Sofrada atal-B ak Kullan m Yahut Osmanl Sofra d b n

Transkript

Sofrada atal-B ak Kullan m Yahut Osmanl Sofra d b n
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Yayınları
KÜLTÜRÜMÜZDE
″ÂDÂB-I MUÂŞERET"
Yayına Hazırlayan
Prof. Dr. Azmi ÖZCAN
BİLECİK - 2015
Kültürümüzde "Âdâb-ı Muâşeret"
27
SOFRADA ÇATAL-BIÇAK KULLANIMI YAHUT
OSMANLI SOFRA ÂDÂBININ DEĞİŞİMİ
Fatih BOZKURT
Kıymetli Hazirûn, tebliğimde 18. yüzyılın ikinci yarısından 19.
yüzyılın ikinci yarısına uzanan süreçte Osmanlı âdâb-ı muâşeretindeki
değişimi beslenme kültürü çerçevesinde ele alacağım. Konu bu haliyle
oldukça geniş ve kapsamlı olduğundan, tebliğin kapsamına geniş Osmanlı
coğrafyası değil başkent İstanbul, beslenme kültürüne ilişkin tüm görgü
kuralları değil sadece sofrada bireysel çatal-bıçak kullanımı girmektedir.
Çalışmanın temel kaynağını tereke defterleri oluşturmaktadır.1
Ölen kişilerin vârislerine terk ettiği her türlü mal, eşya ve diğer şahsî
mülklerinin dökümünü içeren, terekeden çeşitli masraflar düşüldükten
sonra kalan metrukâtın mirasçılar arasında İslâm Miras Hukuku’na göre
taksimini gösteren tereke defterleri, Osmanlı sosyal tarih araştırmalarında
önemli bir kaynak koleksiyonunu meydana getirmektedir. Araştırmacıların tereke defterlerine ilgisi son dönemde artmış olup maddi kültür
çalışmaları başlığı altında toplanabilecek yayınlar da ortaya çıkmaya
başlamıştır. Ulema sınıfından ya da diğer yönetici kesimlerden seçkin bir
Osmanlıya ait tereke defterine dayalı çalışmalar bu yayınların önemli bir

Yrd. Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.
Bu çalışmanın esas kaynağı “Tereke Defterleri ve Osmanlı Maddî Kültüründe Değişim
(1785-1875 İstanbul Örneği)” başlıklı Sakarya Üniversitesi’nde 2011 yılında tamamlanan
doktora tezidir.
1
28
Kültürümüzde "Âdâb-ı Muâşeret"
kısmını teşkil etmektedir. Daha az sayıdaki inceleme ise, örneklem sayısı
ve çeşidi bakımından toplumun farklı kesimlerini ele almayı ve daha
güvenilir verilere ulaşmayı hedeflemektedir.2 1785-1875 yılları arasında
tutulmuş İstanbul ve bilâd-ı selâse tabir olunan Galata, Eyüp ve Üsküdar
kadılıklarına ait şer‘iyye sicillerindeki tereke defterlerindeki verilere dayalı
bu tebliğde Osmanlı başkentinde yaşayan farklı toplumsal çevrelerin
alafranga sofra âdâbına eğilimleri incelenmektedir.
19. yüzyıl dünya genelinde değişim yüzyılı olarak kabul
edilmektedir. Ekonomiden siyasete, kültürden idarî kurumlara toplum ve
devletlerin hayatlarını derinden etkileyecek dönüşümler farklı coğrafyalarda bu dönemde, özellikle yüzyılın ikinci yarısında, yaşanmaya başlamıştır.
Westernization ya da Türkçe karşılığı olarak batılılaşma kavramı, Osmanlı
toplumu için olduğu kadar Çin, Japon İran, Rus ve diğer milletlerin
yaşadığı değişim ve dönüşümleri ifade etmek üzere de kullanılmaktadır.
Bu çalışma, Osmanlı toplumsal değişimini beslenmeyle ilgili kimi maddi
kültür araçları üzerinden incelemekte, asırlardır devam etmiş köklü sofra
âdâbının yerini Batı tarzı sofra düzenine bırakmasına sofrada çatal-bıçak
kullanım alışkanlığı çerçevesinde odaklanmaktadır.
