İlgili yazı`nın devamını pdf dökümanı olarak görüntüleyebilirsiniz

Transkript

İlgili yazı`nın devamını pdf dökümanı olarak görüntüleyebilirsiniz
Kaya tuzunun sihirli gücü
Son yıllarda medya ve basın organlarında “tuz”a karşı büyük bir savaş var.
Tuz her yerde kötüleniyor ve uzmanlar sofradan tuzu kaldırın diyor.
Amerika‟da bazı lokantalar masalara tuzluk koymamaya başlamış. Sağlık
Bakanlığı ve sivil sağlık kuruluşları az tuz tüketilsin diye yaygın bir şekilde
uyarılarda bulunuyorlar. Aykırı fikirleri ortaya koyan biri olarak bu sizin
konu hakkındaki düşüncelerinizi öğrenmek isterim. Bu öneriler ne kadar
doğru? Tuz hakikatten bu kadar kötü mü?
Evet, fazla tuz tüketmek bazı insanlarda yüksek tansiyona neden olarak
böbrek ve kalp hastalıklarına, felçlere yol açabiliyor. Ama bu tuz kısıtlaması
konusu fazla abartılıyor ve nerdeyse açık bir tuz düşmanlığı yapılıyor. Bu
durum beni çok tedirgin ediyor. Çünkü bu önerilere körü körüne uymak
faydadan çok zarar getirebiliyor.
Bir kere önce şunu söyleyeyim. Tuz kalitesine miktarına dikkat edilmek şartı
ile düşmanımız değil tam tersine kadim dostumuz. Tuz hayatın vazgeçilmez
unsuru, çünkü onsuz hayat mümkün değil. Dünyanın dörtte üçü denizlerle
kaplı. Biliyorsunuz deniz suyu tuzlu. İnsan vücudunun da üçte ikisi su ve
tuz. Suyun damarlarımızda ve hücrelerimizde durabilmesi tuz olmadan
olmuyor. Tuz ayrıca sinirlerimizin iletisini sağlıyor, kaslarımızı kasıyor, çeşitli
besin maddelerinin hücre içine girmesini sağlıyor. Tuz olmadan hiçbir şey
düşünemiyor ve hareket edemiyorsunuz.
Tuz’un tarihini araştırdığımızda geçmişte çeşitli topluluklar arasında tuz
savaşları yapıldığını öğreniyoruz. Büyük uygarlıklar tuz üretimini kontrol
ederek yükselmiş, tuz ticareti sayesinde zenginleşmiş gelişmiş (1). Dikkat
ederseniz eski yerleşim yerlerinin birçoğu tuz ocaklarına yakın.
Romalılar maaşları (salary) tuz (sal) ile öderlermiş. Hatta tuz o kadar
kıymete binermiş ki Avrupalı ve Afrikalı kaşifler bir fincan tuz almak için 1
fincan altın tozu verirlermiş. Yani tuz kıt bulunduğu yörelerde altın kadar
kıymetli imiş, hatta tuza beyaz altın diyorlarmış.
O halde otoriteler niçin tuzu kısıtlamamızı söylüyorlar?
Birçok hekim hipertansiyonun tedavisi ve önlenmesinde hasta olsun olmasın
her kese tuzu azaltılmış bir diyet öneriyor. İlk bakışta tansiyon hastalarına
tuz kısıtlaması yapmak çok doğruymuş gibi gözüküyor. Çünkü kanımızda
dolaşan tuz miktarı artarsa, bu fazla tuz hücre içindeki suyu kendi tarafına
çeker. Damar içindeki sıvı miktarı artar, bu da kan basıncını artırır. Ama
gerçek bu kadar basit değil. Tuz tansiyonu yükseltir’ söylemi fazlaca düz bir
mantığa dayalı. Tuza duyarlı genetik özelliklere sahip bazı etnik gruplar
dışında tuz kısıtlamasından tansiyon açısından fayda görenlerin oranı düşük;
duyarlı grubun Dünyadaki oranı ise yüzde 30’u geçmiyor.
Bazı insanlar tuza duyarlı iken, çoğunlukta bu duyarlılık yok demek istediniz
anladığım kadarı ile; bu farklılığın belli bir nedeni var mı?
