"Pıt Pıt Pila vı" ile Seyhan
Çağlayan, tatlılarda ise "Köyter"
tatlısıyla Ömer Kabasakal'ı birinci
seçilirken dereceye girenlere,
çeşitli hediyeler verildi.
Dercizade’den İki Ankara
Sergisi
Ankara Büyükşehir Belediyesi
tarafından, Ankara’nın başkent
oluşunun 88. yıldönümü
etkinlikleri çerçevesinde
düzenlenen “Ankara Fotoğrafları
Sergisi”, 13 -27 Ekim tarihleri
arasında, Kızılay’daki Metro
Sanat Galerisi’nde açıldı.
Ankara Koleksiyoneri, Dericizade
Faruk Küçük’ün koleksiyonundan
110 fotoğrafın yer aldığı sergiyi
gezenlere ayrıca, birer Atatürk ve
Ankara fotoğrafı hediye edildi…
Dercizade’nin ikinci fotoğraf
sergisi ise 28 Ekim – 10 Kasım
tarihleri arasında Etlik’teki Antre
AVM’de düzenlendi,
Ankara Kulübü Derneği
tarafından, Ankara’nın başkent
oluşunun 88. yıldönümü nedeniyle
bu yıl ilk kez verilen Başkent
Ankara’ya Hizmet Ödüllerini hepsi
de Ankaralıların yakından tanıdığı
şu isimler paylaştılar;
1. Eğitim, Bilim, Ya yın
Alanında; Turan Tanyer (Ankara
Araştırmacısı, Ya zar)
2. Arkeoloji Alanında; Dr. Nimet
Özgüç (Arkeolog)
3. Sinema-Film Alanında; Erdal
Beşikçioğlu (Behzat Ç., Bir
Ankara Polisiyesi Dizisi)
4. Mü zik Alanında; Mustafa
Erdoğan (Ankara Devlet Opera ve
Balesi Bestecisi)
[Ankara 1923 adlı Ankara Kulübü
tarafından bestelettirilen Senfonik
Şiirin bestecisi]
5. Başkent Ankara ile Özdeşleşen
Ankara Mekânları Ödülü; Sanat
Kitabevi (Sahaf) Sahibi Ahmet
Yüksel
6. Başkent Ankara’nın Kültürü ve
Tarihi Alanlarında Başarılı
Arşivcilik - Koleksiyonerlik
Ödülü: Faruk Küçük (Dericizade)
7. Spor Alanında; Rıza Ka yaalp
(2011 yılı Grekoromen Güreş
Dalında Ağır Sıklet Dünya
Şampiyonu)
8. Sivil Toplum Örgütü Ödülü;
Ankara Kalesi Derneği – Başkanı
Şevket Bülent Yahnici
9. Ya zılı Basın - Gazetecilik
Alanında; Ali İnandım (Milliyet
Ankara Gazetesi Köşe Yazarı )
10. Görsel Medya - Televizyon
Alanında; Kanal B Televizyonu
“Büyük Seğmen Ödülleri”
Ankara Büyükşehir Belediyesi
tarafından, bu yıl ikinci kez verilen
Büyük Seğmen Ödüllerini
aşağıdaki isimler aldı;
BİLİM ADAMI: Prof. Dr. Halil
İnancık
ULAŞIM: Ulaştırma Bakanı Binali
Yıldırım,
ULUSLARARASI HASSASİYET:
Mehmet Görmez (Diyanet İşleri
Başkanı)
BÜROKRAT: TRT Genel Müdürü
İbrahim Şahin
EĞİTİM: TOBB Üniversitesi
KAMU KURULUŞU: THY ve
Anadolu Jet
HAYIRSEVER: Ülkü Ulusoy ve
Orhan Elmaağaçlı,
SAĞLIK: Yenimahalle Devlet
Hastanesi Başhekimi Uğur Yıldız
SAN AYİCİ: Gen Power Yönetim
Kurulu Başkanı Müjdat Uslu
GİRİŞİMCİ: Akyurt YKB Halil
Uyanık, Bülbüloğlu Vinç Sanayi
AŞ YKB Önder Bülbüloğlu,
ANGİAD Başkanı Abdullah Değer
MED YA:
Dergi: CNBCe Business
Radyo: Ankara Polis Radyosu,
Radyo On
Gazete: Habertürk Ankara ekibi
TV Sinema: Aşk Tesadüfleri
Sever'in yönetmeni Ömer Faruk
Sorak, Deniz Yıldızı ekibi
Sosyal Medya: Zeki Ka yahan
Coşkun
Haber Programı: Abdullah
Abdülkadiroğlu (STV)
Ya zar: Hüseyin Kocabıyık
Gazeteci: Milliyet gazetesinden
Ayhan Aydemir
SAN ATÇI: Gülşen Kutlu,
SPORCU: ASKİ Spor Kulübü
sporcularından Rıza Kaya Alp,
Türk Telekom oyuncularından
Mehmet Okur, engelli yüzücü
Caner Ekin
STK: Kimse Yok Mu Derneği,
Türkiye Devlet Hastaneleri ve
Hastalara Yardım Vakfı H ASVAK
TURİZMCİ: Kervan Seyahat -Nail
Çimen, Trilye Balık Restaurant Süreyya Ü zmez
MARKA: Hacıbaba Baklavaları Abdullah Baday
YEREL HASSASİYET ÖDÜLÜ:
Dericizade Faruk Küçük
SEĞMEN ONUR ÖDÜLÜ:
Necmettin Aydıncılar.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 15, Ocak 2012)
Gülcan Acar doludizgin…
6. Geleneksel Fotoğraf Sergimiz
Grubumuz üyelerinden Fotoğraf
Sanatçısı Gülcan Acar 18-21
Ekim tarihleri arasında dört
etkinlik birden gerçekleştirdi. İlk
olarak Mülkiyeliler Birliği’nde
Rusya fotoğraflarını gösteren
Acar, 20 Ekim’de AFSAD’da
Sami Güner Kupası kazanan
Safranbolu gösterilerini sundu.
21 Ekim’de FSK’de Mimari
Fotoğraf konulu ayın etkinliğinde
değerlendirme yapan Gülcan
Acar’ın Sarı Sıcak Emek isimli
sunumu Bursa Fotoğraf Günleri
kapsamında BUFSAD’da
gösterildi.
Bu yıl ikisi yurt dışında olmak
üzere dört fotoğraf sergisi açan
Ankaralı Gezginler olarak, aynı
zamanda bu yılın son etkinliği
olan 6. Geleneksel Fotoğraf
Sergimizi 22 Kasım-4 Aralık 2011
tarihleri arasında gerçekleştirdik.
Bir Ülke Toplantıları: 2
“Rusya Deyince”
Timur Özkan’ın “Rusya Deyince”
başlıklı sunumu ve Gülcan Acar’ın
Moskova, St. Petersburg ve
Tataristan fotoğraflarıyla
düzenlenen “Bir Ülke”
toplantılarının ikincisi; 18 Ekim’de
Mülkiyeliler Birliği toplantı
salonunda gerçekleştirildi,
Grubumuz ve Mülkiyeliler Birliği
üyeleri ile Mülkiye öğrencilerinden
oluşan kalabalık bir izleyici
topluluğunun katıldığı etkinlik,
aynı mekanda düzenlenen bir
akşam yemeğiyle sona erdi.
Dünden Bugüne Koruma-1
Ankara Toplantısı
KOR DER Koruma ve
Restorasyon Uzmanları Derneği
ve ANKAMER Ankara Üniversitesi
Ankara Çalışmaları Araştırma ve
Uygulama Merkezi işbirliğiyle
düzenlenen DÜNDEN BUGÜNE
KORUMA-1 ANKAR A konulu
toplantı 21-22 Ekim tarihlerinde
Beşevler'deki Ankara
Üniversitesi'nin 100. Yıl Toplantı
Salonunda gerçekleştirildi.
Korumanın her kesiminden
tarafların katıldığı toplantıda çok
sayıda bildiri tartışıldı.
Tarihte Ankara Sempozyumu ve
Grubumuzun Ankara Sergisi
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih
Coğrafya Fakültesi’nin Tarih
Bölümü tarafından ve DTCF’nin
kuruluşunun 75. yıldönümü
nedeniyle, 25-26 Ekim
tarihlerinde, Fakültenin Farabi ve
Kaşgarlı Mahmut salonlarında
düzenlenen "Tarihte Ankara"
konulu uluslararası sempozyum
kapsamında Ankaralı Gezginler
Grubu tarafından hazırlanan
"Tarih Öncesi Dönemlerden
Günümüze Ankara" temalı bir
fotoğraf sergisinde 21 üyemize ve
4 konuk fotoğrafçıya ait toplam 53
fotoğraf sergilendi. MTA Doğa
Tarihi Müzesinde sergilenen
fosiller ve AMM'de sergilenen
Ankara Ma ymunu gibi
kentimizdeki ilk yaşam belirtileri
ile Güdül'deki kaya resimleri gibi
pek bilinmeyen insan izlerinden
başlayarak Frig, Galat vb
uygarlıklardan günümüze ulaşan
çeşitli tarihi objeler ve devamında
Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı
ve Cumhuriyet dönemlerinden
günümüze gelebilen tarih
eserlerle birlikte günümüz
Ankara'sından karelerin yer aldığı
sergi Ankara'nın tüm evrelerini
biraraya getirerek ve bu açıdan bir
"ilk" oldu. Sergi süresince ayrıca,
Dekanlık tarafından bastırılan
sergi katalogu basına ve
izleyicilere dağıtıldı.
88 üyemize ait 148 fotoğrafın
sergilendiği 6. Geleneksel fotoğraf
sergimizin seçici kurulunda bu yıl,
üyelerimiz Ahmet Ya y, Olcay
Özgün ve Vedat Biner’in görev
alırken, sergi koordinatörlüğünü
baştan sona çok titiz bir çalışma
sergileyen üyemiz Emel Aşkın
üstlendi.
