Büyük Türkçe Sözlük

Transkript

Büyük Türkçe Sözlük
Büyük Türkçe Sözlük
Sürüm No: 1.0
Açı
klama
Farabi
(veya ağ
zı
nı
n içine) bakmak
* ne söyleyeceğini beklemek.
* onun sözüne göre davranmak.
... (bir) hâl almak
* bir duruma gelmek.
... canlı
sı
* düş
künü.
... damgası
nı
vurmak
* (biri için) kötü bir yargı
ya varmak.
... -e kuvvet
* herhangi bir ş
eye ağ
ı
rlı
k verildiğ
inde kullanı
lı
r.
... fı
rı
n ekmek yemesi lâzı
m
* bir duruma eriş
mek için pek çok emek vermesi, çalı
ş
ması
gerekir.
... gözüyle bakmak
* yerine koymak.
... ile beraber
* ile birlikte.
... kim ... kim
* yakı
ş
tı
rı
lan ş
eyin uygunsuzluğ
unu belirtmeye yarar.
... olsun, ... olsun,
* sözü geçen her ş
ey.
... süsü vermek
* gerçeğ
e aykı
rı
olarak, kendisinde veya herhangi bir ş
eyde üstün bir nitelik veya değer varmı
şgibi
göstermek.
... ziyafeti çekmek
* herhangi bir ş
eyi en iyi biçimde baş
armak, herhangi bir yönüyle doyurmak.
...-a veya ...-e gelince
* sı
ra gelince anlamı
na gelerek bir konu bittikten sonra sözü baş
ka bir konuya geçirmeye yarar.
* ayrı
calı
k gösteren bir düş
ünceye geçildiğ
ini anlatı
r.
...-a, ...-ya getirmek
* birini bir duruma getirerek istediği gibi davranmak.
...-den eylemek
* yoksun bı
rakmak.
...-ı
nda / ...-inde değil
* bir ş
eyin söylenen niteliğ
ine önem vermeyi anlatı
r.
...i tutmak
* bir iş
i yapacağ
ıve göreceği o zamana rastlamak.
...ikinci plâna düş
mek
* bir kimsenin veya topluluğun gözünde eski önemini, değ
erini yitirmek.
...ile beraber
* -dı
ğ
ı/ -diği anda.
* -dan / -den baş
ka.
* -dı
ğ
ı/ -diği hâlde.
...-ması
yla, ...-mesi bir olmak
* aynıanda, çabucacı
k, birden.
...maya veya ...meye görsün (veya gör)
* söz konusu fiilin doğ
uracağ
ısonuca kesinlik kazandı
rmak için kullanı
lı
r.
...nı
n resmidir...
* bir durumun olacağ
ıkesin ve bellidir.
19 Mayı
s
30 Ağ
ustos
* Zafer Bayramı
.
a
* Seslenme bildirir.
a
* (a:) Şaş
ma, hatı
rlama, sevinme, acı
ma, üzülme, kı
zma gibi duygularıgüçlendirir, cümlenin baş
ı
nda veya
sonunda kullanı
lı
r.
a/e
* Çekimli fiilin sonuna gelerek anlamıpekiş
tirir.
-a- / -e-a / -e
*İ
simden fiil türeten ek.
* Yönelme durumu eki: dağa, eve, yola, öne. Ünlü ile biten isimlerden sonra araya y sesi girer.
-a / -e
* Fiilden zarf türeten ek: yaza yaza, gide gide, koş
a koş
a, düş
e kalka, güle oynaya. Ünlü ile biten fiillerden
sonra araya y sesi girer: yaş
aya yaş
aya, bekleye bekleye, okuya okuya, yürüye yürüye. Bu ek göre, kala, geçe, sapa
örneklerinde kalı
plaş
mı
ş
tı
r.
a, A
ab
aba
* Türk alfabesinin birinci harfi, ses bilimi bakı
mı
ndan kalı
n ünlülerin düz ve genişolanı
nıgösterir.
* Nota iş
aretlerini harflerle gösterme yönteminde lâ sesini bildirir.
* Su.
* Yünden, dövülerek yapı
lan kalı
n ve kaba kumaş
.
* Bu kumaş
tan yapı
lmı
şyakası
z ve uzun üstlük.
* Bu kumaş
tan yapı
lmı
şolan.
* Eskiden derviş
lerin giydiği abadan yapı
lmı
ş
, önü açı
k hı
rka.
* Abla.
* Anne.
aba altı
ndan değ
nek (sopa) göstermek
* yumuş
ak görünmekle birlikte yine de gözünü korkutmak.
aba gibi
* (kumaşiçin) kaba ve kalı
n.
aba güreş
i
* Aba giyilerek ve bele kuş
ak bağlanarak yapı
lan bir tür güreş
.
aba vakti yaba, yaba vakti aba
* kiş
i, ihtiyaçları
nıvaktinden önce ve ucuz olduğ
u zaman karş
ı
lamalı
dı
r.
abacı
* Aba yapan veya satan kimse.
* Abadan giyecek yapan veya satan kimse.
* Bedavacı
, asalak.
abacıkebeci, ara yerde sen neci?
* "anlamadı
ğı
n bu iş
e ne karı
ş
ı
yorsun?" anlamı
nda kullanı
lan bir söz.
abacı
lı
k
* Aba yapma veya satma iş
i.
* Abadan giyecek yapma veya satma iş
i.
abadî
* Kalı
nca ve açı
k saman renginde, yarı
mat bir yazıkâğ
ı
dı
türü.
abajur
abajurcu
* Iş
ı
ğ
ıbir yere toplamak, doğrudan doğ
ruya gözlere vurması
nıönlemek için kullanı
lan lâmba siperi.
* Genellikle üzeri siperli masa lâmbasıveya ayaklılâmba.
* Abajur yapan veya satan kimse.
abajurculuk
* Abajurcunun iş
i veya mesleğ
i.
abajurlu
* Abajuru olan.
abaküs
* Sayı
boncuğ
u, çörkü.
abalı
* Abasıolan, aba giymişolan.
abandı
rma
* Abandı
rmak iş
i.
abandı
rmak
* Bir kimsenin bir yere abanması
nısağlamak.
* Bir hayvanıyere çöktürmek.
abandone
* Dövüş
emeyecek duruma gelen (boksör).
abandone etmek
* dövüş
emeyecek duruma getirmek.
abandone olmak
* dövüş
emeyecek duruma gelmek.
abanî
abanma
* Sarı
mtı
rak dallınakı
ş
larla iş
lenmişbir tür beyaz, ipek kumaş
.
* Bu kumaş
tan yapı
lmı
ş
.
* Abanmak iş
i.
abanmak
abanoz
* Eğ
ilerek bir ş
eyin, bir kimsenin üzerine kapanmak.
* Bir yere veya bir kimseye yaslanmak, dayanmak.
* Bir ş
eyin veya bir kimsenin üzerine çöküp çullanmak.
* Birine yük olarak onun sı
rtı
ndan geçinmeye bakmak.
* Abanozgillerin ağ
ı
r, sert ve siyah renkli tahtası
.
abanoz gibi
* çok sert.
abanoz kesilmek
* sertleş
erek dayanı
klı
lı
ğ
ıartmak.
* kirden matlaş
mak, rengini kaybetmek.
abanozgiller
*İ
ki çeneklilerden, sı
cak ülkelerde yetiş
en ve kerestesine abanoz denilen bir bitki familyası
.
abanozlaş
ma
* Abanozlaş
mak durumu alma.
abanozlaş
mak
* Ağaç ve benzeri maddeler uzun süre suda kalarak kararmak.
* (insan) uzun süre güneş
te kalarak kararmak, yanmak.
abartı
* Abartma, mübalâğa.
abartı
cı
* Bir ş
eyi olduğ
undan büyük veya çok gösterme huyunda olan (kimse), abartmacı
, mübalâğacı
.
abartı
cı
lı
k
* Abartı
cıolma durumu, abartmacı
lı
k, mübalâğ
acı
lı
k.
abartı
lı
* Olduğundan fazla gösterilen, mübalâğalı
.
abartı
lma
* Abartı
lmak iş
i.
abartı
lmak
* Abartmak iş
ine konu olmak, mübalâğ
a edilmek.
abartı
sı
z
abartı
ş
abartma
* Olduğundan fazla gösterilmeyen, mübalâğası
z.
* Abartmak iş
i veya biçimi.
* Abartmak iş
i, mübalâğ
a.
abartmacı
* Abartı
cı
, mübalâğacı
.
abartmacı
lı
k
* Abartı
cı
lı
k, mübalâğacı
lı
k.
abartmak
* Bir ş
eyi olduğ
undan büyük veya çok göstererek anlatmak, mübalâğa etmek.
abartmalı
* Abartı
lmı
ş
, mübalâğ
alı
.
abartması
z
* Abartı
lmamı
ş
, abartmadan, mübalâğ
ası
z.
abası
z
* Abasıolmayan, aba giymemişolan.
abaş
o
* Alt, alttaki, aş
ağ
ı
.
* Gemiyi baş
tan veya kı
çtan halatla karaya bağlama.
abat
* Bayı
ndı
r, mamur.
* Şen, rahat.
abat etmek
* mamur etmek, rahata kavuş
turmak, zenginleş
tirmek, gönendirmek.
abat eylemek
* abat etmek.
abat olmak
* mutlu olmak, rahata kavuş
mak, gönenmek.
abayısermek
* bir yere teklifsizce yerleş
mek.
abayıyakmak
* gönül vermek, tutulmak, âş
ı
k olmak.
Abaza
Abazaca
abazan
* KuzeybatıKafkasya'da yaş
ayan bir halk ve bu halka mensup olan kimse.
* Abazalar tarafı
ndan kullanı
lan dil.
* Karnıaç olan (kimse).
* Uzun süre kadı
nsı
z kalan (erkek).
abazan kalmak
* uzun süre cinsel iliş
kide bulunmamak, kadı
nsı
z kalmak.
abazanlı
k
* Abazan olma durumu.
Abbas yolcu
* yola çı
kacak kimse.
Abbasî
* Abbas bin Abdülmuttalib soyundan gelen, Bağ
dat merkez olmak üzere Ön Asya ve Kuzey Afrika'da 7501258 tarihleri arası
nda hüküm süren sülâle.
abd
Abdal
* Kul.
* Köle.
* Safevîler devrinde İ
ran'da yaş
ayan Türk oymakları
ndan biri.
* Anadolu'da yaş
ayan birtakı
m oymaklara verilen ad.
abdal
* Eskiden bazıgezgin derviş
lere verilen ad.
* Dilenci kı
lı
klı
, üstü baş
ıperiş
an kimse.
* Bkz. aptal.
abdala malûm olur
* bir ş
eyin olacağı
nıönceden sezen kimseler için ş
aka yollu söylenir.
abdallı
k
* Abdal olma durumu.
abdest
* Müslümanları
n, bazı
ibadetleri yapabilmek için el, ağı
z, burun, yüz, kol, ayak yı
kama ve baş
a, enseye ı
slak el
gezdirme, kulağıtemizleme biçiminde yaptı
klarıarı
nma.
*İ
drar yapma ve kalı
n bağı
rsağ
ıboş
altma.
abdest almak
* abdest yoluyla arı
nmak.
* namaz kı
lmak için gerekli yı
kama kuralları
nı
yerine getirmek.
abdest bozmak
* ayak yoluna gitmek.
abdest bozulmak
* yeniden abdest alma gereği ortaya çı
kmak.
abdest tazelemek
* yeniden abdest almak.
abdestbozan
* Şeritgillerden, vücudu yassı
, birbirine kenetlenmişboğ
umlarıbulunan ve bazı
sımetrelerce boyda olan bir
bağı
rsak asalağ
ı
, tenya, ş
erit.
abdestbozan otu
* Gülgillerden, siyah ve yeş
il boya çı
karı
lan bir bitki (Poterium spinosum).
abdesthane
* Abdest bozacak yer, ayak yolu, tuvalet.
abdesti gelmek (veya olmak)
* abdest bozmaya ihtiyaç duymak.
abdesti kaçmak
* abdest bozma ihtiyacı
varken yok olmak.
abdestinde namazı
nda
* dindar.
abdestinden ş
üphesi olmamak
* yaptı
ğ
ıiş
te kusuru olmadı
ğı
nıkesin olarak bilmek.
abdestini vermek
* azarlamak.
abdestli
abdestlik
* Abdest almı
şbulunan veya abdesti bozulmamı
şolan.
* Abdest alı
nacak yer.
* Abdest alı
nı
rken giyilen ve kolsuz hı
rkaya benzeyen bir tür giyecek.
* Abdest almaya yarayan.
abdestsiz
* Abdest almamı
şveya abdesti bozulmuşolan.
abdestsiz yere basmamak
* din buyrukları
na titizlikle uymak.
abdiâciz
* Alçak gönüllülük bildirmek üzere "ben" yerine kullanı
lı
r.
abdülleziz
* Akdeniz bölgesinde ve Afrika'da yetiş
en çok yı
llı
k ve otsu bir bitki (Cyperus esculentus).
* Bu bitkinin yemişgibi yenilen, tatlı
ve yağlıürünü.
abece
* Bkz. alfabe.
abece sı
rası
* Bkz. alfabe sı
rası
.
abecesel
* Bkz. alfabetik.
aberasyon
* Sapı
nç.
abes
* Akla ve gerçeğ
e aykı
rı
.
* Gereksiz, lüzumsuz, yersiz, boş
.
abes bulmak
* gereksiz, saçma saymak.
abes kaçmak
* uygunsuz düş
mek.
abesle uğraş
mak (veya abesle iş
tigal etmek)
* yersiz, yararsı
zş
eylerle vakit öldürmek.
abeslik
abı
hayat
* Abes olma durumu.
* Efsanelere göre içen kimseye ölümsüzlük sağ
layan bir su, bengi su.
abı
hayat içmiş
* yaş
ıçok ilerlemişolduğ
u hâlde genç görünen (kimse).
abı
kevser
* Cennette bulunduğ
una inanı
lan Kevser ı
rmağı
nı
n adı
.
abı
ru
abide
* Yüz suyu.
* Irz, namus, ş
eref, haysiyet.
* Anı
t.
abideleş
me
* Anı
tlaş
ma.
abideleş
mek
* Anı
tlaş
mak.
abideleş
tirme
* Anı
tlaş
tı
rmak iş
i.
abideleş
tirmek
* Anı
tlaş
tı
rmak.
abidemsi
abidevî
abis
* Anı
t benzeri.
* Anı
tla ilgili, anı
tsal, anı
ta benzer, anı
t gibi.
* Okyanusları
n çok derin yeri ve daha özel olarak, güneşı
ş
ı
ğı
nı
n eriş
emediğ
i kesim.
abiye
* Bayanları
n özel gecelerde giydiğ
iş
ı
k giysi veya tuvalet.
abla
* Bir kimsenin kendinden büyük olan kı
z kardeş
i.
* Büyük kı
z kardeşgibi saygıve sevgi gösterilen kı
z veya kadı
n.
* Genel ev veya randevu evi iş
letmecisi kadı
n, çaça, mama.
ablak
* Yayvan ve dolgun yüz veya yüzü böyle olan (kimse).
ablakça
ablaklı
k
ablalı
k
* Ablak gibi, ablak tarzı
nda.
* Ablak olma durumu.
* Abla olma durumu.
ablalı
k etmek
* abla gibi yakı
n ve koruyucu davranı
ş
ta bulunmak.
ablâtif
ablatya
abli
* Çı
kma durumu.
* Uzunluğ
u 150, geniş
liğ
i 4-10 kulaç olan bir balı
k ağ
ı
.
* Yarı
m serenleri sağ
a, sola veya ortaya çevirmek için bunları
n ucuna bağ
lıbulunan donanı
m.
abliyi kaçı
rmak (veya bı
rakmak)
*ş
aş
ı
rmak, soğuk kanlı
lı
ğ
ı
nıyitirmek, ipin ucunu kaçı
rmak.
abluka
* Bir ülkenin veya bir yerin dı
şdünya ile olan her türlü bağ
lantı
sı
nıkuvvet kullanarak kesme, kuş
atma, ihata.
abluka altı
nda tutmak
* ablukayıdevam ettirmek.
abluka etmek
* genellikle denizden kuş
atmak.
* etrafı
nı
çevirmek, bulunduğu yerden ayı
rmak.
ablukaya almak
* Bkz. abluka etmek.
ablukayı
kaldı
rmak
* abluka kararı
ndan ve uygulaması
ndan vazgeçmek.
ablukayı
yarmak
* abluka bölgesini zor kullanarak yarı
p geçmek.
abone
* Önceden ödemede bulunarak süreli yayı
nlara alı
cıolma iş
i.
* Peş
in para ile bir ş
eye belli bir süre için alı
cı
olan kimse.
* Bir yere gitmeyi alı
ş
kanlı
k hâline getirmek.
abone etmek
* peş
in para ile belli bir süre için bir ş
eyi sürekli olarak almayı
sağ
lamak.
abone olmak
* peş
in para ile belli bir süre için bir ş
eyi sürekli olarak almayı
önceden üstlenmek.
abone yapmak
* abone olmayısağlamak..
abonelik
* Abone veya aboneler için kullanı
labilecek kadar olan.
abonman
* Bir satı
cıveya kamu kuruluş
u ile alı
cı
lar arası
nda yapı
lan anlaş
ma.
aborda
* Bir deniz teknesinin baş
ka bir tekneye, bir iskeleye veya bir rı
htı
ma yanı
nıvererek yanaş
ması
.
aborda etmek
* (gemi için) yanlaması
na yanaş
mak.
abra
* Bozuk teraziyi dengelemek için hafif gelen kefeye konulan taş
, demir, çivi gibi ağ
ı
rlı
k, dara.
* Bir değ
iştokuş
ta üste verilen ş
ey.
abrakadabra
* Eski çağlarda bazı
hastalı
klara iyi geldiğine inanı
lan büyülü söz.
* Sihirbazları
n sı
kça kullandı
ğıbüyülü söz.
abrama
abramak
* Abramak iş
i, idare.
* (deniz taş
ı
tlarıiçin) Yönetmek, idare etmek.
abraş
* Alaca benekli.
* (bitki yaprakları
nda) Klorofil azlı
ğ
ı
ndan dolayıaçı
k renkte lekeleri olan.
* Çilli, çopur yüzlü, açı
k renk gözlü, çapar.
* Deseni ve atkı
sıbozuk halı
.
* Çarpı
k, eğri, düzgün olmayan.
* Ters, kaba, görgüsüz.
abril
* Nisan, april.
abstraksiyonizm
* Bkz. soyutçuluk.
abstre
* Soyut, somut karş
ı
tı
, mücerret.
abstre sayı
* Bkz. soyut sayı
.
absürt
* Saçma.
absürt tiyatro
* Bkz. saçma tiyatro.
abu
* Şaş
ma ve korku bildirir.
abuhava
*İ
klim.
abuk sabuk
* Akla, mantı
ğ
a uymayan, düş
ünmeden söylenen, saçma sapan (söz).
abuk sabuk konuş
mak
* saçma sapan söz söylemek.
abuk sabukluk
* Ciddiyetsizlik, saçmalı
k.
abuli
abullabut
*İ
stenç yitimi, irade kaybı
.
* Hantal, kaba ve anlayı
ş
sı
z (kimse).
* Biçimsiz ve kötü giyinen, giyimine özen göstermeyen (kimse).
abullabutluk
* Abullabut gibi davranma, abullabut olma durumu.
abur cubur
* Sı
rası
, tadı
, yararı
gözetilmeksizin rastgele yenilen ş
eyler.
*İ
ş
e yaramayan, boş
.
abus
Ac
acaba
* Ası
k suratlı
, somurtkan (kimse).
* Somurtkan, çatı
k, ası
k (yüz).
* Niteliğ
i bilinmeyen, garip, acayip.
* Aktinyum'un kı
saltması
.
* Merak, kararsı
zlı
k veya kuş
ku anlatı
r.
-acak / -ecek
* Fiil çekim eki (gelecek zaman eki).
* Fiilden isim ve sı
fat yapma eki.
Acar
* GüneybatıKafkasya'nı
n Türkiye sı
nı
rı
na yakı
n bölgesinde yaş
ayan bir halk.
acar
* Atı
lgan, gözü pek, yiğit, kabadayı
, yı
lmaz, kabı
na sı
ğmaz.
* Güçlü ve becerikli, çevik, enerjik.
* Yeni.
Acara
* Bkz. Acar.
acarlaş
ma
* Acarlaş
mak iş
i.
acarlaş
mak
* Acar duruma gelmek.
acarlı
k
* Acar olma durumu.
acayibine gitmek
* yadı
rgamak, tuhafı
na gitmek.
acayip
* Sağduyuya, göreneğe, olağ
ana aykı
rı
,ş
aş
ı
lacak, ş
aş
maya değer, garip, tuhaf, yadı
rganan, yabansı
.
* Şaş
ma anlatı
r.
acayip olmak
* yadı
rganacak bir duruma girmek.
acayipleş
me
* Acayipleş
mek durumu.
acayipleş
mek
* Baş
kalaş
mak, yadı
rganacak bir duruma girmek.
acayipleş
tirme
* Acayipleş
tirmek iş
i.
acayipleş
tirmek
* Acayip, yadı
rganacak bir duruma getirmek.
acayiplik
* Acayip olma durumu, yabansı
lı
k, gariplik, tuhaflı
k.
accelerando
* Parçanı
n çalı
nı
rken gittikçe hı
zlanacağ
ı
nıanlatı
r.
acele
* Çabuk davranma zorunluluğ
u, ivedi, ivecenlik.
* Vakit geçirmeden, tez olarak.
acele acele
* Çabuk çabuk, hı
zlı
olarak, büyük bir çabuklukla.
acele etmek
* çabuk davranmak, ivmek.
* telâşetmek, sabı
rsı
zlanmak.
acele iş
eş
eytan karı
ş
ı
r
* düş
ünüp taş
ı
nmadan, ivedi olarak yapı
lan iş
ten iyi sonuç beklenmemesi gerektiğ
ini anlatı
r.
aceleci
* Tez işgören, çabuk davranan, telâş
lı
, ivecen.
acelecilik
* Aceleci olma durumu, ivecenlik.
aceleleş
tirme
* Aceleleş
tirmek iş
i.
aceleleş
tirmek
* Çabuklaş
tı
rmak.
aceleye gelmek
* çabuk yapı
ldı
ğı
için gereken özen gösterilmemişolmak.
aceleye getirmek
* zaman darlı
ğı
ndan yararlanarak birini aldatmak veya bir iş
i üstünkörü yapmak.
Acem
*İ
ranlı
.
*İ
ran'a özgü.
*İ
ran ülkesi.
acem
* Türk müziğinde mi notası
na yakı
n bir perde.
Acem halayı
* Güney Anadolu yöresinde oynanan bir halk oyunu.
Acem kı
lı
cıgibi
* hem birinden yana, hem ona karş
ıolabilen.
Acem lâlesi
* Taş
kı
rangillerden, turuncu ve sarırenkte çiçekli, yı
llı
k ve çok yı
llı
k türleri olan, tohumla saksı
da ve tarlada
üretilebilen bir süs bitkisi, güneştopu.
Acem pilâvı
* Safran ve zencefil ile yapı
lan İ
ran usulü bir pilâv çeş
idi.
acemaş
iran
* Klâsik Türk müziğ
inde kullanı
lan ş
et makamları
ndan biri.
acemborusu
* Canlıkı
rmı
zı
çiçekler açan bir süs bitkisi (Bigonia radicams).
acembuselik
* Klâsik Türk müziğ
inde kullanı
lan birleş
ik bir makam.
Acemce
acemi
* Farsça.
* Bir iş
in yabancı
sıolan, eli iş
e alı
ş
mamı
ş
, bir iş
i beceremeyen.
*İ
ş
inde, mesleğ
inde ilerlememiş
.
* Bir yerin, bir ş
eyin yabancı
sı
.
* Saraya yeni alı
nmı
şcariyelere verilen ad.
acemi ağası
* Hareme yeni alı
nan cariyelerin ağ
ası
.
acemi çaylak
* Tecrübesiz, toy, beceriksiz.
acemi er
* Askere yeni alı
nan ve eğ
itim dönemini henüz tamamlamamı
şer.
acemi ocağ
ı
* Osmanlıordusuna kapıkulu eri yetiş
tirmek için kurulan okul.
acemi oğlanı
* Yeniçeri ocağı
nda yetiş
tirilmek üzere tutsaklardan veya devş
irme yoluyla Hristiyanlardan toplanan çocuk.
acemice
* Toyca, beceriksizce.
acemileş
me
* Acemileş
mek durumu.
acemileş
mek
* Beceriksizlik göstermek, bocalamak.
acemilik
* Acemi olma durumu, aceminin çekingenliği ve ürkekliği, acemice davranı
ş
, toyluk.
acemilik çekmek
* henüz alı
ş
madı
ğ
ıbir iş
te zorluk çekmek, bocalamak.
acemilik etmek
* düş
üncesizce hareket etmek, acemice davranmak.
acemkürdi
* Klâsik Türk müziğ
inde birleş
ik bir makam.
acemleş
me
* Acemleş
mek durumuna gelmek.
acemleş
mek
* Kültür ve medeniyet bakı
mı
ndan İ
ran'ıveya İ
ran halkı
nıörnek almak.
* Kendini İ
ranlı
gibi hissetmek veya İ
ranlıgibi davranmak.
acemleş
tirme
* Acemleş
tirmek iş
i.
acemleş
tirmek
* Kültür veya medeniyet bakı
mı
ndan İ
ran'ıveya İ
ran halkı
nı
örnek aldı
rmak, Acem kültürünü
yaygı
nlaş
tı
rmak.
acente
* Bir kuruluş
un malî veya ticarî iş
lerini kazanç karş
ı
lı
ğı
nda yürüten ticarethane.
* Vapur ortaklı
ğ
ıveya banka ş
ubesi.
* Bir kurumun veya ş
ubelerinin baş
ı
nda bulunan kimse.
* Bir kuruluş
a bağlıolmaksı
zı
n sözleş
meye dayanarak belirli bir yer ve bölge içinde sürekli olarak ticarethane
veya iş
letmeyi ilgilendiren iş
lerde aracı
lı
k eden, bunlarıo iş
letme adı
na yapan kimse.
acentelik
acep
aceze
* Acentenin yaptı
ğıiş
.
* Acente kuruluş
u.
* Acaba.
* Acizler, güçsüzler, eli ermezler, düş
künler.
acı
* Tat alma organı
nda bazımaddelerin bı
raktı
ğıyakı
cıdurum, tatlıkarş
ı
tı
.
* Tadı
bu nitelikte olan.
* Keskin, hoş
a gitmeyen, ş
iddetli.
* Renk için, koyu.
* Ağ
rı
, sancı
.
* Dı
ş
arı
dan gelen bir etki ile dı
şorganlarda birdenbire oluş
an ve o etkilerin kalkmasıile duyulan rahatsı
zlı
k,
ı
stı
rap.
acı
acı
* Kı
rı
cı
, üzücü, incitici, dokunaklı
, korkunç.
* Ölüm, yangı
n, deprem gibi olayları
n yarattı
ğıüzüntü, keder, elem.
* Acıolarak, acı
vererek, acıduyurarak, üzüntü içinde.
* Dokunaklı
, kı
rı
cı
, üzücü olarak, üzüntü içinde.
acı
ağaç
* Sedef otugillerden, sı
cak ülkelerde yetiş
en, kabuğ
u ve odunu hekimlikte kullanı
lan küçük bir ağaç, kavasya
(Quassia amara).
acı
badem
* Gülgillerden bir meyve ağ
acı(Amygdalus amara).
* Bu ağacı
n acı
mtı
rak, keskin kokulu meyvesi.
acı
badem kurabiyesi
*İ
rmik ve ş
ekerle yoğrularak üzerine acıbadem konduktan sonra fı
rı
nda piş
irilen bir çeş
it kurabiye.
acı
bakla
* Baklagillerden, acıolan taneleri suda tatlı
laş
tı
rı
larak yenilen otsu bir bitki, Yahudi baklası(Lupinus termis).
acı
bal
acı
balı
k
amarus).
acı
ceviz
* Deli bal.
* Sazangillerden, Avrupa'da ve ülkemiz göllerinde yaş
ayan, 8-10 cm uzunluğ
unda bir balı
k, gördek (Rhodeus
* Genellikle Kuzey Amerika'da yetiş
en, güzel görünüş
lü bir ceviz türü.
acı
çekmek (veya duymak)
* ağ
rı
, sı
zıduymak.
* üzülmek, üzüntü içinde kalmak.
acı
çiğ
dem
* Zambakgillerden, 10-30 cm boyunda, ş
erit yapraklıve açı
k renk çiçekli, tohumları
romatizma tedavisinde
kullanı
lan zehirli bir çiğ
dem türü, güz çiğ
demi (Colchicum autumnale).
acı
elma
* Bkz. ebucehil karpuzu.
acı
gelmek
* dokunaklı
, kı
rı
cı
, üzücü gelmek.
acı
görmüş
* kötü günler yaş
amı
ş
.
acı
hı
yar
* Bkz. ebucehil karpuzu.
acı
karpuz
* Bkz. ebucehil karpuzu.
acı
kavak
* Dağkavağ
ıveya titrek kavak (Populus tremula).
acı
kavun
* Bkz. eş
ek hı
yarı
.
acı
kök
* Loğusa otu köklerinin kurutularak dövülmesiyle elde edilen acıbir toz.
acı
kuvvet
* Sert, etkili, zorlu kuvvet.
acı
marul
* Birleş
ikgillerden, tadıacı
, diş
li yapraklı
, sürgününden çı
kan sütü uyuş
turucu ve yatı
ş
tı
rı
cıolarak kullanı
lan
iki yı
llı
k bir bitki (Lactuca virosa).
acı
meyan
* Bkz. dikenli meyan.
acı
ot
* Kuzey Anadolu dağ
ları
nı
n ormanları
nda yetiş
en, toprak altı
nda bilek kalı
nlı
ğı
nda kökü bulunan çok yı
llı
k
ve otsu bir bitki (Tamus communis).
acı
patlı
canıkı
rağıçalmaz
* kötü durumda olan bir kimseyi yeni kötü durumlar etkilemez.
acı
sakı
z
* Çam sakı
zı
.
acı
söylemek
* olumsuz bir davranı
ş
a karş
ıgerçeğ
i olduğu gibi söylemek.
acı
söz
acı
su
* Kiş
inin onuruna dokunan gönlünü inciten söz.
*İ
çindeki minerallerin etkisiyle tadısert olan kuyu veya pı
nar suyu.
acı
tatlı
*İ
yi kötü.
acı
vermek
* üzüntüye sebep olmak, incitmek.
acı
yavş
an
* Tüylü dalak otu.
acı
yitimi
* Sinir bozukluğ
u, çok ilâç alma, donma gibi sebeplerle acıduyumunun birazı
nı
n veya tamamı
nı
n yok
olması
, analjezi.
acı
yonca
* Kı
zı
l kantarongillerden, bataklı
k yerlerde yetiş
en, kötü kokulu ve çok acıolan yapraklarıhekimlikte
kullanı
lan bir bitki (Menyanthes trifoliata).
acı
ca
* Oldukça acı
.
acı
kı
lma
* Acı
kı
lmak iş
i veya durumu.
acı
kı
lmak
* Acı
kmak iş
ine konu olmak.
acı
klı
* Acı
ndı
racak, acıverecek nitelikte olan, dokunaklı
, koygun.
* Acıgörmüş
, yaslı
, kederli.
acı
klıkomedi
* Eğlendirici olmayıamaçlamayan, dramatik yönü ağı
r basan, duygusal bir oyun türü, trajikomik.
acı
kma
acı
kmak
* Acı
kmak iş
i.
* Açlı
k duymak, yemek yeme ihtiyacı
duymak.
* Uzun süre bir ş
eyin yokluğunu çeken kimse, o ş
eyden ne kadar çok elde etse, yine kendisine yetmeyeceğ
ini
düş
ünür.
acı
ktı
rma
* Acı
ktı
rmak iş
i.
acı
ktı
rmak
* Açlı
k duyması
na sebep olmak.
* Aç bı
rakmak, yeterince doyurmamak.
acı
lanma
* Acı
lanmak iş
i.
acı
lanmak
* Tadı
acıolmak, acı
laş
mak.
* Acı
lıdurumda olmak, üzüntüye kapı
lmak, üzülmek.
acı
laş
ma
* Acı
laş
mak iş
i.
acı
laş
mak
* Tadı
bozulmak, acıolmak.
* Dokunaklıduruma gelmek.
* (konuş
ma) Kı
rı
cı
, sert bir durum almak.
* Yemlerde genellikle yağasitlerinin oksidasyonu ve hidroliz sonucu uygun olmayan koku ve tat meydana
gelmek.
acı
laş
tı
rma
* Acı
laş
tı
rmak iş
i.
acı
laş
tı
rmak
* Acıbir duruma getirmek.
acı
lı
acı
lı
k
acı
lı
lı
k
* Acıkatı
lmı
şolan.
* Acı
sıolan, kederli.
* Acıolma durumu.
* Dokunaklı
lı
k, kederlilik, yaslı
lı
k.
* Acı
lıolma durumu.
acı
ma
* Acı
mak iş
i.
* Baş
ka bir kimsenin veya canlı
nı
n mutsuzluğuna karş
ıduyulan üzüntü, merhamet.
acı
mak
* Tadı
acıduruma gelmek, acı
laş
mak.
* Acı
lı
, ağ
rı
lıolmak.
* Baş
kası
nı
n acı
sı
na ortak olmak veya durumundan üzüntü duymak.
* Baş
kası
nı
n uğ
radı
ğ
ıveya uğ
rayacağıkötü bir duruma üzülmek, merhamet etmek.
* Bir ş
eyi vermeye kı
yamamak veya verdiğ
ine, elden çı
kardı
ğı
na üzülmek.
acı
ması
z
* Acı
maz, katıyürekli, merhametsiz.
acı
ması
zca
* Acı
ması
z olarak, acı
ması
z bir biçimde, zalimce, zalimane.
acı
ması
zlı
k
* Acı
maz olma durumu, merhametsizlik, zulüm.
acı
mı
k
acı
msı
* Buğday tarlaları
nda yetiş
en, tohumu zehirli, yabanî bir bitki, belemir.
* Acı
ya yakı
n tadıolan, tadıaz acıolan, acı
mtı
rak.
* Dokunaklı
.
acı
mtı
rak
* Acı
msı
.
acı
nacak
* Üzüntü duyulacak, merhamet edilecek.
acı
ndan ölmek
* açlı
ktan ölmek.
* çok acı
kmak.
acı
ndı
rma
* Acı
ndı
rmak iş
i.
acı
ndı
rmak
* Bir kimsenin acı
ması
na yol açmak, merhamete getirmek.
acı
nı
lacak
* Üzüntü duyulacak, merhamet edilecek durumda bulunan.
acı
nı
lma
* Acı
nı
lmak iş
i.
acı
nı
lmak
* Acı
nmak iş
ine konu olmak.
acı
nma
acı
nmak
acı
rak
* Acı
nmak iş
i.
* Acı
mak iş
ine konu olmak.
* Baş
kası
nı
n hesabı
na üzülmek, yazı
klanmak, yerinmek, eseflenmek, esef etmek, teessüf etmek.
* Az acı
, acı
mtı
rak.
acı
rga
* Yaban turpu.
acı
sıçı
kmak
* olumsuz, kötü sonucu ortaya çı
kmak.
acı
sıiçine (veya yüreğ
ine) çökmek (veya iş
lemek)
* bir ş
eyin acı
sı
nıpek çok duymak.
* olmadan olacağ
ıdüş
ünerek çok üzülmek.
acı
sı
na dayanamamak
* bir kimse bir yakı
nı
nı
n ölümünden büyük üzüntü duymak.
acı
sı
nıalmak
* acı
lı
ğ
ı
nıgidermek.
* sı
zı
yıdindirmek.
* kederini azaltmak.
acı
sı
nıbağ
rı
na basmak
*ş
ikâyet etmeden üzüntüye katlanmak.
acı
sı
nıçekmek
* yapı
lan yanlı
şbir iş
in kötü sonucunu görmek.
acı
sı
nıçı
karmak
* (tat için) acı
lı
ğı
nıyok etmek.
* uğradı
ğ
ımaddî veya manevî zararı
karş
ı
layacak bir işyapmak.
* öç almak, intikam almak.
acı
sı
nıgörmek
* bir yakı
nı
nı
n ölümünü görmek.
acı
sı
z
acı
tı
ş
acı
tma
acı
tmak
acı
yı
cı
* Tadı
acıolmayan.
* Ağrı
, sı
zıduyulmayan.
* Üzüntü, sı
kı
ntıolmayan, kedersiz.
* Acı
tmak iş
i veya biçimi.
* Acı
tmak iş
i.
* Acı
lı
k vermek.
* Ağrıve sı
zıduyması
na sebep olmak.
* Acı
ma duygusu olan (kimse).
acı
yı
ş
* Acı
mak iş
i veya biçimi.
acibe
acil
* Hiç görülmemiş
, alı
ş
ı
lmamı
ş
,ş
aş
ı
lacak veya yadı
rganacak ş
ey.
*İ
vedi, ivedili.
acil servis
* (hastanelerde) Vakit yitirilmeden bakı
lmasıgereken hastaları
n ilk tedavilerinin yapı
ldı
ğ
ıyer.
acil ş
ifalar dilemek
* hastanı
n kı
sa sürede iyileş
mesi dileğinde bulunmak.
acilen
aciyo
* Hemen, hiç zaman yitirmeden, tez elden, gecikmeden, ivedilikle.
* Bkz. acyo.
aciz
* Gücü bir iş
e yetmez olanı
n durumu, güçsüzlük.
* Beceriksizlik.
* Birinin borcunu vaktinde ödeyememesi durumu.
âciz
* Gücü bir iş
e yetmez olan, güçsüz.
* Beceriksiz.
âciz kalmak
* çok uğ
raş
maya rağmen o iş
i yapamamak.
âcizane
* Söz söyleyen kimsenin kendi yaptı
kları
nıabartmamak için kullandı
ğ
ı"acizlere yakı
ş
acak biçimde"
anlamı
nda bir nezaket sözü.
âcizleri
âcizlik
acube
* Alçak gönüllülük göstermek için "ben" zamiri yerine kullanı
lan bir söz.
* Beceriksizlik, güçsüzlük.
* Tuhaf kimse.
acul
* Tez canlı
, içi tez, ivecen.
* Hı
zlı
, çabuk.
acun
* Dünya.
acur
* Bkz. ajur.
acur
* Kabakgillerden, kabuğu çizgili ve tüylü, sarı
mtı
rak, yeş
il veya sarı
, üzeri yeş
il lekeli, irice bir çeş
it hı
yar
(Cucumis flexuosus).
acurlu
acuze
* Bkz. ajurlu.
* Huysuz, çirkin, yaş
lıkadı
n, cadıkarı
.
acyo
* Herhangi bir paranı
n gerçek değ
eriyle sürüm değeri arası
nda veya bir ticaret senedinin üzerinde yazı
lı
miktar ile indirimden sonraki tutarı
arası
nda doğ
an fark.
* Bir ticaret senedinin yenilenmesinde alı
nan komisyon.
* Senetli kredi iş
lemlerinde bankaları
n yaptı
klarıtahsilât.
acyocu
* Borsa veya piyasada tahvil için çeş
itli hileler uygulayan, dolaplar çeviren kimse.
acz içinde olmak
* gücü yetmemek, becerememek.
acze düş
mek
* çaresiz kalmak, elinden birş
ey gelmemek.
aç
* Yemek yeme ihtiyacıolan veya yemesi gereken, tok karş
ı
tı
.
* Yiyecek bulamayan, yoksul kimse.
* Gözü doymaz, haris.
* Çok istekli, çok hevesli.
* Karnıdoymamı
şolarak.
-aç / -eç
*İ
simden isim ve sı
fat yapma eki: bakr-aç, top-aç, kı
r-aç vb.
* Fiilden sı
fat yapma eki: gül-eç vb.
* Fiilden isim yapma eki: tı
ka-ç, say-aç, sür-eç vb.
aç acı
na
* aç olarak, bir ş
ey yemeden.
aç açı
k kalmak
* yoksulluk içinde, evsiz barksı
z kalmak.
aç ayıoynamaz
* kendisinden işbeklenilen kimseden emeğinin karş
ı
lı
ğ
ıesirgenmemelidir.
aç bı
rakmak
* yiyecek vermemek veya karnı
nıdoyurması
na engel olmak.
aç bîilâç
* Sürekli olarak aç ve bakı
msı
z.
* Sürekli olarak aç ve bakı
msı
z.
aç doymam, tok acı
kmam sanı
r
* aç insan elde ettiğinden çoğunu ister, varlı
klı
insan ise var olanla yetinir gibi görünür.
aç doyurmak
* yoksullarıbeslemek.
aç gezmektense tok ölmek yeğ
dir
* yoksulluk ölümden de beterdir.
aç göz
aç gözlü
* Gözü aç, doymaz, tamahkâr, haris.
* Mala veya yiyecek içecek ş
eylere doymak bilmeyen, gözü aç, doymaz, tamahkâr, haris, camgöz.
aç gözlü
* karş
ı
tı
.
aç gözlülük
* Aç gözlü olma durumu veya aç gözlüye yakı
ş
acak davranı
ş
, doymazlı
k, tamahkârlı
k, tamah.
aç gözlülük
* karş
ı
tı
.
aç gözlülük etmek
* bir ş
eye karş
ıaş
ı
rıistek duymak, doyumsuzca davranmak, tamahkârlı
k etmek.
aç gözünü, açarlar gözünü
* "uğraş
ı
larda uyanı
k bulunmak gerekir, yoksa umulmadı
k bir anda büyük zararlarla yüz yüze gelirsin"
anlamı
nda kullanı
lı
r.
aç kalmak
* karnı
nıdoyuramamak.
* yoksulluğa düş
mek.
aç karnı
na
* mide boş
ken henüz birş
ey yiyip içmemiş
ken.
aç kurt gibi (yemek, üş
üş
mek veya saldı
rmak)
* büyük bir istekle.
aç susuz kalmak
* yoksulluktan yaş
ayamayacak bir duruma gelmek, yoksul bir duruma düş
mek.
aç tavuk kendini arpa ambarı
nda sanı
r
* insanlar, yokluğunu, yoksulluğunu çektikleri ş
eyler için olmayacak hayaller, düş
ler kurar.
açacak
açalya
açan
açar
açelya
* Açmaya yarayan araç.
* Anahtar.
* Kokusuz, güzel renkli çiçekler açan bir bitki, açelya, azelya.
* Açmak iş
ini yapan.
* Oynak kemiklerin arası
ndaki açı
larıgeniş
letmeye yarayan kasları
n genel adı
, büken karş
ı
tı
.
* Anahtar.
*İ
ş
tah açmak için yemekten önce içilen alkollü içki, aperitif.
* Bkz. açalya.
açı
zaviye.
* Birbirini kesen iki yüzeyin veya iki doğrunun oluş
turduğ
u çı
kı
ntı
.
* Birbirini kesen iki yüzey veya aynınoktadan çı
kan iki yarı
m doğrunun oluş
turduğ
u geometrik biçim,
* Görüş
, bakı
m, yön.
açı
ölçüm
* Açıölçmede söz konusu olan yöntem ve teknik.
açı
cı
* Açmak iş
ini yapan.
açı
ğ
a alı
nmak
* görevine son verilmek.
açı
ğ
a alma
* bir görevliyi geçici bir süre iş
ten alma.
açı
ğ
a almak
* görevine son vermek.
açı
ğ
a çı
karmak
* iş
inden çı
karmak.
açı
ğ
a çı
kmak
* belli olmak, anlaş
ı
lmak.
* iş
inden çı
karı
lmak.
açı
ğ
a vurmak
* belli etmek, ortaya çı
karmak.
* gizli bir durumu ortaya çı
karmak.
açı
ğ
ıçı
kmak
* saklamakla görevli bulunduğ
u paranı
n veya malı
n eksik olduğ
u anlaş
ı
lmak.
açı
ğ
ı
nı
kapatmak
* eksiğini tamamlamak.
açı
k
* Açı
lmı
ş
, kapalıolmayan, kapalıkarş
ı
tı
.
* Engelsiz.
* Örtüsüz, çı
plak.
* Boş
.
* Görevlisi olmayan, boş(iş
, görev), münhal.
* Aralı
ğı
çok.
*İ
ş
ler durumda olan.
* Kolay anlaş
ı
lı
r, vazı
h.
* Gizliliğ
i olmayan, olduğ
u gibi görünen.
* Her türlü düş
ünceyi hoş
görüyle karş
ı
layabilen, etkisinde kalabilen.
* (renk için) Koyu olmayan.
* (kitap, resim, film için) Seviş
me sahnelerini bütün çı
plaklı
ğ
ı
yla anlatan.
* Kapalıolmayan (hava, işyeri).
* Belli bir yerin biraz uzağ
ı
.
* Denizin kı
yı
dan uzakça olan yeri.
* Doğru olarak, açı
kça.
* Bir ihtiyacı
n karş
ı
lanamamasıdurumu.
açı
k açı
k
* Saklamaksı
zı
n, gizli yer bı
rakmaksı
zı
n, içtenlikle.
açı
k ağı
l
* Koyunları
n ve keçilerin barı
ndı
rı
ldı
klarıüstü açı
k, etrafıtaşduvar veya ölü çitlerle çevrili basit barı
nak.
açı
k ağı
zlı
* Aptal, sersem, ahmak.
açı
k alı
nla
* baş
arı
ve övünç ile.
açı
k artı
rma
* Bir malı
n satı
ş
ı
nda alı
cı
lar arası
nda fiyat artı
rma yarı
ş
ı
na dayanan satı
ş
.
açı
k bilet
* Yolculuklarda dönüştarihi kararlaş
tı
rı
lmamı
ş
, belirli bir dönem için geçerli, gidişdönüşbileti.
açı
k bono
* Para hanesi boşbı
rakı
larak imza edilen bono.
açı
k bono vermek
* sı
nı
rsı
z yetki tanı
mak.
açı
k bölge
* Gümrük sı
nı
rlamaları
nı
n olmadı
ğ
ıbölge, serbest bölge, serbest mı
ntı
ka.
açı
k celse
* Açı
k duruş
ma.
açı
k ciro
* Senet veya çek arkası
na kime ödeneceği belirtilmeden imzalanma yoluyla yapı
lan ciro.
açı
k çek
* Üzerine para miktarıyazı
lmamı
ş
, çek.
açı
k deniz
* Denizin, kara suları
nı
n dı
ş
ı
nda kalan bölümü.
* Yakı
n karalarla çevrili olmayan deniz, engin.
açı
k devre
*İ
çinden sürekli akı
m geçmeyecek bir yalı
tkanla kesilmişelektrik devresi.
açı
k dolaş
ı
m sistemi
* Genellikle bütün eklem bacaklı
larda ve birçok yumuş
akçada bulunan atardamar ve kan boş
luğundan
oluş
muşaçı
k bir dolaş
ı
m sistemi.
açı
k duruş
ma
* Mahkemede herkesin duruş
mayıdinleyebileceği oturum.
açı
k düş
me
* Yağ
lıgüreş
te pehlivanı
n kı
ç üstü düş
erek yenilmişsayı
lması
.
açı
k eksiltme
* Yaptı
rı
lacak bir iş
in veya satı
n alı
nacak bir malı
n ucuza sağ
lanmasıiçin iş
i yapacak veya malı
satacak kiş
iler
arası
nda fiyat düş
ürme yarı
ş
ı
na dayanan iş
lem.
açı
k elli
* Cömert.
açı
k ellilik
* Cömertlik.
açı
k fikirli
* Olayları
ve özellikle yenilikleri iyi anlayı
p gereği gibi karş
ı
layabilen, düş
ündüğ
ünü olduğ
u gibi söyleyebilen
(kimse).
açı
k fikirlilik
* Açı
k fikirli olma durumu.
açı
k hava
* Bulutsuz hava.
* Bahçe, park gibi yapıdı
ş
ıolan yer.
açı
k hava sineması
* Yazı
n veya iklimi elveriş
li yerlerde sürekli olarak çalı
ş
an, üstü açı
k, yanları
kapalı
sinema.
açı
k hava tiyatrosu
* Yazı
n veya iklimi elveriş
li yerlerde sürekli olarak çalı
ş
an, üstü açı
k, yanları
kapalı
tiyatro.
açı
k hece
* Ünlü ile biten hece.
açı
k hesap
* Peş
in para veya bono vermeden yapı
lan alı
şveriş
.
açı
k imza
* Üzeri boşbı
rakı
lan bir kâğı
dı
n altı
na, dolduracak olana güvenilerek atı
lan imza.
açı
k iş
letme
* Maden yatağ
ı
nıörten verimsiz topraklar kaldı
rı
ldı
ktan sonra açı
k havada yapı
lan iş
letme.
açı
k kahverengi
* Kahverenginin bir veya birkaç ton açı
ğı
.
açı
k kalp ameliyatı
* Kalbin içi açı
lmadan önce dolaş
ı
m sun'î kalp denilen bir aygı
ta devredildikten sonra yapı
lan kalp ameliyatı
.
açı
k kalpli
* Bkz. açı
k yürekli.
açı
k kalplilik
* Bkz. açı
k yüreklilik.
açı
k kapamak
* (bütçe) gider fazlası
nıpara sağlayarak gidermek.
açı
k kapıbı
rakmak
* gereğ
inde, bir konuya yeniden dönebilme imkânıbı
rakmak, kesip atmamak.
açı
k kapıpolitikası
* Yabancımallarıbir ülkeye serbestçe sokma politikası
.
açı
k kapısiyaseti
* Açı
k kapı
politikası
.
açı
k konuş
mak
* gerçeğ
i çekinmeden söylemek.
açı
k kredi
* Bankaları
n güvendikleri müş
terilere rehin, ipotek veya kefil istemeksizin verdikleri borç para.
açı
k liman
* Bütün gemilerin formalite yönünden kolayca girip çı
ktı
kları
liman.
* Hava ş
artları
ndan kolayca etkilenen liman.
açı
k maaş
ı
* Görevinden alı
nan birine yasaca tanı
nan, belirli bir süre içinde ödenen aylı
k.
açı
k mavi
* Mavinin bir ton açı
ğı
.
açı
k mektup
* Zarfı
yapı
ş
tı
rı
lmamı
şmektup.
* Yazı
ldı
ğı
kimseye gönderilmeyip bası
n yoluyla açı
klanan mektup.
açı
k olmak
* (o yerde) kendisi her zaman iyi karş
ı
lanmak.
açı
k ordugâh
* Kı
rda kurulan ordugâh.
açı
k oturum
* Güncel, siyasî, sosyal ve bilimsel konuları
n veya sorunları
n herkesin izleyebileceğ
i bir biçimde açı
k olarak
tartı
ş
ı
ldı
ğıtoplantı
.
açı
k oy
* Verenin adı
nıgösteren ve konuş
ulan sorun üzerindeki düş
üncesini belli edecek yolda verilen oy.
açı
k öğretim
* Ders konularıradyo ve televizyon gibi araçlarla yayı
mlanan veya posta ile ilgililere ulaş
tı
rı
lan öğ
retim
yöntemi.
açı
k önerme
*İ
çerisinde değ
iş
ken bulunan ve bu değ
iş
kenin alacağ
ıdeğerle doğruluğ
u veya yanlı
ş
lı
ğ
ıkesinleş
en önerme.
açı
k pazar
* Gümrük kaydıolmayan, her devletin malı
nı
serbestçe satabileceği ş
ehir veya ülke.
açı
k pembe
* Pembenin bir ton açı
ğ
ı
.
açı
k poliçe
* Eksik bilgileri sonradan tamamlanmak üzere düzenlenen poliçe.
açı
k rejim
* Parlâmenter rejim.
açı
k saçı
k
* Göreneğ
e aykı
rıderecede çı
plak veya örtüsüz.
açı
k saçı
k konuş
mak
* cinsî konularla ilgili sözler söylemek.
açı
k sarı
* Sarı
nı
n bir ton açı
ğı
.
açı
k sayı
m
* Bir seçim sonunda verilen oyları
n açı
k olarak sayı
lması
, aleni tadat.
açı
k seçik
* Çok açı
k, çok belirgin.
açı
k senet
* Bkz. açı
k bono.
açı
k söylemek
* anlaş
ı
lmamı
şyönünü bı
rakmadan anlatmak veya çekinmeden söylemek.
açı
k sözlü
* Her ş
eyi olduğu gibi söyleyen, sözünü esirgemeyen.
açı
k sözlülük
* Açı
k sözlü olma durumu.
açı
kş
ehir
* Düş
man saldı
rı
sı
na karş
ısavunma önlemleri alı
nmamı
ş
, içinde herhangi bir askerî hedef bulunmayan ve bu
durumu önceden ilân edilmişolan ş
ehir.
açı
k taş
ı
t
* Üstü örtülmemiştaş
ı
t (araba, otomobil vb.).
açı
k teş
ekkür
* Herhangi birine bası
n yoluyla edilen teş
ekkür.
açı
k tohumlular
* Tohumlarıkozalak pulları
üzerinde açı
k olarak bulunan çiçekli bitkilerin ayrı
ldı
ğ
ıiki büyük daldan biri.
açı
k tribün
* Açı
k havadaki spor müsabakaları
nda seyircilerin oturduğ
u ve üstü kapalıolmayan bölüm.
açı
k tutmak
* bir işyerinin çalı
ş
ı
r durumunu sürdürmek.
açı
k vermek
* gelir, gideri karş
ı
lamamak.
* gizlenmek istenen bir olayı
, bir düş
ünceyi veya durumu elde olmayarak ortaya koymak, açı
klamak.
açı
k yara
açı
k yeş
il
* Kapanmamı
ş
, sürekli iş
leyen yara.
* Yeş
ilin bir ton açı
ğ
ı
.
açı
k yürekle
* özü sözü bir olarak, hiçbir ş
ey saklamaksı
zı
n.
açı
k yürekli
* Düş
ündüğ
ünü olduğ
u gibi söyleyen, içi temiz, gizli yönü olmayan (kimse), samimî, açı
k kalpli.
açı
k yüreklilik
* Açı
k yürekli olma durumu, samimiyet, açı
k kalplilik.
açı
k zaman
* Tutkalı
n yüzeye sürüldüğ
ü an ile pres edilip, sı
kı
lması
gereken an arası
nda geçen süre.
açı
kağ
ı
z
açı
kça
* Turpgillerden bir bitki (Hesperis acris).
* Gizli bir yönü kalmaksı
zı
n, kolay anlaş
ı
lı
r bir biçimde.
açı
kçası
* Doğrusu, açı
k olanı
, anlaş
ı
lı
r biçimi, gizli kapaklıolmayan yanı
.
* Açı
k olarak.
açı
kçı
* Borsada fiyat dalgalanmaları
ndan yararlanarak açı
ktan para kazanan (kimse).
açı
kgöz
* Uyanı
k davranarak çı
karı
nısağ
layan, imkânlardan kurnazca yararlanması
nıbilen.
açı
kgözlük
* Açı
kgözlülük.
açı
kgözlülük
* Açı
kgöz olanı
n durumu, açı
kgöze yakı
ş
acak davranı
ş
.
açı
klama
* Açı
klamak iş
i, izah.
açı
klama cümlesi
* Bir önceki cümleyle bağlantıkuran yani, demek ki, öyle ki gibi bağlayı
cı
larla baş
layan, söz konusu duygu
veya düş
ünceyi bütünleyen cümle.
açı
klama yapmak
* herhangi bir konuyu aydı
nlı
ğa kavuş
turmak amacı
yla konuş
mak veya yazmak.
açı
klamak
* Bir konuyla ilgili olarak gerekli bilgileri vermek, izah etmek.
* Bir sorunla ilgili olarak aydı
nlatı
cı
bilgi vermek, tavzih etmek.
* Bir sözün, bir yazı
nı
n ne anlatmak istediğ
ini belirtmek, yorumlamak.
* Açı
kça söylemek, ifş
a etmek.
* Belirtmek, göstermek, açı
ğa vurmak, izhar etmek.
açı
klamalı
* Birtakı
m açı
klamalarla anlaş
ı
lması
, öğ
renilmesi kolaylaş
tı
rı
lmı
ş
, izahlı
.
açı
klanan
* Açı
klamalar sonunda ortaya çı
kmasıbeklenen kavram.
açı
klanma
* Açı
klanmak iş
i.
açı
klanmak
* Açı
klamak iş
i yapı
lmak, izah edilmek, ifş
a edilmek.
açı
klar livası
*İ
ş
i gücü olmayan, boş
ta kalan kimse.
açı
klar livası
* iş
i gücü olmayan, boş
ta kalan kimse.
açı
klar livasıolmak
* işbulamayarak iş
siz ve kazançsı
z kalmak.
açı
klaş
ma
* Açı
klaş
mak durumu almak.
açı
klaş
mak
* Açı
k duruma gelmek.
* Rengi açı
lmak.
açı
klaş
tı
rma
* Açı
klaş
tı
rmak iş
i.
açı
klaş
tı
rmak
* Açı
k duruma getirmek.
* Rengini açtı
rmak.
açı
klatma
* Açı
klatmak iş
i.
açı
klatmak
* Açı
klaması
nısağ
lamak.
açı
klayan
* Açı
klamalar sonucunda elde edilen kavram.
açı
klayı
cı
* Bir sorunu gerekli açı
klı
ğ
a kavuş
turan.
* Kendinden önce gelen kelimeyi belirten, açı
klayan (kelime veya kelimeler): "Atatürk yeni Türkiye'nin
kurucusu, daima saygı
ile anı
lacaktı
r" cümlesindeki 'yeni Türkiye'nin kurucusu' sözü Atatürk adı
nı
n açı
klayı
cı
sı
dı
r.
açı
klayı
ş
* Açı
klamak iş
i veya biçimi.
açı
klı
ğa kavuş
turmak
* (bir konu veya sorunu) aydı
nlatmak, kapalı
lı
ktan kurtarmak, anlaş
ı
lı
r duruma getirmek.
açı
klı
k
* Açı
k olma durumu.
* Uzaklı
k, mesafe.
* Örtüsüz, çı
plak yer.
* Boşve genişyer.
* Bir yerin uzaklara kadar bakı
labilecek ve bakanı
n içinde ferahlı
k doğuracak durumda olması
.
* Gerçeği olduğ
u gibi yansı
tma durumu.
* Bir söz veya yazı
da maksadı
n açı
k olmasıözelliğ
i, vuzuh.
* Dürbün, fotoğ
raf makinesi gibi optik araçlarda ağ
ı
z çapı
,ı
ş
ı
ğ
ı
n girebildiği delik.
açı
klı
k getirmek (veya kazandı
rmak)
* (bir konu veya sorunu) anlaş
ı
lı
r duruma getirmek.
açı
klı
kölçer
* Bir mikroskobun açı
klı
ğ
ı
nı
ölçmeye yarayan alet.
açı
kta bı
rakmak
* işve görev vermemek, yersiz yurtsuz bı
rakmak veya birkaç kiş
iye birlikte sağ
lanan bir iyilikten birini
yararlandı
rmamak.
açı
kta kalmak (veya olmak)
* işve görev bulamamak, yersiz yurtsuz kalmak veya birkaç kiş
inin birlikte eriş
tiğ
i bir iyilikten
yararlanamamak.
açı
ktan
* Bir yerin uzağ
ı
ndan.
* Sı
ra ve aş
ama gözetilmeden, dı
ş
arı
dan atayarak.
* Emek ve para harcamadan.
açı
ktan (para) kazanmak
* emek ve sermaye olmadan para kazanmak.
açı
ktan açı
ğ
a
* Belirgin olarak, göz göre göre.
açı
ktan kazanmak
* emek ve sermaye koymadan kazanç sağ
lamak.
açı
ktan para almak
* bir işveya mal için, kararlaş
tı
rı
lmı
şücret veya değer dı
ş
ı
nda para almak.
açı
ktan tayin
* Derece ve belli bir sı
ra gözetilmeksizin yapı
lan atama.
açı
lama
*İ
leride, içlerinde en uygununun seçilebilmesi için, güç bir sahnenin çeş
itli açı
lardan çekiminin yapı
lması
.
açı
lı
m
ölçülür.
* Açı
lma.
* Bir yı
ldı
zla gök ekvatoru arası
ndaki uzaklı
k; kuzeye doğ
ru olanı
artı
, güneye doğru olanıda eksi iş
aretiyle
açı
lı
p saçı
lmak
* (kadı
n için) çok açı
k saçı
k giyinmeye baş
lamak.
* (kadı
n için) eskisine göre ölçüsüz davranı
ş
larda bulunmaya ba ş
lamak.
açı
lı
ş
* Açı
lmak iş
i veya biçimi.
* Yeni bir yapı
nı
n, yerin veya yeni bir kuruluş
un çalı
ş
maya baş
laması
, küş
at.
açı
lı
şkonuş
ması
* Herhangi bir toplantı
nı
n açı
lmasısı
rası
nda yapı
lan ilk konuş
ma.
açı
lı
ştöreni
* Bir açı
lı
ş
ıkutlamak için yapı
lan toplantı
, resmiküş
at.
açı
lma
açı
lmak
* Açı
lmak iş
i.
* Bir film çekiminde karanlı
kta baş
layı
p gittikçe aydı
nlanarak görüntülerin belirmesine dayanan noktalama.
* Bir grupta, sı
raları
n jimnastik alı
ş
tı
rmalarıiçin dağı
nı
k düzene girmesi.
* Çatlama.
* Açmak iş
i yapı
lmak veya açmak iş
ine konu olmak.
* (renk için) Koyuluğunu yitirmek.
* Kendine gelmek, biraz iyileş
mek, ferahlamak.
* (gemi) Gitmek, uzaklaş
mak.
* Sı
kı
lması
, çekinmesi, tutukluğ
u kalmamak.
* (kuruluş
lar için) İ
lk kez veya yeniden iş
e baş
lamak.
*İ
ş
ini gereğ
inden veya götürebileceğinden geniştutmak.
* Geniş
lemek, bollaş
mak.
* Delinmek, yı
rtı
lmak.
* (sis, karanlı
k, duman için) Dağı
lmak, yoğ
unluğunu yitirmek.
* Gereken güce ulaş
mak.
* Sı
rrı
nı
, üzüntüsünü, sorunları
nıbirine söylemek.
* (pencere, kapı
, yol için) Geçit vermek.
* Ayrı
ntı
ya girmek.
* (yüzerken) Kı
yı
dan uzaklaş
mak.
açı
m
* Açma, açı
lı
ş
, küş
at.
açı
mlama
* Açı
mlamak iş
i, teş
rih, ş
erh.
açı
mlamak
* Bir sorunu veya konuyu ele alı
p en ince noktaları
na kadar gözden geçirerek anlatmak, ş
erh etmek, teş
rih
etmek.
açı
mlanma
* Açı
mlanmak iş
i.
açı
mlanmak
* Açı
mlamak iş
ine konu olmak.
açı
ndı
rma
* Açı
ndı
rmak iş
i.
açı
ndı
rmak
* Açı
nması
nısağlamak.
* Bir cismin yüzeyini açarak bir düzlem üzerine yaymak.
açı
nı
m
açı
nma
açı
nmak
açı
nsama
* Açı
nmak iş
i, inkiş
af.
* Bir cismin yüzeylerinin açı
lı
p bir düzlem üzerine yayı
lması
.
* Açı
nmak iş
i.
* Geliş
mek.
* (tohum, hastalı
k için) İ
çindeki yetenekler uyanarak amacı
na varmak, geliş
mek, inkiş
af etmek.
* Açı
nsamak iş
i, istikş
af.
açı
nsamak
* Bir yerin özelliklerini ortaya çı
karmak için araş
tı
rma ve inceleme yapmak, istikş
af etmek.
açı
ortay
* Bir açı
sal bölgeyi, ölçüleri birbirine eş
it olan iki açı
sal bölgeye ayı
ran doğ
ru.
açı
ortay düzlemi
*İ
ki düzlemli bir açı
yıiki komş
u ve eş
it açı
ya bölen düzlem.
açı
ölçer
açı
sal
* Bkz. iletki.
* Açıile ilgili.
açı
sal bölge
* Açıile iç bölgesinin birleş
iminden oluş
an düzlem parçası
.
açı
sal çap
* Ay ve Güneşgibi gök cisimlerinin iki doğ
rusu arası
ndaki açı
.
açı
sal hı
z
* Hareket eden bir cismi duran bir noktaya birleş
tiren doğ
ru parçası
nı
n birim zamanda taradı
ğıaçı
.
açı
sal ivme
* Açı
sal hı
zı
n birim zamanda değ
iş
en niceliği.
açı
sal sapma
* Belli bir açı
düzeyinde gerçekleş
en sapma.
açı
sal uzaklı
k
* Gök cisimlerinin (yı
ldı
z veya gezegen) birbirlerinin karş
ı
laş
ma düzlemine göre uzaklı
ğı
.
açı
sal yol
* Hareket eden cismin birim zamanda gözlemciye göre aldı
ğı
yol.
açı
ş
* Açmak iş
i veya biçimi.
* Bir kuruluş
u çalı
ş
maya baş
latma.
açı
şkonuş
ması
* Herhangi bir toplantı
yıbaş
latmak için yapı
lan ilk konuş
ma.
açı
t
açkı
açkı
cı
açkı
lama
* Bir duvarda açı
k bı
rakı
lmı
şbulunan kapı
, pencere, kemerleme benzeri açı
klı
k.
* Bir cismin yüzeyi üzerinde sert bir madde veya bir araç sürterek onu düzleş
tirip parlatma, perdah.
* Demircilikte delik büyütmekte kullanı
lan araç.
* Anahtar ve her türlü açma aracı
.
* Açkıyapan (kimse), perdahçı
.
* Anahtarcı
.
* Açkı
lamak iş
i.
açkı
lamak
* Açkıile parlatmak.
açkı
lanma
* Açkı
lanmak iş
i.
açkı
lanmak
* Açkıyapı
lmak, perdahlanmak.
açkı
latma
* Açkı
latmak iş
i.
açkı
latmak
* Açkıiş
i yaptı
rmak, perdahlatmak.
açkı
lı
* Açkıyapı
lmı
ş
, perdahlanmı
ş
, perdahlı
.
açkı
sı
z
* Açkıyapı
lmamı
ş
, perdahlanmamı
ş
, perdahsı
z.
açlı
ğı
öldürmek
* açlı
k hissini geçiş
tirmek, yatı
ş
tı
rmak.
açlı
k
* Aç olma durumu.
* Kı
tlı
k.
* Yoksulluk.
* Aş
ı
rıistek içinde bulunmak.
açlı
k çekmek
* yoksulluk içinde bulunmak.
açlı
k grevi
* Kendisine veya baş
kaları
na yapı
lan bir haksı
zlı
ğıprotesto için bir kimsenin aç durarak gösterdiği tepki.
açlı
ktan gözü (veya gözleri) kararmak (veya dönmek)
* çok acı
kmak.
açlı
ktan imanıgevremek
* çok acı
kmak.
açlı
ktan nefesi kokmak
* yoksulluk içinde bulunmak.
açlı
ktan ölmek
* dayanı
lmaz derecede acı
kmak, çok acı
kmak.
açlı
ktan ölmeyecek kadar
* (yiyecek, içecek için) pek az (yemek, içmek).
* gereğ
inden az.
açma
* Açmak iş
i.
* Orman içinde ağ
aç kesme veya yakma yoluyla tarı
ma elveriş
li bir duruma getirilen arazi.
* Bir çeş
it susamsı
z, kalı
nca yağ
lısimit.
açmacı
* Açma yapan veya satan kimse.
açmak
* Bir ş
eyi kapalı
durumdan kurtarmak.
* Bir ş
eyin kapağı
nıveya örtüsünü kaldı
rmak.
* Engeli kaldı
rmak.
* Sarı
lmı
ş
, katlanmı
ş
, örtülmüşveya iliklenmişolan ş
eyleri bu durumdan kurtarmak.
* Oyarak veya kazarak çukur, delik oluş
turmak.
* Tı
kalıbir ş
eyi, bu durumdan kurtarmak.
* Çevresini geniş
letmek.
* Birbirinden uzaklaş
tı
rmak.
* Yarmak.
* Düğ
ümü veya dolaş
mı
şbir ş
eyi çözmek.
* Bir kuruluş
u, bir işyerini, bir yeri iş
ler veya ilk defa kullanı
lı
r duruma getirmek.
* Bir aygı
tı
, bir düzeni vb.lerini çalı
ş
ı
r duruma getirmek.
* Alı
şveriş
i baş
latmak.
* Rengin koyuluğunu azaltmak.
* Yakı
ş
mak, güzel göstermek.
* Ferahlı
k vermek.
* Bir konu ile ilgili konuş
mak.
* Savaş
la almak, fethetmek.
* Avunmak veya danı
ş
mak için söylemek.
* Yapmak, düzenlemek.
* Ayı
rmak, tahsis etmek.
* Sı
kı
lganlı
ğ
ı
nı
, utangaçlı
ğı
nıgidermek.
* Görünür duruma getirmek.
* (hava için) Bulutları
n dağ
ı
lması
yla gök yüzü aydı
nlanmak.
* Geçit vermek.
*İ
çini dökmek.
açmalı
k
* Kiri çı
karmak veya eş
yayıiyice temizlemek için kullanı
lan her türlü madde.
açmaz
* Satranç oyununda ş
ahıkoruyan taş
lardan birinin yerinden oynatı
lmaması
durumu.
*İ
çinden zor çı
kı
lı
r durum.
* (tulûatta) Karş
ı
sı
ndakine bir nükte veya tekerleme söyleme kolaylı
ğı
nıveren söz.
açmaz halatı
* Gemilerin limana bağlanmasıve sahilden esecek rüzgârla rı
htı
mdan uzaklaş
mamasıiçin kı
yı
ya dikine
bağlanan halat.
açmaza düş
mek
* içinden çı
kı
lmasıgüç durumda kalmak.
açmaza getirmek (veya düş
ürmek)
* düzen, hile yapmak, bir kimseyi oyuna getirmek, zor duruma sokmak.
açmazlı
k
* Açmaz olma durumu.
* Ağzıpek sı
kıolma durumu, ketumiyet.
açtıağzı
nı
, yumdu gözünü
* öfkelenerek veya kı
zarak ağ
ı
r sözler söyledi.
açtı
rma
* Açtı
rmak iş
i.
açtı
rma kutuyu, söyletme kötüyü
* kötü konuş
abilecek birine, bildiklerini açı
klama fı
rsatıverilmemesi gerektiğini öğ
ütler.
açtı
rmak
* Açmak iş
ini yaptı
rmak.
ad
* Bir kimseyi, bir ş
eyi anlatmaya, tanı
mlamaya, açı
klamaya, bildirmeye yarayan söz, isim: Çocuk, kedi, ağaç,
düş
ünce, iyilik, Ahmet, Ertuğ
rul birer addı
r.
* Herkesçe tanı
nmı
şveya iş
itilmişolma durumu, ün, nam, ş
öhret.
* Anı
lacak değ
er, önem.
*İ
sim.
ad
ad almak
* Sayma, sayı
lma.
* kendisine ad verilmek.
* ün kazanma.
ad bilimi
* Özel adlar üzerinde duran ve özel adlarıköken bilgisi, tarihî geliş
me, dil ve kültür sorunları
açı
sı
ndan
inceleyen bilim dalı
.
ad cümlesi
* Bkz. isim cümlesi.
ad çekilmek
* ad çekmek iş
i yapı
lmak.
ad çekilmek
* ad çekmek iş
i yapı
lmak.
ad çekimi
* Bkz. isim çekimi.
ad çekme
* Ad çekmek iş
i, kur'a.
ad çekmek
* raslantı
ya ve talihe bağ
lıbir ayı
rma yapmak için, her birinde birer ad yazı
lmı
şkâğ
ı
tlardan birini çekmek,
kur'a çekmek.
ad çekmeye girmek
* kur'aya tâbi olmak.
* oyunun baş
langı
cı
nda, oyuncular arası
nda alan seçimi, baş
lama atı
ş
ıveya karş
ı
lama hakkıiçin öncelik
sağ
layan iş
.
ad çektirmek
* ad çekmek iş
ini yaptı
rmak.
ad değiş
imi
* Bkz. mecazimürsel.
ad durumu
* Bkz. isim hâli.
ad gövdesi
* Bkz. isim gövdesi.
ad koymak
* çağ
ı
rmak veya anmak için bir canlı
ya, bir yere, bir ş
eye ad vermek, adlandı
rmak, isim koymak, tesmiye
etmek.
ad kökü
* Bkz. isim kökü.
ad takmak
* adlandı
rmak, ad koymak.
ad tamlaması
* Bkz. isim tamlaması
.
ad vermek
* ad koymak, adlandı
rmak, tesmiye etmek.
* bir iş
i kimin yaptı
ğ
ı
nısöylemek.
ad yapmak
* isim yapmak.
ada
* Her yanısu ile çevrilmişkara parçası
.
* Trafiğ
e açı
k bir yol üzerinde sola dönüş
leri sağ
layan, sağtarafta veya yol ortası
nda yer alan kaldı
rı
m taş
ı
yla
ayrı
lmı
şalan.
* Çevresi yollarla belirlenmişolan arsa ve böyle bir arsayı
kaplayan yapı
lar topluluğ
u.
ada balı
ğ
ı
* Bkz. amber balı
ğ
ı
.
ada çayı
* Ballıbabagillerden, yurdumuzda çok yetiş
en tüylü ve beyazı
mtı
rak yapraklarıolan ı
tı
rlıbir bitki (Salvia
oflicinalis).
* Bu bitkiden yapı
lan sı
cak içecek.
ada gibi gemi
* pek büyük (gemi).
ada soğ
anı
* Zambakgillerden, soğanı
ndan ilâç olarak yararlanı
lan birtakı
m maddeler elde edilen çok yı
llı
k bir bitki
(Urginea maritima).
ada tavş
anı
* Evcil cinsleri de olan tavş
ana yakı
n bir kemirici memeli (Oryetolagus cuniculus).
adabı
muaş
eret
* Terbiyeli, ince davranmak için tutulmasıgereken yollar, davranı
ştöresi, davranı
şbilgisi, topluluk töresi,
görgü.
adacı
k
* Küçük ada.
adacı
lı
k
* Kavramları
n gerçek varlı
klar olduğ
unu kabul eden, kavram gerekliğ
ine karş
ı
t olarak, tümel kavramları
n
yalnı
zca nesnelerin adlarıolduğ
unu ileri süren görüş
, nominalizm.
adagio
* Yavaş
, ağı
r olarak.
* Bu biçimde çalı
nan beste.
adak
* Adamak iş
i veya adanı
lan ş
ey, nezir.
adak adamak
* bir dileğin gerçekleş
mesi amacı
yla kurban kesip yoksullara dağ
ı
tmak veya kutsal bir güce yönelik bir niyette
bulunmak.
adaklama
* Adaklamak durumu.
adaklamak
* Küçük çocuk yürümeye baş
lamak.
adaklanma
* Adaklanmak iş
i veya durumu.
adaklanmak
* Niş
anlı
duruma gelmek, niş
anlanmak.
adaklı
adaklı
k
adaksı
z
adale
* Adağıolan, adak adamı
şolan.
* Niş
anlı
, yavuklu, sözlü.
* Adak olarak ayrı
lmı
ş(hayvan).
* Adak adanan yer.
* Adağıolmayan, adak adamamı
şolan.
* Niş
anlı
olmayan.
* Kas.
adaleli
* Kaslı
, kaslarısı
kı
, geliş
miş
.
adalesiz
adalet
* Kassı
z.
* Hak ve hukuka uygunluk, hakkıgözetme, doğ
ruluk, türe.
* Bu iş
i uygulayan, yerine getiren devlet kuruluş
ları
.
* Herkese kendine uygun düş
eni, kendi hakkıolanıverme.
adalet dağ
ı
tmak
* kanunları
n saydı
ğı
haklarısahiplerine vermek, tanı
nmak.
adalet divanı
* Devletler arası
ndaki birtakı
m hukuk anlaş
mazlı
kları
na bakan ve merkezi La Haye'de bulunan uluslar arası
mahkeme.
adalet kapı
sı
* Hak ve hukukun aranmasıiçin baş
vurulan merci, mahkeme.
adalet mahkemesi
* Bkz. adliye mahkemesi.
adalet örgütü
* Adliye teş
kilâtı
.
adalet sarayı
* Mahkemelerin bulunduğ
u büyük yapı
.
adalete teslim etmek
* sanı
ğ
ı
, adalet iş
leriyle uğraş
an kuruluş
a götürmek.
adalete teslim olmak
* sanı
k, adalet iş
leriyle uğraş
an kuruluş
a gidip hakkı
nda gerekli iş
lemin yapı
lması
nıistemek.
adaletine sı
ğ
ı
nmak
* (birinden) anlayı
ş
, hoş
görü, yakı
nlı
k beklemek.
adaletli
* Adalete uygun düş
en veya adaletli olan, adil.
adaletlilik
* Adaletli olma durumu.
adaletsiz
* Adalete aykı
rıdüş
en veya adaleti olmayan.
adaletsizlik
* Adalete aykı
rıdavranı
ş
.
adalı
adalî
adam
* Ada halkı
ndan olan (kimse).
* Kas niteliğ
inde olan; kasla ilgili olan, kası
l.
* Kaslarıiyi geliş
miş
, adaleli, kaslı
.
*İ
nsan.
* Erkek kiş
i.
*İ
yi yetiş
miş
, değ
erli kimse.
* Birinin yanı
nda ve iş
inde bulunan kimse.
* Birinin yararlandı
ğı
, kullandı
ğıkimse.
* Birinin sözünü dinleyen, nazı
nı
çeken kimse, kayı
rı
cı
.
*İ
yi huylu, güvenilir kimse.
* (belirsizlik zamiri yerine), Herkes, kim olursa olsun.
* Görevli kimse.
* (isim tamlamaları
nda) Bir alanda derin bilgisi olan veya bir alanıbenimseyen.
* Eş
, koca.
adam adama (savunma)
* futbolda, basketbolda karş
ıtakı
m oyuncusunu kollama, rahat hareket etmesini, sayıyapması
nıengelleme.
adam akı
llı
* Bkz. adamakı
llı
.
adam almamak
* son derece kalabalı
k olmak.
adam azmanı
* Çok iri yapı
lıkimse.
adam baş
ı
na
* her kiş
iye, her birine.
adam beğ
enmemek
* herkesi değ
ersiz görmek.
adam boyu
* Yaklaş
ı
k olarak normal bir adam boyunda.
*İ
nsan boyunca.
adam değ
ilim
* herhangi bir durumun gerçekleş
memesi hâlinde, kendisinin insan sayı
lamayacağ
ıanlamı
nda kullanı
lan ant,
göz dağ
ısözü.
adam etmek
* eğ
itmek, yetiş
tirmek, topluma yararlı
duruma getirmek.
* bir yeri düzene sokmak veya bir ş
eyi iş
e yarar duruma getirmek.
adam evlâdı
*İ
yi bir ailenin iyi yetiş
mişçocuğ
u.
adam gibi
* terbiyeli, akı
llıuslu.
* adamlı
ğ
a, insanlı
ğ
a yaraş
ı
r yolda.
* iyice.
adam hesabı
na koymak
* birine değer vermek, saygıgöstermek.
adam içine çı
kmak
* topluluğ
a karı
ş
mak, değerli insanları
n bulunduğu yerlere gitmek, eş
e dosta gitmek.
adam içine karı
ş
mak
* değ
erli bir topluluğa girmek, kendisine değ
er verilir olmak.
adam kı
tlı
ğı
nda (veya yokluğunda)
* iş
e yarar kimselerin bulunmadı
ğ
ıdurumda.
adam kullanmak
* iyi çalı
ş
tı
rması
nıbilmek.
adam olmak
* geliş
mek, büyümek, ş
iş
manlamak.
* iyi yetiş
mek, iyi bir duruma gelmek.
adam sarrafı
*İ
nsanları
n karakterini çabuk anlayacak duruma gelmişkimse, insan sarrafı
.
adam sen de! (veya yalnı
z adam)
* bir iş
in önemsenmediğ
ini anlatmak için söylenir.
adam sı
rası
na geçmek (veya girmek)
* daha önce toplumda önemli bir yeri veya özel bir değeri yokken artı
k kendisine önem ve değ
er verilmek.
adam yerine koymak
* adamdan saymak, varlı
ğ
ı
nıkabul etmek.
adama
* Adamak iş
i.
adama dönmek (veya benzemek)
* düzelmek.
adamak
* Bir dileğ
in gerçekleş
mesi amacı
yla kurban kesip yoksullara dağ
ı
tmak veya kutsal bir güce yönelik bir niyette
bulunmak, nezretmek.
* Kutsal saydı
ğıbir ş
ey uğruna kendini feda etmek, ant niteliğ
inde söz vermek.
* Ayı
rmak.
adamakı
llı
* Gereğ
inden çok, iyice.
adamakla mal tükenmez
* büyük vaatlerde bulunanlar için alay yollu söylenir.
adamca
*İ
nsana yaraş
ı
r biçimde.
*İ
nsan sayı
sıolarak.
adamcağı
z
* Kendisine karş
ısevgi veya acı
ma duyulan adam.
adamcası
na
* Adamca.
adamcı
k
* Yerilen, küçümsenen; acı
nan (kimse).
adamcı
l
*İ
nsandan ürkmeyen, insana alı
ş
mı
şolan, insana sokulan, sı
cakkanlı
, munis.
adamcı
llı
k
* Adamcı
l olma durumu.
adamdan saymak
* bir kimseye değeri olmadı
ğıhâlde değer vermek, saygıduymak.
adamı
* (bir iş
i) ustalı
kla yapan.
adamı
n adıçı
kacağı
na canıçı
ksı
n
* Bkz. insanı
n adıçı
kacağ
ı
na canıçı
ksı
n.
adamı
n alacasıiçinde, hayvanı
n alacasıdı
ş
ı
nda
* Bkz. insanı
n alacası
içinde, hayvanı
n alacasıdı
ş
ı
nda.
adamı
n iyisi alı
şveriş
te (veya işbaş
ı
nda) belli olur
* bir kiş
iyi iyi bir insan olarak değ
erlendirebilmek için alı
şveriş
te veya işbaş
ı
nda ahlâk dı
ş
ıdavranı
ş
larda
bulunmamasıgerekir.
adamı
na çatmak
* Bkz. tam adamı
na çatmak.
adamı
na düş
mek
* (yapı
lacak bir iş
) güzel bir rastlantısonunda anlayanı
na, uzmanı
na verilmişolmak.
adamı
na göre
* kiş
iler arası
nda ayrı
calı
k gözeterek.
* herkesin yeteneğine uygun olarak.
adamı
nı
bulmak
* Bkz. tam adamı
nı
bulmak (veya adamı
na düş
mek).
adamkökü
* Bkz. adamotu.
adamlı
k
*İ
nsana yakı
ş
acak durum, tutum ve davranı
ş
.
* Yabanlı
k.
adamlı
k sende kalsı
n
* iyilik bilmese de sen yine iyilik et.
* bu iş
i nası
l olsa sana yaptı
racaklar, bari kendiliğ
inden yap da onurunu koru.
adamotu
adamsı
z
* Patlı
cangillerden, genişyapraklı
, kötü kokulu bir bitki, kankurutan, adamkökü (Mandragora autumnalis).
* Yardı
mcı
sı
z, hizmetçisiz.
* Erkeksiz, kocası
z.
adamsı
zlı
k
* Adamsı
z olma durumu.
a'dan z'ye kadar
* baş
tan aş
ağ
ı
, bütünüyle.
Adana kebabı
* Kı
yması
na bolca acıbiber katı
larak hazı
rlanan ş
işköfte.
adanma
adanmak
adap
* Adanmak iş
i.
* Adamak iş
ine konu olmak.
* Töre.
* Yol yordam, yol yöntem.
adap erkân
* Yol yöntem.
adaptasyon
* Uyarlama.
* Bir eseri çevrildiği dilin, konuş
ulduğ
u toplumun yaş
ayı
ş
ı
na, inançları
na uyarlama.
* Uyma.
adapte
* Uyarlanmı
ş
.
adapte etmek
* uyarlamak.
adapte olmak
* uymak.
adaptör
* Bir âletin çaplarıbirbirinden farklıolan parçaları
ndan birini ötekine geçirebilmek için yararlanı
lan bağ
layı
cı
.
adaş
adaş
lı
k
* Adlarıaynıolanlardan her biri.
* Adaşolma, aynı
adı
taş
ı
ma durumu.
adatepe
* Genellikle tropikal bölgelerde görülen ve çevresindeki alçak alanlar üzerinde dik yamaçlarla bir ada gibi
yükselen, aş
ı
nı
mdan dolayıortaya çı
kmı
ştepe.
adatma
* Adatmak iş
ini yaptı
rmak.
adatmak
* Adamak iş
ini yaptı
rmak.
adavet
aday
* Düş
manlı
k, yağ
ı
lı
k.
* Bir görev, bir işiçin kendini ileri süren veya baş
kalarıtarafı
ndan ileri sürülen kimse.
* Bir işiçin yetiş
tirilmekte olan kimse, namzet.
aday adayı
* Herhangi bir iş
i yapmak, bir görevi yüklenmek için adaylı
k aş
aması
nı
kazanmak amacı
yla baş
vuran kimse.
* Milletvekili ve senatör seçimlerinde, partinin adayıolmak için, partisinde yapı
lan ön seçimlere adaylı
ğ
ı
nı
koyan kimse.
aday göstermek
* bir işveya bir görev için birini aday olarak belirlemek: Anayasa.
aday olmak
* herhangi bir iş
e alı
nmak veya seçilmek için istekli olmak.
adayavrusu
*İ
ki veya üç çifte kürekli küçük balı
kçıteknesi.
adaylı
ğı
nıkoymak
* bir işveya göreve seçilmek için kendini ileri sürmek.
adaylı
k
adcı
* Herhangi bir iş
, bir görev için kendini ileri sürme veya baş
kalarıtarafı
ndan ileri sürülme, namzetlik.
* Bir görevde yetiş
tirilme.
* Adcı
lı
k öğretisiyle ilgili olan.
* Bu öğ
retiye bağlıkimse.
adcı
lı
k
* Kavramları
n gerçek varlı
klar olduğ
unu kabul eden, kavram gerçekliğ
ine karş
ı
t olarak, tümel kavramları
n
yalnı
zca nesnelerin adlarıolduğ
unu ileri süren görüş
, isimcilik, nominalizm.
addan türeme fiil
* Bkz. isimden türeme fiil.
addedilme
* Addedilmek iş
i.
addedilmek
* Sayı
lmak.
addetme
* Addetmek iş
i.
addetmek
* Saymak.
addolunma
* Addolunmak iş
i veya durumu.
addolunmak
* Sayı
lmak.
adedî
adem
Âdem
* Adetçe, sayı
ca.
* Yokluk, hiçlik, ölüm.
* Osmanlı
ca sözlerle birleş
erek "-siz, -lik" anlamı
nda kullanı
lı
r.
* Dinî inançlara göre ilk yaratı
lan insan ve ilk peygamber.
*İ
nsan, insanoğ
lu, adam.
*İ
nsanda bulunmasıgereken olumlu özelliklere sahip olan.
Âdem baba
*İ
nsanlı
ğı
n babası
, Hz. Âdem.
* Hapishanede çevresindeki mahkûmlarıharaca bağ
layan kimse.
* Afyonkeş
.
Âdem elması
* Gı
rtlak çı
kı
ntı
sı
.
Âdem evlâdı
* Bkz. âdemoğlu.
Âdemci
* Âdemcilik yanlı
sıolan kimse.
Âdemcilik
* XX. yüzyı
lı
n baş
ı
nda simgeciliğe karş
ıbir tepki olarak Rusya'da ortaya çı
kan bir edebiyat akı
mı
.
ademimerkeziyet
* Yerinden yönetim.
ademimerkeziyetçi
* Yerinden yönetimci.
ademimerkeziyetçilik
* Yerinden yönetimcilik.
ademiyet
âdemiyet
* Yokluk.
*İ
nsanlı
k.
* Doğru dürüst insana yakı
ş
ı
r durum, adamlı
k.
âdemoğlu
*İ
nsan denilen yaratı
kları
n hepsi.
âdemotu
* Bkz. adamotu.
adenit
adese
adet
âdet
* Lenf düğümleri iltihabı
.
* Mercek.
* Kovucuk.
* Görüşderecesi, inceliğ
i.
* Sayı
.
* Herhangi bir sayı
da olan (ş
ey), tane.
* Bir kimsenin yapmaya alı
ş
mı
şolduğ
uş
ey, alı
ş
kı
.
* Topluluk içinde eskiden beri uyulan kural, töre.
* Ay baş
ı
.
âdet edinmek
* bir ş
eyi alı
ş
kanlı
k ve huy durumuna getirmek.
âdet görmek
* (kadı
n) ay baş
ıolmak.
âdet olmak
* öteden beri yapı
lı
r olmak.
* bir ş
ey gelenek durumuna gelmişolmak.
âdet yerini bulsun diye
* gerekli görüldüğü için değ
il, yalnı
z alı
ş
ı
lmı
şolduğ
u için.
âdeta
adetçe
* Bayağ
ı
, basbayağ
ı
, hemen hemen, sanki.
* Bayağ
ıyürüyüş
le.
* Sayı
bakı
mı
ndan, sayı
ca.
adetimürettep
* Bkz. tam sayı
.
adezyon kuvveti
* Yan yana duran veya sürtünen iki cismin molekülleri arası
ndaki çekişkuvveti.
adı(veya ismi) gibi bilmek
* çok iyi bilmek.
adıbatası(veya adıbatası
ca)
* "yok olası
" anlamı
nda bir ilenme.
adıbatmak
* (sevilmeyen bir ş
ey veya kimse için) unutulmak, adıanı
lmaz olmak, artı
k sözü edilmemek.
adıbelirsiz
* ünü olmayan, tanı
nmayan, kim ve ne olduğ
u bilinmeyen.
adıbile okunmamak
* birine hiç önem verilmemek.
adıçı
kmak
* kötü bir ün kazanmak.
* hakkıolmayan bir ün kazanma.
adıçı
kmı
şdokuza, inmez sekize
* birinin bir kere adı
çı
ktı
ktan sonra onun hakkı
ndaki yaygı
n inanç artı
k kolay kolay düzelemez.
adıdeliye çı
kmak
* deli olmadı
ğı
hâlde deli olarak tanı
nmak.
adıduyulmak
* tanı
nmak, ünlenmek.
adıgeçmek
* anı
lmak, söz konusu olmak, ismi geçmek.
* adı
yazı
lmak.
adıkaldı
rı
lmak
* anı
lmaz olmak, silinip gitmek.
adıkalmak
* bir kimse veya bir ş
ey ortadan çekildikten, öldükten sonra dillerde yalnı
z adıdolaş
mak.
adıkarı
ş
mak
* (kötü) bir iş
le birinin ilgisi bulunduğ
u söylenilmek.
adıkötüye çı
kmak
* ünü kötü olarak yayı
lmak.
adıolmak
* gereksiz, yersiz ünü olmak.
adısanı
* bir kimsenin kimliği.
adıüstünde
* adı
ndan belli olduğu gibi.
adıvar
* yaş
amayan, yalnı
zca hayalde var olan.
adıverilmek
* ad takı
lmak.
adı
l
adı
m
* Zamir.
* Yürümek için yapı
lan ayak atı
ş
ları
nı
n her biri.
* Bir adı
mda alı
nan yol (bu uzunluk 75 cm sayı
lı
r).
* Giriş
im, hamle.
* Bir gösterge ucunun eşolarak ayrı
lmı
şyaylardan biri boyunca aldı
ğ
ıyol.
* Ayakta temel duruş
tan, bir ayağı
n türlü yönlerde iki ayak boyu kadar ara ile yer değ
iş
tirmesi.
* Teknolojide iki diş
li arası
ndaki aralı
k.
adı
m adı
m
* Ağı
r ağ
ı
r, yavaşyavaş
.
adı
m adı
m gezmek
* her yerini dolaş
ı
p görmek.
adı
m adı
m izlemek
* arkası
ndan izlemek.
* gizlice takip etmek.
adı
m atmak
* yürümek için ayağ
ı
nıöne doğru uzatı
p basmak.
* bir iş
e ilk kez giriş
mek.
adı
m atmamak
* gitmemek, uğramamak, aramamak.
adı
m baş
ı
* Birbirine yakı
n yerlerde, sı
k sı
k.
adı
mı
nıattı
rmamak
* bir yere girmesine engel olmak.
adı
mı
nıgeri almak
* baş
ladı
ğ
ıbir iş
ten geri dönmek.
adı
mlama
* Adı
mlamak iş
i.
adı
mlamak
* Adı
mla ölçmek.
* Bir yerde ileriye geriye doğ
ru giderek dolaş
mak.
adı
mları
nıaçmak
* yürürken hı
zlanmak.
adı
mları
nıseyrekleş
tirmek
* hı
zlıyürürken adı
mları
nıyavaş
latmak.
adı
mları
nısı
klaş
tı
rmak
* daha küçük ve çabuk adı
mlar atarak hı
zlı
yurümek, ivmek, acele etmek.
adı
mlı
k
* Adı
m uzunluğunda olan.
* Bir yerin çok uzak olmadı
ğ
ı
nıbelirtmek için kullanı
lı
r.
adı
msayar
* Yürüme sı
rası
nda gerçek sonuçlara varabilmek için geçilen yerin uzunluğunu anlayabilmek amacı
yla ayağ
a
takı
lan alet, pedometre.
adı
na
*oş
eyin veya o kimsenin yerinde olarak, namı
na, onun hesabı
na.
adı
nıağ
zı
na almamak
* dargı
nlı
k, kı
rgı
nlı
k, kı
zgı
nlı
k gibi bir sebeple bir kimseden hiç söz etmemek.
adı
nıalmak
* ad takı
lmak, ad verilmek.
adı
nıanmak (veya anmamak)
* birinden söz etmek (veya etmemek).
adı
nıbağ
ı
ş
lamak
* bir baş
kası
ndan adı
nısöylemesini istemek.
adı
nıbozmak
* andı
na uymamak, andı
na aykı
rıdavranmak.
adı
nıkirletmek (veya lekelemek)
* adı
nı
n kötüye çı
kması
na yol açmak.
adı
nıkoymak
* karş
ı
lı
ğ
ı
nıveya fiyatı
nıkararlaş
tı
rmak.
adı
nıtaş
ı
mak
* birinin adı
yla anı
lmak, sahip olduğ
u adı
n sorumluluğ
unu yüklenmişolmak.
adı
nıvermek
* birinin adı
nıbildirmek.
* biri tarafı
ndan salı
k verildiğini söylemek.
adı
yla sanı
yla
* bilinen ün ve niteliğiyle.
adî
adî adı
m
* Sı
radan, hiçbir özelliğ
i olmayan.
* Aş
ağ
ı
lı
k, bayağ
ı
, alçak.
* Adı
mda uygunluk, beraberlik gerektirmeyen ve grup olarak yapı
lan bir tür yürüyüş
.
adî defter
* Bir iş
letmenin veya ticarethanenin yaptı
ğıiş
lemlerinin muhasebe kayı
tları
nı
n geçirildiğ
i ticarî defter.
adî kesir
* Bayağ
ıkesir.
adî suçlu
adil
adilâne
adîleş
me
* Basit suçlarıiş
leyen kimse.
* Adaletle işgören, adaletten, haktan ayrı
lmayan, hakkıyerine getiren, adaletli.
* Hakka uygun, haklı
.
* Adalete uygun olarak, hakça.
* Adîleş
mek durumu.
adîleş
mek
* Adî bir duruma girmek, bayağı
laş
mak.
adîleş
tirme
* Adîleş
tirmek iş
i.
adîleş
tirmek
* Adîleş
mesine yol açmak.
adîlik
adisyon
* Bayağ
ı
lı
k, düş
üklük, aş
ağ
ı
lı
k.
* (lokanta, otel gibi yerlerde) Hesap.
adlandı
rı
lma
* Adlandı
rı
lmak iş
i.
adlandı
rı
lmak
* Ad vermek iş
i yapı
lmak.
adlandı
rma
* Adlandı
rmak iş
i.
adlandı
rmak
* Bir kimseyi veya bir ş
eyi kullanarak belli etmek, ad vermek, ad koymak, tesmiye etmek.
* Ad koyma, ad vermeyi sağ
lamak, tesmiye etmek.
adlanma
* Adlanmak iş
i.
adlanmak
* Kendisine ad verilmek.
* Kötü ün kazanmak.
adlaş
ma
* Adlaş
mak durumu.
adlaş
mak
* Ad durumuna gelmek.
adlaş
tı
rma
* Adlaş
tı
rmak iş
i.
adlaş
tı
rmak
* Ad durumuna getirmek.
adlı
* Adıolan.
* Ünlü.
adlıadı
yla
* herkesin bilip tanı
dı
ğ
ıbiçimde.
adlısanlı
* Ünlü.
adlî
* Adaletle ilgili.
adlî makam
* Adalet iş
lerinin görüldüğü ve sonuca bağ
landı
ğı
kamuya ait yönetim yeri.
adlî merci
* Adaletle ilgili sorunları
n çözümü için baş
vurulan resmî daireler.
adlî polis
* Adliye içerisinde güvenliğ
i sağlayı
p adlî iş
lere yardı
mcıolan kolluk gücü.
adlî sicil
* Bir kimsenin mahkûmiyetinin olup olmadı
ğ
ı
nı
n anlaş
ı
lmasıiçin konulmuşolan kayı
t yöntemi.
adlî tabip
* Adlî tı
pta görevli doktor.
adlî tatil
* Her yı
l 20 Temmuz ile 5 Eylül tarihleri arası
nda, kanunda yazı
lı
durumları
n dı
ş
ı
nda, hiçbir adlî iş
lemin
yapı
lmadı
ğısüre.
adlî tı
p
adlî yı
l
* Tı
bbı
n adalete yardı
m eden kolu; adaletin bu iş
le uğraş
an kuruluş
u.
* Mahkemelerin bir yı
l içindeki çalı
ş
ma süresi.
adlî zabı
ta
* Bir suç sonrasısanı
ğ
ıve suç delillerini adlî yetkililere sunan kolluk kuvveti.
adliye
* Hukuk ve adalet iş
lerini gören devlet kuruluş
ları
.
* Hukuk ve âdalet iş
lerinin görüldüğü resmî yapı
.
adliye encümeni
* Adalet komisyonu.
adliye mahkemesi
* Anayasa mahkemesi, genel mahkemeler, askerî ve idarî mahkemeler dı
ş
ı
nda kalan ve denetim mahkemesi
olan Yargı
tay ile hüküm mahkemeleri.
adliye nezareti
* Osmanlıİ
mparatorluğunda adliye teş
kilâtı
nı
n bağlıolduğ
u en üst makam.
adliye teş
kilâtı
* Yargıorganlarıve bu organları
n birbirleriyle olan iliş
kilerini, derecelerini, görev ve yetkilerini düzenleyen
ve yürüten mekanizmanı
n bütünü.
adliye vekâleti
* Adalet bakanlı
ğ
ı
.
adliyeci
* Adliye kuruluş
unda meslek görevlisi.
adrenalin
* Böbrek üstü bezlerinin etkili bir maddesi; hekimlikte damarları
daraltma, bronş
larıaçma, kanamalarıkesme
gibi amaçlarla kullanı
lı
r.
adres
* Bir kimsenin arandı
ğ
ı
nda bulunabileceğ
i yer, oturduğ
u yer.
* Gönderilen ş
eyin üzerine, alı
cı
nı
n adı
nıve bulunduğ
u yeri bildirmek için yazı
lan yazı
.
adres bı
rakmak (göstermek veya vermek)
* arandı
ğı
nda bulunabileceği, oturduğ
u yeri bildirmek.
adres defteri
* Kiş
ilerin kendilerine lâzı
m olan adresleri topladı
klarıdefter.
adres kartı
* Adres defteri.
adres kitabı
* Genellikle belli bir işveya meslekte olanları
n işve ev adreslerini toplu olarak gösteren kitap.
adres makinesi
* Posta gönderilerinin üzerine kâğı
t, plâstik veya madenden, adres basan alet.
adres rehberi
* Adres defteri.
adsı
z
* Adıolmayan, isimsiz.
* Türklerde, ailesinden ayrı
ldı
ğı
için artı
k onun adı
nıtaş
ı
mak, onun adıile anı
lmak hakkı
nıyitirmişolan ve
ancak bir yararlı
k gösterince ad kazanabilen delikanlı
.
adsı
z parmak
* Orta parmak ve serçe parmak arası
ndaki parmak, yüzük parmağ
ı
.
aerobik
* Hı
zlımüzik temposu eş
liğinde yapı
lan, vücudun çevikliğ
ine ve hareketliliğ
ine dayanan bir tür jimnastik.
aerobik solunum
* Hücrede yalnı
z moleküler oksijenin kullanı
ldı
ğ
ıbir solunum ş
ekli.
aerodinamik
* Hareket hâlinde olan bir cisim üzerinde havanı
n yarattı
ğ
ıetkiyi inceleyen bilim.
* Aerodinamik bilim alanı
yla ilgili.
* Fizik biliminin gazları
n hareketini inceleyen dalı
.
af
* Bir suçu, bir kusuru veya bir hatayıbağı
ş
lama.
* Mazur görme veya görülme.
* (görevden) çı
karı
lma.
af buyurun!
* "affedersiniz" veya "affı
nı
zırica ederim" anlamı
nda bir söz.
af çı
karı
lmak
* bir suçun bağı
ş
lanmasıiçin Türkiye Büyük Millet Meclisinden kanun çı
karmak.
af dilemek
* bağ
ı
ş
lanması
nıistemek.
af kapsamı
na alı
nmak
* af kanununa girmek.
afacan
* Zeki ve yaramaz (çocuk).
afacanlaş
ma
* Afacanlaş
mak iş
i.
afacanlaş
mak
* Yaramazlaş
mak, yaramaz, ele avuca sı
ğ
maz duruma gelmek.
afacanlı
k
* Afacan olma durumu, yaramazlı
k.
afak
* Ufuklar, dört bir taraf.
afakan
afakî
* Bkz. hafakan.
* Belli bir konu üzerine olmayan (konuş
ma), dereden tepeden.
* Nesnel, objektif.
afakîlik
* Bkz. objektiflik.
afal afal
afallama
* Şaş
kı
n bir biçimde.
* Afallamak iş
i.
afallamak
* Şaş
kı
nlı
ktan sersemleş
mek.
afallaş
ma
* Afallaş
mak iş
i.
afallaş
mak
* Şaş
kı
nlı
k içinde kalmak, ş
aş
ı
rı
p bir ş
ey yapamaz olmak.
afallaş
tı
rma
* Afallaş
tı
rmak iş
i.
afallaş
tı
rmak
* Şaş
kı
nlı
k içinde bı
rakmak, birini ş
aş
ı
rı
p bir ş
ey yapamaz duruma sokmak.
afallatma
* Afallatmak iş
i.
afallatmak
* Şaş
kı
nlı
ğ
a düş
ürerek sersemleş
tirmek.
afat
afazi
* Afetler, belâlar, kı
ranlar.
* Bkz. söz yitimi.
aferin
* Okş
ama, alkı
ş
lama, beğenme gibi duygularıbelirtmek için söylenir, bravo.
* Eskiden öğrencilere verilen beğenme ve takdir kâğ
ı
dı
.
aferin almak
* değ
erli görülüp beğ
enilmek.
aferist
afet
afetzede
* Vurguncu, dalavereci, çı
karı
nı
bilen, çı
karcı
.
* Doğanı
n sebep olduğ
u yı
kı
m.
* Kı
ran.
* Çok kötü.
* Güzelliği ile insanış
aş
kı
na çeviren, aklı
nıbaş
ı
ndan alan kadı
n.
* Hastalı
kları
n dokularda yaptı
ğı
bozukluk.
* Afete uğramı
ş
, afet görmüş
.
affa uğramak
* bağ
ı
ş
lanmak, affedilmek.
affedersin veya affedersiniz
* özür dilemek için söylenir.
* karş
ıçı
kmak için söylenir.
affedilme
* Bağ
ı
ş
lanma.
affedilmek
* Bağ
ı
ş
lanmak.
affetme
affetmek
* Bağ
ı
ş
lama.
* Bağ
ı
ş
lamak.
* Hoş
görü ile karş
ı
lamak, mazur görmek.
* Görev veya iş
ten çı
karmak.
affetmemek
* bağ
ı
ş
lamamak, hoşgörmemek.
affetmiş
sin
* "hiç de öyle değ
il", yanı
lı
yorsun" anlamı
nda kullanı
lı
r.
affettirme
* Affettirmek iş
i.
affettirmek
* Bağ
ı
ş
lanması
nısağ
lamak.
affettuoso
* Bir parçanı
n yumuş
ak ve duygulu bir biçimde çalı
nacağı
nıanlatı
r.
affeyleme
* Affeylemek iş
i.
affeylemek
* Affetmek.
affı
nıdilemek (veya istemek)
* bir işveya görevi yerine getiremeyeceğini nezaketle bildirmek.
affı
nı
za sı
ğı
narak
* "bağ
ı
ş
layacağ
ı
nı
za güvenerek" anlamı
nda bir nezaket sözü.
affolunma
* Affolunmak iş
i.
affolunmak
* Bağ
ı
ş
lanmak, affedilmek.
Afgan
* Afganistan halkı
ndan veya bu halkı
n soyundan olan kimse.
* Afganistan'a ve Afganistan halkı
na özgü olan.
Afganlı
* Afgan.
afi
* Gösteriş
, çalı
m, caka.
afi kesmek (satmak veya yapmak)
* birine karş
ıgösterişyapmak, kabadayı
lı
k etmek.
afif
afife
afili
*İ
ffetli.
* Namuslu, iffetli, saygı
değer (kadı
n).
* Gösteriş
li, çalı
mlı
.
afis
* Gümüşbalı
ğ
ı
nı
n küçüğ
ü.
afiş
* Bir ş
eyi duyurmak, tanı
tmak için hazı
rlanan, çoğ
u resimli duvar ilânı
.
afişasmak
* duvarlara ilân yapı
ş
tı
rmak.
afişyutmak
* yalana dolana kanmak.
afiş
çi
* Afişyapan sanatçı
.
afiş
çilik
afiş
e
* Afişyapma sanatı
.
* Açı
ğ
a çı
kmı
ş
, duyulmuş
.
afiş
e etmek
* açı
ğ
a vurmak, belirtmek, duyurmak, dile düş
ürmek, reklâm etmek.
afiş
e olmak
* (bir kimse) bilinmeyen bir yönüyle tanı
nmak.
afiş
leme
* Afişasma iş
i, afiş
lemek iş
i.
afiş
lemek
* Afişası
p duyurmak.
* Nitelemek, göstermek.
afiş
te kalmak
* (oyun için) ilgi görerek günlerce oynanmak.
afiyet
* Hasta olmama durumu, sağ
lı
k, esenlik.
afiyet bulmak
* iyileş
mek, sağlı
ğı
nıkazanmak.
afiyet olsun
* bir ş
ey yiyip içenlere "yarası
n" anlamı
nda söylenen iyi dilek sözü.
afiyet ş
eker olsun
* "yarası
n, ağ
ı
z tadı
yla yensin'" anlamı
nda söylenir.
afiyet üzere olmak
* sağlı
klı
, rahat yaş
amak.
afiyetle
afoni
* ağ
ı
z tadı
yla, keyifle.
* Bkz. Ses yitimi.
aforizm
* Özlü söz, özdeyiş
.
aforoz
* Hristiyanlı
kta kilise tarafı
ndan verilen "cemaatten kovma" cezası
.
aforoz etmek
* kilise birliğ
inden çı
karmak.
* darı
lı
p biriyle konuş
mamak, yakı
nıolmaktan çı
karmak, ilgiyi kesip uzaklaş
tı
rmak, adı
nıduymak bile
istememek.
aforozlama
* Aforozlamak iş
i.
aforozlamak
* Aforoz etmek, kovmak.
aforozlu
* Aforoz edilmiş
, kovulmuş
, uzaklaş
tı
rı
lmı
ş
.
afra tafra
* Çalı
m.
* Çalı
mlı
.
afralıtafralı
* Çalı
mlı
.
Afrika çekirgesi
* Değiş
ik boyda ve renkte genellikle kuzey Afrika'da ekilmemişarazilerde rastlanan zararsı
z bir çekirge
(Locusta migratona).
Afrika domuzu
* Çift parmaklı
lardan, kalı
n derili, Afrika'da yaş
ayan ve yaban domuzuna benzer bir hayvan (Phacochoerus
aethiopicus).
Afrika menekş
esi
*İ
ki çeneklilerden, tüylü yapraklı
, mor, pembe, beyaz renkli çiçekleri olan, evlerde saksı
da yetiş
tirilen çok
yı
llı
k bir süs bitkisi (Saintpaulia ionantha).
Afrikalı
* Afrika kökenli olan kimse.
* Afrikalıoyuncu.
Afrikalı
lı
k
* Afrikalıolma.
afsun
afsuncu
* Büyü, füsun.
* Büyücü, üfürükçü.
afsunculuk
* Afsuncunun yaptı
ğıiş
.
afsunlama
* Afsunlamak iş
i.
afsunlamak
* Büyülemek.
afsunlanma
* Afsunlanmak iş
i.
afsunlanmak
* Büyülenmek.
afsunlu
* Büyülü, sihirli, füsunkâr.
Afş
ar
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
aft
aftos
* Pamukçuk.
* Oynaş
, metres.
afur tafur
* Çalı
m.
afur tafura gelmemek
* çalı
m satmadan hoş
lanmamak; böyle bir davranı
ş
a karş
ıtepki göstermek.
afyon
* Olgunlaş
mamı
şhaş
haşkapsüllerine yapı
lan çizintilerden sı
zan, sonradan katı
laş
an süt; içinde morfin ve
kodein gibi çok uyuş
turucu maddeler bulunan, güçlü bir zehir olmakla birlikte, hekimlikte kullanı
lan değ
erli bir ilâç.
afyon çekmek
* keyif için afyon yutmak.
afyon ruhu
* Yatı
ş
tı
rı
cıolarak kullanı
lan afyon tentürü.
afyonkeş
* Keyif için afyon yutan veya çeken (kimse), afyon tiryakisi.
afyonkeş
lik
* Afyon çekmeye düş
künlük.
afyonlama
* Afyonlamak iş
i.
afyonlamak
* Afyon vererek uyuş
turmak, uyutmak.
* Telkin yoluyla doğru düş
ünmeyi önleyerek zararlıbir yola sürüklemek.
afyonlanma
* Afyonlanmak iş
i.
afyonlanmak
* Afyonlamak iş
i yapı
lmak.
afyonlu
*İ
çinde afyon bulunan.
* Afyon yutmuş
.
* Dalgı
n, uyuş
muş
, uyuş
uk (kimse).
afyonu baş
ı
na vurmak
* aş
ı
rıdavranı
ş
larda bulunacak kadar öfkelenmek, ne yaptı
ğ
ı
nı
bilememek.
afyonunu patlatmak
* kendi keyfine dalmı
şolan birini öfkelendirmek.
Ag
* Gümüş
'ün kı
saltması
.
aga
* Ağa.
agâh
* Bilir, bilgili, haberli, uyanı
k.
agâh olmak
* bilgi edinmişolmak.
agami
* Güney Amerika'da yaş
ayan, mavi ve yeş
il metalik yansı
malıbir kuş
.
aganta
emir.
* Yı
sa veya lâçka edilmekte olan bir halatı
n ve zincirin kı
sa bir süre elde tutulup bı
rakı
lmamasıiçin verilen
agaragar
* Deniz yosunları
ndan çı
karı
lan, beslenme endüstrisinde, hekimlikte ve bakteriyolojide kullanı
lan bir tür
jelâtin, jeloz.
agel
* Arap erkeklerinin kefiyelerinin üzerine bağ
ladı
kları
, yünden örülmüşkalı
n çember bağ
.
agitato
* Bir parçanı
n canlıve coş
kulu çalı
nacağ
ı
nıanlatı
r.
aglütinasyon
* Kümeleş
im.
aglütinin
* Serumda meydana gelen antikor.
agnosi
* Tanı
sı
zlı
k.
agnostik
* Bilinemezci.
* Bilinemezcilikle ilgili.
agnostisizm
* Bilinemezcilik.
agnozi
* Duyularda herhangi bir bozukluk olmaması
na rağmen sı
nav sisteminin belirli bir yerindeki doku
bozukluğ
undan ileri gelen algıkaybıveya yokluğ
u.
Agop'un kazıgibi bakmak
* aptal aptal bakmak.
agora
* Yunan klâsik devrinde, sitenin yönetim, politika ve ticaret iş
lerini konuş
mak için halkı
n toplandı
ğ
ıalan,
halk meydanı
.
agorafobi
* Bkz. alan korkusu.
agraf
agrafi
* Kanca, kopça.
* Bkz. yazma yitimi.
agrandisman
* Büyültme.
agrandisör
* (fotoğ
rafçı
lı
kta) Büyülteç.
agreje
agreman
* (yabancıülkelerde) Doçent olmak için sı
nav vermişkimse, doçent.
* Bir elçinin bir ülkeye atanması
ndan önce o ülkeden istenen uygun görme yazı
sı
.
agu
* Süt çocukları
nı
n neş
elendikleri zaman çı
kardı
klarıses.
agu bebek
* Büyüdüğ
ü hâlde bebekliğe özenen çocuklara alay yollu söylenir.
agucuk
agulama
* Süt çocuğ
u.
* Süt çocuğ
unu sevmek için söylenir.
* Agulamak iş
i.
* Yeni doğmuşbebeklerin çı
kardı
ğı
ses.
agulamak
* (bebek) Agu agu diye ses çı
karmak.
aguş
* Kucak.
ağ
*İ
plik, sicim, tel gibi ince ş
eylerden kafes biçiminde yapı
lmı
şörgü.
* Örümcek gibi birtakı
m hayvanları
n salgı
ları
yla oluş
turduklarıörgü.
* Ülke yüzeyine yaygı
nlaş
tı
rı
lmı
şörgü, ş
ebeke.
* Tuzak.
* Oyun alanı
nıortadan ikiye bölen iple yapı
lmı
şörgü.
* Çaprazlama örgü ile yapı
lan ve kale direkleri arkası
na gerilen örgü, file.
ağ
* Donun veya pantolonun apı
şarası
na gelen yeri, apı
ş
lı
k.
ağatmak (veya bı
rakmak)
* balı
k avlamak için denize ağsalmak.
ağbenek
* Açı
klı
koyulu kahverengi ağgörünüş
ünde olan, arpa yaprakları
na yerleş
erek oldukça önemli zararlara yol
açan asklımantar.
* Bu mantarı
n ortaya çı
kardı
ğı
ekin hastalı
ğı
.
ağçekmek
* yakalanan balı
kları
toplamak için ağısudan çı
karmak.
ağiğ
nesi
* Ağı
n örülmesinde kullanı
lan iğbiçiminde tahtadan veya plâstikten yapı
lmı
şalet.
ağipliği
* Keten, kenevir, naylon gibi maddelerden ağyapı
mı
nda kullanı
lan iplik.
ağkayı
ğ
ı
* Balı
k ağları
nıtaş
ı
yan kayı
k.
ağkepçe
* Balı
kçı
lı
kta kullanı
lan, ağ
dan örülerek yapı
lan uzun saplısepet.
ağkurdu
* En çok elma ve erik gibi yemişağaçları
na zarar veren bir kurt.
ağkurş
unu
* Balı
k ağları
nısuda tutmaya yarayan zeytin çekirdeğ
i biçiminde delikli kurş
un madde.
ağmantarlar
*İ
nsan ve hayvanlarda hastalı
ğ
a yol açan ve birçok türü içine alan ilkel bitkiler topluluğu.
ağtabaka
* Göz yuvarları
nı
n iç yüzeyinde görme sinirinin yayı
lmasıile beliren, ı
ş
ı
ğ
a duyarlı
, ağ
ı
msıbölüm, retina.
ağtonos
* Gotik mimaride kullanı
lmı
ş
, ağbiçiminde parçalı
tonos.
ağtorba
* 25 cm geniş
liğ
inde ve 50 cm uzunluğunda ağ
dan yapı
lmı
şkı
rmı
zıyosunları
n suya dalı
narak avlamada
kullanı
lan, bir ip ve kayı
ktaki makara yardı
mıile suyun yüzeyine çı
kı
p inebilen bir torba.
ağyatak
ağa
* Hamak.
* Kı
rlı
k kesimde geniştopraklarıolan, sözü geçen, varlı
klıkimse.
* Halk arası
nda sayı
lan ve sözü geçen erkeklere verilen san.
* Büyük kardeş
, ağ
abey.
* Okur yazar olmayan yaş
lı
ca kiş
ilerin adları
yla birlikte kullanı
lan san.
* Osmanlıİ
mparatorluğunda bazı
kuruluş
ları
n baş
ı
nda bulunanlara verilen resmî san.
ağa borç eder, uş
ak harç
* ağ
a para sı
kı
ntı
sıiçinde olup borç etse de, uş
ak, hâlden anlamaz ve bol harcamayı
sürdürür.
ağa kapı
sı
* Yeniçeri ağası
nı
n dairesi.
ağa yamağı
* Yeniçeri ağası
na bağlıemir çavuş
u.
ağababa
ağabey
ağabeylik
* Dede, ata.
* Sanı"ağa" olan babaya çocuğ
unun sesleniş
i.
* Bir yerde, bir topluluk içinde etkili olan, sözü geçen, ileri gelen (kimse).
* Bir kimsenin kendinden yaş
ça büyük olan erkek kardeş
i.
* Kardeşolmayanlar arası
nda da genellikle yaş
ça büyük olanlara bir saygı
sesleniş
i olarak kullanı
lı
r.
* Ağabey olma durumu.
ağabeylik etmek (veya yapmak)
* Birini ağabey gibi korumak, gözetmek.
ağaca çı
kan keçinin dala bakan oğlağ
ıolur
* çocuklar ana ve babaları
ndan öğ
rendiklerini yapmaya özenirler.
ağaca çı
ksa pabucu yerde kalmaz
* davranı
ş
ları
na engel olacak hiçbir takı
ntı
sıyok.
ağaca dayanma kurur, adama (insana) dayanma ölür
* insan yapacağ
ıiş
te baş
kaları
na değil, kendine güvenmelidir.
ağacıkurt, insanıdert yer
* kurt ağ
acı
nası
l içten içe kemirirse dert de insanıiçten içe yer bitirir.
ağaç
* Gövdesi odun veya kereste olmaya elveriş
li bulunan ve uzun yı
llar yaş
ayabilen bitki.
* Bu gibi bitkilerin gövdesinden ve dalları
ndan yapı
lan.
* Direk.
ağaç arı
sı
* Düzgün kanatlı
, kuyruğunda yumurtlama hortumu olan, 3-4 cm boyunda ağaç zararlı
sı
.
ağaç balı
* Erik, kayı
sıgibi ağaçlardan sı
zan zamk.
ağaç biti
* Yarı
m kanatlı
lardan, bitkiler üzerinde yaş
ayan, sı
çrayı
cıbir böcek türü (Psylla).
ağaç çileğ
i
* Ahududu.
ağaç ebegümeci
* Ebegümecigillerden, boyu yüksek bir ot (Fr. lavatere).
ağaç kaplama
* Konut duvarları
nıyalı
tma ve güzelleş
tirme amacı
yla ağaç veya ağ
aç ürünlerinden yararlanı
larak yapı
lan
kaplama.
ağaç kavunu
* Turunçgillerden, Akdeniz ülkelerinde yetiş
en, taç yaprakları
mavimsi pembe, küçük bir ağaç (Citrus
medica).
* Bu ağacı
n iri bir limon görünüş
ündeki buruş
uk kabuklu yemiş
i.
ağaç kurbağ
ası
* Kurbağagillerden, boyu 3-5 cm olan, sı
rtıyaprak yeş
ili, ağaçlara tı
rmanan bir kurbağ
a türü (Hyla arborea).
ağaç kurdu
* Ağaçları
kemirerek beslenen birtakı
m sinek kurtçukları
na verilen ad.
ağaç küpesi
* Hatmi.
ağaç mantarı
* Ağaçta biten bazitli mantarlara verilen ad.
ağaç minesi
* Mine çiçeğ
igillerden, bahçelerde süs bitkisi olarak yetiş
tirilen, kı
rmı
zı
, mor çiçekli bir ağaççı
k (Lantana).
ağaç mobilya
* Oturma, yemek yeme, çalı
ş
ma, yatma vb. iş
lerin yapı
lması
nda kolaylı
k ve rahatlı
k sağlayan, parçaları
nı
n
büyük çoğ
unluğu masif, lifli, yangalıve tabakalıağaç malzemeden yapı
lan, taş
ı
nabilir veya sabit olarak kullanı
lan eş
ya.
ağaç nemi
* Ağaçta bulunan su miktarı
nı
n, aynıağacı
n mutlak kuru ağı
rlı
ğ
ı
na oranı
.
ağaç olmak
* bir yerde ve ayakta çok beklemek.
ağaç oyma
* Oyma baskısanatları
ndan düz bir baskıtekniğ
i.
ağaç sakı
zı
* Reçine.
ağaç sansarı
* Sansargillerden, sı
rtıkoyu esmer, karnıdaha açı
k, iyi tı
rmanan, postu değ
erli bir memeli türü (Martes
martes).
ağaç yaşiken eğ
ilir
* çocuklar küçük yaş
ta kolay eğ
itilir, büyük insan kolay kolay eğitilemez.
ağaççı
k
* Taflan gibi, dallarıdibinden baş
layarak çatallanan küçük ağ
aç.
ağaççı
lı
k
* Ağaç yetiş
tirme iş
i.
ağaçdelen
* Yuva yapmak için ağ
açlarıoyan böcek.
ağaçkakan
* Serçegillerden, ağaç kurtlarıile geçinen bir kuş(Picus).
ağaçkesen
* Zar kanatlı
lardan, kurtçuklarıen çok gül fidanları
üzerinde yaş
ayarak yapraklara zarar veren, kara renkli bir
böcek (Hylotoma).
ağaçlama
* Ağaçlamak iş
i.
ağaçlamak
* Ağaçlandı
rmak.
ağaçlandı
rı
lma
* Ağaçlandı
rı
lmak iş
i.
ağaçlandı
rı
lmak
* Ağaçlıduruma getirilmek.
ağaçlandı
rma
* Ağaçlandı
rmak iş
i.
ağaçlandı
rmak
* Bir yeri ağaçlıduruma getirmek.
ağaçlanma
* Ağaçlanmak iş
i.
ağaçlanmak
* Ağaçlıduruma gelmek.
ağaçlaş
ma
* Ağaçlaş
mak durumu.
* Bitki ş
ekilleri gösteren ve akiklerde olduğu gibi maden filizlerinin gerek yüzeyinde gerek içlerinde rastlanan
tabiî desen.
ağaçlaş
mak
* Ağaç durumuna gelmek.
ağaçlı
ağaçlı
k
* Ağacıolan.
* Ağaç öbeğ
i.
* Ağacıbol olan (yer).
ağaçlı
klı
* Ağaçları
bol olan (yer).
ağaçsı
* Ağaca benzeyen, ağacıandı
ran.
ağaçsı
z
* Ağacıolmayan.
ağalanma
* Ağalanmak iş
i.
ağalanmak
* Ağa tavrıtakı
narak çalı
m yapmak.
ağalı
k
* Ağa olma durumu.
* Kibar ve cömertçe davranı
ş
.
-ağ
an / -eğen
* Fiilden sı
fat ve isim yapma eki: yat-ağ
an, gez-eğen, ol-ağ
an, dur-ağan, piş
-eğ
en vb.
ağanı
n alnıterlemezse ı
rgadı
n burnu kanamaz
* işveren iş
çisi ile birlikte çalı
ş
mazsa iş
çi iş
e var gücüyle sarı
lmaz.
ağanı
n eli tutulmaz
* cömertliği, elinin açı
klı
ğı
, tartı
ş
ı
lmaz.
ağarı
k
* Aklaş
mı
ş
, rengi solmuş
.
ağarma
* Ağarmak iş
i.
* Tan atma, ş
afak sökme.
ağarmak
* Ak olmak, ak duruma gelmek, beyazlanmak, solmak.
* Aydı
nlanmak.
ağartı
* Uzaktan ancak seçilebilen, belli belirsiz bir aklı
k.
* Süt, yoğ
urt, peynir, ayran gibi yiyecek ve içecekler.
ağartı
lma
* Ağartı
lmak iş
i.
ağartı
lmak
* Temizlenmek, beyazlatı
lmak.
ağartma
* Ağartmak iş
i.
* Kuyumculukta gümüş
ü temizleme iş
i.
ağartmak
* Ak duruma getirmek, beyazlatmak.
ağbeneklilik
* Arpa bitkisinde görülen mantar hastalı
ğı
(Pyrenophora).
ağcı
ağcı
k
* Ağile balı
k tutarak geçinen kimse.
* Palmiyelerde çiçeklerin dibinin çevresindeki telli kı
n.
ağcı
lı
k
* Ağile balı
k tutma.
ağda
* Kaynatı
larak çok koyu ve yapı
ş
kan bir macun durumuna getirilen pekmez veya limonlu ş
eker eriyiğ
i.
ağda yapmak
* vücuttaki fazla tüyleri ağ
da ile almak, temizlemek.
ağdacı
* Şeker, tatlıve helva yapı
mı
nda ağ
da hazı
rlayan iş
çi.
* Ağda ile vücuttaki fazla tüyleri veya kı
llarıtemizlemeyi meslek edinmişkimse.
ağdalanma
* Ağdalanmak iş
i.
ağdalanmak
* Ağda durumuna gelmek, ağ
dalaş
maya baş
lamak.
* Ağda bulaş
mak.
ağdalaş
ma
* Ağdalaş
mak durumu.
ağdalaş
mak
* Ağda durumuna gelmek, ağ
dalanmak.
* (sohbet) Tam tadı
na varı
lı
r durum almak, koyulaş
mak.
ağdalaş
tı
rma
* Ağdalaş
tı
rmak iş
i.
ağdalaş
tı
rmak
* Ağda durumuna getirmek.
ağdalı
ağdalı
k
ağdı
rma
* Ağdalanmı
ş
.
* (deyişiçin) Bilinmeyen kelimelerle, anlaş
ı
lması
güç, dolambaçlı
cümlelerden oluş
an.
* Karmaş
ı
k.
* Pekmez yapmaktan baş
ka iş
e yaramayan üzüm.
* Ağdı
rmak iş
i.
ağdı
rmak
* Ağması
na sebep olmak.
* Aş
ağ
ıinmek, yük veya terazide denge bozularak bir yanı
ağ
ı
r gelmek.
ağı
* Organizmaya girince kimyasal etkisiyle fizyolojik görevleri bozan ve miktarı
na göre canlı
yıöldürebilen
madde, zehir.
ağıağ
acı
* Zakkum.
ağıçiçeğ
i
* Zakkum.
ağıgibi
* acıveren, çok etkileyen.
* çok sert, keskin.
ağıotu
* Baldı
ran.
ağı
l
* Koyun ve keçi sürülerinin gecelediğ
i, çit veya duvarla çevrili yer.
* Bazıyı
ldı
zları
n, özellikle ayı
n çevresinde görülen genişve aydı
nlı
k teker, ayla, hale.
* Bazıgörüntülerdeki çok ı
ş
ı
klıcisimleri çevreleyen ı
ş
ı
klıteker.
ağı
lama
* Ağı
verme, zehirleme.
ağı
lamak
* Ağı
vermek, zehirlemek.
* (bir ş
eye), Ağı
katmak.
ağı
landı
rma
* Ağı
landı
rmak iş
i.
ağı
landı
rmak
* Ağı
lıduruma getirmek.
ağı
lanma
* Ağı
lanmak iş
i.
ağı
lanmak
* Bilmeden veya farkı
nda olmadan zehirli bir ş
ey yemek veya içmekle zehirlenmek.
ağı
laş
ma
* Ağı
laş
mak durumu.
ağı
laş
mak
* Ağı
lıduruma gelmek.
ağı
lda oğlak doğsa ovada otu biter
* Tanrıher yarattı
ğ
ı
nı
n rı
zkı
nıverir.
ağı
lı
*İ
çinde ağıbulunan, zehirli.
ağı
lıböcek
* Kı
n kanatlı
lardan, baş
ka böcekleri yemesi bakı
mı
ndan yararlıbir böcek. (Carabus).
ağı
llanma
* Ağı
llanmak durumu.
ağı
llanmak
* Toplanı
p bir arada durmak.
* Çevresinde ağ
ı
l denen hale oluş
mak, halelenmek.
ağı
m
ağı
mlı
* Ayağı
n üstündeki tümsek yer.
* Üstü aş
ı
rıtümsek olan (ayak).
ağı
na düş
ürmek
* tuzağ
ı
na düş
ürmek.
ağı
nma
* Ağı
nmak iş
i.
ağı
nmak
ağı
r
ağı
r ağı
r
* (hayvan) Yere yatı
p yuvarlanmak.
* Tartı
da çok çeken, hafif karş
ı
tı
.
* Davranı
ş
larıyavaşolan.
* Değeri çok olan, gösteriş
li.
* Çapı
, boyutlarıbüyük.
* Çetin, güç.
* Tehlikeli, korkulu, vahim.
* Sı
kı
nt ı
veren, bunaltı
cı
.
* Dokunaklı
, insanı
n gücüne giden, kı
rı
cı
.
* Yavaş
.
* Ağı
rbaş
lı
, ciddî.
* (koku için) Keskin, boğ
ucu.
* (yiyecek için) Sindirimi güç.
* Yoğun.
* (uyku için) Uyanı
lmasıgüç, derin.
* Kı
sı
k, alçak.
* Güç iş
iten, sağ
ı
r.
* Ağı
r siklet.
* Acele etmeden.
* Fazlası
yla.
ağı
r aksak yürümek (veya gitmek)
* pek yavaşolarak.
ağı
r almak
* bir iş
te yavaşdavranmak.
ağı
r araç
ağı
r ayak
* Ağı
r vası
ta.
* Doğurmasıyakı
n (gebe kadı
n).
ağı
r basmak
* ağ
ı
rlı
ğı
fazla gelmek.
* bir iş
te gücü ve etkisi üstün gelmek.
ağı
r basmak
* gücü, etkisi veya özelliğ
i daha üstün ve belirgin olmak.
* bir iş
te gücü ve etkisi üstün gelmek.
ağı
r basmak
* bir kimse kâbusa uğ
ramak.
ağı
r canlı
* Çok yavaşişyapan, çevik olmayan.
* Varlı
ğı
sı
kı
ntıveren sevimsiz.
* Tembel.
* Gebe (kadı
n).
ağı
r canlı
lı
k
* Hareketlerin yavaşolması
, hı
mbı
llı
k, tembelce davranı
şbiçimi.
ağı
r ceza
* Ağı
r hapis ve beşyı
ldan yukarıolan hapis cezaları
.
ağı
r çekmek
* tartı
da ağ
ı
r gelmek.
ağı
r durmak
* ciddî, ağ
ı
rbaş
lı
, oturaklı
, soğukkanlıhareket etmek.
ağı
r elli
* Bkz. eli ağ
ı
r.
ağı
r ellilik
* Eli ağı
r olma durumu.
ağı
r ezgi
* Çok ağı
r, yavaşyavaş
, ahenkli.
ağı
r gelmek
* gücüne gitmek, onuruna dokunmak.
* yapı
lması
güç gelmek.
ağı
r hapis cezası
* 2-24 yı
l veya ömür boyu hapis cezası
.
ağı
r hastalı
k
* Ölümle sona erebilecek gibi olan hastalı
k.
ağı
r hidrojen
* Döteryum.
ağı
r iş
* Büyük tehlikeler yaratan ve fazla güç isteyen her türlü iş
.
ağı
r iş
itmek (veya duymak)
* kulaklarıiyi iş
itmemek, kulakları
az iş
itmek.
ağı
r kaçmak
* gücendirici olmak.
ağı
r kayba uğ
ramak
* maddî ve manevî büyük zarar görmek.
ağı
r kayı
p
* (savaş
, deprem, sel gibi doğ
al afetlerde) Büyük kayı
p.
* Maddî zarar.
ağı
r küre
* Yer yuvarlağ
ı
nı
n, yoğ
unluğu ve katı
lı
ğı
çok olan bölümü, barisfer.
ağı
r ol!
* ciddî, ağ
ı
rbaş
lı
, soğ
ukkanlı
, sabı
rlıol!.
* acele etme, yavaşol!.
ağı
r oturmak
* uslu durmak.
ağı
r para cezası
* Bazısuçlara göre takdir edilen para cezası
.
ağı
r sanayi
* Üretim araçlarıyapan sanayi.
ağı
r satmak
* nazlanmak, gönülsüz davranmak.
ağı
r sı
klet
* Bazıspor dalları
nda yarı
ş
macı
ları
n ağ
ı
rlı
ğıile sı
nı
rlandı
rı
lan kategori, baş
ağ
ı
rlı
k.
ağı
r söylemek
* acı
, dokunaklı
, sözler söylemek.
ağı
r söz
* Kiş
inin onuruna dokunan, dayanı
lmasıgüç söz.
ağı
r su
* Bazınükleer reaktör tiplerinde nötron yavaş
latı
cı
sıolarak kullanı
lan, içinde hidrojen atomlarıyerine
döteryum izotoplarıbulunmasısonucu oluş
an su (DO).
ağı
r top
* Güçlü, ünlü, tanı
nmı
şkimse.
ağı
r uyku
* Uyanı
lmasıgüç, derin uyku.
ağı
r vası
ta
* Motoru, ağ
ı
r yük veya birden fazla römork taş
ı
mak amacı
yla güçlendirilmişkamyon ve benzeri araç.
ağı
r vası
ta ehliyeti
* Ağı
r vası
ta sürücülerine verilen kullanma belgesi.
ağı
r yağ
* Kalı
n yağ.
ağı
rbaş
lı
* Davranı
ş
larıölçülü, olgun (kimse), vakur, ciddî.
ağı
rbaş
lı
lı
k
* Ağı
rbaş
lıolma durumu, vakar, ciddiyet.
ağı
rca
* Oldukça ağ
ı
r.
ağı
rdan
* Ağı
r olarak.
ağı
rdan almak
* bir iş
i gereken süre içinde bitirmemek.
* bir iş
i gönülsüz, isteksiz yapmak, geciktirmek.
ağı
rkanlı
* Hippokrates'in ortaya attı
ğıağ
ı
r canlı
lı
k, soğukluk, kolayca duygulanmayı
şgibi nitelikleri kendinde toplayan
kiş
ilik tipi.
* Bkz. ağı
r canlı
.
ağı
rkanlı
lı
k
* Ağı
rkanlıolma durumu.
ağı
rlama
* Ağı
rlamak iş
i, ikram, izaz.
* Gelin veya güvey karş
ı
lanı
rken çalı
nan kı
vrak bir hava.
ağı
rlamak
* Konuğ
a saygıgöstererek onun her türlü rahatı
nı
, ihtiyacı
nısağ
lamak, ikram etmek, izaz etmek.
ağı
rlanma
* Ağı
rlanmak iş
i.
ağı
rlanmak
* Ağı
rlamak iş
ine konu olmak.
ağı
rlaş
ma
* Ağı
rlaş
mak durumu.
ağı
rlaş
mak
* (hava) Sı
kı
cıve bunaltı
cıbir durum almak, bozulmak.
* (hasta için) Tehlikeli duruma gelmek, fenalaş
mak.
* Yavaş
lamak.
* (gebe kadı
n için) Doğ
urmasıyaklaş
mak.
* Ağı
rbaş
lıolmak.
* (yiyecek) Bozulmaya yüz tutmak.
* Güçleş
mek, zorlaş
mak.
* (organ için) Görevini yapamaz duruma gelmek.
ağı
rlaş
tı
rma
* Ağı
rlaş
tı
rmak iş
i.
ağı
rlaş
tı
rmak
* Bir ş
eyin ağ
ı
rlaş
ması
na yol açmak.
ağı
rlatma
* Ağı
rlatmak iş
i.
ağı
rlatmak
* Ağı
rlamak iş
ini yaptı
rmak.
ağı
rlı
ğ
ı
nca altı
n değ
mek
* çok değerli olmak.
ağı
rlı
ğ
ı
nı(ortaya) koymak
* kimliğ
ini ve kiş
iliğini kabul ettirmek.
ağı
rlı
k
* Ağı
r olma durumu.
* Değerli olma durumu.
* Ağı
rbaş
lı
lı
k.
* Tehlikeli olma durumu.
* Sı
kı
nt ı
lı
, bunaltı
cıdurum.
* Orduda bir birliğ
in cephane, yiyecek ve eş
ya yükleri.
* Çeyizini düzmek için güveyin geline verdiği para, kalı
n.
* Uyuş
ukluk ve gevş
eklik durumu.
* Uykuda iken gelen ve insana boğ
ulur gibi bir duygu veren durum.
* Yer çekiminin, bir cismin molekülleri üzerindeki etkisinin oluş
turduğ
u bileş
ke.
* Takı
.
* Yük, külfet.
* Sorumluluk.
* Etki, yetki, baskı
, güçlük.
* Dikkati ve önemi bir ş
ey üzerinde yoğ
unlaş
tı
rmak.
* Terazilerde tartma iş
i yapı
lı
rken bir kefeye konulan nesne.
* Değerlendirmelerde herhangi bir konu veya evreye, olağ
anı
n üzerinde ve belli oranda, fazladan bir değ
er
tanı
nması
.
ağı
rlı
k basmak (veya çökmek)
* gevş
eklik ve uyku gelmek.
* (uykuda) sı
kı
ntı
lıduruma girmek.
* Ağı
r bir hava kaplamak, sessizlik oluş
mak.
ağı
rlı
k merkezi
* Bir cismin bütün noktaları
na ayrıayrıetki yapan yer çekimi kuvvetlerinden oluş
muştek kuvvet
durumundaki bileş
kenin uygulama noktası
.
* Bir iş
in en önemli bölümü.
ağı
rlı
k olmak
* birine yük olmak, kendi masrafı
nıbaş
kası
na çektirmek, sı
kı
ntıvermek.
ağı
rlı
klı
(değer).
* Değerlendirmelerde, herhangi bir konu veya evreye olağ
anı
n üzerinde ve belli bir oranda, fazladan tanı
nan
ağı
rsama
* Ağı
rsamak hareketi.
ağı
rsamak
* Birine karş
ısoğ
uk davranarak sı
kı
ntıverdiğini anlatmak.
* Bir iş
i yavaşyapmak, önemsememek, ilgilenmemek.
* Bir iş
i ağı
r bulmak, yük saymak, yüksünmek.
ağı
rş
ak
* Yün, iplik eğ
irilen iğ
i ağı
rlaş
tı
rmak için alt ucuna geçirilen yarı
m küre biçiminde, ortası
delik ağ
aç veya
kemik parça.
* Teker biçiminde yassı
nesne, kurs.
ağı
rş
aklanma
* Ağı
rş
aklanmak iş
i veya durumu.
ağı
rş
aklanmak
* Çı
banda veya (ergenlik sı
rası
nda) memede ağ
ı
rş
ak biçiminde bir tümsek oluş
mak.
ağı
ş
* Ağmak iş
i veya biçimi.
* (su buharı
nı
n ve baş
ka gazları
n) Yerden havaya doğru çı
kı
ş
ı
, yağı
şkarş
ı
tı
.
ağı
t
* Ölen bir kimsenin gençliğini, güzelliğ
ini, iyiliklerini, değerlerini, arkada bı
raktı
kları
nı
n acı
ları
nıveya büyük
felâketlerin acı
lıetkilerini dile getiren söz veya okunan ezgi, yazı
lan yazı
, sağ
u, mersiye.
* Ağlama, gelin olan bir kı
zı
n arkası
ndan meziyetlerini sayı
p dökerek ağ
lama.
ağı
t yakmak (veya tutturmak)
* ağ
ı
t söylemek, ağı
t düzmek.
ağı
tçı
ağı
tçı
lı
k
* Ölüye ağı
t söylemek için para ile getirilen kimse, sağ
ucu.
* Ağı
tçı
nı
n iş
i veya mesleğ
i.
ağı
tlama
ağı
z
boş
luk.
* Ölmüş
leri anmak için düzenlenen törende okunan övgü.
* Yüzde, avurtlarla iki çene arası
nda, ses çı
karmaya, soluk alı
p vermeye ve besinleri içine almaya yarayan
* Bu boş
luğ
un dudaklarıçevrelediğ
i bölümü.
* Kapları
n veya içi boşş
eylerin açı
k yanı
.
* Bir akarsuyun denize veya göle döküldüğ
ü yer, munsap.
* Koy, körfez, liman, yol gibi yerlerin açı
k yanı
.
* Birkaç yolun birbirine kavuş
tuğu yer, kavş
ak.
* Kesici aletlerin keskin yanı
.
* Bir dilin sı
nı
rları
içinde, bölgelere ve sı
nı
flara göre değ
iş
en söyleyişözelliğ
i.
* Birini yanı
ltmak, kandı
rmak amacı
yla dolambaçlıbirtakı
m sözler söyleme özelliği.
* Bir bölge ezgilerinde görülen özelliklerin tümü.
* Bazen "kez" anlamı
na gelir.
* Üslûp, ifade özelliğ
i.
* (tehlikeli ş
eyler için) Pek yakı
n yer.
ağı
z
* Yeni doğurmuşmemelilerin ilk sütü.
ağı
z açmak
* söz söylemek, konuş
mak.
* azarlamak, paylamak.
ağı
z açmamak
* tek bir söz olsun söylememek, susup kalmak.
ağı
z açtı
rmamak
* çok konuş
arak baş
kaları
nı
n söz söylemesine, konuş
ması
na engel olmak.
ağı
z ağ
ı
za
* ağ
zı
na kadar, tamamen.
ağı
z ağ
ı
za vermek (veya konuş
mak)
* iki kiş
i birbirine pek yakı
n durarak baş
kaları
iş
itmeyecek biçimde konuş
mak.
ağı
z alı
ş
kanlı
ğ
ı
* Çok söylendiğ
i için bir sözü sı
k sı
k kullanma durumu.
ağı
z aramak (veya yoklamak)
* öğrenmek istenilen ş
eyi söyletecek yolda dil kullanmak.
ağı
z birliği
* Bir konuda anlaş
arak aynıbiçimde konuş
ma, söz birliğ
i.
ağı
z birliği etmek
* bir konuda anlaş
arak aynış
ekilde konuş
mak, söz birliğ
i etmek.
ağı
z birliği etmek
* bir konuda anlaş
arak aynıbiçimde konuş
mak, söz birliğ
i etmek.
ağı
z burun birbirine karı
ş
mak
* dayak yeme sonunda yüzü, yara bere içinde kalmak.
* yüzde aş
ı
rıöfke, üzüntü, yorgunluk gibi durumları
n izleri görünmek.
ağı
z dalaş
ı
* Ağı
z kavgası
, karş
ı
lı
klıatı
ş
ma, bağrı
ş
ma, dil dalaş
ı
.
ağı
z değiş
ikliğ
i
* Yemeğ
in çeş
idinde değ
iş
iklik.
ağı
z değiş
tirmek
* önce söylediğini baş
ka türlü anlatmak.
ağı
z dil vermemek
* hiç konuş
mamak, susmak.
ağı
z dolusu
* Ağzı
n alabileceğ
i kadar.
* (küfür için) Birbiri ardı
nca, birçok.
ağı
z kâhyası
* Birinin söyleyeceğ
i sözlere karı
ş
an kimse.
ağı
z kalabalı
ğ
ı
* Birbirini tutmayan gereksiz sözler.
ağı
z kalabalı
ğ
ı
na getirmek
* birini gereksiz sözler söylemek yolu ile ş
aş
ı
rtmak.
* söz söyleme becerisine sahip olma.
ağı
z kavafı
* Karş
ı
sı
ndakini kandı
rmak için gerekli gereksiz çok söz söyleyen.
ağı
z kavgası
* Karş
ı
lı
klıağ
ı
r sözler söyleyerek yapı
lan çekiş
me, atı
ş
ma, dil kavgası
.
ağı
z kokusu
* Bir kimsenin çekilmez davranı
ş
ları
, istekleri, sözleri.
ağı
z kullanmak
* duruma, ortama göre söz söylemek, sözünü amacı
na göre değ
iş
tirmek.
ağı
z niş
anı
* Yalnı
z sözle yapı
lan niş
anlanma.
ağı
z satmak
* yüksekten atarak kendini övmek.
ağı
zş
akası
* Sözle yapı
lan ş
aka.
ağı
z tadı
* (ailede veya toplumda) Dirlik düzenlik, iyi geçinme veya rahatlı
k.
ağı
z tadı
yla
* huzurla, rahatlı
k içinde, içine sine sine, lezzetini duyarak.
ağı
z tamburası
çalmak
* sözle avutmaya, oyalamaya çalı
ş
mak.
ağı
z tatsı
zlı
ğ
ı
* Bir topluluk içindeki geçimsizlik, huzursuzluk.
ağı
z tı
kamak
* konuş
ma imkânıvermemek.
ağı
z tüfeği
* Mermileri ş
iddetle üflenerek fı
rlatı
lan bir çeş
it tüfek taslağ
ı
.
ağı
z tütünü
* Keyif için ağ
ı
zda çiğ
nenen bir tür tütün.
ağı
z ünlüsü
* Geniz yoluna kaymadan çı
kan ünlü, ağ
ı
zsı
l ünlü.
ağı
z yapmak
* birini kandı
rma, yanı
ltma amacı
yla duyguları
nı
, düş
üncelerini olduğundan baş
ka türlü gösterecek biçimde
konuş
mak.
ağı
z yaymak
* açı
k ve dürüst konuş
maktan kaçı
nmak.
ağı
z yer, yüz utanı
r
* armağ
an alan, armağanıverenin isteğ
ini yerine getirmeye çalı
ş
ı
r.
ağı
z yoklamak
* Bkz. ağı
z aramak.
ağı
zda dağı
lmak
* (genellikle hamur iş
i için) iyi piş
mişve lezzetli olmak.
ağı
zda sakı
z gibi çiğnemek
* bir söz veya düş
ünceyi sı
k sı
k tekrarlayı
p durmak.
ağı
zdan
* Yazı
lıolmayarak, sözle, sözlü, ş
ifahî.
ağı
zdan ağı
za
* Herkes birbirine söyleyerek.
ağı
zdan ağza dolaş
mak (veya geçmek)
* herkes birbirine söylemek.
ağı
zdan burun yakı
n, kardeş
ten karı
n yakı
n
* "insanı
n kendi yararıher ş
eyden önemlidir" anlamı
nda kullanı
lı
r.
ağı
zdan dolma
* (top veya tüfek için) Namlusu ağzı
ndan doldurulan.
ağı
zdan kapmak
* baş
kaları
ndan dinlemek yolu ile yarı
m yamalak birtakı
m bilgiler edinmek.
ağı
zlama
* Ağı
zlamak iş
i.
ağı
zlamak
* Bir iş
i kolaylamak.
* Bir parçayı
yuvası
na geçirmek için önce yuvanı
n ağ
zı
nı
ayarlamak.
* Bir boğ
azı
n veya bir limanı
n ağ
zı
nıortalamak.
ağı
zlara sakı
z olmak
* herkesin diline düş
mek.
ağı
zlaş
ma
* Ağ
ı
zlaş
mak iş
i veya durumu.
ağı
zlaş
mak
*İ
ki kan damarı
, birbiri içine açı
lmak.
ağı
zlı
* Ağzıherhangi bir biçimde olan.
ağı
zlı
k
* Bir ucuna sigara takı
lan, öbür ucundan nefes çekilen çubuk biçimindeki araç.
* Nefesli çalgı
larda ağza gelen yer.
* Yemişküfelerinin üzerine yapraklıdallarla yapı
lan kapak.
* Kuyu bileziğ
i.
* Su tesisatı
nda su alı
p vermeye yarayan vanalıuç.
* Hayvanı
nı
sı
rması
na, zararlıbir ş
ey yemesine engel olmak için ağzı
na takı
lan tel, deri gibi kafes.
* (dokumacı
lı
kta) Çözgünün açı
lı
p kapandı
ğ
ıve içinde mekiğ
in geçtiğ
i yer.
* Telefon ve benzeri cihazlarda ağ
za yaklaş
tı
rı
lan bölüm.
* Bir ş
eyin baş
ladı
ğı
yer.
* Huni.
ağı
zlı
kçı
* Ağı
zlı
k yapan veya satan kimse.
ağı
zotu
* Toplarıateş
lemek için falyaya konulan ve barutun patlaması
na sebep olan madde.
ağı
zsı
l
* Ağı
zla ilgili.
ağı
zsı
l ünlü
* Bkz. ağı
z ünlüsü.
ağı
zsı
z
* Ağzıolmayan.
* Yumuş
ak huylu, sessiz.
ağladıağlayacak
* ağ
lamak üzere olan.
ağlama
* Ağlamak iş
i.
ağlamak
* Üzüntü, acı
, sevinç, piş
manlı
k aldanma vb.nin etkisiyle göz yaş
ıdökmek.
* Ağaç budandı
ğ
ı
nda kesilen yerlerden besi suyu veya öz su akmak.
* Sı
zlanmak, yakı
nmak.
* Bir duruma karş
ıüzüntü duymak.
ağlamak para etmez
* üzülmenin yararıolmaz.
ağlamaklı
* Ağlar gibi olan, üzüntülü.
ağlamaklıolmak
* ağ
layacak duruma gelmek.
ağlamalı
* Ağlar gibi olan, ağ
layacak gibi.
* Acı
ma duygusu uyandı
racak hâlde, sı
zlamalı
.
ağlamayan çocuğa meme vermezler
* hakkı
nıaraması
nıbilmeyen kimsenin iş
i görülmez.
ağlamsı
ağlanma
* Ağlayacak gibi, ağ
lamalı
.
* Ağ
lanmak iş
i.
ağlanmak
* Ağlamak iş
i yapı
lmak.
ağlantı
* Hafif hafif ağ
lama.
ağlar gözden, sahte sözden kendini sakı
n
* "kendini acı
ndı
ranlardan kork" anlamı
nda kullanı
lı
r.
ağlaş
ma
ağlaş
mak
* Ağlaş
mak iş
i.
* Birlikte ağlamak.
* Sı
zlanmak.
ağlata ağ
lata
* Sürekli ağ
latarak, devamlıeziyet ederek, üzerek.
ağlatı
* Trajedi.
ağlatı
cı
* Ağlamaya yol açan.
ağlatı
ş
ağlatma
ağlatmak
* Ağlatmak iş
i veya biçimi.
* Ağlatmak iş
i.
* Ağlaması
na yol açmak.
ağlaya ağlaya
* Ağlayarak.
ağlayanı
n malıgülene hayretmez
* birinden haksı
z olarak alı
nan malı
n onu alana yararıolmaz.
ağlayı
cı
ağlayı
ş
* Ölünün ardı
ndan ağ
lamak için para ile tutulan kimse, ağ
ı
tçı
, yasçı
.
* Ağlamak iş
i veya biçimi.
ağlı
* Ağıbulunan.
ağma
ağmak
ağnam
ağnama
* Ağmak iş
i.
* Akan yı
ldı
z, ş
ahap.
* Sarkmak, aş
ağı
ya inmek, eğ
ilmek, meyletmek.
* Yükselmek, yukarıçı
kmak.
* Koyun ve keçi baş
ı
na alı
nan vergi, sayı
m vergisi.
* Ağ
namak iş
i.
ağnamak
* (hayvan) Yere yatı
p yuvarlanmak.
ağnamcı
* Ağnam vergisi toplayan kimse.
ağraz
* Kötü niyet ve düş
manlı
klar.
ağrı
* Vücudun herhangi bir yerinde duyulan sürekli ve ş
iddetli acı
.
ağrıkesici
* Acı
yı
, sı
zı
yıdindirici (ilâç).
ağrıkesimi
* Ağrıduyusunun kendiliğ
inden veya tedavi sonucu yok olması
, analjezi.
ağrısı
zı
* Rahatsı
zlı
k veren acı
, sancı
.
ağrı
kesen
* Ağrıduyusunu ortadan kaldı
ran, dindiren (ilâç vb.), analjezik.
ağrı
larda göz ağrı
sı
, her kiş
inin öz ağ
rı
sı
* herkesi en çok ilgilendiren ş
ey kendi derdidir.
ağrı
lı
ağrı
ma
* Ağrı
yan, ağrı
sıolan.
* Ağrı
mak iş
i.
* Memeli hayvanlarda görülen ara konakçıkenelerin bulaş
tı
rdı
ğıağ
rı
ma asalakları
ndan ileri gelen hastalı
k.
ağrı
ma asalakları
* Omurgalı
lardan alyuvar asalağ
ıolarak yaş
ayan türlü biçimlerdeki sporlular topluluğ
u.
ağrı
mak
* (vücudun bir yeri) Ağ
rı
lıolmak.
ağrı
na gitmek
* onuruna dokunmak veya gücüne gitmek.
ağrı
sıtutmak
* (gebe kadı
n için) doğ
um sancı
larıbaş
lamak.
* (hasta bir organ) ağrı
maya baş
lamak.
ağrı
sı
z
* Ağrı
sıolmayan.
* Ağrıvermeden.
* Dertsiz, tasası
z.
ağrı
sı
z baş
ı
na kaş
bastıbağ
lamak
* kendine gereksiz yere işçı
karmak.
ağrı
tma
ağrı
tmak
* Ağrı
tmak iş
i.
* Ağrı
ması
na yol açmak.
ağsı
ağu
* Ağgörünüş
ünde olan, ağgibi örülmüşolan.
* Ağı
.
ağulamak
* Ağulamak.
ağustos
* Yı
lı
n 31 gün süren sekizinci ayı
.
ağustos böceğ
i
* Eşkanatlı
lardan, erkeği yazı
n karnı
nı
n altı
ndaki özel bir organdan kesik ve sürekli ses çı
karan bir böcek,
orak böceği (Cicada plebeja).
ağustos böcekleri
* Genç sürgünlerden öz su emerek tarı
m ve orman bitkilerine zarar veren birçok türün bulunduğu eş
kanatlı
lar familyası
.
ağyar
* Baş
kaları
, yabancı
lar, eller.
ağza alı
nmaz (veya ağ
za alı
nmayacak)
* söylenmesi ayı
p, çirkin (söz, küfür).
ağza almamak
* anmamak, sözünü etmemek.
ağza düş
mek
* dedikodu konusu olmak.
ağza koyacak bir ş
ey
* yiyecek bir ş
ey.
ağza tat, boğaza feryat
* (yiyecek için) miktarıçok az olan.
ağzıaçı
k
* Şaş
kı
n, alı
k, bön.
* Hayranlı
kla, büyülenmişolarak.
ağzıaçı
k (veya ağzıbir karı
şaçı
k) kalmak
* çok ş
aş
ı
rmak, ş
aş
akalmak.
ağzıaçı
k ayran delisi (veya budalası
)
* yeni gördüğü her ş
eye ş
aş
kı
nlı
kla bakan, ş
aş
ı
ran.
* saf, bön.
ağzıbir
* Söz birliği etmiş
.
ağzıbozuk
* Sövmeyi alı
ş
kanlı
k edinmişolan, küfürbaz.
ağzıburnu yerinde
* oldukça güzel, yakı
ş
ı
klı
.
ağzıçirişçanağı
na dönmek
* ağ
zıkuruyup acı
laş
mak.
ağzıdili bağlanmak
* herhangi bir sebeple konuş
amaz olmak.
ağzıdili kurumak
* herhangi bir sebeple tükürük az olmak.
ağzıdili tutulmak
* beklenmedik bir durum karş
ı
sı
nda heyecanlanmak, hayranlı
k duymak.
ağzıdolu dolu konuş
mak
* heyecanlı
söz söylemek.
ağzıgevş
ek
* Sı
r saklamaz, sı
r tutmaz.
ağzıhavada
* çevresindekilerden habersiz, alı
k, ş
aş
kı
n.
ağzıkalabalı
k
* Birbirini tutmayan sözler söyleyen, yerli yersiz çok konuş
an, boş
boğaz.
ağzıkara
* Kara haber vermekten hoş
lanan, ş
om ağ
ı
zlı
.
* Bir yerde konuş
ulanıveya yapı
lanıduyup görmesi istenilmeyen (kimse).
ağzıkenetli
* Sı
r tutan, sı
r saklayan (kimse).
ağzıkilitli
* Dudakları
beyaz (at).
* Sı
r saklayan.
ağzıkulakları
na varmak
* çok sevinmek.
ağzıkulakları
nda
* çok sevinçli, mutlu.
ağzıkurumak
* bir konuyu çok söylemek sebebiyle, ondan bı
kmak.
* içecek ihtiyacı
duymak.
ağzıkurusun
* felâket dileğinde bulunanlara karş
ıkullanı
lan bir ilenme.
ağzılâf (veya lâkı
rdı
) yapmak
* kolay konuş
ma yeteneğ
i olmak.
* inandı
rı
cısöz söyleme yeteneğ
i olmak.
ağzıoynamak
* bir ş
eyler yemek.
* konuş
mak.
ağzıpek
ağzıpis
* Sı
r vermeyen, ketum.
* Sövmeyi huy edinmişolan.
ağzısı
kı
* Bkz. ağzıpek.
ağzısulanmak
* imrenmek.
ağzısüt kokmak
* çok genç ve toy olmak.
ağzıteneke kaplı
(olmak)
* çok sı
cak veya çok acı
ş
eyleri kolaylı
kla içebilen veya yiyebilenler için ş
aka yollu söylenir.
ağzıtorba değil ki büzesin
* herkesin dedikodu yapması
nı
n önüne geçilemeyeceğini anlatı
r.
ağzıvar, dili yok
* pek sessiz, kendi hâlinde.
* konuş
mayan, derdini anlatamayan.
ağzıvarmamak
* söylemeye, açı
klamaya gönlü elvermemek.
ağzıyanmak
*oş
eyden büyük zarar görmek.
ağzı
na (veya diline) kira istemek
* söylemesi beklenen ş
eyi söylemekte nazlıdavranmak.
ağzı
na (veya diline) sağ
lı
k
* bir sözü yerinde söyleyen kiş
ilere söylenir.
ağzı
na (veya önüne) bir kemik atmak
* birini küçük bir çı
kar göstererek susturmak.
ağzı
na abdestle almak
* o kiş
iyi anarken çok saygı
lıdavranmak.
ağzı
na almak
* söylemek.
ağzı
na almamak
* adı
nıağ
zı
na almamak.
ağzı
na almamak
* söz konusu etmemek, anmamak, söylememek.
ağzı
na atmak
* yemek için ağza koymak.
ağzı
na bakakalmak
* sözlerine hayran olmak.
ağzı
na baktı
rmak
* kendini zevk ile dinletmek.
ağzı
na bir parmak bal çalmak
* birini tatlısözlerle veya çeş
itli hediyelerle bir süre için kandı
rmak, oyalamak.
ağzı
na bir ş
ey (veya bir çöp) koymamak
* hiçbir ş
ey yememek.
ağzı
na bir zeytin verir, altı
na (veya ardı
na) tulum tutar.
* yaptı
ğ
ıküçük iyiliklere karş
ı
lı
k büyük çı
kar bekler.
ağzı
na burnuna bulaş
tı
rmak
* bir iş
i beceremeyip berbat etmek, bozmak.
ağzı
na düş
mek
* çok yaygı
n olarak bilinip konuş
ulmak.
ağzı
na etmek
* haddini bildirmek.
ağzı
na geldiği gibi
* önünü sonunu düş
ünmeden.
ağzı
na geleni söylemek
* nezaket dı
ş
ı
na çı
karak ağı
r ve kı
rı
cısözler söylemek.
* çok ve düş
üncesizce konuş
mak.
ağzı
na gem vurmak
* susturmak, söyletmemek.
ağzı
na kadar
* boşyeri kalmayacak biçimde.
ağzı
na kilit takmak (veya vurmak)
* susturmak.
ağzı
na koymamak
* yememek veya içmemek.
ağzı
na lâyı
k
* bir yiyeceğ
in tadıanlatı
lı
rken "sen de yesen, beğenirsin" anlamı
ile söylenir.
ağzı
na sakı
z olmak
* dedikodusuna konu olmak.
ağzı
na sürmemek
* bir ş
eyden hiç yememek.
ağzı
na taşalmı
ş
* söze karı
ş
mayı
p susanlar için kullanı
lı
r.
ağzı
na tı
kamak
* susturmak, fazla konuş
ması
na engel olmak.
ağzı
na tükürmek
* birini küçültmek üzere küfür olarak kullanı
lan uygunsuz sözler sarf etmek.
* birine benzemek.
ağzı
na verilmesini beklemek (veya istemek)
* çalı
ş
mayı
p, iş
lerinin baş
kalarıtarafı
ndan yapı
lması
nıbeklemek.
ağzı
na vur, lokması
nı
al
* yumuş
ak huylu kimseye her istenileni kolaylı
kla yaptı
rabilme anlamı
nda bir atasözüdür.
ağzı
na yakı
ş
mamak
* söylemesi ayı
p kaçmak, uygun düş
memek, yakı
ş
ı
k almamak.
ağzı
nda bakla ı
slanmamak
* hiç sı
r saklamamak.
ağzı
nda bı
rakmak
* Bkz. lâf ağzı
nda kalmak.
ağzı
nda büyümek
* sevmediğinden veya içi almadı
ğı
ndan yutamamak.
ağzı
nda gevelemek
* açı
kça söylememek.
ağzı
nda yaşkalmamak
* bir düş
üncesini bir kimseye birçok kez söylemişolmak.
ağzı
ndan
* birisinden dinleyerek.
* adı
na.
ağzı
ndan baklayı
çı
karmak
* Bkz. baklayı
ağzı
ndan çı
karmak.
ağzı
ndan bal akmak
* çok tatlıkonuş
mak.
ağzı
ndan çı
kanı(veya çı
kan sözü) kulağ
ıduymamak (iş
itmemek)
* sözlerini tartmadan söylemek.
ağzı
ndan çı
kmak
* bir sözü istemeden, farkı
na varmadan söylemek, söylemişbulunmak.
ağzı
ndan çı
t çı
kmamak
* hiçbir ş
ey söylememek.
ağzı
ndan dirhemle çı
kmak
* çok az konuş
mak.
ağzı
ndan dökülmek
* açı
kça söylemekten çekindiğ
iş
ey, konuş
ması
ndan belli olmak.
ağzı
ndan düş
memek (veya düş
ürmemek)
* her zaman sözünü etmek.
ağzı
ndan girip burnundan çı
kmak
* türlü yollara baş
vurarak birini bir ş
eye razıetmek, kandı
rmak.
ağzı
ndan hayı
r çı
kmazsa bari ş
er söyleme
* "lehte konuş
muyorsun, bari aleyhte de konuş
ma" anlamı
nda kullanı
lı
r.
ağzı
ndan kaçı
rmak
* istemediğ
i hâlde boşbulunup söyleyivermek.
ağzı
ndan kapmak
* birinin bildiği ş
eyleri, ustalı
klıkonuş
malarla ona sezdirmeden öğrenmek.
* birinin konuş
ması
nı
keserek kendi söze ba ş
lamak.
ağzı
ndan lâkı
rdı(veya lâf) almak (veya çekmek)
* karş
ı
sı
ndakini konuş
turarak birtakı
m gizli ş
eyleri öğrenmek.
ağzı
ndan lokması
nıalmak
* birinin hakkıolan ş
eyi ondan almak.
ağzı
ndan yel alsı
n
* ağ
zı
nı
hayra aç.
ağzı
nı(veya çenesini) tutmak
* boş
boğazlı
k etmemek.
* kötü söz söylememe.
* bir konuda arzu edilmeyen düş
üncelerin açı
ğ
a çı
kması
nıbir ş
ekilde önlemek.
ağzı
nıaçacağ
ı
na gözünü aç
* dikkatsiz kiş
ileri uyarmak için "dikkatli ol uyanı
k ol!" anlamı
nda kullanı
lı
r.
ağzı
nıaçı
p gözünü yummak
* öfke ile, sonunu düş
ünmeden ağzı
na gelen bütün ağ
ı
r sözleri söylemek.
ağzı
nıaçmak
* konuş
maya baş
lamak.
* ağ
ı
r sözler söylemeye baş
lamak.
* alı
k alı
k bakmak.
ağzı
nıaçmamak
* hiçbir söz söylememek, ses çı
karmamak.
ağzı
nıaramak (veya yoklamak)
* Bkz. ağı
z aramak.
ağzı
nıbı
çak açmamak
* üzüntüsünden söz söyleyecek durumda olmamak.
ağzı
nıbozmak
* kaba sözler söylemek, küfretmek.
ağzı
nıburnunu çarş
amba çanağı
na (veya pazarı
na) çevirmek
* kı
rı
p parçalamak, dövmek.
ağzı
nıburnunu dağı
tmak
* birinin yüzüne ş
iddetle tokat, yumruk indirmek.
ağzı
nıdilini bağlamak
* birini konuş
amaz duruma getirmek.
ağzı
nıhavaya (veya poyraza) açmak
* umduğ
unu elde edememek.
ağzı
nıhayra aç!
* kötü ihtimaller söz konusu edildiğ
inde gerçekleş
memesi dileğ
i ile söylenir.
ağzı
nıhayra açmak
* Bkz. ağzı
nıhayra aç!.
ağzı
nıkapamak
* kendisine çı
kar sağlayarak bir kimseyi susturmak.
ağzı
nıkapamak (veya kilitlemek)
* susmak, bir ş
ey söylemek istememek.
ağzı
nıkiraya vermek
* kendini de ilgilendiren bir konuda düş
üncesini söylememek.
ağzı
nıkoklamak
* niyetini ve durumunu öğ
renmek.
ağzı
nıkullanmak (veya satmak)
* birinin söylediklerini kendi düş
üncesi gibi göstermeye çalı
ş
mak.
ağzı
nımühürlemek
* konuş
mamak, susmak.
ağzı
nıöpeyim (veya seveyim)
* sevindirici bir söz söyleyene "ne güzel söyledin" anlamı
nda kullanı
lı
r.
ağzı
nısı
kı(veya pek) tutmak
* sı
r vermemek.
ağzı
nıtı
kamak
* sözünü kesmek susturmak.
ağzı
nıtoplamak
* söylemekte olduğu kötü söz veya küfürleri kesmek.
ağzı
nıyoklamak
* birinin bir ş
ey hakkı
nda bildiğ
ini kendisine sezdirmeden söyletmeye çalı
ş
mak.
ağzı
nı
n içi yangı
n yerine dönmek
* ağ
zı
nı
n tadı
bozulmak, tat alma duyusunu yitirmek.
ağzı
nı
n içine baktı
rmak
* sözlerini seve seve ve dikkatli dinletmek.
ağzı
nı
n içine girmek
* çok yanaş
mak, iyice sokulmak.
* hayranlı
kla, büyük bir zevkle seyredip dinlemek.
ağzı
nı
n kaş
ı
ğı
(kalı
bı
veya lokması
) olmamak
* bir ş
ey bir kimsenin uğ
raş
abileceğ
i konulardan olmamak.
* bir ş
ey, bir kimsenin sözünü edemeyeceğ
i kadar değ
erli olmak.
ağzı
nı
n kokusunu çekmek
* bir kimsenin çekilmez davranı
ş
ları
na katlanmak.
ağzı
nı
n mührü ile
* oruçlu olarak.
ağzı
nı
n payı
nı(veya ölçüsünü) vermek
* verilen karş
ı
lı
kla bir kimseyi söylediğ
ine veya yaptı
ğı
na piş
man etmek.
ağzı
nı
n perhizi yok
* ağ
zı
na geleni söyler.
ağzı
nı
n suyu akmak
* çok beğenip istemek, imrenmek.
ağzı
nı
n tadıbozulmak (veya kaçmak)
* bir kimsenin kurulu düzeni dirliği bozulmak.
ağzı
nı
n tadı
nı
almak
*oş
eyin acıtecrübesini geçirmişbulunmak.
ağzı
nı
n tadı
nıbilmek
* güzel yemeklerden anlamak.
* her ş
eyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak.
ağzı
nı
n tadı
nıbilmek
* güzel yemeklerden anlamak.
* her ş
eyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak.
ağzı
nı
n tadı
nı
kaçı
rmak
* bir kimsenin kurulu düzenini bozmak; neş
esini, keyfini bozmak.
ağzı
yla kuştutsa...
* ne yapsa, ne kadar çaba ve ustalı
k gösterse.
ah
* Sesin tonuna göre piş
manlı
k, öfke, özlem, beğenme, sevgi gibi duygular anlatı
r.
* (a:h) Ağ
rı
, acıduyulduğ
unda söylenir.
* (â:h) İ
lenme, beddua.
ah alan onmaz
* "kötülük ettiğ
i için beddua alan iflâh olmaz" anlamı
nda kullanı
lı
r.
ah almak
* birinin ilenmesini üstüne çekmek.
ah çekmek
* derin bir keder veya özlemle içten gelerek ah demek.
ah etmek
* acıile içini çekmek.
* ilenmek.
ah vah etmek
* piş
manlı
ğı
nı
, üzüntüsünü dile getirmek.
ah yerde kalmaz
* "kötülük cezası
z kalmaz" anlamı
nda kullanı
lı
r.
aha
*İ
ş
te burada.
ahacı
k
* Dikkati çok yakı
n bir noktaya çekmek için kullanı
lı
r.
ahali
* Araları
nda aynı
yerde bulunmaktan baş
ka hiçbir ortak nitelik düş
ünülmeksizin bir ülkede, ş
ehirde veya
semtte oturanları
n tamamı
.
* Bir yerde toplanan kalabalı
k, halk.
ahar
* Hattatları
n kâğı
t cilâlamak için kullandı
klarıniş
asta ve yumurta akı
ndan yapı
lan özel bir karı
ş
ı
m.
aharlama
* Aharlamak iş
i.
aharlamak
* Ahar sürmek.
aharlı
* Aharıolan, üzerine ahar sürülmüşolan.
ahbap
* Kendisiyle yakı
n iliş
ki kurulup sevilen, sayı
lan kimse.
* Seslenme sözü olarak da kullanı
lı
r.
ahbap çavuş
lar
* her vakit birlikte görülen ve birbirine çok bağ
lıolan arkadaş
lar için söylenir.
ahbap çı
kmak
* önceden tanı
ş
mı
şolmak.
ahbap kusuruna bakan ahbapsı
z kalı
r
* "dostları
n ufak tefek kusurları
na bakmamak gerekir" anlamı
nda kullanı
lı
r.
ahbap olmak
* arkadaşolmak, dostluk kurmak, yakı
nlı
k kurmak.
ahbapça
* Dostça, içten, teklifsizce.
ahbaplı
ğa dökmek
* yerli yersiz yakı
nlı
k göstermek.
ahbaplı
k
* Ahbap olma durumu, ünsiyet.
ahbaplı
k etmek
* arkadaş
lı
k etmek, arkadaş
ça konuş
mak.
ahcar
ahçı
* Taş
lar.
* Aş
çı
.
ahçı
baş
ı
* Aş
çı
baş
ı
.
ahçı
lı
k
* Aş
çı
lı
k.
ahde vefa (etmek)
* (devletler hukukunda) devletlerin, katı
ldı
klarımilletler arası
antlaş
malara uyma zorunluluğ
unda oldukları
nı
belirten kural.
* sözünde durma.
ahdetme
* Ahdetmek iş
i.
ahdetmek
* Bir ş
eyi yapmak için kendi kendine söz vermek.
* Yemin etmek.
ahdî
Ahdiatik
* Antlaş
maya göre olan, antlaş
ma gereği olan.
* (Hristiyanlara göre İ
branilerde) İ
sa'dan önceki kutsal kitaplar.
Ahdicedit
* (Hristiyanlara göre İ
branilerde) İ
sa'dan sonraki kutsal kitaplar.
ahengi bozulmak
* dirliğ
i, düzeni bozulmak.
ahenk
* Uyum.
* Uyuş
ma, anlaş
ma.
* Çalgı
lıeğlence.
ahenk almak
* uyumlu hâle gelmek.
ahenk kaidesi
* Bkz. ünlü uyumu.
ahenk kurmak
* uyuş
ma sağ
lamak, anla ş
ma sağlamak.
ahenk sağ
lamak
* düzene sokmak, birliği sağlamak.
ahenk tahtası
* Telli çalgı
lardan üzerine teller gerilmişbulunan kapak tahtası
.
ahenk vermek
* düzeni, uyumu sağlamak.
ahenk yapmak
* çalgı
lıeğ
lence düzenlemek.
ahenkleş
tirme
* Ahenkleş
tirmek iş
i.
ahenkleş
tirmek
* Ahenk sağlamak.
ahenkli
* Uyumlu, düzenli.
* Eğ
lenceli.
ahenklilik
* Ahenkli olma durumu, uyumluluk.
ahenksiz
* Uyumsuz, düzensiz.
* Eğ
lencesiz.
ahenksizlik
* Uyumsuzluk, düzensizlik.
ahenktar
aheste
* Ahenkli.
* Yavaş
, ağı
r.
aheste aheste
* Yavaşyavaş
, ağı
r ağ
ı
r, usul usul.
aheste beste
* Yavaşyavaş
, ağı
r ağ
ı
r.
ahfat
* Torunlar, soy.
Ahfeş
'in keçisi gibi baş
ı
nısallamak
* söylenen sözü anlamadan kafa sallayarak onaylamak.
ahıçı
kmak
* yaptı
ğ
ıilenme etkisini göstermek.
ahıtutmak
* birinin ilenmeleri gerçekleş
mek.
ahıyerde kalmamak
* yaptı
ğ
ıilenme er geç etkisini göstermek.
ahı
mş
ahı
m
* Beğ
enilecek, değer verilecek bir ş
ey değil.
ahı
mş
ahı
m bir ş
ey değil
* beğ
enilecek, değer verilecek bir ş
ey değil.
ahı
r
* Evcil büyük başhayvanları
n barı
ndı
ğ
ıkapalıyer, hayvan damı
.
ahı
ra çekmek
* bir sürüyü ahı
ra kapamak, bir hayvanıahı
ra bağlamak.
ahı
ra çevirmek
* bir yeri pis, bakı
msı
z, dağ
ı
nı
k, harap duruma getirmek.
ahı
rlama
* Ahı
rlamak i ş
i.
ahı
rlamak
* (hayvan) Ahı
rda uzun süre kalı
p hamlaş
mak.
Ahı
ska Türkleri
* Gürcistan'ı
n Türkiye sı
nı
rları
na yakı
n bölgelerinde yaş
amı
şolan, ancak 2. Dünya Savaş
ısonları
nda
Sovyetler Birliğ
inin değ
iş
ik bölgelerine sürülen Türkler.
Ahi
* Ahilik ocağ
ı
ndan olan kimse.
ahi
* Cömert, eli açı
k.
Ahilik
* Kökü eski Türk töresinde olan ve Anadolu'da yüksek bir geliş
im gösteren esnaf, zanaatçı
, çiftçi gibi bütün
çalı
ş
ma kolları
nıiçine alan ocak.
ahilik
ahir
ahir vakit
* Eli açı
k olma durumu, cömertlik.
* Son, sonraki, ahı
r.
* Sonra, en sonra, sonunda.
*İ
nsan ömrünün son yı
lları
.
ahir zaman
* Son zaman.
* (halk inanı
ş
ı
na göre) Dünyanı
n son günleri, kı
yametin kopmak üzere bulunduğ
u günler veya yı
llar.
ahir zaman peygamberi
* Müslümanlarca son peygamber olduğuna inanı
lan Hz. Muhammed.
ahiren
ahiret
ahiretlik
* Son zamanlarda, son günlerde, son olarak, yakı
nlarda.
* Bkz. ahret.
* Bkz. ahretlik.
ahit
* Kendi kendine söz vererek bir iş
i üzerine alma, ant.
* Antlaş
ma.
* Devir, zaman.
ahitleş
me
* Ahitleş
mek iş
i.
ahitleş
mek
* Antlaş
mak.
ahitname
* Antlaş
ma belgesi, antlaş
ma, anlaş
ma.
ahiz
* Alma.
* Kabul etme.
ahize
* Bir elektrik akı
mı
nıalı
p baş
ka bir kuvvete çeviren âlet, alı
cı
, reseptör.
ahkâm
* Yargı
lar, hükümler.
ahkâm çı
karmak
* kendi düş
üncelerine dayanarak birtakı
m yargı
lara varmak.
ahkâm kesmek
* çekinmeden kesin yargı
larda bulunmak, bilir bilmez konuş
mak.
ahkâm yürütmek
* (bir sözden) kendi anlayı
ş
ı
na göre sonuçlar çı
karmak.
ahlâf
ahlâk
bilim.
* Birinin yerine geçenler, halefler, kuş
aklar, eslâf karş
ı
tı
.
* Bir toplum içinde kiş
ilerin benimsedikleri, uymak zorunda bulunduklarıdavranı
şbiçimleri ve kuralları
.
* Belli bir toplumun belli bir döneminde bireysel ve toplumsal davranı
şkuralları
nıtespit eden ve inceleyen
*İ
yi nitelikler, güzel huylar.
ahlâk bilimi
* Yarar, iyi, kötü gibi sorunlarıinceleyen, törelere dayanan bir davranı
şyasasıgeliş
tiren, neyin uğ
runda
savaş
ı
lmaya değ
er, neyin hayata anlam kazandı
rdı
ğı
, hangi davranı
ş
ı
n iyi ve hangisinin kötü olduğu gibi sorunları
kendine konu edinen bilim, etik.
ahlâk dı
ş
ı
* Töre dı
ş
ı
.
ahlâk dı
ş
ı
cı
lı
k
* Ahlâk bilimine aykı
rıdavranma.
ahlâk yasası
* Ahlâk iş
lerini belirleyen, kendine uyulmasıahlâk açı
sı
ndan gerekli olan genel ve geçer kural.
ahlâk zabı
tası
* Büyük ş
ehir halkı
nı
n sosyal ve sağ
lı
k durumunu koruyan, ş
ehir düzeni için çalı
ş
an teş
kilât.
ahlâkça
ahlâkçı
* Ahlâk anlayı
ş
ı
na göre, ahlâk değerlerine bağlı
lı
kla.
* Ahlâk konuları
nıinceleyen filozof veya bu konularla uğ
raş
an kimse.
* Her ş
eyi ahlâk açı
sı
ndan değ
erlendiren kimse.
ahlâkçı
lı
k
* Ahlâkıbir araç değ
il, bir amaç sayan öğ
reti, törecilik, moralizm.
ahlâken
ahlâkı
yat
* Ahlâka uygunlukla.
* Ahlâk bilimi.
ahlâkî
* Ahlâka uygun, ahlâkla ilgili.
ahlâkî vazife
* Kanunun zorlamasıolmaksı
zı
n, doğ
ru bilindiğ
i için yapı
lmasıgereken iş
ler.
ahlâklı
* Ahlâk kuralları
na bağ
lı
, bunlara uygun davranan (kimse).
ahlâklı
lı
k
* Bir insanı
n veya bir insan grubunun iyi ve kötü açı
sı
ndan davranı
şbiçimi ve ahlâkî düş
ünüş
ü.
* Ahlâk kuralları
, yasalarıile uyum içinde olma.
ahlâksı
z
* Ahlâk kuralları
na uymayan.
* Dürüst davranmayan, kötü huylu, terbiyesiz.
ahlâksı
zca
* Ahlâksı
z biçimde veya tarzda.
ahlâksı
zlı
k
* Ahlâksı
z olma durumu.
* Ahlâk kuralları
na uymama, ahlâksı
zca davranı
ş
.
ahlâksı
zlı
k etmek
* ahlâksı
zca davranmak.
ahlama
ahlamak
ahlat
ahlât
* Ahlamak iş
i.
*İ
ç çekmek, ah etmek, ah çeker gibi ses çı
karmak.
* Gülgillerden, kendi kendine yetiş
en, üzerine armut aş
ı
lanan ağaç, yaban armudu (Pirus piraster).
* Bu ağacı
n, armuda benzeyen ve ancak iyice olgunlaş
tı
ktan sonra yenilebilen yemiş
i.
* Kaba adam, yol iz bilmez kimse.
* Bir karı
ş
ı
m içindeki parçalar, ögeler.
* Beden yapı
sı
nı
n temelini oluş
turan ögeler.
ahlâtı
erbaa
* Bedende bulunduğ
u var sayı
lan dört öge.
ahlatı
n (veya armudun) iyisini (dağda) ayı
lar yer
* kendilerine yakı
ş
mayan güzel bir ş
eyi eline geçirenler için kullanı
lı
r.
ahmağa yüz, abdala söz vermeye gelmez
* ahmağa gereğ
inden çok ilgi gösterirseniz sizi sı
k sı
k uğ
raş
tı
rı
r.
ahmak
* Aklı
nı
gereğ
i gibi kullanamayan, bön, budala, aptal.
ahmak yerine koymak
* bir kimseye aptalmı
ş
, anlamazmı
şgibi davranmak.
ahmakça
* Biraz ahmak.
* (ahmak'ça) Ahmağ
a yakı
ş
ı
r nitelikte, aptalca.
ahmakı
slatan
* Yavaşyavaşve ince ince yağan yağ
mur, çisenti.
ahmaklaş
ma
* Ahmaklaş
mak durumu.
ahmaklaş
mak
* Ahmak duruma gelmek, aptallaş
mak.
* Bir an için ş
aş
alayı
p bocalamak.
ahmaklaş
tı
rma
* Ahmaklaş
tı
rmak iş
i.
ahmaklaş
tı
rmak
* Ahmaklaş
ması
na sebep olmak, aptallaş
tı
rmak.
ahmaklı
k
* Zekâsıaz geliş
mişolma durumu, budalalı
k, anlayı
ş
sı
zlı
k, akı
lsı
zlı
k.
ahraz
ahret
dünya.
* Dilsiz, sağı
r ve dilsiz.
* Dinî inanı
ş
a göre, insanı
n öldükten sonra dirilip sonsuza dek kalacağ
ıve Tanrı
'ya hesap vereceği yer, öbür
ahret adamı
* Dünya iş
lerinden el çekip sürekli ibadetle uğraş
an kimse.
ahret kardeş
i
*İ
nanç ve ibadette birbirinden ayrı
lmayan ve bu iliş
kiyi ahrette de sürdüreceklerini düş
ünen kadı
nlara
verilen ad.
ahret suali
* Gereksiz ve usandı
rı
cısoru.
ahret yolculuğu
* Ölüm.
ahreti (veya öbür dünyayı
) boylamak
* ölmek.
ahretini yapmak (veya zenginleş
tirmek)
* hayı
r iş
leri yaparak sevap kazanmak.
ahretlik
* Besleme kı
z.
* Ahret kardeş
i olan kadı
nlardan her biri.
ahrette on parmağıyakası
nda olmak
* kendisine karş
ısorumlu olan kimseden ahrette davacıolmak.
ahş
a
*İ
nsanı
n veya hayvanı
n göğ
sü ve karnıiçindeki organlar, bağ
ı
rsak, ciğ
er gibi ş
eyler.
ahş
ap
* Ağaçtan, tahtadan yapı
lmı
ş
.
ahtapot
* Kafadan bacaklı
lardan, dokunaçlıbir mürekkep balı
ğıtürü (Octopus).
* Genellikle burun zarı
üzerinde çı
kan bir çeş
it ur, polip.
ahtapot gibi
* sı
rnaş
ı
k, yapı
ş
kan kimse.
* sömürmek amacı
yla birçok iş
e, konuya el atan, yayı
lan.
ahu
ahu gibi
* Ceylan, karaca.
* Güzel, ince, zarif kadı
n.
* çok güzel, çekici.
ahu gözlü
* Güzel gözleri olan.
ahu parçası
* Çok güzel, çekici.
ahududu
* Gülgillerden, dikenli bir bitki (Rubus idaeus).
* Bu bitkinin duta benzeyen, kı
rmı
zırenkli, sulu ve kokulu yemiş
i, ağaç çileği.
ahval
* Durumlar, hâller, vaziyetler.
* Davranı
ş
lar.
* Olaylar.
ahzetme
* Ahzetmek iş
i.
ahzetmek
* Almak, kabul etmek.
ahzüita
* Alı
şveriş
, alı
m satı
m, aksata.
ahzükabz
* Kendine mal etme.
aidat
aidiyet
* Ödenti.
* Kesenek.
* Ait olma durumu, iliş
kinlik.
aile
* Evlilik ve kan bağ
ı
na dayanan, karı
, koca, çocuklar, kardeş
ler arası
ndaki iliş
kilerin oluş
turduğu toplum
içindeki en küçük birlik.
* Karı
, koca ve çocuklardan oluş
an topluluk.
* Aynısoydan gelen kimseler zinciri.
* Araları
nda kandaş
lı
k veya hı
sı
mlı
k bulunan kimselerin tümü.
* Birlikte oturan hı
sı
m ve yakı
nları
n tümü.
* Eş
, karı
.
* Aynıgaye üzerinde anlaş
an ve birlikte çalı
ş
an kimselerin bütünü.
* Temel niteliği bir olan dil, hayvan veya bitki topluluğ
u.
aile adı
* Soyadı
.
aile bahçesi
* Ailelerin rahatlı
kla gidebileceği, genellikle içkisiz yer.
aile bütçesi
* Kı
sa bir süre içinde bir iş
çinin veya iş
çi ailesinin hayat seviyesinde meydana gelen değ
iş
meleri belirlemek
amacı
yla yapı
lan istatistik çalı
ş
ması
.
aile dostu
* Ailece tanı
ş
ı
lan ve evlerine gidilip gelinen ahbap, yakı
n.
aile gazinosu
* Sadece evlilerin girebildiği ve birlikte eğ
lendikleri yer.
aile hayatı
* Aile bireylerinin bütün iş
lerini düzenli olarak ev içinde yapma durumu.
aile hukuku
* Aileyi oluş
turan kiş
ilerin karş
ı
lı
klıhak ve görevlerini düzenleyen hukuk dalı
.
aile meclisi
* Aile makamı
nı
n görevini yerine getiren kan veya soy hı
sı
mları
ndan en az üç kiş
iden oluş
an heyet.
aile ocağ
ı
* Ailenin kurduğ
u, yerleş
tiğ
i, geliş
tirdiğ
i ev.
aile plânlaması
* Ailede çocuk edinmeyi sı
nı
rlama, doğum kontrolu.
aile reisi
* Kanunlara göre aile yükümlülüğ
ünü taş
ı
yan kimse.
aile saadeti
* Genellikle karı
, koca bazen de büyükler ve çocuklar arası
ndaki uyum, anlaş
ma, sevgi ve hoş
görü.
ailece
ailecek
* Bütün aile birlikte.
* Ailece.
ailelik
* Aile sayı
sı
nı
n bütünü.
ailesiz
ailevî
ait
* Ailesi olmayan.
* Aile ile ilgili.
*İ
lgilendiren, iliş
kin, iliş
ik, ilgili, için, -e düş
en.
ait olmak
* ilgilendirmek, birinin olmak, birine düş
mek.
ajan
* Bir devlet veya kuruluş
un gizli amaçlarıiçin çalı
ş
an kimse, casus.
* Bir kimsenin, bir ortaklı
ğı
n veya bir devletin bazıiş
lerini gören kimse, işgörevlisi, temsilci.
ajanda
* Unutulmamasıiçin gerekli notları
yazmaya yarayan takvimli defter, andaç.
ajanlı
k
* Ajan olma durumu.
* Ajanı
n görevi.
ajans
* Haber toplama ve yayma iş
iyle uğraş
an kuruluş
.
* Bir ticarî kuruluş
u tanı
tan, onunla ilgili bilgi aktaran ve bu yolla kazanç sağlayan işkolu.
* Bu işkolları
nı
n çalı
ş
tı
ğı
büro.
ajitasyon
* Ruhsal gerginliğ
in dı
ş
a vurması
.
ajur
* Delikli örgü, gözenek.
ajurlu
ak
-ak / -ek
-ak / -ek
* Ajuru olan veya her yanıajur biçiminde iş
lenmişbulunan, gözenekli.
* Kar, süt gibi ş
eylerin rengi, beyaz, kara ve siyah karş
ı
tı
.
* Bu renkte olan.
* Temiz namuslu.
* Sı
kı
nt ı
sı
z, rahat.
* Beyaz leke.
* Bazış
eylerde beyaz bölüm.
*İ
simden isim türeten ek (küçültme eki): baş
-ak, ben-ek vb.
* Fiilden yer isimleri türeten ek: dur-ak, yat-ak vb.
-ak / -ek
* Fiilden alet isimleri türeten ek: or-ak, bı
ç-ak, tara-k, ele-k, küre-k vb.
ak ağ
a
* Saraylarda hizmet gören hadı
m ağ
aları
nı
n beyaz ı
rktan olanı
.
ak Arap
* Arap sözcüğü "zenci" anlamı
na da geldiğ
inden ası
l Arapları
n söz konusu olduğ
u anlatı
lmak istenirken
kullanı
lı
r.
ak basma
* Ak su, perde, katarakt.
ak basmak
* Göze beyaz leke inerek görme yetisini yitirmek.
ak benek
benek.
* Gözün saydam tabakası
nda bir yara veya çı
ban sonucunda oluş
muş
, görmeyi derece derece azaltan beyaz
ak demir
* Dövme demir.
ak don kara don geçitte belli olur
* Bkz. akıkarası
geçitte belli olur.
ak düş
mek
* (saç ve sakal) tek tük ağ
armaya baş
lamak.
ak gözlü
* Gözlerinin rengi pek açı
k olan ve nazarı
nı
n hemen değdiğ
ine inanı
lan (kimse).
ak gün ağ
artı
r, kara gün karartı
r
* mutlu bir yaş
ayı
şkiş
iyi dinç kı
lar, mutsuz bir yaş
ayı
şise yı
pratı
r.
ak kan
* Lenf.
ak kan yangı
sı
* Adenit.
ak koyunun kara kuzusu da olur
* iyi bir aileden kötü bir çocuk da çı
kabilir.
ak köpek kara köpek geçit baş
ı
nda belli olur
* kimin ne olduğu deney veya sı
nav sonunda anlaş
ı
lı
r.
ak madde
* Demet durumundaki sinir liflerinden oluş
an beynin iç, omuriliğin dı
ştabakası
.
ak mıkara mıönüne düş
ünce görürsün
*ş
imdiden boş
una düş
ünme, sonuç belli olduğ
u zaman anlarsı
n.
ak pak
ak pak
* tertemiz.
* saçısakalıağ
armı
ş
.
* Bembeyaz, temiz, parlak.
ak pas
* Lâhana, turp, ş
algam, karnabahar gibi bitkilerin kök dı
ş
ı
ndaki bütün bölgelerine yerleş
ebilen, özellikle
semiz otugillerde karş
ı
laş
ı
lan yosunumsu mantar (Albugo candida).
ak sakaldan yok sakala gelmek
* çok yaş
lanı
p iyice kuvvetten düş
mek.
ak sülümen
* Cı
va ile klorun birleş
imi olan, çok zehirli, beyaz bir toz, süblime, sülümen.
ak yazı
lı
* Bahtlı
,ş
anslı
.
ak yel
ak yem
ak yı
ldı
z
* Güneyden esen rüzgâr, lodos.
*İ
zmarit, istavrit, uskumru gibi balı
kları
n beyaz etinden yapı
lan ve oltada kullanı
lan yem.
* Çoban yı
ldı
zı
.
aka
* Büyük kardeş
, ağ
abey.
akabe
* Tehlikeli, sarp ve zor geçit.
akabinde
* Arkası
ndan, hemen arkadan, ardı
ndan, hemen ardı
ndan.
akacak kan damarda durmaz
* herhangi bir zarar karş
ı
sı
nda bunun kaçı
nı
lmaz olduğunu anlatarak avundurmak için söylenir.
akaç
* Bir yerde birikip kalan sı
vı
ları
, bir iş
lem sonunda geriye kalan artı
kları
, gereksiz nesneleri dı
ş
arı
ya akı
tmak
için kullanı
lan boru, oluk veya baş
ka araç.
* Kanal, ark, su yolu.
* Yer altısu oluğu.
akaçlama
* Akaçlamak iş
i, tefcir, drenaj.
* Yer altısuları
nı
toplayan tesisat.
akaçlamak
* Bir yerde birikmişsularıakı
tmak.
* Bataklı
klarıakaç yoluyla kurutmak.
akaçlatma
* Akaçlatmak iş
i.
akaçlatmak
* Akaçlama iş
ini yaptı
rmak.
akademi
* Bilginler, yazarlar, sanatçı
lar kurulu.
* Yüksek okul.
* Çı
plak modelden yapı
lmı
şinsan resmi.
akademici
* Kurallara bağ
lı
resim ve heykel çalı
ş
masıyapan kiş
i veya sanatçı
.
akademicilik
* Resim veya heykel çalı
ş
ması
nda kurallara bağlı
lı
k.
akademik
* Akademi ile ilgili.
* Bilimsel niteliğ
i olan.
akademisyen
* Akademi üyesi.
akağaç
* Gürgengillerin, kerestesinden yararlanı
lan beyaz kabuklu bir türü (Betula alba).
akait
akaju
akak
* Bir dinin öğrenilmesi gereken inançları
nı
n ve tapı
nma kuralları
nı
n tümü veya bunlarıtoplayan kitap.
* Maun.
* Maundan yapı
lmı
ş
.
* Akarsu yatağ
ı
, yatak, mecra.
* Irmak, dere, çay, küçük akarsu.
* (su için) İ
vinti yeri.
* Eğ
imi, iniş
i fazla olan yer.
akala
* Amerikan tohumundan yurdumuzda üretilen bir pamuk türü.
akamber
* Özellikle amber balı
ğ
ı
nı
n bağ
ı
rsakları
ndan çı
karı
lan, kül renginde, yapı
ş
kan, bükülgen ve misk gibi kokulu
olan bir taş
.
* Sı
cak üİ
kelerde yetiş
en bir ağ
açtan (Hymenea) elde edilen katı
, güzel kokulu reçine.
akamet
* Kı
sı
rlı
k, verimsizlik.
* Baş
arı
sı
zlı
k, sonuçsuzluk.
akamete uğ
ramak
* baş
arı
sı
z, sonuçsuz kalmak.
akan sular durmak
* itiraza, söyleyeceğ
i söze yer kalmamak.
akan yı
ldı
z
* Güneşsistemine bağ
lı
, kesin yörüngesi bulunmayan ve bu sebeple atmosferin üst katmanları
na girince ateş
külçesi durumuna dönüş
en küçük gök cismi, ağma, ş
ahap, meteor.
akar
* Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân, tarla, bağgibi mülk.
akar amber
* Asya ve Amerika'da yetiş
en, odunu ceviz ağacı
nı
nkine benzeyen, güzel kokulu öz suyu olan büyük bir ağ
aç
(Liquidambar orientalis).
akarca
akaret
* Kemik veremi.
* Sürekli iş
leyen çı
ban, fistül.
* Küçük akarsu.
* Kaplı
ca.
* Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân gibi mülk.
akarlar
* Tı
knaz yapı
lı
, gövdeleri halkası
z, baş
larıgöğüsle birleş
ik, ağ
ı
z yapı
larıı
sı
rı
cı
, sokucu veya emici
örümceğ
imsiler takı
mı
.
akarsu
* Yeryüzünde ve yer altı
nda belirli bir yatak içinde, eğim boyunca sürekli veya zaman zaman akan su.
* Tek sı
ra elmastan veya inciden gerdanlı
k.
* Kesintisi olmayan, aralı
ksı
z.
akaryakı
t
* Benzin, gaz yağ
ı
, mazot gibi sı
vıdurumunda olan yakacak.
akaryakı
t istasyonu
* Benzin, gaz, motorin gibi yakı
tları
n satı
ldı
ğ
ıyer.
akasma
* Düğ
ün çiçeğ
igillerden, beyaz çiçek veren, bahçelerde süs çiçeği olarak yetiş
tirilen sarı
lı
cıbir bitki; yaban
asması
, Meryem ana asması
(Clematis vitalba).
akasya
* Baklagillerden, sı
cak iklimlerde birçok çeş
itleri yetiş
en ve tanen, zamk, boya gibi maddelerinden
yararlanı
lan bir ağaç (Acacia).
* Baklagillerden, yurdumuzda yetiş
en bir süs ve gölge ağ
acı
, salkı
m ağ
acı(Robinia pseudoacacia).
akbaba
* Akbabagillerden, baş
ıve boynu çı
plak olan, dağlı
k yerlerde yaş
ayan, leş
le beslenen, çok yüksekten uçarak
keskin gözleriyle çok uzaklarıgörebilen, iri ve yı
rtı
cıbir kuş(Vultur monachus).
* İ
htiyar.
akbabagiller
* Gündüz yı
rtı
cı
larıalt takı
mı
nı
n, kanatlarıgenişve büyük olan, iyi uçan büyük kuş
larıiçine alan bir
familyası
.
akbakla
akbalı
k
* Kuru fasulye.
* Sazangillerden, eti kı
lçı
klı
, yumurtasıile tarama yapı
lan bir balı
k (Leuciscus).
* Akya balı
ğı
.
akbalı
kçı
l
* Leyleksilerden, bataklı
k, ı
rmak ve göl kı
yı
ları
nda yaş
ayan, oldukça büyük, ak renkli bir kuştürü (Egretta
alba).
akbaş
* Yazı
n kutup bölgelerinde yaş
ayan, kı
ş
ı
nı
lı
k kı
yı
lara göçen, kı
sa ve ince gagalı
, siyah bacaklıyabanî bir tür
kuş
, deniz kazı(Bemicla).
akbuğ
day
* Kurak iklime dayanı
klı
, beyaz kabuklu, ekmeklik buğ
day.
akburçak
* Baklagillerden, burçağa yakı
n bir bitki cinsi (Lathyrus sativus).
akciğ
er
organ.
* Göğüs kafesinin büyük bir bölümünü dolduran ve solunum organı
nı
n temeli olan, sağ
lısollu iki parçalı
akciğ
er göbeğ
i
* Akciğerin, iç yan yüzünün hemen arkası
nda bronş
, sinir ve damarları
n girip çı
ktı
ğı
yer.
akciğ
er kesecikleri
* Akciğer lopçuğunun parçaları
; bronş
çukları
n son bölümü.
akciğ
er lopçuğ
u
* Birçok akciğ
er keseciğ
inin birleş
erek oluş
turduğu parça.
akciğ
er peteği
* Akciğerlerde solunumda gaz alı
şveriş
ini sağlayan, hava borucukları
nı
n sonunu oluş
turan kesecik.
akciğ
er zarı
* Göğüs boş
luğ
unun içini ve bu boş
luğun içinde bulunan akciğ
erin dı
ş
ı
nıkaplayan ince zar, plevra.
akciğ
erliler
* Karı
ndan bacaklı
yumuş
akçaları
n tek ciğerle soluk alan bir takı
mı
.
akça
akça
* Oldukça beyaz, beyazca.
* Bkz. akçe.
akça armudu
*İ
nce kabuklu, sarı
, etli ve sulu bir tür armut.
akça pakça
* Beyaz tenli, güzel (kadı
n).
akça yel
* Güneydoğ
udan esen yel, keş
iş
leme.
akçaağaç
* Akçaağaçgillerden süs ağacıolarak da dikilen tahtasıhafif ve sağ
lam bir ağ
aç, isfendan (Acer).
akçaağaçgiller
*İ
ki çeneklilerden, örneğ
i akçaağaç olan bir bitki familyası
.
akçakavak
* Akkavak.
akçalı
* Paraya bağ
lı
, parayla ilgili, malî.
akçe
akçı
l
* Küçük gümüşpara.
* Her tür madenî para.
* Rengini atmı
ş
, ağ
armı
ş
, içinde ak renk bulunan.
akçı
llanma
* Akçı
llanmak iş
i.
akçı
llanmak
* Akçı
l duruma gelmek, rengini atmak veya atmı
şgibi olmak.
akçı
llaş
ma
* Akçı
llaş
mak iş
i veya durumu.
akçı
llaş
mak
* Akçı
l duruma gelmişolmak.
akçı
llı
k
* Akçı
l olanı
n durumu.
akçöpleme
* Zambakgillerden, yaprakları
nı
n uzun, genişolması
, çiçeklerinin güzelliğ
i dolayı
sı
yla bahçe çiçekleri arası
na
giren zehirli bir bitki cinsi (Veratrum album).
akdarı
* Buğdaygillerden, bir yı
llı
k veya daha uzun yaş
ayabilen otsu bir bitki türü (Panicum miliaceum).
akdedilme
* Akdedilmek durumu.
akdedilmek
* Akdetmek iş
i yapı
lmak.