Vücudumuzda su ve elektrolit dengesini ayarlayan hassas bir hormonal
sistem var, renin-anjiyotensin-aldosteron (RAA) sistemi diye. Vücudumuz
susuz ve tuzsuz kaldığında beyin hücrelerini susuz bırakmamak için her türlü
tedbire başvuruyor. Amaç beyine yeterli kanı göndermek. Bu durumda eğer
yeterli tuz ve sıvı almazsanız renin-anjiyotensin-aldosteron (RAA) sistemi
etkinleşiyor. Bu durumda kas, deri ve eklem gibi önceliği olmayan dokuların
damarlarını büzüştürüyor. Bu dokular susuz kalıyor; deyim yerinde ise
buruşuyor. Böylece hayati beyin gibi organlara daha fazla kan gidiyor. Su ve
tuzu fazla aldığımız zaman ise RAA sistemi faaliyetini durduruyor.
Şimdi köle ticaretinin dorukta olduğu yüzyılları düşünün. O zamanki
Afrikalıların bir bölümü (özellikle Büyük Sahra, Kuzey Afrika) tuz ocaklarının
yakınında yaşadıkları için yeterli sodyum almakta idiler bu nedenle RAA
sistemleri aşırı aktif değildi. Orta ve Güney Afrika’nın iç kısımlarında yaşayan
daha ilkel şartlarda tuz ocaklarına uzak yaşayanlar ise sadece yiyeceklerde
bulunan sodyumu tüketirler, bulamadıkları için ilave tuz alamazlarmış. İşte
bu insanlar çok az aldıkları sodyumun böbrekten atılmasını iyice azaltmak
için RAA sistemlerini aktif halde tutacak genetik yatkınlığa sahip olmuşlar.
16. yüzyılın başından 19 yüzyılın sonuna kadar çok sayıda Afrikalı esir olarak
Amerika’ya ve başka kıtalara götürülmeye başlanmış (bunların çoğu
Afrikanın Güney ve Orta kısmından alınmış) . Esirlerin haftalar süren
yolculuklarda gemi ambarlarında sıcağa maruz kalmaları, tuz kaybına yol
açmış. Bu nedenle esirlerin bir bölümü tuz kaybına bağlı susuzluktan
ölmüşler. RAA sistemleri aktif olanlar, tuz kaybından daha az etkilenmiş ve
daha az ölmüşler ve böylece Amerika kıtasına gelmişler. Yani tuz tutma
özellikleri fazla olanların (yani bulundukları doğal yaşama ortamında fazla
tuz alma imkanı olmayanlar) yaşama şansı artmış.
Bu kıtaya ulaşan tuza duyarlı Afrikalılar daha farklı bir beslenme düzenine
geçmek zorunda kalmışlar. Çünkü beyaz adamların diyetlerinde sodyum
daha yüksek ve potasyum daha düşükmüş. Tuza duyarlı bu kara derili grup
insanlarda, aynı diyeti alan beyazlardan daha çok hipertansiyon olduğu
saptanmış(2).
Özetle söyleyecek olursak insanların yaklaşık %30’u tuza duyarlı ve bu
insanlarda böbrekten salgılanan renin adlı hormon düşük. Bu hastalarda tuz
kısıtlaması hastaların hipertansiyonunun düzelmesine yardımcı oluyor. Fakat
insanların %70i ise tuza duyarlı değil ve renin seviyeleri yüksek. Bu kişilerde
tuzu kısıtlamak zaten yüksek olan renini artırarak kan basıncını da artırıyor.
Tuza duyarlı olup olmadığımızı nasıl anlarız?
Maalesef tuza duyarlı ve duyarsız kişileri ayıran hassas bir test yok.
Siyahilerde, yaşlılarda ve obezlerde tuza duyarlı olanlar daha yüksek
oranda. Bence bütün hipertansiyonlulara hiçbir ilaç vermeden çok aşırı
olmamak koşulu ile tuz kısıtlaması yapmak, iki hafta içinde tansiyonda
beklenen düşme olmuyorsa, o kişi tuz duyarlı değildir ve bu diyette ısrar
etmemek lazım.
Tuza duyarlı olmayan o büyük gruptaki insanlar tuz kısıtlaması yaparlarsa ne
gibi zararlara uğrarlar?