Her yıl olduğu gibi Çankaya
Belediyesi Çağdaş Sanatlar
Merkezi’nde düzenlediğimiz
serginin açılış kokteyli kalabalık
bir üye ve da vetli topluluğunun
katılımıyla gerçekleşti. Açılışta bir
konuşma yapan LÖSEV Başkanı
Dr. Üstün Ezer grubumuza bir
teşekkür belgesi verdi.
Heykelleriyle Ankara Sergisi
Haldun Cezayirlioğlu ve Umut
Erhan'ın koleksiyonunda seçilen
"Cumhuriyet'imizin ve
Günümüzün Heykelleriyle Ankara"
fotoğraf sergisi 28 Ekim - 11
Kasım 2011 tarihleri arasında
Ahmet Rasim Sokak'taki
Cumhuriyet Kültür Merke zi'nde
gerçekleştirildi.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da sergi
fotoğraflarından hazırlanan ve
Lösemili Çocuklar Vakfı LÖSEV
yararına satışa sunulan masa
takvimlerimiz büyük ilgi gördü ve
satılan 600 takvim karşılığı
LÖSEV’e 3000.- TL bağış
toplanmış oldu.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı: 15, Ocak 2012)
6. GELENEKSEL FOTOĞRAF SERGĐMĐZĐN AÇILIŞINDAN KARELER
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012)
Üyelerimiz
Erdem ENGĐN [email protected]
Her sayıda bir üyemizi tanıttığımız bu sayfaların
bu sayıdaki konuğu Erdem Engin, hem çok gezen ve gezdiği yerleri yazarak bizlerle paylaşan bir
üyemiz hem de Ankara Çiğdemi’nin “Tadı Damağımda” köşesinin editörü…
İŞ DURUMUNDAN… EŞ DURUMUNDA…
ÖNÜME ÇIKAN FIRSATLARI DEĞERLENDİRİYORUM…
Önce sizi biraz tanıyalım, Erdem Engin kimdir? Ne iş yapar? Özgeçmişinizin ilginç kilometre taşlarıyla
bize biraz kendinizi anlatır mısınız?
Adana’da doğdum ama anne-baba memleketinden dolayı Aydınlıyım. Çocukluğum babamın işi dolayısıyla
Anadolu’nun çeşitli yerlerinde geçti. Üniversiteyi Ankara’da okudum, ODTÜ inşaat mühendisliği bölümü
mezunuyum. İş hayatıma İstanbul’da başladım. Sonrasında da eş durumundan şehir değiştirmeye başladım. 4
yıldır yine Ankara’dayım.
Peki, Erdem neden gezer? Gezmeye nasıl başladı? Gezmekten ne anlar?
Gezmek bana heyecan veriyor, gezdikçe yenilendiğimi hissediyorum, bakış açımı, olayları ele alış biçimimi
değiştiriyor. Öncesinde hayal etmek, merak etmek, sonrasında yollara koyulmak, öğrenmek, zenginleşmek,
dünyanın dört bir yanında yeni dostlar edinmek ve sonrasında da paylaşmak. Gezdikçe öğreniyorum,
zenginleşiyorum ve sonrasında deneyimlerimi dostlarla paylaşmak da ayrı bir keyif, ayrı bir yolculuk. Gözlerimi
kapattığımda dünyanın farklı köşelerinde dostlarımın olduğunu bilmek yüreğimi ısıtıyor ve sanki gittiğim ülkenin
ışığı yanıyor, orayı daha parlak görür oluyorum. Hedefim dünyayı ışıldayan bir top gibi görebilmek.
Gezmeye nasıl başladım bilmiyorum. Belki çocukken babamın peşinde dolaştığımız köyler ilk gezilerimdi. Lisede
gezi kolu başkanıydım ve geziler düzenledim, arkadaşlarımla gezmenin çok keyifli olduğunu gördüm. Para
kazanmaya başladığımdan beri de dışa açıldım. Sonrasında zaman zaman iş tercihlerimi gezmek alternatifine
göre ayarladım diyebilirim yani gezmek aslında kariyer planlamamı bile etkiledi.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012)
Gideceğiniz yerleri nasıl seçiyorsunuz? Nereleri gördünüz ve nereleri görmek istiyorsunuz? Bundan sonra
ilk geziniz nereye olacak?
Gideceğim yerleri önceden uzun uzun planlar yaparak seçmiyorum. O anki ruh durumum, okuduğum bir kitap, bir
anekdot, bir anı bazen seçim yapmama sebep oluyor. Bazen iş durumu, bazen eş durumundan önüme çıkan
fırsatları değerlendiriyorum. Diğer hobilerimle gezileri birleştirmeyi seviyorum. Avrupa’nın büyük bir bölümü olmak
üzere 30’dan fazla ülke gördüm. Kalan her yeri de görmek istiyorum. Bundan sonra ilk gezimin Arjantin’e olmasını
diliyorum, orada uzun kalarak doyasıya dans etmek istiyorum. Ve ilk fırsatta uzak doğuya gitmek istiyorum.
Mutfak konusuna ilginiz nereden kaynaklanıyor? Her gezgin gittiği yörelerin lezzetlerini tatmak istr ama
sizdeki bir başka boyuta geçiyor, tarifler almak, gelince bunları denemek, sonra bu tatları/tarifleri dostlarla
paylaşmak nasıl bir ilgidir?
Aslında mutfakla çok ilgili olduğumu, çok becerikli olduğumu söyleyemem. Gezerken köşeyi dönünce ne olduğunu
hep merak etmem gibi yöresel tatları, ülkelerin tatlarını da merak ediyorum. Yerel yemekler, yerel içkiler, yerel
mekanlar gezilerin olmazsa olmazı, ülkelerin-şehirlerin haritasını tamamlıyor. Döndüğümde küçük lezzetleri
dostlarımla buluşturmak ayrı bir keyif. Dünyanın bir ucundan bir tadı evime taşımak, ülkeleri, dostları evimde
buluşturmak gibi bir şey; gezileri daha bir doyumsuz kılıyor sanki. Ankara Çiğdemi’nde bu tatları yazıya dökmek,
gezginlerle paylaşmak ise buna bambaşka anlam kazandırıyor.
Başka elektronik posta gruplarına üye misiniz? Genelde e-posta gruplarının, özelde gezi gruplarını işlevi
hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu bağlamda Ankaralı gezginler hakkındaki görüşünüz ve gruptan
beklentileriniz nelerdir?
Küçük arkadaş gruplarımla oluşturduğum elektronik grupları saymazsak başka elektronik posta grubuna üye
değilim. Birkaç gruba üyeydim ama kısır tartışmalardan sıkıldım, kişisel tatminin paylaşmanın ötesine geçtiğini
gördüm ve bu gruplardan çıktım. Ankaralı Gezginlerle bir kitapçının rafında tanıştım. Ortak kaleme alınmış Avrupa
kitabını gördüm, kendi kendime “Ne hoş proje” dedim – biraz da kıskandım - ve gruba üye oldum. Bu grubun üyesi
olmaktan dolayı çok mutluyum. Ankaralı Gezginleri, paylaşımcı, duyarlı ve üretken bir grup olarak görüyorum…
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012)
Objektif
_________________________________________________________________________________
Bu sayımızın Objektif sayfalarını, Tarihte Ankara sergimize başvuran fotoğraflardan sergi konsepti veya formatı
bakımından seçilmeyen, ancak Ankara’nın genellikle az b ilinen yerlerine ait olduğu için ilginç b ulduğumuz fotoğraflardan
seçmelere ayırdık. Ayrıca yer darlığı nedeniyle sergide değerlendiremediğimiz Dünden Bugüne Ulus ve Kızılay kolâjlarını
da b eğeneceğinizi umuyoruz…
Ankara Çiğdemi
Ab idin Lütfi Demir, “Uğur Bakkal”
Cazib e Yapıcı, Ulucanlar Cezaevi
Lale Ataman, Sarıyar Barajı
Belkıs Ceyla Çetinsoy, Etnoğrafya Müzesi Tavanı
Gonca Özb aşoğlu, İkinci Meclis Binası Bahçesi
Nesrin Armağan, M.A Ersoy Edeb iyat Müze Kütüphanesi
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012)
Volkan Güneş, Arka Sokaklar
Onur Ataoğlu, Vakıf Eserleri Müzesi
Sultan Sarı, Kalecik Kalesi
Turhan Demirb aş, Hipodrom Girişi
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012)
Türkiye’den
Semra KADAĐFÇĐOĞLU semra63 @gmail.com
CENNET GERÇEKTEN VARMIŞ
Geçen yıl Kurban Bayramı öncesinde “İki arada bir derede kaldım” desem yeridir. Bir yanda ailem ile bayramlaşma
arzum, diğer yanda gezgin ruhumun dürtüklemesi, bir de gerdan tatlısı yapma sözüm son günlere kadar kararsız
kalmama neden oldu. Ama sonunda formülü buldum. Tatili ikiye böldüm. Bayramın birinci günü ailem ile bayramlaştıktan
sonra “Tatlıyı da bayram sonrasında yaparız” kararını alıp, ikinci gün kendimi gene yollarda buldum.
Sabahın erken saatlerinde başlayan yolculuğumuz Akhisar’da Köfteci Ramiz’de kahvaltı, Orhangazi’de Köfteci Yusuf’ta
öğle yemeği molalarından sonra kısa duruşlarla da sürdüğü için gün batımını
ancak Sapanca gölünün kıyısında yakalayabiliyoruz. Hava biraz puslu olduğu
için daha önce gidenlerin “Sapanca’da gün b atımı muhteşemdir” sözlerini
doğrulayamadım ama açık bir havada öyle olduğundan eminim. Yine de göl
kıyısında bir kaç fotoğraf çektikten sonra hava daha da kararmadan Haydarpaşa
- Adapazarı treninin uğradığı tarihi tren istasyonunu görmeye gidiyoruz.