Akdeniz humması
* Malta humması
.
Akdeniz mavisi
* Parlak ve canlıgörünümde mavi rengin bir türü.
akdetme
* Akdetmek iş
i.
akdetmek
* (mukavele, muahede, ittifak gibi karş
ı
lı
klı
bağ
lanma anlamıtaş
ı
yan Arapça sözlerle) Yapmak.
akdiken
* Hünnapgillerden, hekimlikte ve boyacı
lı
kta kullanı
lan bir bitki cinsi, güvem eriğ
i, geyik dikeni (Rhamnus
cathartica).
akdoğan
* Kartalgillerden bir doğan türü, aksungur.
akdut
akemi
akgünlük
* Beyaz renkte olan dut.
*İ
ki elemanlımermer yapı
ş
tı
rı
cı
sı
.
* Tütsü olarak yakı
lan bir tür ağ
aç sakı
zı
.
akhardal
* Hekimlikte iç sürdürücü olarak kullanı
lan hardal türlerinden biri (Sinapis alba).
akı
* Herhangi bir kuvvet alanı
nda, belli bir düzlemin belli bir bölümünden geçtiği var sayı
lan güç çizgileri,
seyelân.
akıak karasıkara
* beyaz tenli, kara gözlü, kara saçlı
.
akıkarası
geçitte belli olur
* bir iddiadaki doğ
ruluğ
un ancak deney veya sı
nav sonunda belli olacağı
nıanlatmak için söylenir.
akı
bet
* (bir işveya durum için) Son, sonuç.
* Sonunda, eninde sonunda.
akı
betine uğramak
* birinin içinde bulunduğu kötü duruma düş
mek.
akı
cı
* Akma özelliğ
i olan.
* Kolay söylenebilen, okunabilen, anlamca açı
k (anlatı
m), selis.
akı
cı
ünsüz
* Ciğerlerden gelen havanı
n, ağı
z boş
luğundaki yarıkapalı
bir engele çarpması
yla oluş
an bol sesli ünsüz (r, l,
ğ, y).
akı
cı
lı
k
* Akı
cıolma durumu.
* Söz, yazıve anlatı
mı
n akı
cıolma özelliği, selâset.
akı
cı
lı
k ölçeği
* Bir sı
vı
nı
n belli sı
caklı
ktaki akı
cı
lı
ğ
ı
nıölçmekte kullanı
lan alet.
akı
l
* Düş
ünme, anlama ve kavrama gücü, us.
* Hafı
za, bellek.
* Öğüt, salı
k verilen yol.
* Düş
ünce, kanı
.
akı
l akı
l, gel çengele takı
l
* bir sorunun nası
l çözümleneceğini düş
ünememe durumu.
akı
l akı
ldan üstündür
* bir kimsenin aklı
na gelmeyen bir çare, herhangi birinin aklı
na gelebilir.
akı
l almak
* danı
ş
mak, görüşalmak.
akı
l almamak
* inanı
lacak gibi olmamak, akla uygun gelmemek.
akı
l almaz
* inanı
lacak gibi olmayan, inanı
lmaz.
akı
l danı
ş
mak
* bir konuda birinin görüş
ünü sormak.
akı
l defteri
* Hatı
rlanı
p yapı
lmasıgereken ş
eylerin yazı
ldı
ğ
ıküçük defter, not defteri, muhtı
ra defteri, ajanda.
akı
l dı
ş
ı
* Akla, gerçeğe, uygun olmayan.
* Us dı
ş
ı
, gayriaklî, irrasyonel.
akı
l dı
ş
ı
cı
lı
k
* Akı
l dı
ş
ıdavranma yanlı
sıgörüş
, us dı
ş
ı
cı
lı
k, irrasyonalizm.
akı
l diş
i
* Yirmi yaşsı
raları
nda altlıüstlü ve sağlısollu, en içeride çı
kan azıdiş
i, yirmi yaşdiş
i.
akı
l doktoru
* Psikiyatrist.
akı
l durdurmak
* bir ş
ey çok ş
aş
ı
rtı
cınitelikte olmak, insanış
aş
ı
rtmak.
akı
l erdirememek (veya ermemek)
* ne olduğunu anlayamamak, sı
rrı
nıçözememek.
akı
l erdirmek
* anlamak, sı
rrı
nı
çözmek.
akı
l etmek
* herhangi bir önlem veya çareyi zamanı
nda düş
ünmek, vaktinde hatı
rlamak.
akı
l hastahanesi
* Akı
l hastaları
nı
n yatı
rı
ldı
ğıhastahane.
akı
l hastası
* Ruh hastası
, deli.
akı
l havsala almamak
* akla mantı
ğ
a sı
ğmamak.
akı
l hocası
* Birine yol gösterip akı
l öğ
reten kimse.
* Herkese akı
l öğ
retmeye meraklıkimse.
akı
l için yol (veya tarik) birdir
* iyi düş
ünülünce ayrıayrıkimselerce varı
lacak sonuç hep aynı
dı
r.
akı
l iş
i değil
* akla uygun değil, doğru değ
il.
akı
l kârıolmamak
* akı
llıbir kiş
inin yapacağ
ıişolmamak.
akı
l kethüdası
* Herkese akı
l öğ
retme merakı
nda olan kimse.
akı
l kumkuması
* Çok bilmişkimse.
akı
l kutusu
* Çok akı
llı
, zeki kimse.
akı
l öğretmek
* nası
l davranacağ
ı
nıgöstermek, yol göstermek, akı
l vermek.
akı
l sı
r ermemek
* bir iş
in niteliğ
ini, gizli yönlerini anlayamamak.
akı
l terelelli
* pek deliş
men, kendisinden ciddî bir düş
ünce, davranı
şbeklenmeyen (kimse).
akı
l var, yakı
n var (veya akı
l var, izan var)
* kafa yormaya gerek yok.
akı
l vermek
* bir konuda yol göstermek, akı
l öğ
retmek.
akı
l yaş
ta değ
il, baş
tadı
r
* akı
llıolma ile yaş
lıolma arası
nda ilgi yoktur; bazıküçükler büyüklerden daha akı
llı
olabilir.
akı
l yormak
* hatı
rlamaya çalı
ş
mak, zihnini zorlamak.
akı
l yürütmek
* herhangi bir konuda fikir vermek.
akı
l zayı
flı
ğ
ı
* Deliliğe kadar varmayan akı
l bozukluğ
u.
akı
lcı
* Akı
lcı
lı
kla ilgili.
* Akı
lcı
lı
ktan yana olan kimse, usçu, rasyonalist.
akı
lcı
lı
k
* Akla dayanan, doğ
ruluğ
un ölçütünü duyularda değil, düş
ünmede ve tümden gelimli çı
karmalarda bulan
öğretilerin genel adı
, usçuluk, akliye, rasyonalizm.
* Akla ve akı
l yolu ile varı
lan yargı
ya inanma, akla aykı
rıveya akı
l dı
ş
ıhiçbir ş
eyi tanı
mama davranı
ş
ıve
tutumu, akliye, rasyonalizm.
* Bilginin evrensellik ve zorunluluğ
unun deneyden ve deneye dayanan genellemeden değil, yalnı
zca akı
ldan
çı
kartı
labileceğ
ini savunan öğreti, rasyonalizm.
akı
lda kalmak
* akı
lda yer etmek, unutulmamak.
akı
lda tutmak
* unutmamak.
akı
ldan çı
karmak
* düş
ünmemek, unutmak, umudunu kesmek.
akı
ldan çı
kmak
* unutulmak.
akı
ldan çı
kmak
* unutmak.
akı
ldan çı
kmamak
* unutamamak.
akı
ldan geçirmek
* bir ş
ey yapmayıdüş
ünmek, tasarlamak.
akı
llandı
rma
* Akı
llandı
rmak iş
i, durumu.
akı
llandı
rmak
* Aklı
nı
kullanması
nısağ
lamak, aklı
nıbaş
ı
na getirmek.
akı
llanma
* Akı
llanmak iş
i.
akı
llanmak
* Karş
ı
laş
ı
lan olayları
n sonuçları
ndan yararlanarak davranmak.
* Uslanmak.
akı
llara durgunluk vermek
* çok ş
aş
ı
lacak bir sey olmak.
akı
llarıpazara çı
karmı
ş
lar, herkes yine kendi akı
lı
nıalmı
ş(veya akı
llar gelin olmuş
, herkes kendininkini beğenmiş
)
* "insan kendi aklı
nıbaş
kası
nı
nkinden üstün görür" anlamı
nda kullanı
lı
r.
akı
llı
* Gerçeği iyi gören ve ona göre davranan.
* Karş
ı
sı
ndakinin düş
üncesizliğ
ini belirtmek için söylenilen uyarma sözü.
* (alay yollu) Düş
üncesiz, aptal.
akı
llıdüş
ününceye kadar deli çocuğ
unu (veya oğlunu) everir
* kendini akı
llısananlar çok kez akı
lsı
z diye tanı
nanlardan daha az baş
arıgösterir.
akı
llıgeçinmek
* kendini çok akı
llı
sanmak.
akı
llıköprü arayı
ncaya dek deli suyu geçer
* atak kiş
i tehlikeyi göze alarak iş
e giriş
ir ve çabuk sonuç alı
r.
akı
llıolmak
* gerçeklere uygun davranmak.
akı
llıuslu
* Akı
llıolarak, yaramazlı
k etmeyerek, dengeli.
akı
llı
ca
akı
llı
lı
k
* Akla yakı
n, doğ
ru olarak.
* Akla yakı
n, doğ
ru, makul.
* Akı
llıolma durumu; uyanı
klı
k.
akı
llı
lı
k etmek
* yerinde ve uygun davranmak.
akı
lsal
* Düş
ünceyi ve gerçeğ
i somut değ
erlerle birbirine bağlayan hakikati içine alan ş
ey.
akı
lsallaş
tı
rma
* Akı
lsallaş
tı
rmak durumu.
* Bilinç dı
ş
ıolayları
n mantı
k ve akla dayalıolarak açı
klanması
.
akı
lsallaş
tı
rmak
* Bir ş
eyi akı
lsa duruma getirmek.
akı
lsı
z
* Aklı
, gerçeğ
i görüp ona göre davranmaya elveriş
li olmayan, anlayı
ş
ı
kı
t.
akı
lsı
z baş
ı
n cezası
nı
ayak çeker (veya akı
lsı
z iti veya köpeği yol kocatı
r)
* düş
üncesizlik veya tedbirsizlik yüzünden, gereksiz yere gidip gelme zahmetine katlanı
lı
r.
akı
lsı
zlı
k
* Akı
lsı
z olma durumu.
* Akı
lsı
zca yapı
lan işveya davranı
ş
.
akı
lsı
zlı
k etmek
* düş
üncesiz ve yersiz davranmak.
akı
m
* Akmak iş
i.
* Hava, su gibi akı
ş
kan maddelerin veya elektrik yüklerinin belli bir yönde akı
ş
ı
, yer değiş
tirmesi, cereyan.
* Sanatta, siyasette, düş
ünce hayatı
nda ortaya çı
kan yeni bir görüş
, yöntem, hareket, cereyan tarz.
* Debi.
akı
m derken bokum demek
* sözünü yolunca söyleyememek, düzensiz ş
eyler söylemek.
akı
m ölçümü
* Bir akarsuyun veya kanalı
n su yolunda bir saniyede akan su hacmini ölçme.
akı
mcı
* Belli bir akı
ma bağ
lı
kiş
i.
akı
mölçer
* Bir elektrik akı
mı
nı
nş
iddetini ölçmeye yarayan araç, amperölçer.
akı
mtoplar
* Akü, akümülâtör.
akı
n
* Kalabalı
k bir ş
eyin arkasıkesilmeyen bir gelişdurumunda olması
.
* Düş
man toprakları
na tedirgin etme, yı
ldı
rma, çapul gibi amaçlarla toplu olarak yapı
lan baskı
n.
* Futbolda sayıyapmak amacı
yla karş
ıtakı
m kalesine doğ
ru genellikle topluca giriş
ilen saldı
rı
, hücum.
akı
n
* Kazak-Kı
rgı
z Türklerinin saz ş
airlerine verdiğ
i ad.
akı
n akı
n
* Arkasıkesilmeyen kalabalı
k öbekler durumunda.
akı
n etmek
* toplu olarak gitmek, üş
üş
mek.
* düş
man ülkesine saldı
rmak, baskı
n yapmak.
akı
ncı
akı
ncı
lı
k
* Düş
man ülkesine akı
n yapan savaş
çı
.
* Görevi karş
ıtarafa top sürmek ve sayıyapmak olan ön sı
radaki oyuncu, forvet.
* Akı
ncıolma durumu.
akı
ncı
lı
k etmek
* düş
man ülkesinde karş
ıgüçleri yı
ldı
rmak, tedirgin etmek.
akı
ndı
rı
k
* Reçine, çam sakı
zı
, akma.
akı
nkayası
* Kaya balı
ğı
giller familyası
ndan derin ve uzaklarda yaş
ayan ince, uzun bir balı
k türü.
akı
ntı
* Akmak iş
i.
* Havanı
n veya suyun herhangi bir yöne doğru yer değ
iş
tirmesi, akı
m, cereyan.
* Hastalı
k sebebiyle vücudun bir yerinden sulu madde akması
.
* Eğ
iklik, eğ
im, meyil.
* Çam türü ağ
açlarda bulunan reçinenin eriyerek akmasıolayı
.
* Sı
vıyapı
ş
tı
rı
cı
ları
n ağaç yüzeylerine gereğinden çok sürülmesi ile oluş
an durum.
akı
ntıbilimi
* Deniz akı
ntı
ları
nıinceleme konusu edinen bilim dalı
.
akı
ntıçağanozu
* Akı
ntı
ya kapı
lmı
şyengeç.
* Vücudunda göze çarpacak bir çarpı
klı
k bulunan kimseler için kullanı
lı
r.
akı
ntı
lı
* Akı
ntı
sıolan, eğik, meyilli.
akı
ntı
ölçer
* Bir akarsuyun ve kanalı
n akı
ntı
hı
zı
nıve düzeyini ölçmeye yarayan alet.
akı
ntı
ya kapı
lmak
* bir akı
ntı
nı
n etki alanı
na girmek, akı
ntıile birlikte sürüklenmek.
* etki altı
nda kalarak bir topluluğ
un davranı
ş
ı
na katı
lmak.
akı
ntı
ya kürek çekmek
* olmayacak bir işuğ
runda boş
una çabalamak.
akı
p gitmek
* (zaman için) çabuk geçmek.
akı
ş
* Akmak iş
i veya biçimi.
* Geçip gitme, sürüp gitme.
* Akı
n.
akı
ş
kan
* Kendilerine özgü bir biçimleri olmayı
p içinde bulunduklarıkabı
n biçimini alan ve yı
ğı
n oluş
turmayan (sı
vı
veya gaz), seyyal.
akı
ş
kanlaş
ma
* Akı
ş
kan duruma gelme.
akı
ş
kanlaş
mak
* Akı
ş
kan duruma gelmek.
akı
ş
kanlaş
tı
rı
cı
* Akı
ş
kan duruma getirme özelliğ
i olan.
akı
ş
kanlaş
tı
rı
cı
lı
k
* Akı
ş
kan duruma getirme özelliğ
i olma.
akı
ş
kanlaş
tı
rma
* Akı
ş
kanlaş
tı
rmak iş
i.
* Akı
ş
kanları
n niteliğini düzeltmek için yoğunlaş
an akı
mıiçinde parçacı
kları
n ası
ltı
sı
nısağ
layan yöntem.
akı
ş
kanlaş
tı
rmak
* Akı
ş
kan duruma getirmek.
akı
ş
kanlı
k
* Akı
ş
kan olma durumu.
akı
ş
ma
* Kulağ
a hoşgelen veya kolayca söylenen seslerin özelliğ
i.
akı
ş
malı
* Akı
ş
ma özelliğ
i olan.
akı
ş
maz
* Dı
şetkenlerin tesiriyle akı
ş
mazlı
ğıdeğ
iş
meyen, durağ
an.
akı
ş
mazlı
k
* Akı
ş
maz veya durağan maddenin durumu.
akı
tma
* Akı
tmak iş
i.
* Hayvanları
n, özellikle atları
n alı
nları
nda bulunan ve burunları
na doğru uzanan beyaz leke.
* Un, süt, yağ
, yumurta, ş
eker veya pekmezle yoğ
rularak cı
vı
k bir duruma getirilen hamurun kı
zgı
n saç
üzerinde piş
irilmesiyle yapı
lan bir çeş
it tatlı
.
* Enli bilezik.
akı
tmak
* Akması
nı
sağlamak, akması
na yol açmak, dökmek.
akı
tmalı
* Alnı
nda akı
tmasıolan (hayvan).
akide
* Bir ş
eye inanarak bağ
lanı
ş
, inanç, din inancı
.
akide
* Şekerin kaynatı
larak ağ
da durumuna getirilmesi yolu ile yapı
lmı
şrenkli ve kokulu, ağ
ı
zda güç eriyen ş
eker;
daha çok akide ş
ekeri yerine kullanı
lı
r.
akide ş
ekeri
* Bkz. akide.
akidesi bozuk
*İ
nancızayı
f olan (kimse).
akideyi bozmak
* doğ
ru bilinen bir inanı
şveya gidiş
ten ayrı
lmak.
akik
* Yüzük taş
ı
, mühür gibi ş
eyler yapmakta kullanı
lan, türlü renklerde, yarısaydam, parlak ve değerli bir taş
;
kalseduan kuvarsı
nı
n bir türüdür.
akil
* Akı
llı
.
akil baliğ
* Döl verebilecek duruma gelmişolan, erin.
akil baliğolmak
* döl verebilecek eriş
kin duruma gelmişolmak.
* rüş
tünü ispat etme yaş
ı
na gelmişolmak.
akilâne
* Akı
llı
ca.
akim
* Kı
sı
r, verimsiz, döl veremeyen.
* Sonuçsuz, baş
arı
sı
z.
akim kalmak
* sonuca ulaş
amamak, baş
arısağ
layamamak.
akis
* Iş
ı
k veya ses dalgaları
nı
n yansı
tı
cıbir yüzeye çarparak geri dönmesi, yansı
ma, yankı
.
* Bir cismin, parlak bir yüzeyde görünmesi.
* Bir ş
eyin baş
ka bir ş
ey üzerinde yarattı
ğ
ıetki.
* Evirme, evirtim.
akis uyandı
rmak
* bir konunun üzerinde düş
ünülmesine, tartı
ş
ı
lması
na yol açmak, ilgi veya tepki yaratmak.
akit
* Hukukî sonuç doğ
urmak amacıile iki veya daha çok kimsenin veya kuruluş
un karş
ı
lı
klı
ve birbirine uygun
irade beyanlarıile gerçekleş
en iş
lem, sözleş
me, mukavele, kontrat.
* Nikâh.
âkit
* Bir iş
i karş
ı
lı
klıolarak kararlaş
tı
rı
p üstlerine alan taraflardan her biri, sözleş
me veya mukavele yapan.
akit vaadi
* Ön sözleş
me.
akkaraman
* Vücudu beyaz, ağı
z, burun, göz etrafı
, kulak ve ayaklarda siyah lekeler bulunabilen, kaba karı
ş
ı
k yapağı
lı
,
Orta Anadolu ve Doğ
u Anadolu'nun batıkesimlerinde yaygı
n olarak yetiş
tirlen yerli bir tür koyun.
akkarı
nca
* Düz kanatlı
lardan, sı
cak veya ı
lı
man ülkelerde yaş
ayan, bitkilere çok zarar veren bir böcek cinsi, termit
(Termes).
akkarı
ncalar
* Ağı
z parçalarıiyi geliş
miş
, iri baş
lı
,ı
sı
rı
cıböcekler topluluğ
u, termitler.
akkavak
akkefal
* Söğütgillerden, yaprakları
nı
n altıbeyaz olan bir kavak türü, akçakavak, Hollanda kavağı(Populus alba).
* Sazangillerden bir cins tatlısu balı
ğ
ı(Alburnus).
akkelebek
* Hemen bütün meyve ağ
açları
nda tomurcuk düş
manısayı
lan, iri ak kanatlarıkalı
n, kara damarlıbir kelebek
(Aporia crataegi).
akkirpani
* Ak, fakat kirli.
akkor
akkorluk
* Iş
ı
k saçacak beyazlı
ğ
a varı
ncaya değ
in ı
sı
tı
lmı
şolan.
* Akkor olma durumu.
akkuş
akkuyruk
* Atmaca, yı
rtı
cıbir kuş
.
* Tadı
nıartı
rmak için çay harmanı
na katı
lan beyaz bir çay türü.
-akla / -ekle
* Bazıfiillerin sı
klı
k çatı
ları
nıtüreten ek: tart-akla- , it-ekle- vb.
akla fenalı
k vermek
* çok ş
aş
ı
rmak, çı
ldı
racak gibi olmak, zı
vanadan çı
kmak.
akla gelmedik
* düş
ünülemeyen.
akla gelmeyen baş
a gelir
* insan ummadı
ğ
ı
, düş
ünmediğ
iş
eylerle daima karş
ı
laş
abilir.
akla gelmez
* hatı
rlanamaz, düş
ünülemez.
akla hayale gelmez
* inanı
lmaz.
akla karayıseçmek
* (bir iş
i baş
arı
ncaya değin) çok sı
kı
ntı
çekmek, güçlüklerle karş
ı
laş
mak.
akla sı
ğ
ar gibi
* aklı
n kabul edebileceği biçimde, makul.
akla sı
ğ
mak (veya sı
ğ
mamak)
* inanı
lacak gibi olmamak.
akla yakı
n
* aklı
n benimseyebileceği, aklı
n kabul edebileceğ
i.
akla yatkı
n
* uygun, akı
llı
ca, makul.
akla zarar (veya ziyan)
* çok ş
aş
ı
lacak, ş
aş
kı
nlı
ğ
a uğratacak (ş
ey).
aklama
* Aklamak iş
i, ibra.
aklama belgesi
* Alacak verecek kalmadı
ğı
nıgösteren belge, ibraname.
aklamak
aklan
aklanma
* Suçsuz veya borçsuz olduğ
u yargı
sı
na vararak birini temize çı
karmak, tebriye etmek, ibra etmek.
* Baş
arı
lıgösterilmek, değerli olarak nitelendirilmek.
* Suları
nıbir denize veya göle gönderen bölge, maile.
* Bir dağsı
rası
nı
n yamaçları
ndan her biri.
* Aklanmak iş
i.
aklanmak
* Ak olmak, temizlenmek.
* Bir dava sonunda temiz ve iliş
iksiz çı
kmak, temize çı
kmak, beraat etmek.
aklaş
ma
* Aklaş
mak iş
i.
aklaş
mak
* Ak duruma gelmek, ağarmak, beyazlaş
mak.
aklaş
tı
rma
* Aklaş
tı
rmak iş
i.
aklaş
tı
rmak
* Aklaş
ması
nısağlamak, beyazlaş
tı
rmak.
aklen
* Akı
l icabı
, akı
l gereğ
ince.
aklevrek
aklı
* Tatlısu levreği.
* Akıbulunan, ak renkli.
aklıalmamak
* anlayamamak, kavrayamamak.
* bir ş
eyin olabileceğine inanmamak.
* uygun bulmamak.
aklıbaş
ı
na gelmek
* davranı
ş
ları
nı
n yanlı
ş
lı
ğ
ı
nı
sezerek doğ
ru yolu bulmak.
* ayı
lmak, kendine gelmek.
aklıbaş
ı
nda
* sürekli akı
llıdavranan.
* doğ
ru dürüst, kusursuz.
aklıbaş
ı
nda olmamak
* iyi düş
ünebilir durumda olmamak.
aklıbaş
ı
ndan bir karı
şyukarı(veya yukarı
da)
* düş
ünmeden aklı
na geleni yapan.
aklıbaş
ı
ndan gitmek
* çok sevinçten veya çok korkudan ne yapacağ
ı
nış
aş
ı
rmak.
aklıbaş
ka yerde olmak
* baş
ka ş
eyler düş
ünmek.
aklıbir yerde olmak
* düş
ünülmesi gerekenden baş
ka bir ş
ey düş
ünmek.
aklıbokuna karı
ş
mak
* korkudan ş
aş
ı
rı
p ne yapacağı
nıbilememek.
aklıçı
kmak
* titizlikle üzerinde durmak, çok korku geçirmek, çok korkmak.
aklıdağı
lmak
* düş
ünceyi belli bir konu, sorun üzerinde toplayamamak.
aklıdurmak
* düş
ünemez bir duruma gelmek, ş
aş
ı
rmak.
aklıermek
* anlayabilmek.
* akı
lca olgunlaş
mak.
aklıevvel
* Akı
llı
geçinen.
aklıfikri bir ş
eyde olmak
* bütün düş
ündüğü bir konuda yoğ
unlaş
mak.
aklıgitmek
*ş
aş
ı
rmak, korkmak.
* çok beğenmek, bayı
lmak.
aklıkalmak
* beğ
enilen bir ş
eyi düş
ünmekten kendini alamamak.
aklıkaralı
* Akıve karasıolan, beyazlısiyahlı
.
aklıkarı
ş
mak
* ne yapacağ
ı
nı
bilememek, ş
aş
ı
rmak, bocalamak.
aklıkesmek
* bir ş
eyin olabileceğine inanmak.
aklıkesmemek
* sonucu tahmin edememek, ilerisini görememek.
aklısı
ra
* aklı
nca, sandı
ğ
ı
na göre, düş
ünüş
üne göre, umduğuna göre.
aklısı
ra
* Aklı
nca.
aklısonradan gelmek
* verdiğ
i kararı
n yanlı
şolduğ
unu anlayı
p vazgeçmek.
aklıtakı
lmak
* zihni bir ş
eyle uğraş
mak.
aklıtam ayar
* aklıyerinde.
aklıyatmak
* anlamaya baş
lamak, olacağ
ı
na inanmak, tatmin olmak.
aklızı
vanadan çı
kmak
* delirmek, aklı
nıoynatmak.
aklı
evvel
aklı
k
* Densiz, münasebetsiz, sağ
duyu sahibi olmayan.
* Kendisini en akı
llı
sanan.
* Ak olma durumu.
* Kadı
nları
n makyaj için yüzlerine sürdükleri beyaz bir sı
vı
, düzgün.
aklı
ma gelen baş
ı
ma geldi
* olması
ndan korktuğ
um ş
ey oldu.
aklı
mda!
söz.
* lâdes oyununa katı
lanlardan biri ötekine bir ş
ey verirken karş
ı
dakinin "unutmadı
m" anlamı
nda söylediği
aklı
na birş
ey gelmek
*ş
üphelenmek.
aklı
na düş
mek
* hatı
rlamak.
* kafası
nda bir düş
ünce doğ
mak.
aklı
na esmek
* daha önce düş
ünmemişolduğu ş
eyi birden yapmaya karar vermek.
aklı
na geleni söylemek
* rastgele konuş
mak.
aklı
na geleni yapmak
* her istediğ
ini düş
ünmeden yapmak istemek.
aklı
na gelmek
* hatı
rlamak, anı
msamak.
* bir ş
eyi yapmayıdüş
ünmek, tasarlamak.
aklı
na getirmek
* hatı
rlatmak.
* düş
ünmek.
aklı
na koymak
* bir ş
ey yapmaya kesin olarak karar vermek.
* kararlaş
tı
rmak, çok istemek.
aklı
na koymak
* bir kimse birine, bir ş
ey telkin etmek.
aklı
na sı
ğdı
rmak
* bir ş
eyin olabileceğine inanmak, aklı
almak.
aklı
na sı
ğmamak
* anlayamamak, kavrayamamak.
* olabileceğine inanmamak.
aklı
na ş
aş
ayı
m (veya ş
aş
arı
m)
* adı
geçen kimsenin akı
lsı
zca bir davranı
ş
ta bulunduğ
unu anlatı
r.
aklı
na takmak (veya aklı
nıtakmak)
* sürekli olarak bir ş
eyi düş
ünmek, bir düş
ünceye saplanı
p kalmak.
aklı
na turp sı
kayı
m
* birinin düş
üncesini ve yaptı
ğ
ı
nıbeğ
enmemek.
aklı
na tükürmek
* birinin düş
üncesini beğenmemek, kı
namak.
aklı
na uymak
* birinin uygun olmayan görüş
üne göre işyapmak, davranmak.
aklı
na vurmak
* birden düş
ünüvermek.
aklı
na yelken etmek
* düş
üncesizce davranmak veya aklı
na geleni hemen yapmak.
aklı
nca
* (küçümseme yollu) Düş
üncesine göre, aklısı
ra.
aklı
nda kalmak
* unutmamak.
* hatı
rlamak.
aklı
nda olsun!
* unutma!.
aklı
nda tutmak
* öğrenmek, bellemek.
* unutmamak.
aklı
ndan çı
karmamak
* devamlıhatı
rlamak, hiç unutmamak.
aklı
ndan çı
kmak
* unutmak.
aklı
ndan geçirmek
* bir ş
ey yapmayıdüş
ünmek, tasarlamak.
aklı
ndan geçmek
* düş
ünmek.
aklı
ndan tutmak
* bir ş
ey düş
ünmek.
aklı
ndan zoru olmak
* arada bir durum ve ş
artları
n gerektirdiğ
i gibi davranmamak.
aklı
nı
(bir ş
eyle) bozmak
* bir ş
ey üzerine düş
erek hep onunla uğraş
ı
p durmak.
aklı
nı
baş
ı
na almak (veya toplamak, devş
irmek)
* akı
lsı
zca davranı
ş
larda bulunmaktan kendini kurtarmak.
aklı
nı
baş
ı
ndan almak
* düş
ünemeyecek bir duruma getirmek, çok ş
aş
ı
rtmak.
aklı
nı
baş
ka yere vermek
* konuş
ulan konudan baş
ka bir ş
ey düş
ünür olmak.
aklı
nı
çalmak
* ilgisini aş
ı
rıderecede çekmek.
aklı
nı
çelmek
* niyetinden, kararı
ndan caydı
rmak.
* ayartmak, baş
tan çı
karmak.
aklı
nı
kaçı
rmak
* delirmek.
* gereksiz, yersiz işyapmak.
aklı
nı
oynatmak
* çı
ldı
rmak.
* akı
l dı
ş
ıiş
ler yapmak.
aklı
nı
peynir ekmekle yemek
*ş
aş
kı
nca ve akı
lsı
zca iş
ler yapmak.
aklı
nı
ş
aş
ı
rmak
* yerinde olmayan bir işyapmak, yersiz düş
ünmek.
aklı
nı
takmak
* sürekli olarak aklıbir ş
eyle uğraş
mak.
aklı
nı
n köş
esinden geçmemek
* hiçbir zaman düş
ünmemek.
aklı
nı
n terazisi bozulmak
* akı
llı
ca olmayan davranı
ş
larda bulunacak bir duruma düş
mek.
aklı
nla bin yaş
a
* akla yakı
n görülmeyen bir düş
ünce ileri sürene söylenir.
aklı
selim
aklî
* Sağduyu.
* Akı
lla ilgili, akla dayanan.
akliyat
* Akı
l yolu ile kazanı
lan bilgiler.
akliye
* Akı
l hastalı
kları
ile ilgili hekimlik kolu.
* Akı
l hastalı
kları
ile ilgili hastahane bölümü.
* Akı
lcı
lı
k, usçuluk, rasyonalizm.
akliyeci
* Akı
l hastalı
kları
uzmanı
.
akma
* Akmak iş
i.
* Reçine, çam sakı
zı
, akı
ndı
rı
k.
akma hançer
* Ortasıoluklu hançer.
akma sı
nı
rı
* Malzemenin belirli bir gerilme uygulanması
yla sı
nı
rlıve kalı
cıdeformasyona uğ
ramasıveya belirlenen
toplam uzamaya maruz kalmasıdurumundaki mukavemeti.
akmak
akmantar
* (sı
vımaddeler veya çok ince taneli katımaddeler için) Bir yerden baş
ka bir yere doğru gitmek.
* (bu gibi maddeler) Aş
ağı
ya, yere düş
mek.
* (sı
vıbir madde için) Bir yerden çı
kmak.
* (bir kap veya bir yer) İ
çindeki veya üstündeki sı
vı
yısı
zdı
rmak.
* Çabucak savuş
mak; ortadan kaybolmak.
* Art arda ve toplu olarak gitmek.
* (kumaşiçin) Yı
pranı
p iplikleri erimeye baş
lamak.
* (zaman için) Çabuk geçmek.
* (boya için) Birbirine karı
ş
mak.
* Karı
ş
mak, katı
lmak.
* Sürüp gitmek.
* Tadı
güzel ve besleyici bir tür mantar, keçi mantarı(Agaricus campestris).
akmasa da damlar
* çok değilse bile, az çok bir gelir veya kazanç sağ
lar.
akmaz
* Durgun su, gölet.
akompanyatör
* Bir parça çalı
ndı
ğı
zaman ses veya bir âletle ona katı
lan kimse, eş
lik eden.
akonitin
* Boğ
an otundan çı
karı
lan ve hekimlikte kullanı
lan zehirli bir madde.
akont
* Bir borca karş
ı
lı
k, hesabıdaha sonra görülmek üzere yapı
lan kı
smî ödeme.
akordeon
* Üstündeki düğ
melere veya tuş
lara basarak, metal dilcikleri titretme yolu ile çalı
nan körüklü, elde taş
ı
nabilir
bir çalgı
.
* Kumaş
larda makine ile yapı
lmı
şkı
rma.
akordeoncu
* Akordeon çalan kimse.
akordiyon
* Bkz. akordeon.
akordiyoncu
* Bkz. akordeoncu.
akordu bozuk
* Birbirini tutmayan, uyumsuz, akortsuz.
akort
* Bir çalgı
yıdoğru ses vermesi için ayarlama.
* Armoniyi sağlayan seslerin birleş
mesi.
akort etmek
* çalgı
ları
n seslerini ayarlamak, düzenlemek.
akort yapmak
* çalgı
ları
n tellerini, ses veren araçları
nı
ayarlamak.
akortçu
* Piyano ve org gibi müzik aletlerini ayarlamayı
meslek edinmişkimse.
akortlama
* Akortlamak iş
i.
akortlanma
* Akortlanmak iş
i.
akortlanmak
* Akortlanmak iş
i yapı
lmak.
akortlatma
* Akortlatmak iş
i.
akortlatmak
* Akortlamak iş
ini yaptı
rmak.
akortlu
* Akordu olan, akort edilmiş
.
akortsuz
* Akordu olmayan, akort edilmemiş
.
* Birbirini tutmayan, uyumsuz.
akortsuzlaş
tı
rmak
* Radyoda bir ayar frekansı
nda sapma meydana getirmek.
akortsuzluk
* Ses düzensizliğ
i veya ayarsı
zlı
ğı
.
* Radyoda gerçek ayar frekansıile doğ
ru değeri arası
ndaki sapma.
akraba
* Kan veya evlilik yoluyla birbirine bağlıolan kimseler, hı
sı
m.
* Oluş
ma yönünden aynıkaynağ
a dayanan ş
eyler.
* Biri, diğerinin sonucu olan ş
eyler.
akraba çı
kmak
* önceden tanı
ş
madan veya bilmeden konuş
arak akraba oldukları
nıanlamak.
akraba diller
* Aynıana dilden gelen diller.
akraba olmak
* evlilik yoluyla yakı
nlı
k kurmak.
akrabalı
k
* Akraba olma durumu.
akran
* Yaş
ça denk, yaş
ı
t, boydaş
, öğ
ür.
akranlı
k
* Akran olma durumu, yaş
ı
tlı
k.
akreditif
* Belirli bir nicelikteki para için, bir bankanı
n yükümlülüğü altı
nda, üçüncü bir kiş
i yararı
na bir baş
ka
bankada veya aracı
sı
nda açtı
rı
lan kredi.
* Kredi mektubu.
Akrep
* Zodyak üzerinde Terazi ile Yay burçlarıarası
nda yer alan burç. Zodyak.
akrep
* Akreplerden, sı
cak ve nemli yerlerde yaş
ayan, kı
vrı
k ve kalkı
k kuyruğunda zehirli bir iğ
nesi olan böcek
(Scorpio).
* Saatin iki ibresinden küçüğü.
akrep gibi
* her fı
rsatta sözleriyle baş
kaları
nıincitme veya onlara kötülük etme durumunda olan.
akrepler
akrobasi
akrobat
* Örümceğ
imsilerin, örneği akrep olan takı
mı
.
* Cambazlı
k, akrobatlı
k.
* Cambaz.
akrobatlı
k
* Cambazlı
k.
akromatik
* Beyaz ı
ş
ı
ğ
ıçözümlemeden geçiren, renksemez.
* Hücrede boyayıkabul etmeyen (bölüm).
akromatik iğiplik
* Mitozun ilk evresi sonunda bütün hücrelerde beliren ve hücre boyaları
yla pek boyanamayan iğbiçimindeki
oluş
um.
akromatin
* Hücre çekirdeğ
i içindeki ince iplikçiklerden yapı
lmı
ş
, kromatin ile boyanmamı
şolan kromozomları
oluş
turan bölüm.
akromatopsi
* Bkz. renk körlüğü.
akromegali
* Genel geliş
me bittikten sonra el, çene, burun gibi vücudun sivri kı
sı
mları
ndaki kemiklerin kalı
nlaş
ması
,
büyümesi veya uzaması
.
akropol
* Eski Yunan ş
ehirlerinde, en önemli yapı
ları
n ve tapı
nakları
n bulunduğ
u iç kale.
akrostiş
* Her dizenin ilk harfi yukarı
dan aş
ağ
ı
ya doğ
ru okununca ortaya bir söz çı
kacak biçimde düzenlenmiş
manzume, muvaş
ş
ah, tevş
ih.
aks
aksak
* Dingil.
* Aksayan, hafifçe topallayan.
*İ
yi gitmeyen, iyi iş
lemeyen.
* Türk müziğinde oldukça kı
vrak bir usul.
* Eski Yunan ve Lâtin ş
iir ölçüsünde, sondan bir önceki hecesi kı
sa olacak yerde uzun olan dize.
aksak eş
ekle yüksek dağ
a çı
kı
lmaz
* eksik araçlarla sağlı
klıişyapı
lmaz.
aksakal
aksaklı
k
aksam
aksama
* Köyün veya mahallenin ihtiyar heyetinde olan kimse.
* Ermiş
, evliya.
* Aksak olma durumu.
* Kı
sı
mlar.
* Aksamak iş
i.
aksamak
* Hafif topallamak.
* (bir iş
) Gereği gibi yürümemek, geri kalmak.
aksan
* Bir ülkenin insanları
na veya bir çevreye özgü söyleyişözelliği.
* Vurgu, kelime vurgusu, grup vurgusu.
aksanıbozuk
* Bir dildeki kelimeleri doğru söyleyemeyen.
aksata
* "alma ve verme" Alı
şveriş
.
aksatı
ş
* Aksatmak iş
i veya biçimi.
aksatma
aksatmak
aksayı
ş
* Aksatmak iş
i.
* Aksaması
na yol açmak, bir iş
i gereğ
i gibi yürütmemek.
* Aksamak iş
i veya biçimi.
akse
* Hastalı
k nöbeti, kriz.
aksedir
* Kaplamasımobilyacı
lı
kta kullanı
lan, açı
k kahve rengi öz odunlu olan bir ağaç (Thuya occidentalist).
akselerograf
*İ
vmeyazar.
akselerometre
*İ
vmeölçer.
akseptans
* Yabancıülkelerde okuyacak öğrenciler için gönderilen kabul belgesi.
* Poliçelerin üzerine "kabulümdür" biçiminde yazı
larak altıimzalanan açı
klama.
aksesuar
nesne.
* Bir aletin, bir makinenin iş
levine katı
lmayan, ancak kendine özgü ayrıbir yararıbulunan alet, araç veya
* Konunun gerektirdiği ölçüde kullanı
lan, bir sahne içinde yer alan veya oyuncunun dekor gereğ
i kullandı
ğı
çeş
itli eş
ya.
* Kadı
n giyiminde giysiyi bütünleyen ayakkabı
, çanta, kemer, ş
apka, eldiven, mücevher gibi eş
ya.
aksesuarcı
* Aksesuarı
hazı
rlayan kimse.
* Aksesuar kullanması
nıseven.
aksetme
aksetmek
* Aksetmek iş
i.
* (ses) Bir yere çarpı
p geri dönmek, yankı
lanmak, yankıvermek.
* (ı
ş
ı
k) Bir yere vurmak.
* (bir ı
ş
ı
k veya bir ş
ekil) Düz ve parlak bir yüzeye çarpı
p orada aynen görünmek, yansı
lanmak.
* Ulaş
mak, yayı
lmak, duyulmak.
* Evirmek, tersine çevirmek.
aksettirme
* Aksettirme iş
i.
aksettirmek
* (sesi) Yankı
lamak.
* (ı
ş
ı
ğ
ı
) Yansı
tmak.
* Haberi, durumu, ulaş
tı
rmak, yaymak, duyurmak.
aksı
rı
k
* Herhangi bir sebeple burun zarı
nı
n gı
cı
klanmasısonucu solunum kasları
nı
n birdenbire kası
lması
yla ağ
ı
z ve
burundan hı
zlı
, gürültülü soluk boş
almasıolayı
, aksı
rma, hapş
ı
rma, hapş
ı
rı
k.
aksı
rı
klı
* Aksı
rı
ğa tutulmuş
, aksı
rı
ğ
ıolan, sı
k sı
k aksı
ran, hapş
ı
rı
klı
.
aksı
rı
klı
tı
ksı
rı
klı
* Yaş
lı
, hastalı
klı
.
aksı
rı
ş
* Aksı
rma, aksı
rma biçimi.
aksı
rma
* Aksı
rmak iş
i.
aksı
rmak
* Burun zarları
nı
n gı
cı
klanmasıile solunum kasları
nı
n birdenbire kası
lmasıüzerine, ağ
ı
z ve burundan hı
zlı
,
gürültülü soluk boş
altmak, hapş
ı
rmak.
aksı
rtma
* Aksı
rtmak iş
i.
aksı
rtmak
* Birinin aksı
rması
na sebep olmak, hapş
ı
rtmak.
aksi
aksi aksi
aksi gibi
* Ters, zı
t, karş
ı
t, olumsuz, menfi.
* Uygun olmayan.
*İ
natçı
, hı
rçı
n, huysuz.
* Olumsuz bir biçimde, ters ve kı
zgı
n olarak.
* istenmediğ
i hâlde, aksilik olarak.
aksi hâlde
* yoksa, öyle olmazsa.
aksi ş
eytan
* iş
ler yolunda gitmediğ
i zaman "ne kadar ilgisiz, münasebetsiz" anlamı
nda kullanı
lı
r.
aksi takdirde
* yoksa, aksi hâlde.
aksi tesadüf
* "ş
anssı
zlı
ğ
a bak" anlamı
nda kullanı
lı
r.
aksilenme
* Aksilenmek iş
i.
aksilenmek
* Aksileş
mek, huysuzlanmak.
aksileş
me
* Aksileş
mek iş
i.
aksileş
mek
* Huysuzlanmak, huysuzluk etmek, ters davranmak, inatçı
lı
k etmek.
aksiliğ
i tutmak
* güçlük çı
karmak, inadı
nda direnmek.
aksiliğ
i üstünde
* olumsuz davranı
ş
lı
.
aksilik
* Terslik, inatçı
lı
k, huysuzluk.
* Bir iş
in yolunda gitmemesi durumu, uygunsuzluk, elveriş
sizlik.
aksilik çı
kmak
* engel ortaya çı
kmak.
aksilik etmek
* güçlük çı
karmak, uyuş
maya yanaş
mamak, huysuzluk etmek, inatçı
lı
k etmek, ters davranmak.
aksine
aksiseda
* Tersine.
* Yankı
.
aksiyom
* Kendiliğ
inden apaçı
k olan ve böyle olduğu için öteki önermelerin ön dayanağ
ıolan temel önerme, belit,
mütearife.
aksiyon
* Bir kuvvetin, maddî bir etkenin, bir düş
üncenin ortaya çı
kması
.
*İ
nsan etkinliğinin veya iradesinin açı
ğ
a çı
kması
.
* Hareket, iş
.
* Bir oyuncunun sahne üzerindeki hareketi, bu hareketten ortaya çı
kan geliş
im.
* Oyunun teması
nıgeliş
tiren baş
lı
ca olay, hikâye, geliş
im.
* Sermayenin belirli bir bölümü.
* Hisse senedi, pay senedi.
aksoğ
an
* Ada soğanı
.
akson
* Sinir uyarmaları
nısinir hücresinden ileriye uzatmaya yarayan, sinir hücrelerinin uzantı
ları
ndan en belirli ve
uzun olanı
.
aksona
* Vurgun hastalı
ğ
ı
na karş
ıuygulanan emniyet durakları
.
aksöğ
üt
aksu
aksungur
* Söğütgillerden, kabukları
eczacı
lı
kta kullanı
lan bir söğ
üt türü (Salix alba).
* Gözdeki billûr cismin saydamlı
ğ
ı
nı
yitirerek ağarması
ndan ileri gelen körlük, ak basma, perde, katarakt.
* Akdoğ
an.
aksülâmel
* Tepki, reaksiyon.
akş
am
* Gündüzün son ve gecenin ilk saatleri.
* Gece.
* Akş
am vakti kı
lı
nan namaz.
akş
am ahı
ra sabah çayı
ra
* hayatta yiyip içip yatmaktan baş
ka kaygı
sı
olmayanlar için söylenir.
akş
am akş
am
* Akş
amı
n olduğ
uş
u dar zamanda.
akş
am azadı
* Ders çı
kı
ş
ı
, ders paydosu.
akş
am ezanı
* Günün dördüncü namaz vaktini bildiren ezan; güneş
in battı
ğ
ısı
ralar.
akş
am gazetesi
* Baskı
sıöğ
leden sonra, özellikle akş
ama doğru yapı
lan gazete.
akş
am güneş
i
* Etkisi azalmı
şgün ı
ş
ı
ğı
.
* Yaş
lı
lı
k dönemi.
akş
am karanlı
ğ
ı
* Alaca karanlı
k.
akş
am namazı
*İ
kindi ile yatsınamazıarası
nda kı
lı
nan namaz.
akş
am pazarı
* Pazarlarda, iş
portalarda akş
ama doğ
ru tezgâhta kalmı
şmalları
n ucuz fiyatla satı
lı
ş
ı
.
akş
am piyasası
* Akş
am üzerleri belli bir yerde yapı
lan gezinti.
akş
am saati
* Akş
am vakti, akş
amleyin.
akş
am simidi
*İ
kindi üzeri çı
karı
lan sı
cak, susamlısimit.
akş
am yeli
* Akş
amlarıesen serin rüzgâr.
Akş
am Yı
ldı
zı
* Venüs, Çulpan.
akş
ama doğru
* Gündüzün akş
ama yakı
n bir zamanı
nda.
akş
ama kadar
* bütün gün, ara vermeden.
akş
ama kalmak
* (iş
) gecikmek, bitmemek.
akş
ama sabaha
* Neredeyse, pek yakı
nda, kı
sa bir zaman içinde.
akş
amcı
* Akş
amlarıiçki içme alı
ş
kanlı
ğı
nda olan kimse.
* Çalı
ş
masıakş
ama rastlayan.
* Çalı
ş
maları
nıdaha yoğ
un olarak akş
am saatlerinde yapan.
akş
amcı
lı
k
* Akş
amcıolma durumu.
akş
amcı
lı
k etmek
* akş
amcı
lar içki içmek amacı
yla bir araya gelmek.
akş
amdan
* akş
am olmak üzere iken, akş
ama doğ
ru.
akş
amdan akş
ama
* Her akş
am üst üste.
akş
amdan kalmı
ş(veya kalma)
* geceki sarhoş
luğ
un mahmurluğ
unu taş
ı
yan.
akş
amdan kavur, sabaha savur
* kazandı
ğ
ı
nıgünü gününe harcayan tutumsuz kimselerin durumunu anlatmak için kullanı
lı
r.
akş
amdan sonra merhaba (veya sabahlar hayrolsun)
* işiş
ten geçtikten, olan olduktan sonra gösterilen ilgi için söylenir.
akş
amıbulmak (veya akş
amıetmek)
* akş
amlamak, günü bitirmek.
akş
amı
n iş
ini sabaha (veya yarı
na) bı
rakma
* bu gün yapı
lmasıgereken bir iş
i ertesi güne bı
rakmak sakı
ncalı
dı
r.
akş
amki
* Akş
am olan, akş
am yapı
lan.
akş
amlama
* Akş
amlamak durumu, iş
i.
akş
amlamak
* Bütün günü bir yerde veya bir iş
te geçirerek akş
ama eriş
mek, akş
amı
bulmak.
* Akş
amıbir yerde geçirmek.
* (ay) Dolun ay durumundan sonra geç doğ
mak.
akş
amlar (veya akş
am ş
erifler) hayrolsun!
* akş
am vakti kullanı
lan esenleme sözü, iyi akş
amlar!.
akş
amları
* Akş
am vakti.
* Her akş
am.
akş
amlatma
* Akş
amlatmak iş
i.
akş
amlatmak
* Akş
amıyaptı
rmak, akş
amıbuldurmak veya ettirmek.
akş
amleyin
* Akş
am saatlerinde, akş
am olduğ
unda, akş
am vakti.
akş
amlısabahlı
* Her akş
am ve her sabah.
akş
amlı
k
* Akş
ama özgü olan, akş
am için.
akş
amlı
k sabahlı
k
* Nerede ise, kaçı
nı
lmaz sonuç pek yakı
n.
akş
amsefası
* Gecesefası
.
akş
amüstü
* Güneş
in battı
ğı
sı
ralarda, akş
ama doğru, akş
am yaklaş
ı
rken.
akş
amüzeri
* Bkz. akş
amüstü.
akş
ı
n
* Kı
lları
nda ve gözlerinde, bazen de derisinde doğ
uş
tan boya maddesi bulunmadı
ğı
için her yanıak olan
(hayvan veya insan) çapar, albino.
akş
ı
nlı
k
aktar
aktarı
cı
* Akş
ı
n olma durumu.
* Baharat, ev ilâçları
, gereçleri satan kimse veya dükkân.
* Anadolu'da iğne, iplik, baharat, zarf, kâğ
ı
t, tütün vb. satan kimse veya dükkân.
* Dam kiremitlerini aktarı
p kı
rı
klarıyenileyen kimse.
* Voleybolda öbür oyuncuları
n vurmasıiçin topu, ağı
n üzerine yükselten oyuncu.
* Görüntüyü bir bölgeden baş
ka bir bölgeye ileten araç.
aktarı
lma
* Aktarı
lmak iş
i.
aktarı
lmak
* Aktarmak iş
ine konu olmak.
aktarı
m
* Aktarma iş
i, nakil.
aktarı
ş
aktariye
aktarlı
k
* Aktarmak iş
i veya biçimi.
* Aktarı
n sattı
ğ
ış
eyler.
* Aktarı
n yaptı
ğ
ıiş
.
aktarma
* Aktarmak iş
i.
* Bir taş
ı
ttan baş
ka bir taş
ı
ta geçme.
* Sürülmemiştarlayı
ilk veya ikinci kez sürme.
* Alı
ntı
, iktibas.
* Bir oyuncunun topu kendi takı
mı
ndan bir baş
ka oyuncuya göndermesi.
* Arı
ları
bir kovandan ötekine geçirme.
* Bir hesaptan baş
ka bir hesaba para havale etme, virman.
aktarma etmek
* aktarmak.
aktarma yapmak
* bir taş
ı
ttan ötekine geçmek.
* bütçede bir bölümden baş
ka bir bölüme ödenek geçirmek.
aktarmacı
* Aktarma iş
ini yapan kimse.
aktarmacı
lı
k
* Aktarma iş
i, aktarma iş
iyle uğ
raş
ma.
aktarmak
* Bir yerden, bir kaptan baş
ka bir yere veya kaba geçirmek.
* Bir ş
eyin yolunu, yönünü değ
iş
tirmek.
* Bir kitaptan veya bir yazı
dan bir bölümü almak, iktibas etmek.
* Bir dilden baş
ka bir dile çevirmek, tercüme etmek.
* Çatıkiremitlerini gözden geçirerek kı
rı
k ve bozuk olanları
nı
n yerlerine sağ
lamları
nıkoymak.
* Sürülmemiştarlayı
ilk ve ikinci kez sürmek.
*İ
letmek; bildirmek.
* Bir tekniğ
e göre biçimlendirmek, uyarlamak.
* Bir kitabı
, daha çok Kur'an'ıbaş
ı
ndan sonuna kadar okumak.
aktarmalı
* (taş
ı
tlar için) Belli bir süre sonra inilip baş
ka bir taş
ı
ta binilmesini gerektiren.
aktarması
z
* (taş
ı
tlar için) Belli bir süre sonra inilip baş
ka bir taş
ı
ta binilmesini gerektirmeyen.
aktartma
* Aktartmak iş
i yaptı
rmak.
aktartmak
* Aktarmak iş
i yaptı
rtmak.
aktavş
an
aktif
* Bir cins iri çöl sı
çanı(Jaculus).
* Etkin, canlı
, hareketli, çalı
ş
kan.
* Etkili, etken.
* Bir ticarethanenin, ortaklı
ğ
ı
n para ile değ
erlendirilebilen mal ve hakları
nı
n tümü.
* Etken.
aktif fiil
* Etken fiil.
aktif metot
* Öğrencilerin, kiş
isel çalı
ş
maları
nı
ve işyapma yeteneklerini geliş
tirmeyi sağ
layan bilimsel yöntem.
aktif rol oynamak
* etkili olmak.
aktif taş
ı
ma
* Bir maddenin hücre zarı
ndan enerji harcanarak hücre içine veya dı
ş
ı
na taş
ı
nması
.
aktifleş
me
* Aktif duruma gelme.
aktifleş
mek
* Canlıhareketli, etkili olmak, aktif duruma gelmek.
aktifleş
tirme
* Aktifleş
tirmek iş
i.
aktifleş
tirmek
* Aktifleş
mesini sağ
lamak, aktif duruma getirmek.
aktiflik
* Etkinlik.
aktinit
* Aktinyum, toryum, protaktinyum, tulyum, plûtonyum, amerikyum, küryum ve berkelyum radyoaktif
elementlerinin ortak adı
.
aktinoloji
* Güneşı
ş
ı
nları
nı
n hem insan hem de bütün canlı
lar üzerinde etkisini inceleyen bilim dalı
.
aktinyum
* Atom numarası89, atom ağı
rlı
ğı227 olan, radyoaktif bir element.Kı
saltmasıAc.
aktinyumlu
* Özünde aktinyum bulunduran.
aktivite
aktivizm
* Etkinlik.
* Etkincilik.
aktör
* Erkek oyuncu.
* Olduğundan baş
ka türlü görünen kimse.
aktöre
* Ahlâk.
aktörlük
aktris
aktüalite
* Aktörün görevi, aktörün yaptı
ğ
ıiş
.
* Olduğundan baş
ka türlü görünme, kendini baş
ka türlü gösterme.
* Kadı
n oyuncu.
* Güncellik.
* Günün olayıveya konusu.
aktüalitesini kaybetmek
* güncelliğini yitirmek.
aktüalizm
* Geçmişjeolojik olayları
n bugünkülere bakarak açı
klanabileceğ
ini ileri süren öğ
reti, edimselcilik.
* Kuvveden fiile geçmişolan hâl (Aristo felsefesi).
aktüel
akur
* Güncel, ş
imdiki.
* Edimsel.
* Azgı
n, kı
zgı
n (hayvan).
akustik
* Fizik biliminin konusu ses olan kolu, yankı
bilimi.
* Kapalıbir yerde seslerin dağı
lı
m biçimi, ses dağ
ı
lı
mı
, yankı
lanı
m.
akut
*İ
lerlemiş
,ş
iddetli, acil (hastalı
k).
akuzatif
akü
* Yükleme durumu.
* Akümülâtörün kı
saltı
lmı
şadı
.
akümülâtör
* Elektrik enerjisini kimyasal enerji olarak depo eden, istenildiğinde bunu elektrik enerjisi olarak veren cihaz,
akı
mtoplar.
aküpunktür
* Vücudun belirli noktaları
na genellikle altı
n iğne batı
rarak yapı
lan Çin'de yayı
lmı
şolan tedavi.
akva
akvam
akvarel
* Kuvvetli, sağlam.
* Bir tür sı
rmalı
ve köstekli bı
çak.
* Kavimler.
* Sulu boya resim.
akvaryum
* Tatlıveya tuzlu su hayvanları
nı
n, su bitkilerinin yapay bir ortamda beslendiğ
i cam su kabı
.
akvaryumcu
* Akvaryum iş
iyle uğ
raş
an kimse.
akvaryumculuk
* Akvaryumcunun mesleği.
* Süs balı
ğ
ıbeslemeciliğ
i.
akya balı
ğ
ı
* Uskumrugillerden, ufak pullu, 10-15 bazen de 50-60 kg gelen bir balı
k, akbalı
k (Lichia amia).
akyuvar
* Kan ve lenf gibi vücut sı
vı
ları
nda bulunan çekirdekli, yuvarlak hücre, lökosit.
akzambak
* Zambakgillerden, süs bitkisi olarak yetiş
tirilen, çiçeğ
i dişve yüz ş
iş
lerinin tedavisinde kullanı
lan bir bitki
(Lilium candidum).
Al
* Alüminyum'un kı
saltması
.
al
al
* Aldatma, düzen, tuzak, hile.
* Kanı
n rengi, kı
zı
l, kı
rmı
zı
.
* Bu renkte olan.
* (at donu için) Dorunun açı
ğ
ı
, kı
zı
la çalan.
* Yüze sürülen pembe düzgün, allı
k.
al (veya alı
n)
* iş
te.
al (veya kanlı
) gömlek gizlenemez
* gizli tutulmasıelde olmayan ş
eyler için söylenir.
-al- / -el*İ
simden fiil türeten ek.
-al / -el
*İ
simden sı
fat türeten ek: gen-el, gövel (< gök-el), güz-el (<gözel), doğ
-al, öz-el vb.
al basmak
* loğ
usa albastıhastalı
ğ
ı
na tutulmak.
al bayrak (veya sancak)
* Türk bayrağ
ı
.
al benden de o kadar
* ben de aynıdurumdayı
m veya ben de aynıdüş
üncedeyim.
al birini, vur ötekine (veya birine)
* hiçbiri iş
e yaramaz, hepsi bir ayarda.
al elmaya taşatan çok olur
* değ
erli kimselere sataş
an çok olur.
al giymedim ki alı
nayı
m
* "bu iş
le hiçbir ilgim olmadı
ğ
ıiçin söylenen sözleri kendi üzerime almadı
m" anlamı
nda kullanı
lı
r.
al gülüm ver gülüm
* iki sevgilinin birbirine sevgi gösterisinde bulunmaları
.
* bir kimseye yapı
lan hizmetin hemen karş
ı
lı
ğı
nıbekleme durumu.
al kan
* Doymuşalifatik hidrokarbonları
n genel adı
, parajin.
al kanlara boyanmak
* yaralanmak, vurularak ölmek; ş
ehit olmak.
al karı
sı
* Loğusalara musallat olarak onlarıboğ
duğu sanı
lan görüntü.
al kiraz üstüne kar yağmı
ş
* düş
ünülmeyen, beklenilmeyen ş
eylerin de olabileceğini anlatı
r.
al sana bir daha
* yeni bir aksilik olunca bezginlik bildirmek için "iş
te" anlamı
nda söylenir.
al takke ver külâh
* uzun bir çekiş
meden sonra, çekiş
e çekiş
e.
* araları
ndaki senli benli iliş
kiyi sürdürerek.
ala
âlâ
* Karı
ş
ı
k renkli, çok renkli, alaca.
* Açı
k kestane renginde olan, elâ (göz).
* Kekliğin boynundaki siyah halka.
* Alabalı
ğı
n kı
saltı
lmı
şadı
.
*İ
yi, pek iyi.
-ala- / -ele* Fiilden sı
klı
k (tekerrür) çatı
sıtüreten ek: çalk-ala-, ş
aş
-ala-, silk-ele-, it-ele-, kak-ala-, kov-ala- vb.
ala ala
* Toplu olarak yapı
lan iş
lerde bağ
rı
ş
arak söylenen ala ala hey! ünleminde geçer.
ala alaya kalkmak
* bağ
rı
ş
arak gürültü etmeye kalkmak.
ala gün
* Yazı
n güneşbulut arkası
nda kaldı
ğ
ı
nda oluş
an gölgeli durum.
ala sulu
* Yeni olgunlaş
maya baş
lamı
ş(meyve).
*İ
yi piş
memiş
, suluca (yemek).
ala tav
* Az tavlı
, yarı
yaşyarıkuru olan (toprak).
ala tavlı
* Bitkinin çimlenmesi için yeterli tavı
bulmamı
ş(toprak).
*İ
yice piş
memiş(yemek).
Ala Yuntlu
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
alabacak
* Ayağısekili (at).
* Ara bozucu, dönek, uğ
ursuz (kimse).
alabalı
k
* Ala balı
kgillerden, soğuk ve duru sularda yaş
ayan, eti turuncu ve lezzetli, 250 gr dan 2 kg a kadar gelen bir
tatlısu balı
ğ
ı(Trutta faris).
alabalı
kgiller
* Omurgalıhayvanlardan, kemikli balı
kları
n bir familyası
.
alabanda
* Deniz teknelerinin iç yanları
, borda karş
ı
tı
.
alabanda ateş
* Geminin bir yanı
nda bulunan toplarla birden ateşedilmesi komutu.
alabanda etmek
* dümeni sağ
a veya sola, sonuna kadar çevirmek.
alabanda iskele
* Dümeni sol yana doğru sonuna kadar çevirme komutu.
alabanda sancak
* Dümeni sağyana doğ
ru, sonuna kadar çevirme komutu.
alabanda vermek
* azarlamak, paylamak, haş
lamak.
alabandayıyemek
* adamakı
llıazarlanmak.
alabaş
* Turpgillerden, ş
algama benzeyen bir bitki.
alabildiğ
ine
* Sı
nı
rsı
z, uçsuz bucaksı
z.
* Aş
ı
rıderecede, gereğinden çok.
* Olanca hı
zıile.
alabora
* Geminin devrilecek kadar yan yatması
.
* Bir serenin yatay durumdan düş
ey duruma getirilmesi.
* Selâmlamak için filika küreklerinin yukarı
ya kaldı
rı
lması
.
* Balı
ğı
toplamak için dalyan ağ
ı
nı
n yukarı
ya alı
nması
.
alabora olmak
* tekne, sandal vb. deniz araçlarıdevrilip ters dönmek.
* iş
ler alt üst olmak.
alabros
* Fı
rça gibi dik kesilmiş(erkek saçı
).
alaca
* Birkaç rengin karı
ş
ı
mı
ndan oluş
an renk.
*İ
ki veya daha çok renkli.
* Birkaç renkli iplikten yapı
lmı
şdokuma.
* Ağaçta ilk olgunlaş
an meyve.
* Keklik, bı
ldı
rcı
n gibi kuş
ları
avlamak için kullanı
lan iki renkli bez.
* Meyvelere, daha çok üzüme düş
en ben.
* Kötü huy.
alaca aş
* Aş
ure.
alaca bulaca
* Çok karı
ş
ı
k renkli.
alaca düş
mek
* (meyve) olgunlaş
maya baş
lamak.
alaca karanlı
k
* Güneşdoğmadan önce veya battı
ktan hemen sonraki aydı
nlı
k, yarıkaranlı
k.
alacabalı
kçı
l
* Balı
kçı
lgiller familyası
ndan, uzunluğ
u 50 cm, kül rengi, akla kara karı
ş
ı
k, sazlı
klarda yaş
ayan bir kuştürü
(Ardeola ralloides).
alacağ
ıolmak
* birinden alı
nacak parasıolmak.
* vakit darlı
ğ
ı
ndan bir öneriyi kibarca geri çevirmek.
alacağ
ıolsun!
* "günün birinde ondan öcümü alı
rı
m" anlamı
nda göz korkutma sözü.
alacağ
ı
m olsun da ala kargada olsun
* alacaklıolmak iyi bir ş
eydir.
alacağ
ı
na ş
ahin, vereceğine karga (veya kuzgun)
* alı
rken kolaylı
k gösteren, verirken de güçlük çı
karan kimse.
alacağ
ı
na tutmak
* bir ş
eyi vereceğe veya borca karş
ı
lı
k saymak.
alacak
* Bir hesap gereğ
ince daha alı
nmamı
şolan para, mal veya baş
ka ş
ey, matlûp.
* Para verilerek alı
nacak ş
ey.
alacak verecek
* alı
şverişiliş
kisi.
alacakarga
* Saksağ
an.
alacaklı
* Birinden alacağ
ıolan, borçlu karş
ı
tı
.
* Birinden alacağ
ıolan kimse.
alacaklıçı
kmak
* alacağı
vereceğinden çok olmak.
alacaklıolmak
* birinden alacağ
ıbir ş
ey bulunmak.
alacalama
* Alacalamak iş
i.
alacalamak
* Renk renk, benek benek boyamak.
alacalandı
rma
* Alacalandı
rmak iş
i.
alacalandı
rmak
* Alaca duruma getirmek.
alacalanma
* Alacalanmak iş
i.
alacalanmak
* Alaca bir duruma gelmek.
* Eriyen karlar arası
ndan yer yer toprak görünmek.
* Herhangi bir heyecan dolayı
sı
yla benzi kı
zarı
p bozarmak, renkten renge girmek.
alacalı
* Alaca, rengârenk.
alacalıbulacalı
* Çok karı
ş
ı
k ve çiğrenkli, alaca bulaca.
alacalı
k
* Alacalıolma durumu.
* Renkli ve renksiz kı
lları
n bütün vücutta düzenli ş
ekilde dağ
ı
lmayarak büyük ve küçük parçalar hâlinde
birleş
mesiyle meydana gelen bir at donu.
alacamenekş
e
* Hercaî menekş
e.
alacasansar
* Benekli sansar türü.
alaçam
alaçı
k
alafranga
* Rengi kı
zı
la yakı
n bir çam türü (Picea excelsa).
* Üzeri dal ve hası
rla örtülmüşkulübe, çardak.
* Keçeden yapı
lan çadı
r.
* Frenklerin töre, âdet ve hayatı
na uygun, Frenklerle ilgili, alaturka karş
ı
tı
.
* Avrupa uygarlı
ğı
nıbenimsemiş
, Avrupa eğ
itimiyle yetiş
miş(kimse).
* Alafranga saat.
alafranga müzik
* Batı
tarzı
nda ve ölçülerinde yapı
lmı
şmüzik.
alafranga saat
* Günü 24 saat sayarak, günün baş
layı
ş
ı
nıgece yarı
sı01 olarak kabul eden saat sistemi.
alafranga tuvalet
* Batı
tarzı
nda kapaklı
, üzerine oturulabilen klozetli tuvalet.
alafrangacı
* Alafranga hayatı
benimsemişolan.
alafrangacı
lı
k
* Alafrangacıolma durumu.
alafrangalaş
ma
* Alafranga usulleri benimseme, alafranga olma.
alafrangalaş
mak
* Alafranga olmak, alafranga davranmak.
alafrangalaş
tı
rma
* Alafrangalaş
tı
rmak iş
i.
alafrangalaş
tı
rmak
* Alafrangalaş
ması
na sebep olmak.
alafrangalı
k
* Alafranga olma durumu.
alâgarson
* Kı
sa kesilmişsaç.
* Oğlan saçı
biçiminde kesilmiş(kadı
n saçı
).
alageyik
* Geyikgillerden, postu benekli, erkeklerinin boynuzlarıuca doğ
ru kürek biçiminde geniş
leyen, Güney
Avrupa ve Kuzey Afrika'da yaş
ayan bir cins geyik, sı
ğı
n (Dama dama).
alâimisema
* Gök kuş
ağ
ı
.
-alak / -elek
* Fiilden sı
fat türeten ek: yat-alak, as-alak, çök-elek vb.
alâka
*İ
lgi.
* Gönül bağı
.
alâka çekmek (toplamak veya uyandı
rmak)
* ilgi çekmek.
alâka duymak
* ilgi duymak.
alâkabahş
*İ
lgilendirici, ilgi çeken, ilginç.
alâkadar
*İ
lgili, ilgili bulunulan.
alâkadar etmek
* ilgilendirmek.
alâkadar olmak
* ilgilenmek.
alâkalandı
rma
* Alâkalandı
rmak iş
i.
alâkalandı
rmak
*İ
lgilendirmek.
alâkalanma
* Alâkalanmak iş
i.
alâkalanmak
*İ
lgilenmek.
* Gönül bağlamak, yakı
nlı
k duymak.
* Bir ş
ey çekici gelmek; zevk almak.
alâkalı
alakarga
alâkart
alâkası
z
*İ
lgili.
* Kargagillerden, iri gövdeli, ötücü, tüyleri alacalıbir kuştürü, kestane kargası(Garrulus glandarius).
* Saksağ
an.
* Yemek listesinden seçilen, fiyatlarıayrıayrıhesaplanan (yemek), tabldot karş
ı
tı
.
* Yemek listesinden yemek seçerek.
*İ
lgisiz, ilgisi olmayan.
alâkası
zlı
k
*İ
lgisizlik.
alâkayı(veya alâkası
nı
) kesmek
* ilgiyi, ilgisini kesmek, iliş
kisi kalmamak, ayrı
lmak.
alâkok
alalama
alalamak
etmek.
alamana
* Rafadan.
* Alalamak iş
i, kamuflâj.
* Beneklerle, çizgilerle veya renklerle bezeyerek bir ş
eyi bulunduğu çevreye uydurmak, maskelemek, kamufle
* Balı
k avlamakta veya yük taş
ı
makta kullanı
lan büyük kayı
k.
alamana ağı
* Kı
yı
lardan uzak sularda avlanmak için iki alamana kayı
ğıtarafı
ndan kullanı
lan, uzunluğu 200 ile 250,
geniş
liğ
i 7 ile 25 kulaç olan büyük ağ.
alâmet
* Belirti, iş
aret, iz, niş
an.
* Büyüklük, irilik bakı
mı
ndan ş
aş
ı
lacak durumda olan ş
ey.
alâmetifarika
* Bazıticaret eş
yasıüzerine konulan, o eş
yayıüreten veya satanıtanı
tan resim, harf gibi özel iş
aret, marka.
* Ayı
rı
cınitelik, ayı
rı
cıözellik.
alâmetifarikalı
* Alâmetifarikasıolan.
alâminüt
* Çarçabuk, anı
nda, hemen, ş
ipş
ak.
alâminüt yemek
* Kolayca hazı
rlanı
p tüketilebilen yemek.
alan
* Düz, açı
k ve genişyer, meydan, saha.
* Orman içinde düz ve ağ
açsı
z yer, düzlük, kayran.
* Bir konu veya çalı
ş
ma çevresi.
* Yüz ölçümü.
*İ
çinde birtakı
m kuvvet çizgilerinin yayı
lmı
şbulunduğ
u var sayı
lan uzay parçası
.
* Eski Roma'da açı
k hava gösterisi yapı
lan genişyer.
* Bir alı
cı
merceğ
inin net bir görüntü sağlayabildiği derinlik ve geniş
liğ
in bütünü.
* Yarı
ş
maları
n, karş
ı
laş
maları
n ve oyunları
n yapı
ldı
ğ
ıyer, saha.
alan hı
zı
* Hareket eden bir cismi, duran bir noktaya birleş
tiren doğ
ru parçası
nı
n birim zamanda taradı
ğıalan.
alan korkusu
* Bazıkiş
ilerin alan, park, sokak gibi yerlerde duyduklarıürkeklik hastalı
ğ
ı
, agorafobi.
alan talan
* Karmakarı
ş
ı
k, allak bullak, darmadağ
ı
nı
k.
alan talan etmek
* allak bullak etmek, dağ
ı
tmak, alt üst etmek, yağ
ma etmek.
alan talan olmak
* her biri bir yana dağı
lmak.
alan topu
* Tenis.
alarga
* Açı
ktan geç, yaklaş
ma.
* Açı
k deniz, engin.
* Uzaktan, açı
ktan.
alarga durmak
* uzak durmak, karı
ş
mak istememek, ilgisiz davranmak.
alarga etmek
* açı
k denize çı
kmak, engine açı
lmak.
* geri çekilmek, uzaklaş
mak.
alargada durmak
* uzakta durmak.
alargadan seyretmek
* Uzaktan bakmak.
alârm
* Bir tehlike olduğunda bunu herkesin haber alması
için verilen iş
aret.
alârma geçmek
* beliren tehlikeye karş
ı
direnebilecek, dayanabilecek duruma gelmek.
alaş
ağıetmek
* birini, yetkilerini elinden alı
p yerinden uzaklaş
tı
rmak, atmak, kovmak.
* kapı
p yere vurmak.
alaş
ağıvur yukarı
* çekiş
e çekiş
e (pazarlı
k).
alaş
ı
m
*İ
ki veya daha çok metalden, bazıdurumlarda metallerle, C, P, Te gibi elementlerden oluş
an metal
görünümünde katıveya sı
vıkarı
ş
ı
m.
alaş
ı
mlama
* Alaş
ı
mlamak iş
i.
alaş
ı
mlamak
* Çözen metale, alaş
ı
m elementlerini eriterek katmak.
alaten
alaturka
* Cüzamlı
, abraş
.
* Eski Türk gelenek, görenek, töre ve hayatı
na uygun, alafranga karş
ı
tı
.
* Bu töre ve hayatı
benimsemiş(kimse).
* Alaturka saat.
* Düzensiz, yöntemsiz.
alaturka müzik
* Türk müziği.
alaturka saat
* Güneş
in batı
ş
ı
nda 12'yi gösterecek biçimde ayarlanmı
şsaat, ezanî saat.
alaturka tuvalet
* Tuvalet ihtiyacı
nıgidermek amacı
yla çömelme usulüne göre yapı
lan tuvalet.
alaturkacı
* Alaturka bilen, alaturka eser veren kimse.
* Türk müziğinden yana olan.
* Bu tür müziğ
i seslendiren veya çalan, söyleyen.
alaturkacı
lı
k
* Alaturkacı
olma durumu.
alaturkalaş
ma
* Alaturkalaş
mak durumu.
alaturkalaş
mak
* Alaturka olmak.
alaturkalaş
tı
rma
* Alaturkalaş
tı
rmak iş
i.
alaturkalaş
tı
rmak
* Alaturkalaş
ması
nısağ
lamak.
alaturkalı
k
* Alaturka olma durumu.
alavandalı
* Bkz. andavallı
.
alavere
* Bir ş
eyin elden ele geçmesi.
* Bir ş
eyi elden ele vererek aktarma.
* Vapurlarda bu biçimde taş
ı
ma iş
i için bordalarda kurulan basamaklıiskele.
* Kargaş
alı
k.
alavere dalavere yapmak (veya çevirmek)
* hileli, düzenli bir işyapmak, yalanla dolanla işgörmek.
alavere tulumbası
* Emme basma tulumbası
.
alavereci
* Piyasada fiyatı
düş
ünce yükselir umuduyla mal alan ve fiyat yükselince malısatan toptancı
, vurguncu,
spekülâtör.
alay
* Herhangi bir törende veya gösteride yer alan topluluk.
* Çok kalabalı
k.
* Bütünü, hepsi.
* Genel olarak üç tabur (süvarilerde dört veya beşbölük) ve bunlara bağlıbirliklerden oluş
an asker
topluluğ
u.
* Çok miktarda, fazla sayı
da.
alay
* Ses tonu, söz, davranı
şgibi yollarla biriyle, bir ş
eyle eğlenme; onu küçümseme.
alay alay
* Kalabalı
k olarak, pek çok.
alay beyi
* Albay rütbesinde jandarma alay komutanı
.
alay etmek
* bir kimsenin, bir ş
eyin, bir durumun, gülünç, kusurlu, eksik vb. yönlerini küçümseyerek eğ
lence konusu
yapmak.
alay geçmek
* alay etmek.
alay gibi gelmek
* inanı
lacak gibi olmamak.
alay malay
* hep birden, birlikte.
alaya almak
* alay etmek, eğlenmek.
alaya bozmak
* alay niteliğ
i vermek.
alaya çı
kmak
* askerî bir okulda baş
arıgösteremeyerek kı
taya gönderilmek.
alaybozan
* Bir çeş
it fitilli tüfek.
alaycı
alaycı
lı
k
* Alay etme huyu olan, müstehzi.
* Alay eden, küçümseyen, küçümseyerek eğlenen.
* Alay etmeyi huy edinmişolma durumu.
alayı
nda olmak
* iş
i önem vermeyerek yapmak, iş
iş
aka konusu yapmak.
âlâyı
vâlâ ile
* bütün gösteriş
i ile.
alâyiş
* Gösteriş
, göz kamaş
tı
rma.
alâyiş
li
* Gösteriş
li.
alaylı
* Erlikten yetiş
mişsubay.
* Gerekli okul eğitimini görmeden kendini yetiş
tirmişolan (kimse), mektepli karş
ı
tı
.
* Gösteriş
li, görkemli, debdebeli.
alaylı
* Alay edici, küçümseyici, müstehzi.
alaysı
* Alaya benzer, ciddî olmayan.
alaz
alaz alaz
alaza
* Alev, yalaz.
* Alev alev.
* Dökülen tohumlarla ertesi yı
l kendiliğinden çı
kan tahı
l, soğ
an vb.
alazlama
* Alazlamak iş
i.
* Vücutta kı
zı
llı
k veya kı
zı
l lekeler belirmesi durumu.
alazlamak
* Bir ş
eyin yüzünü alevden geçirmek, aleve tutmak.
* Sı
zlatmak, yakmak, acı
vermek.
alazlanma
* Alazlanmak iş
i.
alazlanmak
* Alazlamak iş
ine konu olmak.
*İ
nsan derisi için, üstünde kı
zı
llı
k veya kı
zı
l lekeler belirmek.
albasma
* Albastı
.
albastı
* Doğum sı
rası
nda temizliğ
e dikkat edilmemesi yüzünden loğusanı
n tutulduğu ateş
li hastalı
k, loğusa
humması
, albasma.
albatr
albatros
exulans).
albay
* Kaymak taş
ı
, su mermeri.
* Fı
rtı
na kuş
ugillerden, 1 m uzunluğunda, Atlantik Okyanusu'nda yaş
ayan iri bir kuştürü (Diomedea
* Rütbesi yarbay ile tuğ
general arası
nda bulunan ve ası
l görevi alay komutanlı
ğ
ıolan üstsubay, miralay.
albaylı
k
* Albay rütbesi veya albayı
n görevi.
albeni
* Alı
m, çekicilik, cazibe.
albeni vermek
* çekiciliğ
ini artı
rmak, ilgi toplamak, hoşve güzel göstermek.
albenili
* Alı
mlı
, çekici, cazibeli.
albenisi olmak
* çekiciliğ
i bulunmak.
albinos
* Akş
ı
n.
albüm
* Resim, fotoğ
raf, pul gibi ş
eyleri dizip saklamaya yarayan bir tür defter.
* Herhangi bir konu ile ilgili kı
sa açı
klamalar verilerek resimler bası
lmı
şolan kitap.
* Bir sanatçı
nı
n eserlerinin bir bölümünün yer aldı
ğı
kaset, uzunçalar, tekerçalar.
albümin
* Bitkilerin, hayvanları
n doku ve sı
vı
ları
nda bulunan, birleş
imi karbon, oksijen, azot, hidrojen ve kükürt
olan, suda eriyen, beyaza yakı
n renkte, yapı
ş
kan madde.
albümin iş
eme
* Birçok hastalı
klarda, özellikle böbrek hastalı
kları
nda idrarda albümin bulunmasıdurumu, ak tutma.
albüminli
*İ
çinde albümin bulunan.
alçacı
k
* Çok alçak.
alçacı
k dağ
larıben yarattı
m demek
* çok kurumlu olmak, kendini çok beğenmek.
alçak
* Yerden uzaklı
ğ
ıaz olan, yüksek karş
ı
tı
.
* Aş
ağ
ı
, yüksek olmayan (yer).
* (boy için) Kı
sa.
* Bile bile en kötü, en ahlâksı
zca davranı
ş
larda bulunan, aş
ağ
ı
lı
k, soysuz, namert, rezil hain.
alçak bası
nç
* Barometrede 760 mm altı
nda bulunan, kötü havaya iş
aret olan hava durumu.
alçak gerilim
* Düş
ük voltajlıelektrik hattı
.
* Değeri ve gücü az olan elektrik potansiyeli.
alçak gönüllü
* (makam, para vb. durumlarda) Aş
ağıolanlarıkendisiyle eş
it tutan veya kendi değerini olduğ
undan aş
ağ
ı
gösteren (kimse), mütevazı
.
alçak gönüllülük
* Alçak gönüllü olma durumu.
alçak kabartma
* Heykel sanatı
nda, yüzeyden çı
kı
ntı
sıaz olan kabartma.
alçak kavuş
um
* Kavuş
umda gezegenin güneş
le yer arası
nda bulunması
.
alçak ses
* Hafif ses.
* Kalı
n ses.
alçak yaylak
* Devamlıoturma bölgesinde, normal tahı
l ziraatı
yapı
lan alanları
n bitiş
iğ
inde genellikle deniz seviyesinden
900-1200 metre yükseklikteki yaylak.
alçakça
* Oldukça alçak.
* Alçak, aş
ağ
ı
lı
k kimselere yaraş
ı
rcası
na.
alçaklaş
ma
* Bayağ
ı
laş
mak durumu.
alçaklaş
mak
* Bayağ
ı
laş
mak.
alçaklaş
tı
rma
* Alçaklaş
tı
rmak durumu.
alçaklaş
tı
rmak
* Alçaklaş
ması
na sebep olmak.
alçaklı
k
alçalı
ş
* Alçak olma durumu.
* Alçakça davranı
ş
,ş
enaat.
* Aş
ağ
ı
laş
ma, bayağ
ı
laş
ma, mezellet.
alçalma
* Alçalmak iş
i, inme.
* Toprağı
n çöküp oturması
.
* Kabarma alçalma olayı
nda suları
n indiği dönem, cezir.
* Düş
künlük, zül.
alçalmak
alçaltı
* Alçak duruma gelmek, yüksekten aş
ağı
doğru inmek.
* (insan için) Değeri azalmak.
* Küçük düş
ürme, hor görme, zillet.
alçaltı
cı
* Küçük düş
ürücü.
alçaltı
ş
* Alçaltmak iş
i veya biçimi.
alçaltma
* Alçaltmak iş
i.
alçaltmak
* Alçak duruma getirmek.
* Değerini azaltmak.
alçarak
alçı
* Az alçak.
* Alçı
taş
ı
nı
n piş
irilip toz durumuna getirilmesinden elde edilen madde.
alçıkalı
p
* Bir ş
eyin üzerine alçıdökülerek alı
nan kalı
p.
alçıtaş
ı
* Toprak içinde katman olarak bulunan ve piş
irilip toz durumuna getirilerek alçıyapmaya yarayan hidratlı
kalsiyum sülfat, jips.
alçı
cı
alçı
lama
* Alçı
taş
ı
nıçı
karan kimse.
* Tavan ve duvarları
n alçı
ile kaplanması
nda çalı
ş
an iş
çi.
* Alçı
lamak iş
i.
alçı
lamak
* Alçı
ile sı
vamak.
* Alçı
karı
ş
tı
rmak.
alçı
lanma
* Alçı
lanmak iş
i.
alçı
lanmak
* Alçı
lamak iş
ine konu olmak.
alçı
latma
* Alçı
latmak iş
i.
alçı
latmak
* Alçı
ile kapattı
rmak, sı
vatmak.
alçı
lı
*İ
çinde alçıbulunan.
* Alçı
ile sarı
lmı
şolan.
alçı
pan
* Tavan süslemelerinde kullanı
lan ve çeş
itli desenleri olan alçı
dan yapı
lmı
şkalı
p.
alçı
ya almak (veya koymak)
* kı
rı
lan bir kemiği gereğ
i gibi kaynamasıiçin alçı
ya batı
rı
lmı
şsargı
ile sarmak.
aldanç
aldangı
ç
* Çabuk ve kolay aldatı
lan kimse.
* Üzeri ot veya kumla örtülmüşçukur, tuzak.
aldanı
ş
* Aldanmak iş
i veya biçimi, kanma.
aldanma
* Aldanmak iş
i.
aldanmak
* Görünüş
e kapı
larak yanlı
şbir yargı
ya varmak, yanı
lmak.
* Bir hileye, bir yalana kanmak.
* Düşkı
rı
klı
ğ
ı
na uğramak.
* Avunmak, oyalanmak.
* (bitkiler için) Havanı
n birden ı
sı
nması
yla zamansı
z açan çiçek, soğ
uk sebebiyle donmak.
aldatı
cı
* Aldatma niteliğ
i olan, yanı
ltı
cı
, kandı
rı
cı
.
aldatı
lma
* Aldatı
lmak iş
i.
aldatı
lmak
* Aldatmak iş
ine konu olmak.
aldatı
ş
* Aldatma iş
i veya biçimi.
aldatma
* Aldatmak iş
i.
aldatmaca
* Aldatmaya dayanan davranı
ş
, aldatı
cıoyun.
aldatmak
* Beklenmedik bir davranı
ş
la yanı
ltmak.
* Karş
ı
sı
ndakinin dikkatsizliğ
inden, ilgisizliğ
inden, gereğ
i gibi uyanı
k olmayı
ş
ı
ndan yararlanarak onun
zararı
na kazanç sağ
lamak.
* Birine verilen sözü tutmamak, yalan söylemek.
* Bir ş
eyin görünürdeki durumu, o ş
eyin niteliği bakı
mı
ndan yanlı
şbir kanıvermek.
* Ayartmak, kötü yola sürüklemek, baş
tan çı
karmak, iğ
fal etmek.
* (karıveya koca) Eş
ine sadakatsizlik etmek, ihanet etmek.
* Oyalamak, avutmak.
aldehit
aldı
* Alkolleri oksitlendirme veya asitleri indirgeme yolu ile elde edilen uçucu bir sı
vı
.
* (halk edebiyatı
nda) söylemeye baş
ladı
.
aldı
ğ
ıabdest ürküttüğü kurbağaya değ
memek
* sağladı
ğı
yarar, verdiğ
i zararıkarş
ı
lamamak.
aldı
rı
ş
* Aldı
rmak iş
i veya biçimi.
aldı
rı
şetmemek
* önem vermemek, aldı
rmamak, ilgi göstermemek, ilgilenmemek, ilgisiz kalmak, umursamamak.
aldı
rı
ş
sı
z
* Aldı
rmaz, umursamayan.
aldı
rma
* Aldı
rmak iş
i.
aldı
rmak
* Almak iş
ini yaptı
rmak.
* Getirtmek.
* Vücuttan herhangi bir parçayıveya organısağ
lı
k sebebiyle operasyonla çı
kartmak.
* Önem vermek, değer vermek (bu fiil, bu anlamıile ancak olumsuz, soru veya ş
art biçimlerinde kullanı
lı
r).
* Elindekini baş
kası
na kaptı
rmak.
* Sı
ğ
dı
rmak.
aldı
rmaz
* Bir ş
eye önem vermeyen; umursamayan, kayı
tsı
z, lâkayt.
aldı
rmazlı
k
* Aldı
rmaz olma durumu, tasası
zlı
k, kayı
tsı
zlı
k, lâkaydî.
aldı
rtma
* Aldı
rtmak iş
i.
aldı
rtmak
* Aldı
rmak iş
ini baş
kası
na yaptı
rmak.
alegori
* Bir görüntü, bir yaş
antıveya bir davranı
ş
ı
n daha iyi kavranması
nısağlamak için göz önünde canlandı
rı
p
dile getirme.
alegorik
aleksi
* Alegori ile ilgili.
* Okuma yitimi.
alelâcayip
* Acayip üstü çok acayip, tuhaf, garip, bambaş
ka.
alelâcele
alelâde
alelâdelik
alelhesap
* Çok acele ederek, çarçabuk, ivedilikle.
* Her zaman görülen, olağan.
* Bayağ
ı
, sı
radan.
* Alelâde olma durumu.
* Hesaba sayarak.
alelhusus
* Hele, özellikle, en çok.
alelı
tlak
* Genel olarak.
alelumum
* Genel olarak, genellikle.
alelusul
* (yöntem gereği, yöntem üzere) Yol yordam gereğince, kurala uygun bir biçimde.
alem
* Bayrak.
* Minare, kubbe, sancak direği gibi yüksek ş
eylerin tepesinde bulunan, madenden yapı
lmı
şay yı
ldı
z veya lâle
biçiminde süs.
âlem
* Yeryüzü ve gökyüzündeki nesnelerin oluş
turduğ
u bütün, evren.
* Dünya, cihan.
* Aynıkonu ile ilgili kimseler veya bu kimselerin uğraş
ları
nı
n bütünü.
* Hayvan veya bitkilerin bütünü.
* Durum ve ş
artlar.
* Herkes, baş
kaları
.
* Ortam, çevre.
* Eğ
lence.
* Kendine özgü birçok niteliğ
i bulunan ş
ey veya farklı
davranı
şiçinde bulunan kimse.
* Duygu, düş
ünce, düşgücü.
alem olmak
* sembol olmak.
âlem yapmak
* sazlısözlü eğlenmek.
alemci
* Camilerin kubbelerine, minarelerine alem yapan veya takan kimse.
alemdar
* Bayrağıveya sancağı
taş
ı
yan, bayraktar, sancaktar.
* Önder.
âleme dalmak
* çevre ile ilgisini kesip iç dünyası
na kapanmak.
* eğ
lenceye, zevkusefaya kapı
lmak.
âlemi var mı
?
* yakı
ş
ı
k alı
r mı
, uygun olur mu?.
âlemin ağzıtorba değil ki büzesin
* Bkz. elin ağ
zıtorba değil ki büzesin.
âlemş
ümul
* Dünya ölçüsünde, evrensel, üniversel.
alenen
* Açı
ktan açı
ğa, herkesin gözü önünde, herkesin içinde, gizlemeden, açı
kça.
alengirli
* Gösteriş
li, yakı
ş
ı
klı
.
alenî
* Açı
k, ortada, meydanda, herkesin içinde yapı
lan.
alenîleş
me
* Alenîleş
mek iş
i veya durumu.
alenîleş
mek
* Herkesçe bilinir duruma gelmek.
aleniyet
* Açı
k olma durumu, açı
klı
k.
alerji
* Bazıcanlı
ları
n birtakı
m yiyeceklere, ilâçlara, toz, koku gibi nesnelere karş
ıhastalı
k derecesinde gösterdikleri
aş
ı
rı
tepki.
* Bir kimseye veya bir ş
eye karş
ıolumsuz yönde duyulan aş
ı
rıduyarlı
k.
alerjik
* Alerji ile ilgili olan.
* Herhangi bir maddeye veya kimseye karş
ıolumsuz duygularıolan, alerjisi bulunan.
alessabah
* Sabah erkenden.
alesta
* Harekete hazı
r, tetikte.
alesta beklemek
* hazı
r durumda beklemek.
alesta durmak
* tetikte beklemek.
alesta tutmak
* hemen kullanı
labilecek durumda bulundurmak.
alet
* Bir el iş
ini veya mekanik bir iş
i gerçekleş
tirmek için özel olarak yapı
lmı
şnesne.
* Bir sanatıyapmaya, uygulamaya yarayan özel araç, aygı
t.
* Bir makineyi oluş
turan ve iş
lemesine yardı
m eden parçalardan her biri.
* Hoşgörülmeyen bir iş
e yardı
mcıveya aracıolmayıkabul eden kimse, maş
a.
alet edevat
* Bu el iş
ini veya mekanik bir iş
i gerçekleş
tirmek için kullanı
lan araçlar.
alet etmek
* bir iş
te birini uygun olmayan bir biçimde kullanmak.
alet olmak
* bilerek bir çı
kar karş
ı
lı
ğ
ıveya bilmeyerek kötü bir iş
te aracı
lı
k etmek, vası
ta olmak.
aletli
* Aleti olan veya aletle yapı
lan.
aletli jimnastik
* Birtakı
m aletler kullanı
larak yapı
lan jimnastik.
alev
* Yanan maddelerin veya gazları
n türlü biçimlerde uzanan ı
ş
ı
klıdili, yalı
m, yalaz, alaz.
* Ateş
, sı
caklı
k, kı
vı
lcı
m.
* Aş
k ateş
i.
* Mı
zrak uçları
na takı
lan küçük bayrak, flâma.
alev alev
* Alevli olarak.
* Vücut ı
sı
sıherhangi bir sebeple artmı
şve bu sebeple kı
zarmı
şolarak.
alev almak
* tutuş
mak, yanmaya baş
lamak.
* coş
mak, heyecanlanmak, heyecana gelmek, telâş
lanmak, öfkelenmek.
alev bacayı
(veya saçağ
ı
) sarmak
* ateşbacayısarmak.
alev gibi parlamak
* canlı
,ı
ş
ı
lı
ş
ı
l olmak.
alev kı
rmı
zı
sı
* Alev rengi.
alev lâmbası
* Gaz veya benzinle çalı
ş
an, ucundan bir alev püskürterek yanan ve kurş
un boru iş
lerinde kullanı
lan bir araç.
alev makinesi
* Düş
man üzerine alevli sı
vı
lar püskürten taş
ı
nabilir alet.
alev saçağ
ısarmak
* bir olay, önüne geçilemez, tehlikeli bir duruma gelmek, ateşbacayısarmak.
Alevî
Alevîlik
* Alevîliğe bağ
lı(kimse).
* Halife Ali yanlı
sıolma durumu.
alevlendirme
* Alevlendirmek iş
i.
alevlendirmek
* Alevlenmesini sağlamak, tutuş
turmak.
* Etkisini, ş
iddetini artı
rmak, çoğaltmak.
alevlenme
* Alevlenmek iş
i.
alevlenmek
* Alev çı
karmaya baş
lamak.
* Zorlu, öfkeli veya heyecanlıbir durum almak.
* Parlamak.
alevli
aleyh
* Alevi olan, alevlenmiş
.
* Şiddetli, hararetli.
* Karş
ı
, karş
ı
t, zı
t.
aleyhe dönmek
* karş
ıdurum almak, karş
ı
duruma geçmek.
aleyhinde (veya aleyhine) söylemek (veya bulunmak)
* çekiş
tirmek, yermek.
aleyhinde olmak
* birine karş
ıolumsuz duygu ve davranı
şiçinde bulunmak.
aleyhine dönmek
* destek vermekten vazgeçip karş
ıduruma geçmek.
aleyhine olmak
* bir iş
, birinin zararı
na olmak, onun için iyi olmamak.
aleyhtar
* Karş
ıolan, karş
ı
tçı
.
aleyhtarlı
k
* Bir iş
e, harekete veya düş
ünceye karş
ıolma, karş
ı
tçı
lı
k.
aleyhte olmak
* karş
ıdurum almak.
aleykümselâm
* Arapça selâmünaleyküm selâmlama sözüne verilen "esenlik, selâmet üzerinize olsun" anlamı
nda karş
ı
lı
k.
alfa
alfa
* Yunan alfabesinin birinci harfi.
* Kuzey Afrika'da ve İ
spanya'da yetiş
en ve kâğ
ı
t, ip, halıyapı
mı
nda kullanı
lan bir bitki.
alfa ı
ş
ı
nları
* Radyoaktif maddelerin yaydı
kları
üç ı
ş
ı
ndan biri.
alfabe
* Bir dilin seslerini gösteren, belirli bir sı
raya göre dizilmişbelli sayı
da harflerin bütününe verilen ad.
* Bir dilin harflerini tanı
tarak okuma öğ
renmeyi sağ
layan kitap.
* Bir iş
in baş
langı
cı
.
alfabe dı
ş
ı
* Bir milletin alfabesinde bulunmayan harf, Türk alfabesinde bulunmayan x, w, q harfleri gibi.
alfabe sı
rası
* Harflerin alfabedeki belirli düzene göre diziliş
i.
* Eş
itlik ilkesini sağ
lamak için uyulan düzen.
alfabetik
* Alfabe sı
rası
na göre dizilmiş
.
alfabetik katalog
* Eserleri yazarları
n soy adları
na veya adları
na göre sı
raya sokan katalog.
alfabetik sı
ralama
* Bkz. alfabe sı
rası
.
alfaterapi
alfenit
alg
* Alfa ı
ş
ı
nları
nı
n tedavide kullanı
lması
na verilen ad.
*İ
çinde bakı
r, çinko, nikel bulunan ve çatal bı
çak takı
mıyapmakta kullanı
lan gümüş
lü bir alaş
ı
m.
* Su yosunu.
algarina
* Ağı
r bir ş
eyi denizden çı
karmak veya denize indirmek iş
inde kullanı
lan büyük vinçli deniz teknesi.
* Bazıgemilerin başveya kı
ç tarafı
ndan eğik olarak uzatı
lmı
şbulunan makaralı
, kı
sa ve kalı
n dikme.
algı
* Kazanç, alacak.
* Rüş
vet.
* Vergi.
algı
* Haş
haşsütünü toplamakta kullanı
lan kaş
ı
k.
algı
* Bir ş
eye dikkati yönelterek, o ş
eyin bilincine varma, idrak.
algıbı
çağ
ı
* Haş
haşkozası
nıçizmeye yarayan alet.
algı
lama
algı
lamak
* Algı
lamak iş
i, idrak etme.
* Bir olayıveya bir nesnenin varlı
ğ
ı
nı
duyum yolu ile yalı
n bir biçimde bilinç alanı
na almak, idrak etmek.
algı
lanma
* Algı
lanmak iş
i veya durumu.
algı
lanmak
* Algı
lamak iş
ine konu olmak, idrak edilmek.
algı
latma
* Algı
latmak iş
i veya durumu.
algı
latmak
* Algı
lamak iş
ini birine yaptı
rmak, idrak ettirmek.
algı
layı
cı
* Algıyetkisi olan.
algı
n
* Cı
lı
z, zayı
f, hastalı
klı
.
* Birine gönül vermiş
, tutkun, vurgun.
algler
* Su yosunları
.
algoritma
* IX. yüzyı
lı
n baş
ı
nda yaş
amı
şolan Türk matematikçilerinden Musaoğ
lu Harezmli Mehmed'e Arapları
n
unvan olarak verdiği Elharezmî adı
ndan batı
da yapı
lan bir terim. Orta Çağ
da ondalı
k sayısistemine göre yapı
lan ve
son zamanlarda belirli herhangi bir kurala bağ
lı
bulunan her türlü hesap iş
lemine verilen ad, Harezmli yolu.
-alı/ -eli
* "...-den beri" anlamı
nda zarf-fiil eki: al-alı
, gid-eli, görme-y-eli vb.
alı
al, moru mor
* telâşveya yorgunluktan yüzü kı
pkı
rmı
zı
kesilmiş(olarak).
* sağlı
klı
, canlıkanlı
.
alı
cı
* Satı
n almak isteyen kimse, müş
teri.
* Kendisine bir ş
ey gönderilen kimse.
* Bir elektrik akı
mı
nıalı
p baş
ka bir kuvvete çeviren cihaz.
* Ahize, almaç.
* Azrail.
* Görüntüleri alan cihaz, kamera.
alı
cıbulmak
* müş
teri bulmak.
alı
cıçı
kmak
* müş
teri bulunmak.
* istemek, talip olmak.
alı
cıgözüyle bakmak
* inceden inceye gözden geçirmek.
alı
cıkı
lı
ğı
na girmek
* müş
teri gibi davranmak.
alı
cıkuş
* Atmaca.
alı
cıverici
* Bağ
ı
ş
ladı
ğ
ı
nı
geri alan.
alı
cıyönetmeni
* Alı
cı
yıdoğrudan doğ
ruya çalı
ş
tı
ran ve yöneten, alı
cı
hareketlerini gerçekleş
tiren, görüntülerin filme
alı
nması
nısağlayan kimse, kameraman.
* Televizyon alı
cı
sı
nıdoğrudan çalı
ş
tı
ran kimse, kameraman.
alı
ç
* Gülgillerden, kı
rlarda yetiş
en yabanî bir ağaç (Crataegus).
* Bu ağacı
n mayhoşyemiş
i.
alı
k
* Akı
lsı
z, sersem, budala, ebleh.
alı
k
alı
k alı
k
* Hayvan çulu.
* Eskimişgiyecek.
* Aptalca, ş
aş
kı
nş
aş
kı
n.
alı
k alı
k bakmak
* aptalca, ş
aş
kı
nş
aş
kı
n.
alı
k salı
k
alı
klaş
ma
* Aptal.
* Aptalca.
* Alı
klaş
mak iş
i.
alı
klaş
mak
* Alı
k duruma gelmek, bir ş
ey karş
ı
sı
nda aptallaş
ı
pş
aş
ı
rmak, ş
aş
kı
nlaş
mak, aptallaş
mak.
alı
klaş
tı
rma
* Alı
klaş
tı
rmak iş
i.
alı
klaş
tı
rmak
* Alı
k duruma getirmek.
alı
klı
k
* Alı
k olma durumu veya alı
kça bir iş
.
alı
konulma
* Alı
konulmak iş
i.
alı
konulmak
* Alı
koymak iş
ine konu olmak, menedilmek, tatil edilmek.
alı
koyma
* Alı
koymak iş
i.
alı
koymak
* Bir süre için bir yerde tutmak.
* Birini, yapmakta olduğu veya yapmak istediği iş
ten geri tutmak.
* Ayı
rı
p saklamak.
* Mahrum etmek.
* Mani olmak, engel olmak.
alı
m
* Almak iş
i.
* Gözü, gönlü çeken durum, cazibe.
* Kurum, çalı
m, gurur.
-alı
m / -elim
*İ
stek kipinin çokluk 1. kiş
i eki: al-alı
m, gid-elim, baş
la-y-alı
m, bekle-y-elim vb.
alı
m çalı
m
* Gösteriş
, çekici hareket.
alı
m satı
m
* Satı
n alma ve satma iş
i, alı
şveriş
.
alı
m satı
m bürosu
* Alı
şverişiş
lerinin yapı
ldı
ğ
ıveya düzenlendiğ
iş
ube, yer.
alı
m satı
m ofisi
* Alı
m satı
m bürosu.
alı
mcı
* Baş
kası
nı
n hesabı
na alacak toplayan veya kabul eden kimse.
alı
mlı
* Alı
mıolan, çekici, cazibeli.
* Kurumlu, çalı
mlı
, gururlu.
alı
mlıçalı
mlı
* Gösteriş
li, güzel.
alı
mlı
lı
k
alı
msı
z
* Alı
mlıolma durumu.
* Alı
mıolmayan, cazibesiz.
alı
msı
zlı
k
* Alı
msı
z olma durumu.
alı
n
* Yüzün, kaş
larla saçlar arası
ndaki bölümü.
* Bir ocakta her türlü ayak, galeri, baca, kuyu ve yolun ilerletilmekte olan yüzeyi.
* (bazış
eylerde) Ön, ön yüz.
* Karş
ı
.
alı
n çatı
sı
*İ
ki kaş
ı
n arası
, alnı
n ortası
.
alı
n damarıçatlamak
* Bkz. ar damarıçatlamı
ş
.
alı
n teri
* Emek.
alı
n teri dökmek
* çok emek vermek, zahmetli bir işgörmek.
alı
n teri ile kazanmak
* hak ederek, çalı
ş
arak, emek vererek kazanmak.
alı
n yazı
sı
* Yazgı
, talih, kader, mukadderat.
alı
ndı
* Para veya baş
ka bir ş
eyin teslim alı
ndı
ğı
nıgösteren belge, makbuz.
alı
ndı
lı
* Yerine gitmesini sağ
lamak için gönderenin ek bir ücret ödeyerek postaya alı
ndıkarş
ı
lı
ğ
ı
nda verilen
(mektup, paket vb.).
alı
ngan
* Aş
ı
rıduygulu, çabuk gücenen, kı
rı
lan.
alı
nganlı
k
* Alı
ngan olma durumu.
alı
nlı
k
* Kadı
nları
n alı
nları
na taktı
kları
altı
n veya gümüş
ten süs eş
yası
.
* Yapı
larda cephe süsü.
alı
nma
* Alı
nmak iş
i.
alı
nmak
* Almak iş
i yapı
lmak.
* Bir sözün, bir davranı
ş
ı
n kendisine karş
ıolduğ
unu sanarak incinmek, kı
rı
lmak veya öfkelenmek.
* Elde edilmek.
* Uyarlanmak, adapte olunmak.
alı
ntı
* Bir yazı
ya baş
ka bir yazarı
n yazı
sı
ndan alı
nmı
şparça, aktarma, iktibas.
* Baş
ka bir dilden alı
nmı
şkelime.
alı
ntı
lama
* Alı
ntı
lamak iş
i.
alı
ntı
lamak
* Bir yazı
ya baş
ka bir yazarı
n yazı
sı
ndan cümle veya cümleler almak, alı
ntıyapmak, aktarmak, iktibas etmek.
alı
p satmaz görünmek
* ilgisiz görünmek veya davranmak.
alı
p sattı
ğıolmamak
* hiç ilgisi bulunmamak.
alı
p vereceği olmamak
* bir kimseyle hiçbir ilgisi olmamak.
alı
p verememek
* anlaş
amamak, çekememek, geçinememek.
alı
p vermek
* yürek çarpı
ntı
sıgeçirmek.
alı
p yürümek
* az zamanda çok ilerlemek, yayı
lmak, çoğ
almak, artmak.
alı
r almaz
* hemen, derhal.
alı
rlı
k
alı
ş
* Duygusal uyarı
mlarıalabilme yeteneği, idrak kabiliyeti.
* Almak iş
i veya biçimi.
alı
şfiyatı
* Bir mal için alı
m karş
ı
lı
ğı
ödenen para ve üretim gereçleri fiyatı
.
alı
şveriş
* Alı
m satı
m iş
i.
*İ
liş
ki, münasebet.
alı
şverişyapmak
* alı
m satı
m iş
ini gerçekleş
tirmek.
alı
şveriş
e çı
kmak
* alı
m satı
m iş
i için çarş
ı
ya gitmek.
alı
şveriş
i kesmek
* biriyle ilgisi kalmamak.
alı
ş
ı
k
* Herhangi bir duruma alı
ş
mı
şolan.
alı
ş
ı
k olmak
* alı
ş
kanlı
k durumuna gelmek.
alı
ş
ı
klı
k
* Alı
ş
ı
k olma durumu.
alı
ş
ı
lma
alı
ş
ı
lmak
* Alı
ş
ı
lmak iş
i.
* Bir ş
eye alı
ş
mı
şduruma gelinmek.
alı
ş
ı
lmamı
ş
* Nadir, bilinmeyen, az rastlanan.
alı
ş
ı
lmı
ş
* Her zamanki, mutat.
alı
ş
kan
* Alı
ş
kı
n.
alı
ş
kanlı
ğ
ı
nda olmak
* iyice alı
ş
ı
k bulunmak, huy hâline getirmek.
alı
ş
kanlı
k
* Bir ş
eye alı
ş
mı
şolma durumu, itiyat, huy.
* Yakı
nlı
k, arkadaş
lı
k, ünsiyet.
*İ
ç ve dı
şetkilerle davranı
ş
ları
n tekrarlanması
, hep aynı
biçimde gerçekleş
mesi sonucu beliren, ş
artlanmı
ş
davranı
ş
.
alı
ş
kanlı
k edinmek
* bir ş
eyi sürekli yapar olmak, itiyat edinmek.
alı
ş
kanlı
ktan kopamamak
* belli bir huydan vazgeçememek, alı
ş
ı
klı
ğı
bı
rakamamak.
alı
ş
kı
* Yapı
lmaya alı
ş
ı
lmı
şdavranı
ş
.
alı
ş
kı
n
* Bir ş
eye veya bir ş
ey yapmaya alı
ş
mı
şolan.
alı
ş
kı
n olmak
* iyice alı
ş
mak, hiç yabancı
lı
k çekmemek.
alı
ş
kı
nlı
k
* Alı
ş
kı
n olma durumu, alı
ş
kanlı
k.
alı
ş
ma
* Alı
ş
mak iş
i.
alı
ş
mak
* Bir iş
i tekrarlayarak kolaylı
kla yapabilmek.
* Yadı
rgamaz duruma gelmek.
* Uyar duruma gelmek, uygun gelmek, intibak etmek.
* Sürekli ister olmak.
* Bağ
lanmak, ı
sı
nmak.
* Etkisini yitirmek.
* Evcilleş
mek, ehlîleş
mek.
* Tutuş
mak, yanmaya baş
lamak.
alı
ş
mı
şkudurmuş
tan beterdir
* alı
ş
ı
lan bir ş
eyden kolayca vazgeçilmez.
alı
ş
tı
rma
* Alı
ş
tı
rmak iş
i.
* Bir beceriyi, bilgiyi kazanmak için yapı
lan tekrar, temrin, egzersiz.
* Vücudun biyolojik yönden geliş
imini sağlayan çalı
ş
ma, idman.
alı
ş
tı
rmak
* Alı
ş
ması
na yol açmak.
* Uyar duruma getirmek.
Ali
* Kiş
i adı
olarak aş
ağı
daki deyimlerde geçer.
âli
* Yüce, yüksek.
Ali Cengiz oyunu
* "kurnazca ve haince düzen" anlamı
nda kullanı
lı
r.
Ali kı
ran başkesen
* çok zorba.
Ali kı
ran başkesen
* zorba.
âlicenap
* Cömert.
* Onurlu, ş
erefli.
âlicenaplı
k
* Âlicenap olma durumu.
alifatik
alil
* Açı
k zincirli (organik madde).
* Hastalı
klı
, sakat.
alim
* Bilen, bilici.
âlim
alimallah
âlimane
* Bilgin.
* Allah "Allah bilir" anlamı
na gelen bu söz, söylenen bir sözün doğ
ruluğ
una inandı
rmak için kullanı
lı
r.
* Âlime yakı
ş
an, âlimin yaptı
ğ
ıgibi.
âlimlik
* Bilginlik.
alinazik
* Közlenmişpatlı
can, sarı
msaklıyoğurt ve kı
yma ile yapı
lan bir çeş
it yemek.
Ali'nin külâhı
nıVeli'ye, Veli'nin külâhı
nı
Ali'ye giydirmek
* (bir kimse) birinden aldı
ğı
nıötekine, ötekinden aldı
ğı
n bir baş
kası
na vererek iş
ini yürütmek.
Ali'nin külâhı
nıVeli'ye, Veli'nin külâhı
nı
Ali'ye giydirmek
* birinden aldı
ğ
ı
nıöbürüne, bir baş
kası
ndan aldı
ğı
nıda ona vererek iş
ini yürütmek.
aliterasyon
* Şiir ve nesirde uyum sağlamak için söz baş
ları
nda ve ortaları
nda aynıünsüzün veya aynıhecelerin
tekrarlanması
.
alivre
* Ürün daha tarladayken, yetiş
tiğ
i zaman teslim edilmek üzere, önceden pey verilerek yapı
lan (satı
ş
).
* Dağı
tı
m, dağ
ı
tma.
alivre satı
ş
* Vadeli satı
ş
.
aliyyülâlâ
* En güzel, en iyi, mükemmel.
alizarin
* Kök boyası
, kök kı
rmı
zı
sı
.
alize
Alka Evli
* Tropikal bölgelerdeki denizlerde bütün yı
l süresince düzenli esen birtakı
m rüzgârlar.
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
alkali
* Alkali metallerin hidroksitleriyle amonyum hidroksitin genel adı
. Bu maddelerde, asitlerin kı
rmı
zı
ya
çevirmişolduğu bitkisel mavi rengi eski durumuna döndürme özelliği vardı
r.
alkali metaller
* Oksitlenmelerini sodyum, lityum, potasyum, rubidyum, sezyum elementlerinin sağladı
ğımetaller.
alkalik
* Alkali ile ilgili olan veya içinde alkali bulunan, kalevî, antiasit.
alkalimetre
* Bkz. alkalölçer.
alkaloit
* Özellikleri ile alkalileri andı
ran organik madde.
alkalölçer
* Alkalilerin saflı
k derecesini belirtmeye yarayan cihaz, alkalimetre.
alkarna
*İ
stiridye, midye, tarak gibi kabuklu hayvanlarıavlamak için deniz dibini taramakta kullanı
lan, ağı
z kı
smı
demirden bir ağ
.
alkı
m
* Gök kuş
ağ
ı
.
alkı
ş
* Bir ş
eyin beğ
enildiğini, onaylandı
ğ
ı
nıanlatmak için el çı
rpma, alkı
ş
lama.
alkı
şağ
ası
* Padiş
ahıalkı
ş
lamakla görevli kimse.
alkı
şalmak
* çok beğenilmek.
alkı
şkopmak
* birdenbire güçlü bir biçimde el çı
rpı
lmak.
alkı
ştoplamak
* çok alkı
ş
lanmak.
alkı
ştufanıkopmak
* sürekli ve coş
kun alkı
şbaş
lamak.
alkı
ştutmak
* el çı
rparak veya topluca, yüksek sesle "yaş
a", "var ol" gibi sözler ile birini alkı
ş
lamak.
* taraftar olmak belli bir görüş
ten yana olmak.
alkı
ş
çı
alkı
ş
çı
lı
k
alkı
ş
lama
* Alkı
ş
layan (kimse).
* Şakş
akçı
, dalkavuk, yüze gülücü, yağcı
.
* Alkı
ş
çıolma durumu.
* Alkı
ş
lamak iş
i.
alkı
ş
lamak
* Bir ş
eyin beğ
enildiğini, onaylandı
ğ
ı
nıanlatmak için el çı
rpmak.
* Beğ
enmek, takdir etmek.
alkı
ş
lanma
* Alkı
ş
lanmak iş
i.
alkı
ş
lanmak
* Alkı
ş
lamak iş
ine konu olmak.
alkil
* Alkol kökü.
alkol
* Bira, ş
arap gibi sı
vı
ları
n veya pancar, patates niş
astası
nı
nş
ekere dönüş
türülmesi sonucu ortaya çı
kan glikoz
çözeltilerin mayalaş
mı
şözlerinin damı
tı
lması
yla elde edilen, kokulu, uçucu, yanı
cı
, renksiz sı
vı
, C2H5OH, ispirto,
etanol, etil alkol.
* Her türlü alkollü içki.
alkolik
* Alkollü içkilere aş
ı
rı
derecede düş
kün olan (kimse).
alkolizm
alkollü
* Alkollü içkilere hastalı
k derecesinde düş
kün olma durumu.
* Alkolden yapı
lmı
şveya içinde alkol bulunan.
*İ
çkili.
alkolölçer
* Sı
vı
lardaki alkol oranı
nı
ölçmeye yarayan cihaz.
Allah
* Kâinatta var olan her ş
eyin yaratı
cı
sı
, koruyucusu olduğ
una ve tek olduğ
una inanı
lan yüce ve üstün varlı
k,
Yaradan, Tanrı
, Rab, Mevlâ.
* Allah adıbazıisim tamlamaları
nda tamlanan kelimeyi güçlendirir.
* En büyük, en usta.
Allah Allah!
*ş
aş
ma veya can sı
kı
ntı
sıanlatan bir ünlem.
* Türk askerinin hücum narası
.
Allah (bin bir) bereket versin
* bir kazanç karş
ı
sı
nda durumundan hoş
nut olmayıbelirtir.
Allah (seni) inandı
rsı
n
* inanı
lmasıpek kolay olmayan bir ş
ey anlatı
lı
rken yemin yerine söylenir.
Allah (veya Allahı
m)
* bir ş
ey karş
ı
sı
nda hayranlı
k veya yakarma bildirir.
Allah acı
sı
nıunutturması
n
* Tanrıbu acı
yıunutturacak daha büyük bir acıgöstermesin.
Allah akı
l fikir versin (veya Allah akı
llar versin)
* akı
lsı
zca bir davranı
ş
ta bulunanlar için kullanı
lı
r.
Allah aratması
n
* yakı
nı
lacak bir durumda "Tanrıdaha kötüsünü göstermesin" anlamı
nda kullanı
lı
r.
Allah artı
rsı
n
* (gerçek veya alay anlamı
nda) Tanrıdaha çoğ
unu versin.
Allah aş
kı
na
* birlikte söylendiğ
i sözün anlamı
na göre ant vermek veya yalvarmak için "Allah'ı
nıseversen" anlamı
nda,
ş
aş
ma, usanç bildirir.
Allah bağı
ş
lası
n
* (çocuğ
unu, sevdiğini) Tanrıkazadan, belâdan korusun, esirgesin.
Allah bahtı
ndan güldürsün
* (evlenecek kı
z için) mutluluk dileğini belirtir.
Allah bana, ben de sana
*ş
imdi sana borcumu ödeyecek param yok, kazanı
rsam öderim.
Allah belâsı
nıversin
* ilenme sözü.
Allah beterinden saklası
n (veya esirgesin)
* Tanrıdaha kötü duruma düş
ürmesin.
Allah bilir
* belli değil.
* bana öyle geliyor ki.
Allah bir
* yemin yerine kullanı
lı
r.
Allah bir dediğ
inden baş
ka sözüne inanı
lmaz
* birinin çok yalancıolduğ
unu anlatmak için söylenir.
Allah bir yastı
kta kocatsı
n
* yeni evlenenlere "bir arada yaş
lanı
n" anlamı
nda söylenen bir iyi dilek sözü.
Allah büyüktür
* günün birinde hakkı
nıalacağ
ı
na, kendine yapı
lmı
şolan haksı
zlı
kları
n düzeleceğine inanmak gerektiğ
ini
anlatı
r.
Allah canı
nıalsı
n
* ilenme sözü.
Allah cezası
nıvermesin (veya Allah cezası
nı
versin)
* yarış
aka, yarı
ş
aş
ma yollu, bazen de gerçek öfke ile söylenen ilenme sözü.
Allah dağı
na göre kar verir
* Tanrıherkese dayanabileceği ölçüde sı
kı
ntı
verir.
Allah derim
* pek bozuk bir işiçin sorulan "ne dersin?" sorusuna karş
ı"söyleyecek baş
ka söz bulamı
yorum" anlamı
nda
kullanı
lı
r.
Allah dirlik düzenlik versin
* Tanrıaile huzuru versin.
Allah dokuzda verdiğini sekizde almaz
* alı
n yazı
sıne ise o olur.
Allah dört gözden ayı
rması
n
* "Tanrı
, çocuğu yetim veya öksüz bı
rakması
n" anlamı
nda bir iyi dilek sözü.
Allah düş
manı
ma vermesin
* anlatı
lan bir kötülüğün büyüklüğünü belirtmek için söylenir.
Allah ecir sabı
r versin
* başsağlı
ğıdileğ
i olarak söylenir.
Allah eksik etmesin
* Tanrıyokluğ
unu göstermesin.
* birinin yaptı
ğ
ıbir hizmet anı
lı
rken onun için teş
ekkür yollu söylenir.
Allah eksikliğini göstermesin
* pek gerekli olan bir ş
eyin kusuru anlatı
lı
rken, böyle de olsa onun varlı
ğı
na ş
ükredildiğini anlatı
r.
Allah emeklerini eline vermesin
* Tanrıemeklerini boş
a çı
karması
n.
Allah esirgesin (veya saklası
n)
* Tanrıkorusun! Tanrıkötü durumla karş
ı
laş
tı
rması
n!.
Allah etmesin
* olmasıistenilmeyen bir durumdan veya bir olaydan söz edilirken söylenir.
Allah gecinden versin
* "çok yaş
ayası
n"' anlamı
nda kullanı
lan bir iyi dilek sözü.
Allah göstermesin
* Tanrıkötü bir durumla karş
ı
laş
maktan korusun.
Allah hakkıiçin
* ant içmek veya ant vermek için kullanı
lı
r.
Allah Halil İ
brahim bereketi versin
* Tanrıçok versin, bereket versin.
Allah hayı
rlıetsin
* genellikle bir olay baş
langı
cı
nda "Tanrıuğ
urlu etsin" anlamı
nda söylenir.
Allah herkesin gönlüne göre versin
* Tanrıherkesin dileğ
ini yerine getirsin.
Allah hoş
nut olsun
* bir kimsenin, kendisine iyiliğ
i dokunan biri için kullandı
ğ
ıbir iyi dilek sözü.
Allah için
* gerçekten, doğrusu.
Allah iki iyilikten birisini versin
* (ağı
r hasta için) ya ölsün kurtulsun, ya iyi olsun.
Allah iyiliğ
ini (veya lâyı
ğ
ı
nı
) versin
* hoş
a gitmeyen bir davranı
şkarş
ı
sı
nda hoş
görü ile söylenir.
Allah kabul etsin
* sevap sayı
lan bir işyapı
ldı
ğ
ı
nda söylenir.
Allah kahretsin
* "Tanrıcezası
nı
versin" anlamı
nda bir ilenme sözü.
Allah kavuş
tursun
* birinin yakı
nı
, bulunduğ
u yerden ayrı
lı
nca kalanlara kavuş
ma dileğinde bulunmak için söylenen söz.
Allah kazadan belâdan saklası
n
* Tanrı
'nı
n insanıtürlü kötülüklerden korumasıdileğiyle söylenen bir iyi dilek sözü.
Allah kerim
* Tanrıbüyüktür, Tanrı
'ya güvenmeli.
Allah kı
smet ederse
* Tanrıizin verirse.
Allah korusun (veya saklası
n)
* Tanrıtehlikeye, kötü duruma düş
ürmesin!.
Allah kuru iftiradan saklası
n
* bir suçlama karş
ı
sı
nda bunun sı
rf iftira olduğunu anlatmak için söylenir.
Allah manda ş
ifalı
ğ
ıversin
* çok veya ağ
ı
r yemek yiyenler için ş
aka yollu söylenir.
Allah mübarek etsin
* kutlu olsun.
* onaylanmayan bir durumda alay yollu kullanı
lı
r.
Allah müstahakı
nıversin
* (gerçek veya alay anlamı
nda) çı
kı
ş
ma anlatan bir söz.
Allah ne verdiyse
* yemek olarak evde ne varsa.
Allah ömürler versin
* saygıgösterilen bir kimseye selâm veya teş
ekkür olarak söylenir.
Allah övmüşde yaratmı
ş
* çok güzel olanlar için söylenir.
Allah rahatlı
k versin
* genellikle yatmaya gidilirken söylenen bir iyi dilek sözü.
Allah rahmet eylesin
* ölüleri hayı
rla anmak için söylenir.
Allah rı
zasıiçin
* dilencilerin para isterken söyledikleri yalvarma sözü.
* ne olursun.
* karş
ı
lı
k beklemeksizin.
Allah sağgözü (veya eli) sol göze (veya ele) muhtaç etmesin
* Tanrıkimseyi kimseye, en yakı
nları
na bile muhtaç etmesin.
Allah selâmet versin
* yola çı
kanlara "Tanrıkazadan belâdan korusun" anlamı
nda söylenen bir uğ
urlama sözü.
* yolda güçlük içinde bulunanlara iyi dilek sözü olarak kullanı
lı
r.
* uzaktaki tanı
dı
klar anı
lı
rken kullanı
lı
r.
* birinden pek yana olmayan bir söz söyleneceği zaman onun adı
ndan önce getirilen girişsözü.
* "keyfin bilir, gidersen git" anlamı
nda kullanı
lı
r.
Allah senden razı
olsun
* yapı
lan bir iyilik karş
ı
sı
nda "Tanrıseninle birlik olsun, iyiliğ
ini senden esirgemesin" anlamı
nda teş
ekkür
olarak kullanı
lı
r.
Allah seni (veya sizi) inandı
rsı
n
* doğ
ru söylüyorum, Tanrıtanı
ktı
r.
Allah son gürlüğü versin
* Tanrı
, yaş
lı
lı
kta sı
kı
ntıgöstermesin.
Allah sonunu hayı
r etsin
* bir iş
in sonucu için kaygı
duyulduğ
unda söylenen bir iyi dilek sözü.
Allah taksimi
* eş
itlik gözetilmeden yapı
lan paylaş
tı
rma, kul taksimi karş
ı
tı
.
Allah taksimi
* Eş
itlik gözetilmeden yapı
lan paylaş
tı
rma kul taksimi karş
ı
tı
.
Allah taksiratı
nı
affetsin
* (ölüler için) Tanrıkusurları
nıbağı
ş
lası
n.
Allah tamamı
na eriş
tirsin
* herhangi bir işveya olayı
n iyi sonuçlanmasıdileğ
iyle söylenir.
Allah tekrarı
na erdirsin
* tekrar bu günleri görün.
Allah utandı
rması
n
* bir iş
e giriş
enlere söylenen baş
arı
dileği.
Allah var (veya Allah'ı
var)
* doğ
rusunu söylemek gerekirse.
Allah vere de
* iyi dilek anlatı
r.
Allah vergisi
* Tanrıvergisi, yaradı
lı
ş
tan olan yetenek veya özellik.
Allah vermesin
* bir ş
eyin olmamasıdileğ
ini anlatı
r.
Allah versin
* iyi bir ş
ey ele geçirenlere memnunluk bildirmek için, bazen de takı
lma ve ş
aka için söylenir.
* dilenciyi savmak için söylenir.
Allah yapı
sı
*İ
nsanlar tarafı
ndan değ
il de tabiatta olduğu gibi.
Allah yarattıdememek
* kı
yası
ya dövmek, çok hı
rpalamak.
Allah yazdıise bozsun
* gerçekleş
mesi istenmeyen bir olay veya durum için kullanı
lı
r.
Allah yürü ya kulum demiş
* az zamanda çok para kazananlar veya iş
inde çok ilerleyenler için söylenir.
Allah ziyade etsin
* (kahve ve yemekten sonra) "Tanrıartı
rsı
n" anlamı
nda kullanı
lan bir iyi dilek sözü.
Allah'a (bin) ş
ükür
* "hamdolsun", "bereket versin" gibi durumdan memnun olunduğ
unu anlatı
r.
Allah'a bir can borcu var
* Allah'a vereceği canı
ndan baş
ka hiç kimseye bir borcu yok.
Allah'a emanet
* "Tanrıesirgesin" anlamı
nda birini överken söylenir.
Allah'a emanet olun
* ayrı
lanı
n kalana söylediği bir esenleme sözü.
Allaha ı
smarladı
k
* Ayrı
lanı
n kalan veya kalanlara söylediğ
i bir iyi dilek sözü.
Allah'a yalvar
* kendi kusuru yüzünden güç bir duruma düş
üp yakı
nan kimseye "ben sana yardı
m edemem, benden bir ş
ey
umma" anlamı
nda söylenir.
Allah'ı
(veya Allah'ı
nı
) seversen
* "Allah aş
kı
na" gibi, yerine göre ant verme, yalvarma için kullanı
lmakla birlikte, ş
aş
ma veya usanç gibi
duygular da anlatı
r.
Allah'ı
çok, insanıaz bir yer
* pek ı
ssı
z ve kuytu bir yer.
Allah'ı
m!
*ş
iddetli bir duygulanma anlatan ünlem.
Allah'ı
n (veya Tanrı
'nı
n) günü
* (bı
kkı
nlı
k duygusu ile) hemen hemen her gün.
Allah'ı
n adamı
* garip, saf, zavallı
(kimse).
Allah'ı
n belâsı
* varlı
ğı
üzüntü veren.
Allah'ı
n binası
nıyı
kmak
* kendini veya baş
kası
nıöldürmek.
Allah'ı
n cezası
* pek yaramaz, ş
irret.
Allah'ı
n emri
* kader.
Allah'ı
n evi
* cami, mescit.
* insan gönlü.
Allah'ı
n gazabı
* çok sı
kı
ntıveren ş
ey.
Allah'ı
n hikmeti
* beklenmeyen, sebebi anlaş
ı
lmayan veya ş
aş
ı
lan ş
eyler için kullanı
lı
r.
Allah'ı
n iş
ine bak
* (bir iş
in, bir olayı
n) beklenmedik, ş
aş
ı
lacak bir durum alması
nda kullanı
lı
r.
Allah'ı
n kulu
* insan, kimse, kiş
i.
Allah'ı
ndan bulsun
* ben kendisine bir ş
ey yapmayacağ
ı
m, yaptı
ğı
kötülüğün cezası
nıTanrıversin.
Allah'ı
nıseversen
* istek, dilek ve yalvarma amacı
yla kullanı
lı
r.
allahlı
k
* Kendisinden hiçbir iş
te yararlı
k umulmayan saf ve zararsı
z (kimse).
allahsı
z
* Tanrı
'yıtanı
mayan, Tanrı
'nı
n varlı
ğ
ı
na inanmayan, Tanrı
sı
z.
* Acı
ması
z, insafsı
z, vicdansı
z.
allahsı
zlı
k
* Tanrı
sı
zlı
k.
Allah'tan
* iyi ki.
* yaradı
lı
ş
tan.
Allah'tan kork!
* "yapma, utan, yazı
ktı
r!".
Allah'tan korkmaz
* can yakı
cı
, insafsı
z, acı
ması
z.
Allah'tan umut kesilmez
* daha çok ağ
ı
r hastalar için söylenilen "iyileş
ebilir" anlamı
nda bir iyi dilek sözü.
Allahüâlem
* Tanrıdaha iyisini bilir anlamı
nda kullanı
lı
r.
Allahütealâ
* Yüce Tanrı
, ulu Allah.
allak
* Sözünde durmaz, dönek, aldatı
cı
.
* Kendisine güvenilmesi doğru olmayan (kimse).
allak bullak
* Alt üst, karmakarı
ş
ı
k.
allak bullak etmek
* karmakarı
ş
ı
k bir duruma getirmek, düzeni bozmak.
* (aklı
nı
, zihnini) düş
ünemez duruma getirmek.
allak bullak olmak
* çok karı
ş
ı
k duruma gelmek, altıüstüne gelmek, karmakarı
ş
ı
k olmak, düzeni bozulmak.
* (akı
l, zihin) ş
aş
kı
na dönmek, karı
ş
mak, ş
aş
ı
rmak.
allama
* Allamak iş
i.
allamak
allâme
* "Süslemek, donatmak" anlamı
na gelen allamak pullamak deyiminde geçer.
* Derin ve çok bilgisi olan, çok bilgili.
allâme kesilmek
* her ş
eyi bilir görünmek.
allâmelik
* Allâme olma durumu.
allâmelik taslamak
* bilgisiz olduğ
u hâlde her ş
eyi bilir görünmek.
allanma
* Allanmak iş
i.
allanmak
* Süslenmek.
allaş
ma
allaş
mak
allegretto
* Allaş
mak iş
i veya durumu.
* Al duruma gelmek.
* Bir parçanı
n allegrodan biraz daha ağı
r çalı
nacağı
nıanlatı
r.
allegro
* Bir parçanı
n canlı
, neş
eli ve hı
zlıçalı
nacağ
ı
nıanlatı
r.
allem
* Bir iş
i istediğ
i duruma getirmek için "her türlü kurnazca çareye baş
vurmak" anlamı
yla allem etmek kallem
etmek deyiminde geçer.
allı
allıpullu
allı
k
alma
almaç
* Üzerinde al renk bulunan.
* Göz alı
cırenkler ve ş
eylerle süslenmiş
.
* Al olma durumu.
* Kadı
nları
n süs için yanakları
na sürdükleri al boya.
* Almak iş
i.
* Alı
ntı
, iktibas.
* Bir elektrik akı
mı
nıalı
p baş
ka bir kuvvete çeviren cihaz, alı
cı
, ahize, reseptör.
almak
* Bir ş
eyi veya kimseyi bulunduğ
u yerden ayı
rmak.
* Bir ş
eyi elle veya baş
ka bir araçla tutarak bulunduğ
u yerden ayı
rmak, kaldı
rmak.
* Yanı
nda bulundurmak.
* Birlikte götürmek.
* Satı
n almak.
* Ele geçirmek, fethetmek.
*İ
çine sı
ğmak.
* Kabul etmek.
* Kendine ulaş
tı
rmak, iletilmek.
*İ
çeri sı
zmak, içine çekmek.
* (erkek, kadı
n için) ... ile evlenmek.
* Sürükleyip götürmek.
* Kazanmak, elde etmek.
* Zararlı
, tehlikeli bir ş
eye uğ
ramak.
* Bürümek, sarmak, kaplamak.
* Kı
saltmak, eksiltmek.
* Yolmak, koparmak.
* Yerini değ
iş
tirmek, çekmek.
* Temizlemek.
* (duş
, banyo için) Yapmak; yı
kanmak.
* (içeri) Götürmek.
* Bir yeri savaş
la ele geçirmek.
* (tat veya koku için) Duymak.
* Örtmek, koymak.
* (süre için) Değ
iş
tirmek.
* ... gibi anlamak.
* Baş
lamak.
* Davranı
şveya makam değiş
tirmek.
* (içecek veya sigara için) İ
çmek.
* Yutmak; kullanmak.
* (yol için) Gitmek, (mesafe) katetmek.
* Çalmak.
* Göreve, iş
e baş
latmak.
* Görevden, iş
ten çekmek.
* Kazanç sağ
lamak.
* (ölüm sebebiyle) Ayrı
lmak.
* Gidermek, yok etmek.
* Soldurmak.
* Vücuttaki hasta bir organıameliyatla çı
karmak.
* (motor) Çalı
ş
masıiçin gerekli olan elektrik veya yakı
ttan yararlanı
r duruma gelmek.
almamazlı
k
* Kabul etmeme durumu.
Alman
* Cermen soyundan olan halk ve bu halktan olan kimse.
* Alman halkı
na, Almanya'ya özgü olan ş
ey.
Alman gümüş
ü
* Çinko, bakı
r ve nikelden yapı
lan, gümüş
ü andı
rı
r bir alaş
ı
m, mayş
or.
Alman papatyası
* Orta Avrupa'da yetiş
en bir papatya türü (Anfhemis mobilis).
Alman usulü
* Bir topluluk için yapı
lan harcamada giderlerin herkese eş
it olarak bölüş
türülmesi yöntemi.
almanak
* Yı
lı
n gün, hafta, ay gibi bölümlerinden baş
ka, bayram, yı
l dönümü gibi belli günleri ve birtakı
m astronomi,
meteoroloji, istatistik bilgilerini gösteren kitap biçiminde takvim.
Almanca
dil.
* Hint-Avrupa dillerinin Cermence kolundan, Almanya, Avusturya ile İ
sviçre'nin bir bölümünde kullanı
lan
* Almanları
n kullandı
ğ
ıdil.
* Bu dile özgü olan.
Almancı
* Almanya yanlı
sı
olan (kimse).
* Almanya'da çalı
ş
an Türk iş
çisi.
Almancı
lı
k
* Almancı
gibi davranma.
Almanlaş
ma
* Almanlaş
mak iş
i veya durumu.
Almanlaş
mak
* Alman yaş
ayı
ştarzı
nıbenimsemek.
Almanlaş
tı
rma
* Almanlaş
tı
rmak iş
i.
Almanlaş
tı
rmak
* Almanlara özgü yaş
ayı
ştarzıkazandı
rmak.
almaş
*İ
ki veya daha çok ş
eyin sı
ra ile değiş
tirilerek kullanı
lmasıveya kendiliğinden değiş
erek çalı
ş
ması
, keş
ikleme,
münavebe.
* Birinin doğ
ru olması
ötekinin yanlı
ş
lı
ğ
ı
nı
gerektiren iki önermenin oluş
turduğ
u sistem.
almaş
ı
k
*İ
ki veya daha çok ş
eyin sı
ralanmaları
nda değ
iş
iklik olan.
* Almaş
lıolarak iş
leyen, mütenavip, alternatif.
almaş
ı
k yapraklar
* Sapı
n iki yanı
nda karş
ı
lı
klıdeğ
il de aralı
klıolarak bir sağ
da, bir solda bitmişyapraklar.
almaş
ı
klı
k
* Dönüş
ümlü ve düzenli sı
ralanma.
almaş
lı
alnaç
* Almaşniteliği olan.
* Bir ş
eyin ön tarafı
, ön yüzü.
alnıaçı
k yüzü ak
* çekinecek hiçbir durumu veya ayı
bıolmayan.
alnı
na kara sürmek
* bir kimsenin haksı
z yere kötü tanı
nması
na yol açmak.
alnı
nda yazı
lmı
şolmak
* bir olayı
n, kiş
inin baş
ı
na gelmesini Allah'ı
n buyurmuşolduğuna inanmak.
alnı
ndan öpmek
* beğ
enmek, takdir etmek.
alnı
nıkarı
ş
lamak
* küçümseyerek meydan okumak.
alnı
nı
n akıile
* ayı
planacak bir duruma düş
meden, tertemiz, ş
erefiyle, baş
arıgöstermişolarak.
alnı
nı
n kara yazı
sı
* kötü kaderi, kötü talihi.
alo
* Telefon konuş
ması
nda kullanı
lan seslenme sözü.
alogami
alotropi
* Bir çiçek tepeciğ
inin baş
ka bir çiçek tozu ile tozlanması
.
* Karbon, fosfor gibi maddelerin, fiziksel bakı
mdan ayrıözellikler gösterebilmesi durumu.
alp
* Yiğit, kahraman.
Alp eren
* Derviş
.
* Mücahit.
Alp yı
ldı
zı
* Dağları
n çok yüksek yamaçları
nda yetiş
en bir çiçek (Paradisia liliastrum).
alpaka
* Çifte parmaklı
lar takı
mı
nı
n devegiller sı
nı
fı
ndan, Güney Amerika'da yaş
ayan, uzun tüylü, memeli bir
hayvan (Lama glama pacos).
* Bu hayvanı
n yünü veya bu yünden dokunan kumaş
.
alpaks
alpinist
alpinizm
* Kolayca bükülebilen alüminyum ve silisyum karı
ş
ı
mı
.
* Dağcı
.
* Dağcı
lı
k.
alplı
k
* Alp olma durumu, yiğ
itlik, kahramanlı
k.
alş
imi
alş
imist
* Elementleri altı
na çevirmek isteyen bir işalanı
, simya.
* Alş
imi ile uğraş
an kimse, simyacı
.
alt
* Bir ş
eyin yere bakan yanı
, üst karş
ı
tı
.
* Bir nesnenin tabanı
.
* Oturulurken uyluk kemiklerinin yere gelen bölümü.
* Bir ş
eyin yere yakı
n bölümü.
* Birkaç ş
eyin içinden bize göre uzak olanı
.
* (birkaç ş
eyden) Yere yakı
n olan.
* Alt kelimesi "... altı
nda" biçiminde kullanı
ldı
ğ
ı
nda "bir ş
eyin etkisinde" anlamı
nıverir.
* Alt bir isimle tamlama kelime oluş
turduğunda a) önceki ismin kavramı
na etki veya yer anlamıkatar: Ayak
altı
. b) (sı
nı
flamalarda) ikinci derecede olan.
* (kaynatma veya piş
irmede) Yanan ocak, ocak alevi.
alt alta
* Birbirinin altı
nda olarak.
alt alta üst üste
* birbirleriyle itiş
ir kalkı
ş
ı
r durumda.
alt bölüm
* Yazı
larda bölümlerin ayrı
ldı
ğı
parçalardan her biri, ayrı
m.
alt cins
* Bir cins içinden ayrı
lan ikinci derecede bir cins.
alt çene
*İ
nsan ve hayvanlarda yiyecekleri çiğnemeye yarayan, oynayabilen çene.
alt çene oynamak
* yemek, içmek.
alt damak
* Damaklardan altta olanı
.
alt deri
* Üst derinin altı
nda bulunan ikinci tabaka, hipoderm.
* Bazıgövde ve yaprakları
n üst derilerinin altı
nda bulunan, çoğu kez hücre zarları
kalı
nlaş
mı
şözel doku,
hipoderm.
alt diş
* Alt çene üzerinde sı
ralanmı
şdiş
lerin biri.
alt dudak
* Dudaklardan altta bulunanı
.
* Böceklerin ağı
z sisteminde bulunan alt parça.
alt etmek
* üstünlük sağ
lamak, yenmek, sı
rtı
nıyere getirmek.
alt familya
* Bir familyanı
n içinden ayrı
lan ikinci derecede bir familya.
alt geçit
* Trafik akı
mı
nıkesmemek için bir yolun altı
ndan geçirilen yol.
alt güverte
* Gemilerde güvertelerden altta bulunanı
.
alt hava yuvarı
* Dünyamı
zı
kuş
atan atmosferin 10 km kalı
nlı
ğı
nda olan alt katmanı
.
alt ı
rk
* Aynıı
rk içinde yetiş
tirme amacı
na ve çevreye bağ
lıkalı
narak değ
iş
me uğratı
lmı
şve bu yolla ı
rk içinde
özellikle fizyolojik nitelikleri bakı
mı
ndan kalı
tsal sapma gösteren hayvan topluluğu.
alt karş
ı
t
* Konusu ile yüklemi aynıolan, biri tikel olumlu, öbürü tikel olumsuz, karş
ıkarş
ı
ya konmuşiki önermeden
her biri: Bazıinsanlar bilgindirler" ile "Bazıinsanlar bilgin değildirler" gibi.
alt kat
alt kurul
alt olmak
* Bir yapı
nı
n veya aracı
n katları
ndan altta bulunan bölümü.
* Belli bir konuyu ele almak amacı
yla bir kurul içinden birkaç kiş
i seçilerek oluş
turulan kurul.
* yenilmek.
alt sı
nı
f
* Bir sı
nı
f içinden ayrı
lan ikinci derecedeki sı
nı
f.
alt ş
ube
* Bir ş
ube içinde kurulan ikinci derecedeki ş
ube.
alt tabaka
* Tabakalardan altta bulunan.
alt takı
m
* Bir takı
m içinde kurulan ikinci derecedeki takı
m.
alt tarafı(veya yanı
)
* geriye kalanı
.
* iş
in daha sonrası
.
* değ
eri, olup olacağı
.
alt tür
alt üst
* Bir tür içinde ayrı
lan ikinci derecedeki tür.
* Çok karı
ş
ı
k ve dağ
ı
nı
k.
alt üst böreğ
i
* Önce bir yüzü, sonra çevrilerek öbür yüzü kı
zartı
larak piş
irilen börek.
alt üst etmek
* alt yüzünü üst yüzüne getirmek.
* çok karı
ş
ı
k duruma getirmek, düzenini bozmak.
* zarar vermek, yı
kmak.
* huzursuz etmek, rahatsı
zlı
k vermek.
alt üst olmak
* çok karı
ş
ı
k duruma gelmek.
* heyecanlanmak, üzülmek, tedirgin olmak, yı
kı
lmak.
* rahatsı
zlanmak.
alt yanıçı
kmaz sokak
* sonu gelmeyen, sonuç alı
namayan iş
ler için söylenir.
alt yapı
* Bir yapıiçin gerekli olan yol, kanalizasyon, su, elektrik gibi tesisatları
n hepsi.
* Toplumun ekonomik yapı
sı
nıoluş
turan ve insan bilincinden bağı
msı
z olarak biçimlenen üretim
iliş
kilerinin hepsi, üst yapıkarş
ı
tı
.
alt yazı
* Gazete, dergi gibi yayı
nlarda çı
kan resim ve fotoğraflarıaçı
klayan yazı
.
* Yabancıdildeki bir filmin konuş
maları
nıçeviri olarak görüntünün altı
nda veren yazı
.
alt yazı
lama
* Alt yazı
lmak iş
i.
alt yazı
lamak
* Alt yazı
larıhazı
rlamak ve gerçekleş
tirmek.
alt yazı
layı
cı
* Alt yazı
lamak iş
ini yapan (kimse).
alt yazı
lı
* Alt yazı
sıbulunan (film, görüntü).
Altayca
Altayist
Altayistik
* Altay Türkçesi.
* Türk, Moğ
ol, Mançu-Tunguz, Kore ve Japon dillerinin kendisinden türediğ
i varsayı
lan ana dil.
* Altayistik ile uğraş
an kimse.
* Altay grubuna giren Türk, Moğ
ol, Mançu-Tunguz, Japon ve Korelilerin dil, edebiyat, kültür ve tarihleriyle
uğraş
an bilim dalı
.
alternatif
* Seçilebilecek bir baş
ka yol, yöntem; seçenek.
* Almaş
ı
k.
* Dalgalı(akı
m).
alternatör
* Dalgalıelektrik akı
mıveren üreteç.
altes
altı
* Prens ve prenseslere verilen ş
eref unvanı
.
* Bu unvanıtaş
ı
yan kimse.
* Beş
ten sonra gelen sayı
nı
n adıve bu sayı
yıgösteren rakam, 6, Vl.
* Beş
ten bir artı
k.
altı
alay üstü kalay
* içi dı
ş
ı
gibi özenilmişolmayan ş
eyler için söylenir.
AltıKardeş
* Kuzey kutup yönünde, Büyük Ayı
'nı
n karş
ı
sı
nda bulunan takı
m yı
ldı
z.
altı
karı
şbeberuhi
* kı
sa boylu olanlar için alay yollu söylenir.
altı
kaval üstü ş
iş
hane
* Bkz. altıkaval üstü ş
iş
hane.
altı
kaval, üstü ş
iş
hane
* (giyim için) altı
, üstüne uymaz.
altı
okka etmek
* birini kolları
ndan ve bacakları
ndan tutup yukarıkaldı
rarak sallamak veya götürmek.
altı
yaşolmak
* iş
e birtakı
m oyunlar karı
ş
mak, böyle bir iş
e giriş
mekte sakı
ncalar bulunduğu anlaş
ı
lmak.
altı
yol
* Altıyolun birleş
tiği yer.
altı
dan yemek
* hastahanelerde hiç perhizi olmayan hastalara verilen tam yemek.
altı
gen
* Altıkenarlıçokgen, müseddes.
altı
k
* Konusu ile yüklemi aynıolan, biri tümel olumlu, biri tikel olumlu; biri tümel olumsuz, biri tikel olumsuz iki
önerme arası
ndaki bağ
lantıdurumu, mütedahil: "Kimi insanlar fanidir" önermesi "Bütün insanlar fanidir"
önermesinin altı
ğıolur.
altı
lı
* Altıparçadan oluş
an, kendinde herhangi bir ş
eyden altıtane bulunan.
*İ
skambil, domino gibi oyunlarda üzerinde altı
iş
areti bulunan kâğı
t veya pul.
* Divan edebiyatı
nda her bendi altımı
sradan oluş
an nazı
m biçimi.
altı
lı
k
* Altı
sıbir arada, altıtaneden oluş
muş
, altıtane alabilen.
altı
n
* Atom sayı
sı79, atom ağı
rlı
ğı196,9 olan, 10640 C de eriyen, kolay iş
lenen, yüksek değ
erli, paslanmaz
element, kı
saltmasıAu.
* Altı
ndan yapı
lmı
ş
.
* Altı
ndan yapı
lmı
şsikke.
* Niteliğ
i iyi olan, üstün nitelikte olan, değ
erli.
altı
n adı
pul oldu, kı
z adıdul oldu
* uygunsuz davranı
ş
larıyüzünden temiz tanı
nan kiş
iliği lekelendi.
altı
n adı
nıbakı
r etmek
* kötü iş
ler yaparak temiz ve parlak ününü karartmak.
altı
n anahtar her kapı
yıaçar
* para olunca her güçlük yenilebilir.
altı
n babası
* Çok zengin, parasıçok olan kimse.
altı
n beş
ik
* Bir elleriyle kendi bileklerini kavrayan iki kiş
inin, öteki elleriyle karş
ı
lı
klıolarak birbirlerinin bileklerini
tutmaları
.
altı
n bilezik
* Altı
ndan yapı
lmı
şkola takı
lan ve pek çok türü olan süs eş
yası
.
* Para getiren sanat veya meslek.
altı
n çağ
* En parlak ve mutlu çağ
.
altı
n eli bı
çak kesmez
* varlı
klıveya değ
erli kiş
ilerin elini kimse bükemez.
altı
n gibi
* altı
na benzeyen, sarı
.
altı
n kaplama
* Herhangi bir metal altı
n suyuna batı
rı
larak ince bir altı
n tabaka ile sarı
larak altı
na benzetilmek.
altı
n keseği
* Yerden temiz külçe durumunda çı
kan altı
n.
altı
n kesmek
* çok para kazanı
r olmak.
altı
n kökü
* Güney Amerika'da yetiş
en, kusturucu niteliği olan bir kök, ipeka (Cephaelis ipeca cuanha).
altı
n küpü
* Altı
n para biriktiren; parasıçok olan.
altı
n leğ
ene kan kusmak
* varlı
k içinde hastalı
k veya sı
kı
ntıçekerek yaş
amak.
altı
n saat
*İ
zlenme oranı
nı
n en çok olduğ
u vakit, prime time.
altı
n sarı
sı
* Altı
n rengini andı
ran.
altı
n suyu
* Bir kı
sı
m konsantre nitrik asit ile üç veya dört kı
sı
m konsantre hidroklorik asitten oluş
muş
, özellikle plâtin
ve altı
n gibi metalleri çözmekte kullanı
lan bir karı
ş
ı
m.
altı
n topu
* güzel ve tombul olan kucak çocuklarıiçin bir benzetme sözü olarak kullanı
lı
r.
altı
n tutsa, toprak olur (veya altı
na yapı
ş
sa elinde bakı
r kesilir)
* giriş
tiğ
i iş
lerde büyük talihsizliklere uğrayan kimsenin durumunu anlatı
r.
altı
n yağ
murcun
* Bir tür kuş
, yağ
mur kuş
u.
altı
n yı
l
* Eş
lerin birlikte ulaş
tı
kları50. evlilik yı
lı
.
altı
n yumurtlayan tavuk
* mesleği, sanatı
, parasıolan, gelirli kimse.
* turist.
altı
n yürekli olmak
* çok iyi niyetli olmak, yumuş
ak huylu görünmek.
altı
na etmek (veya kaçı
rmak)
* yatağ
ı
na veya donuna abdest etmek.
altı
nbaş
altı
ncı
* Daha çok Ege bölgesinde yetiş
en, yuvarlak, kalı
nca kabuklu güzel bir kavun türü.
* Altısayı
sı
nı
n sı
ra sı
fatı
, sı
rada beş
inciden sonra gelen.
altı
ncıduygu
* Ön sezi.
altı
ncıhis
* Bkz. altı
ncıduygu.
altı
nda kalmak
* ezilmek.
altı
nda kalmamak
* karş
ı
lı
ğ
ı
nıvermek, gördüğ
ü iyilik veya kötülüğ
ü karş
ı
lı
ksı
z bı
rakmamak.
altı
ndan Çapanoğlu çı
kmak
* giriş
ilen iş
te baş
a dert olacak bir durumla karş
ı
laş
mak.
altı
ndan çapanoğlu çı
kmak
* bir iş
te baş
a dert olacak bir durumla, bir sorunla karş
ı
laş
mak.
altı
ndan girip üstünden çı
kmak
* malı
, parayıdüş
üncesizce harcayı
p tüketmek.
altı
ndan kalkamamak
* bir iş
i baş
aramamak, becerememek, üstesinden gelememek.
* kendini savunamamak.
altı
ndan kalkmak
* bir güçlüğü yenmek, baş
armak.
altı
nıçizmek
* (bir sözün) önemini belirtmek, üzerine dikkati çekmek; vurgulamak.
altı
nıı
slatmak
* yatağ
ı
na veya donuna küçük abdestini etmek.
altı
nıüstüne getirmek
* söz veya tutumuyla çevreyi birbirine düş
ürmek, karmakarı
ş
ı
k etmek.
* bir ş
ey bulmak için aramadı
k yer bı
rakmamak.
altı
nlaş
ma
* Altı
nlaş
mak iş
i veya durumu.
altı
nlaş
mak
* Altı
n durumu veya görünümü almak.
altı
noluk
*İ
ş
lemeli kadı
nş
alvarı
.
* Altı
n sı
rma veya kı
laptanla iş
lenmişçizgili ipek kumaşve bu cins kumaş
ları
n üstünde bulunan sı
rma
iş
lemeli yollar.
* Sarı
kları
n üstüne sarı
lan sı
rma ş
erit.
altı
ntop
altı
ntop
* Turunçgillerden, sı
cak bölgelerde yetiş
en bir meyve ağacı
, greyfrut (Citrus decumana).
* Bu ağacı
n kanarya sarı
sı
renginde, tadıacı
msımeyvesi, kı
z memesi, greyfrut.
*İ
ki çeneklilerden, uzun, dikenli ve kürecikler hâlinde saplarıolan bir kaktüs türü (Trollius ranunculoides).
altı
parmak
* Ellerinde veya ayakları
nda altı
ş
ar parmağ
ıolan (kimse).
*İ
ri bir tür palamut balı
ğı
.
* Ayrırenkte altı
yolu olan kumaş
.
* Bu kumaş
tan yapı
lan gelin giysisi.
altı
patlar
altı
ş
ar
* Altıtane fiş
ek alan toplu tabanca, revolver.
* Altısayı
sı
nı
n üleş
tirme biçimi; her birine altı
, her seferinde altı
sıbir arada olan.
altı
z
* Bir doğ
umda dünyaya gelen altı(kardeş
).
altimetre
altlama
altlamak
* Yükseklikölçer.
* Altlamak iş
i.
* Özel diye alı
nan bir ş
eye, genel bir kavramı
n altı
nda yer vermek.
altlı
* Altıolan.
altlıüstlü
altlı
k
* Altıve üstü birlikte.
* Alt ve üst katta olmak üzere, birlikte.
* Tabak veya bardak altı
.
* Hayvanları
n altı
na yayı
lan ot veya saman.
* Arabaya koş
ulan atları
n yolları
kirletmemesi için kuyruğ
unun altı
na yerleş
tirilen torba.
altmı
ş
* Elli dokuzdan sonra gelen sayı
nı
n adı
ve bu sayı
yıgösteren rakam, 60, LX.
* Altıkere on, elli dokuzdan bir artı
k.
altmı
şaltı
* Altmı
şaltısayıalmakla kazanı
lan bir çeş
it iskambil oyunu.
altmı
şaltı
ya bağlamak
* temelli olmayan bir çözümle durumu kurtarmı
şgörünmek.
altmı
şdörtlük
* Bir notanı
n altmı
şdörtte biri değerinde olan nota.
altmı
ş
ar
* Altmı
şsı
fatı
nı
n üleş
tirme biçimi, her birine altmı
ş
, her defası
nda altmı
ş
ıbir arada olan.
altmı
ş
ı
ncı
* Altmı
şsı
fatı
nı
n sı
ra bildiren biçimi, sı
rada elli dokuzuncudan sonra gelen.
altmı
ş
lı
k
alto
*İ
çinde altmı
ştane bulunan.
* Altmı
şyaş
ı
nda olan veya görünen.
* Kemanla viyolonsel arasıbüyük keman, viyola.
* Kontralto.
altta kalanı
n canıçı
ksı
n
* "herkes baş
ı
nı
n çaresine baksı
n, gücü yetmeyen ne olursa olsun" anlamı
nda kullanı
lı
r.
altta kalmak
* herhangi bir çatı
ş
mada, çekiş
mede yenilmek.
altta yok üstte yok
* yoksul, fakir.
alttan (veya aş
ağı
dan) almak
* sert konuş
an birine karş
ı
yumuş
ak, olumlu davranmak.
alttan alta
* gizlice, el altı
ndan.
alttan güreş
mek
* gizli gizli yenme yolları
nıkollamak.
altunî
alüfte
alüftelik
* Altı
n renginde olan.
*İ
ffetsiz, oynak, cilveli (kadı
n).
* Alüfte olma durumu.
alümin
* Suda çözünmeyen, 20500 C de eriyen, beyaz bir toz olan alüminyum oksit (Al2O3).
alümina
* Bkz. alümin.
alüminyum
* Atom numarası13, atom ağı
rlı
ğı
26,98 olan, gümüşparlaklı
ğı
nda, beyaz, 6600 C de eriyen hafif bir
element. Kı
saltmasıAl.
* Alüminyumdan yapı
lmı
ş
.
alüminyum taş
ı
* Boksit.
alüvyon
lı
ğ
.
alveol
* Akarsuları
n taş
ı
yı
p yı
ğ
dı
klarıbalçı
k, kil gibi çok ince taneli ş
eylerin kum ve çakı
lla karı
ş
ması
yla oluş
an yı
ğı
n,
* Torba biçiminde küçük boş
luk veya geniş
lemişkı
sı
m.
alvere tulumbası
* Emme basma tulumba.
alyans
alyon
alyuvar
* Niş
an yüzüğ
ü.
* Para babası
.
* Kana al rengini veren, çekirdeksiz, yuvarlak, küçük hücre, eritrosit.
Am
* Amerikyum'un kı
saltması
.
am
* Diş
ilik organı
, ferç.
-am / -em
* Fiilden isim türeten ek: tut-am, dön-em vb.
ama
* Çeliş
kili ve tutarsı
z iki cümleyi birbirine bağlamaya yarar, amma.
* Uyarma veya ş
artlıbir ifade niteliğ
inde olan bir cümleyi, baş
ka bir cümleye bağlamaya yarar.
* Beklenmeyen bir sonucu anlatan iki cümleyi onun sebebi durumunda olan cümleye bağ
lar.
* Bir yargı
yıveya bir buyruğu pekiş
tirmek için de kullanı
lı
r.
* Bazen dikkati çekmek için cümlenin sonuna getirilir.
âmâ
* Görmez, kör.
ama ne
amabile
amaç
* ne hoş
.
*ş
aş
ı
lacak niteliğ
i olan.
* Bir parçanı
n sevimli ve cana yakı
n çalı
nacağı
nıanlatı
r.
* Eriş
ilmek istenilen sonuç, maksat.
* Gaye.
* Hedef.
amaç dı
ş
ı
* Gaye dı
ş
ı
, hedeflenen amacı
n dı
ş
ı
nda.
amaç edinmek
* bir amaca ulaş
ma isteğinde bulunmak.
amaç gütmek
* bir amacı
gerçekleş
tirmeye çalı
ş
mak.
amaçlama
* Amaçlamak iş
i, hedef alma, istihdaf.
amaçlamak
* Bir amaca ulaş
mayıistemek, istihdaf etmek.
amaçlanma
* Amaçlanmak iş
i.
amaçlanmak
* Amaçlamak iş
ine konu olmak.
amaçlı
* Amacıolan, gayeli.
* Bir amaca yönelik.
amaçlı
lı
k
* Amaçlıolma durumu.
amaçsı
z
* Amacıolmayan, gayesiz.
amaçsı
zlı
k
* Amaçsı
z olma durumu.
amade
-amak
amal
* (bir iş
i) Yapmaya hazı
r.
* Fiilden isim türeten ek: bas-amak, tutamak, kaç-amak vb.
*İ
ş
ler, iş
lemler.
âmâlı
k
* Âmâ olma durumu.
amalierbaa
* Matematikte dört iş
lem terimine verilen ad.
aman
* Yardı
m istendiğini anlatı
r.
* Bir suçun bağ
ı
ş
lanması
nı
n istenildiğ
ini anlatı
r.
* Rica anlatı
r.
* Usanç ve öfke anlatı
r.
* Dikkat uyandı
rmak için kullanı
lı
r.
* Çok beğenmeyi anlatı
r: Aman ne güzel ş
ey! Bu anlamda kullanı
ldı
ğı
nda buna da edatıda getirilebilir.
* Şaş
ma anlatı
r.
aman Allah (Allahı
m)
*ş
aş
ma, beğ
enme veya beğ
enmeme, korku gibi duygularıbelirtmek için kullanı
lı
r.
aman bulmak
* kurtulmak.
aman dedirtmek (veya amana getirmek)
* karş
ıkoyan birini boyun eğ
mek zorunda bı
rakmak, zor durumda bı
rakmak.
aman derim!
* sakı
n ha, böyle bir işyapayı
m deme.
aman dilemek
* önce direnirken zor karş
ı
sı
nda boyun eğip canı
nı
n bağı
ş
lanması
nıdilemek.
aman vermek
* canı
nıbağı
ş
lamak, öldürmemek.
aman vermemek
* rahat bı
rakmamak, göz açtı
rmamak.
* acı
mayı
p öldürmek.
aman zaman
* Karş
ı
sı
ndakini yumuş
atmak için söylenen sözleri anlatı
r.
amana gelmek
* önce direnirken zor karş
ı
sı
nda boyun eğmek.
amanı
n
* Korkma ve ş
aş
ma sözü.
amanname
*İ
slâm devletlerinde düş
mana güvenlik içinde olduğunu bildirmek üzere verilen belge.
amansı
z
* Aman vermez, hiç acı
mayan, cana kı
yı
cı
.
amansı
z hastalı
k
* Kanser.
amansı
zca
* Öldürücü bir durumda, acı
ması
z olarak.
* Hoş
görüsüz olarak.
amasımaması
yok!
* hiçbir özrün geçerli olamayacağ
ı
nıanlatı
r.
amasıvar
* herkesin bilmediği sakı
ncasıveya kusurlarıvar.
Amasya'nı
n bardağı
, biri olmazsa biri daha
* ele geçirilmeyen veya kaçan bir ş
eye üzülmek boş
tur, çünkü her zaman benzeri sağlanabilir.
amatör
* Bir iş
i para kazanmak için değil, yalnı
z zevki için yapan kimse, hevesli, profesyonel karş
ı
tı
.
amatörlük
* Amatör olma durumu.
amazon
* (eski çağ
ları
n Amazonları
na benzetilerek) Erkek gibi, savaşsafları
nda yer alan kadı
n.
* Ata binen kadı
n.
ambalâj
* Eş
yayısarmaya yarayan mukavva, kâğı
t, tahta, plâstik madde gibi malzeme.
ambalâj yapmak
* (bir ş
eyi) bu gibi maddelerle paketlemek, sandı
klamak.
ambalâjcı
* Ambalâj yapan kimse.
ambalâjcı
lı
k
* Ambalâjcıolma durumu veya iş
i.
ambalâjlama
* Ambalâjlamak iş
i.
ambalâjlamak
* Ambalâj yapmak.
ambale etmek
* Birini düş
ünemez duruma getirmek, çok yormak.
* Otomobili fazla gaz vermekten çalı
ş
maz hâle sokmak.
ambale olmak
* Çok yorulup işgöremez, düş
ünemez duruma gelmek.
ambar
* Genellikle tahı
l saklanan yer.
* Yiyecek ve bazıeş
yanı
n saklandı
ğ
ıyer.
* Geminin yük koymaya ayrı
lmı
şyeri.
* Eş
ya taş
ı
ma iş
leri yapan kurum veya ortaklı
k.
* Kum, çakı
l gibi yapımalzemesini ölçmekte kullanı
lan ve her yanıçoğunlukla 75 cm olan küp ölçek.
* Genellikle tahı
lı
n çok üretildiği yer, bölge.
ambarcı
* Ambara bakan görevli, ambar memuru.
ambarcı
lı
k
* Ambarcı
nı
n gördüğ
ü iş
.
ambarda kurutma
* Kapalıbir yerde, güçlü bir vantilâtör kullanı
larak sağ
lanan hava akı
mıile yeş
il ve sulu yemlerin kurutulması
.
ambargo
* Bir devletin, gemilerin kendi limanları
ndan ayrı
lması
nıyasaklama buyruğ
u.
* Bir malı
n serbest sürümünü engellemek için konulan yasak.
ambargo koymak
* gemilerin limanlardan hareketini yasaklamak.
* bir malı
n serbest sürümünü engellemek.
* bir mala el koymak, müsadere etmek.
* siyasî, ekonomik, sosyal alanlarda caydı
rma amacı
yla yaptı
rı
m uygulamak.
ambargoyu kaldı
rmak
* ambargo ile ilgili yasaklamayıkaldı
rmak.
ambarlama
* Ambar durumuna gelmek.
ambarlamak
* Ambar iş
i yapmak.
amber
* Amber balı
ğ
ı
ndan ç ı
karı
lan güzel kokulu, kül renginde bir madde.
* Güzel kokulu bazımaddelerin ortak adı
.
amber ağacı
* Baklagillerden bir cins mimoza (Geum urbonum).
amber balı
ğ
ı
* Balinagillerden, boyu 25 m'ye kadar çı
kan, baş
ı
büyük, diş
li, çok yı
rtı
cıbir balı
k, ada balı
ğı
(Catodon
macrocephalus).
amber çiçeği
* Amber ağacı
nı
n toparlak, fı
ndı
k büyüklüğünde, altı
n sarı
sırenginde güzel kokulu çiçeği.
amberbaris
* Sarı
çalı
.
amberbu
amblem
amboli
* Hindistan'da, İ
ran'da yetiş
en, piş
ince güzel bir koku veren, iri ve uzun taneli bir tür pirinç.
* Soyut bir ş
eyin, bir kavramı
n sembolü olan varlı
k veya eş
ya, belirtke.
* Atardamarda kanı
n pı
htı
laş
masıveya yağparçacı
kları
nı
n oluş
masısonucunda meydana gelen tı
kanma.
ambülâns
* Hasta arabası
, cankurtaran (arabası
), cankurtaran.
amca
amcalı
k
* Babanı
n erkek kardeş
i.
* Yaş
lıerkeklere saygıiçin kullanı
lan seslenme.
* Amca olma durumu.
amcalı
k etmek
* birine amca gibi yakı
nlı
k göstermek.
amcamla dayı
m, hepsinden aldı
m payı
m
* yakı
nları
ndan beklediği ilgi ve yardı
mıgörmeyen bir kimsenin artı
k yeni bir dilekte bulunmaya niyetli
olmadı
ğ
ı
nıanlatmak için söylenir.
amcazade
* Amcanı
n oğlu veya kı
zı
.
amel
* Yapı
lan iş
, edim, fiil.
* Bir kimsenin dinin buyrukları
nı
yerine getirmek için yaptı
kları
.
* Sürgün, ötürük, ishal.
amele
*İ
ş
çi, emekçi.
amele taburu
* Genellikle yol yapı
m iş
lerinde görevli amelelerden oluş
an birlik.
amelelik
amelî
* Amele olma durumu.
*İ
ş
e dayanan, işüstünde, tatbikî, pratik.
*İ
şbakı
mı
ndan, iş
çe.
* Elveriş
li, kolay, uygun, kestirme.
* Hareketle ilgili olan, yalnı
z düş
ünce alanı
nda kalmayı
p iş
e dönüş
en uygulamalı
, tatbikî.
amelimanda
*İ
şyapamaz durumda olan.
ameliyat
* Operatörün, hasta üzerinde kesme ve dikme yoluyla yaptı
ğ
ımüdahale, operasyon.
* ç. İ
ş
ler, faaliyetler.
ameliyat geçirmek
* ameliyat edilmişolmak.
ameliyat masası
* Üzerinde ameliyat yapı
lan özel donanı
mlımasa.
ameliyathane
* Hastaları
n ameliyat edildiğ
i yer.
ameliyatlı
* Ameliyat edilmiş
.
ameliye
* Yapı
lan iş
, iş
lem.
amenajman
* Devlete ve kiş
ilere ait ormanları
n, önceden hazı
rlanı
p kabul edilmişesaslara uygun olarak iş
letilmesi.
* Tabiî kaynakları
n iş
letilmesi.
amenna
*İ
nandı
k anlamıile "öyledir", "doğru", "diyecek yok" gibi tasdik etme anlatı
r.
Amentü
* Kur'an surelerinden birinin adı
.
Amerika armudu
* Defnegillerden, Amerika'da yetiş
en bir ağaç (Persea gratissima).
* Bu ağacı
n armuda benzer yemiş
i.
Amerika bademi
* Aselbent ve zamk gibi maddeler veren bir sı
cak iklim ağ
acı(Styrax americana).
Amerika elması
* Antep fı
stı
ğı
gillerden, Amerika'da yetiş
en bir a ğ
aç, bilader ağ
acı
(Anacardium occidentale).
* Bu ağacı
n badem biçiminde çekirdekli, armuda benzer yemiş
i.
Amerika tavş
anı
* Kemiricilerden, arka ayaklarıçok uzun, küçük bir memeli kürk hayvanı(Eriomys chincilla).
Amerika üzümü
* Şekerci boyası
.
Amerikalı
* Amerika Birleş
ik Devletleri halkı
ndan olan kimse.
Amerikalı
laş
ma
* Amerikalı
laş
mak iş
i veya durumu.
Amerikalı
laş
mak
* Amerikalı
ları
n yaş
ayı
ştarzı
nıbenimsemek.
Amerikan
* Amerika Birleş
ik Devletleri halkı
ndan olan kimse.
* Amerika'ya özgü, Amerika ile ilgili olan.
amerikan
* Pamuktan düz dokuma, kaput bezi. Amerikan bezi biçiminde de kullanı
lı
r.
Amerikan bar
* Lokanta, otel veya evlerde içki için ayrı
lmı
şköş
e.
Amerikan bezi
* Bkz. amerikan.
Amerikan salatası
* Rus salatası
.
Amerikanca
* Amerika Birliş
ik Devletlerinde kullanı
lan İ
ngilizce.
Amerikanist
* Amerikan tarihi ve kültürü ile uğ
raş
an bilimci.
Amerikanvarî
* Amerikalı
ya yakı
ş
an biçimde, Amerikalıgibi.
amerikyum
* Atom numarası95, yapay olarak elde edilen aktinitlerden bir element. Kı
saltmasıAm.
ametal
ametist
* Metal olmayan elementler.
* Süs taş
ıolarak kullanı
lan mor renkte bir tür kuvars.
amfi
* Amfiteatr kelimesinin kı
saltı
lmı
ş
ı
.
amfibi
*İ
ki yaş
ayı
ş
lı
.
* Hem karada hem de suda hareket eden (taş
ı
t), yüzergezer.
amfibi harekât
* Kara ve deniz araçları
yla yapı
lan manevra.
amfibol
* Piroksenlere yakı
n siyah, esmer, yeş
il renkli bir silikat grubu.
amfibyumlar
* Kurbağa ve semenderleri içine alan iki yaş
ayı
ş
lıomurgalı
lar sı
nı
fı
.
amfiteatr
* Dinleyicilerin oturduğ
u, sı
ralarıarkaya doğ
ru basamaklıolarak yükselen salon.
* Yunan ve Roma'da açı
k hava tiyatrosu.
* Toprak parçası
.
amfizem
* Vücut organları
ndan bir bölümünün hava ile ş
iş
mesi.
amfor
*İ
ki kulplu, dibi sivri, dar boyunlu, karnıgeniştesti.
amfora
amigo
amigoluk
* Bkz. amfor.
* Çoğ
unlukla spor yarı
ş
maları
nda seyircileri coş
turan kimse.
* Amigonun yaptı
ğ
ıiş
.
amil
amilâz
* Yapan, etken, etmen, sebep, faktör.
* Niş
astayıparçalayarak ş
ekere çeviren bir enzim.
amin
* Amonyaktaki hidrojen yerine, tek değ
erli hidrokarbonlu köklerin geçmesiyle oluş
an ürünlerin genel adı
.
âmin
* "Allah kabul etsin" anlamı
nda, duaları
n arası
nda ve sonunda kullanı
lı
r.
aminoasit
* Bir amino grubu ile bir karboksil grubu taş
ı
yan, proteinlerin temel taş
ıolan organik bileş
ik.
amip
* Amipler takı
mı
ndan, vücudunun biçim değ
iş
tirmesiyle oluş
an geçici kollar veya ayaklar üzerinde sürünerek
yer değ
iş
tiren, tatlı
ve tuzlu sularda yaş
ayan bir hücreli canlı(Amoibe).
amipler
* Bir hücreli hayvanları
n kök bacaklı
lar sı
nı
fı
na giren bir takı
mı
.
amipli
*İ
çinde amip bulunan.
* Amiplerin yol açtı
ğı
.
amir
* Buyuran, emreden, üst.
* Bir iş
te emir verme yetkisi olan kimse.
amiral
* Deniz kuvvetlerinde, ordudaki general rütbesine eş
it rütbedeki subay.
amirallik
amirane
amirce
amiriita
* Amiral olma durumu.
* Amiralin makamı
.
* Amir gibi, amire yakı
ş
an biçimde.
* Amire yakı
ş
ı
r biçimde, amir gibi.
* Bkz. ita amiri.
amirlik
* Amir olma durumu.
amit
amitoz
amiyane
* Amonyağı
n hidrojeni yerine bir asit kökünün geçmesiyle oluş
an birleş
iklerin sı
nı
f adı
.
* Amip, akyuvar ve bazıbakterilerde hücre bölünmesi yoluyla olan çoğ
alma.
* Kibarca olmayan, bayağ
ı
.
* Sı
radan.
amiyane tabiriyle
* halk ağzıile, halk deyiş
iyle.
amma
* Bkz. Ama.
* Yanı
na getirildiği kelimenin anlamı
na aş
ı
rı
lı
k katarak ş
aş
ma veya hayranlı
k anlatı
r.
amma velâkin
* Ancak, bununla beraber.
ammada yaptı
n ha!
* söylenen bir söze pek inanı
lmadı
ğı
nıve ş
aş
ı
ldı
ğı
nıanlatı
r.
amme
* Halkı
n bütünü, kamu.
amme davası
* Kamu davası
.
amme efkârı
* Kamuoyu.
amme hukuku
* Kamu hukuku.
amme idaresi
* Kamu yönetimi.
amme menfaati
* Kamu yararı
.
amnezi
amnios
* Hafı
za kaybı
, bellek yitimi.
* Döl kesesi.
amnios suyu
* Döl kesesini dolduran ve cenini içinde bulunduran sı
vı
, çağnak.
amonyak
* Azot ve hidrojen birleş
imi olan, keskin kokulu bir gaz (NH3).
*İ
çinde bu gazı
n eritilmişbulunduğu su, nı
ş
adı
r ruhu.
amonyaklama
* Amonyaklamak iş
i.
amonyaklamak
* Bazıyemlerin amonyak veya bir amonyum bileş
iğ
i ile karı
ş
tı
rmak veya doyurmak.
amonyum
* Amonyaklıtuzlarda maden rolü oynayan bir birleş
im kökü (NH4).
amonyum karbonat
* Hamur kabartmada maya olarak kullanı
lan karbonik asidin amonyum tuzu, nı
ş
adı
r kaymağ
ı
.
amonyum sülfat
* Sanayide sentez yolu ile elde edilen amonyum nötr sülfat, azotlu gübrelerin en çok kullanı
lanı
dı
r.
amor
* Bir çeş
it kumaş
.
amoralizm
* Ahlâk dı
ş
ı
cı
lı
k, töre dı
ş
ı
cı
lı
k.
amorf
amorti
* Biçimsiz.
* Birden ödenerek faizinin iş
lemesine son verilen tahvil.
* Piyangoda ödenen para kadar ödenen karş
ı
lı
k.
amorti etmek
* bir giriş
imde yatı
rı
lan parayızamanla yeniden kazanmak.
amortisman
* Taş
ı
nmaz malları
n aş
ı
nmaları
na karş
ı
lı
k olarak, yı
llı
k kârdan ayrı
lan belirli pay.
* Faizin iş
lemesine son vermek için bir tahvilin birden ödenmesi.
amortisör
* Motorlu araçlarda sarsı
ntı
, sallantıgibi hareketleri en aza indiren, yayları
n gereksiz hareketlerini gidermeye
yarayan düzen.
* Bu düzeni kuran öge, cihaz, yumuş
atmalı
k.
amper
* Elektrik akı
mı
nda ş
iddet birimi. Kı
saltmasıA.
amper saat
* Bir amper ş
iddetinde akı
m geçiren bir iletkenden bir saat içinde geçen elektrik miktarı
.
ampermetre
* Amperölçer.
amperölçer
* Bir elektrik akı
mı
nı
nş
iddetini ölçmeye yarayan aygı
t, akı
mölçer.
ampir
* Napoleon döneminde Fransa'da ve Avrupa'da yayı
lmı
şolan yapı
, mobilya, giyim vb. üslûbu.
ampirik
* Bir kurama değil de yalnı
zca deneye, gözleme dayanan.
ampirist
* Deneyci.
ampirizm
* Deneycilik.
amplifikatör
* Alçak veya yüksek frekanslıakı
mları
n gerilimini, ş
iddetini veya gücünü artı
rmaya yarayan araç, yükselteç.
ampul
ş
iş
e.
*İ
çinde, elektrik akı
mıile akkor durumuna gelerek ı
ş
ı
k verebilen bir iletkeni bulunan, havasıboş
altı
lmı
şcam
*İ
çinde çoğu kez zerk edilecek, sı
vıdurumda ilâç bulunan küçük veya büyük cam tüp.
ampütasyon
* Bir organı
kesip çı
karma.
* Herhangi bir bütünden bir parça kesme veya koparma.
amuda kalkmak
* iki eli üstüne dayanarak bacakları
nıhavada dikey tutmak.
amudî
* Dikey, dikine, dik.
amudufı
karî
* Omurga kemiği, bel kemiği.
amut
* Dikme, dik durumda.
amyant
an
an
* Kolayca bükülen ve ateş
e dayanan liflerden oluş
muş
, bir tür ak asbest.
* Zamanı
n bölünemeyecek kadar kı
sa bir parçası
, lâhza.
*İ
ki tarla arası
ndaki sı
nı
r.
an
* Zihin.
-an / -en
-an / -en
*İ
simden isim türeten ek: oğul-an > oğlan, kı
z-an, kök-en vb.
* Fiilden sı
fat türeten ek.
ana
* Çocuğ
u olan kadı
n, anne.
* Yavrusu olan diş
i hayvan.
* Dince aziz tanı
nan bazıkadı
nlara verilen saygı
unvanı
.
* Yaş
lıkadı
nlara saygı
lıbir seslenme sözü olarak kullanı
lı
r.
* Velinimet.
* Alacağ
ı
n veya borcun, faizin dı
ş
ı
nda olan bölümü.
* Temel, ası
l, esas.
* Çizgilerden herhangi birini anlatan kelimeye sı
fat olarak geldiğ
inde, o çizginin, belirli bir kural altı
nda
hareket ederek bir yüzey oluş
turmaya yaradı
ğı
nıanlatı
r.
ana arı
* Arı
beyi.
ana avrat düz (veya dümdüz) gitmek
* sövmek, küfretmek.
ana baba
* Ana ile babanı
n oluş
turduğ
u birlik.
ana baba bir
* aynıana ve babadan olan (kardeş
ler).
ana baba eline bakmak
* ana ve babanı
n verdiği para ile geçinmek.
ana baba günü
* Çok kalabalı
k.
* Sı
kı
nt ı
lıkalabalı
k, telâş
lı
, tehlikeli zaman, yer veya durum.
ana baba yavrusu
* nazlıbüyütülmüşçocuk.
ana bilim dalı
* Üniversite veya fakültelerde bölümlerin alt bilim veya uzmanlı
k dalları
.
ana bir, baba ayrı
* analarıbir, babaları
ayrıolan (kardeş
ler).
ana cadde
* Şehirde ara sokakları
n açı
ldı
ğ
ıgenişyol.
ana çizgi
* Belli bir kurala göre yürütülerek bir biçimin oluş
ması
na yarayan çizgi.
ana dal
* Ağaç, ağ
aççı
k veya çalı
larda gövdeden ilk çı
kan ve bitkinin çatı
sı
nıoluş
turan dal.
ana defter
* Ticarî bir kuruluş
un, aylı
k ve bilânço hesapları
nıgösteren defter, büyük defter, defterikebir.
ana deniz
* Kı
talarıbirbirinden ayı
ran engin deniz, okyanus, umman.
ana deniz bilimi
* Oş
inografi.
ana dil
* Baş
ka diller veya lehçeler türetmişolan dil.
ana dili
ana direk
*İ
nsanı
n çocukken anası
ndan, evindekilerden ve soyca bağ
lıolduğu topluluktan öğ
rendiği dil.
* Gemilerde, ekleme direklerde dipteki temel parça.
ana doğrusu
* Dönen silindirin yan yüzünü oluş
turan dikdörtgenin bir kenarı
.
* Dönen koninin yan yüzünü oluş
turan dik üçgenin hipotenüsüne verilen ad.
ana duvar
* Bir yapı
nı
n, dört bir yönünü çevreleyen kalı
n dı
şduvar.
ana düş
ünce
* Temel fikir.
ana fikir
* Belirli bir konuda bir yazı
nı
n temeli olan düş
ünce.
ana gibi yâr olmaz, Bağ
dad gibi diyar olmaz
* insanlar içinde bize ana kadar candan bağlıdost yoktur.
ana kadı
n
* Bir ailede veya bir toplulukta en çok sayı
lan kadı
n.
ana kapı
* Bir yapı
nı
n süslü, büyük ön kapı
sı
.
ana kara
* Yeryüzündeki beşbüyük kara parçası
ndan her biri, kı
ta.
ana kent
* Bir ülkenin veya bir bölgenin çevresindeki yerleş
im yerlerine ekonomik ve toplumsal yönlerden egemen
olan ve genellikle ülkenin baş
ka ülkelerle olan her türlü iliş
kilerinin sağlandı
ğ
ıen önemli kenti, metropol, büyük ş
ehir.
* Bir ülkede büyük kentlerden herhangi biri, metropol, büyük ş
ehir.
ana kı
zı
na taht kurar, kı
z bahtı
kocadan arar (veya ana kı
zı
na taht kurmuş
, baht kuramamı
ş
)
* kocasıiyi olmayan bir kadı
n, kendi ne kadar zengin olursa olsun, mutlu olamaz.
ana kitap
* Bir bilim alanı
nda yazı
lmı
ştemel kitap.
ana kök
* Tohumun çimlenmesinden sonra kökçüğ
ün toprağa dalarak geliş
mesi sonucu oluş
an ilk kök.
ana kraliçe
* Kralı
n annesi.
* Arı
beyi.
ana kubbe
* Camilerde ayaklar veya ana duvar üzerindeki kasnağ
a oturtulmuşkubbe.
ana kucağ
ı
* Ananı
n sevgi ve sevecenlikle dolu çevresi.
ana kuyu
* bir ocakta ana çı
kı
şve havalandı
rmada kullanı
lan kuyu.
ana kuzusu
* Pek küçük kucak çocuğ
u.
* Sı
kı
nt ı
ya, güç iş
lere alı
ş
mamı
ş
, nazlıbüyütülmüşçocuk veya genç.
ana mektebi
* Bkz. anaokulu.
ana motif
* Bir sanat eserinde sı
k sı
k tekrarlanarak ona özellik kazandı
ran motif, laytmotif.
ana muhalefet
*İ
ktidarı
n dı
ş
ı
nda sayı
ca en üstün olan parti.
ana ortaklı
k
* Birçok ortaklı
ğı
n pay senetlerini elinde bulundurarak onlarıdenetimi altı
nda tutan sermaye yatı
rı
m
ortaklı
ğ
ı
, holding.
ana rahmine düş
mek
* döl yatağ
ı
nda cenin oluş
mak.
ana saat
* Bir gözlem evi veya kurumda, saatler içinde en doğru giden ve öbür saatlerin ayarlanması
nda kullanı
lan
saat.
ana sanlı
* Soyadı
nıana yönünden alan.
ana sav
*İ
leri sürülerek savunulan düş
üncelerin en belli baş
lıolanı
.
ana sayaç
* Belirli bir yerleş
im birimine veya bir ş
ehre verilen toplam gazı
n ölçülmesi amacı
yla, ana dağ
ı
tı
m boru hattı
baş
langı
cı
na tesis edilen sayaç sistemi.
ana sı
nı
fı
* Genellikle beşyaş
ı
nıbitirmişçocuklarıilkokul öğ
renimine hazı
rlayan sı
nı
f.
ana sözleş
me
* Taraflar arası
düzenlenen ilk ve temel sözleş
me.
ana ş
ehir
* Ana kent.
ana toplardamar
* Kirli kanıkalbin sağkulakçı
ğ
ı
na boş
altan iki büyük toplardamardan her biri.
ana vatan
* Ana yurt.
* Bir ş
eyin ilk kez yetiş
tigi, göründüğ
ü yer.
ana yapı
* Bir yapıbütünü içinde yükseklik ve biçim bakı
mı
ndan göze çarpan, önemli bölüm.
ana yarı
sı
* Teyze.
ana yol
ana yön
* Küçük yolları
n kendisine açı
ldı
ğı
büyük yol.
* Cadde.
* Kuzey, güney, doğ
u ve batıyönlerinden her biri.
ana yurt
*İ
lk yurt edinilen yer, ana vatan.
ana yüreğ
i
* Annelik duygusu, ana sevecenliği.
anabolizma
* Özümleme.
anaca
* Ana olarak.
anacı
k
* Küçük anne.
* Sevimli, sempatik anne.
anacı
l
* Anası
na düş
kün (çocuk).
anaç
* Yavru yetiş
tirecek duruma gelmişolan hayvan veya yemişverecek durumdaki ağ
aç.
*İ
ri, kart.
* Kurnaz, deneyli, bilgili, baş
ı
na buyruk.
anaçlaş
ma
* Anaçlaş
mak iş
i.
anaçlaş
mak
* Anaç duruma gelmek.
anaçlı
k
* Anaç olma durumu.
anadan (yeni) doğmuş
a dönmek (veya anadan yeni doğ
muşgibi olmak)
* dertsiz, tasası
z, sağ
lı
klıbir duruma gelmek.
anadan doğma
* çı
rı
lçı
plak.
* doğ
uş
tan olan.
anadan görme
* annesinde gördüğü gibi.
* geleneksel.
Anadolu
* Ön Asya'nı
n bir parçasıolarak Türkiye'nin Asya kı
tası
nda bulunan toprağı
na verilen ad.
Anadolulu
* Anadolu halkı
ndan olan (kimse).
anadut
* Ekin veya ot demetlerini arabaya yüklemeye veya harmanıaktarmaya yarayan, uzun saplı
araç, dirgen, yaba.
anaerki
* Soyda temel olarak anayıalan ve ailede çocuklarıana klânı
na mal eden ilkel bir toplum düzeni,
maderş
ahîlik.
anaerkil
* Anaerki temeline dayanan, maderş
ahî, matriarkal.
anaerkillik
* Kadı
nı
n üstünlüğ
üne dayalı
toplumsal örgütlenme düzeni.
* Ananı
n egemen olduğ
u aile hayatı
.
anaerobik
* Oksijensiz yerde yaş
ayabilen, yetiş
ebilen.
anafor
* Bir engelle karş
ı
laş
an su veya hava akı
ntı
sı
nı
n dönerek ve çukurlaş
arak yaptı
ğ
ıçevrinti, ters akı
ntı
ları
n
oluş
turduğu dönme, eğ
rim, çevri, burgaç, girdap.
* Karmakarı
ş
ı
k, sinirli, güç durum.
* Yolsuz veya emeksiz elde edilen ş
ey.
anafora kaptı
rmak
* emeksiz, karş
ı
lı
ksı
z olarak baş
kası
nı
n yararlanması
na imkân vermek.
anaforcu
* Yolsuz veya emeksiz kazanç peş
inde olan (kimse).
anaforculuk
* Anaforcu olma durumu.
anafordan
* yolsuz veya emeksiz olarak.
anaforlama
* Anaforlamak iş
i.
anaforlamak
* Yolsuz veya emeksiz olarak kazanç elde etmek.
anaforlu
* Akı
ntı
lı
, cereyanlı
.
anagram
* Bir kelimedeki harflerin yerini değiş
tirerek elde edilen kelime.
anahtar
* Bir kilidi açı
p kapamak için kullanı
lan araç, açar, açkı
.
* Bir ş
eyin zembereğ
ini kurmak için kullanı
lan araç, kurgu.
* Şifre yazmak ve çözmek için kararlaş
tı
rı
lmı
şolan yol.
*İ
stenilen yere veya aygı
ta, isteğ
e göre elektrik akı
mı
nı
n geçmesini sağ
lamak için kullanı
lan düzen,
komütatör.
* Somunlarıveya vidalarıçevirerek sı
kı
ş
tı
rı
p gevş
etmek için kullanı
lan çelik saplıaraç.
* Notaları
n müzik merdivenindeki yükseklik derecelerini göstermek ve buna göre okunması
nısağlamak için
portenin baş
ı
na konulan iş
aret.
* Konserve kutuları
nı
n kapağ
ı
nıkeserek açmaya yarayan alet, açacak.
* Vesile, araç, vası
ta.
anahtar ağı
zlı
ğı
* Mobilya kapakları
nı
n ve çekmecelerin yüzlerine açı
lan anahtar deliklerinin üzerine çivilenen paslanmaz
çelik veya dökümden yapı
lmı
şortasıanahtara uygun, delikli metal ve plâstik gereç.
anahtar bitkiler
* Mera üzerinde çok bulunan ve bunları
n doğru bir ş
ekilde otlatı
lmaları
ile tüm meranı
n doğ
ru bir ş
ekilde
otlanmı
şolacağ
ıkabul edilen bitki türleri.
anahtar kelime
* Bir kompozisyonda kullanı
lan temanı
n ifade edildiği baş
lı
ca kelimelerden biri.
anahtar taş
ı
* (yapı
cı
lı
kta) Kemerlerin en üstündeki taş
, kilit taş
ı
.
anahtar uydurmak
* bir kilidi açmak için kendi anahtarı
ndan baş
ka bir anahtar kullanmak.
anahtar vermek
* (tulûat tiyatrosunda) komiğ
e nükte yapma kolaylı
ğıvermek.
anahtarcı
* Anahtar yapan, satan veya onaran kimse.
* Kapı
, kasa gibi yerlere anahtar uydurarak hı
rsı
zlı
k yapan kimse.
anahtarcı
lı
k
* Anahtarcı
nı
n yaptı
ğ
ıiş
.
anahtarıbeline takmak
* evde yönetimi ele almak.
anahtarlı
k
* Anahtarları
n kaybolması
nı
önlemek, kolayca kullanı
lması
nısağ
lamak için takı
ldı
ğı
maden, deri ve
benzerinden yapı
lan halka veya kı
lı
f.
-anak / -enek
* Fiil köklerinden isim türeten ek.
anakonda
* Boğ
agillerden tropikal Güney Amerika'da yaş
ayan, avı
nısararak ve sı
karak öldüren yı
lan (Eunectes
murinus).
anakronik
* Çağ
ıgeçmiş
, çağa uymaz, eskimiş
.
anakronizm
* Tarihe aykı
rı
lı
k.
* Çağ
a uymama.
analaş
tı
rma
* Analaş
tı
rmak iş
i.
analaş
tı
rmak
* Annedeki özellikleri kazandı
rmak.
analı
* Anasıolan.
analıkuzu kı
nalıkuzu
* Bkz. analı
.
analıkuzu, kı
nalıkuzu
* annesi sağolan çocukları
n mutluluğ
unu anlatı
r.
analı
k
* Ana olanı
n durumu.
* Ana duygusu.
* Ana yerini tutan veya ana kadar yakı
nlı
k gösteren kadı
n.
* Üvey ana.
* Anaca davranı
ş
.
analı
k etmek
* analı
k görevini yapmak veya ana gibi yakı
nlı
k göstermek.
analı
kı
zlı
* Salça, tuz, su, bulgur ve kı
ymanı
n yoğ
rularak küçük köfteler hâline getirilmesi ve bu malzemenin et suyu ve
nohut ile piş
irilmesiyle hazı
rlanan yemek.
analist
* Tahlil, analiz yapan kimse, çözümleyici.
analitik
analiz
* Çözümlemeli.
* Çözümleme, tahlil.
analiz etmek
* Çözümlemek, tahlil etmek.
analizci
* Analizle uğraş
an veya analiz yapan kimse.
analizör
analjezi
analjezik
* Analiz yapan cihaz, aygı
t veya organ.
* Ağrı
yıdindirme, acıduyumunu yok etme, acıyitimi.
* Bkz. ağrı
kesen.
analoji
* Benzeş
im, benzeş
me.
* Andı
rı
ş
, andı
rı
ş
ma.
* Örnekseme.
analojik
* Analoji ile ilgili, benzeş
meye dayanan.
anam avradı
m olsun
* birini kesin olarak inandı
rmak için söylenen çok kaba bir ant.
anam babam
* teklifsiz bir seslenme.
anam!
anamal
* Kadı
n erkek, büyük küçük herkese karş
ıkullanı
lan teklifsiz bir seslenmek.
* Sese verilen tona göre ş
aş
ma, beğ
enme, acı
, üzüntü gibi duygular anlatı
r.
* Sermaye, kapital.
sermaye.
* Bir ticaret iş
inin kurulması
, yürütülmesi için gereken anapara ve paraya çevrilebilir malları
n bütünü,
anamal birikimi
* Anamalcı
nı
n elde ettiği artı
k değ
erin bir bölümünü kendi kullanı
rken büyük bölümünü anamalı
na
ekleyerek onu büyütmesi.
anamalcı
* Üretim araçları
nıözel mülkiyetinde bulunduran, anamal sahibi, sermayedar, kapitalist.
* Anamalcı
lı
k düzenini benimsemiş
.
anamalcı
lı
k
* Anamala dayanan ve kâr amacıgüden üretim düzeni, kapitalizm.
anan yahş
i, baban yahş
i
* birini, bir iş
e razıetmek için gereğ
inden çok överek yumuş
atmak amacı
güdüldüğ
ünü baş
kası
na anlatı
rken
kullanı
lı
r.
ananas
* Ananasgillerden, sı
cak ülkelerde yetiş
en bir ağaç (Ananas sativus).
* Bu ağacı
n tadı
, kokusu çok beğ
enilen meyvesi.
ananasgiller
* Bir çeneklilerden, sı
cak ülkelerde yetiş
en ve örneği ananas olan bitki familyası
.
an'ane
an'aneci
* Gelenek.
* Ananeye bağ
lıolan, gelenekçi.
an'anecilik
* Gelenekçilik.
an'anesiz
* Geleneğ
e sahip bulunmayan.
ananet
an'anevi
* Erkekte cinsel güçsüzlük, puluçluk.
* Geleneğ
e dayanan, geleneksel.
ananı
n ak sütü gibi (helâl olsun)
* anamı
n sütü bana nası
l helâl ise, bu da sana öyle helâl olsun.
ananı
n örekesi
* saçma bir söze karş
ıverilen karş
ı
lı
k.
anaokulu
* Öğrenim çağ
ı
na henüz gelmemişiki ile altıyaşarası
ndaki çocuklarıokul düzenine hazı
rlayan eğ
itim
kuruluş
u.
anapara
anarş
i
anarş
ik
*İ
ş
letilen paranı
n faiz katı
lmamı
şbütünü.
* Siyasî ve idarî kurumlardaki çözülme sonucu olarak devlet denetiminin kalmamasıdurumu, baş
sı
zlı
k.
* Kargaş
a, baş
ı
boş
luk.
* Anarş
i niteliğinde olan.
anarş
ist
* Anarş
i ile ilgili olan.
* Anarş
izm yanlı
sı
olan kimse.
anarş
istleş
me
* Anarş
istleş
mek iş
i veya durumu.
anarş
istleş
mek
* Anarş
ist özelliği taş
ı
mak.
anarş
istlik
* Anarş
ist olma durumu, iş
i.
anarş
izm
* Tarihî ş
artlar ne olursa olsun devletin ortadan kaldı
rı
lması
na çalı
ş
an öğreti.
anartri
* Dil tutukluğ
u.
anasıağ
lamak
* çok sı
kı
ntıçekmek, eziyet çekmek, bitkin duruma gelmek.
anasıdanası
* soyu sopu, bütün aile.
anasıkı
lı
klı
* görüş
, davranı
ş
, huy vb. bakı
mı
ndan anası
na benzeyen.
anasıturp (veya sarı
msak), babasış
algam (veya soğ
an)
* ne olduğu belirsiz kimselerin çocuğ
u.
anasıyerinde
* bir gencin anasıkadar yaş
lı(kadı
n).
anası
l
* Kökten, ası
l olarak, esaslıbir biçimde.
anası
na avradı
na sövmek
* birinin anası
nı
ve karı
sı
nıamaçlayarak çirkin söz söylemek.
anası
na bak, kı
zı
nıal, kenarı
na bak, bezini al
* bir kı
zı
n karakterini öğrenmek isteyenler, anası
nı
n hâlini göz önüne alı
rlarsa aldanmamı
şolurlar.
anası
ndan doğduğ
una piş
man
* çok tembel, üş
engeç.
* canı
ndan bezmiş
.
anası
ndan doğduğ
una piş
man etmek
* çok eziyet etmek, çok üzmek, bezdirmek.
anası
ndan emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek
* bir iş
i yaparken çok sı
kı
ntıçekmek.
anası
ndan emdiği sütü burnundan getirmek
anası
nıağlatmak
* bir kimseye çok eziyet etmek, çok sı
kı
ntı
çektirmek.
anası
nıbellemek
* bir kimseye en büyük kötülüğ
ü yapmak.
anası
nıeş
ek kovalası
n!
* sözü edilen kimse veya işiçin bı
kkı
nlı
k, dikkate almama ve umursamama anlatı
r.
anası
nısat! (veya satayı
m)
* önem verme, aldı
rma, umursama, bunun için gam yeme (yemem)!.
anası
nı
n gözü
* çok kurnaz, çok açı
k göz, dalavereci, hinoğluhin.
anası
nı
n ipini satmı
ş(veya pazara çı
karmı
ş
)
* ipsiz, kendisinden her türlü soysuzluk beklenebilen (kimse).
anası
nı
n kı
zı
* anası
nı
n huyları
kendisinde de görülen kı
z.
anası
nı
n körpe kuzusu
* pek küçük kucak çocuğu.
anası
nı
n nikâhı
nıistemek
* bir ş
eye değ
erinden çok para istemek.
anası
r
anası
z
anası
zlı
k
* Unsurlar, ögeler.
* Anasıolmayan.
* Anası
z olma durumu.
anason
* Maydanozgillerden, kokulu tohumu hamur iş
lerinde ve rakı
yapı
mı
nda kullanı
lan, yurdumuzda ekimi
yapı
lan bitki (Pimpinella anisum).
anatomi
*İ
nsan, hayvan ve bitkilerin yapı
sı
nıve organları
nı
n birbiriyle olan ilgilerini inceleyen bilim, teş
rih.
* Beden yapı
sı
, gövde yapı
sı
.
* Bir ş
eyin oluş
umunda göze çarpan özel yapı
.
anatomici
* Anatomi uzmanı
.
* Anatomi dersi veren öğ
retim üyesi.
anatomik
* Anatomi ile ilgili.
*İ
nsan vücudunun anatomisi ile ilgili.
anatomist
* Anatomiyle uğraş
an bilimci.
anavaş
ya
* Göçücü balı
kları
n Akdeniz'den Karadeniz'e çı
kması
, katavaş
ya.
anayasa
* Bir devletin yönetim biçimini belirten, yasama, yürütme, yargı
lama güçlerinin nası
l kullanı
lacağ
ı
nıgösteren,
yurttaş
ları
n kamu hakları
nı
bildiren temel yasa, kanunuesasî, teş
kilâtı
esasiye kanunu.
anayasacı
* Anayasayısavunan, anayasadan yana olan.
* Anayasa konusunda yetkili olan, anayasa okutan (kimse).
anayasal
* Anayasa ile ilgili.
anbean
* Dakikadan dakikaya, her an, gittikçe.
anca
* Ancak.
anca beraber, kanca beraber
* bir iş
te iki veya daha çok kimsenin, o işkötü de gitse, birbirinden ayrı
lmamaları
gerektiğini anlatı
r.
ancak
ançüez
andaç
andante
* "Yalnı
z, sadece" gibi sı
nı
rlama anlatı
r.
* "Olsa olsa", "en çok", "daha çok", "güçlükle" gibi, bir ş
eyin daha çoğunun, ilerisinin olmadı
ğ
ı
nıgösterir.
* "Lâkin", "ama", "yalnı
z" gibi bir düş
ünceye karş
ı
t ikinci bir düş
ünceyi anlatı
r.
* En erken.
* Genellikle hamsi, bazen de çaça, sardalye veya tirsi balı
kları
ndan yapı
lan tuzlu ve yağ
lıezme.
* Ajanda.
* (çoğ
ul durumunda) Anı
lar, hatı
rat.
* Anı
, yadigâr.
