basın-iş gündem - Basın

Transkript

basın-iş gündem - Basın
Basın-İş gündem
Türkiye Basın, Yayın, Grafiker ve Ambalaj Sanayii İşçileri Sendikası
Yayın Organı (kış - 2009- Sayı: 37)
basın-iş gündem
kış 2009 / sayı: 37
Yayınlayan:
Türkiye Basın, Yayın, Grafiker ve Ambalaj
Sanayii İşçileri Sendikası (Basın-İş)
Genel Merkezi
Basın-İş Merkez Yönetim Kurulu
Genel Başkan
: Yakup Akkaya
Genel Sekreter
: İ.Hakkı Kütükcü
Genel Mali Sekreter : İlhami Çelik
Genel Teşkilat Sekr. : Reyhan Mutlu
Genel Eğitim Sekr. : Menderes Çadır
Adres: Necatibey Cad. Hanımeli Sok.
No: 26/7 06430-Sıhhıye / ANKARA
Tel: (312) 230 29 08 / 229 96 15
Fax: (312) 229 43 15
E-mail: [email protected]
Internet: www.basin-is.org
İmtiyaz Sahibi:
Basın-İş Sendikası adına,
Yakup Akkaya
Genel Başkan
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Fatih Aydemir
Yazılar:
Fatih Aydemir
Yıldız Ekiz
Grafik Tasarım:
Fatih Aydemir
Yıldız Ekiz
Yerel Süreli Yayın
Baskı Tarihi: Ocak 2009
İÇİNDEKİLER
BAŞYAZI
2009 Mesajı.............................................................. 1
İSÇİNİN GÜNDEMİ - GSS
Aman Dikkat Hasta Olmayın, GSS Yürürlükte ......... 2
Hastanelerin Özelleştirilmesi İçin Yeni Bir Adım ....... 6
SENDİKAMIZDAN
E-Kart Grevimiz Devam Ediyor ................................ 7
Etapak İşyerimizde İSG Eğitimleri Yapıldı ................ 8
2009 Yönetici Temsilci Seminerimiz Düzce’de ........ 8
Toplu Sözleşmelerde Gelinen Nokta ........................ 9
EMEKÇİ KADIN
Kadınlar Krizi Konuşuyor........................................ 10
Kadınlar Emperyalizme Karşı Sesini Yükseltiyor ... 10
Kadınlar ve Seçimler, Seçme Seçilme Hakkı ......... 10
Yeni Sosyal Güvenlikte Kadın Hakları .................... 11
Çalışma Hayatı 2009 Oran ve Tarifeleri ...... 12
DOSYA - Ekonomik Kriz ve Türkiye
Giriş ........................................................................ 13
ABD Dünyaya Kriz İhraç Etti .................................. 14
Türkiye Krizden Derinden Etkilendi ........................ 15
İlk Darbeyi Hangi Sektörler Aldı.............................. 16
Tofaş’tan Kriz Nasıl Fırsata Çevrilir Dersi............... 17
Bu Kriz Bizim İçin Ne Anlama Geliyor? .................. 17
Aziz Konukman İle Kriz Üzerine Söyleşi ................ 18
HUKUK KÖŞESİ
Krizde Yasal Haklarımız ......................................... 21
GREV, EYLEM, DİRENİŞ
Emekçiler: Krizin Faturasını Ödemeyeceğiz .......... 22
Grev, Eylem, Direniş Kısa Kısa .............................. 23
ÖZELLEŞTİRMELERE VE
İŞYERİ KAPANMALARINA KARŞI, T.C.
ZİRAAT BANKASI MATBAA İŞÇİLERİNDEN
ANLAMLI CEVAP:”İŞÇİNİN ÖZYÖNETİM MODELİ”
-GURUP MATBAACILIK-
Türkiye’den Kısa Kısa ....................................... 26
SENDİKALARDAN
Sendikalarda Gündem Genel Kurullar.................... 28
Konfederasyonlardan Krize Karşı Güçbirliği........... 28
TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu Toplandı ........... 29
İletişim
Basın-İş Gündem, sendikalı işçiler tarafından
Gurup Matbaacılık’ta basılmaktadır.
Adres: İstanbul yolu Trafo Karşısı 06070
Tel: (312) 384 73 44-45 Varlık / ANKARA
www.gurupmatbaacilik.com.tr
[email protected]
DÜNYADAN
Dünyadan Kısa Kısa............................................... 30
Filistin Halkı Katlediliyor ......................................... 32
ÜYE İŞYERLERİMİZDEN ............................ 33
basın-iş
başyazı
Bakanlığı yatırım bütçesinden 248.2 milyon YTL, Ulaştırma Bakanlığı DLH Genel
Müdürlüğü’nden
138
milyon,Adalet
Bakanlığı’ndan 41.8 milyon YTL kesinti yapıldı. Bakan Şimşek, bunun 705.3 milyon
YTL’yle denk geldiğini belirterek, yatırım
harcamalarında yapılan kesintinin ise yaklaşık 1.8 milyar YTL olduğunu açıkladı.
Yoğun bir yılı geride bıraktık. Bu bir yıl, ne
ülkemizde ne de dünyada emekçiler açısından pek de olumlu geçmedi
2008’in yılının ortalarında ABD’de başlayan kriz kısa süre içinde bütün dünyayı
sarmıştır. Bütün dünya ülkeleri, kendi ülkelerinde bu krizi az hasarla aşmak için vakit
geçirmeden çeşitli tedbirler almaya çalışmalarına karşın; ülkemizde Hükümet 2009
Mart ayında yapılacak yerel seçimleri de
bir kazaya uğratmamak adına, somut tedbirler almayı bir yana bırakın krizin ülkemizi
etkilemeyeceğini çeşitli defalar kamuoyu
ile paylaşmıştır.
Ancak gerçeğin öyle olmadığını gene
kamu kuruluşları söylemektedir. Türkiye
İstatistik Kurumu son açıkladığı verilerde işsizliğin yüzde 11’lere yaklaştığını; genç nüfusta işsizlerin yüzde 20’yi aştığını, tarımda
işsizlerin yüzde 13’lerin üzerinde olduğunu
söylemektedir.
Merkez Bankası, 2009 yılında krizin boyutlarının artarak sürebileceğini ifade etmektedir.
Sağduyulu her kesim ve herkes tarafından kabul görülen düşünce de krizden
ancak üreterek çıkılabileceği yönündedir;
ancak fırsatçı işverenlerin kriz bahanesiyle
tedbir adı altında ilk yaptıkları işçi çıkartmaktır. Bu süreçte, sendikasızlaştırma da
dayatılmakta, pek çok işyerinde örgütlenen
işçiler ekonomik kriz gerekçe gösterilerek
işten atılmaktadır.
Kriz döneminde Hükümet’in yeni kamu
yatırımları yaparak, istihdam sağlaması
ve üretimi artırması gerekirken, açıklanan
2009 yılı bütçesi, Hükümet’in tavrının bunun tam tersi yönde olduğunu gösterdi.
Krize yönelik önlemler yalnızca işverenlere daha fazla fırsat yaratıp, işçi haklarını daha da geriye götürmek yönünde
olurken; IMF talimatıyla hazırlanan bütçede de, Karayollarından 484.5 milyon YTL,
DSİ’den 761.7 milyon YTL, Milli Eğitim
Hükümet’in kimin tarafında saf tuttuğunu,
krizin etkilerinden hangi kesimleri korumaya çalıştığını yalnızca bu rakamlar bile gösterirken; yüzbinlerce kişinin işini kaybettiği
son aylarda, yapılan açıklamalar da ‘krizin
psikolojik olduğu’ yönünde oldu.
İşveren konfederasyonları (TİSK) de, yine
kriz koşullarından yararlanıp, çalışma yaşamında esnek çalışmayı dayatmakta; zaten
çoğu maddesi işçilerin aleyhine olan 4857
sayılı İş Kanunu’nun sağladığı çözüm yollarının ‘son derece az ve sınırlı’ olduğunu
söylemektedir.
Bazı sözüm ona işçi konfederasyonları
ise (Hak-İş), kıdem tazminatı fonunun acilen başlatılmasını talep etmektedir.
Sanayi odaları, örneğin İSO ise sanayinin
içinde bulunduğu durumu tümüyle küresel
krize bağlamanın doğru olmadığını ifade
ederken, diğer yandan gözünü işsizlik sigortası fonuna dikmiştir.
İşverenler ile birlikte yandaş konfederasyonlar bunları sürekli olarak her platformda
dile getirirken, Konfederasyonumuz Türkİş, enerjisini içi meselelerle tüketir hale
gelmiştir. 85 yıllık Cumhuriyet tarihimizin en
büyük ekonomik kriziyle karşı karşıya olduğumuz bugünlerde, Türk-İş, çalışma hayatının aktörlerini bir araya getirerek, projeler
ve programlarla krizde çalışanlar lehine
kamuoyu yaratacak çözüm önerileri sunmak ve önderlik yapma konusunda yetkin
olmadığını ortaya koymuştur.
Ancak vakit geç değildir. İçimizde eğer
sorunlar varsa, bunlar buzdolabına konmalı ve Türk-İş acilen Emek Platformu’nu
bir araya getirerek çözüm yollarını içeren
planlamanın önderliğini yapmalıdır. Bunun
ilk adımı olarak da 15 Şubat Pazar günü
yapılacak protesto mitingi geniş kesimleri
içine alacak biçimde organize edilmelidir.
Yaşanan zulümlere, işsizliğe, krize karşı
2009’un hepimize güvenli bir gelecek, barış, sağlık ve mutluluk getirmesini diliyorum.
Yakup Akkaya
Genel Başkan
ocak 2009 (1)
basın-iş
işçinin gündemi
AMAN DİKKAT, HASTA OLMAYIN!
Sosyal Güvensizlik Yasası Yürürlükte...
Sosyal Güvenlik ve Sağlık Sigortası Yasası, 1 Ekim 2008 tarihi itibariyle yürürlüğe girdi. Hükümet,
emek örgütlerinin ve toplumun geniş kesimlerinin muhalefetini hiçe sayarak, sağlık hakkımızı
elimizden alan, sosyal güvenlik sistemini yıkıma götüren yasayı yürürlüğe soktu.
Sağlık Sigortası kapsamında değerlendiriliyor. Sosyal
Güvenlik Kurumlarına bağlı olanlar zaten kapsamda. 18 yaşına kadar çocuklar anne veya babalarının
sağlık sigortası kartıyla sağlık hizmetlerinden yararlanabilecek. Eğitime devam eden çocuklarda yaş sınırı
25 olarak belirlenmiş. Bu yaştan sonra çocuklar da
(ailenin aylık gelir durumuna göre) hangi gruba giriyor
ise o gruptaki şartlara göre, ya yeşil kart almak ya da
prim ödemek koşuluyla sağlık sisteminin kapsamı içinde yer alabilecek.
Sosyal güvenlik ve sağlık sisteminde yaşanan yıkımın temelleri, 1980 yılındaki 24 Ocak kararlarına
kadar dayanıyor. Süleyman Demirel Hükümeti tarafından alınan kararlarla, ülkemizde, IMF’nin istekleri
doğrultusunda ekonomik bir yapısal dönüşüm gerçekleştirildiği hatırlanacaktır. 24 Ocak kararları ve bu dönüşüm sonrasında iktidara gelenler, adım adım sosyal
güvenlik sisteminde de tahribat yaratmıştır. 1999’da
büyük eylemlerin ardından, depremden yararlanılarak
çıkartılan ‘Mezarda Emeklilik Yasası’ bu dönüşümün
önemli ayaklarından birini oluşturmuştu.
Sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesinin en önemli
adımı ise, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel
Sağlık Sigortası Yasası ve bu yasada değişiklik yapan
5754 sayılı yasa ile AKP Hükümeti tarafından atıldı.
Yasanın özüne bakıldığında, sosyal güvenliğin bir
hak olmaktan çıkıp, sosyal korumaya dönüşmesi; bir
yandan halkın müşteri olarak görülmesi söz konusu
iken, diğer yandan yoksul kesimlere asgari düzeyde
bir yardım yapılmasının hedeflendiği görülmektedir.
Oysa, sosyal güvenlik ve sağlık en temel insani haklarımızdandır. ‘Yardım’ veya sadaka değildir.
Sağlık sisteminde ülkemizde yaşanan sürecin benzeri, Avrupa’da bazı ülkelerde yaşananla büyük paralellik göstermektedir. 7,5 milyonluk Bulgaristan’da,
2,5 milyon kişi sağlık sigortasından ve temel teminat
paketinden bile yoksun hale gelmiştir. Ülkemizin geleceği nokta da farklı olmayacaktır.
GSS NEDİR, KİMLER KAPSAMDA?
1 Ekim’den itibaren herkes Genel Sağlık Sigortası
kapsamında mı? Genel Sağlık Sigortası’ndan kurtulabilen yok mu? Hepimiz sağlık hizmetlerinden para
karşılığı mı yararlanacağız?
Artık ülkede iki kesim hariç herkes GSS’li olacak.
Bunlardan birincisi milletvekilleri, ikincisi de ülkemizde
1 yıldan daha az kalan turistlerdir. Milletvekilleri kendilerini bu yıkımın dışında tuttular!
Kimler Genel Sağlık Sigortası’nın kapsamına
dahil? Milletvekilleri ve turistler hariç herkes Genel
Kimlerin sağlık hakkı elinden alındı? Aslında
yasanın özüne bakıldığında, devletin, parasız kaliteli sağlık hizmeti sağlama zorunluluğunun bu yasa
ile ortadan kaldırıldığını hepimiz görüyoruz. Hepimizin
ücretsiz sağlık hakkı elinden alındı. Üç sosyal güvenlik kurumu üzerinden genel sağlık sigortası kapsamı
içinde bulunanların dahi, alabilecekleri sağlık hizmetinin kalitesi düştü ve paralı hale geldi. Önümüzdeki
dönemlerde gün geçtikçe daha da fazla, ‘paran kadar
sağlık’ anlayışını yerleştirmek hedefleniyor.
Bunun dışında özel olarak, aylık katkı payını bir ay
ödemeyen, ertesi aydan itibaren sağlık hizmetlerinden
yararlanamayacak.
Kimler Genel Sağlık Sigortası primini cebinden
ödeyecek? İşsizler, köylüler, 18 yaşından büyük çocuklarımız (eğitim görüyorsa 25 yaşın üzerindekiler),
ayda 30 günden az SSK’lı (4/A’lı) gösterilen işçiler ve
isteğe bağlı sigortalılar her ay bankalara gidip GSS
primi ödemek zorundalar. Kanun gereğince hiç kimse
ama hiç kimse ayda 30 günden az GSS primi ödeyemez, GSS primi mutlaka ayda 30 gün olmalıdır.
Kız çocukları sağlık yardımını yaştan bağımsız
olarak alamıyorlar mıydı? Doğru, eski düzenlemede,
kız çocukları, evli olmaması, çalışmaması ve emekli
olmaması şartıyla yaşları kaç olursa olsun ana-babaları üzerinden sağlık yardımı alabilmekteydi. Artık bu
hak ortadan kalktı.
Sosyal Güvenlik Kurumları kapsamında olmayanlar, sağlıktan yararlanmak için ne yapacak? İlk
olarak evlerinin bulunduğu ilçenin kaymakamlığına bir
dilekçe vererek ‘ailelerinin gelir durumunun’ tespitini
isteyecekler.
Kaymakamlık önce ailenin toplam aylık gelirinin
ne olduğunu sorup soruşturarak belirleyecek. Sonra
ailenin toplam aylık geliri, aile fertlerinin sayısına bölünecek.
Eğer kişi başına düşen aylık gelir rakamı 212.90
YTL’nin altında ise kaymakamlık her bir aile ferdi için
“yeşil kart” verecek. “Yeşil kart” alanlar sadece devlet
hastanelerinden, her türlü sağlık hizmetini alabilecek.
Yeşil kart alanlar, üniversite hastaneleri ile özel hastanelere gidemeyecek.
ocak 2009 (2)
basın-iş
Yeşil kartlılar sağlık hizmetlerinden yararlanırken para ödeyecek mi? Başlangıçta ödemeyecekleri
açıklanmıştı. Ancak Aralık ayında getirilen düzenleme
ile yeşil kartlılar da her muayenede 3 YTL tutarında
katkı payı ödemek zorunda. Maliye Bakanlığı isterse
bu tutarı, birinci basamak sağlık kuruluşlarında (sağlık
ocağı) yapılan muayenelerde almamaya veya daha
düşük tutarlarda belirlemeye ya da yarısına kadar indirmeye veya 5 katına kadar artırmaya yetkili kılındı.
Yeşil kartlılar ayrıca, 2009’da ortez, protez, iyileştirme
araç ve gereçlerinin bedelleri üzerinden yüzde 10-20
arasında katılım payı ödemek zorunda. Ancak bu katılım payı, asgari ücretin yüzde 75’ini geçemeyecek.
Yeşil kart sahipleri talep ederse katılım paylarını geri
alabilecek. Yeşil kartlılar ayrıca tüp bebek tedavisinde,
ilk denemede yüzde 30, ikinci denemede yüzde 25 katılım payı ödeyecek.
Kişi başına gelir 212,90 YTL’nin üzerindeyse genel sağlık sigortası kapsamına girmek için ek para
mı ödemem gerekiyor? EVET. Genel sağlık sigortası
kapsamına girmek isteyen her kişi için;
Asgari ücretin üçte birinden asgari ücrete kadar olduğu tespit edilenler, 5510 sayılı Kanunun 82’nci maddesine göre belirlenen prime esas günlük kazanç alt
sınırının otuz günlük tutarının üçte biri, (212,90 YTL)
Asgari ücretten asgari ücretin iki katına kadar olduğu tespit edilenler, 5510 sayılı Kanun’un 82’nci maddesine göre belirlenen prime esas günlük kazanç alt
sınırının otuz günlük tutarı, (638,70 YTL)
Asgari ücretin iki katından fazla olduğu tespit edilenler, 5510 sayılı Kanunun 82’nci maddesine göre belirlenen prime esas günlük kazanç alt sınırının otuz günlük tutarının iki katı, (1277,40 YTL) prime esas kazanç
tutarı olarak esas alınıp bu rakamlar üzerinden yüzde
12 GSS primi alınacaktır. Hastaneye gittiğinizde 1 YTL
bile borcunuz varsa, kös kös evinize dönüyorsunuz!
Kaymakamlıktan gelir tespiti yaptırmak yerine,
Sosyal Güvenlik Kurumu’na doğrudan başvurursam ne olur? Doğrudan Sosyal Güvenlik Kurumu’na
başvuranlar, en yüksek aylık katkı payı olan aylık 154
YTL grubundan işlem görecekler.
Ayda 10 gün çalışıyorum, yine de ödeyecek
miyim? Evet, aksi takdirde artık hastane kapısından dönüyorsunuz. 5510 sayılı Kanunun “Primlerin
ödenmesi” başlıklı 88’inci maddesine göre, “...genel
sağlık sigortalısı sayılanlar için, her ay otuz tam gün
genel sağlık sigortası primi ödenmesi zorunludur...”
Mesela, ayda 10 gün çalışan birisinin 10 günlük GSS
primi işvereni tarafından ödenirken, kalan 20 günü de
kendisi gidip her ay bankaya ödemek zorundadır. Aynı
kişi prim ödemelerini 30 güne tamamlamak için isteğe
bağlı sigortalı olmuşsa bu durumda her ay 20 günlük
emeklilik ve 20 günlük GSS primini her ay bankaya
gidip ödeyecektir.
İŞSİZ KALDIM, NE OLACAK?
İşimden istifa ettim, genel sağlık sigortam ne
olacak? İstifa ederseniz işsizlik ödeneğinden yararlanamayacağınız için aile içindeki kişi başına aylık
işçinin gündemi
geliriniz asgari ücretin üçte birinden fazla ise 3 ay 10
gün içinde bildirimde bulunup GSS primini kendiniz
ödemeye başlamak zorundasınız.
İşveren işten çıkarttı, genel sağlık sigortam etkilenir mi? İşvereniniz kusurunuz dışında sizi işten
atarsa bu defa işsizlik ödeneği aldığınız süre zarfında
prim ödemeden GSS’li sayılacaksınız. İşsizlik ödeneği
sona erdiğinde ise bu sefer vakit yitirmeden kendiniz
prim ödeyerek GSS’li olmak durumunda kalacaksınız.
İşsizlik ödeneğinden yararlanmayanların Genel
Sağlık Sigortalısı olarak durumları ne olacak? İşsiz
kaldığı halde işsizlik ödeneğine hak kazanamayan kişilerden eski adıyla SSK’lı yeni adıyla 4/A sigortalısı
olanların işten ayrıldıktan sonra 10 gün daha herhangi
bir prim ödemeden GSS’den yararlanmak hakları vardır. Ancak, bu işsizlerin işten ayrılma tarihinden geriye
doğru bir takvim yılı için 90 günlük çalışmaları varsa
bu kere 10 gün değil 90 gün daha prim ödemeden
GSS’den yararlanma hakları vardır. Daha sonra her
ay kendileri gidip gelir durumlarına göre GSS primi
ödemek zorundadırlar. Yani bu 10 veya 90 gün sonra
ise her ay GSS primi ödemeden ne kendileri ne de
bakmakla yükümlü olduğu kişilere sağlık yardımı SGK
(Sosyal Güvenlik Kurumu) tarafından verilmeyecektir.
Peki prim ödemek ve Genel Sağlık Sigortası
kapsamında kalmak için ne yapmam gerekiyor?
Nereye, ne kadar prim ödeyeceğim?
İşsiz kalan kişilerden mesela 90 günü olmayanlar,
işsiz kaldıktan sonra 10 gün daha bedava GSS’den
yararlanacaklardır. Bu süre işsizin SGK’ya gidip gelirini tesbit ettireceği süredir. İşsiz, GSS primi ödemeye
başlamadan önce ikamet ettiği yerdeki SGK’ya gidecek ve gelirinin tesbitini isteyecektir. SGK, kişinin harcamalarını da dikkate alarak aylık kişi başına düşen
gelirini tespit edecek ve bu tespite göre kişi başına
ödenecek GSS primi belli edilecektir.
‘Harcamalarını’ derken kastedilen nedir?
Gelirime göre prim hesaplanmayacak mı? HAYIR.
Burada önemli bir hak kaybı daha gündeme gelmektedir. Mesela aylık 800 YTL kirası olan bir evde ikamet eden işsizin (herhangi bir geliri olmasa bile) en
başta bu kiraya ödeyeceği aylık 800 YTL geliri olduğu
ve ailedeki kişi sayısına göre de yedikleri-içtiklerine
ocak 2009 (3)
işçinin gündemi
göre de mesela 500
YTL daha geliri varmış
gibi değerlendirme yapılabilecektir.
Genel Sağlık Sigortası’na
başvurulara
dair: Doğrudan GSS’li
olmalarını gerektirecek
sigortalı
çalışmaları
veya almakta oldukları
bir aylık olmayan, isteğe
bağlı sigortalılığa da
başlamamış kişiler bu
durumlarının başladığı
andan itibaren GSS’li
sayılıyorlar.
Bu
durumdaki kişilerin de
bir ay içinde genel sağlık
sigortası giriş bildirgesi ile bildirimde bulunmaları
gerekiyor. 4/a sigortalılığı, 4/b sigortalılığı ve GSS’ye
katıldıktan sonraki 4/c sigortalılarının bu çalışmaları
sona erer ermez 10 gün içinde bu kapsamda GSS’li
olmaları gerekiyor. Yani son bir yılda 90 günlük veya
daha fazla sigortalı olmaları GSS’den 90 gün daha
yararlanmalarını sağlasa da 3 ay 10 günden sonra
yalnızca GSS primi ödeyenler kapsamında yahut
isteğe bağlı sigortalı olarak GSS primi ödemeye
devam etmeleri gerekiyor. Yahut isteğe bağlı sigortalı
olarak GSS sağlamaları mümkün olabilecek.
Genel Sağlık Sigortası giriş bildirgesini süresinde vermezsek ne olur? Genel sağlık sigortası giriş bildirgesini süresi içinde vermeyenler bir aylık asgari ücret
tutarında idarî para cezası ödemek zorunda kalacaklar.
HASTANELERDE BAŞIMIZA NE
GELECEK, HANGİ AŞAMALARDA
ÖDEME YAPMAM GEREKİYOR?
Sağlık hizmetlerinden yararlanmak için kaç günlük prim ödemiş olmak gerekiyor? Önceki düzenlemede, SSK’lılar kendileri için 90, eş ve çocukları için
120 günleri yoksa sağlık yardımı alamıyorlardı. BağKur’lular ise 240 günü tamamlamadan sağlık yardımı
alamıyorlardı. Şimdi ise 01.10.2008 gününden itibaren
GSS uygulaması gereğince bu sürelerin hepsi 30 güne düştü, yani 30 gün GSS primi olanın hem kendisi
hem de bakmakla yükümlü olduğu eş-çocukları sağlık
yardımları alabiliyorlar. Ayrıca, bakmakla yükümlü iken
işe giren eşler, çocuklar için 30 güne bile gerek olmadığı gibi SSK’lı iken Bağ-Kur’lu veya Bağ-Kur’lu iken
SSK’lı olanlar için de ayrıca 30 güne gerek yoktur.
Hastaneye gidiyoruz 6 ay sonraya gün veriliyor, yok mu başka yolu? Diyoruz ya, her şey paran kadar. Paranız varsa elbette çeşitli yolları var.
Hastanelerde genellikle birkaç ay sonraya gün veriliyor ve oradaki görevli laf arasına, eğer bazı hocaları
seçerseniz önümüzdeki haftaya gün verilebileceğini
sıkıştırıveriyor zaten. Yasaya göre, hastanede farklı bir
hizmet istiyorlar ise örneğin, hastanenin hizmet veren
doktorundan bir başkasını bir doçenti veya profesörü
istiyorlar ise normal ücretin 3 katı ödeme yapacaklar.
basın-iş
Yatarak tedavilerde ek ödeme mi yapmam gerekiyor? Evet, eski kanunda yatarak tedavilerde bir fark
ödenmesi gerekmezken, yeni düzenleme ile; hastalar,
normal hastane yatağına 25 YTL ödeyecek iken özel
yatak isterler ise 75 YTL, donanımlı özel oda isterler
ise 120 YTL ek ödeme yapacaklar.