Şimdi söylediklerime çok şaşacaksınız. Bir araştırmada tuz kısıtlaması
yapılan hipertansiyonlu hastaların, yapılmayanlara oranla daha fazla
enfarktüs geçirdiklerini gösterilmiş (3). Başka bir araştırmada da az tuz
tüketenlerde ölüm oranları daha yüksek bulunmuş(4). Ama nedense tıp
dünyası bu tarz çalışmaları görmezden geliyor!
Az tuz almak kemik kırıklarını ve kemik erimesini de artırıyor. Mesela bir
araştırmada 364 kırıklı yaşlı hastanın (65 yaştan büyük) ve aynı sayıda
kırıksız hastanın serum soydun seviyelerine bakılmış (5). Kırıksızlarda
%4.1’inde kan soydun değerleri düşük bulunurken kırıklılarda bu oran iki
kattan daha fazla imiş (%9.1).
Araştırıcılar tuz tadı ve motivasyon ve duygulanım ile ilgili süreçlerin limbik
önbeyinde iç içe girdiğini göstermişler(6). Bu nedenle tuz dengesindeki
değişiklikler mizaç ve davranış bozukluklarına yol açabiliyor. Bir araştırmada
tuzu kısıtlanan farelerin daha önceleri zevk aldıkları faaliyetleri yapmadıkları
saptanmış. Biliyorsunuz hayattan zevk almamak depresyonun en önemli
özelliği. Yani tuzun antidepresan bir özelliği var. Belki de bu yüzden bazı
insanlar tuza çok düşkünler.
Tuz eksikliği iştahsızlık, konsantrasyon azlığı, dikkat eksikliği, yorgunluk, baş
ağrısı, uyku bozuklukları, tükenmişlik hissi, ağız tadının bozulması ve
susuzluk hissi gibi belirtilere de yol açıyor. Birçok insanda bu belirtiler
olabiliyor, ama bunlar nadiren tuz eksikliğine bağlanıyor.
Şimdi anladım tuzun azı da zarar, çoğu da zarar diyorsunuz özetle.
Evet öyle, ortası karar. Fakat önemli bir problem var. İnsan sağlığı ile ilgili
birçok kanaat önderi genellikle tuzun fazla miktarda alınmaması konusuna
odaklanmışlar. Tuzun kalitesi, yani doğal olup olmaması onları nedense fazla
ilgilendirmiyor.
Bakkaldan, marketten aldığımız rafine tuzlar kalitesiz mi yani? Biz
yemeklerde rafine tuz kullanıyoruz. Ancak turşu kuracağımız ya da salamura
balık yapacağımız zaman kaya tuzunu kullanıyoruz, ucuz olduğu için. Yoksa
rafine tuzlarda bir sorun mu var?
Var tabii.
Peki hangi tuz daha kaliteli, rafine tuz mu? Kaya tuzu mu? Bize bu tuzların
özelliklerinden bahsetseniz
Olur bahsedeyim. Dünyadaki tuz üretiminin %93-94'ü direkt olarak
endüstriye gidiyor. Tuzsuz ne plastik, soda, yumuşatıcılar, deterjanlar,
cilalar, ne de yağlar üretilebiliyor. Kimyasal ayrıştırma işlemleri için ise
sadece NaCl gerekli. Çünkü doğal tuz kristalinin içerdiği diğer elementlerin
tümü üretimde sıkıntılara sebep oluyor (7). Bu elementler rafinasyon
sırasında ayıklanıyor ve geriye sadece NaCl kalıyor. Bu işlemler için
ayrıştırılan tuz'dan endüstride kullanılmayan %6'lık kısım da gıda sektörüne
aktarılıyor. Üstelik rafinasyon işlemleri sırasında birçok toksik madde
tükettiğimiz tuza karışıyor. Başka bir sorun da tuzun elde edildiği yerin
temizliği. Örneğin Türkiye'nin büyük oranda tuzunu karşılayan Tuz Gölü
maalesef kanalizasyonlar ve kirletici sularla kirlenmiş vaziyette.
Rafine tuzlar ile doğal tuzlar arasında çok büyük farklar var. Rafine tuzun
%97.5‟i sodyum klorür; geri kalan %2.5’inde iyot ve nem soğurucu
kimyasallar var. Başlıca nem soğurucular kalsiyum karbonat, magnezyum
karbonat ve Alzheimer hastalığına da yol açtığı söylenen alüminyum
hidroksit. Bu kimyasallar tuzun serpilmesini kolaylaştırıyorlar, yani akıcılığını
artırıyorlar.