* Yarıyavaş
, adagio ile andantino arası
.
andantino
* Andante'den daha canlı
, daha hı
zlı
.
andaval
* Ahmak, aptal, beceriksiz, saş
kı
n, bön.
andavallı
* Bön ve görgüsüz, beceriksiz (kimse).
andemi
andemik
andezit
* Belli bir bölgede sı
k sı
k görülen hastalı
k.
* Belli bir bölgede sı
k sı
k görülen.
* Plâjiyoklâzlıbir yanardağkültesi.
andı
k
* Sı
rtlan.
andı
rı
ş
* Andı
rmak iş
i veya biçimi, analoji.
*İ
ki ş
ey arası
nda bazınoktalardaki uygunluk, benzerlik durumu, temsil.
andı
rı
ş
ma
* Andı
rı
ş
mak iş
i, analoji.
*İ
ltibas.
andı
rı
ş
mak
* (bir ş
ey) Baş
ka bir ş
eyi andı
rmak.
andı
rma
* Andı
rmak iş
i.
andı
rmak
* Anmak iş
ini yaptı
rmak.
* Benzer yanlarıbulunmak, çağ
rı
ş
tı
rmak.
andı
z
* Yapraklarıdikenli olan bir çeş
it ardı
ç.
* Servi ağacı
.
* Kı
rlarda yetiş
en yabanî bir otun kökü.
andı
z otu
* Birleş
ikgillerden, nemli yerlerde yetiş
en, sarı
çiçekli, acıve kokulu bir ot (İ
nula).
andoskop
* Bkz. endoskop.
andoskopi
* Bkz. endoskopi.
andropoz
* Erkeklerde yaşdönümü.
anekdot
* Kı
sa veya özlü anlatı
mıolan güldürücü hikâye, fı
kra.
anele
anemi
anemik
* Gemilerde türlü iş
lerde kullanı
lan bir tür demir halka.
* Kansı
zlı
k.
* Kansı
z.
anemometre
* Yelölçer.
anemon
aneroit
anestezi
* Dağlâlesi.
* Cı
va yerine bir maden kutu kullanmak temeline dayanan kadranlıbarometre.
* Uyuş
turucu bir ilâçla vücudun bütününde veya belirli bir bölgesinde duyuları
n yok olması
, duyum yitimi.
anestezist
* Anestezi uzmanı
.
anesteziyoloji
* Duyum yitimi bilimi.
anevrizma
* Bir atardamarı
n bir noktası
nda oluş
an ur biçimindeki gevş
eme ş
iş
kinliğ
i.
angaje
* Sözle veya yazı
lıolarak bağlanan.
angaje etmek
* birini söz veya yazıile bağlamak, taahhüt etmek.
angaje olmak
* sözle veya yazı
lıolarak bir ş
eye bağ
lanmak.
angajman
* Yüklenme, üstlenme, bağlantı
, taahhüt.
angajmanlı
* Bağ
lantı
sı
, taahhüdü olan.
angajmansı
z
* Bağ
lantı
sı
, taahhüdü olmayan.
angajmansı
zlı
k
* Angajmanıolmama durumu.
angarya
* Bir kimseye veya bir topluluğa zorla, ücret vermeden yaptı
rı
lan iş
.
* Kölelik düzeninde köylünün derebeyine yaptı
ğızorunlu ücretsiz hizmeti.
* Savaşdurumundaki bir devletin, kendi suları
ndaki yabancı
bir devletin ticaret gemilerine el koyarak
bunlardan yararlanması
.
* Olağ
anüstü durumlarda veya sı
kı
yönetimde devletin vatandaş
lara ait ta ş
ı
tlara el koyması
.
* Usandı
rı
cı
, bı
ktı
rı
cı
, zorla yapı
lan iş
.
angarya çekmek
* bir iş
i isteksizce, hatı
r için yapmaya mecbur olmak.
angaryacı
* Baş
kası
na ücretsiz işyaptı
ran kimse.
angaryaya koş
mak
* birini zorunlu olmadı
ğıhâlde bir iş
te çalı
ş
maya zorlamak.
angı
ç
* Harman zamanıfazla sap yüklemek için öküz ve at arabaları
nı
n iki tarafı
na takı
lan parmaklı
k.
angı
n
* Ünlü, anı
lmı
ş
, meş
hur.
Anglikan
*İ
ngiliz kilisesine bağlıolan (kimse).
Anglikanizm
*İ
ngiliz kilisesinin tuttuğ
u inanç yolu.
Anglofil
*İ
ngiliz yanlı
sı
.
Anglosakson
* V. ve VI. yüzyı
lda Büyük Britanya'yıele geçiren Cermen ı
rkı
ndan oymaklara verilen ad.
* Ana dili İ
ngilizce olan kimse.
*İ
ngilizlere has olan.
Angolalı
* Angola'da yaş
ayan (kimse).
angström
* Metrenin on milyarda biri değerine eş
it olan ı
ş
ı
k dalgaları
nıölçme birimi. Kı
saltmasıA.
angudî
angut
* Angut kuş
unun renginde.
* Ördekgillerden, tüyleri kiremit renginde, evcilleş
tirilebilen bir yaban kuş
u (Casarca ferruginea).
* Ahmak, kaba saba.
anha minha
* Aş
ağ
ıyukarı
.
anhidrit
anı
anı
k
anı
klama
* Genellikle kaya tuzu ve alçıtaş
ı
yla birlikte bulunan doğal, susuz kalsiyum sülfat.
* Hatı
ra.
* Yaş
anmı
şolayları
n anlatı
ldı
ğ
ıyazıtürü, hatı
ra.
* Hazı
r.
* Anı
klamak iş
i.
anı
klamak
* Hazı
rlamak.
anı
klaş
ma
* Anı
klaş
mak iş
i.
anı
klaş
mak
* Hazı
r olma durumu.
anı
klı
k
* Hazı
rlı
k.
anı
laş
ma
* Anı
laş
mak iş
i, anı
durumuna girme.
anı
laş
mak
* Anıniteliği kazanmak.
anı
lma
anı
lmak
* Anı
lmak iş
i.
* Anmak iş
ine konu olmak, hatı
rlamak.
anı
msama
* Hatı
rlama.
anı
msamak
* Hatı
rlamak.
anı
msanma
* Hatı
rlanma.
anı
msanmak
* Hatı
rlanmak.
anı
msatma
* Hatı
rlatma.
anı
msatmak
* Hatı
rlatmak.
anı
rı
ş
* Anı
rma iş
i veya biçimi.
anı
rma
anı
rmak
anı
rtı
* Anı
rmak iş
i.
* (eş
ek) Bağ
ı
rmak.
* Eş
eğ
in anı
rı
rken çı
kardı
ğ
ıses.
anı
rtma
* Anı
rtmak iş
i.
anı
rtmak
anı
ş
tı
rma
* Anı
rması
nısağlamak.
* Anı
ş
tı
rmak iş
i.
* Bir yazı
da veya ş
iirde bilinen bir olayı
, bir atasözünü anlatma veya çağ
rı
ş
tı
rma sanatı
, telmih.
anı
ş
tı
rmak
* Bir ş
eyi açı
kça söylemeyip üstü kapalıanlatmak, dolaylıanlatmak, ima etmek ihsas etmek.
anı
t
* Önemli bir olayıveya büyük bir kiş
inin gelecek kuş
aklarca tarih boyunca anı
lmasıiçin yapı
lan, göze
çarpacak büyüklükte, sembol niteliğinde yapı
, abide.
* Önemi ve değ
eri çok olan eser.
anı
t mezar
* Görkemli, anı
tsal mezar.
Anı
tkabir
* Atatürk'ün mezarı
.
* (küçük a ile) Tarih değ
eri olan kiş
ilerin mezarıolarak yapı
lan anı
t değ
erindeki yapı
.
anı
tlaş
ma
* Anı
tlaş
mak iş
i.
anı
tlaş
mak
* Anı
t durumuna gelmek, anı
t değ
eri kazanmak.
* Saygıve sevgi ile anı
lı
r duruma gelmek, abideleş
mek.
anı
tlaş
tı
rı
lma
* Anı
tlaş
tı
rı
lmak durumu.
anı
tlaş
tı
rı
lmak
* Anı
tlaş
tı
rmak durumuna getirmek.
anı
tlaş
tı
rma
* Anı
tlaş
tı
rmak iş
i.
anı
tlaş
tı
rmak
* Anı
t durumuna getirmek, abideleş
tirmek.
anı
tsal
* Anı
t niteliğinde olan, anı
ta benzeyen, abidevî.
* Büyüklüğü, görünüş
ü ve güzelliğiyle görenleri etkileyen, görkemli.
anı
tsı
* Anı
ta benzer.
anı
z
* Ekin biçildikten sonra tarlada kalan köklü sap.
* Ekin biçildikten sonra sürülmemiştarla.
anı
z biçmek
* anı
zıve tarla kenarı
ndaki otlarıbiçmek.
anı
z bozmak
* anı
zıalt üst etmek için toprağ
ıyüzden sürmek.
anı
zlı
k
anî
anî akı
n
anî hı
z
* Anı
zısökülmemiştarla.
* Bir anda oluveren, apansı
z.
* Ansı
zı
n, birdenbire.
* Bir anda gerçekleş
tirilen hücum.
* Bir andaki hı
z.
anîde
* Hemencecik, bir anda, birden.
anîden
anif
anilin
* Ansı
zı
n, birdenbire.
* Sert, kaba.
* Benzenden türeyen bir amin.
anilin boyalar
* Taşkömürü eterinden elde edilen, fotoğ
rafçı
lı
kta, bası
m iş
lerinde, boya sanayiinde kullanı
lan organik boya
cevheri.
animasyon
* Canlandı
rma.
animato
animizm
anjin
* Bir parçanı
n canlıçalı
nacağ
ı
nıanlatı
r.
* Canlı
cı
lı
k.
* Boğ
az mukozası
nı
nş
iş
mesi, boğ
ak, yutak iltihabı
, hunnak, farenjit.
anjiyo
* Anjiyografinin kı
saltması
.
anjiyo olmak
* anjiyografi çektirmek veya yaptı
rmak.
anjiyografi
* Damar içine x ı
ş
ı
nları
nıgeçirmeyen bir madde ş
ı
rı
nga edildikten sonra damarları
n filminin alı
nması
.
anjiyoloji
* Dolaş
ı
m organları
nıinceleyen anatomi bölümü.
Anka
* Masallarda adıgeçen ve gerçekte var olmayan büyük bir kuş
, Zümrüdüanka.
Ankara keçisi
* Uzun, kı
vı
rcı
k ve ipek gibi yumuş
ak kı
lları
olan ve Ankara yöresinde yetiş
tirilen evcil keçi türü, tiftik keçisi.
Ankara kedisi
* Uzun tüylü ve Ankara yöresinde yetiş
en kedi ı
rkı
.
ankastre
* Bir oyuğ
a, yuvaya yerleş
tirilmiş(tesisat).
ankesörlü telefon
* Kutulu telefon.
anket
* Soruş
turma, sormaca.
anket yapmak
* bir konuda soruş
turma, araş
tı
rma yapmak.
anketçi
* Soruş
turmacı
.
anketçilik
* Soruş
turmacı
lı
k.
anketör
* Anket yapan uzman.
ankiloz
* Oynar eklemlerde oynaklı
ğ
ı
n kalmaması
yla eklemin iş
lemez duruma gelmesi, eklem kaynaş
ması
.
anladı
msa arap olayı
m
* hiçbir ş
ey anlamadı
m.
anlak
anlaklı
* Zekâ.
* Zeki.
anlam
* Bir kelimeden, bir sözden, bir davranı
şveya olgudan anlaş
ı
lan ş
ey; bunları
n hatı
rlattı
ğ
ıdüş
ünce veya nesne,
mana, fehva.
* Bir önermenin, bir tasarı
nı
n, bir düş
üncenin veya eserin anlatmak istediğ
iş
ey.
anlam aykı
rı
lı
ğı
* Karş
ı
t anlamlıkelimelerin, sözlerin bir araya gelmesi.
anlam bayağı
laş
ması
* Anlam kötüleş
mesi.
anlam bilimi
* Dili anlam açı
sı
ndan inceleyen bilim dalı
, semantik.
anlam bilimsel
* Anlam bilimi ile ilgili, semantik.
anlam çı
karmak
* bir cümlede veya bir metinden yeni ve değiş
ik bir anlam yakalamak veya bulup çı
karmak.
* yersiz ve gereksiz bir yargı
ya varmak, yanlı
şdeğ
erlendirmek; bir söze, söyleyenin aklı
ndan geçmeyen bir
anlam vermek.
anlam daralması
* Genişkavramlarıolan bir kelimenin, bu kavramlar içinden tek bir anlam bildirmesi durumu, genel bir
anlamdan özel bir anlama geçiş
.
anlam değiş
mesi
* Anlamı
n daralması
, geniş
lemesi, kaymasıveya bayağı
laş
ması
.
anlam geniş
lemesi
* Dar bir anlamda kullanı
lan bazıkelimelerdeki anlamı
n ilgili kavramlara yayı
lması
.
anlam iyileş
mesi
* Kötü ve olumsuz bir anlamıolan bir kelimenin zamanla iyi bir anlam kazanması
.
* Bkz. isimden türeme fiil.
anlam kayması
* Yeni bir anlam vermek üzere kelimelerin gerçek anlamları
ndan kayarak kalı
plaş
maları
.
anlam kötüleş
mesi
* Anlamıiyi ve olumlu olan bir kelimenin zamanla kötü veya kötüye doğru giden bir anlam kazanması
.
anlam vermek
* kendince bir yargı
ya varmak, yorumlamak.
anlama
* Anlamak iş
i, vukuf.
* Bir olay veya önermenin daha önce bilinen bir kanunun veya formülün sonucu olduğunu görme.
anlamak
* Bir ş
eyin ne demek olduğ
unu, neye iş
aret ettiğini kavramak; yeni bilgileri eskileriyle bir araya getirerek
sonuç niteliğ
inde baş
ka bir bilgi edinmek.
* Sorup öğrenmek.
* Doğru ve yerinde bulmak.
* Birinin duyguları
nı
, isteklerini, düş
üncelerini sezebilmek.
* Bir ş
ey üzerinde bilgisi bulunmak.
* (olumsuz veya soru biçiminde) İ
yilik görmek, yararlanmak.
* Sahip olmayı
istemek, dileğinin yerine getirilmesini istemek.
anlamamak
* hoş
lanmamak, ilgilenmemek.
anlamamazlı
k
* Anlamazlı
k.
anlamazlı
k
* Bir ş
eyi anlamamı
ş
, kavrayamamı
şgibi davranmak.
anlamazlı
ktan gelmek
* bir ş
eyi anladı
ğı
hâlde anlamamı
ş
, farkı
na varmamı
şgibi davranmak.
anlamdaş
* Eşanlamlı
, müradif, müteradif, sinonim.
anlamdaş
lı
k
* Eşanlamlı
lı
k.
anlamı
na gelmek (veya manaya gelmek)
* (bir anlam) bildirmek.
anlamlandı
rma
* Anlamlandı
rmak iş
i.
anlamlandı
rmak
* Anlamı
nı
açı
klamak; anlam vermek, anlam kazandı
rmak.
anlamlı
* Anlamıolan, bir ş
ey demek isteyen, düş
ündürücü, manalı
, manidar.
anlamlıanlamlı
* Anlamlı
olarak.
anlamlı
lı
k
* Anlamlı
olma durumu.
anlamsal
* Anlamla ilgili, semantik.
anlamsı
z
* Anlamıolmayan, önemli bir ş
ey anlatmayan, manası
z.
anlamsı
zlaş
ma
* Anlamsı
zlaş
mak durumu.
anlamsı
zlaş
mak
* Anlamsı
z duruma gelmek.
anlamsı
zlaş
tı
rma
* Anlamsı
zlaş
tı
rmak durumu.
anlamsı
zlaş
tı
rmak
* Anlamsı
z duruma getirmek.
anlamsı
zlı
k
* Anlamsı
z olma durumu, manası
zlı
k.
anlarsı
n ya!
* açı
klanmamasıgereken bir olayı
dolaylıyoldan anlatmak için kullanı
lı
r.
anlaş
ı
k
* Araları
nda anlaş
ma bulunan taraflardan, kimselerden biri.
anlaş
ı
lan
* anlaş
ı
ldı
ğı
na göre, galiba.
anlaş
ı
ldıVehbi'nin kerrakesi
* iş
in iç yüzü, gerçeğ
i öğ
renildi.
anlaş
ı
ldıVehbi'nin kerrakesi
* Bkz. anlaş
ı
ldıVehbi'nin kerrakesi.
anlaş
ı
lma
* Anlaş
ı
lmak iş
i.
anlaş
ı
lmak
* Anlamak iş
ine konu olmak, belli olmak, ortaya çı
kmak.
anlaş
ı
lmaz
* Anlaş
ı
lmasıgüç olan, bir anlam verilemeyen, karı
ş
ı
k, muğ
lâk.
anlaş
ma
* Anlaş
mak iş
i, uyuş
ma, itilâf.
* Devletler arasısiyasî, ekonomik, kültürel vb. alanlarda yapı
lan uzlaş
ma ve bu uzlaş
manı
n tespit edildiğ
i
belge, uyuş
ma, itilâf, antant.
anlaş
ma yapmak
* anlaş
ma belgesi düzenleyip imzalamak.
anlaş
mak
* Düş
ünce, duygu, amaç bakı
mı
ndan birleş
mek.
anlaş
malı
* Anlaş
maya dayanan.
anlaş
maya varmak
* bir konuda birisiyle anlaş
mak.
anlaş
mazlı
k
*İ
ki veya daha çok tarafı
n karş
ı
laş
an düş
ünce ve amaçlarıarası
nda ayrı
lı
k, uyuş
mazlı
k, ihtilâf.
anlaş
mazlı
k çı
kmak
* bir konuda uyuş
mazlı
k söz konusu olmak.
anlaş
tı
rma
* Anlaş
tı
rmak iş
i.
anlaş
tı
rmak
* Anlaş
mayı
, uzlaş
mayı
, uyuş
mayısağlamak.
anlata anlata bitirememek
* bir ş
eyden çok söz etmek, övmek.
anlatı
* Hikâye etme, tahkiye.
anlatı
cı
anlatı
lma
* Hikâye, fı
kra gibi ş
eyleri anlatan kimse.
* Anlatı
lmak iş
i.
anlatı
lmak
* Anlatmak iş
ine konu olmak.
anlatı
m
* Anlatmak iş
i.
* Bir duyguyu, bir düş
ünceyi, bir konuyu söz veya yazıile bildirme, ifade.
anlatı
m bilimi
* Üslûp yöntemlerini inceleyen edebî araş
tı
rma, inceleme, stilistik.
anlatı
m tonu
* Anlatı
mda mantı
k ve düş
ünce özelliğ
ine göre oluş
an ton.
anlatı
mcı
* Yalnı
zca hikâye etmeye ağ
ı
rlı
k veren (eser).
* Eserlerinde hikâye etmeye, tahkiyeye ağı
rlı
k veren (yazar).
anlatı
mcı
lı
k
* Bkz. ekspresyonizm.
anlatı
mlı
* Düş
ünce ve duyguyu güçlü ve canlıbir biçimde anlatan.
anlatı
ş
anlatma
* Anlatmak iş
i veya biçimi, takrir.
* Anlatmak iş
i.
anlatmak
* Bir konu üzerinde açı
klamada bulunmak, bilgi vermek, izah etmek.
*İ
nandı
rmak, belirtmek.
* Söylemek, nakletmek.
anlattı
rma
* Anlattı
rmak iş
i.
anlattı
rmak
* Bir konu üzerinde bilgisini ölçmek, açı
klama yaptı
rmak.
anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az
* anlayı
ş
lıkimseleri en küçük bir söz bile etkiler, oysa anlayı
ş
sı
z kimselere ne söylense yararsı
zdı
r.
anlayı
p dinlemek
* (bir olayla ilgili olarak) iyice anlamak.
anlayı
ş
* Anlamak iş
i veya biçimi, telâkki, zihniyet.
* Anlama yeteneğ
i, feraset, izan, zekâ.
* Hoşgörme, hâlden anlama.
* Ayı
rı
cıbir nitelik olmak bakı
mı
ndan görüş
, zihniyet.
anlayı
şgöstermek
* istenilen veya söylenilen bir ş
eyi hoş
görüyle karş
ı
lamak.
anlayı
ş
lı
* Anlayı
ş
ıolan, ferasetli, izanlı
, zeki.
* Hoş
görülü.
anlayı
ş
lı
lı
k
* Anlayı
ş
lıolma durumu.
anlayı
ş
sı
z
* Anlayı
ş
ıkı
t olan, kafası
z, kavrayı
ş
sı
z, vurdumduymaz, kalı
n kafalı
, izansı
z, ferasetsiz, gabi.
* Hoş
görüsüz.
anlayı
ş
sı
zlı
k
* Anlayı
şkı
tlı
ğ
ı
, kafası
zlı
k, kalı
n kafalı
lı
k, vurdumduymazlı
k, izansı
zlı
k, gabavet.
* Hoş
görüsüzlük.
anlış
anlı
* Güzel, gösteriş
li, ünlü.
anlı
k
entelekt.
* Kı
sa süren, bir an içinde olan.
* Duyu ve iradeden ayrıolarak düş
ünülen bilme melekesi, anlama gücü; usa vurma, yargı
lama, müdrike,
anlı
kçı
lı
k
* Duyu ve irade karş
ı
sı
nda anlı
ğ
ı
n üstünlüğ
ünü ileri süren doktrin, zihniye, entelektüalizm.
anma
* Birini veya bir ş
eyi akla getirerek sözünü etme.
* Ölmüşbir insanıhatı
rlamak için yapı
lan tören, ihtifal.
anma töreni
* Bir kiş
iyi veya bir olayıhatı
rlamak için yapı
lan tören.
anmak
anmalı
k
anne
* Birini veya bir ş
eyi akla getirerek sözünü etmek veya onu düş
ünmek, zikretmek, hatı
rlamak.
* Bir sözü ağzı
na almak.
* Bir armağ
anla gönlünü almak.
* Adlandı
rmak.
* Anı
lmak için verilen ş
ey, hatı
ra, yadigâr, bergüzar.
* Çocuğ
unu dünyaya getiren kadı
n.
anne olmak
* (kadı
n) çocuk sahibi olmak.
anneanne
* Annenin annesi.
annelik
* Anne olma niteliğ
i veya durumu.
annelik etmek
* annelik görevini yapmak veya anne gibi ilgi ve yakı
nlı
k göstermek.
anofel
* Sı
tma mikrobunu aş
ı
layan bir tür sivrisinek (Anopheles maculipennis).
anomali
* Sapaklı
k, aykı
rı
lı
k.
anonim
* Adısanıbilinmeyen.
* Yaratı
cı
sı
nı
n adıbilinmeyen (eser).
anonim ortaklı
k
* Sermayesi paylara bölünmüşolan ve her ortağ
ı
n sorumluluğu sermayedeki payı
yla sı
nı
rlıbulunan ortaklı
k,
anonim ş
irket.
anonim ş
irket
* En az beşkiş
inin kurduğ
u, sermayesi hisselere bölünmüşve her ortağ
ı
n sorumluluğu sermayedeki hissesi
ile sı
nı
rlıortaklı
k, anonim ortaklı
k.
anons
* Duyuru, duyurma.
anons etmek
* sözle veya yazı
yla bir durumu, bir haberi halka bildirmek.
anonsör
* Bkz. sunucu.
anorak
* Baş
lı
klı
, su geçirmeyen spor ceket.
anorganik
*İ
norganik.
anormal
* Genel olan örneğe, alı
ş
ı
lmı
ş
a ve kurala aykı
rıolan; düzgün olmayan, gayritabiî.
* Dengesi bozuk, deli.
anormalleş
me
* Anormalleş
mek iş
i.
anormalleş
mek
* Anormal duruma gelmek.
anormallik
* Anormal olma durumu.
anot
* Bir elektrolitte elektrik akı
mı
nı
n gelip bağlandı
ğ
ıve içeri girdiğ
i uç, artıuç.
ansefal
* Kafatasıiçindeki beyin ve yardı
mcı
organları
n hepsi.
ansefalit
ansı
ma
ansı
mak
* Beynin irinsiz iltihaplıhastalı
ğı
.
* Bkz. anı
msama.
* Bkz. anı
msamak.
ansı
z
* Anlayı
ş
sı
z, akı
lsı
z.
* Birdenbire, habersiz.
ansı
zı
n
* Hiç hatı
ra gelmedik bir sı
rada, birdenbire, anî olarak, anîden.
ansiklopedi
* Bütün bilim, sanat dalları
nıtek veya bir arada belli bir yönteme göre inceleyen eser, bilgilik.
ansiklopedici
* Ansiklopedi hazı
rlayan veya satan (kimse).
ansiklopedicilik
* Ansiklopedicinin yaptı
ğ
ıiş
.
* Değiş
ik alanlardaki bilgileri sistemli bir yöntemle bir araya getirme veya toplama iş
i.
ansiklopedik
* Ansiklopedi ile ilgili.
* Her konuda biraz bilgi sahibi olan.
ansiklopedik sözlük
* Alfabetik sı
raya göre kelimelerin karş
ı
lı
kları
nıgenişbir biçimde veren, özel adlarıda içine alan sözlük türü.
ant
* Tanrı
'yıveya kutsal bilinen bir kiş
iyi, bir ş
eyi tanı
k göstererek bir olayıdoğ
rulama, yemin.
* Kendi kendine söz verme.
ant içmek (veya etmek)
* bir ş
eyi yapmaya veya yapmamaya ant ile söz vermek, yemin etmek.
ant kardeş
i
* Bkz. kan kardeş
i.
ant verdirmek
* bir ş
eyi yapmasıiçin bir kimseye ant içirmek.
ant vermek
* "Allah aş
kı
na, "çocukları
nı
n baş
ıiçin" gibi sözlerle karş
ı
sı
ndakini bir ş
eye zorlamak.
antagonizma
* Tezat.
antant
* Anlaş
ma, uyuş
ma, mutabakat, itilâf.
antant kalmak
* anlaş
mak, uzlaş
mak.
antarktik
* Güney kutupla ilgili, güney kutup yakı
nı
nda olan.
antarktik kara
* Güney kutuptaki kara bölgesi.
anten
* Boş
lukta yayı
lan elektromanyetik dalgalarıtoplayarak bu dalgaları
n transmisyon hatları
içerisinde
yayı
lması
nısağ
layan cihaz.
* Duyarga.
* Olta ş
amandı
rası
nı
n alt ve üst kı
smı
nda bulunan ince uçlar.
anten yükselteci
* Anten ile alı
cıarası
nda yer alarak elektromanyetik dalgaları
n genliğini yükselten cihaz.
antenli
* Anteni olan.
antenli balı
k
* Göğüs yüzgeçleri saplı
, iskeleti kemikleş
miş
, sı
rt yüzgeçleri uzamı
şkemikli balı
k türü.
Antep baklavası
* Antep yöresinde yapı
lan özel bir tatlıtürü.
Antep fı
stı
ğı
* Antep fı
stı
ğı
gillerin örnek bitkisi, yurdumuzda Gazi Antep ve Siirt bölgelerinde yetiş
en, yanlı
şolarak Ş
am
fı
stı
ğ
ıda denilen bir ağaç (Pistacia vera).
* Bu ağacı
n, ince ve sert kabuklu, yağ
lıyemiş
i.
Antep fı
stı
ğı
giller
* Ayrıtaç yapraklı
lardan, tipik örneği Antep fı
stı
ğıağ
acıolan bir familya.
Antep iş
i
* Gazi Antep yöresine özgü, iplikleri çı
karı
lmı
şve kafes ş
eklini almı
şkumaşüzerine aynırenk iplikle
verevine sarı
larak yapı
lan bir çeş
it el iş
lemesi.
anterit
*İ
nce bağı
rsak iltihabı
.
anterograf
* Bağ
ı
rsak kası
lmaları
nıölçmeye yarayan alet.
anterosel
*İ
nce bağı
rsak fı
tı
ğ
ı
.
anterostomi
* Bağ
ı
rsak düğ
ümlenmesinin kesilip alı
nması
.
antet
* Kâğ
ı
t veya zarf üstüne bası
lmı
şad ve adres, baş
lı
k.
antetli
* Baş
lı
klı
.
antetsiz
* Baş
lı
ksı
z.
antialerjik
* Alerjilerin önlenmesinde veya tedavisinde kullanı
lan ilâçları
n özelliği.
antiasit
* Alkalik, kalevî.
antibiyotik
* Bitkilerde, özellikle küf mantarları
nda bulunan veya sentezle elde edilen, birçok mikroba karş
ıkullanı
lan,
penisilin, streptomisin gibi maddelerin ortak adı
.
antibiyotik tedavisi
* Bir veya birçok antibiyotiğ
in durdurucu veya öldürücü etkisinden faydalanı
larak yapı
lan tedavi.
antidemokratik
* Demokrasiye aykı
rı
olan.
antidot
* Bkz. panzehir.
antiemperyalist
* Emperyalizme karş
ıolan.
antiemperyalizm
* Emperyalizme karş
ıtutum, davranı
şveya öğ
reti.
antifriz
* Bir sı
vı
ya katı
ldı
ğ
ı
nda o sı
vı
nı
n donma derecesini düş
ürerek donması
nıönleyen madde.
antihijyenik
* Sağlı
k kuralları
na aykı
rıolma.
antijen
*İ
çerisine girdiğ
i organizma aracı
lı
ğ
ı
yla antikor oluş
umunu sağlayan bakteri, virüs, parazit gibi protein
yapı
sı
nda madde.
antik
*İ
lk Çağ
daki uygarlı
klarla, özellikle eski Yunan ve Roma uygarlı
klarıile ilgili olan.
antik çağ
* Eski Yunan ve Roma uygarlı
kları
nı
n geliş
ip yayı
ldı
ğ
ıçağ.
* Bu çağa özgü olan.
antika
* Eski çağlardan kalma eser veya tarihî değ
eri olan eski eş
ya.
* Genele, olağana, geleneğ
e aykı
rı
, acayip, tuhaf.
* Mendil, örtü, yatak çarş
afıgibi bezlerin kenarları
na paralel ipliklerden bir bölümü çekilip dikey olanları
n
ikisi, üçü bir arada tire ile sarı
larak yapı
lan dişdişsüs, sı
çan diş
i, ajur.
* Antik.
antika mobilya
* En az yüz sene evvel imal edilmişolan, ana hatlarda herhangi bir değiş
iklik yapı
lmamı
şve belli bir ekole
göre isimlendirilen mobilya.
antikacı
* Antika eş
ya veya eser satan veya toplayan kimse.
antikacı
lı
k
* Antika eş
ya veya eserlerle uğ
raş
ma iş
i.
antikalı
k
* Antika olma durumu.
* Tuhaflı
k.
antikapitalist
* Kapitalist rejime karş
ıolan kimse.
antikapitalizm
* Kapitalizme karş
ıolma.
antikası
nıbilmek
* en iyisini bilmek.
antikatot
yaprak.
* Bası
ncıazaltı
lmı
şbir elektrik boş
alma tüpünde, katot ı
ş
ı
nları
nıalan elektronik lâmbadaki genellikle metal
antikite
* Tarihte İ
lk Çağ, antik devir.
antikomünist
* Komünizme karş
ı
.
antikomünizm
* Komünizm aleyhtarlı
ğ
ı
.
antikor
* Hastalı
k etkenlerini zararsı
z duruma getirmek için vücudun çı
kardı
ğımadde.
antilop
* Antiloplardan, sı
cak ülkelerde yaş
ayan, çok hı
zlı
koş
an, boynuzlu bir hayvan (Anthilopus).
* Bu hayvanı
n derisinden yapı
lmı
ş
.
antiloplar
* Gevişgetiren memeli hayvanları
n bir familyası
.
antimon
* Atom numarası51, atom ağı
rlı
ğı
121,76 olan, 6300 C de eriyen, haddede veya çekiç altı
nda iş
lenemeyen,
çoğ
unlukla bası
m harfleri alaş
ı
mı
nda kullanı
lan, mavimtı
rak beyaz renkte bir element. Kı
saltmasıSb.
antinomi
antipati
antipatik
* Çatı
ş
kı
.
* Sevimsizlik, soğ
ukluk.
* Karş
ı
t duygu.
* Antipati uyandı
ran, sevimsiz, soğuk.
antipatik bulmak
* sevimsiz bulmak, kanıkaynamamak.
antipropaganda
* Karş
ıpropaganda.
antisemit
* Yahudilik aleyhtarlı
ğ
ı
.
antisemitist
* Yahudilere karş
ı
düş
manca duygular besleyen ve Yahudilere karş
ıayı
rt edici tedbirler alı
nması
nıisteyen
görüş
e bağ
lıolan (kimse).
antisemitizm
* Yahudilere karş
ı
düş
manca duygular besleyen ve Yahudilere karş
ıayı
rt edici tedbirler alı
nması
nı
isteyenlerin görüş
ü veya tutumu.
antisepsi
* Mikroplarıilâçla öldürme yolları
.
antiseptik
* Antisepsi yapmak için kullanı
lan veya antisepsi özelliğ
i olan (madde).
antisiklon
* Yüksek bası
nçlıatmosfer kütlesi; havanı
n sarmal biçimli hareketi için kullanı
lı
r.
antitez
* Karş
ısav.
antitoksik
* Antitoksin.
antitoksin
*İ
çine giren toksinleri zararsı
z hâle getirmek için vücudun çı
kardı
ğ
ımadde.
antlaş
ma
*İ
ki veya daha çok devletin saldı
rmazlı
k, savaş
ta ittifak gibi konularda üstlenmelerini belirttikleri belge ve
belgede belirtilen durum, muahede, pakt.
antlaş
mak
* Antlaş
ma yapmak, ahitleş
mek.
antlı
* Ant içmişveya ant içirilmiş
.
antoloji
* Şairlerin, yazarları
n, bestecilerin eserlerinden alı
nmı
şseçme parçalardan oluş
an kitap, seçki, güldeste.
antrakt
antrasit
antre
* Ara.
* Güçlükle tutuş
an, koku, duman çı
karmadan, büyük bir ı
sıvererek yanan bir tür taşkömürü.
* Bir yapı
da girip geçilen yer, methal.
* Baş
langı
ç yemeği.
antrenman
* Bir spor dalı
nda yapı
lan alı
ş
tı
rma veya hazı
rlı
k çalı
ş
ması
, idman, egzersiz.
antrenman yapmak
* spor amacı
yla çalı
ş
mak, alı
ş
tı
rma yapmak.
antrenmanlı
*İ
dmanlı
.
antrenmansı
z
* Antrenmanıolmayan, idmansı
z.
antrenör
* Bir spor dalı
nda sporcuyu eğ
iten, yetiş
tiren ve çalı
ş
tı
ran kiş
i, çalı
ş
tı
rı
cı
.
antrenörlük
* Antrenörün iş
i veya mesleği, çalı
ş
tı
rı
cı
lı
k.
antrepo
* Gümrüklere gelmişticarî eş
yanı
n konulduğ
u, korunduğ
u yer, ardiye.
antrepocu
* Antrepo iş
leten kimse.
* Antrepoya bakan kimse.
antrepoculuk
* Antrepocunun yaptı
ğı
iş
.
antrkot
* Sı
ğ
ı
rı
n iki kürek arası
ndan ve pirzolalı
k yerinden çı
kartı
lan kemiğ
inden sı
yrı
lmı
şet dilimi.
antrok
* Triyas devri katmanları
nda bulunan, derisi dikenlilerden, deniz lâlelerinin sapları
nı
oluş
turan kalsiyum
karbonat birleş
imli fosil.
antropoit
* Bkz. insansı
.
antropoitler
* Bkz. insansı
lar.
antropolog
*İ
nsan bilimi uzmanı
.
antropoloji
*İ
nsanı
n kökenini, evrimini, biyolojik özelliklerini, toplumsal ve kültürel yönlerini inceleyen bilim, insan
bilimi.
antropolojik
*İ
nsan bilimiyle ilgili, insan bilimsel.
antropomorfizm
*İ
nsan biçimcilik.
antroponim
* Kiş
i adları
nıinceleyen bilim dalı
.
antroposantrizm
*İ
nsanıtabiatı
n merkezi sayan, bütün öbür yaratı
kları
n insan için yaratı
lmı
şoldukları
nı
söyleyen dinî nitelikli
öğreti, insaniçincilik.
antropozoik
*İ
nsanı
n belirmesi ve yayı
lması
nıniteleyen antropozoik devir teriminde geçer.
antropozoik devir
* Antropozoik.
antrparantez
* Söz arası
nda, sı
rasıgelmiş
ken, istitrat.
anut
*İ
natçı
, ayak direyici.
anüri
anüs
*İ
drarı
nıyapamama ş
eklinde ağı
r bir böbrek rahatsı
zlı
ğıbelirtisi.
* Sindirim kanalı
nı
n doğru bağ
ı
rsak denilen son bölümündeki çı
kı
şdeliğ
i, makat, ş
erç.
anüs yüzgeci
* Balı
klarda anüs bölgesinde tek olarak bulunan yüzgeç.
anyon
anzarot
aort
apacı
apaçı
k
* Negatif elektrikle yüklü iyon, eksin.
* Sı
cak ülkelerde yetiş
en bodur bir ağ
aç (Sarcocolla).
* Bu ağacı
n yara tedavisinde kullanı
lan reçinesi.
* Rakı
.
* Kalbin sol karı
ncı
ğ
ı
ndan çı
kan ve vücuda kı
rmı
zıkan dağı
tan büyük atardamar.
* Çok acı
.
* Çok açı
k, çok belirgin.
apaçı
klı
k
* Apaçı
k olma durumu.
* Bir ş
eyin, hiçbir kuş
kuya yer bı
rakmaksı
zı
n aydı
nlı
k, açı
k bir biçimde görünmesi.
apak
* Çok ak.
apala
apalak
apandis
* Abla.
* (bebekler ve küçük çocuklar için) Tombul, gürbüz, iri.
* Kör bağ
ı
rsağ
ı
n ince bir parmak gibi olan son bölümü.
apandisit
* Apandisin iltihaplanması
.
apansı
z
* Hiç beklenmedik bir sı
rada, pek ansı
zı
n.
apansı
zı
n
* Birdenbire, çok anî olarak.
apar topar
* Telâşve acele ile, yaka paça.
aparey
* Çeş
itli parçalardan meydana gelen alet, cihaz.
aparkat
aparma
* Boksta bükük kolla aş
ağ
ı
dan yukarı
ya doğ
ru atı
lan yumruk.
* Aparmak iş
i.
aparmak
* Almak, alı
p götürmek.
* Gizlice almak, alı
p kaçmak, çalmak.
apart otel
* Müş
terilerin kendi yeme ve içme ihtiyacı
nıkarş
ı
layabilmek için gerekli malzemeler ile donatı
lmı
şbağı
msı
z
apartman veya villâ tipinde inş
a edilmişancak otel gibi iş
letilen konaklama tesisi.
apartman
* Birkaç katlı
ve her katı
nda bir veya birkaç daire bulunan yapı
.
apaş
apatit
* Külhan beyi, kabadayı
, hayta.
* Doğada, kemik dokusunda bulunan, içinde flüor veya klor olan doğal kalsiyum fosfat.
apaydı
n
* Çok aydı
nlı
k.
apaydı
nlı
k
* Apaydı
n olma durumu.
apayrı
apaz
apaz
* Büsbütün ayrı
, bambaş
ka.
* Avuç.
* Bir avuç dolusu.
* Çok az.
apazlama
* Apazlamak iş
i.
* Pupa ile orsa arası
nda geminin omurgası
na 450 açıile esen (rüzgâr).
* Böyle esen bir rüzgârla.
apazlamak
* Avuçlamak.
* Yelken rüzgârla dolup ş
iş
mek.
* (gemi) Apazlama rüzgârla gitmek.
apel
aperitif
* Anonim ortaklı
klarda sermaye artı
rı
mıiçin yapı
lan ödeme çağ
rı
sı
.
*İ
ş
tahı
açmak için yemekten önce içilen içki, açar.
apı
ş
* Butları
n iç tarafı
, iki bacak arası
.
apı
şarası
*İ
ki bacağ
ı
n arası
nda kalan yer.
apı
ş
ak
apı
ş
ı
k
* Bacakları
nı
açarak yürüyen, ayrı
k bacaklı
.
* Bacaklarıaça aça yürüme.
* Yorgun, güçsüz, ş
aş
kı
n.
* Kuyruğunu apı
şarası
na alarak yı
lgı
n yı
lgı
n giden (hayvan).
apı
ş
ı
p kalmak
*ş
aş
ı
rmak.
apı
ş
lı
k
apı
ş
ma
apı
ş
mak
apı
ş
tı
rma
* Ağ.
* Apı
ş
mak iş
i.
* Hayvan yorgunluktan bacakları
nıbirbirinden ayı
rarak çöküvermek.
* Oturmak, bacaklarıayı
rarak çömelmek.
* Ne yapacağ
ı
nıkestirememek, ş
aş
ı
rmak.
* Apı
ş
tı
rmak iş
i.
apı
ş
tı
rmak
* Hayvanıçok yorarak yürüyecek gücünü bı
rakmamak.
* Çifte demir atarak döndükçe geminin bir alan içinde kalması
nısağ
lamak.
apiko
aplik
* Geminin, zinciri toplayı
p demirini kaldı
rmaya hazı
r bulunması
.
* Hazı
r, tetik.
* Derli toplu, süslü, ş
ı
k.
* Duvar ş
amdanı
, duvar lâmbası
.
aplikasyon
* Uygulama.
* Bir kumaşüzerine baş
ka bir kumaşparçası
nı
veya bir danteli dikme yolu ile uygulayarak yapı
lan süs.
* Eldeki haritaya göre arazi üzerinde bir parseli kazı
klarla belirtme.
aplike
* Düz veya desenli bir kumaş
tan kesilmişmotiflerin bir baş
ka kumaş
a iş
lenmişdurumu.
apokaliptik
* Anlaş
ı
lmaz, kapalı
, karanlı
k (söz veya yazı
).
apokrif
* Doğruluğuna güvenilmez söz veya yazı
.
apolet
* Subaylarda rütbeyi göstermek için üniformaları
n omuzları
na takı
lan iş
aretli parça, omuzluk.
* Giysilerin omuzları
na süs olarak takı
lan parça.
apoletleri sökülmek
* bir suç sebebiyle rütbesi indirilmek veya askerlikten atı
lmak.
aport
* Avı
n veya kendisine gösterilen ş
eyin üzerine atı
lı
p getirmesi için köpeğe verilen buyruk.
aposteriori
* Deney sonucu ortaya çı
kan (bilgi), sonsal.
apoş
i
* Çember biçiminde, telden yapı
lma, torbaya benzer, büyük gözlü ağ
.
apotr
* Yardı
mcı
, koruyucu, havari.
appassionato
* Bir parçanı
n coş
kunca çalı
nacağ
ı
nıanlatı
r.
apraksi
apre
apreci
apreleme
* Bkz. iş
lev yitimi.
* Kumaşveya derinin cilâlanması
, perdahlanması
.
* Dokumacı
lı
kta, boyacı
lı
kta cilâ olarak kullanı
lan madde.
* Apre yapan kimse.
* Aprelemek iş
i.
aprelemek
* Kumaşveya deriyi cilâlamak, perdahlamak.
apreli
apresiz
april
* Apresi olan.
* Apresi yapı
lmamı
ş
, perdahlanmamı
şveya cilâlanmamı
ş
.
* Nisan ayı
, abril.
apriori
* Hiçbir denemeye dayanmayan ve akı
l yordamı
yla bulunup ortaya konan, önsel.
apse
*İ
rin birikimi, çı
ban.
apse yapmak
* bir doku içinde iltihap oluş
mak.
apseleş
me
* Apseleş
mek durumu.
apseleş
mek
* Yara irin bağ
lamak, apse yapmak.
apsent
apsis
aptal
* Pelinle kokulandı
rı
lmı
şsert bir içki.
* Yönlü bir eksen üzerinde bir noktanı
n, baş
langı
ç noktası
na olan uzaklı
ğ
ı
nı
n cebirsel değ
eri.
* Bir noktanı
n uzaydaki yerini bulmaya yarayan ana çizgilerden yatay olanı
, koordinat.
* Zekâsıpek geliş
memiş
, zekâ yoksunu, alı
k, ahmak.
* Küçümseme belirten seslenme; azarlama.
aptal aptal
* Aptal gibi, aptalca, aval aval.
aptal olmak
* aptal durumda bulunmak.
aptal yerine koymak (veya koyulmak)
* anlamaz, bilmez sanmak (sanı
lmak).
aptalca
* Biraz aptal.
* (apta'lca) Aptala yaraş
ı
r nitelikte, aptal gibi, ahmakça.
aptalcası
na
* Aptala yakı
ş
ı
r biçimde, aptal gibi.
aptallaş
ma
* Aptallaş
mak iş
i veya durumu.
aptallaş
mak
* Zekâsı
nıiş
letemez olmak, alı
klaş
mak, ahmaklaş
mak.
aptallaş
tı
rma
* Aptallaş
tı
rmak iş
i veya durumu.
aptallaş
tı
rmak
* Aptallaş
ması
na sebep olmak, aptal duruma getirmek, ahmaklaş
tı
rmak.
aptallı
ğa vurmak
* bir ş
eyi bilmez, anlamaz gibi görünmek.
aptallı
k
* Aptal olma durumu veya aptalca iş
.
aptallı
k etmek
* aptalca davranmak veya aptalca işgörmek.
apteriks
* Bkz. kivi.
aptes
* Bkz. abdest.
aptesbozan
* Bkz. abdestbozan.
aptesbozan otu
* Bkz. abdestbozan otu.
apteshane
* Bkz. abdesthane.
aptesli
* Bkz. abdestli.
apteslik
aptessiz
apukurya
* Bkz. abdestlik.
* Bkz. abdestsiz.
* Et kesimi yortusu.
apul apul
* Tombul çocukları
n bacakları
nıaçarak salı
na salı
na yürüyüş
lerini anlatı
r.
Ar
* Argon'un kı
saltması
.
ar
* Tarı
m alanları
için yüz metre kare değ
erinde yüzey ölçü birimi.
ar
* Utanma, utanç duyma.
-ar- / -er* Belirli fiillere gelen genişzaman eki: aç-ar, biç-er, geç-er, bat-ar, çı
k-ar, yat-ar, kalk-ar, ölç-er vb. Bu ekle
yapı
lmı
şisimler de vardı
r: keser, açar "anahtar", çı
kar "menfaat" vb.
-ar- / -er*İ
simden geçiş
siz fiil türeten ek.
-ar- / -er*İ
simden geçiş
li fiil türeten ek: baş
-ar-mak, suv-ar-mak vb.
-ar- / -er* Fiilden ettirgen çatı
türeten ek: çı
k-ar-mak, gid-er-mek vb.
ar belâsı
* namus ve onuru için baş
kasısöz eder korkusu.
ar damarı
çatlamı
ş
* utanç duyulacak ş
eyleri hiç sı
kı
lmadan yapan, utanmaz.
ar etmek
* utanmak.
ar namus tertemiz
* utanmasıolmayan.
ar ve hayâ perdesi yı
rtı
lmak
* utanmamak, utanç duymamak, yüzsüzlük etmek.
ar yı
lıdeğil, kâr yı
lı
* birinin sı
kı
lmayı
bir yana bı
rakarak yalnı
z çı
karı
na baktı
ğ
ıanlatı
lı
rken söylenir.
ara
*İ
ki ş
eyi birbirinden ayı
ran uzaklı
k, açı
klı
k, aralı
k, boş
luk, mesafe.
*İ
ki olguyu, iki olayıbirbirinden ayı
ran zaman, fası
la.
* Kiş
ilerin veya toplulukları
n birbirine karş
ıolan durumu veya ilgisi.
* Toplu bulunan nesnelerin veya kimselerin içi.
* Bir oyunda, bir filmde dinlenme süresi, antrakt.
* Toplu jimnastik dizilmelerinde, sı
radakilerin birbirlerinden yanlaması
na olan uzaklı
kları
.
* Aralı
k.
* Futbol oyununun kı
rk beş
er dakikalı
k iki devresi arası
nda oyunculara verilen on beşdakikalı
k dinlenme
süresi, haftayı
m.
* (basketbol ve voleybol için) Takı
mları
n oyun sı
rası
nda aldı
klarıbirer dakikalı
k dinlenme ve talimat alma
süresi, mola.
ara açmak
* dostluğu bozmak, anlaş
mazlı
ğ
a yol açmak.
ara baş
lı
k
* Esas bölümün alt baş
lı
kları
nıanlatmak için kullanı
lı
r.
ara bono
* Arada ödenen olağ
an dı
ş
ıbono.
ara bozucu
* Ara bozan (kimse), fesatçı
, fitçi, münafı
k, müfsit.
ara bozuculuk
* Ara bozucu olma durumu, fitçilik, münafı
klı
k, fesat.
ara bulma
* Anlaş
mazlı
k durumunda bulunan kimseleri uzlaş
tı
rma iş
i.
ara bulmak
* anlaş
amayanlarıuzlaş
tı
rmak.
ara bulucu
* Uzlaş
tı
ran kimse, uzlaş
tı
rı
cı
.
ara buluculuk
* Uzlaş
tı
rı
cı
lı
k.
ara buluculuk etmek
* ara bulmada yardı
mcıolmak.
ara cümle
* Birleş
ik veya yalı
n cümlelerde anlamı
biraz daha açı
klamak için araya giren iki virgül veya iki kı
sa çizgi
içinde verilen cümle.
ara deniz
* Okyanuslardan dar ve az derin boğ
azlarla ayrı
lan, karaları
n arası
na sokulmuşdeniz.
ara kapı
*İ
ki yapıveya oda arası
nda, kolayca geçmek için açı
lan kapı
.
ara kararı
* Bir davanı
n bakı
lması
nıkolaylaş
tı
rmak için yargı
dan önce, arada önlem niteliğ
inde verilen karar.
ara kazanç
* Malıbütünüyle devretmeden arada elde edilen kazanç.
ara kesit
* Çizgilerin, yüzeylerin, katıcisimlerin birbirlerine rastladı
klarıve kesiş
tikleri yer.
ara konakçı
* Asalağı
n, geliş
me evreleri sı
rası
nda beslenip barı
ndı
ğıkonakçı
lardan her biri.
ara mal
* Üretimde gerekli malı
elde etmek için kullanı
lan yarıiş
lenmişmal.
ara nağme
* Şarkı
, türkü, köçekçe gibi küçük güfteli bestelerde, güftenin iki kı
tasıarası
na, baş
ı
na, sonuna da gelebilen,
sözsüz çalı
nan parça.
* Sı
k sı
k söylenen söz veya açı
lan sorun.
ara nağmesi
* Bkz. ara nağme.
ara seçim
* Genel seçimler dı
ş
ı
nda yapı
lan ara dönem seçimleri.
ara sı
cak
* Soğuk ve sı
cak yemek servisi arası
nda ikram edilen hafif sı
cak yiyecekler.
ara sı
navı
* Üniversite ve yüksek okullarda yarı
yı
l içinde yapı
lan sı
nav.
ara sı
ra
* Seyrek olarak, zaman zaman.
ara sokak
* Ana yola açı
lan ikinci derecedeki yol.
ara söz
* Doğrudan doğ
ruya konuş
ulan veya yazı
lan konuyu ilgilendirmeyen dolaylısöz, istitrat.
ara tümce
* Bkz. ara cümle.
ara vermek
* yeniden baş
lamak için, bir iş
i bir süre bı
rakmak, durmak.
ara yerde
* arası
nda, arada.
ara yön
* Dört ana yönden ikisi arası
nda olan yönlerden her biri.
araba
* Tekerlekli, motorlu veya motorsuz her türlü kara taş
ı
tı
.
* Araba ile taş
ı
nmı
şveya taş
ı
nacak miktar.
araba araba
* Arabalar dolusu, birçok arabalarla.
araba devrilince yol gösteren çok olur
* işiş
ten geçtikten sonra verilen öğüdün değeri yoktur.
araba falakası
* Çift atlıarabalarda, okun dibinde ve iki yanı
nda bulunan uçları
na koş
um kayı
ş
larıbağ
lanan ağaç bölüm.
araba kullanmak
* araba sürmek.
araba mezarlı
ğ
ı
* Kullanı
lmaz hâle gelmişveya eski arabaları
n bı
rakı
ldı
ğı
yer.
araba vapuru
* Arabalıvapur.
arabacı
* Arabayısüren kimse.
* Araba yapan veya satan kimse.
arabacı
lı
k
* Araba sürme iş
i.
* Araba yapma veya satma iş
i.
arabalı
* Arabasıolan.
* Araba vapuru.
arabalıvapur
* Arabaya taş
ı
yan vapur, vapur, araba vapuru.
arabalı
k
* Araba konulan yer, garaj.
* Araba dolduracak miktar.
araban
* Klâsik Türk müziğ
inde bir makam.
arabanı
n ön tekerleği nereden geçerse art tekerleği de oradan geçer
* çocuklar, büyüklerin yaş
ayı
ş
ı
na uyarlar.
arabanı
n tekerine taşkoymak
* güçlük çı
karmak.
arabankürdî
* Klâsik Türk müziğ
inde az kullanı
lmı
şbirleş
ik bir makam.
arabası
nıdüze çı
karmak
* karş
ı
laş
tı
ğ
ıgüçlükleri yenip iş
ini kolay yürür hâle getirmek.
arabaş
ı
* Piş
mişve dondurulmuşhamur yanı
nda yenen tavuklu veya hindili çorba.
arabesk
* Arap üslûbunda olan (ş
ey).
* Giriş
ik bezeme.
arabeskçi
* Arabesk müzik sanatçı
sı
.
arabeskleş
me
* Arabesk durumuna gelme.
arabeskleş
mek
* Arabesk özelliği kazanmak veya arabesk durumuna gelmek.
Arabî
Arabist
* Araplarla ilgili, Araplara özgü olan.
* Arapça.
* Arap dili ve edebiyatı
yla uğraş
an kimse.
Arabistan defnesi
* Dulaptal otugillerden, Asya ve Afrika'nı
n sı
cak bölgelerinde yetiş
en, kabuklarıhekimlikte kullanı
lan bir
ağaççı
k (Daphne gnidium).
Arabistik
* Arap dili ve kültürü araş
tı
rmaları
.
arabizasyon
* Araplaş
tı
rma.
arabozan
*İ
ki kiş
inin arası
ndaki dostluğu veya geçimi bozan (kimse), fesatçı
, münafı
k, müzevir.
arabozanlı
k
*İ
ki kiş
inin arası
ndaki dostluk veya geçimi bozma iş
i, münafı
klı
k, müzevirlik.
aracı
* Uzlaş
tı
ran, anlaş
ma sağlayan kimse.
* Üretici ile tüketici arası
nda alı
m satı
m konusunda bağ
lantıkuran ve bundan kazanç sağlayan kimse,
mutavassı
t.
aracıkoymak
* bir kimseyi, uzlaş
ma sağlamak için görevlendirmek.
aracı
lı
ğ
ı
yla
* Aracıolarak, bağ
lantıkurarak, vası
tası
yla, yoluyla.
aracı
lı
k
* Aracı
nı
n gördüğ
ü iş
, tavassut, vası
ta.
aracı
lı
k etmek
* bir iş
in çözümünde araya girerek yardı
m etmek, tavassut etmek.
araç
* Bir işyapmakta veya sonuçlandı
rmakta, gücünden yararlanı
lan nesne.
* Kiş
iler veya nesneler arası
nda bağ
lantısağ
layan ş
ey, vası
ta.
* Bir ş
eye ulaş
mak, bir ş
eyi elde etmek için yararlanı
lan kimse veya ş
ey.
* Taş
ı
t.
* Bir sonuca ulaş
mak için kullanı
lan ş
ey.
araççı
lı
k
* Düş
ünme biçimlerinin, kuramları
n, mantı
k ve ahlâk biçimlerinin yalnı
zca hayatı
n değ
iş
ik ş
artları
na uyma
araçlarıolduğ
unu savunan dünya görüş
ü, enstrümantalizm.
araçlı
* Araçla yapı
lan veya olan, vası
talı
, bilvası
ta.
araçlıjimnastik
* Bkz. aletli jimnastik.
araçsı
z
* Araç kullanı
lmadan, doğ
rudan doğruya yapı
lan veya olan, vası
tası
z, bilâvası
ta.
araçsı
zlı
k
* Araçsı
z olma durumu.
arada bir
* seyrek olarak.
arada çı
karmak
* baş
ka iş
ler arası
nda bir iş
i de yapı
vermek.
arada kalmak
* iki tarafıuzlaş
tı
rmak üzere araya girme dolayı
sı
yla güç duruma düş
mek.
arada kaynamak
* karı
ş
ı
k bir durumda gereken ilgiyi görmemek.
aradan
* o zamandan bu zamana dek.
aradan çekilmek
* iliş
iğini kesmek.
aradan çı
karmak
* birçok iş
ten birini yapı
p bitirivermek.
aradan kaldı
rmak
* işyapma imkânı
nı
yok etmek.
Araf
Arafat
* Cennet ile cehennem arası
nda bir yer.
* Mekke'nin doğusunda, hacı
ları
n, kurban bayramı
nı
n arife günü toplandı
kları
tepe.
Arafatta soyulmuşhacı
ya dönmek
* her ş
eyini kaybedip çı
rı
lçı
plak kalmak, çaresiz kalmak.
aragonit
* Beyaz, yeş
il, mavimsi gri renkte billûrlaş
mı
şbir tür kalsiyum karbonat.
arak
* Ter.
* Pirinç ve ş
eker kamı
ş
ı
ndan elde edilen bir tür rakı
.
-arak / -erek
* Fiillerden zarf yapan ek.
araka
arakçı
arakçı
lı
k
*İ
ri taneli bezelye.
* Araklayan, çalan, hı
rsı
z.
* Hı
rsı
zlı
k.
arakı
ye
* Derviş
lerin giydikleri, tiftikten yapı
lmı
şince külâh.
* Bir tür küçük zurna.
araklama
* Araklamak iş
i, çalma, aş
ı
rma.
araklamak
* Çalmak, aş
ı
rmak.
aralama
aralamak
aralanma
* Aralamak iş
i.
*İ
ki ş
ey arası
nda açı
klı
k oluş
turmak, yarıaçmak.
* Aralı
klıduruma getirmek, seyrekleş
tirmek.
* Bitkilerin fazla dal ve çubukları
nıkesmek, seyrekleş
tirmek.
* Aralanmak iş
i.
aralanmak
* Biraz açı
lmak, aralı
k olmak.
* Gitmek, uzaklaş
mak, yanı
ndan ayrı
lmak.
* Seyrelmek.
araları
iyi
* dostlukları
düzenli.
araları
nda dağ
lar kadar fark olmak
* araları
nda her yönden büyük ayrı
lı
klar bulunmak, benzer nitelikler çok az olmak.
araları
ndan kara kedi geçmek (veya araları
na kara kedi girmek)
* iki dost birbirine gücenmek, iki dostun arası
na soğ
ukluk girmek.
araları
ndan su sı
zmamak
* birbirleriyle çok yakı
n, sı
kıfı
kıarkadaş
lı
k kurmak.
araları
nıaçmak
* iki kiş
i arası
ndaki dostluğu, iliş
kiyi bozmak.
araları
nıbozmak
* iki kiş
i arası
ndaki iliş
kiyi bozmak.
araları
nıbulmak
* birbirleriyle anlaş
amayan iki kiş
iyi uzlaş
tı
rmak, barı
ş
tı
rmak.
aralatma
* Aralatmak iş
i.
aralatmak
* Aralı
k duruma getirtmek, biraz açtı
rmak.
aralı
k
*İ
ki ş
ey arası
ndaki açı
klı
k, mesafe.
* Sı
ra, vakit.
* Uygun, elveriş
li durum, fı
rsat.
* Evin iki bölümü veya iki oda arası
ndaki dar geçit, geçenek, koridor.
* Yı
lı
n 31 gün süren son ayı
, ilk kânun.
* Ayakyolu.
* Yarıaçı
k, tam kapanmamı
ş
.
* Bir sesi bir baş
ka sesten, kalı
na veya inceye doğ
ru ayı
ran uzaklı
k.
* Toplu beden eğ
itiminde art arda dizilenleri ayı
ran açı
klı
k.
* Portenin paralel çizgileri arası
ndaki boş
luk.
* (bası
mcı
lı
kta) Harfler veya satı
rlar arası
ndaki açı
klı
k, espas.
* Borsada hisse senetlerinin alı
m satı
m emirlerinin verildiği süre.
aralı
k etmek
* aralamak, yarıaçmak.
aralı
k oyunu
* Tiyatroda iki perde arası
nda yapı
lan koro, bale, monolog gibi eğlendirici oyun.
aralı
k vermek
* yeniden baş
lamak için bir iş
i kı
sa süre ile bı
rakmak.
* harfler arası
nda veya satı
rlar arası
nda boş
luk bı
rakmak.
aralı
klı
* Birbirine bitiş
ik olmayan, araları
nda açı
klı
k bulunan.
* Dizgide kelimeler, harfler veya satı
rlar arası
nda açı
klı
ğ
ıolan, espaslı
.
* Kesik kesik.
aralı
ksı
z
* Birbirine bitiş
ik olan, araları
nda açı
klı
k bulunmayan.
* Sürekli, aralı
k vermeden.
aralı
kta
* Öbür ş
eyler arası
nda.
arama
* Aramak iş
i, taharri.
* Saklanan sanı
ğı
n ve suç belgelerinin elde edilmesi için bir kimsenin ev, işyeri gibi yerlerde, üzerinde ve
eş
yası
nda yapı
lan araş
tı
rma iş
lemi.
arama emri
* Yapı
lacak araş
tı
rma iş
lemi için yetkili organdan alı
nan buyruk.
arama kararı
* Arama yapı
labilmesi için hâkim tarafı
ndan verilmişkarar.
arama tarama
* Polisin kuş
kulu gördüğ
ü kimseler üzerinde bı
çak, silâh, esrar gibi yasak ş
eyler araması
.
* Denizdeki mayı
nları
toplama veya yok etme iş
lemi.
arama yapmak
* birini veya bir ş
eyi bulmaya çalı
ş
mak, taharri etmek.
aramak
* Birini veya bir ş
eyi bulmaya çalı
ş
mak.
* Bir yöntem bulmaya çalı
ş
mak.
* Araş
tı
rmak, yoklamak.
* Ziyarete, hatı
r sormaya gitmek.
* Bir ş
eyin yokluğ
unu duyarak geri gelmesini istemek, özlemek.
* Önem verip istemek.
* Şart koş
ulmak.
aramak taramak (veya arayı
p taramak)
* dikkatle aramak, çok aramak.
aramakla bulunmaz
* çok değerli, ancak rastlantıile ele geçer.
Aramca
Aramîce
* Bkz. Aramîce.
* Samî dillerinin batı
lehçelerini içine alan ve milâttan önceki dönemlerde kullanı
lmı
şbulunan ölü bir dil.
aranı
lma
* Aranı
lmak iş
i veya durumu.
aranı
lmak
* Aramak iş
ine konu olmak.
* Söz konusu olmak.
aranje
aranjman
aranjör
* Bu söz "düzenlemek" anlamı
nda "aranje etmek" biçiminde kullanı
lı
r.
* Düzenleme.
* Düzenleyici.
aranma
* Aranmak iş
i.
aranmak
arantı
Arap
* Aramak iş
ine konu olmak.
*İ
steklisi bulunmak.
* Eksikliğ
i duyulmak.
* Kendi üstünü aramak veya ortalı
kta kendi kendine bir ş
eyler aramak.
* Şart koş
ulmak.
* Olumsuz, kötü davranı
ş
larda bulunarak cezayıgerektirmek.
* Aranı
lan çözüm.
* Orta Doğ
u ile Kuzey Afrika'nı
n büyük bir bölümünde yaş
ayan halk ve bu halkı
n soyundan olan (kimse).
* Arap halkı
na özgü olan ş
ey.
* (küçük a ile) Zenci, fellâh.
* Koyu esmer veya kara.
arap
* Negatif fotoğraf.
Arap gibi olmak
* simsiyah olmak, kararmak.
Arap olayı
m
* (ş
aka yollu) söylenen bir ş
eyin doğ
ruluğ
una inandı
rmak için kullanı
lı
r.
Arap rakamları
* Bugün kullandı
ğı
mı
z sayı
ları
gösteren rakamlar.
Arap sabunu
* Potasla yapı
lan, yumuş
ak, esmer bir sabun.
arap saçıgibi
* karmakarı
ş
ı
k.
arap saçı
na dönmek
* iş
ler çok karı
ş
ı
p çözümlenmesi güç bir duruma gelmek.
Arap tavş
anı
* Kemirgen memelilerden bir hayvan (Daculus daculus).
Arap uyandı(veya Arabı
n gözü açı
ldı
)
* geçen bir olaydan ders alı
ndı
ğı
nıanlatı
r.
Arap zamkı
* Akasyadan elde edilen bir zamk, zamkı
arabî.
Arapça
* Samî dilleri ailesine giren ve Arap ülkelerinde kullanı
lan dil.
* Bu dile özgü olan.
Arapçalaş
tı
rma
* Arapçalaş
tı
rmak iş
i.
Arapçalaş
tı
rmak
* Arapçaya çevirmek.
* Arap dili özelliğ
i kazandı
rmak.
Araplaş
ma
* Araplaş
mak durumu.
Araplaş
mak
* Arap olmak, Araplı
ğ
ıbenimsemek.
Araplaş
tı
rma
* Araplaş
tı
rmak iş
i.
Araplaş
tı
rmak
* Arap kimliğini kazandı
rmak.
Araplı
k
* Arap olma durumu.
Arapsaçı
* Çözümlenemeyecek kadar karı
ş
ı
k durum.
Arapsaçı
* Küçük, yuvarlak ve çok sı
k yeş
il yapraklarıolan uzadı
kça aş
ağ
ıdoğ
ru sarkan bir tür süs bitkisi.
ararot
* Sı
cak iklimlerde yetiş
en maranta adlıkamı
ş
tan ve baş
ka bitkilerin kökünden çı
karı
lan, çocuk maması
yapmaya yarayan un.
ararot kamı
ş
ı
* Maranta.
Arasat
* Müslüman inanı
ş
ı
na göre, kı
yamet günü bütün ölülerin toplanacaklarıyer.
arası(veya araları
) açı
lmak (açı
k olmak veya bozulmak)
* arkadaş
lı
klarısarsı
lmak, arkadaş
lı
k bağlarıkopmak, birbirine darı
lmak.
arasıgeçmeden
* vakit geçmeden, sı
cağısı
cağ
ı
na.
arasıhoş(veya iyi) olmamak
*oş
eyden hoş
lanmamak, araları
nda gerginlik, geçimsizlik olmak.
arasıolmamak
* geçinememek.
arasısoğ
umak
* aradan zaman geçerek önemini yitirmek.
arası
na (veya araları
na) karı
ş
mak
* büyüyüp yetiş
mek.
arası
z
arasta
* Sürekli olarak, arkasıkesilmeden, ara vermeden, müstemirren, vira.
* Çarş
ı
larda veya alı
şverişbölgelerinde aynıiş
i yapan esnafı
n bir arada bulunduğ
u bölüm.
araş
it
* Yer fı
stı
ğı
.
araş
tı
rı
* Araş
tı
rma.
araş
tı
rı
cı
* Araş
tı
ran, inceleyen, araş
tı
rman, araş
tı
rmacı(kimse).
* Meraklı
, mütecessis.
araş
tı
rı
cı
lı
k
* Araş
tı
rı
cı
nı
n yaptı
ğı
iş
.
araş
tı
rı
lma
* Araş
tı
rı
lmak iş
i.
araş
tı
rı
lmak
* Araş
tı
rma yapı
lmak, gözden, geçirilmek.
araş
tı
rma
* Araş
tı
rmak iş
i, taharri.
* Bilim ve sanatla ilgili olarak yapı
lan yöntemli çalı
ş
ma.
araş
tı
rma filmi
* Herhangi bir bilimsel araş
tı
rmada alı
cı
nı
n salt bir kayı
t aracı
olarak kullanı
lması
yla elde edilen film.
araş
tı
rma görevlisi
* Yüksek öğ
retim kurumları
nda yapı
lan araş
tı
rma, inceleme ve deneylerde yardı
mcıolan ve yetkili organlarca
verilen görevleri yapan öğretim yardı
mcı
sı
, asistan.
araş
tı
rmacı
* Bilim ve sanat alanları
nda araş
tı
rma yapan kimse, araş
tı
rman.
araş
tı
rmacı
lı
k
* Araş
tı
rmacı
olma durumu.
araş
tı
rmak
* Birini veya bir ş
eyi bulmak için bir yeri gözden geçirmek.
* Bir gerçeği ortaya çı
karmak için aramalarda bulunmak, sormak, soruş
turmak.
* Bilimde ve sanatta yöntemli çalı
ş
malar yapmak.
araş
tı
rman
* Araş
tı
rı
cı
.
aratı
ş
aratma
aratmak
* Aratmak iş
i veya biçimi.
* Aratmak iş
i.
* Aramak iş
ini bir baş
kası
na yaptı
rmak.
* Arzu ettirmek, istetmek.
aratmamak
* yenisi, eskisinin yerini doldurabilmek, yokluğunu duyurmamak.
araya almak
* bir çevreye kabul etmek.
araya girmek
* iki kiş
inin arası
ndaki bir iş
e karı
ş
mak.
* iki kiş
iyi uzlaş
tı
rmaya çalı
ş
mak.
* bir işyapı
lı
rken ona engel olacak baş
ka bir ş
ey çı
kmak.
araya gitmek
* harcanmak, kaybolmak, karı
ş
ı
klı
ğ
a kurban olmak.
araya koymak
* bir iş
te sözü geçer bir kimsenin aracı
lı
ğ
ı
na baş
vurmak.
araya soğukluk girmek
* dostluk bağ
ıgevş
emek.
araya vermek
* yararsı
z bir iş
e harcamak.
arayıaçmak
* aradaki uzaklı
k artmak.
arayısoğutmak
* zaman geçmek, eski yakı
nlı
k, dostluk kalmamak.
arayıyapmak
* araları
açı
lmı
şiki kiş
iyi barı
ş
tı
rmak.
* arası
açı
lmı
şkimse ile barı
ş
mak.
arayı
cı
* Bir ş
eyi aramayıişedinen kimse.
* Arama iş
iyle görevlendirilmişkimse.
*İ
stenilen yı
ldı
zıteleskop içine getirebilmek için büyük teleskoplara paralel olarak bağlı
, görüşalanı
geniş
olan küçük teleskop.
arayı
cı
fiş
eğ
i
* Bir tür donanma fiş
eği.
arayı
p da bulamamak
* beklenmedik iyi bir durumla karş
ı
laş
mak.
arayı
p soranıbulunmamak (veya olmamak)
* kimsesi olmamak.
arayı
p sormak
* biri hakkı
nda haber sormak veya birinin ziyaretine giderek ona karş
ı
ilgi göstermek.
arayı
ş
araz
arazbar
* Aramak iş
i veya biçimi.
* Belirtiler.
* Hastalı
k belirtileri, semptom.
*İ
linek.
* Türk müziğinde bir birleş
ik makam.
arazbarbuselik
* Türk müziğinde bir birleş
ik makam.
arazi
* Yer yüzü parçası
, yerey, yer, toprak.
arazi açma
* fundalı
k, koruluk, sazlı
k yerleri temizleyerek tarı
ma elveriş
li duruma getirme.
araziye uymak
* ortama, çevreye uymak, görünmemeye çalı
ş
mak.
arbalet
* Kundaklı
, tetikli yay.
arbede
* Gürültülü kavga, patı
rtı
.
arbitraj
* Hisse senedi, tahvil, yabancıpara gibi değ
erli kâğ
ı
tlarıdaha kârlıgörülen baş
ka kâğı
tlarla değ
iş
tirme iş
i.
arboretum
* Botanik bahçesinde ağ
aç ve benzeri bitkilerin dikimine ayrı
lmı
şbölüm.
arda
ardak
*İ
ş
aret olarak yere dikilen çubuk.
* Maden üzerine kazı
ma yapmak ve çı
krı
kta çevrilen ş
eyleri yontmak için kullanı
lan çelik kalem.
* Ardı
l.
*İ
çten çürümeye yüz tutmuşağaç.
ardaklanma
* Ardaklanma iş
i, durumu.
ardaklanmak
* (ağaçlarda) Mantarları
n sebep olduğ
u çürümeye uğ
ramak.
ardıarasıkesilmemek
* aralı
ksı
z olarak gelmek.
ardıardı
na
* Birbirlerini kovalayarak, ara vermeden, aralı
ksı
z.
ardıkesilmek
* arkasıgelmemek, tükenmek.
ardısı
ra
* Peş
inden, arkası
ndan.
ardı
ç
* Servigillerden, güzel kokulu yaprakları
nı
kı
ş
ı
n da dökmeyen, yuvarlak kara yemiş
leri ilâç olarak kullanı
lan
bir ağ
aççı
k (Juniperus).
ardı
ç kuş
u
* Kara tavukgillerden, Avrupa ve Asya ormanları
nda yaş
ayan, sı
rtıkahverengi, karnı
ak, kuyruğ
u kara bir kuş
türü (Turdus pilaris).
ardı
ç otu
* Ardı
ç ağ
acı
nı
n küçük bitkisi.
ardı
ç rakı
sı
* Cin.
ardı
l
* Birinin ardı
ndan gelip onun yerine geçen kimse, öncel karş
ı
tı
, halef.
* Bir çı
karı
mda varı
lan sonuç.
ardı
l görüntü
* Bir duyunun kaybolması
ndan sonra geriye kalan görüntü.
ardı
lma
ardı
lmak
* Ardı
lma iş
i.
* Birisinin sı
rtı
na ası
lmak.
* Musallat olmak, ası
lmak, takı
lmak.
* Sataş
mak, çatmak.
ardı
n ardı
n
* Geri geri, ardısı
ra.
ardı
na (veya arkası
na) düş
mek
* arkası
ndan gitmek, peş
ini bı
rakmamak.
ardı
na kadar açı
k
* (kapı
, pencere için) sonuna kadar açı
k.
ardı
nca
* Hemen arkası
ndan, hemen ardı
ndan, arkasısı
ra, ardısı
ra.
ardı
nda yüz köpek havlamayan kurt, kurt sayı
lmaz
* önemli kimseleri çekemeyip onlara dil uzatanları
n çok olduğ
unu anlatı
r.
ardı
ndan (veya arkası
ndan) atlıkovalamak
* bir iş
i gereksiz bir telâş
la yapanlar için söylenir.
ardı
ndan sapan taş
ıyetiş
mez
* bir kimsenin çok hı
zlı
gittiğini anlatmak için kullanı
lı
r.
ardı
nıalmak (veya getirmek)
* bitirmek, tamamlamak.
ardı
nıbı
rakmamak
* Bkz. peş
ini bı
rakmamak.
ardı
nıkesmek
* arkasıgelmemek, önlemek, son vermek, durdurmak.
ardı
ş
ı
k
* Birbiri ardı
ndan gelen, mütevali.
ardı
ş
ı
k görüntü
* Bir duyunun kaybolması
ndan sonra da devam eden görüntü.
ardı
ş
ı
k olgular
* Bir hastalı
ktan sonra görülebilen fakat hastalı
ğ
ı
n kesin sonucu olmayan olgular.
ardı
ş
ı
k sayı
lar
* Bir, iki, üç gibi birbiri ardı
ndan gelen sayı
lar.
ardı
ş
ı
klı
k
* Ardı
ş
ı
k olma durumu.
ardiye
ardiyeci
arduaz
* Genellikle ticaret eş
yası
nısaklamaya yarar yer, depo, antrepo.
* Böyle bir yerde saklanı
lan eş
ya için ödenen ücret.
* Ardiye iş
leten kimse.
* Ardiyeye bakan kimse.
* Kayağan taş
, kayrak.
arefe
* Bkz. arife.
arefe günü
* Bkz. arife günü.
arena
* Amfiteatrı
n ortası
nda, boğa güreş
i, yarı
ş
, oyun gibi türlü gösteriler yapı
lan alan.
* Siyasî çekiş
melerin geçtiğ
i yer.
areometre
* Sı
vı
ölçer.
argaç
* Dokuma tezgâhları
nda enine atı
lan iplik, atkı
.
argaçlama
* Argaçlamak iş
i.
argaçlamak
* Dokumada argaç atmak.
argali
* Boynuzlugillerden, Kuzeydoğu Asya'da yaş
ayan, büyük boynuzları
olan yaban koyunu (Ovis ammon).
argı
n
argı
nlı
k
argı
t
* Yorgun, zayı
f, bitkin.
* Beceriksiz.
* Argı
n olma durumu.
* Geçit, boğ
az, dağboğazı
, derbent.
* Keklik tutmakta kullanı
lan, tahtadan kapanları
n yan tarafları
na bağ
lanan ağaç parça.
argo
* Kullanı
lan ortak dilden ayrıolarak aynı
meslek veya topluluktaki insanları
n kullandı
ğ
ıözel dil veya söz
dağarcı
ğ
ı
.
* Serserilerin, külhan beylerinin kullandı
ğ
ısöz veya deyim.
argolaş
ma
* Argolaş
mak özelliği gösterme.
argolaş
mak
* Karş
ı
lı
klıargo konuş
mak.
* Söz argo durumuna gelmek.
argon
* Atom numarası18, atom ağı
rlı
ğı
39,9 olan, havada %1 oranı
nda bulunan, rengi, kokusu ve tadıolmayan
bir element. Kı
saltmasıAr.
argonot
* Kafadan bacaklı
lardan, salyangoz kabuğu biçiminde kabuğ
u olan ve ahtapota benzeyen bir hayvan
(Argonauta argo).
argüman
arı
arı
* Bir çı
kı
şkümesinin değ
iş
kenine verilen ad.
* Temiz, münezzeh.
* Yabancış
eylerden arı
nmı
ş
, katı
ş
ı
ksı
z, saf, halis.
* Günahsı
z.
* Zar kanatlı
lardan, bal ve bal mumu yapan, iğnesiyle sokan böcek (Apis mellifica).
arıbal alacak çiçeği bilir
* iş
ini bilen kimse nereye baş
vuracağ
ı
nı
bilir.
arıbeyi
* Her kovanda bir tane bulunan ana arı
.
arıbiti
* Kör, kanatsı
z, kı
zı
lca renkli küçük sinek (Braula caeca).
arıdalağ
ı
* Bal peteğ
i.
arıgibi
* çok çalı
ş
kan.
arıgibi sokmak
* iğ
nelemek, acısöz söylemek.
arıkil
* Porselen yapmakta kullanı
lan bir çeş
it ak ve gevrek kil, kaolin.
ArıKovanı
* Yengeç takı
m yı
ldı
zıyöresinde bir yı
ldı
z kümesi.
arıkovanı
* Arı
ları
n içinde bal yaptı
klarıçeş
itli maddelerden yapı
lmı
şyuva.
arıkovanıgibi iş
lemek
* (bir yerin) gireni çı
kanı
çok olmak.
arıkuş
u
* Arı
kuş
ugillerden, sı
rtısarı
, karnımavimsi yeş
il, Güney Avrupa, Kuzey Afrika, Orta Asya'da az ağ
açlı
klı
,
açı
k yerlerde yaş
ayan bir kuş(Merops apiaster).
arıkuş
ugiller
* Omurgalıhayvanlardan kuş
lar sı
nı
fı
na giren bir familya.
arısili
* Tertemiz.
arısütü
arı
cı
arı
cı
lı
k
* Genç iş
çi arı
nı
n baş
ı
ndaki bezlerden salgı
ladı
ğ
ıazotu çok madde.
* Bal almak için arı
yetiş
tiren kimse.
* Bal almak için arı
yetiş
tirme iş
i.
arı
k
* Ark.
* Fide veya fidan dikilen yer.
arı
k
* Eti, yağı
erimişzayı
f, cı
lı
z, kuru, sı
ska.
arı
k çekmek
* tı
kanan, bozulan arkları
temizleyip açmak.
arı
k emek
*İ
ş
çinin, ek süre içinde harcadı
ğ
ıve sonucunda artı
k değ
er yarattı
ğ
ı
, karş
ı
lı
ğı
ödenmeyen emek.
arı
kçı
* Su yolu yapan kimse.
arı
klama
* Arı
klamak iş
i.
arı
klamak
* Arı
k (II) duruma gelmek.
arı
klaş
ma
* Arı
klaş
mak iş
i.
arı
klaş
mak
* Arı
k (II) olmak.
arı
klatma
* Arı
klatmak durumu.
arı
klatmak
* Arı
k (II) duruma getirmek.
arı
klı
k
* Zayı
flı
k, sı
skalı
k.
arı
lama
arı
lamak
arı
lanma
* Arı
lamak iş
i, tenzih.
* Bir ş
eyde herhangi bir ayı
p veya kusur bulunmadı
ğ
ı
nı
bildirmek, tenzih etmek.
* Arı
lanmak durumu, arı
laş
ma.
arı
lanmak
* Arı
laş
mak.
arı
lar
* Tek tek veya bir topluluk düzeni içinde yaş
ayan, vücutları
, özellikle karı
nlarıve arka ayaklarıkı
llarla örtülü
zar kanatlı
lar familyası
.
arı
laş
ma
* Arı
laş
mak durumu, arı
duruma gelme, özleş
me.
arı
laş
mak
* Arı
duruma gelmek, saflaş
mak, özleş
mek.
arı
laş
tı
rma
* Arı
laş
tı
rmak iş
i, özleş
tirme.
arı
laş
tı
rmak
* Arı
duruma getirmek, özleş
tirmek.
arı
lı
k
* Temizlik.
* Katı
ş
ı
ksı
zlı
k.
* Günahsı
zlı
k.
arı
lı
k
* Kovanları
n konulduğu yer, kovanlı
k.
arı
na dokunmak
* utanç duymak.
arı
ndı
rma
* Arı
ndı
rmak iş
i.
arı
ndı
rmak
* Arı
nması
nısağlamak.
arı
nı
n yuvası
na kazı
k (veya çöp) dürtmek
* tehlikeli kiş
iyi kı
ş
kı
rtmak.
arı
nı
ş
arı
nma
arı
nmak
* Arı
nmak iş
i veya biçimi.
* Temizlenme.
* Ruhun tutkulardan temizlenmesi.
* Sanat yoluyla duyguları
n arı
nması
.
* Temizlenmek.
* Katı
ş
ı
ksı
z, arıduruma gelmek.
* Rahatlamak.
arı
ş
arı
ş
* Kolun dirsekten parmaklara kadar olan bölümü.
* Çözgü.
arı
ş
* Araba oku.
arı
tı
cı
arı
tı
cı
lı
k
arı
tı
m
* Arı
tma özelliği olan.
* Deterjan.
* Arı
tma iş
i.
* (petrol, yağvb. için) Arı
tma iş
i, rafinaj.
arı
tı
m evi
* Şeker, petrol gibi maddelerin arı
tı
ldı
ğ
ıyer, tasfiyehane, rafineri.
arı
tı
ş
* Arı
tmak iş
i veya biçimi.
arı
tma
* Arı
tmak iş
i.
arı
tma ünitesi
* Doğal gaz üretim kuyuları
ndan toplama hatları
yla gelen gazı
n içerisindeki hidrojen sülfür, karbondioksit ve
su buharo gibi hidrokarbon bileş
iğ
i olmayan gazlarla, hidrokarbon kondanstları
nı
n tabiî gazdan ayrı
ldı
ğ
ıbirim.
arı
tmak
arı
z
* Temizlemek.
* Katı
ş
ı
ksı
z duruma getirmek, tasfiye etmek.
* Sonradan ortaya çı
kan.
* Bulaş
mı
ş
, musallat olmuş
.
arı
z olmak
* bulaş
mak, sürekli görünür durumda olmak.
* sonradan ortaya çı
kmak.
arı
za
* Engebe.
* Aksama, aksaklı
k.
* Bir notanı
n sesini yarı
m ton yükseltmek, alçaltmak veya eski durumuna getirmek için notanı
n soluna
konulan diyez, bemol ve bekâr iş
aretlerinin ortak adı
.
arı
za yapmak
* Bozulmak, iş
lemez duruma gelmek.
arı
zalanma
* Arı
zalanmak iş
i.
arı
zalanmak
* Arı
za, aksaklı
k göstermek.
arı
zalı
* Engebeli.
* (Araç vb. için) Aksayan, iş
lemeyen, bozulmuş
.
* Yarı
m yamalak, idare edecek biçimde.
arı
zası
z
* Engebesiz, düz.
* Aksamayan, bozulmadan iş
leyen.
* Huzurlu, rahat, mutlu.
arı
zî
Ari
arî
Ari dil
* Sonradan olan, dı
ş
tan gelen.
* Geçici, eğreti.
*İ
ran'dan geçerek Kuzey Hindistan'a yerleş
en halk veya bu halktan olan kimse.
* Bu halkla ilgili, bu halka özgü.
* Çı
plak.
* Özgür, hür.
* Hint-Avrupa dil ailesinin Hint-İ
ran grubuna verilen ad.
aria
* Operalarda solistlerden birinin orkestra eş
liğ
inde söylediğ
iş
arkı
, arya.
arif
* Çok anlayı
ş
lıve sezgili (kimse), varı
ş
lı
.
arif olan anlası
n (veya anlar)
* herkesin anlayacağ
ıkadar açı
k söylenmeyen bir sözün gerçek anlamı
nıkavrayanlar için söylenir.
arifane
* Arif olana yakı
ş
acak yolda, biçimde.
* Yiyeceğ
i ortaklaş
a sağ
lanan (toplantı
).
arifane ile
* ortaklaş
a.
arife
* Belirli bir günün, olayı
n bir önceki günü veya ona yakı
n günler, ön gün.
arife günü
* Dinî bayramlardan önceki gün.
arioso
Aristocu
* Dramatik ve lirik bakı
mdan yüksek bir anlatı
m gücü olan ağ
ı
r baş
lı
hava.
* Aristotelesçi.
Aristoculuk
* Aristotelesçilik.
aristokrasi
* Ekonomik, toplumsal ve siyasî gücün soylular sı
nı
fı
nı
n elinde bulunduğ
u tarihî yönetim biçimi.
* Soylular sı
nı
fı
.
aristokrat
* Aristokrasi yanlı
sı
.
* Soylu.
aristokratik
* Aristokratlı
kla ilgili.
aristokratlı
k
* Aristokrat olma durumu.
Aristotelesçi
* Aristotelesçilik yanlı
sıolan kimse.
Aristotelesçilik
* Yunan filozofları
ndan Aristoteles'in felsefesi, gezimcilik.
* Bu felsefeyi benimsemişolma durumu.
aritmetik
* Matematiğ
in, konusu sayı
lar, bunları
n özellikleri ve iş
lemler olan kolu.
* Bu bilimle ilgili.
aritmetik dizi
* Ardı
ş
ı
k terimleri arası
ndaki ayrı
m değiş
meyen dizi: 1,3,5,7,9... dizisi aritmetik bir dizi olup ortak çarpan
denilen değiş
mez oranı2 sayı
sı
dı
r.
aritmetik iş
lem
* Aritmetik yoluyla yapı
lan çözüm.
aritmetik orta
* Bir diziyi oluş
turan sayı
ları
n toplamı
nı
n, dizinin terim sayı
sı
na bölünmesiyle elde edilen sayı
.
aritmetiksel
* Aritmetik ile ilgili.
aritmi
aritmik
ariya
* Kalp atı
ş
ları
ndaki düzensizlik ve eş
itsizlik.
* Ritimli olmayan, düzensiz.
* Sancağ
ı
, yelkeni veya sereni direkten aş
ağıalma.
ariyet
* Eğ
reti, ödünç.
* Belli bir taş
ı
nı
r malı
n kullanı
lması
nı
n geri verilmek ş
artı
yla bedelsiz olarak bir kimseye bı
rakı
lması
.
ariyeten
* Eğ
reti olarak, ödünç olarak.
ariz amik
ariza
arjantin
* Enine boyuna, her yönü ile.
* Yüksek bir makama sunulan mektup veya dilekçe.
* Büyük bira bardağ
ı
.
Arjantinli
* Arjantin halkı
ndan olan.
ark
*İ
çinden su akı
tmak için toprağı
kazarak yapı
lan açı
k oluk, arı
k, hark, cetvel, kanal.
arka
* Bir ş
eyin temel tutulan yüzünün tam ters yanı
.
* Bir ş
eyin sı
rt durumunda olan yüzeyi.
* Geri kalan bölüm.
* Art, peş
.
* Otururken sı
rtı
n dayandı
ğ
ıyer.
* (insan için) Vücut, beden.
* Arkada olan, arkada bulunan.
* Koruyucu, kayı
rı
cı
, iltimasçı
, piston.
* Geçmiş
, geride kalmı
şzaman.
arka (veya sı
rt) çevirmek
* eski ilgiyi göstermez olmak, yabancı
gibi davranmak.
arka arka
* Geriye doğ
ru.
arka arkaya
* Hemen birbirinin arkası
ndan, art arda.
arka arkaya vermek
* birbirini korumak için birleş
mek, destek olmak, dayanı
ş
mak.
arka ayak
* Hayvanlarda vücudun gerisinde bulunan ayaklardan biri.
arka bulmak
* bir koruyucu, kayı
rı
cı
bulmak.
arka çı
kmak
* bir kimseyi baş
kaları
na karş
ıkorumak, kayı
rmak.
arka kapı
dan çı
kmak
* okuldan baş
arı
sı
zlı
kla ayrı
lmak.
arka müziği
* Bir oyunda hareket ve sözlerin yanısı
ra etkiyi artı
rmak için hafifçe çalı
nan müzik.
arka olmak
* maddî, manevî yönden destek olmak.
arka plânda
* Geride.
* Önemsiz.
arka sokak
* Ana yola açı
lan ikinci derecedeki sokak.
arka teker
* Araçları
n arka düzeninde yer alan tekerlek.
arka vermek
* desteklemek, dayamak.
arka yüz
arkaç
* Bir ş
eyin arkada kalan yüzü.
* Ağı
l.
* Dağsı
rtları
nda davarları
n yatı
rı
ldı
ğıdüz, rüzgâr almayan kuytu yer.
arkada bı
rakmak
* birinden daha ileri gitmek.
arkada bı
rakmak
* bir ş
eyden epey uzaklaş
mı
şbulunmak.
* zaman bakı
mı
ndan geçmiş
te bı
rakmak.
* (ölen kimseye göre) dünyada bı
rakmak.
arkada kalanlar (veya arkadakiler)
* bir kimsenin öldüğünde veya bir yere gittiğ
inde geride bı
raktı
ğ
ıyakı
nları
.
arkada kalmak
* geriden gelmek, geride kalmak.
* değ
erce ileride olanları
n arkası
nda kalmak, ileri gidememek, geride kalmak.
arkadan arkaya
* Gizli gizli, el altı
ndan, gizlice, belli etmeden.
arkadan söylemek
* kendisi bulunmadı
ğıbir yerde kimseyi çekiş
tirmek, dedikodusunu yapmak.
arkadan vurmak
* bir kimse kendisine güvenen ve inanan birine gizlice kötülük etmek.
arkadaş
* Bir iş
te birlikte bulunanlardan her biri, hempa, refik, yâren.
* Birbirlerine karş
ısevgi ve anlayı
şgösteren kimselerden her biri.
arkadaşcanlı
sı
* arkadaş
lı
ğ
a değer veren, arkadaş
ları
na çok düş
kün olan kimse.
arkadaşdeğ
il, arka taş
ı
* zarar veren arkadaş
lar için söylenir.
arkadaşolmak
* bir kimseyle dostluk kurmak, içten olmak.
arkadaş
ça
* Arkadaşolarak; içtenlikle, dostça.
arkadaş
lı
k
* Arkadaşolma durumu, arkadaş
a yakı
ş
ı
r davranı
ş
, omuzdaş
lı
k, ünsiyet.
arkadaş
lı
k etmek
* bir iş
te birlikte bulunmak; huyu ve düş
ünceleri birbirine uymak.
* bir süre beraber bulunmak, birlikte gitmek, eş
lik etmek, refakat etmek.
arkaik
arkaizm
arkalama
* Arkaizmle ilgili, eskimiş(söz veya eser).
* Güzel sanatlarda klâsik çağöncesinden kalan.
* Konuş
ulan ve yazı
lan dilde, kullanı
mdan düş
müşolan eski söz ve deyim.
* Kullanı
ldı
ğıçağ
dan daha eski bir çağ
dan kalma bir biçimin, bir yapı
nı
n özelliğ
i.
* Arkalamak iş
i, yardı
m, müzaheret.
arkalamak
* Arkası
na almak, yüklenmek.
* Bir kimseye güven vererek yardı
m etmek, destek olmak, korumak, müzaheret etmek.
arkalanma
* Arkalanmak iş
i.
arkalanmak
* Kendisine yardı
m edilmek, destek olunmak.
arkalı
* Koruyanı
, koruyucusu, dayanağıolan.
arkalı
ç
* Arkalı
k.
arkalı
k
* Ev içinde giyilen kolsuz, kalı
nca bir tür kı
sa hı
rka.
* Sı
rt dayamaya yarar yer.
* Sı
rtı
nda yük taş
ı
yan hamalları
n, yük taş
ı
rken kullandı
kları
arka yastı
ğı
, semer, arkalı
k.
arkalı
klı
* Arkalı
ğ
ı
, sı
rt dayayacak yeri olan.
arkalı
ksı
z
* Arkalı
ğ
ı
, sı
rt dayayacak yeri olmayan.
arkası(veya sı
rtı
) yere gelmemek
* sarsı
lmamak, yerinden düş
ürülememek, güçlü olmak.
arkasıalı
nmak
* sona erdirilmek, bitirilmek, bir yerde durdurulmak.
arkasıgelmek
* devamlıolmak, sürekli olmak.
arkasıkesilmek
* tükenmek, son bulmak.
arkasıolmamak
* kayı
racak kimsesi olmamak.
arkasıpek
* Güçlü birine veya sağ
lam bir ş
eye güvenen.
arkasısı
ra
* arkası
ndan.
arkasısı
ra
* Ardı
ndan, peş
inden.
arkasıyufka
* Sevilen bir yemeğ
in arkası
ndan baş
ka bir yemeğ
in bulunmadı
ğı
nıanlatmak için söylenir.
* Soğuğ
a karş
ıgereği gibi giyinmemişolma durumu.
arkası
na almak
* sı
rtı
na yüklemek, taş
ı
mak.
* desteğini sağ
lamak.
arkası
na bakmadan gitmek
* arkada kalanlarla hiç ilgilenmeden bir yerden ayrı
lmak.
arkası
na düş
mek (veya takı
lmak)
* bir iş
i sona erdirmek için sı
kıçalı
ş
mak.
* (birini) gözden ayı
rmayarak arkası
ndan gitmek.
arkası
nda (veya sı
rtı
nda) yumurta küfesi yok ya!
* eski düş
üncesini değ
iş
tirmekte, sözünden caymakta sakı
nca görmeyenler için kullanı
lı
r.
arkası
nda dolaş
mak (veya gezmek)
* bir iş
i yaptı
rmak için ilgili veya yetkili bir kimsenin uğradı
ğ
ıyerlere giderek görüş
me fı
rsatıaramak.
arkası
ndan
* birinin orada hazı
r bulunmaması
durumunda.
arkası
ndan koş
mak
* işyaptı
rmak için birinin arzusunu kollamak, görüş
me fı
rsatı
aramak.
* birine çok ilgi duymak.
arkası
ndan sürüklemek
* arkası
ndan gelmesini sağ
lamak.
arkası
nı(bir ş
eye) vermek
* dönmek.
arkası
nı(birine) vermek
* birinin koruyuculuğ
una güvenmek.
arkası
nı(veya peş
ini) bı
rakmak
* vazgeçmek.
arkası
nıalmak
* bir iş
i tamamlamak.
arkası
nıdayamak
* birinin koruyuculuğ
una güvenmek.
arkası
nıgetirememek
* baş
ladı
ğ
ıbir iş
i sürdürüp sona erdirememek.
arkası
nısı
vamak
* okş
amak, övmek, iltifat etmek.
arkası
z
* Arkalı
ğ
ıolmayan.
* Koruyanı
olmayan, koruyucusu, dayanağıolmayan.
arkaüstü
* Arkasıyere gelecek biçimde.
arkaya bı
rakmak (veya koymak)
* sonraya, baş
ka zamana veya iş
in sonuna bı
rakmak; ertelemek.
arkaya kalmak
* geride kalmak, sonraya kalmak, geriden gelmek.
arke
*İ
lk ana madde.
arkebüz
* XV. yüzyı
lda Fransa'da kullanı
lmaya baş
lanan, taş
ı
nabilir ateş
li silâh.
arkeen
arkegon
* Kambriyumlardan önce oluş
an en eski yer katı
.
organı
.
arkeolog
* Eğ
relti otları
nda, bazısu yosunları
nda, bütün kara yosunları
nda ve bazıaçı
k tohumlularda görülen diş
ilik
* Kazıbilimci, arkeoloji uzmanıveya bilgini.
arkeoloji
* Tarih öncesi ve eski çağ
lardan kalma eserleri tarih ve sanat bakı
mı
ndan inceleyen bilim, kazıbilimi.
arkeolojik
* Arkeoloji ile ilgili.
arkeopteriks
* Hem kuşhem sürüngen özellikleri gösteren bir hayvan fosili.
arkı
t
* Köy evlerinde kapı
ları
n arkası
na konulan kalı
n kuş
ak.
arkoz
* Birleş
iminde feldspat bulunan, kum taş
ıtüründen bir tortul kayaç.
arktik
arlanma
arlanmak
* Kuzey kutupla ilgili, kuzey kutup yakı
nı
nda olan.
* Arlanmak iş
i.
* (olumsuz olarak veya olumsuz anlamlıcümlelerde kullanı
lı
r) Utanmak.
arlanmaz
* Utanmaz, sı
kı
lmaz.
arlı
* Namuslu, utangaç, sı
kı
lgan.
arlıarı
ndan, huysuz huyundan vazgeçmez
* herkes kendi karakterine göre davranı
ş
ta bulunur.
arma
* Bir devletin, bir hanedanı
n veya bir ş
ehrin sembolü olarak kabul edilmişresim, harf veya ş
ekil, ongun.
* Geminin yürümesine hizmet eden direk, seren, ip, halat ve yelken takı
mı
.
arma donatmak
* armayıyerli yerine koymak.
arma soymak
* hareketli olan armayı
, limanda kı
ş
lamak, yağ
mur ve kardan korumak amacı
yla bir süre için sökmek.
arma uçurmak (veya arma budatmak)
* armayırüzgâra kaptı
rmak.
armada
armador
* Donanma.
* Geminin direk, seren, yelken ve ip gibi donanı
mı
nıdüzenleyen usta.
armadura
* Gemide direklere takı
lıhalatlarıbağ
lamak için küpeş
tenin iç tarafı
nda bulunan delikli ve çubuklu levha.
armağ
an
* Birini sevindirmek, mutlu etmek için verilen ş
ey, hediye.
* Ödül.
* Bir bilim adamı
nı
n emek verdiğ
i dalda onu anmak için hazı
rlanan bilimsel eser.
* Bağ
ı
ş
, ihsan.
armağ
an etmek
* birine bir ş
eyi armağan olarak vermek, hediye etmek.
armalı
armatör
* Armasıbulunan.
* Ticaret gemisi sahibi.
armatörlük
* Armatör olma durumu.
* Gemi iş
letme iş
i, gemi iş
letmeciliğ
i.
armatür
* Bir aletin ana bölümünü oluş
turan kı
sı
m.
* Bir mı
knatı
sı
n iki kutbu arası
nda, kuvvet akı
mı
nıtoplu bir duruma getirmek için bu kutuplar arası
na
yerleş
tirilen demir parçası
.
* Bir kondansatördeki iki iletken yüzeyden her biri.
armoni
* Türlü sesler arası
nda sağlanan uyum.
armoni orkestrası
* Yalnı
z üflemeli çalgı
lardan oluş
an orkestra.
armonik
* Armoni ile ilgili olan.
* Armonika.
armonika
* Yan yana sı
ralanmı
şdeliklerden her biri üflenince, ayrınotada sesler çı
karan küçük ağı
z çalgı
sı
, mı
zı
ka.
* Akordeon.
armoniler
* Frekansı
, ana sesin frekansı
ndan tam katıolan sesler.
armonize
* Tamamlayı
cısesler eklenmiş(müzik parçası
).
armonyum
* Taş
ı
nabilir küçük org.
armudî
* Armut biçiminde olan.
armudiye
* Armut biçiminde nazarlı
k olarak takı
lan altı
n.
armudun iyisini (dağda) ayı
lar yer
* Bkz. Ahlatı
n iyisini (dağ
da) ayı
lar yer.
armut
* Gülgillerden, çiçekleri beyaz, yurdumuzun her yerinde yetiş
en, bir ağ
aç (Pirus communis).
* Bu ağacı
n rengi sarı
dan yeş
ile kadar değ
iş
ebilen tatlı
, sulu, yumuş
ak, ufak çekirdekli meyvesi.
* Fazla bön.
armut gibi
* çok anlayı
ş
sı
z, bön.
armut kabağ
ı
* Ürünü, armut biçiminde olan bir süs kabağı
.
armut kurusu
* Daha sonraki mevsimlerde yenmek üzere kurutulmuşarmut.
armut pişağzı
ma düş
!
* bir iş
e hiç emek harcamaksı
zı
n onun kendiliğinden olması
nıbekleyenlerin durumunu anlatı
r.
armut top
* Boksörün çalı
ş
maları
nda kullandı
ğıiçi havalı
, dı
ş
ıderi, armut biçiminde top.
armutun sapıvar, üzümün (veya kirazı
n) çöpü var demek
* her ş
eye kusur bulmak, hiçbir ş
eyi beğ
enmemek.
armuz
Arnavut
* Gemilerde güverte ve borda kaplama tahtaları
nı
n yan yana gelmeleri sonucu araları
nda oluş
turduklarıçizgi.
* Arnavutluk ve çevresinde yaş
ayan bir halk.
* Bu halka özgü olan (ş
ey).
Arnavut bacası
* Çatıpenceresi.
Arnavut biberi
* Acıkı
rmı
zıbiber.
Arnavut ciğ
eri
* Ciğer tavası
.
Arnavut kaldı
rı
mı
* Yollarda irili ufaklıtaş
larla geliş
igüzel yapı
lan kaldı
rı
m.
Arnavutça
* Hint-Avrupa dilleri ailesine giren, Arnavutları
n kullandı
ğ
ıdil.
Arnavutlaş
ma
* Arnavutlaş
mak.
Arnavutlaş
mak
* Arnavut dilini ve kültürünü benimsemek.
Arnavutlaş
tı
rma
* Arnavutlaş
tı
rmak durumu.
Arnavutlaş
tı
rmak
* Arnavut kimliğ
ini kazandı
rmak.
Arnavutluk
* Arnavut olma durumu.
* Arnavut halkı
nı
n bütünü.
arnika
* Öküz gözü, sı
ğ
ı
r gözü, mastıçiçeği.
aroma
* Bitki özlerinden veya yağları
ndan elde edilen hoşkoku.
aromatik
* Hoşkokulu, aromalı
.
arozöz
* Kamyon, araba gibi bir taş
ı
t aracı
na, doldurma ve boş
altma düzeni olan, bir su deposu eklenmesiyle
oluş
turulan, sulamaya yarar araç.
arp
* Bkz. harp (II).
arpa
* Buğdaygillerden, taneleri ekmek ve bira yapı
mı
nda kullanı
lan, hayvanlara yem olarak verilen, yurdumuzda
çok yetiş
tirilen bir bitki (Hordeum vulgare).
* Bu bitkinin taneleri.
arpa boyu kadar gitmek (veya yol almak)
* pek az ilerlemek.
arpa ektim, darıçı
ktı
* ters sonuç veren iş
ler için söylenir.
arpa güvesi
* Tahı
llara dadanan bir güve türü.
arpa suyu
* Bira.
arpa ş
ehriye
* Arpa biçiminde dökülmüşş
ehriye.
arpacı
* Arpa alan ve satan kimse.
arpacıkumrusu gibi düş
ünmek
* ne yapacağ
ı
nı
bilmeyerek derin derin düş
ünmek.
arpacı
k
* Göz kapağ
ı
nı
n kenarı
nda çı
kan küçük çı
ban, it dirseği.
* Tüfek, tabanca gibi ateş
li silâhlarda namlunun en ileri bölümünde bulunan ve niş
an alı
rken gezle birlikte
göz ile hedef arası
nda aynı
çizgi üzerine getirilen küçük çı
kı
ntı
.
* Arpa biçiminde ş
ehriye.
arpacı
k soğanı
* Tohumdan yetiş
tirilen ve tohumluk olarak kullanı
lan küçük soğ
an.
arpacı
lı
k
arpağ
an
* Arpa yetiş
tirme veya alı
p satma iş
i.
* Yabanî arpa.
arpalama
* Atları
n ayakları
nda görülen ve rahat yürümelerini önleyen bir hastalı
k.
* Çok arpa yemekten ileri gelen bir hayvan hastalı
ğ
ı
.
arpalı
k
* Arpa ekilen yer, arpa tarlası
.
* Arpa konulan yer.
* Hayvanı
n diş
inde bulunan ve hayvan yaş
landı
kça silindiğ
i için yaş
ı
nıbelli eden bir niş
an.
* Müftü ve kazasker gibi din görevlilerine aylı
k yerine verilen giyecek, yiyecek gibi ş
eyler veya para.
* Baş
maklı
k.
* Karş
ı
lı
ksı
z yarar sağlanı
lan yer veya kimse.
arpalı
k etmek
* arpalı
k yapmak.
arpalı
k yapmak
* bir kaynaktan sürekli olarak çı
kar sağ
lamak.
arpasıçok gelmek
* coş
mak, azmak, kudurmak.
arpçı
arpej
arsa
* Arp çalan kimse.
* Bir akort oluş
turan seslerin birbiri arkası
ndan çalı
nması
.
* Üzerine yapı
yapı
lmak için ayrı
lmı
şyer.
arsenik
* Atom numarası33, atom ağı
rlı
ğı
74,91, yoğunluğ
u 5,7 olan, atmosfer bası
ncıaltı
nda 4500 C de
süblimleş
en, maden filizlerinde çok yaygı
n bulunan, metal görünümünde basit element, sı
çan otu, zı
rnı
k. Kı
saltması
As.
arsı
ulusal
* Uluslar arası
.
arsı
z
* Utanması
, sı
kı
lması
olmayan, yı
lı
ş
ı
k, yüzsüz (kimse).
* Aç gözlü davranan (kimse).
* Kolayca üreyebilen (bitki).
arsı
z arsı
z
* Utanmaz bir biçimde, yı
lı
ş
arak, sı
rnaş
arak.
arsı
zca
* Arsı
z gibi, arsı
za yakı
ş
an biçimde.
arsı
zlanma
* Arsı
zlanmak iş
i.
arsı
zlanmak
* Arsı
zlı
k etmek.
arsı
zlaş
ma
* Arsı
zlaş
mak iş
i.
arsı
zlaş
mak
* Arsı
z duruma gelmek.
arsı
zlı
k
* Arsı
z olanı
n durumu veya arsı
za yakı
ş
acak davranı
ş
, yı
lı
ş
ı
klı
k, sı
rnaş
ı
klı
k.
arsı
zlı
k etmek
* utanmadan, sı
kı
lmadan, yüzsüzce davranmak; aç gözlü davranmak.
arslan
* Aslan.
arslanı
n adıçı
kmı
ş
, çakallar başkeser
* haksı
zlı
ğı
veya kötülüğ
ü esas yapanı
n yerine bu konuda adıön plâna çı
kan kiş
iler anlamı
nda kullanı
lı
r.
arslanlı
* Osmanlıdevletinde kullanı
lan arslan baskı
lıgümüşsikke.
arş
*İ
slâm dinî inanı
ş
ı
na göre göğ
ün en yüksek katı
.
arş
* Askerlikte "yürü" komutu.
arş
e
* Keman yayı
.
* Tren, troleybüs, tramvay gibi elektrikle iş
leyen taş
ı
tlarda telden elektrik akı
mıalmaya yarayan, yukarı
ya
doğru uzanmı
şdemir yay.
arş
etip
arş
ı
âlâ
arş
ı
n
*İ
lk örnek.
* Dokuzuncu kat gök.
* Yaklaş
ı
k olarak 68 cm ye eş
it olan uzunluk ölçüsü.
arş
ı
nlama
* Arş
ı
nlamak iş
i.
arş
ı
nlamak
* Arş
ı
nla ölçmek.
* Amaçsı
z, genişadı
mlarla dolaş
mak.
arş
ı
nlı
k
arş
idük
arş
idüş
es
arş
iv
* Arş
ı
n ölçüsünde, arş
ı
n kadar.
* Avusturya'da imparator ailesi prenslerine verilen unvan.
* Arş
idükün karı
sı
veya kı
zı
.
* Avusturya hanedanı
nda prenses.
* Belgelik.
arş
ivci
* Belgelik görevlisi veya uzmanı
.
arş
ivcilik
* Arş
ivcinin yaptı
ğı
işveya görevi.
arş
ivleme
* Arş
ivlemek iş
i.
arş
ivlemek
* Arş
ive kaldı
rmak, arş
ivde saklamak.
art
* Arka, geri.
* Bir ş
eyin öbür yüzü.
art arda
* Birbirinin arkası
ndan.
art avurt
* Avurdun arka bölümü.
art avurt ünsüzü
* Dil ucunun art damağa çarpması
ndan oluş
an ve dilin yanları
ndan akan ses.
art bölge
* Deniz kı
yı
sı
nda bulunan bir yerin gerisindeki bölge, hinterland.
art damak
* Damağ
ı
n arka bölümü.
art damak ünsüzü
* Ciğerlerden gelen havanı
n dil sı
rtı
yardı
mı
yla art damağ
ı
n çeş
itli noktaları
nda bazen patlayarak, bazen de
sı
zarak oluş
turduğu ünsüz: k, g, ğ.
art düş
ünce
* Bir düş
üncenin arkası
nda gizli tutulan ası
l düş
ünce.
art elden
* birini oyalayı
p, ondan gizli olarak.
art eteğinde namaz kı
l
* çok temiz huylu kimseler için söylenir.
art niyet
art oda
* Art düş
ünce.
* Gözde iris ile billûr cismin arası
ndaki boş
luk.
art teker
*İ
tici gücü sağ
layarak bisikleti yürüten teker.
art zamanlı
* Evrim açı
sı
ndan ele alı
nan süre içinde birbirini izleyen, diyakronik.
art zamanlı
dil bilimi
* Dil olayları
nıdeğ
iş
ik zaman ve evrim açı
sı
ndan ele alan dil bilimi.
art zamanlı
lı
k
* Değiş
ik zaman ve evrim açı
sı
ndan incelenen dil olayları
nı
n özelliği, diyakroni.
artağ
an
* Alı
ş
ı
landan veya beklenilenden artı
k verimi olan, bereketli.
* Çoğ
alan, fazlalaş
an, artı
mlı
.
artağ
anlı
k
* Alı
ş
ı
landan veya beklenilenden artı
k ürün verme durumu, bereket.
artakalma
* Artakalmak iş
i veya durumu.
artakalmak
* Artmak, geriye kalmak, fazla bulunmak.
artçı
* Yürüyüşdurumunda bulunan bir askerî birliğ
in güvenliğini sağ
lamak için arkadan gelmek üzere bı
rakı
lan
kı
ta, dümdar.
* Geçmişbir sanat veya edebiyat çı
ğ
ı
rı
nısürdüren (sanatçı
, hareket).
artçı
lı
k
* Artçı
nı
n görevi.
arter
arterit
artezyen
* Atardamar.
* Trafiğ
i yoğ
un olan ana yol.
* Atardamar bozukluğu.
* Toprağı
burgu ile delinerek açı
lan ve suyu yükseğe fı
ş
kı
ran kuyu.
artezyen kuyusu
* Artezyen.
artı
* Toplama iş
leminde + iş
aretinin adı
, zait.
* Sı
fı
rdan büyük, önünde artı
iş
areti bulunan (sayı
), eksi karş
ı
tı
, pozitif.
artı
sayı
* Kendisinden önce + iş
areti bulunan, sı
fı
rdan büyük sayı
, pozitif sayı
.
artı
uç
artı
k
* Elektrikli çözümlemede, sı
vı
ya batı
rı
lı
p akı
mı
n geçmesini ağ
layan, metal uçlardan artıyüklü olanı
, anot.
*İ
çildikten, yenildikten veya kullanı
ldı
ktan sonra geriye kalan.
* Kalan veya artan bölüm.
* Bir ş
ey harcandı
ktan sonra onun artan bölümü.
* Daha çok, daha fazla.
* Bundan böyle, sonra, daha, yeter.
artı
k değer
*İ
ş
çinin, işgücünün karş
ı
lı
ğıolarak, ödenen değerin üzerinde ürettiği ve işverenin, karş
ı
lı
ğı
nıödemeksizin
sahip olduğu ek değ
er.
artı
k emek
*İ
ş
çinin, ek süre içinde harcadı
ğ
ıve sonucunda artı
k değ
er yarattı
ğ
ı
, karş
ı
lı
ğı
ödenmeyen emek.
artı
k gün
* Artı
k yı
llarda ş
ubat ayı
na eklenen, dört yı
lda bir gelen 29. gün.
artı
k yı
l
artı
klama
* Dört yı
lda bir gelen 366 günlük yı
l, seneikebire.
* Artı
klamak iş
i.
artı
klamak
* Yemekte artı
k bı
rakmak.
artı
m
* Artma, artı
ş
, çoğalma.
artı
mlı
artı
n
artı
rı
lma
* Piş
ince ş
iş
tiğ
i için miktarı
artmı
şgibi görünen, artağ
an.
* Katyon.
* Artı
rı
lmak iş
i.
artı
rı
lmak
* Artı
rmak iş
ine konu olmak, çoğaltı
lmak, tezyit edilmek.
artı
rı
m
* Bir ş
eyi idareli harcayarak onun bir bölümünü artı
rma iş
i, tasarruf.
* Müzayedede artı
rma.
artı
rma
* Artı
rmak iş
i.
* Alı
cı
lar arası
ndaki yarı
ş
maya dayanan ve en yüksek fiyatısürene malı
n verilmesiyle biten yöntem,
müzayede.
artı
rmak
* Artması
nısağ
lamak, çoğ
altmak.
* Bir malıbaş
ka alı
cı
ları
n verdiğ
i fiyattan daha yüksek bir fiyatla almak istemek.
* Tutumlu davranı
p biriktirmek, tasarruf etmek.
* Herhangi bir davranı
ş
ta ileri gitmek.
artı
ş
* Artmak iş
i veya biçimi, artma, artı
m, çoğalı
ş
.
artist
artist gibi
artistçe
artistik
* Güzel sanatlardan birini meslek edinen kimse, sanatçı
, sanatkâr.
* Eğ
lence yerlerinde gösteri yapan kimse.
* boylu poslu, güzel ve alı
mlı(kimse).
* Artiste benzer biçimde, artist gibi.
* Güzel sanatları
n gerektirdiği niteliğ
e uygun, sanatlı
.
artistlik
* Artistin görevi.
* Artist olma durumu.
artma
* Artmak iş
i.
artmak
artmak
artrit
artroz
arttı
rma
* Büyük heybe.
* Eskisinden daha çok çoğ
almak.
* Gereğ
ince harcandı
ktan sonra bir miktar geri kalmak.
* Değeri yükselmek, fazlalaş
mak.
* Eklem romatizması
.
* Genellikle ş
ekil bozucu, iltihapsı
z, süreğ
en eklem hastalı
ğ
ı
.
* Arttı
rmak iş
i.
arttı
rmak
* Artı
rmak iş
i yapı
lmak.
* Yükseltmek.
aruz
* Hecelerin uzunluk ve kı
salı
k, kapalı
lı
k veya açı
klı
k değ
erlerine göre türlü ses kalı
pları
ndan oluş
an Divan
Edebiyatı
nazı
m ölçüsü.
arya
* Operalarda solistlerden birinin orkestra eş
liğ
inde söylediğ
i, genellikle kendi içinde bütünlüğü olan parça.
Aryanizm
* IV. yüzyı
lda Arius adlıbir papazı
n kurduğu ve Hristiyan inanı
ş
ı
nı
n tersine olarak İ
sa'nı
n tanrı
lı
ğ
ı
nıinkâr
eden mezhep.
arz
arz
* Sunma.
* (büyük bir makama) Anlatma, bildirme.
* En, geniş
lik.
arz
* Yer, yeryüzü.
arz dairesi
* Bkz. enlem dairesi.
arz derecesi
* Bkz. enlem.
arz etmek
* sunmak.
* saygıile bildirmek.
arz odası
* Mevkii olan insanları
n, halkla görüş
tüğ
ü oda.
arz talep kanunu
* Belirli bir piyasada sunu ve talep dengesini düzenli tutma sistemi.
arz ve talep
* Üreticinin piyasaya mal çı
karmasıve tüketicinin piyasadan mal çekmesi olayları
, sunu ve istem.
arzanî
arziyat
* Enine olan.
* Yer bilimi, jeoloji.
arzu
*İ
stek, dilek.
* Heves.
arzu duymak
* birine veya bir ş
eye karş
ıistek duymak.
arzu etmek
* yürekten istemek.
arzuhâl
* Dilekçe, istida.
arzuhâl gibi (veya kadar)
* bir mektubun çok uzun olduğunu anlatmak için söylenir.
arzuhâlci
* Para ile dilekçe, mektup vb. yazan kimse.
arzuhâlcilik
* Arzuhâl yazma iş
i.
arzulama
* Arzulamak iş
i.
arzulamak
*İ
stek duymak, özlemek, istemek.
arzulu
*İ
stekli, hevesli.
arzusu kalmak
* isteği yerine gelmemek, hevesini alamamak.
As
* Arsenik'in kı
saltması
.
as
as
asas kat
* Kakı
m.
*İ
skambil kâğ
ı
tları
nda birli.
* Bir iş
te baş
ta gelen (kimse veya ş
ey).
* Ast sı
fatı
nı
n kı
saltı
lmı
ş
ı
; eklendiğ
i kelimenin daha aş
ağ
ıderecelisini anlatan yeni kelimeler türetmeye yarar.
* Herhangi bir ölçü biriminin bölündüğ
ü eş
it parçalardan her biri.
as yön
* Ara yön.
asa
* Bazıülkelerde, hükümdarları
n, mareş
allerin, din adamları
nı
n güç sembolü olarak, törenlerde taş
ı
dı
klarıbir
tür ağaç veya metalden değ
nek.
* Eskiden ihtiyarları
n baston yerine kullandı
klarıuzun sopa.
asabî
* Sinirli.
* Sinirle ilgili, sinirsel.
asabîleş
me
* Asabîleş
mek iş
i.
asabîleş
mek
* Kı
zmak, öfkelenmek, sinirlilik belirtileri göstermek, sinirlenmek.
asabîlik
asabiye
asabiyeci
* Asabî olma durumu.
* Sinir hastalı
klarıile ilgili hekimlik kolu.
* Sinir hastalı
klarıile ilgili hastahane bölümü.
* Sinir hastalı
klarıuzmanı
.
asabiyet
asal
* Sinirlilik, asabî yapı
lıolma.
* Baş
lı
ca, temel niteliğ
inde olan, esasî.
asal gazlar
* Atomları
nı
n dı
şelektron halkaları
tamamı
yla veya geçici olarak elektrona doymuşolan gazlar (helyum,
neon, argon, kripton, ksenon), soy gazlar.
asal sayı
(lar)
* Bölenlerinin kümesi iki elemanlıolan elemanlardan biri 1, öbürü sayı
nı
n kendisi olan doğal sayı
(lar).
asalak
parazit.
* Bir canlı
nı
n içinde veya üzerinde sürekli veya geçici olarak, onun zararı
na yaş
ayan baş
ka canlı
, tufeyli,
* Baş
kaları
nı
n sı
rtı
ndan geçinen (kimse), ekti.
asalak bilimi
* Asalakları
n yapı
sı
nı
, yaş
ayı
ş
ı
nı
, konakçı
yla iliş
kisini ve yaptı
ğ
ıhastalı
klarla bu hastalı
klara karş
ıgiriş
ilecek
savaş
ıkonu alan bilim dalı
, parazitoloji.
asalaklaş
ma
* Asalaklaş
mak durumu.
asalaklaş
mak
* Asalak duruma gelmek.
asalaklı
k
asalet
asaleten
* Asalak olanı
n durumu.
* Soyluluk.
* Bir görevi yüklenmişolan, o görevin sahibi olan kimse, asillik, vekillik karş
ı
tı
.
* Yazı
da veya sözde bayağ
ısöz ve deyim bulunmamasıdurumu.
* Bir görevde temelli olarak, ası
l olarak, vekâleten karş
ı
tı
.
* Kendi adı
na hareket ederek.
asaleten atama
* Sürekli görev yapmak üzere bir göreve atama.
asamble
* Kurul.
asansör
araç.
*İ
nsanları
veya yükleri bir yapı
nı
n bir katı
ndan ötekine veya yüksek yerlere çı
karı
p indiren elektrikle iş
ler
asansör boş
luğ
u
* Binalarda asansörün iş
lemesi için bı
rakı
lan boş
luk.
asansörcü
* Asansörün bakı
m ve onarı
mı
nıyapan kimse.
* Otel ve hastahane gibi büyük kuruluş
larda asansörün düzenli çalı
ş
ması
nısağ
layan kimse.
asap
asar
* Sinirler.
* Yapı
lar, eserler.
asarı
atika
asayiş
* Eski yapı
lar, eski eserler.
* Bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunmasıdurumu, düzenlilik, güvenlik.
asayişberkemal
* Güvenliğ
in yerinde olduğ
unu anlatı
r.
asbaş
kan
*İ
kinci baş
kan.
asbest
* Tremolitin bozulması
ndan oluş
an lifli, kı
rı
lmadan bükülebilen ve ateş
te niteliğ
i değiş
meyen bir mineral, taş
pamuğ
u, kaya lifi.
asbest yünü
* Asbestin iş
lenerek yün biçimine sokulmuş
u.
aselbent
asenkron
asepsi
* Hekimlikte ve koku yapı
mı
nda kullanı
lan, aselbent ağacı
nı
n kabuklarıçizilerek elde edilen bir reçine.
* Bu reçinenin elde edildiğ
i ağ
aç (Styrax officinalis).
* Eşzamanlı
olmayan, baş
lama ve bitme anlarıbaş
ka olan (olaylar); senkron, eşzaman karş
ı
tı
, yadı
n kurun.
*İ
lâç kullanmadan, yalnı
zı
sıyardı
mıile aygı
t ve pansuman gereçleri gibi ş
eyleri mikropsuzlaş
tı
rma iş
i.
aseptik
* Her türlü mikroptan arı
nmı
ş
.
ases
* Gece bekçisi.
* Osmanlıİ
mparatorluğunda yeniçeri ocağ
ı
nı
n kaldı
rı
lması
ndan önceki güvenlik görevlisi.
asesbaş
ı
* Yeniçeri ocağı
ndaki askerî görevinin yanısı
ra, baş
ş
ehrin düzenini korumakla da yükümlü olan 28. ortanı
n
çorbacı
baş
ı
sı
na verilen ad.
asetat
asetatlı
asetik
* Asetik asidin tuzu veya esteri, saydam.
* Birleş
imine asetat karı
ş
tı
rı
lmı
ş
.
* Sirkeyle ilgili, sirkeyle aynıözellikleri taş
ı
yan.
asetik asit
* Sirkeye tadı
nıve özelliklerinden birçoğ
unu veren asit.
asetilen
aseton
asfalt
* Renksiz, sarı
msak kokulu, güçlü ve beyaz bir ı
ş
ı
k vererek yanan hidrokarbonlu bir gaz.
* Birçok organik maddeyi eritmekte kullanı
lan uçucu, kolayca alev alı
r, eter kokusunda bir sı
vı
.
* Siyah renkte ş
ekilsiz bir cins bitüm.
* Ana maddesi katran olan ve yolları
n kaplanması
nda kullanı
lan karı
ş
ı
m.
* Asfaltlanmı
ş
.
asfaltit
* Petrolün ayrı
ş
masıile oluş
an ve çoklukta tortul kayaçları
n gözeneklerinde bulunan doğal bitüm.
asfaltlama
* Asfaltlamak iş
i.
asfaltlamak
* Asfaltla kaplamak.
asfaltlanma
* Asfaltlanmak iş
i.
asfaltlanmak
* Asfalt dökülmek, asfaltla kaplanmak.
asgarı
müş
terek
* Herkes tarafı
ndan kabul edilen nokta, üzerinde anlaş
maya varı
lan husus, uyuş
ulan konu, ortak payda.
asgarî
* En az, en aş
ağı
, en azı
ndan, en düş
ük.
* Minimum.
asgarî ücret
*İ
ş
çilere bir çalı
ş
ma günü karş
ı
lı
ğ
ıolarak ödenen ve iş
çinin gı
da, konut giyim, sağlı
k, ulaş
ı
m ve kültür gibi
ihtiyaçları
nıgünün fiyatları
üzerinden en az düzeyde karş
ı
lamaya yetecek ücret.
ashap
ası
* Sahipler.
* Hz. Muhammed'in meclislerinde ve konuş
maları
nda bulunanlar, sahabeler.
* Asmak iş
i.
-ası/ -esi
* Fiilden sı
fat yapan ek.
ası
da olmak (veya ası
da kalmak)
* bir iş
e son verilmeyip öylece bı
rakı
lmı
şolmak veya kalmak.
ası
k
* Somurtkan.
* Ası
lı
.
ası
k suratlı
* Hoş
nutsuzluğ
unu, kı
zgı
nlı
ğı
nıyüzüne sert bir anlam vererek belirten" öfkeli görünüş
lü yüzü olan.
ası
l
* Bir ş
eyin kendisi, örnek, kopya karş
ı
tı
.
* Kök, köken, kaynak.
* Gerçeklik, esas, hakikat.
* Soy, nesep.
* Gerçek.
* Bir ş
eyin temelini oluş
turan, ana.
* Aranı
lan nitelikleri en çok kendinde toplamı
şolan.
* (a'sı
l) Baş
lı
ca, baş
ta gelen, gerçek olarak.
ası
l nüsha
* Bir yazma eserin veya belgenin kopyaları
nı
n dayandı
ğıözgün biçimi.
ası
l sayı
lar
* Sı
ra veya üleş
tirme eki almamı
şyalı
n sayı
lar.
ası
l vurgu
* Kelimenin aslı
ndaki vurgu.
ası
lanma
* Ası
lanmak iş
i, intifa.
ası
lanmak
* Bir ş
eyden yarar sağ
lamak, intifa etmek.
ası
lı
* Ası
lmı
şolan.
ası
lı
ş
* Ası
lmak iş
i veya biçimi.
ası
llı
ası
lma
ası
lmak
* Bir kökene dayanan, kökenli.
* Ası
lmak iş
i.
* Asmak iş
i yapı
lmak veya asmak iş
ine konu olmak.
* Bir yere tutunup sarkmak.
* Tutup çekmek.
* Bir ş
ey isterken karş
ı
sı
ndakini tedirgin edecek derecede ileri gitmek üstelemek, ı
srar etmek.
* Hı
zla eline almak.
* Boynuna ip geçirip sallandı
rı
larak öldürülmek, idam edilmek.
* Karş
ıcinsin ilgisini çekmek için çarpı
cı
davranı
ş
larda bulunmak.
* Israrla üzerine gitmek, sonuna kadar mücadele etmek.
ası
lmı
ş
adam
* Salepgillerden, çiçekleri ası
lmı
şbir insana benzeyen ve köklerinden salep çı
karı
lan bir bitki.
ası
lsı
z
ası
ltı
ası
m
* Doğru olmayan, temelsiz, dayanaksı
z, köksüz (haber).
* Çözünemeyen madde parçacı
kları
nı
n dibe çökmeden bir sı
vıortamda kalmı
şdurumu, süspansiyon.
* Böyle bir sı
vı
karı
ş
ı
mı
, süspansiyon.
* Asma iş
i.
ası
m takı
m
* Kadı
nları
n takı
ndı
kları
süs eş
yası
.
ası
ntı
* Bir iş
i hemen yapmayı
p bekleterek geri bı
rakma, tehir, tavik.
* Birini tedirgin edecek kadar üzerine düş
me.
* Sı
rnaş
an, tebelleşolan kimse.
ası
ntıolmak
* tebelleşolmak, sı
rnaş
mak.
ası
p kesmek
* (genellikle işbaş
ı
nda bulunan bir kimse için) yasayıçiğneyerek sert davranmak.
ası
r
* Yüzyı
l.
* Çağ
.
ası
rlarca
* Yüzlerce yı
l.
ası
rlı
k
asi
aside
* Yüzyı
llı
k.
* Başkaldı
ran, isyan eden.
* Hayı
rsı
z, dik baş
lı
.
* Un, et ve bamya ile yapı
lan bir Arap yemeğ
i.
asidimetre
* Asitölçer.
asil
* Soylu.
* Yüksek duygu ile yapı
lan.
* Bir görevde temelli olan, vekil karş
ı
tı
.
asileş
me
* Asileş
mek iş
i.
asileş
mek
* Karş
ıgelmek, başkaldı
rmak, isyan etmek.
asilik
* Asi olma durumu, isyan etme, isyankârlı
k.
asilik etmek
* karş
ıgelmek, başkaldı
rmak.
asillik
asilzade
* Asil olma durumu, asalet.
* Soylu olma durumu, soyluluk.
* Soylu.
asilzadelik
* Soyluluk.
asimetri
asimetrik
* Simetrisi olmayan, bakı
ş
ı
msı
zlı
k.
* Simetrik olmayan, bakı
ş
ı
msı
z.
asimilâsyon
* Benzer hâle getirme, kendine benzetme, kendine uydurma, özümleme.
* Benzeş
me.
asimile
* Bu söz "benzeş
mek", "kendine uydurmak" anlamı
nda "asimile etmek" biçiminde kullanı
lı
r.
asimptot
* Bir eğ
riye giderek yaklaş
an, ama sonuna kadar uzatı
lsa bile yaklaş
tı
ğ
ıhâlde eğ
riyi kesmeyen doğ
ru;
sonuş
maz.
asistan
* Yardı
mcı
.
* Araş
tı
rma görevlisi.
asistanlı
k
* Asistan, araş
tı
rma görevlisi olma durumu asistanı
n görevi.
asit
* Turnusolün mavi rengini kı
rmı
zı
ya çevirmek özelliğ
inde olan ve birleş
imindeki hidrojenin yerine maden
alarak tuz oluş
turan hidrojenli birleş
ik, hamı
z.
asit alkol
* Aynızamanda asit ve alkol grupları
nı
içeren birleş
iklere verilen ad.
asit borik
* Bkz. borik asit.
asit fenik
asitölçer
ask
* Bkz. fenol.
* Bir asidin özelliğ
ini, konsantrasyon derecesini ölçmeye yarayan cihaz, asidimetre.
* Bkz. asklı
.
askarit
* Bağ
ı
rsak solucanı
.
asker
* Erden mareş
ale kadar orduda görevli bulunan herkes.
* Askerlik görevi veya ödevi.
* Ordunun yalnı
z er rütbesinde olan bölümü.
* Topluluk düzenine saygı
sıolan, disiplinli.
* Yurdun korunmasıyolunda iyi dövüş
mesini baş
aran.
asker çı
karmak
* (bir devlet) belli kanunlara bağlıolarak asker toplamak.
* kı
yı
lara ve en çok düş
man kı
yı
ları
na asker indirme.
asker gibi
* disiplinli, düzgün.
asker kaçağ
ı
* Askerlik ödevini yapmamak için asker ocağı
ndan ayrı
lan veya oraya gitmekten kaçan kimse.
asker ocağı
* Askerlik ödevinin yapı
ldı
ğı
kı
ş
la, ordugâh, tahkimli bölge, gemi, tersane gibi hizmet yerlerine verilen ad.
asker olmak
* askerlik ödevine baş
lamak.
asker tayı
nı
* Erlere verilen azı
k.
askerce
* Askere yakı
ş
ı
r biçimde.
askerci
* Asker yanlı
sı
.
askercilik
* Askerci olma durumu.
* Bir tür çocuk oyunu.
askere alı
nmak
* askerlik ödevini yapmak için er eğitim merkezine gönderilmek.
askere çağrı
lmak
* askerlik ödevini yapmak için ş
ubece istenmek.
askere gitmek
* askerlik ödevini yapmak için orduya katı
lmak.
askerî
* Askerlikle ilgili, askere özgü.
askerî ambargo
* Bir ülkeyi cezalandı
rmak amacı
yla askerî alanda yaptı
rı
m uygulama.
askerî ataş
e
* Bir ulusun yabancı
ülkelerdeki elçiliklerinde görevli askerî uzman.
askerî inzibat
* Askerî birlikler arası
nda düzeni, disiplini, kanunlarıyürütmekle görevli sı
nı
f ve bu sı
nı
ftan olan asker.
askerî kaput
* Askerlerin giydiğ
i kalı
n kumaş
tan üstlük.
askerî rüş
tiye
* Askerî ortaokul.
askerîleş
me
* Askerîleş
mek iş
i.
askerîleş
mek
* Bir yer askerlikle iliş
kili duruma gelmek, askerlik niteliğ
i kazanmak.
askerîleş
tirme
* Askerîleş
tirmek iş
i.
askerîleş
tirmek
* Asker yönetimine geçirmek; (bir ş
eye) askerlik niteliği kazandı
rmak.
askeriye
* Askerlik.
askerlik
* Asker olma durumu; askerlik ödevi ordu hizmeti.
askerlik dairesi
* Yurttaş
larıaskere alma iş
leriyle görevli olan askerlik ş
ubelerinin bağlıbulunduklarıbölge dairesi.
askerlik etmek
* askerlik yapmak.
askerlik hizmeti
* Orduda belirli bir sürede yapı
lan yurt ödevi.
askerlik yapmak
* kanunlara göre yurttaş
ları
n yükümlü olduklarıordu ödevinde bulunmak.
askerlik yoklaması
* Askerlik ş
ubelerine kayı
tlıkimselerin belirli zamanlarda yapı
lan durum yoklaması
.
askı
* Üzerine herhangi bir ş
ey asmaya yarar nesne.
* Pantolon veya giysilerin düş
mesini önlemek için omuzdan aş
ı
rı
lan bağ
.
* Artı
rma, eksiltme gibi resmî işilânları
nı
n ilgili daire duvarı
nda belli bir zaman süresince ası
lıdurması
.
* Hastahanelerde kı
rı
k kol veya bacakları
n ası
larak tutturulduğu araç.
* Çay, kahve taş
ı
maya yarar kahveci tepsisi, fener.
* Saklanmak için tavana ası
lmı
şdizi veya hevenk.
* Yeni yapı
lan yapı
ları
n çatı
sı
na, ev sahibi tarafı
ndan usta için veya düğün arabaları
na düğün sahibi
tarafı
ndan arabacıiçin armağan olarak ası
lan kumaş
.
* Gelinin oturacağıyerin üstüne ası
lan süsler.
* Kadı
nları
n kullandı
ğıaltı
n dizisi veya zincirli mücevherat.
* Düğ
ünlerde geline yakı
nlarıtarafı
ndan takı
lan hediye.
*İ
pek böceğ
inin kozası
nısarmasıiçin yanı
na konulan çalıçı
rpı
.
* Saz ş
airleri arası
nda yapı
lan deyişyarı
ş
ı
nda üstün gelene verilmek için duvara ası
lan kumaş
, tabanca gibi
ödül.
askı
da bı
rakmak
* sonuca vardı
rmamak.
askı
da kalmak
* (bir iş
) bir engel dolayı
sı
yla sonuca varamamak.
askı
lı
* Askı
sıolan.
askı
lı
k
* Avcı
ları
n sı
rtları
na taktı
klarıaskıtakı
mı
.
* Ası
lı
p saklanacak sebze, meyve.
* Vestiyer.
askı
ntı
* Baş
kaları
nı
n sı
rtı
ndan geçinen.
* Karş
ıcinsi rahatsı
z eden kimse.
askı
ya almak
* altı
boş
alı
p desteğ
i kalmayan yapı
yıdikmelerle boş
lukta tutarak yı
kı
lmaktan kurtarmak.
* oturmuşveya batmı
şbir gemiyi yüzdürmek için baş
ka teknelere asarak kaldı
rmak.
* bir iş
i zamanı
nda yapmayı
p belirsiz bir zamana bı
rakmak, savsaklamak.
askı
ya çı
karmak (veya çı
karı
lmak)
* evlenecek kimselerin durumunu nüfus kayı
tları
nı
n bulunduğu yerde askıyoluyla ilân etmek.
askı
ya çı
kmak
* ipek böceğ
i koza sarmak üzere dallara çı
kmak.
asklı
* Sporlarıask denen torbalar içinde oluş
an (mantar).
askospor
asla
Aslan
* Asklımantarları
n sporuna verilen ad.
* Hiçbir zaman, hiçbir biçimde.
* Zodyak üzerinde, Yengeç ile Baş
ak burçlarıarası
nda yer alan burcun adı
, Zodyak.
aslan
* Kedigillerden, erkekleri yeleli, yı
rtı
cı
, Afrika'da yaş
ayan, uzunluğ
u 160 cm, kuyruğu 70 cm ve ucu püsküllü,
çok koyu sarırenkli güçlü bir memeli türü, arslan.
* Gürbüz ve yiğ
it adam.
aslan ağ
zı
* Havuz kenarları
na konulan ve ağ
zı
ndan su akan aslan biçiminde süs taş
ı
.
aslan gibi
* boylu boslu, güçlü ve yakı
ş
ı
klı
.
* sağlı
ğı
yerinde.
aslan kesilmek
* aslan gibi güçlü ve cesur duruma gelmek.
aslan payı
* Hak edilenden daha çok alı
nan pay.
aslan sütü
* Rakı
.
aslan yatağı
ndan belli olur
* bir kimsenin oturduğu yerin durumu, onun kiş
iliğini belli eder, uygun bir durumda olması
gerekir.
aslan yürekli
* Çok yiğ
it, hiçbir ş
eyden korkmayan.
aslanağzı
* Sı
raca otugillerden, türlü renkte, güzel, kokusuz çiçekleri olan bir bitki.
aslanca
* Aslana yakı
ş
ı
r yolda, aslan gibi, yiğitçe.
aslangiller
* Kedi cinsinden olan bütün et oburlarıiçine alan hayvan familyası
.
aslanı
m!
* gençler, delikanlı
lar için kullanı
lan bir seslenme sözü.
aslanı
n ağzı
nda
* elde edilmesi çok güç.
aslankulağı
* Bir sap üzerinde dizili sarıveya kı
rmı
zıçiçekli otsu bir bitki.
aslankuyruğu
* Ballı
babagillerden, eskiden hekimlikte terletici olarak kullanı
lan bir bitki, yer pı
rasası(Leonurus).
aslanlı
k
* Yiğitlik, cesaretlilik.
aslanpençesi
* Gülgillerden, sarı
, beyaz çiçekli bir yabanî bitki (Alchemilla).
* Şirpençe.
aslen
* Kök veya soy bakı
mı
ndan.
aslıastarı
* iç yüzü, gerçek ş
ekli.
aslıastarı
* Esası
, doğruluğu, geçerliliğ
i.
aslıastarı(veya aslıaslı
) olmamak
* yalan, ası
lsı
z olmak.
aslıçı
kmak
* gerçek olduğu anlaş
ı
lmak, gerçek olduğ
u ortaya çı
kmak.
aslıfaslıyok
* yalan, uydurma.
aslınesli
* Soyu sopu.
aslı
k
* Kı
sı
r olan (kadı
n veya diş
i hayvan).
aslî
* Temel olarak alı
nan, esas olan.
aslî düş
ünce
* Ana fikir.
aslî maaş
* Devlet dairelerinde çalı
ş
an memurlara verilen aylı
ğı
n, yükselmeye temel olan her aş
aması
.
aslî nüsha
* Bir yazı
nı
n çoğ
altı
lması
na örneklik eden ilk nüsha.
asliye
asma
asma
* Temel, esas.
* Asmak iş
i.
* Ası
lmı
ş
, ası
lı
.
* Asmagillerden, dalları
çardak üzerine yayı
lan bitkilere genel olarak verilen ad.
* Belirli bir tür üzüm veren bitki (Vitis).
asma bahçe
* Ayak ve kemerler üzerine kurulan teraslardan yapı
lmı
şbahçe.
asma bı
yı
ğı
* Asma dalları
nı
n çevresine tutunması
na yarayan yeş
il uzantı
lar, sülük.
asma biti
* Eşkanatlı
lardan, asmalara zarar veren, sarı
msırenkte bir böcek, filoksera (Phylloxera vestatrix).
asma kabağı
* Kabakgillerden sürüngen veya sarı
lgan, mevsimlik bir kabak türü (Lageneria vulgaris).
* Bu türün ince uzun, sebze olarak kullanı
lan ürünü.
asma kat
* Yapı
larda genellikle tabanla birinci kat arası
na yapı
lan, bası
k tavanlı
, altıboşkat.
asma kilit
* Kilitlenecek ş
eyin üstündeki halkalara geçirilip kapatı
lacak biçimde yapı
lmı
şkilit.
asma köprü
*İ
ki baş
ı
ndaki ayaklardan baş
ka dayanağı
olmayan, çoğ
unlukla uzun ve yüksek köprü.
asma merdiven
* Yukarıucundan bir yere ası
larak kullanı
lan ip merdiven.
asma yaprağ
ı
* Zeytinyağ
lı
ve etli dolma yapmakta kullanı
lan körpe asma yaprağ
ı
.
asmagiller
*İ
ki çeneklilerden, belli baş
lıtürü asma olan bitki familyası
.
asmak
asmalı
* Bir ş
eyi aş
ağı
ya sarkacak biçimde bir yere iliş
tirip sarkı
tmak.
* Üzerine takı
nmak, kuş
anmak.
* Bir kimseyi boğazı
ndan ip geçirip sarkı
tarak öldürmek, idam etmek.
* Gitmek zorunda olunan bir yere özürsüz gitmemek veya görevi olan bir iş
i özürsüz yapmamak.
* Asmasıolan.
asmalı
k
* Asma için ayrı
lmı
şyer veya toprak.
asmolen
* Piş
miştoprak, cüruf ve beton karı
ş
ı
mı
ndan yapı
lan kiriş
, putrel nervürler arası
na konulan delikli tuğla.
asonans
* Yarı
m kafiye, her dizenin sonunda gelen, aynıaksanıveren ünlünün ondan sonra veya önce gelen ünsüzü
hiç dikkate almadan tekrarlama ş
eklinde uyak.
asorti
asortik
* (daha çok giyimde) Birbirine uygun, birbirini tutar renk ve yapı
da olan.
* (daha çok giyimde) Birbirine uygun, birbirini tutar renk ve yapı
da olan.
asosyal
* Sosyal olmayan.
asparagas
* Uydurma, gerçek olmayan, gerçekmişgibi gösteren haber.
aspidistra
* Zambakgillerden, genellikle saksı
da yetiş
tirilen, yapraklarıdoğ
rudan doğruya topraktan çı
kan bir süs bitkisi.
aspiratör
* Havadaki duman, toz vb. yabancımaddeleri emerek dı
ş
arıatan cihaz, emmeç.
aspirin
* Ağrıkesici ve ateşdüş
ürücü olarak kullanı
lan beyaz renkli, ekş
imtı
rak ilâç.
aspur
* Yalancı
safran.
asrı
saadet
* Hz. Muhammed'in yaş
adı
ğ
ızaman.
asrî
* Modern, çağcı
l.
asrîleş
me
* Çağ
cı
llaş
ma, çağ
daş
laş
ma.
asrîleş
mek
* Çağ
cı
llaş
mak, çağdaş
laş
mak.
asrîlik
* Çağ
cı
llı
k.
assai
assolist
ast
astar
* Birlikte kullanı
ldı
ğıterimin anlamı
na aş
ı
rı
lı
k kazandı
rı
r: Adagio assai çok yavaş
, çok ağı
r.
* Bir müzik programı
nda daha çok en son olarak sahneye çı
kan, alanı
nda tanı
nmı
şve çok ünlü olan sanatçı
.
* Alt.
* Birinin buyruğ
u altı
nda olan görevli, madun.
* (birine göre) Rütbe veya kı
demce küçük olan asker.
* Giyecek, perde, çanta, ayakkabıgibi ş
eylerde, kumaş
ı
n veya derinin iç tarafı
na geçirilen ince kat.
* Sı
va veya boyadan önce vurulan kat.
* Gemicilikte bir ş
eyi sağlamlaş
tı
rmak için kullanı
lan bez, halat, ağ
aç vb.
astar boyası
* Boyacı
lı
kta ası
l boyadan önce sürülen, kiri kapatmak ve sürülecek boyanı
n dayanı
klı
lı
ğ
ı
nıartı
rmak için
kullanı
lan boya.
* Üzerine resim yapı
lacak bezin veya duvarı
n yağ
lıboyayıemmesi için, resim yapı
lmadan önce sürülen boya.
astar kaplama
* Kontratablalarda kör ağ
acı
n biçim değ
iş
tirmesini önlemek amacı
yla iki yüzüne yapı
ş
tı
rı
lan kaplama katı
.
astar sürmek (veya vurmak, çekmek)
* astar boyasıile boyamak.
astarıyüzünden pahalıolmak
* bir iş
in ayrı
ntı
ları
na harcanı
lan para veya emek, elde edilen sonucun değ
erini aş
mak, masraflıolmak.
astarlama
* Astarlamak iş
i.
astarlamak
* Astar geçirmek.
* Boyacı
lı
kta, astar vurmak, astar sürmek.
astarlanma
* Astarlanmak iş
i.
astarlanmak
* Astar geçirilmek.
astarlatma
* Astarlatmak iş
i.
astarlatmak
* Astar yaptı
rmak veya geçirtmek.
astarlı
* Astar geçirilmiş
, astarlanmı
ş
.
astarlı
zarf
*İ
ç yüzüne ince bir kâğ
ı
t geçirilmişzarf.
astarlı
k
astarya
* Astar olmaya elveriş
li (kumaşvb.).
* Bir gemiye yükleme veya boş
altma için tanı
nan süre.
astası
m
* Öncüllerinden biri önceki tası
mı
n vargı
sıdurumunda olan bir ek tası
m.
astat
* Atom numarası85 olan, bizmutun alfa ı
ş
ı
nları
yla bombardı
manısonucu elde edilen yapay element.
Kı
saltmasıAt.
astatin
* Astat.
asteğmen
* Orduda en küçük rütbeli subay.
asteğmenlik
* Asteğ
men rütbesi veya asteğmenin görevi.
astı
ğı
astı
k, kestiği kestik
* acı
ması
z, çok sert veya istediğ
i gibi davranan kimseler için kullanı
lı
r.
astı
m
* Bronş
ları
n daralması
ndan ileri gelen nefes darlı
ğ
ı
.
astı
mlı
* Astı
mıolan, astı
m hastalı
ğı
na tutulmuşolan.
astı
rma
astı
rmak
astigmat
* Astı
rmak iş
i.
* Asmak iş
ini yaptı
rmak.
* Net görmeyen, astigmatizme tutulmuş(göz).
astigmatizm
* Gözün saydam tabakası
nda meridyenlerin eş
itsizliği yüzünden net görememe durumu.
astragan
astrofizik
astrolog
astroloji
* Karakul kuzusunun kı
vı
rcı
k ve parlak postu.
* Bu posttan yapı
lmı
şolan.
* Gök fiziği.
* Yı
ldı
z falı
yla uğ
raş
an kimse, müneccim.
* Yı
ldı
z falcı
lı
ğı
, müneccimlik.
astronom
* Astronomi bilgini, gök bilimci.
astronomi
* Gök bilimi, felekiyat.
astronomik
* Gök bilimiyle ilgili olan.
* Aş
ı
rıçok yüksek.
astronomik fiyat
* Çok yüksek fiyat.
astronomik rakam
*İ
nsana ş
aş
kı
nlı
k verecek derecede büyük rakam.
astronot
* Uzay adamı
.
astronotluk
* Uzay adamıolma durumu veya uzay adamı
nı
n görevi.
astropikal
* Tropikal bölgelere yakı
n, fakat daha yüksek bir enlemde olan.
astsubay
* SilâhlıKuvvetler yasası
na göre astsubay okulları
nda yetiş
erek SilâhlıKuvvetlere katı
lan astsubay çavuş
tan
astsubay kı
demli baş
çavuş
a kadar rütbesi olan asker.
astsubay baş
çavuş
* Astsubaylı
ğı
n beş
inci basamağ
ı
.
astsubay çavuş
* Astsubaylı
ğı
n ilk basamağ
ı
.
astsubay kı
demli baş
çavuş
* Astsubaylı
ğı
n altı
ncıve son basamağ
ı
.
astsubay kı
demli çavuş
* Astsubaylı
ğı
n ikinci basamağ
ı
.
astsubay kı
demli üstçavuş
* Astsubaylı
ğı
n dördüncü basamağı
.
astsubay üstçavuş
* Astsubaylı
ğı
n üçüncü basamağ
ı
.
astsubaylı
k
* Astsubay olma durumu veya astsubayı
n görevi.
asude
* Sessiz, rahat, sakin.
asudelik
asuman
Asurca
* Huzur içinde olma, mutluluk.
* Gök, gökyüzü.
* Samî dilleri ailesine giren ve Milâttan önceki dönemlerde Ön Asya'da kullanı
lmı
şolan ölü bir dil.
Asyalı
* Asya'da yaş
ayan kimse.
* Asya'ya özgü olan, Asya ile ilgili (olan).
Asyalı
lı
k
* Asyalıolma durumu.
aş
* Piş
irilerek hazı
rlanan yemek.
aşdamı
* Bazıbölgelerde yemek piş
irilen yer, mutfak.
aşerme
aşermek
aşevi
yer.
* Aşermek durumu.
* hamilelikte bazıyiyeceklere karş
ıaş
ı
rıdüş
künlük göstermek, çok arzulamak veya nefret etmek, tiksinmek.
* Para ile yemek yenilen yer, aş
çı
, lokanta.
* Yoksullara parası
z yemek yedirilen veya dağ
ı
tı
lan yer, aş
hane.
* Düğ
ün ve benzeri toplantı
larda, verilecek yemekleri hazı
rlamak için geçici olarak mutfak gibi kullanı
lan
* Tekkelerde yemek piş
irilen yer.
aşocağ
ı
* Yemek piş
irilip yoksullara dağ
ı
tı
lan yer.
aştaş
ı
nca kepçeye paha olmaz
* sı
kı
ş
ı
k zamanlarda önemsiz ş
eylerin değ
eri çoktur.
aşyermek
* Bkz. aşermek.
aş
ağı
* Bir ş
eyin alt bölümü.
* Bir yere göre daha alçak yerde bulunan.
* Eğ
imli bir yerin daha alçak olan yeri.
* Niteliğ
i düş
ük, kötü, adî.
* Bayağ
ı
, adî.
* Daha küçük, daha az; değ
er yönünden daha az.
* Aş
ağ
ı
ya, yere doğru.
aş
ağı
(falan) yukarı
* bir kimsenin adı
nı
n dilden düş
ürmediğ
ini, onun pek gözde olduğ
unu anlatı
r.
* bir hizmette çok kullanı
lan kiş
ice, yakı
nma olarak kullanı
lı
r.
aş
ağı
almak
* devirmek, yı
kmak.
aş
ağı
bitkiler
* Su yosunları
, mantarlar ve kara yosunlarıgibi su dı
ş
ı
nda fazla boy atmayan damarsı
z bitkiler.
aş
ağı
düş
mek
* düzeyi, miktarı
, niteliğ
i alçalmak.
aş
ağı
görmek
* küçük görmek, beğ
enmemek, hor görmek.
aş
ağı
kalı
r yeri (veya yanı
) yok
* nitelikleri bakı
mı
ndan baş
kaları
yla karş
ı
laş
tı
rı
ldı
ğ
ı
nda eksiğ
i olmayan, denk olan.
aş
ağı
kalmamak
* herhangi bir nitelik bakı
mı
ndan ondan geri olmamak.
aş
ağı
kurtarmaz
* bundan daha ucuza olmaz.
* daha aş
ağ
ıbir durumu kendine lâyı
k görmez.
aş
ağı
mahalle
* Yüksek bir yerleş
im bölgesine göre alçakta kalan yer, yerleş
im bölgesi.
* Genel ev.
aş
ağı
tükürsem sakalı
m, yukarı
tükürsem bı
yı
ğ
ı
m
* iki karş
ı
t ve aynıderecede sakı
ncalıdurum karş
ı
sı
nda karar verme zorluğunu anlatı
r.
aş
ağı
yukarı
* Tama yakı
n, yaklaş
ı
k olarak.
aş
ağı
yukarı
(yürümek)
* bir baş
tan bir baş
a (yürümek).
aş
ağı
dan almak
* sert konuş
an bir kimseye yumuş
ak bir dil kullanmak, alttan almak.
aş
ağı
lama
* Aş
ağ
ı
lamak iş
i.
aş
ağı
lamak
* Değerinden düş
ük göstermek.
* Küçültücü davranı
ş
larda bulunmak, hor görmek.
aş
ağı
lanma
* Aş
ağ
ı
lanmak durumu.
aş
ağı
lanmak
* Aş
ağ
ıduruma düş
ürülmek.
aş
ağı
laş
ma
* Aş
ağ
ıduruma düş
me, mezellet.
aş
ağı
laş
mak
* Aş
ağ
ı
lı
k duruma düş
mek.
aş
ağı
latma
* Aş
ağ
ı
latmak iş
i.
aş
ağı
latmak
* Aş
ağ
ı
lamak iş
ine uğ
ratmak, tenzil etmek.
aş
ağı
lıyukarı
lı
* Aş
ağ
ı
sıve yukarı
sı
olan; aş
ağı
sıyukarı
sıbirlikte.
aş
ağı
lı
k
* Aş
ağ
ıolma durumu, adilik.
* Niteliğ
i düş
ük, adî.
aş
ağı
lı
k duygusu
* Kiş
inin gerçeklere uyan veya uymayan sebeplerle, benliğ
ini yetersiz ve küçük görmesi.
aş
ağı
lı
k kompleksi
* Kendini olduğ
undan yetersiz, yeteneksiz ve güçsüz görme duygusu.
aş
ağı
sama
* Aş
ağ
ı
samak iş
i.
aş
ağı
samak
* Bir kimseyi veya bir ş
eyi aş
ağ
ı
lı
k ve değ
ersiz göstermek, hafife almak, hafifsemek, tezyif etmek.
aş
ağı
sı
aş
ama
* Aş
ağ
ıtaraftaki.
* Önem veya değ
er bakı
mı
ndan gitgide yükselen bir sı
ra basamakları
n her biri, rütbe, mertebe, paye.
* Varı
lması
istenen bir amaca doğru geçilmesi gerekli dönemlerden her biri, evre, basamak, merhale.
aş
ama sı
rası
* Önem ve değer bakı
mı
ndan gitgide yükselen basamaklar dizisi, hiyerarş
i.
* Otoritenin en genişölçüde en üst mertebede olarak değiş
ik önem sı
ralarıarası
nda katıve kesin bir biçimde
dağı
ldı
ğ
ıtoplumsal teş
kilâtlanı
şbiçimi, hiyerarş
i.
aş
amalı
* Aş
amasıolan, kademeli.
aş
ar
aş
arî
aş
çı
* Ondalı
k.
* Tarı
m ürünlerinden alı
nan onda bir nisbetindeki vergiler.
* Ondalı
k.
* Yemek piş
iren kimse, ahçı
.
* Yemek piş
irip satan kimse.
* Yemek yenilen dükkân, aşevi, lokanta.
aş
çıbaltası
* Kemikli et kesmeye yarar küçük balta.
aş
çı
baş
ı
* Birkaç aş
çı
nı
n birlikte çalı
ş
tı
ğ
ıyerde bulunanları
n baş
ı
.
* Bir lokanta veya evde yemek piş
irmekle görevli kimse.
aş
çı
baş
ı
lı
k
* Aş
çı
baş
ıolma durumu, aş
çı
baş
ı
nı
n görevi.
aş
çı
lı
k
aş
erat
* Aş
çıolma durumu veya aş
çı
nı
n görevi.
* Yemek piş
irme zanaatı
veya bilgisi.
* Onluklar.
aş
hane
* Aşevi.
* Mutfak.
aş
ı
* Organizmada belli birtakı
m hastalı
klara karş
ıbağ
ı
ş
ı
klı
k sağ
lamak için vücuda verilen, o hastalı
ğ
ı
n
mikrobuyla hazı
rlanmı
şeriyik.
* Bir ağ
acı
n dalıveya gövdesi üzerine, aynıfamilyanı
n daha iyi bir türünden alı
nan dal, göz, tomurcuk gibi
parçalarıkaynaş
tı
rma iş
i veya böylece eklenen parça.
* Bu eriyiğin uygulanması
.
* Aş
ı
lı(kimse veya bitki).
aş
ıboyalı
* Aş
ıboyası
renginde boyanmı
ş
.
aş
ıboyası
*İ
çine karı
ş
an demir hidroksit miktarı
na göre pas sarı
sı
, kı
zı
l veya koyu esmer renk almı
şgevrek kil.
* Koyuca kı
rmı
zı
, kiremit rengi.
aş
ıkâğ
ı
dı
* Aş
ıolanlara verilen resmî belge.
aş
ıolmak
* aş
ıyapı
lmak.
aş
ıtaş
ı
* Taşdurumundaki aş
ıboyası
.
aş
ıvurmak
* bağ
ı
ş
ı
klı
k veya tedavi amacı
yla vücuda aş
ıvermek, aş
ıyapmak.
aş
ı
cı
* Aş
ıyapan kimse.
aş
ı
cı
lı
k
* Aş
ı
cı
nı
n yaptı
ğı
iş
.
âş
ı
ğa Bağ
dad sorulmaz
* bir ş
eye çok istekli olan kimsenin, o ş
eyi elde etmedeki zorluklarıhiçe saydı
ğ
ı
nıanlatı
r.
aş
ı
ğıcuk oturmak
* iş
i çok olumlu bir biçim almak.
âş
ı
ğıkesilmek
* tutku hâline getirmek.
âş
ı
ğı
n gözü kördür
* kendisini aş
ka kaptı
ran kimse, sevgilisinin kusurları
nıgörmediğ
i gibi, çevresinde olup bitenlerle de
ilgilenmez.
aş
ı
k
* Baldı
r kemiğ
i ile eklemleş
erek bileğin belli baş
lıoynak merkezini oluş
turan, ayak bileğinde bulunan küçük
kemiklerden biri.
* Yapıçatı
ları
nda, uzun mertek, aş
ı
rma.
âş
ı
k
* Bir kimseye veya bir ş
eye karş
ıaş
ı
rısevgi ve bağlı
lı
k duyan, vurgun, tutkun (kimse).
* Halk içinde yetiş
en, deyiş
lerini sazla söyleyen, sözlü ş
iir geleneğine bağ
lıhalk ş
airi.
* Seviş
en bir çiftten kadı
na oranla genellikle erkeğe verilen ad.
* Dalgı
n, kalender (kimse).
* Ahbap, arkadaşgibi bir seslenme.
aş
ı
k atmak
* yarı
şetmek, yarı
ş
mak.
aş
ı
k atmak (veya aş
ı
k oynamak)
* aş
ı
k kemiğiyle oyun oynamak.
aş
ı
k kemiği
* Aş
ı
k.
âş
ı
k olmak
* sevmek, tutulmak.
âş
ı
kane
* Âş
ı
ğa yaraş
ı
r biçimde (olan).
âş
ı
klı
k
âş
ı
klı
sı
âş
ı
ktaş
* Âş
ı
k olanı
n durumu.
* çok seveni, düş
künü.
* Birbirleriyle seviş
en erkek ve kadı
ndan her biri.
âş
ı
ktaş
lı
k
* Karş
ı
lı
klıseviş
me, muaş
aka.
âş
ı
ktaş
lı
k etmek
* karş
ı
lı
klıseviş
mek.
aş
ı
lama
* Aş
ı
lamak iş
i.
* Yeni aş
ı
lanmı
şağ
aç.
* Soğuğ
a sı
cak, sı
cağa soğuk su katma.
* Bu yolla elde edilmiş
.
* Bitkilerin aş
ıyoluyla üretilmesi, ilkah.
* Aş
ı
lanmı
ş(ağ
aç).
aş
ı
lamak
* Organizmada bağı
ş
ı
klı
k yaratmak veya yerleş
mişbir hastalı
ğ
a karş
ıkoyabilmek için hazı
rlanmı
şbir aş
ı
yı
vücuda vermek, aş
ıyapmak.
* Elde edilmesi istenilen herhangi bir ağ
acı
n bir parçası
nıanaç üzerine kaynaş
tı
rarak üretmek.
* Baş
kası
na hastalı
k geçirmek.
* Birtakı
m düş
ünce veya duyguları
baş
kası
na benimsetmek, telkin etmek, etkilemek.
* Soğuğ
a sı
cak, sı
cağa soğuk su katmak.
aş
ı
lanma
* Aş
ı
lanmak iş
i.
aş
ı
lanmak
* Aş
ı
lamak iş
ine konu olmak.
aş
ı
latma
aş
ı
latmak
* Aş
ı
latmak iş
i.
* Aş
ı
lamak iş
ini yaptı
rmak.
aş
ı
lı
* Herhangi bir hastalı
ğ
a karş
ıaş
ı
lanmı
şolan (kimse).
* Kendisine aş
ıyapı
lmı
ş(bitki).
aş
ı
lma
* Aş
ı
lmak durumu.
aş
ı
lmak
aş
ı
m
* Aş
mak iş
ine konu olmak.
* Erkek hayvanı
n diş
isiyle çiftleş
mesi.
aş
ı
ndı
rma
* Aş
ı
ndı
rmak iş
i.
aş
ı
ndı
rmak
* Aş
ı
nmak iş
ine uğratmak.
* Dokunduğ
u cisimleri eriterek aş
ı
nması
na yol açmak.
* (bir yere) Pek çok gidip gelmek.
aş
ı
nı
m
aş
ı
nma
* Aş
ı
nmak iş
i.
* Erozyon.
* Aş
ı
nmak iş
i.
* Yer kabuğ
unu oluş
turan kayaçları
n, baş
ta akarsular olmak üzere türlü dı
şetmenlerle yı
pratı
lı
p, yerinden
koparı
lmaları
veya eritilmeleri, itikal, erozyon.
aş
ı
nmak
aş
ı
ntı
aş
ı
r
* Birbirine sürtünerek incelmek.
* Eskimek, yı
pranmak.
* Çı
kı
ntı
larısilinmek, düzleş
mek.
* Aş
ı
nmı
şyer.
* On sayı
sı
.
* Bir dinî tören sı
rası
nda veya cemaatle namaz kı
lı
ndı
ktan sonra Kur'an'dan okunan on ayetlik bölüm.
aş
ı
ramento
* Çalma, aş
ı
rma.
aş
ı
rı
* Alı
ş
ı
lan veya dayanı
labilen dereceden çok daha fazla, taş
kı
n.
* Bir ş
eye gereğ
inden çok fazla bağlanan, önem veren, müfrit.
* Bir ş
eyin gereğ
inden çok olanı
.
* Ötede, ötesinde.
* Gereğ
inden fazla, çok.
aş
ı
rı
bellem
* Belleme yetisinin olağ
anüstü bir durumda geliş
mişolması
.
aş
ı
rı
besi
* Olağ
anüstü nicelikte yemek yeme veya yedirme.
aş
ı
rı
doyma
* Belli sı
caklı
ktaki bir sı
vı
içinde, eriyebildiği kadar eriyen bir maddenin, sı
caklı
ğ
ı
n düş
mesine karş
ı
n bir sı
nı
ra
kadar erimişolarak kalmasıdurumu.
aş
ı
rı
duyu
* Herhangi bir duyu organı
yla ve özellikle dokunma duyusuyla sağ
lanan her tür uyarana karş
ıolağ
an dı
ş
ı
bir
duyarlı
k gösterme durumu.
aş
ı
rı
erime
* Erime noktası
ndan daha aş
ağ
ıbir ı
sıderecesine düş
mesine rağ
men birtakı
mş
artlar altı
nda bir sı
vı
nı
n
katı
laş
mamasıdurumu.
aş
ı
rı
gitmek
* ölçüyü kaçı
rmak, usandı
rmak.
aş
ı
rı
taş
ı
rı
* Çok aş
ı
rı
, fazla miktarda.
aş
ı
rı
uç
aş
ı
rı
cı
lı
k
aş
ı
rı
lı
k
* Politika alanı
nda sağveya sol görüş
lerin en ateş
li ve yı
kı
cıkanadı
.
* Beklenenin üstünde aş
ı
rı
davranma eğilimi.
* Aş
ı
rıolma durumu.
aş
ı
rı
lma
* Aş
ı
rı
lmak iş
i.
aş
ı
rı
lmak
* Aş
ı
rmak iş
ine konu olmak.
aş
ı
rı
ntı
* Aş
ı
rı
lmı
şolan (ş
ey).
aş
ı
rma
* Aş
ı
rmak iş
i.
* Baş
kaları
nı
n yazı
ları
ndan bölümler, mı
sralar alı
p kendininmişgibi gösterme veya baş
kaları
nı
n konuları
nı
benimseyip değ
iş
ik biçimde anlatma, intihal.
* Aş
ı
rı
lmı
ş
.
* Yapıçatı
ları
nda uzun mertek, aş
ı
k.
* Küçük kazan, kova, bakraç.
aş
ı
rma kayı
ş
* Bir çarkıdöndürmek için kasnaktan kasnağ
a geçirilen kuş
ak biçimindeki kayı
şçember.
aş
ı
rmacı
lı
k
* Baş
kası
na ait olan bir ş
eyi izinsiz alma.
* Bir yazarı
n baş
ka bir yazarı
n eserinden konu veya biçim alması
.
aş
ı
rmak
* Yüksek veya geçilmesi güç bir yerin üstünden öte yanı
na geçirmek.
* Çalı
p götürmek.
* Tehlike içinde bulunan bir ş
eyi acele kaçı
rmak.
* Baş
kası
nı
n eserinden parçalar alı
p kendininmişgibi göstermek.
aş
ı
rmasyon
* Çalma, aş
ı
rma.
aş
ı
rtı
aş
ı
rtma
aş
ı
rtmak
aş
ı
sı
z
aş
ı
t
aş
ikâr
* Aş
ı
rma iş
i.
* Aş
ı
rtmak iş
i.
* Aş
ı
rmak iş
ini yaptı
rmak.
* Aş
ı
rmak.
* Herhangi bir hastalı
ğ
a karş
ıaş
ı
lanmamı
şolan (kimse).
* Kendisine aş
ıyapı
lmamı
ş(bitki).
* Siper, kuytu yer.
* Aş
ı
lacak yer.
* Dağgeçidi.
* Açı
k, apaçı
k, belli, meydanda olan.
aş
ikâr etmek
* açı
klamak, belli etmek.
aş
ikâr olmak
* belli olmak, ortaya çı
kmak, belirginleş
mek.
aş
ikâre
aş
ina
* Açı
kça, belli ederek, saklamadan.
* Bildik, dost, arkadaş
, tanı
dı
k.
* Bilinen, tanı
dı
k olan.
aş
inalı
k
* Birbirini bilme, tanı
ma, tanı
ş
ı
klı
k.
* Tanı
ş
ı
klı
ğı
gösterir davranı
ş
.
aş
inalı
k göstermek
* ilgilenmek, tanı
dı
ğı
nıbelli etmek.
aş
iret
aş
iyan
aş
k
* Oymak.
* Kuşyuvası
.
* Ev, oturulan yer, mesken.
* Aş
ı
rısevgi ve bağ
lı
lı
k duygusu, sevi.
aş
k etmek
* hı
zla vurmak.
aş
k olmayı
nca meş
k olmaz
* güçlü bir istek olmayı
nca hiçbir ş
ey elde edilemez.
aş
k olsun
* "Aferin" sözünden daha güçlü olarak bir davranı
ş
ı
n, bir tutumun çok beğ
enildiğ
ini bildirir.
* Beğ
enilmeyecek bir davranı
ş
, bir tutum karş
ı
sı
nda kı
nama, sitem bildirir.
* Derviş
ler arası
nda selâm sözü olarak kullanı
lı
r.
aş
k yapmak
* cinsel iliş
kide bulunmak, seviş
mek.
aş
ka düş
mek
* âş
ı
k olmak.
aş
ka gelmek
* bir ş
eyi yapmak için büyük bir istek duymak, coş
mak, coş
kunluk göstermek.
aş
kı
n
* Belli bir süreyi aş
mı
ş
, ötesine geçmiş
.
* Benzerlerinden üstün.
* Çok, fazla.
aş
kı
ncı
lı
k
* Birey ve evrenseli birleş
tirmeye çalı
ş
an ahlâkî nitelikli Amerikan felsefesi.
aş
lama
* Bkz. Aş
ı
lama.
aş
lamak
* Bkz. Aş
ı
lamak.
aş
lı
k
* Aşyapmak için hazı
rlanan ve saklanan ş
eyler.
* Dövüldükten sonra savrularak temizlenen ve kurutulan buğday.
* Sı
rası
gelince kullanı
lmak için saklanan yemeklik ş
eyler, zahire.
aş
ma
* Aş
mak iş
i.
aş
mak
* Yüksek, uzak veya geçilmesi güç bir yerin öte yanı
na geçmek.
* (süre) Geçmek, bitmek, sona ermek.
* (erkek hayvan) Diş
isiyle çiftleş
mek.
* Görünmeden kaçmak.
aş
na
* Aş
ina.
aş
na fiş
ne
* Gizli dost.
* Gizli dostluk.
aş
oz
* Ahş
ap gemilerin omurgaları
nı
n uzunluğ
unca ve iki yanı
nda borda kaplamaları
nı
n en dar yüzünü
yerleş
tirmek için açı
lan keskin, sivri köş
eli yuva.
aş
tı
rma
aş
tı
rmak
* Aş
tı
rmak iş
i.
* Aş
mak iş
ini yaptı
rmak.
aş
ure
* Buğday, nohut gibi taneleri, kuru yemiş
leri ş
ekerle kaynatarak yapı
lan bir tür tatlı
.
aş
ure ayı
* Muharrem ayı
.
aş
ure günü
* Aş
urenin piş
irildiğ
i Muharrem ayı
nı
n onuncu günü.
aş
urelik
aş
üfte
* Aş
ure yapmada kullanı
lan.
* Aş
ure dağ
ı
tmaya yarayan süslü kap.
* Oynak, açı
k saçı
k kadı
n, kokot.
aş
üftelik
* Aş
üfte olma durumu.
At
at
-at
* Astatin'in kı
saltması
.
* Atgillerden, binme, yük çekme veya taş
ı
ma gibi hizmetlerde kullanı
lan memeli hayvan.
* Satrançta, her yönde siyahtan beyaza ve beyazdan siyaha bir hane atlayarak L biçiminde hareket eden taş
.
*İ
simden isim türeten ek (Arapça çokluk eki): gidiş
-at, gelir-at vb.
at anası
* Bkz. atlar anası
.
at baş
ı
(beraber) gitmek
* eş
it durumda olmak.
at binenin (veya işbilenin), kı
lı
ç kuş
ananı
n
* her ş
ey, onu gereğ
i gibi kullanması
nıbilene yakı
ş
ı
r.
at binicisine göre kiş
ner
* insanları
n, baş
ları
nda bulunan kiş
inin etkisi altı
nda kalarak, onun tutumuna göre davrandı
kları
nıanlatı
r.
at cambazı
* At alı
p satan kimse.
* Sirklerde veya eğ
lence yerlerinde, at üstünde hünerlerini gösteren kimse.
at çalı
ndı
ktan sonra ahı
rı
n kapı
sı
nıkapamak
* işiş
ten geçtikten sonra önlem almaya kalkı
ş
mak.
at çevirmek
* geri döndürmek.
at donu
* Atı
n tüyünün rengi.
at gibi
* vücudu iri yarı
olan (kadı
n).
at gözlüğ
ü
* Atları
n koş
um takı
mı
nda, göz hizası
nda bulunan korumalı
k.
* Çevresinde olup bitenleri iyi algı
layamama, değerlendirememe, sabit fikirlilik.
at hı
rsı
zı
gibi
* kı
lı
k kı
yafeti ve tutumu güven vermeyen (adam).
at izi it izine karı
ş
mak
* iyiyi kötüden ayı
ramayacak kadar bir karı
ş
ı
klı
k ortaya çı
kmak.
at kestanesi
* At kestanesigillerden, 15 ile 30 m yükseklikte, genişyapraklı
, çiçekleri kokulu bir ağaç (Aesculus
hippocastanum).
* Bu ağacı
n kestaneye benzeyen yemiş
i.
at kestanesigiller
*İ
ki çeneklilerden, örneğ
i at kestanesi olan bir bitki familyası
.
at koş
turacak kadar
* pek geniş
.
at koş
turmak
* çok geniş
, alabildiğ
ine rahat hareket edilebilecek yer ve ortam yaratmak, veya bulmak.
at meydanı
* at koş
uları
nı
n yapı
ldı
ğımeydan.
at meydanı
* At veya at arabalarıkoş
uları
nı
n yapı
ldı
ğıyer.
at nalıkadar
* (niş
an, madalya, elmas, plâka gibi göğ
se takı
lan ş
eyler için) pek büyük.
at olur, meydan olmaz (bulunmaz), meydan olur (bulunur), at olmaz (bulunmaz)
* gerekli ş
artlar her zaman bir arada bulunmaz.
at oynatmak
* atla hüner göstermek.
* yarı
ş
mak.
* bildiği ve istediği gibi davranmak.
at pazarı
nda eş
ek osurtmuyoruz!
* söyleneni dinlemeyene söylenen bir uyarma sözü.
at sineğ
i
* Çift kanatlı
lardan, uzunluğ
u 8 mm kadar olan, kanatlarıbüyük ve küt, at, sı
ğ
ı
r ve domuzları
n bacak ve
kuyruk araları
nda yaş
ayan, eklem bacaklıbir sinek türü (Hippobosca equina).
at var, meydan yok
* yapacak güç var, ama kullanma imkânıyok.
ata
* Baba.
* Dedelerden ve büyük babalardan her biri.
ata et, ite ot vermek
* bir iş
i ters yapmak.
atabek
* Bkz. atabey.
atabey
* Eski Türk devletlerinde, özellikle Selçuklularda ş
ehzadelerin eğ
itimi veya bağ
ı
msı
z olarak bir eyaletin
yönetimi ile görevli vezir.
atacı
lı
k
* Uzaklarda bulunan ve birçok kuş
aktan beri görünmeyen birtakı
m özelliklerin yeni bir kuş
akta birden
ortaya çı
kması
, ataya çekme, atavizm.
atadan babadan görmek
* gelenek hâlinde eskiden beri bilmek, yapmak, uygulamak.
ataerki
* Soyda temel olarak babayıalan ve ailede çocuklarıbaba soyuna mal eden topluluk düzeni, pederş
ahîlik.
ataerkil
* Ataerki temeline dayanan, pederş
ahî, patriarkal.
atak
atak
* Düş
üncesizce her iş
e atı
lan, cür'etkâr.
* Geveze, yalancı
.
* Atı
lı
m, akı
n.
* Saldı
rı
, saldı
rı
ş
, hücum, hamle.
atak yapmak
* akı
n yapmak, atı
lı
m yapmak.
ataklı
k
atalet
atalı
k
* Atak olanı
n durumu veya atakça iş
, davranı
ş
, cür'et.
* Tembellik.
*İ
ş
sizlik, iş
siz kalma, iş
lemezlik.
* Ataya yakı
ş
ı
r davranı
ş
, babalı
k.
atama
* Atamak iş
i, tayin.
atamak
ataman
* Birini bir göreve getirmek, tayin etmek.
* Eskiden Rus Kazakları
n baş
buğ
una verilen unvan.
atanma
* Bir göreve getirilme, tayin edilme.
atanma yapmak
* tayin etmek.
atanmak
* Bir göreve getirilmek, tayin edilmek.
ataraksiya
* Hiçbir heyecan veya zihin etkisiyle uyarı
lmayan ruh dinginliğ
i, acı
ya olduğ
u kadar kı
vanca karş
ı
da ilgisizlik.
atardamar
* Kalbin sağkarı
ncı
ğ
ı
ndan akciğ
erlere, sol karı
ncı
ğ
ı
ndan vücudun diğ
er bölümlerine kan taş
ı
yan damar,
ş
iryan.
atari
atarkanal
* Bilgisayarlarda basit programlarla düzenlenmişbir oyun türü.
* Spermayıidrar yoluna salan iki kanal.
atasözü
* Uzun deneme ve gözlemlere dayanı
larak söylenmişve halka mal olmuşsöz, darbı
mesel: Ayağı
nıyorganı
na
göre uzat. Atsan atı
lmaz, satsan satı
lmaz vb.
ataş
* Tutacak.
ataş
e
* Bir elçiliğe bağ
lıuzman, elçilik uzmanı
.
ataş
elik
* Ataş
e olma durumu veya makamı
.
* Ataş
enin görev yaptı
ğ
ıyer.
Atatürkçü
* Atatürkçülük yanlı
sıolan (kimse), Kemalist.
Atatürkçülük
* Atatürk'ün düş
ünce ve uygulamaları
ndan kaynaklanan; Türk Devleti'nin bağı
msı
zlı
k ve bütünlüğünü, millî
egemenliğ
i, kiş
i özgürlüğ
ünü, çağdaşolmayıamaçlayan; akla, bilime ve gerçeğe dayanan, evrensel ağ
ı
rlı
klı
, geleceğ
e
yönelik, birbiri ile uyumlu amaçlar, uygulamalar ve ilkeler bütünü.
* Bu ilkeye bağlı
lı
k.
atavik
* Atacı
lı
kla ilgili.
atavizm
atbalı
ğ
ı
atçı
* Atacı
lı
k.
* Su aygı
rı
.
* Soy at yetiş
tiricisi.
atçı
lı
k
* Soy at yetiş
tiriciliğinde yapı
lan at koş
uları
, at sergileri gibi çalı
ş
malar.
ate
* Ateist.
atefleksiyon
* Döl yatağı
nı
n biçiminin bozulması
.
ateh
* Bunama, bunaklı
k, ihtiyarlı
k yüzünden alı
k duruma gelme.
ateh getirmek
* bunamak.
ateist
* Tanrı
tanı
maz.
ateizm
* Tanrı
tanı
mazlı
k.
atelye
aterina
ateş
* Bkz. atölye.
* Gümüşbalı
ğ
ı
.
* Yanı
cı
cisimlerin tutuş
ması
yla beliren ı
sıve ı
ş
ı
k, od.
* Tutuş
muşolan cisim.
* Isı
tma veya piş
irme için kullanı
lan yer veya araç.
* Patlayı
cısilâhları
n atı
lması
.
* Vücut ı
sı
sı
.
* Coş
kunluk.
* Tehlike, felâket.
* Büyük üzüntü, acı
.
* Kı
rmı
zı
, alev renginde olan.
* Öfke, hı
rs, hı
nç.
ateşaçmak
* ateş
li silâhla mermi atmaya baş
lamak.
ateşalmak
* yanmak, tutuş
mak.
* (ateş
li silâh) patlamak.
* telâş
lanmak, öfkelenmek, heyecanlanmak, coş
mak, acele davranmak, acele etmek.
ateşalmaya mıgeldin?
* uğradı
ğ
ıyerden hemen gitmeye kalkan kimseye sitem olarak söylenir.
ateşbacayı(veya saçağ
ı
) sarmak
* bir olay, önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak.
ateşbalı
ğı
* Sardalye.
ateşbasmak
* kı
zarmak, sı
kı
lı
p baş
ı
na kan yürümek.
ateşböceği
* Kı
n kanatlı
lardan, karanlı
kta ı
ş
ı
ldama özelliğ
i olan böcek (Lampyris noctiluca).
ateşböcekleri
* Kı
n kanatlı
lardan, örneği ateşböceği olan böcekler takı
mı
.
ateşçı
kmak
* Bkz. yangı
n çı
kmak.
ateşçiçeği
* Ballıbabagillerden, ateşkı
rmı
zı
sırenginde çiçekler açan bir süs bitkisi (Salvia splendens).
ateşdüş
tüğ
ü yeri yakar
* bir acı
yıonu çekenden baş
kasıtam anlayamaz veya aynıölçüde üzülemez.
ateşetmek
* ateş
li silâhlarla mermi atmak.
ateşgecesi
* Hristiyanlarda 24 Hazirana rastlayan Yahya yortusunun, meydanlarda ateşyakmak, bu ateş
in üstünden
atlamak ve çevresinde oynamak yolu ile kutlanan bir önceki gecesi.
ateşgemisi
* Eski çağlarda düş
man gemilerini yakmak için özel bir biçimde yapı
lmı
ş
, içi yakı
cı
maddelerle dolu gemi.
ateşgibi
* çok sı
cak.
* zeki, çalı
ş
kan ve becerikli.
* kı
pkı
rmı
zı
.
ateşgibi yanmak
* ateş
i yükselmek.
ateşhattı
* Savaş
ta en ilerideki birliklerin ellerindeki silâhlarla ateşaçabilecekleri hat.
ateşkayı
ğ
ı
* Ateşbalı
ğı
avlamak için kullanı
lan ve içinde ate şyakı
lan kayı
k.
* Yangı
n söndürmede kullanı
lan tulumbayıtaş
ı
mak için kullanı
lan büyük ve genişkayı
k.
ateşkesilmek
* çok kı
zgı
n davranı
ş
larda bulunmak, ateşpüskürmek.
* (sonradan) çok çalı
ş
kan, hareketli ve becerikli olmak.
ateşkesmek
* ateş
li silâhlarla yapı
lan atı
ş
a son vermek.
ateşkı
rmı
zı
sı
* Yanan ateş
in rengi.
ateşolmayan yerden duman çı
kmaz
* küçük de olsa birtakı
m belirtilerin önemli olaylara iş
aret olduğ
unu anlatı
r.
ateşolsa cirmi kadar yer yakar
* hasmı
n pek önemsenmediğini anlatı
r.
ateşpahası
* Çok pahalı
.
ateşparçası
* Ateş
in bir bölümü.
* Çok canlı
, hareketli, becerikli, çalı
ş
kan.
* Çok yaramaz (çocuk).
ateşpüskürmek
*ş
iddetli, öfkeli konuş
mak.
* çok öfkeli olmak.
ateşsaçmak
* çok kı
zmak, çok öfkelenmek.
ateştuğlası
* Ocak, soba gibi yerlerde kullanı
lan, ateş
e dayanı
klıtuğla.
ateşvermek
* tutuş
turmak.
ateşyağ
dı
rmak
* ateş
li silâhlarla aralı
ksı
z mermi atmak.
* çevresindekilere ağ
ı
r sözler söylemek.
ateş
!
ateş
baz
ateş
çi
kimse.
ateş
çilik
* ateşetmek için verilen komut.
* Osmanlı
larda ş
enlikler için donanma fiş
eklerini hazı
rlayan kimse.
* Ateş
le hüner gösteren oyuncu.
* Fabrika, vapur, lokomotif gibi ateş
le iş
leyen yerlerde ocaklara kömür atı
p ateş
in sürekli yanması
nısağlayan
* Ateş
çinin iş
i.
ateş
e atmak
* bile bile çok tehlikeli bir iş
e giriş
mek.
ateş
e dayanı
klı
* aş
ı
rıı
sı
dan zarar görmeyen.
ateş
e tutmak
* az ı
sı
tmak.
* üzerine ateş
li silâhla mermi atmak.
ateş
e vermek
* ateşiçine sokmak.
* bir yeri kasten yakmak, kundak sokmak.
* aş
ı
rıtelâş
a ve sı
kı
ntı
ya düş
ürmek.
* bir ülkeyi savaş
a sokarak veya kargaş
a ve karı
ş
ı
klı
k yaratarak sı
kı
ntıve yı
kı
ma uğ
ratmak.
ateş
e vurmak
* bir yemeğ
i piş
mek üzere ocağ
a koymak.
ateş
e vursa duman vermez
* pek cimri olanlar için söylenir.
ateş
i baş
ı
na vurmak
* çok öfkelenmek, sinirlenmek, coş
mak.
ateş
i çı
kmak (veya yükselmek)
* (hasta için) vücut ı
sı
sıolağ
andan çok artmak.
ateş
i düş
mek
* (hasta için) ateş
i geçmek veya azalmak.
ateş
i uyandı
rmak
* sönmek üzere olan ateş
i canlandı
rmak.
ateş
in
* Ateş
li, coş
kun.
ateş
ine (veya nârı
na) yanmak
* bir kimse yüzünden zarara uğramak.
ateş
ini almak
* yüksek vücut ı
sı
sı
nıdüş
ürmek.
* derece ile ateş
i ölçmek.
* acı
yı
, yanmayıazaltmak.
ateş
kes
* Savaş
an iki kuvvetin karş
ı
lı
klıolarak savaş
ı
durdurması
, bı
rakı
ş
ma, mütareke.
ateş
le barut bir yerde durmaz
* biri kı
z, biri erkek iki gencin bir yerde yalnı
z baş
ları
na kalmaları
nı
n sakı
ncalıolduğunu anlatmak için
söylenir.
ateş
le oynamak
* pek tehlikeli bir iş
le uğ
raş
mak.
ateş
leme
* Ateş
lemek iş
i.
ateş
lemek
* Tutuş
turmak, yakmak.
* Top, tüfek gibi patlayı
cı
maddeleri patlatmak.
* Kı
ş
kı
rtmak, heveslendirmek.
ateş
lendirme
* Ateş
lendirmek iş
i.
ateş
lendirmek
* Coş
turmak, kı
ş
kı
rtmak, ş
iddetlendirmek.
ateş
lenme
* Ateş
lenmek iş
i.
ateş
lenmek
* Ateş
lemek iş
ine konu olmak.
* Vücut ı
sı
sıartmak.
* Coş
mak, kı
zı
ş
mak, ş
iddetlenmek.
ateş
ler içinde
* (hasta) çok ateş
li bir durumda.
ateş
letme
* Ateş
letmek iş
i.
ateş
letmek
* Ateş
lemek iş
ini yaptı
rmak.
ateş
leyici
* Ateş
leme niteliğ
i olan.
* Patlayı
cımaddeleri ateş
lemekte kullanı
lan cihaz.
ateş
li
* Ateş
i olan.
* Coş
kun, coş
turucu, coş
kulu.
* Cinsel istekleri güçlü olan.
ateş
li ateş
li
* Yoğun ve heyecanlı
bir biçimde, hararetli hararetli.
ateş
li silâh
* Patlayı
cımadde aracıile mermi atan top, tüfek gibi silâh.
ateş
lik
* Ateşyakı
lan veya konulan yer.
ateş
lilik
* Ateş
li olma durumu.
ateş
perest
* Ateş
e tapan.
ateş
ten gömlek
* acı
, üzüntü veren, dayanı
lmaz, sı
kı
ntı
lıdurum.
atfen
* Mal ederek, yükleyerek.
atfetme
* Atfetmek iş
i, isnat.
atfetmek
atgiller
* Bir iş
i veya bir sözü bir kimseye mal etmek, yüklemek, isnat etmek.
* Yöneltmek, çevirmek.
* Atları
, eş
ekleri ve zebralarıiçine alan, tek parmaklımemeliler familyası
.
atıalan Üsküdar'ı
geçti
* fı
rsatı
n kaçı
rı
lı
p artı
k yapı
lacak bir ş
ey kalmadı
ğ
ı
nı
anlatı
r.
atı
cı
atı
cı
lı
k
atı
f
atı
fet
atı
k
atı
k
*İ
yi niş
an alan, attı
ğ
ı
nıvuran kimse.
* Yalancı
, ası
lsı
zş
eyler uydurup söyleyen.
* Atı
cı
olma durumu.
* Bazıateş
li silâhlar kullanarak yapı
lan spor.
* Yalancı
lı
k, uydurmacı
lı
k.
* Yöneltme, çevirme.
*İ
liş
kili bulma.
*İ
yilik, bağ
ı
ş
, kayra, lütuf, ihsan, inayet.
* Karş
ı
lı
k beklemeden gösterilen sevgi.
* Süt veya yoğurt çalkamaya yarar küçük yayı
k.
* Atı
lmı
ş
, atı
lan.
atı
k kâğ
ı
t
* Kâğ
ı
t, iş
leme sürecinden veya kullanı
mdan sonra arta kalan ve kâğ
ı
t veya karton üretiminde ve kâğı
t
hamuru yapı
mı
nda tekrar kullanı
lan kâğı
t veya karton parçaları
.
atı
k su
* Evlerde, işyerlerinde kullanı
mdan dolayıkirlenen ve bina dı
ş
ı
na sevkedilen pis su.
atı
l
* Tembel.
*İ
ş
siz, aylak.
* Etkisiz, iş
e yaramaz.
* Bkz. süreduran.
atı
lgan
* Çekinip korkmadan kendini tehlike veya güçlüklere atan.
* Giriş
ken.
atı
lganlı
k
* Atı
lgan olma durumu.
atı
lı
m
*İ
leri atı
lma, atı
lma iş
i.
* Hı
zla ilerleme, hamle, savlet.
* Herhangi bir konuda ilerleme çabası
, hamle.
* Sayı
kazanmak amacı
yla yapı
lan atı
lı
ş
, hücum.
atı
lı
mcı
* Durumunu geliş
tirme gücü gösteren, atı
lı
m yapan, hamleci.
atı
lı
ş
atı
lma
atı
lmak
* Atı
lmak iş
i veya biçimi, atı
lma.
* Atı
lmak iş
i.
* Atmak iş
ine konu olmak.
* Saldı
rmak, hücum etmek.
* Bir ş
eye doğ
ru birden gitmek, birden bir davranı
ş
ta bulunmak.
* Bir iş
e giriş
mek, baş
lamak.
* Patlamak.
atı
m
* Atmak iş
i.
* Atı
lan bir ş
eyin gidebildiği uzaklı
k.
atı
mcı
* Pamuğ
u, yünü yay veya tokmak gibi bir araçla kabartma, ditme iş
ini yapan kimse, hallaç.
atı
mcı
lı
k
atı
mlı
k
* Atı
mcı
nı
n iş
i, hallaçlı
k.
* Silâhıdoldurmaya yetecek veya en az bir atı
m yapabilecek barut miktarı
.
* Konuş
acak, yazacak söz veya bilgi.
atı
n ölümü arpadan olsun
* çok sevilen bir ş
ey yapı
lı
rken veya sevilen bir yiyecek yenilirken sonuç kötü de olsa katlanı
lacağı
nıanlatı
r.
atı
nı
sağlam kazı
ğa bağ
lamak
* eş
eğini sağ
lam kazı
ğa bağlamak.
atı
p (veya atmak) tutmak
* bir kimse veya bir ş
ey için kötü konuş
mak.
* abartmalıkonuş
mak.
atı
ş
* Atmak iş
i veya biçimi.
* Bir silâhı
n mermisini amaca ulaş
tı
rmak için gereken işve bilgi.
* (kalp, nabı
z için) Vuruş
, çarpı
ş
.
atı
şyeri
atı
ş
ma
atı
ş
mak
atı
ş
tı
rma
* Silâh atma alı
ş
tı
rmalarıyapı
lan yer, poligon.
* Atı
ş
mak iş
i.
* Saz ş
airlerinin deyiş
le tartı
ş
maları
.
* Ağı
z kavgasıetmek.
* Kendisine dargı
n olan bir kimseye barı
ş
ı
kmı
şgibi söz söylemek.
* Saz ş
airleri, belli bir ayak üzerine birbirlerini küçük düş
ürmek amacı
yla karş
ı
lı
klıdeyişsöylemek.
* Atı
ş
tı
rmak iş
i.
atı
ş
tı
rma yeri
* Ayaküstü yemek yenilen yer.
atı
ş
tı
rmak
* Acele olarak yemek veya içmek.
* (yağ
mur veya kar) Serpiş
tirmek.
atı
ş
tı
rmalı
k
* Atı
ş
tı
rmaya yarayan.
ati
* Gelecek.
atik
atik
atik tetik
* Çabuk davranan, çevik.
* Eski, eski zamanla ilgili.
* Çabuk hareket edebilen, çevik.
atiklik
* Çabukluk, çeviklik.
atkı
atkıiplik
atkı
lama
* Soğuğ
a karş
ıomuzlara, baş
a, sı
rta veya boyna alı
nan örtü.
* Bazıkadı
n ayakkabı
ları
nda ve çocuk patiklerinde ayağı
n üstünden geçen, yandan iliklenen ince uzun parça.
* Büyük yaba.
* Kapıve pencerelerin yapı
mı
nda üst tarafa konan ağaç, taşveya beton destek, üst eş
ik.
* Dokuma tezgâhları
nda mekikle enine atı
lan iplik, argaç.
* Dokumacı
lı
kta mekikle enine atı
lan iplik kumaş
ı
n en ipliğ
i.
* Atkı
lamak iş
i.
atkı
lamak
* Dokuma tezgâhları
nda mekikle atkıatmak, argaçlamak.
atkı
lı
* Atkı
sıolan.
atkuyruğu
* Atkuyruğugillerden, kök sapıömürlü olan, daha çok nemli yerlerde yetiş
en ve ilâç olarak kullanı
lan bir
bitki (Equisetum arvense).
* Genç kı
zları
n saçları
nıbaş
ları
nı
n arkası
na toplayarak uç bölümünü kaldı
rı
p serbest bı
raktı
klarısaç biçimi.
atkuyruğugiller
* Eğ
relti otugillerden, örneği atkuyruğ
u olan bir bitki familyası
.
atla arpayıdövüş
türmek (veya dalaş
tı
rmak)
* fesat karı
ş
tı
rmak, ara bozanlı
k etmek.
atladı
geçti Genç Osman!
* bir iş
in bittiğ
ini veya tehlikenin atlatı
ldı
ğ
ı
nıanlatı
r.
atlama
* Atlamak iş
i.
* Belirli bir yerden gerilip hı
z alarak yapı
lan sı
çrama ile vücudu yerden kesip daha uzak bir yere kondurma
veya belli bir yükseklikten aş
ı
rma.
* Bu biçimde en uzağa atlamak veya en yükseğ
i aş
mak amacı
yla yarı
ş
ı
lan atletizm dalı
.
atlama beygiri
* Yüksekliğ
i 1.70'e ayarlanabilen ve atlamalar için kullanı
lan beden eğitimi aracı
.
atlama tahtası
* Daha iyi bir duruma geçmek için araç olarak kullanı
lan yer veya kimse.
atlama taş
ı
* Suyu geçerken üzerine bası
p atlamak için konulan büyük taş
, atlangı
ç.
atlama taş
ıyapmak
* daha iyi bir yere geçmek için bir durumu veya bir kimseyi araç olarak kullanmak.
atlamak
atlambaç
* Bir engeli sı
çrayarak veya fı
rlayarak aş
mak.
* Yüksek bir yerden alçak bir yere, ayaküstü gelecek biçimde kendini bı
rakmak.
* Binmek.
* (bası
nda) Haberi zamanı
nda verememek veya diğ
er gazetelerden öğ
renmek.
* Okuma, yazıyazma, sayısayma gibi iş
lerde bazıbölümleri bı
rakı
p geçmek.
* Sı
nı
fıokumadan geçmek.
* Yanı
lmak, aldanmak.
* Çı
kmak, inmek.
* Çocukları
n atlama oyunu.
atlandı
rma
* Atlandı
rmak iş
i.
atlandı
rmak
* Ata bindirmek veya binecek at vermek.
atlangı
ç
* Suyu geçerken üzerine bası
p atlamak için konulan büyük taş
, atlama taş
ı
.
atlanı
lma
* Atlanı
lmak iş
i.
atlanı
lmak
* Atlanmak.
atlanma
* Atlanmak iş
i.
atlanmak
atlanmak
* Ata binmek veya at edinmek.
* Atlamak iş
i yapı
lmak.
atlar anası
*İ
ri yarı
, erkeksi kadı
n.
atlar nallanı
rken kurbağalar ayak uzatmaz
* küçükler büyüklerin yanı
nda hadlerini bilmelidir.
atlar tepiş
ir, arada eş
ekler ezilir
* büyüklerin çatı
ş
ması
ndan küçükler zarar görür.
atlas
* Yüzü parlak, sı
k dokunmuşbir tür ipekli kumaş
.
atlas
* Dünyanı
n, bir ülkenin, bir bölgenin fiziksel ve siyasî coğ
rafyasıile ekonomi, tarih gibi konularda toplu bilgi
vermek için bir araya getirilmişcoğ
rafya haritalarıderlemesi.
* Bir konuyu açı
klamak için hazı
rlanmı
şresim veya levhalardan oluş
muşkitap.
atlas çiçeğ
i
* Uzun ve sarkı
k yapraklı
, parlak kı
rmı
zıçiçekler açan kaktüs.
atlas çiçeğ
igiller
* Kaktüsgiller.
atlas kemiğ
i
* Boyun omurları
nı
n üstten birincisi.
atlatı
lma
* Atlatı
lmak iş
i.
atlatı
lmak
* Atlatmak iş
i yapı
lmak veya bu iş
e konu olmak.
atlatma
* Atlatmak iş
i.
atlatmak
* Atlamak iş
ini yaptı
rmak.
* Kötü bir durumu geçiş
tirmek.
* Savmak.
* Savsaklamak.
* Aldatmak.
* (bası
nda) Baş
ka ilgililerden önce bir haberin yayı
mlanması
nısağ
lamak.
atlaya zı
playa
* atlayarak.
* istekle, isteyerek.
atlet
* Atletizmle uğ
raş
an kimse.
atlet fanilâsı
* Kolsuz erkek fanilâsı
.
atletik
* Atletleri ilgilendiren.
* Vücudu geliş
miş
, biçimli, atlet gibi.
atletizm
* Beden gücünü, çevikliği, yetenekleri geliş
tirmeye yarayan koş
u, atlama, ağı
rlı
k kaldı
rma ve atma gibi, tek
baş
ı
na yapı
lan vücut çalı
ş
maları
.
atlı
* Atıolan.
* Ata binmişkimse, süvari.
* Binek atıkullanan asker veya asker sı
nı
fı
.
atlı
karı
nca
*İ
ri bir karı
nca türü (Ponera grandis).
atlı
kovalarcası
na
* gereksiz yere acele ederek.
atlı
spor
* At üzerinde yapı
lan bütün sporları
n genel adı
.
atlı
karı
nca
* Yere dikilmişbir eksen çerçevesinde döndürülen askı
lara takı
lı
oyuncak atlar, uçaklar vb.den oluş
an bir
eğ
lence aracı
.
atma
* Atmak iş
i.
atma Recep, din kardeş
iyiz
* söylediklerin hep yalan (veya abartma), farkı
ndayı
z.
atmaca
atmak
* Kartalgillerden, ava alı
ş
tı
rı
labilen küçük bir yı
rtı
cıkuş(Accipiter nisus).
* Sapan.
* Bir cismi bir yöne doğ
ru fı
rlatmak.
* Bir ş
eyi yere doğru bı
rakmak.
* (bir kimseyi) Uzaklaş
tı
rmak, göndermek, ilgisini kesmek.
* Koymak.
* Yerleş
tirmek, bir kenara koymak.
* Uzatmak.
* Bir yerden baş
ka bir yere taş
ı
mak.
* (sille, tokat, kı
lı
ç) Vurmak.
* (top, tüfek gibi silâhlar için) Patlatmak.
* (kurş
un, gülle, ok gibi ş
eyleri) Hedefe iletmek.
* (zaman bildiren tümleçlerle) Geri bı
rakmak.
* Örtmek.
* (yapı
lmı
şkötü bir iş
i birine) Yüklemek.
* Sözle sataş
mak.
* Kovmak, dı
ş
arı
ya çı
karmak, ilgisini kesip uzaklaş
tı
rmak.
*İ
stenilmeyen bir ş
eyi kendi malıolmaktan çı
karmak.
* Kullanı
lmasıgelenek hâline gelmişbir ş
eyi kullanmaktan vazgeçmek.