Hangi durumlarda katılım payı ödeyeceğiz?
Hekim ve diş hekimi muayenelerinde,
Protez, ortez ve tıbbi malzeme kullanımlarında,
Yardımcı üreme yöntemi tedavilerinde, yani
sağlığınızla ilgili her şeyde…
Katılım payları ne kadar oldu? Yeni çıkartılan
Tedavi Katılım Payının Uygulanması Hakkında Tebliğ
ile katılım payları artırıldı:
İkinci basamak resmi sağlık kurumlarında: 3 YTL,
Eğitim ve araştırma hastanelerinde: 4 YTL,
Üniversite hastanelerinde: 6 YTL,
Özel sağlık kurum ve kuruluşlarında: 10 YTL,
olarak uygulanıyor.
Birinci basamak resmi sağlık kuruluşlarında yapılan
muayene ile aile hekimliği uygulamasına geçilen illerde aile hekimi muayenelerinden katılım payı alınmaz.
Katılım payının tahsili: Sigortalılar için: Kurumları
tarafından çalışanların aylık ve ücretlerinden kesilmek
suretiyle tahsil edilir.
Yeşil kartlılar için: Yeşil kart verilerek tedavisi sağlanan kişilerin muayene katılım payı, reçete ile eczaneye müracaat esnasında kurumla anlaşması olan
eczane tarafından hak sahibinden tahsil edilir. Yeşil
kart verilen kişilerden eczane tarafından katılım payı
olarak tahsil edilen tutar, kurum tarafından eczanenin
alacağından mahsup edilir. Katılım payı, bu Tebliğin
yürürlük tarihinden itibaren sağlık kurum ve kuruluşlarında yapılan muayene ve tedavileri sonucunda
düzenlenen reçeteler esas alınarak tahsil edilecektir.
Hak sahipleri katılım payı olarak eczaneye ödedikleri
tutar karşılığında, eczaneden fiş veya fatura talep etmeyeceklerdir.
Her yerde ayrı ayrı katılım payı ödenecek mi?
Evet. Katılım payı, hasta adına düzenlenen tedavi faturasında yer alan her bir poliklinik muayene ücreti için
ayrı ayrı hesaplanacaktır. Acil poliklinik muayene ücretinden katılım payı alınmaz. Poliklinik muayene ücretinin yer almadığı sadece tanıya dayalı işlem fiyatının
yer aldığı faturalardan bir tane katılım payı alınacaktır.
Tıbbi malzemelere de para ödüyor muyuz?
Herşeye olduğu gibi elbette ödüyoruz. Protez, ortez
ve tıbbi malzemeler için; kapsam maddesinin sigortalılardan %20 oranında, yeşil kartlılardan %10 oranında
katılım payı alınacaktır. Tıbbi malzeme için alınacak
katılım payının tutarı tıbbi malzemenin alındığı tarihteki brüt asgari ücretin yüzde yetmişbeşini geçemez (16 yaşından büyük işçiler için brüt asgari ücret
01.01–30.06.2009 tarihleri arasında 666 TL, 01.07–
31.12.2009 tarihleri arasında 693 TL olarak belirlenmiştir). Yüzde yetmişbeşlik üst sınırın hesaplanmasında her bir protez, ortez veya tıbbi malzeme bağımsız
olarak değerlendirilecektir. Katılım payı alınacak tıbbi
malzemeler ayrıca listelenmiştir.
ocak 2009 (4)
basın-iş
işçinin gündemi
Yardımcı üreme yöntemi tedavilerinde katılım
payı ne kadar? Birinci denemede %30, İkinci denemede % 25, oranında katılım payı alınacaktır.
Kaç günlük prim yattığına bakılmaksızın sağlık
hizmeti alabileceğim durumlar veya primine bakılmadan sağlık hizmeti alabilecek kesimler var mı?
18 yaşını doldurmamış olan kişiler,
Tıbben başkasının bakımına muhtaç olan kişiler,
Acil haller,
İş kazası ile meslek hastalığı halleri,
Bildirimi zorunlu bulaşıcı hastalıklar,
Kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile insan
sağlığına zararlı madde bağımlılığını önlemeye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri,
Hamilelik ve analık halleri,
Afet ve savaş ile grev ve lokavt hallerinde, 30 günlük GSS primi olup olmadığına bakılmaksızın herkese,
her hastane sağlık yardımı vermek zorundadır.
Kurumla sözleşmesi olan özel hastanelerin ve
vakıf üniversitelerinin fark isteyemeyeceği durumlar nelerdir? Acil servislerde sunulan sağlık hizmetleri
ile acil haller nedeniyle sunulan sağlık hizmetleri,
Yoğun bakım hizmetleri,
Yanık tedavisi hizmetleri,
Kanser tedavisi (radyoterapi, kemoterapi, radyo izotop tedavileri),
Yenidoğana verilen sağlık hizmetleri,
Organ, doku ve hücre nakilleri,
Doğumsal anomaliler için yapılan cerrahi işlemlere
yönelik sağlık hizmetleri,
Diyaliz tedavileri, Kardiyovasküler cerrahi işlemleridir. Bu iş ve işlemlerden ilave ücret alınamaz.
Kurumla sözleşmesi olmayan özel hastanelerin fark isteyemeyeceği durumlar var mıdır?
SGK ile sözleşme imzalamamış olan özel hastaneler,
acil hallerde sizlerden tek kuruş fark isteyemezler.
Kanun’un 73’üncü maddesine göre; “...acil haller
dışında sözleşmesiz sağlık hizmeti sunucularından
kişilerce satın alınan sağlık hizmeti bedelleri Kurumca
ödenmez.
Sözleşmesiz sağlık hizmeti sunucularından acil hallerde alınan sağlık hizmeti bedeli, 72’nci madde gereği
sözleşmeli sağlık hizmeti sunucuları için belirlenen
bedeller esas alınarak genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilere fatura karşılığı ödenir.
Sözleşmeli ve sözleşmesiz sağlık hizmeti sunucuları, acil hallerde, sözleşmeli sağlık
hizmetleri sunucuları ise Kurumun belirlediği sağlık hizmetleri için genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerden veya
Kurumdan herhangi bir ilave ücret talep edemez...”
Mesela, SGK ile sözleşmesi olmayan bir hastanenin
önünde trafik kazası geçirdiniz ve sizi yaralı halde
apar topar buraya götürdüklerinde bu hastanede
tedavi olduktan sonra GSS’li olduğunuzu (ki herkes
GSS’lidir) beyan ettiğinizde hastane kendi fiyatlarını
değil SGK’nın fiyatlarını dikkate alarak size fatura kesmek zorundadır. Bu fatura bedelini de gidip SGK’den
aynen tahsil edebilirsiniz.
SONUÇ YERİNE…
Yukarıda dört sayfa boyunca soru-cevap formatında
yazdığımız her şeyin özeti aslında bir cümle belki de.
Artık ülkemizde hayatta kalabilmek, en temel haklardan birinden ‘sağlık hakkı’ndan yararlanmak için
yaşadığımız sürece GSS primi ödememiz, üstüne üstlük hastanelere gittiğimizde de ek olarak ödeme yapmamız gerekiyor. Eğitimin ve sağlığın da adım adım
paralı hale geldiği ülkemizde, üstelik işsizlik rakamları
katlanarak artarken, bizlere söylediklerinin özeti ise
‘Paran Kadar Yaşa!’.
Acaba ‘keşke’ mi demek gerekiyor? Keşke onca
kişi, bu yasanın çıkış döneminde çocuğunu sigortalatmak yerine (ki hükmü kalmadı); alanlarda, sendikaların, demokratik kitle örgütlerinin, emekten yana tüm
güçlerin yanında yer almış olsaydı. O zaman ulaşır
mıydı sesimiz acaba, yani hep birlikte olduğumuz zaman?
Kendilerini Genel Sağlık Sigortası kapsamı dışında
tutan; işçisi, işsizi, 6 aylık bebeği, yeşil kartlısı, yani
hepimiz muayene parası, fark ücreti, katkı parası
öderken, kendileri ve yakınları ödemeyecek olan milletvekilleri duyar mıydı sesimizi o zaman?
Yine de ‘keşke’ dememek lazım. Ama ders çıkarmak lazım. Yaşamımıza ve geleceğimize sahip çıkmak için…
ocak 2009 (5)
basın-iş
HASTANELERİN ÖZELLEŞTİRİLMESİ İÇİN YENİ BİR ADIM
AKP’den sağlığı piyasalaştırma yönünde yeni bir adım daha. Devlet
Hastaneleri işletme oluyor.
AKP’nin sağlığı piyasalaştırma yönünde
attığı önemli
adımlardan
biri olan Kamu
Hastaneleri
P i l o t
Uygulaması,
devlet hastanelerine
‘işletme’ statüsü
kazandırılması
yönünde
önemli bir dönemeç. Daha önce, Kamu Yönetiminin
Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Kanun
Tasarısı eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer
tarafından veto edilmiş, Sağlık Kanunu Tasarısı ile
gerçekleştirilmesi planlanan hastanelerin “özelleştirilmesi” de kanunlaşamamıştı.
Yasa tasarısı, hastanelerin önce özerk veya sağlık
işletmesi sıfatına kavuşturulmasını ve içinde doktorlardan çok iktisatçıların, maliyecilerin ve Sanayi ve
Ticaret Odası temsilcilerinin bulunduğu, ancak sağlık
örgütlerinin temsil edilmediği ‘hastane birlikleri’ tarafından yönetilmesini öngörüyor.
Tasarıda öne çıkan önemli bir başlık da, kamu
hastanelerinden devlet desteğinin çekilmesi! Buna
ilişkin yer alan hükme göre, devlet, gerektiğinde hastanelere mali yardım yapacak, ancak bunun dışında
hastaneler kendi kendini finanse edecek. Bu hüküm,
hastanenin kendi kendini finanse edebilmesi için
hastalardan daha fazla ücret alması anlamına geliyor. Aynı zamanda ‘kar’ etmesi, ya da kendi kendine
ayakta kalması gerekeceği için, sağlık hizmetlerinin
kalitesizleşmesi, sağlık personelinin çalışma koşullarının kötüleşmesi de yine beklenen sonuçlar arasında.
Tasarının 3’üncü ve 6’ncı maddeleri ise, özelleştirmeye olanak tanıyor. 3’üncü maddede, Yönetim
Kurulu’na “birliğin her türlü araç, gereç, malzeme,
taşınırları ile tapuda birlik adına kayıtlı taşınmazları
üzerindeki yapı ve tesisler ile birlikte satmak, kiralamak, kiraya vermek, devir ve takas işlemlerini yürütmek; Hazineye ait ve birliğe tahsisli taşınmazları
üzerindeki yapı ve tesisler ile birlikte tahsis amacı
doğrultusunda kiraya vermek, işletmek, işlettirmek”
yetkisi tanınacak.
Diğer bir madde ise yönetim kurullarına “ihtiyaç
duyulması halinde tıbbi uzmanlık hizmeti satın alınmasına karar vermek” yetkisi tanınmakta.
Tasarı, AKP iktidarının sağlığı piyasalaştırma yönünde attığı üç büyük adımdan biri olarak tanımlanıyor.
Hatırlanacağı üzere, bunlardan birincisi Genel Sağlık
Sigortası sistemine geçiş olmuş ve sağlık hizmetleri
paralı hale getirilmişti. İkinci adım ise, aile hekimliği
sistemi ile atılırken, birincil sağlık hizmetleri ortadan
kaldırılıp, devlete ait sağlık ocaklarının yerini özel
hekim muayenehanelerinin alması planlanmıştı.
Plan ve Bütçe Komisyonunda tartışılan üçüncü
adım ise, ikincil ve üçüncül sağlık hizmetlerinde yaşanacak yıkımı kapsıyor.
Tasarının Plan ve Bütçe Alt Komisyonu’na gelmesi üzerine, sağlık örgütleri basın açıklamaları
düzenlediler. Sağlık Emekçileri (SES) adına yapılan
açıklamada “‘Tıpkı SSGSS yasasında olduğu gibi,
halka yalan söylemeye, takkiye yapmaya devam
ediyorlar. Bu yasa, kamu hastanelerinin özelleştirilmesi, özelleştirilen hastanelerin KİT’lerde olduğu
gibi, birçoğunun zarar ettiği gerekçesiyle kapatılması
ve arazi fiyatlarına satılarak peşkeş çekilmesi yasasıdır’” ifadesine yer verildi. Sağlık örgütleri “hamdolsun kriz bizi teğet geçecek” diyen Başbakan Tayyip
Erdoğan’ın, Dünya Bankası ve IMF’nin direktifleriyle,
krize çözüm için parayı devlet hastanelerini satışa
çıkartarak bulmayı hedeflediğini ifade ediyorlar.
DOKTOR SAYISINDA
AVRUPA’DA SONLARDAYIZ
Sağlık Bakanlığı’nın yayımladığı ‘’Türkiye
Sağlıkta Dönüşüm Programı İlerleme Raporu’’na
göre Türkiye, hekim başına düşen nüfus açısından
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa bölgesinde yer
alan 53 ülke içerisinde 52. sırada.
Rapora göre Türkiye’de her bin kişiye ortalama
1.4 hekim, 1.3 hemşire düşüyor. Türkiye’deki mezun sayısının Avrupa ortalamasının 3’te 1’i kadar
olduğu kaydedilen raporda, DSÖ ortalamaları baz
alındığında, Türkiye’nin nüfusuna göre her yıl tıp
fakültelerinden mezun sayısının 4 bin 500’den 14
bine çıkarılması gerektiği belirtildi.
ocak 2009 (6)
basın-iş
sendikamızdan
E-Kart’ta Sendikal Mücadelemiz
ve Grevimiz Devam Ediyor
Sendikamızın Eczacıbaşı Grubu ve Alman çokuluslu şirketi Giesecke&Devrient ortaklığında Gebze
Organize Sanayi Bölgesinde kurulu E-Kart Elektronik
Kart Sistemleri Sanayi ve Ticaret A.Ş.’de örgütlenmesinin ve 17 Ağustos 2006 tarihinde Bakanlığa yetki için
başvurmasının üzerinden 2,5 yılı aşkın bir süre geçti.
Yasal ve hukuki tüm engellerin aşılmasına rağmen
işverenin toplu sözleşme massasına oturmaya yanaşmaması üzerine, yasal grev sürecinin bitmesinden hemen önce 16 Haziran’da başlattığımız grev 7 ayı aşkın
bir süredir devam ediyor.
Grevde geride bıraktığımız süreçte, bir yandan kamuoyunun dikkatinin greve çekilmesi, ulusal ve uluslararası baskının artırılması, destek ve dayanışmanın
güçlendirilmesi çalışmalarının yanısıra içeride de yeni
üye kaydı çalışmaları devam etti. Grev sonrasında
yaşanan yeni üyelikler grevcilere büyük moral katkı
sağladı. Yaptığımız toplantılarla grevdeki ve içerdeki
üyelerimiz arasında dayanışmayı, birlik ve beraberliği
canlı tutmaya çalıştık.
Bu süreçte, işverenin grevin durdurulması talebiyle Kocaeli 1. İş Mahkemesi nezdinde açtığı dava da
sendika lehine sonuçlandı. İşverenin Yargıtay nezdinde itiraz etmesine karşın, Basın-İş’in üyesi olduğu
küresel sendika UNI ve Giesecke&Devrient’te örgütlü
Alman ver.di sendikasının girişimleri sonucunda,
Giesecke&Devrient’ten davayı temyiz etmemesi yönünde E-Kart yönetimine gelen yazı üzerine dava geri
çekildi.
Grevin üretim üzerindeki negatif etkisini azaltmak
için, işlerini yurtdışına transfer etme ve yeni işçi alımı
gibi bir dizi grev kırıcı önleme başvurdu. Bununla ilgili
uluslararası düzeyde yapılan girişimler sonuç verdi ve
işlerin Almanya ve Slovakya’ya transfer edilmesinin
önüne geçildi.
Türkiye temsilcilikleri harekete geçirildi, İLO ve BM’e
konuyla ilgili olarak hazırlanan raporlar sunuldu.
E-Kart grevimiz haklılığı hukuki olarak ispatlanmış
bir grev olması ve özü itibariyle sendikalaşma ve toplu
pazarlık hakkı için çıkılan bir grev olması nedeniyle
ulusal ve uluslararası dayanışma ile devam ediyor.
Türk-İş İstanbul Şubeler Platformu, DİSK, Küresel
Sendika UNI, Alman ver.di sendikası, Herkese Sağlık
Ve Güvenli Gelecek Platformu, Türk-İş’e bağlı Tek
Gıda-İş, Yol-İş, Haber-İş, Tez Koop-İş, Petrol-İş,
Hava-İş, Deri-İş, Tümtis, Ağaç-İş dahil pek çok sendika ve üye işçiler, DİSK’e bağlı sendikalar ve üye işçiler, KESK’e bağlı sendikalar ve işçiler, siyasi partiler,
kitle örgütleri, meslek örgütleri, dergi çevreleri bugüne
kadar destek ve dayanışmasını bizlerden eksik etmedi. Rotopak’ta çalışan üyelerimiz başta olmak üzere
üyelerimiz grevci işçileri yalnız bırakmadı.
ocak 2009 (7)
sendikamızdan
basın-iş
Etapak İşyerimizde İşçi Sağlığı İş Güvenliği Eğitimleri Yapıldı
İşkolumuzda faaliyet gösteren işyerlerinde
kullanılanılan ağır kimyasallar, gürültü ve fiziksel
etmenler nedeniyle üyelerimizin karşı karşıya kaldığı sağlık ve kaza riskleri nedeniyle uzun zamadır planladığımız işçi sağlığı iş güvenliği eğitimlerimize başladık.
Bu kapsamda, uzun yıllar Çalışma
Bakanlığında ve Karayolları Genel Müdürlüğünde
İşçi Sağlığı ve Güvenliği müfettişi olarak görev
yapan ve Yapı-Yol Sen eski Genel Başkanı Bedri
Tekin Hocamızın katkı verdiği ilk pilot eğitim
Etapak İzmir işyerinde 11 ve 18 Ocak tarihlerinde yapıldı. Sendikamızda yeni göreve başlayan
Sibel Çelik arkadaşımızın açılışını yaptığı ve 3
ayrı grupta toplamda 100 kadar üyemizin katıldığı
eğitimlerde, mevzuat, işçi-işveren yükümlülükleri,
yasal haklarımız, alınacak önlemler, işyerlerinde
işçi sağlığı iş güvenliği organizasyonu, kullanılan
kimyasallar ve gürültünün yarattığı etkiler konu edildi. Kurul çalışmaları üzerinde duruldu. İşyerindeki acil
çözüm bekleyen sorunlar tespit edildi.Eğitimde ayrıca, itibari hizmet hakkımızla ilgili olarak, uygulama ve
hukuki süreçle ilgili sendikamız uzmanı Fatih Aydemir ve Avukatı mız Göktan Koçyıldırım bilgi verdi.
YÖNETİCİ TEMSİLCİ EĞİTİM SEMİNERİMİZ
İLE PROJE DEĞERLENDİRME TOPLANTIMIZ
DÜZCE’DE GERÇEKLEŞTİRİLECEK
2009 yılı Yönetici ve Temsilci Eğitim
Seminerimiz, Genel Merkez ve Şube Yöneticilerimiz
ile temsilcilerimizin katılımıyla 1-2 Şubat tarihlerinde Düzce’de gerçekleştirilmesine karar verildi.
Eğitimlerimizi, güncel sorunlar ve sendikal hareketin durumu üzerine Yıldırım Koç, yeni Sosyal
Güvenlik Sistemi ile ilgili ilgili olarak Celal Tozan,
ekonomik kriz ve emekçilerle ilgili Aziz Konukman,
hukuki sorunlarla ilgili Göktan Koçyıldırım’ın vermesi planlanmaktadır. Ayrıca, Örgütlenme Projemizin
yıllık değerlendirme toplantısının da 3 Şubat’ta aynı
yerde yapılmasına karar verildi.
İZMİR/ETAPAK KADIN
TOPLANTISI
17 Ocak günü İzmir/Etapak işyerindeki kadın arkadaşlarımızla işyeri sorunları ve ekonomik kriz üzerine bir toplantı gerçekleştirdik.
Sendikamız uzmanlarından Yıldız Ekiz’in de
katıldığı toplantıda, ekonomik kriz üzerine kısa
bir sunum yapıldıktan sonra, krizin hayatımıza
yansımaları ve hep birlikte neler yapabileceğimiz üzerine tartışıldı. Fabrikada yaşanan kimi
sorunların da ele alındığı toplantıda, fabrikadaki kadın temsilcimiz Meral Özdemir’in işten
ayrılması nedeniyle yeniden temsilci seçimi
yapıldı ve Ayten Gazi ve Nazan Şimşek arkadaşlarımız temsilci oldular.
ocak 2009 (8)
basın-iş
sendikamızdan
Propak Ambalaj’da İkinci Dönem Toplu Sözleşme Süreci Başladı
2 yıl önce Anadolu Ecopack’ın, Propak Ambalaj Üretim ve Pazarlama
Ltd. Şirketine devredilmesi ile burada çalışan üyelerimiz ve işyeri için
yeni bir dönem başlamış, ilk toplu sözleşmemiz imzalanmıştı.
1.1.2009 tarihinden geçerli olmak üzere yürürlüğe girecek olan
ikinci dönem işyeri toplu iş sözleşmesi için yürütülecek toplu pazarlık süreci, 26 Kasım’da gelen yetkimiz ile başladı ve görüşmelerde
bugüne kadar iki oturum yapıldı. 3. oturumun 3 Şubat tarihinde yapılması kararlaştırılan görüşmelerde
bugüne kadar 8 idari madde üzerinde anlaşma sağlandı.
toplu sözleşme
Rotopak’ta 2. Dönem Toplu Sözleşme İmzalandı
Rotopak Matbaacılık Ambalaj Sanayii ve Ticaret A.Ş.
işyerinde Haziran ayından beri süren ve son dönemi
küresel kriz baskısı altında geçen toplu sözleşme görüşmelerimizde 29 Kasım tarihinde İstanbul Şubemizde
yapılan toplantıda nihayet anlaşma sağlandı. Alınan
grev ve lokavt kararları karşılıklı olarak kaldırıldı.
İstanbul Şubemizin, tüm üyelerimizin, temsilcilerimizin ve Rotopak yöneticilerimizin sağduyulu
ile yaklaşımı sonucu, yaşanan kriz ortamında kazanılmış haklarımız korunarak ve ücret ve sosyal haklarda üyelerimiz için herhangi bir kayba yol açmadan, yeni dönem toplu sözleşmemizi
varılan bu anlaşma neticesinde, 23.12.2008 tarihinde imzalandı. 2. Dönem TIS’in tüm üyelerimize, işyerimize ve sendikamıza hayırlı olmasını diliyoruz.
2009-2010 Kamu Kesimi Toplu Sözleşme Süreci Başladı
TÜRK-İŞ bünyesinde oluşturulan ve Tarım-İş, Genel Maden-İş, Petrol-İş, Şekerİş, Tek Gıda-İş, Türk Metal, Yol-İş, Tes-İş, Demiryol-İş, T. Haber-İş, T. Harb-İş,
Belediye-İş sendikalarının Genel Başkanlarından oluşan Kamu Kesimi Toplu İş
Sözleşmeleri Koordinasyon Kurulu, 20 Ocak 2009 tarihinde Genel Başkan Mustafa
Kumlu’nun başkanlığında TÜRK-İŞ Genel Merkezi’nde toplandı.
Geçtiğimiz dönemlerde olduğu gibi bu dönemde de birlikte ve kazanılmış haklardan ödün vermeden görüşmelerin sürdürülmesi, bu çerçevede Koordinasyon Kurulu ile
Hükümet arasındaki görüşmelerinin başlatılması kararı alındı.
2009 yılında yenilenecek toplu iş sözleşmeleri, yürürlük tarihi ağırlıklı olarak Ocak-Mart olan ve yerel
yönetimler hariç Konfederasyona bağlı 27 sendikanın örgütlü olduğu 125 işletme-işyeri düzeyinde toplam
315 bin işçiyi kapsıyor. Toplantıda ayrıca, toplu sözleşme görüşmelerinde esas alınacak ortak ilkeler belirlendi ve sendikalara iletildi.
Sendikamıza Bağlı Kamu İşyerleri İçin Toplu
Pazarlık Süreci Başladı
Kamuya bağlı işyerlerimizde uygulanan toplu iş sözleşmelerinin yürürlük sürelerinde sona yaklaşılması ile birlikte 1 Ocak ve 1 Şubat’tan geçerli olacak yeni dönem
toplu iş sözleşmelerimiz için Kasım ayında çalışmalar başlatıldı. Bu işyerlerimizden,
T.C. Başbakanlık Basımevi, Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi, Çocuk Esirgeme Kurumu
50. Yıl DÖSE Matbaası işyerlerimizle ilgili yetkimizin 30 Aralık’ta kesinleşmesinin ardından toplu sözleşme teklifleri hazırlanarak Kamu-İş ve TUHIS’e verildi. Bu işyerlerimiz için toplu görüşmeler 4 Şubat’ta yapılacak ilk oturumlarla başlamış olacak.