Başkent İstanbul hanelerinin sofralarına çatal-bıçak ikilisinin
girişi, beslenme kültüründe yaşanacak radikal bir değişimi temsil
ediyordu. Geleneksel olandan modern (Avrupaî) olana, diğer bir ifadeyle,
19. yüzyılda Osmanlı ülkesinde yaygınlaşan ifade tarzıyla, alaturkadan
alafrangaya geçişi sofra âdâbı bağlamında temsil eden diğer uygulamalarla
kıyaslandığında (yemek masası, yemek odası, sofrada bireysel tüketim vb.)
çatal-bıçak kullanımı gerek kronolojik olarak ilk sırada yer alması
bakımından gerekse diğer değişikliklerin belli ölçüde öncüsü/hazırlayıcısı
olması bakımından önem arz etmektedir.3
Tereke çalışmaları hakkında bkz. Bozkurt, a.g.t., s. 33 vd.
19. yüzyıl Osmanlı beslenme kültürü ve yaşanan değişim için bkz. Özge Samancı, “La
Culture Culinaire d’Istanbul au XIXe Siècle: I’amilentation, les techniques culinaires et
les manières de table”, Doktora Tezi, EHESS (Ecole des Hautes Etudes en Sciences
Sociales), 1999; aynı yazar, 19. Yüzyılın İkinci Yarısında Osmanlı Elitinin Yeme-İçme
2
3
Kültürümüzde "Âdâb-ı Muâşeret"
29
Alafranga beslenme kültürünün önemli araçları olan çatal-bıçak4
ikilisinin Osmanlıların gündelik hayatlarında ne zaman görülmeye başlandığı, hangi süreçte yaygınlaştığı, bu eşyalara sahip olma eğilimleri
bakımından başkent toplumunun çeşitli kesimleri arasında bir farklılık ya
da benzerlik olup olmadığı, alafranga sofra düzeninin önemli bir başlık
olarak yer aldığı âdâb-ı muâşeret kitaplarının basım tarihi ile çatal-bıçak
kullanımının toplumda yaygınlaşması arasında nasıl bir ilişki kurulabileceğine dair sorular, bu tebliğin çerçevesini belirlemektedir.5 Bu önemli
sorulara, bir tebliğ metninin imkân verdiği ölçüde yanıtlar aranacaktır.
Osmanlıların nazarında Frenklere özgü, onların sofra kültürünün
önemli bir unsuru olarak telakki edilen çatal-bıçak kullanımının tarihi için
farklı bilgiler söz konusudur. İlk olarak Avrupa mutfağında göründüğü
kabul edilen çatalın tarihini Bizans dönemine götüren kaynaklar olduğu
gibi İtalya’da makarna tüketilen bölgelerde ortaya çıktığını iddia eden
araştırmalar da vardır. Başlangıcı için farklı tarihler söz konusu olsa da
Alışkanlıkları”, Soframız Nur Hanemiz Mamur: Osmanlı Maddi Kültüründe Yemek ve Barınak,
Suraiya Faroqhi ve Christop K. Neumann (eds.), İstanbul, 2006, s. 185-207; aynı yazar,
“Osmanlı Kültüründe Değişen Sofra Âdâbı: Alaturka-Alfranga İkilemi”, Toplumsal Tarih,
2013, sy. 231, s. 81-87. 19. yüzyıl Osmanlı âdâb-ı muâşereti hakkında bkz. Fatma Tunç
Yaşar, “Geç Dönem Osmanlı Âdâb-ı Muâşeret Kitaplarında Sofra Âdâbı”, Akademik
Araştırmalar Dergisi, 2013, sy. 58, s. 157-176; aynı yazar, “Geç Dönem Osmanlı Âdâb-ı
Mu’âşeret Literatürü”, Toplumsal Tarih, 2013, sy. 231, s. 52-59.