* Çı
karmak, dı
ş
arı
ya vermek.
* Patlayı
cımaddelerle havaya uçurup yı
kmak.
* Yay ve tokmakla ditmek, kabartmak.
*İ
çki içmek.
* Bilmeden, kestirerek söylemek.
* Yalan veya abartmalısöz söylemek.
* Çatlamak, yı
rtı
lmak veya yapı
ş
ı
k olduğu yerden ayrı
lmak.
* (kalp, nabı
z gibi kan dolaş
ı
mıile ilgili organlar için) Vurmak, çarpmak.
* (sı
kı
ntıdolayı
sı
yla) Giyilen bir ş
eyi çı
karmak.
* Yazı
lıveya banda alı
nmı
şbir metinden bazı
bölümleri çı
karmak.
* Değerini eksiltmek.
* (renk için) Solmak.
* Söylemek.
* Göndermek, yollamak.
* Haykı
rmak, bağ
ı
rmak.
* Etkisi kaybolmak, alı
ş
mak, bı
rakmak.
* Götürmek, sahiplenmek.
atmasyon
* Uydurma, palavra.
atmasyoncu
* Uydurmacı
, palavracı(kimse).
atmasyonculuk
* Atmasyoncu olma durumu.
atmı
k
* Erkeklerin cinsel organı
ndan salgı
lanan madde, er suyu, bel, meni, sperma.
atmosfer
* Yeri veya herhangi bir gök cismini saran gaz tabakası
, gaz yuvarı
.
* Hava yuvarı
.
*İ
çinde yaş
anı
lan ve etkisinde kalı
nan ortam, hava.
* Bası
nç birimi olarak kullanı
lan, 150 C de deniz yüzeyinde, 76 cm uzunluğ
unda ve tabanıl cm 2 olan cı
va
sütununun ağı
rlı
ğ
ı(l kg 33 gr).
atmosfer bası
ncı
* Atmosferin yeryüzünde bulunan her cisim üzerine yaptı
ğ
ıbası
nç.
atmosferik
* Atmosferle ilgili, cevvî.
atol
atom
parçacı
k.
* Mercanları
n bir araya toplanması
ile oluş
muş
, halka biçiminde adacı
k, mercan ada.
* Birkaç türü birleş
ince çeş
itli kimyasal birleş
ikleri (molekülleri), bir tek türü ise bir kimyasal ögeyi oluş
turan
* (eski Yunan filozofları
na göre) Gerçeğin son, artı
k bölünemez, bozulamaz diye tasarlanan temel ögeleri.
atom ağ
ı
rlı
ğı
* Herhangi bir atomun 16 sayı
sıile gösterilen oksijen atomuna göre ağı
rlı
ğ
ı
.
atom bombası
* Atom çekirdeklerinin parçalanması
sonucu enerji oluş
masıtemeline dayanan bomba.
atom çağ
ı
* Atom enerjisinin insanlı
ğı
n hizmetine girdiğ
i çağ.
atom çekirdeği
* Atomun çekim kuvvetinin etkisiyle, çevresinde elektronlar dolaş
an, proton ve nötronlardan oluş
an pozitif
elektron yüklü merkez bölümü.
atom enerjisi
* Atom çekirdeklerinin parçalanması
ndan veya hafif atomları
n kaynaş
ması
ndan oluş
an büyük enerji.
atom numarası
* Bir atom çekirdeğ
inin içinde bulunan protonları
n sayı
sı
.
atom reaktörü
* Nükleer parçalanma sonucu oluş
an enerjiyi kontrol etmekte kullanı
lan düzen.
atom santrali
* Atomdan yararlanarak enerji elde eden fabrika.
atom sayı
sı
* Bir atom çekirdeğ
inin içerisinde bulunan protonları
n sayı
sı
.
atomal
* Atomlarla ilgili olan.
atomcu
* Atomculuk yanlı
sı(kimse).
* Atomla ilgili.
atomculuk
* Evrenin, bölünmez parçaları
n kümelenmesinden oluş
tuğunu ileri süren öğ
reti.
atomik
atonal
* Atomla ilgili olan.
* Yeni bir bestecilik çı
ğ
ı
rı
na göre, ton ve makam temeline bağ
lıkalmadan oluş
turulan (beste).
atölye
* Zanaatçı
ları
n veya resim, heykel sanatları
yla uğ
raş
anları
n çalı
ş
tı
ğıyer, iş
lik.
atölye resmi
* Bir iş
in ayrı
ntı
ları
nıgösteren ve atölyede yapı
m sı
rası
nda kullanı
lan 1/1 ölçüdeki teknik resim.
atraksiyon
* Gazino gibi yerlerde yapı
lan, müş
terileri oyalayı
cı
, eğlendirici, ilgi çekici gösteri.
atropin
* Güzelavrat otundan çı
karı
lı
p hekimlikte kullanı
lan zehirli bir ilâç.
atsan atı
lmaz, satsan satı
lmaz
* iş
e yaramadı
ğ
ıveya sı
kı
ntı
verdiğ
i hâlde vazgeçilemeyen ş
eyler ve kimseler için söylenir.
attan inip eş
eğe binmek
* bulunduğ
u önemli görevden daha aş
ağ
ıbir göreve alı
nmak.
attar
* Bkz. aktar.
attı
ğıtı
rnak kadar olamamak
* bir kimsenin sözü edilenden daha değersiz olduğunu anlatmak için kullanı
lı
r.
attı
rma
* Attı
rmak iş
i.
attı
rmak
Au
aut
geçmesi.
av
* Atmak iş
ini yaptı
rmak.
* Altı
n'ı
n kı
saltması
.
* Top oyunları
nda topun karş
ı
takı
m oyuncuları
nı
n vuruş
uyla oyun alanı
nı
n veya kale çizgisinin arkası
na
* Karada, denizde, gölde veya akarsularda evcil olmayan hayvanlarıvurma veya yakalama iş
i.
* Bir hayvanı
n bir baş
ka hayvanıyemek için yakalaması
.
* Bu yollarla yakalanan hayvan.
* Tuzağ
a düş
ürülen, kendisinden yararlanı
lan kimse.
-av / -ev
* Fiilden isim türeten ek: sı
na-v, gör-ev, öd-ev, iş
le-v, türe-v vb.
av avlanmı
ş
, tav tavlanmı
ş
* olan olmuş
, işiş
ten geçmiş
, artı
k yapacak bir ş
ey yok.
av dönemi
* Av hayvanları
nı
n avlanmasıveya bu amaçla kullanı
lan av araçları
nı
n kullanı
lması
nı
n serbest olduğ
u yı
lı
n
belirli bölümü.
av köpeğ
i
* Tazı
, kopoy, zağ
ar gibi ava yardı
mcı
lı
k etmeye alı
ş
tı
rı
lmı
şköpek.
av kuş
u
* Avlanı
lan kuş
.
av mevsimi
* Av dönemi.
av yasağ
ı
* Yı
lı
n av dönemi dı
ş
ı
nda kalan zamanda konulan yasak.
ava çı
kmak
* avlanmak için gitmek.
avadancı
* Eski Osmanlısarayı
nda bir sı
nı
f hademe.
avadanlı
k
* Bir iş
i yapmak, bir aracıonarmak için kullanı
lan alet takı
mı
.
aval
* Ticarî senetlerde, ödemeden sorumlu olanları
n ödememesi hâlinde üçüncü bir kiş
inin alacaklı
lara senet
bedelini ödeyeceğine iliş
kin verdiği güvence.
aval
* Saflı
ğı
sersemlik derecesine varan (kimse).
aval aval
avam
avanak
avanakça
* Aptal bir biçimde, aptal aptal.
* Halkı
n aş
ağ
ıtabakası
.
* Halk.
* Kolaylı
kla kandı
rı
labilen veya aldatı
labilen, aptal, bön.
* Avanak gibi, avanağa uygun düş
en biçimde.
avanaklı
k
* Avanak olma durumu, avanakça davranı
ş
.
avanaklı
k etmek
* aptallı
k etmek, avanak gibi davranmak.
avangart
* Öncü.
avans
* Alacağ
ı
na sayı
lmak üzere önceden yapı
lan ödeme, öndelik, peş
inat.
avans almak
* öndelik almak.
avans çekmek
* öndelik çekmek.
avans vermek
* öndelik vermek.
avanta
* Bir kimsenin, emek vermeden sağladı
ğıkazanç.
avantacı
* Çı
karcı
, beleş
çi, bedavacı
.
avantacı
lı
k
* Çı
karcı
lı
k, beleş
çilik, bedavacı
lı
k.
avantadan
* bedavadan, beleş
ten.
avantaj
* Üstünlük sağlayan ş
ey, yarar, kâr.
avantajlı
* Yarar sağ
layan, yararlı(durum veya ş
ey).
avantajsı
z
* Yarar sağ
lamayan, yararsı
z.
avantür
* Serüven, macera.
avantüriyer
* Serüvene atı
lan, maceracı
.
Avar
avara
avara
* Kuzeydoğu Kafkasya'da Dağ
ı
stan Federe Cumhuriyeti'nde yaş
ayan halk.
* III. - VI. yüzyı
llar arası
nda Moğolistan'da VI. - IX. yüzyı
llar arası
nda Orta Avrupa'da yaş
amı
şhalk.
* Bir geminin baş
ka bir gemiden veya kı
yı
dan açı
lması
.
* Kı
yı
ya dayanı
larak sandalı
n açı
lmasıiçin kürekçilere verilen komut.
*İ
ş
e yaramaz, kötü.
* Üzerinde döndüğü ve kendisini taş
ı
yan milden bağ
ı
msı
z olarak çalı
ş
an mekanizma.
avara kasnak iş
lemek (veya dönmek)
* hiçbir iş
e yaramadan boş
una.
avaraya almak
* o bölümün çalı
ş
ması
nıdurdurmak.
Avarca
* Avarları
n kullandı
ğıdil.
avare
*İ
ş
siz, iş
siz güçsüz, baş
ı
boş
, baş
ı
boş
luk, aylak.
avare dolaş
mak
* iş
siz, iş
siz güçsüz, baş
ı
boş
, aylak dolaş
mak.
avare etmek
* bir kimseyi iş
inden alı
koymak.
avare olmak
* iş
siz güçsüz dolaş
mak.
avareleş
me
* Avareleş
mek durumu.
avareleş
mek
* Aylaklı
k etmek.
avarelik
avarı
z
avarya
avaz
*İ
ş
sizlik, baş
ı
boş
luk, aylaklı
k.
* Kazalar, belâlar.
* Engebeler, engeller, tümsekler, yüzey biçimleri.
* Osmanlı
larda önceleri yalnı
z olağ
anüstü durumlarda, sonralarıise sürekli olarak halktan toplanan vergi.
* Bir deniz yolculuğ
unda geminin veya yükünün gördüğü zarar.
* Çeş
itli sebeplerle dayanı
klı
lı
ğı
nıve esnekliğ
ini kaybetmişyapağ
ıve yün.
* Yüksek ses, nara.
avaz avaz (bağı
rmak)
* var gücüyle bağ
ı
rmak.
avazıçı
ktı
ğıkadar
* çok yüksek sesle.
avcı
* Avlanmayıseven veya avıkendine işedinen kimse.
* Avcı
lara özgü olan.
* Baş
ka hayvanlarıyakalamakta usta olan (hayvan).
* Bir ş
eyi büyük bir istekle izleyen ve bulup ortaya çı
karan, tanı
tan kimse.
avcıeri
* Piyade mangası
nda her ere verilen ad.
avcıhattı
* Savaş
ta düş
mana doğru dağ
ı
larak ön safta ilerleyen asker topluluğ
u.
avcıotu
* Düğ
ün çiçeğ
igillerden, kokusuz, parlak zehirli bir bitki (Adonis).
avcıuçağı
* Düş
man uçakları
nıdüş
ürmek için kullanı
lan uçak.
avcı
lı
k
* Avcıolma durumu veya iş
i.
avcı
lı
k etmek
* avlanma ile uğraş
mak.
avcu kaş
ı
nmak
* halk inanı
ş
ı
na göre eline bir yerden para geçeceğ
i anlaş
ı
lmak.
avcuna saymak
* peş
in olarak ödemek.
avcunu yalamak
* umduğ
unu ele geçirememek.
avcunun içi gibi bilmek
* (bir yeri, bir ş
eyi) çok iyi ve ayrı
ntı
lı
olarak bilmek.
avcunun içinde tutmak
* ona istediğ
ini yaptı
racak güçte olmak.
avcunun içine almak
* bir kimseyi baskı
ve etkisi altı
na almak.
avdet
* Dönüş
, geri gelme.
avdet etmek
* dönmek, geri gelmek.
avdetî
avene
* (genellikle Musevîler için) İ
slâm dinine dönmüşolan.
* Yardakçı
lar.
averaj
* Ortalama.
* Sayı
farkı
.
avgı
n
* Duvarda suyun geçmesi için bı
rakı
lan delik veya üstü kapalısu yolu.
avisto
avize
* Ödenmesi gereken poliçelere yazı
lan ve "görüldüğünde" anlamı
na gelen bir terim.
* Tavana ası
lan, ş
amdanlı
, lâmbalı
, billûr, cam veya metal süslü aydı
nlatma aracı
.
avize ağacı
* Zambakgillerden, Amerika'dan dünyanı
n her yanı
na yayı
lmı
şolan, avize biçiminde sarkı
k, iri ve beyaz
çiçekli bir süs ağ
acı
(Yucca glosiosa).
avlak
* Avıçok olan yer, av yeri.
avlama
* Avlamak iş
i.
* Voleybolda karş
ıoyuncuları
n boşbı
raktı
ğıve yetiş
emeyeceği yere topu yavaş
ça indirip sayıalma.
avlamak
* Bir avıdiri veya ölü olarak ele geçirmek.
* Tuzağ
a düş
ürmek, kurnazlı
kla kandı
rmak.
avlanma
* Avlanmak iş
i.
avlanmak
* Avlamak iş
ine konu olmak.
* Ava gitmek, ava çı
kmak, av için dolaş
mak.
avlatma
* Avlatmak iş
ini yaptı
rma.
avlatmak
* Avlanmak iş
ini yaptı
rmak.
avlu
avokado
avrat
* Bir yapı
nı
n veya yapıgrubunun ortası
nda kalan üstü açı
k, duvarla çevrili alan.
* Amerikan armudu (Persea americana).
* Kadı
n.
* Karı
, eş
.
avrat pazarı
* Cariyelerin satı
ldı
ğ
ıpazar.
* Kadı
nları
n öteberi sattı
kları
pazar yeri.
avret
* Ut yeri.
Avrupa kayı
nı
* Avrupa'da yetiş
en bir kayı
n türü.
Avrupaî
* Avrupalı
lara vergi, Avrupalı
lara benzer, Avrupalı
lar gibi.
Avrupalı
* Avrupa'da yaş
ayan, Avrupa halkı
ndan olan kimse.
* Avrupa'ya özgü olan, Avrupa ile ilgili (olan).
Avrupalı
laş
ma
* Avrupalı
laş
mak.
Avrupalı
laş
mak
* Avrupalı
ları
n düş
ünce, davranı
şve yaş
antı
ları
nıbenimsemek.
Avrupalı
lı
k
* Çağ
daşolma, düş
ünce ve davranı
ş
ta batıölçülerinde bulunma.
Avş
ar
avuç
* Bkz. Afş
ar.
* Elin iç tarafı
.
* Elin yarıyumulmuşdurumu.
* Yarıyumulmuşelin alacağ
ımiktar.
avuç (veya el) açmak
* dilenmek, para istemek, yardı
m istemek.
avuç avuç
* Her defası
nda bir avuç.
* (para için) Bol bol, pek çok.
* Avuçlayarak.
avuç dolusu
* (para için) Pek çok.
avuç içi
* Elin parmak dipleri ile bilek arası
ndaki iç bölümü.
avuç içi kadar
* pek küçük, dar (yer).
avuçlama
* Avuçlamak iş
i.
avuçlamak
* Avuçla kavramak, avuçla almak.
avukat
* Hak ve yasa iş
lerinde isteyenlere yol göstermeyi, mahkemelerde, devlet dairelerinde baş
kaları
nı
n hakkı
nı
aramayı
, korumayımeslek edinen ve bunun için yasanı
n gerektirdiğ
iş
artlarıtaş
ı
yan kimse.
* Gerekmediğ
i hâlde baş
kası
nı
n savunması
nıüstlenen kimse.
avukat tutmak
* adlî iş
lemleri gereğ
ince yerine getirmek için bir avukata vekâletname verip onu görevli kı
lmak.
avukatlı
k
* Avukat mesleğ
i.
* Avukatı
n yaptı
ğ
ıiş
.
* Gereksiz, boşsavunma.
avunç
* Acı
nı
n hafiflemesi veya unutulması
, avuntu, teselli.
avundurma
* Avundurmak iş
i.
avundurmak
* Oyalanması
nısağlamak.
* Acı
sı
nı
hafifletmek, acı
sı
nı
unutturmak, teselli etmek.
avunma
avunmak
avuntu
* Avunmak iş
i, teselli.
* Bir ş
eyle uğ
raş
arak acı
sı
nıunutmak, sı
kı
ntı
lardan uzaklaş
mak, teselli bulmak, müteselli olmak.
* Oyalanmak; yetinmek.
* (hayvan) Gebe kalmak.
*İ
nsanıavutan ş
ey, teselli.
avurdu avurduna geçmek
* çok zayı
flamak.
avurt
* Yanağı
n ağ
ı
z boş
luğu hizası
na gelen bölümü.
avurt satmak (veya avurt zavurt etmek)
* beceremeyeceği ş
eyleri becerebilecekmişgibi konuş
mak.
* korkutucu büyük sözler söylemek.
avurt ş
iş
irmek
* yanağ
ı
n iç tarafı
ndaki boş
luğ
u su veya havayla doldurup ş
iş
kin duruma getirmek.
avurt ünsüzü
* Dil ucunun ön damağa veya art damağ
a çarpması
ndan oluş
an ve dilin yanları
ndan akan ses: Dil, bel, el, dal,
bal, al kelimelerindeki l ünsüzü gibi.
avurtlama
* Avurtlamak iş
i.
avurtlamak
* Büyülenmek.
* Çalı
m satmak, yüksekten atmak.
avurtlarıçökmek (veya avurtlarıbirbirine geçmek)
* çok zayı
fladı
ğ
ıyüzünden belli olmak.
avurtlu
* Çalı
m satan, yüksekten atan.
Avustralya kara tavuğ
u
* Serçegillerden, erkeğinin kuyruğ
u lir biçiminde ve çok süslü bir Avustralya kuş
u (Maenura superba).
Avustralyalı
* Avustralya kökenli olan (kimse).
Avusturyalı
* Avusturya kökenli olan (kimse).
avutma
avutmak
avutucu
avutulma
* Avutmak iş
i, teselli.
* (bir kimsenin acı
sı
nı
veya sı
kı
ntı
sı
nı
) Yatı
ş
tı
rmak, teselli etmek.
* Oyalamak.
* Avutan, teselli eden.
* Avutulmak iş
i.
avutulmak
* Avutmak iş
ine konu olmak.
Ay
* Yer yuvarlağ
ı
nı
n uydusu olan gök cismi, kamer.
* Yı
lı
n on iki bölümünden her biri.
* Art arda gelen iki yeni ay arası
nda geçen süre.
* Bir ayı
n herhangi bir gününden ertesi ayı
n aynıgününe kadar geçen veya yaklaş
ı
k 30 gün olarak kabul
edilen süre.
ay
-ay / -ey
* Birdenbire duyulan acı
, ağrıveya ş
aş
ı
rma, ürkme veya sevinç anlatı
r.
*İ
simden isim türeten ek: kol-ay, düz-ey, gün-ey, yüz-ey vb.
-ay / -ey, y
* Fiilden isim ve sı
fat türeten ek: ol-ay, dene-y, yapa-y vb.
ay ağı
lı
* Ayı
n aylası
, hale.
ay aydı
n, hesap belli
* anlaş
ı
lmayacak bir ş
ey yok, hesap ortada, açı
k.
ay balı
ğ
ı
* Ay balı
ğ
ı
gillerden, 3 m boyunda, görünüş
ü balı
k baş
ı
na benzeyen, kuyruk yüzgeci hilâl biçiminde olan,
Akdeniz'de yaş
ayan bir balı
k türü, pervane balı
ğı
, kemer balı
ğı
(Mola mola).
ay balı
ğ
ı
giller
* Kemikli balı
klar takı
mı
nı
n çengel çeneliler alt takı
mı
na giren bir familya.
ay balta
* Ağzıyarı
m daire biçiminde olan balta, teber.
ay çekirdeğ
i
* Ay çiçeğ
inin tohumu.
* Genellikle vakit geçirmek için içi yenen kuru yemişçeş
idi.
ay dede
* (çocuk dilinde) Ay.
ay dedeye misafir olmak
* gece açı
kta yatmak, geceyi açı
kta geçirmek.
ay dönümü
* Aybaş
ı
.
ay evi
ay gibi
* Ayla.
* Bkz. ay parçası
.
ay harmanlanmak
* ayı
n çevresinde ayla oluş
mak.
ay ı
ş
ı
ğı
* Ayı
n yeryüzüne verdiğ
iı
ş
ı
k.
* Ayı
n dolunay durumundaki parlak durumu, mehtap.
ay karanlı
ğ
ı
* Bulutlar arkası
nda kalan ayı
n yaydı
ğı
hafif aydı
nlı
k.
ay modülü
* Gözlem araçları
nıiçinde taş
ı
yan, ay araş
tı
rmalarıiçin kullanı
lan ve ay yüzüne yumuş
ak inişyapan araç.
ay örümceğ
i
* Ay modülü.
ay parçası(gibi)
* (kadı
n veya kı
z için) çok güzel.
ay takvimi
* Ayı
n gökyüzündeki görünen hareketine ve evrelerine göre düzenlenen takvim, kamer takvimi.
Ay tutulması
* Yer yuvarlağ
ı
nı
n Güneşile Ay arası
na girmesiyle, Ay'ı
n yer yuvarlağ
ıgölgesinde kalması
, husuf.
ay yı
ldı
z
* Türk bayrağ
ı
ndaki ayça ve beşı
ş
ı
nlıyı
ldı
zdan oluş
muşsimge.
ay yı
lı
* Ayı
n on iki kez yeni aydan yeni aya gelmesi için geçen süre (354 gün 8 saat).
aya
* Elin parmak dipleriyle bilek arası
ndaki iç bölümü, avuç içi; ayak tabanı
.
* Yaprakları
n düz ve parlak bölümü.
ayağ
a düş
mek
* iş
e ilgisiz ve yetkisiz kimseler karı
ş
mak.
ayağ
a fı
rlamak
* hı
zla ayağa kalkmak.
ayağ
a kaldı
rmak
* telâşve heyecana düş
ürmek.
ayağ
a kalkmak
* ayaklarıüzerinde durmak, dikilmek.
* telâş
lanmak, telâş
a kapı
lmak, heyecanlanmak.
* (hasta) iyi olmak, iyileş
mek.
* saygıgöstermek için oturma durumundan ayak üzeri durumuna geçmek.
ayağ
ı(veya ayakları
) dolaş
mak
* yürürken telâş
tan ayaklarıbirbirine takı
lmak.
ayağ
ı(veya ayakları
) suya ermek
* bir gerçeğ
i anlayarak aklıbaş
ı
na gelmek.
ayağ
ıalı
ş
mak (veya alı
ş
mamak)
* bir yere sürekli gitmek (veya gitmemek).
ayağ
ıdüş
mek
* Bkz. yolu düş
mek.
ayağ
ıdüze basmak
* güçlükleri yenerek ilerisinden korkmayacak bir duruma girmek.
ayağ
ıile (veya kendi ayağ
ıile) gelmek
* kendi isteğiyle gelmek veya emek çekilmeden elde edilmek.
ayağ
ıuğ
urlu
* geldiğ
i yere uğur getirdiğ
ine inanı
lan (kiş
i).
ayağ
ıüzengide
* hemen yola çı
kmak üzere olan.
ayağ
ıyerden kesilmek
* ayağ
ıyere değ
mez olmak.
* bir taş
ı
ta binip yaya yürümekten kurtulmak.
ayağ
ıyürüten baş
tı
r
* halkı
n düzen içinde çalı
ş
ması
nıbaş
takiler sağ
lar.
ayağ
ı
na (veya ayakları
na) kapanmak
* alçalı
rcası
na yalvarmak.
* bağ
ı
ş
lanmak için yalvarmak.
ayağ
ı
na (veya bacağ
ı
na) geçirmek
* aceleyle bir ş
eyi giymek.
ayağ
ı
na bağolmak
* (biri) bulunduğ
u yerden ayrı
lması
na veya yaptı
ğ
ıiş
i sürdürmesine engel olmak.
ayağ
ı
na bağvurmak
* önüne bir engel çı
karmak.
ayağ
ı
na çabuk
* bir yere alı
ş
ı
landan daha kı
sa sürede gidip gelen.
ayağ
ı
na çağı
rmak
* yanı
na gelmesini istemek.
ayağ
ı
na çelme takmak
* biri yürürken ayaklarıarası
na ayak uzatı
p düş
ürmek.
* (birinin) iş
inde yükselmesine engel olmak.
ayağ
ı
na dolanmak (veya dolaş
mak)
* baş
kası
na yapmayıtasarladı
ğıkötülük kendi baş
ı
na gelmek.
* işyapmakta olan birine engel olmak, yürümesine engel olmak.
ayağ
ı
na düş
mek
* çok yalvarmak.
ayağ
ı
na gelmek
* alçak gönüllülük göstererek birinin yanı
na gelmek.
* emek çekilmeden elde edilmek.
ayağ
ı
na getirmek
* sı
ra, saygıgözetmeksizin birinin yanı
na gelmesini sağ
lamak.
ayağ
ı
na gitmek
* alçak gönüllülük ederek veya saygı
göstererek birinin yanı
na varmak.
ayağ
ı
na ip takmak
* bir kimseyi çekiş
tirmek.
ayağ
ı
na kira istemek
* gelmeye nazlanmak, gitmeye üş
enmek.
ayağ
ı
na sı
cak su mu, soğuk su mu dökelim?
* ender gelen bir konuğa yarısitem, yarısevinçle söylenen söz.
ayağ
ı
na üş
enmemek
* hamarat olmak, ayak iş
lerini bı
kmadan, yorulmadan yapmak.
ayağ
ı
nda donu yok, fesleğ
en ister (veya takar) baş
ı
na
* yoksulluğuna bakmayarak süs ve gösterişyapmak ister.
ayağ
ı
nı(veya ayakları
nı
) altı
na almak
* tek bacağı
nı(veya bacakları
nı
) kı
vı
rı
p üzerine oturmak.
ayağ
ı
nı(veya ayakları
nı
) öpeyim
* yalvarı
rı
m.
ayağ
ı
nıalamamak
* ağ
rıveya uyuş
ma dolayı
sı
yla ayağ
ı
nı
oynatamamak.
* alı
ş
ı
lan bir yere gitmekten kendini alamamak.
ayağ
ı
nıbağlamak
* engel olmak.
ayağ
ı
nıçekmek
* sı
k sı
k gittiğ
i bir yere artı
k uğramaz olmak, ilgiyi kesmek.
ayağ
ı
nıdenk almak
* baş
kaları
nı
n kendisine yapmasıihtimali bulunan kötülüklere karş
ı
uyanı
k davranmak.
* dikkat.
ayağ
ı
nıdenk basmak
* dikkatli ve uyanı
k davranmak.
ayağ
ı
nıgiymek
* ayakkabı
sı
nı
giymek.
ayağ
ı
nıkaydı
rmak
* bir yolunu bulup birini iş
inden veya görevinden uzaklaş
tı
rmak.
ayağ
ı
nıkesmek
* bir yere gitmez olmak, uğ
ramamak.
* baş
kası
nıbir yere artı
k uğramaz duruma getirmek.
ayağ
ı
nısürümek
* verilen bir iş
i ağ
ı
rdan almak.
* bir yerden uzaklaş
mak üzere bulunmak.
* halk inanı
ş
ı
na göre bir kimsenin gelmesi, ardı
ndan baş
kaları
nı
n da gelmesine yol açmak.
* ölmek üzere olmak.
ayağ
ı
nıtek almak
* bir iş
te iyi düş
ünüp dikkatli davranmak.
ayağ
ı
nıvurmak
* ayakkabıayağı
nıyara etmek.
ayağ
ı
nıyorganı
na göre uzatmak
* giderini gelirine uydurmak.
ayağ
ı
nı
n (veya ayaklar) altı
nda
* (yüksek bir yerden) genişbir alanı
görür durumda.
ayağ
ı
nı
n (veya ayakları
nı
n) altı
nıöpeyim
* "pek çok yalvarı
rı
m" anlamı
nda kullanı
lı
r.
ayağ
ı
nı
n altı
na almak
* tekme ile dövmek.
ayağ
ı
nı
n altı
na karpuz kabuğu koymak
* bir yolunu bulup bir kimseyi düzenle iş
inden uzaklaş
tı
rmak.
ayağ
ı
nı
n bağı
nıçözmek
* karı
sı
nıboş
amak.
* serbest davranması
nıengelleyen iliş
kilere son vermek.
ayağ
ı
nı
n bastı
ğıyerde ot bitmez
* uğradı
ğ
ıyere bereketsizlik, uğ
ursuzluk getirir.
ayağ
ı
nı
n pabucu olamamak
* değ
erce ondan çok aş
ağ
ıolmak.
ayağ
ı
nı
n pabucunu baş
ı
na giymek
* dengi olmayan bir kimseyle evlenmek.
* değ
ersiz bir kimseyi üstün bir yere geçirmek.
ayağ
ı
nı
n tozu ile
* yoldan gelir gelmez, henüz dinlenmeden.
ayağ
ı
nı
n tozunu silmeden
* henüz yoldan gelmiş
ken.
ayağ
ı
nı
n türabı
olmak
* bir kimse baş
ka bir kimseye kul gibi bağlanı
p onun her emrini yerine getirmek.
ayak
* Bacakları
n bilekten aş
ağı
da bulunan ve yere basan bölümü.
* Bacak.
* Birtakı
mş
eylerin yerden yüksekçe durması
nı
sağlayan dayak, destek veya bunlardan her biri.
* Vücudun belden aş
ağ
ıbölümü.
* Büyük bir ı
rmağa karı
ş
an ikinci derecedeki akarsuları
n her biri.
* Göl ayağı
.
* Yürüyüş
ün ağı
rlı
k veya çabukluk derecesi.
* Basamak.
* Halk edebiyatı
nda uyak.
* Halk edebiyatı
nda koş
uklarda kı
sa yedekli dizelere verilen ad.
* Yarı
m arş
ı
n veya 30,5 cm uzunluğ
undaki ölçü birimi, kadem.
* 30,4 cm değ
erinde İ
ngiliz uzunluk ölçüsü birimi, fut.
* (buzdolabıölçülerinde) İ
ngiliz ölçüsü fut'un kübü alı
narak hesaplanan değ
er.
* Bir doğ
runun baş
ka bir doğruyu veya bir düzlemi kestiği nokta.
* Aş
ağ
ıdüzeyde, sı
radan, bayağı
.
ayak atmak
* girmek.
* ilk kez gitmek.
ayak atmamak
* bir yere hiç gitmemek, uğ
ramamak.
ayak ayak üstüne atmak
* otururken bir bacağ
ı
nıötekinin üstüne almak.
ayak bağ
ı
* Bir yere veya bir iş
e gidilmesine engel olan ş
ey.
ayak basmak
* bir yere varmak, ulaş
mak.
* girmek, gelmek, uğ
ramak.
* (bir yere veya mesleğ
e) girmek, bağ
lanmak.
ayak basmamak
* bir yere hiç uğramamak.
ayak bileğ
i
* Baldı
r kemikleriyle tarak kemikleri arası
nda bulunan ve yedi kemikten oluş
an ayağı
n arka bölümü.
ayak çekmek
* kandı
rmaya çalı
ş
mak, avutmak.
ayak değiş
tirmek
* talim yürüyüş
ünde kı
sa bir adı
m atmak yolu ile adı
mları
nıbaş
kaları
nı
nkine uydurmak.
ayak diremek
* bir düş
ünceyi, bir davranı
ş
ısonuna kadar sürdürmek, kendi tutumundan ş
aş
mamak.
ayak divanı
* Olağ
anüstü durumlarda o anda bulunulan yerde padiş
ahı
n katı
lması
yla bir konuyu görüş
mek ve karara
bağlamak için yapı
lan toplantı
, ayakta toplanan meclis.
* Ayakta yapı
lan sohbet.
ayak iş
i
ayak izi
* Birtakı
m getir götür iş
leri.
* Herhangi bir zemin üzerinde ayağı
n bı
raktı
ğıiz.
ayak keseri
* Ayakta durarak ağ
aç yontmaya elveriş
li uzun saplıkeser.
ayak kirası
* Bir haber veya eş
ya getirene emeğine karş
ı
lı
k verilen para, ayak teri.
ayak makinesi
* Ayak yardı
mıile iş
letilen makine.
ayak oyunu
* Hile.
ayak satı
cı
sı
* Gezgin satı
cı
.
ayak sürümek
* verilen bir iş
i ağ
ı
rdan almak.
* gönderilen yere isteği ile gitmemek.
ayak takı
mı
* Görgüsüzlükleri veya bilgisizlikleri dolayı
sı
yla toplum içinde aş
ağ
ıdurumda olan kiş
iler.
ayak tarağı
* Bkz. tarak.
ayak tedavisi
* Ayakta oluş
an bir hastalı
ğ
ı
n veya rahatsı
zlı
ğ
ı
n tedavisi.
* Ayakta tedavi.
ayak teri
* Ayak parmaklarıarası
ndan çı
kan pis kokulu salgı
.
* Hizmet için bir yere gönderilen kimseye verilen ücret, ayak kirası
.
ayak topu
* Futbol.
ayak tutmak
* mani yarı
ş
maları
nda karş
ı
sı
ndakine uymasıgereken uyağı
vermek.
ayak ucu
* Yatanı
n veya yatı
lan bir yerin ayak uzatı
lan yönü, yeri.
* Ayak parmak uçları
nı
n oluş
turduğu dar dayanak yüzeyi.
ayak uydurmak
* yürüyüş
te adı
m atı
ş
ı
nıbaş
kaları
nı
nkine uydurmak.
* kendi gidişve davranı
ş
ı
nıbaş
kası
nı
nkine benzetmek.
ayak vermek
* âş
ı
k atı
ş
maları
nda dinleyicilerden biri uyak belirtmek.
ayak yalı
n
* Yalı
n ayak.
ayak yapmak
* birini aldatmak, kandı
rmak için dalavere çevirmek.
ayakaltı
* Gelip geçenlerin çok olduğ
u yer.
ayakaltı
na almak
* hakir görülmek, gözden çı
karı
lmak.
ayakaltı
nda bı
rakmak
* ezilmesine, yok olması
na göz yummak, korumamak.
ayakaltı
nda dolaş
mak
* bir iş
e yaramadı
ğ
ıhâlde herkesin iş
ine engel olacak biçimde ortalı
kta dolaş
mak.
ayakbastı
* Bir yere dı
ş
arı
dan gelen insan ve eş
yadan alı
nan vergi, toprakbastı
.
ayakçak
* Merdiven, merdiven basamağ
ı
.
* Dokuma tezgâhıayaklı
ğı
.
* Çocukları
n, cambazları
n ayakları
na takı
p yürüdükleri çifte sı
rı
k.
ayakçı
* Ayak iş
lerinde kullanı
lan kimse.
* Bir işsüresince tutulan hizmetçi.
* Gezici satı
cı
, çerçi.
ayakçı
n
* Dokuma tezgâhları
nda atkıipliklerini hareket ettirmek için ayakla bası
lan tahta ayaklı
k.
ayakkabı
* Özellikle sokakta ayağı
korumak için giyilen ve altıkösele, lâstik gibi dayanı
klımaddelerden yapı
lan ayak
giyeceğ
i, pabuç.
ayakkabıvurmak
* (ayakkabı
) ayağı
zedelemek, ayağı
rahatsı
z etmek.
ayakkabı
cı
* Ayakkabıyapan veya satan kimse, pabuççu.
* Ayakkabısatı
lan yer.
ayakkabı
cı
lı
k
* Ayakkabı
cı
nı
n iş
i, pabuççuluk.
ayakkabı
ları
nıçevirmek
* konuk ayakkabı
ları
nı
gidişyönüne doğ
ru düzgün biçimde sı
ralamak.
* bazıdavranı
ş
larla konuğu gitmeye zorlamak.
ayakkabı
lı
k
* Ayakkabıkonulan yer, ayakkabıdolabı
.
* Ayakkabıyapmaya elveriş
li olan (deri, kösele gibi ş
eyler).
ayaklama
* Ayaklamak iş
i.
ayaklamak
* Ayakla ölçmek.
ayaklandı
rma
* Ayaklandı
rmak iş
i.
ayaklandı
rmak
* Ayaklanmak iş
ini yaptı
rmak.
ayaklanma
* Ayaklanmak iş
i.
* Birçok kimsenin cebir ve ş
iddet kullanarak devlet güçlerine karş
ıgelmesi, başkaldı
rma, isyan, kı
yam.
ayaklanmak
* (çocuk için) Yürümeye baş
lamak.
* (hasta için) Yürüyebilir duruma gelmek.
* Ayağa kalkı
p gitmeye davranmak.
* (birçok kimse) Cebir ve ş
iddet kullanarak devlet güçlerine karş
ıgelmek, başkaldı
rmak, isyan etmek.
* Uyanmak, uyanı
p kalkmak.
ayaklar altı
na almak
* önem verilmesi gereken ş
eyleri hiçe saymak, çiğ
nemek.
ayaklar baş
, baş
lar ayak olmak
* değ
ersiz kimseler baş
a geçip, değ
erli kimseler ise en geride bı
rakı
lmak.
ayaklarıdolaş
mak
* yürürken ayaklarıbirbirine takı
lmak.
ayaklarıgeri geri gitmek
* bir yere gönülsüz, istemeye istemeye gitmek.
ayaklarıyere değmemek
* çok sevinmek.
ayakları
na (veya ayağ
ı
na) kara su (veya sular) inmek
* uzun süre ayakta kalmak veya yürümekten çok yorulmak.
ayakları
nısürümek
* güçlükle yürümek, ayağ
ı
nı
sürümek.
ayakları
nıyerden kesmek
* bir taş
ı
ta binerek yürümekten kurtulmak.
ayakları
nı
n (veya ayağı
nı
n) ucuna basmak
* çok yavaş
, sessiz, gürültü yapmamaya özen göstererek yürümek.
ayaklı
* Ayağıolan.
* Bir destekle yere dayanan.
* Ayakla iş
letilen.
ayaklı
canavar
* Çok hareketli, yaramaz, cin gibi çocuk.
ayaklı
koş
ma
* Halk ş
iirinde müstezat tarzı
nda söylenen deyiş
.
ayaklı
kütüphane
* Pek çok konuda bilgisi olan, çok ş
ey okumuşve öğrenmişolan, sorulan her soruya cevap verebilen kimse.
ayaklı
mani
* Cinaslıayaklarla söylenen bir mani türü.
ayaklı
k
ayaksı
z
* Ayakla iş
letilen makinelerde ayağı
n bastı
ğ
ıyer, pedal.
* Ayak basacak yer.
* Ayakçak.
* Taban.
* Ayağıolmayan.
ayaksı
zlar
* Omurgalıhayvanlarda amfibyumlar sı
nı
fı
nı
n en ilkel yapı
lıtürlerini içine alan bir takı
m.
ayakta
* Ayağa kalkmı
şdurumda.
* Telâş
lı
, heyecanlı
.
ayakta kalmak
* oturacak yer bulamamak.
* yı
kı
lmamak, çökmemek.
* değ
erini yitirmemek, önemini korumak.
ayakta tedavi
* hastanı
n yatağa yatı
rı
lmasıgerekli görülmeyerek kendisine ayakta yapı
lan tedavi.
ayakta tutmak
* oturtmak gerekirken oturtmamak.
* bozulması
na, yı
kı
lması
na, çökmesine engel olmak.
* bir kuruluş
un yaş
aması
nı
sağ
lamak.
ayakta tutmak
*oş
eyin sürekliliğ
ini sağlamak.
ayakta uyumak
* aş
ı
rıdalgı
n, ş
aş
kı
n veya yorgun olmak.
ayaktan
* (kesim hayvanlarıiçin) canlıolarak.
ayaktaş
ayakucu
ayaküstü
* Arkadaş
, yoldaş
; hempa.
* Yeryüzünde bir noktada çekülün gösterdiğ
i doğrultudaki alt yön.
* Oturmadan, ayakta durarak; kı
sa sürede.
* Acele olarak.
* Hazı
r yemek, festfut.
ayaküzeri
* Ayaküstü.
ayakyolu
*İ
nsanı
n besin artı
kları
yla idrarı
nıboş
alttı
ğıyer, abdesthane, helâ, kademhane, memiş
hane, kenef, tuvalet.
ayal
* Karı
, eş
.
ayan
âyan
* Belli, açı
k.
*İ
leri gelenler.
* Senato üyeleri.
ayan beyan
* Besbelli, apaçı
k, açı
k seçik.
ayan olmak
* belli olmak, bilinir olmak.
ayandon
* 18 Ocak'ta baş
layan bir fı
rtı
na.
ayar
* Bir aygı
tı
n gereken iş
i yapabilmesi durumu.
* Saatler için belli bir yere göre kabul edilmişolan ölçü.
* Altı
n, gümüşgibi madenlerden yapı
lmı
şş
eylerin saflı
k derecesi.
* Bir işveya bir davranı
ş
ta gereken ölçü.
* Değer derecesi.
ayar etmek
* (bir aygı
tı
n) çalı
ş
ması
nıdüzeltmek, düzenli iş
ler duruma getirmek.
ayarcı
* Esnafı
n kullandı
ğ
ıölçü aletlerini denetleyen görevli.
ayarıbozuk
* Belli bir ayarıolmayan.
* Ahlâk, karakter veya aklı
yerinde olmayan.
ayarlama
* Ayarlamak iş
i.
ayarlamak
* Bir ölçünün doğ
ruluğ
unu belli bir örneğe göre düzeltmek, doğ
rulamak.
* Bir aygı
tı
belli bir işyapabilecek duruma getirmek.
*İ
ş
leri birbiriyle çatı
ş
mayacak veya zamanı
nda bitirecek biçimde düzenlemek.
* Kandı
rmak.
ayarlanma
* Ayarlanmak iş
i.
ayarlanmak
* Ayar edilmek, birbirine uygun duruma getirilmek.
ayarlatma
* Ayarlatmak iş
i.
ayarlatmak
* Ayar ettirmek.
ayarlı
* (saat ve makine için) Ayarlanmı
ş
, doğ
ru çalı
ş
masısağ
lanmı
ş
, düzeltilmiş
, düzenli, doğ
ru.
* (altı
n ve gümüşiçin) Belirli bir ayarı
olan.
ayarlıpense
* Vida, cı
vata ve musluk aksamı
nı
sı
kı
ş
tı
rmak amacı
yla kullanı
lan, ağı
z açı
klı
ğ
ıayarlanabilen özel alet.
ayarsı
z
* Ayarıyapı
lmamı
ş
, ayarıbozuk, düzensiz.
* Davranı
ş
larıölçüsüz.
* (altı
n ve gümüşiçin) Belli bir ayarıolmayan.
ayarsı
zlı
k
* Ayarsı
z olma durumu.
* Ölçüsüzlük, düzensizlik.
ayartı
ayartı
cı
* Baş
tan çı
karma.
* Baş
tan çı
karan, doğru yoldan saptı
ran, ayartan.
ayartı
cı
lı
k
* Ayartı
cı
nı
n yaptı
ğ
ıiş
.
ayartı
lma
* Ayartı
lmak iş
i.
ayartı
lmak
* Ayartmak iş
ine konu olmak.
ayartma
* Ayartmak iş
i.
ayartmak
* Baş
tan çı
karmak, doğ
ru yoldan saptı
rmak.
* Kandı
rmak.
* Birini, çalı
ş
tı
ğı
yerden ayı
rı
p baş
kası
nı
n yanı
nda çalı
ş
maya kandı
rmak.
ayaz
* Duru, sakin havada çı
kan kuru soğ
uk.
* (hava ve gece için) Soğ
uk.
ayaz kesmek
* uzun süre soğukta kalı
p üş
ümek.
ayaz paş
a kol geziyor
* dı
ş
arı
da çok soğ
uk var.
ayaz vurmak
* (sebze ve meyveler için) donmak.
ayaza çekmek
* kı
ş
ı
n kuru soğ
uk artmak.
ayazda kalmak
* soğukta kalmak.
* boşyere beklemek, eline bir ş
ey geçmemek.
ayazlama
* Ayazlamak iş
i.
ayazlamak
* (hava) Ayaza çevirmek.
* Ayazda kalı
p üş
ümek.
* Boşyere beklemek, eline bir ş
ey geçmemek.
ayazlandı
rı
lma
* Ayazlandı
rı
lmak durumu.
ayazlandı
rı
lmak
* Ayazlanması
sağlanmak.
ayazlandı
rı
lmı
şrakı
* Halk inanı
ş
ı
na göre sı
tma tedavisinde kullanı
lmak üzere rakı
nı
n açı
larak balkonda veya dı
ş
arı
da bekletilmiş
hâli.
ayazlandı
rma
* Ayazlandı
rmak durumu.
ayazlandı
rmak
* Ayazlanması
nısağlamak.
ayazlanma
* Ayazlanmak iş
i.
ayazlanmak
* Ayazda bı
rakı
lı
p soğ
umak.
ayazlatma
* Ayazlatmak iş
i.
ayazlatmak
* Soğukta bekletmek.
* Ayazda soğ
utmak.
ayazlı
k
ayazma
aybaş
ı
* Evlerde serinlemek için kullanı
lan önü açı
k yer, tahtaboş
, balkon, taraça.
* Rumları
n kutsal saydı
kları
kaynak veya pı
nar.
* Ayı
n ilk günü, ay dönümü.
* Ayı
n ilk günü.
aybaş
ıolmak
* (kadı
nı
n) ayda bir döl yatağ
ı
ndan kan gelmek, âdet görmek.
aybeay
* Aydan aya, ay ay olarak.
ayça
* Ayı
n ilk günlerinde aldı
ğı
yay biçimi, hilâl.
* Bayrak ve sancak direklerinin tepesindeki pirinçten yapı
lmı
şay yı
ldı
zlısüs, alem.
ayçiçeği
* Birleş
ikgillerden, sarırenkli çiçeği çok iri olan, yurdumuzda çok yetiş
tirilen bir bitki, gün çiçeğ
i, günebakan;
gündöndü (Helianthus annuus).
* Bu bitkinin yağçı
karı
lan tohumu.
ayçiçeği yağ
ı
* Ay çiçeğ
inden çı
karı
lan yağ.
ayçöreği
*İ
çine tarçı
n, ceviz konularak ay biçiminde yapı
lmı
şçörek.
ayda yı
lda bir
* çok seyrek olarak.
aydemir
* Yüzü yay biçiminde bir çeş
it keser.
aydı
n
* Iş
ı
k alan, ı
ş
ı
kl ı
, aydı
nlı
k.
* Kültürlü, okumuş
, görgülü, ileri düş
ünceli (kimse), münevver.
* Kolayca anlaş
ı
lacak kadar açı
k (söz veya yazı
), vazı
h.
aydı
nger
* Parlak yüzeyli, saydam, mimarlı
kta çizim için kullanı
lan özel bir kâğ
ı
t.
aydı
nlanma
* Aydı
nlanmak iş
i.
* Bir sorun üzerine gereği kadar bilgi edinme, tenevvür.
* Bir yüzeyin, karş
ı
sı
na konulan eş
it ı
ş
ı
k kaynakları
nı
n sayı
sıile orantı
lıolarak aydı
nlı
k görünmesi.
aydı
nlanmak
* Aydı
nlı
k olmak.
* Bir sorun üzerine gereği kadar bilgi edinmek, tenevvür etmek.
aydı
nlatı
cı
* Aydı
nlı
k verici.
* Bir sorunla ilgili gerekli bilgileri veren.
aydı
nlatı
lma
* Aydı
nlatı
lmak iş
i.
aydı
nlatı
lmak
* Aydı
nlatmak iş
ine konu olmak.
aydı
nlatma
* Aydı
nlatmak iş
i.
* Sahnelerin ı
ş
ı
klandı
rı
lmasıiş
i.
aydı
nlatmak
* Karanlı
ğ
ıgiderip görünür duruma getirmek.
* Bir sorun üzerine bilgi vermek.
aydı
nlı
k
boş
luk.
* Bir yeri aydı
nlatan güç, ı
ş
ı
k.
* Iş
ı
k alan.
* Kolay anlaş
ı
lacak derecede açı
k olan, vazı
h.
* Kötülükten uzak, temiz, saf.
* Bir yapı
nı
n ortası
na gelen oda ve öbür bölümlerin ı
ş
ı
k almasıiçin, damı
n ortası
ndan zemine kadar açı
lan
aydı
nlı
kölçer
* Aydı
nlı
kları
ölçmeye yarayan aygı
t, lüksmetre.
ayet
* Kur'an surelerini oluş
turan cümlelerden her biri.
aygı
n
* Bitkin.
aygı
n baygı
n
* Güçsüz, çok yorgun, bitkin.
* Duyguda ölçüyü kaçı
rmı
ş
.
* Kendinden geçercesine âş
ı
k, vurgun.
aygı
r
* Damı
zlı
k erkek at.
aygı
r deposu
* Aygı
rları
n bakı
ldı
ğ
ıbüyük ahı
r.
aygı
r gibi
* iri yarı
cüsseli, güçlü (kimse).
aygı
t
* Birçok parçadan yapı
lmı
şalet, cihaz.
* Vücutta belirli bir görevin sağlanması
na yarayan organları
n hepsi, cihaz.
* Birkaç aletin uygun biçimde eklenmesinden oluş
turulan ve bazıbelli deneylerin yapı
lması
na yarayan takı
m.
ay-gün takvimi
* Güneş
in görünen hareketlerine göre düzenlenen takvim.
ay-gün yı
lı
* Hem ay evreleri değiş
imi hem de güneş
in gökyüzündeki görünen hareketi göz önüne alı
narak düzenlenmiş
olan takvim yı
lı
.
ayı
* Memelilerin et obur takı
mı
ndan, beşparmaklı
, tabanları
na basarak yürüyen, yurdumuzda boz türü
bulunan, iri gövdeli hayvan (Ursus arctos).
* Kaba saba.
ayı
balı
ğı
* Fok.
ayı
gibi
* iri yarı
.
* kaba, anlayı
ş
sı
z (kimse).
ayı
gördüm, yı
ldı
za itibarı
m (veya minnetim) yok
* bir ş
eyin en iyisine alı
ş
tı
ktan sonra ondan aş
ağ
ıolanlar beni doyuramaz.
ayı
görmeden bayram etme
* bir işgerçekleş
meden ona oldu gözüyle bakı
lı
p sevinilmemelidir.
ayı
gülü
*İ
ki çenekliler sı
nı
fı
nı
n düğün çiçeğigiller familyası
ndan bir ş
akayı
k türü (Peconia corollina).
ayı
üzümü
* Fundagillerden, küçük taneli yemiş
ler veren, tüylü bir bitki (Arbutus uva ursi).
ayı
yavrusu ile oynuyor
* iri ve yetiş
kin birinin ufak tefek birine, bir çocuğ
a el ş
akası
yapmasıveya gücünü onda denemesi karş
ı
sı
nda
ayı
plama yollu söylenir.
ayı
yürüyüş
ü
* Gergin kol ve bacaklarla dört ayak yürüme.
ayı
bacağı
* Çift yan yelkenlerden birini sağdan, birini soldan kullanma biçimi.
ayı
bı
nıyüzüne vurmak
* birinin kusurunu yüzüne söylemek.
ayı
boğ
an
ayı
cı
ayı
cı
lı
k
ayı
giller
*İ
ri yarı
, kaba ve anlayı
ş
sı
z (kimse).
* Ayıoynatmayıişedinen kimse.
* Sert, kaba ve hoyrat (kimse).
* Ayı
cı
nı
n iş
i, mesleğ
i.
* Memeli et oburlardan, ayı
ları
içine alan bir familya.
ayı
k
* Sarhoş
luğ
u veya baygı
nlı
ğ
ıgeçmişolan.
* Sarhoş
luğ
u geçmişbir biçimde.
* Anlayı
ş
lı
, uyanı
k.
ayı
kla pirincin taş
ı
nı
!
* bir iş
in pek karı
ş
ı
k ve içinden çı
kı
lmaz durumda olduğ
unu anlatmak için kullanı
lı
r.
ayı
klama
* Ayı
klamak iş
i.
ayı
klamak
* Bir ş
eyin içinden, iş
e yaramayan, gereksiz veya istenmeyen taneleri veya maddeleri ayı
rı
p çı
karmak,
temizlemek.
* Bir görevde gereksiz görülenleri iş
inden ayı
rmak.
ayı
klanma
* Ayı
klanmak iş
i.
* Yaş
ayan varlı
klarda ortamı
nş
artları
na en iyi uyan türlerin veya bireylerin üreyip kalması
, uyamayanları
n
yok olması
,ı
stı
fa.
ayı
klanmak
* Ayı
klamak iş
ine konu olmak.
ayı
klatma
* Ayı
klatmak iş
i.
ayı
klatmak
* Ayı
klamak iş
ini yaptı
rmak.
ayı
klı
k
* Ayı
k olma durumu.
ayı
kmak
* Ayı
lmak, kendine gelmek, uyanmak, aklıbaş
ı
na gelmek.
ayı
kulağ
ı
* Çuha çiçeğinin bir türü (Primula auricula).
ayı
lı
k
* Kabalı
k, kaba davranı
ş
.
ayı
lı
k etmek
* kaba davranmak.
ayı
lı
p bayı
lmak
* birini kendinden geçercesine sevmek.
* aş
ı
rıölçüde sinir bunalı
mlarıgeçirmek.
ayı
lma
ayı
lmak
ayı
ltı
ayı
ltma
* Ayı
lmak iş
i.
* Sarhoş
luk, baygı
nlı
k gibi bir durumdan kurtulmak, kendine gelmek.
* Aklıbaş
ı
na gelip gerçeğ
i görmek.
*İ
çki içmişbir kimsenin duyduğ
u başağrı
sıve sersemlik, mahmurluk.
* Ayı
ltmak iş
i.
ayı
ltmak
* Ayı
lması
nısağlamak.
-ayı
m / -eyim
*İ
stek kipi tekil 1. kiş
i eki: yaz-ayı
m, çiz-eyim, oku-y-ayı
m, bekle-y-eyim vb.
ayı
n
* Arap alfabesinde on sekizinci, Osmanlı
alfabesinde yirmi birinci harf.
ayı
n on dördü
* Dolunay.
ayı
n on dördü gibi
* yüzü çok güzel (kadı
n veya kı
z).
ayı
nga
* Kaçak tütün, tütün.
ayı
ngacı
* Tütün kaçakçı
sı
.
ayı
ngacı
lı
k
* Tütün kaçakçı
lı
ğ
ı
.
ayı
nı
n kı
rk türküsü var, kı
rkıda Ahlat üstüne
* bir kimsenin hep aynış
eyi veya hikâyeyi anlatmasıkarş
ı
sı
nda söylenir.
ayı
nları
çatlatmak
* bu harfin gösterdiğ
i Arapçaya özgü sesi gı
rtlakta boğumlamaya çalı
ş
mak.
ayı
p
* Toplumun ahlâk kuralları
na aykı
rıolan, utanı
lacak durum veya davranı
ş
.
* Kusur, eksiklik.
* Utanç veren.
ayı
p etmek (veya yapmak)
* yakı
ş
ı
ksı
zca davranmak.
ayı
p yerler
* vücutta örtülü tutulması
gereken yerler.
ayı
plama
* Ayı
plamak iş
i, takbih.
ayı
plamak
* Kı
namak, takbih etmek.
ayı
planma
* Ayı
planmak iş
i.
ayı
planmak
* Ayı
plamak iş
ine konu olmak.
ayı
plı
ayı
psı
z
* Ayı
bı
, kusuru olan.
* Ayı
bı
, kusuru olmayan.
ayı
ptı
r söylemesi
* "bunu söylemek size karş
ısaygı
sı
zlı
k olacak, ama söylemek zorundayı
m" anlamı
nda özür dilemek için
kullanı
lı
r.
* övünmek gibi olması
n ama.
ayı
raç
ayı
ran
* Cisimleri, birleş
ime veya ayrı
ş
ı
ma uğ
ratarak niteliklerini belirtmede kullanı
lan madde, miyar.
* Iş
ı
ğ
ıyalı
n ögelerine ayı
rma özelliğ
i olan.
ayı
rı
cı
* Ayı
rma özelliğ
i veya gücü olan.
ayı
rı
m
* Ayı
rmak iş
i.
ayı
rı
m yapmak
* eş
it davranı
ş
ta bulunmamak, fark gözetmek.
ayı
rı
m yaratmak
* farklı
lı
k çı
karmak, ikilik ortaya atmak.
ayı
rı
mlama
* Ayı
rı
m yapmak iş
i.
ayı
rı
mlamak
* Ayı
rı
m yapmak.
ayı
rma
* Ayı
rmak iş
i.
ayı
rmaç
ayı
rmak
* Bir ş
eyi benzerlerinden ayı
rt etmeye yarayan durum veya öge, farika.
* Bölmek.
* Bir bütünden bir parçayı
herhangi bir amaçla bir tarafa koymak, saklamak.
* Bir yeri bir engelle bölmek.
* Birbirinden uzaklaş
tı
rmak.
* Nitelik değiş
ikliğini anlamak.
* Seçmek.
*İ
ki veya daha çok kimse arası
ndaki anlaş
mayı
, uzlaş
mayıbozmak.
* Farklıdavranmak, fark gözetmek.
* (bir ş
ey veya yeri) Bir ş
ey veya kimse için kullanmayıbelirlemek, tahsis etmek.
ayı
rt edilmek
* Ayı
rt etmek iş
ine konu olmak.
ayı
rt etmek
* Birkaç ş
eyi birbirinden ayı
ran niteliğ
i anlamak, tefrik etmek, temyiz etmek.
ayı
rtı
ayı
rtma
ayı
rtmak
* Aynıcinsten olan ş
eyler arası
ndaki ince fark, nüans.
* Ayı
rtmak iş
i.
* Ayı
rmak iş
ini yaptı
rmak.
ayı
rtman
* Sı
navlarda, soruları
n hazı
rlanması
ndan notları
n verilmesine kadar bütün değ
erlendirme çalı
ş
maları
na
katı
lan görevli, mümeyyiz.
ayı
rtmanlı
k
* Ayı
rtmanı
n görevi, mümeyyizlik.
ayı
t
* Mine çiçeğ
igillerden, Akdeniz çevresinde yetiş
en, mavi, beyaz veya menekş
e renginde çiçekler açan, 1-2 m
boyunda bir ağaççı
k, hayı
t (Vitex agnus-castus).
ayı
ya kaval çalmak
* anlayı
ş
sı
z bir kimseye bir ş
ey anlatmaya çalı
ş
mak.
ayı
yıvurmadan postunu satmak
* henüz ele geçmemişbir ş
ey üzerinde hesap yapmak.
ayin
ayinicem
aykı
rı
* Dinî tören, ibadet.
* Mevlevî tekkelerinde okunan ağ
ı
r bestelerin biçimi.
* Mevlevî ve Bektaş
î tekkelerinde kadı
n ve erkeğin birlikte katı
ldı
ğ
ı
, dinî müzikli sohbet töreni.
* Alı
ş
ı
lmı
ş
a, doğ
ru diye bellenmiş
e uygun olmayan, karş
ı
t, ters, mugayir.
* Gidilen yol üzerinde olmayı
p gidişyönüne ters düş
en.
* Çapraz, ters.
* Bütün noktalarıaynı
düzlemde bulunmayan.
aykı
rıdoğ
rular
* Aynıdüzlemde bulunmayan doğrular.
aykı
rıdüş
mek
* uygun gelmemek, ters gelmek, ters düş
mek.
aykı
rıkatmanlaş
ma
* Katmanlarıdüzenli bir biçimde olmayan katmanlaş
ma.
aykı
rıolmak
* ters olmak, zı
t olmak.
aykı
rı
lama
* Aykı
rı
lamak iş
i.
aykı
rı
lamak
* Dikey olarak gelmek; kestirmeden gitmek, düz yoldan ayrı
lmak.
aykı
rı
laş
ma
* Aykı
rı
laş
mak iş
i.
aykı
rı
laş
mak
* Aykı
rı
duruma gelmek.
aykı
rı
lı
k
* Aykı
rı
olma durumu, mugayeret, muhalefet.
ayla
aylak
* Ayı
n ve bazıyı
ldı
zları
n dolayı
ndaki ı
ş
ı
k çevresi, ay ağ
ı
lı
, hale.
* Bazıkutsal kiş
ilerin baş
ıetrafı
nda gösterilen ı
ş
ı
k çevresi.
*İ
ş
siz, boşgezen, avare.
*İ
ş
siz, bir ş
ey yapmayarak.
aylak olmak
* boş
ta olmak, yapacak bir iş
i olmamak, boşoturmak.
aylakçı
* Temelli iş
i olmayan iş
çi.
aylakçı
lı
k
* Temelli işsahibi olmama durumu.
*İ
ş
sizlik, avarelik.
aylaklı
k
* Aylak olma durumu, iş
sizlik, avarelik.
aylaklı
k etmek
* boşdurmak, boşoturmak, iş
siz güçsüz dolaş
mak, çalı
ş
mamak.
aylama
* Aylamak iş
i.
aylamak
* Beklemek.
* Sürmek, devam etmek.
* Ayıdolduran bir süre geçirmek, aylarca kalmak.
aylandı
z
* Sedef otugillerden, Avrupa'ya Çin'den getirilmiş
, kı
sa zamanda yetiş
ip boy attı
ğ
ıiçin bir gölge ağ
acı
olarak
dikilen, kötü kokan bir ağaç, kokar ağaç (Ailanthus glandulosa).
aylanma
* Aylanmak iş
i.
aylanmak
* Bir yerin çevresinde dolanmak.
aylı
* Üzerinde ay biçimi bulunan.
* Ay ı
ş
ı
ğ
ıolan, mehtaplı
.
aylı
ğa geçmek
* çalı
ş
masıkarş
ı
lı
ğ
ıolarak her ay belirli bir para alı
nacak bir iş
e baş
lamak.
* gündelikten veya ücretten kadroya geçmek.
aylı
k
* Birine, görevi karş
ı
lı
ğ
ıolarak veya geçimi için her ay ödenen para, maaş
.
* Bir ay içinde olan veya bir ay süren.
* Ayda bir kez yapı
lan veya çı
kan.
* ... aydan beri var olan.
* Ay olarak, bir ay için.
aylı
k almak
* bir aylı
k çalı
ş
ma karş
ı
lı
ğ
ı
nda para almak.
aylı
k bağlamak
* emekli olan veya baş
ka sebeplerle çalı
ş
mayanlara her ay için belirli bir parayıödemeyi üstlenmek.
aylı
k vermek
* aylı
k olarak üstlenilen parayı
ödemek.
aylı
kçı
aylı
klı
ayma
aymak
aymaz
* Aylı
kla çalı
ş
an kimse.
* Baş
ka geliri olmayı
p yalnı
z aldı
ğ
ıaylı
kla geçinen kimse.
* Aylı
k alan (kimse), maaş
lı
.
* Karş
ı
lı
ğ
ıaylı
kla ödenen.
* Aymak iş
i.
* Kendine gelmek, aklıbaş
ı
na gelmek, ayı
lmak.
* Gerçeği anlamak.
* Çevresinde olup bitenlerin farkı
na varmayan, gafil.
aymazlı
k
* Çevresinde olup bitenlerin farkı
na varamama durumu, aymaza yakı
ş
acak durum, gaflet.
ayn
ayna
* Göz.
* Iş
ı
ğ
ıyansı
tan, varlı
kları
n görüntüsünü veren, cilâlıve sı
rlıcam.
* Gemilerde iş
aretçi erlerin kullandı
ğ
ıdürbün.
* Akı
ntıve anaforun birleş
tiğ
i yerde oluş
an su burgacı
.
* Doğramacı
lı
k ve yapı
cı
lı
kta çerçeve içine geçirilen tahta veya taşlevha.
* Küreğin yassıuç bölümü.
* (atlarda) Diz kapağı
.
*İ
yi bir durumda, yolunda.
* (Karagöz oyununda) Perde.
* Bir olayı
, bir durumu yansı
tan, göz önünde canlandı
ran olay, durum, ş
ey.
ayna gibi
* dümdüz ve parlak.
* (deniz için) kı
mı
ltı
sı
z, durgun.
ayna taş
ı
* Yapı
, anı
t ve çeş
me gibi yerlere konan yazı
lıveya yazı
sı
z süslü taşlevha.
ayna tı
rnağ
ı
* Aynayı
duvara tutturmak için kullanı
lan nikel veya kromla kaplanmı
şmetal parçası
.
aynabakar
* Büyük, yumurtamsı
, kı
rmı
zı
msı
mavi renkli bir erik türü.
aynacı
aynacı
lı
k
* Ayna yapan veya satan kimse.
* Hileci, iş
ine hile karı
ş
tı
ran.
* Aynacı
nı
n yaptı
ğ
ıişveya aynacıolma durumu.
aynalı
* Aynasıolan.
* Parlak yüzlü, yakı
ş
ı
klı
, güzel.
aynalısazan
* Üzerinde az sayı
da büyük pullar bulunan bir tür sazan balı
ğ
ı
.
aynalı
k
* Geminin ve bağ
lı
bulunduğ
u limanı
n adıyazı
lan, düz veya az yuvarlak kı
ç bölüm.
aynalı
k tahtası
* Sandalları
n kı
ç tarafları
nda oturanı
n sı
rtı
nıdayaması
na yarayan tahta.
aynası
z
* Aynasıolmayan.
* Hoş
a gitmeyen, kötü, yakı
ş
ı
ksı
z, çirkin, ters, biçimsiz.
* Polis.
aynası
zlı
k
* Aynası
z olma durumu.
aynaz
* Bataklı
k.
aynaz
aynen
* Köy oyunları
nıyöneten kimse.
* Olduğu gibi, değiş
tirmeden, aynı
yla.
aynı
* Baş
kası
değ
il, yine o.
* Ayı
rt edilemeyecek kadar benzeri özdeş
i, tı
pkı
sı
.
* Değiş
meyen, araları
nda ayrı
m olmayan.
aynı
ağ
zıkullanmak
* aynış
eyi söylemek, aynıdüş
ünceyi ileri sürmek.
aynı
kapı
ya çı
kmak
* sonuç bakı
mı
ndan fark etmemek, aynısonuca varmak.
aynı
potada erimek
* benzer konuları
ve sorunlarıbirlikte düş
ünmek veya değerlendirmek.
aynı
telden çalmak
* aynış
eyi söylemek.
aynı
yolun yolcusu
* kötü sonlarıbirbirine eşolan.
aynı
zamanda
* Hem de, bununla birlikte.
aynı
lı
k
aynı
sefa
aynı
yla
* Aynıolma durumu, özdeş
lik, ayniyet.
* Birleş
ikgillerden, çiçekleri sarırenkli bir kı
r bitkisi (Calendula arvensis).
* Hiçbir değ
iş
iklik olmadan, olduğu gibi.
aynî
* Gözle ilgili.
aynî
aynî hak
haklar.
ayniyat
ayniyet
* Para olarak değil, madde olarak verilen.
* Taş
ı
nı
r veya taş
ı
nmaz üzerinde doğ
rudan doğruya egemenlik yetkisi veren ve herkese karş
ıileri sürülebilen
* Kullanı
lmaya veya harcamaya elveriş
li, taş
ı
nması
kolay eş
ya.
* Aynı
lı
k, özdeş
lik.
aynş
tayniyum
* Bkz. einsteiniyum.
ayol
ayraç
* Daha çok kadı
nları
n kullandı
ğ
ıbir seslenme sözü.
* Yay ayraç.
ayraç açmak
* söz veya yazıiçine, ası
l konu ile ilgisi az olan bir bölüm sı
kı
ş
tı
rmak.
ayran
* Süt veya yoğurt yayı
kta çalkalanarak yağı
alı
ndı
ktan sonra kalan sulu bölüm.
* Yoğurdu sulandı
rarak yapı
lan içecek.
ayran ağ
ı
zlı
* Aptal, budala, sersem.
ayran budalası
* Aptal, sersem.
ayran delisi
* Bön, safdil.
ayran gönüllü
* Çabuk âş
ı
k olan.
ayrancı
* Ayran yapan veya satan kimse.
ayrancı
lı
k
* Ayran yapı
p satma iş
i.
ayranıkabarmak
* öfkelenmek, coş
mak.
* aş
ı
rıbir cinsel arzu duymak.
ayranıyok içmeye, atla (veya tahtı
revanla) gider sı
çmaya
* yoksulluğuna bakmadan gösterişyapmaya kalkanları
n gülünçlüğünü anlatmak için kullanı
lı
r.
ayranı
m budur, yarı
sısudur
* yapı
lan bir iş
in yarı
m yamalak olduğ
u bildirilmek için kullanı
lı
r.
ayranlaş
ma
* Ayranlaş
mak özelliği veya durumu.
ayranlaş
mak
* Ayran durumuna gelmek.
ayrı
* Yerleri bir olmayan.
* Baş
ka, baş
ka türlü.
* Yalnı
z, tek baş
ı
na olan.
ayrıayrı
* Birbirinden ayrıolan, değ
iş
ik.
* Her biri için.
* (her biri) Ayrıolarak.
ayrıbası
m
* Genellikle bir dergide yayı
mlanmı
şbilimsel bir yazı
nı
n ayrıbir broş
ür olarak bası
mı
.
ayrıbaşçekmek
* topluluktan ayrı
lı
p kendi baş
ı
na işyapmak.
ayrıcinsten
* Farklıyapı
da olan, heterojen.
ayrıçanak yapraklı
lar
* Çanak yapraklarıbirbirine bitiş
mişolmayan bitkiler.
ayrıdüş
mek
* birbirinden uzakta kalmak.
* uyuş
mamak.
ayrıgayrıbilmemek (veya ayrı
sıgayrı
sıolmamak)
* birbirinden hiçbir ş
ey esirgemeyecek durumda olmak.
ayrıseçi yapmak
* birkaç ş
ey arası
nda fark gözetmek.
ayrıtaç yapraklı
lar
* Taç yaprakları
birbirine bitiş
ik olmayı
p yan yana yer almı
şbulunan bitkiler.
ayrıtutmak
* farklıdavranmak.
ayrı
ca
* Ayrıolarak.
* Ayrıbir önem verilerek.
* Bundan baş
ka.
ayrı
calı
* Baş
kaları
na benzemeyen, ayrıtutulan, müstesna.
ayrı
calı
k
* Baş
kaları
ndan ayrıve üstün tutulma durumu, imtiyaz.
ayrı
calı
k tanı
nmak (veya göstermek)
* baş
kaları
ndan ayrıve üstün tutmak.
ayrı
calı
klı
* Ayrı
calı
ğ
ıolan, ayrı
calı
k tanı
nan, imtiyazlı
.
ayrı
calı
ksı
z
* Ayrı
calı
ğ
ıolmayan, ayrı
calı
k tanı
nmayan, imtiyazsı
z.
ayrı
cası
z
* Ayrıtutulmadan, istisnası
z.
ayrı
ç
ayrı
k
* Yol kavş
ağ
ı
, iki yolun ayrı
ldı
ğ
ıyer.
* Ayrı
lmı
ş
.
* Ayrıtutulan, baş
kaları
na benzemeyen, ayrı
calı
, müstesna.
* Kur'a dı
ş
ı
, müstesna.
* Ayrı
k otu.
* Düzgün ve uygun olmayan, çarpı
k.
ayrı
k küme
* Ortak elemanlarıolmayan küme.
ayrı
k otu
* Buğdaygillerden, kökü hekimlikte idrar söktürücu olarak kullanı
lan yabanî bir bitki (Agropyrum repens).
ayrı
klı
ayrı
klı
k
* Ayrıtutulmuş
, benzerlerine uymayan, kural dı
ş
ıolan, istisnaî.
* Ayrı
klıolma durumu, ayrı
tutma, ayrıtutulma, istisna.
* Bir konik (elips, daire, parabol, hiperbol) üzerinde hareket eden bir cismi, odağa veya merkeze birleş
tiren
doğrunun büyük eksen ile yaptı
ğ
ıaçı
.
* Önermelerin birbirine bağ
lanmasıiş
leminde ya ... ya ve ya da ile gösterilen iliş
ki.
* Kaplamlarıbirbirinden ayrıolmakla birlikte aynıyakı
n cinsin kaplamı
na giren kavramlar arası
ndaki
bağlantı
.
ayrı
ksı
* Alı
ş
ı
lagelmiştöre ve davranı
ş
lara aykı
rı
olan, eksantrik.
ayrı
ksı
ay
* Ayı
n yörüngesindeki en beri noktası
ndan art arda iki geçiş
i arası
ndaki süre farkı
.
ayrı
ksı
yı
l
* Yerin kendi yörüngesindeki günberi noktası
ndan art arda iki geçiş
i arası
ndaki süre farkı
.
ayrı
ksı
lı
k
* Ayrı
ksıolma durumu.
ayrı
ksı
z
* Hiçbir ayrı
ğ
ıolmadan veya hiçbirini ayrı
k tutmaksı
zı
n, istisnası
z, bilâistisna.
ayrı
lanma
* Ayrı
lanmak durumu.
ayrı
lanmak
* Ayrıduruma gelmek.
ayrı
laş
ma
* Ayrı
laş
mak iş
i, teferrüt.
ayrı
laş
mak
* Benzerleri arası
nda ayrıbir yeri ve önemi olmak, teferrüt etmek.
ayrı
lı
ayrı
lı
k
* Ayrı
lmı
şolan, ayrıduran, munfası
l.
* Ayrıolma durumu.
* Birinden uzak düş
me.
* Düş
ünce, görüşveya duygu arası
ndaki uymazlı
k, mubayenet.
* Evlilik birliğinin yargı
ç kararı
ile geçici bir süre için kaldı
rı
lması
.
ayrı
lı
ş
* Ayrı
lmak iş
i veya biçimi.
ayrı
lı
ş
ma
* Ayrı
lı
ş
mak iş
i veya durumu.
ayrı
lı
ş
mak
* Birbirinden ayrı
lmak.
ayrı
lma
ayrı
lmak
* Ayrı
lmak iş
i.
* Bir biçmeden geçen beyaz ı
ş
ı
ğ
ı
n türlü renklerde görünmesi.
* Ayı
rmak iş
ine konu olmak.
* Bir yerden, bir kimseden, bir ş
eyden uzaklaş
mak.
* (karıve koca için) Evlilik birliğini bozmak.
ayrı
lmazlı
k
* Özelliklerin, kendilerini taş
ı
yan nesnelerle; ilineklerin tözle bağlantı
sı
, kalı
cı
lı
k karş
ı
tı
.
ayrı
m
* Ayı
rmak iş
i, tefrik.
* Bir kimse veya nesnenin bir baş
kası
yla karı
ş
tı
rı
lmaması
nısağlayan ayrı
lı
k; benzer ş
eyleri birbirinden ayı
ran
özellik, baş
kalı
k, fark.
* Alt bölüm.
* Cinsleri ve türleri birbirinden ayı
ran ana karakter, fark.
* Ayrı
lma noktası
.
* Bir veya daha çok sahne içinde geliş
tirilip, olayı
n tamamlanmı
şbir parçası
nıveren film bölüğü.
ayrı
mlama
* Senaryonun hazı
rlanması
nda geliş
tirim ile çevrim senaryosu arası
nda yer alan, senaryonun sahne ve
ayrı
mları
nı
n belirlendiğ
i, baş
lı
ca karakterlerin ayrı
ntı
ları
yla çizildiği, konuş
maları
n son biçimini aldı
ğı
aş
ama.
ayrı
mlaş
ma
* Ayrı
mlaş
mak iş
i, farklı
laş
ma.
* Hücrelerin veya canlı
organizmaları
n iş
levlerine veya yaş
ayı
ştürlerine iliş
kin yapı
sal nitelik kazanması
,
farklı
laş
ma.
* Bir iç kayanı
n katı
laş
masısürecinde yer ve zamana göre ayrı
mları
n ortaya çı
kması
, farklı
laş
ma.
ayrı
mlaş
mak
* Ayrı
mlıduruma gelmek, farklı
laş
mak.
ayrı
mlı
* Ayrı
mı
olan, araları
nda ayrı
m bulunan, değiş
ik, farklı
.
ayrı
mlı
lı
k
* Ayrı
mlıolma durumu, farklı
lı
k.
ayrı
msama
* Ayrı
msamak iş
i veya durumu.
ayrı
msamak
* Bir ş
eyi anlamak, bir ş
eyi görmek, fark etmek.
ayrı
msı
z
* Ayrı
mlıolmayan, aynı
, farksı
z.
ayrı
msı
zlı
k
* Ayrı
msı
z olma durumu, farksı
zlı
k.
ayrı
ntı
* Bir bütünün önemce ikinci derecede olan ögelerinden her biri, detay.
* Edebiyat veya sanat eserlerinde bir bütünün ögelerinden her biri, teferruat, tafsilât.
* Bir tiyatro eserinde ana düş
ünceye yardı
mcıolan kelime, cümle veya eş
ya.
ayrı
ntı
lara inmek
* bir konuyu en küçük noktası
na kadar inceleyip araş
tı
rmak.
ayrı
ntı
lı
* Ayrı
ntı
sıolan, teferruatlı
, tafsilâtlı
, detaylı
, mufassal.
ayrı
ş
ı
k
* Ayrı
ş
mı
şolan.
* Ayrıtürden, çeş
it çeş
it, muhtelif.
ayrı
ş
ı
klı
k
* Ayrı
ş
ı
k olma durumu.
ayrı
ş
ı
m
* Ayrı
ş
mak iş
i.
ayrı
ş
ma
ayrı
ş
mak
* Ayrı
ş
mak iş
i.
* Moleküllerin, türlü etkenlerle geçici olarak daha yalı
n atom ve moleküllere bölünmesi, tahallül.
* Birbirinden ayrı
lmak, birliğ
i bozmak.
* Moleküller, türlü etkenler sebebiyle geçici olarak daha yalı
n atom veya moleküllere bölünmek.
ayrı
ş
tı
rma
* Ayrı
ş
tı
rmak iş
i.
ayrı
ş
tı
rmak
* Bütünün bozulması
na sebep olmak.
* Ayrı
ş
ması
nısağ
lamak.
ayrı
t
*İ
ki düzlemin ara kesiti.
aysar
* Ayı
n etkisiyle huyunun değiş
tiğ
i sanı
lan (kimse).
* Değiş
ken huylu, kararsı
z (kimse).
aysberg
* Buz dağı
.
aysfild
aysı
z
* Buzla, bankiz.
* Ay ı
ş
ı
ğ
ıolmayan (gökyüzü, gece).
ayş
ekadı
n
* Kı
lçı
ksı
z, lezzetli bir tür taze fasulye.
aytı
ş
ma
* Aytı
ş
mak iş
i.
aytı
ş
mak
ayva
* Atı
ş
mak, tartı
ş
mak, münakaş
a etmek.
* Halk ş
airleri belli bir ayak çerçevesinde karş
ı
lı
klıatı
ş
mak.
* Gülgillerden, çiçekleri iri ve pembe, yaprakları
nı
n altıtüylü, orta yükseklikte bir ağ
aç (Cydonia vulgaris).
* Bu ağacı
n büyük, sarırenkte, tüylü, mayhoş
, dokusu sertçe, ufak çekirdekli meyvesi.
ayva göbekli
* göbeği çukur olan (kimse).
ayva hoş
afı
* Ayvadan yapı
lan hoş
af.
ayva kompostosu
* Ayvadan yapı
lan komposto.
ayva marmelâdı
* Ayva ve ş
ekerden yapı
lan ezme.
ayva reçeli
* Ayva ve ş
ekerden yapı
lan kokulu reçel.
ayva tüyü
* Vücuttaki ince, sarıtüyler.
ayvadana
ayvalı
k
ayvan
* Yüksekliğ
i 15-70 cm , sı
k tüylü, soluk sarı
çiçekli, çok yı
llı
k ve otsu bir bitki (Achillea nobilis).
* Ayva ağ
açları
nı
n çok bulunduğ
u yer.
* Teras, sundurma.
* Bir tarafıdı
ş
arı
ya açı
k olan oda.
ayvayı
yemek
* kötü duruma düş
mek, iş
i bozulmak.
ayvaz
* Büyük konaklarda mutfak ve yemek hizmetlerinde çalı
ş
tı
rı
lan uş
ak.
* Koca, erkek, eş
.
ayvaz kasap hep bir hesap
* ha öyle ha böyle, ikisi de bir.
ayvazlı
k
ayyar
ayyarlı
k
* Ayvazı
n görevi.
* Dolandı
rı
cı
, hilekâr.
* Dolandı
rı
cı
lı
k.
ayyaş
*İ
çkiye düş
kün, içkici, içken, bekri.
ayyaş
lı
k
ayyuk
* Ayyaşolma durumu.
* Göğün en yüksek yeri.
* Göğün kuzey yarı
m küresinde bulunan bir takı
m yı
ldı
zı
n en parlak yı
ldı
zı
.
ayyuka çı
kmak
* (ses için) yükselmek.
* (dedikodu için) herkesçe duyulmak, yayı
lmak.
Az
az
az az
az buçuk
* Azot'un kı
saltı
lması
. Bu gaz N kı
saltmasıile de gösterilir.
* Alı
ş
ı
lmı
şolandan, umulandan veya gerekenden eksik, çok karş
ı
tı
.
* Nicelik, güç, nitelik, süre bakı
mı
ndan eksiklik bildirir.
* Uzun süreli, yavaşyavaş
.
* Küçük ölçülerle.
* Bir parça, biraz.
az bulmak
* yeterli görmemek, az saymak, azı
msamak.
az buz olmamak
* (bir ş
ey) azı
msanacak kadar olmak.
az çok
* Bir parça, oldukça.
az daha
az değil!
* az kalsı
n, neredeyse.
* birinin herhangi bir karakter bakı
mı
ndan göründüğü gibi olmadı
ğı
nıanlatmak için söylenir.
az geliş
miş
* geliş
mesi gecikmişolan.
* eğ
itim düzeyi düş
ük kalmı
ş
, üretimi daha çok ilkel tarı
ma dayanan, doğ
al kaynakları
nıgereğ
ince
değ
erlendiremeyen (ülke).
az gelmek
* yetmemek, daha çok istemek.
az görmek
* umduğ
undan eksik bulmak.
* azı
msamak.
az günün adamıolmamak
* çok yaş
amı
ş
, çok görmüşbulunmak.
az kaldı(veya az kalsı
n)
* bir iş
in olması
, gerçekleş
mesi, bitmesi çok yakı
nken olmadı
ğı
nıanlatı
r.
az tamah çok ziyan getirir
* hı
rslıve pinti insan her zaman zararlıçı
kar.
aza
* Organlar, vücut parçaları
.
* Üye.
* Vücut parçası
, organ.
aza çoğa bakmamak
* olanla yetinmek.
aza sormuş
lar: "nereye?" "çoğ
un yanı
na" demiş
* küçük kazançları
n bile hep varlı
klıkimselere düş
tüğü inancı
nıbelirtir.
azade
* Baş
ı
boş
, erkin, serbest.
* Baş
ı
boş
, erkin, serbest olarak gürültüden azade yaş
amak.
azade azade
* bir ş
eyden kurtulmuş
, uzak.
azadelik
* Azade olma durumu, serbestlik.
azalma
azalmak
azaltma
* Azalmak iş
i, eksilme, tenakus.
* Az denecek bir miktara inmek veya eskisinden az bir duruma gelmek.
* Etkisini yitirmek, hafiflemek.
* Azaltmak iş
i.
azaltmak
azamet
* Az denecek bir miktara indirmek veya eskisinden az bir duruma getirmek, kı
rmak.
* Etkisini yitirmesine sebep olmak, hafifletmek.
* Ululuk, büyüklük.
* Gurur.
* Görkem, heybet.
* Debdebe.
* Çalı
m, kurum, tekebbür.
azamet satmak
* büyüklük taslamak, çalı
m satmak, böbürlenmek.
azametli
* Ulu, çok büyük.
* Gururlu.
* Görkemli, heybetli.
* Debdebeli.
* Çalı
mlı
, kurumlu.
azamî
* En büyük, en yüksek, en çok, maksimum.
azap
azap
* (Müslümanlı
kta) Dünyada günah iş
lemişolanlara ahrette verilecek ceza.
* Organik veya ruhî büyük sı
kı
ntı
, ezinç.
* (Anadolu'nun birçok bölgesinde) Çiftlik uş
ağı
.
* Anadolu beyliklerinde donanmadaki görevlerde kullanı
lan asker.
azap çekmek
* ahrette ceza görmek.
* çok büyük sı
kı
ntı
ya uğ
ramak.
azap vermek
* acıçektirmek, üzmek.
azar
azar azar
* Paylama.
* Süreyi uzatarak, yavaşyavaş
, az az.
* Küçük ölçülerle.
azar iş
itmek
* azarlanmak.
azarlama
* Azarlamak iş
i, paylama.
azarlamak
* Paylamak, tekdir etmek.
azarlanma
* Azarlanmak iş
i, paylanma.
azarlanmak
* Azarlamak iş
ine konu olmak, paylanmak, kötü sözle karş
ı
laş
mak.
azarlatma
* Azarlatmak iş
i.
azarlatmak
* Azarlamak iş
ini yaptı
rmak veya azarlanması
na yol açmak.
azat
* Serbest bı
rakma.
* Okullarda paydos.
* Serbest bı
rakı
lmı
şolan.
azat etmek
* serbest bı
rakmak, salı
vermek.
* (köle ve cariyeler için) özgürlüğünü geri vermek.
azat eylemek
* azat etmek.
azatlı
* Azat edilmiş(cariye veya köle).
azatlı
k
azatsı
z
azca
* Azat olma durumu, serbestlik.
* Azat edilme vakti gelmişolan (cariye, köle).
* Azat edilemez.
* Oldukça az.
azdı
rı
lma
* Azdı
rı
lmak iş
i.
azdı
rı
lmak
* Azması
na yol açmak.
azdı
rma
azdı
rmak
* Azdı
rmak iş
i.
* Azması
na sebep olmak.
* Azgı
n duruma getirmek.
* Şı
martmak.
* Kötü davranı
şveya alı
ş
kanlı
klara sürüklemek, yoldan çı
karmak.
azelya
* Açalya.
Azerbaycanlı
* Azerbaycan halkı
ndan olan kimse.
Azerî
* Azerbaycan Cumhuriye'tinde ve güney Azerbaycan'da (İ
ran'da) yaş
ayan Türk soylu halk veya bu halktan
olan kimse.
* Azerî halkı
na özgü olan, Azerî halkıile ilgili (olan).
Azerîce
azgı
n
* Azerbaycan Türkçesi.
* Azmı
şolan.
* (ten için) Çabuk iltihaplanan, yarası
hemen kapanmayan.
* (çocuk için) Çok yaramaz.
* Cinsel istekleri aş
ı
rıolan.
azgı
nlaş
ma
* Azgı
nlaş
mak iş
i.
azgı
nlaş
mak
* Azgı
n duruma gelmek.
* Cinsel istekleri aş
ı
rı
laş
mak.
azgı
nlı
k
* Azgı
n olma durumu.
azı
* Köpek diş
lerinden sonra içeriye doğru, alt ve üst çenenin iki yanı
nda beş
er tane bulunan ve yiyecekleri
öğütmeye yarayan diş
lerin ortak adı
, azıdiş
i, öğütücü diş
.
* Öküz arabaları
nda ön ve arka yastı
klarıdingile bağlayan ağ
aç çivi.
azı
çoğ
a saymak (veya tutmak)
* verilen küçük bir armağanıçok ve değ
erli kabul etmek.
azı
diş
i
* Azı
.
azı
cı
k
* Çok az, biraz.
* (süre ve miktar için) Az olarak, biraz.
azı
cı
k aş
ı
m kaygı
sı
z baş
ı
m
* derdim olması
n da baş
ka bir ş
ey istemem.
azı
k
azı
klı
azı
klı
k
azı
lı
* Yiyecek, besin, gı
da.
* Azı
ğ
ıolan.
* Yoksullarıdoyuran.
* Azı
k olarak ayrı
lan veya hazı
rlanan yiyecekler.
* Azı
k koymaya yarayan kap veya torba.
* Hemen yemek üzere, harman zamanı
ndan önce biçilip savrulan ekin.
* Gözü bir ş
eyden yı
lmayan, azgı
n.
* Şiddetli, korkunç, çok etkili.
azı
msama
* Azı
msamak iş
i.
azı
msamak
* Bir ş
eyin umulduğundan az olduğ
u yargı
sı
na varmak, daha fazlası
nıistemek, az görmek, az bulmak.
azı
nlı
k
karş
ı
tı
.
* Bir toplulukta herhangi bir nitelik bakı
mı
ndan ayrıve ötekilerden sayı
ca az olanlar, ekalliyet, çoğ
unluk
* Bir ülkede egemen ulusa göre ayrısoydan ve sayı
ca az olan topluluk, ekalliyet.
azı
nlı
k hükûmeti
* Mecliste çoğunluğ
u olmayan bir partinin kurduğ
u hükûmet.
azı
nlı
kta kalmak
* bir toplulukta belli bir sorun üzerine oy verenler, karş
ıdüş
ünceye oy verenlerden daha az olmak.
azı
ş
ma
* Azı
ş
mak iş
i.
azı
ş
mak
* Gittikçe kı
zı
ş
mak, ş
iddetlenmek.
azı
ş
tı
rma
* Azı
ş
tı
rmak iş
i.
azı
ş
tı
rmak
* Azı
ş
ması
na yol açmak.
azı
tma
* Azı
tmak iş
i.
azı
tmak
* Azgı
n duruma getirmek.
* Çı
ğı
rı
ndan çı
karmak.
azil
* Görevden alma.
azim
azimet
* Bir iş
teki engelleri yenme kararı
.
* Gidiş
.
azimet etmek
* gitmek, yola çı
kmak.
azimkârane
* Kararlı
.
* Kararlı
lı
kla, kararlıolarak.
azimli
* Kararı
nda, tutumunda direnen, kararlı
.
azit
aziz
azize
aziziye
* Azothidrik asit HN3 deki hidrojenin yerine bir kökün geçmesi ile türeyen birleş
iklere verilen ad.
* Sevgide üstün tutulan, muazzez.
* Ermiş
, eren.
* Ermişkadı
n.
* Sultan Abdülaziz'in ve devlet adamları
nı
n giydiğ
i fes.
azizlik
* Aziz olma durumu.
* Muziplik.
azizlik etmek
* muziplik etmek.
azledilme
* Azledilmek iş
i.
azledilmek
* Görevden alı
nmak.
azletme
azletmek
azlı
k
* Azletmek iş
i.
* Bir görevliyi iş
inden ayı
rı
p açı
kta bı
rakmak, görevden almak, çı
karmak.
* Az olma durumu.
* Azı
nlı
k.
azlolunma
* Azlolunmak iş
i.
azlolunmak
* Görevinden alı
nmak, görevinden çı
karı
lmak.
azma
azmak
azmak
azman
* Azmak iş
i.
*İ
ki ayrıı
rkı
n karı
ş
ması
ndan doğ
an, kı
rma, melez, metis.
* Küçük su birikintisi, gölcük.
* Bataklı
k.
* Taş
kı
nlı
kta ileri gitmek, kötülüğ
ünü artı
rmak.
* (deniz, ı
rmak vb. için) Kabarmak, taş
mak.
* (yara, hastalı
k vb. için) Etkili, tehlikeli duruma gelmek.
* Cinsel duygularıartmak.
* (çamaş
ı
r) Artı
k ağ
artı
lamaz duruma gelmek.
* (hayvanlar için) İ
ki ayrı
ı
rktan doğmak.
* Çok geliş
miş
.
* Azma.
* Kerestelik tomruk.
azman kaya
* Kaya balı
ğı
nı
n bir çeş
idi.
azmanlaş
ma
* Azmanlaş
mak iş
i.
azmanlaş
mak
*İ
rileş
mek, kocaman duruma gelmek.
azmetme
* Azmetmek iş
i.
azmetmek
* Bir iş
teki engelleri yenmeye karar vermişolmak.
azmettirme
* Azmettirmek iş
i.
azmettirmek
* Bir suçu veya herhangi bir iş
i kesinlikle yapması
na karar verdirmek.
azmı
şkudurmuş
tan beterdir
* "coş
kun ve heyecana kapı
lmı
şkimseyi zaptetmek zordur" anlamı
nda kullanı
lı
r.
aznavur
* Gürcüce, iri "yarı
" "kı
rı
cı
" sinirli, ası
k yüzlü, sert kimse.
aznavur gibi
* zalimce davranan.
aznif
* Bir tür domino oyunu.
azoik
azol
azonal
*İ
çinde fosil bulunmayan (toprak).
* En eski jeolojik (sistem).
* Heterosiklik birleş
iklerin önemli bir sı
nı
fı
na verilen ad.
* Yeryüzünün herhangi bir noktası
nda enleme bağlıolmaksı
zı
n meydana gelen olay.
azot
* Atom numarası7, atom ağ
ı
rlı
ğı14,008 olan, havada beş
te dört oranı
nda bulunan, rengi, kokusu, tadı
olmayan element. Kı
saltmasıN.
azotlama
* Azotlamak iş
i.
* Azotlu besin almayan bitki veya hayvanları
n dokuları
ndaki serbest azotu tespit etme iş
i.
azotlamak
* Azotla karı
ş
tı
rmak veya birleş
tirmek.
azotlanmı
ş
* Azotlama iş
lemi yapı
lmı
ş
.
azotlu
*İ
çinde azot bulunan.
azotometre
* Bir organik maddede bulunan azotun gaz hacmini ayarlamaya yarayan aygı
t.
azotölçer
* Azotometre.
Azrail
* Tanrıbuyruğu ile insanları
n canı
nıalmakla görevli olduğuna inanı
lan melek.
Azrail'e bir can borcu olmak (veya kalmak)
* nası
l olsa öleceğ
ini kabul etmek.
* hiç kimseye borcu kalmamak, bütün borçları
ndan kurtulmak.
Azrail'in elinden kurtulmak
* ölümden kurtulmak.
Azrail'le burun buruna gelmek
* ölümle karş
ıkarş
ı
ya gelmek.
azvay
* Sarı
sabı
r.
B
b, B
gösterir.
* Bor'un kı
saltması
.
* Basso kı
saltması
.
* Türk alfabesinin ikinci harfi. Be adıverilen bu harf, ses bilimi bakı
mı
ndan ötümlü, çift dudak patlayı
cı
sı
nı
* Nota iş
aretlerini harflerle gösterme yönteminde İ
ngilizler b harfiyle "si" yi, Almanlar ise "si bemol"ü
gösterirler.
Ba
* Baryum'un kı
saltması
.
baba
* Çocuğ
un dünyaya gelmesinde etken olan erkek.
* Çocuğ
u olmuşerkek.
* Tarikatları
n bazı
sı
nda tekke büyüğü.
* Bu gibi kimselere verilen unvan.
* Silâh kaçakçı
lı
ğı
,kara para aklama ve uyuş
turucu madde ticareti gibi kirli ve gizli iş
ler yapan çetenin baş
ı
.
* Yaratı
cı
, kurucu kimse.
* Gemi veya iskelede halatı
n takı
ldı
ğı
yuvarlak baş
lı
, iri demir, ağ
aç veya beton dikme.
* Kazı
larda çı
karı
lan toprağ
ı
n miktarı
nı
hesaplayabilmek için yer yer bı
rakı
lan toprak dikme.
* Çatımerteğ
i.
* Koruyucu, babalı
k duygularıile dolu kimse; bir ülkeye veya bir topluluğ
a yararlıolmuşkimse.
* Ata.
baba
baba adam
* Yaş
lı
, ağ
ı
rbaş
lı
, iyi yürekli, olgun adam.
baba bucağı
* \343 baba ocağ
ı
.
baba değil, tı
rabzan babası
* babalı
k görevlerini yapmayan babalar için söylenir.
baba evi
* Babadan, dededen kalma ev, toprak, yurt.
baba hindi
*İ
ri ve iyi beslenmişerkek hindi.
baba koruk (veya erik) yer, oğlunun diş
i kamaş
ı
r
* babanı
n yaptı
ğıkötü iş
in sı
kı
ntı
sı
nıçocuğ
u çeker.
baba mirası
* Babanı
n yaş
adı
ğ
ıdönemden kalan değerli mal veya dost.
baba nasihati
* Bir babanı
n verdiğ
i öğ
üt.
baba ocağı
* Babadan, dededen kalma mülk veya bir kimsenin içinde doğup büyüdüğü, yaş
adı
ğ
ıev, toprak ya da yurt,
baba evi, baba bucağ
ı
, baba yurdu.
baba oğluna bir bağbağ
ı
ş
lamı
ş
; oğul babaya bir salkı
m üzüm vermemiş
* babalar çocukları
için büyük fedakârlı
klara katlanı
rlar, ama çocuklar babalarıiçin fedakârlı
kta bulunmazlar.
baba olmak
* (erkek için) çocuk sahibi olmak.
baba tatlı
sı
* Bir çeş
it hamur tatlı
sı
,ş
ambaba.
baba yadigârı
* Babadan kalan, baba döneminde yapı
lmı
ş
, babanı
n hatı
rası
nıtaş
ı
yan.
baba yurdu
* Baba evi, baba ocağı
.
babaanne
* (çocuğ
a göre) Babanı
n annesi.
babaca
babacan
* Baba gibi, babaya yakı
n.
* Cana yakı
n, olgun, hoş
görülü, iyi kalpli, güvenilir (erkek).
babacanca
* Sevgi ve sevecenlikle, cana yakı
n olarak.
babacanlaş
ma
* Babacanlaş
mak iş
i veya durumu.
babacanlaş
mak
* Babacan duruma gelmek.
babacanlı
k
* Babacan olma durumu, cana yakı
nlı
k.
babacı
k
* Küçük baba.
* Sevimli, hoş
, sempatik baba.
babacı
l
* Babası
nıçok seven, babası
na çok düş
kün olan.
babacı
lı
k
* Devletin türlü sı
nı
flar üzerinde babalı
k ederek bu sı
nı
flar arası
nda denge kurmaya çalı
ş
masıiş
lemi,
paternalizm.
babaç
babaçko
* Erkek kümes hayvanları
nı
n en iri ve yaş
lıolanı
.
* (kadı
n için) Güçlü ve gösteriş
li, iri yarı
.
babadan babaya
* dedelere doğru zincirleme.
babadan oğula
* torunlara doğru zincirleme.
* ataları
ndan beri.
babafingo
* Yelkenli gemilerde direklerin ve gabyanı
n üstünde bulunan en yüksek bölüm.
Babaî
Babaîlik
* Babaîlik mezhebinden olan kimse.
* XIII. yüzyı
lda Baba İ
shak'ı
n kurduğ
u mezhep.
babaköş
* Ayaksı
z olduğu için yı
lan sanı
lan, solucanla beslenen bir tür kertenkele (Anguis fragilis).
babalanma
* Babalanmak iş
i.
babalanmak
* Babalarıtutmak, öfkelenmek.
* Diklenmek, kabadayı
ca davranmak.
babaları
mı
z
* bizden, bizim kuş
aktan öncekiler.
babalı
* Babasıolan.
babalı
babalı
k
* Zaman zaman sinir nöbeti geçiren.
* Baba olma durumu.
* Üvey baba.
* Kayı
n baba, kayı
n peder.
* Yaş
lıveya küçümsenen adamlara seslenme olarak kullanı
lı
r.
babalı
k etmek
* baba gibi davranmak.
babalı
k fı
rı
n has iş
ler
* babası
nı
n parasıile geçinenlere sitem olarak kullanı
lı
r.
babam!
* teklifsiz bir seslenme sözü.
* tekrarlanan iki emir kipi arası
na getirilerek iş
in sürekliliğini anlatmaya yarar.
babamı
n (veya ustamı
n) adıHı
dı
r, elimden gelen budur
* gücüm ancak bu kadarı
nıyapmaya yeter.
babana rahmet
* yapı
lan bir iş
, bir davranı
şkarş
ı
sı
nda "Allah senden razıolsun." anlamı
nda kullanı
lan bir söz.
babasıtutmak (veya babalarıüstünde olmak)
* gibi deyimlerde "çok öfkelenmek, öfkesi her hâliyle belli olmak" anlamı
nda geçer.
babası
na çekmek
* her yönü ile tamamen babaya benzemek.
babası
na rahmet okumak
* hakkı
nda iyilik düş
ünmemek.
babası
nı
n (veya babaları
nı
n) çiftliğ
i
* bir malı
veya kuruluş
u yalnı
zca kendi çı
karları
na araç yapmak.
babası
nı
n hayrı
na
* hiçbir çı
kar gözetmeksizin.
babası
nı
n oğ
lu
* her yönüyle babası
na benzeyen erkek çocuk.
babası
z
* Babasıölmüşçocuk, yetim.
babayani
* Gösteriş
i ve özentisi olmayan.
babayanilik
* Babayani olma durumu.
babayiğ
it
* Güçlü kuvvetli.
* Mert, korkusuz adam, kabadayı
.
* Bir giriş
imde kendine güvenebilecek durumda olan.
babayiğ
itlik
* Babayiğit olma durumu, babayiğitçe davranı
ş
, kabadayı
lı
k.
Babı
âli
* Osmanlıimparatorluğ
u döneminde İ
stanbul'da sadaret (Baş
bakanlı
k), dahiliye ve hariciye nezaretleri (İ
ç
iş
leri ve Dı
şiş
leri bakanlı
kları
) ile ŞûrayıDevlet (Danı
ş
tay) dairelerinin bulunduğ
u yapı
.
*İ
stanbul'da bu çevredeki bası
n.
* Osmanlıhükûmeti.
babı
nda
* Konusunda.
babı
ndan
* Bkz. babı
nda.
Babî
* "Bâb'a ait" Babîlik yanlı
sı
.
Babîlik
* XIX. yüzyı
lda, İ
ran'da Ali Muhammed Bab'ı
n kurduğ
u dinî öğreti.
baca
* Dumanıocaktan çekip havaya vermeye yarayan maden veya kâgir yol.
* Su yolu, lâğı
m, maden ocağı
gibi yer altı
yapı
ları
nı
n hava deliği.
baca baş
ı
* Ocağ
ı
n üstündeki taşraf.
baca kulağı
* Ocağ
ı
n iki yanı
nda taş
tan yapı
lmı
şufak raf.
baca tomruğu
* Bacanı
n damdan yukarı
bölümü.
bacak
* Vücudun kası
ktan tabana kadar olan bölümü.
* Hayvanlarda yürümeye veya atlamaya yarayan organ.
* Bazış
eylerin yerden yüksekçe durması
nısağlayan dayak, destek veya bunlardan her biri, ayak.
* Oyun kâğ
ı
tları
nda, oğlan, vale.
bacak bacak üstüne atmak
* otururken bir bacağ
ı
nıötekinin üstüne koyarak oturmak.
bacak kadar
* ufacı
k.
bacak kadar boyu var, türlü türlü huyu var
* daha küçük, ama değ
iş
ik, herkesten farklıalı
ş
kanlı
klar, huylar edinmiş
.
bacak kalemi
* Kaval kemiği.
bacakkı
ran
* Nemli bölgelerde yetiş
en yeş
ilimsi sarı
çiçekli bir bitki (Narthecium).
bacaklarıkopmak
* çok yorulmak.
bacaklarıtutmamak
* ayakları
nı
n üzerine bası
p yürüyemeyecek duruma gelmek.
bacaklı
* Bacağ
ıolan.
* Bacaklarıuzun olan, uzun boylu.
* Felemenk altı
nı
na verilen ad.
bacaklı
yazı
*İ
ri ve okunaklıyazı
.
bacaklı
k
* Özellikle hokey oyuncuları
nı
n giydikleri deriden yapı
lmı
şkoruyucu.
bacaksı
z
* Bacağ
ıolmayan.
* Bacaklarıkı
sa olan, kı
sa boylu, bodur.
* Yaş
ı
ndan büyük iş
lere kalkı
ş
an çocuklar için söylenir.
bacanak
* Karı
larıkardeşolan erkeklerden her biri.
* Dost, arkadaş
.
bacanaklı
k
* Bacanak olma durumu.
bacasıtütmek
* (aile için) yaş
amasısürüp gitmek.
bacasıtütmez olmak
* (aile için) dağ
ı
lmak veya iş
i bozulmak.
bacı
* Büyük kı
z kardeş
, abla.
* Kı
z kardeş
.
* Bir evde uzun zaman çalı
ş
mı
şyaş
lıkadı
nlara (daha çok yaş
lızenci kadı
nlara) verilen unvan.
* Tarikat ş
eyhlerinin karı
sı
.
baç
* Osmanlıİ
mparatorluğunda gümrük vergisi.
* Zorla alı
nan para, haraç.
-baç
* Fiilden isim türeten -maç/-meç ekinin türü.
baççı
baççı
lı
k
bad
* Baç alan kimse.
* Baç alma iş
i veya görevi.
* Yel, rüzgâr.
badana
* Duvarlarıboyamak için kullanı
lan sulandı
rı
lmı
şkireç veya boya.
badana etmek (veya vurmak)
* badanalamak, badana yapmak.
badanacı
* Geçimini badana yapmakla kazanan kimse.
badanacı
lı
k
* Badanacı
nı
n yaptı
ğ
ıiş
.
badanalama
* Badanalamak iş
i.
badanalamak
* Duvarlarıboyamak için sulandı
rı
lmı
şkireç veya plâstik boya sürmek.
badanalanma
* Badanalanmak iş
i.
badanalanmak
* Badana yapı
lmak.
badanalatma
* Badanalatmak iş
i.
badanalatmak
* Badanalamak iş
ini yaptı
rmak.
badanalı
* Badana edilmişolan.
* Yüzüne çok pudra ve boya sürmüşolan (kadı
n).
badanası
z
* Badana edilmemiş
.
* Badanasıbozulmuş
.
badas
* Harman kaldı
rı
ldı
ktan sonra yerde kalan toprak, çöp ve samanla karı
ş
ı
k tahı
l taneleri, harman döküntüsü.
badat
bade
badehu
* Birleş
ikgillerden, ş
ekeri çok, bir tür yer elması
.
* Şarap, içki.
* Ondan sonra.
badeli
* Aş
k badesi içmişkimse.
badeli âş
ı
k
* Düş
ünde bir pirin elinden aş
k badesi içerek saz çalı
p söyleyen halk ş
airi.
badem
* Gülgillerden, yurdumuzun her yerinde yetiş
en ağ
aç (Amygdalus communis).
* Bu ağacı
n yaşveya kuru yenilen yemiş
i.
badem ağ
acı
* Gülgillerden ilkbaharda beyaz ve pembe renkli çiçekler açan yüksekçe bir bitki, badem (Amygdalus
communis ve Prunus amygdalus).
badem bı
yı
k
* Badem içi biçiminde üst dudağ
ı
n her iki yanı
nda yer alan bı
yı
k.
badem ezmesi
* Ezilmişbademle yapı
lan ş
ekerleme.
badem gibi
* (salatalı
k için) taze ve gevrek.
badem gözlü
* Badem içi biçiminde iri göz.
badem içi
* Bademin dı
şkabuğ
u alı
ndı
ktan sonra kalan içi.
badem kürk
* Tilki postunun yalnı
z bacak kesiminden yapı
lan kürk.
badem parmak
* Baş
parmak.
badem ş
ekeri
*İ
nce bir ş
eker tabakası
yla kaplanmı
şiç badem.
badem tı
rnak
* Badem biçiminde uzunca tı
rnak.
badem yağı
* Bademden çı
karı
lan ve deri, kösele gibi ş
eyleri yumuş
atmak için kullanı
lan yağ
.
badema
bademci
* Bundan sonra, bundan böyle.
* Badem satan kimse.
bademcik
* Boğ
azı
n iki yanı
nda birer tane bulunan, badem biçimindeki organ.
bademli
*İ
çinde badem bulunan yiyecek.
bademlik
bademsi
baderna
* Badem ağaçları
çok olan yer, badem bahçesi.
* Badem biçiminde olan.
* Halatı
n aş
ı
nabilecek yerine sarı
lan bez, halat sargı
sı
.
badı
ç
* Bakla, fasulye, bezelye gibi taze sebzelerde, içinde tohumları
n sı
ralanmı
şbulunduğ
u kabuk.
badı
saba
badi
* Sabah vakti esen ve ruhu okş
ayan, gönle ferahlı
k veren hafif rüzgâr.
* Ördek.
badi badi yürümek (veya gitmek, koş
mak)
* ördek gibi iki yana sallanarak yürümek (gitmek).
badik
* Ördek; palaz.
* Kı
sa boylu.
badikleme
* Badiklemek iş
i.
badiklemek
* Ördek gibi iki yana sallana sallana yürümek.
badikleş
me
* Badikleş
mek durumu.
badikleş
mek
* Ördek gibi sağa sol yalpa vurarak yürüme eğ
ilimi göstermek.
badire
badiye
* Birdenbire ortaya çı
kan tehlikeli durum.
* Çöl.
badminton
* Tenise benzeyen ve bir tür tüylü topla oynanan oyun.
badya
bagaj
* Ağzıgeniş
, yayvan, büyükçe su kabı
.
* Yolcu yükü.
* Tren, vapur gibi taş
ı
tlarda yolcuları
n yüklerinin konulduğu yer.
* Otomobillerin yük konulabilen, genellikle arkada olan bölümleri.
bagaj kapağ
ı
* Otomobillerde içine yük konulabilen bagajlarıkapatmaya veya kilitlemeye yarayan bölüm.
bagaj kilidi
* Bagaj kapağ
ı
nıkilitlemeye yarayan alet.
bagaj memuru
* Toplu taş
ı
m yerlerinde ve araçları
nda bagaj iş
lerini yürütmekle görevli kimse.
baget
*İ
nce, kı
sa değ
nek.
* Tı
raş
lanmı
ş
, dikdörtgen biçiminde değerli taş
.
* Düş
ük gramajlıküçük boy ekmek.
bagetli
* Bageti olan.
bağ
* Bir ş
eyi baş
ka bir ş
eye veya birçok ş
eyi topluca birbirine tutturmak için kullanı
lan ip, sicim, ş
erit, tel gibi
düğümlenebilir nesne.
* Sargı
.
* Bağ
lam, deste, demet.
*İ
lgi, iliş
ki, rabı
ta.
* Kemikleri birbirine bağ
lamaya, iç organlarıyerinde tutmaya yarayan lif demeti.
bağ
* Üzüm kütüklerinin dikili bulunduğ
u toprak parçası
.
* Meyve bahçesi.
bağbahçe
* Bahçe gibi taş
ı
nmaz mal.
bağbı
çağ
ı
* Bağve bahçelerde yetiş
en meyve fidanları
nı
, bitki ve özellikle üzüm kütüklerini budamaya yarayan kesici
alet.
bağbozmak
* bağ
ı
n üzümlerini toplamak.
bağbozumu
* Bağ
da ürünün toplanması
.
* Bu iş
in yapı
ldı
ğ
ımevsim, güz, sonbahar.
bağbudamak
* bağ
daki üzüm kütüklerini budamak.
bağçubuğu
* Asma fidesi.
bağdoku
* Hücre sayı
sıaz, hücre arasımaddesi çok ve genel olarak diğer dokularıbirbirine bağlayarak destek görevi
yapan doku.
bağfiil
bağa
* Fiillerin zarf olarak kullanı
lan ş
ekilleri, ulaç, zarf fiil: gül-e gül-e, koş
-arak, otur-up vb.
* Kaplumbağ
a.
* Deniz kaplumbağası
nı
n kabuğ
u.
* Kaplumbağ
a kabuğ
u.
* Kaplumbağ
a kabuğ
undan yapı
lmı
şveya bu kabuğ
u andı
rı
r biçimde olan.
* Ur.
bağa bak, üzüm olsun, yemeye yüzün olsun
* kiş
i, karş
ı
lı
k beklediğ
i iş
ten istediğ
ini alabilmek için gereken harcamalarıyapmalı
dı
r.
bağan
* Vakti gelmeden ölü doğan yavru, düş
ük.
* Ölü doğ
an kuzunun derisi.
bağboğan
* Küsküt, ş
eytansaçı
.
bağcı
bağcı
k
* Bağyetiş
tirip ürününü satan kimse.
* Bağ
layan veya soğ
uk haddehaneden çı
kan metal ş
erit bobinlere bant yapı
ş
tı
ran (kimse).
* Bağ
lama iş
inde kullanı
lan ş
erit biçiminde bağ
.
bağcı
klı
* Bağ
ıolan, bulunan.
bağcı
ksı
z
* Bağ
ıolmayan, bağsı
z.
bağcı
lı
k
* Bağyetiş
tirme ve ürününü satma iş
i.
Bağ
dad'ıtamir etmek
* karnı
nıdoyurmak.
bağdadî
* Ağaç direkler üzerine çakı
lmı
şçı
talara sı
va vurularak yapı
lan (duvar veya tavan).
* Yapı
larda kullanı
lan çı
ta.
bağdalama
* Bağ
dalamak iş
i.
bağdalamak
* Düş
ürmek için ayağ
ı
nıbirinin ayakları
na takmak, çelme atmak.
bağdama
* Bağ
damak iş
i.
bağdamak
* Birkaç ş
eyi birbirine geçirerek bağlamak.
*İ
çinden çı
kı
lmayacak bir duruma getirmek, kör düğüm etmek.
bağdaş
* Sağayağ
ısol uyluğ
un, sol ayağ
ısağuyluğ
un altı
na alarak oturma biçimi.
bağdaşkurmak
* bu biçimde oturmak.
bağdaş
ı
k
* Her yeri aynıözelliğ
i gösteren, mütecanis, homojen.
bağdaş
ı
klaş
ma
* Bağ
daş
ı
klaş
mak durumu.
bağdaş
ı
klaş
mak
* Aynıözelliğ
i göstermek, homojen duruma gelmek.
bağdaş
ı
klaş
tı
rma
* Bağ
daş
ı
klaş
tı
rmak iş
i.
bağdaş
ı
klaş
tı
rmak
* Bağ
daş
ı
k duruma getirmek, homojenleş
tirmek.
bağdaş
ı
klı
k
* Bağ
daş
ı
k olma durumu, homojenlik.
bağdaş
ı
lma
* Bağ
daş
ı
lmak iş
i.
bağdaş
ı
lmak
* Bağ
daş
mak iş
ine konu olmak.
bağdaş
ı
m
* Tutarlı
k, tutarlı
lı
k, insicam.
bağdaş
ma
* Bağ
daş
mak iş
i, imtizaç.
bağdaş
mak
* Anlaş
mak, uzlaş
mak, uymak, imtizaç etmek.
* Çocuk oyunları
nda arkadaşolmak.
* Bağ
daşkurup oturmak.
bağdaş
maz
* Uyuş
maz, tutarsı
z.
bağdaş
mazlı
k
* Uyuş
mazlı
k, geçimsizlik.
bağdaş
tı
rı
cı
* Bağ
daş
ma sağ
layan.
bağdaş
tı
rma
* Bağ
daş
tı
rmak iş
i.
bağdaş
tı
rmacı
* Bağ
daş
tı
rmacı
lı
k yanlı
sıkimse.
bağdaş
tı
rmacı
lı
k
* Pek çok değiş
ik öğ
retiyi birleş
tirmeyi amaçlayan felsefî veya dinî öğ
reti.
* Farklıkökenlere sahip değiş
ik kültür özelliklerini birleş
tirme veya kaynaş
tı
rma iş
i.
bağdaş
tı
rmak
* Bağ
daş
ması
nı
sağlamak.
bağı
* Büyü, sihir.
bağı
cı
* Büyücü.
* Baş
tan çı
karı
cı
.
bağı
l
* Görece, izafî.
* Baş
ka bir cisme uyarak sürüklenen, aynızamanda kendine özgü bir kı
mı
ldanı
ş
ı
da bulunan bir cismin
görünürdeki bu kı
mı
ldanı
ş
ı
nı
n niteliği, izafî.
bağı
l değer
* Bir aritmetik sayı
sı
nı
n, önüne + ve - iş
aretleri yazı
ldı
ktan sonraki değeri.
* Bir sayı
nı
n rakamları
ndan her birinin bulunduğ
u basamağa göre aldı
ğ
ıdeğer, izafî değ
er.
bağı
l nem
* Bir metre küp hava içinde bulunan su buharıağ
ı
rlı
ğ
ı
nı
n, aynış
artlardaki havanı
n doymuşsu buharı
nı
n
ağı
rlı
ğ
ı
na oranı
.
bağı
ldak
bağı
llı
k
* Beş
ikteki çocuğun düş
memesi için beş
iğe sarı
lı
p bağlanan, kumaş
tan yapı
lmı
şenli bağ.
* Kadı
nları
n âdet zamanı
nda bağ
ladı
klarıbez.
* Görece olma durumu, izafiyet, rölâtivite.
bağı
m
* Bir ş
eyin veya bir kimsenin gücü ve etkisi altı
nda bulunma durumu, tâbiiyet.
bağı
mlama
* Bağ
ı
mlamak iş
i.
bağı
mlamak
* Bir ş
eyi bağ
ı
m altı
na sokmak, etkisi altı
nda tutmak.
bağı
mlaş
ma
* Bağ
ı
mla ş
mak iş
i.
bağı
mlaş
mak
* Bir ş
eye veya bir kimseye tamamen bağ
ı
mlı
olmak.
bağı
mlı
* Baş
ka bir ş
eyin istemine, gücüne veya yardı
mı
na bağlıolan, özgürlüğü, özerkliği olmayan, tâbi.
bağı
mlısı
ralı
cümle
* Anlam bakı
mı
ndan birbirine bağ
lıolan ve özneleri, tümleçleri veya yüklemleri ortak olan cümle.
bağı
mlı
lı
k
* Bağ
ı
mlıolma durumu, tâbiiyet.
bağı
msı
z
* Davranı
ş
ları
nı
, tutumunu, giriş
imlerini herhangi bir gücün etkisinde kalmadan düzenleyebilen, hür, özgür,
müstakil.
* Herhangi bir kuruluş
a, partiye bağlıolmayan kimse.
bağı
msı
z milletvekili
* Herhangi bir partinin adayıolmadan seçilen veya herhangi bir partiye bağ
lıolmayan milletvekili, bağı
msı
z.
bağı
msı
z sı
ralıcümle
* Anlam bakı
mı
ndan birbirine bağ
lıolduğu hâlde özneleri, tümleçleri, yüklemleri ayrıolan cümle.
bağı
msı
zlaş
ma
* Bağ
ı
msı
zlaş
mak iş
i.
bağı
msı
zlaş
mak
* Bağ
ı
msı
z duruma gelmek.
bağı
msı
zlaş
tı
rma
* Bağ
ı
msı
zlaş
tı
rmak iş
i.
bağı
msı
zlaş
tı
rmak
* Bağ
ı
msı
z duruma getirmek.
bağı
msı
zlı
k
* Bağ
ı
msı
z olma durumu veya niteliği, istiklâl.
bağı
n
*İ
nş
aatta veya kazısı
rası
nda toprağı
n çökmesini önlemek için yerleş
tirilen parça veya dayak.
bağı
n vurmak
* kazıduvarları
nı
n çökmemesi için bağ
ı
nlarla desteklemek.
bağı
ntı
* Bir nesneyi baş
ka bir nesne ile uyarlıkı
lan bağ
.
* Eş
yayı
, kavramlarıveya tasarı
mlarıbirlik, bağ
lı
lı
k, birliktelik gibi durumlarda toplayan görünüşveya nitelik,
görelik, bağı
llı
k, izafet, rölâtivite.
*İ
ki veya daha çok nitelik arası
nda matematik iş
lemleri yardı
mıile kurulan bağ
lı
lı
k veya eş
itlik.
bağı
ntı
cı
* Bağ
ı
ntı
cı
lı
k yanlı
sıolan kimse, göreci, rölâtivist.
bağı
ntı
cı
lı
k
* Bağ
ı
ntı
lı
lı
k öğretisi; özellikle bilginin bağ
ı
ntı
lıolduğunu ileri süren her türlü felsefe öğretisi; görecilik,
izafiye, rölâtivizm.
bağı
ntı
lı
* Varlı
ğı
baş
ka bir ş
eyin varlı
ğı
na bağ
lı
bulunan, mutlak olmayan, göreli, izafî, nispî, rölâtif.
bağı
ntı
lı
lı
k
* Var olabilmek veya belirlenebilmek için, bağı
ntıyolu ile baş
ka bir ş
eye bağlıbulunma durumu, görelilik,
izafiyet, rölâtivite.
bağı
r
* Göğüs.
* (ok yayıve dağiçin) Orta bölüm.
* Ciğer, bağ
ı
rsak gibi vücut boş
lukları
nda bulunan organları
n ortak adı
, ahş
a.
bağı
r yeleğ
i
* Eskiden zı
rh altı
na giyilen, köseleden yapı
lmı
şyelek.
bağı
rdak
* Bağ
ı
ldak.
bağı
rgan
* Bağ
ı
rı
p çağ
ı
ran, tepkisini hemen ve sert bir ş
ekilde dı
ş
a vuran kimse.
bağı
rı
yanmak
* üzüntü çekmek, çok acıduymak.
* çok susamı
şolmak.
bağı
rı
p çağ
ı
rmak
* öfkeyle bağ
ı
rmak.
bağı
rı
ş
* Bağ
ı
rmak iş
i veya biçimi.
bağı
rı
şçağı
rı
ş
* Gürültü, ş
amata.
* Gürültüyle, ş
amata ederek.
bağı
rı
ş
ma
* Bkz. bağrı
ş
ma.
bağı
rı
ş
mak
* Bkz. bağrı
ş
mak.
bağı
rma
bağı
rmak
bağı
rsak
* Bağ
ı
rmak iş
i.
* (insan) Yüksek ve gür ses çı
karmak.
* Kendini belli etmek.
* Yüksek sesle azarlamak.
* Sindirim organı
nı
n mideden anüse kadar olan, ince bağ
ı
rsak ve kalı
n bağı
rsaktan oluş
an bölümü.
bağı
rsak askı
sı
*İ
nce bağı
rsağ
ıkarnı
n arka bölümüne bağ
layan ve karı
n zarı
nı
n bir bölümünden oluş
an askı
.
bağı
rsak iltihabı
* Sindirim organı
nda oluş
an iltihabî durum ve buna bağ
lıhastalı
k.
bağı
rsak ingini
* Çoğ
unlukla sürgün ve karı
n ağrı
sıile beliren bağı
rsak iltihabı
.
bağı
rsak kazı
ntı
sı
* Kalı
n bağı
rsak hastalı
kları
nda çı
karı
lan sümüksü madde.
bağı
rsak kurdu
* Omurgalı
ları
n ve de özellikle insanları
n bağ
ı
rsağ
ı
nda yaş
ayan asalak solucan.
bağı
rsak otu
* Farekulağ
ı
.
bağı
rsak solucanı
* Ortalama 25 cm boyunda, insanları
n, özellikle çocukları
n bağı
rsakları
nda asalak olarak yaş
ayan yuvarlak
solucan, askarit.
bağı
rsakları
nıdeş
erim
* "canı
na kı
yarı
m, öldürürüm" anlamı
nda korkutmak, gözdağ
ıvermek üzere kullanı
lı
r.
bağı
rtı
* Bağ
ı
rma sesi.
bağı
rtkan
* Çok bağı
rı
p çağı
rmak huyunda olan (kimse).
bağı
rtlak
bağı
rtma
* Orta büyüklükte, eti sevilen bir cins göçebe ördek (Querquedula).
* Bağ
ı
rtmak iş
i.
bağı
rtmak
* Bağ
ı
rması
na yol açmak.
* Bir haberi, bir isteğ
i, birinin aracı
lı
ğ
ı
yla duyurmak.
bağı
ş
bağı
ş
çı
* Bağ
ı
ş
lamak iş
i veya biçimi.
* Bağ
ı
ş
lanan ş
ey, hibe, teberru.
* Bağ
ı
şyapan kimse.
bağı
ş
ı
k
* Herhangi bir ödevin veya yükümlülüğ
ün dı
ş
ı
nda kalan, muaf.
* Bazımikroplara karş
ıaş
ıveya doğ
al yolla direnç kazanmı
şolan.
bağı
ş
ı
klı
k
* Bir ödevin veya yükümlülüğ
ün dı
ş
ı
nda kalma durumu, muafiyet.
* Bazımikroplara karş
ıaş
ıveya doğ
al yolla kazanı
lmı
şdirenç durumu.
bağı
ş
ı
klı
k bilimi
* Bağ
ı
ş
ı
klı
k olayları
nı
n ortaya çı
kma ş
artları
nı
, geliş
imini, alı
nabilecek önlemleri ve yapı
labilecek tedaviyi
inceleyen tı
p dalı
, immünoloji.
bağı
ş
lama
* Bağ
ı
ş
lamak iş
i, affetme, af.
* Hibe etme.
bağı
ş
lamak
* Bir mal veya hakkıkarş
ı
lı
k beklemeden birine vermek, teberru etmek.
* Herhangi bir kötü davranı
şiçin ceza vermekten vazgeçmek, affetmek.
* Görevden çekmek, almak.
* Deyimlerde "Tanrıesirgesin, ayı
rması
n" gibi anlamlarda kullanı
lı
r.
bağı
ş
lamamak
* karş
ı
sı
ndakinin yanlı
ş
ı
ndan, kusurundan doğ
acak fı
rsatlarıkaçı
rmamak, acı
madan değerlendirmek.
bağı
ş
lanma
* Bağ
ı
ş
lanmak iş
i, affedilme.
bağı
ş
lanmak
* Bağ
ı
ş
lamak iş
ine konu olmak, affa uğramak, affedilmek, affolunmak.
bağı
ş
latma
* Bağ
ı
ş
latmak iş
i.
bağı
ş
latmak
* Bağ
ı
ş
lamak iş
ini yaptı
rmak.
bağı
ş
layı
cı
* Bağ
ı
ş
layan.
bağı
t
bağı
tçı
* Sözleş
me, akit, mukavele, kontrat.
* Bağ
ı
t yapanlardan her biri, âkit.
bağı
tlanma
* Bağ
ı
tlanmak iş
i veya durumu.
bağı
tlanmak
* Bağ
ı
t ile sonuçlanmak.
bağı
tlaş
ma
* Bağ
ı
tlaş
mak iş
i veya durumu.
bağı
tlaş
mak
* Araları
nda bağı
t yapmak.
bağı
tlı
* Bağ
ı
tla, sözleş
me ile bağlanmı
şolan.
bağkesen
* Makaslıböcek.
bağlaç
* Eşgörevli kelimeleri veya önermeleri birbirine bağlayan kelime türü, rabı
t: Ve, ya, veya, ya da birer
bağlaçtı
r.
bağlaç grubu
* Bağ
laç öbeği.
bağlaç öbeği
* Bağ
laçla veya bağlaçsı
z birbirine bağ
lanmı
şolan, aynınitelikte iki veya daha çok kelimeden oluş
an öbek.
bağlaçlı
* Bağ
lacı
olan.
bağlaçlıtamlama
*İ
simleri, sı
fatlarıarası
na bağlaç alan isim veya sı
fat tamlaması
.
bağlaçlıyan cümle
* Birleş
ik cümlelerde ki bağlacı
yla temel cümleye bağ
lanan yan cümle.
bağladı
ğ
ıyerde otlamak
* Bkz. bı
raktı
ğ
ı
m (bı
raktı
ğı
) bağ
ladı
ğı
m (bağ
ladı
ğı
) yerde (çayı
rda) otluyorsun (otluyor).
bağlam
* Cinsleri aynı
veya birbirine yakı
n olan ş
eylerin bir arada bağ
lanmı
ş
ı
, demet, deste.
* Bir ş
iirdeki dörtlüklerin her biri, bent.
* (herhangi bir olguda) Olaylar, durumlar, iliş
kiler örgüsü veya bağlantı
sı
, kontekst.
* Bir dil birimini çevreleyen, ondan önce veya sonra gelen, birçok durumda söz konusu birimi etkileyen,
onun anlamı
nı
, değ
erini belirleyen birim veya birimler bütünü, kontekst.
bağlama
* Bağ
lamak iş
i.
* Üç çift telli olan ve mı
zrapla çalı
nan bir saz.
* Yapı
larda duvarları
birbirine bağ
layan kiriş
, putrel vb.
bağlama zarf fiili
* Ve bağ
lacıgörevinde kullanı
larak, kendinden sonraki çekimli fiile veya fiilimsiye zaman ve kiş
i
bakı
mları
ndan uyan -ı
p ekini almı
şfiil: Gelip gitti (Geldi ve gitti) Gülüp geçti (Güldü ve geçti) gibi.
bağlamacı
* Bağ
lama yapan veya satan kimse.
* Bağ
lama çalan kimse.
bağlamacı
lı
k
* Bağ
lamacı
nı
n iş
i veya mesleğ
i.
bağlamak
* Bağveya baş
ka bir araçla tutturmak.
* Düğ
ümlemek.
* (yara için) İ
lâç koyup bezle sarmak.
* Denk yapmak, paket yapmak.
* Oluş
mak, tutmak, meydana gelmek.
* Bir işveya kimse için ayı
rmak, tahsis etmek.
* (bir işiçin) Anlaş
ma yapmak.
* Birinde bir ş
eye karş
ıilgi, istek uyandı
rarak o ş
eye ilgi, yakı
nlı
k duyması
nısağlamak.
* Uyulmasızorunlu olmak.
* Baş
ka bir iş
le uğ
raş
amaz durumda olmak.
* Sona erdirmek, bitirmek, tamamlamak.
* Gönlünü kazanmak.
* Bütün ilgisini bir yerde yoğ
unlaş
tı
rmak.
* Geçiş
i engellemek.
bağlamalı
k
* Bağ
lama yapmaya yarayan.
bağlamsal
* Bağ
lam ile ilgili.
bağlamsal anlam
* Bir sözün kullanı
lan veya amaçlanan bağ
lama göre anlam kazanması
.
bağlanak
bağlanı
m
* Bağ
lanı
lacak ş
ey, bağlantı
, irtibat.
* Bağ
lanmak iş
i veya biçimi.
* (siyasî veya sosyal konularda) Yan tutma.
bağlanı
ş
* Bağ
lanmak iş
i veya biçimi.
bağlanma
* Bağ
lanmak iş
i.
bağlanmak
* Bağ
lamak iş
ine konu olmak.
* Sevmek, içten bağ
lıolmak.
* Beklenen ş
ey elde edilmez olmak.
* Yalnı
zca belli bir iş
le uğraş
mak.
* Bir ş
ey bir kimseye ayrı
lmak, tahsis edilmek.
bağlantı
*İ
ki veya daha çok ş
eyin birbiriyle bağlı
, iliş
ik veya ilgili bulunması
, irtibat.
*İ
ki ş
ey arası
nda iliş
ki sağ
layan bağ
.
bağlantıborusu
* Katlardaki pis ve kirli suları
toplayan, kolona ileten boru.
bağlantıkurmak
* irtibat sağ
lamak.
* haberleş
me sağlamak.
bağlantıünlüsü
* Bkz. bağlayı
cıünlü.
bağlantıünsüzü
* Bkz. bağlayı
cıünsüz.
bağlantıyapmak
* iliş
ki kurmak; anlaş
ma, sözleş
me yapmak.
bağlantı
lı
* Araları
nda bağlantıbulunan, irtibatlı
, rabı
talı
.
bağlantı
sı
z
* Araları
nda bağlantıbulunmayan.
* Askerî, siyasî yönden hiçbir bloka bağlıolmayan (ülke), bloksuz.
bağlantı
sı
z ülkeler
* Bağ
lantı
sı
zlı
k siyaseti izleyen ülkeler, bloksuz ülkeler.
bağlantı
sı
zlı
k
* Bağ
lantı
sı
z olma durumu.
bağlantı
sı
zlı
k politikası
* Askerî, siyasî yönden hiçbir bloka girmeme siyaseti.
bağlantı
sı
zlı
k siyaseti
* Bağ
lantı
sı
z ülkelerin izlediğ
i siyaset.
bağlaş
ı
k
* Araları
nda anlaş
ma veya sözleş
me sağlanmı
şolan (kimse veya topluluk), müttefik.
* Sonuç, sebep gibi birbiriyle sı
kısı
kı
ya bağ
lıve karş
ı
lı
klıbağı
mlıolan (nesne, terim).
bağlaş
ı
klı
k
* Bağ
laş
ı
k olma durumu.
bağlaş
ı
m
* Eş
leme.
* Araları
nda ortak çı
kar bulunan devletler iliş
kisi.
bağlaş
ı
mlı
* Araları
nda karş
ı
lı
klıdestek ve bağı
mlı
lı
k bulunan.
bağlaş
ma
* Bağ
laş
mak iş
i, ittifak.
bağlaş
mak
* Bir ş
ey yapmak için birbirine antlaş
ma veya sözleş
me ile bağlanmak, ittifak etmek.
bağlatma
* Bağ
latmak iş
i.
bağlatmak
* Bağ
lamak iş
ini yaptı
rmak.
bağlayı
cı
* Bağ
lama niteliğ
i olan.
* Bağ
lamaya ve birleş
tirmeye yarayan: "Ve" bağ
layı
cıbir edattı
r.
* Uyulmasızorunlu.
bağlayı
cıünlü
* Ünsüzle biten kelime kök ve gövdelerine ünsüz ile baş
layan eklerin getirilmesi sı
rası
nda ve kök ile eki
birbirine bağ
layan ünlü: al-ı
-r, aç-ı
-l-mak, gec-i-k-mek vb.
bağlayı
cıünsüz
* Ünlü ile biten kelime kök ve gövdelerine ünlü ile baş
layan bir ek eklendiğinde araya giren y ünsüzü,
koruyucu ünsüz: okul-da-y-ı
m, eski-y-ince vb.
bağlı
* Bir bağile tutturulmuşolan.
* Gerçekleş
mesi bir ş
artıgerektiren, tâbi, vabeste.
* Bir kimseye, bir düş
ünceye, bir hatı
raya saygıveya aş
k gibi duygularla bağ
lanan, tutkun.
* Sı
nı
rlanmı
ş
, sı
nı
rlı
.
* Kapatı
lmı
şolan, kapalı
.
* Bir kuruluş
un yetkisi altı
nda bulunan.
* Bir halk inanı
ş
ı
na göre, büyü etkisiyle cinsel güçten yoksun edilmiş(erkek).
* Sadı
k.
bağlıkalmak
* uymak, tâbi olmak.
bağlıkredi
* Kredi açan ülkeden mal veya hizmet satı
n alı
nması
ş
artıile sağlanan kredi.
bağlıolmak
* tâbi bulunmak.
bağlısu
bağlı
k
* Ağaçta hücre zarı
nı
n emdiğ
i ve taş
ı
dı
ğ
ısu.
* Bağyeri, üzüm bağ
larıçok olan (yer).
bağlı
k bahçelik,-ğ
i
* Bağ
ı
, bahçesi zengin ve bol olan (yer).
bağlı
laş
ı
k
* Biri ötekine bağlıolarak var olan; biri olmadan öteki düş
ünülemeyen iki ş
eyin, bu iliş
ki yönünden durumu.
bağlı
laş
ı
m
*İ
ki veya daha fazla değiş
ken arası
ndaki bağı
ntı
.
* Organizmanı
n değ
iş
ik yapı
, özellik ve olayları
nda görülen karş
ı
lı
klı
ilgi, korelâsyon.
bağlı
laş
ma
* Bağ
lı
laş
mak iş
i.
bağlı
laş
mak
*İ
ki ş
ey arası
nda karş
ı
lı
klı
bağ
ı
ntıolmak veya bağlı
lı
k kurmak.
bağlı
lı
k
* Bağ
lıolma durumu, merbutiyet.
* Birine karş
ı
, sevgi, saygıile yakı
nlı
k duyma ve gösterme, sadakat.
* Bkz. Bağlı
laş
ı
m.
bağnaz
* Bir düş
ünceye, bir inanı
ş
a aş
ı
rıölçüde bağlanı
p ondan baş
ka bir düş
ünce ve inanı
ş
ıkabul etmeyen,
mutaassı
p.
bağnazlaş
ma
* Bağ
nazlaş
mak durumu.
bağnazlaş
mak
* Bağ
naz duruma gelmek.
bağnazlı
k
* Bağ
naz olma durumu, bağnazca davranı
ş
, taassup.
* Bir düş
ünceye, bir inanı
ş
a aş
ı
rıölçüde bağlanı
p ondan baş
kası
nı
düş
ünmeme durumu, taassup.
bağrıyanı
k
* Çok dert, acı
, sı
kı
ntıçekmiş
.
bağrıyufka
* Yufka yürekli, merhametli.
bağrı
kara
*İ
skete kuş
unun bir türü (Saxicola torquata).
bağrı
na basmak
* kucaklamak.
* biriyle ilgilenerek onu koruyup kayı
rmak, yetiş
tirmek.
bağrı
na taşbasmak
* sesini çı
karmaksı
zı
n her türlü acı
ya katlanmak.
bağrı
nı
delmek
* çok dokunmak, içine iş
lemek.
bağrı
nı
ezmek
* üzülmek, dertlenmek.
bağrı
ş
* Bağ
ı
rmak iş
i veya biçimi.
bağrı
şçağ
rı
ş
* Gürültü, ş
amata.
* Gürültüyle, ş
amata ederek.
bağrı
ş
a çağ
rı
ş
a
* Büyük gürültü ederek, bağı
rarak çağı
rarak.
bağrı
ş
ma
* Bağ
rı
ş
mak iş
i, birlikte bağ
ı
rma.
bağrı
ş
mak
* Birlikte veya karş
ı
lı
klıbağı
rmak.
bağrı
ş
tı
rma
* Bağ
rı
ş
tı
rmak iş
i veya durumu.
bağrı
ş
tı
rmak
* Bağ
ı
rması
na yol açmak, hep birden bağı
rtmak.
bağsı
z
* Bağ
ıbulunmayan.
baha
* Paha.
baha biçmek
* değ
erini belirlemek.
bahadı
r
* Savaş
larda, çarpı
ş
malarda gücü ve yı
lmazlı
ğı
yla üstünlük kazanan veya yiğ
itlik gösteren (kimse).
bahadı
rlı
k
* Bahadı
r olma özelliğ
i, durumu.
Bahaî
Bahaîlik
bahane
* Bahaîlik yanlı
sıkimse.
* XIX. yüzyı
lda Babîlikten doğ
muşolan, İ
ran'dan baş
ka Avrupa ve Amerika'da da yayı
lmı
şbir din.
* Bir ş
eyin gerçek sebebi gizlenerek ileri sürülen sözde sebep.
bahane aramak
* bir iş
i yapmamak için sebep aramak.
bahane bulmak
* bir iş
i yapmak veya yapmamak için sözde sebep göstermek.
bahane etmek
* herhangi bir ş
eyi sebep olarak ileri sürmek.
bahaneli
* Bahanesi olan.
bahanesiz
* Bahanesi olmayan.
bahar
* Kuzey yarı
m küre için, 21 Martta gündüz gece eş
itliğiyle baş
layarak 22 Haziranda gün dönümü ile biten,
kı
şve yaz arası
ndaki mevsim; ilkyaz, ilkbahar.
* Bu mevsimde ağ
açlarda açan çiçekler ve yapraklar.
* Gençlik çağ
ı
.
bahar
* Yiyecek ve içeceklere hoşkoku ve tat vermek için kullanı
lan tarçı
n, karanfil, zencefil, karabiber gibi
maddeler.
bahar bayramı
* Genellikle mayı
s ayı
nı
n ilk günlerinde kutlanan bayram.
bahar dönemi
* Yı
lı
n kı
ş
tan sonra gelen ilk ayları
.
bahar nezlesi
* Bkz. saman nezlesi.
bahar noktası
*İ
lkbaharda gündüz gece eş
itliğ
i anı
nda güneş
in gök ekvatoru çizgisi üzerinde bulunduğu nokta.
baharat
* Tarçı
n, karanfil, zencefil, karabiber gibi maddelerin toplu adı
.
baharatçı
* Baharat satan kimse.
baharatçı
lı
k
* Baharat satma iş
i.
baharatlandı
rmak
* Baharat ile süslemek, lezzetlendirmek veya baharat ekmek.
baharatlı
* Baharatıolan.
baharatsı
z
* Baharatıolmayan.
baharcı
* Baharat alı
m satı
mı
yla uğraş
an (kimse).
baharıbaş
ı
na vurmak
* (alay yollu) gençliğ
in verdiğ
i coş
kuyla gereksiz veya aş
ı
rıdavranı
ş
ta bulunmak.
bahariye
baharlı
bahçe
* Divan edebiyatı
nda, bahar tasviri ile baş
layan kaside.
*İ
çinde karabiber, karanfil, tarçı
n gibi bahar bulunan.
* Sebze yetiş
tirilen yer, bostan.
* Çiçek ve ağaç yetiş
tirilen yer.
bahçe domatesi
* Tarla ve bahçelerde sun'î gübre kullanmadan, doğ
al olarak yetiş
tirilen domates türü.
bahçe kekiği
* Bahçelerde özel yöntemlerle yetiş
tirilen kekik.
bahçe makası
* Çeş
itli ot ve bitkileri düzgün kesmek ve budamak amacı
yla yapı
lan bir makas türü.
bahçe nanesi
* Bahçelerde yetiş
tirilen bir nane türü.
bahçeci
* Çiçek, ağ
aç ve sebze yetiş
tirme iş
iyle uğ
raş
an kimse.
bahçecilik
* Bahçecinin iş
i.
* Bahçe yapma iş
i.
bahçeli
* Bahçesi olan.
bahçelik
* Bağ
ları
, bahçeleri olan (yer).
bahçemsi
* Bahçeye benzeyen, bahçe gibi düzenlenmişyer.
bahçesiz
* Bahçesi olmayan.
bahçı
van
* Geçimini bahçe ürünlerini yetiş
tirip satmakla sağlayan kimse.
* Bir bahçenin düzenlenmesi ve bakı
mı
yla görevli kimse.
bahçı
vanlı
* Bahçı
vanıbulunan.
bahçı
vanlı
k
* Bahçı
vanı
n yaptı
ğ
ıiş
.
bahir
* Deniz.
* Aruzdaki vezin takı
mları
ndan her biri.
* Mevlid'in bölümlerinden her biri.
bahis
* Konuş
ulan ş
ey, konu.
* Görüş
ünde veya iddiası
nda haklıçı
kacak tarafa bir ş
ey verilmesini kabul eden sözlü anlaş
ma.
* Söz.
* Bir kitabı
n bölümlerinden her biri.
bahis açmak (veya açı
lmak)
* belli bir konuda konuş
maya baş
lamak (baş
lanı
lmak).
bahis konusu
* Söz konusu.
bahis mevzuu olmak
* üzerinde konuş
ulmak, söz konusu olmak.
bahis tutuş
mak
* karş
ı
lı
klıbahse girmek.
bahisçi
* Oyunlarda veya at yarı
ş
ları
nda yarı
ş
ı
n sonuçları
nıtahmin ederek bahis oynayan veya oynatan kimse,
müş
terek bahisçi.
bahname
bahrî
bahrî
*İ
çinde cinsel konularla ilgili açı
k saçı
k yazı
ları
n, resimlerin bulunduğ
u eser.
* Denizle ilgili.
* Yalı
çapkı
nı
.
bahriye
* Bir devletin deniz güçlerinin ve kuruluş
ları
nı
n bütünü.
bahriye çifte tellisi
* Hareketli bir halk oyunu ve ezgisi.
bahriyeli
* Deniz Kuvvetlerine bağlıasker.
* Deniz Harp Okulu öğrencisi.
bahse girmek
* görüş
ünde veya iddiası
nda haklı
çı
kacak tarafa bir ş
ey verilmesini kabul eden sözlü anlaş
ma yapmak.
bahsetme
* Bahsetmek iş
i.
bahsetmek
* Bir konu üzerinde söz söylemek, konuş
mak, sözünü etmek.
bahsi geçmek
* bir konu üzerinde konuş
ulmuşolmak.
bahsi kapamak
* bir konu üzerindeki konuş
mayıkesmek.
bahsi kaybetmek
* ileri sürülen, savunulan görüş
ün yanlı
şolduğ
u ortaya çı
kmak.
bahsi kazanmak
* ileri sürülen, savunulan görüş
ün doğ
ru olduğu belli olmak.
bahsi tazelemek
* konuş
mayıaynıkonu üzerine getirmek.
bahş
etme
* Bahş
etmek iş
i.
bahş
etmek
* Bağ
ı
ş
lamak, sunmak.
bahş
iş
* Bir hizmet görene hakkı
ndan ayrıolarak verilen para.
bahş
iş(veya beleş
) atı
n diş
ine bakı
lmaz
* para verilmeden sağ
lanan bir ş
eyin ufak tefek kusurları
nıhoşgörmelidir.
baht
* Olacakları
n, kaçı
nı
lmaz olduğunu belirleyen ilâhî iradenin insan için veya bir toplum için çizdiğ
i hayat tarzı
,
kader, talih.
* Şans, mutluluk.
baht iş
i
* Talihe bı
rakı
lmı
ş
, talihe bağ
lı
iş
.
bahtıaçı
k
* Talihli.
bahtıaçı
k olmak
* bir konuda ş
ansıyaver gitmek, talih yüzüne gülmek.
bahtıaçı
lmak
* talihi dönüp uygun duruma veya arzulanan sonuca gelmek.
bahtıbağlıolmak
* talihi kapalıolmak.
* (kı
zlar için) evlenecek istekli çı
kmamak.
bahtıkapanmak
* talihsizliğ
e uğ
ramak, istenen sonuca ulaş
mamak.
bahtıkara
* Mutsuz, talihsiz.
bahtıkara olmak
* sürekli olarak talihi yaver gitmemek, mutsuz olmak.
bahtı
na küsmek
* talihsizliğ
inden yakı
nmak.
bahtiyar
* Bahtı
olan, bahtlı
, talihli, mutlu.
bahtiyarlı
k
* Bahtlıolma durumu, mutluluk.
bahtlı
* Bahtı
iyi olan, mutlu, talihli.
bahtsı
z
* Bahtı
kötü olan, mutsuz, talihsiz.
bahtsı
zlı
k
* Bahtsı
z olma durumu, mutsuzluk.
bahusus
bak bak!
* Hele, özellikle, üstelik.
*ş
aş
ma bildirir.
bak!
* iş
te.
*ş
aş
ma anlatı
r.
* küçümseme bildirir.
bakaç
* Dürbün.
bakakalma
* Bakakalmak iş
i veya durumu.
bakakalmak
* Şaş
kı
nlı
ğ
a uğ
rayı
p ne yapacağ
ı
nı
bilmez durumda kalmak.
bakalı
m (veya bakayı
m)
* içinde yer aldı
ğ
ıcümlenin güvensizlik, kuş
ku, merak, uyarma gibi anlamları
nı
pekiş
tirir.
bakalit
* Formaldehit ile bir fenolün yoğ
unlaş
ması
sonucu elde edilen yapay reçine.
bakalitli
* Bakalit bulunduran, bakalit kaplamalı
.
bakalorya
* (eskiden üniversite ve yüksek okullara girebilmek için lise öğ
reniminden sonra verilen) Olgunluk sı
navı
.
bakam
* Baklagillerden, odunundan kı
rmı
zıboya çı
karı
lan bir ağ
aç, bakkam (Haematoxylon campechianum).
bakan
* Bakmak iş
ini yapan (kimse).
* Hükûmet iş
lerinden birini yönetmek için, genellikle milletvekilleri arası
ndan, baş
bakan tarafı
ndan seçilerek
cumhurbaş
kanı
nca onaylandı
ktan sonra işbaş
ı
na getirilen yetkili, vekil, nazı
r.
bakanak
* Gevişgetiren hayvanları
n ayakları
nı
n arkası
ndaki körelmiştı
rnak, kemik çı
kı
ntı
sı
.
bakanlar kurulu
* Baş
bakan ve bakanlardan oluş
an kurul, hükûmet.
bakanlı
k
bakar
* Bakan olanı
n durumu ve görevi, vekillik.
* Bakanı
n yönetimi altı
ndaki kuruluş
ları
n bütünü veya bu kuruluş
ları
n bulunduğ
u yer, nezaret, vekâlet.
* Öküz, sı
ğ
ı
r.
bakar kör
* Gözleri sağ
lam göründüğ
ü hâlde göremeyen.
* Çok dikkatsiz (kimse).
bakar mı
sı
nı
z?
* seslenme ünlemi.
bakara
*İ
skambil kâğ
ı
dıile oynanan bir kumar.
bakarak
bakarsı
n
* göre.
* olur ki.
bakaya
* Kalı
ntı
lar.
* Askerlik çağ
ı
na girenlerden son yoklamada bulunarak askere alı
nmı
şolduklarıhâlde çağ
rı
ldı
kları
nda
gelmeyen veya gelip de kı
taları
na gitmeden toplandı
klarıyerlerden veya yollardan savuş
anlar.
* Ait olduğu yı
l içinde toplanamayı
p ertesi yı
la kalan vergiler.
bakı
* Özellikle dağlı
k yörelerde bir yamacı
n güneşı
ş
ı
nları
na, güneye veya kuzeye karş
ıkonumunu belirleyen,
bunun sonucu olarak da doğ
al ş
artları
nıtespit eden durumu.
* Fal.
bakı
cı
* Bakmak iş
iyle görevlendirilen kimse.
* Bir ş
eyi satı
n almayıdüş
ünmeden yalnı
zca bakarak ilgilenen (kimse).
* Falcı
.
bakı
cı
lı
k
bakı
lma
* Bakmak iş
i.
* Falcı
lı
k.
* Bakı
lmak iş
i.
bakı
lmak
* Bakmak iş
ine konu olmak veya bakmak iş
i yapı
lmak.
bakı
m
* Bir ş
eyin iyi geliş
mesi, iyi bir durumda kalması
için verilen emek veya emek verme biçimi.
bakı
m evi
* Bakı
ma ihtiyacıolan kimselerin bakı
ldı
kları
, barı
ndı
kları
kuruluş
.
* Kademe.
* Kurum ve kuruluş
larda motorlu araçları
n onarı
ldı
ğ
ıve korunduğ
u yer veya birim.
bakı
m yapmak
* araç ve gereçlerin düzenli çalı
ş
masıiçin onarı
mı
nıyapmak.
bakı
m yurdu
* Yoksul veya kimsesiz yaş
lıve sakatları
n barı
ndı
rı
lı
p bakı
ldı
klarıyurt, darülâceze.
bakı
mcı
* Bakı
m iş
ini yapan kimse.
bakı
mı
ndan
* Bakı
şveya görüşaçı
sı
, yönü, değ
erlendirme açı
sı
, -e göre.
bakı
mlı
*İ
yi bakı
lmı
ş
, üzerinde iyi çalı
ş
ı
lmı
ş
.
bakı
mlı
k
* Filmin kartpostal büyüklüğ
ünde cam bir perde üzerinde görünmesini sağ
layan cihaz.
bakı
mlı
lı
k
* Bakı
mlı
olma durumu.
bakı
msı
z
* Özen gösterilmemiş
, bakı
lmamı
ş
.
bakı
msı
zlı
k
* Bakı
msı
z olma, terk edilme, yüzüstü bı
rakı
lma durumu.
bakı
ncak
* Tüfeklerde hedefin uzaklı
ğı
na, yakı
nlı
ğ
ı
na göre ayar edilecek biçimde yapı
lmı
şiner kalkar gez, niş
angâh.
bakı
ndı
bakı
nma
* Bak hele, olacak ş
ey mi? gibi ş
aş
ma anlatı
r.
* Bakı
nmak iş
i.
bakı
nmak
* Bakmak iş
i yapı
lmak, çevreye göz gezdirmek, araş
tı
rmak.
* Muayene olmak.
bakı
r
* Atom numarası29, yoğunluğu 8.95 olan, 10840 C ye doğru eriyen, doğ
ada serbest veya birleş
ik olarak
bulunan, ı
sıve elektriği iyi ileten, kolay dövülür ve iş
lenir olduğundan eski çağ
lardan beri türlü iş
lerde kullanı
lan, kı
zı
l
renkli element. Kı
saltmasıCu.
* Bakı
rdan yapı
lmı
şkap.
* Bakı
rdan yapı
lmı
ş
.
bakı
r alaş
ı
mı
* %1'in üzerinde çözünmüşelementlerin oluş
turduğu bakı
r alaş
ı
mları
nı
n genel adı
.
bakı
r çalı
ğı
* Bakı
r tuzlarıile zehirli duruma gelmiş
.
* Yeş
ile çalar mavi renk.
bakı
r çalmak
* (bakı
r kaptaki yemek) bakı
r tuzları
ile zehirli duruma gelmek.
bakı
r kaplama
* Demir benzeri madenlerin yüzeyinde bakı
r katman oluş
turma iş
lemi.
bakı
r oksit
* Kimyasal formülü CuO veya Cu2O olan bakı
rı
n oksit biçimi.
bakı
r pası
* Bakı
r üzerinde nemli havalarda oluş
an bakı
r hidrokarbonat.
bakı
r rengi
* Kı
zı
la yakı
n kahverengi.
* Bu renkte olan.
bakı
r sülfat
* Göz taş
ı
.
bakı
r taş
ı
* Malakit.
bakı
r tuzu
* Bakı
r sülfat, göz taş
ı
.
bakı
rcı
* Bakı
r iş
leyen veya bakı
r kap kacak satan kimse.
bakı
rcı
lı
k
* Bakı
r kap yapma veya satma iş
i.
bakı
rlaş
ma
* Bakı
rlaş
mak durumu.
bakı
rlaş
mak
* Bakı
r rengini almak, (rengi) bakı
rı
n rengine benzemek.
bakı
rlı
bakı
ş
* Bakı
r içeren maddeler.
* Bakmak iş
i veya biçimi.
bakı
şaçı
sı
* Bir olayda, konuyu, düş
ünceyi belirli bir yönden inceleme, görüşaçı
sı
.
bakı
şatmak
* kı
sa bir sürede bakı
p geçmek.
bakı
ş
ı
k
* Bkz. bakı
ş
ı
mlı
.
bakı
ş
ı
ksı
z
* Bkz. bakı
ş
ı
msı
z.
bakı
ş
ı
m
*İ
ki veya daha çok ş
ey arası
nda konum, biçim ve belirli bir eksene göre ölçü uygunluğ
u.
* Eksen olarak alı
nan bir doğ
rudan, benzer noktaları
karş
ı
lı
klıolarak aynıuzaklı
kta bulunan iki benzer
parçanı
n birbirine göre olan durumu, tenazur, simetri.
bakı
ş
ı
mlı
* Bakı
ş
ı
mıbulunan, simetrik, mütenazı
r.
bakı
ş
ı
msı
z
* Araları
nda bakı
ş
ı
m bulunmayan (iki ş
ey) veya iki yanıarası
nda bakı
ş
ı
m olmayan (bir ş
ey), asimetrik.
bakı
ş
ı
msı
zlı
k
* Bakı
ş
ı
msı
z olma durumu, asimetri.
bakı
ş
ma
* Bakı
ş
mak iş
i.
bakı
ş
mak
*İ
ki veya daha çok kimse birbirine bakmak.
* Kaçamak ve gizli olarak birbirine bakmak.
baki
* Sürekli, kalı
cı
, daimî.
* Bir ş
eyden artan (miktar).
baki kalmak
* sürekli, kalı
mlıolmak.
* bir ş
eyden artmak.
* artakalan, geride kalan, öteki.
bakir
* Cinsel iliş
kide bulunmamı
ş(erkek).
* El değ
memiş
, kullanı
lmamı
ş
.
* (toprak için) İ
ş
lenmemiş
.
* Eskimemiş
, yı
pranmamı
ş
, yeni.
bakire
bakirelik
* Cinsel iliş
kide bulunmamı
şdiş
i; kı
z, kı
z oğ
lan kı
z.
* Bakire olma durumu, erdenlik.
bakirlik
* Bakir olma durumu; el değ
memiş
lik, bozulmamı
ş
lı
k.
bakiye
bakkal
* Artı
k, artan, kalan, geri kalan.
* Kalı
ntı
.
* Yiyecek, içecek ve baş
ka ihtiyaç maddelerini perakende olarak satan kimse.
* Bu gibi ş
eylerin satı
ldı
ğ
ıdükkân.
bakkal çakkal
* Bakkal ve benzeri iş
lerle uğ
raş
an esnaf için küçümseme sözü.
bakkal defteri
* Karı
ş
ı
k, düzensiz yazı
larla dolu defter.
bakkal kâğı
dı
* Kalı
n ve kaba kâğ
ı
t.
bakkala bı
rakma!
* bir iş
i "bakalı
m!" diyerek savsaklamak isteyenlere söylenir.
bakkaliye
* Bakkal dükkânı
nda satı
lan ş
eyler.
* Büyük bakkal dükkânı
.
bakkallı
k
* Bakkalı
n iş
i.
bakkam
bakla
* Bkz. bakam.
* Baklagillerden, yurdumuzun her yerinde yetiş
tirilen, taneleri badı
ç içinde bulunan bir bitki (Vicia faba).
* Bu bitkinin yeş
il ürünü veya kuru tanesi.
* Bir zinciri oluş
turan halka veya parçalardan her biri.
bakla çiçeğ
i
* Sarı
mtı
rak eflâtuna çalan beyaz renkte olan bitki.
* Bu renkte olan.
bakla dökmek (veya atmak)
* bakla ile fala bakmak.
bakla falı
* Bakla taneleri ile bakı
lan bir fal türü.
bakla ı
slanmamak
* Bkz. ağzı
nda bakla ı
slanmamak.
bakla kadar
* (bit, pire gibi küçük böcekler için) çok iri.
bakla kı
rı
* Beyazıçoğalmı
ş
, beyazlamaya yüz tutmuşrenk.
* At donları
ndan koyu ve iri lekeli kı
r.
bakla oda nohut sofa
* Bkz. nohut oda.
baklagiller
* Bakla, fasulye, akasya, keçiboynuzu gibi, badı
çlıpek çok sebze ve ağaçları
içine alan, iki çenekli ayrıtaç
yapraklı
lardan büyük bir bitki familyası
, bakliye.
baklalı
baklalı
k
* Baklasıolan.
* Bakla tarlası
.
baklamsı
* Bakla biçiminde olan.
baklamsımeyve
* Bkz. badı
ç.
baklan
baklava
* Anguta benzeyen kı
rmı
zırenkli bir çeş
it yaban kazı(Otis tarda).
* Çok ince yufkadan yapı
larak arası
na kaymak, fı
stı
k, ceviz, badem gibi ş
eyler konulan tatlı
.
* Eş
kenar dörtgen biçiminde olan nesne.
baklava açmak
* baklava yapmak için gerekli olan ince yufkaları
hazı
rlamak.
baklava börek
* (bir baş
ka ş
eyle karş
ı
laş
tı
rı
ldı
ğı
nda) çok kolay ve zevkli (iş
).
* çok tokluk durumunda "baklava börek olsa yemem" biçiminde kullanı
lı
r.
baklava dilimi
* Eş
kenar dörtgen biçiminde olan.
baklavacı
* Baklava yapan veya satan kimse.
baklavacı
lı
k
* Baklava yapma veya satma iş
i.
baklavalı
*İ
çinde baklava bulunan.
*İ
çinde baklava desenleri olan.
baklavalı
k
* Baklava yapı
mı
nda kullanı
lan veya baklava yapmaya elveriş
li olan.
baklayı
ağ
zı
ndan çı
karmak
* sabrı
tükenip o zamana kadar söylemediğ
iş
eyleri söylemeye baş
lamak.
* açı
k söylemekten kaçı
ndı
ğıbir sorunu sonunda açı
klamak.
bakliyat
bakliye
bakma
* Baklagillerden elde edilen ürün.
* Bkz. baklagiller.
* Bakmak iş
i.
bakmak
* Bakı
ş
ıbir ş
ey üzerine çevirmek.
* Aramak.
* (yer için) Yüzü bir yöne doğru olmak.
* Bir ş
eyin geliş
mesi veya iyi bir durumda kalmasıiçin emek vermek.
* Beslemek, geçindirmek.
* (bir iş
) Birinden beklenmek.
* (hasta için) Muayene etmek, tedavi etmek.
* Yoklamak, incelemek, denemek.
* Bir iş
i yapmak, bir iş
i yapmakla görevli olmak.
* Yapı
labilmesi bir ş
eye bağ
lı
bulunmak.
* Gözetmek, ilgilenmek.
* Renklerde, Benzemek, andı
rmak.
* Önem vermek, önem vererek üzerinde durmak.
* Anlamak, farkı
na varmak.
* Baş
ka bir ş
eyle ilgilenmeyip elindeki veya önündeki iş
le uğraş
ı
r olmak.
bakraç
* Çoğ
unlukla bakı
rdan yapı
lan küçük kova.
* Bir bakracı
n alabildiği miktar.
baksana! baksanı
za!
* seslenme için kullanı
lı
r.
* dikkat çekmek sözü.
bakteri
* Toprakta, suda, canlı
larda bulunan, çürüme, mayalanma veya hastalı
klara yol açan, küresel, silindirimsi,
kı
vrı
k biçimde olan, bölünerek çoğ
alan, klorofilsiz, tek hücre canlı
.
bakteridi
* Şarbon hücresi gibi hareketsiz bakteri.
bakterigiller
* Bakterilere verilen ad, bakterileri içine alan canlı
lar.
bakterisit
* Canlı
ları
n vücudunda veya laboratuar deneylerinde bakterileri fiziksel, kimyasal etkiyle öldüren (etken).
bakteriyel
* Bakterilerle ilgili.
bakteriyolog
* Bakterilerle ilgili, bakteriyoloji alanı
nda çalı
ş
an kimse.
bakteriyoloji
* Bakterilerin ve genel olarak mikropları
n biçimlerini, niteliklerini inceleyen bilim.
bakteriyolojik
* Bakteri bilimi ile ilgili.
bakteriyoskopi
* Bakterilerin mikroskopla incelenmesi iş
lemi.
baktı
kça alı
r
* güzelliği birdenbire göze çarpmayan.
baktı
rma
* Baktı
rmak iş
i.
baktı
rmak
* Bakması
na yol açmak, bakması
nısağlamak.
bal
* Özellikle bal arı
ları
nı
n bitki ve çiçeklerden topladı
klarıbal özünden yapı
p, kovanları
ndaki petek gözlerine
doldurdukları
, rengi beyazdan esmere kadar değiş
en tatlı
, koyu, sı
vımadde.
* Olgunlaş
mı
şincirin, dı
ş
ı
na sı
zan tatlı
sı
.
* Ağaçları
n kabuğundan sı
zarak pı
htı
laş
an besi suyu.
bal alacak çiçeğ
i bilmek (veya bulmak)
* çı
kar sağlanabilecek yeri veya ş
eyi bilmek veya bulmak.
bal arı
sı
* Zar kanatlı
lardan, bal yapan eklem bacaklıtürü (Apis mellifica).
bal bal demekle ağ
ı
z tatlı
lanmaz
* sözde kalan dilek ve tasarı
ları
n işbitirmede hiçbir etkisi olmaz.
bal baş
ı
* En temiz bal.
bal çiçeği
* Almaş
ı
k yapraklı
, kı
rmı
zı
veya kı
rmı
zı
ya çalar sarırenkli çiçekli ağ
aççı
k.
bal dök de yala
* bir yerin çok temiz olduğ
unu anlatı
r.
bal dudak
* Bkz. bal dudaklı
.
bal dudaklı
* Tatlıdilli.
bal gibi
* pek tatlı
.
*ş
üpheye yer bı
rakmadan, çok iyi, adamakı
llı
.
bal kabağı
*İ
çi turuncu, iri ve tatlıbir kabak çeş
idi (Cucurbita moschata).
* Aptal, beyinsiz kimse.
bal kelebeğ
i
* Bal kovanları
na çok zarar veren bir böcek (Galleria mellonella).
bal mumu
* Arı
ları
n peteklerini yapmak için karı
n halkalarıarası
ndan salgı
ladı
klarıyumuş
ak ve sarı
msımadde.
* Bu maddenin sanayide kullanı
lmak için yapay olarak hazı
rlanmı
ş
ı
.
bal mumu gibi erimek
* çok zayı
flamak.
bal mumu macunu
* Mobilyadaki kusurları
n onarı
mı
nda kullanı
lan, toprak boya ile renklendirilmişbal mumu.
bal mumu yapı
ş
tı
rmak
* unutulmaması
için iş
aret edip dikkati çekmek.
bal özlü
* Bal özü bulunduran.
bal özü
* Bazıçiçeklerin içinde bulunan, arı
ları
n bal yapmak için emdikleri tatlısı
vı
, nektar.
bal özü bezi
* Bitkilerin yaprak, yumurtalı
k ve erkek organları
nı
n dibinde bulunan ve bal özü çı
karan bez.
bal özülük
* Çiçeklerde bal özünü çı
karan bezlerin bulunduğ
u organ.
bal peteğ
i
* Arı
ları
n içine bal doldurduğu bal mumu levha.
bal rengi
* Kahverengine çalan sarırenk.
* Bu renkte olan.
bal sağ
mak
* kovandan bal ürünü almak.
bal tutan parmağ
ı
nı
yalar
* imkânlarıgenişbir iş
in baş
ı
nda bulunan kimse bu imkânlardan az da olsa yararlanı
r.
bala
* Yavru, çocuk.
balaban
*İ
ri, büyük.
* Şiş
man, gürbüz (kimse, çocuk).
balaban
* Atmaca veya doğan gibi yı
rtı
cıbir kuş
.
balaban kuş
u
* Bataklı
klarda yaş
ayan, balı
kçı
la benzer, eti yağ
lıve ağ
ı
r, iri bir kuş(Botaurus).
balabanlaş
ma
* Balabanlaş
mak durumu.
balabanlaş
mak
* Balaban duruma gelmek, irileş
mek.
balabanlı
k
* Balaban olma durumu.
balak
balalayka
* Bkz. malak.
* Üç köş
eli, üç telli Rus halk sazı
.
balama
balans
* Orta oyununda Rum tipi.
* Karagöz, matiz ve külhan beyi tipleri tarafı
ndan yabancıülkelerin tiplerine hitap ederken kullanı
lan söz.
* Denge, muvazene.
balans ayarı
* Otomobilin sarsı
lması
nı
önlemek için, tekerleklere gereğ
i kadar balans pensi denen kurş
un parçasıtakarak
denge sağlama iş
i.
balans pensi
* Arabaları
n tekerleklerindeki dengeli dönmeyi sağlamak için cant ile lâstik kenarı
na sı
kı
ş
tı
rı
lan kurş
un
parçası
.
balar
balast
* Çatıkiriş
i olarak kullanı
lan ve kiremitlerin altı
na döş
enen ince tahta, pedavra.
* Demir yolları
nda traverslerin altı
na, ş
oselerde düzeltilmiştoprak üzerine döş
enen taşkı
rı
kları
.
* Safra.
balast direnç
* Gerilimin büyük değ
iş
imlerinde, devredeki akı
mısabit tutmak için konulan direnç.
balast gemi
* Ambarları
nda yük bulunmayan gemi.
balast yem
* Çok büyük miktarda ham selüloz ihtiva eden ve dolayı
sı
yla yoğ
un yemlerden çok daha düş
ük sindirilebilir
besin maddeleri ihtiva eden ve hayvanlara tokluk hissi vermek amacı
yla kullanı
lan yem.
balat
* Orta Çağ
da, üç bentten oluş
an bir Batış
iiri türü.
* Batı
da, belirli danslara eş
lik eden bir tür ş
arkı
.
* Serbest biçimli, romantik, müzik araçları
yla çalı
nan veya ş
arkıolarak okunan eser.
balata
* Soğuk ve sı
cakta büyük bir sürtünme kat sayı
sı
na sahip olan suya ve yağ
a dayanı
klı
, yavaşaş
ı
nan madde.
* Motorlu araçlarda fren yapmayısağ
layan, tekerlek mili üzerine yerleş
tirilmişyarı
m ay biçimindeki alet.
balayı
* Evlilik hayatı
nı
n ilk ayı
veya ilk günleri.
balbal
balcı
balcı
lı
k
* Eski Türklerde kiş
inin anı
lması
için mezarı
nı
n veya bazı
kurganları
n etrafı
na dikilen taş
.
* Arı
yetiş
tirip bal alan veya satan kimse.
* Arı
yetiş
tirme veya bal alı
p satma iş
i.
balçak
* Kabza.
* Kabzanı
n demir siperi.
balçı
k
*İ
çinde çeş
itli organik maddeler bulunan, daha çok killi, koyu, yapı
ş
kan çamur, mil.
* Güçlük çı
kartan.
*İ
çindeki kil oranıyüksek, yağlı
, su geçirmez, koyu toprak.
balçı
k hurması
* Sandı
klara bası
larak kurutulan hurma (veya kuru incir).
balçı
k inciri
* Kurutulmuşincir, balçı
k hurması
.
balçı
klı
* Balçı
ğıolan.
baldı
r
* Bacağ
ı
n dizden ayak bileğ
ine kadar olan bölümü, incik.
* Bu bölümün yumuş
ak ve ş
iş
kin olan arka tarafı
.
baldı
r bacak
* Açı
k saçı
k görülen kadı
n bacağı
.
baldı
r kemiğ
i
* Baldı
rda bulunan iki kemikten ince olanı
.
baldı
rak
baldı
ran
* Don ve pantolon gibi giysilerin dizden aş
ağ
ıolan bölümü.
* Kı
lı
ç kayı
ş
ı
nı
n aş
ağıuzanan parçası
.
* Maydanozgillerden, nemli yerlerde yetiş
en zehirli bitkilerin ortak adı
, ağ
u otu. (Conium maculatum).
* Bu bitkiden çı
karı
lan zehir.
baldı
ran ş
erbeti
* Acıçekerek, yüz suyu dökerek elde edilen kazanç.
baldı
ranlı
k
* Çok baldı
ran yetiş
en yer.
baldı
rgan
* Baldı
ran.
* Şeytan otu, ş
eytan tersi otu (Ferula assa-foetida).
baldı
rıçı
plak
* Ayak takı
mı
ndan, iş
siz, serseri.
baldı
rı
kara
* Nemli yerlerde yetiş
en birçok eğ
relti otu türünün ortak adı
, karabaldı
r.
baldı
rpatlatan
* Güreş
te hasmı
n bir ayağ
ı
nıtutarak diz kapağ
ı
na kadar büküp üzerine yüklenme oyunu.
baldı
rsokan
* Çift kanatlı
ları
n, sinekgiller familyası
ndan, karasineğe çok benzeyen, kan emen, hastalı
k bulaş
tı
ran, hayvan
sağ
lı
ğ
ıyönünden zararlıbir sinek türü (Stomaxys calcitrans).
baldı
z
* Erkeğe göre karı
sı
nı
n kı
z kardeş
i.
baldo
*İ
ri ve dolgun taneli, pilâvlı
k pirinç.
bale
balerin
* Belli hafif figürlere, adı
m atı
ş
lara, çoğ
unlukla sahne düzenine ve müziğe dayalıgösteri türü.
* Bu tür gösteri yapan sanatçıtopluluğu.
* Bale yapan kı
z veya kadı
n sanatçı
.
balerinlik
* Ası
l mesleğ
i balerin olan kimse.
balet
balgam
* Bale yapan erkek sanatçı
.
* Solunum organları
nı
n salgı
ladı
ğı
, ağ
ı
zdan dı
ş
arı
atı
lan sümüksü madde.
balgam atmak
* yapı
lmakta olan bir işveya bir konu üzerine kuş
ku uyandı
racak bir söz söylemek.
balgam taş
ı
* Damarlı
ve yarısaydam bir tür Kadı
köy taş
ı
, Hacı
bektaştaş
ı
, mühresenk.
balgamlı
* Balgamıolan.
balgümeci
* Bal peteğ
ini andı
ran bir tür dikişbüzgüsü.
balhane
* Bal süzme ve paketleme iş
lemlerinin yapı
ldı
ğı
yer.
balı
ğ
a çı
kmak
* balı
k avlamaya gitmek.
balı
k
balı
k
* Omurgalı
lardan, suda yaş
ayan, solungaçla nefes alan ve yumurtadan üreyen hayvanları
n genel adı
.
* Zodyak üzerinde, Kova ile Koç burçlarıarası
nda yer alan burcun adı
. Zodyak.
balı
k adam
* Deniz dibine inilebilecek donanı
mla su altı
nda çalı
ş
mayıişedinen kimse, dalgı
ç, kurbağ
a adam.
balı
k baş
tan kokar
* bir iş
te aksaklı
ğ
ı
n baş
ta olanlardan baş
ladı
ğ
ı
nıanlatı
r.
balı
k bilimci
* Balı
klar sı
nı
fı
nıinceleyen bilim adamı
.
balı
k bilimi
* Su ürünleri araş
tı
rmaları
nda özellikle balı
klar sı
nı
fı
nıinceleyen bilim.
balı
k çorbası
* Beyaz etli balı
klardan yapı
lan bir tür çorba.
* Suda piş
irilip kı
lçı
klarıayı
klanmı
ş
, incecik kı
yı
lmı
şbalı
k ile soğ
an, yağ, havuç, patetes ve domatesten
hazı
rlanan bir çorba türü.
balı
k eti
* Omurgalı
lardan, suda yaş
ayan hayvanları
n yumuş
ak ve açı
k renkli eti.
balı
k etinde
* Ne ş
iş
man, ne zayı
f olan, biçimli tombul.
balı
k istifi
* Çok sı
kı
ş
ı
k olarak bir yere dolmuş(insanlar).
balı
k kartalı
* Kartallardan, su kı
yı
ları
nda yaş
ayan, balı
kla beslenen, beyaz, kahverengi çizgili, yı
rtı
cıkuş(Pandion
haliaetus).
balı
k kavağ
a çı
kı
nca
* hiçbir zaman olmayacak iş
ler için söylenir.
balı
k otu
* Cava ve Malabar'da yetiş
en, zehirli meyvesiyle balı
kları
sersemleterek avlamaya yarayan bir bitki
(Anamirta).
balı
k pazarı
* Balı
kçı
ları
n avladı
ğıbalı
kları
n günlük ve taze olarak satı
ş
a sunulduğ
u yer, ticarî merkez.
balı
k sütü
* Yumurtlama sı
rası
nda erkek balı
kları
n çı
kardı
ğ
ıbeyaz madde.
balı
k tabağı
* Balı
k koymaya yarayan kap.
* Yayvan servis tabağ
ı
.
balı
k tutkalı
* Balı
k endüstrisi artı
kları
ndan üretilen, yavaşkuruyan, fakat bağ
lama gücü yüksek yapı
ş
tı
rı
cı
.
balı
k tutmak
* balı
ğı
avlamak.
balı
k unu
* Kurutulmuşbalı
ktan özel iş
lemlerle elde edilen un.
balı
k yağı
*İ
ri balı
k ve deniz hayvanları
nı
n sanayide kullanı
lan yağ
ı
.
* Morina balı
ğ
ı
nı
n karaciğerinden çı
karı
lan ve hekimlikte zayı
flı
ğa karş
ıkullanı
lan iyotlu, vitaminli yağ
.
balı
k yemi
* Balı
k avlamada oltanı
n ucuna takı
lan genellikle yiyecek türü madde.
balı
k yumurtası
* Balı
kları
n daha çok sı
ğyerlere bı
raktı
kları
, üremelerini sağ
layan yumurta.
* Çoğ
unlukla mersin balı
ğ
ı
nı
n, eritilmişbal mumuna batı
rı
larak hazı
rlanan yumurtası
, havyar.
balı
kçı
* Balı
k tutan veya satan kimse.
* Balı
kçı
lara özgü.
balı
kçıdüğ
ümü
*İ
ş
leme baş
langı
cı
nda yapı
lan ve sonra kolayca çözülerek iş
in tersine de tutturulan düğüm ş
ekli.
balı
kçıkazağ
ı
* Balı
kçı
ları
n soğ
uk ve nemli havalarda giydiği boğ
azlı
ve yünlü kalı
n kazak.
balı
kçıyaka
* Kazaklarda boynu saran ve katlanabilen yaka, boğ
azlı
k.
balı
kçı
l
* Balı
kla beslenen, balı
k yiyen.
* Uzun bacaklı
lardan, boynu ve gagasıuzun, su kı
yı
ları
nda yaş
ayan, balı
k yiyerek beslenen büyük bir kuş
(Ardea cinerea).
balı
kçı
lgiller
* Leyleksiler takı
mı
nı
n balı
kçı
llar alt takı
mı
na giren bir familya.
balı
kçı
lı
k
* Balı
k tutma, avlama iş
i.
* Balı
k üretme, balı
ktan yararlanma ve satma iş
i.
balı
kçı
llar
* Çoğ
unlukla uzun bacaklı
, uzun gagalıbalı
kçı
l cinsinden kuş
lar familyası
.
balı
kçı
n
* Perde ayaklı
lardan, uzunca gagalı
, uzun ve çatal kuyruklu, deniz kı
yı
ları
nda yaş
ayan bir kuşcinsi, deniz
kı
rlangı
cı(Sterna hirundo).
balı
kgözü
* Ayakkabı
ları
n bağgeçirilen deliklerine ve kemer deliklerine takı
lan maden, kemik gibi ş
eylerden yapı
lmı
ş
halka.
balı
kgözü objektif
* Normal objektiflerden çok daha genişaçı
yı
alan ve görüntüyü dı
şbükey ayna görüntüsü biçiminde veren
objektif türü.
balı
khane
* Balı
kları
n toptan satı
ş
a çı
karı
ldı
ğ
ı
, soğ
uk hava deposu olan yer.
balı
klama
* (suya dalmada, atlamada) Balı
k gibi gergin, düz ve başaş
ağıbir biçimde.
* Bir iş
e, bir duruma, bir harekete sonucunun ne olacağ
ı
nıdüş
ünmeden giriş
erek.
balı
klamak
* Balı
klama tarzısuya atlamak.
balı
klandı
rma
* Balı
klandı
rmak iş
i.
balı
klandı
rmak
* Balı
k ile doldurmak, süslemek.
balı
klava
* Deniz, göl ve ı
rmaklarda balı
k yatağ
ıolan yer.
balı
klı
* Balı
ğı
olan.
balı
knefesi
* Balinagillerin baş
ı
ndan çı
karı
lan ve kozmetik maddeler ve süslü mumlar yapı
mı
nda kullanı
lan bir yağ
.
balı
ksı
rtı
* Balı
k kı
lçı
ğı
biçiminde birbirine paralel ve çapraz çizgili kumaşdeseni.
* Yollarda suları
n ortada toplanmayarak iki yana akmasıiçin yapı
lan ş
iş
kinlik.
balı
ksı
z
* Balı
ğı
olmayan.
baliğ
* Döl verme çağ
ı
na eren, buluğçağı
na ermişolan.
baliğolmak
* bulmak, eriş
mek.
* erinlik çağı
na ermek, erinleş
mek, buluğ
a ermek, akı
l baliğolmak.
balina
* Balinalardan, uzunluğu 20 m, ağ
ı
rlı
ğı
200 ton olan, yağı
ve çubuklarıiçin avlanan memeli hayvan, kadı
rga
balı
ğ
ı
, falyanos (Balaena mistycetus).
* Giysilerin dik ve düzgün durmasıiçin bazıyerlerine özellikle yakaları
na konulan sert, esnek, yassı
, dar,
uzun çubuk.
balina çubuğ
u
* Balinanı
n ağzı
na aldı
ğ
ısuyu dı
ş
arı
ya süzüp içindeki deniz hayvanları
nıtutması
na yarayan ve üst çenesinin
iki yanı
nda tarak diş
leri gibi sı
ralanmı
ş
, boynuz dokusunda, esnek kemiksi bölümlerin adı
.
balina yağ
ı
*İ
spermeçet balinası
nı
n kafa sinüslerinde bulunan yağ
.
balinalar
balinalı
* Örnek hayvanıbalina olan, kutup denizlerinde yaş
ayan memeli hayvanlar familyası
.
* Balina takı
lmı
şolan, balina geçirilmişolan (giysi).
balistik
* Ateş
li silâhlarda barut gazı
nı
n bası
ncıile fı
rlayı
p hedefe varı
ncaya kadar merminin havadaki hareketini
inceleyen bilim.
balkan
* Sarp ve ormanlı
k sı
ra dağ
lar.
Balkanlar
* Hı
rvatistan, Sı
rbistan, Karadağ, Kosova, Slovenya, Arnavutluk, Makedonya, Bosna-Hersek, Bulgaristan,
Romanya, Yunanistan ve Trakya'yı
içine alan bölge.
Balkanlı
* Balkan devletlerinden olan, Balkanlarla ilgili.
Balkanlı
lı
k
* Balkanlıolma durumu.
Balkanolog
* Balkanoloji uzmanı
.
Balkanoloji
* Balkan ulusları
nı
n dili, tarihi ve kültürü ile uğraş
an bilim dalı
.
Balkar
Balkarca
balkı
balkı
ma
* Bkz. Malkar.
* Bkz. Malkarca.
* Güzel süslü, parlak.
* Ağrı
, sancı
.
* Balkı
mak iş
i.
balkı
mak
* Parlamak, parı
ldamak.
* Şimş
ek çakmak.
* Su halkalanmak, dalgalanmak.
* Kesik kesik ağrı
mak, sancı
mak.
balkı
r
balkon
* Parı
ltı
.
* Şimş
ek.
* Bir yapı
nı
n genellikle üst katları
nda dı
ş
arı
ya doğ
ru çı
kmı
ş
, çevresi duvar veya parmaklı
kla çevrili bölümü.
* Tiyatro ve sinema gibi büyük salonlarda asma kat.
balkonumsu
* Balkona benzer.
balköpüğ
ü
* Açı
k sarırenk.
ballandı
ra ballandı
ra
* Ballandı
rarak.
ballandı
rma
* Ballandı
rmak iş
i.
ballandı
rmak
*İ
mrendirecek biçimde övmek.
ballanma
* Ballanmak iş
i.
ballanmak
* Bal bulaş
mak, bal sürülmek.
* Tatlı
laş
mak, tatlanmak, olgunlaş
mak.
ballı
*İ
çinde bal bulunan.
ballıbörek
* Çok lezzetli.
ballıbörekli olmak
* çok iyi anlaş
mak.
ballıpasta
* Bal ile yapı
lmı
şveya içine bal konmuşpasta.
ballı
baba
* Ballı
babagillerden, beyaz çiçekli ve çok yı
llı
k otsu bir bitki (Lamiumalbum).
ballı
babagiller
* Nane, lâvanta çiçeğ
i, kekik gibi kokulu bitkileri içine alan ve iki çenekli bitiş
ik taç yapraklı
lardan oluş
an bir
familya.
ballı
darı
*İ
ncir.
ballı
k
* Bal konulan kap.
* Bağ
larda görülen külleme hastalı
ğı
.
* Ballı
baba.
ballı
klı
* Ballı
k hastalı
ğ
ıolan.
balo
* Danslıve resmî giyimli gece toplantı
sı
.
balo vermek
* baloyu hazı
rlamak, düzenlemek.
balon
* Isı
tı
lmı
şhava veya havadan daha hafif bir gazla doldurulan, atmosferde uçabilen, küre biçiminde araç.
* Hava veya gazla doldurulmuş
, kauçuktan yapı
lan çocuk oyuncağ
ı
.
* Karnıyuvarlak ve ş
iş
kin, boynu dar cam kap.
balon lâstik
* Bisikletlerde kullanı
lan bir lâstik türü.
balon uçurmak
* ilgililerin ne diyeceklerini ve nası
l davranacakları
nıanlamak amacı
yla aslı
olmayan bir haber yaymak.
baloncu
baloncuk
* Balon satan kimse.
* Küçük balon.
balonculuk
* Balon yapmak veya satmak iş
i.
balonvari
* Balona benzer, balon gibi.
balotaj
baloz
balsam
* Bir seçimde adaylardan hiçbirinin, gerekli oyu sağlayamamasıdolayı
sı
yla seçimin sonuçsuz kalması
.
* Gemici, iş
çi gibi kimselerin eğlenmek için gittikleri içkili, danslıyer.
* Bazıağ
açlardan elde edilen, parfüm ve ilâçları
n yapı
mı
nda kullanı
lan reçine, belsem.
balsamlı
* Balsam içeren, antiseptik ve besleyici özelliğ
i olan (ilâç, merhem vb.).
balsı
ra
balta
* Yaprakları
n üzerinde oluş
an bir tür küf.
* Bir tür kudret helvası
.
* Kesmek, yarmak, yontmak gibi iş
lerde kullanı
lan ağ
aç saplı
, demir araç.
balta değmemiş(girmemişveya görmemiş
)
* içinden hiç ağaç kesilmemiş
, sı
k ve gür (orman, koru).
balta olmak
* direnerek bir ş
ey istemek, vakitli vakitsiz tedirgin etmek, ası
lmak, musallat olmak.
balta vurmak
* balta ile kesmek, parçalamak.
baltabaş
* Başbodoslamasıomurga hattı
na dikey olarak çelik lâmadan yapı
lmı
ş(gemi).
baltacı
* Balta yapan veya satan kimse.
* Odun kı
rı
cı
.
* Yangı
n söndürme kuruluş
ları
nda balta kullanan er.
* Önceleri sefer sı
rası
nda çalı
lı
k ve ormanlı
k yerleri temizlemek, yol açmak, çadı
rlarıkurup kaldı
rmak,
yükleri bindirip indirmekle; sonralarıkı
zlar ağ
ası
na bağ
lıolarak sarayıkorumak ve sarayı
n dı
şhizmetlerini yapmakla
görevli kimse.
baltacı
k
* Küçük el baltası
.
* Değirmen taş
ı
nı
n ortası
nda bulunan haç biçimindeki alet.
baltadan kurtulmak
* kesilmemek.
baltalama
* Baltalamak iş
i, sabotaj.
* Bilinçli ve kası
tlıolarak, bir iş
i veya bir durumu bozarak zarara yol açan harekette bulunma, sabote etme.
baltalamak
* Balta ile kesmek.
* Bir iş
i, bilinçli ve kası
tlıolarak bozacak veya yı
kacak davranı
ş
ta bulunmak, sabote etmek.
baltalayı
cı
* Baltalama hareketini yapan kimse.
baltalayı
cı
lı
k
* Baltalama iş
ini yapan kimse.
baltalı
baltalı
k
* Baltasıolan.
* Yollarıaçma ve düzenlemede balta ile donatı
lmı
şasker sı
nı
fı
.
* Sı
k sı
k kesimi yapı
lan orman.
* Bir köyün odun ihtiyacı
nısağ
laması
na izin verilen koruluk veya orman bölgesi.
baltasıkütükten çı
kmak
* bir engelden, bir sı
kı
ntı
dan kurtulmak.
baltayıtaş
a vurmak
* farkı
nda olmayarak birine dokunacak sözler söylemek, pot kı
rmak.
Baltı
k
* Baltı
k denizine kı
yı
sıolan ülkeler ve bu ülkelerin halkı
.
Baltı
k dilleri
* Baltı
k ülkelerinde konuş
ulan Hint-Avrupa dil grubu.
baltrap
* Atı
cı
lı
kta hedef vazifesi gören plâkaları
havaya fı
rlatan yaylı
alet.
balya
* Çember ve demir tellerle bağlanmı
şticaret eş
yası
.
balya makinesi
* Değiş
ik tarı
m ürünlerini ip ya da çember ile balyalama veya denkleme iş
ini yapan alet.
balya yapmak
* balyalamak.
balyalama
* Balyalamak iş
i.
balyalamak
* Balya yapmak, denk yapmak.
balyalanma
* Balyalanmak iş
i.
balyalanmak
* Balyalamak iş
i yapı
lmak.
balyemez
balyos
balyoz
* Eskiden kara ve deniz savaş
ları
nda kullanı
lan, orta çapta, uzun menzilli tunçtan top.
* Osmanlıİ
mparatorluğu döneminde Frenk ve özellikle Venedik elçilerine verilen ad.
* Taş
larıkı
rmak, kazı
k çakmak gibi iş
lerde kullanı
lan, çok iri ve ağ
ı
r çekiç, varyos.
balyoz gibi
* çok ağ
ı
r, ezici (kol veya yumruk).
balyozlama
* Balyozlamak iş
i.
balyozlamak
* Balyozla vurmak, balyozla dövmek.
balyozlanma
* Balyozlanmak iş
i veya durumu.
balyozlanmak
* Balyoz ile dövülmek.
bam teli
* Bazısazlarda kalı
n ses veren tel veya kiriş
.
* Sakalı
n, alt dudağı
n hemen altı
ndaki bölümü.
bam teline basmak (veya dokunmak)
* en çok kı
zacağı
ş
eyi yapmak veya sözü söylemek.
bambaş
ka
* Büsbütün baş
ka, apayrı
, değ
iş
ik, farklı
.
bambaş
kalı
k
* Bambaş
ka olma durumu.
bambu
* Buğdaygillerden, sı
cak ülkelerde yetiş
en, boyu 25 m kadar olabilen, mobilya, merdiven, baston gibi birçok
eş
yanı
n yapı
mı
nda kullanı
lan bir tür kamı
ş
, Hint kamı
ş
ı
, hezaren (Bambusa vulgaris).
* Bu kamı
ş
tan yapı
lmı
şolan.
bambul
* Kurtçuk evresinde ekinlerin kökünü, ergin evrede baş
aklarıkemiren, kahverengi, kı
n kanatlıböcek
(Anisoplia austriaca).
bambul otu
* Sı
cak ve ı
lı
man bölgelerde yetiş
en otsu veya çalıtürü bir bitki (Heliotropium).
bamya
* Ebegümecigillerden bir bitki (Hibiscus esculentus).
* Bu bitkinin hem taze, hem kurutularak yenilen ürünü.
bamya tarlası
* Mezarlı
k.
ban
* Osmanlıİ
mparatorluğu döneminde Macaristan ve Hı
rvatistan'da sancak beylerine ve küçük prenslere
verilen unvan.
ban ağacı
* Asya'nı
n tropik bölgelerinde ve Afrika'nı
n kuzeyinde yetiş
en, yapraklarıtelek damarlı
, çiçekleri salkı
m
durumunda, meyvesinden kokusuz bir yağelde edilen ağ
aç (Moringa oleifera).
* Sepetçi söğüdü, sorgun.
ban otu
* Asya, Kuzey Afrika ve Avrupa'nı
n sı
cak bölgelerinde yetiş
en zehirli ve otsu bir bitki (Hyoscyamus).
ban yağı
* Hint yağı
.
bana
* Ben zamirinin yönelme hâli ekli biçimi.
bana bak!
* "beni dinle" anlamı
nda teklifsiz bir seslenme ve gözdağısözü.
bana da ... demesinler
* bir iş
in kesinlikle yapı
lacağ
ı
nıbelirtmek için söylenir.
bana dokunmayan (veya beni sokmayan) yı
lan bin yaş
ası
n
* birçok kimseler, kendilerine kötülüğü dokunmayan kiş
iye dokunmak istemezler.
bana mı
sı
n dememek
* hiçbir ş
ey etkili olmamak, aldı
rı
şetmemek.
banak
banal
banallik
banço
aleti.
* Ekmek parçası
, lokma.
* Herkesin kullandı
ğı
, herkesin anladı
ğ
ı
.
* Bayağ
ı
, sı
radan.
* Banal olma durumu.
* Amerika zencilerinin çaldı
ğ
ıgitar biçiminde, madenî gövdesi olan beşveya daha çok teli olan bir müzik
bançolaş
ma
* Bançolaş
mak durumu.
bançolaş
mak
* Banço durumuna gelmek.
banda almak
* bir sesi, ses cihazıile bant üzerine kaydetmek.
bandaj
* Sargıile sarma.
* Bağ
, sargı
.
bandajlama
* Bandajlamak iş
i.
bandajlamak
* Sargıile sarmak.
bandajlatma
* Bandajlatmak iş
i.
bandajlatmak
* Sargıile sardı
rmak, bandaj yaptı
rmak.
bandı
ra
* Geminin hangi devlete ait olduğ
unu gösteren bayrak.
* Yabancıdevlet bayrağ
ı
.
bandı
ralı
* Bandı
rasıolan.
bandı
rma
* Bandı
rmak iş
i.
*İ
pe dizilmişceviz, badem ve benzerlerinin, niş
asta ile kaynatı
lmı
şüzüm suyuna veya baş
ka bir tatlı
ya
batı
rı
lması
yla yapı
lan sucuk.
* Kurutulacak üzümün güneş
e serilmeden önce içine batı
rı
ldı
ğıpotaslı
suyun konulduğ
u kap.
bandı
rmak
* Banmak.
* Çabuk kurumasıve renginin parlak sarıolmasıiçin üzüm salkı
mları
nı
veya inciri küllü veya potaslıı
lı
k suya
daldı
rı
p çı
karmak.
bando
* Türlü üfleme ve vurgulu çalgı
lardan oluş
an ve daha çok geçit törenlerinde kullanı
lan mı
zı
kacı
lar topluluğ
u
veya takı
mı
, mı
zı
ka.
bandocu
* Bandoda görevi olan kimse, mı
zı
kacı
.
bandoculuk
* Bandocu olma iş
i veya durumu.
bandrol
* Paket veya ş
iş
elerin ağ
ı
zları
na konulan ş
erit veya etiket.
* Devletçe verginin kesildiğini gösteren etiket.
* Bayrak direğinin tepesine süs olarak konulan uzun, kumaşş
erit.
bandrollü
* Bandrolü bulunan.
bangı
r bangı
r
* Yüksek sesle, gürültüyle.
bangı
r bangı
r ağ
lamak
* yüksek sesle, hı
çrı
karak ağlamak.
bangı
r bangı
r bağı
rmak
* yüksek sesle, avazıçı
ktı
ğ
ıkadar bağı
rmak.
bangı
rdama
* Bangı
rdamak iş
i.
bangı
rdamak
* Öfkelenerek yüksek sesle bağı
rı
p çağı
rmak, bangı
r bangı
r bağı
rmak.
Bangladeş
li
* Bangladeşhalkı
ndan olan kimse.
bani
bank
* Kurucu.
* Yapan, kuran.
* Etibank, Sümerbank gibi belirtme grupları
nda banka sözünün yerine kullanı
lı
r.
bank
* Çoğ
unlukla bahçelerde, parklarda oturulacak sı
ra.
banka
* Faizle para alı
p veren, kredi,iskonto, kambiyo iş
lemleri yapan, kasaları
nda para, değ
erli belge, eş
ya saklayan
ve daha baş
ka ekonomik etkinliklerde bulunan kuruluş
.
* Bankacı
lı
k iş
leminin yapı
ldı
ğıyer.
banka cüzdanı
* Banka hesabıolanları
n sahip olduklarıküçük defter, banka cüzdanı
.
banka defteri
* Bkz. banka cüzdanı
.
banka gibi
* çok zengin (kimse).
banka kartı
* Banka iş
lemleri için otomatik makinede kullanı
lan özel ş
ifreli kart.
bankacı
* Bankacı
lı
k iş
lemleri ile uğ
raş
an veya bankada görevli kimse.
bankacı
lı
k
* Banka iş
lemleri yapma iş
i.
* Bankacı
nı
n mesleğ
i.
bankadan çekmek (veya almak)
* bankadaki hesabı
ndan para almak.
bankamatik
* Bankaları
n para iş
lemlerini günün her saatinde otomatik olarak yapan makine.
bankaya yatı
rmak
* bankadaki hesabı
na para koymak, biriktirmek.
banker
bankerlik
* Banka sahibi.
* Bankacı
.
* Para, altı
n gibi taş
ı
nı
r değerlerin ticaretiyle uğraş
an kimse.
* Çok zengin (kimse).
* Banker olma durumu.
* Bankerin yaptı
ğıiş
.
bankerzede
* Banker ile olan işiliş
kilerinde zarara uğrayan kimse.
banket
* Şehirler arası
yolları
n iki tarafı
nda yayaları
n yürümesine ve taş
ı
tları
n trafiği aksatmadan durabilmesine
yarayan çakı
l veya toprak yol.
bankiz
* Buzla.
banknot
banko
* Devlet bankası
tarafı
ndan piyasaya çı
karı
lan kâğ
ı
t para.
*İ
şyerlerinde üzerine eş
ya koymaya elveriş
li, iştakibi için gelenle görevli arası
na konulmuştezgâh.
* Talih oyunları
nda, oyunu yönetenin ortaya koyduğu para.
* Talih oyunları
nda oyunu yöneten kimse.
* Talih oyunları
nda ortada toplanan paranı
n hepsine oynandı
ğı
nıanlatı
r.
* Su altıtepeliğ
i.
banko at
* Yarı
ş
larda dereceye gireceği kesin olarak tahmin edilen at.
banko geçme
* Banko geçmek durumu.
banko geçmek
* Yarı
ş
larda veya toto, loto gibi oyunlarda, bir atı
n veya sayı
nı
n kesin olarak tutturulacağ
ı
nı
tahmin edip
iş
aretlemek.
banko sayı
* Sayı
sal loto oyununda, garanti olarak çı
kacağ
ıtahmin edilen sayı
.
banlama
* Banlamak iş
i.
banlamak
* Horoz ötmek.
* Bağ
ı
rmak.
banliyö
* Genellikle oturma alanıniteliğ
inde olan, ş
ehir merkezinden uzakta veya sı
nı
rları
na yakı
n yerlerde bulunan
ş
ehir yöresi, çevre, dolay.
banliyö treni
* Şehirle banliyö arası
nda iş
leyen tren.
banma
banmak
* Banmak iş
i.
* Katıbir ş
eyi sulu veya tuz, biber gibi toz durumundaki maddelerin içine batı
rı
p çı
karmak.
bant
* Düz, ensiz, yassı
bağ
,ş
erit.
* Yara üzerine yapı
ş
tı
rı
lan özel olarak hazı
rlanmı
şilâçlıküçük ş
erit.
* Ses alma cihazları
nda seslerin kaydıiçin kullanı
lan manyetik oksitli plâstik veya selüloz ş
erit.
bant çözmek
* manyetik bir bant üzerine alı
nmı
şsesleri yazı
ya aktarmak, deş
ifre etmek.
bant doldurmak
* bir bandıses kaydederek kullanmak.
bant zı
mpara
* Çekmeye dayanı
klı
, uzun kâğı
t veya bezden üretilmiş
, genellikle zı
mparalama makinelerinde kullanı
lan
aş
ı
ndı
rma gereci.
bantlama
* Bantlamak iş
i.
bantlamak
* Bantla iki ş
eyi birbirine tutturmak, bant yapı
ş
tı
rmak.
bantlayı
cı
* Bant yapan kimse.
* Bantlama makinesi.
banttan vermek
* genellikle radyo ve televizyonda banttan yararlanarak daha önceden alı
nmı
şbir sesi veya görüntüyü
yayı
nlamak.
banyo
* Yapı
larda, içinde yı
kanı
lan bölüm, hamam.
* Banyo küvetinde yı
kanma.
* Tedavi amacıile hazı
rlanan ilâçlısu.
* Vücudun bir bölümünü veya bütününü, fiziksel veya kimyasal bir etki altı
nda bir süre bulundurma iş
lemi.
* Duyarlıyüzeylerin iş
lenmesinde belirli bir iş
lemin gerektirdiği maddeyi erimişolarak içinde bulunduran
sı
vı
.
banyo bataryası
* Sı
cak ve soğ
uk su ile duşbağlantı
sı
nı
n bir arada bulunduğu musluk takı
mı
.
banyo almak
* banyo yapmak.
banyo dolabı
* Banyo için gereken bütün malzemenin içinde bulundurulduğ
u dolap.
banyo havlusu
* Banyo sonrasıkullanı
lan ve özel olarak yapı
lan havlu.
banyo kabini
* Duşkabini.
banyo kazanı
* Banyoyu ve suyu ı
sı
tmak için yapı
lan özel kazan veya ı
sı
tma aleti.
banyo küveti
* Genellikle içine su doldurulup yı
kanmaya elveriş
li tekne.
banyo sabunu
* Banyo yaparken vücudu yı
kamak için kullanı
lan sabun.
banyo takı
mı
* Banyo odaları
nda ı
slak zemine serilen altıplâstik, üstü havlu benzeri dokuma olan paspas.
banyo yapmak
* yı
kanmak.
banyolu
*İ
çinde banyo bölümü olan.
