PDF İndir - Hikmet Yurdu

Transkript

PDF İndir - Hikmet Yurdu
HİKMET YURDU
Düşünce – Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi
ISSN: 1308-6944
www.hikmetyurdu.com
DOI NUMBER: 10.17540/hikmet.20161820364
Hikmet Yurdu, Yıl: 9, C: 9, Sayı: 18, Temmuz – Aralık, 2016/2, ss. 163 - 176
YÛNUS EMRE VE MEISTER ECKHART’TA VARLIK
TASAVVURU
Dr. Mehmet Serdal Eglen
[email protected]
Öz: Anadolu sahası tasavvuf edebiyatının büyük ismi Yûnus Emre’nin şiirlerinden onun Varlık, mevcûdât ve yokluk üzerine olan görüşlerine ulaşmak
mümkündür. Tasavvufun temel meselelerinden olan söz konusu mefhumlar
Yûnus Emre’de son derece veciz biçimde dile getirilmişlerdir. Varlık meselesine
doğrudan veya dolaylı olarak temas eden mısraları incelendiğinde onun varlığa ve
keza yokluğa yüklediği anlamlar da açığa çıkacaktır. Yûnus Emre ile yaklaşık aynı
zamanda yaşayan Alman mistiği Meister Eckhart’la kıyaslama da arayış içindeki
ruhların bulduklarının zaman zaman çakıştığını gösterecektir.
Anahtar kelimeler: Yûnus Emre, Meister Eckhart, Varlık, yokluk,
mevcûdât, tasavvuf, Vahdet-i Vücûd.
Abstract: Idea of Being in Yûnus Emre and Meister Eckhart: Through
poems of Yûnus Emre who is a great sufi of Anatolian geography it is possible that
we can reach his thoughts about being, beings and non-being. Yûnus Emre,
expressed İslamic mysticism’s problematic concepts in the poetic form with lucidity. When we analyze the verses we will reveal some sensitive points of being, beings and also non-being. Contemporary of Yûnus Emre, Meister Eckhart’s some
thoughts similar to him. So to take together this two mystics, we can find some interesting similarities among them.
Keywords: Yûnus Emre, Meister Eckhart, Being, non-being, beings, Islamic
mysticism, pantheism.
Giriş
Her millet, dünya kültürüne büyük mütefekkirleriyle katkıda bulunur. Anadolu
toprağında, Türk-İslâm kültürünün yetiştirdiği büyük ruhlardan biri olan Yûnus Emre
(ö. 1320-1) bunlardan biridir. O, Türk edebiyatında, özellikle birlikte yaşama, sevgi, ilahî
aşk gibi mevzularda şiirlerine en fazla atıf yapılan tarihî şahsiyetlerimizin başında gelmektedir. Ancak pek yazıktır ki, Yûnus Emre’nin tarihî şahsiyeti üzerine bilgimiz çok
azdır ve yeni belgeler gün yüzüne çıkıncaya kadar da bu şekilde kalmaya mahkûmdur.
Henüz yirminci yüzyılın başlarında etraflıca ilk kez Fuat Köprülü tarafından
umumun ilgisine sunulan Yûnus Emre üzerine, âdeta bir tür geç kalınmışlık endişesiyle,
hatırı sayılır miktarda çalışma yapılmaktadır. Yine de, hiç olmazsa şimdilik, tarihî kimliğinden yola çıkarak eserlerini anlamaktan ziyade, onun olduğuna dair güçlü karineler
www.hikmetyurdu.com
www.hikmetyurdu.net
www.hikmetyurdu.org
164
Yûnus Emre Ve Meıster Eckhart’ta Varlık Tasavvuru
olan eserlerinden yola çıkılarak Yûnus Emre’yi inşa etmek tabiî bir zorunluluktur. Nitekim Fuad Köprülü’den bu yana makaleler, kitaplar, sempozyum bildirileriyle onun eserleri, dolayısıyla kişiliği de tanınmaya çalışılmaktadır. Bu mecburi tutumun birtakım
menfi sonuçları da olmuştur. Nitekim onun ismini kullanarak bir görüşü savunmak bir
dönem moda olduğundan, Türkiye’de hemen her kesimin kendine özgü bir Yûnus Emre’si olmuştur. Bir hümanist yahut sosyalist olduğu dahi iddia edilmiştir. Bu konular
üzerinde daha önce çokça durulduğundan ve bu çalışmanın ana gayesi onu herhangi bir
çağdaş, popüler akıma yakın veya uzak olarak ele almak olmadığından üzerinde durmuyoruz.
İnsanoğlu yeryüzünde, maddî veya manevî, bir arayış içindedir. Manevî arayışın
sembol isimlerinden biridir Yûnus Emre. Onu sıradan bir insandan, arayan insana eviren gönlüne düşen aşk olsa gerektir. Onun arayış serüveninde çeşitli duraklar, merhaleler vardır. “Hak'dan gelen şerbeti içdük el-hamdüli'llâh / Şol kudret denizini geçdük elhamdüli'llâh” (292/1)1 diyerek manevî seferler eyleyen de, “İzz ü nâzdan geçüben tertîbler terk idüben / Varlıklar dükedüben yüz bin ol kadar gerek” diyerek varlığı ardında
bırakan da odur.