4 Tereke sahiplerinin geride bıraktığı eşyaların dökümü verilirken bunların kaydında belli
usul ve eğilimlerin olduğu fark edilmektedir. Çok kesin yahut katı bir uygulama
olmamakla birlikte eşyalar kullanım yeri, işlevi, çeşitli özelliklerine göre gruplandırılarak
kaydedilmektedir. Örneğin, oda takımları çoğunlukla kendi içinde bir ya da (duruma
göre) daha çok eşya öbeği oluşturacak şekilde yer almaktadır. Çatal ve bıçağın yer aldığı
kimi tereke defterlerinde bu ikisi yanlarına kaşığı da alarak üçlü grup meydana
getirebilmektedir. Ancak kaşık Osmanlıların sofrada asırlardır kullandığı geleneksel bir
eşya olduğundan ve kaşık kullanımının alafranga sofra kültürünün araçları olan çatal ve
bıçak kullanımından tamamen farklı bir kültürü temsil ettiğinden, çatal-bıçak ikilisi tabiri
tercih edilmiştir.
5 Bu soruların her biri önemlidir ve müstakil çalışmalara konu olacak nitelikteki bu
soruların her biri şüphesiz bir tebliğ metninin kapsamını fazlasıyla aşmaktadır.
Tamamlanmış bir doktora çalışmasının verileri söz konusu olmasa idi, bu sorulara
kısmen de olsa yanıt vermek mümkün olmazdı. Kaldı ki, bu haliyle dahi çalışma bazı
eksiklikleri içinde barındırmakta ve alana mütevazı bir katkı sunmayı amaçlamaktadır.
30
Kültürümüzde "Âdâb-ı Muâşeret"
çatalın Batılı toplumlarda yaygınlaşmasının 18. yüzyılda gerçekleştiği
konusunda kaynaklar büyük ölçüde hemfikirdir.6 Dolayısıyla çatalın
gerçek anlamda, sofrada yaygın kullanımı bakımından, Avrupalılar için de
çok kadim bir sofra aracı olmadığı belirtilmelidir. Braudel’e göre 16.
yüzyılda ortaya çıkmıştır, yaygınlaşması zaman alacaktır. İngiltere’de
17. yüzyılın ikinci yarısında çatal biliniyor olmakla birlikte, sofrada yaygın
kullanımı için 18. yüzyılın ilk yarısını beklemek gerekecektir.7
Miras paylaşımı mahkeme marifetiyle gerçekleştirilmiş İstanbulluların tereke defterlerinde çatala ilk defa 18. yüzyılın ortalarına ait
kayıtlarda rastlanmaktadır. 1749 yılında tutulmuş iki tereke kaydına göre
çatal sahibi olanların ikisi de başkentin nispeten varlıklı gayrimüslim
kesimindendir. İlki, keresteci esnafından ve Mirahor Mahallesi sakinlerinden Yorgi veled-i Luka’dır. Terekesindeki çatal, “sîm çatal bıçak”
şeklinde kaydedilmiştir.8 Osmanlı toplumu için erken tarihte çatal sahibi
olmuş ikinci kişi ise bir hanımdır. Caferağa Mahallesi’nde otururken ölen
Despina bint-i Yani’ye ait tereke defterinde çatal, “sîm kaşık çatal”
şeklinde karşımıza çıkmaktadır.9 İki Rum hanesinde çatal ve bıçağın ne
kadar sık kullanıldığını yahut aile bireylerinin alafranga sofra kültürüne ne
düzeyde uyum sağladıklarını belirlemek zor olsa da bu eşyaların gündelik
sofralarda tercih edilmediğini düşünebiliriz. Muhtemel ki bu Rum kadın
ve erkek, gümüş alafranga sofra takımlarını misafirleri geldiği zaman
çıkarıyorlar, böylece gayet Avrupaî bir sofra kurduklarını düşünüyorlardı.
Yaklaşık olarak aynı tarihlerde İstanbul’da bulunmuş olan Baron de
Tott’un aktardıkları bu varsayımı destekleyen gözlemler içermektedir.
Baron de Tott, baş tercümanın karısının verdiği ziyafeti anlatırken
Giovanni Rebora, Çatal Kültürü: Avrupa Mutfağının Kısa Tarihi, çev. Çağla Şeker,
İstanbul, 2003, s. 24-27; Fernand Braudel, Maddi Uygarlık Ekonomi ve Kapitalizm XVXVIII. Yüzyıllar, Cilt I: Gündelik Hayatın Yapıları, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Ankara,
1993, s. 173-174.