Diğer taraftan 1 Ocak yürürlüklü bir diğer işyerimiz olan Darphane ve Damga Matbaası Genel
Müdürlüğü’nde toplu sözleşme yürütme yetkimiz kesinleşti ve 19 Ocak’ta sendikamıza tebliğ edildi. Bu
işyerimizle ilgili teklif çalışmalarımız dergimiz yayına hazırlanırken son aşamasına gelmişti. 1 Şubat yürürlüklü Sağlık Bakanlığı AÇSAP Matbaası ile ilgili olarak da çoğunluk tespitinin yapılmasına paralel yasal sürenin geçmesinin ardından itiraz soruldu. Kısa zamanda bu işyerimizle ilgili kesinleşmiş yetkimizin
de gelmesi bekleniyor.
ocak 2009 (9)
basın-iş
emekçi kadın
“Kadınlar Krizi Konuşuyor”
Emek örgütlerinin ortak çağrısıyla düzenlenen “Kadınlar Krizi
Konuşuyor” sempozyumunun sonuç bildirgesi, 20 Ocak Salı günü Havaİş Genel Merkezi’nde yapılan basın açıklaması ile kamuoyuna duyuruldu.
Sendikamızın da imzacısı olduğu sonuç bildirgesinde, işten çıkarılmada ilk
tercih olma, eve verilen işlerde durgunluk, evde sorunların ağırlaşması gibi
nedenlerle krizin kadınları daha ağır vurmasına rağmen, kadınların hiçbir
çözüm paketinde kendilerine yer bulamaması eleştirildi.
Sonuç metnine sendikamızın yanı sıra, Birleşik Metal-İş, Deri-İş, Dev
Sağlık-İş, Hava-İş, Kristal-İş, Petrol-İş, Tekgıda-İş, Tez Koop-İş ve TAREM
imza atarken metni Hava-İş Sendikası Genel Başkan Yardımcısı Eylem
Ateş okudu. Sonuç metninde sendika, emek örgütleri ve meslek kuruluşlarının krizin faturasını emekçilerin ödemeyeceğini deklare ettiğini, ancak krizden en çok etkilenen kadınların sorunlarının ve taleplerinin hemen hemen hiçbir programda kendine yer bulamadığı vurgulandı.
Yeni Sosyal Güvenlik Kanunu’nda kadınlar aleyhine yapılan düzenlemelere kriz bahanesi de eklenince sağlık
ve sosyal güvenlikte yaşanması muhtemel hak kayıpları ile ev kadınlarının bakım yükünün iyice artacağı belirtildi.
Metinde krizle birlikte ortaya çıkacak olası sonuçlara da değinildi. Bu sonuçlar, krizle birlikte proleterleşmenin artarak beyaz yakalı kadınları mavi yakalı işçi kadınlara yaklaştıracağı, ev eksenli üretimin artacağı, kadınlara işsizlik,
kıdem tazminatının, fazla mesai ücretlerinin ve ikramiyelerin ödenmemesi süreçleriyle çalışma koşullarının zorlaşması ve taşeronlaşmayla karşı karşıya bırakılması, kayıt dışı çalışmanın artması ve aile içi şiddet, cinsel taciz ve
saldırıların artması olarak belirtildi.
Sonuç metninin okunmasının ardından, DESA direnişinin simgesi haline gelen Emine Aslan, Sinter Metal’de
sendikalı oldukları için işten atılan ve yaklaşık bir aydır fabrika önünde direnişlerini sürdüren Birleşik Metal-İş üyesi
işçilerden Necla Öztürk ve Yeliz Can ve Çapa’daki Kızılay Kan Merkezi’nde sendikalı oldukları için işten atılan ve
dava süreçleri devam eden Dev Sağlık-İş’li hemşirelerden Funda Keleş de direniş süreçlerini anlattı. Basın toplantısında, krize karşı kadın dayanışma ağının örgütlenebilmesi için bir internet sitesinin de kurulduğu duyuruldu. http:
//krizdekadindayanismasi.org adresinden yayın yapacak olan sitenin, sendikalar tarafından düzenli olarak verilerle
beslenmesi ve krizden etkilenen, işten çıkartılan kadınların da başvurabileceği bir adres olması hedefleniyor.
Kadınlar, Antiemperyalist Mücadele İçin Sesini Yükseltiyor
Dünyanın pek çok ülkesinden emekçi kadın örgütlerinin katılımı ile
Uluslararası Demokratik Kadın Federasyonu (WIDF), son yürütme toplantısını Kasım ayında Yunanistan’da gerçekleştirdi. WIDF, İkinci Dünya Savaşı
sonrasında ‘Bir Daha Asla!’ şiarıyla kurulduğundan bu güne, barış ve antiemperyalizm mücadelesini, emekçi kadınların bu mücadeledeki önemini
vurgulayarak sürdürüyor.
WIDF’nin son yürütme kurulu toplantısına 17 ülkeden 35 temsilci katılırken, toplantıda pek çok uluslararası dayanışma gündemi ele alındı. En çok
vurgu yapılan ise, Filistin’in İsrail tarafından işgali oldu.
Kadınlar ve Seçimler ‘Seçme ve Seçilme Hakkı’na Dair...
Yerel seçimler yaklaştı. Adaylar yavaş yavaş açıklanmaya başlandı. Üstelik 5 Aralık da,
kadınların seçme ve seçilme hakkını elde ettikleri günün yıldönümüydü. Ülkemizde, kadınlar 74 yıldır seçme ve seçilme hakkına sahip. Kabul edildiği dönem için oldukça ileri bir
adım olan bu hak; bugün gelinen noktada aynı niteliği elbette taşımıyor.
Tüm bu 74 yıllık süreçte son derece az kadınınseçilebilmiş olmasının yanısıra bugün
geldiğimiz noktada, Meclis’e girebilen kadınların da profili elbette büyük önem taşıyor.
Meclis’te yer alan kadın milletvekillerinin pek çoğu, partiler tarafından vitrin süsü olarak görülürken; seçilen kadınların çoğunun sadece kadın sorunları ile ilgilenmesi öngörülüyor.
Bu ülkede yaşanan sıkıntılar, ekonomik kriz, ücretli hale getirilen sağlık sistemi, sosyal
güvenlik sistemindeki değişiklikler, yoksulluk ve zamlar, emekçi kadınları daha da fazla
etkisi altına alırken; krizde ilk işten çıkartılan, pazarda en ucuz meyveyi, sebzeyi bulmaya
çalışan, çocuğun eskiyen okul önlüğüne bir çözüm yaratmayı deneyen yine emekçi kadınlar
İlk milletvekilerimizden Hatı Çırpan, Kazan Köyü
oluyor. Evet, bizim seçme ve seçilme hakkımız var. Dedik ya, 74 yıl öncesinde dünyanın en
Muhtarı iken milletvekili seçildi (1935)
ileri düzeydeki haklarındandı. Bugün geldiğimiz noktada ise, evleneceği erkeği bile seçme
hakkı olmayan kadınlarımızın seçme ve seçilme hakkı da, ülkedeki pek çok hak gibi kağıt üzerinde kalıyor. Eşitlik
için, özgürlük için, çocuklarımızın yaşanılası bir ülkede güvenle yaşaması için sesimizi yükseltmezsek; 74 yıl öncenin ileri haklarının çok gerisine düşme tehlikesi bekliyor bizleri...
ocak 2009 (10)
basın-iş
emekçi kadın
YENI SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİNDE KADIN HAKLARI (1)
Doğumdan Sonraki Süre
Borçlanılabiliyor mu?
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Yasası Mecliste tartışıldığı dönemlerde, AKP milletvekilleri, bu yasa ile kadınlara
doğum borçlanması hakkı verildiğini ve bu borçlanmanın tıpkı erkek işçilerin askerlik borçlanması gibi yapılacağını söyleyip, yeni yasanın
hepimize ne büyük yararları olacağını(!) anlatıyorlardı. Sağlık paralı olmuş, sosyal güvenlik
hakkımız elimizden alınmış, emeklilik ancak mezarda mümkün hale gelmiş, “ama bakın doğum
sürenizi borçlanabilirsiniz” diyorlardı.
Bu bile olmadı! Ve yasada verilen bu hak,
sonra çıkartılan tebliğ ile geri alındı.
5510 sayılı Yasa’nın 41. maddesi sigortalıların
borçlanabilecekleri süreleri düzenliyor. Buna göre;
“Bu Kanuna göre sigortalı sayılanların;
“a) Kanunları gereği verilen ücretsiz doğum
ya da analık izni süreleri,
…
“kendilerinin veya hak sahiplerinin yazılı talepte bulunmaları ve talep tarihinde 82 nci
maddeye göre belirlenen prime esas günlük
kazanç alt ve üst sınırları arasında olmak üzere, kendilerince belirlenecek günlük kazancın
% 32’si üzerinden hesaplanacak primlerini
borcun tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde
ödemeleri şartı ile borçlandırılarak, borçlandırılan süreleri sigortalılıklarına sayılır.”
Bu maddeden hareketle yapılan ilk yorum,
SSGSS ve Toplumsal Cinsiyet
1 Ekim günü, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Yasası yürürlüğe girdi ve pek çok hakkımız yasayla birlikte elimizden alındı...
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Yasası’nın 1 Ekim 2008’de yürürlüğe
girişi ile birlikte, sosyal güvenlik ve sağlık alanında
ciddi hak kayıpları yaşanırken; kadınların kayıpları
daha büyük oldu.
Kısaca, yasanın kadın işçilere neler kaybettirdiğine ve bakış açısını ele alalım:
Kadınlar için 58, erkekler için 60 olan emeklilik
yaşı, kademeli olarak 65’e çıkartılmıştır.
Ev hizmetlerinde, hizmet akdi ile sürekli çalışıp,
aylık prime esas kazancın altında gelir elde eden
kadınlar, sigortalı olma ve sigorta yardımlarından
yararlanamayacaktır.
Yetim kız çocuklarına ödenmekte olan aylık ile
gelirlerinin 24 aylığı tutarındaki evlenme yardımı,
12 aylık tutara indirilmiştir.
askerlik borçlanması gibi, sigortalılık tarihi öncesinde yapılan doğumlar için de borçlanma
yapılabileceği şeklinde olmuştu. Ancak ardından
çıkartılan Hizmet Borçlanma İşlemlerinin Usul
Ve Esasları Hakkında Tebliğ’de yer alan;
“Hizmet borçlanmaları;
a) Ücretsiz doğum izni ya da analık izni süreleri ile 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki
sigortalı kadının doğum tarihinden sonraki iki
yıllık süresi tabi olduğu işyerince,”
hükmü ile, kadın sigortalının doğumu sigortalı
olduktan sonra yapmış olması gerekliliği gündeme geldi. Şu anda mevcut uygulamaya göre
doğum nedeniyle borçlanmadan yararlanabilmek için;
- Doğumun sigortalı olduktan sonra yapılması
- İşten ayrılma tarihinden en fazla 300 gün
sonra doğum yapılması,
- Doğan çocuğun yaşaması gerekiyor.
Bu koşullar sağlandıktan sonra, kadın işçi,
doğum tarihi sonrasındaki 2 seneyi çalışmadan
ve adına prim yatırılmadan geçirmişse, borçlanma hakkına sahip oluyor. Eğer kadın işçi, çalışmadığı bu dönem içinde ikinci bir çocuk daha
doğurmuşsa, bunu da borçlanması mümkün.
Ancak eğer kadın işçi ilk çocuk sonrası çalışmaya ara vermiş ve bu 2 yıldan fazla sürmüşse;
ikinci çocuğun doğum tarihi bu iki yıllık süreden
sonraya denk geliyorsa, kadın işçinin bu süreyi
borçlanması mümkün olmayacaktır.
Ölen sigortalının dul eşine ödenen ölüm aylığı
oranı yüzde 75’ten, yüzde 50’ye indirilmiştir.
İşveren primini yatırmadığı için kayıt dışı çalışan
milyonlarca işçi genel sağlık sigortası kapsamı dışında kalmaktadır. Kayıt dışı çalışma kadınlarda
daha yaygındır.
Mevcut sistemde, emeklilik için gerekli süreyi
tamamlamış eşin ölmesi halinde, askerliğini borçlanmak suretiyle, geride kalanlara aylık bağlanabiliyordu. Yeni yasa ile, 1 Ekim’den itibaren ölen
eşin askerliğini borçlanarak süreyi tamamlayıp
aylık bağlanması engellendi.
Çocuklar, 18 yaşını (okuyorlarsa 25 yaşını)
tamamladıkları tarihten itibaren, ana-babaları
üzerinden sağlık yardımı alamayacaklar. Sağlık
hakkından yararlanabilmek için ailenin gelir durumuna göre değişen tutarda genel sağlık sigortası
primi ödemeleri gerekecek ve ödenmiyorsa sağlık
hakkından yararlanamayacaklar.
ocak 2009 (11)
basın-iş
çalışma hayatı
2009 YILINDA
UYGULANACAK
SAKATLIK İNDİRİM
TUTARLARI
KIDEM TAZMİNATI / AİLE VE ÇOCUK ZAMMI (TL)
Yıllık Kıdem Tazminatı Tavan Tutarları
2,260.05
01.01.2009-30.06.2009
Çocuk Zammı (1 çocuk için aylık) Tutarı
13.38
01.01.2009-30.06.2009
Aile Yardımı (aylık) Tutarı
80.26
01.01.2009-30.06.2009
NOTLAR 1) Aile ve çocuk yardımı , Bakanlar Kurulu’nun 5 Ocak 2007 tarihli Resmi Gazete’de
yer alan 2008/13055 sayılı kararı ile belirlenen katsayılar üzerinden, 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu’nun 202. Madde hükümleri çerçevesinde hesaplanmıştır.
2) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre azami 2 çocuğa kadar uygulanmakta olan çocuk
yardımı ödeneği 15.1.2005 tarihinden itibaren 0-6 yaş (72 nci ay dahil) grubunda yer alan
çocuklar için bir kat artırımlı uygulanmaktadır. Dolayısıyla 0-6 yaş grubundaki her bir çocuk için
tablodaki çocuk yardımı, ilk altı ay 26,76 TL olarak uygulanacaktır.
AÇLIK VE YOKSULLUK SINIRI
Aralık
2007
Açlık Sınırı
Kasım
2008
688.05
Aralık
2008
738.07
739.67
Yoksulluk Sınırı
2,241.22 2,404.14
2,409.35
Kaynak : Türk-İş Araştırma Bürosu (Açlık Sınırı:4
kişilik bir ailenin sağlıklı ve dengeli beslenebilmesi
için gereken asgari aylık mutfak harcamasıdır.
Yoksulluk sınırı ise, 4 kişilik bir ailenin asgari konut,
sağlık, eğitim, ulaşım, giyim, mutfak harcamalarının
toplamını ifade eder.
ASGARİ ÜCRET TUTARLARI (TL)
2009 YILI GELİR VERGİSİ TARİFESİ
8.700 TL ‘ye kadar olan gelir için
22.000 TL’ye kadar olan gelirin 8.700
YTL’si için 1.305 TL, fazlası için
50.000 TL ‘ye kadar olan gelirin 22.000
TL’si için 3.965 TL, fazlası için
50.000 YTL ‘den fazla olan gelirin 50.000
TL’si için 11.525 TL, fazlası için
Yüzde 15
Brüt Asg.
Ücr.
Yüzde 20
Yüzde 27
Yüzde 35
Gelir Vegisi Kanunu’nun
31. Maddesine göre:
Çalışma gücünün asgarî %
80’ini kaybetmiş bulunan
hizmet
erbabı
birinci
derece sakat, asgarî %
60’ını kaybetmiş bulunan
hizmet
erbabı
ikinci
derece sakat, asgarî %
40’ını kaybetmiş bulunan
hizmet erbabı ise üçüncü
derece sakat sayılır ve
aşağıda sakatlık dereceleri
itibariyle belirlenen aylık
tutarlar, hizmet erbabının
ücretinden indirilir. Sakatlık
indirimi;
- Birinci derece sakatlar
için 670 TL,
- İkinci derece sakatlar için
330 TL,
- Üçüncü derece sakatlar
için 160 TL.
16 yaş üzeri
16 yaş altı
Net Asg.
Ücr.
666.00
693.00
567.00
589.50
Yürürlük
477.19
496.53
406.26
422.38
2009 Yılı Aylık Asgari Geçim İndirimi (AGİ) Tutarları
Eşi çalışmayan ve dört çocuğu bulunan (%50+%10+%7,5+%7,5+%5+%5)
01.01.2009-30.06.2009
01.07.2009-31.12.2009
01.01.2009-30.06.2009
01.07.2009-31.12.2009
A.G.İ
Oranı
Aylık A.G.İ.
Tutarı (TL)*
85%
84.92
Eşi çalışmayan ve üç çocuğu bulunan (%50+%10+%7,5+%7,5+%5)
80%
79.92
Eşi çalışmayan ve iki çocuğu bulunan (%50+%10+%7,5+%7,5)
75%
74.93
Bekar olan veya eşi çalışan ve çocuğu olmayan (%50)
50%
49.95
*Aylık A.G.İ. (Asgari Geçim İndirimi) Tutarı:Bu tutar işçinin aylık gelir vergisi tutarından mahsup edilip kendisine ödenecektir.
NOT: Çocukların 18 yaş altında olması veya öğrenim görüyorsa 25 yaş altı olması gerekir.
SSK Aylık Kazanç Sınırları
SSK Günlük Kazanç Sınırları
Yürürlük Tarihi
Üst Sınır (TL/ay)
Alt Sınır (TL/ay)
Üst Sınır (TL/gün) Alt Sınır (TL/gün)
4,329.00
666.00
144.3
22.20
01.01.2009-30.06.2009
4,504.50
693.00
150.15
23.10
01.07.2009-31.12.2009
ASKERLİK BORÇLANMASI ÖDEME TUTARI
(en geç 1 ay içinde yapılmak zorunda)
Askerlik Borçlanması = (SSK primine esas kazancın günlük alt sınırı) X %32 X borçlanılacak gün sayısı
01.01.2009-30.06.2009
Borçlanma tutarı (18 ay): 22,20 X %32 X 540 gün
3,836.16 TL
01.07.2009-31.12.2009
Borçlanma tutarı(18 ay): 23,10 X %32 X 540 gün
3,991.68 TL
Not: Diğer borçlanmalarda da (grev, doğum, doktora vb) aynı yöntem uygulanmaktadır.
ocak 2009 (12)
DOSYA: EKONOMİK KRİZ DÜNYAYI SARSARKEN
“HAMDOLSUN TÜRKİYE’Yİ TEĞET GEÇİYOR”!?
Bir yıldan uzun süredir, kapıya dayanan bir ekonomik krizden
söz ediliyor. ABD’de başlayan ekonomik kriz, dünyayı sarsmaya
başladığında, “Hamdolsun Türkiye ekonomisi sağlam, kriz korkumuz yok. Kriz Türkiye’yi teğet geçecektir” dediler.
Sadece iki aylık süre zarfında, yüzbinlerce işçi kardeşimiz işsiz
kaldı, çok daha fazlası ücretsiz izne çıkartıldı. Krizin Türkiye’ye
etkilerinin henüz tam yansımadığı bir dönemde olduğumuz
ekonomistler tarafından söyleniyor. Krizden bahsedip önlem
alınmasını isteyenler ise, ‘amaçları farklı’ olmakla suçlandı.
Evet, haklılar. Amacımız farklı. Krizi kendileri için bir ‘fırsat’a
çevirmeye çalışanlarla mücadele ediyoruz.
Evet, haklılar. Amacımız farklı. Bizler, krizden yararlanıp,
işçilerin, emekçilerin pek çok hakkını elinden almaya çalışanlara
karşı, emekçilerin sendikalı, örgütlü gücünü savunuyoruz.
Bu sayıda, dosya konumuzu, krizin faturasını bizlere ödetmeye
çalışanlara, krizi bizlerden aldıklarıyla aşmaya çalışanlara karşı;
krizi anlatmaya ayırdık. ‘Hamdolsun, kriz bizi teğet geçiyor’ diyenlere cevabımız, ‘Hamdolsun, isyandayız’
Dosya Başlıklarımız:
Ekonomik kriz, kimin krizidir? Bedelini bizlere ödetmeye
çalıştıkları bu kriz, nasıl ortaya çıktı? Amerika’da emlak krizi
olarak başlayan bunalım, nasıl oldu da Türkiye’yi ve tüm dünyayı
sarsan ve 1929’dan beri yaşanan en büyük krize dönüştü?
Sektörlerden haberler... Kriz hangi sektörleri nasıl etkiledi? İşten çıkarmaların yoğun olduğu sektörlerde durum ne,
önümüzdeki döneme ilişkin öngörüler ne?
‘Take or Pay’ diye birşey duydunuz mu? Ciddi zarar mı
ediyorlar, yoksa krizden bile kar sağlamaya mı çalışıyorlar?
TOFAŞ’ın zarar etmesini engelleyecek anlaşmayı çok önceden
yaptığını ama buna rağmen işçi çıkardığını biliyor muydunuz?
Bu Kriz Biz Emekçiler İçin Ne Anlama Geliyor?
Prof.Dr. Aziz Konukman İle Bir Değerlendirme: Kriz gerçekten ülkemizi teğet mi geçecek, yoksa yaşamımızın orta yerine
bomba gibi düşecek mi? Sermaye ve Hükümet denize düştü,
sermaye yol verdi, hükümet kurtuluşu IMF’ye sarılmakta buldu?
Peki IMF ile kurtuluş mümkün mü? Başka yol yok mu?
Krizde yasal haklarımız... Bizler sendikalı, örgütlü olarak
çalışıyoruz. Fakat bu kriz tüm kesimleri büyük bir hızla etkisi
altına alıyor. Pek çoğumuzun eşi, dostu, akrabası krizden etkileniyor. İşten çıkarılma, ücretsiz izne gönderilme türü uygulamalarda yasal haklarımızın neler olduğunu bilmek, bu
dönemde her zamankinden fazla önem taşıyor.
basın-iş
dosya
ABD DÜNYAYA, KRİZ İHRAÇ ETTİ,
Kapitalizm sarsılıyor. ABD’den başlayan, en güvenilir denilen finans kuruluşlarından, en geleneksel sektörlere dalga dalga yayılan ve bağımlı tüm ekonomileri hızla etkisi altına alan krizin nereye
varacağını kimse kestiremiyor.
20.yüzyılın
en derin krizi
olarak bilinen
1929 büyük
buhranından
sonra
2008
yılında kapitalizm bir kez
daha
sarsılıyor. En gü1933 Aş Kuyruğu
venilir finans
kuruluşlarından asırlık geleneksel sektörlere geniş
bir alana yayılan krizin sonuçlarını kimse kestiremiyor. 2007 yılında sinyallerini veren, içinden geçtiğimiz günlerde çığ gibi büyüyen bu kriz sermayeye,
kitlesel bir ahmaklığın, aşırı finansal büyümenin acı
sonuçlarını yaşatıyor.
Kendini dünyanın efendisi, coğrafyanın jandarması,
özgürlük taşıyıcısı olarak kabul eden ABD, 11 Eylül’ün
ardından tanrının kendisine verdiği görevle demokrasi
seferine koyuluyor. Demokrasi seferi Afganistan ile
başlıyor, Irak’la devam ediyor. ABD yönetimi savaşın
maliyetini karşılamak için ek kaynaklar, sermayenin karlı çıkması için ek olanaklar yaratmak istiyor.
“Yaratıcı” finansal enstrümanlar devreye sokuluyor,
çılgın bir mali büyüme dönemi açılıyor.
ABD finans şirketleri bu dönem tefecilikte sınır
tanımıyor. Son olarak ABD’li yoksullara, düşük gelirlilere ev kredileri vermeye başlanıyor. İlk iki yıl sabit
faizli, sonrasında ayarlanmak üzere verilen kredilerin
ödenemeyen taksitleri ana paraya ekleniyor. Böylece
kredi içinde kredi açılıyor. Riski büyük, ancak sonuçta
teminatı olduğu düşünülüyor: Kocaman ev! Bu iş öyle
büyüyor, bir çılgınlık halini alıyor ki kimsenin aklına ya
bu evlerin fiyatları düşüverirse diye gelmiyor. Tıpkı dar
gelirlilere verilen kredilerde olduğu gibi teminat diye
düşünülen varlıkların fiyatlarında yaşanan ani düşüşler milyarlarca dolar krediyi birdenbire değersiz hale
getiriveriyor. Öyle ki örneğin kredi kullanılarak alınan
evin değeri, kullanılan kredinin onlarca kat altında kalıveriyor.
Hızla tüm finansal kuruluşların varlıkları erimeye
başlıyor, paçavra haline geliyor. ABD hükümeti, eriyen
finansal varlıkların karşılığında devlet tahvili veriyor.
Bu uygulama diğer birçok ülkede de gerçekleşiyor.
Devletler bankalara el koymak yerine çürüyen varlıkları satın alıp, önceki değerleri kadar sermaye koyuyor.
Bu işlem krizin çıkışından buyana ABD’de 3 trilyon dolara ulaşmış durumda.
Finans kuruluşlarınında yaşanan bu gelişmeler vakit
kaybetmeden reel sektöre yansıyor. Çökmez denilen
otomotiv tekelleri başta olmak üzere neredeyse tüm
sektörlerde birçok şirket iflas noktasına geliyor.
Sıkışan bankalar kredileri küçültüyor. Dolayısıyla
krediler pahallanıyor. Yani para pahalılanıyor. Ve bu
durum elbette Türkiye gibi ekonomisi ve sanayisi dışa
bağımlı bir ülkeyi de kaçınılmaz olarak etkiliyor. Döviz
kredileriyle, ithal girdi ve teknoloji ile üretim yapan
Türkiye imalat sektörü, bunun yanında 140 milyar
dolara varan özel sektör dış borcu ile bu bağımlılığın
sonuçlarını yaşıyor.
Krizde ‘zarar etmeyenler’ de var!
korurken, Akbank 1500’den fazla işçinin işine son verdi. Kâr açıklayan şirketlerden bazıları şunlar:
Alarko Gayrimenkul (yüzde 209), Anadolu Sigorta
(yüzde 144), Aviva Sigorta (yüzde 88), Bagfaş (yüzde
307), Bossa (yüzde 94), Componento Dökümcülük
(yüzde 229), Çelik Halat (yüzde 463),
Demisaş Döküm (yüzde 159), Ege
Gübre (yüzde 95), Ereğli Demir Çelik
(yüzde 155), FM İzmit Piston (yüzde
487), Fon Finansal Kiralama (yüzde 109), Gersan Elektrik (yüzde
231), Güneş Sigorta (yüzde 190),
İntema (yüzde 84), İş Finansal
Kiralama (yüzde 86), Otokar
(yüzde 177), Plastikkart (yüzde
226), Şeker Finansal Kiralama
(yüzde 117), Türk Hava Yolları
(yüzde 243), Türk Prysmian
Kablo (yüzde 396), Yapı Kredi
Sigorta (yüzde 120).