Y3unus Emre’nin manevî/zihnî yolculuğunda uğradığı duraklardan biri de, şu
hâlde, varlık mevzusudur. İnsanlar, farkında olsun veya olmasınlar, gerçek Varlık için
seferdedirler. Bu sefere o, bir derviş nazarıyla şöyle işarette bulunur:
“Varlık çün sefer kıldı andan dost bize geldi
Vîrân gönül nûr toldı cihânum yagmâ olsun” (271/5)
Varlıklar her zaman el altında, göz önündedirler. Doğduğumuzda bulduğumuz
varlıkların hakikati filozofların ve sûfilerin merak duydukları bir saha olmuştur. Elbette
Yûnus Emre bir felsefî-spekülatif düşünce içinde değildir. Ancak Tanrı üzerine düşünceye dalındığında geçilecek zorunlu uğraklar vardır. Bunlar; insanın mahiyeti, âlemin
mevcûdiyeti, Tanrı’nın Varlık’ı, yokluk gibi mefhumlardır. Yûnus da Anadolu’da beslendiği tasavvuf mekteplerinin (özellikle Vahdet-i Vücûd ve Melamî-Kalenderî mektepler) etkisiyle söz konusu mefhumların içlerine yedirildiği şiirler söylemiştir. Şiirlerinin,
muhataplarına ulaştırmayı arzuladığı düşüncelerini aktarmakta kullandığı bir zarf olduğunu söylemek yanlış olmaz zannediyoruz. Ahmed-i Yesevî’den sonraki hikmet söyleme geleneğinde, Alevî-Bektaşî nutuklarında da takip edilebildiği gibi böyle bir tutum
1
Aksi belirtilmediği sürece Yûnus Emre’den yapılan şiir alıntılarında şu eser kullanılmıştır: Yûnus Emre,
Dîvân-ı İlâhiyât, Haz. Mustafa Tatcı, h Yayınları, İstanbul 2014. Ayraç içindeki ilk rakam şiirin sırasını,
ikinci rakam beytin sırasını göstermektedir.
www.hikmetyurdu.com
www.hikmetyurdu.net
www.hikmetyurdu.org
Dr. Mehmet Serdal Eglen
165
zaten vardır. Bu bakımdan, Yûnus Emre’nin şiirlerindeki birtakım tasavvufî remizleri
kullanması onun belli bir bilgi birikimine sahip olduğunu gösterdiğinden, kendi dönemindeki belli başlı düşünce ve tasavvuf hareketlerinden habersiz olduğunu düşünmek
isabetli olmaz. Nitekim Fuat Köprülü şöyle bir tespitte bulunur: “Zamanında Anadolu’da hüküm süren tasavvuf felsefesini Celâle’d-Din Rûmî’den hiçbir sûretle aşağı sayılamayacak bir mânevî kabiliyet ile kavrayan ve onu eşsiz bir kudretle en basit şekiller
altında ifâdeye muvaffak olan bu adam, her hâlde ‘hurûf-u teheccîyi edadan kasır’ değildi.”2
Şu halde kendi yaşadığı dönemin tasavvufî meselelerine yabancı birisi olmayan,
bir Anadolu mütefekkir-şairi olarak Yûnus Emre’nin varlık üzerine düşünceleri incelemeye değerdir. Kuvvetli görüşe göre “Yûnus Emre’nin tasavvuf anlayışı da temellerini,
Mevlânâ Celâleddîn için söz konusu olan iki büyük sûfî mektebin, yani MelamîKalenderî sûfîliğinin ve Vahdet-i Vücûd “sistemi”nin içinde bulur.”3 Öyleyse Yûnus
Emre’de gördüğümüz düşünce kendine mahsus olmamakla beraber dile getiriş bakımından orijinaldir. Belki düşünceden ziyade “gönül” merkezli bir duyuştur.
Yûnus Emre ve Meister Eckhart’ta Varlık ve Yokluk
Farklı kültürlerde, farklı coğrafyalarda yaşamış kişileri, bu kişilerin eserlerini
mukayese etmek riskli olduğu kadar verimlidir de. Mukayesede birtakım zorlamalara
gidilmesi ağızda sun’ilikten kaynaklanan bir tat bırakacaktır. Ancak insanın bir hakikat
kovalayıcısı olduğu düşüncesinden hareket edildiğinde, başka diyarlarda, başka kültürlerde, farklı kaynaklardan beslenen insanların hangi sonuçlara ulaştıkları da ilgi çekicidir. Eğer insan ruhu “her yerde bir ve aynı” ise, mistik tecrübelerin nasıl ortaya çıktığına
ilişkin mukayeseli bir değerlendirmenin semereli olacağı kanaatindeyiz. Biz bu çalışmamızda birbirine yakın dönemde yaşamış Yûnus Emre ve Meister Eckhart üzerinden,
bir makalenin sınırlarını aşmayacak surette, İslâm ve Hristiyan mistisizminin 13-14.
yüzyıllardaki varlık tasavvuru üzerinden bir karşılaştırmasını yapmayı deneyeceğiz.
Kâinat, gözlemcisine kendisini bir sonu gelmez mevcudiyetler kaynağı olarak
sunar. Dünyaya gelindiği anda kendimizi “şeyler”le çevrelenmiş olarak buluruz; ancak
bizatihi kendi vücûdumuz da bu sonu gelmez “şeyler” sahasına taze bir katkıdır. Doğduğumuzda hem dünyayı hem kendi varlığımızı “bulmuş” oluruz. Varlık anlamında
kullanılan vücûd kelimesinin Arapça “buldu” manasına gelen bir fiil kökünden türedi-
Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1976, s.
274.
