bahar noktası: ayşegül yüksel ile shakespeare söyleşisi

Transkript

bahar noktası: ayşegül yüksel ile shakespeare söyleşisi
BAHAR NOKTASI:
AYŞEGÜL YÜKSEL İLE SHAKESPEARE SÖYLEŞİSİ
21.03.2012 tarihinde gerçekleştirilen “Bahar Noktası: Ayşegül Yüksel ile Shakespeare
Söyleşisi” başlıklı konferans metnidir.
Konuşmacılar:
Prof. Dr. Oya Batum Menteşe (Atılım Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekan
Danışmanı)
Prof. Dr. Ayşegül Yüksel (Türk Tiyatro Eleştirmeni, Yazar, Akademisyen, Çevirmen)
Prof. Dr. Oya Batum Menteşe: Bugün aramızda bilim kadını, araştırmacı, eleştirmen
Prof. Dr. Ayşegül Yüksel var.
Ayşegül Yüksel, Üsküdar Amerikan Kız Lisesi mezunudur. İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili Edebiyatı Bölümü’nden 1964’te diplomasını aldı.
Fullgreat Bursuyla gittiği Amerika Birleşik Devletleri New York Üniversitesi Graduate
School of Arts and Sciences’da 1996’da master derecesini aldı. 1969’da New
York’taki The New School’da Tiyatro Yazısı derslerine katıldı. Doktorasını 1981’de
Ankara Üniversitesi Dil, Tarih, Coğrafya Tiyatro Bölümü’nden aldı. 1970-1987 yılları
arasında ODTÜ’de görev yaptı. 1982’de Ankara Üniversitesi Dil, Tarih, Coğrafya,
Tiyatro Bölümü’nde ders vermeye başladı. 1985’te doçent, 1992’de profesör oldu.
1987’den bu yana Dil, Tarih, Coğrafya, İngiliz Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı
Anabilim Dalı görevini yapan Yüksel, 2003-2006 yılları arasında Anabilim Dalı
Başkanlığını da yürüttü. 2006 sonunda kendi isteğiyle emekli oldu, halen hem Dil,
Tarih, Coğrafya Fakültesinde hem de Atılım Üniversitesinde İngiliz Dili Edebiyatı
Tiyatro konularında yüksek lisans dersleri vermektedir.
Yapısalcılık ve Bir Uygulama Merih Cevdet Anday Tiyatrosu başlıklı kitabı 1982
YAZKO İnceleme Özendirme Ödülü; 1982’de Türk Dil Kurumu İnceleme Ödülü;
Haldun Taner Tiyatrosu başlıklı kitabı 1993 Kültür Bakanlığı Tiyatro İnceleme
Araştırma Ödülü; Harold Pinter’ın Git Gel Dolap oyununda Anlatım Dizgeleri başlıklı
makalesi 1993 Kültür Bakanlığı Eleştiri ödülü aldı. Yüksel, 1990’da Tiyatro ve Tiyatro
Yazarları Derneğince verilen Tiyatroya Hizmet Ödülü; 2005’te Eren Uluergüven
anısına Tiyatro ve Emek Verenler Onur Ödülü; 2006 yılında Sanat Kurumu Onur
Ödülü layık görüldü. 2007’de 12. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali Emek Ödülü,
ilk kez 2008’de Bademler Şenliğinde verilen Erkan Yücel Onur Ödülü, 2008’de 16.
Troya Kültür Sanat Ödülü Tiyatro Ödülüne layık görüldü.
1975’den bu yana yazdığı Tiyatro İnceleme ve Araştırma yazıları, Özgür İnsan
Gösteri, Bilim ve Sanat, Milliyet Sanat, Tiyatro Tiyatro, Evrensel, Kitaplık, Felsefe
1
Yazım, Oyun dergilerinde yayınlanmakta; Cumhuriyet gazetesinde ortak kitaplarda,
üniversite dergilerinde yer almıştır. Kimi makaleleri yabancı dile çevrilmiştir.
İngilizceden çevirdiği Aslan Asker Şvayk, Rüya Yorum Metodu, Cumartesi Gecesi ve
Pazar Sabahı, John Arden’in yaptığı Musgrave’nin Dansı çevirisi 1980-1981
döneminde Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahnelendi. Tiyatro yazıları iki haftada bir
Cumhuriyet’teki Sahneden köşesinde yayınlanmaktadır. Evli ve iki çocuk annesidir.
Prof. Dr. Ayşegül Yüksel: Bugün kısaca Shakespeare’den bahsedeceğiz.
Bizim Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası oyunumuzda, bahardan yaza dönüldüğü
aşamanın, yani 21 Haziran diyor kimi kaynaklar, 24 Haziran’a kadar, yani 22-23-24
Haziran’da içerebiliyormuş, o dönemden söz ediyoruz. Şimdi İngiliz Edebiyatı
açısından çok önemli bir dönem bu. İngiltere’de hatırlayın mayıs ayında yağmurlar
yağıp da tohumlara kadar sular erişip ve tohumlar canlandığı zaman işte
insanoğlunda da Hacca gitme duygusu canlanır diye prologda güzel bir giriş var; April
ile çok önemli mevsim; çünkü İngiltere bütün kuzey ülkeleri gibi baharı zor bekleyen
bir toplum.