7 Lorna Weatherill, Consumer Behaviour and Material Culture in Britain 1660-1760, London,
1996, s. 28, 153, 206.
8 İstanbul Kadılığı Mülga Beledî Kassamlığı Sicilleri, no. 61, vr. 4b.
9 İstanbul Kadılığı Mülga Beledî Kassamlığı Sicilleri, no. 61, vr. 25a.
6
Kültürümüzde "Âdâb-ı Muâşeret"
31
Rumların Osmanlı adetlerini kabullendiklerini fakat onlardan farklı
olmaya da çalıştıklarını, bu amaçla sofra düzenlerini Avrupaî tarzda değiştirmeye gayret ettiklerini belirtmektedir. Osmanlı Rumlarının Avrupalılara
benzemeye çalışırken gülünç duruma düştüklerine aktaran yazar, bir Rum
kadının zeytini tabaktan çatalla almak yerine eliyle alıp çatala saplamasını
bu duruma örnek olarak zikretmektedir.10
Tarihî kaynaklar, Osmanlı toplumunda Avrupaî tarzda sofra
araçlarına ilginin kabaca 18. yüzyılın ortalarında gayrimüslimler arasında
başladığını göstermektedir. İlk tanışanlar acemice kullanıyor, sadece özel
günlerde sofralarında yer veriyor olmalıdırlar. Bu kişilerin sayısının 1750’li
yıllarda son derece küçük bir grubu meydana getirdiği ve çoğu örnekte
bu kişilerin ancak bir ya da birkaç adet çatala sahip oldukları da
belirtilmelidir. Sofrada bireysel kullanılan çatal ve bıçaklar hakkındaki
gerek sayısal veriler gerekse kullanım tarzı alafranga sofra düzeninin
İstanbul hanelerine girişi hakkında fikir vermektedir.
Çatal merakının bu dönemde İstanbullu gayrimüslimlerle sınırlı
kalmadığı, Bursa’dakileri de kapsadığı anlaşılmaktadır. Zengin bir
gayrimüslim olan Sogomon veled-i Bedros, diğer birçok Avrupaî mutfak
eşyası yanında “bıçak ve çatal” takımına sahipken 1797 yılında ölmüştür. 11
Bursa Ermenilerinin Karabaşı olan Kivirk veled-i Avaseb veled-i
Allahverdi isimli rahibin 11 Mayıs 1756 tarihli tereke kaydında gümüş
sofra takımları arasında kaşık ve çatalın bulunması ise, başkent dışında
yaşayan gayrimüslim Osmanlıların erken tarihlerden itibaren Batı tarzı
sofra adabına ilgi duyduğuna işaret ettiği gibi, Hıristiyan Osmanlıların bu
yeni alışkanlığı edinmesinde dinî açıdan önemli bir engelle karşılaşmadıklarını da göstermektedir.12
Baron de Tott, Türkler ve Tatarlara Dâir Hatıralar, çev. Mehmet Reşat Uzmen,
İstanbul, t.y., s. 56.
11 Bursa Şer‘iyye Sicilleri, no. B229, vr. 3a.
10
Rahibin “simli kaşık ve çatal”ının değeri 200 akçe iken “sim tabak”ı 400 akçe, 4 adet
“simli fincan zarfı” ise 1.000 akçe kıymetinde idi. Ayrıca, bu rahibin ve muhtemelen
12
32
Kültürümüzde "Âdâb-ı Muâşeret"
Gayrimüslim Osmanlıların bu yeni sofra aracına ilgisi, zamanla
artacak, çatal kullanma alışkanlığı bu kesim arasında misafir sofralarıyla
sınırlı kalmayan bir hal alacak, gündelik hayatın bir parçası haline
gelecektir. 1785-1875 yıllarını kapsayan Müslüman ve gayrimüslim
İstanbullulara ait yaklaşık 800 tereke defterinden elde edilen bilgiler13, bir
taraftan yönetici sınıfından olanları da dâhil farklı toplumsal tabakalardan
gelen Müslüman nüfusun 19. yüzyılın ortalarına kadar çatala sofralarında
yer açmadıklarını gösterirken diğer taraftan çatal sahibi gayrimüslimlerin
sayısal çokluğunu ortaya çıkarmaktadır. Sayısal verilerin ortaya koyduğu
bir diğer önemli gerçek de, kişi başına düşen çatal sayısının incelenen
süreç boyunca büyük oranda arttığıdır.