Pek çok şirkette işçiler ekonomik kriz gerekçesiyle
işten çıkartılırken, bu şirketlerin bir bölümü
yüksek kar oranları ile dikkat çekiyor. Yılın
ilk dokuz aylık kar bilançosu açıklandığında, pek çok şirketin karlılığını
koruduğu dikkat çekti. Açıklanan
verilere göre; bilanço açıklayan
231 şirketin ortalama zararı
sadece yüzde 1,34 dolayında
kalırken, 12 şirket zarardan
kara geçti. 70 şirket karını artırdı. Kârını artıran şirketlerin
de işçi çıkartma yoluna gittiği
görülürken, şirket yöneticileri
‘yangın bize de geliyor’ türü
ifadelerle durumu işçilerin gözünde de meşru hale getirmeye
çalışıyor. Örneğin, bankalar kârlılığını
ocak 2009 (14)
basın-iş
dosya
TÜRKİYE DERİNDEN ETKİLENDİ..
ABD’de başladı, kısa bir sürede, fabrikalarımıza, atölyelerimize,
evlerimize kadar yansıdı. Bugün çoğumuz öyle ya da böyle bu
krizin ‘faturasını ödüyoruz’ Krizin ilk dört beş aylık dönemde Türkiye’ye bilançosu yüzbinlerce yeni işsiz!!
Dünya çapında bu kadar büyük etki yaratan krizden
ülkemiz ne kadar etkilendi?
Kriz ilk olarak ABD’de bir emlak krizi şeklinde ortaya
çıktığında, ülkemizde hemen açıklamalar yapıldı:
“Türkiye’de tutsat piyasası henüz gelişmedi, yaşanan
krizden gayrimenkul sektörümüz bile etkilenmez”
diye…Fakat kısa süre sonra gayrimenkul sektörünün
krizden çok ciddi boyutta etkilendiği ortaya çıktı. Bu
sefer de açıklamalar hazırdı: “Zarar bu noktada kalır,
diğer sektörlere yansımaz.”
Elbette böyle de olmadı. Başbakan Tayyip Erdoğan
‘Hamdolsun, kriz Türkiye’yi teğet geçecektir’ derken;
işçiler ‘Hamdolsun, işsiz kaldık’ demeye başladı. Başta
otomotiv sektörü olmak üzere pek çok sektörde hızla
işten çıkartmalar ve ücretsiz izinler gündeme gelmeye
başladı. Ancak dünya çapındaki işsizlik verileri medyada yer bulurken, ülkemizde kapanan fabrikalar, işsiz
kalan işçiler medyaya aynı oranda yansımadı.
AKP iktidarında gözlenen büyüme, dünyadaki
likidite bolluğu sonucunda dış kaynak bulma kolaylığı
ile yakından ilişkiliydi. Bu süreçte, kamu kaynaklarını
yağmalamak için ülkeye çağırılan yabancı sermaye,
ucuz dövizle patlatılan ithalat ve yatırımların dış borçla
finansmanına dayanan bu sistemin; dünyayı sarsan
bir ekonomik kriz döneminden etkilenmeden çıkması
mümkün değildir. Kredi ve talep daralması sonucunda
reel sektörü durgunluğa sürükleyen finansal kriz, çok
kısa sürede birkaç yüz bin kişinin işine son verilmesinin gerekçesi olurken; yıl sonunda işsizlik rakamlarının
benzersiz boyutlara ulaşacağı da iktisatçılar tarafından
öngörülüyor.
T Ü İ K ’ i n
e k s i k l i ğ i
herkesçe bilinen
verilerine
göre bile; Ekim
ayında işsizlik
oranı
yüzde
10,9’a çıkarken
işsiz sayısı da
2,7
milyona
yaklaştı. Elbette TÜİK’in eksik olmasının yanısıra, 3 ay
gecikmeyle yayınlanan istatistikleri, özellikle ekonomik
kriz gibi hergün toplu işten çıkarmaların yaşandığı
dönemlerde, işlevsel olma niteliğini daha da yitiriyor.
Burada ele alınabilecek bir başka veri de, şirket
kapanmaları. Ekim ayında kapanan şirket sayısı, bir
önceki yılın aynı ayına göre yüzde 64,4 artarken; on
aylık dönemde ise, bir önce yılın aynı dönemine göre
yüzde 72,3 artmış.
Krizler sistemi olan kapitalizmin, bundan
sonrasında da yeni krizler yaratacağı çok açık. Bu
krizlerden ülkemizin etkilenmesini engellemenin yolu,
‘Hamdolsun’lu açıklamalar yapmak değil; IMF’siz, serbest kur rejimsiz, yabancı sermayesiz, özelleştirmesiz,
planlı bir kalkınma programının hayata geçirilmesidir.
Kısa vadede ise, yaşanan saldırıya karşı çıkarken,
öncelikli talebin, işten çıkartmaların ve atılan işçilerin
geri alınması olacağı çok açık. Sendikaların pek çoğu
da, bu yönde seslerini yükseltiyorlar. Ancak önemli
olan, bunun, en geniş kesimlerin katılımı ile, sesimizi
herkese duyuracak güçte ifade edilebilmesi.
İŞTEN ÇIKARTILAN İŞÇİ SAYISI İKİ AYDA YÜZBİNLERİ BULDU
PEKİ ŞİRKETLERİN KAR ORANLARI?????
Tüm piyasa panikte. Herkes ‘yangından mal kaçırma’ derdinde. Borsada işlem gören şirketlerin
kar oranları açıklandı. Aşağıdaki liste daha da uzatılabilir. İşte işçi çıkartma ve benzeri uygulamalara giden bazı şirketlerin kar oranları...
İRKET
2008’in ilk 9 ayındaki net karı İten çıkartma ve ücretsiz izin uygulamaları
TOFA
137,2 milyon dolar
Eylül ayından bu yana 1000 işçi çıkarttı; işçi çıkışı ve yarı
ücretli izin uygulaması devam ediyor.
AKBANK
1,18 milyar dolar
Ekim ve Kasım aylarında 2000’e yakın bankacıyı işten attı.
VESTEL
37,3 milyon dolar
Kasım ayında çoğu beyaz yakalı 1000’e yakın işçi atıldı.
FEDERAL
MOGUL
10,3 milyon dolar. Bir önceki yıla göre 90 işçi işten atıldı, 6 Aralık-6 Ocak tarihleri arasında tüm
net kar artışı %544.
işçiler izne gönderildi.
FORD
OTOSAN
316,5 milyon dolar.
23 Aralık-12 Ocak arası beşinci kez izin uygulanacak. Ağustos ayından bu yana çıkışlar sürüyor. 1500 işçi işten atıldı.
ocak 2009 (15)
dosya
İLK DARBEYİ
HANGİ
SEKTÖRLER
ALDI?
OTOMOTİV KRİZDE DE ‘LİDER’
Otomotiv sektöründeki
daralma Ekim ayı ile birlikte büyük boyutlara ulaştı.
Otomobil üretimi Ekim
ayında 45 bin 57 adetle
bir önceki yılın Ekim ayına
göre %24,2 geriledi. Ford
Otosan, Oyak Renault ve
Tofaş gibi devlerin sık sık üretime ara verdiği Ocak
ayının ilk yarısında otomotiv ihracatı geçen yılın aynı
dönemine göre yüzde 69,3 oranında geriledi. 2008
yılı sonu itibariyle sektör yüzde 17 daraldı.
Ford Otosan 13-24 kasım tarihleri arasında üretime
ara verdi. Ağustos ayından bu yana yaklaşık 2000 işçi
işten çıkartıldı. Tofaş’da bu sayı 1000’i aşmış durumda. Hyundai üretime ara verdi, çıkışlar sürüyor.
Yan sanayide ise durum daha trajik. Otomotiv yan sanayisinin merkezi olarak bilinen Bursa’da Eylül ve Ekim
aylarında işten atılan işçilerin sayısının 10 bine ulaştığı,
Kasım ayında ise bu sayının ikiye katlandığı belirtiliyor.
METALDE GENEL SIKINTI
Henüz otomotivdeki kadar yoğun bir biçimde etkisini göstermemiş olsa da
başta beyaz eşya olmak
üzere metal sektörlerinin
tamamında üretim durdurma ve işten çıkartmalar
yaşanıyor. Son süreçte, Vestel’in Manisa’daki
fabrikasında çok sayıda işçi işten çıkartıldı. Philips’in
Gebze’deki armatür fabrikası üretime son verme
kararı aldı. Ayrıca çok sayıda işyerinde ücretsiz izin
uygulamaları gündemde.
TEKSTİLDE ESNEKLEŞTİRME
Tekstil
sektöründe,
çok sayıda şirket oluşu,
kayıtdışı çalışmanın yoğunluğu ve geniş çaplı
örgütsüzlük
sağlam
verilere ulaşılmasının önünde çok büyük engel.
Pek çok şirkette haftanın
belirli günleri çalışma ve yalnızca çalışılan günler
basın-iş
için ücret ödenmesi rutin hale gelmiş durumda.
Sektörde işten çıkartmaların en çok gündeme geldiği
şirket ise, 800 işçiyi çıkartan Sifaş İplik ve Nergis
Tekstil. Ayrıca üretimin tamamen durduğu Tümteks
Fabrikası’ndan 141 işçi çıkartılırken, iflas eden
Sönmez Filament’ten de 205 işçi çıkartıldı. İstanbul
Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB)
Başkanı, sektörde 2004 yılından bu yana 10 bine
yakın firmanın kapandığını ve yaklaşık 500 bin insanın
da işini kaybettiğini belirterek acilen önlem alınmadığı
takdirde istihdam kaybının 1 milyonu bulabileceğine
söyledi. Önlem altında önerdikleri ise daha fazla
teşvik ile doğrudan patronlara gelir transferi, bölgesel
asgari ücret uygulaması, işsizlik fonunun yağması ve
işten çıkarılanlara kıdem tazminatının yarısının işsizlik
fonundan yarısının ise patronlar tarafından 2 ile 5 yıl
arasında ödenmesi.
İNŞAAT KÜÇÜLÜYOR
İnşaat sektöründe 2007
yılından itibaren büyüme
yavaşladı ve 2008 yılının
ikinci çeyreğinde büyüme
yüzde 0,9 oranında kaldı.
Önümüzdeki
dönemde
de sektörün küçülmesi
bekleniyor. Örgütsüzlük ve
kayıtdışı çalışma yine
sağlam verilere ulaşmanın
önündeki en büyük engel. Öte yandan, gemi
inşaatında çalışan işçiler
açısından da ciddi bir
sıkıntı söz konusu. İşçi
ölümleri ile gündeme gelen sektörde, 1200’den
fazla işçi şimdiden işten
çıkartıldı. Bu rakamın kısa
sürede 10 bini aşacağı
belirtilirken;
ilk
işten
çıkartılanların iş güvenliğinde çalışan işçiler oluşu,
önümüzdeki dönem iş cinayetlerinin artacağının da
göstergesi. Tersanelerde işten çıkartılan pek çok işçi
kıdem tazminatını alamazken, işverenler tazminatlar
için 4-5 ay sonrasına gün veriyor.
FİNANS SIKIŞMA YAŞIYOR
Krizin
Türkiye’ye
yansımaları ilk ortaya
çıktığı dönemde, finans
sektörünün sağlam olduğu
ve reel kesimin bu krizden
daha fazla etkileneceği
söylenmişti. Ancak süreç
içinde bunun da doğru olmadığı ortaya çıktı. Daha
Ağustos ayında 2008 yılının ilk yarısı için 1 milyar 215
milyon YTL kar açıklayan Akbank’tan, Kasım ayında
yaklaşık 1500 işçi çıkartıldı. Önümüzdeki dönemde
finans sektöründe çok daha büyük ölçüde işten
çıkartmaların yaşanması bekleniyor.
ocak 2009 (16)
basın-iş
dosya
TOFAŞ’tan, ‘Kriz Nasıl
Fırsata Çevrilir’ Dersi
Yaptığı take or pay anlaşmaları ile, üretim yapmasa dahi
kaybı olmayan TOFAŞ, kriz nedeniyle işçi çıkartıyor...
1000’i aşkın işçiye kapının gösterildiği TOFAŞ’ta, üretim sıfırlansa dahi kârlılığın devam etmesini sağlayacak anlaşma yapıldığı ortaya çıktı.
İtalyan ortağı Fiat’tan gelen tüyolarla Avrupa pazarındaki çakılmayı erken gören ve Ekim ayında 380 işçiyi işten çıkartan TOFAŞ, kalan işçileri
de ücretsiz izne gönderdi. Bölge Çalışma Müdürlüğü’ne yapılan bildirime göre 700 işçi daha işten çıkartılacak.
TOFAŞ’ın 40. yılını kutladığı 27 Ekim gününe bir rekor damgasını
vurdu. Fabrika tarihinin en yüksek üretimini gerçekleştirip ciro ve kâr
rekoru kırmıştı. 2008’in ilk 9 ayında 233 bin adet üretimle, 2007 yılının
Tofaş web sitesinden bir alıntı. İşten çıkarılan işçileri
tamamı geride bırakılmış, ciro önceki yılın aynı dönemine göre yüzde düşündüğümüzde insanın Tofaş’ın kendi işçilerini
60 artarak 3,9 milyar YTL’ye, kâr da yüzde 102’lik artışla 366 milyon insan olarak görüp görmediğini sorası geliyor.
YTL’ye çıkmıştı. Bunların yanısıra, TOFAŞ, yaptığı anlaşmalarla kendini garantiye almış durumda. TOFAŞ
yöneticilerinin geçtiğimiz ay düzenledikleri yatırımcı toplantısında analistlere söyledikleri kadarıyla yıl sonuna
kadar hiç üretim yapmasalar bile herhangi bir kayıpları olmuyor. Fiat ve PSA Peugeot ile yapılan anlaşmalar,
sipariş iptali durumunda sabit giderler, amortisman ve kârın ödenmesini zorunlu kılıyor. TOFAŞ’ın dururken bile kâr yazmasını sağlayan anlaşmalar “take or pay” yani “al ya da öde” anlaşmaları. Bazı modellerde 10 yıllık
anlaşmalar olduğundan TOFAŞ’ın kimi sunumlarında söz ediliyor. Yatırımcı toplantısında şirketinin geleceğinden endişe etmemeleri için verilen bilgi İş Yatırım, HSBC, Finans Yatırım tarafından hazırlanan ve müşterilerine gönderilen TOFAŞ raporlarında yer alıyor. Krizi fırsata çevirmek dedikleri bu olsa gerek!!
BU KRİZ BİZİM İÇİN
NE ANLAMA GELİYOR?
Bir ‘krizler sistemi’ olan kapitalist sistemin bu
krizini; serbest piyasa, yoğun tekelleşme, sermaye
dolaşımı önündeki tüm engellerin kaldırılması, neredeyse tüm kamu hizmetlerinin özelleştirilmesinin
damga durduğu dönemin ürünü olarak tanımlamak
yanlış olmaz. Yani bir aşırılıklar döneminin...
Dünyayı sarsan ekonomik krizin ABD’de emlak
sektöründen başlayıp, kısa sürede evlerimizin içine
girdiği bu dönemde, işçiler olarak nasıl bir tutum
takınacağımız büyük önem taşıyor.
Krizin ilk dönemlerinden itibaren Hükümet cephesinden durumu en iyi tabirle hafife alan açıklamalar
yapılırken; işini kaybeden yüzbinlerce işçi ve aileleri
krizi pek de hafife alacak durumda değil elbette.
Nitekim, son günlerde, Adalet Bakanı Mehmet Ali
Şahin de bir açıklama yaparak, Hükümet’in ‘halka
moral vermek’ amacıyla, krizi hafife alan açıklamalar
yaptığını, bunun ‘halkın iyiliği için’ olduğunu söyledi.
Örneğin sadece Trakya bölgesinde yüzbine
dayanan rakamlarda işçi çıkartılmışken, Bursa’da,
Gebze’de benzer rakamlar söz konusuyken; bazı
şirketlerde işçiler işsizlik tehdidi ile daha düşük ücretle
çalışmaya zorlanırken; bu uygulamalara maruz kalan
işçilerin ‘işimiz yok, evimize ekmek götüremiyoruz
ama hamdolsun moralimiz yüksek’ demesini sanıyoruz
ki Hükümet yetkilileri de beklememiştir. Umdukları
en fazla, henüz işi olan, düşük de olsa bir ücret alan
işçilerin ‘buna da şükür’ demesini ve krizin kendilerini
teğet geçeceğini düşünmelerini sağlamak olabilir.
Krizin ilk günlerinden itibaren, başta Başbakan
Erdoğan olmak üzere, hükümet tarafından yapılan
“teğet geçecek, bize dokunmayacak” minvalindeki
açıklamaların “halka moral vermek” için yapıldığını
ve gerçeği yansıtmadığını kabul eden Şahin, “Bir
doktor hastasını muayene ettiğinde, gerçekten
birtakım olumsuz bulgulara rastlamışsa, hastasına
‘Kardeşim, eyvah, neredeydin sen bu zamana kadar,
senin durumun iyi değil, yolcusun’ demez. ‘Çok iyisin
kardeşim, biraz daha sabret, şu ilaçları kullan, mutlaka iyileşeceksin’ der” dedi.
Bırakalım kapitalizmin bir krizler sistemi olduğunu,
bırakalım bu krizi hergün daha fazla kazanmak için
paralanan kapitalistlerin çıkartmış olduğunu; sadece
bu açıklama üzerinden devam edelim. Hastalığı artık
öğrendiğimize, ‘iyi’ olmadığımızı bildiğimize göre;
iyileşmek için çaba göstermek gerekiyor. Hastalık bu
sistemin kendisiyse, krizler yaratan bu sisteme karşı
mücadele etmek; işyerimizde ‘kriz var’ deyip bizi işten
atmak isteyenlere karşı mücadele etmek, sıranın bize
gelmesini beklemeden mücadelenin bir kenarından
tutmak gerekiyor.
Hatta, atölyesinde ‘ee, patron haklı, iş yok ki,
tüm gün boş oturuyoruz’ diyen, kafasında krizin etkilerini meşrulaştıran işçi arkadaşımıza anlatmamız
gerekiyor. ‘Karlarını hergün artırırlarken, seninle
paylaşıyorlar mıydı, senin hiçbir sorumluluğun olmayan bu krizde neden aynı gemiye bindiniz bir anda?’
diye sormamız gerekiyor. İşyerleri kapatılan Philips
işçileri gibi, bizim de sormamız gerekiyor “bugüne
kadar kazandırdığımız paralar nerede?” diye...Krizi
bizlerden fedakarlık isteyerek aşmaya çalışanlardan,
evimize götürdüğümüz bir somun ekmeğe,
çocuğumuzun okul harçlığına, sağlığımıza göz dikenlerden; yıllardır bizlerin üzerinden kazandıklarını
açıklamalarını, krizin faturasının bizden değil, bizim
alınterimizden kazandıklarından ödenmesini talep etmeliyiz. Sendikalı, örgütlü bir işçi olmanın bilinciyle...
ocak 2009 (17)
basın-iş
dosya
SONUÇ YERİNE BİR SÖYLEŞİ:
AZİZ KONUKMAN İLE KRİZ, HÜKÜMET POLİTİKALARI VE KAPIMIZDAKİ IMF ÜZERİNE...
Türk-İş’te yıllarca Araştırma Müdürü olarak emek veren ve şu
an Gazi Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Görevlisi olan
Sayın Hocamız Aziz Konukman ile yaşanan kriz, hükümet
politikaları, IMF Anlaşması ve krizin emekçilere yansımaları
üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
SORU: Küresel kriz tüm dünyayı kasıp kavururken,
Başbakan’ın dediği gibi gerçekten Türkiye’yi teğet
geçecek mi veya kimleri teğet geçecek, emekçilere
etkisi ne olacak?
Bakmayın siz Başbakan’ın ‘kriz bize teğet geçecek’
laflarına kriz ülkeyi, özellikle de emekçileri çoktan vurdu
ve vurmaya da devam ediyor. Başbakan bir ölçüde de
haklı olabilir. Kriz gerçekten de Başbakan ve çevresine
teğet geçiyor.
Başta tekstil ve otomotiv olmak üzere birçok sektörde
emekçiler ya işten çıkarılıyor veya ücretsiz izne ayrılmaya zorlanıyor ya da işsizlik tehdidiyle düşük ücretle
çalışmaya razı ediliyor. Söz konusu sektörlerde krize
karşı alınabilecek çok sayıda önlem olmasına rağmen,
nedense akla ilk gelen önlemler bunlar oluyor. Bu yollara
başvurularak, adeta ‘kriz fırsatçılığı’ yapılmaya çalışılıyor.
Aynı çevreler, bu önlemler yetmiyormuş gibi bir de kıdem tazminatı yükümlülüklerinden kurtulmak için işsizlik
sigortası fonuna (İSF) göz dikmiş bulunuyor. Anlaşılan,
yasal zemine kavuşturulmuş istihdam paketiyle elde ettikleri olanakları daha da genişletmek istiyorlar. Bilindiği
üzere, bu paketle İSF’nin amaç dışında kullanımının yolu
açılmış ve sermayenin kullanımına yönelik yeni olanaklar
sağlanmıştı.
Ayrıca, aynı çevrelerce kıdem tazminatlarının bir fon
oluşturularak bu fona devredilmesi öneriliyor. Gerçi öneri
yeni değil, ama kriz bahane edilerek pazarlanmaya çalışılıyor. Bunun emekçiler tarafından kabul edilebileceğini
düşünmek safdillik olur; çünkü Tasarruf Teşvik Fonu,
KEY gibi uygulamalarla emekçilerin alınteri olan paralarının nasıl çarçur edildiği henüz hafızalardan silinmiş değil.
Aslında ‘kriz fırsatçılığı’ çabaları bilinmedik şeyler
değil. Hafızalarımızı bir yoklamak yeterli. Nisan 1994,
Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinde bu tür ve benzeri
önlemlerle krizin faturası emekçilere ödettirilmiştir. Bu
sadece bize özgü bir durum değil. Benzeri uygulamalar
kriz yaşayan diğer ülkelerde de uygulanmış ve uygulanmaya devam ediyor.
Nitekim son krizde
ABD’de başlayan ve
manşetlere taşınan
Wall
Street-Main
Street tartışmasının
(New York Borsası’nın
bulunduğu caddedeki
şişman büyük şirket
yöneticileriyle sokaktaki adamın-emekçinin
kavgası) devlet tarafından açılan yardım
paketleriyle ilki büyük
sermaye
çevreleri
lehine sonuçlanması ve krizin faturasının ikinciye çıkarılması bu açıdan tesadüf olmasa gerek.
İşte, tüm bunları sergileyebilmek, krizin ülke çalışma
hayatı ile emekçileri üzerindeki olası etkilerini, gelişmelerini daha ayrıntılı izleyebilmek ve değerlendirebilmek için
acilen bir kriz masası oluşturmak gerekiyor. Doğaldır ki,
sadece izlemek ve değerlendirmek yeterli değildir. Ayrıca
emek inisiyatifinde oluşturulmuş bir ‘kriz programı’ da hazırlamak durumundadır.
Gerçi emek cephesinde hiç de bir şey yapılmıyor
değil; geç ve yavaş da olsa bir hareketlenme başlamış
durumda. Bu açıdan, gerek DİSK, KESK, TMMOB, TTB,
Çiftçi-Sen’in ortaklaşa çabalarını ve Türk-İş Başkanlar
Kurulu’nun girişimlerini, gerekse sevgili dostum Atilla
Özsever’in Cumhuriyet’teki son yazısında bizi bilgilendirdiği Topkapı Yerel Platformu’nun (tekstil ve cam işçilerinin başını çektiği bu platform, işyeri temsilcileri tarafından
oluşturulmuş. Bu platform bölgedeki tüm emek örgütlerini, muhtarları, esnafları ve örgütsüz işçileri de içine katmayı amaçlıyor) katkılarını önemsiyoruz.
Umarız, geçmişte olduğu gibi Emek Platformu’nun
hazırladığı ‘Alternatif Program’ türü bir program emekten
yana bilim insanlarının da katkısıyla en kısa sürede hazırlanır ve kamuoyunun bilgisine sunulur. Aksi durumda,
ne yazık ki geçmişte olduğu gibi yine IMF programıyla
yola devam etmek zorunda kalacağız.
SORU: Dünya genelinde ülkeler 2009 yılını krize
karşı alıncak önlemler üzerinden planlarken, hükümetin 2009 Programında neler var? Bizleri neler
bekliyor?
2009 Yılı Programı “krize rağmen yola devam” anlayışıyla hazırlanmış. Krizin olası risklerinin farkında olunmasına rağmen, bir önceki programın aynen korunması ve
somut bir önlem alınmaması düşündürücüdür.
2009 Yılı Programı’nın önemli bulduğum temel makroekonomik hedefleri şöyledir:
Büyüme oranı yüzde 4, enflasyon yıl sonu TÜFE
yüzde 7,5, fert başına milli gelir 10.913 dolar, işsizlik oranı yüzde 10,4, ihracat ve ithalat artışı sırasıyla
yüzde 8,4 ve 6,7, cari işlemler açığı 50,4 milyar dolar,
ortalama dolar kuru 1,40 TL.