Anadolu’nun pek çok kasabasında görmeye alışkın olduğumuz istasyonu ışıkları
yanmış, bir sonraki seferin yolcularını karşılamaya hazır buluyoruz. Akşamın
karanlığında gidene güle güle, gelene hoşgeldin demek için ışıklarını yakmış
bekliyor. Tren istasyonları önemlidir insan yaşamında. Bazen ayırır, bazen
kavuşturur, bazen ağlatır, bazen güldürür. Bazen de bizim gibi sadece bir sanat
eserine bakar gibi bakar insanlar ona.
Geçmişte İzmit Körfezi’nin uzantısı iken, Samanlı Dağları’ndan inen derelerin taşıdığı alüvyonlarla körfezden ayrılıp,
dağdan inen dereler ile beslenen, fazla sularını da Sakarya nehrine akıtan gölün kenarından Kocaeli’deki otelimize
giderken hava iyice kararıyor. Rehberimiz gölün efsanesini anlatırken benim de gözlerim yorgunluktan yavaş yavaş
kapanıyor.
“Çok eski zamanlarda gölün b ulunduğu yer b ereketli topraklar üzerine kurulmuş b ir kasabaymış. Halkı çok zengin ama
aynı zamanda da çok kib irli ve b encilmiş. Bir gün kasab aya b ir Derviş gelmiş. Selam vermiş, selamını almamışlar,
evlerinde konuk etmedikleri gibi su bile vermemişler. Derviş’in kalb i kırılmış, akşama kadar b ir lokma ekmek, b ir yudum
su için dolanmış durmuş. Umudunu yitirip kasab adan ayrılırken uzaklardaki küçük bir kulübeden sızan mum ışığına
doğru yürümüş, son bir umutla kapısını çalmış. Kulübenin sahib i, kasab a halkına sapan yaparak geçimini sağlayan fakir
bir kişiymiş. Kapıyı açan sapancı Derviş’i güler yüz ile karşılayıp “Hoşgeldin yolcu. Ben de ocaktan tencereyi şimdi
indirdim. Yemeğimi paylaşabileceğim bir konuk göndermesi için Tanrı'ya dua ediyordum. Buyur birlikte yiyelim” demiş.
Yemek yendikten sonra yatacak yer de vermiş. Derviş sab ah tekrar yola koyulmuş. Sapancı da onu karşıdaki tepelere
kadar uğurlamış. Dönüşünde bir de ne görsün. Kasabanın yerinde yeller esiyor. Onun yerine ise koca bir göl. Dervişin
âhı tutmuş, kasaba yok olmuş. O günden sonra, bu göle Sapanca adını vermişler.” deyip, "Buranın Sapanca somunu
denen ekmeği çok ünlü. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde, Kırk gün dursa, küflenip lezzetini kayb etmez. O kadar
lezzetli olmasına suyundandır diyorlar. Suyu gayet saf ve b erraktır. Hatta halkı suyunu içtiğinden yüzlerinin rengi
kırmızıdır. Köylü kadınlar çamaşır yıkarken sabun dahi sürmezler. Somunu da bu suyla yoğurduklarından ekmeği pamuk
gib i olur.” demiştir diye ekliyor. Sonunda otelimize varıyoruz.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012)
Ertesi gün programımız çok yoğun olduğundan yemeğimizi yiyip, erkenden yatıyor ve sabah güzel bir kahvaltının
ardından yola çıkıyoruz.
Yöre halkı “Buraya gelen aşık olur” demiş, böylece ismi Maşukiye olmuş.
Gerçekten de öyle… Aşık olunmayacak gibi değil. Sanki doğadaki bütün renkler
sözleşip buluşmuşlar, cümbüş yapıyorlar. Sarıdan, kırmızı ve mora,
kahverengiden yeşil ve maviye hepsi burada. Yeşil çalıyor, sarı oynuyor adeta.
Otobüsten iner inmez oksijen fazlası başımızı döndürüyor. İçimize bol bol
çekerek, ulu çınarların arasından, alabalık havuzlarının yanından geçerek,
şelaleye ulaşıyoruz. Kuş cıvıltısı, yaprak hışırtısı ile ağaç çıtırtılarına bir de
şelalenin şırıltısı eklenince senfoni tamamlanıyor. En güzel bestelerden bile
güzel. İnsan burada yaşlanmaz diye düşünüyorum. Buraya ilk yerleşenler
Kafkasya’dan gelmişler diyor birileri. “Zaten onların ömürleri uzundur. Burada
daha da uzamıştır.” diye geçiriyorum içimden… Şelale restoranda içtiğimiz demli
çayın ardından Sapanca gölünü seyrederek, aşağıya iniyoruz dolana dolana…
Bolu’nun eski bir Osmanlı yerleşim alanı olan, şirin mi şirin ilçesi Göynük, bir
vadide kurulmuş. Eskiden yamaçta oturup, vadide tarım yaparlarmış ama daha
sonra tarım arazilerinin yerine yaptıkları evlerde yaşamaya başlamışlar. Böylece
tarım alanları yok olmuş. Kentin tam ortasından geçen deresi, Arnavut kaldırımlı
dar sokakları, çınar ağaçları ve beya z bo yalı tipik ahşap evleriyle bir tiyatro
sahnesini andırıyor. Birazdan oyun başlayacakmış duygusu veriyor. Fatih Sultan
Mehmet hocası Akşemseddin’e burada bir türbe yaptırmış. Gazi Süleyman Paşa
Hamamı ve Camisi ile Zafer Kulesi de ilçedeki diğer tarihi yapılar. Dere
kenarındaki otantik kahvede fincan tabağında lokum olan kahvelerimizi
yudumlarken “İşte mutluluk b u...” diye geçiriyorum içimden...
Yemyeşil çam ormanlarının arasından kıvrıla kıvrıla uzanan yolun sonunda, iki dağın
eteklerinin arasına gizlenmiş gibi duran şipşirin bir vadi yerleşimi daha çıkıyor karşımıza.
Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Mudurnu Roma, Bizans ve Osmanlı
dönemlerinde doğuyu batıya bağlayan yollar üzerinde bir kavşak. İsminin Bursa
Tekfuru’nun kızı Moderna'dan geldiği söyleniyor. Tefkur kasabanın ilk kuruluş yeri olan
Hisar Tepesi’nde Moderna adına bir kale yaptırmış ve kasaba bu kalenin çevresinde
genişlemiş. Ancak kaleyi şu an belirgin bir şekilde göremiyoruz. Vadi içinden bir de dere
akıyor. Derenin suyu Sakarya’ya karışarak Karadeniz’e ulaşıyor. Her iki yanında ise
çatıları kiremitli, balkonları oymalı, pencereleri örme perdeli, beyaz boyalı ahşap evler
şehrimize hoşgeldiniz dercesine gülümsüyor. “Kimb ilir kimler ne sevinçler, ne acılar yaşadı
bu evlerde” diye düşünüyorum. Halkın başlıca geçim kaynağı olan tavukçuluğu
simgeleyen bir heykel karşılıyor bizi. Karnımız çok acıktığı için gezme işini sonraya
bırakıp, yöresel yemekler durağı olan Tarihi Meram Lokantası'na kendimizi zor
atıyoru z. Tarhana çorbası, keşli (kurutulmuş yoğurt) cevizli kaşık sapı, iri kuru fasulye,
salata ve saray helvasından oluşan yemeğimizi yedikten sonra Arnavut kaldırımlı
sokaklarında gezmeye başlıyoruz. Burada da hava bol oksijenli ve her yer ışıl ışıl.
Mudurnu’da demircilik ve iğnecilik meslekleri öne çıkmış. Demircilik hala devam etse de iğnecilik mesleği yok olmuş.
Tarihi demirciler çarşısı hala yaşıyor. Saç soba, bakır ibrik, mangal, sini, zincir, cezve, sahan gibi pek çok ürün var
burada. Otel olarak kullanılan üç katlı Hacı Abdullahlar Konağı’nı geziyoruz. Pencere, kapı, ta van ve dolaplar ahşap ve
dantel gibi oyulmuş. Kapı tokmakları porselen. Salondaki sedirlerin üstüne, kenarlarına rengarenk kanaviçe işlenmiş
beyaz örtüler örtülmüş. Dokuma kumaştan yapılmış perdelerin uçlarında danteller, yerlerde antika halılar, kilimler, sırma
işli yatak örtüleri, ibrikler, gaz lambaları, bizi bambaşka dünyalara götürüyor.
Yıldırım Beya zıt Camii ve Hamamı, Saat Kulesi, Pertev Naili Boratav Kültür Evi
buranın diğer zenginliklerinden. Kültür evinin ismi şaşırtıyor ama sokaktan geçen
bir öğrenciden Boratav’ın babasının burada kaymakamlık yapmış olduğunu ve
on altı yıl burada yaşadıklarını öğreniyoruz. Hatta Perte v Naili Bey ilk “Halk
Bilimi” çalışmasına da Mudurnu türkülerini derleyerek başlamış.
Yine hem dar hem virajlı ama bir o kadar da ağaçlı yoldan Abant’a ulaştığımızda
artık güneş batmak üzere. Otobüsten iner inmez gölün çevresini gezdiren fayton
ve atları görüyoruz. Binsek mi diye düşünsek de yürümeyi tercih ediyoruz. Göl
eşsiz manzarası ile kafa dinlemek, yürüyüş yapmak ve temiz hava almak için
ideal bir yer. Adeta bir sığınak...
İki büyük otelden birinin terasında içimizde hafif bir ürperti ile karşı kıyıyı seyrederek, kahvelerimizi yudumlarken “Cennet
gerçekten varmış” diye düşünüyorum...
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012)
O akşam Düzce Pak Otel’de kalıyoruz. Üç yıldızlı bir otel olmasına karşın beş yıldızlı bir otel konforunda. Sahipleri şehrin
başlıca geçim kaynağı olan kereste ve ahşap işi ile uğraşıyorlarmış ancak şehre özellikle iş için gelenlerin kalabilmesi
için bu oteli yapmışlar.
