Türkçe - Muş Kadın Çatısı Derneği

Transkript

Türkçe - Muş Kadın Çatısı Derneği
Deniz1 Kaynak
Masalını Terk Eden Prensesler
Deniz Kaynak
Şubat 2016, İstanbul
ISBN: 978-908-98-4567-7
İllüstrasyon: Erkin Gören
Kitap Tasarımı: Gamze Özer
Koordinasyon ve Yayına Hazırlayanlar:
Nurcan Çetinbaş, Ebru Batık
Baskı: Seçil Ofset
100. Yıl Mahallesi, Massit Matbaacılar Sitesi
4. Cadde No:77 Bağcılar, İstanbul
Değerli katkılarından dolayı kitabın yazım aşamasında emeği geçen Duygu Yılmaz,
Özge Cinkılıç, Nihan Karabıyık, Ayhan Tek Geveri, Ruken Güven, Berfin Yıldız,
Zehra Aktaş, Fatma Bostan Ünsal, Sibel Çetinbaş, Berfin Ayşe Öğüt’e teşekkür ederiz.
Bu doküman Sabancı Vakfı Toplumsal Gelişme Hibe Programı kapsamında hazırlanmıştır.
Bu belgenin içeriğinden sadece Muş Kadın Çatısı Derneği sorumludur ve bu içerik herhangi
bir şekilde Sabancı Vakfı’nın görüş veya tutumunu yansıtmaz.
Bu Kitap Muş Kadın çatısı derneği tarafından hazırlanmıştır. Tüm yayın hakları derneğe aittir.
www.kadincatisi.org.tr (0-436) 2125053
Leyla, Ali ve bütün güzel kalpli çocuklar için
Leyla’nın en sevdiği saatler akşam saatleriydi. Çünkü bu saatler,
işten gelen anne ve babasının yemek, bulaşık, temizlik koşturması
sonrasında gevşeyip, ona yatmadan kitap okudukları saatlerdi. Annesi
her ay maaşını aldıktan sonra, Leyla’yı alıp kitapçıya götürür, istediği
kitabı seçmesine izin verirdi. Babası da her akşam bütün karakterlerin
seslerini taklit ederek, bazen heyecanlı yerlerde odanın içinde dört
dönerek, bazen üzüntülü yerlerde Leyla’nın saçlarını okşayarak bu
kitapları ona okurdu.
Leyla’nın kütüphanesinde neler yoktu ki… Külkedisi, Küçük
Deniz Kızı, Kırmızı Başlıklı Kız, Hansel ile Gretel, Binbir Gece
Masalları, Rapunzel, Uyuyan Güzel, Pokahontas… Leyla bir akşam
yakışıklı prens uğruna sesini ve denizleri feda eden Küçük Deniz
Kızı Ariel’in hikayesine ağlar, bir diğer akşamsa kötü cadı, Hansel ve
Gretel’i fırına atıp yiyecek diye korkudan tir tir titrerdi. Pokahontas’la
birlikte Amerikan yerlilerinin dünyasına, Binbir Gece Masalları’yla
Arabistan’ın sıcak gecelerine yolculuk ederdi. Kitapları okuya okuya
ezberledikten sonra ise, kırmızı kalemini alıp, beğenmediği yerlerin
üzerini çizer, hikayeye yeni sonlar, yeni detaylar eklerdi. Onun
kitaplarına göre 7 cüceler madende değil, bahçelerinde domates–biber
ekerek çalışır, Hansel ve Gretel’in kötü cadısı son anda pişman olduğu
için fırına atılmaktan kurtulup tonton bir nine olarak çocukların evine
yerleşir, Küçük Deniz Kızı’nın âşık olduğu denizci, onun için bir adaya
taşınır ve her gün sahilde ikisinin dünyasının ortasında buluşurlar.
Doğum günlerinde ne hediye istediği sorulduğunda Leyla’nın
cevabı hep aynıydı: Kitap. Onuncu yaş gününde de heyecan
içinde yataktan fırlarken, kahvaltı masasında onu yeni bir kitabın
1
beklediğinden emindi. Saçı başı darmadağınık, ayakları çıplak,
geceliğiyle mutfağa daldığında, annesi en sevdiği omletten yapmış,
yeni kaynattığı gül reçelini ekmeklere sürüyordu. Babası bir kahkaha
patlattı:
— Doğum günü kızı hediyeleri için sabredemedi galiba. En azından
bir yüzünü yıkasaydın, dedi.
Annesi de üzerine minik bir fiyonk kondurduğu hediye paketini
Leyla’ya doğru sallamaya başladı. Leyla heyecanla annesini ve babasını
öpüp, saniyeler içinde paketi parçaladı:
— Alis Harikalar Diyarında! Annee, baba, çok teşekkür ederim! Geçen
sene filmine gittiğimizden beri bunu okumak için sabırsızlanıyordum!
Leyla cümlesini bitiremeden donakalmıştı. Kitabın sayfalarını
çevirmeye başladı. Önce teker teker, sonra beşer onar! Neler oluyordu?
Annesiyle babası da bir gariplik olduğunu fark ettiler:
— Leylacığım, her şey yolunda mı, diye sordu annesi.
Leyla hâlâ gözlerini kitaptan alamıyor, önüne arkasına bakıp
duruyordu:
— Bu kitap boş! Tamamen boş! Bir satır bile yok içinde…
Babası yerinden kalkıp, yakın gözlüklerini taktı. Kitabı eline alırken:
— Ne demek boş? Öyle şey olur mu canım? Dün paketlemeden önce
birazını okudum bile.
Annesinin de yüzü asılmıştı:
— Bir yanlışlık olmalı. Kitapçı bunun özel baskı olduğunu söyledi.
Ellerinde yalnızca son bir tane kalmıştı hatta. Nasıl olur böyle bir şey?
Leyla kafasını sallıyor, içinden sakin olması gerektiğini, annesiyle
babasının bunu çözeceğini söylüyordu. Ama gözleri içinden geçen
2
3
sesleri dinler gibi görünmüyordu. Annesiyle babası kitabı elden ele
geçirip, altını üstünü incelerken, onun dudakları titremeye, gözleri
sulanmaya başlamıştı bile. İkisi de Leyla’nın durumunu görüp, kitaba
ne olduğunu tartışmayı bıraktılar. Bunu çözeceklerine, akşama kadar
ona bu kitabın aynısından bulacaklarına söz verdiler. Leyla gözlerini
silip gülümsemeye çalıştı, ama keyfi kaçmıştı bir kere. Kahvaltılarını
sessizlik içinde ve aceleyle bitirdiler.
