koltuk savaşı - Analitik Araştırma

Transkript

koltuk savaşı - Analitik Araştırma
KOLTUK SAVAŞI
(roman 2.baskı)
Bürokrat-iş adamı- siyasetçi üçgeni
Abdurrahman SAĞKAYA
KOLTUK SAVAŞI
Ormancılık ve Tabiatı Koruma Vakfı Yayınıdır
___________________________________________________________
_______
Bu Kitabın yayın hakları Abdurrahman SAĞKAYA’ya aittir.
© Abdurrahman SAĞKAYA, Ankara, 2005
Yayıncının yazılı izni olmadan kısmen ya da tamamen hiçbir yolla
çoğaltılamaz.
___________________________________________________________
_______
Abdurrahman Sağkaya _____________________________________________ 5
1. Baskı: Ankara, Ekim 2005
ISBN: 00000000-X
Yayına Hazırlayan
Abdurrahman SAĞKAYA
[email protected]
Kapak Tasarım
Zeki ÖZBEN
Dağıtım
Ormancılık ve Tabiatı Koruma Vakfı
And sokak no 6/3 06680 Çankaya/Ankara
Tel: 0312 467 6616 - 467 6898
Fax: 0312 427 5365
[email protected]
Baskı
ART OFSET
Matbaacılık Yayıncılık Organizasyon San. ve Tic. Ltd. Şti.
2. Cadde 38. Sokak No: 8/11 Balgat/Ankara
Tel: 0312. 284 41 25 Fax: 0312. 284 29 89
www.artofset.com.tr • [email protected]
Ekim 2005 – Ankara
6 _____________________________________________________ Koltuk Savaşı
Bu roman hayal mahsulüdür. Yer ve şahıs isimleri gerçek dışıdır.
Romanın eksenini oluşturan olaylar, Kurgu akışı içinde objektif bir
şekilde değerlendirilmeye çalışılmıştır. Olayların gerçekle ne kadar
bağdaştığı, okuyucunun hayal gücüne bırakılmıştır. Bu konuda kararı
okuyucunun şaşmaz sağduyusu ve düşünce gücü verecektir...
“sayin genel mudurum
kitabi dun bitirdim
harika idi yanliz millet isimlere bakmaktan acaba satir aralarindaki
guzel mesajlari kacirirlarmi diye dusunuyorum
yonetimle ilgili harika deneyimler vardi ders kitabi olabilecek mitelikte
idi
cok tesekkur ederim ellerinize saglik
Abdurrahman Sağkaya _____________________________________________ 7
Abdulkadir Eroglu Giresun”
8 _____________________________________________________ Koltuk Savaşı
MÜSTEŞARLIKTAN GENEL MÜDÜRLÜĞE
Abdullah Salman son beş yıldır Doğa Koruma Bakanlığında
müşavirlik yapıyordu. Bakanlıkta iki türlü müşavir vardı. Aktif olan,
danışılanlar; pasif olup, danışılmayanlar. Abdullah Salman ikincisine
dahildi. Beş yıl içinde kendisinin bilgi ve tecrübesine hiç mi hiç
başvurulmamıştı. İşe gitmeden, bankamatik memuru olmanın sıkıntısı
içinde okuyor, yazıyor, dünyayı takip ediyor, Batıda yeni çıkan kitapları
okuyarak kendini yeniliyordu. Abdullah Salman okumaya ve spora çok
önem verir, dünya olaylarını takip etmekten geri kalmazdı. Fransızca’yı,
kırk yaşına gelmesine karşın İngilizce’yi de öğrenmişti. Yabancı dil
bilgisi bu öğretilerde en büyük yardımcısıydı.
Dünyadaki değişim hızıyla, Türkiye’nin değişime direnen statüko
ısrarı, Salman’ın üzüntü kaynağıydı. Kendisini üst görev için
hazırlamıştı. Yönetime geldiğinde yapacakları kafasında adım adım
şekillenmişti. Zevk aldığı tek şey, başarıydı. Başarmak, hedeflediği
konularda neticeye ulaşmak en büyük haz kaynağıydı. Bütün hırsı; bir
şeyler yapma, başarılı olma, hedefleri yakalama üzerine kuruluydu.
Yönetimde bir etkin olabilse!.. Neler yapacaktı, neler!..
Salman, Türkiye “Vizyon-2023” hayallerine dalmıştı:
“Toplumumuzun tamamı, kalkınma ve çağı yakalama kararlılığını bir
zihniyet olarak ortaya koymuştu. Toplumun bütün katmanları bir araya
gelerek kalkınma ve değişim kararı almış, küresel devlet olmayı
hedeflemişti. İktidar, muhalefet, işçi ve işveren kuruluşları, din
temsilcileri, sivil toplum kuruluşları bir araya gelmiş, kalkınma
konusunda "sosyal mutabakat" sağlamışlardı. Sosyal ortaklar bir araya
gelerek Türkiye'nin 5, 10, 20, 50 Yıllık geleceği üzerinde mutabakat ve
Abdurrahman Sağkaya _____________________________________________ 9
eylem planı ortaya koymuşlardı. Bu mutabakat ile ülkemizin temel
sorunları ortaya konarak, çözüm yolları birlikte projelendirilmiş,
uygulamalar hızla sürmekteydi... Hangi iktidar gelirse gelsin, bir
öncekinin kaldığı yerden bayrağı hedefe taşıyacaktı.
Bütün toplum “Vizyon-2023” üzerine çalışıyordu. Cumhuriyetimizin
100. yılında 90 milyonluk bir Türkiye; fert başına düşen geliri 23.000 $,
GSMH 2 trilyon $, ihracatı 700 milyar $, üniversite mezunu toplumun
%40’ı, göstergelerini yakalamış, küresel devlet olma yolunda Güçlü
Türkiye hedefi. Maddi hedeflerin yakalanması yanında, “yükselen
toplum”a sahip manevi yapısı güçlü bir Türkiye herkesin hayallerini
süslüyordu. Toplum, bu hayallerin gerçek olması için çalışıyor, çalışıyor,
çalışıyordu...
Çağın dinamiklerini kavramış, teknolojiyi “insan Beyni” olarak
algılamış bir Türkiye’yi yeni ufuklar bekliyordu. İletişim, ulaşım ve
finans konusunda gelişmiş, bu sektörlerin alt yapısını kurmuş bir Türkiye,
hızla zenginleşiyor ve gelişiyordu. Geleceğin sanayileri olarak gösterilen;
biyoteknoloji, yazılım mühendisliği, nanoteknoloji ve telekomünikasyonda
dev adımlarla ilerleyen bir Türkiye... Bunların hepsi Beyin gücüne
dayalıydı. Nasıl yetişeceğini, geleceği yakalayacak Beyin gücünü nasıl
örgütleyeceğini çok iyi bilen bir Türkiye... Gelecek yüzyılın üstünlüğü
insanın ta kendisi olacağından, bu insanların üstün Beyinleri 2023’e
odaklanmıştı...
Bilgi Çağında her şey insan, “insan Beyni” üzerine kuruluydu. Bu
insanların yetişecekleri çevre değerleri büyük önem kazanmıştı. Artan
nüfus, etrafı kirleten sanayi, çevreyi yaşanır olmaktan çıkarmıştı. Bu
nedenle doğa koruma dünyanın öncelikli konularından, en başta
geleniydi. Doğa koruma, çağdaş yöneticilik ve çağdaş bilgiyle
yükselebilirdi. İklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik, alternatif tıp 21. YY’ın
10 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
değişmez gündemleri haline gelecek, “Toplum Doğacılığını” Doğa
mühendisleri uygulayacaktı.
Popülizm ve politika doğanın amansız düşmanlarıydı. Doğayı
korumak için, yetersiz yöneticilere bir son vermek gerekiyordu. Salman
bu konularda kendini hazırlıklı ve yeterli görmekteydi. Eksik olan,
Salman’ın etkili bir göreve gelmesiydi...”
Salman hayal kurmanın dayanılmaz zevkini yaşarken, olaylar bir
anda gelişmişti... Hasan Kabasakal, Sentez Danışmanlığın sahibiydi.
Abdullah Salman ile yakın akrabalığı vardı. Güneşli bir bahar günü,
Sentez şirketinde her zamanki gibi Beyin fırtınası yapıyorlardı. Ülke
geleceği için yapılacak “değişim” konusunda devamlı fikir üretiyorlardı.
Devlette yeniden yapılanma, modern devlet oluşturma, ”Bilgi Devleti”
konusunda projeksiyonlar geliştiriyorlardı. Gelişmiş ülkelerin değişim ve
reform modellerini inceleyip, Türkiye ile ortak noktalar bulmaya
çalışıyorlardı. Bu konulara daldıkları zaman, hayal aleminde sörf
yaparlardı...
Her şey bir anda gelişti, Hasan Kabasakal’ın beyninde yeni bir fikir
şimşek gibi çaktı,
— Abi, niye müsteşar olmuyorsun, dedi...
— Odada bir an sessizlik oldu!
— Olabilir…Doğru… Hasan! Bu işi kıvırabilir misin? dedi,
Abdullah ümitle!..
— Başbakana ağırlığımı koyarım, olur bu iş
abi!.. Senden
yeteneklisini mi bulacaklar?
Hasan son iki yıldır Başbakan baş danışmanlığı yapmaktaydı. Yeni
fikirler üretmeye, yaratıcı olmaya bayılırdı. Konulara herkesin
baktığından farklı yaklaşırdı. Analizleri, geleceği ışıklandırır, sorunlara
çözüm getirirdi. Başbakan onu dinlerken rahatlar, sorunların çözüldüğüne
inanırdı. Her sabah telefonda yarım saat konuşurlar; Hasan’ın analizleri,
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 11
sorunlara yaklaşımı, Başbakan’a terapi gibi gelirdi. Hasan, Başbakan
nezdinde büyük bir prestije sahipti. Bir müsteşar tayin ettirmek ona göre
çok kolaydı. Yakın çalışmasına karşın, şimdiye kadar Başbakan’dan ciddi
bir istekte bulunmamıştı.
Abdullah Salman politikaya yatkın olmayan, bürokratik bir
karaktere sahipti. Çok iyi bir değişim mühendisiydi. Dünyada birçok
ülkeyi gezmiş, incelemelerde bulunmuştu. İngiltere’deki altı aylık
üniversite eğitimi onu çok değiştirmiş, bilgilendirmiş ve ufkunu açmıştı.
İngiltere dönüşü, sorunlara yaklaşımı değişmiş, kendine güveni artmıştı.
İngiliz devlet yapısına, işleyişine ve hizmet anlayışına hayran kalmış,
devletimizin başarısızlığını mukayeseli olarak, hep sorgulamıştı.
İngiltere’de gördüklerine kıskançlık, hasetle bakmış; “Benim ülkem niçin
böyle değil?” Sorusu kafasını hep meşgul etmişti! Yurtdışı seyahatleri, ne
aradığını bilenler için çok faydalıydı. Ülkemizde üst kademe görevleri
için, bilgi ve becerinin yeterli olmadığını biliyordu. Türkiye’de
müsteşarlık ve genel müdürlük gibi bürokrasinin üst kademeleri için
siyasi destek şarttı; bu makamlar siyasileşmişti.
İki gün sonra… Hasan Kabasakal Salman’a ilk müjdeyi vermişti.
Başarmıştı! Heyecanla,
— Abi, Başbakanla görüştüm, iş tamam!..
— Gerçekten mi? Sahi mi söylüyorsun? Nasıl oldu? Anlat sana...
— Konuyu Başbakanla görüştüm. Seni uzun uzun anlattım. Sana
kefil olduğumu söyledim. Kabiliyetlerini yarım saat dinledi!
— Peki, bir göreyim falan demedi mi?
— Görme gereği duymadı!.. Ben o kadar iyi anlattım ki, “Böyle bir
bürokrat neden dışarıda kalmış.”, dedi.
— Hasan, iyi de, ben şube müdürü değil, müsteşar olacağım! Gene
de bir görüşmesi gerekirdi!..
— Sen merak etme abi, iş tamamdır. Sayın Başbakan bana çok
güvenir. Benim hatır için konuşmayacağımı iyi bilir. Hem, zaten ben
onun özel danışmanı değil miyim? Sen şimdi Bakandan gelecek telefonu
12 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
bekle...
— Teşekkür ederim Hasan, İnşallah ülke için yararlı olurum...
Başbakan beklenildiği gibi danışmanını kırmamış, Abdullah
Salman’ı görmeden! Tanımadan! Doğa Koruma Bakanına telefon edip,
Bakanlık Müsteşarlığına ataması talimatını vermişti. Bu durumda, iş
bitmişti... Abdullah Salman, Bakan tarafından çağrılacak, Bakanlık
müsteşarı olacaktı.
Ertesi gün beklenen telefon gelmiş, Bakan Abdullah Salman’ı evden
aratmış, kısa bir telefon konuşmasından sonra, bir gün sonrası için
randevu vermişti.
Abdullah Salman saat 16.00’da Bakanlık özel kalemine gitmiş, Özel
Kalem Müdürü tarafından hürmetle içeri alınmıştı. Özel kalem müdürleri,
içeri aldıkları kişilerin önem derecesini iyi bilirlerdi. Gösterdikleri ilginin
derecesi, gelen kişinin gücü konusunda ipucu verirdi. Özel kalemde
bekleyenler, Abdullah Salman’ın bir göreve atanacağının sinyalini
almışlardı. Bürokratik dilde Bakan randevusu, ilgili bürokrata bir görev
verileceği anlamına gelirdi.
Görüşme bir saate yakın sürmüş, Abdullah Salman, Bakanlıkla ilgili
görüşlerini ve yapılması gerekenleri Bakana anlatmış, birikimini
göstermek istemişti. Bakan dinlemede kalmış, anlatılanları nezaketen
dinler bir havadaydı. Bu anlatılanların Bakan nezdinde çok da önemli
olmadığı Bakanın vücut dilinden anlaşılıyordu. İstersen ağzınla kuş tut!
Beş tane yabancı dil bil! Dünya çapında uzman ol! Geçelim bunları!..
Bakan için Abdullah Salman’ın Başbakan ile yakınlığının ve
tanışıklığının derecesi önemliydi!.. En çok merak ettiği de; Abdullah
Salman’ın Başbakana yakınlık derecesiydi!.. En sonunda Bakan, çok
merak ettiği soruyu sordu:
— Abdullah Bey! Sayın Başbakanı nereden tanıyorsun?
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 13
Zor soru! Tanımıyorum, yakın akrabam söyledi dese, Salman güç
kaybına uğrayacaktı... Mecburen bir Beyaz yalan söyledi:
— Geçmişte bazı reform projelerinde, Sayın Başbakan ile yakın
çalışmamız oldu! O zaman tanışmıştık efendim, dedi.
Abdullah Salman bunları zorlukla söyledi. Bakan dikkatli baksa,
Abdullah Salman’nın yüzünün kızardığını fark etmekte güçlük
çekmezdi… En sonunda Bakan:
— Abdullah Bey birlikte çalışacağız!
— Memnuniyetle... Ben çalışmaya hazırım, Sayın Bakanım...
— Abdullah Bey, Önümüzdeki günlerde müsteşarlıkla ilgili
kararnameyi hazırlatıp Başbakanlığa göndereceğim. İhtiyaç olursa seni
gene ararım.
— Ben buralardayım, bana bir emriniz var mı Sayın Bakanım?
— Teşekkür ederim, görüşelim!.. Abdullah Bey, dedi.
Konuşmayı noktaladı. Samimi bir el sıkışmasından sonra, Abdullah
Salman Bakanlıktan sevinçle ayrıldı.
Abdullah Salman eve doğru yol alırken sevinçle karışık bir
burukluğu da yaşamaktaydı. 25 yıllık bürokrasi tecrübesine sahipti;
bürokraside kararname çıkıp, tebellüğ edilip, makama oturmadıkça,
konuşulanlar bir değer taşımazdı. Kararnamesi çıktıktan sonra göreve
başlatılmayan bürokratlar vardı. Başbakan ve Bakan karar birliği içinde,
Doğa Koruma Bakanlığına müsteşar olarak atanmasını kararlaştırmışlardı.
Bu nedenle korkuya yer yoktu; aklına gelen kötümserlik, kuruntuydu!
Kararnamenin hazırlanması ve Cumhurbaşkanı’nın imzasından
çıkması, normalde on gün sürerdi. Bu müddet içinde yapılması gereken,
ortadan kaybolmaktı. Bakanlık mensupları kararname hazırlandığını
duyduklarında, engellemek için çeşitli ayak oyunlarına başvurabilirlerdi.
Geçmişte üst makamlara, kararnamesi gönderilen bürokratlarla ilgili
14 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
ihbar! şikayet! mektupları yağdırılmıştı. Bürokratın parolası, “Ben
olmuyorsam, kimse olmasın!” dı. Aynı şekilde, Başbakanlığa ve
Cumhurbaşkanlığına Abdullah Salman’ın sahtekarlığı! Dolandırıcılığı!
Vatan hainliğiyle! İlgili şikayet mektupları yağabilirdi!..
Müsteşarlık, her bürokratın rüyasına giren en yüksek makamdı.
Abdullah Salman çok dikkatliydi. Yakınlarından gelen telefon ve
ziyaretlerde sorulan sorulara kaçamak cevap veriyor; Bakanın
kendisinden doğa koruma ile ilgili bilgiler aldığını söylüyordu. Kendince
ihtiyatlı davranıyordu! Kararname Başbakanlığa gitmişti. Başbakanlıktaki
ilgili genel müdür kararnamenin geldiği bilgisini, Abdullah Salman’a
ulaştırmıştı. Bürokrasi bu konularda dikkatliydi. Üst göreve gelen kişilere
daima işleri düşeceğinden, önceden irtibat kurmak için her fırsatı
kullanırdı. “Sayın müsteşarım, kararnamenizi yukarıya hemen
gönderiyoruz!” diyerek, kendince, Salman’ın göreve gelmesine katkıda
bulunuyordu!..
Her şey yolundaydı. Beklemekten başka iş kalmamıştı. Bu tür
beklemeler gerçekten can sıkıcıydı. Herkes, değişik bilgiye, yoruma ve
hayal gücüne dayalı tahminler yapıyordu. Hava, borsa gibi iyimserlikle
kötümserlik arasında dalgalanıyordu. En önemlisi, bir şey yapamadan
beklemek, gerçekten sıkıntılı bir ruh haliydi.
İki gün sonra… Zayıf görülen ihtimal gerçekleşmiş, Abdullah
Salman’ın kuruntusu doğru çıkmıştı! Bakan kararnameyi Başbakanlıktan
geri çekmişti!.. Abdullah Salman haberi duyar duymaz doğruca Başbakan
Başdanışmanı Hasan Kabasakal’ın Sentez Danışmanlık şirketine gitmişti.
Hasan’a olanları anlatmış; fakat işin içinde ne olduğunu çözememişti.
Hasan Kabasakal Salman’ı dinledikten sonra, yerinden fırlamış,
— İmkansız! Olamaz böyle bir şey!.. Bakan kararnameyi nasıl geri
alabilir? Abi, Bakan sana bilgi vermedi mi?
— Hayır, hiç bir şey söylemedi! Hasan, Bakanlıkta bir şeyler
dönüyor; ama ne? Anlayamadım gitti...
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 15
— Merak etme, abi!.. Bu işi bitmiş bil... Başbakanın emrine aykırı
bir şey nasıl yapılır, anlayamıyorum... Durumu şimdi anlarız, dedi.
Arkasından, Başbakan Özel Kalem
Başbakanlığın da olanlardan bilgisi yoktu!..
Müdürünü
aradı...
On dakika sonra… Başbakanlık Özel Kalem Müdürü aradı,
kararnamenin geri alındığını doğruladı. Kararnamenin geri alınma
sebebini Hasan Kabasakal’a uzun uzun anlattı...
Hüseyin Bostancı!.. Başbakanın yakını, DKP’nin (Düz Kaldırım
Partisi) en güçlü adamı ve genel başkan yardımcısı. Kendisi doğa koruma
mühendisi. Doğa Koruma Bakanlığında etkin olmak en önemli işiydi.
Daha önce Doğa Koruma Bakanlığı yaptığından, Devleti; Doğa Koruma
Bakanlığı olarak algılıyordu! Bakanlık, Hüseyin Bostancı için her şeydi;
geçmişte binlerce hemşerisini bu Bakanlıkta işe aldırmış, bir takım akçalı
işleri buradan yapmış; İstanbul’da onlarca villa sahibi olma şerefine
buradan ulaşmıştı!.. Bunlar basına konu olmuş, ismi lekelenmişti.
Milletvekilliğiyle ilgili siyasi yatırımlarını, bu Bakanlık üzerinden
yapmaktaydı. Bu nedenle bu Bakanlıkta göreve gelecek bürokratlar,
Hüseyin Bostancı’yı yakından ilgilendiriyordu! Hüseyin Bostancı, etnik
milliyetçiydi! Mevcut Bakanın etnik yakınlığından dolayı, milletvekili
seçilmesinde yardımcı olmuştu. Bakan üzerinde çok etkiliydi; Bakanın,
onun isteklerine hayır deme imkanı yoktu!..
Abdullah Salman’ın müsteşarlığı, Hüseyin Bostancı için bir
umutsuzluk, bir tehlikeydi! popülizmden uzak, istenenleri yapmayan!
Dikkafalı! Uyumsuz Bir bürokrattı!.. Salman ile Hüseyin Bostancı
geçmişte bir arada çalışmışlar, birbirlerini hiç mi hiç sevmemişlerdi!..
Hüseyin Bostancı bu Bakanlığa bürokrat olarak tayin ettirmek maksadıyla
bir kaç kişiyi Başbakana teklif etmiş, kabul görmemişti. Bu durumdan
dolayı da, bir kırgınlığı vardı.
16 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
Başbakan Özel Kalem Müdürünün verdiği bilgiye göre: Hüseyin
Bostancı kararname haberini alır almaz doğruca Doğa Koruma Bakanı
Nafiz Erdem’e gitmiş, Abdullah Salman’ı müsteşarlığa atayamayacağını,
aksi halde ilişkilerinin bozulacağını söylemiş, rest çekmişti. Bakan Nafiz
Erdem konunun Başbakandan geldiğini söylemesine rağmen, Hüseyin
Bostancı’nın tayini engelleme isteğini yok edememişti. Hüseyin Bostancı,
Başbakanla görüşeceğini ve onu ikna edeceğini söylemiş, kararnamenin
Başbakanlıktan geri alınması konusunda, Bakana emrivaki yapmıştı.
Bakan, kaderini bağladığı, milletvekili seçilmesinde yardımcı olan,
Hüseyin Bostancı’ya teslim olmaktan başka çare bulamamıştı.
Olanlar olmuş, Abdullah Salman müsteşarlık ümidini kaybetmişti!..
Son bir ümitle, Doğa Koruma Bakanına gitmiş, Özel Kalemde uzun süre
beklemek zorunda kalmıştı. Bu, iyiye işaret değildi!.. Nihayet, Bakan
Abdullah Salman’ı asık bir yüzle kabul etmiş,
— Buyur kardeşim! diyerek, soğuk bir tavırla karşılamıştı.
— Sayın Bakanım, geçen defa konuşmamızda, görüşelim,
demiştiniz...
— Tabi, görüşelim... Senin bana söylemek istediğin bir şey var mı?
— Hayır, efendim. Sadece bir uğradım, bana bir emriniz var mı?
Diye...
— Teşekkür ederim, şimdilik önemli bir durum yok...
Abdullah Salman havanın soğukluğunu görerek, müsaade istemiş,
Bakanın makamından ayrılmıştı. Bakan, soğuk tavır ve davranışlarıyla,
görüşmeden rahatsız olduğunu hissettirmişti. Bunun nedeni ise, daha
önceki görüşmede söylediklerinin tersini yapmasıydı. Bakan, Salman’a
karşı mahcubiyet duyuyordu. Salman, görüşmenin bir netice
vermeyeceğini algılamakta gecikmemişti...
Siyasiler, kullanamayacağı, söz geçiremeyeceği her bürokrata
karşıydılar. Bir de bürokrat kendine güvenen, şahsiyetli bir kişiliğe
sahipse, siyasilerce hiç sevilmezdi! Çünkü bu tür bürokratlar, siyasilerden
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 17
çok bilgilerine ve kendilerine güvenirlerdi. Şahsiyetli oldukları için,
inanmadıkları işlerin altına imza atmazlardı… Makam hırsları sınırlı olup,
koltuğu terk etmekten çekinmezlerdi… Siyasiler bu bürokratları çok iyi
tanıyorlardı!.. Bu nedenle Türk Bürokrasisinde sadakat-liyakat dengesi,
hep sadakatten yana bozulmuştu!.. Siyasiler hep sadık! olanları tercih
etmişlerdi. Sadakatin gizli şifresi, “Bizden!”di. Sadık, her denileni itiraz
etmeden yapan, bilgisiz ve ehliyetsiz bürokratlar, siyasilerin gözdesiydi.
Bu bürokratlar, ellerinden bir şey gelmeyen “sadık köleler” di; ama gene
de görev konusunda siyasiler, tercihlerini onlardan yana kullanıyordu!..
Bu durum yönetimimizde kurumsallaşmıştı. Her devirde bu tip
bürokratlarla doldurulmuş, devlet kademeleri görmek, geleceğimiz adına
bir talihsizlikti!..
Başbakan Başdanışmanı Hasan Kabasakal olanları Salman’dan
dinlemiş, olaya çok kızmıştı. Morali bozulmuş bir durumda, derhal
Başbakanla temas kurmuştu. Telefonda,
— Sayın Başbakanım, saygılar sunuyorum, efendim.
— (...)
— Teşekkür ederim, Efendim. Rahatsız etmemin nedeni, Doğa
Koruma Müsteşarlığına
Abdullah Salman için emir vermiştiniz,
kararname geri alınmış, Efendim...
— (...)
— Ama, devreye Hüseyin Bostancı girmiş, herkes işini yapmalı
Efendim. Bu iş onu niçin ilgilendiriyor? Efendim.
— (...)
— Başbakan sizsiniz efendim!.. Başarısızlığın faturasını siz
ödeyeceksiniz, efendim. Kendi menfaatlerinden başka bir şey
düşünmeyen bu kişilerin etkin olmasına izin vermeyin, efendim…
— (…)
— Tabi güveniyorum, Efendim. Emredersiniz, Sayın Başbakanım,
geliyorum, Efendim...
Başbakan, telefonda, Hasan Kabasakal’a kendisine güvenmesini, bu
18 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
işi mutlaka neticelendireceğini kesin bir dille belirtmiş, Hasan
Kabasakal’ı konuta çağırmıştı. Hasan Kabasakal, Başbakanla bir iki gün
konu üzerine görüşmüştü. Başbakan nezdinde yaptığı teşebbüsler
olumluydu; Başbakan Salman’ı müsteşar yapmak konusunda samimiydi...
Başbakan, en yakını olarak gördüğü kişiye, verdiği sözü tutamama
konusunda sıkıntılıydı. Kendine göre ilkeleri vardı; bir kere verdiği emri,
ikinci defa tekrar etmeyi uygun bulmuyordu. Başbakan, kafasında
çözümü bulmuş, 2-3 ay içinde konuyu halledeceğini söylemişti.
Başbakanlığın parti kongresi sonrası, kadroları yeniden
değerlendirmeyi düşündüğü anlaşılıyordu. Doğa Koruma Bakanına
kırgındı. Verdiği emir yerine getirilmemişti. Başbakana bilgi vermeden
kararnamenin geri alınması Başbakanı rahatsız etmişti. Bu arada Hüseyin
Bostancı’da boş durmamış, Başbakanla ne görüştüğü konusunda bir bilgi
alınamamıştı. Başbakan, başdanışmanını bir kenara çekerek, “Hasan sen
acele etme! Bu işi en kısa zamanda çözeceğim!” demiş, söz vermişti.
Geçen üç aylık sürede parti kongresi yapılmış, sürpriz bir şekilde
hükümet yıkılmış, yerine yenisi kurulmuştu. Başbakan Doğa Koruma
Bakanlığında olanları unutmamıştı! Yeni kabinede sadece Doğa Koruma
Bakanının yerini değiştirmişti. Başbakan siyaset diliyle konuşmuş, gerekli
mesajı vermişti!.. Doğa Koruma Bakanlığına sadakatinden emin olduğu,
Hayri Ovalı’yı getirmişti. Başbakan danışmanına verdiği sözü yerine
getirmekte gecikmemişti; hükümet, güven oyu aldıktan bir süre sonra,
Bakan Hayri Ovalı’ya ilk emrini, Abdullah Salman’ın müsteşarlığa tayini
konusunda vermişti.
Birkaç gün sonra, Abdullah Salman’ın telefonu çaldı. Arayan,
Abdullah Salman’ın arkadaşı bir Bakanlık bürokratı, Kahraman Uzun’du.
Bakanla görüşmesini kısaca anlattıktan sonra, Saat 18.00’de odasına
gelmesini, daha sonra kendisini Bakanla görüştüreceğini söylüyordu…
Abdullah Salman tam 18.00’de Kahraman Uzun’un odasındaydı.
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 19
Kahraman Uzun tecrübeli bir bürokrattı. Burnu hassastı; iyi koku alırdı.
Bakanla randevu 18.30’da idi. Kahraman Uzun yarım saati kendine
ayırmıştı. Öyle ya, çorbada onun da tuzu olmalıydı!.. Kahraman Uzun
görevde en uzun kalan başarılı(!) Bir bürokrattı. Yeni gelen Bakanlarla
çok çabuk iletişim kurma becerisine sahipti. Hatta, Bakan eşlerini arayıp,
”Hanımefendi ben Kahraman Uzun, Doğa Koruma Konularında sizi
aydınlatmamı ister misiniz?” diyerek, bilgisini, nazikliğini ve kibarlığını
hanımefendiye de gösterir, aileye nüfuz ederdi!.. Kahraman Uzun
Bakanla olan görüşmesini gizemli bir üslupla arkadaşı Abdullah Salman’a
anlatmaya başlamıştı: “Bakan iyi bir bürokrat arıyormuş! Kahraman
Uzun’a sormuş? O’da Abdullah Salman’ı tavsiye etmişti!.. Abdullah
Salman’ın ne kadar yetenekli bürokrat olduğunu anlatmış, Bakan da ikna
olmuş, görüşmek istemişti!..” Bürokratik dille; bu görüşmeyi ben
sağladım, bu kıyağımı unutma!.. Yaptıklarımı göreve geldikten sonra, bir
şekilde ödersin!.. Diyordu, Kahraman Uzun... Ancak, Abdullah Salman
bir sorunun cevabını bulamıyordu? Kahraman Uzun kendi dururken niçin
Abdullah Salman’ı tavsiye ediyordu? “Her bürokrat önce kendine
çalışırdı!.. Kendinden daha iyi, daha bilgili bir bürokrat olamazdı!..” Bir
fıkra vardır: ”bürokratların beyinlerini bir salona koymuşlar, her bürokrat
arayıp bulmuş, kendi beynini almış!”.
Kahraman Uzun’un anlattıkları yukarıdaki temel kuralla taban
tabana zıtlık taşıyordu. Bürokrat ancak ve ancak kendisine oynardı.
Bürokratın arkadaşlığı, partisi, sadakati tek kutsalı olan koltuğundan
sonra gelirdi!.. Tarafsızlığı sevmezdi, taraflıydı: Hep güçlüden yana
olurdu!.. Sadık diye göreve getirilen bürokratlar, güç dengeleri değişince,
yeni güç odağının yanında yerlerini almakta gecikmezlerdi. Sloganları:
“Kral öldü!.. Yaşasın Kral!..” dı.
Bürokrat çok çabuk saf ve görüş değiştirirdi. Siyasiler, bürokrasiyi
bir türlü anlayamamıştı. Bürokrasi: kasaplık, terzilik, kunduracılık gibi bir
meslekti, bir uzmanlık dalıydı. Bürokrasi genel anlamıyla: Kırtasiyecilik,
formalitecilik, insancıl olmama, sorumluluktan kaçma, işleri yavaş
20 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
yürütme gibi kötü bir anlam taşımaktaydı. “Kamu yararı” en büyük
silahları olup, zora geldiklerinde sıkça kullandıkları bir savunma
silahıydı. Bürokratın şu görüşlüsü, bu görüşlüsü olurdu; ama zihniyeti ve
koltuğunu koruma metodu hep aynı olurdu. Terziler arasında da farklı
görüş sahipleri olmuştu; ama elbise dikiş metotları değişmezdi. Nasıl ki
terzi terziyse, bürokratta bürokrattı...
Salman seneler önceki bir olayı hiç unutmamıştı; Daire Başkanıydı,
odunlar tahsisle satılıyordu. Bu durum, kimilerinin haksız kazanç
sağlamasına neden oluyordu. Salman bundan büyük rahatsızlık
duyuyordu. Bir gün konuyu Müsteşara götürdü; bu tür satışlarda teşkilat
mensuplarının şaibe altında kaldığını, odunların serbest pazar
ekonomisinde “ihale” ile satılması gerektiğini anlattı. Müsteşar bu teklifi
geri çevirdi. Çünkü akşamcı birkaç arkadaşına tahsis yapmaktan
mutluluk duyuyordu!.. Salman ne kadar ısrarlı olduysa, Müsteşara kabul
ettirmesi mümkün olmadı. Aradan zaman geçti… Bakan değişmiş,
Müsteşar, Genel Müdür ve Salman yeni Bakanın huzurundaydılar.
Salman Bakana:
— Sayın Bakanım, hükümetin ekonomik programı “serbest pazar
ekonomisi” bu durumda tahsisle odun satmak hükümet programına
aykırı!.. İhale ile satılmalı, dedi.
Bakan:
— Elbette... Odunlar “ihale” ile satılmıyor mu? Ne biçim iş bu!..
Bundan sonra ihale ile satılsın, dedi.
Kenarda durumu izleyen ve Salman’ın ihaleli satışı bir türlü kabul
ettiremediği Müsteşar, hemen söze girdi:
— Sayın Bakanım!.. çok isabetli bir karar verdiniz... Sizden önceki
Bakana “ihale”li satışı, kaç defa önerdik, arkadaşlarımız şaibe altında
kalıyor, dedik, bir türlü kabul ettiremedik!..
Salman dondu kaldı!.. Pes doğrusu… Müsteşar birden fikir
değiştirmişti(!) Tahsisli satışın faturasının kendine çıkacağı tehlikesine
karşı, tedbirini almıştı!.. Koltuk bu… Fazla sallamaya gelmezdi!..
Bürokrat buydu… Tek kutsalı, koltuğuydu, balık gibi elden kayardı.
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 21
Bürokrat her kılığa girerdi. Bakan, “yarın amip ol, gel!” dese, bürokrat
amip olurdu!.. Bu durumda Salman’a söyleyecek fazla bir şey kalmamıştı.
Bu olay hiçbir zaman aklından çıkmamıştı.
Abdullah Salman ve Kahraman Uzun, Bakanın makamına gittiler.
Bakan Hayri Ovalı nazik bir şekilde karşıladı, oturmaları için işaret etti.
Bir süre sohbetten sonra, Bakan kibarca,
— Kahraman Bey, Abdullah Beyle bizi biraz yalnız bırakır mısın?
dedi.
Kahraman Uzun bu tür muamelelere alışıktı. Bürokraside hep ikinci
adam olmuş, hazımlı olmayı öğrenmişti. Yarım saat önce Abdullah
Salman’a söylediklerinin tutarsızlığı ortaya çıkmıştı!.. Olsun, bir önemi
yoktu. Kahraman Uzun bu tür olayları, kahramanca göğüslemişti!..
Kahraman Uzun odayı terk ettikten sonra, Bakan:
— Sayın Başbakanım telefon etti. Ben parti disiplinine sahip bir
insanım. Başbakanımın emirlerini aynen uygularım. Seninle birlikte
çalışacağız Abdullah Bey, dedi.
Abdullah Salman:
— Teşekkür ederim! Sayın Bakanım, dedi. Sonra, birikimlerinden
bahsetti. Bakanlığı iyi tanıdığını, sorunları ve çözümlerini iyi bildiğini
ortaya koydu. Bürokratların halkın refahına yönelik projeler yaparak
üretimde bulunmaları, siyasetçilerin de bunları halka anlatarak
pazarlamaları gerektiğini, adam işe alınarak, eleman tayin edilerek bir
yere gidilemeyeceğini kısaca anlattı…
— Ben seni iyi tanımıyorum. Temelde aksi sabit oluncaya kadar
insanlara güvenirim, seninle de güven içinde çalışırız, dedi.
— Sayın Bakanım, zamanla birbirimizi daha iyi tanıyacağız. Ben
size çok çalışacağıma ve sizi politik olarak öne çıkaracak değişim
projeleri üreteceğime söz veriyorum. Dedi.
Bu ifadelerden duyduğu memnuniyetin
yüzüne vurmasından,
Bakanın çalışma ve değişim konusunda duyarlı olduğu anlaşılıyordu.
Yumuşak bir ifade ile,
22 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Abdullah Bey! Sayın Başbakanım seni müsteşar olarak atamamı
söyledi. Ancak, bir müsteşar var. İstersen, onu görevden almayalım. Doğa
Genel Müdürlüğü boş, sence de uygunsa, daha aktif bir görev olan ve
Bakanlığın Beyni olan bu Genel Müdürlüğe atayalım seni, dedi.
Abdullah Salman bu teklifi bekliyordu. Gerçekten Doğa Genel
Müdürlüğü 30.000 çalışanı, özel bütçesi ve çok geniş görev alanı
itibarıyla dev bir genel müdürlüktü. Bir başka önemli husus, bir bürokratı
görevden aldırıp yerine gelmek, etik olarak da uygun değildi. Abdullah
Salman beklemeksizin yanıtını verdi:
— Taktir sizin, Sayın Bakanım!.. Bence uygun, dedi.
— Abdullah Salman bürokrasiyi iyi biliyordu. Müsteşarlık devletin
en üst makamı idi. Ancak, icra görevi sınırlı, idarecilik görevi daha ağır
basmaktaydı; müsteşar, aşağısına ve yukarısına rica etmek durumundaydı.
Türk yürütme erkinde iki icra makamı vardı; Bakanlık ve genel müdürlük.
Bakanlıktaki genel müdürler aynı zihni yapıya, değişimci zihniyete sahip
olmadığında, müsteşarların başarı şansı zayıftı. Doğa Genel Müdürlüğü
idarecilik ve icra görevi aynı oranda yüksek, bağımsız bir genel
müdürlüktü. Burada başarıyı yakalayıp kendini göstermek daha kolaydı.
Abdullah Salman bu düşünce düzleminde gezinirken, Bakanın beklenen
sorusu geldi:
— Abdullah Bey! Sayın Başbakanı nereden tanıyorsun?
— Abdullah Salman bu defa cevap vermekte tereddüt etmedi, yüzü
kızarmadı; çünkü aynı yalan tekrarlandıkça, insanın kendisi de bu yalana
inanıyor, yalan doğru gibi oluyordu!..
Salman;
— Reform projeleri üzerinde çalışırken, Sayın Başbakanla birlikte
olduk!.. Sayın Bakanım, dedi. Beyaz yalanını tekrarladı.
Bakan da haklıydı!.. Başbakandan sorup öğrenme şansı olmayan,
çok merak ettiği bu sorunun cevabını öğreneceği tek kişi, Abdullah
Salman’dan başkası değildi. Fakat Salman’ın yalandan yana hiç şansı
yoktu. Çok nadir olsa bile, ağzından kaçan yalanların doğruları hep ortaya
çıkmış; mahcup olmuştu!.. Bu yalanı da öyle olmuştu. Görüşmeden epey
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 23
bir zaman sonra, Muğla’ya bir törene gidilmişti. Başbakan, Bakanlar,
Doğa Koruma Bakanlığı üst yönetimi toplantıda hazır bulunuyorlardı.
Başbakan, Bakan Ovalı ve Bakanlık üst kademesi otel lobisinde birlikte
sohbet ediyorlardı. Başbakan aniden sordu:
— Burada, Doğa Genel Müdürü kim?
Salman ayağa kalktı,
— Benim, Sayın Başbakanım! Dedi.
Tekrar yerine otururken Bakan Ovalı ile göz göze geldiler. Salman
o kadar mahcup olmuştu, o kadar utanç duymuştu ki, kelimelerle
anlatılması imkansızdı!.. Bakan Ovalı çok olgun bir şahsiyetti. Konuyu
hemen kapatmış, Salman’ı daha çok mahcup etmemişti...Yalan böyleydi...
Mum yatsıya kadar yanıyor, daha sonra sönüyor, yalan ortaya
çıkıyordu… Salman hayatı boyunca çok az da olsa yalan söylemişti.
Hayret!.. Hepsi de bir süre sonra ortaya çıkmış, mahcup olmuştu. Allah,
hiç kimseyi bu şekilde yalanla terbiye etmesin!.. Dayanılması çok zor…
En iyisi her ne pahasına olursa olsun, yalan söylememeli…
Salman, yeni Bakana ısınmıştı. Hani, öyle denir, “Yıldızım barıştı.”
Bakan Hayri Ovalı’nın da Salman’a karşı kanı kaynamış, yıldızı
barışmıştı!.. Aslında Bakan iyi niyetli, cesur, değişimci, pozitif bir
şahsiyetti,
— Abdullah Bey! Kararnameni hemen yazdırıp, elden Başbakana
imzalattırdıktan sonra köşke çıkaracağım. Derhal göreve başlamanı
istiyorum, dedi.
Ayağa kalkarak, sevecen bir yüzle Abdullah Salman’ın elini sıktı,
uğurladı. Daha önce Başbakanlığa, müsteşar olarak gönderilen Salman’ın
kararnamesi, bu defa genel müdür olarak yollanıyordu. Bürokraside her
şey olabilirdi ve her ihtimal geçerliydi.
Abdullah Salman tekrar Kahraman Uzun’un odasındaydı.
Kahraman Uzun heyecanlı bir bekleyiş içindeydi. Hemen sordu:
— Ne oldu!.. Nasıl geçti görüşme?
— Önemli bir şey konuşmadık. Sayın Bakan senin benimle ilgili
24 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
söylediklerinden çok etkilenmiş(?) Tavsiyen için teşekkür ederim!..
Bakanlıkla ilgili bir rapor hazırlamamı istedi!.. Önümüzdeki günlerde çok
çalışmam gerekecek gibi görünüyor!..
— Benim bir katkım olursa, memnuniyetle yardıma hazırım!..
— Teşekkür ederim Kahramancığım!.. Yardım edeceğinden
eminim... Biz hep iyi arkadaşız!
— Abdullahcığım, merak ettiğim konu; hazırlayacağın rapor, Doğa
Koruma Genel Müdürlüğünü mü, yoksa Bakanlığın tümünü mü
kapsayacak?
— Hayır!.. Her ikisi de değil!.. Daha çok doğanın diğer sektörlerle
turizm, tarım, bayındırlık, sanayi, çevre vb. ilişkileri üzerine bir çalışma
istiyor!..
Kurt bürokrat Kahraman Uzun kokuyu almıştı. Yanılmazdı. Ancak
bir tereddüdü vardı; görev Müsteşarlık mı, Genel Müdürlük mü? Bunu
kestirememişti... Olanları öğrenmeye yönelik sorduğu teknik sorulara
teknik cevaplar almış, konuyu daha çok kurcalamaktan vazgeçmişti.
Muhabbet koyulaştı… Geçmiş günlere… Üniversite hayatına, hatıralara
kadar uzandı... Geç vakitlerde Bakanlığı birlikte terk ettiler...
Günler günleri kovalıyor, kararname köşkten bir türlü imzalanıp,
gelmiyordu. Abdullah Salman gene ikirciklenmeye başlamıştı.
Cumhurbaşkanlığı’nda ne gibi bir sorun olabilirdi. Bir türlü cevap
bulamıyordu. Bu düşünceler altında Sentez Danışmanlığa giderek, Hasan
Kabasakal’ı bulmuş, çeşitli senaryoları birlikte analiz ediyorlardı. Hasan
Kabasakal siyasi olaylara hâkimdi; Başbakan ile Cumhurbaşkanı’nın arası
biraz gergindi. Bu gerginlik kararnamenin imzalanma sürecini etkilemişti.
Biraz gecikecekti… Merak edilecek bir şey görünmüyordu… Salman’ı
ziyaret edenler gittikçe artıyordu. Cumhurbaşkanlığıyla ilişkisini ve
oradaki tanıdıklarından bahsedenler çoğalmaya başlamıştı. Gelenler
kararnamenin
Köşkte
olduğunu
biliyor,
yardım
teklifinde
bulunuyorlardı!.. Sistem çalışmaya başlamıştı bile… Salman bu
görüşmelerden bir netice çıkarmış: Doğa Genel Müdürlüğü önemli bir
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 25
kuruluştu…
Bir süre sonra Bodrum’da büyük bir doğa felaketi meydana geldi.
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakan felaket bölgesinde incelemelerde
bulunuyorlardı. Bakan Hayri Ovalı Cumhurbaşkanı’na hitaben:
— Sayın Cumhurbaşkanım felaketin boyutları çok büyük!.. Ancak
başka bir felaket konusu; bu felaketten sorumlu kuruluşun Genel
Müdürlüğü hala boş!.. Genel Müdürün kararnamesi on gündür köşkte
bekliyor, dedi.
Cumhurbaşkanı mesajı almıştı!.. Riskten hoşlanmayan bir şahsiyetti.