Bu tuz rafinasyon işlemi sırasında 650oC sıcaklığa maruz kalıyor ve bu
sıcaklık tuzun kimyasal yapısını bozuyor. Rafine tuz birbirinden ayrılmış
kristallerden oluşuyor. Bu nedenle metabolize olması için vücudunuzun çok
enerji harcaması gerekiyor. Aşırı rafine tuz aldığınızda su molekülleri
sodyum klorür molekülünün etrafını sarıyor ve vücudunuz bunu nötralize
etmeden hemen sodyum ve klorüre ayrıştırıyor. Bu işin oluşması için hücre
içinden su çekilir ve hücreleriniz buruşuyor, bu arada tansiyonunuz da
yükseliyor. Her 1 gram fazla sodyum için hücrelerden 23 gram su çekiliyor.
Bu durum tansiyonumuzu yükseltirken hücrelerimizi de susuzluktan
kurutuyor.
Bilimsel açıdan doğal tuz kristalinin kendine has bir yapısı var. Diğer tüm
kristal yapıların tersine, tuzun atomik yapısı moleküler değil, elektriksel ve
tuzu değişken yapan faktör de bu (8).
Doğal tuzda, rafine tuzda olmayan ne gibi mineraller var?
Doğal tuzun %84’ü sodyum klorür; geri kalan %16’lık bölümünü lityum,
fosfor, selenyum, magnezyum, kalsiyum, vanadyum gibi doğal mineraller
oluşturuyor. Doğada bulunan 94 elementten soy gazlar hariç tüm
elementler (84 element) doğal tuz kristalinde mevcut. İnsan bedeni de tuz
gibi 84 elementten oluşmakta. Yani doğal tuz mineral ihtiyaçlarımızın
tamamını sağlıyor! İşin kötü yanı doğal tuz dışında bazı doğal mineralleri
alacağımız doğru dürüst bir kaynak yok. Bu mineraller kaynak suyu ve
maden sularında da bulunuyorlar ve sağlığımız için çok önemli. Sadece bir
örnek vermek istiyorum ABD’de Texas’ta lityumdan fakir suların içildiği
bölgelerde cinayet, hırsızlık, soygunculuk, tecavüz ve intihar olgularının
daha çok görüldüğü saptanmış(9). İşte bu yüzden “doğal-işlenmemiş tuzlar”
ile “rafine beyaz tuzun” birbirine hiç benzemiyor.
Rafine tuz vücudumuzu neden tahrip ediyor?
Vücut rafine tuzu saldırgan bir zehir olarak algıladığı için tüketilen rafine
tuzu kendini korumak amacıyla bir an önce atmak istiyor ve bu nedenle de
tüketilen aşırı miktarda tuzun süzülmesi ve atılması başta böbreklerimiz
olmak üzere tüm boşaltım sistemi üzerinde önemli bir yük ve baskı
oluşturuyor. Bu durumda rafine tuz vücudumuzda aşırı su birikimlerine
(ödem) sebep oluyor ki kalp yetersizliğine yol açabiliyor. Kadınların en
önemli şikâyetlerinden biri olan selülitin temel sebeplerinden biri de yine bu.
Vücuttan atılamayan rafine tuz ise tekrar kristalleşerek direkt olarak eklem
ve kemiklerde depolanıyor ki bu artrit, gut gibi değişik türdeki romatizmal
hastalıklar ile safra kesesi ve böbrek taşı oluşumlarının önemli
sebeplerinden. Tekrar kristalleştirerek saklama çözümü orta ve uzun vadede
hastalıklara sebep oluyor ama, atılmasını gerçekleştiremediği aşırı miktarda
rafine tuzun kendisine vereceği akut zararı engellemek için vücudun
bulabildiği tek çözüm bu. Yani zararı zamana yayıyor.
Deniz tuzu da faydalı mı?
Aslında kaya tuzları da eski jeolojik devirlerde oluşan deniz tuzları. O
nedenle deniz tuzları kaya tuzlarının özelliklerine sahip, ve onlar kadar
faydalı; rafine edilmemişse tabii. Ama maalesef piyasada satılan bu tuzların
çok büyük bir bölümü rafine.
Ben de deniz tuzlarını doğal sanırdım. Peki bir tuzun rafine olup olmadığını
nasıl anlayacağız?