3 Ahmet Yaşar Ocak, Türk Sufîliğine Bakışlar, İletişim Yayınları, İstanbul 2012, s. 132.
2
166
Yûnus Emre Ve Meıster Eckhart’ta Varlık Tasavvuru
ğini burada hatırlamakta fayda var. Bulmak varlığa katılmak, varlığa katılmak da bulmaktır. Nitekim “İlk sûfiler vücûd [varlık] kelimesini seyr u sülûklerinde karşılaştıkları
veya ‘buldukları’ halleri anlatan bir terim olarak kullanmıştı.”4
Tasavvuf yoluna giren her talip gibi Yûnus da kendi nefsinden başlayarak çevresini gönül gözüyle görmeye, duymaya çalışmıştır. Onun şiirlerinde dünya insanla
mükâleme eden bir varlık gibidir. Yûnus Emre’nin tavrı tabiatla, varlıklarla bir hesaplaşma değil, onları birer basamak gibi kullanarak eşyanın hakikatine, oradan da Hakk’a
ulaşmaktır. Bu mânâ yolculuğunda pusula da ip de aşktır:
“Miskîn Yûnus zehr-i kâtil ‘ışk elinden tiryâk olur
‘İlm ü ‘amel zühd ü tâ'at pes ‘ışksuz helâl olmaya” (5/7)
Meister Eckhart, 1260’ta, Tambach-Dietharz, Almanya’da doğmuş, 1328’de
Avignon, Fransa’da ölmüştür. Eckhart’ın yaşamı da, Yûnus Emre gibi etkisi büyük olmasına ve Alman, hatta tüm Hristiyan dünyanın en büyük mistik düşünürlerinden birisi
olarak kabul edilmesine rağmen, çok bilinmemekte, yer yer menkabeye benzer anlatmalarla karşılaşılmaktadır. On sekiz yaşlarında Dominiken tarikatına girmiştir. Zaman zaman teoloji eğitimine bir katkı olmak üzere Paris’e gitmiş ve orada kendisini Ortaçağlara
özgü dinî tartışmaların içinde bulmuştur. Özellikle daha sonraki yazılarının temel konularından olan Dominikenler ile Fransiskenler arasındaki zihnin ve istencin üstünlüğü
üzerine yapılan ateşli tartışmaların etkisi altında kaldığı anlaşılmaktadır. Görüşlerinin
muğlaklığı, çeşitli yönlere çekilebilirliği sebebiyle ömrünün sonlarına doğru Kilise tarafından kovuşturmaya uğramış, ancak engizisyonun neticeye varmasından önce ölmüştür.
Eckhart, bir Dominiken Hristiyan olmasına rağmen etkilendiği çevreler arasında
Müslüman düşünürler de vardır. Avrupa’da Endülüs’te yaşayan Müslüman ve Yahudi
düşünürler ve Arapça’dan tercüme edilmiş kitaplar aracılığıyla bu kültüre yabancı değildi. Yine de onun herkesten değil, özellikle İbn Sina ve İbn Rüşd’den etkilendiği anlaşılmaktadır.5 Sözgelimi, doğrudan ya da “meister” (üstat) diyerek dolaylı olarak eserlerinde yüz yirmi üç kez İbn Sina’dan alıntı yaptığı tespit edilmiştir.6 Eckhart’ın sık tekrar
ettiği ifadelerden olan “Esse est Deus” (var olan Tanrı’dır) ifadesi doğrudan İbn Sina metafiziğinden alınmıştır. Ona göre var olduğu dile getirilen her şey mevcûdiyetlerini bu
Ekrem Demirli, İslâm Metafiziğinde Tanrı ve İnsan, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 173.
A Companion to Meister Eckhart, ed. by Jeremiah M. Hackett, Brill, Leiden Boston 2013 içinde, “Eckhart’s
Islamic and Jewish Sources: Avicenna, Avicebron, and Averroes,” Alessandro Palazzo, s. 253.
6 age, s. 258
4
5
www.hikmetyurdu.com
www.hikmetyurdu.net
www.hikmetyurdu.org
Dr. Mehmet Serdal Eglen
167
Varlık’a borçlu olduklarından aslında kendilerinde bir hiçtirler. Bu nedenle varlıklar,
Tanrı’dan farklı olarak, var olma “kaygısı”ndadırlar. Tanrı ise var olmak için hiçbir şeye
muhtaç olmadığından onun için bu durum düşünülemez.
Batı mistisizminde genel olarak, Mutlak Varlık’la Tanrı özdeş kabul edilir ve görünür varlıklardan ayırılır. Lâkin bu ayrımdaki incelik eksikliği hemen göze çarpar. Aziz
Augustinus’tan itibaren yaşayan güçlü gelenekte gizli veya açıktan Tanrı’nın Tanrı olmak için mevcûdâta muhtaç olduğu düşüncesi vardır. Bu teolojik tutumun altında teslis
inancına meşruiyet sağlamaya yönelik bir tutum kendisini hissettirir. Eckhart’ta da bu
geleneğin etkisindeki bir mistik olarak Tanrı’nın, yarattığı mevcûdâtla Tanrı olduğunu
ima vardır. Bu teofanik tutum Hegel’de zirvesini bulacak ve o Tanrı’nın kendisini tarihte
açtığını ve müşahede ettiğini söyleyecektir. Bu görüş, Yûnus Emre’nin zihin dünyasına
çok yabancıdır.
Yûnus Emre’nin şiirlerinde varlık kelimesi üç farklı şekilde kullanılır: 1-Kendine
bakan yönüyle varlık; 2- Allah’ın azametine perde olan varlık; 3-Allah’ın Varlık’ı. Şimdi
bunların her birisini Yûnus Emre’nin şiirlerinden örneklerle incelerken Mesiter Eckhart’la mukayesesini yapalım.
1-Kendine bakan yönüyle varlık. İşaret edilen varlıklar düzeyi düz bakışlılar için
geçerli bir düzeydir. Kendilerinden başka bir şeye atıf yapmazlar. Varlığın bu yönüyle
meşguliyet, kişiyi Hakk’tan uzaklaştırır. Yûnus Emre varlığın kendine bakan yönünü
öne çıkarmayı yererek nazarları hakikate çevirmeye çalışır. Kâinattaki en büyük hakikat
Hakk’ı bulmak ve tanımaktır.
“Vuslat eri olan kişi gerek varlıkdan mahv ola
İş bu yola girmeklige bir görelüm yarak nedür
“Vuslat eri oldunısa göz hicâbın bildünise
Dostı ‘ıyân gördünise bu varlıgı bırak nedür” (37/2-3)
Yukarıdaki mısralarda varlıktan “el yuyup” onun kirinden uzak durulması telkin edilmektedir. Kendine bakan yönüyle varlık hak yolcusunun zihnini telvis edebilir.