On gündür köşkte beklettiği, yakınları vasıtasıyla soruşturduğu Doğa
Genel Müdürünün kararnamesi, basının diline düşebilirdi. Mesuliyetli bir
durum ortaya çıkabilir, yangının bedeli kendisine yüklenebilirdi!..
Hiç bilgisi yokmuş gibi davranarak:
— Demek on gündür köşkte bekliyor!.. Hayret!.. Benim niye bilgim
yok? Kararnameyi derhal Bodrum’a fakslasınlar, hemen imzalayayım!
Dedi.
Bir saat içinde kararname imzalanmış, atama gerçekleşmişti.
Kararname ertesi gün Resmi Gazete’de yayımlanmış, Abdullah Salman
Doğa Genel Müdürü olmuştu…
BÜROKRAT KALIPLARLA DÜŞÜNÜR
Salman erkenden uyanmış, Allah’a yönelmiş, şükürle dop dolu, iyi
bir görev ve gelecek için dua etmişti. Ruh ve bedenini birleştirerek, tek
bir noktaya odaklanmıştı; önüne çıkacak şartlar ne olursa olsun, makamın
gücünü hiç bir şekilde kötüye kullanmayacaktı. Çok ağır bir sorumluluk
26 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
yükleniyordu! Büyük bir sınav verecekti; inancına, kendisine, ailesine,
teşkilatına ve ülkesine karşı sorumluluklarını yerine getirecekti. Derin
düşündüğünde, ne ağır bir sınav!.. “Allah’ım! Ancak, senin yardımınla bu
sınavda başarı kazanabilirim! Bana yardım et!..” Diye dua etti. Salman,
muhafazakâr bir aileden geldiği için, maneviyata değer verirdi. Allah’tan
başkasına kulluk yapmamayı ömrü boyunca ilke edindiğinden, adı
“Dikkafalı!” ya, “Aykırı” ya çıkmıştı. Salman bunlardan hiç rahatsızlık
duymuyordu; yeri geldiğinde en büyük uyumu ve özveriyi gösterecek bir
karaktere sahipti. Takım ruhu içinde kademeyi önemsemez, her zaman
nefer olarak çalışırdı. Doğru bildiklerini her kim olursa olsun
söylemekten çekinmezdi...
Daire Başkanlığında Doğa Genel Müdürlüğünün helikopter alımı
vardı. ihale iki defa iptal edilmişti... Bir türlü sonuç alınamıyordu...
Sonunda, Salman’ı isteği dışında, onu teknik komisyon başkanı yaparak,
ihaleyi bitirmek istiyorlardı... Salman on beş gün Kara Kuvvetlerinin
tesislerinde helikopterleri incelemiş, sormuş, okumuş, helikopterin bütün
teknik detaylarını öğrenmişti. En iyi helikopter olan Eurospecial
helikopterlerinin, öncelikle alınması için rapor hazırlamıştı. Raporunda;
Agusto Bell ve BMM helikopterlerinin teknik şartnameye uygun
olduğunu, Polonya RCK helikopterlerinin uygun olmadığını, elenmesi
gerektiğini belirtmişti. Polonya lobisi çok güçlü olduğundan ortalık
karışmıştı. Başbakanın en yakınlarından Bakana baskılar gelmeye
başlamıştı. Genel Müdür, Salman’dan kararı değiştirmesini rica etmiş,
kabul ettirememişti. Bakanlıkta terör esiyordu... Bakan her geleni
fırçalıyor, gönderiyordu!.. Genel Müdür, Müsteşar, Salman’a durumu
Bakana anlatması ricasında bulunmuşlar, Salman da kabul etmişti.
Salman bilgi vermek üzere Bakan Makamındaydı. Baskılar karşısında
bunalan Bakan, Salman’ı fırçalamış , kızgın bir şekilde,
— Ne biçim teknik rapor bu?
— Anlatayım, Sayın Bakanım...
— Kardeşim sen satın alma komisyonu değilsin ki, nasıl en iyiyi
tespit edersin!.. Sen sadece helikopterlerin teknik şartnameye uygun olup
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 27
olmadığını belirtmekle görevlisin; fakat öncelikle Eurospecial alınmalı
diye yazıyorsun!.. Bunu nasıl yazarsın?
— Sayın Bakanım, ben kendime alsaydım, öncelikle onu alırdım!..
Ancak, satın alma komisyonunun önünde üç alternatif var. Satın alma
komisyonu, elenen dışında diğer üç helikopterden istediğini alabilir. Ben
satın alma komisyonunun önünü kapatmış değilim!..
Salman ifadelerinde, kendinden çok emin bir görüntü sergiliyordu.
Bakan, gittikçe kızıyor, köpürüyordu!.. Yüksek sesle,
— Polonya RCK’ları da elemişsin!..
— Kalitesiz ve standart üretimi yapılmıyordu, takıp takıştırıp bize
satacaklardı; yedek parça garantisi de yoktu. Polonya teknolojisi yeterli
değildi, onun için eledim, efendim.
— Şimdi söyle bakalım... Sen kendime satın alsaydım Eurospecial
alırdım, dedin. Niçin? Bunun gerekçesini anlat, bakalım?
— Anlatayım, Sayın Bakanım!.. Bir kere palleri kompozit
materyalden yapıldığı için sonsuz uçuş yapabiliriz. Diğerlerinin palleri
her bin saatlik uçuşta değişmek mecburiyetinde. Her biri ikiyüzellibin
dolar maliyet yüklüyor. Eurospecial’in dört paline giden otomatik
yağlama tesisi var, öbürlerinde dört pal de ayrı ayrı yağlanacak ve aynı
seviyede olması temin edilecek. Eurospecial’in kuyruk palinin motor
bağlantısı tek aktarma organıyla çalıştırılıyor. Diğerlerinde bu bağlantı,
iki aktarma organıyla sağlanıyor. Bu durum tamiri, bakımı zorlaştırırken,
yedek parça kullanımını artırıyor... Sürati... Hafifliği... Hower durumu...
vb...
Bakan, Müsteşar, Müsteşar Muavinleri, Genel Müdür ses
çıkarmadan, merakla dinlemişler, tatmin olmuşlardı. Salman dersine çok
iyi çalışmış, konuya hâkim olduğunu göstermişti; sanki bir helikopter
teknisyeni gibi bir durum sergilemişti. Bakanın sorduğu sorulara, yerinde
cevaplarla, teknik komisyon raporunun hazırlanma gerekçesini, mantıklı
bir şekilde ortaya koymuştu. Bir saatlik izahtan sonra, herkesin gözü
Bakanda... Bakan ne diyecekti? En sonunda Bakan,
28 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Teşekkür ederim, Abdullah Bey!.. Hazırladığın teknik komisyon
raporu uygun!.. Demişti. Herkes derin bir ohhh! Çekmişti... Satın alma
nihayet gerçekleşmişti.
Salman kararından vazgeçmemiş, inandığını yapmıştı. Bilgi en
büyük güçtü. Bilgi ve ilkeli olmak bir araya gelince kalifiye insan
oluşuyordu. Önceleri kızgın olan Bakan, yapılanların bilinçli ve kurum
menfaatine olduğunu anlayınca teşekkür etmişti. Salman inandığını yapar,
her yerde de savunurdu!..
Bakan, bir İzmir seyahatinde Ege Ordu Komutanından satın alınan
helikopterlerle ilgili övgü almıştı. Bu övgü neticesi, Salman’ı mükafat
olarak Danimarka seyahatine götürmüştü. Seyahat için önce, Genel
Müdürün ismi yazılmış, Salman’ın listeye girmesiyle Genel Müdür liste
dışı kalmıştı. Genel Müdüre Bakan tarafından izahat yapılmadığından,
Genel Müdür bu durumu aylarca düşünmüş, kendince cevabını bir türlü
bulamamıştı!.. Salman’a sorabilirdi ama bu karizmayı çizdirmekten
başka işe yaramazdı. Bürokrasi böyle bir şeydi. Bazen astlarına sormak
hürriyetinden bile mahrumsun!..
Makam, onun için bir hedef değil, birikimlerini ortaya koymak için
bir fırsattı. İnsanlar iki şey için makam peşinde koşarlardı; önemsenmek,
kimlik kazanmak, adamdan sayılmak! Menfaat elde etmek ; planı, projesi
olup, bunları uygulamak, hizmet etmek. İnsanlar nefis denen güçlü bir
duyguya sahipti; “hırs”. Hırs bir hedefe yönlendirilmeliydi,
yönlendirilmediği takdirde kötü yola düşebilirdi. Hırsın en iyi
yönlendirileceği konu “başarı”ydı. İnsan başarı elde etmeye bir kere alıştı
mı, ondan bir türlü vazgeçemezdi. Başarıyı kazandıkça mutluluk duyar,
bundan en büyük “haz”ı alırdı.
Başarıyla tatmin olmayan nefisler hırslarının esiri olurlar… Allah
korusun!.. Kendilerini nerede biteceği belli olmayan bir yolculukta
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 29
bulurlardı. Büyük İslam yazar Mevdudi, bu tehlikeyi şöyle izah etmiş:
“İnsanlarda Tanrı gibi görünmek onu başkalarından itaat istemeye iter.
Tanrı olarak görünme zevki insanın bugüne kadar keşfedebildiği büyük
zevk ve hazlardan daha büyüleyici, daha cazip bir şeydir.”. Dinimiz bu
nedenle aşırı hırsı, kibiri, büyüklenmeyi, kendini beğenmeyi, paraya
makama kul olmayı şiddetle yasaklamıştır.
Bu esaret onları değişik hırslara para, kadın, kumar gibi çıkmaz
sokaklara sürüklerdi!.. Bundan büyük zevk alırlar, kendileri ve ülke zarar
görürdü!.. Bu noktadan sonrası , “hırs” canavarının “akıl” üzerine
hâkimiyet kurmasıydı. Bu kişilerin, dümeni olmayan gemi gibi, nereye
gidecekleri, hangi limana demirleyecekleri meçhuldü…
Salman kimliğiyle, şahsiyetiyle oynanmasından hiç hoşlanmazdı.
Şimdiye kadar şahsiyetiyle ilgili, kimseye söz söylettirmemiş, kimliğini
ve değerlerini özenle korumuştu. Kendine göre çalışma anlayışı vardı. 24
saat çalışacak enerjiye sahip olup, takım çalışmasına yatkındı. Tek adama,
kahramana, vatan kurtarmaya hiç inanmazdı. Herkes üzerine düşeni
yaptığında, vatan da kurtulmuş olurdu. Özgün olmaya çok dikkat ederdi.
Taklitten hoşlanmazdı… Taklit eden ancak taklit ettiği kadar
başarılı olabilirdi; taklit edileni geçme şansı hiç yoktu. Taklitçiler ne
yapacaklarını bilmeyenlerdi, “Maymuna soba yakmasını öğretmişler, o da
yazın yakmış!..”. Batıya hayranlık duyup, teslim bayrağı çekenlerden
hoşlanmazdı. Batıya ancak kıskançlık duyulurdu. Tabi bu kıskançlık;
çalışma enerjisini ateşleyen, Türkiye için ne yapabilirim diye 24 saat
düşünen, sorgulayan bir potansiyel olması şartıyla.
Makama, paraya, şöhrete karşı kendisini güçlü hissederdi. Sağlam
bir maneviyata sahipti. Bu inanç onu çeşitli insani zaaflara karşı koruyan
bir antivirüs yazılımı gibi çalışırdı. Geçmişte makama gelen insanların
nasıl iyi niyetle, dürüstlükle işe başlayıp, sonunda yolsuzluktan
mahkemelere verilerek, görevi terk ettiklerini biliyordu. Genel
Müdürlerin etrafını saran, yağcıları da çok iyi tanıyordu. Bu yağcılara
30 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
kapılan yöneticilerin ayaklarının yerden kesilişine, kendi kimliklerinden
kopuşuna, başarısız oluşlarına, defalarca şahit olmuştu. Ancak çok iyi
biliyordu ki, “şeyh uçmaz, mürit uçurur!..” diye bir söz vardı!.. Kendine
hâkim olamayanları yağcılar uçuruyorlardı: Havaya atıyorlar, sonra
tutmuyorlardı; adamın beli inciniyordu!.. Yüksek makamlardaki kişilerin
etrafında eksikleri söyleyenler, hoşa gitmeyenlerdi! Tecrübeli bir yönetici,
gerçek dostunu, kendisini tenkit edenlerin içinden arayacak bilgeliğe
sahip olmalıydı.
Karizmatik liderler önceleri başarılı bir şekilde toplumu dönüştürür
başarılı işler yaparlar; süre uzadıkça kendini beğenmişlik (narsizm)
hastalığına kapılır, zararlı olmaya başlarlardı. Etrafları gittikçe daha
kokuşmuş, yağcı, zavallı tiplerle sarılır, hep birlikte ülke için zararlı işler
yapmaya başlarlardı. Liderler birlikte çalıştığı insanlar konusunda dikkatli
olmalıydı. Bir liderin çevresi onun faydalı işler yapmasında en önemli
etkendi.
Salman, Uzun uzun iç muhasebesi yaptıktan sonra, Doğa Koruma
Bakanlığının yolunu tuttu, doğruca Bakan odasına gitti. Bakan
Bodrum’dan henüz dönmemişti. Bakanlık özel kaleminde müsteşar
Hüseyin Barkın’la karşılaştı. Hüseyin Barkın Salman’ı görünce ileri
atıldı, hararetle kucakladı... Öpüştüler, tebriklerini iletti. Hüseyin Barkın,
son dört aydır çok zor günler yaşamıştı. Dört yıldır oturduğu müsteşarlık
makamı yedi şiddetinde depreme kapılan bina gibi sallanmış, bu
depremden yara almadan kurtulmasını bilmişti. Salman’ın Doğa Genel
Müdürü olmasıyla koltuğunu sağlama alan, Hüseyin Barkın’ın eski neşesi
yerine gelmişti. Salman’ı daha bir samimiyetle kucaklamıştı!.. Salman’ın
koluna girmiş, müsteşarlık makam odasına doğru yol almışlardı.
Hüseyin Barkın iyi niyetli, sempatik, kibar bir şahsiyetti. Güçlü
karşısında eğilir, denileni yapardı. Eğlenmeyi ve iyi giyinmeyi severdi.
Bakanlık işlerine fazla kafa yormaz, Beynini de bu işler için kullanmak
zahmetine katlanmazdı. Her ne olursa olsun, okumaktan hoşlanmazdı.
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 31
Tecrübe ve sağduyusuyla yolunu tayin ederdi. Siyasetçilerle iyi iletişim
kurar, eş dost işi takip etmeyi severdi. Yolsuzluk konularına adı
bulaşmamıştı.
Düz Kaldırım Partisinin (DKP) en güçlü
milletvekillerinden Niyazi Beyin akrabası olduğu için müsteşar olmuştu.
Her konuşmasında Niyazi abisinden bahsetmeyi ihmal etmezdi!..
Salman’la Müsteşar birbirlerini sevmezlerdi. Geçmişte, mesleklerini
icra ederlerken zaman zaman karşı karşıya gelmişlerdi. Birlikte
çalışamadıkları gibi, belli konularda da fikir birliktelikleri yoktu. Ancak
üst kademelere gelindiğinde bu münakaşa ve uzlaşmazlıklar unutulurdu.
Müsteşar Barkın en güçlü rakibinin Genel Müdür olmasıyla, koltuğunu
kurtarmanın sevincini yaşamaktaydı. Kolay değildi, Hüseyin Barkın’ın
koltuğu altından kaymak üzereyken, geri gelmişti! Büyük bir sıkıntıdan
kurtulmuştu!.. Koltuğu kurtarmanın sevinci, Müsteşarın gözünde Genel
Müdür Salman’ı daha bir sempatik göstermekteydi.
Doğa Genel Müdürlüğü Doğa Koruma Bakanlığının bütçe, eleman
ve iş hacmi itibariyle %80’ini oluşturmaktaydı. Dev gibi bir genel
müdürlük; iki milyar dolar bütçe, 40.000 personel, ülkenin ücra
köşelerine kadar yayılmış teşkilat, Türkiye’nin dörtte bir arazisinin
yönetimi. Doğa Genel Müdürünün müsteşara ihtiyacından çok,
müsteşarın Doğa Genel Müdürüne ihtiyacı vardı. Bir önceki Genel
Müdür, müsteşarla araları açık olduğundan, Müsteşarın Genel
Müdürlükteki hiçbir işini yapmamış, adeta ambargo koymuştu. Salman
hedefini iyi biliyordu. Müsteşarın birkaç tayinine ambargo koyarak,
çatışmaya girip enerji harcamak istemiyordu. Bu zihniyet ile bir yere
varılmazdı. Göreve başladıktan sonra ilk emri; Müsteşar Beyin
isteklerinin derhal yapılmasıydı. Müsteşarı iyi tanıyordu; kanunsuz işlere
girmekten korkar, bunlar üzerinde de ısrarcı olmazdı. Müsteşar Salman’ın
kendisiyle ilgili verdiği emri duyduğunda, çok mutlu olmuş, beklemediği
bir sürprizle karşılaşmıştı!..
Müsteşar telefonla Bakana ulaşarak, Salman konusunda görüşlerini
32 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
almıştı. Saat 13.00 de göreve başlamasına karar verilmişti. Müsteşar
Barkın ve Genel Müdür Salman kol kola, neşeli tavırlarla Bakanlık
binasının alt katında bulunan Doğa Genel Müdürünün makam odasına
birlikte gitmişlerdi. Salman makam koltuğuna oturmuş, Müsteşar tekrar
tebrik etmiş, “Hayırlı olsun! Abdullahcığım” demiş ve ayrılmıştı.
Oldukça büyük makam odası daha şimdiden çiçeklerle dolmuştu. Kartlara
bakmış, bir çoğunu tanımayordu. Genelde, şirketlerin
gönderdiği
çiçeklerdi. Bu durum, görevin zor olduğunun ilk işaretiydi. Şirketler bu
kadar çok ilgi gösterdiklerine göre, akçalı işler yoğunluktaydı! Salman
makam koltuğundaydı, odada yalnızdı...
Bir an, düşüncelere dalmıştı... Uğruna meydan savaşları verilen
“makam koltuğu!” şu anda altındaydı!.. Koltuk insanın üzerine çıkarsa
onu küçültür; altında kalırsa büyütürdü. Bu makamı kendine nasip ettiği
için Allah’a şükretti. Manevi dünyası ile iletişime geçti, iki rakat şükür
namazı kıldı... Geriye dönük bakıldığında ne akıl, ne kabiliyet, ne eğitim
insanları bu makama getirmiyordu. Tek bir güç vardı; ilahi-takdir!.. yüce
yaratanın kararı. Şair ne güzel söylemiş:
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
İnsan makama oturduğunda öyle bir haleti-ruhiye içinde oluyordu
ki; sanki hiç bu koltuktan inmeyecekmiş, koltuk hep altında olacakmış
gibi geliyordu. Şeytan öyle bir tablo çiziyordu ki, İnsan ölünceye kadar
koltuktan hiç kalkmayacaktı; hatta kıyamete kadar bu koltukta oturacak,
göreve devam edecekti!.. Makam insana gizemler dünyasının sanal
kapılarını sonuna kadar açıyordu; vay bu sanal kapıdan içeri giren
zavallıların haline!.. Makama geldikten sonra karakteri değişen!
Arkadaşlarını terk edenlerin psikolojisi başka türlü izah edilemezdi!..
Maneviyat bu noktada gerekliydi; çünkü her şeyin bir sonu vardı...
Koltuğun bile!.. Bu sanal dünyaya girme gafletinde bulunanlar önce dost
ve yakınlarını, sonra da kendilerini kaybediyorlardı!..
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 33
Bu koltuk, Salman’ın hep altında olacaktı!.. Hiçbir zaman o
koltuğun üstüne çıkmasına izin vermeyecekti!.. Nefsinin isteklerine karşı
koymak kolay değildi!.. Manevi gücü olmaksızın tek başına fiziki
dünyasıyla, teklif edilenlere karşı koymak, imkansız olmasa bile çok
zordu... Bunun için nefsine hâkim olması ve ona hükmetmesi
gerekiyordu. Ruh ve bedenini birleştirerek dimağını tek bir noktaya
odakladı ve oraya bir mim koydu. Koyduğu bu işaret; koltuğun hep
altında kalması, vücudunun yukarısına çıkmasına izin vermeyeceği
anlamına geliyordu!.. Daha sonra arka odada yalnız kalarak yüce
yaratıcısına yönelerek tefekkür etti, tekrar tekrar şükretti... Yerine geçti,
zile bastı. Sekretere, bekleyenleri içeri almasını söyledi. Büyük bir
kalabalık tek sıra halinde tebrik için gelmişlerdi.
Tebrikler üç gün aynı yoğunlukta devam etti. Bir taraftan da çiçek
yağmuru devam ediyordu. Bu durum az gelişmiş ülkelere has bir
alışkanlıktı. Yönetici, göreve başladığı ilk günlerde, çok çalışma ihtiyacı
içindeydi; ancak ziyaretçiden başını alması mümkün değildi. Tebriklerin
yazılı mesajlarla yapılması, yöneticilerin
görevlerini daha iyi
yapmalarına yardımcı olacaktı.. Ziyaretçi yoğunluğu ve çiçek yağmuru
bile, insanın “Ben ne büyüğüm!..” demesi için yeterliydi!.. Böyle
durumların nedenini kavrayabilmek, makamı sindirmek açısından önem
kazanmaktaydı. Salman tecrübeliydi. Bu ilgi ve alakanın kendine değil,
makamına gösterildiğinin bilincindeydi. Nasrettin Hoca yüzyıllarca önce
bunları görmüş, günümüze kadar gelen, o güzel ve anlamlı özdeyişini
söylemişti: ”Ye kürküm, ye!..”
Salman, daha önce de genel müdürlük yapmıştı; bu durumlara
alışıktı. Genel Müdürken devamlı arayıp soranlar, görevden ayrılınca
arayıp, sormuyordu. Bunu bilen kimi bürokratlar, koltuğu kaybetmemek
için her şeylerini veriyorlardı!.. Bürokrat makamda uzun süre kaldığında,
makam, yaşam tarzına dönüşüyordu. Bu durumdaki bir bürokrat
koltuğunu korumak için her şeyini!.. Ama her şeyini!.. Vermekten
çekinmiyordu!.. Salman daha önce görevden alındığı için, düşmeye
34 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
bağışıklıydı. Geçmişte, yüksek ilgi ve alakanın makama değil de,
kendisine olduğunu zannedenlerden bir çoğu bunalıma girmişlerdi. Bu
nedenle tecrübe ve maneviyat çok önemliydi...
Salman’a, göreve başladığının ertesi günü, elinde bond çanta, bir
ziyaretçi geldi. Bu şahıs, dünya çapında bir otomobil kuruluşu
“MERSAN” ın temsilcisi Erhan Öztan’dı. Tebrik faslından sonra,
çantasından altın bir tabak ile, değerinin yüksek olduğu pırıltısından
anlaşılan bir saat çıkardı,
— Abdullah Bey! Bunlar zatıalinize kuruluşumuzun hediyesidir.
Kabul ederseniz mutlu olacağım, dedi.
Bir süre sessizlikten sonra...
Salman:
— Teşekkür ederim Erhan Bey, bu hediyeleri lütfen çantanıza
koyun. Ben Genel Müdürlüğüm esnasında, kesinlikle hediye kabul
etmeyeceğim. Tekrar teşekkür ederim! Genel Müdürlüğümüz firmanızla
iyi ilişkilerini sürdürmeye devam edecektir, merak etmeyin!..
— Sayın Genel Müdürüm! Lütfen yanlış anlamayın. Bu hediyeleri
bir maksada matuf vermiyoruz! Firmamız bunu bütün müşterileri için
yapıyor. Siz bizim en iyi müşterimizsiniz. Esasen geleneğimizde de
hediyeleşmek vardır. Kabul ederseniz mutlu olacağım!..
— Erhan Bey, lütfen!.. Ben şu anda Genel Müdürüm. Görevim
süresince sadece sizden değil, hiç kimseden hediye kabul etmeyeceğim!..
Bu bir prensip meselesidir; fakat görevden ayrıldıktan sonra bir hediye
getirirseniz memnuniyetle kabul ederim...
Dedi ve konuyu noktaladı...
Gerçekten de Salman Genel Müdürlük görevi esnasında en küçük
bir hediyeye geçit vermedi. Bürokraside hediye konusu çok önemliydi!
İki türlü sıkıntıya yol açıyordu: Hediyeyi veren bir iyilik yapmış olarak,
alacaklı psikolojisinde, her teklifi kolayca önerme hakkına sahip
oluyordu!.. İkincisi, bir kimlik sorunu yaratıyor, genel müdür, iş adamı
karşısında kendisini ezik ve borçlu hissediyor, bu durum icraat ve
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 35
davranışlarına yansıyordu!.. Hediye vermek, iş adamlarımızın geliştirdiği
bir rüşvet metoduydu. Tahribatı ise büyük oluyordu. Genel Müdürü
devamlı takip eden, taşra teşkilatı hediye konusunu bir mesaj olarak
algılıyor, serbest davranma hakkı kazanıyordu!.. Siz, Genel Müdür olarak
hediye alırsanız, teşkilattan dürüstlük beklemeye hakkınız olamazdı!
Doğa Genel Müdürü olarak hediye almadığınızda, teşkilatta algılanan
mesaj, pozitifti; yolsuzluğa bulaşmayı aklından geçirenler, bundan
vazgeçiyorlar. Yolsuzluğu eskiden beri yapanlar ise, bu faaliyetlerini
erteliyorlardı. Durum ciddi!.. Genel Müdürün bu konulara müsamahası
yok! Teşkilat mesajı doğru algılıyordu!..
Bir Atasözümüz; ”Balık baştan kokar!” diye, ne güzel ifade
edilmişti!.. Bakan, Müsteşar ve Genel Müdür hediye kabul etmemeliydi!..
Hediyenin önemi; maddi değerinden çok, aşağı kademelerde yol açtığı
tahribatla ilgiliydi... Ancak itiraf etmek gerekirdi ki, bürokrasimizde
hediye konusu kurumsallaşmıştı! Salman prensibini uygulamakta
zorlanmıştı!.. Hediye verenler o kadar kaşarlanmışlardı ki, büroda kabul
etmediğiniz hediyeyi evinizin kapısına bırakıp gidiyorlardı!.. Pes,
doğrusu!..
Konuşma başka alanlara kaydı, Derdodos marka kamyonların
performansları konuşuldu. Doğa Koruma Genel Müdürlüğü satınalınan
kamyonların performanslarından memnundu. Ancak teşkilattan
kaynaklanan ciddi bir sorun vardı. Yüzbin doların üzerindeki bu
kamyonların şoförleri geçici işçilerdi! Bunlar, kamyonları kullanmak için
eğitimden geçiyorlardı. Maliye Bakanlığı kadro vermediğinden,
mecburen geçici işçiler şoför olarak görevlendiriliyordu. Bir yıl sonra
geçici işçi değişince şoför de değişiyordu. İşletme hatasından
kaynaklanan yüzlerce sorun ortaya çıkıyor, kamyonlar acemi şoförlerin
elinde harap oluyordu!.. Devletimiz aklınca tasarruf yapıyordu; denizi
geçiyor, ırmakta boğuluyordu...
36 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
Tam bu esnada, Salman’ın fakülteden arkadaşı TAHSAN Ltd.’in
sahibi iş adamı Hasan Hayri Sayan odaya girdi. Salman’ı tebrik ettikten
sonra, Erhan Öztan’la kucaklaştılar. Davranışlarından samimiyetleri belli
oluyordu. Kısa bir sohbetten sonra Erhan Öztan müsaade aldı, ayrıldı.
Hasan Hayri Sayan:
— Abdullahcığım! Arka odada yalnız görüşebilir miyiz? Dedi,
“Arka oda” ya geçtiler.
Hasan Hayri Sayan söze girdi:
— Abdullahcığım! Erhan Beyi tanıyor musun?
— Hayır, Tanımıyorum. İlk defa görüyorum!
— Önemli değil, ben tanıyorum. Dürüst bir iş adamı. Kendisiyle her
türlü işe girilir!..
Bir süre sessizlikten sonra... Hasan Hayri Sayan devamla,
— Abdullahcığım! Sizin kuruluşun yüzlerce yangın kamyonu
ihtiyacı var. Erhan Beyin firması en kaliteli ürünü satıyor. Kullanırken
başın ağrımaz. Ben çok ucuz kredi bulabilirim. Burada bizim de önemli
bir komisyonumuz olacak; yarı yarıya paylaşmaya hazırım.
— Hasancığım, Şu anda ihtiyaç olup olmadığını bilmiyorum. İlk üç
aylık dönemde bir satın almaya gitmek istemiyorum. Komisyon
konusuna gelince; ilgine çok teşekkür ederim. Sen de biliyorsun ki,
şimdiye kadar memur olarak hiç para almadım. Bundan sonra da almak
niyetinde değilim. Eğer satın almaya gidersek, eşitler arasında seni
birinci yaparım, merak etme!..
— Abdullahcığım, ben şimdiden söyleyeyim dedim!.. Aklında
bulunsun… Dedi ve konuyu değiştirdi.
Konuşma eski günlere kaydı… Ne günlerdi o günler!.. Hasan Hayri
Sayan müsaade istedi, kucaklaştılar ve ayrıldı.
Salman yorulmuştu! Koltuğa oturdu, gözlerini kapadı. Düşünmeye
başladı... İşi çok zordu!.. En yakınları, çeşitli isteklerle geliyorlardı. Hem
hayır demek, hem de eski arkadaşlarını kırmamak çok zordu! Ne olursa
olsun, ilk sınavını başarmıştı; hiç zorlanmamıştı. Son yarım saatte olanları
düşündükçe, sıkıntılanıyordu!.. Erhan Bey ve Hasan Hayri Sayan dışarıda
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 37
konuşmuşlar, anlaşarak gelmişlerdi. Erhan Bey komisyon teklifi yapacak
samimiyete sahip olmadığından, vazifeyi Hasan üzerine almıştı. Olanlar
başka türlü düşünmeye imkân bırakmıyordu... Arkadaş hatırına yapılan
işlerde dikkat gerekiyordu. Sizin hatır için yaptığınız bir iş, dışarıda para
ilişkisiyle başka birine devredilebilirdi!.. Arkadaş hatırına yaptığınız bu
işten para almadığınıza kimseyi inandıramazdınız; arkadaşınız alacağı
miktarı artırmak için size de vereceğini anlatacaktı… Zorluklara önceden
odaklanmak insanı güçlü kılıyordu. Bu gücün adı; bilgi ve tecrübeydi.
Dalgın bir şekilde olayları değerlendirirken, sekreterin sesiyle kendine
geldi:
— Ziyaretçiler bekliyor efendim, içeri alayım mı?
— Al, gelsinler…
Genel Müdür Abdullah Salman, Doğa Genel Müdürlüğünde uzun
süre daire başkanlığı yapmıştı. Bilgi toplumuna, dünyanın girdiği yeni
çağa çok meraklıydı. Bilgi toplumu insanı gelecek odaklı yaşıyordu. Dün,
bugün, her şey gelecek için, gelecekte yol haritası hazırlamak için
önemliydi. Geçmişe çakılıp kalan toplumlar, geçmişi konuşa konuşa
oldukları yerde sayıyorlardı. Dün geçmişte kalmıştı, değiştirilemezdi,
yaşanacak olan yarındı; yarını oluşturma imkanı vardı. Salman, daima
geleceği düşünür, yarına odaklanır, hayal kurardı. Daire başkanlığında
genel müdür olursa neler yapacağını hep düşünmüş, birlikte çalıştığı
genel müdürlerin eksikliklerini gözlemlemişti. Zihin olarak kendisini,
genel müdür veya müsteşarlığa odaklamıştı. İlk günden yapacaklarını,
icra planını çizmekte zorlanmadı. Başarı, kafasında gelecek vizyonu olan
insanların elde edebileceği bir hedefti. Etrafta görülen birçok zeki insanın
başarısızlıkları, odaklandıkları bir hedef olmaması ile izah edilebilirdi.
Hedefe odaklanmayanlar ne kadar zeki olurlarsa olsunlar, gel-git
yaptıklarından enerjilerini boşa harcıyorlardı.
Dört genel müdür muavini arka odada toplanmışlardı. Genel Müdür
Salman hiç uzatmadan söze başladı: ”Arkadaşlar! Görev dağılımına göre
kendi konularınızda tam yetkilisiniz! Genel müdür vekili ilk üç ay için
38 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
Recep Sarıca’dır. (Recep Sarıca ile öğrenciliğinden beri birlikteydiler.
Kendisini çok iyi tanıyordu. Recep Sarıca güvenilir, yolsuzluğa
bulaşmamış bir elemandı; ancak sosyal ilişkileri biraz pürüzlüydü. Recep
Sarıca’nın taşra çalışmalarını yakından izleyen Salman, bu çalışmalarda
onu başarılı buluyordu.) Her üç ayda, bir genel müdür muavini sırayla
genel müdüre vekalet edecek. Görev dağılımını daha sonra yazılı olarak
göndereceğim. Hiçbir rutin iş bana imzaya
gelmeyecek!.. Rutin
konularda mutlaka genel müdür imzası gerekiyorsa; adımı yazın, yerine
deyin imzalayın, bana getirmeyin! Her konuda tam yetkilisiniz! Rutin
icrayı yapın, bitirdikten sonra bana bilgi verin.
Çalışmalarımızda “güven” esas olacak; hepinize aksi sabit oluncaya
kadar tam güveniyorum. Biz bir takımız, ben de orkestra şefiyim. Herkes
işini iyi yapar, aletini iyi çalarsa, ortaya çıkan müzik kaliteli olur.
Birimizin aksaması, enstrümanı hatalı çalması ahengi bozar, takımı
aksatır. Çalışma düzenimizi bu bilinç içinde kuracağız. Yarın saat
19.00’da toplanalım! Personel, maliye, üretim, koruma, eğitim, teftiş
konularının genel politikalarını birlikte kararlaştıralım. Bu konulara
hazırlıklı gelirseniz memnun olurum. Kapım her zaman açıktır.
Randevulu gelmenize gerek yok. Ne zaman isterseniz görüşebiliriz.
Teşekkür ederim. Toplantı bitmiştir.”
Genel müdür muavinleri şaşkın bir vaziyetteydi. Bir önceki Genel
Müdür Mehmet Öztuna alabildiğine merkeziyetçi ve şüpheciydi. Bütün
yetkileri kendinde toplardı. Genel müdür muavinleri akşama kadar hiç iş
yapmadan odalarında otururlardı; bütün işleri Genel Müdür yapardı!
Mehmet Öztuna’nın masasındaki imza kartonlarının duvar şeklinde
dizilişinden, kafası görünmezdi! Akşama kadar bıkıp, usanmadan imza
atardı. Şimdi, eski düzen 180 derece değişmişti. Kısa süren toplantıda
söylenenler Genel müdür muavinlerini çok mutlu etmişti. Genel müdür
muavinlerinin üçü, Salman’ın fakülteden sınıf arkadaşıydı. Birbirlerini
çok iyi tanıyorlardı; doğrusu, bu kadarını beklemiyorlardı. Toplantı
herkesin yüzünde mutluluk ifadeleriyle sona ermişti.
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 39
İnsanlara nasıl değer verdiğiniz; onlara nasıl davrandığınızın
yanında, sorumluluğu nasıl devredip paylaştığınızla, yetkilerinizi nasıl
devrettiğinizle anlaşılır. Liderler kendi davranışlarından sorumlu olan ve
bağımsız davranabilen astlar oluşturmak zorundadır. Bu yalnızca kendi
işini yapma özgürlüğü değil aynı zamanda işini tanımlama özgürlüğüdür.
Yetki devri sadece iktidar ile bağlı olmayıp, sorumlulukla da ilişkilidir.
Rutin işlerle uğraşan bir genel müdür, hiç bir şekilde bütünü
yakalayamaz, kuruluşuna faydalı olamazdı. Bütüne, hep bütüne doğru yol
alınmalıydı!.. Üst yöneticilerin en önemli görevi: “Eğitici”, “Öğretici” ve
“Birleştirici” olmasıydı. Üst yönetimde idarecilikten ziyade “yaratıcılık”
vurgulanmalıydı. Başarı için, yönetimdeki insanlara en geniş sorumluluk
ve bağımsızlık tanınmalıydı. Bunların çalıştıkları işlerin büyümesine ve
başarılarına paralel yükselmelerine imkan verilmeliydi. Yöneticilere bilgi
toplumunun gereği olarak devamlı eğitim ve gelişme şansı verilmeli,
çünkü bilgi toplumunda esas olan DÖY tekniğiydi; Düşün, Öğren ve
Yarat!..
Yapılması gereken ikinci önemli iş; kuruluşun gelir gider cetvelinin
incelenmesiydi. Bir kurumun ekonomik ilişkileri ve bu ilişkilerin
verimliliği bilançoya yansımaktaydı. Gelir gider cetveli çalışma
performansının da bir göstergesiydi. Salman sorgulayan bir yapıya
sahipti; gelirler niçin daha çok değil? Niçin giderler daha az değil? Bir
kuruluşta yapılacak ilk iş bilanço hesaplarının incelenmesiydi. Buradan
yürüyerek, kurumun aksayan yönlerini ortaya çıkarmak mümkün olacaktı.
Kurumu bütün olarak görmek, bilançoyu incelemekle mümkündü.
Salman işe satışlar dairesinde yapılan işlemlerden başlayacaktı...
Satışlar Daire Başkanı Osman Ortaç anlatıyordu.... Ancak anlatılan
tablo iç açıcı değildi!.. Kurumun ürettiği malların %25’ine alıcı çıkmıyor,
satılıp paraya çevrilemiyordu. Çok ciddi bir sorun! Kurumun bir buçuk
milyar dolar yıllık satışından 375 Milyon dolarlık kısmı paraya
çevrilememiş, açık alanda değer kaybına, çürümeye terkedilmişti.
Mutlaka bir çözüm bulunmalıydı!.. Daire Başkanı Osman Ortaç 45 dakika
40 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
anlattı; Rusya damping yapmış, bizim maliyetler pahalı olduğundan
rekabet edemiyor ve malımızı satamıyormuşuz!.. Kısa sürede maliyetleri
aşağı çekmek mümkün olmadığından, yapacak bir şey yokmuş!..
Sorunların çözümü yoktu!.. Osman Ortaç çözümsüz sorun getirdiğinden,
ilk sınavını kaybetmişti!..
Salman sordu:
— Osman Bey! Bu neticenin alınmasında üretim veya satış
sisteminde bizden, yani kurumdan kaynaklanan bir hata var mı?
— Hayır, yok efendim!..
— Osman Bey, İyi inceledin mi? Emin misin?
— Evet efendim, konuyu biliyorum!.. Yapılacak çok fazla şey
yok!..
— Peki, Osman Bey, yarına kadar konuyu arkadaşlarla birlikte bir
daha gözden geçir... Yarın saat 10.00’da bu sorunu daha geniş görüşelim,
hazırlıklı gel!.. Teşekkür ederim, gidebilirsin!..
Ertesi gün saat 10.00’da daire başkanı Osman Ortaç, bir gün önce
söylediklerini tekrar etmekteydi... Durumdan emindi, yapılacak bir şey
yoktu!.. Genel Müdür zaman kaybediyordu!.. Bürokrata fikir değiştirtmek
çok zordu... Bürokrat çerçeveli düşünürdü; onu kafasındaki kalıbın dışına
çıkarmak çok zordu. Bu nedenle de hata üzerine hata yapardı. Bu
durumda bir dış müdahaleye ihtiyaç vardı... Çaresiz, Genel Müdür
Salman sorgulamaya başlamıştı:
— Osman Bey! Satışları nasıl yaptığınızı, baştan anlat bakalım?
— Efendim, otsu bitkilerin satışında %50 peşin, kalana aylık %7
faizden 6 ay vade yapıyoruz. Ancak otsu bitkilerin satışında bir sorun
yok hepsi satılıyor. Sorun; odunsu bitkilerde...
— Peki, Osman Bey, odunsu bitkileri nasıl satıyorsunuz? Onu
anlat!..
— Efendim, odunsu bitkilerde de %50 peşin alıyoruz. Kalana %7
aylık faiz, 3 ay vade yapıyoruz.
— Osman Bey buraya kadar anlatılanlarda bir yanlışlık görmüyor
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 41
musun?
— Nasıl efendim, anlamadım!..
— Osman Bey!.. Kardeşim! Satışında sorun olmayan otsu bitkilere
6 ay vade yapıyorsun, satışı sorunlu odunsu bitkilere 3 ay vade
yapıyorsun!.. Satışı yapılamayan odunsu malların kalan parasının
vadesinin 3 ay değil de 6 ay, hatta 9 ay olması gerekmez mi?
— E, e, evet!.. Haklısınız efendim!.. Biz bunu görememişiz!!!
atlamışız???
— Göremediğin şey, kuruma 375 Milyon dolara patlıyor!.. Yazık
değil mi bu ülkeye?.. Şimdi yaz!.. Odunsu malların satışında da vadeyi 6
aya çıkarıyorum. Kalan miktarı üç ayda öderse %21 toplam faiz yerine 0
faiz alacağız, nakit ihtiyacımız var. Bu emir bugün fakslansın, yarın 30
bölge müdürlüğü, 240 doğa müdürlüğünde işleme başlansın!..
— Emredersiniz efendim!.. Hemen göndereceğim!..
Genel Müdür Salman dört gün sonra Amasya Bölge Müdürlüğünü
ziyaret ediyordu. Bölge Müdürü İlhan Güngör’den, satışlar dairesinden
gönderilen faksı getirmesini istedi. Hayret! Böyle bir faks gelmemişti...
Bir yanlışlık olabilirdi, “Samsun Bölge Müdürlüğüne gelmiş mi? Sorun
bakalım!” dedi. Salman, ümitsizlikle karışık kızgınlık içindeydi. Haber
geldi; Samsun’a da faks gelmemişti!.. Salman çok sinirlenmişti...
Vücudundaki kanın Beynine doğru aktığını
hissetmiş, kafası
ağırlaşmıştı!..
Bir sonraki gün, Salman Osman Beye soruyordu:
— Osman Bey, kesin emir vermiştim, o gün gönderilecekti!..
Talimatı niçin göndermedin?
— Dairemizin faks makinesi bozuktu efendim! Tamir ediliyor
efendim. Emriniz derhal yerine getirilecek efendim!..
— Osman Bey aylardır arazide, güneş altında mallar çürüyor...
Niçin tedbir almadın, geciktin? Hala gecikmekte ısrar ediyorsun... Sen
kimden yanasın!..
42 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Bütün daire bu konuda çalışıyor, efendim!..
— Ne çalışıyorsun, kardeşim. Göndereceğin bir faks! Sende işleri
zorlaştırma hastalığı var galiba!..
— Özür diliyorum, Sayın Genel Müdürüm! Faksımız hemen tamir
olmak üzere...
— Osman Bey! Kurumumuzda 15 adet faks makinesi var!.. Bir
genel müdür için en kötü şey nedir, biliyor musun? Emir verdikten sonra
işin yapılıp yapılmadığını kontrol etmek!.. Böylece boşa sarf ettiğin enerji
ikiye katlanmaktadır. Ben güvene dayalı çalışırım. Şayet bir sorun var
idiyse o gün bana söylemeliydin! Sana güvenimi kaybettim, seninle
çalışmam mümkün değil!.. Üzülerek seni görevden alacağım!.. Hangi
birimde çalışmak istediğini bana bildirirsen göz önüne alacağım!..
— Efendim ben hatalıyım... Siz haklısınız!.. Bana bir şans daha
tanıyın!..
— Hayır! Osman Bey. Üzgünüm!.. Gidebilirsin!..
Bürokraside kusur ve hata vardı. Hata yapan, hem de hatanın
büyüğünü yapan bürokratı affetmek son derece yanlıştı. Bunu gören
teşkilat atalete sürüklenirdi. Daire başkanı seviyesinde bir bürokrat
sorgulamasını bilmeliydi! Hata ortaya çıktığında önce kendini
sorgulamalıydı! Kusuru kendi dışında aramaya alışmış bürokrat, çağ dışı
kalmış, günlük sorunlara çözüm getirecek kabiliyetten uzaktı. Bu tip
bürokratlar karar verme kademeleri yerine, çerçevesi çizilmiş işlerin içini
dolduran eleman olabilirdi. Bürokrasinin, açık ve gizli olmak üzere iki
dili vardı. Bir takım eylemlerle teşkilata mesaj verilirdi. Bürokrat koltuğu
hiçbir şekilde riske sokmazdı; esasen, koltuğunu riske sokmayan adama
bürokrat denirdi.
Osman Bey yetersizliğinin neticesi daire başkanlığını kaybetmişti.
Salman durumdan memnundu. Bundan sonra verdiği emirlerin yapılıp
yapılmadığını kontrol etmesine gerek kalmayacaktı. Ceza kesilmişti;
müeyyide belli olmuş, teşkilata gerekli mesaj verilmişti. Bundan böyle,
kimse böyle bir riske girip koltuğunu kaybetmek istemezdi . Yukarıdaki
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 43
konuşma yapıldıktan bir saat sonra, teşkilat, en uç noktasına kadar
durumdan haberdar olacaktı. Telefonlar akıl almaz bir şekilde çalışır,
bütün teşkilat olanları öğrenirdi!