Yörük Köyü, UNESCO tarafından koruma altına alınan, Anadolu’daki iki köyden
birisi. Safranbolu’ya çok yakın olan köy Orta Asya'dan gelen Oğuzların bir aşireti
tarafından kurulmuş. Uzun yıllar çadırlarda yaşamışlar. Daha sonra, Osmanlı
Devleti’nin baskısı sonucunda yerleşik düzene geçmişler. 750 yıllık geçmişi olan
köyde en eski ev 450, en yenisi ise 90 yıllık. Büyük çoğunluğu ise onarım
görmüş. Daracık sokakların iki yanındaki eliböğründeli evler o kadar güzel ki…
Ahşap doğramaları, aşı boyası, parmaklıkları ve kafesleri evlerin en dikkat çeken
özelliği. Pek çoğunun saçaklarında asılı geyik boynuzlarının ise uğur getirdiğine
inanıyorlar. Giriş kapılarına asılmış parlak sedef çiçeği de sanki yapma gibi.
Tokmaklara bağlanan ip ve ya bezlerin bağlanış
şekline göre anlamları değişik. İp iki tokmağı
birbirine bağlıyorsa evde kimse olmadığını, aşağı
sarkıyorsa evde birilerinin olduğunu gösteriyor. Yürüye yürüye yaşayan bir müze olan Sucu
Hafız’ın evine gidiyoruz. Bizi dördüncü kuşaktan torunu gezdiriyor. Evdeki tüm doğramalar,
kapı ve pencereler, seramik kapı ve dolap kolları, perdelikler orijinal. Sucu Hafız, Osmanlı
saraylarında çalışırken, gördüklerini kendi evinde uygulamış. Köyün sanat galerisi olarak
kullanılan ortak çamaşırhanesine gidiyoruz. Çamaşırhanede o yıllarda sıcak - soğuk su
sistemi kurulmuş. Çamaşır yıkanan yerin oniki köşeli olması da bir tesadüf değil.
Bektaşiliğin unsurlarından oniki imamı simgeliyor.
Sokaklarında yaşlı teyzeler reçel, tarhana, erişte, pekmez, turşu, kekik, ıhlamur satıyor. İki
anneannesi buralıymış.
Safranbolu’ya Hıdırlık tepesinden bakarken Osmanlı mimarisinin en güzel
örneklerini görüyoruz. Bu ö zelliği ile “Unesco’nun Dünya Mirası” listesinde yer
alan şehir, adını bölgede yetişen safrandan alıyor. Safran bitkisi boya, gıda, ilaç
ve kozmetik sanayiinde kullanıldığı için önemli bir hammadde. Burası da bir vadi
yerleşimi. Konumu itibariyle tarih boyunca ticari bir merkez olan şehir birçok
medeniyete de ev sahipliği yapmış. Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise
tarihteki en önemli dönemini yaşamış. Şehrin Homeros'un İlyada destanında
geçen Paflagonya bölgesinde olmasından da buradaki yerleşimin çok eski
zamanlara dayandığı düşünülüyor.
Türkiye’deki korunması gereken kültür
bölümü burada. Bu özelliği ile şehir bir
başarısı ile de “Korumanın Başkenti”
ve tabiat varlıklarının çok büyük bir
“Müze Kent” olmuş. Korumacılıktaki
unvanını kazanmış.
Osmanlı dönemindeki ev yaşantısının
gezdikten sonra Cinci Hoca Hamamı
lokantada
buluyoruz
kendimizi.
pilavından önce yayla çorbası içiyor,
sevmeyebilirsiniz” demesine karşın
kaşık alıp tadına bakıyoruz ama alışık
yi yenin yüzü biraz buruşuyor. Yemek
sergilendiği
Kaymakamlar
Evi'ni
yanındaki geleneksel yemekler yapan
Safranbolu bükmesi ve şehzade
üstüne
de
garsonun
“pek
safranlı zerde sipariş ediyoruz. Birer
olmadığımız bir tadı olduğu için her
sonrası da tekrar yola koyuluyoruz.
Dimdik yamaçlardan kıvrıla kıvrıla aşağıya doğru inerken iki küçük koy
arasından denize uzanmış bir kara parçası görüyoruz. Ona bağlı küçük bir ada
ve karşısında da bir adacık var. Bu üçlünün, günün geceye kavuşmasına
saniyeler kala lacivert renkli denize sereserpe uzanmış görüntülerine, bir de
güneşin kızıllığı eklenince müthiş bir manzaranın ortasında buluyoruz kendimizi.
Bu haliyle "Uyuyan Prenses"e benzetiliyor. Adını Makedonya Kralı İskender’in
baldızı Kraliçe Amastris’ten alan Amasra tarih boyunca pek çok medeniyete de
sahipliği yapmış. Bir dönem Pontus Krallığı'nın, bir dönem Bizans, bir dönem de
Selçuklu İmparatorluğu'nun egemenliğine girmiş. Amastris, oğulları tarafından
bindiği gemi batırılana kadar burada yaşamış. Adına paralar bastırmış, şehre
sanatsal yapılar yaptırmış. Amasra, Cenevizliler zamanında yapılmış şipşirin
kalesi, deniz kenarındaki küçüklü büyüklü balık lokantaları, otelleri ve e v pansiyonlarıyla turizme önemli ölçüde katkıda
bulunan bir şehir. Ev pansiyonculuğu ve çadır kampçılığına öncülük eden Amasra "Ülkemizde turizmin başladığı yer"
olarak biliniyor.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012)
Kara elmasın diyarı Zonguldak’a ulaştığımızda hava tamamen kararıyor. Issız ve
dar sokaklardan Emirgan Oteli'ne ulaşmaya çalışırken kendimi “Zonguldak’a
tayin olmuş genç b ir öğretmen” olarak hayal ediyorum. Biraz içim burkuluyor.
Tam bir öykü kurgulamak üzere iken denize sıfır konumdaki otelimize varıyoruz.
Artık tam anlamıyla Karadeniz’in kıyısındayız. Onun için “Hırçındır” diyenleri
yalancı çıkartırcasına öyle sakin ve dingin ki, sanki bize o halini gösterirse bir
daha gelmeyiz diye kendini sevdirmeye çalışıyor gibi. Başarılı da oluyor.
Havasını soludukça ruhumuz dinleniyor, gönlümüz şenleniyor. Akşam yemeği
sonrası geç saatlere kadar terasta oturuyoruz. Ertesi sabah ise kahvaltı sonrası
dönüş yoluna çıkıyoruz. Otel ve çevresini gün ışığında gördüğümüzde yeşil ve
mavinin birbirine ne kadar yakıştığına bir kez daha şahit oluyoruz.
Yolumuzun üstündeki bastonlar diyarı Devrek de pek çok kavime kucağını açmış. Eski adı
Hamidiye imiş ve buraya ilk Hititler yerleşmiş. En sonunda da Osmanlı topraklarına katılmış.
Kimilerine göre koyun şeklini andırdığı için “Ağzı yayık ko yun” anlamına gelen Devrek,
kimilerine göre de “Develerin yüklerini boşalttıkları yer” anlamına gelen "Deverek” denmiş.
Devrek’te bastonculuk, yün ve pamuk eğirme aleti olan çıkrıkla başlamış. Ondan sonra
gelişmiş. Sevgi, duyarlık ve aşk mahsulü olan sanat eseri niteliğindeki şık bastonların
dünyada eşi benzeri olmadığı söyleniyor. Ayrıca çok sağlam ve dayanıklı olduklarından
ustasından çok yaşarlarmış. Bu nedenle her baston yıllar sonra antika özelliği taşırmış.
Kentin merkezindeki dev baston heykeli yanında fotoğraflarımızı çektirdikten sonra
"Bekmezli hakiki meşhur Devrek Simidi"ni 1912’de kurulmuş tarihi fırından alıp, ara
sokaktaki bir kahve ocağının önündeki küçücük taburelere oturup, eski kaşar ve çay
eşliğinde yerken keyfimize diyecek yoktu doğrusu…
Son durağımızdan da ayrıldığımızda, üzerimizde günlerin yorgunluğu olmasına karşın ruhumuzdaki dinlenmişlik,
belleğimizdeki yeni anılar, makinelerimizdeki yeni fotoğraflar, damağımızdaki yeni tatlar sayesinde tekrar nefes almaya
başlamış, adeta yenilenmiş bir şekilde evimize dönüyorduk…
Gez/Dinle
Belkıs Ceyla ÇETĐNSOY [email protected]
TANGO ve BANDONEON
Aslında tango müziği bize hiç yabancı değildir. Cumhuriyet Türkiye’siyle
birlikte çok sesli müziğin desteklenmesi sonucunda birçok yerli tango
besteleri yapılmış ve kentli toplum tarafından hem müzik, hem de dans
olarak kanıksanmıştır. Necdet Koyutürk’ün “Papatya” tangosunu bilmeyen
yoktur.
Tutkunun, aşkın ve melankolinin dansıdır tango. Kimi zaman hırçınlaşır, kimi
zaman munisleşir. Toplumun alt kesimine ait sancıları pervasızca nakleden
bu dans bir süre görmezden bile gelinmiştir. Aşağılandığı dönemler geride
kalmış ve günümüzde çeşitli türleriyle yaygın olarak benimsenen nezih salon
eğlencesi haline gelmiştir. O kadar yayılmıştır ki; hemen her ülkenin tango
festivali vardır.
Arjantin ve Buenos Aires ile özdeştir,
tangonun sihirli sesi ise
bandoneondan kaynaklanır. Kökeni
Almanya olan bu enstrüman,
göçmenlerce Latin Amerika’ya
taşınmıştır. Akordeona benzeyen,
kare şeklinde ve körüklü bir çalgıdır.
Tango müziğinin iç gıcıklayıcı hü zünlü
sesini verir. Ülkemizden bandoneon
sanatçıları olarak Orhan Avşar ve
Tolga Salman ön plana çıkmıştır. Dünya çapında Arjantinli bir ustası vardır,
adını mutlaka duymuşsunuzdur: Astor Piazzola! Kendisi bu dünyadan
göçüp gitse bile besteleri ve müziği ile unutulmazlar arasında yerini aldı.
