Sayı 3 Mart 2007 - Trakya Üniversitesi

Transkript

Sayı 3 Mart 2007 - Trakya Üniversitesi
Sözbaþý
“Gelin ey ehl-i hakîkat çýkalým dünyadan
Gayrý yerler görelim, özge sefalar sürelim” diyor Fuzûlî.
Bu bir dâvettir. Aþka, özgürlüðe, sonsuzluða dâvet. Bir an için küçük hesaplardan
kurtularak bizi kuþatan maddî sýnýrlarýn ötesine geçip iç dünyamýzda yapacaðýmýz
bir yolculuða. Yani þiire ve sanata dâvettir!..
Sanat; fazîlete, erdeme, bilgeliðe açýlan bir penceredir. Yazaný ve okuyaný, bir an
için garip iklimlere taþýr. Gâh meleklerin, gâh titanlarýn dünyasýnda gezdirir, ruha
aþkýn haller yaþatýr. Bazen bir þiirin, bazen bir bestenin büyüsüyle hiçbir zaman
atýmýzla, arabamýzla gidemeyeceðimiz dünyalara kanatlanýrýz. Böylece gözümüz,
gönlümüz açýlýr; yeni zenginlikler ve yeni tecrübelerle döneriz dünyaya.
Eðer tam bir ihlâs ve içtenlikle yola çýkýyorsak kim engelleyebilir bizi bu
seyahatten... Ne pasaport sorarlar, ne vize. Bu yeni dünyaya kanatlanmak için
safralarýmýzý, yani kum torbalarýný atmak yeter. Evet, aðýrlýklarý attýkça yükseliriz bir
zeplin gibi. Garip iklimlerde gezer, aþkýn hâller yaþar, müstesnâ hazlar tadarýz.
Bütün mesele safrayý atmakta...
O safra ki, cimriliðimiz, bencilliðimiz, aç gözlülüðümüz, gönül darlýðýmýz, sevme
unutkanlýðýmýzdýr. Ýþte Yunus Emre bunun için; hem de kýtlýk kýyamet bir ortamda,
Anadolu’yu Moðollarýn istilâ ettiði yýllarda,
“Bunca varlýk var iken
Gitmez gönül darlýðý” diyor.
Hüsn ü Aþk’ta da Sühan, yâni “þiir” kýlavuzluk eder o tehlikeli yolculukta Aþk’a ve
bu sayede o amansýz ateþ deryasýný mumdan bir kayýkla geçerler!..
Richard Bach’ýn Martý romanýnda da bütün martýlar daha çok yem bulmak için
uçarken Martý Jonathan, daha güzel uçmak ve kendisini aþmak için uçar, sonuçta
daha çok yem de bulur.
Ahmet Haþim, O Belde olarak adlandýrýr bu hayâl ülkesini. Peyami Safa’nýn
Simorenya’sý, Bahattin Özkiþi’nin Pasionya’sý vardýr. Ýsim de o kadar önemli deðil,
ama gönül ister ki herkesin bir O Belde’si olsun. Kendini kötü hissettiði anlarda
oraya kaçarak moral tazelesin.
Öyle sanýyorum ki, böyle bir seyahate çýkanlar dönüþte, daha iyi eþ, daha iyi
arkadaþ ve daha iyi vatandaþ olarak dönerler evlerine.
Ama bu yolculuðun da kendine göre tehlikeleri vardýr. Bazen dönüþ mümkün
olmayabilir; oralarda kalýr insan! Çevrenizdekiler siz sanýrlar döneni; oysa
sadece bir kopyanýzdýr o!.. Siz oralarda kalmýþsýnýzdýr. Bir anda dünya gurbetleþir
sizin için… Kimseye anlatamazsýnýz derdinizi. Zaten anlatsanýz da anlamazlar ya.
Evinizde, âilenizde, hemcinsleriniz arasýnda bir yabancýsýnýzdýr artýk… Ölünceye
kadar yaþanacak bir gurbet hâlidir bu…
Nemflerin, sirenlerin sesine uyup açýk denizlerde boðulmak, ýssýz adalara sýðýnmak ve
meçhul ülkelerde kalmak var iþin içinde. Tabiî herkes göze alamaz bu yolculuðu.
Yürek ister, yiðitlik ister… Ama ne yapalým, haramî var diye yola çýkmayalým mý?..
Ýþte Kardeþ Kalemler böyle bir arayýþtan doðdu ve yola çýkacak yolcularýný arýyor. Ey
kalem ve kelâm ehli, gelin turnalar gibi bir katar olalým. Çað üstüne, insanlýk
üstüne, yarýnlar üstüne yeni türküler söyleyelim.
Kardeþ Kalemlerin yeni sayýsýnýn yol için yeni adýmlara
vesile olmasý dileklerimle…
Ali Akbaþ
ÝÇÝNDEKÝLER
Yýl 1 Sayý 3 Mart 2007
Sahibi
Avrasya Yazarlar Birliði Adýna
Yakup Deliömeroðlu
Genel Yayýn Yönetmeni
Yazý Ýþleri Müdürü
13
Þiirler
Suavi Kemal Yazgýç
16
Duygu
Þefika Yarkýn
Ali Akbaþ
Yazý Kurulu
Mehmet Emin Alper - Ekrem Arýkoðlu
Sinan Canan - Ayþegül Celepoðlu
Mehmet Ýsmail - Nesrin Karaca
Savaþ Kopuzlu - Hüseyin Özbay
Cihan Özdemir - Çetin Pekacar
Yavuz Selim - Orhan Söylemez
Danýþma Kurulu
Yavuz Akpýnar (Türkiye) - Gül Arslan (Avusturalya)
Anar (Azerbaycan) - Zeynel Beksaç (Kosova)
Erol Cihangir (Türkiye) - Sevil Emirzade (KKTC)
Ayvaz Gökdemir (Türkiye) - A. Bican Ercilasun (Türkiye)
Ýsa Habipbeyli (Nahçivan) - Ali Rýza Hýyabanî (Ýran)
Ýlya Ývanov (Çuvaþistan) - Mehmet Ömer Kazancý (Irak)
Abdulvahap Kara (Türkiye) - Hasan Kayýhan (Almanya)
Mustafa Köker (Ýngiltere) - Muhtar Þahanov (Kazakistan)
Lütfü Þahsuvaroðlu (Türkiye) - Þakir Selim (Kýrým)
Bayram Bilge Tokel (Türkiye) - Oraz Yaðmur (Türkmenistan)
Sadýk Yemni (Hollanda) - Yuri Vasley (Sahaeli)
Ýrfan Murat Yýldýrým (Türkiye)
Kapak
Dilþan Balkancý - Tual Üzerine Yaðlý Boya
4
5
Tukay
Ali Akbaþ
6
Þiirler
Nihat Selman
10
Grafik-Tasarým
Aktüelya
Baský
Umut Taný Saðlýk Matbaa Turizm Ýnþaat San. ve Tic. A.Þ.
Saner Basým Sanayii, Ostim Organize Sanayi Bölgesi,
Turan Çiðdem Cad. No: 15 Yenimahalle/ANKARA
Tel: 0312. 385 91 03
18
Baský Tarihi
08.03.2007
Ýdari Adres
Ýzmir 2 Cd. 55/18 Kýzýlay-Ankara
Tel: +90 312.418 31 07 Faks: +90 312.418 92 32
www.ayb.org.tr - [email protected]
13
Abonelik
Yurtiçi yýllýk abone bedeli 60 YTL, kurum ve kuruluþlar için 120 YTL,
Türk Cumhuriyetleri için 90 YTL, Türk Cumhuriyetleri kurum ve kuruluþlarý
için 150 YTL, Avrupa için 130 Avro ve ABD için 200 $’dýr.
T.C. Ziraat Bankasý Baþkent Þubesi - Þube Kodu: 1683
Hesap No: 47095325-5001
Posta Çeki Hesabý: Avrasya Yazarlar Birliði No: 53 23 008
[email protected]
Abone-Daðýtým
Aktüelya
Meþrutiyet Cd. 42/10 Kýzýlay / ANKARA
Tel: +90 312.434 52 50 Faks: +90 312.434 52 53
© KARDEÞ KALEMLER Dergisi, Avrasya Yazarlar Birliði tarafýndan
T. C. yasalarýna uygun olarak yayýmlanmaktadýr. Kardeþ Kalemler’in
isim ve yayýn haklarý Avrasya Yazarlar Birliði’ne aittir.
Dergide yayýnlanan malzemelerin her hakký saklýdýr.
Kaynak gösterilerek alýntý yapýlabilir.
Yazýlarýn sorumluluðu yazarlarýna, ilanlarýn
sorumluluðu ilan sahiplerine aittir.
Yerel Süreli Yayýn
ISSN 1307-2382
9
Topla Gök Bayraklarý
Altaylardan Menekþe
Ýmdat Avþar
10
Þiirler
Resmiye Sabir
20
16
Zaman ve Tarihin
Dýþýna Özlem
Hüseyin Özbay
Rus Þiiri Üzerine M.
Sinelnikov'la Mülakat
Yakup Deliömeroðlu
Memmet Ýsmail
20
26
Süt
Halit Aþlar
29
Kahraman Anne
Gabit Müserepov
Orhan Söylemez
42
Eski Türk (Hun)
Ýnançlarýna Göre Yýlbaþ
Kutlamalarý
Alimcan Ziyaî
48
VII. Doruk Konuþmasý
Nursultan Nazarbayev
64
66
39
52
56
26
35
Tarihin Gizeminde
Bir Koçkor Günü
Betül Çekeroðlu
39
Koçkor'un Arkeoloðu
Kubat Tabaldiev'le
Mülakat
Betül Çekeroðlu
61
74
Merv ya da Þimdilerde Mari
Bekir Sýdýk Soysal
Ali Emiri Efendi'nin Hayatý
ve Þahsiyeti
Abdulvahap Kara
Azerbaycan Edebiyatýnda
Bir Yýldýz: Hüseyin Cavid
Cihan Özdemir
Ata Terzibaþý
Þemsettin Kuzeci
Gagauz Türkülerinin
Estetik Görünümleri
Stefandia Stamova
61
78
52
Türkü Yazýlarý
Ýsmail Göktürk
56
82
84
... Bir Atlý” Dilþan Balkancý”
Mehtap Kodaman
Eski Oðuzlar ve Saha Türklerinin
Atalarýnýn Dil ve Kültür Ýliþkileri
Yuri Vasileyev
Uygur Mutfak Kültürü Üzerine
Nazýmbek Kambari
Abdullah Tukay
Kardeþ Kalemler Mart 2007
Ressam: S. Slesarski
4
5
ALÝ AKBAÞ
Tukay
Dilinde söz incisi
Gonca, dehaydý Tukay
Yarýþlar birincisi
Bir öksüz taydý Tukay
Saz etti sînesini
Saza kattý sesini
Gönül hazînesini
Âleme yaydý Tukay
Bir ney gibi cansýzdý
Derdi çok amansýzdý
Semâda bir yýldýzdý
Vakitsiz kaydý Tukay
Geçti aktan karadan
Cismi kovdu aradan
Gel oldu mâverâdan
Rüzgâra uydu Tukay
Hey Kazan, aziz Kazan
Oðul doður ün kazan
Nerde o öksüz ozan
Uçtu, hümâydý Tukay
Kardeþ Kalemler Mart 2007
6
Nihat Selman
ÖZGEÇMÝÞ
Nihat Selman, 1964 yýlýnda Üsküp’te doðdu. Eczacýlýk Okulunu bitirdi. Çocukluðundan beri yazýlar kaleme alan Selman’ýn bazý þiirleri Make donya Çocuk Ansiklopedisi’ne girmiþtir. Bazý þiir leri çocuk þarkýsý olarak bestelenmiþtir. Arkadaþla-
rýyla birlikte “Üçüncü” adlý kültür ve edebiyat dergisini çýkardý. “Garip Bir Konuþma” adlý radyo tiyatrosu Makedonya Kültür Bakanlýðý tarafýndan
kitap halinde basýldý. Hikâyeleri, denemeleri ve
þiirleri birçok edebiyat dergisinde yayýnlandý.
dört renk
Kýrmýzýyý görmek için
Güllere deðil
Uykuyu bilmeyenlerin
Gözüne bak
Sarýyý görmek için
Güneþe deðil
Aç olan kardeþinin
Benzine bak
Karayý görmek için
Topraða deðil
Talihsiz milletimin
Bahtýna bak
Beyazý görmek için
Buluta deðil
Ümitvâr gönlümün
Ýçine bak
Kardeþ Kalemler Mart 2007
7
bizi unutmayýn
Korkularýndan ok yapýp
Kalbime sapladýlar yeþert dediler
Yeþerttim koca bir çýnar büyüttüm
Kökleri kalbimi sarmýþ daha unutmadým
“Bizi unutmayýn ki ölmeyelim”
Hayalime giriyor Hasan Efendi
Hüzünlü gözlerinden süzülüyor yaþý
Fesi yere düþürülmüþ çýplak baþý
Kara trene biniyor baðrýna basmýþ taþý
“Bizi unutmayýn ki ölmeyelim”
Hasretimiz kara tren kadar kara
Ümidimiz yeþil çýnar kadar taze
Ölüm bizi yaþarken bulsun ki
Öldüðümüzde yaþarýz belki
“Bizi unutmayýn ki ölmeyelim”
gözlerin
Ölüm kokuyor bu gece
Bahar kokulu þarabým
Ve söylenmedik tek hece
Bilsen ne kadar harabým
Gülüver yaramý sarsýn
Sineme giren gözlerin
Býrak yakma ümit kalsýn
Sözlerin eksik sözlerin
güzel ve çirkin
Çölün ortasýnda kuruldu oba
Bir huzur doða geldi
Güzel
Gölün ortasýna atýldý soba
Bir ada olageldi
Çirkin
Kardeþ Kalemler Mart 2007
Fotoðraf: Alim Korkmaz
8
Kardeþ Kalemler Mart 2007
9
ÝMDAT AVÞAR
Topla gök bayraklarý
Altaylardan menekþe
Ýsmail Samed’e
tabutlara yaðdý bak karanfili baharýn
yalancý bir cemredir suyu veren ateþe
aðýt yakar þah perde yýrtýlýr göðsü tarýn
topla gök bayraklarý altaylardan menekþe
urumçi’ ye kan düþtü
boynunda bir hamail
hakka yürür ismail
yalnýz bir yiðit deðil
ulu türkistan düþtü
açma vakti deðil gül han salýnýr urganda
erlerin çehresinde kaþýný çatar hüzün
çekik gözlü bir yaðmur çiseliyor turfan’da
bu idamýn sureti sustuðu andýr sözün
ufka kýzýl tan düþtü
vatan düþmez dilinden
ecel koymaz yolundan
dokuz oðuz elinden
uçmaða bir can düþtü
daha sen baþýný kaldýrmadýn kardelen
bayram arifesinde adaklar adayan kim
nemrutlardýr yurdumuzda boy veren
titriyor haritada gezinen elim
ibrahim ibrahim
ismail kurban düþtü
bu türk’ ün cezir çaðý
aðla ey tanrý daðý
yýkýldý han otaðý
haneme figan düþtü
Kardeþ Kalemler Mart 2007
10
Resmiyye Sabir
ÖZGEÇMÝÞ
RESMÝYYE SABÝR (Eþrefova Resmiyye Sabir kýzý) Masallý Kasabasý Erkivan köyünde
dünyaya geldi. Ýnþaat Mühendisleri Üniversitesini bitirdi. iktisadcý-mühendisdir.
Halihazýrda Azerbaycan Milli Elmler Akademisinin Ýktisadiyyat Enstitüsünde elmi
iþçi ve Azerbaycan
Kooperasiya Üniversitesinde "Ýktisadi Nezeriyye" bölümünde
öðretim görevlisi olarak çalýþmakta. Azerbaycan Yazarlar Bir liði üyesi. 2000 yýlýn da Türkiye'de yapýlan 1. Uluslararasý
Fuzulî þiir yarýþmasýnda ödül aldý. Yüzden
çok þiiri bestelendi.
2002 yýlýnda bestelenen þiirlerinden oluþan "Seni Aradým" adlý kaseti ve CD’si yayýnlan dý. 2003 yýlýnda "Fahri Genç" ünvanýna layýk
görüldü ve "Hebs Olunmuþ Sükut" adlý þiir kita Kardeþ Kalemler Mart 2007
bý yayýnlandý. Edebî
mühitdeki çalýþmalarý ve ilk þiir kitabý
2004 yýlýnda Dünya
Genç Türk Yazarlar
Birliðinin ve Yeni Ya zarlar ve Sanatçýlar
Kurumunun diplom larýna layýk görüldü.
Azerbaycaný mühtelif uluslararasý faaliyetlerde (Türkiye'de
II Uluslararasý Fuzulî
Þiir Yarýþmasýnda ve
Türk Dünyasý Þiir Þö leninde,
Kýrým'da
Türkçenin VI. Uluslararasý Þiir Þöleninde,
III. Uluslararasý Tokat
Yeþilýrmak Þiir Þöleninde, Dünya Türk
Gencleri Birliði'nin
Romanya'da yapýlan
XI. ve Türkiye'de yapýlan XII. Kurultaylarýnda vb.) temsil
etti. Türkiye Türkçesinden aktarmalar ile Rus ve Ýngiliz dillerinden
tercümeler yaptý. Þiirleri Türkiye, Irak, Ýsveç, Almanya ve baþka ülkelerde yayýnlandý.
11
atamýn elleri
…hele de yadýmdadýr
nenemin öldüyü gün.
Ýlk defe onda gördüm
Atamýn ellerinin böyümeyini.
Evimize, bu dünyaya
sýðmayan nenem
Atamýn ellerine sýðdý.
Böyüdü Atamýn elleri
torpaq oldu.
Evvelce bacýlarýmý,
sonra qardaþlarýmý saxladý.
Xoþ günümüzde
sevincinden quþ kimi uçdu.
Ehtiyac içinde olduðumuz anlarda aðladý.
Göz yaþlarý
damarlarýndan
axýb yudu
yer üzünün günahlarýný.
Qýþda
soyuqdan qorudu herareti bizi.
Böyüdü Atamýn elleri
...
...
tutdu ayaðýmýzýn altýndan qaçan torpaðý.
O vaxtdan beri
Atamýn elleri saxlayýr
temeli uçuq yer küresini…
özüme yazýlan þeir
Bextinin güneþi bir daha doðmaz,
Gözlerine çöken çenden utanýr.
Ne zaman çevrilib yaþýna baxsa,
Felek saçýndaký denden utanýr.
Her þey deyiþibdir, tek sen evvelki,
Zaman bir sözünü eyleyib iki,
O qeder eziyyet, ezab verib ki,
Sevincin yan keçir genden, utanýr.
Sen öz derdlerinle ha alýþ, ha yan,
Qaranlýq dünyana iþýq salmaz dan,
Qara torpaq qaçýr ayaðýn altdan,
Þairim, yer üzü senden utanýr.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
12
teselli
Qar yaðýr
Baký þeherine.
Qar yaðýr
ümidimin seherine.
Qar yaðýr
saçlarýma.
Bu þeherde heç neye sevinmediyim qeder
yaðan qara sevinirem, Ana.
Bu qýþ yaþýdlarýmdan utanmayacaðam…
…uþaqlýqda ellerim üþüye-üþüye
düzeltdiyim qar adamýna
baxýb sevinerdim.
Ýndi qelbim üþüye-üþüye
qar adamýna çevrilirem.
Seninirem, Anam, sevinirem…
çocuk gözlerindeki maraq
…Her þey tezedir
gözlerindeki maraq
heyatý özünde ehtiva edir.
Dünya iþýq rengindedir.
Ateþfeþanlýq zamaný
yüngül-yüngül
atýlýb-düþen fiþengleri seyr edirsen hele.
Birazdan
sevincin,
heyretin
o fiþengler kimi
parçalanýp tökülecek…
Güllerin leçeyinde gülüþü
donacaq.
Aðaclar aðlayacaq.
Göz yaþlarý yarpaq-yarpaq
tökülecek.
Külekler dünyadan baþýný
götürüb qaçacaq.
… ve daha neler…
Xatireler zibilliyinde
Özünü axtarmaða
baþlayacaqsan…
Bu sonun baþlanðýcý
olacaq…
Kardeþ Kalemler Mart 2007
13
Suavi
Kemal
Yazgýç
terk için güzelleme
ÖZGEÇMÝÞ
1972 yýlýnda Ýstanbul’da doðdu.
Þiir ve öyküleri Kanat, Dergibi, Ülke, Dergâh, Kýrklar, Yedi Ýklim, Endülüs, Yeni Dergi, Eksen, Bu Ülkenin Çocuklarý, Mart; yazýlarý ise
Saðduyu, Yeni Þafak, Gerçek Ha yat ve Milli Gazete’de yayýnlandý.
Bir dönem, Haftalýk Ýntermedya
Ekonomi dergisinde muhabirlik
yaptý.TGRT Haber Kanalý’nda ya yýnlanan Ankara’nýn Gündemi
programýnýn editörü. Leyla Akça
Yazgýç ile evli ve Meryem Ayþe is minde bir kýzý var. Taþ Suya De ðince adlý yeni þiir kitabý bugün lerde Ebabil Yayýnlarý’ndan çýk mak üzere...
Kitaplarý: Sebepsiz Serçe (þiir),
Kýrk Gri Hýrka (Öykü), Avrupa Bir liði (Araþtýrma).
ey terk
beni terkinde sakla
bana kurduðun tuzaklarý
bozup yalnýz koma
acemi adýmlarýmý
ey terk
beni tekliðine baðla
yük etme adlarýmý atlarýma
yok etme sessizliðimi
beni bana býrakma
ey terk
beni kendine yasaklama
kopar yaralarýmý kapatan kabuklarý
kanatlanmayan beni kanat
beni uçurumsuz býrakma
ey terk
kendini benden saklama
ve ifþa et
herkesin malumu olan sýrrýmý
beni benden saklama
ey terk
beni haritalardan silinmiþ
yitik kýtalarda ara
unutma beni ey terk
beni kolla
Kardeþ Kalemler Mart 2007
14
giderayak
herkes kendi adasýnda derim
herkes kendi adýna
korku limana her uðradýðýnda
yürürlüðe girer
azalmanýn ve çoðalmanýn yenilgisi
herkes kendi adýyla derim
kara gelince öðle vakti gara
gecenin en geç treniyle ayrýlýnca
biter vedanýn cazibesi
biter elbet kavuþmanýn zehri
herkes kendi oduyla derim
hece taþým henüz boþ
son nefesim ciðerimdeyken
ismimi heceleyen
bütün dirilerden özür dilerim
tetanos güncesi
o kadar kötülendik ki
utangaç kurbaðalara dek
ulaþtý þanýmýz
belli ki ne kirli çýký dediler
ondan sonra çýktý
sýrtýmýzda garb çýbaný
yüzümüzde çiçek bozuðu
oysa birazdan enselenir
kaçak yolcularý ihbar eden
vazifeþinas muhbir vatandaþlar
ve müdür muavininin nutku kesilmezse
biraz daha uzatýlýr tören
biraz daha
zira kimse düþünmez
hangi çocuklar ayakta
hangileri sinemada
ölümüne dolu stadyum
ve devrik bir cümle gibi kurulurken iktidar
hamile ve gaziler
oturamýyor hiçbir otobüste
Kardeþ Kalemler Mart 2007
15
harf ve zarf
çün bir seyyah onun gönlü
her adýmla bir ah kopar
suret biter her çýðlýkta
kadeh dolar gölgelerle
maske susar sýr kýrýlýr
çün bir mektup onun gönlü
adresinden alev alýr
kül dökülür harften içre
kuþ bir uçar þehir biter
susar þarký yürür sükût
çün bir kaza onun gönlü
alev alev yangýn yangýn
selle gelen çýðla gider
yutar seni adsýz kara
açýlýr bent ben boðulur
çün bir yangýn onun gönlü
þiir söner yanar kimlik
künle doðan gülle yiter
gülle doðan külle yiter
mektup yiter zarftan içre
bis
çün bir seyyah onun gönlü
adresinden alev alýr
selle gelir çýðla gider
gülle doðan külle yiter
çün bin mektup onun gönlü
Kardeþ Kalemler Mart 2007
16
Þefika Yarkýn
ÖZGEÇMÝÞ
AKTARAN: ALÝ AKBAÞ
Günümüz Afganistan sanatçýlarýndan olan
Þefika Yarkýn, 24 Kasým 1955 yýlýnda Kuzey
Afganistan’ýn Sarýpul þehrinde doðdu. Orta
öðrenimini 1973 yýlýnda tamamlayan sanatçý,
1977 yýlýnda Kabil Üniversitesi’nden mezun
oldu ve 1999 yýlýnda Özbekistan Fenler Aka demisi’nde doktorasýný tamamlayarak Özbek
Edebiyatý konusunda PHD diplomasýný aldý.
Ýlim ve sanat çalýþmalarýný birlikte yürüten
Yarkýn, üstün donanýmý ve kabiliyetiyle devlet yönetiminde de çeþitli idarî görevler üstle nerek Afganistan Fenler Akademisi üyesi, Afgan Radyo ve Televizyonu Temsilcisi, Afgan
Kardeþ Kalemler Mart 2007
Millî Meclisi Senatosu üyesi olarak çalýþtý. Daha sonra Jüzjan Valiliði Kültür Müþavirliði ve
yeni Afganistan Hükümeti’nde Kadýnlar Bakaný Muavinliði yapan Yarkýn, halen Eðitim
Bakanlýðýnda müþavir olarak çalýþmaktadýr.
Bir kýz ve iki oðlan annesi olan Þefika Yarkýn
bugüne kadar ilmî konularda yirminin üstünde kitap yazmýþ fakat imkanlar elvermediðinden ancak on tanesi basýlabilmiþtir. Onun
Özbekçe, Farsça ve Peþtunca olarak yazdýðý
þ
i
i
r
, hikâye ve makaleleri yabancý dillere de çevrilerek Ýran’da, Özbekistan’da, Almanya’da ve
17
duygu
Gönlümü okþayan garip bir duygu
Ah hasret mi desem, arzu mu desem
Geceleri girmez gözüme uyku
Efsun mu, büyü mü, kaygu mu desem
Gece yýldýzlarla ederim sohbet
Gizli sýrlarýmý açarým aya
Ta sabaha kadar sürer muhabbet
Tan atana kadar dönmem yuvaya
Gecelerim böyle erer sabaha
Bu duygu gündüz de býrakmaz beni
Yüreðim durmadan çýrpýnýr durur
Ne zaman özleyip düþünsem seni
Bu nasýl duygu ki seni görünce
Melekler dem tutar duaya baþlar
Yeri göðü donatýrým gönlümce
Çiçek açar, ýtýr saçar aðaçlar
Bu nasýl duygu ki senden ayrýlsam
Bir zindan kesilir gözümde cihan
Bir sonsuz boþlukta kaybolur dünya
Parlak güneþiyle mavi âsüman
Muhabbet deðil mi bu güzel duygu
Sen de tanýþ mýsýn onunla caným
Ýçinde yer etse böyle bir kaygý
Kalmaz yüreðimde baþka gümaným
Yarým yaratýrmýþ kulu yaratan
Arar yarýsýný bulurmuþ bir gün
Sen benim yarýmsýn, yarýmsýn inan
Bir gün olacaðýz ikimiz bütün
Kardeþ Kalemler Mart 2007
18
Zaman ve Tarih Dýþýna Özlem
HÜSEYÝN ÖZBAY
Bu gün, yaþadýðým binlerce günden biri. Zamansýz ve mekansýz bir hâlette yaþamak istiyorum biraz da. Zaman dýþý yaþamanýn psikolojisi
ne ? Teknik bir konu ayný zamanda. Tasavvufî
tarafý da var. Belki de ‘gerçek yaþama’dýr, bu.
Zamana takýlmadan gitmek , durmak ve kalmak... nedir ? Rüya hangi zamanda yaþamaktýr,
sahi ? Hangi tünelde, hangi kuyuda ve hangi
sýla-yý rahimde ?
Tarihin,hayatýn,alýþkanlýklarýn,mantýðýn ve bütün sýnýrlamalarýn dýþýnda bir þeylerin sonunu
hisseder gibi bir yerden bakmak ve tutmak,
önemli þeyleri.....nasýl olur,nice olur ve ne olur
? Kýlavuzsuzluk duygusu... “ Kýlavuzun gereði
yok,yolun sonu görünüyor” âkýbetin, nedametin
ve hükümsüzlüðün dramý...
Hangi yýl, ayýn kaçý, günlerden ne ? Gece mi,
gündüz mü, yaz mý, kýþ mý? Bilmeyince iliþkiler
de deðiþir. Zamana göredir insanî muamelele rimiz. Psikolojimizi zaman tamir eder ve bozar.
Yani bir “ yapbozcu” o. Biraz sonraya kalsaydý,
Roma yakýlmayacak, biraz sonraya kalsaydý,
binlerce idam olmayacaktý belki. Dostoyevski’nin idamdan bir dakika ile kurtulduðu anlatý lýr.Zamanýn tiranlara verdiði bir anlýk keyif, bir
çok insanýn ölümden azat ediliþini saðladý Ken disi için yeryüzünün en büyük mezarlýðýný inþa
ettiren büyük Çin tiraný hihuang’ý, ölünce 4000
çocukla gömülmek isteðiyle yayýnladýðý fermanýndan vaz geçiren de eþref saatinin bir daki Kardeþ Kalemler Mart 2007
kasýydý.. Zamanýn tiranlara verdiði can sýkýntýsý
da bunun tersiydi..Can sýkýntýlarýnýn mahvettiði
bir insanlýk yaþadýk. Aðzýna kaçtýðý sineðin intikamýný milyonlarca insaný ölüm tarlasýna göme rek gideren kýzýl P.Pot’larýn, animasyon kahramanlarýný Sibirya’ya süren, patriyotlarý bile ce zalandýran doktrinci kafalarýn gizli dilemmalarý “ karar zamanlarý” idi. Diðer taraftan tarihin
büyük kahramanlarý da ayný zamanda ‘ talihin
kahramanlarý’ydý.. Napolyon 20. yüzyýlda yaþasaydý sýradan bir Fransýz olurdu, kim bilir ? Tarihe büyük damga vuranlar, sadece “ dominant
mümeyyiz” olduklarý için deðil tarihin ve talihin
kavuþma zamanlarýnda yaþadýklarý için bunu
yaptýlar. Çok büyük teneklerin, sanat, bilim ve
politika dehalarýnýn ( tarihleri ile talihleri rastlaþmadýklarý için) hükümsüzleþtikleri bir dünyada yaþamak trajedileri derinden hissetmeyi gerektirir. Yevtuþenko’nun, Mayakovski’nin,
Worf’un, Cela’nýn, Cobain’in “egzistansiyalist
umutsuzluklarý” daha çok yaþadýklarý zamanýn
hatta anýn azizlikleri deðil midir ? Ya genç ve
hayranlýk uyandýracak bir tiyatro yazarý iken
hangi yaratýcý depresyonla Sarah Kane, kendine son verdi. J.London’ýn Martýn Eden’ý gibi, yirminci yüzyýlýn kayda deðer yazarlarýndan biri
olan Wolf da kendisini sulara býraktý. London’ýn
Eden’le gösterdiði beter kehanet, Godo’yu
bekleyen yazarý “egzistansiyalist umutsuzluk ve
umarsýzlýk”a düþürdü. Genç Werter’in ‘ intihar
katilliði’ serin ve tertemiz sularda boðuþan
Eden’ýn “ romansý nekrofili” oldu.
Sadece soðuðun, sýcaðýn ve kokunun çevrelediði bir “zamansýz mekan”da yaþamak arzusu,
belki de bütün bu talihsiz tarihlerin dýþýnda du rulanmak, arýlanmak içindir. Tanpýnar “ ne içindeyim zamanýn ne de dýþýndayým” derken bilinçli uyanýk haldeki dünya ile rüya arasýndaki o nazik anlarý kasteder. Uyanýklýk ile rüya arasýndaki hassas perdeyi her insan anlamlandýramaz. Tanpýnar veya sinemada Tarkovski gibi
adamlar olmak gerek bunun için.
kaçmakmýþ, bir bakýma monologlarým. Baþkalarýný kendimde yargýlamak eðilimi kolaycýlýk belki
de; ne bileyim;bunalýyorum vallahi.Etrafýmdaki
insanlar hakkýnda yargýlarda bulunmak onlarý
bir nevi mahkum etmek gibi geliyor bana. Bu sebeple var olan,somut insan yerine soyut insanî
alanda konuþmaya kaçýyorum.Bir kaçaklýk duygusu daima beni rahatsýz etti. Kaçtýðým için monolog yapýyorum. Bu da kiþisel olarak hoþlanmadýðým “ kendimden söz etmek” gibi çeliþkili bir
duygulara götürüyor beni.
Hayatýn sonu yaklaþtýkça belki de o güne kadar
hiç bir þeyi istemediðim derecede, zamansýzlýðý isteyeceðim.Diðer taraftan psikolojik zamanýn beni daha çok tahrip etmesine karþýlýk da
hiç bir þey yapmayacaðým.Yaþasýn “ aktif mistiðin filozoflarý” yaþasýn Gandi, yaþasýn Þems ve
sufiler kervaný, yaþasýn Konfüçyüs...
Fotoðraf: Alim Korkmaz
Ben bu yazýya baþlamadan önce içinde yaþadýðým bu günü unutmak ve yaþamanýn içine sinmek istiyordum. Bir de farkýna vardým ki yine zamaný konuþmuþum.Ad koymadan yaþamak farký
için belki de.Ya da akýp giden zamaný durdurmak ve onunla bir ‘ içrek monolog’ yaþamak.
Kendi kendime konuþmalarýmdan baþka bir þey
de yapmadýðýmý anlýyorum þimdi. Baþkalarýndan
19
Kardeþ Kalemler Mart 2007
20
Rus Bilimler Akademisi Üyesi ve Þair
Mihail Sinelnikov’la
Rus Þiiri Üzerine
MÜLAKAT: YAKUP DELÝÖMEROÐLU
TERCÜME: MEMMET ÝSMAÝL
Mihail Sinelnikov, þair,
Memmet Ýsmail ve
denemeci ve tercüBahtiyar
Vahapzaman. 1946 yýlýnda Lede’nin þiirlerini Rusningrad’da doðdu.
ça’ya tercüme etti. TaAydýn bir ailenin ço tar Milli Marþýnýn ya cuðu. Ailesi II. Dünya
zarý Abdullah Tukay’ýn
Savaþýnda Leningrad
ve pek çok Kýrgýz þaikuþatmasýný yaþadý.
rin þiirlerini de RusÇocukluðunun ilk döça’ya çevirerek yayýnnemini Kýrgýzistan’da
ladý. Ayrýca Fars þairyaþamak zorunda kallerden Rudaki, Ruizi,
dý. Moskova’da Mak Hafýz ve Sadi’nin þiirsim Gorki Edebiyat
lerini de Rus okuru ile
Enstitüsünü bitirdi.
buluþturdu.
Genç yaþlarda edebiKendi þiirleri ile 20.
yat çevrelerinde adý
yüzyýl Rus þiir antolojiduyulmaya baþlandý.
sinde yer aldý. Þiirleri
Hali hazýrda 15 þiir kiÝngilizce, Almanca,
tabý, edebiyatla ilgili
Hintçe, Korece, Viet makaleleri ve edebinamca ve Romence
yat araþtýrmalarý var.
dillerinde yayýnlandý.
Özellikle çeþitli dinleAyrýca þiirleri muhtelif
Mihail Sinelnikov
rin Rus kültür ve ede Türk lehçelerine ve
biyatýna etkisini araþ Tür
kiye
Türkçesine
týrmakla uðraþtý. Kendisine kadar araþtýrýlmamýþ
çev
ril
di.
“Rus edebiyatýnda Ýslam” konusunu inceledi.
Bu bilimsel araþtýrmalarýndan ötürü Rus BilimPek çok ülkede þiir festivallerine katýldý. En son
ler Akademisi üyesi seçildi. Uzun zaman tercüKore’de olmak üzere gerek Rusya’da gerekse
me faaliyetleri ile meþgul oldu. Gerek Batý ge baþka ülkelerde deðiþik edebiyat ödülleri aldý.
rekse doðu edebiyatlarýnýn birçok þairinden
Rusça’ya þiirler tercüme etti. Bu çalýþmalarýnda
Romanya’da þiirleri kitap olarak yayýnlandý ve
özellikle Türk Dünyasý ve Gürcü edebiyatýndan
Uluslar arasý Romanya Bilimler Akademisi üyeyaptýðý çeviriler geniþ ilgi gördü. Bunlar arasýn - liðine seçildi. Gürcistan’da ise tercümelerinden
da Hakanî Divanýn çevirisi en geniþ, kapsamlý
ötürü Gürcistan’ýn önemli edebiyat ödüllerinve önemli olan çalýþmasý idi. Bununla beraber
den Gerogi Leoniz ödülünü kendisine verdiler.
Azerbaycanlý þairler Hüseyin Cavit, Resul Rýza,
Uzun zaman yayýncýlýkla uðraþtý. Pek çok þiir
Kardeþ Kalemler Mart 2007
antolojisinin hazýrlanmasýnda görev aldý. 2006
Ekim ayýnda Avrasya Yazarlar Birliði’nin daveti
ile Ankara’ya gelen þairle sohbetimiz edebiyat
üzerine oldu.
-Siz, deðiþik vesilelerle Rus þiirini baþlangýcýndan günümüze incelediniz ve antolojiler
hazýrladýnýz. Tarihi geliþimi içerisinde Rus
þiirini deðerlendirirseniz neler söylemek istersiniz.
Folklor, bütün halklarda dahiyane bir þekilde tezahür eder. Folklor halkýn hayat sahnesine çýkmasý ile birlikte ortaya çýkýyor ve halk yaþadýkça
devam ediyor. Rus þiirinin ilk örnekleri de folklor içinde idi.
Þairi bilinen þiire geldiðimizde 800 yýl öncesine
gidebiliriz. Ýlk dönemlerde þiirle nesri ayýrmak
zordur, ama yine de þiirin öne çýktýðýný söyleyebiliriz. Ýgor Alayý Destaný’nýn yazýlma tarihi hakkýnda tartýþmalar hala devam ediyor ve ben bu
tartýþmalara girmek istemiyorum, ama gerçekten dahiyane bir eser. Eserde gerek Slavyan
gerekse eski Türk dilinin birbirine karýþtýðýný ve
her ikisinin de karakteristiklerini görüyoruz.
Buradan hareketle diyebiliriz ki Ýgor Alayý Des tanýnýn oluþtuðu dönemlerde Türk Dili uluslar
arasý bir iletiþim dili idi. Rus dilinin oluþmasýna
yalnýzca eski Slavyan dilinin ve Bulgarcanýn
deðil ayný zamanda Rusça sözlüðün üçte birini oluþturan Türk dilinin çok etkisi olmuþtur.
Türk dilinin, Rusça’nýn estetik edebi bir dil olarak geliþmesinde katkýsý büyüktür.
Rus edebiyatýnýn ilk örnekleri, yazarý belli olmayan eserler oldu. Daha sonra yazarý bilinen
eserler ortaya çýktý. 16.-17. yüz yýlarda pek çok
þair edebiyata girdi ve çeþitli tarihi þahsiyetler
de þiirle uðraþtý. Örnek olarak Ývan Grozni. O
müthiþ bir söyleyiþe sahipti; devlet iþlerinde
gaddardý, ama iyi bir þairdi. Yani Rus edebiyatý
ve Rus devletçiliði I. Petro ile baþlar. Bu dönemde Batýnýn Rusya’ya etkisi güçlendi. 18.
yüzyýldan baþlayarak Rus þiirinin tarzý deðiþti
ve þiirde reform gerçekleþti. Þiirin görüntüsü
çaðdaþ hale geldi. Bu dönemde birçok büyük
þair çýktý. Örneðin Derjavin bu dönemde yetiþti.
Derjavin, Tatar soylu idi ve o her zaman soyunun Mirza Baðrim’e dayanmasýndan dolayý gurur duyuyordu. Ve Ýgor Alayý Destanýndan son ra Derjavin ilk büyük ve çok yönlü bir þair olarak tanýndý. 18. yüzyýlda pek çok büyük þair vardý ancak Rus edebî dili kendi þeklini alamamýþtý. Belki de bunun olumlu bir yaný da vardý. Þi-
21
ir edebî dilin oluþmasýnda en önemli katkýlarda
bulundu. Denilebilir ki, Rus edebî dili geliþmesini þiire borçludur.
“Rus edebî dili Puþkin ile þekillendi.” Bu hüküm
çok yaygýn olarak benimsense de bence burada bir yanlýþlýk var. Çünkü Puþkin hem en güzel
edebî eserleri yaratmýþ hem de edebî dili þekillendirmiþ. Bu iki tespit arasýnda çeliþki var.
Edebî dil olmasa güzel þiirler yazýlamazdý. Puþkin’le ilgili hüküm edebiyat araþtýrmacýlarýnýn
kolaycýlýða kaçarak kullandýklarý bir kalýp. Bence Rus edebî dilinin þekillenmesini Puþkin’in
doðumundan 10-15 yýl önceye çekmek gerekir.
Burada önemli katký, Kara Mirza veya yaygýn
bilinen adýyla Karamzin tarafýndan yapýldý. Elbette Karamzin Hýristiyan’dý ve üstelik iyi bir þair de deðildi, ama buna karþýlýk büyük bir tarihçi ve edebiyatçýydý. Rus devlet tarihi hakkýnda
önemli eserler yazdý. Bu eserleri ile Rus edebi
dilini þekillendiren Karamzin oldu.
Sonra büyük þairler geldi: Bunlardan ilki Puþkin’in hocasý olan Vasili Jivkovski’nin babasý Rus,
annesi Zöhre adlý bir Türk hanýmdý. Sonra þair
Konstantin Batyuþkin. Ýkisi de dahi düzeyinde
þairlerdi ve çok güzel þiirleri vardý. Asýl deha
daha genç bir adam olan Puþkin oldu. Onun þiirleri umumi Rus ruhunun, Rus düþüncesinin
þiire yansýmasýdýr.
Ben tartýþma yaratacak bir þey söylemek istiyo rum: Bir tarihi olay bütün Rus þiirinin yönünü
deðiþtirdi. Bu, 1812 Rus-Fransýz savaþlarýdýr. Bu
savaþ Rusya’da Rus millî düþüncesinin uyanmasýna neden oldu. Yeri gelmiþken Alman millî þuurunun da bu savaþla geliþtiðini belirtelim. Genelde, Napolyon’un dünya hakimiyeti fikri ve
millî tavýrlarý pek çok halkta millî þuuru uyandýrdý. Bu olmasa idi Rus þiiri yavaþ geliþecekti.
Ama vatanseverlik dalgasý, þiirin ve edebiyatýn
zamansýz geliþmesine neden oldu. Bir anlamda
bu, erken doðumdu. Sanki ansýzýn olgunlaþma
ve akabinde de çok hýzlý geliþim baþladý. Bu
yalnýzca þiire ait bir geliþim deðildi, ayný zamanda tiyatro, roman, hikayede de ayný durum
söz konusu idi. Bu da deha düzeyinde sanatçýlarýn doðmasýna neden oldu. Birbiri peþine dehalar yetiþti. 19. yüzyýl, Rus edebiyatýnýn þahlandýðý dönemdir. Bir senede on beþ þaheser
veriliyordu.
Þiire gelince 19. yüzyýlda altý önemli þair vardý
ve bunlar saf Slavyan deðillerdi.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
22
Bu þairler; soyunda Alman, Etyopya, Ýsveç, Kýpçak ve Tatar kaný bulunan Aleksandýr Puþkin;
Polonya kökenli Yevgeni Baratinski; Ýskoç kökenli Mihail Lerimantov; Kýrým Hanlýðý nezdinde Moskova elçisi bir babanýn oðlu olan Feodor
Tütçev ki o Rus þiirine Ýtalyan þiirinden yeni müzikaliteler getirmiþtir.
Babasýnýn asker olarak Polonya’da bulunurken
evlendiði bir Polonyalý hanýmdan dünyaya gelen
Nikolay Nikrasov da Rus þiirine büyük katký yaptý.
Altýncýsý ise, Afanasi Fet veya sonraki adý ile
Þenþin’dir. Þenþin’in annesi ve babasý Alman
Yahudisi idiler. Bu yüzden uzun süre bay unvaný alamadý ve bunun için çok mücadele etti.
Sonunda saraya yakýn bir prens çýraðý yardýmý
ile soylu sýnýfa dahil oldu. Þenþin onun annesini ikinci evliliði yoluyla saraya yakýnlaþtýran
babalýðýnýn soyadý idi. Bu hayatý kendisini uzun
süre rahatsýz etmiþ, ama bu çeliþkiler onun þiirine büyük ilham vermiþtir.
Bu altý þair Rus þiirinin esas þairleridir. Elbette
baþka edebiyatlarda olduðu gibi Rus edebiyatýnda da iniþler çýkýþlar yaþanmýþtýr.
- Bu þairlere Puþkin’in takipçileri diyebilir
miyiz?
Hayýr, tam olarak deðil. Sovyet döneminde bü tün Rus þiiri Puþkin’in peþinden gitmektedir þeklinde yanlýþ bir fikir vardý. Aslýnda Rus þiiri, Puþkin’le mücadeleden doðdu. Deha olunmaz deha doðulur ve deha baþkasýný tekrarlamaz. Puþkin’i tekrarlamamak isteyen dehalar, Rus þiirini
geliþtirdiler.
-19. yüzyýl Rus þiiri bu altý dahi þairden sonra nasýl geliþti?
19. yüzyýlýn ikinci yarýsýnda demokratik geliþmeler nedeniyle þiirde sosyal konular iþlenmeye baþlamýþtýr. Bu geliþmelerle þiirin seviyesinde iniþler olmuþ ve þiire ilgi azalmýþtýr.
Bu olaylarýn yaþanmasý, þiirin seviyesindeki
gerileme ve þiire ilginin azalmasýyla baþka bir
edebî türün geliþmesine, nesrin geliþmesine
neden olmuþtur.
1895 yýlýndan sonra Rus þiirinde yeniden þahlanma baþladý. Yeni þairler nesli geldi ki, bu dönem
Rus þiirinin gümüþ dönemi olarak adlandýrýlýr.
Gümüþ dönem, 1921 yýlýna kadar devam etti.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
-Neden 1921?
Bu tarihte devrimin idealist süreci bitti. Ben Kýzýllarýn taraftarý gibi konuþmak istemiyorum.