Yûnus Emre için giderek Cennet ve Hûrî dahi hakikati arayanın gözünü bulandıran,
mâsivânın devamı olan varlıklar hâlini almaktadır. Asıl amaçtan nazarları çevirten, belki
sathî nazara sahip talipleri, talepleri kısa menzilli olan kimselere döndüren bir veçhi
vardır. Gönül gözü açılmışlar için asıl amaç değildirler:
“Zâhidün zühdiyle Cennet makâmı olur
168
Yûnus Emre Ve Meıster Eckhart’ta Varlık Tasavvuru
Mâsivânun küllisi zindânıdur âşıklarun” (150/4)
“Cennet Cennet didükleri bir ev ile birkaç Hûri
İsteyene virgil anı bana seni gerek seni” (381/8)
2-Allah’ın azametine perde olan varlık. Burada varlığın Allah’a bak(tır)an yönüyle bir kıymeti vardır. Daha önce işaret edildiği gibi Yûnus için Allah’ın var kıldığı varlıkların bir hakikatleri vardır. Aksi durumda dünyanın sebepsiz, gayesiz yaratıldığı gibi bir
inanca varılması gerekirdi. Oysa Yûnus Emre varlığı Allah’ın Varlık’ı karşısındaki durumundan dolayı önemsemez görünür. Bir aşamadan sonra mevcûdât görevini yerine
getirmiş, varlıktaki örtü aralanmış, kişinin nazarı Allah’a çevrilmiştir:
“Varlıkdur hicâb katı kim yıka bu hicâbı
Dost yüzinden nikâbı götürmege er gerek” (135/2-3)
Mevcûdât, Tanrı ile insan arasında bir perde gibidir. “O’nun yüzü/vechi için ancak nurdan bir perde vardır. Zâtı için, zuhurdan başka perde yoktur. Zâhirliğinin gayblarında perdelilerin gözlerinden gizlenmiş; bâtınlığının gayblarında ise âriflerin kalpleri
için zâhir olmuştur.”7 Eckhart için ise varlığın bir hakikati yoktur. Kendinde hiçbir hakikati olmayan varlığın hakiki Varlık’a nasıl ulaştırdığı belirsizdir: “Önce de söylediğim
gibi, yaratılmışlarda hakikat yoktur.”8 Varlık sanki yalnızca Tanrı’nın Tanrılık’ının tahakkuku için zorunlu bir yaratılmış gibidir.
“Ne durur dünye çoklıgı eşkere durur yoklıgı
Varlık sarâyın hakîkat âhireti bilmek gerek” (137/2)
Bilindiği üzere, çoğalan azalabilir de. Azalıp çoğalanın ise hakikat olma iddiası
olamaz. Olumsallık taşıyan (bil-kuvve) mevcûdâtın olması, varlığa olduğu kadar yokluğa da eşit mesafededir. Bu ise geçici varlıkları yoklukla eşitler. Yûnus Emre bu durumu
son derece veciz bir şekilde “Ne durur dünye çoklıgı eşkere durur yoklıgı” mısrasıyla
söze dökmüştür.
3-Allah’ın Varlık’ı. Asıl ulaşılmaya çalışılan Varlık’tır. Yûnus Emre bu Varlık’a
şöyle dikkat çeker:
“Yûnus senün gönlün evi Hak varlıgı toptoludur
Uş geldüm ki ‘âşıklara varlıkdan ihsân eyleyem” (173-8)
7
8
Dâvûd el-Kayserî, Tasavvuf İlmine Giriş, Çev. Muhammed Bedirhan, Nefes Yayınları, İstanbul 2013, s. 81.
The Complete Mystical Works of Meister Eckhart, A Crossroad Publishing Company, New York 2009,
s.131.
www.hikmetyurdu.com
www.hikmetyurdu.net
www.hikmetyurdu.org
Dr. Mehmet Serdal Eglen
169
Gönlü Hakk’ın Varlık’ı ile doldurmak Yûnus Emre’nin Divan’ının birçok yerinde
dile getirdiği gibi zorlu bir yolculuğun sonunda ulaşılabilen bir menzildir. Güneş’ten
suya kadar bütün mevcûdâta muhtaç olarak yaratılan insanın ihtiyacı da Yaratan’a varması uzun ve çetin bir dervişlik süresinin nihayetidir. Nitekim İbn Arabî de, yaratılmış
olmamız bakımından varlığımızın muhtaçlığına işaret eder ki bu asıl yoksulluktur:
“Kendimize ve mümkün oluşumuza baktığımızda, O’ndan çıkarız. Mümkün oluşumuz,
Allah’a muhtaçlığı gerektirir. Çünkü Allah, varlığından ihsan ederek bizi dışta var
edendir.”9 Tüm mevcûdât, Varlık güneşine bağımlı olan gölgelerdir. Abdürrezzak
Kâşânî ,Tasavvuf Sözlüğü’nde ez-Zıll’ı şöyle anlatır: “Gölge. Allah’ın dışındaki her şey.
Bunun iki nedeni vardır: Birincisi: Allah’tan başka hiçbir şeyin kendi kendine var olması
imkânsız olduğu için, hiçbir şey kendi başına müstakil değildir, böylece varlıklar, ancak
gölge olmuşlardır.”10 Abdülganî en-Nablusî de, Varlık’ın kendiyle kaim olmasını şöyle
izah etmektedir: “Varlığın varlık olabilmesinin şartı, kendisiyle başka mevcûtların da
bulunması değildir. Çünkü o, mevcutların varlığı olduğu için değil, kendisinden dolayı
Varlık’tır. Varlığın dışındaki her şeyin varlığa muhtaçlığı bellidir. Varlığın dışındaki her
şey ona muhtaç ise, varlığın her şeyden müstağni olması gerekir. Çünkü Varlık da kendisinin dışındaki mevcûtlara muhtaç olursa, ‘devir’ lâzım gelirdi, devir ise bâtıldır.”11
Bunlar Cüneyd-i Bağdadî ve Bayezid-i Bistamî’den beri ayrıntılarda farklar olsa
da tasavvuf geleneğinde bilinen hususlardır. Zaten riyazetle nefsi eğitmekten maksat da
gölgeyi terk edip asıl Varlık’a erişmektir. Nitekim yine Kâşânî’nin Tasavvuf Sözlüğü’nde nefs şöyle açıklanır: “Benlik. Bir şeyin kendi varlığı. […] Sûfilere göre sülûk işinin başlangıcı, kulun nefsinin varlığı yok edip, Hakk’ın varlığıyla bâki kalmak için çalışmasına bağlıdır. Bu sebeple sûfilere göre nefs, kulun kötü fiilleri, büyüklenme, haset,
öfke, kötü ahlak, tahammülsüzlük gibi çirkin huyları ve nitelikleri olmuştur.”12 Nefiste
bil-kuvve olarak bulunan tüm olumsuzlukların varlık bulduğu yer dünya pazarıdır.