Gerekli tedbirler alındıktan sonra, satışlardaki sorun üç ay içinde
çözümlenmişti. Burada önemli olan konu; yüksek kademe yöneticilerin
rutin işlere boğulmamasıydı. Yöneticinin görevi, kurumu makro seviyede
gözlemlemek; temel sorunları saptayıp, çözüm bulmaktı. Kurumu canlı
bir organizma olarak, bütünsel olarak algılayamayan yöneticilerin
yapabilecekleri çok sınırlıydı. Yönetici, alt ve orta kademeyi yerleşik
doğruları sorgulamaya yöneltmeliydi.
Kurumda her şeyi sorgulayan ve mevcut varsayımları yıkan
yöneticiler, mutlak başarıya ulaşıyorlardı. Gelecek planlarının yapılması,
bugünden ortaya konan varsayımlara dayanmaktaydı. Bu varsayımlardan
birisinin yanlışlığı, bütün planın yanlışlığına sebep oluyordu. Bu nedenle,
kurumun doğruları, varsayımları, devamlı sorgulanmalıydı. Toplum
değişim içinde olduğundan, dünün doğruları, bugün yanlış hale
gelebilirdi. Toplum değiştikçe, istek ve arzuları dünden farklı oluyordu...
İKTİDAR BOŞLUK KABUL ETMEZ
Salman, yoğun bir çalışma temposuyla güne başlamıştı. Daire
başkanları ve uzmanlarla yapılacak yenilikler konusunda tartışmış,
gelirleri artırmak için hummalı bir çalışmanın içine girmişti. Yeni
metotlar uygulayarak üretim sistemini modernleştirmek için hayal
44 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
dünyasını zorlayarak, yaratıcı fikirler bulmaya çalıştığı esnada, telefon
çaldı!.. Sekreter telefonda, “Denizli Milletvekili Nazmi Hoşgör arıyor
efendim” dedi, telefonu bağladı. Telefonda kaba bir ses:
— Alooo! Sayın Genel Müdür! Bodrum kampından üç adet ünite
istiyorum!..
— Sayın Milletvekilim! Bana verilen bilgiye göre, kamplar
tamamen doldurulmuş!.. Bodrum’da üç ünite tahsisi imkansız... Ama ben
şahsınıza bir ünite için listeyi tekrar kontrol edeyim.
— Niçin doldurdun kardeşim!.. Ben anlamam üç ünite isterim!..
— Sayın Milletvekilim ben göreve yeni başladım! Daha önce
doldurulmuş!.. Üç ünite imkansız. Tebligatlar yapılmış...
— Ben anlamam kardeşim. Üç ünite bul!.. Hem sen orada niye
oturuyorsun!.. Bu işleri yapmayacaksan?
— Sayın Milletvekilim, benim kamp yeri tahsis etmek gibi bir
görevim yok!.. Ben Doğa Genel Müdürüyüm!..
— Bana bak!.. Böyle en basit konuları gerçekleştiremeyeceksen,
oturma orada genel müdürüm diye!.. Tamam, tamam… Ben Bakanla
görüşürüm!..
Telefon kapanmıştı kapanmasına; ama Salman’ın kimyası
bozulmuştu bir kere. Derhal kamplar daire başkanını çağırdı: “Naci Bey!
Genel müdürlük kontenjanı olarak Bodrum ve Kemer kamplarındaki
ünitelerin listesini ver bana; ben hiç kontenjan kullanmayacağım.”
Dedikten sonra kamp listelerini eline aldı, üst katta Bakanın odasına girdi.
Listeleri Bakanın önüne koyarak,
— Sayın Bakanım! Bu liste, Bodrum ve Kemer kamplarındaki genel
müdürlük kontenjanı… Ben kontenjan kullanmak istemiyorum! Size
takdim edeyim, siz kimi uygun görürseniz tahsis ediniz!..
— Hayır, Hayır, Olmaz öyle şey!.. Bir aya yakın Bakanlık
yapıyorum, çalan telefonların yarısından çoğu kamp talebiyle ilgili... İşe
güce bakamıyorum, Abdullah Bey... Bir çaresini bul Allah aşkına!..
Kurtar beni bu beladan!..
— Bu kamplara teşkilat mensuplarımız gidemiyor, yüz üniteden üç
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 45
tanesi teşkilat mensubu... Başbakanlıktan ve milletvekillerinden bizim
personele sıra gelmiyor. Bu iki kamptan kurtulmanın tek yolu, buraları
satmaktır Sayın Bakanım!..
— Tamam, Abdullah Bey satalım, kabul!..
— Ayrıca buralara yüzbinlerce dolar sübvansiyon yapıyoruz,
efendim. Kampta kalanlar yiyip içtiklerinin parasını ödemeden
ayrılıyorlar... Bu kamplar bir sorun yumağı oldu, efendim.
— Abdullah Bey, bu konuda bütün Bakanlık yetkimi sana
veriyorum. Ne gerekiyorsa onu yap... Satışı mümkünse, bir an önce bu
kampları satışa çıkar lütfen!..
— Emredersiniz
Sayın
Bakanım!
En
kısa
zamanda
sonuçlandıracağım... Saygılar efendim!..
Ertesi gün Doğa Genel Müdürlüğünün Gazi O.P. binasında Genel
Müdür makamı; Salman, Baş Hukuk Müşaviri Nalan Yüce ve üç genel
müdürlük avukatı Bodrum ve Kemer kamplarının satışının hukuki yönünü
tartışıyorlardı...
Nalan Yüce:
— Sayın Genel Müdürüm! Bu kampların bulunduğu yer hazine
koruma alanı, buraları satamayız!..
Diğer avukatlar Nalan Yüce ile aynı fikirde olduklarını göstermek
için başlarıyla Nalan Yüce’yi tasdik ediyorlardı.
Genel Müdür Salman:
— Nalan hanım!.. Tamam!.. Anladım. Biz buraların mülkiyetini
satmayacağız. 1386 Sayılı Kanunun 71. maddesi gereği 49 yıllığına
kullanma hakkını satacağız!..
— Tamam! Anladım! Onu da yapamayız efendim!.. Kanunen
mümkün değil!..
— Bu kanun, hangi kanun? Hangi madde? Bana gösterir misiniz?
Nalan hanım...
— Şu anda aklımda değil efendim! Bize yarına kadar müsaade
verirseniz, kanunun ilgili maddesini size takdim ederiz, efendim!..
46 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Hay, Hay! Memnuniyetle, Nalan hanım! Yarına kadar
hazırlığınızı yapın. Saat 11.00’de tekrar toplanalım.
Ertesi gün saat 11.00’de genel müdürlük Baş Hukuk Müşaviri
Nalan Yüce ve üç avukat, Genel Müdürün makamındaydılar. Nalan
hanım Genel Müdürü selamladıktan sonra, Genel Müdürün önüne bir
fotokopi koydu ve devamla:
— Sayın Genel Müdürüm! Kanunlarda sarih bir madde bulamadık!..
Ama satılamayacağına dair Yargıtay’ın bir içtihadını bulduk. Takdim
ediyorum efendim!..
Salman bir süre yazıyı okuduktan sonra:
— Nalan hanım!.. Siz lisede mantık dersi okudunuz mu?
— Nasıl efendim!.. Anlamadım!..
— Arkadaşlar! Bu Yargıtay içtihadında yazılı olanlarla, bizim
konumuzun ne ilgisi var? Bana izah eder misiniz? Burada bahse konu
olan; bir şahsın başka bir şahsa arazisini turizm alanı olarak satış yapması,
sonra da mahkemelik olmaları… Satışın iptal edilmesi...
Nalan hanım hızlı bir hamle ile Salman’ın sumen üstüne koyduğu
notu aldı:
— Ben arkadaşlara söylemiştim, efendim!.. Arkadaşlar Genel
Müdür Beyin görmesinde fayda var dediler. Bir göz atın diye takdim ettik
efendim. Elbette bizim konuyla çakışmamakta!.. Benzer konu efendim!..
— Nalan hanım, ben burada benzeyen bir taraf da göremiyorum!..
— Netice olarak, kanunda satabileceğimize veya satamayacağımıza
dair açık bir ifade yok efendim!..
— Tamam, ben de buraya gelmek istiyorum... Bu durumu şöyle
anlıyorum!.. O zaman kanun diyor ki, genel müdür bu konuda yetkili,
isterse satabilir!.. Böyle yorumlayabilir miyiz?
— Yorumlayabiliriz, efendim!..
— Nalan hanım! Burada konuşulanları; “Bu kampları satıp
satmamakta genel müdür yetkilidir” şeklinde, hukuki görüşü bana getirin,
lütfen!.. Çalışmalarınız için teşekkür ederim!..
Yatırımcı kuruluşlardaki hukuk servisleri, teknik bilgi olmaksızın,
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 47
masa başında karar vermek zorunda kaldıklarından son derece
tutucudurlar. Yatırımcı kuruluşların yöneticileri mühendis olduğundan,
hukuk servisleriyle ilişkileri sınırlıdır. Bu durum, hukuk servislerindeki
avukatların içe kapanmaları ve kurumdan ayrışmalarını doğurmaktadır.
Hukukçuların zaman zaman araziye çıkmakları, sorunları yerinde
görmeleri, halkla temas etmeleri, kararların objektifliği bakımından çok
önemlidir. Hukuk, toplumun sosyo-ekonomik yapısından ayrı
düşünülemeyeceği gibi, kültürel yapıdan da etkilenir. Bilgi çağında “çok
disiplinli” bir anlayış gelişmiştir. Hukuk; ekonomi, kültür, sosyal yapı ve
teknolojiyle birlikte değerlendirilmektedir. Bugünün soygunları, silahlı
soygundan çıkmış, sanal kredi kartı, bankamatik üzerinden yapılmaktadır.
Teknoloji değiştikçe, insanların çalışma, düşünme ve yaşama biçimleri
değişime uğramaktadır. Hukuk, insan hayatındaki değişimle ilgili olarak
gelişmektedir. Bu durumda suç da, değişime uğramaktadır.
Hukukçularımız kararlarında, sanayi toplumunun kabullerini
değiştirip, bilgi toplumu dinamiklerini uygulayamazlarsa, başarılı
olamayız. Hukuk bir ülkenin her şeyidir. Tutucu bir zihniyete sahip hukuk
anlayışı kalkınmanın, değişimin, çağdaşlaşmanın önünde en büyük
engeldir. Çağımız kanun devletinden, hukuk devletine doğru değişime
uğramıştır. Hukuk devleti olmak, hukukçularımızın dört duvar arasından
çıkarak, aktif ve bilgili olmalarına, çağı özümsemelerine bağlıdır.
Kanunları; siyasetçiler, bürokratlar ve halk öğrenerek, sindirerek, gönüllü
olarak uyguladıkları takdirde bir hukuk devletinden bahsedilebilir. Bu
nedenle konu hukukun isteyerek uygulanması olunca; hukukçularımız
çağı yaşamada diğer toplum kesimlerinin önünde olmak durumundadırlar.
Bunun için de dört duvar arasından, daire-mahkeme ikileminin dışına
çıkarak, kendilerini yenilemeleri gerekmektedir.
Konusuna hâkim ve kararlı üst yönetici, iş bitiricidir. Bürokratların
alışkanlıkları, bir işi yapmamaktan yanadır! Hazırlıksız, vizyonsuz
iktidarları yakalayan bürokratlar bütün işleri askıya alırlar. İktidarın boş
bıraktığı “muktedir olma” gücünü derhal doldururlar; esasen güç, boşluk
48 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
kabul etmez. İşleri askıya alanların içinde, göreve yeni gelen iktidarın
kendi adamları da vardır!.. Bütün sorun koltuğa oturuncaya kadardır.
Göreve başlayan yeni bürokrat, öbürleriyle en kısa zamanda bütünleşir.
İktidarlar hep bürokrasiyi ele geçirme mücadelesi verirler! Ancak,
şimdiye kadar hiçbir iktidar bürokrasiyi ele geçirememiştir! Bürokrasi ele
geçirilemez; yönetilir, yönlendirilir, istikamet verilir. Geçmişte bir vizyon
çizip ona doğru koşan lider ve iktidarlar, bürokrasiyi arkalarından
sürüklemiş, başarılı neticeler almışlardır...
Salman bir konuyu takip etmeye başladığında, sonucu almadıkça
rahat edemezdi. Aceleci bir huya sahipti. Hukuk servisi anlaştıkları
şekilde görüş bildirmiş, Salman bu belgeyi dosyasına koymuştu. İleride
mahkemelik bir durum olduğunda bu belge can kurtarıcı olacaktı. Kamp
satışlarının hukuki yönünü çözdükten sonra, sıra teknik uygulamaya
geldi. Kampları bir ayda satışa çıkaracaktı, kafasına koymuştu bir defa!..
Teknik Daire Başkanı Serhat Özakar’la satış prosedürünü
konuşuyorlardı. Anlaşamadıkları nokta; muhammen bedelin tespit
süresiydi. Daire Başkanı, iki kamp için dört adet teknik ekip
görevlendireceğini, üç ay süreye ihtiyaç olduğunu, daha önce bitmesinin
imkânsız olduğunu teknik gerekçeleriyle anlatıyordu... Daire Başkanı
konuşmasını bitirdikten sonra, Salman ayağa kalktı, elleri arkasında,
düşünceli bir yüz ifadesiyle odayı adımlamaya başladı. Düşünüyordu...
Daire Başkanı Serhat Beyin söylediklerinden ikna olmamıştı. Tekrar
yerine oturdu ve kararlı bir ses tonu ile:
— Serhat Bey, sana bir hafta süre veriyorum! Nasıl bitireceksen
bitir!..
— Aman efendim, mümkün değil… Yapılacak iş çok fazla. 200
ünitenin birim fiyatları tek tek çıkarılacak, Sayın Genel Müdürüm...
— Serhat Bey, kamptan ortalama bir ünite tespit edilsin, o binanın
birim fiyatı çıkarılsın, yüz ile çarpılsın; böylece üç günde kampın birim
fiyatı belirlenir!..
— Bu şekilde çıkarılan muhammen bedel doğru olmaz efendim.
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 49
Ortalama bina tespitinde eksik yönde hata yapılırsa, ortaya çıkan satış
bedeli düşük olur...
— Peki, o zaman en iyi binayı esas alın, onun birim fiyatını yüz ile
çarpın. Muhammen bedeli bu şekilde bulun. Çıkan netice fazla olsun.
Sonra bir değerlendirme yaparız; ancak bir hafta içinde neticeyi
istiyorum!..
— O şekilde yaparsak olur efendim, yalnız muhammen bedel
yüksek çıkar!..
— Tamam, yüksek olsun. Fiyatı bir görelim hele... Teşekkür
ederim. Gidebilirsin, Serhat Bey.
Selman, bürokrasinin çalışma ve iş yapma mantığına bir türlü
alışamamıştı. Kamptaki on yıllık, on beş yıllık binalar yeniden yapılsa, ne
kadara yapılır? Diye hesap çıkacak, bunlar alt alta toplanacak muhammen
bedel çıkacaktı!.. Ne kadar mantıksızlık, Allah’ım!.. Kamp, kapalı zarf
usulü açık artırma ile satılacağına göre, değerinin ne olduğunu piyasa
kararlaştıracaktı. Bürokraside düşünce sistemi, çerçeveli-kalıp modeliydi.
Bu modelde gelenekler önemliydi. Tarım toplumunda olduğu gibi,
eylemin temeli geçmişte yaşananlara bağlıydı. Sorgulama ve değişim
olmadığından, kalıpları kırmak, varsayımları yıkmak mümkün değildi.
Yalnız bürokrasi bir şeyi atlıyordu. Kampın bütün değeri, arsanın
konumundan, sahilde olmasından kaynaklanıyordu. Oradaki binaların bir
değeri yoktu. Belki de, özel sektör o binaları yıkıp yeniden daha modern
binalar yapacaktı. Bu araziler turizme kazandırılacak, devlet bu iki kamp
için her yıl yaptığı boya, badana, tamirat, görevlendirilen memurlar ve
işletme masrafları vb. için harcadığı yıllık 500.000 dolar sübvansiyondan
kurtulacaktı.
Beşinci günün sonunda, Teknik Daire Başkanı Serhat Özakar genel
müdürün odasındaydı.
— Sayın Genel Müdürüm, işi bitirdik; yalnız muhammen bedeller
biraz yüksek çıktı, dedi.
— Ne çıktı? Serhat Bey.
50 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
Genel Müdürün yüzüne bakıp, tepkisini ölçmek için, titrek bir sesle,
— Bir buçuk milyon dolar çıktı efendim, dedi.
— Peki… Onu, iki milyon dolar yapın!.. O fiyattan ihale ilanları
verilsin, ilanı hemen, bu gün verin.
— Emredersiniz efendim.
Serhat Özakar hiçbir şey anlamamış, şaşkın; fakat memnun bir
şekilde, Genel Müdür odasını terk etmişti. Salman iki gün önce,
kampların değeriyle ilgili bir fiyat araştırması yapmış, özel sektörden, her
birinin değerinin üçmilyon dolar olduğunu öğrenmişti. Bir şirket sahibi,
Bodrum kampını üçmilyon dolara alabileceğini söylemişti.
Satış onayı Bakana gönderilmiş, Bakan muhammen bedelin üç
milyon dolar, Kemer kampının ise üçbuçuk milyon dolar olmasını
söylemişti. Salman her ikisinin de üç milyon dolardan satılmasını istemiş;
ancak Bakan uygun görmemişti. İhale günü basın, ihale salonuna davet
edilmiş, satış tutanağı peşin yazılmış, Bakan onayı dahil ihale komisyonu
satış tasdik tutanağını imzalamış, sadece alıcının adı ve satış fiyatı
haneleri boş bırakılmıştı. Basın satışa büyük ilgi duymaktaydı; çünkü ilk
defa böyle şeffaf bir ihale yapılıyordu. Neticede, iki firmanın zarfı
değerlendirmeye layık bulunmuş, orada hazır bulunanların huzurunda
zarflar açılmış, Kaya Holding üçmilyonyüzbin dolar ile ihaleyi
kazanmıştı. Önceden hazırlanmış satış tutanağına, kazanan firma ismi ve
ihale bedeli yazılarak, işlemler bitirilmiş, bürokrasi tarihinin en hızlı
ihalesi, salonda gerçekleştirilmişti. Salman’ın tahmini doğru çıkmış,
Kemer kampına alıcı çıkmamıştı!..
Bakanın muhammen bedeli bu kadar yüksek tespitinin arkasında,
başta müsteşar olmak üzere, Bakanlık bürokrasisi vardı. Bu iki kamp
yıllardır Bakanlıkla sembolleşmişti. Kampların satışından Bakanlık
bürokrasisi ve diğer genel müdürler son derece rahatsız olmuşlardı.
Bakanı ikna ederek, (İleride başımız belaya girer!) fiyatların yüksek
tutulmasını sağlamışlardı. Bürokrasinin basit ayak oyununa
başvurulmuştu; satmak istemediğin gayrimenkulün satış fiyatını değerinin
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 51
üstünde tutarsan, alıcı çıkmaz, mülk satılmaz!.. Geçmişte birçok
özelleştirmede bu taktik, tutucu bürokrasi tarafından, başarılı bir şekilde
uygulanmış, özelleştirme şampiyonu siyasiler seyretmişti!..
Salman’ın bildiği bir şey vardı: hilesiz, hurdasız yapılan hiçbir
devlet işi ne karın ağrıtırdı, ne de baş. “Kendi mülküm olsa nasıl satarım?
“ anlayışını hissederek devlet işi yapan, herkesin yaptığı doğruydu.
1950’den beri, DP Hükümet Programında, özelleştirme devletimizin
gündemindeydi; ancak bir türlü gerçekleştirilemiyordu. Her gelen iktidar
satışlarda yandaşlarını kollamak istemiş, devletin özelleştirme politikasını
katletmişti. Özelleştirme bir politika konusu; devletin ekonomiden
çekilmesiydi. Kanun nizam hâkimiyetini sağlayamayan, halka iyi bir
sağlık, eğitim, adalet hizmeti veremeyen hükümetlerin, şirket yönetmeleri
dikkat çekiciydi! Devlet stratejik sektörler hariç ekonomiden çıkarak,
güvenlik, adalet, eğitim gibi asli görevlerine dönmeliydi. Devlet rant
dağıtım yeri olmaktan çıkarılmalıydı. Devlet ekonominin ve üretimin
musluklarını elinde tuttukça, rant dağıtım yeri olmaktan kurtulamazdı.
Ülkemizde en iyi rant elde etmenin yolu siyasete girmekti. Halbuki rant
elde etmek isteyenler piyasaya girmeliydi. Piyasada yatırım yapmalı,
üretmeli, işçi çalıştırmalı, pazarlamalı, vergi vermeli ve riske girmeliydi.
Bu şekilde yatırımlar ve pazarlamalar arttıkça piyasa teşekkül edecek,
Ülkemiz dünyada rekabetçi bir ekonomiye sahip olacaktı. Devlet
ekonomide kural koyan, kuralları uygulayan, uymayanlara kımızı kart
göstererek cezalandıran bir yapıya kavuşmalıydı. Kısaca, devlet ticaret
yapmak yerine “hakem” olmalıydı…
Piyasada risk vardı. Bütün servetinizi kaybetmek durumunda
kalabilirdiniz. Türkiye’de olduğu gibi rant dağıtma yeri piyasa değil de,
hükümetler olduğunda, herkes siyasetle uğraşacaktı. Bunun sonucu
olarak, siyaset yozlaşacak, siyasiler gördükleri kamu hizmetleriyle değil,
temsil ettikleri menfaatlerle kendilerini ifade edeceklerdi. Partilerin taşra
teşkilatları, il çapında rant kovalar hale geleceklerdi. Kendi asli
görevlerini unutacak, devletin rant dağıtan memurlarını kontrol etmek
52 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
isteyeceklerdi. Böylece rüşvet yaygınlaşacaktı. Hem özelleşmeye karşı
olacağız, hem de rüşvet, adam kayırma, iltimastan şikayetçi olacağız!..
Devlet yönetiminde merkeziyetçilik arttıkça, bürokrasi çoğalıyordu.
Bürokrasinin çok olduğu yerde kokuşma, yolsuzluk vardı.
Bir yanlış da devletimizin teşvik politikalarındaydı. 1980’li yılların
başında ülkemizin turizm gelirleri üç yüz milyon dolar kadardı. Bu
durumda, sektörün büyümesi için yapılan her türlü teşvike ihtiyaç vardı.
90’lı yılların ikinci yarısından itibaren turizm gelirlerimiz, on milyar
doların üzerine çıkmıştı. Bu gelişmeyle birlikte teşvik sona ermeliydi! Bu
noktadan sonra turizmci arsasını ve otelini kendi parasıyla almalıydı.
Sonsuza dek yapılan teşvik, uyuşukluğu, çürümeyi ve rekabet edememeyi
doğuruyordu. Bu ise sadece bizde görülmekteydi. Teşvike başlanırken bir
hedef tespit edilip, o hedefe ulaşıldığında, teşvik olayı sona erdirilip,
başka sektöre geçmeliydi...
Bölgesel teşvikler, yerini sektörel teşviklere bırakmalıydı. Bir
bölgede un fabrikasına, kiremit fabrikasına teşvik vermek çağı
anlamamak demekti. Bilgi çağının temel sektörü bilişim yani yazılımdı.
Bu sektör hangi bölgede olursa olsun mutlaka ama mutlaka
desteklenmeliydi; ülkemizin geleceği yazılımdaki başarımıza bağlıydı.
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 53
YA HEP, YA HİÇ
Salman, sekreteri Ferhande’nin getirdiği arayanlar listesini
inceliyordu. Ferhande arayanların istekleri hakkında tek tek bilgi
veriyordu. Ferhande daha önce Salman’la 8 yıl birlikte çalışmış, 5 yıl
aradan sonra tekrar bir araya gelmişlerdi. Çok zeki, akıllı ve çalışkan bir
sekreterdi. Kendini işine verdiğinde eşini, çocuklarını, hatta dünyayı
unuturdu. Genel Müdürlükten giden evrakların nerede olduğu sorulsa
derhal bulur, getirirdi. Tam bir sekreterdi. Genel Müdürün yükünün çok
büyük bir kısmını alır, onları çözümleriyle birlikte geri getirirdi. Sağlam
prensipleri vardı. Gece geç vakitlere kadar çalışırlarken, evine git
önerisini asla kabul etmezdi. Genel Müdürlüğün isimsiz kahramanıydı!
Genel Müdür çıkmadan daireden ayrılmazdı. Gece 12.00’de ayrıldığında,
sabah 7.00’de Salman gelmeden dairede olurdu. Ferhande, Salman’ın en
büyük yardımcısıydı. Türk bürokrasisinde, bu kalitede bir sekreter az
bulunurdu.
Uzun, arayanlar listesini tek tek okumak bile zaman alıyordu.
54 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
Salman merak ediyordu! Akçalı işlerin olmadığı diğer genel
müdürlüklerde, mesela; Nüfus İşleri Genel Müdürlüğünde de bu kadar
çok görüşme isteği var mıydı?..
Ferhande:
— Efendim, TAHSAN Ltd. in sahibi Hasan Hayri Sayan Bey iki
defa aradı. Önemli bir konu hakkında görüşmek için randevu istiyor, dedi.
Salman biraz düşündükten sonra:
— Geçen sefer Hasan Beyi biraz incittik galiba! Hemen, gelsin
görüşelim. Eski arkadaşım, kırılmasın, dedi.
Uzun arayanlar listesinde önemli saydığı isimleri işaretleyerek,
sekreterinin görüştürmesini istedi.
Hasan Bey, hiç vakit kaybetmeksizin gelmişti. Hal, hatır sorma
faslından sonra konuya girmişti:
— Abdullahcığım, biliyorsun, Marmaris’te bir günü birlik alan
almıştık. Burada epey bir yatırıma gittik. TURBAN’ın “Kaymak Otel”ini
özelleştirmeden Konyalı turizmci Özdamar aldı. Otel, on yıldır
TURBAN’ın işletmesindeyken bir sorun yoktu! Özdamar oteli alır almaz,
Valiliğe müracaat etti; aynı caddedeki otel için sahile çıkış, yani bizim
günübirlik alan sahilinin yarısını istiyor. Epey bir siyasiyi de devreye
soktu. Bu konuda yardımına ihtiyacımız var, dedi. Konuyu özetledi...
— Anladım, Hasancığım! Benden nasıl bir yardım istiyorsun?
— Biliyorsun biz bu alanı sizin Bakanlıktan aldık. Siz, bu sahil
şeridinin bize ait olduğunu belirten bir rapor hazırlarsanız, hukuken öne
geçeriz.
— Peki, ama, bu nasıl olacak?
— Bir emirle, sen bu işi yapabilirsin! Daha önce sen göreve
başlamadan, sizin genel müdürlükten bir başmüfettiş görevlendirildi.
Nasıl bir rapor hazırladı? Bilemiyorum... Abdullahcığım, bu işe bir el
atmanı rica ediyorum, bu işi ancak sen çözersin!..
— Hasancığım, geçmişte sizin birçok işinizi takip ettim. Biraz
ölçüyü kaçırdım ki, sizin 500 yataklı otele ortak olduğum bile söylendi.
Sen de biliyorsun ki, bu konuda epey yıprandım... Yara aldım!..
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 55
— Bu konu bizim yüzde yüz haklı olduğumuz bir konu, yıpranacak
bir şey yok!..
— O zaman, ben işe girmeyim. Siz nasıl olsa haklısınız,
kazanırsınız!..
— Abdullahcığım, karşı taraf çok kuvvetli, senin desteğin olmazsa
konu aleyhimize sonuçlanabilir. Gazeteci Yasin Bey vasıtasıyla
Başbakana ulaştık, Tanıtım Bakanlığı Müsteşarı başkanlığında bir kurul
oluşturmaya çalışıyoruz. Bu kurul için senin de ismini verdik!..
— Hasancığım, ben bu işin içine açıktan girmem!.. Kurulacak
kurulda da görev almam!.. Ben göreve yeni başladım. Tekrar bir dedikodu
furyasının konusu olmaya hiç niyetim yok!.. Esasen bu işin çözüm yeri de
mahkemelerdir.
— Ben seni anlıyorum; ama mahkeme neticede sizin görüşünüzü
esas alacak. Sen gene de kesin konuşma. Durum biraz daha gelişince
tekrar görüşelim, dedi.
Kızgınlığını belli etmemeye çalışan, kızarmış bir yüz ifadesiyle
vedalaştılar. Bu, son veda olmuştu!.. Bir daha hiç görüşmediler...
Özel sektör zihniyeti! Kısa ve netti, hep kendi işleri takip edilsin
isterdi. Bu nedenle özel sektör yolsuzluğa yatkın bürokratlardan yana
tavır koyardı. Bu tür bürokratları koltuğunun altında bulundururdu.
Siyasilerle özel sektör iç içe olduğundan, güçlü bir firmanın işini takip
eden, yolsuzluğa bulaşmış bürokratlar hep görevde olurlardı! Nasıl
bürokratın kutsalı koltuk ise, özel sektörün kutsalı da “para” idi! Özel
sektör için kazandığı para önemliydi. Bürokratın yıpranması, şaibe altına
girmesi vb. iş adamını hiç mi hiç, ilgilendirmezdi! Arkadaşlık, dostluk
işin şekil yönüydü. TAHSAN’ın işlerini takip etmediğin takdirde
arkadaşlığın gereği yoktu! Abdullah, geçmişte TAHSAN’ın birçok işini
takip etmiş, onların para kazanmalarına katkı sağlamıştı. O zaman Genel
Müdür değildi; ancak ağırlığını TAHSAN’dan yana koymuş, onları
kazandırmıştı. Bu işler böyleydi; doksan dokuz işlerini takip edip,
yüzüncüsüne hayır dersen ilişkiler biterdi!.. Şimdi Genel Müdürdü, hiçbir
akçalı işe karışmamaya kararlıydı. Planladığı şekilde bir icraat yapacaktı.
56 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
Kurumsallaşmış ahlaksızlıkların konusu olmayacaktı. Her neye mal
olursa olsun, kararlıydı!..
Uyuşmazlık konusu gerçekten önemliydi. Günübirlik alana giriş
parasızdı; ama hizmet paralıydı. Bilhassa uzun sahil şeridinde, bazen
binleri bulan, denize girenlerin ihtiyacı olan yatak, şemsiye ve meşrubat
satma hakkı TAHSAN’a aitti. Bu faaliyetler günlük yirmibin dolarlarla
ifade edilen bir gelir demekti. Özdamar turizmin verdiği mücadele; bu
kaynağa ortak olup, yarısını elde etmekti. Özdamar Turizm gerçekten
güçlüydü, birçok etkili milletvekilini Salman’a göndermiş, kendinden
yana tavır alması için baskı uygulattırmıştı. Etkili siyasetçilerle birlikte,
Salman’ın en yakın arkadaşlarını ricacı göndermiş, Bakanlığı ablukaya
almıştı. Salman gelenlere, bu işe karışmayacağı, tarafsız kalacağı sözü
vermişti. Bu söz, Özdamar Turizm için yeterli sayılmış, onları
rahatlatmıştı; çünkü Salman’ın geçmişteki TAHSAN’la olan yakınlığını
onlar da biliyor, bu durumdan sıkıntı duyuyorlardı.
Salman, başmüfettiş Yunus Kamalı’yı çağırttı. Başmüfettiş Kamalı
Marmaris günü birlik alanı incelemiş, bir rapor hazırlamıştı. Salman,
raporun mahiyetini öğrenmek istiyordu. Yunus Kamalı odaya girerken,
sıkıntılı bir haldeydi!.. tereddütlüydü!..
Salman:
— Yunus Bey, Marmaris’le ilgili bir rapor hazırlamışsın! Ne karara
vardın?
— Sayın Genel Müdürüm, konuyu dosyasından detaylarıyla
inceledikten sonra, sahaya gittim, durumu yerinde gördüm... Çok karışık
bir mesele!..
— Tamam, karışık mesele de, sen ortaya bir çözüm koymadın mı?
Bak! Yusuf Bey, biz bu konuda tamamen tarafsız kalacağız... Kimsenin
kazanacağı para beni ilgilendirmiyor! Vicdanının sesini dinle, ona göre
kararını yaz, dedi.
Bunları duyan, Yunus Kamalı koltukta pozisyonunu değiştirdi...
Daha bir dik oturdu; rahatlamıştı... Devamla:
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 57
— Sayın Genel Müdürüm, benim vardığım karar: ’Anayasa gereği,
bütün sahiller devlete aittir.’ den ibaret, dedi.
Salman’ın tepkisini anlamaya çalıştı. Salman’ın itiraz etmesini
bekledi!.. Bir itiraz gelmeyince daha da rahatladı...
Salman:
— Anlaşıldı, tamam Yusuf Bey, teşekkür ederim. Gerekirse tekrar
çağırırım. Gidebilirsin, dedi, konuyu noktaladı.
Aylarca sürecek dava konusunun çözümü, 20 sayfalık teftiş
raporunun bir cümlesinin yorumuna sıkışıp kalmıştı; ”Bütün sahiller
devlete aittir” cümlesi Özdamar Turizmi haklı çıkaracaktı. TAHSAN’dan
yana olunsaydı, bu ifade değiştirilebilirdi. Salman şöyle bir yorum
yapsaydı; ”Kardeşim, biz bu günü birlik alanın kullanma hakkını 49
yıllığına TAHSAN’a vermişiz. Verdiğimiz alan da devletin orman alanı.
Burasının sahilden ve anayasadaki ifadeden ne farkı var; buralar da
devlete aittir! Ayrıca, bu alanın kullanma hakkını TAHSAN’a verirken,
alan için ayrı, sahili için ayrı kullanma hakkı mı verecektik? Biz burayı
arazisiyle ve sahiliyle birlikte TAHSAN’a verdik!..” deseydi,
Başmüfettiş Yunus Kamalı raporunu değiştirmek zorunda kalacak, belki
de TAHSAN öne geçecekti... Ancak, Salman olaya müdahale etseydi, hiç
bir menfaati olmadığı halde, Genel Müdür olarak, adı şaibeye karışmış
olacaktı... Kimseyi aksine inandıramayacaktı!.. Kendini aklamak için
susmak zorundaydı!..
TAHSAN, gazeteci Yasin Akfikir’i devreye koyarak Başbakana
ulaşmış, tanıtım müsteşarı başkanlığında inceleme heyeti oluşturmuş;
ancak gene de istediği neticeyi alamamıştı. Salman Bakana TAHSAN ile
yakınlığını anlatmış, kendisinin bu kuruldan çıkarılmasını istemiş, heyete
dâhil olmamıştı. Tamamen tarafsız kalmış, olayla hiç ilgilenmemişti. Bu
konuya müdahalede bulunarak, şaibe altına girmek istemiyordu!.. Hiç
kimse Başmüfettiş Yunus Kamalı’nın tek cümlelik yorumunu
değiştirememiş, sonunda Özdamar Turizm kazanmıştı!..
58 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
Başmüfettiş Yunus Kamalı’nın sonradan Salman’a anlattığına göre;
Başmüfettiş Kamalı, Genel Müdür kendisini çağırdığında, Bakanlık Teftiş
Kurulu Başkanı Cengiz Aygün’ün yanında oturuyormuş. Konu belli
olduğundan, Genel Müdür Salman’ın TAHSAN ile yakınlığı da
bilindiğinden, Başkan Cengiz Aygün, Başmüfettiş Kamalı’ya hitaben:
“Haydi bakalım başına belayı sardın! Genel Müdürden ne fırçalar
yiyeceksin!.. İşin zor!” demişti. Başmüfettiş Yunus Kamalı Genel Müdür
ile görüşmesinden sonra, konuşulanları anlattığında; Başkan dahil hiçbir
müfettiş anlatılanlara inanmamış! Yunus Kamalı ısrarla, ”Genel Müdür,
ben tarafsızım, bu işe bulaşmak istemiyorum, vicdanına göre karar ver.”
dedi, demesine rağmen, güçlükle ikna olmuşlardı. Çünkü herkes,
Salman’ın TAHSAN’dan yana tavır alacağından emindi!..
Bir kere daha anlaşıldı ki, Salman şüphelerinde ve davranışlarında
haklı çıkmıştı. En ufak bir müdahalede, şaibe altına girecekti...
TAHSAN’dan menfaat sağlamadığını anlatamayacak, kimseyi buna
inandıramayacaktı!.. Bürokratlar bir şeyi iyi anlamalıydı: Güç yarışı, para
savaşı yapan işadamlarının arasına girmek riskli ve tehlikeliydi. Onlar
kendi usullerince savaşır veya uzlaşırlardı. İş hayatının jargonları
bürokratik hayatla bağdaşmazdı. Bürokrat adil olmalı, doğru bildiğini
yapmalıydı!..
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 59
DEVLETİN MALI DENİZ
Doğa Koruma Bakanı Hayri Ovalı tecrübeli, görmüş, geçirmiş bir
politikacıydı. İnsani duyguları gelişmiş, insanları ve ülkesini çok seven
bir kişiliğe sahipti. Tecrübesine ve kıvrak zekâsına rağmen, iyi niyetinin
kurbanı olarak sık sık aldanırdı. İnsanları önce dener, notunu verir,
sonuna kadar güvenirdi. Doğa Genel Müdürü Abdullah Salman’ı bir ay
süreyle denemiş, güvenilir notu vermişti. Salman’ın yönetim anlayışı ile
Bakanınki örtüşüyordu. Bakan da Salman gibi değişimden, yenilikten
yana bir zihniyete sahipti. Bulunduğu makamın hakkını vererek, başarıya
ulaşmak en büyük hedefiydi.
Salman kurumun giderlerini çok fazla buluyor, bunları azaltmak için
projeler hazırlattırıyordu. Her birime görev vermiş, Doğa Genel
Müdürlüğü mensupları hummalı bir faaliyetin içine girmişlerdi. Personel,
çalışmaktan çok mutluydu. Genel Müdür yetkilerini paylaştığından,
herkese yapacak iş çıkmıştı. Birim amirleri rahatça yetki kullanıyor,
kendilerine güvenleri geliyordu. Salman, kafasında bütüne sahip
olduğundan ve gideceği yeri iyi bildiğinden, parçaları herkese dağıtıyor,
ideal bütüne doğru yol alıyordu. Gözle görülür neticeler elde eden
elemanlar, başarının zevkine varıyorlardı. Başarının bir kere tadına
varınca, ondan vazgeçmek mümkün değildi...
Türk insanı, gerçekten çalışkan bir millettendir; yeter ki, idarecisini
60 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
bulsun ve gerekli ortam yaratılabilsin. Bürokrasinin atalet ve
tutuculuğunun nedeni, geçmiş yöneticilerin yeteneksizliğiydi. Negatif
seçimin
hâkim olduğu üst bürokrasi, birçok kötü geleneği
kurumsallaştırmıştı!… Negatif seçimin sorumlusu, siyasetçi-iş adamı
ikilisiydi. Bürokrasinin negatif yapılanmasında siyasetçi kadar, özel
sektör de sorumluydu. Devlet imkânları partilere kaynak bulmak için
kullanılıyordu. Particilik gerçekten çok pahalı bir işti. Kaynak elde etme
konusu özel sektörü ilgilendirdiğinden, derhal “Bürokrat-iş adamısiyasetçi” üçgeni kuruluyordu! Üçgen, ülkeye çok pahalıya patlıyordu. Bu
mahşerin üç atlısı tek bir konuda birleşiyorlardı: Para, para, para… Ülke
sorunları bir tarafa atılıyor, üçlünün sorunları! Çözüme kavuşuyordu.
Üçgen her iktidar döneminde aynı işleve sahipti. Bu üçgen var oldukça,
uluslararası yarışta geri kalmak kaçınılmazdı!.. Türkiye’nin son elli yılda
geldiği nokta; şekilde görüldüğü gibiydi!..
Salman işçi adedini görünce rahatsızlığını gizleyemedi. 15.000 işçi
çok fazlaydı. Bunların en azından 5000’i oturduğu yerden ücret alıyordu;
bunlara verilecek iş yoktu. Üretmeyene veren devletlerin sonu iyi
gelmezdi! Bu israflar, ileride fakir fukaranın ödeyeceği ek vergilerden
karşılanacaktı. Çok mesuliyetli bir işti! Bu devletin sonu nereye
varacaktı? Anadolu coğrafyasında yaşamak çok zordu. Bu topraklara
sahip olmak için, hep güçlü olmak gerekiyordu. Devletimizin göstereceği
en ufak bir zafiyet, bu topraklarda gözü olanlara fırsat verecekti. Babil ,
Asur, Elam, Hitit, Urartu, Frigya, Lidya, son dönem Sasani, Selçuklu,
Bizans ve Osmanlı Anadolu’da medeniyet kurmuş, buralarda
yaşamışlardı. Şimdi neredeydiler? Zayıfladıkları anda, yıkılmışlardı!..
Bugün de durum değişmemişti. Dünyanın en iyi topraklarında
yaşıyorduk. Devletimiz güçlü olmalıydı. Devletimizi zaafa düşürecek
icraatlara birlikte karşı koymalıydık!.. Aksi takdirde, büyük bedeller
ödemekle yüz yüze kalacaktık!..
Salman’ı ziyarete gelen arkadaş ve siyasilerin çoğu, tanıdıklarının
işe alınması ricasında bulunuyorlardı. Bir tane bile işçi almak, bu ülkeye
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 61
yapılacak en büyük kötülüktü! Salman bu işe bir çözüm bulmalıydı!
Geçmiş dönemlerde sorumsuzca alınan işçiler kuruma büyük maddi
külfetler getiriyordu. İşe girenler, fakir olmaktan ziyade çevresi geniş,
maddi durumu iyi aile çocuklarıydı. Bu durum işi daha da
vahimleştiriyordu.
Salman kararını verdi, Bakanla açık, açık konuşacaktı!.. Bakan
taban politikacısıydı, Salman’ın önerisine pozitif bakmayacaktı. Olsun!
hiç değilse Salman görevinin gereğini yapacak, vicdanen rahatlayacaktı?
Bu duygularla Bakanın huzuruna çıktı, saygı, hal-hatır faslından sonra
söze girdi:
— Sayın Bakanım, işçi konusunda bilgi vermek istiyorum. Şu anda
15.000 işçi var. En azından 5000’i fazla, oturdukları yerden ücret
alıyorlar. Bu durum, Kurumumuza çok büyük bir mali külfet getiriyor.
— Doğru, haklısın! Ne yapabiliriz, Abdullah Bey!..
— Sayın Bakanım, yeni işçi almayalım! Geçici işçileri alırken de
biraz azaltalım.
— Abdullah Bey, işçi alınarak bir yere varılmaz. Geçmişte bizim
aldığımız işçiler bize oy vermediler. İşçi alarak siyasi netice alınmıyor.
Yazık bu devlete, millete!.. Tamam, almayalım!.. Geçici işçileri de
azaltalım. Kabul, dedi.
Salman şaşkınlığını gizleyemiyordu. Hiç beklemediği bir cevapla
karşı karşıyaydı!.. Salman, devamla:
— Sayın Bakanım, bu işin siyasi yükü çok ağır!.. Siz büyük
sıkıntıya gireceksiniz!..
— Ben bunları göğüslemeye hazırım!.. Her gün onlarca kişi iş için
geliyor. Bu işin sonunu bulmak, gelenleri tatmin etmek mümkün değil.
Bir kişiyi memnun ederken, onlarca kişiyi küstürüyorsun. Herkes emsal
gösteriyor...
— Sayın Bakanım, bu işi uygulamaya koyacaksak, “Bir işçi”
üzerinde fikir birliğine varmamız gerekiyor. “Bir”i almamalıyız. Yakın,
akraba, vazgeçilmez vb. “Bir işçi” alırsak, örnek olur! Gelenleri
tutamayız. Bu nedenle, kim olursa olsun “Bir”i almamalıyız.
62 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Tamam Abdullah Bey, ben o “Bir”i almayacağım; fakat sen de
alma!..
Bakan sözünde durmuş, gerçekten bir işçi dahi almamıştı. Hiç işçi
alınmadığı için de, kimse emsal göstererek, kendi adamının alınmasında
ısrarlı olamamıştı. İnsan kararlı olup, ülke menfaatlerine kilitlenince, her
şey istenilen şekilde gidiyordu.
Mevsimlik işçiler alınırken miktar azaltıldı. Bir önceki seneye göre
3000 daha eksik işçi alınması kararlaştırıldı. Taşradan gelen baskılar o
kadar yoğun oldu ki, konu Başbakana kadar ulaştı. Bakan kendi gücünü
aşan bu baskılar karşısında daha çok direnemedi. Bir sene önceki işçi
sayısının aynen korunması, emrini verdi. Yeni işçilerin alınmasına
gelince, Salman tahmininde yanılmamıştı; Bakan, taban politikacısı
olduğundan, çok ağır baskılara maruz kalmıştı. Antalyalı seçmen ve
delegeler, işçi almayı reddeden Bakana, ateş püskürüyorlardı. Bazen bu
kızgınlık, hakarete kadar gidiyordu. Salman, bir gün Bakan odasında,
Antalyalı bir delegenin iki kişiyi işe alması isteğini Bakanın geri
çevirmesi karşısında, delegenin: “Bakan Bey, iki tane adamımızı göreve
alamayacaksan, bu koltukta Bakanım diye oturma!” dediğine şahit olmuş,
olayı şaşkınlıkla izlemişti!..