* Banyodan henüz çı
kmı
şbir kimsenin durumu.
banyosuz
* Banyosu olmayan.
baobap
* Ebegümecigillerden, sı
cak ülkelerde yetiş
en, çok yüksek olmamakla birlikte, gövdesinin çevresi 20 m yi
aş
abilen bir ağ
aç (Adansonia digitata).
bap
* Kapı
.
* (kitaplarda) Bölüm, baş
lı
k.
* Konu, husus.
* Arap gramerinde mastar çeş
itlerinden her biri.
bar
* Anadolu'nun doğu ve kuzey bölgesinde, en çok Artvin ve Erzurum yörelerinde el ele tutuş
ularak oynanan,
ağı
r ritmli bir halk oyunu.
bar
bar
bar
* Danslı
, içkili eğ
lence yeri.
* Ayaküstü içki içilen meyhane.
* Bir salonda içki içmek için hazı
rlanmı
şköş
e.
* Hava bası
ncıbirimi.
* Cam kaplarda oluş
an pas.
bar
* Halterde kaldı
rı
lmasıgereken alet.
bar ateş
i
* Yoğun yaylı
m ateş
i.
bar bağlamak
* kir bağlamak, paslanmak.
bar bar
* Bağ
ı
rmak fiili ile kullanı
larak bağ
ı
rı
ş
ı
n öfkeli ve yüksek sesle olduğ
unu anlatı
r.
* Apaçı
k görünmek, ortada olmak.
bar havası
* Bar oyunları
nda tek veya toplu olarak söylenen ezgi.
bar tutmak
* bar oynamak için hazı
rlanmak ve oyuna baş
lamak.
baraj
* Suyu toplamak, gücünden yararlanmak amacı
yla akarsu üzerinde yapı
lan bent, büğ
et.
* Herhangi bir alanda baş
arı
yıtespit etmek için gerekli olan ş
art.
* Futbol veya hentbolda serbest atı
ş
ıyapacak oyuncunun önünde karş
ıtakı
m oyuncuları
nı
n yanyana dizilip
oluş
turdukları
duvar.
baraj ateş
i
* Yoğun yaylı
m ateş
i.
baraj mesafesi
* Serbest atı
şsı
rası
nda, atı
şnoktası
ndan kaleye doğ
ru ve oluş
turulan baraja kadar belirlenen nizamî ara
açı
klı
ğı
.
baraj yapmak (veya kurmak)
* (futbol veya hentbolda kaleye yapı
lan vuruş
larıönlemek için) oyuncular kale önünü kapatacak biçimde
sı
ralanmak, duvar yapmak.
barajıaş
mak
* herhangi bir sebeple konulmuşolan ş
artı
yerine getirip baş
arı
sağlamak.
barak
baraka
* Tüylü, kı
llıçuha, kebe.
* Bir cins tüylü av köpeği.
* Tahta, çinko gibi hafif ş
eylerden yapı
lmı
ş
, temelsiz eğreti yapı
.
barakacı
k
* Küçük baraka.
baran
* Yağmur.
barata
* Osmanlısarayı
nda genel olarak bostancı
ları
n, baltacı
ve kapı
cı
ları
n giydikleri, kı
rmı
zıçuhadan yapı
lmı
ş
,
ucu kı
vrı
k, uzunca baş
lı
k.
* Bilim doktorları
nı
n ve kardinallerin giydikleri dört köş
e külâh veya baş
lı
k.
baratarya
barba
barbakan
* Kaptanı
n, tayfaları
n, gemi sahibine, armatöre veya sigorta ortaklı
ğ
ı
na bilerek verdikleri zarar.
*İ
htiyar Rum meyhanecilerine seslenmek için kullanı
lı
r.
* Kale duvarları
nda düş
mana ok atmak için açı
lmı
şdelik.
barbar
* Uygarlaş
mamı
ş
.
* Uygarlaş
mamı
şkavim, topluluk.
* Kaba ve kı
rı
cı
.
* Kaba saba, ilkel.
barbarca
* Barbara yakı
ş
an bir biçimde.
* Kaba ve kı
rı
cı
bir davranı
ş
la.
barbarizm
* Bir sözün fonetik veya morfolojik yapı
sı
nda yapı
lan büyük yanlı
ş
lı
k.
barbarlaş
ma
* Barbarlaş
mak iş
i.
barbarlaş
mak
* Barbar gibi davranmak.
barbarlı
k
* Barbar olma durumu.
barbaş
ı
* Bar oyunları
nda sı
ranı
n sağbaş
ı
nda yer alan ve oyunun düzenini sağ
layan kimse.
barbata
* Kalelerde mazgal ve mazgal siperlerinin oluş
turduğ
u girintili çı
kı
ntı
lıdı
şduvarları
n üst bölümü, kale
korkuluğu.
barbekü
* Özellikle balkonlarda ı
zgara et piş
irmekte kullanı
lan ve duvar içerisine gömülmüşocak.
barbunya
* Barbunyagillerden, kı
rmı
zı
pullu, beyaz etli, kemikli bir balı
k (Mullus barbahı
s).
* Taneleri yuvarlak, oval veya yassı
, kı
rmı
zı
benekli, bir tür fasulye.
barbunyagiller
* Dikenli yüzgeçliler alt takı
mı
na giren, vücutlarıiri pullarla kaplı
, barbunya ve tekir türleri iyi bilinen bir
familya.
barbut
* Zarla oynanan bir çeş
it kumar.
barcı
* Bar iş
leten kimse.
barcı
lı
k
* Barcıolma durumu.
* Barcı
nı
n iş
i veya mesleğ
i.
barça
* Orta Çağ
da kullanı
lan kürekli ve yelkenli taş
ı
ma gemisi.
* Kalyon türünden küçük savaşgemisi.
barçak
* Kı
lı
ç kabzası
nı
n siperi.
barda
bardacı
k
* Dam ustaları
nı
n kullandı
ğı
, baş
ı
nı
n bir ucu çember parçasıbiçiminde eğ
ri, öbür ucu keskin çekiç.
* Fı
çı
cıkeseri.
* Bir tür küçük ve tatlıyaşincir.
bardacı
k eriği
* Bardak eriği.
bardağ
ıtaş
ı
ran damla
* sabı
r tüketen aş
ı
rıdavranı
şveya durum.
bardağ
ıtaş
ı
rmak
* sabrı
nıtüketmek.
bardak
* Su ve benzeri ş
eyleri içmek için kullanı
lan, genellikle camdan yapı
lan kap.
* Bir bardağı
n alacağımiktar.
* (bazıbölgelerde) Toprak testi.
bardak eriğ
i
*İ
ri ve tatlı
bir tür erik.
bardakaltı
* Bardağı
n konulduğu yeri kirletmemesi için kullanı
lan, genellikle örgü, kâğı
t veya plâstik örtü.
* Yemek öncesi yenilen bardak altıbüyüklüğ
ünde bir tür lâhmacun.
bardakçı
* Bardak veya çömlek yapan veya satan kimse.
bardaktan boş
anı
rcası
na yağ
mak
* (yağ
mur) çok ş
iddetli yağmak.
bardan
* Çok beyaz.
bardan
* Yük taş
ı
mak için kullanı
lan çanta veya çuval.
bardan bardan
* Beyaz beyaz.
bardo
barem
* Aygı
r ile diş
i eş
ek çiftleş
mesinden üretilen her yaş
taki hayvan.
* Devlet memurları
nı
n maaş
ları
nı
n derece ve tutarları
nıdüzenleyen sistem ve çizelge.
baret
baret
barfiks
*İ
ş
çilerin baş
ları
na giydikleri, metal veya plâstikten yapı
lmı
şş
apka.
* Küçük takke, papaz takkesi.
* Bir tür süs iğnesi.
* Çeş
itli beden hareketleri yapmaya elveriş
li yükseklikte, iki ayak üzerine tutturulmuşçubuklu jimnastik aracı
.
bargâh
*İ
çine izinle girilen yer, otağ
, yüksek divan.
bargam
barhana
barı
barı
nak
* Levreğ
e benzer bir balı
k.
* Kafile, küçük kervan, göç.
* Göç eş
yası
, ev eş
yası
.
* Bahçe duvarı
, çit.
* Barı
nı
lacak yer, melce.
barı
ndı
rma
* Barı
ndı
rmak iş
i.
barı
ndı
rmak
* Barı
nması
nısağ
lamak.
barı
nma
* Barı
nmak iş
i.
barı
nmak
* Doğa etkilerinden korunmak için kapalıbir yere sı
ğı
nmak.
* Yerleş
mek, yaş
amak için uygun ş
artlar bularak oturmak.
* Çevresiyle uyumlu, dirlik içinde yaş
amak.
* (soyut kavramlar için) Bir yerde etkili olmak, geliş
ecek ortamı
bulmak.
barı
ş
* Barı
ş
mak iş
i.
* Savaş
ı
n bittiğinin bir antlaş
mayla belirtilmesinden sonraki durum, sulh.
* Böyle bir antlaş
madan sonra insanlı
k tarihindeki süreç.
* Uyum, karş
ı
lı
klı
anlayı
şve hoş
görü ile oluş
turulan ortam.
barı
şgörüşolmak
* her türlü dargı
nlı
ğı
unutarak barı
ş
mak.
barı
şyapmak
* barı
şantlaş
ması
nıimzalamak.
barı
ş
çı
barı
ş
çı
l
* Barı
ş
ıseven, barı
ş
sever, sulhçu, sulhsever, sulhperver.
* Barı
ş
ıamaçlayan, barı
ş
ıöngören.
* Bkz. barı
ş
çı
.
barı
ş
çı
lı
k
* Barı
ş
çıolma durumu, kavga etmeme eğ
ilimi.
barı
ş
ı
k
* Baş
kası
ile barı
şdurumunda bulunan, dargı
n veya düş
man olmayan, sevecen, hoş
görülü.
barı
ş
ı
k olmak
* sevecen ve hoş
görülü davranmak.
barı
ş
ı
klı
k
* Barı
ş
ı
k olma durumu.
barı
ş
ma
* Barı
ş
mak durumu, uzlaş
ma, anlaş
ma.
barı
ş
mak
*İ
ki taraf, araları
ndaki dargı
nlı
ğ
ıkaldı
rmak, uzlaş
mak, anlaş
mak.
* Sevmek, zevk almak.
barı
ş
sever
* Barı
ş
çı
, barı
ş
çı
l, sulhçu, sulhsever, sulhperver.
barı
ş
severlik
* Barı
ş
sever olma durumu.
barı
ş
tı
rma
* Barı
ş
tı
rmak iş
i.
barı
ş
tı
rmak
* Barı
ş
maları
nısağlamak, ara bulmak.
bari
barikat
* Hiç olmazsa, hiç değilse, o hâlde, öyle ise.
* Keş
ke.
* Bir yolu veya geçidi kapamak için her türlü araçtan yararlanı
larak yapı
lan engel.
barikat kurmak
* engel oluş
turmak.
barikat yapmak
* çeş
itli araçlarla bir engel oluş
turmak.
barikatlama
* Barikatlamak iş
i.
barikatlamak
* Barikat ile çevirmek, barikat yapmak.
barisfer
barit
* Bkz. ağı
r küre.
* Baryum oksit (BaO) veya baryum hidroksit Ba(OH)2.
baritin
* Doğal baryum sülfat (BaSO4).
baritli
*İ
çinde barit bulunduran.
baritli yı
kama
* Kalı
nbağ
ı
rsağ
ı
n ve rektumun radyolojik iş
lemde baryum sülfatla doldurulmasıve yı
kanması
.
bariton
bariyer
bariz
* Tenor ve bas arası
ndaki erkek sesi.
* Basso ile alto arası
nda ses veren, pistonlu bir tür ağ
ı
z çalgı
sı
.
* Hemzemin geçitlerde kara yolu güvenliğ
ini sağlamak için kullanı
lan açı
lı
r kapanı
r engel.
* Kara yolları
nı
n kenarları
na yapı
lan korkuluk, engel.
* Herhangi bir yolu kapamak için yapı
lan engel.
* Engelli at yarı
ş
ları
nda üzerinden atlanmasıgereken yapay engel.
* Açı
k, göze çarpan, belirgin.
barizleş
me
* Barizleş
mek iş
i.
barizleş
mek
* Bariz duruma gelmek.
bark
barka
* Bkz. ev bark.
* Büyük sandal.
barkarol
* Venedik gondolcülerinin söz ve müziği önceden yazı
lmadan, içlerinden geldiği gibi söyledikleri ş
arkı
.
* Ritmi üç zamanlımüzik eseri.
barklanma
* Barklanmak iş
i veya durumu.
barklanmak
* Ev sahibi olmak; evlenmek.
barkot
barlam
* Çizgi im.
* Bkz. barlam.
barmen
* Bar tezgâhtarı
.
barmenlik
* Bar tezgâhtarlı
ğı
.
baro
* Bir ş
ehir veya bir bölge avukatları
nı
n bağ
lıolduklarımeslek kuruluş
u.
baro baş
kanı
* Baro genel kurulunca en az on beşyı
llı
k kı
demi olan avukatlar arası
ndan seçilen ve baroyu temsil eden
baro üyesi.
barograf
* Bir hava taş
ı
tı
nı
n uçarken izlediğ
i yolun yüksekliklerini çizgi hâlinde göstermeye veya iş
aretlemeye yarayan
alet, yükseklikölçer.
barok
* M.S 1600 ile 1750 yı
llarıarası
ndaki klâsik sanatıizleyen resim, mimarlı
k üslûbu.
* Batı
edebiyatları
nda dengeden çok harekete, düş
ünceden çok duyuma, biçimlerin serbestçe
yaratı
lması
ndan duyulan coş
kuya önem veren, abartmalı
, etkileyici, çeliş
kiden çekinmeyen edebiyat akı
mı
.
barok müzik
* Çalgı
lar arası
nda veya çalgı
larla sesler arası
nda karş
ı
tlı
klar kuran XVl-XVlll. yüzyı
llar arası
ndaki müzik
reformunu oluş
turan müzik.
barokçu
* Barokçuluk yanlı
sıolan kimse.
barokçuluk
* Barok sanat ve edebiyat görüşve ilkelerini benimseyen akı
m.
barometre
* Bası
nçölçer.
* Gösterge.
baron
baronluk
* Batı
ülkelerinde vikont ile ş
övalye arası
nda soyluluk unvanı
.
* Baron olma durumu veya baronun görevi.
baroskop
* Havanı
n içinde bulunduğ
u cisimlerin ağı
rlı
ğ
ıüzerine yaptı
ğ
ıhafifletici etkiyi gösteren ve havası
boş
altı
labilen bir fanus içinde terazisi bulunan fizik cihazı
.
barparalel
* Düş
ey direkler üzerine paralel olarak tutturulmuşiki tahta çubuktan oluş
muşjimnastik aracı
.
barsak
* Bağ
ı
rsak.
barsam
barsama
barudî
* Yüzgeçleri dikenli ve zehirli bir çeş
it çarpan balı
ğ
ı(Trachinus vipera).
* Güzel kokulu yapraklarıyemeklere konulan, nane ve yaban kekiğ
inin ortak adı
.
* Koyu gri renkte olan.
barut
* Ateş
li silâhla bir merminin atı
lması
na veya herhangi bir aracı
n fı
rlatı
lması
na yarayan, patlayı
cı
, katı
madde.
barut esmeri
* Koyu esmer renkte olan (kimse).
barut fı
çı
sı
* Barut koymaya, doldurmaya ve muhafaza etmeye yarayan kutu, fı
çı
.
barut fı
çı
sıgibi
* çok kı
zgı
n, sinirli ve kinle dolu kimse.
* her an olay çı
kacak yer veya kavgaya yol açacak durum.
barut gibi
* öfkeli, huysuz, sert, aksi (kimse).
* pek ekş
i veya acı
.
barut hakkı
* Mermiyi istenilen uzaklı
ğa atabilmek için gerekli barut gazıbası
ncı
nısağ
lamaya yetecek miktarda barut.
barut kesilmek (veya olmak)
* çok öfkelenmek.
barut kokusu gelmek
* savaştehlikesi sezilmek.
barut rengi
* Koyu giri.
barutçu
* Barut yapan kimse.
barutçuluk
* Barut yapma veya alı
p satma iş
i.
baruthane
* Barut yapı
lan veya saklanan yer.
barutla oynamak
* tehlikeli iş
lerle uğ
raş
mak.
barutluk
* Barut saklanan kap veya yer.
baryum
* Atom sayı
sı56, yoğunluğ
u 3.78 olan, doğ
ada en çok baryum sülfat ve baryum karbonat olarak bulunan,
havada çabuk oksitlenen, gümüşrenginde, katıve basit bir element. Kı
saltması
Ba.
baryum karbonat
* Karbondioksidin, barit üzerine etkisiyle elde edilen beyaz bir katı
.
baryum sülfat
* Baritin.
bas
* En kalı
n erkek sesi.
* Sesi böyle olan sanatçı
.
* En kalı
n sesli orkestra çalgı
sı
.
bas (veya bas git)
* çekil, yürü, git, defol!.
bas bariton
* Bası
n çı
kamadı
ğ
ıince tonlara çı
kabilen, buna rağmen bası
n indiğ
i kalı
n ve tok tonlara inemeyen sesi olan
sanatçı
.
bas bas
* Bağ
ı
rmak fiili ile kullanı
larak bağ
ı
rı
ş
ı
n yüksek sesle olduğ
unu anlatı
r.
bas tutmak
* ince sesli çalgı
lara tek perdeden eş
lik etmek.
basak
basaklı
* Merdiven.
* Merdiveni olan.
basaksı
z
* Merdiveni olmayan.
basamak
* Bir yere çı
karken veya bir yerden inerken bası
lan ve art arda gelen, birbirinden belirli aralı
klarla yükselen
düz yüzeylerden her biri.
* Derece, aş
ama, kerte.
* Bir amaca ulaş
mak için yararlanı
lan kiş
i, durum veya yer.
* (aritmetikte) On kuralı
na göre yazı
lmı
şbir sayı
nı
n, her rakamı
nı
n bulunduğ
u sı
ra, hane.
* (cebirde) Bir tam denklemde bulunan bilinmeyenin en yüksek kuvveti.
basamak basamak
* Yavaşyavaş(yükselme veya inme).
* Derece derece.
basamak yapmak
* bir durumu daha yükseğine eriş
mek için araç olarak kullanmak.
basamaklı
* Basamağı
olan, basamak basamak olan.
basar
basar
basarî
basarna
* Göz.
*İ
leriyi görme, algı
lama yetisi.
* Merdivenin ayakla bası
lan yüzeyi.
* Görme ile ilgili.
* Bir cismin bir yanı
nıkaldı
raçla yükseltme iş
i.
* Dalyanı
n kapak yeri.
basbayağı
* Alı
ş
ı
landan, bilinenden hiçbir değiş
ikliği olmayan.
basen
* Omurganı
n bel ile kalça arası
ndaki bölümü.
* Kı
tasal uzantı
dan okyanus ortasısı
rtları
na kadar devam eden ve 4000-5000 m derinliğ
i olan deniz dibi.
bası
* Resim kliş
esi, dökme harf, taşkalı
p kullanarak makine yardı
mıile kâğı
da ve bez gibi ş
eylere yazı
, resim
çı
karmak iş
i, tabı
.
bası
cı
* Kitap, dergi gibi ş
eyleri basan kimse, tâbi.
bası
cı
lı
k
bası
k
* Bası
cıolma durumu veya bası
cı
nı
n iş
i.
* Bası
lmı
ş
, yassı
laş
mı
ş
.
* Çok yüksek olmayan, alçak.
* Kı
sı
k.
bası
klaş
tı
rma
* Bası
klaş
tı
rmak iş
i.
bası
klaş
tı
rmak
* Bası
k durumuna getirmek.
bası
klı
k
* Bası
k olma durumu.
* Bir elipsin büyük ve küçük eksenleri arası
ndaki farkı
n büyük eksene oranı
.
bası
la
* Bası
mcı
lı
kta, provalarda "bası
nı
z, bası
lsı
n" anlamları
nda kullanı
lan terim.
bası
la vermek
* prova hâlindeki bir kitabı
n veya herhangi bir yazı
nı
n bası
ma uygun olduğunu bildirmek.
bası
lı
bası
lı
ş
* Bası
larak yerleş
tirilmiş
.
* Bası
m evinde bası
lmı
ş
, matbu.
* Bası
lmak iş
i veya durumu.
bası
lma
* Bası
lmak iş
i.
bası
lma dayanı
mı
* Dokusunu basarak ezmeye çalı
ş
an dı
şetkilere ağ
acı
n gösterdiği direnç.
bası
lmak
bası
m
* Basmak iş
ine konu olmak veya basmak iş
i yapı
lmak.
* Basısanatı
, tabaat.
* Basıiş
i, tabı
, tipografya.
bası
m evi
* Basıiş
i yapı
lan yer, matbaa.
bası
mcı
* Bası
m evi iş
leten kimse, matbaacı
.
bası
mcı
lı
k
* Bası
m evi iş
letme iş
i, kitap basma iş
i, matbaacı
lı
k.
bası
n
* Gazete, dergi gibi belirli zamanlarda çı
kan yayı
nları
n bütünü, matbuat.
bası
n ataş
esi
* Resmî veya özel kurum ve kuruluş
larda, yabancıtemsilciliklerde bası
n ile ilgili konularıdüzenleyen yetkili
ve sorumlu kimse.
bası
n bildirisi
* Bası
n yayı
n organları
na bilgi vermek amacı
yla yetkili kurum veya kiş
iler tarafı
ndan hazı
rlanmı
şyazı
lı
açı
klama.
bası
n dünyası
* Görsel ve yazı
lı
bası
n organlarıile burada görevlilerin tümü.
bası
n kartı
* Mesleğ
i bası
n iş
leri olan kimselerin taş
ı
dı
ğ
ıkimlik belgesi.
bası
n özgürlüğü
* Görüşve düş
ünceleri bası
n ve yayı
n yoluyla açı
klayabilme ve yayabilme hakkı
.
bası
n toplantı
sı
* Yetkili veya ilgili bir kimsenin, bir konu veya çeş
itli konular üzerinde açı
klamada bulunmak için
gazetecilerle yaptı
ğı
toplantı
.
bası
n yasağ
ı
* Bası
n yayı
n organları
nı
n bir konu hakkı
nda yayı
n yapması
nıkı
sı
tlayı
p engelleme.
bası
nç
* Bir yüzey üzerine etkide bulunan gücün yüz ölçümü birimine düş
en miktarı
, tazyik.
bası
nçlama
* Bası
nçlamak iş
i.
bası
nçlamak
* Hava taş
ı
t araçları
nda, insan organizmasıiçin yeterli bası
nç düzeyini sağlamak veya ayarlamak.
bası
nçlı
* Bası
nç yüklenmişolan.
bası
nçlısu
* Bası
nç yüklenerek fı
ş
kı
rtı
lma düzeyine getirilmişsu, tazyikli su.
bası
nçölçer
* Hava bası
ncı
nıölçerek yer yükseltilerini ve hava değ
iş
imlerini tespit etmek için kullanı
lan alet, barometre.
bası
nçölçüm
* Hava bası
ncıölçümlerini inceleyen birim.
bası
ölçer
* Buharı
n veya herhangi bir gazı
n bulunduğ
u kabı
n yüzeyine yaptı
ğ
ıbası
ncıbelirleyen alet.
* Akı
ş
kanları
n bası
ncı
nıölçen araç.
bası
p geçmek
* önde gideni geçmek.
* önem vermeyerek uğramamak.
bası
p gitmek
* birdenbire gitmek, aklı
na koyduğ
uş
eyi yapmak üzere bulunduğu yerden uzaklaş
mak, çekip gitmek.
bası
rgama
* Bası
rgamak iş
i.
bası
rgamak
* Ağı
rlı
k çökmek veya basmak.
* Kâbus çökmek.
bası
rganma
* Bası
rganmak durumu.
bası
rganmak
* Üzerine ağı
rlı
k basmak, kâbus çökmek.
bası
ş
* Basmak iş
i.
basil
basiret
* Bakterilerin çomak biçiminde ince uzun olan türü.
* Doğru görüş
, uzağ
ıgörüş
, seziş
, uyanı
klı
k, anlayı
ş
, kavrayı
ş
, dikkat, sağgörü.
basireti bağ
lanmak
* iyi düş
ünemez, gerçeğ
i göremez bir duruma düş
mek.
basiretli
* Gerçeği görebilen, uzağı
görebilen, basireti olan, sağgörülü.
basiretsiz
* Gerçekleri görebilmekten uzak, ileri ve uzak görüş
lü olmayan, sağ
görüsüz.
basiretsizlik
* Gerçekleri, ileriyi ve uzağıgörememe, sağ
görüden yoksun olma.
basit
* Yapı
lmasıveya anlaş
ı
lması
kolay olan, karı
ş
ı
k olmayan, bayağ
ı
.
* Süssüz, gösteriş
siz.
* Bilgi ve görgüsü sı
nı
rlıolan, bayağ
ı
, görgüsüz.
* Her zaman rastlanan, özelliği olmayan, olağan.
* Kolay.
basit cisim
* Maddesi tek elementten oluş
muşcisim.
basit cümle
* Tek yargıbildiren cümle.
basit faiz
* Faizleri üzerine eklenmemişana paraya belli bir dönem sonunda verilen faiz.
basit kelime
* Anlamlı
olarak daha küçük parçaya bölünemeyen, kök durumundaki kelime, yalı
n kelime.
basit kesir
* Payıpaydası
ndan küçük olan kesir.
basit renk
* Biçmeden geçen beyaz ı
ş
ı
ğ
ı
n ayrı
ldı
ğ
ırenklerden her biri.
basitçe
* Basit olarak, kolay tarafı
ndan.
basite indirgemek
* basitleş
tirmek, sade bir biçime döndürmek,basite irca etmek.
basitleş
me
* Basitleş
mek iş
i.
basitleş
mek
* Basit duruma gelmek.
basitleş
tirme
* Basitleş
tirmek iş
i.
basitleş
tirmek
* Gereksiz ayrı
ntı
lardan arı
tarak sade duruma getirmek.
basitlik
Baskça
* Basit olma durumu.
*İ
spanya'nı
n Bask bölgesinde kullanı
lan dil.
basket
* Basketbolda kazanı
lan sayı
.
basket yapmak
* basketbolda sayıkazanmak.
basketbol
* Beş
er kiş
ilik iki takı
m arası
nda topu 3 m yükseklikteki karş
ı
lı
klı
duran ağgeçirilmişiki sepetten birine
sokup sayıkazanmak esası
na dayanan bir oyun.
basketbolcu
* Basketbol oyuncusu.
basketbolculuk
* Basketbol oynama veya oynatmak iş
i.
basketçi
* Basketbol oyuncusu, basketbolcu.
baskı
* Bir eserin bası
lı
şbiçimi veya durumu.
* Basısayı
sı
.
* Bir eserin bası
larak tekrarlanan her bir kezi.
* Giysinin içine kı
vrı
lı
p dikilen kenarı
.
* Hak ve özgürlükleri kı
sı
tlayarak zor altı
nda bulundurma durumu, tazyik.
* Bir maddeyi sı
kı
p ezen alet, pres.
* Belirli ruhî etkinlik ve süreçleri, kiş
inin isteği dı
ş
ı
nda bilinçaltı
na itmesi veya bu itilenlerin bilince çı
kması
nı
önleme durumu.
* Karş
ıtakı
m oyuncusunun hareketini ve sonuç alması
nıengellemek amacı
yla uygulanan yakı
n savunma
durumu.
baskıaltı
nda tutmak
* özgürlüğ
ünü engellemek, kı
sı
tlamak.
baskıgrubu
* Bir iş
in yapı
lması
nda, gerçekleş
tirilmesinde veya tamamlanması
nda baskıoluş
turan güç.
baskıkalı
bı
* Kitap kapları
na süslemeler basmak için kullanı
lan kalı
p.
baskıresim
* Gravür tekniği ile yapı
lan resim, kazı
ma resim.
baskıyapmak
* bir kimseyi bir iş
i yapmaya zorlamak, zor kullanmak.
baskı
cı
*İ
ş
lenecek kumaş
lar üzerine kalı
plara resim basan kimse.
* Matbaacı
lı
kta baskı
iş
lerini yapan kimse.
* Kı
sı
tlayı
cı
.
baskı
cı
lı
k
* Baskı
cı
nı
n iş
i.
baskı
da kalmak
* yağ
mur yağ
dı
ktan sonra toprağı
n üst kı
smısertleş
erek tohumlar fidelenip toprak üstüne çı
kmak.
baskı
lı
* Baskı
sıolan.
baskı
lı
k
baskı
n
* Bir masadaki kâğ
ı
tları
n uçmamasıiçin üzerlerine konulan özel biçimdeki ağı
rlı
k.
* Suç iş
lediğ
i veya suçluları
n bulunduğu sanı
lan bir yere ansı
zı
n girme.
* Kı
sa süreli, beklenmedik saldı
rı
.
* (sertlik, zorluk bakı
mı
ndan) Üstün.
baskı
n basanı
ndı
r
* düş
manıgafil avlayı
p saldı
ran taraf savaş
ıkazanı
r.
baskı
n çı
kmak (veya gelmek)
* (karş
ı
laş
tı
rma konusu olan kimseyi) geçmek, üstünlüğünü göstermek.
baskı
n vermek
* anî ve habersiz girmek, saldı
rı
da bulunmak.
baskı
n yapmak
* suç iş
lendiği veya suçluları
n bulunduğu sanı
lan bir yere ansı
zı
n girmek.
* düş
mana ansı
zı
n saldı
rmak.
* ansı
zı
n konuk gelmek.
baskı
na uğ
ramak
* düş
manı
n beklenmedik bir saldı
rı
sı
yla karş
ı
laş
mak.
* bir yerde suç üstü yakalanmak.
* beklenmedik bir zamanda konuklar gelmek.
baskı
ncı
* Baskı
n yapan kimse.
baskı
sı
z
* Hak ve özgürlükleri kı
sı
tlanmamı
ş
.
* Disiplinsiz.
* Terbiyesiz, ahlâksı
z.
baskı
sı
z büyümek
* serbest bir eğitimle yetiş
mek.
basklârnet
* Kalı
n sesli klârnet.
baskül
* Çoğ
unlukla bir kütleyi çok daha küçük bir kütle yardı
mı
yla tartmaya yarayan alet.
*İ
ki kolu sı
ra ile kalkı
p inebilen, ortası
ndan veya uçları
ndan birine az çok yakı
n değ
iş
mez bir noktaya
dayanan kaldı
raç.
basma
* Basmak iş
i.
* Üzerinde basıile yapı
lmı
şrenkli biçimler bulunan pamuklu kumaş
.
* Bu kumaş
tan yapı
lmı
şolan.
* Gazete, dergi, kitap gibi basıile hazı
rlanmı
şyazı
lış
eyler, matbua.
* Bası
lmı
ş
, matbu.
*İ
skambil kâğ
ı
dıile oynanan bir oyun.
* Gübre, tezek.
basma kalı
bı
* Kitap, kumaşgibi ş
eylerin baskı
sıiçin hazı
rlanan kalı
p.
basmacı
* Basma yapan veya satan kimse.
* Pamuklu, tülbent vb. üzerine kalı
pla desen basan kimse.
* Bohça ile köylerde eş
ya satan kadı
n, bohçacı
.
basmacı
lı
k
* Basma alı
m satı
mı
.
* Pamuklu, tülbent vb. üzerine kalı
pla desen basma iş
i.
* Matbaacı
lı
k.
basmahane
* Basma yapı
lan işyeri.
basmak
* Vücudun ağ
ı
rlı
ğı
nıverecek biçimde ayak tabanı
nıbir yere veya bir ş
eyin üzerine koymak.
* (küçük çocuklar için) Ayakta durabilmek.
* Bir ş
eyi, üzerine kuvvet vererek itmek.
* Sı
kı
ş
tı
rarak yerleş
tirmek.
* Basıiş
i yapmak, tabetmek.
* Örtmek, bürümek, kaplamak.
* Bir ş
ey üzerinde kalı
p, mühür gibi bir araçla iz yapmak.
* Baskı
n yapmak.
* Bazıisimlerle birlikte sertlik, aş
ı
rı
lı
k anlamları
nda yardı
mcıfiil olarak kullanı
lı
r.
* Bir kimse bir yaş
a girmek.
* Çevreyi kaplamak, çökmek.
* Bası
nç yaparak sı
vıve gazları
itmek.
* Kümes hayvanları
kuluçkaya yatmak.
* Bir ş
eyin etkisinde kalı
p eziklik, üzüntü ve ağ
ı
rlı
k duymak.
basmakalı
p
* Özgünlüğü olmayan, değiş
iklik göstermeyen, bilineni tekrarlayan, harcı
âlem, kliş
e.
basmakalı
plaş
mak
* Basmakalı
p durumuna gelmek.
basmalı
* Basma özelliğ
i olan.
basmalı
k
* Üzerine bası
lacak ş
ey.
basso
* En kalı
n erkek sesi.
* En kalı
n sesli orkestra çalgı
sı
.
bastana salatası
* Domates, taze soğ
an, yeş
ilbiber, maydanoz, nane ve limon suyu kullanı
larak yapı
lan bir salata türü.
bastarda
* Bkz. baş
tarda.
bastı
* Kı
yma ile piş
irilmişsebze.
* Bastı
rma.
bastı
bacak
* Bacaklarıkı
sa veya çarpı
k (kimse).
* (çocuk için) Yaramaz.
bastı
ğıyerde ot bitmez
* gittiği yere uğ
ursuzluk götürür, gittiği yerin bereketini kurutur.
bastı
ğıyeri bilmemek
* çok sevinmek.
*ş
aş
kı
nlı
ktan nerede olduğ
unu seçememek, durumunu kontrol edememek.
bastı
k
bastı
rak
bastı
rı
k
* Pestil.
* Yol yapı
mı
nda çakı
l, kum, curuf gibi maddeleri ezmeye ve sı
kı
ş
tı
rmaya yarayan alet.
* Kapı
yıarkadan bastı
rmak için kullanı
lan ağaç dayak.
* Ağı
rlı
k, baskı
, yük.
bastı
rı
lma
* Bastı
rı
lmak iş
i.
bastı
rı
lmak
* Bastı
rmak iş
ine konu olmak.
bastı
rı
m
* Ruh dünyası
nda oluş
an tepkimelerin bilinç dı
ş
ı
na yansı
ması
.
bastı
rma
* Bastı
rmak iş
i.
* Bastı
.
bastı
rmak
* Basmak iş
ini yaptı
rmak.
* Zararlıbir olayı
önlemek.
* Üstünlüğünü göstermek.
* Bir kumaş
ı
n kenarı
nıkı
vı
rı
p dikmek.
* Gidermek.
* (cevap için) Hemen yetiş
tirmek.
* Ansı
zı
n birinin yanı
na gitmek.
* Birdenbire ve pek çok etkisini göstermek.
* Kümes hayvanları
nıkuluçkaya yatı
rmak.
* Baskıyapmak, üzerine iyice düş
mek.
bastika
* Bir yelken serenine veya herhangi bir ağaca açı
lan delik.
baston
* Yürürken dayanmaya yarayan ağaç veya metalden yapı
lan araç.
* Geminin baştarafı
ndaki yatı
k direğ
in (cı
vadranı
n) dı
ş
arı
ya doğ
ru uzanan parçası
.
baston francala
*İ
nce, uzun ekmek.
baston gibi (veya baston yutmuşgibi)
* dimdik duran veya yürüyen (kimse).
bastoncu
* Baston yapan veya satan kimse.
bastonculuk
* Baston yapma veya satma iş
i.
bastonlu
* Bastonu olan.
bastonsuz
* Bastonu olmayan.
basur
* Kalı
n bağı
rsağı
n alt bölümünde ve anüste toplardamarları
n geniş
lemesiyle oluş
an varis, hemoroit.
basur memesi
* Anüste geniş
leyip meme gibi uzamı
şdamar yı
ğı
nı
.
basur otu
* Düğ
ün çiçeğ
igillerden, nemli ormanlarda biten, köklerinde basur memelerine iyi gelen bir madde bulunan,
sarıçiçek açan küçük bir bitki (Ranunculus ficaria).
basurlu
* Basuru olan, hemoroitli.
basübadelmevt
* Ölümden sonra dirilme.
basya
* Sapotgillerden, tohumları
ndan sabunculukta kullanı
lan bir yağelde edilen, Asya'da yetiş
en bir ağaç (Basia).
baş
*İ
nsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağ
ı
z gibi organları
kapsayan, vücudun üst veya önünde
bulunan bölüm, kafa, ser.
* Bir topluluğu yöneten kimse.
* Baş
langı
ç.
* Temel, esas.
* Arazide en yüksek nokta.
* Bir ş
eyin genellikle toparlakça ucu.
* Bir ş
eyin uçları
ndan biri.
* Kasaplı
k hayvanlarda ve bazıyiyeceklerde tane.
* Para değiş
tirirken verilen veya alı
nan üstelik, sarrafiye.
* Bir ş
eyin yakı
nıveya çevresi.
* "Baş
" kelimesi birçok deyimde "öz varlı
k, kendisi" anlamı
nıtaş
ı
yan bir zamir niteliğindedir.
* Önem veya yönetim bakı
mı
ndan ileride olan, en önemli, en üstün anlamı
nda birleş
ik kelimeler yapar.
* Güreş
te pehlivanları
n ayrı
ldı
klarıbeşderecenin en yükseğ
i.
* "... baş
ı
na" adlardan sonra ve nicelik anlatan kelimeden önce gelerek üleş
tirme anlamı
verir.
* Deniz teknelerinde ön taraf.
* En uç, yüksek nokta veya en ön.
baş
* Çı
ban.
başağ
ı
rlı
k
* Ağı
r sı
klet.
başağ
rı
sı
* Baş
ı
n ağrı
ması
, baş
ta oluş
an rahatsı
zlı
k.
* Sürekli sı
kı
ntıyaratan durum veya kimse.
başağ
rı
sıolmak
* sı
kı
ntıvermek, uğ
raş
tı
rmak.
başağ
rı
tmak
* tedirgin etmek, bı
kkı
nlı
k vermek, can sı
kmak.
başalamamak
* çok uğ
raş
tı
ran bir konu yüzünden vakit ve fı
rsat bulamamak.
başalmak
* fı
rsat bulmak.
başaş
ağı
* Baş
ıaş
ağ
ıgelmek üzere.
başaş
ağıdüş
mek
* kiş
iliğ
inden kaybederek toplum içindeki durumu sarsı
lmak.
başaş
ağıetmek
* tersine çevirmek.
başaş
ağıgelmek
* tepesi üstü düş
mek.
başaş
ağıgitmek
* sürekli zarar görmek veya kötüleş
mek.
başaş
ağıgitmek
* iş
leri ters gitmek, sürekli zarar etmek.
başbağ
lamak
* baş
ı
na bir örtü örtmek.
* baş
ak vermek.
* birine veya bir ş
eye bağ
lanmak, intisap etmek.
başbaş
* çocukları
n "Allaha ı
smarladı
k" anlamı
nda ellerini baş
ları
na götürmelerini sağlamak için söylenir.
başbaş
a
* Birlikte, beraberce.
başbaş
a (veya kafa kafaya) vermek
* iki veya daha çok kimse bir kenara çekilip konuş
mak.
* dayanı
ş
mak.
başbaş
a bı
rakmak
* birinin, bir ş
eyle veya bir kimseyle yalnı
z kalması
nısağlamak.
başbaş
a kalmak
* biriyle veya bir ş
eyle yalnı
z kalmak.
başbaş
a olmak
* birlikte bulunmak, beraber yaş
amak.
başbelâsı
* Sı
kı
nt ı
, üzüntü veren.
başbezi
* Mendil.
başbı
çağı
* Ustura.
başbiti
* Bkz. bit.
başbulmak
* (alı
şveriş
te) kazanç bı
rakmak.
başçanağ
ı
* Kafa tası
.
başçekmek
* ön ayak olmak.
başçevirtmek
* baş
ıarkaya doğ
ru döndürtmek.
* birinin arkası
ndan hayranlı
kla bakmak.
başdöndürmek
* baş
arı
dan, gururdan, sevinçten çok mutlu duruma getirmek, aş
ı
rıheyecanlandı
rmak.
başdöndürücü
* (çabuklukta) olağ
anüstü, aş
ı
rı
.
* baygı
nlı
k verici.
başdöndürücü
* Şaş
kı
na, serseme çevirici.
başdönmesi
* Göz kararı
p düş
ecek gibi olma.
başedebilmek
* bir kimseyi yola getirmeye veya bir ş
eyi yapmaya gücü yetmek.
başeğ
mek
* saygıgöstermek için başeğerek selâmlamak.
* direnmekten vazgeçip buyruk altı
na girmek, inkı
yat etmek.
başelde iken
* ölmeden, yaş
arken sağiken.
başetmek (veya edememek)
* gücü yetmek (yetmemek), baş
arıkazanmak (kazanmamak).
başgelmek
* yenmek, gücü yetmek.
başgöstermek
* belirmek, ortaya çı
kmak, zuhur etmek, vuku bulmak.
başgöz etmek
* evlendirmek.
başgöz olmak
* evlenmek.
başkaldı
rma
* başkaldı
rmak iş
i, isyan.
başkaldı
rmak
* ayaklanmak, yönetime karş
ıgelmek, isyan etmek.
* iyice coş
mak, kabarmak.
başkaldı
rmamak
* Bkz. baş
ı
nıkaldı
rmamak.
başkesmek
* selâm için başeğ
mek.
başkı
ç vurmak
* baş
tan gelen dalgalarla gemi, baş
ıve kı
çıüzerinde inip kalkmak.
başkı
rı
lı
r fes içinde, kol kı
rı
lı
r yen içinde
* aile içindeki, arkadaş
lar arası
ndaki uyuş
mazlı
klar yabancı
lara duyurulmamalı
dı
r.
başkomak (koymak)
* bir ş
ey uğruna ölümü göze almak.
başkoş
mak
* bir iş
i baş
armak için çalı
ş
mak.
başnereye giderse, ayak da oraya gider
* küçükler büyüklerin izinde gider, her iş
te onları
örnek tutarlar.
başol da, istersen soğ
an baş
ı
ol
* küçük bir iş
te de olsa, baş
ta olmak önemlidir.
başolan boşolmaz
* bir yerde başolan kimse taş
ı
dı
ğ
ıdeğer dolayı
sı
yla o yere gelmiş
tir.
* işbaş
ı
ndaki kiş
inin iş
i çoktur.
başörtüsü
* Bkz. baş
örtü.
başsağlı
ğı
* Ölen bir kimsenin yakı
nları
na söylenen ilgi ve yakı
nlı
k anlatan söz.
başsağlı
ğıdilemek
* ölen bir kimsenin yakı
nları
na ilgi ve yakı
nlı
k anlatan söz söylemek.
başsallamak
* karş
ı
sı
ndakinin her sözünü uygun bulur görünmek.
baştacı
* Çok sevilen, çok yüksek tutulan (kimse veya ş
ey).
baştacıetmek
baştacıetmek
* çok sevmek ve saymak, el üstünde tutmak.
baştutamamak
* rüzgâr, fı
rtı
na yüzünden, yapı
lı
ş
ı
ndaki veya yükseliş
indeki bir bozukluk sebebiyle gemi dümene uymamak,
rotadan çı
kmak.
baştutmak
* elebaş
ıolmak.
başucu
* Yatı
lan bir yerin başkonulan yönü veya yakı
nı
.
başucu kitabı
* Sı
k sı
k yararlanı
lan, ana bilgileri veren, değ
erini hiç yitirmeyen eser.
başüstünde tutmak
* çok iyi ağı
rlamak.
başüstünde yeri var
* büyük bir saygıve ilgi ile karş
ı
lanı
r veya ağ
ı
rlanı
r.
başüstüne
* bir dileğin yerine getirileceğ
ini içtenlikle belirtmek için "peki" anlamı
nda kullanı
lan söz.
başvermek
* (çı
ban) olgunlaş
mak.
* (buğday vb. bitkiler) baş
ak bağ
lamaya baş
lamak, baş
ak oluş
mak.
* (gemi, kayı
k) döndürmek, çevirmek.
başyakmak
* kötü duruma düş
ürmek.
başyapmak
* (kuaför) saç bakı
m ve tuvaleti yapmak.
başyarı
lı
r (kı
rı
lı
r) börk (fes) içinde, kol kı
rı
lı
r kürk (yen) içinde
* aile içindeki kiş
ilerin anlaş
mazlı
klarıaile içinde kalmalı
dı
r.
başyarma
* Vida yapı
mı
nda kullanı
lacak olan perçinlerin baş
ları
na tornavida yerleri açmak iş
i.
başyastı
ğ
ı
* Yatakta baş
ı
n altı
na konulan yastı
k.
başyemek (baş
ı
nıyemek)
* birinin ölümüne veya yok olması
na sebep olmak.
* birinin güç duruma düş
mesine yol açmak.
baş
a baş
* birinden üstün olmadan.
baş
a baş
* Eş
it durumda, dengeli olarak.
baş
a başgelmek
* eş
it olmak, denk olmak.
baş
a başnoktası
* bir yabancıparanı
n veya değ
erli kâğ
ı
dı
n piyasa değeri ile üstünde yazı
lı
değ
erin aynıolmasıdurumu.
baş
a çı
kmak
* güçlükler çı
karan biriyle olan iş
ini, kendi istediğ
i yolda sonuçlandı
rabilmek.
baş
a çı
kmak
* bir ş
eye gücü yetmek.
baş
a geçmek
* en üstün yeri almak.
baş
a gelen çekilir
* çaresiz durumlara düş
üldüğ
ünde insanı
n kendini üzüntüye kaptı
rmayı
p bu durumlara katlanması
nı
n olağ
an
ve doğ
ru bulunduğunu anlatı
r.
baş
a gelmek
* (kötü bir duruma) uğ
ramak.
baş
a güreş
mek
* yağ
lıgüreş
te, en usta pehlivanlar baş
pehlivanlı
k için yarı
ş
mak.
* en üstün sonucu elde etmek için mücadele vermek.
baş
a vermek
* değ
iştokuşyaparken üste bazış
eyler vermek.
baş
ağaç
* Boyuna dikey yönden kesilmişolan ve yı
l halkalarıçember biçiminde görüntü veren ağ
aç.
Baş
ak
baş
ak
* Zodyak üzerinde Aslan ile Terazi burçlarıarası
nda bulunan burcun adı
, Zodyak.
* Arpa, buğday, yulaf gibi ekinlerin taneleri taş
ı
yan kı
lçı
klıbaş
ı
.
* Tarlalarda, bağ
larda dökülmüşveya tek tük kalmı
şolan ürün.
baş
ak bağlamak (veya tutmak)
* arpa, buğ
day, yulaf gibi ekinlerde baş
ak oluş
mak.
baş
ak toplamak
* tarlalarda kalmı
şbaş
aklarıveya bağlarda dökülmüşmeyveleri toplamak.
baş
akçı
* Tarlalarda kalmı
şbaş
aklarıveya bağ
larda dökülmüşmeyveleri toplayan kimse.
baş
akçı
k
* Çiçeklerde baş
ağ
ıoluş
turan çiçek demeti veya topluluğu.
baş
aklama
* Baş
aklamak iş
i.
baş
aklamak
* Tarlalarda, bağ
larda kalmı
şdöküntüleri toplamak.
baş
aklanma
* Baş
aklanmak durumu.
baş
aklanmak
* Baş
ak bağ
lamak, tutmak.
baş
aklı
* Baş
ağıolan (ekin).
* Arka ucu baş
ka biçimde olan (ok).
baş
aktör
* Bir filmde veya bir tiyatro eserinde en önemli erkek oyuncu.
baş
aktörlük
* Baş
aktörün iş
i veya mesleği.
baş
aktris
* Bir filmde veya bir tiyatro eserinde en önemli kadı
n oyuncu.
baş
aktrislik
* Baş
aktrisin iş
i veya mesleği.
baş
altı
* Yağ
lıgüreş
te pehlivanları
n ayrı
ldı
ğ
ıbeşderecenin ikincisi.
* Gemilerde tayfa ve erlerin baştaraftaki koğuş
ları
.
baş
arı
* Baş
armak iş
i veya baş
arı
lan iş
, muvaffakı
yet.
baş
arıgöstermek (veya kazanmak)
* baş
armak.
baş
arı
lı
* Baş
arı
gösteren, muvaffakı
yetli.
* Baş
arı
lmı
ş
, üstesinden gelinmiş
.
* Baş
arı
lıbir biçimde, baş
arıgöstererek.
baş
arı
lma
* Baş
arı
lmak iş
i.
baş
arı
lmak
* Baş
arı
ile sona ermek.
baş
arı
m
baş
arı
sı
z
* Elde edilen bir baş
arı
.
* Bir sporcunun yapabileceği en iyi derece, takat sı
nı
rı
, performans.
* Baş
arı
göstermeyen, muvaffakı
yetsiz.
* Baş
arı
lamayan, muvaffakı
yetsiz.
* Baş
arı
göstermeyerek.
baş
arı
sı
z olmak
* baş
arı
sağlayamamak, baş
arıgösterememek.
baş
arı
sı
zlı
ğ
a uğramak
* baş
arı
sı
z olmak.
baş
arı
sı
zlı
k
* Baş
arı
sı
z olma durumu, muvaffakı
yetsizlik.
baş
arma
* Baş
armak iş
i.
baş
armak
* Bir iş
i istenilen biçimde bitirmek, muvaffak olmak.
baş
asistan
* En üst derecedeki asistan.
baş
asistanlı
k
* Baş
asistan olma durumu.
* Baş
asistanı
n görevi.
baş
at
* Benzerleri arası
nda güç ve önem bakı
mı
ndan baş
ta gelen, hâkim, dominant.
baş
at karakter
* Bir melezde her zaman ortaya çı
kan karakter.
baş
atlı
k
* Baş
at olma durumu, hâkimiyet.
baş
atlı
k yasası
* Irk karı
ş
ması
nda güçlü öz yapı
nı
n sonraki soylardan üstün geldiğ
ini kanı
tlayan yasa.
baş
bakan
* Hükûmet baş
kanı
; bakanlar kurulunun baş
ı
, kabinenin baş
ı
, baş
vekil.
baş
bakanlı
k
* Baş
bakan olma durumu ve baş
bakanı
n görevi.
* Baş
bakanı
n makamı
.
* Baş
bakan ve görevlilerinin çalı
ş
tı
ğı
daire.
baş
bayi
* Bir dağ
ı
tı
m iş
inde bütün bayilerin bağ
lı
bulunduğ
u ana bayi.
baş
buğ
* Eski Türklerde baş
, baş
kan, komutan.
* Osmanlıİ
mparatorluğunda savaşzamanıbaş
ka birliklerden ayrı
lı
p bir araya getirilerek oluş
turulan birliğ
in
veya milis güçlerinin komutanı
.
baş
çavuş
* Astsubay baş
çavuş
.
* Yeniçeri ocağı
nı
n çavuş
u.
baş
çavuş
luk
* Astsubay baş
çavuşrütbesi.
baş
çı
baş
çı
k
*İ
ş
çi baş
ı
.
* Çiğveya piş
mişkoyun, kuzu, sı
ğ
ı
r baş
ısatan kimse.
* Çiçeklerin erkek organları
nda çiçek tozunu taş
ı
yan torbacı
k, haş
efe.
baş
danı
ş
man
* Danı
ş
manları
n baş
ı
.
baş
danı
ş
manlı
k
* Baş
danı
ş
manı
n iş
i veya görevi.
baş
dekorcu
* Dekorcuları
n baş
ı
, dekor hazı
rlamada en üst sorumlu.
baş
dekorculuk
* Baş
dekorcunun iş
i veya mesleğ
i.
baş
dizgici
* Bir bası
m evindeki dizgicilerin baş
ı
, baş
mürettip, sermürettip.
baş
dizgicilik
* Dizgicilerin baş
ı
.
baş
dümenci
* Dümencilerin baş
ı
.
baş
dümeni
* Gemi veya teknelerin baş
ı
na yerleş
tirilen ve iyi bir manevra sağ
layan dümen.
baş
efendi
* Devlet dairelerinde kı
demli memur, baş
kâtip.
baş
eksper
* Eksperlerin baş
ı
.
baş
eser
* Kendi türünde en mükemmel eser, baş
yapı
t, ş
aheser.
baş
eski
baş
fiyat
* En kı
demli kimse.
* Yeniçeri bölüklerinin en kı
demsiz subayıve erlerinin en kı
demlisi.
* En iyi ürün için tespit edilen fiyat.
baş
gardiyan
* Gardiyanları
n baş
ı
.
baş
garson
* Garsonları
n baş
ı
, metrdotel.
baş
garsonluk
* Baş
garson olma durumu.
* Baş
garsonun iş
i, metrdotellik.
baş
gedikli
* En yüksek rütbeli astsubay.
baş
hakem
* Yarı
ş
mayıveya oyunu yöneten hakemlerin baş
ı
.
baş
hekim
* Bir hastahaneyi yönetmekle görevlendirilen hekim, baş
tabip, sertabip.
baş
hekimlik
* Baş
hekimin görevi.
* Baş
hekimin makamı
.
baş
hemş
ire
* Bir klinik veya hastahanede hemş
ireleri yönetmekle görevlendirilmişhemş
ire.
baş
hemş
irelik
* Baş
hemş
ire olma durumu.
baş
hostes
* Hava yolları
nda hosteslerin en deneyimlisi ve yapı
lan sefer boyunca hizmetten sorumlu kimse.
baş
ıaçı
k
* Örtü veya ş
apka ile baş
ı
örtülmemiş
.
baş
ıağ
rı
mak
* bir iş
ten dolayısorumlu duruma düş
mek.
baş
ıbağ
lanmak
* biri evlendirilmek.
* birini yandaşolarak kazanmak, kendi yanı
nda tutmak.
baş
ıbağ
lı
* Serbest olmayan.
* Evli.
baş
ıbelâda
* çözülmesi güç, sı
kı
ntı
lıbir durumda.
baş
ıbelâya girmek (veya uğ
ramak)
* sı
kı
cı
, üzücü bir durumla karş
ı
laş
mak.
baş
ıbütün
* eş
i hayatta olan (karıveya koca).
baş
ıçatlamak
* baş
ıçok ağrı
mak.
baş
ıçekmek
* herhangi bir konuda önde gitmek, ön ayak olmak.
baş
ıdara düş
mek
* sı
kı
ntı
ya girmek.
baş
ıdaralmak
* (para yönünden) sı
kı
ntı
ya, darlı
ğ
a düş
mek.
baş
ıdarda kalmak
* parası
zlı
ktan dolayısı
kı
ntı
da olmak.
baş
ıderde girmek
* sı
kı
ntı
lıbir duruma düş
mek.
baş
ıdertte
* çözülmesi güç, sı
kı
ntı
lıdurumda.
baş
ıdevletli
* Talihli, bahtıaçı
k.
baş
ıdimdik
* Onurlu, gururlu.
baş
ıdinç
* Kaygı
sı
z ve tasasıolmayan.
baş
ıdönmek
* insana, eş
yanı
n dönmesi, ayağı
nı
n altı
ndan yerin çekilmesi gibi bir duygu gelmek.
* sı
kı
ntıyaratan bir durum karş
ı
sı
nda bunalmak.
* görkemli bir ş
ey karş
ı
sı
nda ş
aş
ı
rmak.
* para veya mevki sebebiyle ş
aş
ı
rı
pş
ı
marmak.
baş
ıdumanlı
* Doruğunu sis bürümüş(dağ).
* Sevdadan veya içkiden sarhoş
.
baş
ıgöğe ermek (veya değ
mek)
* beklenmeyen bir mutluluğ
a ermek.
baş
ıhavada
* sevinçli.
baş
ıhoşolmamak
* bir ş
eyden hoş
lanmamak.
baş
ıiçin
* "çocuğ
umuzun baş
ıiçin", "annenizin baş
ı
için" gibi sözlerde değerli bir kiş
i ortaya konarak kullanı
lan ant
veya yalvarma sözü.
baş
ıkalabalı
k
* yanı
nda bir iş
i konuş
amayacak kadar çok kimse var.
baş
ıkazan gibi olmak
* baş
ı
nda çok ağrıve uğultulu bir sersemlik olmak.
baş
ınâra yanmak
* baş
kası
uğruna büyük bir zarara uğ
ramak.
baş
ıönünde
* uslu, çevrede gözü olmayan.
baş
ısı
kı
lmak (veya sı
kı
ş
mak)
* herhangi bir güçlük karş
ı
sı
nda kalmak, bunalmak.
baş
ısı
kı
ya gelmek
* herhangi bir güçlük karş
ı
sı
nda bunalmak, zor durumda kalmak.
baş
ıtaş
a değmek
* ağ
ı
r bir durum kendisine ders olmak.
baş
ıtutmak
* gürültüden veya üzüntüden baş
ıağ
rı
mak.
baş
ıüstünde yeri olmak
* her zaman iyi karş
ı
lanmak, ağı
rlanmak.
* bir düş
ünce veya davranı
ş
ıuygun bulmak.
baş
ıyastı
ğ
a düş
mek
* yorgunluktan veya güçsüzlükten uykuya dalmak.
baş
ıyastı
k yüzü görmemek
* yatağ
a yatı
p uyumamı
şolmak.
baş
ıyerde
* utançla, kı
rgı
nlı
kla, üzüntüyle.
baş
ıyerine gelmek
* zihin yorgunluğu geçmişolmak.
baş
ıyukarda
* onurlu, kibirli, kendini beğenmiş
.
baş
ıyumuş
ak
* Uysal, söz dinler (kimse).
baş
ızapt olunmamak
* binicisini alı
p götürmek.
baş
ı
boş
* Bir ş
eye veya kimseye bağ
lıolmayan.
* Bağ
lanmamı
ş
, serbest bı
rakı
lmı
ş
.
* Yönetimsiz, baskı
sı
z, denetimsiz.
baş
ı
boşbı
rakmak
* üstünde hiçbir baskıveya denetim bulundurmamak, kendi havası
na bı
rakmak.
baş
ı
boşkalmak
* baskıaltı
nda bulunmamak, karı
ş
anı
, görüş
eni olmamak.
baş
ı
boş
luk
* Baş
ı
boşolma durumu.
baş
ı
bozuk
* Askerlerin arası
na katı
lmı
şsivil savaş
çı
.
* Düzensiz topluluk.
* Kargaş
alı
, karı
ş
ı
k, içinden çı
kı
lamayan.
baş
ı
bozukluk
* Baş
ı
bozuk olma durumu.
* Düzensiz davranı
ş
, düzensizlik, disiplinsizlik.
baş
ı
kabak
* Saçı
dökülmüşveya dibinden kesilmiş
.
* Baş
ı
nı
örtmeden.
baş
ı
m gözüm üstüne
* belirtilen istekleri içtenlikle yapmayıkabul etmeyi anlatı
r.
baş
ı
mla beraber
* memnunlukla, seve seve.
baş
ı
n sağolsun
* yakı
nları
ndan birini toprağ
a vermişbir kimseye söylenen ilgi ve yakı
nlı
k anlatan söz.
baş
ı
na balta kesilmek (veya olmak)
* sürekli istemek, ı
srar etmek, inat etmek.
baş
ı
na belâ açmak
* kötü bir olay dolayı
sı
yla dert sahibi olmak.
baş
ı
na belâ almak
* bir sorunla karş
ı
laş
mak, kötü bir duruma düş
mek.
baş
ı
na belâ olmak (veya kesilmek)
* sı
kı
ntıvermek, tedirgin etmek, musallat olmak.
baş
ı
na bir hâl gelmek
* kötü bir duruma uğramak.
* ölüm ihtimalini bildirmek için kullanı
lı
r.
baş
ı
na buyruk
* kimseden izin almaksı
zı
n dilediği gibi davranan.
baş
ı
na çalmak
* bir ş
eyi öfkeyle, nefretle geri vermek.
baş
ı
na çalsı
n
* birine verilmek istenilen bir ş
eyin öfke ve nefretle geri çevrildiğ
ini anlatmak için söylenir.
baş
ı
na çı
karmak
*ş
ı
martmak, çok yüz vermek.
baş
ı
na çı
kmak
* birinden yüz bulup ona karş
ıpek ş
ı
marı
kça davranmak.
baş
ı
na çorap örmek
* birine, haberi olmadan kötü duruma düş
ürücü davranı
ş
ta bulunmak.
baş
ı
na dert etmek (veya açmak)
* bir ş
eyi üzüntü konusu yapmak.
baş
ı
na devlet kuş
u konmak
* beklemediğ
i büyük bir nimeti ele geçirmek.
baş
ı
na dikmek
* birini veya bir ş
eyi korumak için bir kimseyi görevlendirmek.
* bir içeceğ
i kabıyukarıkaldı
rarak sonuna dek içmek.
baş
ı
na dolamak
* musallat etmek.
baş
ı
na dünyanı
n belâsı
nısarmak
* büyük felâket getirmek.
baş
ı
na ekş
imek
* ağ
ı
r yük olmak.
* üstüne kalmak.
baş
ı
na geçirmek
* baş
ı
na giymek.
* bir ş
eyi öfke ile birisinin baş
ı
na vurmak.
baş
ı
na geçmek
* görevi altı
nda bulundurmak.
* bir iş
in yönetimini ele almak.
* bir iş
i yapmaya baş
lamak.
baş
ı
na gelmek
* bir görevin baş
ı
na gelmek.
* kötü bir durumla karş
ı
laş
mak.
* beklenmedik, ş
aş
ı
rtı
cıbir olay veya durumla karş
ı
laş
mak.
baş
ı
na güneşgeçmek
* güneşçarpmak.
baş
ı
na işaçmak
* uğraş
tı
rı
cıve üzücü bir iş
in çı
kması
na yol açmak.
baş
ı
na işçı
karmak
* istenilmeyen veya uğ
raş
tı
rı
cıbir iş
e yol açmak.
baş
ı
na işçı
kmak
* boş
a gitmeyen ve beklenmedik bir işveya olayla karş
ı
laş
mak.
baş
ı
na kakı
nç etmek
* yapı
lan bir iyiliğ
i sürekli olarak söyleyerek bı
ktı
rmak.
baş
ı
na kakmak
* yapı
lan bir iyiliğ
i yüzüne vurarak birini üzmek.
baş
ı
na kalmak
* istemediğ
i hâlde bir iş
i yapmak veya bir kimseye bakmak zorunluğ
u ile karş
ı
laş
mak.
baş
ı
na kan çı
kmak
* öfkelenmek, hiddete kapı
lmak, kontrolünü yitirmek.
baş
ı
na karalar bağ
lamak
* çok kederlenmek.
baş
ı
na oturmak
* Bir iş
i yapmaya baş
lamak, iş
e koyulmak.
baş
ı
na sarmak
* birine musallat etmek.
baş
ı
na taç etmek
* çok değer vermek, ilgi göstermek.
baş
ı
na taşdüş
mek (veya yağ
mak)
* felâkete uğ
ramak.
baş
ı
na vur, ağ
zı
ndan lokması
nıal
* uysal ve sessiz kimseler için kullanı
lı
r.
baş
ı
na vurmak
* (içtiğ
i içki) ne yaptı
ğı
nıbilemez bir duruma düş
ürmek.
* (gaz veya sı
caktan) baş
ıağrı
mak.
baş
ı
na yı
kmak
* harap etmek, zor durumda bı
rakmak.
baş
ı
nda
* (bir ş
eyin) sı
rada önde olanı
, önde geleni.
baş
ı
nda beklemek (veya durmak)
* yanı
nda durup gözetlemek.
baş
ı
nda değirmen çevirmek
* gürültü ile tedirgin etmek.
baş
ı
nda kavak yeli esmek
* (genç için) sorumluluk duygusundan uzak, zevk, eğlence peş
inde koş
mak.
* gerçekleş
meyecek ş
eyler düş
ünerek vakit geçirme.
baş
ı
nda olmak
* aynısı
kı
ntı
lıdurumda bulunmak.
baş
ı
nda olmak
* yöneticisi olmak.
baş
ı
nda paralansı
n
* yapı
lan bir iyilik çok söylendiğ
inde o iyiliğin artı
k istenmediğ
ini belirten bir söz.
baş
ı
nda torbasıeksik
* eş
ek gibi bir adam.
baş
ı
ndan almak
* kurtulmak, sorumluluğ
u atmak.
baş
ı
ndan aş
ağ
ıkaynar sular dökülmek
* üzüntülü veya kötü bir olay karş
ı
sı
nda birdenbire büyük bir sı
kı
ntıduymak.
baş
ı
ndan aş
kı
n olmak
* iş
i pek çok olmak.
baş
ı
ndan atmak
* yapı
lması
güç bir iş
i yapmaktan kendini kurtarmak.
* sürdürülmesi gereksiz görülen bir bağ
lı
lı
ğa, bir iliş
kiye son vermek.
baş
ı
ndan büyük iş
lere giriş
mek (veya kalkı
ş
mak)
* gücünün üstünde olan iş
lere kalkı
ş
mak.
baş
ı
ndan geçmek
* daha önce aynı
duruma uğ
ramı
şolmak.
baş
ı
ndan kesmek
* yapı
lması
istenmeyen bir iş
i baş
tan engellemek.
baş
ı
ndan korkmak
* hayatı
ndan kaygıduymak, cezalandı
rı
lmaktan korkmak.
baş
ı
ndan savmak
* bir istekte bulunanısözde bir sebeple uzaklaş
tı
rmak.
baş
ı
nıağrı
tmak
* gereksiz sözlerle birini bunaltmak.
* bir işiçin birini tedirgin etmek, uğ
raş
tı
rmak.
baş
ı
nıağrı
tmamak (veya baş
ı
nı
zıağrı
tmayayı
m)
* uzun uzun anlatı
lan bir sorunu sonuca bağ
larken sözün uzadı
ğ
ı
nıanlatmak için söylenir.
baş
ı
nıalamamak
* bir ş
eyden kurtulamamak.
baş
ı
nıalı
p gitmek
* izin almadan ve gideceği yeri bildirmeden gitmek, savuş
mak.
baş
ı
nıateş
lere yakmak
* baş
ı
na büyük bir dert almak.
baş
ı
nıbağlamak
* birini niş
anlamak veya evlendirmek.
baş
ı
nıbeklemek
* gözetlemek.
baş
ı
nıbelâya sokmak
* birini, kötü sonuçlar verecek bir duruma itmek.
baş
ı
nıbir yere bağlamak
* birini bir iş
e yerleş
tirmek, iş
sizlikten, baş
ı
boş
luktan kurtarmak.
baş
ı
nıboşbı
rakmak
* yalnı
z veya serbest bı
rakmak.
baş
ı
nıçatmak
* başağ
rı
sı
nıönlemek için alnı
n üstünden arkaya doğru eş
arp ve benzeri ş
eyleri çepeçevre bağlamak.
baş
ı
nıçı
karmak
* (bitki için) filizlenmeye baş
lamak.
baş
ı
nıderde sokmak
* sı
kı
ntı
lıbir duruma girmek veya getirilmek.
baş
ı
nıdik tutmak
* onurunu korumak.
baş
ı
nıdinlemek
* sessiz, sakin kalmak.
baş
ı
nıdöndürmek
* mutluluktan yarısarhoşduruma getirmek.
* kendine hayran bı
rakmak.
baş
ı
nıduman almak
* sis kaplamak, sis bürümek.
baş
ı
nıezmek
* bir daha kötülük edemeyecek duruma getirmek.
baş
ı
nıgözünü yarmak
* bir iş
i kötü yapmak, bir iş
i istenildiğ
i gibi yapmamak.
baş
ı
nıistemek
* öldürülmesini istemek.
baş
ı
nıkaldı
rmamak (veya kaldı
ramamak)
* bir iş
i aralı
ksı
z sürdürmek.
* iyileş
ememek, yataktan çı
kamamak.
baş
ı
nıkaş
ı
maya vakti olmamak (veya baş
ı
nıkaş
ı
yacak vakti olmamak)
* arada en ufak baş
ka bir işyapamayacak kadar sı
kı
ş
ı
k durumda bulunmak.
baş
ı
nıkoltuğunun altı
na almak
* ölümü göze alarak bir iş
e giriş
mek.
baş
ı
nıkurtarmak
* canı
nıkorumak.
* geçimini sağlayacak bir duruma gelmek.
baş
ı
nınâra yakmak
* birini ağı
r bir zarara uğ
ratmak.
baş
ı
nıortaya koymak
* bir iş
e giriş
irken ölümü göze almak.
baş
ı
nısokmak
* barı
nacak bir yer bulmak.
baş
ı
nıtaş
tan taş
a vurmak
* çaresiz kalarak çok piş
man olmak.
baş
ı
nıtoplamak
* (kadı
n) saçı
nıtoplayı
p baş
ı
na bir çeki düzen vermek.
baş
ı
nıuçurmak
* Bkz. kellesini uçurmak.
baş
ı
nıvermek
* kendini feda etmek.
baş
ı
nıyakmak
* güç bir duruma sokmak.
baş
ı
nıyemek
* yok olması
na sebep olmak.
baş
ı
nı
n altı
nda
* yastı
ğı
nı
n altı
nda.
baş
ı
nı
n altı
ndan çı
kmak
* birinin hilesiyle yapı
lmak.
baş
ı
nı
n çaresine bakmak
* kimseden yardı
m görmeden kendi iş
ini kendi yapmak.
baş
ı
nı
n derdine düş
mek
* baş
ka bir ş
eyle ilgilenmeyecek kadar sı
kı
ntı
lıdurumda bulunmak.
baş
ı
nı
n dikine gitmek
* kendi düş
ünce ve görüş
ünün en iyi olduğuna inanarak kimsenin öğ
üdünü, uyarı
sı
nıdinlememek.
baş
ı
nı
n etini yemek
* karş
ı
sı
ndakini bezdirinceye, bı
ktı
rı
ncaya kadar sürekli konuş
mak veya söylemek.
baş
ı
nı
n gözünün sadakası
* baş
a gelecek bir belâyısavmak veya önlemek için yapı
lan bağı
ş
, özveri.
baş
imam
* Birden çok imam bulunan camilerde yönetici durumundaki imam.
baş
ka
* Bilinenden ayrı
, değiş
ik, farklı
, özge.
* Nitelik yönünden alı
ş
ı
lmı
ş
ı
n dı
ş
ı
nda bir üstünlüğ
ü olan.
* Konu edilen, bilinenden ayrınesne ve kimse için teklik veya çokluk olarak baş
kası
, baş
kalarıbiçiminde
kullanı
lı
r.
* "Ayrı
ca üstelik bir yana" anlamları
nda -dan / -den baş
ka biçiminde kullanı
lı
r.
baş
ka biri
* diğ
er bir kimse.
baş
ka iş
i yok mu?
* Bu iş
e ne diye karı
ş
ı
yor? Bu işonu ilgilendirmez.
baş
ka olmak
* farklıolmak, değ
iş
ik görünmek.
baş
kaca
* Ayrı
ca.
baş
kafiye
* Dize baş
ları
nda aynıkelime olmamak kaydı
yla aynı
sesleri veren kelimelerden oluş
an kafiye.
baş
kahraman
* Bir eserde baş
rolü oynayan kiş
i, baş
kiş
i.
baş
kalaş
ı
m
* Bir kütlenin fizikçe ve kimyaca değ
iş
mesi, istihale, metamorfizm.
baş
kalaş
ma
* Baş
kalaş
mak iş
i.
* Embriyon evresinden ergin olana değ
in bir hayvanı
n geçirdiği biçim ve yapıdeğiş
imleri, istihale,
metamorfoz.
baş
kalaş
mak
* Baş
ka bir varlı
ğa, niteliğ
e dönüş
mek, değiş
mek, farklı
lı
k kazanmak.
* Biçim değ
iş
tirmek, istihale etmek.
* Kötüleş
mek, bozulmak.
baş
kalaş
tı
rma
* Baş
kalaş
tı
rmak iş
i.
baş
kalaş
tı
rmak
* Baş
ka bir duruma getirmek.
baş
kaldı
rı
* Ayaklanma, isyan.
baş
kalı
k
* Alı
ş
ı
lana benzememe, değiş
ik olma durumu, değiş
iklik.
baş
kan
* Bir topluluğun, bir toplantı
nı
n veya bir derneğin baş
ı
nda bulunan kimse, reis.
* Bazıülkelerde devletin ve hükûmetin baş
ı
.
baş
kan vekili
* Baş
kanı
n iş
ini görmesi için yerine bı
raktı
ğı
veya yetki verdiği kimse.
baş
kan yardı
mcı
sı
* Baş
kana yardı
m eden sorumlu ve yetkili kimse.
baş
kanlı
k
* Baş
kan olma durumu.
* Baş
kanı
n görevi veya makamı
, reislik, riyaset.
baş
kanlı
k etmek
* bir toplantıveya topluluğ
u, baş
kan olarak yönetmek.
baş
kanlı
k makamı
* Baş
kanı
n odası
nı
n bulunduğu veya oturduğu yer.
baş
kanlı
k sistemi
* Devlet yönetiminde tek bir kiş
inin baş
kanlı
ğ
ı
nda hükûmet etme ve devleti yönetme esası
na bağ
lısiyasî
sistem.
baş
karakter
* Oyunun önde gelen aslî karakteri , aslî tipi.
baş
kası
baş
kâtip
* Diğer bir ş
ahı
s, herhangi bir kimse, diğeri, ötekisi.
* Bir resmî dairede veya kuruluş
ta çalı
ş
an kâtiplerin baş
ı
, baş
yazman.
baş
kâtiplik
* Bir resmî dairede veya kuruluş
ta çalı
ş
an kâtiplerin baş
ı
, baş
yazman.
baş
kent
* Baş
ş
ehir.
baş
kentlik
* Baş
kent olma durumu.
baş
kesit
* Ağacı
n boyuna dikey yönde kesilmesi sonunda yı
l halkaları
nı
n çember biçiminde görüntü verdiği yüzey.
baş
kilise
baş
kiş
i
* Piskoposluk makamıolan büyük kilise, katedral.
* Bir eserin veya bir oyunun en önemli kiş
isi, baş
kahraman.
baş
komutan
* Savaş
ta bir devletin bütün kara, deniz ve hava kuvvetlerine komuta eden en büyük komutan,
baş
kumandan, serdar.
baş
komutanlı
k
* Baş
komutanı
n görevi.
* Baş
komutanı
n makamı
.
baş
konakçı
* Asalağı
n en iyi geliş
tiğ
i, dolayı
sı
yla en çok yararlandı
ğı
ve yaş
amaktan hoş
landı
ğı
konakçı
.
baş
konsolos
* En yüksek derecedeki konsolos.
baş
konsolosluk
* Baş
konsolosun görevi.
* Baş
konsolosun makamı
.
baş
köş
e
* Bir yerde en saygı
n kiş
inin veya büyüklerin oturması
için ayrı
lan yer.
baş
köş
eye kurulmak
* saygı
n kiş
ilere ayrı
lan yere oturmak.
baş
kumandan
* Baş
komutan.
baş
kumandanlı
k
* Baş
komutanlı
k.
Baş
kurt
* Rusya'daki Baş
kurdistan Federe Cumhuriyeti'nde yaş
ayan Türk halkıveya bu halkı
n soyundan olan kimse.
* Bu halka özgü olan, bu halkla ilgili.
Baş
kurtça
* Baş
kurt Türkçesi.
baş
lâhana
* Yapraklarısı
kı
, yuvarlak baş
lılâhana (Brassica oleracea).
baş
lama
* Baş
lamak iş
i.
baş
lama meridyeni
* Boylamları
n hesabı
nda baş
langı
ç olarak kabul edilen meridyen.
baş
lama vuruş
u
* Futbolda oyuna ilk baş
lamada veya her golden sonra topu santrada yeniden oyuna sokmada yapı
lan vuruş
.
baş
lama!
* (hoşolmayan bir söz veya davranı
ş
la ilgili olarak) "tekrarlama" anlamı
nda emir.
baş
lamak
* Bir iş
e giriş
mek, harekete geçmek.
* Çalı
ş
ı
r, iş
ler, yürür duruma girmek.
* Olmak, oluş
mak, ortaya çı
kmak, doğmak.
* Görünmek.
* Etkisini gösterme.
* Hoşolmayan bir davranı
ş
a koyulmak.
baş
langı
ç
* Bir iş
in, bir dönemin, bir hayatı
n vb.nin ilk bölümü.
* Ön söz veya giriş
, mukaddime.
baş
langı
ç noktası
* Bir iş
in veya ş
eyin baş
ladı
ğıyer.
* Sı
fı
r sayı
sı
nı
n, sayıdoğ
rusundaki yeri.
* Parametrelenmişbir yayı
n uçları
ndan biri.
baş
langı
ç tutmak
* bir iş
i, bir dönemin, baş
ladı
ğınokta veya tarih olarak kabul etmek, belirtmek.
baş
lanı
lma
* Baş
lanı
lmak iş
i.
baş
lanı
lmak
* Baş
lanmak.
baş
lanma
* Baş
lanmak iş
i.
baş
lanmak
* Baş
lamak iş
ine konu olmak.
* Başoluş
mak.
baş
latı
lma
* Baş
latı
lmak iş
i.
baş
latı
lmak
* Baş
latmak iş
i yapı
lmak.
baş
latma
* Baş
latmak iş
i.
baş
latmak
* Baş
laması
na yol açmak.
* (birinin) Kötü konuş
ması
na yol açmak.
baş
layı
cı
* Bir ş
ey öğrenmeye yeni baş
layan (kimse), müptedi.
baş
layı
ş
* Baş
lamak iş
i veya biçimi.
baş
lı
* Baş
ıolan.
baş
lıbaş
ı
na
* Baş
ka ş
eylerden ayrıolarak kendi baş
ı
na, tek baş
ı
na.
baş
lı
ca
* En önemli, baş
ta gelen.
baş
lı
k
* Genellikle baş
ıkorumak için giyilen nesne, takke, külâh, serpuş
.
* Hayvan koş
umunun baş
a geçirilen bölümü.
* Bir sütunun, bir direğ
in tepeliği.
* Bir yazı
nı
n, bir kitabı
n bölümlerinin baş
ı
na konulan ve konuyu kı
saca tanı
tan yazı
, serlevha, antet.
* Bazıbölgelerde, evlenirken, damadı
n kaynatası
na ödemesi görenek olan para.
* Tablaları
n veya işparçaları
nı
n düzgün kalması
nısağ
lamak amacıile baştarafları
na takı
lan parça.
* Tekerlek parmakları
nı
n çakı
lıolduğu kı
sı
m, top.
baş
lı
k atmak (veya koymak)
* bir yazı
ya baş
lı
k olarak ad bulmak.
baş
lı
k vermek
* bazıbölgelerde, evlenirken damat kaynatası
na para veya mal vermek.
baş
lı
kçı
* Baş
lı
k yapan veya satan (kimse).
baş
lı
klı
* Baş
lı
ğ
ıolan.
* Antetli, anteti olan.
baş
lı
ksı
z
* Baş
lı
ğ
ıolmayan.
baş
mabeyinci
* Osmanlısarayı
nda mabeyincilerin baş
ı
.
baş
mak
* Ayakkabı
, paş
mak.
baş
makale
* Baş
yazı
.
baş
makçı
* Ayakkabıyapan, satan kimse, paş
makçı
.
* Camilerde, girişbölümünde, çı
karı
lan ayakkabı
lara bekçilik eden kimse.
baş
makçı
lı
k
* Baş
makçı
nı
n iş
i.
baş
maklı
k
* Padiş
ahı
n anne, kı
z kardeş
, kı
z ve hasekilerine bağ
lanan ödenek, has, arpalı
k.
* (camide) Ayakkabı
konulan yer.
baş
mal
* Anamal, sermaye, kapital.
baş
misafir
* En değ
erli konuk.
baş
muallim
* Baş
öğretmen.
baş
muallimlik
* Baş
öğretmenlik.
baş
mubassı
r
* Gözetmenlerin baş
ıolan kimse.
baş
muharrir
* Baş
yazar, sermuharrir.
baş
muharrirlik
* Baş
yazar olma durumu.
baş
murakı
p
* En üst düzeydeki denetçi.
baş
murakı
plı
k
* Baş
murakı
bı
n yaptı
ğ
ıiş
.
baş
müdür
* En üst düzeydeki müdür.
baş
müdürlük
* Baş
müdürle yönetilen kuruluş
.
* Baş
müdürün çalı
ş
tı
ğı
daire.
baş
müfettiş
* En üst düzeydeki müfettiş
.
baş
müfettiş
lik
* Baş
müfettişolma durumu.
baş
mühendis
* En üst düzeydeki mühendis.
baş
mühendislik
* Baş
mühendisin yaptı
ğ
ıişveya görev.
baş
mürettip
* Baş
dizgici, sermürettip.
baş
mürettiplik
* Baş
mürettibin yaptı
ğ
ıiş
.
baş
müsevvit
* Yazımüsveddeleri hazı
rlayan ve adı
na müsevvit denen memurları
n baş
kanı
.
baş
nokta
* Baş
langı
ç noktası
.
baş
oda
* Geleneksel Türk evinde özellikle konukları
n ağ
ı
rlandı
ğ
ıbüyük ve özenli döş
enmişoda.
baş
oyuncu
* Bir filmde veya tiyatro eserinde baş
rolü canlandı
ran oyuncu.
baş
oyunculuk
* Baş
oyuncu olma durumu.
baş
öğretmen
* (ilkokullarda) Yönetimden sorumlu olan öğ
retmen, müdür.
baş
öğretmenlik
* Baş
öğretmen olma durumu.
baş
örtü
* Kadı
nları
n saçları
nıörtmek için kullandı
klarıörtü, eş
arp.
baş
örtülü
* Baş
ı
nı
baş
örtü ile örtmüşolan (kadı
n).
baş
papaz
* Bazıkiliselerin papazları
na, öteki papazlara göre bir üstünlük veren unvan.
baş
papazlı
k
* Baş
papazı
n görevi ve makamı
.
* Baş
papazı
n sorumluluğ
unda olan bölge.
baş
parmak
* El ve ayakta bulunan en kalı
n parmak.
baş
pehlivan
* Birçok pehlivanıyenerek gücünü kabul ettirmişpehlivan.
baş
pehlivanlı
k
* Baş
pehlivan olma durumu.
baş
piskopos
* Katoliklerde piskoposları
n baş
ı
olan din adamı
.
baş
piskoposluk
* Baş
piskoposun görevi ve makamı
.
baş
rahip
* Manastı
rlarda en kı
demli ve yönetimden sorumlu rahip.
baş
rahiplik
* Baş
rahibin görevi.
baş
rejisör
* Baş
yönetmen.
baş
rejisörlük
* Baş
yönetmenlik.
baş
rol
* Baş
oyuncunun rolü.
* Bir filmin veya bir tiyatro eserinin baş
kiş
isini canlandı
rma iş
i.
baş
savcı
* En üst düzeydeki savcı
.
baş
savcı
lı
k
* Baş
savcıolma durumu.
* Baş
savcı
nı
n görevi veya makamı
.
baş
sı
z
baş
sı
zlı
k
baş
ş
ehir
* Baş
ıolmayan.
* Yöneticisi, baş
kanıolmayan.
* Baş
ıveya baş
kanıbulunmama durumu.
* Yasasıve hükûmeti olmayan topluluk, erksizlik, anarş
i.
* Bir devletin yönetim merkezi olan ş
ehir, devlet merkezi, baş
kent.
baş
ta (veya baş
ı
nda) bulunmak
* bir iş
in yöneticisi olmak.
baş
ta gelmek
* önde olmak, üstün durumda olmak.
baş
ta gitmek
* en ileri durumda bulunmak.
baş
ta taş
ı
mak
* çok saygıgöstermek.
baş
taban
* Yunan ve Roma mimarlı
kları
nda, sütunları
n üstüne oturan ve iki sütun arası
ndaki uzaklı
ğı
n üstünü örten
büyük, uzun taşkiriş
lerin oluş
turduğ
u bölüm.
baş
tabip
* Baş
hekim.
baş
tabiplik
* Baş
hekimlik.
baş
tan
* baş
ı
ndan alarak, bir kez daha, yeniden.
baş
tan aş
ağı
* Hepsi, bütünü, bir uçtan öbür uca kadar.
baş
tan aş
mak
* pek çok olmak, pek çoğ
almak.
baş
tan baş
a
* Tamamen, bütünüyle, hepsi bir arada.
* Baş
ı
ndan sonuna kadar.
baş
tan çı
karmak
* ayartmak, kötü yola sürüklemek, doğ
ru yoldan saptı
rmak.
baş
tan çı
kmak
* ahlâkı
bozulmak.
baş
tan kalmı
ş(veya kalma)
* baş
kası
tarafı
ndan kullanı
lmı
ş
.
baş
tan kara etmek
* batma tehlikesi karş
ı
sı
nda, gemi baş
ı
nıkaraya vurup oturmak.
baş
tan kara gitmek (veya etmek)
* sonunu düş
ünmeyerek hesapsı
z, batarcası
na yaş
amak.
baş
tan savma
* üstünkörü, özen göstermeden.
baş
tan savmacı
* Bir iş
i yapmamak veya savsaklamak için bahane bulma, baş
ı
ndan savma veya atma.
baş
tan savmacı
lı
k
* Bir iş
i yapmamak için bahane bulma iş
i.
baş
tan sona
* Daima, her zaman.
baş
tanı
maz
* Asi, isyancı
, düzen bozucu.
baş
tanı
mazlı
k
* Anarş
izm.
baş
tankara
* Ötücü kuş
lar takı
mı
nı
n, baş
tankaragiller familyası
ndan, Kuzey Afrika, Avrupa ve Asya'da yaş
ayan, çesitli
renklerde olabilen bir kuştürü (Parus maior).
baş
tankaragiller
* Omurgalıhayvanları
n, ötücü kuş
lar takı
mı
ndan yüz kadar kuştürünü içine alan genişbir familya.
baş
tarda
* Osmanlıdonanması
nda yer alan kadı
rga cinsinden bir tür savaşgemisi.
baş
teknisyen
* En yüksek düzeyde bulunan teknisyen.
baş
teknisyenlik
* Baş
teknisyenin görevi.
baş
ucu
* Bir yerin düş
eyinin gök küreyi kestiğ
i nokta.
baş
ucu noktası
* Yeryüzündeki bir gözlem noktası
ndan geçen düş
ey doğ
rultusunun gökyüzünü deldiğ
i iki noktadan, ufkun
üstünde olanı
, semtürreis.
baş
ucu uzaklı
ğ
ı
* Gökyüzünde verilen bir nokta veya yı
ldı
zı
n baş
ucu noktası
ndan açı
sal uzaklı
ğ
ı
.
baş
uzman
* En yüksek düzeyde bulunan uzman.
baş
uzmanlı
k
* Baş
uzman olma durumu.
* Baş
uzmanı
n görevi.
baş
ülke
baş
üstü
* Sömürge imparatorlukları
nda sömürgelere egemen olan ülke.
* Geminin ön bölümünde çapanı
n bulunduğu yer.
baş
vekâlet
* Baş
bakanlı
k.
baş
vekil
* Baş
bakan.
baş
vekillik
* Baş
vekil olma durumu.
baş
vurdurma
* Baş
vurdurmak iş
i veya durumu.
baş
vurdurmak
* Baş
vuru iş
i yaptı
rmak, müracaat etmesini sağ
lamak, müracaat ettirmek.
baş
vurma
* Baş
vurmak iş
i, müracaat.
baş
vurmak
* Bir iş
in yapı
lmasıiçin bir kimsenin aracı
lı
ğı
nıistemek veya bir iş
te bir ş
eyden yararlanmak amacı
yla ona el
atmak, müracaat etmek.
* Bilgi sahibi olmak için bir kaynağıkullanmak.
baş
vuru
* Baş
vurmak iş
i, müracaat.
* Bilgi sahibi olmak için bir kaynağıkullanma, bilgiye ulaş
ma, referans.
baş
vurucu
* Bir işiçin baş
vuran kimse, müracaatçı
.
baş
vurulma
* Baş
vurulmak durumu.
baş
vurulmak
* Baş
vuru yapı
lmak, müracaat edilmek.
baş
yapı
t
* Şaheser.
baş
yardı
mcı
* Bir kurum veya kuruluş
ta görevli amirin yardı
mcı
ları
ndan en üst düzeyde olanı
.
baş
yargı
cı
* Oyunu yöneten yargı
cı
lardan, anlaş
mazlı
k durumunda, kararda yetki üstünlüğü olanı
, baş
hakem.
baş
yaver
* Yaverlerin baş
ıolan kimse.
baş
yaverlik
* Baş
yaver olma durumu.
* Baş
yaverin görevi veya makamı
.
baş
yazar
* Bir gazete veya derginin baş
yazı
ları
nıyazan kimse, baş
muharrir, sermuharrir.
baş
yazarlı
k
* Baş
yazar olma durumu.
* Baş
yazarı
n görevi.
baş
yazı
* Gazete ve dergilerde ilk sütuna veya birinci sayfaya konulan önemli yazı
, baş
makale.
baş
yazman
* Bir dairedeki yazmanları
n baş
ı
, baş
kâtip.
baş
yazmanlı
k
* Baş
yazman olma durumu, baş
kâtiplik.
* Baş
yazmanı
n görevi veya makamı
.
baş
yemek
* Geleneksel Türk mutfağ
ı
nda çorbadan sonra gelen en önemli yemek.
baş
yı
ldı
z
* Çift yı
ldı
zlarda büyük olan yı
ldı
z.
baş
yönetmen
* Bir filmde veya tiyatro oyununda en üst düzeyde yönetmenlik yapan kimse, baş
rejisör.
baş
yönetmenlik
* Baş
yönetmenin iş
i veya mesleğ
i.
baş
yukarı
* Bir yer altıkuyusunun üst kı
smı
na geçmeyi sağlayan geçit.
bat
* Kurş
un boruları
n ağzı
nıaçmakta kullanı
lan, ş
imş
irden yapı
lmı
ş
, ucu sivri bir çeş
it takoz.
bata çı
ka
* Güçlükle zorlukla.
batağa saplanmak
* içinden çı
kı
lmasıgüç bir durumda olmak.
batak
* Üzerine bası
nca çöken çamurlaş
mı
ştoprak.
* Hayı
r gelmez, yarar sağlamaz, batmı
ş
.
* Kötü durum, içinden çı
kı
lmaz iş
.
batak çulluğu
* Çullukgillerden, bataklı
klarda yaş
ayan, rengi kahverengiye çalan siyah, 30 cm uzunluğ
unda bir çulluk türü
(Gallinago gallinago).
batakçı
batakçı
l
* Borcunu ödememeyi alı
ş
kanlı
k hâline getirmişolan (kimse).
* Eline geçen parayıbatı
ran.
* Bataklı
klarıseven, bataklı
klarda yaş
ayan (bitki, hayvan).
batakçı
lı
k
* Batakçıolma durumu.
batakhane
* Gidenlerin dolandı
rı
ldı
ğıveya kötü bir durumda bı
rakı
ldı
ğıyer.
*İ
ş
lerin zamanı
nda ve gereğince yapı
lmadı
ğ
ıyer.
bataklı
* Bataklı
ğ
ıolan (yer).
bataklı
k
* Çok derin olmayan sularla örtülü batak bölge.
* Uygunsuz ve kötü, ahlâk dı
ş
ıdurum.
bataklı
k ardı
cı
* Bataklı
k ve sı
k bitki örtülü yerlerde yaş
ayan küçük ve ötücü kuş(Acrocephahus palustris).
bataklı
k baykuş
u
* Baykuş
giller familyası
ndan, sı
rt tüyleri pas rengi olan, bataklı
klarda yaş
ayan bir kuştürü, ishak kuş
u (Asio
flammeus).
bataklı
k gazı
* Metan.
bataklı
k keteni
* Papirüs familyası
ndan, bataklı
klarda yetiş
en bir bitki, pamuk otu (Eriophorum).
bataklı
k kı
rlangı
cı
* Kı
sa gagalı
, uzun kanatlı
, uçarken deniz kı
rlangı
cı
nıandı
ran bir tür kuş(Glareda).
bataklı
k kuş
ları
* Omurgalıhayvanlardan hem tavuksulardan, hem yağ
mur kuş
ları
nıiçine alan kuş
lar sı
nı
fı
.
bataklı
k nergisi
* Avrupa ve Kuzey Amerika'da güneş
li su kı
yı
ları
nda yetiş
en çok yı
llı
k bir bitki (Caltha palustris).
batar
* Zatürree.
batarya
* En küçük topçu birliği.
* Savaşgemilerinde borda toplarıve bunları
n bulunduğ
u güverte parçası
.
* Birkaç aygı
tı
n bir araya getirilerek belirli biçimde eklenmesinden oluş
an takı
m.
batarya ateş
i
* Bir bataryada bulunan topları
n hep birden ateşdüzenine geçmesi.
batarya kutusu
* Bataryanı
n bütün olarak taş
ı
nması
nısağ
layan sandı
k.
bataryalı
* Batarya ile güçlendirilmişveya desteklenmiş
.
* Batarya ile çalı
ş
an (radyo, telefon vb.).
bateri
baterist
* Orkestrada vurma çalgı
lar takı
mı
, davul.
* Bateri çalan kimse, davulcu.
batı
* Yeryüzündeki baş
lı
ca dört yönden güneş
in battı
ğ
ıyön, gün indi, garp.
* Bu yönde olan, bu yönle ilgili, garbî.
* Bulunulan yere göre güneş
in battı
ğ
ıyönde olan bölge, garp.
* (siyasî anlamda) Avrupa ve Kuzey Amerika.
* Güneş
in 22 Martta ve 23 Eylülde battı
ğınokta.
batıbloku
* Batı
Avrupa ülkeleri ile Kuzey Amerika ülkelerinin oluş
turduğ
u blok.
BatıTürkçesi
* Hazar Denizinin batı
sı
ndaki Türk dünyası
nda XIII. yüzyı
ldan beri kullanı
lan ve Oğ
uzcaya dayanan Türk
dili.
batı
cı
batı
cı
lı
k
* Batı
yanlı
sıolan kimse, garpçı
.
* Batı
yanlı
sıolma durumu, garpçı
lı
k.
batı
k
* (gemi için) Batmı
ş
.
batı
l
* Doğru ve haklıolmayan.
* Çürük, temelsiz.
batı
l inanç
* Doğa üstü olaylara, gizli ve akı
l dı
ş
ı
güçlere, kehanetlere aş
ı
rı
derecede bağlıboşinanç, batı
l itikat.
batı
l itikat
* Boşinanç.
batı
lı
* Batı
ülkeleri veya batıbölgesi halkı
ndan olan (kimse), garplı
.
* Batı
uygarlı
ğ
ı
nıbenimsemişbulunan (kimse).
batı
lı
laş
ma
* Batı
lı
laş
mak iş
i, garplı
laş
ma.
batı
lı
laş
mak
* Özellikle Avrupa ülkelerinin düş
üncede, çalı
ş
mada, görüşve anlayı
ş
ta izledikleri temel ilkeleri benimsemiş
olmak, garplı
laş
mak.
batı
lı
laş
tı
rma
* Batı
lı
laş
tı
rmak iş
i, garplı
laş
tı
rma.
batı
lı
laş
tı
rmak
* Batı
lı
laş
ması
nısağ
lamak, garplı
laş
tı
rmak.
batı
lı
lı
k
* Batı
lıolma durumu.
* Batı
uygarlı
ğ
ı
nıbenimseme, garplı
lı
k.
batı
n
* Karı
n.
* Göbek, kuş
ak.
Batı
nî
* Batı
niye mezhebinden olan kimse.
*İ
çrek.
Batı
nîye
* Görünürdeki olayları
n ardı
nda gizli gerçeklerin bulunduğ
unu kabul eden tarikatlara verilen ad.
batı
rı
k
* Köftelik bulgur, dövülmemişceviz içi, soğ
an, domates, nane, maydanoz, tahin ve limon suyu kullanı
larak
yapı
lan, taze asma yaprağ
ıveya lahanaya sarı
larak tüketilen bir salata tütü.
batı
rı
lma
* Batı
rı
lmak iş
i.
batı
rı
lmak
* Batı
rmak iş
ine konu olmak.
* Yok edilmek.
batı
rma
batı
rmak
* Batı
rmak iş
i.
* Sı
vı
nı
n veya yumuş
ak bir maddenin içine gömülmesine yol açmak, batması
nısağlamak.
* Bir iş
te sermayeyi yitirmek.
* Bir kimseyi çekiş
tirip iyice kötülemek.
* Kirletmek.
* Mahvetmek.
batı
ş
* Batmak iş
i veya biçimi.
bati
batik
batisfer
batiskaf
* Yavaş
, ağı
r.
* Kumaş
, deri veya kâğ
ı
t süslemede kullanı
lan bir yöntem.
* Bu yöntemle hazı
rlanmı
şkumaş
.
* Bu kumaş
tan yapı
lmı
şolan (giysi).
* Su üstü araçları
na çelik kablo ile bağlanmı
ş
, negatif yüzebilirliğ
i bulunan dalı
şküresi.
* Deniz diplerinde inceleme yapmak için kullanı
lan araç.
batkı
batkı
n
* Batkı
nlı
k, iflâs.
* Borçları
nıödeyemez duruma düş
en, iflâs etmiş(kimse), müflis.
batkı
nlı
k
* Borçları
nıödeyemediğ
i mahkeme kararıile tespit ve ilân olunan tüccarı
n durumu, iflâs.
batma
* Batmak iş
i.
* Yı
kı
lma, çökme; yok olma, inkı
raz.
* Bir gök cisminin (Ay, Güneş
, Yı
ldı
z vb.) ufkun altı
na inmesi.
batmak
batman
* Bir sı
vı
nı
n üstünde iken içine gömülmek.
* (Güneş
, Ay, yı
ldı
z için) Dünyanı
n dönüş
ü dolayı
sı
yla ufkun altı
na inmek.
*İ
flâs etmek.
* Kirlenmek.
* Saplanmak.
* Dokunmak, incitmek.
* (tedirgin etmemesi gereken ş
eyler için) Tedirgin etmek.
* Hoş
a gitmeyen bir duruma uğramak.
* Yok olmak.
* Daha kötü bir duruma uğramak.
* Çökmek.
* Yı
kı
lmak egemenliğ
i sona ermek.
* Miktarıbölgelere ve tartı
lacak ş
eylere göre değiş
en eski bir ağı
rlı
k ölçüsü.
batonsale
* Tuzlu hamurdan yapı
lan ince uzun çubuk, tuzlu çubuk.
batöz
* Harman makinesi, harman dövme makinesi.
batsat
* Ara sı
ra, seyrek olarak tek tük.
battal
*İ
ş
e yaramaz, kullanı
lmaz.
* Alı
ş
ı
lmı
şolandan büyük.
battal edilmek
* kullanı
lamaz duruma getirilmek, bozulmak.
battal etmek
* kullanı
lamaz bir duruma getirmek.
battal olmak
* kullanı
lamaz, iş
e yaramaz duruma gelmek.
battaniye
* Yorgan yerine veya yorgan üstünde kullanı
lan, çoğ
u yünden dokunmuşkalı
nca örtü.
battaniyeli
* Battaniyesi olan.
battıbalı
k yan gider
* iş
ler kötü gittiğ
ine göre artı
k istenildiğ
i gibi davranı
labilir.
batur
batyal
bav
* Bahadı
r.
* 200 ile 2000 m arası
nda derinliği olan (deniz).
* Hayvanıavcı
lı
ğ
a alı
ş
tı
rma iş
i.
bavcı
* Şahin ve köpek gibi hayvanları
avcı
lı
ğa alı
ş
tı
ran kimse.
bavlı
bavlı
ma
bavlı
mak
bavul
* Ava alı
ş
tı
rı
lmı
ş(hayvan).
* Avcı
ları
n, köpeklerini ava alı
ş
tı
rmak için kullandı
klarıyapay kuşvb.
* Bavlı
mak iş
i.
* Şahin ve köpeğ
i ava alı
ş
tı
rmak.
* Yolculukta, içine eş
ya konulan büyük çanta.
bavul ticareti
* Gümrüksüz ve vergisiz ithaline izin verilen eş
yayıyabancıülkelerden satı
n alı
p, bavul veya çantalarla yolcu
beraberinde sı
nı
rdan geçirerek iç piyasada değerlendirmek iş
i.
bavulcu
* Bavul yapan veya satan kimse.
bavullu
* Bavulu olan.
Bavyeralı
* Bavyera halkı
ndan olan (kimse).
bay
* Parası
, malıçok olan, zengin (kimse).
bay
* Bey yerine kullanı
lan bir unvan.
* Erkek özel adları
yerine kullanı
lı
r.
bayağ
ı
* Aş
ağ
ı
lı
k, pespaye.
* Kibar olmayan, basit adî, sı
radan, amiyane, banal.
* Her zamanki gibi olan, hiçbir özelliğ
i bulunmayan.
* Hemen hemen, âdeta.
* Gerçekten, çok, oldukça, epey.
* Çok iyi, pekâlâ.
bayağ
ıkaçmak
* (söz, davranı
ş
, giyinişiçin) yakı
ş
mamak, uygunsuz olmak.
bayağ
ıkesir
* Ondalı
k olmayan kesir.
bayağ
ı
laş
ma
* Bayağ
ı
laş
mak durumu.
bayağ
ı
laş
mak
* Bayağ
ıbir durum almak, bayağ
ıbir duruma girmek.
bayağ
ı
laş
tı
rma
* Bayağ
ı
laş
tı
rmak iş
i.
bayağ
ı
laş
tı
rmak
* Bayağ
ı
laş
ması
na sebep olmak.
bayağ
ı
lı
k
* Bayağ
ıolma durumu veya bayağı
ca davranı
ş
.
bayan
* Hanı
m yerine kullanı
lan bir unvan.
* Kadı
n özel adlarıyerine kullanı
lı
r.
* Eş
, karı
.
bayat
* Taze olmayan.
* Güncelliğini, önemini, özelliğ
ini yitirmiş
, çok söylenmiş
.
Bayat
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
bayatı
bayatî
* Azerî ve Türkmen halk ş
iirinde mani türüne verilen ad.
* Klâsik Türk müziğ
inde uş
ş
ak dörtlüsüne buselik beş
lisi katı
lması
yla yapı
lmı
şeski bir makam.
bayatîaraban
* Araban ve bayatî makamları
ndan oluş
turulan bir birleş
ik makam.
bayatîbuselik
* Bayatî makamı
nı
n buselik beş
lisi veya dörtlüsü ile sona ermesinden oluş
an bir birleş
ik makam.
bayatlama
* Bayatlamak durumu.
bayatlamak
* Bayat duruma gelmek, tazeliğ
ini yitirmek.
bayatlatma
* Bayatlatmak iş
i.
bayatlatmak
* Tazeyken kullanmayı
p bayatlamasıiçin bekletmek.
bayatlı
k
bayatsı
* Bayat olma durumu.
* Bayatlamaya baş
lamı
ş
.
bayatsı
mak
* Bayatlamaya yüz tutmak.
baygı
n
* Bayı
lmı
ş
, kendinden geçmiş
.
* Süzgün.
* Gönül vermiş
.
*İ
nsanıkendinden geçirir gibi olan.
* Yı
ğı
lmı
ş
, dökülmüş
.
baygı
n baygı
n bakmak
* kendinden geçmişbir ş
ekilde, çevreye göz gezdirmek.
* hayranlı
kla seyretmek.
baygı
n düş
mek
* çok yorulmak.
baygı
nlaş
ma
* Baygı
nlaş
mak iş
i.
baygı
nlaş
mak
* Baygı
n duruma gelmek.
* (göz için) Süzülmek.
baygı
nlı
k
* Baygı
n olma durumu.
* Duyumları
n durması
, kan dolaş
ı
mı
nı
n ve solunum görevlerinin duraklaması
, vücudun kı
mı
ldanamaması
gibi fizyolojik aksamalarla beliren kendinden geçme durumu.
baygı
nlı
k geçirmek
* bayı
lmak.
* çok heyecanlanmak, telâş
lanmak.
baygı
ntı
* Baygı
nlı
k.
*İ
pek böceklerinin sindirim organları
nda görülen ve yemden kesilmelerine yol açan bir hastalı
k; bu sebeple
koza yapamama durumu.
bayı
la bayı
la
*İ
steyerek, istekle, çok isteyerek, severek.
bayı
lma
* Baygı
n duruma girme, kendinden geçme.
bayı
lmak
* Baygı
n duruma girmek, uyur gibi olmak, kendinden geçmek, kendini kaybetmek.
* Çok hoş
lanmak, çok sevmek.
* Sı
cak, açlı
k, susuzluk, yorgunluk gibi etkenlerle dayanma gücünü yitirmek.
* Vermek, ödemek.
bayı
ltı
cı
* Bayı
ltan.
* Bayı
ltacak gibi etkide bulunan.
bayı
ltma
* Bayı
ltmak iş
i.
bayı
ltmak
* Bayı
lması
nısağ
lamak, bayı
lması
na yol açmak.
bayı
lttı
rma
* Bayı
lttı
rmak iş
i veya durumu.
bayı
lttı
rmak
* Bayı
lması
na yol açmak, bayı
lması
nısağlamak.
bayı
ndı
r
mamur.
* (yer için) Geliş
ip güzelleş
mesi, hayat ş
artları
nı
n uygun duruma getirilmesi için üzerinde çalı
ş
ı
lmı
şolan,
Bayı
ndı
r
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
bayı
ndı
rcı
* Bayı
ndı
r duruma getirici.
bayı
ndı
rlaş
ma
* Bayı
ndı
rlaş
mak durumu.
bayı
ndı
rlaş
mak
* Bayı
ndı
r duruma gelmek.
bayı
ndı
rlaş
tı
rma
* Bayı
ndı
rlaş
tı
rmak iş
i, imar etme.
bayı
ndı
rlaş
tı
rmak
* Bir yeri bayı
ndı
r duruma getirmek, imar etmek.
bayı
ndı
rlı
k
* Bayı
ndı
r olma durumu, ümran.
* Bayı
ndı
r duruma getirme iş
i, imar.
Bayı
ndur
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
bayı
r
* Küçük yokuş
.
bayı
r aş
ağ
ı
* Tepeden düze doğ
ru.
bayı
r kuş
u
* Çalıbülbülü.
bayı
r turpu
*İ
ri bir turp türü (Cochlearia armoracia).
* Kaba, terbiyesiz erkek.
bayı
r yukarı
* Tepeye doğ
ru, yokuşbaş
ı
na yönelerek.
bayı
rlaş
ma
* Bayı
rlaş
mak durumu.
bayı
rlaş
mak
* (yer ve yol için) Dikleş
mek.
bayi
bayilik
baykuş
* Bazımaddeleri satma izni olan kimse, dükkân veya kuruluş
.
* Bir maddeyi sürekli satma iş
i.
* Bu iş
in yapı
ldı
ğ
ıyer.
* Baş
ı
nda, kulak yerinde iki sorgucu bulunan, yı
rtı
cıgece kuş
ları
nı
n genel adı
.
baykuşgibi
* uğursuzluk getirdiğ
ine inanı
lan kimseler için söylenir.
baykuş
giller
* Büyüklükleri çeş
itli olan kukumav, puhu gibi yı
rtı
cı
kuş
larıiçine alan kuş
lar familyası
.
baylan
* Nazlı
,ş
ı
marı
k (biçimde).
baylanlı
k
* Zenginlik.
* Şı
marı
klı
k, naz, iş
ve.
baylanma
* Baylanmak iş
i.
baylanmak
* Nazlanmak, ş
ı
marmak.
bayma
* Baymak iş
i.
baymak
* (yiyecek) Baygı
nlı
k vermek, mideyi bulandı
rmak, midede ezinti yapmak.
* Aldatmak, kandı
rmak, etki altı
nda bı
rakmak.
baypas
* Damar aktarma.
* Devre dı
ş
ıbı
rakma.
baypas ameliyatı
* Kalpte tı
kanmı
şbir damarı
n beslediği bölgeye kan akı
ş
ı
nı
artı
rmak için o bölgeye eklemek için yapı
lan
damar ameliyatı
.
bayrağı
yarı
ya indirmek
* millî yas ilân etmek için bayrağ
ıdireğ
in yarı
sı
na kadar indirmek.
bayrak
* Bir milletin, belli bir topluluğ
un veya bir kuruluş
un simgesi olarak kullanı
lan, renk ve biçimle
özelleş
tirilmiş
, genellikle dik dörtgen biçiminde kumaş
.
* Öncü.
* Simge, sembol.
* Baklagil çiçeklerinde diğ
erlerinden daha üstte bulunan, daha büyük olan ve çoğunlukla baş
ka bir renkte ve
yuvarlakça olan taç yaprağ
ı
.
* Gerektiğ
inde indirilip kaldı
rı
lan, açı
lı
p kapatı
lan kol.
bayrak açmak
* gönüllü asker toplamaya giriş
mek.
* bir ülkü yolunda toplanmaya çağ
ı
rmak.
bayrak çekmek (veya asmak)
* bayrağı
bir direğ
e veya ipe takmak.
bayrak dikmek
* bayraklıbir sopayıbir yere saplamak.
bayrak direği
* Bayrak asmak için hazı
rlanmı
şuzun direk.
* Gemilerde güvertenin en yüksek direğ
i.
bayrak gibi
* kendini belli edecek bir biçimde.
bayrak merasimi
* Bkz. bayrak töreni.
bayrak töreni
* Bayrak karş
ı
sı
ndaki saygıduruş
u.
bayrak yarı
ş
ı
* Atletizmde dört sporcudan oluş
an ekibin araları
nda paylaş
tı
klarımesafelere baş
larken elden ele geçirmek
yoluyla bir sopayı
, bayrağ
ıdüş
ürmeden yaptı
klarıkoş
u.
bayrakaltı
* Ordu hizmeti, askerlik.
bayrakçı
* Bayrak çeken kimse.
* Bayrak yapan, diken veya satan kimse.
bayraklarıaçmak
* bağ
ı
rı
p çağ
ı
rarak, hı
rçı
nlı
k etmek.
bayraklaş
ma
* Bayraklaş
mak iş
i veya durumu.
bayraklaş
mak
* Bayrak değ
eri kazanmak.
bayraklı
* Bayrağıolan, üzerine bayrak çekilmişbulunan (yer).
* Bkz. eli bayraklı
.
bayraklı
k
* Bayrak olmaya uygun kumaş
.
* Bayrak asmaya uygun direk.
bayraktar
* Bayrağıtaş
ı
yan kimse.
bayraktarlı
ğ
ı
nıyapmak
* bir akı
mı
n, bir görüş
ün yayı
lması
nda öncü olarak çalı
ş
mak.
bayraktarlı
k
* Bayraktarı
n görevi.
bayraktarlı
k etmek
* öncülük etmek, yol göstermek.
bayram
* Millî veya dinî bakı
mdan önemi olan ve kutlanan gün veya günler.
* Sevinç, neş
e.
* Özel olarak kutlanan gün.
bayram alayı
* Bayram günlerinde padiş
ahları
n camiye gidişve gelişsı
rası
nda yapı
lan tören.
bayram ayı
* (Hicrî takvime göre) Ramazandan sonra gelen ay, ş
evval.
bayram çocuğ
u
* Bayram dolayı
sı
yla süslenmiş
, donatı
lmı
ş
, sevinçli çocuk.
* Bayram günü doğmuşçocuk.
bayram değ
il, seyran değil, eniş
tem beni niye öptü
* gösterilen bu ilginin, bu yakı
nlı
ğ
ı
n bir sebebi olacak.
bayram etmek (veya yapmak)
* çok sevinmek.
bayram günü
* Bayrama rastlayan, bayramı
n kutlandı
ğ
ıgün.
bayram haftası
nı
mangal tahtasıanlamak
* sözü, konu ile hiçbir ilgisi olmayacak biçimde ters anlamak.
bayram havası
* Neş
eli, sevinçli bir ortam.
bayram hediyesi
* Bayram günleri karş
ı
lı
klıveya tek yanlıverilen armağ
an.
bayram koçu gibi
* gösteriş
li ve zevksiz bir biçimde süslenmişolan.
bayram namazı
* Dinî bayramları
n ilk gününde sabah namazı
ndan sonra kı
lı
nan özel namaz.
bayram ş
ekeri
* Özellikle dinî bayramlarda konuklara ikram edilen ş
eker veya çikolata.
bayram tebriğ
i
* Bayramıkutlamak için yazı
lı
p gönderilen kart veya birine yapı
lan ziyaret.
bayram topu
* Dinî bayramları
n baş
ladı
ğ
ı
nı
duyurmak için atı
lan top.
bayram yeri
* Bayram günlerinde çocuklar için kurulan açı
k eğlence yeri.
bayram ziyareti
* Dinî bayram günlerinde, bayramıkutlamak için yapı
lan kı
sa ziyaret.
bayramda seyranda
* seyrek olarak, arada sı
rada.
bayramdan bayrama
* çok seyrek olarak, nadir olarak, nadiren.
Bayramî
* HacıBayram Veli'nin tarikatı
na girmişolan kimse.
Bayramîlik
* Bayramî tarikatı
.
* Bayramî tarikatı
ndan olma durumu.
bayramlaş
ma
* Bayramlaş
mak iş
i.
bayramlaş
mak
* Birbirinin bayramı
nıkutlamak.
bayramlı
k
* Bayramda kullanı
lan, bayrama özgü olan.
* Bayramlarda verilen armağan.
bayramlı
k ad
* Birisi tarafı
ndan hakaret yollu kullanı
lan sözün kendisine ait olduğ
unu bildirmek için kullanı
lı
r.
bayramlı
k ağ
ı
z
* küfür.
bayramlı
k ağ
zı
nı
açmak
* kaba konuş
mak, küfretmek.
bayramüstü
* Bayrama yakı
n.
bayramüzeri
* Bkz. Bayramüstü.
bayrı
* Çok eski zamanda var olmuşveya eskiden beri var olan, kadim.
bayrı
lı
k
* Bayrıolma durumu, kı
dem.
baysal
baysallı
k
* Huzur ve refah içinde olan.
* Huzur ve refah içinde bulunma durumu.
baysungur
* Şahin cinsinden, yı
rtı
cıbir kuş
.
baytar
* Hayvan hastalı
klarıhekimi, veteriner.
baytarlı
k
baz
* Baytarı
n mesleğ
i.
* Temel, esas.
* Bir asitle birleş
ince bir tuz oluş
turan madde, esas.
* Taban.
baz losyon
* Cildin esnek ve sağ
lı
klı
görünmesini sağ
lamak ve özellikle yağlıciltlerin parlak görüntüsünü gidermek için
kullanı
lan bir tür losyon.
baza
bazal
bazalt
bazar
bazen
* Mobilyanı
n uzunluğunca konulan dar ayak.
* Dolap gövdesinin zemine düzgün oturması
na yarayan çerçeve ş
eklindeki kaide.
* Bazıçok olan (tuz) veya bazı
n özelliklerini taş
ı
yan (madde), esasî.
* Koyu renkli, sert, bir çeş
it yanardağkültesi.
* Çarş
ı
, pazar.
* Pazarlı
k, alı
şveriş
.
* Ara sı
ra, arada bir, kimi vakit.
bazı
* Birtakı
m, kimi.
* Ara sı
ra, arada bir, kimi vakit.
bazı
bazı
* Ara sı
ra, arada bir.
bazı
dingil döner bazıteker
* karş
ı
lı
klıiliş
kilerde her iki tarafa da zaman zaman söz söyleme hakkı
doğ
ar anlamı
nda kullanı
lı
r.
bazı
ları
(veya bazı
sı
)
* birtakı
mı
, kimisi.
baziçe
* Oyun.
bazidiyospor
* Bazitli mantarları
n sporları
na verilen ad.
bazik
(tuz).
* Baz niteliği gösteren.
* Birleş
iminde asit ve baz ağı
rlı
ğ
ıoranı
normal tuza göre az, fakat baz oranınormal tuza göre yüksek olan
bazik oksitler
* Çoğ
u oksijen bakı
mı
ndan zayı
f olan, su ile birleş
ince baz etkisi gösteren, asitlerle birleş
ince tuzlarıveren
oksitler.
bazilika
* Kral sarayı
.
* Dikdörtgen biçiminde, uç kı
smı
nda yarı
m çembere benzeyen bir çı
kı
ntı
sıolan Roma mahkemesi.
* Ortadaki yüksek, yanlardakiler daha alçak olmak üzere içi, iki sı
ra sütunla, üç salona ayrı
lmı
ş
, dikdörtgen
biçiminde kilise.
bazit
* Bazit mantarları
n üreme organı
.
bazitli mantarlar
* Sporlarıbazitlerin içinde bulunan mantarlar grubu.
bazlama
bazlamaç
bazlaş
ma
* Sacda piş
irilmişyuvarlak pide.
* Tatlı
sıbol, kalı
n gözleme.
* Bazlama.
* Bir maddenin baz durumuna gelmesi.
bazuka
* Roketatar.
Be
be
be
* Berilyum'un kı
saltması
.
* Türk alfabesinin ikinci harfinin adı
.
* (teklifsiz konuş
mada) Ey, hey, yahu.
bebe
* Bebek, küçük çocuk.
bebe aspirini
* Küçük çocuklara içirilmek üzere, ilâcı
özel olarak yapı
lmı
şaspirin.
bebecik
* Küçük veya acı
nacak durumda olan bebek.
* Yaş
ı
na yakı
ş
mayacak davranı
ş
larda bulunan kimse.
bebek
* Meme veya kucak çocuğu.
* Plâstik, tahta, bez vb.den yapı
lan insan biçiminde oyuncak.
* Sevgi sesleniş
i olarak kullanı
lı
r.
* Göz bebeği.
bebek beklemek
* (kadı
n) gebe durumda bulunmak.
bebek gibi
* çok güzel (kadı
n).
* bebeğ
e yakı
ş
ı
r biçimde.
bebek ölümü
* Çeş
itli hastalı
klardan, 0-2 yaşgrubunda bulunanları
n ölümü.
bebekçe
* Bebek gibi, bebeğ
e yakı
ş
ı
r biçimde.
bebekleş
me
* Bebekleş
mek iş
i.
bebekleş
mek
* Şı
marı
kça davranı
ş
larda bulunmak.
bebeklik
* Bebek olma durumu.
* Yeni doğan yavrunun yetiş
kinlerin bakı
mı
na sürekli olarak bağ
ı
mlı
olduğ
u dönem.
* Bebek gibi davranı
ş
larda bulunma.
bebeklik etmek
* bebek gibi davranı
ş
larda bulunmak.
Beberuhi
becayiş
* Karagöz oyunundaki kambur cücenin adı
.
* (küçük b ile) Sevimsiz, budala, bücür erkek.
* Yer değiş
me, karş
ı
lı
klı
yer değ
iş
tirme.
becayişetmek
* değ
iş
ik yerdeki görevliler, karş
ı
lı
klıyer değ
iş
tirmek.
becelleş
me
* Becelleş
mek iş
i.
becelleş
mek
* Cebelleş
mek.
beceri
* Elinden işgelme durumu, ustalı
k, maharet.
* Kiş
inin yatkı
nlı
k ve öğ
renime bağlıolarak bir iş
i baş
arma ve bir iş
lemi amaca uygun olarak sonuçlandı
rma
yeteneğ
i, maharet.
* Vücudun, yapı
lmasıgüç alı
ş
tı
rmalara yatkı
n olmasıdurumu.
becerikli
* Becerisi olan, elinden işgelen, usta, maharetli, mahir.
beceriklilik
* Becerikli olma durumu, ustalı
k, maharet.
beceriksiz
* Becerisi olmayan, usta olmayan.
beceriksizlik
* Beceriksiz olma durumu.
becerme
* Becermek iş
i.
becermek
* Güç görünen bir işveya duruma çözüm bulmak, üstesinden gelmek.
* Bir ş
eyi kullanı
lmaz duruma getirmek, bozmak, kirletmek.
* Irzı
na geçmek, kirletmek.
* Birini öldürmek.
becet
becit
* Serçegillerden, küçük bir kuş(Passer).
* Gerekli, lüzumlu.
*İ
vedi, acele.
Beç tavuğ
u
* Tavukgillerden, baş
ıküçük ve çı
plak, tüyü mavimtı
rak kül renginde, tavuk büyüklüğ
ünde, evcil bir hayvan
(Numida meleagris).
Beçene
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
bedahet
* Besbelli, apaçı
k olma durumu.
* Bir konuda hazı
rlı
ksı
z konuş
abilme yeteneği.
bedaheten
* Birdenbire, ansı
zı
n, düş
ünmeksizin.
bedava
* Karş
ı
lı
ksı
z, parası
z, emeksiz.
bedava sirke baldan tatlı
dı
r
* masrafsı
z veya emeksiz elde edilen ş
eylere herkes istek gösterir.
bedavacı
* Her ş
eyi bedavadan sağlamaya çalı
ş
an (kimse).
bedavacı
lı
k
* Bedavacıolma durumu.
bedavadan
* Bedava olarak.
bedavadan ucuz
* çok ucuz.
bedavalaş
ma
* Bedavalaş
mak durumu.
bedavalaş
mak
* Bedava duruma gelmek.
bedavası
na
* Bkz. bedavadan.
bedavaya
* Çok ucuza.
bedayi
bedbaht
* Estetik yönü ağ
ı
r basan güzellikler.
* Mutsuz, bahtsı
z, talihsiz.
bedbaht etmek
* üzmek.
bedbaht olmak
* üzülmek.
bedbahtlı
k
* Mutsuzluk, bahtsı
zlı
k.
bedbin
* Kötümser, karamsar, pesimist.
bedbin etmek
* üzmek, karamsarlı
ğa sokmak, ümitsizliğ
e düş
ürmek.
bedbin olmak
* ümitsizliğ
e düş
mek, kötümserliğe kapı
lmak.
bedbinleş
me
* Bedbinleş
mek iş
i.
bedbinleş
mek
* Kötümserleş
mek, kötümser olmak, karamsar olmak.
bedbinleş
tirme
* Bedbinleş
tirmek iş
i.
bedbinleş
tirmek
* Kötümser, karamsar duruma getirmek.
bedbinlik
bedçehre
beddua
* Kötümserlik, karamsarlı
k, pesimizm.
* Kötü yüzlü.
* Ası
k suratlı
, lânetlenmiş
, suratsı
z.
*İ
lenme, ilenç.
beddua etmek
* ilenmek, intizar etmek.
beddua sinmek
* ilencin tutmasıyüzünden, birinin iş
i sürekli ters gitmek.
bedduasıtutmak
* ilenci yerine gelmek.
bedduası
nı
almak
* biri tarafı
ndan kendisine ilenilmek.
bedel
* Değer, fiyat, kı
ymet.
* Bir ş
eyin yerini tutabilen karş
ı
lı
k.
* Eş
it, denk.
* Askerlik yapmamak veya yapı
lacak süreyi kı
saltmak isteyenlerin devlete ödedikleri para.
* Baş
kası
nı
n adı
na ve onun parasıile hacca giden kimse.
* Uş
ak, hizmetçi, çoban.
bedel tutmak
* kendi yerine askerlik yapmasıiçin birini para ile tutmak.
bedel vermek
* askerlik yapmamak veya kı
sa süre yapmak için devlete para ödemek.
bedelci
* Bedel verdiği için kı
sa süre hizmet gören asker.
bedelli
* Bedeli olan, bedel ödenilen.
* Bedelci.
bedelli askerlik
* Askerlik çağ
ı
na gelmişgençlerin belirlenen miktardaki parayıödeyerek yaptı
klarıkı
sa süreli vatanî görev.
bedelsiz
* Bedeli olmayan, bedel ödenilmeyen.
* Çok değerli, bedeli belirlenemeyen.
bedelsiz ithalât
* Yurt dı
ş
ı
ndaki iş
çilerin veya geçici görevle yurt dı
ş
ı
na giden kamu görevlilerinin dönüş
lerinde kendi
mesleklerinin icrasıveya kiş
isel kullanı
m için getirdikleri mallar için yapı
lan düzenleme.
beden
* Canlıvarlı
kları
n maddî bölümü, vücut.
* Vücudun, baş
, kol ve bacak dı
ş
ı
nda kalan bölümü, gövde.
* Kale duvarı
.
beden cezası
*İ
nsan vücudu üzerine uygulanan ceza.
beden eğ
itimi
* Vücudu güçlendirmek ve sağ
lı
ğıkorumak amacı
yla araçlıveya araçsı
z hareketler yapma.
beden terbiyesi
* Spor iş
lerinden sorumlu makam.
* Bkz. beden eğitimi.
bedence
bedenci
* Beden bakı
mı
ndan.
* Beden eğ
itimi öğretmeni.
bedenen
* Bedeniyle, vücuduyla, fiilen.
bedenî
* Bedenle ilgili, bedensel.
bedenli
* Bedeni olan.
bedensel
bedesten
bedevî
bedevîlik
bedhah
bedihî
* Bedenle ilgili, bedenî.
*İ
çinde değerli eş
ya alı
nı
p satı
lan kapalı
çarş
ı
.
* Çölde, çadı
rda yaş
ayan göçebe.
* Böyle bir hayat sürdüren kimse.
* (büyük b ile) Bedevîlik tarikatı
ndan olan derviş
.
* Bedevî olma durumu.
* (büyük b ile) XIII. yüzyı
lda kurulan bir Sünnî tarikatı
.
* Kötülük isteyen, kötü yürekli.
* Besbelli, apaçı
k.
bediî
* Güzellik ölçülerine uyan, gözü gönlü okş
ayan, beğenilen.
* Estetik.
bediîleş
me
* Bediîleş
mek iş
i.
bediîleş
mek
* Bediî duruma gelmek.
bediiyat
bedik
* Estetik bilimi, güzel sanatlar.
* Kazak Türklerinde bir hastalı
ğ
ı
n iyileş
mesi için yapı
lan tören.
bedir
* Dolunay, ayı
n on dördü.
bedirik
* Temizlenip taranmı
şve eğ
rilmeye hazı
r duruma getirilmişyün veya pamuk topağ
ı
, yumağı
.
bedirlenme
* Bedirlenmek durumu.
bedirlenmek
* Dolunay biçimini almak.
* Parlak ve sağlı
klıgörünmek.
bedirleş
me
* Bedirleş
mek durumu.
bedirleş
mek
* Ay bedir durumunu almak, bedirlenmek.
bednam
* Kötü ün kazanan, kötülüğ
ü ile dillere düş
en.
bedük
* Çam sakı
zı
, reçine.
begayet
Begdili
begonvil
* Son derece, pek çok, aş
ı
rı
.
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
* Akdeniz bölgesinde yaygı
n bir çiçek.
begonya
* Begonyagillerden, dekoratif yapraklarıve renkli çiçekleri olan, pek çok çeş
itleri bulunan sı
cak ülke bitkisi
(Begonia).
begonyagiller
*İ
ki çeneklilerden, örneğ
i begonya olan bir bitki familyası
.
begüm
beğ
beğ
ence
* Hint prenseslerine verilen unvan.
* Bey.
* Övücü tanı
tma yazı
sı
, takriz.
beğ
endi
* Bkz. hünkârbeğ
endi.
beğ
endirme
* Beğ
endirmek iş
i.
beğ
endirmek
* Beğ
enilmesini, hoşgörünmesini sağ
lamak.
beğ
eni
beğ
enilir
* Güzel veya çirkin yargı
sı
nı
verdiren duygu, zevk.
* Güzeli çirkinden ayı
rma yetisi, zevk, gusto.
* Beğ
enme duygusu veren, beğ
enilen.
beğ
enilme
* Beğ
enilmek iş
i veya durumu.
beğ
enilmek
*İ
yi ve güzel bulunmak.
* Sevilmek, hoş
a gitmek.
beğ
enirlik
* Beğ
enme durumu, beğ
enilir olma durumu.
beğ
eniş
beğ
enme
* Beğ
enme.
* Beğ
enmek iş
i.
beğ
enmek
*İ
yi veya güzel bulmak.
* Benzerleri arası
ndan birini seçip ayı
rma.
* Onaylamak, kabul etmek, tasvip etmek.
beğ
enmemek
*İ
yi veya güzel bulmamak.
* Kuş
ku duymak, kuş
ku ile karş
ı
lamak.
* Küçümsemek, hor görmek.
* Onaylamamak.
beğ
enmeyen kı
zı
nı
(veya küçük kı
zı
nı
) vermesin
* bir durumun beğenilmemesi karş
ı
sı
nda, beğ
enmeyenin umursanmadı
ğ
ı
nıanlatı
r.
beğ
enmezlik
* Beğ
enmeme, iyi veya güzel bulmama.
beğ
lik
* Beylik.
behavyorizm
* Davranı
ş
çı
lı
k.
behemehal
* Her hâlde, ne olursa olsun, ne yapı
p yapı
p, mutlaka.
beher
* Her bir.
behey
behime
behimî
* Çı
kı
ş
ma bildirmek için kullanı
lan bir ünlem.
* Dört ayaklıhayvan.
* (duygular için) Hayvanca, hayvana yakı
ş
ı
r biçimde olan.
behimîlik
* Behimî olma durumu.
behiş
t
behre
behresiz
* Cennet, uçmak.
* Pay, nasip, hisse.
* Payı
, nasibi, hissesi olmayan; bîbehre.
beis
* Engel, uymazlı
k.
* Kötülük, zarar.
beis görmemek
* sakı
nca, zarar görmemek.
beis yok
bej
* zararı
yok, önemi yok.
* Sarı
ya çalan açı
k kahverengi.
* Bu renkte olan.
bek
* Sert, katı
; sağ
lam.
bek
bek
beka
* Savunucu.
* Hava gazılâmbası
nı
n ucu.
* Kalı
cı
lı
k, ölmezlik.
beka bulmak
* ölmezlik erdemine ulaş
mak, ölümsüzleş
mek.
bekar
bekâr
* Diyezli veya bemollü bir sesin eski durumuna getirilmesini gösteren nota iş
areti.
* Evlenmemişkimse.
* Evli olduğu hâlde ailesinden ayrı
, yalnı
z yaş
ayan kimse.
bekâr kalmak (veya yaş
amak)
* evlenmemek, evlenmemişolmak.
* ölüm veya boş
anma dolayı
sı
yla eş
ini yitirmek.
bekâr odası
* Bekârları
n, taş
radan gelmişiş
çilerin kalacağ
ıoda.
bekâra karıboş
amasıkolaydı
r
* bilgi ve tecrübesi olmayan bir kimsenin iş
i hafife alması
, önemsememesi, gereğince değerlendirememesi
tâbiîdir.
bekâret
* Kı
z oğ
lan kı
z olma durumu, kı
zlı
k, erdenlik.
* Saflı
k, temizlik, masumluk.
* Sanat ve düş
üncede özgünlük, yenilik.
* Doğallı
k, tazelik.
bekârhane
* Bekârları
n kalmasıiçin ayrı
lmı
şveya düzenlenmişoda.
* Bekârları
n yaş
adı
ğ
ımüstakil ev.
bekârlı
k
* Bekâr olma durumu.
bekârlı
k sultanlı
k
* evlenmeden tek baş
ı
na yaş
amanı
n daha iyi olduğunu anlatı
r.
bekas
* Çulluk.
bekçi
* Bir ş
eyi veya bir yeri bekleyip korumakla görevli kimse.
bekçi kalmak
* koruyucu, gözcü, denetleyici olarak beklemek.
bekçilik
* Bekçinin yaptı
ğıiş
.
bekçilik etmek
* (bir ş
eyi) bekleyip korumak.
bekinme
* Bekinmek iş
i.
bekinmek
*İ
nat etmek, direnmek.
* Kapanmak, tı
kanmak.
bekitme
* Bekitmek iş
i.
bekitmek
* Kapamak, tı
kamak.
bekle yârin köş
esini!
* yakı
nda gerçekleş
eceği sanı
lmayan umutlar karş
ı
sı
nda söylenir.
bekleme
* Beklemek iş
i.
* Vakit öldürme.
bekleme odası
* Bir kimseyi veya bir taş
ı
tıbeklemek için gelenlerin oturduklarıyer.
bekleme salonu
* Doktor, avukat vb. ile görüş
me öncesinde oturulan yer.
bekleme yeri
* Bir kimseyi veya taş
ı
tı
beklemek için ayrı
lan bölme, bekleme odası
, bekleme salonu.
beklemek
* Bir işoluncaya, biri gelinceye değ
in bir yerde kalmak, durmak.
* Süre tanı
mak, acele etmemek.
* Bir ş
eyi, bir kimseyi gözetmek, korumak, muhafaza etmek.
* Ummak.
* Karş
ı
laş
ı
lmasıihtimali bulunmak.
* Aramak, istemek.
beklemeli
* Sı
nı
fta kalı
p derslere devam etmeyen (öğrenci).
beklenilme
* Beklenilmek iş
i veya durumu.
beklenilmek
* Beklenmek.
beklenme
* Beklenmek durumu.
beklenmedik
* Birdenbire, ansı
zı
n.
beklenmek
* Beklemek iş
ine konu olmak.
beklenmez
* Beklenmeyecek durumda olan.
beklenmezlik
* Beklenmeme durumu.
beklenmezlik fiili
* -acağ
ı
/-eceği biçimindeki sı
fat-fiil ekine tutmak fiili getirilerek yapı
lan ve iş
in istenmeden, beklenmeden
olduğ
unu anlatan birleş
ik fiil.
beklenti
bekleş
me
* Bir olgunun sonunda gerçekleş
mesi beklenen ş
ey.
* Bireyin belli ş
art ve durumları
n alacağı
biçimler veya kendisinden beklenenler konusundaki ön görüş
ü.
* Bekleş
mek iş
i veya durumu.
bekleş
mek
* Birlikte veya karş
ı
lı
klıbeklemek.
bekletilme
* Bekletilmek iş
i veya durumu.
bekletilmek
* Bekletmek iş
ine konu olmak veya bekletmek iş
i yapı
lmak.
bekletme
* Bekletmek iş
i.
bekletmek
* Beklemek iş
ini birine yaptı
rmak.
bekleyiş
* Beklemek iş
i veya biçimi.
bekri
bekrilik
*İ
çkiye düş
kün, içkici, ayyaş
.
*İ
çkiye düş
künlük, ayyaş
lı
k.
Bektaş
î
* HacıBektaşVeli'nin tarikatı
na girmişolan kimse.
Bektaş
î babası
* Bektaş
î tarikatı
ndan olan derviş
.
Bektaş
î dedesi
* Bektaş
î tarikatı
nda daha üst makamlarda bulunan ve yönetimde sorumluluk taş
ı
yan derviş
.
Bektaş
î sı
rrı
* Çok gizli tutulan sı
r.
Bektaş
î üzümü
* Taş
kı
rangillerden bir çalı(Ribes grossularia).
* Bu çalı
nı
n mayhoş
, nohut büyüklüğ
ünde, ak veya kara yemiş
i.
bektaş
îkavuğu
* Büyük ve güzel çiçekler veren, ı
lı
k iklimlerde yetiş
en bir kaktüs (Echinocactus).
Bektaş
îlik
* Bektaş
î tarikatı
.
* Bektaş
î tarikatı
ndan olma durumu.
bel
*İ
ş
aret.
bel
*İ
nsan bedeninde göğ
üsle karı
n arası
nda daralmı
şbölüm.
* Bu bölümün, sı
rtı
n altı
na rastlayan bölgesi.
* Hayvanlarda omuz baş
ı
ile sa ğ
rıarası
.
* Dağsı
rtları
nda geçit veren çukur yer.
* Geminin orta bölümü.
bel
* Atmı
k, meni, sperm.
bel
* Toprağı
kazmaya veya kirizma yapmaya yarayan, uzun saplı
, ayakla bası
lacak yeri tahta, ucu sivri kürek
veya çatal biçiminde bir tarı
m aracı
.
bel
* Ses ş
iddetiyle ilgili birim.
bel ağrı
sı
* Bel çevresinde oluş
an ve duyulan ağ
rı
.
bel bağı
* Bel kemeri.
bel bağlamak
* birisinin kendisine yardı
mcıolacağ
ı
na inanmak, güvenmek.
bel bel
* Durgun, anlamsı
z bakmayıanlatan bel bel bakmak deyiminde geçer.
bel bellemek
* toprağ
ıbelle kazmak.
bel etmek
* iş
aret koymak, iş
aret vermek.
bel evlâdı
* (bir kimsenin) Öz çocuğ
ı
.
bel fı
tı
ğ
ı
* Bel bölgesinde fı
tı
k.
bel gevş
ekliğ
i
* Cinsel gücü yitirme.
bel kemeri
* Elbise üzerinden bele dolayarak bir toka ile tutturulan, deri, kumaşveya metalden yapı
lan özel bağ
.
bel kemiği
* Omurga.
* Bir ş
eyin varlı
ğı
ile ilgili en önemli bölümü, temel, esas.
bel kı
ra kı
ra
* kı
rı
ta kı
rı
ta, salı
na salı
na.
bel kı
rmak
* gövdeyi, belden sağ
a sola bükmek.
bel kündesi
* (güreş
te) Ellerin arkadan gelip hasmı
n göbeğ
i üzerinde kilitlenmesi yolundaki kündeleme.
bel soğ
ukluğu
* Üreme organları
nı
n akı
nt ı
lıve bulaş
ı
cı
bir hastalı
ğ
ı
.
bel soğ
ukluğuna uğratmak
* bir iş
e veya bir söze gereksiz yere karı
ş
arak onun akı
ş
ı
nısektirmek.
bel vermek
* (duvar gibi dik ş
eyler) dı
ş
arı
ya veya (tavan gibi yatay ş
eyler) aş
ağ
ı
ya doğ
ru kamburlaş
mak.
* destek olmak.
belâ
*İ
çinden çı
kı
lmasıgüç, sakı
ncalıdurum.
* Büyük zarar ve sı
kı
ntı
ya yol açan olay veya kimse.
* Hak edilen ceza.
* (istenmedik bir davranı
ş
a zorlayan) Etki.
belâ aramak
* kavga çı
karmak için fı
rsat aramak.
belâ çı
karmak
* kavga çı
karmak.
belâ kesilmek
* birisine sı
kı
ntıve eziyet vermek, musallat olmak.
belâ okumak
* birine beddua etmek.
belâgat
*İ
yi konuş
ma, sözle inandı
rma yeteneği.
* Söz sanatları
nıinceleyen bilgi dalı
, retorik.
* Konuyu bütün yönleriyle kavrayarak, hiçbir yanlı
şve eksik anlayı
ş
a yer bı
rakmayan, yorum gerektirmeyen,
yapmacı
ktan uzak, düzgün anlatma sanatı
.
* Bir ş
eyde gizli olan derin anlam.
belâgatli
* Belâgati olan.
belâgatsiz
* Belâgati olmayan.
belâhat
* Alı
klı
k.
belâlar mübareği
* istenilmeyen, kaçı
nı
lan bir durumun gerçekleş
tiğ
i bildirilirken alay yollu söylenir.
belâlı
belâsı
* Yorucu, üzücü, can sı
kı
cı
.
* Kavgacı
,ş
irret.
* Yolsuz kadı
nları
n zorba dostu.
* -den dolayı
, -den sebebiyle.
belâsı
nıbulmak
* hak ettiği cezayıgörmek.
belâya çatmak (girmek veya uğramak)
* beklenmedik bir belâ ile karş
ı
laş
mak.
belâya uğ
ramak
* çok kötü bir durumla karş
ı
laş
mak.
belâyısatı
n almak
* göz göre göre belâyıüstüne çekmek.
belce
*İ
ki kaşarası
.
Belçikalı
* Belçika halkı
ndan olan (kimse).
belde
* Şehir.
* Mekân, yer, çevre.
beldeitayyibe
* Medine ş
ehri.
beledî
* Şehirle ilgili.
* Yerleş
ik.
* Bir tür pamuklu, kalı
n kumaş
.
belediye
*İ
l, ilçe, bucak gibi yerleş
im merkezlerinde temizlik, aydı
nlatma, su ve esnafı
n denetimi gibi kamu
hizmetlerine bakan, üyeleri halk tarafı
ndan seçilen, tüzel kiş
iliği olan teş
kilât.
* Bu teş
kilâtı
n bulunduğ
u bina.
belediye baş
kanı
* Belediye teş
kilâtı
nı
yöneten kimse.
belediye çavuş
u
* Zabı
ta iş
lerinde üst görevli.
belediye encümeni
* Belediye kanununda belirtilmişgörevleri yerine getiren, özel kanunlarla belediye meclisince verilen
görevleri, belediye meclisi toplu bulunmadı
ğ
ızaman, tetkik eden ve karara bağ
layan organ.
belediye meclisi
* Belediye tüzel kiş
iliğ
ine tanı
nan yetkileri kendinde toplayan organ.
belediye nikâhı
* Medenî kanuna göre kı
yı
lan resmî nikâh.
belediye polisi
* Zabı
ta görevlisi.
belediye reisi
* Belediye baş
kanı
.
belediye sarayı
* Belediyeye ait bütün iş
lerin yapı
ldı
ğ
ıve büroları
n bir arada bulunduğ
u büyük yapı
.
belediye suçları
* Belediye buyrukları
na ve yasakları
na aykı
rıdavranı
ş
lar.
belediye teş
kilâtı
* Nüfusu iki binden fazla olan yerleş
im yerlerinde hükûmet kararı
yla kurulan, belediye baş
kanı
, belediye
meclisi, belediye encümeni ve belediye memurları
ndan oluş
an kuruluş
.
belediyeci
* Belediye iş
leri görevlisi.
belediyecilik
* Belediye iş
leri.
belediyelik
* Belediyeyle ilgili.
belediyelik olmak
* belediye ile ilgili bir iş
i olmak.
belek
* Kundak, çocuk bezi.
* Beş
iğ
e konulan yatak.
beleme
* Belemek iş
i.
belemek
* (çocuğ
u) Kundaklamak.
* Beş
iğ
e yatı
rı
p bağ
lamak.
* Bulamak, bulaş
tı
rmak.
belemir
* Orta Anadolu'da tarlalarda yetiş
en, çiçekleri mavimsi renkte bir yı
llı
k bir bitki, peygamber çiçeği, mavi
kantaron (Cephalaria syriaca).
belen
* Bel.
* Tepe, yüksek yer; bayı
r.
* Dağüzerindeki yüksek geçit, dik dağyolu.
belenme
* Belenmek iş
i.
belenmek
* Kundaklanmak.
* Bulanmak, bulaş
mak, örtülmek.
belerme
* Belermek iş
i.
belermek
belertme
* (göz için) Akıiyice belirecek biçimde açı
lmak.
* Belertmek iş
i.
belertmek
* Gözlerini, akıçok görünecek biçimde açmak.
beleş
* Karş
ı
lı
ksı
z, emeksiz, parası
z elde edilen.
beleş(veya bahş
iş
) atı
n diş
ine (veya yaş
ı
na) bakı
lmaz
* bedava gelen ş
eyde kusur aranmaz.
beleş
çi
beleş
çilik
* Parası
z geçinmeyi seven, lüpçü, bedavacı
.
* Beleş
çi olma durumu.
beleş
e konmak
* emek, para vermeden elde etmek.
beleş
ten
* Emek vermeden, karş
ı
lı
ksı
z.
beletme
* Beletmek iş
i.
beletmek
belge
* Kundaklatmak.
* Bir gerçeğe tanı
klı
k eden yazı
, fotoğ
raf, resim, film vb. vesika, doküman.
belge almak
* (iki yı
l aynı
sı
nı
fta üst üste kalan öğrenci) okuldan uzaklaş
tı
rı
lmak, okuldan çı
karı
lmak.
belgeci
* Belgesel filmler yapan, yöneten sinemacı
.
belgegeçer
* Yazı
lı
, bilgi ve belgelerin telefon sistemi vası
tası
yla bir yerden bir yere iletilmesini anı
nda sağlayan araç,
faks.
belgeleme
* Belgelemek iş
i, tevsik.
belgelemek
* Bir olgunun doğru olduğ
unu belge ile göstermek, ortaya çı
karmak, tevsik etmek.
belgelendirme
* Belgelendirmek iş
i.
belgelendirmek
* Belge göstererek belirtmek.
belgelenme
* Belgelenmek iş
i.
belgelenmek
* Belgelemek iş
ine konu olmak.
*İ
ki yı
l üst üste aynısı
nı
fta kalan öğ
renci okuldan çı
karı
lmak.
belgeli
belgelik
belgesel
* Belgesi olan.
*İ
ki yı
l üst üste sı
nı
fta kaldı
ğı
için okula devam etme hakkı
nıyitirerek belge alan.
* Belge ve yazı
ları
n saklandı
ğ
ıyer, arş
iv.
* Belge niteliği bulunan (ş
ey), dokümanter.
* Belge niteliği taş
ı
yan film veya televizyon programı
.
belgesel film
* Hayattan alı
nan herhangi bir olguyu, kendi tabiî çevresi ve akı
ş
ıiçinde veya gerçeğe en yakı
n biçimde
hazı
rlanmı
şyapay bir yerde iş
leyen, belirli bir amacı
yansı
tan film.
belgeselci
* Belgesel, film çeken veya bunun üzerinde çalı
ş
an (kimse).
* Belgesel niteliğindeki eserleri seven veya bunlarla ilgilenen (kimse).
belgeselcilik
* Belgeselcinin yaptı
ğ
ıiş
.
belgi
* Bir ş
eyi benzerlerinden ayı
ran özellik, ş
iar, alâmet, niş
an.
* Duyuş
, düş
ünüşve inanı
ş
taki ayı
rı
cıözellik, ş
iar.
belgileme
* Belgilemek iş
i.
belgilemek
* Belgi ile göstermek.
belgili
* Belgiye dayanan, belirli olan.
belgin
belginlik
belgisiz
* Tam ve kesin olarak belirlenmişolan, sarih.
* Belgin olma durumu, sarahat.
* Belirli olmayan, iş
aret edilemeyen, gayrimuayyen.
belgisiz sı
fat
* Bkz. belirsizlik sı
fatı
.
belgisiz zamir
* Bkz. belirsizlik zamiri.
belgisizlik
* Belgisiz olma durumu.
belgit
burhan.
beli
* Senet.
* Bir önermeyi tanı
tlamak için gösterilen ve daha önce doğru diye kabul edilen baş
ka önerme, hüccet,
* Evet.
beli açı
lmak
* küçük aptesini tutamaz olmak.
beli bükük
* Beli bükülmüş
, güçsüz, zavallı
.
beli bükülmek
* yaş
lı
lı
k yüzünden güçsüz kalmak, bir işyapamayacak duruma düş
mek.
beli çökmek
* kamburlaş
mak.
beli gelmek
* cinsel birleş
me sı
rası
nda salgıboş
almak.
beliğ
* Belâgati olan, belâgatli.
belik
* Saç örgüsü.
belik belik
* Örgü örgü, örgü hâlinde.
belikleme
* Beliklemek iş
i.
beliklemek
* Saçlarıörmek.
belinden gelmek
* birinin dölü olmak.
belini bükmek
* çaresizlik içinde bı
rakmak.
belini doğ
rultmak (veya doğ
rultamamak)
* yeniden durumunu düzeltmek.
belini kı
rmak
* birini bir ş
eyi yapamaz duruma getirmek.
belini vermek
* dayamak,yaslanmak.
belinleme
* Belinlemek iş
i.
belinlemek
* Birden uyanarak çevresine korku ile ş
aş
kı
nş
aş
kı
n bakmak, irkilmek.
belirgin
* Belirmişdurumda olan, besbelli, açı
k, bariz, sarih.
belirginleş
me
* Belirgin duruma gelme.
belirginleş
mek
* Belirgin duruma gelmek.
belirginleş
tirme
* Belirgin duruma getirme.
belirginleş
tirmek
* Belirgin duruma getirmek.
belirginlik
* Belirgin olma durumu.
belirleme
* Belirlemek iş
i, tayin.
belirlemek
* Belirli duruma getirmek, belirli kı
lmak, tayin etmek.
* Yeni bir kavramı
, özünü oluş
turan ögeleri açı
klayarak tanı
mlamak, sı
nı
rlamak.
* Bir kavramı
, ayı
rı
cı
bir öge ekleyerek sı
nı
rlamak, kapsam bakı
mı
ndan daraltmak, genellemek karş
ı
tı
.
belirlenim
* Belirli duruma gelme iş
i.
* Bir kavramı
n anlamı
nı
n, içeriğinin, yapı
sı
nı
n veya sı
nı
rları
nı
n tam olarak belirlenmesi iş
i, gerektirim,
determinasyon.
belirlenimci
* Belirlenimcilik yanlı
sıolan (kimse), gerekirci, determinist.
belirlenimcilik
* Her olayı
n baş
ka olayları
n gerekli ve kaçı
nı
lmaz bir sonucu olduğunu ileri süren öğ
reti, gerekircilik,
determinizm.
belirlenme
* Belirlenmek iş
i.
belirlenmek
* Belirli duruma getirilmek.
belirlenmezci
* Belirlenmezcilik yanlı
sıolan (kimse), indeterminist.
belirlenmezcilik
* Nedensellik yasası
na bağlıolmayan, bir sebebe bağlanmayan olay ve durumları
n da bulunduğunu öne
süren görüş
, indeterminizm.
*İ
nsan iradesinin hiçbir ş
arta bağ
lıolmadı
ğ
ı
nı
, içinde bulunduğu ş
artlarla belirlenmediğ
ini, insanı
n özgür
iradesinin nedensellik yasası
na bağlıolmadı
ğı
nısavunan görüş
, indeterminizm.
belirleş
me
* Belirleş
mek iş
i veya durumu.
belirleş
mek
* Belirgin duruma girmek.
belirli
* Açı
k ve kesin olarak sı
nı
rlanmı
şveya kararlaş
tı
rı
lmı
şolan, muayyen.
belirli belirsiz
* Yarıbelirgin durumda, az çok belli olan.
belirli geçmiş
* Fiilin belirttiği kavramı
n, içinde bulunan zamandan önce olup bittiğ
ini kesinlikle bildiren kip, -di'li geçmiş
,
görülen geçmiş
. Bu zaman Türkçede -dı(-di) / -tı(-ti) ekiyle karş
ı
lanı
r.Aldı
, biçti, uçtu vb.
belirli nesne
* Belirtme durumu ekini almı
ş
, geçiş
li fiil durumunda olan yüklemle ilgili kelime veya kelime grubu.
belirlilik
* Belirli olma durumu.
belirme
belirmek
belirsiz
* Belirmek iş
i, tebellür etme.
* (önce belli veya görünür olmayan bir ş
ey için) Ortaya çı
kmak, tezahür etmek.
* Bir düş
ünce veya durum için, kesin bir biçim almak, tebellür etmek.
*İ
yice görünür ve anlaş
ı
lı
r bir durum almak, tebarüz etmek.
* Belirli olmayan, gayrimuayyen.
* Niteliğ
i hakkı
nda tam bir bilgi edinilemeyen, müphem.
* Bilinmeyen, meçhul.
belirsiz geçmiş
* Fiilin belirttiği kavramı
n, içinde bulunulan zamandan önce olup bittiğ
ini baş
kası
ndan duyarak veya belirsiz
olarak bildiren kip, -miş
'li geçmiş
, görülmeyen geçmiş
. Türkçede bu zaman -mı
ş/ -mişekiyle kurulur: Gelmiş
,
gülmüş
, ağ
lamı
şgibi.
belirsizlik
* Belirsiz olma durumu, müphemiyet.
belirsizlik sı
fatı
*İ
simleri yaklaş
ı
k, kabataslak belirten sı
fat: bazı
, birkaç, her, birtakı
m, filan vb.
belirsizlik zamiri
*İ
smin yerini belirsiz, kabataslak tutan zamir: bazı
sı
, birkaçı
, birçoğu, azı
, herkes, biri vb.
belirteç
* Zarf.
belirten
belirti
belirtik
* Tamlayan.
* Bir olayı
n veya durumun anlaş
ı
lması
na yardı
m eden ş
ey, alâmet, niş
an, niş
ane.
* Açı
k, belli, sarih.
belirtilen
* Tamlanan.
belirtili
* Belirtisi olan.
* Belirtilmişolan, belirli kı
lı
nan.
belirtili nesne
* Belirtme durumundaki nesne, sarih meful.
belirtili tamlama
* Tamlayanı-in (-nin) takı
sı
, tamlananı
üçüncü kiş
i iyelik eki alan ve belirli bir kavram taş
ı
yan tamlama:
Doğ
an'ı
n kalemi, çiçeğin kokusu gibi.
belirtilme
* Belirtilmek iş
i.
belirtilmek
* Belirtmek iş
ine konu olmak.
belirtisiz
* Belirtisi olmayan.
* Belirtilmemişolan.
belirtisiz nesne
* Yalı
n durumdaki nesne.
belirtisiz tamlama
* Tamlayanıyalı
n durumda olan, tamlananıgenellikle üçüncü kiş
i iyelik eki alan ve çoğu kez tür kavramı
veren isim tamlaması
: Ankara kedisi. Tuz Gölü gibi.
belirtken
* Bir özlü sözle birlikte kullanı
lan iş
aret.
* Soyut bir ş
eyin, bir kavramı
n sembolü olan varlı
k veya eş
ya, amblem.
* Gösterge.
belirtme
* Belirli kı
lma, görüşbildirme, tasrih.
belirtme durumu
* Yüklemi geçiş
li bir fiil olan cümlede fiilin doğrudan etkilediğ
i -i (-ı
, -u, -ü) ekini almı
şisim, yükleme
durumu, i hâli, akuzatif. Evi gördüm. Yazı
yı
okudum.
belirtme grubu
* Tamlamalardan daha genişkelime dizisi: Kalı
n bir kitabı
n süslü cilt kapağ
ıbir belirtme grubudur.
belirtme sı
fatı
* Bir ismi gösterme, soru, sayıveya belirsizlik bakı
mları
ndan belirten sı
fat: Bu kapı
. Birinci dönem. Kaç
öğrenci? Hangi ev? Üç çocuk gibi.
belirtmek
* Açı
klamak, tebarüz ettirmek.
belit
* Kendiliğ
inden apaçı
k ve bundan dolayıöteki önermelerin ön dayanağı
sayı
lan temel önerme, mütearife,
aksiyom: "Tüm, parçaları
n her birinden büyüktür" sözü bir belittir.
belitken
belitleme
* Belitler sistemi.
* Belitlemek iş
i.
* Tümden geliş
imci bir bilime esas olacak belit sistemi.
belitlemek
* Belgeye dayanarak ortaya koymak.
* Belitleme kuramı
nıortaya koymak.
belitlenebilirlik
* Belitlenebilen kuram.
beliye
* Felâket, keder, tasa.
belki
* Muhtemel olarak, olabilir ki.
* Olsa olsa, ya ... ya, ihtimal.
belki de
*ş
u da olabilir.
belkili
* Olası
lı
, muhtemel.
* Doğru olabileceği gibi, yanlı
şda olabilen, belli ve kesin olmayan, olası
lı
, ihtimalî.
belladonna
* Güzelavrat otu.
belleğini yitirmek
* bellek kaybı
na uğramak.
bellek
* Yaş
ananları
, öğ
renilen konuları
, bunları
n geçmiş
le iliş
kisini bilinçli olarak zihinde saklama gücü, akı
l,
hafı
za, dağ
arcı
k.
* Bir bilgisayarda, programıdeğiş
meyen verileri, yapı
lacak işiçin gerekli olan ara sonuçlarıtoplayan bölüm.
bellek karı
ş
ı
klı
ğ
ı
* Kelimelerin doğru anlamı
nıhatı
rlayamamak veya ilk olarak görülen bir ş
eyi önce gördüğ
ünü sanma
duygusuna kapı
lmak biçiminde beliren bir ruh hastalı
ğı
.
bellek kaybı
* Bellek yitimi.
bellek yitimi
* Büyük sarsı
ntı
veya humma yüzünden belleğin bozulmasıveya kaybolmasıbiçiminde beliren ruh hastalı
ğı
.
* Belleğ
in kı
sa bir süre durup iş
lememesi.
bellem
belleme
belleme
* Bellemek yetisi.
* Bellemek iş
i.
* At ve benzeri hayvanları
n sı
rtı
na vurulan keçe, meş
in veya kalı
n kumaşparçası
, yapı
k, haş
a.
bellemek
* Öğrenip akı
lda tutmak.
* Sanmak.
bellemek
* Bel denilen araçla toprağı
iş
lemek.
bellenmek
* Bellenmek (I) iş
ine konu olmak, öğrenilmek.
bellenmek
* Bellenmek (II) iş
ine konu olmak.
belleten
* Bilim kurumları
nı
n çalı
ş
malarıile ilgili yazıve haberlerin yayı
mlandı
ğ
ıdergi.
belletici
* Çalı
ş
tı
rı
cı
, öğretici, müzakereci.
belletme
* Belletmek iş
i.
belletmek
* Bellemesini sağ
lamak, öğ
retmek.
belletmen
* Orta öğretimde etütleri denetleyen kimse, belletici.
belli
* Beli olan.
belli
* Bilinmedik bir yanıolmayan, malûm.
* Gizli olmayan, ortada olan, anlaş
ı
lan, bedihî, zahir, aş
ikâr.
* Belirli, muayyen.
belli baş
lı
* Belirli, muayyen.
* Önemli.
belli belirsiz
* Zorlukla seçilebilen, yarıbelli, yarıbellisiz, duyulabilen, çok az belli olan.
belli etmek
* açı
klamak, iyice görünür anlaş
ı
lı
r duruma getirmek.
* sezdirmek, hissettirmek.
belli olmak
* anlaş
ı
lmak, açı
klanmak.
bellik
*İ
ş
aret, marka.
bellilik
bellisiz
belsem
* Belli olma durumu, bedahet, muayyeniyet.
* Belli olmayan, bilinemeyen.
* Bkz. balsam.
bembeyaz
* Çok beyaz veya her yanıbeyaz, apak.
* Pı
rı
l pı
rı
l, apaçı
k.
bemol
* Bir sesin yarı
m ton kalı
nlaş
tı
rı
lacağ
ı
nıgösteren nota iş
areti.
* Böylece kalı
nlaş
tı
rı
lmı
ş(ses).
ben
* Çoğ
u doğ
uş
tan, tende bulunan ufak, koyu renkli leke veya kabartı
.
* En çok üzümde görülen olgunlaş
ma belirtisi.
* Saçta, sakalda beliren beyazlı
k.
ben
ben
* Olta veya tuzağ
a konulan yem.
* Kuş
un yavrusuna taş
ı
dı
ğıyem.
* Tekil birinci kiş
iyi gösteren zamir.
* Kiş
iyi öbür varlı
klardan ayı
ran bilinç.
* Bir kimsenin kiş
iliğ
ini oluş
turan temel öge, ego.
ben bu iş
te yokum
* ben bu iş
e karı
ş
mam.
ben hancı
, sen yolcu oldukça
* özel iliş
kilerimiz sürüp gittikçe (senin bana iş
in düş
er).
ben ş
ahı
mı(veya ş
eyhimi) bu kadar severim
* ben bundan daha çok özveride bulunamam.
benbenci
* Kendini çok öven, hep kendinden söz eden, kibirli, gururlu.
benbencilik
* Benbenci olma durumu.
bence
* Bana göre, düş
ündüğ
üm gibi.
benci
* Kendini beğ
enen, kendini her konuda üstün gören, hodpesent, megaloman.
bencil
* Yalnı
z kendini düş
ünen, kendi çı
karları
nı
herkesinkinden üstün tutan, hodbin, hodkâm, egoist.
* Bencillik öğretisine inanan.
bencil olmak
* bencilce davranı
ş
ta bulunmak.
bencilce
* Bencile yakı
ş
ı
r biçimde.
bencileyin
* Benim gibi.
bencilik
* Benci olma durumu, hodpesentlik, egoizm.
*İ
nsanı
n bütün eylemlerinin ben sevgisiyle belirlenmişolduğunu, buna göre ahlâklı
lı
ğ
ı
n da yalnı
zca kendini
koruma içgüdüsünün bir biçimi olduğunu ileri süren öğ
reti.
* Kendi benini ve çı
karı
nı
hayatı
n mutlak ilkesi yapan anlayı
ş
.
bencilleş
me
* Bencilleş
mek iş
i.
bencilleş
mek
* Bencil duruma gelmek.
bencillik
* Bencil olma durumu, hodbinlik, egoistlik, egoizm.
bencillik etmek
* bencil davranmak.
bende
* Kul, köle.
bendegân
* Kullar, köleler.
bendegî
* Kulluk, kölelik.
* Köle ile ilgili, köleye ait.
bendehane
* Bendenin, kölenin evi.
benden de al o kadar
* Bkz. al benden de o kadar.
benden günah gitti
* Bkz. benden söylemesi.
benden söylemesi
* ben üzerime borç saydı
ğı
mş
eyi söyledim, kendimi suçlu saymam.
bendeniz
* alçak gönüllülükle ben yerine ve "köleniz'" anlamı
nda kullanı
lı
r.
bendeniz cennet kuş
u
* kendini tanı
tı
rken kullanı
lan bir deyim.
bendezade
* Bendenin oğlu.
bendir
benefş
e
* Alaturka çalgıaleti.
* Menekş
e.
benek
* Herhangi bir ş
ey üzerindeki ufak leke, nokta, puan.
* Güneşlekeleri yöresinde görülen, parlak taneciklerden ve parlak damarlardan oluş
muşbölüm, fekül.
beneklenme
* Beneklenmek iş
i.
beneklenmek
* Benek oluş
mak.
benekleş
me
* Benekleş
mek iş
i veya durumu.
benekleş
mek
* Benek benek durum almak.
benekli
* Ufak lekeleri bulunan.
benekli köpek balı
ğ
ı
* Kara benekli, küçük boyda bir cins köpek balı
ğ
ı(Scylliorhinus canicula).
bengi
* Sonu olmayan, hep kalacak olan, ölümsüz, ebedî.
bengi
* Ege ve Güney Marmara bölgesinin halk oyunları
ndan biri.
bengi su
*İ
çene sonsuz hayat verdiğ
ine inanı
lan ve efsanelerde geçen su, abı
hayat.
bengileme
* Bengilemek iş
i.
bengilemek
* Bengi kı
lmak, sonsuz yaş
ama niteliğ
i kazandı
rmak, ölümsüzleş
tirmek, ebedîleş
tirmek.
bengileş
me
* Bengileş
mek iş
i.
bengileş
mek
* Sonsuz yaş
ama niteliğ
i kazanmak, ölümsüzleş
mek, ebedîleş
mek.
bengilik
* Zamanla ilgisi, baş
langı
cıve sonu olmayan varlı
k.
* Ölmezlik, ebedîlik.
* Sonsuz ve ölçülmez zaman.
beni sokmayan yı
lan bin (yı
l) yaş
ası
n
* zararlıolduğ
u bilinen, ama kimseye kötülüğü dokunmayan kiş
iyle uğ
raş
mamalı
dı
r.
beniâdem
* Âdemoğulları
, insanlar.
benibeş
er
*İ
nsan.
beniçinci
* Kiş
inin benliğ
ini merkez sayma görüş
ü, benmerkezci.
beniçincilik
* Dünyada kiş
inin benliğ
ini merkez sayan felsefe görüş
ü, benmerkezcilik, egosantrizm.
benildeme
* Benildemek iş
i.
benildemek
* Belinlemek.
benim diyen
* kendine güvenen, güçlü olduğuna inanan.
benim oğlum bina okur, döner döner yine okur
* "çok çalı
ş
ması
na karş
ı
lı
k verimli ve yararlı
olmuyor" anlamı
nda kı
nama veya eleş
tiri belirtmek için
kullanı
lı
r.
benimseme
* Benimsemek iş
i, sahip çı
kma, tesahup.
benimsemek
* Bir ş
eyi kendine mal etmek, sahip çı
kmak, kabullenmek, tesahup etmek.
* Bir ş
eye, birine bağlanmak, ı
sı
nmak.
benimsenme
* Benimsenmek iş
i.
benimsenmek
* Benimsenmek iş
ine konu olmak.
benimsetme
* Benimsetmek iş
i.
benimsetmek
* Birinin benimsemesini sağ
lamak.
benimseyiş
* Benimsemek iş
i veya durumu.
beniz
* Yüz rengi.
beniz geçmek
* benzi solmak.
benizli
* Benzi bulunan, benze sahip olan.
benlenme
* Benlenmek iş
i.
benlenmek
* Ben oluş
mak.
benli
benli
* Teninde ben bulunan.
* Bkz. senli benli.
benliği yoğ
urmak
* kiş
iliğ
i oluş
turmak.
benliğinden çı
kmak
* kendine benzemez olmak.
benlik
* Bir kimsenin öz varlı
ğ
ı
, kiş
iliğ
i, onu kendisi yapan ş
ey, kendilik, ş
ahsiyet.
* Kendi kiş
iliğine önem verme, kiş
iliğ
ini üstün görme, kibir, gurur.
benlik çatı
ş
ması
* Benliğin ön plâna çı
kmasıile baş
gösteren çatı
ş
ması
.
benlik davası
* Her ş
eyi kendi düş
üncesine uydurmak ve her ş
eyde söz sahibi olmak çabası
.
benlik ikileş
mesi
* Öznenin kiş
iliğini iki veya daha çok bilinç merkezine bölen ve tek kiş
ide çeş
itli kiş
ilikler durumunda
beliren bir ruh hastalı
ğ
ı
.
benlik yitimi
* Kiş
ilik duygusunun ve benlik bilincinin yitirilmesi ile beliren ruh hastalı
ğ
ı
.
benlikçi
* Her konuda hep kendini ileri süren, hep kendinden söz eden (kimse).
* Benlikçilik yanlı
sıolan (kimse).
benlikçilik
* Her konuda hep kendini ileri sürme, hep kendinden söz etme durumu.
* Kendi benliğ
inin geliş
imini, bütün davranı
ş
ları
nı
n ilkesi yapan kiş
inin niteliği, egotizm.
benmari
* Bir kabı
kaynar suya oturtmak yolu ile içindekini ı
sı
tmak veya eritmek yöntemi.
benmerkezci
* Beniçinci.
benmerkezcilik
* Beniçincilik.
bent
* Bağ
, rabı
t.
* Kanun maddesi; kitaplarda kendi içinde bütünlük oluş
turan bölüm.
* Suyu biriktirmek için önüne yapı
lan set, büğet.
* Gazete yazı
sı
.
* Bağ
lam.
bent etmek
* kendine bağ
lamak.
bent olmak
* bağ
lanmak, tutulmak.
benzeme
* Benzemek iş
i.
benzemek
*İ
ki kiş
i veya nesne arası
nda birbirini andı
racak kadar ortak nitelikler bulunmak, andı
rmak.
* Sanı
sı
nı
uyandı
rmak, gibi görünmek.
benzemeklik
* Benzer olma durumu.
benzemez
*İ
skambil veya okey oyununda farklıkâğ
ı
tları
n veya taş
ları
n bir araya gelmesi.
benzen
* Maden kömürü katranı
ndan çı
karı
lan C6H6 formülündeki hidrokarbonun bilimsel adı
.
benzer
* Nitelik, görünüşve yapıbakı
mı
ndan bir baş
kası
na benzeyen veya ona eşolan (ş
ey), müş
abih, mümasil.
* Bkz. benzeş
im.
* Bazıönemsiz veya tehlikeli sahnelerde ası
l oyuncunun yerine çı
kan, yapıve yüz bakı
mı
ndan bu oyuncuyu
andı
ran kimse, dublör.
benzer ş
ekiller
* Kenarları
nı
n uzunluklarıarası
ndaki oran değiş
memekle birlikte karş
ı
lı
klıaçı
larıeş
it olan ş
ekiller.
benzeri
benzerlik
durum.
* Benzerlik gösteren, benzer.
* Benzer olma durumu.
*İ
ki üçgende köş
elerinin eş
lenmesine göre karş
ı
lı
klı
açı
ları
n eşve karş
ı
lı
klıkenarları
n orantı
sı
ndan doğan
benzersiz
* Benzeri olmayan, eş
siz.
benzersizlik
* Benzersiz olma durumu.
benzeş
* Birbirine benzeyen, araları
nda benzerlik bulunan, müş
abih, nazir.
benzeş
en
* Ünlü veya ünsüz benzeş
melerinde etki altı
nda kalan ünsüz veya ünlü: Sütçü (süt-çü), ekmekten (ekmekten), odalardan (oda-lar-dan) kelimelerinde bulunan -çü, -ten, -dan eklerindeki ünsüz veya ünlüler gibi.
benzeş
ik
* Benzeş
me özelliğ
i gösteren.
benzeş
im
* Bazıortak yönleri olan iki ş
ey arası
ndaki benzeş
me.
*İ
ki ş
eklin kenarları
nı
n uzunluklarıarası
ndaki oran değiş
memekle birlikte, karş
ı
lı
klıaçı
ları
nı
n eş
it bulunması
durumu.
benzeş
im oranı
*İ
ki ş
eklin kenarları
nı
n arası
ndaki oran.
benzeş
lik
* Benzeşolma durumu, müş
abehet.
benzeş
me
* Benzeş
mek iş
i.
* Bir kelimede bir sesin baş
ka bir sesi kendisine benzetme etkisi: yurt-daş> yurttaş
, çarş
anba > çarş
amba, o
+ bir < öbür gibi.
benzeş
mek
* Birbirine benzemek, müş
abih olmak.
benzeş
mezlik
* Bir kelimede bulunan aynıveya benzeri seslerden birinin değ
iş
ikliğe uğraması
, disimilâsyon: Kı
nnap >
kı
rnap, attar > aktar, kehribar > kehlibar gibi.
benzeti
* Benzetme, aslı
ndan kopya edilmiş
, teş
bih.
benzeti ressamı
* Büyük sanatçı
ları
n yaptı
kları
nı
, orijinaline bakarak yapan ve benzeti olduğunu belirten ressam.
benzetici
* Benzeterek yapan, sahteci, kopyacı
.
benzetici ressam
* Büyük sanatçı
ları
n üslûbunda çalı
ş
arak, yaptı
ğ
ıiş
leri orijinal eser diye satan sahteci ressam.
benzetilme
* Benzetilmek iş
i.
benzetilmek
* Benzetmek iş
ine konu olmak.
benzetiş
* Bir ş
eyi baş
ka bir ş
eye benzetmek iş
i veya biçimi.
benzetme
* Benzetmek iş
i.
* Bir ş
eyin neteliğini anlatmak için, o niteliğ
i eksiksiz taş
ı
yan bir ş
eyi örnek olarak gösterme iş
i, teş
bih.
benzetmek
* Benzer duruma getirmek.
* Bir ş
eyde baş
ka ş
eye benzeyen yönler bulmak.
* Kötü bir duruma getirmek, bozmak.
* Dövmek.
benzetmek gibi olması
n
* kötü bir sona uğramı
şbirinden veya bir ş
eyden söz ederken, ona benzetilen kimse veya ş
ey için kötü bir
duygu beslenilmediğini anlatı
r.
benzeyiş
* Bir ş
eyin baş
ka bir ş
eye benzemesi durumu.
benzeyiş
sizlik
* Benzeş
memek durumu.
benzi atmak (veya uçmak)
* ansı
zı
n yüzünün rengi sararmak, solmak.
benzi kül gibi olmak
* yüzünden kan çekilmek, yüzü sararmak.
benzi sararmak
* yüzünün rengi solmak.
benzi uçmak
* yüzü sararmak.
benzin
* Petrolün damı
tı
lmasıile elde edilen, özgül ağ
ı
rlı
ğıyaklaş
ı
k 0,65 olan, renksiz, uçucu, kendine özgü kokusu
bulunan bir sı
vı
.
* Benzen.
benzin istasyonu
* Araçları
n benzin, yağgibi ihtiyaçları
nıkarş
ı
layan, yolculara dinlenme ve alı
şverişimkânıveren tesis,
benzinlik.
benzin pompası
* Benzinlikte araç depoları
na benzin koyma ve verilen benzin tutarı
nıgösterme aracı
.
benzinci
* Benzin satı
lan yer veya benzin satan kimse.
benzincilik
* Benzincinin iş
i veya mesleği.
benzinde kan kalmamak
* kansı
zlı
k sebebiyle yüzü sararmak.
benzine kan gelmek (veya benzi kanlanmak)
* sağlı
klıduruma gelmek, canlanmak.
benzinleme
* Benzinlemek iş
i veya durumu.
benzinlemek
* Benzin dökerek yakmak.
* Bir nesneyi benzine bulamak.
benzinli
* Benzinle çalı
ş
an (motor, makine vb.).
benzinlik
* Benzin satı
lan yer, benzin istasyonu.
benzol
beraat
* Benzin ve tolüen karı
ş
ı
mıbir akaryakı
t.
* Aklanma.
beraat etmek
* aklanmak, temize çı
kmak.
beraatı
zimmet
* Borcu, vereceğ
i olmama durumu, borçsuzluk.
beraatı
zimmet ası
kdı
r
* tersi ispatlanmadı
kça insanları
n suçsuz sayı
lmalarıilkesini anlatı
r.
beraber
* Birlikte, bir arada.
* Aynıdüzeyde.
* -e rağ
men, -e karş
ı
n.
beraberce
* Birlikte, beraber olarak.
berabere bitmek
* (oyun, yarı
ş
ma) takı
mları
n aynı
sayı
yıalması
yla sonuçlanmak.
berabere kalmak
* (oyun, yarı
ş
ma için) takı
mlar aynı
sayı
yıalmak veya denk gelmek, baş
a başkalmak, baş
a başgelmek.
beraberinde
* yanı
nda.
beraberlik
* Birlikte olma durumu.
* Başbaş
a kalma durumu.
beraberlik müziği
* Orkestra, koro veya oda müziğinde olduğu gibi birçok sesin oluş
turduğu müzik.
berat
* Bir buluş
tan, bir haktan yararlanmak için devletçe verilen belge, patent.
* Osmanlıİ
mparatorluğunda bir göreve atanan, aylı
k bağlanan, san, niş
an veya ayrı
calı
k verilen kimseler için
çı
karı
lan padiş
ah buyruğu.
Berat Gecesi
* Hz. Muhammed'e peygamberliğin Cebrail aracı
lı
ğı
yla bildirildiği ş
aban ayı
nı
n 15. gecesine rastlayan kandil
gecesi.
Berat Kandili
* Bkz. Berat Gecesi.
berbat
* Kötü.
* Bozuk.
* Çirkin, beğenilmeyen.
* Darmadağı
n, bakı
msı
z, periş
an, viran.
berbat etmek (veya eylemek)
* kötü duruma getirmek.
* bozmak.
berbat olmak
* kötü duruma gelmek; kirlenmek.
* bozulmak.
berber
* Saç ve sakalı
n kesilmesi, taranmasıve yapı
lmasıiş
iyle uğ
raş
an veya bunu meslek edinen kimse.
* Bu iş
in yapı
ldı
ğ
ıdükkân.
berber balı
ğ
ı
* Hanigillerden, kuyruğunun çatalıçok uzun olan, Akdeniz'de yaş
ayan, eti yenilen bir balı
k (Serranus
anthias).
berber bataryası
* Berber dükkânları
nda lâvaboya su akması
nısağlayan deve boynu biçimindeki musluk takı
mı
.
berber çı
rağ
ı
* Berber ustası
nı
n yanı
nda yetiş
tirilmek üzere çalı
ş
an çocuk.
berber dükkânı
* Berber.
berber koltuğ
u
* Berberler için yapı
lan hareketli, oynar baş
lı
klıözel koltuk.
berber salonu
* Büyük berber dükkânı
.
Berberî
* Kuzey Afrika'daki Cezayir bölgesinde Berberistan halkı
ndan veya bu halkı
n soyundan olan kimse.
berberlik
* Berberin yaptı
ğı
iş
.
berceste
* Sağlam ve lâtif.
* Seçilmiş
, seçme.
* Sanat değeri yüksek anlamlar taş
ı
yan dize.
berdelacuz
* Halk tahminine göre, 9-18 Mart arası
nda görülen kocakarısoğ
uğu.
berdevam
* Sürmekte olan, sürüp giden.
berduş
* Baş
ı
boş
, serseri.
* Pis, bozuk, bakı
msı
z.
bere
* Vurma ve incitme sonucu vücudun herhangi bir yerinde oluş
an çürük.
* Herhangi bir ş
eyde görülen çizik, ezik.
bere
* Yuvarlak, yassıve sipersiz baş
lı
k.
bereket
* Bolluk, gürlük, ongunluk, feyz, feyezan.
*İ
yi ki, neyse ki, iyi bir rastlantıolarak.
* Yağmur.
bereket ki (veya bereket versin ki)
* iyi ki, Tanrı
'ya ş
ükür ki.
bereket versin
* para alan kimsenin söylediğ
i iyi dilek sözü.
* bir kimsenin bir durumdan hoş
nutluğ
unu anlatması
, teselli bulması
.
bereketlenme
* Bereketlenmek iş
i veya durumu.
bereketlenmek
* Çoğ
almak, artmak.
bereketli
* Bol, verimli.
bereketli ola! (veya olsun!)
* yemek yemekte olanlara veya ürünlerini devş
irenlere söylenen iyi dilek sözü.
bereketlilik
* Bereketli olma durumu.
bereketsiz
* Kendinden beklenen yararlı
ğı
sağ
layamayan (ş
ey).
bereketsizlik
* Bereketsiz olma durumu.
bereleme
* Berelemek iş
i.
berelemek
* Bereli duruma getirmek.
berelenme
* Berelenmek iş
i veya durumu.
berelenmek
* Bereli duruma gelmek.
bereli
bereli
* Beresi olan.
* Beresi olan.
berenarı
* Şöyle böyle, az çok, biraz, oldukça.
bergamodî
* Sarı
msıpembe renginde olan.
bergamot
* Turunçgillerden bir ağ
aç (Citrus bergamia).
* Bu ağacı
n, kabukları
ndan reçel yapı
lan ve esans çı
karı
lan meyvesi.
bergüzar
berhane
* Anmak için verilen hatı
ra, armağ
an, yadigâr.
* Büyük, harap, kullanı
ş
sı
z ev.
berhane gibi
* gereğ
inden çok büyük (ev).
berhava
* Havaya verilmiş
, uçurulmuş
.
* Yararsı
z, boş
.
berhava etmek
* havaya uçurmak.
* bitirmek, yok etmek.
berhava olmak
* patlama yolu ile havaya uçmak.
* boş
a gitmek.
berhayat
berhudar
* Hayatta olan, canlı
, yaş
ayan.
* Mutlu.
berhudar ol!
* "iyi günler göresin" anlamı
nda dilek olarak kullanı
lı
r.
beri
* Konuş
anı
n önündeki iki uzaklı
ktan kendisine daha yakı
n olanı
.
* Bu uzaklı
kta bulunan.
* Çı
kma durumundaki kelimelerden sonra getirilerek bir iş
in baş
langı
cı
nıgösterir.
beribenzer
* Sı
radan bayağ
ı
, alelâde.
beriberi
* Genellikle Uzak Doğu ülkelerinde B vitamini eksikliğ
inden ileri gelen bir hastalı
k.
beriki
beril
* Beride olan.
* Beride olan ş
ey veya kimse.
* Doğada altı
gen billûrlar durumunda bulunan, saydam, çoğ
u yeş
il renkli berilyum ve aliminyum silikat.
berilyum
* Atom numarası4, yoğ
unluğu 1,84, atom ağı
rlı
ğı
9,013 olan, zümrüt gibi bazıtaş
ları
n birleş
iminde bulunan,
29700C de eriyen, havanı
n etkisine karş
ı
ince bir oksit tabakası
yla kaplıelement. Kı
saltmasıBe.
berjer
* Arkasıkabarı
k ve yüksek oturacak yeri genişkoltuk.
berk
* Sert, katı
.
* Sağlam.
berkelyum
* Atom numarası97, atom ağı
rlı
ğı
294 olan, amerikyum veya küryumdan elde edilen yapay element.
Kı
saltmasıBk.
berkemal
berkime
* Mükemmel, pek iyi.
* Berkimek iş
i.
berkimek
* Sağlamlaş
mak, güç kazanmak, pekiş
mek.
berkinme
* Berkinmek iş
i veya durumu.
berkinmek
* Berkimek.
* Pekiş
tirilmek.
berkitme
* Sağlamlaş
tı
rma, tahkim, takviye.
berkitmek
* Sağlamlaş
tı
rmak, tahkim etmek, takviye etmek.
berklik
* Sağlamlı
k.
* Sertlik, katı
lı
k.
berlam
*İ
nce pullu, sı
rtıaçı
k kahverengi, yanları
ve karnıbeyaz, ortalama 30-40 cm boyunda, Marmara ve Ege
deniziyle Akdeniz'de bol bulunan bir balı
k türü (Merluccius merluccius).
bermuda
* Dizlere kadar inen dar ve kı
sa pantolon.
bermutat
* Alı
ş
ı
lagelen biçimde, her zaman olduğu gibi.
berrak
* Duru, temiz, aydı
nlı
k, açı
k.
berraklaş
ma
* Berraklaş
mak iş
i veya durumu.
berraklaş
mak
* Berrak duruma gelmek, durulaş
mak.
berraklaş
tı
rma
* Berraklaş
tı
rmak iş
i.
berraklaş
tı
rmak
* Berrak duruma getirmek, durulaş
tı
rmak.
* Açı
k, net ve kolay anlaş
ı
lı
r duruma getirmek.
berraklı
k
* Berrak olma durumu, duruluk.
berri
* Kara ile (toprakla) ilgili, karasal.
bertafsil
bertaraf
* Açı
klamalı
, uzun uzadı
ya, açı
k olarak.
* Bir yana, ş
öyle dursun.
bertaraf etmek
* ortadan kaldı
rmak, gidermek.
bertaraf olmak
* ortadan kalkmak, yok edilmek.
bertik
* Yara, bere.
*İ
ncinmiş
, burkulmuş
.
* Deride mor leke, çürük.
bertilme
* Bertilmek iş
i veya durumu.
bertilmek
*İ
ncinmek, burkulmak.
* Berelenmek yaralanmak.
* Morarmak, çürümek.
bertme
* Bertmek iş
i.
bertmek
berzah
besalet
* Bertilmek.
* Kı
stak, dar dil.
* Yiğitlik, yararlı
lı
k.
besbedava
* Pek ucuz.
besbelli
besbeter
* Açı
k, apaçı
k, çok belli.
* Anlaş
ı
ldı
ğı
na göre, anlaş
ı
lı
yor ki.
* Çok kötü.
beselemek
* Bkz. eselemek beselemek.
beserek
* Tüylü ve damı
zlı
k erkek deve.
besermek
* Bkz. esermek besermek.
besi
* Yaş
atmak ve geliş
tirmek için gereken besinleri yedirip içirmek iş
i.
* Bir ş
eyi istenilen durumda tutmak ve oturtmak için kullanı
lan takoz gibi ş
eyler.
besi doku
* Tohumları
n içinde embriyonu çevreleyen bölüm.
* Yumurta akımaddesi.
besi dokulu
* Besi dokusu olan.
besi dokusu
* Besi doku.
besi dokusuz
* Besi dokusu olmayan.
besi hayvanı
* Beslenmek amacı
yla yavru iken alı
nan veya besiye çekilen hayvan.
besi merası
* Besleme değeri oldukça yüksek mera bitkileri ile kaplıolan ve gerektiğ
inde ilâve yemler de verilerek
özellikle kesime gönderilecek hayvanları
n fazla canlıağ
ı
rlı
k kazanmalarıiçin otlatı
ldı
klarıdoğ
al veya sun'î verimli
mera.
besi örü
* Tohum çimlenirken yeni çı
kan bitkiyi beslemeye yarayan ve embriyonun çevresine yayı
lmı
şbulunan
besleyici maddelerin bütünü.
besi suyu
besici
* Bitkilerin damarları
nda dolaş
an besleyici su.
* Sı
ğ
ı
r, davar gibi hayvanlarıbesleyerek semirten, satan kimse.
besicilik
* Besicinin yaptı
ğ
ıiş
.
besihane
besili
besin
besinli
* Besi yapı
lan yer.
* Semiz, semirtilmiş
.
* Yenilebilir, beslenmeye elveriş
li her tür madde, azı
k, gı
da.
* Yaş
amak, varlı
ğ
ı
nısürdürmek için gerekli ş
ey.
* Besini olan, gı
dalı
.
besinsiz
* Besini olmayan, yeterli besin almayan, gı
dası
z.
besinsizlik
* Besinsiz olma durumu, gı
dası
zlı
k.
besiye çekmek
* hayvanı
semirtmek için çalı
ş
tı
rmadan beslemek.
besle kargayı
, oysun gözünü
* nankörlük edenler için söylenir.
beslek
besleme
* Besleme, hizmetçi, ahretlik.
* Beslemek iş
i.
* Evlâtlı
k olarak alı
nan, ev iş
lerinde çalı
ş
tı
rı
lan kı
z.
* Herhangi bir kuruluş
u, onun maddî yardı
mlarıdolayı
sı
yla körü körüne destekleyen.
besleme bası
n
* Çı
kar uğ
runa, herhangi bir kuruluş
un veya iktidardaki güçlerin görüş
lerini savunan bası
n.
besleme gibi
* giydiğ
ini kendine yakı
ş
tı
ramayan (kı
z).
besleme kı
z
* Besleme.
beslemek
* Yiyecek ve içeceğ
ini sağ
lamak.
* Yedirmek.
* Semirtmek.
* Eklenmek, katı
lmak, çoğaltmak.
* Bir ş
eyi korumak veya sağ
lamca durması
nısağ
lamak için, çevresini veya altı
nıdesteklemek, doldurmak,
pekiş
tirmek.
* Yetiş
tirmek.
* Bir duyguyu gönülde yaş
atmak.
* Maddî yardı
m yapmak, desteklemek.
beslemelik
* Besleme.
* Besleme olarak.
beslenen
beslengi
* Sönümsüz.
* Hizmetçi, evlâtlı
k, besleme.
beslenilme
* Beslenilmek iş
i veya durumu.
beslenilmek
* Beslenmek iş
ine konu olmak.
beslenme
* Beslenmek iş
i.
* Vücut için gerekli besin maddelerinin alı
mı
.
beslenme bozukluğu
* Bazıorgan ve dokularda veya organizmanı
n bütününde ş
ekil veya çalı
ş
ma düzensizliği meydana getiren,
bir veya birkaç beslenme görevinin bozulması
.
beslenme çantası
* Anaokulu ve ilköğretim okulları
nı
n öğ
rencilerinin beslenme saatinde yiyeceklerini içinde bulunduran çanta.
beslenme eğitimcisi
* Beslenme eğitimi ile uğraş
an uzman.
beslenme eğitimi
* Besin maddelerinin özellikleri, insan vücudunun geliş
mesinde yiyeceklerin etkisi ve görevi, yiyecek
seçiminde dikkat edilmesi gereken noktalar, iyi beslenmenin sağ
lı
k yönünden önemi, ucuz ve dengeli beslenmenin
yolları
gibi konularıiş
leyen bilim dalı
.
beslenme odası
* Anaokulu, ilköğretim okulu gibi eğ
itim kurumları
nda yemek yenilen yer.
beslenme saati
* Anaokulu, ilköğretim okulu gibi eğ
itim kurumları
nda yemek yeme zamanı
.
beslenme uzmanı
* Beslenmenin genel özelliklerini kitle çapı
nda ele alan, inceleyen yetkili.
beslenmek
* Kendini beslemek.
* Beslemek iş
ine konu olmak.
besletme
* Besletmek iş
i veya durumu.
besletmek
* Beslemek iş
ini baş
kası
na yaptı
rmak.
besleyici
besli
* Besleyen, beslemeye yarayan, besin değ
eri yüksek, mugaddi.
* Yüz ve boyunda güneşlekelerini azaltı
p ölü hücreleri atan krem türü.
* Bkz. besili.
besmele
* "Acı
yan ve esirgeyen Tanrı
'nı
n adıile" anlamı
na gelen ve bir iş
e baş
larken söylenilen Arapça
bismillahirrahmanirrahim sözünün kı
saltması
.
besmele çekmek
* bismillahirrahmanirrahim sözünü söylemek.
besmelesiz
* Çocuklar için "piç" anlamı
nda kullanı
lan bir sövgü.
* Besmele çekmeden.
beste
* Bir müzik eserini oluş
turan ezgilerin bütünü.
beste bağ
lamak
* bestelemek.
beste yapmak
* bir müzik eseri yaratmak.
besteci
bestekâr
* Beste yapan kimse, bestekâr, kompozitör.
* Besteci.
besteleme
* Bestelemek iş
i.
bestelemek
* Beste yapmak.
bestelenme
* Bestelemek iş
i.
bestelenmek
* Bestelemek iş
ine konu olmak, bestesi yapı
lmak.
besteli
bestelik
* Bestesi olan, bestelenmiş
.
* Beste olma durumu.
bestenigâr
* Klâsik Türk müziğ
inde en eski birleş
ik makamlardan biri.
bestesiz
bestseller
beş
beşaltı
* Bestesi olmayan.
* Çoksatar.
* Dörtten sonra gelen sayı
nı
n adıve bu sayı
yıgösteren rakam, 5, V.
* Dörtten bir fazla.
* Beşsı
nı
flıilkokul.
* Biraz, bir parça, birkaç.
beşaş
ağıbeşyukarı
* Bkz. üç aş
ağ
ı
, beşyukarı
.
beşbeter
* Besbeter.
beşbinlik
* Beşbin liralı
k bütün kâğ
ı
t para.
beşbir
beşdört
* Bkz. pencüyek.
* Oyunda, atı
lan zarlardan birinin beş
, öbürünün dört benekli yüzünün üste gelmesi.
beşduyu
* Dokunma, görme, iş
itme, koklama, tat alma duyuları
.
beşiki
* Bkz. pencüdü.
beşkardeş
* Şamar, tokat.
beşmilyonluk
* Beşmilyon liralı
k bütün kâğ
ı
t para.
beşon
* Az sayı
da, biraz.
* Beşve on santim ölçülerinde biçilmişkereste.
beşpara almamak
* hiç para almamak.
beşpara etmez
* hiçbir değeri yok, iş
e yaramaz.
beşparalı
k
* Değersiz, aş
ağ
ı
lı
k, bayağı
.
beşparalı
k etmek
* Bkz. on paralı
k etmek.
beşparalı
k olmak
* alçalmak, kusurları
açı
ğ
a çı
kmak.
beşparası
z
* parası
z, yoksul.
beşparmak bir olmaz
* ana ve babaları
bir olduğ
u hâlde kardeş
ler arası
nda çeş
itli farklı
lı
klar bulunur.
beşüç
beşvakit
* Bkz. pencüse.
* Günün belirli beşvaktinde kı
lı
nan namaz.
beşyüzlü
* Beşyüzü olan cisim.
beşyüzlük
* Beşyüz liralı
k bütün kâğ
ı
t para.
*İ
çinde beşyüz tane bulunan.
beş
aret
*İ
yi haber, müjde, muş
tu, erim.
beş
bı
yı
k
beş
er
beş
er
*İ
ri muş
mula.
*İ
nsanoğ
lu, insan.
* Beşsayı
sı
nı
n üleş
tirme biçimi, her birine beş
, her defası
nda beş
i bir arada.
beş
er ş
aş
ar
* insan her zaman yanı
labilir.
beş
erî
*İ
nsanoğ
lu ile ilgili.
* Bedensel, bedenle ilgili.
beş
erî coğ
rafya
*İ
nsanları
n yerleş
ik bulunduğ
u yöre ile ilgisini ve o yörenin veya yerin türlü olayları
nıinceleyen coğ
rafya
kolu.
beş
eriyet
*İ
nsanlı
k, insanoğulları
.
beş
eriyetçi
* Beş
eriyet yanlı
sı(kimse), hümanist, insancı
l.
beş
eriyetçilik
* Beş
eriyetçi olma iş
i veya durumu, hümanizm, insancı
llı
k.
beş
erli
beş
gen
* Beş
er beş
er sı
ralanmı
ş
.
* Beşkenarlı
çokgen.
beş
ibirlik
* Kadı
nları
n süs için takı
ndı
kları
, beşaltı
n lira değ
erinde olan altı
n.
beş
ibiryerde
* Bkz. beş
ibirlik.
beş
iğini sallamak
* çocukluğ
undan veya çok eskiden tanı
mak, büyümesine hizmet etmek.
beş
ik
* Süt çocukları
nı
yatı
rmaya ve sallayarak uyutmaya yarayan, tahta veya demirden yapı
lmı
şsallanı
r bir çeş
it
küçük karyola.
* Bir ş
eyin doğ
up geliş
tiğ
i yer.
* Yüz üstü yatı
ş
ta, geriye bükülü ayak bileklerini ellerle kavrayarak karı
n üzerinde başve ayak yönünde
sallanma.
* Ambalâjlanacak malı
n biçimine uygun olarak alta konulan parça veya parçaları
n tümü.
beş
ik kertiğ
i
* Daha beş
ikte iken anasıbabasıtarafı
ndan niş
anlanmı
şkimse.
beş
ik kertme
* Daha beş
ikte iken anasıbabasıtarafı
ndan niş
anlanma.
beş
ik salı
ncak
* Bayram yerinde kurulan bir tür salı
ncak.
beş
ikçi
beş
iklik
* Beş
ik yapan veya satan kimse.
* Beş
ik olmaya uygun.
beş
iklik etmek
* beş
ik vazifesini, fonksiyonunu yapmak.
beş
ikörtüsü
*İ
ki yana akı
ntı
sıolan çatı
.
beş
ikten mezara kadar
* bütün hayatıboyunca, ölünceye kadar.
beş
inci
* Beşsayı
sı
nı
n sı
ra sı
fatı
, sı
rada dördüncüden sonra gelen.
beş
inci kol
* Bir ülkede gizli olarak, düş
man için çalı
ş
an örgüt.
beş
iz
* Beş
i bir arada doğ
an (kardeş
ler).
beş
izli
* Beştanesi bir arada olan.
beş
leme
* Beş
lemek iş
i.
* Tahmis.
beş
lemek
* Bir iş
i beşkez yapmak.
* Bir ş
eyin sayı
sı
nıbeş
e çı
karmak.
beş
li
* Beşparçadan oluş
an, kendinde herhangi bir ş
eyden beştane bulunan.
*İ
skambil, domino gibi oyunlarda üzerinde beşiş
areti bulunan kâğ
ı
t veya pul.
* Divan edebiyatı
nda beşdizeli bölümlerden oluş
muşmanzume, muhammes.
* Beşses veya beşmüzik aracıiçin yazı
lan müzik eseri, kentet.
* Beşmüzisyenin çaldı
ğ
ıcaz orkestrası
.
* Halk edebiyatı
nda üçlemeli bir bende, konu ile ilgili aynı
ölçüde bir çift dizenin bağ
lanması
yla oluş
an
manzume.
beş
lik
* Beşpara, beşkuruşveya beşlira değerinde olan akçe.
* Beş
i bir arada olan, beştane alabilen.
beş
lik simit gibi kurulmak
* kendine değ
er vererek bir yere yayı
lı
p oturmak.
beş
me
beş
me
* Her çubuğu ayrı
ayrıbeşrenkte olan, yollu bir çeş
it kumaş
.
* Çı
krı
kçıtezgâhı
nı
n kütüğ
ü.
* Tabaklanmamı
şham deri.
beş
parmak
* Derisi dikenlilerden, beşı
ş
ı
nlıyı
ldı
z biçiminde bir deniz hayvanı
, beş
pençe (Uraster).
* Beşrenkte dokunmuşçubuklu kumaş
.
beş
parmak otu
* Gülgillerden, yol kı
yı
ları
nda ve çayı
rlarda yetiş
en, sürgüne karş
ıkullanı
lan bir bitki, kurt pençesi (Potentilla
reptans).
beş
pençe
beş
taş
* Bkz. beş
parmak.
* Beştaş
la oynanan bir tür çocuk oyunu.
beş
uş
* Güler yüzlü, güleç, gülümser.
bet
* Beti benzi atmak, beti benzi uçmak, beti benzi sararmak gibi deyimlerde beniz kelimesi ile birlikte, "çehre"
anlamı
nda ikileme oluş
turur.
* Bet bereket kalmamak, beti bereketi gelmek, beti bereketi kaçmak gibi deyimlerde bereket kelimesi ile
birlikte "bolluk" anlamı
nda ikileme oluş
turur.
bet
* Kötü, çirkin, tuhaf.
bet beniz kalmamak
* yüzü sararı
p solmak.
bet bet bakmak
* kötü kötü bakmak, bir kötülük yapacakmı
şgibi durmak.
bet suratlı
* Yüreğinin kötülüğ
ü yüzünden belli olan.
beta
* Yunan alfabesinin ikinci harfi -B.
beta ı
ş
ı
nları
* Radyoaktif cisimlerin yaydı
kları
üç ı
ş
ı
ndan biri.
betatron
* Elektronlarıhı
zlandı
ran elektromanyetik bir araç.
betelemek
* Bkz. etelemek betelemek.
betelenmek
* Karş
ıgelmek, dikleş
mek, kafa tutmak.
beter
*İ
yice kötü.
beter etmek
* daha kötü duruma getirmek.
beterin beteri var
* çok kötü bir duruma düş
en kimse, bundan daha kötü durumları
n da bulunduğ
unu düş
ünerek teselli
bulmalı
dı
r.
beterleş
me
* Beterleş
mek iş
i veya durumu.
beterleş
mek
* Beter duruma girmek veya o durumda bulunmak.
beti
* Resim ve heykel sanatları
nda varlı
kları
n biçimi.
beti benzi kireç kesilmek (beti benzi atmak, solmak veya beti benzi uçmak)
* herhangi bir sebeple kanıçekilip yüzü solmak, korkmak.
beti bereketi kalmamak (veya kaçmak)
* azalmak, kı
tlaş
mak, çabuk tükenmek.
betik
betili
* Yazı
lıolan ş
ey, kitap, mektup, tezkere, pusula.
*İ
çinde insan, hayvan ve doğa ögeleri bulunan (resim veya heykel), figüratif.
betili sanat
* Doğanı
n görünen biçimlerini iş
leyen sanat, figüratif sanat.
betim
* Betimlemek iş
i, betimleme.
* Bir ş
eyi, bir kimseyi, bir olay veya duyguyu betimleyen söz veya yazı
, tasvir.
betimleme
* Betimlemek iş
i, tasvir.
betimlemeci
* Betimlemeye ağ
ı
rlı
k veren, tasvirci.
betimlemek
* Bir nesnenin, kendine özgü belirtilerini tam ve açı
k biçimde söz veya yazıile anlatmak, tasvir etmek.
betimlenme
* Betimlenmek durumu.
betimlenmek
* Betimlemek iş
i yapı
lmak.
betimleyici
* Betimleme yanlı
sı
.
betimsel
* Betimle ilgili, tasvirî.
betimsel dil bilgisi
* Bir dilin belirli çağ
ı
nıinceleyen dil bilgisi, betimlemeli dil bilgisi, tasvirî dil bilgisi.
betine gitmek
* gücüne gitmek, kendine yedirememek.
betisiz
*İ
çinde insan, hayvan ve doğa ögeleri bulunmayan (resim veya heykel), nonfigüratif.
betisiz sanat
* Beti kullanmayan nonfigüratif sanat.
beton
* Çimentonun su yardı
mı
yla kum, çakı
l gibi maddelerle karı
ş
masısonucu oluş
an sert, dayanı
kl ı
, bağ
layı
cı
yapay yı
ğ
ı
ş
ı
m.
beton gibi
* çok sağ
lam, dayanı
klı
, sert.
* güçlü.
betonarme
* Yapı
da gücü, esnekliğ
i artı
rmak için metal ve çimentodan yararlanma yöntemi, demirli beton.
betoncu
* Yapı
larda beton dökme iş
leriyle uğ
raş
an usta veya iş
çi.
betoniyer
* Beton karma makinesi.
betonkarar
* Beton karma makinesi.
betonlaş
ma
* Betonlaş
mak durumu.
betonlaş
mak
* Beton duruma gelmek.
bevliye
*İ
drar yolları
hastalı
kları
, üroloji.
bevliyeci
*İ
drar yolu hastalı
klarıhekimi, ürolog.
bevliyecilik
* Bevliyecinin iş
i veya mesleği.
bevvap
* Kapı
cı
.