Nefs zapt altına alındıkça söz konusu olumsuzluklar da sadece kuvve olarak kalırlar.
İşte yoklukta nefs, tabir yerindeyse, nefessiz kalmakta, haset edecek bir şey bulamayınca
haset edememekte, öfke duyacağı bir mevcudiyetle karşılaşmayınca öfkelenememektedir. Cehennemin de bir varlığı olduğu hesaba katıldığında Yûnus Emre’ye göre onun
varlığını da geride bırakırsak artık korkudan da kurtulmuş oluruz: “Havf ü recâ nice
gelür varlık yokluk bıragana” (17/7)
İbn Arabî, Fütûhat-ı Mekkiyye, c.3, Litera Yayıncılık, İstanbul 2006, s. 281.
Abdürrezzak Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, Çev. Ekrem Demirli, İz Yayıncılık, İstanbul 2004, s. 356.
11 Abdülganî en-Nablusî, Gerçek Varlık, Çev. Ekrem Demirli, İz Yayıncılık, İstanbul 2009, s. 160.
12 Abdürrezzak Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s. 557-8.
9
10
170
Yûnus Emre Ve Meıster Eckhart’ta Varlık Tasavvuru
İslâm felsefesinde, Meşşai gelenekte, özellikle İbn Sina’da varlık kelimesiyle kastedilen, varlık olarak varlık olmak bakımından işaret edilen her “şey”de ortak olan her
ne ise “o”dur. İbn Arabî ve Konevî’de “Artık varlık olmak bakımından varlık denildiğinde, bütün varlıklar arasında ortak bir şeyden veya metafiziğin konusundan değil,
Haktan.”13 söz edilecektir. Burada felsefî mânâda Varlık ile Vahdet-i Vücut’taki Varlık’ın
birbirine benzerliği dikkat çekicidir ve bir etkileşimin sonucudur. Her ne olursa olsun,
niyetler farklı olsa da iki farklı disiplinde benzer bir sonuç kabul görmüştür. Bu Yûnus
Emre ve Meister Eckhart’ın yaşadığı dönem için aklın (veya sezginin) tabiî bir sonucu
gibidir. Zaten Eckhart, Endülüs yoluyla İslâm felsefesine de İslâm mistisizmine yabancı
değildir.
Varlık-yokluk telaşını, kaygısını gerçek mânâda geride bırakan derviş nihayet
Hakk’la bir olmaya aday olur. Tüm mevcûdâtı geride bıraka bıraka nihayet elinde bir
tek nefsinin varlığı kalan derviş onu da Allah hesabına terk ederse Varlık’la bir olma
gerçekleşir. Aşağıdaki mısralarda Yûnus bu terk edişi ve sonrasındaki buluşu şairane
anlatmaktadır:
“Dervîş Ene’l-Hak derse n’ola ‘aceb mi?
Hep varlık Hakk'undur ‘alâ küllî hâl” (156-5)
“Dostıla bilişen cân oldur kendüye kıyan
Varlık leşkerin sıyan dahı çâpük-ter gerek
“Terk eyle kıyl u kâli dosta virgil mecâli
Yoklıkdadur visâli kamudan güzer gerek” (135/10-11)
Yokluk bilindiği üzere sadece zihnî bir tavır alıştır. Yoksa mutlak yokluk yoktur.
Tasavvufta varlık âlemine çıkılmamış, varlık kokusu dahi değmemişse bunun a’yân-ı
sâbite içerisinde bulunduğu söylenmiştir. Yani, var olmamak Allah’ın ilmi dışına çıkmak
değildir. “Hak kendisinde hiçbir ihtilaf bulunmayan salt varlıktır. O, mukabilinde çokluk düşünülemeyen gerçek birlikte birdir. Söz konusu birliğin kendindeki varlığı ve kesin-sahih bilgiyle tasavvuru ona zıt bir şeyin tasavvuruna bağlı değildir.”14 Yûnus’ta
olduğu gibi Tanrı’nın Varlık’ını kavramak için yokluğa ihtiyaç yoktur. Yûnus Emre yokluğu da yıkmak hususunda bu sebeple rahattır. “Sûfilere göre varlık, yokluğun zıddı
değildir ve gerçekte yokluk diye bir şey yoktur. Yokluk sadece Varlık’ın kendisinde ta-
13
14
Ekrem Demirli, İslâm Metafiziğinde Tanrı ve İnsan, s. 173.
Sadreddin Konevî, Tasavvuf Metafiziği, Çev. Ekrem Demirli, Kapı Yayınları, İstanbul 2014, s. 28.
www.hikmetyurdu.com
www.hikmetyurdu.net
www.hikmetyurdu.org
Dr. Mehmet Serdal Eglen
171
ayyün ettiği ve kendini gösterdiği bir imkândır.”15 Yukarıdaki mısralarda da Yûnus visalin yokluğa bağlı olması ifadesiyle zihnî bir tavrı dile getirmektedir. Mevcûdâtı “yok”un
dipsiz kuyusuna atmamakta, “hiç” derecesine veya mertebesine indirmektedir.