Rusya’da “Vatandaþ Savaþý” olarak adlandýrýlan
devrim sonrasýnda Kýzýllar ve Beyazlar arasýndaki iç savaþta iki tarafta idealisti. Ýç savaþ iki taraftaki idealistlerin de ölmesine neden oldu. Bu
nedenle idealist süreç bitti ve Komünist Parti
idaresi baþladý. Bundan sonra bütün alanlarda
terörizm baþladý. Önemli þairleri ya hapse attýlar veya öldürdüler. Böylelikle bu Rus þiirinin
gümüþ dönemi bitti.
-Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan gibi
pek çok halktan þairler de bu dönemde hapsedilmiþ veya öldürülmüþlerdi. Rus þairleri
de ayný muameleye mi tabii tutular?
Hem de herkesten çok Rus aydýnlar öldürüldü.
Anna Ahmatova’nýn babasý, Gumulev’in babasý
bu öldürülenler arasýnda idi. Ýç savaþtan sonra
Bolþevikler ekonomik bir model getirdiler. Bu
modelin yanlýþ olduðunu kritik edebilecek bütün aydýnlar ortadan kaldýrýlmalýydý öyle de
yaptýlar. Modelin baþarýsý için Sibirya’da milyonlarýn kampý oluþturuldu. Bir anlamda da bu
millî düþünce ile enternasyonal düþüncenin savaþý idi ve 1921 yýlýnda Rus millî aydýnlarý orta dan kaldýrýldýlar.
-Tekrar Rus þiirinin gümüþ çaðýna dönersek,
öne çýkan þairler kimdi ve bu dönem þiirin
özellikleri nasýldý?
- Rus þiirinde hiçbir zaman bu dönemdeki kadar çok sayýda yetenekli þair olmadý. Kalabalýk
bir nesildiler. Bunlardan 25-30’u çok yetenekli
ve önemli þairlerdi ama, 10-12 kadarý yarým dahi denebilecek özellikte þairlerdi. Aleksandýr
Blok, Anna Ahmatova, þair, yazar ve ilk Nobel
ödüllü edebiyatçý Ývan Bunin. Tabii burada hatýrlamak gerekir ki ondan önce Tolstoy bu ödülü istememiþti çünkü onun için Nobel gülünç
bir ödüldü. Yine o dönem þairlerinden Sergey
Yesenin, Vladislav Hadþiseviç, Osip Maldestam,
Nobel ödüllü Boris Pasternak, Velimir Hýlebnikov ve elbette Viladimir Maykovskiy de adýndan
söz edilmesi gereken edebi þahsiyetler.
Viladimir Maykovskiy’yi Sovyet þiirinin kurucusu
olarak kabul ederler. Nazým Hikmet de Maykovskiy’den etkilenmiþtir. Maykovskiy estetik
yönden Sovyet þiirine mal oldu. Aslýnda o yeni
bir arayýþýn peþinde idi. Edebiyatta sanatta ye-
nileþme akýmýnýn temsilcisi olarak yaþadýðý dönem Sovyet dönemine rast geldi. Sovyet dönemi olmasa da o ayný arayýþý getirecekti. Maykovskiy çok yetenekli bir þair idi. Büyük namlunun kurþunu idi. Onun þirinde Rus dilinin im kanlarýyla öyle sesler vardýr ki, onu tercüme
ederek baþka dillere aktarmak mümkün deðildir. Kötü þiirler de yazdýðý oldu ancak bu o kadar önemli deðil. O kendi zamanýnýn oðlu idi
ve o zamanda kaldý. Hatta o kendi zamanýný yarattý. Ve gördü ki artýk soluk alamýyor intihar etti. Bu arada Yesenin ve Maykovskiy’nin öldürüldüðüne dair iddialar da son zamanlarda yaygýn olarak konuþuluyor. Bence bu iddialarý ileri
sürenler arsýz adamlar. Sovyet sistemi öyle bir
atmosfer oluþturdu ki, yaþamak mümkün deðildi. Onlarýn kendilerini öldürmeleri öldürülmeleri, daha dehþetli bir þeydir.
Bundan sonra Rus edebiyatý için dramatik bir
dönem baþladý ve Rus þiiri, Rusya’da yaþayanlar
ve göçmenlerin þiiri olarak ikiye parçalandý.
Her iki grubun da kaderi oldukça trajikti. Ben
karar veremiyorum; gidenlerin mi yoksa kalanlarýn mý kaderi daha zordu. Ama yine de kalanlarýn kaderi daha trajik geliyor bana. 1917 Ýhtilalinden sonra Rusya’dan gidenlerin içinde
büyük yetenekler vardý.
Sovyet döneminde Anna Ahmatova’nýn bir þiiri
yayýnlandý. Ýnsanlar anladýlar onun ne dediðini
ama anladýklarýný söylemeye korktular. Ahmatova gidenlere hasretini bildiriyordu:
Ben onlardan olayým ki
23
Onlar memleketi daðýtacaklar,
Býrakýp gittiler.
Bu þiir yayýnlandýðýnda Bolþevikler hedefin kim
olduðunu kabullenmek istemediler.
Anna Ahmatova’nýn uzun bir ömür yaþamasý
Rus kültürünün büyük þansý ve kazancý idi.
Hapsedildi, kocasý öldürüldü, oðluna eziyetler
edildi ama o uzun bir ömrün sonunda zafere
ulaþtý.
Göçmenlerin þiiri zaman içinde zayýfladý. Gitmeden önce büyük olan þairler muhacerette de
büyük kaldý. Ama Vilademir Nabakov gibi bazý
istisnalar dýþýnda yeni büyükler yetiþmedi.
Rusya’da yeni þairler doðdu. Aralarýnda büyük
þairler de vardý. Bu þairlerden þuur altýnda metafizik ve dini þuur ile iliþkilerini koparmayanlar
büyük olabildiler. Genetik olarak o trajedi, edebiyatta da yaþandý. Sovyet döneminde önemli sayýlan þairlerin çoðu, eski zamanlarý bilmeyen isimlerdi. Nikolay Zablotski, gelenekle baðýný koparmamýþ ve kendini ifade edebilmiþ sonuncu büyük
þairdi. O ve öncekiler dinî þiirler yazdýlar, demek
istemiyorum, ama þiirlerinde bu ruh ve birikimden yaralandýlar. Ama bu þairler, Allah’ýn varlýðýný satýr aralarýna serpiþtirdiler.
Son kuþakta büyük þair olarak kabul edilenlere
gelince... Pavil Vasilev, 1910’da doðdu ve 26
Kardeþ Kalemler Mart 2007
24
yaþýnda öldürüldü, Yaroslav Smelyakov, Nazým
Hikmet’in de dostuydu, 1922 yýlýnda doðdu. Üç
kez hapse girdi. 15 yýl hapis yattý. Boris Slutskiy,
II. Dünya Savaþý zamanýnda kendini göstermiþ
bir þairdir. Onun yayýnlanmamýþ þiirleri Gorbaçov döneminde yayýnlandýðýnda onun da Maykovski gibi Sovyetlerin büyük þairi olduðu anlaþýldý. Ýdeolojik bakýmdan deðil stil ve estetik bakýmdan Sovyet döneminin büyük þairi idi. Sovyet rejimi aleyhine yazdýðýnda da Sovyet estetiðini kullandý. Onun için bir yazýmda þöyle demiþtim: Mümkündür ki öyle bir zaman gelecek
ve Slutski, kendi döneminin en önemli þairi sayacaklar. Ben bu düþünceye karþý çýkardým ancak böyle bir düþüncenin olmasýna da hayret
etmezdim. Goethe diyor ki, þair bir karakterdir.
Onun da kendi karakteri vardý.
Ondan sonra uçurum baþlýyor. Þairler gelmedi
demiyorum, ama önemli þair çýkmadý.Nesiller
arasýnda uçurum vardý. Þair doðuyor, ama
uzun zamandýr büyük þair doðmuyor. Bu sözüm
yeni neslin yeni þairleri için.
Huruçov rejiminde yumuþama ile birlikte beklenen yeni büyük þairin geldiði iddia edildi. Yevgeni Yuftuþenko 10-15 güzel þiir yazdý. Onun þahsýnda, halký yansýtan bir þair geliyor denildi. Benim onun hakkýnda insan olarak düþüncelerim
çok olumlu ve eserlerinin baþlangýç dönemine
sempatim var. Ama geçen zaman onun büyük
Kardeþ Kalemler Mart 2007
þair olmadýðýný gösterdi. Sadece baþlangýçtaki
10-15 þiiri kaldý. Diðer sosyal problemleri ele aldýðý popülist þiirler unutuldu. Neden böyle oldu?
Çünkü devlet onu kendi aðýna aldý ve o þöhret
hazzýndan kendisini alýkoyamadý. Bu onun mahvýna sebep oldu. Ancak Yeftuþenko Kuþaðý adýnýn oluþmasýný saðladý.
Yeftuþenko Kuþaðýndaki þairlerin bazý yönleri iyi
idi, ama hepsinde popülizm ve halk duygusu
önde idi. Fakat edebiyat tarihine yalnýzca kendisi kalabilir diðerleri yalnýzca propagandanýn
þairleri olarak kaldýlar.
Böylece büyük þair beklentisi yeniden uzamaya
baþladý. 1960’lý yýllarda edebiyata giren üç
þairin adý sayýlabilir: Nobel Ödüllü Leningratlý
Þair Ýosif Brotski ve ondan geri kalmayan yine
Leningratlý Yevgeni Reyn. Ýkisi de birbirinden
önemli idi. Ve Moskovalý Yuri Kuznetsov üçüncü olarak sayýlmalýdýr.
Bunlar hakkýnda kiþisel bakýþýmý açýklamak istemiyorum. Ne zaaflarý vardý, hangi yönleri güçlü
idi bunlar hakkýnda konuþmak istemiyorum ama
þu kadarýný söyleyeyim ki üçü de büyük ve
önemli þairlerdir.
-Rus þiiri ölüyor mu?
“Þiir ölüyor” demek, doðru deðil. Rusya, büyük
bir ülkedir. Bir köþeden basýnda yer almaya
baþlayan yetenekli þairler görmekteyiz. Ama
þimdilik bunlardan on þairin büyük þair olmaya
aday olduðunu söylemek mümkündür.
Sonuç olarak, Rus þiiri için altýn asýr 19. yüzyýl dýr. Bu, nesir için de böyledir. Bu dönemde az
sayýda, ama çok büyük þairler vardý ve altýn asrý Rus kültürünün uzun birikimi hazýrlamýþtý.
20. yüzyýlýn birinci yarýsý ikinci yarýsýndan güçlüdür.
Bu yüzden birinci yarýya Gümüþ çaðý diyorum.
Böylece analizin sonunda, Rus þiirinin zirveden
aþaðýya doðru inmekte olduðu görülüyor. Sonra ne olacak? Elbette bu, Tanrý’nýn iþidir. Ben
inanýyorum ki, Rusya yaþadýkça, yeni büyük þairler gelecek ve olup bitenleri eserlerine taþýyacaklar. Ayný zamanda endiþeleniyorum, çünkü
büyük yeteneklerin hep beraber gelmeyeceðini düþünüyorum.
-Dünya þiiri içinde Rus þiirini nasýl deðerlendiriyorsunuz?
Rus nesri, Rus þiirine göre dünyada daha büyük bir yere sahiptir. Rus þiiri de büyük þiirdi ancak nesre göre kendisini daha az gösterebildi.
Ýtiraf etmek gerekir ki nesir, daha kolay tercüme
edilebildiðinden dünyaya yayýlma þansý daha
fazla. Rus edebiyatý büyük ve çeþitlidir.
Edebî dilin imkanlarýnýn geniþ olmasý yüzünden
mesela ayný kelime cümlenin farklý yerlerinde
serpiþtirildiðinde anlam ve müzikalite imkanlarý
deðiþmektedir. Yine Rus sözlüðünde, Slavyan
ve Türk dillerinden gelen eþ anlamlý kelimeler
mevcuttur. Edebî dilin bu özellikleri Rus edebiyatýnýn geliþmesinin temel kaynaðýdýr.
Rus þiiri var olduðundan bu güne, birkaç kez
deðiþti. Belki bütün edebiyatlarda canlý halk þiiri ile edebî tarz arasýnda mücadele olmuþtur.
Ne zaman ki edebî dil oluþur; bu aþamadan itibaren halk dilinin imkanlarý azalýr. Ve halk dili nin, halk edebiyatýnýn imkanlarý, kelimeleri ba sýnda, yayýnlarda yer almamaya baþlar. Yalnýz
en büyük dehalar bu bariyeri aþarak halk dili ne yönelik eserler verirler. Ama Sovyet rejimi
halkýn hayatýný deðiþtirdi.
Sovyet rejiminin ilk yýllarýnda öldürülen ve göç
etmek zorunda kalan önemli aydýnlarla Rus dilinin zarafeti, zenginliði, estetiði de ülkeden
gitti. Ben o zenginlerin tarafýnda deðilim onlarý
savunuyorum sanýlmasýn. Ben halk dilinin im-
25
kanlarýnýn tarafýndayým. Benim annem, uzak bir
köydendi ve ayný zamanda üniversite mezunu
idi. Benim þiir dilimde onun etkisi büyüktür. Rejimin ilk yýllarýnda gazetelerin ve propagandanýn eliyle dil sýðlaþtý ve yozlaþtý. Böylelikle keskin bir þekilde halk dilinin geliþmesi durdu. Yani sakat ve yeni sözler sözlüðe girdi. Ne yazýk ki
biz bu sözleri kabullenip edebiyata sokmak zorunda kaldýk. Kaba ve zorba Sovyet hayatý, dilin
söz varlýðýný kabullenerek geliþtirmek yerine,
yeni sözlük oluþturmaya çalýþtý. Bu zenginlik deðil; sýnýrlayýcý, kaba ve mekanik bir dildi. Ve
bunlar edebiyata girdi.
Bu konudaki tartýþmalar bugün de muhafazakarlar ve reaksiyonerler arasýnda devam ediyor.
Muhafazakarlar dilde oluþan yenileþmenin yavaþ gitmesini istiyorlar. Reaksiyonerler ise eskiyi
geri getirerek yeni bir yenileþme arzuluyorlar.
Ben geliþmenin aleyhine deðilim ama dilde armoni olsun, yavaþ geliþme olsun. Geçmiþi bu güne taþýmak ne anlam ifade eder ki!
-Dünya edebiyatý içinde Rus edebiyatýný nasýl deðerlendiriyorsunuz?
Rus resmi, mütevazý idi. Tabii Rusya’da önemli
ressamlar var ama dünya resmi içinde çok
önemli deðiller.
Büyük müzikte Rusya da var, ama dünyada birinci sýrada deðil. Mimarî ise çok zayýf. Heykeltýraþlar var, ama yine çok önemli deðil. Sonuç olarak
Rusya, edebiyatý ile dünyada övünebilecek bir
ülkedir. Slavlarýn kitaba sevgisi Rusya’yý edebiyatýn vatanýna dönüþtürdü. Rusya’da söz, büyük
önem arz etmiþtir. Belki de Rusya’da sözden baþka bir þey yoktur. Öyle sözler olmuþ ki onlar hakikat uðruna yanmýþ. Bu yüzden ben Rus edebiyatý için büyük ümitler besliyorum.
Bir meþhur söz var: Çaðdaþ Batý edebiyatýna etki eden beþ büyük yazar kimdir sorusunun cevabý: Dante, Shakespeare, Cervantes, Tolstoy ve
Dostoyevski’dir. Ýlk beþte Rusya’dan iki isim var.
Fransýz ve Alman edebiyatlarý büyük edebiyatlar,
ancak dünya edebiyatýna verdikleri büyük isimler az. Eðer Ýngiltere’de Shakespeare olmasaydý
ben Rus edebiyatý dünyanýn en önemli edebiyatý derdim. Ama Ýngiliz edebiyatý da önemlidir.
Ülkemi övdüðümü düþünmeyin lütfen. Resim ve
heykel hakkýndaki görüþlerimi de söyledim.
Rusya için edebiyatýn yanýna bir de baleyi eklemeliyim.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
26
Süt
HALÝT AÞLAR
Bütün gece bardaktan
boþanýrcasýna yaðmur
yaðmýþtý.
Sabahýn ilk ýþýklarý ye þil yapraklarýn üzerindeki geceden kalma
damlalarý ustaca buharlaþtýrýyordu.
Tozlu perdelerin arasýndan süzülen ýþýk
gözlerini kamaþtýrdý.
Doðrulup çalar saatine baktý. Saatin çalma
vakti henüz gelmemiþti. “Neden erken
uyandým?” diye düþündü. Uykulu gözleriyle duvar kaðýtlarý
üzerindeki gül figürlerine baktý. Tam bu sýrada bazý sabahlar
duyduðu o “Moloko,
molokoo…” sesi yankýlandý dýþarýda.
“Yine baðýrýyor lanet olasý” diye söylendi. Bütün
uykusu daðýlmýþtý. Yataðýný gýcýrdatarak kalktý,
pencereye yanaþýp dýþarýya baktý. Pencerenin
tam karþýsýndaki söðüt aðaçlarýnýn üzerinde
sincaplar kýrk yýllýk sirk ustalarýna taþ çýkartýrcasýna bir oraya bir buraya koþuþuyordu.
Birden aðaçlarýn arasýnda sütçü kadýn göründü. Yaþlýca, kamburu çýkmýþ, üstünde dividin
entariye benzer bir elbise, elinde bir buçuk litrelik Coca-Cola pet þiþesinden bozma süt kabý
koþar adýmlarla binanýn üçüncü giriþ kapýsýna
doðru gidiyordu. “Yoksa o kadýn mý satýyor bü Kardeþ Kalemler Mart 2007
tün þehre sütü?” diye
sordu kendine. Afalla mýþtý.
Yýllar önceydi. Bu þehre geldiði ilk zamanlarda sabahlarý gün
aðarýr aðarmaz uykusunu daðýtan ve o zamanlar ne anlama
geldiðini bilmediði
“Moloko”
sözünün
uzatýla uzatýla baðýrýlýyor olmasýna bir anlam verememiþti. “Moloko da neyin nesiydi?” Bir sabah daya namayýp bütün öfkesiyle üzerinde pijama sýyla sokaða çýkmýþ ve
sabahýn köründe uykusunu daðýtan bu se sin sahibine çýkýþmak
istemiþti. Pijamasýyla sokaða çýktýðýný bir an hatýrlamýþ ve geri dönecek olmuþtu. Tam bu sýrada komþusu Anya’nýn üzerinde bornozla çýktýðýný görmüþ, rahatlamýþ “Bir kadýn bile bornozla
çýkýyor da ben neden pijamalarýmla çýkmayým?!” diye düþünmüþ ve o iðrenç bulduðu sesin sahibine çýkýþmak için atýlmýþtý ileriye.
Dün gibi hatýrlýyordu, biraz önce gördüðü kadýn sanki o kadýndý. Ona rahatsýz olduðunu, sabah vakti burada baðýrmamasýný el kol hareketleriyle anlatmaya çalýþmýþ, komþusu Anya ken dilerine yaklaþtýðý sýrada sanki o Türkçe biliyormuþ gibi onunla Türkçe konuþmuþ, ancak ikisine de bir þey anlatamamýþtý. Anya sütçü kadýna
bir þeyler söylemiþ, “Ýþte beni anladý ve derdimi
ona anlatýyor galiba” diye düþünmüþtü. Ancak
ilerleyen günler de sütçü kadýnýn sabah feryatlarý hiç eksilmemiþ, sanki aksine artmýþtý.
Aðaçlarýn üzerinde oynaþan sincaplarý gerinerek seyrediyordu ki, ayný kadýn tekrar peyda oldu. Tam pencerenin önünde giriþ kattaki dairede yaþayan gözlüklü komþusuyla bir þeyler konuþmaya baþladýlar. Kadýna dikkatle baktý. “O
mu acaba?” diye sordu kendine tekrar. Sütçü
kadýnýn o zamanki hâli tekrar gözünün önüne
geldi. Masmavi gözleri, sarý saçlarý, kýrýþ kýrýþ al ný, ergenlik çaðýndaki bir delikanlýnýn henüz
terlemekte olan býyýklarý gibi býyýklarý vardý.
Önemsemedi. Banyoya gitti…
“Zaman ne de çabuk geçiyor. Altý yýl olmuþ.” dedi duyulabilecek bir sesle. Sýcak suyu açtý. Su soðuktu. Suyun ýsýnmasýný bekledi, bu esnada küçük aynaya takýldý bakýþlarý. Kendine baktý, saçlarýnýn her geçen gün biraz daha azaldýðýný ve
kýsa bir süre sonra tamamen kel olacaðýný düþündü. Kel hâlini hayalinde canlandýrdý. Sevimsiz buldu. “Ah yaþlýlýk ahh!” diye baðýrdý. Sustu,
sessizliðe kulak saldý. Þarýldayarak akan ve henüz ýsýnmaya baþlayan suyun sesinden baþka bir
ses duyulmadý kulaðýna. Elini suya deðdirdi, su
tam yüzüne layýktý. Yüzünü yýkadý. Sýcak suyu kapatýp soðuðu açtý. Onunla da yýkadý. Bir sýcak
su, bir soðuk suyla yýkadý yüzünü. Ilýk suyla ensesini sildi, sabunluða baktý, “güzellik sabunu” erimiþ, incecik kalmýþtý. Yüzünü kurulamadan çýktý,
mutfaktaki raftan sabun almak istedi. Birden burnuna gaz kokusu geldi. Aklýna çay düþtü. Çaydanlýða su doldurup ocaða koydu. Kibrit yoktu.
Odaya gelip pantolununun cebinden çakmaðýný aldý gidip ocaðý yaktý.
Mutfak penceresinden tekrar dýþarý baktý. Kapýyý açýp balkona çýkmak istedi. Nefis bir toprak
kokusu yüzüne vurdu. Balkonda derin derin ne fes alýp verdi.
Bu mahalleye yeni taþýndýðý için etrafýnda olup
biten her þey, az da olsa ilgisini çekiyordu. Yaþadýðý apartmanýn tam karþýsýnda bir ev inþaatý
vardý. Üst katta gece vakti gürültü yapan bir
komþusu. Ev sahibinden üst komþusunun gümrükçü olduðunu öðrenince durumun idrakine
varmýþtý. Yan komþusu dünyayla iliþiðini kesmiþ
bir nineydi. Dört beþ ay içinde sadece bir iki
kez onu görmüþ ve selamlaþmýþtý. Tam karþý dairede Burul teyze yaþýyordu. Kýzý Darkan Türki -
27
ye’de iktisat doktorasý yapýyordu. Alt katta yaþlýca bir adam küçük torunu Ýgnat ve kýzý Aksana
ile birlikte yaþýyordu. Bunlarýn dýþýnda kimseyi
tanýmadýðýný düþündü.
Sütçü kadýn, elinde bakýrdan bir helkeyle çýkýverdi bina giriþinden. “Hey hanýmefendi, ne satýyorsunuz?” diye sordu Rusça. Kadýn sen saðýr
mýsýn sabahtan beri ne sattýðýmý duymadýn mý
dercesine baktý ve “Moloko” dedi. Taze mi diye
sordu, evet cevabýný aldý. Ýyiden iyiye merak etmeye baþlamýþtý. Acaba bu kadýn o altý yýl önce
gördüðü kadýn mýydý? “Ýki litre alabilir miyim?”
dedi. Kadýn hay hay dercesine baþýný sallayýp
ileride duran bej renkli ellili yýllardan kalma
Moskviç markalý arabaya doðru hýzlý adýmlarla
gitti. Elinde pet þiþeden bir kapla balkonun altýnda belirdi. “Siz mi inersiniz, ben mi çýkarayým?” diye sordu. “Tamam ben inerim” dedi.
Odaya dönüp hemen lacivert eþofmanlarýný
giydi, diþlerini fýrçaladý, terliklerle çýktý dýþarýya.
Kadýn onu bekliyordu. Gelir gelmez kadýný iyi ce bir süzdü. “Siz ne zamandýr süt satýyorsunuz” diye sordu. Kadýn biraz duraksayýp “Bilmem, uzun zamandýr…” dedi.
-Peki daha önce hangi mahallede satýyordunuz
sütü?
-Birçok mahallede sattým.
-Panfilova mahallesinde sattýnýz mý?
-Evet.
-Peki þimdilerde satýyor musunuz?
-Yok artýk o taraflarda kýzým satýyor.
-Peki siz beþ altý yýl önce Panfilova mahallesinde süt satýyor muydunuz?
Kadýn biraz düþündü.
-Evet. dedi.
Sabri’nin gözleri parlamýþtý. “Evet, evet. Yanýlmamýþým bu kadýn o kadýn.” diye düþündü. Yüreðinde sanki eski bir dostuna tesadüfen rastlamýþ gibi tuhaf bir mutluluk vardý. Yüreði hafifledi. Kadýn þaþkýn gözlerle onu seyrediyordu. Da ha fazla dayanamadý ve “Süt alacak mýsýnýz?”
diye sordu.
-Ha, evet. Ne kadar?
-30 som.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
28
-Bir saniye…
Fotoðraf: Türksoy Kolleksiyonundan
Sabri orasýný burasýný yokladý. Üzerinde para
yoktu. “Afedersiniz, þimdi getireceðim parayý”
diyerek koþar adýmlarla evine çýktý. Ýçeri girdi.
Pantolonunun cebinden parayý alýrken hafýzasýnýn çok güçlü olduðunu düþündü. “Ýþte, altý yýl
önce gördüðüm o kadýný hatýrladým.” dedi içinden. Birden o ilk günler tekrar düþtü aklýna.
Uçaktan indikten sonra havaalaný binasýnýn
üzerinde koca harflerle “MAHAC” yazýsýný görünce Yahya Kemal aklýna gelmiþti. Geldiði yer
Kardeþ Kalemler Mart 2007
ata yurt Kýrgýzistan idi. Ancak bu Mahac da neyin nesiydi? Mohaç ovasý olmasýn?!
Duraksadý, masanýn üzerinde duran sigara paketinden bir sigara alýp yaktý, koltuða oturdu.
Havaalanýndan çýkmýþlar bir otobüse bindirilmiþlerdi. Kendisi gibi sayýlarý yetmiþe yakýn öðrenciyle birlikte ayný otobüste Tanrý Daðlarý
eteklerinde, kenarlarý kavak aðaçlarýyla çevrili
uzun ince yolda ilerledikleri aný hatýrladý. Bir
süre sonra þehre gelmiþler, tuhaf bir binanýn
önünde durmuþlardý. Dýþarý çýktýklarýnda kendilerine þaþkýn gözlerle bakan Kýrgýzlar’ý görmüþtü. Evet, kardeþlerimiz Kýrgýzlar iþte bunlar olsa ge rek diye düþünmüþ, heyecaný iyiden iyiye artmýþtý…
Si ga ra sýn dan bir ne fes da ha
çekti, koltukta þöyle bir gerildi.
Ban yo dan su se si ge li yor du,
aniden suyu açýk býraktýðýný hatýrladý ve koþar adýmlarla banyo ya gidip suyu kapattý. Gözü sa bunluða daldý. Ýncecik sabunu
gördü ve biraz önce mutfaða sabun almak için gittiðini, orada
ocaða çay suyu koyduðunu, kibrit bulamayýnca odaya dönüp
çakmaðý alýp ocaðý yaktýðýný,
balkona çýktýðýný… “Eyvah! Kadýn bekliyor aþaðýda!...” diye
baðýrdý. Hemen odaya dönüp
pan to lo nu nun ce bin den pa ra
aldý ve koþar adýmlarla aþaðýya
indi. Kimsecikler yoktu. Saða
baktý, sola baktý kimseyi göremedi. Bir an seslenmek istedi. Vazgeçti. Eve dönüp kadýný görebil mek umuduyla balkona çýktý. Bir
süre sonra boþ yere beklediðini
düþünüp mutfaða geçti, su kaynamýþtý. Ocaðý kapattý, bir “güzellik sabunu” alýp banyoya girdi. Ýþini gördü, mutfaða geçip
çay demledi, odaya geçti. Süt
satýn alamadýðý için üzülmesine
karþýn, tam altý yýl önce gördüðü
bi ri ni ta ný yýp ha týr la dý ðý için
memnundu. Hafýzasýnýn güçlülü ðü nü dü þü ne rek aðaç lar da
oynaþan sincaplara daldý...
29
Gabit Müsirepov
hayatý ve edebi kiþiliði
AKTARAN: ORHAN SÖYLEMEZ
Gabit Mahmut oðlu Müsirepov 1902’da þimdiki
Kuzey Kazakistan ili, Cambýl ilçesi, “Cana Col”
köyünde fakir bir çiftçi ailesinin çocuðu olarak
dünyaya geldi. Çocukluðunda köy imamýndan
okuma yazma öðrendi. O dönemde köy yaþlýlarýnýn bir âdeti vardý: Akþama doðru bir tepenin
baþýna veya yaylada çimenlerin üzerine keçe
serdirip çeþitli kýssa, hikaye, menkýbe veya destanlar söylerlerdi. Yazar, çocukluðunu her hatýrladýðýnda “edebiyatla ilk defa böyle tanýþtým”
der. Kýz Jibek, Er Targýn, Kobýlandý Batýr, Leyla
vü Mecnun, Köroðlu, Sal-Sal, Zarkum, ÞekirÞekiret, Þahmaran gibi destanlarý okudu, çoðunu da ezberlemiþti.
1917’de Kostanay ili Obagan ilçesindeki Rus
mektebine girdi. Öðretmeni, Kazak halkýnýn tanýnmýþ þairi Beket Ötetilevov ona sýcak davranmýþ, edebiyatý sevip yetiþmesine tesir etmiþ, þiir,
destan ezberletmiþti. Bu okulu bitirdikten sonra
Presnogorkov’daki okula girdi ve yedi yýlda tamamladý.
1923’da Orunbor þehrindeki Ýþçiler Fakültesi’ne
girdi; Rus ve Dünya edebiyatlarýný, milli edebiyatýn örneklerini okudu. 19. yüzyýl Rus klasiklerini burada öðrendi. Özellikle Gogol, Çehov ve
Gorki’yi çok sever. Ýþçiler Fakültesi’ni bitirdikten
sonra onda yazma isteði baþlar.
1926’da okulu bitirdikten sonra Ombý þehrin deki Çiftçilik Akademisi’ne girdi. Orada “Tulaðan tolkýnda” (Coþan dalga üzerinde) adlý uzun
hikayesini yazmaya baþladý. 1928-1938 yýllarý
arasýnda yayýnevinde ve çeþitli yerlerde önemli
görevler üstlendi. 1938-1955 yýllarý arasýnda
ise sadece edebiyatla uðraþtý. 1956-1966 yýlla rý arasýnda G. Müsirepov Ara (Arý) adlý hiciv
dergisinin Baþ Redaktörü, Kazakistan Yazarlar
Birliði’nin Baþkaný oldu. 1966’dan sonra tekrar
yazmaya devam etti. Japonya, Mýsýr, Cezayir,
Ýtalya gibi pek çok ülkeyi gezdi, milli edebiyatý
tanýtmaya çalýþtý.
Gabit Müsirepov, 60 yýla yakýn süre içinde edebiyatýn çeþitli türlerinde eser verdi. Sanatý hakkýnda 60’lý yýllarda yayýnlanan Kazak Sovyet
Edebiyatý Tarihi Denemeleri eserinde þöyle denilmektedir: “Gabit Müsirepov, Kazak Sovyet
edebiyatýnýn önemli temsilcilerinden biridir.
Edebiyata verdiði altmýþ yýla yakýn emeðin içinde Müsirepov’un kaleminden çýkan piyesler, hikayeler ve romanlar, Sovyet devrindeki Kazak
kültüründe önemli bir yere sahiptir.”
Gabit Müsirepov Kazak edebiyatýnýn çeþitli türlerinde eser verdi. Nesrin halk tarafýndan tanýnan ustasý oldu. Kazak hikâyesinin bugün ulaþtýðý zirveden söz edildiðinde G. Müsirepov’u
hatýrlamamak mümkün deðildir. Onun kolhoz
konusunda, anneler hakkýnda yazdýðý hikâyeleri, Kazakistan’daki Ýhtilal dönemi gerçeðini tasvir eden büyük ve küçük tablolarý, bugünkü
çaðdaþ hayatý anlatan eserleri Kazak edebiyatý
hazinesine yapýlan büyük bir katkýdýr. Bu katký
da yazarýn edebiyattaki yerini daha da deðerli
kýlmaktadýr.
G. Müsirepov, Kazak edebi dilinin geliþmesine,
olgunlaþmasýna da katkýda bulunmuþtur. Onun
yardýmýyla Kazak halkýnýn eski kelimelerinin çoðu tekrar dilde yerini almýþtýr. Maden arayan
kâþif gibi G. Müsirepov, halk dilinin derinlerinde yatan büyük hazinesini bulmuþtur. Kazak
edebiyatýna, sözü ahenkli kullanmanýn önemli
örneklerini kazandýrmýþtýr. Gabit Müsirepov’un
her eserinde önemli olaylar ve ilginç þahýslardan baþka dilin yeni yönleri ve bol imkanlarýyla
karþýlaþmak mümkündür.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
30
Kazak dram sanatýnýn oluþmasý ve geliþmesinde
de G. Müsirepov’un yaptýðý hizmet çok önemlidir. Muhtar Avezov, Kazakistan Yazarlarýnýn 3.
Kongresi’nde yaptýðý konuþmada bu konuda
önemli fikirler ileri sürmüþtür. G. Müsirepov,
dram sanatýnýn kurallarý ve sýrlarýný öðrenip
eserin türü ve fikrini birbirine uygun þekilde ortaya koyan seçkin dram yazarýdýr. Onun Kýz Jibek, Kozu Körpeþ – Bayan Suluv, Akýn Trajedisi, Amankeldi gibi piyesleri sadece Kazak dram
sanatýnýn deðil bütün Sovyet Doðu dram sanatýnýn baþarýlý eserlerindendir. Bu piyeslerin bazýlarý kardeþ halklar tiyatrolarýnda sahnelenmektedir.
Kazakistan’da roman türünün oluþmasýnda, Ka-
zak halkýnýn meþhur þair ve yazarlarý Saken
Seyfulin’in, Beyimbet Maylin’in, Ýlyas Jansügirov’un, Muhtar Avezov’un, Sabit Mukanov’un,
Gabit Mustafin’in katkýlarý büyüktür. Bunlarla
beraber G. Müsirepov’un ismi de anýlmaya layýktýr. Yazarýn Kazak Askeri, Uyanan Ülke, Yabancý Ellerde romanlarý Sovyet devri Kazak
edebiyatýnýn en büyük eserlerindendir. Bu üç
romanýn üçü de eski Sovyetler Birliði okuyucularý tarafýndan bilinmektedir.
Kazak halkýnýn sanatkâr olarak çok iyi tanýdýðý
G. Müsirepov, gazetecilik de yapmýþtýr. Önemli
röportajlar, dikkate deðer makaleler yazmýþtýr.
Hayatýn günlük önemli meselelerine ilgi duy muþ, bunlarý eserlerinde yansýtmýþtýr. Kültür ha yatýnýn bütün problemli yanlarý yazarýn dikka tinden kaçmamýþtýr.
Bütün bunlara G. Müsirepov’un çeþitli zamanlarda, önemli toplantýlarda yaptýðý konuþmalar,
gazete ve dergilerde yayýnlanan eleþtiri makaleleri ilave edildiði zaman onun ustalýðý daha
da göze çarpmaktadýr. G. Müsirepov edebiyat
bilimi ve edebiyat eleþtirisinin önemli meselele rini çok önceleri ele almýþtýr. O belli meselelere
dair tartýþma toplantýlarýna da katýlýrdý. Onun
deðerli fikirleri, düþünceleri her zaman saygýyla karþýlanmýþtýr.
G. Müsirepov, Kazak SSC Ýlimler Akademisi’nin
akademi üyesi olarak birçok önemli toplantýlara
katýlmýþ, bu toplantýlarda çeþitli meseleler üzerine düþüncelerini aktarmýþtýr. G. Müsirepov
Sovyetler Birliði edebiyatýnýn geliþmesine de
etki yapan insanlardan biridir. Halk onun bu
emeðini deðerlendirip onu ülkenin en üst organý olan Yüksek Þura’ya birkaç kere milletvekili
seçmiþtir.
G. Müsirepov’un çevirmenliði ve tecrübesi de
çok kiþiye örnek teþkil eder. Rus ve yabancý
dram sanatýnýn seçkin eserlerini, hikâye ve romanlarýný Kazakçaya çevirmiþtir. Onun tercümeleri doðruluðu ve güzelliði ile göze çarpar.
G. Müsirepov’un bu sayýda yer alan hikâyeleri, hem onun dünyaya bakýþýný, hem de Kazak
halkýnýn “ana/anne” anlayýþýný, ona bakýþýný
gözler önüne sermektedir. Ufacýk da olsa hem
yazar hem de Kazakistan hikâyesinden okuyuculara bilgi vermesi açýsýndan katkýmýz olacaðý kanaatindeyiz.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
Kahraman Anne
31
GABÝT MÜSÝREPOV
Þehri çevreleyen ve þehrin koyu bir örtüyle kaplanmasýna neden olan sýk ormanýn altý üstüne
gelmiþti. Saçlarýný yayan ak kayýnlar, suçsuz yere parçalanan kardeþi çam aðacý için, aðýt yakýp, için için aðlýyor gibiydi. Sýk ormanýn yanan
yerleri diþleri düþmüþ aðýz gibi simsiyah ve gedik gedikti.
Gür ormanýn þehir tarafýndaki, kýþlýk yorganýný
iyice örtünen düzlüðünün yüzüne bugün bakýldýðýnda, çiçek hastalýðýna yakalanmýþ gibi alaca-bulacaydý. Alacalý bulacalý, darmadaðýn
olan yerler iki büklüm olmuþ cesetlere benziyordu. Her yerde sanki cenaze namazý için toplanan kuzgunlarla, sevinçten kuyruðuna kadar
kýpýr kýpýr olan saksaðanlar vardý.
Þehrin sað tarafýnda, gümüþ para gibi ýþýl ýþýl
parýldayan güzel göle bakan bahçe ortaya çýkmaya baþlamýþtý. Saða sola yýkýlan kavaklarýn
gümüþ yapraklarý hala titriyordu. Avcunu açmýþ
gibi, geniþ yapraklarýyla avuç avuç kar toplayan
bir gurup meþe heybetli yüzünü bitmez tükenmez intikam ve karþý konulmaz kýzgýnlýkla gösteriyordu.
Düþman birliði, elinin deðdiði yeri, yoluna çýkan her þeyi yok etmek istiyor gibi acýmadan saða sola ateþ püskürterek, kurþun yaðdýrarak
þehre yönelmiþti. Gereksiz yere kýrýp döktüðü,
anlamsýzca harap ettiði yerlere düþmanlýk ekerek geliyordu.
Yalnýz bir kadýn gördüðü her aðacý siper yaparak þehre doðru geliyordu. Sýk ormandan þehre doðru gidiyordu. Gelen, kurþun yaðmurunu
umursamayan, ölüm tehlikesini aklýna bile getirmeyen ana idi. Ölüm kalým imtihanýnda ana
yüreði titrer miydi! Kadýn kurþun yaðmurunun
altýna giriyordu. Bu; zavallý, çaresiz ana Natalya idi.
“Her yerde toplanan, karýnlarý doymuþ kuzgun lar:Ne zaman ortamýza düþeceksin, ne zaman
cenazeni kaldýracaðýz?” der gibi Natalya anaya
karanlýk bakýþlar fýrlatýyorlardý.
Saksaðanlar kuyruklarýyla “Düþer, düþer, dü-
þer!” der gibi iþaret ediyorlardý.
Geçen gece, þehirde kalan azýcýk halk da bütünüyle ormana yöneldiðinde çaresiz ihtiyar, hasta yatan torunu Lida’sýný götürememiþti. Gece
boyu sayýklayarak yatan çocukcaðýzýn yanýnda
kalarak, þehirde yapayalnýz kaldýklarýný hissettirmemiþti. Ýþte þimdi, ormana yerleþen halkýn
izini bulmuþ tekrar Lida’nýn yanýna dönüyordu.
Öðretmen olan Lida’nýn öz annesi yazdan beri
partizanlarýn içindeydi. Lida öz annesini görmeyeli altý aydan fazla olmuþtu, bu sürede ona
ninesi bakmýþtý.
Natalya ana gece gündüz demeden müzminleþen hastalýðýna raðmen þehre geliyor, kendine
göre Almanlarý kontrol ediyordu.
“Soðuða çýkarýrsam iyileþmez, zaten hastalýðým
da izin vermiyor; ama o da insan!” diyerek, Lida’yý yerinden kýpýrdatmýyordu.
Fakat bugün ana yüreði farklý hissediyordu.
“Ölse hastalýktan ölsün, yeter ki insanýn hayvanlaþtýðýný görmesin!” diyerek aðýr hasta olan yavrucaðýzýný ormana götürmeye karar vermiþ olarak geliyordu.
“Ya, bu sarhoþ öküzler, aðýr hastaymýþ, çocukmuþ ne demek bilmiyorlarsa!” diye düþündü.
Bu fikri etraflýca tetkik ettiðinde ana yüreði titremeye, korkmaya baþlýyordu. Þehir, þiddetlenerek yanmaya devam ediyordu, baþýna karalar
baðlamýþ gibiydi. Sanki kara gecenin altýnda
yas tutuyordu. Bir günde defalarca görüþtüðü,
nice sýrrýný paylaþtýðý yakýn dostlarýnýn yanan
evlerini gördüðünde, ana yüreði kurþun yemiþ
gibi acý çekiyordu.
Hasta Lida okul yatakhanesinde yatýyordu. Okul
þimdilik saðlamdý. Natalya sessiz adýmlarla okul
bahçesine girdiðinde ilk olarak, kazýlmýþ çukura bir þeyler gömen iki adam gördü. Bunlarýn
partizanlar olduðunu ve ne yaptýklarýný anlamýþtý. Þehirdeki büyük evlerin, gerektiðinde havaya uçurmak için hazýrlandýðýný Natalya defalarca duymuþtu da görmüþtü de. Okulun altýný
Kardeþ Kalemler Mart 2007
32
barutla doldurup, bombayý patlatacak fitili gömüyorlardý.
-Hey, durun! Okulda benim bebeðim yatýyor,
diyerek hýzla okulun kapýsýný açtý.
“Yavaþ ana!” dedi birisi, Natalya’nýn kim olduðunu anladýktan sonra. Gerekmedikçe patlatmayacaðýmýzý bilmiyor musun? Korkma! Belki
de Almanlar küçük þehri beðenmeyip durmaz lar! Gidiver evine; buradan da uzak dur. Özellikle de buraya ateþle yaklaþma!
“Heh, ben hiçbir þeyden anlamayan beyinsiz
biriyim! On sekizinci yýlda ben de birçok köprüyü havaya uçurdum. Bu, sadece sizlerin bildiði
bir hüner deðil!” diyen ihtiyar, okula girdi; odasýnýn kapýsýný açtýðýnda Lida’sý sayýklýyordu:
“Ana, gözünle burnundan baþka hepsi deðiþmiþ. Deðil ninem ben bile zor tanýdým. Ana sen
karanlýk gecelerde ormanda yürürken nasýl hiç
korkmazsýn? Gece toplantýlarýna gittiðinde beni de yanýnda götürdüðün aklýnda mý anne!
Korkmuyor diye nineme söyle. O, geceleyin ka ranlýk banyoya yalnýz baþýna girip çýkabiliyor.”
dedikten sonra Lida hafifçe gülümseyip annesi
önünde duruyor gibi elini uzatmýþtý ki güçsüz
kolu birden yere düþtü. Öz annesi orada burada, uzak ormanlarda düþmana karþý savaþýyor,
onu sessizce seyreden ninesi ise kapý önünde
aðlýyordu.
-Evet, yavrucuðum, biliyorum anneni özledin
kuzum, diyerek torununun sýcak baþýna elini
koyduðunda Natalya’nýn ihtiyar yüreði kývýlcýmlar saçýyordu.
Lida zorla gözünü açtý, sevgili annesinin yanýnda olduðunu sandý; fakat bu sülüet nine sýfatýna
dönüp:
“Vah, ana sen nasýl bu kadar yaþlandýn...” dedi
de utanarak ninesine doðru yavaþça sokuldu.
Soðuk evde, soðuk günlerde en sýcak, en yu muþak kucak ninesinin kucaðýydý. Kemikleri yerinden fýrlayan yaþlý elin dokunuþlarý yumuþa cýktý. Buðulanan tanýdýk gözlerden þefkatin sýcaklýðý dökülüyordu. Lida tekrar kendinden
geçti.
Top sesi çok yakýndan gelmiþti. Natalya Lida’yý
kucaklayýp kaldýrayým dediði sýrada çok yakýnda meydana gelen patlamanýn etkisiyle, okul
þiddetle sallandý. Lida’yý elinden düþüren ihti Kardeþ Kalemler Mart 2007
yarýn kendisi de düþtü. Binanýn tepesine bir
þeyler patýr patýr yaðýyordu.
Ýhtiyar, koþarak dýþarý çýktý. Düþman gülleleri
þehrin önemli bir iþaretini havaya uçuruyordu.
Okul yanýndaki alanda bir arada duran on dokuz Bolþevik’in anýtý vardý, onu parçalýyorlardý.
O mozolede Natalya’nýn eþi Stepan da vardý.
Onlarý on sekizinci yýlda yine bu Almanlar öldürmüþtü. Yüreðe acý veren bu leke yetmiyor
gibi þimdi de bu deðerli anýtlar yok ediliyordu.
Taa yüreðinin en derin yerine hançer saplanýyor gibi acý duyan Natalya ana olduðu yere yýðýldý. Savaþýp öldüren ve galip gelmeyi bilen
halkýn bu kýzý, böyle bir yabaniliði, görgüsüzlü ðü hiç görmemiþti de duymamýþtý da. Dünden
beri boþ olan, hiç kimsenin yaþamadýðý þehri
neden darmadaðýn ediyorlardý, ana yüreðinin
anlayamadýðý da buydu.
-Bu yapýlan akýlsýzlýk mý yoksa artarak büyüyen
kan davasý mý?
Havaya uçurulan anýttan, okulun tepesine düþen aðaç parçalarýyla taþlar:“Bu zulmü unutma
Nataþa!” diyen Stefan’ýn sesi gibi ana yüreðine
saplanýyordu. Ana bütün vücuduyla on sekizinci yýllarýn acýsýný tekrar hatýrladý, ateþ gibi sýcak
kanýn, damarlarýnda birbirini kovaladýðýný hissetti.