Çok kolay. Bir tuz çok rahat akıyorsa o rafinedir. Hangi tuzu kullanıyorsanız
kullanın önce tuzunuzu test edin, sonra karar verin. Yarım çay bardağı üzüm
sirkesi içine1 tatlı kaşığı tuz atın. 5-10 dakika kadar bekleyin. Sirke yeni
açılmış gazlı içecekler gibi aşağıdan yukarı doğru köpürmeye başlıyor ve bir
süre sonra bulanıklaşıyorsa o tuz doğal değildir.
İşlenmiş gıdalara neden tuz konuyor?
Buzdolabının olmadığı devirlerde yiyecekleri kokuşmadan saklamanın başlıca
yolu tuzlama idi. Çünkü tuz kokuşma yapan bakterilerin yaşamasına izin
vermiyor. Günümüzde soğuk hava depoları ve kimyasal koruyucularla bu
ihtiyaç büyük ölçüde ortadan kalktı. Ama yine de paketlenmiş gıdalara çok
miktarda tuz konuluyor.
Neden?
Tuzun gıdaların raf ömrünü artırması dışında başka özellikleri de var. Çünkü
tuz olmazsa doğal yapısı değiştirilmiş o tatsız yiyecekleri kimse yemez. Tuz
bunlara tat katmanın en ucuz yolu. Tuz ayrıca iyi bir stabilizatör.
Paketlenmiş gıdaların içindeki unsurların bir arada durmasını, dağılmamasını
sağlıyor.
Raf ömrü artırılmış yiyeceklerin içinde sadece sodyum klorür yok, başka
sodyum bileşikleri de var; monosodyum glutamat, sodyum bikarbonat
(yemek sodası), sodyum nitrat ve sodyum sakkarin gibi. Bu durum farkında
olmadan tükettiğimiz tuzun aşırı miktarlara çıkmasına neden oluyor. İşin
önemli yanı bu sodyum bileşiklerinin tuz tadında olmaması. Böylece tuzlu bir
şey yediğinizi de anlamıyorsunuz. Ayrıca bu katkıların çoğu sağlığımız için
sakıncalı.
Yani bilmeden çok miktarda sodyum alıyoruz, o halde?
Tamamen öyle.
Ülkemiz doğal tuz kaynakları bakımından zengin mi?
Evet oldukça zengin. Çankırı, Iğdır ve Kastamonu gibi illerimizde tuz
mağaraları bulunuyor ve buralardan çıkan kristal kaya tuzları doğal tuz
olarak tanımladığımız, doğanın bize hediyesi olan tuzlar. Çankırı Tuz
Mağarası yaklaşık 5000 yıldır yararlanıldığı tahmin edilen Türkiye'nin en
büyük kaya tuzu rezervlerinin bulunduğu bir yer. Buradaki kaya tuzu
yataklarının Hititler zamanından beri kullanıldığı tahmin ediliyor.
Doğal yaşayan topluluklar günlük ne kadar tuz tüketiyorlar?
Yeni Gine yaylalarında doğal şekilde beslenen yerlilerin (ki hiç ilave tuz
kullanmıyorlar) yiyeceklerle aldıkları tuz 0.5 gram ve sağlıkları oldukça iyi.
Ve kalp-damar hastalıkları sıfıra yakın. Ortalama taş devri insanının ortalama
tükettiği miktar ise 1-1.5 gram kadar. Ama daha fazla tuz tüketen doğal
topluluklar da var; Tibet’teki Fala Nomadlar gibi. Bu insanların ana menüleri
süt, peynir, antilop, yak ve tereyağı. Nerdeyse hiç meyve ve sebze
yemiyorlar, ama çok bol tuz tüketiyorlar (Himalaya tuzu). Tuzun kendilerini
sağlıklı yaptığına inanıyorlar. Nitekim bu Tibet kabile bireylerinin kan basıncı
değerleri, bizimkilerden çok daha düşük ve çok uzun yaşıyorlar (10).
