Dünyayı aydınlatan güneş - Türk Parlamenterler Birliği
Transkript
Dünyayı aydınlatan güneş - Türk Parlamenterler Birliği
Parlamento TPB Hakimiyet Milletindir Aralık 2014 Sayı: 20 Ayl ı k sürel i yay ı n Milletvekillerinden Dünya İnsan Hakları Günü değerlendirmesi 5 Aralık 1934 Kadınlar siyaset sahnesinde Gümrük ve Ticaret Bakanı Nurettin Canikli: Gümrük kapılarımızı her yönüyle yeniliyoruz Dünyayı aydınlatan güneş MEVLÂNA ISSN 2147-6616 9 772147 661000 20 TPB Aralık 2014 Sayı: 20 Fiyatı: 20 TL / Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL Yerel süreli yayın ISSN 2147-6616 Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Eren Safi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet Editör Songül Baş TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ GENEL BAŞKAN Nevzat PAKDİL Kahramanmaraş Milletvekili Yazı İşleri Çağla Taşkın Deniz Varol Elif Çelik Gökçe Doru İrem Coşkunseven Nehir Öztürk Nil Özben Pınar Ünsal Zeynep Yiğit YAYIN KURULU Yahya AKMAN Şanlıurfa Milletvekili Cahit BAĞCI Çorum Milletvekili Katkıda Bulunanlar Dr. Ahmet Tetik Hakan Arslanbenzer Dr. Polat Safi Kadir Ramazan COŞKUN Genel Sekreter 19. Dönem İstanbul Milletvekili Tasarım Evrim Uluçay Sinan Günçiner İlknur İNCEÖZ Aksaray Milletvekili Genel Koordinatör İsmail Demir Alpaslan KAVAKLIOĞLU Niğde Milletvekili YAPIM Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82 www.buyukharf.com.tr BASKI Özel Matbaası Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6 İvedik/Ostim/ANKARA Basım Tarihi: 01.12.2014 T: 0312 395 06 08 Nuri USLU Genel Sekreter Yardımcısı 23. Dönem Uşak Milletvekili Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz. A r a lık 2014 İçindekiler KAPAK 24 Anadolu’dan yükselip tüm dünyayı aydınlatan güneş 22 30 1789’dan 5 Aralık 1934’e... Kadınlar nihayet siyaset sahnesinde Gümrük ve Ticaret Bakanı Nurettin Canikli: Yeni nesil gümrükler 36 Engin Güner: 60 Tahsin Boray Baycık: Siyaset hakkıyla yapıldığı takdirde en ulvi uğraştır Siyasetçi “vefa”yı sadece İstanbul’un bir semti olarak algılamamalıdır 4 DÜNYAPARLAMENTOLARI Başkanın Mesajı 5Birlik’ten 12Haberler 17Dünyadan 20 Demokrasinin filizlendiği şehir Antalya 45 Atatürk’ün Ankara’ya Gelişi 46 Milletvekillerinden “Dünya İnsan Hakları Günü” değerlendirmesi 64 Ekrem Çelebi: Brezilya, ilişkilerimizi en üst düzeyde tutmak istediğimiz ülkelerden biridir 75 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Kasım 2014’te kabul edilen yasalar 76 Sağlık ve estetik bir arada: Ortodontik tedavi 40 Hanedanlar çağından halk cumhuriyetine evrilmenin simgesi Çin Parlamentosu 50 54 72 78 Tarih Sahnesi 86 Erbay Kücet: Dergicilik zor zanaat vesselam 88Kitap 90Müzik 91Film 92 Vekiller ne okuyor / ne izliyor 94 Sosyal medya günlükleri 68 Cezrî bir mütereddit Ahmet Hamdi Tanpınar Ahmet Berat Çonkar: Mazlumların yanında olmaya, zulmün karşısında durmaya devam edeceğiz Her taşı altından değerli İstanbul Arkeoloji Müzeleri 82 Tamburlarda, kemanlarda şarkılarla yaşıyor Zeki Müren Prof. Dr. Cafer Tayyar Sadıklar: Vakfımız Türk-Japon ilişkilerinde önemli bir köprü görevi görüyor 95 Oktay Öztürk ile sosyal medya söyleşisi 4 Başkanın Mesajı İnsan hakları evrenseldir Nevzat Pakdil Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı, Kahramanmaraş Milletvekili Kabul edilmiş uluslararası sözleşmelere rağmen insan hakları konusundaki çifte standart uygulamaların modern dünyanın en ciddi sorunu olduğunu kabullenmek durumundayız. Aralık 2014 B irleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10 Aralık 1948 tarihinde kabul ve ilan edilen “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi” her yıl 10 Aralık günü ile başlayan hafta kutlanmaktadır. Yaşadığımız dünyada en kıymetli varlık olan insanın kendisine, ailesine ve ait olduğu topluma karşı görev ve sorumlulukları vardır. Birtakım hak ve hürriyetlere sahip olarak doğan insan, kendisi ile eşit hak ve hürriyetlere sahip insanlarla beraber yaşar. Anayasalarda “Hürriyet bir toplumda başkalarına zarar vermeden her şeyi yapmaktır” tanımlaması yapılırken insanlara sahip olduğu temel hak ve hürriyetleri kötüye kullanması hakkını vermemektedir. Kişinin hak ve hürriyetleri vazgeçilmez, devredilemez ve dokunulamaz niteliktedir. “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi” de bu amaca yöneliktir. Türk milleti, hak ve hürriyete tarih boyunca büyük önem vermiş, yeri geldiği zaman canını vermekten bile çekinmemiştir. Bu nedenle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca ortaya konulan gerçeklere bağlı bulunarak, demokratikleşme, insan hakları ve hukuk devleti ile ilgili gerçekleştirilen reformların bir kısmı anayasa değişikliği şeklinde, diğer kısmı ise kanuni düzenlemelerle anayasamızın temel haklar ve ödevler kısmında yer almıştır. Yüzyılımızın yükselen değeri olan “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”ne ülkemiz de kabul oyu vermiştir. Yarım asrı aşan bu süreçte insan haklarında hayli gelişmeler yaşanmış olmasına karşın toplumumuz, insan haklarına yönelik çalışmalardan ziyade işsizlik, enflasyon gibi konulara karşı daha duyarlı davranmaktadır. Çünkü insan hakları ve demokrasi gibi kavramların toplumsal zenginlikle, yaşam kalitesiyle ilişkileri bulunmaktadır. Vatandaşın toplumda kendi başına kalmaya başladığı bir dünyada, sahip olması gereken hakları nasıl koruyacağı gibi hususlar insan hakları kavramını daha da önemli hale getirmiştir. İnsan hakları kavramının realitesinde de bu gerçeğin önemli bir yeri vardır. Kabul edilmiş uluslararası sözleşmelere rağmen insan hakları konusundaki çifte standart uygulamaların modern dünyanın en ciddi sorunu olduğunu kabullenmek durumundayız. Dünyanın birçok yerinde modern ülkelerin uyguladığı insan hakları ihlallerinden dolayı binlerce insan şiddetin ve zulmün kurbanı olurken, koruma mekanizmaları bu kurbanların çok azına ulaşabilmektedir. İnsan hakları ihlallerinin nihai sorumlusu devletlerdir. Kanunların suç saydığı işkence, bizatihi dünyadaki birçok devletin resmî organlarınca gerçekleştirilirken bir devlet diğer bir devleti ablukaya alabiliyor. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının verilmesi, diğer önemli gelişmelerle birlikte Türkiye tarihindeki en geniş demokratikleşme ve insan hakları konusunda adımların atıldığı dönem olmuştur. Bu çerçevede TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, Türkiye’deki insan hakları ihlalleri üzerine ciddiyetle gitmekte ve sığınmacıların durumundan cezaevlerindeki hak ihlallerine varıncaya kadar her konuyu gündemine almaktadır. Bizim temennimiz, dünyanın hangi noktasında olursa olsun insanların hak ve hukukunun korunması, yurdumuza, insanlığa, dünyamıza barış, huzur, mutluluk gelmesi ve insan hakları ihlallerinin son bulmasıdır. Birlik’ten Komisyon başkanlarına “hayırlı olsun” ziyareti TÜRK Parlamenterler Birliği, komisyon başkanlıklarına seçilen milletvekillerine nezaket ziyaretinde bulundu. Genel Başkan ve Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil ile Genel Başkan Yardımcısı ve Kayseri Milletvekili Yaşar Karayel, gerçekleştirdikleri ziyaretlerde komisyon başkanlarına yeni görevlerinde başarı diledi. Nevzat Pakdil ve Yaşar Karayel, Dışişleri Komisyonu Başkanı ve İstanbul Milletvekili Ahmet Berat Çonkar, Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Başkanı ve Ankara Milletvekili Emrullah İşler ile Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başka nı, A k saray Mi l let vek i li ve Türk Parlamenterler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi İlknur İnceöz’ü ziyaret etti. İnceöz’ü ziyaret sırasında Dilekçe Komisyonu Başkanı ve Mardin Milletvekili Gönül Bekin Şahkulubey de yer aldı. Pakdil ve Karayel, ayrıca AK Part i Gr up Başka nvek i l l iğ i görev i ni üstlenen Amasya Milletvekili Naci Bostancı’yı ziyaret ederek “Hayırlı olsun” temennisinde bulundu. Aralık 2014 5 6 Birlik’ten Çocuk Hakları Günü’nde küçük konuklara büyük ilgi TÜRK Parlamenterler Birliği, “20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü”nde öğrencileri ağırladı. Genel Sekreter ve 19. Dönem İstanbul Milletvekili Kadir Ramazan Coşkun’la görüşen küçük konuklar, birbirinden güzel sorularla hem Meclis’i tanıdı hem de çocuk haklarına yönelik çalışmalarla ilgili bilgi aldı. Kadir Ramazan Coşkun, büyük bir ilgiyle dinlediği ve sorularını yanıtladığı Doğa Koleji öğrencilerine çeşitli hediyeler verdi. “20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü”nde Meclis’i ziyaret eden çocukları Türk Parlamenterler Birliği’nin yanı sıra milletvekilleri de konuk etti. Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Başkanı ve Ankara Milletvekili Emrullah İşler, AK Parti Gümüşhane Milletvekili Feramuz Üstün ve MHP Kütahya Milletvekili Alim Işık, öğrencilerle yakından ilgilendi. Küçük ziyaretçilerinin yönelttikleri soruları içtenlikle yanıtlayan milletvekilleri, onlara çeşitli hediyeler de verdi. Türk Parlamenterler Birliği’nden umre ziyareti TÜRK Parlamenterler Birliği, bu ay sonunda umre ziyareti gerçekleştirecek. Katılımcılar kutsal toprakları görme, bu topraklarda ibadet etme heyecanı ve mutluluğunu yaşayacak. Türk Parlamenterler Birliği, bir zamanlar Osmanlı toprağı olan Balkan ülkelerine geçtiğimiz mayıs ayında bir gezi düzenlemişti. Keyifli Balkan gezisinin ardından geçtiğimiz ay da Endülüs turu yapılmıştı. Tarihî kentleriyle İspanya’nın en çok turist çeken bölgeleri arasında yer alan Endülüs’teki gezi programına katılanlar Malaga, Sevilla, Cordoba ve Granada’yı görme fırsatı bulmuştu. Rehber eşliğindeki geziler büyük ilgi görmüş, katılımcılar renkli anılarla ülkemize dönmüştü. Türk Parlamenterler Birliği, umre ziyaretinin ardından ülkemizin birbirinden değerli tarihî ve kültürel zenginliklerinin rehber eşliğinde gezilip görülebileceği programlar gerçekleştirmeyi planlıyor. Aralık 2014 Birlik’ten Zil, Şal ve Gül… Erbay Kücet “ŞAM’DA giydikleri libası Atlas okyanusunda yıkayanların mekanı, sekiz asır süren bir medeniyet ve içinde herkesin kendisine yer bulduğu toprakların adıydı. Müslüman yönetimin açtığ ı şemsiyenin altında Hıristiyan’ın, Yahudi’nin, Berberi’nin, Çingene’nin, Kastilyalının, Vizigot’un gölgelendiği yerdi Endülüs. Her ırk ve her dilin serpildiği toprakların berekete çevrildiği, ilim aşkıyla dünyanın her köşesinden yola çıkanların ulaşmaya çalıştığı en önemli durakta üniversitenin, reformun, Rönesans’ın, astronominin, matematiğin, felsefenin, tarihin yeniden mayalandığı hamurun adıdır Endülüs. Hoşgörünün, birlikte yaşamanın ve en iyisini üretmenin mümkün olduğunu ispatlamış yarımadada medeniyetler çatışması tezleriyle toplumları birbirine düşman etmeye çalışanlara yıllar öncesinden verilmiş bir cevaptır Endülüs.” Ortaöğretim yıllarında tarih dersinde adını duydum Endülüs’ün. Edebiyatımızın mümtaz şairi Yahya Kemal’in “Endülüs’te Raks” şiiri ve Münir Nurettin Selçuk’un Kürdili Hicazkâr makamı, Yürük Semai usulüyle bestelediği “Zil, Şal ve Gül” şarkısı Endülüs adını hafızama kazımış olacak ki burayı dünya gözüyle görmeyi arzu ettim. Benimle aynı istekte olan Türk Parlamenterler Birliği’nin “kültür gönüllüleri”yle 13-17 Kasım 2014 tarihleri arasında İslam medeniyetinin etkilerinin görüldüğü bölgeye seyahat gerçekleştirdik. 13 Kasım 2014 Perşembe Yolculuğumuzun başlamasına az bir süre kala cep telefonlarımıza, Kahramanmaraş Milletvekili ve TPB Genel Başkanı Nevzat Pakdil’den “Sayın Üyemiz, Peygamberimizin ‘Seyahat ediniz, sıhhat bulunuz’ hadisini ‘Tebdil-i mekanda ferahlık vardır’ sözüyle anlamlandıran bir geleneğin temsilcileri olarak yapacağınız Endülüs seyahatini sağlık ve mutluluk içinde tamamlamanızı dilerim” mesajı gelmişti. Aralık 2014 7 8 Birlik’ten Uzun süren uçak yolculuğumuz sırasında Tarık bin Ziyad’ın asırlar öncesinde o kadar mesafeyi göze alarak bu bölgeye yaptığı çıkartmaları nasıl gerçekleştirdiğini düşünmeden edemedim. Büyük bir heyecanla çıktığımız bu yolculukta bizi şaşırtan ilk şey, uçağımız Malaga’ya indiğinde havaalanının büyüklüğü oldu. Bu, bagaj alım konveyörlerinin çokluğundan belli oluyordu. Malaga, Endülüs’ün diğer şehirleri gibi yemyeşildi; şehrin adı “tuz diyarı” anlamına gelen “malaka”nın değişmesiyle oluşmuştu. Şehirdeki yabani portakal ağaçlarının meyveleri marmelat yapımında kullanılıyordu. Seya hat imiz sırasında ünlü ressa m Picasso’nun doğduğu yeri görme şansı da yakaladık. Evinin bulunduğu sokaktaki heykeline sarılarak fotoğraf çektiren üyelerimiz vardı. “Türk gibi yaşadı”, “Çok sigara içermiş” gibi espriler gülüşmelere neden oldu. Şehir gezisi sırasında sık sık “Picasso burada oturdu”, “Picasso burada okula gitti” gibi Picasso’yla ilgili levhalara rastladık. Yorgunluğumuzu atmak için oturduğumuz kafede gitar eşliğinde söylenen, sözlerini anlamadığımız bir şarkıya alkışlarımızla eşlik ettik. Canlı heykel sokak sanatçılarından madenci kıyafeti giyenleri görünce sohbeti- Aralık 2014 Sevilla’daki nehir limanının çok eski çağlardan beri var olduğu biliniyor. Nehir 90 kilometre sonra Atlas okyanusuna kavuşuyor. mizin konusu yakın zaman önce yaşadığımız Soma ve Ermenek faciaları oldu. 14 Kasım 2014 Cuma Sabah kahvaltısının ardından İspanya’nın dördüncü büyük şehri ve Endülüs’ün yönetim merkezi olan Sevilla turumuz başladı. Rehberimiz “İspanya’nın başkenti Madrid, ama Sevilla dünyanın başkentidir” diyerek şehrin önemini vurguladı. Sevilla, tarihteki pek çok uygarlığın önemli bir şehriydi. Endülüs şehirlerini yaya olarak gezmek gerektiğini söyleyen rehberimize ayak uydurmakta zorlananlar olmadı değil. Bu şehirdeki gezimize Maria Luisa Parkı ile başladık. Kralın kızına ait sarayın bahçesi, vasiyeti üzerine belediyeye kalmış ve onun adını taşıyan bir parka dönüştürülmüş. Devasa alanda 1929 ve 1992 yıllarında kentte gerçekleştirilen büyük fuar için yapılan meydanlar da yer alıyor. Rehberimiz mekanda inşa edilen binaların her birinin başka devletlere ait mimari örnekler olduğunu, bugün bu binaların birçoğunun, yer aldığı ülkede sanat merkezi, belediye binası gibi işlevleri bulunduğunu söyledi. Gezimize tarihî binalarla birlikte sokakları da görülmeye değer Sevilla’nın iki ünlü sembolü Giralda ve Altın Kule ile devam ettik. Muvahhidler döneminden kalan en önemli eserlerden biri olan Altın Kule 13. yüzyılda savunma amacıyla inşa edilmiş, günümüzde Denizcilik Müzesi olarak kullanılıyor. Sevilla’da aynı zamanda çok eski çağlardan beri bir nehir limanı olduğunu ve nehrin 90 kilometre sonra Atlas okyanusuna kavuştuğunu da bu vesileyle öğreniyoruz. İspanyalı Müslümanların namaz kıldıkları mekanı merak ediyoruz ve şehir merkezinde bir binanın alt katında bulunan mescitte Cuma namazının saat 15:00’te kılınacağını öğreniyoruz. Birlik’ten Palmiyeleri andıran ve mimarisi dolayısıyla sonsuz sayıdaymış gibi görünen sütunlarıyla, insanın ruhunu yukarılara çeken havasıyla dünyanın en büyük camisi olan Kurtuba Ulu Camii tek kelimeyle şahane. Rehberimiz İspanyolların uyku saatini içine aldığı için, halkın katılımını sağlamak amacıyla bu boş saatin uygun görüldüğü, namaz vaktinin ona göre düzenlendiği açıklamasını yapıyor. Rehberimizden bir de İspanyolların “siesta”sı, yani öğle vakti şekerlemesi ile ilgili ilginç bir anısını dinliyoruz. İspanya’daki öğrencilik yıllarında hesabından para çekmek için bankaya giden rehberimiz sabah geç saatler olmasına rağmen bankanın açılmadığını görüyor. İkinci gittiğinde siestaya denk geliyor ve yine para çekemiyor. Üçüncü gittiğinde mesai bitmiş oluyor. Araya bir de hafta sonu girince rehberimiz uzun bir süre harçlıksız kalıyor ve İspanyolların bu adetleri ona iyi bir tecrübe oluyor. Cuma namazı sırasında Faslı imamın arkasında ibadetimizi yerine getiriyoruz. Namaz bitiminde, musâfaha sırasında elimde bulunan Erzurum oltu taşından yapılmış ve imamesi gümüşten tesbihimi imama hediye ediyorum. “Şükran” kelimesiyle birlikte yüzündeki tebessümü yakalamak beni de mutlu ediyor. Cuma namazının ardından kimi çarşı-pazar dolaştı, kimi de Arap, Gotik, Rönesans etkilerinin görüldüğü mekanları gezdi. Biz de katedral ile krallık malikanesi Alkazar’ı dışarıdan gördük. Otobüsümüzün park ettiği yerin yanında Plaza de Toros de la Maestranza bulunuyordu. Boğa güreşi izlemeden bu arenayı ve müzesini gezenler oldu. Bizler de onları beklerken arena önündeki matador heykeliyle bol bol fotoğraf çektirdik. Şehrin her yerinde bulunan portakal ağaçlarının gölgesinde dinlenmeyi de ihmal etmedik. O günün akşam yemeğini Hint, Yunan, İran ve Çingene kültürlerine dayandığı söylenen Flamenko müziği ve dansı eşliğinde yedik. Flamenko denilince akla İspanya’yla özdeşleşmiş bir dans geliyor, ancak Flamenko yalnızca dans değil, Endülüs Halk Müziği aynı zamanda. Diktatör Franco “Ben bu anarşist ruhlu, zapt edilmez milleti üç ‘F’ ile kırk yıl yönettim; flamenko, futbol ve fiesta!” diye boşuna dememiş. Bize özgün yemekler eşliğinde yaklaşık iki saat süren Flamenko gösterisinden aklımızda kalanlar yere sert vurulan ayakkabı topuklarının çıkardığı “taka tuka” ve “tık tık” ses- Aralık 2014 9 10 Birlik’ten leriydi. Dansı icra eden esmer güzeller aklımıza Yahya Kemal’in o meşhur şiirini düşürdü: Alnında halka halkadır aşüfte kâkülü / Göğsünde yosma Gırnata’nın en güzel gülü... 15 Kasım 2014 Cumartesi Otelimizde yaptığımız kahvaltı sonrası Kurtuba yoluna revan olduk. Zeytin ağaçları ve narenciye bahçelerinin bol bulunduğu yollardan geçerek Kurtuba’ya ulaştık. Musevi mahallesinin dar sokaklarında alışveriş yapanlarımız oldu. Sokağın birinde, temiz bir bina üzerindeki mermerde Kurtuba İbni Rüşd Uluslararası İslam Üniversitesi tabelasını görünce heyecanlandık. Kafasında sarık olan bir adam büstünün altındaki mermerde “Dr. Muhammed el Gafaki” yazıyordu. Endülüslü Gafaki’nin dünyada katarakt ameliyatını yapan ilk kişi, merkezin de narkozla ameliyat yapılan ilk yer olduğunu öğrendik. Biraz daha yürüdüğümüzde Kudüs’ü işgal eden Haçlılara karşı mücadele veren Selahaddin Eyyubi’nin doktoru İbn-i Meymun’un bronz heykeli bizi karşıladı. Balkonlarından renkli çiçekler sarkan Kurtuba sokaklarında İbni Rüşd’ün üniversitesi olan mekanda TİKA tarafından restore edilerek minik bir cami yapıldığını fark ettik. Öğlen namazı vakti de gelmişti. Birkaçımız burada kalırken diğer grup dinlenmek için uygun bir pastaneye oturdu. Bayanlar için de yer ayrılan küçük caminin içinde Bilal-i Habeşi’nin Medine’de okuduğu ezanı da hatırlayarak ezan okudum. Rize milletvekilimiz Hasan Karal’ın imametiyle öğlenin arkasından ikindi namazlarımızı cem ile eda ettikten sonra yol arkadaşlarımızla Kurtuba Ulu Camii yakınındaki kafede buluştuk. 785 yılında yapılmış, mermer sütun ormanı Kurtuba Ulu Camii, Hırıstiyanlar tarafından işgal edildiği 1236 yılında katedrale çevrilerek Mezquita Katedrali olarak anılmaya başlamış. Palmiyeleri andıran ve mimarisi dolayısıyla sonsuz sayıdaymış gibi görünen sütunlarıyla, insanın ruhunu yukarılara çeken havasıyla dünyanın en büyük camisi olan Kurtuba Ulu Camii’ni tek kelimeyle ifade edecek olursam: Şahane. 1984 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınan Kurtuba’da iki hektarlık alana yayılan cami iki yüz yılda tamamlanabilmiş. Hıristiyanların eline geçtiğinde büyük bir kısmı kiliseye çevrilen, 16. yüzyılda ise V. Carlos tarafından ortadan ikiye bölünen caminin yarısı katedrale dönüştürülmüş. İslam mimarisinin gelmiş geçmiş en muhteşem eserlerinden biri olan Kurtuba Ulu Camii’nin birçok ögesinin tahrip edilerek bazı şeylerin kaybolduğu hissedilebiliyor. Ancak mihrabın tüm ihtişamıyla bozulmadan durduğunu ve günümüze ulaşabildiğini görmek insana ayrı bir haz veriyor. Aralık 2014 Sierra Nevada sıradağlarının karlı tepeleri altında inci gibi serilen, Endülüs mimarisinin ve sanatının zirve yaptığı El Hamra Sarayı ziyaret edilmeye değer. İnce mermer sütunları ve taş işçiliğiyle herkesi büyüleyen, havuz ve fıskiyelerle dolu bahçeleriyle ayrı güzellikte olan El Hamra’yı kelimelerle anlatmak mümkün değil. Muhteşem işçilik ve detaylara sahip olan mihrap, caminin en çok ziyaret edilen ve fotoğraflanan bölümü olma özelliği taşıyor. Mihrabın duvarlarında bulunan ayetlerin orijinalini ve mealini Rize milletvekilimiz Hasan Karal bizlere aktardı. Kurtuba Ulu Camii çıkışında Guadalquivir nehrinde yer alan ve aynı zamanda şehrin sembolü olan Puente Romano de Córdoba (Roma Köprüsü) üzerinden geçerek Fransız Müslüman filozof Roger Garaudy’nin sonradan müzeye çevrilen Birlik’ten evine gittik. Köprü üzerinde “kestane kebap, yemesi sevap” denilerek satılmasa da ateşte közlenen kestaneler dikkatimizi çekti. Her gördüğü yerde mutlaka kestane alan 17. ve 18. Dönem Konya Milletvekilimiz Kadir Demir, nar gibi kızarmış kestaneleri bizimle paylaştı. 16 Kasım 2014 Pazar Sabah otelimizde yaptığımız kahvaltının ardından otobüsteki yerlerimizi aldık ve İspanyolcada “nar” anlamına gelen Granada’ya doğru yola çıktık. Burada Victoria Meydanı’nı ve Kristof Kolomb’un anıtını gördükten sonra El Hamra Sarayı’nı ziyaret ettik. Oradaki muhteşem eserlerin korunması için saraya aynı anda yüzlerce kişinin girmesi yasaktı ve saat kısıtlaması vardı. Biz 15:00 sularında giriş yapacaktık ve beklemeye koyulduk. Üç bölümden oluşan saray, Arap stiline sadık kalınarak düzenlenen bahçeler ve yamaçlarında sarayın sebze ihtiyacına cevap veren bostanlarla çevrili. El Hamra kapı üstü, pencere kenarları ve duvarlarında boydan boya sülüs hat ile tekrar tekrar yazılan “Lâ gâlibe İllallah”, yani “Allah’tan başka galip yoktur” sözünü dünyaya ısrarla söyleyen tek saraydı ve tarihî açıdan önemli bir yerdi. Sierra Nevada sıradağlarının karlı tepeleri altında inci gibi serilen, Endülüs mimari- Endülüs’ü uzun yıllar tecrübe etmiş Fransız düşünür Roger Garaudy’nin “Batı, hikmeti kaybettiği için gayesini de kaybetmiştir. Dengeli ve ideal medeniyetin numunesi Endülüs Medeniyeti olmuştur” sözleri dikkate değerdir. sinin ve sanatının zirve yaptığı El Hamra Sarayı ziyaret edilmeye değer diyorum. İnce mermer sütunları ve taş işçiliğiyle herkesi büyüleyen, havuz ve fıskiyelerle dolu bahçeleriyle ayrı güzellikte olan El Hamra’yı kelimelerle anlatmak mümkün değil. Değişen gün ışığının sarayın duvarlarını yavaş yavaş turuncudan kızıla, pembeden bordoya boyamasına şahit olmak dünyanın en romantik deneyimlerinden biri olsa gerek. Sarayın manzarası ayrı bir güzel. Karşısında bulunan Albayzin semtini uzaktan izlerken labirenti andıran dolambaçlı sokaklar ve bembeyaz evler fark ediliyor. 17 Kasım 2014 Pazartesi Gezimizin son gününün sabahında, bir önceki akşam birkaç kişi anlaştığımız gibi, bahçe tanzimi ve mimari dokusuyla İslami kimliğini hayata yansıtan, koruma altına alınmış bir semt olan Albayzin’deyiz. Abdulkadir es-Sufî Mescidi’nin sülüs hat ile Besmele-i Şerif yazılmış kapısından heyecanla girdik. Burada Hasan Karal’ın imameti ve ardından okuduğu Kuran-ı Kerim yankılanırken, dostlarım müezzinlik görevini bana bıraktı. Çıkışta onlara şükranlarımı bildirdim. Dün ziyaret ettiğimiz El Hamra Sarayı, Albayzin’den bakınca farklı görünüyordu. Sabahın mahmurluğu ve soğuğuna aldırmadan sarayı bu cepheden de fotoğraflamaya çalıştık. Endülüs’ün fethinin ardından uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen, insanlığın buradaki İslam tecrübesinden önemli dersler alacağına inanıyorum. İslam tarih ve medeniyeti için önemli bir bölge olan Endülüs’ü Fransız düşünür Roger Garaudy de uzun yıllar tecrübe etmiş. Bu bağlamda düşünürün “Batı, hikmeti kaybettiği için gayesini de kaybetmiştir. Dengeli ve ideal medeniyetin numunesi Endülüs Medeniyeti olmuştur” sözleri dikkate değerdir. Bugün Endülüs’ü kaybetmekten dolayı ağıtlar yakmak yerine, bölgenin İslam tecrübesinden dersler çıkarılması, Endülüs’le ilgili derinlikli çalışmalar yapılması veya araştırmacıların bu çalışmalara teşvik edilmesi gerektiğini vurgulayarak yazımı noktalıyorum. *Fotoğraflar için 18. ve 20. Dönem Balıkesir Milletvekili Önder Kırlı’ya teşekkür ederiz. Aralık 2014 11 12 Haberler Meclis’te KOAH farkındalığı etkinliği TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu, Dünya KOAH Günü’nde bu hastalığa dikkat çekmek için Türk Toraks Derneği ile TBMM’de bir etkinlik düzenledi. Komisyon Başkanı, AK Parti Adana Milletvekili Necdet Ünüvar KOAH’ın (kronik obstrüktif akciğer hastalığı) çok önemli bir hastalık olduğunu ifade etti. KOAH’ın dünya ve Türkiye’de ölüme yol açan hastalıklar arasında 4’üncü sırada yer aldığını belirten Ünüvar, dünyada her yıl yaklaşık 3 milyon kişinin bu hastalıktan hayatını kaybettiğini söyledi. Ünüvar, toplumun sadece yüzde 10’unun KOAH’ın farkında olduğunu kaydetti. KOAH’ta en önemli etkenlerden birinin sigara olduğuna işaret eden Ünüvar, sigara ve bağımlılıkla mücadelenin her türlü politik algının üzerinde olduğunu dile getirdi. Ünüvar, “Bunun politikayla alakası yok, gelecekle alakası var. Sigarayla mücadele etmek hükümetimizin temel şiarlarından biri olmuştur. Kapalı alanlarda sigara içiminin yasaklanmasından sonra yüzde 5,5 civarında sigara içiminde azalma oldu” diye konuştu. Ünüvar, hava kirliliği ve fiziksel hareketsizliğin de diğer etkenler arasında yer aldığını vurgulayarak sözlerine şöyle devam etti: “İnsanların, orta düzeyde her gün 30 dakika egzersiz yapması bile bu hastalıktan toplumu koruyan önemli etkenlerden biri. Maalesef Türkiye, insanların düzenli spor yapması konusunda çok başarılı bir ülke değil. Sadece toplumun yaklaşık yüzde 10’u düzenli spor, fiziksel aktivite yapıyor. Bu yıl Türk Toraks Derneği’nin belirlediği tema yürüyüş. Yürüyüş belki her derde deva değil ama birçok derdin oluşmasını engelleyen çok önemli etkenlerden biri. Obeziteyi, kalp hastalıklarını, solunum hastalıklarını ve buna benzer çoğu hastalığı önleyen önemli bir faktör.” Konuşmaların ardından Necdet Ünüvar, AK Parti Konya Milletvekili İlhan Yerlikaya, AK Parti Şanlıurfa Milletvekili Abdulkerim Gök, AK Parti Kahramanmaraş Milletvekili Sıtkı Güvenç, CHP İstanbul Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt, CHP Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt ve CHP Giresun Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu, spirometre cihazıyla nefes ölçüm testi yaptırdı. TBMM ile Afyon Kocatepe Üniversitesi arasında sağlık işbirliği SAĞLIK yardımından yararlanan milletvekillerinin muayene ve tedavi edilmeleriyle ilgili Afyon Kocatepe Üniversitesi ile TBMM Genel Sekreterliği arasında protokol imzalandı. TBMM Genel Sekreter Yardımcısı Haydar Çiftçi, imza töreninde yaptığı konuşmada Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Solak ve beraberindeki heyeti TBMM’de ağırlamaktan duyduğu memnuniyeti ifade etti. Daha önce de on üç üniversite ile çeşitli sağlık protokol anlaşmaları imzaladıklarını hatırlatan Çiftçi, sağlık protokollerinin geri dönüşümlerinin olumlu sonuçlar verdiğine dikkat çekerek Afyon Kocatepe Üniversitesi ile imzalanan protokolün de iki kurum açısından olumlu sonuçlar vermesini diledi. TBMM ile Afyon Kocatepe Üniversitesi arasında imzalanan sağlık protokolünün başka işbirliklerine de vesile olması temennisinde bulunan Çiftçi, Afyon Kocatepe Üniversitesi ile her konuda ellerinden gelen katkıyı yapacaklarını söyledi. Prof. Dr. Mustafa Solak ise Afyon Kocatepe Üniversitesi’nin sağlık alanındaki hizmetlerinin 14 yıldır verilmekte olduğunu söyledi. Solak, üst düzeydeki bu hizmetleri milletvekillerine memnuniyetle sunacaklarını ifade etti. Aralık 2014 Haberler Uluslararası Mağdur Hakları Sempozyumu TÜRKIYE Büyük Millet Meclisi, İngiltere Büyükelçiliği, Türkiye Adalet Akademisi, Adalet Bakanlığı ve Mağdur Hakları Daire Başkanlığı tarafından Uluslararası Mağdur Hakları Sempozyumu düzenlendi. TBMM Başkanı Cemil Çiçek sempozyumda yaptığı konuşmada, “Bu toplantının konusu biraz sınırlı. Ceza hukuku anlamındaki mağduriyetler üzerinde duracağız. Ama günümüzde artık bu mağduriyet kavramına başka bir içerik, genişlik kazandırmak gerekiyor. Mağduriyet bir sonuçtur. Sebepleri üzerinde durmak ve mümkün olduğu kadar tedavi edici hekimlik yerine, koruyucu hekimlik gibi, insanların mağdur olmaması için gerekli hukuki ve siyasi düzenlemeleri yapmak gerekiyor” dedi. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ise mağdur haklarına ilişkin kanun tasarı taslağının son noktaya geldiğini belirterek, düzenlemenin kısa sürede yasalaşacağını umduğunu söyledi. Bozdağ, sempozyumun Türkiye’de mağdur haklarının tanıtılması, mağdurlar için yeni adımların atılması, yeni uygulamaların devreye sokulması adına büyük bir tecrübe paylaşımına fırsat vereceğini belirtti. Bozdağ, sosyal hukuk devleti olmanın gereğinin, sadece şüpheli, sanıklar ve mahkumlar açısından değil, mağdurlar üzerinde de koruyucu, destekleyici, geliştirici adımların uygulanması ve mevzuata yansıtılması olduğunu sözlerine ekledi. Sempozyumda “Uluslararası Toplum ve AB’de Mağdur Hakları”, “Karşılaştırmalı Avrupa Ülkeleri Mağdur Hakları Mevzuatı”, “Önerilen Yeni Mağdur Hakları Sistemi”, “Türkiye’de Mağdur, Mağdur Hakları ve Hizmetlerine Toplumsal Bakış”, “Gazi Üniversitesi Çocuk Koruma Merkezi Örneğinde Cinsel İstismara Uğrayan Çocukların Yasal Süreçte Yaşadıkları Deneyimler”, “Hak Temelli Yaklaşım ve Mağdur Çocukla Çalışmaya Bütüncül Bakış”, “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın Mağdurlara Yönelik Çalışmaları”, “TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun Mağdurlara Yönelik Çalışmaları” gibi konularda sunumlar yapıldı. “Çocukların önerileri çalışmalarımıza rehberlik ediyor” AILE ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, “20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü” kapsamında, 81 ilden gelen Çocuk Hakları Komiteleri Temsilcileri ile Suriye’den gelen çocukların katılımıyla “Acil Durumlarda Çocukların Hakları ve Rolleri” temalı 15. Ulusal Çocuk Forumu düzenledi. UNICEF Türkiye Ofisi Temsilci Vekili Lieke Van de Wiel, TBMM’de gerçekleşen forumda yaptığı konuşmada çocukların ihtiyaçlarının karşılanması için yoğun çaba harcadıklarını, ancak ulaşılamayan bazı çocuk kitlelerinin de kaldığını ifade etti. Wiel, bu çocukları da tespit ederek hiçbir çocuğu unutmadan çalışmalarını sürdürmek istediklerini kaydetti. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam ise artık haklarına sahip çıkan, görüşlerini özgürce ifade eden yeni bir nesil oluştuğunu vurgulayarak Türkiye’nin de taraf olduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin hayata geçirilmesiyle birlikte çocuk haklarının öğretilmesi konusunda yapılan çalışmaları memnuniyetle karşıladıklarını dile getirdi. Çocukların sahip olduğu hakları iyi öğrenmesinin önemine değinen İslam, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yetişkinler gibi sizlerin de haklarınız var. Aile büyükleriniz, çocuklara hizmetle görevli kişiler, sorumluluklarını en iyi şekilde yerine getirmeli. Sizlerin sağlıklı ve topluma yararlı bireyler olmanızı istiyoruz. Tüm forumlarda, öncelikli hedefimiz, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin hükümlerinin öğretilmesi ve bunların hayata geçirilmesidir. Hak ettiğiniz sos- yo-ekonomik ortamda yetişmeniz için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Sizlerin önerileri, çalışmalarımızda bize rehberlik ediyor.” Forumun, “Acil Durumlarda Çocukların Hakları ve Rolleri” temasına dikkat çeken İslam, “Son dönemlerde ülkemizde, dünyada deprem, sel gibi afetler; savaş ve insan kaynaklı felaketlerle karşılaşıyoruz. Bundan en fazla çocuklar etkileniyor. Bakanlığımız acil durumlarda çocukların rollerinin neler olacağı konusunda sizlerin görüş ve önerilerine imkan sağlamak için bu yılki temayı ‘Acil Durumlarda Çocukların Hakları ve Rolleri’ olarak belirledi. Sizlere her alanda yaşanabilir bir dünya bırakmak için yürütülen çalışmalara katkıda bulunmak, hepimizin yükümlülüğüdür” diye konuştu. Aralık 2014 13 14 Haberler Engelli dostu Meclis Türkiye Büyük Millet Meclisi, toplumun yadsınamaz bir parçası olan engelli vatandaşlarla ilgili çeşitli hizmetlere imza atarak hem farkındalığı artırmayı hem de vatandaşlara kolaylık sağlamayı amaçlıyor. Aralık 2014 BIRLEŞMIŞ Milletler’in “Normal bir kişinin kişisel ya da sosyal yaşantısında kendi kendisine yapması gereken işleri, bedensel veya ruhsal yeteneklerindeki kalıtımsal ya da sonradan olma herhangi bir noksanlık sonucu yapamaması” olarak tanımladığı engellilik hali, 5378 sayılı kanunda da “toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimleri karşılama” noktasında kişiye güçlük yaratan bir durum olarak ifade ediliyor. Konu hakkındaki bilinçliliğin artırılması amacıyla Birleşmiş Milletler tarafından 1992 senesinde Uluslararası Engelliler Günü ilan edilen 3 Aralık’ta çeşitli organizasyonlar düzenleniyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi de engellilerle ilgili pek çok uygulama ve yeniliğe imza atıyor. TBMM tarafından engellilerin Meclis’e erişimini kolaylaştırmak adına hayata geçirilen uygulamaların çoğu ilk olma özelliği taşıyor. Bunlardan biri, TBMM Ziyaretçi Kabul Salonu Özel Hizmet Bankosu’nun kurulması. Yalnızca engelli vatandaşlara değil hasta, hamile ve yaşlılar ile yeterli düzeyde okuma-yazma bilmeyen kişilere destek vermek için de kurulan banko, ziyaretçilere kolaylık sağlamayı amaçlıyor. Bankoda arka plan seslerini arındıran ve özellikle işitme güçlüğü yaşayan kişilerin görevlilerle iletişimini kolaylaştıran özel bir sistem de bulunuyor. TBMM’nin engelli vatandaşlarla olan iletişimi rahatlatma çabaları bununla sınırlı değil. Televizyon kanallarında yayımlanan bir kamu spotuyla tanıdığımız İşitme ve Konuşma Engellilere Yönelik İletişim Merkezi, vatandaşların cep ve ev telefonlarının mesajlaşma özelliği üzerinden TBMM hizmetlerine erişimini mümkün kılarken randevu taleplerini de değerlendiriyor. Böylece, özellikle engelli bireyler evlerinin konforunda Meclis’e ulaşabiliyor. TBMM yerleşke ve binaları, engellilerin erişimini ve yerleşke içi ulaşımını sorunsuz kılmak üzere yeniden tasarlandı. Bu mimari dönüşüm sürecinde bire bir engellilerden görüş alınarak daha verimli sonuçlar elde edilmesi hedeflendi. Bu bağlamda erişilebilirliği artırmak için ana binanın giriş bölümüne engelli asansörü ve rampaları yerleştirildi, yerleşkenin muhtelif yerlerine portatif rampalar konuldu. TBMM yerleşkesi içerisinde ayrıca görme engelliler tarafından kullanılan Braille alfabesi Haberler baskılı harita ve broşürler de bulunuyor. Gereksinim duyan ziyaretçilere tekerlekli sandalye temin edilirken dileyen ziyaretçilere işaret dili tercümanı da dahil olmak üzere çeşitli uzmanlar refakat ediyor. Bu uygulamalar sayesinde hasta ve engelli ziyaretçilerin Meclis içerisindeki hareketliliği son derece kolaylaştırılıyor ve daha sağlıklı bir iletişim ortamı yaratılmış oluyor. TBMM, engelliler için sunduğu hizmetlere katkıda bulunması amacıyla özel eğitimler de veriyor. Üye, ziyaretçi ve personele dağıtılmak üzere pratik bilgiler içeren broşürler bastıran Meclis, halkla ilişkiler personeli için de bir işaret dili eğitimi düzenledi. Ziyaretçi Kabul Salonu’nda yer alan Özel Hizmet Bankosu çalışanları ise toplumun engellilik algısı, engellilerle ilgili önyargılar ve Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi hakkında bilgiler sunan bir eğitim aldı. Meclis’in engellilere yönelik faaliyetleri “sanal alem”de de yansımasını buluyor. TBMM internet sitesinde yer alan görme engellilere özel bölümde Meclis’in I. Meşrutiyet’ten itibaren tarihçesini, görev ve yetkilerini, seçim ve yasama sistemini anlatan, Meclis’in dış ilişkileri ile yayınları hakkında bilgi veren ses dosyaları bulunuyor. İnternet sayfasını ziyaret edenler bu bölüm üzerinden ayrıca Yasama El Kitabı, TBMM yerleşke ve binaları, engellilerin erişimini ve yerleşke içi ulaşımını sorunsuz kılmak üzere yeniden tasarlandı. Bu mimari dönüşüm sürecinde bire bir engellilerden görüş alınarak daha verimli sonuçlar elde edilmesi hedeflendi. Milletvekili Rehberi, TBMM İçtüzüğü gibi sesli kitaplara ve Genel Kurul tutanaklarının ses dosyalarına da ulaşabiliyor. TBMM’nin engelliler için hayata geçirdiği daha pek çok uygulama bulunuyor. 24. Dönem Milletvekili Albümü’nün Braille alfabesiyle basılması, yine bu alfabeyle Meclis’in tarihi, yapısı ve işleyişi hakkında bilgiler içeren bir tanıtım kitapçığının hazırlanması uygulamalardan bazıları. TBMM Destek Hizmetleri Başkanlığı tarafından yürütülen mavi kapak ve plastik toplama kampanyası ise yerleşkedeki çay ocakları ve mutfaklara konulan atık kutuları sayesinde verimli bir şekilde sürüyor. Toplanan bu malzemelere karşılık tekerlekli sandalye bağışı yapılıyor. Meclis, geçtiğimiz sene bu kampanya sayesinde 21 ihtiyaç sahibine engelli aracı temin etti. Meclis, engelliler konusundaki bilinçlendirmeye katkıda bulunmak için birçok etkinliğe de imza atıyor. Zihinsel Yetersiz Çocukları Yetiştirme ve Koruma Vakfı’nın 2012 yılında 3 Aralık Dünya Engelliler Günü dolayısıyla düzenlediği bowling turnuvası milletvekillerinin katılımıyla gerçekleşmişti. Bu sene de 10-16 Mayıs Engelliler Haftası ve 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı etkinlikleri çerçevesinde engelli öğrencilere özel eğitim veren Ankara Kemal Yurtbilir İş Okulu ve Meslek Lisesi’nden yaklaşık 200 öğrenci 16 Mayıs’ta Genel Sekreter Dr. İrfan Neziroğlu tarafından kabul edilerek Meclis’i gezdi. TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in “Engelli vatandaşlarımız konusunda daha iyisini yapmak, onların yaşam koşullarını daha da iyi noktalara götürmek temel amacımızdır” sözleriyle özetlediği engelli vatandaşlara gösterilen hassasiyet, hepimizin birer engelli adayı olduğu düşünüldüğünde daha büyük önem kazanıyor. Aralık 2014 15 16 Haberler Bakan Yıldız: Irak petrolü Irak’ın normalleşmesini sağlayacak bir gelir kaynağıdır AB İtalya Dönem Başkanlığı ve Avrupa Komisyonu tarafından düzenlenen “Bir Avrupa-Akdeniz Enerji Köprüsü Oluşturulması: Avrupa-Akdeniz Gazının ve Elektrik Şebekelerinin Stratejik Önemi” konulu konferans için Roma’ya giden Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, temaslarına ilişkin açıklamalarda bulundu. Irak petrolünün satılmasıyla Irak’ın normalleşmesine katkı sağlanacağını dile getiren Yıldız, “Bu sistemin mutlaka kurulması ve korunması gerekiyordu. Türkiye bu manada üzerine düşeni yaptı. Bundan sonra Merkezî Irak Hükümeti’nin günlük 150 bin varilden başlamak kaydıyla sevkiyatlarına şahit olacağız. Bu, bölge için de Irak için de sevindirici bir durumdur. Başından beri söylediğimiz konunun, prensiplerin kabul gördüğünü bir kez daha görüyoruz. Satılan petrolün gelirleri paylaşılır, satılmayan petrolün gelirleri paylaşılmaz. Bunu başında da söylemiştik. O yüzden Merkezî Irak Hükümeti’nin mart ayından bu yana yapılmayan sevkiyatı başlamış olacak” diye konuştu. Sürdürülebilir olanın Akdeniz havzasındaki işbirliğinden geçtiğini ifade eden Yıldız, “Bizim hassasiyetlerimiz, önceliklerimiz belli. Siyasi fizibilitesi oluşan bir yapıyı kurgulamak lazım ki ekonomik fizibiliteler de oluşmuş olsun” dedi. Yıldız ayrıca Türkiye’nin Rusya, Azerbaycan, İran, Nijerya ve Cezayir’den doğalgaz tedarik ettiğini belirterek bu yıl içerisinde Katar’dan da almaya başladıklarını, bunu daha da çeşitlendirmek istediklerini ifade etti. İstanbul Tahkim Merkezi kuruluyor İSTANBUL Tahkim Merkezi kurulmasına ilişkin yasa tasarısı TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Kanuna göre, İstanbul’da tüzel kişiliği haiz, özel hukuk hükümlerine tabi olarak İstanbul Tahkim Merkezi kurulacak. Merkez, yabancılık unsuru taşıyanlar da dahil olmak üzere, uyuşmazlıkların tahkim veya alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleriyle çözülmesini sağlayacak. Genel Kurul üyeleri, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin seçeceği 6, baro başkanlarının seçeceği 4, Yükseköğretim Kurulu’nun seçeceği 3, Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin seçeceği 2, Adalet Bakanlığı, Türkiye Bankalar Birliği, Türkiye Katılım Bankaları Birliği, Sermaye Piyasası Kurulu, Borsa İstanbul Anonim Şirketi, Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu, BDDK ve Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği’nin seçeceği birer, en fazla üyeye sahip işçi ve işveren sendikaları konfederasyonlarından da birer temsilci olmak üzere 25 üyeden oluşacak. Üyeler, mesleğinde en az 10 yıl tecrübeye sahip olanlar arasından seçilecek. Üyelerin, seçildikleri kurumdaki görevleri devam edecek. Genel Kurul üyeleri, 4 yıl boyunca görev yapacak, süresi dolan üye Aralık 2014 yeniden seçilebilecek. Danışma Kurulu üyeleri dışındaki merkez organlarının üyeleri ile çalışanları, görev süreleri boyunca merkez bünyesinde hakemlik veya arabuluculuk yapamayacak. Merkez organlarının üyeleri ile çalışanları, öğrenecekleri sırlar ile taraflar ve üçüncü kişilere ait her tür bilgiyi, görevleri sona erse dahi hiçbir kişi ve kuruluşa açıklayamayacak. Kanun, 1 Ocak 2015’te yürürlüğe girecek. Dünyadan Tunus parlamentosunda yeni dönem İsrail’den “Ulusal devlet” tanımı TUNUS’TA yapılan genel seçimlerde, Nida Tunus (Tunus’un İSRAIL’I “Ulusal devlet” olarak tanımlayan tasarı Bakanlar Sesi) Partisi’nin oyların yüzde 39,17’sini alarak 85 sandalye ile birinci, Nahda Hareketi Partisi’nin ise 69 sandalye kazanarak ikinci sırada yer aldığı açıklandı. Tunus Bağımsız Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Şefik Sarsar, Özgür Millî Birlik Partisi’nin 16, Halk Cephesi Partisi’nin 15, Afak Tunus Partisi’nin 8, Cumhuriyet İçin Kongre Partisi’nin 4, Girişim, Demokratik Akım, Halk Hareketi partilerinin üçer sandalye kazandığını ifade ederek, parlamentoya giren diğer parti ve milletvekili sayılarını şöyle sıraladı: “Teyyar el-Mehabbe (Sevgi Akımı) Partisi iki, bağımsız Mecd Lilcerid listesi, bağımsız Reddu’l İtibar listesi, Cumhuriyet, Sosyal Demokratlar Hareketi, Demokratik İttifak, Kurtuluş İçin Ulusal Cephe, Nida el-Muhacirin Bilharic (Yurtdışındaki Muhacirlerin Sesi), İş ve Özgürlükler İçin Demokrasi Birliği ve Çiftçilerin Sesi partileri birer milletvekili çıkardı.” Kurulu’nda 11’e karşı 14 oyla imzalandı. Başbakan Binyamin Netanyahu’nun talimatı ile koalisyondaki farklı partilerden üç bakanın hazırladığı yasa taslağı, Hattuna Partisi lideri Adalet Bakanı Tzipi Livni ile Yeş Atid Partisi lideri Maliye Bakanı Yair Lapid’in muhalefetine rağmen kabul edildi. Bakanlar Kurulu’ndaki oylama sırasında taslak, 14 evet, 11 ret oyu aldı. Onaylanmasına kesin gözüyle bakılan tasarı, İsrail’in bir anayasası olmadığı için devletin “temel kanunlar”ına dahil edilecek. Yasa tasarısında İsrail devleti, bölgesel bir devlet şeklinde değil tüm dünya Yahudilerinin temsilcisi etnik-dinî bir devlet olarak tanımlanıyor. Tasarıda şu ifadeler yer alıyor: “İsrail devleti Yahudilerin tarihî anavatanı ve İsrail devletinin kurulduğu yerdir. İsrail devleti Yahudilerin anayurdu olarak Yahudilerin kültürel ve tarihî mirası açısından kendi kaderini tayin etme hakkına sahiptir. İsrail devleti İsrail peygamberlerinin vizyonları ışığında özgürlük, adalet ve barış temellerine dayalı, demokratik ve hukuka uygun olarak tüm vatandaşların bireysel haklarını savunur. Tüm Yahudiler ülkeye göç ve yasalara göre devlet vatandaşlığını alma hakkına sahiptir. Devlet sürgündeki Yahudi halkını toplamak, diasporadaki Yahudi topluluklar arasındaki bağları güçlendirmek için hareket edecektir. İsrail devleti Yahudi geleneklerine göre tarihî ve kültürel mirası korumak için hareket edecektir. İsrail devleti kendi kültür, miras, dil ve kimliğini korumak için, ırk, milliyet ya da din ne olursa olsun, tüm sakinlerini etkinleştirmek için çalışacaktır.” Aralık 2014 17 18 Kapak Dünyadan Obama yeni göçmenlik planını açıkladı ABD Başkanı Barack Obama, başkanlık yetkilerini kullanarak yaklaşık 5 milyon yasa dışı göçmeni etkileyen planı açıkladı. Beyaz Saray’dan yaptığı açıklamada Obama, ülkenin göçmenlik sisteminin bozuk olduğunu belirterek, yasa dışı göçmenlerin bu ülkede yaşamanın sorumluluklarını yerine getirmediğini, ayrıca korkuyla gölgede yaşamaya çalıştığını kaydetti. Artık sınırların tarihte hiç görülmediği kadar güvenli hale getirildiğini ve yasa dışı göçmenlerin sınırda yakalanmasının artmasıyla yasa dışı girişlerin azaldığını dile getiren Obama, kendisinden önceki cumhuriyetçi ve demokrat başkanların yaptığı gibi, kendi yetkilerini kullanarak şu adımları atacağını ifade etti: “Bir; sınırlarımızdaki korumayı güvenlik güçlerimiz için ek kaynaklarla artıracağız ki yasa dışı geçişlerin önlenmesini ve sınır dışı edilebilmeleri hızlandırabilsinler. İspanya Filistin’i tanıdı İSPANYA Meclisi, Filistin devletinin tanınması için hükümete sunulan tavsiye kararını, 1 çekimser, 2 hayır oyuna karşılık 319 evet oyuyla kabul etti. Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) milletvekili ve eski Dışişleri Bakanı Trinidad Jimenez tarafından kaleme alınan önergeyle, hükümete Filistin’i resmen tanıması çağrısı yapıldı ve “mümkün olan tek çözümün” iki devlet olduğu vurgulandı. Filistin Büyükelçisi Musa Amer Odeh’in hazır bulunduğu oylama öncesi söz alan Dışişleri Bakanı Jose Manuel Garcia-Margallo, tüm grupların bu konuda konsensüs sağlamasından dolayı teşekkür etti. Garcia-Margallo, “Hükümetin beklentisinin, bu tarihî oylamanın bir süredir tıkanan barış görüşmelerinin önünü açması yönünde olduğunu” kaydetti. İktidardaki Halk Partisi (PP), Sinagog saldırısının ardından İsrail’in tepkisini çeken önergede son dakika değişikliği yapmak istemiş, parti sözcüsü Alfonso Alonso “Tek taraflı Filistin’i devlet olarak tanımayı düşünmüyoruz” açıklamasını yapmıştı. Söz konusu değişiklik kabul edilmedi, ancak Filistin’in tanınması “İsrailli ve Filistinliler arasındaki müzakere süreci sonucu ortaya çıkması” şartına bağlandı. Aralık 2014 İki; iş dünyasından birçok liderin önerdiği gibi yüksek yetenekli göçmenler, buradaki okullardan mezun olanlar ve girişimcilerin burada kalıp ekonomimize katkı sağlamalarını kolaylaştıracağım. Üç; halihazırda ülkemizde yaşayan milyonlarca yasa dışı göçmenin sorumluluk üstlenmesi için adımlar atacağım.” Obama’nın açıkladığı düzenleme üç ayaktan oluşuyor. Birinci olarak “yasa dışı göçmenliği sınırda önleme” başlığı, sınırdaki önlemlerin artırılmasını ve yasa dışı göçmenlerin buralarda daha etk ili şek ilde yakalanarak sınır dışı edilmesini içeriyor. Düzenlemenin ikinci ayağında ailelerin değil, suçluların sınır dışı edilmesi öncelikli hale getiriliyor. Üçüncü ayaktaysa ülkede beş yıldan fazla süredir yaşayan, ABD vatandaşı veya Yeşil Kart sahibi çocuğu olan yasa dışı göçmenlerin geçmişlerinin kontrol edilip vergilerini ödemeleri sağlanarak sorumluluk göstermeleri isteniyor ve bu noktada bu kişilerin ülkede geçici statüsünde yasal olarak kalabilmelerinin yolu açılıyor. Dünyadan Birleşmiş Milletler’den İran kararı OPEC üyesi ülkelerden ortak karar PETROL İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) üyesi Rusya, İRAN’DA insan hakları ihlalleri olduğu suçlamasını içeren bir taslak, Birleşmiş Milletler’de 193 üyenin yarısından azının desteğini alabildi. Basit çoğunluk prensibiyle gerçekleştirilen oylama sonucunda tasarı kabul edilmiş oldu. BM Genel Kurulu Üçüncü Komite’ye Kanada tarafından sunulan taslak, çoğunluğu NATO üyesi olan 78 ülkenin onayını aldı. Aralarında Rusya, Belarus, Bolivya, Mısır, Hindistan, Irak, Kazakistan, Çin, Küba, Lübnan ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin de olduğu 35 ülke tasarıyı reddederken Brezilya, Ürdün, Libya, Suudi Arabistan ve Güney Afrika’nın da yer aldığı 69 ülke oylamada çekimser kaldı. Taslakta İran’ın ifade özgürlüğü gibi haklara ciddi kısıtlamalar getirdiği, “insan hakları aktivistlerine sistematik gözaltı ve baskı uyguladığı, gazetecilere ve sosyal medyayı kullanan çeşitli muhaliflere baskı uyguladığı” gibi suçlamalar yer alıyor. Ayrıca “muhaliflere işkence”, “kadın ayrımcılığı”, “dinsel ve etnik azınlıklara baskı” gibi ithamlara da taslakta yer verildi. Suçlamalarla ilgili söz alan İran BM Temsilcisi Hüseyin Dehkani bazı ülkelerin düşmanca tavrına karşın ülkesinin BM ile işbirliğine devam edeceğini, insan hakları konusunda ilerleme kaydedecek mekanizmalar oluşturmayı hedeflediklerini ifade etti. Suudi Arabistan, Meksika ve Venezuela’dan oluşan ülkeler grubu, Viyana’da gerçekleşen toplantıda hızla düşen petrol fiyatları ile ilgili görüş alışverişinde bulunarak önemli kararlar aldı. Böyle bir formatta ilk defa bir araya gelinen toplantıda ülkeler fiyatları bir yıl boyunca denetleme ve gözlemleme kararına vardı. Venezuela Dışişleri Bakanı Rafael Ramirez toplantının ardından, enerji bakanlarının petrol üretimini durdurma kararı almadığını söyledi. Ramirez ayrıca grubun şu anki petrol fiyatlarının çok düşük olduğunu savunduğunu, varil fiyatının 100 dolar olmasının adil olacağını da söyledi. Rus petrol şirketi Rosneft’in başkanı Igor Sechin ise grubun yıl boyunca fiyatları denetleyip gözleyeceğini ve muhtemelen belli aralıklarla aynı şekilde toplanacaklarını dile getirdi. Sechin ayrıca son beş yıldır petrol fiyatlarında yaşanan düşüşün kritik olmadığını söyleyerek, sermaye ağırlıklı projeler sürecini uygulamaya başlamaları gerektiğini, bununsa petrol üretiminin bütün seviyelerini etkileyeceğini ifade etti. Kendilerinin günlük petrol üretimini 25 bin varile düşürdüklerini kaydeden Sechin, bunun da pazar dağıtımı açısından olduğu kadar hissedarların üretim etkinliği ve etkililiğini artırmak için yapıldığını belirtti. Aralık 2014 19 20 Demokrasinin filizlendiği şehir Antalya Dünya tarihinin ilk demokratik yönetim binası olan Likya Birliği meclis binası, Antalya’nın Kaş ilçesinde zamana meydan okurcasına ayakta duruyor. İki bin yıl önce demokrasiyi bu topraklarda yeşertmiş Likya uygarlığına evsahipliği yapan Antalya, bugün de demokrasinin simgelerinden biri. Aralık 2014 DOĞASI, denizi, dünyanın en güzel sahilleri, evsahipliği yaptığı medeniyetleri ve tarihî eserleri ile sadece Türkiye’nin değil dünyanın en güzel kentlerinden biridir Antalya. Şehri önemli kılan bir diğer özelliği ise demokrasinin temellerinin burada atılmış olması. MÖ 3000’lerde Anadolu’ya gelen ve bin yıldan fazla süre Güney Anadolu bölgesinde yerleşim gösteren Likyalılar tarihte ilk demokratik yönetim merkezine sahip uygarlık olma özelliği taşıyor. Likya Birliği’ne bağlı yerleşim merkezleri, ortak hareket edecekleri durumlarda bir meclis binasında fikirlerini oylamaya sunuyor ve bir karara bağlıyorlardı. Başkenti Patara olan birliğin sisteminde büyük yerleşim merkezlerinin iki, küçüklerin bir oy hakkı vardı. Bölgeyle ilgili kapsamlı çalışmalar birliğe bağlı şehir sayısının sık sık değiştiğini gösteriyor. Günümüze kadar, Likya Birliği’ne bağlı olduğu kesin olarak bilinen ve çoğu Likya kökenli olan şehirler şunlar: Aloanda, Andriake, Antiphellos, Aperlai, Apollonia, Araxa, Ariassos, Arneai, Arnna (Xantos), Arsada, Arykanda, Balbura, Bubon, Choma, Daedala, Gagae, Hippoukome, Idebessos, İsinda, Istlada, Kadyanda, Kandyba, Karmylassos, Kibyra, Korydalla, Kyaneai, Letoon, Lmyra, Myra, Nysa, Oktapolis, Oinoanda, Olympos, Patara, Phaselis, Phellos, Pınara, Podalia, Pydnai, Rhodiapolis, Simena, Sura, Sidyma, Telmessos, Termessos Minor, Theimussa, Tlos, Trebenna, Tyberissos, Typallia, Trysa. MÖ 2. yüzyılda kurulduğu tahmin edilen, 2008 yılında restorasyon çalışmaları için TBMM’ye devredilen meclis binası, restorasyonun tamamlanmasının ardından 20 Mayıs 2012’de yeniden Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bırakılmıştı. Demokrasinin Anadolu topraklarında filizlendiğinin en büyük kanıtı olan Likya Birliği meclis bina- 21 sını her yıl pek çok turist ziyaret ediyor. Kalkan beldesindeki Patara antik kentinde bulunan meclis binası, kültürel ve tarihî değerinin yanı sıra demokratik bir önem de taşıyor. “Her zaman demokrasiden yana” Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel, demokrasinin Antalya kadar hiçbir şehre yakışmadığını ifade ediyor. Likya Birliği meclisinin mükemmel yönetim biçiminin tüm dünya demokrasilerine esin kaynağı olduğunu belirten Türel, Antalya’nın tarih boyunca her zaman demokrasiden yana tavır aldığını dile getiriyor. Türel, Türkiye’de demokrasi ne zaman duraksamaya uğrasa, Antalya’nın hassasiyetlerin en yükseğini gösterdiğini vurguluyor. Bin yıllar önce dahi demokrat olan Antalya’da yönetim bugün de demokrasi gözetilerek gerçekleştiriliyor. 200 milyon liralık dev yatırım EXPO-Meydan Raylı Sistem Hattı için halkın görüşü alındıktan sonra kolların sıvanması, belediyenin şeffaf yönetim ve katılımcı demokrasi anlayışının en güzel örneklerinden birini teşkil ediyor. Raylı sistem hattının geçtiği yirmi mahalleye kurulan sandıklardan %98 “Evet” oyu çıkması üzerine Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel, “Yaklaşık 200 milyon TL yatırım maliyeti olan bir projeyi vatandaşlara sorduk ve halkımız yoğun bir ilgi göstererek çalışmanın yapılmasına onay verdi. Burada önemli olan halkımızın demokrasiye, katılımcı yönetime olan hassasiyetini bu vesileyle görmüş olmamızdır” açıklamasını yaptı. Halkın görüşlerini almaya devam edeceklerini ifade eden Türel sözlerini şöyle sürdürdü: “Bundan sonra hangi büyük proje olursa olsun halkımıza soracağız. Halkımızın ka- naatini aldıktan sonra o projeyle ilgili gerekeni yapacağız. Halkımız bu büyük projeleri bize yap diyorsa yapacağız. Ama eğer o projeyi istemezse halkın isteyeceği diğer projelerle meşgul olacağız. Halkımıza hizmet etme noktasında gerekeni yapacağız.” “Antalya sinema şehri olacak” Antalya’nın demokrasinin olmazsa olmazı sanatın da başkenti olduğunu ifade eden Türel, Büyükşehir Belediyesi olarak turizm, kültür ve sanat adına çalışmaların devam edeceğini belirtiyor. 51’incisi düzenlenen Uluslararası Film Festivali’nin dünyanın sayılı film festivalleri arasında yer aldığını söyleyen Menderes Türel, şehrin tarihî mekanları ve doğal zenginliğinin yeni film stüdyoları ile dünyaya tanıtılacağını ifade ediyor. Türel, “Altın Portakal ile birlikte Antalya’yı birkaç yıl içerisinde dünya sinema endüstrisinin üretim merkezlerinden biri yapacağız. Antalya tam anlamıyla bir sinema şehri olacak. Festival sarayımızla, film platolarımızla, film laboratuvarlarımızla, kostüm bankalarımızla, maddi ve manevi desteklerimizle yapımcıları ve yönetmenleri sadece festival için değil, film yapmak için Antalya’ya davet edeceğiz” diyor. “Piyano Festivali sadece salonlarda değil, sokaklarda, okullarda, AVM’lerde...” 