Dinleyip, satın alabilirsiniz: http://www.amazon.com/Best-Tango-Album-World-Ever/dp/B00008L3R0
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012)
Dünyadan ___________________________Timur ÖZKAN [email protected]
Beyaz Kıta… ANTARKTĐKA
Her mevsim buzullar altında olduğu için “Beyaz Kıta” olarak da anılan Antarktia’nın anakarasında dünyanın en soğuk
iklim koşulları yaşanmakta ise de, Güney Amerika’ya doğru uzanan Antarktika Yarımadası’nda ve bu yarımadanın
devamındaki Güney Shetland takımadalarında iklim yumuşamakta, en azında bazı mevsimlerde yabancıların ziyaretine
fırsat vermektedir.
Antarktika’ya düzenlenen farklı süreler ve farklı rotalardaki geziler genellikle Arjantin’in en güneyindeki Ushuaia’dan
başlıyor. Ushuaia, 1000 km uzaklığıyla yedinci kıtaya en yakın liman. (Diğer en yakın liman Şili’nin Punta Arenas kenti
1188 km uzaklıkta olup Antarktika’nın dünyadaki diğer en yakın komşularından Yeni Zelenda 2200, Avustralya 2600 ve
Güney Afrika ise 4200 km uzaklıkta bulunuyor).
Ushuaia’dan bindiğimiz Şili bandralı Ocean Nova adlı geminin toplam 60 yolcusunun çoğunluğunu Ruslar oluşturuyor.
Programa göre önce dünyanın en güneyindeki kent olan Puerto Williams’a uğradıktan sonra iki gün sürecek bir deniz
yolculuğuyla Drake Pasjı’nı geçeceğiz. Daha sonra iki ayrı adada karaya çıkarak Antarktik canlılarıyla tanışacağız,
beşinci gün ise bir diğer adadaki Şili üssünden uçakla Puna Arenas kentine doğru Antarktika’dan ayrılacağız.
Bu sezon ilk seferini yapmakta olan geminin personelinin de bizler gibi oldukça heyecanlı olduğu dikkat çekiyor. Sadece
45 gün süren sezon boyunca ancak karşılıklı olarak 4-5 sefer yapabilen geminin yönetici personeli arasında Şilili ve
Arjantinli çalışanlar yanında Fransa’dan Kanada’ya, İsviçre’den Yeni Zelanda’ya kadar çeşitli ülkelerden görevliler var.
(Kaptan Aleksi Rusya’dan, tur liderimiz Mariana, Arjantin’den) Tarih, Biyoloji vb konularda uzman rehberler, gezi boyunca
gerekli bilgilendirmeleri yapacaklar. Şilili doktorumuz ilk uyarısını yaparak, deniz tutmasına kaşı (isteyenlere) verdiği
ilacın ilk akşamdan alınması gerektiğini önemle hatırlatıyor.
Ocean Nova, Beagle Kanalı boyunca yola çıkıyor. Kanal adını, bölgeye iki kez gelen İngiliz savaş/araştırma gemisinin
adından almış. Bu gemi bir seferinde de o zamanlar bir öğrenci olan Darwin’i de buraya getirmiş. Bu arada peş peşe
yapılan üç ayrı toplantıda acil durum bilgileri, program ve Antarktika’da uyulması gereken kuralların hatırlatılmasından
sonra bu defa da kaptanın tanışma kokteyli için aynı salondayız. Murmansklı (Rusya’da St. Peterburg’un kuzeyinde bir
kent) Gemidekilerin çoğunluğunu oluşturan Rus yolcular tarafından alkışlanarak karşılanan kaptanın İngilizce olarak
yaptığı ve “Rusçam pekiyi değildir diye esprili bir şekilde aksanlı başladığı” hoş geldin konuşmasından sonra ikram edilen
şampanyalarla hep beraber kadeh kaldırıyoruz.
Daha sonra gemideki ilk akşam yemeğimiz için, üçüncü kattaki yemek salonuna geçiyoruz. Salata çeşitleriyle çorbanın
açık büfe, beyaz ve kırmızı şarap eşliğindeki ana yemeklerin iki seçenekli sunulduğu servis tatlı ve kahve/ça y ikramıyla
sona eriyor. Bu arada saat 21’e gelmesine rağmen hava hala aydınlık ve aradaki boşluklarda fotoğraf çekmek için
güverteye çıkıyoruz. Bize göre yaz aylarında ve Ku ze y Yarımküre’yle özdeşleşen Beyaz Geceler, bu mevsimde yazı
yaşayan Güney Yarımküre’nin Güney Kutbu’na yakın yerlerinde de yaşanıyor.
Beagle Kanalı’nın en büyük adası olan Navarino’da bulunan Puerto Williams, 2 bin nüfuslu küçük bir kasaba/kent. Bir
askeri üs olarak kurulmuş olmasına rağmen zamanla aldığı göçmenler ve adada yaşayan çok az sayıda yerel Yamana
(Kızılderili) nüfusuyla dünyanın en güneyindeki yerleşim yeri olarak bu konudaki Arjantin’in Ushuaia kentinin şöhretini
elinden almış. Ada turu sonunda sıcak şarap ikramıyla bir saat kadar dinlendiğimiz Puerto Willima’dan ayrılırken, oda
numaralarımıza göre hazırlanmış botlarımızı teslim alıyoruz. Bu botları Antarktika’ya vardığımıza kullanacağız. Puerto
Williams internete bağlanabildiğimiz son nokta oluyor. Bundan sonra internet gerektiğinde ancak geminin uydudan
çalışan ve oldukça pahalı (!= MB servisi için 20 USD) olan sisteminden faydalanabileceğiz.
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012)
Puerto Willimas’da, geminin ekranındaki harita 54 derece enleminde olduğumuz gösteriyor. (Ushuaia’daki sokak
tabelalarında 54 yazıyordu, Puerto Wlillimas dakika farkıyla Ushuaia’dan daha güneyde bulunuyor) Bundan sonra da
güneye gittikçe artacak rakamlarla 62,5 dereceye kadar ineceğiz. Güney Kutup Dairesini teşkil eden 66 derece 33
dakikaya, sadece yaklaşmış olacağız. Kutup noktasının bulunduğu 90 derece, gezginlere çok uzak. Sadece bu noktaya
değil, anakaranın diğer taraflarına da ancak araştırma istasyonlarında çalışanlar ve özel izin alanlar gidebiliyor.
Antarktika gezisi yapanlar için izin verilen en güneydeki yerler Güney Shetland takımadaları oluyor.
Açık denize çıktığımız andan itibaren artan rüzgâr nedeniyle sabah sallanarak uyandık. Ayakta durmak bile oldukça zor
oluyor. Geminin bilgi ekranından 55 Derece Paralel’ine geldiğimizi, geminin hızının 13 knot (13 deniz mili = yaklaşık 21
km) olduğunu öğreniyoruz. Ha va kapalı, Drake Pasajı’na geçerken rüzgârın daha da artacağı anlaşılıyor.
Öğleye yemeği esnasında 56 dereceye varıyoruz. Burada dünyanın en güneyindeki kara parçası olan Horn Adası’nı
(Amerika kıtasının en ucunda olduğu için Horn Burnu olarak anılıyor) geçiyoruz. Programa göre burada botlarla karaya
çıkmamız gerekiyordu ama rüzgâr, fazla olduğu için iptal ediliyor. Rüzgâr karşımızdan (Antarktika’dan kuzeye doğru)
geldiği için hızımız 10 knot’un altına düştü. Neyse ki doktorun verdiği haplar işe yarıyor, henüz kimsenin deniz
tutmasından şikâyeti yok…
Gemide geçecek bugün ve yarın için bilgilendirici konferanslar planlamış. Bugünkü ilk derste Rodrigo deniz kuşlarını
anlattı. Öğleden sonra Christian’ın vereceği konferansın konusu ise foklar. Öğle yemeğinden sonra dalgalar daha da
arttı, gemiyi bir sağa bir sola yatıran dalgaların yüksekliği beş metreden az değil. Deniz tutmasına karşı ikinci hapı da
alıyoruz ancak bir yere tutunmadan ayakta durmak hemen hemen olanaksız. Sık sık yandaki harfe basmak zorunda
kaldığım için bu satırları ya zarken, her sözcükte düzeltme yapmam gerekiyor. Herkes odalarına çekildi. Çay saatinde
sadece 12, Christian’ın sunumunda 14 kişi var. Christian, kendisini dinlemeye gelenleri, ayakta kalabildikleri için tebrik
ederek başladığı konuşmasında (diğer tüm gemi personeli gibi) rahat ve soğukkanlı görünüyor ama açıkça söylemek
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012)
gerekirse dalgalar arttıkça, Ushuaia’daki müzede gördüğümüz ve Drake Pasajı’nı geçerken batan gemilerin çokluğunu
gösteren harita gözümüzün önüne geldiğinde bizlerin pek rahat olduğunu söylemek zor. Üstelik kaptan bu gece fırtına
beklediğini söylüyor…
Adını, 1580 yılında dünyanın çevresini ilk kez gemiyle dolaşan İngiliz Kâşif Sir Francis Drake’den alan ve Güney Amerika
ile Antarktika kıtalarının arasında kalan efsanevi Drake Geçidi, derin olmayan kayalıklı yapısı, Antarktika’dan gelen soğuk
ve ku zeyden gelen sıcak suların burada buluşması, Büyük Okyanus’tan Atlas Okyanusu’na sürekli akıntı bulunması ve
rüzgâra açık olması gibi nedenlerle çok dalgalı ve gerçekten de bu yolculuğun en zor yeri. Genelde hava durumuna ve
geminin peformansına bağlı olarak 36-48 saat arası geçilen Drake Pasaj’ını biz de 40 saatte geçerek, dördüncü gün
sabaha karşı Antarktika yarımadasının ucundaki Güney Shetland Adalarına varmayı planlıyoruz.