“Nataþa, korkma! Ýþte Nataþa yaðdýr kurþunu!”
dediði o günlerden bir saat yine eline geçer
miydi, heyhat!
Yaþlý gözler, sanki o eski savaþ günlerinin bir
sahnesini tekrar görüyor gibi uzaklara dikilip
kalmýþtý. Alman tanklarý þehre giriyordu. Çok kýsa bir sürede þehrin bütün sokaklarý tanklar, askeri araçlar ve kurþuni elbiseli askerlerle doldu.
Þehrin üç km’lik caddesine doðru ilerleyen
düþman askerleri gurup gurup gelerek burada
toplanýyordu.
Tanklar okul bahçesine de girmeye baþlamýþtý.
Demirle kaplanmýþ, ecel damgasýný alnýna basmýþ olan tanktan iki adam çýktý. Natalya’yý gö rünce:
“Ellerini kaldýr!” dediler. Yerinden kýmýldamayan Natalya’nýn üzerini, iki asker bir sürü hakaret ve küfürle hiç utanmadan aradý.
“Bu okula mayýn döþenmiþ olabilir, önden bu
kocakarýnýn kendisi girsin!” diyerek Natalya’yý
33
önlerine alýp, okulun kapýsýný açtýrdýlar.
Natalya kapýyý yavaþça açýp hýzla kapatarak
okulun bütün odalarýný gezdirdi. En sonunda
kendi odasýna girdi. Hasta torununu korumaya
çalýþarak:
-Ýþte gördünüz... Þimdi içeri girebilirsiniz, dedi.
Almanlarýn korkusu gitmiþ gibiydi. Ýhtiyarýn yalnýz baþýna buralarda niçin kaldýðý anlaþýlmýþtý:Nar gibi kýpkýrmýzý olan hasta çocuk, ateþler
içinde yanýyordu. Yine de Lida’nýn üzerinden
yorganýný yolarcasýna çeken askerler, zayýf vü cudun üzerindeki elbiseyi de çýkartmadan durumdan emin olmamýþlardý.
“Eðer, bu evde kendi adamlarý duruyorsa bu civarýn tehlikeli olmamasý gerek” diye düþünen
askerler okula doluþmuþlardý. Bu milletin okula
ne kadar deðer verdiðini bilen Almanlar “Þehirdeki en güvenli yer burasýdýr” diye karara
vardýlar.
Okul koridorunda nallý atlar gezip yürüyor gibiydi... Lida bir ara gözünü açýp:
“Bu nedir, bugün okul mu baþladý?” diye sordu
kaygýlanan ninesine.
-Evet güneþim... Baþladý ya!
Kapýlara nöbetçi koyulmasýna ve ellerin þakakKardeþ Kalemler Mart 2007
34
lara hýzla gidip gelmesine bakýldýðýnda okula
yerleþenlerin subay olduðu anlaþýlýyordu.
Aralarýnda bir þeyler konuþarak sevinçli bir þekilde Natalya’nýn odasýna giren faþistler fazla
durmadan odadan geri çýkmýþlardý. Hastalýktan
korktuklarýndan mý; yoksa yavrucaðýzý koruyan
anneden çekindiler mi bilmiyorum, her nedense durmuyorlardý. Diðer odalarda sanki aygýrlar kiþniyor boðalar böðürüyordu.
“Bu yahudiyi ortadan kaldýr!” emri verildiðinde,
beyaz alçý taþýndan yapýlan Puþkin’in heykeli
camdan fýrlatýlmýþtý. Geleneðin, örfün, geçmiþ
asýrlarýn önemli temsilcileri sayýlan birçok ak sakallý bilgelerin resimleri de yýrtýlýyordu.
kucaðýnda yavrusuyla, yavaþ yavaþ yürüyerek,
onlara yaklaþtý.
-Çocuklar, ben hepinizin de anasý sayýlýrým. Benim öz yavrum bu, ateþler içinde yanýyor, hasta.
Ýzin verin de tan atýncaya kadar ateþinizde ýsýnayým, dedi.
Askerler, “asker sözünü” söyleyip ona bulaþýcý
hastalýk muamelesi yaptýlar. Okul bahçesinde
on ayrý yere ateþ yakan askerlerin hiçbiri de Natalya’ya izin vermemiþti. Ana yüreðindeki beyazlýk, samimiyet yok olup gitmiþti.
Beyaz kirpiklerini süzerek, çakýr gözleriyle üz gün üzgün bakan Alman subayý, Natalya’nýn
odasýna girerek:
Natalya, gövdesine kadar kara gömülen Tolstoy’un heykelini gördü. Geniþ alnýn altýndan
sert sert bakan çukur gözler bir þeyler söylüyor,
bir þeyler emrediyor gibi ‘Anna’ nýn baþlarýnda
geçen, “Eðer intikamým alýnsa!” sözlerini hatýrlatýyordu.
-Gece içinde nereye gideyim? Bütün evlere sizin adamlarýnýz yerleþmedi mi! Hasta çocuðun
halini görüyorsun, dedi ihtiyar, kýzýla kaçan
gözlerinden kýpkýzýl kývýlcýmlar saçarak...
Lida’yý önceden gördüðü çukurun ortasýna yavaþça koyduktan sonra, ihtiyar, sürüne sürüne
giderek depo tarafýndan bir iki tahta parçasý
alýp geri döndü. Uzun tahtanýn birini askerlerin
ateþinde eliyle tutuþturup çukurun kenarýna
ateþ yakmaya baþladý.
-Madam, hasta çocuðunuzu da yanýnýza alarak
odayý boþaltýnýz. Siz burada duramazsýnýz, dedi
mezardan çýkmýþ gibi soðuk bir sesle.
-Nereye gideceðin seni ilgilendirir. Biz buraya
sizlere ev bulmaya gelmedik herhalde. Bu, son
sözüm...
-Sokaða çýktýðýmda nöbetçileriniz bizi vurmaz
mý?
-Olabilir! Sizi vurabilir. O beni ilgilendirmez.
Bir de bizi subay vurur diye ümitlenmeyin. O
hürmet size gösterilmez. Vursa vursa asker
vurur.
Bunlarla konuþmakla bir yere varýlmayacaðýný,
merhamet beklemenin boþ olduðunu iyi bilen
ana, Lida’yý sardý, baðladý, kucakladý ve okul dan çýktý.
Þehir alev alevdi. Okulun bahçesi de sokaklar
da aðzýna kadar düþman askeriyle doluydu. Gýcýrdayan, þýngýrdayan tanklar farlarýný kapatmadan gurup gurup oluyorlardý. Hangi tarafýna
baksan ölüm oraðýný görüyordun, hangi ses kulaðýna gelse, o, ölüm çýðlýðý gibiydi.
Alman askerleri okulun depolarýný parçalayýp
ateþ yakarak yemeklerini ýsýtýyorlardý. Natalya,
Kardeþ Kalemler Mart 2007
-Eðer intikamým alýnsa!
Kuru tahtalar çatýr çatýr sesler çýkararak hýzla
yandý. Karanlýk koyulaþmýþ, ateþ çevresindeki
askerlerin kendilerinden baþkasýný görmedikleri zaman gelmiþti. Bu sýrada:
-Partizanlarýn ateþle yaklaþma dedikleri yer burasýydý, diyerek ihtiyar, ateþini o tarafa doðru
hafifçe itti.
Okulun her odasýndan parlayan ýþýklar altýnda
sarhoþ þarkýlar duyulmaya baþlamýþtý. Natalya
ateþi biraz daha ittirdi ve bütün tahtalarý ateþe
attý. Lida’yý kucaklayarak okul bahçesinin en
uzak yerine doðru yavaþça yöneldi.
Ateþ mi yetmemiþti yoksa partizanlar dalga mý
geçmiþlerdi. Natalya okuldan uzaklaþtýðý halde
hiçbir patlama olmamýþtý.
-Yerini þaþýrdým herhalde, tekrar deneyeyim, diyen Natalya, okula doðru yöneldiðinde, büyük
bir gürültüyle okul havaya uçtu. Havada uçan
tahta parçalarý, helezoni alevler okul çevresine
yaðýyordu. Çocuðunu sýkýca kucaklayan kahraman ana, kara geceye süngü gibi saplanarak
gözden kayboldu...
35
Tarihin Gizeminde Bir Koçkor1 Günü
BETÜL ÇEKEROÐLU2
Fotoðraf: Betül Çekeroðlu / Koçkoç buluntularýndan...
Saatin zýrýltýlý sesini belki de ilk defa o sabah
sevdiðimi hissettim. Öyle heyecanlýydýk ki…
Uzun zamandan beri düþünü gördüðümüz bir
iþ için Elvira ile beni davet etmiþlerdi. Anýl Ho ca’nýn gözleri o gün içindeki arkeoloji tutkusu
ile nasýl da parlýyordu. Cuma günü bir sebeple
Kubat Hoca’ nýn
odasýna gittiðimizde Anýl Hoca’
nýn “Gelmek ister
misiniz?” önerisine düþünmeden
ganimet bulmuþçasýna atýldýk Elvira ile... Arkeologlarýn dað taþ demeden çýktýklarý
araþtýrma seferlerinde bulunabilmek bizim için
imkansýzmýþ gibi
görünüyordu.
Ama iþte þimdi
hayal olmanýn dýþýnda yüzey araþtýrmasý olsa bile
bizim için bir
þanstý. Saati kapa tan Elvira ilk defa
adýmý seslendiði
an beni ayakta
bulunca içten bir
gülümseme
ile
bana baktý. Neler
hazýrlamamýþtýk ki
bir gün öncesin den. Koca bir ba vul almak bile
geçti aklýmýzdan.
Yiyecekler, içe cekler, temizlik
için detaylar, kalýn giysiler, yedekleri vs iki büyük sýrt çantamýzý doldurmuþtuk bile.
Karanlýk yerini yavaþ yavaþ aydýnlýða býrakýrken
Üniversitenin yanýndaki hareket noktasýna ulaþtýk. Ellerimin buz gibi olduðunu hissettim. Bu
topraklarýn gizeminde ilk defa tarihin sýrlarýna
ortak olacaktýk.
Sanki daðlar ve
altýnda yatan tarih bir acayip
güçle bizi kendisine çekiyordu.
Acemiydik ama
ayný zamanda
yürekliydik de...
Bizi götürecek
minibüs gelince
Anýl Hoca espriyi
patlattý “203’le
mi? Biz þimdi
Dordoy pazarýna
mý gideceðiz yani?” Gülüþmelerle bindik arabaya. Yol boyunca
sessizlik kapladý
üzerimizi.
On
dört
kiþiydik.
Ama
minibüs
boþmuþcasýna
akýp gidiyordu
sanki tarihin zaman tüneline.
Kubat Hoca bu
iþe gönlünü koymuþ bir insan
olarak sýk sýk çýktýðý bu gezilerden, her seferin-
Kardeþ Kalemler Mart 2007
36
de ayný heyecaný duyduðunu söyledi. Biz bir
heveskardýk ama bu yürekli arkeoloðun heyecanýna ortak olmaya acemice de olsa çalýþýyorduk. Ýlk vardýðýmýz nokta Çüy nehrinin kenarýnda bir yerdi. Taþlarla çevresi belirlenmiþ yükseltilerin üzerinde Kubat Hoca Hun mezarlarýyla ilgili bilgiler verdi. Önümüzdeki kurganlarýn altýnda yatan insanlarýn varlýðýyla inanýlmaz duygular yaþadým.
Yolun sað tarafýnda siyah taþlarýn parýldadýðý
daðlar yükseliyordu. Hoca daðlarý iþaret ederek
“belki de esas bilgileri orada bulacaðýz” dedi
heyecanla. Tekrar minibüse doluþtuk. Yukarý
çýktýkça hava soðuyor ama içimizdeki heyecan
bizi ýsýtýyordu. Çünkü biz o saatlerde tarihimizi
arýyorduk. Elvira yol boyunca gözleriyle Hocanýn gösterdiði daðlarý takip etti. “Bu daðlar önceden benim baktýðým daðlar deðildi sanki.
Þimdi bu daðlar aradýðýmýz tarihin esrarýný saklýyor” dedi; Elvira.
Fotoðraf: Betül Çekeroðlu / Koçkoç buluntularýndan...
Elvira ile ayný frekansta yüreðimiz daðlarda atýyordu. Daðlarýn zirvelerinde bir damarda akan
kan gibiydik.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
BU TAÞ O TAÞ MI ?
Bu gezide unutamayacaðým þeylerden biri de
taþ toplamamýzdý. Bu taþlar ‘baþka taþlar’dý.
Ben kendi ülkemde deniz kýyýsýnda mat parlak
çok taþ toplamýþtým. Ama þimdi çocuklar gibi
heyecanlýydýk. Topladýðýmýz taþlar binlerce yýl
önceki tarihin sanki ýþýktan parýltýlarýydý. Bu taþlarda tarihe dokunuyorduk. Beþ yýl tarih okumuþtuk ama ona hiç dokunamamýþtýk. Ýlk defa
tarihle canlý temastaydýk. Paleolitik döneme ait
primitif taþlardý avuçlarýmýzdaki.
Garip bir yere geldik. Dümdüz adeta ufuksuz
bir düzlüktü. Artýk buradan Isýk Köl görünmez
olmuþtu. Kubat Hoca’nýn etrafýnda toplaþtýk. Hoca aynen þunlarý söyledi “Daðýlýn bu düzlüðe
ve tarihin taþlarýný bulun!” Anýl Hoca bütün cö mertliðiyle “kim güzel bir buluntu (artifact) bulursa, ne isterse vereceðim” dedi. Bu teþvikten
sonra daha da coþmuþtuk. Dümdüz araziye daðýldýk. Toplayabildikleri kadar taþ bulanlar Kubat Hoca’ya gelip ‘Bu taþ, o taþ mý?’ diye soruyorlardý. Bir ara Konuralp Hocamý (Ercilasun)
gördüm. Avuçlarýna topladýðý taþlarý göðsüne
bastýrarak heyecanla Hoca’ya yaklaþtý. Hoca
37
baþkalarýna da cevap yetiþtirmeye çalýþýrken
Konuralp Hoca da ‘Bu taþlar o taþlardan mýdýr?’
demesin mi? Hoca eline aldýðý taþlarý tek tek
ters düz yapýp incelerken Konuralp Hoca’nýn
gözleri parlýyordu. “Hah tam buldum” dediði
anda Kubat Hoca olaðan bir þeymiþ gibi onlarý
yere atýyordu. Konuralp Hoca’nýn gözünde belki de Yunus Emre’nin þiirlerini; bu olmamýþ diyerek Fýrat nehrine fýrlatan Molla Kasým gibi görülüyordu Kubat Hoca. Bu akibeti çoðumuz yaþamýþtýk. Artifact bulabilen birkaç arkadaþ hem
taþý, hem de Anýl Hoca’nýn vaadini kazanmýþ
oluyordu.
Bu sonsuz düzlüðü geride býrakarak daðlara
doðru týrmanmaya devam ettik. Elvira’nýn yüzünde bulduðu taþýn huzuru vardý. Avuçlarýmýzda tuttuðumuz taþ binlerce yýl öncesinden gelen bir mektup gibiydi.
Arabaya tekrar bindik. Ýþimiz henüz bitmemiþti.
Bir müddet gittikten sonra durduðumuz yerde
Kubat Hoca gözlerini yukarýlara dikerek “Asýl
siz o daðlarý görün!” dedi. Nedense yorgunluktan eser duymuyor; Kubat Hoca’nýn bu isteklendirmesiyle daha da heyecanlanýyordum.
Koçkor da asýl varmayý düþündüðümüz noktaydý, hocanýn iþaret ettiði yer. Önceki durduðumuz yerlerde hissetmediðimiz kadar hava serinlemiþti. Tepenin belirli noktalarýnda büyük
kaya kütlelerinin üzerindeki resim (petroglif) ve
yazýlarla karþýlaþtýk. Bunlar adeta tarihin mührüydüler. Kubat hoca bu resimler ve yazýlar
hakkýnda bize ayrýntýlý bilgiler verdi. Daha ne
olduðu belirlenmemiþ bir ören yerini de gezdik. Hocanýn anlattýðýna göre çýkmayý gözümüzün almadýðý daha yukarý bir yerlerde bu þekilleri çizen kiþinin mezarý olabilirmiþ. Hoca isteyen çýkabilir dedi ama vakit geç olduðu için
bunu baþka bir zamana erteleyerek farklý bir istikamet tutup dönüþe baþladýk.
Bu esnada büyük bir kayanýn yanýna geldik.
Hoca o taþý bilhassa göstermek istedi. Taþýn
önünde ilk defa keþfetmiþçesine yoðun duygular yaþayan hocaya eþlik ederek onu ölümsüz leþtirecek kareler çektik. Taþý geride býrakarak
iniþimize devam ettik. Yanýnda yürürken hocanýn dudaklarýndan dökülen þu cümle bir kere
daha geriye dönüp bakmama sebep oldu. Hoca, ‘Ömrüm yettikçe bu topraklarýn gizemini
çözmek için buralara geleceðim’ dedi. Kalben
Fotoðraf: Betül Çekeroðlu / Koçkoç buluntularýndan...
KOÇKOR’DA TARÝHÝN MÜHÜRLERÝ
isteðine ortak olarak küçük bir kareyi andýran
ortasýnda balballarýn bulunduðu bir noktada
durduk. Anýl hoca, Türklerin ölü gömme adetleri hakkýnda bizi bilgilendirdi. Buranýn, ölülerin
arkasýndan gerçekleþtirilen yas törenin yapýldýðý yer olduðunu söyledi.
Arabamýza ulaþtýðýmýzda hava iyice kararmýþtý.
Artýk dönüþ vakti gelmiþti. Ayný yolu izleyerek
saat on’ a gelirken Biþkek’e önceki hayatýmýza
döndük. Bir zaman tünelinden çýkmýþ yeniden
þehrin hay huyuna karýþmýþ gibiydik...
1 Koçkor; Biþkek'e yaklaþýk 250 km uzaklýkta, Narýn Bölgesine
baðlý bir ilçedir. Koçkor'da Türk tarihiyle alakalý arkeolojik
malzemeler yoðun olarak bulunmaktadýr.
2 Kýrgýzistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Tarih Anabilim Dalý Yüksek Lisans Öðrencisi
Kardeþ Kalemler Mart 2007
Fotoðraf: Betül Çekeroðlu
38
Koçkor kazýsýndan bulunan 2000 yýl öncesine ait resim...
Kardeþ Kalemler Mart 2007
39
Koçkor’un Arkeoloðu Kubat Tabaldiyev’le
MÜLAKAT: BETÜL ÇEKEROÐLU
Kendinizden kýsaca bahseder misiniz? Kubat Tabaldiyev kimdir?
1962 yýlýnda doðdum. 1984 yýlýnda
Kýrgýz Milli Üniversitesi Tarih Fakültesini bitirdim. 199092 yýllarý arasýnda
Rusya Ýlimler Akademisi’nin Sibirya
Fakültesinde doktora ya
baþ la yýp,
1994 yý lýn da da
Tan rý Dað la rý nýn
çev re sin de ya þa yan halklarýn maddi ve manevi kültürüyle ilgili arkeolojik bilgilerin ýþýðýnda doktora tezimi
hazýrladým. Tez danýþmaným alanýnda tanýnmýþ bir arkeolog olan
Yuliy Hudyakov oldu. O zamandan beri Tanrý
daðlarý göçmenlerinin arkeolojik yadigarlarýný araþtýrmaya devam ediyorum.
Kýrgýzistanýn daðlarýnda taþlarýnda neler
var? Bunlar sizi neden bu kadar heyecan landýrýyor?
Kýrgýzistan’da ilk ve orta çaðlara ait arkeolojik
buluntularýn bir çoðu mevcuttur. Onlarýn her
birinde bambaþka sýrlar var. Arkeologun görevi bu sýrlarý keþfetmeye çalýþýp, bulduklarýný bi lim çevresine tanýtmaktýr. Bu, yüce bir sorumluluktur. Bana göre, bu sorumluluðu taþýyan her kesin insanlarda büyük bir merak dalgasý yaratmalarý gerekir.
Arkeolojik çalýþmalarýnýzda neler
buldunuz?
Arkeolojik kazýlar
sonucu ortaya çýkan buluntular hem
sayý, hem de çeþit
bakýmýndan çoktur.
Tür bakýmýndan ele
alýrsak; en eski mezarlar, taþlara kazýlmýþ masklar, askeri
malzemeler ve silahlar, süs eþyalarý,
giyim-kuþam kalýntýlarý
(etnografik
malzemeler), deðiþik zanaatsal buluntular vs
8. yy’da Batý Göktürklerinde esrarengiz bir ressamýn
kemik üzerine çizdiði minyatür örneðini ben en deðerli bulun tum olarak kabul ediyorum. Bu minyatür beni
arkeolojik çalýþmalarýmda en fazla heyecanlandýran olaydýr. Kemiði bulduðumuzda ilk
önce ne olduðunu anlayamadýk. Ne vakit üzerindeki tortuyu temizledik o zaman hayretler
içerisinde kemiðin üzerine kazýnmýþ resmi fark
ettik. Bu kazýya katýlmýþ tüm arkadaþlarýmýzý
heyecanlandýrdý. Ýþimize dört elle sarýlmamýza
ön ayak oldu.
Kýrgýzistan Türk Tarihi bakýmýndan arkeolojik miras açýsýndan zengin bir coðrafyamýdýr. Niçin? Türk arkeologlarýyla çalýþmak istermiydiniz?
Kýrgýzistan’da, 19.yy’ýn ikinci yarýsýndan beridir
Kardeþ Kalemler Mart 2007
40
arkeolojik çalýþmalarda eski Türk kültürüyle alakalý çok sayýda malumat toplandý. Bilhassa
Aleksandýr Berniþtam, Yahov Þer gibi bilim
adamlarýnýn faaliyetleri hep bu konu üzerinde
oldu. Biz de, 1987 yýlýndan bu yana kazýlarýmýzda Türk tarihi için deðerli malumatlar bulduk.
Tam olarak söylersek; at koþum takýmlarý, sanat sal ve kültürel yapýya dair yeni keþifler söz konusu.
Türk arkeologlarýyla çalýþmak istiyorum. Daha
önceden 8 yýlý kapsayan bir tecrübem olmuþtu.
Türk Tarih Kurumu ile beraber Son Göl’de 3 yýl,
Alay’da 4 yýl kazý yaptýk. 2006 yýlýndan beridir
de genç ve geleceði parlak Türk arkeoloðu Anýl
Yýlmaz ile Çüy, Isýk Göl çevresinde araþtýrma
yapýyoruz.
Sizce arkeolojik çalýþmalar yeterli mi? Daha
bakir yerler var mý?
Hala araþtýrýlmayan yerler bir hayli fazla. Bence
sadece % 5’i araþtýrýldý. Zaten bunu da bizim
kuþak araþtýrýp bitiremez. Hepsini de kazmaya
gerek yok. Bunun nedeni de kazý aþamasýnda
çoðu kalýntýya verilen zarardan ötürüdür. Topraðýn altýnda koruduðu geçmiþin kokusunu,
yeryüzüne çýkýnca kaybeden kalýntýlarýn, korunabilmesi için imkanlar yetersiz. Þimdiki ilk görevimiz arkeolojik buluntularý doðal yýpranmadan korumamýzdýr. Tüm kalýntýlarýn envanterini
çýkarmak gerekiyor. Belki de gelecekte kazý
yapmadan da bilgi almak mümkün olabilir.
Amerika’ya gidip orada bir yýl çalýþma imkaný buldunuz.
Amerika’da Ýndiana Üniversitesinde çalýþtým. Yine bu
üniversitedeki öðrencilerle
merkezi Amerika’daki arke olojik çalýþmalara katýldým.
Onlarda bizim Kýrgýzis tan’daki çalýþmalarýmýzý des tekliyorlar. Yardýmcý olmaya
çalýþýyorlar.
Geçen yýl Koçkor’a keþif
gezisi
düzenlemiþtiniz.
Koçkor’un Kýrgýzistan ar keolojisindeki yeri nedir?
Koçkorun geleceði nasýl
olacak? Sizin hedefleriniz
nelerdir?
Kardeþ Kalemler Mart 2007
1987’den bu yana Koçkor ve çevresinde yapýlan arkeolojik araþtýrma iþlerine katýlýyorum.
Benim için burasý Mekke gibidir. Belki de oraya
ilk gidenler için hiçbir þey ifade etmeyip, boþ
bir alan olarak görünebilir. Yaþayýp, araþtýrýp,
kazýya baþladýðýnýzda ise her þey önünüze çýkýyor. Buraya kýþýn kar az yaðýyor. Hayvanlarý kýþýn da arazide bakmak mümkün. Eski devirler
de orta çaðlarda göçmenler hayvancýlýk sayesinde gelip burada konaklamýþlardý.
Yusuf Has Hacip Kýrgýzistan coðrafyasýnda
yaþamýþ. Bu konuda araþtýrmalar nasýl gidiyor. Burana’daki müze, sizce yeterli mi? Kazaklar Yusuf Has Haci’bin yaþadýðý yer olarak kendi ülkelerini iþaret ediyorlar. Bu konuda kesin bir bilgi var mý? Yoksa sadece
ülke reklamý için meþhur insanlar malzeme
mi yapýlýyor?
Yusuf Has Hacip hakkýnda tarih, pedagoji, felsefe, dil-filoloji ilim alanlarýyla uðraþanlar bir þeyler
ortaya koymaya çalýþýyorlar. Burana müzesinin
idarecileri tarafýndan da bir þeyler yapýlmaya çalýþýlýyor. Onlarýn isteði üzerine iyileþtirme iþine
destek olmaya çalýþýyorum. Mesela, 2002 yýlýnda
turistlere “Burana’nýn balbal taþlarý”, 2006 yýlýnda da “Burana” adlý broþür-albüm hazýrladým.
Sadece Yusuf Has Hacip deðil, Kaþgarlý Mahmut
ile ilgili de tartýþmalý meseleler uzun zamandýr
sürmektedir. Onlar kendilerini, herhangi bir Türk
boyuna mensup olmaksýzýn, genel olarak Türklerin vekili olarak tanýmlýyorlar. Bu sebeple onlarý,
Türklerin iki ortak alimi olarak tanýmamýz daha
dürüst bir davranýþ olur.
Dr. Alimcan Ziyai
41
ÖZGEÇMÝÞ
Arkeoloji, Hun Tarihi araþtýrmacýsý; Dr. Alimcan
Ziyaî (Alimu Maimaiti) 20 Nisan 1964 yýlýnda
Xinjiang Uygur Özerk Bölgesinin (Doðu Türkistan) baþkenti Urumçi þehrinde dünyaya
geldi.
Dr. Alimcan Ziyaî ilk, orta ve lise öðrenimini
Urumçi’de, lisans ve yüksek lisans öðrenimini
1982-1987 yýllarý arasýnda Xinjiang (Doðu Türkistan) Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde, Doktorasýný (Ph.D) ise Çin’in Þian þehrinde 15 Tem muz 1990’da tamamladý. 1993 yýlýndan 1995 yýlýna kadar tarih alanýnda Asistan Araþtýrmacý (Yardýmcý Doçent Doktor), 1997’de Yardýmcý Araþtýrmacý (Doçent) ve sonra “Araþtýrmacý”(Prof) unvanlarý ile Çin Bilimler Akademisi Xinjiang Þube sinde (Doðu Türkistan) akademik çalýþmalarýný
sürdürdü.
Dr. Alimcan Ziyai Urumçi’de idealindeki çalýþma
ortamýný bulamadýðýndan ve Türkiye özlemiyle
2000 yýlý Mayýs ayýnda Türkiye’ye gelmiþtir. 403
Sayýlý Türk Vatandaþlýðý Kanunu çerçevesinde incelenerek tamamlanýp, Bakanlar Kurulu’nun
17/07/2006 tarih ve 1-2006/10726 sayýlý kararý
ile Türkiye Cumhuriyeti Vatandaþlýðýna kabul
edilmiþtir . 2000 yýlýndan bugüne kadar pek çok
üniversitenin ve Atatürk Dil Tarih Yüksek Kurumunun davetli konuþmacýsý olarak çeþitli ulusal ve
uluslararasý kongre ve toplantýlara katýlmýþtýr. Bu
toplantýlarda Türkiye için bilimsel çalýþmalarýn
henüz çok az olduðu, teferruatý iyi bilinmeyen
aþaðýdaki konularda konferanslar vermiþtir.
Eski Çað Türk Tarihi (Orhun (Hun) Dönemi):
- Kültürü, medeniyetleri, örf adetleri ve tarihsel
geliþimi
- Arkeoloji ve sanat tarihi, kazý sanatlarý:
- Kalýntýlara zarar vermeden ortaya çýkartýlmasý,
- Doðru tespit ve tamamlama,
- Kullanýlacak alet ve malzemeler,
- Çýkarýlan kalýntýlarýn fiziksel ve kimyasal metotlarla yorumlanmasý
- Arkeolojik kazýlarda renk farklarý ile tarih dö nemlerinin belirlenmesi.
Ekonomi ve politika:
- Çin de doðup büyüyen aydýn bir vatandaþ ve
araþtýrmacý gözüyle Uzakdoðu, Çin ekonomisi
ve ekonomik politikalarýn deðerlendirilmesi ve
yorumlanmasý.
Dr. Alimcan Ziyaî, Eski Çince, Çince, Türkiye
Türkçe’si, Eski Türkçe dillerini çok iyi derecede
biliyor, Ýngilizce biliyor. Halihazýrda yirmiden
fazla ilmî araþtýrma makalesi, on adet bilimsel kitabý bulunmaktadýr. Baskýda olan “Bizimkiler”
(Büyük Hun Ýmparatorluðu) ve “Büyük ÇinceTürkçe Sözlük” “Büyük Türkçe-Çince Sözlük”
“Çince-Türkçe Seri Kelimeler Sözlüðü” eserlerinin yaný sýra basýlmýþ diðer sekiz eseri aþaðýdadýr:
1.Bilinmeyen Abideler (Orhun- Yenisey Abideleri)
2. Türklerde Hun Dönemindeki Örf- Adetler
3. Sümer Yazýsýndan Önce Türklerin Kullandýðý
Alfabe ve Yazýlar
4. Türklerde Alfabe ve Eski Yazýlar
5. Kutadgu Bilig’in Bize Bildirdiði Kanun Bilgileri
6. Arkeolojide Kazý Sanatý Bilgileri
7. Renk Farký (Arkeoloji Ýlminde Kazý ve Araþtýrma
Bilgileri )
8. En Eski Kalýntýlar ( Kiroren Hanlýðý Miraslarý )
Çalýþmalarýna hâlen Ankara’da devam etmektedir. Dr. Alimcan Ziyaî (Alimu Maimaiti), Eski Türk
Tarihi, Eski Türk Kültür ve Medeniyet Tarihini
dünyaya tanýtmak amacýyla eserlerini Türkçe’ ye
çevirmektedir.
Alimcan Ziyaî, zamanýnýn büyük bir bölümünü
Türk tarihiyle ilgili eserleri ve Hun tarihini, Türklerde yazýnýn geliþimini araþtýrmaya vakfetmiþtir.
Bu amaçla, Orhun Yenisey Bölgesinde bulunan
ata yadigârlarý üzerinde hâlen çalýþmaktadýr.
Türk tarihinin kapalý kalan ve fazla araþtýrýlmayan
dönemleriyle ilgili olarak, özellikle Eski Çince
metinler üzerine çalýþmýþtýr ve çalýþmaya devam
etmektedir. Görüleceði üzere, kendisi Türk kökenli birisi olarak Çin kaynaklarýnýn deðerlendirmesinin gerekliliðinin bilincini ve sorumluluðunu
taþýmaktadýr.
Dr. Alimcan Ziyai bir erkek, bir kýz olmak üzere iki
çocuk babasý.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
42
Eski Türk (Hun) Ýnançlarýna Göre
Yýlbaþý Kutlamalarý
DR. ALÝMCAN ZÝYAÝ (ALÝMU MAÝMAÝTÝ)
Arkeolog ve Hun Tarihi Araþtýrmacýsý / TOBB Ü. Öðretim Görevlisi
Hun Türklerinin tarihi
geçmiþlerini net bir
þekilde yazabilmemiz
için en önemli kaynaklardan biri de Çin
kaynaklarýdýr . Burada
gözönünde tutmamýz
gereken önemli bir
nokta, Çin kaynaklarýnýn, Çinlilerin kendileri ile ilgili konulara
aðýrlýk verildiði husuusdur. Yani tarihte
kendine has yapýsý ile
büyük bir imparatorluða dönüþen Çin Ýmparatorluðu bu süreçte, Hunlardan pek çok
þeyi öðrenmiþ olmasý
ve Çinlilerin kendileri
ile ilgili olaylar olduðu za man ka yýt la ra
geçmeye baþladýðýný (kendi menfaati için de
diyebiliriz) Hun-Türk tarihinin Çince metinler olarak günümüze gelebilmesine se bep
olmuþtur.
Hunlar, MÖ 1500’lü yýllardan önceki çaðdan
MS 5. asýrlara kadar olan iki bin senelik (MÖ
1500 – MS 500) uzun bir tarihî devir içinde Asya ve Avrupa’da tarih sayfasýndan hiç silinmeyecek izler býrakmýþlar; insanlýk tarihinde en
önemli rolleri icra ederek büyük mesafeler kat
etmiþlerdir. Ve nihayetinde milattan üç asýr öncesinde, tarih sahnesinde ihtiþam ve kudretli
devletleriyle göründüler ve þüphesiz uzun bir
süre hakimiyet sürdüler.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
Büyük Hun Tanrýkutluðunun öncelerde kurduðu Han-Beyliklerinden ziyade özellikle
MÖ 207 yýlýndan MS
216 yýlýna kadar olan
beþ yüz senelik tarihi
devir içinde inanýlmaz,
akýl almaz þekilde geniþleyerek, Orta Asya’nýn yani Ýç Asya’nýn
tek otoritesi olduðu
bütün dünyaca bilinmektedir. Hunlar, MÖ
210- MS 47- yýlllarý
arasýnda tek devlet, yani ‘Büyük Hun Ýmparatorluðu’ adýyla hüküm
sürmüþlerdir.
Daha
sonra, MS 46 yýlýndan
MS 216 yýlýna kadar
olan 170 senelik süre
içinde ‘Batý Hun Tanrýkutluðu’ ve Miladî 48-216
yýllarý ve yada 217 yýlýna kadar süre içinde ‘Doðu Hun Tanrýkutluðu’; Miladî 375- 469 yýllarý
arasýnda Asya’dan kalkýp Avrupa topraklarýna
kadar yayýlýp 95 sene hüküm süren ‘Avrupa Hun
Tanrýkutluðu’ ile ‘Avar Hanedanlýðý’; ‘Bulgar
(Bolgar) Hanedanlýðý; ‘Macar (Hungariye) Hanedanlýðý’ gibi adlarla hükümranlýklarýný sürdürmüþlerdir.
Hunlarýn geçmiþiyle ilgili çalýþmalar yapýlmasý
sýrasýnda, Türklerin tarihini, kültür ve medeniyetini, örf ve adetleriyle dilini araþtýrmayý ve
bunlarý yazmayý hayatlarý boyunca vazife bilmiþ
olan komþularýndan Eski Çin ve onun tarihçile-
rinin eserlerinden faydalanmak oldukça lüzumludur. Çin kaynaklarý, eski Türk tarihi için
elzem ve ehemmiyetlidir. Eðer onlar olmazsa,
Türk tarihinin bu devri hakkýnda bir söz söyle nebilmesi mümkün deðildir (tabii ki o dönemlere ait olan az da olsa Türk metinlerine rastlýyabilmemiz ve görmemiz imkansýz deðildir) .
Hun hükümdarlarý, Hun halkýnýn (yani Türklerin) eski Hanlarý, Beyleri, Çinliler ve Çin topraklarýnda yaþayan diðer azýnlýk halklar ile çeþitli
temaslarda bulunmuþlardýr. Çin’in eski tarihçilerinin Türklerle alakalý kayýtlarýna baktýðýmýzda, Hunlarýn tarihleri boyunca Çin Beyliklerinden Ying Hanlýðý (MÖ 1600-1200), Cu Hanlýðý
(Zhu- MÖ 1200-300), Çin Hanlýðý (Qin-MÖ
246- MÖ 207), Hen Hanlýðý (Han- MÖ 207MS 220) gibi hükümdarlýklar ile türlü iliþkilerde bulunmuþlardýr. Hunlarýn Çinlilerle olan bu
münasebetleri, Çin topraklarýnda büyük tesirler
býrakmýþlardýr. Tarih boyunca, Hunlarýn tehdidi
altýnda yaþayan Çinlliler, bu tesirleri kendi hatýra kitaplarýna aktarmýþlardýr. Bu kitaplarda
Hunlar, farklý adlarla kaydedilmiþlerdir.
Hun Tanrýkutluðu ile Çinlilerin mücadele döneminde yaþayan ve dünyada Hunþinaslýk (Hun
bilgisi) dalýnýn esas önderi kabul edilen en büyük tarihçi Çinli Sýma Çien, (Sý Ma Qian), (burada eski Çin tarihçisi Ban Gu’ni de unutmamak gerekir) Hen (Han) Hanedanlýðýný anlattýðý
meþhur eseri ‘Tarihî Kayýtlarýnda” Hunlara özel
yer ayýrmýþtýr. Hunlar hakkýnda yazýlmýþ derin
bilgilere sahip eserlerin ilki Sýma Çien’in eseridir. O, bu eserinde Hunlarýn, beþ bin (5000) sene önceki zamanlarda yaþayan Çinlilerin efsane kralý Huang Di ile iliþkilerini anlatýr. Bunun
dýþýnda pek çok sayýda Çin tarihçisi eserlerinde, tarihi kayýtlarýnda Hunlara yer vermiþ, onlarla ilgili bilgileri yazmýþlardýr.
Türk kavimlerinden olan Hunlar tarihte Tarim
Vadileri (Taklamakan çölü ve Lopnun bölgesi ),
Koyünlun (Çinçede KunLun Shan), Tanrý Daðlarý (Çincede Tian Shan, Altay ve Altýn daðlarý
gibi daðlar ve Turfan çukurluðu da bunun için de), Orhun ve Yenisey vadilerinde büyük bir
bölge tutarak, hayvancýlýk ve çiftçilik ile iþtigal
ederek yaþýyorlardý. Bu büyük millet, tarihinde,
kendi coðrafî bölge yerleþimlerine bakarak
kendi toplumunu “gün” ya da “hun” adý ile
(gün, güneþ anlamýnda) adlandýrmýþlar; Orhun
vadilerinde yerleþik bir halde yaþamýþ, kendile -
43
rine de Or Hunlar,Urhunlar,Urgunlar,Uygurun lar ve Hunlar demiþlerdi.
Ben burada , konumun öncelikle Türklerin eski inancýnda yapýlan yýl baþý kutlamalarý olduðu
için bütün bir tarihi geçmiþi anlatma yerine sadece kýsa olsa da Hun-Türklerin eski dini inancýna göre bahar kutlamalarýný beyan etmeye
öncelik veriyorum .
Hunlar, Þamanizm inancýna mensuptular. Onlar mavi gök ve güneþi kutsal kabul ediyorlardý.
Hun halkýnýn çoðu bu itikatlarý gereðince gü neþe ibadet ediyorlardý. “Gün” ya da “Hun” namý böyle bir inanç neticesine ortaya çýkmýþtý.
Bundan dolayýdýr ki Hun halký, kendilerini
“Günler” diye adlandýrmýþlardý. Ben de gün kelimesinin “hun” kelimesinden deðiþtiðini düþünüyorum. (Bu konularý yazýmýn diðer bölümlerinde ayrýca bahsedeceðim) Çinlilerin tarihî
tezkirelerinden ve tarihî kayýtlarýndan da böyle
bir neticeye ulaþmak mümkündür. Deðerli tarihçi, Zeki Velidî Togan kendi eserinde Hun kelimesini “Gün” kelimesi olarak kullanmýþtý.
Baþka bir yaklaþýmla, yerli þivelerdeki farklardan
dolayý Orhun nehri çevresinde (Orhun nehri
çevirisi büyük bir alandýr. Yani en eski çað Türk
halkýnýn kuþkusuz yerleþim merkezi Tanrý daðlarý
ve Tarým-Taklamakanda kum çöllerden günümüze kadar hemen-hemen yok olan ana mekanlardan sonra diðer bütün Türk kavimleri, yaþadýðý
topraklarýn merkezi idi) yaþayan bu millet, kendilerini nehir adý ile adlandýrmýþ; bu kelimenin de
“Orhun- Ohun- Hun” þeklinde bir deðiþim süreci yaþamýþ olmasý muhtemeldir..
Günümüzde Mete’nin babasý Tuman ya da TeomanHan diye adlandýrýlmýþ olan (yýllarca sizlere
gelmiþ yanlýþ bilgilendirmelere göre), ama orijinal þeklinde Hunlar tarafýndan Oðuz Hanýn babasý TümenHan diye söylenen bu Bey ilk Türk
kavimlerinin daha önce bölünmüþ halinden tekrar bir araya toplayarak tarihte büyük bir HunTürk hakimiyetini ortaya çýkaran Alemþumul bir
önder idi ve böyle olmasý da kesin idi.
Tümen Han, milattan önceki 232-231 yýllarýnda
Hun Hakaný SayvenHan’ýn (orijýnal Orhuncadan gelen isim olarak belirliniyor) hükümranlýðýndan tahminen 1100-1200 sene sonra Tanrý
daðlarý çevresi ve Orhun-Yenisey vadilerinde
bulunan Türk kavimlerini birleþtirerek tekrar
Kardeþ Kalemler Mart 2007
44
büyük bir birleþik Hun-Türk Hanlýðýný kurmuþ lardý. Bu konuda Çin kaynaklarýndan da net bir
bilgiye sahip oluyoruz . Mesela Çin metinlerinden birinde : “Çin topraklarýnda kurulanan Þia
(Xia) Sulalesinin prensesi Þun veya (Shun Wei)
den, Hun Hakaný TümenHan’a kadar binde fazla yýl geçmiþti. Þia (Xia) Sulalesinin kuruluþunun baþlangýcýnda Hun kralý Cai Wen (SayvenHan) karþý halde yaþýyorlardý. Hun kralý tam
Hun takvimine göre yýl baþýnda (Nev Baharýn
birinde) hükümranlýðýný baþladý” diye beyan
ediliyor.
Eski Çin metinlerine iyice baktýðýmýzda çok nadir ve kýymetli olan bilgileri elde etmemiz her
zaman mümkündür: M.Ö.800 – M.Ö.750 sene sinde yaþayan ünlü Çinli seyahetçilerden Cai
Ge kendisinin meþhur tarihi eseri “SEYAHATNAME”de Hunlar hakkýnda görmüþ ve bilmiþ olduðu bazý gerçekleri þöyle beyan ediyor: “
Hunlar M.Ö.830. yýlýnda yukarý akýn komþularý
olan Rus ordusunun açtýðý beklenmedik bir
kanlý savaþla yüz-yüze geldi….. . Hunlar Bayram kutlamasý içindeydi……. , hazýrlýksýz olduðu için beklediði bahar güneþini göremedi……. . Hunlar çok hýzlý þekilde toplandýlar…….. . Ruslar savaþý kaybetti… . Ruslar Hun
ordusuna her þeyini býraktý… . Bir daha hiç kelmes yola düþtü…. . Hunlar ve Hun büyük ordusu bayramýný kutlamaya yeniden devam etti .
Bu an tam bahar mevsimi idi ki…..” ;
Diðer metinlere baktýðýmýzda Hun-Türk Hakaný
Tümen Han hakkýnda Çinliler bize yine þöyle
bilgileri býrakmýþlardý:
1- “M.Ö.230.yýlý Hunlarýn yýl baþý gününde
(mart ayýnýn 21. günü, gece) her yerden toplanan Hun kavimleri Noyan daðý eteðinde bir
araya geldiler. Hunlar kendi Hakanýný seçtiler”.
2- Teo Man Han (Tümen Han. Çinçede Tiao
ManWang ) M.Ö.230. yýlý yapýlan bütün kavimleri toplanan Türk Kurultayýnda þöyle çaðýrýlarda bulunmuþ :“ Ong (sað) yönümde kutsal
Tanrý daðý, Boðda gölü (Tanrý gölü – yüksek zirvedeki kutsal göl), sol yönümde kutsal Noyan
daðý. Halkým ortaya toplandý. Coþtular, coþu yorlar. Ordum çok yorgun idi, çok savaþtýlar.
Bugün Yengi Kün (yeni gün, nev bahar), eðlen sin bari.”
Hun-Türklerin tarihinde ilk kez Tanrýkutluk döKardeþ Kalemler Mart 2007
nemini resmen yaþamadan önce Hun-Türk Hakaný Tümen Han’ýn geçmiþinde, yani bazý eski
metinlere göre, mesela: Uygur ve Çin metinlerine baktýðýmýzda Hakan TümenHan hükümdarlýk döneminde Hun-Türklerinde Tanrýkutluk tüzüm-yasalarý, gelenekselliði ortaya çýkmýþlardý.
Hun-Türk’ün tarihinde en önemli þahýs kuþkusuz
ki, cesur bir babanýn oðlu olan, yani Tümen
Hanýn oðlu , Türk oðlu Türk diye gurur duyduðumuz Oðuz Handýr . Ama þunu da unutmayalým ki, geçmiþ bütün liderlerimizin hepsi birer
Bahadýrdýr. Burada sadece örnek bir insan olarak Hunlarýn ilk Tanrýkutundan devam ediyorum
yazýma...
Çin kaynaklarýnda, Türk Tanrýkutu Oðuz Han’ýn
konuþmalarý hakkýnda bazý metinler þans eseri
elimize kadar ulaþmýþtýr. Metinlerin birinde, yani Çin Elçisini kabul ederken Oðuz Han þöyle
diyordu: “ Nihayet Yengi Kün geldi. Ýlim gül bað
oldu .Sen yarýn yaylaya gel, gör ki her yer yeþil
don giyiyor. Bugün yýlbaþý. Nev Bahar günüdür
bize.”
Çinlilerin bize býrakmýþ olduðu diðer bir metinde þöyle beyannameler verilir : “ Xiong Nular
(eski ve yeni Çincesi ayný, Hunlar demek isti yor) baharýn birinci gününü , kendi yýl takviminin birinci günü olarak belirler. Bu gün, herkes
yeni elbiseleri ile birbiriyle bayramlaþýyorlar.