Bakan, delegeye kadroların şişkinliğini, durumun vahametini!
Anlatmışsa da, delege ikna olmamıştı. Delege adamları işe alınmadığı
takdirde, hiçbir şekilde ikna olma niyetinde değildi!.. Vatan, millet, ülke
geleceği vb. delege için fanteziden başka bir şey değildi. En sonunda
Bakanın sabır hududunu aşmış, Bakandan, çoktan, hak ettiği! Cevabı
almış, sinirli adımlarla odayı terk etmişti...
Bu olaylar milletvekillerinin niçin popülizme kaydıklarını daha iyi
anlatıyordu.
Partide,
seçmen-delege-teşkilat-milletvekili-Bakan
sıralamasında bir saadet zinciri belirlenmiş, politikacılardan hiçbiri bu
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 63
zincirin dışına çıkılmasını istemiyordu. Bu zincirin halkaları için, devletin
her türlü imkanı seferber edilmeliydi!.. Buna karşı çıkanların politik gücü
sarsıntıya uğruyordu!.. Son elli yıllık demokrasi tarihimizde siyaset, bu
ilişki biçimini kurumsallaştırmıştı! Herkes devleti zarara sokuyor, sonra
da hep birlikte, yüksek sesle şikayet ediyorlardı!.. Yolsuzluğu ben
yapıyorsam, iyi; başkası yapıyorsa, kıyamet kopuyordu. Politikacılar
gerçekten tutarlı bir şekilde tutarsız davranıyorlardı. Sonra… yaşasın
demokrasi!.. Ama politikacıların istekleri yerine getirildiği sürece…
Demokrasi en iyi rejimdi; ama bizim sorunlarımızı(!) çözdüğü sürece…
Salman’ın kafasını kurcalayan ikinci kara delik, tamirhaneler
konusuydu. Doğa Genel Müdürlüğü yılda 3000 Km. civarında doğa yolu
yapıyordu. Bunun için 17 tamirhane, bu tamirhanelerde de 3000 civarında
dozer, greyder, traktör vb. iş makinaları bulunmaktaydı. Halbuki bu yollar
özel sektöre ihale yoluyla yaptırılabilirdi. Tamirhaneler elli milyon dolar
zarar etmekteydi. Bu rakamın on milyon doları 2000 işçiye ödenen ücret,
kalanı işletme masraflarıydı. Salman, İşçileri işten çıkararak bir sosyal
problem yaratmayı düşünmüyordu; işçileri kurumun başka yerlerinde
görevlendirecekti. Sadece işletme masrafı olarak ortaya çıkan zararı yok
edecekti. Zarar edilen kırk milyon dolar ile, yeni yolların açılması, tamiri,
üst yapısı ve sanat yapılarının tamamı özel sektöre yaptırılabilirdi. Bu
tamirhaneler kapatılacak olursa, devlet kırk milyon dolar zarardan
kurtulacaktı. Salman işçi konusunda Bakanın gösterdiği yaklaşımdan
cesaret alarak, konuyu Bakana götürmeye karar verdi.
Bakan olaylara çok iyi yaklaşıyor, Salman’ın endişelerini
paylaşıyordu. Salman Bakanı zor duruma düşürmek istemiyordu.
Tamirhaneler kapandığında, DKP’li milletvekilleri ve delegelerden çok
sert tepki geleceği kesindi. Bu tepkiler, Bakanı büyük sıkıntıya sokacaktı.
Partililer tamirhaneleri kendi çiftlikleri gibi kullanıyorlardı. Karadeniz
bölgesinde dağınık yerleşim olduğundan, dozer gönderip partililerin
yollarını yaptırıyorlar, politik itibar sağlıyorlardı. Ülkenin diğer
bölgelerinde de yapılanlar farklı değildi. Tamirhanede çalışanların bir
64 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
kısmı parçacılarla anlaşıyor, yeni parça faturası alıyor, eski parçayı
takıyor, yeni parça takmış gibi işlem yaparak, parayı paylaşıyorlardı.
Sendikacılar 2000 işçiyi sendikaya kaydetmişler, aidat geliri elde
ediyorlardı. Sendikalar tamirhaneler kapatıldığında işçilerini ve aidat
gelirlerini kaybedeceklerdi. Kapatma kararı; idarenin siyasetçileri,
milletvekillerini, sendikaları, işçileri vb. gibi, birçok kişi ve kurumu
karşısına alması neticesini doğuracaktı. Tamirhane konusu, karar
vermeden önce çok boyutlu olarak düşünülmesi gereken, netameli bir
konuydu. Kısaca tamirhanelerde de saadet zinciri kurulmuştu, bu nasıl
yok edilecekti. Her yerde oluşan, hatta kurumlaşan saadet zincirleri,
devletimizin geri kalmasına hizmet ediyordu! Bunlar bir şekilde kırılmalı,
parçalanmalıydı!.. Özelleştirme konusu, bu tür saadet zincirleri
kırılamadığı için gerçekleştirilemiyordu. Fertlerin menfaatlerini
koruyalım, tamam!.. Ama bu menfaatlerin, hiç bir şekilde devletin,
milletin aleyhine işlemesine müsaade edilmemeliydi!.. Çok güçlü ve
kararlı olmak gerekiyordu!..
Salman konunun teknik analiziyle birlikte Bakanın huzurundaydı.
Tereddütlü bir şekilde söze başladı:
— Sayın Bakanım!.. Bu tamirhaneler konusu çok sıkıntılı! Yıllık
zararımız ellimilyon dolar...
— Doğru, sorunlu bir yapılanma var, orada...
— Bu işe bir çözüm bulmalıyız. Bu parayla, yolların tamamını özel
sektöre yaptırabiliriz, dedi.
Bakan, teknik analizleri inceledikten sonra, sıkıntılı bir şekilde söze
girdi:
— Haklısın Abdullah Bey, gerçekten konu çok ciddi. Ne yapabiliriz
ki?
— Bu konuya bir çözüm getirmeliyiz, Sayın Bakanım. Bu kadar
paranın sokağa atılmasına gönlüm razı olmuyor!..
— Evet, doğru... Bir çözüm bulmak gerekiyor...
— Buralar tembelhane ve yolsuzluk merkezlerine dönüştü, Sayın
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 65
Bakanım.
— Doğru söylüyorsun Abdullah Bey! Peki, nasıl bir çözüm
düşünüyorsun?
— Tek bir çözüm var! Sayın Bakanım, tamirhaneleri kapatıp,
araçları satmak?
— Çok zor Abdullah Bey!.. Arı kovanına çomak sokmak gibi bir
şey!.. Ancak konuya bir çözüm getirmemiz de gerekiyor!..
— Benim çözüm bulamadığım kısmı, siyasi boyutu, efendim.
Konunun siyasi boyutu çok önemli!.. Milletvekilleri bu işten hiç memnun
olmayacaklar. İşçi konusundan daha sıkıntılı olacak sizin için, Sayın
Bakanım! Ayrıca işçi sendikası en güçlü konfederasyona bağlı, onlar da
devreye girince, ortalık karışacak!..
— Anladım, Abdullah Bey! Konuyu bir de Sayın Başbakanla
görüşeyim; bakalım o ne diyecek? Sonra tekrar görüşürüz. Şimdilik
aramızda kalsın, duyulmasın, dedi. Konuşmayı noktaladı.
Bakan Ovalı konuya tereddütlü yaklaşmıştı. Bunda da haklıydı. Her
yönüyle sorun yumağı olacak bir icraatın yapılması söz konusuydu.
Salman’ın, iyi hazırlamış olduğu teknik analiz, Bakanı ikna etmişti; ama
bitmiyordu... Sorun çok yönlüydü! Sorunun teknik boyutunun yanında,
siyasi ve sendikal yönü de bir çözüme kavuşturulmalıydı...
İki gün sonra Abdullah Salman odasında çalışırken, Bakan hattı
çaldı!.. Bakan, sesinde mutlu bir ifadeyle:
“Bir zahmet buraya gelir misin? Abdullah Bey!” diyordu.
Salman, makama girdiğinde, Bakanın neşesinin yerinde olduğu her
halinden belli oluyordu. İyi bir haber vereceği zaman Bakan Ovalının yüz
ifadesi hep böyle oluyordu.
Bakan:
— Gel, bakalım! Abdullah Bey, iyi haberler var!.. Başbakanla
görüştüm, durumu anlattım... Derhal kapatın diye emir verdi!..
— Siyasi sonuçlarını, sendikal sorunları ve karşılaşacağımız diğer
sıkıntıları da anlattınız mı, efendim?
66 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Anlattım, anlattım... Her şeyi uzun uzun izah ettim... Gene de
kapatın, dedi. Bugün kararnameyi hazırlayıp Başbakanlığa göndereceğim.
— Sayın Bakanım, kutluyorum sizi, gerçekten ülke adına çok güzel
iş yaptınız. Devlet adamlığı bu olmalı!..
— Tabi canım, bu ülke bizim... Sen tamirhanelerle ilgili satılacak
araçların envanterlerini hazırlayıp, detaylandırdın mı?
— Her şey hazır, Sayın Bakanım!.. Kapatılma kararı resmi gazetede
yayımlanır yayımlanmaz, satışlara başlayabiliriz...
— Teşekkür ederim Abdullah Bey!.. Bir sorunu da böylece çözüme
kavuşturduk...
Genel Müdür Abdullah Salman Bakanın yanından ayrılırken kafası
çok karışıktı. Bakan Hayri Ovalı için, “taban politikacısı işin zor! Antalya
dışında bir şey düşünmez! Bakanlığın imkanlarını başkalarına peşkeş
çeker! vb.” demişlerdi. Bu Bakan, o anlatılan Bakan değildi. Son birkaç
konuda alınan kararlar, benim diyen nice politikacının cesaret
edemeyeceği işlerdi... Hele hele menfaatçi bir Bakanın yapacağı işler hiç
değildi... Her neyse, Salman duyduklarına değil, gördüklerine
inanıyordu!..
Bakan, Salman’a her konuda güveniyordu. Bu güven, Salman’ı
huzursuz ediyordu!.. Bir işi eksik veya yanlış yapma korkusu, Salman’ı
daha çok çalışmaya sevk ediyordu. Bakan, müsteşar ve diğer üç genel
müdürün hazır bulunduğu toplantılarda, ”Bana vatandaşlarla ilişkilerimizi
iyileştirecek, onların hayat seviyelerini yükseltecek yeni projeler getirin.”
diye, talimat veriyordu. Bakan, gerçekten vizyon sahibi bir kimlik
taşıyordu...
Tamirhanelerin kapatıldığı haberi Resmi Gazetede yayımlandığı gün
beklenen oldu... Kıyamet koptu!.. DKP milletvekilleri sanki Bakanlığı
basmıştı!.. Milletvekilleri, “Tamirhaneleri kapattınız, biz vatandaşlara
nasıl hizmet götüreceğiz(?)” diye, ortalığı karıştırıyorlardı. Bakan büyük
sıkıntılara giriyor, şiddetli saldırılara maruz kalıyordu... Salman, Bakana,
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 67
“milletvekillerinin bir kısmını bana gönderin, ben muhatap oluyum,
yükün birazını bana aktarın.” diye teklif götürdüğünde, Bakan reddetmiş,
”Hayır, Abdullah Bey ben gerekeni yaparım, kendimi savunmasını
bilirim, merak etme!” demişti. Salman, Bakana yardımcı olamamanın
üzüntüsünü yaşıyordu...
Salman tamirhanelerde bulunan bütün eski makineleri vakit
geçirmeksizin satışa çıkardı. Tamirhane kapatıldığında hesap soran
milletvekilleri, dozer ve greyderler açık artırmayla satılmaya
başladığında, belediyeler adına tavassutta bulunmaya başlamışlardı. “Şu
belediye bizim partili, onlara ucuz verelim.” şeklinde teklifler gelmeye
başladı. Bu noktada da Bakan sağlam durmuş: ”İhaleye girin alın,
kardeşim! Size göre özel satış yapamayız.” diyerek tavassutların önünü
kesmişti. Kısa sürede satışlar sonuçlanmış, ihalede kazananlar dozer ve
greyderlere sahip olmuştu...
Sırada işçi sendikaları vardı! En büyük işçi konfederasyonu nun
başkanı ve yanındakiler Bakanlığa gelmişler, sert sözlerle Bakanın
tamirhaneleri kapatmasını tenkit etmişlerdi. İşçilerini kaybetmek, onları
çok kızdırmıştı. İşçilerin eskisi gibi tamirhanede kalmaları, başka yerlere
verilmemeleri için pazarlık yapıyorlardı. Devlete kaça mal olursa olsun,
sendikalar hep istiyordu!.. Ülkemizin sorunlu kuruluşlarından biri de
sendikalardı. Sendikacılığı ücret pazarlığı zanneden bol para içinde saadet
zinciri içinde yüzen sendika ağaları işçiye fazla bir şey vermiyorlardı…
Tamirhaneler kapanmış, 2000 işçi oturacak ve ücretlerini
alacaklardı. Bu sayede sendika aidatlarını alacak, geliri eksilmeyecekti;
kapatılan tamirhane müdürlüklerinin yerine “yedek parça müdürlükleri”
kurulmasını istiyorlardı. Bu istek, gerçekten olmayacak bir şeydi. Böyle
kurum ve fertlerden oluşan bir ülke için kalkınmak, ayaklarının üzerinde
durmak, bölge devleti olmak! Hayal değilse, rüyaydı!.. Neyse ki, Bakan
bu konularda hiç taviz vermemiş, direnmiş, netice almıştı!..
68 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
HER ŞEYİN BİR NEDENİ VAR
Doğa koruma çaba isteyen, özveri gerektiren zor bir görevdi. Doğa
yangınları her yıl birçok yeşil alanı karartmaktaydı. Bu yangınlarla
mücadele çok masraflı ve güç bir işti. Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerde
halkın kültür seviyesi yeterli olmadığından, bu yangınlarla top yekün
mücadele yapılamıyordu. Buna karşılık çağımızda, önleyici tedbirler
büyük önem kazanmıştı. Sağlıkta, asayişte, doğa felaketlerinde olay
meydana gelmeden önleyici tedbirlere başvurulup, olayın meydana
gelmesi önleniyordu. Bürokrasimiz bu konuda da yeniliğe kapalıydı.
Mesela: sağlıkta, grip aşısı yapılan kişiler bu hastalığa yakalanmıyordu.
Bir grip aşısı, 10 YTL idi. Önleyici bir sağlık hizmeti olan grip aşısının
parasını devletimiz ödemiyor; fakat gribe yakalanana 200-300 YTL ilaç
ve antibiyotik parası ödüyordu. İlaveten memur hasta olduğu için rapor
alarak, 5-10 gün de işe gelmiyordu. Devletin zararı katlanıyor, kimse bir
değişim ihtiyacı duymuyordu. Bu, tutuculuktu... Yeniliklere kapalı
olmaktı...
Bürokraside değişimin önünde, zihinlerde yer etmiş engeller vardır;
hayali bir geçmişe duyulan özlem, bilinç eksikliği, işkoliklik, kendini
beğenmişlik, gücü kontrol etme ihtiyacı, mükemmeliyetçilik, güven
eksikliği, haklı olma isteği, zihinsel kapalılık,
başka birisinin
değiştirmesini beklemek, kaybetme korkusudur. Değişim bürokrasi için
bunaltıcıdır. Bürokratlar, bilinmeyenin verebileceği ani, derin acıları
yaşamaktansa, işin yada hayatın bildik problemlerinin müzmin baş
ağrılarını çekmeyi tercih ederler. Yenilik ve değişime karşı çıkarak,
ülkenin geri kalmasına katkılarını esirgemezler(!)
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 69
Doğa
koruma
hizmetlerinde
de
önleyici
tedbirlere
başvurulmuyordu. Yangın bütçesinde önleyici tedbirler diye bir kalem
yoktu. Her şey yangın sonrası yapılacaklara göre ayarlanmıştı. Halbuki
yangın öncesi yapılması gereken birçok iş ve eylem bulunmaktaydı.
Halkın bilinçlendirilmesi, çocuklarımızın eğitilmesi, çocuk yayınlarıyla
çocuklarımıza çevre duyarlılığı kazandırılması vb. Salman bu konularda
çok değişik atılımlarda bulunmuş, başarılı neticeler almıştı. Mesela:
Piknik alanlarının girişinde, ailelerin çocuklarına filmler ve yayımlar
yoluyla bilinçlendirme yapıldığında, çocuklar olayı hemen kavrıyorlar.
Piknik sonrası aileler arabalarına bindiğinde, çocuklar arabadan inip,
yakılan ateşin sönüp sönmediğini kontrol ediyorlardı. Önleyici tedbirler
çok önemli olup, olay meydana gelmeden önlem alınıyordu. Felaketin
önlenerek, bedel ödenmeden neticeye varılması, etkili ve ucuz bir
mücadele tarzıydı!..
Doğa Genel Müdürlüğü yangına tedbir olarak helikopter ve uçak
kullanmaktaydı. Meksika yapımı amfibi, yani göl ve denize inerek beş ton
su alıp yangın üzerine su atabilen uçaklar; yangın söndürmede oldukça
faydalı hizmet görüyorlardı. Son üç beş yıldır kullanılan bu uçakları
kiralayan, Meksika firmasının Türkiye temsilcisi UÇAN Ltd. şirketiydi.
Bu şirketin sahiplerinden Uçman Kartal uçakları kiralamak yerine
satmaya çalışıyordu. Beş ton su alan bu uçaklardan üç tanesini doksan
milyon dolar! karşılığında, Doğa Genel Müdürlüğüne satmak için kulis
yapıyordu. Salman bu uçakları faydalı buluyordu; ancak kiralık olarak
kullanmak şartıyla.
Uçakların satın alınması çok pahalıya mal olacaktı. Üç uçak için
hangar ve bakım ünitesi on milyonlarca dolarlara varan bir yatırım
gerektirmekteydi. İkincisi uçaklar beş ay kullanılacak, diğer zamanlarda
boş olacaktı. Hava taşıtları uzun süre atıl kaldığında, yeni masraf ve sorun
yaratmaktaydı. Aynı uçaklardan Yunanistan almış, tanesini on altı milyon
dolara mal etmişti! Meksika uçaklarının Türkiye’de satılması için birçok
aracı devreye girmiş olmalıydı ki, fiyatlar iki katına çıkarılmıştı!..
70 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
UÇAN Ltd. sahibi Uçman Bey çok güçlü bir lobiye sahipti. Her
kademeye rahatlıkla ulaşıyor bakan, müsteşar, genel müdürlük
makamlarını baskı altına alıyordu. Doğa Koruma Bakanlığında Bakan ve
Müsteşar anlaşmış gibi, birbirleriyle hiç konuşmadan, bu satın almayı
engellemeye çalışıyorlardı. Bir süre sonra Salman da olaya dahil oldu;
Müsteşar, gereği! için, UÇAN Ltd. yetkililerini Doğa Genel Müdürlüğüne
göndermiş; Böylece aylar süren bürokratik engelleme süreci devam edip
gitmişti... Bu esnada Uçman Kartal, Salman’ın birçok yakın arkadaşını
devreye sokmuş, “ne istenirse, vereceği!” sözünü vermişti!.. Salman
bunları reddetmiş, Uçman Beyin
kendisine bir teklifte
bulunamamasından mutlu olmuştu. Çünkü iş adamları, işleriyle ilgili
bürokratların zaaflarını soruşturur ve tespit yaparlardı. Daha sonra
bürokratın neye zaafı varsa, para, kadın, kumar vb. oradan hücuma
geçerlerdi.
İşadamları için en kötü bürokrat; zaafı olmayan bürokrattı. Üst
kademe bürokratlarına bir teklif yapılamıyorsa, o bürokratın tespit
edilebilmiş bir zaafı yok demekti. Bu durum bürokrat için bir sağlamaydı.
Salman Uçman Beye devamlı olarak bürokratik engeller çıkarıyor;
“Tamam alalım ama, bütçeye ödenek koymalıyız!” veya “ödenek
çıktıktan sonra teknik şartname hazırlamalıyız, ihale sürecini
başlatmalıyız!” gibi mazeretlerle konuyu geçiştiriyordu. Ta ki, Bakan
Hayri Ovalı’ya bir telefon gelene kadar!.. Başbakanın en yakını! Bakana
telefon etmiş, uçakların derhal satın alınmasını, olayın Başbakanın bilgisi
dahilinde olduğunu söylemişti!..
Talimatı alan Bakan, Salman’ı çağırmış, Salman’a;
— Abdullah Bey, uçakları satın almak için kararname
hazırlayacağız!..
— Sayın Bakanım, siz de biliyorsunuz ki, bu uçaklar pahalı ve
ekonomik değil!..
— Tamam biliyorum, bunları uzun uzun konuştuk... Ama şimdi
satın almaya karar verdik!..
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 71
— Sayın Bakanım, bu uçakları satın almamız imkansız!..
— Hayır Canım, sen beni dinle!.. Bir Bakanlar Kurulu kararnamesi
hazırla, hemen Başbakanlığa sevk edeceğiz...
— Sayın Bakanım, kararname Bakanlık katında hazırlanacak, Genel
Müdürlükle ilişkisi yok!.. Ancak on altı milyon dolarlık uçakların otuz
milyon dolardan alınması ve bir de üstüne üstlük ihalesiz olarak Bakanlar
Kurulu kararnamesiyle satın alınması... Çok baş ağrıtır, efendim!..
— Abdullah Bey, bunların hepsini biliyorum!.. Gerekli makamlarla
bunları uzun uzun konuştum, bana verilen talimat bu!..
— Sayın Bakanım, konu gazetelere geçecek!.. Gündem olacak!..
Başbakan ve siz yara alacaksınız!..
— Abdullah Bey, bu makamlarda bazen riske girmek gerekir.
Benim bir politikacı olduğumu unutma! Bu konuda hayır deme şansına
sahip değilim. Ben, Bakanlığa gerekli talimatı veririm. Teşekkür ederim.
Bakan, satın alma konusunda kararlı görünüyordu. Salman gene de,
Bakana güveniyordu. Salman, Bakanlık katından ayrılırken, ürpermekten
kendini alamıyordu. Bu Adamların gözü dönmüştü!.. Üç uçağın satın
alınması için Bakanlar Kurulu kararnamesi hazırlayacaklar, ihale bile
yapmadan, kırk sekiz milyon dolarlık üç uçağı, doksan milyon dolara
satın alacaklardı!.. Ortada, yüksek yoğunlukta rüşvet döndüğü
görülüyordu! Üç kuruş rüşvet almak için devletin, uçakları iki katı fiyata
almasına göz yumuluyordu... Salman’ın kafası karıştı!.. Bu işe bir çözüm
bulmalıydı ama, nasıl? Salman’ın bu safhada yapması gereken; konunun
gizli kalmasını sağlamaktı... Nasıl olsa, bir şekilde eline
fırsat
geçecekti!.. Kararname acele olarak hazırlandı, Bakanlar Kurulunun
imzasına sunuldu...
Birkaç gün sonra, Salman ilk mutlu haberi almıştı; iktidarın diğer
ortağının Bakanları, kararnameyi imzalamıyorlardı. Konuyla ilgili teknik
izahat istiyorlardı... Bakan Ovalı Salman’ı çağırtmış, durumu ona
anlatmış, teknik bilgi vermesi için Devlet Bakanı Fehmi Koyuncu’ya
göndermişti. Salman Bakan Ovalı’nın ne düşündüğünü anlamaya
çalışıyordu. Bakan Bey, gerçekten uçakların alınmasını istiyor mu,
72 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
istemiyor muydu? Bu sorunun cevabı, teknik izahat için Bakanın
Salman’ı seçmesinde saklıydı. Bakan Salman’ın satın almaya karşı
olduğunu, Devlet Bakanı ile nasıl konuşacağını biliyordu. Devlet Bakanı
Fehmi Koyuncu’yu ikna için Salman’ı göndermesi, yukarıdan gelen kesin
talimata rağmen Bakan Ovalı’nın bu işe gönüllü olmadığının
göstergesiydi. Yoksa, Bakan müsteşarı gönderirdi. Müsteşar en azından,
Bakan ne derse onu savunurdu.
Devlet Bakanı Fehmi Koyuncu Salman’ı derhal kabul etti ve
konuya girdi,
— Genel Müdür Bey, bu konuyu izah eder misiniz? Niçin alıyoruz
bu uçakları!..
— Anlatayım Sayın Bakanım, bu uçaklar doğa yangınlarında çok
faydalı, bizim yangın söndürme faaliyetlerimizi kolaylaştırıyor. Beş ton
su atması da büyük avantaj.
— İyi de, doksan milyon dolar vermeye değer mi?
— Onu bilemem, Sayın Bakanım!.. Yıllık üç milyon dolara
kiralamak mümkün.
— Ben de, onu söylemek istiyorum. Bu uçaklar çok pahalı değil mi?
— Çok pahalı efendim... Yunanistan on altı milyon dolardan
almış!..
— Vay canına!.. Bu kararname hükümetin başına sorun getirir...
— (…)
— Abdullah Bey, ben bir ABD firmasıyla görüştüm, bir ton su atan
yangın uçakları var, tanesi bir milyon dolardan satılıyor. Bu uçakları alsak
daha iyi değil mi?
— Sayın Bakanım, bir ton su atan uçak bizim için yararlı olmaz;
çünkü bir ton su yangın merkezine varmadan havada buharlaşır. Ayrıca
bu uçaklar için özel havaalanları yapmak gerekir. Pratik değil,
kullanılmaları çok masraflı...
— Abdullah Bey, sizin üç uçak toplam on beş ton su atıyor. Ben
diyorum ki, on beş adet ABD uçağı alsak, bir tondan toplam on beş ton
eder. Siz doksan milyon dolara alacaksınız; ama ben on beş milyon dolara
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 73
işi kapatacağım. Bakan hazırlık yapmıştı. Kanada uçakları yerine,
oğlunun temsilcisi olduğu ABD uçaklarını aldırmak istiyordu.
Salman içini çekti… offfff!.. bir bela defedilirken bir başkası ortaya
çıkıyordu. O anda aklına bir Temel fıkrası geldi: “Temel ve İdris
yanlışlıkla tüm 15 lira basmışlar. Kaçakçılık ve kalpazanlıkla meşhur bir
beldeden köy bakkalının yanından geçiyorlarmış. Temel İdris’e, “Ula
İdris, şu köy bakkalı bir şey bilmez, git şu 15 lirayı bozdur.” Demiş. İdris
bakkala gidiyor 15 lirayı uzatıyor, bakkaldan parayı bozmasını istiyor.
Bakkal hiç istifini bozmadan 15 lirayı alıyor, karşılığında iki adet 7,5 lira
veriyor; parayı bozuyor!..” Salman devamla,
— Sayın Bakanım, Meksika uçaklarının on beş tonu ile ABD
uçaklarının on beş tonu yangın konusunda, aynı şeyleri ifade etmez.
Teorik olarak, matematiksel doğru görünen bu uygulamada reel değerler,
matematik değerlere uymaz. Onlarla bağdaşmazlar...
— Niçin bağdaşmasın? Muhterem kardeşim... Sen matematik
bilmiyor musun? Değerleri ortaya koy, yap matematiksel hesabı!..
— Sayın Bakanım, bazı eşitlikler işlev noktasında mantık dışına
çıkar. Mesela; bir gemi Atlantik’i on saatte geçerse, on gemi bir saatte
geçer diyebilir miyiz? Elbette diyemeyiz. Gene on saatte geçerler. Burada
olduğu gibi teori her zaman pratiğe uymuyor!..
— Maşallah, ne de çok matematik biliyorsun!..
— Suyu havuza döksek, haklısınız!.. Yangına atacağız!..
— Şimdi... Meksika uçaklarının alınmasını uygun bulmadığını
söylüyorsun. Bunu dışarıda açıklar mısın? Alış fiyatı ile ilgili basına bilgi
verir misin? Çok faydalı olur...
— Hayır, Sayın Bakanım, ben bürokratım açıklama yapamam. Şu
noktadan sonra karar siyasidir. Konunun kararı ve takdiri size aittir,
efendim...
— O zaman bu satın alma uygun değil diyorsun değil mi?
— Demiyorum Sayın Bakanım, ben size teknik bilgi veriyorum!..
Bakan Bey beni size teknik bilgi vermem için görevlendirdi.
— Peki, anlaşıldı!.. Teşekkür ederim.
Salman, mutlu bir şekilde Devlet Bakanlığını terk etti. Fehmi
74 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
Koyuncu, kendini ucuzlatıyordu! Uçakların alınmasına karşı olmasına
rağmen, siyasi iradesini ortaya koyamıyor, bir bürokrattan medet
umuyordu; hâlbuki Salman konuyla ilgili her türlü bilgiyi kendisine
açıklıkla vermişti. Bundan sonrası kolaydı. Bu kolaylığa rağmen,
kurnazlıkla, Salman’ı kullanmak istemesi, Fehmi Koyuncu için bir
basitlikti! Salman, yapılan konuşmaları kendi yorumuyla, istediği
kısımları, Bakan Ovalı’ya anlatmıştı. Görünüşe göre, Bakanlar Kuruluna
sunulan kararname koalisyon ortağı tarafından imzalanmayacaktı.
Birkaç gün sonra Uçman Bey Salman’a gelmişti. Uçman Beyin
söylediğine göre, Devlet Bakanı Fehmi Koyuncu’nun oğlu Seyit
Koyuncu, Uçman Beye gelmiş, kararnamenin imzalanması için bazı
maddi taleplerde bulunmuş!.. Uçman Bey reddetmiş!.. Uçman Bey,
Salman ve Bakanın uçakları satın almak istediğine inanmaktaydı!.. Bakan
Ovalı, uçakları almakta gönüllü görünmüş, topu Salman’ın önüne atmış,
infazı Salman’a yaptırmıştı. Bürokratın istemediği bir şeyi yapmak
mümkün değildi. Daha sonra, Bakan Koyuncu’nun oğlunun bir tonluk
ABD uçaklarının Türkiye temsilcisi olduğu ortaya çıkmış, Bakan Ovalı,
Bakan Koyuncunun bir tonluk ABD uçak ısrarının nedenini anlamıştı.
Ankara öyle bir yerdi ki, sebepsiz hiç bir şey yerinden oynamıyor, hareket
etmiyordu!..
Aylar geçmiş, uçakların satın alınması bir daha gündeme
gelmemişti. Aslında uçakların satın almasını önleyen esas neden;
Yunanistan’daki uçak fiyatının on altı milyon dolar, Türkiye satış
fiyatının otuz milyon dolar olmasıydı. Karar vericiler fiyatları
öğrendiklerinde korkuya kapılmışlar, durumun ortaya çıkma ihtimali,
satın almaya son noktayı koymuştu. Bir başka kuvvetli ihtimal de; karar
vericiler fiyat farkını öğrendikten sonra, Uçman Beyin kazancıyla kendi
aldıkları rüşveti mukayese ettiklerinde, aradaki farkı görerek, daha çok
talepte bulunmuş, bu nedenle anlaşmayı bozmuş olabilirlerdi...
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 75
Meksika uçakları doğa yangınları için faydalı uçaklardı. İşletim
sistemi daha akılcı bir şekilde dizayn edilmeliydi. Bu uçakların
kiralanması on yıl için yapılmalıydı. Özel sektör de buna göre kredi
bulup, on yıllık iş garantisiyle bu uçakları satın alabilmeliydi. Kış
mevsiminde de güney yarıkürede, doğa yangınları için bu uçakları
kiralamak mümkün olacaktı. Böylece uçak işletmeciliği özel sektör
tarafından akılcı bir şekilde yapılmalıydı. Bu tür araçlar bir Bakanlıkta,
doğal afetler genel müdürlüğünde toplanmalı, yangın, sel, heyelan,
deprem gibi her türlü afete müdahale imkânı sağlanmalıydı. Bu uçakların
devletçe satın alınması çok pahalıya mal olacak bir işletmecilikti; mutlaka
kiralanmalıydı. Satın almadan şiddetle kaçınılmalıydı, kaçınıldı da...
Doğa Koruma Genel Müdürlüğünün yangınla gündeme gelmesi
kurumun imajı için negatif bir etkiye sahipti. Yangına hassas 13 birim altı
ay boyunca her işi bırakıp yangın söndürmekle uğraşıyor; kalan altı ay
boyunca da yangına hazırlık yapıyordu. Bu durumda ormanlarla ilgili
eylemler yapılamıyor, ormanlar kaderine bırakılıyordu. Bu durum
ormanlar üzerinde yangından daha büyük sorunlar oluşturuyordu. Bunun
bir çözümü olmalıydı: “Gönüllü itfaiyecilik” ilerisi için bir çözüm olarak
görünüyordu…
BÜROKRAT AYRIŞMAYI KENDİ MENFAATİ İÇİN KÖRÜKLER
Sağ-sol bölünme her kurumda olduğu gibi, Doğa Genel
Müdürlüğünde de vardı. Salman bu bölünmeden çok rahatsızdı. Doğa
koruma mesleğinin yarattığı katma değer, milli gelir içinde çok küçük
76 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
paylarla ifade ediliyordu; %05 idi. Ülkenin dörtte biri olan yirmi milyon
hektar alanda yaratılan bu katma değer çok yetersizdi. Doğa
Korumacılığın ülkedeki etkisi çok düşük yoğunluktaydı. Bir de sağ-sol
bölünme iç mücadeleyi artırıyor, dışa karşı meslek haklarının
korunmasında zafiyet oluşturuyordu. Doğa koruma tek başına yapılacak
bir eylem değildi. Kamuoyu desteği almaya ihtiyaç vardı. Başarının ilk
şartı, konuyu halka anlatabilmek, onları doğaya çağırmak, onların gücünü
harekete geçirmekle ilgiliydi. Bunu etkili bir şekilde yapabilmek için de,
meslek içinde birlik ve beraberliğin sağlanması gereği vardı.
Doğa koruma mühendisleri içe dönük olduklarından, yaptıkları
hizmetleri anlatmakta zorluk çekiyorlardı. Askeriye benzeri yapılanma
içinde, lojmanlarda oturur, lojmanın lokaline gider, dış dünyadan kopuk
yaşarlardı. Çalışma alanları kırsal alanlarda olduğundan, şehirle de
ilişkileri zayıf oluyordu. Milyonlarca hektar alanda, vatandaşların
gözünden uzak yerlerde çalışıyorlardı. Kendilerini anlatma konusunda,
yeterinden fazla mütevazıydiler. Bu nedenle doğa koruma konularında,
kamuoyu desteği sağlamakta yetersiz kalıyorlardı. Kamuoyu yoklaması
yapıldığında, toplumun %65’i ormanların azaldığına, %9’u da arttığına
inanıyordu. Gerçekte son 20 yılda ormanlarını alan ve hacım olarak
artıran ender ülkelerden biri de Türkiye’idi. Günümüzde algı önemliydi.
Gerçek gerçekti; ama algı da realiteydi…
Bu yapılanmanın üzerine bir de siyasi bölünmeyi koyduğunuzda,
mesleğin anlatılması daha da zorlaşıyordu. Bu bölünmenin hiç faydası
yoktu, siyasi mücadele meslek sorunlarının ikinci dereceye itilmesine
neden oluyordu; mesleğe zarar veriyordu. Çağımızda, insanlar
meslekleriyle, siyasi görüşlerini birbirinden ayırmak durumundaydılar.
Türkiye’deki sağ-sol bölünme bir çarpıklıktan ibaretti. Dünyada sağ-sol
bölünmenin ekseninde ekonomi vardı. İnsanlar ekonomideki yerlerine ve
anlayışlarına göre sağcı solcu olmaktaydılar. Türkiye’deki çarpıklık; sağsol ayrışma ekseninde ekonomi yerine din olmasıydı. Dini inançları
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 77
güçlü, dine daha yakın olanlar sağcı; dini inançları daha az, dine biraz
mesafeli olanlar kendilerini solcu olarak tanımlıyorlardı. Din bir inanç
olduğuna göre, kimsenin elinde dini hassasiyeti ölçecek bir alet yoktu.
Din konusunun, siyasi tartışma eksenine konulması son derece yanlıştı!
Ülke bundan çok zarar görmüştü!.. Türk Milleti Müslüman’dı, kimse dini
tartışmıyordu. Dinin takdim tarzıyla, uygulama alanı tartışma konusunu
teşkil ediyordu. Toplumsal buhranımızın temelinde insanın psikolojik
ihtiyaçlarının geri plana atılarak, maddi kıymetlerin bütün hayatı sarması
olayı vardı. Bu konuları onlarca yıldır tartışmamıza rağmen bir neticeye
ulaşamamıştık...
Sadece Doğa Genel Müdürlüğünün değil, bütün Türkiye’nin birliğe,
beraberliğe ihtiyacı vardı. Dünyadaki gelişmeler, bilgi çağı ve değişim,
uluslar arası mücadelenin şeklini, alanını ve usulünü değiştirmişti.
Kalkınamayan, gelişemeyen ülkeler diğer gelişmiş ülkelerin yönetimine
girme yolunda ilerlemekteydi!.. Tarihe bakıldığında bu durumun sayısız
örneklerini bulmak mümkündü. Son olarak ABD’de çıkan Francis
Fukuyama’ya ait “Devlet İnşası” isimli kitap: “Devletleri ikiye
ayırıyordu: Yöneten ve yönetemeyen devletler. Yönetemeyen devletler,
kanun ve nizam hâkimiyeti sağlayamıyor, halklarına mutluluk
veremiyorlardı. Bu devletlerde göç dalgaları oluyor, Batıyı rahatsız
ediyordu. Yönetime hâkim olamadıkları için, Batıyı tehdit eden terör de
buralarda besleniyordu. Bu durumda, batılı devletlerin bu devletlerin
inşasını! Üslenmeleri gerekiyordu?” Anlamında bir içerik taşıyordu. İleri
ülkelerin gelecekte ne yapacakları bugünden tartışılıyor, tepkiler
alınıyordu!..
Kalkınmanın en önemli dinamiği bir ve beraber olmaktan
geçiyordu. Bilgi Toplumunda, Sosyal sermaye; toplumların belirli
hedefleri gerçekleştirmek için bir arada çalışma becerisinin ifadesiydi. Bu
çalışmanın temeli "güven" e dayanmaktaydı. Ülkeler yüksek ve alçak
güvenli toplumlar olmak üzere iki grupta toplanmaktaydılar. Büyük
işlere, organizasyonlara ve başarılara imza atan toplumlar, yüksek güvenli
toplumlardı. Bilgi çağında demokrasi, katılımcıydı. Katılımcılık tabanda
78 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
birleşmeye ve insanlar arasında güven duygusunun gelişmesine bağlıydı.
Tabanda güvene dayalı birleşmenin olduğu, sosyal ve ekonomik
organizasyonlar oluşturabilen toplumlar, bu toplumların iktidarları,
büyük eserlere imza atıyorlardı. Bunu yapamayanlar geri kalıyorlardı.
Bilgi çağında, sanayi toplumunun lüzumsuz bölünmelerini
sürdürmek, Türkiye’ye yapılacak en büyük kötülüktü. Bölünmüş
toplumlar, içeride ve dışarıda güçlü olamıyorlardı. Ayrışmış sağ-sol
gruplar bir araya gelerek ülke kalkınması konusunda güçlerini
birleştirmek yerine, birinin yaptığını diğeri engellemeye çalışıyordu. Bu
nedenle de ülkemiz kalkınma yarışında, 1965’lerde aynı seviyede olduğu
İspanya, Yunanistan, Portekiz, G. Kore’nin çok gerilerinde kalmıştı...
Bürokraside ayrışmayı önlemenin yolu; partizan tayinlerden
vazgeçip, pozitif seçime gitmekti. Bölünmeyi önleyip güçleri
birleştirmek, öncelikle yöneticilerin, iktidarların göreviydi. En iyi ve en
liyakatlilere görev verilmeliydi. Görev verilen ehliyetli kişilerin inançları,
düşünceleri, politik görüşleri göz önüne alınmamalıydı. Bu yol
bürokrasimizi
pozitif
seçime
taşıyacak,
ülke
kalkınmasını
gerçekleştirecekti. Ülkemizi kutuplaştırarak hareketsiz hale sokan ve
bıktıran; sağ-sol, laik-antilaik, ilerici-gerici kavgalarının çok ötesinde
yepyeni birleştirici bir politika, Türkiye’yi çağa taşıyan yolun
yapıtaşlarıydı. Ayrışan bu gruplar bir Türkiye Hedefi çizmeli, bu hedefler
etrafında birleşmeli; gelecekte çizdikleri vizyon gerçekleştirmek için bir
ve beraber olmalıydılar.
Bürokrasimiz yıllarca negatif seçime uğramış, yeteneksiz kişiler
“bizden!” diye göreve getirilmiş, ülke kötü yönetilmişti. Kötü yönetim
neticesi son on yılda, bir trilyon dolar yarım kalan, yapıldığı halde
ekonomik olmayan yatırımlara, genç emekli maaşlarına, iç borç faiz
ödemelerine, sosyal güvenlik açıklarına vb. harcanmış, sokağa atılmıştı!..
Bu, yılda yüz milyar doların israfı, kötü yönetimle yok edilmesi demekti.
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 79
İktidarlar işbaşına gelir gelmez bürokrasiyi ele geçirme mücadelesi
vererek, vakitlerini boşa harcıyorlardı. Bilindiği gibi daha önce de, hiçbir
iktidar bürokrasiyi ele geçirememişti. Bu karmaşa, para kazanmaktan
başka hiçbir kutsalları olmayan yerli, vahşi kapitalistler için bulunmaz bir
ortam yaratıyor; servetlerine servet katıyorlardı!…
Bürokrasi ele geçirilmezdi; istikamet ve yön verilirse o tarafa doğru
koşar, görevini en iyi şekilde yapardı. Hazırlıksız gelen, ne yapacağını
bilmeyen iktidarlar için bürokrasi bir engeldi. Hazırlıksız iktidarlar
yönetimde boşluk bırakıyorlar, iktidar boşluk kabul etmediğinden,
bürokrasi boşluğu derhal dolduruyordu; böylece yönetim bürokrasinin
eline geçiyor, iktidarların kabusu başlıyordu!.. İktidarlar, görevden
ayrılırken, ”bürokratik oligarşiyi aşamadık!” sözüyle ürettikleri mazeret,
gerçekte bürokrasi karşısında yenilgilerinin ilanıydı!.. Bürokrasinin hâkim
olduğu bir ülke değişemiyor, gelişemiyor ve kalkınamıyordu. Bürokrat
sonuç odaklı olmaktan uzaktı; sebep odaklı çalışıyor, hedeflere bir türlü
ulaşamıyordu. Geçmişte yapılanları aynen yaparak, hatta daha iyi yaparak
bir hedefe ulaşmak mümkün değildi…
Salman Doğa Genel Müdürlüğüne başladığında, genel müdürlüğe
Genel Müdür Muavini Haydar Artvin vekâlet etmekteydi. Haydar Artvin
Hüseyin Bostancı’nın yakın adamı olup, genel müdür olmak için epey
gayret sarf etmişti. Haydar Artvin 64 yaşında, fakülteyi bitirdikten sonra
bir makale bile okumamıştı. Salman genel müdür olduktan sonra
Salman’a geliyor, saatlerce konuşuyor; fakat bir şey söylemiyordu!
Salman yaşlı bir meslektaş olduğundan saygıda kusur etmemeye çalışıyor,
ama yoruluyordu. Haydar Artvin gerçekten çok zaman alıyordu. Salman
Haydar Artvin’den kurtulmanın çaresini, onu taşraya göndermekte
bulmuştu. Bu defa taşradaki bölge müdürleri Salman’ı arıyor, “Sayın
Genel Müdürüm Haydar Beyi bize göndermeyin, ‘ben bölge şefiyken...’
diye başlayan hikayelerinden arkadaşlarımız bıktılar! Bizim zamanımızı
alıyor...” diye şikayet ediyorlardı. Bu Haydar Artvin, Doğa Genel
Müdürü olma mücadelesi vermişti! Haydar Beyin kazara genel müdür
80 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
olması “negatif seçim”le
gerekiyordu!..
ifade edilemezdi, başka bir deyim bulmak
Haydar Artvin’in 65 yaşını doldurmasına bir ay kalmıştı. Salman,
Haydar Bey’i kırmamak için çok gayret sarf etmiş, yorulmuştu. Haydar
Beyi çağırmış, yıllık iznini kullanmasını teklif etmişti. Haydar Artvin son
güne kadar görevde kalmak istiyordu. Salman ise, bir an önce yeni genel
müdür muavininin göreve başlamasını istiyordu. Haydar Beye, “Haydar
Abi, sen izne ayrıl, yeni arkadaşı göreve başlatalım, ona biraz
tecrübelerini aktar ki, o da işleri öğrensin...” diye teklifte bulundu. Haydar
Beyin aklına yatmasa da, Salman’ın bu teklifine hayır diyemedi, izne
ayrıldı.
Yeni genel müdür muavini için Bakan Ovalı Antalyalı bir eleman
arıyordu. Önce Adana Bölge Müdürünü teklif etti. Adana bölge Müdürü
Veli Konya Antalyalıydı; fakat icraatlarıyla ilgili pis kokular geliyordu.