O bitiyor, Langland’a bakıyoruz yine orta İngilizcede işte bizim Piers Plowman nasıl
rüya görüyor, nasıl işte efendim imana gelmeye çalışıyor. O meşhur April ayında
oluyor bu. Demek ki özellikle bir kuzey ülkesi olan İngiltere’de ama bütün dünya
üzerindeki bütün topraklarda buzul bölgelerinden söz edemeyeceğim. Demek ki
doğanın canlanması, hayata sanki kışın ölümmüş de yeniden hayata geliniyormuş
gibi bir duygu veriyor. Hele hele baharda yaşanan o tohumların canlanması,
yeşermesi doğanın olayı 21-22-23 Haziran ayına geldiğimiz zaman nasıl artık
doğanın doğurganlığı, doğanın onarıcılığı, doğanın insan yaşamıyla, canlıların
yaşamıyla iç içe zenginleşmesi nasıl gerçekleşiyorsa; bu dönemin yazarı olarak
Shakespeare’de büyük bir keyifle bu konuya el atmış diye düşünüyorum.
Biz de çünkü Akdeniz’de o hasat mevsimidir değil mi, o esneklik, çılgınlık, heyecan
dönemi yani Akdeniz Bölgesinde şarap yapmak için üzümlerin kesildiği dönem
sonbahardır değil mi? Bizim esnekliğimiz, çılgınlığımız, cinselliğimiz belki kışa doğru
giderken, yani yaz sonunda sonbaharın eşliğinde oluşabiliyorken Akdeniz’de, kuzey
ülkelerinde karanlık bölgeler, geceleri uzun gündüzleri kısa bölgeler olduğu için daha
erken bir dönemde haziranda bir yıl dönümü gibi görülüyor. Nitekim gelmiş geçmiş
bütün ritüellerde Hıristiyanlık döneminde olduğu gibi Hıristiyanlık öncesi dönemlerde
de bu haziranın dönüm noktası hep kutlanmış. Nasıl şimdi nevruz kutlanıyor, bahara
geliş orada da bu yaz dönümü ritüeli çok çok eski bir kültür olgusu olarak özellikle
kuzey ülkelerinde kutlana gelmiş. Bize biraz yabancı ama öğrenmesi de keyif veriyor
doğrusu.
Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası; oyunumuzda kaç tane bir defa rüya var, bizim
oyunumuz zaten rüya. Shakespeare öyle bir isim koymuş ki oyununa o düş olgusu
zaten temel isim olarak ortaya çıkıyor.
2
Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası, yani artık doğanın doğurganlığının doruk noktasına
vardığı yani isteğin, doğurganlığın, aşkın diyelim insanlar bağlamında görüşüyorsak,
bütün o bereketli otların özellikle bu dönemde belirli iyileştirici otların yetiştiği ve o
dönemde toplanması gerektiği söyleniyor. Zaten Shakespeare tiyatrosunun
genelinde bir ve 16. Yüzyıl İngiltere’sinin bir inancı ve eğilimi olarak vardır, doğanın
onarıcılığı yoksa pastoral geleneği zaten olmazdı. Böyle bir doğa içinde Shakespeare
düşünmüş oyununu, o doğanın içine o doğanın esnekliğini ve gizemliğini sağlayacak
metafizik karakterler koymuş, bir yandan toplumdan karakterler koymuş.
Toplumdan üç grubumuz var; Soylular, mitolojik yaratıklar diyeyim kısaca ona.
Theseus Atina Dükü, Atina’nın kurucusu olduğu efsanemiz var. Bence Theseus yani
internette tarihi bir kahraman gibi anlatıyorlar, ama ona sakın inanmamak lazım,
mitolojik bir kahraman. Zaten oyundaki kadın karakter, yani Theseus’un evleneceği
kadın olan Hippolyta Amazonlar Kraliçesi o zaten mitolojik, yani onda bir tarih gerçeği
olarak düşünmemiz doğru olmaz. Şimdi bir aşamada böyle iki tane mitolojik karakter
ve efsanevi bir Atina var. Bir tarafta herhalde 16. Yüzyılın gençleriyle eşdeğerde
tutulabilecek dört adet genç var. İki çift sonunda evlenecekler. Theseus Hippolyta
evlenecekler. Bir aşk hikâyesi var, o aşk hikâyesi Pyramus ve Tisbi’nin hikâyesinde
esnaftan birtakım adamlar var, oynayacaklar. O esnaftan adamlar her ne kadar bazı
internet kanalları efendim milattan önce 1200 yılında Homeros’tan öğrendiğimize
göre bu tip mechanical dediğimiz, yani işte şu tamircisi bu tamircisi falan gibi adamlar
varmış, Shakespeare’de oradan almış gibi düşünseler de Shakespeare’in o kadar
gerilere gittiğini hiç zannetmiyorum. Zaten kendi döneminde zaten esnaf loncası
kültürü tükenmiş ve bitmiş değil ki zaten Shakespeare’in seyircileri en önde ayakta
durarak izleyenler zaten çeşitli zanaat alanlarından çıraklar, küçük çocuklar zaten.