Orhun-Yenisey vadileri bahar havasýna girmiþler. Yaylalarý, her yer at koþturan ve gezen insanlar ile doluydu. Gece karanlýðýnda herkes
Ateþler yakýyorlar, Noyan daðý tarafýnda sep tar tip Tanrý daðýna doðru bakarak ayný anda ibadetlerini yaparlar. Onlarýn ibadet ettiði Ateþse
Volkan Ateþi idi .”;
Hunlarýn kendi alfabesi ile yazý kullandýðý hakkýnda çeþitli tarihi incelemelerde delil ve ispatlar çoktur. Meselâ, Hun Tanrýkutu Oðuz Hanýn
MÖ 192 yýlý Hen (Han) Hanedanlýðý Hanedaný
Lu Hu’ya (Kadýn Padiþah idi) ve MÖ 176 yýlý
Hen (Han) Hanedanlýðý Hanedaný Hen VenDi’ye (Han Wendi) yazdýðý mektuplarý, Hun
Tanrýkutu Kiyuk Tanrýkutun MÖ 162 yýlý Hen
(Han) Hanedaný Hen VenDi’ye (Han WenDi)
yazmýþ olduðu mektuplarý bunun ispatýdýr. Kiyuk Tanrýkutun mektupta Hen VuDi’ya (Han WuDi) þöyle diyor: “Gök Tanrý ile Yer (toprak) Tanrýsý tarafýndan hayat verilen, Gün Tanrý ile Ay
Tanrý tarafýndan tahta oturulan Uluð Hun Tanrýkutu Hen (Han) Hanedanýnýn saðlýðýný ihtiram
ile soruyor...” diye Hunca yazmýþlardý. (Þaman
dinine itikad eden Hunlar Gök’e, Yer’e yani zemine, güneþe, aya itikad ediyorlardý. Tanrýkutun
yazdýðý mektuplarýndan Þaman-Kaman dininin
büyük ve güçlü etkisinde olduðunu ve maddimanevi tarafýnda da özel hususiyeti taþýdýðýný
biliyoruz).
Hun Tanrýkutu Kiyuk Tanrýkut diðer bir mektupta þöyle diyor : “Gök Tanrý ile Yer Tanrýsý tarafýndan hayat verilen, Gün Tanrý ile Ay Tanrý tarafýndan tahta oturulan Uluð Hun Tanrýkutu emir
veriyorlarki..... Kutsal ibadetimiz için vakit geliyor. Yengi Künde her tarafa, bütün halkým için
bolluk gerekir .”;
Nakkaþlýk da Hunlarýn alakadar olduðu sanatlardan biridir. Hunlar metal buyumlara (altýn,
gümüþ bronz gibi), hayvan kemiklerine insanlarýn þekillerini ve kýyafetlerini aksettirmede, hayvanlarýn þeklini yansýtmada çok mahirdiler.
Hunlar kaþ taþýndan da (mermer) güzel sanat
buyumlarý yapýyorlardý. Noyan daðlarý, Tanrý
daðlarý ve Taklamakan vadilerindeki Hunlara
ait kabirlerden bulunan medeniyet yadigârlarý
(kültür miraslarý) içinde yakut at, kaþtaþý-mermerler takýlan ve yada yerleþtirilen kemerler ortaya çýktý. Kemere kaþtaþý da (mermer) yapýlan
birbirine bakan ve dans oynama halindeki çift
ejderha nakýþlanmýþtýr. Bundan baþka bir Hun
askerinin at üstünde av avlanmakta olan ve kenarda ateþ yakarak onu seyreden birkaç kiþinin
þekli düþürülmüþ gümüþten yapýlmýþ tahta bulunmuþtu, bu bayram kutlamalarýndan bir manzara sayýlýrdý .
Hunlar, heykeltraþlýk sanatýnda da çok ileri gitmiþlerdi. Hunlar, Þaman akidesine göre kendilerinin ibadet edecekleri (tapýnacaklarý) Tanrýlarýnýn putlarýný altýndan, aðaçtan yapmýþlardý.
Meselâ: MÖ 121. yýlý Hen (Han) Hanedaný generallerinden Hu ÇuBing (Hu QuBing) Ken Su-
Fotoðraf: Alim Korkmaz
Yýlbaþý kutlamalarýnýn, resim sanatýnýn þaheser lerinin (yüksek seviyedeki eserler) “Bin Ev Duvar Resimleri”nde yansýtýlmýþ olduðunu unutmayalým. Bin Ev kültürü milletimizin eski medeniyetinin en güzel sembolüdür. Bin Evlerde yapýlmýþ olan duvar resimleri içinde eski Türk kavimlerinin Nev Bahar coþkusunu yansýtan görüntülerini bulabilmek de mümkündür.
45
Kardeþ Kalemler Mart 2007
46
da Hunlarý maðlub ettiðinde ele geçirdiði altýn
put’u kendi kayýtlarýnýn özel sayfasýnda yazmýþlardý. Arkeologlar son yýllarda Hunlara ait kabirlerden çok sayýda aðaçtan yapýlan put heykellerini bulmuþlardý.
Hunlar kuþkusuz ki, Þaman dininde idiler, Þaman dinine itikat ediyorlardý. Þaman çok Tanrýlý dinlerden biri olup, Hunlarýn hayatýnýn ayrýlmaz bir parçasý idi. Bu konuda geniþ bir bilgiye sahip olmanýzý arzu ederek iyi bir þekilde anlatmaya çalýþacaðým .
Görüyoruz ki, Eski Türk dini ve mitolojisi hakkýnda Çin kaynaklarýnda epeyce malumatlar bulunmaktadýr. Türk kavimlerinin örf-adet ve
inançlarýnda son devirlere kadar muhafaza
edilmiþ olan eski dini telakkilerin ve geleneklerin menþeilerini araþtýrýrken ta Hun dönemine
kadar hatta daha da ileri dönemlerin derinliklerine inmek ve bu bakýmdan Orta Asya’ya ve Orta Avrupa bölgelerine kadar uzanarak araþtýrmamýz gerekir .
MÖ. 200 yýl ötesinde Çin Tarihçileri tarafýndan
Hunlarda Göðe, Yere (toprak), Güneþe, Aya,
Yýldýzlara tapýnmak adetleri var idi diye kayýtlar
vermiþlerdi .Yeni bazý Çin kaynaklarýnda eski
Orta Asya Þamanizmin esaslarý Gök Tanrý, Güneþ, Ay, Yer-Su, Ateþ olarak belirlenmiþ (burada
bahsetmiþ olduðumuz “Ateþ” kutsal daðlarýnýn
patlamasý sonucu ortaya çýkan volkan ateþi (lav)
idi. Araþtýrmalara göre bu kutsal dað – Kutsal
Noyan daðý ve Kounlun daðlarý idi). Günümüzde yakýn zamanlara kadar þaman inancýnda yaþýyan soydaþlarýmýzdan Gök Tanrý, Güneþ, Ay,
Yýldýz ve Ateþe inandýðýný, Boz Kurt’u kutsal hayvan diye tanýdýðýný görmemiz mümkündur. Ve
baþka araþtýrmalar ve incelemelere baktýðýmýzda, bu inançlar Hunlarýn siyasî, askerî iþlerinde
de hemen hemen görülmekte idiler.
Þaman kelimesi, Kaman kelimesi ile ayný manaya gelir. Kaman kelimesi çok Tanrýlý anlamdadýr.
Kam kelimesi, çok; Man kelimesi ise Tanrý manasýnda idi. Bu iki kelime birleþince çok Tanrýlý
din oluyordu.
Çin kaynaklarý Hun-Türk kültüründe bahseder ken onlarýn inançlarý hakkýnda öncelikle Türk
halkýnýn Tapýnaklarýný zikrediyorlar . Hun-Türkler tapýnaklara her yýlýn baþýnda toplanarak ibadetler yapýyorlardý .( yýl baþý derken Yengi Künü
Kardeþ Kalemler Mart 2007
demek istiyor) Her toplanýþta yani bu ayine
Hunlarýn-Türklerin yirmi dört (24) boyunun Baþbuðlarý de özel olarak davet edelirdi .
Hun Tanrýkutlarý kendi çadýrlarýný kurdururken,
çadýr kapýsýný güneþin çýktýðý tarafa (doðuya)
açtýrýyordu. Bu þekilde planlanan þehirlerde de
büyük ibadethanelar (tapýnaklar) yapýlmýþtýr.
Ýbadethane kapýlarýný da güneþin çýkýþ yönüne
bakarak açmýþlardý. Hun halkýnýn evlerinin kapýlarý güneyden açýlmýþ olup, sabahlarý halk güneyden doðuya ibadethanelere toplanýyorlardý.
Hun Tanrýkutlarý tan seher vakti güneþe bakarak
ibadet ediyorlardý. Geceleri Ay’a tapýnýyordu.
Hunlar, özel iþlerini ay ve yýldýza bakarak yaparlardý. Ay bütün þekline ve aydýn haline geldiðin de düþmanlarýna saldýrýrlardý: Ay tutulunca askerlerini geri çekerlerdi. Hun Tanrýkutlarýnýn
Hen (Han) Hanedanlarýna gönderdiði mektuplarýnda sýk sýk “Gök Tanrý ile Yer Tanrý tarafýndan
hayat verilen, Gün (güneþ) Tanrý ve Ay Tanrý tarafýndan tahta çýkarýlan Uluð Hun Tanrýkutu...”
cümlesini kullandýðýný biliyoruz. Hunlarýn Gök,
Yer (zemin), Güneþ, Aya çokunmasý (tapýnmasý)
sonunda Hunlarda putpereslik dini ortaya çýkmýþtý. Hunlar çok sayýda altýndan, nefis aðaçlardan put heykelleri yapmýþlardý. Ama bu þekil
putperestlik þamanizme ait olup Budizm ile hiç
alakasý yok idi. Putlar, özellikle Bahar Bayramý (
Yengi Gün) günleri ortaya çýkarlardý.
MÖ 121. yýlda yapýlan Hunlarla Çinlilerin çatýþmasýnda bir Hun Þehzadesi-prensi savaþta
maðlub olup Çinlilerin eline esir düþmüþ. Beyannamede “Esir alýnan Hun Prensesten alýn mýþ ganimetler içinde bir altýn put da vardý.
Çinlilerin aldýðý bilgiye göre, Hun Prensesi bu
putun karþýsýnda Gök Tanrý’ya kurban sunardý”
diye ifade ediyorlardý. Yine ayný kaynakta þöyle
beyanlar verilmektedir:“ Hunlar bir iþe teþebbüs etmek isterlerse geceleri yýldýzlara ve ayýn
durumlarýna bakarlardý , bundan belli oluyor ki
Hunlar heyet ilminden de haberdar idiler.”
Þamanizmde, Þaman akidesine göre baktýðýmýzda dört türlü renk dört tarafý gösteriyordu
veya iþaret ediyordu. Yanikuzey, güney, doðu,
batýyý. Renkler þöyle idi: Mavi renk (koyu mavi.
Çünkü açýk mavi renk Gök rengi olup Tanrýnýn
sembolüdür, normal insanlar Gök rengini kullanamazlar.) doðu tarafý, kýzýl (kýrmýzý) renk güneyi, beyaz renk (Þamanizmde özellikle Hunlarda
beyaz yani bembeyaz renk tutulmuyordu. Çün -
kü Beyaz renk ordu için de Hunlar için de teslim, baþ eðme, diz çökme anlamýna geliyordu. Hunlarda Beyaz dediðimiz çok açýk top rak rengi idi.) batýyý, siyah renk kuzey tarafý
gösteriyordu.
Þaman dini itikadý ve akideleri yaygýnlaþtýktan
sonra Hun halký içinde malum renklere olan
sevgi ortaya çýktý. Bu renk seçmeler, renkle olan
baðlantýlar Türk halkýnýn bayram töreni olan
Nevruz günü ve çadýrlarý, bayraklarý, elbiseleri,
at üst bezemelerinin renklerinde öz ifadesini
bulmuþtu. MÖ 200. yýl Büyük Hun Tanrýkutu
Oðuz Han, Hen (Han) Hanedanlarýndan Hen
GavZu’nu (Han GaoZu –orjinal adý Liu Bang)
bugünkü Da Tung þehri yakýnlarýnda yedi gece
gündüz muhasaraya almýþtý. Hunlara hücum
eden birkaç yüzbin kiþilik Hen (Han) ordusunun doðu kanadýný Mavi atlý, batýsýný Beyaz atlý, kuzeyini Siyah atlý, güney kanadýný ise Kýzýl
doru atlýdan oluþan dört yüz bin (400.000) Hun
atlý birlikleri kapatmýþlardý.
Þaman itikadý ve akidelerine göre Gök Tanrý ve
feriþteler (melek) ile yeryüzündeki insanlarýn
baðlantý kurmasý mümkün deðildi. Böyle bir
baðlantýyý kurmak için Kamanlar (Þamanlar) ortaya çýkmýþlardý. Þamanlar yeryüzünde ortaya
çýktýktan sonra (gönderildikten sonra da diyebiliriz) dans edip, þarký söyleyerek gökten inen
peri kýzlarýn kýyafetinde imajýný veriyorlardý.
Bundan baþka Hunlarýn günlük faaliyetinde, siyasî, askerî iþlerinde de Þamanýn etkisinin ne
kadar derin ve güçlü bir þekilde yerleþtiðini görebiliriz .
Örf ve adetsiz bir millet olmaz dünyada. Herkesin kendilerine has örf ve adetleri vardýr tabi ki.
Hunlar (Türkler) zengin örf ve adetlere sahip
millettir.
Çin kaynaklarýnda þöyle bir metin göze takýlýr: “
Xiong Nular (Hunlar) dinî ve millî bayramlar yapardý. Bayramlardan biri baþ bahar (Nevruz),
47
diðeri güz (son bahar) mevsiminde oluyordu.
Böyle bayramlarda Hunlarýn atalarý anýlýrdý.
Özellikle güz (son bahar) bayramlarýnda memleketin bütün halký, hayvanlarýnýn sayýsýný hesaplýyordu. Bayramlar çoðu zaman toplanarak
yapýlýyordu. Orhun nehri faaliyet merkezlerinden biridir. Baharda yapýlan bayram, Hun halkýnýn Nevruz-Nev Baharý idi. (Yeni yýl bayramý
idi. Yani Hunlarýn Yengi Künü idi) Bayramlarda
çok çeþitli ve bol hareketler yapýlýyordu. (Tanrý
Daðlarý Hunlar için kutsal dað idi. Sonradan
Noyan Daðlarý Hunlarýn faaliyet merkezi olup
ikinci kutsal daðý sayýlýrdý). Hun takvimine göre
Yengi Gün, Çin takvimine eþleþtiðinde 3. ayýn
21.günü (martýn 21’i) oluyordu.”;
Hun kadýn ve erkekleri, baþlarýna yabanî kuþlarýn peylerini (kanatlarýný) takýyorlardý. Sevdiði
atlarýnýn baþ kýsmýný da kuþlarýn peylerini takmaya alýþkýn idiler. Bu gelenek, özellikle Bayram günleri görülür.
Kýsacasý, biz bu Hun medeniyetine, kültürel
faaliyetlerine, Avrupa-Asya özelliði karakteri taþýyan medeniyet diyebiliriz. O bozkýr stilini esas
kýlýp Çin, Yunanistan, Hindistan, Ýran kültürüne
katkýsý olan, onlarýn ileri tarafýný kabul eden,
böylece ortaya çýkan dünya çapýndaki medeniyet olmasý þüphesizdi .
Yukarýda dediðimiz noktalardaki ispatlar, deliller Noyan daðlarý, Tanrý-Altay daðlarý, TarýmCunGar Vadileri, Orhun-Yenisey Vadilerindeki
(nehirlerinden kýyýlarýna kadar) ilmi araþtýrmalardan ortaya çýkan medeniyet miraslarýmýzýn
yeterli kaynaklarý olacaktýr.
Hun-Türklerinin Yengi Künü olan Bahar Bayramý, Hunlarýn dini itikadý olan Þaman inancýnýn
bir kýsmýdýr ve hiçbir zaman ayrý kalmamýþtýr .
Günümüze kadar Þaman inancýný devam ettirmeyi sürdüren insanlar hala bu geleneksel örfadetlerini korumaktadýrlar.
KAYNAKLAR
Ban Gu (Ben Gu), Hen (Han) Yýlnamesi, Hunlar Hakkýnda Tarihi Hatiralar, (Eski Cilt Kopya Nüshalarý)
Sýma Çiyen ( Sý MaQian), Tarihname, Hunlar Hakkýnda Kýssalar, (Eski Cilt Kopya Nüshalarý)
Zhung JingWen, Eðiz (Halk) Edebiyatý, Uygurlar Hakkýnda Bölüm 1-2 .Xian Yayýnlarý . 1980.
Ziyai. Alimcan (Alimu MAÝMAÝTÝ), Türklerde Hun Dönemindeki Örf-Adetler Xian Kültür Yayýnlarý. 199 .
Ziyai Alimcan (Alimu MAÝMAÝTÝ), Bizimkiler (BÜYÜK HUN ÝMPARATORLUÐU)
Ýlmi makalelerden seçmeler, þu anda kitap halinde yayýna hazýrlanmýþtýr
Kardeþ Kalemler Mart 2007
48
Türkçe Konuþan Devletlerin Baþkanlarý
VIII. Doruk Toplantýsýnda Kazakistan Cumhurbaþkaný
NURSULTAN NAZARBAYEV’in
Yaptýðý Konuþma
En son 2001’de toplanmýþ olan Türkçe Konuþan Devletlerin Baþkanlarý, beþ yýl aradan sonra, nihayet 17
Kasým 2006 tarihinde Antalya’da sekizinci defa toplandý. Toplantýya Azerbaycan, Kýrgýzistan, Kazakistan ve Türkiye, Devlet Baþkaný düzeyinde katýldý.
Toplantýda, Kazakistan Cumhurbaþkaný Nursultan
Nazarbayev’in yaptýðý konuþmayý, önemine binaen,
bu sayýmýzdaki makaleler arasýnda yayýnlýyoruz.
Öncelikle, geçenlerde dili bir, tarihi ortak,
Türk Dili konuþan devletler ve topluluklar Kurultayýnýn gerçekleþmiþ
olduðunu ifade ederek bugün
de Türk Dili Konuþan halklarýn
Devlet Baþkanlarýnýn bir araya
gelmesini saðlayan Türkiye
Cumhuriyeti yönetimine,
ayrýca bizleri daima sýcak
þekilde karþýlayan kardeþ
Türk halkýna tüm kalbimle
teþekkürlerimi iletmek istiyorum.
Bugünlerde toplam
sayýsý 200 milyona
yakýn ve dünyanýn
dört bir köþesine
daðýlmýþ olan Türkler, bundan on dört
yüzyýl önce tek dilde konuþup, Türk
Kaðanlýðý adýndaki
tek devlet çatýsý altýnda yaþamýþtýr. Ancak Türklerin 8.yüzyýldan sonra geliþen
tarihi, daima parçalanma ve birbirinden
Kardeþ Kalemler Mart 2007
uzaklaþma tarihine dönüþtü. Önceleri Oðuz,
Kýpçak ve Karluk þeklinde, daha sonra Oðuzlar: Türk, Azerbaycan, Türkmen, Gagavuz;
Kýpçaklar: Kazak, Kýrgýz, Tatar, Baþkurt ve diðerleri; Karluklar ise: Özbek ve Uygur þeklinde
parçalandýlar. Türkiye dýþýndaki Türkler, önceleri Çarlýk Rusya, sonra Sovyetler Birliði adýndaki tek devletin bünyesinde olmasýna raðmen
imparatorluðun baskýcý siyaseti sonucu bir
araya gelmelerine olanak olmadan “parçala
ve yönet” siyasetinin kurbaný olmuþlardýr. “Elmas býçaðýn kýnýnda durmadýðý” gibi, 20.yüzyýlda dünya haritasýnda altý baðýmsýz Türk devleti yer aldýktan sonra, yüzyýllar boyunca birbirinden ayrý kalan kardeþler özlem giderdi.
“Dünyada Türkün Türk’ten baþka dostu yoktur”
þeklinde Atatürk’ün ifade ettiði gibi burada
biz, önümüzdeki yüksek amaçlara daima dost
ve kardeþçe birlikte ulaþmalýyýz.
Kazakistan, 21. yüzyýlý büyük ekonomik geliþmelerle baþlattý. Kazakistan, stratejik geliþmesinin 2030 yýlýna kadar etkin bir þekilde sürmesini saðlamaya yönelik olan programa uygun
bir þekilde son altý yýlda GSMH’sýný %9–10
oranýnda büyütmeye devam etmektedir. Bunun sonucunda, GSMH’sýný iki katýna çýkara rak kiþi baþýna düþen göstergesi 6,000 dolara
ulaþacaktýr.
Kazakistan, baðýmsýzlýðýný kazandýðý yýllarda
ülke ekonomisine 50 milyar ABD dolarýna yakýn yabancý yatýrým çekerek, tüm dünyada en
hýzlý geliþmekte olan ekonomik modeli oluþturdu. Kazakistan’ýn tam merkezinde yer alan
görkemli yeni baþkent Astana þehri, imar edilip; gün geçtikçe bezenip donatýlmaktadýr. Ye ri geldiðinde söylemek istiyorum; yeni baþkentimizi inþa etmeye Türkiye’nin Okan, Aksel,
Finrako ve Sembol gibi inþaat þirketlerinin etkin olarak katýlým saðlamasý sonucu, birçok güzel binalar yapýldý. Bundan dolayý Türk kar deþlerime teþekkürlerimi bildiriyorum.
Kazakistan, tüm komþularýyla barýþçý komþuluk
iliþkilerini geliþtirerek, yakýn ekonomik entegrasyonu temel alan giriþimleri baþlattý. Biz þu
anda ülkemizin siyasi, ekonomik ve sosyal geliþimi temelinde dünyada rekabet edebilen elli ülkenin arasýnda olmayý amaç edinmiþ bu lunmaktayýz.
Þu anda Kazakistan ve Türk dili konuþan dev letler arasýnda çözüme ulaþýlmamýþ herhangi
49
bir mesele yoktur. Baðýmsýzlýðýn kazanýldýðý
son 15 yýlda aramýzdaki siyasi, askeri, ticari,
ekonomik, bilimsel, teknik ve kültürel iliþkiler
ile karþýlýklý etkileþim, giderek stratejik ortaklýða
dönüþmektedir.
Son dönemde, jeopolitik durum, hýzlý bir deði þime uðramaktadýr. Türk dili konuþan devlet
baþkanlarýnýn son buluþmasýndan beri dünya
ve bölge siyasetinde birçok deðiþiklik meydana geldi. Bugünkü küreselleþme durumunda
uluslararasý terörizm, köktendincilik, uyuþturucu madde ve silâh kaçakçýlýðý, insan ticareti
sadece tek ülke ile sýnýrlý kalmayýp, herkes için
ortak sorun teþkil etmektedir.
Uluslararasý güçlerin etkinliklerine raðmen
Afganistan ve Irak’ý yeniden yapýlandýrma süreci, zorluklarla karþýlaþmaktadýr. Kazakistan,
Afganistan’a insancýl ve ekonomik yardým çalýþmalarýnýn altýný bilhassa çizmektedir. O
bölgedeki istikrar sorununu daima uluslararasý toplumun gündeminde tutarak, var olan
istikrarýn temelini güçlendirmeyi de daima
desteklemeliyiz.
Küresel silâhsýzlaþma ve kitle imha silâhlarýný
yaymama sürecindeki anlaþmazlýk, uluslararasý durumun kötüye gitmesine sebep olmaktadýr. Nükleer Silâhlarý Yaymama Anlaþmasý’nda
iþaret edilen yükümlülüklerin gerçekleþtirilmemesi sebebiyle durum, daha da vahim bir hal
almýþtýr. Kitle imha silâhlarýnýn teröristlerin eline geçmesi tehlikesi güçlenmektedir. Dünyadaki dördüncü nükleer potansiyelinden kendi
isteði ile vazgeçen Kazakistan’ý, Ýran ve Kuzey
Kore nükleer programlarý çerçevesinde meydana gelmiþ olan kriz, endiþelendirmektedir.
Diplomasi hareketlerinin doðru kullanýlmasýný,
krizi atlatmanýn yararlý çözüm yolu sayýyorum.
Bununla ilgili olarak, 8 Eylülde, Orta Asya’da
nükleer silâhlardan arýnmýþ bölge hakkýndaki
anlaþmanýn imzalanmasýný, insanlýk için derin
anlama sahip tarihi bir olay olarak deðerlendirmek gerektiðine inanýyorum. Orta Asya ülkelerinin bu giriþiminin, Nükleer Silâhý Yaymama Anlaþmasý’ný hayata geçirmeye ve küresel
silâhsýzlanma sürecine verdiði katkýnýn büyük
olacaðý düþünülmelidir.
Küresel huzur ve barýþa katký saðlayacak medeniyetler ve dinler arasý diyaloga ihtiyacýmýz
vardýr. Ýslâm dininin adýný lekeleme, kötüleme
Kardeþ Kalemler Mart 2007
50
olaylarý bitmiyor. Yapay ve ters siyasetin etkileri; “Ýslâm kökten dinciliði” þeklindeki ibarenin
siyasi terime dönüþtürülmesi; insanlýk ve imana, iyilik ve doðruluða davet eden Ýslâm dini nin yanlýþ yorumlanmasýna yol açmaktadýr.
Dini; milli ve kültürel birliði meydana getiren
önemli bir etkene dönüþtüren toplumu oluþturmak, bugünün talebidir. Bununla ilgili
olarak eski Türkistan topraklarýnýn evlâdý,
tüm Türklerin manevi dedesi Hoca Ahmet Yesevi’nin insanlarý sabýrlý ve akýllý olmaya davet etmesinin hala geçerliliðini kaybetmediðini düþünüyorum.
Kazakistan, bu amaç doðrultusunda da etkin
çaba harcamaktadýr. Yakýn günlerde Astana’da
düzenlenmiþ olan Ýkinci Dünya ve Geleneksel
Din liderlerinin Kurultayý’nda dünyanýn çeþitli
din temsilcileri bir araya gelerek görüþ alýþveriþinde bulundular ve medeniyete tehdit teþkil
eden etkenlerle ilgili düþüncelerini paylaþtýlar.
Türk dili konuþan devletlerin, uluslararasý ve
bölgesel meseleler üzerine Birleþmiþ Milletler,
Avrupa Birliði, Ýslâm Konferansý Örgütü, Ekonomik Ýþbirliði Örgütü, Þanghay Ýþbirliði Örgütü, Asya’da Ýþbirliði ve Güven Artýrýcý Önlemler Konferansý ve diðer uluslararasý ve bölgesel kuruluþlar çerçevesinde, dayanýþmayý
artýrmalarý gerekmektedir.
Zaman, birbirimizi daha da yakýnlaþtýracak
kardeþlik ve iþbirliðine yönelik atýlacak somut
adýmlarýmýzý sýklaþtýrarak, ortak etkinlikleri
gerçekleþtirmenin gerekliliðini göstermektedir. Kazakistan’da hayata geçirilen “Kültürel
Miras” programý çerçevesinde, halkýmýzýn
zengin tarihi, halk edebiyatý, milli deðerleri,
el sanatlarý ve gelenek/görenekleri araþtýrýlarak derlenmekte olup, yayýmlanmaktadýr.
Bundan hareketle “Türk Dili Konuþan Halklarýn Kültürel Mirasý” adlý uluslararasý program
oluþturulmasý için birlikte çaba sarf edebileceðimizi düþünüyorum.
Halklarýmýzýn ekonomik durumu, seneden se neye iyileþmektedir. Bu da eðitim ve kültür alanýndaki tasarýlarý gerçekleþtirmeye yönelik büyük imkân saðlamaktadýr. Türk dili konuþan ül keler arasýndaki kültür iliþkilerini geliþtirerek,
kendi dillerimizi, ortak tarih, sanat, edebiyat
eserlerinin ve þiir antolojilerinin yayýnlanmasýný ve bu eserlerin dünya dillerine tercüme
Kardeþ Kalemler Mart 2007
edilmesini saðlamalýyýz. Böylece, tüm dünya
bizi tanýyacaktýr.
Bu amaç doðrultusunda, þu anda basýn yayýn
ve ileri teknoloji kaynaklarýnýn sunduðu imkânlardan yararlanmamýz gerekir.
Kazakistan, Türk dili konuþan devletlerle uzay
alanýnda bilimsel araþtýrmalar yapmaya hazýrdýr. Kazakistan bu yýl ilk yer uydusunu fýrlattý.
2008 yýlýnda “Kazsat–2” yer uydusunu fýrlatmayý planlamýþ bulunmaktadýr. Bu yönde birlikte
etkinliklerde bulunabiliriz.
Ortak uluslararasý kuruluþumuz olan TÜRKSOY’un hizmet kalitesini ve itibarýný yükselt mek, çalýþmalarýný canlandýrmak amacýyla
Türk tarafýnýn deðiþiklikler yapma giriþiminde
mutabýkýz. Söz konusu kuruluþ, Türk Dünyasýnýn manevi zengin mirasýný sadece aramýzda
býrakmayýp tüm dünyaya tanýtmalýdýr. Ayrýca
TÜRKSOY’un Baþkanlýðý görevine Ahmet Yesevi Uluslararasý Kazak Türk Üniversitesi Mütevelli Heyeti Baþkanlýðý yapmýþ olan Namýk Kemal Zeybek’in getirilmesini öneriyorum. Bu
arada Türk tarafýnýn TÜRKSOY’a verdiði destek
için ayrýca teþekkür ediyorum.
Küreselleþme sürecinin milli kimliðimiz için
oluþturduðu tehdide TÜRKSOY bünyesinde
birlikte karþýlýk verebiliriz. Ortak tarih, sanat ve
manevi zenginliðimizin hazinelerini ilk önce
kendi aramýzda tanýtarak birbirimize öðretmeliyiz. Kaynaðýný Göktürklerden alan meþhur tarihimizi genç kuþaklara aktarmaya devam etmeliyiz. Tarihimizdeki Kültegin, Hoca Ahmet
Yesevi, Buhari, Kaþgarlý Mahmud, Muhammed
haydar Dulati, Mevlana, Farabi, Baybars, Fatih
Sultan ve diðer yüce atalarýmýzý bilmek ve onlarý genç kuþaða öðretmek bizim görevimizdir.
Tüm Türk Dünyasýna, ortak Dede Korkut’u birlikte öðrenmek aracýlýðýyla da birlik ve beraberliðimizin bayraðýný yükseklere taþýrmalýyýz.
Bu açýdan Kaþgarlý Mahmut’un “Divan-ý Lü gat’it Türk” eserinin Kazakistan yayýnevleri tarafýndan ilk defa Rus diline çevrilmesiyle eski
Sovyet coðrafyasýndaki Türk dili konuþan halklarýn eþsiz hazinelerini geri kazandýklarýný mutlulukla belirtmek isterim.
Gündemde olan bir diðer önemli husus da
Türk dili konuþan halklarýn bilimsel ve sanatsal
edebiyatlarýnýn ortak fonunu oluþturmaktýr.
Kültür, bilim ve eðitim alanýndaki iþ birliðimizin
pekiþtirilmesinin yaný sýra, ekonomik iliþkileri
de geliþtirmeliyiz. Çünkü Türkiye’nin Avrupa
Birliðine üye ülkelerle ticaret hacmi 100 milyar
ABD dolarý civarýndadýr. Türk dili konuþan tüm
ülkelerle bu gösterge sadece 3 milyar dolar civarýndadýr.
Örneðin sadece yük taþýmacýlýðý meselesini
çözmek çok yararlý olacaktýr. Ýlk önce Meþhed
üzerinden Almatý-Ýstanbul konteyner yük taþýma hattýný hayata geçirmek suretiyle atalarýmýzýn Ýpek Yolu’nu tekrar canlandýrmýþ oluruz.
Karayollarý da aramýzdaki ticaret iliþkilerini geliþtirecektir. Kazak petrolünü Türk ve Batý pazarlarýna ulaþtýrmayý Bakû-Tiflis-Ceyhan Projesi ile saðlamýþ oluruz. Kazakistan þu anda çaðýmýzýn taleplerine uygun milli tankerler donanmasýný hazýrlayýp, bu iþi etkin olarak baþlatmýþ bulunmaktadýr.
Dünya, ekonomisinin enerji kaynaklarýna olan
talebinin artmýþ olduðu bilinmektedir. Kazakis tan petrol ve doðal gaz konularýndaki iþ birliðine önem vermektedir. Kazakistan hidro-kar bon kaynaklarýnýn dünya pazarýna götürülme si önemlidir.
Türkiye’nin, geçiþ olanaðý fazla olan bir ülke
olarak, petrol ve doðal gazý ulaþtýrma çalýþmalarý gibi uluslararasý projelere katýlmasýný des tekliyoruz. Bakû-Tiflis-Ceyhan projesinin ha yata geçirilmesi Türkiye’nin geçiþ olanaklarýnýn elveriþli olarak kullanýlmasýnýn ve enerji
güvenliðini saðlamada yeni olanaklara sahip
olmasýnýn gözle görülür örneðidir. Dolayýsýyla
biz Türkiye’nin bu yöndeki giriþimlerini tam
destekliyoruz.
Diðer önemli bir husus, ülkelerimizin iþ adam larý arasýndaki yakýn iþ birliðini sistemli bir hale getirmektir. Türkiye’nin bu yönde hem tecrübesi hem de olanaklarý yeterlidir. Türkiye
Odalar ve Borsalar Birliði, Türk Dili konuþan
ülkelerin ticaret ve sanayi odalarýyla iþ birliði
yapmalý ve gerekirse odalar, karþýlýklý olarak
temsilcilik açmalýdýr.
Kazakistan’ýn Dünya Ticaret Örgütü’ne, Türki ye’nin de AB’ye girmesi, gelecekte Türk dünyasýnýn ekonomik ve finans iliþkileri aracýlýðýyla
bütünleþme sürecine ivme kazandýracaktýr. Bu
bakýmdan, Orta Asya Devletleri Birliðini kurma
51
giriþimimiz de, söz konusu süreci olumlu etkileyecektir. Bu konudaki iþ birliðinin olumlu örnekleri mevcuttur. Örneðin Orta Asya ülkelerine uluslararasý düzeyde çevresel tehdit olan
Aral Gölü meselesini çözme çalýþmasýnda
uluslararasý Aral’ý Kurtarma Vakfýnýn kurulmasý
gibi birlikte oluþturulmuþ baþarýlý adýmlar mevcuttur.
Türk dünyasýnýn birlik ve beraberlik fikrinin
pekiþmesiyle istikrarlý bir þekilde geliþme olanaðýnýn artacaðý inancýndayým. Yüce Atatürk,
yüzyýlýn baþýnda, Orta Asya ve Kafkaslarda kardeþ Türk halklarýnýn bulunduðunu ve gelecekte onlarýn bir araya geleceðini ileri görüþlülük le ifade etmiþti. Þu anda Atamýzýn o dileði kabul oldu. Þu an Türk dili konuþan kardeþ ülkelerin devlet baþkanlarý bir araya gelmiþ bulunmaktayýz.
Doruk toplantýlarýnda çok önemli kararlar
alýnýp, güzel teklifler dile getirilmesine raðmen, ma ale sef bun la rýn ger çek leþ me yip,
rafa kaldýrýldýk larý da bir gerçektir. Bunun
önüne geçecek bir öneri olarak daha önce
ifade ettiðim önerimi yineliyorum. Türk dili
ko nu þan halk la rýn “Ak sa kal lar Ku ru lu”nu
oluþturup, onun üyeleri olarak Türk dünyasýndaki siyaset, top lum ve sanat camiasý
temsilcilerini toplayalým. Bu kurulun baþkaný olarak da Türkiye’nin 9. Cumhurbaþkaný
Süleyman Demirel’i öneriyorum.
Diðer bir husus ise, Türk dili konuþan ülkelerin
parlamentolar arasý asamblesini oluþturma giriþimini 83 yýllýk geçmiþe sahip TBMM’ye önermek istiyorum.
Azerbaycan’ýn toprak bütünlüðünü destekliyor,
sorunlarýn barýþ yoluyla çözülmesini istiyoruz.
Bizim bütünleþmemiz, bulunduðumuz coðrafyayý istikrara, gönence, ekonomik baðýmsýzlýða ve istikrarlý geliþmeye götürecek yoldur. Ancak böyle, Türk dünyasýnýn parlak geleceðine
sahip olabileceðiz.
21. asýrda büyük baþarýlara imza attýk. Ekonomi, siyaset ve uluslararasý iliþkilerde büyük sonuçlara ulaþtýk. 21. yüzyýlý, hýz kesmeden, Atatürk’ün hayalini kurduðu Türk birliði ve geliþimi yüzyýlýna dönüþtürelim.
Ýlginize teþekkür ederim!
Kardeþ Kalemler Mart 2007
52
Azerbaycan Edebiyatýnda Bir Yýldýz:
Hüseyin Cavid*
HAYATI
DR. CÝHAN ÖZDEMÝR
Hüseyin Cavid, 24 Ekim 1882`de Nahcivan`da doðmuþtur. Þahtahtý köyünde çiftçilikle geçinen ailesi,
Câvid doðmadan önce, 1877 yýlýnda, buraya gelip
yerleþmiþtir. Dedesi (baba tarafýndan) Meþedi Gulu,
ezberlediði âþýk tarzý þiirleri ve klâsik þairlerin eserlerini hususî sohbet meclislerinde makam üzere okur
ve çok güzel þiir söylerdi. Câvid`in babasý Molla Abdullah da, devrinin tanýnmýþ mersiyehanlarýndan biriydi. Annesi Ümm-i Leylâ ise, sahip olduðu güzel se siyle kadýn meclislerinin aranan simalarýndandý.
Okuma çaðýna gelince Câvid, “Mollahana”ya verilir.
Buradaki tahsilini sürdürürken, bir yandan da baba sý, Câvid`i kendisiyle birlikte, davet edildiði meclislere götürmekte, onun iyi bir mersiyehan olarak yetiþmesini istemektedir. Fakat Câvid`in ýsrarlý direniþi
karþýsýnda, babasý bu arzusundan vazgeçmek zorun da kalýr. –Câvid`in eþi Miþkinaz Haným ve kýzý Turan
Câvid, hatýralarýnda, Hüseyin Câvid`in zaten güzel
bir sese malik olmadýðýný ifade etmiþlerdir.Hüseyin Câvid, Mollahana`daki beþ yýllýk tahsili sýra -
Kardeþ Kalemler Mart 2007
sýnda, okuma-yazmayý öðrenir. Sâdî, Hafýz gibi klâsik
þairlerin eserleriyle tanýþýr. Daha sonra Câvid, babasýndan gizli, Mollahana`dan ayrýlarak yeni usûllerle
eðitim yapan “Mekteb-i Terbiye”ye kayýt yaptýrýr. Babasý, bu hadiseyi duyunca çok kýzar ve Câvid`in bu
okula gitmesini yasaklar. Fakat Câvid, durumu derhal
çok sevdiði Baþmuallim Sýdký`ya bildirerek, ondan
babasý ile konuþmasýný ister. Baþmuallim, Câvid`in
çalýþkan, kabiliyetli bir öðrenci olduðunu söyleyerek,
zor da olsa Molla Abdullah`ý ikna etmeyi baþarýr.
Câvid, bu okulda derslerindeki çalýþkanlýðý ve vakti nin çoðunu kitap okumaya sarf etmesiyle dikkatleri
üzerinde toplar. Nihayet dört yýl sonra, 1898 yýlýnda
“Mekteb-i Terbiyye”den baþarýyla mezun olur.
(Câvid`in Istanbul`dan döndükten sonra yaptýðý
müracaat üzerine, mezkur okul idaresince verilen 12
Ekim 1910 tarihli vesika da, Câvid`in 1896-1900 yýllarý arasýnda bu okulda öðrenci olduðunu belirtmektedir. Bu durumda ise mezuniyet tarihi, 1900 yýlý olarak görünmektedir.)
Ayný yýl içinde Tebriz`deki aðabeyi Muhammed`in
yanýna giden Câvid, orada “Talibiyye” mektebinde
Farsça ve Arapça tahsiline baþlar. Ancak o sýrada or-
53
taya çýkan gözlerindeki rahatsýzlýk yüzünden tahsili
býrakarak halça ve palaz ticaretine girer. Ýyileþtikten
sonra, tahsiline devam eder. Tebriz`den hocasý
Memmedtaðý Sýdký`ya yazdýðý mektuplarýndan,
Câvid`in bu tarihlerde þiirle meþgul olduðu, Farsça
þiirler kaleme aldýðý anlaþýlmaktadýr. Bu devirde o, þiirlerinde “Gülçin” ve “Arif” mahlaslarýný kullanmýþtýr.
Câvid`in Tebriz`deki tahsilinin ne kadar sürdüðü
hususunda kesin bilgiler tespit edilememiþtir. 1903
yýlý Temmuz ayýndan 1904 yýlý Mayýs ayýna kadar yaþadýðý Urumiye`de hangi sebeple bulunduðu bilinmemektedir.
Abdullah Þaig`in ifadesine göre, Tebriz`den Nahcývan`a dönen H. Câvid, bir müddet ticaretle meþgul
olmuþ, daha sonra Gürcistan`da “Kahetiya” civarýnda þose yolu yapan bir þirkette kýsa süre çalýþmýþtýr.
Bu sýrada, babasýnýn ticaretle uðraþan dostlarýndan
birinin ortaklýk teklifini kabul ederek þirketin hem ortaðý olmuþ, hem de muhasebe iþlerini uhdesine almýþtýr. Batum, Tebriz ve Ýstanbul`da da þubeleri olan
bu þirkette Cavid, 1905 yýlýna kadar çalýþmýþtýr.
1906 yýlýnda Nahcývan`da bulunduðu anlaþýlan
Câvid, ayný yýlýn nisan ayýnda (10 Nisan) tahsil mak sadýyla Nahcývan`dan ayrýlýr ve 23 Nisan`da Ýstanbul`a gelir. Parasýzlýk yüzünden bir süre deðiþik iþlerde çalýþmak zorunda kalan Câvid, daha sonra Rýza
Tevfik`le tanýþýr ve ondan hususî dersler alýr. Ayný zamanda, “Ýdâdî” mekteplerinin müfredatýný dikkate
alarak yaptýðý bir program çerçevesinde “Darü`lFünûn”a girmek için hazýrlanýr. Fakat altý ay sonra,
Meþrutiyet`in ilan edilmesi üzerine Rýza Tevfik`in
Edirne mebusluðuna seçilmesi, Câvid`in programýný yarým býrakýr. Bu arada Rýza Tevfik, bazý “eser-i nafia” neþrine baþlar. Darü`l-Fünûn edebiyat þubesine
profesör ta`yin edilir; Ýttihat ve Terakkî Partisi tarafýndan vekalet namzedi kabul edilir. Derslere hazýrlanmak için müsait zaman ve imkan kalmadýðýný gören
Câvid, 1908 yýlýnýn Ramazan ayýnda “Darü`lFünûn”a istidasýný sunar. “Edebiyat þubesine kayýt ve
kabul olunur.” O tarihte mektep, üç yýllýk eðitim ver mektedir.
Câvid, ilk sene, I. sýnýfýn dersleriyle II. sýnýfýn ikinci sömestresinin derslerine devam eder; fakat III. sýnýfýn
derslerinin tamamýna da samiin olarak katýlýr. Bu þe kilde “Darü`l-Fünûn”un II. sýnýfýndan 1909 yýlý sonla rýnda þehadetnâme alarak mezun olan Câvid, Ýstan bul`dan ayrýlarak memleketine döner.
1912 yýlýna kadar Câvid, sürekli çalýþabileceði bir iþ
arar. Bakü, Tiflis, Gence ve Nahcivan þehirlerinde zi yaret ettiði dostlarýnýn yanýnda kalýr. Bu arada, maka leleri gazetelerde neþrolunur. 1912 yýlýnda Gen-
ce`de muallimliðe baþlar. Fakat birkaç ay sonra vazifeden çýkarýlýr. Oldukça kötü bir duruma düþen
Câvid`in imdadýna Feridun Bey Köçerli yetiþir. Feridun Bey’in yardýmýyla Câvid, 1912 yýlýnýn sonlarýnda, Tiflis`teki “Aliyev” mektebinde muallimlik vazifesine baþlar. 1915 yýlýna kadar burada çalýþýr. “Sefâ”
mektebinin daveti üzerine, o yýl Tiflis`ten ayrýlarak
Bakü`ye gelir. Mart 1918`de Bakü`de meydana gelen karýþýklýklarda, Taþnak Partisi militanlarýn yaptýðý
katliamlardan kýl payý kurtulan Câvid, Tebriz`e kaçar.
Oradan da Nahcivan`a geçer. 1918-1919 ders yýlýndan itibaren buradaki “Rüþdiyye” mektebinde muallimliðe baþlar. Aðustos 1918`de Miþkinaz Hanýmla
evlenir.
1919 yýlýnda Nahcivan cemaatinin temsilcisi olarak
Müsavat Hükümetinin yetkilileri ile görüþmek üzere
vazifeli olarak gittiði Bakü`ye yerleþen Câvid, vefatýna kadar burada yaþar. 1926 yýlýnda Halk Maarif Komiserliði tarafýndan gözlerini tedavi ettirmesi ve
‘’Muasýr Avrupa Edebiyatý’’ný öðrenmesi gerekçeleri
gösterilerek Avrupa`ya –Berlin ve Paris- gitmesi için
Hüseyin Câvid`e “þehadetnâme” (izin belgesi) veri lir. Ýzin süresi, Nisan’dan Ekim’e kadardýr.
Câvid, 1932 yýlýnda Azerbaycan Yazarlar Birliði’ne
kabul edilir. Ancak “burjuva edebiyatçýsý”, “idealist
romantik” vb. ithamlardan kendisini kurtaramaz. Bu
ithamlar, tesirini göstererek 1937 yýlýnda, devrin hükümetinin Câvid hakkýnda tutuklama ve daha sonra
da sürgün cezasý vermesine sebep olur. Câvid, sürgünde bulunduðu Irkutsk þehrinde, 1941 yýlýnda vefat eder.