Ayrıca gelenekçiydi. Salman Bakan Ovalı’ya bu kişinin uygun olmadığını
söyledi, Bakan olgunlukla karşıladı. İkinci olarak Bakan Ovalı Mehmet
Yücekan’ı teklif etti. Mehmet Yücekan iyi İngilizce bilen, dünyayı
özümsemiş, yenilikçi bir elemandı. Salman tereddüt etmeden
mutabakatını bildirdi, görevlendirme yapıldı. Daha sonraları Mehmet
Yücekan Salman’a değişim konusunda çok yardımcı olmuş, büyük bir
boşluk doldurmuştu. Mehmet Yücekan tam bir pozitif seçimdi.
Bürokrasi tutucu, katı, hantal, beceriksiz, etkisiz ve yaratıcı güçten
yoksundu. Minnet duymaları gereken halka tepeden bakarlardı.
Bürokrasinin özü, insanların belirli kaidelere göre hareket edecek şekilde
programlanmasıydı. Bunların 50-100 yıldır devam ediyor oluşu, bugünün
ihtiyaçlarını karşılayamaması, bürokrat için sorun değildi. Bürokraside
değerlendirme çağdaş değildi. Bir inşaatta binanın bitip bitmediği önemli,
kaliteli yapıldığı ikinci derecede önemli! Ne kadara mal olduğu ise,
sorulmazdı bile? Günümüzde iş planlama mantığı değişmişti; en az
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 81
parayla, en çok iş üretilmeliydi! Yapılan işler uygun süreçlerle
uygulamaya konduğu halde, vatandaşa yansımıyorsa neticesizdi.
Değişiklik, yenilik bürokrasinin doğasına aykırıydı. Bu nedenle
bürokrasiye boşluk bırakan iktidarlar, başarısız olmaya mahkûm
oluyorlardı. Planlı, projeli gelen iktidarlar vizyon ortaya koyduklarında
bürokrasi en iyi şekilde çalışıyordu. Bürokrasi değişimden yana değildi,
tutucuydu; ama vatanseverdi...
Bürokratın kutsalı, koltuğuydu. Koltuğunu kaybetmemek için her
türlü! mücadeleye hazırdı. Şekilden şekile girer, renkten renge
dönüşürdü!.. Din hassasiyetli bir parti iktidar olursa, birçok bürokrat
mescide iner, namaza başlardı. Bunu tescil etmek için kimliklerini
mescitte düşürürlerdi! Kemalist bir parti iktidar olursa, aynı kişiler
yakasına Atatürk rozeti takar, rakı-şarap muhabbeti yaparlardı!..
Bürokratın tek kutsalı vardı; koltuğuydu! Bürokraside bütün stratejiler,
koltuk muhafazasına veya koltuk kapmaya yönelikti...
CUHAP’lı bir bürokrat, seçim sonrası ADAP’ın iktidara gelmesi
üzerine, eşinin ADAP’lı olduğunu ilan etmiş, bir süre sonra kendisinin de
oyunu hanımının isteği üzerine ADAP’a verdiğini söyleyerek, çok önemli
aile sırrını açıklamıştı(!) Bu tür geçişlerde bürokrasi çok esnek ve kurnaz
davranıyordu. Bir taraftan öbür tarafa geçmekte hiç sıkıntı çekmiyordu!
Daha kurnaz, burnu iyi koku alan bazı bürokratlar ise, seçim öncesinden
tedbirini alıyor, iktidar olacak partiden adaylık başvurusunda
bulunuyordu. On kişilik aday listenin dışında kalsa bile, iktidar partisinin
adayı olarak görevi, koltuğu yakalıyorlardı! Bürokrasi çok uyumluydu!..
Bu konumdan istifade ile, bürokrasiye, “kültürlü, lisan bilen, liyakatli
kişileri göreve getireceğiz.” dendiğinde, bürokrat hemen bu konulara
yönelmekte gecikmezdi. Bürokrasiyi yönetebilmek için DNA’sını bilmek
lazımdı...
Salman, yukarıdaki bilgilerin ışığında en iyi kadroyu - siyasi
görüşüne bakmaksızın- kurmaya çalışmıştı. Üst yönetime değişik siyasi
82 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
görüş sahibi, görevi en iyi yapacak olanları atamıştı. Daire başkanları ile
genel müdür yardımcılarına, her gün odasına gelerek 9.00-9.30 arası çay
içmeyi öneriyordu. Salman yarım saatte her daire başkanının yapacağı
işleri kafasındaki vizyona göre çerçevelendiriyordu. İyi bir lider; bütünü
yakaladıktan sonra, bütünü oluşturacak parçaları her daire başkanına
paylaştırmalıydı. Her daire için çizilecek çerçevenin içi doldurulduğunda,
bunlar üst üste konarak bütüne ulaşılacak, üretime dönüşecekti. Bir arada
olmanın ikinci yararı,
ekonomi ile ilgili bir konu teknik dairenin
yanında, hukukçuları da ilgilendiriyordu. Hep bir arada olduklarından, bir
anlayış birliği sağlanıyor, işlerin yapılması hız kazanıyordu.
Bir kurumda en kötü durum, uygulayıcılar arasında zihniyet,
politika ve anlayış birliğinin sağlanamamasıdır. Mesela: Bir grup devletçi
politikalar uygularken, bir diğer grubun liberal politika uygulaması ;bir
daire merkezi yönetim, bir diğeri yerel yönetim anlayışıyla çalışırsa, o
kurum işlevsiz hale gelirdi. Geçmişte iktidar olan partilerin Bakanları
arsındaki bu tür ayrışma, onları netice alamaz, çalışamaz hale sokmuştu.
Salman’ın niyeti; konu bazında tartışılarak, bütüne doğru giden, birlik ve
beraberliğin sağlanmasıydı.
Önceleri çok hevesle gelen üst kademe yöneticileri, zamanla
gelmemeye, yan çizmeye başlamışlardı. Yapılan değişimlerin hızına ayak
uydurmakta zorlanıyorlardı. Haklıydılar! Bu güne kadar böyle radikal bir
çalışmanın içinde olmamışlardı. Buna rağmen; Salman birlik beraberlik
sağlamanın yanında, daire başkanlarını devamlı sorgulamakta, işlerin
durumuyla ilgili bilgilere anında ulaşmaktaydı. Yapılan sohbetlerle onları
konularında sıkmadan, bıktırmadan yaratıcılığa ve yeniliğe
zorlamaktaydı. Bu durum daire başkanlarının daha özverili çalışmalarını
gerektiriyordu... Salman otoritenin iş bazında kurulmasından yanaydı.
Sabahları yoklama yapan amirler, yapacak işi olmayan, kurumlarını
toparlayamayan zavallı yöneticilerdi. Bir amirin kapıda yoklama yapması,
yetersizliğinin en büyük deliliydi!..
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 83
Gerçek lider ve kendini yenileyen insanın diğer bir özelliği de,
diğer insanlarla karşılıklı olarak verimli bir ilişkiye girmiş olmasıdır. Bu
ilişki esnasında “sevgi” denen sihirli bir anahtarı keşfedecekti. Böyle bir
insan sevgiyi almaya da vermeye de hazırdı. Bu ikisi sanılandan çok daha
zor başarılardı. Kendisini yenileyen insan, diğer insanlara güvenebildiği
gibi diğerlerinin de kendisine güvenmesine imkân veriyordu. Yaşamı
diğerlerinin gözleriyle görüp, diğerlerinin kalbiyle hissedebilirdi. Sevgi ve
samimiyet: Soyutlanmış benliğin katılıklarını eritiyor, yeni boyutlar
getiriyor, yargıları değiştiriyor ve insan ilişkilerinin dayandığı duygusal
temeli dengede tutuyordu. Sevgi öyle bir varlıktı ki, paylaştıkça artıyor,
insanlara dağıtıldıkça, dağıtana mutluluk veriyordu. Sevgi liderlikte en
güçlü silahtı. Bu silahı kullanmasını bilen her lider, mutlak başarıya
ulaşıyordu.
Kurumlarımızı bir bütün olarak görmeye alışmalıydık.
Kurumumuzu canlı bir organizma olarak algılamaya başladığımızda,
işlerin uyum içinde yürüdüğüne şahit olmaktaydık. Misyon, vizyon ve
hedefler açıklıkla tanımlanmalı ve herkesçe paylaşılmalıydı. Böylece
takım çalışmasının adımları atılmış olacaktı. Kısacası elemanlar bütünü
gördüklerinde, yaptıkları parçanın bütünün neresiyle ilgili olduğunu
görecek, daha bir şevkle çalışacaklardı. Osmanlı’da bir taş yontucusu
yapılacak camiyi kafasında canlandırdığı için, taşların caminin neresini
oluşturacağını bilmekte ve taşı dikkatle, sevgiyle yontmaktaydı. Bu
nedenle eski eserler çok kaliteli olmaktaydı. Bugün her şey paraya
endeksli olup, yontulan taş sayısına göre işlem yapılmaktaydı. Yapılan
cami de sanattan, estetikten yoksun, kaba bir taş yığınını olarak
gözlerimizi tırmalayordu…
84 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
HERŞEY KOLTUK İÇİN
Yürütmenin en önemli açmazlarından biri de, adam kayırmaktı.
Göreve gelir gelmez, alt kademede ne kadar görev isteyen kişi varsa,
devreye birçok arkadaş ve siyasi sokuyorlardı. Birçok yakın arkadaş
maalesef bu tavassutlara alet oluyorlardı. Çünkü bu durum
bürokrasimizde kurumsallaşmıştı. Ancak bazı kişiler, istedikleri görevlere
çok yabancı olsalar dahi, adam göndermekte tereddüt etmemekteydiler.
“Şu daire başkanını al, bu arkadaşı yerine ver.” Mantığı, en çirkin
olanıydı!.. Ben göreve geleyim!.. Ya oradaki kişi? Önemli değil!.. Etik
açıdan son derece çirkin bir anlayıştı... Boş görevler için yapılan
tavassutun bir dereceye kadar mantığı vardı. Ama öbür türlüsü, ahlaksız
teklifti!..
Salman geçmişte daire başkanı olacaktı. Genel müdür arkadaşıydı,
Salman’ın görev alması için ısrarlıydı. Bir çok daire başkanlığı görevi
teklif edilmiş, Salman bunları akçalı işleri çok olduğu için kabul
etmemişti. Neticede, planlama dairesi konusunda anlaşmışlardı. Genel
müdür planlama daire başkanını görevden alıp, yerine Salman’ı atamak
istiyordu. Salman buna şiddetle karşı çıktı. Oradaki arkadaşı, bir başka
daireye kaydırarak, yerine kendisinin atanmasını istedi; nitekim de öyle
oldu. Salman, “Planlama Daire Başkanını aldırttı, yerine kendi geldi!”
dedirtmedi. Bu, bir seviye, ahlak anlayışıydı!..
Görevde en sık tartışılan konular bunlardı... İlgili kişiyi çağırarak,
siz göreve geldiğinizde neler yapacaksınız? Bu konuyla ilgili bir rapor
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 85
hazırlayın! Denildiğinde, bocalama başlıyordu!.. Sonra, gelen rapordan
da anlaşılıyordu ki, mevcut daire başkanı, görev isteyen kişiden kat kat
üstündü. Salman birçok kişiye bu metodu uygulamış, başarı kazanmıştı.
Torpil isteyen kişiye,”Siz o dairenin işini mevcut kişiden daha iyi
yapacağınız konusunda beni ikna ederseniz, sizi derhal o göreve tayin
ederim.” dediğinde, o kişilerin zavallılığını ve çaresizliğini görmüştü.
Liyakate önem vermek, kalitelinin yerine, kalitesizin geçmesini önleme
bakımından önemliydi. Başarılı kişileri tayin ettiğinizi gösterdiğinizde,
birçok torpilin önünü kesmiş oluyordunuz. İsteklilerin içinde gerçekten
iyi yetişmiş, başarılı kişiler varsa, bunların göreve getirilmesi de ülke
yararınaydı.
Bürokrasi hiç durmaksızın hareket halinde olan bir sisteme sahipti.
Dışarıyla, siyaset ve iş dünyasıyla mücadele olmazsa, kendi içinde
mücadelesini sürdürüyordu. Bu mücadelelerin odağında tek bir hedef
vardı; “koltuk”. Bürokrat bu hedefe ulaşmak için, oyundan oyuna
geçiyordu. Birinci kaide, koltuğu verecek makamın gözü önünde
bulunmaktı. Öyle ya, gözden ırak olan, gönülden de ırak oluyordu. Bunun
için bir takım taktikler geliştirilirdi. Olur olmaz imzalar için Bakanın
Makamına gider, çalışkanlığını gösterirdi!.. Bu olayın farkına varamayan
Bakanlar, zamanlarının büyük kısmını saçma yazılara! İmza atarak
geçirirdi!..
Bakana imzaya giden bürokrat, her kartona bir yazı! Koyar, Üst üste
yığılmış kartonlarla işinin çokluğunu gösterirdi!.. Bakana saygısını
göstermek için, odaya girip Bakanla göz göze geldiğinde, hemen hamle
yapar, ceketinin önünü iliklerdi!.. Odaya girmeden düğmesi iliklenmiş
ceketten Bakanın haberi bile olmazdı!.. Bütün bunlar bürokratın Bakanın
ayakları altında gezmesi, onun etrafında bulunması için ortaya konan
üstün zekânın(!) Maskaralıklarıydı. Bürokrat bunları ya koltuğunu
korumak, ya da daha üst bir makam elde etmek için uygulardı. Bakanın
huzurunda yapılan konuşmalar ise, klasiklere girecek değerdeydi! Bakan
ne derse hemen tasdik edilirdi. Sırayla, Bakanın söylediklerinin fazileti!
86 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
üzerine konuşma yapılırdı... Mesela; Bakan: ”Şu pencereleri kaldıralım!”
diye saçma sapan bir şey söylese... Sırayla söze girilir,
— İsabet buyurdunuz Sayın Bakanım! Bu konuyu şimdiye kadar
kimse göremedi!.. Siz ilk bakışta konuyu kavradınız!..
— Çok iyi bir karar, Sayın Bakanım! Bu yolla, odadaki oksijen
oranı artacak!.. Hepimiz bol oksijen alacağımız için, daha sıhhatli
olacağız!..
— Sayın Bakanım, bu isabetli kararınızla; pencereler dışarı
görüşünü engelliyordu, şimdi görüntü bir kat daha güzelleşecek! Bu
odada oturmak bir zevk haline gelecek artık!..
— Bu düşünceniz, icraatınız Ankara’da bir ilk olacak, Sayın
Bakanım! Diğer Bakanlar sizin yaptıklarınızı görmeye gelecekler, herkes
bayılacak bu işe, efendim!..
— Sıra size geldiğinde, “Sayın Bakanım, pencereler söküldüğünde
oda toza, yağmura ve kirlenmeye açık olacak. Bu görüşünüzü bir daha
gözden geçirseniz…” dediğinizde, havaya girmiş olan Bakan içinden,
“Bu Salman gerçekten inatçı, bu kadar kişinin onayladığı bir şeye
muhalefet ediyor. Tavırlarından da dik kafalı olduğu belli oluyor…” diye
düşünmeye başlayacaktır.
Bu tür saçmalamalar sürer gider... Bakan tecrübesizse, anında ayağı
yerden kesilir... Havaya atılır... İnsan beğenilmeye karşı son derece
zayıftır; konu saçma sapan olsa bile… Yere düşerken tutulmaz, beli
incinir!.. Bakanlar bellerinin incindiğinin, ancak Bakanlıktan ayrılırken
farkına varırlardı!.. Görevden ayrıldıktan sonra sık sık, “Bir daha gelirsem
ben yapacağımı bilirim!..” diyen yöneticilerin mutlaka beli incinmişti!..
Geçmiş olsun!..
Hani, padişah fıkrası vardır; padişahın yağcısı bir gün, padişahın
patlıcanı çok sevdiğini söylemesi üzerine, patlıcanın faziletlerini anlata
anlata bitirememiş... Bir başka gün padişah patlıcanı sevmediğini
söylemiş. Yağcı başlamış patlıcanın kötülüğünü, zararlarını anlatmaya...
Padişah bu duruma sinirlenmiş, yağcısına:
— Bu ne biçim iş!.. Geçen patlıcanın faziletini anlatıyordun, Bu gün
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 87
kötülüğünden bahsediyorsun, demiş.
Yağcı:
— Aman Padişahım! Ben patlıcanın değil, sizin dalkavuğunuzum!..
demiş.
Osmanlı Döneminde padişahların kadrolu dalkavukları vardı.
Bunlar padişah sıkıldığında onu neşelendirir, eğlendirirlerdi.
Kadrolar dolu olduğu için kimse o kadroya talip olmazdı.
Cumhuriyetle bu kadrolar kaldırıldı. Kadrolar boş olduğundan,
herkes dalkavukluk kadrosuna oynuyor!.. Bu nedenle dalkavuğu bol
bir ülkeyiz!..
Bürokratların gayretkeşliğine derman yetmiyordu! Üstlerine vazife
olmayan işleri yapmaya bayılan bürokrat sayısı az değildi. Bir defasında
Salman Ankara’dan İstanbul’a gidiyordu. Şoför sürat yapmış, trafik
polisleri Salman’ın da içinde bulunduğu arabayı ceza kesmek için
durdurmuşlardı. Araba sivil plakalı olduğundan polislerin dikkatini
çekmemişti. Şoför arabadan inerek trafik polislerinin yanına gitmiş, ceza
ödememek için polislere:
— Arabada “Makam” var. İşimiz de acele onun için sürat
yapıyorduk, demiş.
Polis:
— Affedersiniz!.. Tamam, anlaşıldı, buyurun ehliyet ve ruhsatınız...
Diyerek aldıklarını saygılı bir şekilde iade etmişti.
Sonra yola devam edilmişti. Fakat geriden bir polis arabası
Salman’ın arabasını takip ediyordu. Bolu, Düzce ve Adapazarı’nı
geçtikleri halde takip devam ediyordu. Belki de her il hududuna girdikçe
polis arabaları değişiyordu. Nihayet, İzmit’e gelindiğinde yol üzerine
barikat kurulmuş, onlarca kişi arabayı bekliyordu. Salman uzaktan Doğa
Müdürlüğü elemanları zannedip, sinirlenmişti. Çünkü bütün teşkilata
tamim yayınlayarak, kendisi dâhil her türlü makam karşılamasını
88 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
yasaklamıştı. En çok kızdığı; lüzumsuz, şatafatlı, samimiyetten uzak
karşılamalar; makam dalkavukluğuydu. Barikata yaklaştıkça, görüntüler
ortaya çıkmaya başlamıştı. Başta İzmit Valisi Göksel Aydınlı olmak
üzere, emniyet amiri, jandarma komutanı ve diğer vilayet üst kademe
zevatı... Salman arabadan indi, Valinin elini sıkarken, bir şey
anlayamamanın şaşkınlığıyla,
— Merhaba Sayın Valim, hayrola birisini mi karşılayacaksınız?
— Hayır, Sayın Genel Müdürüm, “Bakan” geliyor, demişlerdi de!..
— Ne Bakanı?
— Polis anonslarında Bakan geçiyor denildi de, biz de ilimize davet
edelim demiştik...
— Öyle mi... Belki birazdan gelecektir...
— Genel Müdür Bey!.. Buyurun bir kahvemizi için!..
— Teşekkür ederim, Sayın Valim! Vaktimiz yok, hemen gitmeliyiz.
Size iyi günler!..
Salman arabaya binip, yola koyulduğunda, karşılama heyeti de
yavaş yavaş vilayete dönmeye başlamıştı.
Salman’ın şoförü,
— Sayın Genel Müdürüm, polis durdurduğunda ben arabada
“Makam” var demiştim. Sanırım polis yanlış anlamış, “Bakan” var
şeklinde vilayete bildirmiş.
Konu anlaşılmıştı!.. Fakat Bakan olsa bile, sivil plakalı bir arabayla
seyahat ediliyordu. Karşılama töreni hazırlama tamamen Valinin kendini
gösterme merakından başka bir şey değildi. Aynı şeyi Bolu, Düzce,
Adapazarı valileri de yapabilirlerdi; ama, yapmamışlardı. Olay İzmit
Valisi Göksel Aydınlı’nın bayat bürokrasi taktiğinden, başka bir şey
değildi. Bazı bürokratların gayretkeşliğine derman yetmiyordu!..
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 89
SİYASETÇİ HİÇ DOYMAZ
Siyasilerin hiç bitmeyen istek ve arzuları, sıkıntı yaratmanın yanında,
çok da zaman alıyordu. Birçok projenin yapılması, elemanların motive
edilmesinin yanı sıra, bir de siyasilerin ipe sapa gelmez istekleri girdikçe,
çalışmaların motivasyonu bozuluyordu. Salman istiyordu ki; önü açılsın,
kurumun işleyişini az para ile çok hizmet üretir hale getirsin; ama,
olmuyordu!.. Bürokratlar kendi çalışmalarıyla baş başa bırakılsa,
hazırlayacakları projelerle halkın gelirini artıracak, refahını geliştirecek
neticeler ortaya koyacaklardı. İktidar partisi bu projeleri uygulayarak,
halkın nezdinde prestij kazanıp, daha çok oy alacaktı. Bunu, bir türlü
anlayamadılar!..
Samsun Milletvekili Erhan Özçelik, bürokraside üst kademe
görevlerinde bulunmuş, Salman’ın bürokrasiden tanıdığı bir
parlamenterdi. Samsun Bölge Müdürüne takılıp kalmıştı!.. Salman’a
geldikçe Bölge Müdürü Muhlis Yüklü’nün görevden alınmasını, bölge
dışına çıkarılmasını istiyordu. Milletvekili Erhan Özçelik’e göre, Bölge
Müdürü ADAP’lıydı!.. DKP için çok zararlı oluyordu; mutlaka bölge
dışına çıkarılmalıydı. İşin aslına bakıldığında, olay tam bir tiyatroydu.
Erhan Özçelik Samsun’a her gelişinde il hududunda bürokratlarca
karşılanıyordu. Muhlis Yüklü bir defasında karşılamaya gelemediği için,
Milletvekili Erhan Özçelik tarafından aforoz edilmişti!.. Görevden alma
konusunda parti teşkilatı da işin içine girdikçe, konu güç gösterisine
dönüşüyordu. Siyasetçiler bürokratlar üzerinden, halka güçlerini
gösteriyorlardı!.. Zavallı bürokratlar!.. Kaderleri siyasetçilerin onlara
90 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
biçtiği dar elbisenin içine sıkışıp kalmıştı...
Salman, Samsun Bölge Müdürü Muhlis Yüklü’yü iyi tanımıyordu.
Muhlis Yüklü’yü kime sorduysa, pozitif sinyaller alıyordu; dürüst,
çalışkan, aktif bir karakter ortaya çıkıyordu. Muhlis Yüklü’yü daha
yakından tanımak için, Ankara’ya çağırdı, kendisini kabul etti. Salman:
— Muhlis Bey, nedir Samsun’daki sorun?
— Sayın Genel Müdürüm, gerçekten bunalmış bir vaziyetteyim!..
Samsun’da çalışmak mümkün değil, efendim...
— Ne oluyor? Niçin çalışamazsın?
— Efendim, siyasetçiler her hareketinize müdahale ediyor... Bir
memurun yerini değiştirmek için dahi, siyasilere haber vermek
zorundayız, efendim.
— Peki, milletvekiliyle niçin çatıştınız?
— İnanın benden kaynaklanan bir sorun yok, efendim... Milletvekili
Samsun’a her gelişinde karşılama hazırlanır. Son gelişinde ben
arazideydim, gelemedim. Suçum bu, efendim...
— Peki, kapatalım bunları... Gelecek için ne düşünüyorsun?
— Samsun’da kalmak istemiyorum, efendim. Bıktım, orada
çalışmaktan. Beni, uygun göreceğiniz bir görev için başka bir yere tayin
ederseniz, mutlu olurum efendim.
— Ankara’da çalışmak ister misin Muhlis Bey?
— Hiç önemli değil efendim, neresi olursa çalışırım...
— Peki, Genel Müdürlüğün Üretim politikasına nasıl bakıyorsun?
— Üretim metotlarını değiştirmeli, daha ekonomik çalışmalıyız…
Sayın Genel Müdürüm. Müsaade ederseniz, bu konuda bir rapor
hazırlayabilirim, efendim.
— Peki, anladım Muhlis Bey, seni Ankara’da bir daire başkanlığı
için düşünüyorum... Aramızda kalsın... Ben gerekli temasları yaptıktan
sonra sana bilgi veririm.
— Teşekkür ederim, Sayın Genel Müdürüm. İtimadınıza layık
olmak için bütün gücümle çalışırım... Önemli olan, sizinle çalışmak;
hangi görev olursa olsun...
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 91
— Teşekkür ederim, Muhlis Bey...
Salman, Muhlis Beyle görüşmesinden memnun kalmıştı. Muhlis
Bey gerçekten, söylenildiği gibi akıllı, çalışkan, değişimci, vizyoner,
dürüst bir elemandı. Salman, boş olan Satışlar Daire Başkanlığı için en iyi
elemanı bulmuştu. Sevinçliydi!.. Fakat bir sorun vardı; Muhlis Yüklü
milletvekili tarafından aforoz edilmişti. Bakanın ve milletvekilinin olaya
tepkisi ne olacaktı? Kararını verir vermez, soluğu Bakanın yanında aldı.
Bakan Ovalı’nın neşeli bir anını yakalamıştı, Bakana:
— Sayın Bakanım, Samsun Bölge Müdürünü görevden alıyoruz;
fakat bu arkadaş çok yetenekli...
— Evet!..
— Bu arkadaşı boş olan Satışlar Daire Başkanlığına atamak
istiyorum, müsaadeniz olursa... Orası benim için çok önemli...
Biliyorsunuz hala kaliteli bir eleman bulamadım...
— Çok istiyorsan atamasını yapalım, Abdullah Bey!
— Teşekkür ederim, Sayın Bakanım!.. Yalnız, bir sorun var!..
Samsun Milletvekili Erhan Özçelik!..
— O ne karışıyor kardeşim!.. Adamı bölge dışına çıkar dedi,
çıkardık. Nereye istersek oraya veririz. Milletvekillerine bu kadar çok
taviz verirsek, bizi çalıştırmazlar burada...
— Erhan Özçelik size mutlaka gelecek, efendim. Sorun çıkar diye
çekiniyorum!..
— Boş ver canım, sen tayini yaz getir. Ben gerisini hallederim!..
— Teşekkür ederim, Sayın Bakanım!..
Salman Bakandan beklediği desteği, her zamanki gibi almıştı;
yanılmamıştı... Şimdi, Erhan Özçelik rüzgarını savuşturmalıydı. Muhlis
Yüklü hemen göreve başladı!.. Muhlis Yüklü gerçekten çok çalışıyordu.
Satışlar Dairesine yeni bir anlayış getirmekte gecikmedi...
Milletvekili Erhan Özçelik telefonla Samsun’dan Salman’ı arıyordu:
— Abdullah Bey, orada neler oluyor kardeşim!..
92 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Merhaba Sayın Milletvekilim, hayrola ne olmuş?
— Kardeşim bizim buradan başarısız diye gönderdiğimiz, ADAP’lı
adamı terfi ettiriyorsunuz, bu ne biçim anlayış!..
— Sayın Milletvekilim, arkadaşı görevden alın dedin, aldık!..
Samsun dışına çıkarın dedin, çıkardık!.. Nereye tayin olacağına da
müsaade edin, biz karar verelim!..
— Tamam kardeşim, ama... ADAP’lı adamı terfian üst göreve
getirirseniz, biz burada partiyi nasıl elde tutarız... Sizin yüzünüzden bizim
saygınlığımız sarsılıyor...
— Sayın Milletvekilim, ADAP’lılıkla arkadaşımızın bir ilgisi yok.
Bu işe siyaseti fazla karıştırmayın, lütfen...
— Ne demek bu, adamı sen bizden iyi mi tanıyorsun? Yalan mı
söylüyoruz? İftira mı ediyoruz?
— Sayın Milletvekilim, Ankara’ya gelince bana uğrarsan, daha
geniş konuşuruz!.. Bekliyorum...
— Bu işi sonuna kadar takip edeceğim!.. Bakanla... Gerekirse
Başbakanla görüşüp, o tayini geri aldıracağım!..
— Takdir sizin, Sayın Milletvekilim...
Salman durumu Bakana ayrıntılarıyla anlattı. Bakan Ovalı siyasi
konularda kendinden çok emindi. Salman’a,
— Sen merak etme, ben o işi hallederim. Bir adamları var Fehmi
Balık, onun bölge müdürü olmasını istiyor, bu konuda ısrar ediyorlar...
Onun tayinini biraz geciktirirsek, Muhlis Yüklü’yü unuturlar!..
— Sayın Bakanım, bu arkadaş konusunda hiç iyi referans gelmiyor.
Çok zayıf bir yönetici. Erhan Özçelik kendine uşak, kullanacak adam
istiyor. Fehmi Beyden bölge müdürü olmaz, efendim.
— Ne yapalım canım, her şeyi bir arada yapma gücümüz yok!..
Siyaset taviz alma, taviz verme dengesi üzerine kurulur. Bazen
istemediğin şeylere göz yumacaksın... Hep alayım dersen kaybedersin...
— Haklısınız...Teşekkür ederim, Sayın Bakanım...
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 93
Salman, Bakanın huzurundan mutlu olarak ayrılıyordu. Yeni tayin
edilecek Fehmi Balık konusunda, içinde bir burukluk vardı. Bu kişi
gerçekten bölge müdürü olmaya layık birisi değildi. Aslında siyaset,
yürütmeyi bu şekilde çürütüyordu. Şu adamı görevden al, Bu Adamı
yerine ver. Böyle uygulamalar, bürokrasinin etkinliğini yok ediyordu.
Beğenilmeyen amiri almanın izahı olabilirdi... Ama “Bu Adamı yerine
istiyoruz”, anlamsız ve zararlıydı. Siyasetçilerin tayin ettiği kişi, kendini
onlara borçlu hissediyor, sadece onlara hizmet veriyordu. Böylece kirli
ilişkiler başlıyor, yolsuzlukların altyapısı hazırlanıyordu!..
Erhan Özçelik, Muhlis Yüklü konusunda epey baş ağrıtmış, netice
alamamıştı. Fehmi Balık’ı Bölge Müdürü tayin ettirdikten sonra, keyfi
yerine gelmişti.
Fehmi Balık, denilenleri yapıyor, siyasilerin isteklerini derhal yerine
getiriyordu. Salman durumu sıkıntılı gördüğünden, bölgeye sık sık
müfettişler göndererek, yapılanları kontrol altına almak istiyordu.
Parlamenter sistemin en büyük kusuru burada başlıyordu. Yasama ve
yürütme bir kişiye bağlı idi; Başbakana. Bu durum kuvvetler ayrılığını
yok ediyor, sistemin çürümesini hızlandırıyordu.
Yangın mevsimi gelmiş, son sürat yangın hazırlıkları yapılıyordu.
Genel Müdür Muavini Ferit Çakar, yangın bölgesi olmayan Samsun’da
dört treyler, yangına hassas bölgelerin başında gelen Adana’da da dört
treyler olduğunu söylemiş, Samsun’daki treylerlerden birinin Adana’ya
gönderilmesini istemişti. Salman, Ferit Çakar’a,
— Ferit Bey, talimat ver! Samsun’daki treylerin biri Adana’ya
gönderilsin, dedi.
Ferit Çakar odasına dönüp, Bölge Müdürüne Genel Müdürün
talimatını ulaştırdığında, Bölge Müdürünün cevabı:
— İl Başkanına sorayım! Uygun görürse gönderelim, demişti.
94 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
Ferit Çakar durumu Salman’a ulaştırdığında, Salman’ın sigortası
atmıştı!.. “Bu kadarı da fazla!.. 25 yıldır bu teşkilatta çalışırım, böyle bir
olay hiç duymadım!..” dedi, Fehmi Balık’ın telefona bağlanmasını
söyledi. İki dakika sonra, Fehmi Balık telefondaydı.
Salman:
— Kardeşim sen ne biçim Bölge Müdürüsün?!..
— Emredin Sayın Genel Müdürüm!..
— Neyi emredeceğim? Sen oranın yönetimini parti il başkanına mı
bağladın?
— Aramızda bir koordinasyon kurduk, Sayın Genel Müdürüm!..
— Benim treylerlerimin nereye gideceğine Samsun il başkanı karar
verecekse, ben burada oturup Genel Müdürlük yapamam!..
— Sayın Genel Müdürüm, şimdi emir verip treyleri yola
çıkaracağım, efendim.
— Hayır, çıkarma... İstemiyorum!.. Sen Bölge Müdürü olarak, bir il
başkanından emir almaya utanmıyor musun?
— Sayın Genel Müdürüm, konu yanlış anlaşıldı...
— Konuyu gayet net anladım!.. Bundan sonra, seni Bölge Müdürüm
olarak tanımıyorum. Bana da Genel Müdürün olarak sakın gelme!.. Git!..
İl başkanınla görüş... Yazıklar olsun sana.... Devleti ayaklar altına aldın!..
Salman pür hiddet, şiddet saçıyordu. Hiç bir şeye bu kadar
kızmamıştı. Devlet terbiyesi almak bir bürokrat için çok önemliydi.
Tavizin de bir hududu vardı. Hudutsuz taviz, devletimizi yıpratmış,
zayıflatmıştı. Devlet göçtü mü, her şey biterdi. Yakın tarihte, Azerbaycan
ve Habeşistan’da devlet çökmüş, halk altında kalmıştı. Salman’ın şu anda
en çok istediği Fehmi Balık’ı görevden almaktı; fakat mümkün değildi.
Bir kere milletvekili aritmetiği çok hassastı. Diğer taraftan koalisyon
ortakları birbirlerinin kararnamelerine ambargo koyuyor, hiç bir
kararname imzadan çıkmıyordu. Salman Fehmi Balık olayını teşkilatın
her kademesinde anlatıyor, bölge müdürünü teşhir ediyordu. Teşkilat bu
durumdan gerçekten rahatsız olmuştu. Fehmi Balık teşkilat nezdinde az
olan itibarının geri kalanını da yitirmişti. Teşkilat, Salman’ın bu konudaki
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 95
aşırı tepkisini, Fehmi Balık Ankara’ya geldiğinde onu odasından
kovmasını, olumlu karşılamıştı!..
ALTINA HÜCUM
Basın hürriyeti, demokrasinin vazgeçilmez bir kuralı olduğu kadar,
bürokrasinin de can kurtarıcısıydı. Basın hürriyeti olmasa, birçok
siyasetçi, bürokratları kirli emellerine daha çok alet ederdi. Basında yer
alma korkusu, birçok siyasinin ve iş adamının yanlış iş yapmasını önleyen
bir sigortaydı. Ancak ülkemizdeki her meslekte olduğu gibi basının da her
zaman doğru çalıştığını söylemek mümkün değildi.
Doğa yangınları çok geniş alanlarda meydana geldiği için,
söndürme faaliyetleri için her zaman yol bulmak mümkün değildi. Bu
durumlarda havadan yangın bölgesine işçi indirme gereği vardı. İlk yirmi
dakikada müdahale edilen her yangın söndürülebilirdi. Havadan
müdahale için kullanılan helikopterler, bu tür yol imkanı olmayan
yangınlarda önemli işleve sahipti. Yılda on adet yangın helikopteri
kiralanmakta, bu iş için kapalı zarf usulü ihale yapılmaktaydı. Kurum
fiyatları biraz daha aşağı çekebilmek için, kapalı zarf sonrası en düşük
fiyat veren iki firmayı pazarlığa oturtmakta, fiyatları daha da aşağı
çekmekteydi. Aşırı rekabet sonucu ortaya çıkan fiyatlar, firmaları zarara
sürüklüyordu. Daha çok zarar etmek istemeyen firma teminatını yakıyor,
hizmeti yapmıyordu.
Geçmiş yıllarda uygulanan bu sistem başarısız sonuçlar vermiş,
ihalelerin tekrarlanması neticesini doğurmuş, bazı kokuların çıkmasına
neden olmuştu. Genel Müdür Salman bu durumları bildiğinden, pazarlığı
kaldırmış, ihaleyi kapalı zarf usulü ile açık, herkesin huzurunda yapmış,
neticelendirmişti. İhale çok şeffaf olmuş, helikopterlerin temininde
96 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
gecikme tehlikesi yaşanmamıştı. Esasen göz göre göre zarar eden özel
sektörden verimli hizmet almak olası değildi.
İhaleden bir süre sonra, Salman yoğun bir şekilde çalışırken ulusal
gazetelerden birinin muhabiri görüşme isteğinde bulunmuştu. Salman
ahizeyi aldığında duyduğu cümleler canını sıkmıştı. Telefondaki muhabir:
”Sayın Genel Müdür, helikopter ihalenizle ilgili pis kokular geliyor!.. Bu
konuda ne diyorsunuz?” diyordu. Salman kendinden emin bir şekilde:
”Sayın Muhabir, biz gayet şeffaf bir ihale yaptık. Bu konuda şüpheye yer
verecek bir durum yoktur. Konuyla ilgili inceleme yapmak isterseniz,
bütün ihale evraklarını takdime hazırım. Lütfen inceleyin ona göre karar
verin.” demişti. Konuyu tekrar değerlendirme sözü veren muhabir,
Salman’a telefonda söylediklerini, ertesi gün gazetede “ihalede pis koku”
başlığı altında yazıyordu!. Yapacak bir şey yoktu. Bazı hususları sineye
çekmek gerekiyordu. Bir açıklama gönderilerek konu kapatılmıştı.
Muhabirin niyeti birçok kurumda olduğu gibi bir hata yakalayarak, ülke
yararına! Bir şeyler elde etmekti. Salman’ın kendinden emin cevabını
alınca, ülke yararından! Vaz geçmişti. Malum, çağımızda herkes kendisi
için bir şey istemeden! Sadece ve sadece ülke yararı! İçin çalışmaktaydı.
Bu nedenle hiçbir bürokratın yapmayacağını, ihale dosyalarını
incelettirmeyi teklif eden Salman’la görüşmenin yararsızlığını anlamıştı!..
Buradan ülke yararı! İçin bir şey çıkmayacaktı…
Göreve yeni gelen Bakan ve bürokratlara en çok sıkıntı verenlerin
başında, akraba ve tanıdıklar gelmekteydi. Salman geniş bir aileye sahipti.
Dokuz kardeş, ellinin üzerinde yeğeni vardı. Bunlardan bir tanesi, kısa
yoldan köşe dönme meraklısıydı! Erhan Salman dur durak bilmiyordu.
Salman’ın birçok kez ikaz etmesine rağmen işletmeleri dolaşıyor,
Salman’ın yeğeni olmasının avantajını paraya çevirmeye çalışıyordu.
Salman bu konuda, ilgili müdürleri ikaz etmiş, yanlış bir davranışta
bulunmamalarını tembihlemişti. Kanunsuz yapılan her işin sorumlusunun
kendileri olacağını onlara hatırlatmıştı. Biraz vakit alıcı bir iş olmuşsa da
mesele çözülmüş, konu ilgililerce anlaşılmıştı.
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 97
Bakan Ovalı da akraba ve yakınları konusunda sıkıntılıydı! Birçok
adam türemiş, ben Bakanın akrabasıyım diye iş takibine başlamışlardı.
Bakan Ovalı bu konularda kesin tavrını ortaya koymuş, bu kişileri etkisiz
hale getirmişti. Yakın akrabalarından bir tanesi ile başa çıkmakta
zorlanıyordu. Bacanağı olarak iş takibine gelen Levent Gökbudak sıkıntı
yaratıyordu; Doğa Genel Müdürlüğüne ait bir depo yerini golf sahası
yapmak isteyen bir firmanın işini takip ediyordu. Bu işin mümkün
olmadığı ikazlarına aldırış etmeden,
neticelendirmeye çalışıyordu.
Sonunda Salman’la görüşen Levent Gökbudak işin sonuçlandırılmasını
istiyor, aksi takdirde konuyu Bakana götüreceği tehdidinde bulunuyordu.
Salman bu işin gerçekleşmesinin imkânsızlığını ne kadar anlatmaya
çalışmışsa da netice alamamıştı. Konu Bakana intikal etmiş, Bakan
Salman’ı makamına çağırmıştı. Salman odaya girince, bacanağı Levent
Gökbudak’ı yalnız bırakarak, Salman’ı arka odaya almıştı.
Salman’a:
— Abdullah Bey, bu meselenin aslı nedir? Bana izah eder misin?
— Anlatayım Sayın Bakanım, Levent Bey halen kullanmakta
olduğumuz bir depoyu kapatıp, golf sahasına tahsis etmemizi istiyor.
Başka boş alan bulduğu takdirde kendisine izin vereceğimizi, ama bu
alanı veremeyeceğimizi söyledim. Teşkilatımız bu durumu asla kabul
etmez efendim!.. Ama Levent Bey laf anlamıyor, beni hep sizinle tehdit
ediyor!..
— Tamam ben onunla konuşurum… Kimseye laf anlatmak zorunda
değiliz!.. Kim olursa olsun…
— Üstelik efendim, Levent Bey bu işi kendi işi olarak değil, başkası
için, komisyon karşılığı takip ediyor. Bu mesele duyulur ve mutlaka
gazetelere geçer efendim. Bizim başımız ağrır!..
— Anladım, Abdullah Bey!..
Bakan kızgınlıkla öbür odaya geçti, sinirli bir şekilde bacanağı
Levent Beye:
— Ayıp değil mi Levent? Bu işin sorunlu olduğunu Abdullah Bey
sana anlatmış… Niçin ısrar ediyorsun?
— Abi, basit bir mesele aslında, ben de birkaç kuruş kazanacağım
98 ____________________________________________________ Koltuk Savaşı
buradan!.. Abdullah Bey konuyu biraz büyütüyor… Dedi, Levent Bey.
Bakan Ovalı:
— Levent uzatma!.. Para kazanmak için Benim Bakan olmamı mı
bekledin? Bu iş olmayacak!.. Seni bu Bakanlıkta bir daha iş takip ederken
görmeyeceğim!..
Salman’a dönerek:
— Abdullah Bey, sana talimat veriyorum!.. Benim oğlum dahil, kim
gelirse gelsin, hiçbirinin işini yapma kardeşim, dedi. Noktaladı…
Salman şaşırmıştı! Hiç beklemediği bir olaya şahit olmuştu.
Bakandan, bacanağına karşı böyle bir tavır hiç beklemiyordu! Bakan
gerçekten oğlu ve kardeşleri ile ilgili birçok kısıtlama koymuş, bunları
ciddiyetle uygulattırmıştı. Antalya Bölgeye yazı yazarak, bölgedeki
arabalarımızın kardeşinin benzin istasyonundan yakıt almasını
yasaklamıştı!.. Salman Bakanla çalışmaktan mutlu oluyordu. İnsanlarla
yakın çalışmadıkça, onlar hakkında verilecek hüküm doğruluk
kazanmıyordu!..
Bakan Ovalı doğru, dürüst bir politikadan hiç ayrılmamış,
doğruluğu icraatlarına rehber edinmişti. Bu gibi konular sözle
söylendiğinde bir değer taşımıyor. Hayata uygulandığı zaman, insanların
dürüst olup olmadıkları ortaya çıkıyordu. Elinde hiçbir yetki olmayan
birisi, dürüst olduğunu söylüyorsa, bunun bir değeri yoktu. Dürüst adam;
eline imkân geçtiği halde, bu imkânları kötüye kullanmayan, yolsuzluğa
bulaşmayan kişiydi. Hani çok güzel bir deyimimiz var, “makamla veya
parayla denenmeden insan karakteri anlaşılmaz.” Diye.
Politikada ve bürokraside ’’ahlaklı insan’’ seçmek, istenen neticeyi
sağlamıyordu. Bunun için en doğru yol; seçmenin, politikacının ve
bürokratın uyması gereken kuralları açıklıkla belirlemekten geçiyordu. Bu
konuda Prof. Buchanan şunları söylemişti: “Politikayı ıslah etmek için,
içinde politika oyununun oynandığı kuralları ıslah etmek, reforma tabi
Abdurrahman Sağkaya ____________________________________________ 99
tutmak gerekir. Politikanın ıslahı için iktidarlarını ‘toplumsal çıkar’ için
kullanacak, ahlaki yönden daha üstün kimselerin seçilmesi gibi bir
öneriye yer yoktur. Bir oyun kuralları ile belirlenir. Daha iyi bir oyun
ancak kuralları değiştirmek suretiyle elde edilir.”.
Ülkemizde
politik rekabet kıran kırana geçiyordu. Bu durum
kazanmak için daha çok para gerektiriyordu. Güce sahip olmak için daha
çok paraya ihtiyaç! Duyuluyor, sistem yolsuzluk üretiyordu. Politika
çarkı; siyaset merdivenin ilk basamaklarında çok dürüst olan bir kişiliği
yukarı çıktıkça öğütüyor, ondan ilkesiz, kemiksiz ve yuvarlak yeni bir
yaratık! Oluşturuyordu.
Salman bir defasında politikanın aksakallarından doğulu bakan
Kamuran Anan’ın sohbetinde bulunmuştu. Kamuran Anan anlatıyordu:
“Bizim Genel Başkan yanına alacağı bir kişinin önce gururunu kırar,
sonra şahsiyetini yok eder, en sonunda da bel kemiğini alır; onu dik
duramaz hale getirir. Şayet bunları kabul etmeyen biriyle karşılaşırsa,
dirsekleyerek kadro dışına çıkarır.” Demişti. Ülkemizde böyle başarılı!