Şehir merkezindeki Atlantis Kitapçısı’na geldiklerinde Leyla
biraz neşelenmişti. Yarısı üst üste yığılmış oyuncak ve kırtasiye
malzemeleriyle, diğer yarısıysa eski–yeni kitaplarla dolu bu tozlu
dükkana bayılırdı. Dükkanın sahibi Mustafa Amca da Leyla’ya…
Ama bugün onda da bir gariplik vardı. Her zaman yaptığı gibi kapıda
karşıladığı Leyla’ya en son ne okuduğunu soracak, ona hemen yeni
kitaplar önerecek yerde, içeri girdiklerinde kafasını bile kaldırmadı.
Mutsuz bir ifadeyle, raflardan indirip önüne yığdığı kitapları tek
tek alıp, içine şöyle bir baktıktan sonra kenara atıyor, bir yandan da
mırıldanıyordu:
— Boş! Bu da boş… Bu da… Daha dün buradalardı, nasıl olur, nasıl?
Leyla ağır ağır eğilip, Mustafa Amca’nın yere fırlattığı kitaplardan
birini aldığında, ne göreceğini biliyordu. Elinde sayfaları boş
bir Pinokyo kitabıyla bir cevap bulmak için gözlerini kaldırıp
anne ve babasına baktı, ama onlar da en az kendisi kadar şaşkın
ve çaresiz görünüyorlardı. O sırada babası, tezgahın üzerindeki
televizyon kumandasına uzanıp, tavana asılı televizyonun sesini açtı.
Ekrandan büyük harflerle SON DAKİKA yazıları geçiyordu: “Masal
kahramanlarına ne oldu? Firari kahramanlardan haber alınamıyor!”
4
5
Spiker heyecanlı bir sesle:
— Evet sayın seyirciler, sabahtan beri haber merkezimizin telefonları
susmuyor. Sizlere doğru ve hızlı bir şekilde haber sunabilmek için
muhabirlerimiz durmaksızın çalışıyorlar. Televizyonlarını yeni açan
izleyicilerimiz için tekrarlayalım. Bu sabah saat 6.00 sularından beri
kitaplarında bulunamayan masal kahramanlarından halen haber
alınamadı. Polis, kaçırılma ve fidye ihtimallerini değerlendiriyor.
Dünyanın dört bir yanındaki çocuklar ve anne–babaları şaşkın
ve üzgün. Şehir merkezlerinde meydanlara karanfiller bırakıyor,
kütüphanelerin kapısında eylem yapmaya hazırlanıyorlar.
Küçük kitapçıdaki herkes birbirinin suratına aval aval bakıyordu.
“Kitaplarında bulunamayan masal kahramanları mı,” “Fidye mi?’’
Neler oluyordu burada? Bilindiği kadarıyla masal kahramanları
yüzlerce yıldır yerlerinden kımıldamamışlardı. Şimdi ne olmuştu
da böyle birden ortadan kaybolmuşlardı? Kimsenin, böyle bir şeyi
yapabileceklerinden bile haberi yoktu. Genellikle bu masalları
dinleyen ve okuyan çocuklar büyür, kitaplar kenara atılır, ama
kitapların içindekiler belki başka bir çocuk gelir de hikayelerini dinler
diye orada beklemeye devam ederlerdi. Şimdiyse bilmedikleri sularda
yüzüyorlardı. O yüzden herkesin kafasında binlerce soru dönse de,
kimse ilk konuşan kişi olmak istemiyordu. Sessizliğin içinden yeniden
haber spikerinin tiz, heyecanlı sesi yükseldi:
— İnanılmaz bir şey sayın seyirciler. Yayın hayatımda ilk defa bu denli
heyecan verici bir gün geçiriyorum. Son ulaştığımız haberlere göre,
masal kahramanları bulunmuş. Sağlık durumlarının iyi olduğu ve bir
6
7
saat içinde bir basın toplantısı yapacakları bildiriliyor. Toplantının
içeriği, neden kitaplarını terk ettikleri halen meçhul. Yeni bilgilere
ulaştıkça sizlere aktarmaya devam edeceğiz. O zamana kadar Yenişehir
Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Alim Sarıbaş’la
sohbetimize devam ediyoruz. Alim Bey, demin de bahsettiğimiz gibi,
siz Grimm Masalları konusunda uzmansınız. Dışarıda dolaşan bu
karakterler tehlikeli olabilir mi?
Mustafa Amca, Leyla’ya döndü:
— Şunların dediklerine inanabiliyor musun? Tehlikeliymiş, hıh! Olsa
olsa dünya onlar için tehlikelidir.
Leyla’nın kafası allak bullak olmuştu:
— Mustafa Amca, sizce ne açıklayacaklar bu toplantıda?
— Göreceğiz iki gözüm, göreceğiz.
Annesi ve babasının elinden tutup, evin yoluna koyulurken, Leyla
bunun geçirdiği en garip doğum günü olduğunu düşünüyordu.
Babasının yarım ağızla yaptığı dondurma teklifini ilgisizce reddetti.
Bir an önce eve gidip basın toplantısını izlemek istiyordu. Eve varıp
televizyonu açtıklarında kameralar basın toplantısının yapılacağı
salona gitmiş, çekime başlamışlardı bile. Bütün haber kanallarında
spikerler, gün boyu televizyonlarını açmamış olanlar için olan biteni
özet geçiyor; aslında o saate kadar bütün dünyada ne olduğunu
duymayan kalmadığına göre, daha çok toplantı başlayana kadar zaman
dolduruyorlardı.
Nihayet, her biri kendileriyle özdeşleşen, ama bizim dünyamız
için fazlasıyla abartılı görünen kıyafetleriyle masal kahramanları
tek sıra halinde salona girmeye başladı. Bembeyaz teni ve pembe
8
9
yanaklarıyla Pamuk Prenses ve ardından tek sıra halinde yürüyen Yedi
Cüceler, yerleri süpürecek kadar uzun sarı saçlarıyla Rapunzel, cam
ayakkabıları içinde Külkedisi, Beyaz Atlı Prens’e küsmüş gibi görünen
Uyuyan Güzel, elinde sepetiyle Kırmızı Başlıklı Kız… Şu korkmuş gibi
gözüken, el ele tutuşmuş kardeşler Hansel ve Gretel olmalıydı. Hani
şu kötü cadının pastadan evde esir tutup, ağzına layık kıvama gelene
kadar şişmanlatmaya çalıştığı kardeşler. Yeni edindiği bacaklarının
üzerinde düzgün yürümekte zorlanan Küçük Deniz Kızı Ariel ise, âşık
olduğu prens uğruna güzel sesinden vazgeçtiği için el hareketleriyle
hemen yanında duran Şehrazat’a bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.