EDEBÝ FAALÝYETLERÝ
Câvid, edebiyat sahasýndaki ilk mahsullerini 18981903 yýllarý arasýnda, Tebriz`de “Talibiyye” mektebinde öðrenciyken vermiþtir. Nahcivan`daki muallimi Memmedtaðý Sýdký`ya yazdýðý mektuplardan,
genç Câvid`in bu tarihlerde þiirle meþgul olduðu
anlaþýlmaktadýr. Bu mektuplarda yer alan þiirler,
klâsik edebiyat anlayýþýna uygun tarzda ve klâsik nazým þekilleriyle yazýlmýþtýr. Bunlardan bazýlarý Fars ça’dýr. Câvid, bu dönem þiirlerinde “Gülçin” ve “Arif”
mahlaslarýný kullanmýþtýr. Sonraki yýllarda Hüseyin
Sâlik mahlasýyla da þiir yazmýþtýr.
23 ocak 1904 tarihli “Þarkî Rus” gazetesinde,
Câvid`in, muallimi ve yakýn dostu Memmedtaðý Sýdký`nýn ölümü münasebetiyle kaleme aldýðý “Urmiye`den Mektup” baþlýklý bir yazýsý yayýmlanýr. Bu,
onun basýnda neþrolunmuþ ilk yazýsýdýr. Ýçinde manzum parçalarý da bulunmaktadýr. Câvid`in daha
Kardeþ Kalemler Mart 2007
54
sonra tarih sýrasýyla 1904`te “Þarkî Rus”, 1905`te
“Hayat”,1906`da “Ýrþad”, 1907`de “Füyûzât”,
1909`da “Sýratü`l-Mustakim” “Ýttifak”, 1910`da “Hakikat”, 1911`de “Yeni Ýrþad”, 1912`de “Iþýk”, “Mektep”, “Ýkbal”, 1913`te “Þelale”, “Ýkbal”, “Molla Nas reddin”, 1915`te “Açýk Söz”, “Kurtuluþ” ve nihayet
1917 yýlýnda da “Gardaþ Kömeyi”, “Yeni Ikbal” gibi
gazete ve dergilerde þiirleri ve makaleleri yayýnlanmýþtýr. Gulam Memmed`in ifade ettiðine göre,
Câvid`in matbuattaki son yazýsý ise 6 Mayýs 1937 tarihlidir.
Câvid`in piyeslerinin çoðu da önce gazete ve mecmualarda tefrika edilmiþ, daha sonra da kitap haline
getirilmek suretiyle yayýn hayatýna kazandýrýlmýþtýr.
Bazý piyeslerin ilk varyantý sayýlabilecek manzum
parçalarý bir tarafa, Câvid`in ilk dram eseri olan “Zavallý Kadýn”, 1912 yýlý içinde “Ýkbal”gazetesinde tefrika edilmiþtir. Ayný piyes, 1917 yýlýnda “Açýk Söz” matbaasýnda “Maral” adýyla basýlarak, kitap haline geti rilmiþtir.
Câvid`in çeþitli zamanlarda dergi ve gazetelerde ya yýnlanmýþ nesir yazýlarýnda “Muhbir” “Gadirþünas”
“Növres”gibi takma adlar kullandýðý tespit edilmiþtir.
1904-1917 yýllarý arasýnda yayýnlanmýþ makalelerinde Hüseyin Câvid`in en fazla üzerinde durduðu
mevzular “Maarif” ve “Medeniyet”tir. Yetiþtiði çevrenin dýþýnda, Ýran ve Türkiye (Osmanlý) gibi farklý muhitlerde de bulunmasý, onun tabiatýnda doðuþtan var
olan müþahede kabiliyetiyle birleþince, Cavid, Azer baycan`ýn sosyo-kültürel mes’elelerine geniþ bir perspektiften bakma imkanýný kazanmýþtýr. O, mensup
olduðu cemiyetin mes’elelerine realist bir tavýrla yaklaþýr. Makale ve þahsî mektuplarý incelendiðinde,
onun sadece cemiyet yaralarýný teþrih etmekle kal madýðý, bunlarý iyileþtirmenin hal ve çare yollarýna
da iþaret ettiði görülmektedir.
Asrýn baþlarýnda Azerbaycan siyasî, iktisadi ve sosyo
–kültürel alanlarda buhranlar içinde ve büyük bir in kýlaba da gebe idi. Câvid, halihazýrý objektif bir bakýþ
açýsýyla deðerlendirirken ne kadar realistse (ideolojik
manada kullanmýyoruz), cemiyetinin meselelerine
sahip çýkýþý, eðitimci, münevver ve edebiyatçý nitelik leriyle hayatýnýn sonuna kadar cemiyetinin ýslahý ve
yükseliþi için didinmesiyle idealist ve romantiktir.
Câvid`in fert olarak sergilediði bu ikili tavýr, onun sanatýnýn da temel karakteristiðini teþkil eder. Daha ile ride bu husus üzerinde teferruatlýca duracaðýz.
Rusya`da vukua gelen Ekim Devrim`inden sonra, ik tidarý çok kýsa süren Müsavat hükümetinin yýkýlýþýyla
Azerbaycan`da yerleþen siyasî düzenin getirdiði
müeyyideler, toplumun bütün kesimleri, teþekkülleri,
Kardeþ Kalemler Mart 2007
bu arada edebiyatçýlar üzerindeki müdahaleci tutumu, ister istemez Câvid`in edebî faaliyetine te`sir etmiþtir. Onun ihtilalden önce yazdýðý eserlerle, sonrakilerin muhtevasý mukayese edildiðinde bu durum
kendiliðinden ortaya çýkar.
Siyasî sistem deðiþikliliðinin, asýl te`sirini Câvid`in
matbuat faaliyeti üzerinde gösterdiði dikkati çekmektedir. 1917`den önce gazete ve dergilerde içti maî mevzularda yazýlarý yayýnlanan, yaygýn bir okuyucu kitlesi tarafýndan ilgiyle okunan, teþvik ve takdir
gören Câvid`in, daha sonraki dönemin matbuat or ganlarýnda ciddî sayýlabilecek bir makalesinin yayýnlanmamýþ olmasý, gözden kaçýrýlmamasý gereken bir
husustur.
Azerbaycan`da sosyalist inkýlabýn yerleþmesinden
sonra –1925`ten itibaren-, Câvid`in eserlerinin neþ rinde bir durgunluk olduðu dikkati çekmektedir.
Edebiyat ve matbuat muhitine ilk defa 1904`te giren
Câvid, Darü`l-Fünûn`da tahsilini tamamlayarak Ýstanbul`dan döndükten sonra, yayýnladýðý þiir ve makaleleriyle kýsa zamanda Azerbaycan`ýn tanýnan yazarlarýndan biri oldu. Câvid`i yazý kadrosuna dahil
etmek, onun eserlerini yayýnlayabilmek için gazete
ve dergiler birbirleriyle adeta yarýþýyorlardý. Piyesleri
matbuat organlarýnda seri halde tefrika ediliyor, kýsa
bir süre sonra da müstakil bir eser olarak basýlýyordu.
Câvid, Azerbaycan içinde ve dýþýnda oyunlarý sahnelenen nadir dram yazarlarýndan biri haline gelmiþti.
Gerek piyeslerin neþrini müteakip gerekse sahnelendikten sonra, deðiþik neþir organlarýnda Câvid`in sa natkârlýk kudretini mevzu alan pek çok tenkidî makaleye rastlamak mümkündür.
Yeni dönemde – Azerbaycan`da sosyalist inkýlabýn
gerçekleþmesinden sonraki dönemde - , Câvid`in
saðlýðýnda basýlan son eseri “Þeydâ”nýn baský tarihi,
1925`tir. (Azerneþr-1925). Bu tarihten sonra, deðiþik
zamanlarda eserlerinin basýlacaðýna dair ilgili devlet
kuruluþlarý Câvid`e vaatlerde bulunmuþ, fakat yerine
getirmemiþlerdir.
“Maral” piyesi, “Zavallý kadýn” adýyla 1912 yýlýnda Ýkbal`de tefrika edilmiþ olmasýna raðmen, Câvid`in
basýlan ilk dramasý deðildir. Zira, bu piyes, ilk defa
1917 (Bakü Açýk Söz Matbaasý)`de basýlmýþtýr. Halbuki “Ana” piyesi 1913’te (Tiflis-Gürcü Þirketi) basýlarak yayýn hayatýna kazandýrýlmýþ bulunmaktaydý.
Câvid`in hece vezniyle yazdýðý bu piyes, Azerî tiyatrosunda yazýlmýþ ilk manzum dram olma niteliðini de
taþýr.
1917 yýlý, Câvid`in eserlerinin neþrinde önemli bir
tarihtir. Bu yýl içinde onun ikisi þiir ve dördü dram olmak üzere altý eseri yayýnlanýr. Bunlardan Geçmiþ
55
Günler ve Bahar Þebnemleri, þiir; Ana, Maral, Þeyh
San`an ve Þeydâ ise dram eserleridir.
Câvid`in iki þiir kitabýndan ilki olan “Geçmiþ Günler”, 1905-1913 yýllarý arasýnda yazýlmýþ þiirleri ihtiva
etmektedir. Daha önce 1913 (Tiflis-Þark Matbaasý)`te
yayýnlanmýþ olan bu kitap, 1917 yýlýnda Bakü`de
“Açýk Söz Matbaasý” tarafýndan ikinci defa yayýnlanýr.
“Bahar Þebnemleri”, Câvid`in ikinci þiir kitabýdýr. Ýlk
defa 1917 yýlýnda (Bakü Açýk Söz Matbaasý) edebiyat
dünyasýna kazandýrýlan bu eserine þair, 1905-1906
yýllarý arasýnda yazdýðý þiirlerini almýþtýr.
Bu yýl içinde “Ana” piyesi ikinci olarak; “Maral”, “Þeyh
San`an” ve “Þeydâ” ise ilk defa (Bakü-Açýk Söz Matbaasý) yayýnlanýrlar. Þeyh San`an piyesi daha önce
1915`te “Yeni Ýkbal”ýn 11 Mayýs tarihli sayýsýnda “Kurtuluþ” dergisinin 1.,2. ve 3. sayýlarýnda bölümler halinde, 1916`da ise “Açýk Söz” gazetesinde 1 Ocak-2
Þubat tarihleri arasýnda bütün olarak yayýnlanmýþtýr.
Bazý kaynaklarda Câvid`in, vak`asý Türkiye`de ge çen, kahramanlarý ve konusu hayatýndan alýnmýþ
“Uçurum” adlý manzum dramýný 1917`de yazdýðý ve
eserin ilk defa 1926`da basýldýðý (Azerbaycan Devlet Neþriyyatý) kaydediliyorsa da bu hususta kesin
belge bulunmamýþtýr. Ancak 1920 yýlýnda “Kurtuluþ”
mecmuasýnda (1. ve 2. sayýlarýnda) bazý bölümlerinin tefrika edildiði bilinmektedir.
1919 yýlýnda Câvid, Abdullah Þaig ile birlikte Edebiyat Dersleri (Bakü, 1919) adlý ders kitabýný tertip etmiþtir. Bu kitabýn “Giriþ” kýsmýný da bu iki yazar birlikte yazmýþlardýr.
Câvid`in 1920`de yazmaya baþladýðý mensur “Afet”
dramý, 1921`de “Azerbaycan Fukarasý”nda, 19251926 yýllarýnda da “Maarif ve Medeniyet” mecmualarýnda tefrika edilmiþtir. Piyes, kitap olarak ise, 1969
yýlýnda neþredilmiþtir.
Hz. Muhammed`in hayatý hakkýndaki manzum “Peygamber” dramý, 1923 yýlýnda “Maarif ve Medeniyet”
mecmuasýnýn 1, 8, 9, 10, 11 ve 12. sayýlarýnda tefri ka edilmiþtir. Kitap hâlinde, 1925 yýlýnda Bakü`de
Azerneþr tarafýndan yayýnlanan bu eserin sonraki yýllarda kitap olarak neþri konusunda bir kayda rastlanmamýþtýr.
I. Dünya Savaþý yýllarýndaki olaylarýn konu edildiði
manzum “Ýblis” faciasýný Câvid, 1918 yýlýndan itiba ren yazmaya baþlamýþtýr. Piyesin birinci perdesi 1920
yýlýnda “Fukara Füyüzatý”nda tefrika edilmiþtir.
1924’te ise kitap olarak neþredilmiþtir.
Câvid, iki Türk hükümdarý Timur ile Yýldýrým Beyazýt
arasýndaki olaylarýn konusunu teþkil ettiði mensur
“Topal Teymur” adlý piyesini 1925’te yazmýþtýr.
Câvid’in bu tarihten sonra, 1929 yýlýnda yazdýðý
manzum “Knyaz” dramý, 1961’de basýlmýþtýr. Vak’asý
Gürcistan ve Almanya’da (Berlin) geçer. Yazar daha
sonra bu oyuna beþ perdelik “Libretto” yazmýþtýr.
Hüseyin Câvid, 1931-1932 yýllarýnda “Telli Saz” adlý
bir dram yazmýþtýr, Fakat yazarýn saðlýðýnda yayýnlatamadýðý bu eser, ölümünden sonra –bugüne kadar
anlaþýlmayan bir sebeple- kaybolmuþtur. Eserden
geriye piyesin özeti ile üç þiir parçasý kalmýþtýr.
Tanýnmýþ Ýran þairi Firdevsi’nin doðumunun 100. yýlý
münasebetiyle 1932’de yazdýðý (mensur ve manzum) “Siyavuþ” piyesinin konusunu Câvid,
“Þehnâme”den almýþtýr. Piyes, 1934’te Bakü’de,
1936’da Írevan’da –Ermenice- basýlmýþtýr. Yazar,
mensur nüshaya “Südâbe”, manzum yazdýðýna ise
“Siyavuþ” adýný vermiþtir. 1934 yýlýnda Câvid, “genç
neslin terbiyesi” mevzuunu iþlediði “Þehlâ” piyesini
yazmýþtýr. Bu piyes de sonradan kaybolmuþ bulun maktadýr.
1935 yýlýnda Câvid, meþhur Ýran þairi Hayyam’la alakalý ayný addaki manzum piyesini yazdý. O yýl Azerbaycan SSR “Edebî eserler müsabakasýnda”, katýldý ðý bu eserle “üçüncülük” mükafatýna layýk görüldü.
“Hayyam” dramý, ilk defa 1963 yýlýnda yayýnlanmýþtýr.
Eserdeki Hayyam rubailerinden on altý adedini bizzat
Câvid, Farsça’dan Türkçe’ye tercüme etmiþtir.
“Ýblisin Ýntikamý”, Câvid’in yazdýðý son piyestir. 19361937 yýllarýnda yazýlan bu mensur dram, yazarýn
1924’te basýlmýþ “Ýblis” faciasýnýn devamý niteliðindedir. Eser, Câvid’in vefatýndan sonra, eþi tarafýndan
Câvid’in el yazmalarý fondunda bulunmuþ ve ilk defa 1985 yýlýnda neþredilmiþtir.
“Azer”, edibin 1920-1937 yýllarý arasýnda üzerinde
çalýþtýðý, fakat bitirmeye fýrsat bulamadýðý dramatik
manzumesidir. Yazýlmýþ olan parçalarýn hepsi de elde edilememiþtir. Mevcut olanlar, ilk defa 1958’de
neþredilmiþtir.
Câvid’in henüz ele geçmemiþ eserlerinden birisi de
“Köroðlu” senaryosudur. Bu eserle ilgili herhangi bir
kayda rastlanmadýðý için hakkýnda bilgi veremiyoruz.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
56
Ata Terzibaþý
ÞEMSETTÝN KÜZECÝ
“Vatanýn bütünlüðünü, milletin varlýðýný, temiz ve içten gelen
duygularla, bilgi ve yüksek karakterinizle korumasýný bilin...”
Irak Türklerinin onur kaynaðý düþünür, araþtýrmacý ve yazar, avukat Ata Terzibaþý 1924’de Kerkük’te
doðdu. Ýlk, orta ve lise öðrenimini Kerkük’te tamamladýktan sonra Baðdat Hukuk Fakültesi’nden
mezun oldu (1950). O tarihten beri kendi ili Kerkük’te avukatlýk yapmaktadýr.
Ortaokul öðrencisiyken bazý gazete ve dergilerde
makale yazmayý deneyen Terzibaþý’nýn, Hukuk Fakültesi öðrencililiði sýrasýnda; Türkçe gazetelere
gönderdiði edebi konulardaki yazýlarý deðiþik
Arap dergilerinde de Arapça olarak yayýnlandý.
Kerkük, Afak gazetesinde günlük yazýlarýda yazan
Ata Terzibaþý’nýn Kerkük’te yayýnlanan diðer gaze telerde yazýlarý yayýnlandý.
Kerkük’te çýkan “Beþir,1958” gazetesi ve bazý Arap
dergilerinde çeþitli yazýlarý yayýnlandý. Bunlarýn
Kardeþ Kalemler Mart 2007
baþýnda, Mýsýr “El-Risale”, Lübnan’ýn “El-Edip” ve
Suriye’nin “El-Hadis” dergileri gelir. Ayrýca Irak’ýn
El-Aklam, El-Mektebe, El-Tazamun, El-Sakafa ElHadise, El-Ahaa, El-Ehbar, El-Mese, El-Þaab, ElEmel, Kerkük, El-Siyase, El-Eyyam, El-Bele, Türkiye’nin Türk Dili, Türk Sanatý, Türk Yurdu, Türk Kültürü gibi dergilerinde, edebiyat, hukuk, tarih, folklor ve dil alanlarýnda birçok yazýsý yayýnlandý.
Terzibaþý, çeþitli konularda yazdýðý yazýlarýyla birlikte Türkmen edebiyatý, dili ve folkloru alanýnda da
deðerli eserler býrakmýþtýr. Onun bu alandaki çalýþmalarý birçok genç araþtýrmacýya ýþýk tutmaktadýr.
Terzibaþý, Türkmen Edebiyatý’na yaptýðý hizmetle
ün salmýþtýr. Onun bu alandaki çalýþmalarý, edebiyatýmýzýn bütün yönleri için kaynak sayýlýr. Aðýrlýklý
olarak hoyratlarý ilmi bir metotla incelemiþ, düzenlemiþtir. 3 cilt halinde 1955, 1956, 1957 yýllarýn da yayýmladýðý “Kerkük Hoyratlarý ve Manileri” bir
ata-ana mirasý olarak ölümsüzleþmiþ; þair ve bestekârlara ilham kaynaðý olmuþtur.
Bilimsel bir dikkatle yazýp yayýnladýðý ansiklopedik
“Kerkük Þairleri” araþtýrmasý, Irak Türkmenleri ve
Türk dünyasýnda geniþ ilgi görmüþtür. Bu 3 ciltlik
biyografik araþtýrmada Kerkük þairlerinin sanat yaþantýlarýný konu edinerek þiirlerinden örnekler vermiþtir. Klasiklerimiz arasýnda Ruhi, Nesimi, Fuzuli,
Garibi hakkýnda birçok araþtýrmalar yazmýþtýr. Fuzuli’ ye iliþkin yazýlarý, onun çok yönlü bir yazar olduðuna ýþýk tutmaktadýr.
Edebiyat tarihi içerisinde Terzibaþý’nýn yadsýnamaz bir yeri vardýr. Yer yer ince göndermeler yaptýðý yazýlarý bir baþka yönünü ortaya koymaktadýr.
Ata Terzibaþý, baþlangýçta serbest þiire þiddetle
karþýdýr. Zaman içerisinde bu anlayýþtan ayrýlmýþ,
duygu ve düþüncelerin serbest tarzda da dile getirilebileceðini benimsemiþtir.
Bir not olarak: Terzibaþý evlenmemiþtir. Sorgulayanlara,”Ben kitaplarýmla evliyim” demiþtir.
“Usta Yazarýmýz, Terzibaþý ile bir gün Kerkük
Adliye sarayýnda karþýlaþtým. O sýralar Kerkük
Televizyonunda Spor programýný sunuyordum.
Sunucunun bana benzediðini söyleyince: Evet
Hocam, benim, dedim. “Olaðanüstü ve Konferans” kelimelerini kullanýyorsun. Bunlarýn yerine bilinen kelimeleri kullanýrsanýz daha uygun olur. Konuþma dili ile yazý dilini birbirine
karýþtýrýyorsunuz…” dedi. Anladým ki, o dönemde Kerkük televizyonunda hazýrlayýp sunduðum
programlarý çok titizlikle izliyormuþ…
Saddam sonrasý iki defa evine ziyarete gittiðimde
saðlýk sorunlarýndan dolayý kendisi ile çok fazla
sohbet edemedik. Ancak, bana iki kitabýný hediye
ederek, bunlarý Türkiye’de basarsanýz çok iyi olur
dedi. Þ.K.
Eserleri:
1.Þarký ve Türküler. Baðdat 1953
2.Kerkük Hoyratlarý ve Maniler 3 cilt1955,1956 ve
1957 Baðdat, Kerkük
3.Kerkük Havalarý Baðdat 1961.
57
4.Kerkük Eskiler Sözü Baðdat 1962.
5.Kerkük Þairleri.1 cilt Baðdat 1963
6.Kerkük Þairleri.2 cilt Baðdat 1968
7.Kerkük Þairleri.3 cilt Baðdat 1989
8.Arzu Kamber Masalý Baðdat 1964/Ýstanbul,1971
9.Kerkük Þairleri 4.cilt Kerkük 2000
10.Kerkük Þairleri 5.cilt Kerkük 2000
11.Kerkük Þairleri 6.cilt Kerkük 2001
12.Kerkük Þairleri 7.cilt Kerkük 2001
13.Kerkük Þairleri 8.cilt Kerkük 2001
14.Kerkük Þairleri 9.cilt Kerkük 2001
15.Kerkük’te Matbuat Tarihi.2 cilt-Kerkük,2001
16.Kerkük Hoyratlarý ve Manileri. Ýstanbul,1975
17.Kerkük Havalarý. Ýstanbul,1980
18.Erbil Þairleri. Kerkük, 2004
MÝLLÝ ÝNKILÂP
...Eskiden þairler, vicdanlarýný acýlar içinde býrakarak, büyüklere yaranmak amacý ile methiyeler yazar, riya postuna bürünüyorlardý ve yahut millet ve
memleket meseleleri ile ilgilenmekten çekimser
kalarak en fazla gazel vadisinde eserler vermeye
çalýþýrdý. Veyahut da büyük bir korku ve heyecan
içinde bocalayýp kalarak, elden ele dolaþan, þiirleriyle hürriyet hevesinin korkusunu yaymaya çalýþýrdý. Zaten halk edebiyatýmýz hep bu sahaya inhisar etmekte idi.
Birinci Dünya Savaþýnda Irak’ý iþgal eden Ýngilizlere karþý duyulan nefret hislerini ilkin gizlemeyen
halk, nihayet eski idarenin de takip ettiði politikasý yüzünden bunlarý açýða vurmak cesaretinden
uzak kalmýþtýr. Bu bakýmdan halkýmýz, biricik tesellisini tanýyamadýðý hoyrat ve mani düzenlerin mini
mini sözlerinde aramýþlardýr. Dillere düþen bu tür
hoyrat, maniler veya þiirler her zaman büyük bir
raðbet kazanmýþtýr. Þimdi ise edebiyatýmýz, sömürgecilerin kötülüklerinden ve onlarý destekleyen
eski zalim ve baskýcý idarecilerin fenalýklarýndan
kurtulmak yolunu tutmuþ bulunmaktadýr. Artýk
memlekette esecek olan hürriyet ve adalet havasýna karþý duyulan hisler, ancak tabii bir sýr takip
edecek ve edebiyatýmýz da kendine baþka ufuklar
arayacaktýr.
Ýnkýlâbýn henüz baþlangýcýnda ve her bakýmdan tamamý ile istikrar etmeye çalýþmak bizim edebiyatýmýzda yakýndan baþlayacak olan çýðýrýn ýþýðý altýnda
adýmlarla, baþarýlý saðlayacaðýna inanmaktayýz...
Kardeþ Kalemler Mart 2007
58
DÝLENCÝLÝK HASTALIÐI
“Vaktiyle yazmýþtýk: Hayatýn tatlý olduðu kadar, acý
ve garip cilveleri de vardýr...” Ýnsanlarýn arasýnda
izzet nefsini küçültmüþ, hatta hiçe saymýþ bir zümrenin yüzsüzce yaþamayý öðrenmiþ olmalarý, bu
cilvelerin baþýnda aþaðýlýk duygusunun en kötü
örneðidir... Gerçekten bazý kimseler, muhitin veya
tabiatýn merhametsiz felaketlerine uðrayarak, sözgeliþi bir kaza neticesinde yaþayýþýný kazanma vesilelerinden mahrum kalarak dilenmeye sürüklenebilir. Bunlara bir bakýmdan hak vermek doðru
olur. Ancak birçoklarý bu sanatý bir yaþama ve bir
kazanç vesilesi sayarak devam ettirdiðinde bu gibi insanlar beþeriyetin en düþük sýfatlý simalarý olarak tanýnýrlar. Bunda da dilenme bir hastalýk halini alýr. Böylece alýþmýþ olduklarý o pis âdeti bir an
için bile terk etmeyi istemezler...”
GENÇLERÝMÝZDE ARANAN VASIFLAR
Vatanýn bütünlüðünü, milletin varlýðýný, içten gelen saf ve samimi duygu ve çalýþkanlýklarýyla, bilgi
ve yüksek karakterleriyle muhafaza etmesini bilin.
Böylece þanlý istikbali ellerinde tutmuþ olan gençler, baharýn yeni açmýþ gülleri gibi üzerinde durulmaya deðen önemli unsurlar olacaktýr.
Her þeyden önce gençlerimiz, iþlerinde ve çok
mektep hayatýnda çalýþkanlýklarýyla tanýnmalýdýrlar. Derslerinde baþarý saðlamayan talebe, milletine yararlý olmaktan uzaktýr.
Gençlerimizde aranan önemli vasýflardan biri de:
bilgili adam olmak vasfýdýr. Bilgisiz bir insan dal,
budaksýz kuru bir aðaca benzer. Milli duygusu ne
kadar kuvvetli olursa olsun bilgiden mahrum
gençlerin topluluða karþý yapacaklarý yardýmlarý
küçümsenir ve deðersiz kalýr. Hatta bazen zararlý
bile olur... Bilgiye baþvurmadan herhangi bir
zümrenin elde edileceði þüphe ile karþýlanýr. Me deni milletlerin bugünkü yüksek seviyeye ulaþma larý hep çalýþma ve çalýþma sonunda kazanýlan
bilgi sayesinde verilmiþtir.
Gençlerimizde aranan önemli bir vasýfta, ahlak
yüksekliðidir. Ahlaký olmayan gençlik sefalete
mahkûmdur. Gençler sadece çalýþarak bilgi edinmekle yetinmemelidirler. Kutlu ve saðlam esaslara
dayanan milli ahlak kaidelerine baðlý kalmalarý
þarttýr. Çünkü kötü ahlaklý aydýn gençler, kötüleri nin þer yolunda, iyi ahlaka sahip olanlar ise bilgilerini milletlerinin hayrý uðruna kullanacaklardýr...
Kardeþ Kalemler Mart 2007
HECE VEZNÝ VE GENÇ ÞAÝRLERÝMÝZ
...Hece, þiirimizin özel bünyesine uyan ve halk tarafýndan tamamýyla benimsenen milli bir vezindir.
Eskiden bu vezin, sanat deðerini gütmezmiþ. Divan þairleri, aruz veznini büyük bir dikkatle iþlemiþlerdir. Halk þairleri ise hiçbir zaman heceyi kullanmaktan kendilerini alamamýþlardýr. Bu arada
halk þiirinin en güzel örneklerinden sayýlan hoyrat
ve manilerin hep hece vezni ile yazýldýðýný görmekteyiz... Hece ile yazýlan þiirlerin ahengi, bilindiði gibi sadece ses kesmeleriyle ölçülür. Makta
karþýlýðýnda kullanabileceðimiz bu ses kesmeleri,
hece, durak ve durgu gibi adlarla adlandýrýlmýþtýr.
Nitekim (El) sözcüðü (Kelime) bir maktadan ibaret
olup, bir heceli sayýlýr. Adlý sözcüðü ise (Eldi) biçiminde takti edildiðinden iki heceli,(aldýlar) sözcüðü ( eldiler) biçiminde üç hecelidir. Böylece hece
veznine bir þiirin her kanadýnda geçen bütün sözcükler toplu halde ayný sayýda hece (makta’tan)
kurulur...
Þiirin her kanadýnda hece sayýsý ister 7 ister
8,11,12,14 olsun ayný þekilde kullanýlmýþsa vezin
mutabakatý hâsýl olmuþ demektir. Yok, eðer bir kanat 7 heceli öbür kanat 8 heceli ise o þiirde vezin
aksaklýðý var demektir...
YAZI DÝLÝ-KONUÞMA DÝLÝ
Halk dili yazý yazmak hevesine kapýlýrsak 1001 çeþit lehçe ile yazý yazmak zorunda kalýrýz... Nitekim
Irak Türkmenlerinin bile çeþit çeþit lehçeleri var dýr. Hatta Kerkük’ün bir mahallesi olan (Tisin) halkýnýn lehçesi bile bazý hususlarda Kerkük lehçesinden ayrýlmaktadýr. Kerkük’te muhatap adeti
olan ( küçük kâf) yerine (u) kullanýldýðý halde (i)
kullanýlýyorlar.. Umumi yazýda halk lehçesini kul lanmak olmaz. Her millette olduðu gibi konuþma
dili yanýnda umumi bir yazý dili vardýr ki hep bunu kullanýyoruz ve kullanmalýyýz da... Ancak folklor araþtýrmalarý sahasýna giren hususlarýn halk diliyle yazýlmasýnda bir zarar yoktur...
FAÝZ’ÝN ÞÝÝR ANLAYIÞI
Kerküklü Faiz, umumî Türk Tasavvuf þiirinin en son
mümessili sayýlýr. Þeyh Galib’i öyle bilenler Faiz’i
ve þiirini tetkik etmek fýrsatýný bulamadýklarýndan
görüþlerinde yanýlmýþlardýr.
Tekye [tekke] muhitinde yetiþen Þeyh Fâiz’in þiirleri dýþ anlamýyla beþerî aþký terennüm eder görün-
59
mekle birlikte iç
kavramýyla sýrf tasavvufu yansýtan
deðerli eserlerdir.
Onun þiir telakkisini yani þiiri hakkýnda kendi görüþ ve anlayýþýný
her yönü ile öðrenmek için elimizde yeterli sayýda eserleri pek
bu lun ma mak la
birlikte, bu konuda bazý þiirlerinden az çok yararlanarak birkaç
söz söylemeyi gerekli gördüm.
Kerkük Kalesi
Fâiz, aklý yoluyla
bulamadýðý Tan rý’yý gönlüyle aramýþ ve kalbini
Rabbanî ilhamla
dolu bulmuþ bir
þair olarak, Tanrý vergisi þiirleri ile her ne kadar
görünmek istememiþse de, baþkalarý gibi þiiri hakkýnda ister istemez, þahsî düþünüþünü ikide birde
açýk, ya da dolaylý biçimde belirtmekten kendisini
alamamýþtýr. Teþbih ve mecaz yoluyla olsa da bazen þiirleri ile övündüðünü görüyoruz. Ünlü Bahariyesinde tahayyül edip arzuladýðý güzelin sanattan anlayan zevk sahibi bir dilber olmasýný temenni ettikten sonra;
Þi’r okusa ba mesnevî yani kelâm-ý manevî
Geh Türkçe gah pehlevî geh Nefi vü geh Muh teþem beytiyle Fars þairi Muhteþem, Türk þairi
Nefî ve Mevlana Celaleddin Rumî’yi beðenip
anmasý, asýl kendi þairlik kudretini göstermek
arzusundan doðmaktadýr. Nitekim beyitte kendi
þiirinin istenilen güçte olduðunu dolaylý biçim de söz konusu etmiþtir.
Bu tavrýný Cebin-ü ârýz-ü la’l-ü dilinde hatimdir
Güya Fasihi vü melihi vü beliði vü suhandânî bey tiyle de yaparak kendisini, ikinci mýsrada sözünü
ettiði mevhum ya da hakiki þairlerin yerine koyuyor. Þöyle ki Fasihi mahlaslý þair fesahatini memdu hunun zekâ alameti sayýlan alnýnýn geniþliðinden,
Melihi mahlaslý
þair de þiirinin
güzelliðini sevgilinin yanaðýnda,
Beliðî ise belaðatini dudaðýndan, öteki söz ustalarý da sanatlarýný mahbubun
tatlý dilinden aldýklarýný belirtiyor ki aslýnda,
kendisinin fasih,
melih, belið ve
söz ustasý bir þair
olduðunu ve ilhamýný memduhunun kemâl-i
feyzinden aldýðýný söylemek istiyor:
Çaðdaþý Kerküklü þair Sâfi ile
yaptýðý müþaaresinde onu Türk
þairlerinden Nâbi
ve Nefi, Fars þairlerinden Ezrakî, Unsurî ve Enverî gibi ünlü þairlerle deðerlendirmesi hep kendi þiir kudretini göstermek içindir. Bir ara Sâfî’nin þiirini takdir ederek;
Her beytine bin kise zer olsaydý eylerdim nisar
ve: Her þi’ri bir Beytülgazel bi naks-u bi ayb-ü halel gibi mýsra’larýyla onun þiiri için kullandýðý vasýflar arasýnda Beyt, Þiir ve Beytülgazel terimlerini
kendi þiirini de öðmek için seçmiþ sayýlýr.. Baþka
bir beytinde de Divan, Matla’ ve Makta’ terimlerini ayný amaçla kullanmýþtýr.
Yine bu müþaarede Safi’ye seslenerek söylediði,
Sen kâtib-i Divan-i Þah çarh-i hükûmet içre mah
Bâ haþmet-ü-bâ dest-gâh ben her fakirin afkarý
beytinde geçen [kâtip] sözüyle Safi’nin hem parlak bir hükûmet memuru, hem de deðerli bir yazar olduðunu belirterek kendisini ise fakirin fakiri
yani Tanrýya muhtaç Mutasavvýf Derviþ bir þair saymakla þiir telakkisindeki gururlu tevazuunu ifade
ediyor. Bu ifadeyi Müþaaredeki medhiyesinin
makta’ beytinde de görmekteyiz;
Þimdi bil Fâiz benim gelmem sana bicâd gül
Kes dahi etme mutavval bahsi hoþtur ihtisar
Kardeþ Kalemler Mart 2007
60
Þair bu beytiyle teþhis ve intak sanatý yaparak sevgilisini konuþturmaktadýr. Onun diliyle kendisine
az ama öz söylemeyi tavsiye ediyor. Bunda “Hay rü’lkelami ma kalle ve dell” vecizesinden gururlanmýþtýr. Ne var ki bununla, otuz dört beyitten
ibaret olan ve pek kýsa sayýlmayan manzumesinin
anlamlý ve delaletli olduðunu belirtmek istiyor!
Þairin bu biçim anlatýmýný Ramazaniye kasidesinin Taç beytinde de görüyoruz. Þöyle ki:
Faiz Ramazan ruzesi hep aklýný almýþ
Þath eyleme bil haddini kes bu hezeyaný
beytiyle þiirin hezeyan dolu Þathiyat kabilinden
bir eser sayan Faiz aslýnda kendisini cezbeye kapýlmýþ bir halde tahayyül ettiði için halkça melûf
olmayan kurumsuz sözlerle konuþtuðunu, bu sözlerin görünüþte çirkin ve deðersiz, hakikatte ise
rabbani ilham ile dolu ve kýymetli olduðunu mütevazý’ ama gururdan naþi bir eda ile ifade ediyor.
Yine bu manzumede geçen:
Tarih-i Kiyâný ko dua-yi kadehi oku
Haldun ibn-i Haldun ile ibn-i Hallikâný
beytiyle sakiye seslenen þair onun, Kiyânilerin ta rihinden ve ünlü tarihçilerden Ýbn Haldun ile Ýbn
Hallikân’ýn eserlerinden fýkralar anlatacaðýna, þarabý öven þiirler okumasýný istiyor da bununla sakiye, asýl kendisinin söz konusu þiirini okumasýný
tavsiye ediyor. Böylece þarap ile ilgili manzumesi nin, hala münasip güzel bir eser olduðunu dolaylý biçimde belirtiyor.
Faiz, þiirleri ile ara sýra açýktan açýða övünmektedir. Bir gazelin makta’ beytinde þiirini nazým ipliðine dizilmiþ inci taneleriyle süs levhasýna çekilmiþ
lü’lüe benzetiyor:
Düzüldikçe dürr-i eþ’âr-ý Fâiz riþte-i nazme
Cekilmiþ safha-i zinette resm-i leâl üzre
Baþka bir gazelinin yine makta’ beytinde þiirinin
parlaklýðýna telmihle düþüncesini, kýnýndan sýyrýl mýþ keskin bir kýlýç gibi her zaman ileri ve önde
görüyor:
Yüz adým tið-fikrim sabkat etmiþ Fâiza senden
Üç adýmda güzeller zümresinden pây-hüban tek
Bu beytiyle, manzumelerinden hýzlý düþünce ve
yahut tabiat-i þi’riyesinin -ki bazý yazma nüsha Kardeþ Kalemler Mart 2007
larda (tið-fikrim) sözü (tab’ý-þi’rim) olarak da
geçiyor. Deðerli oluþundan söz ederek üç adým
atlayan güzel gencin kuvvetli olan ayaðý gibi þiirinin de güçlü ve önde oluþunu anlatýyor. Bununla da güzel ve düzgün olan sevgilisi gibi
parlak ve mevzun þiirler yazdýðýný teþbih ve istiâre yolu ile mübalaðalý biçimde belirtirken ayný zamanda sanat icra eden genç derviþlere de
öncülük ettiðini dolaylý þekilde söylüyor. Fâiz
ilahî aþkla kavrulup yanan hakiki bir sâlik olmak
itibarý ile þiirdeki ilhamýný hep bu aþktan aldýðýna iþaret ederek:
Kaðýdým çarh-ü midadým bahr-ü ömrüm ta ebet
Olsa da key Þerh-i Þavkýn namesi tekmil olur!
Beyti ile þöyle diyor:
“Þiirimde ifade kusuru bulunup da acze düþmüþ
isem, bunun asýl sebebini güçsüz bir þair olmaktan çok konunun geniþ ve engin olmasýnda aramak gerekir.”
Aslýnda Faiz bununla ruhunun coþkunluðunu ifade ediyor. Beyitte geçen þerh-i þavk sözü þiir için
önemlidir. Tasavvufta (mahabbetüllah) yani Tanrý
sevgisi anlamýna gelen þavk bir bakýma ateþtir. Bunu söndürmek için vuslat gerektir. Bu sebeple Faiz’in, üzerinde dönüp durduðu ve üstü kapalý biçimde þerh etmek istediði þavkla Tanrý likasýna ermeði arzulamasý söz konusudur.
Ýlâhi aþkýn konu alýndýðý bilinen rumuzla ve iþaretli sözlerle süslü bütün þiirleri, hakka yönelik bir sa likin feyz rabbânisi olduðuna inanan þair kendisini baþka bir þiirinde Talip, Cazip ve Âþýk diye tavsif etmesi ve bir ara Sâfi ile sözü edilen muþaaresinde ona:
Bu aþktýr bazî deðil þir-ü gazel sazý deðil
Çizhâr canbazî deðil ey þairanýn mehteri yollu
seslenerek meslektaþýný mahsüs âlemde büyük bir
þair olarak göstermesi, aslýnda kendisini ilâhi aþk
uðrunda mesafeler alan coþkulu bir þair gibi tanýtmak istemesinden kaynaklanýyor.
Faiz kendi þiirinin, tasavvufî teemmülât ve mücahedesinin bir semeresi olarak keþif yoluyla meydana geldiðini, Safi’nin þiirini ise beþerî mahsul
olarak deneme ve alýþkanlýk sonunda duyulur þekilde belirdiðini anlatýyor.
* Kardaþlýk Dergisi, yýl:6, sayý 21, (Temmuz - Eylül 2003), s.14–15.
Gagauz Türkülerinin Estetik Görünümleri
61
(Cadýr-Lunga Müzesinin audio koleksiyonundan)
STEFANÝDA STAMOVA* - AKTARAN: VALENTÝNA TABUNÞÝK
Gagavuz folklorumuzun oluþmasý, binlerce
yýl sürmüþ ve halkýmýzýn manevi hayatýnda
daima önemli bir rol
oynamýþtýr. Bununla
birlikte halkýn estetik
düþünceleri de oluþmuþtur. Bu estetik düþünceler, bazen halk
deyimlerinin yardýmý
ile bazen de halk yaratýcýlýðý yardýmýyla açýklanmýþtýr. Güzellik tanýmlamalarý ve estetik
idealleri, lirik halk türkülerimizde dile getirilmiþtir. Kýza, kadýna
yönelik iyi yaklaþýmý ve
insanýn ince duygularýnýn güzelliði türkülerimizde “güzel kýz”,
“dünya güzeli”, “dilber” sözcükleri ile
açýklanmaktadýr. Türkülerin
kahramaný
genç bir erkek, bize kendi duygularýný ve güzelliðe hayranlýðýný anlatmaktadýr. Tabii ki, güzelliðin de gerçek belirtileri vardýr. Halkýn estetik normlarýna göre kýzýn yüzünün beyaz, yanaklarý pembe, kaþlarý ince ve siyah, boynu kývrak, sesi yalpak (güzel), sözleri “bal gibi tatlý”,
beli ince, gözleri “meneviþe gibi” olmalýdýr. Bunu örneklerle açýklamaya çalýþacaðým:
“Melek gibi bakýþlarý,
Alma gibi yanaklarý
Kýraz gibi dudaklarý
Güven gibi gözçezleri”
“Hey keten, keten halk türküsü”
“Daldan inçä fidan gibi”
(Fidan gibi boyu var,)
Baldan tatlý þeker gibi
(Þeker gibi dili var)
“Ýlkyaz” halk türküsü”
“Baþçadaki fidan gibi
boyu var,
Duvardan kireç gibi
teni var,
Baldan tatlý þeker gibi
lafý var.”
(“Düünürlük türküsü”)
Daha iyi açýklayabilmek için konusu sevgi
olan türkülerimizde
güzel kýzýn yüzü mey veler veya çiçeklere
benzetilerek anlatýlmaktadýr ( gül,meneviþe vs.).
“Kýzýn üzü gülfatma
Sän ona laf katma...”
(Maani)
“Hay kýzým, kýzým, kýrmýzý gülüm
Seni ister popaz oolu
Verelim ona...”
(“Hay kýzým” halk türküsü)
“Benim da gözüm gözäl
Baada üzümä da pek benzär...
Benim da yanaam gözäl
Kýrmýzý almaya pek benzär...
Benim da aazým gözäl
Olmuþ kerezä pek benzär”
Yukarýdaki örneklerde, güzelliðin sadece insanýn gözüne deðil, tadýna, algýsýna ve kokusuna
da hoþ geldiðini açýklamýþtýk. Halk estetik görüþlerine göre, kýzýn gururlu ve nazlý olmasý gerekmektedir: “Kýzýydým, nazlýydým, gelin ettiler;
Kardeþ Kalemler Mart 2007
62
sýrmalý saçýmý pelik ettiler” (“Kýzýydým, nazlýydým” halk türküsüdür”).
“Sän da bir alýnmaz kaleyasin,
Çocuk baþýna bir beleyasýn.”
(“Karþýda duran dilber”)
Ayrýca türkülerimizde insanýn manevi güzelliði
de iþlenmekte ve duygularýmýzý dalgalandýrmaktadýr. Sevgi ve güzelliðin sonsuza kadar olmasý isteði de söz konusudur. Halkýmýz türküler
vasýtasýyla güzelliðin çok güçlü olduðunu gös termektedir. Güzellik, göz alýcý, þaþýrtýcý ve rahatsýz edicidir:
“Seni görän çocuklar
Oynu þaþýrýr
Tutup-tutup kolundan
Aul aþýrýr”
“Yoldan geçen çocuklar
Aklýný þaþýrýr”
(“Hay tepeler, tepeler” halk türküsü)
“Sana baka-baka marý kýz
Gözüm süzüldü
Versän o al basmaný
Gözümü sileyim”
(“Þu baa çotun altýnda”)
Fakat güzellik olmasaydý(yok sayýlsaydý) insanýn
manevi güzelliði de olmazdý. Halk görüþüne
göre ideal güzellik, sadece, hem dýþ hem de iç
güzellik bir arada olduðunda varolmaktadýr.
Manevi güzellik olmadýðýnda, kýzýn fiziksel güzelliði boþ bir kalýp olarak algýlanmaktadýr. Dolayýsýyla Gagavuz türkülerimizde kýzýn karakterinin iyi taraflarý gösterilmektedir: Sabýrlý, akýllý,
vicdanlý ve utangaç olmasý önemlidir. Fakat en
büyük güzelliði de sevgilisine, eþine, niþanlýsý na karþý baðlýlýk ve doðruluktur. Böyle bir kýz,
ne olursa olsun, sevgilisine yardým edecek; zor
vakitte destek olacaktýr. Anne-babasý onu terk
ettiðinde bile, kýz, sevgilisini kurtarmak için
elinden geleni yapar, her þeyini verir.
“Varýn da söliyin bobama
Alsýn da satsýn beygirciyni,
Varsýn da bana zýndana.
-Ne beygirciymi satarým,
Ne da “oolum var” deyarim
Kardeþ Kalemler Mart 2007
“Varýn da söliyin anama
Alsýn da satsýn malýný,
Varsýn da bana zýndana.
-Ne malýmý satarým,
Ne da “oolum var” deyarim.
Varýn da söliyin yavkluma:
Alsýn da satsýn leftlerini,
Varsýn da bana zýndana.
-Hem alarým, hem satarým,
Hem da yavklum var dayarim.”
(“Varýn da söliyin” halk türküsü)
“Korkut Dede” kitabýnýn/ Oðuz Eposu 10-11.
as. 5. bölümü dikkatimi çekmiþtir. Domrul isimli
genç bir erkek, kendisi için kurban olacak ve
onun hayatýný kurtarabilecek birisini aramaktadýr. Domrul için kurban olmayý ne annesi ne de
babasý kabul etmiþlerdir. Sadece, onu çok seven eþi bunu kabul etmiþtir. Ne anlama gelir
acaba bu benzerlik? Bu, ani bir rastlantý mýdýr,
yoksa Gagavuz folklorunun derin köklerinin
gerçek bir göstergesi midir? Ne olursa olsun,
akýllý bir araþtýrmacý için burada daha çok iþ
vardýr. Evvelki Gagavuz geleneklerine göre gü zelliðin, iyiliðin, hoþluðun daha belirgin olma larý için bunlar, türkülerimizde kötülük ile karþýlaþtýrýlmaktadýr Kötülüðün ne olduðunu halk
açýk göstermiþtir: kýskançlýk, fenalýk, kincilik ve
tembelliktir. Türkülerimizde, tembel kadýnlar
ayýplanýr:
“-Ha, be çoban,
Gitsänä koyunarlan.