Dolayısıyla Shakespeare bir gençlerin ve genç âşıkların yüreğini çalıyor, birbirine
girmiş iki tane aşk öyküsü izleyeceğiz. Bir yandan mitolojik kahramanların
kahramanlık ötesi ilişkilerini gösteren bir kadın erkek birlikteliğini göstererek işte
seyircinin, seyirci arasında yer alan üniversiteli şairlerin Shakespeare iyi mi yazıyor,
kötü mü yazıyor, acaba bir falso yapacak mı, aman yakalayalım da alay edelim diyen
Cambridge’li Oxford’lu rakiplerini memnun edecek mitolojik birtakım olgularla
seyircisini buluşturuyor. Bir yandan da tabii o soylu seyirciler arasında romantik aşka
susamış kadınları da mutlu etmek için metnine inanılmaz güzel romantik sahneler
geçiriyor.
Bir yandan da perilere, cinlere zaten inanmakta olan Elizabeth dönemi ahalisi içinde
nefis bir, böyle her çeşit cinin ve perinin olduğu bir görsel olay bir araya getiriyor.
Tabii ki seyirciler arasındaki işte askerler, savaşçılar, şövalyeler onlar dövüş
sahnelerine çok meraklılar, acaba doğru mu dövüşülüyor, yanlış mı dövüşülüyor.
Tahta kılıçlarla bile olsa kılıçlar tahta mı değil mi hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Çünkü
lordların hediyeleri ile o kostümle o bir ihtimal sahiciydi ve gerçekten de iyi kılıç
oynayan oyuncular yetişmek zorundaydı. Bir yandan da o dövüş sahneleriyle dövüş
meraklılarını çok mutlu ediyordu, dövüş meraklısı. Şimdi burada deminden beri
anlatmaya çalıştığım dört tane olay örgümüz var, değil mi? Ana olay örgümüz dört
3
genç arasındaki aşk, Hippolyta ve Theseus’un evliliği bir yan olay örgüsü, cinler
periler olan Flute’un bir bölümü bir başka olay örgüsü, birde esnaftan oyun prova
eden oyuncular var. Dört tane olay örgüsünü nasıl bağladığını göreceğiz ve bizim
dizilerimizde de hiçbir senaryo yazarının bu ustalıkta olay dizilerini birbirine
bağlayamadığını göreceğiz. Bu çok çarpıcıdır, pek çok dizi izliyoruz. Süreçlerle bizi
oyalıyorlar hâlbuki Shakespeare’in her bir oyununun sonuna nasıl ulaşıldığı ve o
sonun niye önemli olduğu bilinmese zaten bunca yıl okutulmazdı. Şimdi böyle bir
doku üstüne bu oyun biçimlendirilmiş, erken bir oyun; yani Romeo, Juliet’le aşağı
yukarı aynı yıllarda 1590’larda yazılmış; ne Shakespeare’in en büyük şiirinin olduğu
bir oyun ne de tiyatro eseri olarak da çok “vay be” bu olmazsa olmaz diyeceğimiz bir
oyun. Fakat Shakespeare’in bu Romeo, Juliet gibi en popüler yapıtlarından biri. Şimdi
biz 26 yaşındaki bir Shakespeare’den bahsediyoruz.
Beş benzemez bin kişiden mutlaka fazla olan bir seyirci kitlesinin çeşitli kesimlerinden
aynı anda nasıl memnun edeceğini ve ayakta tutabileceğini biliyor, 26 yaşındaki
Shakespeare. Aynı zamanda şiirsel açıdan da hiç olmazsa yok canım bu şiir olmaz
zayıf daha gelişmesi lazım dedirtmeyecek düzeyde de bir tiyatro şiiri bir blank verse
serbest dizin kullanımı, bir imge kullanımı noktasına gelmiş.
Şimdi bu oyunda benim esas vurgulamak istediğim iki nokta var: Bu tabii genel olarak
Shakespeare’in pek çok oyununda olan bir şey, buluş benim değildir. Galiba 22 sene
önce bir İngiliz profesör gelmişti. Şöyle bir yan cümle yapmıştı: Shakespeare’in
komedi yazmakta popüler olan her şeyi denemiş; çünkü o Londra’da olduğu dönem
içinde başarıya yazgılamış kendini. Komedi yazmak aslında Shakespeare’e çok
çekici gelen bir olay değil, trajedi yazmayı seviyor. Neden trajedi yazmayı seviyor,
çünkü Shakespeare’in o kadar insancıl, hümanist bir dönemde yaşamış. Yani
yaşadığı tarihsel dönem insanoğlu adına umutla bakıldığı bir döneme rast gelmiş.