Bütün salon dikkat kesilmişti. Çıt çıkmıyordu. Gazeteciler toplantı
salonunda, izleyenler televizyon başında, olur da bir kelimeyi bile
kaçırırlar diye nefes bile almıyorlardı. Sonunda kibar bir öksürükle
boğazını temizledikten sonra ilk konuşmaya başlayan Pamuk Prenses
oldu:
— Hepiniz hoş geldiniz. Sizleri merakta bıraktığımızın farkındayız.
Bunun için çok özür dileriz. Fakat asırlardır kısılı kaldığımız
hikayelerin içinde başımıza gelenlere artık katlanamaz olmuştuk.
Gazeteciler şaşkınlık içinde birbirlerine bakarken, diğer karakterler
Pamuk Prenses’i başlarıyla onaylıyordu. Söze Külkedisi devam etti:
— Siz, bizlerin hikayelerini çocuklarınıza örnek olsun, onları
eğlendirsin diye anlatıyorsunuz, bazen büyüdükten sonra bile
beyaz atlı prensler arıyor, prenses olma hayalleri kuruyorsunuz.
Sorunlarınızın büyülü bir dünyanın peri tozlarıyla ya da sihirli bir
değnekle çözülmesini istiyorsunuz.
Uyuyan Güzel bir adım öne çıkarak:
— Ama gelin bir de bunları bize sorun. İçi bizi, dışı sizi yakar. Siz bizim hikayelerimizle kendinizi eğlendirirken, haklarımızın ihlal
edilmesini görmezden geliyor, bugünkü dünyada bir çocuğun başına
gelse ortalığı birbirine katacağınız durumları, masalların içinde olunca
mutlu sona giden yoldaki kazalar olarak görüyorsunuz. Örneğin bu
yanımdaki prens olacak adam, kötü cadının beni bir büyüyle yatırdığı
yüz yıllık uykudan uyandırmak için gelip beni öperken bana sordu
mu? Benim rızamı aldı mı? Günümüz çocukları artık açıkça rıza
veremeyecek durumda olan kişilere istemeyeceği şekilde dokunmanın,
öpmenin, okşamanın bedensel haklarının ihlali olduğunu biliyor.
İstemediğimiz sürece kimse bizi öpemez, bize dokunamaz. Üstelik
ben uykuya dalmadan önce 15 yaşındaydım. Yani 18 yaşının altında
olduğum için yasalara göre henüz çocuktum. Uykudan uyanır
uyanmaz, daha dünyada 100 yıl içerisinde neler olduğunu bile
anlayamadan apar topar evlendirildik. Sözde mutlu son olacaktı.
Birbirimizi tanımaya fırsat bulamadan, bu kadar erken yaşta evlenirken
nasıl bir sorumluluk aldığımızın farkında değilmişiz. Hiç de hazır
olmadan evlendiğimiz için şimdi geçinemiyor ve boşanmak istiyoruz,
ama masal mutlu sonla bittiği için, hikayenin devamını getiremiyoruz.
Mutsuz bir evlilikte sıkıştık kaldık. Halbuki benim ne hayallerim vardı,
okumak ve ileride başarılı bir mühendis olmak istiyordum. Erken
evliliğin bir suç olduğunu, bizi evlendiren ailelerimizin kraliyetten bile
olsalar cezalandırılacağını bilsem böyle mi olurdu?
Gazeteciler ağızları beş karış açık, Uyuyan Güzel’i dinlerken, haber
masalarına neler olup bittiğini rapor etmeyi unutuyorlardı. Sokaklarda
kimsecikler kalmamıştı. Herkes televizyonlarının başında toplantıyı
10
11
dinliyor. Evlerine yetişemeyenler de, dükkanların vitrinlerinden,
restoranlardan, nerede bir açık televizyon bulurlarsa ona yapışıyordu.
Ara ara fısıltı halinde sorular yükseliyordu. İnsanlar ‘‘Hak ihlali mi
dedi o? Gerçek çocuklar bitti, bir de hayali çocukların hakları mı çıktı,’’
ya da ‘‘Kız haklı, bu hikayeleri yüzyıllardır çocuklara örnek olsun diye
okutuyoruz, ama ne mesaj verdiklerine yeterince dikkat ettik mi?’’ gibi
sorular soruyorlardı. Leylaların evinde de durum farklı değildi. Uyuyan
Güzel ara verdiğinde Leyla da annesine bakıp:
— Anne, rıza ne demek? diye sordu.
— Hımm, nasıl anlatsam? Mesela senin de aslında büyükler gibi pek çok
konuda seçme hakkın var. Sana yapılmasını istediğin şeylere evet,
istemediklerine hayır diyebilirsin. Evet dediklerine rızan var, hayır
dediklerine rızan yok demektir. Uyuyan Güzel’in durumunda, prens
onu öpmeden önce bunu isteyip istemediğini sormamış, çünkü
prenses uyuyormuş. Bu durumda, prenses açıkça evet diyecek durumda
olmadığı için rızası yok sayılır. Prensin onu izin almadan öpmemesi
gerekirdi. Kız haklı.
O sırada kameraların odaklandığı Pamuk Prenses, desteklemek için
Uyuyan Güzel’in koluna şöyle bir dokunduktan sonra, sözü devraldı:
— Uyuyan Güzel kardeşim yalnız değil. Üvey annem, beni zehirli bir
elmayla öldürmeye çalıştığında cam tabutun içinde baygın bir şekilde
yatarken gelen başka bir prens de beni iznimi almadan öptü. Bir de
ben üstüne bu yanımda gördüğünüz yedi huysuz cücenin arkasını
topluyorum.
Söz alan bir basın mensubu Pamuk Prenses’e:
— Biz onları Bilgin, Somurtgan, Neşeli, Uykucu, Utangaç, Meraklı
ve Keloğlan olarak bilirdik.
Hepsi mi huysuz diyorsunuz siz şimdi sayın Prenses?
— Evet canım kardeşim, hem huysuz, hem de tembeller. Sözde
ormanda avcıdan kaçarken bir insanlık yapıp evlerinde kalmama
izin verdiler. O evden içeriye girmez olaydım. O günden beri bu
pasaklıların çamaşırı, bulaşığı, yemeği derken pamuk saçlarım
süpürgeye döndü.