Gördüğünüz gibi doğal yaşayan topluluklarda tuz tüketimi ırklara, tuz
kaynaklarına yakın-uzak olmaya ve RAA sisteminin aktif olup olmamasına
göre değişiyor. Türkiye’de ise kişi başına 18 gram, ABD’de 10 gram kadar
günlük tuz tüketildiğinin saptanmış. Bu ise çok yüksek bir miktar. Çünkü
böbreklerimizin günlük tuz süzme kapasitesi cinsiyete, yaşa ve kişinin
yapısal özelliklerine göre 5 gr ile 7 gr arasında. Fazla su tüketenlerde ve
kristalize tuz tüketenlerde kapasite daha yüksek olabiliyor.
Birçok kişi maalesef sofraya oturuyor ve daha yemeğin tadına bakmadan
tuz katıyor. Yeteri kadar da su içmiyorsa ciddi sorunlar olabiliyor; hele de
rafine tuz alıyorsa. Bu nedenle tüketilen tuz miktarının düşürülmesi
öneriliyor.
ABD’de FDA’nın tuz için önerisi ise günde 2.4 gramın (2.5 silme çay kaşığı
kadar; tepeleme değil) aşılmaması. Amerikan Kalp Topluluğunun sınırı ise
1.5 gram. Ama maalesef her iki kuruluş da tuzun rafine edilmiş olup
olmamasından hiç bahsetmiyor.
Otoriteler 100 gram yiyecek içinde 500mg’dan fazla sodyum olmaması
gerektiğini söylüyorlar. Ama salam ve sosis gibi işlenmiş et ürünlerinin 100
gramında 800mg kadar tuz var!
Benim tuz tüketimi hakkındaki fikrim şöyle. Eğer rafine tuz tüketiyorsanız,
günlük miktarı 1500-2000mg’a kadar kısıtlamanız uygun olur. Ama sağlığınız
iyi ise, rafine edilmemiş tuz tüketimini 3000mg’a hata daha fazlasına kadar
artırabilirsiniz. Bu arada günlük su tüketiminin 2 litreden daha az olmaması
gerekiyor. Eğer fazla tuz almışsanız, tükettiğiniz su miktarını da artırın.
Konjestif kalp yetersizliği ve böbrek yetersizliği gibi su ve tuz atılımını
zorlaştıran hastalıklarda ise tuz tüketiminin ayarlanması hekimin gözetimi
altında yapılmalı. Bence hasta bir kişinin sodyum ihtiyacını belirleyecek en
iyi yol kan sodyum düzeyleri izlemek, ki alt sınırı 136mEq/L, üst sınırı ise
145mEq/L. İdeali seviyeyi 140 civarı. Eğer değerleriniz 145’in üzerinde ise
daha az tuz tüketmelisiniz. Sodyum değeri düşük ya da alt sınıra yakın olan
hastalarda hipertansiyonu düşürmek için kan sodyum düzeylerini düşürmek
çok tehlikeli.
Böbreküstü bezi yetersizliği ve kistik fibroz gibi tuz kaybettiren hastalıklarda
ise olağandan daha fazla tuz tüketmek gerekiyor. Tuz kısıtlaması böbrekleri
de tahrip edip hipertansiyona sebep olabiliyor. O nedenle çok dikkatli olmak
lazım. Birçok yaşlı hastaya sıcak havalarda dışarı çıkmayın deniyor. Bu kişiler
tuz kısıtlaması yapıyorlarsa bayılabiliyor ve kalp krizi geçirebiliyor.
Hocam „sole‟ denilen bir tuzlu su varmış. Çok faydalı diyorlar, doğru mu?
Su ve kristal tuz karışımına sole deniyor. Sol Latincede güneş demek. Sole
güneş ışığının sıvılaşmış halinden başka bir şey değil. Su tuzla birleştiğinde,
tuzun pozitif iyonları suyun negatif iyonlarını sarıyor; suyun pozitif iyonları
da tuzu negatif iyonlarını. Sonuçta iyonlar hidrolize oluyor. Bu süreç
sırasında tuzun ve suyun geometrik yapısı değişiyor ve tamamen üç boyutlu
yeni bir yapı oluşuyor. Elde edilen şey artık ne su, ne de tuz.
Bu kristal yapı doğanın rezonans frekansına ve vibrasyon patternine aynen
sahip. Hastalık halinde insanın bu enerji ve vibrasyona ihtiyacı var. Sole
vücudun iletkenliğini artırıyor, vücut pH’sını alkali tarafa çeviriyor ve ağır
metallerin eliminasyonuna yardımcı oluyor.
Bu soleyi nasıl hazırlayabiliriz?