Sabah uyandığımızda 59. Paraleli biraz geçmiştik. Artık hemen hemen geçidin ortasındayız. Bugün rüzgârı arkaya
aldığımız için sarsıntı daha az ve biraz da biz sarsıntıya alışmış durumdayız. Rüzgârı arkaya alınca hızımız da arttı,
şimdi 13 knot’ta (geminin maksimum sürati) seyrediyoruz. Bugünkü konferanslar, kahvaltıdan sonra Sandra’nın,
Antarktika’yı ya ya geçmeye çalışan Avustralyalı Schakleton ve arkadaşlarının öyküsü ile öğleden sonra Rodrigo’nun
penguenler hakkındaki sunumlarına ayrılmış. Artık ortama biraz daha alışmış olmalıyız ki, Rodrigo’nun bu defa izleyicisi
daha fazla. Özetle altı cins pengueni ayrıntılı bir şekilde anlatan Rodrıigo, bunlardan ikisini göreceğimizin garanti (Gentoo
ve Chinstrop) ikisinin ise (İmparator ve Kral) çok zayıf bir olasılık olduğunu söylüyor. Geminin sallamasına en az alışmış
görünenler, gemideki yolcuların çoğunluğunu teşkil eden Ruslar oluyor. Öyle olmasa tüm içkilerin fiyata dâhil olduğu
gemide içki stoklarının çoktan tükenmiş olması gerekirdi.
Öğle saatlerinde 60., akşam yemeğinde 61. Paraleli de geçtik, gemideki sarsıntı daha da arttı. Son geceyi biraz uykusuz
geçirdik. Gerçi bu mevsimde burada yaşanan Beyaz Geceler nedeniyle gece olduğu da pek anlaşılmıyor ama hem ertesi
sabah karaya çıkacak olmanın heyecanından hem de rüzgâr ve dalga nedeniyle zor geçen bu gecenin sabahında
aysberglerle uyandık. Kaptan adeta şov yaparak gemi büyüklüğündeki bir buzulun etrafında dolaştı, önünde bir süre
durdu ve böylece her açıdan fotoğraf çekmemizi sağladı. Programa göre ineceğimiz en güney yerlerdeyiz. Ekrandaki
bilgilerden 62 derece 25 dakika paralelinde olduğumuz anlaşılıyor.
Bugün kahvaltıdan ve öğle yemeğinden sonra olmak üzere iki kez karaya çıkacağız. İlk durağımız Robert ve Greenwich
adlı iki büyük adanın arasında kalan Aitcho adasında doğruca penguenlerin olduğu koya indik. Yüzlerce penguenin
tepkisiz tavırlarıyla günlük hayatlarını sürdürdüğü koyda bir süre fotoğraf çektikten sonra, gidiş geliş 1,5 km yürüyerek
denizaslanlarının bulunduğu diğer koya geçtik. Penguenlerin 60 cm civarındaki sevimli cüsselerinden sonra deniz
alanları 3-4 metreyi bulan heybetli görünümleriyle aynı adada iki ayrı dünya görünümü verdiler. Burada birbirleriyle
uyumlu görünen iki canlıdan penguenlerin, karnı acıkan fokların midesine gittiğini düşünmek ürkütücü ve hatta
inanılmaz…
Karların şimdiden erimeye başlaması, sezon başında geldiğimiz için şanslı olduğumuzu gösteriyor,
önümüzdeki altı hafta içinde bu adaya gelecekler için Antarktika’nın bu kesiminden kar olmayacak. Dönüşte
bot sürücümüz, yolumuzun üstündeki küçük aysbergin üzerinde yatan denizaslanını gösterdikten sonra
gemiye getirdi. Zodyakla yolculuk sadece beş dakika sürse de oldukça keyifli ama ıslanmamak kaçınılmaz
gibi, gidişte ucuz atlatmıştık, dönüşte tepeden aşağı ıslanmış şekilde gemiye döndük. Neyse ki hava çok
soğuk değil. Antarktika’nın bu kesimlerinde hava sıcaklığı (bu mevsimde) 0 derecelerde seyrediyor. Gemiden
ayrılırken olduğu gibi dönüşte de “botlarımızın dezenfektanlı suda yıkanması” uymamız gereken bir başka
Antarktika’yı koruma kuralı…
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012)
Aitcho’dan sonra gemimiz öğleden sonra karaya çıkacağımız Halfmoon Adası’na yöneliyor. Greenwich ve biraz daha
güneydeki Livingstone adalarının arasındaki küçük bir ada olan Halfmoon biraz daha aşağıda, 62.35 paralelde yer alıyor,
buradan itibaren kuzeye doğru dönüşe geçeceğiz. Halfmoon’da da iki kilometre kadar yürüyüş yaparak penguen
kolonisini gezdik ve denizaslanlarını fotoğrafladık.
Antarktika’daki üçüncü ve son durağımız olan Kral George Adası’nın bulunduğu Fields Koyu, nispeten korunaklı bir yer
olduğu için burada aralarında bizim de ziyaret edeceğimiz Şili ve Rusya’nın da bulunduğu bazı ülkeler araştırma
istasyonları kurmuş.Karaya çıkmak için, bizi götürmeye gelecek uçağın yola çıktığının haberini bekliyoruz. Buradaki
değişken hava koşulları nedeniyle net bir program yapılamıyor. Gemi ekibi vakit kaybetmeden odaları yeni gelecekler için
hazırlamaya başladı. Bizi götürecek uçağı getirdiği yolcular aynı programı tersten yaparak denizyoluyla Ushuaia’ya
dönecekler.
Mariana hem programı vermek hem de pasaportları dağıtmak üzere bir toplantı daha yapıyor. Durumun belirsizliğini
anlattığı esnada gelen telefondan uçağımızın yola çıktığını öğrenerek buna göre son programı veriyor; öğle yemeğine
kadar gemide kalacağız, yemekten sonra Ruslara ait Bellinghausen istasyonunu ziyaret edeceğiz. Daha sonra Punta
Arenas’a uçmak üzere havaalanın bulunduğu Şili’ye ait Eduarda Frei İstasyonu’na geçeceğiz. Uçağımız 60 kişilik İngiliz
Aerospace BAE 146-200. Kısa pistlere ve Antarktika koşullarına uygun olarak tasarlanan uçak lokal bir Şili firması olan
Aeorvias DAP tarafından işletiliyor. Kral George Adasından Punta Arenas’a yolculuk iki saat sürüyor.
Toplantıda ayrıca pasaportlarımızı da dağıtan tur ekibi, içinde geziye ait bilgilerin ve fotoğrafların olduğu birer flush disk
ile Antarktika’ya geldiğimizin belgeleyen birer sertifika da dağıtıyor. Kaptan Aleksiy ile birlikte tur lideri olarak Mairana’nın
imzaladığı sertifikalar küçük bir törenle ve alkışlarla dağıtılıyor. Sertifikalar Antarktika’da ilk kez karaya çıktığımız dünün
tarihini taşıyor ama bugünün daha önemli bir özelliği var.
Ushuaia’ya gelirken okuduğumuz kitaplardan, öğrendiğimize göre bugün, Norveçli kâşif Amundsen’in Güney Kutup
noktasına ulaştığı 14 Aralık 1911 tarihinin 100. Yıldönümü. Amundsen kutupların keşfi için çabalayan isimlerin en
önemlisi. Güney Kutbu’nu rakibi İngiliz Scott’tan 34 gün önce keşfetmeyi başaran Amundsen Eskimo bir annenin oğlu.
Önce Kuzey Kutbu’nu keşfetmek için yola çıkar ama burasının kendinde önce keşfedildiğini öğrenince rotasını güneye
çevirir ve zorlu bir yolculuktan sonra amacına ulaşır. Güney Kutbu’nun keşfi Amundsen’e nasip olur ama Antarktika
kıtasının keşfinin şerefi, buraya 1840 yılında yelkenlisiyle gelen ABD’li Denizci Charles Wilkes’e ait. Aslında daha önce
gelenler de olmuş ama onlar buranın yeni bir kıta olduğunu fark etmemişler.
Sözün özü, bu gezi diğerlerine benzemiyor Antarktika çok farklı ve oldukça pahalı bir
rota, seyahat koşulları ağır ama bütçeleri uygun olanlar için mutlaka yaşanması
gereken bir deneyim olduğu da kesin…
ANKARA ÇĐĞDEMĐ (Sayı:15, Ocak 2012)
Tadı Damağımda
Erdem E NGĐN [email protected]
ATA TOPRAKLARINDAN
Bu tarifleri burada ne kadar denediysem de orada aldığım tadı alamadım. O topraklara henüz hormon uğramamış,
bundan olmalı. Ya da etleri, dağlarında yetişen tarif edilemez rayihalı otlarla marine ediyorlar, bilmiyorum. Yine de bir gün
uzaklarda, atalarımızın topraklarında ne yenir diye merak ederseniz deneyebilirsiniz. Hamur ve et ağırlıklı olan Kırgız
mutfağından, kolayına kaçıp, yapımı biraz daha kolay olan tarifleri seçtim.
Birinci tarifimiz Bişkek sokaklarından "Camcbı" böreği. (Samsı diye okuyoruz.) Bişkek’e adım atar atmaz hemen her köşe
başında satıldığını göreceksiniz "Samsı"nın, tıpkı bizim simidimiz gibi. Kiril alfabesi zaten ilk adımda ilginizi çekecektir,
her tabelayı okumaya çalışırken her köşe başında durup heceleyerek okuyacaksınız: camm-cııı. Be yin
algılayamayacak önce camında camcı yazan börekçiyi, “Camcı mı?” diyeceksiniz kendi kendinize. Bir süre sonra
alfabeyi sökerek mutlu olacak, tezgâh camındaki samsı yazısını gülümseyerek okuyacaksınız ve artık bundan sonra en
çok okuduğunuz kelime de bu olacak. Ve sokakta olmayı seven bir gezgin olarak eminim kendinizi tutamayıp bir saat
içinde tadına bakacaksınız.