15’incisi düzenlenen Antalya Piyano Festivali’nin temasını “Şehrin Sesi” olarak belirlediklerini belirten Türel, “Sadece konser salonlarında değiliz. Aynı zamanda sokaklarda, AVM’lerde, okullardayız. Burada birçok aktivite gerçekleştiriyoruz. Konser salonlarını tüm şehre yaymaya dikkat ettik. Etkinliklerimizde bu şehrin müzisyenlerine imkan tanıdık. Bu festivalin en önemli unsurlarından biri eğitim. Sosyal dezavantajlı okullara gidiyoruz. Burada enstrüman alacak gücü olmayan öğrenciler olabilir. Yaptığımız atölyelerle kendi bedenlerini nasıl enstrüman olarak kullanabileceklerini öğretiyoruz” ifadelerini kullanıyor. Sekiz bin öğrenciye atölyelerle ulaşarak klasik müziği sevdirmeyi amaçladıklarını, okulları gezerek yetenekli öğrencileri tespit ettiklerini söyleyen Türel, Antalya’nın büyük bir kültür başkenti olma yolunda ilerlediğini belirtiyor. “Sosyal, kültürel ve kişisel gelişimlerine destek oluyoruz” Demokrasilerin eğitimle güçleneceğini kaydeden Türel, ASMEK (Antalya Sanat ve Eğitimi Kursları) ve AKBEM (Atatürk Kültür Bilgi Eğitim Merkezi) gibi merkezlerle Antalyalıların sosyal, kültürel ve kişisel gelişimlerini destekleyerek eğitimlerine katkıda bulunmayı amaçladıklarını sözlerine ekliyor. Sosyal bir belediyecilik anlayışı ile “Bilgi Evleri” projesini geliştirdiklerini söyleyen Menderes Türel, “Teknolojiye hakim, tarih bilincine sahip, sorumluluklarını bilen, kültürel değerlerine bağlı, özgüveni olan, geleceğe inancı sağlam bir nesil oluşturmaya çalışıyoruz. Bilgi Evleri ile, çocukların güvenli ve kontrollü bir ortamda ders çalışmalarını, kitap okuma alışkanlığı kazanmalarını, boş vakitlerini yararlı bir şekilde değerlendirmelerini, sosyal alanda yeteneklerini geliştirebilmelerini sağlamayı amaçlıyoruz” diyor. Aralık 2014 22 Yeni nesil gümrükler Ü lkemiz gümrük kapılarında 400 milyar doları aşan dış ticaret hacmi gerçekleştirilmektedir. Bu trafiğin yönetilmesi ve 2023 hedeflerimiz, kolaylık ile güvenliğin bir arada bulunduğu sistemleri oluşturma zorunluluğunu beraberinde getirmektedir. Gümrüklerimizde işlemlerin hızlı sonuçlandırılmasının yanı sıra olası suistimallere alan bırakmama gayreti ile yeni enstrümanlar geliştirilmekte, sistemlerin işleyişi düzenlenmekte ve aksaklıkları ortadan kaldırmak üzere çalışmalar yapılmaktadır. “Tek Durak” ile gereksiz bürokrasiyle mücadele Nurettin Canikli Gümrük ve Ticaret Bakanı Gümrük kapılarımızı her yönüyle yeniliyor, ülkemizin ihtiyaçlarına cevap verecek ve ticaret erbabımızın uluslararası arenada rekabet gücünü artıracak donanımlara sahip hale getiriyoruz. Aralık 2014 Gümrük hizmetlerini çok daha hızlı ve etkin bir şekilde sürdürmek için, ihtiyaç duyulan yerlerde yeni gümrük kapıları açıyor ve mevcut kapılarımızı yeniliyoruz. Bu kapsamda, vatandaşımızın ve ticaret erbabımızın gümrük kapılarında gereksiz yere beklemesinin önüne geçmek adına “Tek Durak” projesinin pilot uygulamasını 2014 yılında Kapıkule sınır kapısında başlattık ve ilerleyen dönemlerde diğer kara sınır kapılarımıza da yaygınlaştırmayı planlıyoruz. Gümrük hizmeti verilmesine ilişkin olarak yolcuların, yük taşıyan araç ve sürücülerin tüm işlemleri ile diğer kurum ve kuruluşların mevzuatlarından kaynaklanan bazı kontrollerin de koordineli bir şekilde aynı yer ve zamanda yapılabilmesine hizmet eden “Tek Durak” uygulaması gereksiz bürokrasiyle mücadele noktasında da önem taşımaktadır. Bakanlığımızca yürütülen gümrük kontrolleri Gümrük Mevzuatı uyarınca, risklerin tespiti ve risk derecesinin ölçülmesi ile ulusal ve gerekli görüldüğü takdirde uluslararası düzeyde riskler değerlendirilerek gerekli önlemleri oluşturmak amacıyla bilgisayarlı veri işleme teknikleri kullanılarak ve risk analizi esas alınarak yapılmaktadır. Bu kapsamda, gümrük idaresindeki işlemlerin mümkün olduğu ölçüde hızlı ve etkin yapılması, idarelerdeki yığılmaların önlenmesi ve dış ticaret erbabına kaliteli ve hızlı hizmet sunulması amacıyla risk analizi ve hedefleme teknikleri kullanılmaktadır. Bu amaçla yapılan çalışmalar sonucunda belirlenen riskli unsurlar Bilgisayarlı Gümrük Etkinlikleri (BİLGE) sistemine tanıtılarak, gümrük kontrollerinin bu doğrultuda gerçekleştirilmesi ve söz konusu kontrollerde seçicilik sağlanması amaçlanmaktadır. Kaçakçılığa sıfır tolerans Bakanlık olarak bir taraftan ülkemizi 2023 hedefine ulaştıracak gümrük işlemlerini basitleştirme ve kolaylaştırma çalışmalarına ivme kazandırırken, aynı zamanda sanayicinin, ticaret erbabının hak ve hukukunu korumak amacıyla kaçakçılıkla mücadelede etkinliği artırmaya yönelik her türlü önlemi almanın gayreti içerisindeyiz. Belirli kişi veya gruplara haksız kazanç sağlaması, haksız rekabete neden olması, istihdamı engelleyip işsizliğe yol açması, bu yolla elde edilen kazancın büyük oranda organize suç örgütlerine finansman sağlaması nedeniyle kaçakçılık, ülkelerin ekonomik ve sosyal yapısında tahribatlara neden olmakta, kamu düzeni üzerinde ciddi tehdit oluşturmaktadır. Bu nedenledir ki kaçakçılıkla mücadele ulusal ve uluslararası boyutta ele alınması, üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir olgudur. Kaçakçılığın önlenmesi yalnız maddi zararların 23 önüne geçilmesi açısından değil, uyuşturucu, patlayıcı silah ve mühimmat gibi ticareti yasak eşyaların ülkeye giriş ve çıkışının önlenmesi bakımından da önemlidir. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı olarak temel misyonumuz, yasal ticareti kolaylaştırmak ve yasa dışı ticareti önlemektir. Misyonumuz doğrultusunda “kaçakçılığa sıfır tolerans” yaklaşımı ile görev alanımızdaki gelişmeleri yakından takip etmekteyiz. Hedefimiz, kaçak eşyayı yakalarken caydırıcı bir etki de oluşturmaktır. Kaçakçılıkla mücadele, yalnız kaçak eşya yakalamak değildir, aynı zamanda potansiyel kaçakçılık faaliyetlerinin ve insanların kaçakçılığı kârlı bir alan olarak görmelerinin engellenmesidir. Bu amaca yönelik olarak son yıllarda beşeri ve fiziki sermayeye yatırımlar yaptık. Kaçakçılıkla mücadelenin en önemli sermeyesi insan kaynağını nicelik ve nitelik olarak iyileştirme kapsamında son beş yılda yaklaşık 7 bin yeni personel aldık. Şu anda toplam personelimizin yüzde 70’inden fazlası üniversite mezunudur. İstihdam edilen personelin, kaçakçılıkla ilgili yeni uygulamalar ile mücadele teknik ve yöntemleri konusunda hem ulusal hem de uluslararası platformlarda eğitim verilerek, bu konudaki kabiliyet ve yetenekleri artırılmaktadır. Ülkemize giren her araç ve eşyaya tarama Bulunduğumuz coğrafyada komşu ülkelerdeki otorite ve iktidar boşluğu, iç çatışmalar maalesef önemli bir dezavantaj olarak karşımıza çıkmakta, kaçakçılıkla etkin mücadeleyi zorlaştırmaktadır. Bu dezavantajı ortadan kaldırmak, mücadelede herhangi bir zafiyet yaşamamak amacıyla teknolojinin tüm imkanlarından faydalanıyoruz. Bütün kara sınır kapılarımız ile limanlarımızın tamamında tarama sistemlerini etkin olarak kullanmaktayız. Bu amaçla 2012 yılında 19 olan araç ve konteyner tarama sistemi sayımızı yüzde 100 artırdık ve 38 tarama sistemine ulaştık. Önümüzdeki birkaç yıl içerisinde ülkemize giren tüm araç ve eşyalarının tamamını taramayı hedefliyoruz. Bu nedenle ilk etapta 2015 yılında X-ray kapasitemizi yüzde 50 civarında artırmayı planlıyoruz. Uyuşturucu ile etkin mücadele Özellikle gençlerimizi hedef alarak insan sağlığı üzerinde ciddi tehdit oluşturan uyuşturucu maddeler ile etkin mücadeleye ayrı bir önem atfetmekteyiz. Ülkemiz, narkotik maddeler açısından maalesef transit güzergah olarak kullanılmaya çalışılmaktadır. Bakanlık olarak uyuşturucu ile mücadelede elde ettiğimiz başarı birçok uluslararası ve bölgesel kuruluş tarafından örnek gösterilmektedir. 2014 yılının ilk on ayında Bakanlığımızca 820 kilogram eroin, 133 kilogram kokain ve 213 kilogram farklı tür ve miktarda sentetik uyuşturucu ele geçirilmiştir. Tırlara yakın takip Akaryakıt kaçakçılığı ile mücadele, Bakanlığımız koordinasyonunda yürütülmektedir. 2012/19 Sayılı Başbakanlık Genelgesi ile mücadele ile görevli kurumlar tarafından müştereken hazırlanan Eylem Planı kapsamında önemli çalışmalar yapılmıştır. Yasal ve idari kapasitenin artırılması, operasyonel faaliyetlerin sayısının ve niteliğinin artırılması başlıkları altında akaryakıt kaçaklığı ile mücadele kapasitemiz önemli bir noktaya ulaşmıştır. Suriye sınırından giren kaçak akaryakıtın önlenmesi amacıyla bölgedeki 7 ilde, Valiliklerin koordinasyonunda tüm adli kolluk birimlerinin katıldığı saha denetimlerine devam edilmektedir. 2014 yılının ilk on ayında Bakanlığımız tarafından 40 bin 85 ton kaçak akaryakıt yakalaması gerçekleştirilmiştir. Araç Takip Sistemi ile ülkemizden transit geçen akaryakıt yüklü tırların takibi, bu tırlara yalnız belirli yerlerde konaklama izni verilmesi ve bu alanların kapalı devre kamera sistemleri ile izlenmesi, akaryakıt satışı yapan istasyonlara risk analizi temelli denetimler yapılması, bu çalışmaların somut örneklerinden yalnız birkaçıdır. Kaçaklıkla mücadele, sadece yakalama yapmak değildir, ancak yakalama rakamları kaçakçılıkla mücadele alanında önemli bir işarettir. 2010 yılında 436 milyon 35 bin TL olan yakalama değerimiz 2014 yılı ekim sonu itibarıyla yüzde 206 artışla 1 milyar 333 milyon TL’ye ulaşmıştır. 2009 yılından bu yana yakalama değerlerimiz yıllık ortalama yüzde 36 artış göstermiştir. Ülkemize ciddi ekonomik ve toplumsal maliyetlere neden olan, ulusal güvenliğimizi tehdit eden kaçakçılık ile kararlı mücadelemiz artarak devam edecektir. Daha kolay ve daha güvenli ticaret hedefi doğrultusunda antrepo ve antrepodan transit işlemlerine ilişkin sistemin işleyişinin de düzenlenmesi gerektiği kanaati doğrultusunda akaryakıt antrepoları ve riskli ürünlerin antrepodan transitine ilişkin olarak gerek mali açıdan gerekse insan ve çevre sağlığı açısından olası risklerin önüne geçilmesine yönelik çalışmalarımız devam etmektedir. 2023 ufkuyla daha ileri hizmetler Günümüzde gümrükler, ticaretin kolaylaştırılması yoluyla rekabetçilik ve büyüme alanlarında ülke ekonomilerinde itici güç olarak rol üstlenmektedir. Bu bilinçle gümrük kapılarımızı her yönüyle yeniliyor, ülkemizin ihtiyaçlarına ve ticaret erbabımızın uluslararası arenada rekabet gücünü artıracak donanımlara sahip hale getiriyoruz. Son 12 yılda birçoğunu reform olarak nitelendirebileceğimiz hizmetlerimizi, 2023 ufkuyla çok daha ileri noktalara götürmeyi hedefliyoruz. Aralık 2014 Aralık 2014 Anadolu’ d an yükselip tüm dünyayı aydınlatan güneş Deniz Varol Mevlâna’nın çağlar aşan ve yüzyıllarca insanlığa bir fener gibi yol gösteren felsefesi, Anadolu’dan tüm dünyaya yayılmış bir cevher adeta. 13. yüzyıldan beri eskimeyen, sonraki kuşaklara aktarılarak varlığını her daim koruyacak olan Mevlevilik geleneği Mevlâna’nın öğretilerini bize aktarmakla kalmıyor, ilahî aşka giden yolda kılavuzluk ediyor. Aralık 2014 26 Kapak T ürkmenistan’ın Merv, İran’ın Nişabur, Afganistan’ın Herat ve Belh şehirlerini kapsayan Horasan bölgesinin, Anadolu’nun kimlik oluşturma sürecinde de etkili olduğu bilinir. Mevlâna Celaleddin-i Rumi’nin doğduğu kent olan Belh, o dönemde Harezmşahların idaresindedir. Mevlâna ise bölgenin en köklü ailelerinden birine sahiptir; annesi Belh Emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun, babaannesi Harezmşahlar hanedanından Melîke-i Cihan Emetullah Sultan, babası “alimler i n su ltâ n ı” u nva n l ı Mu ha m med Bahâeddin Veled, büyükbabası ise Ahmed Hatîbî oğlu Hüseyin Hatîbî... Mevlâna henüz çocukken babası Belh’te meydana gelen siyasi istikrarsızlık nedeniyle şehri terk etmeye karar verir. Tam da Moğol istilalarının yaklaştığı bir dönemde, Mevlâna’yı Anadolu’ya kazandıracak göç böylece gerçekleşir ve Selçuklu devletinin başkenti Konya’ya yerleşirler. Artık Mevlâna Anadolu’nun kadim bilge- Aralık 2014 Mevlâna’nın oldukça ciddi bir tahsil gördüğü ve tasavvufi bir terbiyeden geçtiği bilinir. Öyle ki lügat, fıkıh, tefsir, hadis, makulat, menkulat gibi dönem ilimlerinde önde gelenlerden biri haline gelir, fende yüksek başarılar sağlar. liğinden, Anadolu ise onun sevgiyi ve hoşgörüyü aşılayan görüşlerinden beslenecektir. Konya’ya yerleşmelerinden iki yıl sonra babasının ölmesiyle Mevlâna, Şeyh Burhaneddin-i Muhakkık-ı Tirmizi’nin müridi olur. Mevlâna’nın oldukça ciddi bir tahsil gördüğü ve tasavvufi bir terbiyeden geçtiği bilinir. Öyle ki lügat, fıkıh, tefsir, hadis, makulat, menkulat gibi dönem ilimlerinde önde gelenlerden biri haline gelir, fende yüksek başarılar sağlar. Mevlâna Celaleddin-i Rumi’nin yaşamında en önemli unsurlardan, hatta onu Mevlâna yapan değerlerden biri de şüphesiz Tebrizli Şems’tir. Birliktelikleri ve karşılaşmaları üzerine yazılanlar çok çeşitli olsa da Şemseddin Muhammed-i Tebrizi’nin ilk kez 1244’te Konya’ya geldiği bilinir. Yaygın kanı Şems’in Ümmî bir şeyhin müridi olduğu ve Konya’ya gezici bir tüccar olarak geldiği yönündedir. Bir araya gelmeleri ise adeta efsanevidir, Mevlâna aradığını Şems’te, Şems ise Mevlâna’da bulmuştur. Artık her anı birlikte geçirmekte, fikir alışverişleri yapmakta, süresi kesin olarak bilinmeyen uzun bir inziva yaşamaktadırlar. Mevlâna artık o güne dek Kapak öğrendiği, benimsediği tüm bilgileri bir kenara bırakıp Şems’in açtığı manevi yolda ilerleyecek, ilahî aşka doğru yönelecektir. Bu süreç elbette Mevlâna’nın öğretileri ve yaşayışı üzerinde hiç kaybolmayacak bir etki yaratacaktır. Ne var ki söz konusu birliktelikten dostları ve müritleri şikayet etmeye başlar, zira Mevlâna’nın kendileriyle eskisi gibi ilgilenmemesi hoşnutsuzluğa neden olur. Şems de bu yakınmalara daha fazla dayanamaz ve Konya’yı terk eder. Bu ayrılış Mevlâna için adeta bir yıkım olur, hem semâ meclislerinden hem de toplantılardan iyice ayağını çeker, ama en içli eserlerini de bu dönemde verir. Bir süre sonra Şems’in geri dönmeyeceğinden emin olarak dostlarına, derslerine geri döner. Mevlâna yaşamının sonraki yıllarında sadece Anadolu topraklarında değil tüm dünyada ilim severleri derinden etkileyecek eseri Mesnevi’ye imza atar. Ölmeden önceki son on beş yılını adadığı Mesnevi’de bilgilendirici ve öğretici bir yol izler Mevlâna. Hem hayatına yön veren anlayışları, hem de dinî ve tasavvufi bilgileri konu edinerek yüzyıllarca pek çok dile tercümesi yapılan, dünya çapında ilgi toplayan bir ürün ortaya koyar. Yüksek vecd ve ilahî aşk Mesnevi’nin satırlarından gönül bağı aracılığıyla okuyucuya aktarılır. İlim öğrenme mekanı olan medreselerin Mevlâna’nın daha çocukluk yıllarından itibaren yeri büyüktür. Tahsil dönemini tamamlamasının ardından hayatı neredeyse tümüyle bu mekanlarda geçer. Sahip olduğu ilmi şiirle buluşturması ise onu benzersiz kılar. Kendisine örnek aldığı mutasavvıf şairler Senai ile Şeyh Attar’ın Mevlâna hayatta iken bir tarikat kurmamışsa da eşsiz görüşleri ve bilgeliğiyle yüzyıllar sürecek bir geleneğin temellerini atmıştı. Günümüze dek canlılığını ve etkisini yitirmeyecek bir geleneğin harcını ilahî aşk, hoşgörü, affedicilik, Allah ve insan sevgisi, tevazu, dinginlik ve barışla karmıştı. Aralık 2014 27 28 Kapak En başından en sonuna kadar büyük bir özen ve dikkatle icra edilen semâ, pek çok mistik sembol barındırır. açtığı yolda ilerleyerek ulvi bir kişilik sergiler. Ancak Mevleviliğin bir tarikat haline gelmesi Mevlâna’nın ölümünün ardından, onun felsefesini ölümsüz kılmak isteyen oğlu Sultan Veled tarafından gerçekleşir. Fanilik içinde beka zevkini tatmak Mevlâna hayatta iken bir tarikat kurmamışsa da eşsiz görüşleri ve bilgeliğiyle yüzyıllar sürecek bir geleneğin temellerini atmıştı. Günümüze dek canlılığını ve etkisini yitirmeyecek bir geleneğin harcını ilahî aşk, hoşgörü, affedicilik, Allah ve insan sevgisi, tevazu, dinginlik ve barışla karmıştı. Kendisi dostlarıyla ve müritleriyle bir araya geldiğinde dinî ve ilmi soh- Aralık 2014 betlerin yanı sıra semâ yapılır, zikredilirdi. O dönemde semâ belli bir kurala ve düzene göre yapılmıyordu, ancak Mevlevilik sufi bir tarikat haline geldikten sonra semâ ritüeli de disiplinli bir şekilde icra edilmeye başladı. 13. yüzyılda ortaya çıkan, asırlar boyunca gelişip son halini alan ve Türk kültürünün bir parçası haline gelen Mevlevi ritüellerinin uzun ömürlülüğü, içsel mükemmellik ve özgünlükten kaynaklanıyor. “Semâ, fanilik içinde beka zevkini tatmak, Allah’ın sırrına aracısız ulaşmak, Allah’la buluşmak, aşkı kucaklayıp bağrına basmaktır” diye dile getiriyor Mevlâna. Bu ritüeli gerçekleştirirken her adım, her öge olmazsa olmaz bir nitelik taşıyor. Hz. Muhammed’i (s.a.v.) öven naat-ı şerifin okunmasının ve sonrasında ney taksiminin ardından semâzenler semâya başlıyor; ilk aşamada sergilenen Devr-i Veledi ölümden sonra dirilmeyi temsil ediyor. Hırkası kabir, sikkesi mezar olan semâzen, oturduğu sırada ölmüş sayılıyor. Devr-i Veledi’nin tamamlanmasıyla hırkayı çıkarmaları dünyevi işlerinden sıyrıldıkları anlamına geliyor. Semâ töreninin selam bölümü dört unsurdan oluşuyor: Selam insanın kulluğunu idrak etmesini, Allah’ın kudreti karşısında hayranlık duymasını, kudret karşısında duyulan hayranlığın aşka dönüşmesini, insanın kulluğa dönüşünü anlatıyor. En başından en sonuna kadar büyük bir özen ve dikkatle icra edilen bu seremoni, pek çok mistik sembol barındırır. Semâ esnasında dönmek tüm Kapak mekanlarda ve tüm yönlerde Allah’ı seyretmeyi simgeler. Ayak vurmak, nefsin sınırsız ve doyumsuz isteklerini ayaklar altına alıp ezmeyi ve onunla mücadele edip nefsi mağlup etmeyi anlatır. Kolları iki yana açmak, “en mükemmel”in karşısındaki acziyeti temsil eder. Sağ elin yukarı, sol elin aşağı yönelmesi ise sağ elle Tanrı’dan feyiz alıp ondan başkasına yüz çevirmek, sol elle bu feyzi dağıtmak anlamı taşır. Mevlâna’nın öğretisine göre ölüm ilahî aşkın yöneldiği Rabb’e kavuşmak olduğundan onun ölüm günü “düğün gecesi” anlamına gelen Şeb-i Arus olarak adlandırılıyor. Mevlevilikte vuslat olarak nitelendirilen bu gün adına her yıl 17 Aralık’ta törenler düzenleniyor. Bu törenlerde Mevleviliğin bir parçası olan ve Allah’a ulaşma yolunun derecelerini simgeleyen semâ eşliğinde tasavvufi bir seremoni gerçekleştiriliyor. Mevlâna’nın canın içinde can arayan; benliğe, altın taç olan akla ulaşmayı amaç edinen felsefesi yalnızca onun eserlerinde değil, aynı zamanda Mevlevilik geleneğinde yaşatılarak hakikat yolunu görünür kılıyor. Aralık 2014 29 1789’dan 5 Aralık 1934’e... Kadınlar nihayet siyaset sahnesinde Ne Satı Kadın kolay efsane oldu ne de Gül Esin. Türkiye’nin “ilk”lerine adını yazdıran bu isimler, yaklaşık yüz elli yıl önce hemcinslerinin çok uzaklarda başlattığı bir akımın Anadolu’daki kahramanlarıydılar. 20. yüzyılda kadın, siyaset sahnesine çıkmıştı nihayetinde. Kimi zaman ayağı burkuldu, belki çelme takıldı; kimi zaman düştü, yine kalktı. Ancak kadın, meclis kürsüsüne koşarak geldi, hem de uzun bir yolu… Gökçe Doru Aralık 2014 31 “E k mek bu la m ıyorla rsa pasta yesi n ler.” Bi r g r up k ad ı nı n sinirlerini zıplatan; büyüyerek tüm dünyayı etkisi altına alan, yıllar içinde farklı ülkelerde kadın hareketlerini doğuran şey, pek masum görünümlü bu söz müydü? Fransa Kraliçesi Marie Antoinette’e ait olduğu rivayet edilen, bir kısım tarafından küstahça bulunduğu, bir kısım tarafından kraliçenin halkından habersiz olduğunu gösterdiği için eleştirilen, ama mutlaka eleştirilen pastalı söz Versailles Sarayı’na yürüyen, “Ne zaman ekmeğimiz olacak” diye bağıran bir grup kadına söylenmişti. Sonradan Fransız Devrimi olarak adlandırılacak ve bir çağı kapatacak karmaşanın ortasında edilmiş bu söz, dünyada dalga dalga yayılan kadın hareketlerinin de fitilini yakmıştı. Sanayi Devrimi yıllarında İngiliz kadınların, Fransız Devrimi’ne de Fransız kadınların büyük katkısı olduğu bilinir. Dünyada modernleşmenin temelinin atılmasında, hak, özgürlük, eşitlik gibi kavramların yerleşmesinde kadınların büyük rolü var. Halbuki Cilalı Taş Çağı’nda da kadınların önemi çok büyüktü. Öyle ki o çağın insanları erkek tanrı figürini dahi yapmamıştı. İlk çiftçiler kadındı, çağlar sonra ilk doktorlar ve bilim insanları da kadın olacaktı. Peki, ne olmuştu da kadınlar belli haklara sahip olabilmek için pek çok acıya katlanmış, uzun ve zorlu bir mücadeleye girişmişti? Cevap Aralık 2014 32 Eski Tunç Çağı’nda saklı. Metalin keşfi, bu sert maddenin dövülerek yapıldığı araç-gereçlerin ön plana çıkması, yani fiziksel güç gerektiren işlerin artması kadını ikinci plana itti. Bin yıllar sonra, 1. yüzyılda Aziz Pavlus’un söylediği “Erkek kadın için yaratılmadı, ama kadın erkek için yaratıldı” sözünün etkisi de yadsınamaz. Erkeğin fiziksel güç üstünlüğü vardı ve bir kadının bir erkekle, elbette hiçbir zaman fiziksel olarak değil, ancak yasalar önünde eşit olması çok sonra mümkün oldu. “Bir kadına yapmaması gerekenleri söylemek, ona neler yapabileceğini göstermektir” diyor bir İspanyol atasözü. Yakın geçmiş olan 18. yüzyılda kadına eğitim verilmesi yasaktı, bazı çevreler ise bu yasağın acilen kaldırılması gerektiğini savunuyordu hararetle. Nedeni ise biraz komikti; eğitimli kadın ileride topluma faydalı olacak erkek evlatlar yetiştirecekti. Kadın kendi yöneticilerini seçemezdi, çünkü ona bin yıllardır çocuk büyütmek gibi bir görev biçilmişti ve yaşam alanı evle sınırlıydı. Kadının kocasını boşaması yasaktı, çünkü ev ekonomisine katkısı olan kişi erkekti, kadının şikayet edecek bir durumu olmamalıydı vesaire. Aralık 2014 Dönel i m Fra nsı z Dev r i m i’ne… Devrimi kadınlar değil, halk başlatmıştı; ancak kadınlar ihtilalin her aşamasında vardı, üstelik etkindi. Halkın zaferiyle sonuçlanan bu olayın ardından Fransa’da kadınların miras, evlilik, boşanma gibi konularda büyük kazanımları oldu. Bunu mevki ve görevlerde eşit pay hakkına sahip olma, eğitim hakkı, seçme ve seçilme isteği takip etti. Fransız kadınlara göre, kadın idam sehpasına çıkma hakkına sahip olduğuna göre pekala konuşmacı kürsüsüne çıkma hakkına da sahip olmalıydı. Kadınların haklı savunmaları Fransa ve tüm Avrupa’da herkesin şapkasını önüne koyup düşünmesine vesile oldu. Yaklaşık yüz yıl sonra Paris’te Kadınların Hakları Uluslararası Konseyi, 1904’te Berlin’de 33 Kadınların Seçme ve Seçilme Hakkı İçin Uluslararası İttifak Örgütü kuruldu. Buna rağmen Almanya kadına seçme ve seçilme hakkını 1918’de, Fransa 1944’te sağladı. Kadınların yasalar önünde erkeklerle eşit görülmesi, seçme ve seçilme hakkına sahip olması büyük bir mücadelenin ürünüydü. Bu başarı sonraları “Birinci Dalga Feminizm” olarak adlandırıldı. Kadın haklarında Osmanlı Avrupa’dan daha Batılı 1893, dünyada kadına ilk seçme ve seçilme hakkının verildiği tarih. Bunu gerçekleştiren ülke ise Yeni Zelanda. Ardından, 1902 yılında Avustralya bu hakkı sağlıyor. Avrupa’da kadın yurttaşlarına seçme ve seçilme hakkı veren ilk ülke ise Finlandiya. (1906) “Vermek” deniliyor, ancak kadınlar zorlu mücadelelerin ardından kendileri sağlamışlar seçme-seçilmeyi. K imse durup dururken vermemiş bu hakkı. Türkiye’de de kadınların seçme ve seçilme hakkı elde edişinin ta Osmanlı’ya, Tanzimat dönemine uzanan bir geçmişi var. Bu dönemde gerçekleşen modernleşme hareketlerinden kadınlar da yararlanıyor ve onlara pek çok hak tanınıyor. Su lta n Abdü lmecid döneminde (1839-1861) kadınlarla ilgili kök lü reformlar yapılıyor. İlköğretim okulu olan sıbyan mekteplerinde kız çocukları için 7-11 yaş arası eğitim zorunlu tutuluyor. Eğer bir bölgede iki sıbyan mektebi varsa birinin kız çocukları için olması mecburiyeti getiriliyor, bir tane varsa erkek ve kızların ayrı sıralarda oturmak üzere aynı okula gidebilecekleri belirtiliyor. Sıbyan mekteplerinin bir devamı olan rüştiyeler, Abdülmecid dönemine kadar yalnızca erkekler içinken 1859 yılında kızlar için de rüştiyeler açılıyor. II. Abdülha- Osmanlı’da görülen Batılılaşma hareketlerinden biri de kadın örgütlenmelerine izin verilmesiydi. 20. yüzyılda kurulan kadın cemiyetlerinin amacı çoğunlukla Osmanlı kadınının eğitim ve kültür seviyesini yükseltmekti. mid döneminde ise (1876-1909) kız rüştiyelerinin sayısı hem başkentte hem de tüm yurtta bir hayli artıyor. Modernleşme hareketlerinden biri de ebe mektebi, kız sanayi mektebi gibi mesleki eğitim veren okulların açılması oluyor. Bu okullardan dârülmuallimât, Türk kadınının eğitim tarihindeki en önemli okullardan biri kabul ediliyor. Zira buradan mezun olan bir kadın, öğretmen olarak çalışmak istemese dahi aydın toplumun oluşmasında temel oluşturuyor. 1914 yılında Osmanlı kadınına güzel sanatlar alanında eğitim vermek üzere kurulan İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nin ilk müdiresi de dârülmuallimât mezunu Mihri Müşfik Hanım oluyor hatta. Tanzimatın kadınlara sağladığı hukuki reformlardan biri arazi paylaşımı konusunda kadın-erkek eşitsizliğinin ortadan kaldırılması. 1846 tarihinde alınan bir kararla kız evlat da erkek evlat gibi, babasının arazisine bedelsiz sahip olabiliyor. Batılılaşma hareketleri çerçevesinde, sözde Avrupa örnek alınırken Osmanlı’nın kadınlarla ilgili pek çok reformu Avrupa ülkelerinden evvel gerçekleştirmesi de şaşırtıcı bir durum. Buna benzer hukuki reformlarda olduğu gibi. Osmanlı’da 20. yüzyılın başlarında kadınların örgütlendiği görülüyor. 1908 yılında kurulan Cemiyet-i İmdâdiye, Rumeli’de süren savaş için Osmanlı askerine kışlık giyecek temin etme amacı güdüyor örneğin. Aynı yıl faaliyetlerine başlayan Teâli-i Nisvân Cemiyeti’nin amacı ise millî geleneklerden vazgeçmeden Osmanlı kadınının eğitim ve kültür Aralık 2014 34 seviyesini yükseltmek. 1910 yılında kurulan Teâli-i Vatan-î Osmanî Hanımlar Cemiyeti göçmenlere ve askerlere yardım ediyor. Üstelik bu cemiyet Osma nlı dona nmasına “Nevzâd-ı Vatan” isimli bir savaş gemisi hediye ediyor. Bunun gibi onlarca cemiyet üç amaç altında toplanıyor: Osmanlı kadınının kültür seviyesini yükseltmek, Osmanlı askerine yardım etmek, şehit aileleri ve kaybedilen topraklardan göçen Türklere yardım etmek. Osmanlı aydını, dünyada yayılan feminizm dalgasının Osmanlı toplumunu ve ahlakını bozacağını düşünüyor. Ancak Osmanlı kadınının Avrupalı kadınlardan önemli bir üstünlüğü var. Osmanlı aydını feminizmi desteklemiyor, ama kadının toplumda özel bir yere konulmasının zaruri olduğunu, kadınların meslek edinerek topluma faydalı birer birey olması gerektiğini söylüyor, hatta sık sık görücü usulü evli liğ in ya n lışlığ ı v urg u la nıyor. Bunu da aydınlar, edebi eserlerinde dile getiriyor. Tanzimat dönemi ve sonrasında kadınların lehine çıkarılan pek çok gazetedeki gibi. “Ne erkekler kadınlara hizmetkar, ne de kadınlar erkeklere cariye olmak için yaratılmıştır” sözünün gazetelerde açık açık dile getirilmesi dahi Osmanlı aydınla- Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Medeni Kanun’un kabulü kadınlarla ilgili sosyal alanda gerçekleştirilen büyük reformlardı. Aralık 2014 rının kadına verdiği değerin kanıtı adeta. Halbuki pek çok Avrupalı yazar kadın devrimine hararetle karşı çıkmıştı, bunların içinde yaşadığı yüzyıldan sonra da anılan çok meşhur yazarlar vardı. “Medeniyet dediğin” gerçekten “tek dişi kalmış canavar” mıydı? Mebus olmak için yürekse, yürek! I. Dünya Savaşı yılları, devletler kadına özel bir yer vermek istese de istemese de, kadınların sosyal, ekonomik, askerî, siyasi yaşama katılımını sağladı. Savaş bütün devletlerin canını yaktı, ancak Osmanlı’ya felaket getirdi. 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’ne dayanarak ülkemizi işgal eden düşmanlara karşı başlatılan Millî Mücadele’de erkeklerle birlikte savaşan Türk kadınının cesareti düşmana dudak uçuklattı. Gücü yetenler eline silah aldı, eli iş tutanlar giyecek yardımı yaptı, şehirdekiler halkı uyandırıcı mitingler düzenledi; Millî Mücadele’de kadın başroldeydi. 35 Kadın hakları konusunda en büyük desteği veren kişi Mustafa Kemal’di şüphesiz. 1918 yılından itibaren yaptığı konuşmalarda bu konuya verdiği öneme de değinmişti: “(…) Bugünün gereklerinden biri de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı kadınlarımız da bilgin ve ilme açık olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğrenim derecelerinden geçeceklerdir. Sonra kadınlar sosyal hayatta erkeklerle beraber yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.” Ancak kadın reformlarının gerçekleşmesi biraz zaman alacaktı, zira yurdun her yerini düşmanın kanlı elleri sarmıştı. 1923 yılında nihayet, kadınlara siyasal hak lar verilmesi konusu Meclis’e taşındı. Evvela “İntihab-ı Mebusan Kanun-ı Muvakkati’nin Bazı Mevaddini Muaddil Kanun” görüşüldü. Buna göre 18 yaşını bitiren her erkek seçme hakkına sahipti. 1. Meclis’te sivridili ve kadın haklarıyla ilgili devrimci fikirleri nedeniyle çokça eleştirilen Tunalı Hilmi Bey bu kanuna itiraz ediyor, “her erkek ve kadın” ibaresinin kullanılmasını öneriyordu. Çoğu zaman olduğu gibi diğer milletvekilleri Hilmi Bey’i sıralara vurarak protesto etti ve kanun kadınların lehine değişmedi. Meclis ve dolayısıyla toplum bu reforma henüz hazır değildi. Ancak kadınlar hazırdı. Zira bu hakkı elde edebilmek ve diğer kadınları bilinçlendirmek için art arda siyasi birlikler oluşturuyorlardı. Bu birliklerin en sistemli, ilkeli çalışanı ve etkin olanı Kadınlar Halk Fırkası’ydı. Cumhuriyet’in ilanının ardından ise Türk Kadınlar Birliği Cemiyeti kadınların bazı hakları elde etme çalışmalarında son derece etkili oldu. Cumhuriyet’in ilanının ardından hızla gerçekleşen reformlarda Türk kadını unutulmamış, ona sosyal alanlarda birtakım haklar sağlanmıştı. 