1 cam bardak ya da kap içine tuz kristallerini koyun. İçine su doldurun. 24
saat içinde tuzun eriyip erimediğine bakın. Eğer tuz erimediyse üzerine bir
miktar daha su ekleyin. Eğer erimişse biraz kristal daha ekleyin. Sonunda
belli bir sınıra gelince tuz artık doyacak ve artık erimeyecektir; işte bu %26
bir konsantrasyona denk geliyor. İşte sole dedikleri bu. Tuz artık aşırı
doymuştur. Sole eriyiği azaldıkça üzerine tekrar kristal ve sukoyarak eksilen
miktarı karşılamış olursunuz. Bu solüsyondan her sabah aç karnına 1 tatlı
kaşığı alın ve bir bardak içme suyuyla inceltin ve içilir hale getirin. Gün
boyunca 8-10 bardak su içmeyi de ihmal etmemek gerekiyor. Bu karışım
çok yüksek dezenfektan etkisi olduğundan oda sıcaklığında bozulmadan
uzun süre saklanabiliyor.
Sole ile cilt temizliği de yapılıyormuş.
Evet yapılıyor. Eğer daha pürüzsüz bir cilde kavuşmak isterseniz 50 mL
(yarım çay bardağı) konsantre bir haldeki soleyi 1 lt. suda çözün. Pamuk
tampona çözeltiyi emdirerek süzün ve yüzünüze koyun. Kurumaya
bıraktıktan sonra duru suyla yüzünüzü yıkayın. Sırt ve dekolte bölgeleri için
pamuklu bir beyaz gömleği bastırıp sıkın. Nemli bir şekilde giyinin, sonra
kurumasını bekleyin. Kuruduktan sonra duru suyla bir duş yapın. Bu yöntem
kaşıntılara ve böcek ya da sinek ısırıklarına da iyi geliyor.
Tuzun insan sağlığında başka kullanım alanları var mı?
Var tabii. Mesela tuzlu banyo suyu. Bir küvet su içinde 0.5-1 kg kristal tuzu
eritiyor ve ortalama sıcaklığı ortalama vücut sıcaklığına getiriyor ve bu
suyun içinde en az 20 dakika yatıyorsunuz (11). Daha sonra duş alarak
durulanmadan sadece havlu ile kurulanıyorsunuz. Bu suyun detoksife edici,
nemlendirici, kaşıntıyı azaltıcı, yorgunluğu alıcı ve sakinleştirici bir etkisi var.
Tıpkı deniz suyu gibi.
%1‟lik tuz eriyiği: 1 silme çay kaşığı (1 gram) tuz, 1 standard çay bardağı
suyun (100mL) içinde eritiliyor. Bu derişim fizyolojik serumunkine yakın. Bu
suyu burnunuza çekip burun ve sinüslerinizi yıkayabilirsiniz. Aynı işlemi
tahriş olmuş gözlerinize de uygulayabilirsiniz. Zaten eczanelerde satılan
deniz suyu da bu hazırladığınız suyun aynısıdır. Üstelik çok daha ucuzdur.
Bu eriyik ile gargara yaptığınızda boğaz ağrınızı azaltabilirsiniz.
Bir de tuz lambaları var. Onlar süs olmak dışında ne işe yararlar?
Tuz lambaları ve yararları kristal lambalar tuz kayasının benzersiz doğal
biçimi ve kristal yapısını elde etmek için dikkatli bir şekilde elle oyulurlar.
Kristal tuz lambalarımız eksi iyonlar üreterek havanın kalitesini arttırırlar
(12).
Tuzun titreşim frekansı aynı bizim bedenimizin frekansı gibi. Örneğin bizim
beynimizin elektriğini ölçtüğümüzde 8 Hertz civarındadır, aynı frekansı
kristal tuz lambaları da veriyor.
Televizyon seyrederken 100 – 160 Hrtz. civarında frekanslara maruz
kalıyorsunuz. Bu yüzden uzun süre televizyon seyrettiğimizde sinirli olmamız
kaçınılmaz. Bedeniniz televizyon ve bilgisayarla doğal elektriğinin 20 misli
frekansa maruz kalıyor. Bunların yaptığı tahribatı tuz lambaları ile azaltmak
mümkün.