Değerlendirmeye, bu tahminlerden başlayalım. Orta
Vadeli Program’da (OVP) büyüme yüzde 5 olarak öngörülmüştü. 2009 Programında da kriz gerekçe gösterilerek 1 puan indirilmiş. Hemen belirtelim, bu revizyon
gerçekçi değil. Büyüme yüzde 4 olarak revize edilirken,
IMF ve Morgan Stanley’in Türkiye büyüme tahminleri son
olarak yüzde 2,3 ve 1,9 olarak revize edilmiştir. Merkez
Bankası’nın açıkladığı tahmin ise yüzde 2,7’dir. Bu durumda programın öngörüsünün bir hayli iyimser kaldığı
çok açık bir şekilde görülüyor.
ocak 2009 (18)
basın-iş
Büyüme öngörüsü iyimser olunca, büyümeyle bağlantılı diğer makro ekonomik göstergeler de kaçınılmaz olarak gerçeği yansıtmaktan uzak kalmaktadır. Örneğin işsizlik oranının öngörülen yüzde 10,4 gibi bir düzeyde kalması mümkün gözükmüyor. 2001 krizi öncesinde işsizlik
oranı yüzde 3,5 düzeyinde idi. Bugün bu oran yüzde 10
civarında. Kriz sonrası 2002’den başlayarak 2007’ye kadar (2007 ve 2008’de büyüme düşme eğilimine girmiştir)
göreli olarak yüksek bir büyüme temposu sürdürülmesine rağmen, işsizliğin ikiye katlanması düşündürücüdür.
Yüksek büyüme hızlarına rağmen, çözülemeyen işsizlik
sorununun büyümenin düşme eğilimine girdiği bir süreçte
daha da katmerleşeceği açıktır.
Benzer şekilde, ihracat artışı öngörüsü de gerçekçi değil. En büyük dış ticaret ortağımız olan Avro bölgesinde
gelir ve ithalat hacmi artışının sırasıyla yüzde 0,2 ve 0,5
olarak öngörülmesi, bu bölgeye dönük ihracat gelirlerini
olumsuz etkileyecektir. Kaldı ki, aynı durum Avro bölgesi
dışındaki yerlere yapılacak ihracat için de geçerli. Çünkü
kriz nedeniyle bu bölgelerin de gelirleri ve ithalat hacimleri daralacak.
İhracatın gerilemesi durumunda, bunun döviz kurlarında bir baskı oluşturacağı açıktır. Dolayısıyla, böyle bir
durumda öngörülen 1,40 YTL’lik ortalama dolar kurunun
bu düzeyinin tutturulabilmesi çok zor gözüküyor. Kur öngörüsü tutmadığında, başta dolar cinsinden fert başına
milli gelir ve enflasyon (kur artışının
ithal ara girdi fiyatlarını artıracağı
ve dolayısıyla enflasyonu tetikleyeceği yüksek bir olasılıktır) olmak
üzere diğer göstergelerin sil baştan
değişeceği çok açıktır.
Bu
gelişmeler
olduğunda,
Türkiye’nin önümüzdeki yılda cari
fazlaya geçmesi bile mümkün.
Ancak, işsizliğin artacağı, üretimin
gerileyeceği, sermaye birikiminin
erozyona uğrayacağı ve tüketimin
daralacağı bir ortamda, doğaldır ki,
cari işlemler fazla verecektir.
Aslında program, bu gelişmelerin ve risklerin farkında.
Nitekim programın 13’üncü sayfasında bu açık bir şekilde
ifade ediliyor. Ancak, bu tespitlere rağmen, dünya krizinin
Türkiye ekonomisini etkilemeyeceği varsayımı yapılarak
gerçekçi olmayan makroekonomik öngörülerin yapılması
düşündürücüdür.
Programın en çarpıcı özelliği, yerel yönetim yatırımlarında merkezi yönetim bütçesindekine göre daha yüksek
bir artışın öngörülmüş olmasıdır. Merkezi yönetim bütçesi
yatırımlarında yüzde 4 artış öngörülüyorken bu oran
yerel yönetimlerde 11’e yükseltiliyor. Rakam adeta üçe
katlanıyor. Yani yatırımlar, yerel yönetim seçimlerine endekslenmiş durumda.
Özetle, 2009 Yılı Programı, 2009 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçesi gibi krizle yerel yönetim seçimleri arasında sıkışmış bir görüntü veriyor.
Soru: Yeni IMF Anlaşması ile ilgili basına yansıyan
bilgiler dikkate alındığında, emekçisinden, sendikasına, adli kurumlara kadar herkese kafa tutan ve
bildiğini okuyan hükümet IMF karşısında da bu kadar
“yürekli” davrandı
diyebilir miyiz? IMF gerçekten
karşı konulamaz bir güç mü yoksa işin içinde başka
bir iş mi var?
Yeni IMF anlaşması ile ilgili olarak Birgün Gazetesi
dosya
güzel bir manşet attı: Parayı Veren Ümüğü Sıkar”.
Gerçekten de önlemler incelendiğinde, bu yorumun ne
kadar doğru bir değerlendirme olduğu çok net bir şekilde
ortaya çıkıyor.
Gerçi IMF’in resmi muhattabı olan Hazine yetkilileri
“IMF ile resmi program imzalanmadan yazılıp çizilenlere
inanmayın” diyor ama bu açıklama pek inandırıcı değil.
IMF, her hastaya aynı reçeteyi yazan bir doktor gibi (kaldı ki, bu tıpta bile istisnai bir durumdur) masaya oturduğu
her ülkeye standart bir reçete öneriyor; “öneriyor” sözcüğü hafif kalır adeta dayatıyor.
Dolayısıyla, Hazine yetkilileri ne derse desin yeni anlaşma “ümük sıkıcı” önlemleri mutlaka içerecektir; ama
az ama çok . Pazarlık olacaksa bunun miktarı ve niteliği
üzerinde olacaktır.
Sermaye çevreleri, ısrarla “Türkiye’yi krizden kurtaracak tek aktörün IMF olduğunu” ileri sürüyor. Sermaye
çevrelerinin ve hükümetin IMF ile yapılacak yeni bir
stand-by anlaşmasından beklentileri ise şöyle sıralanabilir:
•Anlaşma, uluslararası finans piyasalarında yeşil ışık
olarak algılanacak ve kriz nedeniyle kesintiye uğrayan
yüksek reel faiz-düşük kurdan nemalanan sıcak para akışı yeniden sağlanmış olacak.
•Anlaşma sonrası sağlanacak kredi, özel sektörün fonlanma olanaklarını iyileştirme amacıyla kullanılacak.
Bu beklentilerin gerçekleşmesi halinde kurda geçici bir düşüş
sağlanacağı ve dış borç batağındaki (bilindiği üzere özel sektörün
dış bor tutarı yaklaşık 200 milyar
dolar civarındadır) özel sektörün
bu düşüş sayesinde geçici de olsa
rahatlayacağı ve soluklanacağı
açıktır. Tüm çaba bunu sağlamaya
yöneliktir.
Çalışanların gelirlerinin düşecek
olması ve önemli bir kısmının işsizliğe mahkum olacak olması, onları
hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Yeter ki
güzide özel sektörümüz bir soluklanıversin. Gerisi laf-ı
güzaf…
Ancak hemen belirtelim, bu beklentilerden ilki hiç de
gerçekçi değil. Sıcak para girişinin yeniden başlayıp
hızlanabilmesi için, IMF programı uygulayan ülkenin anlaşma sonrasında kemer sıkma politikaları (çalışanların
satın alma gücünün düşürülmesi ve kamu harcamalarının daraltılması yolu ile iç talebin geriletilmesine yönelik
politikalar) ile içeride yarattığı fazlayı ihraç ederek döviz
üretebilir bir konuma gelmesi gerekir.
2001 krizi sonrasında var olan bu olanak ne yazık ki
bugün mevcut değil. Çünkü ne dışarıda canlı bir talep
var ne de Türkiye’ye gelmeye hazır istekli bir sıcak para
(merkez ülkelerdeki finansal sermaye kendi can derdine
düşmüş ve dolayısı ile ne Türkiye’ye ne de bir başka gelişmekte olan ülkeye gidecek durumda).
Bu durumda olası bir IMF anlaşmasının sermaye
çevrelerine akıtılacak sınırlı bir IMF kaynağı dışında ne
sermaye çevrelerine ne de emekçilere hayırlı sonuçlar
getirmeyeceği ve krizin çözülmek bir yana daha da derinleşeceği çok açıktır.
Zaten Türkiye ekonomisini kırılganlaştırarak bu günkü
konuma getiren bir IMF programının allanıp pullanmayla
yeni bir programa dönüştürülerek çözüm üretebilmesi ve
krizin üstesinden gelebilmesi mümkün de değildir.
ocak 2009 (19)
SORU: Ekonomik sıkıntılarımızı dikkate aldığımızda Türkiye IMF’ye gerçekten mecbur mu yoksa
başka çareler üretilebilir mi? Kısacası IMF Ezberinin
Bozulma Şansı var mı?
Hazine Bakanı Mehmet Şimşek stand-by anlaşmasıyla
ilgili olarak kendisiyle yapılan bir röportajda “Ezber bozan
bir anlaşma olacak” demiş.
Üzülerek görüyoruz ki, emek cephesinin tüm muhalefetine rağmen IMF anlaşması kaçınılmaz olacak. Bu
durumda bize önemli bir görev düşüyor: Hükümete Latin
Amerika’da yaşanmış bir ezber bozma örneğini hatırlatmak.
Hükümetin önünde yeni stand-by’a giderken iki seçenek bulunuyor; faiz dışı fazlayı (FDF) aşağıya çekebilmek için IMF ile sıkı bir pazarlığa girişmek, bu olmuyorsa
mutlaka kendisine dayatılan FDF hedefine ulaşmanın
mevcuttan farklı bir yöntemini bulmak. İlki için hem iktidarın ilk günlerinde hem de ilerleyen günlerinde böyle bir
çaba sarfedildi ve her seferinde bu yöndeki talepler IMF
tarafından reddedildi.
FDF hedefine ulaşmanın mevcuttan farklı iki tür yöntemi olabilir. Bunlardan ilki, IMF ile müzakereyi gerektirirken diğerinin böyle bir zorunluluğu bulunmamaktadır.
İlki, Brezilya Başkanı Lula ile Arjantin Başkanı Kirchner’in
ortak çabalarıyla geliştirilmiş ve 2004 Mart’ında
“Copacabana Deklarasyonu” ya da “Copacabana
Anlaşması” (Copacabana Act) diye anılan bir belgeyle
hayata geçirilmiştir. Bu belgeyle iki ülkenin “FDF kısıtı
altında sosyal politikalardan vazgeçmeyeceği” ilan edilmiştir. Yani, bunda böyle bu iki ülkede FDF hedeflerinin,
ulusal ekonomilerinin büyüme ve yatırım potansiyellerini
engellemeyecek biçimde bağımsız olarak tespit edileceği
duyurulmuştur.
Bu kararın ilk adımı olarak Arjantin kamu kesimi FDF
hedefini 2004 için yüzde 3’e çektiğini açıklamış ve söz
konusu hedefin 2005 başında ekonominin koşullarına göre yeniden revize edeceğini ilan etmiştir. Bu arada her iki
ülke de, FDF tanımlarını daraltarak sosyal altyapı harcamalarını bu tanıma dahil etmeyeceklerini açıklamışlardır.
Gerekçe olarak sosyal altyapı harcamalarındaki kesintiler
devam ettirildiğinde halkın zaten sarsılmış olan ekonomik ve sosyal dengelerinin daha da bozulacağını işaret
etmişlerdir. Açıktır ki, bu harcamalardan giderek yoksun
bırakılmış bir ekonominin sürdürülebilir bir büyüme sürecine girebilmesi de mümkün değildir.
Görülüyor ki, her iki ülke de, IMF’ye karşı yüksek borçlu ülke olmalarından kaynaklanan dezavantajlı konumlarını sözünü ettiğimiz deklarasyonla avantajlı bir duruma
getirmişler ve başarılı bir programın ardından IMF ile
yollarını ayırmışlardır.
Sanırız AKP hükümetinin bundan çıkaracağı çok olumlu dersler vardır. FDF’nin aşağı çekilmesinde bu iki ülkeye gösterilen müsamaha, anlaşılan AKP hükümetinden
esirgenmektedir. Ya da belki de bu iki ülkenin gösterdiği
siyasi direniş ve kararlılık Türkiye’den daha güçlü olduğu
için sonuçlar böyle olmuştur. Buna rağmen yine de bu iki
ülkenin başlattığı mücadele, AKP için yol gösterici olabilir. FDF aşağı çekilemeyecektir; ama FDF’nin tanımının
iki ülkede olduğu gibi sosyal altyapı harcamalarının hesap dışında tutularak daraltılması mümkün olabilecektir.
IMF ile sıkı bir müzakere yapıldığında, bu seçeneğin gerçekleşebilmesi, dünya krizinin olduğu bugünkü ortamda
yüksek bir olasılık olarak gözüküyor.
Dolayısıyla mevcut IMF tanımlı FDF, sosyal altyapı
harcamaları dışarıda bırakılarak mutlaka revize edilmelidir. Bu fırsat henüz kaçırılmış değildir. IMF’nin ikna edil-
mesi halinde, bu seçenek çok rahatlıkla sözünü ettiğimiz
iki öncü ülke örneğinde olduğu gibi hayata geçirilebilir.
Kaldığımız yerden devam ediyoruz. Şimdi, Faiz Dışı
Fazla (FDF) hedefine ulaşmanın mevcuttan farklı olan
ikinci tür yöntemini tartışmaya geçebiliriz. İkinci yöntem,
FDF hedefinin mevcut yöntemin dokunmadığı bazı gelir
kalemlerinde ayarlama yapılarak ulaşıldığı bir yöntemdir.
Yani, FDF hedefine faiz dışı harcamalar kısılmadan bir
tür vergi reformu yapılarak ulaşılabilmektedir. Hatta kaynağının vergilerle karşılanması konusunda toplumsal bir
uzlaşma sağlanabiliyorsa, faiz dışı harcamaların bu yöntemde artırılabilmesi de imkân dahilindedir.
Bu yöntemde esas olan mevcuttaki gibi, hedeflenen
FDF’nin sağlanıyor olmasıdır. Bunun nasıl sağlanacağı
o toplumun, o ülkenin kendi sorunudur. Bu seçeneğin
mevcuttan farkı, mali uyumun yükünü faiz dışı giderler
yerine bazı vergi kalemlerine yüklemesidir. Örneğin, bu
durumda yapılacak bir vergi reformunun ana unsurları
şunlar olabilir:
• Bir defalık servet vergisi getirilmesi,
• Devlet iç borçlanma senetlerinin (DİBS) faiz gelirlerinin vergilendirilmesi,
• Sıcak paranın bir işlem vergisine (Tobin vergisi gibi)
tabi tutulması.
Açıktır ki, bu seçenekte adil olmayan dolaylı vergilerin
göreli önemi azalmakta ve faiz dışı konsolide kamu sektörü harcamalarında kısıntıya gidilmesi uygulamasına son
verilmektedir. Kaldı ki, vergi arttırılmasına yönelik bu öneriler de yabancı olduğumuz öneriler değil. Hatırlanacaktır,
1994 krizinin aşılmasında getirilen Net Aktif Vergisi bir
tür servet vergisiydi. Keza benzer şekilde, IMF programı sürerken 2000 yılında geçmişe dönük olarak DİBS’
lerden elde edilen faizlere düşük oranlı bir vergi getirilmişti.Ancak kuramsal olarak mümkün olan bu seçeneğin
IMF programı çerçevesinde faiz dışı harcamalara kısıntı
getirilmeden uygulanması mümkün gözükmüyor. Çünkü
kemer sıkma politikaları IMF programının vazgeçilmez
bir koşuludur. Bu durumda bu seçeneğin uygulamaya
konulabilmesi ancak faiz dışı harcamaların kısıtlanması
ile mümkün olabilecektir. Bunun klasik IMF programından farkı, kamu harcamalarını daraltıcı politikanın vergi
reformu ile birlikte devreye sokulacak olması nedeniyle
kemerlerin göreli olarak daha az sıkılacak olmasıdır.
Uzun dönemde, bu seçenekle birlikte devreye sokulabilecek bir başka seçenek kayıt dışı ekonominin kayıt
altına alınmasıdır. Ancak bunun için ciddi bir siyasi irade
gerekir. Ne yazık ki, AKP Hükümeti böyle bir iradeden
yoksun gözüküyor (gerçi istihdam paketiyle işverene getirilen 5 puanlık SSK prim indirimi bu yönde atılmış önemli
bir adımdır ancak yeterli değildir).
Tartıştığımız bu iki seçeneğin ve bunlarla birlikte uzun
dönemde devreye sokulabilecek üçüncü seçeneğin varlığı gösteriyor ki, IMF-DB programı yürütülürken bile seçeneksiz değiliz. Varın gerisini siz düşününüz; “IMF-DB
patentli programa bir kez hayır” denildiğinde, ülke menfaatlerine uygun ne tür zengin seçeneklerle karşı karşıya
kalabileceğimizi.
Ezber bozacak bu seçeneklerin hayata geçirilebilmesi
için IMF-DB patentli programların mağdur ettiği toplumsal
kesimlerin örgütlü temsilcileri (sendikalar başta olmak
üzere demokratik kitle ve meslek örgütleri ve emekten
yana siyasi partiler), bu seçenekleri seslendirebilmeli ve
hükümeti bu yönde zorlamalıdır. Bu mücadele verilmediği takdirde, hükümetin bu seçenekleri gündeme getirmesi
pek olası gözükmüyor. Davet bizden, icabet söz konusu
örgütlerden…
basın-iş
KRİZDE YASAL HAKLARIMIZ...
dosya
hukuk
Hergün farklı sektörlerdeki pek çok işyerinden işten çıkartma
ve izin uygulamalarına ilişkin haberler geliyor. Bu süreçte, kendimiz olmasak bile, mutlaka ailemizden, çevremizden birileri,
işini kaybediyor ya da farklı uygulamalarla karşı karşıya kalıyor. Bazı durumlarda, imzaladığımız bir kağıt bile
hayatımızı mahvetmeye yetiyor ya da en ufak bir bilgi eksikliği pek çok hakkımızı alamamamıza neden oluyor.
Yaşadığımız süreçte, işverenler ekonomik krizin tüm yükünü işçilere yüklemek için bazen işten çıkartma, bazen
ücretleri düşürme, bazense ücretsiz izine gönderme yoluna başvuruyor.
Ekonomik durum gerek gösterilerek işten çıkartma yasal mı:
Ekonomik nedenlerle işten çıkartma, AKP döneminde çıkartılan 4857 sayılı
İş Kanunu’na göre yasal. Ekonomik kriz dönemlerinde açılan işe iade
davaları da bu nedenle çok gerçekçi değildir. Zira, ekonomik durum gerekçe
gösterilmişse, işçinin ekonomik kriz gerekçesinin gerçeğe dayanmadığını
ispatlaması kriz dönemlerinde neredeyse imkansızdır.
Ekonomik durum gerekçe gösterilerek işten çıkartılan işçinin hakları
nelerdir? İşveren, ekonomik durumu gerekçe göstererek işçiyi işten
çıkartacaksa, öncelikle işçiye bu durumu yasada belirtilen süreler içerisinde
(işi altı aydan az süren işçi için iki hafta, altı ay bir buçuk yıl arası için dört
hafta, bir buçuk yıl üç yıl arası için altı hafta ve üç yıldan fazla süredir çalışan
için sekiz hafta) haber vermek durumdadır. İşveren, bu sürelere uymazsa,
bu sürelerin karşılığı kadar tazminat ödemekle yükümlüdür. Buna ek olarak,
hepimiz için hayati önemde olan kıdem tazminatının eksiksiz ödenmesi
gerekmektedir. Kıdem tazminatı, brüt giydirilmiş ücret üzerinden hesaplanıp
ödenir. Ayrıca ihbar ve kıdem tazminatı dışında işçinin tüm alacaklarının işten
çıkarma anında ödenmesi gerekir.
Performans düşüklüğü gerekçe gösterilerek işten çıkartılınca ne
yapılabilir? İşten çıkartma böyle bir nedene dayandığında, işçinin yazılı
savunması alınmalıdır. Yazılı savunma alınmadığı takdirde, fesih geçersizdir ve
dava açması halinde işçi feshin geçersizliğini ispatlayabilir. Verimsiz çalışma
durumunda, dava açıldığında ispat yükü işverendedir.
Toplu işten çıkarmalar: Bu düzenlemeye göre, işveren, 20 ila 100 işçinin
olduğu yerlerde en az 10 işçiyi; 101 ila 300 işçinin bulunduğu yerlerde en az
yüzde 10 oranında işçiyi ve 301 ve daha fazla işçinin olduğu yerlerde de en
az 30 işçiyi ekonomik, teknolojik, yapısal ve benzeri işletme, işyeri veya işin
gerekleri sonucu işten çıkartabilir. Ancak bu durumu en az 30 gün önceden
sendika temsilcilerine, bölge çalışma müdürlüklerine ve Türkiye İş Kurumu’na
bildirmesi gerekmektedir. Bu durumda da, işçinin normal işten çıkarılmadaki
hakları devam eder, işçinin işe iade davası açma hakkı saklıdır.
Ücretsiz izin uygulaması yasal mıdır? Ücretsiz izin uygulamasının yasal
olabilmesi için, ücretsiz izne çıkartılacağının mutlaka işçiye yazılı olarak
bildirilmesi ve işçinin 6 gün içinde bunu kabul etmesi gerekir. Yazılı bildirim
yapılmadığı veya işçinin bu durumu kabul etmediği durumda ücretsiz izin
uygulaması yapılamaz. Yapıldığı durumda işçinin iş akdini haklı nedenle
fesih hakkı doğar. İşveren, ücretsiz izni yasal hale getirmek için işçiden yazılı
belgeyi almak için uğraşacaktır. Uygulamayı kabul etmek istemeyen işçinin,
kesinlikle bu belgeye imza atmaması gerekmektedir. İşveren zorlarsa, noterden çekeceği bir ihtarname ile yapılanın hukuka aykırı olduğunu, iş akdinin
feshedilmiş sayılacağını belirterek yasal tazminatlarını istemelidir.
İşçinin ücreti düşürülebilir mi? Anlaşılan ücret, işveren tarafından tek taraflı
olarak düşürülemez. Bunun için, işçinin yazılı onayı gerekir.
Servis, yemek vs türü haklar kaldırılabilir mi? Bu tip haklar istikrarlı bir
biçimde uygulanarak işyeri uygulamasına dönüşmüşse, bu hakların geri
alınması için işverenin işçilere yazılı olarak bildirmesi ve işçi tarafından da 6
işgünü içinde yazılı olarak kabul edilmesi gereklidir.
Kısa çalışma nedir? Kriz veya
zorlayıcı sebeplerle işyerindeki
çalışma sürelerini geçici olarak
önemli ölçüde azaltan veya işyerinde
faaliyeti tamamen veya kısmen
geçici olarak durduran işveren; durumu gerekçeleri ile birlikte Türkiye
İş Kurumu’na ve varsa yetkili sendikaya yazı ile bildirir. İşyerinde geçici
olarak, yani en az dört hafta işin
durması veya kısa çalışma hallerinde
işçilere çalışmadıkları süre için işsizlik
sigortası fonundan kısa çalışma
ödeneği ödenir. Kısa çalışma süresi
zorlayıcı sebebin ortadan kalması
ile veya hangi koşulda olursa olsun üç ayı aşmadan sona ermek
durumundadır. İşçilerin kısa çalışma
ödeneğine hak kazanabilmeleri için,
işsizlik sigortası fonundan işsizlik
ödeneği alabilmek için gerekli
şartlara haiz olmaları gerekmektedir.
Kısa çalışma ödeneği aldığı süre için,
işçinin hastalı ve analık sigortasına
ait primler İşsizlik Sigortası Fonu
tarafından 2/3 oranında sosyal
güvenlik kurumuna aktarılır.
Ücretin geç ödenmesi veya
ödenmemesi
durumunda
ne yapılabilir? 4857 sayılı İş
Kanunu’na göre, işveren, ödeme
gününden itibaren 20 gün içinde
mücbir bir neden (işverenin ücret
ödemesi yapmasını engelleyici
sebep, örneğin işverenin kalp krizi
geçirmesi, yangın vs gibi bir olay
nedeniyle işyerinin önemli ölçüde
zarar görmesi...) olmaksızın işçilerin
ücretlerini tamamen veya kısmen
ödemezse, ücretini almayan işçinin
çalışmama hakkı vardır. İşçinin iş
akdi bu nedenle feshedilemeyeceği
gibi, yerine yeni işçi de alınamaz.
Gününde ödenmeyen ücretler için,
mevduata uygulanan en yüksek
orannda faiz uygulanır. Ücretin hiç
ödenmemesi durumuda ise, işçiler
haklı nedenle iş akidini feshedebilir.
ocak 2009 (21)
grev, eylem, direniş
basın-iş
SLOGANLAR İŞÇİ HAVZASI GEBZE’DEN VE ANKARA’DAN YÜKSELDİ:
“KRİZİN FATURASINI ÖDEMEYECEĞİZ”
Gündüz nüfusu gece nüfusunun 4 katı olan,
üretimin başkentlerinden Gebze’de yapılan mitinge, işçilerin kararlılığı damga vurdu.
Gebze Sendikalar Birliği tarafından 30 Kasım’da
kriz nedeniyle işten çıkartmaların ve ücretsiz izinlerin yoğun olarak uygulandığı Gebze’de düzenlenen
mitingde, Yaklaşık 5000 emekçi krizin faturasının
emekçilere ödetilmeye çalışılmasını protesto etti.