Genel Başkanlar, kimliksiz, bel kemiği alınmış kemiksiz! siyasetçiler
varken; sistemin politik çürüme ve yolsuzluk üretmesi kaçınılmazdı!..
Malatya Bölge Müdürü emekli olmuş, yerine birisinin atanması
gerekiyordu. Malatya, Kültür Bakanı Prof. Dr. Mehmet Çürük’ün seçim
bölgesiydi. Bu nedenle Mehmet Çürük devredeydi. Doğa Bölge
Müdürlüğüne tayin edilecek kişi, Bakan Çürük için çok önemliydi. Bakan
Çürük, isim tespiti için Bakan Ovalı’dan ricada bulunmuş, Bakan Ovalı
da ricayı kabul etmiş, tespit edilecek ismi beklemeye koyulmuştu.
Bir akşam, Bakan Ovalı Salman’ı makamına çağırmış, Kültür
Bakanı Mehmet Çürük’ün Bölge Müdürlüğü için kendisine verdiği ismi
Salman’a vermiş, tayinini yazmasını istemişti. Salman, Malatya Bölge
Müdürlüğü için Danyal Uçuran’ın ismini okuyunca afalladı... Bocaladı!…
Pes doğrusu, bu kadarı da olmazdı!.. Prof. Seviyesindeki bir Bakanın
100 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
verdiği isim, insanı gerecek, sıkıntı verecek bir isimdi!.. Bakan Ovalı,
Salman’ın hareketlerinden işin içinde bir tuhaflık olduğunu hissetmişti.
Merak içinde:
— Ne oldu? Benim bilmediğim bir şey mi var? Abdullah Bey!..
— Evet, Sayın Bakanım!.. Danyal Uçuran’dan Bölge Müdürü
olmaz, efendim.
— Niçin olmaz? İzah eder misin? Abdullah Bey…
— Danyal Uçuran, zimmetten iki kere mahkum olmuş, iki yolsuzluk
davasının da mahkemesi sürüyor. Davalardan biri, zimmet davası… Ağır
cezada yargılanıyor! Sayın Bakanım…
— Abdullah Bey, Kültür Bakanı bu isimde çok ısrarlı... Bütün parti
teşkilatı da bu ismi istiyormuş! Yapılacak bir şey yok!..
— Bu Adamdan Bölge Müdürü olmaz, efendim. Her şeyi satar, Bu
Adam! Yarın mahkeme kararı da açıklanırsa rezil oluruz, Sayın
Bakanım!..
— Abdullah Bey, beni bu Kültür Bakanıyla çatıştırma!.. Yaz gel bu
tayini, ne olacaksa olsun!..
— Peki, Sayın Bakanım!..
Salman sinirli bir şekilde, tayini yazdırmak için odasına indi,
Personel Müdürü İsmail Bey’i çağırdı. Personel Müdürü Bölge
Müdürlüğü için kendisine verilen ismi okuduğunda, Salman’a öyle bir
baktı ki!.. Salman, gözlerini kaçırmak zorunda kaldı. Personel Müdürü
bakışlarıyla Salman’a adeta, “Gayet iyi gidiyordunuz!.. Siz de mi,
bozulmaya başladınız?” diyordu. Personel Müdürü odadan çıkarken
Salman’ın aklına geldi:
— İsmail Bey, bir not kağıdına Bu Adamın kesinleşmiş cezalarını,
suçlarının cinsini ve şu anda mahkemesi devam eden suçların bir listesini
de ekleyiver...
— Emredersiniz efendim!..
Salman Bakan Ovalı’nın durumuna üzülüyordu. Bakan dürüst
icraatlarıyla, birçok kişi ile ilişkilerini bozmuştu. Danyal Uçuran’ın tayini
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 101
emrini verirken, duyduğu rahatsızlık halinden belliydi. Ancak o da bir
politikacıydı…
Ülkemizin politik anlayışı ortadaydı. Bakan Ovalı’dan daha
fazlasını beklemeye kimsenin hakkı yoktu. Salman bunları düşünürken,
Personel Müdürü tayin yazısıyla geldi. Danyal Uçuran’ın iki mahkumiyeti
ile devam eden mahkemelerinin listesi, tayin yazısının üst köşesine
iliştirilmişti. Salman doğruca Bakan Makamına gitti, imzalaması için
tayini Bakanın önüne koydu,
— Sayın Bakanım, Bu Adamın yolsuzluk ve mahkemelerinin bir
listesini çıkarttım. İmzalamadan önce, son defa bir göz atarsanız memnun
olurum!.. Diyerek son bir baraj denemesinde bulunmuştu. Salman’da her
bürokrat gibi son noktaya kadar direnecekti; ama bu pozitif, ülke yararına
bir direnişti.
Bakan Ovalı notu dikkatle okurken, kızardı... Bozardı... tansiyonu
yükseldi... İlk defa ağzından kötü laf çıkmıştı!.. Ana…. S……. A….
Sonra,
— Kardeşim, Bu Adamın yapmadığı pislik kalmamış!. Dedi,
Tayin dosyasını fırlatıp attı… Özel Kalem Müdürüne, Kültür
Bakanı Prof. Dr. Mehmet Çürük’ü bağlamasını söyledi. Biraz sonra
telefonda Bakan Çürük’le konuşuyordu:
— Mehmet Bey. Nasılsın? Nasıl gidiyor…
— (…)
— Mehmet Bey, bu Danyal Uçuran konusunda konuşacaktım.
Kardeşim Bu Adamın yapmadığı pislik kalmamış!..
— (…)
— İyi de, zimmetten iki mahkûmiyeti, ağır cezada bir zimmet
davası da bitmek üzere, Adam başımızı ağrıtacak… Sıkıntıya sokacak
bizi…
— (…)
— Tamam, senin seçim bölgen, anladık… Ancak Bu Adamın yerine
bir başkasını bul!..
— (…)
102 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Bu Adam olmaz, Mehmet Bey…
— (…)
— Bölge seninse, Bakanlık da benim!.. Yarın gazete yazdığında
yıpranacak olan da benim… Başka birini bul, Bu Adam olmaz, Mehmet
Bey…
— (…)
— Mehmet Bey bana bak!.. Ben politikaya senin gibi havadan
inmedim!.. Tabandan, tırnaklarımla kaza kaza geldim… Sen git çocukları
okut!.. Sen giderken ben politika okulundan geliyordum!.. Bu Adamın
Bölge Müdürü olması imkansız, o kadar!…
Bakan Ovalı’nın hipertansiyonu vardı. Salman, Bakanın suratında
solgunluk görünce korkuya kapıldı. Hemen bir hemşire çağırıldı, Bakanın
tansiyonu ölçüldü. Bakanın tansiyonu gene yükselmişti… Bakan yan
odaya uzandı, biraz dinlendikten sonra, durumu düzelmişti. Salman
üzüntüyle sevinci bir arada yaşıyordu. Bakan Ovalı biraz önceki telefon
konuşmasıyla, çok önemli bir dürüstlük, daha da ötesinde asalet örneği
vermişti…
Bir süre sonra Kültür Bakanı Mehmet Çürük, haksız olduğunu
anlamış, yeni bir ismin Bölge Müdürü olması konusunda Bakan Ovalı ile
anlaşmıştı. Bakan Ovalı Salman’ı
çağırmış, beş adet isim yazarak, Bakan Çürük’e götürmesini istemişti.
Salman beş adet Bölge Müdürü adayını Bakan Çürük’e takdim etmiş, tek
tek izahatta bulunmuştu. Bakanın tavırlarından ve konuşmalarından
Danyal Uçuran’dan vazgeçmediği belli oluyordu. Bakan Ovalı’nın sert
tepkisi, Bakan Çürük’ün Danyal Uçuran isteğini engellemekteydi. Bakan
Çürük, Salman’ın listesini aldı, daha sonra kararını vereceğini söyledi.
Başkalarına danışacağı anlaşılıyordu. Bakan Ovalı bir süre daha beklemiş,
yeni isim gelmeyince, isabetli bir mühendisi Malatya Bölge Müdürü
olarak atamış, konuyu kapatmıştı...
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 103
Salman bir kere daha inancını test etmişti. Siz iyiye, doğruya
çalışıyorsanız hedefe mutlaka, ama mutlaka ulaşıyordunuz. Atalarımız ne
güzel demişti: “Allah doğrunun yardımcısıdır.” Salman meslek hayatı
boyunca bu yardımın, birçok defa muhatabı olmuştu. Gerçekten de
Rabbimin yardımcı olduğu bir konuda başarı kendiliğinden geliyordu.
Yeter ki, siz iyi niyetli, dürüst ve samimi olun!..
SİYASETÇİ İÇİN HERŞEY MÜBAH
Salman sabahları Gazi Osman Paşa’da çalışıyor, teşkilat
mensuplarıyla yeni projeler ve bunların uygulamaları konusunda
görüşmeler yapıyordu. Öğle sonraları Bakanlıklardaki Genel Müdürlük
makamına gidiyor, vatandaş talepleri için Bakana yardımcı oluyordu.
Talepler genelde kanun dışı isteklerdi. Siyasi destek bulan, arkasına iki
104 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
milletvekili alan her politikacı Bakanlıktaydı. Salman öğleden sonra
Bakanlıktaki makamına, isteksiz, zorlanarak gidiyordu. Halbuki Gazi
O.P. tesislerinde çalışmak bir zevkti. Yenilikler, yeni uygulamalar, doğa
köylüsünün refahını artıracak uygulamaların planlanması ve bunların
hayata geçirilmesi çok zevkli işlerdi. Bu tür işlerde ne kadar çok çalışırsa
çalışsın, insan yorgunluk hissetmiyordu.
Salman’nın en hassas olduğu konulardan biri de zamanı iyi
kullanmaktı. Genelde üst kademe bürokratları zaman konusunda
sıkıntılıydı; her lafın başı “zamanım yok!” demeden edemiyorlardı.
Halbuki hangi görevde olursan ol, “zamanı olmayan insan yoktur; ama
zamanı kullanamayan insan” vardır. Salman sabah 8.00’ de göreve
başlıyor, 9.00’ a kadar okuma ve imza faslını bitiriyor. 9.00-9.30 Arası
daire başkanlarıyla buluşup çay içiyor, günlük işleri tartışıyor ve
programlıyorlardı. Saat 13.00’e kadar ziyaretçi kabul etmeden Genel
Müdürlüğün teknik iş ve projeleri üzerinde çalışıyordu. Daire başkanları
ve uzmanlar, Salman’ın odasına rahatlıkla, randevusuz giriyorlardı.
Bununla, Salman elemanlarına biz bir takımız mesajı veriyor, bürokrasiyi
yok ediyordu. Saat 13.00’den sonra dışarıyla görüşmelerini ve
randevularını yerine getiriyordu. Her Cuma taşra için yola çıkıyor,
Cumartesi-Pazar üç bölge müdürlüğünde elemanlarıyla buluşuyor,
pazartesi sabah işinin başında oluyordu.
Bir Genel Müdür, verilen emirler ve yapılan işlerde zamanı iyi
kullanmalıydı. Salman bu konuda da hassasiyetini çeşitli vesilelerle
ortaya koyuyordu. Bir amir, disiplini mesaiye başlama bitirme
noktasından öte, işi tamamlama noktasında kurmalıydı. İş konusunda
talimat verilirken zaman mutlaka belirtilmeliydi. “şu işi yap! Bu iş şu
kadar zamanda yapılacak.” Gibi. Bu zamanlama uygulaması herkesi hızlı
çalışmaya yönlendireceğinden, kurumda şevk ve heyecan yaratacaktı.
Heyecanını kaybetmiş elemanlardan başarı beklemek, nafile bir istekten
öteye gidemezdi.
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 105
Salman zamanlama konusunda birçok mucizeye şahit olmuştu!
İnsanımız gerçekten çok, ama çok çalışkandı… Bodrum yangını (7.000
Ha.) büyük bir felaketti. Yangın Ağustos başında çıkmış, ortalarında
söndürülmüştü. Şimdi sıra yanan alanı yeniden ağaçlandırmaya gelmişti.
Salman, Bölge personelini toplamış, alanın ağaçlandırılmasını
görüşüyorlardı. Bölge Müdürü brifing veriyordu: “Sayın Genel Müdürüm,
biz burayı bir yılda boşaltırız, bir yılda, yol vs. altyapısını oluştururuz,
üçüncü senenin sonunda da araziyi ağaçlandırır, yem yeşil hale
getiririz…” Bölge Müdürü bunları anlatırken kendinden emin, iyi bir
brifing vermenin mutluluğuyla Salman dan teşekkür bekliyordu; bu
brifing için çok çalışmışlardı.
Ancak Salman da dersine çok çalışmıştı. Bölgedeki daha önceki
yangınlarda, 2-3 ay içinde doğal gençliğin güçlü bir şekilde geldiğini,
iklim şartlarının müsait olduğunu vd. incelemişti. Buradaki tek sorunun,
zaman açısından, arazinin boşaltılmasını ve yolların yapılmasında
olduğunu öğrenmişti. Salman makine parkı çok büyük bir müteahhidin
kışın boş olduğunu öğrenmişti. Olayı kafasında zamanlamış bir yıl sonrası
Nisan ayında arazinin yeşilleneceğini görmüştü. Burada yapılacak tek
şey; çalışanların bürokrasiden arındırılması, para akışının sağlanması,
bölge personelinin gece gündüz çalışmasıydı.
Salman brifing sonrası uzman arkadaşların konuşmalarını da
dikkatle dinledikten sonra, söze başladı: Çalışmalarınızdan dolayı herkese
teşekkür ederim. Ancak ben sizlerle aynı fikirde değilim. Bu saha
önümüzdeki dört ayda hem yolları yapılacak , hem de boşaltılacak. Nisan
ayında saha yeşillenmiş olacak. Mayısta da Başbakanı getirerek burada
kutlama yapacağız… Program bundan ibarettir. Bu işin zor olduğunu
biliyorum. Ancak ben arkadaşlarımdan normali değil, anormali istiyorum.
Gördüğünüz gibi ben de pek normale alışık değilim. Gece gündüz
çalışacağız, araziye çadır kurup günlerce evimize gitmeyeceğiz! Ama,
hedefi gerçekleştireceğiz…
106 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
Toplantı salonunda bir dalgalanma, boş boş etrafa bakma,
sersemleme oluştu. Elemanlar, “bunca yıllık tecrübeye dayalı olarak, bu
işin olmayacağını biliyoruz!.. Genel Müdür bize hayallerinizin önüne
sınır koymayın demişti. Kendisi de sınırsız hayal kuruyor!..
Salman her hafta yangın alanına giderek, öngördüğü programı
gerçekleştirmişti. Nisan ayı geldiğinde sahaya fırça gibi gençlik gelmiş,
yem yeşil olmuştu. Bölge personeli gece gündüz çalışmış, anormal İşler
yapmış! Bütün güçleriyle Salman’a destek olmuşlar; ama başarıyı
yakalamışlardı. Bu başarı da ne biçim bir şeydi!.. Bu şekil mutluluğu hiç
yaşamamışlardı…
Bölge
personelinin
mutluluğu
gözlerinden
okunuyordu; çocuklar gibi şendiler… Mayısta Başbakan gelmiş, tören
yapılmış, bölge personeli mükâfatlandırılmıştı.
İbrikçi hikayesinde olduğu gibi, rol kapmak isteyenler işin
önemini, ülke yararını düşünmezlerdi. Sadece kendilerinden bahsettirmek
isterlerdi. Toprak Koruma Genel Müdürü, doğal şartları önemsemeden
buranın ağaçlandırılması gerektiği üzerine Bakan ve Müsteşarla defalarca
görüşerek, rol kaptı. Salman doğal gençliğin burada çok canlı olduğunu
anlatmasına rağmen ibrikçiliği önleyemedi. İki yüz Ha. Alan dışarıdan
getirilen fidanlarla ağaçlandırıldı. Bu fidanların %90’ı bir yıl sonra
kurudu. Doğa suniliği, ibrikçiliği kabul etmemişti!..
Akçalı işler konusu çok zaman alıyordu. Teşkilat içindeki
yolsuzluğa bulaşanlar ile teşkilat dışı kanunsuz menfaat talepleri Salman’ı
yoruyordu. Genel Müdür olur olmaz, başarılı bulduğu Manisa Müdürü
Hüseyin Karlı’ya telefon etmiş, kendisini Bölge Müdürlüğü için
hazırlamasını söylemişti. Bu telefondan birkaç gün sonra önüne bir
fezleke gelmişti. Fezleke Hüseyin Karlı’nın yaptığı yolsuzlukla ilgiliydi.
Gözlerine inanamadı!.. Hüseyin Karlı’yı derhal merkeze çağırttı,
fezlekeyi önüne koyarak,
— Hüseyin, nedir bu durum! İzah eder misin?..
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 107
— Sayın Genel Müdürüm, firma bir hata yaptı! Ben de maalesef bu
yanlışa alet oldum...
— Peki, Hüseyin şimdi ne yapacağız, Söyler misin?
— Ben şirketle konuştum, müfettişin belirttiği yolsuzluk miktarını
işletmeye geri ödeyecek…
— Tamam ama, seninle ilgili fezleke hazırlanmış, onu ne
yapacağız?.. Devlet görevinde yolsuzluk miktarını ödeyince dava
düşmüyor. Biz seni mahkemeye vermek zorundayız…
— Mahkemeden bir şey çıkmaz, beraat ederim efendim!..
— Tamam, o zaman seni görevden alıyorum!.. Beraat edince bölge
müdürlüğü sözüm dahil, bütün verdiğim sözler geçerli…
— Sayın Genel Müdürüm, beni bir altı ay görevden almasanız!..
Daha sonra alsanız…
— Olmaz Hüseyin, hiç mümkün değil!.. Seni derhal görevden
alıyorum!..
— Efendim, ortak geçmişimizin hatırına, bana bir altı ay müsaade
verin!..
— Hayır Hüseyin, arkadaş olarak kapım her zaman açık!.. Ama
Genel Müdür olarak seni derhal görevden alıyorum!.. Mahkeme sonucuna
kadar mühendis olarak görev yapacaksın. Tayin olacağın yer konusundaki
isteğini yerine getirmeye hazırım!..
Salman’ın üzüntüsü büyüktü!.. Hüseyin Karlı fakültede okurken çok
idealist, hizmet aşkıyla dolu bir mühendisti. Bürokrasi çarkı onu da
değiştirmiş, yolsuzluk yapar hale getirmişti. Her gün içki içmeye
başlamış, memur maaşı yetmediğinden, yeni kaynaklar aramış, yeni
arkadaşlar bulmuştu!.. Salman birçok arkadaşını, yolsuzluk sınavında
kaybetmenin üzüntüsünü yaşamaktaydı. Bu mühendislerin hepsi ülkeye
hizmet aşkıyla, idealist bir çizgide göreve başlamışlar, yolsuzluk
suçlamalarıyla hapiste veya mahkemede görevlerini noktalamışlardı!..
Salman, fakültede ev arkadaşı, idealist ve milliyetçi Hasan Ali
Kamalı’nın rüşvet alırken suçüstü yakalanıp, hapse girmesine hala
108 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
inanamıyordu!.. Hasan Ali Kamalı siyasiler yüzünden birçok tayinin
muhatabı olmuş, bir yerden bir yere ailesini ve eşyasını taşırken, maddi ve
manevi büyük zorluklara uğramıştı. Siyasi tayinler onu çok yormuş,
isyankâr yapmıştı. Bir defasında Ankara’da Salman’a uğramış, “Bu
ülkede dürüstlük işe yaramıyor, hemşerim! Elime geçen ilk fırsatta her
türlü yolsuzluğu yapacağım!” demişti. Salman söylenenleri, haksız
tayinlerden dolayı uğradığı hayal kırıklığının bir sonucu olarak
değerlendirmiş, ciddiye almamıştı. Ancak aradan altı ay geçmeden Hasan
Ali Kamalı rüşvet alırken suçüstü yakalanmıştı!..
İnsanlar çok dürüst ve idealist duygularla göreve başlıyor, yolsuzluk
ve rüşvetle görevlerini bitiriyorlardı. Çerkes Edhem olayı da aynı değil
miydi? Milli mücadele saflarında savaşa giren Edhem, hırsına ve kibrine
esir olması yüzünden, mücadelesini Yunan saflarında noktalamamış
mıydı? Bürokrasi çarkına dayanmak, onun dişlileri arasında
öğütülmemek, hırsına hâkim olmak gerçekten çok zordu. Bürokrat her
gün sınav veriyordu. Bürokrat her gün cüzdanıyla inancı arasında gidip
geliyordu. Haram-helal inancı, rüşvete direnme konusundaki en ufak bir
inanç ve iman eksikliği insanı nerelere götürüyordu!.. yöneticiler
yolsuzluk konusunu değerlendirirken mantıklı davranmak zorundaydı; bu
konuda hislere yer yoktu…
Geniş imkânlar içeren yetkiye sahip olduğunuzda, her gün yeni bir
menfaat teklifi önünüze konuyordu. Siz bunları hep reddetmek
durumundaydınız. En ufak bir tereddüt sizi yok edebilirdi. Bazıları bu
sınava bir yıl… Beş yıl… Dayanıyor, sonra, çarkın dişlileri arasında
ezilip gidiyorlardı!.. Burada bürokratın inancı kadar, ailesi de büyük
öneme sahipti; lükse düşkün, tutumsuz, israfçı, kimliksiz eşler,
kocalarının yolsuzluk sınavını kaybetmesinin baş sorumlusuydu. İçki,
kadın, kumar ve para hırsı olan yöneticilerin de dürüstlük sınavına uzun
süre direnmeleri olanaksızdı…
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 109
İlkeli bir kişi, Genel Müdür olduktan sonra eşiyle konuşarak
hanımlarla ilgili ilkeleri kararlı bir şekilde eşine anlatarak:”Resmi işlere
kesinlikle girme, tayin konularını konuşma, tayin isteyen en yakının olsa
bile ben bu işlere karışmıyorum eşim bilir de. Bayanlar arasında “makam
manyakları” var. Bunlar gideni kötüler geleni över, eski arkadaşlarını hiç
değiştirme, yeni gelenlerle de samimi olma ve değer verme, bunlar
makamda olduğun sürece seninle beraber olmak isteyen sahtekârlardır.
Makam sürdükçe iyi taraflarını, makam bitince de kötü taraflarını
konuşurlar. Bayanlar arası spor faaliyetleri, eğitim faliyetleri, yardım
faliyetleri gibi sosyal faliyetlerin organize edicisi ol, vb.” Eşinin kendisine
karşı kullanılmasını önlemeliydi.
Bürokrasi ülke yönetimi demekti. Her ülkede yürütmenin temel
unsuru bürokrasinden meydana geliyordu. Yürütmeye yasamanın
müdahalesi birçok yolsuzluğun nedenini oluşturuyordu. Milletvekilleri ve
parti teşkilatları, bürokrasiye müdahaleyi en önemli işleri olarak
görmekteydiler. Müdahale ne kadar yoğun olursa, bürokrasideki kokuşma
da o kadar çok olmaktaydı. Bölge müdürlerini ve doğa müdürlerini
Bakan, müsteşar ve genel müdür atamalıydı. Siyasiler tarafından atanan
müdürler, siyasilerin adamı olmakta, her türlü yolsuzluğa bulaşmaktaydı.
Bürokratlar, aralarındaki yarışta öne geçmek için, kendilerini, siyasilere
sağlayacakları menfaatlerle tarif ediyorlardı. Size şunu sağlayacağım, şu
imkanı vereceğim gibi kanunsuz yolları, siyasilerin önüne sererek, onların
iştahlarını kabartıyorlardı!..
Hayek: “Parlamentolarda çoğunluğun hâkimiyeti parlamentonun
mutlak hâkimiyetine dönüştüğü için demokrasiler yozlaşma tehlikesiyle
yüz yüzedir. Çünkü bu hâkimiyet kuvvetler ayrılığının zayıflamasına ve
parlamento ile hükümetin (yasama ve yürütme) aynileşmesine yol
açmaktadır. Politikacılar, sistem bozulmaya başladıktan sonra kamu
temsilcileri değil, birer iş idarecisidirler. Siyasi partiler kamuoyu
110 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
piyasasında menfaat dağıtarak en
fazla oyu almaya çalışırlar;
savundukları prensiplerle değil, daha ziyade tarif ettikleri özel avantajlarla
tarif edilirler.” Diye, yıllar önce söylemişti.
Parti teşkilatları vatandaşları örgütleyerek, onlarla bütünleşerek,
oluşacak fikirleri merkeze taşımak ve politikacı yetiştirmekle görevliydi.
Bu görevi bir tarafa atarak, ildeki Bakanlık müdürlerinin tayinleriyle
uğraşmak demokrasimizi yozlaştırmakta, yolsuzlukları körüklemekteydi.
Demokrasisi gelişmiş ülkelerde, yasama, yürütme ve yargı kesin
hatlarıyla birbirinden ayrılmıştı. Bizim gibi yolsuzluk ve rüşvetin yoğun
olduğu ülkelerde yasama ve yürütme iç içeydi. Milletvekili ve siyasiler,
müdür, daire başkanı, genel müdür tayin ettiriyor; bürokratlar da dört
duvar arasında kanun yapıyorlardı!.. Büyük devlet adamı Özal:
“bürokratlarla uğraşmayın. Bana şimdiye kadar nüfus müdürünü
değiştirmek için kimse öneride bulunmadı.” Demişti; çünkü orada
menfaat ve akçalı iş yoktu!.. Parlamento kanun yapıp, ülkenin bu
kanunlara göre yönetilip yönetilmediğini kontrol etmekle, bürokrasi de
parlamentoda çıkarılan kanunları uygulamakla görevliydi. Sanki
anlaşmalı olarak, görevler değiştirilmişti.
Bakan Ovalı’nın Serik Müdürü ile başı dertteydi. Serik Müdürü
Serhan Turgutlu’nun yolsuzluğu müfettiş raporu ile tespit edilmiş, rapor
gereği müdürlük görevinden alınarak, başka bir göreve atanmıştı. Serhan
Turgutlu DKP yöneticileriyle ilişki kurmuş, müdürlüğe tekrar döndüğü
takdirde, onlara sağlayacağı menfaatlerin listesini sunmuştu!.. İştahı
kabaran parti yetkilileri bir araya gelmişler, aralarına Büyükşehir
Belediye Başkanının kardeşi Milletvekili Ali Anlar Durmaz’ı da alarak
bir güç birliği oluşturmuşlardı. DKP İlçe teşkilatı ve milletvekili devamlı
olarak Bakanı ablukaya almışlar, Serhan Turgutlu’nun yeniden müdür
olmasını sağlamaya çalışıyorlardı. Bakan Ovalı, Serhan Turgutlu’nun
dürüst olmadığı gerekçesiyle tayin tekliflerini hep geri çevirmişti. Konu,
günlerce Bakanın ve Genel Müdürün gündemini oluşturmuştu. Partililer
sanki Ankara’ya kamp kurmuşlardı. Her gün Bakanlığa geliyorlar, Serhan
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 111
Turgutlu’nun Serik Müdürlüğüne iadesini istiyorlardı. Bakan Ovalı her
defasında hayır diyerek, bu tayini yapmayacağını büyük bir kararlılık
içinde yüzlerine karşı haykırıyordu!
Günlerce devam eden Serhan Turgutlu krizi, Antalya’da bir açılış
töreninde patlak vermişti!.. Antalya’da parti ileri gelenlerinden birinin
petrol ofisi açılışı vardı. Bakan ve Salman çeşitli incelemeler için
Antalya’da bulunuyorlardı. Açılışa katıldıktan sonra Ankara’ya
döneceklerdi. Açılış yerine gitmek için arabalara binildiğinde, Antalya
DKP İl Başkanı, Milletvekili Ali Anlar Durmaz’ı Bakanın arabasına
bindirdi. Bakan Ovalı hiç istemediği halde hayır diyemedi, kabul etmek
zorunda kaldı; durumdan hiç memnun olmadığı, yüz hatlarından belli
oluyordu. Bir süre gittikten sonra, doğal olarak konu Serhan Turgutlu’nun
tayinine geldi. Düşük yoğunlukla başlayan münakaşa, bir süre sonra
kavgaya, küfürleşmeye kadar vardı!.. Milletvekili: ”Serik benim bölgem,
istediğimi tayin ettiririm. Sen bizim işimize ne karışıyorsun; üstelik ilçe
teşkilatı birlik halinde bu tayini istiyor! Sen bize ne karışıyorsun?”
diyordu. Bakan:”Antalya benim bölgem, buradaki yolsuzlukların faturası
bana çıkar. Bakan benim. Serik Teşkilatı hırsız olmayan birini getirsin
hemen tayin edeyim…” diyordu. Ancak tartışma münakaşa sınırlarını aşıp
sertleşmeye başladı, yumruklaşma safhasına gelmek üzereyken, ön
koltukta oturan Salman birden, kendini arkaya attı; Milletvekili ile Bakan
arasına, gövdesinin üst kısmını yerleştirdi; belinden yukarısı arka koltuğa
kaymış, alt kısmı ön koltukta kalmıştı. Tartışma gittikçe çirkinleşiyor,
Milletvekili ağza alınmayacak laflar söylüyordu!.. Durumun vahametini
gören Salman, Milletvekiline:
— Tamam, Sayın Milletvekilim! Serhan Turgutlu’yu Serik’e müdür
olarak, tekrar tayin edeceğim!.. Size söz veriyorum!..
Bakan:
— Hayııır!.. Sana ne? Sen ne karışıyorsun!.. Çekil sen aradan bir
kere, olmaz öyle şey!..
Milletvekili:
— Bakan Bey, bak… Çok akıllı bir Genel Müdürün var, ondan
112 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
biraz iş öğren!.. Seni cebinden çıkarır… Teşekkür ederim Abdullah Bey!..
Bakan, pür şiddet, kızgınlıkla:
— Abdullah Bey sen bu işe karışma!.. Haddini bil!..
Salman:
— Sayın Bakanım istersen beni döv! Ne yaparsan yap! Ne söylersen
söyle!.. Bu tayini yapacağım!..
Bakan hiddetle,
— Senin tayin yetkin yok!.. Sen çıkma aradan kardeşim!..
Salman:
— Siz, merak etmeyin! Sayın Milletvekilim, iki gün içinde tayini
bitireceğim…
Tören yerine varıldığında arabadan inildi. Bakan Ovalı pür kızgın,
Salman’ın koluna girdi ve onu sürükleyerek bir kenara çekti:
— Sen, benim meseleme niçin burnunu sokuyorsun!.. Kendini ne
zannediyorsun sen!.. Beni iki paralık adamın karşısında rezil ettin!..
— Sayın Bakanım, adamla arabada yumruklaşsaydınız, gazetelere
konu olsaydınız... Daha mı az rezil olacaktınız?
— Seni ilgilendirmez!.. Niçin müdahale ediyorsun?.. Ukalalığın
lüzumu yok!..
— Sayın Bakanım, sizin itibar kaybetmeniz beni ilgilendirir. Her
türlü rezalet çıkabilirdi... O adamın kaybedeceği çok şeyi yok!.. Ama siz
Bakansınız!…
— Sen aklınca söz verdin! Ne olacak? Bu tayin olmayacak!.. Ben
bu tayini imzalamam!..
— Sayın Bakanım, yarın tayini yapalım!.. Bana 15 gün müsaade
ver... Bu Adamı 15 gün içinde istifa ettirmezsem, ben Genel Müdürlükten
istifa edeceğim!.. Söz veriyorum!.. Bana güvenin efendim… Bu iş, bu
kadar ucuz değil…
Salman’ın kendinden emin, kararlı ifadeleri, Bakan Ovalı’nın
kızgınlığını hafifletmişti. Gerçekten Genel Müdür Salman’a çok
güveniyordu. Salman’ın şimdiye kadar hiçbir sözü boş çıkmamıştı. Bakan
Ovalı bu bilinçle biraz rahatlamıştı…
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 113
Pazartesi günü Serhan Turgutlu, Salman’ın makamındaydı. Salman:
— Serhan Bey, ben senin yerinde olsam, Serik Müdürlüğüne
gitmem. Daha önce orada müdürdün, görevden alındın. Gel, bu işten
vazgeç!..
— Sayın Genel Müdürüm, bana haksızlık yapıldı; iftira atıldı… Ben
hakkımı arıyorum!..
— Serhan Bey, müfettiş raporunu okudum, dosyada çok somut
deliller var. Benim seninle ilgili kanaatim, negatif. Sen bilirsin ama, ben
de sana orada müdürlük yaptırmam!..
— Sayın Genel Müdürüm, inanın haksızlığa uğradım. Ben hakkımı
arıyorum efendim…
Salman Serhan Turgutlu’yu göreve gitmemeye ikna edememişti;
Ancak mücadelenin bir de ikinci raundu vardı. Salman Teftiş Kurulunun
en acar müfettişi Erhan Ergönen’i Serik’e görevlendirdi, gerekli talimatı
verdi. Müfettiş Ergönen suç icat etmeye bayılırdı! Av kokusu almış
kurtlar gibi sevinmiş, heyecanla aldığı kutsal görevin! Gereğini yapmak
için yola koyulmuştu!..
Üç gün sonra... Müfettiş Erhan Ergönen telefondaydı:
— Sayın Genel Müdürüm, Bu Adamın yapmadığı yolsuzluk
kalmamış!.. Hiç araziye gitmediği halde harcırah yazmış!.. Bu konuda
fezleke hazırlıyorum efendim.
— Erhan Bey, savcı ve hâkimle görüştün mü?
— Görüştüm efendim, Bu Adamın yolsuzluklarını herkes biliyor.
Her ikisi de bize ne görev düşerse yapmaya hazırız dediler, efendim.
— O zaman, fezleke hazırlama! Savcıyla görüş, direk suç
duyurusunda bulun. Savcı müdürün ifadesini alsın, bu korku ona yeter.
Savcı Beye benim de selamlarımı söyle…
— Fakat, böyle bir yetkimiz yok, efendim. Biz ancak fezleke
hazırlayabiliriz!..
— Erhan Bey, ne diyorsam onu yap!.. Mevzuat tartışmasının
zamanı değil... Savcı, hâkim durumu biliyorlar. Adamı korkutmalarını
114 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
söyle... Onlar da biraz katkıda bulunsunlar!..
— Emredersiniz efendim…
Aradan geçen bir haftada Salman, birçok Serhan Turgut’la
uğraşıyordu…
Sekreter Ferhande, Serhan Turgut’un telefonda olduğunu
bildirdiğinde, Salman heyecanla ahizeyi kaldırdı. Serhan Turgut,
— Sayın Genel Müdürüm, ben müdürlük yapmak istemiyorum...
Yoruldum artık!.. Efendim, Beni Antalya merkeze mühendis olarak tayin
eder misiniz?
— Peki, Serhan Bey! Dilekçeni faksla gönder, gereğini yaparız...
Yarım saat sonra istifa dilekçesi Salman’ın elindeydi. Heyecanla
Bakan makamına girdi, sevinç içinde dilekçeyi Bakanın önüne koydu.
— On gün içinde istifa dilekçesini aldık, Sayın Bakanım!..
Bakan dilekçeyi okudu, mutlu bir şekilde Salman’a döndü:
— Abdullah Bey, çok teşekkür ederim!.. Sana gerçekten de,
teşekkür borçluyum. Söylediklerim için beni affet… Tekrar teşekkür
ederim…
Akçalı işlerle uğraşmak Salman’a sıkıntı veriyordu. Müdafaa
Salman’ın tarzı değildi. O hücumu sever, en iyi müdafaanın hücum
olduğuna inanırdı. Yolsuzluk işleri, devamlı takip ve icraat isteyen bir işti.
Son olay moralini düzeltmişti. Serik’te hâkim, savcı, müfettiş birlikte
yolsuzluk yapan bürokrata karşı mücadele vermişler, başarılı olmuşlardı.
Bu tür mutlu olaylar görevi yapılır, hayatı yaşanır kılıyordu.
Doğa Genel Müdürlüğünde bazı şahısların yolsuzluk olayları bitmek
bilmiyordu… Bu defa, Samsun Bölge Müdürü Murat Acar’dan kokular
yayılıyordu. Murat Acar, Antalyalı, Bakanın hemşerisiydi. Daha önce bir
takım soruşturmaları vardı. Mahkemede yargılanıyordu. Samsun Bölge
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 115
Müdürlüğünde, yolsuzluklarına devam etmekteydi. Köy İşleri ile birlikte
çalışıyordu! Salman konuyu birkaç defa Bakana ulaştırmıştı. Somut bir
delil olmadığından ve Antalyalı olduğundan Bakan sessiz kalmıştı.
Salman bu sorunu çözmeliydi, ama nasıl? Teşkilat Murat Acar’ı tanıyor,
onun Bölge Müdürü olması yönetime negatif imaj getiriyordu. Salman,
Murat Acar’ı takibe aldırmış, fakat somut bir netice elde edememişti.
Bir gün Samsun Valisi telefonda, Salman’la bir iş konuşuyordu.
Salman, fırsatı kaçırmadan, Valiye sordu,
— Sayın Valim, Bölge Müdürümüzden memnun musunuz?
— Hangi bakımdan, Sayın Genel Müdürüm!..
Salman mesajı almıştı, açılabilirdi...
— Bizim Bölge Müdürüyle ilgili bazı kokular, bazı dedikodular
geliyor… Sizin bu konudaki kanaatinizi öğrenmek istiyorum!..
— Sayın Genel Müdürüm, sordunuz söyleyeyim!.. Samsun’da
Bölge Müdürü ile ilgili birçok dedikodu dolaşıyor. Arkadaşımız Bölge
Müdürlüğü yapacak kalitede birisi değil... Geçenlerde, Köy İşlerinin
kamyonuyla kaçak nakliyat yaptığı ihbarı geldi, iyi gitmiyor!..
— Sayın Valim, bu konuda bana yardımcı olabilir misiniz?
— Nasıl bir yardım Genel Müdür Bey?
— Somut delile ihtiyacım var!.. Kaçakçılık esnasında polise bir
zabıt tutturursanız, ben gereğini yaparım!..
— Siz yeter ki isteyin. Bir hafta içinde yakalattırır, tutanağı size
gönderirim... Arkadaş oldukça hızlı çalışıyor!…
— Teşekkür ederim, Vali Bey…
Bu konuşmanın üzerinden bir hafta geçmeden, vali telefonda
Salman’ı arıyordu,
— Sayın Genel Müdürüm, Bölge Müdürünüz kaçak emval ile
yakalandı ve zabıt tutuldu!.. Köy İşleri Şoförü emvalin Bölge Müdürüne
ait olduğuna dair ifade verdi... Her şey tutanak altına alındı...
— Çok teşekkür ederim!.. Sizi kutluyorum, Vali Bey!.. Bundan
sonrasını biz hallederiz!.. Tekrar teşekkür ediyorum... Sizden ricam,
116 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
Aradan on dakika geçmişti, Bakan Ovalı’nın direk telefonu çaldı,
Bakan heyecanlı bir sesle,
— Abdullah Bey, acele gelir misin?
— Derhal! Sayın Bakanım.
Salman Bakan makamına girer girmez, Bakan heyecanla,
— Sen devamlı söylüyordun, Samsun’dan pis kokular geliyor diye...
Biraz önce Samsun Valisi telefon etti. Bölge Müdürü kaçak emval
taşıttırırken polis yakalamış!..
— Bu Bölge Müdüründen başka ne beklenir efendim? Derhal
görevden alalım... Vali Beye de söyleyelim, konu basına intikal etmesin.
— Tamam! Görevden alalım ama, basın bunu bir şekilde
duymuştur.
— Vali Bey iyi bir bürokrat!.. Kendisinden rica edersek, konuyu
etrafa duyurmaz, gizli tutar, efendim.
— Peki, Bu Adamı derhal merkeze alalım. Vali ile de sen konuş...
— Emredersiniz, Sayın Bakanım!..
Salman makamına geldiğinde Vali’yi aradı. Vali’ye tekrar tekrar
teşekkür etti. Bölge Müdürünün merkeze görevlendirilme yazısını hemen
yazdırdığını, konunun gizli kalmasının işleri kolaylaştıracağını Vali’ye
anlattı. Vali, durumdan mutluydu, gizliliğe riayet edeceğine söz verdi.
Önemli olan, böyle bir Bölge Müdürünün görevden alınmasıydı.
Bürokraside iş birliği yapacak, dürüst bürokrat her zaman bulunmakta,
Salman da bundan mutlu olmaktaydı.
Murat Acar günlerce Antalyalı partilileri Ankara’ya yığmış, Bakanı
abluka altına almıştı. Bakan bu tayinden çok yorulmuştu. Ülkemizin bu
şekilde acı gerçekleri vardı!.. Adam, suçüstü yakalanmış, utanmadan eski
görevine tayin edilmesini talep edebiliyordu!.. Partinin taşra teşkilatı da
ahlaksızlıkta Murat Acar’dan geri kalmamaktaydı!.. Bakan, olanları
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 117
anlatmasına rağmen, particiler gerilemek bilmiyordu. Yazıklar olsun!..
Böyle bir adamın peşine düşerek, göreve iade edilmesi isteğinde
bulunmak!.. Seviyeye bakar mısınız?..
Siyasiler yaptıkları çirkinlikleri gizlemek için, kelimelerin
anlamlarıyla bile oynamaktan çekinmiyorlardı. Kirli işlerini temiz
kelimelerle ifade ediyorlar, kelimelere yükledikleri anlamlarla onları
kirletiyorlardı. Önemli olan menfaatlerinin korunmasıydı. Bazen bu
menfaatin çapı o kadar küçüktü ki, insan düşünmeden edemiyordu; değer
miydi?
Salman yıllar önce ADAYAPAN partisinden Milletvekili adayı
olmuştu. Seçim kampanyası için 3.000 nüfuslu sonradan ilçe olan bir
kasabada, kapalı salon toplantısı yapıyorlardı. Salman konuşmasını
tamamlamış, soruları cevaplıyordu. Bir seçmen:
— Sayın Vekilim, bizim bir Anadolu Lisesi isteğimiz var.
Kasabamıza bir Anadolu Lisesi yapılmasını istiyoruz. Buraya bir Anadolu
Lisesi yaptıracağına, vaatte bulunuyor musun?
Salman:
— Benim bilgilerime göre Milli Eğitim Bakanlığı şu anda 50.000
nüfuslu bölgelere Anadolu Lisesi yapıyor. Burasının nüfusu Anadolu
Lisesi için çok az. Bu nedenle buraya Anadolu Lisesi yaptırmak mümkün
değil; ama sanat okulu açılabilir.
Diğer seçmen:
— Sayın Vekilim, senden önce burada konuşan diğer partilere
mensup adaylar, buraya Anadolu Lisesi yaptıracaklarına dair vaatte
bulundular. Sizin söyledikleriniz göz önüne alındığında, onlar yalan mı
söylediler?
Salman,
— Diğer parti adayları benim rakibim. Onlarla ilgili arkalarından
konuşmak yakışık almaz. Konuşmalarımı dinlediniz; sorularınıza
cevabımı da dinlediniz; diğer adayları da dinlediniz. Bunların hepsini bir
değerlendirmeye alıp, kararınızı vereceksiniz. Değerlendirmeyi siz
118 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
yapın!.. Takdir sizin!..
Bir başka seçmen:
— Sayın Vekilim, konuşmalarını dinledik, bize hiç bir vaatte
bulunmuyorsunuz. O zaman biz size niçin oy verelim?
Salman:
— Sevgili hemşerilerim, ben burada fikirlerimi açıkladım. Benden
vaatte bulunmamı istiyorsunuz. Ben doğru, dürüst, bir icraatla
memleketim için çalışacağım vaadinde bulundum. Siz Anadolu Lisesi
konusunda ısrarlısınız. Ancak burada vaatle yalanı karıştırıyorsunuz. Bir
eylemin vaat olabilmesi için en azından %10 yapılabilirliği olmalı.
Buraya Anadolu Lisesi yapılma ihtimali %0’dır. Bunu siz de, ben de,
hepimiz çok iyi biliyoruz!.. Bu durumda Anadolu Lisesi yaptırırım
demek vaat değil, yalandır... Hem de kuyruklu bir yalan!.. Niçin kendinizi
kandırıyorsunuz?
Konuşmalar bittikten sonra, ADAP il yönetimi de Salman’ı
suçlamış, vaatte bulunmamakla itham etmişti. Salman kasabada
anlattıklarını tekrardan onlara da anlatmış, onları da ikna edememişti.
Politika bu diyorlardı!.. Hep birlikte, yalanı vaat olarak
masumlaştırmışlardı. Yalanın adının politik lisanda vaat olarak
değiştirilmesinin yanlışlığını, ahlaksızlığını kimse kabul etmiyordu!..
Nafile!.. Salman, anlatamıyordu!..
Çörçil’e genç bir İngiliz politikacısı gelir, “Efendim, ben politikaya
yeni giriyorum. Bana ne tavsiye edersiniz?” Diye sorar. Çörçil cevaben, “
Halka, bir yıl sonra, iki yıl sonra, dört yıl sonra neler yapacağını anlat...
Birinci yılın, ikinci yılın, dördüncü yılın sonunda da, söylediklerinin niçin
gerçekleşmediğini anlat!..” der. Galiba, Çörçil haklıydı!..