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun, 1926 yılında Medeni Kanun’un kabul edilişi kadınla ilgili sosyal alanda gerçekleştirilen reformlardı, ancak ileride siyasi reformların sağlanması için de önemli birer gelişmeydi. Nitekim 20 Mart 1930 tarihinde Belediye Kanunu Meclis’te görüşülmeye başladı. Kadına siyasi haklar veren bu kanun olumlu karşılandığı gibi, Meclis içinde herhangi bir muhalefet de yaşanmadı. Belediye Kanunu’nda kadınlara verilen hakla kadın-erkek arasındaki eşitlik siyasi anlamda ilk defa vücut buldu. Aynı dönemde Cumhuriyet Halk Fırkası kadın üye alacağını kamuoyuna bildirmiş, kadınların ilk kez bir siyasi partiye üye olabi lme im ka nı doğ muştu. Türk kadını siyasi manada ikinci hakkını köy muhtarlığı ve ihtiyar heyetine katılmakla elde etti. Sırada kadınlara siyasal anlamda verilen hakların son aşamasını oluşturan milletvekili seçme ve seçilme vardı. 5 Aralık 1934’te Başbakan İsmet İnönü “Yüce milletvekilleri, kadınların milletvekili seçmek ve milletvekili seçilmek hakkına sahip olmaları için yüce katınıza teklif sunuyoruz. Kadınlarımızın Türk tarihindeki haklı yerleri, erkeklerle beraber, daima, memleketin ve milletin mukadderatı üzerine söz ve tesir sahibi olmalarıdır (…)” diyerek konuyu Meclis’e sunmuştu. Türk kadınına seçme ve seçilme hakkını veren 2598 sayılı kanun, 5 Aralık 1934’te kabul edildi. Şüphesiz bu kanunun kabul edilmesinde Türk kadınının Millî Mücadele’de gösterdiği üstün başarının etkisi vardı. Mustafa Kemal’in dediği gibi “Dünyada hiçbir milletin kadını ‘Ben milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, Anadolu kadını kadar gayret gösterdim’ diyemez.” Nitekim Millî Mücadele’de kadın ve erkek birlikte yürümüştü ve kadın da bu memleket için söz sahibi olmayı erkek kadar hak ediyordu. Aralık 2014 Engin Güner: Siyaset hakkıyla yapıldığı takdirde en ulvi uğraştır Söyleşi: Songül Baş Turgut Özal’lı yılların yakın tanığı, TBMM 19. Dönem İstanbul Milletvekili Engin Güner, “Özal Türkiye’yi dış dünyaya açmış, hayali bile mümkün olmayan reformlar gerçekleştirmiş büyük bir devlet adamıydı” diyor. Dış politika konusunda önemli bir birikime sahip Güner, “Bugün yakın çevremizde yaşanan trajedi, AB’ye üyelik hedefinin canlı tutulması gerektiğini göstermektedir” yorumunu yapıyor. Aralık 2014 Milletvekilliğinizden önce 8. Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal’ın Başdanışmanı ve Özel Kalem Müdürü olarak görev yaptınız. Sayın Özal’la birlikte çalışmanız nasıl gerçekleşti? 1961 yılında Turgut Özal ODTÜ’de matematik hocamdı. İyi bir öğrencisiydim ve ders dışında genellikle siyaset konuşurduk. İlişkilerimiz yıllar boyunca sürdü. Turgut Özal cumhurbaşkanı seçildiğinde Avrupa Konseyi’nde uluslararası yönetici olarak çalışmaktaydım. Kendisi beni davet ederek başdanışmanlığına atadı. Avrupa Konseyi’ndeki yaklaşık 20 yıllık görevime nokta koyup Türkiye’ye döndüm. Önce dış politika sonra tüm sosyal ve ekonomik konularda yoğun bir çalışma ortamına girdim. Zamanla özel kalem müdürlüğü görevini de üstlendim. Bunun anlamı inanılmaz yoğun çalışmak, 7 gün 24 saat Özal’la birlikte olmaktı. O dönemde demir perde yıkılmakta, etrafımızda baş döndürücü gelişmeler yaşanmaktaydı. Çok yoğun bir temponun içine düşmüştük. Özal saat 02:00 veya 03:00’te bir bakanı ya da genel müdürü arayarak bilgi alırdı. Ayrıca Köşk’ü ilk defa halka açmıştı. Söyleşi Özal’ın en önem verdiği iki konu ekonomi ve dış politikaydı. Bunun anlamı da çok yoğun bir çalışma temposu ve sık yurt dışı temaslarıydı. Kısacası Özal son derece yoğun çalışan bir cumhurbaşkanıydı. Ancak tüm bu yoğunluğa rağmen kendisiyle tam bir uyum içinde, verimli ve çok zevkli bir çalışma ortamım olmuştu. Turgut Özal, Türk siyasetinin en önemli isimleri arasında yer alıyor. Özal’lı yılların Türkiye’sine ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? Özal tabuları yıkan, statükoyu değiştirmeye kararlı, olaylara gerçekçi teşhisler koyan ve en önemlisi de bunları çok pragmatik çözümlere kavuşturan büyük bir devlet adamıydı. Olayların üzerine büyük cesaretle giderdi. ANAP iktidara gelir gelmez çıkardığı kanunlarla ekonomideki tüm kısıtlamaları kaldırmış, serbest pazar ekonomisini bütün kurallarıyla yürürlüğe koymuştu. İthalat ve kambiyo sistemi serbest hale getirilmiş, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası ve modern bir bankacılık sistemi kurulmuş, Türk Lirası konvertibl hale getirilmişti. Altyapı yatırımları hızla tamamlanmış, enerji eksikliğimiz giderilmiş, telekomünikasyon alanında büyük ilerlemeler kaydedilmiş, her köye elektrik, telefon ulaştırılmış, karayolları, otoyollar, limanlar, havalimanları ve çok sayıda baraj inşa edilmişti. GAP için büyük kaynak ayrılmış, Atatürk Barajı rekor zamanda tamamlanmış ve millî bir savunma sanayii kurulmuştu. Yerel yönetimlerin yetki ve imkanları artırılmış, toplu konut projeleri hızla uygulanmış, doğalgaz getirilmişti. Kısacası ülkenin çehresi değişmişti. Ama en önemlisi, Türk insanının kendine olan güveni artmış, ben her şeyi Avrupalıdan bile daha iyi yapabilirim duygusu yerleşmişti. Ayrıca büyük bir özgürlük ve demokrasi açılımı da sağlanmıştı. “Milletvekilliğim döneminde bir taraftan seçim bölgem başta olmak üzere ülke sorunlarıyla ilgilenirken diğer taraftan yoğun biçimde Avrupa ile ilişkiler konusunda çalıştım.” Kısaca Özal Türkiye’yi dış dünyaya açmış, hemen her alanda hayali bile mümkün olmayan reformlar gerçekleştirmişti. Özal’lı Yıllarım isimli kitabınız genişletilmiş yeni baskısıyla okurla buluştu. Yakın tanığı olduğunuz olaylar üzerinden Türkiye’nin bir dönemine ışık tuttuğunuz kitabın yazılış öyküsünü öğrenebilir miyiz? Özal’lı Yıllarım’ı 2000 yılında, yani ölümünden yedi yıl sonra yayımlamıştım. Kendisi her zaman “Beni ölümümden 20 yıl sonra daha iyi anlayacaksınız” derdi. Yani yaşadığımız bu günleri işaret etmekteydi. Gerçekten de Özal’ı yüreğine gömen milletimizin ve hatta muhaliflerinin bugün onu çok daha iyi anladığını ve aradığını düşünüyorum. Bu büyük lideri en iyi anlayabilecekler bugün en az 45 yaş üstünde olanlardır. Çünkü onun yaptıklarını iyi değerlendirebilmek için iktidara geldiği 1983 yılından önceki Türkiye’yi de iyi bilmek gerekir. Bugün nüfusumuzun yüzde 72’si ise 45 yaşın altındadır. Yakın siyasi tarihimizin bu büyük liderinin daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla kitabımın genişletilmiş ve güncellenmiş yeni baskısını yapma zamanının geldiğini düşündüm. Kitapta yer alan anılarınızdan birini bizimle paylaşabilir misiniz? Özal’ın ve ülkemizin o zamanki itibarına örnek teşkil eden bir anımı aktarayım: 1991 yılında Rusya’da bir darbe girişimi oldu. Boris Yeltsin tankın üstüne çıkmıştı. Özal’la haberleri izliyorduk. “Engin hemen Başkan Bush’u arayalım. Darbe olduğu takdirde Rusya’ya mali yardımı keseceklerini ifade eden bir deklarasyonda bulunsunlar, bu şekilde darbe önlenir” dedi. Başkan Bush’u aradık. Kendisi derhal böyle bir deklarasyon yayımladı. Bu gerçekten de Rusya’da darbenin önlenmesinde Aralık 2014 37 38 Söyleşi Başdanışman olarak önemli çalışmalara imza attığınız yılların ardından siyasete girmeye nasıl karar verdiniz? Siyasete girmemi Özal istemişti. Uluslararası ilişkiler tecrübeme ek olarak Çankaya’da Özal gibi büyük bir devlet adamından feyz almıştım. Gençliğimden beri siyasete ilgi duymuş, öğrenci derneği başkanlığı yapmıştım. Özal Türkiye’yi dış dünyaya açarken, yani kendi ifadesiyle ülke büyük dönüşüm sürecindeyken, büyük sıkıntılar yaşamakta ve yeterince anlaşılamamaktaydı. Statükocular tarafından da kamuoyuna yanlış tanıtılmaktaydı. Özal’ın bu sıkıntılarının yakın bir tanığı olarak, siyasete atılıp onun fikirlerini savunmaya, onun izinden gitmeye karar verdim. Milletvekilliği döneminizde özellikle üzerinde durduğunuz konular neler oldu? çok etkili oldu. Özal’lı Türkiye o zaman dış dünyada böyle bir itibara ve ağırlığa sahipti. Dünyanın tek süper gücünü harekete geçirerek diğer önemli bir güçte yaşanacak darbeyi engelletebiliyordu. Siyasetçilerin bilgi, birikim ve anılarını yayımlamalarının önemine ilişkin değerlendirmeleriniz nelerdir? Siyaset sadece memlekete hizmet amacıyla ve hakkıyla yapıldığı takdirde en ulvi uğraştır. Milletin vekili olmak en büyük şeref ve gurur kaynağıdır. Aziz vatandaşlarımızla her anı paylaşmak, onların duygu, düşünce ve tepkilerini TBMM’de dile getirmek, sorunlara çözüm önermek büyük haz verdiği gibi bu iletişim karşılıklı bilgilenme ve eğitimi de sağlar. İşte böylesine verimli ve hareketli geçen bir süreçte edinilen bilgi ve tecrübe ile yaşananları okuyucuya yansıtmak büyük önem taşır. Tüm siyasetçiler anılarını kaleme alarak kamuoyuyla paylaşmalıdır. Bu belli bir dönemi ileride çeşitli amaçlarla inceleyecek araştırmacılar için de önemli bir kaynak oluşturacaktır. Aralık 2014 Bir taraftan seçim bölgem başta olmak üzere ülke sorunlarıyla ilgilenirken, diğer taraftan yoğun biçimde Avrupa ile ilişkiler konusunda çalıştım. Kürsüye en çok çıkan milletvekillerinden biri oldum. Muhalefet milletvekili olmama rağmen, iktidar ve muhalefete mensup arkadaşların teveccühleri ile Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde TBMM’yi temsil eden parlamento heyetine başkan seçildim. Bu büyük sorumluluk anlamındaydı. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde başkan yardımcılığı yaptım. Ayrıca zamanın Avrupa Demokratları Grubu’nun da başkan yardımcılığında bulundum. Türkiye’nin Konsey’deki zor yıllarıydı. Bu dönemde Avrupa Konseyi’nde durumu lehimize çevirmek ve saygınlığımızı artırmak için tüm heyet mensubu arkadaşlarımızla yoğun biçimde çalıştık. Bunun meyvelerini de sonradan almaya başladık. Bugün Türkiye Avrupa Konseyi’nde çok saygın bir konuma sahip. Bu bana mutluluk veriyor. Milletvekilliği yıllarınıza ilişkin unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşabilir misiniz? 1991 seçimlerinden hemen sonra AKPM’ye gidecek TBMM heyetine başkan seçilmiştim. Strasbourg’da ilk toplantıya katılacaktık. Önümüze ülkemizi insan hakları konusunda mahkum eden aceleyle hazırlanmış bir rapor geldi. Tüm ilgili komisyonlardan geçmişti, yani gideceğimiz genel kurulda değiştirmek imkansızdı. Arkadaşlarla çok çalıştık, değişiklik önergeleri hazırladık, ama hiçbirinin kabul edilmeyeceğini anladık. Nihayet toplantı günü geldi. Tüm Konsey mensuplarını tanıyordum, bazı temaslar yaptım ve bir usul hatalarını yakaladım. Parlamento Başkanı ve Genel Sekreter’le görüştüm. Oturum açılır açılmaz söz alarak raporun bu toplantıda görüşülemeyeceğini belirttim. Bana hak verildi ve raporun görüşülmesi altı ay ertelendi. Bizim için büyük zaferdi. Altı ay sonra Budapeşte’de toplandık. Bir sürü değişiklik önergesiyle gittik. Hepsini komisyonlarda otomatikman reddediyorlardı. Bizi eleştirdikleri bir nokta da Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu’nun bir protokolünün Türkiye tarafından onaylanmadığı iddiasıydı. Halbuki TBMM bu protokolü aylar önce onaylamış ve ratifikasyon belgesini Genel Sekreter’e teslim etmişti. Ben ve Bülent Akarcalı siyasi komisyonda ülkemizi temsil ediyorduk. Bu protokolün onaylandığını söyledim. Genel Sekreter de oradaydı. Kendisine gerekli belgeyi alıp almadığını sordum, “Aldım” dedi. Buna rağmen “Türkiye bir an önce bu protokolü onaylamalı” kararı alınınca “Böyle bir saçmalığı kabul edemeyiz” dedik ve toplantıyı terk ettik. Dışarıda bütün heyet toplanıp bir karar aldık. Bu karara göre genel kurul salonuna girerek kısa bir deklarasyonda bulundum. Yapılan saçmalıklar Söyleşi Siyaset dilinin de zaman zaman Meclis üslubuna yakışmadığını görmek üzüntü veriyor. Liderlerin davranışları milletvekillerine de yansıyor. Bir çözüm yolu, iki turlu, dar bölge seçim sisteminin kabulüdür. Bu sistemde milletvekili kendini daha çok seçmenine karşı sorumlu hissedecek ve toplumun kavgadan hoşlanmadığını göz önüne alarak davranacaktır. Tabii asıl kazanım ise parti içi demokrasinin sağlanması olacaktır. Size göre günümüzde ülke gündemindeki en önemli konular nelerdir? “Siyasetçi dürüst, mütevazı, samimi, hoşgörülü ve yapıcı olmalı, vatandaşla kaynaşmalıdır. Aynı zamanda cesur olmalı ve sadece doğruları savunmalıdır.” karşısında kabul edecekleri kararın yok hükmünde olduğunu söyleyip salonu terk ettim. Bundan sonra Türkiye konusunu iki yıl gündeme getirmediler. Biraz rahat ettik. Bundan üç yıl önce 11. Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün daveti ile aynı parlamentoya gittim. Kendisiyle eski zor günleri andık. Ama artık şartlar çok değişmişti ve Konsey’de tam bir Türkiye rüzgarı esmekteydi. Bunu yaşamaktan ikimiz de fazlasıyla memnun kaldık. Size göre siyasetin olmazsa olmazları nelerdir? Milletvekilleri hangi temel niteliklere sahip olmalıdır? Siyasetçi dürüst, mütevazı, samimi, hoşgörülü ve yapıcı olmalı, vatandaşla kaynaşmalıdır. Cesur olmalı ve sadece doğruları savunmalıdır. Ülkenin ve toplumun sorunlarını çözmeyi temel görev edinmeli, çok çalışmalıdır. İskenderiye limanında taşıyıcıların başındaki kişi, “Çuvalları siyaseten koyun” dermiş. Yani kırmadan, dökmeden, yavaşça anlamında. Siyasiler kavgayı, gerginliği, kutuplaşmayı bırakmalı, tartışmalar sadece fikir düzeyinde kalmalıdır. Günümüzde Meclis’e baktığınızda nasıl bir tablo görüyorsunuz? Milletvekilliği yaptığınız dönemle bugün arasında önemli farklılıklar var mı? Maalesef bugünkü tablo çok olumlu görünmüyor. Hem partiler hem de milletvekilleri arasında bir gerginlik olduğu kesin. Benzeri olaylar geçmişte de yaşanmıştır. Ama kutuplaşmalar ve hoşgörüsüzlük günümüzde daha belirgin. Ekonomik kalkınma çok önemlidir, ama bu mutlaka demokratikleşme ve özgürlüklerle el ele gitmelidir. Hızlı ve adil işleyen bir yargının tesisi en önemli konudur. Yasama, yürütme ve yargı arasında kuvvetler ayrılığı güçlü biçimde sağlanmalıdır. Ayrımcı değil birleştirici olmalıyız. En büyük eksiklerimizden biri uzlaşma kültürüne sahip olamayışımızdır. Millî bütünlük en önemli şarttır. Dış politikada yapılan hatalar ise bizi çok zor duruma sokmaktadır. Ülkemizin jeopolitik ve stratejik konumunu doğru değerlendirmeliyiz. Elimizdeki bu en büyük değerimizi kaybetmemeliyiz. Türkiye Doğu ile Batı arasındaki özel konumunu asla yitirmemelidir. Avrupa Birliği’ne üyelik hedefi kaybedilmemelidir. Zaten devlet politikamız tam üyelik gerçekleşmese bile bunun bir hedef olarak korunması şeklindedir. Çünkü ası l önemli ola n özel li k le hukukun üstünlüğü, demokratikleşme ve insan hakları konularında o standartlara ulaşmamızdır. Bugün yakın çevremizde yaşanan trajedi, bu hedefin canlı tutulması gerektiğini göstermektedir. Aralık 2014 39 世界上人口最多的国家的议会仍蕴藏 点。成千上万位于年的历史;王朝时, 的议会,那里的人民共和国充分管理的 Hanedanlar çagından 多的国家的议会仍蕴藏着作为全球最 halk cumhuriyetine evrilmenin simgesi çin parlamentosu 于年的历史;王朝时, 帝国的家庭实现 人民共和国充分管理的使命。 世界 会仍蕴藏着作为全球最大的特点。成 王朝时,帝国的家庭实现中国的议会 分管理的使命。 世界上人口最多的国 为全球最大的特点。成千上万位于年的 家庭实现中国的议会,那里的人民共 Dünyanın en kalabalık ülkesinin parlamentosu da yine dünyanın en büyüğü olma niteliği taşıyor. Binlerce yıllık bir geçmişi bulunan; hanedanlıklara, imparatorluklara evsahipliği yapan Çin’in parlamentosu bir halk cumhuriyetinin yönetildiği yer olma görevini layıkıyla yerine getiriyor. Elif Çelik Aralık 2014 藏着作为全球最大的特 ,帝国的家庭实现中国 的使命。 世界上人口最 最大的特点。成千上万位 实现中国的议会,那里的 界上人口最多的国家的议 成千上万位于年的历史; 会,那里的人民共和国充 国家的议会仍蕴藏着作 的历史;王朝时,帝国的 共和国充分管理的使命。 Dünya Parlamentoları D ünyanın en yaşlı y urtlarından biri Çin. Arkeolojik bulgular bu topraklarda tam 2 milyon yıl önce insanların yaşadığını gösteriyor. Öyle ki, Pekin yakınlarındaki bir mağarada ortaya çıkarılan 780 bin yıllık insan fosilleri, “Pekin İnsanı” diye bir tanımlamayı literatüre sokmuş. Çin’de geleneksel olarak ilk yönetimin MÖ 2070 dolaylarında ortaya çıkmış Xia hanedanına ait olduğu anlatılagelir, ne var ki tarihî belgeler bu hanedanla ilgili bilgi içermiyor ve bu nedenle Xia tarihçiler tarafından mitolojik veya efsanevi olarak kabul ediliyor. Belgelerde yer alan ilk hanedan Shang, halkı MÖ 17-11. yüzyıllar arasında feodal bir şekilde yönetir. Shang hanedanına ait, kaplumbağa kabuğuna işlenmiş bir yazıt, aynı zamanda Çin’in en eski yazı biçimine dair bilgi sağlıyor. İdareyi ele geçirip MÖ 12-5. yüzyıllar arasında yönetimde olan Zhou hanedanı zayıfladığında ise bağ ımsız birçok devlet or taya çıkar. MÖ 3. yüzyıla gelindiğinde Aralık 2014 41 42 Dünya Parlamentoları günümüz Çin topraklarında kendi kralları ve orduları olan yedi güçlü devlet meydana gelir. Ülkeyi MÖ 206’dan MS 220 yılına kadar yöneten Han hanedanı, Çin’in günümüzde de varlığını koruyan kültürel kimliğinin en önemli unsurlarından birini oluşturur aynı zamanda. Hanedanlık ülke topraklarını öyle genişletir ki Çin antik dünyanın en güçlü ekonomisi haline gelir. İpek Yolu’nun ortaya çıktığı bu dönemde Konfüçyüs felsefesi resmî ideoloji olarak benimsenir. Büyük Han Hanedanlığı’nın gerilemesinin ardından Çin’de ayrılık yaşanır ve Üç Krallık dönemi başlar. 581 yılında ise Sui hanedanı tarafından yeniden birleşme sağlanır. Koguryo Krallığı ile yaptığı savaşta yenilgiye uğrayan Sui, yerini Tang ve Song hanedanlıklarına bırakır. Çin’in teknolojik ve kültürel olarak altın çağını yaşadığı bu dönemde, dünya üzerinde ilk kağıt parayı basan millet olarak da tarihe geçer Çinliler. Nüfusu 100 milyona ulaşan ülkede sanat, peyzaj ve portre ressamlığı da muazzam bir ilerleme gösterir. 13. yüzyılda dünyanın pek çok ülkesi gibi Moğol istilalarının önüne geçemeyen ve Kubilay Han’ın egemenliği altına giren Çin’de hanedanlıklar dönemi 1912 Aralık 2014 Dünya Parlamentoları yılında, son hanedan Qinglerin düşüşüyle son bulur. 1644 yılında yönetime geçen hanedan 19. yüzyıla gelindiğinde Batı emperyalizmiyle tanışır, Britanya ile girdiği savaşları kaybeder ve Çin adil olmayan antlaşmalar imzalamaya, tazminat ödemeye, yabancı milletlere dokunulmazlık tanımaya, Hong-Kong’u Britanyalılara vermeye zorlanır. Hanedan ayrıca Kore yarımadası üzerindeki nüfuzunu kaybeder, Tayvan da Japonlara bırakılır. Bugün sosyalizmle yönetilen birkaç ülkeden biri olan Çin’in cumhuriyet tarihi 1912 yılına uzanıyor. Ulusalcılık, demokrasi ve halkın refahı ilkelerine dayanan cumhuriyette ilk hükümet 1 Ocak 1912 tarihinde kurulur. Bu ilkelerden ulusalcılık Han Hanedanı’nın Mançurya, Japon ve Batı etkisinden uzak, onlara karşı durarak yaşatılacağını; demokrasi yönetimin seçimlerle belirleneceğini; halkın refahı ise sosyalizmi ve üretim aracılığıyla yönetimin belirlenmesini ifade eder. Binlerce yıllık hanedanlar çağını sona erdiren cumhuriyet dönemi, 1949 yılında bambaşka bir boyut kazanır. Çin Cumhuriyeti ile Komünist Parti arasında tam yirmi üç yıl süren iç savaş, Mao Zedong önderliğindek i partinin galibiyetiyle sonuçlanır ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1 Ek im 1949 tarihinde Mao tarafından ilan edilir. Mao’nun kurduğu yeni devlette ilk emeli, büyük çaplı toprak reformları gerçekleştirmekti. Böylece Çin’in eski feodal toprak sahipliği ve işçi çalıştırma sis- temi, yerini topraksız ve yoksul köylülerin yararına olacak bir bölüştürme sistemine bıraktı. Halk egemenliğinin onuncu yılı şerefine Çin’in yaklaşık bin yıldır başkentliğini yapan Pekin, evsahipliği ettiği hanedanlık ve imparatorluklardan beslenmiş, Antikçağ’dan bugüne pek çok kültürel ögeyle harmanlanmış muazzam bir atmosfere sahip. Bu atmosfer, merkezi olduğu bürokrasiyi de içinde barındırıyor elbette. Çin Halk Cumhuriyeti’nin görkemli parlamento binası, ülkenin yakın dönemine tarihlenen modern yapılarından birini teşkil ediyor. Çin’in geleneksel mimarisinden izler taşıyan ve ulusal kimliğini yansıtan yapı yabancı mimarilerden de ögeler barındırıyor. Yapıldığı günden bu yana devlet işleri ve diplomatik etkinlikler için önemini koruyan parlamento, ülke siyasetinde izlenen rotayı değiştiren pek çok olayın gerçekleştiği, kimi zaman iniş-çıkışların yaşandığı yer olmuş aynı zamanda. Çin’in siyasi, iktisadi, kültürel ve diplomatik merkezi olan yapı, Çin halkının gururu ve itibarı olarak gösteriliyor. Çin Halk Cumhuriyeti’nin bir parlamento binasına ihtiyaç duyduğuna 1958 yılında karar verilmiş. Dizaynın ana ilkesi ise “Halk devletin efendisidir” olmuş. Aralarında gönüllülerin de olduğu 30 binin üzerinde işçinin çalıştığı inşaat sadece on ayda tamamlanmış. “On Büyük Yapı” projesi kapsamında inşa edilen Çin Parlamentosu, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Aralık 2014 43 44 Dünya Parlamentoları kuruluşunun onuncu yılı olan 1959’da açılmış. Çin’in her eyaleti, her idari ve özerk bölgesi parlamento binasında özel bir salona sahip. Ve her salon, temsil ettiği bölgenin ünik karakteristiğini yansıtan mobilya ve dekorasyon barındırıyor. Parlamento binası büyük oditoryum, ana oditoryum, meclis salonu, merkez salon, büyük salon, altın salon, resmî davet salonu gibi yine her biri kendine has dekore edilmiş önemli kısımlar da içeriyor. Parlamentonun ana meclis salonu başlı başına devasa bir yapı teşkil ediyor. Salon, 3 bin 693 kürsü etrafında, 3 bin 515 balkonda, 2 bin 518 üst balkonda, 300 ila 500 civarında ise kürsüde olmak üzere 10 bin milletvekilinin kullanabileceği koltuk barındırıyor. Meclis salonunun tavanı, galaksiyi andıran spot lambalar kümesi ve tam merkezdeki kızıl yıldız ile dikkat çekiyor. Su dalgası motifi ise insanları, yani halkı betimliyor. Ulusal Kongre dışında büyük meclis salonu Çin Komünist Partisi’nin toplantıları için de kullanılıyor. Parlamentonun büyük davet salonu 5 bin kişinin sığabileceği bir kapasiteye Aralık 2014 Çin Parlamentosu, yönetimi elinde tutan partinin ideolojisini de yansıtır şekilde Stalinist mimarinin önemli bir örneği sayılıyor. sahip. Daha küçük çaplı davetler ise resmî işlevinin dışında siyasetle ilgisi olmayan toplantı ve konserler için de kullanılabilen ana oditoryumda gerçekleşiyor. İnşa edildiği günden bu yana “bilgelik” ve “yaratıcılık” kavramları gözetilerek pek çok defa yenilenmiş parlamento binası. Özgünlük muhafaza edilerek tasarımcılar yeni sanatsal detaylar eklemiş ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin iktisadi ve kültürel alanlarda elde ettiği başarılar halkın cumhuriyetinin simgesi olan parlamentoya aktarılmış. Çin Parlamentosu, yönetimi elinde tutan partinin ideolojisini de yansıtır şekilde Stalinist mimarinin önemli bir örneği sayılıyor. 45 Atatürk’ün Ankara’ya Gelişi 27 Aralık 1919, Ankara’da bir güneş parladı, biliyoruz Kurdu karargâhını, Keçiören sırtına, Çalıştı gece-gündüz, yurt bağımsızlığına Dikmen ufuklarından saçtı ışıklarını, Bulmuştu karşısında özden âşıklarını Seçilen Temsilciler, geldiler bütün yurttan, Kurdu Millet Meclisi, seçildi Başkomutan Kentli-köylü Ankara, bastı O’nu bağrına Çünkü tam inanmıştı kahraman olduğuna İntizamlı bir ordu, hazırladı savaşa Vatanı düşmanlardan, kurtardı baştan başa Oğuz soylu Seymenler, “Kızılca Gün” dediler, O gün karşılarında, kurtarıcı gördüler Kurdu Cumhuriyeti, yaptı devrimlerini, Değiştirdi milletin, o kötü kaderini Kös davullar çaldılar, oyunlar oynadılar, Ata’nın onuruna, gösteriler sundular Değişmez başkent yaptı, yurduna Ankara'yı, Çünkü hiç unutmadı, gördüğü o vefayı Bunu gören Atatürk, memnun oldu yürekten, Duydu Ankaralıya, kat kat güven yürekten Artık her yıl coşuyor, bugün bütün Ankara, Şerefini taşıyor, Türkiye’nin Ankara... Naim Yalnız Aralık 2014 46 Milletvekillerinden “Dünya İnsan Hakları Günü” değerlendirmesi BM Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948’de ilan ettiği İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 66’ncı yılında milletvekillerine “Ülkemiz 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’ne nasıl giriyor?” diye sorduk. Farklı partilerden vekiller ülkemiz, bölgemiz ve dünyadaki gelişmeler ışığında önemli açıklamalarda bulundu. Fatih Şahin AK Parti Ankara Milletvekili Türkiye, 21. asra insan hakları karnesi zayıf bir ülke olarak girdi. Faili meçhuller, sistematik işkence iddiaları, cezaevlerinde ve karakollarda karşılaşılan kötü muameleler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yapılan başvuru sıralamasında ve insan hakları ihlallerinde Türkiye’nin ön sıralarda yer alması, yaşam hakkı ihlallerinin fazlalığı gibi sorunların yaşandığı, siyasi istikrarsızlık ve toplumsal çatışmanın hüküm sürdüğü bir ülkeydik. İktidara gelişinin on ikinci gününde “Olağanüstü Hal” uygulamasını kaldıran AK Parti hükümetiyle birlikte başlayan millî/sivil iradenin üstünlüğü, insan hakları konusunda Türkiye’nin hayal bile edemeyeceği mesafelerin aşılmasını sağladı. AB normları ve AİHM kararlarının gereğini yerine getirmek için yapılan reformlar sayesinde son 12 yılda demokrasi merdive- Aralık 2014 “Hükümetimizle başlayan millî/sivil iradenin üstünlüğü, insan hakları konusunda büyük mesafelerin aşılmasını sağladı.” ninde basamakları hızlıca tırmandık. Faili meçhuller kalktı, “işkenceye sıfır tolerans” gösterildi, yaşam hakkı ihlalleri giderildi, temel haklara ilişkin uluslararası antlaşmalar iç hukuk sisteminde öncelikli hale getirildi. Bilgi edinme hakkı, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı, MGK’nın sivilleştirilmesi, DGM’lerin kaldırılması, anadilde eğitim ve siyasi propaganda hakkı gibi reformlarla, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun olarak siyasal ve sosyal alandaki örgütlenme ve hak arama özgürlüğünün sınırları genişletildi. Çağdaş bir basın kanunu çıkarılarak, yayınevlerinin kapatılmasına ve baskı araçlarına el konulmasına neden olan uygulamalar kaldırıldı. İftiraların aksine, gazetecilik mesleğinden dolayı tutuklu bulunan hiçbir basın mensubumuz yoktur. Azınlıklara ait vakıf malları ilk kez iade edildi, ibadet özgürlüğü sağlandı. Bugün, cezaevlerindeki tutukluluk oranı Avrupa ülkelerindeki oranın altında olan bir ülkeyiz. AİHM’e yapılan bireysel başvurularda ön sıralardayken, beşinci sıraya gerilemiş durumdayız. AK Parti hükümetleri, temel hak ve özgürlükleri genişletmek 47 adına yaptığı bu reformları, 27 Nisan e-muhtırası, 367 garabeti, AK Parti’yi kapatma davası, 7 Şubat MİT krizi, Gezi Parkı provokasyonu ve 17-25 Aralık darbe girişimlerine rağmen gerçekleştirdi. Gezi Parkı eylemleri, 17-25 Aralık darbe girişimleri, Türkiye Cumhuriyeti bağımsız mahkemelerinin kararlarını tanımayan sosyal medya ve video paylaşım sitelerinin kapatılmasını gerekçe göstererek ülkemize yapılan eleştiriler subjektif bakış açısından öteye gidememiş, insan hak ları maskesinin altında siyasi ve ideolojik hedefler gözetilmiştir. Ortada sağlam, kararlı, cesur ve özgürlükçü bir iradenin var olduğunu inkâr etmenin, ancak ideolojik gözlüklerle mümkün olabildiği bir ilerleme yaşıyoruz. Türkiye’yi insan hakları konusunda eleştiren AB ülkelerinin öncelikle nefret suçları, İslamofobia ve ırkçılık sorunlarına kalıcı çözümler üretmesi gerekir. Demokrasi ve hukuk hepimiz için dinamik ve süreklilik içeren bir süreçtir. Muhalefet partilerinin tüm mazeretlerine rağmen hükümetimiz, temel hak ve özgürlükleri önceleyen sivil bir anayasa konusunda gösterdiği cesaret ve kararlılığı sürdürmektedir. Eski alışkanlıklarından kurtularak korkularıyla yüzleşen, problemlerini çözmeye ve tarihî kökleriyle barışmaya kararlı, her tür dinî, etnik ya da mezhepsel ayrımları bir çatışma nedeni değil zenginlik olarak görerek eşit vatandaşlık anlayışına geçen Yeni Türkiye, insan merkezli siyaset anlayışını sürdürmeye devam edecektir. Mahmut Tanal CHP İstanbul Milletvekili Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması ta Roma hu ku kunda n beri g ündemde olan ve tartışılan bir husustur. Günümüzde bu hususta ileriye “10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’ne girerken ülkemizdeki sorunlardan biri toplumda hoşgörü, karşılıklı sevgi ve saygının yok olması, tahammülün neredeyse ortadan kalkması, ötekileştirme ve ayrıştırmanın yaşanmasıdır.” doğru gitmek gerekirken ülkemizde son yıllarda güvenlik uğruna temel hak ve özgürlükler feda edilmiş durumdadır. Oysa temel hak ve özgürlükleri güvenliğe, güvenliği de temel hak ve özgürlüklere feda etmememiz, ikisini dengede tutmamız gerekmektedir. 