Gayrimüslimlerin aksine Müslümanların çatalı kolay benimsemedikleri anlaşılmaktadır. Müslümanlar bu yeni gerece hem sahip olma hem
de kullanma bağlamında direnmişlerdir. Çatal İstanbullu Müslümanların
terekelerinde 19. yüzyılın ortalarına doğru görünmeye başlamıştır. 7
Temmuz 1844 tarihli tereke kaydına göre, arkasında mirasçı bırakmadan
vefât eden Mehmed Bey, seçilen örneklem grubu bağlamında
Müslümanlar arasında çatal-bıçak takımına sahip ilk kişidir.14 Sonraki
yirmi yıl içinde Mehmed Bey gibi askerî sınıftan fakat ulemadan olmayan
başkentin üst tabakasına mensup Müslümanlar arasında alafranga sofra
âdâbını benimseyenlerin sayısı artacaktır. Ancak çatal-bıçak sahibi Müslübaşka şehirdeki diğer Ermeni rahiplerin terekesini kabzetme yetkisinin, padişahın
iradesiyle Ermeni Patrik’ine bırakılmış olduğunu da tereke kaydından öğreniyoruz:
“Medine-i Burusa’da vakîʻ Ermeniyân taifesinin Karabaşları olub bundan akdem halik olan Kivirk
veled-i Avaseb veled-i Allahverdi nam rahibin terekesini mirî içün ahz u kabza ba-hatt-ı hümâyûn-ı
şevket-makrûn me’mur olan Ermeniyân Patriği Agob….” . İlgili tereke kaydı için bkz. Bursa
Şer‘iyye Sicilleri, no.B174, vr.58b (12 Ş 1169).
13 Tereke listelerindeki çatallara ilişkin sayısal veriler için bkz. Bozkurt, a.g.t., s. 358-359.
14 Herhangi bir devlet görevi zikredilmemiş olan Mehmed Bey’in babası Mustafa
Paşa’dır. Tereke listesinde 16’sı gümüş 17 çatalla birlikte 18 adet bıçak da kayıtlıdır.
Öldüğünde 2 kanepe, 4 koltuk, 5 masa ve 21 sandalyeden oluşan alafranga mobilyaların
da sahibi olan Mehmed Bey, başkentin Müslüman elitleri arasında alafranga yaşam
tarzını bütün unsurlarıyla benimsemiş ilk örnek olarak dikkat çekmektedir (Beytülmal
Kassamlığı Şer‘iyye Sicilleri, no. 8, vr. 62b-64a).
Kültürümüzde "Âdâb-ı Muâşeret"
33
man bireylerin sayısı hâlâ oldukça azdır. Hicri 1280 dönemi (1863-1864)
kayıtları, kalemiye ve seyfiyeden sadece üç tereke sahibinin çatal-bıçak
takımını edindiğini bildirmektedir.15 Müslüman unsurların batılı tarzda
yemek yeme kültürüne karşı dirençlerinin aşılmakta olduğunu on yıl
sonraki terekelerden okumak mümkündür. İlmiye sınıfı dışındaki askerî
elitlerin çoğunluğu teşkil ettiği çatal-bıçak sahibi on iki tereke sahibi
arasında az da olsa varlıklı reaya statüsünde kişiler de vardı.
Osmanlı başkentinde çatalın tarihini inceleme imkânı veren tereke
defterleri, çatalın İstanbul sofralarında yer alış süreciyle ilgili, başkent
nüfusunu meydana getiren toplumsal kesimlere göre değişen tarihsel
dönemleri tespit etme imkânı vermektedir. Başkent toplumunun nüfus
olarak önemli bir kısmını meydana getiren Hıristiyanların çatala, dolayısıyla alafranga sofra kültürüne, oldukça erken bir tarihte ilgi göstermeye
başladıkları görülmektedir.