Mitinge, sendikamız İstanbul Şube Yönetimi ve
Rotopak’tan üyelerimiz de etkin bir biçimde katılım
sağladı. Trafo Meydanı’nda toplanan kitle, Hükümet
politikalarını eleştiren sloganlar atarak, Şehit Numan
Dede ve Kızılay caddeleri üzerinden Cumhuriyet
Meydanı’na yürüdü. İzleyenlerin de alkışlarla destek
verdiği yürüyüş sonrasında Cumhuriyet Meydanı’nda
bir konuşma yapan Gebze Sendikalar Birliği sözcüsü
ve Çelik-İş Gebze Şube Başkanı Şerafettin Koç, kriz
ticareti yapıldığını ifade ederek, şöyle konuştu:
“Dün devletin ekonomik alandan çekilmesini
isteyenler bugün devletin müdahalesini istiyorlar. Bugüne kadar kriz dönemlerinde fatura işçi,
memur, emekli, çiftçi kısaca dar gelirli vatandaşlar
tarafından ödenmiştir. Şimdi de krizi bahane ederek
işçinin parasına göz dikenler, krizin faturasını işçiye
ödetmeye çalışanlar var. Bunlar önce katlarından,
yatlarından, alıştıkları beş yıldızlı lüksten vazgeçmeye
başlamalıdır.”
AKP hükümetinin bu dönemde takındığı ekonomi
politikasını da eleştiren Koç, “Hükümetin ülkeyi yönetmekten anladığı, işine geldiği gibi zam yapmaktır.
Doğalgaza bugüne kadar yapılan zam vergiler dahil
yüzde 80’i geçerken elektriğe yapılan zam oranı da
yüzde 60 olmuştur. Sayın başbakan ‘hamdolsun
iyiyiz’ diyor ama milyonlarca emekçi ve giderek
yoksullaşan halk için bunu söylemek çok zor” dedi.
Kriz döneminde istihdamın korunması gerektiğini
vurgulayan Koç, kriz gerekçesiyle işçilerin işten
çıkarılmalarının önlenmesi şarttır dedi.
Gebze Sendikalar Birliği’ni oluşturan sendikaların
yönetici ve üyelerinin yanı sıra, çeşitli sendikaların,
siyasi partilerin, demokratik kitle örgütlerinin yönetici
ve üyeleri ile çeşitli derneklerin destek verdiği miting
basın açıklamasının ardından sona erdi.
“İşsizliğe, Yoksulluğa ve Zamlara Karşı Emek,
Barış ve Demokrasi Mitingi” ile yüzbine yakın
emekçi ‘krizin faturasını ödemeyeceğiz” dedi.
DİSK ve KESK tarafından 29 Kasım’da Ankara’da
düzenlenen “İşsizliğe, Yoksulluğa ve Zamlara Karşı
Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi”ne Türkiye’nin
dört bir yanından işçiler, öğrenciler ve aydınlar katıldı.
En önde DİSK ve KESK imzalı “İşsizliğe, Yoksulluğa
ve Zamlara Karşı, Emek, Barış ve Demokrasi için
birleştik” yazılı bir pankart açan emekçiler Ankara
Garı’ndan Sıhhiye Meydanı’na yürüdü.
Ankara Şubeler Platformu’na bağlı sendikaların,
TMMOB’a bağlı meslek odalarının, demokratik kitle örgütlerinin ve siyasi partilerin de destek verdiği
mitinge, Sendikamız Ankara Şube üyeleri de katıldı.
Taşınan pankartlarda ve atılan sloganlarda şu talepler göze çarpıyordu: IMF ile yapılan anlaşmalar iptal
edilsin, zamlar geri alınsın, işten çıkarmalar yasaklansın, işsizlik fonu amacı dışında kullanılmasın, iç ve dış
borçlar ödenmesin, kamusal hizmetler ücretsiz olsun,
şiddet ve savaş politikalarına son verilsin, her türden
ayrımcılık ortadan kaldırılsın. Sıhhiye Meydanı’nda
bir konuşma yapan DİSK Genel Başkanı Süleyman
Çelebi, krize karşı emek cephesinin sesini yükseltme
çağrısı yaparak illerde ‘krize karşı mücadele kürsüleri’
oluşturma önerisini dile getirdi ve “işten atılmalara,
işyeri kapanmalarına karşı işyerlerini terk etmeyelim;
yasal, anayasal haklarımıza sahip çıkalım” dedi.
“Emek cephesi” oluşturarak ortak karşı duruş
göstermenin önemine vurgu yapan Çelebi örgütsel
kıskançlıkların yerine paylaşmayı ve dayanışmayı örgütlemenin gerekliliğine dikkat çekti.
Çelebi’nin ardından kürsüye çıkan KESK Başkanı
Sami Evren de krize karşı mücadele çağrısında
bulunarak AKP Hükümeti’nin krize karşı biran önce
emek ve demokrasi programını hayata geçirmesini talebini dile getirdi. Evren, ‘yoksulluktan sabrı
taşanların, pahalılıktan tadı kaçanların, yolsuzluklardan siniri bozulanların, ayrımcılıktan tepesi
atanların’ bu mitinde biraraya geldiklerini söyledi.
Mitinge destek veren örgütler adına TTB Başkanı
Gencay Gürsoy ile TMMOB Başkanı Mehmet
Soğancı da birer selamlama konuşması yaptı.
ocak 2009 (22)
basın-iş
ANKARA’DA EMEK ÖRGÜTLERİNDEN
BİRLEŞİK MÜCADELE ÇAĞRISI
Ankara’da, ekonomik krize karşı çok sayıda emek
ve meslek örgütünün bir araya gelerek oluşturduğu
Emek ve Meslek Örgütleri Platformu ilk etkinliğini 17
Ocak Cumartesi günü Sincan’da gerçekleştirdi.
TÜRK-İŞ Ankara Şubeler Platformu, KESK Ankara
Şubeler Platformu, DİSK Ankara Bölge Temsilciliği,
Ankara Tabip Odası, TMMOB Ankara il Koordinasyon
Kurulu, ASMMMO, Ankara Barosu, Ankara Diş
Hekimleri Odası ve Ankara Bölgesi Veteriner Hekimleri
Odası’ndan oluşan platformun, krize dair düzenlediği
‘İşçiler Tartışıyor’ etkinliğinin açılış konuşmasını Petrolİş Ankara Şubesi Başkanı Mustafa Özgen yaptı. Kriz
karşısında işçilerin örgütsüzlüğüne değinen Özgen, bu
eksikliğin giderilmesi için böyle bir platformun oluşmasının önemine dikkat çekti.
Mustafa Özgen’in ardından, platform dönem sözcüsü Ankara Elektrik Odası Başkanı Ramazan Pektaş,
Ankara Tabib Odası hekimlerinden Egemen Aktaş,
Birleşik Metal-İş Anadolu Şube Başkanı Seyfettin
Gülengül’ün de birer konuşma yaptığı etkinlik, dinleyici
olarak katılan işçilerin söz almasıyla devam etti.
Krizin faturasının emekçilere ödettirilmesinin önüne geçilmesi gerektiğine, sendikalara olan güvenin
yeniden kazanılması ve bu güvenin kişilere değil
kurumlara olması gerektiğinin önemine değinilirken;
grevdeki TEGA işçileri ve Ankara Üniversitesi’ndeki
TADAL işçileri de direnişlerde kazandıkları deneyimleri
paylaştılar. Bu süreçte, örgütlülüğün ve ortak hareket
etme bilincinin eskiye nazaran çok daha kritik önemde
olduğunun vurgulandığı etkinliği sembolize eden sözler
ise, bir işçinin Kızılderililerin atasözü olan “ormanlar atalarımızdan miras kalmadı, çocuklarımızdan ödünç aldık”
sözünü “Biz sendikal mücadeleyi miras almadık, çocuklarımızdan ödünç aldık” şeklinde uyarlaması oldu.
Çiğli’de ‘İşten Çıkartmalar
Yasaklansın’ Eylemi
İzmir / Çiğli Atatürk Organize Sanayi Bölgesi’nde
çalışan farklı işkollarından 5 bin işçi ekonomik kriz gerekçe gösterilerek yapılan işçi çıkartmalara karşı eylem
yaptı. Çiğli Belediyesi önünde gerçekleştirilen protesto
gösterisinde işten çıkarmaların yasaklanmasını isteyen
işçiler, “iş ekmek yoksa barış da yok” “ Esnek üretime
hayır” yazılı pankartlar taşıdılar. İşçiler “Gün gelecek
devran dönecek AKP halka hesap verecek” sloganları
attılar. Eylemde işçiler adına konuşan Koray Yetiş “krizin faturasını biz işçilere kesiyorlar. Patronlar için ‘can
.
.
.
a
s
ı
ıK sa, K
grev, eylem, direniş
suyu’ kredileri açan hükümet biz işçilere gelince neden
aynı iyi niyeti göstermiyor?’ sorusunu yöneltti. Eylemde
bir konuşma yapan Türk-İş Ege Bölgesi Başkan
Yardımcısı Tuncay Kireçkaya da, Aralık ayı hariç bölgede 19 bine yakın işçinin işsiz kaldığını hatırlattı.
Kireçkaya artan yoksulluk, mutsuzluğu, umutsuzluğu,
hırsızlığı, sefaleti beraberinde getirecektir. Bu gidişe bir
an evvel son vermek gerekiyor” dedi. Açıklama sonrasında Çiğli Postanesi’ne giden işçiler, “işten atılmaların
durdurulması” talebiyle başlattıkları imza kampanyasından topladıkları imzaları TBMM’ye gönderdiler.
IBM İşçileri: Mücadeleyi
Büyüteceğiz
Sendikalı oldukları için işten atılan IBM işçileri, her
hafta Çarşamba günü Yapı Kredi Plaza önünde sendika ve kitle örgütlerinden parti çevrelerinden gelen
destekle eylem yapıyor. IBM Türk’te işten atılan Tez
Koop-İş üyesi 3 emekçinin işe geri alınması talebiyle
yapılan eylemler ikinci ayına girdi. Yapı Kredi Plaza
önünde toplanan IBM işçileri, mücadelelerini büyüterek direnmeye devam edeceklerini belirttiler.
Sendikadan yapılan açıklamada, “Haftalardır inatla
ve kararlılıkla, emeğimize ve geleceğimize sahip çıkmak için güvenli bir gelecek için, güvenceli iş istiyoruz
talebiyle IBM önündeyiz” denildi. Patronların ekonomik
krizi bahane ederek işçi kıyımı yaptığı belirten işçiler
de, bir yandan da sendikal hakları saldırıldığını ifade
ettiler. Plaza önünü bilişim emekçilerinin sesi haline
getirdiklerini vurguladılar.
Torgem’de Direniş Kazandı
TORGEM Tersanesi işçilerinin direnişi 10.
gününde kazanımla sonuçlandı. Kemal Torlak’a
ait TORGEM Tersanesi’nde montaj ve taşlamada
çalışan işçiler, sekiz kişinin kriz bahanesiyle işten
çıkarılması ve alacaklarının ödenmemesi üzerine
8 Ocak’ta günü tersane kapısı önünde direniş
başlatmışlardı.
10 gün boyunca Tuzla’da, Taksim’de ve
TBMM önünde çeşitli eylemler yapan direnişçi
işçilerin ücret alacakları 10.günün sonunda tersane yönetimi tarafından ödendi. Konuya ilişkin
olarak Tersane İşçileri Birliği Derneği’nden (TİBDER) yapılan açıklamada, bu kazanımın yalnız
TORGEM işçisinin değil, tüm tersane işçilerinin
ve tüm işçi sınıfının kazanımı olduğu ve bu kazanımın patronların kuralsızlığına vurulan bir darbe
olduğu ifade edildi.
ocak 2009 (23)
basın-iş
grev, eylem, direniş
Sinter’de Direniş Sürüyor
Ekonomik kriz, işten atılmalar, ücretsiz izinler özellikle
işçi yoğunluğunun fazla olduğu İstanbul, Bursa, Kocaeli
gibi illerde her evin gündemindeyken; krizin faturasının
işçilere kesilmesine tepkiler de büyüyor. Fabrika işgalleri ve direnişler büyük kentlerde yayılırken; krizi bahane
ederek, sendikal örgütlülüğün bastırılmasına yönelik
en tipik örneklerden biri de, halen direnişin sürdüğü
İstanbul, Ümraniye’deki Sinter Fabrikası’nda yaşanıyor.
19 Aralık günü Sinter işçilerinin Birleşik Metal-İş
Sendikası’na üye olmasıyla bildik hikaye başladı.
Üyeliklerin hemen ertesinde 38 işçi tazminatsız olarak
işten çıkartıldı. Ancak bu işten çıkartmalar, işçilerin tepkisini ve örgütlülüğünü engellemedi ve fabrikada çalışan
450 işçinin yüzde yüze yakını sendika üyesi oldu. Ve
ilginç bir süreç başladı.
Büyük çoğunluğun sendika üyesi olduğunu duyan
işveren, iki vardiyayı birden sabah işbaşı yapmak üzere fabrikaya çağırdı. Ancak işçiler sabah geldiklerinde
fabrikanın giriş kapısının zincirlerle bağlanmış olduğunu
gördüler. Kapıda beklemeye başladılar. Ve çok geçmeden organize sanayi bölgesinin trafik aracı kapıda durdu, personelden bir kişi inerek, elinde megafonla 350
isim saydı. ‘Ekonomik kriz’ gerekçesiyle işten çıkartılan
işçilerin isimleri...
350 kişi, bir megafondan isminin okunması ile, ‘evine ekmek götürme hakkının’ elinden alındığını öğrendi bir anda. Ve fabrikaya girerek, iki gün işgal ettiler.
Sonrasında fabrika önünde, mesaiye gelir gibi, sabah 8,
akşam 18 beklemeye başladılar.
Halen bekliyorlar, direnişlerine yoğun bir destekle.
Evet, bildik hikaye. Örgütlenme ve ardından farklı bahanelerle işten çıkartılma süreci. Bildik bir hikaye, ekonomik krizin bahane edilmesi ve faturanın işçiye kesilmesi
hikayesi.
Hikayeyi ‘bildik’ olmaktan çıkaran ise, son iki aylık
süreçte, işçilerin karşı ortaya koyduğu tepkiler. Hikayeyi
bilinmedik, umutlu bir yerlere götüren, işte o direnişler,
tekrar hakkını aramayı hatırlayan işçi kitleleri.
Brisa İşçileri Fabrikayı İşgal Etti
Kocaeli’nde kurulu Bridgestone Sabancı Lastik Sanayi
AŞ. işyerinde 17 aralık 2008 tarihinde 30 işçinin vardiya
girişinde işbaşı yaptırılmaması ve ardından bu sayının 68
işçiye çıkması sonucu, fabrikada çalışan işçiler işyerini
terk etmeme eylemi başlattı.
İşveren, işçileri çıkardıktan hemen sonra IMKB’ye
yaptığı açıklamada ekonomik krizi gerekçe göstererek
çıkışları duyurdu.
Her üç vardiyanın da işyerine gelmesi ile birlikte yaklaşık 1500 işçinin tamamı bu çıkışlara tepkilerini işyerini
terk etmeyerek gösterdiler. Eylem sırasında fabrikada
üretim tamamen durdu.
K
,
a
s
Kı
Çevre fabrikalarda çalışan işçilerin de dayanışma
gösterdiği eylemde işten atılan işçiler, Brisa patronunun
krizi bahane ettiğini söylerken, “21 yılın sonunda bize
layık görülen bu. İçerdeki işçinin çıkarken kartı basmadı.
Dolabımızı dahi boşaltamadık” dedi.
Sektördeki ücretlerin yüksekliğinden her dönem
rahatsızlıklarını ifade eden işverenler, ücretlerin
düşürülmesi için kriz koşullarından yararlanmaya
çalışıyor.
“Philips’i Keşfedin”
Başlıktaki ifade şirketin temel reklam sloganı!
Televizyondan, CD/DVD oynatıcıya, elektrikli mutfak
eşyalarından, aydınlatma araçlarına kadar neredeyse her
eve girmiş bir uluslararası tekelin bu sloganı, şu günlerde
Kocaeli Gebze’de aydınlatma armatürleri üretimi yapan
fabrikasındaki işçilerin gündeminde. Philips merkezinin,
Türkiye’deki bu fabrikasını kapatma kararını açıkladığı
Ekim ayından itibaren işçiler, “Philips’i Keşfedin” diyerek
yoğun bir eylemlilik süreci geçirdi.
Merkezi Hollanda’da bulunan Philips, 60 ülkede
yaklaşık 120 bin işçi ile üretim yapıyor. Gebze’deki
fabrikasında ise 150 işçi, 31 Aralık tarihinde fabrikanın
kapanacağı açıklamasının ardından eylemlere
başladı. Bayram dönüşü işbaşı yaptırılmayan işçiler,
bu uygulamanın üzerine de tepkilerini yoğunlaştırdılar.
İşçiler, organize sanayi içinde yapılan yürüyüşler,
Hollanda Konsolosluğu’nun önünde yapılan eylemlerin
ardından, 22 Aralık tarihinden itibaren fabrika önünde
direnişe başladı.
Philips, Türkiye’de daha önce de bir fabrikasını
kapatmış, kapalı kaldığı süre boyunca ampül ve armatür
üretimini taşeron şirketlere yaptırmış ve daha sonra
tekrar kendi ismiyle üretime başlamıştı. 2007 cirosu 27
milyon avro olarak açıklanan Philips Türk’te yaşananlar
krizin faturasının işçilere nasıl kesildiğinin de örneğini
oluşturuyor.
ATV ve Sabah’ta Grev Kararı
Türkiye Gazeteciler Sendikası, ATV ve Sabah
işyerlerinde grev kararı astı. TGS’den yapılan
açıklamada, ATV ve Sabah’ın içinde bulunduğu
Turkuvaz işyerlerinde 26 Haziran 2008 tarihinde
başlayan toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin, 60 günlük
yasal süre içinde anlaşma sağlanamaması nedeniyle
uyuşmazlıkla sonuçlandığı belirtildi.
2007 yılında ATV ve Sabah’a TMSF tarafından
el konulması sonrasında örgütlenmenin başladığı
işyerlerinde, örgütlenme sürecinde işten çıkartmalar da
yaşanmıştı. Toplu sözleşme görüşmelerinde, ücrete dair
maddelerde anlaşma sağlanamaması sonucunda, arabulucu sürecinde de bir gelişme sağlanmaması nedeniyle,
TGS, Ankara, İstanbul, Adana, Antalya ve İzmir’de grev
kararı astı.
ocak 2009 (24)
basın-iş
.
.
.
a
Kıs
Deri-İş ve DESA İşçisi Direnişine
Devam Ediyor
Deri-İş’in Desa Deri’nin Düzce ve Sefaköy fabrikalarında 2008 Şubat ayından itibaren başlattığı
örgütlenme sonucunda işten atmalarla başlayan
onurlu direnişi devam ediyor.
Bu süreçte üye olan işçilerin bir kısmı sorgu odalarında baskı altına alınmış, tehdit ve şantajlara maruz kalan, sendikadan istifaya zorlanan işçilerden
istifayı kabul etmeyenlerin bir kısmı işten atılmıştı.
29 Nisan 2008 - 5 Mayıs 2008 tarihleri arasında
Düzce’de 41 ve 3 Temmuz 2008’de Sefaköy’de ise
bir işçi(Emine Arslan) işten atılmıştı. Bunun üzerine
hem hukuk mücadelesi başlatılmış hem de işçiler
yaşadıkları haksızlığa karşı direnişe geçmişlerdi.
Aralık ayında sonuçlanan davalarda, işten atmalarda sendikal neden olduğu tespit edildi ve DESA
işçisi önemli bir engeli geride bıraktı. Sefaköy’de
Emine Arslan’ın, Düzce’de ise Mustafa Soğan,
Hakan Evlioğlu, Meltem Sine ve Levent Akdoğan’ın
işe geri iadesine karar verilmiştir.
İşveren baskılar sonucunda yapılan iki görüşmede, sendikaya karşı olmadığını yinelese de
Aralık ayı sonunda Düzce’de 5 sendikalı işçiyi daha işten attı. Deri-İş ve direnişteki işçiler ITGLWF
(Uluslararası Tekstil, Hazır Giyim ve Deri İşçileri
Federasyonu) ve CCC(Clean Clothes Campaing)
nezdinde ve ülke çapında sendika, kitle örgütü ve
partilerle mücadelesini uluslararası ve ulusal destek
kampanyası eşliğinde devam ettiriyor. Biz de onurlu
direnişlerinde DESA işçilerinin ve Deri-İş’in yanındayız.
Ünsa Ambalaj’da İşgal Jandarma
Müdahalesiyle Bitti
Ünsa Ambalaj’a bağlı Doğa Tekstil taşeron firmasının kriz bahane edilerek kapatılması sonrasında,
işsiz kalan 85 işçi, tazminatları ve mesailerinin
ödenmemesi nedeniyle fabrika önünde direnişe
başlamıştı.
31 Aralık günü, işçiler fabrikayı işgal ederek, tazminatlarının ve mesailerinin ödenmesini istediler.
Ancak, elinde savcılık talimatı olduğunu söyleyen
jandarma, saat 18.00 sularında işçilere ve destek
olmak için fabrika önüne gelen sendikacılara müdahale etti.
Jandarma baskınında gözaltına alınan işçi-
grev, eylem, direniş
ler ve sendikacılar yapılan sağlık kontrollerinin
ardından akşam saatlerinde serbest bırakıldı.
İşverenle bir görüşme yapan DİSK Örgütlenme
Daire Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, işverenin
işçilerin kıdem ve ihbar tazminatlarının bir kısmını
5 Ocak günü ödeyeceği sözünü verdiğini söyledi.
Kriz nedeniyle Ünsa’dan 300 işçi çıkartıldığı ve pek
çoğuna tazminatların ödeneceği söylenerek kağıt
imzalatıldığı ifade ediliyor.
Mersin Limanı’nda Direniş Kararlılığı
Mersin Limanı’nda AKAN-SEL Nakliyat isimli
taşeron firmada TÜMTİS üyesi işçilerin başlattıkları
direniş devam ediyor. Türkiye Motorlu Taşıt İşçileri
Sendikası’nda (TÜMTİS) örgütlenme faaliyeti
yürüten işçiler, 30 Aralık 2008 günü Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na başvurarak yeterli
çoğunluğu elde ettiler. Bunun ardından patron,
sendika düşmanlığında sınır tanımayarak 6 Ocak
2009 günü 60 işçinin iş akitlerini feshetti.
Yine sendikalaşma sürecinde AKAN-SEL işçileri
patronun adamları tarafından fiziksel saldırılarla
yıldırılmaya çalışıldı. Ancak AKANSEL işçileri
sendikalarıyla beraber iç örgütlülüklerine sahip
çıktılar.
Şimdi ise direniş gerek işten atılan gerekse
halen içeride çalışan işçilerin ortak mücadelesiyle
sürüyor. Direnişin 16. gününde işçiler kazanana
kadar direneceklerini ve destek istedikleri belirttiler.
Toprak Holding’de oturma eylemi
Bilecik / Bozüyük’te kurulu Toprak Holding şirketlerinden Demir Döküm Sanayi AŞ’de çalışan
işçiler ücretlerini alamamaları nedeniyle oturma eylemi başlattı. Türk Metal Sendikası Eskişehir Şube
Başkanı Mevlüt Gümüşay, fabrikada eylem yapan
işçiler adına yaptığı açıklamada, yaklaşık 2,5 yıldır
Toprak Holding şirketlerinde çalışan işçilerin sıkıntı
yaşadığını, son 3 aydır maaş ödemelerinin tamamen kesildiğini söyledi.
Gümüşay, kriz bahane edilerek 200 kadrolu
işçi sayısının 155’e düşürüldüğünü ve onların da
ücretlerinin ödenmediğini ifade etti. İşyeri sendika
temsilcisi Zahir Çalışkan da piyasaya tırlarla mal çıkışı yapmalarına rağmen maaşlarının ödenmediğini
anlattı.
ocak 2009 (25)
basın-iş
türkiye’den
,
a
s
ı
K
ZAMLAR DEVAM EDECEK
KRİZ ‘SAĞLIĞA ZARARLI’
Artık ısınma ve aydınlamanın lüks haline geldiği
ülkemizde, yılın başından bu yana elektriğe yüzde
64, doğalgaza yüzde 86 oranında zam yapıldı. Aynı
dönemde asgari ücretli bir çalışanın cebine giren
paranın ise 22 YTL arttı.
1 Temmuz’dan itibaren geçerli olan otomatik
fiyatlandırma mekanizmasıyla, elektrik ve doğalgaz
fiyatlarındaki artışın üç ayda bir yeniden düzenlenmesi
yürürlükte. Buna göre, maliyetlerden bağımsız olarak
enerji fiyatlarının artması söz konusu. Özellikle petrol
fiyatlarındaki artışı gerekçe gösteren AKP hükümeti,
kriz ortamında dalgalanan dolar kurunu da ileri sürerek, doğalgaz fiyatına yüzde 22,50 oranında zam
yapıldığını açıklamıştı.
Enerji fiyatlarındaki artış, üretimdeki temel girdi maliyetleri başta olmak üzere, tüm alanlara yansıyor. Son
yapılan zamların etkilerinin Aralık sonu ve 2009 başı
itibariyle daha çok hissedilmesi, enflasyonda artışın
gerçekleşmesi bekleniyor. AKP hükümetinin kriz
koşullarında enerji fiyatlarını bir gelir kaynağı olarak
da kullandığı da görülüyor.
Öte yandan, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından
bu yana doğalgaza yüzde 243 oranında zam yapıldığı
düşünüldüğünde, ‘iyiye giden ekonomi’ masallarının,
artık işçileri geceleri uyutmaya yetmediği açıktır.
Türk Sağlık-Sen’in hazırladığı rapora göre, ekonomik kriz ve yapılan zamlar sonucunda insanlar yeme,
içme ve ısınma gibi temel ihtiyaçlarında kısıtlamaya
gidiyor. Kısıtlamalar hastalıklara yol açarken, hastalananların ise hastane ve ilaç ücretleri nedeniyle
hastaneye gidemediği belirtiliyor. Kriz nedeniyle işten
çıkarmalar ise cinnet ve intiharlara neden oluyor.