Ama buna karşılık insanoğlu adına inanılmaz derecede hayal kırıklığına uğratıcı
olaylarda da yüz yüze gelmiş, o Hamlet’in ünlü “olmak ya da olmamak” tiradını
okuduğumuz zaman zaten anlarız ne kadar berbat bir toplum içinde Shakespeare’in
yaşamak zorunda kaldığını. Dolayısıyla şöyle diyebiliriz: Shakespeare’in dünya
görüşü kesinlikle trajik bir dünya görüşü. Temel olayda şu, bu insanoğlu şöyledir,
böyledir demişler. İşte meleklerden daha melektir. Tanrı kadar akıllıdır. İşte tanrının
yaratabileceği her şeyi yaratır. Zariftir, kendisi güzeldir denmiş; fakat o sanat eseri
dediğiniz insan hatırlayacaksınız yine Hamlet’tin ünlü tiraddır. Ama ölümlü, sonunda
toprak oluyor ve yok oluyor. Bu Shakespeare’in inanamadığı bir şey bana
inanmıyorsanız sonelerini okuyun, en aşağı 10-12 sonesinde insanoğlu denen
değerin nasıl ziyan olup topraklarla bir araya geldiğini, yine Hamlet’ten Sezar’ın nasıl
günü birinde kil haline, toprak haline gelip de bir bira fıçısının, şarap fıçısının tıkacı
olduğunu defalarca anlatır, yani onlarca örneğini bulmak çok mümkün. Dolayısıyla
komedi çok ters geliyor. Yalnız niye böyle “haha hihih” dünyada her şey çok güzelmiş
eğleniyoruz, Shakespeare dünyayı ciddiye alan bir adam. Profesörün dediği şuydu:
Shakespeare sosyal ortamlarda hiçbir zaman oyunlarını mutlu sona eriştirmez.
Dolayısıyla oyun kişilerini her zaman bir düş mekânına götürür der.
4
Şimdi bakıyoruz Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası’nda bütünüyle böyle değil mi?
Atina’dan ormana gidiyorlar, orman düş mekânlı. Ormandan çıktıkları zaman da
ormanda ne olup bittiğini hatırlamıyorlar. Venedik Taciri’ne bakıyoruz; Venedik trajik
bir mekân, Venedik’te hiçbir şey yolunda gitmiyor. Ama mutlu son gerekli bütün
karakterler o Belmond denen mevcut olmayan coğrafyada bir düş ülkesinde
mutluluğa koşuyorlar. Arden ormanını hatırlayın, beğendiğiniz gibi aynı şekilde bir
şehirde birbirine giren iki olay örgüsünün insanı Arden ormanında buluşup bütün
anlaşmazlıklarını çözerler.
Daha onlarca örnek verebilirim. Fırtına, en son fırtına oyununda bile Tempest’de bile
şehir ortamında, toplumsal ortamında kardeşin kardeşi yok etmeye çalıştığı bir
ortamda nitekim Prospero bir ıssız adaya bırakılmıştır diyemeyeceğim, ölsün diye bir
kayıkla kızıyla fırtınanın içine bırakılmıştır ve bir ıssız adaya düşmüştür. O ıssız
adada insanlar arasındaki uzlaşma yıllar sonra gerçekleşir. Şimdi bu oyunda Bir Yaz
Dönümü Gecesi Rüyası oyununda biz nereden gelip oyunda nereye gidiyoruz. Önce
bir Atina ortamında açılıyor, birinci sahne. Theseus ve Hippolyta iki tane soylu
mitolojik, tarihi ne dersek diyelim. Aralarında geçen konuşma şu: “Ey Hippolyta ben
senin gönlünü kılıcımla kazandım.”
Bir savaş olmuş, kralla kraliçe karşılıklı gelmişler, iki düşman. Theseus, kamayı
kaldırmış öldürecek kızı benim tahminim herhalde göz göze gelmiş olmalılar, âşık
olmuş kızı öldürmemiş. Ben seni aldım demiş, böyle bir erkek egemen dünyaya ilişkin
bir amazon kraliçesi söz konusu olan bir kişi ile evlilik yapılıyor ve oyunun en
başından beri bu Shakespeare işte çünkü Hippolyta’nın ne düşündüğünü bilmek
durumunda değiliz. Hippolyta var mıydı yok muydu onu da bilmiyoruz. Ama
Shakespeare’in tarzı Hippolyta hiç bu evlilikten heyecanla söz etmiyor. Theseus fena
halde sözüm ona âşık ah şu üç gün geçse de tam ay olduğu zaman yani yeni ay
çıktığı zaman eski ay bitsin yeni ay çıksın, işte o gece düğünümüz olacak diyor. Ben
nasıl bekleyeceğim üç gün diyor. Hippolyta’nın cevabı: Merak etme çok çabuk geçer
canım senin de istediğin olur gibi bir cevap.
Daha oyunun ilk başında hissediyoruz ki zorla zapt edilmiş bir kadın, zorla bir evlilik
içinde ve üstelikte bir amazon kadını, olan bitenden nefret ediyor, böyle bir başlangıç.
Bu nefis, yumuşak, şairane, romantik aşk öykümüzün başlangıcı. Bunu hiç
unutmuyoruz bu trajik olayı Shakespeare oyunun ilk başında bize koyuyor.