Bu noktada sanki konu kendileriyle alakalı değilmiş gibi havalara
bakan yedi cüceye dönüp:
— Yahu bir gün de yediğiniz tabağı kendiniz kaldırın. Madenin
tozu toprağıyla içeri doluşuyorsunuz her gün. Elinizi yüzünüzü
bahçede yıkamak şöyle dursun, bir de ayakkabılarınızı, çoraplarınızı
ilk bulduğunuz yere fırlatıyorsunuz. Ben kadınım diye ev işlerinin
tümünü ben yapmak zorunda mıyım? Kadın erkek eşitliği diye bir
şey duymadınız mı? Oysa siz de bana yardımcı olabilirsiniz, ev işlerini
hep beraber yapsak işler daha çabuk biter, ben de boş zamanlarımda
sizler gibi dışarıda zaman geçirebilir, kuşlara şarkı söylerim, ceylanları
beslerim. Ama siz böyle davrandıkça ben kendimi prenses değil de köle
gibi hissediyorum.
Leyla televizyonun başında kıkırdamaya başladı. Yıllardır defalarca
okuduğu Pamuk Prenses’in aynen annesi gibi ev işlerinden şikayet
etmesi komiğine gitmişti. Annesi neye güldüğünü anlayıp:
— Neden gülüyorsunuz küçük hanım? Pamuk haklı. Sizin
umursamadan ortalığa saçtığınız dağınıklığı toplamak için her gün
ne kadar vaktim gidiyor, biliyor musunuz? Sırf kadın olduğumuz için
üzerimize yıkılan işlerin haddi hesabı yok: Bulaşık, çamaşır, her gün
hepinizin seveceği sağlıklı yemekler yapmak, bu yemekler için alışveriş
yapmak, siz küçük hanımın ihtiyaçlarını karşılamak, anneannen ve
12
13
dedene yardımcı olmak… Üstelik ben bir de bütün bunları işten arta
kalan zamanda yapmaya çalışıyorum. Kendime ayıracak bir dakikam
bile kalmamasının yanında, bir de kırk yılda bir evde yemek olmasa
surat asıyorsunuz hepiniz.
— Annen haklı, ne yapsak hakkını ödeyemeyiz, diye ortalığı sakinleştirmeye çalıştı Leyla’nın babası. Ama sular durulacak gibi değildi:
— Yok canım. Biraz da siz yapın bunları da ben sizin hakkınızı
ödemeye çalışayım Faruk Bey.
— Doğru diyorsun balım, ama biz erkekler sizin kadar iyi yapamıyoruz
ne kadar uğraşsak da…
— İşte bak Leylacım, baban da olsa hep işten kaçmak peşinde… İşine
gelince ne güzel kıvırıyor. Sen de her gün yapsan sen de alışırsın merak
etme hayatım.
Bu tatlı–sert tartışmaya, Yedi Cüceler’den Somurtgan’ın mikrofona
geçmesiyle ara verdiler:
— Pamuk hanım, Pamuk hanım! Şikayetlerinde belki haklısın ama,
sen bizim neler çektiğimizi gerçekten biliyor musun? Bütün masal
boyunca sen dahil herkes bize cüce dedi, ama aslında biz cüce değil,
acımadan günde 15 saat boyunca gün ışığı ve temiz hava almadan,
en ağır koşullarda çalıştırılan çocuk işçilerdik. Bak şu Bilgin tarihçi
olmak istiyordu, Neşeli tiyatrocu, Uykucu doktor, Utangaç mimar,
Meraklı astronot, Keloğlan ise öğretmenlik hayalleri kuruyordu.
Hepimiz büyüyüp senin gibi güzel genç kızlarla tanışmak istiyorduk.
Ama büyümek için ihtiyacımız olan besin, gün ışığı ve uykuyu
alamadığımız için vücutlarımız, eğitim alamadığımız için de
beyinlerimiz yeterince gelişemedi. Bu bahane değil belki, ama bizim
14
15
hikayemiz de yalnızca şarkılar ve neşeli şakalardan ibaret değil. Bunu
sizlerle paylaşmak istedim.
Her zamankinden de somurtgan görünen Somurtgan’a Külkedisi
destek çıktı:
— Ben de Yedi Cüceler, pardon bu yedi küçük çocuk gibi uzunca bir
süre hayallerimin peşinden gidemedim. Hepinizin bildiği gibi üvey
annem ve kız kardeşlerimin beni kapattığı bodrum katında bütün
günümü şatonun temizlik işleriyle uğraşarak geçirmek zorundaydım.
Prens, ev işlerinde eşit sorumluluk aldığı için şimdi hayatım çok
daha kolay. Ama üvey annem ve kız kardeşlerim yüzünden okula
devam edememenin acısını hala çekiyorum. Sevgili Kral babam
ölene dek, ben de herkes gibi okula gidiyordum. Öğretmenlerim
özellikle matematik ve fen bilgisi derslerinde çok başarılı olduğumu
söylüyorlardı. Eğer okula devam edebilseydim sualtı biyolojisinde
uzmanlaşıp, balinalar üzerine araştırmalar yapmak, keşif ekipleriyle
okyanusa açılıp denizlerin altını görmek istiyordum. Ne yazık ki
şimdiye kadar hayatımı hangi mesleği yaparak geçireceğimi belirleme
hakkı benden alınmıştı. Üvey annem beni okuldan alırken ona karşı
haklarım olduğunu bilmiyordum. Bilseydim okuldan alınmadan
evvel elimden gelen herşeyi yapardım. İyi haberse şu: Yaşım biraz
büyük olsa da, hiçbir şey için geç olmadığına karar verdim. Prens’in
de desteğiyle okula tekrar yazılıp, önce liseyi dışarıdan bitirecek,
ardından da üniversite sınavına gireceğim. Ayrıca buradan okuldan
alınmak isteyen bütün çocuklara sesleniyorum. Büyükler her zaman
sizin için en doğrusunu bilmez. Okula devam etmek sizin en temel
hakkınız. Eğer bu hakkınız sizden alınmak isteniyorsa, okuldan
16
17
alınıp erken yaşta evlendirilmek isteniyorsanız sakın pes etmeyin.
Güvendiğiniz bir büyüğünüze veya öğretmeninize, konuyla ilgili
sivil toplum örgütlerine, ücretsiz arayabileceğiniz 183 Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı Hattı’na ya da polise gidip durumunuzu anlatın,
yardım isteyin. Bu durumdaki tek kişi siz değilsiniz. Etrafınızda benzer
durumda bir arkadaşınız varsa, ona yardımcı olun, birlikte dayanışma
halinde hareket edin ki, ümitsizliğe, korkuya düşmeyin. Salonda bir alkış koptu. Dinleyenlerden bazıları çaktırmadan
gözlerinin yaşını siliyorlardı. Genç bir kadın, sihirli değneklerin,
camdan ayakkabıların yardımı olmadan hayatını değiştiriyordu.