-Of,of,
Yamuýrcuk ta yaayor.
-Yok mý yaamurluyn? Giisänä!
-Of,of
Vardýr, ama yýrtýktýr.
- Yok mý karýn yamasýn?
- Of,of,
Var, ama yamamayor...”
(“Ha be, çoban” halk türküsü)
Halkýn deyiþiyle tembel bir kadýn eþinin baþýna
bela gibidir. Çobanýn sürekli olarak “of, of” diye dertlenmesi, çektiði sýkýntýsýný yansýtmaktadýr.
Komik bir türküsünde (“Düzenciyka”), tembel
bir kadýn, dokumak istemediði için halý tezgahýna domuzu, öküzü ve fareyi oturtuyormuþ. Fakat
hayvan, insan iþini yapar mý acaba? Türkümüze
bir danýþalým:
63
“Sekizdän da pamuk aldýn,
Dokuzdan da düzen koydum,
Öküzä da verdim dokusun.
Öküz onu dokumadý,
Öküz onu buynuzladý.
Sekizdän da pamuk aldým,
Dokuzdan da düzen koydum,
Domuza verdim dokusun.
Domuz onu dokumadý
Domuz onu kalakladý.
Sekizdän da pamuk aldým
Dokuzdan da düzen koydum
Sýçana verdim dokusun.
Sýçan onu dokumadý
Sýçan onu kýymýkladý”
Gagavuz türkülerinin çoðunun konusu, kayýnvalidenin geline karþý sert ve kötü davranmasýdýr. Kayýnvalidenin ve gelinin anlaþamamasýnýn
manasý çok derindir, sosyal iliþkileri çok karýþýktýr ve evvelki Gagavuzlarýn, yani atalarýmýzýn
yaþadýðý dönemle iliþkilidir. O yüzden, bu anlaþmazlýk bir araþtýrmanýn konusu olabilirdi. Fakat bu probleme göre, türkülerimizde daha ciddi aile problemleri ortaya çýkmýþtý. Genç, becerikli gelin, kocasýnýn evine mutluluk getirmiyor.
Kýskanç, fena kayýnvalidenin yüzünden adam,
tamamen suçsuz eþini öldürüyor. Oðlunun kýzgýnlýðý ve gereksiz kýskançlýðý kayýnvalidenin
elinde bir silah gibi oluyor... O silah yardýmýyla
o, sevmediði gelinini hemen yok ediyor:
“...- Senin Tudorkan pek yorgun,
Çýrak çobannan konuþtu.
Dimule üfkesinä geldi
Kapudan da girikän
Tudorkinin kellesini ayýrdý.
Açansa baksa pençereya
Üç iplik iþlemiþ
Bir erkek gölmää dikmiþ
O zaman Dimule kafasýna urmuþ:
–Ah ana, duþman ana
Sän Dudorkinin baþýný idin...”
(“Mari Tudorki” halk türküsü)
Sözü gelmiþken, Gagavuzlarda iyi kayýnvalide
hakkýnda türküler yoktur!
Gagavuz folklorunda, kötü kýz kardeþi anlatan
türküler çok yaygýndýr. Bu türkülerin genelinde,
kýz kardeþ, aðabeyini ve yengesini sevgilisiyle
görüþmesine izin vermedikleri için zehirlemektedir. Kýz, kendi mutluluðu, kýsmeti, doðruluðu
için uðraþmasýna raðmen, halk onu ayýplamaktadýr:
“...-Ya buyur, bä batü,
Bir filçan þarap!
Ya buyr, bä bulü
Biyaz þarap.
Buyurduu gibi
Erä düþerlär.
-Pek mi kolaydýr
Bulüylan batü,
Pek mi kolaydýr
Ýstediyindän ayýrma.”
(“Gözäl Tudorka” halk türküsü)
Ayný þekilde kýzýn kýskançlýðý ve kini de ayýplanmaktadýr. Bunu kanýtlayan ‘’Üç haci çorbacý”
türküsüdür. Kayýnvalidesi, gelini çok çalýþkan ve
becerikli olmasýna raðmen hiç methetmemiþtir:
...”Haci çorbaci
Gelinini üünmüþ:
-Ah benim gelinim,
Ýþçi gelinim,
Üç günün içindä
Üs endezä bez dokudu,
Ama Yanka kýzým,
Üç yýlda da dokumadý”..
Yanka bunu duyduðunda yengesini zehirlemiþ.
Örneklerde de gördüðümüz gibi, içimizde büyütülen kötülükler, insana zarar vermektedir.
Ancak içimizdeki bu kötülükleri yendikten sonra, güzel olabileceðiz. Halkýn kýz, kadýn güzelliðine önem vermesi apaçýktýr. Bunun sebebi
de, bu dünyadaki hayatýmýzýn kadýna baðlý olmasýdýr. Çünkü kadýn, eve bakýyor, çocuklarý
büyütüyor, o her bir evin hoþluðunu ve eþinin
varlýðýný saðlamaktadýr. Bu yüzden, kadýnýn
hem fiziksel hem de manevi güzelliði olmalýdýr.
*Çadýr-Lunga Müzesi Müdürü
Kardeþ Kalemler Mart 2007
Türkü Yazýlarý
64
ÝSMAÝL GÖKTÜRK
Muhterem Hocam Muzaffer GÖZÜKARA’nýn
“Türkü Yazýlarý” isimli manzumesine âcizâne bir þerhtir
Yüreði aðzýna kadar doluydu...
Azýk olarak çileyi ve aþký almýþtý. Hayatý
idâme ettirmenin gerek ve yeter þartý, ekmek
su gibi katýksýz nimet olan çile ve aþk... “Uzun
Ýnce bir yolda” toza topraða belendiði yer
Anadoluydu.
Yüreði aðzýna kadar doluydu. Bir kelam, bir
nazar, bir þekil mýzrap olup ezgilerin sýkýþtýrdýðý yüreðe dokunmuþ olsaydý, ebediyete
gerilmiþ teller, bir bir kopacaktý. “Bir türkü”
diyordu. Þehâdet makamýna bir adým kala,
gözlerinde “bir yudum su” feryadýyla kývranan bir yaralýnýn sancýsýyla, “bir türkü” diyordu. Kanayan bir yaraydý yürek, bir türküyle
daðlanmalýydý. Yumdu gözlerini. Sýrýlsýklam
sevdalý, tutundu bir allý turnanýn kanatlarýna.
Adý “ana”ydý kadýnýn. Yýllar var ki, bir haber
alamamýþtý Yemen’e yolladýðý yavrusundan.
Büyütüp beslemiþ, “esker” eylemiþti. Bir döneydi yavrusu elleriyle yedirecekti, tandýr
kömbelerini. Kaygana yapacaktý, bir tas da
ayran. Öpüp koklayacaktý sonra. Dönüp gelebilenler, “bir çift potinle bir de fes”, bir
aðýtlýk nefes getirmiþlerdi ondan. Ana,
þehâdete duyduðu müebbet ihtiramla yüreðinin ortasýna yerleþtirdi acýsýný. Türkülerin
hasýný yaktý oðluna. Oðluna ve onun þehit
dostlarýna...
Yüreði aðzýna kadar doluydu. Yaranýn kaný
durmamýþtý. “Bir türkü” diyordu, mehterin
serhat boylarýnda vurduðu. Kýlýcýnýn þavkýyla
aydýnlanan deliþmenlik çaðlarýndan arta ka lan türkü. Üzengiye bastý mý eyere yerleþme den Tuna’yý aþtýðý zamanlarýn türküsü. Kadýr galarýn kalyonlara rampasýnda denizler ça týrdarken bir leventin dilinde titreyen türkü.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
“Yiðit olan döne döne dövüþür” diyen türkü...
Kan kesif bir halde akmaktadýr. Serin demir
yarayý daðlayamamýþtýr. “Topraða basmalýdýr
deli gönül” Bazen çöllerde isimsiz bir mezar,
bazen sularda kefensiz þehit, bazen çemberde amansýz bir yiðit olmalýdýr. Yangýnlar içinde uzayan çöle, bir yayla pýnarý gibi akmalýdýr kaný. Sarýkamýþ’ta “Kar Çiçekleri”ne dönüþmelidir; bir kartal olmalýdýr “Dargo”da.
Kafkas daðlarýný moskof’a zindan etmelidir.
Sonra, yönünü çevirdiðin her sýnýr cephe olmalýdýr. Trablusgarp’tan, Mýsýr’dan, Filistin’den, Suriye’den, Kafkaslar’dan, Balkanlar’dan kan revan içinde düþmelidir, Anadolu’ya. Anadolu, binyýlýn kalesi, düþmelidir yeniden alýnmak için...
Bir yiðittir o. “Adý yiðitlerle okunur”. Kýtlýðý,
seferberlik yýllarýný yaþamýþtýr. Evdeþini ellerinin kýnasý kurumadan Allah’a emanet edip
düþmüþtür yollara. Sýrtýnda boyundan büyük
mavzeri taþýmaktan yorgun düþünce, baðdaþ
kurup bir küflü ekmek olan tayýný yerken
“cepheye varmadan þehit olmasam” diye
dua etmiþtir. Boynu bükük uçmuþtur göllerden sunalar ve dönmemiþlerdir. Sonra bir
kara yýlan gibi çöreklenmiþtir memlekete zulüm. Gâvur, Müslüman bellisiz olduðunda
daraðaçlarýnda ýslýklanan rüzgâr, garip bir
türkü. Gözyaþý bir türkü, hep yaþlý bir türkü,
bir gönül türküsü, bir ayrýlýk türküsü, bir verem türküsü, bir tükeniþ, bir ölüm türküsüdür...
Yüreði aðzýna kadar doluydu. Kan kesilmek
bir yana, þorlamaya durmuþtu. “Aman bir türkü” diyordu. Bir âh türküsü. Varýlmak istenen
varýlamayan, olunmak istenen olunamayan,
ölünmek istenen ölünemeyen bir türkü...
Yetimlerin yoksullarýn yurdu olduðu kadar,
vurguncularýn, yaðmacýlarýn da yurdudur
Anadolu. “Bir kiþiye tam dokuz, dokuz kiþiye
bir pul” düþmüþtür. Adý, Müslüman Anadolu
insanýnýn öteden beri yavrularýna vurduðu
isimlerden bir isimdir. Yapýlan taksimde ona,
rýzkýný el aralýklarýnda ahýr temizleyerek, itilip kakýlarak kazanmak düþmüþtür. Ayak yalýn
baþ açýk çobanlýk yapan kardeþinin kavalýnda, anadan yetim, babadan yetim, bayramda eli öpülecek kimsesi olmayan bir türkü
çalar...
Anadolu’nun çehresi deðiþmiþtir. Drama
köprüsü nerdedir bilmez çocuklar ama Hasan’ý tanýr. Silahlar oyuncakçýda satýlýr, ama
Hasan’ýn “martini” satýlmaz. Tuna’nýn inadý
kýrýlmýþtýr, artýk akmam diyemez. Sivastopol
önündeki “Yýkýk Minare” ne olmuþtur kimbilir.
Kaðnýlar, Çete Bayramlarýnda asfalt yollardan geçirilir. Çetelerin, efelerin, zeybeklerin
türkülerinde ezgisi vardýr kaðný gýcýrtýlarýnýn.
Koca bir hüzün medeniyetinden geriye, kala
kala türküler kalmýþtýr. Bu yarayý hem kanatan, hem daðlayan, hem onacak olan türküler. “Ne þirin dert bu, dermandan içeri”...
Dün olduðu gibi, insan, bizim insanýmýz; tür-
65
kü, bizim türkülerimizdi. Bu sazýn telleri hüzne, gurbete, hasrete, aþka akortluydu. Yani
insana özgü deðerlere. Ama kan, hiç durmadan akýyordu. Yara, belki kurþun yarasýydý,
belki sevda yarasý, belki yoksulluk, belki bir
söylenmez, adý anýlmaz yara. “Bir türkü diyordu.” “Harmaný yanan bir ihtiyarýn yoksulluðunca yanan” bir türkü. Köyünden, topraðýndan kopup üç kuruþluk helal lokma ya da
üç kuruþluk tahsil uðruna þehirlerde yokluk
periþanlýkla türlü hastalýklarýn pençesinde
can veren “Celal oðlanlarýn” türküsü. Kuru
yerde yatan, ayaðýna dikenler batan, soðuk
sularla yunulan bir türkü...
Kan durur gibi olmuþtu. Saz durmamalýydý.
“Benim sadýk yarim” diyerek topraða yürümeye vurmalýydý. Bir mezar türküsü vurmalýydý, üzeri otlar kaplý, bir Fatiha’ya muhtaç,
bir duâya hasret olmanýn türküsünü vurmalýydý...
Kan durmuþ, yürek yorulmuþtu. Mýzrap sazýn
son telinde Anadolu’yu ve Anadolu insanýný
anlatýyordu. “Bir türküyüm ben, adý saný bi linmeyen, dillere hiç düþmeyen, sazý sözü olmayan, hiç olmayan bir türkü...”
Kardeþ Kalemler Mart 2007
66
Merv Ya Da Þimdilerde Mari
BEKÝR SIDDIK SOYSAL
Kaybolanýn ve arananýn hayali ve trenimizin
yeknesak musikîsinin senkronunda, çocukluðumun derin, uzak gecelerinden kulaðýma uzanýp
gelen sesler gibi, karanlýðýn kalýn perdesini
þöyle böyle aralayan zayýf, ölgün parýltýlardan
ibaret, duvar ve aðaç gölgeleri ile çevrelenmiþ
bir dehlize uzanýyoruz.
Kendi çapýnda iddialý ve mutantan lobiden
apar topar, sürüklenircesine bir mahzene indiriliyoruz.
Ve yine içimizde ta buralara kadar taþýdýðýmýz
meselelerimizle, sýcak ama ürperten, yaldýzlý
Orta Asya gecesine bürünüveriyoruz.
Yorgunluðuma raðmen bu yabancý odadan sýkýlýyorum.
Ve içimizden yayýlan kendi ýþýðýmýzýn aydýnlýðýnda, kendi yorgunluðumuzdan ibaret gücü müzle menzile adým atýyoruz.
Ýstasyondaki kalabalýða raðmen, ýssýz bir yol ortasýnda inmiþçesine bizi sessizce karþýlayanlarýn
sevk ve idaresinde otele varýyoruz.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
Bu coðrafyadaki insanýmýzýn alýþýlmýþ cömert ve
mükrim sofra manzarasý ile ortamýn tezadý, yol
yorgunluðu, iþtahýmýzý etkiliyor.
Kimsede yemek hevesi yok. Çar çabuk odalarýmýza yerleþtiriliyoruz. Yerleþmek sözü öylesine...
Yerleþemiyorum.
Eþyalarýmý býrakýp þuursuzca geri çýkýyorum.
Türkmen türkülerinin içinde çokça rastladýðým
ama bir mânâ veremediðim, türküye adeta ið-
neyle tutuþturulmuþ hissi veren ve ilk bakýþta
melodik yapý ile de pek baðdaþmadýðýný düþündüðüm garip iç geçiriþler, iç çekiþler yer alýyordu. Aþkabat’ta görevli öðretmen arkadaþlara
sorduðumda, açýklayýcý olmayan ama cahilce
alaya alan ifadelerle karþýlaþmýþtým.
Koridora henüz adým atmýþtým ki iþte bu seslere
benzeyen, fakat alabildiðine hoyrat ve sarsýcý iç
geçiriþler duyuyorum.
Çýðrýlan bir türkünün arasýndan fýþkýran bir aþkýn ruhun hýçkýrýðý, hatta feryadý ile kalakalýyorum. Bu sesteki karþý konamaz lirizmin sevk-i tabiisiyle yürüyor, loþ koridorun ucundaki bir
odanýn kapý aralýðýndan sýzan ýþýk ve sesi yararak içeriye süzülüyor, yakýndaki bir yere iliþive riyorum.
Odadaki üç kiþiden ikisi tanýdýk. Heyetimizin
müzisyen üyeleri: Ýrfan Gürdal ve Bayram Bilge
Tokel... Üçüncü kiþi mezkûr sesin sahibi. 35-40
yaþlarýnda, daðýnýk, hatta hýrpani kýlýklý, sesi ile
müsemma hoyrat görünüþlü.
Sazýndan hýrçýn dokunuþlarla çýkardýðý çýlgýn
seslere, hoyrat ama fevkalâde lirik okuyuþu eþlik ediyor.
Gözler kaymýþ, sanki birer sedef düðme, yüzü
çarpýlmýþ gibi, bütün diþleri görünen aðzýnýn
kenarlarýnda köpükler birikmiþ.
O apak gözelerden biteviye akan yaþlar, bu köpükleri yýkýyor.
Bize kültürümüzün arkaik dönemlerine ait tipler
arasýnda tanýtýlanlardan biri,
zamane kýyafeti ile karþýmýzda.
Seyahat meþakkatimiz meyve vermiþ, çocukluðumdan itibaren mücerret bir levha halinde
zihnime nakþolan “bahþý” kelimesi bire bir te cessüm etmiþ, vahþi olan, ünsî hale gelmiþti.
Bayram ve Ýrfan büyük kâþiflerin hâlet-i ruhîyesi ile kayýt sandýklarýna bu ses hazinesini doldurma cehdi ve keyfi içindeler.
E.. aþk olsun, diye söyleniyorum. Daha birçoðu muz eþyasýný yerleþtirip, soyunup-dökünme fýrsatý bulamadan onlar, bu kültür maslahatý ile
meþguller.
Bahþý susunca Bayram ve Ýrfan’a, türkü içinde ki bu hýçkýrýklarý soruyorum:
67
“Müzik; ona hayat veren toplumlarýn tarihi, kültürel ve sosyal süreçlerinde, zaman-zaman ayrýntýya inen yansýma ve tezahürlerle þekillenir”
diye söze baþlayýp, açýklamalarýný birbirlerini
tamamlayarak sürdürüyorlar.
“Bu; vokal esaslý müzik eserinde, çok derin tesirler ve dramatik gerilim saðlayan bir iç ses,
bir gýrtlak sesidir.
Batýlýlar ‘throath sining’ diyorlar bu kabil seslere.
Orta Asya müzik geleneðinde ( özellikle Tuva,
Altay, Hakasya ve Saha Yakutya’da ) oldukça
yaygýn olan ve “boðaz çalma” diye adlandýrýlan
bu tavýr, bu mütemmim unsur, bu coðrafyadaki
Türk Boylarý’nýn göçebe ve cengâver tabiatlarýna uygun bir ifade biçimi olarak yer almýþtýr.
Boðaz çalma, þamanlýk tecrübesi ya da anlayýþý içinde çok önemli bir yer tutar. Özellikle ce naze törenlerinde, ölünün 40. gün törenlerinde, hasta tedavi seanslarýnda, kam ve kayçýlar
bunu yaparlar.
Erkeklerin boðaz havalarý oldukça karýþýk ve
genellikle iki seslidir.
Bir kiþinin ayný anda iki ses çýkarabilmesini gerektiren bu boðaz havalarýnýn, Ýslâmiyeti benimseyen Türklerde önemli ölçüde kaybolduðunu görüyoruz.
Bugün Türkmen bahþýlarýnýn müstakil bir boðaz
çalma olarak sürdürdükleri bu ilginç gýrtlak/boðaz sesleriyle süslü icra biçimi de yüzyýllardýr süren anlayýþýn, hayat tarzýnýn devamýdýr.
At sýrtýnda biteviye harekete dayalý bu hayat tarzýnýn þekillendirdiði müzik; hareket halinin yansýmalarý olarak keskin gýrtlak çapmalarý, boðaz
figürleri ve insan üzerinde derin tesirler uyandýran ritmik ve lirik akýþlarla süslüdür” deyip
irþâdlarýný tamamlýyorlar.
Odama, yorgun vücudumun takat sýnýrlarýný
zorlayan aðýr his ve bilgi hamûlesiyle dönüyo rum.
Kalbindeki samîmiyet ve melâl ile gözlerinin karasýný yýkayan, aklaþtýran, türküsüne hýçkýrýklarýný katýp, sözlerini ibra eden ve sadece söylediðinden ibaret, mücerret bir varlýk halinde tezahür eden bu ruh adamýn tesiri, derin izler býrakmýþ olmalý ki rüyamda; yüzleri onunkinin ayný olan ve sayýlamayacak kadar çok sayýda bah-
Kardeþ Kalemler Mart 2007
68
þýnýn oluþturduðu koronun hýçkýrýk senfonileri
ile dalga-dalga kabaran bir enginde savrulup
durmuþ, hýçkýrýklarla yankýlanan bir sese dönüþmüþtüm.
Zannediyordum benim hercai mizacým melâle
biraz da bu enginde aþina oldu.
***
Tarihi Merv þehrinin içimize fevkalâde sürur,
sükûn ve güven aþýlayan kalýntýlarý arasýnda,
ceddimizin medeniyet adýna insanlýk ailesine
katkýlarýnýn müthiþ izlerini bütün erimiþliðine,
zamana, tabii ve suni tesirlerin tasallutuna raðmen, müþahhas bir el ve göz temasý ile hissediyor, bütün benliðimizle kavrýyoruz.
Türkmenistan’daki þiir þöleninin logosu1 için
kullandýðýmýz tarihi simgenin önünde ve Sultan
Kale’nin merkezindeyiz.
Resimleri ve o güzel hatýrasýyla nazari olarak tanýyýp etkilendiðimiz Sultan Sencer Türbesi’ndeyiz.
Karþýsýnda bulunduðumuz mimarî ihtiþam,
malûmatýmýza raðmen içimizde kilitlenen sualin
mücessem bir cevabý oluyor.
Ardýndan kalplerimizi sýzlatan bir terkedilmiþlik,
vefasýzlýk azabý duyuyoruz. Sanki zamanýn yüksek hararetli alevleri yalamýþ ve binanýn hendesesini hafif surette yer-yer eritmiþ.
Etrafýndaki ( güney ve kuzeyinde yer alan ) kazý çalýþmalarýndan edindiðimiz intibalar ve rehberlerimizin tevatüren anlattýklarýna bakarak
türbenin büyük bir külliyenin ortasýnda yer aldýðýný anlýyoruz.
Kare plan üzerinde taþtanmýþ etkisi uyandýran
ve farklý ebatlarda dizayn edilmiþ tuðlalardan
sade ve yüksek duvarlar üzerindeki kanatlarýn
yükselttiði kubbesiyle bu yapý, keçe çadýrdan
baþlayarak önce balçýk, sonra taþta kemâlini
arayan mimarî mâceramýzýn, ibda ve hayal mü kemmeliyeti halinde, mûcizevî bir durak noktasýdýr.
Derler ki Sultan Sencer, o büyük devleti zevale
yüz tutunca, yok olmaya karþý bir son söz, bir
hatime sadedindeki, o soluðu tükenmiþliðin
melâli ile yüklü ve insaný aðlatacak kadar güzel
bu türbeyi inþa ettirmiþ ve türbenin âguþunda
ebediyete sýðýnmýþ.2
Kardeþ Kalemler Mart 2007
Yine derler ki türbesini Dar’ül Ahiret ve Devlethâne diye tavsif etmiþ.
Bu kare planlý, adeta kübik görünüþlü yapý, çift
cidarlý, yüksek ve abidevi bir kubbeyle tamamlanmýþtýr.
Sade duvarlarýn üst kýsmýnda yer alan, ayný
yükseklikte, biri büyük diðeri küçük kemerlerin
dört yüzeyde birbiri ardýnca sýralanýþý ile meydana gelen galerilerde, binanýn dýþ estetiðini
saðlayan tezyinatýn temelini görüyoruz.
Dýþ tezyinatýn ikinci kademesi kubbe kasnaðýna
yerleþtirilmiþ kemerli galerilerle ( büyük ölçüde
yýkýk ) tamamlanmýþ.
Kubbeye karakteristiðini kazandýran orijinalitesini ayrýca bu detaylarda buluyoruz.
Ýç mekândaki ince detaylar, mimarî çözümlemeler, Sinan’la göklere ulaþacak tecrübenin
müjdesini veriyor.
Tepemizde uçuyor, boþlukta yüzüyor gibi duran
bu yarým küre, hülyalarýmýzýn ve rüyalarýmýzýn
derinliðinden tecessüm eden bu nazlý hendese, Türkmen çadýrýndaki kýl kolonlarýn ilham ettiði nârin payandalar, bu ýþýðýný sanki kendi
cevherinden alan aydýnlýk, bizi asýrlarýn ötesinden kendine çeken, sarýp-sarmalayan soylu bir
ruhun tezahürleridir.
Evet bu iç kubbeye duvarlarýn üst kýsmýnda yer
alan sekiz kemer ve bunlarýn arasýnda yer alan
mukarnaslarla geçilmekte, bu mukarnaslarýn
üzerinden dörderli demetler halinde yükselen
kaburgalar, kubbede sepet örgüsü buluþma ve
kesiþmelerle beliren geometrik þekiller, merkezde sekiz kollu yýldýz motifini oluþturmakta. “Hz.
Mevlana’nýn insan ruhunda Allah Bilgisi olarak
þerh ettiði Kevkeb-i Dürri” ( parlak yýldýz ) muhakkak ki bu sekiz köþeli yýldýzdý. Ve cennetin
sekiz kapýsýna iþaret ediyordu.
Zarif mermer görünüþlü tuðla karolarla döþenmiþ kademeli zemin tasarýmý harikulâde.
Lahdin olduðu zemine kenar koridorlardan
gömme merdivenlerle iniliyor.
Mevcut lahdin orijinal olmadýðýný bu mekâna
ait olamayacak kadar çirkin olmasýndan anlýyorsunuz.3 Ziyarete gelenlerde saygý uyandýrmadýðý için olsa gerek üzerine hatýra niyetine
bir sürü isim kazýnmýþ.
Girdiðimiz kapýnýn tam karþýsýndaki kapýdan çýkýyoruz.
Dýþarýda türbe üzerine araþtýrma ve yayýnlarý
olan bir zat ile tanýþýyoruz. Buradaki mimarî
dehânýn4, binanýn görünmeyen taraflarýnda,
yerin altýnda da sürdüðünü öðreniyoruz.
Bu adsýz dâhi, taban suyu yüksek kil zeminin
problemlerini ileri bir mühendislik zekâsýyla
çözmüþ. Binayý ters piramit bir temel sistemi
üzerine oturtmuþ, adeta topraða bir kazýk gibi
çakmýþ. Temel duvarlarý etrafýnda oluþturduðu
drenaj ve havalandýrma galeri ve bacalarýyla
hem taban suyu, hem de nem problemlerini
halletmiþ.
Tarihi Merv þehrinde, kasýrga ve yaðmur dilli
zamanýn yalayarak erittiði, kerpiç saray ve sur
kalýntýlarý arasýnda müheykel bir direniþle varlýðýný sürdüren bu Türbeler dýþýnda her þeyin faniliðine peþinen razý olunmuþ gibi.
Þehri kuran irade geçici olanla kalmasý gerekeni yapý malzemesi ile tayin etmiþ diye düþünüyorsunuz.
Yanýma geliyor, omuzumdan tutup türbeye
doðru çevirerek hüzünlü bir sesle “Hiçbir inkýraz bu kadar parlak þekilde kendini anlatamazdý” diyerek türbeyle ilgili hissiyatýmýzý hülâsa
ediyor.
***
Sonra bu coðrafyada baþlayýp, neþvünema bu larak batýya doðru hýzla yayýlan, inanç ve benlik terbiyesi davasýnýn mimarlarý ile tanýþýyoruz.
Önce sahabe kabirlerinin bulunduðu türbeler,
sonra soyumuza ait tasavvuf tecrübesini baþlatan bir büyük veli ile, mânen buluþma hazzý.
Hz. Yusuf Hemedanî ile, O’nun temiz hatýrasý ile
sohbet fýrsatý.
Sahabe kabirleri külliyatý; türbeleri kucaklayan
yüksek kemerli derin eyvanlar ve batýsýnda yer
alan bir camiden oluþmakta.
Emsalsiz bir tasarýmla düþünülmüþ, özel boyutta tuðlalarla yapýlmýþ eyvanlarýn iç ve kemer yüzeyleri mavi, lâcivert sýrlý tuðlarýn oluþturduðu
motif ve yazýlarla tezyin edilmiþ. Ancak bu tezyinat ciddi ölçüde tahribata uðramýþ.
Fotoðraf: Bekir Sýddýk Soysal
Türbeden bu hislerle ayrýlýrken, arkamdan
Mehmet Doða’nýn “bekle” ikazýný duyuyorum.
69
Kardeþ Kalemler Mart 2007
70
Ýki eyvan arasýnda yer alan dar koridorun derununda örülü duvardaki kemerli kapý açýklýðý ustaca bir uygulama5. Ýlk bakýþta birbirinin ayný
gibi görünen bu eyvanlar kemerler uygulamalarý ve cephe formlarýndaki ince nüanslarla ayrýlýyorlar.
Bu iki eyvanýn önünde yer alan kare planlý, ke merli ve dikdörtgen pencere açýklýklarý olan,
basýk kubbeli6, tek odadan ibaret ve tuðladan
yapýlmýþ iki türbeden saðda olan diðerinden
daha büyükçe.
Türbelerde de izlediðimiz genel benzerlik,
ebat ve cephe formlarýndaki farklýlaþtýrma ile tekrardan kaynaklanabilecek yeknesaklýk- önlenmiþ.
Böylece yapýlar arasýndaki farklarla ahenkli bir
hareketlilik elde edilmiþ.
Hakem bin Amr el Gýfari ve Büreyde el Eslemi
adlý gazi sahabelerin merkaddi olan bu türbelerin içlerinde yer alan dikdörtgen prizma þeklindeki muhteþem mermer lahitler, bu külliyeyi
önemli kýlan diðer unsur diye düþünüyorum.
Beyaz mermer lahitlerin yüzeyleri kitabelerle7
doldurulmuþ olup, bitkisel ve rumi motif ve harika mukarnaslarla zenginleþtirilmiþ.
Birden bir el beni pencere açýklýðýna doðru
adeta çekiveriyor.
Aþina bir resmin karþýsýnda donup kalýyorum…
Çocukluðumdaki evimizin pencere demirlerinin aynýsýnýn arkasýndan, çocukluðumun safiyeti ile diðer türbeye ve iki kubbeli mütevazý camiye bakarken, gayr-i ihtiyari ellerimin açýlýp,
dudaklarýmdaki fatiha ile zamaný ve mekâný tayyedip, büyüdüðümü görüyor, ürperiyorum.
Rehberimizin mezar kitabesini tercüme eden
sözleri kulaklarýma ýlýk bir su gibi akýyor: “Burasý Kâbe gibidir. Buraya giren kiþiye korku yoktur. O fazilet bulutlarýnýn bereket yaðmurlarýyla
sulanýr.”
Sapargeldi’nin artýk bu rahmet bizi Hz. Yusuf
Hemedani’nin kapýsýna ulaþtýrýr ikazý, heyetimi zin yeni menzilini ilan ediyor.
Hoca Yusuf Hemadani’nin adýný ilk gençlik yýllarýnda duymuþtum. Kimden duymuþtum diye
dalgýn, mihaniki adýmlarla yürüyorum.
Birden babamýn yüzü hayal perdemi kaplayýveKardeþ Kalemler Mart 2007
riyor. Þeyhinden8 dinlediði bir veli hikâyesini,
titreyen sesi, çenesinden aþaðý damlayan gözyaþlarý ile tebcil ederek aile efradýna naklediyor.
Veliler kervanýnýn þahý, sultanlarýn önünde eðildiði Hoca Yusuf’un Herat’da baþlayan hayatýný,
doðumunun ve gençlik günlerinin tafsilatýný naiv bir roman örgüsü düzeninde ve O’nun, Baðdat, Belh ve Merv’de geçen irþat maslahatýný,
adeta þahidi gibi anlatýyor.
Babamýn rehberliðinde adýmlarým canlanýyor,
heyetin önüne geçerek içimde beliren tarifsiz
bir hoþluk ile ufkumda tecessüm eden ipekten
külliyeye doðru akýyorum.
Ýnþaatý henüz tamamlanmýþçasýna teravet kokan, toprak ya da kül rengi tuðlardan yapýlmýþ
binalarýn arasýna dalýyorum. Kuzeyden ve batýdan yapýlarýn adeta kucakladýðý küçük, sade
ama özgün bir yapýnýn güneye bakan, sivri, geniþ kemerli açýklýðýnda babamýn yüzünü kaybediyorum.
Fani ömrünün hasýlasý ile sonsuzluk bahrinde
fütuhat ve mükâþefesini sürdüren büyük velinin
mânevîyat ikliminin havasýný solumaya baþlýyorum.
Hz. Hemedani’nin mübarek kabrinin etrafýnda
dönüp, yapýnýn mimari özelliklerini anlamaya
çalýþýyorum.
Türbe; yaklaþýk kare planlý, küçük kubbeli, üç
cephesinde yer alan sivri kemerli geniþ açýklýklar
ve bunlarýn iki yanýnda yer alan kemerli, dikdörtgen hafif niþler, kubbeye geçiþ bandýný teþkil
eden dýþa çýkýntýlý saçakta göz alýcý süslemelerin
yer aldýðý özgün bir mimari deneme. Kuzey cephesine baðlý, yükselti saðlayan kaidesi üzerinde,
silindir gövdeli, türbe duvarlarý yüksekliðinde ve
sivri külahlý kulesi ile de küçük, ama mutantan bir
yapý halinde tecessüm ediyor.
Batýsýnda ve kuzeyinde ‘L’ planýnda yer alan
mescitlerle bütünlük kazanýyor.
Batýdaki mescid, eksende yeralan taç kapýsý ve
simetrik, çift sýralý eyvanlarý, özgün mihrabý ile
güzel bir eser.
Kuzey mescidi yazlýk olarak inþa edilmiþ olmakla, sade bir yapý.
Heyetimiz toplanýyor ve birlikte dua ediyoruz.
Az ilerde üzerlerinde çubuk parçalarýna baðlý
bez parçalarýnýn uçuþtuðu düzensiz tümsekle rin yer aldýðý bir saha, dikkatimi celbediyor.
Oraya doðru hýzla yürüyorum. Arkadan gelen
mahalli rehberimiz buranýn kabristan olduðunu
söylüyor.
Buradaki iptidailiði yadýrgýyorum.
Sapargeldi bunun bu mübarek türbeler yanýnda þuurlu bir iddiasýzlýktan kaynaklandýðýný,
mahviyet gereði olduðunu söylüyor.
***
Rehberimiz vaktin daraldýðýný, oysa merv ve
çevresinde görülmesi icab eden daha çok sayýda asarýn olduðunu söylüyor ve isimlerini saymaya baþlýyor:
Muhammed ibn Zeyd Türbesi,
Kýz-bibi Türbesi, Hudaynazar
Evliya Türbesi, Ahmet Zamça
Türbesi, Ýmam Bekr Türbesi,
Ýmam Þafii Türbesi, Abdullah
ibn Büreyda Türbesi.
71
dalýsý, deðerli bir iþadamýmýza, Engin Kale’ye
ait tekstil dalýnda faaliyet gösteren bir firma. Engin Kale, Merhum Turgut Özal’ýn son Orta Asya
seyahatinin o güzel neticelerinden olarak Türkmenistan’da yüz aký bir ekonomik maslahatýn
öncülerinden. Özal’ýn, Türkmenbaþý’na Türkiye’nin bir vediasý olarak takdim ettiði ve bu takdime müsemma bir baþlangýçla müesseseleþerek, adeta yerden fýþkýrýyormuþçasýna sýnai tesisler kuran çýlgýn bir irade. Ama tevazuu ve
edebi ile de bir derviþ.
Marý þehrinin çevresinde iki ayrý yerde entegre
fabrikalar kurmuþ.
Önce Bayramali yakýnlarýndaki tesislerine varýyoruz.
Uzaktan göz aynamýza düþen, yüreklerimize sevinç ve heyecan katan Türk ve Türkmen bayrak-
Sultan Sencer Türbesi’nin çev resinde bazýlarýnýn erimiþ izlerini esefle gördüðümüz Sultan
Kale, Þehriyar Kale, Abdullah
Han Kale, Selçuklu Sarayý,
Çilburcu Kalesi ve Camii, Sur
kalýntýlarý, Baþane Camii, Akçakale Kervansarayý, Kýzýlcakale Kervansarayý, Kutlu Tepe
Kervansarayý, El Asker Kervansarayý,
Sarnýçlar, Buzhaneler vb.
Günün sonuna doðru bu kutlu
atmosferden gezi programýný
tertip edip
uygulayan mih mandarýmýz Sapargeldi Ha nov’un tazyiki ile adeta sökülüp koparýlýyoruz.
Programda Türk Folger firmasýnýn çevredeki fabrikalarýný ziyaret var.
Folger, bize þiir þöleninde katkýlarý olan genç, Türkiye sev -
Fotoðraf: Bekir Sýddýk Soysal
***
Kardeþ Kalemler Mart 2007
72
larýnýn dalgalanýþýný görüyoruz. Kendi coðraf yamýzdan binlerce kilometre uzakta, Türkmen
âlicenaplýðýnýn þahikasý olarak hediye edilen sýnýrlarýmýz dýþýndaki vatan topraðýna ulaþmanýn
büyük keyfini yaþýyoruz. Fabrikalarý gururla geziyor, bu vesile ile de kendimize ve insanýmýza
güven hissinin mimarlarýndan olan Rahmetli
Cumhurbaþkanýmýza þükranlarýmýzý, fatihalarla
sarmalayýp sunuyoruz.
***
Günümüzdeki Merv’e yani Marý’ya giriyor ve
hemen güneybatý istikametinde þehri terk ediyoruz.
Göz alabildiðine bir ova uzanmaktadýr önü müzde.
30-40 km kadar yol aldýktan sonra, birden konvoydaki araçlar duruyor. Sapargeldi Bey, “burasý Dandânakân Meydaný” diyerek eliyle, önümüzde uzanan iðrenç tepelerin, birikintilerin
oluþturduðu misafir nazarlardan uzak tutulmasý
gereken kirli manzarayý iþaret ediyor.
Bu garip manzara ve Dandanakan kelimesi hafýzanýzdaki bir zembereði boþaltarak tarihle
hemhal olmanýza zemin hazýrlýyor.
Tarihin en büyük meydan muharebelerinden
birinin o meþum muharebe sonrasý atmosferinin
bir benzerini yapan tabii illüzyon karþýsýnda kanýmýz donuyor. Demek ki tarihi Merv ve Serahs
þehirlerinin arasýndayýz diye düþünüyorum.
Kendi coðrafyasýnýn büyük sayýlan þehirlerinden olan Marý’nýn vahþi depolama tarzýndaki
çöplüðündeyiz.
Güneþ batma anýnýn kemâliyle renk ve efsun
yayýyor. Gelen kanlýðýn habercisi gölgelerle,
gitmekte olan aydýnlýðýn revnaklý, meneviþli ýþýltýlarýnýn cilveleþtiði gökyüzü ve çöplükten yükselen rengârenk duman tülleri..
Bu füsunkâr tülleri kanat rüzgârlarý ile uçuþtu ran çeþit-çeþit leþ ve çöplük kuþu, dalýp çýkýp
sürüler halinde sema ediyorlar.
Bu kuþlar dýþýnda canlý her þeyin sükût ettiði bu
kýpýr- kýpýr zeminden çürüme ve yok olmanýn
kesif kokusu yayýlýyor.
Ve bu koku yüzümü öylesine sarýyor ki, yüzüme
yokluðun kitâbesi hâk ediliyor.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
Nasýl bir yerde olduðumuzun farkýnda olmamýza raðmen, bu yerde vuku bulan baskýn tarih
hakikati, þuurumuzu akýl almaz bir þekilde afyonlayýp, bize bir tayy-i zaman yaþatýyor.
Geçmiþ hâle faik oluyor ve ortamýn bu azizliðinden ötürü, tarihin o dehþet anlarýnýn hissiyâtý ile
dolup taþýyoruz.
Soyunuzun iki þanlý ve cengâver çocuðu, dünya hâkimiyetini sertâc etmek adýna vuruþup,
meydandan henüz çekilmiþler.
Maðlup sað kaldýðýna hayýflanýyor, gâlip zaferine sevinemiyordur.
Þimdi biz oradayýz ve onlarýn arkalarýnda býraktýklarý ölüm levhasýný seyrediyoruz.
Zihnimizin takýlýp kaldýðý tayy-i zaman sarkacýnýn ucunda salýnýrken, tarifsiz bir hüznün tesiri
ile melûl, mahzun, zamanýn ve hakikatin hem
içinde hem dýþýnda, yaþadýðýmýz illüzyonla sarhoþ bir halde bîtab düþüyoruz.
Bin sene önce bu meydanda kalmýþ, þimdi þu
mezbelenin altýnda yatan Gazneli ve Selçuklu
þehitlerinin cesetlerini, bu nahoþ manzaradan
ötürü gözyaþlarýmýzla yýkamak ise bize düþüyor.
Kader soyumuza, güneyin ve kuzeyin efendisi
olma emeli ile, doðunun ve batýnýn efendisi olma emeli arasýndaki seçim için Dandanakan’ý
iþaret etti ve tecelli batý istikametinde zuhur eyledi.
Yolbaþýmýz Sapargeldi’nin “dönüyoruz” ikazý
bizi bu bin yýlýn derununda yakaladý. Yolunu
deðiþtiren zaman kavramýnýn içinden gerisin
geriye, buluþtuðumuz tesadüfleri bir-bir, menzil-menzil yalayarak þimdiye taþýdý.
Ayrýlýrken arkama bakýyor ve Ahmet Kot’a seslenerek, “Milli tarihimizin dibacesi þu arkamýzda
býraktýðýmýz, için-için yanan çöp yýðýnlarýnýn
bulunduðu zeminde mi yazýldý” diye hayýflanýyorum.
***
Akþamýn gölgeleri henüz tam düþmeden Ma rý’ya varýyoruz.
Karanlýk basýncaya kadar Marý gezilecek.
Önce, etnografya müzesi.
Birkaç küçük binanýn birleþtirilmesi ile kurulmuþ mütevazý, ama sýcak bir ortam.
Bir kültürün hemen bütün ip uçlarýný verecek
koleksiyon zenginliði ve teþhir mahareti.
Oðuz soyunun doðu ucundaki bu nev-zuhur
þehrinde, kültürel maceramýzýn vasýflý izleri ve
geçmiþ zaman hazineleri ile karþýlaþmak bize,
aranan ve kaybolanla buluþmanýn hazzýný bir
daha yaþatýyor.
Marý’nýn meydanlarý, parklarý, meydan ve parklarý süsleyen ve özellikle milli hafýza sadedindeki heykelleri, insan boyutunu aþmayan, yerli unsurlarý þiar edinen bir mimari anlayýþa sahip yapýlarý ve bu yapýlarla tabiatý buluþturan nümayiþsiz þehircilik iradesini, sessizce alkýþlamadan
edemiyorum.
Alaca karanlýðýn þehri sarmaya baþladýðý bir saatte, aldýklarý talimat gereði bizi gün boyu bekleyen, mahallin bahþýlarýný ziyarete gidiyoruz.
Onlar da diðer bütün sanat erbabý gibi bir birlik halinde organize edilmiþler.
Gün boyu beklemenin yorgunluðu yüzlerini
gölgelemiþ.
73
Bu memur bahþýlarla, kadim zamanlardan gelip, beni derdest eden, gece rüyalarýmý istila
eden bahþý arasýnda pek bir münasebet kuramýyorum.
Bize hemþehrileri olan þöhretli þâire Þehribostan’ýn kitaplarýný iftiharla hediye ediyorlar.
Son durak yine Türk Folger firmasýnýn Marý yakýnlarýndaki diðer tesisleri. Burada da faal veya
kuruluþ halinde çeþitli fabrikalarla karþýlaþýyoruz.
Akþam yemeðini Engin Kale ikram ediyor.
Gece yine yolculuk var.
Soðuk loþ aydýnlýðýn hüküm sürdüðü ve sessiz
kalabalýklarýn yolcularýný, ayrýlýk hüznünün tülleri arasýndan uðurladýklarý istasyondayýz.
Ve yine yorgun Sovyet trenlerinin egzotik havasýyla keyifli bir yolculuða baþlamak üzereyiz.
Türkmenistan’ýn kuzeyinde yer alan kadim þehirlerin yer aldýðý Harezm bölgesine, Taþavuza
hareket ediyoruz.
1- Logodaki bu mahalli sembolü Mehmet Doðanla birlikte tesbit etmiþtik
2- Sultan Sencer (1086 Sincar-1157 Merv);önce Merv Meliki (21 yýl), Mehmet Tapar'ýn ölümü üzerine de Selçuklu Sultaný (39 yýl).
3- Moðol kasýrgasý yalayýp geçmiþ. Önce hazine bulma niyetiyle kabir tahrib edilmiþ, sonra da türbe ateþe verilmiþ. Yapý saðlamlýðý
sayesinde ayakta kalabilmiþ.
4- Serahs'lý Mimar Muhammed b. Atsýz tarafýndan kesin olmamakla birlikte 1150'li yýllarda tasarlanýp uygulandý.
5- Kapý açýklýðý önüne dikilmiþ -muhtemelen fonksiyonu da unutulmuþ- çelik direk bu manzume üzerine düþmüþ bir leke gibi duruyordu.
6- Bu kubbeler üzerinde kýsacýk direkler üzerinde sade, beyaz bez parçalarýndan bayraklar vardý.
7- Kitabe metinleri özetle þöyle: Allahtan baþka ilah yoktur ve Muhammed onun resulüdür.
Ölüm bir kâsedir ve herkes ondan içecektir;
Kabir bir kapýdýr ve ondan her kes geçecektir.
Muhammed, Muhammed, Muhammed, Muhammed
Bu kabir, Resululah (s.a.v)'ýn arkadaþlýðýyla þereflenen El Hakem b. Amr b. Mücella b. Hüzeym b. El Haris el Gýfariye aittir. O Basra Valisi
idi.Bazý iþlerin görülmesi için Horasan'a gitmiþ; Merv'de cennette, Allah'ýn komþuluðuna intikal etmiþ. Burada, arkadaþý el Hüseyb el Eslemii
ibn Büreyde'nin yanýna defnedilmiþtir.
………….
Burasý Bedri Atik ( Kâbe ) gibidir. Buraya giren kiþiye korku yoktur.
