meraklı ali su peşinde

Transkript

meraklı ali su peşinde
MERAKLI ALİ SU PEŞİNDE
Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, melekler kanat çırparken
geniş bir alan içinde, ben çok çok küçükmüşüm. Azığımız azmış, anam küçücük bir kızmış.
Dedem eşikte, ninem beşikteymiş. Anam, dedem ağlar, dedemi sallarmış, ninem ağlar, ninemi
sallarmış. Bu sırada bir ses geldi tavandan, ben tavana çıktım. Orda buldum bir sandık. Açtım
sandığı içinde kırk anahtar. Aldım elime birini, sarıdır diye. Bir kapıya vardım, yalıdır diye.
Açtım kapıyı, aradığım yer buradır diye. Bir hasır çıktı karşıma, bastım üstüne halıdır diye.
Halı uçmaya başlamaz mı! Uçtum, uçtum, bulut oluklardan su içtim. İlden ile göçtüm. Lale,
sümbül biçtim. Sulu yerde kavun, karpuz, susuz yerde peynir, ekmek yedim. Yedim ama
dedem bir ağladı, bir ağladı, şaştım. Çağırdım Arap bacıyı, başladı dedeme masal anlatmaya.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, eski hamam
içinde, hamamcının tası yokmuş. Külhancının baltası yokmuş. Yalanların, uyduranların da
arkası çokmuş.
Eski zamanların içinde, ülkelerin birinde, bir dağın eteğinde, herkesten uzakta, küçük bir köy
varmış. Bu köyde yaşayan Ali isimli bir oğlan varmış. Ali pek heyecanlı ve tez canlı bir
gençmiş. Gününün çoğunu ağaçları, bulutları, hatta karıncaları izleyerek geçirirmiş. Her şeyin
nasıl olduğunu çok merak edermiş. Kalan zamanlarında amcasının demirci dükkânında ona
yardım edermiş. Amcası saatlerce demir parçalarını ateşte kızdırıp üzerine büyük bir çekiçle
vurarak onlardan kılıç, bıçak, tarım aletleri yaparmış. Ancak yaptığı aletin dayanıklı olması
için şekil verdikten sonra soğuk suyun içine daldırarak demire su vermesi gerekirmiş. Bu
konudaki en büyük yardımcısı da bizim Ali imiş. Ali her sabah, amcası için iki kilometre
ilerideki dereden temiz ve soğuk su taşırmış. Zira köyün kendi su kaynağı yokmuş. İçmek,
yemek ve temizlik yapmak, tarlalara su vermek için tek su kaynağı bu dereymiş. Köylüler her
sabah eşeklerine kap kaçaklarını yükleyip şarkılarla türkülerle dereden su almaya giderlermiş.
Dönüş yolunda yorgunluktan konuşacak halleri kalmazmış. Köye su getirebilmek çok
zahmetliymiş.
Günlerden bir gün gene tüm köy sıra sıra yola düşüp dereye vardıklarında bir de ne görsünler!
Dere gitmiş. Nasıl gider? Nereye gider? Ali’nin gözleri büyümüş şaşkınlıktan. Koşmuş dere
yatağına girmiş. Dere yatağı kupkuru. Köylüler atmışlar kendilerini yere. Bir süre sessiz
kalakalmışlar. Çaresiz köyün yolunu tutmuşlar gerisin geri. Günler çok ağır geçer olmuş.
Ellerindeki azıcık suyla uzun süre idare edemeyeceklerini biliyorlarmış. Pislikten çocuklar
bitlenmeye, evler kokmaya başlamış. Hastalıklar türemiş. Tarlada ekinler kuruyunca kıtlık
başlamış. Ali’nin amcası susuz iş yapamayacağı için dükkânını kapatmış. Akbabalar dönmeye
başlamış köyün üzerinde. Köy halkı kaderine razı ölümü beklemeye başlamış. Bizim
araştırmacı Ali, herkesin elini kolunu bağlayıp oturmasına kızarak kuruyan dereye koşmaya
başlamış. Vardığında dere hala kupkuruymuş. Aklında soru işaretleri ile ve merakla kuru dere