“Nefsünün varlıgını ‘akl-ı külle ulaşdur
Varlıgun yoga degşür cevher ol olma muhâs” (119/4)
İnsanın temel gayelerinden biri akl-ı küll’e ulaşmaktır. İnsan bu varlık âleminde
sürekli değişimlere maruzdur. Eğer beşerî varlığımızı kendi haline bırakırsak yokluğa
meyleder. Hakk’ın rızasına ermemiş gönül yok mesabesindedir. Yoksa mutlak yokluk
yoktur. Mücahede ile akl-ı küll’e yani Allah’ı tanımaya ehil bilinç düzeyine ulaşılmalıdır. Mâverânın ünsiyeti cazip görünür, ancak geçici olanla kurulan bu ünsiyetin sonu
hüsrandır. Cevher olmak için Hakk ile irtibatta olmak gerekmektedir. Yûnus Emre için
insan bu dünyada bir seçim yapmak durumundadır: O ya cevher ya da kıymetsiz bir
maden olacaktır. Demek ki, mutlak yokluk olmasa da, varlıklar arasında kıymet açısından bir sıralanma vardır. Yûnus Emre’de bu; Allah’ın Varlık’ı, aşkın (gönlün) varlığı,
imanî bilginin (marifet) varlığı, mevcûdiyetin varlığıdır.
“İy Yûnus sen ‘âşıkısan îmân biligin berk kuşan
Varlıgun degşür yokluga cümle eksüklük sendedür” (44/8)
Varlığı yokluğa tebdil nakısiyete işarettir. Vacibü’l-Vücûd olan için tebeddül
mümkün değildir. Tebeddül tagayyüre sebep olacağından bu, zamanın etkisine maruz
kalmak demektir. Kişinin varlığının yokluğa tebdil olması bir noksanlıktır. Bu noksanlığı kısmen gidermek imanın sağlam olmasıyladır. Hakk aşığının itibarî yokluğa direnmesinin yolu iman bilgisini sıkıca kuşanmaktır. Yûnus Emre aşka, bilgiye, bilgiyi kabul
eden zihne sanki mevcudiyete göre bir rüçhaniyet vermektedir.
Eckhart’ta da bilgiyi kabul eden zihne öncelik tanıyan bir durum söz konusudur.
Yaşadığı döneme, geç Ortaçağ’a bakıldığında onun birtakım bulanık olarak ifade edilen,
bazen farklı şekillerde anlaşılabilen yazıları bakımından engizisyonun takibatına uğraması şaşırtıcı değildir. O, bir tür panteizmi savunmuş, kişinin Tanrı ile bir olabileceği
düşüncesine sahip olmuştur. Eckhart, kendisinden önceki panteizmi kendince dönüştürmüştür. Eski Yunan düşüncesindeki panteizm, kâinat adına Tanrı ile kâinatı bir sayıp
örtülü bir ateizme düşüyorken, Eckhart Tanrı’yı, özellikle onun varlığından önce gelen
zihinselliğini öne çıkararak Tanrı adına Tanrı ile kâinatı bir sayıyordu. Yine yeryüzündeki insan olma çabası sebebiyle insanı meleklerden üstün görüyordu. Batı düşüncesin15
Ekrem Demirli, İslâm Metafiziğinde Tanrı ve İnsan, s. 175-6.
172
Yûnus Emre Ve Meıster Eckhart’ta Varlık Tasavvuru
de panteizmin Spinoza’dan sonra yaygın bir düşünce ortamına sahip olduğu düşünülürse onun heretiklikle ithamı şaşırtıcı değildir. Zaten, o, kişinin Tanrı ile bir olması için
kendi nefsi de dâhil olmak üzere tüm varlıklardan ayrılması gerektiğini düşünür. Çünkü Tanrı ruh ve zihindir; yani varlık kipi, mevcûdâtın varlık kipinden farklıdır.
Yine şu alıntı Eckhart’ın ‘mevcudiyet mi, ruh/zihin mi?’ ayrımında ruhu/zihni
tercih ettiğinin göstergesidir. “Ruhumda Tanrı’yı daima kavrayan bir güç var. Nasıl ki
insan olduğumdan eminsem, Tanrı’nın da bana her şeyden daha yakın olduğundan da
eminim. Tanrı bana benden daha yakındır: varlığım Tanrı’nın varlığının yakınımda ve
benim için hazır olmasına bağlıdır. O aynı zamanda bir taşta ve kütüktedir de; ancak
onlar bunu bilmezler. Eğer kütük Tanrı’yı bilseydi ve Tanrı’nın kendisine baş meleğin
Tanrı’ya yakın olduğu kadar yakın olduğunun farkına varsaydı en büyük melek kadar
kutlu olurdu. Bundan dolayı insan taştan ve bir kütük parçasından daha kutludur, çünkü o Tanrı’dan haberdardır ve Tanrı’nın ona ne kadar yakın olduğunu bilmektedir.”16
Bu sözler tipik olarak Eckhart’ın zihne vurgusunu göstermektedir. Onun için zihnin,
mevcûdiyete rüçhaniyeti vardır. Zihne ait bilgi yaratılmamışken varlık yaratılmışların
ilkidir. Yûnus’un da dâhil olduğu tasavvufî gelenekte, insanla mevcûdât bir bütün olarak kavranır. Onun, Vahdet-i Vücûd’u hangi ölçüde benimsediği tartışmalı olsa da, en
azından onda insanla tabiatın bir birliğinden söz edilebilir. Yûnus Emre’nin şu mısraları
tam da bu bütünlüğü yansıtmaktadır:
“Yidi gök yidi yiri tağları denizleri
Uçmağıla Tamu’yı cümle vücûdda bulduk” (133/3)
“Dünyâ âhret ahvâli zen ü ferzend vebâli
Dilersen dost visâli varlıkdan hazer gerek” (135-17)
“Senlik-benlik terk idüp yoklık evine girüp
‘Işkdan içüp esriyüp varlık terk ide misin” (252/5)
Yûnus burada ve diğer varlığı terk etmenin visal için gerekli olduğunu söylediği
yerlerde kendi varlığını da terk etmek gerektiğini ima etmekte midir? Öyle anlaşılıyor ki
varlık evinde ikamet eden insan hakikî varlığa ulaşabilmek için bir tür arınma noktası
olan yokluk evinde varlığa ait kirlerden arınmalıdır. Ne zaman ki üstümüze bulaşan
16
The Complete Mystical Works of Meister Eckhart, s 352. Ayrıca zihnî varlığın mevcudî varlığa önceliği
için bkz. A Companion to Meister Eckhart, ed. by Jeremiah M. Hackett, Brill, Leiden Boston 2013 içinde,
Markus Enders, “Meister Eckhart’s Understanding of God,” s. 361.