Bundan daha ilham verici ne olabilirdi? Külkedisi gibi çıtkırıldım bir
prenses bile böyle cesurca bir karar alabiliyorsa, herkes yapabilirdi.
Kırmızı başlıklı kızın yanında kıpır kıpır kıpırdanan, bir türlü
yerinde duramayan Kurt sonunda dayanamayıp söze girdi:
— Benim yaşadığım ormanları da yakıp yıktılar, canım ağaçları kesip
yerine toplu konut yaptılar. Uzun uzun apartmanlarda yaşamak
istemeyen bütün arkadaşlarım ormanı terk etti. Ben de günlerce aç
kaldım, açlıktan bitap düştüm, sonra vay efendim anneanneyi yedik
diye suçlu oluyoruz.
Dinleyicilerin arasından bir gazeteci “Peki anneannenin yaşam
hakkı ne olacak,” diye sordu. “Tabii ki her insanın en temel hakkı yaşam
hakkıdır ama hayvanların yaşam hakkı ne olacak?” diye cevapladı Kurt.
— Çocuklarla ve büyüklerle barış içinde, kuyruğumuza teneke
bağlanmadan, kovalanıp tekmelenmeden yaşama hakkımız yok mu
bizim? Ormanlarımızı yakmasanız, sokakta yaşayan arkadaşlarımız
için de kapının önüne bir kap yemek, bir kap su koysanız ve bizler de
19
karnımız tok, sırtımız pek gezsek herkes için daha iyi olmaz mı?”
Kurdun bu fikri çok beğenildi ve dinleyicilerden büyük alkış aldı.
Alkışların arasında çekingen bakışlarla Hansel ve Gretel kardeşler öne
çıktılar. Kardeşlerin kız olanı Gretel mikrofonu aldı:
— Bizim masalımız şatoların, baloların, zengin ve güzel insanların
zamanından çok daha karanlık bir zamanda geçiyor. Bizim zamanımız
aç hayvanların yanı sıra açlıktan insanların dahi çocuklarını terk
ettikleri, çalışmak zorunda oldukları için daha bebek yaşta saatlerce
yalnız bıraktıkları bir zamana ait. Oduncu babamızın karısı da böyle
aç kalmaktan korktuğu için babamızı bizi ormana bırakması için ikna
ediyor. Bildiğiniz gibi geri dönüş yolunu bulabilmek için yola ekmek
kırıntıları bırakıyoruz, ama kuşlar da aç olduğundan ekmeklerimizi
yiyorlar. Biz de pastadan ve şekerden yapılmış bir evi olan kötü bir
cadının evine sığınmak zorunda kalıyoruz. Sonrası malumunuz. Cadı
beni hizmetçi olarak kullanıyor, erkek kardeşim Hansel’i ise besleyip
şişmanlattıktan sonra yemek üzere hapsediyor. Ama biz kurtulmayı
başarıyoruz. Yine de hâlâ o kötü günlere dair kabuslar görüyoruz.
Masalımızda bizi seven, ihtiyaçlarımızı karşılayan bir aile, büyümemize
yetecek kadar yemek ve en çok özlediğimiz ve sevdiğimiz, hatta kötü
cadının çikolatalarından bile çok sevdiğimiz oyun oynama hakkımız
olmadığı sürece hikaye kitaplarına geri dönmemeye kesin kararlıyız.
Bu noktada gazetecilerden biri söz aldı:
— Gretel sözü hepimizin merak ettiği bir yere getirdi. Siz kitaplarınızı
terk ettiğinize göre bundan böyle yeni nesiller masallarınızı
dinleyemeden mi büyüyecek? Dönmeniz için ne yapmamız gerek?
Binbir Gece Masalları’nda evlendiği genç kadınları düğünden sonra
20
21
öldüren padişahın elinden, anlattığı güzel masallarla kurtulan
bilge ve akıllı Şehrazat yumuşak ama kendinden emin sesiyle
konuşmaya başladı:
— Kitaplar bizim evimiz. Acı–tatlı hatıralarımızın olduğu,
bazılarımızın yüzlerce yıldır yaşadıkları yuvaları. Hepimiz evlerimize
bağlıyız. Ama bu demek değil ki, sıcak yuvalarımızda, en sevdiğimiz,
en güvendiğimiz insanlar tarafından haksızlığa uğramadık. Bizim
istediğimiz, evlerimizden kopmak, yersiz–yurtsuz kalmak değil,
evlerimizin, hayatlarımızın güvenli hale gelmesi. Biz özgür olmak,
şiddet görmemek, hayatlarımızla ilgili önemli kararları alabilmek,
okula gidebilmek, oyun oynamak, büyüdüğümüzde ise istediğimiz
zaman, istediğimiz kişilerle evlenmek, istediğimiz işlerde çalışmak,
ev işlerine boğulmamak istiyoruz. Büyüklerimize güvenebilmek, sorun
yaşadığımızda ise haklarımızı savunabilmek istiyoruz. Bunun için de
masalların yeniden yazılmasına ihtiyacımız var. Yalnız kendimiz için
değil, bu masalları okuyup örnek alacak yeni nesiller için de…
Kırmızı Başlıklı Kız devam etti:
— Masalların yeniden yazılması için dünyanın her yerinden
çocuklardan oluşan bir kurul kurulmasını istiyoruz. Bizim kadar,
hikayelerimizi dinleyen çocukların da nasıl bir dünyada, nasıl
hikayeler okuyarak büyümek istediklerine kendilerinin karar vermeye
hakkı olduğunu düşünüyoruz. Önümüzdeki iki hafta boyunca
bütün çocuklar posta kutularını düzenli olarak kontrol etsinler. 194
ülkeden 194 çocuk, bir ay sonra, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları
Günü’nde düzenleyeceğimiz toplantıya katılmak için bütün seyahat
ücretlerinin karşılandığı bir davetiye alacak. Herhangi bir nedenden
dolayı toplantıya katılamayacak olan çocukların yerine yedek listeden
başka bir çocuk seçilecek. Liste belirlenirken, kız ve erkek çocukların
eşit sayıda olmasına, bütün çocukların eşit oranda temsil edilmesine
dikkat edeceğiz. Ayrıca bütün çocukların, internet üzerinden açılacak
bir sayfa üzerinden ülkelerindeki diğer çocukların fikirlerini de
toplamasını ve toplantıda yalnız kendi görüşlerini değil, diğer
arkadaşlarının görüşlerini de temsil etmesini bekliyoruz. Ayrıca bu
toplantı sonrasında, bundan sonra yazılacak masalları takip edecek
ve önerilerini sunacak kalıcı bir platformun da ortaya çıkacağını
umuyoruz. Aldığımız kararların hepimize hayırlı olmasını dileriz.