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’ne girerken ülkemizdeki bir diğer önemli sorun, toplumda hoşgörü, karşılıklı sevgi ve saygının yok olması, tahammülün neredeyse ortadan kalkması, ötekileştirme ve ayrıştırmanın yaşanmasıdır. Geçmişte yolsuzluk veya rüşvet nedeniyle biri cezaevine düştüğünde ailesi bunu gizleme ihtiyacı hisseder, “oğlum askere gitti” veya “çalışmaya gitti” diyerek bu durumun açığa çıkmasını engellemeye çalışırdı. Çünkü aile bu durumdan utanırdı. Şimdi bakıyorsunuz sıradan bir durummuş gibi kimse bu konuların üzerinde pek durmuyor, gizleme gereği bile duymuyor. Oysa yolsuzluk hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan hakları için tehdit oluşturuyor, iyi yönetimi, hakkaniyet ve sosyal adalet ilkelerini temelden yıkıyor, rekabeti bozuyor, iktisadi gelişmeyi engelliyor, demokratik kurumların istikrarına ve toplumun ahlaki temellerinin tamamına dinamit koyuyor. Ülkemizin en önemli sorunlarından biri budur. Bir başkası Aralık 2014 48 “Türk milleti tarihinin her döneminde olduğu gibi şimdi de insan hak ve hürriyetlerine önem vermektedir.” ise ayrımcılık ve kayırmacılıktır. Liyakat esası maalesef rafa kalkmış, iktidarda kim varsa ona yakın olmak göreve getirilmek için önemli bir unsur haline gelmiş durumdadır. 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’ne girerken bölgemizde çatışmalar dolayısıyla yoğun bir insan hakları ihlali söz konusudur. Güzel bir söz vardır; savaşı zenginler çıkarır, fakirler ölür. Dikkat ederseniz Orta Doğu’da da bu olmaktadır; silahları gönderenler de, bölgeye tekrar barış getireceğini söyleyenler de zengin ülkelerdir. Mağdur olanlar ise çocuklar, kadınlar, yaşlılar, engellilerdir. Bu insanların başta yaşam hakkı olmak üzere temel hak ve özgürlükleri ihlal edilmektedir. Bilindiği gibi ülkemize gelen Suriyeli sığınmacılar vardır. Anayasa’nın 19. maddesi “Herkes kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir”, 23. maddesi “Herkes yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir”, 24. maddesi “Herkes vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir”, 25. maddesi “Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir” demektedir. Görüldüğü gibi “vatandaş” değil, “herkes” ibaresi kullanılmaktadır. Suriyeli sığınmacılar, örnek olarak birkaçını ifade ettiğim maddelerdeki haklardan yararlanamamakta ve çeşitli hak ihlallerine maruz kalmaktadır. Bilindiği gibi TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun farklı konularla ilgili çalışmaları ve hazırladığı raporlar vardır. Komisyon’un aldığı kararlar yol göstericidir, bir bağlayıcılığı ve cezai yaptırımı yoktur. Komisyon kararlarının gereğinin yerine getirilmesi için bağlayıcılığı ve yaptırımı olması önem taşımak- Aralık 2014 tadır. Bizim bu yönde verdiğimiz bir kanun teklifi bulunmaktadır. Reşat Doğru MHP Tokat Milletvekili İnsan hakları her insanın sahip olması gereken değerlerin tümüdür. İnsanlar ırk, renk, cinsiyet, siyasal düşünce ve inançlarına bakılmaksızın eşit haklara sahiptir. Türk milleti olarak insan hak ve hürriyetlerine en fazla riayet eden ve tarihinde de bu konuda hiçbir kara lekesi olmayan insanlarız. Türk milletinin kurduğu devletlerin hepsinde her türlü özgürlük vatandaşlara verilmiştir. Adalette, sağlıkta, devletin bütün kurum ve kuruluşlarında insan hak ve eşitliklerine her zaman riayet edilmiştir. Türkiye son yıllarda da insan haklarına en fazla riayet eden ülkelerin başında gelmektedir. Ülkemizde iki milyonun üzerinde Suriyeli ve Iraklı mü lteci bu lunma ktadır. Bu ma hzun insanların her tür ihtiyacı Türk devleti tarafından karşılanmaktadır. Türk milleti komşu ülke insanlarına, kardeşlerine, soydaşlarına gönlünü ve imkanlarını açmıştır. Ancak hür dünya Türk milletinin yaptığı bu fedakarlığı önemsememektedir. Doğru dürüst yardım gelmemiştir. İnsan hak ve özgürlüklerinden bahsedenler sınıfta kalmıştır. Türk milleti ise tarihinin her döneminde olduğu gibi şimdi de insan hak ve hürriyetlerine önem vermektedir. 10 Aralık İnsan Hakları Günü’ne Türk devleti olarak hüzünlü giriyoruz. Ülkemizin doğu ve güneydoğusunda insan hakları terör gruplarınca çiğnenmekte ve yok sayılmaktadır. 49 Ayrıca bütün dünya yurt içi ve dışında olan bitene duyarsız kalmaktadır. Or ta k değerler herkes tarafından savunulmalıdır. Yine de bütün dünyanın 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nü kutluyor, insan odaklı sevginin hakim olduğu, değerlerin korunduğu bir yaşam temenni ediyorum. Demir Çelik HDP Muş Milletvekili 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü ’ne sayılı günler kala günümüz Türkiye’si, Orta Doğu’su ve dünyasında yüreğimizi acıtan olumsuz gelişmeler yaşanmaktadır. Her şeyden önce Birinci ve İkinci Dünya Savaşı gibi toplumsal, siyasal ve kültürel yıkımlara maruz kalan insanlık, buradan edindiği tecrübelerle savaş dışı, daha çok da barışçıl ve demokratik bir kısım ilişkileri esas alan bir kararlaşmaya varmıştı. O kararlaşmadan bu yana barışçıl, demokratik çözüm projelerinin, diyalog ve müzakereye dayalı yeni insani ilişkilerin açığa çıkacağı bir dünya öngörüsü maalesef gerçekleşmiş, hayat bulmuş değil. İnsanı dili, kimliği, kültürü ve diğer tüm yönleriyle bir bütün olarak ele almak gerekiyor. Ancak ulus-üniter devletin katı merkeziyetçi politikaları insanı olduğu gibi kabul etmek yerine görmek istediği gibi şekillendirmeye çalışıyor, bu da sorunlara neden oluyor. Her şeyden önce devletin o katı merkeziyetçi yapısı yerine toplumun çoklu kimlik ve çoklu kültüre dayalı canlı bir organizma ol ma gerçeğ i ne bağlı olarak idari-siyasi yapılanmalara gitmek gerekiyor. Bu yapı la mad ığ ı, bölgesel yerel “Umuyor ve diliyorum ki demokratik, meşru, barışçıl zeminde kalarak, kırıp dökmeyerek, herkesin kendi gerçekliğiyle buluşabilmesine fırsat vererek toplumun her türlü sorununu hep birlikte çözebiliriz.” yönetimlere idari, mali, siyasi özerklik verilemediği için ciddi sorunlar yaşanıyor. İşte Suriye’de, Lübnan’da, Mısır’da, Libya’da, Bahreyn’de benzeri sorunların yaşanıyor olmasının nedeni bir yanıyla insanın bu realitesine ters düşen merkezî devletlerin varlığıdır. Bu açıdan siyasete önemli iş düşüyor. Biz demokratik siyaset yürütücüleri, toplumun birikmiş tarihsel, siyasal, toplumsal sorunlarının çözüm parametrelerini geliştiren bir noktadan konuya yaklaşmış olsaydık büyük problemleri azami ölçüde gidermiş olurduk. Ama maalesef siyaset statü, ikbal ve istikbali esas aldığından toplumu es geçiyor. Bu nedenle toplum öz gücüne dayanarak kendi ihtiyaçlarını demokratik meşru zeminde karşılamaktan uzaktır. Halkların Demokratik Partisi olarak her şeyden önce iktidar dışı, toplum dışı kalmış tüm mağdurların, mazlumların, yoksulların, ezilenlerin, emekçilerin demokratik ortak vatanda birlikte yaşama iradesini gösterebildikleri, kimsenin dili, kimliği, rengi veya inancının sorgulanmadığı, herkesin kendini özgürce ifade edebildiği bir gelecek tahayyül ediyoruz. Bu tahayyül aslında tüm insanlığın arzusudur; binlerce yıllık adalet, eşitlik, özgürlük taleplerinin doğal sonucudur. Umuyor ve diliyorum ki bu doğal, demokratik, meşru, barışçıl zeminde kalarak, kırıp dökmeyerek, herkesin kendi gerçekliğiyle buluşabilmesine fırsat vererek toplumun her türlü sorununu hep birlikte çözebiliriz. Ben her şeye, savaşa ve yıkıma rağmen ümitvarım. Çünkü gelecekte herkesin çıkarı vardır. Özgür geleceği oluşturmak adına herkesin duyarlılık göstermesi gerektiğini düşünüyor ve 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nü kutluyorum. Aralık 2014 TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Ahmet Berat Çonkar: Mazlumların yanında olmaya, zulmün karşısında durmaya devam edeceğiz Söyleşi: Zeynep Yiğit Günümüzde meclislerin dış ilişkiler faaliyetlerinin yeni boyutlar kazandığını ifade eden Çonkar, “Dışişleri Komisyonumuz TBMM çatısı altında parlamenter diplomasi alanındaki çalışmaların yürütüldüğü en önemli ayaklardan bir tanesi. Komisyon olarak bölgemizdeki ve dünyadaki gelişmeleri yakından takip ediyor, üzerimize düşen görevleri yerine getirmeye çalışıyoruz” diyor. Aralık 2014 Kısa bir süre önce Dışişleri Komisyonu Başkanlığı’na seçildiniz. Bu önemli görevde öncelikleriniz neler olacak? Daha önce Kâtip Üye olarak katkı verdiğim Dışişleri Komisyonu, 16 Ekim 2014 tarihli toplantısında gerçekleştirdiği seçim sonucunda Komisyon Başkanlığı görevini şahsıma tevdi etti. Dışişleri Komisyonumuzun çok kıymetli ve tecrübeli saygıdeğer üyelerine bu vesileyle bir kez daha teşekkürlerimi sunuyorum. Komisyon Başkanı olarak yüklendiğim sorumluluğun farkındayım. Ülke ve millet olarak önemli süreçler yaşadığımız bugünlerde, üstlendiğim Başkanlık görevi boyunca ülkemizin ve milletimizin ihtiyaçlarını ve menfaatlerini önceleyen, coğrafyamızın ve insanlığın hayrına olduğuna inandığım çerçevede, yapıcı bir üslupla ve her zaman üyelerimizin katkılarına açık bir idare sergileme gayreti içerisinde olacağımı söylemek isterim. Dışişleri Komisyonu, parlamenter diplomasi alanında önemli çalışmalar gerçekleştiriyor. Parlamentolar düzeyindeki temasların ülkeler arasındaki ilişkilere katkısına dair görüşlerinizi öğrenebilir miyiz? Hiç şüphesiz uluslararası ilişkilerin şekillendiği ve derinleştiği günümüzde parlamenter diplomasi giderek önem kazanmakta. Küresel sistemin önemli aktörlerinden biri haline gelen Türkiye’nin parlamentosunun da buna uygun bir parlamenter diplomasi yürütmesi gerektiğine inanıyorum. Söyleşi Bu çerçevede, Dışişleri Komisyonumuz, TBMM çatısı altında parlamenter diplomasi alanındaki çalışmaların yürütüldüğü en önemli ayaklardan bir tanesi. Günümüzde meclislerin dış ilişkiler faaliyetlerinin bir yandan niceliği artmakta, bir yandan da niteliği yeni boyutlar kazanmakta. Uluslararası ilişkiler kapsamında parlamenter süreç ve metotların devreye sokulması ve uluslararası ilişkilerde milletvekilleri ve meclislere işlevler yüklenmesi parlamenter diplomasi olarak adlandırılmakta. Artık demokratik hukuk devletlerinde diplomasinin sadece geleneksel yöntemlerle sürdürülmesi anlayışı terk edilmiş, diplomasiye çok farklı bir bakış açısı getirilmiş ve yabancı kamuoyundaki dinamiklerin doğru anlaşılması, kamuoyunu oluşturan aktörlerin bilgilendirilmesi ve etkilenmesi faaliyetlerinden oluşan kamu diplomasisi kavramı ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede parlamenter diplomasi de yumuşak güç araçlarından biri olarak yoğun biçimde kullanılmaya başlamıştır. Parlamenter diplomaside taraf lardan birinin parlamento olması yeterli görülüyor. Bu kapsamda uluslararası parlamenter meclisleri, karma parlamento komisyonları, parlamentolararası dostluk grupları, antlaşmaların uygun bulunması, yurt dışına asker gönderme, yabancı askerî kuvvetlerin Türkiye’de konuşlanmasına karar verme, başta Dışişleri Komisyonu, AB Uyum Komisyonu, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu olmak üzere komisyonların dış ilişkilerle ilgili faaliyetleri, Genel Kurul’da dış politikayla ilgili yapılan görüşmeler, başka ülkelerdeki parlamento seçimlerini izleme faaliyetleri, parlamenter diplomasinin araçlarındandır. Dışişleri Komisyonu Başkanı olarak şahsımın ve Komisyonumuzun muhatapları ile gerçekleştirdiği görüşmeler, “Uluslararası ilişkiler kapsamında parlamenter süreç ve metotların devreye sokulması ve uluslararası ilişkilerde milletvekilleri ve meclislere işlevler yüklenmesi parlamenter diplomasi olarak adlandırılıyor.” kabul ettiğimiz yabancı heyetler, katıldığımız uluslararası toplantılar, yabancı ülkeler nezdinde yaptığımız temas ve ziyaretler, önemli parlamenter diplomasi çalışmalarıdır. Yasama organı olarak yürüttüğümüz bu faaliyetler, bugün dış politikamızın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Parlamenter diplomasi faaliyetleri çerçevesinde uluslararası meseleler ve gelişmeler hakkında mesajlar verilmekte, iç ve dış basında geniş yer bulan önemli açıklamalar yapılmaktadır. Parlamentolar arası ilişkilerin gelişmesine katkıda bulunmak amacıyla uluslararası toplantı, konferans ve seminerlere katılmak, siyasi tanıtma faaliyetlerinde bulunmak ve uluslararası parlamenter meclislerinin faaliyetlerinde yer almak üzere çok sayıda heyet yurt dışına gönderilmekte, aynı çerçevede yabancı ülke heyetleri de ülkemize gelmektedir. Meclisler, sadece hükümetin dış politikasının tartışıldığı bir platform değil, dünya sorunları ile ilgilenen, sorunların çözümünde klasik diplomasi faaliyetlerini tamamlayıcı roller üstlenen ve mevcut yapılanmaları zenginleştiren kurumlardır. Parlamenter diplomatik faaliyetler geleneksel diplomasinin alternatifi olmayıp, geleneksel diplomasinin takıldığı yerlerde yeni kanallar açabilen bir diplomasi şeklidir. TBMM, içerisinde yer aldığı 10 parlamenter asamble ile siyasi sorunların çözümünde inisiyatif alıp etkin roller üstlenmeye, ülkeler arasında siyasi diyaloğu geliştirmeye, bölgesel kuruluşlarla stratejik ilişkiler kurmaya, Türkiye’nin uluslararası kuruluşlardaki temsil düzeyini yükseltmeye, kültürler arasında karşılıklı saygı ve uyumu teşvik etmeye, bölgesel ekonomik işbirliğini azami düzeye çıkarmaya, hem ulusal çıkarlarımızın korunmasına hem de barış ve istikrarın yaygınlaştırılmasına katkı vermeye çalışıyor. Bugün sayısı 124 olan parlamentolararası dostluk gruplarımız da ülkemizin diğer ülkelerle ilişkilerine katkı sunmak için gayret gösteriyor. Son yıllarda çok önemli mesafeler katetsek de parlamenter diplomasi alanında daha aktif olmamız gerektiğine inanıyorum. Çünkü ülkemizin coğrafi konumu, sahip olduğumuz tarihî miras, genç nüfusumuz ve yetişmiş insan gücümüz, parlamenter diplomasi faaliyetleri yürüten uluslararası kuruluş ve organlarda daha etkin ve üst görevlerde temsilimizi gerekli kılıyor. Dışişleri Komisyonu gerek bölgemizdeki gerekse dünyadaki gelişmeleri yakından takip ediyor. Komisyon’un özellikle üzerinde durduğu, girişimde bulunduğu konular nasıl sıralanıyor? Sizin de ifade ettiğiniz gibi Dışişleri Komisyonu olarak hem bölgemizdeki hem de dünyadaki gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Bu çerçevede en başta ülkemizin ve milletimizin Aralık 2014 51 52 Söyleşi katliam, Hocalı Katliamı’nın 22’nci yılı gibi vesilelerle bildiriler yayımlamış, zulme ortak olmamış, tarafını belli etmiş, gerekli uyarıları yapmıştır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ilan edildiği 10 Aralık, “Dünya İnsan Hakları Günü” olarak kutlanıyor. Bu çerçevede ülkemizin ve bölgemizin “Dünya İnsan Hakları Günü”ne nasıl girdiğine dair değerlendirmeleriniz nelerdir? “Bölgemizde ve dünyanın farklı coğrafyalarında gerçekleşen vahim insan hakları ihlalleri, çocuklarımızın ve kadınlarımızın maruz kaldıkları zulüm yüreğimizi dağlıyor, üzülüyoruz.” menfaatlerini önceleyerek, ama değerlerimizden ve insanlığımızdan da ödün vermeyerek üzerimize düşen görevleri yerine getirmeye çalışıyoruz. Komisyonumuz ülkemizi yakından ilgilendiren, büyük çoğunluğu dış gelişmelerle ilgili, güncel ve stratejik konularda 21 adet brifing almıştır. Bu çerçevede 2014 yılı içerisinde Ukrayna’da yaşanan gelişmelerle ilgili Rusya Federasyonu’nun Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov, Ukrayna’nın Ankara Büyükelçisi Sergiy Korsunsky, Eski Kırım Tatar Meclis Başkanı ve Ukrayna Milletvekili Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu farklı tarihlerde Komisyonumuzda ağırlanmış ve bilgi alınmıştır. Yine 2014 yılında 1915 Olayları’nın 100’üncü yıldönümü çerçevesinde yürütülmekte olan faaliyetler hakkında Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ve Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı İbrahim Kalın’dan bilgi alınmıştır. İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği katliamlarla ilgili olarak Filistin’in Ankara Büyükelçisi Nabil Maarouf ve Arap Devletler Ligi Temsilcisi Muhammed El Fatah Naciri dinlenmiştir. Son olarak da Dışişleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu davetimiz üzerine Komisyonumuza gelerek Türk dış politikasındaki son gelişmeler hakkında bilgilendirme yapmış, soruları cevaplamıştır. Ayrıca Komisyonumuz bölgesel ve uluslararası birçok konuyla ilgili ziyaretler gerçekleştirmiş, heyetler kabul etmiş ve yaşananlarla ilgili görüşlerini muhatapları ve dünya kamuoyu ile paylaşmıştır. Yine İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği sivil halka yönelik Aralık 2014 Hukuk devletinin güçlendirilmesi ve insan haklarının korunup geliştirilmesi yolunda ülkemiz son 12 yılda çok önemli mesafeler katetti. Yargı, güvenlik, çalışma hayatı, eğitim, hak arama, sivilleşme, bürokrasinin azaltılması, çocuklarımızın ve kadınlarımızın haklarının korunması gibi birçok alanda insan hak ve özgürlükleri geliştirilerek yasal güvence altına alındı. Şüphesiz, insan hakları alanında ülkemizin son yıllarda ortaya koyduğu performans ve somut çalışmalar, demokrasimizin standartlarının yanı sıra uluslararası toplum içindek i konumumuzu ve itibarımızı da yükseltti. Kökenine, statüsüne, kimliğine bakılmaksızın, bütün vatandaşların temel hak ve özgürlüklerden kanun önünde eşit ve serbest şekilde yararlanabilmeleri yolunda, günümüz ihtiyaçlarına cevap verebilen, katılımcı, sivil, insanı önceleyen bir Anayasa değişikliğini de gerçekleştirebilmemiz lazım. Maalesef bugüne kadar çok istememize rağmen gerçekleştiremedik. Bölgemizin Dünya İnsan Hakları Günü’ne nasıl girdiği sorusuna gelince... Maalesef durum iç açıcı değil. Bölgemizde ve dünyanın farklı coğrafyalarında gerçekleşen vahim insan hakları ihlalleri, çocuklarımızın ve kadınlarımızın maruz kaldıkları zulüm yüreğimizi dağlıyor, üzülüyoruz. Bu insan hakları ihlallerine karşı uluslararası camianın ve organizasyonların Söyleşi sessiz kalması, ciddi bir sorumluluk üstlenmemeleri de insanlık adına başka bir acı. Hepimiz iyi bilmeliyiz ki, insan hakları ihlalleri yalnızca bu ihlallerin yaşandığı ülkeler için değil, aynı zamanda dünya barışı ve istikrarı için de bir tehdit unsurudur. Medeni olduğunu iddia eden birçok ülke ve örgüt, bölgemizde yaşanan olaylar karşısındaki tutumuyla sınıfta kaldı, medeni davranamadı, samimi olmadığını ortaya koydu, savundukları değerlerle çatıştı. Mısır’da ayaklar altına alınan demokrasiye sahip çıkmadıkları gibi bir de darbecileri desteklediler. Suriye’de kendi halkına zulmeden, yüz binlerce insanını katleden yönetime karşı sessiz kaldılar. Mazlumlara gereken desteği vermediler. İsrail’in Gazze’yi yerle bir etmesi, binlerce insanı, çocuğu, kadını öldürmesi karşısında adeta İsrail’i daha da cesaretlendirdiler. Ancak Türkiye, devletiyle, milletiyle geçmişte olduğu gibi bugün de mazlumların yanında oldu, demokrasiye ve insan haklarına sahip çıktı. Zulmü görmezden gelmedi ve mazlumun sesi olarak zulme karşı tüm dünyada sesini yükseltti. Hiçbirinin kimliğine, inancına ve mensubiyetine bakmaksızın, sadece mazlum olmalarını dikkate alarak iki milyon civarında mülteciye kucak açan ve mazlumun acısını hafifletmek için milyarlarca dolar harcama yapan bir millet ve idare var bugün Türkiye’de. Bizler ülke ve millet olarak, bundan böyle de tüm mazlumların ve muhtaçların yanında olmaya devam edecek, zulmün de karşısında duracağız. Dışişleri Komisyonu Başkanı olduğunuz günden bugüne yaptığınız çalışmalar ve üstlendiğiniz görevlere ilişkin bilgi verebilir misiniz? Komisyon Başkanlığı’na seçildiğimiz 16 Ekim’den bu güne dört Komisyon Toplantısı gerçekleştirerek öncelikli gördüğümüz “İnsan hakları ihlalleri yalnızca bu ihlallerin yaşandığı ülkeler için değil, aynı zamanda dünya barışı ve istikrarı için de bir tehdit unsurudur.” on iki uluslararası anlaşmayı görüştük ve karara bağladık. Sayın Dışişleri Bakanımızı ağırlayarak güncel gelişmeler çerçevesinde dış politikamız hakkında bilgiler aldık. Yine 5-7 Kasım günlerinde Roma’da Dışişleri Komisyon Başkanları toplantısına iştirak ettik. Dışişleri Komisyonu Başkanlığı’nın yanı sıra üstlendiğimiz bir başka görev ise Türkiye ve Rusya Federasyonu arasında iki ülke Devlet Başkanlarının Eşbaşkanlıklarında kurulan Üst Düzey İşbirliği Konseyi bünyesindeki üç boyuttan biri olan ve sosyal-insani boyutu ele alan “Türk-Rus Toplumsal Forumu” Eşbaşkanlığı görevidir. Bünyesinde tarih, kültür-sanat, müzelerarası işbirliği, dinlerarası işbirliği, medya, turizm, eğitim ve bilim, spor, hukuk işleri, iş ortamı ve bölgesel işbirliği olmak üzere 11 komiteyi barındıran Türk-Rus Toplumsal Forumu, iki ülke arasında her alanda işbirliğini geliştirmek için gayret gösteriyor. Bu çerçevede 27-28 Ekim günlerinde hem Rus mevkidaşımla tanışmak hem de 13 Kasım’da Türkiye’nin evsahipliği yaptığı Türk-Rus Toplumsal Forumu’nun 2’nci toplantısını planlamak için Moskova’ya bir ziyaret gerçekleştirdim. Bu ziyaretimde Rusya Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Alexy Puskhov ile de görüşerek ikili ilişkilerimizi, bölgesel ve küresel konuları ele aldık. Ayrıca göreve geldiğimiz günden bu güne sekiz ülkenin büyükelçisini kabul ederek görüşmeler yaptık. Yürüttüğümüz diğer faaliyetler ise Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan Dışişleri Komisyonları Üçlü Toplantıları, Türkiye-Polonya-Romanya Dışişleri Komisyonları Üçlü Toplantıları ve Türk-Arap Parlamenter Diyaloğu platformlarında TBMM’yi ve ülkemizi temsil etmektir. Aralık 2014 53 Helenler, Bizanslılar, Romalılar, hatta çok daha öncekiler… Anadolu’nun eski sahipleri birer birer yok olurken tarih sahnesinden, geride bıraktıkları yalnızca kültürleri değildi. Dünya malı dünyada kalır misali, verdikleri eserler Anadolu’nun kültür hazinesini daha geniş, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ni daha zengin kıldı. Pınar Ünsal Aralık 2014 Müzeler “E skiye rağbet olsa, bit pazarına nur yağardı.” Doğrudur, adı üzerinde “eski”, kim ne yapsın. Ancak bu, her alan için geçerli bir sözmüş gibi algılanmamalı. Zaten böyle algılanmasının neticesi değil midir ülkede arkeolojinin öneminin de geç anlaşılması. Neyse, nihayetinde birkaç Osmanlı aydınının öncülüğünde eski eserin değerinin kilo kilo altınla ölçülemeyeceği, ona sahip çıkmanın bir vatanseverlik göstergesi olduğu, eski eseri tanıma ve sergilemenin topluma tarih bilinci aşılayacağı anlaşılmış; evveliyatını kurcalamamalı. Osman Hamdi Bey bu Osmanlı aydınlarından biri. Hem bilim hem de sanat alanlarında ülkesine çok büyük katkıları var. Mekteb-i Maarif-i Adliye’nin ardından hukuk eğitimi için Paris’e gönderiliyor. Burada güzel sanatlara da ilgi duyarak École des Beaux-Arts’ta resim eğitimi alıyor. Yurda dönmesinin ardından Vilayet Umur-u Ecnebiye Müdürlüğü, Teşrifat-ı Hariciye Müdür Muavinliği, İstanbul Beyoğlu Altıncı Daire Reisliği gibi devletin farklı kademelerinde üst düzey görevlerde bulunan Osman Hamdi Bey, Müze-i Hümayun Müdürlüğüne atandıktan sonra adı onlarca yıl sonra dahi saygı ve teşekkürle anılacak çalışmalara imza atıyor. Bunlardan biri eski eserlerin korunmasını sağlayan ve yurt dışına kaçırılmasını engelleyen Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin (Esk i Eserler Yasası) hazırlanması. Ülkedeki ilk bilimsel kazıları yapan, müzeleri çağdaş müzecilik anlayışına göre düzenleyen ve ilk Türk arkeoloğu unvanı bulunan Osman Hamdi Bey, Mü z e-i Hü may u n için çok büyük işler yapıyor. Aralık 2014 55 56 Müzeler Müze-i Hümayun, Osmanlı devletinde sanat alanındaki pek çok çalışmayı destekleyen -örneğin Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurulması-, tarihî eserlerin önemini ve değerini kavramış -padişahın yurt dışı gezilerine giderken hediye olarak tarihî eser götürdüğü rivayet edilir- Sultan II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) halka açılıyor. Ancak eski eser koleksiyonu yapma bundan yaklaşık beş yüz yıl önce Fatih Sultan Mehmed Han döneminde (1451-1481) başlıyor. Bu yıllarda Bizanslılardan kalma eski bir kilise olan Aya İrini’de, eski Türk silahları ve savaş alanlarından toplanan ganimetleri içeren bir koleksi- Aralık 2014 yon bulunurmuş (Mecma-i Esliha-i Atika). O zamanlar bilek gücü ve yürekle savaşıldığından, girilen çoğu savaşta başarı sağlanarak topraklar genişletildiğinden savaş ganimeti de çok oluyormuş haliyle. Aya İrini’deki bir diğer koleksiyon ise eski eserler içeriyormuş (Mecma-i Asar-ı Atika). Bu koleksiyon Sultan Abdülmecid’in (1839-1861) Yalova gezisi sırasında gördüğü Bizans yazıtlarını müzeye getirtmesiyle büyüyor. Daha geniş bir yere ihtiyaç duyulması sebebiyle tüm bu eserler Fatih Sultan Mehmed’in 1472’de yaptırdığı Çinili Köşk’e taşınıyor. İlk Türk müzesinin kuruluşuyla ilgili çalışmaların Sultan Abdülmecid döneminde başladığı biliniyor. Rivayete göre Sultan Abdülmecid Yalova’ya yaptığı bir gezi sırasında yerde duran birtakım yaldızlı taşlar görmüş. Ne olduğunu merak etmiş ve taşların üzerinde İmparator Konstantin’in adının yazılı olduğu bilgisini almış. E malum Konstantin çok ünlü bir Bizans imparatoru. Böyle önemli birinin adını taşıyan yazıtların yerde yatmasının doğru olmadığını söyleyen padişah, taşların toplatılıp İstanbul’a götürülmesini emretmiş. Müzenin ilk parçaları arasında bu taşlarla birlikte İstanbul’un fethi sırasında Müzeler Haliç’i kapatmak için kullanılan zincirin bir parçası, Atmeydanı’nda bulunan ve antik çağa tarihlenen yılan başları, Porfirios heykeli ve tunçtan yapılmış bir Herkül heykeli de vardır. Müze-i Hümayun 1869 yılında açıldığında Galatasaray Lisesi’nde öğretmenlik yapan İngiliz Edward Goold atanmıştı. Onun ardından ise müze müdürlüğünü Avusturyalı ressam Terenzio, sonra da Alman Phillip Anton Dethier üstlendi. Ülkemizdeki yabancı aydınların Türk arkeolojisine ve Müze-i Hümayun’a katkıları yadsınamaz; ancak Dethier’in ölümünün ardından müze müdürlüğüne atanan Osman Hamdi Bey’in disiplinli, özverili, titiz ve azimli çalışmaları sonucu bu kurum dünyanın sayılı müzeleri arasındaki yerini alacaktır. Bu başarıda Osman Hamdi Bey’in bir Osmanlı vatandaşı olması ve içinde millet sevgisi olmasının yeri şüphesiz ki başkadır. Müze-i Hümayun’un açılış tarihiyle ilgili olarak 1869 değil de “halka açılış” tarihinin ve yeni binanın hizmete girişinin baz alınması, yani 1891 yılı, bu sıralarda devletin başında II. Abdülhamid’in bulunması, müze müdürlüğü görevini ise Osman Hamdi Bey’in yürütüyor olması müzenin İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin Arkeoloji Müzesi binası, 19. yüzyılın Osmanlı için önemli mimarlarından Alexandre Vallaury’ye yaptırılır. Türkiye’de müze olarak inşa edilen en eski yapı olan bu binanın dış cephesi tasarlanırken İskender Lahdi ve Ağlayan Kadınlar Lahdi’nden esinlenilmiştir. Aralık 2014 57 58 Müzeler değeri, önemi ve başarılarından bahsederken bu iki ismin sıkça anılmasına vesile olur. Bir zamanların Lahitler Müzesi Anadolu’nun barındırdığı tarihî hazineler, varlığını bu toprakların çağlar boyu pek çok medeniyeti misafir etmiş olmasına borçluydu. 1800’lü yıllarda ülkemizde kazı yapan yabancılar nasıl bu durumun farkındaysa, devletin kritik dönemlerine tekabül eden yıllarda her gelişmeyi yakından takip eden Osmanlı aydınları da bir o kadar farkındaydı. Onlar “Osmanlı ülkesinin her tarafı bir zamanlar buralarda oturan zamanının uygar milletlerine ait çeşitli eski eser ile dolu olduğundan, eğer vaktiyle izin verilmiş olsaydı dünyada en mükemmel Aralık 2014 müze İstanbul’da olurdu... ” sözlerini söylerken bir gün İstanbul Arkeoloji Müzeleri adı altında dünyanın en büyük ve en önemli müzelerinden birinin kendi topraklarında kurulacağından belki de habersizdi. Anadolu topraklarında gerçekleştirilen ve çoğuna Osman Hamdi Bey’in öncülük ettiği kazılar İstanbul Arkeoloji Müzeleri, her şeyden önemlisi topluma aşılanması gereken tarih bilinci için önemli eserler teşkil etti. Efes, Truva, Bergama, Boğazköy, Alacahöyük, Sayda, Nemrut, Tralles, Kadeş, Rodos kazıları başta olmak üzere Anadolu ve o zamanlar Osmanlı’ya bağlı topraklarda yürütülen pek çok kazı sonucu ortaya çıkarılan eserler hem Türkiye hem de dünya arkeolojisine ışık tutacak nitelikteydi. Özellikle Sayda kazılarında ortaya çıkarılan lahitler arkeolojik önemi, çeşitliliği ve işçiliği ile müzeye bir süre Lahitler Müzesi denilmesine neden olacak, İstanbul Arkeoloji Müzeleri dünyanın sayılı müzeleri arasındaki yerini alacaktı. Burada ele geçirilen, Sayda Kralı Abdalonymos’a ait olduğu tahmin edilen, uzun yüzlerinden birinde Persler ve Yunanlar arasındaki bir savaş, diğer yüzünde bir av sahnesinin bulunduğu, ön yüzünde İskender’in tasvir edildiği İskender Lahdi’yle ilgili bir hikaye bile vardı. Rivayete göre yirmi beş ton ağırlığındaki lahdin İstanbul’a kadar taşınmasının mümkün olmadığı söylenmiş, kazıyı yürüten Müzeler Osman Hamdi Bey kendini lahde zincirlemişti. Lahitler İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin Arkeoloji Müzesi binasında bulunuyor. Dünyaca ünlü bu müzenin çoğul olarak anılmasının nedeni üç binadan oluşuyor olması. Arkeoloji Müzesi binasında lahitlerin yanı sıra Antikçağ mimarisine ait eserler, mezar hediyeleri, Bizanslılara ait pek çok buluntu, antik Yunan ve Romalılara ait eserler, pişmiş topraktan heykeller, Troya ve Frigya kazılarında ortaya çıkarılmış eserler sergileniyor. İki katlı binanın üst katında Hazine Bölümü, Gayri İslami ve İslami Sikke Kabineleri ile kütüphane yer alıyor. Eski Şark Eserleri Müzesi’nde, 19. yüzyıl sonlarından I. Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı himayesinde olan topraklarda yürütülen kazılarda ortaya çıkarılmış eserler sergileniyor. Bu eserler Anadolu ve Mezopotamya’nın Yunan öncesi, Mısır ve Arap Yarımadası’nın İslam öncesi çağlarına ait olması nedeniyle önem arz ediyor. Mısırlılar ve Hititler arasında imzalanan, tarihin bilinen ilk barış sözleşmesi olan Kadeş Antlaşması’nın yazılı olduğu kil tablet de Eski Şark Eserleri Müzesi’nde yer alıyor. Müzenin üç binası da tarihî ve mimari açıdan büyük önem taşıyor. Ancak Müze-i Hümayun’un açılış konuşmasında Maarif Nazırı Münif Paşa’nın “Bu içinde bulunduğumuz bina dahi bir antika değerindedir. Fatih Sultan Mehmed’in güzel eserlerinden olan ve o zamanın mimari usulünün güzel bir örneği bulunan bu bina bu maksat için de pek uygun olarak seçilmiştir” dediği gibi Çinili Köşk’ün ayrı bir değeri var. Önceleri Müze-i Hümayun’u meydana getiren bu binada günümüzde 11-20. yüzyıllar arası Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait çiniler bulunuyor. Sergilenen eserlerin çeşitliliği, niteliği gibi kriterlerin yanı sıra müze binasının tasarımı, müzenin büyüklüğü gibi değerler de göz önüne alınarak İstanbul Arkeoloji Müzeleri açıldığı günden itibaren pek çok ulusal ve uluslararası ödüle layık görülmüş. Müze o denli önemli ki açıldığı gün olan 13 Haziran, Türkiye’de “Müzeciler Günü” olarak kutlanıyor. Aralık 2014 59 Tahsin Boray Baycık: Siyasetçi “vefa”yı sadece İstanbul’un bir semti olarak algılamamalıdır Söyleşi ve Fotoğraflar: Songül Baş 1995-2002 yılları arasında milletvekilliği yapan Tahsin Boray Baycık, bir siyasetçinin ilkelerinden taviz vermemesi, dürüst, tutarlı ve vefalı olması gerektiğini belirtiyor. “Siyaset zor bir sanattır” diyen Baycık, milletvekilliği kanununun çıkmasının önemine işaret ediyor. Aralık 2014 Siyasete girmeye nasıl karar verdiniz? Sizi bu alana yönlendiren ne oldu? Karadeniz Ereğli doğumluyum. İlk ve ortaokulu Karadeniz Ereğli’nin Kandilli beldesinde okudum, daha sonra eğitimime İstanbul Haydarpaşa Lisesi’nde devam ettim. Siyasete ilgim lise döneminde başladı. Kıbrıs sorunu ilk ortaya çıktığında arkadaşlarımla birlikte gönüllü olarak askere yazılmaya karar vermiştik. O yıllarda siyasi görüşüm şekillenmeye başladı. Ankara Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi’nde (ADMMA) eğitim görürken siyasete ilgim artarak devam etti. Okulumuzun öğrenci derneğinde görev aldım ve o dönemde ilk defa sol bir dernek olarak seçimi kazandık. İş hayatımda ise gerek kendi yaşadığım gerekse arkadaşlarımın ve personelimin karşılaştığı haksızlıklar karşısında tamamen sosyal demokrat bir görüşe sahip oldum. Bir siyasi parti çatısı altında yer almanız nasıl gerçekleşti? Ankara Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi’nden inşaat mühendisi olarak mezun oldum. İş hayatına yüksek öğrenimim döneminde burs aldığım Türkiye Kömür İşletmeleri’nde (Ankara) başladım. Daha sonra Türkiye Taşkömürü Kurumu Armutçuk müessesesinde (Zonguldak), 1987-1995 yılları arasında ise Erdemir’de (Karadeniz Ereğli) çalıştım. Türkiye’nin bu güzide işletmelerinde görev yapmam sayesinde hem önemli bir tecrübe hem de çok sayıda arkadaş ve dost kazandım. Çalışma hayatımın en acı hatırası ise 7 Mart 1983 tarihinde Türkiye Taşkömürü Kurumu müessesesinde Söyleşi meydana gelen grizu patlaması sonucunda 103 işçimizin şehit olmasıdır. Zonguldak’ta madencinin yüzündeki karanın yüz karası değil, kömür karası olduğu bilinir. Ekmek parasını kazanmanın peşindeki işçilerimiz yeterli iş güvenliğinin sağlanmaması neticesinde hayatlarını kaybetmektedir. Son dönemde hepimizi yasa boğan maden ocaklarındaki kazaların bir daha yaşanmaması için gerekli tüm tedbirler alınmalı, denetimler zamanında yapılmalıdır. Çalışma hayatının içinde yer aldığım dönemde siyasete ilgim vardı, ancak aktif olarak politika yapmak için emekli olmayı bekliyordum. 1994 yılının ekim ayında Türkiye seçim dönemine girmişti. Bir gün telefon geldi ve DSP ilçe örgütüne davet edildim. Daveti yapan kişi, DSP üyesi ve Karadeniz Ereğli’nin güzide yerel gazetesi Önder’in başyazarı Sayın Eyüp Bektaş’tı. Mesai çıkışı partiye gittiğimde İlçe Başkanı beni karşıladı ve Sayın Rahşan Ecevit’in kendilerine milletvekilliği aday adaylığı için yüzünde karası sırtında kamburu olmayan yüksek tahsilli ve Karadeniz Ereğlili birini bulmaları için talimat verdiğini, benim de aralarında yer aldığım üç isim belirlediklerini, ancak diğer iki kişinin ismimi duyunca benim lehime feragat ettiklerini söyledi ve aday adaylığı teklif etti. Kendilerine teşekkür ederek bir hafta süre istedim. Bu arada önce eşimle, sonra ailem ve iş yerimdeki arkadaş ve amirlerimle görüşerek teklifi kabul ettim. Neticede 1995 yılında DSP Zonguldak Milletvekili seçildim. Beni milletvekili adayı yaparak bu onurlu görevi üstlenmeme vesile olan Sayın Bülent Ecevit’i rahmetle ve saygıyla anıyorum. “Son dönemde hepimizi yasa boğan maden ocaklarındaki kazaların bir daha yaşanmaması için gerekli tüm tedbirler alınmalı, denetimler zamanında yapılmalıdır.” 1995 ve 1999 yıllarındaki seçimlerin ardından iki dönem Meclis’te yer aldınız. Milletvekilliği döneminizde özellikle üzerinde durduğunuz konular neler oldu? Milletvekili seçildiğim 1995 yılında özelleştirmeler gündemdeydi. DYPSHP iktidarı döneminde Devrek’te bulunan ORÜS (Orman Ürünleri Sanayii) fabrikasının özelleştirilmesi neticesinde işçiler fabrikada kendilerini yakma eylemi yapacaklarını açıklamışlardı. Sayın Bülent Ecevit, işçileri ikna etmemiz ve işverenle ortak bir paydada buluşmamız için Sayın Hasan Gemici ile beni görevlendirdi. Dolayısıyla parlamentodaki ilk görevim de bu oldu. Ecevit hükümetleri döneminde KİT, Bayındırlık ve Millî Savunma komisyonlarında görev aldım. En uzun dönemi ise KİT Komisyonu’nda geçirdim. Bu komisyondaki çalışmalarım sırasında bir zamanlar “Türkiye’nin lokomotifi” olarak nitelendirilmesine rağmen daha sonra “Türkiye’nin kamburu” diye anılmaya başlayan Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun üzerindeki bu ibareyi kaldırmak için çaba harcadım ve arkadaşlarımla beraber bunu başardık. Eğer bugün Türkiye Taşkömürü Kurumu yaşıyorsa o dönemde Sayın Bülent Ecevit’in talimatıyla 4 bin 500 işçinin alımı sayesindedir. Üstelik Sayın Ecevit, bunu IMF’nin karşı çıkmasına rağmen gerçekleştirmiştir. Fakat ne yazık ki AKP hükümetinin bazı siyasilerinin TBMM çatısı altında Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun kapatılması yönünde açıklamalar yapması beni derinden üzmektedir. Zira Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun kapatılması başta Türkiye olmak üzere Zonguldak, Bartın ve Karabük illerinin ekonomisine büyük sekte vuracaktır. Çünkü ülkemizde koklaşabilir taşkömürü ve sanayide kullanılan taşkömürü yalnızca Zonguldak havzasında mevcuttur. Milletvekilliği dönemimde yurt Aralık 2014 61 62 Söyleşi “Siyasetçi eğer bölgesine ve seçmenlerine hizmet verebiliyorsa ondan daha mutlu bir kişi olamaz.” dışında da çalışmalarda bulundum. Bunlardan biri, parlamentoda grubu bulunan siyasi partilerden milletvekili arkadaşlarımızla birlikte gerçekleştirdiğimiz Almanya seyahatidir. Bu seyahat, Almanya’da yaşayan Türklerin çifte vatandaşlığı, AB’ye girmemiz hakkında Alman hükümetinin düşünceleri, Almanya’ya sığınan siyasilerin ve PKK’lıların Alman vatandaşlığına kolaylıkla kabul edilmeleri konularıyla ilgiliydi. Toplantının sonunda Alman hükümetinin şok edici kararlarıyla karşılaştık. Çifte vatandaşlığın ancak belli kriterler karşılığında sağlanabileceğini, Türkiye’yi ancak özel bir statü ile AB’ye kabul edebileceklerini, Almanya’ya sığınan siyasileri ve PKK’lıları kendi yasaları gereği inceleme altına aldıklarını, bu kişileri inceleme sonuna kadar maaşa bağladıklarını ve vatandaşlığa kabul edilmeyenleri sınır dışı ettiklerini belirtmişlerdi. Bugüne baktığımızda Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği konusunda Alman hükümetinin düşüncelerinin hâlâ değişmemiş olduğunu görüyoruz. Seçim bölgenizle ilgili çalışmalarınız arasında ön plana çıkanlar hangileridir? Bir milletvekilinin bölgesine hizmet götürebilmesi, partisi iktidarda değilse çok zordur. Ben bu konuda şanslıydım, çünkü Ecevit hükümetleri öncesinde iktidarda olan DYP’li bakanların birçoğu ağabeyimin arkadaşıydı. O dönemde özellikle Zonguldak Milletvekili ve Ulaştırma Bakanı Sayın Ömer Barutçu ile Aralık 2014 ilgili bir anımı asla unutamam. Bir gün Bartın milletvekilimiz Sayın Cafer Tufan Yazıcıoğlu ile birlikte Sayın Barutçu’nun makamına gittik. Kendisi Özel Kalem Müdürü’nü çağırarak “Bu iki milletvekili benim kardeşlerimdir, istekleri talimatım sayılır, Bakanlık’tan ne talep ederlerse kesinlikle geri döndürülmeyeceklerdir” dedi. Daha sonra milletvekilliğim sona erene kadar 55, 56 ve 57. hükümetlerde partim DSP iktidardaydı. Dolayısıyla bürokratlar tarafından geri çevrilmiyor ve bölgem için yapacağım hizmetleri yerine getirebilmenin hazzını yaşıyordum. Siyasetçi eğer bölgesine ve seçmenlerine hizmet verebiliyorsa ondan daha mutlu bir kişi olamaz. Milletvekilliği dönemimde Zonguldak il ve ilçelerine pek çok hizmette bulundum. Bunlar arasında en önemlileri, Türkiye Taşkömürü Kurumu’na 4 bin 500 işçi alımına ve Karadeniz Ereğli-Düzce karayolu yapımının başlaması için dış kaynaklı 18 milyon dolarlık kredi çıkarılmasına yaptığım katkılardır. Ayrıca Karadeniz Ereğli’nin Gülüç beldesinde Millî Eğitim Bakanlığı ve Erdemir katkılarıyla Güzel Sanatlar Lisesi’nin kurulması, Anadolu lisesi ve üniversite sınavlarının Karadeniz Ereğli’de yapılması, Erdemir ile Armutçuk müessesesinin Alacaağzı ocağının özelleştirilmelerinin iptali de katkımın bulunduğu konulardır. Özelleştirmelerin iptalinde Sayın Mümtaz Soysal’a da katkıları için teşekkür etmek gerekmektedir. Siyasetçinin vefalı olması büyük önem taşımaktadır. Milletvekili seçildikten sonra Zonguldak genelinde hizmeti geçen, görev bayrağını bize devreden milletvekili büyüklerimize her konuşmamda teşekkür etmişimdir. Devlette ve hükümette devamlılık esastır. Bir önceki dönem milletvekillerinin başlattıkları ve tamamlayamadıkları projeleri yeni dönem milletvekillerinin devam ettirip tamamlama görevleri vardır. Mesela Karadeniz Ereğli-Düzce karayolunun yapımı bütçeye Sayın Ömer Barutçu zamanında konulmuş, benim dönemimde kredisi çıkarılmış ve başlatılmış, AKP hükümeti döneminde ise kapsamı genişletilerek tamamlanmıştır. Yine Karadeniz Ereğli’deki tersaneler bölgesi benim zamanımda Karadeniz Ereğlili tersaneciler tarafından istenmiş, ÇED raporu alınmış, daha sonra AKP hükümetince tamamlanmış ve açılmıştır. Ne yazık ki şimdi yanlış yöntemler nedeniyle atıl vaziyette bulunmaktadır. Seçim bölgemdeki çalışmalarımdan söz ederken milletvekilliğimin her iki döneminde de yanımda olan il ve ilçelerdeki partili arkadaşlarıma da şükranlarımı ifade etmek istiyorum. Milletvekilliği yıllarınıza ilişkin unutamadığınız olayları bizimle paylaşabilir misiniz? DSP olarak 1995 seçimlerinde 76 milletvekili, 1999 seçimlerinde ise 136 milletvekili ile parlamentoya girdik. Partimiz Söyleşi “TBMM çatısı altında büyüdükçe fark lı düşünceye sahip arkadaşlarımız DSP içinde sivrilmeye ve gruplaşmaya başladı. Bu gelişmelere Sayın Ecevit’in rahatsızlığı da eklenince parti adeta başsız kaldı denebilir. Neticede partide genel merkez ve hükümet üyeleri olmak üzere ikilik baş gösterdi. Sonuçta partiden kopmalar gündeme geldi. Bu süreçler yaşanmasaydı ne erken seçim ne de bugünkü AKP iktidarı olurdu. 2002 yılının mart ayında seçim kararı alınınca partiden ayrılan arkadaşlarla birlikte rahmetli İsmail Cem ve Sayın Hüsamettin Özkan’ın önderliğinde kurulan YTP’de görev alarak siyasete devam ettim. Fakat ne yazık ki Sayın Kemal Derviş’in ani bir karar değişikliğiyle CHP’de yer almasıyla YTP siyasi hayatta başarılı olamadı ve Sayın İsmail Cem’in arzusu üzerine tüm varlığıyla CHP’ye katıldı. CHP’yle birleşmenin ardından eski DSP ve YTP’liler olarak birtakım sıkıntılar yaşadık. Bunun üzerine 2009 yerel seçimleri öncesinde CHP’den ayrılarak DSP’den Karadeniz Ereğli belediye başkan adayı oldum, ama seçilemedim. TBMM’nin 20. ve 21. dönemlerinde milletvekilliği yaptıktan sonra aktif siyaseti bıraktım. Şimdi ailemle birlikte çok daha huzurlu bir ömür sürüyorum, bu arada eski seçmenlerimden gelen is- bulunduğumuz yıllarda milletvekillerinin ayrı bir kanunu olması için çaba harcadık, ama bir sonuç alamadık. Bu dönemde Türk Parlamenterler Birliği konuyla ilgili olarak önemli çalışmalarda bulunuyor.” tekleri de karşılayabildiğim ölçüde yerine getirmeye çalışıyorum. Biz TBMM çatısı altında bulunduğumuz yıllarda milletvekillerinin ayrı bir kanunu olması için çaba harcadık, ama bir sonuç alamadık. Bu dönemde Türk Parlamenterler Birliği konuyla ilgili olarak önemli çalışmalarda bulunuyor, umarım bir sonuç elde edilebilir. Bu kanunun çıkması için TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek’e ve 25. Dönem’de milletvekili seçilemeyerek bizim gibi eski dönem milletvekili sıfatını alacak arkadaşlarımıza büyük görev düşmektedir. Size göre siyasetin olmazsa olmazları nelerdir? Milletvekilleri hangi temel niteliklere sahip olmalıdır? Siyaset zor bir sanattır. Siyasetçi, ilkelerinden taviz vermemeli, dürüst, tutarlı ve en önemlisi vefalı olmalıdır. Yani siyasetçi “vefa”yı sadece İstanbul’un bir semti olarak algılamamalıdır. Ayrıca seçmenlerine hiçbir zaman yalan söylememeli, yerine getiremeyeceği bir vaatte bulunmamalı, asla seçmeninden kopuk yaşamamalıdır. Ben milletvekilliği dönemimde seçim öncesinde oturduğum Karadeniz Ereğli’deki evimi Ankara’ya taşımadım. Oradaki seçim büromda hiçbir parti ve görüş ayrımı yapmadan tüm seçmenlerimle hafta sonları beraber oldum. Bu benim seçim vaatlerimden biriydi ve verdiğim sözü yerine getirmiş olmanın mutluluğunu yaşadım. Her hafta sonu seçim büromda vatandaşlarımızın dertlerini ve taleplerini dinledim, böylece onları Ankara yollarında yormadım. Aslında bir milletvekilinin asli görevi yasama organını işletmektir. Ancak ülkemizde milletvekilleri bir yandan yasama faaliyetlerini yürütürken, diğer yandan seçmenlerinin iş, sağlık gibi sorunlarını ve çeşitli kurumlardaki işlerini yakından takip etmektedir. Bu durum maalesef bizden önceki dönemlerde görev yapmış milletvekillerinin bıraktığı bir mirastır ve Türkiyemizin değişmez gerçeklerinden biri olarak karşımızda durmaktadır. Ülke gündemindeki konulara ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? Şu anda Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri PKK’dır. Bu sorunun Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çoğunluğunun istediği bir şekilde çözülebileceğini sanmıyorum. Gündemdeki diğer önemli konular ise komşularımızla yaşadığımız sorunlar ve işsizliktir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının işsizlik sorunu yokmuş gibi Suriyeli sığınmacılara iş güvencesi sağlamak için Bakanlıkça genelgeler çıkarılmaktadır. Bakın bizi AB’ye kabul etmemelerinin bir sebebi, işsizlik sorunu yaşayan genç bir nüfusa sahip olmamızdır. AB ülkeleri, üyeliğe kabul edilirsek bu işsiz gençlerin Avrupa’ya yayılması neticesinde kendi vatandaşlarının işsiz kalmasından korkmaktadır. Bu da AB üyeliğimizin önündeki en önemli engellerden biridir. Aralık 2014 63 64 Dostluk Grupları Türkiye-Brezilya Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Ekrem Çelebi: Brezilya son zamanlarda ticaretteki, ekonomideki büyüme ve dış politikadaki etkinliğiyle ilişkilerimizi en üst düzeyde tutmak istediğimiz ülkelerden biridir Söyleşi: Elif Çelik Türkiye-Brezilya Parlamentolararası Dostluk Grubu ne zaman kuruldu, iki ülke ilişkileri açısından nasıl bir konuma sahip? Türkiye ile Brezilya arasındaki diplomatik ilişkiler oldukça eski olmasına rağmen ancak son yıllarda gelişme göstermektedir. Türkiye Cumhuriyeti aslında bir Osmanlı torunu. Osmanlı İmparatorluğu, çok geniş bir coğrafyada 600 yıldan fazla hüküm sürmüş bir devletti. İmparatorluğun en önemli unsuru da gittiği yerlerde asimilasyon uygulamayıp her bölgede ataşelik açmaktı. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da bu devam etti tabii, ancak yakın bir döneme kadar sınırlı kaldı. Özellikle son dönemde dünyanın en uç noktalarına kadar giderek temsilcilikler açtık. Bunların önemi şudur, hangi ülkeye giderseniz gidin aranızda bir iletişim olması gerekir. En basit yönüyle bakarsak, karşı komşunuza bile sabah bir günaydın demediğinizde aranızda iletişim eksikliği olur. Ülkeler düzeyinde de durum farklı değildir. Aralık 2014 Osmanlı Devleti’nin en büyük kazanımı kültürel, askerî ve ticari ilişkilerini iyi geliştirmiş olmasıydı. Bugün Türkiye’nin her ülkeyle bir iletişimi vardır. Türkiye-Brezilya Parlamentolararası Dostluk Grubu olarak bu anlamda bizlere de epey görev düşüyor. Ülkeler arasında seyreden ilişkilerde kültürel ve ekonomik ivmeleri kazandıranlar dostluk grubu başkanlarıdır. O nedenle ben bu oluşumu çok önemsiyorum. Türkiye-Brezilya Parlamentolararası Dostluk Grubu’nun da temeli oldukça eskiye dayanıyor. Tabii biliyorsunuz dostluk grupları her dört yılda bir yenileniyor. Benim başkanlığını yaptığım dönem Aralık 2011’de başlamıştır. Türkiye ile Brezilya arasındaki askerî ilişkiler son yıllarda yükselen bir ivmeyle devam etmektedir. İki ülke arasındaki mevcut işbirliği ve karşılıklı ziyaret planı çerçevesinde, askerî heyetler arasında düzenli ziyaretler gerçekleştirilmektedir. Dostluk Grupları Türkiye ile Brezilya arasında kültürel bir yakınlık mevcut mudur? Brezilya toplum ve kültürü de Türkiye gibi. Brezilya’nın duygularıyla, hissiyatıyla hareket eden insanları var benim gözlemlediğim kadarıyla ve bu bizim toplumumuza çok benzemektedir. Brezilya ile Türkiye arasındaki kültür faaliyetleri Kültür ve Turizm Bakanlığımızın geçmişten bu yana gerçekleştirdiği ziyaretler çerçevesinde sürdürülüyor. Örneğin Brezilyalı çocuklar her sene 23 Nisan’da Türkiye’ye gelerek buradaki etkinliklere katılıyor. Bu ziyaretler yinelendiğinde biz de Dostluk Grubu olarak kendilerine eşlik edeceğiz. Türkiye ile Brezilya arasındaki ilişkiler hangi düzeyde ve hangi alanlarda yürütülüyor? Bu ilişkilerin geliştirilmesi ve sürdürülmesi bölge siyaseti bakımından nasıl bir önem taşıyor? Her iki ülke de ekonomisi büyük oranda tarıma dayalı ülkeler, denizle çevrili olmaları önem taşıyor ve sanayileri de giderek gelişiyor. Konsept olarak “Ülkeler arasında seyreden ilişkilerde kültürel ve ekonomik ivmeleri kazandıranlar dostluk grubu başkanlarıdır. Türkiye-Brezilya Parlamentolararası Dostluk Grubu olarak bu anlamda bizlere de epey görev düşüyor.” Osmanlı ile Brezilya arasındaki diplomatik ilişkiler 5 Şubat 1858 tarihinde Londra’da “Dostluk, İkamet, Ticaret ve Seyr-i Sefain Antlaşması”nın imzalanmasıyla başlamıştır. Brezilya’nın özellikle 19. yüzyılın sonlarında uyguladığı işgücü çekme politikası sonucu, o dönem Osmanlı toprağı olan Lübnan, Suriye gibi Orta Doğu ülkelerinden milyonlarca kişi göçmen olarak Brezilya’ya gitmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ile Brezilya arasındaki ilişkileri pekiştirmek amacıyla 1927 yılında Roma’da bir dostluk anlaşmasının imzalanmasının ardından Türkiye, 1929 yılında dönemin başkenti Rio de Janeiro’da bir temsilcilik açmış, Brezilya’nın Ankara Büyükelçiliği ise 1936 yılında hizmet vermeye başlamıştır. iktisat ve sanayi alanları birbirine benziyor. Tabii aradaki iletişimin, kardeşliğin ve iyi ilişkilerin devam etmesi karşılıklı gidiş-gelişler sayesinde olur. Mesela devlet büyükleri bir ülkeye gittikleri zaman iş adamlarını da beraberinde götürür. Brezilya’da da Türk girişimcilerinin çeşitli faaliyet ve projeler yürütmesi konusunda gerekli desteği ve yardımı biz de mutlaka göstereceğiz. Daha önce Brezilya parlamentosundaki Türkiye Dostluk Grubu ile bir araya gelme girişiminde bulunduk, ancak hem Meclis’teki bütçe görüşmeleri hem de yakın dönemde meydana gelen iki büyük maden kazası nedeniyle bu ziyareti Aralık 2014 65 66 Dostluk Grupları gerçekleştiremedik. Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum buradan. Kendileri de kasım ayı içinde geleceklerini bildirdiler ama ertelemek durumunda kaldık. Önümüzdeki günlerde gelmelerini bekliyoruz. Çeşitli projelerimizi geldiklerinde kendilerine ileteceğiz. Türkiye’de şu an Brezilya denildiği zaman akla futbol geliyor. TBMM çatısı altında olsun, dışarıda olsun bu ülke hakkında konuştuğumuz zaman genellikle futboldan bahsediliyor. Brezilya ve Türkiye arasında karşılıklı olarak özellikle eğitim ve spor kurumlarının açılması konusunda projeler geliştiriyoruz. Örneğin Brezilya’dan bir futbol takımı ile büyük bir Türk takımının bir de Anadolu’dan yerel bir takımın, bir alt küme takımının karşılıklı kardeş kulüp ilan edilmesi konusunda çalışmalar yürütmek istiyoruz. Gençler örneğin bir ay o bölgede misafir edilsin, orada top koştursun istiyoruz. Bu konuyu da geldikleri zaman Türkiye ile Brezilya arasındaki ilişkilerin üst düzeyde planlamasına yönelik Yüksek Düzeyli İşbirliği Komisyonu’nun kurulmasına dair Mutabakat Muhtırası 2006 yılında imzalanmıştır. Ülkemizin 2006 yılında onayladığı söz konusu anlaşma, Brezilya tarafından 8 Ekim 2008 tarihinde onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Komisyon, iki ülke arasında siyasi diyalog, ekonomi ve ticaret, bilim, teknoloji, savunma sanayi, maliye, yatırımlar, turizm, kültür, diplomatik akademiler arasında işbirliği ve ortak ilgi alanlarındaki ikili ilişkileri daha da geliştirecek politikalar ve stratejiler oluşturmaktan sorumlu bir mekanizma olarak görev yapma amacı taşımaktadır. Aralık 2014 “Brezilya’nın bir sanayi ve tarım ülkesi olması hasebiyle bu alanlardaki ilişkilerimiz daha fazladır.” kendileriyle görüşeceğiz. Millî eğitim alanında da Türkiye ile Brezilya arasında bir anlaşma mevcut, onu da geliştirmeyi hedefliyoruz. Brezilya’nın ekonomisi bir dönem bizden daha iyiydi. Ancak 2000’lerin sonlarında Euro bölgesinde meydana gelen devlet ve şirket if lasları tüm dünyayı etkiledi. Brezilya da bu dönemde çok ciddi anlamda ekonomik sıkıntı çekti. O dönemde Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi kriz Türkiye’yi gerçekten de teğet geçti. Ama Brezilya çok ciddi bir maddi sıkıntıya girdi ve zor düzeldi. Dolayısıyla ekonomik seviyedeki ilişkilerimiz çok iyi mi, değil. Yani beklenen düzeyde değil. Brezilya’nın bir sanayi ve tarım ülkesi olması hasebiyle bu alanlardaki ilişkilerimiz şu an daha fazladır. Ama Brezilya son zamanlarda ticaretteki, ekonomideki büyüme ve dış politikadaki etkinliğiyle ilişkilerimizi en üst düzeyde tutmak istediğimiz ülkelerden biridir. Aralık 2014 69 “Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında…” diyen Ahmet Hamdi Tanpınar, çağının özelliklerini taşıyarak zamanın içinde kısmen kalsa da, özgün düşünce yapısı ve zengin kültüründen ötürü zamanın dışında, hatta ilerisinde olmayı başarmış bir sanatçıdır aslında. İrem Coşkunseven A slen Batumlu bir ailenin çocuğu olarak 1901 yılında dünyaya gelen Ahmet Hamdi Tanpınar, babası Hüseyin Fikri Efendi’nin mesleği icabı küçük yaşlardan itibaren Türkiye’nin birçok yerini gezme imkanı bulur ve dolayısıyla kendi dış ve iç dünyasını gözlemlemeye ta o dönemlerde başlar. Ancak 1916 yılında, Yahya Kemal’den sonra en çok etkisi altında kaldığı şairlerden biri olan Ahmet Haşim gibi, annesini kaybederek yaşamının ilk büyük acısını erken yaşta tadar. Öğrenimine Sinop’tan Siirt’e, Antalya’dan İstanbul’a çok farklı şehirlerde; misyonerlerin idare ettiği mekteplerden baytar mektebine kadar çeşitli yerlerde devam eden Tanpınar, en sonunda lise yıllarından tanıdığı ustası ve akıl hocası Yahya Kemal’in hocalık yaptığı Dârülfünun Edebiyat Fakültesi’ne kaydolur. Yaşadığı dönem boyunca Balkan, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları olmak üzere birçok savaşa tanıklık eden Tanpınar, üniversite yıllarında, dönemin oldukça popüler kıraathanelerinden olan ve birçok aydın, yazar ve şairin buluşma noktası İkbal Kıraathanesi’nde geçirir günlerini. İkbal kısa bir süre içinde o dönemde Millî Mücadele’ye destek verdiği için sık sık sansürlenen Dergâh isimli derginin karargahı haline gelir ve Tanpınar’ın kendisi de bu dergiye şiirler yazar. Ancak şiirde mükemmellik anlayışından yola çıkan ve sürekli kendini eleştirerek eserlerini bir adım öteye taşımak isteyen sanatçı, ileriki dönemlerde yayımladığı Şiirler kitabında Dergâh’ta basılan şiirlerine yer vermez. Yükseköğrenimini tamamladıktan sonra memuriyete başladığı ilk yer olan Erzurum’a, düşünce dünyasını zenginleşti- Aralık 2014 70 recek ve Batı ile Doğu’yu değerlendirerek kendi süzgecinden geçirmesini sağlayacak Baudelaire, Verlaine, Proust, Hoffman ve Valéry’nin eserlerini sırtlanarak gider. Erzurum’da geçirdiği süre zarfında, 1924 yılında meydana gelen deprem nedeniyle yöreyi ziyaret eden Mustafa Kemal Atatürk ile tanışma ve hatta konuşma fırsatı bulur. Fakat bu görüşme esnasında Atatürk’e Avrupa’ya gitme arzusunu dile getirmediğinden, uzun yıllar pişmanlık duyduğu rivayet edilir. Görevine Konya ve ardından Ankara’da devam eden Tanpınar, burada bulunduğu Aralık 2014 yıllar boyunca gerek yeni çevresinin, gerek değişen dönemin, gerekse Yahya Kemal’in etkisinden uzak kalması sebebiyle kendi deyimiyle “cezrî Batıcı” haline gelir. 1930 yılında Ankara’da düzenlenen Türkçe ve Edebiyat Muallimleri Kongresi’nde, Divan Edebiyatı’nın lise müfredatından tamamen çıkarılmasını önererek cezrî, yani radikal bir Batıcı düşünür olduğunu ortaya koyar. 10 yılın ardından 1932’de İstanbul’a geri döndüğünde ise cezrî Batıcılıktan dönüşünün ilk belirtileri olarak görebileceğimiz; eski sanatı, medeniyeti ve Klasik Türk Musikisi’ni savunan yazılarını yazmaya başlar. Ülkenin 71 Ahmet Hamdi Tanpınar eserlerinde yalnızca kendi ülkesini ve toplumunu tanıyan değil, dünyada neler olup bittiğini takip eden, farklı olgu ve disiplinlerin farkında olan bir aydın kavramı çizmiştir. içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik koşullar göz önünde bulundurulduğunda; Batı ile Doğu arasında sıkışıp kalmış bir millet, siyasetçiler ve sanatçılar arasında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da fikir ve düşünce dünyasında gözlenen bu değişimler oldukça doğal karşılanabilir. 