Arkasından Theseus’un huzuruna bir inatçı baba çıkıyor. İnatçı baba tipik Hulusi
Kentmen tipi oldukça ideal, klasik Roma tiyatrosundan Antik Yunan tiyatrosundan
klasik Roma tiyatrosuna, klasik Roma tiyatrosundan da Shakespeare yoluyla bize
gelmiş, bir orta sınıf kahraman. Adam kızı için bir delikanlı bulmuş; fakat kızı aksilik
ya başka bir oğlanı sevmiş. Oğlanla aynı yaşta, ondan sonra baba kızını şikâyete
gelmiş. Ben bir tane güzel damat buldum; fakat benim kız tutturdu ötekiyle
evleneceğim diye. Bakın ben babası değil miyim ve bizim Atina’daki bu kuralımız şu
değil mi baba ne isterse o olur; çünkü baba kızın yaratıcısıdır. Dolayısıyla eski bir
yasamız vardı, lütfen bunu yürürlüğe koyun.
5
Bu arada şunu unutmayalım ki, Theseus tamamen iradeyi idari ve kolektif iradeyi
elinde tutan bir kişi, bir de çok mutlu, âşık olduğu kadını bulmuş, evlenecek, üç günü
zor bekliyor. Lütfen bu yasayı uygulamaya koyun. Yürürlükte olması istenen yasa da
şu, bir genç kız babasının isteği dışında biriyle evlenmeye çalışırsa ve babasının
bulduğu damat adayını reddederse ya manastıra girecek, ömür boyu evlenmeyecek
ya idam edilecek ya da başka çaresi yok sevmediği adamla evlenecek. Şimdi ne
beklersiniz? Theseus’tan şunu beklersiniz: Bütün Atinalılar eğlenceye hazırlansınlar,
üç gün sonra şenlik var. Üzüntü denen şeyi cenazelere bırakalım diye ilan da ediyor;
yani Shakespeare metni işlemek böyle olur, konumuz aşk ve erkek egemen dünyada.
Ne beklersiniz, aman Egeus şimdi sende inatçı babalık etme bak benim en mutlu
günüm bırakalım Allah aşkına sende affediver kızını şu sevdiğiyle kavuştur. Zaten
öbür oğlan sende güzel kızla nişanlıydın, sende onunla evlen Allah aşkına tadımızı
kaçırma demesi beklenirken bizim Theseus bak kızım baban doğru söylüyor diyor.
Sana diyor üç gün, karar ver diyor ya manastıra git ya da oğlanla evleneceksin başka
çaren yok.
Acımasız bir dünyadayız, hayret bir şey ve toplumdayız bakın. Toplumlar savaş
yapıyor, birbirini yeniyorlar yenilmiyorlar. O toplum içinde kurallara göre gençler
birbirleriyle evleniyorlar. Ama bir arada olamıyorlar, mutsuz oluyorlar ve hep tepede
ölüm. Kız üç gün içinde ne yapacağı belli değil, bir yandan da esnaf takımı düğün
olacak ya üç gün sonra prova yapıyorlar. Piramus ve Tisbi oyununu yapıyorlar, eski
bir Romeo, Juliet hikâyesine benzeyen bir hikâye, ölümle biten. Fakat bizim
adamlarımız o kadar cahil ki İngilizce sözcükleri o kadar yanlış kullanıyorlar ki zaten
okudukları metni anlamaktan o kadar acizler ki dünyanın en komik komedisi şeklinde
oynuyorlar, prova yapmaya hazırlanıyorlar, Piramus ve Tisbi oyunu.
Şimdi burada bir tane aslan rolü var, o aslan rolü şöyle, şayet sahici bir aslan gibi
davranırsa, yani üstüne aslan postu giyip de gerçekten hor hor falan yaparsa ve de
hanımlar korkarsa seyirciler arasından aman Allah o dükte merhamet yoktur, hepimizi
öldürür.
En iyisi diyorlar, üslubunu değiştirelim oyunumuzun. Aslan sahneye çıktıktan sonra
bakın hanımlar korkacak bir şey yok, ben aslında iplik bükücüsü bilmem kimim bu
oyun için postu giydim. Merak etmeyin tırnaklar da benim değil, biraz hırlayacağım
zırlayacağım ama korkmayın, ben yalancıyım. Oyun oynarken tiyatro eseri oynayan
adamlarda bile öyle bir korku eyvah kelle gidecek. Üçüncü trajik potansiyeli koyuyor
ve Allaha bin şükür komedimiz başlıyor.
Şimdi kızla oğlan Hermia ve Lysander yani birleşmelerine izin verilmeyen gençler,
diyor ki Lysander aman diyor ormanı geçince ileri de benim bir tane yengem var,
çocuğu da yok, beni çocuğu yerine koymuştur. Biz onun yanına gidelim, orada
evlenelim. Atina’nın kuralları orada hükümsüzdür. Peki, diyor kız. Şimdi çok güzel bir
şey gençler kaderlerine karşı çıkıyorlar.