Salon bir anlık sessizliğin ardından, gazetecilerin hep bir ağızdan
haykırdığı soruların yarattığı uğultuyla doldu. Eski hikayelere ne
olacaktı, prensler hepten çöpe mi gidecekti, şatoları kim temizleyecekti,
çocuklar bu kadar önemli meselelere nasıl karar verirdi? Her kafadan
bir ses çıkıyordu. Şehrazat elleriyle kalabalığı yatıştırarak:
— Sorularınızın olduğunu biliyoruz. Fakat bunların hepsine kurulla
görüştükten sonra karar vermek istiyoruz. Dediğimiz gibi bunlar
yalnız bizi değil, bütün dünya çocuklarını ilgilendiriyor ve onlarla
tartışmadan daha ileri gitmek istemiyoruz. Şimdi müsaade ederseniz,
hepimiz buraya gelebilmek için çok uzun ve zorlu yolculuklar yaptık,
gidip biraz dinlenmek istiyoruz.
Kahramanlarımız salona girdikleri gibi tek sıra halinde çıkarken,
gazeteciler adeta üzerlerine saldırıyordu. Salondaki uğultu artık
neredeyse çığlıklara dönüşmüştü. Tam bu anda salonun yan
kapılarından içeri bir dudağı yerde bir dudağı gökte masal devleri,
yarısı aslan yarısı insan yaratıklar, üç başlı köpekler ve ejderhalardan
22
23
oluşan bir koruma ekibi girdi. Salondaki ani sessizliği siz tahmin edin.
Bu yaratıkların şöyle bir görünmesi bile gazetecilerin salonu kuzu kuzu
terk etmesine yetti.
Bu sırada sessizlik, Leylalar’ın evinde son akla gelen şeydi. Leyla
nefes almadan sorularını sıralarken bir yandan da koltukların üzerinde
zıplıyor, sevinçten bir annesinin, bir babasının kucağına hoplayıp
ikisini de öpücüklere boğuyordu:
— İnanabiliyor musunuz? Süper değil mi? Masallarda neler olacağına
biz çocukların karar vermesi… Harika bir fikir. Tam da masal
kahramanlarından beklenecek bir şey. Sizce benim seçilme ihtimalim
yüzde kaç? Türkiye’de kaç çocuk vardır? 20 milyon var mıdır? Zor değil
mi? Olsun ben de internetten yazarım. Harika fikirlerim var. Yıllardır
bunun için hazırlanıyordum. Ömrümü bu iş için harcadım ben.
Annesiyle babası gülüyorlardı:
— Ömrünü harcamış. Senin ömründen ne olacak bıdık?
— Öyle deme babası, kızımız hakikaten bu uğurda çok dirsek çürüttü,
baksana saçlarına ak düşmüş çalışarak geçirdiği uzun gecelerde.
— Yaaa, yaa, anne! Siz daha benimle dalga geçin. Benim büyük
fikirlerim, dünya masallarını değiştirecek, görürsünüz. Şimdiden
çalışmaya başlamam lazım. Hangisinden başlasam? Küçük Deniz Kızı
halen konuşamıyor. Belki ondan başlamalıyız. Ya da Pamuk Prenses’e
bir yardımcı mı göndersek? Yazık kızcağız ev işlerinden iyice bunalmış
görünüyordu. Bu arada Gretel’i gördünüz mü? Ne kadar tatlı bir kızdı
değil mi? Her zaman onunla iyi arkadaş olabileceğimizi düşünmüştüm
zaten. Siz ne dersiniz?
— Biraz ara ver de, azıcık kafamızı dinleyelim, neler olup bittiğini
sindirelim deriz, dedi babası alnını tutarak.
— Yok öyle yağma. Siz büyükler yeterince konuştunuz ve biz yeterince
dinledik. Şimdi söz sırası bize geçtiğine göre, azıcık da siz dinleyin
bakalım.
— Haklısın bıdık kızım, dedi annesi. Neden odana çıkıp şimdiye
kadarki notlarını bir düzene koymuyorsun? Yarın akşam bize de
anlatırsın. İnternet sitesi açılana kadar hep birlikte geliştiririz.
— Çok iyi fikir. Hemen başlıyorum. Yarına kadar beni rahatsız
etmeyin. Yarın akşam süper fikirlerle karşınızda olacağım. Beni
izlemeye devam edin!
Ve görünmez pelerinini savurup, merdivenleri üçer beşer atlayarak
odasına koştu.
Posta kutusundan çıkabilecek davetiyeyi beklerken geçen iki hafta
boyunca sanki zaman daha da bir ağırlaşmıştı. Leyla gün boyunca
yanından ayırmadığı sarı defterine notlar alıyor, bir roman yazarı
edasıyla masallarda görmek isteyeceği yeni detaylara, karakterlere ve
sonlara çalışıyor, akşamları da anne–babasına bunları anlatıyordu.
Anne–babası da film izler gibi kızlarının heyecanla ve titizlikle
uğraştığı bu hikayeleri dinliyor, gizli gizli gururlanıyorlardı.
Leyla ilk hafta boyunca posta kutusuna heyecanla koşuyor, eve
dönerken yarın beklediği davetiyenin gelmesi için kendince büyüler
yapıyordu. Eğer o gün kerevizinin tamamını bitirirse, yarın davetiyesi
gelecekti. Ya da 100 kere takılmadan ip atlayabilirse davetiye yarın
posta kutusunda olacaktı. İkinci haftanın ortalarına doğru biraz morali
bozulur gibi olmuştu, ama annesiyle babasının onun üzülmesine
dayanamadıklarını bildiği için çaktırmamaya çalışıyordu. Nihayet 14.
24
25
günün sonuna geldiklerinde ise artık saklanacak bir şey kalmamıştı.
Pazar günü kahvaltıda Leyla gözlerini pencereye dikmiş, tül perdelerin
ardından görünen posta kutusuna adeta ezeli düşmanına bakar gibi
bakıyordu.
— Anneciğim, bugün ne mektuplar gelmiştir acaba? Gidip baksak mı?
Kızının ümitsizliğini işi şakaya vurarak dağıtmak isteyen annesi:
— Ne gelmiş olabilir acaba? Ancak fatura filandır. Sen bir şey bekliyor
muydun Faruk?
Babası da oyunu devam ettiriyordu. Bıyık altından gülerek:
— Yoo… Yarın bakarız, pazar pazar ne gelecek.
Leyla durduğu yerde duramıyordu.
— Gene de bir baksaydık… Belki acil bir şey vardır? Belki yakınlarımızdan biri evleniyordur ve davetiye göndermiştir ve belki davetiye
postada kaybolmuştur ve bugün cevap vermek için son gününüzdür.