Bişkek sokaklarının tadını evinize taşımak isterseniz eğer, bu çıtır böreğin önce iç malzemesini hazırlamalısınız. Minik
minik -satır kıyması gibi- doğranmış et, soğan, karabiber karıştırılarak (çiğden) bir köşede bekletilir. Aslında patatesli ve
sebzeli de olabilir iç malzemesi ama en çok tercih edileni etli olanı. Un, tu z, su karıştırılıp kulak memesi kıvamında bir
hamur elde edilir, merdaneyle hazır yufka çapında açılır, ü zerine erimiş tereyağı sürülür ve sonrasında elle çeke çeke çarşaf böreği gibi- biraz daha inceltilir. Kalın şeritler kesilip, iç malzemesi konarak muska böreği formunda -ya da
fotoğraftaki gibi bohça şeklinde- şekil verilerek fırında pişirilir, sıcak sıcak çıtır çıtır yenir.
İkinci tarifimiz Özbek pilavı. Aslında tüm restoranlardaki bin bir çeşit pilavın içinde Kırgızların pilavı beşparmak pilavıymış
ama yapımı biraz zahmetli gibi geldi bana. Özbek pilavı, orijinalinde Kırgızlara ait olmasa da Kırgızistan, Kazakistan,
Tacikistan başta olmak üzere bu bölgede çok popüler bir yemek. Renkli, sıcak, lezze tli… Teflon tencereye bir miktar
tereyağı konur, küçük doğranmış biraz yağlıca kuşbaşı etler ilave edilerek tencerenin kapağı kapatılır ve etler
yumuşayana kadar pişirilir. Soğan yemeklik doğranır, suyunu çekmiş ete ilave edilir. Daha sonra rendelenmiş havuç ilave
edilip kavurmaya devam edilir. Kişi sayısına göre önceden tuzlu sıcak suda bekletilmiş pirinç eklenip bir bardak pirince
bir buçuk bardak su hesabına göre su ilave edilir. (İstenirse kimyonla tatlandırılabilinir) Üzeri göz göz olunca ateşten
alınıp demlendirilir. Renkli renkli, sıcak sıcak servis yapılır…
Gez/Yaz _____________________________ Timur ÖZKAN [email protected]
GEZGİN GÖZÜYLE AFRİKA
Editör: Timur Özkan, 328 Sayfa, Alter Yayınları, 2012
37 gezgin yazarın ortak eseri “Gezgin Gözüyle Afrika” daha önce aynı
seriden yayımlanan “Rusya ve Kafkasya”, “Mısır ve Ortadoğu”, “Çin ve
Uzak Asya” ile ‘Hindistan ve Yakın Asya” adlı gezi kitaplarının devamı
niteliğinde. Önsözünü deneyimli bir gezgin ve gezi yazarı olan Faruk
Budak’un yazdığı kitapta; Afrika’nın 42 ülkesine ait 61 gezi yazısı yer
alıyor. “Gezgin Gözüyle Afrika”da, aralarında Fas, Tunus veya Güney
Afrika gibi çok ziyaret edilen ülkelerle birlikte kara kıtanın iç kesimlerinde
yer alan ve safari deyince ilk akla gelen Kenya Tanzanya, Namibya,
Botsvana gibi ülkeler çeşitli yönleriyle tanıtılırken yazarların başından
geçen ilginç gezi anılarına da yer veriliyor…
GEZGİN GÖZÜYLE HİNDİSTAN VE YAKIN ASYA
Editör: Timur Özkan, 320 Sayfa, Alter Yayınları, 2012
43 gezgin yazarın ortak eseri “Gezgin Gözüyle Hindistan ve Yakın Asya”;
Dünyanın en ilginç ülkelerinden Hindistan ile birlikte aralarında her
zaman popüler olan İran, Nepal, Bhutan Sri Lanka ve Maldivler gibi
ülkelerin de bulunduğu Uzak Asya’nın 15 ülkesine ait 60 gezi yazısından
oluşuyor. Editörlüğünü daha önce aynı seriden çıkan “Rusya ve
Kafkasya”, “Çin ve Uzak Asya” ile “Mısır ve Ortadoğu” adlı kitapları da
yayına hazırlayan Timur Özkan’ın yaptığı kitabın önsözünü Hindistan
konusunda uzman bir isim olan Zafer Bozkaya kaleme aldı. Kitapta
ayrıca Orta Asya’nın genç devletlerinden Kazakistan, Kırgızistan,
Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan ve Moğolistan ilk kez gezgin
gözüyle anlatılıyor.
6 KITADAN, Timur Özkan
272 Sayfa, Alter Yayınları, 2012
Dünyadan, Türkiye’den ve Ankara’dan gezi yazıları başlıklı üç bölümden
oluşan “6 Kıtadan” Timur Özkan’ın son gezi kitabı. Kore, Bhutan,
Hindistan gibi bazı Uzak Asya ülkeleriyle başlayan kitap; Ortadoğu’da
Ürdün, Lübnan, Suriye ve daha sonra Afrika’da Mısır yazılarıyla devam
ediyor., Avrupa’da Selanik’ten Slovenya’ya, ABD’de New York’tan New
Orleans’a uzanan rotalar boyunca birçok kentin anlatıldığı kitapta Güney
Amerika’dan da Rio de Janerio, Buenos Aires ve Santiago kentleri
tanıtılıyor. 6 Kıtadan’ın dünya yazıları Avustralya ile son bulurken, kitabın
ikinci bölümünde Türkiye’den, üçüncü ve son bölümünde ise Ankara ve
çevresinden gezi yazıları okunabilir. “Ankara’da Atatürk’e ev sahipliği
yapmış tarihi mekânlar” veya “Ankara’nın beşinci başkentliği” gibi
Ankara’ya ait gezi/araştırma yazıları arasında UNESCO Dünya Mirası
Listesi’ne Ankara’dan bir öneri de yer alıyor.
KARTPOSTALLARDAN
Necati KAZANCI [email protected]
TÜRK DEVRİ ÂLEM SEYYAHI
Gezgin dünyayı tanıma merakını yenemeyen midir? Geçmişte nasıl gezmişlerdi?
görüyoruz gezme arzusunu yenemeyen bir gezgini.
Sandıktan çıkan bir kartpostalda
Kartpostallar bir dönemin haberleşme aracı olmuştu. İletişimin kısıtlı olduğu dönemlerde bazı olaylar kartpostallara
yansımıştı. İlerleyen ve değişen haberleşme biçimleriyle, kartpostallar yavaş ya vaş yok oluyorlar. Haberleşmenin, bir
olayın topluma nasıl duyurulduğunu sandıktan çıkan kartpostal ile öğreniyoruz.
Yıl 1931
Dünyayı dolaşmaya girişmiş ‘Devri Alem Seyyahı’. 1930’ların zorlu koşullarında kalkışılan bu güç işi yapmaya çalışanın
adını kartpostalın üzerinden okuyoruz. Gezginimiz resimden anladığımız kadarıyla o günlerde pek kimsenin
kalkışamadığı cesaret ve birazda inatçılık ve tutku isteyen zor bir işi bisiklet ile yapacak. Müte vazı bir bisiklet, üniforma
benzeri bir kıyafet ve boyunda çapraz asılmış bir çanta ile görüntü vermiş muhtemelen kendi hazırlattığı kartpostalda.
Şapka ve gözlükle tamamlıyor gezgin giyimini.
Devri Alem Seyyahı
Kartpostalın arkasında ise gezginin hareket tarihi ile dünya çevresinde yapmayı düşündüğü ‘Tam bir devir’ niyeti
belirtilmiş. Bakın kartpostalın arka yü zünde neler demiş gezginimiz. O gün ki diline dokunmadan aktaralım;
‘Türk Devri alem seyyahı
Ey asri Türk; b u günedek bazı ecnebi seyyahlarının devri alem namı altında yaptıkları Avrupa gezintilerine mukabil dünya
üzerinde, tam bir devir icrası ve büyük bir rekor temini maksadile Türkiye namına zirde münderiç proğram mucib ince 515 Mayıs 1931 de İstanbuldan Garba müteveccihen hareket edeceğimi muhterem Türk ırkına tebliği vecib e bilir ve
takdimi ihtiramat eylerim, efendim.
Asil Türk; unutmaki b u rekorun temin edeceği şerefde sen de hissedarsın, ırkdaşına yapacağın ufak yardımınla ileride
büyük müşkülatın hudusuna mani olacaksın.
Yunanistan, Sırb istan, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Avusturya,Çekoslavakya, Almanya,Holanda, Belçika, İsviçre,
Fransa, İngiltere, İrlanda, Amerika, Japonya, Çin, Hindistan, Afganistan, Acemistan,Türkiye.
OSMAN SOUK KAN’
Devri Alem Seyyahı bu yolları yapabildi mi? Ne kadarını tamamladı? Kalanı şu anda bizler için meçhul. Ancak gezme
arzusunun yenilmezliğini koşullar ne olursa olsun 80 yıl önceki örnekte görmekteyiz.
Ankara Kütüphanesi
Timur ÖZKA N [email protected]
YALNIZLIK MEVSİMİ
“Bir Ankara Masalı”, Tolga Aydoğan
Postiga Yayınları (14x21) 428 Sayfa, 2010
Konusu Ankara’da geçen, popüler TV dizisininin senaristi Tolga Aydoğan’ın ilk romanı olan
Yalnızlık Mevsimi’nin de konusu Ankara’da geçiyor. Genç fotoğrafçılar Deniz ve Burak’ın aşk
öyküsünün arka planında, yazarlar Deniz’in annesi Melis ve Melis’in ilk aşkı Arda’nın ve de
Arda’nın romanlarının kahramanlarının aşkları içiçe anlatılıyor. Ankara’yı anlatma endişesi
taşımayan, sadece Ankara’yı mekan seçen “Bir Ankara Masalı” arada bir İstanbul’a, Eskişehir’e,
Ilgaz’a ve hatta yurtdışına da uzanıyor ama esas olarak DTCF’den AOÇ’ye, Kale’den Ankara
Garı’na, Kurtuluş’tan Ayrancı’ya Ankara’da yaşanıyor.