Artık bugün sadece tuz kristalin yapısından dolayı radyasyonu nötralize
etmek mümkün olduğunu biliyoruz. Örnek verirsek; atom çöpü olan
radyasyon artıkları tuz depolarında saklanıyor.
Bu da tuz'un sırrı, bu sır da onun geometrik şeklinde saklı
Kaya tuzu doğal iyonlaştırıcıdır, bu yüzden lambaları eksi iyonlar (hava
vitaminleri) üreterek etkili bir şekilde havanın kalitesini arttırmasıyla
bilinirler.Ayrıca bu lambaların kullanımı günümüz ürün ve cihazlarının
elektrik yüklü sisinden oluşan artı iyonların zararlı etkilerini de azaltır. Tıbbi
bir cihaz olmamasına rağmen kristal tuz lambaları yorgunluğu, stresi, astım
nöbetlerini, alerjileri, baş ağrılarını, cilt rahatsızlıklarını, havadaki nemi ve
kokuyu hafifletmekle bilinirler ve rahat uyku ortamı yaratırlar.Bu lambaların
birçok çeşidi tansiyonu,ruhsal ve psikolojik sorunları olan hasta lara yardımcı
olurlar.
Eksi iyonlar havayı şu unsurlardan temizler: Toz, polen (çim,yabani ot ve
ağaç poleni), toz zerrecikleri, hayvan tüyleri, küflü sporlar, saman nezlesi,
astım, hava arındırıcısı ve ferahlatıcısı, koku azaltıcı, duman, depresyon,
kronik yorgunluk.
Lambaların serin oldukları zaman bile yararlı etkileri var ama yandıklarında
ürettikleri az miktardaki ısı daha fazla miktarda iyonu içine çeker. Piyasadaki
birçok iyonlaştırıcı insan yapımı makineler iken, kristal tuz lambaları hava
kalitesini arttırmak için doğa tarafından oluşturulmuş güzel, daha az
masraflı, bakım gerektirmeyen bir alternatiftir.
KAYNAKLAR
1. İnsanlığın Tuzlu Tarihi / Mark Kurlansky- Aykırı Yayıncılık İstanbul 2003
2. Wilson TW, Grim CE. Unnatural selection: the history of the trans-Atlantic slave trade and
blood pressure today. In Inikori JE, Engerman S, eds. The Atlantic Slave Trade: Effects on
Economics, Societies, and Peoples in Africa, the Americas, and Europe. Durham, NC: Duke
University Press; 1992:339-359.
3. Alderman MH, Madhavan S, Cohen H, Sealey JE, Laragh JH. Low urinary sodium is associated
with greater risk of myocardial infarction among treated hypertensive men. Hypertension.
1995;25(6):1144-52.
4. Alderman MH, Cohen H, Madhavan S. Dietary sodium intake and mortality: the National
Health and Nutrition Examination Survey (NHANES 1). Lancet 1998; 351: 781-785.
5. Sandhu HS, Gilles E, DeVita MV, Panagopoulos G, Michelis MF. Hyponatremia associated with
large-bone fracture in elderly patients. Int Urol Nephrol. 2009;41(3):733-7.
6. Morris MJ, Na ES, Johnson AK. Salt craving: the psychobiology of pathogenic sodium intake.
Physiol Behav. 2008;94(5):709-21.
7. Nihal Doğan. Rafine Tuz mu? Kaya Tuzu mu?
http://beslenmebulteni.com/besin/index.php?option=com_content&view=article&id=99:rafine
-tuz-mu-kaya-tuzu-mu&catid=58:akll-beslenme&Itemid=386
8. http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=160003
9. Schrauzer GN, Shrestha KP, Flores-Arce MP. Lithium in scalp hair of adults, students and
violent criminals. Effects of supplementation and evidence for interactions of lithium with
Vitamin B and other trace elements. Biological Trace Element Research, 1992(2): 161–76.
10. http://www.thehealthierlife.co.uk/natural-health-articles/high-blood-pressure/salt-effectblood-pressure-00733.html
11. http://articles.mercola.com/sites/articles/archive/2010/08/25/why-has-this-lifesustainingessential-nutrient-been-vilified-by-doctors.aspx
12. http://www.tuzlambaci.com/shop/default.asp?gb=islevsel
http://www.beslenmebulteni.com/bes/index.php?option=com_content&view=article&id=1567:kayatuzu&catid=83:ak&Itemid=460

Benzer belgeler