6
Bu arada bir başka güzellik daha, sevilmeyen oğlanın vaktiyle nişanlısı olan Helena
diye güzel bir kız var, çok güzel bir kız; öbürü biraz daha esmer bir tip. Demetrius
nedense o Helena’yı ikisi çok iyi arkadaş birlikte büyümüşler. O bütün o mayıs
akşamlarının güzelliklerini, işte yaz dönümlerinin doğadaki güzelliklerini, birbirleriyle
gülüşe oynaşa iki arkadaş Hermia ve Helena yaşamışlar. Ama bir noktaya gelmişler,
ondan sonra bu Demetrius hikâyesi oluyor.
Demetrius, Helena nişanlı ve herhalde kız arkadaşını tanıştırıyor, bunlar oyunda yok.
Shakespeare başka türlü söylüyor, ben size anlatayım. Tanışma merasimi çok hoş
çocuk, kız en iyi arkadaşına tanıştırıyor. Şimdi o kadar çok dinlemiş ki o kız arkadaş
Hermia, yani Lysander’dan kaçacak olan bu Demetrius’a. artık pek bir alıcı gözler
bakıyor herhalde. Öyle bir bakıyor ki, Demetrius’un oradan gidiyor, buraya geliyor. O
kız arkadaşlar arasında sık sık olan bir hadise, yani hayattan kopuk bir hikâye de
değil, bu benim tahminim, Shakesapeare’in böyle bir şey gözlemlemesi bilmiyorum.
Fakat Shaskespeare’in diliyle Hermia şöyle der, yollarına çıkar bu arkadaşların. Ne
olur, nasıl somurtuyorsan öyle somurtmayı bana öğret, nasıl tebessüm ediyorsan
öyle tebessüm etmeyi bana öğret. Artık o küçülür küçülür dünya güzeli kız ondan
sonra çünkü senin o somurtmaların, gülmelerin işte küçümseyişlerin hepsi ona cazip
geliyor ve ben ne yapsam sıfıra indirgenmiş oluyorum; burada tabii güzelliğin
göreceliliği, gönül gözüyle görmenin ne kadar çarpıtıcı bir şey olduğu birtakım olaylar
ortaya çıkıyor. Zaten oyunun çok hayati noktasında Shakespeare ne yapacak;
âşıklar, deliler ve şairler. Bu üç tip insan hiçbir ölçüye gelmezler. İşte bir tanesi şu
kadarcık yerde koca cehennemin alamayacağı kadar şeytan görür. Öbürü âşık olan
kara kuru, çarpık çurpuk bacak, çarpık çurpuk bir kızla Mısır kraliçesinin güzelliğinin
görür.
Şair dediğimizde bir göğe bakar bir yere bakar fıldır fıldır döner gözleri ve de hiç
olmamış bir şeyden, havadan anlamlı bir doğuş yaratır ve önümüze koyar. Bu üçü
ölçüye gelmezler şeklinde anlatır. Dolayısıyla bu aşkın göreceliği, aşkın değişebilirliği;
âşık oluş ve aşktan kopuşla bununda olasılığı üstüne yazılmış bir hem şakacı hem de
çok da gerçeklerle bağlantılı bir metin.
Bu sefer ormandan geçecekler, akşam gece vakti. Bu arada gece olmuş. Toplumun
bütün baskılarını, toplumsal gerçeklerin insanın bütün acılarını, kısıtlamalarını,
sınırlamalarını, acımasızlığını, şefkatsizliğini bırakıp Hermia ve Lysander ormana
dalıyorlar, rüyaya dalıyorlar. Biz de günün sıkıntısından kurtulmak için uyumaz mıyız,
uyurken de rüyamızla birlikte o günün sıkıntılarının biçim değiştirmiş şekillerde çıkarıp
bilincimizden çöpe atmaz mıyız ve ertesi güne çöpü boşaltılmış bir ekran olarak
yeniden başlamaz mıyız? İşte yaşanan Shakespeare’in bu oyunundaki bu olay rüya
yoluyla, düş yoluyla içimizde biriktirdiğimiz, toplumun bize biriktirdiği çöpü boşaltmak
ve onarılmak için ormana giriyoruz, ormanda karşıt bir durum var. Oberon ve Titania
var. Bunlar küçük bir çocuğun benim mahiyetimde olsun, senin mahiyetinde olsun
hikâyesinden dolayı bir itişme halindeler ve doğanın ne kadar demokratik, ne kadar
onarıcı, ne kadar varlıkları kucaklayan, ne kadar hoşgörülü, yani toplumda ne yoksa
7
doğada bunların hepsinin olduğunu da Oberon, Titania yani periler kraliçesi, periler
kralının ilişkisinde görürüz.
Ne görürüz? Karısından istediğini alamaz Oberon kurnazlığa başvurur, hileye
başvurur ve hile yoluyla istediğini elde etmeye çalışır. Yani kamasını çekip ben senin
kalbini kılıcımla kazandım demez. Ben onun gönlünü nasılsa yaparım, ufak bir
kurnazlıkla ben bunu hallederim der. Dolayısıyla bu doğa ortamının, yani düş
ortamının çünkü nasıl doğa Shakespeare döneminde inanıldığı gibi bir onarıcı güç
ise biz de biliyoruz ki, yani Freud’dan bu yana biliyoruz ki düşlerde bizim ruh
sağlığımız için onarıcı bir işlev taşıyor. Dolayısıyla bu iki işlev üst üstte binmiş oluyor.