Raporda “Ekonomik krizin yansımaları vatandaşın
içtiği suya kadar görülmektedir. Sağlıklı olması için
evlerde kullanılan damacana suların yerini şebeke suları almaya başlamaktadır” denildi. Bir yılda doğalgaza
da yüzde 80’in üzerinde zam yapılması nedeniyle
insanların ısınmak için gazı daha az kullandıklarına
bazılarının ise doğalgazı tamamen kapatıp kışı farklı
yöntemlerle atlatmayı düşündüğü belirtildi.
Raporda ayrıca şu ifadeler yer aldı: “İnsanların
temel ihtiyaçlarda kısıtlamaya gitmesi birçok bulaşıcı hastalığın ortaya çıkmasına ve kış hastalıklarının
yoğun biçimde görülmesine neden olacaktır. Sağlıkta
uygulama tebliği ile birlikte devlet hastanelerinde 3
YTL, Araştırma Hastanelerinde 4 YTL, Üniversite
Hastanelerinde 6 YTL ve özel hastanelerde 10 YTL
Muayene ücreti alınmaktadır. Hastanede aynı gün
farklı branşlarda yapılan her muayene başına ayrı
katılım parası tahsil edilmektedir. Ayrıca GSS ile teşhis için kullanılan ilaçlardan çalışanlardan yüzde 20,
emekliden yüzde 10 katılım payı kesilmesi, yaşanan
ekonomik krizin etkisiyle vatandaşları hastanelerden
uzak tutmaktadır. Ekonomik krizin iyice belirginleştiği
son bir ayda hastanelere müracaatlarda azalma olmuştur. Vatandaş artık hastaneye gitmek ve eczaneden ilaç almak yerine özellikle grip gibi hastalıklardan
evlerinde kurtulmaya çalışmaktadır.”
TÜRKİYE ‘İYİYE’ GİDİYORMUŞ!!!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 10 Kasım nedeniyle Atatürk Kültür Dil ve Tarih Kurumu`nun düzenlediği
törende bir konuşma yaptı. Atatürk anmasından
ziyade “ulusa sesleniş” niteliğinde geçen konuşmada,
Erdoğan, Türkiye`nin gidişatının iyi olduğu mesajları
verdi. Türkiye`nin ekonomisinin dünya çapında 17’nci
sırada yer aldığını, 2023 yılında 10’uncu sırada olmayı
hedeflediklerini söyleyen Erdoğan, ülke ekonomisinin durumunu sermaye birikimi üzerinden yansıtarak
oldukça olumlu bir tablo çizerken, gün geçtikçe daha
kötüye gidildiği gerçeğini gözlerden gizlemeye çalıştı.
Oysa;2007 verilerine göre, Türkiye eğitim alanında
dünyanın en geri ülkelerinden biri. Çağdaş bir
eğitimden söz edilebilmesi için, 150 bin öğretmene
ve 160 bin dersliğe ihtiyaç var.Ülkenin gelişkinliğinin
en önemli ölçütlerinden çocuk ölümleri konusunda
da sınıfta kalıyoruz. Son dört ay içinde hastanelerde
görülen bebek ölümleri 50`yi aşarken, konuya ilişkin
ciddi heyet raporlarına rağmen, Sağlık Bakanlığı,
durumu mazur gösterici açıklamalar dışında bir şey
yapmıyor.Gelişmişliğin bir başka göstergesi olan kişi
başına gelir, 9 bin 030 dolar olarak hesaplanıyor.
Hükümetin iyimser tahminlerine göre bu rakamın bu
yıl sonunda 11 bin dolara ulaşması bekleniyor ki,
Türkiye bu durumda bile, gelişmiş ülke standartlarının
altında kalıyor.
MEB GERİ ADIM ATMAK ZORUNDA KALDI
Milli Eğitim Bakanlığı “2007-2008 dönemi elektrik
ve doğalgaz borçlarının okul aile birlikleri tarafından ödenmesi” kararından geri adım attı. Kasım ayında duyuru yapan İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü İlköğretim
Genel Müdürlüğü’nün bütçe ayırdığını duyurdu.
Bakanlık ilkokulların 5 milyar YTL olan doğalgaz borcunun 2,5 milyar YTL’lik kısmını öderken toplam 8,7
milyar YTL olan elektrik borcu için 9,5 milyar YTL kaynak ayırdı.
İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü Eylül 2008 ayı
sonu itibarıyla yayınladığı duyuruyla ilköğretim kurumlarının doğal gaz ve elektrik faturalarının okul aile birlikleri tarafından “acilen” ödenmesini istemişti. Veliler
tarafından tepkiyle karşılanan karar, emekten yana çeşitli örgütlerin de protestolarıyla karşılanmıştı. Bunların
üzerine, ödeme talimatından günler sonra Milli Eğitim
Bakanı Hüseyin Çelik paraları velilere ödetmeyeceklerini ve gerekli fonu ayıracaklarını açıkladı.
ocak 2009 (26)
.
.
.
a
Kıs
basın-iş
KREDİ KARTLARI İŞÇİYİ BATAĞA
SÜRÜKLÜYOR
Türkiye toplumu AKP iktidarı döneminde daha
önce hiç olmadığı boyutta borçlu hale geldi. Öyle ki,
çoğumuzun 1 aylık çalışma karşılığında aldığı ücret,
cebimize girmeden borç ödemeye gider oldu. Bu
süreçte, kredi kartı almak, kredi çekmek çok kolaylaştı.
Mağazalara girip, para ödemeden ‘bir kart karşılığında’
alışveriş yapar olduk. Krediler için, telefonlarımıza mesajlar yağdı, ‘kefilsiz, teminatsız anında kredi!’. O günü
kurtardık, peki sonrası?
Kredi kartı limitlerimiz, bizlere sorulmaya bile gerek
görülmeden, hızla yükseltilir; biz yükselen limitlerimizle alışverişlerimizi yaparken; gün geldi borçlarımız
aylık ücretimizi aşar oldu. Çaresiz, intihara sürükledi
bazı arkadaşlarımızı. 2003-2006 yılları arasında 41
kişi kredi kartı borçları nedeniyle intihar ederek veya
cinayet sonucu yaşamını yitirdi.
Merkez Bankası verilerine göre; 2007 yılı sonunda
yaklaşık 233 bin kişi tüketici kredisi ve kredi kartı
borçlarını ödeyemezken; bu sayı 2008’in ilk yedi
ayında 450 bini geçmiş durumda. 2003 yılında ise
bu rakam sadece 30 bindi. Kredi kartı borcumuz,
ücretimizi aştığında, hemen başka bir banka yeni bir
kartla çıkageliyor, oraya borçlanıp, diğerini ödüyoruz.
Verilere göre, ülkemizde 9 milyon kredi kartı kullanıcısı
varken; 38 milyondan fazla kredi kartı bulunuyor.
Zaman geçtikçe kartlarımız durumu toparlamaya
yetmiyor. Üzülmeyin, kapitalizmde çare tükenmez.
Tüketici kredileri ne güne duruyor? 2005 yılında toplam 35 milyar dolar olan tüketici kredisi kullanımı,
2008 yılında bu değerin üç katını geçerek, 110 milyar
doları aştı. Ülkemizde toplam kredi kartı borcu 32 milyar doları aşmış durumda. 2007 yılında sadece faize
15,6 milyar YTL ödendi.
Borçlarımız, hayatımızı yönetiyor. Borçlarımız
sayesinde bizi her geçen gün daha bağımlı hale getiriyor, ‘köle’leştiriyorlar. Alınterimizi faiz soyguncularına
yedirmemenin yegane yolu, bu yağma sistemine
örgütlü mücadelemizle dur demektir.
GELİR BEYANLARINA GÖRE, YİNE
EN ZENGİNLER BİZLERİZ!!
Gelir İdaresi Başkanlığı verilerinden derlenen bilgilere göre; 2008 yılı Mart ayında işadamları, serbest
meslek erbabı ve rant geliri elde edenlerden oluşan 1
milyon 278 bin 253 beyannameli gelir vergisi mükellefi, 2007 yılı için 17 milyar 644 milyon 469 bin 430 TL
kazanç bildiriminde bulundu. 354 bin 627 mükellef de,
önceki yılı zararla kapattığını beyan etti. İşte vergi yüzsüzlüğü örnekleri:
- Bir kürkün 2 bin ile 25 bin TL arasında satıldığı ülkemizde, kürkçülerin aylık ortalama geliri 448 TL!
türkiye’den
- Bizler kuyumcuların vitrinlerine bile bakmadan geçerken, meğer onların aylık kazancı 829 TL’ymiş!
- Fabrikatörlerin ve sanayicilerin de durumu parlak
değilmiş. Un fabrikatörlerinin aylık ortalama geliri 537
TL iken, örneğin deterjan sanayicileri ayda yalnızca
335 TL gelir elde edebiliyormuş!
- Firmalar bazında bakıldığında da durum farklı değil. Büyümenin lokomotif sektörlerinden inşaat ve bayındırlık alanında faaliyet gösteren ve devletten milyar
dolarlık ihaleler alan firmaların ortalama aylık kazancı
7 bin 591 TL!
Verilere göre; kuyumcular, ayakkabı imalatçıları,
bakkal ve süpermarketler, oteller, deterjan sanayicileri, deri imalatçıları vb’nin ortalama geliri Türkiye ortalamasının altında kalıyor.
ÇALIŞMA KOŞULLARI AKLA ZARAR!
Türk-İş tarafından yapılan araştırma, kötü çalışma
koşullarının akıl sağlığı üzerinde yarattığı olumsuz etkileri ortaya koydu. Araştırmanın bulguları şöyle:
- OECD üyesi ülkelerde hastalık izinlerine ve maluliyete neden olan ve kamunun sağlık yükünü artıran
ana hastalıklardan birini akıl sağlığı problemleri oluşturmaktadır,
- Meslek hastalıkları sıralamasında kas ve iskelet
rahatsızlıklarını akıl sağlığı problemleri izliyor,
- Çalışan nüfustaki demografik değişimler, sosyal
güvenceden yoksunluk ve düşük ücretli işler gibi yapısal değişiklikler işle ilgili stresi daha da artırıyor,
- Türkiye’de akıl sağlığı problemleri ve iş yerinde
stres gibi konulara yeterince önem verilmiyor,
- Çalışanların büyük bölümü, iş yerinden kaynaklanan stres ve akıl sağlığı problemlerini istenmeyen
sonuçlarla karşılaşmamak için gizliyor,
- Kimi ulusal ve uluslararası örgütlerin Türkiye’ye
sundukları, kıdem tazminatını kaldırma, esnek çalışma, işten çıkarmayı kolaylaştırma, bölgesel asgari
ücret gibi reçetelerin, yol açacağı sonuçlar düşünüldüğünde akıllara zarar olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
İŞKUR’A REKOR BAŞVURU!
Türkiye İş Kurumu (İşkur) Genel Müdürü Namık Ata,
Ocak ayının ilk 12 gününde işini kaybettiği gerekçesi
ile 30 bin kişinin İşkur’a başvurduğunu açıkladı. Namık
Ata, Aralık ayında 59 bin kişinin, Kasım ayında da 49
bin kişinin kuruma başvurduğunu ifade etti. Öte yandan, verilere göre İşsizlik Sigortası Fonu’nda 36 milyar
711 milyon TL birikmiş durumda ve işsizliğin bu denli
yüksek boyutta olduğu ülkemizde, fondan yararlanma
koşullarının ağırlığı nedeniyle bizim ödediğimiz primlerle oluşan bu fondan yararlanabilen işçi arkadaşlarımızın sayısı halen son derece sınırlı. Bir diğer açıklamaya
göre ise Kurumun yurtdışına gönderdiği işçi sayısının,
2008 yılında yüzde 23,4 oranında azaldığı açıklandı.
ocak 2009 (27)
sendikalardan
basın-iş
SENDİKALARDA GÜNDEM
GENEL KURULLAR
KONFEDERASYONLARDAN
KRİZE KARŞI GÜÇBİRLİĞİ;
15 ŞUBAT’TA
ALANLARDAYIZ
YOL-İŞ Türkiye Yol-İş Sendikası, 6-7 Eylül 2008 tarihlerinde Olağanüstü Genel Kurul toplamıştır. Sendika
Denetleme Kurulu’nun 17 Temmuz ve 1 Eylül tarihli kapsamlı raporlarının ayrıntılı olarak değerlendirildiği Genel Kurul’da
yapılan seçimler sonucunda, Genel Merkez Yönetim Kurulu
aşağıdaki şekilde belirlenmiştir.
Genel Başkan – Ramazan Ağar
Genel Başkan Yardımcısı – Hüseyin Balaban
Genel Başkan Yardımcısı – İsmet Tan
Genel Sekreter – Tevfik Özçelik
Genel Mali Sekreter – Şinasi Tüysüz
Genel Teşkilatlandırma Sekreteri – Fahri Yıldırım
Genel Eğitim Sekreteri – Aslan Görgöz
Genel Mevzuat Sekreteri – Bekir Avcı
TÜRK-İŞ yönetiminin “krizin
bedelinin çalışanlara ödetilmemesi” için 15 Şubat’ta
İstanbul’da düzenleyeceği miting ile DİSK, KESK,
TMMOB, TTB, TÜRMOB,
TÜDEF ve Çiftçi Sen’in 22
Şubat tarihinde İstanbul’da
düzenleyeceği “İşsizliğe ve
Yoksulluğa Hayır; Emek ve Demokrasi Mitingi”
“birleştirildi”.
Geçtiğimiz birkaç aylık dönemde, Türk-İş’e
bağlı pek çok sendikanın Olağanüstü Genel Kurulları yapıldı ve yeni yönetimler belirlendi.
Seçilen tüm arkadaşlarımıza başarılar diliyor,
içinden geçtiğimiz kriz döneminde sendikal hareketi güçlendirici hamleleri hep birlikte hayata
geçirebilmeyi umuyoruz.
TÜRKİYE MADEN-İŞ Türkiye Maden İşçileri Sendikası
8-9 Kasım 2008 tarihlerinde Olağanüstü Genel Kurul toplamıştır. Ankara’da yapılan Genel Kurul’da, Genel Merkez
Yönetim Kurulu şu şekilde oluşmuştur:
Genel Başkan: Ekrem Fedai
Genel Başkan Yardımcısı: Murat Bekem
Genel Sekreter: Vedat Ünal
Genel Mali Sekreter: İsmail Aslan
Genel Teşkilatlandırma Sekreteri: Nurettin Akçul
Gn.Toplu Sözleşme ve Mevzuat Sekr.: Durmuş Düzgün
Gn. Eğitim ve Araştırma Sekreteri: Ahmet Levent Eşiyok
GENEL MADEN-İŞ Genel Maden-İş Sendikası, 29
Kasım’da 5. Olağanüstü Genel Kurulu’nu toplamış ve yapılan seçimler sonucunda, Yönetim Kurulu aşağıdaki şekilde
belirlenmiştir:
Genel Başkan – Ramis Muslu
Genel Başkan Yardımcısı – İsmet Demirhan
Genel Başkan Yardımcısı – Dursun Oğuz
Genel Sekreter – Taci Aklaya
Genel Mali Sekreter – Muharrem Sarıçam
Genel Teşkilatlandırma Sekreteri – Osman Tutkun
Genel Eğitim Sekreteri – Eyüp Alabaş
TES-İŞ Tes-İş Sendikası’nın 27-28 Aralık 2008 tarihlerinde yaptığı Olağanüstü Genel Kurul sonucunda Yönetim
Kurulu şu şekilde oluştu:
Genel Başkan: Mustafa Kumlu
Genel Başkan Yardımcısı: Feridun Yükselir
Genel Sekreter: Mustafa Şahin
Genel Mali Sekreter: Hasan Tahsin Zengin
Genel Araştırma ve Mevzuat Sekreteri: İsmail Bingöl
Genel Teşkilatlandırma Sekreteri: Esat Durmuş
Genel Eğitim Sekreteri: Bayram Eren
TEZ KOOP-İŞ
Tez Koop-İş Sendikası’nın 10-11 Ocak
2008 tarhlerinde yaptığı Olağanüstü Genel Kurul sonucunda
Yönetim Kurulu şu şekilde oluştu:
Genel Başkan - Gürsel Doğru
Genel Sekreter - Hakan Bozkurt
Genel Mali Sekreter - Ayhan K. Demirer
Genel Örgütlenme Sekreteri - Fikret Omak
Genel Eğitim Sekreteri - Haydar Özdemiroğlu
Genel Yönetim Krl.Üyesi - Adem Can
Genel Yönetim Krl.Üyesi - Levent Koç
20 Ocak’ta, Türk-İş’in çağrısıyla Ankara’da
TÜRK-İŞ Genel Merkezi’nde bir araya gelen
TÜRK-İŞ, DİSK ve KESK Genel Başkanları, toplantının ardından şu açıklamayı yaptılar:
“TÜRK-İŞ’in işten çıkarmalar
başta olmak üzere küresel
krizin bedelinin çalışanlara ödetilmesi yaklaşımını protesto etmek
amacı ile 15 Şubat 2009
tarihinde
İstanbul’da
yapma kararı aldığı miting
ile DİSK, KESK, TMMOB, TTB
ile diğer emek ve meslek örgütlerinin aynı amaçla
22 Şubat’ta İstanbul’da yapmayı kararlaştırdığı
miting birleştirilmiştir.
“ETUC üyesi TÜRK-İŞ, DİSK ve KESK öncülüğünde yapılacak olan ve tüm emek ve meslek
örgütlerinin davetli olduğu miting, 15 Şubat’ta
İstanbul’da gerçekleştirilecektir.
“Miting organizasyonu ile ilgili
teknik komite hemen çalışmalarına başlayacak
olup, mitingin detayları ile
ilgili ayrıntılı bilgi TÜRKİŞ, DİSK ve KESK Genel
Başkanları olarak bizlerin
daha sonra düzenleyeceği
ortak basın toplantısı ile kamuoyuna duyurulacaktır.”
ocak 2009 (28)
basın-iş
TÜRK-İŞ BAŞKANLAR KURULU OLAĞANÜSTÜ GÜNDEMLE TOPLANDI
TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, küresel kriz, İstanbul’da yapılması planlanan ortak miting
ve Ergenekon soruşturması kapsamında Türk Metal Sendikası’nın basılması ve yöneticilerin tutuklanması ile ilgili olarak 26 Ocak 2009 tarihinde olağanüstü gündemle toplandı. Başkanlar Kurulu, aldığı kararları bir açıklama ile deklare etti:
“TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, Türkiye’nin gerçek gündeminin küresel kriz ile birlikte daha da
vahim hale gelen işsizlik ve yoksulluk olduğuna
inanmakta, gerek siyasi gündemdeki gerginlikler,
gerekse Ergenekon adı verilen süreç nedeniyle
bu gündemin gölgelenmesinden rahatsızlık duymaktadır.
TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, yargının siyasallaştırıldığı iddialarının ve buna yol açan uygulamaların Türk Hukuk sistemine ve demokrasisine
büyük zarar verdiğini düşünmektedir.
TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, ilgili davanın, fikir
ve ifade özgürlüğü, toplumsal muhalefet ve nihayet demokrasinin vaz geçilmez kurumlarından
olan sendikalar üzerinde bir baskı ve sindirme
aracı olarak kullanılma girişimlerini demokrasimizin geleceği açısından endişe ile karşılamaktadır.
Yargının bağımsızlığı korunmalı ve kararlarına
saygı gösterilmelidir. Ancak bu yapılırken “masumiyet karinesinin” korunmasına özen gösterilmelidir. Kişi hak ve özgürlüklerinin yok edilmesine yol
açan yargısız infazların önüne geçilebilmesi için
“soruşturmanın gizliliği” ilkesine bizzat soruşturmayı yürüten güvenlik güçleri ve yargı temsilcilerinin yanı sıra Hükümet edenlerce de uyulmasına
dikkat edilmelidir.
TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, kimi yayın organlarındaki yargısız infaz yaklaşımını son derece sakıncalı bulmakta, gözaltına alınacak olan kişilerin
günlerce önceden gazetelerde suçlu gösterilerek
teşhir edilmesini objektif yayıncılık ilkeleri ile bağdaştıramamaktadır.
TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, aynı çerçevede
operasyonlarda izlenen yöntem nedeniyle toplumun en sade bireylerinin bile korku hissine kapıldıkları gerçeğinden hareketle, ‘korkan ve susan
toplum’ yaratmak istemenin demokrasi açısından
sakıncalarına dikkat çekmektedir.
Sorunların demokrasi içinde çözüleceğine
inanan TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, demokratik
rejimi yok etmeye yönelik her türlü demokrasi
dışı örgütlenme ve çeteleşme girişiminin karşısındadır. TÜRK-İŞ’e bağlı tüm sendikalar kuruldukları günden bu yana demokratik laik Türkiye
Cumhuriyeti’nin savunucusu olmuş, işçi hak ve
özgürlükleri için her türlü mücadelede en ön safta
yer almıştır.
TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, TÜRK-İŞ’e bağlı
hiç bir sendikamızın Ergenekon adı verilen süreç
ile ilişkilendirilmesini doğru ve haklı bulmamaktadır.
TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, Türkiye’nin konuyla ilgili olarak bugünkü ihtiyacının Ergenekon
adı altındaki hukuk sürecinin kaos oluşturan tüm
yaklaşımlardan ayrıştırılarak berrak ve şeffaf hale
getirilmesi, her türlü şaibeden arındırılması, bu
süreç ile ilgili atılan her adımda yargı bağımsızlığının ve hukukun üstünlüğünün hakim kılındığına
ilişkin toplumsal güvenin sağlanması olduğunu
düşünmektedir. Başkanlar Kurulu, bu güvenin
sağlanmasını öncelikle AK Parti Hükümetinin görevi olarak görmektedir.
TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, TÜRK Metal
Sendikası’nın bir suç ve suçlu barındıran örgüt
karargahıymış gibi basılmasını ve aranmasını
kınamakta, bu muameleyi sendikal hak ve özgürlüklere yapılan bir saldırı olarak görmektedir.
TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, Ergenekon adı
verilen operasyon çerçevesinde evi adresi belli
insanların şafakta evlerine baskın yapılmasını,
kendilerinin ve ailelerinin manevi şahsiyetlerinin
mağdur edilmesini kınamaktadır. Bu çerçevede
sendikacılara yönelik şafak baskınlarını da kınayan TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, TÜRK-İŞ’in bir
yöneticisinin söz konusu dava ile ilişkilendirilmeye çalışılmasını Konfederasyon açısından kabul
edilmez bulmaktadır.
Mustafa Özbek işçi hareketinde büyük emeği
olan bir işçi lideridir. Hukukun üstünlüğüne
inanan TÜRK-İŞ, bağımsız yargının, toplum
vicdanını tatmin edecek adil kararını bir an önce
vermesini beklemekte, bu karar çıkıncaya kadar
Sayın Özbek’in serbest bırakılarak tutuksuz
yargılanmasını istemektedir.
TÜRK-İŞ Başkanlar Kurulu, küresel krizin bedelinin çalışanlara ödetilmesi yaklaşımını ve hak
ve özgürlük ihlallerini protesto için 15 Şubat’ta
İstanbul’da DİSK ve KESK ile birlikte yapılacak
olan “İŞSİZLİĞE VE YOKSULLUĞA HAYIR!
EMEK VE DEMOKRASİ MİTİNGİ” nin başta AK
Parti Hükümeti ve işverenler olmak üzere ilgili her
kesime bir uyarı niteliği taşıdığının altını çizerek,
ilgili tüm kesimlerin bu mitinge kulak vermesini
istemektedir.”
ocak 2009 (29)
basın-iş
dünyadan
A
S
I
K
.
.
.
A
KIS
35 Bin İspanyol İşçi Krize Karşı Eylemde
İspanya’nın Zaragoza kentinde 35 bin İspanyol işçi,
ekonomik kriz gerekçesiyle yoğun olarak yaşanan
işten çıkartmaları protesto etmek için yürüyüş yaptı.
İspanya’nın büyük sendikalarından UGT ve CCOO tarafından düzenlenen “Krize Karşı: İş ve Sosyal Güvence”
eyleminde, işçiler krizin faturasının işçilere kesilmesinin
devamı halinde greve gitme tehdidinde bulundu.
ABD’de Kriz Ayini: Sınıf ‘sınıflığını’
unutunca, Ford sunak oldu
ABD otomotiv sektörünün üretim merkezi olan
Detroit şehrinde bulunan Grater Grace Kilisesi’nde
yapılan pazar ayininde, ABD Kongresi’nin otomotiv
sektörüne yönelik bir kurtarma planı onaylaması için
dua edildi. Ayinde sunak olarak bir Ford, bir General
Motors, bir de Chrysler marka jip kullanıldı. Ayin, otomotiv işçisi ve işçi emeklilerinin sunak olarak kullanılan
jiplerin önünde sıraya girip kutsanmasının ardından
son buldu. İşçi sınıfı, kendi gücünü ve sınıf olduğunu
unutunca; böyle trajikomik durumlar yaşanıyor.
Kolombiya’da Parayla İnsan Avı
Latin Amerika’da ABD’nin baş müttefiki olan
Kolombiya, aynı zamanda ülkedeki gerillalara, solculara ve sendikacılara karşı yürütülen kirli savaşla
da tanınıyor. Çok sayıda sendikacının öldürüldüğü
Kolombiya’da, Ekim ayında, Kolombiya ordusunun
ve paramiliter güçlerin gerillalarla mücadelelerinin
performansa dayalı ücretlendirildiği ortaya çıktı. “Fiyat
listesi”ne göre, hükümet bir “çete lideri” için 1,7 milyon
avro, “sıradan bir gerilla” içinse 1.300 avro ödüyor.
Şimdiye kadar bu şekilde 2.100 civarında sivilin
öldürüldüğü hesaplanıyor. Ele geçirilen belgelerde, ilginç bir ayrıntı olarak, “Bu yönetmeliğin 3 ve 4 numaralı
maddelerinde öngörülen tazminatların ödemeleri
Savunma Bakanlığı tarafından önceden belirlenecek
ve Ulus’un kaynakları ve diğer ulusal ve uluslararası
ekonomik işbirliği kaynaklarından finanse edilecektir”
deniliyor. Böylece bu insan avı için ödenen paraların,
diğer devletlerce de karşılandığı ortaya çıktı.