1943 seçimlerinde Maraş milletvekili olarak Meclis’e girmeyi başarsa da eylemden çok düşünce adamı olduğundan ve Meclis’te muhalif bir grubun bulunmamasından, siyasi kariyeri sandığından kısa sürer. Üç buçuk yıllık siyasi hayatı, partisi tarafından tekrar aday gösterilmeyince sona erer. “Tereddüt eden adam” olarak anılan Tanpınar, hakkında yapılan eleştirilere ve dönemin sağ mı yoksa sol düşüncesine mi mensup olduğu sorularına cevaben şöyle demiştir: “Türkiye’de her şey politika mücadelesi… Sağ beni kafi derecede kendilerinden, kafi derecede inhisarcı, kafi derecede cahil görmüyor. Sol bana düşman. (…) Kendilerini vatansever zanneden veya öyle gösteren -hiç olmazsa böyle sınıf ve zümre gayretiyle her şeyi göze almış bir sol taifesi ve sol fikirlerin istismarcısı olanlar -onların karşısında ırkçılar ve dinciler, en hakiki nasyonalistler (…) Ve ortalarında bizler, iş ve güçlerinde olanlar, olmak isteyenler, biçareler (…) İmkan bulsam, yaşım müsait olsa ve bir organ sahibi olsam müdafaa edeceğim tek fikir: Kalkınma ve plan.” Ahmet Hamdi Tanpınar, Türk Edebiyatı’nın o dönemki sorunsalı olan Doğu-Batı meselesini ele alırken eleştirmekten ziyade tıpkı siyaseten kendini bir kampa ait hissetmemesi gibi taraf tutmadan önce çerçeveyi anlamaya çalışmıştır. Her ne kadar mazisini bilmeyen bir milletin köklerinden kopacağını düşünse de, devam ederek değişmeye, değişerek devam etmeye inanmıştır. Ona göre edebiyat bir bütündür; dünü, bugünü ve geleceğiyle birlikte değerlendirilmelidir. Türk Edebiyatı’nda karşılaşılan sorun ise Tanzimat Edebiyatı’ndan sonra edebiyatçıların çoğunun kendi kimliklerini ve geçmişlerini unutarak Batı’ya yönelmeleri, fakat bunu yaparken de Batı’nın hangi özelliklerini içselleştirip özümseyebileceklerine karar veremeden bir kimlik arayışı içinde Şark ile Garp arasında sıkışıp kalmalarıdır. Tanpınar eserlerinde, yalnızca kendi ülkesini ve toplumunu tanıyan değil, dünyada neler olup bittiğini takip eden, farklı olgu ve disiplinlerin farkında olan bir aydın kavramı çizmiştir. Yanıtlar vermek yerine sorular sormuş, sorgulamış, anlamaya çalışmıştır. Eserlerini sanat kaygısından başka hiçbir kaygısı olmadan, Fransız varoluşçuluk akımı ile birlikte mistisizmin etkisinde yazmıştır. Gerek iki uygarlık arasında bocalayan toplumumuzu eleştirdiği romanı Saatleri Ayarlama Enstitüsü, gerek kendisi gibi aydın bir kişilik olan Mümtaz’ın toplum ile kendi iç savaşını bilinç akışı yöntemiyle anlattığı, aslında bir huzursuzluk romanı olan Huzur, gerekse küçük yaşlarından beri gezip görüp yaşadığı İstanbul, Ankara, Antalya, Erzurum ve Konya olmak üzere beş şehirden edindiği izlenimleri aktardığı Beş Şehir kitabında düz yazıyı adeta manzume gibi aktarmış ve fikri, estetik kaygısıyla yazdığı eserin içinde eriterek Türk Edebiyatı’nda romanı daha önce görülmemiş bir boyuta getirmiştir. Zamanında değeri çok anlaşılmayan ve Mehmet Kaplan’a göre herkesin kolaylıkla okuyup sindirebileceği bir sanatçı olmayan Tanpınar, farklı gruplarca ne kadar eleştirilirse eleştirilsin, Türk Edebiyatı’na eleştiriden denemeye, şiirden çeviri eserlere kadar pek çok başyapıt niteliğinde eser kazandırmıştır. Bununla birlikte, hepsinden de önemlisi, birçok önemli edebiyat eleştirmeni ve akademisyene göre Tanpınar, modern Türk romanının temellerini atmıştır. Ayrıca müzik ve plastik sanatlar da dahil olmak üzere sanatın birçok dalıyla ilgilenmiş, çok yönlü, kendini sürekli geliştiren, hep daha iyisini yapmak için çabalamış bir sanatçıdır. Ahmet Hamdi Tanpınar bugün de hem siyasi ve sosyal çelişkileri resmetmesi yönüyle hem de eserlerindeki yüksek teknik ve edebiyat zevkiyle yeni kuşakları beslemeye devam ediyor. Aralık 2014 72 SiyasettenSivil Topluma Prof. Dr. Cafer Tayyar Sadıklar: Vakfımız Türk-Japon ilişkilerinde önemli bir köprü görevi görüyor Söyleşi: Nehir Öztürk Gümrük ve Tekel eski Bakanı, TBMM 17. Dönem Çanakkale Milletvekili Prof. Dr. Cafer Tayyar Sadıklar’ın başkanı olduğu Türk Japon Vakfı, iki ülke arasındaki ilişkilere önemli katkılarda bulunuyor. Sadıklar, “Türkiye ile Japonya arasında dostluk ve işbirliğini geliştirmek amacıyla kurulan vakfımız, Türk-Japon ilişkilerinde önemli bir köprü görevi görmektedir” diyor. Aralık 2014 Söyleşimizin başında Türk Japon Vakfı’nın kuruluş öyküsünü öğrenebilir miyiz? Türk Japon Vakfı 1993 yılında 9. Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel’in destekleriyle ben ve arkadaşlarım tarafından kurulmuştur. Kuruluşuna kadar bir ütopya olarak görülmekte olan bu proje gerekli destekleri alarak başarılı bir şekilde hayata geçirilmiş, şu anda Türkiye’de ve Avrupa’da bir örneği daha olmayan bir Kültür Merkezi haline gelmiştir. Türk Japon Vakfı 1993 yılının mart ayında Türk kanunları uyarınca kamuya yararlı tüzel bir kişilik kazanmıştır. Vakfın kuruluşunun ardından, Kültür Merkezi’nin üzerinde kurulacağı arazinin yanı sıra inşaat için gerekli finansmanın yarısını aşan kısmı Türk tarafınca temin edilmiştir. Eski Japonya Büyükelçisi Bayan Atsuko Toyama’nın (Eski Eğitim, Kültür, Spor, Bilim ve Teknoloji Bakanı), Keidanren (Japon Ekonomik Organizasyonlar Federasyonu) ve benzeri Japon kurumlarına finansman temini için yaptığı talepler meyve vermiş ve inşası tamamlanan Türk Japon Vakfı Kültür Merkezi’nin açılışı 3 Mayıs 1998 tarihinde gerçekleştirilmiştir. SiyasettenSivil Topluma Açılışa kadar olan süre içerisindeki önemli gelişmelerden bazıları şu şekildedir: 14 Eylül 1993 tarihinde Japonya Altes Prensi Ekselansları Takahito Mikasa tarafından inşaat alanına Sakura anı fidesi törenle dikilmiştir. 5 Mayıs 1996’da Kültür Merkezi’nin temel atma töreni Sayın Süleyman Demirel’in katılımıyla gerçekleştirilmiştir. 3 Mayıs 1998 tarihindeki açılış töreni, dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel ve eşi ile Japonya Altes Prens ve Prensesi Tomohito Mikasa’nın katılımlarıyla düzenlenmiştir. Türk Japon Vakfı Kültür Merkezi içerisinde Türk Japon Kadınları Dostluk ve Kültür Derneği, Türk Japon Kültürünü Araştırma ve Dayanışma Derneği, Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansı (JICA) ve Türk Japon Üniversiteliler Derneği’ne birer ofis tahsis edilmiş ve Ankara’da mevcut TürkJapon dostluk derneklerinin bir çatı altında toplanması suretiyle kurumsal birlik sağlanmaya çalışılmıştır. “1998 yılında açılmış olan Kültür Merkezimiz bugüne kadar 500’ün üzerinde etkinliğe evsahipliği yapmıştır.” si, seminer benzeri akademik toplantılar düzenlenmesi ve bu alanda çalışan kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapılmasına yönelik çalışmalar gerçekleştirmektedir. Bu çalışmalar 1998 yılında açılmış olan Kültür Merkezimizde yapılmaktadır. Merkez, açılışından itibaren 500’ün üzerinde etkinliğe evsahipliği yapmıştır. Türk Japon Vakfı Japonca, origami, kendo, resim gibi çeşitli kurslar düzenliyor. Ayrıca Türk Sanat Müziği Korosu bulunuyor. Bu faaliyetlerle ilgili bilgi aktarabilir misiniz? Türk Japon Vakfı Japonca kursları açılıştan günümüze kadar devamlı artan öğrenci sayısıyla eğitime devam etmektedir. Her yıl 100’ün üzerinde kişiye Türk ve Japon öğretmenler tarafından Japonca öğretilmektedir. Haftada 4 saat olan Japonca kursları ağırlıklı olarak hafta sonları verilmektedir. Origami (kağıt katlama sanatı) kursları 4 haftalık dönemler halinde gerçekleştirilmektedir. Origami stres atma, çocukların zeka gelişimi, yaşlı veya hastaların rehabilitasyonu için oldukça faydalı bir yöntem olarak bilinmektedir. Bu sebeple çeşitli seviyelerden oluşan çocuk sınıf larımız da mevcuttur. Başkanı olduğunuz Vakıf, hangi amaçlar doğrultusunda ne tür faaliyetler gerçekleştiriyor? Türk Japon Vakfı, Türkiye ile Japonya arasında sosyal, kültürel, teknik, ekonomik ve benzeri alanlarda dostluk ve işbirliğini geliştirmek amacıyla kurulmuştur. Türk Japon Vakfı bu amacı gerçekleştirmek üzere her türlü kültürel ve tanıtıcı faaliyetlerin yürütülmesi, ulusal ve uluslararası dernek ve kurumlarla işbirliği yapılması, Türk Japon derneklerinin çalışmalarının desteklenmesi, Japonlara Türkçe, Türklere Japonca dil kursları düzenlenmesi, Japonlara Türkiye’yi, Türklere Japonya’yı tanıtmak maksadıyla her türlü çabanın gösterilmesi, Türk ve Japon sanatçılarla karşılıklı olarak tanıtıcı çalışmalar yapılması, bilimsel araştırma ve yayınların desteklenme- TBMM Başkanı Cemil Çiçek ve Japonya Başbakanı Shinzo Abe, eşleriyle birlikte 3 Mayıs 2013 tarihinde Türk Japon Vakfı Kültür Merkezi’ni ziyaret ederek “Osmanlı Sarayında Japon Rüzgarı” adlı serginin açılışını yaptı. Aralık 2014 73 74 SiyasettenSivil Topluma “Kültür Merkezimizde gerçekleştirilen etkinliklerle Türk halkına Japon kültürü tanıtılmaktadır.” Ayrıca Vakıf bünyesinde bulunan Türk Japon Kültürünü Araştırma ve Dayanışma Derneği tarafından düzenlenen yağlı boya resim ve pentur kursları da verilmektedir. Türk Japon Vakfı Türk Sanat Müziği Korosu, Şef Emine Gürsel yönetiminde uzun yıllardır Vakıf bünyesinde çalışmalarına devam etmektedir. Türk ve Japonlardan oluşan koromuz bir yıl içinde hafta sonları yapmış olduğu çalışmaların ardından yılda bir kez verdiği konserle seyirci karşısına çıkıp performans sergilemekte ve büyük beğeni kazanmaktadır. Türk Japon Vakfı’nın gerçekleştirdiği faaliyetlerin iki ülke arasındaki ilişkilere ve Japon kültürünün ülkemizde tanınmasına katkıları konusundaki değerlendirmeleriniz nelerdir? Türk Japon Vakfı, Türk-Japon ilişkilerinde önemli bir köprü görevi görmektedir. Bu sebeple çok önemli ziyaretlere ve etkinliklere evsahipliği yapmıştır. Bunlardan en önemlileri şu şekilde sıralanabilir: 4 Mayıs 1998 tarihinde Türk Japon İş Konseyi, Kültür Merkezimizde toplanmıştır. 16 Ocak 2003’te Japonya’da Türk Yılı’nın açılışı zamanın Başbakanı Sayın Abdullah Gül tarafından Kültür Merkezimizde yapılmıştır. 11 Ocak 2006 tarihinde zamanın Japonya Başbakanı Sayın Aralık 2014 Koizumi Kültür Merkezimizi ziyaret etmiştir. 2010 Türkiye’de Japonya Yılı açılış töreni 4 Ocak 2010 tarihinde zamanın Kültür Bakanı Sayın Ertuğrul Günay ve Japonya Dışişleri Bakanı Sayın Katsuya Okada’nın katılımlarıyla Kültür Merkezimizde yapılmıştır. Geçtiğimiz yıl mayıs ve ekim aylarında Türkiye’ye gelen Japonya Başbakanı Sayın Shinzo Abe, mayıs ayında TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek ile birlikte Vakfımızı ziyaret etmişlerdir. Kültür Merkezimizde gerçekleştirilen etkinlikler ücretsiz olarak yapılmaktadır. Bu etkinliklerle Türk halkına Japon kültürü tanıtılmaktadır. Koroda Türkler Japonca, Japonlar Türkçe şarkı söylemektedir. Bu çok ilgi çekmektedir. Son dönemde koronun çalışmaları ile ilgili bir CD çalışması gündemdedir. Gümrük ve Tekel Bakanlığı ile TBMM 17. Dönem Çanakkale Milletvekilliği yapmış biri olarak siyaset kurumunun sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkilerine yönelik değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? Vakıf Başkanı olduktan sonra Vakıf ’la siyasetin hiçbir ilişkisi kurulmamıştır. Bu konuya özellikle dikkat ediyoruz. Hükümetin çalışmaları hakkında da herhangi bir değerlendirme yapılmamaktadır. 75 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Kasım 2014’te kabul edilen yasalar Kanun Numarası Kabul Tarihi Başlığı 6564 05/11/2014 Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 6565 05/11/2014 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Macaristan Hükümeti Arasında Kültür Merkezlerinin Kuruluşu, İşleyişi ve Faaliyetleri Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6566 06/11/2014 Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 6567 18/11/2014 Engelliler Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 6568 18/11/2014 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Makedonya Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kültür Merkezlerinin Kuruluşu ve Faaliyetleri Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6569 19/11/2014 Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 6570 20/11/2014 İstanbul Tahkim Merkezi Kanunu 6571 20/11/2014 167 Sayılı İnşaat İşlerinde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi’nin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Aralık 2014 76 Sağlık Sağlık ve estetik bir arada Miadent Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi Ortodonti Uzmanı Dr. Dt. Özge Batmaz, dişlerin estetik ve fonksiyonel dizilimini hedefleyen ortodontik tedavinin ağız ve diş sağlığındaki önemine işaret ederek, “Günümüzde ortodonti alanında diş sağlığı ve estetiği konusundaki uygulamalar gün geçtikçe gelişmekte ve tedavi seçenekleri çoğalmaktadır” diyor. ORTODONTİK TEDAVİ Söyleşimizin başında ortodontik tedavinin tanımını yapabilir misiniz? Ortodontik tedavi diş ve/veya çene bozukluğu söz konusu olduğunda uygun apareyler, teller ve braket adı verilen parçaların dişlerin üzerine yapıştırılması ile gerçekleştirilen bir tedavi şeklidir. Ortodontik tedavinin hedefi, dengeli bir yüz profili ile dişlerin estetik ve fonksiyonel dizilimidir. Bunun yanı sıra ortodontik tedavi diş ve dişeti sağlığına katkı sağlar, ısırma-çiğneme gibi fonksiyonları düzeltir. Ortodontik tedavi görebilmek için yaş aralığı nedir? Çocukların 7 yaşından itibaren ortodontik muayene için bir ortodontiste gösterilmesinde fayda vardır. Bu yaşta, çocuklarda birkaç daimi dişin sürmüş olması bize ortodontik durumunu değerlendirmek için olanak vermektedir. Bazı ortodontik problemler erken müdahaleyi gerektirecek kadar önemlidir. 7 ila 10 yaşları arasında basit ortodontik aparey ile yapılan tedavilerin amacı, ağız içindeki problemleri çözümleyerek ileride daha ağır hale gelmelerini önlemektir. Önleyici tedaviler genellikle 12 aydan daha uzun sürmez. Ancak dişler ve ağız yapısı açısından çocuğunuz ortodontik tedavi için erken dönemdeyse tedaviye başlamak için doğru zamana kadar hastanın büyüme ve gelişimi 6 aylık periyotlarda takip edilmelidir. Günümüzde yetişkin bir hastanın braket takmak için geç kalmış olduğu düşünülmemelidir. Hastalarımızın büyük bir yüzdesini yetişkinler oluşturmaktadır. Yetişkinlerdeki ortodontik tedavide en önemli hedeflerimiz sağlık ve estetiktir. Yetişkin hastalarımızda ağız içerisinde kaplama ve köprülerin varlığı yine ortodontik tedavi için bir engel teşkil etmez. Kaplama yapılmış dişler de restorasyon yapılmamış bir diş gibi hareket edecektir. Eksik dişler olduğunda ise ortodontik tedavi kalan dişlerin uyumu ve implant için yeterli boşlukların açılması konusunda yardımcı olacaktır. “Braketler takıldığında canım acıyacak mı?”, “Temizliğini yapabilecek miyim?” diye soran hastalarınıza yanıtınız ne oluyor? Braketlerin dişler üzerine yapıştırılması ağrılı bir işlem değildir. Braketler takıldıktan sonraki süreçte de ilk 3-5 gün boyunca baskı tarzında hafif ağrılar Aralık 2014 Sağlık Dr. Dt. Özge Batmaz hissedilebilir. Bu ağrılar günlük hayatı etkilemez veya kendinizi kötü hissetmenize neden olmaz. Ancak ortodontik tedavi sırasında belli ziyaretlerden sonra dişler birkaç gün hafif hassasiyetler tarzında ağrılara maruz kalabilmektedir. Bu durumlarda ortodontistin önereceği ağrı kesici ilaçlar rahatsızlıkları giderecektir. Ortodontik tedavide dişlere yapıştırılan braketlerin varlığı nedeniyle dişlerde daha fazla yiyecek artığı birikecektir. Bu yüzden hastalarımızın her gün en az üç kere dişlerini fırçalaması istenmektedir. Bunun dışında ortodontik tedavi sırasında ek bakım için diş ipi, ağız duşu ve gerekirse florür içerikli reçete sunulabilmektedir. Ortodontik tedavi sırasında beslenme nasıl olmalıdır? Ortodontik tedavinin seyri ve diş sağlığı açısından tedavi sırasında yeme a lışkanlı k larının biraz değ işmesi gerekmektedir. Ortodontik tedavinin başarıyla sonuçlanması için dişlere ve diş tellerine zarar verecek gıdalardan uzak durulmalıdır. Bu gıdalar sert yiyecekler, asitli içecekler, yapışkan şekerli yiyecekler ve sakızdır. Ortodontik tedaviler ne kadar sürer? Tedavi süresi her hastanın özel ortodontik sorununa bağlıdır. Genel olarak tedavi süresi 10 ila 30 ay arasında değişmektedir. Ortodontik tedavide estetik yaklaşımlarla ilgili bilgi verebilir misiniz? Bazı hastalarımız ortodontik tedavide kullanılan tellerin görünümünden rahatsız olduğu için tedaviden çekinebilmektedir. Günümüzde ortodonti alanında diş sağlığı ve estetiği konusundaki uygulamalar gün geçtikçe gelişmekte ve tedavi seçenekleri çoğalmaktadır. Ortodontik tedavilerde estetik yaklaşımlardan ilki, şeffaf diş telleri olarak tanımlanan, dişler ile aynı renkte şeffaf tellerin kullanımını içeren ortodontik tedavilerdir. İkinci yaklaşım, invisalign olarak da bilinen, şeffaf plaklarla yapılan ortodontik tedavilerdir. Bu yöntemde herhangi bir tel ya da braket yoktur. Sistemin temeli, birkaç seri halinde üretilen şeffaf plakların sıra ile kullanılması ve her plağın dişte bir miktar harekete sebep olması ilkesine dayanır. Bu plaklar her iki haftada bir değiştirilir. Toplam plak sayısı ve tedavi süresi çapraşıklığın durumuna göre değişir. Plakların şeffaf olmasının yanı sıra en önemli avantajı istendiği zaman geçici olarak çıkartılabilmesidir. Son yaklaşım ise lingual ortodonti tedavisi olarak bilinen, görünmeyen diş telleri, tel ve braketlerin dişin arka yüzeyine takılması işlemidir. Kişiye özel olarak laboratuvar ortamında üretilen bu tellerin karşıdan bakıldığında görünmesi imkansızdır. Görünmeyen diş telleri tedavi bitimine kadar estetik kaygıyı minimum düzeyde tutmaktadır. Miadent Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi, Oğuzlar Mahallesi Mevlana Bulvarı (Konya Yolu) No: 143/A Balgat adresinde hizmet veriyor. Milletvekilleri 0 506 333 20 20 numaralı telefondan Miadent’e direkt ulaşabiliyor. Merkez’le ilgili bilgi 444 5 642 numaralı telefon ile www.miadent.com adresinden edinilebilir. Aralık 2014 77 I S E N H A S H I R A T 10 Aralık 1901 - Fizyoloji veya tıp, fizik, kimya, edebiyat ve barış alanlarında olağanüstü başarı gösterenlere verilen Nobel Ödülü ilk kez sahiplerini buldu. 5 Aralık 1927 - Türktiye paraları kağı Cumhuriyeti’nin ilk devrimi henüz tedavüle girdi. Harf ra üzerindeki yapılmadığı için pa dı. yazılar Osmanlıcay 8 Aralık 1868 - Işıklı trafik lambaları Londra’da kullanılmaya başladı. Bu sayede trafiği düzenleyen evrensel bir renk kodu da oluşturuldu. 1 2 4 5 6 7 8 9 10 5 Aralık 1934 - Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve seçim kanununda yapılan değişiklikle Türk kadını milletvekili seçme ve seçilme hakkı elde etti. Aralık 2014 5 Aralık 1981 - Türkiye Millî Basketbol Takımı, Sofya’da yapılan şampiyonada Yunanistan’ı 93-80 yenerek tarihinde ilk kez Balkan Şampiyonu oldu. 9 Aralık 1988 Türkiye’de ilk kez bir kadavradan organ nakli gerçekleştirildi. Mehmet Haberal tarafından yapılan karaciğer transferi, bugün dünyada organ nakli konusunda başarılı çalışmalara imza atan Türkiye için örnek teşkil etti. 27 Aralık 2005 - TÜBİTAK, kendi geliştirdiği bir işletim sistemi olan Pardus’un ilk sürümünü bilim dünyasıyla paylaştı. 11 Aralık 1997 - Amacı atmosferdeki sera gazı birikimlerinin insanın iklim sistemi üzerindeki tehlikeli etkilerini önleyecek düzeyde durdurulması olan Kyoto Protokolü, Japonya’nın Kyoto şehrinde uluslararası çerçevede görüşüldü. 11 12 13 15 18 22 25 27 28 25 Aralık 11 Aralık 1946 Birleşmiş Milletler’in “Çocuk Haklarına Dair Sözleşme”si doğrultusunda çalışmalarını yürüten, yegane görevi dünyadaki tüm çocukların refahını artırmak olan Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) kuruldu. 25 1995 - “Figen Akat” isimli bir Türk gemisinin Ege Denizi’ndeki Kardak Kayalıkları’nda karaya oturması ve Yunanistan’ın bu kazanın kendi karasularında olduğunu iddia etmesi üzerine iki ülke arasında kriz meydana geldi. 13 Aralık 1980 - Bir askerî inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen, 17 yaşında olduğu için yasalara göre asılması mümkün olmayan Erdal Eren, kemik yaşı doktor raporuyla bir gecede büyütülerek idam edildi. Aralık 2014 80 Bilim, barış ve ekonominin Oscar’ı 10 İ Aralık 1901 ngiliz Edebiyatı’na hayrandı. İsveççe, Fransızca, Almanca, İngilizce ve Rusçayı akıcı bir şekilde konuşan ve bu dillerdeki edebi eserleri yakından takip eden Alfred Nobel, belli ki İngiliz Edebiyatı’na merak sarmıştı. Ne var ki Rus ordusu için silah üreten babası onun edebiyatçı değil, kimya mühendisi olmasını istiyordu ve oğlunu fen bilimlerine yönlendirdi. Nobel de öğrenim hayatı sırasında tanıştığı Ascanio Sobrero da nitrogliserinle ilgileniyordu. Sobrero bu sıvı patlayıcının mucidiydi, ancak basınç ve sıcaklık etkisiyle kolayca patlayabilen nitrogliserinin bu olumsuz özelliğini yok edemiyordu. Alfred Nobel nitrogliserin üzerinde o kadar yoğun ve büyük bir hırsla çalışıyordu ki Stokholm’de yaptığı deney sırasında büyük bir patlamaya neden oldu. Faciada küçük kardeşi Emily’nin de aralarında olduğu dört kişi hayatını kaybetti. Bu olayı Nobel’in farklı şehirlerdeki deneyleri sırasında büyüklü-küçüklü pek çok patlama izledi. Alfred Nobel yıllarını alan deneyleri nihayetinde dinamit barutunu buldu; balistit, dumansız barut, nitrogliserin ve nitroselüloz karışımı itici barut ile kordit bu keşfin peşisıra geldi. Artık Aralık 2014 Nobel Ödülleri Sobrero’nun ölümsüz icadı, Nobel sayesinde mükemmel bir hale getirilmişti. Nobel’in çalışmalarını yürüttüğü 19. yüzyıl sonları, dünyanın büyük bir kaosa sürüklendiği, savaş ihtimalinin yüksek olduğu bir döneme tesadüf etmişti. Dinamitin mucidinin 20 farklı ülkede 100’e yakın şirketi, sahip olduğu 355 adet patent vardı. Dolayısıyla Nobel 1896’da öldüğünde ardında hem katliamları mümkün kılan yeni icat kimyasallar hem de büyük bir servet bırakmıştı. Alfred Nobel vasiyetinde yakınlarını ve bilim dünyasını şaşırtan bir i s t e k t e b u lu n mu ş tu. Mirası, “Nobel Ödü lü ” a ltında insanlığa hizmette bulunan kişilere pay edilecekti. 1900 yılında İsveç Hükümeti’nin Nobel Vakfı’nı kurmasının ardından ödüller her sene verilmeye başladı, gün olarak Alfred Nobel’in hayatının sonlandığı 10 Aralık seçildi. 81 Edison layık görülmese de… Nobel Ödülü, dünyanın en prestijli ödülleri arasında yer alıyor; hatta en prestijlisi olsa gerek. Fizik, kimya, edebiyat, barış ve fizyoloji veya tıp alanında dağıtılan ödüller olağanüstü başarı gösterenlere takdim ediliyor. 1901 yılından beri beş dalda verilen ödüllere 1968’de Nobel Ekonomi Ödülü dahil edilmiş. Nobel Edebiyat Ödülü “bir idealist eğilimi en farklı şekilde ifade eden” yazara; Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü, Nobel Fizik Ödülü, Nobel Kimya Ödülü ve Nobel Ekonomi Ödülü bu alanlara önemli katkılar yapan kişilere; Nobel Barış Ödülü “ulusların ve halkların kardeşliği, silah ve orduların azaltılması ve barış kongreleri düzenlemek için en çok çaba sarfeden” kişi, kişiler veya kuruluşlara veriliyor. Bir de her yıl Harvard Üniversitesi tarafından Ig Nobel Ödülü adı altında takdim edilen bir ödül bulunuyor. Ödül en anlamsız, yeniden üretilmeyecek, üretilmemesi gereken icatlara; çalışılması zaman kaybı olarak görülen araştırmalara veriliyor. Günde 12 bin kez gagasını ağaca vurduğu halde ağaçkakanların neden baş ağrısı çekmediklerini anlamak için onların kafatasını inceleyen Ivan Schwab ve Philip Ra May adlı ornitologlar 2006 yılında bu ödüle layık görülmüş örneğin. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, İsveç Akademisi, Karolinska Enstitüsü ve Norveç Nobel Komitesi tarafından verilen Nobel Ödülleri, Nobel Vakfı tarafından idare ediliyor ve sürdürülüyor. Her sene milyonlarca euro dağıtılan Nobel Ödülleri için nereden geliyor bu değirmenin suyu diye soranlar olacaktır elbet. Bazı çevreler, Nobel Vakfı’nın bu sonsuz kaynağını dünyanın önde gelen silah şirketlerinde hisseleri olmasına bağlıyor. Bir de İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, İsveç Akademisi, Karolinska Enstitüsü ve Norveç Nobel Komitesi tarafından verilen Nobel Ödülleri, Nobel Vakfı tarafından idare ediliyor ve sürdürülüyor. ödüle layık görülenler tarafından bağı pek sorgulanmayan Nobel Ödülleri’nin insanları bu prestijli ödüle kavuşmak için bilime teşvik ettiği gerçeği var. Nobel ödülleriyle ilgili bir diğer iddia, dünya siyasetine yön veren güçlerin isteği doğrultusunda ödüllerin dağıtıldığı. Nobel’e gerçekten siyaset karışıyor mu bilinmez, ancak siyasetçiler Nobel Ödülü kazanabiliyor. Barack Obama, 2009 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüş mesela. Dağıtılan ödüller arasında en çok Nobel Barış Ödülü tartışmalara neden olmuş, oluyor. Alfred Nobel bununla ilgili söylentilere kendince bir açıklama getirmiş: “Dinamiti bulan adamı yani beni, barış dostu olarak görmeyenler alay edeceklerdir. Varsın öyle olsun… Madem insan aklını dinlemiyor öyleyse o kadar korkunç bir öldürme aracı bulunmalı ki insanlık korku ve korunma içgüdüsü ile barışı seçsin.” Aralık 2014 Tamburlarda, kemanlarda şarkılarla yaşıyor Zeki Müren Bazıları farklı, hatta olağanüstüdür. Kimi çok güzeldir mesela, kimi fazlasıyla yetenekli. Toplum tarafından tanınıp ayrı bir yere konulunca bu kişiler, “yıldız” deniliyor onlara. Sesiyle yüreğin en derin yerine dokunan, dertli gönüllere giren, kadife sesiyle yüzleri güldüren “biri”ni tanımlarken ise yıldız yetmiyor; ondan daha parlak, daha sıcak “Sanat Güneşi” tabiri en caizi. Pınar Ünsal Aralık 2014 83 N ihavent, Uşşak, Buselik… Türk Sanat Müziği makamları kemanla, kanunla, tamburla ruh buluyor, bir parça neşe, çokça huzur serpiyor kişinin yüreğine. Buna muhteşem bir vokal eklenince kulakların pası da siliniyor adeta. Türk Sanat Müziği’ni doğru icra edebilmek, bu nazlı ve hassas müzik türüne ve onu dinleyenlere duyulan saygının da bir göstergesi. Zeki Müren’in kırk beş yıllık sanat hayatında yaptığı gibi. Enstrüman ya rd ı m ı ol mada n nota la r ı doğ r u çıkarabilme yeteneğine sahip bu ses, aynı zamanda hiçbir kelimeyi yuvarlamadan tane tane okuyor, her bir eserin güfte ve bestesine sadık kalıyor. Toplumun yıllarca birazcık mesafeli durduğu Türk Sanat Müziği’nin herkesçe dinlenmesinde, Zek i Müren yorumunun büyük katkısı oluyor. Türk toplumunun gözünün nuru, başının tacı Müren’in müziğe katkıları yalnızca nevi şahsına münhasır yorumu ve muhteşem sesi değil mutlaka. Yazdığı duygu dolu güfteler, melodisi hâlâ akıllarda olan besteler Türk Sanat Müziği’nin unutulmaz eserleri arasında yer almış. Kürdilihicazkâr makamında yazılan “Koklamaya kıyamam, benim güzel manolyam...” sözlerine sahip şarkı gibi. Zeki Müren’in müziğe olan yeteneği Bursa Osmangazi İlkokulu’nda okuduğu sıralarda keşfedilir. Okumayı beş yaşında sökmüş, derslerinde başarılı bu zeki çocuğun sanata da ilgisi ve becerisinin olması öğretmenleri tarafından takdir edilir, ona müzikli okul müsamerelerinde büyük görevler verilir. Ortaokula geldiğinde oyunculuğa da yeteneği olduğu anlaşılır. Bursa Tiyatro Kulübü’ndeki piyeslerde rol almaya başlayan Müren’in gerçek anlamda müziğe adım atması bu kulüp sayesinde olur. Bir oyun temsilinin ardından oyuncuların toplanarak şar- Türk Sanat Müziği’ni doğru icra edebilmek, bu nazlı ve hassas müzik türüne ve onu dinleyenlere duyulan saygının da bir göstergesi. Zeki Müren’in kırk beş yıllık sanat hayatında yaptığı gibi. kı söylediği sırada, dönemin ünlü tamburisi İzzet Gerçeker de oradadır ve Zeki Müren’in sesini çok beğenir, ona müzik dersleri vermek ister. Bursa’dan ayrılıp İstanbul’a gitmeye karar veren Zeki Müren’e ailesi de destek olur ve İstanbul Boğaziçi Lisesi’ne yazdırılır. Zeki Müren’in lise hayatı hem sesi hem de besteleriyle adının duyulmaya başladığı zamanlar olur. Agapoz Efendi, udi Kirkor Efendi, Kadir Şençalar ve Şerif İçli gibi ünlü isimlerden aldığı dersler onun müziğe olan ilgisinin pekişmesini, bilgisinin ise katbekat artmasını sağlar. On dört yaşında ilk güftesini yazan Zeki Müren’in bu eseri liseye devam ettiği yıllarda bir kadın sanatçı tarafından İstanbul Radyosu’nda okunur. 