Shakespeare’in Freud’dan haberi tabii ki yok, ama bu Shakespeare. Yani Freud’un
Shakespeare’den öğrenecekleri muhakkak olmuştur ve tabii ki öğrenmiştir. O kadar
Shakespeare oyununu Freud’un incelemesi boşa değildir. Bunlar tabii rüya
tabirlerinin, rüyaların anlamının çok moda olduğu dönemler, yani Ortaçağ’dan
modern öncesi çağa geçildiği dönemlerde tabii ki çektikleri, çok fazla kafa yormuş bu
durumlara. Dolayısıyla gençlerimiz önce Hermia ve Lysander gece vakti ormana
dalıyorlar. Arkasından Helena Demetrius’a haber vermiş, onların gideceğini
Demetrius’la Helena daha doğrusu Demetrius onların peşinde Helena’da
Demetrius’un peşinde ormana dalıyorlar ve rüya süreci başlıyor. Oyun boyunca bizim
izlediğimiz bu rüya sürecidir.
Bu arada esnaf oyuncularımız bunlardan bir tanesi çok iddialı bir yaratık, ötekiler gibi
değil. Bottom adlı karakter o bütün rolleri oynamak ister. Fevkalade gözü yüksek
yerde, kendini çok beğenen bir karakterdir ve de muayede gücü yüksek bir
karakterdir. Shakespeare böyle karakterleri çok sevdiği için bu oyunda Bottom’ın hem
çok gülünçleştirir hem de ödüllendirir; çünkü Oberon’un hilesinin bir parçası olarak
Bottom’ı yakalayıp rüya ormanına çekerler. Onlarda prova yapıyorlarmış, orada
ormanın kenarında çekip ortaya getirirler kafasına bir eşek kafası geçirirler ve sihirle
Titania’yı dünyanın en güzel kadınını Bottom’a âşık ederler. Bottom’ın ödülü
oyundaki budur. Çok şey ister, muayedesi zengindir, parlak bir oyuncudur ve de
inanılmaz bir rüya gecesi yaşar, Titania’yla. Ondan sonra tabii Titania gerçeği
görünce o olmadı diyecektir. Oberon o seven çocuğu bende büyüyü bozayım
diyecektir ve onlar dostluklarına devam edecektir.
Bizim gençlerimiz ise şöyle bir süreçten geçerler, oyunun başında Hermia iki
delikanlının bayıldığı, peşinden koştuğu, istediği kadar sonunda idam edilmek,
manastıra gitmek olursa olsun fevkalade egosu şişmiş bir ben Atina’nın en güzeliyim
havasında dolaşırken bu dünya güzeli Helena kimse tarafından istenmediği ve
beğenilmediği duygusundan olduğu için gitgide kendini dünyanın en çirkin, en
çaresiz, en onursuz yaratığı olarak görmekteydi. İçinde bir bakıyoruz, Hermia işte
çeşitli sihir gücü ile Oberon yapıyor hepsini tabii. Puck tipik klasik Roma’dan Antik
Yunan’dan gelme kurnaz, aptal uşak tipinin cin şekline dönüştürülmüş halidir. Bazen
yanlış yapar, bazen kurnazlık yapar Puck adlı cin ve neticede o her gözünü açtığı
anda ilk gördüğüne âşık olma sihrini taşıyan çiçek usaresini yanlış gözlere şey
olduğu için, bir dolu yanlışlık olur; yanlış insanlar yanlış insanlara âşık olurlar.
8
Neticede Lysander, Hermia’yı unutur, gözünü açıp ilk Helena’yı gördüğü için
tesadüfen gece karanlığında Helena’ya âşık olur. Demetrius’un gözüne damlatırlar,
bu sefer Demetrius’ta Hermia’ya ya âşık olmaktan vazgeçer, eski Helena’sına oda
âşık olur. Oyunun bir noktasında bir bakarız, Hermia o halde iki kızın iki oğlanın
peşinde koştuğu ve de sevdiğiyle evlenmezse boynu kesilecek olan Hermia iki
erkeğinde cüce, kara kuru kız, Çingene, maymun, nasır gibi hakaretlerle yerin dibine
batırdıkları bir yaratık olmuştur. Helena’da sen dünyanın en güzel kadınısın diye diye
iki oğlan ondan sonra fena halde yüceltilmiş artık gerçekten de Truvalı Helena
güzelliğindeymiş gibi tapınılan; fakat ne yazık ki inanmayan o gençlere artık inanmam
siz benle alay ediyorsunuz, ben öyle değilim der.