Nasıl bilebilirsiniz? En iyisi ben gidip bakayım.
— Eh haydi git bir bak bakalım. Yakınlarımızdan birinin düğününü
kaçırmak istemeyiz, dedi annesi kıkırdayarak.
Onlar da en az Leyla kadar heyecanlanmışlardı. 20 milyon çocuk
içerisinden Leyla’nın seçilmesinin çok uzak bir ihtimal olduğunu
biliyorlardı, ama kızları bunu o kadar istiyor ve bunun için o kadar
uğraşıyordu ki, kader sanki bu kadar çabayı karşılıksız bırakamazmış
gibi hissediyorlardı. Fakat henüz Leyla içeri girmeden, televizyon
ekranında elma gibi kırmızı ve tombul yanakları yüzünden gözleri
kapanmış, smokin giydirilmiş bir kardanadama benzeyen bir çocuk
belirdi.
— Evet sayın seyirciler. İki haftalık bekleyiş sona erdi.
27
Masal kahramanlarıyla olan toplantıya Türkiye’den kimin katılacağı
belli oldu. Mikrofonlarımız, küçük temsilcimizin evinden bildiren
muhabirimiz Reha Bildirici’de! Evet Reha, bize davetiyeyi kazanan
şanslı çocuğumuzu tanıtabilir misin?
— Sayın seyirciler, masal kuruluna ya da medyada yaygınlaşan ismiyle
Büyülü Şura’ya kimin katılacağı haftalardır merak konusuydu. Bugün
bu şanslı davetiyeyi kazanan Tosun Paşazadeoğlu’nun evindeyiz.
11 yaşındaki Tosun, aynı zamanda İletişim Bakanımız, Osman
Paşazadeoğlu’nun da küçük torunu. Bugün küçük talihliyle, dedesinin
Tarabya’daki yalısında çok özel bir röportaj yapacağız. Evet Tosun,
davetiyeyi kazandığın için çok heyecanlı olmalısın. Neler hissettiğini
bizimle paylaşır mısın?
Tosun, büyümüş de küçülmüş gibi bir tavırla, elini küçük
smokininin cebinden çıkardı ve ayna karşısında çalışılmış gibi bir
hareketle saçlarını geriye attıktan sonra umursamaz bir ses tonuyla:
— Heyecan mı? Evet sanırım heyecanlı olduğum söylenebilir.
Sessizlik… Bu kısa yanıttan afallayan muhabir, yeni soruya geçti:
— Eee… Büyülü Şura’da sunmak için ne fikirlerin var bakalım?
— Ben masallarda savaş sahnelerinin artması gerektiğini
düşünüyorum. Kesinlikle daha fazla uçan ninja ve robot asker
görmeliyiz. Özellikle Rapunzel’in masalında, tam prens, Rapunzel’in
kapatıldığı kuleye girmek için kızın saçlarına tutunduğu sırada,
göklerden gelen bir ejderhanın kızın saçlarını yaktığını görmek
isterim. Babasının sözünden çıkmak neymiş görsün. Ayrıca prenslerin
neden hep uzun boylu, kaslı ve sarışın olduklarını da tartışmalıyız
bence. Şahsen benim soyum taa 9. Mahmut’a dayandığı için ben de bir
nevi prens sayılırım. Ve bizim sülalede biraz toplu olmak sağlık
ve soyluluk işareti sayılır.
Muhabir bu cevaplar karşısında ne soracağını şaşırmış, elindeki
kartlarda bir ileri bir geri giderken, ana haber bürosundan reklam
anonsu geldi.
Leyla, kapının önünde terlikleri ve pijamasının üzerine giydiği
paltosuyla taş kesilmiş gibi kalakalmıştı. Annesiyle babası yerlerinden
kalkıp onu avutmak için yanına gittiler.
— Üzülme tatlı kızım. Hâlâ internet sitesinden harika fikirlerini
yazabilirsin. Sonuçta bu çocuğun oraya gidiyor olması, yalnızca
kendi fikirlerini orada söyleyeceği anlamına gelmez. Ülkedeki bütün
çocukları temsilen gidiyor oraya.
Leyla önüne bakarak kafasını sallamakla yetindi. Cevap vermeden
yukarı, odasına çıktı. Sonraki günlerde masalların sözünü bile
etmedi. Annesi ve babası endişeleniyorlardı. Birkaç defa, Büyülü
Şura’ya gitmesinin zaten çok küçük bir ihtimal olduğunu, fakat
internet sitesine fikirlerini yazmaya devam etmesinin de çok faydalı
olabileceğini anlatmaya çalıştılar. Fakat Leyla, her seferinde bir
bahane bularak ne sevgili sarı defterine, ne de bilgisayarına dokundu.
En sonunda sitenin görüşlere kapanacağı son tarih gelip çattığında,
annesi ve babası dayanamayıp Leyla uyurken sarı defterini aldılar ve
sabaha kadar kızlarının yazdığı masallara kah gülüp, kah hüzünlenerek
hepsini temize çektiler. Gün ağarırken ve sitenin kapanış saatine
dakikalar kalmışken hem Leyla’nın hem kendilerinin toplam düzeltme
sayısına baktıklarında inanamadılar. Toplam 50 masalla ilgili, 1000’in
üzerinde değişiklik önerisi vardı. Bunların yalnızca son 100 tanesini
28
29
kendileri girmişti. Leyla bu işe inanılmaz bir emek harcamıştı.
Ve galiba kendisinin yerine masalları olduklarından da kötü hale
getirmeyi kafaya takmış olan o çocuğun Şura’ya katılmasına üzülmeye
hakkı vardı.
Sabah kalktıklarında haberlerde yine ‘Son dakika’ anonsları
geçiyordu. Zaten bugünlerde gün geçmiyordu ki bir son dakika haberi
gündeme bomba gibi düşmesin. Eskiden bombaların, cinayetlerin,
skandalların işgal ettiği gündemin bir süreliğine masallarla
dolmasından kimse şikayetçi de sayılmazdı. Ama ne yazık ki bugün
hiç de özlemedikleri bu skandallardan biriyle daha karşı karşıyaydılar.
Spiker, yüzündeki ayıplama ve azarlamanın karışımı ifadeyi
engelleyemeden konuşuyordu:
— Sayın seyirciler, büyük bir sahtecilik skandalıyla karşı karşıyayız.