www.hikmetyurdu.com
www.hikmetyurdu.net
www.hikmetyurdu.org
Dr. Mehmet Serdal Eglen
173
geçici varlıklara ait tozlar silkilir, o zaman ezelî-ebedî varlıkla bir olmaya hak kazanılabilir. Aşağıdaki mısrada da yine aynı noktaya vurgu vardır:
“Beni benlikden kodı varlık defterin yudı” (264/7)
“Ruhum dışarıdan her neyi algılasa içeriye yabancı bir unsur girer. Ancak ne
zaman ki Tanrı’daki varlıkları algılarım, o zaman içeriye sadece Tanrı girer, çünkü Tanrı’da Tanrı’dan başka bir şey yoktur. Tanrı’daki tüm varlıkları gördüğümde, hiçbir şey
görmüyorum. Görülen, onda bütün varlıkların hiç olduğu Tanrı’dır.”17 diyen Eckhart
Tanrı’nın Varlık’ının yanında diğer varlıkların hiç mesabesinde olduğunu düşünür.
“Vücûda gelmeyince kimse Hakk'ı bilmedi
Bu vücûddan gösterdi dost bize dîdârını” (397/4)
Bu mısralarda kişinin tecellilere mazhar olan insan vücûdu (libası) olmaksızın
Allah’ı bilemeyeceği vurgulanıyor. İnsan kendi varlığını müşahedeyle, temaşayla
Hakk’ın bilgisine erer.
“Bu tevhîd tonını geyen varlıgını yoga sayan
İş bu yola kâyım turan mutlak bilün ol er durur” (61/9)
“Yûnus derdile girüben ‘ışkun yolında dem-be-dem
Varlıgın yoga sayuban ma'şûka intizâr durur” (61/11)
“Allah benüm didügine virmişdür ‘ışk varlıgını
Kime bir zerre ‘ışk vire Çalap varlıgı andadur” (65/6)
Allah aşkı, aşkın “varlık”ını kendisinin seçtiklerine verir. Bu aşkın da zerresi
Tanrı’nın onda olması için yeterlidir.
“Sen Hakk'a ‘âşıkısan Hak sana kapu açar
Ko seni begenmegi varlıgun evini yık” (131/6)
“Yûnus senün gönlün evi Hak varlıgı toptoludur
Uş geldüm ki ‘âşıklara varlıkdan ihsân eyleyem” (173/8)
Asıl Varlık, gölge varlık ortadan kalktıktan sonra kendini gösterir. Gönlünü
mâsivâyla doldurana bu varlıktan hisse yoktur. Yûnus gerçek varlığa işaret etmek amacındadır. Çünkü gönlü onla doludur ve bunu dağıtmaktan başka çaresi de yoktur.
17
The Complete Mystical Works of Meister Eckhart, s. 140.
174
Yûnus Emre Ve Meıster Eckhart’ta Varlık Tasavvuru
“Yoluna basaldan kadem varlıgumı kıldum ‘adem
Gözden tolanma dem-be-dem kim sensüz ben olımazam” (189/3)
Burada da varlığından vazgeçtiğini söylüyor. Varlıkların çokluğu dervişin gönlünü doldurur, daraltır:
“Girü durur yoklukdan kamularun baylıgı
Bunca varlık var iken gitmez gönül tarlıgı” (361/1)
“‘Işkdur Hakk'un varlıgı yir ü gök ma‘mûrlıgı
‘Işk bizi pertev itdi her biri birimüzden” (233/5)
Evrende aşk ve aşktan kaynaklanan bir cezbe vardır. Bu aşkın mutlak kaynağı
Allah’tır.
“Tanrı tüm varlıklara akar, ancak yine de onların hiçbiriyle teması olmaz. O varlıklara ihtiyaç duymaz. Tanrı tabiata işleme gücü verir, ve tabiatın ilk icraatı kalptir.
Bundan dolayı bazı üstatlar ruhun kalpte olduğunu ve oradan da dışarıya aktığını, diğer
mensuplara hayat verdiği iddiasındadırlar.”18 Eckhart’ın bu ifadesinde de kâinattaki
muharrik gücün aşk olduğunu görüyoruz. Mistikler kâinattaki aşka, gözleriyle görüyormuşçasına inanmışlardır.
“İki cihân varlıgını kudret eli tutup durur
Yol yok durur hîç kimseye sensüz bir adum atmaga” (323/4)
Allah hâkim-i mutlaktır, bütün âlemler onun yed-i tasarrufundadır ve hiç kimse
onun varlığından uzak düşemez.
“Varlık tek bir evdir. Evin sahibi de birdir. Yaratılmışlar Allah’ın bu evin içine
aldığı kullarıdır.”19
Eckhart için de mutlak varlık ile Tanrı aynı şeydir. Ancak Eckhart’ın Katolik
inancı gereği savunduğu Teslis (Trinity) onu zora sokan bir mesele gibi durmaktadır.