Reaya statüsündeki Müslümanların terekelerini de dikkate aldığımızda bu döneme ait
toplam 77 örneklem içinde sadece üç kişinin bu tarz eşyalara sahip olması,
Müslümanların Batı medeniyetinin yemekle ilgili maddî kültür araçlarına olumlu
bakmadıklarına delalet etmektedir. Çatal-bıçak sahibi üç kişi ise babası paşa olan
Mekteb-i Harbiye öğrencisi es-Seyyid Ahmet Atika Bey, Dahiliye Nezâreti kâtiplerinden
Abdürrezzak Bahir Efendi ve ferik rütbesine ulaşmış es-Seyyid Ahmed Paşa’dır. Bu
kişilerin terekeleri için sırasıyla bkz. Kısmet-i Askeriyye Mahkemesi Şer‘iyye Sicilleri,
no.1785, vr.35b-36b; no.1779, vr.30ab; no.1790, vr.11ab.
15
34
Kültürümüzde "Âdâb-ı Muâşeret"
Dolmabahçe Sarayı’ndan Alafranga Sofra Takımları (19. Yüzyılın İkinci Yarısı)
Avrupa sofra âdâbının önemli bir parçası olacak sofrada bireysel
çatal-bıçak kullanımının Batı ülkelerinde yaygınlaştığı dönemde Osmanlı
Hıristiyanları bu yeni eşyaya yavaş yavaş sahip olmaya başlamışlardır.
Benzer eğilim Müslümanlar arasında yaklaşık bir asır sonra ortaya
çıkacaktır. Müslüman kesimde geleneksel sofra kültürünü devam ettirme
eğilimi Hıristiyanlara nazaran çok kuvvetli olmuştur. Çatal mevzuunu
reaya-askerî, zengin-fakir, kadın-erkek vb. toplumsal kategorilere göre ele
aldığımızda da İstanbullu Müslümanların tavrında bir farklılık
gözlemlenmemektedir. Müslüman çevrelerde alafranga sofra kültürüne
karşı direncin en önemli göstergelerinden biri de saraylı seçkinlerin dahi
gayrimüslimlere nazaran oldukça geç bir tarihte çatal-bıçak takımlarına
ilgi göstermiş olmalarıdır.16
II. Mahmud’u ve dönemini saraylılar bağlamında çatal ve bıçağın Müslüman
Osmanlılar tarafından kullanılmaya başlamasının başlangıcı olarak belirleyebiliriz. Saraylılara ait sayı ve içerik bakımından zengin defter ve evrak koleksiyonları incelendiğinde
ancak istisna kabul edilebilecek örnekler dışında II. Mahmud devrine kadar sofrada
kullanılan çatal-bıçak ikilisine rastlanılmıyor. II. Mahmud’un sofrada alafranga tarzı
benimsediği bilinmektedir, bunun en önemli delilleri olarak değerlendirilebilecek toplu
16
Kültürümüzde "Âdâb-ı Muâşeret"
35
Resmî vesikalardan seyyah anlatılarına, minyatürlerden müze
malzemelerine kadar çeşitli kaynaklar Osmanlı toplumunun geleneksel
sofra düzenini ayrıntılı şekilde tarifini mümkün kılmaktadır. En alta
serilen sofra örtüsü, örtünün ortasında sofra altlığı olarak tanımlayabileceğimiz taam iskemlesi, iskemlenin üzerine yerleştirilen sini, sofraya
oturan kişilerin altlarına aldıkları taam minderleri asırlarca varlığını korumuş
geleneksel Osmanlı sofrasının kurulurken ilk olarak temin edilmesi
gereken maddî kültür araçlarını meydana getirmektedir. Sofrada herkes
ortak kaptan yemek yer; bireysel kullanımın söz konusu olduğu az
sayıdaki eşyanın başında kaşıklar gelmektedir. Alafranga sofra düzeni ise
yüksek ve oldukça büyük bir masayı, kişi sayısı kadar sandalyeyi, kaşıklara
ilaveten bireysel kullanılacak çatal ve bıçakları, yemek masasındaki her
kişi için özel tabakları ve diğer sofra takımlarını gerektirmektedir.