İki hafta önce ülke olarak İletişim Bakanımız Osman Paşazadeoğlu’nun
küçük torunu Tosun Paşazadeoğlu’nun Büyülü Şura’ya gideceği
haberiyle heyecanlanmıştık. Fakat bugün Büyülü Şura’nın açılışında,
Külkedisi’nin peri annesi tarafından yapılan davetiye kontrolünde
küçük Tosun’un Şura’ya gidebilmek için büyük bir sahteciliğe
karıştığı ortaya çıktı. Binbir Gece Masalları’ndan çağırılan bir falcının,
Tosun’un bu bilete nasıl ulaştığını öğrenmek için kahve falına bakması
sonrasında, İletişim Bakanı Osman Paşazadeoğlu ve kızları, Tosun’un
annesi Mahpeyker Paşazadeoğlu ile teyzesi Mebrure Paşazadeoğlu
Tosun’un toplantıya katılması için sahtecilik yaptıkları suçlamasıyla
gözaltına alındılar. Falcı bacının iddiasına göre Osman Paşazadeoğlu
ve kızları, Tosun’un Büyülü Şura’ya katılmasını garantilemek için
Sayın Bakan Osman Paşazadeoğlu’nun makamını kullanarak, 200
kadar posta memurunu gelen bütün mektupları taramakla
görevlendirdi. Bulunan davetiye örnek alınarak Tosun’un adına
sahte bir davetiye hazırlandı. Tosun ise dedesi, annesi ve teyzesinin
yaptıklarından haberi olmadığını, böyle bir şey olduysa da çok üzgün
olduğunu söyledi. İddialar araştırıladursun, Büyülü Şura, yaklaşık bir
saattir Tosun’un yerine Türkiye’yi temsil etmek için yeni bir çocuğun
seçilmesini görüşüyor. Şimdi sonucun açıklanması için Şura’nın
toplandığı salona bağlanıyoruz.
Neden sonra ekranda beliren Külkedisi salonda toplanmış çocuklar
ve basın mensuplarına hitaben konuşmaya başladı:
— Sayın katılımcılar, ne yazık ki masal kitaplarında çocuk haklarına,
daha adil, daha eşit bir dünyaya vurgu yapmak için topladığımız
bu Şura’nın ruhuna hiç yakışmayan bir olayla karşı karşıyayız. Fakat
bir saattir yürüttüğümüz tartışma sonunda bu durumdan iyi bir
sonuç çıkarmaya çalıştık. İnternet sitemize gelen yorumları tararken
olağanüstü bir kullanıcıyla karşılaşmıştık. Bildiğiniz gibi dünyanın
her yerinden çocuklar masallarda düzeltilmesini istedikleri kısımları
bize bu internet sitesi üzerinden yolluyordu. Genelde bu istekler çocuk
başına en fazla 100–150 adet civarındayken. Bir kullanıcı, 1000’i aşkın
yorumla –söylemeliyim ki, aralarında hiçbirimizin aklına gelmeyecek
denli yaratıcı yorumlar da var– diğer herkesi geride bırakmıştı.
Üstelik bu kullanıcı ancak masallarda karşılaşacağınız bir tesadüf
eseri, yorumlarını Türkiye’den yollamış. Biz Şura olarak, bu yaratıcı
katılımcımızı ödüllendirmek için yeni bir çekiliş yapmak yerine,
Tosun’un yerine doğrudan onu buraya çağırmak istiyoruz. Umarız
kendisi şu an ekran başındadır. Evet, Leyla, senden bahsediyoruz.
30
31
Leyla Yazıcı’yı yanımıza bekliyoruz. Şura ilk toplantısını, Türkiye
temsilcisi Leyla Yazıcı gelene dek ertelemiştir. Çok teşekkürler.
Leyla gerçekten de ekran başındaydı. Ama hâlâ rüyada
olmadığından emin olmak için kendisini birkaç kez çimdiklemesi
gerekti. O daha kendisine gelemeden, evlerinin telefonu çalmaya
başladı. Arayan Küçük Deniz Kızı’ydı. Şimdiden sesini geri kazanmıştı
bile. Toplantı yerine kadar ona eşlik etmesi için bir tekboynuzlu at
göndereceklerini söyledi, en erken ne zaman hazır olabileceğini sordu.
— 5 dakikaya! dedi Leyla.
Kafasını iki yana sallayan annesiyle göz göze geldi. Küçük Deniz Kızı
da gülüyordu.
— O kadar da hızlı olmasına gerek yok canım, dedi annesi.
— Tamam. Üç saate ne dersiniz?
Bu sefer annesi de tamam diyordu. Birbirlerine hoşça kal diyerek
telefonu kapattılar. Biraz önce Küçük Deniz Kızı’yla telefonda
konuşmuştu. Bunu dört hafta önce biri söylese nasıl da gülerdi. Oysa
şimdi onunla ve diğerleriyle buluşmak üzere bavulunu hazırlamaya
başlamıştı bile. Tam üç saat sonra kapı çaldı. Tam da Küçük Deniz
Kızı’nın söylediği gibi onu almak üzere tekboynuzlu bir at gelmişti.
Üstelik kanatlısından… Atın dudakları hiç oynamıyor, fakat sesi
insanın beyninde çınlıyordu.
— Merhaba Leyla, benim adım Gümüş. Hazır mısın?
— Hazırım. Hem de uzun zamandır.
Leyla daha önce ata, hele ki uçan bir ata binmediği için tedirgindi,
ama Gümüş’ün kanatlarından biriyle onu kaldırıp sırtına nasıl
yerleştirdiğini anlamadı bile. Atın sırtı yumuşacık bir yatak gibiydi.
32
33
Leyla’nın bir anda çok uykusu geldi. Yumuşacık yelelerin arasına
kıvrılıp gözlerini kapamadan önce son gördüğü şey, evlerinin kırmızı
çatısının kuşbakışı görüntüsüydü. Uyandığında gidecekleri yere
varmışlardı bile. Fakat Leyla havada geçirdiği zamanı hatırlamıyordu.
Bütün yol boyunca uyumuştu.
Salona adım attığında dev bir alkış tufanıyla karşılandı. Alkışlar
hem bu minik kızın devasa hayal gücüne, hem de nihayet Şura’nın
toplantıya başlayacak olmasınaydı.
Bundan sonra masallar, çocuklara emanetti. Yani asıl sahiplerine!
34
Çocuklara not:
Biz masal kahramanları olarak, eski masallara yeni adet getirme
görevinin siz dünya çocuklarına ait olması gerektiğini düşünüyoruz.
Yeni masallarda neler görmek istersiniz? Hikayelerde nasıl değişiklikler
olmalı? Yeni karakterler ekleyebilir, eski karakterlerde değişiklikler
yapabilirsiniz. Doğru cevap yok. Buyrun hayal gücünüzü konuşturun:
35
36
37
38
39
40
41

Benzer belgeler