* Mahalle okulları
nda hademe.
bey
* Günümüzde erkek adları
ndan sonra kullanı
lan saygı
sözü.
* Erkek özel adları
yerine kullanı
lı
r.
* Eş
, koca.
* Zengin, ileri gelen kimse, bay.
*İ
skambil kâğ
ı
tları
nda birli, as.
* Boy gibi küçük bir toplumun veya küçük bir devletin baş
kanı
.
* Komutan.
* Erkek sı
fatları
nı
n hemen arkası
na eklenir.
bey (veya paş
a) gibi yaş
amak
* bolluk içinde yaş
amak.
bey armudu
*İ
ri, kokulu ve tatlıbir armut türü.
bey erki
* Zengin erki, plutokrasi.
bey kardeş
* erkekler için seslenme sözü.
bey mi yaman, el mi yaman
* Bkz. el mi yaman, bey mi yaman.
beyaban
* Çöl.
beyan
* Söyleme, bildirme.
* Bir eserde, düş
üncelerin, duyguları
n, hayallerin doğuşve değerlerini, bunları
n anlatı
mı
nda tutulacak yolları
konu edinen bir edebiyat bilgisi dalı
.
beyan etmek
* bildirmek, söylemek, ileri sürmek, anlatmak.
beyanat
* Demeç, bildiri.
beyanat vermek (veya beyanatta bulunmak)
* demeç vermek.
beyanname
* Bildirge.
beyaz
* Ak, kara karş
ı
tı
.
* Bu renkte olan.
* Beyaz ı
rktan olan kimse.
* (baskı
da) Normal karalı
kta görünen harf çeş
idi.
beyaz adam
* Beyaz ı
rka mensup olan kiş
i.
* Avrupalı
.
beyaz baston
* Görme özürlülerin yürürken kullandı
kları
madenî çubuk.
beyaz cam
* Televizyon ekranı
.
beyaz dizi
* Genellikle sevgi konuları
nıbasit bir biçimde iş
leyen romanlardan oluş
an dizi.
beyaz eş
ya
* Buzdolabı
, çamaş
ı
r makinesi, bulaş
ı
k makinesi gibi ev aletlerine toplu olarak verilen ad.
beyaz et
* Tavuk, balı
k vb. etlere verilen genel ad.
beyaz etmek (veya beyaza çekmek)
* yazı
yıtemize çekmek.
beyaz ı
rk
* Avrupa, Kuzey Amerika, Güney ve BatıAsya ile Kuzey Afrika'da yaş
ayan ve teninin rengi açı
k olan ı
rk.
beyaz iş
* Beyaz pamuklu veya keten kumaş
lar üzerine beyaz veya renkli ipliklerle yapı
lan sarma iş
.
beyaz kitap
* Bir sorunu aydı
nlatmak ve savunmak için bir kurum veya hükûmetçe yayı
mlanan kitap.
beyaz kömür
* Akarsulardan elde edilen elektrik gücü.
beyaz oy
* Onaylayı
cı
oy.
beyaz perde
* Göstericiden çı
kan görüntülerin üzerinde yansı
dı
ğı
, sinema filminin oynatı
ldı
ğıyüzey.
* Sinema.
beyaz peynir
* Beyaz renkli bir tür peynir.
Beyaz Rus
* Ekim ihtilâlinde komünist kı
zı
l yönetimden kaçan Rusyalıkimse.
* Beyaz Rusya halkı
ndan olan kimse.
beyaz sabun
* Beyaz renkli bir tür sabun.
beyaz ş
arap
* Sadece beyaz üzüm ş
ı
rası
ndan yapı
lan ş
arap.
beyaz zehir
* Eroin, kokain gibi sı
vıolmayan uyuş
turucu madde.
beyazı
msı
* Beyaza çalan.
beyazı
mtı
rak
* Beyaza çalar renk.
beyazı
n adı
, esmerin tadı
* esmerleri övmek için söylenir.
beyazlanma
* Beyaz duruma gelme, ağ
arma.
beyazlanmak
* Beyaz duruma gelmek, ağ
armak.
beyazlaş
ma
* Beyazlaş
mak iş
i veya durumu.
beyazlaş
mak
* Beyaz duruma getirmek.
beyazlatı
cı
* Daha beyaz duruma getiren kimyasal madde.
* Dokunan kumaş
ları
n renk tonları
nıaçan veya beyazlatan ve kumaş
lar üzerindeki lekeleri gideren (kimse).
beyazlatı
lmak
* Beyaz duruma getirilmek, ağartı
lmak.
beyazlatma
* Beyazlatmak iş
i, ağartma.
* (kâğı
tçı
lı
kta) Parlaklı
ğ
ı
n iyileş
tirilmesi için hamur bileş
enlerinin renginin az veya çok oranda değ
iş
tirilmesi
veya giderilmesi.
beyazlatmak
* Beyaz duruma getirmek, ağ
artmak.
beyazlı
* Beyazıbulunan.
beyazlı
k
* Beyaz olma durumu.
* Ağartı
.
beyazsinek
* Özellikle pamukları
n üzerinde üreyerek bitkinin öz suyunu emen ve kuruması
na sebep olan bir sinek türü.
beyaztilki
* Tilkinin kı
ş
lı
k tüyünden yapı
lan kürk.
beybaba
* Yaş
lıerkeklere teklifsizce seslenişbiçimi.
* Çocukları
n babalarıiçin kullandı
ğ
ısaygı
sözü.
beyefendi
* Saygıbelirtmek için erkek adları
nı
n sonuna getirilen veya bu adları
n yerine kullanı
lan san.
beygir
* At.
* Yük taş
ı
yan, araba çeken, üstüne binilen at.
* Atlama beygiri.
beygir gücü
* Saniyede 75 kilogrammetrelik işyapan bir motorun gücü.
beygirci
* Beygir besleyen veya kiraya veren kimse.
beygirli
* Beygiri olan.
beygirlik
* Beygire ait, beygir için.
* Beygir gücünde.
beygirsiz
* Beygiri olmayan.
beyhude
* Boş
una.
* Yararsı
z, anlamsı
z.
beyhude yere
* boşyere, boş
u boş
una, gereği yokken.
beyhudelik
* Beyhude olma durumu.
beyin
* Kafatası
nı
n üst bölümünde beyin zarıile örtülü, iki yarı
m yuvar biçiminde sinir kütlesinden oluş
an, duyum
ve bilinç merkezlerinin bulunduğu organ, dimağ
.
* Muhakeme, usa vurma.
* Bir ş
eyi yönetmede önemli görevi olan kimse.
* Bilgisi, eğ
itimi, düş
üncesi yüksek düzeyde olan kimse.
beyin cerrahı
* Beyin konusunda uzmanlı
k yapmı
şcerrah.
beyin cerrahîsi
* Hastahanelerde beyin konusunda ameliyat yapabilen bölüm.
beyin göçü
*İ
leri düzeydeki meslek ve bilim adamlarıile uzmanları
n bir baş
ka geliş
mişülkede yerleş
ip çalı
ş
mak amacı
ile kendi ülkelerinden ayrı
lması
.
beyin gücü
* Bir ülkede ileri düzeyde iyi yetiş
mişolan meslek ve bilim adamlarıile uzmanları
n fikir gücü.
beyin jimnastiğ
i
* Bkz. zihin jimnastiği.
beyin kanaması
* Beyni besleyen damarlardan bir veya birkaçı
ndan dı
ş
arı
kan sı
zmasısonucu, beslenen bölgenin çalı
ş
maz
duruma gelmesi.
beyin karı
ncı
kları
*İ
çinde beyin-omurilik sı
vı
sıbulunan, kafa içinin, dört boş
luğundan her biri.
beyin omurilik sı
vı
sı
* Örümceksi zarla ince zar arası
ndaki boş
lukta bulunan beyinle omuriliği çepeçevre saran sı
vı
.
beyin orağı
* Beynin iki lopu arası
ndaki zar.
beyin takı
mı
* Bir kurum veya kuruluş
un yönetiminde etkin rol oynayan kimseler.
beyin üçgeni
* Beynin alt tarafı
ndaki üç kı
vrı
mlıyuvarlak çı
kı
ntı
.
beyin yı
kamak
* insanı
, kendine özgü düş
ünce ve dünya görüş
üne yabancı
laş
tı
rmak, baş
ka yönde düş
ünür ve davranı
r
duruma getirmek amacı
yla çeş
itli yollarla etkilemek.
beyin zarı
* Beyni üst üste saran zar, korteks.
beyin zarları
* Beyni üst üste saran üç zar.
beyincik
beyinli
beyinsel
beyinsi
* Kafatası
nı
n art bölümünde ve beynin altı
nda, hareket dengesi merkezi olan organ, dimağçe.
* Beyni olan.
* Akı
llı
, düş
ünceli.
* Beyinle ilgili.
* Beyne benzeyen.
beyinsiz
* Beyni olmayan.
* Akı
lsı
z, düş
üncesiz.
beyit
* Ev.
* Anlam bakı
mı
ndan birbirine bağ
lıiki dizeden oluş
muşş
iir parçası
.
beyitli
* Beyti bulunan, içinde beyit olan.
beyiye
* Bkz. satı
mlı
k.
beylerbeyi
* Sancak beylerinin baş
ı
.
beylik
* Bey olma durumu.
* Devletle ilgili, devlete özgü olan, devlet malıolan, mirî.
* Herkesin kullandı
ğı
, çok bilinen, herkesin bildiği, basmakalı
p.
* Rahat yaş
ama.
* Merkeze tam bağlıolmayarak bir beyin yönetimi altı
ndaki ülke, emirlik, emaret.
* Hükûmet.
* Bir çeş
it küçük ve ince asker battaniyesi.
beylik fı
rı
n has çı
karı
r
* devlet görevlisi olmanı
n insana birçok kazançlar sağladı
ğı
nış
aka yollu anlatmak için söylenir.
beylik söz
* Herkesin kullandı
ğı
, etkisi kalmamı
şsöz.
beylikçi
* Divanıkaleminin baş
ı
.
beynamaz
* Namazsı
z, namaz kı
lmayan, pis (kimse).
beynelmilel
* Milletler arası
, uluslar arası
, enternasyonal.
beynelmilelci
* Bkz. uluslar arası
cı
.
beynelmilelcilik
* Milletlerin sosyal sı
nı
flarıarası
nda uygunluk olması
ve birlikte davranı
lması
gerektiğ
ini savunan görüş
,
milletler arası
cı
lı
k, uluslar arası
cı
lı
k, enternasyonalizm.
beyni atmak
* Bkz. tepesi atmak.
beyni bulanmak
* sersemlemek, düş
ünemez olmak.
* kötü bir ş
ey sezinlemek.
beyni karı
ncalanmak
* zihin yorgunluğundan düş
ünemez olmak.
beyni kaynamak
* aş
ı
rısı
caktan sersemlemek, bunalmak.
beyni sı
çramak
* aklıbaş
ı
ndan gitmek.
beyni sulanmak
* düzgün düş
ünemez olmak, bunamak.
beyninde
* Arası
nda.
beyninde ş
imş
ekler çakmak
* çok üzülmek, sarsı
lmak.
* zihninde birden bir düş
ünce doğ
mak.
beyninden vurulmuş
a dönmek
* beklenmedik bir durum karş
ı
sı
nda olağ
anüstü bir üzüntü ve ş
aş
kı
nlı
ğa uğramak.
beynine girmek
* herhangi bir konuda birisini yönlendirmek, ikna etmek.
beynine vurmak
* (içki etkisiyle) ne yaptı
ğ
ı
nıbilemez duruma gelmek.
beynini kemirmek
* rahatsı
zlı
k vermek, huzurunu kaçı
rmak.
beysbol
* Dokuzar kiş
ilik iki takı
m arası
nda bir top ve sopayla oynanan, Amerika Birleş
ik Devletlerinde yaygı
n bir
çeş
it oyun.
beysbolcu
* Beysbol oynayan ve oynatan (kimse).
beytülmal
* Devlet hazinesi.
beyyine
beyzade
* Bir olayı
n doğruluğunu ortaya koyabilen yöntem.
* Duruş
ma sı
rası
nda bir düş
ünceyi gerçekleş
tirmek için baş
vurulan belge, kanı
t, tutamak, delil.
* Bey oğ
lu.
* Soylu kimse.
* Özenle büyütülmüş
, nazlı
kimse.
beyzadelik
* Soyluluk.
beyzî
* Yumurta biçiminde, söbe, oval.
bez
bez
* Pamuk veya keten ipliğ
inden yapı
lan dokuma.
* Pamuktan, düz dokuma.
* Herhangi bir cins kumaş
.
* Herhangi bir işiçin kullanı
lan dokuma.
* Geliş
igüzel kumaşparçası
, çaput.
* Bezden yapı
lmı
ş
.
*İ
çinden geçen kandan veya öz sudan bazımaddeler ayı
rarak salgı
oluş
turan organ, gudde.
bez bağlamak
* bebeklere altları
nıkirletmesinler diye bez koymak.
bez tüyler
* Bitkilerde salgı
çı
karan tüyler.
bezci
* Bez yapan veya alı
p satan (kimse).
bezcilik
bezdirici
* Bezcinin iş
i veya mesleğ
i.
* Usanç veren.
bezdirilme
* Bezdirilmek iş
i veya durumu.
bezdirilmek
* Bezmesine sebep olmak, bezmesine yol açmak.
bezdirme
* Bezdirmek iş
i.
bezdirmek
* Bı
ktı
rmak, usandı
rmak, bı
kkı
nlı
k vermek.
beze
beze
* Yara veya çı
ban sebebiyle vücudun herhangi bir yerinde oluş
an ş
iş
kinlik.
* Bez (I).
* Hamur topağ
ı
, pazı
.
beze
* Yumurta akıve pudra ş
ekeri ile yapı
lan bir çeş
it kuru pasta.
bezek
bezekçi
* Süs, ziynet.
* Bir eseri süslemeye yarayan motiflerin her biri.
* Duvar ve tavanları
boyayı
p birtakı
m resim veya ş
ekillerle süsleyen kimse, nakkaş
.
* Gelinleri süsleyen kadı
n.
bezekleme
* Bezeklemek iş
i.
bezeklemek
* Süslemek, bezemek.
bezekli
bezeleme
* Bezeği olan, süslü, süslenmiş
.
* Bezelemek iş
i.
bezelemek
* Hamur topağ
ıyapmak.
bezeli
* Bezeği olan, bezekli.
bezelye
bezeme
* Baklagillerden, yurdumuzun her yanı
nda yetiş
tirilen, tı
rmanı
cıbir bitki (Pisum sativum).
* Bu bitkinin yuvarlak tanesi.
* Süsleme, tezyin.
* Süs, süsleyen ş
ey.
bezemeci
* Bezeme yapan oymacıveya nakkaş
.
bezemecilik
* Bezemecinin yaptı
ğ
ıiş
.
bezemek
* Süslemek, donatmak, tezyin etmek.
bezemeli
* Süslü, dekoratif.
bezen
bezeniş
bezenme
* Bezek, süs.
* Bezenme iş
i veya biçimi.
* Bezenmek iş
i veya durumu.
bezenmek
* Bezemek iş
ine konu olmak, süslenmek.
* Kendini bezemek, süslenmek.
bezetme
* Bezetmek iş
i.
bezetmek
* Bezeme yaptı
rmak, süsletmek.
bezeyici
* Bezekleme yapan ressam, dekoratör.
bezeyiş
bezgi
bezgin
* Bezeme iş
i veya biçimi.
* Süs, bezek.
* Yaş
ama veya işgörme isteğini yitirmiş
.
bezginleş
me
* Bezginleş
mek iş
i.
bezginleş
mek
* Bezgin duruma gelmek.
bezginlik
* Bezgin olma durumu, usanç, yorgunluk.
bezi herkesin arş
ı
nı
na göre vermezler
* genel kurallar kiş
ilerin isteklerine göre bozulmaz.
bezik
*İ
ki, üç veya dört kiş
i arası
nda 96 kâğ
ı
tla oynanan bir çeş
it iskambil kâğ
ı
dıoyunu.
bezilme
bezilmek
bezir
* Bezilmek iş
i.
* Bezmek iş
ine konu olmak, bezmek durumuna gelinmek.
* Keten tohumu.
* Bkz. bezir yağı
.
bezir yağı
* Keten tohumundan çı
karı
lan ve yağ
lıboya yapmak için içine renkli maddeler katı
lan, çabuk kurur bir yağ.
bezirgân
* Tüccar.
* Alı
şveriş
te çok kâr amacı
nıgüden kimse.
* Mesleğ
ini sadece kazanç için kullanan kimse.
* Yahudilere verilen ad.
bezirgânbaş
ı
* Padiş
ahı
n kullanacağ
ıçuha, bez, tülbent gibi eş
yalarısağ
lamak ve bunlarıkorumakla görevli kimse.
* Bir çocuk oyunu.
bezirgânlı
k
* Bezirgâna yakı
ş
ı
r davranı
ş
.
bezirleme
* Bezirlemek iş
i.
bezirlemek
* Bezir yağıile yağlamak, bezir yağı
sürmek.
bezleme
* Bezlemek iş
i.
bezlemek
* Bez veya kumaşile örtmek veya kaplamak.
* Çocuğ
un altı
na bez koymak, çocuğ
u belemek.
bezm
*İ
çki meclisi, dost toplantı
sı
.
bezme
bezmek
bezsi
* Bezmek iş
i.
* Bezgin duruma gelmek, bezginlik getirmek, bı
kı
p usanmak.
* Bez dokusunda olan, bezi andı
ran.
bezzaz
* Kumaşalı
p satan kimse,manifaturacı
.
bezzazlı
k
* Kumaşsatma iş
i, manifaturacı
lı
k.
bı
cıbı
cı
* (çocuk dilinde) Yı
kanma.
* Genellikle benzinliklerde bulunan otomobil yı
kama aleti ve yeri.
bı
cıbı
cıyapmak
* yı
kanmak.
bı
cı
l
bı
cı
lgan
* Aş
ı
k kemiğinin altı
nda bulunan küçük bir kemik.
* Bu kemikle oynanan bir oyun.
* Bkz. bı
çı
lgan.
bı
cı
r bı
cı
r
* Sürekli ve çok konuş
ma için kullanı
lı
r.
bı
cı
rgan
bı
çak
* Boru biçimindeki maden parçaları
n içini düzleş
tirip parlatmakta kullanı
lan alet.
* Bir sap ve çelik bölümden oluş
an kesici araç.
* Çeş
itli kesme iş
lerinde kullanı
lan keskin ağı
zlı
araç.
* Jilet.
bı
çak altı
na yatmak
* (insan için) ameliyat olmak.
bı
çak atmak
* bir hedefe bı
çak fı
rlatmak.
* bı
çaklamak.
* ameliyat etmek.
bı
çak bı
çağ
a gelmek
* bı
çakla birbirine saldı
racak kadar zorlu kavga etmek.
bı
çak çekmek
* üzerindeki bı
çağ
ıbirden ele alarak birine saplamaya hazı
rlanmak.
bı
çak gibi
* ince, keskin.
bı
çak gibi kesilmek
* (söz, konuş
ma, sohbet) birden bitmek, duruvermek.
bı
çak gibi kesmek
* çok keskin olmak.
* birdenbire ve tamamen ortadan kaldı
rmak.
bı
çak gibi saplanmak
* (sancı
, ağrı
) birden ve güçlü olarak gelmek.
bı
çak kemiğ
e dayanmak
* çekilen sı
kı
ntıartı
k katlanı
lamayacak bir duruma gelmek.
bı
çak kı
nı
nıkesmez
* kötüler yararlandı
kları
kimselere kötülük etmekten çekinirler.
bı
çak sı
rtı
* Bı
çağı
n keskin olmayan ters yanı
.
* Çok az (fark), çok yakı
n (aralı
k).
bı
çak silmek
* bir iş
i bitirmek.
bı
çak vurmak
* bı
çakla kesmek.
* bı
çaklamak.
bı
çak yarasıonulur, dil yarasıonulmaz
* hakaret, ağ
ı
r söz gibi gönül kı
rı
cı
davranı
ş
ları
n hiçbir zaman unutulmayacağ
ı
nı
anlatı
r.
bı
çak yemek
* bı
çaklanmak.
bı
çakçı
* Bı
çak ve daha baş
ka kesici araçlar yapan veya satan kimse.
bı
çakçı
lı
k
* Bı
çak ve benzeri ş
eyleri yapma veya satma iş
i.
bı
çaklama
* Bı
çaklamak iş
i.
bı
çaklamak
* Bı
çakla kesmek.
* Bı
çakla yaralamak.
bı
çaklanma
* Bı
çaklanmak iş
i.
bı
çaklanmak
* Bı
çaklamak iş
ine konu olmak.
bı
çaklatma
* Bı
çaklatmak iş
i.
bı
çaklatmak
* Bı
çakla saldı
rı
yıtahrik etmek, bı
çakla saldı
rtmak ve yaralatmak.
bı
çaklı
* Bı
çağı
olan.
bı
çaklı
k
* Bı
çak koyacak yer.
* Bı
çak yapmaya elveriş
li (maden).
bı
çı
k
* Sel veya dere yatağı
.
bı
çı
lgan
* Azmı
ş
, yayı
lmı
ş(yara).
* Hayvanları
n tı
rnak kökünde oluş
an yara.
bı
çkı
* Tahta veya ağ
aç biçmekte kullanı
lan, karş
ı
lı
klıiki sapıolan ve iki kiş
i tarafı
ndan kullanı
lan büyük testere.
* Motorla çalı
ş
an bir çeş
it güçlü testere.
* Saraç bı
çağı
.
* Bağbudamaya yarayan diş
li bı
çak.
bı
çkı
evi
* Tomruklardan kalas, kalaslardan daha ince tahtalar kesen, boyları
nıve kenarları
nıdüzgün ve eş
it olarak
düzelten işyeri.
bı
çkı
tozu
* Doğramacı
lı
kta bı
çkı
dan çı
kan ve çoklukla yakacak olarak kullanı
lan toz ve talaş
.
bı
çkı
cı
* Bı
çkıile ağ
aç ve tahta kesen kimse.
* Bı
çkıyapı
p satan kimse.
bı
çkı
hane
* Bı
çkıevi.
bı
çkı
n
* Külhanbeyi, kabadayı
.
* Korkusuz, gözü pek, yürekli, cesur.
bı
çkı
nlaş
ma
* Bı
çkı
nlaş
mak iş
i.
bı
çkı
nlaş
mak
* Kabadayı
lı
k taslamak.
bı
çkı
nlı
k
bı
dı
k
* Bı
çkı
n olma durumu.
* Kı
sa ve tı
knaz.
bı
kı
lma
* Bı
kı
lmak iş
i.
bı
kı
lmak
* Usanı
lmak.
bı
kı
p usanmak
* çok bezmek.
bı
kı
ş
* Bı
kma iş
i veya biçimi.
bı
kı
ş
ma
* Bı
kı
ş
mak iş
i.
bı
kı
ş
mak
* Karş
ı
lı
klıolarak birbirinden bı
kmak.
bı
kkı
n
* Çok bı
kmı
ş
, usanmı
ş
, bezmiş
.
bı
kkı
nlı
k
* Çok bı
kmı
şolma durumu.
bı
kkı
nlı
k gelmek
* bı
kmak, usanmak, bunalmak.
bı
kkı
nlı
k vermek
* bir ş
eyi sürekli tekrarlayarak karş
ı
sı
ndakini usandı
rmak.
bı
kkı
ntı
* Bı
kma duygusu.
bı
kma
* Bı
kmak iş
i.
bı
kmak
* Tekrarlanması
, sürüp gitmesi yüzünden bir ş
eyden doygunluk veya yorgunluk duyarak onu istemez
duruma gelmek, usanmak.
* Dayanamaz duruma gelmek.
bı
ktı
rı
cı
* Bı
kkı
nlı
k verici.
bı
ktı
rma
* Bı
ktı
rmak iş
i.
bı
ktı
rmak
* Bı
kması
na yol açmak, bı
kkı
nlı
k vermek, usandı
rmak.
bı
ldı
r
* Geçen yı
l, bir yı
l önce.
bı
ldı
rcı
n
* Tavukgillerden, boz renkli, benekli, yurdumuzda en çok güzün, eti için avlanan göçebe kuş(Coturnix).
bı
ldı
rcı
n eti
* Bı
ldı
rcı
n kuş
unun saka ve avcı
larca beğ
enilen kı
rmı
zıeti.
bı
ldı
rcı
n gibi
* kı
sa boylu, dolgunca, alı
mlı(kadı
n).
bı
lkı
ma
* Bı
lkı
mak iş
i veya durumu.
bı
lkı
mak
* Bozulmak, yumuş
amak, zedelenmek, erimek.
bı
llı
k bı
llı
k
* Çok tombul, etli butlu.
bı
ngı
l bı
ngı
l
* Dolgun ve pelte gibi titrek.
bı
ngı
ldak
* Kafatasıkemikleş
meden önce kemiklerin birleş
me yerlerinde bulunan kı
kı
rdak bölümü.
bı
ngı
ldama
* Bı
ngı
ldamak iş
i.
bı
ngı
ldamak
* (et ve sı
vıiçin) Yumuş
aklı
k veya ş
iş
manlı
k sebebiyle oynamak, titremek.
bı
rak Allah'ı
nıseversen
* bir kimse veya nesnenin değ
ersizliğini belirtmek için kullanı
lı
r.
bı
rak ki
* saymasak, hesaba katmasak da.
bı
rakı
lma
* Bı
rakı
lmak iş
i veya durumu.
bı
rakı
lmak
* Bı
rakmak iş
ine konu olmak, terk edilmek.
bı
rakı
m
bı
rakı
ş
* Bı
rakmak iş
i.
* Bı
rakma iş
i veya biçimi.
bı
rakı
ş
ma
* Karş
ı
lı
klıbı
rakmak iş
i, ateş
kes, mütareke.
bı
rakı
ş
mak
* Savaş
ma, çarpı
ş
ma gibi durumlarıkarş
ı
lı
klı
bı
rakmak, ateş
kes yapmak, mütareke yapmak.
bı
rakı
t
bı
rakma
* Tereke.
* Bı
rakmak iş
i.
* Salı
verme, terk.
bı
rakmak
* Elde bulunan bir ş
eyi tutmaz olmak.
* Koymak.
* Bir iş
i baş
ka bir zamana ertelemek.
* Unutmak.
* Eski bulunduğu yerini veya durumunu değiş
tirmemek.
* Saklamak, artı
rmak.
* Bir iş
in sorumluluğ
unu, yükümlülüğünü baş
kası
na vermek, görevlendirmek.
* Engel olmamak.
* Sarkı
tmak.
* (ölen, ayrı
lan birinden iş
, kiş
i, nesne vb.) Kalmak.
* Bir alı
ş
kanlı
ktan veya bir iş
ten vazgeçmek.
* Uğ
raş
maz olmak, artı
k uğ
raş
mamak.
* (bı
yı
k veya sakal) Uzatmak.
* Özgürlük vermek, hürriyetine kavuş
ması
nısağ
lamak.
* Boş
amak.
* Kötü bir durumda terk etmek.
* Ayrı
lmak; terk etmek.
* Sı
nı
f geçirmemek, döndürmek.
* Bir pazarlı
kta, belli bir fiyata vermeyi kabul etmek.
* Bakı
lmak, korunmak için vermek.
* Yanı
na almamak, yanı
nda götürmemek.
* Sahiplik hakkı
nıbaş
kası
na vermek.
* Yapı
ş
ı
k olan bir ş
ey yapı
ş
ı
klı
ktan kurtulmak.
* (bulunduğ
u veya dokunduğ
u yerde) Oluş
turmak, meydana getirmek.
bı
raktı
ğ
ı
m (bı
raktı
ğ
ı
), bağladı
ğı
m (bağladı
ğı
) yerde (çayı
rda) otluyorsun (otluyor)
* uzun süredir hiçbir ilerleme ve değ
iş
iklik göstermiyor (veya göstermiyorsun).
bı
raktı
rma
* Bı
raktı
rmak iş
i.
bı
raktı
rmak
* Bı
rakması
nısağlamak, bı
rakması
na yol açmak.
bı
tı
rak
* Kı
rlarda yetiş
en yabanî bir otun dı
ş
ı
dikenli tohumu.
bı
yı
ğı
terlemek
* bı
yı
ğı
yeni yeni çı
kmaya baş
lamak.
bı
yı
ğı
nıbalta kesmez olmak
* kimseden korkusu olmamak.
bı
yı
ğı
nısilmek
* bir iş
i olmuşbitmişsayarak onunla uğraş
maktan vazgeçmek.
bı
yı
k
* Üst dudak üzerinde çı
kan kı
llar.
* Balı
klarda deri uzantı
sı
.
* Asma gibi bitkilerde, sarı
lı
p tutunmaya yarayan sürgün.
bı
yı
k altı
ndan gülmek
* birinin durumuna belli etmemeye çalı
ş
arak gülümsemek.
bı
yı
k bı
rakmak
* bı
yı
k uzatmak.
bı
yı
k burmak (veya bükmek)
* çalı
m yapmak amacı
yla bı
yı
kları
nı
kı
vı
rmak.
bı
yı
klanma
* Bı
yı
klanmak iş
i.
bı
yı
klanmak
* Bı
yı
ğıçı
kmak, bı
yı
klıduruma gelmek.
bı
yı
kları
ele almak
* delikanlı
lı
k çağ
ı
na girmek.
bı
yı
klı
* Bı
yı
ğıolan, bı
yı
ğ
ı
nıtı
raşetmemişolan.
bı
yı
klıbalı
k
* Sazangillerden, büyüklerinin boyu 2 m yi bulan, eti sevilen bir balı
k (Barbus fluviatilis).
bı
yı
ksı
z
* Bı
yı
ğıolmayan, bı
yı
ğ
ı
nıtı
raşetmişolan.
bı
zbı
z
bı
zdı
k
bı
zı
r
* Davula sol elle vurulan ince değ
nek.
* Ufak çocuk.
* Kadı
nlı
k organı
nı
n üst yanı
nda cinsel zevk duyumu noktası
olan bölüm, klitoris.
Bi
bîaman
* Bizmut'un kı
saltması
.
* Hoş
görüsüz, amansı
z, gaddar, zalim.
biat
* Bir kimsenin egemenliğ
ini tanı
ma.
* Osmanlıİ
mparatorluğunda padiş
ah ölünce tahta geçecek oğlunun devlet yönetimindeki etkili gruplarca
kabul ve tasdik edilmesi.
biat edilmek
* birinin egemenliğ
i tanı
nmak.
biat etmek
* birinin egemenliğ
ini tanı
mak, kabul etmek.
bîbaht
bîbehre
biber
* Bahtsı
z, kadersiz, kötü talihli.
* Payıolmayan, pay almamı
ş
.
* Patlı
cangillerden, yurdumuzda çok yetiş
en bir bitki (Capsicum annuum).
* Bu bitkinin, tazeyken sebze olarak yenilen veya kurutulup baharat olarak yararlanı
lan ürünü.
biber atmak
* içine biber koymak.
biber gibi
* çok acı
.
biber gibi yanmak
* (deri, göz vb.) çok acı
mak.
biber salçası
* Kı
rmı
zı
biberden yapı
lmı
şsalça.
biber turş
usu
* Yalnı
zca uzun yeş
il biberden yapı
lmı
şturş
u.
biberiye
* Ballı
babagillerden, Akdeniz çevresinde çok yetiş
en, güzel kokulu yaprakları
nıdökmeyen, çiçekleri soluk
mavi renkli, çok yı
llı
k bir bitki (Rosmarinus officinalis).
biberleme
* Biberlemek iş
i.
biberlemek
* Biber serpmek, biber katmak.
biberli
biberlik
biberon
*İ
çine biber katı
lmı
ş
.
* Acı
.
* Biber konulan küçük kap.
* Biber yetiş
tirilen yer.
* Genellikle süt çocukları
na süt ve sulu yiyecekleri içirmekte kullanı
lan emzikli ş
iş
e.
bibersiz
bibi
bibliyofil
*İ
çine biber katı
lmamı
ş
.
* Acı
sı
z.
* Babanı
n kı
z kardeş
i, hala.
* Kitapsever.
bibliyograf
* Bibliyografya uzmanı
, kaynaklarıbilen uzman.
bibliyografi
* Bibliyografya.
bibliyografik
* Kaynakla ilgili.
bibliyografya
* Kaynaklar, kaynakça.
bibliyoman
* Bibliyomanisi olan (kimse).
bibliyomani
* Hastalı
k derecesine varan kitap sevgisi, kitap düş
künlüğü.
bibliyotek
* Kitaplı
k, kütüphane.
bibliyotekçi
* Kütüphaneci.
biblo
* Çeş
itli maddelerden yapı
lan heykel, vazo gibi zarif küçük süs eş
yası
.
biblo gibi
* ufak tefek, zarif (kı
z).
bici
bicik
bicili
* Bkz. cici bici.
* Meme, meme baş
ı
.
* Bkz. cicili bicili.
bîçare
* Çaresiz, zavallı(kimse).
bîçare olmak
* çaresiz kalmak.
bîçarelik
biçem
* Biçare olma durumu, zavallı
lı
k, çaresizlik.
* Üslûp.
biçenek
* Her yı
l belirli bir süre otlatı
ldı
ktan sonra yeniden geliş
en bitkilerin biçilerek değ
erlendirildiğ
i tabiî çayı
r.
biçerbağ
lar
* Ekini hem biçen, hem de bağdurumuna getiren makine.
biçerdöver
* Ekin biçen, döven, taneleri ayı
ran, samanıbağ
lam veya balya durumuna getiren makine.
biçici
biçicilik
biçilme
* Biçmek iş
ini yapan (kimse).
* Biçicinin iş
i veya mesleği.
* Biçilmek iş
i.
biçilmek
* Biçmek iş
ine konu olmak.
biçilmişkaftan
* bütünü ile uygun, elveriş
li (iş
).
biçim
biçim
* Dı
şgörünüş
,ş
ekil.
* Yakı
ş
ı
k alan ş
ekil, uygun ş
ekil.
* Herhangi bir ş
eyin benzeri.
* Sanat ve edebiyat eserlerinde dı
şgörünüş
, form.
* Tarz.
* Manzumelerin kuruluşve uyak düzenlerine göre olan dı
şgörünüş
ü, ş
ekil.
* Biçmek iş
i.
biçim almak
* biçimlenmek, belli bir biçime girmek, ş
ekillenmek.
biçim bilimi
* Yapıbilimi, morfoloji.
biçim birimi
* Kelimelere gramer bakı
mı
ndan biçim veren, çoğ
u ek durumunda olan öge, morfem.
biçimci
* Biçimcilik yanlı
sıolan (kimse).
* Alı
ş
ı
lmı
şkural, tutum, davranı
şveya belli biçimin dı
ş
ı
na çı
kmayan (kimse), ş
ekilci, formaliteci, formalist.
biçimcilik
* Biçime sı
kısı
kı
ya bağ
lı
lı
k.
* Özü, içeriği yeterince önemsemeden, yalnı
z biçim üzerinde duran, biçime ağı
rlı
k veren görüş
.
biçime sokmak (veya biçim vermek)
* bir ş
eyi biçimlendirmek.
biçimine getirmek
* sı
rası
nı
, fı
rsatı
nı
bulmak, punduna getirmek, en uygun durumunu yakalamak.
biçimleme
* Çeş
itli maddelerin biçimsel imkânlarıile birbirleri arası
ndaki düzen iliş
kilerini araş
tı
rma iş
i.
biçimlendirilme
* Biçimlendirilmek iş
i.
biçimlendirilmek
* Bir ş
eye biçim verilmek.
biçimlendirme
* Biçimlendirmek iş
i, ş
ekillendirme.
biçimlendirmek
* Bir ş
eye belirli bir biçim vermek, ş
ekillendirmek.
biçimlenme
* Biçimlenmek iş
i, ş
ekillenme.
biçimlenmek
* Bir ş
ey belli bir biçim kazanmak, ş
ekillenmek.
biçimli
biçimsel
* Biçimi güzel olan, mevzun.
* Ortamı
na uygun düş
en, yakı
ş
ı
k alan.
* Biçime dayanan, biçimle ilgili, ş
ekle ait, ş
eklî, formel.
biçimselleş
tirme
* Biçimselleş
tirmek iş
i.
biçimselleş
tirmek
* Biçimsel duruma getirmek.
* Bir kuramıbiçimsel bir kurama dönüş
türmek.
biçimsellik
* Biçime uygun olma durumu.
biçimsiz
* Kendine özgü bir biçimi olmayan, biçimi bozuk, ş
ekilsiz.
* Kötü, hoşolmayan, yakı
ş
ı
ksı
z.
* Kendine özgü billûrlaş
mı
şbir biçimi olmayan (madde), amorf.
biçimsizleş
me
* Biçimsizleş
mek iş
i.
biçimsizleş
mek
* Biçimsiz duruma gelmek, biçimi bozulmak.
biçimsizlik
* Biçimsiz olma durumu.
* Çirkinlik, yakı
ş
ı
ksı
zlı
k.
biçiş
biçki
* Biçmek iş
i veya biçimi.
* Dikilecek kumaş
ıbelli bir modele ve ölçüye göre kesme sanatı
.
biçki dikişkursu
* Terzilik mesleğini öğretmek amacı
yla verilen kurs.
biçki dikişyurdu
* Halka açı
k terzilik mesleğ
ini öğ
retme ve uygulama yeri.
biçki yapmak
* dikilecek kumaş
ıbelli bir modele ve ölçüye göre kesmek.
biçki yurdu
* Biçki ve dikişokulu.
biçkici
* Kumaş
ıbelli bir modele göre biçen (kimse).
biçme
* Biçmek iş
i.
* Alt ve üst tabanlarıbirbirine paralel ve eş
it iki çokgenden, yanal ayrı
tı
ları
da eş
it ve paralel doğ
rulardan
oluş
an çok düzlemli cisim, menş
ur, prizma.
* Yontulmuşyapıtaş
ı
.
biçmek
* Belli bir biçim vererek kesmek.
* Dikilecek kumaş
ıbelli bir ölçüye ve modele uygun olarak makasla kesmek.
* Ekini, otu orakla, tı
rpanla, makine ile kesmek.
* Yaylı
m ateş
iyle öldürmek.
* (değ
er, paha, fiyat) Koymak.
biçtirme
* Biçtirmek iş
i.
biçtirmek
* Biçmek iş
ini yaptı
rmak.
bîdar
* Uyanı
k, uyumayan.
bid'at
*İ
slâm dininde Hz. Muhammed zamanı
ndan sonra ortaya çı
kan değ
iş
ik yargı
lar ve ilkeler.
* Sonradan türeyen ş
ey.
bidayet
* Baş
lama, baş
langı
ç.
bide
bidon
bidoncu
* Bedenin belden aş
ağ
ıbölümlerini yı
kamakta kullanı
lan tuvalet aracı
.
*İ
çine sı
vımaddeler konulan, sac, plâstik veya çinkodan yapı
lmı
ş
, çoğ
unlukla silindir biçiminde kap.
* Bidon satan kimse.
bienal
* Yı
l aş
ı
rı
, iki yı
lda bir olan.
biftek
bîgâne
bîgânelik
bigudi
* Izgara veya tavada piş
irilen dana eti dilimi.
* Yabancı
.
*İ
lgisiz.
* Bîgâne olma durumu.
* Kadı
nları
n saçları
nıkı
vı
rmak için kullandı
kları
, metal veya plâstikten, boru biçiminde küçük araç.
bîgünah
bîhaber
* Suçsuz, günahsı
z.
* Habersiz, bilgisiz.
bihakkı
n
* Hakkıile, hakkıolarak, gerçekten.
bîhuş
bîilâç
* Şaş
kı
n, sersem, aklıbaş
ı
nda olmayan, deli.
*İ
lâçsı
z, çaresiz, umutsuz.
bijon anahtarı
* Araba tekerleklerinin somunları
nısökmek için kullanı
lan alet.
bijuteri
* Kuyumcunun yaptı
ğ
ıdeğerli takı
ları
n tamamı
.
* Değerli olmayan maden veya taş
lardan yapı
lmı
ştakı
, süs eş
yası
.
bîkarar
* Kararsı
z, tereddütlü.
bikarbonat
* Hidrojen karbonatları
n genel adı
.
bîkes
bîkeslik
* Kimsesiz.
* Bîkes olma durumu.
bikini
*İ
ki parçalıkadı
n mayosu.
bikir
* Kı
zlı
k, erdenlik.
bilâder ağacı
* Amerika elması
.
bilâhare
* Sonra, sonradan, daha sonra, sonraları
.
bilâistisna
*İ
stisnası
z, ayrı
ksı
z, ayrı
m yapı
lmadan.
bilâkaydüş
art
* Kayı
tsı
z ve ş
artsı
z olarak, herhangi bir kı
sı
tlama olmaksı
zı
n.
bilâkis
* Tersine olarak, tam tersine, tersine, aksine.
bilânço
* Bir kuruluş
un veya bir ticarethanenin belirli bir dönem sonundaki veya belirli bir gündeki taş
ı
nı
r ve
taş
ı
nmaz varlı
klarıile bunları
sağlamak için kullanı
lan öz ve yabancıkaynaklarıdengeli olarak gösteren çizelge.
* Giriş
ilen herhangi bir iş
te, belirli bir süre sonunda elde edilen iyi ve kötü sonuçları
n karş
ı
lı
klıdurumu.
bilâr
* Katranlı
kı
ldan yapı
lan ve kalafat iş
lerinde kullanı
lan bir tür macun.
bilârdo
* Yeş
il çuha kaplıbir masa üzerinde, fil diş
i toplarla ve isteka ile oynanan bir oyun.
bilârdocu
* Bilârdo oynayan veya oynatan kimse.
bilârdoculuk
* Bilârdo salonunu iş
letme veya oynama iş
i.
bilâvası
ta
* Vası
tası
z, araçsı
z, aracı
sı
z, dolaysı
z, doğ
rudan doğ
ruya.
bilcümle
* Bütün, hep ...-in hepsi.
bildiğinden ş
aş
mamak (veya kalmamak)
* hiçbir etkiye aldı
rı
şetmeyerek doğ
ru bildiğ
i davranı
ş
ısürdürmek.
bildiğini okumak
* herkes ne derse desin bildiği, istediği gibi davranmak.
bildiğini yapmak
* verilen öğ
ütleri dinlemeyerek tutumunu sürdürmek.
bildiğini yedi mahalle bilmez
* bir kimsenin çok kurnaz, çok bilmişolduğunu anlatı
r.
bildik
* Tanı
dı
k.
bildik çı
kmak
* birbirlerini eskiden bildiklerini veya ailece tanı
ş
tı
kları
nıanlamak.
bildim bileli (veya bildik bileli)
* öteden beri, eskiden beri.
bildirge
* Bir kimsenin resmî bir kuruluş
a herhangi bir durumu bildirmek için verdiği çizelge, beyanname.
* Vergi yükümlülerinin belli zamanlarda, bağlıolduklarıvergi dairelerine verdikleri gelir bildirme belgesi,
beyanname.
bildiri
* Resmî bir makam, kurum veya bir topluluk tarafı
ndan herhangi bir durumu ilgililere duyurmak için yazı
lan
yazı
, tebliğ, tebligat.
* Bilimsel bir konu üzerine yazı
lan açı
klama, tebliğ
.
bildirilme
* Bildirilmek iş
i veya durumu.
bildirilmek
* Bildirmek iş
ine konu olmak, duyurulmak, haber verilmek.
bildirim
* Yazı
lıolarak yapı
lan açı
klama, tebliğ.
* Bu açı
klamanı
n yapı
ldı
ğıkâğ
ı
t, ihbarname.
bildirim ödencesi
* Süresi belli olmayan sürekli işsözleş
melerinin daha önce bildirim yapı
lmaksı
zı
n yürürlükten kaldı
rı
lması
sebebiyle yükümlü olanlarca karş
ı
tarafa verilmesi zorunlu olan ödence, ihbar tazminatı
.
bildiriş
* Bildirmek iş
i veya biçimi.
bildiriş
im
*İ
letiş
im, haberleş
me, komünikasyon.
bildiriş
me
* Bildiriş
mek iş
i veya durumu.
bildiriş
mek
* Bir duygu veya düş
ünceyi iş
aretle veya sesler dizgesiyle bildirerek anlaş
mak.
bildirme
* Bildirmek iş
i, beyan.
bildirme cümlesi
* Yüklemi bildirme kiplerinden biriyle kurulan cümle.
bildirme kipleri
* Belli zaman kavramıveren, belirli geçmiş
, belirsiz geçmiş
,ş
imdiki zaman, genişzaman, gelecek zaman
kipleri: Gel-di, gelmiş
, gel-iyor, gel-ir, gel-ecek gibi.
bildirmek
* Herhangi bir ş
eyi haber vermek.
* Herhangi bir konuda bilgi vermek.
* Anlatmak, ifade etmek.
bile
* Birlikte.
* Aynızamanda, da, de, dahi.
* Üstelik.
bile bile
* Bilerek, isteyerek, önceden tasarlayarak, düş
ünülerek, kasten.
bile bile lâdes
* Kötü bir durumu öyle gerektiği için kabullenmişgörünme, bilerek aldanmı
şgörünme.
bilecen
* Her ş
eyi bilen, her ş
eyden anlayan.
* Bilgiçlik taslayan, ukalâ.
bilecenlik
* Bilecen olma durumu.
bileği
* Kesici araçlarıbilemek için kullanı
lan alet.
bileği taş
ı
* Bı
çak, çakı
, makas gibi kesici araçlarıbilemekte kullanı
lan ince taneli sarış
ist.
bileğinde altı
n bileziği olmak
* Bkz. kolunda altı
n bileziği olmak.
bileğine güvenmek
* gücüne veya hünerine güvenmek.
bileğine kadar (veya bileklerine kadar)
* (çamur, kar için) ayaklarıiçine gömülecek biçimde.
* (giysi eteğ
i için) yalnı
z ayaklar görünecek kadar (uzun).
bileğinin hakkıile
* kendi gücü ve kendi çalı
ş
masıile.
bilek
* Elle kolun, ayakla bacağı
n birleş
tiğ
i bölüm.
* Güç, kuvvet.
bilek damarı
* Nabı
z.
bilek gibi
* (saç veya akarsu için) gür, kalı
n.
bilek gücü
* Kol kuvveti.
bilek güreş
i
* Karş
ı
lı
klıiki kiş
i dirseklerini dayayarak birbirlerinin bileğini bükmek.
bilek kuvveti
* Beden kuvveti, kol kuvveti.
bilek saati
* Bileğe takı
lan küçük saat.
bileklik
* Oyunlarda bileğ
in incinmesini önlemek için bileğ
e takı
lan meş
in sargı
.
bileme
* Bilemek iş
i.
bilemedin (veya bilemediniz)
* en çok, en fazla.
bilemek
bilenme
bilenmek
bilerek
bileş
en
* Kesici aletleri zı
mpara veya bileğ
i taş
ı
nda keskinleş
tirmek, keskin duruma getirmek, keskinleş
tirmek.
* Güçlendirmek, etkisini artı
rmak.
* Bilenmek iş
i.
* Bilemek iş
ine konu olmak, keskin duruma getirilmek.
* Bir iş
e yoğ
un bir biçimde hazı
rlanmak, konsantre olmak.
* Hı
rslanmak, aş
ı
rıderecede istemek.
* isteyerek, kasten.
* Bir bileş
ke oluş
turan kuvvetlerin her biri.
bileş
ik
* Birleş
erek oluş
muş
, basit olmayan, mürekkep.
* Kimyasal tepkimeler sonucu iki veya daha çok elementten oluş
an ve bunlardan bağı
msı
z fiziksel, kimyasal
nitelikler gösteren (madde).
* Ses ve görüntünün birlikte yer aldı
ğ
ıfilm parçası
.
bileş
ik faiz
* Süre tarihine dek birikmişfaizlerin ana paraya eklenmesiyle elde edilen toplam üstünden ödenen faiz,
mürekkep faiz.
bileş
ik kap
* Birleş
ik kap.
bileş
ik kaplar
* Birleş
ik kaplar.
bileş
ik kesir
* Payıpaydası
na eş
it veya payı
paydası
ndan büyük olan kesir.
bileş
ik önerme
* En az iki önermeden oluş
an yeni önerme.
bileş
ikgiller
* Bitiş
ik yapraklıiki çeneklilerden, çiçekleri kömeç durumunda toplu olarak bulunan, bazıcinsleri uçucu yağ
veya süt taş
ı
yan bir familya.
bileş
im
*İ
ki veya daha çok öge bir araya gelerek yeni bir öge oluş
turma, terkip.
* Bir maddenin hangi kimyasal türlerden oluş
tuğunu belirleyen verilerin tamamı
.
* Bileş
me sonucu oluş
an cisim.
* Bileş
mek iş
i veya durumu.
bileş
ke
bileş
me
* Bir cisme uygulanan birkaç kuvvetin toplam etkisine eş
it olan tek kuvvet, muhassala.
* Bileş
mek iş
i, terekküp.
bileş
mek
*İ
ki veya daha çok öge bir araya gelerek yeni bir öge oluş
turmak, terekküp etmek.
bileş
tirici
* Bileş
tirmek iş
ini yöneten kimse.
bileş
tirme
* Bileş
tirmek iş
i.
bileş
tirmek
* Bileş
mesini sağlamak.
*İ
ki veya daha çok vektörün, paralel kenar kuralı
na uygun olarak geometrik toplamı
nı
almak, geometrik
toplam.
bilet
* Para ile alı
nan, konser, sinema, tiyatro gibi eğlence yerlerine girme, ulaş
ı
m araçları
na binme veya bir talih
oyununa katı
lma imkânı
nıveren belge.
bilet kesmek
* bileti koparı
p alı
cı
ya vermek, bilet satmak.
biletçi
* Bilet satan görevli.
biletçilik
* Bilet satma iş
i.
biletli
biletme
biletmek
* Bileti olan.
* Biletmek iş
i.
* Bilemek iş
ini yaptı
rmak.
biletsiz
bileyici
* Bileti olmayan.
* Kesici aletleri bilemeyi işedinmişolan kimse, zağcı
.
bileyicilik
* Bileyicinin yaptı
ğ
ıiş
, zağ
cı
lı
k.
bilezik
* Bileğe süs için takı
lan halka.
*İ
ki borunun ucunu birleş
tirmeye yarayan halkaya benzer parça.
* Motor pistonları
na, yağ
lama, soğ
utma, özellikle sı
zı
ntı
yıönleme gibi amaçlarla yerleş
tirilmiş
, genel olarak
dökme demirden yapı
lmı
ş
, uçlarıaçı
k ve esnek halka.
* Kelepçe.
* Mobilyaları
n ayak altları
na takı
lan kare, dikdörtgen, silindir, kesik koni ve benzeri ş
ekilli, pirinç veya nikel
kaplıdemirden yapı
lmı
ş
, iki ucu delik gereç.
bilezikli
* Bileziğ
i olan.
* Bilezik takmı
şolan.
bilfarz
* Tutalı
m ki, sayalı
m ki, söz geliş
i, diyelim ki.
bilfiil
bilge
bilgece
*İ
şolarak, işedinerek, gerçekten.
* Bilgili, iyi ahlâklı
, olgun ve örnek (kimse), hakim.
* Bilgeye yaraş
ı
r (biçimde), hâkimane.
bilgelik
* Bilge olma durumu ve niteliğ
i.
* Bilgi, hikmet.
* (İ
lk Çağfelsefesinde) Kendini tanı
manı
n bilgisi, vukuf.
bilgi
*İ
nsan aklı
nı
n erebileceğ
i olgu, gerçek ve ilkelerin bütününe verilen ad, malûmat.
* Öğrenme, araş
tı
rma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malûmat, vukuf.
*İ
nsan zekâsı
nı
n çalı
ş
masısonucu ortaya çı
kan düş
ünce ürünü, malûmat, vukuf.
* Genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradı
ğ
ıtemel düş
ünceler, malûmat.
* Bilim.
* (biliş
imde) Kurallardan yararlanarak kiş
inin veriye yönelttiği anlam.
bilgi edinmek
* öğrenmek, bilgi almak.
* Bir durumu öğrenmek.
bilgi iş
lem
* Özellikle bilgisayar vb. makinelerle yapı
lan iş
lemlerin düzenli biçimde yürütülmesi.
bilgi kuramı
* Bilginin temelini, bilim alanı
nda uygulanan yöntemleri, sı
nı
r ve güvenilirlik bakı
mı
ndan inceleyip araş
tı
ran
felsefe dalı
, epistemoloji.
bilgi ş
öleni
* Belli bir konunun tartı
ş
ı
ldı
ğ
ıbilimsel toplantı
, sempozyum.
bilgi toplamak
* değ
iş
ik yer ve kaynaklardan sağ
lanan bilgileri bir araya getirmek.
bilgici
* Sofist.
bilgicilik
bilgiç
* Antik Yunan felsefesinde eleş
tiri akı
mı
, sofizm.
* Baş
kası
nıyanı
ltmak için doğru olmadı
ğ
ıbilinerek yapı
lan uslamlama ve çı
karsama, safsatacı
lı
k.
* Bilgili kimse.
* Bilgisiz olduğ
u hâlde bilgili görünmek isteyen, bilgili geçinen kimse.
bilgiç bilgiç
* Bilgisi olduğ
unu göstererek, bildirerek.
bilgiçlik
* Bilgiç olma durumu.
bilgiçlik satmak (veya taslamak)
* bilmediği hâlde bilir görünmek, bilgin geçinmek.
bilgilendirme
* Bilgilendirmek iş
i veya durumu.
bilgilendirmek
* Bir konuda bilgi sahibi olması
nısağ
lamak, haberdar etmek.
bilgilenme
* Bilgilenmek iş
i veya durumu.
bilgilenmek
* Bilgi sahibi olmak, öğ
renmek.
bilgili
* Bilgi sahibi olan, malûmatlı
, haberli.
* Bilerek.
bilgilik
* Ansiklopedi.
bilgin
bilgince
bilginlik
* Bilimsel bir konuda çok bilgisi olan (kimse), âlim.
* Bilgine yakı
ş
ı
r, bilgin tavrı
nda, bilgin gibi.
* Bilgin olma durumu.
bilgisayar
* Çok sayı
da aritmetiksel veya mantı
ksal iş
lemlerden oluş
an bir iş
i, önceden verilmişbir programa göre
yapı
p sonuçlandı
ran elektronik araç, elektronik beyin, kompüter.
bilgisayarcı
* Bilgisayar alı
m satı
mcı
sı
.
* Bilgisayar programcı
sı
, yapı
mcı
sıveya mühendisi.
bilgisayarcı
lı
k
* Bilgisayar ticareti veya uzmanlı
ğ
ı
.
bilgisayarlamak
* Bilgisayara geçirmek.
bilgisayarlaş
mak
* Bilgisayar düzeniyle donatı
lmak.
bilgisiz
bilgisizlik
* Bilgi sahibi olmayan, malûmatsı
z, cahil.
* Bilgisiz olma veya bilgi yokluğ
u durumu, cehalet.
bilgiyazar
* Elektronik sistemle dizgi yapan alet.
bilhassa
* Hele, her ş
eyden önce, baş
ta, özellikle, en çok, mahsus.
bili
bili bili
bilici
* Bilgi, malûmat.
* Tavuk gibi kümes hayvanları
nıçağı
rmak için çı
karı
lan ses.
* Bilen.
bililtizam
* Bile bile, bilerek ve isteyerek.
bilim
* Evrenin veya olayları
n bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten
yararlanarak yasalar çı
karmaya çalı
ş
an düzenli bilgi, ilim.
* Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi.
* Belli bir konuyu bilme isteğ
inden yola çı
kan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araş
tı
rma
süreci.
bilim adamı
* Bilimsel çalı
ş
malarla uğ
raş
an kimse, bilgin, âlim.
bilim dı
ş
ı
* Bilime aykı
rı
, bilime uymaz, gayriilmî.
bilim kadı
nı
* Bkz. bilim adamı
.
bilim kuramı
* Bilimlerin koyduklarıdüş
ünsel sorunlarıinceleyen ve tek tek bilimlerin yöntemlerini, ilkelerini,
varsayı
mları
nıaraş
tı
ran felsefe dalı
.
bilim kurgu
* Çağ
daşbilim verileriyle düşgücünden oluş
an film, roman vb.
bilim kurgusal
* Biyoloji ve elektrikle ilgili olan, biyonik.
bilimci
* Bilgin.
bilimcilik
* Bilginin, temeli olarak yalnı
z bilim yöntemine önem verme, ilimcilik.
bilimsel
* Bilimle ilgili, bilime dayanan, ilmî.
bilimsel deneycilik
* Her bilginin deneyle veya gözlemle doğ
rulanabileceğini, sı
nanabileceğini savunan felsefe akı
mı
.
bilimsel düş
ünce
* Bilim temeline dayanan özgür eleş
tirici, araş
tı
rı
cıve bağı
msı
z düş
ünce.
bilimsel sosyalizim
*İ
htilâlci sosyalizm, Marxçı
lı
k.
bilimsel toplantı
* Uzmanları
n katı
lı
mıile gündemi bilimsel konuları
n oluş
turduğu toplantı
.
bilimselleş
tirme
* Bilimselleş
tirmek iş
i.
bilimselleş
tirmek
* Bilimin metotları
na uygun duruma getirmek.
bilimsellik
* Bilimsel olma durumu.
bilimsiz
* Bilime, bilim yöntemlerine uygun olmayan gayriilmî.
bilimsizlik
* Bilimsiz olma durumu bilimsizce iş
.
bilincine varmak
* anlamak, kavramak.
bilincini yitirmek
* bilincini herhangi bir sebeple yitirmek.
bilinç
*İ
nsanı
n kendisini ve çevresini tanı
ma yeteneğ
i, ş
uur.
* Algıve bilgilerin zihinde duru ve aydı
nlı
k olarak izlenme süreci, ş
uur.
* Temel bilgi, temel görüş
.
* Bir toplumdaki ruhî etkinliklerin veya ruhî durumları
n bütünü.
* Dimağ.
bilinç akı
ş
ı
* Düş
üncelerin arka arkaya birbirini izlemesi.
* Kiş
inin aklı
ndan geçenlerin birinci kiş
i ağ
zı
ndan yansı
tı
lması
.
bilinç dı
ş
ı
* Bilinçsizce yapı
lan işve etkinliklerin bütünü gayriş
uur.
*İ
nsan ruhunun, baskıaltı
nda tutulan isteklerle bunlara bağlıdüş
üncelerden oluş
an ve bilince ulaş
amayan
bölümü.
bilinç kaybı
* Hafı
za yitimi.
bilinçaltı
* Bilinç dı
ş
ıolmakla birlikte, dilendiğ
i zaman kapsamı
ndakilerin bilince çağrı
labildiğ
i zihin bölgesi, ş
uuraltı
tahteş
ş
uur.
bilinçlendirme
* Bilinçlendirmek iş
i.
bilinçlendirmek
* Bilinçli duruma getirmek.
bilinçlenme
* Bilinçlenmek iş
i.
bilinçlenmek
* Bilinçli duruma gelmek, ş
uurlanmak.
bilinçli
bilinçlilik
bilinçsiz
* Bilinci olan, bilinçle yapı
lan, ş
uurlu.
* Eleş
tirmeli bir biçimde, kendi etkinliğ
inin farkı
nda olan, ş
uurlu.
* Bilinçli olma durumu ş
uurluluk.
* Nesne, olay ve edimlere uyanı
k bulunma durumu, ş
uurluluk.
* Bilinci olmayan, bilinçle yapı
lmayan, ş
uursuz.
* Kendi etkinliğ
ini eleş
tirmeli bir biçimde sezmeyen, ş
uursuz.
bilinçsizlik
* Biliçsiz olma durumu, ş
uursuzluk.
* Nesne, olay ve iş
lere karş
ı
uyanı
k bulunmama durumu, ş
uursuzluk.
bilindik
* Bilinen.
bilinemez
*İ
nsan aklı
yla bilinemeyen ş
ey.
bilinemezci
* Bilginin bağı
ntı
lıolduğ
una inanan (kimse).
* Tanrı
'nı
n ve evrenin nereden türediğinin bilinmediğ
ini ve bilinemeyeceğ
ini ileri süren öğretiyi benimseyen
(kimse), lâedri, agnostik.
bilinemezcilik
* Bilginin bağı
ntı
lıolduğ
una ve bundan dolayısalt olmadı
ğ
ı
na inanan öğ
reti.
* Tanrı
'nı
n ve evrenin nereden türediğinin bilinmediğ
ini ve bilinemeyeceğ
ini ileri süren öğreti, lâedriye,
agnostisizm.
bilinen
bilinme
* Değeri belli olan nicelik, bilindik, malûm.
* Bilinmek iş
i.
bilinmedik
* Bilinmeyen.
bilinmek
* Bilmek iş
ine konu olmak, anlaş
ı
lmak, öğ
renilmek.
bilinmeyen
* Değeri belli olmayan, bilinmeyen (nicelik), bilinmedik, meçhul.
bilinmez
* Anlamıgizli ve anlaş
ı
lmasıgüç olan, muğ
lâk.
* Belli olmaz, kuş
kulu, meçhul.
bilinmezlik
* Bilinmez olma durumu.
bilir
* "Anlar", "sayar", "yapar" anlamlarıile isimlerle birleş
erek birleş
ik sı
fat kurar.
bilir bilmez
* yarı
m bilgi ile, bilip bilmediğini göz önüne almadan.
bilirkiş
i
* Belirli bir konudan iyi anlayan ve bir anlaş
mazlı
ğıçözümlemek için kendisine baş
vurulan kimse, uzman,
ehlihibre, ehlivukuf, eksper.
* Çözümlenmesi özel veya bilimsel bilgiye dayanan konularda oyuna veya düş
üncesine baş
vurulan kimse,
ehlihibre, ehlivukuf.
bilirkiş
i raporu
* Bilirkiş
inin hazı
rlamı
şolduğ
u rapor.
bilirkiş
ilik
* Bilirkiş
inin yaptı
ğı
iş
.
bilisiz
* Öğrenim görmemiş
, cahil.
bilisizlik
* Bilisiz olma durumu, cahillik.
bilistifade
* Yararlanarak.
biliş
* Canlı
nı
n, bir nesne veya olayı
n varlı
ğı
na iliş
kin bilgili ve bilinçli duruma gelmesi, vukuf.
* Bildik, tanı
dı
k, dost.
bilişçı
kmak
* tanı
mak, önceden tanı
şolmak.
biliş
im
* Teknik, ekonomik ve toplumsal alanlardaki iletiş
imde kullanı
lan ve özellikle elektronik aletler aracı
lı
ğ
ıile
düzenli bir biçimde iş
lenmeyi ön gören bilim, informatik, sibernitik.
biliş
im ağı
* Teknik, ekonomik ve toplumsal alanlardaki iletiş
im sistemi.
biliş
im teknolojisi
* Biliş
imde kullanı
lan bütün araç ve gereçlerin oluş
turduğu sistem.
biliş
imci
biliş
me
* Biliş
im alanı
nda uzman kiş
i.
* Biliş
mek iş
i.
biliş
mek
* Karş
ı
lı
klıolarak birbirini tanı
mak, muarefesi olmak.
* Öğrenmek.
billâhi
* Tanrı
'ya ant içerim" anlamı
nda bir ant.
* "İ
nan olsun" anlamı
nda kullanı
lı
r.
billûr
* Bazıcisimlerin aldı
kları
geometrik biçim.
* Duru ve temiz kesme cam, kristal.
* Billûrdan yapı
lmı
ş
.
* Koç yumurtası
.
billûr cisim
* Gözde, irisin arkası
nda, mercek görevini yapan, mercimek biçim ve büyüklüğ
ündeki saydam cisim.
billûr gibi
* çok duru, çok temiz (su).
* çok beyaz ve pürüzsüz (kol, gerdan, göğüs).
* (ses için) pürüzsüz.
billûrî
* Billûra benzer, billûr gibi.
billûriye
* Billûrdan yapı
lmı
şveya billûrla ilgili.
* Genellikle billûrdan yapı
lmı
şeş
ya satan dükkân.
billûrlaş
ma
* Billûr durumuna gelme.
* Herhangi bir cisim moleküllerinin bazıfizik ve kimya değ
iş
meleriyle geometrik biçim alması
, kristalleş
me.
billûrlaş
mak
* Billûr durumuna gelmek, billûr durumunda yoğunlaş
mak, kristalleş
mek.
* Belirgin duruma gelmek, netlik kazanmak.
billûrlaş
tı
rma
* Billûrlaş
tı
rmak iş
i.
billûrlaş
tı
rmak
* Billûr durumuna getirmek.
billûrlu
billûrsu
bilme
*İ
çinde billûr bulunan.
* Bol ı
ş
ı
klı
, pı
rı
l pı
rı
l parlayan (yer).
* Billûra benzeyen, billûru andı
ran, kristaloit.
* Diyalize uğrayarak çözümlenen madde, koloit karş
ı
tı
.
* Bilmek iş
i.
* Bir ş
eyin ne olduğ
unun bilincine varma.
* Bilgi edinmenin gaye ve sonucu.
bilmece
* Bir ş
eyin adı
nıanmadan, niteliklerini üstü kapalısöyleyerek o ş
eyin ne olduğunu bulmayıdinleyene veya
okuyana bı
rakan oyun, muamma.
* Bilinmeyen ş
ey, muamma.
bilmece çözmek
* bilmecenin cevabı
nıbulmak.
bilmece gibi konuş
mak
* açı
k, anlaş
ı
lı
r biçimde konuş
mamak.
bilmeden
* bilmeyerek.
* sonucun ne olacağı
nıkestiremeden.
bilmediği beşvakit namaz
* her ş
eyi pek iyi bilir, anlamı
nda bir söz.
bilmek
* Bir ş
eyi anlamı
şveya öğ
renmişbulunmak.
* Bir bilim veya sanat dalı
nda yeterli olmak.
* Bir işyapmaya alı
ş
mı
şolmak, elinden gelmek.
* Tanı
mak, hatı
rlamak.
* Sanmak, var saymak, farz etmek.
* Anlamak.
* Sorumlu tutmak.
*İ
nanmak.
* Bazen "iş
ine gelmek", "uygun bulmak" anlamı
nda da kullanı
lı
r.
* -a/-e ekli fiillerle yeterlik bildiren birleş
ik fiiller oluş
turur.
* Saymak.
* Genişzamanı
n olumsuz birinci tekil kiş
isi olarak bilmem biçiminde kullanı
lı
nca duraksama, ş
aş
ma,
tereddüt anlamı
nıverir.
bilmem hangi (veya bilmem kaç, kim, nası
l, ne)
* önemli veya anlatı
lması
gerekli görülmeyen ş
eyler için kullanı
lı
r.
bilmemek
* birlikte kullanı
ldı
ğı
fiilin bir türlü gerçekleş
emediğ
ini anlatı
r.
bilmemezlik
* Bilememe durumu, bilmezlik.
bilmez
* Anlamaz, kavramaz, hatı
rbilmez, kadirbilmez gibi sözlerle "yapamaz", "edemez" anlamları
nda kullanı
lı
r.
bilmezleme
* Bilmezlemek iş
i, teçhil.
bilmezlemek
* Bir kimseyi, bir ş
ey bilmez göstermek, teçhil etmek.
bilmezlenme
* Bilmezlenmek iş
i.
bilmezlenmek
* Bilmiyor gibi görünmek, bilmezlikten gelmek, tecahül etmek.
bilmezlik
* Bilmez olma durumu, cehalet.
bilmezlikten gelme
* yazarı
n, bildiği belli olan bir ş
eyi bilmez veya baş
ka türlü bilir görünecek yolda bir anlatı
şsanatı
,
tecahülüarifane.
bilmezlikten gelmek
* bilmiyor görünmek.
bilmiş
* Her ş
eyi bilir geçinen, bilgiçlik taslayan.
* Bkz. çok bilmiş
.
bilmukabele
* Karş
ı
lı
klıolarak, karş
ı
lı
k olarak.
* (davranı
ştöresinde) Ben de, size de, sizlere de.
bilmünasebe
* Sı
rası
gelince, sı
rası
düş
ünce.
bilsat
* Kuruluş
lar, ş
irketler arası
nda bilgi satma, bilgileş
im, bencmarking.
bilumum
bilvası
ta
* Bütün, hep, kamu, ... -in hepsi.
* (birinin) Aracı
lı
ğıile, araçla; doğ
rudan doğruya olmayarak, dolaylı
.
bilye
* Taş
, maden, toprak, cam gibi ş
eylerden yapı
lmı
şküçük yuvarlak, misket.
* Motorlu taş
ı
tlarda dönme veya sürtünme etkilerini azaltmak, aş
ı
nmayıve enerji yitimini önlemek için,
göbeklerdeki yataklara yerleş
tirilen, çoğunlukla çelikten, küçük yuvarlak.
bilyeli
* Bilyesi olan.
bilyeli yatak
* Bisiklet, otomobil gibi taş
ı
tları
n tekerleklerinde sürtünmeyi azaltmak amacı
yla içine çelik bilye yerleş
tirilmiş
bölüm.
bilyon
* Milyar.
bin
* On kere yüz, dokuz yüz doksan dokuzdan bir artı
k.
* Bu sayı
nı
n adıve bu sayı
yıgösteren rakam, 1000, M.
* Bir isimden önce geldiğ
inde aş
ı
rı
lı
k ve çokluk bildirir.
bin bilsen de bir bilene danı
ş
* bir insan bir ş
eyi ne kadar iyi bilirse bilsin, gene de onu kendisinden daha iyi bilen bulunabilir.
bin bir
* Pek çok, çok sayı
da.
bin bir ayak bir ayak üstüne
* herkesin ayakta olduğu kalabalı
k.
bin can ile
* çok isteyerek, gönülden.
bin dallı
* Çoğ
unlukla mor kadife üzerine sı
rma ile kabartma dal, yaprak ve çiçek iş
lenmişgiysi veya örtü.
bin derde deva
* pek çok iş
e yarayan; her sı
kı
ntı
yıgideren.
bin dereden su getirmek
* birini kandı
rmak için birçok sebep ileri sürmek, dil dökmek.
bin iş
çi, bir baş
çı
* her iş
e, başolacak bir kimse gerekir.
bin kalı
ba girmek
* birbirine benzeyen birçok işyapmak, sürekli olarak düş
ünce değiş
tirmek.
bin kat
* Pek çok, kı
yaslanmayacak ölçüde.
bin nasihatten bir musibet yeğ
dir
* yaş
anmı
şolaylar, öğ
ütlerden çok daha etkilidir.
bin piş
man olmak
* çok piş
man olmak.
bin tarakta bezi olmak
* birçok iş
le uğraş
mak.
bin türlü
bin yaş
a!
* Birbirinden çok farklı
, çok değ
iş
ik.
* (memnunluk bildirmek için kullanı
lan söz) çok yaş
a!.
bin zahmetle
* çok zor, büyük zorlukla.
bina
* Yapı
.
* Arapça fiil çatı
sı
nıkonu edinen bilim ve kitap.
* Çatı
.
bina etmek
* yapmak, kurmak, inş
a etmek.
* (bir düş
ünce sistemine göre) kurmak, dayamak, yapmak.
binaen
* -den dolayı
, -den ötürü, -diği için.
* Dayanarak.
binaenaleyh
* Bundan dolayı
, bundan ötürü, bunun için, bunun üzerine.
bînamaz
binbaş
ı
* Bkz. beynamaz.
* Rütbesi yüzbaş
ıile yarbay arası
nda bulunan ve ası
l görevi tabur komutanlı
ğıolan subay.
binbaş
ı
lı
k
* Binbaş
ırütbesi veya binbaş
ı
nı
n görevi.
binde bir
* çok seyrek olarak.
bindi
* Destek, hamil.
bindiğ
i dalı
kesmek
* (kendisine gerekli ve yararlıolan ş
eyi) farkı
nda olmadan yararsı
z duruma getirmek, kendi eliyle yok etmek.
bindirilme
* Bindirilmek iş
i veya durumu.
bindirilmek
* Bindirmek iş
i yapı
lmak.
bindirilmişkuvvetler
* Motorlu taş
ı
tlara bindirilmişasker birlikleri.
bindirim
* Fiyat artı
rma, zam.
bindirimli
* Fiyatı
artı
rı
lmı
ş
, zamlı
.
bindirme
* Bindirmek iş
i.
* Birbiri üzerine gelerek eklenen levha, kiremit, ahş
ap parçaları
nı
n durumu.
* Çı
karma harekâtı
na katı
lacak birliklerin, çı
karma yerine gitmek için kendilerine ayrı
lan deniz araçları
na
binmeleri.
bindirme kilit
* Gövdesi kutu biçiminde olan, kapak veya kapı
nı
n arkası
na doğrudan vidalanan, basit mekanizmalı
kilit.
bindirmek
* Bir kimseyi bir ş
eyin üzerine çı
kartmak, oturtmak veya içine yerleş
tirmek, binmesini sağlamak.
* (taş
ı
t) Baştarafı
ndan baş
ka bir taş
ı
ta çarpmak veya bir yere vurmak.
* Eklemek, katmak.
binek
* Binmeye ayrı
lmı
şş
ey ve daha çok at.
* Üzerine binilen, binmeye yarayan.
binek atı
* Sadece binmek, gezmek veya binicilik sporu için yetiş
tirilen at.
binek taş
ı
* At veya arabaya binmek için üstüne çı
kı
lan yüksekçe taş
.
biner
bingi
her biri.
bini
çı
ta.
* Bin sayı
sı
nı
n üleş
tirme biçimi, her birine bin, her defası
nda bini bir arada olarak.
* Kemerler üzerine oturtulmuşkubbe ile kemerlerin arası
nıkapatan üçgen biçimindeki kubbe parçaları
ndan
* Binme iş
i.
* Kapı
, dolap gibi ş
eylerin, kanatlarıkapanı
nca kalan aralı
ğ
ıörtebilmek için bu kanatları
n kenarı
na çakı
lan
bini aş
mak
* çok fazla olmak.
bini bir paraya
* pek çok ve ucuz.
* pek çok yapı
lan, pek çok olan.
binici
binicilik
binilme
* Binen.
* Ata iyi binen kimse.
* Ata binme ustalı
ğ
ı
.
* Ata binilerek yapı
lan spor.
* Binilmek iş
i.
binilmek
* Binmek iş
i yapı
lmak.
binin yarı
sıbeşyüz (o da bizde yok)
* çok düş
ünceli görünen birine ş
aka yollu "aldı
rma!" anlamı
nda söylenir.
bininci
* Bin sayı
sı
nı
n sı
ra sı
fatı
, sı
rada dokuz yüz doksan dokuzuncudan sonra gelen.
biniş
biniş
me
biniş
mek
binit
binit
* Binmek iş
i veya biçimi.
* Atlıalay.
* Atlıalayda giyilen giysi.
* Yüksek aş
amalıbilginlerin ve yeniçeri subayları
nı
n giydikleri cübbe.
* Üniversite öğ
retim üyelerinin giydikleri cübbe.
* Biniş
mek durumu.
*İ
ki parçadan biri, öbürünün üstünde olmak.
* Kas kiriş
leri birbiri üstüne binmek.
* Kı
rı
k bir kemiğ
in iki parçası
birbiri üstüne gelmek.
* Üstüne binilen hayvan, binek atı
.
* Hamur durumundaki ekmeklerin, fı
rı
na atı
lmadan önce, içine konulduğ
u oyuk gözlü tahta.
binlerce
* Birçok bin; pek çok.
binlik
* Bin liralı
k kâğ
ı
t para.
* Yaklaş
ı
k olarak üç litrelik büyük ş
iş
e.
* Bin tanesi bir arada olan.
binme
* Binmek iş
i.
binmek
* Yüksek bir ş
eyin veya bir hayvanı
n üstüne çı
kı
p ayakları
nısallandı
rarak oturmak.
* Bir yere gitmek için tren, vapur, uçak, otomobil gibi bir taş
ı
tta yer almak.
* (bisiklet motosiklet, binek hayvanıiçin) Kullanmak.
*İ
şistenilmeyen veya beklenilmeyen bir biçim almak.
* Bir ş
ey sı
kı
ş
arak yanı
ndakinin üstüne çı
kmak.
* Fiyat artmak.
* Eklenmek, katı
lmak.
binnetice
* Sonuç olarak, nihayet.
binyı
l
biokütle
* Bin yı
lıiçine alan zaman dilimi.
* Belirli zamanda sı
nı
rlarıbelirli bir biyotopta bulunan canlıorganizmaları
n toplam kütlesi.
biomedikal
* Hem biyoloji hem de tı
pla ilgili olan.
biomekanik
* Biyoloji, fizyoloji ve tı
p konuları
nımekanik kanunlar yöntemiyle irdeleme.
biomikroskop
* Kendine özgü bir ı
ş
ı
k ile kullanı
lan çift göz mercekli mikroskop.
bîperva
* Çekinmez, sakı
nmaz, korkusuz, gözü pek.
* Çekinmeden, korkmadan.
bir
* Sayı
ları
n ilki.
* Bu sayı
yıgösteren rakam 1, I.
* Bu sayıkadar olan.
* Herhangi bir varlı
ğ
ıbelirsiz olarak gösterir.
* Tek.
* Birleş
ik.
* Eş
, aynı
, bir boyda.
* Ortaklaş
a olan, müş
terek.
* Değer, önem bakı
mları
ndan birbirinden farksı
z, birbirine eş
it, birbirine benzer.
* Sı
fat veya zarf durumunda baş
ı
na geldiğ
i kelimelere kuvvet, istek veya kesin olmayan anlamlar katar.
* (tekrarlanarak) Bir kez.
* Sadece.
* Ancak, yalnı
z.
bir (veya sağ
) elinin verdiğ
ini öbür (veya sol) elin duyması
n
* yapı
lan bir iyilik gizli tutulmalı
, onunla övünülmemelidir.
bir (veya tek baş
ı
na)
* yalnı
z olarak, yanı
nda kimse bulunmadan.
* baş
ka birinin yardı
mıolmaksı
zı
n.
bir ..., bir (veya bir de)
* hem .... hem.
bir abam var atarı
m, nerede olsam yatarı
m
* tek baş
ı
na bulunan kimsenin istediği yerde barı
nı
p rahat edebileceğini anlatı
r.
bir acıkahvenin kı
rk yı
l hatı
rı
vardı
r
* Bkz. bir fincan kahvenin kı
rk yı
l hatı
rıvardı
r.
bir ağ
ı
zdan
* hep birlikte, beraberce, hep birden.
bir ağ
ı
zdan çı
kı
p bin dile yayı
lı
r
* ortaya atı
lan bir söz çok çabuk yayı
lı
r.
bir alay
* Birçok, bir sürü, pek çok.
bir âlem
* Kendine özgü bir niteliğ
i olan.
bir an
* Çok kı
sa bir süre için kullanı
lı
r.
bir an önce
* Bir ara, olabildiği kadar tez.
bir ara
bir araba
bir arada
* Kı
sa bir süre.
* Geçmiş
te bir zaman.
* Odun, kömür gibi bazış
eylerin ölçü birimi.
* Pek çok, fazla.
* Toplu bir durumda, birlikte, toplu olarak.
bir aralı
k
* Bir ara.
bir araya gelmek
* bir yerde toplanmak, buluş
mak.
bir araya getirmek
* toplamak.
bir arpa boyu (gitmek veya yol almak)
* çok az.
bir aş
ağıbir yukarı
* amaçsı
z olarak gidip gelmeyi anlatı
r.
bir atı
mlı
k barutu olmak (veya kalmak)
* bir konuda yapabileceğ
i çok az ş
eyi bulunmak.
bir avuç
* Bir avuç dolduracak kadar.
* Az, çok az.
bir ayağ
ıçukurda olmak
* yaş
ayacak çok az zamanıkalmı
şolmak; çok yaş
lanmı
şolmak.
bir ayak önce (evvel)
* bir an önce.
bir ayak üstünde bin yalan söylemek (veya bir ayak üstünde kı
rk yalanı
n belini bükmek)
* çok kı
sa sürede pek çok yalan söylemek.
bir baba dokuz evlâdıbesler, dokuz evlât bir babayıbeslemez
* çok çocuğu olan baba, her çocuk babası
na bakı
lması
nıötekinden beklediğ
i için sı
kı
ntı
da kalı
r.
bir bakı
ma
* Baş
ka bir görüş
le, baş
ka bir düş
ünüş
le.
bir baltaya sap olmak
* belirli bir işsahibi olmak.
bir bardak suda fı
rtı
na koparmak
* önemsiz, küçük bir sorunu büyütmek.
bir baş
ı
na
* Tek baş
ı
na.
bir baş
tan (veya uçtan) bir baş
a (veya uca)
* bir yerin bir sı
nı
rdan öbür sı
nı
rı
na kadar.
bir ben, bir de Allah bilir
* sı
kı
ntı
lıdurumlarda söylenilen bir deyim.
bir biçimine getirmek
* çözüm yolu bulmak.
bir bir
* Bkz. hepyek.
bir bir
* Birer birer, ayrıayrı
.
* Olduğu gibi, tam tamı
na, eksiksiz.
bir boy
* Bir kez.
* Hele.
bir boyda
* Boyları
eş
it.
bir boydan bir boya
* Bir yerin bir ucundan öbür ucuna kadar, baş
tan baş
a.
bir bu eksikti
* sı
kı
ntı
lıbir durum varken bir yenisinin çı
kmasıüzerine söylenir.
bir çatı
altı
nda (olmak veya bulunmak)
* aynıyapıiçinde.
bir çekirdek geri kalmamak
* bütünüyle denk olmak.
bir çenekliler
* Oğulcuğ
u bir çenekten oluş
muş
, kapalıtohumlulardan bir bitki sı
nı
fı
.
bir çenetli
* Kapsüllü yemiş
lerin tek parçalıolanları
.
bir çı
rpı
da
* bir ele alı
ş
ta, ele alı
r almaz, çabucak.
bir çiçekle bahar (veya yaz) olmaz
* küçük, güzel bir belirti ile doyurucu sonuca ulaş
ı
lmaz.
* çapkı
n kimseler için kullanı
lı
r.
bir çift
* Bir takı
m.
* Biraz, bir iki.
bir çift söz
* Bir iki söz.
bir çift sözü olmak
* söyleyecek bir ş
eyleri bulunmak.
bir çokları
* çok sayı
da olan (kimse veya ş
ey).
bir çöplükte iki horoz ötmez
* bir yerde iki kiş
i başolmaz.
bir çuval inciri berbat etmek
* düzelmekte olan bir durumu yersiz, yanlı
şdavranı
ş
larla bozmak.
bir daha
* bir kez daha.
* hiçbir zaman.
bir daha yüzüne bakmamak
* darı
lı
p ilgiyi kesmek.
bir dalda durmamak
* sı
k sı
k işveya düş
ünce değiş
tirmek.
bir damla
* Çok az.
* (çocuk için) Çok küçük.
bir de
* ve olana katarak, fazladan.
* umulanı
n veya beklenilenin dı
ş
ı
nda bir durumu anlatan cümlelerin baş
ı
na gelir.
bir dediği bir dediğini tutmamak
* söyledikleri birbirine uymamak, tutarsı
z konuş
mak.
bir dediği iki olmamak
* her istediğ
i yapı
lmak.
bir dediğini iki etmemek
* her istediğ
ini hemen yapmak.
bir defa
* Olup bitti anlatan cümlelere katı
lı
r.
* "ilk önce", "hele" anlamı
nda da kullanı
lı
r.
bir defada
* ara vermeksizin.
bir defalı
k
* Bir kere yapmaya yetecek kadar.
* Bir kereye özgü olan, bir kereye özgü olarak.
bir deli kuyuya bir taşatar, kı
rk akı
llıçı
karamazmı
ş
* bazen bir kimsenin yaptı
ğ
ıyersiz bir iş
, birçok kimse tarafı
ndan düzeltilemez.
bir derece (veya bir dereceye kadar)
* biraz.
bir deri bir kemik (kalmak)
* çok zayı
flamak.
bir dikili ağ
acı
olmamak
* evi veya mülkü olmamak.
bir dirhem
* Çok az, birazcı
k.
bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğ
nemek
* verimi az, zahmeti çok olan bir iş
le uğraş
mak.
bir dirhem et bin ayı
p örter
* biraz kilo almak bazen insanı
güzelleş
tirir.
bir dokun bin ah iş
it (dinle) kaseifağfurdan
* insanlarıkonuş
turmak için biraz dertlerini deş
mek yeter.
bir dolu
* Birçok.
bir don bir gömlek
* yarıçı
plak.
bir dostluk kaldı
!
* az bir mal kalı
nca satı
cı
ları
n kullandı
ğ
ıbir özendirme deyimi.
bir dudağ
ıyerde bir dudağıgökte
* masallardaki dev gibi korkunç ve çirkin.
bir düziye
* Sürekli olarak.
bir el
* (ateş
li silâh için) bir kez atı
m.
bir el bir eli yı
kar, iki el bir yüzü yı
kar
* bazıdurumlarda yardı
mcı
sı
z işyapı
lmayacağı
nıanlatı
r.
bir elden
* aynıkimse tarafı
ndan.
* bir merkezden.
bir eli yağda bir eli balda (olmak)
* varlı
k ve bolluk içinde olmak.
bir elin sesi çı
kmaz
* bir davanı
n bir kiş
i tarafı
ndan savunulmasıetkili ve yeterli değildir.
* yardı
mlaş
arak iş
ler daha kolay baş
arı
lı
r.
bir elini bı
rakı
p ötekini öpmek
* aş
ı
rısaygıgöstermek.
bir elle verdiğ
ini öbür elle almak
* yapar göründüğü bir iyiliğ
i, sağladı
ğı
bir çı
karla ödetmek.
bir elmanı
n yarı
sıo, yarı
sıbu
* birbirlerine çok benzeyen kimseler için kullanı
lı
r.
bir evcikli
* Mı
sı
r, ceviz, fı
ndı
k gibi erkek ve diş
i organlarıayrıçiçeklerde, ancak aynıkök üzerinde bulunan (bitki).
bir fende kazı
k kakmak
* bir bilgi veya bilim dalı
nda saplanmı
şkalmak.
bir fincan (veya bir acı
) kahvenin kı
rk yı
l hatı
rıvardı
r
* iyilik küçük de olsa unutulmaz.
bir gecelik
* Bir gece için, bir gece içinde olup biten, bir geceye ait.
bir gömlek aş
ağı
* bir derece daha düş
ük (birinden).
bir gömlek fazla eskitmişolmak
* birinden daha yaş
lıve daha görmüşgeçirmişolmak.
bir göz ağ
larken öbür göz gülmez
* keder veya sı
kı
ntıvarken dostlar, akrabalar eğlenmemelidir.
bir göz gülmek
* hem gülüp hem ağ
lamak.
bir gözeli
* Yapı
sıtek bir hücreden oluş
an (hayvan veya bitki), tek hücreli.
bir gözeliler
* Yapı
sıtek bir hücreden oluş
an hayvanlar veya bitkiler.
bir gün evvel
* olabildiğ
i kadar çabuk.
bir günden bir güne
* hiç, hiçbir zaman.
bir günlük beylik beyliktir
* hoş
a giden bir durum, kı
sa da sürse çekici ve güzeldir.
bir güzel
* Çok iyi, iyice.
bir hâl olmak
* bir ş
eyin çok tekrarlanmasıyüzünden bitkin duruma gelmek, usanmak, bezmek, fenalı
k gelmek.
* huyu değiş
mek.
* kazaya uğramak, ölmek.
bir hamlede
* Çabucak, bir atı
lı
ş
ta.
bir hayli
* Epey, çok.
bir hoş
* Tuhaf bir ş
ekilde, garip.
bir hoşeylemek
* hüzünlendirmek.
bir hoşolmak
*ş
aş
ı
rmak.
* hüzünlenmek.
bir hoş
luğ
u olmak
* bir rahatsı
zlı
ğ
ı
, bir neş
esizliği olmak.
bir hücreli
* Bkz. bir gözeli.
bir içim su (gibi)
* (kadı
n için) çok güzel.
bir iğ
ne bir iplik olmak
* Bkz. iğ
ne ipliğ
e dönmek.
bir iki
* Birtakı
m, bazı
, bir parça, biraz, çok az sayı
da, birkaç kez.
bir iki demeden (demeye kalmadan) (veya bir iki derken)
* duraksamadan, karş
ı
sı
ndakine vakit bı
rakmadan, duraksamadan.
bir iş
aretine bakmak
* bir iş
i yapmak için hazı
r beklemek.
bir iş
tir oldu
* istenmeyen, kötü bir durum karş
ı
sı
nda söylenir.
bir kafada
* aynıdüş
üncede.
bir kalem
* Bir an için.
* Aynı
, benzer, tek tür.
bir kalem geçmek
* boşvermek, bir an için göz ardıetmek.
bir kalemde
* birden ve toptan.
bir kapı
ya çı
kmak
* aynısonuca varmak.
bir karar
* Aynıdurumunu koruyarak, belli durumunu değ
iş
tirmeden.
bir kararda bir Allah
* insan talihinin her an değiş
ebileceğ
ini ve bunun olağ
an karş
ı
lanması
nıöğütler.
bir karı
ş
* Çok kı
sa.
* Çok az.
bir karı
şbeberuhi
* çok kı
sa boylu kimse.
bir karı
yla bir koca, dı
rdı
r eder her gece
* sı
kı
ntıveya yalnı
zlı
k yüzünden iki dost (bile) birbiriyle dalaş
ı
r, anlamsı
z konuş
ur.
bir kaş
ı
k suda boğ
mak
* bir kimseye çok kı
zmak veya çok öfkelenmek.
bir kazanda kaynamak
* anlaş
mak, uyuş
mak, bağ
daş
mak.
bir kenarda durmak
* gerektiği zaman kullanmak üzere hazı
rda tutmak.
bir kere
* Aslı
nda.
* Bir kez, bir defa.
bir kerecik
* Bir defaya mahsus olarak.
bir kı
yamettir gitmek (veya kopmak)
* çok fazla gürültü, patı
rtı
, telâşolmak.
bir kı
zı
bin kiş
i ister, bir kiş
i alı
r
* güzel ş
eyi herkes ister, ama o, ancak bir kiş
iye kı
smet olur.
bir kol çengi (olmak)
*ş
en sözler ve davranı
ş
larla çevresine neş
e saçanlar için söylenir.
bir koltuğa iki karpuz sı
ğ
maz
* aynızamanda birden çok iş
le ilgilenmek baş
arıiçin sakı
ncalı
dı
r.
bir koş
u
* Koş
arak, koş
a koş
a, çabucak.
bir koyundan iki post çı
kmaz
* birinden, gücünün yetmediğ
i bir özveriyi beklememek gerekir.
bir Köroğlu, bir Ayvaz
* bir karıkocanı
n çocukları
nı
n, yakı
nları
nı
n yanları
nda bulunmadı
ğı
nıveya hiç çocuklarıolmadı
ğ
ı
nıanlatı
r.
bir köş
eye atmak
* gerektiğinde kullanı
lmak için bir yere koymak.
bir köş
eye koymak
* saklamak, biriktirmek.
bir kulağı
ndan girip öbür kulağ
ı
ndan çı
kmak
* söylenen söze önem vermemek.
bir kurş
un atı
mı
* kurş
unun gidebileceğ
i uzaklı
k.
bir lokma bir hı
rka
* hayatta azla yetinmeyi, derviş
çe geçinmeyi anlatı
r.
bir mum al da derdine yan
* baş
kaları
yla uğ
raş
acağ
ı
na kendi durumunu düş
ün.
bir nebze
* Çok az, bir parça.
bir nefeste
* (söz ve içecekler için) Ara vermeden.
bir nice
* Bir hayli, birçok.
bir numara
* Tek, birinci.
bir numaralı
* Birinci, baş
ta gelen.
bir o kadar
* Ne kadar varsa o kadar daha, bir katı
, bir misli.
bir o yana, bir bu yana
* rastgele, birçok yerlere, çeş
itli yönlere.
bir olmak
* bir araya gelmek, işbirliğ
i yapmak.
bir ölçüde
* Biraz, belli oranda.
bir örnek
* Aynıbiçimde olan, yeknesak.
bir papel etmemek
* hiç bir iş
e yaramamak, değeri olmamak.
bir paralı
k etmek
* çok utanacak, iş
e yaramaz bir duruma düş
ürmek.
bir parça
* Biraz, azı
cı
k, çok az.
bir parmak
* Parmak ucuyla alı
nan miktar veya parmak ucuyla alarak.
* Çok küçük (çocuk).
bir postum var atarı
m, nerede olsa yatarı
m
* istediğ
im yere gider, istediğim biçimde davranı
rı
m.
bir pul etmemek
* hiç değ
eri olmamak.
bir pula satmak
* bir kimseyi bir çı
kar uğruna harcamak.
bir sı
çrarsı
n çekirge, iki sı
çrarsı
n çekirge, sonunda yakalanı
rsı
n çekirge (veya üçüncüsünde avucuma düş
ersin çekirge)
* birkaç kez saklanabilen bir suç günün birinde ortaya çı
karak yapanıkötü bir duruma düş
ürür, suçlu cezası
z
kalmaz.
bir sı
kı
mlı
k canıolmak
* çok cı
lı
z ve güçsüz olmak.
bir sı
ra
* Üst üste, ardıardı
na.
bir solukta
* Çabucak, çarçabuk, çok kı
sa bir sürede, hemen.
bir söyle on dinle
* az konuş
up çok dinlemek yaralı
olur.
bir söyledi pir söyledi
* uzatmadan, gereği gibi söyledi.
bir sözünü iki etmemek
* birinin her istediğ
ini hemen yerine getirmek.
bir sürü
* Çok sayı
da, pek çok.
bir ş
ey sanmak
* (bir kimseyi, bir ş
eyi, bir yeri) gerçeğinden, olduğundan baş
ka türlü düş
ünerek hayal kı
rı
klı
ğ
ı
na uğramak,
değ
erlendirmede yanı
lmak.
bir ş
ey söylemek
* konuş
mak.
* belirtmek, anlatmak, ifade etmek.
bir ş
eye benzememek
* iş
e yarar durumda olmamak.
bir ş
eyin ş
uyuu vukuundan beterdir
* söylenti veya dedikodu olayı
n gerçekleş
mesinden daha kötüdür.
bir ş
eyler (veya bir ş
ey) olmak
* huyu, durumu, tutumu değ
iş
mek, yeni huylar edinmek.
* bayı
lı
r gibi olmak, birden fenalı
k gelmek.
* ölmek.
bir ş
eyler, bir ş
eyler
* daha fazla açı
klamamak, kı
sa kesmek gerektiğ
inde söylenir.
bir tahtada
* bir defada, yekten.
bir tahtasıeksik
* akı
lca eksik, yarı
m akı
llı
.
bir tane
* Biricik, yegâne.
bir tanem
* Sevgi sözü.
bir tarafa bı
rakmak (veya koymak)
* önemsememek, benimsememek, ertelemek.
bir taş
la iki kuşvurmak
* bir davranı
ş
la birden çok yararlısonuca ulaş
mak.
bir tek atmak
* bir kadeh içki içmek.
bir temiz
* Adamakı
llı
.
bir terimli
* Araları
nda yalnı
z çarpma, bölme, kuvvete yükseltme, kök alma iş
lemleri yapı
lacak olan (nicelikleri gösteren
terim).
bir torba kemik
* çok zayı
f.
bir tuhaflı
ğıolmak
* kendini iyi hissetmemek.
bir tutmak (veya bir görmek)
* eş
it saymak, eş
it görmek.
bir türlü
* (tekrarlıkullanı
ldı
ğı
nda) iş
in yapı
lması
nı
n da, yapı
lmaması
nı
n da aynıderecede kötü olduğ
unu belirtir.
* hiçbir biçimde, hiçbir yolla.
bir vakitler
* Geçmişzamanda, eskiden, vaktiyle.
bir varmı
şbir yokmuş
* bir masala baş
larken, "eskiden" anlamı
nda söylenen bir tekerleme.
* masal gibi geçip gitmiş
, artı
k hayal olmuş
.
bir yakadan başçı
karmak
* bir çatıaltı
nda dirlik düzenlik içinde yaş
amak.
bir yana
* -den baş
ka, sayı
lmazsa, hariç tutulursa.
bir yana dünya bir yana
* bir varlı
ğa çok değ
er verildiğ
ini anlatmak için kullanı
r.
bir yandan (yanda)
* bir taraftan (tarafta), hem ... hem.
bir yastı
ğ
a başkoymak
* (karıkoca) evli bulunmak.
bir yastı
kta kocamak
* (karıkoca birlikte) uzun bir ömür sürmek.
bir yaş
ı
na daha girmek
*ş
imdiye değin görmediğ
iş
aş
ı
lacak yeni bir ş
eyle karş
ı
laş
mak.
bir yı
ğ
ı
n
* birçok, pek çok, bir sürü.
bir yiyip bin ş
ükretmek
* kötü durumda olanlara bakarak kendi durumunun değ
erini bilmek.
bir yol
* Bir kez.
bir yol tutturmak
* bir davranı
ş
, bir tutum biçimi belirlemek.
bir yolunu bulmak
* bir iş
i sonuçlandı
rmak için çare bulmak.
bir zaman
* Geçmişzamanda, eskiden, vaktiyle.
* Belirli bir süre, biraz.
bir zamanlar
* Zamanı
nda, vaktiyle, eskiden.
bira
* Arpa ile ş
erbetçi otunu mayalandı
rarak yapı
lan bir içki, arpa suyu.
bira bardağı
* Bira içmek için yapı
lmı
şözel bardak.
bira mayası
* Mayalanmı
şdurumdaki biranı
n yüzünden alı
nan bir tür mantar.
biracı
biracı
lı
k
* Bira yapı
p satan kimse.
* Çok bira içen (kimse).
* Bira yapma ve satma iş
i.
birader
* Erkek kardeş
.
* "Yahu, dost, arkadaş
" anlamı
nda seslenme olarak kullanı
lı
r.
* Masonları
n birbirlerine verdikleri ad.
birahane
* Genel olarak sadece bira içilen, aynı
zamanda da çabuk hazı
rlanan bazısı
cak veya soğuk yemeklerin
yenildiğ
i yer.
birahaneci
* Birahane iş
leten kimse.
biralı
k
* Bira yapmakta kullanı
lan.
biraz
* Kı
sa bir süre için.
* Yeterince değ
il, yeter ölçüde değil.
* Az miktarda, çok değil.
birazcı
k
* Pek az, çok az.
birazdan
* Az sonra.
birazı
* Bir parça.
birbiri
* Karş
ı
lı
klıolarak biri ötekini, öteki de onu.
* Biri diğerinin yanısı
ra.
birbiri için yaratı
lmı
şolmak
* birbiriyle çok iyi anlaş
mak.
birbiri üstüne gelmek
* arkasıarkası
na, ara vermeden.
birbirine düş
mek
* araları
açı
lmak, araları
nda anlaş
mazlı
k çı
kmak.
birbirine girmek
* kavga etmek, dövüş
mek.
* karı
ş
mak.
* (iplik vb. için) dolaş
mak, çözülmeyecek duruma gelmek.
birbirine katmak
* araları
nıaçmak, araları
nıbozmak, olay çı
karmak.
birbirini tutmaz
* birbiriyle ilgisi olmayan, tutarsı
z.
birbirini yemek
* iki veya daha çok kimse birbiriyle uğ
raş
mak, birbirine kötülük etmek.
birbirinin ağzı
na girmek
* birbirine çok düş
kün olmak.
birbirinin ağzı
na tükürmek
* bir sorunda, bir olayda sözleş
mişgibi, ağı
z birliğ
i yapmak.
birbirinin gözünü çı
karmak
* kı
yası
ya dövüş
mek.
birbirinin gözünü oymak
* araları
nda aş
ı
rıgeçimsizlik olmak.
birci
bircilik
* Tekçi, monist.
* Tekçilik, monizm.
birçoğu
* Çok sayı
da olan kimse veya ş
ey.
birçok
birden
* Oldukça çok, sayı
sıbelirsiz, bir hayli, müteaddit.
* Bir defada, hepsi bir arada.
* Ansı
zı
n, hemencecik.
* Birlikte, beraberce.
birdenbire
* Ansı
zı
n, hemencecik, beklenmedik bir sı
rada.
birdirbir
* Oyuncuları
n birbirinin üstünden atlayarak oynadı
klarıbir oyun.
bire ... vermek
* (buğday, arpa, nohut, fasulye gibi ürünler için) toprak, kullanı
lan tohumun belli bir katıkadar ürün vermek.
bire beşkatmak
* eklemek, abartmak, bire bin katmak.
bire bin katmak
* çok abartmak.
bire bir
* Verilen ölçüdeki karş
ı
lı
k, miktar.
bire bir eş
leme
*İ
ki kümenin elemanlarıarası
nda, bir elemana karş
ı
, bir eleman alı
narak yapı
lan eş
leme.
birebir
* Etkisi kesin olan.
*İ
stenildiğ
i gibi, uygun.
birebir gelmek
* etkisini hemen ve kesin olarak göstermek.
birer
* Bir sayı
sı
nı
n üleş
tirme sayı
sı
fatı
, her birine bir.
birer birer
* Her biri ayrıolarak.
birer ikiş
er
* Tek veya birkaçıbirlikte olarak.
bireş
im
* Parçaları
n veya ögelerin bir araya getirilip bir bütün olarak birleş
tirilmesi.
* Bu biçimde oluş
an bütün.
* Element veya baş
ka maddeleri bir araya getirerek, sun'î olarak bileş
ik cisimler oluş
turma, sentez.
* Yalı
ndan karmaş
ı
k olana, küllîden cüz'îye, zorunludan olası
ya, ilkeden onun uygulanması
na, genel yasadan
bireysel duruma, nedenden etkiye, öncülden varı
lan sonuca giden düş
ünme biçimi, terkip, sentez.
bireş
imli
* Bireş
im yolu ile elde edilen, sentetik.
birey
* Kendine özgü nitelikleri yitirmeden bölünemeyen tek varlı
k, fert.
* Bir türün kapsamı
içine giren somut varlı
k.
* Doğa bilgisinde türü oluş
turan tek varlı
klardan her biri.
* Toplumlarıoluş
turan ve düş
ünsel, duygusal, iradeyle ilgili nitelikleri toplum içinde belirlenen insanları
n her
biri, fert.
*İ
nsan toplulukları
nı
oluş
turan, insanları
n benzer yanları
nıkendinde taş
ı
makla birlikte, kendine özgü ayı
rı
cı
özellikleri de bulunan tek can, fert.
birey oluş
* Yumurtanı
n döllenmesinden bireyin yetkin duruma gelmesine kadar geçirdiğ
i geliş
im evrelerinin bütünü,
ontogenez, soy oluşkarş
ı
tı
.
birey üstü
* Tek bir bireyi aş
an.
* Genellikle fertlerin çevresini aş
an, bireylerin bilincinden bağ
ı
msı
z olan.
bireyci
* Kiş
i hakları
nısavunan.
* Bireycilikten yana olan, ferdiyetçi.
bireycilik
* Bireylerin yararları
nıtoplumsal yararlardan daha üstün veya daha önemli sayan öğ
reti, tutum veya
politikaları
n genel adı
, ferdiyetçilik, individüalizm.
* Bütüne, genele değil de, bireye, tek olana üstünlük tanı
yan görüş
, ferdiyetçilik, individüalizm.
bireyleş
me
* Türle ilgili bir örneğin bireyde gerçekleş
mesi.
* Bağ
ı
msı
z kiş
iliğe varan geliş
me süreci.
bireyleş
tirme
* Bireye özgü kı
lma.
bireyleş
tirmek
* Bireye özgü kı
lmak, baş
kaları
ndan ayı
rmak.
bireylik
bireysel
* Bir kimseyi dı
şgözlemciler gözünde benzersiz, tek kı
lan özellikler veya bunları
n tek biçimi, ferdiyet.
* Bireyi benzerlerinden ayı
ran niteliklerin bütünü.
* Bireyle ilgili olan, bireye özgü olan, ferdî.
bireyselleş
tirme
* Bireysel duruma getirme.
* Ancak ortaklaş
a ve genel olarak var olan ş
eyi bireylere uygulama ve yayma.
*İ
nsanları
n doğ
al, toplumsal ve tarihî geliş
mesinden; kendine özgü olan ş
eylerin, özelliklerin, bireysel olanı
n
çekilip çı
karı
lması
.
bireyselleş
tirmek
* Bir ş
eyi ayrıolarak, bireysel olarak göz önüne almak.
bireysellik
* Birey olma olgusu.
* Bir kiş
iyi benzerlerinden ayı
ran özelliklerin bütünü, ferdiyet.
biri
anlatı
r.
* Bir tanesi.
* Bilinmeyen bir kimse.
* Tamlanan olarak kullanı
lan bazı
isim tamlamaları
nda tamlayanı
n küçümsendiğ
ini, hor görüldüğ
ünü anlatı
r.
* Yüklem durumunda olan bir isim takı
mı
nı
n belirtileni olarak kullanı
ldı
ğı
nda, belirtenin hor görüldüğünü
biri çok olmak
* haddini aş
arak karş
ı
sı
ndakini usandı
rmak.
biri eş
ikte biri beş
ikte
* ufak cocuğu çok olan kimseler için söylenir.
biri yer biri bakar, kı
yamet ondan kopar
* bir ş
eyden yalnı
z bir veya birkaç kiş
i yararlanı
r da baş
kaları
na yararlanma imkânıverilmezse bundan büyük
sorunlar çı
kar.
birice
biricik
* En fazla, tek.
* Eş
i, benzeri, ikincisi olmayan ve çok sevilen, tek, yegâne.
birikim
birikinti
* Birikme, bir yerde toplanı
p yı
ğı
lma.
* Gözlemler, deneyler sonucu elde edilmişş
eylerin bütünü.
* Toplumları
n kültürel varlı
kları
nı
n geliş
ip geniş
lemesi ve uygarlı
k düzeyinin yükselmesi süreci.
* Mal ve paranı
n toplanı
p çoğalma süreci.
* Herhangi bir aş
ı
nma sürecinde veya taş
ı
ma iş
i yapı
lı
rken alüvyonlu maddelerin bı
rakı
lması
.
* Bir yerde kendi kendine birikmişolan ş
ey.
birikinti konisi
* Dağlı
k bölgelerden veya yamaçlardan suları
n getirdiğ
i kum veya taşparçaları
nı
n bir düzlükte oluş
turduğu
yelpaze biçimindeki yı
ğ
ı
n.
birikiş
* Birikme iş
i veya biçimi.
birikiş
me
* Birikiş
mek iş
i.
birikiş
mek
* Bir yere toplanmak, bir araya gelmek.
birikme
* Toplanı
p yı
ğ
ı
lma.
birikme havzası
* Kar ve yağmur suları
nı
n biriktiğ
i bölge.
birikmek
* Toplanı
p yı
ğ
ı
lmak.
* Birbirine eklenip çoğ
almak.
biriktirim
* Biriktirme.
biriktirme
* Biriktirmek iş
i, tasarruf.
biriktirmek
* Toplayı
p yı
ğ
mak.
* Bir ş
eyi, parayıölçülü kullanarak artı
rmak, tasarruf etmek.
* Öğrenme, yarar sağlama gibi sebeplerle bazınesneleri bir araya getirmek, koleksiyon yapmak.
birileri
* Bazıkimseler.
birim
* Bir kümenin her elemanıveya bir çokluğu oluş
turan varlı
kları
n her biri, ünite.
* Bir niceliğ
i ölçmek için kendi cinsinden örnek seçilen değ
iş
mez parça, vahit.
* Herhangi bir kuruluş
taki alt bölümlerden her biri.
* Dilin, oluş
turduğ
u yapıiçinde, belli bir düzlemde yer alan öbür ögelerle kurduğ
u bağ
ı
ntı
larla tanı
mlanan
ayrınitelikli öge, ünite.
birimci ekonomi
* Birime bağ
lıekonomi.
birimler bölüğ
ü
* Birden dokuz yüz doksan dokuza kadar olan sayı
lar bölüğü.
birincası
f
* Birleş
ikgillerden hekimlikte kullanı
lan bir bitki.
birinci
* Bir sayı
sı
nı
n sı
ra sı
fatı
.
* Zaman, yer, sı
ra bakı
mı
ndan baş
kaları
ndan önce gelen.
* Sı
rada, önem sı
rası
nda en üstün olan kimse.
* (ulaş
ı
m araçları
nda) Mevki, sı
nı
f, orun.
birinci çağ
* Yeryüzünün yaklaş
ı
k üç yüz milyon yı
llı
k çağı
, paleozoik.
birinci gelmek (veya çı
kmak)
* birçoklarıarası
nda en iyi olarak seçilmek.
birinci olmak
* baş
ta gelmek, önde gelmek.
birinci orun
* (tren, vapur, uçak vb.) Birinci mevki.
birinci zar
* Yemiş
lerin derisi, dı
şkabuk, meyve dı
ş
ı
.
birincil
* Sı
rada, önemde ilk yeri alan, ana, temel, esas.
birincil grup
*İ
çten, samimî, yüz yüze iliş
kilere dayanan iki veya daha çok insandan meydana gelen topluluk.
birincilik
* Birinci olma durumu.
* (çoğ
ul durumda) Şampiyonluk için yapı
lan yarı
ş
malar.
birincivası
f
* Birleş
ikgillerden, hekimlikte kullanı
lan bir bitki.
birinden) buz gibi soğumak
* birinden tiksinmek.
birinin baş
ı
na dikilmek
* birinin yanı
ndan uzaklaş
mamak, onu denetim altı
nda bulundurmak.
* bir iş
i yaptı
rmak için yanı
nda ayakta durmak.
* bir ş
eyin yanı
nda ve ayakta beklemek.
birinin çanı
na ot tı
kmak (tı
kamak veya tı
kanmak)
* sesini çı
karamayacak, kötülük edemeyecek bir duruma getirmek (getirilmek), susturmak.
birisi
* Bilinmeyen bir kimse.
birisinden biri
* içlerinden biri, birkaç kiş
iden herhangi biri.
birkaç
birkaçı
birleme
* Çok olmayan, az sayı
da, az.
* Az sayı
da olan kimse veya ş
ey.
* Bir etme, tek duruma getirme.
* Tanrı
'nı
n birliğini dile getirme, tevhit.
birlemek
birler
birleş
en
birleş
ik
* Bir etmek, tek duruma getirmek.
* Tanrı
'nı
n birliğini dile getirmek, zikretmek.
* Ondalı
k sayısistemine göre yazı
lan bir tam sayı
da sağ
dan sola doğru ilk sayı
nı
n bulunduğ
u basamak.
* Birbirini kesen, bir noktada kesiş
en (doğru, yay).
* Bir araya gelmiş
, birleş
mişolan, müttehit.
birleş
ik cümle
* Birkaç yan cümle veya ara cümle ile bir temel cümleden kurulan cümle.
birleş
ik fiil
*İ
sim soyundan bir kelime ile biçim veya anlam bakı
mı
ndan kaynaş
ı
p bütünleş
en fiil: Reddetmek,
hissetmek, kaybolmak, bakakalmak, hasta olmak, tedavi etmek gibi.
birleş
ik isim
* Birleş
ik kelime biçiminde belirli kurallar içinde kalı
plaş
mı
şisim: Aslanağ
zı
, baş
ş
ehir, kaptı
kaçtı
, gecekondu
gibi.
birleş
ik kap
* Alt tarafı
ndan birleş
tirilmişkaplardan her biri.
birleş
ik kaplar
* Alt tarafları
ndan değiş
ik boyut ve kesitlerde borularla birleş
tirilmişsistem.
birleş
ik kelime
* Ses düş
mesi, ses türemesi, kelime türünün değiş
mesi, üzerindeki ekin görevini kaybetmesi veya anlam
kayması
dolayı
sı
yla araları
na ek girmeyerek kalı
plaş
mı
şiki veya daha çok sözden oluş
an kelime: pazartesi (< pazar
ertesi), hissetmek (< hiss etmek), ayakkabı
(< ayak kabı
), delikanlı
(<deli kanlı
), kaptı
kaçtı(< kaptıkaçtı) gibi.
birleş
ik oturum
* Bir arada yapı
lan oturum.
birleş
ik oy pusulası
* Seçime katı
lan bütün partilerin adayları
nıayrıayrıgösteren oy pusulası
.
birleş
ik zaman
* Yalı
n zamanlıve çekimli bir fiilin -di (i-di), -miş(i-miş
,), -se (i-se) gibi ek fiil eklerinden birini alarak
bildirdiğ
i zaman: Sevdiydi (sevdi-y-di <sevdi+i-di), sevecekmiş(sev-ecek-miş< sev-ecek + i-miş
) sev-er-se (sev-erse
< sev-er + ise) gibi.
birleş
ilme
* Birleş
ilmek iş
i veya durumu.
birleş
ilmek
* Birleş
mek iş
i yapı
lmak, bir araya gelinmek, buluş
ulmak.
birleş
im
* Birleş
mek iş
i.
* Bir meclisin bir gün içindeki toplanmaları
, inikat.
* Döllenmek için erkekle diş
i hayvanı
n bir araya gelmesi.
birleş
me
* Birleş
mek iş
i.
birleş
me değ
eri
* Basit bir cismin bir atomu ile birleş
ebilecek olan hidrojen atomları
nı
n en yüksek miktarı
.
birleş
mek
* Ayrıiken tek bir bütün durumuna gelmek.
* Buluş
mak, bir araya gelmek.
* Uyuş
mak, aynı
görüş
te olmak.
* Aynıamaç çevresinde toplanmak.
* Kaynaş
mak.
* Cinsel iliş
kide bulunmak.
birleş
tirici
* Birliğ
i sağ
layan.
* Uzlaş
mayısağlayan.
*İ
ki veya daha çok nesnenin birleş
mesini sağ
layan.
birleş
tirme
* Birleş
tirmek iş
i veya durumu.
birleş
tirmek
* Bir araya getirmek.
birli
birlik
*İ
skambil, domino gibi oyunlarda bir iş
aretini taş
ı
yan kâğ
ı
t veya pul, as.
* Tek, bir olma durumu, vahdaniyet.
* Bir taneden oluş
muş
, bir tane alabilen.
* Birleş
miş
, bir arada olma durumu, vahdet.
* Bağ
lı
lı
k, benzerlik, bağ
lantı
, vahdet.
* Belli bir topluluğ
un yararları
nıkorumak için kurulmuşdernek.
* Askerlikte bölük, tabur, alay gibi bir bütün sayı
lan topluluk.
* Konunun bir ana düş
ünce çevresinde toplanması
.
* Bölünmezliğ
i içeren yalı
n bütün.
* En büyük değerdeki nota, dört dörtlük.
birlik olmak
* bir iş
i yapmak için anlaş
mak.
birlikte
* Bir arada, beraberce.
* Yanı
nda, beraberinde.
birliktelik
* Birlikte olma durumu.
birlikten kuvvet doğ
ar
* toplu veya beraber davranmak daha büyük güç sağ
lar.
birsam
birtakı
m
* Sanrı
, halüsinasyon.
* Belirsiz olarak çokluğ
u anlatı
r (nitelediği isim çokluk biçimde olur), kimi, bazı
.
birun
* Osmanlısarayı
nda Harem dairesinin ve Enderun'un dı
ş
ı
nda kalan bölüm.
biryan
* Tandı
rda susuz piş
irilen kebap.
biryan pilâvı
* Biryan yağıile piş
irilen pilâv.
biryan yağı
* Tandı
rda susuz piş
irilerek yapı
lan kebaptan çı
kan yağ.
biryancı
* Biryan yapan veya satan kimse.
bisiklet
* Tekerleğin ayakla çevrilmesiyle hareket eden iki tekerlekli taş
ı
t, çiftteker.
bisiklet yolu
* Trafikte bisikletlerin geçmesine ayrı
lmı
şdar yol.
bisikletçi
* Bisikletle spor yapan kimse, çifttekerci.
bisikletçilik
* Bisikletle yapı
lan spor, çifttekercilik.
* Bisiklet satma, onarma iş
i.
bisikletli
* Bisikleti olan.
bisikletsiz
* Bisikleti olmayan.
bisküvi
* Un, süt, ş
eker veya tuzla yapı
lan ince, gevrek kuru pasta türü.
bismillâh
* "Allah'ı
n adıile" anlamı
nda, bir iş
e baş
larken söylenen veya ş
aş
ı
rma, korku gibi duygularıbelirten söz.
bismillah demek
* bir iş
e uğurlu olmasıdileğ
i ile baş
lamak.
bistro
*İ
çkili kahve, küçük lokanta.
bisturi
* Neş
ter.
bisülfat
bisülfür
biş
ek
* Hidrojenli sülfatlara verilen ad.
* Molekülünde iki kükürt atomu bulunduran birleş
ik.
* Yayı
k dövmede kullanı
lan araç.
biş
i
* Çörek, tatlıbir ekmek türü.
bit
* Yarı
m kanatlı
lar alt takı
mı
na giren, insan ve memeli hayvanları
n vücudunda asalak olarak yaş
ayan böcek,
kehle (Pediculus).
bit kadar
bit otu
* en küçük, en ufak, çok küçük.
* Sı
racagillerden, birçok çeş
itleri bulunan ve kuzey yarı
m kürede yetiş
en bir bitki.
* Bitlere karş
ıkullanı
lan bir madde.
bit yeniğ
i
* Bir iş
in gizli kalmı
şkötü ve aksak yanı
, kuş
kulu bir nokta.
bîtap
* Bitkin, yorgun.
bîtap düş
mek
* çok yorulmak, yorgun düş
mek.
bîtaraf
* Yansı
z, tarafsı
z.
bîtaraflı
k
* Yansı
z olma durumu, yansı
zca davranı
ş
.
bitek
bitelge
bitevi
* Bol ve iyi bitki yetiş
tiren, verimli (toprak), mümbit.
* Toprağı
n bitki yetiş
tirme gücü.
* Bkz. biteviye.
biteviye
* Aynıbiçimde, sürekli olarak.
biteviyelik
* Aynıbiçimde sürüp gitme durumu.
bitey
* Bitki örtüsü, flora.
biti kanlanmak
* sı
kı
ntıiçinde yaş
ayan bir kiş
i para ve varlı
k yönünden güçlenmek.
bitik
* Yorgunluk veya hastalı
ktan gücü kalmamı
ş
.
* Durumu kötü, fena.
* Yapı
ş
ı
k, dolaş
ı
k,ekli.
bitiklik
* Bitik olma durumu.
bitim
* Bitmek iş
i.
* Son, nihayet, münteha.
bitimli
* Sonu olan, sonlu.
bitimsiz
bitirilme
* Sonu olmayan, sı
nı
rlandı
rı
lı
p belirlenmeyen, namütenahi.
* Bitirilmek durumu.
bitirilmek
* Bitirmek iş
ine konu olmak.
bitirim
* Çok hoş
a giden (kimse, yer).
* Barbut oynatı
lan yer, kahve, kumarhane.
* Yaman, zeki, çok beğenilen.
bitirim yeri
* Kumarhane.
bitirimci
* Barbut kahvesi iş
leten, barbut oynatan kimse.
bitirimhane
* Kumar oynanan yer, kumarhane.
bitirişyemi
* Et üretimi için beslenen hayvanlara belirli bir devreden itibaren besi sonuna kadar yedirilen ve enerji değ
eri
daha yüksek olan karma yem.
bitirme
* Bitirmek iş
i, itmam, mezuniyet.
bitirme fiili
* Etmişbiçimindeki sı
fat-fiille ve olmak yardı
mcı
sı
yla yapı
lan ve fiilin, yardı
mcı
fiilin iş
aret ettiğ
i zamandan
önce olup bittiğ
ini anlatan birleş
ik fiil.
bitirmek
* Bitmesini sağlamak,sona erdirmek, tüketmek, tamamlamak, sonuçlandı
rmak.
* Güçsüz düş
ürmek, bitkin duruma getirmek, yormak.
* Onulmaz duruma getirmek, mahvetmek.
bitirmiş
* Bir bilim dalı
nda veya baş
ka bir alanda bilginin doruğ
una ulaş
mı
ş(kimse).
* Bilgili, açı
kgöz.
bitiş
* Bitmek iş
i veya biçimi, bitme, sona erme.
bitiş
ik
* Birbirine dokunacak kadar yakı
nlaş
mı
şveya yan yana olan.
* Yandaki ev, komş
u.
* Yan, yandaki.
bitiş
ik çanak yapraklı
lar
* Çanak yapraklarıbirbirine bitiş
mişbulunan bitkiler.
bitiş
ik taç yapraklı
lar
* Taç yaprakları
birbirleriyle yandan bitiş
ik olan bitkiler.
bitiş
iklik
bitiş
imli
* Bitiş
ik olma durumu.
* Bitiş
ken.
bitiş
ken
* Kelime üretim ve çekiminde ekler getirilirken kökü veya gövdesi değ
iş
ikliğ
e uğ
ramayan (dil), iltisakî.
bitiş
ken dil
* Kelime kökleri değiş
meyen, eklerle türetilen dil.
bitiş
kenlik
* Bitiş
ken olma durumu.
* Yeni bir kelime türetmek için köklere ek getirme özelliğ
i.
bitiş
me
* Bitiş
mek iş
i, ittisal.
bitiş
mek
* Birbirine dokunacak kadar yanaş
mak.
bitiş
tirme
* Bitiş
tirmek iş
i.
bitiş
tirmek
* Bitiş
mesini sağlamak.
bitki
* Bulunduğ
u yere kökleriyle tutunup geliş
en, döl veren ve hayatı
nıtamamladı
ktan sonra kuruyarak varlı
ğ
ı
sona eren, yosun, ot, ağaç gibi canlı
ları
n genel adı
, nebat.
bitki bilimci
* Bitki bilimiyle uğraş
an, bitki bilimi uzmanı
, botanikçi.
bitki bilimi
* Bitkileri inceleyen bilim kolu, botanik.
bitki bitleri
* Bitkiler üzerinde yaş
ayan, kı
rmı
z böceği, ağ
aç biti, çiçek veya fidan biti gibi böceklerin ortak adı
.
bitki coğrafyası
* Yeryüzünün bitki örtüsünü ve bu örtünün çevreyle ilgisini inceleyen coğrafya bilimi.
bitki örtüsü
* Bir bölgede yetiş
en bitkilerin topu, bitey, flora.
bitki patalojisi
* Bitki hastalı
kları
nıinceleyen bilim dalı
.
bitki sütü
* Süt görünüş
ünde bitki öz suyu.
bitki topluluğu
* Benzer doğal olaylara ve yaş
ama koş
ulları
na uymuş
, belirli bir görünüşalmı
şbitkilerin bir araya gelmiş
durumu.
bitkici
* Bitki yetiş
tiren kimse.
bitkicilik
* Bitki yetiş
tirme iş
i.
bitkileş
me
* Bitkileş
mek iş
i veya durumu.
bitkileş
mek
* Bitki durumuna gelmek.
bitkimsi
* Bitkiye benzer, bitkiyi andı
rı
r.
bitkimsi hayvanlar
* Mercan, sünger gibi bitki görünümünde olan hayvanlar.
bitkin
* Gücü tükenmişolan, çok yorgun.
bitkinlik
* Bitkin olma durumu.
bitkisel
* Bitki ile ilgili, bitki cinsinden olan; bitkiden elde edilen, nebatî.
bitkisel hayat
* Hastalı
k veya kaza sebebiyle bilinçsiz ve hareketsiz duruma gelen kiş
inin hayatı
.
bitkisel kazein
* Küspe ve sı
vıyağartı
kları
ndan elde edilen azotlu madde.
bitkisel yağ
* Bitkilerden değ
iş
ik yöntemler kullanı
larak elde edilen yağ.
bitleme
bitlemek
bitlenme
* Bitlemek iş
i.
* Birinin bitlerini ayı
klamak.
* Bitlenmek iş
i.
bitlenmek
* Üzerinde bit üremek.
* Kendi bitlerini ayı
klamak.
bitler
* Kanatlı
lar alt sı
nı
fı
na giren, ağı
z yapı
larısokup emmeye elveriş
li, memelilerde yaş
ayan ve kanla beslenen bir
böcek takı
mı
.
bitli
* Üstünde bit bulunan.
* Cimri.
bitli (veya kurtlu) baklanı
n da kör alı
cı
sıolur
* iş
e yaramaz da olsa, her ş
eyin isteklisi bulunduğ
unu anlatı
r.
bitli kokuş
* üstü baş
ıkirli, vücut temizliğine bakmayan (kadı
n).
Bitlis köftesi
* Yağsı
z kı
yma, köftelik bulgur, pirinç, yağ
, nar, yumurta ve baharat kullanı
larak hazı
rlanan ceviz
büyüklüğünde bir yemek.
bitme
bitmek
bitmek
* Bitmek iş
i.
* Tükenmek.
* Sona ermek.
* Çok yorulmak, güçsüz kalmak, çok zayı
flamak.
* Çok sevmek, bayı
lmak, beğenmek.
* Bitki, tüy, saç gibi ş
eyler için, çı
kı
p yetiş
mek.
* Beklenmedik zamanda ortaya çı
kmak.
bitmek tükenmek bilmemek
* bir türlü sonu gelmemek, eksilmemek.
bitmez tükenmez (veya bitip tükenmez)
* hiç bitmeyen, sonu gelmeyen, uçsuz bucaksı
z.
bitmiş
i
* pazarlı
kta bir ş
eyin son fiyatı
.
bitnik
* Genel davranı
ş
larıve hı
rpanî giysileri ile toplum hayatı
ndan kopma eğ
ilimi gösteren ve toplum dı
ş
ı
nda bir
yaş
antı
sıolan genç.
bitpazarı
* Eski eş
yanı
n alı
nı
p satı
ldı
ğıpazar.
bittabi
* Doğal olarak, tabiatıile, tabiî, elbette.
bitter
* Bir çeş
it acı
bira.
* Bir çeş
it ardı
ç rakı
sı
.
* Acıçikolata.
bitüm
* Keskin bir koku, alev ve koyu duman çı
kararak yanan, karbon ve hidrojen bakı
mı
ndan çok zengin tabiî
yakı
t maddelerinin genel adı
, yer sakı
zı
.
* Yol kaplaması
nda, kâğı
t ve çatı
ları
n su geçirmez duruma getirilmesinde, kömür tozundan briket yapı
mı
nda
vb. kullanı
lan, tabiî ı
sı
da katı
, yoğunluğ
u bire yakı
n, koyu kestane renginde madde.
bitümleme
* Bitümlemek iş
i.
bitümlemek
* Belirli bir kalı
nlı
kta bitüm ile örtmek.
bitümlü
*İ
çinde bitüm bulunan veya bitümün bütün özelliklerini gösteren.
bîvefa
* Sevgisine bağ
lıolmayan, vefası
z.
biyaprak
biye
biyel
* Yapraklarıhalka diziliş
li, daha çok akvaryumlarda bulundurulan su bitkisi.
* Genellikle giysinin yaka, kol, etek çevresine kendi kumaş
ı
ndan veya baş
ka kumaş
tan geçirilen ince ş
erit.
* Makinelerde, bir ucu pistona, öbür ucu volanıçeviren kaldı
raca geçirilmişbulunan hareketli çubuk.
biyelcik
* Küçük biyel, küçük hareketli çubuk.
biyeli
biyesiz
* Biye geçirilmiş
, biyesi olan.
* Biyesi olmayan, biye geçirilmemişolan.
biyoelektrik
* Canlıvarlı
kları
n ürettiği elektrik.
biyoelektronik
* Moleküler biyolojinin hücrelerin yapı
sı
na giren moleküller arası
nda geçerli elektrostatik güçlerini inceleyen
bölümü.
biyoenerji
* Biyokütlenin kimyasal dönüş
ümüyle elde edilen enerji.
biyofizik
* Fizyolojide geçen fiziksel olayları
n bilimi, biyolojik fizik.
biyogaz
* Ahı
r gübresinden elde edilen yanı
cıgaz, gübre gazı
.
biyograf
biyografi
* Hayat hikâyesi yazarı
.
* Hayat hikâyesi, tercüme-i hâl, hâl tercümesi.
biyografik
* Biyografi ile ilgili.
biyojeografi
* Bitki ve hayvanları
n yeryüzü üzerindeki dağ
ı
lı
mı
nıve bunun sebeplerini inceleyen bilim, biyoloji
coğ
rafyası
.
biyokatalizör
* Canlıdokuları
n hepsinde çok az bulunan ve hayat için gerekli kimyasal tepkimeleri uyandı
ran veya
kolaylaş
tı
ran madde.
biyokimya
* Hücreden en geliş
mişorgana kadar canlıdokularıinceleyen ve bunlarıoluş
turan maddeleri araş
tı
ran bilim
dalı
.
biyolog
* Biyoloji ile uğ
raş
an kimse, biyoloji uzmanı
.
biyoloji
biyolojici
biyolojik
* Bitki ve hayvanları
n doğma, geliş
me, üreme gibi yaş
ayı
şevrelerini inceleyen bilim, dirim bilimi.
* Okulda biyoloji dersini veren öğretmen.
* Biyoloji ile ilgili, dirimsel, dirim bilimsel.
biyometeoroloji
* Canlı
lar üzerinde hava olayları
nı
n etkisini inceleyen bilim.
biyonik
biyopsi
* Biyoloji ve elektronikle ilgili olan.
* Dirim kurgu.
* Mikroskopta yapı
sı
nıincelemek amacı
yla canlı
dan bir doku parçasıalma.
biyopsi yapmak
* parça almak.
biyosfer
* Üzerinde hayat olan yeryüzü bölgesi.
biyoş
imi
biyotit
* Organ dokuları
ndaki kimyasal olaylarıinceleyen kimya kolu.
* Bir çeş
it kara renkli mika.
biz
* Çoğ
ul birinci kiş
i zamiri.
* Resmî konuş
mada, bazen teklik birinci kiş
i zamiri ben yerine kullanı
lı
r.
* (bazıyazarlar için) Ben zamirinin yerine kullanı
lı
r.
biz
araç, tı
ğ
.
* Katıbir ş
eyi dikerken iğ
ne geçirecek yeri delmek için kullanı
lan, çelikten yapı
lmı
ş
, sivri uçlu ve ağ
aç saplı
* Maraşiş
inde kalı
n karton parçaları
nı
n iğ
neyi kı
rmaması
nı
sağlamak ve delik delmek iş
leminde kullanı
lmak
üzere hazı
rlanmı
ştahta saplı
, ince sivri uçlu bir tür çuvaldı
z.
biz
* Ülkemiz suları
nda yaş
ayan bir mersin balı
ğ
ıtürü, ş
ip (Acipenser nudiventris).
biz attı
k kemik diye, el kaptıilik diye
* bizim iş
e yaramaz diye vazgeçtiğ
imizi baş
kaları
değ
erli buldu.
biz bize
* Yalnı
z biz, aramı
zda yabancıbir kimse olmaksı
zı
n.
biz bize benzeriz
* aramı
zda fark yok, özelliklerimiz veya tutum ve davranı
ş
ları
mı
z aynı
dı
r.
biz kı
rk kiş
iyiz, birbirimizi biliriz
* birbirimizi çok yakı
ndan tanı
rı
z; onun öyle bir üstün durumu olmadı
ğı
nıbiliriz.
bîzar
* Tedirgin, bezmiş
, usanmı
ş
, bezginlik getirmiş
.
bizar etmek
* tedirgin etmek, usandı
rmak.
bizar olmak
* usanmak, bı
kmak.
bizatihi
bizce
* Kendiliğ
inden, kendinden, özünden, kendisi.
* Bize göre.
bizcileyin
* Bizim gibi.
bizden
* Bizim tarafı
mı
zda olan (kimse).
bizdenlik
* Bizden olma durumu.
bize de mi lolo?
* iş
in içinde bir işolduğ
unu bilmez miyiz sanı
yorsunuz?.
bizim gelin bizden kaçar, tutar ellere baş
ı
nıaçar
* bize yabancıduran yakı
nı
mı
z, dostumuz, akrabamı
z baş
kaları
na rahatça içtenlikle, yardı
m eder.
bizimki
bizleme
bizlemek
bizlengiç
* Bizim olan, bizimle ilgili olan.
* Kadı
nları
n kocaları
ndan, kocaları
n karı
ları
ndan söz ederken kullandı
klarısöz.
* Yakı
n çevremizde olan bir kimseden söz ederken kullanı
lı
r.
* Bizlemek iş
i.
* Ucu çivili değ
nekle hayvanıdürtmek.
* Ucu çivili değ
nek.
bizmut
* Atom sayı
sı83, atom ağı
rlı
ğı209 olan, 271,3° C de eriyen, yoğunluğ
u 9,8 olan, kı
zı
lı
msı
beyaz renkli,
kı
rı
lgan ve katıbir element. Kı
saltması
Bi.
*İ
lâç olarak kullanı
lan ve ası
l maddesi bizmut olan karı
ş
ı
m.
bizon
* Amerika'da yaş
ayan bir cins hörgüçlü yaban öküzü.
bizzat
* Kendi, kendisi, ş
ahsen.
blâstulâ
blender
* Yumurta hücresi embriyon olurken morulânı
n geliş
erek içi boşyuvarlak biçime girmesi durumu, morulâ.
* Piş
irmeden önce malzemeyi kesip karı
ş
tı
ran elektrikli alet.
blok
* Kocaman ve ağ
ı
r kitle.
* Birden çok bölümü bir araya getirilmişolan, bir bütün oluş
turan.
* Politik çı
karlarısebebiyle birlik kuran devletler topluluğ
u.
*İ
çine resim veya yazıkâğ
ı
tlarıkonulan karton kap.
* Birbirine bitiş
ik büyük yapı
lar.
* Voleybolda, file üstünde karş
ı
oyuncunun topu sert vururken, önünde iki veya üç kiş
inin elleri ile
oluş
turdukları
perde.
blok inş
aat
* Birbirine bitiş
ik yapı
lan yapı
lar.
blokaj
bloke
* Bloke etmek iş
i.
* Hareketine engel olma, hareketini durdurma.
* Sivri taş
ları
n toprak zemine dikine çakı
larak, üzerine beton dökülmesiyle yapı
lan dolgu.
* Bankacı
lı
kta bir varlı
ğ
ı
n yetkili otoritelerin izni olmadan sahibi tarafı
ndan kullanı
lamamasıdurumu.
* Kullanı
lmasıönlenmiş
, el konulmuş
.
bloke çek
* Keş
ideci tarafı
ndan anlaş
mazlı
ğ
ı
n çözümüne kadar ödemenin durdurulduğu çek türü.
bloke etmek
* kullanı
lması
nıönlemek amacı
yla el koymak.
* savaşdurumundaki bir ülkenin dı
şülkelerle iliş
kisini engellemek.
* kapatmak, durdurmak.
* (futbolda kaleci) topu yakalamak.
bloklaş
ma
* Bloklaş
mak iş
i.
bloklaş
mak
* Blok durumuna gelmek.
bloknot
bloksuz
* Yapraklarıkolayca çı
kartı
labilecek biçimde yapı
lmı
şnot defteri.
* Hiçbir bloka girmemişolan; bağlantı
sı
z.
bloksuzluk
* Bloksuz davranma, bağ
lantı
sı
zlı
k.
blöf
*İ
skambil oyunları
nda elindeki kâğı
tlarıolduğ
undan baş
ka gösterme davranı
ş
ı
.
* Karş
ı
sı
ndakini yanı
ltarak veya yı
ldı
rarak bir iş
ten caydı
rmak için söylenen ası
lsı
z söz veya takı
nı
lan aldatı
cı
tavı
r, kuru sı
kı
.
blöf yapmak
* karş
ı
sı
ndakini yanı
ltarak veya yı
ldı
rarak bir iş
ten caydı
rmak için aslıolmayan söz söylemek veya aldatı
cı
tavı
r takı
nmak.
blöfçü
* Blöf yapan (kimse).
blûcin
* Giysi yapı
lan bir tür mavi, kaba pamuklu kumaş
.
* Bu kumaş
tan yapı
lan (giysi).
blûm
* Bir tür iskambil oyunu.
blûz
boa
* Vücudun üst bölümüne giyilen, genellikle ince kumaş
tan yapı
lan veya iplikten örülen kadı
n giysisi.
* Boagillerden, yalnı
z Güney Amerika'da yaş
ayan, zehirsiz, çok iri, güçlü bir yı
lan (Boa constrictor).
* Kadı
nları
n boyunları
na aldı
klarıyı
lan biçiminde dar ve uzun kürk, boyun kürkü.
boagiller
* Avları
nıyutmadan önce uzun gövdeleriyle sarı
p sı
karak boğ
an ve ezen sarı
lgan yı
lanlarıkapsayan zehirsiz
yı
lanlar familyası
.
boalar
* Sürüngenler sı
nı
fı
nı
n, yı
lanlar takı
mı
nı
n bir bölümü.
bobin
* Makara.
* Fotoğraf filmi rulosu.
* (kâğı
t ve karton için) Tampon silindiri veya mihver boru etrafı
na sarı
lmı
şkâğ
ı
t veya kartonun sürekli
uzunluğ
u.
*İ
çinden elektrik akı
mıgeçebilen yalı
tı
lmı
ştel ile bu telin, makara tiresi gibi sarı
lıbulunduğ
u silindirden
oluş
an aygı
t.
bobin kı
rı
cı
* Dağı
nı
k iplik bobinlerini düzelten ve boyamaya elveriş
li biçime getiren makinede çalı
ş
an (kimse).
bobinaj
* Bir filmi veya mı
knatı
slı
kuş
ağ
ıbir makaradan baş
ka bir makaraya sarma.
boca
* Geminin rüzgâr almayan yanı
, rüzgâr üstü, orsa veya rüzgâr üstü karş
ı
tı
, poca.
boca alabanda
* Boca etme komutu.
boca etmek
* geminin baş
ı
nıbocaya rüzgâr almayan tarafa çevirmek.
* (birden çevirip) boş
altmak, dökmek.
bocalama
* Bocalamak iş
i.
bocalamak
* (gemi) Rüzgâra karş
ıgidemeyerek sürüklenmek.
* Bir iş
te tutulması
gereken yolu kestirememek, ne yapacağ
ı
nıbilememek, kararsı
z olmak.
bocalatma
* Bocalatmak iş
i.
bocalatmak
* Bocalaması
na yol açmak.
boci
* Ağı
r yük taş
ı
maya yarayan, iki kalı
n ve küçük tekerleğ
i olan el arabası
.
bocuk
* (Ortodokslarca kutlanan) İ
sa'nı
n doğ
um yortusu.
* Domuz.
bocuk domuzuna dönmek
* çok semiz ve besili olmak.
bocurgat
* Ağı
r yükleri çekmek için manivelâ ile döndürülen ve döndürüldükçe, çekilecek ş
eyin bağlıbulunduğ
u
urganıkendi üzerine saran çı
krı
k.
bodoslama
* Gemi omurgası
nı
n başve kı
ç tarafı
ndan yukarı
ya uzanan ağ
aç veya demir direklerden her biri.
bodoslama
* Bodoslamak iş
i.
bodoslamadan
* Ön taraftan, baştaraftan.
bodoslamak
* Açı
klamak, belirtmek, ileri sürmek.
bodrum
* Bir yapı
nı
n yol düzeyinden aş
ağ
ı
da kalan bölümü.
bodrum gibi
* bası
k tavanlı
, genellikle güneşgörmeyen (oda).
bodrum katı
* Bir yapı
nı
n zemin katı
nı
n altı
nda olan ve oturulabilen en alt katı
.
boduç
bodur
* Ağaç veya topraktan yapı
lmı
şküçük testi.
* Enine göre boyu kı
sa ve tı
knaz.
bodur kalmak
* boyu uzamamak.
* geliş
memek.
bodur pas
* Arpa yaprakları
na yerleş
en ve seyrek olarak yurdumuzda da görülen ilkel mantar (Puccinia hordei).
* Bu mantarı
n yol açtı
ğ
ıhastalı
k.
bodur tavuk her gün (veya her dem) piliç
* kı
sa boylular oldukları
ndan daha genç görünürler.
bodurlaş
ma
* Bodurlaş
mak iş
i veya durumu.
bodurlaş
mak
* Bodur duruma gelmek.
bodurluk
* Bodur olma durumu.
Boğa
boğa
boğa gibi
* Zodyak üzerinde, Koç ile İ
kizler burçlarıarası
nda yer alan burcun adı
, \343 Zodyak.
* Damı
zlı
k erkek sı
ğ
ı
r.
* çok güçlü görünen, vücudu iyi geliş
miş(delikanlı
).
boğa güreş
i
* Daha çok İ
spanya ve Meksika'da, özel olarak yetiş
tirilmişboğayıyenmek amacı
yla yapı
lan gösteri.
boğada
boğak
boğalı
k
* Küllü veya sodalısu ile çamaş
ı
r yı
kama.
* Yı
kanmak üzere hazı
rlanmı
şçamaş
ı
rı
n üzerine sı
cak kül suyu süzme iş
i.
* Anjin.
* Boğ
a olarak kullanı
lmak için ayrı
lan bir yaş
ı
ndan yukarıerkek sı
ğı
r.
boğan otu
* Düğ
ün çiçeğ
igillerden, özellikle kökünde akonitin adı
nda bir zehir bulunan bitki, kurtboğan otu (Acunitum
napellus).
boğanak
* Sağanak, bora.
boğasak
* Boğ
aya gelmişveya boğ
a isteyen inek.
boğasama
* (inek) Boğasamak iş
i veya durumu.
boğasamak
* (inek) Boğa istemek veya boğaya gelmek.
boğası
*İ
nce bez, astar.
boğaya çekmek
* (inek) boğa ile cinsel iliş
kide bulundurmak, keleye çekmek.
boğaz
* Boynun ön bölümü ve bu bölümü oluş
turan organlar, imik.
* Şiş
e, güğüm gibi kaplarda ağ
za yakı
n dar bölüm.
*İ
ki dağarası
nda dar geçit, derbent.
*İ
ki kara arası
ndaki dar deniz.
* Yiyeceğ
i içeceği sağlanan kimse.
* Yeme içme.
* Yedirip içirme yükümü, iaş
e.
boğaz açmak
* ağ
açları
n dibini kazarak toprağ
ıkabartmak.
boğaz boğ
aza (veya gı
rtlak gı
rtlağ
a) gelmek
* zorlu kavga etmek.
boğaz derdi
* geçim için uğ
raş
ma.
* yemek piş
irme, hazı
rlama sı
kı
ntı
ları
.
boğaz dokuz boğumdur
* bir söz iyice düş
ünmeden söylenmemelidir.
boğaz durmaz
* yeme içme ihtiyacı
nı
n baş
ka ihtiyaçlar gibi geri bı
rakı
lamayacağı
nıanlatı
r.
boğaz içinde kavga var
* aş
ı
rıbir biçimde açlı
ğ
ı
nıgidermeye çalı
ş
anlar için söylenir.
boğaz kavgası
* Geçim için yapı
lan didinme.
boğaz meselesi
* Geçim derdi.
boğaz ola
* "afiyet olsun, yarası
n, bereketli olsun" anlamı
na, yemek yiyenlere söylenir.
boğaz olmak
* boğ
azıağrı
mak.
* imrenmekten boğ
azış
iş
mek.
boğaz tokluğ
una
* ayrı
ca ücret verilmeden yalnı
z karnı
nı
doyurarak.
boğazıaçı
lmak
* iş
tahıartmak.
boğazıdüğ
ümlenmek
* üzüntüden boğazıtı
kanmak.
boğazıinmek
* bademcikleri ş
iş
mek, iltihaplanmak.
boğazıiş
lemek
* durmadan bir ş
eyler yemek.
boğazıkurumak
* çok susamak.
boğazı
na bir yumruk tı
kanmak (veya gelip oturmak)
* konuş
amaz olmak, sesi çı
kmamak.
boğazı
na dikkat etmek
* yiyeceğ
ine, içeceğine özen göstermek.
boğazı
na dizilmek
* (üzüntü, kaygıgibi sebeplerle) isteksiz yemek, iş
tahı
kesilmek.
boğazı
na durmak
* yediği ş
eyi yutamamak.
boğazı
na düş
kün
* yiyip içmeyi çok seven (kimse).
boğazı
na indirmek
* fazla ve geliş
igüzel yemek.
boğazı
na kadar
* pek çok, lüzumundan fazla, aş
ı
rıölçüde.
boğazı
na sarı
lmak
* üstüne yürümek.
boğazı
nda düğümlenmek
* söylemek istediğini heyecan veya üzüntü yüzünden diyememek.
boğazı
nda kalmak
* ağ
zı
ndaki lokmayıüzüntü dolayı
sı
yla yutamaz duruma gelmek.
boğazı
ndan artı
rmak
* yiyeceğ
inden kı
sı
p parası
nıartı
rmak.
boğazı
ndan geçmemek
* sevdiği bir kimsenin yokluğu veya yoksulluğ
u dolayı
sı
yla bir yiyeceği yalnı
z baş
ı
na yemekten üzüntü
duymak.
boğazı
ndan kesmek
* yiyip içmede çok tutumlu davranmak.
boğazı
nı
doyurmak
* karnı
nıdoyurmak.
boğazı
nı
sevmek
* yiyip içmeye düş
kün olmak.
boğazı
nı
sı
kmak
* bunaltmak, sı
kı
ntıvermek.
boğazı
nı
yı
rtmak
* olanca gücüyle bağı
rmak.
boğazkesen
* Bir boğ
azısavunmak için deniz kı
yı
sı
nda yapı
lan hisar.
boğazlama
* Boğ
azlamak iş
i.
boğazlamak
* Hayvan veya insanıboğazı
ndan keserek öldürmek.
* Gaddarca, kan dökerek öldürmek.
boğazlanma
* Boğ
azlanmak iş
i.
boğazlanmak
* Boğ
azlamak iş
ine konu olmak veya boğazlamak iş
i yapı
lmak.
boğazlaş
ma
* Boğ
azlaş
mak iş
i.
boğazlaş
mak
* Birbirini boğazlamak veya kı
yası
ya dövüş
mek.
boğazlatma
* Boğ
azlatmak iş
i.
boğazlatmak
* Boğ
azlamak iş
ini yaptı
rmak.
boğazlı
* Boğ
azıolan.
* Çok yemek yiyen, yemek isteğ
i çok olan, iş
tahlı
.
boğazsı
z
* Boğ
azıolmayan.
* Çok az yemek yiyen, iş
tahsı
z.
boğdurma
* Boğ
durmak iş
i.
boğdurmak
* Boğ
mak iş
ini yaptı
rmak.
boğdurtma
* Boğ
durtmak iş
i.
boğdurtmak
* Boğ
durmak iş
ini birine yaptı
rmak.
boğdurulma
* Boğ
durulmak iş
i.
boğdurulmak
* Boğ
durmak iş
i yapı
lmak.
boğma
* Boğ
mak iş
i.
*İ
ncir, dut, kuru üzümün mayalandı
ktan sonra ilkel araçlarla damı
tı
lması
yla elde edilen, alkol derecesi düş
ük
bir tür rakı
.
boğmaca
* Çoğ
unlukla çocuklarda nöbet nöbet öksürüklerle görülen bulaş
ı
cı
bir hastalı
k.
boğmacalı
* Boğ
macaya tutulmuşolan (kimse).
boğmak
* Bir canlı
yı
, soluk alması
na engel olarak öldürmek.
* El, ip veya benzeri ile bir ş
eyi çepeçevre sı
kmak.
* Silik bir duruma getirmek, bastı
rmak.
* Tamamı
yla kaplamak, sarmak.
* Peş
peş
e yapmak, bir kimseyi bir ş
eyin fazlası
na eriş
tirmek veya uğ
ratmak.
* (motorlu taş
ı
tlarda) Fazla yakı
t, motoru çalı
ş
maz duruma getirmek.
* Bir durumu baş
ka bir durum yaratarak örtmeye çalı
ş
mak.
* Geliş
mesine engel olmak.
* (renkler için) Uygun düş
memek.
* Bunaltmak.
boğmak
* Boğ
um yeri.
boğmak boğmak
* boğ
um boğum.
boğmaklı
* Boğ
maklarıolan.
boğmaklı
kuş
* Toygar kuş
unun bir türü.
boğucu
* Boğ
ma özelliğ
i olan.
* Solunumu güçleş
tiren.
* Çok sı
cak, sı
kı
ntı
veren.
boğuk
* Kı
sı
lmı
ş(ses).
boğuk boğuk
* Boğ
uk bir biçimde, kı
sı
k kı
sı
k.
boğuklaş
ma
* Boğ
uklaş
mak iş
i.
boğuklaş
mak
* (Ses) Boğ
uk duruma gelmek, kı
sı
klaş
mak.
boğula boğ
ula
* Boğ
ulacakmı
şgibi, boğ
uk bir biçimde.
boğulma
* Boğ
ulmak iş
i.
boğulmak
* Boğ
mak iş
ine konu olmak.
* Havası
zlı
ktan ölmek.
* Bunalmak.
boğum
* Boğ
ulmuş
, sı
kı
lmı
şyer.
* Parmak veya kamı
ş
, saz gibi bitkilerin ş
iş
kince bölümü.
*İ
nce damarları
n veya sinirlerin yumak gibi toplandı
ğı
yer.
boğum boğum
* Çok boğumlu.
boğumlama
* Boğ
ulmak iş
i.
boğumlamak
* Boğ
um durumuna getirmek.
boğumlanma
* Boğ
umlanmak iş
i.
* Ciğerlerden gelen havanı
n, ağı
z ve burundaki çeş
itli nokta ve bölgelerde engellemeye uğrayarak ses olarak
çı
kması
, telâffuz.
boğumlanma bölgesi
* Ağı
z boş
luğ
unda seslerin oluş
tuğ
u çeş
itli bölgelerden her biri.
boğumlanma noktası
* Ağı
z boş
luğ
unda seslerin oluş
tuğ
u noktaları
n her biri, çı
kak, mahreç.
boğumlanmak
* Boğ
um oluş
mak, boğ
um boğum olmak.
* Bir ses çı
karmak için ses yolunun herhangi bir yerinde daralma veya kapanma olmak.
boğumlu
boğuntu
* Boğ
umu olan.
* Zor soluk alma.
* Sı
kı
nt ı
.
* Bir ş
eyi değ
erinden çok yükseğ
e satma iş
i, vurgunculuk, ihtikar.
boğuntuya getirmek
* birini bunaltı
pş
aş
ı
rtmak yolu ile kendisinden, bir işveya mal karş
ı
lı
ğıolarak çok miktarda para çekmek.
boğunuk
boğuş
ma
* Kı
sı
k, boğ
uk.
* Sı
kı
nt ı
lı
, kapalı
, donuk.
* Boğ
uş
mak iş
i.
boğuş
mak
* Birbirinin boğazı
na sarı
lmak, dövüş
mek.
*İ
tiş
ip kakı
ş
mak.
boğuş
ulma
* Boğ
uş
ulmak iş
i veya durumu.
boğuş
ulmak
* Boğ
uş
mak iş
i yapı
lmak.
bohça
*İ
çine çamaş
ı
r, elbise gibi ş
eyler koyup sarmaya yarayan dört köş
e kumaş
.
* Ufak ve seçme tütün dengi.
bohça böreğ
i
* Bohça biçiminde sarı
lan bir çeş
it börek.
bohçacı
* Bohça içinde dokuma eş
ya gezdirip satan kadı
n.
bohçacı
lı
k
* Bohçacı
nı
n iş
i.
bohçalama
* Bohçalamak iş
i.
bohçalamak
* Bir ş
eyi bohça içine koyup sarmak.
* Güreş
te rakibin kol ve ayakları
nıüst üste getirerek kı
mı
ldayamaz hâlde alttan kavrayı
p kucaklamak.
bohçası
nıkoltuğuna almak
* kendi isteğiyle ayrı
lmak.
bohçası
nıkoltuğuna vermek
* kovmak, iş
ine son vermek.
bohçası
nıtoplamak
* eş
yası
nıtoplamak.
bohem
* Yarı
nı
nıdüş
ünmeden günü gününe tasası
z, derbeder bir yaş
ayı
ş
ıolan edebiyat ve sanat çevresinden (kimse
veya topluluk).
bohem hayatı
* Baş
ı
boşyaş
ayı
ş
.
bok
* Dı
ş
kı
.
* (kaba konuş
mada) Hor görülen, tiksinilen.
* Güç durum.
bok atmak
* (birine) leke sürmek, kara çalmak.
bok böceği
* Kı
n kanatlı
lardan, genellikle otçul memeli hayvanları
n gübrelerinde yaş
ayan ve bokla beslenen böcek
(Geotrupes stercorarius).
bok canı
na olsun
* bı
kı
lan, kötülüğ
ü görülen ş
eylere karş
ıbir sövgü sözü olarak söylenir.
bok etmek
* (bir iş
i, bir ş
eyi) bozmak, berbat etmek.
bok karı
ş
tı
rmak
* bir iş
i bozacak biçimde davranmak.
bok püsür
* hoş
a gitmeyen, can sı
kan ş
ey ve onun ayrı
ntıve pürüzleri.
bok üstün bok
* çok kötü, çok berbat.
bok yedi baş
ı
* burnunu her iş
e sokan, her iş
e karı
ş
an.
bok yemek
* yakı
ş
ı
ksı
z bir işyapmak.
bok yemek düş
mek
* birinin bir iş
e karı
ş
maması
, burnunu sokmamasıgerekir.
bok yemenin Arapçası
* yakı
ş
ı
ksı
zlı
ğ
ı
n büyüğü.
bok yoluna gitmek
* yararsı
z, gereksiz bir ş
ey uğ
runa yok olmak.
boka nispetle tezek amberdir
* çok kötü bir ş
eyin yanı
nda, ondan daha az kötü olanı
güzel görünür.
boklama
* Boklamak iş
i.
boklamak
* (bir yeri veya bir iş
i) Kötü bir duruma getirmek.
boklanma
* Boklanmak durumu.
boklanmak
* Kötü bir duruma gelmek, pislenmek.
boklaş
ma
* Boklaş
mak durumu.
boklaş
mak
* Kötü bir duruma girmek.
boklu
bokluk
boks
* Boku olan; pis.
* Pislik.
* Kötü durum.
* Belirli kurallara uyularak yapı
lan yumruk dövüş
ü, yumruk oyunu.
boksit
* Korindon.
boksör
* Boks oynayan kimse, yumruk oyuncusu.
boksörlük
* Boksörün iş
i veya mesleği.
boktan
* temelsiz, derme çatma, yararsı
z.
boku bokuna
* boş
u boş
una, yok yere.
boku çı
kmak
* bir işveya durum tatsı
zlaş
mak.
bokun soyu (veya bok soyu)
* kı
zı
lan veya tiksinilen bir ş
eye karş
ısövgü olarak söylenir.
bokunda boncuk bulmak
* birine hak etmediğ
i hâlde çok değ
er vermek.
bokunu çı
karmak
* bok etmek.
bokuyla kavga etmek
* çok sinirli ve geçimsiz olmak, her ş
eye öfkelenir olmak.
bol
bol
*İ
çine girecek ş
eyin boyutları
ndan daha büyük veya genişolan, dar karş
ı
tı
.
* (nicelik bakı
mı
ndan) Olağ
andan veya alı
ş
ı
landan çok, kı
t karş
ı
tı
.
* Özel bir cam içinde likör, ş
arap, meyve ve maden suyu karı
ş
tı
rı
larak hazı
rlanan içki.
bol bol
* Fazla, büyük miktarda, sı
kı
ntı
ya düş
meden.
bol bolamat
* Refah, zenginlik, bolluk.
bol bulamaç
* Bol bol, pek çok.
bol doğramak
* (parası
nı
) saçı
p savurmak.
bol kepçe
* Servis sı
rası
nda yiyeceğ
i bol bol dağı
tma.
* Cömert, eli açı
k, zengin gönüllü.
bol keseden
* bol bol, ölçüsüz, çok.
bol paça
bolalma
bolalmak
* Genişpaçalı
.
* Dökük, saçı
,ş
apş
al.
* Bolalmak iş
i veya durumu.
* Bollaş
mak.
bolarma
* Bolarmak iş
i veya durumu.
bolarmak
* Bol duruma gelmek.
bolca
bolero
boliçe
* Oldukça çok, çokça.
* Oldukça geniş
.
* Kı
sa ve kolsuz kadı
n ceketi.
* Ağı
r ritmli bir İ
spanyol dansı
.
* Bu dansı
n müziğ
i.
* Yahudi kadı
nı
.
Bolivyalı
* Bolivya halkı
ndan olan.
bollanma
* Bol duruma gelme.
bollanmak
* Bol duruma gelmek, geniş
lemek.
bollaş
ma
* Bollaş
mak iş
i veya durumu.
bollaş
mak
* Bol durumda olmak.
bollaş
tı
rma
* Bollaş
tı
rmak iş
i veya durumu.
bollaş
tı
rmak
* Bol duruma getirmek.
bollatma
* Bol duruma getirme.
bollatmak
* Bol duruma getirmek, geniş
letmek.
bolluk
* Bol olma durumu.
* Her ş
eyin bol olduğu zaman.
* Her ş
eyin bol olduğu (yer).
* Fazlalı
k.
bolometre
* Iş
ı
nı
mölçer.
Bolş
evik
* Bolş
eviklik yanlı
sı
kimse.
* Bolş
eviklikle ilgili olan.
Bolş
eviklik
* Rusya'da XX. yüzyı
l baş
ları
nda doğ
an ve Lenin tarafı
ndan geliş
tirilen komünist hareket.
Bolş
evizm
* Bolş
eviklik, komünistlik.
bom
* Bir çeş
it kumar.
bomba
* Canlıveya cansı
z hedeflere atı
lan, içi yakı
cıve yı
kı
cımaddelerle doldurulmuş
, türlü büyüklükte patlayı
cı
,
ateş
li silâh.
* Büyük fı
çı
veya varil.
* Bomba biçiminde, kalı
n demirden kap.
bomba
* Yan yelkenlerin alt yakası
nı
gerip açmak için kullanı
lan yatay seren.
bomba gibi
* iyi, sağ
lam, göz alı
cı
, gösteriş
li.
* iyi hazı
rlanmı
ş
, çok çalı
ş
mı
ş(öğ
renci).
bomba gibi patlamak
* öfkelenerek, birdenbire ve yüksek sesle bağı
rı
p çağ
ı
rmak.
* bir olay birdenbire ortaya çı
karak herkesi ş
aş
ı
rtmak.
bombacı
* Bomba kullanan veya yapan kimse.
bombacı
lı
k
* Bombacı
nı
n iş
i veya mesleği.
bombalama
* Bombalamak iş
i.
bombalamak
* Belli bir hedefe, çoğunlukla havadan, bomba atmak.
bombalanma
* Bombalanmak iş
i.
bombalanmak
* Bombalanmak iş
ine konu olmak.
bombalatma
* Bombalatmak iş
i.
bombalatmak
* Bombalamak iş
ini yaptı
rmak.
bombardı
man
* Topa tutma.
* Bombalama.
bombardı
man etmek
* top ateş
i veya bomba ile bir yere saldı
rmak.
* bir kimseyi ağı
r sözlerle paylamak.
bombardı
man uçağ
ı
* Bombalama iş
inde kullanı
lan uçak.
bombardon
* Bandoda en kalı
n sesi veren, pistonlu, nefesli çalgı
.
bombe
* Şiş
kin, kabarı
k, tümsekli.
* Şiş
kinlik, kabarı
klı
k.
bombe bezi
* Ayakkabısayaları
nı
n burun bölümlerine içten dikilen bir kumaştürü.
bombeli
* Şiş
kinliğ
i, kabarı
klı
ğı
olan.
bombesiz
* Bombesi olmayan.
bombok
* Çok kötü, çok berbat.
bomboş
* Büsbütün, tamamen boş
.
bomboz
* Çok boz.
bon otu
niger).
* Patlı
cangillerden, hekimlikte kullanı
lan, uyuş
turucu ve zehirli, bir veya iki yı
llı
k otsu bir bitki (Hyoscyamus
bonbon
* Şeker ş
erbeti içinde kaynatı
lı
p üzeri ş
ekerle kaplanmı
şmeyve.
bonbon ş
ekeri
* Bkz. bonbon.
bonboncu
* Bonbon yapan veya satan kimse.
bonbonculuk
* Bonbon yapma veya satma iş
i.
boncuk
* Cam, taş
, sedef, tahta, plâstik gibi maddelerden yapı
lan, ortasıdelik, çoğ
u yuvarlak ve renkli süs tanesi.
boncuk boncuk
* boncuk gibi yuvarlak taneler durumunda.
boncuk fasulye
* Bir tür iri taneli fasulye.
boncuk gibi
* küçücük (göz).
boncuk mavisi
* Yeş
ile çalan bir mavi.
boncuk tutkalı
* Boncuk biçiminde glüten tutkalı
.
boncukçu
* Boncuk yapan veya satan kimse.
boncukçuluk
* Boncukçunun iş
i veya mesleğ
i.
boncuklanı
ş
* Boncuklanmak iş
i veya durumu.
boncuklanma
* Boncuklanmak iş
i.
boncuklanmak
* Gözyaş
ı
, çiy, ter boncuk biçiminde yuvarlak taneler oluş
mak.
boncuklaş
ma
* Boncuklaş
mak iş
i.
boncuklaş
mak
* Boncuk biçimini almak.
boncuklu
* Boncuğ
u olan, boncukla süslenmiş
.
boncukluk
* Boncuk olmaya elveriş
li (nesne).
boncuksuz
* Boncuğ
u olmayan.
bone
* Düz veya kı
vrı
mlı
her çeş
it yumuş
ak kumaşvb. maddeden yapı
lan baş
lı
k.
bonfile
* Kasaplı
k hayvanlarda karnı
n içinde, bel kemiğ
inin iki yanı
ndan aş
ağı
ya doğ
ru uzanan ve yumuş
aklı
ğı
dolayı
sı
yla beğenilen et bölümü.
bonfilelik
* Bonfile yapmaya elveriş
li (et).
bonjur
bonkör
* Günaydı
n.
* Uzun siyah ceketle, çizgili pantolondan oluş
an erkek giysisi.
*İ
yi yürekli.
* Eli açı
k, cömert.
bonkörlük
*İ
yi yüreklilik, eli açı
klı
k, cömertlik.
bonmarş
e
*İ
çinde her türlü giyim, süs eş
yasıoyuncak vb. satı
lan büyük mağaza.
bono
* Belirli bir sürenin sonunda, belirli bir paranı
n, belirli bir kimseye ödeneceğ
ini belirten senet.
bono kı
rdı
rmak
* bir bonoyu, süresi dolmadan, eksiğine paraya çevirmek.
bono vermek
* borç alı
ndı
ğ
ı
nıgösteren vadeli senedi imzalayı
p teslim etmek.
bonservis
* Çalı
ş
tı
ğıyerden ayrı
lı
rken görevini iyi yaptı
ğ
ı
nıbelirtmek amacı
yla birine verilen belge, temiz işkâğı
dı
.
bop
* Poker oyununda, oyuna girmek için ortaya konması
gereken en az miktar.
bopluk
bopstil
bor
* Bop tutarı
nda olma.
* Züppece giyinişbiçimi.
* Bu biçimde giyinen kimse.
*İ
ş
lenmemiş
, taş
lı
k, sert, ekilmemiş(toprak).
bor
* Atom sayı
sı5, atom ağ
ı
rlı
ğı10,8 olan, tabiatta bor asidi veya boratlar durumunda bulunan, yoğ
unluğu 2.45
olan basit element. Kı
saltmasıB.
bora
* Genellikle arkası
ndan yağmur getiren sert ve geçici yel.
bora gibi
* çok sert, öfkeli, ş
iddetli.
borak
boraks
boralı
* Bor (I).
* Yoğunlaş
mı
şbir borik asitten türeyen sodyum tuzu.
* Yağmurlu, sert rüzgârlı
ve soğuk havalı
.
boran
* Rüzgâr ş
imş
ek ve gök gürültüsü ile ortaya çı
kan sağ
nak yağ
ı
ş
lı
hava olayı
.
borani
* Pirinçli, yumurtalıve yoğurtlu ı
spanak veya benzeri sebze yemeğ
i.
borasit
* Sert billûr veya yumuş
ak beyaz kütle durumunda bulunan magnezyum boratı
.
borat
borazan
* Bor asidi ile bir oksidin birleş
mesinden oluş
an tuz.
* Üfleyerek çalı
nan, perdesiz çalgı
, boru.
* Bu boruyu çalan kimse.
borazancı
* Borazan çalan kimse.
borazancı
baş
ı
* Birçok borazancı
nı
n baş
ıolan borazancı
.
borazancı
lı
k
* Borazancı
nı
n iş
i.
borca almak
* veresiye almak.
borca batmak
* çok borçlu olmak.
borca girmek
* borçlanmak, borç para almak.
borcunu bilmek
* borcunu zamanı
nda öder olmak.
borcunu bilmek (veya saymak)
* bir ş
ey yapmayıyerine getirilmesi gereken bir işolarak değ
erlendirmek.
borcunu kapatmak (veya borçtan kurtulmak)
* borcunu ödeyip bitirmek.
borç
borç
* Ödenmesi gerekli para veya baş
ka bir ş
ey.
* Birine karş
ıbir ş
eyi yerine getirme, gerekliğ
i, yükümlülük, vecibe.
* Pancar, lâhana ve et veya krema konularak yapı
lan sebze çorbası
.
borç almak
* daha sonra ödemek üzere birinden para veya bir ş
ey almak.
borç altı
na girmek
* borç para almak.
borç bini aş
mak
* (borç) pek çok olmak, altı
ndan kalkı
lamayacak duruma gelmek.
borç etmek
* borçlandı
rmak.
borç gı
rtlağ
ı
na çı
kmak
* Bkz. borca batmak.
borç harç
* Borçlanarak veya benzeri yollara baş
vurarak.
borç ödemekle (veya vermekle), yol yürümekle tükenir
* birden ödenmeyen bir borç azar azar verilerek ödenebilir.
borç yapmak
* borç olarak almak.
borç yemek
* borçla geçinmek.
borç yiğ
idin kamçı
sı
dı
r
* borç, kiş
iyi daha çok çalı
ş
maya zorlar.
borç yiyen kesesinden yer
* borçla alı
şverişyapan, aldı
kları
nı
n parası
nıhemen vermez, ama aldı
kları
nı
n karş
ı
lı
ğı
kesesinden çı
kacaktı
r.
borçlandı
rı
lma
* Borçlandı
rı
lmak iş
i veya durumu.
borçlandı
rı
lmak
* Borçlanması
na yol açı
lmak.
borçlandı
rma
* Borçlandı
rmak iş
i.
borçlandı
rmak
* Borçlanması
na yol açmak, borçlu duruma getirmek.
borçlanı
lma
* Borçlanı
lmak iş
i veya durumu.
borçlanı
lmak
* Borca girilmek, borç edilmek.
borçlanma
* Borçlanmak iş
i, istikraz.
borçlanmak
* Karş
ı
lı
ğ
ı
nı
sonra vermek ş
artı
yla birinden para veya bir ş
ey almak.
* Manevî bir yükümlülük altı
na girmek.
borçlu
* Borcu olan, borç almı
şolan, verecekli, medyun.
* Bir yüküm altı
nda bulunan.
* Bir ş
eyi birinin yardı
mı
yla elde etmişolan.
borçlu bulunmak (veya olmak)
* borçlu duruma düş
mek.
borçlu çı
kmak
* görülen hesapta vereceğ
i kalmak.
borçlu ölmez, benzi sararı
r
* borç kiş
iyi öldürmez, ancak hasta edecek kadar üzer.
borçluluk
* Borçlu olma durumu.
borçluluk dengesi
* Bir ülkenin belli bir tarihe kadar birikmişdı
şborç ve alacakları
nıgösteren durum veya belge.
borçsuz
* Borcu olmayan.
borçsuz harçsı
z
* Hiç borç yapmadan.
borçsuzluk
* Borçsuz olma durumu.
borda
* Geminin veya kayı
ğı
n yanı
.
borda bordaya
* yan yana.
borda etmek
* yandan yanaş
mak.
borda fenerleri
* Gemilerde biri (solda) kı
rmı
zı
, biri (sağda) yeş
il olarak iki yanda yakı
lan fenerler.
borda hattı
* Donanma gemilerinin bir sı
rada ve paralel olarak gitmek için aldı
klarıdurum.
bordalama
* Bordalamak iş
i.
bordalamak
* Gemiyle bir baş
ka gemiye borda bordaya gelmek veya kazayla ona çarpmak.
bordo
* Mora çalan kı
rmı
zı
renk, ş
arap tortusu rengi.
* Bu renkte olan.
bordro
* Bir hesabı
n ayrı
ntı
ları
nıgösteren çizelge.
bordür
borik
* Kaldı
rı
mları
n kenarları
nda bulunan taş
lar.
* (genellikle giyim kuş
am malzemesindeki) Kenar süsü.
* Cilt kapağ
ı
ndaki kalı
n çizgiler.
* Banyo, tuvalet ve mutfak gibi ı
slak zeminlerde duvar döş
emeleri arası
na konan motifli bir tür fayans.
* Bordan türeyen bir asit ve anhidrite verilen ad.
borik asit
* Etkisi az, beyaz, sedef görünümde bir madde, asit borik.
borikli
borina
*İ
çinde borik asit bulunan.
* Dört köş
e yelkenlerin yan yakaları
na, alt tarafa doğru bağlanan halat.
Bornova misketi
* Bir çeş
it üzüm.
bornoz
* Banyodan çı
karken kurulanmak için kullanı
lan, önden açı
k, havludan yapı
lmı
şgiyecek.
* Kuzey Afrika'da Berberîlerin giydikleri baş
lı
klı
, geniş
, kı
sa kollu bir üstlük.
borsa
* Bazıtüccarları
n ve özellikle sarraflarla değ
erli kâğ
ı
t ve tahvil alı
şveriş
iyle uğraş
anları
n alı
m satı
m ve
değ
iş
im amacı
yla devlet denetimi altı
nda işyaptı
klarıyer.
borsa acentesi
* Müş
teriden aldı
klarıalı
şve satı
şemirlerini borsada yerine getirip karş
ı
lı
ğ
ı
nda komisyon alan kimse.
borsa cetveli
* Borsada belirlenen fiyatlarıgösteren günlük bülten.
borsa değeri
* Borsada arz ve talebe göre oluş
an fiyat.
borsa kâğ
ı
dı
* Borsada kayı
tlı
, alı
nı
p satı
lan hisse senedi.
borsa oyunu
* Borsada oynanan hava oyunu.
borsa simsarı
* Müş
teri ile borsa acenteleri arası
nda aracı
lı
k yapan kimse.
borsa tahtası
* Borsada alı
m satı
m fiyatları
nı
n ilân edildiği pano.
borsacı
* Değerli kâğı
t, para ve tahvil üzerine borsa oyunu yapan kimse.
borsacı
lı
k
* Borsacı
nı
n iş
i veya mesleğ
i.
borş
* Borç (II).
boru
* Bir yerden baş
ka bir yere sı
vı
veya gaz aktarmaya yarayan, içi boş
, uçlarıaçı
k, uzun ve dar silindir.
* Nefesle çalı
nan perdesiz madenî çalgı
, borazan.
boru ağı
* Tesisatıoluş
turan boruları
n bütünü.
boru askı
sı
* Her tür borunun ası
lması
nda kullanı
lan, lâma demiri veya çelik çemberlerden yapı
lan askı
.
boru bileziğ
i
* Soba boruları
nı
n ek yerine geçirilen süslü çember.
boru çalmak
* borazan öttürmek.
boru çiçeği
* Çan çiçeği.
* Tatula.
boru çiçeğigiller
* Çan çiçeğigiller.
boru değil (veya boru mu bu?)
* azı
msanacak, küçümsenecek, önem verilmeyecek ş
ey değil.
boru hattı
* Doğal gaz arı
tma ünitesinden alı
nan gazı
n, bir veya daha fazla dağı
tı
m merkezlerine veya tüketim
merkezlerine doğ
al gaz taş
ı
nması
amacı
yla tesis edilen boru ş
ebekesi.
boru kabağı
* Boğ
umsuz, boru gibi uzun su kabağ
ı
.
boru kelepçesi
* Boruyu duvara tespit etmekte kullanı
lan gereç.
boru mengenesi
* Kesme, dişaçma gibi iş
lemler için borunun sı
kı
ca bağlandı
ğ
ıalet.
boru yolu
* Petrolü, çı
ktı
ğ
ıyerden baş
ka yere akı
tan boru tesisatı
, payplayn.
borucu
boruk
* Boru yapı
p satan kimse.
* Boru montajı
nda çalı
ş
an kimse.
* Dağlarda yetiş
en, kokulu, süpürge ve yakacak olarak kullanı
lan bir ot türü.
borulu
* Borusu olan.
borumsu
* Boru biçiminde olan.
borusu ötmek
* sözü geçmek, yetkisi olmak.
borusu tutmak (veya üstünde)
* (zenciler için) ağ
zı
köpürerek kriz geçirmek, çok öfkelenerek etrafa saldı
rmak.
borusunu çalmak
* çı
kar sağladı
ğıkimsenin davası
nıgütmek.
bos
boslu
bostan
* Bkz. boy bos.
* Bkz. boylu boslu.
* Sebze bahçesi.
* Kavun, karpuz tarlası
.
* Kavun ve karpuza verilen ortak ad.
bostan bekçisi
* Bostanıkoruyan ve kollayan kimse.
bostan bozuntusu
* Korkak, yüreksiz, iş
e yaramaz adam.
bostan dolabı
* Sebze bahçesini sulamak için bir at bağ
lanarak diklemesine dönen kovalarla kuyudan su çı
karmaya yarayan
dolap.
bostan kebabı
* Patlı
can ve yeş
illikler ile kuğ
u inceliğ
inin toprak tencerede piş
irilmesiyle yapı
lan kebap.
bostan korkuluğ
u
* Kuş
larıürkütüp yaklaş
tı
rmamak için tarlaya dikilen kukla.
* Kendisinden beklenilen görevi yapmayan veya kendisinden çekinilmeyen güçsüz kimse.
bostan patlı
canı
* Az çekirdekli, iri ve yuvarlak bir patlı
can türü.
bostancı
* Bostan iş
leriyle uğraş
an kimse.
* Osmanlıtarihinde sarayı
n korunması
na ve ş
ehrin güvenliğ
ine bakmakla görevli olan erlerden her biri.
bostancıocağı
* Bostancı
ları
n bağ
lıolduklarıocak.
bostancı
lı
k
* Bostan iş
leriyle uğraş
ma.
* Bostancı
nı
n görevi.
bostanlı
k
* Bostan olmaya elveriş
li yer.
boş
*İ
çinde, üstünde hiç kimse veya hiçbir ş
ey bulunmayan.
*İ
ş
siz.
* Bir iş
e yaramayan.
* Bilgisiz.
* Görevlisi olmayan (iş
, görev), münhal.
* Yapı
lacak iş
i olmayan.
* Verimsiz.
* Anlamsı
z.
boş(veya boş
ta) gezmek veya gezinmek
* iş
siz güçsüz dolaş
mak.
boşatı
p dolu tutmak (vurmak)
* umutsuz olarak giriş
ilen bir iş
, iyi sonuç vermek.
boşbaş
ak dik durur
* bilgisiz olan üstün görünmek için kası
lı
r.
boşbı
rakmak
* bir yerde kimse oturmamak, boşkalmak.
boşbı
rakmamak
* (para, yiyecek gibi ş
eylerle) yardı
m etmek.
* iş
siz bı
rakmamak.
boşboşbakmak
* amaçsı
z, anlamsı
z ve bilinçsizce bakmak.
boşböğ
ür
* Bkz. böğür.
boşbulunmak
* dikkatsiz ve dalgı
n bulunmak.
* söylenmesi sakı
ncalı
olan bir ş
eyi söyleyivermek.
boşçı
kmak
* umduğ
u gerçekleş
memek, sonuç vermemek.
boşçı
kmamak
* bir iş
ten az da olsa, bir kazançla çı
kmak.
boşdönmek
* hiçbir ş
ey elde edemeden geri gelmek.
boşdurmak
* iş
siz kalmak, çalı
ş
mamak.
boşdurmamak
* her zaman bir iş
le uğraş
mak.
* birinin yaptı
ğ
ı
na karş
ı
lı
k olarak bir harekette bulunmak.
boşdüş
mek
* (kadı
n) ş
eriat hükümlerine göre kocası
ndan ayrı
lmak.
boşgezenin boşkalfası
* iş
siz güçsüz dolaş
an kimse.
boşgezmekten bedava çalı
ş
mak yeğdir
* çalı
ş
mak insanıtembellikten kurtarı
r.
boşgözlerle bakmak
* anlamsı
z bakmak.
boşinanç
* Kaynakları
bilimsel ve dinî temele dayanmayan, dar, biçimci inanma, batı
l itikat.
boşkafalı
* akı
lsı
z veya bilgisiz.
boşkâğı
dı
* Eski ş
eriat hükümlerine göre, ayrı
lmak isteyen kocanı
n, karı
sı
na gönderdiğ
i boş
anma kâğ
ı
dı
.
boşkalmak
* kimse oturmamak.
* iş
siz kalmak.
boşkile dipsiz ambar
* Bkz. dipsiz kile boşambar.
boşkonuş
mamak
* gerçekleri söylemek, bilgisine dayanarak anlatmak.
boşkoymak
* yoksun bı
rakmak, mahrum etmek.
boşküme
* Hiçbir ögesi olmayan küme.
boşlâf
* Gereksiz, verimsiz, iş
e yaramayan ş
ekilde konuş
ma.
boşol (veya olsun)
* erkeğ
in karı
sı
nıboş
amak için söylediği söz.
boşolmak
* evlilik birliğ
i sona ermek, boş
anmak.
boşoturmak
* hiçbir iş
i, uğ
raş
ı
olmamak.
boşsöz
* Bir düş
ünce anlatmayan, lâf olsun diye söylenmişsöz.
boştorba ile at tutulmaz
* çı
kar veya karş
ı
lı
k gösterilmeden bir kimse bir yere bağ
lanmaz.
boşvermek
* aldı
rmamak.
boşyere
* Boş
una.
boşyerine vurmak
* böğ
ürlerine vurmak.
boşzaman
* Çalı
ş
arak geçirilen saatler dı
ş
ı
nda kalan süre.
boş
a almak
* askı
ya almak.
* (motorlu araçlarda) vites kolunu vitesten kurtarmak, rölântiye almak.
boş
a çı
karmak
* olumlu bir sonuç alı
nması
nıengellemek.
boş
a çı
kmak
* (umut, düş
ünce gibi ş
eyler) sonuç vermemek, gerçekleş
memek.
boş
a gitmek
* (harcanan emek, para) hiçbir iş
e yaramamak, olumlu bir sonuca ulaş
amamak.
boş
a koysan dolmaz, doluya koysan almaz
* içinden çı
kı
lamayan güç bir durum karş
ı
sı
nda kalı
ndı
ğı
nda söylenir.
boş
a vermek
* boşgeçirmek.
boş
alı
m
* Boş
almak iş
i, deş
arj.
boş
alma
* Boş
almak iş
i, inhilâl.
* Derdini birine açarak ferahlama, rahatlama.
* Elektrik yükünün baş
ka bir iletkene geçiş
i veya sı
fı
ra düş
mesi.
boş
almak
* Boşduruma gelmek, içinde bir ş
ey kalmamak, inhilâl etmek.
* Dı
ş
arı
ya akmak, dökülmek.
* Gevş
emek, açı
lmak.
* Derdini, sı
kı
ntı
sı
nıbirine anlatarak ferahlamak, deş
arj olmak.
* (hayvan) Bağı
ndan kurtulmak.
boş
altaç
boş
altı
* Bir kabı
n içindeki havayıboş
altmaya yarayan araç, hava boş
altma makinesi.
* Boş
altı
m.
boş
altı
lma
* Boş
altı
lmak iş
i veya durumu.
boş
altı
lmak
* Boş
altmak iş
ine konu olmak.
boş
altı
m
* Boş
altmak iş
i.
* Sistemlerin çalı
ş
abilmesi için sürekli olarak gereken boş
altma iş
lemleri.
* Sindirimden sonra bağ
ı
rsaklarda kalan posanı
n, idrar torbası
ndaki idrarı
n ve ter, tükürük, sümük gibi
salgı
ları
n vücuttan dı
ş
arıatı
lması
, ifrağ
.
boş
altı
m organı
* Vücuttan dı
ş
arıatı
lmasıgereken maddeleri toplayı
p boş
altan organ.
boş
altma
* Boş
altmak iş
i.
boş
altma havzası
* Suları
nıı
rmağa veya göle veren yerlerin bütünü.
boş
altmak
* Boşduruma getirmek.
* Dökmek, boca etmek.
* Bir silâhta ne kadar mermi varsa hepsini arka arkaya patlatmak.
* Derdini dökmek.
* Kusmak.
* Gevş
etmek, açmak.
boş
ama
* Boş
amak iş
i.
boş
amak
* Kanunlara göre iki eş
, aile iliş
kisini kesmek.
* Karı
sıile arası
ndaki nikâh bağı
nıbozmak.
boş
andı
rma
* Boş
andı
rmak iş
i veya durumu.
boş
andı
rmak
* Boş
anması
nısağ
lamak.
* (karıile kocayı
)İ
stekleri üzerine kanunlara uyarak ayı
rmak.
boş
anma
* Boş
anmak iş
i.
* Eş
lerden birinin boş
anma ilâmıalması
yla evlilik birliğinin son bulması
.
boş
anma davası
* Eş
lerden birinin evlilik birliğ
ine son verecek kararıelde etmek için açtı
ğ
ıdava.
boş
anma ilâmı
* Mahkemenin boş
anmayı
kesin hükme bağ
ladı
ğı
nıbelirterek verdiği resmî belge.
boş
anmak
* (karıve koca) Mahkeme kararıile birbirinden ayrı
lmak.
* (hayvan) Baş
lı
ğı
ndan, koş
um takı
mı
ndan veya bağı
ndan kurtulmak.
* Birdenbire ve bol bol akmak.
* (baskıaltı
nda gergin duran bir ş
ey) Birden ve hı
zla kurtulmak.
* (kapalıbir yerde bulunan insanlar) Birden dı
ş
arıçı
kmak.
* Dertlerini, yakı
nmaları
nıanlatmak.
* Çok ağlamak.
* Sı
yrı
lmak kurtulmak.
boş
atma
* Boş
atmak iş
i.
boş
atmak
* Boş
amak iş
ini yaptı
rmak.
boş
attı
rma
* Boş
atma iş
ini yaptı
rtma.
boş
attı
rmak
* Boş
atma iş
ini yaptı
rtmak.
boş
boğaz
* Saklanmasıgereken ş
eyleri söyleyiveren, sı
r saklayamayan, geveze.
* Yerli yersiz konuş
an (kimse).
boş
boğazlı
k
* Boş
boğ
az olma durumu.
boş
boğazlı
k etmek
* gereksiz, yersiz, düş
üncesiz konuş
mak.
boş
lama
* Boş
lamak iş
i, ihmal.
boş
lamak
* Bı
rakmak.
*İ
lgi göstermemek, ihmal etmek.
boş
luk
* Oyuk, çukur, kapanmamı
şyer.
* Kesinti, kopukluk.
* Boşgeçen süre.
* Eksiklik, yoksunluk duygusu.
* Yetersizlik.
*İ
çinde hiçbir cisim bulunmayan uzay, vakum.
boş
luk tulumbası
* Bkz. boş
altaç.
boş
luklu serpme
* Zı
mpara üretiminde tanecikler arası
nda %50 boş
luk kalacak biçimde düzenlenen tane yapı
ş
tı
rma iş
lemi.
Boş
nak
* Bosna halkı
ndan veya bu halk ı
n soyundan olan kimse.
* Boş
naklara özgü olan, Boş
naklarla ilgili olan.
Boş
nak güzeli
* Sarı
saçlı
, al yanaklı
, ablak yüzlü güzel.
Boş
nakça
* Çoğ
unlukla Bosna-Hersek Cumhuriyet'inde yaş
ayan Bosna Müslümanları
nı
n kullandı
ğ
ıdil.
Boş
naklı
k
* Boş
nak olma durumu.
boş
ta gezmek
* iş
siz olmak.
boş
ta kalmak
* iş
siz kalmak.
boş
u boş
una
* Gereksiz yere, boş
una.
boş
una
* gereksiz, yararsı
z yere, boşyere, beyhude, nafile.
boş
una
bot
bot
* Boşyere, yararsı
z yere, gereksiz, beyhude, nafile, tevekkeli.
* Küçük gemi.
* Ağaç, plâstik veya kauçuktan yapı
lmı
şküçük sandal.
* Uzun konçlu, kapalıayakkabı
.
botanik
* Bitki bilimi, nebatat.
botanik bahçesi
* Otsu veya çalıtürü bitkilerin yetiş
tirildiği ve incelemelerinin yapı
ldı
ğı
halka açı
k bahçe.
botanik parkı
* Otsu ve çalıtürü bitkiler ve değ
iş
ik ağaç türleri ile düzenlenmiş
, dinlenme ve gezme amacı
yla halka açı
k
genişalan.
botanikçi
boy
* Bitki bilimci.
* Bir ş
eyin tabanıile en yüksek noktasıarası
ndaki uzaklı
k.
* Bir yüzeyde, en sayı
lan iki kenar arası
ndaki uzaklı
k, en karş
ı
tı
.
* Uzunluk.
* Yol, ı
rmak, deniz kı
yı
sı
.
* Kumaşiçin ölçü.
* Süre.
* Uzaklı
k.
* Destan.
boy
* Ortak bir atadan türediklerine, birbirleriyle kan akrabalı
ğ
ıbulunduğuna inanarak evlenmeyen, toplumsal ve
ekonomik iliş
kilerini anaerkil, ataerkil anlayı
ş
ıuygulayan geleneksel topluluk, kabile, klân.
boy abdesti
*İ
slâm dininin gerekli bulduğ
u durumlarda ve biçimde yı
kanı
p abdest alma, gusül.
boy almak (veya sürmek)
* boyu uzamak, boylanmak.
boy atmak
* boyu uzamak, boylanmak, geliş
mek.
boy aynası
*İ
nsanıbütünüyle gösteren büyük ayna.
boy beyi
boy bos
* Boyun en saygı
n ve lider kimliğ
ine sahip kiş
isi.
* Vücudun yapı
sıbakı
mı
ndan biçimi.
* Geçerlilik, değ
er.
boy bos yerinde
* uzun ve biçimli.
boy boy
* Çeş
itli büyüklük ve nitelikte.
boy göstermek
* görünmek.
* gösterişyapmak.
boy menteş
e
* Düz yaprak menteş
e benzeri 1,75-3,50 cm uzunluğ
unda menteş
e.
boy otu
* Baklagillerden, çiçekleri mavi, sarıveya beyaz renkli, kurutulan tohumlarıçemen yapı
mı
nda kullanı
lan bir
bitki (Trigonella faenum-graecum).
boy ölçüş
mek
* yarı
ş
mak.
boy pos
* Bkz. boy bos.
boy vermek
* (su) insan boyunu aş
acak kadar derin olmak.
* suya dalarak boyu ile suyun derinliğini ölçmek.
* büyümek.
boy vermemek
* sı
ğolmak, (su) insan boyunu geçmemek.
boya
* Renk vermek, dı
şetkilerden korumak için eş
yanı
n üzerine sürülen veya içine katı
lan renkli madde.
* Renk.
* Yazmak için kullanı
lan mürekkep.
* Aldatı
cıgörünüş
.
boya çekmek
* boyuna büyümek, uzamak.
boya fı
rçası
* Boya sürmek veya resim yapmak için kullanı
lan değ
iş
ik tür ve ölçülerde fı
rça.
boya kalemi
* Resim yapmak için kullanı
lan değ
iş
ik renkli kalem.
boya kökü
* Bitki köklerinden elde edilen tabiî boya.
boya kullanmak
* boyanmak, makyaj yapmak.
boya kutusu
*İ
çine çeş
itli renkli kalemleri ve fı
rçalarıkoymaya yarayan kutu.
boya tabakası
* Şablonları
n sulu kenar kapatı
cı
sıile kaplanması
.
boya tabancası
* Sı
vıboyayı
püskürtmek için kullanı
lan alet.
boya tutmak
* (boyanan nesne) iyi boyanı
r olmak.
boya vurmak (veya çekmek, sürmek)
* boyamak.
boyacı
* Boya satan kimse.
* Boyama iş
ini, boyacı
lı
ğ
ımeslek edinen kimse.
* Boya satı
lan dükkân.
boyacıküpü
* Bir iş
in kolayca ve çabucak yapı
lamayacağ
ı
nı
anlatmak için boyacıküpü mü bu? boyacı
küpü değ
il ki
(hemen daldı
rı
p çı
karası
n) gibi deyimlerde kullanı
lı
r.
boyacıküpüne girmişgibi
* çok boyalı
kadı
n.
boyacısandı
ğ
ı
* Ayakkabıboyacı
ları
nı
n boya, fı
rça, cilâ gibi gereçlerini koyduklarıve müş
terinin ayağı
nıbası
p ayakkabı
sı
nı
boyattı
ğ
ı
, omuza ası
larak taş
ı
nabilir bir çeş
it küçük sandı
k.
boyacı
lı
k
* Boya yapma veya satma iş
i.
* Boyacı
nı
n yaptı
ğ
ıiş
.
boyahane
* Boya iş
leri yapı
lan yer.
boyalama
* Boyalamak iş
i.
boyalamak
* Geliş
igüzel boya sürmek.
boyalanma
* Boyalanmak durumu.
boyalanmak
* Boya sürülmek.
boyalı
* Boya sürülmüş
, boyanmı
şveya boyaya batı
rı
lmı
ş
.
* Renkli.
* (kadı
n için) Yüzünü çok boyamı
şolan, makyajlı
.
boyalıbası
n
* Okuyucunun ilgisini çekmek için renkli fotoğ
rafa yazıve haberden çok yer veren, kupon veya çekiliş
lerle
armağ
an dağ
ı
tan bası
n.
boyama
* Boyamak iş
i.
* Renkli yazma veya mendil.
* Rengi boya ile sonradan verilmişolan.
boyama kazanı
* Örgü yünlerinin veya ipliklerin boyanma iş
leminin yapı
ldı
ğ
ıbüyük tekne.
boyama kitabı
* Küçükleri eğitici nitelikte içinde boyanacak resimler bulunan kitap.
boyamak
* Boya sürerek veya boyaya batı
rarak renk vermek.
* Ağı
r söz söylemek, aş
ağ
ı
lamak.
boyana
* Boyna.
boyanma
* Boyanmak iş
i.
boyanmak
* Boyamak iş
i yapı
lmak.
* Kendi kendini boyamak, yüzüne boya sürmek, makyaj yapmak.
* Boya veya renkli bir ş
ey sürülmek.
boyar
* Tuna bölgesinde, Transilvanya'da, Rusya'da soylulara verilen unvan.
boyar
* Boyama özelliğ
i olan madde, boyar madde.
boyar madde
* Bazıortamlarda çözünerek ortama belli renk veren doğ
al veya yapay renkli madde.
* Hücre öz suyu içinde eriyik durumunda bulunan renkli madde.
boyasıatmak
* boyası
solmak.
boyası
z
* Boya sürülmemiş
.
* Renksiz.
* (kadı
n için) Yüzünü boyamamı
şolan, makyajsı
z.
boyası
zlı
k
* Boyası
z olma durumu.
boyatı
lma
* Boyatı
lma iş
i.
boyatı
lmak
* Boyamak iş
i yaptı
rı
lmak, boya sürdürülmek.
boyatma
* Boyatmak iş
i.
boyatmak
* Boyamak iş
ini yaptı
rmak, boya sürdürmek.
boyayı
cı
* Boyama özelliğ
i olan.
boyca
* Boy bakı
mı
ndan.
boydak
* Yükü olmayan yaya.
* Bekâr, yalnı
z, serbest.
boydan boya
* Bir uçtan öbür uca kadar.
boydaş
* Aynıboyda olan.
* Akran.
boydaş
lı
k
* Boydaşolma durumu.
boykot
* Bir iş
i, bir davranı
ş
ıyapmama kararıalma.
* Bir kimse, bir topluluk veya bir ülkeyle amaca ulaş
mak için her türlü iliş
kiyi kesme.
boykot etmek
* bir iş
i, bir davranı
ş
ıyapmama kararıalmak.
boykotaj
* Boykot etmek iş
i.
boykotçu
* Boykot yapan veya boykota katı
lan kimse.
boykotçuluk
* Boykot yapma iş
i.
boylam
* Yeryüzündeki herhangi bir noktanı
n meridyen dairesiyle baş
langı
ç olarak alı
nan Greenwich gözlem evinin
meridyen dairesi arası
ndaki açıdeğeri, tul.
boylama
* Boylamak iş
i.
boylamak
*İ
stemeyerek bir yere gitme durumunda kalmak.
* Batmak.
* Düş
mek.
* Yükselmek, çı
kmak.
* Destan söylemek, anlatmak.
boylaması
na
* Boyu doğrultusunda.
boylanı
ş
* Boylanmak iş
i veya biçimi.
boylanma
* Boylanmak iş
i.
boylanmak
* Boyu uzamak.
boyler
boylu
* Kalorifer kazanı
nı
n sı
caklı
ğ
ı
ndan yararlanarak, içindeki suyun ı
sı
tı
lmasısağlanan depo.
* Boyu olan.
* Boyu benzerlerinden uzun olan.
boylu boslu
* Uzun boylu, yakı
ş
ı
klı
, gösteriş
li.
boylu boyunca
* Boyu uzanabildiğ
i kadar, boyu uzunluğ
unca.
boylu poslu
* Bkz. boylu boslu.
boyluca
boyna
* Uzun boylu gibi olan.
* Sandalıkı
çtan yürüten kı
sa kürek.
boyna etmek
* sandalı
kı
çtan tek kürekle yürütmek.
boynu altı
nda kalsı
n!
* ölsün, gebersin.
boynu armut sapı
na dönmek
* çok zayı
flamak.
boynu bükük
* Üzgün, kı
rı
lmı
ş
, kimsesiz, acı
nacak ve yardı
m bekler durumda, zavallı
.
boynu eğri
* Asmaları
n yeni sürgünlerini yiyen veya kemiren bağzararlı
sı
.
boynu eğri
* herhangi bir sebeple birine karş
ı
direnecek veya söz söyleyecek durumda olmayan.
boynu kı
ldan ince olmak
* haksı
z olduğu anlaş
ı
ldı
ğı
nda verilecek her cezaya razıolmak.
boynuna
* üstüne.
boynuna almak
* bir ş
eyi borç veya ödev olarak üzerine almak.
boynuna geçirmek
* bir ş
eyi kendine mal etmek, zimmetine geçirmek.
boynunda kalmak
* bir sözü iletmediğ
i veya birine ödenecek parayı
ödemediğ
i için üzerinde borç kalmak.
boynunu bükmek
* acı
ndı
rı
cı
, çaresiz bir durumda kalmak.
* bir durumu, bir iş
i ister istemez kabul etmek.
* (bitki için) canlı
lı
ğ
ı
nıyitirmek.
boynunu kı
rmak
* çekip gitmek.
boynunu uzatmak
* her ş
eye, her cezaya razı
olmak.
boynunu vurmak
* baş
ı
nı
keserek öldürmek.
boynuz
* Bazıhayvanları
n baş
ı
nda bulunan, tı
rnaksıbir maddeden, uzun, kı
vrı
k veya çatallıkorunma organı
.
* Bu organdan yapı
lmı
ş
.
* Kurş
un borudan kol alma iş
leminde kullanı
lan demirden yapı
lmı
şalet.
boynuz çekmek
* boynuz kullanarak kan çekmek, hacamat etmek.
boynuz dikmek
* (kadı
n) baş
ka erkekle iliş
ki kurarak kocası
nı
aldatmak.
boynuz eğ
mek
* istemeyerek uymak, karş
ıtarafı
n gücünü kabul etmek.
boynuz isterken kulaktan olmak
olmak.
* daha iyisini, mükemmelini ararken mevcut olanıyitirmek, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan
boynuz kulağıgeçmek
* bir konuda daha sonra yetiş
enler yetenek bakı
mı
ndan eskileri geçmek.
boynuz takmak (veya takı
nmak, taktı
rmak)
* (koca) karı
sıbaş
ka bir erkekle iliş
ki kurarak aldatı
lmak.
boynuzlama
* Boynuzlamak iş
i.
boynuzlamak
* (hayvan) Boynuzu ile vurmak, süsmek.
* (kadı
n için) Kocası
nıbaş
ka bir erkekle aldatmak.
boynuzlanma
* Boynuzlanmak iş
i veya biçimi.
boynuzlanmak
* Boynuzu çı
kmak.
* Boynuz batı
rı
lmak, boynuz yarası
almak.
* (erkek için) Karı
sıveya bir kadı
n yakı
nıtarafı
ndan aldatı
lmak.
boynuzlaş
ma
* Boynuzlaş
mak iş
i veya durumu.
boynuzlaş
mak
* Boynuz durumuna girmek.
boynuzlatma
* Boynuzlatmak iş
i.
boynuzlatmak
* Erkek, karı
sı
veya bir kadı
n yakı
nıtarafı
ndan aldatı
lmak.
boynuzlu
* Boynuzu olan (hayvan).
* Karı
sı
nı
n veya kadı
n yakı
nları
ndan birinin iffetsizliğine göz yuman (erkek).
* Troleybüs.
boynuzlugiller
* Keçi, koyun, sı
ğ
ı
r ve antiloplarıiçine alan, içi boşolan boynuzlarısürekli kalan ve dallıolmayan,
omurgalı
ları
n memeliler sı
nı
fı
.
boynuzluteke
* Kı
n kanatlı
lardan, kurtçuğ
u meş
e ağ
açları
nda yaş
ayan bir böcek (Carambyx).
boynuzsu
* Boynuza benzer, boynuz gibi.
boynuzsuz
* Boynuzu olmayan.
boysuz
* Boyu benzerleri arası
nda kı
sa olan.
boyu
* (bir isim tamlaması
nda tamlanan olduğ
unda) süresince, boyunca.
boyu (bosu) devrilsin (veya devrilesi)
* "ölsün" anlamı
nda ilenç sözü.
boyu (veya boyuna, boyunca) beraber
* kendi boyu kadar.
boyu bacadan mıaş
tı
?
* daha evlenecek yaş
ta değ
il.
boyu boyuna, huyu huyuna
* karı
koca veya arkadaş
lar arası
nda her bakı
mdan uygunluk olmasıgerekir.
boyun
* Gövdenin baş
la omuz arası
nda kalan bölgesi.
* Şiş
e, güğüm gibi kapları
n veya vida, cı
vata gibi araçları
n dar olan üst bölümü.
* Sorumluluk.
* Dağsı
rtları
nda geçmeye elveriş
li alçak yer.
boyun bağı
* Gömlek yakası
nı
n altı
ndan geçirilip süs olarak bağ
lanan uzun, enlice kumaşparçası
, kravat.
boyun bir karı
şuzadı
* gereğ
i olmayan o iş
i yapmakla sanki yükseldin anlamı
nda söylenir.
boyun borcu
* Yapı
lmasıgereken ödev, vecibe.
boyun bükmek
* Bkz. boynunu bükmek.
boyun eğmek
* isteyerek veya istemeyerek uymak, katlanmak.
boyun kesmek
* baş
ı
nı
eğ
mek.
boyun kı
rmak
* saygıduyulan bir kimse karş
ı
sı
nda, ayakta iken baş
ı
öne bükmek.
boyun olmak
* kefil olmak.
boyun vermek
* buyruk altı
na girmek.
boyuna
* Ene dik olarak, boyunca, uzunlaması
na, tulânî.
* (bo'yuna) Ara vermeden, durmaksı
zı
n.
boyuna bosuna bakmadan
* fizik yapı
sı
nı
n gereğince geliş
memişolması
nıgöz önünde bulundurmadan.
boyunca
* Boyu veya uzunluğu kadar.