……Horasan'a geldi. Türk Beldelerine kadar hanif dinin yayýlmasýnda hizmet eden güzide fetih ve yardým erlerinden biriydi. Sonra
Türkler'in vatanýna da oralarda da batýlý yok ederek insanlarý Hakk'a ve Ýslam'a davet etti. Bunlardan sonra tekrar Merv'e döndü ve burada
bütün ahdini yerine getirerek Allah'ýn merhameti ile 62 ya da 63 yýlýnýn yazýnda Hakk'a kavuþtu.
8- Alvar Ýmamý Mehmet Lütfi Efendi ( Alvarlý Efe Hazretleri ): Umumi Harp sonrasý, yaralý Erzurum Halkýný maneviyatý ile sarýp-sarmalayan
tasavvuf ulusu.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
74
Divanü Lugati’t-Türk’ü Bulan Ali Emirî
Efendi’nin Hayatý ve Þahsiyeti
DOÇ. DR. ABDULVAHAP KARA*
Büyük dil bilgini Kaþgarlý Mahmud’un Divanü
Lugati’t-Türk isimli muazzam eseri, 1910’a kadar adý bilinen, fakat kendisi meçhul bir eserdi.
Diðer bir deyiþle, o zamana deðin, eserin sade ce adý vardý, fakat kendisi ortada yoktu. Eser,
bugün bütün dünyada biliniyor ve bizim bu
toplantýda yaptýðýmýz gibi üzerinde tartýþmalar
yapýlýyorsa, bunu büyük kitap aþýðý, ilim ve kül tür sevdalýsý Ali Emirî Efendi’ye borçluyuz. Ali
Emirî Efendi, Kaþgarlý Mahmud tarafýndan
1072-1074 yýllarýnda Baðdat’ta Abbasi Halifesine sunulmak üzere yazýlan bu muhteþem eseri,
sahaflarda Divanü Lugati’t-Türk olduðu bilinmeden satýlýrken, fark etmiþ ve satýn alarak Türk
kültür hayatýna kazandýrmýþtýr. Bu sebeple, Ali
Emirî Efendi’nin isminin, eserin yazarý Kaþgarlý
Mahmud ile birlikte her zaman anýlmayý hak ettiðine þüphe yoktur.
Bundan dolayý, Divanü Lugati’t-Türk ile ilgili
toplantýlarda kendisinden bahsetmenin bir vefa
borcu olduðu muhakkaktýr. Aslýnda, Ali Emirî’
nin kitabý buluþu ve daha sonra yayýnlatýþý romanlara konu olacak güzellikte ve kültürün, kitabýn önemini somut bir biçimde vurgulayacak
olgulara haizdir. Bu açýdan da bakýldýðýnda, Ali
Emirî’yi yeri geldikçe anmanýn gerekli olduðuna inanýyoruz. Bunlardan baþka, Ali Emirî Efendi’nin hayatý, kitaba verilen deðerin ve kitap
okumaya ayrýlan zamanlarýn bir hayli azaldýðý
günümüzde, sadece gençlere deðil, hepimize
kitap sevgisi konusunda, örnek teþkil edebilecek ögelere haizdir.
Bu yazýyý hazýrlamada, büyük ölçüde Dr. Muh tar Tevfikoðlu’nun Ali Emirî Efendi isimli eserin den faydalandýk. Tevfikoðlu, Ali Emirî Efendi
hakkýnda çeþitli kaynaklardaki bilgileri toplayarak büyük hizmeti ifa etmiþtir1.
Ali Emirî Efendi’nin çocukluðu
1857’de Diyarbakýr’da doðan Ali Emirî Efendi,
daha küçüklüðünden itibaren okumaya ve
araþtýrmaya meraklýydý. Sekiz on yaþlarýnda, esKardeþ Kalemler Mart 2007
ki yapýlar üzerindeki yazýlarý okuyup anlamaya
çalýþýyordu. Ayrýca þiiri de seviyordu. Güçlü bir
hafýzaya da sahip olan Ali Emirî, dokuz yaþýndayken, beþ yüzden fazla þairin þiirlerinin yer
aldýðý Nevadir’ül Asar isimli eserdeki dört bin
beyiti ezberlemiþti bile. Gençliðinde hat sanatýyla da meþgul olan Ali Emirî bu konuda oldukça baþarýlý sayýlýr. Çünkü, yazdýðý bazý levhalar
Diyarbakýr’da camilere asýlmýþtý.
Hastalýk derecesinde kitap okuma sevgisi
Görüldüðü gibi, Ali Emirî çok yönlü bir þahsiyete sahipti. Fakat, kitap okuma meraký her þeyin
üstündeydi. Durmadan ve büyük bir iþtahla de vamlý surette kitap okuyordu. Bundan dolayý
daha gençlik yýllarýnda Doðu Edebiyatý’na ait
birçok kitabý okuyup ezberlemiþti. Bu yýllarýný
kendisi þöyle anlatýyor: “Eðlenmeye merakým
yok idi. Üstadýmýzla gezintiye gittiðimizde, çocuklar oyun oynarken, ben bir tarafa çekilir kitap okurdum.2”
Ali Emirî, özellikle, tarih kitaplarýný da okumayý
çok seviyordu. Bu sevgi o kadar büyüktü ki, bazen uykusunu bile bu uðurda feda ediyordu.
Geceleri kitabý okurken, çoðu zaman sabahý ettiðinin farkýna bile varmazdý. Uyuduðu zaman
da yanýndakileri uyutmazdý. Çünkü, uykudan
önce okuduðu kitaplarý, uykusunda yüksek sesle tekrar ederdi. Okumalarý o dereceye vardý ki,
vücudu zayýf düþüp hasta oldu. Doktorlarýn kitap okumayý býrakýp gezmeye çýkma tavsiyesini
de yerine getiremedi.
Kitap okuma meraký babasýnýn ticari iþlerine de
zarar verdi. Babasý, Ali Emirî on beþ yaþýndayken, çarþýda bir dükkan açarak onu ticarete hazýrlamak istedi. Fakat Ali’nin aklý parada pulda
deðil, kitaplardaydý. Dükkan içinde de kitap
okumasýný sürdürdü. Dükkana bir müþteri girdiðinde, “Mal orada. Fiyatý da þudur. Alacaksanýz
indireyim, yoksa beni boþ yere meþgul etmeyin”
diye sesleniyordu. Bunun üzerine müþteri de
mal almadan gidiyordu. Babasý oðlunun ticare-
te faydadan ziyade zarar verdiðini görünce,
onu dükkandan uzaklaþtýrmak zorunda kaldý.3
Ali Emirî kitap okumakla kalmadý, kendisi de kitap yazdý. Ýlk eseri eski metinler ve mezar kitabelerinden yararlanarak yazdýðý Diyarbakýrlý
Þairler Tezkeresi’dir. Daha sonra bunu baþka
birçok eseri takip etti.
Çalýþma hayatý memuriyette geçti. Katip ve defterdar olarak Diyarbakýr, Selanik, Adana, Les kovik, Kýrþehir, Trablusþam, Elazýð, Erzurum,
Yanya, Ýþkodra, Halep ve Yemen’de otuz yýl kadar memuriyet görevinde bulundu. 1908’de
çok sevdiði kitaplarla daha çok meþgul olabilmek için kendi arzusuyla emekli oldu.4
Ali Emirî, kitap okumanýn yanýsýra, kitap toplamaya da aþýrý derecede tutkundu. Tarih, edebiyat, biyografi ve bibliyografi sahalarýndaki kýymetli kitap ve vesikalarý satýn almadan duramýyordu. Araþtýrma heyecanýyla uzak yakýn demeden kitap, kitabe ve vesika peþinde koþmaktan
büyük bir zevk alýyordu. Hatta onun bazý kitaplarý elde etmek için uzak diyarlara kendi imkanlarýyla gittiði veya tayinini çýkarttýðý da oluyor du. Buralarda bulduðu kýymetli eserleri mümkünse, diþinden týrnaðýndan arttýrdýðý paralarýyla satýn alýyor, mümkün deðilse, geceyi gündüze katarak istinsah ediyordu.5 Bu derecede
aþýrý kitap meraký yüzünden Ali Emirî evlenip
çoluk çocuk sahibi de olamadý.
Emekliye ayrýldýktan sonra Ali Emirî, kalan hayatýný Ýstanbul’da kitaplarý arasýnda geçirdi. Akþamlarý Divanyolu’ndaki Diyarbakýr Kýraathanesine gidiyor, dostlarý ile sohbet ediyordu. Onun
bu sohpetlerini Dr. Muhtar Tevfikoðlu þöyle anlatýyor: “Dostlarý dediðim, öðrencileri, daha
doðrusu öðrenci hüviyetine bürünmüþ arkadaþlarý. Ama nasýl öðrenciler? Her biri kendi saha sýnda tanýnmýþ ilim ve fikir adamý, eser sahibi,
kalem erbablarý. Sohbet dediðim de bir nevi
ders. O yaþlý baþlý, kelli felli adamlar öðrenme
heyecaný içinde, Emirî’nin etrafýný sarmýþlar,
durmadan bir þeyler soruyorlar. Bazý ilmi meselelerde tereddütlerini gideriyorlar. Bilmedikleri
kaynaklarý öðreniyorlar. Yeni mehazlar elde
ediyorlar. Kýsacasý ondan bir anlamda ders alýyorlardý.”6
Divanü Lugati’t-Türk’ü Bulmasý
Ali Emirî Efendi, eseri sahaf Burhan’dan 33 lira -
75
ya satýn aldý. Ancak, ne sahafýn ve ne de eseri
satanýn onun Divanü Lugati’t-Türk olduðundan
haberleri yoktu. Eðer bunun farkýna varmýþ olsalardý, çok daha büyük meblaðlara satacaklarý kesindi. Daha kötüsü, bu eser kitap avcýlarýnýn eline geçmiþ olsaydý, anýnda yurt dýþýna kaçýrýp karþýlýðýnda bir servet elde edinmeleri
mümkündü.
Ali Emirî Efendi böyle bir esere malik olduðu
için tarif edilemez bir mutluluk içindeydi. Çünkü, bu kitap Osmanlý ulemasýnýn asýrlardýr peþinde koþtuðu “Divan-ý lügat-it Türk”ün ta kendisiydi. Bir baþka nüshasý dünyada yoktu.7
Ali Emirî Efendi kitabý satýn aldýðýnda duyduðu
sevincini þu þekilde dile getirir: “Bu kitabý aldým; eve geldim. Yemeði içmeði unuttum... Bu
kitabý sahaf Burhan 33 liraya sattý. Fakat ben
bunu birkaç misli aðýrlýðýndaki elmaslara, zümrütlere deðiþmem.”8
Büyük bir coþku içinde olan Ali Emirî Efendi kitabýný kimseye göstermek istemedi. Hem kitabý
kýskanýyor ve hem de kaybolmasýndan endiþe
ediyordu. Devrin ünlü simalarý Ziya Gökalp ve
Fuad Köprülü gibi þahýslar, Ali Emirî Efendi’nin
Divanü Lugati’t-Türk bulduðunu iþitmiþ ve görmek istemiþlerse de Ali Emirî Efendi onlarý kitaba yanaþtýrmamýþtý; kitabý sadece çok güvendiði Kilisli Rýfat Efendi’ye gösteriyordu.
Ali Emirî Efendi satýn aldýðýnda, kitap hýrpalanmýþ ve yýpranmýþ bir vaziyetteydi. Þirazeleri çözülmüþ, formalarý daðýlmýþ, sayfalarý birbirine
karýþmýþ ve numaralarý da yoktu. Bu sebeple kitabýn eksik mi, tam mý olduðu belli deðildi. Ali
Emirî Efendi bunun tespitini Kilisli Rýfat Efendi’ye yaptýrdý. Kilisli Rýfat Efendi, iki ay müddetle kitabý üç kere okudu. Sonunda belli olmuþtu
eser tamdý. Kilisli Rýfat Efendi karýþmýþ sayfalarý
yerli yerine koydu ve numaralandýrdý. Ali Emirî
Efendi bu hizmeti karþýlýðýnda, Kilisli Rýfat Efendi’ye bir evini hediye etmek istediyse de kabul
ettiremedi. Kilisli Rýfat Efendi, eðer illa kendisine bir mükafat verecekse, kitabý yayýnlamasýnýn
yeterli olacaðýný söyledi.
Divanü Lugati’t-Türk’ün neþri
Ancak Ali Emirî Efendi, kitabý hemen yayýnlatmak istemedi; biraz bu eseri buluþu hakkýnda
taltif, takdir bekliyordu. Bu da ona çok görülKardeþ Kalemler Mart 2007
76
memelidir. Zaten atalarýmýz, marifet iltifata tabidir diye boþuna dememiþler. Aþaðýda görülece ði gibi, Ali Emirî Efendi dünyalýk ve maddi menfaatleri aþmýþ bir kimsedir. Ýsteði sadece çevresinden takdir ve saygýdýr. Bunu da fazlasýyla
hak etmektedir.
buyurun diyordum. Nihayet oturdular. Benden
müsaade alarak tarihe, edebiyata dair bir þeyler sordular. Ben de anlattým. Teþekkürlerin bini
bir para...”10
Gerçekten de Kilisli Rýfat Efendi çareyi biliyordu. Çare, Sadrazam Talat Paþa’nýn devreye girip Ali Emirî Efendi’den kitabý neþretmesini rica
etmesiydi. Ama nasýl olacaktý? Talat Paþa, bunun için Ali Emirî Efendi’yi Babýali’ye çaðýrsa
olmazdý veya Ali Emirî Efendi’nin evine gitse yine olmazdý. Bunun için yalnýzca bir yol vardý.
Ali Emirî Efendi’nin çok yakýn dostu ve sýk sýk
görüþtüðü Adliye Nazýrý Ýbrahim Bey’in evine
yemeðe çaðrýlmasý ve yemekler yendikten sonra Talat Paþa’nýn arkadaþlarýyla tesadüfen Ýbrahim Bey’in evine ziyarete gelmesi ve orada Ali
Emirî Efendi’ye iltifatlar ettikten sonra, kitabýn
basýmýna izin vermesini rica etmesiydi. Ancak,
böyle bir þeyi Sadrazam Talat Paþa kabul eder
miydi? Ziya Gökalp, Ýttihat ve Terrakki’nin merkez azasýndan yakýn dostu Talat Paþa’yý buna ikna edebileceðini söyledi.
Divanü Lugati’t-Türk Sadakasý
Kitabýn neþrini en çok da Ziya Gökalp istiyordu.
Kilisli Rýfat Efendi’ye þunlarý söyleyip duruyordu: “Rýfat, ben sevda bilmezdim. Fakat bu kitaba tutuldum. Görmek için ne yaptýmsa olmadý.
Þu kadar var ki, cezmettim bu kitabý hem almalý, hem neþretmeliyiz. Bu hazinenin anahtarlarý
senin elindedir. Gel, bana yardým et. Þu kitabý
kurtaralým. Bütün Türklere armaðanýmýz olsun.
Haydi bana çaresini söyle!”9
Böylece, plan tatbik edildi. Tanýþtýrmada misafirler Emirî adýný duyunca, baþta Talat Paþa olmak üzere birden ayaða kalktýlar, ilk önce Talat
Paþa, Emirî’ye doðru yürüyerek yanýna geldi ve
“Hay üstadý muhterem, mübarek elinizi öpmekle kesbi þeref etmek isterim. Müsaade buyurunuz.” dedi. Elini tekrar tekrar öptü. Sonra öteki ler de sýrayla öptü. Ali Emirî Efendi bu sahneyi
daha sonra dostlarýna anlatýrken “Ben o gece
belki 33 kere estaðfurullah çektim. Ben istiðfar
ettikçe, onlarýn aþký artýyor, elimi eteðimi öpmek
istiyorlardý. Bu merasimden sonra, hiçbirisi
oturmadý. Ayak üstünde durarak el baðladýlar.
Durdular. Adeta kendimi Kanuni Sultan Süley man zannediyor, hem de onlarýn bu edibane
vaziyetlerinden sýkýlýyor, rica ederim, istirahat
Kardeþ Kalemler Mart 2007
Bundan sonra, Talat Paþa, Divanü Lugati’t-Türk
hakkýnda bilgi rica etti. Ali Emirî Efendi malumat verdikten sonra Talat Paþa ayaða kalkarak
bu muhteþem eserin yayýnlanmasýna izin vermesini istedi. Ali Emirî Efendi þartlý olarak kabul
etti. Ali Emirî Efendi’nin öne sürdüðü þarta gö re, kitabý yayýna Kilisli Rýfat Efendi hazýrlayacaktý. Talat Paþa onun þartýný memnuniyetle kabul
etti ve ayrýca kendisine yüksek bir memuriyet
teklif etti. Ancak, Ali Emirî Efendi, bu teklifi reddetti.
Kitabýn neþir çalýþmalarý baþlar baþlamaz, Talat
Paþa, Ali Emirî Efendi’ye 300 lira hediye gönderdi. Ali Emirî Efendi bu hediyeyi kabul etmeyerek þunlarý söyledi: “Lütfunuza, kadirþinaslýðýnýza teþekkür ederim. Fakat parayý kabul edemem. Çünkü, kabul edersem, vatanî, millî bir
ufacýk hizmet mukabilinde para almýþ olacaðým. Bu ise vicdanýma aðýr gelen bir þeydir.
Bundan dolayý, size teþekkür ile beraber parayý
da iade ediyorum. Siz parayý muhtaç olan birkaç namuslu aileye daðýtýrsanýz, ben size müte þekkir kalacaðým gibi Cenabý Hakk da memnun
olur. Bu sadakanýn adý da Divanü Lugati’t-Türk
sadakasý olsun”11
Kilisli Rýfat Efendi’nin
kitaba gösterdiði muazzam özen
Kilisli Rýfat Efendi kitabý yayýnlamak için aldý. Almasýna aldý, ama kitabý koyacak bir yer bulamadý. Kitabý kaybetmekten müthiþ endiþe duyuyor, emniyetli yer bulmak için çýrpýnýyordu. Önce umumî kütüphaneye götürdü. Müdür, þiddetle itiraz etti: “Yüzlerce okuyucu gelip gidiyor. Biri alýp giderse ben ne yaparým, alamam”
dedi. Bunun üzerine Vefa Okulu’na götürdü.
Okulun demir kasasý vardý. Müdür Akif Bey,
aman aman diyerek mesuliyeti kabul etmek istemedi. Oradan Maarif muhasebecisine gitti.
Muhasebeci Sýtký Bey de demir kasasýna koymayý kabul etmedi. Matbaa-i Amire’nin kasasýna koymak istedi. Müdür Hamit Bey, “Ne söylüyorsun? Bizim matbaa ahþaptýr. Bir yangýn olur
da, kitap yanarsa beni astýracak mýsýn? Kabul
etmem, ne yaparsan yap.”12 dedi.
Sonunda bir çanta içinde evde saklamak zorunda kaldý. Duvara koca bir çivi çakarak oraya
astý. Çocuklarýný devamlý surette nöbete dikti.
Yangýn halinde önce bu çantanýn kurtarýlmasýný
istedi. Geceleri ise çantayý yastýðýnýn altýna koyarak yattý. Bir buçuk yýlda kitabýn basýmý tamamlandý.
Kilisli Rýfat Efendi’nin elyazmasýndan matbaa
için hazýrladýðý defterler, günümüze ulaþmýþtýr.
Millet Kütüphanesi’nin emekli müdürlerinden
Mehmet Serhan Tayþi, bu defterleri iki cilt halinde ciltlenmiþ bir biçimde Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi’nde gördüðünü söylemektedir.
Onun fikrine göre, Matbaa-i Amire’nin o dönemdeki sorumlularý bu defterlere tarihi önem
atfetmiþler ve ciltleyerek kütüphaneye teslim etmiþ olmalýdýrlar.13 Böylece, tarihe karþý büyük
bir duyarlýlýk örneði sergilemiþlerdir.
Divanü Lugati’t-Türk için en veciz deðerlendirmelerden birini yine Ali Emirî Efendi yapmýþtýr:
“Bu, kitap deðil; Türkistan ülkesidir. Türkistan
deðil, bütün cihandýr. Türklük, Türk dili bu kitap sayesinde baþka revnak kazanacak.” Bir
baþka sözünde, “Türk dilinde þimdiye kadar
bunun gibi bir kitap yazýlmamýþtýr. Bundan sonra da yazýlamaz. Bu kitaba hakiki kýymeti verilmek lazým gelse, cihanýn hazineleri kafi gelmez.”14
77
Medresesi’ni kütüphaneye çevirtmiþ ve kitaplarýný buraya baðýþlamýþtýr. Bütün ýsrarlara raðmen kütüphaneye kendi adýnýn verilmesini reddetmiþ ve kütüphanenin adýnýn “Millet Kütüp hanesi” olmasýný istemiþtir. Bu, onun milletine
hizmet aþkýnýn en somut bir göstergesidir.
Bugün bile yüzlerce kiþinin her gün ziyaret ettiði bu kütüphaneyi Ali Emirî 4.500’ü el yazmasý,
12 bin kadarý matbu, toplam 16.500 kadar kitabý baðýþlayarak kurmuþtur. Bu kitaplar arasýnda
çok kýymetli kitap ve vesikalar mevcuttur.
Divanü Lugati’t-Türk de onlardan biridir. Zamanýnda Macar Ýlimler Akademisi Divanü Lugati’tTürk’ü satýn almak için 10 bin altýn teklif ettiðinde, Ali Emirî Efendi hiç tereddüt etmeden reddetmiþ ve þu cevabý vermiþti: “Ben kitaplarýmý
milletim için topladým. Dünyanýn bütün altýnlarýný önüme koysalar, deðil böyle bir kitabý, herhangi bir kitabýmýn tek bir sayfasýný dahi satmam.”15
Buna benzer ve hatta daha cazip baþka bir satýn
alma teklifi de Fransa’dan geldi. Fransýzlar, Ali
Emirî Efendi’ye tüm kitaplarý için 30 bin altýn ve
ayrýca onun adýna Paris’te bir kütüphane, yüksek
maaþ, kendisine özel hizmetkarlar teklif ettiler. Ali
Emirî Efendi bunu da þiddetle reddetti.16
Ali Emirî Efendi kitaplarýný
milletine baðýþlýyor
Ali Emirî bütün hayatý boyunca büyük fedakarlýklarla topladýðý çok kýymetli el yazmasý kitap ve
vesikalarý, karþýlýksýz olarak milletine armaðan
etmiþtir. Bunun için Fatih’teki Feyzullah Efendi
Milletinin kültür mirasýnýn korunmasýnda böylesine çok büyük hassasiyetler gösteren, her türlü
maddi menfaatleri elinin tersiyle hiç düþünmeden iten Ali Emirî Efendi, üç gün süren hastalýktan sonra, 23 Ocak 1924’te Fransýz hastahanesinde vefat etti.17 Mezarý, Fatih türbesi avlusundadýr.
Kendisini, Kaþgarlý Mahmud’un doðumunun
1000. yýlý vesilesiyle, rahmetle anýyoruz. Mekaný
cennet olsun! Milletine karþýlýksýz hizmet eden Ali
Emirî Efendi’yi de milleti sonsuza dek unutmayacaktýr.
* Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tarih Bölümü Öðretim
Üyesi
1- Muhtar Tevfikoðlu, Ali Emiri Efendi, Kültür Bakanlýðý Yayýnlarý,
Ankara, 1989; Ali Emiri'nin Hayatý ve Eserleri için ayrýca þu eserlere
de bakýlabilir: M. Serhan Tayþi, Diyanet Ýslam Ansiklopedisi, Ali
Emiri Mad.; Ali Emiri, Tezkire-i Þuara-yý Amid, Ýstanbul 1328, I., 6598; Ýbnülemin, Son Asýr Türk Þairleri, I, 298-301; Ali Aksakal,
"Ölümünün 60. Yýlýnda Kitap Dostu Ali Emiri Efendi", Türk Kültürü,
XXII/250, 1984, s. 25-28.
2- Tevfikoðlu, a.g.e., s. 2-4.
3- A.g.e., s. 9-10.
4- A.g.e., s. 13-14.
5- A.g.e., s. 16.
6- A.g.e., s. 18.
7- Ahmet Sýrrý Arvas, Türkiye Gazetesi, 24 Haziran 2004 Perþembe
8- Tevfikoðlu, a.g.e., s. 77.
9- A.g.e., s. 179. Kilisli Rýfat Efendi, Ali Emiri Efendi'nin Divanü
Lugati’t-Türk'ü bulmasý ve yayýnlatmasýný bütün ayrýntýlarýyla bir
gazetede altý yazý halinde yayýnladý. Onun bu yazýsý daha sonra
bazý gazete ve dergilerde de yer aldý. Tevfikoðlu bütün bunlarý
gözden geçirerek hata ve noksanlarýný düzelterek kitabýnýn sonuna
eklemiþtir. Bkz. A.g.e., s. 173-196.
10- A.g.e., s. 182-183.
11- A.g.e., s. 185.
12- A.g.e., s. 185-186
13- Mehmet Serhan Tayþi ile görüþme, 6 Aralýk 2006.
14- Tevfikoðlu, a.g.e., s. 71.
15- A.g.e., s. 68
16- A.g.e., s. 68-69.
17- A.g.e., s. 21.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
78
Geleneðin Sürekliliði Ýçinde Bir
Atlý “Dilþan Balkancý“
MEHTAP KODAMAN*
Ýlk bakýþta deneyimsiz gözleri yalnýzca teknik ve
estetik yetkinlik savýyla yanýltabilecek Dilþan
Balkancý’nýn resmi; kendi içindeki ve dönemindeki deðeri aþarak asýrlar ötesinden uzanan bir
sesin enstrümaný olmakta; estetik bir hafýzanýn
çaðdaþ tepkilerini verme görevini üstlenmektedir.
Resim: Dilþan Balkancý / Tual Üzerine Yaðlý Boya
Kardeþ Kalemler Mart 2007
Gerçek manasýyla bir Türk resmi var mýdýr?
Türk resmi içinde klasik bir dönem aranabilir
mi? Türk resmini batýdan aldýðý resim anlayýþýna tarihlemeyen ciddi bir sanat felsefesi gösterecektir ki Türk resminin kökenleri hayvan uslubunda aranmalý ve klasiði de erken islam döneminde filizlenip Selçuklu döneminde olgunla-
þan bir gelenekte sorgulanmalýdýr. Mumyalar,
dokumalar, el yazmalarý stukolar, seramikler ya da metal objeler bu geleneðe tanýklýk eder.
Hayvan figürlerinden üsluplaþan stilize hareketlerle yanlýþ olarak rumi denilen -ilk örnekleri
Pazýrýk mumyalarýndadýr1- ve bitkisel motiflerle
benzeþip kaynaþan bezemeler, andromorfik zoomorfik figürler, Strzygowski’nin Türkesk ismini önerdiði yanlýþ olarak Arabesk denen geçmeler2 ve münhaniler bu geleneðin ayýrt edici
özellikleridir. Artýk Oleg Grabar’ýn yönelttiði
“Bu geleneðin çaðdaþ dilde yansýmalarý var mýdýr?”3 sorusuna EVET cevabý verilebilir.
79
Dilþan Balkancý’nýn andromorfik figürleri kadýnýn diþiliði yanýnda gücünü de yansýtýr. Kadýn
tek baþýna kýsrak deðil süvaridir de... Onun
hayvanlarý olaðan duruþlarýnda yansýmaz anotomiyi zorlayan asimetrik hareketleri canlý bir
dinamizm yaratýr. Animal Styl olarak bilinen bu
tavýr Türkçe’ye hayvan uslubu olarak çevrilmekte4 5 bu ise tarza daha yakýþýr ikinci bir anlam
kazandýrmaktadýr. Zira “hayvan” yaþayan demektir. Yansýtmacý tavrýn alabildiðine gerçekçi
arayýþlarý yanýnda bu soyutlamaya giden tarz
çok daha canlý sanki nefes alýr, koþar, rakseder
bir haldedir. Bir figürü baþka birfigürün parçalarýyla tamamlayan keyfilik yada bu parçalarý
ayrý bir düzenlemeyle süsleme unsuru olarak
kullanmak; hayvanlarý zoomorfik bir þekilde
kaynaþtýrmak yada insan ve hayvan karýþýmý andromorfik figürler yaratmak münhani mantiðýný
özümsemiþ sanatçýnýn kendiliðinden davranýþýdýr. Hacim sýkýntýsý çekmeyen figürleri gelene ði aþmýþtýr.
Iþýk gölge ve renk Balkancý’nýn resminde bir so run deðil, atlarýný oynatýp koþturduðu cennetsel
bir mekanýn ahenkli bileþenleridir.
Geleneðin tekil birimlerden tümel sonsuza uza nan kompozit yapýsý onun resminde kývrýlan,
eðilip bükülen, týrmanan, dans eden, kiþneyen,
çifte atan hareketli hayvan modülleriyle bir
Resim: Dilþan Balkancý / Tual Üzerine Yaðlý Boya
Dilþan Balkancý’nýn resminde buzullar altýnda
uykuya dalmýþ bir kurganýn diriliþ týnýsýný duyuyoruz. Bu ses çok güçlü ve çaðýný çýnlatacak bir
sestir. Zaman zaman geleneði aksettirecek yansýmalar yükselme ve gerileme devirlerinden
sonra Türk resmi eski bir can damarýndan yepyeni bir kan ve hayat suyu kazanmýþtýr. Bunu
Balkancý’nýn atlarýný hayvanlarýný ve insanlarýný
þahit tutarak söylüyoruz.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
80
mesken yaratýr. Bu meskenin sakinleri ise pek
okadar sakin olmasalar da alt alta üst üste boyutsal algýlamalarýyla sükunete bürünmüþ bir
uzay-zaman hissi yaratýrlar. Dilþan Balkancý
kurgusunu organik nesne ve hareketlerle yaptýðý resminde bitkisel ve mineral benzeri oluþumlarla yine organik dokulu bir zemin yaratmýþ. Bu
sayede resmi daha çok yaþar kýlmýþ. Onun resminde aksis, apsis, simetri alma gibi geleneðin
matematiksel bir organizasyonunu da buluyoruz. Balkancý süsleme resminin iki boyutlu naif
yüzey yanýlgýsýna da düþmemekte dört boyutlu
bir uzay-zamansal mekan oluþturarak espas sorununu kökünden çözmekle kalmayýp kozmik
baþka evrenlere de uzanmaktadýr.
Bu resimleri izlerken rem ötesi bir bilincin sürrealizminin sembolik çýkarýmlarýna ulaþmak da
mümkün fakat onun kiþiliðinin derinliði ve gi-
zemleri nedeniyle psikoanalitik bir eleþtiriye gitmek küstahlýk olacaktýr.
O insanlardan hayvanlardan ve nesnelerden
oluþan yepyeni bir coðrafya yaratmýþ bu coðrafyaya biraz düþ, biraz bilinç, biraz inanç, biraz tarih katmýþ; onun resminin kokusu arkaik
bir topraktan beslenen ve kozmik bir bilinçle
aydýnlanan yabani bir erguvaný andýrýyor. Bal kancý, Türkçe bir resim yapýyor diyebiliriz. Fakat
onu anlamak için Süleyman olmaya gerek yok
onun estetiði evrensel bir tattadýr.
Yerelleþmeden evrenselleþilemeyeceðinin bilinciyle; ulusallýktan evrenselliðe ulaþma yolunda Türk resminin bir kimlik kazanmasý baðlamýnda Dilþan Balkancý’yý birinci sýraya yerleþtirmek yetmez. Bu makale sanatçýnýn sanatýnýn
görkemi yanýnda çok sönük kalacaktýr.
Resim: Dilþan Balkancý / Tual Üzerine Yaðlý Boya
* Arþ. Gör. Marmara Üniversitesi Atatürk Eðitim Fakültesi
Güzel Sanatlar Eðitimi Bölümü Resim-iþ Öðretmenliði Ana Bilim Dalý
Kardeþ Kalemler Mart 2007
81
Yakut Kadýný
Eski Oðuzlar ve Saha (Yakut)
Türklerinin Atalarýnýn
VIII-IX y.y. Dil ve Kültür Ýliþkileri
YURÝY VASÝLYEV
Sahalar, Türk dilli milletlerin içinde Asya kýtasýnýn en kuzey doðusunda Kuzey Buz denizi ve
Büyük Okyanus kýyýlarýna uzanan o geniþ topraklarda yaþayan bir millettir.
Yaklaþýk bin yýldan beri dünyanýn bir en sert ve
aðýr þartlý iklim bölgesinde, buzullar ülkesi diye
adlandýrýlan bölgede, Yakutistan’da yaþar lar.Toplam nüfusu 450 bin civarýnda olup geçim kaynaklarý hayvancýlýk, avcýlýk ve ren geyikçiliðidir.
Çaðdaþ Saha (Yakut) dili, Rusya Fedarasyonuna
baðlý Saha Cumhuriyetinin iki devlet dilinden birisidir. Sibirya’da yaþayan Türk topluluklarýndan sayýca en fazla olan Saha Türklerinin ana dilidir.
Sahacayý (Yakutçayý) Sahalardan baþka Yakutistanda yaþayan az sayýlý Kuzey milletlerden , mesela, Evenler, Evenkiler, Yukagurler, Dolganlar,
Çukçalar ve bazý yerli Ruslar da konuþurlar.
Yakutistan’ýn dýþýnda Yakut Türkleri Krasnoyarsk,
Habarovsk eyaletlerinde; Ýrkutsk, Çita, Amur,
Magadan bölgelerinde de yaþarlar.
Türk dilleri ailesinde Saha Türkçesi þu ana kadar deðiþikliðe en az uðramýþ olan en eski Türk
dili olarak yer almaktadýr.
Günümüz Türk dillerinden Saha (Yakut) diline
yakýn olan diller, Týva, Hakas, Tofa, Altay, Kýrgýz,
Satý Uygur ve Salar dilleri; eski Türk dillerinden
ise Eski Oðuzca ve Eski Uygurcadýr.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
82
Sahalarýn Türk kökenli olan eski atalarý, Lena
nehrinin baþýnda, Baykal ðölü kýyýsýnda V-X
yüzyýllarda yaþamýþ olan Kurýkanlar (veya ÜçKurýkanlar) dýr. Onlar hakkýnda ilk bilgi Orhun
yazýtlarýnda 552 yýlýnda yazýlmýþtýr.
Çin kaynaklarý Kurýkanlarýn dili, yaþadýðý topraklarý, hayatý, uðraþlarý hakkýnda detaylý bir þekilde bahseder. Mesela, Kurýkanlarýn Uygurlarýn bir kolu olduðunu, onlarla ortaklaþa, ama
uzak kuzeyde yaþadaklarýný, ortak atalarý olduðunu, ama Kurýkanlarýn dillinde büyük farklýlýklar bulunduðunu, bu yüzden Kurýkanlarýn dilini
diðer Türk, Oðuz soylarýnýn anlamadýklarýný,
Kurýkanlarýn da diðer Türk boylarýnýn dillerini
anlamakta zorlandýklarýný hakkýnda yazýlmýþ
kaynaklar mevcuttur.
Bilindiði gibi, Kutýkanlar V-X yüzyýllarda yaþamýþlardýr. Sonra 700 yýl onlar hakkýnda hiç bir tarihi
belgeye, habere ve bilgiye rastlanmamýþtýr.
XVII yüzyýlýn baþýnda, 1630’lu yýllarda Rus Ka zak askerleri Doðu Sibirya’ya, Kuzey Uzak Doðu’ya ilk geldikleri zamanlar Lena nehri kýyýlarýnda Saha (Yakut) diye Türk dilli bir millet var
olduðunu yazmýþlardýr. XVII yüzyýlýn sonundan
itibaren Avrupa’nýn bilim adamlarý, seyahatçýlarý (Almanlar, Holandalýlar, Ýsveçliler, Polonyalýlar, Ruslar) Saha (Yakut) Türklerinin kökü, onlarýn dili üzerine çeþitli bilgiler toplamýþlardýr.
Böylece, bazý araþtýrmacýlar Saha’larýn Tatarlara akraba olduðunu, bazýlarý da Kýrgýz, Hakas,
Altay Türklerine yakýn veya akraba olduklarýný
anlatmýþlar.
Macaristan’ýn bilim adamý German Vamberi ilk
olarak Saha dili Oðuzca tipli Eski Uygur diline
daha yakýn olduðunu belirlemiþ ve þöyle yazmýþtýr:
‘Saha (Yakut) lehçesini ses, þekil ve kelime hazi nesi yönünden ele alýrsak, onun asýl Uygur lehçesine þaþýlacak kadar yakýn olduðu görülmektedir’.
Vamberi’nin görüþünü Sahalarýn ünlü bilim
adamý, tarihçi, edebiyatçý Gavril Vasilyeviç Kse nofontov desteklemiþtir. O ‘Uraanhay-Sahalar’
adlý kitabýnda þöyle yazmýþtýr:
‘Saha halkýnýn atalarýnýn en yakýn akrabalarýný
Güney Yenisey’de deðil, Baykal Gölü civarýnda
yaþamýþ Uygurlar da aramak gereklidir. Vambe ri’nin gösterdiði gibi, Baykal Gölünden sadece
bir kaç on kilometre uzakta bulunan Uygurlara
Kardeþ Kalemler Mart 2007
mý yönelmek lazým?’ – diye.
Günümüzün Saha tarihçileri A.N.Alekseyev,
A.Ý.Gogolev, Ý.E.Zýkov þöyle yazmýþlardýr:
‘Saha kültürünün meydana gelmesine, ortaya
çýkmasýna iki Türk unsuru katkýda bulunmuþtur.
Onlardan biri, çaðdaþ Saha dilinin temelini
oluþturan, Eski Oðuz diline yakýn olan ve akraba dil ailesinden yaklaþýk olarak VI. yüzyýlda
ayrýlan bir Türk diliydi. Bu dil, Baykal Gölü civarýnda yaþamýþ Kurýkanlarýn dilidir’, - diye.
Prof. A.Ý.Gogolev, Sahalarýn eski atalarý Kurý kanlar dili Oðuzca olan Eski Uygurlarla iliþkileri dilde ve kültür-etnonimik bazý genel, benzeyen özelliklerde bulunduðunun üzerine yazmýþtýr.
Mesela, sadece Saha ve Eski Uygur dillerinde
kullanýlan iki öneði vermek istiyorum.
Sadace Eski Uygur dilinde belirtlenen ‘Toyýn’
diye ‘Buddist rahip’ anlamlý olan kelime çaðdaþ
Türk dillerinden sadece Saha (Yakut) dilinde
kullanýlýr, fonetik olarak ‘Toyon’ diye söylenir,
onun temel anlamý ‘Bay, baþkan, müdür, þef’ tir.
Saha dilinde kullanýlan ‘iççi’ (veya itçi, irçi) kelimesinin anlamý ‘iye, hayvanlarýn, mallarýn sahibi, ev iyesi veya boþ kalan, býrakýlan evlerin
görülmez ruhu’ dur.
Bu kelimenin etimolojisini dil bilimciler Sergey
Malov ve Villi-Bang incelemiþlerdir. Eski Uygurca yazýlmýþ Buddistçe yazýda ‘irþi’ kelimesinin
mevcut olduðu belirtilmis, anlamý da ‘bilge,
aziz, inzivaya çekilen kimse’ dir. Bu sözcük
Sanskritçede ‘rþi’ sözcügüyle karþýlaþtýrýlmýþ ve
örneklerde desteklenmiþ. Örnekleri: tenrilen irþilerine yükünür men ‘ben kumsal azizlerin
önünde eðilirim’. ‘Ýrþi-tengri’ çift kelimesi ‘dehalar, hayýrlý kutsal yaratýklar’ anlamýna sahip.
Eski Oðuzlar, Selenge’deki Dokuz Oðuzlarla
iliþkili olan Sarý Uygurlarda Prof. Sergey, Þaman
ayini esnasýnda önem sözcüklerini gençlerin
tekrarladýðýný yazmýþtýr.
Uygurlarýn bu geleneði Hakas ve Yakutlarda
günümüze kadar korunup gelebilmiþtir.
Örneðin, Yakutlarda kam ayini esnasýnda dokuz
genç bekar erkek, dokuz bakire kýzý arkalarýndan küçük adýmlarla takip ederler. Onlara ‘bitiihit’ler’ adý verilirdi.
Uygur Mutfak Kültürü Üzerine
83
NAZIMBEK KASIMCANOVÝÇ KAMBARÝ
“Fani dünyada saðlýðýmýz, ne yediðimize,
nasýl yediðimize, ne kadar yediðimize,
ne zaman ve ne için yediðimize baðlýdýr.”
N. Kamberi, 20.03.1985
Uygur Türkleri Türkistan coðrafyasýnýn en eski
ve kültürlü halklarýndan biridir. Dünyanýn bir çok bilim adamýnýn da onayladýðý gibi zengin
ve özgün Uygur kültürü üç önemli servete sahiptir: Ýlki, Kutadgu Bilig, ikincisi “Taþ kemir sanatý”, üçüncüsü ise “12 makam”dýr. Uygurlar
kendi coðrafî, doðal ve iklim þartlarýný göz
önünde bulundurarak özgün ve zengin aþçýlýk
sanatý ve yemek hazýrlama tekniði ortaya çýkarmýþlardýr. Bu, Uygur kültürünün bütün dünya
tarafýndan tanýnan, tarihî ve arkeolojik faktlarla
teyit edilen dördüncü zenginliðidir.
Örneðin, bu kanýtlardan biri Turpan-Astana’da
yapýlan kazýlar esnasýnda bulunmuþ 5 deðiþik türü bulunan VII. Yüzyýla ait taþlaþmýþ pelmenidir.
1222 yýlýnda Uygur topraklarýna ziyarette bulunan bir Çin prensi, Nevruz kutlamalarý sýrasýnda
büyük bir keyifle tattýðý Uygur yemekleri hakkýnda
hatýratýnda “Nevruz þerefine yemekler” adýnda iki
mýsra þiir kaleme almýþ, bu þiirinde çeþitli lezzetli
yemeklerin nasýl hazýrlandýðýný, ahþap tabaklarda
ince hamuru, fýrýnda piþirilmiþ susamlý ve soðanlý
beyaz pideyi nasýl tattýðýný, yine farklý sebzelerden yapýlan yemekleri tattýðýný büyük bir memnu niyetle anlatmýþtýr.
Kaþgarlý Mahmud’un Divaný Lugat’it Türk adlý
eserinde, günümüzde de hiç deðiþmeden Uygur Türkçesi’nde kullanýlan yemek ve beslenme
þekilleriyle ilgili birçok terim ve atasözü zikredilmektedir.
Örneðin birçok kiþi “Tamada” sözünün eski Türk
Dili’ndeki “Taam Ata” yani “Yemek Babasý” sözün den geldiðini bilmemektedir. Ýþte bu yüzden Uygur mutfaðýný seven ve Uygur mutfaðýyla ilgile nenler için böyle bir yazý yazmaya karar verdim.
Yüzyýllar boyunca Uygur Türkleri içinde birçok
zanaatçi, çiftçi, bahçývan, çömlekçi, marangoz,
otacý, dilci, þair, yazar ve ahçý ahçýlýk sanatýný yaratabilmek ve mükemmelleþtirebilmek için gayret
sarfetmiþlerdir.
Burada Uygur halkýnýn büyük fikir adamlarýndan,
Uygur halkýnýn sosyo-politik düþünce hayatýna,
etik hayatýna, felsefesine ve estetiðine çok önemli katkýlarda bulunmuþ Muhammed Sadýk Kaþgari’den (1725-1849) bahsetmek çok yerinde olur.
Prof. Dr. A. Ý. Narýnbayev çalýþmasýnda Muhammed Sadýk Kaþgari’den þöyle bahseder; “Fikir
adamý ve þair Muhammed Sadýk Kaþgari önemli
bir bilim adamýdýr. Kendi zamanýnda birçok ilimde söz sahibi olmuþ, Uygur tarih bilimine, edebiyatýna önemli katkýlarda bulunmuþtur. Ayný zamanda etiksel, estetiksel açýdan Ýslam’ýn temel
sorularýna cevaplar aramýþ, önemli Arap ve Fars
bilim adamlarýnýn bazý eserlerini Uygur Türkçesi’ne çevirmiþtir. Bu þekilde, gelecek kuþaklara
önemli bir miras býrakmýþtýr.”
Bilgin, insanýn ahlaksal ve kültürel gidiþatýnýn
önemli problemlerini insanýn özel ve toplum hayatýnda analiz etmeye çalýþmýþtýr. Güleryüzlülük,
eþitlik, dostluk, mutluluk, çalýþkanlýk, hümanizm,
adaletlilik, büyüklere saygý, misafirperverlik ve diðer birçok deðer bugüne kadar öneminden hiçbir þey kaybetmemiþtir. O, nasýl selamlaþmak gerektiðini, misafirleri nasýl karþýlamak ve nasýl yemek yemek gerektiðini ayrýntýlarýyla belirtmiþtir.
“Adal-ul-salihin” adlý çalýþmasýnda bilgin, insanýn
kültürel hayatýndaki ahlakî sorunlara ve sorulara
deðinmiþtir. Ýþte bu yüzden bu çalýþma sadece
Uygur topraklarý içinde deðil, bütün Orta Asya’da
büyük bir öneme haizdir.
SUAR tarihi kaynaklarýnda Uygur mutfaðýný diðer
mutfaklarla kýyaslayan þu tür bilgiler bulunmaktadýr: “1947’de Doðu Türkistan Cumhuriyeti (19441949) baþkaný Ahmetcan Kasimi (1914-1949) Uygur heyetiyle Çin baþkentini ziyaret etmiþtir. Bu
ziyaretin amacý barýþ görüþmeleri yapmak ve Çin
kurultayýna katýlmaktýr. Uygur heyeti kendilerine
karþýlama töreni düzenlenen Çindau, Tyan-Þan
Kardeþ Kalemler Mart 2007
84
ve Pekin þehirlerinde bulunmuþlardýr. Nankin’e
döndükten sonra onlar da karþýlýk olarak dönemin Çin askeri yetkililerine ve memurlarýna veda
ziyafeti düzenlerler. Ahmetcan Kasimi bu þölenin
açýlýþ konuþmasýnda þunlarý söyler: “Bugün misafirlerimizin þerefine özellikle Uygur mutfaðýnýn
seçkin yemekleri hazýrlanmýþtýr. Bizim þöyle bir
atasözümüz vardýr: “Avrupa yemeklerinden göz,
Çin yemeklerinden aðýz, Uygur yemeklerinden
ise mide doyar.” Ahmetcan Kasimi bu konuþmasýyla oradaki herkesi güldürmüþtür. Gerçekten de
Uygur mutfaðý yeterli doyuruculuðuyla, estetik
çekiciliðiyle diðer mutfaklardan ayrýlmaktadýr.