Osmanlılar ile Avrupalıların sofra kültürleri birbirinden tamamen farklıdır. Sofra düzeninden oturma biçimine, sofra takımlarından söz konusu
araçların kullanım tarzına, tüketilen gıda maddelerinden yemek esnasındaki davranış kalıplarına kadar iki kültür arasında derin ve köklü
farklılıklar vardır. Dolayısıyla alaturkadan alafrangaya geçişin kolay
olmadığı, belli bir tarihsel süreçte gerçekleştiği ve özellikle Müslüman
kesimin ciddi bir direnç gösterdiği vurgulanmalıdır.
Osmanlı toplumunda alafranga sofra düzenine geçişte yaşanan
zorlukların başında, daha önce kullanmadıkları, yabancısı oldukları yeni
sofra takımlarının nasıl kullanılacağı meselesi gelmektedir. 19. yüzyılda
kaleme alınan, Osmanlı toplumuna Avrupaî/alafranga yaşam tarzının
görgü kurallarını anlatan ve nispeten zengin bir literatür tanımlamasını
hak eden âdâb-ı muâşeret kitaplarında ele alınan önemli konuların başında
sofrada uyulması gereken görgü kuralları gelmektedir.17
halde ve çok sayıda alafranga sofra takımı siparişlerini içeren iki belgenin padişahlığının
son dönemlerine ait olduğu da belirtilmelidir. Muhtemelen Osmanlı sarayında dahi
alafranga sofra düzeninin bireysel örnekleri aşan, nispeten yaygın bir özellik kazanması
için 19. yüzyılın ortalarını ya da ikinci yarısını beklemek gerekecektir. Konu hakkında
bkz. Bozkurt, a.g.t., s. 345.
17 Söz konusu literatür hakkında bkz. Fatma Tunç Yaşar, “Geç Dönem Osmanlı Âdâb-ı
Muâşeret Kitaplarında Sofra Âdâbı”, Akademik Araştırmalar Dergisi, 2013, sy. 58, s. 157176; aynı yazar, “Geç Dönem Osmanlı Âdâb-ı Mu’âşeret Literatürü”, Toplumsal Tarih,
36
Kültürümüzde "Âdâb-ı Muâşeret"
Geleneksel Osmanlı Sofrası: Levni’nin fırçasından Sultan III. Ahmed’in
şehzadelerinin sünnet düğününde devlet ricaline verilen ziyafet (Sûrnâme-i Vehbi’den
aktaran Atıl, 1999:172)
Alafranga sofra âdâbının önemli başlıklarından biri de çatal ve
bıçağın nasıl kullanılacağına ilişkindir. Bu tebliğde son olarak, alafranga
âdâb-ı muâşeret kitaplarının yayınlandığı dönem ile Osmanlıların
alafranga yaşam tarzını üretecek maddî kültür araçlarına sahip oldukları
dönemin karşılaştırılması konusu üzerinde durulacaktır.
2013, sy. 231, s. 52-59.
Kültürümüzde "Âdâb-ı Muâşeret"
37
Alafranga Sofra: Beylerbeyi Sarayı'nda Prens Napolyon onuruna verilen ziyafet (1854)
İki âdâb-ı muâşeret kitabı üzerinden karşılaştırma ve
değerlendirme yapılacaktır. Bunlardan ilki 1819 yılında yayınlanan ve
Karamanlı Hıristiyan çocuklara terbiye ve görgü kurallarını öğretmeye
yönelik, Yunancadan Karamanlıcaya çevrilerek yayınlanan Sabilere Fazilet
Kılavuzu başlıklı âdâb-ı muâşeret kitabıdır.18 İkincisi ise, Müslüman
Osmanlı okuyucusu için kaleme alınmış ilk kitaplardan olma özelliğine
sahip Ahmed Midhat Efendi’nin 1894 yılında yayınlanan Avrupa Âdâb-ı
Muâşereti Yahud Alafranga başlıklı kitabıdır. İstanbullu gayrimüslimlerin
tereke kayıtlarından hareketle, 1820’li yıllara gelindiğinde bu kesim
arasında çatal-bıçak sahibi olanların oranı oldukça artmış, %20 düzeylerine ulaşmıştı. Tereke defterlerinin bireysel bir envanter olduğu,
herhangi bir hanedeki toplam eşyayı içermediği, dolayısıyla bu oranın
gerçekte daha fazla olabileceği belirtilmelidir. Bundan başka, terekelerden
elde edilen verilere göre, 18. yüzyılın ikinci yarısında çatal-bıçak ikilisine
sahip olanlar çoğunlukla bir ya da birkaç çatal-bıçağı varislerine miras
1819 yılında İstanbul’da basılan kitap her ne kadar çocuklar için düşünülmüş olsa da
yayınlandığı dönemin Rum milletinin maddî kültürü hakkında da bilgi vermektedir.