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 119
BÜROKRAT HEP KANDIRIR
Bakan Ovalı genel müdürlerden devamlı yeni projeler getirmelerini
istiyordu. Salman’dan başka bu işi yapabilen yoktu. Diğer üç genel
müdür, rutin işlerin dışına çıkmakta zorlanıyordu. Rutin dışına çıkmak
için, dünyada olanları ve dengeleri bilmek gerekiyordu. Sonra da, bu
dengelerin içine yerleştirilen bir Türkiye... Türkiye’deki sektörlerin
durumu ve bu sektörler içine oturtulmuş bir doğa koruma bakış açısına
ihtiyaç vardı. Ancak bu yolla bütünü görebilir, yenilikçi olunabilirdi.
Bunun için geniş ufuk sahibi olmaya ihtiyaç vardı. Ufuk genişliği,
görmek (Bakmak değil!) ve okumakla elde edilirdi. Bu sıralamaya uygun
yönetici ülkemizde çok azdı, onların da çoğu görevden uzaktı!
Bakan Ovalı genel müdürlüklerden brifing alacaktı. İlk brifing Doğa
Koruma Genel Müdürlüğü tarafından verilecekti. Salman kurmaylarını
topladı brifingin nasıl hazırlanacağını onlara anlattı. Bürokraside brifing
en kolay işti. Her genel müdürlüğün brifing dosyasında hazır bulunan,
brifing notları metinlerindeki rakamlar değiştirilir, brifing olarak takdim
edilirdi. Bu brifing notunda: Kurumun görevleri, eleman adedi, araba
sayısı, kadro dökümü, bina adedi, bütçe yekünü vb. yer alırdı; halbuki
Bakan dikkat etse, bunların hepsi göreve başladığı ilk gün yazılı olarak
önüne konurdu! Brifing denildiğinde: kurum yöneticisi göreve
başladığında, kurumun önünde hangi sorunlar vardı? Görev esnasında bu
problemlerin hangilerine, ne şekilde bir çözüm getirmişti? Kendinden
önceki yöneticilerin yapmayıp, kendisinin yaptığı ne gibi yeni, değişik
icraatlar vardı? Şu andaki sorunlar neydi? Bunlara gelecekte ne gibi
120 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
çözümler getirmeyi düşünüyordu? Çözüm şekli ve takvimi neydi? vb.
sorularının cevapları verildiği zaman, brifing gerçekleşmiş olurdu.
Salman yukarıdaki sıra dahilinde brifing verdi. Bakan teşekkür etti,
brifing takdir topladı. Doğa Genel Müdürlüğünde ilk defa rutin! dışına
çıkılarak brifing veriliyordu. Diğer genel müdürlüklerdeki brifingler
rutinin dışına çıkmakta zorlanmıştı. Bakan Ovalı sorduğu sorulara cevap
alamamıştı...
Salman taşra teşkilatında da aynı brifing metodunu sürdürüyordu.
Taşradaki elemanlar bundan etkileniyor, değişim için kendilerini
hazırlıyor, zihin olarak gelişim gösteriyorlardı. Salman bu düşüncelerinde
yanılmadığını Koltuk Savaşı’nın birinci baskısından sonra aldığı bir
iletiden anlıyordu. Mahmut Eroğlu meslektaşından aldığı iletiyi aynen
yayımlamayı faydalı bulmaktaydı:
“ÇALI UCUNDAN SÜRÜTÜLMEZ
Mahmut Eroğlu, Ovapazarı Doğa Bölge Müdürlüğüne bağlı
Aksu Doğa Md. Yard. İdi. Doğa Genel Müd Abdullah
Salman’ın Ovapazarı’ndaki tüm doğa mühendisleriyle toplantı
yapacağı haberi gelmişti. Bütün doğa mühendisleri hazırlıklı
olarak toplantıdaydı.
Hazırlıklı olmak çok önemliydi. Meslektaşları yanında mahçup
olmak, yerin dibine girmek vardı.Yıllar önce Celil Akıllı’yı
hatırlıyor, 15.435 ha doğa alanı olan kısım şefine sorduğu
soruya tam cevap alamamış yerden yere vurmuştu. Şef 15400
demişti ama küsüratı 35 mi 45 miydi gibi şüpheli tavır
sergilemiş net söyleyememişti. İşiyle ilgilenen doğa alanını tam
bilecekti. Bir başkası tuvaletlerin temiz tutulmasının, ya da
mükellef masa hazırlamanın misafirle ilgili görünmenin işiyle
ilgili olduğunun göstergesi olduğunu söylüyordu. Yoksa
başarısız addedilirdi.
Eroğlu’da ajandasını yanına almış, sorulabilecek rakamları
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 121
yeniden gözden geçirmişti. Toplantıya hazırlıklı idi. Yerin
dibine sokulmayacak tehlikeyi hasarsız atlatacaktı.
Salman, Bölge Müd Selim Beyden brifing alıyordu. Eroğlu
kulaklarıyla Selim beyi dinlerken gözleriyle Salman’ı
süzüyordu. Doga alanı odunsu bitki üretimi, kaçakçılık gibi
daha önce cetveller halinde gönderilen bilgiler tekrarlanıyordu
Salman’a.
Doğa Genel Müd Salman hiç not almıyordu. Hep dinliyordu.
Bir gariplik seziliyordu. Oysa daha önce Ankara’dan gelenler
notlar alırlardı. Bu notlar eleştiri konusu olacaklarla ilgili
olurdu. Durumu bilenler genel müdürün hangi konularda
hatalar yakalayıp fırçalayacağını not alışından anlayabilirdi.
Odunsu bitki üretiminde çok geridesiniz diyecek ya da
kaçakçılar çalışırken siz uyuyor musunuz diyecek, bölge
müdürü, personelinin yanında mahçup ve ezik duruma
sokulacaktı. Ezikliğini gururla seyredecek içinden ne biçim
benzettim diyecekti. Kısaca çalıyı ucundan çekecek ne kadar
sürüttüğü ile övünecekti.
Söz sırası Doğa Genel Müdürüne gelmiş konuşmaya
başlamıştı. Söyledikleri az önceki brifingle hiç ilgili değildi.
Bölge Müdürü boşuna konuşmuştu sanki. İnsan
davranışlarından, doğa genel müdürlüğünün hedeflerinden,
diğer ülkelerin doğa alanındaki uygulamalarından, Türk
bürokrasisinin açmazlarından ve
bunlardan kurtuluşun
yöntemlerinden konuşuyor , doğa mühendisleri ağzı açık
dinliyordu. Aman allahım konuşma hiç bitmese diyorlardı.
Konuşan bir bürokrat değil, üniversite hocasıydı ya da bir
bilge kişiydi, dinleyenlerin içinde bir heyecan bir coşku
meydana getirmişti. Eroğlu, okumayı öğrenmeyi kendini
geliştirmeyi kendine hedef olarak koymuştu bile. İyi vatandaş
olmak, öğrenmek ülke için çalışmak, üretken olmaktan ibaretti.
Salman
Ovapazarı’ndaki konuşması ile dinleyenleri bir
tünelden çıkarmak, her tarafın görülebildiği tepelere
122 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
tırmandırmak istiyordu.
Salman tek tek vedalaştıktan sonra artık ayrılıyordu. Bahçenin
ortasına varmıştı ki geriye bakmış ve yan balkondaki doğa
koruma memurları ile şoförleri fark etmiş, geri dönerek tek tek
ellerini sıkarak onlarla da vedalaşmıştı. Eroğlu, tam o anda bir
şoförün söylediklerini hiç unutmamış her yerde de anlatmıştı. “
24 yıldır bu teşkilatta çalışıyorum, ilk defa bir genel müdürle
tokalaştım.” Yüzünden hayretle karışık mutluluk okunuyordu.
Salman küçük bir jestle şoför ve doğa koruma memurlarının
gönlünü almış onları da değişime tabi tutmuştu. Helikoptere
binip apartmanların üstünden havalanırken arkasından el
sallıyanlar büyük bir teşkilatın mensubu olmanın gururunu
yaşıyorlardı.
Aksu ilçesine dönme hazırlıkları içinde orada kararını vermişti
Eroğlu, bilgi çağına kendini hazırlayacaktı. Bu karar üzerine
sürekli okumaya devam edecek, TODAİE sınavını kazanıp
ailevi nedenlerle ayrılmak zorunda kalacak, ancak Ankara
Hukuk Fakültesini bitirmeyi başaracaktı.
Eroğlu, Karadağmadeni doğa müdürü olarak doğadan
döndüğünde masasında, üstünde ismi yazılı zarfın içinden bir
kitap çıkmış, kitabı bir solukta okumuş, yaklaşık 10 yıl önceki
hatıraları gözünde canlanmıştı. Zarfın üstü bile kendine değer
verildiğini gösteriyordu. Kitap akıcı, sürükleyici anlatım gücü
yüksek yönetim bilimi ile ilgili bilimsel –anı- mizah karışık
özgün bir kitaptı. Bir taraftan ibretle okumuş bir taraftan
gülmüştü ülkenin ağlanacak haline.
Fertleri aşağılanan toplumlar geri kalmış oluyor değer verilen
desteklenen toplumlar ise ileri toplumlar oluyordu. Okudukça
düşündü okudukça öğrendi . her insanın ilkesi olmalıydı o ilke
ile markalaşmalıydı. Eroğlu’da ilkeli bir insandı; kitap,
ilkelerine bağlılığını daha da güçlendirmişti. Koltuk için
verilen savaşlar öğrenmek, üretmek için verilmeliydi. Ülke o
zaman kalkınacak ilerleme o zaman gerçekleşecekti. Ülkeler
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 123
markalaşmış insanlar ve ürünler ile anılıyordu.
Abdullah Salman’a, anılarını yazıp meslek kamuoyuna
malettiği için teşekkür etmesi gerekiyordu Eroğlu’nun.
O da öyle yapıp bu yazıyı kaleme aldı..”
Bakanlık işleri, Bakan Ovalı ile Doğa Genel Müdürü Salman
ikilisinin gayretleriyle sürdürülmekteydi. Bakanlığın %80’i Doğa Genel
Müdürlüğü olduğundan, işlerin çoğunluğunun Salman’da olması
normaldi. Salman teşkilatını motive etmekle meşguldü. Bir teşkilatı
harekete geçirmek için öncelikle güven verilmeliydi. Teşkilat Genel
Müdürden iki konuda mutlak güven istiyordu. Birincisi, kendi arzusu
dışında tayin edilmeyeceği garantisi; ikincisi, yolsuzlukla yaptığı
mücadelede politikacılara karşı Genel Müdürün kendilerine destek
sağlamasıydı. Bu iki destekten emin olan teşkilat, harikalar yaratıyordu!..
Salman tayin konusunda ilgili Genel Müdür Muavinine verdiği talimat:
“Hiç bir eleman isteği dışında tayin edilmesin!” şeklindeydi. Bu ilkeye
büyük oranda uyulmuştu. Uyulamayan durumlarda, elemanlar merkeze
çağrılarak, istekleri sorulmuş, boş yerler listesi önlerine konmuş,
mağduriyet durumunda bir üst kademeye terfi ettirilerek, gönülleri
alınmıştı. Kendisine sahip çıkıldığını hisseden eleman, her zorluğa
isteyerek göğüs geriyordu...
En önde Genel Müdür, bütün teşkilat koşar adımlarla belirlenen
hedeflere doğru ilerliyordu... Burada teşkilata ulaşacağı hedefi “Vizyon”u
göstermek çok önemliydi. Elemanlar hangi istikamete yürüyeceklerini
bilmeliydiler. Hedefsiz bir teşkilatın yaptığı çalışma, askıda çalışan
arabadan farksızdı. Bürokratın en sevmediği; “tayin” ve “yolsuzluktu.”
Bu hassas konularda söz veren, güven veren her yönetici, teşkilatını
motive ederek, en iyi şekilde çalıştırıyordu. Doğal olarak bunları yapacak
Genel Müdürün cesur ve ilkeli olması en önemli kuraldı.
Genel Müdür olarak yaptıklarınız, söylediklerinizden önemliydi;
çünkü insanlar sizin söylediklerinizi değerlendirmek için eylemlerinize
124 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
bakıyordu. Yaptıklarınız sizin davranışınızı, esas niyetinizi yansıtıyordu.
Bir taraftan yolsuzluk ve kaçakçılıkla mücadele vereceksiniz, diğer
taraftan yolsuzluğa adı karışmış kişileri göreve getireceksiniz. Bürokrasi
bu konularda çok hassastı. Eylemleri sözleriyle uyum göstermeyen
yöneticiler, kendilerini aldatıyorlardı. Teşkilatlarını aldatamazlardı; çünkü
teşkilat mensupları söylenenlerden çok yapılanların önemli olduğunu
yılların tecrübesiyle öğrenmişti.
Diğer yandan, yönetici konumundaki kişilerin başarısızlıklarının bir
nedeni de, faziletleri yüceltmede aşırı suskun ve ürkek olmalarıydı.
“Maddiyatla” ilgili, sayılar ve benzerleri üzerine konuşma isteğine
eğilimli bir toplumuz; ama insanlar ahlaki değerler üzerine de
konuşmamızı istiyorlardı. Gerçek öz buradaydı. Bir lider olarak,
gerçekleştirmeye çalıştığınız şeyle ilgili ahlaki bağlam yaratmak
zorundaydınız. Ahlakın kaynağını din olmaktan çıkardığınızda, ahlak
kuralları kolaylıkla kenara itiliyor; bana göre, sana göre ahlak tartışması
başlıyordu. Dinimiz ahlak kurallarını kesin neticelere bağlamış, ahlaksız
uygulamalara kılıf bulmanın önünü tıkamıştır. Örgütünüz ne yaparsa
yapsın, insanlarla birlikte yapacaktı. Teşkilat elemanları, örnek alacakları
bir lider tiplemesine her zaman ihtiyaç duyuyorlardı. Bu nedenle ahlaki ve
kurumsal değerlere geri dönmeliydi. Yolsuzluk bürokrasimizin genel
hastalığı olduğundan, buradaki samimi mücadele teşkilatın, manevi
motivasyonunu sağlamada en önemli araçtı...
Salman Genel Müdür Muavinlerine bağlı kuruluşları üç ayda bir
değiştiriyordu. Muavinlerin “Bütünü kavrama”ları için fırsat yaratıyordu.
Kurumun bir bölümünü çok iyi bilmek, iyi yönetici olmak için yeterli
değildi. Her birimle ilgili bilgi sahibi olmak, bütünü görmekte kolaylık
sağlıyordu. Kurumu bütünsel görmek, sistemi canlı bir organizma olarak
algılamanın ilk basamağıydı.
Esasen genel müdür muavinliği,
kaldırılması gereken lüzumsuz bir kademeydi. Bilgi çağında bilginin
Bir yazının alt
çabuk ulaşması, kararların hızlı alınması esastı.
kademeden Bakana kadar dokuz katmandan geçmesi, “Dikey bürokrasi!”
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 125
oluşturuyordu. Muavinlik kademesi işlere bir katkı sağlamadığı gibi,
işleri geciktiren bir bürokratik kademeydi. Genel müdürlüklerde ana
birim, daire başkanlığıydı. İşlerin görülmesi, fikirlerin oluşturulması hep
daire başkanlıklarında yapılıyordu. Daire başkanının bütün işi Genel
Müdürleydi. Araya genel müdür muavininin girmesi, işlerin gecikmesi
yanında, konuya yabancı olan muavin ile daire başkanının sürtüşmesine
de neden oluyordu.
Bakan Ovalı TBMM’de bütçe konuşması yapmak için hazırlık
içindeydi. Müsteşar başta olmak üzere Bakanlık bürokratları bütçe
konuşmasının metni üzerinde çalışmaktaydı. Bu sırada Salman içeri
girmişti. Odadakilerin meşguliyetini görünce, geri dönüp çıkmak
istemişti; ancak Bakan:
— Abdullah Bey, gitme gel... Şu metne bir göz atıver, dedi.
Salman bir emrivaki karşısında kalmıştı. Çaresiz, konuşma metnini
alıp, okumaya başlamıştı. Metin, APK Kurul Başkanının dosyasından
çıkarılmış, her yıl ısıtılarak Bakanın önüne konan bir menüydü! Doğa
Koruma Bakanlığının görevleri, imkanları, eksikleri ve canavarlıkları!..
Konularını anlatıyordu. Okuma bittikten sonra, Salman:
— Sayın Bakanım, siz birçok yeniliklere imza attınız! Bu klasik ve
her yıl tekrarlanan metin yerine, yapılanları anlatan, gelecekte
yapılacaklardan bahseden bir konuşma çok iyi olurdu!..
Müsteşar:
— Sayın Bakanım, TBMM’nin bir geleneği, bir prosedürü var.
Gelenekleşmiş bir bütçe kanunu çerçevesi var. Orada herkes istediği
şekilde konuşursa, yadırganır...
Bakan:
— Hayır, söylediklerine katılmıyorum Müsteşar Bey! Abdullah Bey
doğru söylüyor, yaptıklarımızı ve yapacaklarımızı söylesek daha iyi
olur...
Müsteşar:
— Ben fikrimde ısrarlıyım, Sayın Bakanım... Takdir sizin!..
Bakan:
126 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Abdullah Bey, al eline kalemi, metni yazmaya başla!.. Bir
daktilo da temize çeksin!..
Salman istemeyerek kalemi eline aldı, metni yazmaya başladı. Bu
tür olaylar, kıskançlık konusu oluyordu. Salman’ın yapacak çok işi vardı,
her ne sebeple olursa olsun, bu tür olayların objesi olmak istemiyordu.
Ancak Bakan Ovalı’nın da başarılı ve güçlü olmasını istiyordu. Salman
Bakanlığa hiç sorun götürmüyordu. Bir sorun varsa bir kaç alternatif
çözümle birlikte konuyu Bakana takdim ediyordu. Bakan Salman’dan çok
memnundu. Salman, yeni projeler getiriyor, sorunlar çözümleriyle birlikte
geliyordu. En önemlisi, Bakanın birçok yükünü alıyor, çözüm üretiyordu.
Çözüm üretmek için her zaman bilgi yeterli olmuyordu; bazen cesaretle
olayın üzerine gitmek gerekiyordu. Hiç bir yönetici çözümsüz sorun
getiren idareciyi sevmezdi. Sorunun çözümünü bulamayan bir yönetici, o
sorunun bir parçası olmaktan kurtulamıyordu.
Bakan bütçe konuşmasını yapmış, milletvekillerinden hararetli alkış
ve tebrikler almıştı. Neticeden çok mutluydu!.. Mutluluğunu bir yemekte
paylaşmak için, Müsteşar Hüseyin Barkın, Doğa Genel Müdürü Abdullah
Salman, Toprak koruma Genel Müdürü İsmet Çokcesur, Hayvan koruma
Genel Müdürü Muhlis Sarıkol, Köy koruma Genel Müdürü Orhan
Demir’den ibaret Bakanlık üst kademe bürokrasisini yemeğe davet
etmişti. Bir masanın etrafında toplanılmış, Bakanlıkla ilgili konuların
tartışması başlamıştı. Bir süre sohbetten sonra, konu sivil toplum çevre
kuruluşu NEMA’ya gelmişti. Bu kuruluşun en hareretli düşmanı, Toprak
koruma Genel Müdürü İsmet Çokcesur’du. İsmet Çokcesur NEMA’dan
öyle bahsediyordu ki; bu kuruluş çok kötü işler yapıyordu, mutlaka yok
edilmeliydi!.. Zaten, fazla ağaç dikmemiş, toprak koruma da
yapmamıştı!.. Müsteşar ve diğer genel müdürler de İsmet Çokcesur’a
hararetle katılıyor, NEMA Başkanının ne kadar şovmen olduğunu, halkı
nasıl kandırdığından kendilerince uygun! Misallerle anlatıyorlardı. En
sonunda da Bakana tavsiyede bulunuyorlardı:
— Sayın Bakanım, bu NEMA’nın Başkanını odanıza almayın... Bu
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 127
Adam Doğa Koruma Bakanlığına gelmesin!.. Gösterişçi!.. Şovmen!..
Bakan bu kadar şiddetli suçlamalar karşısında onlara hak vermekten
kendini alamıyor, onları haklı buluyordu. Gerçekten de ülkemizde toprak
taşınması çok yüksekti. Bu kuruluş, çok az bir toprak koruma hizmeti
yapmıştı... vb....
Salman, saçmalıklara daha fazla dayanamadı, Bakandan söz istedi:
— Sayın Bakanım, ben farklı düşünüyorum, arkadaşların fikirlerine
katılmıyorum!..
Toplantıda buz gibi bir hava esti!.. Bütün gözler Salman’ın üzerine
çevrildi... Bu kadarı da fazla anlamı veren, kızgın yüz ifadeleri
şekillendi!.. Salman devamla,
— Bir kere NEMA bir sivil toplum örgütüdür. Ağaç dikmek, toprak
muhafaza gibi bir görevi yoktur. Çünkü bizim gibi bütçeden bu işler için
trilyonlarca para almıyor... NEMA’nın görevi; halka ağaç, toprak ve
çevre sevgisi aşılamaktır. Gördüğüm kadarıyla bunu da çok iyi yapıyor.
Bizim, Bakanlık olarak elli yıldır yapamadığımızı yaptılar. Halka çevre
sevgisini, erozyonun tehlikesini, çok iyi anlattılar. Çevreci gönüllüler
ordusu yarattılar. Bakış açımızı yanlış buluyorum. Konuya Bakanlığımız
açısından değil, Türkiye açısından bakmalıyız. Bence bu kuruluşun
karşısına geçmek yerine, yanımıza almalıyız. Bu kuruluşla kavga edersek
enerjimizi boşa harcarız; toprağa veririz. İyi ilişki kurarak bu kurumu
yönetebiliriz; bu konularda kendimize güvenmeliyiz. Ayrıca NEMA’nın
kamuoyunda çok iyi bir imajı var. Bu kuruluşla çatışmak bize kaybettirir.
Bu kuruluşla uzlaşmalıyız!, dedi.
Alıngan huylu insanlar, kendilerine güvensizlerdi. Güçlü kişilik,
kavga etmek yerine iletişimi öngörür. Kendine güveni olan kuruluş veya
insan, kavga etmez; yönetir. Sivil toplum kuruluşlarının istekleri sınırlıdır.
Bakanlıkların istekleri sınırsızdır. Çok geniş kitlelere karşı mesuliyet
taşırlar. Bu durumda sınırlı istekte bulunan STK’larına istediklerini
128 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
vermek, onlardan istenenleri almak daha karlı bir alışveriş olurdu; bunun
adı “yönetmek” ti. Salman da bunu teklif etmişti…
Masada esen soğuk rüzgarlar, herkesin neşesini kaçırmıştı. Bakanın
Salman’ı dikkatle dinlemesi, konuşmayı mantıklı bulduğunu
gösteriyordu; ancak tarafsız kalmaya da dikkat ediyordu. Masadakilerin
hepsi kendi elemanlarıydı... Bakan konuyu değiştirerek, ortamı yumuşattı.
Üç Genel Müdür ve Müsteşar, bu işin böyle gitmeyeceğini anlamışlardı.
Bu, Doğa Genel Müdürü ile birlikte yürümeleri imkânsız görünüyordu...
Mutlaka bir şeyler yapmalıydılar... Bu arkadaşa haddini bildirmeliydiler,
ama nasıl? Devamlı düşünüyorlardı!.. Ne güzel statükoyu koruyarak
görev yapıyorlardı. Bir değişim tutturan bu adam da nereden çıkmıştı!..
Toprak koruma Genel Müdürü bürokrasinin her türlü ayak oyununu
çok iyi bilirdi. Dört yıldır aynı görevde bulunuyordu, bir kaç Bakan
değiştirmiş, hepsine aynı oyunu çekmişti!.. İsmet Çokcesur kurnaz bir
bürokrattı. Kurnazlığını ve aklını iş yapmak yerine, koltuğunu
muhafazada kullanırdı. Koltuk onun için bir yaşam tarzı olup, ailece bu
işe adapte olmuşlardı. Çokcesur’un eşi, Genel Müdürlüğe iyi uyum
sağlamıştı! Ona çok saygılı davranmayan şoförler, gerekli ilgiyi
göstermeyen hanımların mühendis eşleri ertesi gün tayin oluyorlardı!..
Resmi arabalar hanımefendiyi ve çocuklarını akşama kadar oradan oraya
taşımakla meşguldü... Çokcesur’un koltuğunu korumak için yazdığı
senaryolar , orijinal ve ilginçti; kurnazlık yüklüydü! İş konusunda
yenilikten hoşlanmazdı, tutucuydu. Her gelen Bakana birçok senaryo
yazmış ve oynamıştı. Bakanlara kendini, çok çalışan, o olmadığında
işlerin yürümeyeceği bir Genel Müdür olarak takdim eder, buna da
inandırırdı!..
Bir defasında, Bakan, Salman ve Çokcesur Gürcistan’a inceleme
gezisine gitmişlerdi. Birinci günün sonunda, otel lobisinde üçü yalnız
kalmışlardı. Çokcesur Bakana,
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 129
— Sayın Bakanım, bazı sorunlarım var. Sizinle özel görüşebilir
miyim? Demişti.
Salman, Bakanla Çokcesur’u yalnız bırakmak için müsade istemiş,
odasına istirahata çekilmişti.
Bakan Ovalı’nın sonradan anlattığına göre konuşma şu şekilde
olmuştu,
Çokcesur:
— Sayın Bakanım, benim sizinle konuşmak istediğim konu aile
sorunlarımla ilgili, efendim!
— Hayrola İsmet Bey, bir geçimsizlik falan mı var?
— Hayır efendim, sorunum şu: dört yıldır Genel Müdürüm eşime ve
çocuklarıma vakit ayıramıyorum!..
— Biz de aynı durumdayız İsmet Bey, hanım yıllardır ilgisizlikten
şikayet eder; ama alıştı...
— Ben çok yoruldum, Sayın Bakanım! Müsaade ederseniz, ben
genel müdürlükten ayrılmak istiyorum!..
— Sen ne diyorsun, İsmet Bey! İki aydır birlikte çalışıyoruz, gayet
iyi gidiyor... Benden veya başka bir şeyden şikayetin mi var?
— Hayır Sayın Bakanım, hiç bir şikayetim yok, sizi çok
seviyorum... Çok yoruldum efendim... Lütfen istifamı kabul edin...
— Kabul etmiyorum, İsmet Bey! Görevden kaçırtmam ben adamı...
Bu konuyu bir daha açma... İlerde bir sıkıntı çıkarsa, birlikte göğüsleriz...
Sen konuyu bir daha değerlendir.
— Sizinle çalışmak büyük zevk, Sayın Bakanım. Hanımla bir defa
daha konuşuyum; ama göreve devamımı kabul edeceğini hiç
zannetmiyorum...
— Neyse, istifa falan kabul etmiyorum! Çalışmaya devam İsmet
Bey... Şimdi yatmaya gidelim...
Bakan Ovalı bu durumu Salman’a anlattığında, Salman:
— Sayın Bakanım, İsmet Bey fakülteden sınıf arkadaşım kendisini
25 yıldır tanırım. Görevi bırakamayacak bir kişi varsa o da İsmet
130 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
Çokcesur’dur. İsterseniz bir deneyin, işkenceye yatırsanız istifa etmez.
Genel Müdürlük onlar için, ailecek bir yaşam tarzıdır. Bundan
vazgeçmeleri imkânsız, efendim. Ayrıca bu konuda karar verici
hanımefendidir!..
— Abdullah Bey, ben kendisini çok samimi gördüm. Olay senin
anlattığın gibi değil...
— Sayın Bakanım, bunlar bürokratların yerlerini sağlama alma
oyunlarıdır. İsmet Beyin çok sevmeyeni var. Bu kişiler size bir şekilde
ulaşacaklar... Bunu bildiği için kendince tedbir alıyor. Konu zamanla daha
iyi aydınlanacak. Gerçek o zaman ortaya çıkacak....
Aylar sonra Bakan, İsmet Çokcesur’la bir konuda tartışmış, istifasını
getirmesini istemişti. Ne mümkün!.. İsmet Çokcesur koalisyon ortakları
arasındaki kararname bloke etme durumunu bildiğinden, Bakanın
telefonlarına çıkmamış, bir daha Bakanlığa bile uğramamıştı. Bakan
Ovalı, o zaman Salman’ın dediklerini hatırlamış, onu bir defa daha takdir
etmişti... Uzun süre görevde kalmış bürokratlar, işlerinden kopmakta,
kendilerini yenileyememekteydiler. Üst kademe bürokratları beş yılda
zirvelerini oluşturmakta, ileriki yıllarda bu çıtayı aşmaları mümkün
görünmüyordu. Daha sonraları statükonun esiri olarak askıda
çalışıyorlardı. Bütün dikkatlerini koltuklarını muhafazaya verdiklerinden,
işleriyle ilgili kendilerini geliştirecek vakitleri de olmuyordu...
Bakan Ovalı bir şeyi bilmiyordu. İsmet Çokcesur’u toprak koruma
mesleğine Salman kazandırmış, Onu keşfetmişti!.. Salman mesleğe
Çokcesur ayarında, birçok değer kazandırmıştı!.. İnsan konusunda
yanılma payı çok yüksek oluyordu!.. Yıllar önce Bakanlık Müsteşarı
Musa Yeten, toprak korumadan sorumlu genel müdür muavini arıyordu.
Müsteşar Yeten Salman’ın arkadaşı olduğu için bu konuda onun fikrini
almış, birisini bulmasını istemişti. Salman o sırada Eskişehir’de tatilde
bulunan İsmet Çokcesur’u Ankara’ya çağırmış, Müsteşarla
görüştürmüştü. Müsteşar Çokcesur’u genç bulmuş; ama Toprak koruma
Daire Başkanı olarak atamıştı. İsmet Çokcesur şube müdürlüğünde
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 131
başarılıydı. O zamanlar, bir şekilde Salman’ı da etkilemişti! Salman,
keşfinin değerini, yıllar sonra anlayabilmişti!.. İyi ki Bakan Ovalı bunları
bilmiyordu! Bilseydi, Salman’a ilk diyeceği, “Abdullah Bey, bu ayıp
sana yeter!” olacaktı!..
Peter Kanunları, bürokratın son noktasını belirleme açısından
önemliydi. Her bürokratın bir bitiş noktası vardı. Bürokrat şube
müdürlüğünde başarılı oluyor; fakat daire başkanı yapınca başarısız
oluyordu. Genel müdür muavini, ikinci adam olan bir bürokrat, birinci
adamlığa, genel müdürlüğe yükselince başarılı olamıyordu. Bu bürokratın
bitiş noktası, başarılı olacağı son nokta tespit edilmeliydi. Aksi takdirde o
bürokrat kaybediliyordu. Salman’ın bu konularda çok deneyimi olmuştu...
Müsteşar Musa Yeten Salman’ı çağırmış, görüşünü soruyordu.
— Abdullah, iki daire başkanı tayini geldi. Sen ve Muhsin Demir.
Ben bunlardan birini yapabilirim. Tercihini yap, demişti.
Salman,
— Önce Muhsin Demir’i tayin edin, beni sonra tayin edersiniz,
demişti.
Muhsin Demir şube müdürlüğünde gayet başarılı performans
göstermiş, Salman’ın en samimi arkadaşlarından biriydi. Neticede
Müsteşar Yeten Muhsin Demir’in daire başkanlığını onaylamış,
Salman’ınki daha sonra yapılmak üzere beklemeye alınmıştı. Salman
Muhsin Demir’den arkadaş olmanın ötesinde, insan olarak bir teşekkür
bekliyordu; ama beklediğini elde edememişti. Muhsin daire başkanı
olduktan sonra öyle bir değişikliğe uğramıştı ki, kimse inanamamıştı.
Muhsin’in başta Salman olmak üzere bütün yakın arkadaşlarıyla ilişkisi
bozulmuştu. Muhsin Daire Başkanı olarak, ceberrut yöneticiliğe
özeniyordu. Elemanları odadan beş dakika uzaklaşsa, soruşturma
açıyordu. Sabahları geç gelenler, tuvalette çok kalanlar soruşturma üstüne
soruşturma geçiriyordu. En sonunda Muhsin’in aile düzeni bile
bozulmuştu. Bütün bunlar Muhsin’in kötü insan olduğundan değil, bitiş
132 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
noktasının üzerinde bir göreve getirilmesindendi. Muhsin’e yüksek görev
vermek, ona yapılmış en büyük kötülüktü. Nitekim Muhsin daire
başkanlığından alındıktan sonra herkesle ilişkileri düzelmiş, eski formuna
kavuşmuştu. Peter Kanunlarına göre herkesin bir son noktası vardı. Bu
noktayı tespit, bürokrata yapılacak en büyük iyilikti...
ÖZEL SEKTÖR HEP İSTER
Salman, Genel Müdürlüğün gelirlerini artıracak yeni projeler için
hummalı bir çalışmanın içindeydi. Doğa Genel Müdürlüğü piyasaya
sürülen odunsu bitkilerin %90’ını ürettiği halde, piyasada belirleyici
değildi. Odunsu bitki fiyatlarının oluşması, bir kaç büyük tüccarın eline
kalmıştı. Bu durumdan küçük esnaf ve Doğa Genel Müdürlüğü zarar
etmekteydi. Fiyatların yükselmesi küçük esnafı krize sokuyor, alçalması
Doğa Genel Müdürlüğünü nakit sıkıntısına sokuyordu. Salman konuyu
incelediğinde; Doğa Genel Müdürlüğünün fiyat politikasının ilkelliğini
görmüştü. Taşrada satışlar ihale ile yapılıyor, neticeler kırk gün sonra
merkeze geliyordu. Bu hantallık, üretimin büyük çoğunluğunu yapan
Genel Müdürlüğü, ürün fiyat tespitinde etkisiz kılıyordu. Bu iş için ilgili
kişilerle ortak bir proje oluşturuldu. Üretim, satış, stok konularını içeren
bir yazılım yapılacaktı. Bu ortak yazılım, ürün satışı yapan
müdürlüklerin, muhasebe işletim sistemini oluşturacaktı. İnternet
üzerinden işlemler günlük olarak merkeze yollanacak, üretim, satış, stok
ve fiyat durumu günlük öğrenilecekti. Fiyatlar yükselince üretim
azaltılacak, fiyatlar düşünce de üretim artırılacaktı. Böylece piyasadaki
vurguncular etkisizleşecek, fiyat istikrarı sağlanacaktı.
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 133
Salman Sentez Danışmanlığın sahibi Hasan Kabasakal’ı çağırdı,
durumu anlattı. Ciddi bir yazılım firmasıyla işbirliğine gitmesini, bu işi
kendilerine vereceğini söyledi. YAZILIM A.Ş. büyük bir firmanın
yazılım şirketiydi. Başarılı bir iş bitirme referans listesine sahipti. Salman,
YAZILIM A.Ş. Genel Müdürü Mert Aslan ile konuyu görüşmüş, teklif
getirmesini söylemişti. Üç gün sonra gelen teklif; bu işin beş yüz bin
dolara yapılacağını bildiriyordu. Salman’ın bu konuda bilgisi
olmadığından, ilgili müdürüne talimat vermiş, piyasa araştırması
yapmasını istemişti. Piyasa araştırması neticesinde bu işin fiyatı; 150.000200.000 $ arasında değişiyordu. Ama hiç bir şekilde 250.000 $’dan fazla
değildi. Salman YAZILIM A.Ş. Genel Müdürü Mert Beyi çağırtarak,
durumu anlatmıştı. İlgili birim amirleriyle bir arada, fiyat konusunda
uzlaşma sağlanmasını istemişti. Günler geçiyor, firma verdiği teklifi bir
türlü aşağı çekmek istemiyordu. Yapılan bütün toplantılar anlaşmazlıkla
sonuçlanıyordu!..
Salman, Mert Aslan’ı çağırtmış,
— Mert Bey, fiyatınız çok yüksek! İndirim yapmazsanız işi size
vermem zorlaşacak...
— Sayın Genel Müdürüm, çok fazla kazandığımız doğru değil. İşi
iki firma olarak yapıyoruz. Ben bu paradan ciro üzerinden %10’unu
SENTEZ DANIŞMANLIK Şirketine vereceğim. Kalan da bize...
— Mert Bey, sana bir şey hatırlatayım, SENTEZE vereceğin parayı
bizim sırtımızdan değil, kendi kazancından vereceksin!.. Ortak iş
yapıyorsunuz; yapacağınız anlaşma şartları, kimin ne kadar iş yapacağı
beni ilgilendirmez. Onlara yapacakları karşılığında %10, %20 ne
vereceksen bu sizin sorununuz. Bunlara karşılık olarak 500.000 $ avanta
ödemem...
— Sayın Genel Müdürüm, beni yanlış anladınız!.. Bu iş pahalı bir
iş... Birçok uzman çalıştıracağız... SENTEZ danışmanlığa da çok iş
düşecek, tamam... Ama masrafımız çok fazla olacak...
— Mert Bey, piyasayı biliyoruz. Son olarak sana üç gün süre
veriyorum, bizim arkadaşlarla uzlaşın, aksi takdirde işi size yaptırmam...
134 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
Üç gün süren pazarlıklar neticesi genel müdürlük ilgilileri 150.000
$’dan yukarı çıkmamışlardı. Pazarlığı yürüten Doğa Genel Müdürlüğü
elemanları, kendilerinin tam yetkili olmalarından çok memnundular.
Salman pazarlığın son safhasına kadar hiç müdahale etmemiş, görevlileri
tam yetkili kılmıştı. Üçüncü günün sonunda Salman tarafları masada
toplamıştı. Firmanın ayakları yere değmiş, 500.000 $’dan 200.000 $’a
kadar inmişti. Salman konuyu daha çok uzatmadan, neticeyi 175.000 $’a
bağladı, işi bitirdi. Özel sektör böyleydi. Eline geçirdiği kanalları sonuna
kadar zorlardı. Ayakta kalmak adına, çok kazanma hırsına sahip olması
normaldi. Ancak, kamu görevlilerinin 20-30.000$ almak için devletin
300.000 $ kazık yemesine göz yummaları affedilmez bir hataydı.
Maalesef bunun örnekleri çok fazla görülmekteydi. Kamuda her ne
şekilde olursa olsun, eline para değmiş bir görevli uzun süre
sendelemeden yürüyemez, bir yerlere yıkılır kalırdı...
Şimdi sıra işlemin ikinci safhasına gelmişti. Odunsu bitkiler
kesilmekte, sürütülmekte, taşınmakta, istiflenmekte ve ihaleye
çıkarılmaktaydı. Bu süreç ortalama üç ay sürmekteydi. Üç ay içinde açık
arazide bekletilen odunsu bitkiler, çatlamakta ve değer kaybetmekteydi.
Bu değer kaybı %25’lerin üzerinde; 200-250 milyon doları bulmaktaydı.
Sıcakta bırakın odunu, çimento bile sulanmadığı takdirde çatlamaktaydı.
Bu bitkiler dikili halde işaretlenerek satıldığında zayiat olmuyor, alıcı
malları bir kaç günde fabrikasına taşıyordu. Doğa Genel Müdürlüğü
mensupları, birçok işten ve bürokratik muameleden kurtuluyorlardı. Bir
başka husus; üretim, satış, stok yazılımı yapıldığında, piyasaya az mal
sürmek gerektiğinde bitkilerin depoda değil, dikili olarak bekletilmeleri
gerekiyordu.
Salman bu işi nasıl yapacaktı? Teşkilatı alışkanlıklarından
vazgeçirmek çok zordu. Bu işe katılımcı bir yaklaşımla girmeliydi. Daire
Başkanlarına ve Genel Müdür Muavinlerine akşam toplanıp, “Beyin
fırtınası” yapılacağı söylenmişti. Herkes merak içinde toplantıya gelmişti.
Nasıl bir şeydi? Bu beyin fırtınası!.. Salman kısaca beyin fırtınasının ne
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 135
olduğunu anlattı ve problemi tanımladı. Elemanlar çözüm konusunda fikir
yürütmeye başladılar. Önceleri bazı fikirler yadırgandı... Kısa sürede
uyum sağlandı. Beyin fırtınasında, değeri olsun olmasın her fikir
önemliydi. Kimse ortaya atılan fikir konusunda olur olmaz diye bir
görüşte bulunmayacaktı. Neticede ortaya atılan fikirler bir yazı tahtasına
yazıldı. Benzer fikirler tasnif edildi. Adım adım çözüme ulaşıldı.
Elemanlar soruna o kadar odaklanmışlardı ki, saatin gece 02.00
olduğunun farkında bile değillerdi. Bu iş katılımcıların çok hoşlandıkları
bir süreçte neticelenmişti. Bu nedenle hem zevkli bir tartışma hem de
çözüme ulaşılması gerçekleşmişti. Salman neticeden memnundu.
Kafasındaki çözümü, katılımcılıkla neticelendirmişti. Çıkan çözüm,
katılımcı olmuştu; yani herkesin malı olmuştu. Bürokraside katılımcılık
çok önemliydi. Üst kademe yöneticilerinin yaptığı en büyük hata;
sorunları bir veya birkaç kişiyle çözüme ulaştırmalarıydı. Bu çözümü,
teşkilat anlamadıysa veya kafasına yatmadıysa, çöpe atar, uygulamasını
yapmazdı. Bu nedenle üst kademe yöneticileri kararları katılımcı bir
yaklaşımla aldıkları takdirde neticeye gidebilirlerdi. Salman bu durumu
çok iyi biliyordu. Bu nedenle sorunları katılımcı bir yaklaşımla çözüme
ulaştırıyordu. Konu tamim haline geldikten sonra, emirleşiyordu. Tamimi
okuyan müdür veya bölge müdürü merkezde yakınlık duyduğu bir daire
başkanına telefon edecekti:
— Sayın Başkanım, dikili satış konusunda bir tamim geldi. Bu konu
hakkında ne diyorsunuz? Taşradaki elemanın sorusu bürokrasi dilinde; bu
konuyu ciddiye alalım mı? Yoksa çöpe atılacak bir konu mu? Burada
daire başkanının cevabı önemliydi. Daire Başkanı:
— Evet, Sayın Bölge Müdürüm, bu konu ciddi olarak ele alınmalı.
Teşkilat çok zarara uğruyor, bunun önüne geçmeliyiz... veya,
— Önemli değil, Sayın Bölge Müdürüm, biliyorsun Genel Müdür
Bey yenilik hastası, bir yenilik tutturmuş gidiyor... Eski köye yeni adet
getiriyor... Ciddi bir mesele değil, oku geç...
136 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
Beyin fırtınasına katılan ve çözüme katkısı olduğuna inanan Daire
Başkanı bu tamimin uygulanmasını savunacaktı. Çözüme katılmadığında,
ikinci konuşmayı yapacak, işin lüzumsuzluğunu anlatacaktı!.. Bu işareti
alan taşra, pasif direnişle işi askıya almakta gecikmeyecekti. Takım
çalışması günümüzün önemli bir olgusuydu. Lider sadece kendi beynini
kullanmak yerine; elemanlarının beynini tam kapasite olarak kullanarak,
bunu işine aktarması en akıllı bir işti. Çünkü asker savaşır, komutan
savaşı kazanırdı. Başarı ve başarısızlık lidere ait olduğuna göre, lider
elindeki beyinleri takım çalışması ile sonuna kadar kullanmalı; başarının
kapısını bütün gücüyle aralamalıydı.
Siyasetçiler bu konuda çok hata yapmaktaydılar. Her emirlerini
isabet buyurdunuz şeklinde karşılayan merkezi yönetim, taşrayı
çalıştıramıyordu. Merkezden yapılan çok önemli yönetmelik ve kanun
değişikliklerinin, taşrada
uygulama değeri olmuyordu. Bunalan
vatandaşlar, sıkıntılarını Ankara’ya ulaştırmakta; ancak sorunlar bir
çözüme kavuşturulamıyordu. Burada önemli olan katılımcılıktı.
Günümüzde merkezi yönetimler yetkileri topladıkça, yönetimde
hâkimiyeti kaybediyorlardı. Merkezden kararlarla yönetilen bir kurumda
genel müdür; araba sürmek için direksiyona oturmuş, arabayı
yürütemeyen şoför gibiydi.
HENÜZ İDEALİSTLER TÜKENMEDİ
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 137
Doğa Koruma Genel Müdürlüğü 150 yıllık bir geleneğe sahipti.
Örgütler uzun yılların verdiği tecrübeyle kurumsallaşıyorlardı. İşler
otomatiğe bağlanmış, tıkır tıkır yürüyordu. Doğa koruma konusunda
elemanlar çok özveriliydi! Doğa için bir tehdit gördüklerinde; doğa
mühendisliğinden çıkıp, bir “doğa savaşçısı!” oluyorlardı. Doğa
yangınlarında bu savaşçılar, adeta yangına saldırırlar, onu söndürmek için
canlarını ortaya koyarlardı. Onlarca görevli doğa mühendisi, yangına
saldırmanın bedelini görev şehidi olarak yanmış, canıyla ödemişti.
Kaçakçılarla mücadele verirken ailesini, çocuğunu düşünmeden ileri
atılır, kaçakçı kurşunlarıyla vurularak, yaralanmaktan ve ölmekten
çekinmezlerdi. Yeter ki, doğaya bir zarar gelmesin!.. Gene onlarca
mühendis, kaçakçı kurşunlarıyla yaralanmış, bir çoğu görev şehidi
olmuştu. Aslında Doğa Mühendisleri her yıl Mart ayında kutlanan
“ormancılık haftası” nın bir gününü “doğa şehitlerini anma” günü olarak,
şehit aileleriyle ilgili bir program yapmaları bir vefa gereğiydi.