Nobel Barış Ödülünün ‘Silah Şirketi’
Sponsoru Var!!!!!
Ödüle layık görülen kişilerle ve sponsorlarıyla sıkça
gündeme gelen Nobel ödüllerinde skandal niteliğinde
bir gelişme daha ortaya çıktı. Nobel barış ödülü de
aralarında olmak üzere kimi ödüllere bir ABD silah
firmasının sponsorluk yaptığı anlaşıldı. Nükleer silahlarda içinde olmak üzere çeşitli silahlar üreten
Honeywell firmasının edebiyat, tıp, fizik, kimya, ekono-
mi ve barış alanında verilen Nobel ödüllerine sponsor
olduğu ifade edildi. Nobel ödüllerinin yaratıcısı Alfred
Nobel’in de, dinamiti bulan kişi olduğu düşünüldüğünde;
böyle bir sponsorluk da çok tuhaf kaçmıyor aslında!
Köleliğe Geri Dönüş!!
Aralık ayında, köleliğin kaldırılmasının 200. yılı vesilesiyle açıklama yapan BM Genel Sekreteri Ban KiMoon, dünya üzerinde 27 milyon kölenin olduğundan
bahsetti. Günümüzde, en iyimser tahminler baz
alındığında dahi köle sayısı insanlık tarihinin en yüksek seviyesine ulaşmış durumda. 1700’lü yıllardan
farklı olarak, günümüzde köleliğin pek çok çeşidi var.
Örneğin, aile bireylerinden sadece birine ücret ödenerek, diğer çalışan aile üyelerinin köle durumuna sokulduğu “bağlı emek”. BM’nin tahminlerine göre bu tür
kölelerin sayısı 20 milyon civarında.
En bilinen ve medya gündemine de gelen kölelik
tipi ise, insan kaçakçılığı. Bu durumda yaşayan insan
sayısının 700 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Zor
şartlar altında çalıştırılan ve çoğu zaman fuhuş sektörünün kurbanı olan çocuk kölelerin sayısı ise 80 milyon
olarak tahmin ediliyor. Çocuk köleliğinin en yaygın olduğu tahmin edilen Uzak Doğu ülkelerinde de, çocuklar,
“Batılı turistlere” satılıyor. Birleşmiş Milletler’e göre, “zorla
çalıştırılan” insan sayısı da 12 milyon civarında.
Bunların dışında, küçük yaşlarda kendi rızası dışında
evlendirilen kız çocuklarının ev işleri, tarım, hayvancılıkta çalışmış olmaları da Birleşmiş Milletler tarafından kölelik olarak tanımlandı. Ancak bu sayının tahmini elbette
çok güç. Dünyadaki kölelerin yüzde 80’inin, yetişkin
erkeklere göre daha savunmasız olan çocuk ve
kadınlardan oluştuğu tahmin ediliyor. BM, köle sayısındaki korkunç artışı, fakirliğin yayılması ve insan onuruna değer vermeme gibi sebeplere bağlıyor. Batı Afrika,
Uzak Doğu ülkeleri, Endonezya, Mali, Hindistan ve
eski ‘Doğu Bloku’ ülkeleri, köleliğin tırmandığı yerler.
AB ve ABD’de çoğu zaman örtbas edildiği için köleliğin boyutları tam olarak kestirilemiyor. Ancak özellikle
eski Doğu Bloku ülkelerinden gelen insanların çok
düşük ücretlere fabrikalara kiralanması, bu ülkelerde
kanıksanmış bir durum.
Nijerya’da Çatışmalarda 400 Kişi Öldü
Nijerya’da, yerel seçimlerin ardından Hıristiyanlarla
Müslümanlar arasında çıkan çatışmalarda yaklaşık
400 kişi hayatını yitirdi. Evlerin, kiliselerin ve camilerin ateşe verildiği, 7 bin civarında kişinin evini
terkettiği çatışmalar nedeniyle 24 saat sokağa çıkma
yasağı ilan edildi. Nijerya’da, 2001 ve 2004 yıllarında
da, Hristiyan-Müslüman çatışmalarında yüzlerce
kişi yaşamını yitirmişti. Çatışmaları, yerel seçimler
tetiklemiş olsa da, asıl tartışmanın bölgedeki yeraltı
kaynaklarını kontrol etme çabası olduğu iddia ediliyor.
ocak 2009 (30)
basın-iş
YUNANİSTAN
AYAKLANDI
Aralık ayında 15 yaşında bir genç, polis tarafından göğsünden vurularak öldürüldü, komşu ülke
Yunanistan’da. Adı Aleksandros Grigoropulos.
Ve bir öfke dalgası, tüm sokaklarını kapladı Yunanistan’ın. Ülke çapında okullarda ve üniversitelerde ders
yapılmadı. Üniversitelerde günlerdir süren eylemlerden
dolayı zaten fiilen ders yapılmazken, Atina Üniversitesi
Rektörü Hristos Kittas, hükümetin gereken adımları atmadığını ve bu durumda yaşanabileceklerden sorumlu
tutulmak istemediğini bildirerek istifasını verdi.
1973 yılında gerçekleşen Politeknik işgallerinden
sonra en büyük öfke seli taştı sokaklara. Bu öfke,
Yunanistan’ın gençlerinin, işçilerinin, emekçilerinin
öfkesiydi. Atina ve Selanik başta olmak üzere, ülkenin
bütününe protesto eylemleri yayıldı.
Bu öfke, kısa sürede Aleksis’i de aşan bir yerlerle
evrilmeye başladı. Alanlara çıkan yüzbinler, 15 yaşında
bir genci şehir merkezinde sorgusuz sualsiz katletme
hakkını kendinde bulan polisin hizmet ettiği sistemi
sorgulamaya başladı. Kendilerini yoksulluğa, işsizliğe,
ölümlere mahkum eden sistemi sorgulamaya.
Ve 10 Aralık günü geldi. “Genel Grev” günü. Grev
sendikalar tarafından, özellikle krizle birlikte derinleşen
yoksulluğa, işsizliğe karşı düzenlenmişti. Aleksis’in ölümü ise, tüm bunların bir parçasıydı, aynı sistemin parçası. 10 Aralık günü, genciyle yaşlısıyla Yunanistan’ın
halkı, emekçileri sokakları doldurdu. Ve o gün sokakları dolduranlardan bir bölümü, Cumhurbaşkanı’na bir
mektup yazdılar. Aleksis’in arkadaşları olan gençler
şunları söylüyordu:
“Yaşanabilir bir dünya istiyoruz. Bizler ne teröristiz,
ne “maskeliler”…
“Bizler sizin çocuklarınız.
“Hayaller kuruyoruz – hayallerimizi yok etmeyin.
“İçimizde bir öfke bir hınç büyütüyoruz – engellemeyin
“…Hatırlayın. Bir zamanlar sizler de gençtiniz
“Şimdi paranın peşinde, “vitrinden vitrine” koşuyor,
şişmanlıyor, ürküyor, unutuyorsunuz.
“…Yalan hayatlar yaşıyorsunuz, boyun eğmiş, her
şeyden umudunuzu kesmiş bir gün ölmeyi bekliyorsunuz.
Hayal etmiyor, âşık olmuyor, üretmiyor, yaratmıyorsunuz.
Sadece satıp alıyorsunuz…
Her yerde mal! Sevgi yok – gerçek yok…”
Bu dizeler, çürüyen, çürütülmek istenen gençliğin isyanıydı. Bu düzene, paranın hakimiyetine karşı, insanlığa özlemdi. Gençliğin insanca yaşanacak bir dünya
için umut dolu isyanı…
dünyadan
Obama, ‘Siyah Bush’ Mu?
Ocak ayında fiilen ABD
Başkanı olacak olan Barack
Obama, adaylığı duyulduğu
günden itibaren tüm dünya
gündemini oldukça uzun süre
meşgul etti.
Bush’a göre daha ‘demokratik’ açılımlar getireceği
konusunda pek çok kesimin
umutlu olduğu Obama’dan
farklı politikalar beklemekse
en iyimser ifadeyle hayalcilik
gibi görünüyor.
Kasım ayı sonunda, ekonomiyi kimlere teslim edeceğini açıklayan Obama, yeni dönemde Hazine Bakanı
görevini şu anda FED’in New York bölümünün başkanlığını yapmakta olan Timothy F. Geithner; Ulusal Ekonomi
Konseyi Başkanlığı’nı ise Clinton döneminde Hazine
Bakanlığı yapmış olan Lawrence Summers’ın yürüteceğini ifade etti.
Bakanlıklara seçilenler, ekonomik anlamda ABD politikalarında bir değişiklik olmayacağını gösteriyor.
Ekonomik kriz konusunda halen görevde olan Bush
kabinesinin Hazine Bakanı Paulson ile hayli benzer görüşlere sahip olan Geithner, Hazine Bakanlığı’na daha
geniş yetkiler verilmesi gerektiğini savunuyor.
Ulusal Ekonomi Konseyi Başkanlığı’na getirilen
Lawrence Summers ise eski bir Hazine Bakanı. Summers
gerek akademik, gerekse uluslararası çevrelerde serbest
ticaretin en şiddetli savunucuları arasında yer alıyor.
Aynı zamanda skandallar adamı olarak tanınan
Summers’ın Harvard skandalları arasında; bir akademik çalışmasında kadınların yüksek yetenek gerektiren
işlere erkeklerden daha az yatkın olduklarını iddia etmek de var.
Dünya Bankası Başkanı olduğu dönemde yardımcılarından biri tarafından yazılan ve Summers tarafından
paraflanan bir andıçta yer alan cümle ise onun nasıl bir
insan olduğunu ve gelecekte nasıl politikalar izleyeceğini
göstermesi açısından önemli:
“Kirli endüstriler: Aramızda kalsın ama Dünya Bankası
çevreyi kirleten endüstrilerin azgelişmiş ülkelere aktarılmasını desteklemeli.
“Sağlık sorunları yaratan çevre kirliliğinin maliyeti, bu
sağlık sorunları nedeniyle yaşanan ölüm ve hastalıklardan dolayı ortaya çıkan gelir kaybı ile ölçülür.
Dolayısıyla, sağlık sorunları yaratan çevre kirliliğinin
en düşük maliyetle sonuçlanması için ücretlerin en düşük
olduğu ülkelerde yaratılması gerekir.
“Kanımca, toksik atıkların ücretlerin en düşük olduğu
ülkelere atılmasının ardındaki kusursuz bir ekonomik
mantık vardır ve bunu hepimizin kabul etmesi gerekir.”
Acaba Obama’dan demokratik açılımlar beklemek
mi, yoksa onun ‘siyah Bush’ olduğuna inanmak mı daha
gerçekçi!! Ya da soruyu biraz geliştirerek daha da gerçek
hale getirelim:
ABD’nin emperyalist politikaları, siyasi liderlerin tercihlerinden mi kaynaklanıyor sadece; yani Obama’nın Siyah
Bush olmaktan başka şansı var mı?
ocak 2009 (31)
dünyadan
basın-iş
‘İntifada‛nın 21. Yılında, İsrail‛in Yeni Katliamlarına
Dünya Sessiz Kaldı
Dünyanın en asimetrik savaşlarından biri, İsrail’in yılbaşından birkaç gün önce
başlayan saldırıları ile, ciddi bir katliama dönüşmüş durumda.
‘İntifada’ 21. yılını doldurdu, İsrail yine katliam
yaratıyor
Filistin halkının İsrail işgaline karşı direnişi 21. yılını
doldurdu. Dünyanın bu en eşitsiz savaşlarından biri,
21 yıl boyunca küçük kesintilerle devam etti. İsrail’in
Aralık ayının son günlerinde başlayan ve dergi yayına hazırlanırken devam etmekte olan saldırılarında
ise, 1000’e yakın Filistinli hayatını kaybetti.
Gazze’ye yönelik başlayan hava saldırıları ve ardından kara harekatı sonrasında Hamas lideri Halid
Meşal, halka üçüncü intifada çağrısı yaptı. Gazze’de
okullar ve çocuk oyun alanları bile bombalanır, yüzlerce çocuk katledilirken, dünya kamuoyu suskun
kaldı. Saldırıların 13. gününde, Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi, tarafları acilen ateşkese çağıran
1860 sayılı kararı kabul etti.
Ancak, BM kararının üç saat sonrasında İsrail yeni
bir katliam gerçekleştirerek, karara ilişkin ‘açıklamasını’ da yapmış oldu. İsrail’in daha önce de uygulamadığı ve karşısında hiçbir yaptırım görmediği onlarca
Birleşmiş Milletler kararı olduğu biliniyor.
İsrail’in bombalarına karşı, Filistin halkının direnişi...
Filistin halkının 21 yıllık direnişteki temel talebi,
1967 yılından beri işgal altında olan Filistin topraklarının geri verilmesi, bu savaşta ve sonraki dönemde
ülkeden kaçmak zorunda kalan Filistinlilerin ülkeye
dönmesi, İsrail’in işgal topraklarında açtığı yerleşimlerin kapatılması, Doğu Kudüs başkent olmak üzere
bağımsız bir Filistin Devleti kurulmasıydı.
1967 yılından beri, İsrail’in Filistin topraklarındaki fiili işgali sürüyordu. Ancak, Sovyetler Birliği’nin
Ortadoğu’dan çekilmesiyle birlikte Filistin direnişi
de destek yitirmiş oldu. 1986 yılında İsrail genel bir
saldırı dalgası başlattı. 1987 yılında ise, saldırılar
daha da kapsamlı hale geldi ve bir İsrail kamyonu,
Cebeliye mülteci kampında yaşayan Filistinli işçileri
taşıyan kamyona çarparak 6 Filistinli işçiyi öldürdü.
İşçilerin kasten mi yoksa kazayla mı öldürüldüğü
konusunda İsrail ve Filistin farklı açıklamalar yaptılar.
Ancak, Filistin yas tutarken, İsrail askerleri kampa
saldırarak cesetleri zorla ailelerinden aldı ve cenaze
törenlerinin bir gösteriye dönüşmesini engellemeye
çalıştı. Bunun üzerine Gazze İslam Üniversitesi öğrencileri, cenazelerin bulunduğu hastanenin kapısında bir gösteri düzenleyerek, tüm Filistinlileri cenazelerine sahip çıkmaya çağırdılar. Gösteri hızla yayıldı
ve İsrail askerleri büyüyen kalabalığa ateş açarak çok
sayıda insanı katletti. Filistinliler ise askerlere taşla
karşılık verdi ve 8 Aralık olayları ile 1992 yılına kadar
sürecek olan ve İsrail ordusunun tanklarına ve silahlı
askerlerine karşı,
Filistin halkının
taşlarla direndiği
Birinci İntifada
başlamış oldu.
Birinci İntifada
süresince 241’i
çocuk,
1162
Filistinli hayatını
kaybetti. 1993’te
yapılan görüşmeler, bağımsız bir
devlet sağlamaktan çok uzak kaldı.
2000 yılında, ABD’nin yeni Ortadoğu hamlesi öncesinde, İsrail yeni bir saldırı dalgası başlattı. İkinci
İntifada ve sonrasında da İsrail saldırganlığı tırmanışa geçti. Çok ciddi baskılara, ülke içi gerginliklere ve
İsrail’in insanlık dışı uygulamalarına rağmen Filistin
halkı mücadeleyi sürdürdü.
Emperyalist ülkeler İsrail’i destekliyor
Ve Aralık ayının sonunda başlayan son katliamda da, Filistin yine direnişi sürdürüyor. Öte yandan,
İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısı dünyayı da ikiye
böldü. Batılı kapitalist ülkelerin çoğunluğu İsrail’i öyle
ya da böyle destekleyen açıklamalar yaparken, Küba,
Venezüella, Bolivya, Vietnam, İran, Hindistan ve Çin,
İsrail’in karşısında saf tuttular. Bu konuda en radikal
tepki Venezüella’dan geldi ve Chavez, ‘masumları
ancak korkakların bombalayacağını’ belirterek, İsrail
Büyükelçisi’ni Venezüella’dan kovdu ve ülkesinin katliam karşısındaki tepkisini somutlaştırdı.
Türkiye’de ise Hükümet, bir yandan İsrail’e yönelik
sert bir tavır alma gösterisi içindeyken; diğer yandan,
her yıl yaklaşık 400 milyon dolarlık silah alarak İsrail
silah sektörünün gelişmesine katkıda bulunuluyor.
İsrail ile yapılan ikili anlaşmaların iptali gündeme gelmiyor. Konya’da İsrailli pilotlar eğitilirken, bir yandan
İsrail’e yönelik ‘sert’ açıklamalar yapılması da elbette
gerçekçi görünmüyor.
Bu süreçten ve İsrail’in insanlık dışı saldırılarından
en çok çocuklar etkilendi, çocuklar zarar gördü elbette. İlk intifada başladığında doğan, saldırılar karşısında hayatta kalabilen çocuklar, şimdi 21 yaşında,
savaşı bir hayat biçimi olarak gören insanlar oldular.
Savaş hayatlarının doğal bir parçası. Doğumlarından
bu yana, bombaların, katliamların, ölümlerin ortasında yaşıyorlar. Direnişin 21. yılında ise, İsrail gün
geçtikçe daha da gayri meşru hale gelirken, tarihin
bu en eşitsiz savaşından gözümüzün önüne gelen
ilk kare tanklara karşı taşla ülkesini savunmaya çalışan Filistinli çocuklar olarak kaldı.
ocak 2009 (32)
emekli
Ankara:
Başbakanlık Basımevi’nden, Ahmet
Tahir Oğultay, Seydi Dayan, Dursun Ülger,
İbrahim Türker, Sevim Türkay, Adnan
Yalçın emekli olmuştur.
METEKSAN Matbaası’ndan, Sabire
Şeker, Cevriye Durmaz, Selmiye Ateş,
Yasemin Doğan, Çağlar Alkaya ve Hasan
Taylan işyerinden ayrılmıştır.
TÜİK Basımevi’nden, Ali Ören ve Sadriye
Türkel emekli olmuştur.
Milli Eğitim Basımevi’nden, Gürsel
Çolak, İrfan Saatçi, Cindi Yılmaz, Tacettin
Sakarya, Sedat İlhan, Yaşar Akgöz emekli
olmuştur.
Karayolları Matbaası’ndan, S.Ali Arzuman ve A.İhsan İncesu emekli olmuştur.
İstanbul:
Rotopak Ambalaj’dan, Ali Mutlu, İsmail
Özçelik, Vehbi Cembekli, Hüsnü Çalışkan,
Arif Sülük, Münür Günaydın, İsmet Yiğit,
Bahtiyar Şen, Ruşen Değirmenci, Yaşar
Keskin, Saim Yıldırım, Bülent Yörüker,
Selahattin Dağlı, Şevket Özdemir, Mehmet
Çavuş, Emin Hasanoğlu, Arif Özer, Süleyman Demirağ, Süleyman Tonkuş, Bülent
Harman, Coşkun Kandemir, Mehmet Somsa, Cemal Yaman, Mürsel Erbay, Hüseyin
Aydın emekli olmuştur.
Darphane Genel Müdürlüğü’nden, Kadir
Yıldız, Bahattin Bozkurt, Zafer Asan, Baki
Yıldız emekli olmuştur.
Damga Matbaası’ndan Ahmet Murat
Pekel emekli olmuştur.
DMO Basımevi’nden, Bülent Diken ve
Keremhan Çelik emekli olmuş, Erdal Çakır
İzmir, Ramazan Çalışkan Eskişehir Bölge
Müdürlüklerine tayin olmuştur.
İzmir:
Etapak Ambalaj’dan, Şemayil Keskin,
Aydın Gazi, Cüneyt Karaman, Meral
Özdemir işyerinden ayrılmıştır.
Üyelerimize, bundan sonraki
yaşamlarında da, sağlık, mutluluk ve
başarı diliyoruz.
vefat
Ankara:
Başbakanlık Basımevi’nden, üyemiz
Fevzi Eker, Mustafa Gürleyik’in babası,
TÜİK Basımevi’nden, Mehmet Kambur’un babası,
İstanbul:
Darphane Genel Müdürlüğü’nden,
emekli üyemiz İsmet Şişli, Yavuz Kara’nın
kayınvalidesi, Mehmet Ataköşker’in kayınvalidesi,
DMO Basımevi’nden, İzzettin Germeç’in
babası,
Damga Matbaası’ndan, Mehmet Ali
Mamak’ın annesi,
İzmir: Etapak Ambalaj’dan, Süleyman
Güven’in annesi, Sinan Altay’ın Kayınpederi
vefat etmiştir. Vefat edenlere Allah’tan
rahmet, üyelerimize, ailelerine ve
yakınlarına başsağlığı dileriz.
Ankara Şube Eski Başkanımız Ahmet
Şimşek’i Son Yolculuğuna Uğurladık
Başbakanlık Basımevi’nde çalışırken üyelikten temsilciliğe ve
yöneticiliğe çeşitli kademelerde yıllarca sendikamıza emek veren
sevgili dostumuz, arkadaşımız Ahmet Şimşek, geçtiğimiz dönemde
Şube Başkanlığı görevinden de ayrılmasına neden olan rahatsızlığa
yıllarca direndikten sonra, 21 Ocak’ı 22 Ocak’a bağlayan gece hayata gözlerini kapadı. Cenazesi, Sendikamızdan, üye işyerlerinden ve
Başbakanlık Basımevi’nden arkadaşlarının, akrabalarının ve dostlarının katıldığı geniş bir kitle tarafından toprağa verileceği Tokat’a
uğurlandı.
Arkadaşımıza Allah’tan rahmet, tüm sevenlerine, ailesine, dost ve
akrabalarına, üyelerimize, sendikamız camiasına baş sağlığı dileriz.
Bülent
Diken
Ahmet Şimşek
Yıllarca değişik kademelerde
sendikamıza emek verdikten
sonra 2007 Genel Kurulumuza
kadar iki dönem de Genel Eğitim
Sekreterliği görevini yürüten
Bülent Diken arkadaşımız işyerinden emekli oldu. Arkadaşımıza
bundan sonraki yaşamında sağlık
mutluluk ve başarı diliyoruz.
doğum
Ankara: Başbakanlık Basımevi’nden,
Ramazan Er, M.Sabri Topaktaş, Yetkin
Hacısalihoğlu;
METEKSAN Matbaası’ndan, Hüseyin
Yılmaz, Fatih Alptekin, Aytekin Morova,
Çağlar Alkaya;
TÜİK Basımevi’nden, Ali Taşdelen,
Mesut Alparslan,
İstanbul: Darphane Gn. Müdürlüğü’nden, Mustafa Türk, İsmet Canlı, Yusuf
Boz, Zafer Turgut, İbrahim Demir, Ahmet
Bayraktar, Ahmet Büyür, Fatih Yönter,
Erkan Avşar, Murat Sayan, Mehmet Uca
DMO Basımevi’nden,Ali Kapucuoğlu,
İzmir: Etapak Ambalaj’dan Oğuz Sargın,
Metin Özcan ve Erol Mercan,
Düzce: Propak Ambalaj’dan Yusuf
Okutan ve Erdinç Abaylı
arkadaşlarımızın bebekleri olmuştur.
Üyelerimizi kutlar, ailelerine ve bebeklerine sağlıklı ve mutlu bir gelecek dileriz.
düğün
Ankara: METEKSAN Matbaası’ndan,
Erhan Hamalosmanoğlu&Tuçe Tiryaki,
İsmail Karabiber
İstanbul: Darphane Genel Müdürlüğü’
nden, Vedat Tomak,
İzmir:EtapakAmbalaj’dan,Yasin Göndeç,
Düzce: Propak Ambalaj’dan, Serdar Selen
arkadaşlarımız evlenmiştir. Üyelerimizi
kutlar, ömür boyu mutluluklar dileriz.
İstanbul Şube Başkan Yardımcımız İbrahim Kılıç arkadaşımız’ın
babası vefat etmiştir. Merhuma
Allah’tan rahmet, arkadaşımıza,
ailesine ve sevenlerine
başsağlığı dileriz.
işkazası/hastalık
Ankara: TÜİK Basımevi’nden, Fatih Mehmet Yılmazer’in babası, Hasan Hantaş’ın
annesi, Özcan Karanfil’in eşi ameliyat
olmuştur.
İstanbul: Darphane Genel
Müdürlüğü’nden, Ahmet Özay, Erkan
Avşar, Bilal Yağmur, Yılmaz Öztürk,
İbrahin Kılıç, Ömer Yalvaç, Yüksel Çalık,
Ahmet Alıcı, Hamdi Yıldız, Serhat Küçük
iş kazası geçirmiştir. Aynı işyerimizden,
Cemal Tutumlu, Kemalettin Kayalı, Ahmet
Kayalı, Hüseyin Demirel, Hasan Atasoy
ise rahatsızlanmış/ameliyat olmuştur.
DMO Basımevi’nden, Cemil Bayramoğlu
iş kazası geçirmiştir.
İzmir: Etapak Ambalaj’dan, Memiş Sert
anjiyo olmuştur.
Düzce: Propak Ambalaj’dan Fatih Esen,
İslam Ercan, Ahmet Uçar ve Erkan Danışan İş Kazası geçirmiştir.
Üyelerimize geçmiş olsun diyor, acil
şifalar diliyoruz.
temsilci ataması
İstanbul: Darphane Genel Müdürlüğü: İstifa ve emeklilik nedeniyle boşalan temsilcilikler için yapılan seçimler
sonucunda Baştemsilciliğe Hüseyin
İpek, Temsilciliklere Naim Demir ve
İhsan Acar
Ankara: Milli Eğitim Basımevi: İstifa
nedeniyle boşalan temsilcilik kadrosuna Kemal Karakuş,
arkadaşımız atanmıştır. Arkadaşlarımıza bundan sonraki çalışmalarında da başarılar diliyoruz.
İşçiler, Bozulan Ekonomi
Çarkının İlk Fısattta Sökülüp
Atılabilen Dişlileri Olamaz!

Benzer belgeler