Uygur yemekleriyle hem göz, hem aðýz hem de
mide doyar desek mübalaða yapmýþ olmayýz.
Kaleme aldýðýmýz yazý, bu muazzam mirasýn küçük bir kýsmýný içermektedir.
Uygur yemekleri, birçok tarihi faktlarla da ispatlandýðý gibi, çok çeþitli, besleyici, güzel ve lezzetlidir. Bu muazzam yemekleri hazýrlamak için
çok çeþitli sebzeler, meyveler, tahýllar ve baharatlar kullanýlýr. Buna raðmen, bazý sathî bilgi
sahipleri pervasýzca ezelden beri kanýmýzla koruduðumuz dilimizde bazý yemekleri saçma terimlerle, bazen de baþka dillerden girmiþ kelimelerle adlandýrmaktadýr. Örneðin son zamanlarda gençler arasýnda Samsa Kao bao za, Kýzartýlmýþ Piliç Dapandji, Kaskan Mantýþnitsa,
olarak adlandýrýlmaktadýr. Görüldüðü üzere bu
oldukça yersiz ve saçmadýr.
Bu çalýþmanýn diðer bir amacý ise yeni yetiþmekte olan neslin bu mirasý ve zenginliði unutmamasý, ayný þekilde herkesin Uygur millî yemeklerini
kendi ana dilinde isimlendirmesidir. Ayný zamanda isimlendirmeler sýrasýnda diðer Türk dillerinden kelimeler alýnmasýdýr. Bunun için yazýnýn sonuna mutfak envanteri adlandýrmalarý, sebze,
meyve, baharatlar, soðuk ve sýcak yemekler ve
yemek malzemelerini içeren küçük bir sözlük koy mayý uygun bulduk.
Yazar 1966 yýlýnda Uygur ahçýlýðýyla ilgili bir ga zete makalesi kaleme almýþtýr. Doðma büyüme
aðzýnýn tadýný bilen ve tecrübeli bir doktor sýfatýn da, Çin, Japon, Kore, Rus, Alman ve Türk yemeklerini tatmýþ biri olarak geldiði sonuç þudur ki, büyük bir coþkuyla, aþkla, akýl ve yetenekle öylesine
güzel, lezzetli, çeþitli, besleyici, faydalý, zamanýn
hesabýna uygun, saðlýðýn taleplerine karþýlýk veren bir mutfak yaratmak her halkýn harcý deðildir.
Atalarýmýz uzun ve saðlýklý yaþamak için doðru
beslenmenin önemini defalarca kez yinelemiþler dir. Bu bilgilerini sürekli zenginleþtirmiþler ve mü Kardeþ Kalemler Mart 2007
kemmelleþtirmeye çalýþmýþlardýr. Belki de bu yüzden bizim komþularýmýz ilgi ve sevgiyle yemeklerimizi yapmýþlar ve bu yemekleri Uygurca adlarýyla anmýþlardýr. Bu, Uygur yemeklerinin hazýrlanýþýnýn coðrafi sýnýrlarýný geniþletmekte, ayný þekilde mutfak sanatýný da zenginleþtirmektedir.
Umarým gelecek nesillerimiz yemeklerimizin Uygurca adlarýný kullanýrlar; Guyrusyay, dapandji,
juvava v.b. gibi anlamýný bilmedikleri isimler kullanmazlar.
Ahçýlýk sanatý kültür ve sanatýn önemli bir zenginliðidir. Onu dogmatik yollarla deðil, titiz ve
faydalý uðraþlarla zenginleþtirmek mümkündür.
1985 yýlýnda “Yeni Hayat” adlý gazetede yayýn ladýðým “Beslenmenin Püf Noktalarý” ve “Ýnsanýn Doðasý Hakkýnda” adlý makalelerimde beslenmenin insan saðlýðýna, keyfine ve toplumun
maddi durumuna nasýl etki ettiðini belirtmiþtim.
Ta o zaman anladýðým gibi, ana dilin korunmasý yemek isimlerinin ve yemek malzemelerinin
adlarýnýn korunmasýna baðlýdýr. Ve þimdi de
haklýlýðýmdan eminim.
Uygur mutfaðý çok zengindir. Biz bu çalýþmamýzda sadece en temel yemeklere deðineceðiz. En
çok tüketilen yemek, tabii ki lagman. Bu yüzden
lagmanla baþlayacaðým.
LAGMAN
Dünyada birçok halk Lagmana benzer yemekler
hazýrlamaktadýr, örneðin; makarna, pasta fadcoli,
boso, spagetti, kuksi, luman, tanmen v.b. Marko
Polo’nun Uygur diyarýný ziyaret ettiði zaman Lagman’ýn tarifini beraberinde götürdüðü söylenir.
Bu yüzden, bu yemeðin Uygur lagmaný olduðunu büyük bir güvenle söyleyebiliriz. Lagman’ýn
birçok türü ve hazýrlanma þekilleri vardýr. Bu yemek süslendiðinde gayet güzel görünmekte, esnek ince hamurun ve çeþitli soslarýn sayesinde
harikulade bir tada sahip olabilmektedir. Uygur
halkýnýn diðer bir mükemmel geleneði ise doðum günlerinde doðum günü kutlanan kimseye
nice yýllar dilerken lagman hazýrlanmasýdýr. Matem günlerinde tek bir yumruk olmak için toplanýldýðýnda ise Sugut (opkya-yesip) hazýrlanýr.
Doðma büyüme ahçý, ünlü Habibulla Aþpaz’ýn
oðlu Rahimcan Uþurov 1992 yýlýnda yayýnladýðý
“Uygur Mutfaðý” adlý kitabýnda Uygurlarýn lagman için 180 çeþit sos hazýrladýðýný belirtmektedir. Benim þahsi fikrime göre, ahçýnýn sanat ve
hayal gücü anlayýþýna göre bu sayý daha da artabilir. Lagman’ýn daha kaliteli ve lezzetli olabilme -
si için iyi bir sos hazýrlanýr. Yað ve et gerektiði kadar tuz, soðan, sarýmsak, domates ve küçük parçalar halinde kesilmiþ acý veya yarý acý biberle de
olabilir. Bu malzemelerin hepsi çabucak kýzartýlýr.
Sebzeler yarý çið olmak zorundadýr. Lagman için
kullanýlacak ince hamurun yuvarlak ve yassý kesilmiþ olmasý gerekmektedir. Ýnce hamurun bu her
tipi kendi içinde üç kýsma ayrýlmaktadýr. Ýnce, orta ve kalýn. Yine ayný þekilde kaynatýlmýþ hamuru
1-2 santimetre olarak kesip sosla birlikte de kýzartabilirsiniz. Lagman’ýn bu tipi kýzartýlmýþ olarak bilinir. Doðu Türkistan’daki restoranlarda lagman
yapan usta müþterilerin arzularýna göre her türlü
kalite ve çeþitte hamur hazýrlayabilir. Usta bir ah çý veya bir ev hanýmý 15 dakika içinde mükemmel
bir lagman hazýrlayabilir. Lagman’ýn hamuru ayný kalýnlýk ve esneklikte olmak zorundadýr ve kopmamalýdýr. Yoksa bu lagman olamaz. Lagman arzuya göre, sýcak, ýlýk veya soðuk olarak yenilebilir. 4 porsiyon lagman hazýrlamak için; 1. sýnýf
buðday unundan 1 kg hamur, yarým litre su ve biraz tuz yeterlidir. Müþterinin arzusuna göre özel
sos hazýrlamak ve onu hamurdan ayrý olarak vermek mümkündür. Lagman’ý sirke, hardal, bir diþ
sarýmsak veya taze salatayla yemek mümkündür.
Özel bir lagman için sos çok eski çaðlardan beri
Gulca’da, Kuça’da, Kaþgar’da, Ürümçi’de ve hatta Kumul restoranlarýnda hazýrlanmaktaydý. Uygur mutfaðýnýn bütün ustalarý tarafýndan da
onaylandýðý gibi özel bir sosla hazýrlanan lagmana Ekzotik lagman veya Þah lagmaný adý verilmiþtir. Bu sosun hazýrlanmasý için küçük parçalar halinde kesilmiþ kuzu eti kýzgýn yaðda soðan ve sarýmsakla kýzartýlýr, domates eklenir, sonunda ise
acý biber, tuz ve zevke göre baharat katýlýr. Bu sosu Uygurlar neredeyse bütün yaz boyunca en iyi
restoranlarda hamurdan ayrý olarak sýcak sýcak
yemektedirler. Buna özel lagman denmektedir.
Bu arada Çin’in bütün büyük þehirlerinde lagmanýn bu çeþidi “Sincan Lagmaný” yani Uygur lagmaný olarak adlandýrýlmaktadýr.
MANTA
Uygurlar mantayý mayalý ve mayasýz hamurdan
olmak üzere iki þekilde hazýrlarlar. Bunlar da kýy manýn çeþidine göre kendi içinde daha birkaç
çeþide ayrýlýr. Örneðin, Bolak için olacak kýyma
genellikle etten yapýlýr, küçük parçalar halinde
kesilmiþ soðanlar ve kara biber susam, tuz ve diðer baharatlar isteðe göre hazýrlanýr. Þekerli
mantýlara ise kuyrukyaðý, fýndýk ve diðerleri konu lur. Piter mantasýna et ve soðan haricinde kabak,
cusay, lahana, biber, domates ve isteðe göre di ðer sebzeler konulur. Bazý aðzýnýn tadýný bilen
85
kimseler bu mantaya ayva, elma, incir, yonca ve
diðer sebze ve meyveleri koyarlar. Bu, yemeði
yapanýn hayal gücüne veya evdeki sebzelerin
bulunup bulunmamasýna baðlýdýr.
Özel bir manta hazýrlamak için kýyma %50-70 kuzu etinden, %30-40 inek etinden, gerektiði kadar
tuz, biber ve su gereklidir. Mantalar o zaman çok
lezzetli olurlar, týpký olgun bir þeftali gibi. Ýyi bir
Bolak Mantasý (Mayalý hamurdan) hazýrlamak
için kýymaya yukarýda arzu olunan oranda ve yine %15-20 oranýnda kuyruk yaðý, gerektiði kadar
soðan, kara biber, anason, defne tohumu, susam
yaðý veya kýzartýlmýþ susam tohumu tuzlu suyla
birlikte konulur. Kýyma biraz beklemek zorundadýr. O zaman manta daha da lezzetli ve sulu olur.
Mantanýn kaskanda 25-30 dakika yüksek ateþte
piþirilmesi gerekir. Manta küçük ahþap kaskanýn
içinde veya tabaðýn içinde verilebilir. Doðu Türkistan’ýn büyük þehirlerinde mantanýn usta hazýrlayýcýlarý mantayý onan veya yuta olarak adlandýrýlan ince taze ekmeðiyle birlikte vermektedirler.
Katmerli hamurdan yapýlan taze ekmeðe rendelenmiþ havuç, kabak, ince doðranmýþ kinza, taze
kaymak veya sütlü yað konulur. Bu, mantanýn
besleme niteliðini, kalorisini iki kat yükseltmekte
ve daha da lezzetli hâle getirmektedir.
Yukarýda bahsettiðim tavsiyeler 1970 yýlýnda tarafýmdan “Kýrgýzistan Kadýnlarý” adlý dergide, yine
mantanýn tarifini de verdiðim bir yazýmda yer almýþtý. Geçen yüzyýlýn ünlü ve usta Uygur mantýpyazlarýnýn fikirlerine göre Yarmuhammed Aka,
Aman Aka, Sýdýkcan Aka ve diðerlerinin fikrine
göre manta taze ve yumuþak hamurdan, et ise iyi
piþmiþ olmalýdýr.
GEÞERYA (PELMENÝ)
Bazý arkeologlar tarafýndan Turfan Uygur Ýdikuts
bölgesinde 7. yüzyýla ait 5 deðiþik þekilde taþlaþmýþ pelmeniler bulunmuþtur. Bu, Uygurlarýn daha tarihin çok eski çaðlarýnda da çeþitli ve güzel
þekilde pelmeniler hazýrladýklarýný göstermektedir. Ruslar bu yemeðe Pelmeni adýný vermiþlerdir.
Bu söz Latin dilinden alýnmýþ ve iki ayrý kelimenin
birleþmesinden oluþmuþtur. Bu kelimeler, “Kýyma”
ve “Hamur”dur. Burada bir anýmdan bahset istiyorum. 60’lý yýllarda Çinli Li ve Rus meslektaþým
Tanya’yla benim aramda pelmeninin kimlere ait
olduðu hususunda bir bahis söz konusu oldu. Li
Pelmeni’nin bir Çin yemeði olduðunu söyledi,
Tanya ise Rus yemeði olduðunu. Bunun üzerine
her birimiz ayrý ayrý pelmeni hazýrlamaya ve bunlarý belirlediðimiz farklý milletten iki doktora tattýrmaya karar verdik. Bu müsabaka benim zaferimKardeþ Kalemler Mart 2007
86
le sonuçlandý. Jürinin her iki üyesi de benim hazýrladýðým pelmeniyi çok beðendiler ve çok lezzetli olduðunu söylediler. Bundan sonra dostlarým pelmeninin bir Uygur yemeði olduðunu kabul ettiler.
Uygurlar pelmeniyi çok çeþitli türlerde hazýrlamaktalar. Hamurun içine çok farklý sebzeler, balýk
ve piliç koymaktalar. Soðan haricinde de kinza,
cusay, lahana ve diðer sebzeleri koyarlar. Bazen
de eðer bir an önce hazýrlanmak istenilirse hamur alýnýr, içi küçük bir çukurcuk açýlarak kýyma
yerleþtirilir, ardýndan hamur yuvarlak hâle getiri lir. Buna “Mundyak” adý verilir. Bazýlarý ise hazýr
pelmeniler üstüne lagman sosu koyarak yemeðin
hem lezzetini hem de görünümünü zenginleþtirirler. Bu ise “Geþera-Byatta” (Soslu Pelmeni) adýný alýr.
Yukarýda bahsedilen mantý ve geþerya, buðday
sirkesi, þarap sirkesi, kefir, hardal ve diðer baharatlarla birlikte yenir. Uygur mutfaðýnda en çok
kullanýlan acý baharat “Hardal” Çince “Lazidcan”
olarak bilinir. Çok eski zamanlardan beri halkýmýz
bu baharatý “Yagmuç” veya “Aççik” olarak adlandýrdý. Gürcü mutfaðýnda bu baharat “Adcik” olarak adlandýrýlýr. Burada Aççik’in nasýl hazýrlandýðýný belirtmek yerinde olur, sanýrým. Ýlk önce 50
gram kýrmýzý biber, veya taze acý biber, 30 gram
domates veya domates salçasý, 20 gram küçük
küçük kesilmiþ sarýmsak, biraz rendelenmiþ havuç, ezilmiþ ve kýzartýlmýþ susam tohumu gereklidir. Hepsi iyice karýþtýrýlýr ve 100 gram kýzgýn yaðda kýzartýlýr. Bu þekilde kýpkýrmýzý, acý, güzel kokulu, güzel ve lezzetli aççik hazýrlanmýþ olur. Yemek
esnasýnda kullanýlan bu aççik alýnýrken biraz
buðday veya þarap sirkesi eklenir. Daha sonra da
bir parça hardal ve acýrga eklenebilir. Bu baha rat mantaya ve pelmeniye özel bir tat verir.
PÝLAV
Halkýmýz arasýnda pilavý Hipokrat’ýn hastalar için
besleyici ve tedavi edici bir yemek olarak bulduðu hakkýnda bir efsane vardýr. Gerçekten de Hi pokrat halsiz olanlarý ve tüberküloz hastalarýný bu
yemekle iyileþtirmiþtir. Bunun için yedi ayrý besle yici malzeme kullanmýþtýr: Et, yað, soðan, tuz, havuç, su ve pirinç. Yaðda et, soðan ve havucu iyice kýzartýp, pirincin oranýna göre su dökülür ve
kaynatýlýr. Pirincin iyice yumuþamasý için yaklaþýk
40 dakika gereklidir. Pilav en besleyici, zengin vitaminli, kalorili, kolay hazmedilir ve lezzetli yemek
olarak bilinir. Bu yüzden Uygur halkýnda “Þah
için en önemli yemek pilavdýr” diye bir söz vardýr.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
Bazý araþtýrmacýlar pilav kelimesinin beþ yemek
malzemesinden geldiðini iddia etmektedirler.
Yað, et, havuç, soðan ve pirinç. “Pandj” ve ateþ –
“Alau” yani P harfi (Pandj kelimesinden) + Alau
(Ateþ). Belki de bu yüzden dünyanýn her yerinde
bu yemek pilav olarak adlandýrýlmaktadýr. Sade ce Çinliler bu yemeðe “Djua Fan” adýný vermektedirler. En saygýdeðer misafirler için veya bayram günlerinde Uygurlar Uygur mutfaðýnýn tacý
pilavý hazýrlarlar. Çaðdaþ yemek titizleri, temel
mürekkipler hariç, bu yemeði daha da kalorili,
lezzetli ve besleyici yapabilmek amacýyla arzularýna göre pilava ayva, elma, kiþmiþ, baþ soðan,
sarýmsak, anason, safran, amberbaris, nar tohumlarý, nohut, v.d. baklagiller eklerler. Bu malzemelerle süslenmiþ pilav verilir. Pilav’ýn yanýna
domates, salatalýk ve turptan yapýlan salata verilir.
Baharda, Nisan ve Mayýs aylarýnda taze üzüm
yapraklarýnýn içinde özel olarak hazýrlanmýþ kýyma konularak pilavýn üstüne konulur ve buharda
piþirilir.
Bu yemek “Tak-Aþ” adýný alýr. Yukarýda saydýðýmýz
yemek malzemeleri ahçýnýn sanatýna ve isteðine
göre deðiþebilir. Pilav sadece deðiþik kalitedeki
pirinçten deðil, ayný zamanda buðday, arpa ve
mýsýrdan da hazýrlanabilir. Ancak en çok hazýrlanan ve popüler olan düðün pilavý yukarýda saydýðýmýz yedi malzemeden hazýrlanýr. 4-6 kiþilik bir
pilav hazýrlamak için 1 kg et, temizlenmiþ 1 kg pirinç, 200 gram bitkisel yað, 1 kg havuç, soðan,
tuz, su ve diðer baharatlar gereklidir. Uygur mutfaðý deðiþik pilav çeþitlerine sahiptir. Düðün pilavý, soslu pilav, kýzartýlmýþ pilav, torba pilavý, yumurtalý pilav, meyveli pilav, buðday pilavý, vejeteryan pilavý v.d. Burada torba pilavýnýn (Halta pilavý) hazýrlanýþýndan kýsaca bahsetmek yerinde
olur. Yukarýda bahsettiðimiz yedi malzeme, bitkisel yað haricinde, peynir görüntüsündeki temizlik
ve kesimde dayanýklý bir kumaþtan yapýlmýþ torbaya yerleþtirilir. Torbanýn aðzý sýkýca baðlandýktan sonra, suda kaynatýlýr. 30-40 dakika sonra pilav hazýrdýr. Bu pilav yaðda hazýrlanmadýðýndan
kolay hazmedilir ve perhiz için idealdir.
Uygur mutfaðýnda pilava benzeyen bir yemek
daha vardýr. Pirinç kazanda ve kaskanda buhar da piþirilir ve çeþitli soslarla birlikte yenir. Bu yemek bizde “Grüç-aþ” olarak adlandýrýlýr. Özbek
yazarý Mahmudov Bey ise bu yemeðe “GrüçLagman”, Çinliler ise “Gan-Fan” adýný verir.
87
Ali Emiri Efendi
Ali Emiri Efendi ve Dünyasý Sergisi
(24 Ocak - 1 Temmuz 2007)
Fermanlar, beratlar, hatlar, kitaplar
Geçmiþin kültür mirasýnýn, özellikle de bu mirasýn
kolayca yok olabilecek bazý kýrýlgan parçalarýnýn zamanýn tahribine uðramadan günümüze ulaþabilmiþ
olmasýný, bütün hayatlarýný bu nesneleri toplamaya,
korumaya ve gelecek kuþaklara aktarmaya adamýþ
bir dizi adsýz kahramana borçluyuzdur çoðunlukla.
Geçmiþ dönemlerin birçok önemli ürünü, bu deðerbilir insanlar sayesinde savaþlardan, yýkýmlardan ya da doðal afetlerden kurtulmuþ ve yüzyýllarýn
menzillerini sað salim katedip, günümüzün modern
müze ya da kütüphane koleksiyonlarýnda yerlerini
almýþlardýr.
Pera Müzesi ve Ýstanbul Araþtýrmalarý Enstitüsü salonlarýnda iki bölüm halinde açýlan Ali Emîrî Efendi
ve Dünyasý sergisi, iþte bu insanlardan birinin sýradýþý serüvenine ýþýk tutan bir sergi. Çöken imparatorluðun yýkýntýlarý arasýndan toplayýp yaþamý boyunca titizlikle koruduðu, sonra da kendi kurduðu
Millet Kütüphanesi’ne baðýþladýðý ferman, kitap ve
hatlarýn yanýsýna Ali Emîrî Efendi’nin “kültür insaný”
kimliðini öne çýkaran özel eþya ve
belgeleri arasýndan yapýlmýþ bu
derleme,
onun
tutkuyla baðlandýðý bir dünyaya
heyecan verici bir
yolculuk niteliði
taþýyor.
Dîvânu Lugâti’t-Türk Orjinal Kapaðý
Pera Müzesi (3.kat) ve Ýstanbul Araþtýrmalarý Enstitüsü sergi salonlarýnda yer alan Ali Emîrî Efendi ve
Dünyasý sergisi, üç ana bölüm üzerine kurgulandý.
Birinci bölümde, Kanûnî’den Sultan Reþad’a uzanan 500 yýllýk bir dönemin tuðra, hat ve tezhip þa haserleri olan ve bugüne kadar günýþýðýna çýkma mýþ 49 adet ferman ve berat yer alýyor. Ýkinci bölüm ise hat sanatýnýn büyük ustalarýna ait 31 adet
kýt’a ve levhayý kapsýyor. Þeyh Hamdullah, Hâfýz
Osman, Yedikuleli Seyyid Abdullah, Þeyhülislâm
Veliyüddin Efendi, Ýsmail Zühdi, Mahmud Celaleddin ve Kadýasker Mustafa Ýzzet Efendi’nin kaleminden çýkma hatlar, Osmanlý estetiðinin ulaþtýðý
baþdöndürücü zirveyi gözler önüne seriyor. Üçüncü ve son bölüm, Ali Emîrî Efendi’nin bütün ömrü
boyunca topladýðý muhteþem ve nadir yazma kitaplardan bir seçme. Osmanlý padiþahlarýna ait
dîvânlar; týp, coðrafya, tarih ve tasavvuf konulu bu
geniþ yelpazede 69 adet kitap sergileniyor. Ali
Emîrî Efendi’nin 1914’te keþfettiði ve dünyadaki tek
nüshasý Millet Kütüphanesi’nde
olan, 11. yüzyýlda
Kaþgarlý
Mahmud’un yazdýðý efsane kitap Dîvânu
Lugâti’t-Türk ise,
ilk defa bu sergide
yer alýyor.
Dîvânu Lugâti’t-Türk Orjinal Sayfalarý
Kardeþ Kalemler Mart 2007
88
Türk Dünyasýnda
Yazar Teþkilatlarý
Kýrým Tatar Yazýcýlar Birliði
1990 yýlý Kýrýmtatar halký anavataný Kýrým’a avdet olurken ilkler sýrasýnda dönen 3
yazar: Þakir Selim, Rustem Ali ve Yunus Kandým (rahmetli) ile birlikte ilk defa Akmescit
(Simferopol) Qýrýmtatar Yazýcýlarý Keneþi (Kýrýmtatar Yazarlarý Kurulu) kurulmuþ idi.
2 yýl sonra bir çok yazarýn Kýrým’a dönmesiyle sayýlarý artmýþtýr. Ve Ukrayna Milli
Yazarlar Birliði’nin bünyesinde Qýrýmtatar Yazýcýlar Birligi (yani Kýrýmtatar Yazarlar
Birliði) teþkil oldu. Reisi olarak þair ve gazeteci Þakir Selim seçildi.
Þu anda Yazýcýlar Birligi’nin 30 azasý vardýr. Bunlar ayný zamanda Ukrayna Milli
Yazarlar Birliði’nin azaslarýdýr.
Qýrýmtatar Yazýcýlar Birliginin kendi nizamnâmesi bulunmaktadýr. Bu nizamnâme
resmî olarak kayýtlýdýr.
Qýrýmtatar Yazýcýlar Birligi Azalarý:
Yönetim Kurulu:
Reisi
Þakir Selim
Muavini
Seyran Süleyman
Yazýcýlar Fondu Reisi
Riza Fazýl
Yayýn organý
“Yýldýz” mecmuasý
Qýrýmtatar Yazýcýlar Birligi
ve yayýn organý
“Yýldýz”ýn adresi
UKRAINA, Krým,
Sýmferopol 95007
Pr. Vernadskogo, d. 155, kv. 3
Telefon (Türkiye’den)
00-380-652-63-27-13
00-380-652-51-68-03
e-mail:
[email protected]
Kardeþ Kalemler Mart 2007
1. Ýbraim Paþi
2. Rustem Muedinov
3. Ýdris Asanin
4. Riza Fazýlov
5. Nuzet Umerov
6. Zakir Kurtnezirov
7. Refat Çaylak
8. Bilal Mambetov
9. Rustem Aliyev
10. Ýsa Abduramanov
11. Þeryan Aliyev
12. Ervin Umerov
13. Uriye Edemova
14. Ablaziz Veliyev
15. Pevat Aciredinov (Zeti)
16. Tair Halilov
17. Þevket Ramazanov
18. Safter Nagayev
19. Þakir Selimov
20. Þukri Appazov
21. Naciye Ametova
22. Ýsmail Kerimov
23. Enver Abdullayev
24. Ayþe Kokiyeva
25. Dilaver Osmanov
26. Nariman Seytyayaev
27. Nariman Abdülvaapov
28. Þevket Yunusov
29. Tair Kerimov
30. Seyran Süleymanov
yazar
(1918 doð.)
piyes yazarý (1919 doð.)
þair, yazar (1927 doð.)
þair, yazar (1929 doð.)
þair, yazar (1931 doð.)
þair, yazar (1933 doð.)
þair (1933 doð.)
þair, yazar (1935 doð.)
þair (1936 doð.)
þair, yazar (1937 doð.)
þair (1937 doð.)
þair, yazar (1938 doð.)
yazar (1938 doð.)
þair, yazar (1939 doð.)
þair, yazar (1939 doð.)
yazar (1940 doð.)
yazar (1941 doð.)
yazar, tenkit yazarý (1941 doð.)
þair, yazar (1942 doð.)
þair (1954 doð.)
þaire (1954 doð.)
edebiyatçý, profesör (1955 doð.)
yazar (1955 doð.)
þaire (1956 doð.)
þair (1959 doð.)
edebiyatçý, yardýmcý doç. dr. (1964 doð.)
edebiyatçý (1965 doð.)
edebiyatçý, yardýmcý doç. dr. (1968 doð.)
edebiyatçý (1977 doð.)
þair (1979 doð.)
89
Bizimki
Türk Dünyasýnda
Kültür Edebiyat
Dergileri
Azerbaycan’ýn
genç
edebiyatçýlarýný
sanal alemde
buluþturan
dergi
Bizim ki, genç edebî e-dergi, Azerbaycan’ýn genç edebiyatçýlarýnýn sanal aleme taþýnmasý ve internet okuyucularýnýn onlarý tanýyabilmesi amacýyla yayýn hayatýna baþladý. Dergi on beþ günde bir
yayýnlanýyor. Her genç edebiyatçý eserlerini bu sayfalarda yayýnlayabiliyor.
Bizim ki, millî ve manevi deðerlere uymayan yazýlarý yayýnlamama
kararýnda. Bununla beraber yayýnlanacak yazýlarda herhangi bir
siyasi görüþe öncelik vermediklerini duyuran e-dergi idarecileri,
eserlerin yayýnlanabilmesi için önemli olan yazýnýn edebî deðeridir
diyorlar.
Bizimki, þiir ve hikayelerin yaný sýra tenkit ve dünya ve Türk halklarýnýn edebiyatlarýndan yapýlmýþ tercümeleri de yayýnlýyor.
Bizimki ilk sayýsýnda kendi maksadýný söyle ifade ediyor: “ Bizimki
bir grup genç edip tarafýnda yayýnlanan e-dergidir. Maksadýmýz
yetiþmekte olan genç ediplerimizin yaratýcýlýðýna yeþil ýþýk yakmak
onlarýn en iyi þekilde cemiyette tanýnýp,kendilerini rahat hissedebilecekleri edebî ortam oluþturmaktýr. Bugün Azerbaycan edebiyatýnýn inkiþafa ve tekamüle ihtiyacý var. Tekamülün esas taþýyýcýlarý ise
gençlerdir. Teessüfle görüyoruz ki,son zamanlarda edebiyatta muhtelif cereyanlarýn ve fikir ayrýlýklarýnýn olmasýnýn dýþýnda edebiyatýmýz daha çok edebî “þov-biznes” ve entrikalarla dolmuþtur. “Bizimki”ler bu e-dergiyi yayýnlayarak bu boþluðu ortadan kaldýrmak azminde ve inancýndadýrlar ki, gösteriþsiz bir þekilde sahip olduðumuz bu isteðin, Azerbaycan edebiyatýnýn geliþmesine ve sanal
alemde tanýnmasýna katkýsý olacaktýr.”
Bizimki e-dergisine www.bizimki.org adresinden ulaþýlabilir.
Biz de “Bizimki”lere baþarýlar diliyoruz.
Uluslararasý Hakemli Sanal Türkoloji Dergisi
Turkish Studies Dergisinin 3. Sayýsý Yayýmlandý
Sayý Editörlüðünü Prof. Dr. Gurer GULSEVÝN yaptýðý
Sanal Türkoloji Dergisinin yeni çýkan 3. sayýsý dil ve
edebiyat yazýlarýnýn yanýnda tarih aðýrlýklý olduðu
için tarihle ilgili yazýlarýn danýþmanlýðýný bu sahanýn
önde gelen isimlerinden Prof. Dr. Orhan KILIÇ üstlendi. Kýymetli hocamýz Prof. Dr. Gurer GULSEVÝN
önümüzdeki sayýnýn editörlüðünü de yapacak ve
önümüzdeki sayý Prof. Dr. Osman Nedim TUNA ar-
maðaný olacak. Bu özel sayýya olan ilgi bizi ve dergi
ekibimizi çok etkilemiþ olup yazýlarýn sayýsý konusunda TUNA hocamýzýn aziz hatýrasý sebebiyle yazý sayýsýna sýnýrlama getirilmemiþtir. Bu anlamda önümüzdeki özel sayýya yazýlar hala kabul edilmektedir. Yaz
ve Güz sayýlarý ise Prof. Dr. Tunca KORTANTAMER
armaðaný olacaktýr. Bu özel sayýlarýn konuk editörlüðünü ise Doç. Dr. Atabey KILIC üstlenmiþtir.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
90
Kitap Tanýtýmý
Kardeþ Kalemler Mart 2007
91
Kardeþ Kalemler Mart 2007
92
Haber
Ýstanbul’un Yaþamýnda Kazaklar
konulu müzikli söyleþi büyük beðeni topladý
Istanbul Buyuksehir Belediyesi Kültür Ýþleri Baþkanlýðýnýn organizasyonuyla 17 Þubat günü Tarýk Zafer Tunaya Salonunda gerceklestirilen “Istanbul’un
Yasaminda Kazaklar” konulu müzikli söyleþi büyük
beðeni topladý. Ýstanbul Teknik Üniversitesi Sanatçý
Öðretim Üyesi Süleyman Senel tarafýndan yönetilen
programda, Ýstanbul’daki Kazaklarýn tarihi, kültürü,
yaþamý, sanatý ve gelenekleri dile getirildi.
Kazakistan hakkýnda kýsa bir sinevizyon gösterisinden sonra, tarafýmýzdan dinleyicilere Türkiye Kazaklarýnýn tarihi, yaþamý, kültürü ve gelenekleri hakkýnda, bilgisayarlý sunum yardýmýyla görsel malzemelerle destekli olarak genel bir bilgi verilmeye çalýþýldý. Bunlar arasýnda þimdilerde 66 yaþýnda olan
Minan Ablamýzýn göç yolunda 1952 yýlýnda Keþmir’de milli oyun oynarken haliyle, bugünkü halini
karþýlaþtýrmamýz dinleyicilere çok ilginç gelen bir
sahne oldu.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
Türkiye Kazaklarýndan El Sanatlarý Sanatçýsý Ha tice Dönmez de, Kazak el sanatlarý, özellikle keçe,
kumaþ ve diðger eþyalar üzerine yapiýlan iþleme ve
motifler hakkýnda bilgiler verdi. Ayrýca yaptýðý son iþleri dinleyicilere göstererek bilgilendirdi.
Deðerli Sanatçý Bünyamin Aksungur ise geniþ repertuvarý ile Türk dünyasýnda müzik ve kültür alanýndaki benzerliklere dikkat çekti. Onun Kazaklarýn
mesþhur þarkýsý “Culdizim”a benzer melodi ve þarkýlarý Türkçe, Tatarca ve diðer lehçelerde seslendirmesi büyük takdir topladý.
Niðde Üniversitesi Sanatçý Öðretim Görevlisi
Ömer Kaya da, Kazaklarýn Türkiye’ye ilk geldikleri
günlerde Türk Hükümeti, özellikle Baþbakan Adnan
Menderes ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün þahsýnda Türk halkýna þükran duygularýný ifade eden Kazak Þarkýsýný yorumladý. Ayrýca Kazaklarýn “Anshinin Zari” (Avcýnýn Acýsý) ezgisini öyküsuünü
de anlatarak icra etti.
Kazakistan Ýstanbul Konsolosu Asgat Davutov, Deðerli Gazeteci Kemal Çapraz, Kültür Üniversitesi Öðretim Üyesi ve Ka zak Dili ve Edebiyatý Uzmanlarýndan Yrd. Doç. Oktay Selim Karaca, deðerli Sanatçý Gülten Urallý, Altayeli üyelerinden Gulmira Kerim, Kudus Çolpan ve
Nurgul Asankýzý’nýn da aralarýnda bulunduðu
kalabalýk dinleyici kitlesi programý bilgilendiri ci ve ilginç bularak büyük bir ilgiyle takip etti ler. Kazak kitaplarý sergisinin de yer al dýðý program, belirlenen süreden bir saat daha uzun
sürmesine raðmen dinleyicilerin salondan zoraki ayrýlmasý bunun bir göstergesiydi.
93
Haber
Türk Dünyasý Dayanýþma Grubu’nun
Hocalý Katliamý Bildirisi
20. Yüzyýlýn en büyük katliamýnýn gerçekleþtirildiði
Hocalý kenti, 1992 öncesinde, Azerbaycan’ýn Kara bað bölgesinde bulunan ve yaklaþýk 7.000 Azer baycan Türk’ünün yaþadýðý bir yerleþim yeri idi. Karabað’daki mevcut tek hava alanýnýn burada olmasý ve demiryolunun da buradan geçmesi nedenleriyle kent, stratejik önemi haizdir. Fergana’dan göçe
zorlanan Ahýska Türkleri ile Ermenistan’dan þiddet
kullanýlarak çýkarýlan Azerbaycan Türkleri zaman
içerisinde Hocalýya yerleþmiþlerdi. Hocalý, 28 Ocak
1992 tarihinde, dönemin Azerbaycan Devlet Baþkaný A. Muttalibov’un fermanýyla da Rayon, yani
“Özel Ýdari Bölge” statüsüne kavuþturulmuþtu.
Ne var ki, 25 Þubat 1992 tarihinde, aðýr silahlarla
donatýlmýþ Ermenistan silahlý kuvvetleri tarafýndan,
Hankendi’nde yerleþen 366. Rus Motorize Alayý’nýn
da desteði ile Hocalýya “gece yarýsý baskýný” düzenlendi ve maalesef 600’den fazla Azerbaycan Türk’ü
hunharca öldürüldü. Yaþlý-genç, kadýn-erkek, çoluk-çocuk, demeden, yüzlerce insan katledilirken,
tarihte eþi görülmemiþ iþkencelere maruz kalýndý.
Ýnsanlýða karþý yakýn tarihte iþlenmiþ suçtan biri olan
“Hocalý katliamý” ile Azerbaycan kenti Hocalý, tarihin kara ve tozlu sayfalarýnda yerini almak üzere
yeryüzünden silindi.
Ermeniler, amaçlarýna ulaþmak için, terör, katliam,
etnik temizlik gibi insanlýk suçlarýndan çoðu zaman
çekinmemiþlerdir. Etnik temizlik uygulamalarýna
kendi topraklarýnda maruz kalan milyonlarca Azerbaycan Türk’ünün katledildiðine, aralarýnda hamile kadýnlarýn da bulunduðu çok sayýda insana yapýlan iþkencelere ve bu insanlarýn ata - baba yurtlarýndan zorla çýkarýldýklarýna dair eldeki belgeler,
çok net ve açýk bir þekilde tarihe tanýklýk etmektedir.
Ne yazýktýr ki, tarihin ve insanlýðýn bu en kanlý trajedisi Hocalýda yaþanýrken ve üstelik masum insanlarýn hunharca katledildiði cinayetlerin kanýtlarý niteliði taþýyan video kayýtlarý ve belgeleri de eldeyken,
dünya kamuoyu yeterince bilgilendirilmeyerek yýllarca sonuç alýnamamýþ, nihayetinde, Hocalý vahþetinin, dünya devletleri ve uluslar arasý örgütlerce
katliam olarak tanýnmasý için gerekli adýmlarýn atýlamadýðý anlaþýlmýþtýr.
“Hocalý katliamý”, adý her ne olursa olsun, nasýl anýlýyorsa anýlsýn, kim tarafýndan, kime yönelik, hangi
þartta ve ne þekilde olursa olsun sonuçta vahim
olaylarýn yaþandýðý bir vahþettir. Hal böyle iken, insanlýk dýþý bu olayýn, sadece ve sadece Azerbaycan
ve Türkiye tarafýndan anýlarak kýnanmasý gerçekten
çok üzücüdür. Diðer taraftan, bu katliamýn, aradan
15 yýl geçmesine raðmen halen dünya kamuoyuna
Hocalýdaki vahþet, Ermenilerin, “Büyük Ermenistan” anlatýlamamýþ olmasý da maalesef çok daha üzücü
ideali çerçevesinde, 1987 yýlýndan itibaren, Ermeni ve düþündürücüdür.
diasporasý ile birlikte yeni hedefi olarak seçilen
Daðlýk Karabað bölgesinin Azerbaycan Türklerin- Bu itibarla, yüzyýlýn vahþeti Hocalý katliamýyla ilgili
den temizlenmesi amacýyla gerçekleþtirilmiþti.
olarak; ülkeler, uluslar arasý kurumlar, insan haklarý
ve sivil toplum örgütleri, gibi çeþitli kuruluþlar, eldeErmenilerin “Toprak geniþletmek” arzusuna, tarihi ki kanýt niteliði taþýyan belgelerle daha fazla ve ýsTürk düþmanlýðý ve nefreti de eklenerek iþlenen bu rarla bilgilendirilmeli, konunun, uluslar arasý platkatliamla, asrýn en büyük zulmü Hocalýda yaþanmýþ formlara taþýnarak parlamentolarda tartýþýlmasý saðoldu. Hocalý vahþeti, yalnýzca Azerbaycan halkýna lanmalý, Ermenistan’ýn iþgalci ve tecavüzkâr tutumu
karþý deðil, tüm halklara karþý iþlenmiþ ve tarifi im- ortaya konarak dünya kamuoyuna deþifre edilmeli,
kansýz bir insanlýk suçudur.
yaralarýn bir nebze de olsun sarýlmasý amacýyla, Ermenilerin iþgal ettiði Azerbaycan topraklarýndan
Hocalý faciasý, bir rastlantý eseri olmayýp, tersine
çekilmesi de kararlýlýkla istenmelidir.
19.asýrdan bu yana Ermeniler tarafýndan Azerbay can halkýna karþý yürütülen planlý ve kararlý bir etnik Bu nedenle, insan haklarýna saygýlý, duyarlý, sað
temizlik siyasetinin sonucudur. Bu vazgeçilmez sin - duyulu herkesi ve her kesimi, Hocalý katliamýnýn
si siyaset, Ermeni diasporasýnýn ve lobisinin her tür- dünya kamuoyu nezdinde tanýnmasý amacýyla baþden desteði ve kýþkýrtmalarý ile yýllarca sürdürül- latýlmasý gerektiðine inandýðýmýz KAMPANYA’YA, inmüþtür.
sanlýk adýna katýlmaya çaðýrýyoruz.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
94
Haber
Kardeþ Kalemler Mart 2007
14. Hazar Þiir Akþamlarý’nýn
Kazakistan’daki Yankýlarý
95
Haber
Türk ve Dünya Basýnýnda
Kardeþ Kalemler’in Yankýlarýndan
HASBÝHÂL
MEHMET ÞÜKRÜ BAÞ
[email protected]
BÝR HARPUT’LUDAN KARDEÞ KALEMLER
“Yazmayan kalem, düþünmeyen zihin ve sevmeyen gönül de týpký kullanýlmayan aletler gibi paslanýr.”
Bu sözler elimdeki ”Kardeþ Kalemler” dergisinin deðerli fikir ve edebiyat adamý, sevgili dostumuz þair Ali Akbaþ’a ait.
Ali Akbaþ büyük bir emek ve çalýþma sonucu “Kardeþ Kalemler” adlý bütün Türk Cumhuriyetlerini kucaklayan bir dergi çýkarmýþ. Dergiye bir göz attýðýmýzda Sayýn Akbaþ’ýn uzak ve yakýn diyarlardaki kardeþ kalemleri kucaklayacak bir oluþum içerisinde onlara merhaba dediðini ve onlarý topyekûn bir beden halinde Türk kimliði ve Türkçe dili ile görmek arzusunu taþýdýðýný, Mesnevisi ile dünyayý sarsan
Mevlana’yý, Yunus Emre’yi, Ali Þir Nevai’yi, Þeyh Galip’i ve Fuzuli’yi örnek göstererek bunlarýn yolunda
olmanýn önemini iþaret ettiðini görüyoruz.
Türk Cumhuriyetlerinden pek çok yazar ve þairlerin dergide yer alan yazý ve þiirlerinde göze çarpan
ilk þey hürriyetin ne kadar mübarek bir duygu olduðudur. Yýllarca Rus egemenliðinde kalan, ancak gönüllerinde her zaman istiklal ve hürriyet aþký taþýyan bu kardeþlerimizin birer birer hürriyetlerine kavuþup baðýmsýz devlet oluþturduklarýný görmek mutluluklarýn en büyüðü olmasý gerek. Çünkü Türk milletinin karakterinde Atatürk’ümüzün dediði gibi baðýmsýzlýk yatmaktadýr.
Baðýmsýzlýk, Türk Milletinin karakteridir.
Bakýn Türk kardeþimiz Oyunskiy Sagusu, “Ve Bir Ak Saçlý Ozan Dedi ki” adlý þiirinde kendisini nasýl
bayraklaþtýrýyor;
Sanmayýn ki çürüyüp,
Toprak oldu Oyunskiy.
Ormanda kayýnlara,
Yaprak oldu Oyunskiy.
Ozanlarýn dilinde,
Kopuzlarýn telinde,
Ve erkinlik yolunda,
Bayrak oldu Oyunskiy.
Ýþte Oyunskiy’lerin, Þeyh Þamillerin, Hacý Murat’larýn, Maðcan Cumabay’larýn yaþadýklarý, binlerce
çocuðun babasýz büyüdükleri bu topraklarda bayraklaþan bir mücadele sonunda zaferlere açýlan bir
kapýdýr bu topraklar. Türk’ün anayurdudur bu topraklar. Þimdi bu topraklarda Türk Cumhuriyetlerin bayraklarý dalgalanmakta, bu bayrak altýnda istiklal ve hürriyetleri doyasýya yaþanmaktadýr.
Nüfus sayýmýnda Harput’ta kayýtlý þairimiz Ali Akbaþ bu dergide Hazar Þiir Akþamlarý’na da yer vermiþ, Hazar’ýn olduðu her yerde þiirin de olacaðýný ifade etmiþtir. Bu dergi kardeþ kalemlerin yayýn dili
Türkçesiyle Yakutistan’dan Kýrgýzistan’a, Kazakistan’a, Azerbaycan’a, Afganistan’a Tataristan’a, Makedon ya’ya kadar geniþ bir coðrafyaya ulaþmýþ, oradaki Türk kardeþlerimizin duygularýna tercüman olmuþtur.
Atýlan bu köprü ile Türk Cumhuriyetleri biribirine daha yakýnlaþmýþ, ortak bir kültürde buluþmuþlardýr. Ayný soy, ayný dil ve ayný vatan ortak deðerleri olmuþtur.
Maðcan Cumabay adýna düzenlenen Hazar Þiir Akþamlarýnda bu þehit kardeþimizi bu þiirimle bayraklaþtýrmýþtým:
Bir ok attýn Hazar’dan, düþtü gönül kaleme,
Cevap yazayým dedim, güç yetmedi kaleme.
Þehit olduðun o gün, hilaldi gökteki ay,
Yýldýz oldun hilâle, bayraklaþtýn Cumabay.
Selam size mübarek þehitlerimiz, Türk dünyasýndaki sevgili kardeþlerimiz.
Selam size Sayýn Akbaþ, binlerce selam size.
*****
09 Þubat 2007 Tarihli ELAZIÐ NURHAK Gazetesinde yayýmlanmýþtýr.
Kardeþ Kalemler Mart 2007
96
Haber
Kardeþ Kalemler Mart 2007
Türk ve Dünya Basýnýnda
Kardeþ Kalemler’in Yankýlarýndan

Benzer belgeler

paylaşım 2007 nisan

paylaşım 2007 nisan Ýþte Kardeþ Kalemler böyle bir arayýþtan doðdu ve yola çýkacak yolcularýný arýyor. Ey kalem ve kelâm ehli, gelin turnalar gibi bir katar olalým. Çað üstüne, insanlýk üstüne, yarýnlar üstüne yeni tü...

Detaylı