Kılavuzun sofra âdâbıyla ilgili kısmında yemek yerken çatal, bıçak ve kaşığın nasıl
kullanılacağı ayrıntılı tarif edilmiştir. Söz konusu kitap için bkz. Marianna Yerasimos,
“Karamanlıca Sofra Adab-ı Muaşereti”, Yemek ve Kültür, 2010, sy. 19, s. 96-101.
18
38
Kültürümüzde "Âdâb-ı Muâşeret"
bırakmışken, 19. yüzyılın ilk çeyreğinde kişi başına düşen çatal-bıçak
sayısı yemek masasında yer alacak tüm hane üyelerine ya da misafirlere
yetecek sayıya ulaşmaya başlayacaktır. Dolayısıyla Sabilere Fazilet Kılavuzu
için yayınlandığı dönemde, en azından sofra kültürü bakımından toplumsal karşılığı olan bir eser değerlendirmesi yapılabilir. Sabilere Fazilet
Kılavuzu ile Ahmed Midhat Efendi’nin eseri arasında yaklaşık üç çeyrek
asırlık bir zaman farkı vardır. Bu zaman farkı, aynı zamanda Müslüman
Osmanlıların alafranga sofra takımlarına ilgisinin başlangıcı ile
gayrimüslimlerinki arasındaki dönemsel farklılığı da yaklaşık olarak
göstermektedir. Karamanlıca kitaba benzer şekilde Avrupa Âdâb-ı
Muâşereti Yahud Alafranga kitabı için de Osmanlı toplumunun Müslüman
kesiminde toplumsal bir karşılığının olduğu tarihte yayınlandığı
düşünülebilir. Müslüman terekelerine göre, İstanbul’da 1840’lı yıllar
alafranga yaşam tarzına ait eşyaların Müslüman hanelerine girişi
bakımından kritik bir eşiği temsil ediyordu. Gayrimüslim hanelerinin
aksine önceki dönemde sınırlı sayıda ve çeşitteki Batılı eşyanın varlığına
karşılık, bu yıllar gerek eşya sayısı ve çeşitliliği gerekse Müslüman
toplumun farklı kesimlerinden insanların yaşadığı haneler bakımından
alafranga yaşam tarzının yer edinmeye başladığı kritik bir dönem olarak
görünmektedir. Alafranga yemek kültürü de bu toplumsal değişimin
önemli bir alanıdır. Sofrada bireysel kullanılan çatal-bıçak takımlarına
sahip Müslüman Osmanlıların ilk tereke örnekleriyle 1840’lı yıllarda
karşılaşıyoruz. 1870’li yıllara gelindiğinde başkentin seçkin çevrelerinde
alafranga sofra araçları belli bir yaygınlığa erişmişti. Reayanın varlıklı
kesiminde sayıları az da olsa çatal-bıçak edinmiş örnekler de ortaya
çıkmıştı. Başkentin toplumsal hayatında yaşanan Batılılaşmasının izlerine
ve tarihsel gelişimine baktığımızda sonraki 25-30 yılda, Ahmed Midhat
Efendi’nin âdâb-ı muâşeret kitabı yayınlandığı dönemde, sofrada çatalbıçak kullanan Müslümanların sayısında önemli bir artış olacağı tahmin
edilebilir.