yatağını takip etmeye başlamış. Ormanı geçmiş, kayalıkları aşmış, dağı tırmanmış. Ne kadar
yürümüş bilmiyoruz ama gücü tam tükenecekken bir su sesi duymuş. Kafasını kaldırıp
gözlerini kısıp görmeye çalışmış. Evet suyun ta kendisi. Pırıl pırıl, soğuk ve tertemiz. Kana
kana içip can bulmuş. Kendine gelince fark etmiş ki ağaçlardan yapılmış bir duvar derenin
önünü kapatmış. Suların aşağı akmasını engelliyor. Duvarı inceliyor olmasından çevredeki
kunduzlar rahatsız olmuş. Birer ikişer çıkmışlar yuvalarından, sarmışlar etrafını Ali’nin. Ali
heyecanla bağırmış; “ Ah dilinizi bileydim de ne istediğinizi sorabilseydim!” Kunduz mu dile
gelmiş yoksa Ali mi kunduz dilini anlamaya başlamış bilinmez ama başlamışlar konuşmaya.
Şaşkın Ali neler olduğunu sormuş. İrice bir kunduz “Yuvamızı bozmaya mı geldin?” diye
efelenmiş. “Ne yuvası, bu duvar da ne?” diye sormuş Ali. Ufak tefek, barışçıl gözüken başka
bir kunduz lafı almış; “Buna baraj denir. Dişlerimizle ağaçları keser, onları ağır taşlarla suyun
içine dikeriz. Arasına da balçık ve kuru yapraklardan yaptığımız harçla duvar öreriz. Böylece
göl gibi durgun bir su oluştururuz. Burası da bizim yuvamız olur” demiş. Ali anlamış her şeyi
ve başlamış susuzluktan kırılan köyünün hikâyesini anlatmaya. Kunduzlar anlamış onu.
Üzülmüşler yol açtıkları bu kötü durum için. Doğada bütün canlılar kardeştir, hepsi bir arada
yaşayabilir, kunduzların insanlarla bir derdi yok diye düşünmüşler. Dişleri çok sivri olan
kunduz demiş ki; “Bu su bize fazla aslında. Barajın üstüne kanallar açarak suyun fazlasının
size akmasını sağlayabiliriz.” Hepsi tarafından sevinçle karşılanmış bu fikir. Hemen işe
koyularak kısa bir sürede kanalları bitirmişler. Suyun fazlası dağları, kayaları, ormanı geçerek
yeniden doldurmuş dere yatağını. İşin başından beri ağır başlı ve sessizce olanı izleyen bir
kunduz, Ali’nin yanına gelmiş ve “Yarattığımız durum çok bencilceydi. Köyünden özür
dilemek için sana bir teklifim var.” demiş. Ve anlatmış teklifini. Ali’ye önce nasıl kanal
açılacağını öğretmişler. Toprağı kazmayı, kazdıkları kanalı ağaçlarla ve harçla
sağlamlaştırmayı, suya yön vermeyi öğrenmiş Ali. Kunduzların yardımıyla bütün gece
çalışarak dereden köye uzanan kanalı tamamlamışlar. Ali yorgunluktan uyuya kalmış kanalın
yanında. Kunduzlar son kez veda eder gibi uyuyan Ali’ye bakıp dönmüşler yuvalarına.
Sevinçle bağıran insanların sesiyle sıçramış Ali. Küt küt atarken kalbi gözlerini ovuşturmuş,
uyanmaya çalışmış. Köylüler kanala gelmiş, suyu görünce şarkı söyleyip dans etmeye
başlamışlar. Suyun nasıl köylerine geldiğine şaşmışlar. Soru yağmuruna tutmuşlar Ali’yi. Ali
bütün hikâyesini anlatmış ama kunduzlarla konuştuğu kısmı hiç söylememiş. Çünkü ona
inanmayacaklarını düşünmüş. Sonra Ali’ye ve köye ne olmuş bilen yok. Ama mutlu ve uzun
bir ömür sürdükleri kesin. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
Gökten üç elma düşmüş; biri yiğit olanların başına, biri bu masalı anlatana, birisi de
dinleyenlerin başına…
Kayra Sarğın

Benzer belgeler