* Sürdüğü zaman kadar, süresince.
boyunca çocuğ
u olmak
* yetiş
kin çocuğu olmak.
boyunduruğ
a atmak (veya almak)
* (güreş
te) hasmı
n baş
ı
nıkoltuk altı
na alı
p boynuna kol dolamak.
boyunduruğ
a vurmak
* baskıaltı
na almak.
boyunduruk
* Çift süren veya arabaya koş
ulan hayvanları
n birlikte yürümelerini sağ
lamak için boyunları
na geçirilen bir
tür ağaç çember.
* Zulüm ve zorbalı
k baskı
sı
, esaret.
* Güreş
te hasmı
n baş
ı
nıkoltuk altı
na alı
p boynuna kol dolama oyunu.
* Kapıveya pencere gibi açı
klı
kları
n üzerine konulan ağaç, taşveya beton kiriş
, lento.
* Mengenenin üst yanı
ndaki kemer biçimli bölüm.
boyunduruk altı
na girmek
* baş
kası
nı
n baskı
sıaltı
nda kalmak.
boyunduruk parası
* Bir mahalleden veya köyden baş
ka yere gelin götürülürken, kaynatanı
n, gelinin ayrı
ldı
ğ
ıyerin delikanlı
ları
na
verdiğ
i bahş
iş
.
boyunlandı
rmak
* Kapsam kazandı
rmak.
boyunlu
* Boynu olan.
boyunluk
* Boyuna sarı
lan ş
ey, boyun sargı
sı
.
boyunun ölçüsünü almak
* kendi yetersizliğ
ini, beceriksizliğini anlamak; beklediği yakı
nlı
ğ
ıgörememek.
boyut
* Bir cismin herhangi bir yöndeki uzanı
mı
.
* Nitelik, geniş
lik, kapsam.
* Durum.
* Doğruları
n, yüzeylerin veya cisimlerin ölçülmesinde ele alı
nan üç doğ
rultudan uzunluk, geniş
lik ve
derinlikten her biri, buut.
boyut katmak
* baş
ka veya yeni bir görüşaçı
sıvermek, geniş
lik, kapsam ve içerik kazandı
rmak.
boyut kazanmak
* yeni bir durum, içerik, geniş
lik, kapsam kazanmak.
boyutlandı
rma
* Boyutlandı
rmak iş
i.
boyutlu
boyutsuz
* Boyutu olan.
* Boyutu olamayan.
boz
* Açı
k toprak rengi.
* Bu renkte olan.
* Açı
lmamı
ş
, sürülmemiş(toprak).
boz bulanı
k
* Çok bulanı
k.
boz madde
* Sinir hücrelerinden oluş
an, beyinde dı
ş
, omurilikte iç tabaka.
boz yel
* Lodos.
boza
* Arpa, darı
, mı
sı
r, buğ
day gibi tahı
lları
n hamurunun ekş
itilmesiyle yapı
lan koyuca, tatlıveya mayhoşiçecek.
boza gibi
* (sı
vı
lar için) koyu ve bulanı
k.
boza olmak
* utanmak, bozum olmak.
bozacı
* Boza yapan veya satan kimse.
bozacı
lı
k
* Boza yapma veya satma iş
i.
bozahane
* Boza yapı
lan yer.
bozarı
k
bozarma
* Bozarmı
şolan.
* Bozarmak iş
i veya durumu.
bozarmak
* Rengi boz olmak, renk değ
iş
tirmek, rengini atmak.
bozayı
* Tehlikeli bir cins ayı
.
bozbakkal
* Karatavukgillerden, boz renkli ardı
ç kuş
u (Turdus pil ris).
bozca
* Rengi boza çalan.
*İ
ş
lenmemiş
, çalı
lı
k toprak, ham tarla.
bozdoğ
an
* Bir doğ
an türü (Falco aesalon).
* Yeniçeriler tarafı
ndan kullanı
lan ve atları
n eyerlerinde ası
lıduran altıtoplu gürz.
bozdur bozdur harca
* çok az olan ş
eyler için alay olarak kullanı
lı
r.
bozdurma
* Bozdurmak iş
i.
bozdurmak
* Bozmak iş
ini yaptı
rmak.
bozdurtma
* Bozdurtmak iş
i veya durumu.
bozdurtmak
* Bozdurmak.
bozdurulma
* Bozdurulmak iş
i veya durumu.
bozdurulmak
* Bozmak iş
i yaptı
rı
lmak.
bozgeven
* Yurdumuzda Erciyes dağ
ı
nda yetiş
en bir geven türü (Astragalus microcephalus).
bozgun
* Bir toplulukta karş
ı
lı
klıgüvenin bozulmasıile beliren karı
ş
ı
klı
k.
* Yenilen bir ordunun, düzen bağı
nıyitirerek asker onurunun gerektirdiğ
i bütün bağları
bozması
, hezimet.
* Bu durumda bulunan.
* Morali bozulmuş
, çökmüş
, yı
lgı
n.
bozguna uğ
ramak (veya vermek)
* yenilip periş
an olmak, dağı
lmak, hezimete uğ
ramak.
bozguncu
* Bozgunluk yaratan (kimse, güç vb.).
bozgunculuk
* Bozguncuya yakı
ş
ı
r davranı
ş
.
bozgunluk
* Bozgun.
* Bozgun olanı
n durumu.
bozkı
r
* Kurakçı
l otsu bitkilerden oluş
an, sı
cak ve ı
lı
man iklimlerde genişalanlara yayı
lan, ağaçsı
z doğ
al bölge, step.
bozkı
r kedisi
* Genellikle bozkı
rlarda yaş
ayan yabanî kedi (Otocolobus manul).
bozkı
r koyunu
* Asya koyunu (Ovis vignei).
bozkı
r tavuğu
* Bağ
ı
rtlak.
bozkı
rlaş
ma
* Bozkı
rlaş
mak iş
i veya durumu.
bozkı
rlaş
mak
* Bozkı
r durumuna gelmek.
bozkurt
* Birçok Türk destanı
nda yer alan kutsal hayvan.
bozlak
bozlama
* Orta ve Güney Anadolu'nun birçok bölgelerinde bir türkü ezgisi.
* Bu ezgiyle söylenen, konusu acı
klıtürküler.
* Bozlamak eylemi.
bozlamak
* (deve) Bağ
ı
rmak.
* Çı
ğlı
k koparmak.
bozma
* Bozmak iş
i.
* Biçimi ve kullanı
lı
ş
ıdeğiş
tirilmiş
.
bozmacı
* Eski ş
eyleri alı
p bozarak parça parça satan kimse.
bozmak
* Bir ş
eyi kendisinden beklenilen iş
i yapamayacak duruma getirmek.
* Bir yerin, bir ş
eyin düzenini karı
ş
tı
rmak.
* Dokunmak, zarar vermek.
* Kötü duruma getirmek.
* Geçersiz bir duruma getirmek.
* Büyük parayı
ufak birimlere ayı
rmak.
* Bir kimseyi beklemediğ
i bir davranı
şkarş
ı
sı
nda bı
rakarak veya sözünü yalana çı
kararak küçük düş
ürmek.
* Bozguna uğ
ratmak, yenmek, mağlûp etmek.
* Altı
nıparaya çevirmek, bozdurmak.
* Bağveya bostanı
n son ürününü toplamak.
* Kı
zlı
ğ
ı
na zarar vermek.
* Aklı
nı
yitirecek derecede bir ş
eye düş
kün olmak.
* Biçimini ve kullanı
lı
ş
ı
nıdeğ
iş
tirmek.
* Bı
rakmak, dağı
tmak.
bozördek
* Tatlısularda bulunan bir tür ördek.
bozrak
bozuk
* Rengi boza çalan.
* Bozulmuşolan.
* (bir organ) Görevini yapamaz duruma gelmiş
.
* Kı
zgı
n, sı
kı
ntı
lı
.
* Madenî, küçük değerli para.
* Kötümser, gergin, huzursuz, karı
ş
ı
k.
bozuk
* Türk halk müziğ
inde, bağ
lamadan biraz büyük ve meydan sazı
ndan küçük dokuz telli bir saz.
bozuk çalmak
* canısı
kı
lmı
ş
, yüzü ası
lmı
şolmak.
bozuk düzen
* Düzensiz, düzeni bozuk olan.
bozuk para
* Ufak birimlere ayrı
lmı
şpara, ufaklı
k, bozuk.
bozuk para gibi harcamak
* değ
erini düş
ürecek biçimde bir kimseden yararlanmaya kalkı
ş
mak.
bozukça
bozukluk
bozulma
* Biraz, bozuk, bozuk gibi.
* Bozuk olma durumu.
* Bir paranı
n ufak birimlere ayrı
lmı
şdurumu, ufaklı
k, bozuk para.
* Bozulmak iş
i.
bozulmak
* Bozmak iş
ine konu olmak.
* (yiyecek için) Kokmak, yenilemeyecek duruma gelmek, ekş
imek.
*İ
yi ve değ
erli niteliğ
ini yitirmek.
* Bir ş
eye kı
zmak, içerlemek.
* Sağlı
ğı
nıyitirip zayı
flamak.
* Dağı
lmak, bozguna uğ
ramak.
bozuluş
* Bozulmak iş
i veya biçimi.
bozum
* Bozulmak iş
i, utangaçlı
k, mahçupluk.
bozum etmek
* utandı
rmak, mahcup etmek.
bozum havası
* Utangaçlı
k, mahcupluk, yenilmiş
lik.
bozum olmak
* utanmak, utanacak duruma düş
mek, mahcup olmak.
bozumca
bozuntu
* Kurş
un renginde iri bir kertenkele.
* Bozulmuşbir ş
eyin kalan bölümleri, döküntü.
* Kendinde bulunmasıgereken nitelikleri taş
ı
mayan kimse veya ş
ey.
* Şaş
kı
nlı
ğ
a düş
me.
bozuntuya uğramak
*ş
aş
kı
nlı
ğa kapı
lmak.
bozuntuya vermemek
* bir kimsenin hoş
a gitmeyen bir durumunda fark etmemişgibi davranmak.
bozuş
ma
* Bozuş
mak iş
i.
bozuş
mak
* Aralarıaçı
lmak.
bozuş
uk
* Aralarıaçı
lmı
ş
, bozulmuşolan.
bozuş
ukluk
* Bozuk durumda, karş
ı
lı
klıbozulma içinde.
bozyürük
* Üstü hafif benekli, baş
ıküçük, kuyruğu kalı
n ve kı
sa, zehirsiz ve zararsı
z bir yı
lan (Eryx).
böbrek
* Kandaki zararlımaddeleri süzen, idrar salan, omurganı
n sağve sol yanı
nda bulunan çift organlardan her
biri.
böbrek taş
ı
* Böbreklerde oluş
an taş
.
böbrek üstü bezi
* Böbreklerin üstünde bulunan, hormon niteliğ
inde salgı
sıolan bez (II).
böbrek yağ
ı
* Kasaplı
k hayvanları
n böbreklerinin çevresinde oluş
an yağ
.
böbreksi
* Böbrek biçiminde olan.
böbür
* Memelilerden, sı
cak ülkelerde yaş
ayan, derisi benekli, yı
rtı
cıhayvan (Hyrax syriensis).
* Böbürlenme, kibir.
böbürlenme
* Böbürlenmek iş
i.
böbürlenmek
* Övünerek kabarmak, kurulmak.
böbürlenmek
* çok böbürlenmek.
böbürtü
böce
* Böbürlenme.
* Böcü.
böcek
* Eklem bacaklı
ları
n, altıbacaklı
, çoğu kanatlıve vücutlarıbaş
, göğ
üs, karı
n olarak eklemlerden oluş
muş
hayvan sı
nı
fı
, haş
ere.
* Kelebek, kurt ve tı
rtı
lı
n dı
ş
ı
nda kalan küçük hayvancı
klara verilen ad.
*İ
stakoza benzer, uzunluğu 30-40 cm kadar olan, sarırenkli, kı
sa kı
skaçlı
, yenilen bir deniz hayvanı
.
böcek bilimci
* Böcek bilimi uzmanı
, entomolojist.
böcek bilimi
* Böceklerin yapı
sı
nı
, yaş
ayı
ş
ı
nıve hastalı
k yapı
cıniteliklerini inceleyen bilim dalı
, entomoloji.
böcek çı
karmak
* ipek böceğ
i yetiş
tirmek.
böcek gibi
* ufak tefek ve esmer (çocuk).
böcek kabuğ
u
* Mor ile yeş
il arası
nda ve metal parlaklı
ğı
nda olan renk.
* Bu renkte olan.
böcekbaş
ı
* Osmanlıİ
mparatorluğunda zabı
ta görevlisi.
böcekçil
* Böcek yiyen, böcekle beslenen (hayvan veya bitki).
böcekçiller
* Omurgalıhayvanlardan memeliler sı
nı
fı
na giren, böcek yiyen, karada yaş
ayan hayvanlar takı
mı
.
böcekhane
* Böceklik.
böcekkapan
* Örnek bitkisi drosera olan ve bazıorganlarıböcek yakalamaya, sindirmeye elveriş
li olan bitkilerin ortak
adı
.
böceklenme
* Böceklenmek iş
i.
böceklenmek
*İ
çinde veya üstünde böcek üremek.
böcekler
* Vücutlarıbaş
, göğ
üs ve karı
n olarak üç bölgeye ayrı
lan, duyargalarıbirer, kanatlarıikiş
er, ayakları
yla ağı
z
parçalarıüçer çift olan eklem bacaklı
lar sı
nı
fı
.
böcekli
böceklik
*İ
çinde veya üstünde böcek bulunan, böceklenmiş
.
*İ
pek böceğ
i yetiş
tirilen yer, böcekhane.
böceksavar
* Evdeki zararlı
böcekleri savı
p öldürmekte kullanı
lan ve ilâç püskürten sprey.
böceksiz
*İ
çinde böcek bulunmayan.
böcelenme
* Böcelenmek iş
i veya durumu.
böcelenmek
* (tahı
l) Böceklenmek.
böcü
* Kurt.
* Böcek.
* Çocuklarıkorkutmak için söylenen ve hayalet, hortlak vb. gibi hayalî bir varlı
ğ
a verilen ad.
böcül böcül
* Gözlerini iki yana oynatarak (bakmak).
böğ
* Eklem bacaklı
lardan, soluk sarırenkli, zehirli bir örümcek türü.
böğür
*İ
nsan ve hayvan vücudunun kaburga ile kalça arası
ndaki bölümü, boşböğ
ür.
* Yan taraf.
böğüre böğ
üre
* Bağ
ı
rarak.
böğürme
* Böğ
ürmek iş
i.
böğürmek
* (öküz, manda, deve) Bağı
rmak.
* (insan) Anlaş
ı
lmaz bir biçimde yüksek sesle bağ
ı
rmak.
böğürtlen
* Gülgillerden, bahçe çitlerinde, yol kenarları
nda kendiliğ
inden yetiş
en dikenli ve çok yı
llı
k bir çalı
, diken
dutu (Rubus caesus).
* Bu bitkinin önce kı
rmı
zıiken olgunlaş
ı
nca kararan mayhoşyemiş
i.
böğürtlenlik
* Böğ
ürtlen çalı
ları
nı
n çok olduğ
u yer.
böğürtme
* Böğ
ürtmek iş
i.
böğürtmek
* Böğ
ürtmek iş
ini yaptı
rmak.
böğürtü
* Böğ
ürme sesi.
böğürüş
* Böğ
ürmek iş
i veya biçimi.
böke
bökelik
* Kahraman, güçlü kimse.
* Ulusal veya uluslar arasıbir yarı
ş
mada ilk dereceyi alan, birinci olan (kimse), ş
ampiyon.
* Böke olma durumu, ş
ampiyonluk, ş
ampiyona.
böldürme
* Böldürmek iş
i.
böldürmek
* Bölmek iş
i yaptı
rı
lmak.
bölen
* Bir bölme iş
leminde bölünen sayı
nı
n kaç eş
it parçaya ayrı
ldı
ğı
nıgösteren sayı
.
bölge
* Sı
nı
rlarıidarî veya ekonomik birliğe, toprak, iklim ve bitki özelliklerinin benzerliğ
ine veya üzerinde yaş
ayan
insanları
n aynısoydan gelmişolmaları
na göre belirlenen toprak parçası
, mı
ntı
ka.
* Vücut yüzeyinde sı
nı
rları
belli herhangi bir bölüm, nahiye.
bölgeci
* Belli bir bölgenin çı
karlarıiçin çalı
ş
an (kimse).
bölgecilik
* Belli bir bölgenin çı
karlarıiçin çalı
ş
ma durumu.
bölgesel
* Bölge ile ilgili veya bir bölgeye özgü olan.
bölme
* Bölmek iş
i, ayı
rma, parçalama, taksim.
* Salon, oda veya sofa gibi büyük bir yerden ayrı
lmı
şdaha küçük yer.
* Büyük bir yeri, alanıküçük oda veya kı
sı
mlara ayı
ran ince duvar veya tahta perde.
* Bölmek iş
lemi, taksim.
* Cins kavramları
nıtür, alt tür kavramları
na ayı
rmak iş
i.
* Gemilerin içinde, su baskı
nı
, yangı
n gibi durumlarda, ara kapı
lar kapanı
nca arı
zanı
n veya hasarı
n
yayı
lması
nıönlemek için kullanı
lan birbirlerinden ayrı
lmı
şyerler.
* Kalı
n ağaç gövdesinden odun veya tekne yapmak için ayrı
lan tomruk.
bölme iş
areti
* Bölme iş
leminin yapı
lacağ
ı
nıifade eden bölü "/" iş
areti.
bölmeç
bölmek
bölmeli
bölü
* Ambalâj içinde bulunan malları
birbirinden ayı
rmaya yarayan koruyucu parça.
* Bir bütünü iki veya daha çok parçaya ayı
rmak, taksim etmek.
* Birliğ
in bozulması
na yol açmak, parçalamak.
* Bir niceliğ
i iki veya daha çok eş
it parçaya ayı
rmak.
* Bölme ile ayrı
lmı
şolan.
* Bölme iş
lemini gösteren iş
aretin "/" okunuş
u, taksim; "a/b" anlatı
mı
, "a bölü b" diye okunur.
* Bir bayağı
kesrin gösteriliş
inde pay ile payda arası
na konulan yatay çizginin okunuş
u; "a/b" kesri "a bölü
b" diye okunur.
bölücü
* Bölme iş
ini yapan, bölen.
* Bir topluluğu, birliğ
i parçalama, bölme amacı
nda olan, fesatçı
, münafı
k.
* Bir siyasî partinin birliğini parçalamayı
, bozmayıamaç edinen kimse.
bölücülük
* Bölücünün yaptı
ğ
ıiş
, ara bozuculuk.
bölük
takı
mı
.
* Bir bütünden ayrı
lmı
şolan parça, kı
sı
m.
* Saç örgüsü.
* Hizip.
* Takı
mlardan oluş
an, üçü veya dördü bir tabur oluş
turan ve öbür birliklerin temeli sayı
lan birlik.
* On kuralı
na göre yazı
lan bir tam sayı
nı
n, sağdan sola doğru üçer üçer ayrı
lan basamakları
ndan her bir üçlü
bölük bölük
* Parçalara ayrı
lmı
ş
, kı
sı
m kı
sı
m.
bölük pörçük
* Bütünlüğ
ü sağlanamamı
şdurumda, parça parça.
bölükbaş
ı
* Yeniçeri ordusunda üst rütbeli bir görevli.
bölüm
* Bir bütünü oluş
turan parçaları
n her biri, kı
sı
m.
* Bir kuruluş
un yönetim birimlerinden her biri, departman, seksiyon.
* Bir okul veya üniversitenin herhangi bir bilim ve uzmanlı
k dalı
nda eğ
itim sağlayan birimlerinden her biri,
departman.
* Çağ
, devir.
* Bölme iş
lemi sonunda elde edilen sayı
.
* Canlı
ları
n bölümlenmesinde filumları
n bir araya gelmesiyle oluş
an birlik.
bölümleme
* Bölümlemek iş
i, sı
nı
flama, tasnif.
bölümlemek
* Birçok ş
ey arası
nda, birbirine eş
it veya benzer olanlarıkümelere ayı
rmak, sı
nı
flamak, tasnif etmek.
bölümlendirme
* Bölümlendirmek iş
i, sı
nı
flandı
rma.
bölümlendirmek
* Bir ş
eyi bölümlere ayı
rmak, sı
nı
flandı
rmak.
bölümleniş
* Bölümlenmek iş
i veya biçimi.
bölümlenme
* Bölümlenmek iş
i veya durumu.
bölümlenmek
* Bölümlemek iş
ine konu olmak, sı
nı
flanmak.
bölümsel
* Bölünme ile ilgili, kı
smî.
bölünebilme
* Kalansı
z bölünür olma durumu.
bölünen
* Bölme iş
lemine uğratı
lan sayı
; eş
it bölümlere ayrı
lmasıgereken miktar veya sayı
.
bölüngü
bölünme
* Fraksiyon.
* Bölünmek iş
i.
* Hücrelerin, belli bir büyüklüğe varı
nca eş
it bölümlere ayrı
lı
p çoğalması
.
* Yarı
ş
ta toplu olarak koş
arken birbirinden ayrı
lma.
bölünmek
* Bir bütün, belirli bölümlere, parçalara ayrı
lmak.
bölünmez
* Parçalanamaz, ayrı
lamaz.
bölünmezlik
* Bölünmez olma durumu.
bölüntü
* Bölünmüşparça.
* Fraksiyon.
bölüntüler
* Bir bütünün ayrı
lmı
şolduğ
u bölümler, taksimat.
bölünüş
* Bölünmek iş
i veya biçimi.
bölüş
bölüş
me
* Bölmek iş
i veya biçimi.
* Bölüş
mek iş
i.
bölüş
mek
*İ
ki veya daha çok kimse araları
nda herhangi bir ş
eyi paylaş
mak, üleş
mek, payı
nıalmak, taksim etmek.
bölüş
türme
* Bölüş
türmek iş
i.
bölüş
türmek
* Bölüş
mek iş
ini yaptı
rmak.
bölüş
üm
* Bölüş
me, paylaş
ma.
bölüt
* Eklem bacaklı
ları
n vücudunu oluş
turan yan yana dizili parçaları
n her biri, halka.
* Zigotun bölünmesinden sonra embriyonda ortaya çı
kan ve az çok birbirine benzeyen parçaları
n her biri.
bölütlenme
* Döllenmişyumurtanı
n blâstulayıoluş
turuncaya dek art arda bölünmesi.
bölütlü
bön
* Bölütlere, halkalara ayrı
lmı
şolan.
* Budala, saf.
bön bön
* Budala ve safca bakarak.
bön bön bakmak
* anlamayarak, safça, ş
aş
kı
nş
aş
kı
n bakmak.
bönce
* Budala, saf (bir biçimde).
bönleş
me
* Bönleş
mek iş
i.
bönleş
mek
* Bön duruma gelmek, aptallaş
mak.
bönlük
* Bön olma durumu, budalalı
k, aptallı
k, sersemlik, saflı
k.
börek
* Açı
lmı
şhamurun veya yufkanı
n arası
na, peynir, kı
yma, ı
spanak gibi ş
eyler konularak piş
irilen çeş
itli
biçimlerde hamur iş
i.
börek açmak
* börek yapmak için hamurdan ince yufkalar hazı
rlamak.
börekçi
* Börek yapan veya satan kimse.
börekçilik
* Börek yapma veya satma iş
i.
böreklik
börk
* Börek yapmaya elveriş
li olan, börek için ayrı
lmı
şolan.
* Genellikle hayvan postundan yapı
lan baş
lı
k.
börkenek
* Gevişgetiren hayvanları
n midelerinin ikinci bölümü.
* Yağmurdan veya soğ
uktan korunmak için giyilen ucu sivri boş
luk, külâh.
börtme
* Börtmek iş
i.
börtmek
* Az piş
irmek, haş
lamak.
börttürme
* Börttürme iş
i.
börttürmek
* Börtmek iş
i yaptı
rı
lmak.
börtü böcek
* Çeş
itli böcekler.
börtük
börtülme
* Haş
lanarak veya ateş
te biraz kı
zartı
larak piş
mişolan (ş
ey).
* Börtülmek iş
i.
börtülmek
* Börtmek iş
ine konu olmak.
börülce
bösme
bösmek
* Fasulyeye benzer bir bitki ve bunun göbeğ
i koyu benekli tohumu (Vigna sinensis).
* Bu bitkinin sebze olarak yararlanı
lan yeş
il ürünü.
* Bösmek iş
i.
* Bir madde birdenbire gaz durumuna gelerek patlamak, infilâk etmek.
böyle
* Bunun gibi, buna benzer.
* Bu yolda, bu biçimde.
* Bu derece.
*İ
çinde "ne", "nası
l" gibi sorular bulunan cümlelerin sonuna geldiğ
inde, o cümlede anlatı
lan ş
eyin hoş
karş
ı
lanmadı
ğ
ı
nı
veya ona ş
aş
ı
ldı
ğı
nıanlatı
r.
böyle baş
a, böyle tı
raş
* kiş
ilere yaraş
an iş
lemler uygulanı
r.
böyle böyle
* Böylelikle.
böyle gelmişböyle gider
* her zaman böyle olmuş
, gene de böyle olacak.
böylece
* Tam böyle, bu biçimde.
* Sonunda, böylelikle.
böylecene
* Böylece, böylelikle.
böylelikle
* Bu yolda yürüyerek, sonunda.
böylemesine
* Bu biçimde, bu yolda.
böylesi
* Bunun gibisi, bu biçimde olanı
.
böylesine
* Aş
ı
rıbir biçimde.
Br
brahma
Brahman
* Brom elementinin kı
saltması
.
*İ
ri yapı
lı
, bacaklarıtüylü, paçalıbir tavuk ı
rkı
.
* Hint kastları
nda ilk kast.
* Bu kasttan olan kimse.
Brahmanizm
* Brahmanlı
k.
Brahmanlı
k
* Kalı
tı
m yoluyla geçen bir kast bölünmesine dayalıtoplumsal bir kuruluş
u içeren Hint dini, Brahmanizm.
braket
* Dikiş
ten çı
kan kitapları
n sı
rtı
na makine ile bez geçirme.
brakisefal
* Kafatası
nı
n ön alt eksenine göre kı
sa olan (kimse), kı
sa kafalı
.
branda
* Gemilerde tayfa ve erlerin yattı
ğ
ıdikdörtgen biçiminde, astarlanmı
şbezden yapı
lan, halatlarla bir yere
tutturulan ası
lıyatak.
branda bezi
* Keten ve pamuk ipliğ
inden sı
k ve sağ
lam dokunmuşbez.
branş
bravo
* (bilim için) Dal, kol.
* Aferin, yaş
a!.
bre
* "Ey, hey" anlamı
nda kullanı
lı
r.
* "Be" yerine kullanı
lı
r.
* "Vay" gibi ş
aş
ma anlatı
r.
* Tekrarlanan iki emir kipi arası
na getirilerek iş
in sürekliliğini anlatı
r.
* Şaş
kı
nlı
k, coş
ku anlatı
r.
Brehmen
breş
brezil
brı
çka
* Bkz. Brahman.
* Doğal çimento ile lâvlı
, kavkı
lı
, kabuklu, kemikli kı
rı
ntı
ları
n kaynaş
ması
yla oluş
muşkütle.
* Bir tür yapay mermer.
* Baklagillerden bazı
ağ
açları
n kı
rmı
zıboya çı
karı
lan odunu.
* Üstü kapalı
, kı
ş
ı
n kı
zak olarak kullanı
lan tek atlı
, yaylı
hafif araba.
briç
* Dört kiş
i arası
nda oynanan bir iskambil oyunu.
brifing
brik
* Bir konuda özet olarak verilen bilgi veya açı
klama.
*İ
ki direkli, seren yelkenli, birkaç top taş
ı
yan gemi.
brik
* Önde çok yüksek bir oturma yeri, arkada da boylaması
na yerleş
tirilmişoturacak yerleri bulunan dört
tekerlekli, yaylıat arabası
.
briket
briketçi
* Linyit ve kömür tozundan bası
nçla elde edilen yakı
t.
* Linyit, kömür tozu ve katran tortusundan bası
nçla elde edilen, tuğ
la biçimli yapımalzemesi.
* Briket yapan veya satan kimse.
briketçilik
* Briketçinin iş
i veya mesleğ
i.
briketleme
* Briketlemek iş
i.
briketlemek
* Briket hâline getirmek.
briyantin
* Saçı
parlatmak ve yatı
rmak için kullanı
lan güzel kokulu bir madde.
briyantinli
* Briyantinle süslenmiş
, briyantin sürünmüş
.
brizbiz
* Pencerelerin çerçevesine, içeriden tutturulan ince perde.
brokar
* Sı
rma veya gümüşiş
lemeli bir tür ipekli kumaş
.
brokkoli
* Küçük, yeş
il yumrular hâlinde olan, haş
lanarak yemeği hazı
rlanan bir tür sebze.
brom
* Atom numarası35, atom ağı
rlı
ğı
79,909 olan, deniz suları
nda az, bazıgöllerde çok miktarda bulunan,
yoğ
unluğu 2,97 olan kı
rmı
zırenkli, pis kokulu, zehirli sı
vıbir element. Kı
saltmasıBr.
bromhidrik
* Bromun hidrojenle birleş
mesinden oluş
an.
bromhidrik asit
* Bromun hidrojenle birleş
mesinden oluş
an HBr aside verilen ad.
bromür
* Bromhidrik asidin tuzu veya eteri.
bromürlü
* Yapı
sı
nda bromür bulunan.
bronş
* Soluk borusunun akciğerlere giden iki kolundan her biri ve bunları
n dalları
.
bronş
çuk
* Bronş
ları
n uç dalları
ndan her biri.
bronş
it
* Bronşve bronş
çukları
n iltihaplanması
.
bronz
* Tunç.
bronz gibi
* tunca benzeyen, tunç renginde olan.
bronzlaş
ma
* Bronzlaş
mak iş
i.
bronzlaş
mak
* Bronz rengini almak.
broş
* Kadı
nları
n takı
ndı
kları
süs iğnesi.
broş
ür
* Sayfa sayı
sıaz, küçük kitap, risale.
brovning
bröve
* 7.65 mm lik otomatik tabanca.
* Diploma, ş
ahadetname.
Bruxelles lâhanası
* Bkz. Brüksel lâhanası
.
Brüksel lâhanası
* Ceviz büyüklüğ
ünde bir lâhana türü, Frenk lâhanası
(Brassica oleracea gemmifera).
brülör
brüt
* Sı
vıyakı
tıkolayca yanabilecek taneciklere ayı
rarak püskürten araç, yakmaç.
* Kesintisi yapı
lmamı
ş
, kesintisiz (para).
* Kabıile darasıçı
karı
lmadan tartı
lan (ağ
ı
rlı
k).
bu
* Yerde, zamanda veya söz zincirinde en yakı
n olanıgösterir.
* En yakı
nda bulunan bir varlı
ğıveya biraz önce anı
lan bir ş
eyi iş
aret yolu ile belirtmek için kullanı
lı
r (Çekim
sı
rası
nda bunu, buna, bunda, bundan, biçimlerine girer. Çokluk biçimi bunlar).
bu (veya ş
u) kadar
* bir sayı
dan sonra gelerek o sayı
dan artı
k miktarıbildirir.
bu abdestle daha çok namaz kı
lı
nı
r
* bir tutum veya davranı
ş
ı
n etkisinin sürekli olacağ
ı
nıanlatı
r.
bu arada
* Bu süre içinde.
* Birlikte, beraber.
bu cümleden
* bunlar arası
nda, bunlar gibi.
bu gidiş
le
* bu biçimde, bu tarzda.
bu gözle
* bu anlayı
ş
la.
bu günlerde
* içinde bulunduğumuz zamanda, bu birkaç gün içinde.
bu haysiyetle
* bu bakı
mdan.
bu kabil
* bu gibi, bu türlü.
bu kabilden
* gibi, çeş
idinden.
bu kadar
* bu denli.
bu kadar kusur kadıkı
zı
nda da bulunur
* üzerinde durulmaya değmeyecek kadar küçük bir kusurdur.
bu meyanda
* Bkz. bu arada.
bu meyanda
* Bu arada.
bu ne perhiz bu ne lâhana turş
usu!
* sözleri ve davranı
ş
larıbirbirini tutmuyor, çeliş
iyor.
bu sefer
* Bu defa, bu kez.
bu sı
cağ
a kar mıdayanı
r?
* aş
ı
rıharcamalarla eldeki imkânları
n tükeneceğini anlatı
r.
bu türlü
* böyle, bu biçimde.
bu yüzden
* bundan dolayı
, bunun için.
buat
* Elektrik akı
mı
devrelerinde birleş
tirme yapmak veya akı
mıbir veya daha fazla kollara ayı
rmak için
kullanı
lan araç, kutu.
bubi
bucak
* Küçük bir dokunma ile patlayan, kamufle edilmişbombadan oluş
an bubi tuzağ
ıteriminde geçer.
* Kenar, köş
e, yer.
*İ
lçelerin, bir müdürle yönetilen bölümlerinden her biri, nahiye.
bucak bucak
* Her yerde, her yanda, her tarafta.
bucak bucak aramak
* her yerde aramak.
bucak bucak kaçmak
* bir olay, bir durum veya bir kimseyle karş
ı
laş
mamaya çalı
ş
mak.
buçuk
buçuklu
budak
* (sayıve üleş
tirme sı
fatları
ndan sonra gelir, tek baş
ı
na kullanı
lmaz) ... ve yarı
m.
* Kesirli.
* Ağacı
n dal olacak sürgünü.
* Dal.
* Dalı
n gövde içindeki baş
langı
ç yeri olan ve tahtalarda görülen yuvarlak koyuca renkte sert bölüm.
budak deliği
* Tahtalardaki budak yerinin çı
karı
lması
ndan sonra açı
lan boş
luk.
budak özü
* Taze sürgün.
budaklanma
* Budaklanmak iş
i.
budaklanmak
* Budak sürmek, dallanmak.
budaklı
* Budağ
ıolan.
budala
* Zekâca geri.
* Bir ş
eye aş
ı
rıölçüde düş
kün.
* Zekâca geri olan kimse.
budala budala
* budala gibi, budalaca.
budalaca
* Budalaya yakı
ş
ı
r (biçimde).
budalacası
na
budalalaş
ma
* Budalalaş
mak iş
i.
budalalaş
mak
* Budala duruma gelmek, budala gibi davranmak.
budalalı
k
* Budala olma durumu.
* Budalaca yapı
lan iş
.
budalalı
k etmek
* akı
lsı
zca davranmak.
budama
* Budamak iş
i.
budamak
* Daha çok ürün almak veya düzgün bir biçim vermek amacı
yla ağaç, asma gibi bitkilerin dalları
nıkesmek,
dalları
nıkı
saltmak.
* Yeni filiz sürmesi için bir bitkinin dalları
nıkesmek.
* (güreş
te) Rakibinin ayakları
nıbir ayak oyunu veya vuruş
u ile yerden kesmek.
* Bir ş
eyi eksiltmek, azaltmak.
budanı
ş
* Budanmak iş
i veya biçimi.
budanma
* Budanmak iş
i.
budanmak
* Budamak iş
ine konu olmak.
budatma
* Budatmak iş
i.
budatmak
* Budamak iş
ini yaptı
rmak.
Buddhist
* Buddhizm dininden olan kimse.
Buddhizm
* Tabiatüstü kiş
ileş
mişbir tanrı
düş
üncesi yerine, salt varlı
ğ
ıkoyarak onun insanda arzu biçiminde
belirdiğ
ini, bundan da ı
stı
rabı
n doğ
duğ
unu, ı
stı
raptan kurtulmak için var olmaktan vazgeçmek gerektiğ
ini ileri süren,
Hindistan ve Çin'de yaygı
n olan, Buddha'nı
n ileri sürdüğü mistik dünya görüş
ü ve din.
Budist
* Bkz. Buddhist.
budun
kavim.
* Araları
nda töre, dil ve kültür ortaklı
ğı
bulunan, boy ve soy bakı
mı
ndan da birbirine bağlıinsan topluluğu,
* Ulus, millet.
budun betimci
* Etnograf.
budun betimi
* Etnografya, kavmiyat.
budun bilimci
* Budun bilimi uzmanı
, etnolog.
budun bilimi
* Etnoloji, ı
rkiyat.
budun bilimsel
* Etnolojik.
budunsal
bugün
* Kavmî, etnik.
*İ
çinde bulunduğumuz gün.
*İ
çinde bulunduğumuz çağ, zaman.
*İ
çinde bulunduğumuz günde.
bugün bana ise yarı
n sana
* bugün birinin baş
ı
na gelen kötü bir durumun, daha sonra baş
kası
nı
n da baş
ı
na gelebileceğini hatı
rlatmak
için söylenir.
bugün yarı
n
* çok yakı
nda, nerede ise.
bugünden tezi yok
* hemen ş
imdi, derhal.
bugünden yarı
na
* az zaman sonra.
* bugün yaş
ayanlardan gelecek kuş
aklara.
bugüne bugün
* "unutma ki", "ş
unu iyi bil ki" anlamı
nda kullanı
lı
r.
* bugüne değ
in.
bugünkü
* Bugüne özgü, bugün olan, bugün yapı
lan.
bugünkü günde
*ş
imdi, içinde bulunduğ
umuz zamanda, ş
imdiki ş
artlarda.
bugünkü tavuk yarı
nki kazdan iyidir
* sağlanmı
şbir kazancı
n umulan daha büyük bir kazanca feda edilmemesini öğ
ütler.
bugünlük
* Bugün için.
bugünlük yarı
nlı
k
* çok yakı
nda olmasıbeklenen ş
eyler için söylenir.
buğday
* Buğdaygillerin örnek bitkisi (Triticum).
* Bu bitkinin baş
aktan ayrı
lmı
ştanesi.
buğday baş
ak verince orak pahaya çı
kar
* ihtiyaç duyulan ş
ey değ
er kazanı
r.
buğday benizli
* Açı
k esmer.
buğday biti
* Yarı
m kanatlı
lardan, vücudu yeş
il, baş
ısiyah, ekinlere zararlıbir böcek, ekin biti (Sitophilus granarius).
buğday güvesi
* Tahı
la zarar veren küçük bir kelebek (Tinea granella).
buğday pası
* Pas mantarı
gillerden asalak bir mantar (Puccinia graminisi).
* Bu mantarı
n buğ
day ve benzeri bitkilerin yaprakları
nda oluş
turduğ
u hastalı
k.
buğday rengi
* (ten için) Açı
k esmer.
buğday sürmesi
* Buğday baş
akları
ndan oluş
an ilkel mantar (Tilletia tritici).
* Bu mantarı
n yol açtı
ğ
ıhastalı
k.
buğday unu
* Yabancımaddelerinden temizlenmişve tavlanmı
şbuğ
dayları
n tekniğine uygun olarak öğ
ütülmesiyle elde
edilen bir ürün.
buğdaycı
l
* Bataklı
k yerlerde, patates, pancar tarlaları
nda yaş
ayan göçücü bir kuş(Luscinia svecica cyanecula).
buğdaygiller
* Bir çeneklilerden, örneğ
i buğday, yulaf, arpa, pirinç, çavdar, mı
sı
r, ayrı
k ve çayı
r otları
, kamı
ş
, bambu olan,
çiçekleri baş
ak durumunda büyük bir bitki familyası
.
buğdaysı
* Buğdayıandı
ran.
buğdaysı
meyve
* Çok ince olan kabuğu, zarı
ndan ayrı
lmayacak derecede kaynaş
mı
şolan tohum izlenimi veren bir kuru
meyve.
buğdaysı
tane
* Bkz. buğdaysı
meyve.
buğdaysı
tohum
* Bkz. buğdaysı
meyve.
buğra
* Erkek deve, iki hörgüçlü deve.
buğu
buğu evi
* Isı
etkisiyle gaz durumuna geçen sı
vı
.
* Soğuk bir cisim üzerinde ince bir tabaka durumunda yoğ
unlaş
mı
şsı
vı
.
* Hastalı
k dolayı
sı
yla mikroplu sayı
lan eş
yanı
n sı
cak buğ
u ile temizlendiğ
i yer, tephirhane.
buğu kebabı
* Et, arpacı
k soğanı
, domates, sarı
msak, kekik ve baharat kullanı
larak hiç su konmadan hazı
rlanan bir et
yemeğ
i.
buğul buğul
* Buğu çı
kararak.
buğulama
* Buğulamak iş
i.
* Buğuda piş
miş(yemek).
buğulamak
* Buğudan geçirmek, buğuya tutmak.
* Bazıyemekleri buğu ile piş
irmek.
buğulandı
rma
* Buğulandı
rmak iş
i.
buğulandı
rmak
* Buğulanması
na yol açmak.
buğulanı
ş
* Buğulanmak iş
i veya biçimi.
buğulanma
* Buğulanmak iş
i.
buğulanmak
* Üzerinde buğu oluş
mak, buğu ile kaplanmak.
buğulaş
ma
* Buğulaş
mak iş
i, buharlaş
ma.
buğulaş
mak
* Buğu durumuna gelmek, buharlaş
mak.
buğulaş
tı
rı
cı
* Suyu buğ
u durumuna getirmek için kullanı
lan (araç).
buğulu
* Üzerinde buğu bulunan, buğulanmı
ş
.
* Süzgün, dalgı
n bakı
ş
lıolan (göz).
buğulu buğulu
* Nemli, dolu dolu, yaş
lı
.
buğur
* Buğra.
buğusu üstünde
* sı
cak sı
cak, sı
caklı
ğ
ıazalmamı
şdurumda.
buhar
* Isı
etkisiyle sı
vı
ları
n ve bazıkatı
ları
n dönüş
tükleri gaz durumu.
buhar kazanı
* Buhar elde etmekte kullanı
lan kazan.
buhar kurutucusu
* Buhar içerisindeki su damlacı
kları
nıayı
ran ve kuru buhar elde edilmesini sağlayan araç.
buhar makinesi
* Buhar bası
ncı
yla iş
leyen makine.
buhar olmak
* yok olmak, kaybolmak.
buhar valfı
* Buharlıı
sı
nma sisteminde, kalorifer dairelerinde buhar akı
ş
ı
nıkesmeye ve dengelemeye yarayan alet.
buharlaş
ma
* Buharlaş
mak iş
i, buğ
ulaş
ma, tebahhur.
buharlaş
ma noktası
* Bir sı
vı
nı
n kaynatı
lma sonucunda buhar durumuna geçme derecesi.
buharlaş
mak
* Buhar durumuna dönüş
mek, buğ
ulaş
mak, tebahhur etmek.
* Dalgı
nlaş
mak, hayaller içinde kalmak.
buharlaş
tı
rı
cı
* Buharlaş
ma iş
lemini gerçekleş
tiren alet.
buharlaş
tı
rma
* Buharlaş
tı
rmak iş
i.
buharlaş
tı
rmak
* Bir sı
vı
yıkaynatarak buhar durumuna getirmek.
* Bir sı
vı
yıince damlacı
klar durumunda damı
tmak.
buharlayı
cı
* Buhar hâline getiren (makine vb.).
buharlı
* Buharıolan.
* Buhar gücü ile çalı
ş
an.
buharlıgemi
* Buhar gücüyle çalı
ş
an gemi.
buharlıı
sı
tma
* Buharı
n taş
ı
dı
ğı
ı
sı
dan yararlanarak yapı
lan ı
sı
tma.
buharlımakine
* Buharla çalı
ş
an makine.
buharlıtren
* Buhar gücüyle çalı
ş
an tren.
buharlıütü
* Çı
kardı
ğ
ıbuharla kuru çamaş
ı
rlarıütülemeye hazı
r duruma getiren ütü.
buhran
* Bunalı
m, bunluk, kriz.
buhran geçirmek
* bunalı
m geçirmek.
buhrana tutulmak
* buhran geçirmek.
buhranlı
* Bunalı
mlı
.
buhur
* Dinî törenlerde yakı
lan kokulu ağ
aç vb. maddeler, tütsü.
buhurdan
* Buhurluk.
buhurdanlı
k
* Buhur yapmak için kullanı
lan araç.
buhurluk
*İ
çinde tütsü için kullanı
lan maddeler yakı
lan kap.
buhurumeryem
* Tavş
ankulağı
, siklâmen.
buji
* Patlamalımotorlarda gazıtutuş
turmaya yarayan elektrikli araç.
bukağ
ı
* Ağı
r cezalı
ları
n ayakları
na takı
lı
p ucuna pranga bağ
lanan demir halka.
* Kaçmamasıiçin hayvanları
n ayağ
ı
na takı
lan zincir, demir köstek.
bukağ
ıvurmak
* bukağı
takmak.
bukağ
ı
lama
* Bukağı
lamak iş
i.
bukağ
ı
lamak
* (hayvan için) Ayağa bukağ
ıtakmak.
bukağ
ı
lı
* Ayağı
nda bukağ
ıbulunan.
* Bilekleri beyaz olan (hayvan).
bukağ
ı
lı
k
* Hayvanları
n ayağ
ı
na bukağı
takı
lacak yer, bilek.
bukalemun
* Bukalemungillerden, 20-30 cm boyunda, renk değiş
tirmesiyle ünlü sürüngen türü, kaya keleri (Chamaeleo
chamaeleon).
* Çı
karı
na göre davranı
ş
ı
nı
, görüş
ünü değiş
tiren kimse.
bukalemun gibi renkten renge girmek
* sürekli düş
ünce değ
iş
tirmek.
bukalemungiller
* Sürüngenler sı
nı
fı
nı
n renklerini bulunduklarıyerin rengine uyduran, hareketleri yavaş
, bukalemun türlerini
içine alan bir familyası
.
bukanak
buke
* Ayak.
* Güzel koku, rayiha.
buket
bukle
* Çiçek demeti.
* Küçük lüle durumunda, kı
vrı
mlısaç.
bukle bukle
* Kı
vrı
m kı
vrı
m, bukleli (saç).
bukleli
* Kı
vrı
mlarıolan (saç).
buklesiz
buklet
bukran
bul
* Kı
vrı
mlarıolmayan (saç).
* Bükülmüşiplik.
* Bu iplikten dokunmuş(giyecek).
* Saraçları
n kullandı
ğı
yün kı
rpı
ntı
sı
.
* Yalnı
z iki genişyüzü testere ile düzeltilmiştahta.
bula
* Yenge, amca veya dayıkarı
sı
.
bula bula bunu (onu, bir ş
eyi, bir kimseyi) bulmak
* var olanları
n en değersizini seçmek.
* kötü bir raslantı
yı
anlatmak için kullanı
lı
r.
bulada
bulak
bulama
bulamaç
* Büyük piliç.
* Kaynak, pı
nar.
* Bulamak iş
i.
* Genellikle üzüm ş
ı
rası
nı
n kaynatı
lması
ile yapı
lan koyu pekmez.
* Sulu, cı
vı
k hamur.
* Bu koyulukta yapı
lan çeş
itli hamur yemekleri.
* Karı
ş
ı
k, oradan buradan toplanmı
ş
.
bulamak
* Bir nesnenin her yanı
nı
bir ş
eye değ
direrek üstünü onunla kaplamak, bir nesneyi baş
ka bir maddeye
batı
rmak.
* Kirletmek.
bulandı
rı
cı
* Bulantıveren.
* Tiksindirici, nefret uyandı
ran.
bulandı
rı
lmak
* Bulandı
rmak iş
i yapı
lmak.
bulandı
rmak
* Bulanması
na yol açmak, bulanması
nısağlamak.
*İ
ki veya daha çok ş
eyi birbirlerinden fark edilmeyecek biçimde karı
ş
tı
rmak.
bulanı
k
* Bulanmı
şolan, duru olmayan.
* Bulutlu, kapalı
.
* Açı
k seçik görünmeyen, net olmayan.
* (bakı
ş
) için, Donuk, anlamsı
z; fersiz.
* Niteliğ
i tam anlaş
ı
lmayan.
bulanı
kça
* Biraz bulanı
k olan, çok duru olmayan.
bulanı
klaş
ma
* Bulanı
klaş
mak iş
i veya durumu.
bulanı
klaş
mak
* Bulanı
k olmak.
bulanı
klaş
tı
rmak
* Bulanı
k duruma getirmek.
bulanı
klı
k
* Bulanı
k olma durumu.
bulanı
ş
bulanma
* Bulanmak iş
i veya biçimi.
* Bulanmak iş
i.
bulanmak
* Bulamak iş
ine konu olmak, her yanıbir ş
eyle kaplanmak.
* Duruluğ
unu yitirmek.
* Parlaklı
ğı
nıve açı
klı
ğ
ı
nıyitirmek.
* (iç, mide içi) Bulantı
sı
olmak.
* Karı
ş
mak.
bulantı
* Midede duyulan ve insana kusacak gibi bir duygu veren durum.
bulantı
vermek
* (içini, midesini) bulandı
rmak.
bulaş
ı
cı
* Birinden baş
kası
na geçen, bulaş
an, sri.
bulaş
ı
cıhastalı
k
* Mikrop yolu ile yayı
lan hastalı
k.
bulaş
ı
k
* Yiyecek veya içecekte kullanı
lan yı
kanmamı
şmutfak eş
yası
veya kap kacak.
* Bulaş
mı
şolan.
* Yapı
ş
kan, sulu.
*İ
z, etki, kalı
ntı
.
bulaş
ı
k adam
* Yolsuz, uygunsuz iş
ler yapan, sataş
ma alı
ş
kanlı
ğıolan kimse.
bulaş
ı
k bezi
* Bulaş
ı
klarıyı
kamak için kullanı
lan bez.
bulaş
ı
k deniz
* Mayı
n tehlikesi olan deniz.
bulaş
ı
k deterjanı
* Bulaş
ı
k tozu.
bulaş
ı
k eldiveni
* Bulaş
ı
k yı
karken kullanı
lan plâstikten yapı
lmı
şgeçirimsiz eldiven.
bulaş
ı
k gemi
* Tayfaları
nda veya içindeki yolcular arası
nda bulaş
ı
cıhastalı
k bulunan gemi.
bulaş
ı
k iş
* Yolsuz, uygunsuz, kirli iş
.
bulaş
ı
k makinesi
* Bulaş
ı
k yı
kamaya yarayan alet.
bulaş
ı
k makinesi tuzu
* Bulaş
ı
k makinelerinde suyun içinde veya yı
kananları
n üzerinde kireç kalı
ntı
ları
nıyok eden kimyasal
bileş
im.
bulaş
ı
k suyu
* Bulaş
ı
k yı
karken kullanı
lan su.
bulaş
ı
k suyu gibi
* (sulu yiyecek ve içecekler için) kötü hazı
rlanmı
ş
, tadıtuzu olmayan.
bulaş
ı
k tozu
* Bulaş
ı
klarıyı
karken kullanı
lan, temizleme ve arı
tma özelliğ
i bulunan toz.
bulaş
ı
kçı
*İ
ş
i kirli kaplarıyı
kamak olan kimse.
bulaş
ı
kçı
lı
k
* Bulaş
ı
kçı
nı
n iş
i.
bulaş
ı
khane
* Kı
ş
la, okul, otel gibi yerlerde bulaş
ı
k yı
kamaya ayrı
lan özel bölüm.
bulaş
ı
klı
k
* Bulaş
ı
k olma durumu.
bulaş
ı
lma
* Bulaş
ı
lmak iş
i veya durumu.
bulaş
ı
lmak
* Bulaş
mak iş
ine konu olmak.
bulaş
kan
* Bulaş
tı
ğ
ıyerden kolay temizlenemeyen, yapı
ş
kan.
* Sataş
ma, kavga etme alı
ş
kanlı
ğı
olan.
bulaş
kanlı
k
* Bulaş
kan olma durumu.
bulaş
ma
* Bulaş
mak iş
i.
bulaş
mak
* Bir nesne, üzerine sürülen bir ş
ey yüzünden kirlenmek.
*İ
stenilmeyen bir madde bir ş
eye sürülmek.
* (hastalı
k) Geçmek, sirayet etmek.
* Çatmak, sataş
mak, tedirgin etmek.
*İ
stemeden veya rastlantısonucu bir iş
e karı
ş
mak.
bulaş
tı
rı
lma
* Bulaş
tı
rı
lmak iş
i veya durumu.
bulaş
tı
rı
lmak
* Bulaş
tı
rmak iş
ine konu olmak.
bulaş
tı
rma
* Bulaş
tı
rmak iş
i veya durumu.
bulaş
tı
rmak
* Bulaş
ması
na yol açmak.
bulatmak
* Bulaş
tı
rmak.
buldok
* Köpekgillerden, burnu bası
k, alt çenesi üsttekinden uzun, iri ve güçlü bir köpek türü (Canis familiaris
molosus hibernicus).
buldozer
* Önündeki genişbı
çakla toprağ
ısı
yı
rı
p engebeleri kaldı
ran, tekerlekli veya tı
rtı
llı
bir yol makinesi.
buldukça bunar (veya bulmuşda bunuyor)
* bulduğ
uyla yetinmiyor da daha çoğunu istiyor.
buldumcuk
* Sonradan görme.
buldumcuk olmak
* bir ş
eye sonradan ulaş
ı
nca ş
ı
marmak.
buldurma
* Buldurmak iş
i.
buldurmak
* Bulmak iş
ini yaptı
rmak.
buldurtma
* Buldurtmak iş
i.
buldurtmak
* Bulması
nı
veya buldurması
nısağ
lamak.
Bulgar
* Slâvları
n güney kolundan olan bir halk veya bu halkı
n soyundan olan kimse.
* Bulgaristan'a özgü olan, Bulgaristanla ilgili olan.
Bulgarca
* Bulgar dili.
bulgari
* Dört telli bağ
lama.
Bulgaristanlı
* Bulgaristan halkı
ndan olan ( kimse).
bulgu
* Var olduğu hâlde bilinmeyeni bulup ortaya çı
karma iş
i ve bu iş
in sonunda elde edilen ş
ey.
* Araş
tı
rma verilerinin çözümlenmesinden çı
karı
lan bilimsel sonuç, netice.
* Vücuttaki iş
levsel bir bozukluğ
un, hastalı
ğı
n belirlenmesine yarayan olgu veya olay, araz, semptom.
bulgulama
* Bulgulamak iş
i.
* Yeni olaylarıve bilgileri bulma yöntemi ve öğretisi.
bulgulamak
* Yeni olaylarıve bilgileri bulmak.
bulgur
* Kaynatı
lı
p kurutulduktan ve kabuğ
u çı
karı
ldı
ktan sonra kı
rı
lan buğ
day.
* Sert ve ufak taneler durumunda yağan kar, ebe bulguru.
bulgur bulgur
* Bulgur tanesi gibi.
bulgur çorbası
* Domates, bulgur, taze biber, soğ
an, tereyağ
ıve salça kullanı
larak hazı
rlanan bir çorba türü.
bulgurcu
* Bulgur yapan ve satan kimse.
bulgurcuk
* Güneşyüzeyinde teleskopla seçilebilen küçük, dairesel görünüş
lü parçacı
klardan her biri.
bulgurculuk
* Bulgurcunun iş
i veya mesleği.
bulgurlama
* Bulgurlamak iş
i.
bulgurlamak
* Bulgur tanaleri gibi küçük parçalara ayı
rmak.
bulgurlanma
* Bulgur taneleri gibi küçük parçalara ayrı
lma.
* Güneşyüzeyinde bulgurcuk denilen taneciklerin kaynaş
masıolayı
.
bulgurlu köfte
*İ
nce bulgurla yoğ
rulmuşköfte.
bulgurlu pilâv
* Bulgurla piş
irilen pilâv.
bulgurluk
* Bulgur yapmaya elveriş
li.
Bulgurlu'ya gelin mi gidecek?
* gereğ
i yokken ivedi ve sürekli olarak dikiş
, nakı
şgibi iş
lerle uğ
raş
anlara ş
aka yollu söylenir.
bulgusal
* Bulguyla ilgili, bulguya ait.
bulgusal yöntem
* Öğretilmek istenen ş
eyi, öğ
rencilerin kendilerinin bulması
nısağ
layan öğ
retim yöntemi.
bullak
bulma
* Bkz. allak bullak.
* Bulmak iş
i.
bulmaca
bulmak
* Çeş
itli biçimlerde düzenlenen ve düş
ündürerek, aratarak buldurmayıamaç edinen oyun.
* Arayarak veya aramadan, bir ş
eyle, bir kimse ile karş
ı
laş
mak; bir ş
eyi elde etmek.
* Kaybedilen bir ş
eyi yeniden ele geçirmek.
* Varlı
ğı
bilinmeyen bir ş
eyi ortaya çı
karmak, keş
fetmek.
*İ
lk kez yeni bir ş
ey yaratmak, icat etmek.
*İ
stenilen ş
eye kavuş
mak, nail olmak.
* Bir yer, bir noktaya eriş
mek, ulaş
mak.
* Herhangi bir görüş
e, bir yargı
ya varmak.
* Seçmek, uygun saymak.
* Sağlamak, temin etmek.
* (kabahat, suç, kusur için) Yüklemek.
* Eriş
mek.
* Cezaya uğ
ramak.
* Hatı
rlamak.
bulucu
* Bir ş
eyi bulan, bir buluşyapan kimse, kâş
if.
* Gazları
, mayı
nları
, radyoaktif mineralleri, manyetik dalgalarıbulmaya yarayan araç, detektör.
bulûğ
* Erin olma, baliğolma, erinlik.
bulûğçağ
ı
* Ergenlik çağı
.
bulûğa ermek
* erinleş
mek.
bulundurma
* Bulundurmak iş
i.
bulundurmak
* Var olması
nı
, hazı
r bulunması
nısağlamak.
* Eksik etmemek.
bulunma
* Bulunmak iş
i.
bulunmak
* Bulmak iş
ine konu olmak.
* Herhangi bir durumda olmak.
* (bir yerde) Olmak.
* Bulunmaz, eş
siz, benzersiz, güç bulunan.
bulunmaz Hint kumaş
ı
* çok az bulunduğ
u ve çok değ
erli olduğu sanı
lan ş
ey.
buluntu
* Kazıveya araş
tı
rmalarla ortaya çı
karı
lmı
şolan, bazen de rast gelinerek bulunan eski çağlardan kalma eş
ya.
* Sokakta bulunup alı
nan çocuk.
bulup buluş
turmak
* çaba göstererek sağ
lamak, yaratmak.
buluş
* Bulmak iş
i veya biçimi.
*İ
lk defa yeni bir ş
ey yaratma, icat.
* Bilinen bilgilerden yararlanarak daha önce bilinmeyen yeni bir bulguya ulaş
ma veya yöntem geliş
tirme, icat.
* Konu, duygu, düş
ünce ve hayalde baş
kaları
nı
n etkisinden sı
yrı
larak, bunları
n iş
leniş
inde yeni bir yol tutma.
buluşhakkı
* Bir buluş
un veya o buluş
u uygulama alanı
nda kullanma hakkı
nı
n bir kimseye ait olduğunu gösteren belgeye
karş
ı
lı
k kazanı
lan hak.
buluş
ma
* Buluş
mak iş
i.
buluş
ma yeri
* Buluş
ulacak yer.
buluş
mak
* Bir araya gelmek; karş
ı
laş
mak.
* Önceden belirlenmişbir yer ve zamanda bir araya gelmek.
* Kavuş
mak.
buluş
turma
* Buluş
turmak iş
i.
buluş
turmak
* Bir araya gelmelerini sağlamak, bir araya getirmek.
buluş
ulma
* Buluş
ulmak iş
i.
buluş
ulmak
* Buluş
mak iş
i yapı
lmak.
bulut
* Atmosferdeki su damlacı
klarıve buz taneciklerinin görülebilir yoğ
unluk kazanması
yla oluş
an, biçimleri,
yükseklikleri ve yol açtı
klarıhava olayları
yla birbirinden ayrı
lan yı
ğı
nlar.
* Herhangi bir ş
eyden oluş
an yoğ
un yı
ğı
n.
* Keder, endiş
e.
bulut gibi
* çok sarhoş
.
bulutçuk
* Küçük bulut.
bulutlanma
* Bulutlanmak iş
i.
bulutlanmak
* Bulutlarla kaplanmak.
* Kederlenmek, hüzünlenmek.
bulutlu
bulutsu
bulutsuz
* Bulutlarla kaplanmı
ş
, bulutlanmı
ş
.
* Üzerinde bulut varmı
şgibi bulanı
k görünen.
* (bellek için) Karı
ş
ı
k, net olmayan.
* Uzayda ekseni çevresinde yavaş
ça dönen, kı
zgı
n gaz ve tozlardan oluş
muşgök varlı
ğ
ı
, nebülöz.
* Bulutu bulunmayan, açı
k, berrak.
buluttan nem kapmak
* en küçük bir ş
eyden alı
nmak, çok alı
ngan olmak.
bulvar
* Şehir içinde ağaçlı
, genişcadde.
bumbar
* Büyükbaşve küçükbaşhayvanları
n kalı
n bağı
rsağı
.
* Bu bağı
rsağ
a ciğer, kı
yma, pirinç veya bulgur doldurularak yapı
lan yemek.
* Soğuğ
un girmesini önlemek için kapıve pencere aralı
kları
na takı
lan, içi pamuk dolu, uzun bez kı
lı
f.
bumburuş
uk
* Çok, iyice buruş
muşolan.
bumbuz
* Çok soğ
uk.
bumerang
* Kı
vrı
k bir sopaya benzeyen ve fı
rlatı
ldı
ğ
ı
nda geri dönen, ağ
açtan yapı
lma bir av aracı
.
bumlama
* Bumlamak iş
i.
bumlamak
* Lâstik tı
rnakları
nı
n janta iyi oturmaması
ndan dolayıjantı
n iç lâstik üzerine basmasısonucu lâstik patlamak.
bun
* Sı
kı
nt ı
.
buna
* Bu zamirinin yönelme eki almı
şdurumu.
buna değdi (idi) buna değmedi (idi) diyerek
* birçok ş
ey arası
ndan, iyilerini seçmeye baş
lamı
ş
ken önce beğenmeyip bı
raktı
kları
nıda sonradan, yeniden
seçip alarak.
bunak
bunakça
bunaklı
k
* Bunamı
şolan (kimse), ateh getirmişolan (kimse), matuh.
* Bunağ
a benzer, biraz bunak.
* Bunağ
a yakı
ş
ı
r (bir biçimde), bunak gibi.
* Bunak olma durumu.
bunalı
m
* Doğal bir süreçte birdenbire oluş
an aykı
rı
lı
k, bunluk, buhran, kriz.
* Tehlikeli sonuç doğ
urabilecek gerginlik, buhran.
* Bir hastalı
kta iyileş
me veya ölümle sonuçlanan, birdenbire olan fizyolojik değ
iş
iklik, kriz.
* Çoğ
unluğ
a iliş
kin satı
n alma gücünün durması
, satı
şdeğ
erlerinin düş
mesi, çalı
ş
ma gücünün azalmasıgibi
sebeplerle ortaya çı
kan iktisadî durum, kriz.
* Ruhî yönden sonucu tehlikeli olabilecek durum.
bunalı
m geçirmek
* herhangi sebeple oluş
an bunalı
mıyaş
amak.
bunalı
ma düş
mek
* ruhî bakı
mdan gerginlik veya sı
kı
ntıiçine girmek.
bunalı
mlı
* Gerginlik, sı
kı
ntıveren, gerginliğ
i olan.
bunalı
ş
* Bunalmak iş
i veya biçimi.
bunalma
* Bunalmak iş
i.
bunalmak
* Soluk almasıgüçleş
mek.
* Çok sı
kı
lmak, çok tedirgin olmak.
bunaltı
* Sı
kı
nt ı
, iç sı
kı
ntı
sı
.
bunaltı
cı
* Boğ
ucu, sı
kı
cı
, sı
kı
ntıveren.
bunaltı
lma
* Bunaltı
lmak iş
i veya durumu.
bunaltı
lmak
* Bunalması
na yol açı
lmak.
bunaltma
* Bunaltmak iş
i.
bunaltmak
* Bunalması
na yol açmak.
bunama
* Frengi, alkolizm gibi dı
şsebeplerden veya yaş
lı
lı
k, damar tı
kanmasıgibi iç sebeplerden ileri gelen, zihnî
bağı
ntı
nı
n kopması
, ateh.
bunamak
* Frengi, alkolizm gibi dı
şsebeplerden veya yaş
lı
lı
k, damar tı
kanmasıgibi iç sebeplerle zihnî bağı
ntıkopmak,
ateh getirmek.
bunayı
ş
bunca
* Bunamak iş
i veya biçimi.
* Epey, çok.
* Bu kadar, bu denli.
buncağ
ı
z
* Bunun gibi.
bunda
* Bu zamirinin kalma durumu.
bunda bir işvar
* olayı
n bir iç yüzü, durumun gizli bir yönü var.
bundan
* Bu zamirinin çı
kma eki almı
şdurumu.
bundan böyle
* bundan sonra.
bundan iyisi can sağ
lı
ğ
ı
* bu en iyisidir, daha iyisi olamaz.
bungalov
* Hindistan'da tek katlı
, genellikle tahtadan yapı
lmı
ş
, veranda ile çevrili ev.
* Genellikle tahtadan yapı
lmı
ş
, tek katlıev.
bungun
* Sı
kı
nt ı
lı
.
bungunlaş
tı
rmak
* Bungun hâle getirmek.
bunlar
* Bu zamirinin çoğul eki almı
şdurumu.
bunlu
bunluk
bunmak
* Sı
kı
nt ı
lı
.
* Bunalı
m, sı
kı
ntı
.
* Beğ
enmemek, azı
msamak, küçümsemek.
bunu
* Bu zamirinin belirtme eki almı
şdurumu.
bunun
* Bu zamirinin tamlayan durumu.
bunun burası
* dikkati çekmek için "burası
" anlamı
nda kullanı
lı
r.
bununla birlikte
* Buna ek olarak.
* Bunun böyle olduğ
una bakmayarak.
bura
buracı
kta
* (bu ve ara kelimelerinden) Bu yer.
* Kalma ve çı
kma durumları
nda orta hecenin düş
tüğ
ü ve burda, burdan biçimlerinin kullanı
ldı
ğ
ıda görülür.
* Çok yakı
n ve belirli bir yeri gösterir.
burada
* Bu yerde.
buradan
* Buradan.
buradayı
m diye bağ
ı
rmak
* göze çarpacak bir yerde bulunmak.
burağ
an
* Güçlü esen rüzgâr.
buralar
* bu yerler.
buralı
* Bu memleketli, bu yerin halkı
ndan.
buram buram
* (duman, koku gibi havada yayı
lan ş
eyler için) Pek çok.
burası
* Bu yer, bura.
burcu
* Güzel koku, ı
tı
r.
burcu burcu
* (koku için) Güzel güzel, pek güzel.
burcumak
* Güzel koku yaymak.
burç
burç
burçak
* Kale duvarları
ndan daha yüksek, yuvarlak, dört köş
e veya çok köş
eli kale çı
kı
ntı
sı
.
* Zodyak üzerinde yer alan on iki takı
m yı
ldı
za verilen ortak ad.
* Ökse otu.
* Baklagillerden, taneleri hayvan yemi olarak kullanı
lan yı
llı
k bir yem bitkisi (Vicia ervilia).
* Bu bitkinin mercimeğ
e benzeyen tanesi.
burçlar kuş
ağı
* Gök küresinde tutulma çemberinin geçtiği ve üzerinde on iki burçun (Koç, Boğ
a, İ
kizler, Yengeç, Aslan,
Baş
ak, Terazi, Akrep, Yay, Oğ
lak, Kova, Balı
k) eş
it aralı
klarla dağ
ı
tı
ldı
ğ
ıkuş
ak. \343 Zodyak.
burdurma
* Burdurmak iş
i.
burdurmak
* Burmak iş
ini yaptı
rmak.
burgacı
k
* Bkz. kargacı
k burgacı
k.
burgaç
burgata
burgu
* Anafor, girdap.
* Tel ve bitkisel halatları
n pus (2.54 cm) olarak çevresini belirten birim.
* Tahtada belirli delik açmaya yarayan delgiye takı
lısarma, yivli, keskin, çelik alet.
* Tı
pa çekmeye yarayan, ucu sivri ve helis biçiminde demir alet, tirbuş
on.
* Yerin orta ve derin katmanları
na inebilmeyi sağ
layan delici alet.
* Telli sazlarda, telleri germeye yarayan mandal.
burgu makarna
* Burgu biçiminde dökülmüşve fı
rı
nlanmı
şmakarna.
burgulama
* Burgulamak iş
i.
burgulamak
* Burgu ile delmek, delik açmak.
burgulanma
* Burgulanmak iş
i.
burgulanmak
* Burgulamak iş
ine konu olmak, burgu ile delinmek.
burgulu
* Burgusu olan.
* Burgulanmı
şolan.
burgusuz
* Burgusu olmayan.
* Burgulanmamı
şolan.
burhan
* Kanı
t.
* Belgit.
burjuva
* Şehirlerde yaş
ayan, özel imtiyazlardan yararlanan ş
ehirli.
* Orta sı
nı
ftan olan kimse, kent soylu.
burjuva edebiyatı
* Orta sı
nı
f halk kesimine hitap eden edebiyat.
burjuvaca
* Burjuva gibi, burjuvaya yakı
ş
an biçimde.
burjuvalı
k
* Burjuva olma durumu.
burjuvazi
* Burjuva sı
nı
fı
, kent soyluluk.
burkma
* Burkmak iş
i.
burkmak
* Burarak çevirmek.
* Burkulmak.
* Acıvermek, üzmek.
burkucu
* Burkma iş
ini yapan.
* Üzücü.
burkulma
* Burkulmak iş
i.
burkulmak
* Burkmak iş
ine konu olmak.
* Vücuttaki organlardan biri birdenbire kendi eklemi üzerinde dönmek.
* Üzüntü duymak.
burlesk
* Sanat alanı
nda ve özellikle edebiyatta rastlanan, komikliğe dayanan bir tür.
burma
burmak
* Burmak iş
i.
* Sarı
ğ
ı
burma tatlı
sı
nı
n bir adı
.
* Burularak yapı
lmı
şbilezik.
* Burulmuş
, burularak yapı
lmı
ş
, kı
vrı
lmı
ş
.
* Hadı
m etme, iğ
dişetme.
* Musluk.
* Eğ
rilmek için bükülmüşyün.
* Yaşiken burularak kurutulan ot.
* Kuru incir.
* Bir ş
eyi iki ucundan tutup ekseni çevresinde çevirerek bükmek.
* Hadı
m etmek, iğdişetmek.
* Ağza kekre tat vermek.
* (mide, bağı
rsak) Sancı
mak.
* Üzmek, sı
kı
ntıvermek.
burnaz
*İ
ri ve uzun burunlu.
burnu bile kanamamak
* tehlikeli bir durumdan yara bere almadan kurtulmak.
burnu büyük
* kibirli.
burnu büyümek
* kibirlenmek, büyüklenmek.
burnu havada
* kendini çok beğenmiş(olmak).
burnu havada (veya kaf dağ
ı
nda) (olmak)
* çok kibirli (olmak).
burnu kı
rı
lmak
* büyüklenemez duruma gelmek.
burnu sürtülmek (veya burnu sürtmek)
* sı
kı
ntıçektikten sonra daha önce beğ
enmediği bir durumu kabul etmek, gururundan vazgeçmek.
burnu yere düş
se almaz
* kendini beğ
enmiş
, kibirli.
burnuna girmek
* birine çok sokulmak.
burnunda (veya gözünde) tütmek
* çok özlemek.
burnundan (fitil fitil) gelmek
* elde ettiğ
i güzel ş
ey, sonradan gelen üzüntüler üzerine kendisine zehir olmak.
burnundan ayrı
lmamak
* yanı
ndan gitmemek, uzaklaş
mamak.
burnundan düş
en bin parça olmak
* çok ası
k suratlıolmak.
burnundan kı
l aldı
rmamak
* kendisine hiç söz söyletmemek, çok huysuz olmak.
burnundan solumak
* çok öfkelenmişolmak.
burnundan yakalamak
* birini yönetimi altı
na almak, kaçamak bulamayacağ
ıduruma getirmek.
burnunu çekmek
* sümüğ
ünü çekmek.
* umduğ
unu bulamamak, amacı
na ulaş
amamak.
burnunu kı
rmak
* birini güç durumda bı
rakarak büyüklenmesini veya direniş
ini yok etmek.
burnunu sı
ksan canıçı
kacak
* çok zayı
f ve güçsüz kimseler için kullanı
lı
r.
burnunu sokmak
* gerekmediğ
i hâlde her iş
e karı
ş
mak.
burnunun dibi
* çok yakı
nı
.
burnunun dibine sokulmak
* çok yaklaş
mak, iyice yaklaş
mak.
burnunun dikine (veya doğ
rusuna) gitmek
* öğüt dinlemeyerek kendi bildiğ
i gibi davranmak.
burnunun direğ
i kı
rı
lmak
* çok pis bir koku duyarak tedirgin olmak.
burnunun direğ
i sı
zlamak
* (maddî veya manevî) çok acıduymak, çok üzülmek.
burnunun ucundan ötesini (veya ilerisini) görmemek
* kı
t düş
ünceli olmak.
burnunun ucunu görmemek
* çok sarhoşolmak.
burnunun yeli harman savurmak
* büyüklenmek, kibirlenmek.
* çok öfkelenmek.
burs
* Bir öğ
rencinin öğrenimini yapmasıveya bir kimsenin bilgi ve görgüsünü artı
rması
için belli bir süre devlet
veya özel kuruluş
larca, ödenen aylı
k para.
* Bu amaçla vakfedilmişparanı
n veya malı
n geliri.
burslu
burssuz
burtlak
* Burs alan, bursu olan.
* Burs almayan, bursu olmayan.
* Taş
lı
k, çalı
lı
k yer.
buru
* Sancı
, buruntu.
buruk
* Burulmuşolan.
* Tadı
kekre olan.
* Alı
narak küskünlük gösteren, gücenmiş(kimse).
* Uygun olmayan ş
artlar sonucu dönerek büyüyen ağacı
n kerestesi.
buruk buruk
* Buruk bir biçimde.
burukça
* Tadı
biraz buruk olan.
buruklaş
ma
* Buruklaş
mak iş
i veya durumu.
buruklaş
mak
* Buruk durum almak.
burukluk
buruksu
burulma
* Buruk olma durumu, kekrelik.
* Küskünlük, gücenmiş
lik.
* Buruğ
a benzer, buruk gibi.
* Burulmak iş
i.
burulma dayanı
mı
* Elyafı
nıbükerek kı
rmaya çalı
ş
an kuvvete karş
ıağ
acı
n gösterdiği direnç.
burulmak
* Ekseni çevresinde döndürülmek.
* Sancı
mak, ağ
rı
mak.
* Alı
narak küskünlük göstermek, gücenmek.
burum burum
* Burulmak fiili ile birlikte "çok fazla burulmak" anlamı
nda kullanı
lı
r.
burun
* Alı
nla üst dudak arası
nda bulunan, çı
kı
ntı
lı
, iki delikli koklama ve solunum organı
.
* Bazış
eylerin ön ve sivri bölümü.
* Karanı
n, özellikle yüksek ve dağ
lı
k kı
yı
larda, türlü biçimlerde denize uzanmı
şbölümü.
* Kibir, büyüklenme.
burun boş
lukları
* Burun deliklerinden yukarıdoğ
ru açı
lan, mukozayla kaplıboş
luklar.
burun buruna
* Birbirine çok yakı
n ve yüz yüze.
burun buruna gelmek
* beklenmedik bir anda karş
ı
laş
mak, birbirlerine çok yaklaş
mak.
* karş
ı
sı
nda hissetmek.
burun bükmek
* beğ
enmemek, önem vermemek.
burun deliğ
i
* Burnun iki boş
luğundan her biri.
burun kanadı
* Burun deliğinin yan tarafı
ndaki kabarı
k bölüm.
burun kı
vı
rmak
* önem vermemek, küçümsemek, beğenmemek.
burun otu
* Burna çekilen tütün, enfiye.
burun perdesi
* Burun boş
luğunu ikiye ayı
ran bölme.
burun ş
iş
irmek
* kibirlenmek.
burun yapmak
* üstünlük taslamak.
Burundili
* Burindi halkı
ndan olan (kimse).
burunduruk
* Hayvanlarınallarken ı
sı
rmamasıiçin dudakları
nıkı
stı
rmaya yarayan kı
skaç, yavaş
a.
burunlamak
* Dı
ş
lamak, aş
ağı
lamak.
burunlu
* Herhangi bir biçimde burnu olan.
* Çı
kı
ntı
sıolan.
* Kendini beğ
enmiş
, onurlu, kibirli.
burunluk
* Burunsak.
burunsak
* Hayvan yavrusunun anası
ndan süt emmesini önlemek için burnuna geçirilen baş
lı
k.
* Hayvanları
n burunları
na geçirilen ip.
burunsalı
k
* Burunsak.
buruntu
* Buru, sancı
, bağ
ı
rsak bozukluğ
u.
buruşburuş
* Çok buruş
muş
.
buruş
ma
* Buruş
mak iş
i.
buruş
mak
* Düzgünlüğ
ü bozulmak, üzerinde kı
rı
ş
ı
k ve katlamalar olmak.
* (ağı
zda) Kekrelik duymak.
* Tiksinmek, hoş
lanmamak.
buruş
turma
* Buruş
turmak iş
i.
buruş
turmak
* Buruş
uk duruma getirmek.
buruş
uk
* Gerginliği, düzgünlüğü kalmamı
şburuş
muşolan.
buruş
ukça
* Biraz buruş
uk olan, pek düzgün olmayan.
buruş
ukluk
* Buruş
uk olma durumu.
* Ciltte oluş
muşkı
rı
ş
ı
k.
buruş
uksuz
* Buruş
uğu olmayan.
busbulanı
k
* Çok bulanı
k.
buse
* Öpücük, öpme, öpüş
.
buselik
* Klâsik Türk müziğ
inde on üç basit makamdan biri.
buselikaş
iran
* Klâsik Türk müziğ
inde birleş
ik bir makam.
busines klas
*İ
ş
lik orun.
but
* Vücudun kalça ile diz arası
ndaki bölümü.
* Hayvanları
n, bacakları
nı
n gövdeye bitiş
ik olan dolgun, etli bölümü.
butafor
* Oyun için gerekli sahne eş
yası
.
butaforcu
* Oyun için gerekli sahne eş
yası
nıyapan uzman.
butik
butikçi
* Giyim ve süs eş
yasısatı
lan dükkân.
* Butik iş
leten kimse.
butikçilik
* Butik iş
letme iş
i.
butlan
* Batı
l olma durumu.
* Geçersizlik, hükümsüzlük.
* Yanlı
ş
lı
k, haksı
zlı
k.
buton
* Çalı
ş
tı
rmaya yarayan düğ
me.
buut
* Boyut.
* Uzunluk.
buydurmak
* Dondurmak, çok üş
ütmek.
buyma
buymak
buyot
* Buymak iş
i.
* Soğuktan donarak ölmek.
* Çok üş
ümek.
* Yatakta ı
sı
nmak için kullanı
lan sı
cak su torbası
.
buyruğ
u altı
na girmek
* bir kimse baş
ka bir kimsenin isteklerini ister istemez yerine getirmek zorunda olmak.
buyruk
* Belirli bir davranı
ş
ta bulunmaya zorlayı
cısöz, emir, ferman.
* Egemenlik.
buyruk kulu
* Emir kulu.
buyrukçu
* Buyuran, emreden (kimse).
buyrulma
* Buyrulmak iş
i.
buyrulmak
* Buyurmak iş
i yapı
lmak.
buyrultu
buyur
* Sadrazam, vezir, beylerbeyi gibi yüksek devlet görevlilerince yazı
lan buyruk.
*İ
rade.
* Buyurun anlamı
nda bir hitap sözü.
buyur etmek
* "buyurun" diyerek konuğ
u saygıile içeri almak veya sofraya çağ
ı
rmak.
buyur?
* anlamadı
m, sözünüzü tekrarlar mı
sı
nı
z?.
* söyleyiniz, emrediniz.
buyurgan
* Sı
k sı
k buyruk veren, buyruk verir gibi konuş
an.
buyurganlı
k
* Buyurgan olma durumu.
buyurma
* Buyurmak iş
i.
buyurmak
* Bir ş
eyin yapı
lması
nıveya yapı
lmaması
nıkesin olarak söylemek, emretmek.
* Söylemek, demek, düş
üncesini bildirmek.
* Gelmek, gitmek, geçmek, girmek.
* Almak.
* 'Etmek, eylemek' anlamı
nda yardı
mcı
fiil olarak kullanı
lı
r.
buyuru
* Buyruk, emir.
buyurucu
* Buyruk, emir veren.
buyurun cenaze namazı
na!
* hiç beklenmedik kötü bir durum karş
ı
sı
nda, ş
aka yollu üzüntü anlatı
r.
buz
* Donarak katı
duruma gelmişsu.
* Çok soğ
uk bir etki uyandı
ran ş
ey veya kimseleri anlatmak için kullanı
lı
r.
buz alanı
* Buzla.
buz bağlamak
* (sı
vı
lar için) yüzeyi donmak.
buz dağı
* Kutup bölgelerinde buzullardan koparak akı
ntı
larla yer değ
iş
tiren büyük buz parçası
, aysberg.
buz duvarı
* Samimî olmamaktan ortaya çı
kan, arzu edilmeyen, arada soğ
ukluk yaratan durum.
buz gibi
* çok soğ
uk.
* (kötü nitelikler için) kesin bir gerçeğ
i belirtir.
* (et için) temiz ve yağ
lı
.
buz kalı
bı
* Suyun belli biçimlerde donması
nısağ
layan özel kap.
buz kesilmek
* buz gibi soğ
umak; buz durumuna gelmek.
* çok üş
ümek, donmak.
*ş
aş
ı
lacak, üzülecek bir durum karş
ı
sı
nda donakalmak.
buz kesmek
* çok üş
ümek.
buz torbası
* Tedavi amacı
yla kullanı
lan ve içinde buz parçalarıbulunan plâstik bir torba.
buz tutmak
* (sı
vıiçin) üstünde buz oluş
mak, buzla kaplanmak.
buz üstüne yazı
yazmak
* süresi, etkisi çok az olacak bir işyapmak.
* bir kimseye etki yapmayan sözler söylemek.
buz yalağ
ı
* Yüksek dağ
larda kalı
cıkar ve buzulun birlikte oluş
turduğu, arkasıve yanlarıdik, önü açı
k, çember biçimli
çukurluk.
buzağ
ı
* Sütten kesilmemişsı
ğ
ı
r yavrusu.
buzağ
ı
lama
* Buzağ
ı
lamak iş
i.
buzağ
ı
lamak
* (sı
ğı
r için) Yavrulamak.
buzağ
ı
laş
ma
* Buzağ
ı
laş
mak iş
i.
buzağ
ı
laş
mak
* Buzağ
ıdurumuna gelmek.
buzağ
ı
lı
* Buzağ
ı
sıolan.
buzağ
ı
sı
z
* Buzağ
ı
sıolmayan.
buzcu
* Buz satan kimse.
buzculuk
buzçözer
* Buzcunun iş
i veya mesleğ
i.
* Buzu çözen, donmayıönleyen alet, defroster.
buzdolabı
* Yiyecek ve içecek gibi ş
eyleri soğ
uk olarak saklamaya yarayan, motorla çalı
ş
an dolap.
buzhane
* Buz yapı
lan yer.
* Soğuk hava deposu.
buzkı
ran
* Donmuşdeniz, göl veya ı
rmaklarda ulaş
ı
mıöteki gemilere kolaylaş
tı
rmakta kullanı
lan, buzlarıkı
rarak yol
açmak için yapı
lmı
şgemi.
buzla
* Deniz suyunun donması
yla kutup bölgelerinde oluş
an buz alanı
, bankiz, aysfild.
buzlanma
* Buzlanmak iş
i.
buzlanmak
* Buzla kaplanmak, buz tutmak.
buzlar çözülmek
* buzlar erimeye ve kı
rı
lmaya baş
lamak.
* aradaki soğukluk, dargı
nlı
k, gerginlik ortadan kalkmak.
buzlaş
ma
* Buzlaş
mak iş
i.
buzlaş
mak
* Buz durumuna gelmek.
buzlu
* Buz tutmuş
, buz bağ
lamı
şolan.
* Buz içinde tutularak, içine buz katı
larak soğutulmuş
.
* Buğulanmı
şgibi olan, saydam olmayan.
buzlu cam
* Saydamlı
ğ
ıgiderilmişcam.
* Televizyon ekranı
.
buzluğ
an
buzluk
buzuki
* Üzerinde buz eksik olmayan yüksek dağtepesi.
* Yiyecek ve içecekleri soğ
utarak saklamak için kullanı
lan, buzla soğ
utulan kap veya dolap.
* Buzdolabı
nı
n içinde buz yapan bölme.
* Bağ
lamaya benzer, bozuk düzen çalı
nan bir Yunan çalgı
sı
.
buzul
* Kutup bölgelerinde veya dağbaş
ları
nda aş
ağ
ı
ya doğ
ru ağ
ı
r ağ
ı
r yer değ
iş
tiren büyük kar ve buz kütlesi,
cumudiye.
buzul bilimci
* Buzul bilimi uzmanı
, glâsyolojist.
buzul bilimi
* Fizikî coğ
rafyanı
n buzullarıve yeryüzündeki iş
levlerini konu alan bölümü, glâsyoloji.
buzul çağı
* Dördüncü zamanı
n, yeryüzünün bugünkünden daha büyük bölgelerinin buzullarla örtülü bulunduğu
dönemi, pleistosen.
buzul dönemi
* Buzulları
n yayı
ldı
ğ
ıdördüncü zaman.
buzul kar
* Bir buzulun oluş
ması
nda temel olan katı
laş
mı
şkar kümesi.
buzul kaynağı
* Buzulun eriyerek toprağ
ı
n altı
na inen suyunu dı
ş
arı
ya veren kaynak.
buzul masası
* Çevresindeki buzlar erirken, altı
na rastlayan bölümü erimekten koruyan ve böylece buzdan bir ayak
üzerinde kalan kütle.
buzul seli
* Buzulun erimesiyle oluş
an sel.
buzul taş
* Buzulları
n taş
ı
yı
p biriktirdikleri, üzerleri çok kez parı
ltı
lıveya çizikli taş
lar, moren.
buzullaş
ma
* Buzul durumuna gelme.
* Geçmişçağ
larda ve ş
imdi genişveya dar bir bölgenin buzullarla örtülmesi olayı
.
buzullaş
mak
* Buzul durumuna gelmek.
buzullu
buzulsuz
bücür
* Buzulu olan.
* Buzulu olmayan.
* Ufak tefek ve kı
sa boylu, bodur (kimse).
bücürleş
me
* Bücürleş
mek iş
i.
bücürleş
mek
* Bücür duruma gelmek.
bücürlük
Büdü
* Bücür olma durumu.
* Bkz. Edi ile Büdü.
büfe
*İ
çine sofra takı
mları
nı
n konduğ
u dolap.
* Toplantı
larda yiyecek ve içeceklerin konulduğ
u masa.
*İ
çki, yiyecek türü ş
eylerin satı
lı
p tüketildiğ
i yer.
büfeci
* Büfe iş
leten kimse.
büfecilik
Bügdüz
* Büfe iş
letme iş
i.
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
büğe
* Büve.
büğelek
büğeme
büğemek
* Büve.
* Büğemek iş
i.
* Suyu önüne bent yaparak toplamak.
büğet
* Su birikintisi, gölcük.
büğlü
* Küçük büğ
lü, soprano büğlü, alto büğ
lü, bariton büğlü olarak dört türü bulunan, bakı
rdan, perdeli veya
pistonlu müzik araçları
nı
n adı
.
büğrü
bühtan
* Bkz. eğri büğ
rü.
* Kara çalma, iftira.
bühtan etmek
* kara çalmak, iftira etmek.
bük
* Ovada veya dere kı
yı
sı
nda çalıve diken topluluğu.
* Böğ
ürtlen.
* Akarsu kı
yı
ları
ndaki verimli tarlalar.
* Dönemeç.
büken
büklük
* Oynak kemikleri arası
ndaki açı
larıdaraltan kasları
n genel adı
, açan karş
ı
tı
.
* Akarsu kı
yı
ları
ndaki verimli tarlalar, bük.
büklüm
* Bükülmüş
, kı
vrı
lmı
şş
eylerin oluş
turduğ
u kat.
* Dönemeç, viraj.
büklüm büklüm
* Çok büklümlü, kı
vrı
m kı
vrı
m.
bükme
* Bükmek iş
i.
* Bükülmüşkaytan veya iplik.
* Vücudun bir bölümünü yanı
ndaki bölüm üzerine kı
vı
rma.
bükmek
* Sertçe çevirmek, kı
vı
rmak.
* Birkaç tel ipliği burarak sarmak.
* Eğ
mek.
* Katlamak.
* Döndürmek.
büktürme
* Büktürmek iş
i.
büktürmek
* Bükmek iş
ini yaptı
rmak, kı
vı
rtmak.
bükücü
* Ağaç veya kontraplâklarıkalı
pla veya elle bükerek ş
ekil veren kimse.
bükücülük
* Bükücünün iş
i veya mesleğ
i.
bükük
* Bükülmüş
, eğilmişolan.
bükülgen
* Kolay eğilip bükülen.
* Bükünlü.
bükülgenlik
* Bükülgen olma durumu.
bükülme
* Bükülmek iş
i.
bükülmek
* Bükmek iş
ine konu olmak, katlanmak.
* (iplik için) Eğrilmek.
* Eğ
ilmek.
* Yönelmek.
bükülü
* Bükülmüşolan.
bükülüş
* Bükülmek iş
i veya biçimi.
büküm
bükümlü
* Bükmek iş
i.
* Bir ş
eyin bükülmüşyeri, kat, kı
vrı
m.
* (iplik, yün vb. için) Bir defada eğ
rilmişip miktarı
.
* Bükülmüşolan, bükümü olan.
bükümsüz
* Bükülmemişolan, bükümü olmayan.
bükün
* Gramer görevleri ve yapıbakı
mı
ndan, kelime köklerinin baş
ı
nda, içinde veya sonunda türlü değiş
ikliklerin
olması
, insiraf.
bükünlü
* Türetmede ve çekimde kelime kökleri değ
iş
ikliğe uğ
rayan (dil), insirafî.
bükünlü dil
* Gramer görevleri ve yapıbakı
mı
ndan kelime köklerini değiş
tiren dil: Arapça fail, fiil; ş
air, ş
iir gibi.
bükünme
* Bükünmek iş
i.
bükünmek
* Kı
vrı
lmak, bükülmek.
* Ağrı
dan, sancı
dan kı
vranmak.
büküntü
* Bükme sonucu oluş
an biçim veya iz.
* Bağ
ı
rsakta olan ağ
rı
.
* Dönemeç, viraj.
büküş
* Bükmek iş
i veya biçimi.
bülbül
* Karatavukgillerden, sesinin güzelliğ
i ile tanı
nmı
şolan ötücü kuş(Luscinia megarhynchos).
* Sesi çok güzel olan kimse.
bülbül çanağ
ı
* Çok ufak (kâse).
bülbül gibi bilmek
* çok iyi öğrenmişolmak.
bülbül gibi konuş
mak (veya okumak)
* kolaylı
kla konuş
mak, okumak.
bülbül gibi konuş
turmak (veya söyletmek)
* itiraf ettirmek.
bülbül gibi söylemek
* hiçbir ş
ey saklamadan bildiklerini söylemek, itiraf etmek.
bülbül gibi ş
akı
mak
* güzel sesle, neş
eyle konuş
mak.
bülbül kesilmek
* bir etki veya baskıaltı
nda çokça konuş
mak.
bülbülkonağ
ı
* Bir tür hamur tatlı
sı
.
bülbülleş
me
* Bülbülleş
mek iş
i.
bülbülleş
mek
* Bülbül gibi ötmek veya ş
akı
mak.
bülbülü altı
n kafese koymuş
lar, "ah vatanı
m" demiş
* kiş
i, yurdu dı
ş
ı
nda ne kadar zengin olursa olsun, yine de yurdunu özler.
bülbülün çektiğ
i dili belâsı
* ilerisi düş
ünülmeden söylenen söz insanı
n baş
ı
na dert açabilir.
bülbülyuvası
* Daire biçiminde, ortasıçukur ve bu çukur yere piş
tikten sonra dövülmüşAntep fı
stı
ğıkonulan bir tür
hamur tatlı
sı
.
bülten
* Özel veya resmî kurum ve kuruluş
lar veya yetkili kiş
ilerce herhangi bir durumla ilgili olarak süreli veya
süresiz yayı
mlanan duyuru.
* Dergi.
bünye
bünyece
bürgü
* Vücut yapı
sı
.
* Yapı
, kuruluş
.
* Bünye olarak, bünye bakı
mı
ndan.
* Başörtüsü.
* Çarş
af.
* Atkı
.
*İ
nce perde.
bürgülü
* Bürgüsü olan.
büro
* Çalı
ş
ma odası
, yazı
hane.
* Danı
ş
ma ve yazıiş
lerinin yürütüldüğ
ü işyeri.
* Bölüm, ş
ube.
* Yazımasası
.
bürokrasi
* Kı
rtasiyecilik.
* Kamu yönetimi.
bürokrat
* Devlet dairesinde çalı
ş
an görevli.
* Kı
rtasiyeci.
bürokratik
* Kı
rtasiyecilikle ilgili.
* Kamu yönetimi ile ilgili.
bürudet
* Soğukluk.
bürük
* Duvak.
bürülü
bürüm
* Bürünmüş
.
* Bürülmüş
, dürülmüş
, katlanmı
şolan ş
ey.
bürümcek
* Koza gibi yumaklanmı
şş
ey.
bürümcük
* Ham ipekten dokunmuşgiysi kumaş
ı
.
* Ham ipekten dokunan bir tür iç çamaş
ı
rıkumaş
ı
.
bürüme
* Bürümek iş
i.
bürümek
bürünme
* Sarmak, kaplamak, örtmek, basmak, istilâ etmek.
* Çok, güçlü etkilemek.
* Bürünmek iş
i.
bürünmek
* Bürümek iş
ine konu olmak.
* Sarı
nmak, örtünmek.
* Bir görünüş
e girmek.
büryan
* Bkz. biryan.
büryan pilâvı
* Kemiksiz koyun eti, pirinç, soğ
an, domates, baharat ve yağkarı
ş
ı
mı
yla fı
rı
nda piş
irilen bir pilâv türü.
büryancı
* Bkz. biryancı
.
büsbütün
*İ
yiden iyiye, iyice, tamamen, tamamı
yla, temelli.
büst
* Vücudun, omuzlarla birlikte göğ
üsten yukarı
bölümü.
* Heykeltı
raş
lı
kta baş
ı
, göğ
sü, bazen de omuzlarıiçine alan sanat ürünü.
bütan
* Metal bidonlar içinde az bir bası
nç altı
nda sı
vı
laş
an, yakı
t olarak yararlanı
lan HC formülündeki
hidrokarbür gazı
.
bütçe
* Devletin, bir kuruluş
un, bir aile veya bir kimsenin gelecekteki belirli bir süre için tasarladı
ğ
ıgelir ve
giderlerini tür ve ayrı
ntı
ları
yla gösteren çizelge.
* Devlet ve öteki kuruluşveya toplulukları
n belirli bir dönem içindeki gelir ve giderlerinin oranlama
niceliklerini önceden belirleyen, onaylayan ve bu iş
lemlerin yapı
lması
na izin veren kanun veya karar.
bütçe açı
ğ
ı
* Bütçede belirlenen giderlerin gelirlerden çok olmasıdurumu.
bütçe yı
lı
* Bir bütçenin uygulanmaya baş
ladı
ğ
ıgünden ertesi yı
l aynıgüne kadar geçen süre.
bütçeleme
* Bütçelemek iş
i.
bütçelemek
* Bütçe yapmak veya hazı
rlamak.
büten
bütün
* Olefin grubundan C4H8 formülünde iki hidrokarbonun adı
.
* Eksiksiz, tam.
* Parçalanmamı
ş
.
* Çok sayı
daki varlı
k ve nesnelerin hepsi, bütünü.
* Ufaklı
k, bozukluk olmayan (para).
* Birlik, tamlı
k.
bütün bütün
* Büsbütün.
bütün bütüne
* Bütün olarak, tamamı
yla.
bütüncü ekonomi
* Ekonominin bütün alanları
nıkapsayan yapıve oluş
um, makro ekonomi.
bütüncül
* Totaliter.
bütüncüllük
* Bütüncül olma durumu.
bütünleme
* Bütünlemek iş
i, bütün, tek parça durumuna getirme, tamamlama, ikmal.
* Bütünleme sı
navı
.
bütünleme sı
navı
*İ
lk ve orta dereceli okullarla üniversite ve yüksek okullarda bütünlemeye kalan öğ
renciler için genellikle yaz
tatili veya dönem sonunda açı
lan sı
nav, ikmal imtihanı
.
bütünlemek
* Eksiksiz duruma getirmek, tamamlamak.
* Ufak, bozuk paralarıbüyük para durumuna getirmek.
bütünlemeli
* Bütünleme sı
navı
na girmesi gereken (öğrenci).
bütünlemeye kalmak
* bir öğ
renci yarıyı
l veya öğretim yı
lısonunda bir veya birden çok dersten bir kez daha sı
nava girmek üzere
baş
arı
sı
zlı
ğ
a uğramak, ikmale kalmak.
bütünlenme
* Bütünlenmek iş
i veya durumu.
bütünlenmek
* Bütünlemek iş
ine konu olmak, ikmal edilmek, tamamlanmak.
bütünler
* Bütün durumuna getiren veya bütün durumuna getirmek için eklenen, mütemmim.
bütünler açı
* Ölçülerinin toplamı
nı180° ye çı
karan açı
lardan her biri.
bütünleş
me
* Bütünleş
mek iş
i.
bütünleş
mek
* Bütün duruma gelmek.
bütünletme
* Bütünletmek iş
i.
bütünletmek
* Bütün durumuna getirmek, tamamlatmak.
bütünleyen
* Bütün durumuna getiren, mütemmim.
bütünleyici
* Bütünleme iş
ini yapan.
bütünlük
bütünsel
* Bütün olma durumu.
* Bütün niteliğ
inde olan, bütünle ilgili, total.
bütünsellik
* Bütün olma durumu.
büve
bovis).
büvelek
büvet
* Daha çok sı
ğı
rlara saldı
ran, onları
n kanı
nıemen, vı
zı
ltı
ları
yla tedirginlik yaratan sokucu sinek (Hypoderma
* Büve.
* Bkz. Büğet.
büvet
* (istasyon, tiyatro, sinema gibi yerlerde) Yiyecek ve içecek satı
lan küçük büfe.
büyü
* Tabiat kanunları
na aykı
rı
sonuçlar elde etmek iddiası
nda olanları
n baş
vurduklarıgizli iş
lem ve davranı
ş
lara
verilen genel ad, afsun, sihir, füsun, bağ
ı
.
* Karş
ıdurulmaz güçlü etki.
büyü bozmak
* yapı
lmı
şbir büyüyü etkisiz duruma getirmek.
büyü bozulmak
* yapı
lmı
şbir büyü etkisiz duruma getirilmek.
büyü yapmak
* büyü yolu ile etki altı
na almaya veya aldı
rmaya çalı
ş
mak.
büyücek
* Biraz büyük, büyüğ
e yakı
n.
büyücü
* Büyü yapan kimse, sihirbaz.
* Çevresindekileri çabuk ve güçlü olarak etkileyen kimse.
büyücülük
* Büyücünün yaptı
ğ
ıiş
, sihirbazlı
k.
büyüğümsü
* Büyüğ
e yakı
ş
ı
r, büyük gibi, büyüklere özgü.
büyük
* (somut nesneler için) Boyutları
, benzerlerinden daha fazla olan, küçük karş
ı
tı
.
* (soyut kavramlar için) Çok, ortalamayıaş
an.
* Niceliği çok olan.
* Üstün niteliğ
i olan.
* Yetiş
kin, belli bir yaş
a gelmiş
.
* Önemli.
büyük (söz) söylemek
* yapacağı
bir ş
ey hakkı
nda kesin konuş
arak övünmek.
büyük abdest
* Dı
ş
kı
, kaka.
büyük abdesti gelmek
* göden bağ
ı
rsağ
ı
nı
boş
altma gerekliğini duymak.
büyük aile
* Büyük baba, büyük anne ile bunları
n evli oğ
ulları
ndan, gelinlerinden ve çocukları
ndan oluş
an aile.
büyük amiral
* Bazıülkelerde kara ordusunda mareş
ale denk sayı
lan donanma subayları
nı
n en yüksek aş
aması
ndaki
amiral.
büyük ana
* Büyük anne.
büyük anne
* Annenin veya babanı
n annesi, nine.
büyük atardamar
* Kalbin kası
lması
ile karı
ncı
klardaki kanıbütün vücuda taş
ı
yan ana atardamar.
büyük baba
* Annenin veya babanı
n babası
, dede.
büyük balı
k küçük balı
ğı
yutar
* güçlüler, güçsüzleri ezer.
büyük baş
ı
n derdi büyük olur
* büyük iş
lerin baş
ı
nda bulunanları
n karş
ı
laş
acağ
ıgüçlükler de çoktur.
büyük boy
* Normal ölçülerden daha büyük.
büyük çember
* Bir kürenin merkezinden geçen bir düzlemde ara kesiti olan çember.
büyük dalga
* (radyo yayı
nıiçin) Uzun dalga.
büyük defter
* Ticarî bir kuruluş
un aylı
k ve bilânço hesapları
nı
gösteren defter.
büyük elçi
* Üstün aş
amalıelçi.
büyük elçilik
* Büyük elçi olma durumu.
* Büyük elçinin makamı
.
büyük görmek (bilmek veya tutmak)
* kendini veya baş
kası
nıolduğ
undan üstün saymak, yüceltmek.
büyük hanı
m
* Yaş
lıkadı
n.
büyük harf
* Özel adlarla cümle baş
larıgibi yerlerde kullanı
lan ve büyük yazı
lan, özel biçimli harf, majüskül.
büyük kalori
* 1 atmosfer bası
nç altı
nda 1 kg suyun sı
caklı
ğ
ı
nı
14.50 C den 15.50 C ye çı
karmak için gereken ı
sımiktarı
,
kilokalori.
büyük kan dolaş
ı
mı
* Kalbin sürekli kası
lı
p gevş
emesiyle kan ve lenfin vücudun büyük bölümünü dolaş
ması
.
büyük lâf etmek
* Bkz. büyük söz söylemek.
büyük lokma ye büyük söyleme
* baş
aramayacağ
ı
n, sonuçlandı
ramayacağ
ı
n bir konuda kesin sözler söyleme.
büyük mağaza
* Her türlü tüketim maddesinin bol miktarda satı
ş
a sunulduğu yer.
büyük mevlit ayı
* Ay takviminin üçüncü ayı
, rebiyülevvel.
büyük oynamak
* çok para koyarak kumar oynamak.
* büyük bir tehlikeyi göze alarak bir iş
e giriş
mek.
büyük önerme
* Tası
mı
n öncüllerinden büyük olanı
, majör.
büyük para
* Çok para.
büyük peder
* Büyük baba, dede.
büyük sesli uyumu
* Kelimede kalı
n ünlülerden (a, ı
, o, u) sonra kalı
n, ince ünlülerden (e, i, ö, ü) sonra ince ünlülerin gelmesi
kuralı
, büyük ünlü uyumu.
büyük sözüme tövbe!
* bir konuda çok kesin konuş
ulduğ
unda, tersi bir durumun baş
a gelmemesi dileğini belirtir.
büyük ş
ehir
* Ana kent.
büyük tansiyon
* Kan bası
ncı
nı
n yüksek olması
.
büyük terim
* Kapsamıdaha genişolan son uç önermesinin yüklemi görevini taş
ı
yan terim.
büyük tövbe ayı
* Ay takvimin beş
inci ayı
, cemaziyülevvel.
büyük ünlü uyumu
* Türkçe bir kelimenin ilk hecesinde kalı
n bir ünlü varsa, ondan sonra gelen bütün hecelerin kalı
n ünlülerle,
ince bir ünlü varsa sonraki hecelerin de ince ünlülerle sürüp gitmesi kuralı
: Çocuklaş
mak, denizcilik gibi.
büyük yemin etmek
* bir ş
eyi yapmamak konusunda en kutsal ş
eyler üzerine ant içmek.
Büyükayı
* Kuzey yarı
m kürede yedi yı
ldı
zdan oluş
muştakı
m yı
ldı
z, Yedigir, Dübbüekber.
büyükbaş
* Sı
ğ
ı
r, manda gibi hayvanları
n niteliğini belirtmek için kullanı
lı
r.
büyükçe
* Biraz büyük.
* Oldukça önemli.
büyükle büyük, küçükle küçük olmak
* her yaşve durumdaki kiş
ilere karş
ıdostça, arkadaş
ça davranmak.
büyüklenme
* Kendini büyük gösterme, kibir.
büyüklenmek
* Kendini büyük göstermek, büyüklük taslamak, kibirlenmek.
büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpmek
* sevgi ve saygıgöstermek.
büyüklü küçüklü
* Büyük küçük hepsi bir arada.
büyüklük
* Büyük olma durumu, ululuk.
* Büyüklere yaraş
ı
r bağı
ş
layı
cı
davranı
ş
.
büyüklük göstermek
* gönül ululuğu göstermek.
büyüklük hastalı
ğ
ı
* Kendini olduğ
undan daha büyük ve önemli görme, gösterme hastalı
ğ
ı
, megalomani.
büyüklük satmak
* gururlanı
p üstünlük taslamak.
büyüklük taslamak
* kendini üstün görmeye çalı
ş
mak, böbürlenmek.
büyükseme
* Büyüksemek iş
i.
büyüksemek
* Büyük olduğunu kabul etmek.
büyüksü
* Büyük gibi, büyümüş
e benzer.
büyükten büyüğ
e
* mirası
n önce büyüğe, o ölünce kalanları
n en büyüğüne geçmesi kuralı
, ekber evlât hakkı
.
büyüleme
* Büyülemek iş
i.
büyülemek
* Büyü ile etki altı
na almak.
* Etkisi altı
na almak, birini kendine bağlamak, teshir etmek.
büyüleniş
* Büyülenmek iş
i veya biçimi.
büyülenme
* Büyülenmek iş
i.
büyülenmek
* Büyülemek iş
ine konu olmak.
büyüleyici
* Etkileyen, çekici niteliğ
i olan.
büyüleyici özellik
* Sürekli büyüleyici ve etkileyici olma.
büyüleyiş
* Büyülemek iş
i veya biçimi.
büyülteç
* Fotoğraf ve resim büyültmeye, büyültüp basmaya yarayan aygı
t, agrandisor.
büyültme
* Büyültmek iş
i.
* Fotoğraf ve resimlere boyut kazandı
rma iş
lemi, agrandisman.
büyültmek
* Bir ş
eyi büyük duruma getirmek, büyütmek.
* (resim, harita gibi ş
eyler için) Daha büyük örneğ
ini yapmak.
* Abartmak.
büyülü
* Kendisine büyü yapı
lmı
ş(kimse).
* Büyü gücü olan, sihirli.
büyüme
* Büyümek iş
i.
* Organizmanı
n bütününde veya bu bütünün bir bölümünde boyutları
n artması
.
büyümek
* Organizmanı
n bütününde veya bu bütünün bir bölümünde, boyutlar artmak, irileş
mek, eskisinden büyük
duruma gelmek.
* Yetiş
mek.
* Yaş
ı
artmak, yaş
lanmak.
* Artmak, güçlenmek, ş
iddeti artmak.
* Sayı
ca artmak.
* Geniş
lemek.
* Önem ve değer kazanmak.
büyümüşde küçülmüş
* (çocuk için) konuş
masıve davranı
ş
larıyaş
ı
na uymayan, büyüklerinki gibi olan.
büyüsel
* Büyü ile ilgili olan.
büyüteç
* Odak boyutu birkaç santimetre olan yaklaş
tı
rı
cımercek, pertavsı
z.
büyütken doku
* Sürgen doku.
büyütme
* Büyütmek iş
i.
* Birisi tarafı
ndan yetiş
tirilmişkimse.
* Uzakta duran cisimlere dürbün veya benzeri bir araçla bakı
ldı
ğı
nda cismi gören açı
nı
n çı
plak gözle
bakı
ldı
ğ
ızamanki açı
ya oranı
.
büyütmek
* Büyük duruma getirmek, geniş
letmek.
* Yetiş
tirmek, bakmak.
* Abartmak, mübalâğ
a etmek.
büyütülme
* Büyütülmek iş
i.
büyütülmek
* Büyütmek iş
i yapı
lmak.
büyütürlük
* Aş
ı
rı
laş
tı
rma.
büyütüş
* Büyütmek iş
i veya biçimi.
büyüye kapı
lmak (veya tutulmak)
* yapı
lan büyünün etkisinde kalmak, bir ş
eyin o kimsenin çekiciliğinden kurtulamamak.
büyüyüş
* Büyümek iş
i veya biçimi.
büz
* Künk.
büzdürme
* Büzdürmek iş
i.
büzdürmek
* Büzmek.
* Büzmek iş
ini birine yaptı
rmak.
büzgen
* Kası
larak vücuttaki herhangi bir deliğ
i açan veya kapayan çember biçimindeki kasları
n genel adı
.
büzgü
* Dikiş
te kumaş
ı
n bir ucundan istenilen yere kadar geçirilen bir ipliğ
in çekilmesi ile oluş
an, kumaş
ı
n
bolluğ
unu azaltan sı
k, küçük kı
vrı
m.
büzgüleme
* Büzgülemek iş
ini yapmak.
büzgülemek
* Büzgü ş
eklini vermek.
büzgülü
* Büzgüsü olan, büzülerek dikilmişolan.
büzgüsüz
* Büzgüsü olmayan.
büzme
büzmek
büzük
* Büzmek iş
i.
* Ağzıbüzülerek kapatı
lan (kese, torba vb.).
* Buruş
turarak, sı
kı
ş
tı
rarak veya kı
vrı
m yaparak bir ş
eyin alanı
nıve hacmini küçültmek.
* Kapatmak, dedikodu yapı
lması
na engel olmak.
* Toplanarak büzülmüş
.
* Kalı
n bağı
rsağı
n sona erdiğ
i yer, anüs.
* Yüreklilik, cesaret.
büzüktaş
* Kafa dengi arkadaş
, kafadar.
büzülme
* Büzülmek iş
i.
büzülmek
* Büzmek iş
i yapı
lmak.
* Korku, ş
aş
kı
nlı
k, soğ
uk gibi etkenlerle bir kenara sinmek, bir kenara çekilmek.
büzülüp oturmak (kalmak)
* bir kenarda çekingen bir tavı
rla oturmak.
büzülüş
* Büzülmek iş
i veya biçimi.
büzüş
me
* Büzüş
mek iş
i.
büzüş
mek
* Büzülerek alan hacmini küçültmek, kı
rı
ş
mak.
büzüş
ük
by-pass
C
* Büzülerek yüzey veya hacmi küçülmüşolan, büzüş
müş
; kı
rı
ş
ı
k.
* Bkz. baypas.
* Karbon'un kı
saltması
.
* Elektrik kapasitesinin kı
saltı
lması
.
c, C
* Türk alfabesinin üçüncü harfi. Ce adıverilen bu harf ses bilimi bakı
mı
ndan ötümlü katı
ş
ı
k diş- dişeti
ünsüzünü gösterir.
* Nota iş
aretlerini harflerle gösterme yönteminde do sesini gösterir.
* Romen rakamları
nda 100 sayı
sı
nıgösterir.
Ca
* Kalsiyum'un kı
saltması
.
-ca / -ce, -ça / -çe
* Vurgusuz zarf eki: Kı
sa-ca, iyi-ce, açı
k-ça, mert-çe vb.; dil adları
türetir: Alman-ca, İ
ngiliz-ce, Rus-ça, Türkçe vb. "bakı
mı
ndan" anlamı
na zarf türetir: Para-ca, yaş
-ca vb. "-a göre" anlamı
na zarf türetir: Onlar-ca, biz-ce, ben-ce,
sen-ce vb. "tarafı
ndan" anlamı
na zarf türetir: Bakanlı
k-ça, hükümet-çe vb. "kadar" anlamı
na zarf türetir: Bun-ca, onca vb. sayı
ca eş
itlik bildiren zarflar türetir: Yüzyı
llar-ca, aylar-ca, günler-ce, binler-ce vb. topluluk beraberlik anlatan
zarflar türetir: Aile-ce, ev-ce, köy-ce vb.
-ca / -ce, -ça / -çe
* Sı
fatlardan küçültme sı
fatlarıtüreten ek: Sarı
ş
ı
n-ca, esmer-ce, soluk-ça, sert-çe vb.
caba
* Bir ş
ey ödemeden, para vermeden alı
nan ş
ey, bedava.
* Fazla olarak, üstelik.
cabadan
* Bedava olarak, karş
ı
lı
ksı
z, fazladan.
cacı
k
cacı
k
* Yoğurt, ayran içine hı
yar veya marul doğranarak yapı
lan, çoğ
u kez sarı
msaklı
, iş
tah açı
cıyiyecek.
* Bir tür ot.
-cacı
k / -cecik
* Zarf türeten ek (vurgusuz): hemen-cecik, yavaş
-çacı
k, usul-cacı
k vb.
cadaloz
* Çok konuş
an, huysuz ve ş
irret (kadı
n, kocakarı
).
cadalozlaş
ma
* Cadalozlaş
mak iş
i.
cadalozlaş
mak
* Cadaloz gibi davranmak.
cadalozluk
* Cadaloz olma durumu.
cadde
* Şehir içinde ana yol.
caddeyi tutmak
* herhangi bir sebeple bir yoldan geçiş
i engellemek, kapamak.
* (korkulu bir durumda) baş
ı
nıalı
p gitmek, uzaklaş
mak.
cadı
cadı
gibi
* Geceleri dolaş
arak insanlara kötülük ettiğ
ine inanı
lan hortlak.
* Huysuz, çirkin, ihtiyar kadı
n.
* Çok güzel göz.
* saçıbaş
ıdağ
ı
nı
k, tı
rnaklarıuzun ve pis kadı
nlar için kullanı
lı
r.
* çok becerikli.
cadı
kazanı
* dedikodunun, fesadı
n çok olduğu yer.
cadı
laş
ma
* Cadı
laş
mak iş
i.
cadı
laş
mak
* (kadı
n) Çirkinleş
ip huysuzlaş
mak.
* Bitki bakı
msı
zlı
ktan yabanîleş
mek.
cadı
lı
k
* Cadı
ya yakı
ş
ı
r davranı
ş
, huysuzluk.
cadı
lı
k etmek
* huysuzluk etmek, cadıgibi davranmak.
cadı
süpürgesi
* Emeçleri özellikle dal uçları
ndaki kabuk altı
nda sı
kıbir ağörerek çekirdekli yemişağ
açları
nı
n
çiçeklenmesine, dolayı
sı
yla meyve verimine engel olan asklımantar (Taphrina cerasi).
* Bu mantarı
n yol açtı
ğ
ıbitki hastalı
ğ
ı
.
cafcaf
cafcaflı
Caferî
cağ
cağ
* Gösteriş
,ş
atafat.
* Ağı
z kalabalı
ğ
ıile bir ş
eyi elde eden, ş
irret.
* Gösteriş
li, fazla ş
ı
k, ş
atafatlı
.
* Karı
ş
ı
k, gürültülü patı
rtı
lı
, tehlikeli.
* Şiîliğin bir kolu ve bu koldan olan kimse.
* Parmaklı
k, korkuluk.
* Büyük bez veya deri torba, cav.
cağ
cağ
lı
k
sehpa.
cahil
* Lavabo, banyo.
* Hamam, duş
, banyo vb. yerlerde atı
k suyun akması
nısağ
layan zemindeki delik.
* Dokumacı
lı
kta, çözgü makinesinde çözgü ipliğ
i bobinlerinin desen ve renk sı
rası
na göre yerleş
tirildiği
* Öğrenim görmemiş
, okumamı
ş
, bilgisiz.
* Belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan.
* Deneysiz, genç, toy (delikanlıveya kı
z).
cahil kalmak
* bilgi edinememek, bilgisi olmamak.
cahilâne
cahilce
* Cahilce, cahile yakı
ş
ı
r (biçimde).
* Cahil gibi, cahile yakı
ş
ı
r (biçimde).
cahiliye
* Araplarda Müslümanlı
ktan önceki çağ.
cahiliyet
cahillik
* Cahillik, bilgisizlik.
* Cahil olma durumu, bilgisizlik.
* Gençlik, toyluk, deneysizlik ve bu yüzden iş
lenen kusur.
cahillik etmek
* bilgisizliğ
ini göstermek.
* gençlik, toyluk, deneysizlik yüzünden kusur iş
leme.
caiz
* Din, yasa, töre veya baş
ka bakı
mdan iş
lenmesinde, yapı
lması
nda sakı
nca olmayan, yapı
lı
p iş
lenmesine izin
verilen, uygun, yerinde sayı
lan, yakı
ş
ı
k olan.
caize
* Şairlerin kasidelerle övdükleri büyükler tarafı
ndan kendilerine verilen bahş
iş
.
* Yazı
da bir sözün olduğu gibi tekrarlandı
ğı
nıgöstermek için alt hizası
na konulan tı
rnak biçimindeki
noktalama iş
areti.
* Yol yiyeceği, azı
k.
-cak / -cek, -çak / -çek
* Küçültme isimleri türeten ek: Yavru-cak, kuzu-cak vb.
caka
* Gösteriş
, çalı
m, kabadayı
lı
k, fiyaka.
caka satmak
* gösterişyapmak, çalı
m satmak.
caka yapmak
* gösteriş
li davranmak, fiyakalıdurumda olmak.
cakacı
* Caka yapmayıseven.
cakacı
lı
k
* Cakacıolma durumu veya cakalıdavranı
ş
.
cakalanma
* Caka satma.
cakalanmak
* Caka satmak.
cakalı
cakası
z
* Cakasıolan, caka ile yapı
lan, gösteriş
li.
* Cakasıolmayan.
calî
* Yapmacı
klı
, düzme, sahte.
calip
Calvinci
* Celp eden, çeken, çekici.
* Bkz. Kalvenci.
Calvincilik
* Bkz. Kalvencilik.
cam
* Soda veya potas katı
lmı
şsilisli kumun ateş
te eritilmesiyle yapı
lan sert, saydam ve çabuk kı
rı
lı
r cisim.
* Tümü veya bir bölümü bu maddeden yapı
lmı
ş
, sı
rça.
* Pencere.
* Kadeh, içki.
cam çivisi
* Yaklaş
ı
k çapları1 mm, boyları1,5-2,5 cm arası
nda değ
iş
en ince ve baş
sı
z tel çivi.
cam evi
cam gibi
cam göz
* Cam takma iş
leri yapı
lan dükkân, camcı
.
* Çerçevelerde camı
n yerleş
tirilmesi için açı
lan yiv.
* arkasıgörünen, saydam, ş
effaf.
* (göz için) donuk, cansı
z.
* Gözü takma olan.
* Aç gözlü, tamahkâr.
cam kanatlı
lar
* Kurtçukları
, elma, kayı
n, kavak, meş
e ve gürgen ağ
açları
na zarar veren, kanatlarıcamsı
, hortumları
körelmişkelebekler familyası
.
cam macunu
* Camı
yuvası
na tutturmak ve yalı
tkanlı
k sağ
lamak amacıile kullanı
lan bezir yağıve üstübeç karı
ş
ı
mı
.
cam mozaik
* Renkli taşparçalarıyerine cam parçaları
ndan yapı
lan mozaik.
cam resim
* Renkli camları
n kesilip birbirlerine kurş
un çubuklarla bağlanması
ile yapı
lan süs veya resim.
cam suyu
sı
vı
.
* Potas veya sodanı
n kuvars ile eritilmesinden elde edilen, ağ
acı
n böceklere ve ateş
e direncini artı
ran renksiz
cam yuvası
* Cam evi.
cam yünü
* Çok ince, bükülebilir cam liflerinin oluş
turduğ
uı
sıve ses yalı
tı
mı
nda kullanı
lan madde.
camadan
* Çapraz düğ
meli, ipek veya sı
rma iş
lemeli bir tür kı
sa yelek.
* Dört köş
e yelkenleri boğarak yüzeylerini küçültme iş
i.
camadan vurmak
* fazla rüzgâra karş
ı
yelkeni kasmak.
camadanı
fora etmek
* bağ
larıkoyuverip kı
sı
lmı
şyelkeni açmak.
camadanlı
* Camadan giymişolan.
cambaz
akrobat.
* Yerde ve tel, at, bisiklet vb. üzerinde dengeye dayanan, tehlikeli, heyecan verici gösterileri yapan kimse,
* At alı
p satan veya yetiş
tiren kimse.
* Usta, becerikli kimse.
* Kurnaz, hileci.
* OsmanlıDevletinde atlıolan ve savaş
larda padiş
ahı
n önünde düş
mana karş
ıilk saldı
rı
ya geçen birlik.
cambazhane
* Cambazları
n oyunları
nıgösterdikleri yer.
cambazlı
k
* Cambazı
n iş
i veya mesleği, akrobatlı
k, akrobasi.
* At alı
p satma veya yetiş
tirme iş
i.
* Kurnazlı
k, hilecilik.
cambul cumbul
* (yemek için) Çok sulu, suyu bol.
camcı
* Cam ticaretini veya cam takmayımeslek edinmişkimse.
* Evin içini pencereden gözetleyen kimse.
camcıelması
* Ucundaki küçük, dönebilen elmas parçasıile camıçizerek kesmeye yarayan araç.
camcımacunu
* Cam ile çerçeve arası
ndaki aralı
klarıkapatmakta kullanı
lan ve kaba üstübeçle bezir yağ
ı
ndan yapı
lan
hamur.
camcı
lı
k
camekân
* Cam alı
p satma veya takma iş
i.
* Evin içini pencereden gözetleme.
* Göstermelik, satı
lı
kş
eylerin sergilendiği camlıbölme veya yer, sergen, vitrin.
* Bir yeri, bir veya daha çok bölüme ayı
ran cam bölme, camlı
k.
* Ser (II).
* Hamamlarda soyunulan camlıyer.
* Gözlük.
camekânlı
* Camekanı
olan (yer).
camekânlı
kutu
* Televizyon.
camekânsı
z
* Camekânı
olmayan.
camgöbeğ
i
* Yeş
ile çalar mavi renk.
* Bu renkte olan.
camgöz
canis).
* Deniz kı
yı
sı
na yakı
n yaş
ayan, boyu bir buçuk metre kadar olan, eti lezzetli bir tür köpek balı
ğı
(Galeius
camgüzeli
* Evlerde süs olarak yetiş
tirilen, pembe, kı
rmı
zı
çiçekler açan bir tür kı
na çiçeğ
i (Impatiens sultanı
).
camıçerçeveyi indirmek
* etrafıkı
rı
p dökmek, her ş
eyi parçalayı
p dağı
tmak.
camı
z
cami
* Manda, su sı
ğ
ı
rı
, kömüş
.
* Müslümanları
n hep birlikte namaz kı
lmak için toplandı
klarıyer.
cami
* Toplayan, bir araya getiren.
*İ
çine alan, içinde bulunduran.
cami yı
kı
lmı
ş
, ama mihrabıyerinde
* yaş
landı
ğ
ıhâlde güzelliği bozulmamı
ş(kadı
n).
camia
camit
camlama
* Topluluk, zümre.
* Cansı
z.
* Donmuş
.
* Camlamak iş
i.
camlamak
* Cam geçirmek, cam takmak.
camlanma
* Camlanmak iş
i.
camlanmak
* Cam takı
lmak.
camlaş
ma
* Camlaş
mak iş
i.
camlaş
mak
* Cama benzer duruma gelmek.
camlatma
* Camlatmak iş
i.
camlatmak
* Cam taktı
rmak.
camlı
* Cam takı
lmı
ş
, cam geçirilmiş
, camıolan.
camlı
köş
k
* Saraylarda veya bahçelerde soğ
uktan korunmak için camla örtülmüşoda, salon.
camlı
k
* Camlıçerçeve ile bölünmüşyer.
* Çiçek, sebze gibi bitkileri dı
şetkenlerden korumak için yapı
lmı
şküçük limonluk, camekân.
camsı
* Cam gibi saydam, cama benzer.
* Yerin içinden yüze çı
kan erimişsı
cak maddelerin, soğ
uma sı
rası
nda billûrlaş
mayı
p biçimsiz olarak
katı
laş
mı
şdurumu.
camsı
z
can
* Camı
olmayan.
*İ
nsan ve hayvanlarda yaş
amayısağ
ladı
ğ
ı
na ve ölümle vücuttan ayrı
ldı
ğı
na inanı
lan madde dı
ş
ıvarlı
k.
* Yaş
ama, hayat.
* Güç, dirlik.
* Kiş
i, birey.
*İ
nsanı
n kendi varlı
ğı
, özü.
* Gönül.
* Bektaş
îlik ve Mevlevîlikte tarikat kardeş
i.
* Yakı
nlı
k duygusu belirten bir seslenme sözü.
* Çok içten, sevimli, sevilen, ş
irin.
can acı
sı
* Vücudun herhangi bir yerinde duyulan ş
iddetli acı
.
can alacak nokta (veya yer)
* bir ş
eyin en önemli yeri.
can alı
cı
* En önemli, en çarpı
cı
.
* Azrail.
can alı
p can vermek
* ölüm sı
kı
ntı
sıve acı
sıiçinde bunalmak.
can arkadaş
ı
* Bkz. can dostu.
can atmak
can başüstüne
* istenilen ş
eyin büyük bir memnunlukla yapı
lacağ
ı
nı
anlatı
r.
can baş
ı
na sı
çramak
* çok korkmak.
can bayı
lmak
* iç geçmek, takatsizlik göstermek.
can beraber
* Çok sevgili.
can beslemek
* kaygı
sı
zca yiyip içip rahatı
na bakmak.
* baş
kası
nı
n yiyeceğini, içeceğ
ini sağlamak.
can boğazdan gelir (veya geçer)
* insan yiyeceğine önem vererek güçlenebilir veya yemeden yaş
amak mümkün değ
ildir.
can borcunu ödemek
* ölmek.
can bunaltı
sı
* Aş
ı
rıüzüntü sebebiyle canı
n sı
kı
lma, bunalma hâli.
can cana, başbaş
a
* herkesin kendi canı
nı
n, kendi baş
ı
nı
n kaygı
sı
na düş
tüğü bir tehlike anı
nıanlatı
r.
* birbirini seven iki kiş
i bir arada yalnı
z olarak.
can ciğ
er
* Çok yakı
n, sı
kı
fı
kı
, pek içten (arkadaş
).
can ciğ
er kuzu sarması
* içli dı
ş
lı
, candan, pek içten.
can ciğ
er olmak
* birbiriyle çok yakı
n arkadaşolmak.
can cümleden aziz
* insanı
n kendisi herkesten önce gelir.
can çabası
* varlı
ğı
nıkanı
tlama amacı
yla aş
ı
rıgayret.
can çekiş
mek
* ölmek üzere bulunmak.
* sona ermek, tükenmek, bitmek.
can çekiş
mektense ölmek yeğ
dir
* bir iş
te çeş
itli sı
kı
ntıve üzüntülerle karş
ı
laş
ı
p olağ
anüstü gayret harcamaktansa o iş
ten vazgeçmek daha
iyidir.
can çı
kmayı
nca (veya çı
kmadan) huy çı
kmaz
* insanı
alı
ş
kanlı
kları
ndan, huyları
ndan vazgeçirmek mümkün değ
ildir.
can damarı
* En önemli veya hassas nokta, bir ş
eyin yaş
amasıiçin en önemli araç.
can damarı
na basmak
* bir iş
in en önemli yönü üzerinde durmak.
can dayanmamak
* bir ş
ey karş
ı
sı
nda insanı
n dayanı
klı
lı
ğıelden gitmek.
can derdinde olmak
* zor bir durumdan kurtulmaya çalı
ş
mak.
can derdine düş
mek
* ölüm korkusuna kapı
lmak.
can direğ
i
* Kemanı
n içinde, alt ve üst kapaklarıarası
nda dikili duran çubuk.
can dostu
* Pek içten dost.
can düş
manı
* Aş
ı
rıdüş
manlı
k güden kimse, öldürmeyi bile düş
ünen düş
man.
can eriğ
i
can evi
* Genellikle yeş
ilken yenen sert, sulu bir tür erik.
* Yüreğin altı
ndaki bölge.
* En duyarlıyer, yürek.
can evinden vurmak
* en etkileyici yönünden saldı
rmak.
can feda
* Çok imrenilen iyi veya güzel ş
eyler, davranı
ş
lar karş
ı
sı
nda söylenir, can kurban.
can gelmek
* canlanmak, güçlenmek.
can gözdesi
* Sevgili.
can havli
* ölüm korkusu.
can havli ile...
* ölüm korkusundan doğ
an güçlü bir tepki ile.
can kalmamak
* bitkin bir duruma gelmek, gücü tükenmek.
can kaygı
sı
na düş
mek
* her ş
eyden vazgeçip sadece kendi hayatı
nıkoruma veya kurtarma çabası
nda olmak.
can korkusu
* Bkz. can havli.
can korkusu
* Ölüm korkusu.
can kulağı
* çok yakı
n dost, sı
rdaş
.
can kulağı
ile dinlemek
* büyük bir dikkatle dinlemek.
can kurban
* Can feda.
can kuş
u
* Ruh.
can noktası
* En önemli husus, vurgulanmasıgereken yer.
can olmak
* sevimli, hoşgörünmek.
can pahası
na
* canı
nıvererek veya tehlikeye koyarak.
can pazarı
* Herkesin kendi canı
nı
n kaygı
sı
na düş
tüğ
ü ve kendini kurtarmaya çalı
ş
tı
ğ
ıbir durum.
can sağ
lı
ğ
ı
*İ
nsanı
n sağve sağlı
klı
olması
.
can sevecek bir ş
ey
* hoş
a gidecek bir ş
ey.
can sı
kı
cı
* Üzüntü yaratan, üzücü.
can sı
kı
ntı
sı
* yapı
lacak bir işolmamaktan ve hiçbir ş
eyle oyalanma imkânıbulunamadı
ğ
ıiçin duyulan tedirginlik,
bunalı
m.
can sı
kmak
* bı
kkı
nlı
k vermek.
can sohbeti
*İ
çtenlikle konuş
an çok yakı
n dostlar bir arada söyleş
ip dertleş
me.
can tahtası
* Göğüs kemiğ
i.
can vermek
* ölmek.
* ruha güç vermek.
* canlanması
na yol açmak.
* bir ş
eyi çok istemek.
can yakmak
* zulmetmek, eziyet etmek.
* bir kimseyi büyük zarar ve ziyana sokmak.
* üzmek, acıvermek.
can yeleğ
i
* Bkz. cankurtaran yeleği.
can yoldaş
ı
* Yalnı
zlı
ktan kurtulmak için birlikte yaş
anı
lan (kimse vb.).
cana
* Sevgiliye hitap sözü.
cana can katmak
* yaş
ama gücünü artı
rmak.
cana kı
ymak
* öldürmek.
cana minnet saymak (veya bilmek)
* bir lütuf olarak kabul etmek.
cana yakı
n
* Sevimli.
cana yakı
nlı
k
* Cana yakı
n olma durumu.
canan
* Gönülden sevilen, gönül verilmişolan kadı
n, sevgili.
* (tasavvufta) Tanrı
.
canavar
* Masallarda sözü geçen yabanî, yı
rtı
cıhayvan.
* Kurt, domuz gibi cana kı
yan yaban hayvanı
.
* Haş
arı
, yaramaz çocuk.
* Acı
ması
z, kötü ruhlu, zalim (kimse).
* Köpek balı
ğı
.
canavar düdüğü
* Taş
ı
tlarda bulunan, tiz ses çı
karan alet.
* Acıacıses çı
karan ve uzaklara kadar tehlike iş
areti vermek için kullanı
lan düdük.
canavar gibi
* iri yarı
, saldı
rgan.
* çok fazla.
canavar kesilmek
* hı
rçı
nlaş
mak, canavar gibi olmak.
canavar otu
* Canavar otugiller familyası
nı
n örnek türlerinden olan ve kenevirle tütün köklerinin asalakları
ndan biri
sayı
lan çiçekli bitki (Orobanche ramosa).
canavar otugiller
* Bitiş
ik taç yapraklı
iki çeneklilerden, tarı
m bitkilerine zarar veren asalak bir bitki familyası
.
canavarca
* Canavar gibi, canavara uygun düş
en biçimde.
canavarlaş
ma
* Canavarlaş
mak iş
i.
canavarlaş
mak
* Canavar gibi davranmak.
* Korkunç, ürkütücü bir durum almak.
canavarlı
k
* Canavar gibi davranma.
cancağ
ı
z
candan
* Cancağı
zı
m sözünde sevgi ve teklifsizlik; cancağ
ı
zıisterse deyiminde ise önemsemezlik anlatı
r.
*İ
çten, yürekten, gönülden, samimî.
*İ
çtenlikle, istekle, ilgiyle.
candan candan
*İ
çtenlikli bir biçimde.
candan geçmek
* ölmek.
candan yürekten
* içtenlikle.
candanlı
k
* Candan olma durumu.
candarma
* Jandarma.
canfes
* Üzerinde desen bulunmayan, ince dokunmuş
, parlak, tok, ipekli kumaş
.
* Bu kumaş
tan yapı
lmı
ş
.
canfes gibi yaprak
* (asma ve dut yapraklarıiçin) ince, taze ve sinirsiz yaprak.
canfeza
* Türk müziğinde çok az kullanı
lmı
şbir birleş
ik makam.
cangı
l
* Bkz. cengel.
* Karı
ş
ı
klı
k, kargaş
a.
cangı
l cungul
* Hayvanlara takı
lan çanları
n veya baş
ka maden eş
yanı
n çı
kardı
ğıkaba sesleri anlatı
r.
* Bu biçimdeki gürültü.
canhı
raş
* Yürek paralayan, kulak tı
rmalayan, acı
, tüyler ürpertici.
canı
acı
mak
* çarpma, vurma vb. sonucu acıduymak.
* üzülmek, rahatsı
z olmak.
canı
ağ
zı
na (veya boğ
azı
na) gelmek
* büyük bir tehlike karş
ı
sı
nda ölecekmişgibi bir korkuya kapı
lmak.
* aş
ı
rıduygulanmak, çok heyecanlanmak.
canı
burnuna (veya burnundan) gelmek
* bir ş
ey yaparken çok zorluk çekmek.
canı
burnunda olmak
* çok yorgun ve bezgin olmak.
canı
cana ölçmek
* baş
kası
na yapı
lacak ş
eyi kendine yapı
lacak gibi düş
ünmek.
canı
canı
na (veya içine) sı
ğ
mamak
* sabı
rs ı
zlı
k göstermek, tahammül etmemek.
canı
cebinde
* zayı
f ahlâklıkimse.
canı
cehenneme
* sevilmeyen bir kimse için duyulan öfke ve nefreti bildirir.
canı
çekilmek
* (vücudun herhangi bir organıiçin) canlı
lı
ğıazalı
r gibi olmak.
* içi ezilmek.
canı
çekmek
* bir ş
eyi istemek, istek duymak, arzulamak.
canı
çı
kası
ca!
* "büyük zarara veya kötülüğ
e uğ
rası
n, periş
an olsun, ölsün" anlamları
nda kullanı
lan bir ilenme sözü.
canı
çı
kmak
* çok yorulmak veya çok zorluk çekmek.
* ölmek.
* çok yı
pranmak.
canı
çı
ksı
n!
* "ölsün, gebersin" anlamı
nda bir ilenme sözü.
canı
gelip gitmek
* ayı
lı
p bayı
lmak.
* ümit ve ümitsizlik arası
nda kalı
p heyecanlanmak.
canı
gelmek
* yeniden canlanmak, canıyerine gelmek.
canı
gibi sevmek
* çok güçlü bir sevgiyle bağ
lanmak.
canı
gitmek
* özen gösterilen, çok sevilen bir ş
eye zarar gelecek diye kaygı
lanmak.
canı
gönülden (veya canıyürekten)
* içtenlikle, çok isteyerek.
canı
ile oynamak
* tehlikeli iş
lerle uğ
raş
mak.
canı
ile uğ
raş
mak
* ağ
ı
r hasta olmak, ölüm döş
eğinde can çekiş
mek.
* büyük sı
kı
ntı
ya düş
mek.
canı
istemek
* heves duymak.
canı
isterse
* (olumsuz bir cevap karş
ı
sı
nda) "kabul etmezse etmesin!" anlamı
nda kullanı
lı
r.
canı
pek
* Acı
ya, sı
kı
ntı
ya karş
ıdayanı
klı
.
canı
sağolsun!
* üzülmeye gerek olmadı
ğı
nıkarş
ıtarafa bildirmek için kullanı
lı
r.
canı
sı
kı
lmak
* içi sı
kı
lmak, yapacak bir iş
i olmamaktan tedirginlik duymak.
* keyfi kaçmak.
* yarıüzülmek, yarıöfkelenmek.
canı
sı
kkı
n
* keyfi kaçmı
ş
.
canı
tatlı
* Sı
kı
nt ı
ya ve acı
ya katlanmak istemeyen.
canı
tez
* Beklemeye dayanamayan, sabı
rsı
z.
canı
yanan eş
ek attan yüğrük olur
* zarara veya kötülüğ
e uğ
rayan kimse acı
sı
nı
çı
karmak için aş
ı
rıçaba harcar.
canı
yanmak
* çok acıduymak.
* acıbir deneme geçirmek; bir iş
te zarar görmek.
canı
yerine gelmek
* yorgunluğ
u geçmek; sağlı
ğı
nı
, gücünü kazanmak.
canı
yok mu?
* birinin katlandı
ğ
ısı
kı
ntı
yıbaş
kaları
na örnek göstermek için söylenir.
canı
yürekten
* Bkz. canı
gönülden.
canı
m ciğ
erim
* içten bir sevgi sesleniş
i.
canı
m dese, canı
m çı
ksı
n diyor sanmak
* birinin en gönül okş
ayı
cısözleri bile kendisine dokunmak, batmak.
canı
m!
* hoş
nutsuzluk anlatı
r.
* sevgi sesleniş
i olarak kullanı
lı
r.
* (ca:nı
m) çok güzel, çok değer verilen.
canı
mı
sokakta bulmadı
m
* tehlikeye veya herhangi bir sı
kı
ntı
ya katlanmaya hiç niyetim yok.
canı
mı
n içi
*ş
efkat veya sevgi sesleniş
i.
canı
n isterse!
* "dilediğ
in gibi olsun, sen bilirsin, bana göre hava hoş
" anlamı
nda kullanı
lı
r.
canı
na acı
mamak
* kendini düş
ünmeden, kendine bakmadan yaş
amak.
canı
na değ
mek
* çok hoş
lanmak.
* ruhu ş
ad olmak.
canı
na düş
kün
* kendine iyi bakan, kendini koruyan.
canı
na ezan okumak
* bir kimsenin hakkı
ndan gelmek, öldürmek.
canı
na geçmek, canı
na iş
lemek (veya canı
na kâr etmek)
* çok etkilemek.
canı
na kasdetmek
* intihara kalkı
ş
mak.
* birini öldürmeye hazı
rlanmak.
canı
na kı
ymak
* acı
madan öldürmek.
* kendini öldürmek.
* gücünden fazla işgörerek aş
ı
rıderecede kendini yormak.
canı
na minnet
* beklenilmeyen iyi bir durumla karş
ı
laş
ı
nca duyulan memnunluğ
u anlatmak için söylenir.
canı
na okumak
* berbat ve periş
an etmek.
canı
na rahmet
* "Alllah rahmetini esirgemesin" anlamı
nda kullanı
lı
r.
canı
na susamak
* ölmek istemek.
* birini öldürmeyi istemek.
canı
na tak demek (veya etmek)
* dayanamaz duruma gelmek, sabrıkalmamak.
canı
na tükürdüğümün (veya üfürdüğ
ümün)
* kı
zgı
nlı
k ve öfke belirtir.
canı
na yandı
ğı
m (veya yandı
ğı
mı
n)
* sevgi, hayranlı
k veya öfke gibi türlü duygular anlatı
r.
canı
na yetmek
* katlanamayacak duruma gelmek, bezmek, bı
kmak.
canı
ndan bezmek (veya bı
kmak, usanmak)
* ölümü göze alacak kadar sı
kı
ntıiçinde olmak.
canı
ndan geçmek
* ölmek için hazı
r olmak.
canı
nı(bir yere) dar atmak
* bir tehlikeden güçlükle kurtularak bir yere sı
ğ
ı
nmak.
canı
nıacı
tmak
* birine acıvermek.
canı
nıalmak
* (Tanrı
) öldürmek.
* canı
nıverdirecek kadar memnun etmek.
* sı
kı
ntı
ya sokmak.
canı
nıbağ
ı
ş
lamak
* öldürülmesi gerekirken vazgeçmek.
canı
nıburnundan getirmek
* çok yormak, fazla çalı
ş
tı
rmak.
canı
nıcehenneme göndermek (veya yollamak)
* öldürmek.
canı
nıçı
karmak
* hı
rpalamak, çok yormak, yı
prandı
rmak.
canı
nıdiş
ine almak (veya takmak)
* her tehlikeyi göze alarak iş
e giriş
mek.
canı
nısı
kmak
* keyfini bozmak, neş
esini kaçı
rmak.
canı
nısokakta bulmak
* sağlı
ğı
korumak gerektiğini anlatan bir söz.
canı
nıvermek
* kendini feda etmek.
* hiçbir ş
ey esirgememek.
* bir ş
eye çok düş
kün olmak, çok sevmek.
canı
nıyakmak
* acıverecek biçimde cezalandı
rmak.
* bir kimseyi, çok sı
kı
ntı
ve zarara sokmak.
canı
nı
n derdine düş
mek
* canı
ndan baş
ka bir ş
ey düş
ünemeyecek kadar sı
kı
ntı
da olmak.
canı
nı
n içine sokacağı
gelmek
* çok hoş
lanmak, çok sevmek.
cani
canice
canilik
* Cinayet iş
lemişolan kimse, kı
yacı
.
* Cani gibi, caniye yakı
ş
ı
r (biçimde).
* Cani olma durumu.
canip
* Yan, taraf.
caniyane
* Cani gibi, canice.
cankurtaran
* Hastahane veya kliniklere hasta veya yaralıtaş
ı
maya özgü araç, ambülâns.
* Havuz veya plâjda yüzme bilmeyenleri uyaran, tehlikeden koruyan ve onları
kurtaran kimse.
cankurtaran çanı
* Tipili veya sisli havalarda sı
ğ
ı
nacak veya yönelecek yeri yolculara, gemilere belli etmek için kullanı
lan çan
(veya düdük).
cankurtaran düdüğü
* Cankurtaran çanı
.
cankurtaran gemisi
* Karaya oturan, yanan veya batma tehlikesi ile karş
ıkarş
ı
ya kalan gemileri kurtarmaya yarayan gemi.
cankurtaran kulübesi
* Dağgeçitlerinde tipiden veya soğ
uktan korunmak icin sı
ğ
ı
nak olarak yapı
lmı
şkulübe.
cankurtaran salı
* Deniz kazaları
nda kullanı
lmak üzere gemilerde bulundurulan sal.
cankurtaran sandalı
* Deniz kazaları
nda veya gemi batmak üzere iken insanlarıkurtarmaya yarayan motorlu, kürekli sandal,
filika.
cankurtaran simidi
* Suda boğ
ulma tehlikesine karş
ıkullanı
lan ve sudan hafif maddelerden, büyük simit veya yelek biçiminde
yapı
lmı
şaraç.
cankurtaran ş
amandı
rası
* Denize düş
enlerin kolayca belirlenip kurtarı
lmaları
için denize bı
rakı
lan ve kazaya uğrayanları
n bulup
kendilerini göstermeleri için kullanı
lan, parlak renkli, fosforlu ş
amandı
ra.
cankurtaran yeleği
* Yelek biçiminde yapı
lmı
şcankurtaran aracı
.
cankurtaran yok mu!
* ölüm tehlikesi karş
ı
sı
nda yardı
m isteme sözü.
cankurtaranlı
k
* Cankurtaran olma durumu.
canla baş
la
* Seve seve her türlü yorgunluğu göze alarak, var gücüyle.
canlandı
rı
cı
* Canlı
lı
k veren, canlı
lı
k kazandı
ran.
* Bir canlıresim veya ş
ema filmi için hareketliliğ
i sağ
layan tek tek resimleri yapan sanatçı
.
canlandı
rı
cı
lı
k
* Canlandı
rı
cıolma durumu.
canlandı
rı
lma
* Canlandı
rı
lmak iş
i.
canlandı
rı
lmak
* Canlandı
rmak iş
ine konu olmak.
canlandı
rı
m
* Ortada kalan kalı
ntı
ları
na göre bir eserin ana tasarı
sı
na uygun olarak yeniden çizimi.
canlandı
rma
* Canlandı
rmak iş
i.
* Tek tek resimleri veya hareketsiz cisimleri gösterim sı
rası
nda hareket duygusu verebilecek biçimde
düzenleme ve filme aktarma iş
i.
* Kiş
ileş
tirme.
* Geçmişbir olayı
n geliş
mesini ve sonucunu aynıbiçimde yansı
tarak sunma.
canlandı
rmak
* Canlanması
nısağ
lamak, canlanması
na yol açmak.
* Yaş
atmak, (birinin) kı
lı
ğı
na girmek.
* Yoğunluk, etkinlik kazandı
rmak.
* Canlı
lı
k, tazelik, dirilik getirmek.
canlanma
* Canlanmak iş
i.
canlanmak
* Gücü artmak, diri duruma gelmek.
* Etkinliğ
i artmak, hareketlilik kazanmak.
* Depreş
mek.
* Geçmiş
te yaş
anan bir olay veya durum yeniden hatı
rlanmak.
canlı
* Canıolan, diri, yaş
ayan.
* Güçlü, etkili, hareketli, hayat dolu.
* Yaş
ayı
p yer değiş
tirebilen yaratı
k, hayvan.
canlıcanlı
* Diri diri, henüz ölmemiş
.
* Heyecanla.
canlıcenaze
* Çok zayı
f, bir deri bir kemik kalmı
şkimse.
canlımodel
* Figürlerle süslü veya heykeltı
raş
lı
kta yararlanı
lan kadı
n veya erkek.
canlımüzik
* Gazino, lokal vb. yerlerde yemek sı
rası
nda bir veya birkaç müzisyenin çalgı
ve sesleri ile parçaları
seslendirmesi.
canlıözdekçilik
* Evrenin temeli olarak düş
ünülen maddenin canlıolduğunu savunan doktrin, hilozoizm.
canlıresim
* Bir hareketi parçaları
na ayı
rı
p bunları
n elle yapı
lan resimlerinin alı
cı
yla tek tek çevrilmesine dayanan ve
gösterimde sürekli bir hareketi ortaya koyan film tekniğ
i.
canlıyayı
n
* (televizyon ve radyo için) Daha önceden herhangi bir gereç üzerine tespit edilmemiş
, alı
cı
yla tespit edildiğ
i
anda yapı
lan yayı
n.
canlı
cı
lı
k
* Olup bitenin ruhlar alanı
nı
n gizli güçlerince yönetildiğ
ine inanan ilkel anlayı
ş
, animizm.
* Bağ
ı
msı
z bir ruhî varlı
ğ
ı
n insanda ve doğ
a nesnelerinde yerleş
ik olduğuna inanan ilkel dinî görüş
.
* Tek ve aynı
ruhun fikrî ve organik hayatı
n ilkesi olduğ
unu ileri süren öğreti.
* Çocukta bir düş
ünce biçimi olarak bütün cisimlerin canlıolduğ
una inanma.
canlı
lı
k
* Canlıolma durumu.
* Neş
elilik, hareketlilik.
cansı
z
* Canı
nıyitirmiş
, ölmüş
.
* Güçsüz, mecalsiz.
*İ
lgi uyandı
rmayan, sönük.
* Durgun.
* Canlıolmayan (varlı
k), camit.
cansı
z cansı
z
* Cansı
z olarak, cansı
z gibi.
cansı
z düş
mek
* hastalı
k veya yorgunluk yüzünden bitkin bir duruma gelmek.
cansı
z hedef
*İ
nsan ve hayvan dı
ş
ı
nda kalan hedef.
cansı
zlaş
ma
* Cansı
zlaş
mak iş
i.
cansı
zlaş
mak
* Cansı
z duruma gelmek.
cansı
zlaş
tı
rma
* Cansı
zlaş
tı
rmak iş
i.
cansı
zlaş
tı
rmak
* Cansı
z duruma getirmek.
* Bir diş
in canlıdokusunu yok etmek.
cansı
zlı
k
* Cansı
z olma durumu.
* Hareketsizlik.
cansiparane
* Canı
nıverircesine, özveriyle.
cantiyane
* Kantiyane.
capcanlı
* Çok canlı
(bir biçimde).
car
* Çağ
rı
, tellâl ile duyurma; ilân.
* Tehlike durumu, imdat, yardı
m.
car
* Bazıyerlerde kadı
nları
n kolları
na örttükleri veya boydan boya örtündükleri çarş
af, zar.
car car
* Çok ve yüksek sesle, gürültülü bir biçimde (konuş
ma).
car etmek
* nara atmak, haykı
rmak; ilân etmek.
carcar
* Geveze, yaygaracı
.
carcur
* Bkz. ş
arjör.
carcur
carcur
cari
* "Geliş
igüzel konuş
mak" anlamı
na gelen carcur etmek deyiminde geçer.
* Fermuar.
* Akan.
* Olagelen, geçen, yürürlükte olan.
cari hesap
*İ
ki taraf arası
nda sürüp giden alacak verecek iş
lemlerinin tutulan hesabı
.
cari masraf
* Belirli bir dönemde yapı
lan harcamalar.
cari para
cari ücret
* Geçerli olan, yürürlükte bulunan para.
*İ
şgücü piyasası
nda işgücünün, arz ve talebe göre belirlenen fiyatı
.
cariye
* Yabancıülkelerden kaçı
rı
lı
p özgürlükten yoksun edilen, alı
nı
p satı
labilen, her konuda efendisinin
isteklerine bağ
lıbulunan genç kadı
n, halayı
k.
cariyelik
* Cariye olma durumu.
cariyelik etmek
* cariye gibi hizmet etmek.
cariyeniz (veya cariyeleri)
* eskiden, söz söylenen kimseye aş
ı
rı
bir saygıgöstermişolmak için kadı
nlar tarafı
ndan "ben" zamiri yerine
kullanı
lı
rdı
.
* aynımaksatla genç kadı
nlardan söz edilirken onları
anlatan kelimelere bir unvan gibi getirilirdi.
carlama
* Carlamak iş
i.
carlamak
* Bağ
ı
rarak konuş
mak; çok söylemek.
*İ
lân etmek, duyurmak; nara atmak, haykı
rmak.
carlı
* Carı(II) olan.
carsı
z
* Carı(II) olmayan.
cart
* Sert bir ş
ey yı
rtı
lı
rken çı
kan ses.
cart cart ötmek
* kendini beğ
enmişbir davranı
ş
la ve buyururcası
na söz söylemek.
cart curt
* Gerekli gereksiz yerde söylenen, abartı
lısöz.
cart curt etmek
* göz korkutmak veya övünmek amacı
yla abartı
lıkonuş
mak.
cart kaba kâğ
ı
t
* yüksekten atana veya çalı
mlı
bir tavı
r takı
nana karş
ısöylenen hafifseme ünlemi.
carta
cartadak
* Yellenme.
* Birdenbire ve gürültü ile.
cartadan
* Cartadak.
cartayıçekmek
* ölmek.
cascavlak
* (başiçin) Çok saçsı
z, çok tüysüz, hiç tüyü olmayan.
* Çı
rı
lçı
plak, örtüsüz.
cascavlak kalmak
* bütün imkânlarıelinden alı
nmı
şolarak ortada kalmak.
casus
* Bir devletin veya bir kimsenin sı
rları
nıbaş
kası
nı
n hesabı
na öğ
renmeyi üstüne alan kimse, çaş
ı
t.
casusluk
* Casus olma durumu, çaş
ı
tlı
k.
casusluk etmek
* casus olarak çalı
ş
mak.
cav
* Bkz. çağ(II).
cavalacoz
* Değersiz, önemsiz, derme çatma.
cavlağ
ıçekmek
* ölmek.
cavlak
* Çı
plak, tüysüz.
cavlaklı
k
* Cavlak olma durumu, çı
plaklı
k.
cavlama
cavlamak
cavlamak
* Cavlamak iş
i.
* Kavlamak, tüyünü dökmek, çı
plak kalmak.
* Ölmek.
caydı
rı
cı
* Kararı
ndan, sözünden döndürücü.
caydı
rı
cı
lı
k
* Caydı
rı
cıolma durumu.
caydı
rı
lmak
* Caymasısağ
lanmak, kararı
ndan döndürülmek, vazgeçirilmek.
caydı
rı
ş
* Caydı
rmak iş
i veya biçimi.
caydı
rma
* Caydı
rmak iş
i.
caydı
rmak
* Cayması
nısağlamak, kararı
ndan döndürmek, vazgeçirmek.
caygı
n
* Vazgeçip iş
in ardı
nıbı
rakan, dönek.
cayı
r cayı
r
* Bir cismin çabuk ve ş
iddetle yandı
ğ
ı
nı
, yı
rtı
ldı
ğı
nıanlatmak için kullanı
lı
r.
* Şiddetli, etkili olarak.
cayı
rdama
* Cayı
rdamak iş
i.
cayı
rdamak
* (nesneler için) Ses çı
kararak yanmak veya yı
rtı
lmak.
cayı
rdatma
* Cayı
rdatmak iş
i.
cayı
rdatmak
* (nesneler için) Sert, uzun, gürültülü ses çı
kartmak.
cayı
rtı
* Şiddetli yanma, yı
rtı
lma sesi, gürültü.
cayı
rtıvermek
* gürültü ile gözdağ
ıvermek.
cayı
rtı
yıbasmak (veya cayı
rtıkoparmak)
* birdenbire bağ
ı
rı
p çağı
rmaya baş
lamak.
cayı
ş
* Caymak iş
i veya biçimi.
cayma
caymak
caz
* Caymak iş
i.
* Sözünden, kararı
ndan dönmek, vazgeçmek.
* Baş
langı
çta Kuzey Amerika zencilerinin müziği iken sonralarıbütün dünyada benimsenen bir müzik türü.
* Caz müziğ
i çalan orkestra.
caz takı
mı
* Caz müziğ
i çalan orkestranı
n bütün çalgı
ları
.
cazbant
* Caz müziğ
i çalan orkestra.
cazcı
cazcı
lı
k
cazgı
r
cazgı
rlı
k
* Caz müziğ
i çalan veya besteleyen kimse.
* Cazcı
nı
n iş
i veya mesleğ
i.
* Güreş
ecek olan pehlivanlarıyüksek sesle izleyicilere tanı
tan ve duaları
nıokuyarak onlarıalana süren kimse.
* Fitneci.
* Cazgı
r olma durumu.
cazı
r cazı
r
* (bir cismin kaynama ve yanması
nıbelirtirken) Güçlü ve sesli olarak.
cazı
rdama
* Cazı
rdamak iş
i.
cazı
rdamak
* Caz diye ses çı
karmak.
cazı
rdatma
* Cazı
rdatmak iş
i.
cazı
rdatmak
* Cazı
rdaması
na yol açmak.
cazı
rtı
cazibe
* Cazı
rdama sesi.
* Alı
m, alı
mlı
lı
k, çekicilik, albeni.
* Çekim.
cazibe kanunu
* Yer çekimini belirten kurallar bütünü.
cazibedar
* Çekiciliğ
i olma, alı
mlı
.
cazibeleş
me
* Cazibeleş
mek durumu.
cazibeleş
mek
* Çekici, alı
mlıduruma gelmek.
cazibeleş
tirmek
* Çekici, alı
mlıduruma getirmek.
cazibeli
cazibesiz
cazip
* Çekici, alı
mlı
, albenili.
* Önemli, ağı
rlı
ğı
olan.
* Çekici olmayan, alı
msı
z.
*İ
lgi uyandı
ran, çekici, elveriş
li.
cazipleş
me
* Cazipleş
mek durumu.
cazipleş
mek
* Cazip duruma gelmek.
cazipleş
tirme
* Cazipleş
tirmek durumu.
cazipleş
tirmek
* Cazip duruma getirmek.
cazipli
* Çekici, alı
mlı
, albenili.
caziplik
* Cazip olma durumu.
cazlı
cazsı
z
* Cazıolan.
* Cazıolmayan.
cazur cazur
* Bkz. cazı
r cazı
r.
Cb
* Kolombiyum'un kı
saltması
.
cc
Cd
CD
* Kemanı
n sı
rt ve göğüs tahtası
nıiki yanı
ndan C harfi biçiminde çenten oyuklar.
* Kadmiyum'un kı
saltması
.
* Yabancıdevlet elçiliklerine ait arabaları
n plâkaları
nda kullanı
lan kı
saltma.
Ce
* Seryum'un kı
saltması
.
ce
ce
* Türk alfabesinin üçüncü harfinin adı
.
* Kucak çocukları
nı
, bebekleri eğlendirmek için çı
karı
lan ses.
-ce
-ce
* Bkz. -ca / -ce (I).
* Bkz. -ca / -ce (II).
ce demeye mi geldin?
* "Bu kadar az oturmaya mıgeldin?" anlamı
nda kullanı
lı
r.
cebbar
* Zorlayı
cı
, zorba.
* Kudret sahibi, Tanrı
.
* Gökyüzünün güneyinde bulunan bir yı
ldı
z kümesi.
* Becerikli, açı
k göz (kadı
n).
cebe
* Zı
rh.
* Silâh.
cebeci
* Yeniçeri ordusunda silâh yapan, onaran ve bakı
mıile görevli bulunan; savaş
ta ordunun silâh ve
cephanesini ulaş
tı
ran yaya kapı
kulu ocakları
ndan bir sı
nı
f asker.
cebel
* Dağ.
* Sahipsiz, boştoprak.
* Ekilmemiştarla, ekime elveriş
li olmayan yer.
cebeli
* Osmanlıİ
mparatorluğu döneminde, savaşsı
rası
nda tı
mar, zeamet sahiplerinin dirlikleri oranı
na göre
yanları
nda götürmekle yükümlü bulunduklarıatlıasker.
* Aynıdönemde illerdeki atlıinzibat kuvveti.
cebelleş
me
* Cebelleş
mek iş
i.
cebelleş
mek
* Uğ
raş
mak, çekiş
mek; tartı
ş
mak, münakaş
a etmek.
cebellezi
* Hakkıolmayan bir ş
eyi kendisine mal edip cebine koyma, cebine indirme.
cebellezi etmek
* cebine indirmek.
ceberut
* Tanrı
'nı
n her ş
eyin üstünde olan kudreti.
* (tasavvufta) Allah'a varmanı
n üçüncü basamağ
ı
.
* ("büyük kudret" anlamı
ndan kayarak) Merhametsizlik, zorbalı
k.
* Acı
ması
z, merhametsiz, zorba.
cebi delik
* Tutumlu olmayan (kimse), savurgan.
cebi delik (kimse)
* para tutmayan, züğürt, parası
z.
cebi para görmek
* parası
yokken para kazanmaya baş
lamak.
cebin
* Korkak.
* Alı
n, yüz.
cebinden çı
karmak
* ondan çok üstün olmak.
cebine indirmek (veya atmak)
* (para için) hakkıolmadı
ğıhâlde kendine mal etmek.
cebini doldurmak
* karş
ı
laş
tı
ğ
ıelveriş
li durumlardan yararlanarak bol para kazanmak.
cebir
* Zor, zorlayı
ş
.
cebir
* Artıve eksi gerçek sayı
larla, bunları
n yerini tutan harfler yardı
mı
yla nicelikler arası
nda genel bağlantı
lar
kuran matematik kolu.
cebir kullanmak
* bir iş
i yaptı
rmak için zora baş
vurmak.
cebire
* Kı
rı
k kemikleri yerinde tutmak için kullanı
lan tahta, mukavva veya tenekeden yapı
lmı
ş
, üzeri bezle
kaplanan levha, süyek, koaptör.
cebirsel
* Cebirle ilgili.
cebirsel deyim
* Bilinen veya bilinmeyen büyüklük ölçüleri üzerinde, bunlara bağlıbir büyüklük ölçüsünü çı
karmak için
gerekli iş
lemleri gösteren ve birbirine cebirsel iş
aretlerle bağlanan harf ve sayı
lar bütünü.
cebirsel formül
* Cebirsel deyim.
cebirsel ifade
* Cebirsel deyim.
cebren
* Zorla, zor kullanarak, zoraki.
cebretme
* Cebretmek iş
i.
cebretmek
* Zorlamak.
cebrî
* Zorla yapı
lan; zor kullanı
larak yaptı
rı
lan.
cebrî yürüyüş
* Bir yere kuvvet yetiş
tirmek veya düş
mandan önce varmak için yapı
lan sı
kı
yürüyüş
.
cebrinefs
* Kendini zorlama, kendini tutma.
cebriye
* Yazgı
cı
lı
k, kadercilik, fatalizm.
ceddine lânet (veya yedi ceddine lânet!)
* "soyun sopunla birlikte Tanrıcezanı
zıversin!" anlamı
nda ilenme bildiren söz.
ceddine rahmet!
* "aferin, bravo" veya "Tanrı
senden razı
olsun" anlamı
nda kullanı
lı
r.
Cedî
cedit
* Oğlak burcu.
* Yeni.
cedre
* Guatr, guş
a.
cefa
* Büyük sı
kı
ntı
, üzgü, eziyet.
cefa çekmek (veya görmek)
* üzüntü, sı
kı
ntıçekmek.
cefa etmek
* üzmek, eziyet etmek.
cefakâr
* Cefalı
.
cefakeş
cefalı
* Cefa çeken, cefalı
, sı
kı
ntı
ya katlanan.
* Sı
kı
nt ı
ya, eziyete katlanmı
şveya katlanan.
cefaya katlanmak
* sı
kı
ntıveya üzüntüyü sabı
rla karş
ı
layı
p tahammül etmek.
ceffelkalem
* Hiç düş
ünüp taş
ı
nmadan, bir çı
rpı
da.
cehalet
* Bilgisizlik, bilmezlik.
cehdetme
* Cehdetmek iş
i.
cehdetmek
* Çalı
ş
ı
p çabalamak.
cehennem
* Dinî inanı
ş
lara göre, kötülük yapanları
n öldükten sonra ceza görecekleri yer, tamu.
* Çok sı
kı
ntı
lı
yer.
cehennem azabı
* Cehennemde uğ
ranı
lacağ
ı
na inanı
lan ceza.
* Çok büyük sı
kı
ntı
, eziyet.
cehennem gibi
* çok sı
cak.
cehennem hayatı
* Büyük sı
kı
ntı
ve üzüntülerle dolu yaş
ayı
ş
.
cehennem kütüğ
ü
* Cehennemde yanmaya yaraş
ı
r kimse.
cehennem ol
* defol!.
cehennem olmak
* defolmak.
cehennem taş
ı
* Gümüş
ün nitrik asitte ergitilmesiyle elde edilen, havaya dayanı
klı
,ı
ş
ı
kta bozulmayan beyaz kristal.
cehennem zebanisi
* Zalim, acı
ması
z kimse.
cehenneme kadar yolu var
* "defolsun, istediğ
i yere kadar gitsin, korkum yoktur" anlamı
nda sövme.
cehennemî
* Cehennemle ilgili.
* Üzücü, yakı
cı
, cehennem gibi.
cehennemi boylamak
* (sevilmeyen kimse için) ölmek.
cehennemin bucağı
(veya dibi)
* çok uzak yer.
cehennemin dibine gitmek
* (kı
zı
lan kimse için) defolup gitmek.
cehennemleş
me
* Cehennemleş
mek durumu.
cehennemleş
mek
* Cehenneme dönmek.
* Aş
ı
rıüzüntü ve sı
kı
ntıçekilen yer hâlini almak.
cehennemlik
* Öldükten sonra yerinin cehennem olacağısanı
lan, cehenneme lâyı
k (kimse).
* Hamamı
n ocağ
ı
, külhan.
* Modern ekmek fı
rı
nları
nda ateş
in bulunduğ
u en sı
cak bölüm.
cehil
cehre
* Bilgisizlik, bilmezlik.
* Pamuk, yün, ipek gibi ş
eyleri eğirip iplik durumuna getirmeye yarar araç, iğ
.
cehri
* Kök boyası
gillerden, meyve, kabuk veya odunundan güzel kı
rmı
zırenk elde edilen bir kök (Rhamnus
infectorius).
ceht
* Çaba, çabalama.
-cek
* Bkz. -cak / -cek.
ceket
ceketatay
* Erkeklerin ve kadı
nları
n giydiğ
i, genellikle önden düğ
meli, kalçayıörten, kollu giysi.
* Bkz. Jaketatay.
celâdet
celâl
* Yiğitlik, kahramanlı
k.
* Büyüklük, ululuk.
* Öfke, kı
zgı
nlı
k.
Celâlî
*İ
lk olarak Yavuz Sultan Selim döneminde ortaya çı
kı
p devlete isyan eden Bozoklu DervişCelâl'in
adamları
na ve ondan yana olanlara, sonralarıda türeyen bütün eş
kı
yaya verilen ad.
Celâlîlik
* Celâlî olma durumu.
celâllenme
* Celâllenmek iş
i.
celâllenmek
* Öfkelenmek, kı
zmak.
celâlli
celâllice
celbe
* Sert ve öfkeli (kimse).
* Hı
rçı
n, coş
kun.
* Celâlli gibi, celâlliye benzer.
* Avcıçantası
.
celep
* Koyun, keçi, sı
ğ
ı
r gibi kesilecek hayvanları
n ticaretini yapan kimse.
* Topkapı
, Galata, İ
brahim Paş
a ve Edirne sarayları
na alı
nı
p türlü devlet hizmetleri için aday olarak
yetiş
tirilen genç.
celeplik
celî
* Koyun, keçi, sı
ğ
ı
r gibi kesilecek hayvanları
n ticaretini yapma iş
i.
* Açı
k, aş
ikâr.
* Parlak, cilâlı
.
celî yazı
* (Arap harfleriyle) Uzaktan okunacak biçimde istif edilmişiri sülüs levha yazı
sı
.
celil
* Çok büyük, ulu.
* Tanrı
'nı
n sı
fatları
ndan biri.
cellât
* Ölüm cezası
na çarptı
rı
lanları
öldürmekle görevli olan kimse.
* Acı
ması
z, katıyürekli, kolaylı
kla suç iş
leyen, zalim.
cellât gibi
* acı
ması
z.
cellâtlı
k
celp
* Cellâdı
n görevi.
* Katıyüreklilik, zalimlik.
* Getirtme, kendi üzerine çekme.
* Mahkeme tarafı
ndan dava edene, edilene veya tanı
klara gönderilen çağ
rı
belgesi.
* Askerlik ödevini yapmaya çağı
rma.
celp etmek
* kendine çekmek.
* getirmek.
celp kâğı
dı
* Çağ
rı
kâğı
dı
, çağrıbelgesi, celpname.
celpname
* Celp kâğ
ı
dı
, çağ
rıbelgesi.
celse
* Oturum.
celseyi açmak
* oturumu açmak.
celseyi tatil etmek
* oturuma ara vermek.
cemaat
* Bir imama uyup namaz kı
lan kiş
iler.
*İ
nsan kalabalı
ğı
.
* Bir dinden veya bir soydan olanları
n topluluğ
u.
cemaat ne kadar çok olsa (veya cami ne kadar büyük olsa) imam gene bildiğini okur
* bir yetkili kimse, çevresindekilerin düş
üncesi ne olursa olsun kendi istediğini yapmaya çalı
ş
ı
r.
cemaate uymak
* içinde bulunulan bir topluluğ
a uyarak davranmak.
cemaatimüslimin
* Müslüman halk.
cemaatle namaz kı
lmak
* imama uyarak namaz kı
lmak.
cemaatleş
me
* Cemaatleş
mek iş
i veya durumu.
cemaatleş
mek
* Cemaat hâline gelmek.
cemaatli
* Cemaati olan.
cemaatsiz
* Cemaati olmayan.
cemaatsizlik
* Cemaatsiz olma durumu.
cemadat
* Cansı
zlar, cansı
z varlı
klar.
cemal
* Yüz güzelliği.
cem'an
* Toplayarak, toplam olarak, hepsi.
cem'an yekûn
* Toplam olarak, hepsinin tamamı
.
cemaziyülâhı
r
* Ay takviminin altı
ncıayı
, küçük tövbe ayı
.
cemaziyülevvel
* Ay takviminin beş
inci ayı
, büyük tövbe ayı
.
cemaziyülevvelini bilmek
* bir kimsenin herkesçe bilinmeyen, geçmiş
teki kötü bir yönünü veya kötü durumunu bilmek.
cembiye
* Bir çeş
it eğ
ri kama, hançer.
cembiyeli
* Cembiyesi olan.
cembiyesiz
* Cembiyesi olmayan.
cemetme
* Cemetmek iş
i.
cemetmek
* Toplamak, bir araya getirmek.
cemi
cemil
cemile
* Bütün, hep, (bir ş
eyin) hepsi, (bir ş
eyin) tümü.
* Toplama.
* Toplama.
* Çoğ
ul, çokluk.
* (erkek için) Güzel.
* Tanrı
'nı
n sı
fatları
ndan biri.
* (kadı
n için) Güzel.
* Gönül alı
cıdavranı
ş
.
cemilendirme
* Çoğ
ullandı
rma iş
i.
cemilendirmek
* Çoğ
ullandı
rmak, çokluk hâline getirmek.
cemilenme
* Çoğ
ullanma iş
i.
cemilenmek
* Çoğ
ullanmak.
cemiyet
* Dernek.
* Topluluk, toplum.
* Düğ
ün.
* Birbirine uygun veya zı
t anlamlıkelimeleri tenasüp veya tezat sanatlarıyoluyla bir araya getirme.
* Bir olayıveya kiş
iyi kutlama amacı
yla bir araya gelen topluluk.
cemiyetli
cemre
yükseliş
i.
* Cemiyet içinde geçen, derli toplu, dağ
ı
nı
k olmayan.
* Şubat ayı
nda birer hafta aralı
klarla önce havada, sonra suda ve en sonra toprakta oluş
tuğ
u sanı
lan sı
caklı
k
cemre düş
mek
* sı
caklı
k yükseliş
i o hafta içindeki günde baş
lamak.
cenabet
* Cünüp.
* Pis, kötü, hoş
lanı
lmayan kimse veya ş
ey.
Cenabı
hak
* Allah, Tanrı
.
cenah
cenap
* Kuşkanadı
.
* Kol, pazı
.
* Yan, taraf.
* Savaşdüzenindeki ordunun iki yanı
ndan her biri.
* Saygı
, onur ve büyüklük anlamı
yla kullanı
lı
r.
cenaze
* Kefenlenip tabuta konmuş
, gömülmeye hazı
rlanmı
şinsan ölüsü.
* Cenaze töreni.
cenaze alayı
* Ölüyü kaldı
rma töreni veya bu törende yer alan veya cenazeyi izleyen topluluk.
cenaze duası
* Cenaze defnedilirken okunan dua.
cenaze gibi
* benzi sararmı
ş
.
cenaze levazı
matı
* Ölünün kefenlenmesi sı
rası
nda gerekli olan malzemeler.
cenaze merasimi
* Cenaze töreni.
cenaze namazı
* Cenaze gömülmeden önce musalla taş
ı
nı
n üstüne konan tabutun önünde kı
lı
nan namaz.
cenaze töreni
* Cenaze namazı
ndan mezara kadar yapı
lan dinî tören.
cenazeyi kaldı
rmak
* ölüyü gömmek üzere götürmek; gömmek.
cenbiye
* Ağzıeğ
ri bir tür Arap bı
çağ
ı
.
cendere
* Bir ş
eyi sı
kmak, ezmek gibi iş
lerde kullanı
lan mekanizma, pres.
* Manevî baskı
.
cendereleş
me
* Cendereleş
mek iş
i.
cendereleş
mek
* Manevî baskıaltı
nda mücadele etmek.
cendereye sokmak
* manevî baskıaltı
na almak.
Cenevizli
* Ceneviz (bugünkü Cenova ş
ehri) Cumhuriyeti halkı
ndan olan kimse.
cengâver
* Savaş
çı
.
*İ
yi dövüş
en, dövüş
çü, savaş
kan, vuruş
kan.
cengâverce
* Cengâvere yakı
ş
ı
r biçimde.
cengâverlik
* Savaş
çı
lı
k, savaş
kanlı
k, dövüş
çülük.
cengel
cenin
* Otlarla ve sı
k ağaçlarla örtülü genişHindistan ormanları
na verilen ad.
* Ana rahminde doğma zamanı
nı
tamamlayamamı
şveya vaktinden önce düş
müşçocuk.
ceninisakı
t
* Düş
ük.
cenk
* Savaş
, kavga.
* Büyük çaba, uğ
raş
, kavga; çekiş
me.
cenk etmek
* savaş
mak, mücadele etmek.
cenkçi
cenkçilik
* Savaş
çı
, kavgacı
.
* Cenkçi olma durumu.
cenkleş
me
* Cenkleş
mek iş
i.
cenkleş
mek
* Savaş
mak.
* Atı
ş
mak, çekiş
mek, münakaş
a etmek.
cennet
* Dinî inanı
ş
lara göre, iyilik yapanları
n, günahsı
zları
n, öldükten sonra sonsuz bir mutluluğ
a kavuş
acakları
yer; uçmak (II).
* Çok güzel, huzur veren yer.
cennet balı
ğı
* Cennet balı
ğı
gillerden, mavi yeş
il zemin üzerine bakı
r rengi çizgili tropikal balı
k (Macropodus
viridiauratus).
cennet balı
ğı
giller
* Kemikli balı
kla r takı
mı
nı
n kefallar alt takı
mı
na giren bir familya.
cennet biberi
* Zencefilgillerden karabiber tadı
nda bir bitki.
cennet gibi
* güzel, bakı
mlı(yer).
cennet kuş
u
* Cennet kuş
ugillerden, tüyleri güzel renkli bir kuş(Paradisea apoda).
* Güzel, alı
mlıkadı
n.
* Henüz pek küçükken ölen bebek.
cennet kuş
ugiller
* Omurgalıhayvanlardan kuş
lar sı
nı
fı
nı
n bir familyası
.
cennet öküzü
* Yüreği temiz ama budala denecek kadar saf kimse.
cennet taamı
* Tadı
çok güzel olan yemek veya yiyecek.
cennete çevirmek
* temiz, bakı
mlı
, güzel bir yer durumuna getirmek.
cennete dönmek
* güzel, rahat yaş
anı
lı
r, bakı
mlıbir yer durumuna gelmek.
cennetleş
me
* Cennetleş
mek durumu.
cennetleş
mek
* Cennet durumuna girmek.
* Cennetin güzellikleriyle donanmak.
cennetlik
* Öldükten sonra yerinin cennet olacağı
na inanı
lan (kimse).
* (ölmüşkimse için) Yeri cennet olan, cennetmekân.
cennetmekân
* Cennetlik.
centilmen
*İ
yi arkadaş
lı
k eden, saygı
lı
, görgülü, kibar (erkek).
centilmence
* Centilmene yakı
ş
ı
r (bir biçimde).
centilmenlik
* Centilmen olma durumu.
* Centilmene yakı
ş
ı
r davranı
ş
.
centilmenlik antlaş
ması
* Hukukî ve resmî olmayan, ancak tarafları
n karş
ı
lı
klı
güvenlerine dayanan sözlü antlaş
ma.
cenubî
cenup
cenuplu
* Güneyle ilgili, güneye özgü olan, güney.
* Güney.
* Güneyli.
cep
* Genellikle bir ş
ey koymaya yarar, giysinin belli bir yeri açı
larak içine yerleş
tirilen astardan yapı
lmı
ştorba
veya giysinin üzerine konulan parça ile yapı
lmı
şyer.
* Belirtisiz isim tamlamasıyapı
sı
nda, tamlayan görevinde "cebe sı
ğ
abilecek boyda" anlamı
nıverir.
* Savaşalanı
nı
n bir yerinde düş
manı
n geriletilmesiyle ortaya çı
kan taktik durum, çökertme.
* Trafiğ
i kolaylaş
tı
rmak için yaya kaldı
rı
mları
nda veya yollarda yapı
lan cep biçimindeki taş
ı
t yanaş
ma yeri.
* Kablosuz telefon.
cep defteri
* Cebe sı
ğ
abilecek büyüklükteki defter.
cep feneri
* Pille çalı
ş
an ve cepte taş
ı
nan küçük fener.
cep harçlı
ğ
ı
* Bir kimseye ufak tefek gündelik harcamalarıkarş
ı
lamasıiçin verilen para.
cep harçlı
ğ
ı
nıçı
karmak
* günlük masrafı
nıkarş
ı
layacak kadar kazanç sahibi olmak.
cep kitabı
* Cepte taş
ı
nacak, cebe girecek biçimde küçük kitap.
cep saati
* Cepte taş
ı
nan saat.
cep sözlüğü
* Cepte taş
ı
nabilecek ve günlük ihtiyaca hemen cevap verebilecek küçük sözlük.
cep takvimi
* Cepte taş
ı
nabilecek küçük boy takvim.
cep telefonu
* Cebe sı
ğ
abilecek küçüklükte olan, taş
ı
nabilir, kablosuz telefon.
cep televizyonu
* Çok küçük boyutlarıolan veya cebe sı
ğabilecek küçüklükteki televizyon.
cepçi
* Yankesici.
cepçilik
cephane
* Yankesicilik.
* Ateş
li silâhlarla atı
lmak için hazı
rlanan her türlü patlayı
cımadde.
cephaneci
* Kara, deniz ve hava birliklerinde cephanelik görevlisi veya sorumlusu olan kimse.
cephanelik
* Cephanenin saklanması
na yarar kapalıve korunmuşyer.
cephe
* (yapı
larda) Yüz, alnaç.
* Üzerinde savaş
ı
n sürdüğü bölge.
* Yan, yön, taraf.
* Belli bir düş
ünce, istek çevresinde sağlanan beraberlik.
cephe açmak
* savaşolmayan bir bölgede, savaş
a hazı
rlanmak ve baş
lamak.
cephe almak
* hası
m durumu takı
nmak, bir düş
ünceye karş
ıolmak, direnmek.
cephe gerisi
* Savaşalanı
nı
n gerisinde kalan bölge.
cepheden cepheye koş
mak
* durmadan, değ
iş
ik cephelerde savaş
mak, yı
lmak bilmemek.
cepheden hücuma geçmek
* dolaş
ı
k yollara sapmadan, doğrudan doğ
ruya konuyu ele alarak birine karş
ıçı
kmak veya mücadeleyi açı
ktan
açı
ğ
a yapmak.
cephelenme
* Cephelenmek iş
i.
cephelenmek
* Cephe oluş
turmak.
cepheleş
me
* Cepheleş
mek iş
i.
cepheleş
mek
* Bir düş
ünce, bir istek çevresinde birlik oluş
turmak.
cepheli
cepken
cepleme
* Yönlü, taraflı
.
* Kollarıyı
rtmaçlı
ve uzun, harçla iş
lenmişbir tür kı
sa, yakası
z üst giysisi.
* Ceplemek iş
i.
ceplemek
* Kazanmak, cebine indirmek.
cepten aramak
* bir kimseyi cep telefonundan aramak.
cepten vermek
* kendi kesesinden, kendi malı
ndan ödemek.
cer
* Çekme, sürükleyerek götürme.
cer hocası
* Taş
rada imamlı
k yaparak para ve erzak toplayan genç medrese öğ
rencisi.
cerahat
*İ
rin.
* Yara.
cerahatlenme
* Cerahatlenmek iş
i.
cerahatlenmek
* (yara) İ
rin toplamak.
cerahatli
*İ
rin toplamı
ş
, irinli.
cerahatsiz
*İ
rin toplamamı
ş
, irinsiz.
cerbeze
cerbezeli
cereme
* Güzel konuş
ma.
* Beceriklilik, girginlik.
* Kurnazlı
k, hilekârlı
k.
* Girgin, kolaylı
kla ve inandı
rı
cısöz söyleyen, dilli.
* Baş
kası
tarafı
ndan yapı
lan veya kaza sonucu ortaya çı
kan zararıödeme.
ceremesini çekmek
* baş
kası
nı
n yol açtı
ğızararıödemek.
ceren
cereyan
* Ceylan.
* Bir yöne doğ
ru akma, akı
ş
, akı
ntı
.
* Akı
m.
* Bir ş
eyin geliş
me, olma durumu.
* Aynıeğilimde olan, aynı
görüş
ü paylaş
an kimselerin oluş
turduğ
u hareket.
cereyan çarpmak
* elektrik akı
mı
na tutulup etkisinde kalmak.
cereyan etmek
* geçmek, olmak, yapı
lmak.
cereyana kapı
lmak
* elektrik akı
mı
yla çarpı
lmak.
* suyun akı
ş
ıiçinde kalı
p sürüklenmek.
* bir eğ
ilim, bir görüşhareketi içinde yer almak.
cereyanda kalmak
* kapalı
bir yerde, karş
ı
lı
klıaçı
k pencere veya kapı
arası
nda meydana gelen hava akı
ntı
sı
nda kalı
p üş
ütmek.
cereyanlı
* Akı
ntı
lı
.
* Akı
mlı
.
cerh
* Yaralama.
* (bir düş
ünce, inanç, veya iddia için) Çürütme.
cerh etmek
* yaralamak.
* çürütmek.
ceride
ceriha
cerime
* Gazete.
* Tutanak, kayı
t defteri.
* Süvari kolu.
* Yara.
* Cereme.
Cermen
* Bugünkü Almanya'yı
, Bohemya ve Polonya'nı
n batı
bölümünü kapsayan Cermanya'da M.Ö. 3. yüzyı
ldan 9.
yüzyı
la kadar oturan halk veya bu halktan olan kimse.
Cermen dilleri
* Kuzey Avrupa'da konuş
ulan ve Hint-Avrupa dil ailesi içinde yer alan diller.
cermen menteş
e
* Bina kapı
larıile pencerelere takı
lan ve yaprakları
menteş
e uzunluğ
unun yarı
sıkadar olan, sactan kı
vrı
larak
yapı
lmı
şmenteş
e.
Cermence
* Cermen dili.
cerrah
cerrahî
* Operatör.
* Önemsiz yaralarıiyileş
tiren kimse.
* Cerrahlı
kla ilgili.
* Hekimliğin, ameliyatla tedavi yapan dalı
.
cerrahî müdahale
* Ameliyat.
cerrahlı
k
* Cerrah olma durumu veya cerrahı
n mesleğ
i.
cerrar
* Çekici, sürükleyici.
* Zorla para alan (kimse).
* Savaşaraçları
yla donatı
lmı
şkalabalı
k ordu.
* Dilenci.
cerre çı
kmak
* (medreselerde okuyan softalar) para ve erzak toplamak için belli aylarda köylere dağ
ı
lı
p imamlı
k veya
müezzinlik yapmak.
cesamet
* Büyüklük, irilik.
cesametli
* Kocaman, iri.
cesaret
pekliğ
i.
* Güç veya tehlikeli bir iş
e giriş
irken kiş
inin kendinde bulduğu güven; yüreklilik, yiğitlik, yürek ve göz
* Çekinmezlik, atı
lganlı
k.
cesaret almak (veya bulmak)
* herhangi bir durumdan, davranı
ş
tan güç almak.
cesaret etmek
* korkulmasıgereken bir iş
e korkmadan giriş
mek, göze almak.
cesaret gelmek
* yı
lgı
nlı
ğ
ıgitmek, yüreklenmek.
cesaret göstermek
* yürekli davranmak.
cesaret vermek
* birinin yı
lgı
nlı
ğ
ı
nıgidermek, birini yüreklendirmek.
cesarete gelmek
* yı
lgı
nlı
ğ
ıgitmek, yüreklenmek.
cesaretini kı
rmak
* yürekliliğ
ini gidermek, korkutmak.
cesaretini toplamak
* kendine güven duygusunu, yürekliliğini ve atı
lganlı
ğı
nıbir araya getirmek.
cesaretlendirilme
* Cesaretlendirilmek iş
i, yüreklendirilme.
cesaretlendirilmek
* Yüreklendirilmek.
cesaretlendirme
* Cesaretlendirmek iş
i, yüreklendirme, yiğ
itlendirme.
cesaretlendirmek
* Yüreklendirmek, yiğ
itlendirmek, cesaret vermek.
cesaretlenme
* Cesaretlenmek iş
i, yüreklenme, yiğ
itlenme.
cesaretlenmek
* Yı
lgı
nlı
ğ
ıgitmek, yüreklenmek, yiğ
itlenmek.
cesaretli
* Hiçbir ş
eyden korkusu olmayan, yürekli, yiğit.
cesaretlilik
* Cesaretli olma durumu, yüreklilik.
cesaretsiz
* Yüreksiz.
* Çekingen.
cesaretsizlik
* Cesaretsiz olma durumu, yüreksizlik.
ceset
* Ölü vücut, naaş
.
cesim
* Büyük, iri, kocaman.
ceste
* "Azar azar", "kı
sı
m kı
sı
m" anlamı
ndaki ceste ceste ikilemesinde geçer.
ceste ceste
* Azar azar.
cesur
* Yürekli, cesaretli.
cesurane
* Cesaretle, yüreklice, yiğ
itçesine.
cesurca
* Cesura yakı
ş
an biçimde, cesur gibi.
cesurluk
* Yüreklilik, gözü pek olma durumu.
* Atı
lganlı
k.
cet
* Dede, büyük baba, ata.
cetbecet
cetvel
çizgilik.
* Atalardan beri, soyca.
* Doğru çizgileri çizmeye yarayan, dereceli veya derecesiz, tahtadan, plâstikten veya madenden yapı
lmı
şaraç,
* Liste, çizelge.
* Ark, su kanalı
.
cevaben
* Cevap olarak, karş
ı
lı
k olarak.
cevabı
dikmek (veya dayamak, yapı
ş
tı
rmak)
* kesin, ters ve karş
ı
sı
ndakinin beklemediğ
i bir karş
ı
lı
k vermek.
cevabî
cevahir
* Cevap niteliğinde olan.
* Elmas, yakut gibi değerli taş
lar, mücevher.
cevahir yumurtlamak
* cevher yumurtlamak.
cevahirci
cevap
* Mücevher alı
p satan kimse, mücevherci.
* Bir soruya, bir isteğ
e, bir söz veya yazı
ya verilen karş
ı
lı
k, yanı
t.
cevap anahtarı
* Sı
navlarda sorulan soruları
n çözülmüşbiçimi.
cevap hakkı
* Bir kimsenin ş
ahsı
yla ilgili bası
n yayı
n organları
nda çı
kan haberlere karş
ı
lı
k olarak ya düzeltme ya da cevap
verme hakkı
.
cevap kâğ
ı
dı
* Sı
navlarda sorulan soruları
n cevapları
nı
n bulunduğu kâğı
t.
cevap vermek
* karş
ı
lı
k olarak bildirmek veya söylemek.
* ihtiyacıkarş
ı
lamak.
* iyi sonuç vermek, iyi sonuç alı
nmak.
cevaplama
* Cevaplamak iş
i.
cevaplamak
* Bir soruya, bir isteğ
e, bir söz veya yazı
ya karş
ı
lı
k vermek, yanı
tlamak.
cevaplandı
rı
lma
* Cevaplandı
rı
lmak iş
i, yanı
tlandı
rı
lma.
cevaplandı
rı
lmak
* Bir ş
eyin cevabı
, karş
ı
lı
ğıverilmek, yanı
tlandı
rı
lmak.
cevaplandı
rma
* Cevaplandı
rmak iş
i, yanı
tlandı
rma.
cevaplandı
rmak
* Bir ş
eyin cevabı
nı
, karş
ı
lı
ğ
ı
nı
vermek, yanı
tlandı
rmak.
cevaplı
*İ
çinde cevap bulunan, yanı
tlı
.
cevaplıtelgraf
* Cevabı
nı
n ücreti bir ş
ey sorup cevap almak için telgraf gönderen kimse tarafı
ndan önceden ödenmişolan
telgraf türü.
cevapsı
z
* Cevabıverilmemiş
, karş
ı
lı
ksı
z, yanı
tsı
z.
cevapsı
z bı
rakmak
* karş
ı
lı
ğ
ı
nda herhangi bir cevap vermemek, bir tepki göstermemek.
cevaz
*İ
zin, müsaade.
cevaz vermek
* hoşgörmek, uygun bulmak.
cevelân
cevher
* Dolaş
ma, dolanma, gezinme, gezinti.
* Bir ş
eyin özü, maya, gevher.
* Değerli süs taş
ı
, mücevher.
*İ
yi yetenek.
* Töz.
cevher yumurtlamak
* değ
erli sözler söylediğ
ini sanarak saçmalayanlar için alay yollu söylenir.
cevherli
cevhersiz
cevir
* Cevheri olan.
* Cevheri olmayan.
* Eziyet, cefa, üzgü.
ceviz
* Cevizgillerin örnek bitkisi olan, uzun ömürlü, gövdesi kalı
n, kerestesi değerli, yurdumuzda çok yetiş
en ağ
aç
(Juglans regia).
* Bu ağacı
n yağ
lı
, niş
astalı
yemiş
i, koz.
* Ceviz ağ
acı
nı
n kerestesinden yapı
lmı
ş
.
ceviz içi
* Cevizin kabuğ
u kı
rı
ldı
ktan sonra kalan iç.
ceviz kı
rmak
* yanlı
ştutum veya davranı
ş
ta bulunmak, hata yapmak.
cevizgiller
* Örneğ
i ceviz olan, taçsı
z iki çeneklilerden bir bitki familyası
.
cevizî
* Cevizden yapı
lmı
şveya cevizi andı
ran.
cevizli
* Cevizi olan, ceviz katı
lmı
ş
.
cevizlik
cevretme
* Ceviz ağ
acı
nı
n çok olduğu yer.
* Cevretmek iş
i.
cevretmek
* Eziyet etmek.
cevval
* Davranı
ş
larıçabuk ve kesin olan.
cevvaliyet
* Çabukluk, hareketlilik.
cevvî
Cevza
* Atmosfer ile ilgili, atmosferik.
*İ
kizler burcu.
ceylân
* Çift parmaklı
lardan, boynuzlugiller familyası
ndan, çöllerde yaş
ayan, çok hı
zlıkoş
an, gözlerinin güzelliğ
i ile
tanı
nan, ince bacaklı
, zarif, memeli hayvan, gazal (Gazella dorcas).
ceylân bakı
ş
lı
* Süzgün ve tatlıbakı
ş
lı
.
ceylân gibi
* yapı
sı
ince ve uyumlu.
ceylânca
ceza
* Ceylân gibi, ceylâna uygun biçimde.
* Uygun görülmeyen tepki ve davranı
ş
ları
önlemek için üzüntü, sı
kı
ntı
, acıveren uygulama.
* Suç iş
leyen bir kimsenin yaş
antı
sı
na, özgürlüğüne, malları
na, onuruna karş
ıdevletin koyduğ
u sı
nı
rlama.
ceza alanı
* (futbol, hentbol vb. de) Bir oyuncunun bilerek yaptı
ğı
kural dı
ş
ıdavranı
ş
ı
n penaltı
ile cezalandı
rı
ldı
ğıveya
kalecinin topu elle tutması
na izin verilen alan.
ceza almak
* öğrenci cezalandı
rı
lmak.
* (görevli, suçluya) para cezasıverdirmek.
ceza atı
ş
ı
* Ceza vuruş
u.
ceza çekmek
* hapiste yatmak.
* manevî bakı
mdan iş
lenen suçun ağ
ı
rlı
ğ
ı
nıçekip sı
kı
ntıve üzüntü içinde kalmak.
ceza evi
* Hükümlülerin içinde tutulduklarıyapı
, hapishane, mahpushane.
ceza görmek
* kendisine ceza verilmek, cezalandı
rı
lmak.
ceza hukuku
* Suç kapsamıiçine giren eylemler ile bunlara uygulanacak cezalarıinceleyen hukuk dalı
.
ceza kesmek
* (görevli) para cezasıyazmak.
ceza reisi
* Ağı
r ceza mahkemesi baş
kanı
.
ceza sahası
* Bkz. ceza alanı
.
ceza vermek
* cezalandı
rmak.
* para cezasıödemek.
ceza vuruş
u
* Özellikle futbolda, bir oyuncunun oyun alanı
nda yanlı
şdavranı
ş
ı
nı
cezalandı
rmak için, karş
ıtarafı
n
yapmaya hak kazandı
ğ
ıserbest vuruş
.
ceza yazmak
* Bkz. ceza kesmek.
ceza yemek
* cezalandı
rı
lmak.
cezaî
* Ceza ile ilgili, cezaya iliş
kin, cezaya dayanan.
cezalandı
rı
lma
* Cezalandı
rı
lmak iş
i.
cezalandı
rı
lmak
* Cezaya çarptı
rı
lmak, ceza verilmek, tecziye edilmek.
cezalandı
rma
* Cezalandı
rmak iş
i.
cezalandı
rmak
* Bir kimseye veya varlı
ğa ceza vermek.
cezalanma
* Cezalanmak iş
i.
cezalanmak
* Cezaya çarpı
lmak.
cezalı
* Cezalandı
rı
lmı
ş(kimse).
cezası
nıbulmak
* hak ettiği kötü sona uğ
ramak.
cezası
nıçekmek
* yaptı
ğ
ıbir kusur veya tedbirsizliğ
in zararı
na uğ
ramak.
* hükmedilen cezayıbitirmek.
cezası
z
* Cezaya çarptı
rı
lmamı
ş
, cezalandı
rı
lmamı
ş
.
cezaya çarptı
rmak
* cezalandı
rmak.
Cezayir menekş
esi
* Zakkumgillerden, bahçelerde süs bitkisi olarak yetiş
tirilen, kendine özgü mavi, açı
k mor renkli çiçekleri ve
ortasıçukur taç yaprakları
olan bir bitki (Vinca).
Cezayirli
* Cezayir halkı
ndan olan (kimse).
cezbe
* Bir duygu veya bir inanı
ş
ı
n etkisiyle aş
ı
rıölçüde coş
up kendinden geçme durumu.
cezbelenme
* Cezbelenmek durumu.
cezbelenmek
* Cezbeye tutulmak, kendinden geçmek, kendini kaybetmek.
cezbeli
* Cezbesi olan.
cezbesiz
* Cezbesi olmayan.
cezbetme
* Cezbetmek durumu.
cezbetmek
* Kendine çekmek, bağ
lamak.
cezbeye tutulmak (veya kapı
lmak)
* bir duygu veya bir inanı
ş
ı
n etkisiyle aş
ı
rıölçüde coş
up kendinden geçmek.
cezerye
* Ezilmişhavuç içine fı
ndı
k, ş
eker vb. eklenerek yapı
lan bir tatlıtürü.
cezir
cezire
cezp
cezrî
cezve
* Kök.
* Alçalma.
* (denizde) Ada.
* Kendine çekme.
* Etkileyerek kendine bağ
lama.
* Köklü, kökten, temelden, radikal.
* Kahve piş
irmeye yarayan, saplı
, silindire benzer küçük kap.
cezve sürmek
* kahveyi piş
irmek için cezveyi ateş
e doğru itmek.
Cf
* Kaliforniyum'un kı
saltması
.
CGS
* Santim, gram, saniye kelimelerinin kı
saltı
lması
ndan oluş
an uluslar arasıfizik birimleri sistemi.
charter
check up
* Bkz. çartı
r.
* Bkz. çekap.
-cı
/ -ci, -cu / -cü
*İ
simden isim ve sı
fat türeten ek: kapı
-cı
, köfte-ci, su-cu, türkü-cü, balı
k-çı
, simit-çi, yoğurt-çu, kürk-çü vb.
cı
bı
l
* Çı
plak.
* Yoksul, parası
z, geçim darlı
ğı
çeken.
cı
cı
ğıçı
kmak (veya cı
cı
ğı
nıçı
kartmak)
* çok yorulmak, hı
rpalanmak.
cı
cı
k
cı
da
* Güzel.
* Süs.
* Derisi soyulmuşet.
*İ
ç organlar.
* Mı
zrak.
cı
dağ
ı
* Atı
n iki omzunun arası
.
* Derin, iş
leyen yara, büyük çı
ban.
cı
dak
* Mı
zrak.
cı
gara
cı
k
* Bkz. sigara.
* "Yok olmaz" anlamı
nda kullanı
lı
r.
-cı
k / -cik, -cuk / -cük
*İ
simden küçültme ve okş
ama isimleri türeten ek: baba-cı
k, anne-cik, yavru-cuk, öpü-cük vb.
* Önüne bir ünlü getirilerek sı
fat ve zarf türetir: az-ı
cı
k, dara-cı
k, bir-i-cik vb.
* -ca ekli zarflardan pekiş
tirme zarflarıtüretir: Yavaş
ca-cı
k,usulca-cı
k vb.
-cı
l / -cil
cı
lı
z
*İ
simden "seven" anlamı
na sı
fat türetir: adam-cı
l, insan-cı
l, balı
k-çı
l, ev-cil vb.
* Çok zayı
f ve güçsüz, eneze, nahif.
* (ı
ş
ı
k için) Güçsüz, sönük.
cı
lı
zlaş
ma
* Cı
lı
zlaş
mak iş
i.
cı
lı
zlaş
mak
* Zayı
f ve güçsüz düş
mek, zayı
flamak.
* Gücünü, değ
erini yitirmek.
cı
lı
zlı
k
cı
lk
* Cı
lı
z olma durumu.
* Bozularak kokmuş
.
* Cı
vı
k.
*İ
rinlenmiş
.
* Sözünün eri olmayan.
cı
lk çı
kmak
* kusurlu, boşveya bozuk çı
kmak.
cı
lk etmek
* bozmak, çürütmek.
cı
lkava
* Kurdun veya tilkinin ense postundan yapı
lan kürk.
cı
lkıçı
kmak
* bozulmak, doğru ve uygun yolundan ayrı
lmak.
cı
lklaş
ma
* Cı
lklaş
mak iş
i.
cı
lklaş
mak
* Cı
lk duruma gelmek.
cı
lklı
k
* Cı
lk olma durumu.
cı
mbar
* Çı
mbar.
* Filiz, sürgün.
cı
mbarlama
* Cı
mbarlamak iş
i.
cı
mbarlamak
* Dokunmakta olan halı
nı
n veya bezin kenarı
nıcı
mbarla geriye almak.
cı
mbı
z
* Kı
l gibi ince ş
eyleri tutmak veya çekmek için kullanı
lan küçük maş
a.
* Özellikle dokumacı
lı
kta kumaşyüzlerindeki düğ
üm, çöp gibi maddeleri temizlemekte kullanı
lan el aracı
.
cı
mbı
zcı
* Dokumacı
lı
kta cı
mbı
zlamak iş
ini yapan (kimse).
cı
mbı
zlama
* Cı
mbı
zlamak iş
i.
cı
mbı
zlamak
* Cı
mbı
zla yolmak.
* Dokumacı
lı
kta kumaşyüzlerindeki düğüm, çöp gibi maddeleri cı
mbı
zla temizlemek.
cı
ncı
k
* Bardak, kadeh, tabak gibi sı
rçadan veya porselenden yapı
lan ş
eyler, züccaciye.
cı
ncı
k boncuk
* Yalancı
taş
lardan yapı
lmı
şküpe, kolye gibi ş
eyler.
cı
ngı
l
* Küçük üzüm salkı
mı
.
* Boncuk, gümüşveya altı
n para ile yapı
lmı
ş
, baş
lı
ğa veya giysiye takı
lan süs, cingil.
cı
r cı
r
* Durup dinlenmeden ince ve usandı
rı
cıses çı
kararak.
cı
r cı
r ötmek
* gereksiz, yerli yersiz konuş
mak.
cı
rboğa
cı
rcı
r
* Bir tür çöl sı
çanı
(Dipus Caegyptius).
* Cı
lı
z, zayı
f, çelimsiz çocuk.