1 Ocak 1951 tarihi Zeki Müren’in doğuşudur adeta. O akşam İstanbul Radyosu’nda dinleyicilerle buluşan Müren’in sesi çok beğenilir. Şarkı sözleri derin duygular içeren şiirler gibidir ve tane tane okunmaktadır, müzik tüyleri diken diken edecek kadar etkileyicidir; hepsinden öte bu ses çok ama çok güzeldir. Programın ardından İstanbul Radyosu’nun önü dolup taşar. Dönemin ünlü ses sanatçısı Hamiyet Yüceses dahi sesten öyle etkilenir ki Zeki Müren’i Aralık 2014 telefonla arayarak tebrik eder. Sonrası “Senede Bir Gün”, “Gitme Sana Muhtacım”, “Elbet Bir Gün Buluşacağız”, “Gözlerin Doğuyor Gecelerime”, “Sorma”, “Bir Gülü Sevdim” gibi en güzel bestelerin yer aldığı onlarca albüm. İlk ve tek sivil Paşa Zeki Müren üniversite dahil, okuduğu tüm okulları ya birincilikle bitirir ya da çok yüksek derecelerle. Uğraştığı şey ne olursa olsun, hep en önde, en gözdedir. Seyircilere daha yakın olabilmek için T biçimli sahneyi ilk o kullanır örneğin. Aralık 2014 Zeki Müren’in şiirlerini topladığı Bıldırcın Yağmuru adlı bir kitabı bulunuyor. Bu sahne tipi sonradan gazinolarda bir rutin haline gelir. Sahnedeki renkli ışıklar, dekor, orkestranın seyirciye görünür biçimde oturması ve vokalist kullanma olayını da ilk o başlatır. Program sonrası sahneyi terk ederken dahi seyirciye sırtını dönmemek için geri geri çıkan Zeki Müren’i onunla aynı dönemde Türk Sanat Müziği icra eden o çok değerli seslerden ayıran belki de en önemli özelliği, dinleyicilerine duyduğu saygıyı her zaman hissettirmesidir. Güneş kadar parlak ve büyük gördükleri Zeki Müren’e “Sanat Güneşi” yakıştırmasını yapan da yine onun birbirinden değerli dinleyicileridir. Zeki Müren’e bir de “Paşa” diye hitap edilir. 1969 yılındaki Aspendos konseri sonrası Antalyalılar, bir askerî rütbeyi değil, Müren’in “sanatın paşası” olmasını kastederek bu yakıştırmayı yapar. Sonra Bodrum, İstanbul, Ankara derken Paşa da Zeki Müren, ölümünün ardından malvarlığını TSK Mehmetçik Vakfı ile Türk Eğitim Vakfı’na bağışladı. Bu sayede pek çok şehit yakını ve gaziye yardım edildiği gibi, şimdiye kadar binlerce öğrenciye eğitim bursu sağlandı. Zeki Müren’le bütünleşen adlardan biri haline gelir. Zeki Müren’in sanatçılığı yalnızca şarkıcılığından ileri gelmiyor. Belki de ortaokulda aldığı tiyatro eğitimi sayesinde “Beklenen Şarkı”, “Kırık Plak”, “Hayat Bazen Tatlıdır”, “Bahçevan”, “İnleyen Nağmeler” gibi filmlerde başarılı oyunculuk sergileyen Müren, iyi bir güfte yazarı ve şair aynı zamanda. Resim yaptığı da rivayet edilen sanatçı 1955 yılından itibaren kıyafetlerini kendi çizmiş, kumaşın renginden kullanılan aksesuarlara kadar kendi belirlemiş. “Pembe Rüya”, “Mehtabı Dinliyorum”, “Bodrum Güneşi”, “Kalbimi Ellerinle Tut”, “Kar Mimozası” birer şarkı ya da film adı değil, Zeki Müren’in tasarladığı kostümlere verdiği isimler. Sanat Güneşi adını her anlamda başarıyla taşıyan sanatçı için müziğin yeri bambaşka. “Türk Sanat Müziği katiyyen ölmez ve ölmeyecektir. Çünkü herkesin kulağında bir anne ninnisi vardır; o ninniler ya hicazdandır, ya uşşaktandır. Hele sabah ezanları sabâ makamındandır...” diyen Zeki Müren’in doğum günü olan 6 Aralık, eserleri ve müziğe diğer katkılarına ithafen her yıl Türk Sanat Müziği Günü olarak kutlanıyor. İsmi Mesut, göbekadı Bahtiyar... Saygı, sevgi ve büyük bir özlemle hatırlanan Zeki Müren’in adını, verdiği eserler yaşatıyor. Türk Sanat Müziği şarkıları eğer ondan dinleniyorsa en dertli zamanlarda, en buhranlı ortamlarda bile “Ah bu şarkıların gözü kör olsun” diyemiyor insan. * Fotoğraflardan bazıları Yapı Kredi Private Banking, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, Türk Eğitim Vakfı ve Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetçik Vakfı işbirliği ile hazırlanan “İşte Benim Zeki Müren” sergisinden alınmıştır. Aralık 2014 86 Dergicilik zor zanaat vesselam! Erbay Kücet S osyal medyanın hızla yaygınlaşmasıyla ilgi alanlarımız farklılaştı, bilgi edinme yöntemlerimiz değişti. Basılı yayın organlarımız okuyucunun ilgi alanını belirleyerek o yönde yayınlar vermeye başladı. Bugün birçok kurum ve kuruluş kendi alanlarıyla ilgili mesleki dergiler yayımlarken, reklam amaçlı ve ticari kaygı güden yayınlar da çoğaldı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre yazılı basının üç bin civarında olduğunu görmekteyiz. Bu kadar yayın olmasına karşın dergi ve gazete gibi yayın organlarının kan kaybettiği de bir gerçek. Dergilerin bir kısmı kısa ömürleriyle bir bir kapanırken yeni dergiler de piyasaya girmeye devam ediyor. Bu dergilerin bir kısmı sosyal medya üzerinden Aralık 2014 okurlarıyla buluşuyor, bir kısmı alacakları ilanlarla ayakta durmaya gayret gösteriyor. Bazı holding sahiplerinin sırf itibar amaçlı çıkardıkları dergiler de bulunuyor. Aylık düşünce-fikir dergileri ortalama üç-beş bin baskı yaparken edebiyat dergilerinde bu sayı bin civarına düşüyor. Okuma alışkanlığı olmayan bir toplum olarak bu alışkanlığı kazandırmak için teşvik edici faaliyetlerin eksikliğini de göz ardı etmemek gerek. Gündelik hayatımızın aynası olan gazetenin yanı sıra bu yazının konusu olan dergilerin derin analiz, fikir-düşünce ve sanatsal faaliyet gibi konularda sunduklarından ötürü okumayı teşvik etmek ve yazmaya özendirmek gibi bir yönleri bulunduğunu ifade edebiliriz. Yazılı ve görsel çalışmaların ortak zemini dergilerde düşünce, sanat, tarih ve edebiyat konuları işlenirken, günümüz baskı teknolojisindeki ilerlemeler ve grafiker sanatçılarımızın renkli tasarımlarından ötürü bu dergilerin elimizden bırakamayacağımız hale geldiğini de açıkça söylemek gerekiyor. Sizlere geniş bir dergi araştırması vermeyeceğim. Her zaman olduğu gibi bu konuyu işin erbaplarına havale edecek, bir vesileyle bana ulaşmış veya benim edindiğim birkaç güzel dergiden bahsedeceğim. Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği’nin aylık yayını olan Dil ve Edebiyat, her sayısında dilimizle alakalı bir konuda incelemelerde bulunuyor ve bu konuyu 87 dosya olarak ele alıyor. Türk dili konusundaki hassasiyetleri dile getiren dergide günümüz şair ve yazarlarının eserleri de bulunuyor. M. Atilla Maraş’ın yazar ve şairlerimizi anlattığı yazılar seri halde yayımlanırken değişik kalem erbaplarının da o sanatçıyla ilgili görüş ve düşüncelerine yer veriliyor. Dergide Recep Garip’in denemeleriyle şiirsel gezinti yapıyor, gezi yazılarıyla bambaşka diyarlara gidiyoruz. İk i aylık periyotlarla çıkan Karabatak, aldığı mesafeyi kendinden önce yayımlanan Merdiven dergisinin bilgi ve birikimine borçlu. A. Ali Ural gibi usta bir yazar-şair arkadaşımızın başında bulunduğu Karabatak, adı gibi havalanırken mütevazı grafik tasarımıyla albenisi olan birçok dergiyi de geride bırakıyor. Deneyimli yazar ve şairlerin yanı sıra yazarlığa yeni adım atmış isimlere de yer veren ve onlar için adeta bir okul olan dergide seyahat notları en çok okunan sayfalardan diyebiliriz. Ümitsizliği yasaklayan bir inancın mensubiyetini üzerinde taşıyan Karabatak ekibinin mazlumlara mazlum olma hakkını Dergilerin bir kısmı kısa ömürleriyle bir bir kapanırken yeni dergiler de piyasaya girmeye devam ediyor. Bu dergilerin bir kısmı sosyal medya üzerinden okurlarıyla buluşuyor, bir kısmı alacakları ilanlarla ayakta durmaya gayret gösteriyor. bile çok gören postmodern dünyaya başkaldırışları yazı ve şiirlerinden hissediliyor. Söz edebiyattan açılmışken yıllar önce “Bismillah” diyerek dergi kulvarına adım atan Kılavuz’un sahibi Eren Safi’nin deyimiyle Nasreddin Hoca’nın torunlarının uzun aradan sonra 49. sayı ile verdikleri selama merhaba diyoruz. Aradan geçen on bir seneden sonra Hoca Nasreddin fıkrasında olduğu gibi “İnşallah”ı unutmadan yola revan olan Kılavuz’da tarih bilincimize perçin atılırken edebiyatımızın değişik alanlarında teşehhüt miktarı da olsa dolaşmanın hazzını yaşıyoruz. Farklı bir dergi olduğunu kapağında hissettiren yayında gençlere yol gösterici veya yol açıcı yazılar dikkatlerden kaçmıyor. Adıyla müsemma olmasını temenni ettiğimiz derginin inşallah gündelik politikalardan uzak, sosyal bilimlerin ön plana çıkarıldığı, ülkemizin değişim ve gelişimiyle ortak çizgide buluşarak yoluna devam etmesini diliyor, tarihî konularda felsefe ve edebiyat buluşmasını da değerlerimiz arasında önemli yeri olan “aşure” lezzetinde vermesini temenni ediyorum. Medeniyetlerin aynası kutlu şehirlerimizle başlayıp Dersaadet’in şehirleriyle devam ederken Batıda bir medeniyetin burcu olan Endülüs’te mola veren Şehir ve Kültür, aylık olarak yayın hayatımızda filizlendi. Dergi, Mehmet Kamil Berse’yi başında bulundurmanın haklı gururunu yaşıyor. Şehirleri kurmak kadar yaşatmanın da fetih olduğu bilinciyle hareket eden dergide medeniyetimizin izlerini taşıyan mekanlar ve onların mimari özelliklerine sahip çıkılmasının önemine vurgu yapılıyor. Ata yadigarı olan şehirlerimize kültürel gözle bakmanın zevkini yaşatan Şehir ve Kültür’ün yayın hayatımızda farklı bir yer edineceğine inanıyorum. Ayrıca şehirlerimizin emanetlerine sahip çıkılmasının salt belediyelerimize bırakılmayacak kadar mühim bir mesele olduğunun da altını çiziyorum. Şehrin sadece insanların yaşadığı mekanlar olmadığı, bitki ve hayvanların da şehirlerden alacaklı olduğu bilinciyle yayın hayatını idame ettiren derginin her sayısında farklı yazar ve sanatçıların yanı sıra düşünce dünyamızın yıldızlarının ifadelerine de yer veriliyor. Geçmiş ve gelecek arasına köprü kurarken günceli de yakalayan yayının özgürce ifade ettiği gerçekleri sanatçı duyarlılığı ile birleştirmesi okuru tutsak etmeye yetiyor. Başlığımızda dedik ya “Dergicilik zor zanaat”mış; yazması kolay geldi… Aralık 2014 Kitap Kunlar ve Eski Türkler Osman Turan Hitabevi İstanbul, 2014 226 s. Sinemamızın Yüzüncü Yılında 100 Yönetmen Rıza Kıraç Say Yayınları İstanbul, 2014 392 s. Gerçi Rum İsek de, Rumca Bilmez Türkçe Söyleriz (Karamanlılar ve Karamanlıca Edebiyat Üzerine Araştırmalar) Evangelia Balta Çeviren: Kolektif İş Bankası Kültür Yayınları İstanbul, 2014 424 s. Aralık 2014 ÖZELLIKLE Selçuklu ve Türk tarihi konusunda uzman olan Prof. Dr. Osman Turan’ın 100. doğum yılı dolayısıyla yayımlanan Kunlar ve Eski Türkler, Turan’ın Türk tarihine ilişkin kaleme aldığı makalelerin bir derlemesi. Aslen Osmanlıca yazılıp günümüz Türkçesine aktarılmış olan makaleler, bir dönem Trabzon milletvekilliği de yapan Osman Turan’ın geniş akademik bilgisini ortaya koyuyor. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ndeki eğitiminden sonra Fuad Köprülü’nün danışmanlığında doktorasını tamamlayan Osman Turan, kariyerinde kısa sürede büyük ilerleme kaydederek hem Türkiye’de hocalık yaptı hem de yurt dışında araştırmalarını sürdürdü. Kunlar ve Eski Türkler’de Osman Turan’ın özel uzmanlık alanı olan Selçukluların yanı sıra Kunlar, Uygurlar, Tabgaçlar, Tölesler ve Oğuzlar hakkında da ayrıntılı bilgi veren makaleler yer alıyor. BU sene 100. yaşını kutlayan Türk Sineması’nın bütün yönetmenlerine bir saygı duruşu niteliğinde olan Sinemamızın Yüzüncü Yılında 100 Yönetmen, 1997 yılında “Son Bakışta Aşk” ile sinemaya adım atan yönetmen Rıza Kıraç imzası taşıyor. Yönetmenlerin de en az filmlerin yıldız oyuncuları kadar değer görmesi gerektiği düşüncesinden hareket eden, onların arka planda kalmasına karşı çıkan Sinemamızın Yüzüncü Yılında 100 Yönetmen, Türk Sineması’na sahip olduğu kimliği kazandıran yüz yönetmenin hikayesini anlatıyor. Kitapta yönetmenlerin hayat hikayesi üzerinden Türk Sineması’nın izlediği gelişim çizgisi ile yıllar içerisinde sinemada neyin başarılı olup neyin rağbet görmediği de takip edilebiliyor. 1924’TEKI Nüfus Mübadelesi çerçevesinde Ortodoks Kilisesi’ne bağlı oldukları için Yunanistan’a gönderilen Anadolu Rumları’nı konu edinen kitap, adını 1896 tarihli bir Karaman şiirinin ilk iki dizesinden alıyor. Doktorasını Osmanlı tarihi üzerine yapan araştırmacı Evangelia Balta, bu unutulmaya yüz tutmuş topluluğun tarihi ve kültürü üzerine son derece önemli bir çalışma olan Gerçi Rum İsek de, Rumca Bilmez Türkçe Söyleriz’i okuyucuların beğenisine sunuyor. Kavala doğumlu Evangelia Balta, kitabında Anadolu Rumları üzerine yazılmış makaleleri bir araya getirerek tarihsel dokümanların da desteğiyle bu topluluğun ve Karaman’ın tarihine ışık tutuyor. Balta’nın çalışmasının bir diğer önemi ise Rumca, Yunanca, Osmanlıca ve Türkçe olmak üzere birçok kaynağa başvurması ve bunları birbirini bütünler bir şekilde sunması. Kitap AK Parti’nin kurucularından, iki dönem İstanbul mil- letvekili olarak parlamentoda yer alan, Avrupa Birliği Bakan Yardımcısı Dr. Alaattin Büyükkaya’nın hatıraları Yalnız Yürümeyeceksin adlı kitapta toplanmış. Büyükkaya’nın Evlad-ı Fatihan’dan olan ata dedelerinin Selanik-Kayalar’dan 1924’te Tokat’a gelmesiyle başlayan hayat serüvenindeki dönüm noktaları, deneyimli gazeteci Mehmet Cemal Çiftçigüzeli’nin hoş üslubu ile birleşince ortaya bir çırpıda okunacak bu kitap çıkmış. Büyükkaya’nın okul hayatı ve iş dünyasına adım attığı yıllara yapılan göndermelerle özellikle akranı olan okurların tarihsel hafızasını da yoklayan yazar, eserini bugüne ışık tutacak bazı olaylar ve tanıklıklar ile kaleme almış. ADANA Milletvekili Ali Küçükaydın, Göç Yolu Konakları adlı şiir kitabında, çocukluk yıllarının geçtiği Toros Dağları ve Çukurova yaylaları arasında yaşayan yörüklerin göçünü konu ediyor. Kitap, Anadolu’nun çilekeş insanının acı-tatlı zamanlarını şiirle anlatırken, yeni neslin yörük ve göçerlerin hayatını tanımasını hedeflemiş. Kozan yöresinde ve köylerinde hayvanlarını kışlatan yörüklerin, göç esnasında yaşadıkları güzellikleri şiire döken Küçükaydın, kitabında siyaset sahnesinde yaşadıklarından da bahsetmeyi ihmal etmemiş. “Portakal Rengi Hayallerim” adlı şiirinde Genel Kurul Salonu, parlak ışıklar / O ışıklar beynimde zonklar / Okur kâtip, oya sunar başkan / Geçer zaman “kabul” ya da “ret” derken mısraları yazarın siyasi şiirlerine en güzel örneklerden birini oluşturuyor. TÜRKIYE’DE kültür, medeniyet, şehir gibi kavramlar üzerinde durmak gerektiğinde tatlı üslubuyla okuyucu ve dinleyenlerini medeniyetin derinliklerinde uzun ve doyurucu bir yolculuğa çıkaran Prof. Dr. Sadettin Ökten’in yeni kitabı Fincanımda Cola Var, daha isminden itibaren yazarının mizacını, üslubunu, hayata bakış tarzını ele veriyor. Doğu ya da başka bir ifadeyle İslam medeniyeti ile Batı ya da Hıristiyan uygarlığının zorunlu ve kaçınılmaz sentezini ifade eden kitapta, bu senteze ilişkin birçok konu ayrıntılı bir şekilde ele alınıyor. Modernite ve modernitenin haylaz çocuğu kapitalizmin dünyada hızla yaygınlaşmaya başlaması ve İslam medeniyetinin bu hadise karşısındaki tutumu da Fincanımda Cola Var’da uzun uzun izah edilmeye çalışılmış. Yalnız Yürümeyeceksin Bir Sigorta Duayeni Dr. Alaattin Büyükkaya’nın Hatıraları M. Cemal Çiftçigüzeli Hayat Yayınları İstanbul, 2014 335 s. Göç Yolu Konakları Ali Küçükaydın Salmat Basım Ankara, 2013 182 s. Fincanımda Cola Var Sadettin Ökten Tuti Kitap İstanbul, 2014 232 s. Aralık 2014 Müzik Güher ve Süher Pekinel ile Dünya Sahnelerinde Genç Müzisyenler Güher Pekinel, Süher Pekinel GÜHER ve Süher Pekinel ile Dünya Sahnelerinde Genç Müzisyenler, Klasik Batı Müziği’ni başarıyla icra eden piyano ikilisi Güher ve Süher Pekinel’in genç yetenekleri desteklemek ve onlara yeni fırsatlar sunmak amacıyla beş senedir yürüttüğü proje kapsamında mart ayında Zürih’te verilen konserin albüm kaydı. Berlin, Viyana ve New York Filarmoni orkestralarıyla konserlere çıkan, dünyanın hemen her yerinde resital veren Pekinel kardeşlerin desteklediği genç yetenekler arasında Dorukhan Doruk (viyolonsel), Yunus Tuncalı (piyano), Elvin Hoxa (keman) ve Kıvanç Tire (keman) gibi isimler bulunuyor. Lila Müzik İstanbul Kemençesi Derya Türkan M&MT Look to Your Own Heart Lisa Ekdahl Sony Müzik Aralık 2014 İNCESAZ grubundan tanıdığımız Türkiye’nin en değerli kemençe sanatçılarından Derya Türkan, virtüözü olduğu enstrümanla aynı adı taşıyan albümüyle müzikseverlerle buluşmaya hazır. Türkan, İstanbul Kemençesi’nde hem klasik Osmanlı müziğinin değerli bestekarlarının eserlerini hem de kendi bestelerini yorumluyor. Albümde Türkan’a Sokratis Sinopoulos, Vincent Segal, Fahrettin Yarkın, Ferruh Yarkın ve Bora Uymaz eşlik ediyor. “Acem Peşrev”, “Zeybek”, “Çello Kemençe”, “Sultanıyegah Saz Semai” gibi eserlerin yer aldığı albüm, Derya Türkan’ın kendine has stiliyle daha da özgün bir nitelik kazanıyor. MODERN cazın en değerli isimlerinden biri olan İsveçli piyanist ve vokalist Lisa Ekdahl, on birinci albümü Look to Your Own Heart’ta Küba’dan ilham aldı. Albüm kayıtları için gittiği Küba’da telefonuna kaydettiği besteleri dinlerken arka plandaki dalga, insan, trafik ve müzik seslerinin etkileşimine hayran kalan Ekdahl, Look to Your Own Heart albümünde kendisini çok etkileyen bu deneyimi ölümsüzleştirmek istedi. “Happiness is Brief ”, “I’m Falling”, “Rejoice”, “Longing for Your Light” gibi eserlerin yer aldığı on parçadan oluşan albüm, iki farklı prodüktörle kaydedildi. Albümde Ekdahl’a bir orkestra eşlik ediyor. Film Yapay Oyun The Imitation Game Senaryo: Andrew Hodges, Graham Moore Yönetmen: Morten Tyldum Oyuncular: Benedict Cumberbatch, Keira Knightley, Matthew Goode, Charles Dance Yapım: 2014, Amerika-İngiltere Tür: Biyografik, Dram, Gerilim II. Dünya Savaşı’nın en karanlık ve zorlu günleri yaşanmaktadır. İngiliz matematik dehası Alan Turing ve ekibi, Almanların haberleşmelerine sızmaya çalışmakta, mesajların şifresini kırarak savaşın gidişatını değiştirmeye çabalamaktadır. Başarılı bir matematikçi olmanın yanı sıra önemli bir kriptolog olduğu kabul edilen Alan Turing’in hayat hikayesini anlatan “Yapay Oyun”da Turing’i son zamanların en popüler aktörlerinden Benedict Cumberbatch canlandırıyor. Alman şifreleme cihazı Enigma’nın anlaşılmasına ve kriptolarının çözülmesine büyük katkıda bulunan ve böylece bir anlamda savaşın seyrini de etkileyen Alan Turing’in biyografisini II. Dünya Savaşı’nın gerilimli atmosferiyle birleştiren filmde bir başka ünlü oyuncu Keira Knightley ise Turing’le birlikte çalışan Joan Clarke karakterine hayat veriyor. Nazileri durdurmak için zamana karşı verilen bir yarışın heyecanının hissedildiği filmin gerçek olaylardan esinlenmiş olması onu daha da ilginç kılıyor. Kuzu Senaryo: Kutluğ Ataman Yönetmen: Kutluğ Ataman Oyuncular: Nesrin Cavadzade, Cahit Gök, Nursel Köse, Taner Birsel, Şerif Sezer Yapım: 2014, Türkiye-Almanya Tür: Dram 51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden En İyi Film, En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödüllerinin de aralarında yer aldığı beş ödülle dönen ve festivalin en çok ödül kazanan filmi olan “Kuzu”, yönetmeni Kutluğ Ataman’ın memleketi Erzincan’da çekilmiş, Ataman 64. Berlin Uluslararası Film Festivali’nde “Kuzu” filmine layık görülen özel ödülü memleketi Erzincan’a armağan ettiğini açıklamıştı. Medine’nin yaşadığı köyde itibarını artırmak ve adından söz ettirmek için oğlu Mert’in sünnet düğününde davetlilere sunmak üzere bir kuzu kesme isteğiyle başlayan hikaye, bu isteğin maddi sebeplerle gerçekleştirilememesiyle ilginç bir hal alır. Zamanla bir takıntı haline gelen kuzu imgesi ailenin babası İsmail ve Mert’in ablası Vicdan için de bir soruna dönüşecektir. Ablasının telkinleriyle bir kuzu bulunamazsa kendisinin kesileceğine inanan Mert ise adeta bir buhran içine girer. Toplum baskısını sonuna kadar hisseden bu ailenin öyküsü, Kutluğ Ataman’ın başarılı anlatımıyla izleyicilere ilginç bir deneyim vadediyor. Aralık 2014 92 Vekiller okuyor izliyor Tülay Kaynarca AK Parti İstanbul Milletvekili SIYASET ve biyografi kitaplarına ağırlık veriyorum. Şu sıralar elimde Yavuz Bahadıroğlu’nun Yavuz Sultan Selim ve Kutsal Emanetler adlı kitabı bulunuyor. Sinemaya gitmek için fırsat bulduğum zamanlarda genellikle ilkokulda okuyan oğlumun tercih ettiği filmleri izliyorum. Bir anlamda ona eşlik ediyorum. Türk Sanat Müziği dinliyorum. Kadir Gökmen Öğüt CHP İstanbul Milletvekili TOPLUMSAL gerçekçi roman, hikaye, anı ve biyografi kitapları okumayı seviyorum. En son Ahmet Ümit’in Beyoğlu’nun En Güzel Abisi adlı romanını okudum. Sinemada her tür filmi sevmekle birlikte daha çok siyasi filmleri izliyorum. “Sürü”, “Züğürt Ağa”, “Akbabanın Üç Günü”, “Kayıp” ve “Başkanın Adamları” beni etkileyen filmler arasında yer alıyor. Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği’ne ilgi duyuyorum. Zeki Müren, Müzeyyen Senar, Melihat Gülses, Edip Akbayram, Cem Karaca ve Neşat Ertaş’ı dinlemeyi tercih ediyorum. İsmail Kaşdemir AK Parti Çanakkale Milletvekili GENELLIKLE siyasi tarih kitaplarını tercih ediyorum. Şu sıralar Ahmet Kabaklı’nın İrfan ve İnsan adlı kitabını okuyorum. Sinemaya çok sık olamasa da fırsat buldukça gitmeye çalışıyorum. Russell Crowe’un yönettiği, Çanakkale Savaşı’nda kaybolan oğullarını arayan Avustralyalı bir babanın Türkiye’ye gelişini anlatan “Son Umut” filmini vizyona girer girmez izlemeyi istiyorum. Müzikteki tercihimin ilk sırasında Türk Halk Müziği yer alıyor. Gülay’ı beğeniyle dinliyorum. Aralık 2014 93 Mehmet Erdoğan MHP Muğla Milletvekili AĞIRLIKLI olarak tarih ve siyaset kitapları okuyorum. Sinemada daha çok komedi filmlerini tercih ediyorum. Türk Halk Müziği dinliyorum. Özellikle Muğla türkülerini çok seviyorum. Sanatçılarımız yöresel türkülerimizi birbirinden güzel yorumlarla söylüyorlar. Her birini dinlemekten büyük keyif alıyorum. Sena Kaleli CHP Bursa Milletvekili DAHA çok felsefi, politik kitaplar, bazen de roman okuyorum. Terry Eagleton’un Kuramdan Sonra, Alain Touraine’in Modernliğin Eleştirisi ve Stéphane Hessel’in Öfkelenin! adlı kitapları ile Leylim Leylim-Ahmed Arif’ten Leylâ Erbil’e Mektuplar, son dönemde okuduklarım arasında yer alıyor. Sinemada genellikle romantik filmleri tercih ediyorum. En son “Monako Prensesi Grace”i izledim. Bir insanın farklı bir ortamda inanarak, tercih yaparak ve anlamaya çalışarak kendini kabullendirmesinin nasıl mümkün olduğunu görmek etkileyiciydi. Almodovar’ın yönettiği “Konuş Onunla”, beni en çok etkileyen filmler arasında yer alıyor. Müzikteki tercihim ise Jay Jay Johanson, Leonard Cohen, Şebnem Ferah, Ahmet Kaya, Neşet Ertaş, Deniz Seki ve Candan Erçetin’i dinlemek. Mahmut Mücahit Fındıklı AK Parti Malatya Milletvekili GENELLIKLE sosyal ve siyasal kitapları tercih ediyorum. Şu sıralar Prof. Dr. Kemal Karpat’ın Osmanlı’dan Günümüze Elitler ve Din adlı kitabını okuyorum. Sinemada en son Amerika’nın 16’ncı başkanı Abraham Lincoln’ün son dönemlerini anlatan “Lincoln” adlı filmi izledim. Klasik Türk Sanat Müziği ve otantik halk müziği dinliyorum. Aralık 2014 94 @OFarukLogoglu DIRENMEZSEN siyaset insanı ufalıyor, küçültüyor. @MSErdinc KARA kara düşünüyorsun diyenlere verilecek güzel cevap: Düşünen insandan zarar gelmez. Asıl düşünmeyen insandan kork! @VolkanCanali KIŞIYE yapılan her hizmeti Hakk’a yapılan hizmet olarak kabul ederiz. @VeyselEroglu BIRBIRINI yiyenler bölüşemez bir dağı, birbirini sevenler paylaşırlar bir dalı... @Hayati_Yazici @m_hamarat kutsaldır. Herkesin kutsalına saygı göstermek, istisnasız hepimizin görevidir. bulunduklarında dürüst ve samimi olanlar rahatlasın, fesat olanlar sıkılsın. Çevren temiz olur. DURUŞUNU öyle güzel belirle ki, yanında İBADETHANENIN türü ne olursa olsun, @FaysalSaryldz GÜZ yaprakları çöp değildir, toplamayınız... @buyukataman TARIHINI bilmeyen ya da unutan milletlerin coğrafyasını başkaları çizer. @EmreKoprulu ATATÜRK’ÜN sevdiği türkülerden “Vardar Ovası” türküsüne de ilham olan, Üsküp’teki Vardar Ovası’nda olmak büyük mutluluk. Aralık 2014 instagram/_fatihsahin TBMM’DE sonbahar renkleri... 95 Oktay Öztürk #MHP @OktayOzturk_MHP MHP Genel Başkan Yardımcısı-Erzurum Milletvekili Twitter’ı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında ilk sıralarda yer alıyorsunuz. Twitter’ı ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkla kullanıyorsunuz? Yaklaşık bir yıldır aktif kullanıyorum, aslında Twitter’ı aktif kullanmak fikri ülkemizde basının yanlı tavrından dolayı oluşmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi Milletvekili olarak fikir ve düşüncelerimizi ifade edebilme fırsatını, basın aracılığı ile kamuoyuyla paylaşma imkanını bulamayışımız bizi sosyal medyayı daha aktif bir şekilde kullanmaya mecbur bırakmıştır. Bir diğer sebep ise teknoloji ve iletişimin insanlar üzerindeki etkisidir. Ülkemizde basın kurum ve kuruluşlarının yanlı ve taraflı haberciliği karşısında seçmenlerimize ve partililerimize birinci ağızdan doğru haberler verebilme fırsatını değerlendirme, havuz medyasının bilgi kirliliği karşısında kendimizi en doğru şekilde ifade etme fırsatı bulmamızdır. Sosyal medya sizin için ne ifade ediyor, Facebook veya diğer sosyal paylaşım ortamları da ilgi alanınıza giriyor mu? Milletler medeniyet ve bilgi yarışlarında rakiplerine karşı üstünlüğü “hız”la sağlarlar. Çağımızda, teknolojinin baş döndüren gelişmeleri ve bununla beraber kitle iletişim araçlarındaki yenilikler, yenilenmeler kendisiyle birlikte farklı bir dünya oluşturmuştur. Sosyal medya da bu dünyalardan biridir. Kimine göre lüks, kimine göreyse ihtiyaç halini almaktadır. Bana göre siyasetçilerin teknolojinin hızla değiştirdiği dünyanın gerisinde kalmaları pek de doğru olmaz, hızı yakalamak ve bilgiyi hızla paylaşmak bir yerde siyasetçinin de vazifesidir. Toplumun gerisinde kalanların topluma öncülük etmeleri pek kolay olmaz. Elbette ki bundan dolayı, Facebook ve diğer sosyal medya uygulamalarını takip ediyor ve kullanıyorum. Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne bakımdan önemli? Siyasetçi ve siyaset kurumunun seçmene doğru söyleme ve doğru bilgilendirme vazifesi vardır. İktidar baskısından veya bir kısım gerekçelerden dolayı siyasetçi kendini duyurma fırsatı bulamadığında millî, ahlaki ve vicdani vazifesini yerine getirmesi bakımından, sosyal medyayı kullanması zaman zaman gerekmektedir. Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu? Şu ana kadar sizlerle paylaşacağım ilginç bir anım olmadı, ilerleyen zamanda olursa bunu seve seve paylaşırım. İlginize teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dilerim. Aralık 2014 Türk Parlamenterler Birliği’nden Üye aidatlarımız 16. Olağan Genel Kurul kararıyla 2014 yılında yıllık 120 TL’dir. Bankalar tarafından müşterilerine, uluslararası Banka Hesap Numarası (IBAN) verilmektedir. Üyelerimizin aidatlarını yatırırken problem yaşamamaları için Birliğin IBAN Numarası aşağıda belirtilmiştir. Bilindiği gibi 2002’de yıllık 30 TL olan üye aidatları 2004 yılından beri 60 TL ve 2013 yılından itibaren 120 TL’dir. Geriye doğru aidat borçlarının buna göre hesaplanması ve Birliğimizin aşağıdaki hesap numarasına yatırılması, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’na göre, alınan aidatların belgesine üyelerin TC Kimlik Numaralarının yazılması gerekmektedir. Üyelerimizin TC Kimlik Numaralarını mektup veya telefonla Birliğe bildirmeleri rica olunur. TPB Haber Portalı www.tpb.org.tr Fax Hattı: 0312 420 66 24 Sayın Üyelerimiz her konuda bize ulaşabilirsiniz. Sağlık Hattı: Sağlık uygulamaları, hastaneler ve anlaşmalı eczanelere ilişkin her türlü bilgi için 0312 420 0 112 ve 0312 420 72 24 numaralı telefonu arayabilirsiniz. Türk Parlamenterler Birliği ANKARA KONUKEVİ: Ankara Hotel Pino Tel: 0312 446 36 86 Bayraktar Mahallesi Vedat Dalokay Caddesi Bayraklı Sokak No: 35 GOP / Ankara Sağlık protokolü imzalanan hastanelerdeki TBMM Hattı Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 202 44 91 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 305 32 62-63 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 508 30 03 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0232 390 41 06 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0242 249 65 91 Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0342 360 95 05 Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0212 534 86 86, 0212 631 20 50/4029, 0212 440 10 00/1212 İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0212 414 22 27 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi: 0212 414 34 54 Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0332 224 49 70 Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0462 377 54 22 Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi :0332 223 79 79 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 291 27 01 Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0272 246 33 36 Türk Parlamenterler Birliği TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 50-51 Bakanlıklar / ANKARA Tel: 0 312 420 66 21 Fax: 0 312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001