Özellikle filozof Maimonides’e karşı olmak üzere tek Varlık’ı, onun Üçlü olması durumuyla uzlaştırmaya çalışır.20 Yine de panteizmi çağrıştıran ifadeler onu teslisten çok
monoteistik bir anlayışa yaklaştırır. Muhtemelen Kilise tarafından sakıncalı bulunmasının sebeplerinden biri de bazı görüşlerinin teslisi belirsizleştirmesidir. Yine de Eckhart
The Complete Mystical Works of Meister Eckhart, s. 138.
İbn Arabî, Fütuhat-ı Mekkiyye, c. 6, s. 40.
20 Markus Enders, “Meister Eckhart’s Understanding of God,” A Companion to Meister Eckhart içinde, s.
366.
18
19
www.hikmetyurdu.com
www.hikmetyurdu.net
www.hikmetyurdu.org
Dr. Mehmet Serdal Eglen
175
için “Tanrı’nın her şeyde olması” ile “her şeyin Tanrı’dan olması” arasındaki inceliğe bir
atıf yoktur. O şöyle der: “Tanrı her şeydedir. O, şeylerde daha fazla oldukça o şeylerin o
kadar dışında olmaktadır: ne kadar içlerinde o kadar dışlarında ve ne kadar dışlarında o
kadar içlerinde.”21
“Varlık sadece bir dış avludur (Vorbürge); Tanrı’nın her şeyle bağlantı kurarak
oturduğu yer ise Tanrı’nın iç avlusudur.”22 Eckhart’ın Tanrı ile ilgili kullandığı bu alegoride Tanrı’ya bir mülk verilmiş gibi görünmesine rağmen onun vaazlarına bütünlüklü
bakıldığında aslında tüm mülkün sahibinin Tanrı olduğu, bir taksimata gitmediği görülür. Nitekim şu ifadeleriyle durum bir parça berraklaşmaktadır:
“Sadece yaratıkları bilen kimsenin hiçbir vaaz üzerinde derin düşünmeye ihtiyacı olmayacaktır; çünkü her yaratık Tanrı’yla doludur ve bir kitaptır.”23
Zaten Yûnus’ta da benzer bir alegori vardır:
“Hükm-i revân mülkine ol işi kendü bile
Çün iş geldi hâsıla bu mülk varlık evidür” (33/9)
Sonuç
Yûnus Emre’nin metafiziği esasen döneminin tasavvufî düşüncesinden bağımsız
değildir. İbn Arabî’ye, Konevî’ye, Mevlânâ’ya yakın dönede yaşamış olması, Zengin bir
düşünce çeşitliliğine sahip Anadolu coğrafyasında dolaşmış olması onun bir şekilde bu
düşüncelerden etkilenmesi sonucunu doğurmuştur. Yûnus’u diğerlerinden ayıran, dar
bir zümreye hitap eden tasavvufî dili, neredeyse günlük Türkçe tasavvufî dile çevirmiş
olmasıdır. Onun başarısı da burada yatar. Onda Varlık’la ilişkili olmak üzere İlahî aşkın,
Vahdet-i Vücûd’un veciz ifadelerini buluruz. Sanki onda Vahdet-i Vücûd aşkın tabiî bir
sonucu gibidir.
Eckhart’ta da Tanrı’nın Varlık’ı ile mevcudiyetlerin varlığı ayrı ele alınıyormuş
gibi görünse de o da varlığın birliğinden, aşkın kâinatı sarmalayan gücünden söz etmektedir. Eckhart’ın Hristiyanlıktaki üçleme sorunsalının üstesinden gelmek üzere sun’i
sayılabilecek bir çaba içine girmesi ve vaazlarında bunun bir tür gayritabiî zorlamaya
sebep olmasına rağmen, varlıkta birlikten söz ettiği yerlerde tek Tanrı’ya bir ima var
gibidir. Yine de, Yûnus Emre’de Varlık’ın dile getirilişinde tevhid inancının rahatlığı
The Complete Mystical Works of Meister Eckhart, s. 133.
Eckhart’tan aktaran: Edouard Jeauneau, Ortaçağ Felsefesi, Çev. Betül Çotuksöken, İletişim Yayınları,
İstanbul 1998, s. 115.
23 Ortaçağ Felsefesi, s. 114.
21
22
176
Yûnus Emre Ve Meıster Eckhart’ta Varlık Tasavvuru
görülmekte, mistik/tasavvufî düşüncenin, duyuşun dışa vurumu bakımından külfetsizlik göze çarpmaktadır.
Kaynakça
Abdülganî en-Nablusî, Gerçek Varlık, Çev. Ekrem Demirli, İz Yayıncılık, İstanbul 2009.
Abdürrezzak Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, Çev. Ekrem Demirli, İz Yayıncılık, İstanbul 2004.
Ahmet Yaşar Ocak, Türk Sufîliğine Bakışlar, İletişim Yayınları, İstanbul 2012.
Dâvûd el-Kayserî, Tasavvuf İlmine Giriş, Çev. Muhammed Bedirhan, Nefes Yayınları, İstanbul
2013.
Edouard Jeauneau, Ortaçağ Felsefesi, , Çev. Betül Çotuksöken, İletişim Yayınları, İstanbul 1998.
Ekrem Demirli, İslâm Metafiziğinde Tanrı ve İnsan, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul 2012.
Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara
1976.
İbn Arabî, Fütûhat-ı Mekkiyye, c.3, Litera Yayıncılık, İstanbul 2006.
…………., Fütûhat-ı Mekkiyye, c.3, Litera Yayıncılık, İstanbul 2007.
Jeremiah M. Hackett (ed.), A Companion to Meister Eckhart, Brill, Leiden Boston 2013.
Sadreddin Konevî, Tasavvuf Metafiziği, Çev. Ekrem Demirli, Kapı Yayınları, İstanbul 2014.
The Complete Mystical Works of Meister Eckhart, A Crossroad Publishing Company, New
York 2009.
Yûnus Emre, Dîvân-ı İlâhiyât, Haz. Mustafa Tatcı, h Yayınları, İstanbul 2014.
www.hikmetyurdu.com
www.hikmetyurdu.net
www.hikmetyurdu.org

Benzer belgeler