Yani bir yüksek noktadaki Hermia, kendine olan güveninin, güzellik duygusunun sıfır
noktasına; sıfır noktasında oyunu başlatan Helena güzelliğin ve beğenilmenin doruk
noktasına geldiği anda rüya içinde kimlikler hani ben senin papuçlarının içinde
değilim, ben senin ne yaşadığını bilemem. Birebir birbirlerinin yaşadıklarını yaşama
durumuna gelirler. Aynı şey delikanlılar içind e söz konusu olur; çünkü onlar soylu
toplumda birbirlerine sadece kötü kötü bakışıyorlardı. Burada doğanın özgürlüğü
içinde birbirlerini öldürme aşamasına geliyorlar. Dolayısıyla da oyunun bir noktasında
o hani bana onun gözleriyle bakmayı öğret, işte bana gülüşünü öğret ki bende öyle
güleyim diyen Helena’yla Hermia, Hermia tırnaklarını açmış. Ben seni oyarım, boyun
uzun diye kendini bir şey mi zannediyorsun. Sen benim sevgilimi elimden aldın diye
gırtlak gırtlağa boğazına sarıldığı; Helena’da birden bire kibarlaşıp ahh bu çok cadıdır
biliyor musunuz ne olur beyler beni koruyun, yani iyi kızdır hoş kızdır çocukluk
arkadaşımdır ama vallahi gözümü oyar, ben korkuyorum dediği bir tip olarak müthiş
bir rol değiştirme olur. Oğlanlar ise zaten birbirlerini öldürmek üzeredirler. Kılıçlar
çekilmiştir, öldürmek, paralamak. Oberon ve Puck uşağı bunların bir araya
gelmelerine mani olurlar ve de sonunda hepsi yorgun ve bitkin bir biçimde yan yana
uyuyup ertesi sabahı bulurlar. Ertesi sabahı bulduklarında bir bakarız, Lysander gene
Hermia’yı seviyor, Demetrius’ta Helena’yı seviyor. Büyüye inanmadığına göre
Shakespeare ve Nis, nasıl oldu?
Onun da açıklaması, bir hatunun peşinden koşarsınız koşarsınız, türlü hakaret
görürsünüz, itelenirsiniz, onurunuz biter. Öbür hatunun peşinden koşmaktan o kadar
yorulursunuz ki bir yerde durursunuz, ben artık dayanamayacağım dersiniz ve
bakarsınız sen varken ben ne diye o kadar yolu koştum dersiniz. Zaten bir bakışla
unuttuğu nişanlısına geri dönüyor, bu ne sadakat bu ne güzellik biçiminde.
Bütün hikâye bu şimdi Freud’ca düşünecek olursak pek çok eksik bıraktım, yani
yeter de artar bile. Oda şu: İnsanın sağlıklı egosunun Freud’a göre biliyorsunuz,
dengeli bir egosunun oluşması için bir İd varlığı var. İşte orman Shakespeare’ın o
karanlık ormanı, o ormanın vahşeti, getirdiği korku yani bir yandan doğa onarıcı,
şefkatli, hoşgörülü birde ama İd’in karanlık işlere yönelişinin özgürlüğünü sağlayan bir
yanı var. Toplum süper ego; çünkü neden, insanların içgüdülerinin veya taşkın
duygularını ortaya vurmalarını engelleyen, sınırlayan kuralları olan bir olgu.
9
Şimdi oyunun başında tamamen bütünüyle süper egolarının tutsağı olan ve toplum
kurbanı olmaya ramak kalmış kişiler “İd” dünyasına rüyalarına böyle bir gerçek
yaşıyoruz, düşlerimizi hatırlamıyoruz ama. “İd” dünyasının o özgürlüğünde, o bütün o
süper egonun kısıtlamalarını, sınırlamalarının, hoşgörüsüzlüğünün karşılığını şiddete,
işte saldırıya, bağırmaya, küfretmeye yönelterek boşalttıklarını için oyun bittiği
noktada artık çünkü Atina’ya dönecekler. Oyunun bittiği noktada uyandıkları zaman
gençler, yani oyunun bitmesinden beş sayfa önce diyelim. Artık id’lerinin faaliyetiyle
süper egolarının faaliyeti birbirini dengelemiş olduğu için dengeli birer ego sahibi
olarak ortaya çıkarıyorlar.
Yani Shakespeare bu oyunda rüya oyunun asıl adı, diğerleri sıfat tamlaması gibi
geliyor. Bu şeyle biz içimizdeki şiddetten, biz toplumdaki baskıdan nasıl bir
mekanizma yoluyla arınıyoruz ve tekrar toplum içinde yaşayabilecek noktaya
gelebiliyoruz, bu komik örgü içinde bize sunmayı başarmıştır.
Bu arada Theseus aman bunlarda ormana gitmişler, üstlerini mi örtmemişler nedir
saçma sapan konuşuyorlar derken gençler; Hippolyta feminist Shakespeare’in bir
özelliği daha bir dakika Theseus bu çocuklar bir şeyler söylüyor, hani rüyanın
hatırladıklarını kadarını söylüyorlar. Bu çocukların söylediklerini bir mana olmalı
dedikçe aman boşver Theseus. Ama Hippolyta oyunun sonunda bence çözülmesi
gereken bir giz var diyerek sürdürür bunu. Gizi tabii Shakespeare çözmüyor,
gerçekten rüyaların rüya mekanizmasının insanı sağaltıcı özelliğini Freud çözüyor.
10

Benzer belgeler