HER TEMAS BİR İZ BIRAKIR
“Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi”, Emrah Serbes
İletişim Yayınları (14x20) 296 Sayfa, 2006
Kızılay, Sakarya Caddesi, SSK İşhanı, Atakule, öğrenci evleri… ve Emniyet…
Cinayet Masası. Behzat Ç., “yeni müktesabata” uyum sağlayamamış, lambur lumbur, “dişli” bir
başkomiser. Müzik dinlemez, polis telsizi dinler. Kitap okumaz, gazeteye spor sayfasından başlar.
Herhangi bir siyasi görüşü yok. “İçimizden birnin” üçüncü sayfa haberlerine yansımış hali gibi, adı
bile tam değil. 1.Amatör’de duran toplara iyi vuran bir stoperken, topçuluğu bırakıp başkalarını
tekmelemeye başlamış. Mesela beş lira için kalbinden adam bıçaklayanları, on üç yaşımnda
kızlara tecavü ze eden, namus için en yakın akrabalarını vuranları… Kendi adalet anlayışı
bakımından sorun yok; “it, uğrsuz” kimdir, belli gibi görünüyor… Ama acaba öyle mi? Behzat Ç.’yi
ve onun adalet duygusunu da rahatsız eden işler olabiliyor bezen hayatta… At i zinin it izine karıştığı bir cinayet… Kim,
niye öldürsün bu kızı? Hem niye bu şekilde? Siyaset karışmış desek?.. Garip… Öğrenci alemine, başka alemlere, ama
asıl polis alemine dikiz atan, entrikası bereketli bir polisiye… (Arka kapaktan)
SANDVİÇ NESİL, Üç Kızkardeşin Anıları
Prof. Dr. Sibel Göksel, Rezzan Kellecioğlu, Bilgü Taşlıca
Kendi ya yınları (14x20) 136 Sayfa, 2011
Bu kitapta Cumhuriyetin ikinci kuşağından Ankaralı üç kızkardeşin çocukluğundan, ilk
gençliğinden bazı anılar , yorumlar var… Eski Ankara yaşantılarını, bazı önemli tarihi olayları,
Ankara Yenişehir gençliğini, yorumlarımızı ya zdık. Yurdumuza gelen bazı devlet adamlarını, bazı
meşhur kişileri bizzat gördüğümüzden söz ettik, bazı önemli kişilerin isimlerini andık. Çamaşır
leğeniyle otomatik arasında, daktilo ile bilsayar arasında, alaturka WC ile seramik WC arasında,
radyo ile renkli TV arasında en önemlisi de çocuklarımızla ana babamız arasında sıkışıp
kaldığımızdan, “SANDVİÇ NESİL” olduğumuzdan söz ettik. Bizim yaşımızdakilerin eski yaşam
koşullarını anlattık… Atatürk’ü bizzat gören, hayattaki son kişilerden olan ablam Rezzan, birçok
anıyı bi zden daha iyi hatırlıyor… (Arka kapaktan)
ANILARLA AİLEMİZ VE ANKARA, Nebahat Taşkın (Kınacı)
Yıldızlar Ya yıncılık (14x20) 480 Sayfa, 2011
Ankara’nın köklü ailelerinden Kınacızadelerin kızı tarafından kalem alınan “Anılarla Ailemiz ve
Ankara” adından da anlaşılacağı gibi Kınacızadelerin aile öyküsünden ve bir dönem Ankarasının
tanıklıklarından oluşuyor. “Anılara Başlarken”, “Çubukçular”, “Annemin Ailesi” ve “Benim Hayatım”
şeklindeki ana başlıklara ayrılan kitapta; mahalle çeşmesinde çamaşır yıkamak, Evliya Çelebi’nin
Ankara izlenimlerinden alıntılar, Seymenlik geleneği, kına gecesi, Atatürk’ün kaldığı konutlar, bazı
yemek tarifleri ve Ankaralıların kullandığı deyimlerden örnekler gibi çeşitli ilginç bölümler yer alıyor.
Bu yönleriyle bir anı kitabının ötesinde belgesel özelliği de taşıyan kitap ailenin soyağacı ve aile
albümünden bazı fotoğraflarla sona eriyor.
Ankara/Ankara ____________________________________________
Angara Efsanesi:
BAYKAL’IN KIZI ANGARA
Bilal Ak
“Türk Yurdu dergisinin Nisan 2002 tarihli Ankara özel sayısından”
Bilindiği gibi Ankara ve çevresinde 24 Oğuz boyu harman olmuştur. Ayaş ve çevresinde 929 yıldır Ayaş
Oymağı’na mensup Türkmenler yaşamakta ve atalarının Baykal Gölü kıyısından geldiklerini söylemektedirler.
Günümüzde Baykal Gölü etrafında ve Angara Havzası’nda yaşayanların kuş gibi uçuş şeklinde kollarını harekete
ettirerek seksek oynadıkları hareketli halk oyunun bugün de Ayaş ve Be ypazarı Ça ykuşu oyunu adıyla
oynanmaktadır. Nasip oldu, Ba ykal Gölü’nde, Angara Ha vzası’na gittim. Beni anayurdunuza hoş geldiniz,
anayurdunuzu unutmamışsınız diye karşıladılar. Bana Angara hakkında bilgi ve kitap verdiler. Bu bilgilerden
birisi Angara Efsanesi hakkında idi ve efsanenin adı Baykal’ın Kızı Angara idi.
Baykal’ın Kızı Angara efsanesine Türk Edebiyatı’nda hiç rastlamadık veya ben rastlamadım. Burada
anayurdumuza ait bir efsaneyi size armağan etmek istiyorum. Efsane şöyle ;
Eski zamanlarda Kudretli Baykal kibar ve müşfik idi. Kalbini biricik kızı Angara’ya vermişti. Gökyüzünün altında
onun güzelliğinin yerine geçecek hiçbir şey yoktu. Gündüz olduğunda parlaktı –gökyüzünden daha parlak-, gece
olduğunda koyu idi –bir fırtına bulutundan daha koyu-. Yanından geçen herkes ona hayret ediyordu ve onu
methediyordu. Durmadan uçuşarak dolaşan kuşlar; kazlar, leylekler, turnalar alçalarak en aşağılara iniyor,
başına üşüyorlar, fakat nadiren suya giriyorlardı. Onlar şöyle diyorlardı:
Kim aydınlık olanı karatmaya cesaret edebilir ki?
Yaşlı Ba ykal kızına kendi canından daha çok ihtimam gösteriyordu. Bir gün Baykal istirahata çekilmişken,
Angara kaçarak genç arkadaşı Yenisey’e gitti.
Baba, kabaran dalgaların sesi ve sıçrayan sularıyla büyük bir öfkeyle uyandı.Ateşten bir fırtna kotu, dağlar inledi,
ormanlar devrildi, gökler elemle siyaha döndü, hayvanlar korkuyla yeryüzünden kaçıştılar, balıklar en dibe
daldılar, kuşlar güneşe doğru çığlıklar attılar. Rüzgâr tek başına feryat ediyordu ve müşfik deniz köpürüyordu.
Güçlü Baykal bir dağa vurdu, bir yamacı kopardı ve kaçan kızının arkasından savurdu.
Kayalık güzel olanın tam boğazında yere kondu. Ma vi gözlü Angara ağlayarak ve nefesi kesilerek yalvardı:
Baba, beni affet ve bana bir damla su için izin ver, susuzluktan ölüyorum…
Baykal öfke ile bağırdı:
Sana, senin gözyaşlarından başka vereceğim hiçbir şey yok !...
Binlerce yıldır, yalnız ve gri Ba ykal kasvet ve uğursuzluğa gömülürken Angara’nın gözyaşları oradan Yenisey’e
doğru aktı. Baykal’ın kızının arkasından fırlattığı yanaç insanlar arasında Şaman Kayalığı adını aldı. Orada
Baykal’a zengin hediyeler sunuldu. Daha sonra halk arasında şöyle söylenmeye başlandı: “Eğer Baykal
kızdırılırsa Şaman Dağı’nı yırtar, su dışarı taşar ve dünyayı sel alır.
İlginizi çektiğini ve hoşlandığınızı biliyorum. Baykal Gölü kenarında bir demet ot, Selenge Irmağı’ndan üç parça
taş, fotoğraflar ve Angara’dan Baykal’ın Kızı Angara efsanesini getirdim. Otlar ve taşları evimde zevkle, kutsal bir
emanet gibis aklıyorum. Angara efsanesini ise sizlere armağan ediyorum; dilden dile dolaşsın, beyinlerde,
yüreklerde yer bulsun diye.
Atatürk’ün de katıldığı bilinen bir görüşe göre; Ankara adının
kökeni olan Angara Nehri’nin Baykal’ Gölü’nden ayrıldığı yer
(Sibirya, 2010) Fotoğraf: Timur Özkan
Dizelerden
ANKARA MARŞI
Ankara, Ankara, güzel Ankara,
Seni görmek ister her bahtı kara.
Senden yardım ister her düşen dara,
Yetersin onlara güzel Ankara.
Burcuna göz diken, dik başlar insin,
Türk gücü orada her zoru yensin,
Yoktan var edilmiş ilk şehir sensin,
Varolsun toprağın, taşın Ankara.
Halil Bedii Yönetken
Fotoğraf: Hakan Kildokum

Benzer belgeler

Antarktika - Bilim Teknik

Antarktika - Bilim Teknik değilim. Birkaç gruba üyeydim ama kısır tartışmalardan sıkıldım, kişisel tatminin paylaşmanın ötesine geçtiğini gördüm ve bu gruplardan çıktım. Ankaralı Gezginlerle bir kitapçının rafında tanıştım....

Detaylı