* Kaynana zı
rı
ltı
sı
.
* Geveze.
* Pamuk kozaları
nı
n pamuğ
unu ve çekirdeğ
ini birbirinden ayı
ran çı
krı
k.
* Ağustos böceğ
i.
cı
rcı
r böceğ
i
* Düz kanatlı
lardan ocaklarda, fı
rı
nlarda, kı
rlarda yaş
ayan böcek, cı
rlak.(Grillus domesticus, G. campestris).
cı
rcı
r delgi
* Dönme hareketini yivli gövdesi üzerindeki parçanı
n ileri geri itilmesinden alan ve küçük delikler açmak
için kullanı
lan araç.
cı
rcı
r kolu
* Lokma vidalarısökmeye yarayan alet.
cı
rdaval
cı
rı
ldama
* Meş
e dalı
ndan yapı
lan ucu demirli, uzun cirit değ
neğ
i.
* Cı
rı
ldamak iş
i.
cı
rı
ldamak
* Cı
r cı
r diye ses çı
karmak.
cı
rı
ltı
cı
rlak
* Cı
r cı
r diye çı
kan ses.
* (ses için) Hoş
a gitmeyen, keskin ve çiğ, tiz.
* Cı
rcı
r böceği.
cı
rlak cı
rlak
* Çok tiz ve ince bir sesle.
cı
rlama
* Cı
rlamak iş
i.
cı
rlamak
*İ
nce ve usandı
rı
cıses çı
karmak.
cı
rlatma
* Cı
rlatmak iş
i.
cı
rlatmak
* Cı
rlaması
na yol açmak.
cı
rlayı
k
* Örümcek kuş
ugillerden, ormanlı
k, çalı
lı
k yerlerde yaş
ayan, güzel öten bir kuş(Lanius).
* Ağustos böceğ
i.
cı
rmalama
* Cı
rmalamak iş
i.
cı
rmalamak
* Tı
rmalamak.
cı
rmı
k
* Tı
rnak izi.
cı
rnak
* Yı
rtı
cıhayvan tı
rnağı
.
cı
rnaklama
* Cı
rnaklamak iş
i.
cı
rnaklamak
* Tı
rmalamak.
cı
rnı
k
* Set duvarları
nda su akacak delik.
cı
rt
* Kâğ
ı
t, kumaşgibi ş
eyler yı
rtı
lı
rken çı
kan ses.
cı
rtlak
cı
rtlama
* Cı
rlak.
* Olgunluktan ezilebilecek duruma gelmiş(meyve, sebze).
* Cı
rtlamak iş
i.
cı
rtlamak
* Cı
rt diye ses çı
karmak.
cı
s
* Çocuklarıateş
e ve tehlikeli ş
eylere karş
ıuyarı
rken söylenir.
cı
va
* Atom sayı
sı80, atom ağı
rlı
ğı200.5 olan, donma noktası-38, 80 C olduğundan, bayağ
ısı
caklı
kta sı
vıolarak
bulunan, yoğ
unluğu 13, 59 olan, gümüşrenginde bir element. Kı
saltmasıHg.
cı
va gibi
* yerinde durmaz, ele avuca sı
ğ
maz, çok hareketli.
cı
vadra
cı
valı
* Geminin baştarafı
ndan havaya doğru biraz kalkı
k olarak uzatı
lmı
şbulunan direk.
* Cı
vasıolan.
cı
vata
* Birbirine bağlanmak istenen ağ
aç veya demir parçaları
n hazı
rlanmı
şolan deliklerden geçirilerek, ucuna
somun takı
lı
p sı
kı
ş
tı
rı
lan iri baş
lıvida.
cı
vatalama
* Cı
vatalamak iş
i.
cı
vatalamak
* Cı
vata ile tutturmak.
cı
vı
k
* Fazla suyla karı
ş
tı
ğ
ıiçin biçimini koruyamayacak kadar sulanmı
ş
.
* Soğuk ve can sı
kı
cış
akalar yapan (kimse).
cı
vı
k cı
vı
k
* Soğuk ve can sı
kı
cıolarak.
cı
vı
k mantarlar
* Bakterilerle ortak yaş
ayan, ilkel ve hayvanı
msıyapı
lı
, peltemsi mantarlar.
cı
vı
klanma
* Cı
vı
klanmak durumu.
cı
vı
klanmak
* Cı
vı
k duruma gelmek.
cı
vı
klaş
ma
* Cı
vı
klaş
mak durumu.
cı
vı
klaş
mak
* Cı
vı
k duruma gelmek.
cı
vı
klaş
tı
rma
* Cı
vı
klaş
tı
rmak iş
i.
cı
vı
klaş
tı
rmak
* Cı
vı
k duruma getirmek.
cı
vı
klı
k
* Cı
vı
k olma durumu.
cı
vı
l cı
vı
l
* (kuş
lar) Cı
vı
ltı
ile ötüş
erek.
* Canlı
, hareketli olarak.
* Canlı
, ne ş
eli.
* Hareketli, kalabalı
k.
cı
vı
ldama
* Cı
vı
ldamak iş
i.
cı
vı
ldamak
* Cı
vı
l cı
vı
l ötmek.
cı
vı
ldaş
ma
* Cı
vı
ldaş
mak iş
i.
cı
vı
ldaş
mak
* Hep birden cı
vı
ldamak.
cı
vı
ltı
cı
vı
ltı
lı
cı
vı
ltı
sı
z
* Kuş
ları
n ötüş
ürken çı
kardı
kları
ses.
* (ses için) Canlı
lı
k, ateş
lilik.
* Cı
vı
ltı
sıolan.
* Cı
vı
ltı
sıolmayan.
cı
vı
ma
* Cı
vı
mak iş
i.
cı
vı
mak
* Cı
vı
k duruma gelmek.
* (bir iş
) Çı
ğ
ı
rı
ndan çı
kmak.
* Saygı
sı
zca davranı
ş
ta bulunmak.
cı
vı
tı
lma
* Cı
vı
tı
lmak iş
i.
cı
vı
tı
lmak
* Cı
vı
k duruma getirilmek.
cı
vı
tma
* Cı
vı
tmak iş
i.
cı
vı
tmak
cı
vma
cı
vmak
* Cı
vı
k duruma getirmek.
* Bir iş
i yakı
ş
ı
k almayacak bir duruma getirmek.
* Cı
vmak iş
i.
* Sekmek, değ
ip geçmek, vurup sapmak.
cı
yak cı
yak
* Bağ
ı
rmak fiili ile birlikte kullanı
larak ince, acıve yüksek sesle durmadan bağ
ı
rmayıanlatı
r.
cı
yaklama
* Cı
yaklamak iş
i.
cı
yaklamak
*İ
nce, acıve yüksek sesle bağ
ı
rmak.
cı
yaklatma
* Cı
yaklatmak iş
i.
cı
yaklatmak
* Cı
yaklaması
na sebep olmak.
cı
yı
rdama
* Cı
yı
rdamak iş
i.
cı
yı
rdamak
* Yı
rtı
lı
rken cı
yı
rtıçı
karmak.
cı
yı
rdatma
* Cı
yı
rdatmak iş
i.
cı
yı
rdatmak
* Cayı
rdaması
na sebep olmak.
cı
yı
rtı
* Bez veya kâğ
ı
t gibi ş
eylerin yı
rtı
lı
rken çı
kardı
klarıses.
cı
z
* (çocuk dilinde) Ateş
.
* Kı
zgı
n yağ
ı
n içine bir ş
ey atı
lı
nca ç ı
kan ses.
cı
z etmek
* cı
z diye ses çı
karmak.
* acıduymak.
cı
z sineğ
i
* Bir tür büvelek.
cı
zbı
z
* Izgarada piş
irilmiş(et).
cı
zgara
cı
zı
k
* Toplu hâlde Türk müziği icra edilirken kullanı
lan bir yaylıçalgıtürü.
* Çizgi.
*İ
z.
cı
zı
ktı
rma
* Cı
zı
ktı
rmak iş
i.
cı
zı
ktı
rmak
* Yazmak, karalamak.
cı
zı
ldama
* Cı
zı
ldamak iş
i.
cı
zı
ldamak
* Cı
zı
rdamak.
cı
zı
ltı
cı
zı
ltı
lı
* Cı
zı
rtı
.
* Cı
zı
rtı
sıolan.
cı
zı
r cı
zı
r
* Piş
mekte olan kebabı
n, yağ
da kı
zartı
lan yiyeceğ
in, kesilen camı
n veya yazıyazarken kamı
şkalemin
çı
kardı
ğı
sesi anlatı
r.
cı
zı
rdama
* Cı
zı
rdamak iş
i.
cı
zı
rdamak
* Cı
zı
r cı
zı
r ses çı
karmak.
* Boğ
azı
ndaki gı
cı
ktan dolayı
kesik ve ince ses çı
karmak.
cı
zı
rdatma
* Cı
zı
rdatmak iş
i.
cı
zı
rdatmak
* Cı
zı
rdaması
na yol açmak.
* Kâğ
ı
t üzerinde ustaca kalem oynatmak veya beceriyle yazıyazmak.
cı
zı
rtı
cı
zı
rtı
lı
* Cı
zı
rdama sesi.
* Cı
zı
rdayan, cı
zı
rtı
sıolan.
cı
zlam
* Kaçma, savuş
ma.
cı
zlama
cı
zlamak
* Cı
zlamak durumu.
* Cı
z diye ses çı
karmak.
* Cı
z etmek.
cı
zlamıçekmek (veya cı
zlam etmek)
* kaçmak, savuş
up gitmek.
-ci
cibilliyet
* Bkz. -cı
/ - ci.
* (huy ve ahlâk bakı
mı
ndan) Yaradı
lı
ş
, maya.
cibilliyetsiz
* Soysuz, sütü bozuk.
cibilliyetsizlik
* Cibilliyetsiz olma durumu.
cibinlik
cibre
cici
* Sivrisinekten ve baş
ka böceklerden korunmak için yatağı
n üstüne ve yanları
na gerilen çadı
r biçiminde tül.
* Sı
kı
lı
p suyu alı
nan üzüm ve baş
ka meyvelerin posası
.
* Sevimli, cana yakı
n, hoş
, güzel, hoş
a giden.
cici anne
* Bazıçocukları
n, büyük annelerine veya o yaş
taki kadı
n yakı
nları
na verdikleri ad.
* Üvey ana, üvey anne.
cici bici
* Süslü giysi veya süs eş
yası
.
cici mama
* Kadı
nlarla düş
üp kalkmaya baş
layan toy bir erkekten söz edilirken onun bu iliş
kilerine verilen ad.
cicik
*İ
nsan veya hayvan memesi.
cicili bicili
* Göze çarpan süslerle bezenmiş
.
cicim
* Ensiz olarak dokunmuşparçaları
n yan yana eklenmesiyle oluş
an, perde veya örtü olarak kullanı
lan nakı
ş
lı
ince kilim.
cicim ayı
* Balayı
, yeni evlilerin ilk haftalarda dillerinden düş
ürmedikleri sevgi sözü.
cicim!
cicoz
* bir sevgi sözü.
* alay yollu seslenme sözü.
* Cam veya toprak bilyelerle oynanan bir çocuk oyunu.
* Bu oyundaki bilyelerin her biri.
* Hiç yok.
cicozlama
* Cicozlamak durumu.
cicozlamak
* Kaçmak, uzaklaş
mak.
cicozluk
* Cicoz olma durumu.
cidal
cidalci
cidar
cidden
ciddî
* Savaş
ma, cenk.
* Ağı
z kavgası
, çekiş
me.
* Savaş
çı
.
* Duvar.
* Çeper.
* Şakası
z olarak, gerçekten.
* Şaka olmayan, gerçek.
* Ağı
rbaş
lı
.
* Titizlik gösterilen, önem verilen.
* Tehlikeli, endiş
e veren, ağ
ı
r, vahim.
* Eğ
lendirme amacıgütmeyen.
* Gülmeyen.
* Güvenilir, sağ
lam.
* Önemli.
* Önem vererek, gerçek olarak.
ciddî ciddî
* Ciddî bir biçimde, ciddî olarak.
ciddîleş
me
* Ciddîleş
mek iş
i.
ciddîleş
mek
* Ciddî bir durum almak.
ciddîlik
* Ciddî davranı
ş
.
* Ciddî durum.
ciddiye almak
* inanmak, gerçek sanmak, önem vermek.
ciddiyet
* Ciddîlik, ağı
rbaş
lı
lı
k.
ciddiyetsiz
* Ciddiyeti olmayan, lâubali.
ciddiyetsizlik
* Ciddiyetsiz olma durumu.
cif
* Bir malı
n fiyatı
na sigorta ve navlun ücretinin de katı
lmı
şolduğ
unu gösteren İ
ngilizce bir terimin baş
harflerinden oluş
turulmuşbir kı
saltma.
cife
* Leş
.
*İ
ğ
renç ş
ey.
cigara
ciğ
er
* Bkz. sigara.
* Akciğerlerle karaciğ
erin ortak adı
.
* (kasaplı
kta) Akci ğ
er, yürek ve karaciğ
erin oluş
turduğ
u takı
m.
* Yürek, iç.
ciğ
er acı
sı
* Evlât acı
sı
.
ciğ
er kebapçı
sı
* Ciğer kavurup satan kimse.
ciğ
er otları
* Yapraklarıkara yosunları
ndan bir bitki sı
nı
fı
.
ciğ
er otu
* Düğ
ün çiçeğ
igillerden, çok yı
llı
k otsu bir bitki (Hepatica).
ciğ
er sarma
*İ
nce kı
yı
lmı
şak ve karaciğ
er, pirinç, yağ
, çam fı
stı
ğ
ı
, kuşüzümü, yeş
il soğan, yumurta ve baharat
karı
ş
ı
mı
yla fı
rı
nda piş
irilen bir kebap türü.
ciğ
er sotesi
* Sote.
ciğ
er yarası
* Ciğer acı
sı
.
ciğ
er, kebap olmak
* büyük bir acı
ya uğramak, yüreğ
i yanmak.
ciğ
erci
* Kesilen hayvanları
n ciğer, baş
, ayak, iş
kembe gibi parçaları
nısatan kimse, sakatatçı
.
* Ciğer piş
irip satan kimse.
ciğ
erdeldi
* Kumaşüzerine küçük delikler açı
larak yapı
lan iş
leme.
* Bu delikleri açmakta kullanı
lan ucu sivri küçük araç.
ciğ
eri (veya yüreğ
i) sı
zlamak
* çok acı
mak, derin bir acı
ma duygusuyla üzülmek.
ciğ
eri beşpara etmez
* değ
ersiz, aş
ağı
lı
k (kimse).
ciğ
eri parçalanmak
* Bkz. yüreğ
i parçalanmak.
ciğ
eri yanmak
* çok acıve sı
kı
ntıçekmek, büyük bir acı
ya uğramak.
ciğ
erimin köş
esi
* çok sevdiğ
im.
* çok sevgili evlâdı
m.
ciğ
erine iş
lemek
* çok dokunmak, (söz, kötü davranı
ş
) etkilemek.
ciğ
erini delmek
* acı
klıbir durum, kiş
iye dayanı
lmaz bir üzüntü vermek.
ciğ
erini okumak
* onun aklı
ndan geçenleri, gizli düş
üncelerini bilmek.
ciğ
erini sökmek
* bir kimseyi çok büyük zararlara uğratmak.
ciğ
erini yakmak
* bir kimseye büyük bir acıçektirmek.
ciğ
erinin içini bilmek
* çok yakı
ndan tanı
mak, her türlü düş
üncesini bilmek.
ciğ
erleri bayram etmek
* her zamankinden daha iyi cins sigara içen veya temiz havaya çı
kan kiş
ilerin söylediği söz.
ciğ
erpare
cihan
cihangir
* Çok sevilen (kimse).
* Evren, âlem.
* Dünya.
* Dünyanı
n büyük bir bölümünü eline geçiren.
cihangirane
* Ülkeler fetheden cesur kahraman.
cihangirlik
* Cihangir olma durumu.
cihanıtutmak
* dünyayıtutmak.
cihannüma
* Her yanıgörmeye elveriş
li, camlıçatıkatıveya taraça, kule.
* Dünya haritası
.
cihanş
inas
* Dünyayı
tanı
mı
ş
, herş
eyi yerli yerinde bilen kimse.
cihanş
ümul
* Evrensel, üniversal.
cihar
* (tavla oyununda zarlar için) Dört.
ciharı
dü
ciharı
se
ciharı
yek
* Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün ikili düş
mesi.
* Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün üçlü düş
mesi.
* Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün birli düş
mesi.
cihat
* Din uğ
runa yapı
lan savaş
.
cihat açmak
* savaşiçin çağ
rıyapmak.
cihaz
* Aygı
t, alet, takı
m.
* Çeyiz.
cihazlanma
* Donanı
ma sahip olma, teknolojik geliş
melerin en son ürünleriyle donatı
lma.
cihazlanmak
* Teknolojik geliş
melerin en son ürünleriyle donatı
lmak.
cihet
cihetiyle
* Yön, yan, taraf.
* -den dolayı
, -den ötürü, sebebiyle.
-cik
* -cı
k / -cik.
-cil
cilâ
cilâ topu
* -cı
l / -cil.
* Bir ş
eyi parlatmak için kullanı
lan kimyasal birleş
ik.
* Parlaklı
k.
* Gereksiz süs, gösteriş
.
* Cilâ eriyiğini yüzeye sürtmede kullanı
lan, dı
ş
ıdokuma bezden, içi yı
kanmı
şyün veya pamuktan hazı
rlanan
topaç.
cilâ vermek
* aydı
nlatmak.
cilâ yağ
ı
* Cilâ topunun, cilâlanacak yüzeyde kolayca kayması
nı
sağlayan, asitsiz, renksiz ve reçinesiz ince yağ
.
cilâcı
* Cilâ yapan, eş
yaya cilâ vuran kimse.
cilâcı
lı
k
* Eş
yaya cilâ vurma iş
i.
cilâlama
cilâlamak
cilâlanma
* Cilâlamak iş
i.
* Cilâ sürmek, cilâ vurmak.
* Pürüzünü gidererek parlatmak.
* Neş
esini artı
rmak.
* Cilâlanmak iş
i.
cilâlanmak
* Cilâlamak iş
ine konu olmak.
cilâlatma
* Cilâlatmak iş
i.
cilâlatmak
* Cilâlamak iş
ini yaptı
rmak.
cilâlı
* Cilâsıolan, cilâ sürülmüş
, cilâ ile parlatı
lmı
ş
, mücellâ.
Cilâlı
TaşDevri
* Tarihten önceki zamanları
n ayrı
ldı
ğıüç devirden biri.
cilâsı
z
cilâsun
cilban
* Cilâ sürülmemişveya cilâsıkalmamı
şolan.
* Yiğit, eli çabuk, becerikli kimse.
* Çok küçük taneli fasulye.
cilbent
* Klâsör.
cildiye
cildiyeci
* Deri hastalı
kları
, dermatoloji.
* Deri hastalı
klarıuzmanı
, dermatolog.
cildiyecilik
* Cildiyeci olma durumu.
cilt
* Deri, ten.
* Formalarıveya yaprakları
birbirine dikilerek veya yapı
ş
tı
rı
larak bir kitaba geçirilen deri, bez veya kâğ
ı
tla
kaplıkapak.
* Bir eserin ayrı
ayrıbası
lan bölümlerinden her biri.
cilt evi
* Cilt iş
leri yapan dükkân, ciltçi.
cilt kapağı
* Forma veya fasikül hâlinde yayı
mlanan eserlerin bir örnek ciltlenip kullanı
lması
için hazı
rlanan bez veya
plâstik kaplanmı
şkalı
n karton.
ciltçi
ciltçilik
* Kitaplarıciltleyen kimse, mücellit.
* Cilt evi.
* Ciltçinin iş
i, mücellitlik.
ciltleme
* Ciltlemek iş
i.
ciltlemek
ciltlenme
* Kitaba cilt yapmak.
* Ciltlenmek iş
i.
ciltlenmek
* Ciltlemek iş
i yapı
lmak.
ciltletme
* Ciltletmek iş
i.
ciltletmek
* Ciltlemek iş
ini yaptı
rmak.
ciltli
* Ciltlenmişolan.
ciltlik
ciltsiz
cilve
* Cilt yapmaya yarayan malzeme.
* Ciltlerden oluş
an takı
m.
* Ciltlenmemişolan.
* Hoş
a gitmek için yapı
lan davranı
ş
, kı
rı
tma, naz.
* Görünme, ortaya çı
kma, tecelli.
cilve etmek (veya yapmak)
* nazlanmak, kı
rı
tmak.
cilvebaz
* Cilve yapan, cilveli davranan kimse.
cilvekâr
* Cilveli.
cilvelenme
* Cilvelenmek iş
i.
cilvelenmek
* Cilve yapmak.
cilveleş
me
* Cilveleş
mek iş
i.
cilveleş
mek
* Karş
ı
lı
klıcilve yapmak.
* Birbirine çok yakı
n arkadaş
mı
şgibi takı
lmak.
cilveli
* Cilvesi olan, cilve yapan, cilvekâr.
cilvesiz
cim
* Cilvesi olmayan.
* Arap alfabesinde c sesini gösteren harfin adı
.
cim karnı
nda bir nokta
* hiçbir bilgisi olmayan, cahil.
* acemi, toy.
cima
* (insanlarda) Çiftleş
me, cinsel iliş
ki.
cimbakuka
* Çelimsiz ve biçimsiz (kimse).
cimcime
* Küçük ve tatlı
bir tür karpuz.
* Küçük ve sevimli (çocuk, kadı
n).
cimdallı
* Bir tür oyun.
cimnastik
* Bkz. jimnastik.
cimnastikçi
* Bkz. jimnastikçi.
cimri
cimrice
* Elindeki parayıharcamaya kı
yamayan.
* Cimri gibi, cimriye yakı
n.
cimrileş
me
* Cimrileş
mek iş
i.
cimrileş
mek
* Cimri gibi davranmaya baş
lamak.
cimrilik
* Cimri olma durumu, pintilik, nekeslik.
cimrilik etmek
* cimrice davranmak, pintileş
mek.
* daha az vermek, esirgemek.
cin
cin
* Masallara ve bazıinançlara göre, göze görünmeyen yaratı
k.
* Akı
llı
, zeki.
* Buğday, arpa, yulaf gibi tanelerden çı
karı
lan ve ardı
çla kokulandı
rı
lan bir tür alkollu içki.
cin
* (Cenova ş
ehrinin adı
ndan) Pamuklu, kalı
n kumaş
tan giysi veya pantalon.
cin cin bakmak
* kurnazca bakmak.
* uykusuz gözlerle bakmak.
cin çalı
ğı
* çarpı
k veya dı
şgörünüş
ü çirkin olan insanlar için kullanı
lı
r.
cin çarpmak
* (bir inanı
ş
a göre, cinlerin öfkesiyle) inme inmek.
cin çarpmı
ş
a dönmek
* neye uğ
radı
ğ
ı
nıbilemeyecek kadar kötü bir duruma düş
mek.
cin darı
sı
* Bkz. cin mı
sı
rı
.
cin fikirli
cin gibi
* Çok anlayı
ş
lı
, çok kurnaz, zeki.
* anlayı
ş
lıve zeki.
cin ifrit olmak (veya kesilmek)
* son derece kı
zmak öfkelenmek.
cin mı
sı
rı
* Bir tür ufak taneli mı
sı
r, cin darı
sı
.
cin saçı
* Küsküt.
cin tutmak
* (bir inanı
ş
a göre cinlerin etkisiyle) delirmek.
cinaî
cinas
cinaslı
cinayet
* Cinayetle ilgili veya konusu cinayet olan.
* Çok anlamlı
bir kelimeye, her defası
nda baş
ka bir anlam yükleyerek birbirine yakı
n birkaç yerde kullanma.
* Çok anlamıolan bir kelimenin iyi anlamı
nıkullanı
r görünerek kötüsünü öne çı
karma.
* Cinasıolan, cinas sanatıbulunan.
* Adam öldürme.
* Adam öldürme derecesinde ağı
r suç.
cinayet iş
lemek
* adam öldürmek.
cinci
* Cin çağ
ı
rma ve onlarla konuş
ma gibi bir iddia ile geçim sağlayan (kimse).
cingil
cingöz
* Bkz. cı
ngı
l.
* Açı
kgöz, hiç aldatı
lmayan.
cini tutmak
* çok sinirlenmek.
cinlenme
* Cinlenmek durumu.
cinlenmek
* Öfkelenmek.
cinler cirit (veya top) oynamak
* o yer ı
ssı
z olmak.
cinleri ayağ
a kalkmak
* sinirlenmek.
cinleri baş
ı
na toplanmak (veya üş
üş
mek)
* öfkelenmek.
cinleş
me
* Cinleş
mek iş
i.
cinleş
mek
* Cin gibi davranmak.
cinli
cinnet
*İ
çinde cinlerin olduğ
una inanı
lan.
* Öfkeli, sinirli (kimse).
* Delilik.
cinnet geçirmek
* delirmek, aklı
nıkaçı
rmak.
cins
* Tür, çeş
it.
* Araları
nda ortak özellikler bulunan varlı
klar topluluğu.
* Soy, kök, ası
l.
* Garip, tuhaf.
* Pek çok ortak özellikleri bulunan türler topluluğ
u.
* Yüksek nitelikte olan.
cins cibilliyet
* Nitelik, ası
l; soy sop.
cins cins
* Çeş
itli, çeş
it çeş
it.
* Türlerine göre.
cins isim
* Cins ismi.
cins ismi
cinsel
* Bir türden olan varlı
kları
n adı
: Kedi, nehir, düş
ünce, annelik gibi.
* Bkz. cinsî.
cinsel taciz
* Ahlâksı
zca ve ulu orta veya gizlice söz ve davranı
ş
larla karş
ı
cinse eziyet etme, tedirginlik ve sı
kı
ntıverme.
* Çalı
ş
ma hayatı
nda ekonomik güç, üst makam veya baş
ka etkili bir göreve sahip olanları
n, genellikle karş
ı
cinsi ahlâk dı
ş
ıbirtakı
m tutum ve davranı
ş
larla cinsel yönden sı
kı
ntı
ya sokup rahatsı
z etmesi.
cinsellik
cinsî
* Cinsel özelliklerin bütünü.
* Cinsiyetle ilgili, cinsel, eş
eysel.
cinsilâtif
* Kadı
n; güzel, alı
mlı
, hoş
a giden kadı
n.
cinsiyet
cinslik
* Bireye, üreme iş
inde ayrıbir rol veren ve erkekle diş
iyi ayı
rt ettiren özel bir yaratı
lı
ş
, eş
ey, cinslik, seks.
* Cinsiyet.
cinslik bilimi
* Cinsiyetle ilgili sorunları
inceleyen bilim, seksoloji.
cinsliksiz
* Cinsliği olmayan, erkek veya diş
i olmayan, eş
eysiz.
cinyolu
* Tarlaları
n arası
nda görülen verimsiz topraklar.
cip
* Her türlü arazide kullanı
labilen ufak, hafif, motorlu taş
ı
t.
cips
ciranta
cirim
cirit
*İ
nce, yuvarlak kesilerek kı
zartı
lmı
şpatates.
* Bir senedi ciro eden kimse.
* Hacim, oylum.
* Miktar, tutar, bölüm.
* At koş
turup birbirine değnek atarak topluca oynanan oyun.
* Bu oyunda atı
lan değnek.
cirit atma
* Atletizmin ciridi fı
rlatmaya dayanan dalı
.
cirit atmak
* (bir yerde) çokça bulunmak, sı
k dolaş
mak ve serbestçe davranmak.
cirit oynamak
* istediğ
i biçimde, keyfince davranmak.
cirit oyunu
* Cirit.
cirit ucu
* Cirit sopası
nı
n ucundaki demir, temren.
ciritçi
* Cirit oynayan kimse.
ciro
* Bir ticaret senedinin, alacaklıtarafı
ndan baş
kası
na çevrilmesi ve senedin arkası
na gereken yazı
nı
n yazı
lı
p
imza edilmesi.
ciro etmek
* bir ticaret senedinin veya çekin arkası
na gereken yazı
yıyazmak.
cisim
cisimcik
* Maddenin biçim almı
şdurumu.
* Gövde, beden, vücut.
* Küçük cisim.
* Atom taneciği.
cisimlenme
* Cisimlenmek iş
i, tecessüm.
cisimlenmek
* (cismi olmayan bir ş
ey için) Cisim durumuna gelmek, tecessüm etmek.
cisimleş
me
* Cisimleş
mek durumu.
cisimleş
mek
* Cisim hâline gelmek, tecessüm etmek.
cismanî
* Cisimle, bedenle ilgili.
* Dinî bir inanı
ş
la ilgili düş
üncelere bağlıolmayarak, yalnı
z maddî temellere dayanan, ruhanî karş
ı
tı
.
cismanîlik
* Maddîlik.
cismen
civan
civanı
m!
* Cisim olarak, vücutça, bedence.
* Yakı
ş
ı
klıgenç erkek veya genç kadı
n.
* Genç ve yakı
ş
ı
klı
olan.
* bir sevgi sesleniş
i.
civankaş
ı
* Bir tür nakı
şve iş
leme.
civanmert
* Mert yaradı
lı
ş
lı
, yüce gönüllü, yiğit.
civanmertlik
* Civanmert olma durumu.
civanperçemi
* Birleş
ikgillerden, birçok türleri olan bir kı
r bitkisi, kandil çiçeğ
i (Achillea millefolium).
civar
* Yöre, yakı
n yer, dolay.
civciv
* Kümes hayvanları
nı
n yumurtadan yeni çı
kmı
şyavrusu.
civcivli
civcivlik
civelek
civeleklik
* Gürültülü patı
rtı
lı
, telâş
lı
.
* Sekiz on haftalı
k oluncaya kadar civcivlerin bakı
mı
na ayrı
lan kümes.
* Canlı
, ne ş
eli ve sokulgan.
* Yeniçeri ocağı
na yeni girmişdelikanlı
.
* Civelek olma durumu.
ciyak ciyak
* Bkz. cı
yak cı
yak.
ciyaklama
* Cı
yaklama.
ciyaklamak
* Cı
yaklamak.
cizvit
*İ
sa Derneğ
i denilen bir Hristiyan derneğ
inin üyesi.
cizye
Cl
* Müslüman devletlerde Müslüman olmayanlardan alı
nan bir çeş
it vergi.
* Klor`un kı
saltması
.
Co
* Kobalt`ı
n kı
saltması
.
coğ
rafî
* Coğ
rafya ile ilgili.
coğ
rafî durum
* Bir yerin çevresi ile ilgisinin tespiti veya görünümü.
coğ
rafik
* Coğ
rafî.
coğ
rafya
* Yeryüzünü fizikî, ekonomik, beş
erî, siyasî, yönlerden inceleyen bilim.
* Bir yeryüzü parçası
nı
, bir bölgeyi, bir ülkeyi belirleyen, niteleyen, fizikî, ekonomik, beş
erî, siyasî
gerçekliklerin tümü.
coğ
rafyacı
* Coğ
rafya araş
tı
rmalarıyapan kimse.
* Coğ
rafya öğ
retmeni.
coğ
rafyacı
lı
k
* Coğ
rafyacıolma durumu veya coğ
rafyacı
nı
n mesleğ
i.
cokey
* Yarı
şatları
na binen, yetenekleri bu amaca göre geliş
tirilmişkimse.
cokeylik
* Cokeyin yaptı
ğıiş
.
conta
* Geçirmezliğ
i sağ
lamak için, sı
kı
ş
tı
rı
lmı
şiki yüzey arası
na yerleş
tirilmiş
, genellikle kauçuk ve kurş
undan
yapı
lan ince parça.
contalama
* Contalamak iş
i.
contalamak
* Conta koymak veya yerleş
tirmek.
cop
* Kalı
n kı
sa değnek.
* Polislerin kullandı
ğ
ıaraç veya lâstik sopa.
coplama
* Coplamak iş
i.
coplamak
* Copla vurmak, copla dövmek.
coplanma
* Coplanmak iş
i.
coplanmak
* Copla dövülmek.
coplatma
* Coplatmak iş
i.
coplatmak
* Coplamak iş
ini yaptı
rmak.
corum
* Balı
k akı
nı
.
* Uskumruları
n büyük balı
klardan korkarak kı
yı
ya sı
ğ
ı
nmasıdurumu.
coş
ku
* Genellikle büyük bir istekle ortaya çı
kan geçici hayranlı
k veya heyecan durumu.
* Sevinç gösterileriyle beliren güçlü heyecan.
* Salgıbezleri ve dinamik etkinliklerle kendine özgü iliş
kileri bulunan iç veya dı
şuyaranları
n kamçı
ladı
ğı
güçlü duygu durumu.
* Bir düş
ünceyle, bir duyguyla dolarak yücelme; ruhun kendini aş
ı
p yücelmesi, heyecan.
coş
kulanma
* Coş
kulanmak iş
i.
coş
kulanmak
* Coş
kulu duruma gelmek.
coş
kulu
* Coş
kusu olan.
coş
kun
* Coş
muşolan.
coş
kunca
* Coş
kun (bir biçimde).
coş
kunlaş
ma
* Coş
kunlaş
mak iş
i.
coş
kunlaş
mak
* Coş
kun bir duruma gelmek.
coş
kunluk
* Coş
kun olma durumu veya coş
kunca yapı
lan iş
.
coş
ma
coş
mak
coş
turma
* Coş
mak iş
i, galeyan.
* Duygu ve düş
ünceleri güçlü bir tepki ile dı
ş
arı
vurmak, galeyan etmek.
* (doğa olayları
ndan herhangi biri) Birdenbire çoğalı
p hı
zlanmak.
* Coş
turmak iş
i.
coş
turmak
* Coş
ması
nısağ
lamak, coş
ması
na yol açmak.
coş
turucu
* Coş
turan.
coş
turuculuk
* Coş
turucu olma durumu.
coş
turulma
* Coş
turulmak iş
ine konu olmak.
coş
turulmak
* Coş
mak iş
i yaptı
rı
lmak.
coş
untu
cömert
* Coş
ku, heyecanlıdavranı
ş
.
* Para ve malı
nıesirgemeden veren, eli açı
k, selek, semih.
* Verimli.
cömert davranmak
* sakı
nmadan, esirgemeden bol bol vermek.
cömertçe
* Cömert bir biçimde, sakı
nmadan, bol bol.
cömertleş
me
* Cömertleş
mek iş
i.
cömertleş
mek
* Cömertçe davranmak.
cömertlik
* El açı
klı
ğ
ı
, verimlilik, semahat, mürüvvet.
cönk
* Büyük yelkenli gemi.
* Saz ş
airlerinin, kendilerinin veya baş
kaları
nı
nş
iirlerini derledikleri, uzunlaması
na açı
lan, deri kaplıdefter.
Cr
* Krom'un kı
saltması
.
crescendo
* Çalgı
lar giderek daha yüksek ses verecek biçimde çalı
nma durumu.
Cs
Cu
* Sezyum'un kı
saltması
.
* Bakı
r'ı
n kı
saltması
.
-cu
* Bkz. -cı
/ -ci.
cudam
cuk
-cuk
* Beceriksiz, güçsüz, görgüsüz kimse.
* Bkz. aş
ağ
ıcuk oturmak.
* Bkz. -cı
k / -cik.
cukka
* Hayvan ve insan memesi.
cukkayıyutmak
* oyunda ütülmek.
-cul
* Bkz. cı
l /-cı
l.
cuma
* Haftanı
n altı
ncıgünü, perş
embe ile cumartesi arası
ndaki gün.
* Cuma namazı
.
cuma gecesi
* Perş
embeyi cumaya bağlayan gece.
cuma namazı
* Cuma günü öğ
len ibadetinde cemaatle kı
lı
nan namaz.
cumartesi
* Haftanı
n yedinci günü, cuma ile pazar arası
ndaki gün.
cumartesi kibarıgibi süslenmek
* özentili fakat zevksiz süslenmek.
cumba
* Yapı
ları
n üst katları
nda, ana duvarları
n dı
ş
ı
na, sokağa doğ
ru çı
kı
ntıyapmı
şbalkon.
* Eski evlerde pencere hizası
ndan sokağ
a doğru çı
kı
ntı
sıolan kafesli bölüm.
cumbadak
* Suya düş
en bir cismin çı
kardı
ğ
ısesi anlatmak için düş
mek fiiliyle birlikte kullanı
lı
r.
cumbalak
* Takla.
cumbalama
* Cumbalamak iş
i.
cumbalamak
* Bir parçanı
n dar kenarı
ndaki testere izi veya benzeri girinti ve çı
kı
ntı
larıdüzeltmek.
cumbalatma
* Cumbalatmak iş
i.
cumbalatmak
* Cumbalamak iş
ini yaptı
rmak.
cumbalı
* Cumbasıolan (yapı
).
cumbası
z
* Cumbasıolmayan (yapı
).
cumbul cumbul
* Aş
ı
rıölçüde içilmişiçkinin veya yenmişsulu yemeğ
in vücutta çı
kardı
ğı
sesi anlatı
r.
cumbuldama
* Cumbuldamak iş
i.
cumbuldamak
* Bir kabı
n içinde çalkalanı
p ses çı
karmak.
cumbuldatma
* Cumbuldatmak iş
i.
cumbuldatmak
* (bir sı
vıiçin) Bir kabı
n içinde çalkalamak.
cumburdama
* Cumburdamak durumu.
cumburdamak
* Cumburtu sesi çı
karmak.
cumburlop
* Ağı
r bir cismin suya düş
tüğü zaman çı
kardı
ğ
ısesi anlatmak için kullanı
lı
r.
cumburtu
* Suya düş
en ağı
r bir cismin veya çalkalanan suyun çı
kardı
ğ
ıses.
cumhur
* Halk.
* Topluluk.
cumhur cemaat
* Cümbür cemaat.
cumhura muhalefet kuvveihatadandı
r
* halkı
n tuttuğ
u bir davaya karş
ıçı
kı
lmaz.
cumhurbaş
kanı
* Cumhuriyetle yönetilen ülkelerde devlet baş
kanı
, reisicumhur.
cumhurbaş
kanlı
ğ
ı
* Cumhurbaş
kanıolma durumu.
* Cumhurbaş
kanı
nı
n makamı
.
cumhurca
* Toplu olarak, hep birlikte.
cumhuriyet
* Milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği millet vekilleri aracı
lı
ğ
ıile
kullandı
ğ
ıdevlet biçimi.
Cumhuriyet Bayramı
* 29 Ekim 1923'te kurulan Cumhuriyeti kutlamak üzere yasayla kabul edilmişolan resmî bayram.
cumhuriyetçi
* Cumhuriyet yanlı
sıolan kimse.
cumhuriyetçilik
* Cumhuriyet yanlı
sıolma durumu.
cumhuriyetperver
* Cumhuriyetçi, cumhuriyet yanlı
sı
.
cumhurreisi
* Bkz. cumhurbaş
kanı
.
cunda
cunta
cuntacı
* Yatay serenlerin her iki baş
ı
.
* Bir ülkede yönetime el koyan kimselerden oluş
an kurul.
* Cunta üyesi.
cup
* Suya düş
en bir ş
eyin çı
kardı
ğı
sesi anlatmak için kullanı
lı
r.
cuppadak
* Cumbadak.
cura
* Tezene ile çalı
nan iki veya üç telli halk sazı
.
* Bir çeş
it küçük atmaca.
* Ufak tefek, geliş
memiş
.
cura zurna
* Bir çeş
it küçük zurna.
curacı
* Cura yapan veya çalan kimse.
curcuna
* Gürültülü, karı
ş
ı
k durum.
* Alaturka müzikte hı
zlıbir usul.
curcunalı
* Curcuna içinde olan (yer, ses, hava).
curcunaya çevirmek, döndürmek (veya curcunaya vermek)
* ortalı
ğıkarı
ş
ı
k, gürültülü duruma sokmak.
curnal
* Bkz. jurnal.
curnata
* Bı
ldı
rcı
n sökünü.
cuş
iş
-cü
* Coş
kunluk, coş
ma.
* Bkz. -cı
/ -ci.
cübbe
* Hukukçuları
n, üniversitede belli bir aş
amaya ulaş
mı
şbilim adamları
nı
n elbise üstüne giydikleri uzun,
yanlarıgeniş
, düğmesiz giysi.
cübbe gibi
* çok genişve uzun (giysi).
cübbeci
* Cübbe yapan ve satan kimse.
cübbeli
cüce
* Cübbe giymişolan.
* Boyu, normalden çok daha kı
sa olan (kimse).
* Geliş
memiş
.
cüceleş
me
* Cüceleş
mek durumu.
cüceleş
mek
* Cüce durumuna gelmek.
cücelik
* Cüce olma durumu.
cücük
* Filiz, tomurcuk.
* Kümes hayvanları
nı
n yavrusu, civciv.
* Kuşyavrusu.
* Soğan, marul gibi katmerli bitkilerin en iç bölümü.
* Bir ş
eyin küçüğü veya onu andı
ran bir parçası
.
cücüklenme
* Cücüklenmek iş
i.
cücüklenmek
* Filizlenmek.
cücükleş
me
* Cücükleş
mek durumu.
cücükleş
mek
* Filizlenme durumu almak.
cüda
* (yurt, baba ocağ
ıgibi çok sevilen ş
eylerden) Ayrı
lmı
şolan, uzak kalmı
şolan.
cüda etmek
* ayı
rmak.
cühelâ
-cük
* Bilgisizler, cahiller.
* Bkz. -cı
k /-cik.
-cül
* Bkz. -cı
l /-cil.
cülûs
cülûsiye
* Hükûmdarlı
k tahtı
na çı
kma, tahta oturma.
* Hükümdarları
n cülûs törenlerinde dağı
ttı
ğ
ıbahş
iş
.
* Şairlerin tahta çı
kan padiş
ah için yazdı
ğ
ış
iir.
cümbür cemaat
* Toplu olarak, hepsi birden, cumhur cemaat.
cümbüş
* Eğ
lenti.
* Maden gövdeli, tambura benzer bir saz.
* Canlı
lı
k, coş
ku.
cümbüşyapmak
* toplu hâlde eğ
lenmek.
cümbüş
çü
* Cümbüşçalan (kimse).
cümbüş
lü
* Eğ
lentili, hareketli.
cümle
* Dizge, sistem.
* Bir yargıbildirmek için tek baş
ı
na çekimli bir fiil veya çekimli bir fiille kullanı
lan kelimeler dizisi, tümce.
* Bütün, hep, herkes.
cümle âlem
* Herkes.
cümle bilgisi
* Bir cümleyi oluş
turan kelime ve kelime gruplarıarası
ndaki iliş
kiyi inceleyen ve sı
nı
flamalar yapan, dil
bilgisinin ana bölümlerinden biri, tümce bilgisi, söz dizimi.
cümle kapı
sı
* Yapı
larda ana kapı
.
cümlecik
* Önerme.
* Küçük cümle.
cümlenin ögeleri
* cümlenin kuruluş
unda baş
lı
ca görevleri yüklenmişolan kelimeler, özne, tümleç, yüklem.
cümlesi
cümleten
* Hepsi.
* Hep birden.
cümudiye
* Buzul.
cünha
* Cürüm derecesindeki suç, kabahatten ağ
ı
r ve cinayetten hafif olan suç.
cünun
cünüp
cünüplük
* Delilik.
* Cinsel iliş
kiden sonra, dinin buyurduğ
u biçimde henüz yı
kanmadı
ğı
için temiz sayı
lmayan (kimse), cenabet.
* Cünüp olma durumu.
cüppe
* Bkz. cübbe.
cür'et
* Yüreklilik, ataklı
k, cesaret.
* Düş
üncesizce, saygı
yıaş
an davranı
ş
.
cür'et etmek
* ataklı
k etmek, yüreklilikle davranmak.
cür'etkâr
* Atak, cür'etli.
cür'etkârlı
k
* Cür'etkâr olma durumu.
cür'etlenme
* Cür'etlenmek durumu.
cür'etlenmek
* Cür'etli davranmak.
cür'etli
* Cür'eti olan.
cür'etsiz
* Cür'eti olmayan.
cürmümeş
hut
* Suçüstü.
cürmümeş
hut hâlinde
* suçu iş
lerken, suç üstü yakalanmak.
cüruf
* Maden posası
, demir boku, dı
ş
kı
.
* Kaloriferlerden çı
kan yanmı
şkömür artı
ğı
.
cürüm
* Suç.
* Yanlı
ş
lı
k, kusur veya hatadan doğ
an durum.
cüsse
*İ
nsan gövdesi.
cüsseli
cüssesiz
cüz
cüzam
*İ
ri yapı
lı
, iri gövdeli, iri yarı(insan).
*İ
nce yapı
lı
, ufak tefek, güçsüz.
* Bir bütünü oluş
turan bölümlerden her biri.
* Kur'an`ı
n bölünmüşolduğ
u otuz parçadan her biri.
* Bası
lıeserlerin ayrıbir kapak içinde satı
ş
a çı
karı
lan bir veya birkaç formalı
k bölümü, fasikül.
* Hansen basilinin sebep olduğu deri hastalı
ğ
ı
.
cüzamlı
* Cüzam hastalı
ğ
ı
na tutulmuşolan.
cüzdan
* Cebe girecek büyüklükte, para ve kâğı
t koymaya yarar küçük çanta.
* Bir kimsenin kimliğini bildirmek için resmî bir yerden kendisine verilen, cep defteri biçimindeki belge.
cüz'î
* Az, azı
cı
k, pek az.
* Tikel.
-ç
* Küçültme eki.
çÇ
* Türk alfabesinin dördüncü harfi. Çe adıverilen bu harf, ses bilimi bakı
mı
ndan ötümsüz, katı
ş
ı
k, diş- diş
eti ünsüzünü gösterir.
çç
-ça / -çe
-ça / -çe
* Türk alfabesinin dördüncü harfi.
* Bkz. -ca / -ce (I).
* Bkz. -ca / -ce (II).
çaba
* Herhangi bir iş
i yapmak için ortaya konan güç, zorlu, sürekli çalı
ş
ma, ceht.
çaba göstermek
* bir iş
i baş
armak için çalı
ş
mak, uğraş
mak.
çaba harcamak
* bir iş
i yapabilmek için elden gelen bütün gücü kullanmak.
çabalama
* Çabalamak iş
i.
çabalama kaptan ben gidemem
* bu iş
i yapacak güçte değ
ilim, zorlamanı
n yararıyok.
çabalamak
* Güç bir durumdan kurtulmaya uğ
raş
mak.
* Bir iş
i baş
armak için uğ
raş
mak.
çabalanma
* Çabalanmak iş
i.
çabalanmak
* Çabalamak iş
i yapı
lmak.
çabalayı
ş
* Çabalamak iş
i veya biçimi.
çabucacı
k
* Çabucak, sür'atle.
çabucak
çabuk
* Çok çabuk, vakit geçirmeden, çabucacı
k, hı
zla, sür'atle.
* Kı
sa sürede ve kolaylı
kla.
* Alı
ş
ı
landan veya gösterilenden daha kı
sa bir zamanda, tez, yavaşkarş
ı
tı
.
* Hı
zlı
.
* Acele et, oyalanma" anlamı
nda.
çabuk çabuk
* Çabuk olarak, ivedilikle.
çabuk ol (veya çabuk)
* çabuk davran, çabuk işgör, oyalanma!.
çabuk parlayan çabuk söner
* olağ
an sayı
lmayacak kadar kı
sa bir zamanda olan bir geliş
menin sürekli olamayacağı
nıanlatı
r.
çabukça
* Çabucacı
k, oldukça çabuk.
çabuklaş
ma
* Çabuklaş
mak iş
i.
çabuklaş
mak
* Çabukluk kazanmak, hı
zlanmak.
çabuklaş
tı
rı
lma
* Çabuklaş
tı
rı
lmak iş
i.
çabuklaş
tı
rı
lmak
* Çabuklaş
mak iş
i yaptı
rı
lmak.
çabuklaş
tı
rma
* Çabuklaş
tı
rmak iş
i, tacil.
çabuklaş
tı
rmak
* Bir iş
e çabukluk vermek, tesri etmek.
çabukluk
çaça
* Çabuk olma durumu hı
z, sür'at.
* (ticaret gemilerinde) Eski ve usta gemici.
* Genel ev iş
leten kadı
n, mama.
çaça balı
ğı
* Hamsigillerden küçük bir balı
k (Clupea sprattus).
çaçaça
* Meksika'dan yayı
lmı
ş
, hareketli, modern bir dans.
çaçaron
* Karş
ı
sı
ndakini susturacak biçimde ve çok konuş
an, çenesi kuvvetli, geveze.
çaçaronca
* Çaçarona yakı
ş
ı
r (bir biçimde).
çaçaronluk
* Çaçaron olma durumu veya çaçaronca davranı
ş
.
çadı
r
* Keçe, deri, kı
l dokuma veya sı
k dokunmuşkalı
n bezden yapı
larak direklerle tutturulan, taş
ı
nabilir barı
nak,
çerge, oba, otağ.
* Gölgelik olarak kullanı
lan tente veya ş
emsiye.
çadı
r ağ
ı
rş
ağ
ı
* Çadı
rı
n direk baş
lı
ğ
ı
.
çadı
r bezi
* Pamuk veya ketenden dokunmuşkalı
n, sı
k bir tür bez.
çadı
r çanağı
* Çadı
r direğ
inin ucunda, çadı
r bezini tutmaya yarayan oyuk ağ
aç.
çadı
r çatı
* Orta noktadan baş
layarak dört tarafa bakan yüzeyi bulunan ve kare piramit biçimindeki çatı
.
çadı
r çiçeğ
i
* Nilüfergillerden, Çin ve Amerika ı
rmakları
nda yetiş
en, büyük yapraklı
, pembe ve beyaz çiçekli bir bitki
(Euryaleferox).
çadı
r devlet
* Göçebe boy ve aş
iretlerden oluş
an devlet.
çadı
r direğ
i
* Çadı
rı
n düzgün ve gergin kurularak çökmemesini sağlayan orta direk.
çadı
r kurmak
* çadı
rıiçinde oturulabilecek bir duruma getirmek.
çadı
r tiyatrosu
* Oyunları
nıve diğ
er gösterilerini çok büyük bir çadı
r içinde halka sunan gezici tiyatro veya gösteri grubu.
çadı
r uş
ağı
* Maydanozgillerden, öz suyu hekimlikte kullanı
lan bir bitki (Dorema ammoniacum).
çadı
r yı
kmak
* kurulu olan çadı
rları
söküp toplamak.
çadı
rcı
* Çadı
r yapan veya satan kimse.
çadı
rcı
lı
k
* Çadı
r yapma veya satma iş
i.
çadı
rlı
* Çadı
rı
olan.
* Çadı
ra yerleş
mişolan.
çadı
rlı
ordugâh
* Çadı
rlarda barı
ndı
rı
lan askerî güç.
çağ
* Zaman parçası
, vakit.
* Hayatı
n çocukluk, gençlik gibi türlü dönemlerinden her biri, yaş
.
* Kendine özgü bir özellik taş
ı
yan zaman parçası
, dönem, devir.
* Tarihin ayrı
ldı
ğ
ıdört büyük bölümden her biri, kurun.
* Bir ş
eyin uygun, elveriş
li zamanı
.
* Bir katmanı
n oluş
tuğ
u süre.
çağaçmak
* herhangi bir bakı
mdan öncekilerden farklıolan yeni bir evrensel gidiş
e yol açmak.
çağdı
ş
ı
* Çağ
ı
n gerektirdiğ
iş
artları
n gerisinde kalmı
ş
, köhne.
* Askerliğ
e alı
nma çağı
dı
ş
ı
nda.
çağdı
ş
ıolmak (veya kalmak)
* yedek askerlik çağı
nıdoldurmuşolmak.
çağdı
ş
ı
lı
k
* Çağdı
ş
ıolma durumu.
çağ
a
çağ
anak
çağ
anoz
* Çocuk, bebek.
* Bkz. çalgıçağanak.
* Kabukluları
n ön ayaklı
lar alt takı
mı
ndan, eti için avlanan, pavuryaya benzer küçük su hayvanı
(Carcinus).
çağ
anoz gibi
* eğ
ri büğrü (kimse).
Çağ
atayca
* Adı
nı
Cengiz`in ikinci oğ
lu Çağatay`dan alan, Doğ
u Türkçesinin XV. yüzyı
lda oluş
an yazıdili.
çağ
cı
l
* (insan için) Çağ
ı
n yeniliklerini benimseyen, ona göre davranan, asrî, modern.
* Tekniğ
in, bilimin yeniliklerinden yararlanan, modern.
çağ
cı
llaş
ma
* Çağ
cı
llaş
mak iş
i, asrîleş
me, modernleş
me.
çağ
cı
llaş
mak
* Çağ
ı
n yeniliklerine uygun duruma gelmek, asrîleş
mek, modernleş
mek.
çağ
cı
llaş
tı
rma
* Çağ
cı
llaş
tı
rmak iş
i, modernleş
tirmek.
çağ
cı
llaş
tı
rmak
* Çağ
ı
n gereklerine uydurmak, asrîleş
tirmek, modernleş
tirmek.
çağ
cı
llı
k
* Çağ
cı
l olma durumu, asrîlik, modernlik.
çağ
daş
* Aynıçağda yaş
ayan, muası
r.
* Bulunulan çağ
ı
n anlayı
ş
ı
na, ş
artları
na uygun olan, modern, muası
r.
çağ
daş
laş
ma
* Çağ
daş
laş
mak iş
i, muası
rlaş
ma.
çağ
daş
laş
mak
* Çağ
ı
n tutumuna, anlayı
ş
ı
na, gereklerine uymak, muası
rlaş
mak.
çağ
daş
laş
tı
rma
* Çağ
daş
laş
tı
rmak iş
i.
çağ
daş
laş
tı
rmak
* Çağ
daş
laş
ması
na yol açmak.
çağ
daş
lı
k
* Çağ
daşolma durumu, modernlik.
çağ
ıgeçmek
* eskimek, dönemi veya modasıgeçmek.
çağ
ı
l çağı
l
* Çağ
ı
ldayarak akan suları
n sesini yansı
lar.
çağ
ı
ldama
* Çağ
ı
ldamak iş
i.
çağ
ı
ldamak
* Sular akarken taş
lara, kayalara çarparak ses çı
karmak.
çağ
ı
ldayı
ş
* Çağ
ı
ldamak iş
i veya biçimi.
çağ
ı
ltı
* Suyun, akarken taş
lara, kayalara çarparak çı
kardı
ğı
ses.
çağ
ı
ltı
lı
* Çağ
ı
ltı
sıolan.
çağ
ı
n gerisinde kalmak
* geliş
melere ve yeni düş
üncelere uyum sağ
layamamak, ayak uyduramamak.
çağ
ı
nıaş
mak
* düş
ünce, tutum ve davranı
ş
ları
yla bulunduğ
u çağ
dan daha ileride olmak.
çağ
ı
ra çağ
ı
ra
* Sürekli çağ
ı
rarak.
çağ
ı
rı
çağ
ı
rı
cı
çağ
ı
rı
lma
* Davetli.
* Çağ
ı
rıiş
ini yerine getiren kiş
i, davetçi.
* Sahnede oyuncularıtakdim eden kimse.
* Çağ
rı
lma.
çağ
ı
rı
lmak
* Çağ
rı
lmak.
çağ
ı
rı
m
çağ
ı
rı
ş
çağ
ı
rma
çağ
ı
rmak
çağ
ı
rtı
çağ
ı
rtkan
çağ
ı
rtma
* Çağ
ı
rma iş
i.
* Ruh çağı
rma sı
rası
nda seans.
* Çağ
ı
rmak iş
i veya biçimi.
* Çağ
ı
rmak iş
i.
* Birinin gelmesini kendisine yüksek sesle söylemek, seslenmek.
* Herhangi birinin bir yere gelmesini istemek, davet etmek.
* Binmek için bir araç istemek.
* (yüksek sesle) Şarkı
, türkü söylemek.
* Çağ
ı
rma sesi.
* Ötüş
üyle kendi türünden olan kuş
ları
n çevresine toplanmasıiçin avcı
ları
n yararlandı
ğı
kuş
, çı
ğ
ı
rtkan.
* Çağ
ı
rtmak iş
i.
çağ
ı
rtmaç
* Tellâl.
çağ
ı
rtmak
* Çağ
ı
rmak iş
ini yaptı
rmak.
çağ
la
çağ
lama
* Olmamı
ş
, ham yemiş
.
* Badem, kayı
sı
, erik gibi tek çekirdekli yemiş
lerin körpe iken yenilebilen ham ş
ekli.
* Çağ
lamak iş
i.
çağ
lamadan çatlamak
* gerekli olgunluğa eriş
meden olgun davranı
ş
larda bulunmak, büyüklük taslamak.
çağ
lamak
* (akarsu) Köpürerek ve ses çı
kararak coş
kun bir biçimde akmak.
* Coş
mak.
çağ
lar
* Çağ
layan.
çağ
layan
* Küçük bir akarsuyun, çok yüksek olmayan bir yerden dökülüp aktı
ğ
ıyer, küçük ş
elâle.
çağ
layı
k
* Yerden ses çı
kararak, gürültüyle kaynayarak çı
kan genellikle sı
cak su, kaynak.
çağ
layı
ş
çağ
ma
çağ
mak
* Çağ
lamak iş
i veya biçimi.
* Çağ
mak iş
i.
* (güneşı
ş
ı
ğı
) Vurmak.
çağ
nak
* Döl kesesini dolduran ve dölütü içinde bulunduran sı
vı
, amnios suyu.
çağ
rı
* Birinin bir yere gelmesini isteme, davet.
* Çağ
rı
cihazı
.
çağ
rıcihazı
* Telefon sistemi ve ağ
ıdüzeninde belli bir numara verilerek taş
ı
yanı
na kolayca ulaş
ı
lması
nıveya ona haber
bı
rakı
lması
nısağ
layan alet.
çağ
rınumarası
* Çağ
rı
cihazı
nı
n numarası
.
çağ
rı
cı
* Çağ
ı
rmak iş
ini yapan, çağı
rmak için giden kimse, davetçi.
* Bazıyerlere girmek isteyenleri sı
rasıgelince çağı
ran kimse, mübaş
ir.
çağ
rı
cı
lı
k
* Çağ
rı
cı
nı
n görevi.
çağ
rı
lı
* Bir toplantı
ya, bir yere veya birinin yanı
na çağrı
lmı
şkimse, davetli.
çağ
rı
lı
k
* Davet için yazı
lan kâğı
t, davetiye, okuntu.
çağ
rı
lı
ş
çağ
rı
lma
* Çağ
rı
lmak iş
i veya biçimi.
* Çağ
rı
lmak iş
i.
çağ
rı
lmak
* Çağ
ı
rmak iş
i yapı
lmak.
çağ
rı
m
* Yüksek bir sesin yetiş
ebileceğ
i kadar uzaklı
k.
çağ
rı
sı
z
* Çağ
rı
lmamı
şveya çağ
rı
lmayan kimse.
çağ
rı
ş
ı
m
* Bir düş
üncenin veya görüntünün, bir baş
kası
nıhatı
rlatması
.
* Davranı
ş
lar, düş
ünceler ve kavramlar arası
nda yer ve zaman birliğ
inin etkisiyle kurulan bağlantı
lar sonucu,
bilinç alanı
na bunlardan birisi girince ötekini de bilince çekmesi olayı
, tedaî.
çağ
rı
ş
ı
m yapmak
* çağ
rı
ş
tı
rmak.
çağ
rı
ş
ı
mcı
* Çağ
rı
ş
ı
mcı
lı
k doktrini taraftarıolan (kimse).
çağ
rı
ş
ı
mcı
lı
k
* Bütün bellek iş
lemlerini, aklı
n bütün ilkelerini, hatta bellek hayatı
nı
n hepsini, düş
üncelerin çağ
rı
ş
ı
mıile
açı
klamak isteyen doktrin.
çağ
rı
ş
ı
mlı
* Çağ
rı
ş
ı
mı
olan.
çağ
rı
ş
ı
msal
* Çağ
rı
ş
ı
mla ilgili.
çağ
rı
ş
ı
msı
z
* Çağ
rı
ş
ı
mı
olmayan.
çağ
rı
ş
ma
* Çağ
rı
ş
mak iş
i.
çağ
rı
ş
mak
* Birbirini çağı
rmak.
* Hep birden bağı
rarak yaygara etmek.
çağ
rı
ş
tı
rma
* Çağ
rı
ş
tı
rmak iş
i.
çağ
rı
ş
tı
rmak
* Bir çağ
rı
ş
ı
ma yol açmak.
* Akla getirmek, hatı
rlatmak, andı
rmak.
* Benzemek, andı
rmak.
-çak
çâk
*İ
simden isim yapma eki.
* Yı
rtı
k, yarı
k.
çâk çâk (olmak)
* çok yı
rtı
k, lime lime, parça parça (olmak).
çakal
* Et oburlardan, sürü durumunda yaş
ayan, kurttan küçük bir yaban hayvanı
(Canis aureus).
* Kurnaz, yalancı
, düzenci, aş
ağı
lı
k kimse.
* Titiz, huysuz, görgüsüz.
çakal armudu
* Yabanî armut, ahlat.
çakal eriğ
i
* Çok ekş
i, sert, iri çekirdekli bir erik türü (Prunus spinosa).
çakal yağmuru
* Güneşvarken yağan yağ
mur.
çakalboğ
an
* Kı
rlarda rastlanan bir bitki.
çakaloz
* Mermi olarak çakı
l taş
ıatan bir tür top veya bu topu kullanan topçu.
çakar
* Denizde, açı
ğa veya kı
yı
lara yerleş
tirilen, belirli aralı
klarla yanı
p sönen küçük fener.
* Uzunluğ
u iki yüz elli - üç yüz, geniş
liği on kulaç olan balı
k ağı
.
çakaralmaz
* Basit, ilkel çakmak.
*İ
lkel bir biçimde üretilmiş
.
*İ
ş
e yaramayacak durumda olan, bozuk.
* (kalitesiz) Tabanca.
çaker
* Kul, köle, cariye, yanaş
ma.
çakı
çakıgibi
çakı
cı
çakı
l
* Açı
lı
p kapanan bir veya birkaç ağ
ı
zlıküçük cep bı
çağı
.
* Bkz. deniz çakı
sı
.
* canlıve atik.
* Bı
çakçı
.
* Küçük veya orta boyda taşparçası
, çakı
l taş
ı
.
çakı
l çukul
* Karı
ş
ı
k biçimde, ne dediği belli olmaksı
zı
n.
çakı
l kuş
u
* Yağmur kuş
ugiller familyası
ndan kuzey bölgelerde yaş
ayan sı
cak aylarda güneye geçen göçmen kuş
(Crocethia alba).
çakı
l taş
ı
* Deniz kı
yı
ları
nda veya derelerde suyun aş
ı
ndı
rması
ile sivrilikleri kaybolmuş
, toparlak veya badem
biçiminde ufak bir taştürü.
çakı
l yol
* Çakı
l taş
larıile döş
enmişyol.
çakı
ldak
* Bir çarkı
n yalnı
z bir yöne doğ
ru iş
lemesine yol verip tersine dönmesini önleyen veya değ
irmen, su dolabı
gibi birtakı
m makinelerin iş
leyiş
ini çı
kardı
ğı
sesle kontrole yarayan parça.
* Elde çevrildikçe gürültülü ses çı
karan, değ
irmi biçiminde bir çocuk oyuncağı
.
* Koyunları
n kuyruklarıaltı
ndaki kı
llara yapı
ş
ı
p kuruyan pislik.
çakı
ldama
* Çakı
ldamak iş
i.
çakı
ldamak
* Sürtünen, yuvarlanan çakı
l taş
larıgibi ses çı
karmak.
çakı
ldatma
* Çakı
ldatmak iş
i.
çakı
ldatmak
* Çakı
ldamak iş
ini yaptı
rmak.
çakı
lı
* Çivi, kazı
k gibi bir ş
eyle tutturulmuş
.
* Çakı
lmı
şbir ş
eye bağlı
.
* Yeri değ
iş
mez, sabit.
çakı
lıkalmak
* bir yerde değiş
meden durmak.
çakı
lı
p kalmak
* bir yerde uzun süre hareketsiz kalmak.
çakı
llı
* Çakı
lıolan.
çakı
llı
k
* Çakı
l döş
enmişveya birikmişyer.
çakı
lma
çakı
lmak
çakı
ltı
çakı
m
çakı
n
çakı
ntı
* Çakı
lmak iş
i.
* Çakmak iş
ine konu olmak.
* Hı
zla düş
üp saplanmak.
* Ortaya çı
kmak, farkı
na varı
lmak, anlaş
ı
lmak.
* Çakı
l taş
ları
nı
n ve onlara benzer ş
eylerin kı
mı
ldatı
lı
nca çı
kardı
kları
ses.
* Şimş
ek, çakı
n.
* Kı
vı
lcı
m, ş
erare.
* Bkz. çakı
m.
* Şimş
ek çakması
, parlaması
.
* Anî buluş
, düş
ünce, beklenmeyen söz veya davranı
ş
.
çakı
ntı
lı
* Çakı
ntı
sıolan.
çakı
ntı
sı
z
* Çakı
ntı
sıolmayan.
çakı
r
çakı
r
* (göz için) Açı
k mavi, hareli elâ.
* Çakı
rdoğan.
* Şarap.
çakı
r ayaz
* Açı
k ama çok soğuk hava.
çakı
r çukur
* Çak çuk diye ses çı
kararak.
* Girintili çı
kı
ntı
lı
, pürüzlü yüzey.
çakı
r pençe
* Tuttuğunu koparan, giriş
tiği veya ele aldı
ğıher iş
i baş
aran, becerikli (kimse).
çakı
r pençelik
* Tuttuğunu koparma, becerikli olma durumu.
çakı
rcı
* Kuşavı
nda çakı
rdoğanıtutan kimse.
çakı
rcı
lı
k
* Çakı
rcı
nı
n iş
i ve mesleğ
i.
çakı
rdiken
* Maydanozgillerden, hekimlikte kullanı
lan bir bitki, deve elması(Arctium tomentosum).
çakı
rdikenlik
* Çakı
r dikeni bol olan yer.
çakı
rdoğ
an
* Yı
rtı
cıkuş
lardan bir doğ
an çeş
idi, toğ
rul (Accipiter gentilis).
çakı
rkanat
* Kanatları
mavi hareli bir ördek çeş
idi (Anas crecca).
çakı
rkeyf
* Yarısarhoş
.
çakı
rkeyif
* Bkz. çakı
rkeyf.
çakı
rlaş
ma
* Çakı
rlaş
mak durumu.
çakı
rlaş
mak
* Çakı
rkeyf olmaya baş
lamak.
* Olgunlaş
maya yüz tutmak.
çakı
sı
z
* Çakı
sıolmayan.
çakı
ş
çakı
ş
ı
k
çakı
ş
ma
* Çakmak iş
i veya biçimi.
* Çakı
ş
mı
şolan.
* Çakı
ş
mak iş
i.
çakı
ş
mak
* Birbirine geçip kenetlenmek; takı
lmak.
* Söz yarı
ş
ı
etmek.
* Doğru, açı
, yüzey gibi geometrik biçimler üst üste konuldukları
nda birbirini bütünüyle örterek eş
it olmak.
* Aynızaman dilimi içinde bulunmak.
çakı
ş
malı
* Birbirine eş
it ş
ekiller.
çakı
ş
tı
rma
* Çakı
ş
tı
rmak iş
i.
çakı
ş
tı
rmak
* Çakı
ş
mak iş
ini yaptı
rmak.
*İ
çki içip keyfetmek.
çakma
* Çakmak iş
i.
* Vurup çakarak yapı
lmı
şkuyumcu iş
i, çukurlusuna diş
i çakma, kabartmalı
sı
na da erkek çakma denir.
* Bu iş
te kullanı
lan kuyumcu kalı
bı
.
* Deri hastalı
ğ
ı
, yara, çı
ban.
çakma kapı
* Genellikle iki kuş
ak üzerine tahtaları
n çivi ile tutturulmasıyöntemiyle yapı
lan basit kapı
.
çakmacı
* Çakma iş
ini yapan kimse.
çakmak
çakmak
çakmak
* Taş
a vurulup kı
vı
lcı
m çı
karı
lan çelik parçası
.
* Çelik, taş
, cam, plâstik vb. maddeden yapı
lmı
şgaz veya benzinle dolu tutuş
turma aleti.
* Tabanca veya tüfeklerde bulunan tetik düzeni.
* Kuruyunca kalı
n kabuk bağ
layan kabarcı
klarla beliren ve genellikle yüzde çı
kan bir deri hastalı
ğ
ı
.
* Vurarak sokup yerleş
tirmek.
* Çivi ile tutturmak.
* Kazı
k çakı
p hayvan bağlamak.
* Kabul edilmeyecek bir ş
eyi kurnazlı
kla kabul ettirmek.
* Vurmak.
* Bir ş
eyi baş
ka bir ş
eye sürtmek, vurmak veya çarpmak.
* Sezinlemek, anlamak, farkı
na varmak.
*İ
çki içmek.
* Saplamak.
* Anlamak, bilmek.
* Parı
ldamak, ı
ş
ı
k vermek.
çakmak çakmak
* ateşyakabilmek için çakmağıtutuş
turmak.
çakmak çakmak
* (gözler için) Parlar durumda, alev alev.
çakmak taş
ı
* Demir veya çeliğ
e sürtüldüğ
ünde kı
vı
lcı
m çı
kartan bir tür kuvars.
* Düvenlerin altı
na çakı
lan küçük ve kesici taş
.
çakmakçı
* Çakmak yapan veya satan kimse.
* Tüfek ve tabanca çakmakları
nıyapan ve onaran kimse.
çakmakçı
lı
k
* Çakmak yapı
p satma iş
i.
çakmaklaş
ma
* Çakmaklaş
mak durumu.
çakmaklaş
mak
* (göz) Çakmak çakmak olmak, kı
zarmak ve iyice açı
lmak.
çakmaklı
* Çakmak taş
ıve zemberekle ateşalan eski zaman tüfeği.
çakmaklı
k
* Çakmakta kullanı
lacak olan.
*İ
çine çakmak konulan koruyucu malzeme.
çakmaksı
z
* Çakmağıolmayan.
* Eski, kullanı
lmaz tabanca veya tüfek.
* Kibrit.
çakozlama
* Çakozlamak durumu.
çakozlamak
* Uygunsuz bir durumu fark etmek.
çakş
ı
r
çakş
ı
rlı
çakş
ı
rsı
z
* Paça bölümü diz üstünde veya diz altı
nda kalan bir tür erkek ş
alvarı
.
* Kuş
ları
n ayağı
nda bulunan ve süs gibi görünen tüy.
* Çakş
ı
r giymiş
.
* Ayaklarıtüylü, paçalı(güvercin) veya baş
ka (kuş
).
* Çakş
ı
rıolmayan.
çaktı
rı
lma
* Çaktı
rı
lmak iş
i.
çaktı
rı
lmak
* Çaktı
rmak iş
i yapı
lmak.
çaktı
rı
ş
çaktı
rma
* Çaktı
rmak iş
i veya biçimi.
* Çaktı
rmak iş
i veya durumu.
çaktı
rmadan
* Belli etmeden, gizlice, sezdirmeden.
çaktı
rmak
* Çakmak iş
ini yaptı
rmak.
* Birinin bir ş
eyi sezmesini sağ
lamak.
çal
* Taş
lı
k yer, çı
plak tepe.
çala
* Belli isimlerden önce gelerek fiile bağlanı
r ve isimle ilgili bir çabukluk, süreklilik, dikkatsizlik anlamıkatar.
çala kalem
* Geliş
igüzel, durmadan yazarak.
çala kamçı
* Durmadan kamçı
layarak.
çala kaş
ı
k
* Soluk almadan yiyerek.
çala kı
lı
ç
* Durmadan kı
lı
ç sallayarak.
çala kürek
* Sürekli kürek çekerek.
çala paça
* Zorla yürüterek, sürükleye sürükleye.
çalacak
çalâk
* Yoğurt mayası
.
* Eline ayağ
ı
na çabuk, atik, çevik.
Çalap
* Tanrı
.
çalar
çalar saat
çalarma
* Farklı
lı
k veya anlam inceliği, nüans.
* Ayarlanı
ş
ı
na göre istenilen zamanda çalan saat.
* Çalarmak iş
i.
çalarmak
* Ekinler veya meyveler olmağa yüz tutmak.
çalçene
* Durup dinlenmeden konuş
an, çenesi düş
ük.
çalçenelik
* Çalçene olma durumu.
çaldı
rı
lma
* Çaldı
rı
lmak iş
i.
çaldı
rı
lmak
* Çalmak iş
i yaptı
rı
lmak.
* Hı
rsı
za kaptı
rı
lmak.
çaldı
rı
ş
* Çaldı
rmak iş
i veya biçimi.
çaldı
rma
* Çaldı
rmak iş
i.
çaldı
rmak
* Çalmak iş
ini yaptı
rmak.
* Hı
rsı
za kaptı
rmak.
çalgı
çalgıaleti
* Müzik aleti, enstrüman.
* Çalgı
çalma, müzik.
* Müzik topluluğ
u.
* Müzik yapmak için kullanı
lan araç, enstrüman.
çalgıçağanak
* Çalgı
, neş
e ve gürültü olduğ
u hâlde.
çalgıçalmak
* bir müzik aletini seslendirmek.
çalgıorağ
ı
* Tı
rpan.
çalgı
cı
* Çalgı
çalmayıkendine meslek edinmişkimse.
çalgı
cıböcek
* Yaklaş
ı
k 5 mm boyunda, baş
ısert bir kabukla örtülü, kahverengi veya siyah, zararlı
böcek.
çalgı
cıotu
* Turpgillerden, kurak yerlerde yetiş
en bir bitki cinsi (Sisymbrium).
çalgı
cı
lı
k
çalgı
ç
mı
zrap.
* Çalgı
cı
nı
n iş
i.
* Bazıçalgı
ları
n tellerine vurmaya yarar kuştüyü, kemik, boynuz gibi ş
eylerden yapı
lmı
şçalma aracı
, tezene,
* Bahçe süpürgesi, çalkı
.
çalgı
hane
* Müzik evi, çalgı
lılokanta veya eğlence yeri.
çalgı
lı
*İ
çinde çalgıçalı
nan.
* Çalgı
çalı
narak yapı
lan.
çalgı
lıçağ
anaklı
* Eğ
lenceli, ş
arkı
lı
, çalgı
lı
, gürültülü patı
rtı
lı
, neş
eli.
çalgı
n
* Sı
cak veya soğuktan geliş
emeyerek cı
lı
z kalan ekin.
* Uzun zaman bakı
r kapta kalan tadıbozulmuşyemek, çalı
k.
* Kötürüm, inmeli, sakat.
çalgı
sı
z
* Çalgı
sıolmayan.
çalı
* Böğ
ürtlen, ahu dudu gibi ağaççı
ktan küçük, dallarıçok çatallı
ve saplarıodunsu bitki.
çalıbülbülü
* Serçegillerden, güzel öten, küçük bir kuş
, ötleğ
en (Sylvia communis).
çalıçı
rpı
* Kolayca ateşyakmaya yarayan ince ve kuru ağaç dalı
, kuru ot gibi ş
eyler.
çalıdikeni
* Bkz. karaçalı
.
çalıfasulyesi
* Kı
lçı
klıbir çeş
it fasulye.
çalıgibi
* sı
k ve sert (saç, sakal).
çalıhorozu
* Tavukgillerden, eti beğ
enilen bir yaban kuş
u (Tetraourogallus).
çalıidi, çı
rpıidi, evim idi ya, ayı
idi uyu idi, kocam idi ya
* her ne kadar evim derme çatma, kocam kaba saba idiyse de, bir düzen kurmuş
, yaş
ayı
p gidiyordum.
çalıkakı
cı
* Eş
kı
ya bozuntusu.
çalıkuş
u
* Serçegillerden, baş
ıkoyu kı
rmı
zı
, gövdesine doğ
ru rengi açı
lan, çalı
lı
k yerleri seven ötücü bir kuş
(Troglodytes).
çalıkuş
ugiller
* Çalıkuş
u benzeri türleri içine alan kuş
lar familyası
.
çalısüpürgesi
* Kı
rmı
zı
çiçekleri olan ve süpürge yapı
mı
nda kullanı
lan bir bitki.
çalı
k
* Çarpı
k.
* Verev kesilmiş
.
* Tabiî olmaktan uzaklaş
mı
ş
, kendi renginden olmayan.
* Yan yan giden.
* Adıdefterden silinmiş
.
* Yüzünde çı
ban veya yara yeri olan.
* Çı
ban yeri.
* Koyunlarda çiçek hastalı
ğ
ı
.
* Çalgı
n.
çalı
k kavak
* Dallarısepetçilikte kullanı
lan bir kavak türü, sepetçi kavağı
.
çalı
landı
rma
* Çalı
landı
rmak iş
i.
çalı
landı
rmak
* Çorak bir araziyi çalıekimi yöntemi ile yeş
ertmek.
çalı
lı
k
çalı
m
geçmesi.
* Çalı
sıçokça olan yer.
* Gösteriş
, karş
ı
dakini etkileme amacı
yla yapı
lan davranı
ş
, kurum, caka.
* Kı
lı
cı
n keskin yanı
.
* Menzil, erim.
* Biraz benzeme, andı
rma.
* Bir oyuncunun topu elinden veya ayağ
ı
ndan kaçı
rmadan karş
ı
sı
ndaki oyuncularıkı
vrak hareketlerle aldatı
p
* Geminin su kesiminden aş
ağ
ıbölümünün başve kı
ç bodoslaması
na doğ
ru darlaş
ması
.
çalı
m atmak (veya yapmak)
* Bkz. çalı
mlamak.
çalı
m satmak
* kurulup büyüklük taslamak.
çalı
m yemek
* futbolda çalı
m ile geçilmek.
çalı
mcı
* Çalı
m yapan kimse.
çalı
mı
na gelmek (veya getirmek)
* uygun zaman veya durumu ele geçirmek.
çalı
mı
ndan geçilmemek
* çok kurumlu olmak, çok çalı
mlıolmak.
çalı
mlama
* Çalı
mlamak iş
i.
çalı
mlamak
* Oyunda topu karş
ıtarafa kaptı
rmamak için el, ayak veya vücutla ş
aş
ı
rtı
cı
hareketlerde bulunmak.
* Bir fı
rsattan yararlanarak bir baş
kası
nı
n hakkıolan bir ş
eyi ele geçirmek.
çalı
mlanı
ş
* Çalı
mlanmak iş
i veya biçimi.
çalı
mlanma
* Çalı
mlamak iş
i veya durumu.
çalı
mlanmak
* Çalı
mlıdavranmak.
* Kendisine çalı
m yapı
lmak.
çalı
mlayı
ş
* Çalı
mlamak iş
i veya biçimi.
çalı
mlı
* Gösteriş
li, kurumlu.
* Baş
ıyüksek, yapı
sıdar (gemi).
çalı
mlıçalı
mlı
* Çalı
m göstererek, çalı
m satarak.
çalı
mlı
k
* Yoğurt veya maya çalmaya yetecek kadar.
çalı
mlı
lı
k
* Çalı
mlıolma durumu.
çalı
msı
z
* Çalı
mıolmayan, gösteriş
siz.
çalı
msı
zlı
k
* Çalı
msı
z olma durumu.
çalı
nma
çalı
nmak
çalı
ntı
* Çalı
nmak iş
i.
* Çalmak iş
ine konu olmak.
*İ
nme inmek.
* Çalı
nmı
şolan (ş
ey).
çalı
p çı
rpmak
* eline geçeni çalmak.
çalı
sı
z
çalı
ş
çalı
ş
ı
lma
* Çalı
sıolmayan.
* Çalmak iş
i veya biçimi.
* Çalı
ş
ı
lmak iş
i.
çalı
ş
ı
lmak
* Çalı
ş
mak iş
ine konu olmak.
çalı
ş
ı
p çabalamak
* çok gayret göstermek.
çalı
ş
kan
* Çok çalı
ş
kan, çalı
ş
mayıseven, faal.
çalı
ş
kanlı
k
* Çalı
ş
kan olma durumu, faaliyet.
çalı
ş
ma
* Çalı
ş
mak iş
i, emek, say.
* Bir yapıelemanı
nı
n yük altı
nda biçim değiş
tirmesi, az veya çok zorlanması
.
* Bünyesindeki suyun azalmasıveya çoğ
almasısonucu ağacı
n biçim ve boyutları
nı
n değiş
mesi.
*İ
şsaati.
çalı
ş
ma barı
ş
ı
*İ
şhuzuru.
çalı
ş
ma belgesi
* Bir işyerinde veya alanı
nda çalı
ş
ı
labileceğini gösterir belge.
çalı
ş
ma dolabı
* Üst yüzeyinde çalı
ş
ma tablasıbulunan, ön yüzeyinde kapak ve çekmeceleri olan mobilya.
çalı
ş
ma gezisi
* Bir işbağlama veya ön anlaş
ma yapmak üzere çı
kı
lan gezi.
çalı
ş
ma günü
* Tatil günleri dı
ş
ı
nda kalan ve çalı
ş
ı
labilen her gün, işgünü.
çalı
ş
ma hayatı
*İ
şhayatı
.
çalı
ş
ma karnesi
*İ
ş
veren tarafı
ndan çalı
ş
ma hayatı
na baş
layan iş
çiye verilen, onun iş
çilik durumunu gösterir belge.
çalı
ş
ma masası
* Üzerinde işyapı
lan masa.
çalı
ş
ma odası
*İ
çinde işyapı
lan oda.
çalı
ş
ma saati
*İ
şsaati.
çalı
ş
ma saatleri
*İ
ş
in baş
lama ve bitişanıarası
ndaki saatler, işsaatleri.
çalı
ş
ma yöntemi
* Bir çalı
ş
ma veya işsüresinde izlenen bilimsel ve metodik yöntem.
çalı
ş
macı
* Sağlı
k, yönetim bilimi gibi konularda çalı
ş
ma yapan kimse.
çalı
ş
mak
* Bir ş
eyi oluş
turmak veya ortaya çı
karmak için emek harcamak.
*İ
ş
i veya görevi olmak.
*İ
şüzerinde bulunmak.
* (makine veya âletler için) İ
ş
e yarar durumda olmak veya iş
lemekte bulunmak.
* Bir ş
eyi yapmak için gereken çarelere baş
vurmak, o ş
eyi gerçekleş
tirmek için kendini zorlamak, çaba
harcamak.
* Bir ş
eyi öğ
renmek veya yapmak için emek vermek.
çalı
ş
tı
ran
*İ
ş
veren.
çalı
ş
tı
rı
cı
* Bir spor dalı
nda, sporcuyu eğ
iten, yetiş
tiren ve çalı
ş
tı
ran kiş
i, antrenör.
çalı
ş
tı
rı
cı
lı
k
* Çalı
ş
tı
rı
cı
nı
n iş
i veya mesleğ
i.
çalı
ş
tı
rı
lma
* Çalı
ş
tı
rı
lmak durumu.
çalı
ş
tı
rı
lmak
* Çalı
ş
ma yaptı
rı
lmak.
çalı
ş
tı
rı
ş
* Çalı
ş
tı
rma iş
i.
çalı
ş
tı
rma
* Çalı
ş
tı
rmak iş
i veya biçimi.
çalı
ş
tı
rmak
* Çalı
ş
ması
nısağlamak.
* Çalı
ş
mak iş
ini yaptı
rmak.
çalkağ
ı
çalkak
* Çalkar.
* Çalkar.
çalkalama
* Çalkalamak iş
i.
çalkalamak
*İ
çinde bir ş
ey bulunan bir nesneyi sarsarak sallamak.
* Sulu bir ş
eyi sarsarak veya çı
rparak karı
ş
tı
rmak.
* Sudan sarsarak geçirmek veya içinden suyu çarparak geçirmek yolu ile bir ş
eyi temizlemek.
* Tahı
lısarsarak kalburdan geçirmek, elemek.
* Vücudun bir yerini sürekli oynatmak.
* (kuluçka yumurtaları
nı
) Çevirmek.
* Sağlı
ğı
nı
n bozulması
na yol açmak.
çalkalanı
ş
* Çalkalanmak iş
i veya biçimi.
çalkalanma
* Çalkalanmak iş
i.
çalkalanmak
* Çalkalanma iş
ine konu olmak.
* Dalgalanmak.
çalkalatı
ş
* Çalkalatma iş
i veya biçimi.
çalkalatma
* Çalkalatmak iş
i.
çalkalatmak
* Çalkatmak.
çalkalayı
ş
* Çalkalama iş
i veya biçimi.
çalkama
çalkamak
* Çalkamak iş
i.
* Çalkalanarak yapı
lan.
* Tahı
l elemek.
çalkanı
ş
* Çalkanmak iş
i veya biçimi.
çalkanma
* Çalkanmak iş
i.
çalkanmak
* Çalkamak iş
ine konu olmak.
* (deniz, göl için) Dalgalanmak.
* Coş
mak.
* (haber, söylenti) Herkesin ağzı
nda dolaş
mak.
* Coş
kunluk, hareketlilik içinde bulunmak.
çalkantı
* (deniz) Dalgalanma.
* Çalkanmı
şş
ey.
* Kalbur yardı
mı
yla ayrı
lan çer çöp.
* Coş
ku.
* Kargaş
a ve bunalı
mı
n yol açtı
ğı
düzensiz, karı
ş
ı
k, sı
kı
ntı
lıdurum.
çalkantı
lı
* Çalkantı
sıolan.
çalkantı
sı
z
* Çalkantı
sıolmayan.
çalkar
* Tahı
l tanesini yabancı
nesnelerden seçmeye veya tohumlukta kullanı
lacak tahı
lıayı
rmaya yarayan döner
kalburlu araç, çalkağı
.
çalkatma
* Çalkatmak iş
i.
çalkatmak
* Çalkalamak iş
ini yaptı
rmak.
çalkayı
ş
* Çalkamak iş
i veya biçimi.
çalkı
çalma
* Çalgı
ç.
* Tı
rpan.
* Çalmak iş
i.
* Hı
rsı
zlı
k, sirkat.
* Baş
a sarı
lan sarı
k.
* Çalı
nmı
ş
.
* Kakmalı
olmayan, kalemle iş
lenmiş
.
* Kibrit.
çalmacı
* Maden üzerine çalma iş
i yapan usta.
çalmaç
* Tahtadan yapı
lmı
şkap.
çalmadan oynamak
* çok keyifli ve sevinçli durumda bulunmak.
* bir iş
e çok hevesli görünmek.
çalmak
çalpara
* Baş
kası
nı
n malı
nıgizlice almak, hı
rsı
zlı
k etmek, aş
ı
rmak.
* Vurarak veya sürterek ses çı
kartmak.
* Bir müziğ
i dinlemeyi sağ
layan aleti çalı
ş
tı
rmak.
* Ses çı
karmak, ses vermek.
* Atmak, çarpmak, vurmak.
* Yoğurt yapmak için sütü mayalamak, katı
p karı
ş
tı
rmak.
* Üzerine sürmek.
* Bozmak, zarar vermek.
* Kumaş
ı
n bir parçası
nıkesmek.
* (madeni) Oymak, kalemle iş
lemek.
* Süpürmek, temizlemek.
* Benzemek, andı
rmak.
* (zaman için) Boş
a harcatmak, ziyan etmek.
* Parmaklara takı
lı
p çalı
nan zil veya buna benzer ses çı
karı
cıaraç.
* Açı
klarda kumluk alanlarda yaş
ayan ve ağları
keserek balı
kçı
lara arar veren bir çeş
it çağanoz (Portunus
puber).
çaltı
çaltı
lı
k
çalyaka
* Diken, çalı
.
* Çaltı
sıçok olan yer.
* Birdenbire yakası
na yapı
ş
arak.
çalyaka etmek
* yakası
na yapı
ş
ı
p sı
kı
ca tutmak.
çam
* Çamgillerin örnek bitkisi olan ve yurdumuzda birçok türü yetiş
en bir orman ağ
acı
(Pinus).
çam balı
* Arı
ları
n sarıçam üzerinde biten yaprak bitlerine salgı
ladı
klarıbal sı
vı
sı
ndan oluş
turduklarıbir tür bal.
çam devirmek
* karş
ı
sı
ndakine dokunacak veya kötü bir sonuç doğ
uracak söz söylemek.
çam fı
stı
ğı
* Fı
stı
k çamı
nı
n kozalak biçimindeki meyvesinden çı
karı
lan sert kabuklu, yağ
lıve niş
astalıtohum.
çam sakı
zı
* Çam ağacı
ndan çı
karı
lan reçine.
çam sakı
zı
çoban armağ
anı
* verilen bir armağanı
n sunulduğ
u kimsenin değerine uygun olmadı
ğ
ı
nı
ve verenin gücünün ancak buna
yettiğ
ini özür yollu anlatmak için söylenir.
çam sakı
zı
gibi
* tedirginlik verecek kadar bir insanı
n peş
inden ayrı
lmayan.
çam yarması(veya bölmesi)
* iri gövdeli insan.
çam yeş
ili
* Çam yaprakları
na benzer yeş
ilin bir tonu.
çamaş
ı
r
*İ
ç giysisi.
* Yı
kanmasıgerekli kirli.
* Kirli eş
yalarıyı
kama iş
i.
çamaş
ı
r değiş
tirmek
* iç giysilerini çı
kartı
p temizlerini giymek.
çamaş
ı
r deterjanı
* Çamaş
ı
rları
n daha çabuk, daha iyi temizlenmesini sağlayan kimyasal birleş
im.
çamaş
ı
r dolabı
* Çamaş
ı
r saklamada kullanı
lan çekmeceli dolap.
çamaş
ı
r ertesi olmak
* çok çamaş
ı
r yı
kamaktan aş
ı
rıyorulup hasta olmak.
çamaş
ı
r ipeğ
i
* Nakı
şyapmakta kullanı
lan ipek iplik.
çamaş
ı
r ipi
* Kurutmak için üzerine çamaş
ı
r ası
lan ip veya tel.
çamaş
ı
r leğ
eni
* Çamaş
ı
rları
n içinde yı
kandı
ğ
ı
, metal veya plâstikten yapı
lmı
ş
, genişkap.
çamaş
ı
r makinesi
* Çamaş
ı
r yı
kamaya yarayan araç.
çamaş
ı
r mandalı
* Kurutmak için ası
lmı
şçamaş
ı
rları
ipe sı
kı
ca tutturmak amacı
yla kullanı
lan küçük, tahta veya plâstik kı
skaç.
çamaş
ı
r sabunu
* Çamaş
ı
r yı
kamak iş
inde kullanı
lan beyaz sabun.
çamaş
ı
r sepeti
* Kirli veya yı
kanmı
şçamaş
ı
rları
n içinde toplandı
ğ
ısepet.
çamaş
ı
r sodası
* Beyaz çamaş
ı
rları
n yoğ
un veya asitli kirlerini eritmek için kullanı
lan sodyum karbonat.
çamaş
ı
r suyu
* Çamaş
ı
rları
n beyazlı
ğ
ı
nı
ve kolayca temizlenmesini sağlayan kimyasal birleş
imli su.
çamaş
ı
r takı
mı
* Fanilâ, don, gömlek, çorap, mendil gibi eş
ya, bir arada bohçaya konulup verilen hediye.
çamaş
ı
rcı
* Para ile baş
kaları
nı
n çamaş
ı
rı
nıyı
kayan kimse.
çamaş
ı
rcı
lı
k
* Çamaş
ı
rcı
nı
n iş
i.
çamaş
ı
rhane
* Çamaş
ı
rlı
k.
çamaş
ı
rlı
k
* Çamaş
ı
r yı
kamak için kullanı
lan yer, çamaş
ı
rhane.
* Çamaş
ı
r yapı
mı
na yarayan.
çamat
çamça
çamçak
* Avlanı
lmı
şbalı
klarıelde taş
ı
maya yarar çengel askı
.
* Sazangillerden, pulları
ndan yalancıinci yapı
lan bir ı
rmak balı
ğ
ı(Leuciscus rutilus).
* Ağaçtan oyularak yapı
lmı
şkulplu su kabı
, çapçak.
* Köpüklenerek akma.
çamçak çamçak
* Bolca, bol miktarda.
çamgiller
* Kozalaklı
lardan, iğ
ne gibi ince ve uzun yaprakları
nıyaz kı
şdökmeyen, tohumları
çı
plak olarak kozalak
pullarıüzerinde bulunan, çam, köknar, lâdin gibi bitki türlerini içine alan reçineli ağaçlar familyası
.
çamlı
k
* Çam ağaçları
çok olan yer.
* Çam korusu.
çamuka
* Gümüşbalı
ğ
ı
na benzer bir balı
k. Çamukanı
n büyüklerine tokmak başdenir (Atherina hepsetus).
çamur
* Su ile karı
ş
ı
p, bulaş
ı
r ve içine batı
lı
r duruma gelmiştoprak, balçı
k.
* Yapıiş
lerinde kullanı
lan çeş
itli malzeme ile yapı
lan harç.
* Sataş
kan, çevresine tedirginlik veren, sulu (kimse).
çamur atmak (veya sı
çratmak)
* birini kötü bir iş
e karı
ş
mı
şgöstermek, kara çalmak, iftira etmek.
çamur banyosu
* Tedavi gücü olan çamurla yapı
lan banyo.
çamur deryası
* Her tarafıçamurla kaplanmı
şolan.
çamur gibi
* (ekmek için) iyi piş
memişve siyah unla yapı
lmı
ş
.
* herkese sataş
ı
p tedirginlik veren (kimse).
çamur ı
ğrı
bı
* Denizin sı
ğve çamurlu yerlerinde kullanı
lan 25-30 kulaç uzunluğunda bir balı
k ağ
ı
.
çamur kalemi
* Heykeltı
raş
ları
n çamura biçim verme sı
rası
nda kullandı
kları
ş
imş
ir araç.
çamura bulaş
mak (veya batmak)
* kirli ve uygunsuz bir iş
e karı
ş
mak.
çamura taşatmak
* \343 çirkefe taşatmak.
çamura yatmak
* borcunu ödememek, sözünü yerine getirmemek.
çamurcuk
* Sazangillerden, sazandan küçük, eti tatsı
z bir göl ve bataklı
k balı
ğı
(Chrondrostoma nasus).
çamurcun
* Anadolu ve Kuzey Afrika'da yaş
ayan bir tür ördek.
çamurdan çekip çı
karmak
* birini kötü veya onurunu tehlikeye düş
üren bir durumdan kurtarmak.
çamurlama
* Çamurlamak iş
i.
* Yanmaya elveriş
li cevherin bir bölümünün eski üretim alanları
nda bı
rakı
lmasısonucunda çı
kması
muhtemel yangı
nı
n önlenmesi iş
i.
çamurlamak
* Çamur sürmek, çamurla sı
vamak.
* Kötülemek.
çamurlanma
* Çamurlanmak iş
i.
çamurlanmak
* Üzerine çamur sürülmek.
çamurlaş
ma
* Çamurlaş
mak iş
i.
çamurlaş
mak
* Çamur durumuna gelmek.
* Sataş
maya koyulmak.
çamurlatma
* Çamurlatmak iş
i veya biçimi.
çamurlatmak
* Çamur sürdürmek, çamurla sı
vatmak.
çamurlu
* Çamur bulaş
mı
ş
, üstünde veya içinde çamur bulunan.
çamurluk
* Çamuru çok olan yer.
* Paçalarıçamurdan korumak için giyilen tozluk.
* Taş
ı
tlarda tekerleklerin üst bölümünü örten parça.
* Ayakkabı
ları
n çamurunu kazı
mak için yapı
larda girişkapı
sı
nı
n önünde, yere çimento veya betonla
tutturulan, demirden yapı
lmı
ştürlü biçimlerdeki ayakkabısileceğ
i.
çamurlukçu
* Araçları
n çamurlukları
nı
yapan veya onaran kimse veya işyeri.
çamurlukçuluk
* Çamurlukçunun iş
i veya mesleğ
i.
çamursuz
* Çamuru olmayan, üstünde çamur bulunmayan.
çamuru karnı
nda, çiçeği burnunda
* Bkz. çiçeği burnunda, çamuru karnı
nda.
çan
*İ
çinden sarkan tokmağı
nı
n kenarlara vurması
yla ses çı
karan madenden araç, kampana.
çan çalmak
* herkese bildirmek.
çan çan
* Çan sesine benzer ses çı
kararak.
* Sürekli ve yüksek sesle edilen gevezelik.
çan çan etmek (ötmek veya konuş
mak)
* yüksek sesle sürekli gevezelik etmek.
çan çiçeğ
i
* Çan çiçeğigillerden, süs bitkisi olarak ekilen ve çiçekleri çan biçiminde olan bir bitki cinsi, Meryem ana
eldiveni (Campanella).
çan çiçeğ
igiller
* Bitiş
ik taç yapraklı
lardan, örneği çan çiçeği olan bir bitki familyası
.
çan kulesi
*İ
çinde çan bulunan uzun, yüksek yapı
, kule.
çanak
* Toprak, metal vb. den yapı
lmı
şyayvan, çukurca kap.
* Çiçeğin en dı
ş
ı
nda bulunan yeş
il yaprakları
n tümü.
* Göz çukuru.
* Çevresine göre alçakta bulunan ve genellikle geniştekne biçiminde yer.
çanak ağ
ı
zlı
* Büyük ağ
ı
zlı
.
* Sı
r saklamaz.
çanak anten
* Belirli frekanslarda uzaydaki aktarı
cı
dan yapı
lan radyo ve televizyon yayı
nları
nıalmaya yarayan tepsi
biçiminde anten.
çanak çömlek
* Topraktan yapı
lmı
ştürlü kaplar.
çanak tutmak (veya açmak)
* davranı
ş
larıveya sözleriyle kötü bir karş
ı
lı
ğ
a yol açmak.
çanak üzengi
* Bası
lan yeri, tabanı
n büyük bir bölümünü kaplayacak kadar genişüzengi.
çanak yalamak
* dalkavukluk etmek.
çanak yalayı
cı
* Dalkavuk.
çanak yalayı
cı
lı
k
* Dalkavukluk.
çanak yalayı
cı
lı
k etmek
* dalkavukluk etmek.
çanak yaprağ
ı
* Çanağ
ıoluş
turan yaprakları
n her biri.
çanakçı
* Çanak yapan veya satan kimse.
çanakçı
lı
k
* Çanak yapma veya satma iş
i.
çanaklı
k
* Gemi direklerindeki gözetleme yeri.
çanaksı
* Çanağ
a benzeyen, çanak gibi.
çanaksıhücreler
* Salgıolacağ
ıvakit ş
iş
en ve belirli bir hacme geldiklerinde içlerindeki sı
vı
salgı
sı
nıboş
altan bez hücreleri.
çancı
çancı
lı
k
* Çan yapan veya satan kimse.
* Çan çalmakla görevli kimse.
* Çancı
nı
n iş
i veya mesleğ
i.
çandı
* Çivisiz, birbirine geçirilme yöntemine göre hazı
r kesilmişkereste.
* Tahta kapak veya tavan.
çandı
r
* Karı
ş
ı
k, melez.
* Aş
ı
lanmamı
ş
, yaban.
çangal
* Ayakta güreş
irken karş
ıgüreş
çinin koltuğ
u altı
ndan bir kolu sokarak bir ayakla o güreş
çinin bir bacağ
ı
na
çengel taktı
ktan sonra onu öne doğ
ru eğ
ip baş
ıüzerinden atma oyunu, çelme takma.
çangal
* Dallıbudaklı
ağaç.
* Fasulye sı
rı
ğı
, sı
rı
k.
çangı
l çungul
* Kulağ
a hoşgelmeyen kaba ses çı
karan.
çangı
r çungur
* Düş
me veya birbirine çarpma sı
rası
nda kaba ve zevksiz ses çı
kararak.
çangı
rdama
* Çangı
rdamak iş
i veya durumu.
çangı
rdamak
* Düş
erek veya birbirine çarparak gürültü çı
karmak.
çangı
rtı
* Çangı
rdama sesi.
çanı
ltı
* Çan sesi.
çanta
* Kösele, meş
in, kumaşgibi hafif malzemeden yapı
lı
p büyüklüğüne göre para, evrak, yiyecek koyup taş
ı
maya
yarayan kap.
çanta çiçeğ
i
*İ
ki çeneklilerden, beyaz, erguvanî veya sarırenkli bir süs bitkisi.
çantacı
* Çanta yapan veya satan (kimse).
çantacı
lı
k
* Çanta yapma sanatıveya çanta satma iş
i.
çantada keklik
* ele geçirilmesi o kadar kesin ki elde edilmişsayı
lı
r, torbada keklik.
çantadan yetiş
mek
* bir mesleğ
i eğ
itim görmeden, tecrübelerle kazanmak.
çantalı
çantası
z
çap
çapa
çapa
çapacı
* Çantasıolan.
* Çantasıolmayan.
* Genellikle cisimlerin geniş
liği, kutur.
* Büyüklük, ölçü.
* Değer.
* Yapı
nı
n veya arsanı
n boyutları
nıve sı
nı
rları
nıgösteren harita.
* Uç noktaları
dairenin çevresi üzerinde bulunan ve çemberin merkezinden geçen doğ
ru parçası
.
* Bilgi, tecrübe ve yeteneklerin tümü.
* Bozuk, eğri, dolaş
ı
k, aykı
rı
.
* Tarlalarda toprağı
iş
lemek için kullanı
lan ağ
aç saplıdemir kazıaracı
.
* Çapalamak iş
i.
* Çipo.
* Çapa ile çalı
ş
an iş
çi.
çapacı
lı
k
* Çapacı
nı
n yaptı
ğ
ıiş
.
çapaçul
* Kı
lı
ğ
ı
nı
n veya eş
yası
nı
n düzgün ve temiz olması
na özenmeyip düzensizlik içinde yaş
ayan, pasaklı
.
çapaçulcu
* Serseri, baş
ı
boş(kimse).
çapaçulculuk
* Serserilik, baş
ı
boş
luk.
* Kı
lı
k kı
yafete özen göstermeyiş
i işedinme.
çapaçullaş
tı
rma
* Çapaçullaş
tı
rmak iş
i veya durumu.
çapaçullaş
tı
rmak
* Çapaçul duruma getirmek.
çapaçulluk
* Çapaçul olma durumu, kı
lı
k kı
yafete özen göstermeyiş
.
çapak
çapak
* Göz pı
narı
nda ve kirpiklerde birikerek pı
htı
laş
an veya kuruyan akı
ntı
.
* Madenler dövülürken sı
çrayan ince, ufak parça.
* Metal veya toprak eş
ya kenarları
nda bulunan pürüz.
* Sazan familyası
ndan, vücudu yandan bası
k, 50 cm uzunluğunda, 4-5 kg ağı
rlı
ğ
ı
nda, sarıpullu, eti tatsı
z,
kı
lçı
klıbir tatlısu balı
ğ
ı(Abramis brama).
çapaklanı
ş
* Çapaklanma iş
i veya biçimi.
çapaklanma
* Çapaklanmak iş
i.
çapaklanmak
* Çapak oluş
mak.
çapaklı
çapaksı
z
* Çapağ
ıolan.
* Çapağ
ıolmayan.
çapalama
* Çapalamak iş
i.
çapalamak
* Çapa ile kabartmak.
çapalanı
ş
* Çapalanmak iş
i veya biçimi.
çapalanma
* Çapalanmak iş
i.
çapalanmak
* Bir yer çapa ile kabartı
lmak.
çapalatma
* Çapalatmak iş
i.
çapalatmak
* Çapalamak iş
ini yaptı
rmak.
çapalı
* Çapalanmı
ş(yer).
* Çapası
olan.
çapanoğ
lu
* Baş
a dert olacak durum.
çapanoğ
lunun abdest suyu gibi
* (içilecek ş
eyler için) sulu, tatsı
z ve kötü görünüş
te olan.
çapar
çapar
* Postacı
, ulak.
* (hayvan ve bitki için) Benekli, alacalı
.
* Derisi, kı
llarıve gözleri, boya maddesi yokluğ
undan renksiz olan (insan veya hayvan), akş
ı
n, albinos.
* Çiçek bozuğ
u yüz.
* Takadan büyük, başve kı
ç tarafıyukarı
kalkı
k bir çeş
it Karadeniz kayı
ğ
ı
.
çaparı
z
*İ
çinden çı
kı
lamayacak kadar güç olan, karı
ş
ı
k iş
.
çapari
* Çok iğneli; beden, köstek ve iğ
ne bölümlerinden meydana gelen, her bir iğneye hindi, horoz, kaz, martı
,
tavuk, ördek gibi kuş
ları
n kanat, kuyruk tüyleri takı
lan bir tür olta takı
mı
.
çapası
z
çapçak
* Çapalanmamı
ş(yer).
* Çapası
olmayan.
* Ağaçtan oyularak yapı
lmı
şsu kabı
, çamçak.
* Ağzıaçı
k fı
çı
.
çapkı
mak
* Enini boyunu ölçmek, çaplamak.
çapkı
n
* Geçici aş
klar arkası
nda koş
an.
* Cinsellik taş
ı
yan veya hatı
rlatan.
* Haylaz.
* Okş
ayı
cıbir söz gibi de kullanı
lı
r.
çapkı
nca
* Çapkı
n bir biçimde.
çapkı
nlaş
ma
* Çapkı
nlaş
mak iş
i.
çapkı
nlaş
mak
* Çapkı
n duruma gelmek.
çapkı
nlı
k
* Çapkı
n olma durumu veya çapkı
nca davranı
ş
.
çapla
çaplama
* Maden kazı
mak için kullanı
lan çelik kalem.
* Çaplamak iş
i.
çaplamak
* Bir ş
eyin enini, boyunu ölçmek, çapkı
mak.
* Keresteleri dört köş
e olarak kesip biçmek.
çaplı
* Çapıgenişolan.
çapma
çapmak
çaprak
çapraş
ı
k
* Çapmak iş
i.
* Koş
turmak.
* Akı
n etmek, koş
mak.
* Eyer örtüsü, ş
aprak.
* Karı
ş
ı
k, dolaş
ı
k.
* Anlaş
ı
lması
, çözülmesi veya içinden çı
kı
lması
güç, karı
ş
ı
k, muğlâk.
çapraş
ı
klaş
ma
* Çapraş
ı
klaş
mak iş
i.
çapraş
ı
klaş
mak
* Çapraş
ı
k duruma gelmek.
çapraş
ı
klı
k
* Çapraş
ı
k olma durumu.
çapraş
ma
* Çapraş
mak iş
i.
çapraş
mak
* Karı
ş
ı
k, çapraş
ı
k, çözülmez duruma gelmek.
*İ
ki ş
ey birbiriyle çapraz olarak kesiş
mek.
çapraz
* Eğ
ik olarak birbiriyle kesiş
en.
* Güreş
te hasmı
nı
n koltuk altı
ndan kol geçirip sarma oyunu; bir veya iki kolla yapı
ldı
ğ
ı
na göre tek çapraz ve
çift çapraz denir.
* Kopça, düğ
me.
* Bir tür olta iğnesi.
* Karş
ı
t yön.
çapraz ateş
* Karş
ı
lı
klıyönlerden silâhla saldı
rma.
çapraz kafiye
* Dörtlüklerde birinci ile üçüncü, ikinci ile dördüncü dizelerin birbiriyle kafiyelenmesi düzeni.
çapraz kur
*İ
ki ülke parasıarası
nda üçüncü bir ülkenin parası
yla belirlenen kombiyo sürüm değ
eri, üç ülke parası
nı
n
birbirlerine oranı
.
çapraza almak
* çaprazlama olarak davranmak.
çapraza sarmak
* bir işiçinden çı
kı
lmaz duruma gelmek, çaprazlaş
mak.
çaprazda sürmek
* çapraza alı
nan hasmıgeriye doğ
ru hı
zla sürmek.
çaprazlama
* Çapraz olarak, makaslama.
* Testerenin keserken sı
kı
ş
mamasıiçin diş
lerini belli ölçülere göre sağa sola bükme.
* Evirme.
çaprazlamak
* Çapraz duruma getirmek.
çaprazlaş
ma
* Çaprazlamak iş
i.
çaprazlaş
mak
*İ
çinden çı
kı
lmaz duruma gelmek, ne yapı
lacağı
bilinemez duruma gelmek.
çaprazlı
k
* Çapraz olma durumu.
çaprazölçer
* Elde veya makinede çaprazlanan diş
lerin eğimini denetlemede yararlanı
lan yardı
mcı
alet.
çaprazvari
* Çapraz olarak.
çapsı
z
* Çapıolmayan.
* Değersiz.
çaptan düş
mek
* çalı
ş
ma gücü, verimi azalmı
şveya tükenmişolan.
çapul
çapula
* Yağma, talan, plâçka.
* Kaba deriden yapı
lmı
şucu sivri ve kı
vrı
k ayakkabı
.
çapulacı
* Çapula yapan veya satan kimse.
çapulacı
lı
k
* Çapulacı
nı
n iş
i veya mesleğ
i.
çapulcu
* Çapul yolu ile baş
kası
nı
n malı
nıalan, talancı
, yağ
macı
, plâçkacı
.
çapulculuk
* Çapulcunun yaptı
ğıişveya davranı
ş
.
çapullama
* Çapullamak iş
i.
çapullamak
* Çapul yolu ile bir malıalmak veya bir yeri soymak, yağ
malamak.
çaput
çar
çarçabuk
çarçur
* Eski bez parçası
, paçavra.
* Bez.
* Rus imparatorları
na ve Bulgar kralları
na verilen unvan.
* Pek çabuk, çabucacı
k, hemencecik, tez elden.
* Kolaylı
kla.
* Gereksiz yere harcama.
çarçur etmek
* gereksiz yerlere harcayı
p tüketmek.
çarçur olmak
* gereksiz yere harcanmak, ziyan olmak.
çardak
* Tarla, bahçe gibi yerlerde ağaç dalları
ndan örülmüşbarı
nak.
* Asma gibi bitkilerin dalları
nısardı
rmak için direklerle yapı
lmı
şyer.
* Kameriye.
çardaklı
* Çardağıolan.
çardaksı
z
* Çardağıolmayan.
çardaş
çare
*İ
ki veya dört zamanlıMacar halk dansı
.
* Bir sonuca varmak, ortadaki engelleri kaldı
rmak için tutulması
gereken yol, çı
kar yol, çözüm yolu.
* Bir ş
eyi önleme, tedavi yolu, deva.
çaresine bakmak
* gerekeni yapmak, çözüm yolu bulmak.
çaresiz
* Çaresi bulunmayan, onulmaz.
* Çare bulamayan (kimse), bîçare.
*İ
ster istemez.
çaresiz kalmak
* çözüm yolu, çı
kar yolu bulamamak.
çaresizlik
* Çaresiz olma durumu.
çareviç
* Çarı
n oğlu.
çargâh
çarı
k
* Türk müziğinde "do" perdesinin adı
.
* Bu perdede karar kı
lan makam.
* Tabaklanmamı
şsı
ğ
ı
r derisinden yapı
lan ve deliklerine geçirilen ş
eritle sı
kı
ca bağlanan ayak giyeceğ
i.
* Araba yokuşaş
ağı
giderken tekerleğ
i frenlemek için altı
na sürülen demir levha.
* Para cüzdanı
.
çarı
kçı
* Çarı
k yapan veya satan kimse.
çarı
kçı
lı
k
* Çarı
k yapma veya satma iş
i.
çarı
klı
* Ayağı
na çarı
k giymiş
.
çarı
klıerkânı
harp
* Kurnaz veya uyanı
k köylüler için ş
aka yollu söylenir.
çarı
klı
k
* Çarı
k yapmaya elveriş
li.
* Çarı
k konulacak yer.
çarı
ksı
z
* Çarı
ğ
ıolmayan veya çarı
k giymemiş
.
çariçe
* Çarı
n karı
sı
na veya kadı
n çara verilen unvan.
çark
* Bir eksenin döndürdüğ
ü tekerlek biçimindeki makine parçası
.
* Herhangi bir kı
t'anı
n, biçimini ve düzenini bozmadan kanatları
ndan biri çevresinde dönerek yön
değ
iş
tirmesi.
çark çevirmek
* aynıyol üzerinde dönerek gitmek.
çark etmek
* (bir doğ
rultuda giden kimse veya ş
ey) sağa veya sola doğ
ru yön değ
iş
tirmek.
* geri dönmek.
çarka
* Osmanlı
larda öncü görevi.
çarka vermek (veya çarka çektirmek)
* (kesici araçlar için) bileğ
i çarkı
ile biletmek.
çarkacı
çarkçı
* Osmanlıordusunda öncü süvari birliğ
inde görevli asker.
* Vapurlarda makine bölümünü yöneten kimse.
* Çarkla bı
çak bileyen kimse, bileyici.
çarkçı
baş
ı
* Vapurlarda birinci çarkçı
.
çarkçı
lı
k
* Çarkçı
nı
n görevi.
çarkı
döndürmek
* geçimini sağlamak.
çarkı
felek
* Çarkı
felekgillerden güzel, büyük, parlak kı
rmı
zıçiçekleri olan, duvar kenarları
na ve kameriyeler çevresine
ekilen tı
rmanı
cıbir süs bitkisi, fı
rı
ldak çiçeğ
i (Passiflora caerulea).
* Yakı
lı
nca dönerek kı
vı
lcı
m saçan donanma fiş
eğ
i.
* Talih, kader.
çarkı
felekgiller
* Ayrıçanak yapraklıiki çeneklilerden, örneğ
i çarkı
felek olan bir bitki familyası
.
çarkı
na etmek (veya okumak)
* birine büyük kötülük yapmak veya iş
ini bozarak zarar vermek.
çarkı
t
çarklı
çarksı
z
* Eski, bozuk, sakat.
* Çarkıolan.
* Her iki yanda birer çarkıbulunan vapur.
* Çarkıolmayan.
çarktan çı
kma
* yepyeni, güzel.
çarlı
k
çarliston
* Çar olma durumu.
* Çarı
n yönetiminde bulunan devlet.
* Birinci Dünya Savaş
ı
'ndan sonra Avrupa'da yaygı
nlaş
an dans türü veya bu dansı
n müziğ
i.
* Sivri uçlu, uzun ve kalı
n, tatlı
yeş
ilimsi biber.
*İ
nce, uzun ve çarpı
cı
.
çarliston biber
* Çarliston adıverilen bir biber türü.
çarliston marka
* Yeni icat, az bulunur, antika.
çarliston marka kereste
* Az bulunan kereste.
* Haddini bilmez, terbiyesiz.
çarmı
h
* Suçlunun öldürülmek amacı
yla çivilendiğ
i haç biçimindeki darağ
acı
.
* Ana direkleri ve gabya çubukları
nı
yandan tutan halatlar.
çarmı
ha germek
* haç biçimindeki darağacı
na çivilemek.
çarmı
k
çarnaçar
çarpan
* Bkz. çarmı
h.
*İ
ster istemez.
* Bir çarpmada çarpı
lan sayı
veya cebirsel anlatı
mlardan her biri.
çarpan balı
ğı
* Levrekgillerden, yüzgeçleri dikenli ve zehirli, eti sevilen bir balı
k, trakunya (Trachinus draco).
çarpanlara ayı
rma
* bir sayı
yıveya cebirsel anlatı
mıiki veya daha çok çarpanı
n çarpı
mıdurumuna getirme.
çarpı
çarpı
cı
* Kaba sı
va, çarpma sı
va.
* Birbiriyle çarpı
lan iki sayıarası
na konulan iş
aret: "a x b" veya "a . b" "a çarpıb" diye okunur.
* Etkili.
çarpı
cı
lı
k
* Çarpı
cıolma durumu.
çarpı
k
* Düzgünlüğ
ünü yitirerek eğ
rilmiş
.
* Gerçek niteliğini yitirmiş
.
* Aksi, ters, huysuz.
çarpı
k çurpuk
* Çok çarpı
k, eğ
ri büğrü.
çarpı
kça
* Biraz çarpı
k.
çarpı
klaş
ma
* Çarpı
klaş
mak iş
i.
çarpı
klaş
mak
* Çarpı
k duruma gelmek.
çarpı
klaş
tı
rma
* Çarpı
klaş
tı
rmak iş
i.
çarpı
klaş
tı
rmak
* Çarpı
k duruma getirmek.
çarpı
klı
k
* Çarpı
k olma durumu, eğrilik.
çarpı
lan
* Bir çarpma iş
leminde tekrarlanan sayı
.
çarpı
lı
çarpı
lı
ş
çarpı
lma
* Çarpıiş
areti konmuş
.
* Bir tür olta iğnesi.
* Çarpı
lmak iş
i veya biçimi.
* Çarpı
lmak iş
i.
* Çarpı
k duruma gelme.
çarpı
lmak
* Çarpmak iş
ine konu olmak.
* Çarpı
k duruma gelmek.
* Alı
nı
p gücenmek.
* Çekiciliğ
ine kapı
lmak.
çarpı
m
* Çarpma iş
leminin sonucu olan sayı
.
çarpı
m cetveli
* Bkz. çarpı
m tablosu.
çarpı
m tablosu
* Birbiriyle çarpı
lan sayı
ları
n (çoğu 1'den 9'a kadar) çarpı
mları
nı
gösteren çizelge, kerrat cetveli.
çarpı
nma
* Çarpı
nmak iş
i.
çarpı
nmak
* Çı
rpı
nmak.
çarpı
ntı
* (kalp için) Hı
zlı
ve sı
k vurma.
çarpı
ntı
lı
* Heyecanlı
, telâş
lı
.
çarpı
ntı
sıtutmak
* heyecen, korku veya üzüntüden çarpı
ntı
nöbeti gelmek.
çarpı
ntı
sı
z
* Çarpı
ntı
sıolmayan.
çarpı
ş
* Çarpmak iş
i veya biçimi.
çarpı
ş
ı
lma
* Çarpı
ş
ı
lmak iş
i veya biçimi.
çarpı
ş
ı
lmak
* Çarpı
ş
mak iş
i yapı
lmak.
çarpı
ş
ma
* Çarpı
ş
mak iş
i, müsademe, sadme.
* Öncülerin veya küçük birliklerin yaptı
klarıküçük savaş
ma.
çarpı
ş
mak
* Birbirine çarpmak, tokuş
mak.
* Vuruş
mak.
* Birbirine üstün gelmeye çalı
ş
mak.
çarpı
ş
tı
rma
* Çarpı
ş
tı
rmak iş
ini yapmak.
çarpı
ş
tı
rmak
* Çarpı
ş
mak iş
ini yaptı
rmak.
çarpı
tı
lma
* Çarpı
tı
lmak iş
i veya biçimi.
çarpı
tı
lmak
* Çarpı
tmak iş
i yapı
lmak.
çarpı
tma
* Çarpı
tmak iş
i.
çarpı
tmak
* Çarpı
k duruma getirmek.
* Gerçek anlamdan saptı
rmak.
* Yanlı
ş
a ve kötü duruma götürmek.
çarpma
* Çarpmak iş
i.
* Çarpmak iş
lemi, darp, zarp.
* Alaturka müzikte temel notaları
n arası
na sı
kı
ş
tı
rı
lmı
şve usulü bozmayan, tek perdelik küçük fazlalı
k.
* Kuyu çengeli biçiminde beşkollu büyük olta iğ
nesi.
* Çı
rpı
larak yapı
lan (ş
ey).
çarpma iş
areti
* Çarpmak iş
leminin yapı
lması
nısağ
layan x iş
areti.
çarpma kapı
* Tek veya çift kanatlıolan, özel menteş
esi yardı
mıile içe ve dı
ş
a doğru açı
labilen kapı
türü.
çarpmak
* Hı
zla değ
mek, vurmak.
* Etkisiyle birdenbire hasta etmek.
* Varlı
ğı
na inanı
lan bir gücün öfkesine uğramak.
* El çabukluğ
u ile çalmak.
* Kurnazlı
kla, zorla ele geçirmek.
* Hı
zlıatmak.
* Hı
zla bir yere vurmak.
* Biri çarpı
lan, öbürü çarpan denilen iki sayı
verildiğinde, çarpanıçarpı
landaki birim kadar çoğ
altarak çarpı
m
adıverilen bir üçüncü sayı
yıelde etmek, zarp etmek.
* Çekiciliğ
iyle etkilemek, ş
aş
ı
rtmak.
çarptı
rı
ş
* Çarptı
rmak iş
i veya biçimi.
çarptı
rma
* Çarptı
rmak iş
i.
çarptı
rmak
* Çarpma iş
ini yaptı
rmak veya çarpması
na yol açmak.
* Yankesiciye kaptı
rmak.
çarş
af
* Yatağı
n üstüne serilen veya yorgan kaplanan bez örtü.
* Eskiden kadı
nları
n kullandı
ğ
ıve baş
tan örtülen, pelerinli, eteklikli sokak giysisi.
çarş
af çarş
af
* Olabildiğ
ince uzun, uzun uzun.
çarş
af gibi
* (deniz, göl, su için) dalgası
z, dümdüz ve durgun.
çarş
af kadar
* (eni boyu küçük olmasıgereken ş
eyler için) pek büyük, çok geniş
.
çarş
afa dolanmak
* bir iş
in içinden çı
kamamak, kötü ve baş
arı
sı
z duruma düş
mek, zor durumda kalmak, çarş
aflamak.
çarş
afa girmek
* (eskiden, yeni yetiş
en kı
z için) çarş
af giymeye baş
lamak.
çarş
afçı
* Çarş
af yapan veya satan kimse.
çarş
afçı
lı
k
* Çarş
af yapma sanatıveya çarş
af satma iş
i.
çarş
aflama
* Çarş
aflamak iş
i.
çarş
aflamak
* Yorganıçarş
afla kaplamak.
* Kötü ve baş
arı
sı
z duruma düş
mek, çarş
afa dolanmak.
çarş
aflanma
* Çarş
aflanmak iş
i.
çarş
aflanmak
* Çarş
aflama iş
ine konu olmak.
* Çarş
af giymek.
çarş
aflatma
* Çarş
aflatmak iş
i.
çarş
aflatmak
* Çarş
aflamak iş
ini yaptı
rmak.
çarş
aflı
çarş
aflı
k
* Üzerinde çarş
af olan.
* Çarş
af giymişolan (kimse).
* Çarş
af yapmaya elveriş
li olan (kumaş
).
çarş
afsı
z
* Üzerinde çarş
af olmayan.
* Çarş
af giymemişolan.
çarş
afsı
zlı
k
* Çarş
afsı
z olma durumu.
çarş
amba
* Haftanı
n dördüncü günü, salıile perş
embe arası
nda bulunan gün.
çarş
amba karı
sı
* Saçı
baş
ıkarmakarı
ş
ı
k, üstü baş
ıözensiz kadı
n.
* Al karı
sı
.
çarş
amba pazarı
* Herş
ey karmakarı
ş
ı
k ortada olan yer.
çarş
amba pazarı
na çevirmek
* özellikle yüze vurarak çok dayak atmak.
çarş
ı
* Dükkânları
n bulunduğu alı
şverişyeri.
çarş
ı
ağası
* Çarş
ı
yıve esnafı
düzen altı
nda tutmakla görevli kimse.
çarş
ı
ekmeği
* Has undan çarş
ı
da yapı
lan ve satı
n alı
nan ekmek türü.
çarş
ı
ve pazar dolaş
mak (veya gezmek)
* alı
şverişedinilen her yeri dolaş
mak (gezmek).
çarş
ı
lı
çartı
r
* Çarş
ıesnafı
.
* Dolmuşuçak.
çasar
* Viyana'da oturan Alman imparatoruna verilen unvan.
çaş
ı
t
çaş
ı
tlama
* Casus.
* Ara bozmak amacı
yla söz taş
ı
yan kimse.
* Çaş
ı
tlamak iş
i veya durumu.
çaş
ı
tlamak
* Casusluk yapmak.
çaş
ı
tlı
k
* Çaş
ı
t olma durumu, casusluk.
çat
* Sert bir ş
eyin kı
rı
lı
rken çı
kardı
ğı
ses.
çat
*İ
ki yolun veya iki derenin birleş
tiğ
i yer, kavş
ak.
çat etmek
* çat diye ses çı
karmak.
çat kapı
* beklenmedik bir zamanda kapı
yıçalarak.
çat orada çat burada çat kapıarkası
nda
* çok yer değiş
tiren bir ş
eyin durumunu anlatı
r.
çat pat
* Biraz, yarı
m yamalak.
* Ara sı
ra.
* Uygunsuz zamanlarda, vakitli vakitsiz.
çatak
*İ
ki dağyamacı
nı
n kesiş
mesi ile oluş
muşdere yatağı
.
* Yapı
ş
ı
k, ikiz (meyve).
* Kavgacı
.
çatak bayrak
* Yeniçerilerin yarı
sı
sar ı
, yarı
sıkı
rmı
zırenkteki bayrağ
ı
.
çatal
*İ
ki veya daha çok kola ayrı
lan değ
nek.
* Yol, ağaç gibi, kollara ayrı
lan ş
eylerin ayrı
lma yeri.
* Dallıolan ş
eylerin her kolu.
* Yemek yerken kullanı
lan iki, üç veya dört uzun diş
li çoğ
unlukla metal araç.
* Dirgen.
* Ucu kollara ayrı
lmı
ş
.
*İ
ki taraflı
.
*İ
ki anlamlı
, iki türlü anlaş
ı
labilir.
* Bir tür olta iğnesi.
çatal ağı
z
* Bir ı
rmağı
n denize kavuş
tuğ
u yerde lı
ğ
ları
n birikmesiyle oluş
an üçgen biçimli ova, delta.
çatal aş
ı
* Yeş
il mercimek, kuru barbunya, dövme soğ
an, tereyağ
ıve baharat kullanı
larak hazı
rlanan bir çorba türü.
çatal ayak
* Ateş
li bir silâhı
n namlusuna destek olan, genellikle ters V biçiminde yere kurulan iki ayaklıparça.
çatal bel
* Bahçeyi bellemeye yarayan ucu çatallı
ve saplıalet.
çatal bı
çak takı
mı
* Sofra için gerekli olan çatal, kaş
ı
k, bı
çak ve diğ
er servis araçları
nı
n tümü.
çatal çivi
* Elektrik ve telefon kabloları
nısüpürgeliğ
e, kapıveya pencere pervazıgibi ahş
ap yüzeylere tutturmakta
kullanı
lan, iki ucu sivri, U biçiminde özel çivi.
çatal don
* Paçalarıkı
sa, diz üstünde kalan don.
çatal görmek
* net görememek, bir ş
eyi iki görmek. çatal matal kaç çatal üzerine atlanı
p sı
rtı
na oturulacak gözleri kapalı
kiş
inin, üzerinde oturanı
n tek veya çatal biçimde kaldı
rı
lmı
şçift parmağı
nı
n kaç olduğ
unu bilmesi temeline dayanan
bir çeş
it birdir bir oyunu.
çatal iğ
ne
*İ
ki veya üç çengeli olan olta iğ
nesi.
çatal kargı
* Büyük balı
klarızı
pkı
nlayarak avlamakta kullanı
lan üç diş
li, sivri uçlu araç.
çatal kazı
k
* Sonuçta ne olacağıbelirsiz, karı
ş
ı
k, karanlı
k ve ş
üpheli durum.
çatal kundak
* Açı
ldı
ğı
zaman V biçiminde olan iki ayaklıtop kundağı
.
çatal kuyruk
* Uzun ve ince gövdeli, ı
lı
k denizlerde yaş
ayan bir balı
k türü (Lepidopus caudatus).
çatal sakal
* Sakalıortadan ikiye ayrı
lmı
ş(kimse).
çatal ses
*İ
ki perdeden çı
kar gibi olan ve kulağı
tı
rmalayan ses.
çatal zı
pkı
n
* Çatal kargı
.
çatallanma
* Çatallanmak iş
i.
çatallanmak
* Çatal gibi ikiye ayrı
lmak.
çatallaş
ma
* Çatallaş
mak iş
i.
çatallaş
mak
*İ
ki veya daha çok ihtimal ortaya çı
karak anlaş
ı
lmasıgüç bir duruma gelmek.
çatallaş
tı
rma
* Çatallaş
tı
rmak iş
i.
çatallaş
tı
rmak
* Çatallaş
ması
na yol açmak.
çatallı
* Çatalıolan veya çatal durumunda olan.
*İ
ki veya daha çok ihtimali olan.
* (ses için) Pürüzlü.
çatallı
k
* Çatal konulan yer.
çatana
* Filika büyüklüğünde, islimle iş
leyen deniz teknesi, küçük vapur, istimbot.
çatanacı
* Çatana iş
leten kimse.
çatapat
* Ayakla çiğnenince veya bir yere sürtülünce çat pat diye patlayan bir eğ
lence fiş
eğ
i.
çatı
* Bir yapı
nı
n, bir evin damı
nı
kuran parçaları
n bütünü.
* Birbirine çatı
lmı
şçakı
lmı
şş
eylerin bütünü.
* Yapı
nı
n tavanıile damıarası
ndaki genellikle az kullanı
lan yer.
*İ
nsan ve hayvanda iskeletin kuruluş
u.
* Barı
nı
lan, sı
ğ
ı
nı
lan yer.
* Belli bir maksada yönelik kimselerin oluş
turduğ
u kuruluş
.
* Özne veya nesne durumları
na göre, belirli çatıeklerinin fiil kök veya gövdelerine getirilen türev, bina:
Sevinmek (sev-in-), sevdirmek (sev-dir-), sevindirmek (sev-in-dir-) gibi.
* Bir yapı
yı
örten ve eğ
ik yüzeyleri olan damı
n tahtadan iç yapı
sı
.
* Hikâye, roman, piyes gibi edebî türlerde olay kuruluş
u, kurgu.
çatıarası
* Tavanla çatıörtüsü arası
nda kalan boşbölüm, tavan arası
.
çatıekleri
* Fiil kök veya gövdelerinden dönüş
lü, edilgen, iş
teş
, ettirgen çatı
lar yapmaya yarayan ekler: (Sev-in-), (sev-il), (sev-iş
-), (kapa-t-), (geç-ir-), (sev-dir-) gibi.
çatıeteğ
i
* Çatı
nı
n, binanı
n dı
şduvarları
nıaş
an, yağ
ı
ş
lara karş
ıduvarı
n en üst bölümünü koruyan dı
ş
a uzanmı
şkı
smı
.
çatıkaplayı
cı
*İ
skele kurup ahş
ap çatıkaplaması
nıve duvarlarıkeçe veya özel kâğı
tlar ile kaplayan usta.
çatıkatı
* Yapı
larda çatıile son kat arası
nda yapı
lan küçük kat.
çatıkiriş
i
* Bir ucu tavanı
n üstüne bindirilen ve üzerine kiremit altıtahtaları
nı
n kaplandı
ğı
ana kiriş
.
çatıörtüsü
* Çatı
ları
n üstüne kiremit, çinko ve oluklu sac vb. ile kaplanan, tavana su geçmesini önleyen yapıbölümü.
çatıpenceresi
* Tavan arası
nıaydı
nlatmaya yarayan pencere veya camlıkapak.
çatı
cı
* Çatma iş
ini yapan kimse.
çatı
k
* Çatı
lmı
şolan.
çatı
k çehre
* Çatı
k yüz.
çatı
k kaş
* Kaş
larıbirbirine çok yakı
n ve çatı
k olan (kimse).
çatı
k surat
* Çatı
k yüz.
çatı
k yüz
* Öfkeli yüz (çehre, surat).
çatı
klaş
ma
* Çatı
klaş
mak iş
i.
çatı
klaş
mak
* Çatı
k duruma gelmek.
çatı
klı
k
* Çatı
k olma durumu.
çatı
ldama
* Çatı
ldamak durumu.
çatı
ldamak
* Çatı
k duruma gelmek.
çatı
lı
çatı
lı
ş
* Çatı
sı
olan (yapı
).
* Çatı
lmı
şolan.
* Baş
ı
na çatkıbağ
lanmı
şolan.
* Çatı
lmak iş
i veya biçimi.
çatı
lma
çatı
lmak
çatı
nma
* Çatı
lmak iş
i.
* Çatmak iş
ine konu olmak.
* Çatı
nmak iş
i.
çatı
nmak
* Kaş
ları
nı
çatı
p surat asmak.
çatı
r çatı
r
* Sert bir ş
ey kı
rı
lı
rken, yanarken yerinden sökülürken veya sı
kı
ş
tı
rı
lı
nca çı
kan ses.
* Zor kullanarak, baskı
yaparak.
* Güçlük çekmeden.
çatı
r çatı
r çatlamak
* çok çatlamak.
* çok kı
skanmak.
çatı
r çatı
r etmek
* çatı
r çatı
r ses çı
karmak.
çatı
r çatı
r sökmek
* bir ş
eyi zorlayarak yerinden söküp çı
karmak.
çatı
r çutur
* Bir ş
ey kı
rı
lı
rken çı
kan sesi anlatı
r.
çatı
rdama
* Çatı
rdamak iş
i.
çatı
rdamak
* Çatı
r diye ses çı
karmak.
* Çökmeye, yok olmaya yüz tutmak, tehlikeli duruma düş
mek.
çatı
rdatma
* Çatı
rdatmak iş
i.
çatı
rdatmak
* Bir ş
eyin çatı
r diye sesini çı
kartmak.
çatı
rtı
çatı
rtı
lı
* Çatı
rdama sesi.
* Çatı
rtı
sıolan.
çatı
sı
z
* Çatı
sı
olmayan, üstü açı
k (ev, kulübe).
çatı
ş
çatı
ş
ı
k
çatı
ş
ı
lma
* Çatmak iş
i veya biçimi.
* Birbirini tutmayan, birbirini çelen, birbirine uymayan, çeliş
ik, mütenakı
z.
* Çatı
ş
ı
lmak iş
i.
çatı
ş
ı
lmak
* Çatı
ş
mak iş
i yapı
lmak.
çatı
ş
kı
* Yasaları
n veya önermelerin kendi araları
nda çeliş
ikliği, antinomi.
çatı
ş
ma
* Çatı
ş
mak iş
i.
* Silâhlıbüyük kavga, arbede.
* Savaşmaksadı
yla düş
mana karş
ıilerleyen bir birliğin keş
if ve güvenlik kollarıarası
nda ilk silâhlı
vuruş
ma.
* Türlü yönlerden uzanan kı
vrı
mlıdağsı
raları
nı
n, bir yerde dar bir açıile birbirine yaklaş
ı
p kaynaş
masıveya
düğümlenmesi.
çatı
ş
mak
* Birbirine çatmak veya çatı
lmak.
* (söz, iddia veya davranı
ş
la) Birbirini tutmamak, birbirini çelmek, mütenakı
z olmak.
* Karş
ı
lı
klıvuruş
mak.
* Kavga etmek.
* (deve ve köpek için) Çiftleş
mek.
* Aynızamana rastlamak.
çatı
ş
tı
rma
* Çatı
ş
tı
rmak iş
i.
çatı
ş
tı
rmak
* Birbirine çattı
rmak, kavga ettirmek, birbirine düş
ürmek.
çatı
yıalmak
* çatı
ya ulaş
mak.
çatkı
* Uç uca, birbirine çatı
lan ş
eylerin bütünü.
* Sehpa.
* Alı
ndan geçerek baş
ı
n çevresine çember gibi bağlanan bağ
, kaş
bastı
.
* Bir iş
in bütününün veya parçaları
nı
n bir araya getirilmesinde uyulan yöntem.
çatkı
lı
çatkı
lı
k
* Çatkı
sıolan.
* Çift öküzlerini birbirlerine bağlayan çifte boyunduruklu ağaç.
çatkı
n
* Çatı
k.
çatkı
nlı
k
çatkı
sı
z
* Çatkı
n olma durumu.
* Çatkı
sıolmayan.
çatladı
n mı
?
* aş
ı
rısabı
rsı
zlı
k gösterenlere söylenen kaba bir uyarma.
çatlak
* Çatlamı
şolan.
* Çatlamı
şyer.
* Çatlama.
* Deli.
çatlak ses
* Pürüzlü, bozuk ses.
çatlak zurna
* Çirkin sesli, geveze, boş
boğaz.
çatlaklı
k
çatlama
çatlamak
* Çatlak olma durumu.
* Çatlamı
şyer, çatlak.
* Delilik.
* Çatlamak iş
i.
* Tohumları
n dağ
ı
lması
için meyve kabuğ
unun yarı
lması
, açı
lma.
* Dalgaları
n sı
ğkı
yı
ya geldikleri zaman dökülüp köpürmesi, çatlak.
* Uygun olmayan kuruma sonucu ağacı
n boyu yönündeki lif ayrı
lması
.
* Parçaları
ayrı
lı
p dağı
lmayacak biçimde yarı
lmak.
* Bir yüzeyde kı
rı
ş
ı
klar, çizgiler oluş
mak.
* Aş
ı
rıyemekten, içmekten, yorgunluktan veya (bebek) ağ
lamaktan ölecek duruma gelmek veya ölmek.
* Sı
kı
nt ı
, sevinç, yalnı
zlı
k, heyecan, sabı
rsı
zlı
k, kı
skançlı
k gibi ruhî durumları
aş
ı
rı
derecede duymak.
çatlasa da (veya çatlasa da patlasa da)
* elinden gelen her çareye baş
vursa da.
çatlatı
ş
çatlatma
* Çatlatmak iş
i veya biçimi.
* Çatlatmak iş
i.
çatlatmak
* Çatlak duruma getirmek.
* Çatlaması
na yol açmak.
* Aklı
nı
kaçı
rmak.
çatlayı
ş
* Çatlatmak iş
i veya biçimi.
çatma
* Çatmak iş
i.
* Provada geçici olarak bir giysiye iliş
tirilmişolan parça.
* Duvarlarıağ
aç gövdesinden birbirine takı
larak ve çivisiz olarak yapı
lan yayla evi, yörük çadı
rı
.
* Bir çeş
it döş
emelik kumaş
.
* Ahş
ap yapı
larda ağ
aç iskeletin temel parçaları
.
* Semerin ağ
aç kı
smı
.
* Heykel yapı
mı
nda çamuru ayakta tutan tel iskelet.
çatma kaş
* Araları
nda kı
lsı
z yer olmayı
p birbirine kavuş
muşolan kaş
lar.
çatmak
* Değnek, kı
lı
ç, tüfek gibi uzun ş
eylerden birkaç tanesini, tepelerinden birbirine çaprazlama dayayarak
durdurmak.
* (kereste vb. gereci) Birbirine tutturmak.
* Bir ş
eyi yapmak için gerekli parçaları
bir araya getirmek.
* (yükü hayvana) İ
ki yanlıyüklemek.
* (baş
a yemeni, çatkı
, yazma gibi ş
eyleri) Bağ
lamak.
* (kaş
, yüz için) Sertlik, öfke bildiren bir duruma sokmak.
* Üzücü olaylarla karş
ı
laş
mak.
* Birine sert sözle söylemek veya yazı
lar yazmak.
* Rastlamak, karş
ı
laş
mak.
* Sı
rası
gelmek, zamanıgelmek.
çatpat
* Bkz. çatapat.
çatra patra
* Bir dilin az çok ve yalan yanlı
şolarak konuş
ulduğ
unu anlatı
r.
çattı
rma
* Çattı
rmak iş
i.
çattı
rmak
* Çatmak iş
ini yaptı
rmak.
çav
çav
çav
* Ses, ün, haber.
* At, eş
ek gibi hayvanları
n erkeklik organı
.
* Hoş
ça kal anlamı
nda gençler arası
nda kullanı
lan bir söz.
çavalye
* Balı
kçı
ları
n tuttuklarıbalı
klarıiçine attı
kları
sepet.
çavdar
* Buğdaygillerden, unlu tane veren bir bitki (Secale cereale).
çavdar ekmeğ
i
* Çavdar ve buğ
day unu karı
ş
ı
mı
ndan yapı
lan ekmek.
çavdarlı
* Çavdar katı
ş
mı
ş
.
çavdarmahmuzu
* Buğdaygillerin ve en çok çavdarı
n baş
ağ
ıüzerinde türeyip koyu mor renkte bir horoz mahmuzunu andı
ran,
1-4 cm uzunlukta, 2-7 mm geniş
likte, az çok kı
vrı
k, kolayca kı
rı
labilen, özel kokulu, silindir yapı
lıçubuklar hâlinde
olan ve hekimlikte kullanı
lan askı
lımantarlardan biri (Claviceps purpurea).
çavdarsı
z
* Çavdar katı
ş
mamı
şolan.
çavelâ
* Tutulan balı
kları
n içine konduğ
u sepet, çavalye.
çavlan
* Çağ
layanı
n büyüğ
ü, ş
elâle.
çavlanma
* Çavlanmak iş
i.
çavlanmak
* Gürültüsü çevreye yayı
lmak.
* Dillere düş
mek, ş
üyu bulmak.
çavlı
* Henüz ava alı
ş
tı
rı
lmamı
şdoğ
an yavrusu.
çavmak
* Güneşdoğmak.
* Dağı
lı
p yayı
lmak, saçı
lmak.
* Sapmak, yol değ
iş
tirmek, amaçtan ş
aş
mak.
çavş
ı
r
Çavuldur
çavun
* Maydanozgillerden bir bitki ve bunun eczacı
lı
kta kullanı
lan reçinesi (Opopanax chironium).
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
* Hayvan derisinden veya çavdan yapı
lmı
şkı
rbaç.
çavuş
* Osmanlıdevleti teş
kilâtı
nda çeş
itli hizmetler yapan görevli.
* Osmanlıordusunda üst komutanları
n buyrukları
nıast komutanlara ulaş
tı
ran görevli.
* Onbaş
ı
dan sonra gelen ve görevi manga komutanlı
ğıolan er rütbesi.
* Bir iş
in veya iş
çilerin baş
ı
nda bulunan ve onlarıyöneten sorumlu kimse.
* Askerî okullarda sı
nı
f birincisi.
çavuşkuş
u
* Çavuşkuş
ugillerden, uzun yay biçimli gagalı
, güvercinden küçük, baş
ısorguçlu, kı
sa kanatlıbir kuş
, ibibik,
hüthüt (Upopa epops).
çavuşkuş
ugiller
* Örneğ
i çavuşkuş
u olan bir kuşfamilyası
.
çavuşüzümü
* Kabuğ
u ince, çekirdeği ufak, iri taneli bir tür beyaz üzüm.
çavuş
luk
çay
* Çavuşolma durumu veya görevi.
* Çavuşrütbesi.
* Çaygillerden bir ağ
aççı
k (Thea chinensis).
* Bu ağaççı
ğı
n özel iş
lemlerle kurutulan yaprağı
.
* Bu yaprakları
n haş
lanması
ile elde edilen güzel kokulu ve sarı
mtı
rak kı
rmı
zırenkli içecek.
* Konukları
n çay, börek, pasta gibi içecek ve yiyeceklerle ağ
ı
rlandı
ğıtoplantı
.
* Müzikli toplantı
.
çay
* Dereden büyük, ı
rmaktan küçük akarsu.
çay bahçesi
* Çay, kahve ve alkolsüz içkilerin içildiğ
i bahçe.
çay bardağ
ı
* Çay içmekte kullanı
lan, belli biçimde cam bardak.
çay demlemek
* Bkz. demlemek.
çay evi
* Çay gibi içeceklerin hazı
rlandı
ğıve bunları
n içildiğ
i yer, çayhane.
çay fincanı
* Genellikle porselenden yapı
lan, çay içmeye yarayan, kulplu fincan.
çay kaş
ı
ğ
ı
* Kahve yaparken veya çaya toz ş
eker koyarken ölçek olarak kullanı
lan ve ş
ekeri karı
ş
tı
rmaya yarayan küçük
kaş
ı
k.
çay kenarı
nda kuyu kazmak
* elde, maksada ulaş
ı
lacak bol araç varken emek harcayarak baş
ka yollar aramak.
çay ocağ
ı
* Çay piş
irilen veya çay içilen yer.
çay saati
* Çay içmek için belirlenmişsaat.
çay servisi
* Çay dağ
ı
tı
mı
.
çay ş
ekeri
* Çayıtatlandı
rmak için kullanı
lan katış
eker, küp ş
ekeri.
çay takı
mı
* Çaydanlı
k, sütlük, ş
ekerlik ve altı
veya on iki çay fincanı
ndan oluş
an takı
m.
* Çay sunulurken kullanı
lan örtü ve peçetelerin hepsi.
çay vermek
* konuklara çay ve börek, çörek, pasta gibi yiyecekler sunulan toplantı
düzenlemek.
çayan
çaycı
çaycı
lı
k
* Akrep, yı
lan, çı
yan, kı
rkayak vb. zehirli hayvan.
* Çay yapı
p satan kimse.
* Çay yetiş
tiricisi.
* Çay içmeye düş
kün, çay tiryakisi.
* Çay yapma ve satma iş
i.
* Çay yetiş
tirme iş
i.
çayda çı
ra
* Elâzı
ğve çevresinde kı
na gecesi veya düğünlerde, ellerde yanan mum taş
ı
narak oynanan türkülü bir halk
oyunu veya bu oyunun müziğ
i.
çaydan geçip derede boğ
ulmak
* büyük güçlükleri yenmiş
ken önemsiz bir sebepten baş
arı
sı
zlı
ğa uğramak.
çaydanlı
k
*İ
çinde çay piş
irilen kap.
çaygiller
*İ
ki çeneklilerden, yaprakları
ndan çay yapı
lan bir bitki familyası
.
çayhane
* Çay evi.
çayhaneci
* Çayhane iş
leten kimse.
çayhanecilik
* Çayhanecinin iş
i veya mesleği.
çayıgörmeden paçalarısı
vamak
* Bkz. dereyi görmeden paçaları
sı
vamak.
çayı
r
* Üzerinde gür ot biten düz ve nemli yer.
* Böyle yerde biten otlar.
çayı
r güzeli
* Buğdaygillerden bir bitki çayı
r otu (Erogrostis major).
çayı
r kuş
u
* Tarla kuş
u.
çayı
r mantarı
* Şapkası
nı
n alt yüzü ince dilimli, yenebilen ve zehirli de olabilen mantar türlerinin ortak adı
.
çayı
r otu
* Çayı
r oluş
turan çeş
itli bitkilerin genel adı
.
* Buğdaygillerden kuru ve kireçli yerlerde yetiş
en küçük bir çayı
r otu, fleol (Phleum pratense).
çayı
r peyniri
* Bir çeş
it az tuzlu veya tuzsuz taze peynir.
çayı
r tavuğ
u
* Orman tavuğugillerden, sı
rtıbeyaz çizgili siyah ve esmer, karnı
siyah bir kuş(Tympanuchus cupido).
çayı
r teresi
* Turpgillerden beyaz çiçekli, yabanî bir bitki (Cardemina pratensis).
çayı
r tirfili
* Baklagillerden, hayvan yemi olarak yetiş
tirilen bir bitki (Trifolium pratense).
çayı
r yulafı
* Buğdaygillerden, yulafa benzeyen bir kı
r bitkisi (Avenastrum).
çayı
rlama
* Çayı
rlamak iş
i.
çayı
rlamak
* Çayı
rlanmak.
* (hayvan) Yediğ
i çayı
rdan hastalanmak.
çayı
rlanma
* Çayı
rlanmak iş
i.
çayı
rlanmak
* (hayvan) Çayı
rda otlamak.
çayı
rlaş
ma
* Çayı
rlaş
mak iş
i.
çayı
rlaş
mak
* Çayı
r durumuna gelmek.
çayı
rlatma
* Çayı
rlatmak iş
i.
çayı
rlatmak
* Çayı
rlanması
nısağlamak.
çayı
rlı
çayı
rlı
k
* Çayı
rıolan.
* Çayı
rıolan yer.
çayı
rmelikesi
* Erkeçsakalı
, keçisakalı
.
çayı
rsedefi
* Düğ
ün çiçeğ
igillerden, sulak yerlerde yetiş
en, kökü iç sürdürücü olarak kullanı
lan bir bitki (Thalictrum).
çayı
rsı
z
* Çayı
rıolmayan.
çaykara
çaykı
zı
* Çay kenarı
nda çı
kan göze, kaynak, pı
nar.
* Bir tür çiçek.
çaylak
* Yı
rtı
cı
lardan, uzun kanatlı
, çengel gagalı
, küçük kuş
ları
ve fare gibi zararlıhayvanları
avlayan, tavuk
büyüklüğünde bir kuş(Milvus migrans).
* Toy, tecrübesiz, acemi.
çaylak fı
rtı
nası
* Kı
şbaş
ları
nda olan fı
rtı
na.
çaylakça
* Çaylağa yakı
ş
ı
r (biçimde).
çaylaklı
k
* Toyluk, tecrübesizlik, acemilik.
çaylı
çaylıkek
çaylı
k
çe
*İ
çinde çay bulunan.
*İ
çine çay karı
ş
tı
rı
larak yapı
lan kek.
* Çay ağ
aççı
kları
nı
n yetiş
tiğ
i yer.
* Çay için kullanı
lan.
* Çe adı
verilen bu harf, ses bilimi bakı
mı
ndan ötümsüz, katı
ş
ı
k, diş
-dişeti ünsüzünü gösterir.
çe
* Türk alfabesinin dördüncü harfinin adı
.
çebiç
çecik
çeç
çeçe
* Bir yaş
ı
nda keçi yavrusu.
* Madenî kulp, halka, çivi.
* Tahı
l yı
ğı
nı
.
* Tahı
l elenen kalbur.
*İ
ki kanatlı
lardan, insana uyku hastalı
ğ
ıaş
ı
layan, sinekten büyük bir cins Güney Afrika böceği (Glossina).
Çeçen
(kimse).
* Kafkasya'nı
n kuzeydoğ
usundaki Çeçen Cumhuriyeti'nde yaş
ayan bir halk veya bu halkı
n soyundan olan
Çeçence
* Çeçen dili.
çedene
* Bkz. çetene.
çedik
* Mesh üzerine giyilen sarıpabuç.
* Terlik.
çeğ
mel
* Yay veya çengel biçiminde bükülmüşolan.
çeğ
mellenme
* Çeğ
mellenmek iş
i.
çeğ
mellenmek
* Yay veya çengel biçimini almak veya girmek.
çehre
* Yüz, sima.
* Görünüş
.
* Somurtkanlı
k.
çehre almak
* tavı
r takı
nmak.
çehre etmek
* surat etmek.
çehre züğ
ürdü
* Yüzü çirkin.
çehrece
çehreli
* Çehre bakı
mı
ndan.
* Çehresi olan.
çehresi bozulmak
* yüzü, tavı
rlarıdüş
mek.
Çek
* Slavları
n batıkolundan olan bir ulus veya bu ulusun soyundan gelen kimse.
* Çek halkı
na özgü olan.
çek
* Bir kimsenin, bankadaki parası
nı
n dilediğ
i kimseye ödenmesi için bankaya gönderdiği yazı
lıbelge.
çek arabanı
(veya yalnı
z çek!)
* git buradan!.
çek valf
* Depodaki suyun kaçması
nıönlemek için kullanı
lan araç.
*İ
çinden gaz akı
ş
ı
nı
n geçmesine bir yönde izin veren, ters yönde gaz akı
ş
ı
nıotomatik olarak kapayan ve
durduran vana.
çek vana
çekap
çekberi
* Çek valf.
* Tam bakı
m.
* Harman yerinde yı
ğı
nları
çekmeye yarayan alet, gelberi.
Çekçe
çekçek
* Çek dili.
* Dört tekerlekli el arabası
.
çekeceğ
i olmak
* baş
ı
na sı
kı
ntı
lı
çok işgelecek olmak.
çekecek
* Ayakkabıile topuk arası
na sokularak, ayağı
n ayakkabı
ya kolay girmesini sağ
layan, maden, boynuz ve plâstik
maddeden yapı
lmı
şalet.
çekek
çekel
çekeleme
* Kayı
k, mavna ve küçük gemilerin karaya çekildikleri yer.
* Küçük çapa.
* Üvendirenin alt ucunda bulunan, pulluğa yapı
ş
an toprağ
ıayı
rmaya yarayan demir bölüm.
* Çekelemek iş
i veya durumu.
çekelemek
* Tekrar tekrar çekmek.
çekelez
* Sincap.
çekem
* Yeş
il yapraklı
, dikensi, ateş
e atı
ldı
ğ
ı
nda çatı
rdayarak yanan bir bitki.
çekememe
* Çekememe iş
i veya durumu.
çekememek
* Çekmek iş
ini yapamamak.
* Katlanamamak.
* Kı
skanarak hoşgörmemek.
çekememezlik
* Çekememe durumu veya çekememekten, kı
skançlı
ktan doğ
an davranı
ş
.
çekemez
* Kı
skanç.
çekemezlik
* Bkz. çekememezlik.
çeker
çeki
* Bir tartma aletinin kaldı
rabildiğ
i ağ
ı
rlı
k miktarı
.
* Çekici araç.
* Tartı
.
*İ
ki yüz elli kiloya eş
it olan, odun, kireç gibi ağı
r ve kaba ş
eyleri tartmakta kullanı
lan bir ağı
rlı
k ölçüsü.
* Kadı
nları
n baş
ları
na bağladı
klarıörtü.
* Bkz. çeki düzen.
* Üzüntü, sı
kı
ntı
.
çeki düzen
* Düzenlilik, özen, itina, intizam, ihtimam.
çeki düzen vermek
* düzgün duruma getirmek, düzeltmek, düzenlemek.
çeki taş
ıgibi
* ağ
ı
r ve kı
mı
ldamaz.
çekici
çekicilik
çekiç
araç.
* Çekme iş
ini yapan.
* Kendisi için eğilim uyandı
ran, alı
mlı
, cazibeli, cazip.
* Kurtarma aracı
.
* Çekici olma durumu, cazibe.
* Çekme gücü.
* Çivi çakmak, madenleri dövmek gibi iş
lerde kullanı
lan ve bir sapla dövecek bir maden bölümden yapı
lmı
ş
* Yaklaş
ı
k 1.20 m uzunluğ
undaki madenî tele bağ
lıve ağ
ı
rlı
ğı7.257 kg olan gülle.
çekiç atma
* Çekicin en uzağ
a atı
lmasıtemeline dayanan atletizm dalı
.
çekiç kemiği
* Orta kulaktaki dört küçük kemikten biri.
çekiç makinesi
* Ayakkabıimalâtı
nda taban köş
elerinin burun kı
sı
mları
nıincelten ve köseleleri döverek düzelten bir
makine.
çekiçhane
* Demir fabrikaları
nda makine ile çalı
ş
an çok ağı
r çekiçlerin bulunduğu yer.
çekiçleme
* Çekiçlemek iş
i.
çekiçlemek
* Çekiçle dövmek.
çekik
çekikçe
çekiliş
* Yanlara doğ
ru çekilerek gerilmişgibi olan.
*İ
çeriye doğ
ru kaçmı
ş
, batı
k.
* Çekiğ
e yakı
n, biraz çekik.
* Çekilme iş
i.
çekilme
* Çekilme iş
i.
* Bir görevden, bir iş
ten kendi isteği ile ayrı
lma, istifa.
* Yerin yükselmesiyle bu yeri örten deniz suları
nı
n gerilemesi, basma karş
ı
tı
.
* Savaş
ta, bir ordunun veya bir birliğ
in düş
mandan ayrı
lmak için yaptı
ğ
ıdavranı
ş
, ricat.
* Bir boksörün veya güreş
çinin herhangi bir sebeple karş
ı
laş
mayıbı
rakması
.
çekilmek
* Çekme iş
i yapı
lmak.
* Kendini geriye veya bir yana çekmek.
* Bir iş
ten bir görevden kendi isteğ
iyle ayrı
lmak, istifa etmek.
* Azalmak veya yok olmak.
* Bir yere, bir duruma geçmek.
* Bir yerden uzaklaş
mak, bir yere uğ
ramamak.
* Gerilemek, geri gitmek, ricat etmek.
* Katı
lmamak, vazgeçmek.
* Katlanmak, üstlenmek, tahammül etmek.
çekim
* Çekmek iş
i.
* Herhangi bir cismin, baş
ka bir cismi kendine doğru çekme gücü, cazibe.
* Fiillerin çeş
itli zaman, kiş
i ve kiplere, isimlerin de isim hallerine göre uğ
radı
klarıdeğiş
iklikler, tasrif.
* Alı
cı
nı
n sürekli olarak bir kez çalı
ş
tı
rı
lması
yla elde edilen film parçası
, plân.
çekim ekleri
* Fiil, isim kök veya gövdelerine gelerek bağ
lı
olduklarıkelime grupları
na göre kelimeler arası
nda durum
(hâl) iyelik, çokluk, zaman, ş
ahı
s iliş
kisi kuran birimler: ev-e, ev-im, ev-ler, gel-di, gel-di-m, gel-di-ler gibi.
çekimci
* Yapı
mcı
.
* Kameraman.
çekimleme
* Çekimlemek iş
i.
çekimlemek
* (bir cismi) Genel çekim yasası
na göre baş
ka bir cismi çekmek.
çekimli
* Çekimi olan.
* Çekim ekleri alabilen.
çekimli fiil
* Kip zaman ve kiş
i eklerini almı
şfiil.
çekimölçer
* Çekim kuvvetlerini ölçmeye yarayan araç.
* Yer yer değ
iş
en yer çekiminin tam ve gerçek değerini dikey olarak belirlemeye yarayan araç, gravimetre.
çekimsenme
* Çekimsenmek iş
i.
çekimsenmek
* Bir ş
eyi yapmaktan geri durmak, kaçı
nmak, el çekmek, istinkâf etmek.
çekimser
* Oy vermekten, eğ
ilim göstermekten veya bir ş
ey yapmaktan kaçı
nan, müstenkif.
çekimserlik
* Çekimser davranma durumu.
çekimsiz
* Çekimi olmayan.
* Cins, sayı
, kiş
i belirtmeden bütün durumlarda değiş
meyen kelimeler.
çekimsizlik
* Çekimsiz olma durumu.
çekince
* Herhangi bir konuda ileriyi düş
ünerek çekinmeyi gerektiren sebep veya durum, rezerv, ihtiraz.
çekince koymak
* çekindiğini, sakı
ndı
ğ
ı
nıbelirtmek.
çekine çekine
* Çekinerek.
çekingen
* Her ş
eyden çekinme huyu olan, ürkek, sı
kı
lgan, muhteriz.
çekingen davranmak
* ürkekçe davranı
ş
larda bulunmak.
çekingence
* Çekingene yakı
ş
ı
r (biçimde), ürkekçe.
çekingenleş
me
* Çekingenleş
mek iş
i.
çekingenleş
mek
* Çekingen duruma gelmek.
çekingenlik
* Çekingen olma durumu.
çekinik
* Birkaç kuş
ak sonra ortaya çı
kan ve o zamana kadar aradaki döllerde gizli kalan soya çekim nitelikleri için
kullanı
lı
r, resesif.
çekinilme
* Çekinilmek iş
i.
çekinilmek
* Çekinmek iş
ine konu olmak.
çekiniş
* Çekinmek iş
i veya biçimi.
çekinme
* Çekinmek iş
i.
çekinmek
* Saygı
, korku, utanma gibi duygularla bir ş
eyi yapmak istememek, kaçı
nmak.
* Bir ş
ey sürünmek.
çekinti
* Duraksama, kararsı
zlı
k, tereddüt.
çekip almak
* uzaklaş
tı
rmak, meş
guliyetine son vermek, koparmak.
çekip çevirmek
* hâle yola koymak, yönetmek.
çekip gitmek
* bı
rakı
p gitmek, ayrı
lmak, savuş
mak.
çekirdecik
* Hücre çekirdeğ
inin içinde tek veya birden çok bulunan yuvarlak cisim.
çekirdek
* Etli meyvelerin içinde bir veya birden çok bulunan, çoğu sert bir kabukla kaplıtohum.
* Yenmek için satı
lan kabak veya ayçiçeği çekirdeği.
* Bir hücrenin merkezini oluş
turan cisimcik.
* Atom çekirdeği.
* Kuyumculukta kullanı
lan ve beşsantigrama eş
it olan ağ
ı
rlı
k ölçüsü.
* Bir ş
eyin temelini oluş
turan öz, nüve.
* Ağaçlarda soyulmayan bölüm.
çekirdek aile
* Anne, baba ve henüz evlenmemişçocuklardan oluş
an aile.
çekirdek kahve
* Çekilmemişveya dövülmemişkahve.
çekirdekçi
* Çekirdek satan kimse.
çekirdekçilik
* Çekirdek satma iş
i.
çekirdeklenme
* Çekirdeklenmek iş
i.
çekirdeklenmek
* Çekirdek bağ
lamak.
çekirdekli
* Çekirdeğ
i olan, içinde çekirdeği bulunan.
çekirdeksel
* Atom çekirdeği ile ilgili, nükleer.
çekirdeksiz
* Çekirdeğ
i olmayan, içinde çekirdeği bulunmayan.
çekirdekten yetiş
me
* herhangi bir iş
te, meslekte, küçük yaş
tan baş
layarak yetiş
mişolan.
çekirge
* Düz kanatlı
lardan, uzun olan art bacakları
na dayanarak uzağa sı
çrayabilen, birçok türleri olan böcek
(Acridium).
çekirge kuş
u
* Sı
ğ
ı
rcı
k (Sturnus vulgaris).
çekirge ötleğ
eni
* Orta Asya ve Avrupa içlerinde yaş
ayan ötücü bir kuş
.
çekirge ş
alvar
* Paçalarıçok dar, bacak bölümü genişolarak dikilmişş
alvar.
çekiş
* Çekmek iş
i veya biçimi.
* Bir motorun çekme gücü.
* Ağı
z kavgası
.
çekiş
e çekiş
e pazarlı
k (etmek)
* (alı
cı
) bir malıucuz almak için titizce pazarlı
k (etmek).
çekiş
ken
* Çekiş
meyi seven, kavgacı(kimse).
çekiş
li
çekiş
me
* Çekme gücünü ön tekerleklerden alan araç.
* Çekiş
mek iş
i.
çekiş
mek
çekiş
meli
*İ
ki yönünden karş
ı
lı
klıçekmek.
* Bir ş
eyi birbirine karş
ıçekmek.
* (ad çekme, niyet, kâğ
ı
t için) Araları
nda çekmek.
* Ağı
z kavgasıetmek.
* Çaba, gayret harcamak.
* Çekiş
meye yol açan.
* Sert, çetin, zorlu.
çekiş
mesiz
* Çekiş
meye yol açmayan.
çekiş
te
* Tuzla terbiye edilmişyeş
il zeytin.
çekiş
tirici
* Çekiş
tirmek iş
ini yapan (kimse).
* Bir kimsenin kötü tarafları
nıuzun uzadı
ya sayı
p döken (kimse).
çekiş
tiricilik
* Çekiş
tiricinin iş
i.
çekiş
tirme
* Çekiş
tirmek iş
i.
çekiş
tirmek
* Uçları
nda tutarak ayrıyönlere doğ
ru çekmek.
* Tekrar tekrar çekerek koparmak.
* Bir kimsenin kötü tarafları
nıuzun uzadı
ya sayı
p dökmek.
çekiver kuyruğunu
* artı
k ondan hayı
r bekleme.
çekiye gelmek
* düzene uymak.
çekiye gelmez
* ölçüsüz derecede çok veya büyük.
* düzeltilemez, düzene sokulamaz.
çekkin
* Elini eteğ
ini çekmiş
, ilgisiz.
çekme
* Çekmek iş
i.
* Masa, dolap gibi ş
eylerin dı
ş
arı
ya çekilen gözü, çekmece.
* Yüksekteki ince dallarıçekip kesmeye yarar, ay biçiminde, uzun saplı
, ağ
zıtı
rtı
klıbı
çak.
* Düzgün biçimli.
* Çekilerek giyilen veya kullanı
lan.
* Parmak veya mı
zrapla çalı
nan çalgı
.
* Ağacı
n yapı
sı
ndaki nem oranı
nı
n azalmasısonucu boyutları
nı
n küçülmesi.
*İ
şyaparken giyilen bir tür ş
alvar.
* Vücut bölümlerinin bükücü kas gücü ile bir direnci kendisine yaklaş
tı
rması
.
çekme demir
* Haddeden geçirilmişdemir.
çekme kat
* Apartmanda veya evlerde dört yanıteras olarak bı
rakı
lan en üst kat.
çekmece
* Masa, dolap gibi ş
eylerin dı
ş
arı
ya çekilen gözü, çekme.
*İ
çinde mücevherat veya baş
ka değ
erli ş
eyler saklanan küçük, süslü sandı
k.
* Gemilerin barı
nabilecekleri koy.
çekmeceli
* Çekmecesi olan.
çekmecesiz
* Çekmecesi olmayan.
çekmek
* Bir ş
eyi tutup kendine veya baş
ka bir yöne doğ
ru yürütmek.
* (taş
ı
t için) Bı
rakmak, koymak.
* Germek.
*İ
çine almak.
* Bir yerden baş
ka bir yere taş
ı
mak.
* Bir amaçla ortadan kaldı
rmak.
* Solukla içine almak.
* Üzerinde bulunan bir silâhla saldı
rmak için davranmak.
* Atmak, vurmak.
* (bir kimseyi veya bir ş
eyi) Geri almak.
* (güç durumlara) Uğ
ramak, dayanmak, katlanmak.
* Yüklenmek, üzerine almak, etkisi altı
nda bulunmak.
* (tartı
da) Ağı
rlı
ğ
ıolmak.
* Döş
emek.
* Herhangi bir engel kurmak.
* (ad çekme, niyet, piyango için) Şans denemek amacı
yla hazı
rlanmı
şkâğı
tlardan birini almak.
*İ
mbik yardı
mıile elde etmek.
* Çizgi durumunda uzatmak.
* Tı
pkı
sı
nıyazmak veya çizmek.
* (ş
iş
e, vantuz, sülük vb. için) Tedavi amacı
yla uygulamak.
* Bir yerden bir ş
eyi yukarı
doğru almak.
* Görüntüyü bir aletle özel bir nesne üzerinde tespit etmek.
* Taş
ı
ma gücü olmak.
* Öğütmek.
* (protesto, poliçe, çek gibi ş
eyler için) Düzenleyip yürürlüğe koymak.
* (dikkat, ilgi vb. için) Üzerine toplamak.
* Hoş
a gitmek, sarmak.
* Kaçan ilmeği örmek.
* Masrafı
nıkarş
ı
lamak.
* Bir duyguyu içinde yaş
atmak.
*İ
çki içmek.
* Yürütmek, sürmek.
* (bir kimse) Ailesinden birine herhangi bir bakı
mdan benzemek.
* (bir ş
eyin iç yüzünü anlamak amacı
yla) Sı
kı
ş
tı
rmak.
* Herhangi bir anlama almak.
* Örtmek, giymek.
* Diş
i hayvanıçiftleş
mek için erkeğin yanı
na götürmek.
* (yol, ay için) Sürmek.
* Daralı
p kı
salmak.
* Söylemek.
* Asmak.
* (boya, badana vb.) Sürmek.
* Yollamak.
* (bir ş
eyi) Emip dı
ş
arı
ya çı
karmak.
çekmeli
* Çekmesi veya çekiş
i olan.
* Çekmecesi olan.
çekmelik
* Genellikle yemeni gibi giyeceklerde, ayağı
n daha rahat girmesi için topuk üzerinde bulunan uzun çı
kı
ntı
.
Çekoslovak
* Çekoslovakya'da yaş
ayan (kimse).
Çekoslovakyalı
* Çekoslovak halkı
ndan olan kimse.
çektiri
çektirici
çektiriş
* Yelkenleri olmakla birlikte kürekle de yol alan eski zaman gemisi, çektirme.
* Tekstil imalâtı
nda dokunmuşmalzemeyi istenilen boy ve ene göre çektiren aracıçalı
ş
tı
ran iş
çi.
* Çektirmek iş
i veya biçimi.
çektirme
* Çektirmek iş
i.
* Çektiri.
* Büyük yelken kayı
ğı
.
* Sökülebilir elbise, yemek ve salon dolapları
nı
n tablaları
nıbirbirine tutturmak için metal veya plâstikten
yapı
lmı
şbağ
lantıparçası
.
* Arabaları
n göbek bilyaları
nıçı
karmak için kullanı
lan araç.
çektirme ağı
* Yan yana ilerleyen iki tekne tarafı
ndan çekilen genişağ
ı
zlıbüyük balı
k ağı
.
çektirmek
* Çekmek iş
ini yaptı
rmak.
* Birinin sı
kı
ntıçekmesine, onulmaz duruma gelmesine yol açmak.
çekül
* Ucuna küçük bir ağı
rlı
k bağlanmı
şiple oluş
turulan, yer çekiminin doğ
rultusunu belirtmek için sarkı
tı
larak
kullanı
lan bir araç, ş
akul.
çekyat
çelebi
* Gerektiğ
inde açı
lı
p yatak hâline getirilebilen koltuk, kanepe.
* Görgülü, terbiyeli, olgun (kimse).
* Bay.
* Bektaş
î ve Mevlevî pirlerinin en büyüklerine verilen unvan.
* Hristiyan tüccar.
çelebice
* Çelebiye yakı
ş
ı
r (biçimde), çelebi gibi.
çelebilik
çelek
çelen
* Çelebi olma durumu veya çelebice davranı
ş
.
* Boynuzu kı
rı
k veya eğri hayvan.
* Ev saçağı
.
çelenç
* Sporda rekor kı
ranlar arası
nda elden ele geçen kupa ve bu kupayıkazanmak için yapı
lan yarı
ş
ma.
çelenk
* Çiçek, dal ve yapraklarla yapı
lmı
şhalka.
* Kadı
nları
n baş
ları
na taktı
kları
mücevher veya madenden yapı
lmı
şsorguç.
çelenk koymak
* bir kimseyi anmak için mezarı
na veya anı
tı
na çelenk bı
rakmak.
çelgi
* Alna bağlanan yazma yemeni.
çeliğe su vermek
* çeliği hı
zla soğ
utarak özel bir ş
ekilde daha çok sertleş
mesini sağ
lamak.
çelik
* Su verilerek çok sert ve esnek bir duruma getirilebilen, birleş
iminde az miktarda karbon bulunan demir ve
karbon alaş
ı
mı
, pulat.
* Çelikten yapı
lmı
ş
.
çelik
* Kı
sa kesilmişdal.
* Kök salmak amacı
yla yere dikilen dal.
* Çocukları
n çelik çomak oyununda ucuna çomakla vurarak havaya kaldı
rdı
kları
, iki tarafı
sivri, kı
sa değ
nek.
* Gemilerde, üzerine halat veya ip geçirip tutturmaya yarayan ağaç veya metalden yapı
lmı
şkı
sa değ
nek.
* Bir ağ
acı
aş
ı
lamak amacı
yla hazı
rlanmı
şdal.
çelik baş
lı
k
* Hafif piyade silâhları
nı
n, havan ve top mermi parçaları
nı
n etkilerine karş
ıbaş
ıkorumak için giyilen özel
baş
lı
k.
çelik çember
* Balya, eş
ya, yük vb. sarı
lı
p ambalâjlanması
nda kullanı
lan dar, çelik ş
erit.
çelik çomak
* Çocukları
n, çomakla çeliğ
e vurarak oynadı
klarıoyun.
çelik gibi
* zayı
f, fakat güçlü (vücut).
çelik halat
* Çelikten yapı
lan, asma köprü ayakları
nıbirbirine bağ
layan, tral ağ
ı
nı
denizde çekmeye yarayan halat.
çelik kalemi
* Her türlü metal, tahta ve taş
larıkesme, oyma ve yontma iş
lerinde çekiçle vurarak kullanı
lan, çelikten
yapı
lmı
ş
, keskin uçlu alet.
çelik kapı
* Ana çevresi çelikten, yüzeyi ahş
aptan yapı
lan dı
şkapı
.
çelik kasa
* Kı
ymetli eş
yayıve parayımuhafaza etmek için çelikten yapı
lan kasa.
çelik macunu
* Yağ, vernik, dolgu ve renk gereçlerinden hazı
rlanan boya astarı
.
çelik metre
* Üzerinde ölçü birimleri iş
aretlenmişküçük bir kutuya girebilen, ince çelik metalden yapı
lmı
şölçme aracı
.
çelik pamuğu
* Verniklenmişyüzeyleri düzeltmeye veya matlaş
tı
rmaya yarayan uzun ve keskin kenarlı
çelik tel tomarı
.
çelik yelek
* Özel alaş
ı
m ve maddelerle kurş
un geçirmeyecek biçimde yapı
lmı
şüst giysisi.
çelikhane
çelikleme
* Çelik elde edilen fabrika.
* Çelik dikerek ağ
aç yetiş
tirme.
çeliklemek
* Çelik dikerek ağ
aç yetiş
tirmek.
çelikleş
me
* Çelikleş
mek iş
i.
çelikleş
mek
* Çelik durumuna gelmek.
* Çelik gibi sağlam olmak.
çelikleş
tirme
* Çelikleş
tirmek iş
i.
çelikleş
tirmek
* Çelik durumuna getirmek.
* Güçlendirmek, güç kazandı
rmak.
çelikli
* Çeliğ
i olan, çelik içeren veya çelikle kaplı
.
çeliksi
* Çeliğ
e benzeyen, çeliği andı
ran.
çelim
çelimli
çelimsiz
* Güç, kuvvet.
* Güçlü.
* Güçsüz, nahif.
çelimsizlik
* Çelimsiz olma durumu.
çeliş
ik
çeliş
iklik
* Çeliş
me durumunda olan, çeliş
meli, mütenakı
z.
* Çeliş
ik olma durumu.
çeliş
iklik ilkesi
*İ
ki çeliş
ik önermenin hem doğ
ru hem yanlı
şolamayacağı
ilkesi.
çeliş
ken
* Çeliş
ik.
çeliş
ki
çeliş
kili
çeliş
kisiz
* Çeliş
me, tenakuz.
* Çeliş
me durumunda olan, çeliş
meli, mütenakı
z.
* Çeliş
me durumunda olmayan, çeliş
mesiz.
çeliş
me
çeliş
mek
çeliş
meli
* Birbirine ters olma, birbirini tutmama.
* Önerme, yargı
, kavram ve terimlerin birbirini tutmama durumu.
* (düş
ünce ve davranı
ş
) Birbirini tutmamak, birbirlerine ters düş
mek, mütenakı
z olmak.
* Çeliş
ik, çeliş
kili.
çeliş
mesiz
* Çeliş
iği olmayan, çeliş
kisiz.
çeliş
mezlik
*İ
çinde çeliş
me yaratmayan kuram.
çeliş
mezlik ilkesi
* Çeliş
ik önermeleri özünde bulundurmayan ve yasaklayan kuram.
çello
* Viyolonselin kı
saltı
lmı
şadı
.
çelme
* Çelmek iş
i.
* Birini yere düş
ürmek için ayağı
nı
n önüne ayak uzatmak.
* Arkadan hafifçe bağ
lanan başörtüsü.
çelme atmak (veya takmak)
* çelme ile yı
kmaya çalı
ş
mak.
* bir iş
i veya bir kimseyi baltalamak, geliş
mesini engellemek.
çelmece
* Aklı
nı
karı
ş
tı
racak biçimde.
çelmek
* Düş
ürmek.
* Yolundan çevirmek, engel olmak, engellemek.
* (örtü vb. bir ş
ey) Örtünüp iki ucunu bağlamak.
* Bir ş
eyin kenarı
nıverev veya çapraz kesmek, çalmak.
* Dua okumak, zikretmek.
* (düş
ünce ve davranı
şiçin) Birbirini tutmamak, birbirine ters düş
mek.
* Topa gidişyönünü değ
iş
tirecek biçimde vurmak.
çelmeleme
* Çelmelemek iş
i.
çelmelemek
* Çelme takmak.
çelmelenme
* Çelmelenmek iş
i.
çelmelenmek
* Çelme takı
lmak.
* (bir işveya kimse) Engellenmek, baltalanmak.
çelmeleyiş
* Çelmelemek iş
i veya biçimi.
çelmik
* Buğday ve baş
akla karı
ş
ı
k iri saman.
çeltek
çeltik
* Çoban yamağ
ı
, yardı
mcı
, uş
ak.
* Kabuğ
u ayı
klanmamı
şpirinç.
çeltik kargası
* Bkz. kara leylek.
çeltik tarlası
* Pirinç yetiş
tirilen sulak tarla.
çeltikçi
* Çeltik yetiş
tiricisi.
çeltikçilik
* Çeltik yetiş
tirme iş
i.
çeltikli
*İ
çinde çeltik olan.
çeltiklik
çem
çembalo
* Çeltik ekmeye veya üretmeye elveriş
li yer.
* Yeş
illiğ
i bol olan yer.
* Klâvsen.
çember
* Merkez denilen sabit bir noktadan aynıuzaklı
k ve düzlemdeki noktalar kümesinin oluş
turduğu kapalıeğri.
* Bu biçime getirilmişkatıcisimlerin çevresi.
* Çocukları
n oynamak için çevirip arkası
ndan koş
tuklarıtekerlek biçiminde oyuncak.
* Sandı
k, denk, fı
çıvb. nin dağ
ı
lmamasıiçin üzerlerine geçirilen dayanı
klıbir cisimden kuş
ak.
* Büyük yazma yemeni.
* Aş
ı
lması
, çözümü güç durum.
* Basketbolda içinden topun geçmesiyle sayıkazanı
lan ağlıdemir halka.
çember çevirmek
* (çocuk) çemberi döndürmek.
çember geçirmek
* çemberle kuş
atmak.
çember içine almak (veya çembere almak)
* kuş
atmak.
çember kayı
k
* Arka tarafıyuvarlak kayı
k.
çember makası
* Karyola ve somya imalâtı
nda kullanı
lacak olan çelik çemberleri kesmeye yarayan araç.
çember sakal
* Yuvarlak bir biçimde kesilmişsakal.
çemberden dönmek
* baş
arı
ya ulaş
mak üzere iken olumsuz bir sonuçla karş
ı
laş
mak.
çemberi yarmak
* kuş
atmadan, bir veya birkaç noktayıgeçerek kurtulmak.
çemberleme
* Çemberlemek iş
i.
çemberlemek
* Çemberle kuş
atmak.
çemberlenme
* Çemberlenmek iş
i.
çemberlenmek
* Çemberle kuş
atı
lmak.
* Çember durumuna gelmek.
çemberletme
* Çemberletmek iş
i.
çemberletmek
* Çemberlenmesini sağlamak.
çemberli
* Çemberi olan.
* Çember geçirilmişolan.
çembersel bölge
* Çember ve çemberin içindeki noktaları
n meydana getirdiğ
i düz yüzey.
çembersiz
* Çemberi olmayan.
* Çember geçirilmemişolan.
çemçe
* Çömçe.
çemen
macun.
* Maydanozgillerden bir bitki ve bunun kokulu tohumu (Cuminum cyminum).
* Bu tohumu un durumuna getirip sarı
msak, kı
rmı
zıbiberle karı
ş
tı
rarak yapı
lan, pastı
rma üzerine sürülen
çemenleme
* Çemenlemek iş
i.
çemenlemek
* Çemen sürmek.
çemenli
çemiç
* Çemeni olan veya çemen sürülmüşolan.
* Dut veya üzüm kurusu.
çemkiriş
* Çemkirmek iş
i veya biçimi.
çemkirme
* Çemkirmek iş
i.
çemkirmek
* (birine) Karş
ıgelmek, sert cevap vermek.
* Köpek kesik kesik havlamak.
çemrek
* Kollarıve bacaklarısı
vanmı
ş(kimse).
çemreme
* Çemremek iş
i.
çemremek
* Kolunu veya paçaları
nısı
vamak, eteğ
ini toplamak.
çemrenme
* Çemrenmek iş
i.
çemrenmek
* Kendi kol, etek veya paçaları
nıçemremek.
* Bir iş
e giriş
mek için hazı
rlanmak, paçaları
sı
vamak.
çençen
* Geveze.
çene
* Omurgalı
lardan kemik veya kı
kı
rdak ile desteklenen, altlıüstlü diş
leri taş
ı
yan ve ağzı
n açı
lı
p kapanması
nı
sağ
layan parça.
* Omurgası
z hayvanlarda buna benzeyen yapı
.
* Mengene veya kerpeten gibi araçları
n eş
yayısı
kı
ş
tı
ran karş
ı
lı
klıiki parçası
ndan her biri.
* Çok konuş
ma huyu.
* Köş
e.
çene çalmak
* gevezelik etmek.
çene çukuru
* Alt çenenin ucundaki çukur.
çene kavafı
* Geveze.
çene yarı
ş
ı
* Durmadan karş
ı
lı
klıkonuş
mak.
çene yarı
ş
tı
rma
* karş
ı
lı
klıgevezelik etme, karş
ı
lı
klıçene çalma.
* Bkz. söz göstergesi.
çene yarı
ş
tı
rmak
* karş
ı
lı
klıgevezelik etmek, karş
ı
lı
klıçene çalmak.
çene yormak
* boş
una söyleyip durmak.
çenebaz
* Çok konuş
an, çenesi kuvvetli, çeneli.
çenebazlı
k
* Çenebaz olma durumu.
çenek
* Tohumda embriyonu kaplayan etli bölüm.
* Kuş
ları
n gagası
nıoluş
turan alt ve üst bölümlerden her biri.
* Böceklerde ağzı
n iki yanı
nda bulunan parçalayı
cısert organ.
çenekli
* Çeneği olan.
çeneksiz
* Çeneği olmayan ve çenekleri iyi görülemeyen.
çeneleş
me
* Çeneleş
mek iş
i.
çeneleş
mek
* Karş
ı
lı
klıolarak konuş
mak.
çeneli
* Çenesi olan.
* Çok konuş
an.
çenen tutulsun
* (ş
om ağı
zlı
lara) "söyleyemez ol! anlamı
nda beddua olarak kullanı
lı
r.
çenesi açı
lmak
* durmadan konuş
mak, gevezelik etmek.
çenesi atmak
* (can çekiş
irken) çenesi titremek.
çenesi durmamak
* gereksiz yere sürekli konuş
mak.
çenesi düş
mek
* yerli yersiz konuş
up gevezelik etmek.
çenesi düş
ük
* Çok gereksiz ş
eyler konuş
an, boş
boğaz, geveze.
çenesi kitlenmek
* alt ve üst çene sı
msı
kıbir durumda bir araya gelmek.
çenesi kuvvetli
* Kolay ve etkili söz söylemekten yorulmayan.
çenesi oynamak
* bir ş
ey yemekte bulunmak.
çenesini açtı
rmak
* söz fı
rsatıvermek.
çenesini bağ
lamak
* ölen bir kimsenin çenesi altı
ndan geçirilen tülbendi baş
ı
nı
n üstünde düğ
ümlemek.
* bir kimsenin ölümünü istemek.
çenesini bı
çak açmamak
* sı
kı
ntıve üzüntüden konuş
mamak.
çenesini dağ
ı
tmak
* çok güçlü bir yumrukla çenesine vurmak.
çenesini kapatmak
* susturmak.
çenesini tutmak
* bildiğini, düş
ündüğ
ünü söylememek veya konuş
maktan vazgeçmek.
çenesinin bağ
ıçözülmek
* gevezelik etmek, yerli yersiz, durmadan konuş
mak.
çenesiz
çenet
çenetli
* Çenesi olmayan.
* Yerinde ve düzgün konuş
ması
nıbilmeyen.
* Açı
ldı
ğı
nda tohumları
n ortaya çı
ktı
ğıkabuk.
*İ
stiridye gibi iki çeneli yumuş
akçalarda, kolsu ayaklı
larda kavkı
nı
n iki parçası
ndan her biri.
*İ
ki veya daha çok çeneti bulunan.
çeneye kuvvet
* konuş
ma gücüyle, durmadan konuş
up söyleyerek.
çeng
* Eski bir Türk sazı
.
çengel
* Bir yere takı
lmaya, geçirilmeye yarayan eğri ve ucu sivri demir.
* Basketbolda çembere yan durarak tek elle başüzerinden geçirilerek atı
lan ş
ut, çengel atı
ş
.
çengel atı
ş
* Çengel.
çengel atmak
* bir konuya taraftar toplama giriş
iminde bulunmak, iliş
ki kurmak.
çengel çeneliler
* Çeneleri gaga biçiminde uzamı
şve tam kemikleş
memişbalı
klar takı
mı
, yapı
ş
ı
k çeneliler.
çengel iğnesi
* Çengel biçiminde ilmiklerden oluş
an bir tür iş
leme.
* Çengelli iğne.
çengel sakı
zı
* Kengel sakı
zı
.
çengel takmak
* uğraş
mak veya kötülük etmek için el atmak.
çengelleme
* Çengellemek iş
i.
çengellemek
* Çengelini takmak.
* Çengel atı
şyapmak.
çengellenmek
* Çengel takı
lmak, çengelle tutturulmak.
çengelleyiş
* Çengellemek iş
i veya biçimi.
çengelli
* Çengeli olan veya ucu çengel biçiminde olan.
çengelli iğ
ne
* Tutturulduğ
u yerden kurtulmamasıiçin ucu özel yuvaya geçirilen iğ
ne.
çengelsi
* Çengeli andı
ran, çengel biçimli.
çengi
* Çalgı
eş
liğ
inde oynamayımeslek edinmişkadı
n.
çengi kolu
* Çengilerden oluş
an topluluk.
çengi takı
mı
* Çengi kolu.
çengilik
* Çenginin yaptı
ğıiş
.
çengüçegane
* Saz eğlentisi.
çenileme
* Çenilemek iş
i.
çenilemek
* Canıyanan köpek ağ
lar gibi acı
acıses çı
karmak.
çenk
* Harpıandı
ran, telli bir çalgı
.
çentik
* Bir ş
eyin kenarı
ndan kesilerek veya kı
rı
larak açı
lan küçük kertik, tı
rtı
k.
* Kertikli.
* Küçük oyuk.
* Bası
m sı
rası
nda bası
m aletinin diyaframı
nıbelirli bir açı
klı
ğa getirecek düzeni iş
letmek için filmin kenarı
na
yapı
lan çukurluk.
çentik açmak
* çentik oluş
turmak.
çentik atmak
* çentiklemek.
çentikleme
* Çentiklemek iş
i.
çentiklemek
* Bir ş
eyde çentik açmak.
* Bir ş
eyi ince doğ
ramak.
çentiklenme
* Çentiklenmek iş
i.
çentiklenmek
* Çentikli duruma gelmek.
çentikli
* Üzerinde çentik bulunan.
çentilme
* Çentilmek durumu.
çentilmek
* Çentmek iş
ine konu olmak.
çentme
* Çentmek iş
i.
çentmek
çepçevre
* Bir ş
eyin kenarı
nda kertik açmak.
* Soğan, salatalı
k gibi ş
eyleri küçük ve ince parçalar durumunda doğ
ramak.
* Bkz. çepeçevre.
çepeçevre
* Bütün yanları
nıkuş
atacak biçimde, fı
rdolayı
.
çepel
* Kir, bulaş
ı
k, çamur, pislik.
* Ürüne karı
ş
mı
şyabancımadde.
* Çalıçı
rpı
.
* Bozuk, kapalı
, yağ
murlu hava.
çepelleme
* Çepellemek iş
i.
çepellemek
* Çepel duruma getirmek, karı
ş
tı
rmak.
çepellenme
* Çepellenmek iş
i.
çepellenmek
* Çepelli duruma gelmek.
* Karı
ş
ı
p bozulmak.
çepelli
çepellilik
çeper
*İ
çinde sap, taş
, toprak gibi yabancımadde bulunan.
* Çepelli olma durumu.
* Çit.
* Ahlâksı
z, huysuz, geçimsiz kimse.
* Bağçubuğ
u, çalıçı
rpı
.
* Sebze bahçesi.
* Zar.
çeper çekmek
* çitten duvar çevirmek.
çeperli
çepez
çepiç
* Çeperi olan, çeperle çevrili bulunan.
* Bozuk ipek kozası
.
* Çebiç.
çepin
* Bahçelerde kullanı
lan küçük çapa.
Çepni
çer
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
* "Geliş
igüzel ve dayanı
ksı
z yapı
lmı
ş
" anlamı
nda çer çöp veya çerden çöpten ikilemelerinde geçer.
çer çöp
* Çalıçı
rpıkı
rı
ntı
sı
.
* Döküntü, süprüntü.
* Bazıçocuk oyunları
nda dikkat anlamı
nda kullanı
lan uyarma sözü.
çerçeve
kenarlı
k.
* Resim, yazı
, ayna gibi ş
eyleri süslemek veya bir yere ası
labilecek duruma getirmek için bunlara geçirilen
* Kapı
, pencere ile bunları
n cam veya tablaları
nı
n yerleş
tirilmişolduğu kenarlı
k.
* Bir düş
ünce alanı
nı
n sı
nı
rlarıveya bu sı
nı
rlar içindeki alan.
* Beden eğ
itiminde ası
lma ve tı
rmanmalar için kullanı
lan araç.
çerçeve anlaş
ma
* Hükûmet ile sendika ve iş
verenler arası
nda toplu sözleş
me öncesinde varı
lan ön anlaş
ma.
çerçeveci
* Çerçeve yapan kimse.
* Resimlere, tablolara çerçeve takma iş
iyle uğ
raş
an kimse.
çerçevecilik
* Çerçeve yapma veya satma iş
i.
çerçeveleme
* Çerçevelemek iş
i.
* Filmi çevrilecek baş
lı
ca cismin, gerek büyüklük gerek yer bakı
mı
ndan görüntü çerçevesine göre
düzenlenmesi iş
i.
çerçevelemek
* Bir ş
eye çerçeve geçirmek veya bir ş
eyi çerçeve içine alma.
çerçevelenme
* Çerçevelenmek iş
i.
çerçevelenmek
* Çerçeve içine alı
nmak.
çerçeveletme
* Çerçeveletmek iş
i.
çerçeveletmek
* Çerçeve geçirtmek.
çerçeveli
* Çerçeve geçirilmişveya çerçeve içine alı
nmı
şolan.
çerçevesiz
* Çerçeve içinde olmayan.
çerçi
çerçici
çerçilik
* Köy, pazar ve benzeri yerlerde dolaş
arak ufak tefek tuhafiye eş
yasısatan gezginci esnaf.
* (bazıbölgelerde) Tuhafiyeci.
* Çerçi.
* Çerçinin yaptı
ğıiş
.
çerden çöpten
* Dayanı
ksı
z, çürük.
* Zayı
f, narin, çelimsiz.
çerez
çerezci
çerezcilik
* Ası
l yemekten sayı
lmayan, peynir, zeytin gibi yiyecekler.
* Yemek dı
ş
ı
nda yenilen yaşveya kuru yemişgibi ş
eyler.
* Çerez satan kimse.
* Çerez satma iş
i.
çerezlenme
* Çerezlenmek iş
i.
çerezlenmek
* Çerez türünden bir ş
eyler yemek.
* Bir ş
eyden biraz yararlanmak, çimlenmek.
çerezlik
* Çerez olabilecek ş
eyler.
* Çerez konulan kap.
çerge
* Derme çatma çadı
r, göçebe çadı
rı
.
* Çingene çadı
rı
.
* Otağ.
çergeci
* Padiş
ah çadı
rı
nıbeklemekle görevli yeniçeri.
çergi
* Bkz. çerge.
çergici
çeri
* Pazarlarda sergi açan gezginci esnaf.
* Asker.
çeribaş
ı
* Alay beyi.
* Çingene toplulukları
nı
n baş
ı
.
çeribaş
ı
lı
k
* Çeribaş
ıolma durumu.
Çerkez
* Kafkasya'da yaş
ayan bir boy veya bu boydan olan kimse.
* Çerkezlere özgü, Çerkezlerle ilgili.
Çerkez peyniri
* Peynir yapmak için mayalanan sütün ince dilimler hâlinde sı
cak suya atı
lması
yla yapı
lan, taze veya kuru
olarak yenen tuzlu bir peynir türü.
Çerkez tavuğu
* Tavuk, hindi gibi kümes hayvanları
nı
n etinden yapı
lan ve salçası
na dövülmüşceviz, biber katı
larak
hazı
rlanan bir yemek.
Çerkezce
* Çerkez dili.
çerkezlik
* Çerkez gibi davranma eğilimi.
çermik
* Kaplı
ca, ı
lı
ca.
çerviş
çerviş
li
çeş
it
* Kasaplı
k hayvanlardan elde edilen çeş
itli yağları
n eritilmiş
i.
* Yemeğ
in sulu kı
smı
.
* Çerviş
i olan.
* Aynıtürden olan ş
eylerin bazıözelliklerle ayrı
lan öbeklerinden her biri, tür, nevi.
* Canlı
ları
n bölümlenmesinde, bireylerden oluş
an, türden daha küçük birlik.
* Türlü.
çeş
it çeş
it
* Çeş
itli olan, türlü türlü.
çeş
itkenar
* Kenarları
ndan hiçbiri ötekine eş
it olmayan (çokgen).
çeş
itkenar üçgen
* Üç kenarı
da ayrı
uzunlukta olan üçgen.
çeş
itleme
* Çeş
itlemek iş
i.
* Belli bir temayıdeğiş
ik armoni, melodi ve ritmle süsleyerek yeniden çalma, varyasyon.
çeş
itlemek
* Bir ş
eyin çeş
idini artı
rmak.
çeş
itlendirme
* Çeş
itlendirmek iş
i.
çeş
itlendirmek
* Çeş
itlerini artı
rmak.
çeş
itlenme
* Çeş
itlenmek iş
i.
çeş
itlenmek
* Çeş
itli duruma gelmek.
çeş
itli
çeş
itlilik
* Çeş
idi çok olan, türlü, mütenevvi.
* Çeş
idi çok olma durumu, tenevvü.
çeş
me
* Çoğ
unlukla herkesin yararlanmasıiçin yapı
lan, borularla gelen suyun bir oluktan veya musluktan aktı
ğ
ı
,
yalaklısu hazinesi veya yapı
sı
.
çeş
meye gitse çeş
me kuruyacak
* çok talihsiz kimseler için söylenir.
çeş
mibülbül
* Üzeri beyaz, sarmal süsler ve çiçek motifleri ile bezenmişcam iş
lerine verilen ad.
çeş
ni
* (yiyecek, içecek için) Tat, tadı
mlı
k.
* Hoş
a giden bir özellik.
çeş
ni katmak
* değ
iş
ik, özel ve hoşbir katkıyapmak.
çeş
ni tutmak
* ekmekçilikte una karı
ş
tı
rı
lacak suyun oranı
nıbelirtmek.
çeş
nici
* Saraylarda ve büyük konaklarda yemek ve sofra iş
lerini yöneten kimse.
* Sikkelerin ayarı
nıdüzenleyen kimse.
* Tütün veya içkilerin tat ve niteliğini belirleyen kimse.
çeş
nicibaş
ı
* Baş
çeş
nici.
* Sı
k sı
k eşdeğiş
tiren erkek.
çeş
nicilik
* Çeş
nicinin iş
i.
çeş
nileme
* Çeş
nilemek iş
i.
çeş
nilemek
* Çeş
ni vermek.
çeş
nilenme
* Çeş
nilenmek iş
i.
çeş
nilenmek
* Tadı
yerine gelmek.
çeş
nili
çeş
nilik
* Çeş
nisi olan.
* Yemeğ
e çeş
ni vermek için katı
lan baharat vb.
çeş
nisine bakmak
* tadı
na bakmak.
çete
* Ordu birliklerinden olmayan silâhlı
küçük birlik.
çete savaş
ı
* Küçük asker birlikleri veya çeteler tarafı
ndan düş
manıyı
pratmak için her türlü yola baş
vurarak yapı
lan
savaş
.
çeteci
çetecilik
çetele
* Çeteden olan kimse.
* Çeteci olma durumu veya çetecinin yaptı
ğ
ıiş
.
* Çizilerek veya oyularak açı
lan kertik.
* Ekmekçi, sütçü gibi esnafı
n, uzunlaması
na ikiye bölüp üzerine kertikler çenterek hesap tuttuklarıağaç dalı
.
çetele çekmek (veya tutmak)
* hesap tutmak amacıile bir yere çizgiler çizmek.
çeteleş
me
* Çeteleş
mek iş
i veya durumu.
çeteleş
mek
* Çete durumuna gelmek.
çeteleş
tirme
* Çeteleş
tirmek iş
i veya durumu.
çeteleş
tirmek
* Çete durumuna getirmek.
çeteleye dönmek
* (insanı
n yüzü veya baş
ka bir tarafıiçin) üzerinde birçok kesikler ve sı
yrı
klar olmak.
çetene
* Kendir tohumu.
çetin
* Amaçlanan duruma getirilmesi, elde edilmesi, çözümlenmesi, iş
lenmesi güç veya engeli çok olan, müş
kül.
çetin ceviz
* Yola getirilmesi güç olan kimse, yapı
lması
zor olan iş
.
çetince
* Çetin (bir biçimde).
çetinleş
me
* Çetinleş
mek iş
i.
çetinleş
mek
* Çetin duruma gelmek.
çetinleş
tirme
* Çetinleş
tirmek iş
i veya durumu.
çetinleş
tirmek
* Çetin duruma getirilmek.
çetinlik
* Çetin olma durumu, sertlik.
çetrefil
* Karı
ş
ı
klı
ğ
ıdolayı
sı
yla, anlaş
ı
lmasıveya sonuca bağlanması
güç.
* Yapıve ses kuralları
na aykı
rıkullanı
lan (dil).
* Sarp, engelli ve engebeli yer.
çetrefilce
* Biraz çetrefil.
çetrefilleş
me
* Çetrefilleş
mek iş
i veya durumu.
çetrefilleş
mek
* Çetrefil duruma gelmek.
çetrefilli
çetrefillik
* Karı
ş
ı
k ve anlaş
ı
lmasıgüç olan.
* Çetrefil olma durumu.
çetrefilsiz
* Basit ve anlaş
ı
lmasıkolay olan.
çevgen
çevik
* Değnek.
* Atlara binilerek değ
neklerle oynanan bir çeş
it top oyunu, polo.
* Kolaylı
k ve çabuklukla davranan, tetik.
çevikçe
* Çevik (bir biçimde).
çevikleş
me
* Çevikleş
mek iş
i.
çevikleş
mek
* Çevik duruma gelmek.
çevikleş
tirme
* Çevikleş
tirmek iş
i.
çevikleş
tirmek
* Çevik duruma getirmek.
çeviklik
* Çevik olma durumu veya çevikçe davranı
ş
.
çevir kazı
yanması
n
* karş
ı
sı
ndakine dokunacak yersiz bir söz söylediğini fark eder etmez sözünü çevirmeye kalkı
ş
anlara alay
veya ş
aka yollu söylenir.
çevir sesi
* Telefon numarası
nı
n aranmaya hazı
r olduğunu belirten ince ve monoton ses, sinyal.
çevir sinyali
* Çevir sesi.
çeviren
* Çeviri yapan kimse, çevirmen.
çevirgeç
çevirgi
çeviri
çeviri dili
* Elektrik akı
mı
nıaçı
p kapama veya değiş
tirme iş
ini yapan araç, ş
alter, komütatör.
* Çevrilebilen anahtar, tokmak vb. araçlar.
* Dilden dile aktarma, çevirme, tercüme.
* Bir dilden baş
ka bir dile çevrilmişyazıveya kitap, tercüme.
* Bir bilgisayarı
n sembolik makine dili.
çevirici
* Sözlü veya yazı
lıçeviri yapan kimse, dilmaç, tercüman, mütercim.
* Elektrik akı
mı
nı
n yönünü değ
iş
tirmeye yarayan araç, komütatör.
çevirici dili
* Bilgisayarda makine dili komutları
nı
n sembollerle kaydedildiğ
i alçak düzeyli proglamlama dili.
çeviricilik
* Çeviri iş
i yapma, dilmaçlı
k, tercümanlı
k.
çevirim
* Çevirme iş
i.
* Sinema filmi elde etmek üzere alı
cı
nı
n çalı
ş
tı
rı
lması
, duyar katı
n üzerinde gizli görüntülerin belirmesi.
çevirim senaryosu
* Çekimlere bölünmüş
, her çekimin sayı
sıbelirtilmiş
, çevirim için bütün teknik açı
klamalarıve konuş
maları
içine alan senaryo.
çeviriş
* Çevirmek iş
i veya biçimi.
çevirme
* Çevirmek iş
i, tedvir.
* Kuzu, oğ
lak gibi hayvanları
nş
iş
te, kor

Benzer belgeler