Bir defasında Salman gece saat 03.00’de İstanbul’dan Ankara’ya
geliyordu. Arabanın telsizini dinlemeye aldı,
— Sıfır iki- sıfır üç... sıfır iki- sıfır üçü arıyor...
— Sıfır üç- sıfır iki... sıfır üç dinlemede, tamam...
— Dokuz kod nolu yolda bir araba görülmüş, kaçak emval
yüklemiş, tamam...
— Siz arabayı takip edin... Dikkatli olun silahlı olabilirler...
Jandarmayı devreye sokacağım, tamam...
— Sıfır üç- sıfır ikiyi arıyor... Sıfır üç- sıfır ikiyi arıyor...
— Sıfır iki- sıfır üç... Sıfır iki dinlemede, tamam...
— Araba onbir kod nolu yola doğru saptı... Arabadan ateş ediyorlar,
daha çok yaklaşamıyoruz... Emvalleri boşaltarak gidiyorlar... Tamam…
— Çok dikkatli olun... Kamyona fazla yaklaşmayın... Jandarma
geliyor... Tamam...
Konuşmalar uzayıp gidiyordu... Gecenin üçünde bütün teşkilat
ayakta, kaçakçı takibindeydi. Ne kadar vazifeye bağlılık Allah’ım!..
Salman, telsizdeki konuşmalardan çok hislendi!.. İçini duygu seli
138 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
kaplamıştı... Böyle bir teşkilatın Genel Müdürü olmak, ne büyük
onurdu!.. Bu kadar fedakarlık!.. Tam bir vazife aşkı!.. Telsizi açtı, bu
isimsiz doğa savaşçılarına tebriklerini, teşekkürlerini, minnetlerini,
bildirmek istedi!.. Ancak, konuşamadı... O kadar hislenmişti ki!..
Kelimeler ağzına tıkanmıştı!.. Bir kelime dahi söyleyememişti... Gerildi,
gerildi... Kendini daha çok sıkamadı, gözlerinden yaşlar boşandı!..
Araba süratle yol alırken, Salman düşüncelere dalmıştı... Daha
geçen ay bir doğa mühendisi ile iki doğa bekçisi kaçakçı kurşunlarıyla
yaralanmış, gencecik doğa mühendisi ayağından vurulmuş, topal
olmuştu!.. O yaralı haliyle, Salman’a soruyordu?
— Sayın Genel Müdürüm benim ayağım önemli değil!.. Beni bölge
şefliğinden ayırmayın!.. Beni pasif göreve alırsanız, işte o zaman beni
kaybedersiniz! diyordu...
Salman:
— Sen merak etme!.. Bütün teşkilat arkanda!.. Senin isteğin dışında
bir şey yapmam mümkün değil. Önce tedavini en iyi şekilde yaptıralım...
Gerisi kolay...
Dayanılacak gibi değildi!.. Yaralanmaktan, sakat kalmaktan dolayı
en ufak bir üzüntü, pişmanlık duymuyordu!.. Gelecekteki görevini
düşünüyordu... İşte insanı kahreden de bu ya!.. Bu ülke, bu kahramanlar
sayesinde ayakta duruyor, korunuyordu!.. Bu fedakar insanlara ve
bunların teşkilatına yapılacak küçük bir yanlış muamelenin çok büyük
mesuliyeti vardı!.. Salman bu yanlışı hiç bir zaman, neye mal olursa olsun
yapmayacaktı... Bunda kararlıydı!.. İnsan çarpılırdı... Bu kahramanlar ve
teşkilat için ne yapılsa değerdi ve bu vatanseverler her şeye layıktılar!..
Bakan Ovalı ile kaçakçı kurşunlarına hedef olmuş doğa
savaşçılarını, hastanede ziyarete gittiklerinde, Bakan sormuştu:
— Abdullah Bey, bu arkadaşlara maddi yardımda bulunabilecek
miyiz?
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 139
— Kanun müsait değil, Sayın Bakanım. Maalesef yardım
edemiyoruz.
— Bu ayıp ta size yeter!..
— Yerden göğe kadar haklısınız Sayın Bakanım. Size söz
veriyorum, bu konuyu en kısa zamanda çözeceğim!..
Bakan Ovalı haklıydı, gerçekten de büyük ayıptı. Doğa gazilerine
uğradığı kayıplardan dolayı en ufak maddi katkıda bulunmak mümkün
değildi. Hatta olay mahkemeye intikal ettiğinde, idare bu gaziler için
avukat bile tutamazdı!.. İşte bu da devletin adaleti!.. Bu kadar
umursamazlık fazlaydı!.. Doğa Genel Müdürlüğü saltanat yeri değil,
sorumluluk yeriydi!.. Görev yapma yeriydi!.. Bu teşkilat insanıyla,
kuruluşuyla, imkanlarıyla çok büyük bir kuruluştu!.. Yazıklar olsun! O
küçük Beyinleriyle bu kutsal teşkilatı yönetenlere!.. Oturdukları koltukla
şahsiyet bulup, adam sınıfına girenlere!.. öyle bir sistem oluşmalı ki, her
üniversite diploması olan bu teşkilata Genel Müdür olamamalıydı!..
Salman, Ankara’ya döner dönmez DOGEMVAK’ı (Doğa Genel
Müdürlüğü Vakfı) kurmuş, bir ay içinde yaralılara maddi, manevi ve
tedavi yardımı yapar duruma getirmişti. Genç mühendisi en iyi
hastanelerde tedavi ettirmiş, biraz olsun vicdanen rahatlamıştı. Ancak
sorunlar bitmek bilmiyordu. Doğa koruma mühendisleri gece gündüz
mesai olmaksızın, bütün özverileriyle, canlarını ortaya koyarak
çalışıyorlardı. Buna karşın aldıkları ücret; DPT, Hazine, Maliye vb.
çalışan mühendislerin aldıklarının yarısı kadardı. Bu da devletin
adaletsizliğiydi!.. Gel de isyan etme!.. Doğa koruma mühendisleri
şehirlerden uzak yerlerde çalıştıklarından sorunlarını anlatamıyorlardı.
Yani ağlamasını bilmiyorlardı. Ağlamayan çocuğa meme verilmezdi. İşte
bu noktada mesleğin siyasi bölünmüşlüğünün cezasını doğa savaşçıları
çekiyordu. Yazıklar olsun!.. Siyaset adına bu doğa savaşçılarının haklarını
korumayanlara!..
140 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
Salman bu konularda bir şey yapamamanın acısını yaşıyordu. İsyan
ediyor, yasal olmasa da elemanları için bir şeyler yapmaya çalışıyordu.
İnanıyordu ki, bu isimsiz, reklamsız doğa savaşçılarına ne yapılsa azdı!
Kamplardaki fiyatları ucuzlatmış, misafirhanelerden mümkün olduğunca
ücret alınmamasını, şifahen emirlemişti. Müfettişlerin resmi olmayan
telefon konuşmalarını tespit etmelerini yasaklamış, arabaya görev dışı
bindin binmedin konularını mühendis arkadaşları lehine kapatmıştı. Öğle
yemeklerinde kaliteyi artırmış, personel katkısını azaltmıştı. İşçi olarak
çalışan doğa mühendisleri, kadrolulara göre çok az ücret alıyordu,
ücretleri kadrolu mühendis maaşına endeksleyerek, onların yevmiyelerini
artırmıştı. Elindeki bütün
yetkileri kullanmakta bir an tereddüt
etmiyordu; ancak yetkileri sınırlıydı!.. bu kadardı!..
Salman dünyada olanları, teknolojiyi takip etmekte çok hevesliydi.
İçinde yaşadığımız dünyanın değerlerini özümsemeden kalkınma
gerçekleşmiyordu. Kurum bazında, eskinin değerlerini yaratan uygulama
ve dinamiklerle gelecek yaratılamazdı. Teşkilat ileri, hep ileri bakmalı;
gelecek 20-30 yılın planları, vizyonu ortaya konulmalı; teşkilat gelecek
odaklı çalışmalıydı. Devrim, reform, değişim ve yenilik kelimeleri
büyüleyici kavramlardı. Bunlar bir kere yapılınca biten eylem olmaktan
çok, sürdürülebilir oldukları zaman önem kazanıyorlardı. Demokrasi de
bunlardan biriydi. Bilgi çağında katılımcılık ve takım çalışması öne
çıkmıştı. Bilgi toplumunda demokrasi sadece siyasi unsur olmaktan
çıkarak, ekonominin de bir unsuru haline gelmişti. Sanayi toplumunun
teknolojisi olan "fabrika", bilgi toplumunda "insan Beyni" ne
dönüşmüştü. Ülkelerin gücü petrol, maden, otomobil vb. gibi geçmişin
ölçüleriyle değil, yeni teknoloji; "insan Beyni"nin miktarıyla, hem de iyi
yetişmiş beyinlerle ölçülmekteydi. Doğamız temiz hava, su, toprak
üreterek, iyi yetişmiş beyinlerin tarlası olmakta; yetişmiş beyinlerin sağlık
boyutunu oluşturmaktaydı. Doğa gelecekte “alternatif tıp” olarak
insanların hizmetine girecekti…
Çağımızda kurum, ve teşkilatların gücü de sahip oldukları Beyin,
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 141
hem de iyi yetişmiş Beyinlerle ölçülmekteydi. Daha dün sermayesiz
kurulan Mikrosoft şirketi, yüz yıllık sanayi şirketi Ford’u gerilerde
bırakmış, dünyanın en zengin şirketi olmuştu. Mikrosoft’un bütün
sermayesi, Pazar değeri; çalışanların kafalarındaki projeler, beyin takımı,
müşteri listesi ve o şirketin gelecekte ulaşacağı değerden ibaretti. Çünkü
değer yaratarak, zenginliği ortaya çıkaran dinamik; insan Beyniydi. Bu
Beyinler ise, tenkit, hoşgörü ve fikir hürriyetinin olduğu demokratik
ortamlarda yetişmekteydi. Kalkınmak için yetişmiş Beyinlere, bu
Beyinleri yetiştirmek için de demokratik bir alt yapıya ihtiyaç vardı. Bu
nedenle demokrasi, kalkınmanın, gelişmenin yoluydu. Demokrasisiz
Beyin yetiştiremez, iyi yetişmiş Beyinler olmadan da çağı
yakalayamazdık. Bu beyinlerin fiziki gelişmişlikleri de temiz su, temiz
hava, temiz toprak sağlayan doğaya bağlıydı.
Doğa Koruma mensupları gerçekten çok idealisttiler. Yangın
sonrası, basın doğanın yağmalandığını söylemesine rağmen, doğa
korumacılar bir santim toprak dahi vermemişlerdi. Alanı hemen tel
örgüyle çevirir, eski haline getirirlerdi. Ülkemizin doğal zenginlikleri bu
kadar korunduysa, doğa savaşçılarının özverileriyle korunmuştu. Bütün
bu kurumsallaşma ve özverili çalışma Doğa Genel Müdürlüğünü etkin
çalışan bir kurum haline getirmişti. Kurumsallaşma fırsatlarla birlikte bazı
tehditleri de taşırdı. Başta gelen konu, kurumsallaşmanın değişimi
engellemesiydi. Kurumsallaşmış örgütlerde çalışanların en büyük sorunu,
değişememek, çağa uyum sağlamakta gecikmekti. Olaylara geniş ufukla
bakabilmek için okumaya, bilgili olmaya ihtiyaç vardı. Bu nedenle
Salman bütün gönüllü yöneticileri , iki hafta sürecek çağdaş yöneticilik ve
ekonomi eğitimine aldı. Anlaşma yapılan üniversite gerçekten iyi eğitim
vermişti. Birçok yönetici, duyduğu yeni konulardan etkilenmiş, bu
konularda okumayı sürdürmüştü. Bilgi toplumunda okuma ve eğitim
periyodik olmaktan çıkmış; ömür boyu olmuştu. Okuma nerede bırakılırsa
orada kalınırdı…
Diğer yandan yabancı dil mühendislikte önem kazanıyordu. Yabancı
142 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
dil bilmeksizin dünyayı takip etmek mümkün değildi. Genel Müdürlükte
tam günü kapsayan yabancı dil kursları açılmıştı. Yüze yakın mühendis
bu kurslara katılarak, dil öğrenmenin ilk adımını atmıştı. Salman yıllarca
önce daire başkanlığında yabancı dil kursları açtırmış, birçok mühendisin
bu kurslara katılmasını sağlamıştı. Salman 1980’li yılların ikinci yarısında
Dünya Bankası projesi lideri olmuştu. İlk el attığı konu, projedeki
300.000 $’lık eğitim ödeneğini 3 milyon $’a çıkarmak olmuştu. Bu
konuda çok mücadele vermiş, onlarca mühendisin dil öğrenerek yurt
dışına gitmelerinin, 50 adet dozer fazla olmaktan daha önemli olduğunu
anlatmakta sıkıntılar yaşamış; ama bütün iç ve dış uzmanların engellerine
rağmen başarmıştı!..
Onlarca yabancı dil kursunu başarıyla bitiren elemanı, yurt dışına
bir yıl süreyle göndermişti. Bu gün, Genel Müdürlükte yabancı dil bilen
birçok mühendis yetişmişti. Bir diğer konu da bürokratların mümkün
olduğunca yurt dışına gönderilmeleriydi. İnsanlar muhakemelerini
mukayese yaparak, diyalektik yolla geliştiriyorlardı. Yurt dışında başka
ülkelerin başarılı uygulamaları elemanlarımızı etkilemekteydi. Bu yolla
ülkemizde ne yapılabiliri sorguladıklarında, zihinleri gelişmekte, ufukları
genişlemekteydi.
Salman daire başkanı iken, Türk-Alman ortak doğa projesi
hazırlanıyordu. Almanlar, Türkiye’ye yeni doğa koruma teknikleri
uygulamak için maddi yardımda bulunacaklardı. Proje tamamlanıp
Salman’ın kontrolüne getirildiğinde, ilk iş olarak yurt dışı gezilere
bakmıştı. 50 kişi görgü ve bilgisini artırmak üzere yurt dışına
gönderilecekti. Salman bu sayıya itiraz etti, 500 mühendisin yurt dışına
gönderilmesini önerdi. Alman Temsilci yerinden fırladı!.. bütün para yurt
dışına gidecekler için mi harcanacaktı? Alman heyet başkanına konuyu
gerekçeleriyle anlattı. Yenilik için en iyi öğrenme şekli, görmekti.
Göstermek suretiyle yenilikler daha kolay anlatılabilirdi. Değişim kolay
değildi. Değişime direnişi kırmak için meseleler iyi anlatılmalı,
uygulamalar gösterilmeliydi. Çünkü Türkiye’de uygulanacak karışık
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 143
ormanlarda gençleştirme silvikültür teknikleri yeni uygulamalardı.
Neticede 300 elemanın yurtdışına gönderilmesi konusunda anlaşmaya
varıldı, bu elemanlar yurtdışına gönderildi.
AR-GE EN KARLI FABRİKADIR
Çağı özümsemiş yöneticiler, hangi istikamete koşacaklarını bilen
bilge kişilerdi. Bilgi çağında yaşadığımıza göre, insana yatırım
yapmaktan daha karlı bir şey olamazdı. Ülkemizin geleceğini
şekillendirecek kadrolar; düşünen, hayal gören, yaratıcı fikirler ortaya
koyan ve hayallerinin peşinden giden kadrolardı. Bu kadrolara sahip
olmak için kurumların yapması gereken en önemli iş, eğitimdi. Eğitimin
yanında araştırma konuları ve bulguları ülkemizi çağa taşıyacak
faaliyetlerdi. Eğitimde
başarısızlığımızı, araştırma konuları takip
etmekteydi. ABD’de yapılan bir incelemeye göre; Araştırmaya yapılan
yatırımlar, fabrika kurma ve genişletmeye yapılan yatırımlardan sekiz kat
daha verimli netice vermekteydi. Araştırma konusunda en pahalı çalışan
ülkelerden biriydik. Yüzlerce yurt dışında master, doktora yapmış,
yabancı dil bilen eleman, bir üretimde bulunmadan devlette oturarak!
İstihdam edilmekteydi. Bu elemanlar bir vizyona sahip olmadıkları için
bütünü göremiyor; hangi hedefe ulaşacaklarının bilgisizliği içinde
araştırma yapmak için araştırıyorlardı(!)
144 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
Salman hiç unutmuyor, hala üzülüyordu: Yıllar önce, iki yıl
yurtdışında kalarak yurda dönmüş, Bakanlıkta çalışan genç bir
araştırmacıya sohbet esnasında sormuştu? Selim, şu anda ne yapıyorsun?
— Abi, bir konu aldım, onu araştırıyorum.
— Konu ne? Öğrenebilir miyim? Selim...
— Ladin odununa hangi prosesi uygulayalım ki, selüloz oranı en
yüksek olsun? Odunda lignin ve selüloz var. Lignin işimize yaramıyor.
Bu nedenle odundaki selüloz oranını artırmak için araştırıyorum.
— Ne yapıyorsun? Bu konuda, Selim.
— Çeşitli asit, baz karışımlarıyla odunu işleme tabi tutarak, ortaya
çıkan selüloz miktarını ölçüyorum. Biliyorsunuz ülkemizin kağıt yapmak
için selüloza ihtiyacı var. Ne kadar çok selüloz elde edersek, o kadar iyi...
— Selim! Bir kilo ladin odununa suyu döktün hiç lignin çıkmadı,
hepsi selüloz oldu. Odunun hepsini selüloz haline getirdin, buradan
nereye varacaksın?
— Anlamadım abi...
— Selim, sen Türkiye’de ladin üretiminin yıllık 50.000 M3
olduğunu, selüloz ihtiyacının ise, 3.000.000 M3 olduğunu bilmiyor
musun? Senin araştırman hangi sorunu çözecek veya hangi yeni buluşa
imza atacak?
Selim mahcup olmuştu... Yüzü kızararak,
— Abi doğruyu söyleyeyim mi? Dedi.
Salman,
— Söyle, Selim! dedi.
Selim,
— Valla abi, ben yurtdışından dönünce araştırma müdürüne gittim.
Müdüre yapacağım işi sordum, müdür: ”Bir konu bul, araştır!” dedi. Ben
de bu konuyu bulabildim...
Selim işin bu tarafını hiç araştırmamış, konuyu kavrayınca
mahcubiyetini gizleyememişti. Salman’ın maksadı Selim’in moralini
bozmak değil, konunun önemine dikkat çekmekti. Genç araştırmacı
Selim’i teselli etmek epey bir zaman almıştı...
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 145
Salman’ın değiştirmeye çalıştığı bir konu da, teşkilat mensuplarının
istediklerini söyleyememesiydi. Doğa Genel Müdürlüğünde bürokratik
kademeler çok katıydı. Hiyerarşi kademeleri keskin hatlı olduğundan,
Mühendisler fikirlerini açıklıkla ortaya koyamıyorlardı. Yapılan hatalar
derhal kapatılıyordu. Meslekte “Kol kırılır, yen içinde kalır!” özdeyişine
uygun anlayış hâkimdi. Salman bu özdeyişten hiç hoşlanmıyordu!.. O
açıklıktan, şeffaflıktan, herkesin fikirlerini söylemesinden yanaydı. Bu
anlayış, sanayi çağının devrini doldurmuş, pörsümüş bir sistemdi. Bir
yanlış, bir kusur varsa, ortaya konarak açıklıkla tartışılmalıydı. Kırılan
kollar yen içinde kaldıkça kangren olur, hatalar devam ederdi. Önemli
olan hatayı anında tespit ederek, devam etmesini önlemekti.
Bilgi çağında, gelecek önem kazanıyordu. İnsanlar geçmişe değil,
geleceğe odaklanmalıydı. Salman bu konuda teşkilatı yönlendirmek için
Cumartesi, Pazar günleri taşrayı ziyaret ediyor, o bölgedeki mühendisleri
topluyor, onlarla sorunları tartışıyordu. Onlarla doğaya açılıyor, sorunları
yerinde tartışıyordu. Ancak mühendisler konuşurken, yan gözle Bölge
Müdürlerini süzüyor, onların memnuniyetlerini ölçmeye çalışıyordu. Bu
durum Salman’ın canını sıkıyordu. Teşkilatta fikirler açıkça ortaya
konamıyordu. Bir Bölge Müdürlüğünde, bir mühendis bazı konulardan
şikâyette bulunurken, Bölge Müdürü alışkanlıkla mühendise müdahale
etmiş,
— Sırası mı? Şimdi Genel Müdür Bey var. Bunları sonra
konuşuruz,
Demişti de, olanlar olmuştu!..
Salman’ın sigortası atmış, olanca kızgınlığını Bölge Müdürüne
boşaltmıştı!.. Bölge Müdürünü; kırıcı, istemediği, sonradan pişmanlık
duyduğu sözlerle adamakıllı bir şekilde benzetmişti!..
Salman taşra gezilerinde genelde tabldot yemeği yerdi. Lüks
lokantalardaki davetten hoşlanmazdı. Çünkü bu lüks lokantalarda yenen
yemeğin faturası! Bir şekilde önüne gelirdi. Her İstanbul’a gittiğinde
teşkilat tarafından Boğaziçi’nde kafa çektirilen Müsteşar Celil Akıllı, bir
defasında İstanbul Merkez Müdürünün yolsuzluğundan şikâyetçi olmuş,
146 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
“Doğan Çelik de bozuk çıktı, pis işlere bulaşmış!” diye üzüntüsünü
belirtmişti. Kalabalıkta bulunan bir daire başkanı, Müsteşara:
— Boğazda kafa çekerken, bunun parası nereden geliyor diye
sordunuz mu? Beyefendi... Elbette bu para uyduruk yerlerden ödenecekti.
Dün kafa çekerken itiraz etmiyordunuz da, bugün niye arkadaştan şikâyet
ediyorsunuz? Müdür arkadaşımız hesabı cebinden mi ödeyecekti? Demiş,
Müsteşarı yerin dibine sokmuştu!.. Müsteşarın bütün yiyip içtikleri
boğazına çakılıp kalmıştı!..
Kızarıp, bozaran müsteşar, söylediğine pişman olmuş, konuyu
değiştirmek için epey gayret göstermişti.... Sonunda az da olsa
rahatlayabilmişti!..
Bir defasında Adana Bölge Müdürlüğünde üst kademedeki
arkadaşlar ısrarla dışarıda meşhur bir kebapçıda yemek yemeyi teklif
etmişlerdi. Salman, önce reddetti; ancak ısrarlara dayanamadı,
— Bir şartla dışarıda yemek yerim. Gelecek sefer hesabı ben
ödeyeceğim; kabul ederseniz… dedi.
Ekiptekiler,
— Tamam, Sayın Genel Müdürüm, gelecek defa hesabı siz
ödersiniz, dediler.
Birlikte yemeğe gidildi...
Genel Müdür Salman, bir başka gelişinde aynı ekibi dışarıda
yemeğe götürdü. Yemek sonrası ekiptekiler, Salman’a para verdirmemek
için mücadele ettiler; ancak Salman hesabı ödedi. Dışarıya çıkmış,
yürüyorlardı. Gruptakiler mahcubiyet duyduklarını, Genel Müdürün
hesabı ödemesinden memnun olmadıklarını anlatıyorlardı...
Bu esnada, Merkez Müdürü Ahmet Karslı:
— Aslına bakarsanız Sayın Genel Müdürüm, hesabı sizin ödemeniz
iyi oldu!.. Topluluk Ahmet Karslı’ya yan, yan bakmaya başladı!.. Bu ne
biçim laf!.. Karslı etraftakilere aldırmadan, devamla,
— 20 yıldır bu meslekte çalışıyorum ilk defa bir Genel Müdür
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 147
yemeği yedim!.. Çünkü genel müdürler hep yerler, giderler!..
Bu espri, günlerce kahkahalara konu oldu... İnsanları güldürdü...
Üst kademe görevleri verilirken, hissi konuların ön plana çıkması
önlenemez. Üst yöneticiler bazı kişilere sempati duyarlar. Ne yaparsanız
yapın, o kişinin yetersizliğini kabul ettiremezsiniz. Bir insanlık zaafı olsa
gerek... Ancak görev için yetersiz olan bu iyi insanlar işleri aksatır, düzeni
bozarlar. Kendilerini seven makamlara iyilik yapmak isterler fakat,
farkına varmadan kötülük yaparlar. Ama gene de hissi ilişkilere
dayanarak makamda oturmaktan geri kalmazlar. Bir defasında Bakan
Ovalı Antalya’da ara seçim faaliyetlerine katılıyordu. Bakanlık Bölge
Müdürü Salim Seçer oldukça saf, Bakanın hissi bağlarla ilişkili olduğu bir
kişiydi. Seçim öncesi DKP’li bir delege kaçak emval taşırken kamyon
yakalatmış, zabıt tutulmuştu. Partili delege, yanına birçok partiliyi alarak,
günlerce Bakanlığa gelmiş kamyonunu kurtarmak istemişti. Her defasında
bu işin olmayacağı kendisine anlatılmıştı. Kanunen mümkün değildi; bir
kere zabıt tutulmuştu. Kamyon mutlaka satılacaktı. Gerçekten de bu
konuda hiç bir kanuni boşluk yoktu.
Partili delege hiç bir teşkilat mensubundan destek bulamayınca,
çaresiz neticeye razı olmuştu... Bakan Ovalı bir gün Antalya’da parti
çalışması yaparken partili delege Bakanı esir almış! Son bir ümitle
kamyonunu kurtarmaya çalışıyordu. Bakan olayın imkânsızlığını baştan
anlatırken, o anda yakınında bulunan Bakanlık Bölge Müdürü Salim
Seçer’i çağırmış, alacağı cevaptan emin olarak:”Bir de Salim’e soralım”
demişti. Salim’e dönerek:
— Söyle bakalım Salim, bu arkadaşın kaçak yakalanmış
kamyonunu serbest bırakabilir miyim? Böyle bir yetkim var mı?
— Bırakabilirsiniz Sayın Bakanım! Siz Bakansınız… Her şeye
yetkiniz var!..
Bakan Ovalı’nın başına bir kova sıcak su dökülse bu kadar kızarıp,
yanmazdı!..
Kızgınlıkla,
— Sen hiç doğa koruma kanununu okumadın mı? Ne biçim
148 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
mühendissin sen?!..
Ancak o zaman, Salim Seçer kırdığı potun farkına varmıştı!..
Hemen tersine dönüş yapmıştı; vakit çok geçti... Delege Bakanın bir
haftasını daha almış, Bakan onlarca defa bu işin niçin olmayacağını, başa
dönerek tekrar tekrar anlatmak zorunda kalmıştı...
SİYASİ GÜÇ = PARA
Günümüzde profesyonelleşen parti örgütleri ve çeşitlenen
kampanya teknikleri, siyasi partilerin paraya olan gereksinimlerini
artırıyordu. Particilik çok masraflı bir eylem haline gelmişti. Seçim
dönemleri kadar, iki seçim arası da siyasetin finansmanı açısından önem
kazanmıştı. Siyasette güç olgusunun şekillenmesinde para en önemli
unsurdu. Para, aynı zamanda siyasi iktidarı ele geçirmeye yarayan bir
araç haline dönüşebilmekteydi. Birçok demokratik ülkede, siyasete yasa
dışı para girişi yapılıyordu. Zorunlu günlük harcamalarını, üyelik aidatı ve
bağışlar gibi düzenli gelir kaynaklarından sağlayamayan siyasi partiler;
hayatiyetlerini devam ettirmek için bir takım illegal yollara sapıyor,
paralanıyorlardı…
İhale, kredi ve teşvik karşılığında siyasi partilere “komisyon” ya da
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 149
“zorunlu bağış” şeklinde para akışı olmaktaydı. Siyasal partileri yasa dışı
“denetimsiz” (kara) paranın etkisinden kurtarmak için getirilen Hazine
yardımı etkisiz kalmaktaydı. Siyaset-ticaret-mafya ilişkileri devlet
mekanizmasında, yolsuzlukların yaygınlaşmasına yol açmaktaydı. Bu
ilişki düzeninde bürokrasi de kendine düşeni aldığında, sistemin
kokuşması, rüşvet ve yolsuzlukların çoğalması kaçınılmaz olmaktaydı.
Ülkemizdeki sistem bu tür kanunsuz ilişkileri besleyen bir yönetim
haline gelmişti. Bu durumda yapılması gereken, devletin ekonomi
yönetiminden çıkması, özelleştirmenin tamamlanmasıydı. Belirli güç
odakları menfaatleri kaybolacağı için, özelleştirmeye şiddetle karşı
koyuyor, bunda da başarılı oluyorlardı! Bu kokuşmanın ikinci nedeni de
yasama ve yürütmenin iç içe olmasıydı. Her ikiside Başbakana bağlıydı…
Bakan Ovalı partililerle görüşüyor, onların makul isteklerini yerine
getirmeye çalışıyordu. Akşamları geç vakitlere kadar telefon başında,
köylü Mehmet Ağaya kadar ulaşıyor, onların derdini dinleyip çare
bulmaya çalışıyordu. Salman bu durumlara şahit oldukça, politikanın
güçlüğünü görüyor, kendisinin politikada başarı sağlamayacağını
anlıyordu. Salman bütünü hedeflediği için, şahısların menfaatlerini
kovalamak sevimli gelmiyordu. Demokrasimizde delege ve şahıs
isteklerini yerine getirmemenin bedeli; başarısızlıktı!..
Bakan Ovalı son bir kaç gündür düşünceliydi. Salman’a bir şeyler
söylemek istiyordu; ama tereddüdü vardı.
Nihayet... Bir sabah Salman’ı arka odaya çağırarak, baş başa
görüşmeye başladılar. Söze ilk olarak Bakan girdi,
— Abdullah Bey, geçen gün Genel Başkanla görüşürken, partiye
kaynak bulmamı istedi!..
— (...)
— Günlerdir düşünüyorum!.. Nereden? Nasıl? Bir kaynak!..
Yaratabiliriz...
150 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Çok sıkıntılı bir konu, Sayın Bakanım, çok zor!..
— Ama mutlaka bulmalıyız! Bu tür konular siyasette çok
önemlidir...
— Maden arama izinleri veriyoruz. Ne dersiniz Sayın Bakanım!..
Buradan bir sonuç alabilir miyiz?
— Ben de aynı şeyi düşünüyordum. Bu işi çok iyi organize etmemiz
gerekiyor... Şaibe altına girmeden bu işi nasıl yaparız?
— Madencilere milyonlarca dolarlık arazi tahsis ediyoruz.
Bunlardan 50-100.000 $ bağışta bulunmalarını istesek... Nasıl olur acaba?
— Uygun olur, Abdullah Bey! Özel sektör bu işe itiraz etmez,
alışkındır vermeye. Yalnız para trafiğini iyi ayarlamalıyız...
— Evet, haklısınız!.. Paraya bizim elimiz değmemeli, Sayın
Bakanım...
— Tabi... Parayı biz alırsak, bir kısmını cebimize almadığımıza
kimseyi inandıramayız!..
— Çok doğru, Sayın Bakanım! Parayı partiye yönlendirelim...
— Parti muhasibiyle konuşur, iş adamlarını ona göndeririz.
Bürokratik işlemleri nasıl yapacağız, Abdullah Bey...
— Müracaat edenler arasından en uygununu objektif bir şekilde
seçeceğiz, siz seçilen iş adamıyla görüşür, partiye bir bağışta bulunmasını
söylersiniz, işlem tamamlanır, efendim.
— Tamam ben Parti muhasibiyle görüşeceğim. Araziyi almaya hak
eden iş adamını muhasibe gönderir, bağışı yapmasını söyleriz, mesele
kapanır. Teşekkür ederim Abdullah Bey, bu mesele de halloldu...
Gerçekten de para operasyonu gayet başarılı bir şekilde yürüyordu.
Hiç bir sorun da çıkmamıştı. Parti yetkilileri bağışları! alıyor, Bakan da
görevini yapmış oluyordu. Özel sektör bu durumu hiç yadırgamamıştı. Bir
özel sektör mensubunun söylediğine göre; ”Biz şahıslara verilen
paralardan rahatsızlık duyarız. Bir siyasi partiye yardımda bulunmak,
gayet normal!” dir diyerek partiye yapılan yardımdan rahatsızlık
duymadıklarını açıkça beyan ediyorlardı. Özel sektör bu duruma alışmıştı.
Yalnız bir aksama meydana gelmişti. Bakan Ovalı, ülkenin en büyük
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 151
holdinglerinden biri BANHOLDİNG Başkanı Salim Ekinci ile görüşmüş,
verdiğimiz maden sahası karşılığı partiye bir bağışta bulunmasını
istemişti. Salim Ekinci istenen parayı Bakan Ovalı’ya vermek istemiş,
Bakan Ovalı parayı almamış, parti muhasibine vermesini rica etmişti.
Yılların tecrübesine sahip Ekinci:
— Sayın Bakanım, parayı siz almazsanız, muhasibe vermem! Sizin
muhasip yarın parti değiştirir her şeyi açıklar; biz de rüşvetçi durumuna
düşeriz. O zaman ben bu parayı bizzat Genel Başkanın kendisine
vereyim, demişti.
Daha sonra genel başkandan randevu alınmış, patron parayı genel
başkana takdim etmişti. İş adamları tecrübeli ve tedbirliydi!.. Kendilerini
açığa düşürecek hiç bir eyleme girmiyordu. Aslında iş adamlarının
siyasetçilerin yürütme gücünü kullanmaya, siyasetçilerin de iş
adamlarının parasını kullanmaya ihtiyaçları vardı. Sistem kendini böyle
tanımlıyor ve tamamlıyordu! iş adamları partilere gücü oranında
yardımda bulunuyor,
partilerin güçlerini kullanarak verdiklerinin
karşılığını fazlasıyla geri alıyorlardı. Bütün dünyada kurulan siyaset-iş
adamı ilişkisi böyle işliyordu. Bu ilişkiyi demokratik sistem
beslemekteydi. Bütün kusurlarına rağmen demokrasiden daha iyi bir
yönetim şekli de bulunamamıştı.
Partiden kaynak ihtiyacı ortaya konunca, devletin bütün faaliyet
alanlarında para elde etmek kaçınılmaz hale geliyordu. Bakanlar ve
bürokratlar para toplama işleminin içine girdikçe, başlangıçta dava! parti!
için yapılan bağışlar! giderek ferdileşiyordu. Bakan, müsteşar ve genel
müdürlerin bu işe bulaştığını gören aşağı kademe de kendi geleceğini
emniyete alıyordu!.. Böylece yolsuzluk, tam alanda kısa paslarla icra
ediliyordu. İşin kötüsü üst bürokrasi vatandaştan gelen yolsuzluk
şikâyetlerine göz yummak veya görmezden gelmek zorunda kalıyordu.
Aynı şekilde Bakanlar, genel müdürlerin; Başbakanlar, Bakanların
yaptıklarını görmezden geliyordu!.. En sonunda iş o noktalara geliyordu
ki, Bakanlar, genel müdürler elde ettikleri hasılatın çok azını partiye!
152 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
veya davaya! Aktarıyorlardı. Büyük kısmıyla kendilerini emniyete
alıyorlardı. Geçmişte birçok Bakanın yolsuzlukları basında günlerce
tartışılmasına rağmen, Başbakanların bu Bakanları korumalarının izahı,
bu ilişki düzenindeydi!.. İş adamları da bu yapılanlardan paylarını
almakta gecikmiyordu. Bir koyarak on alan iş adamı çok fazlaydı
ülkemizde... Demokrasilerde iktidar; güçlü olmak için para elde etme,
kendi eşrafını yaratma yeriydi!..
Partiye, davaya kaynak bulma konusu, parti başkanlarının en önemli
görevleriydi. Başbakan, genel başkan yolsuzluğa bulaşınca aşağı kademe
de kendi başının çaresine bakıyordu!.. “Balık baştan kokar.” Deyimi
siyasette anlam kazanıyordu. Baş kokuşmaya başlayınca, aşağıdakiler
kokuşma yarışına giriyorlardı. Geçmişte on yılını dolduran iktidarların
kokuşmasının başka izahı olamazdı. Sistem kokuşmuşluk, yolsuzluk
üretiyordu…
Bir ülkede yöneticiler bir vizyon çizer, alt kademeleri bu vizyonun
parçası olmaya çağırırlarsa, insanlar önlerini gördüklerinden şevk ve
heyecanla çalışırdı. Elde ettikleri başarılarla mutluluğu tadar, geleceğe ait
bir sıkıntı duymazlardı. Ancak bir vizyonun olmadığı, insanların
geleceklerini göremedikleri bir yönetimde, telaşlı bir ortam oluşur
insanlar sıkıntıya girerlerdi. Geleceği göremeyen yöneticiler, bir an önce
kendilerini kurtarma ve garantiye alma çabasına girerlerdi. Böyle bir
ortamda her türlü yolsuzluk meşruiyet kazanır, kıran kırana bir alışveriş
sürüp gider, ülke kaosa sürüklenirdi!..
Bakan Ovalı iyi bir siyasetçiydi. Parti faaliyetlerini yürütürken bir
kısım iş adamlarından maddi destek almak zorundaydı. İş adamları,
istikbal vadeden politikacılara yardım etmekten geri durmazlardı. Çünkü
herkes çok iyi bilirdi ki, Türkiye’de en iyi rant elde etme yeri siyasetti.
Piyasa risk demek, iflas demekti. Seçim zamanı yardımda bulunan iş
adamları bir şekilde karşılık istiyordu. Bunlara bir çözüm oluşturmalıydı.
Bu konu tartışılırken, Salman Bakana: “Bu kişileri bana gönderin.
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 153
Bunlara ben iş temin edeyim” teklifinde bulunmuştu. Çünkü Bakan direk
taşrayı aradığında, yıpranmaktan kurtulamazdı. Salman teşkilatta
tanınıyordu. Bu işleri para karşılığı yapmayacağını herkes biliyordu. Bu
tekliften Bakan çok memnun olmuştu. Öyle ya, bir yükten daha
kurtulmuştu!.. Salman’a güveni sonsuzdu... Bu tür işleri kazasız belasız
halledeceğine olan inancı tamdı...
Bakan, Salman’a büyük makine parkı olan, bir iki müteahhit
göndermişti. İşsiz kalmışlar, yol, inşaat türü iş istiyorlardı. Salman taşra
ile temasa geçerek, bu kişilere gerekli işi sağladı. Müteahhitlerle
konuşarak; işleri iyi yapmalarını, aksi takdirde başta Bakan olmak üzere
herkesin başının ağrıyacağını anlattı. Neticede çok güzel işler yapıldı; en
ufak bir sıkıntı meydana gelmedi. Müteahhitlerden Ali Özel işleri
bitirdikten sonra bir gün, Salman’ı ziyaret etti. Cebinden bir tomar para
paketi çıkararak;
— Sayın Genel Müdürüm, işleri çok iyi yaptık, iyi de para
kazandık, bir miktar parayı da sana ayırdım, dedi.
Parayı masanın üzerine bıraktı. Salman sitemle:
— Ali Bey, öncelikle işleri iyi yaptığın için teşekkür ederim. Bölge
Müdürüyle konuştum. Yapılan işten memnun. Yalnız bu paraları geri al.
Ben memuriyet hayatımda paraya el sürmedim. Seni de sevdim. Bu tür
ilişkiler arkadaşlıkları bozar. Yardımda bulunmak istiyorsan, sana bir
hesap numarası vereyim, bizim vakıf hesabı, oraya yatır, dedi.
Konuyu noktaladı...
Salman para olayını düşündükçe, aklına Bakan Ovalı geliyordu.
Bakan Ovalı çok akıllı bir siyasetçiydi. İş adamı arkadaşını gönderip, para
teklif ettirerek Salman’ı bir kere daha deniyordu!.. Bürokrasi, istisnaların
olmadığı eylemler bütünüydü.
Yıllarca önce, Salman Ticaret Bakanlığında Genel Müdürdü.
Yanına yıllarca genel müdürlük yapmış Kemal Kaçmaz isimli birini
danışman olarak vermişlerdi. Kemal Kaçmaz onlarca yolsuzluktan
yargılanıyordu; ama hiç mahkum olmamıştı!.. Zaman zaman Salman’a,
154 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
akçalı işlerle ilgili öneriler getiriyordu. Salman her defasında koku çıkar,
diye reddediyordu. Yılların tecrübeli soyguncu Genel Müdürü! Kemal
Kaçmaz şöyle demişti:
— Oğlum, aşk ve para ilişkisinde mutlaka koku çıkar! Bu işi yapıp,
koku çıkmayacağını zannedenler, yanılırlar... Ama çıksın, ne olacak?
Bana hırsız diyorlar, desinler... Ben aldığıma bakarım, demişti!..
Salman genç yaşında karşılaştığı onlarca sene genel müdürlük yapmış
Kemal Kaçmaz’ı tanıdıkça, devlete millete acımaktan kendini
alamamıştı!.. Villalarından, paralarından ve yüklü bir mal varlığından
bahsederek övünen Kemal Kaçmaz’ın iki yıl sonra gazetede ölüm
haberini almıştı. Yüce Yaratıcı Salman’a bir ders veriyor, bir lütufta
bulunuyordu; kendine gel… iş işten geçmeden!.. Kimse bir şey
götüremiyordu!.. Koca Yunus ne güzel söylemişti:
Mal sahibi mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan, mülk de yalan
Gel sen de biraz oyalan.
Salman uzun seneler süren bürokrasi tecrübesinde bir gerçeğe şahit
olmuştu; para işine bulaşan mutlaka etrafa kokular saçıyordu. Atalarımız
ne güzel demişler: ”Ateş olmayan yerden, duman çıkmaz!” bürokraside
de bir dedikodu varsa orada mutlaka bir şeyler! oluyordu. Bu dedikodu ilk
önce genel müdürün sekreteri, odacısı ve şoförü gibi en yakınlarından
yayılmaktaydı. Bu kişiler gün boyu genel müdürlerle birlikte oluyorlardı.
Bir şeyleri görmeseler bile tahmin ediyorlardı. Böylece akçalı işlerin gizli
kalması mümkün olmuyordu... Bir yerlerden, her nasılsa etrafa koku
yayılıyordu!..
Salman bu konuda, hiç kimseye bir iftira atıldığına şahit olmamıştı.
Salman 70’li yıllarda Ticaret Bakanlığında ANTBİRLİK Genel Müdürü
idi. iktidar değişikliği üzerine görevden ayrılmıştı. Kendisini teftiş eden,
karşı gruba mensup müfettişlerden hiç biri, Bakanın baskılarına rağmen
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 155
Salman’ı yolsuzlukla suçlamamış, partizanlık yapmakla suçlamışlardı.
Salman gerçekten, para işlerine girmemiş; fakat partizanlık yapmıştı?
Partizanlık yapmanın da iyi bir şey olmadığını, ülkemize zararlı olduğunu
sonradan acı tecrübelerle anlamıştı!.. Salman Antbirlik’te kendi partisine
mensup hırsızlar da dahil, hepsini temizlemişti. Hırsızın , yolsuzun sağcısı
solcusu olmazdı. Hırsız hırsızdı; ülke kalkınmasının önünde en büyük
engeldi…
BÜROKRATIN GÖREVİ: DEĞİŞİME DİRENME
Doğa Koruma Bakanlığında iş trafiği bütün hızıyla sürüyordu.
Salman Genel Müdür olarak, hazırlanan değişim projelerinin içinde
bulunmak zorundaydı. Liderlerin ve üst makamların içinde olmadığı
projelerden değişim çıkmıyordu. Alt kademelere aktarılan değişim
projeleri başarısızlıkla neticelenmişti. Kararlı siyasi desteklerin olmadığı
değişim hamleleri neticesiz kalmıştı. Diğer yönden, siyasi istekler çok
zaman alıyordu. Siyasilerin istekleri insanı bitkin hale getiriyordu. Bir
konunun neden olamayacağı defalarca izah ediliyordu. Salman yorgunluk
içinde bitkinleri yaşıyordu. Gene böyle bir günde Bakanlık koridorlarında
Müsteşar Hüseyin Barkınla karşılaştı, Müsteşar Barkın nazik bir şekilde
koluna girerek,
— Abdullahçığım, gel bir kahve içelim, dedi.
Müsteşarın odasına girdiler. Kahveler söylendi, Müsteşar Barkın:
— Abdullahçığım, ne bu halin?.. İş yapacağım diye yırtınıyorsun…
Şu haline bak!.. Yorgunluktan göz kapakların kapanıyor. Biraz kendine
bak kardeşim...
— Kendime bakıyorum, Sayın Müsteşarım… Rahatım çok iyi,
çalışıyorum, mutluyum..
156 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Tamam anladım da… Bu kadar yoğun çalışmanın ne gereği var,
kardeşim…
— Mecburum, Sayın Müsteşarım! Planladığım işler var kafamda...
— Bir yenilik tutturdun gidiyorsun, ne olacak yani!.. Birçok
kurumla sorun çıkıyor ortaya. Bırak Allah aşkına şu yenilik merakını!..
— Bu işler yeniliksiz, değişimsiz olmaz, Sayın Müsteşarım.
Geçmişin kalıplarıyla geleceği yakalayamayız. Çağ değişiyor, insanlar
değişiyor... Biz aynı kalamayız. Sorunların çözümünü bir üst düzlemde
aramak zorundayız. Bunun için değişime ihtiyacımız var. Değişim kolay
değil, elbette direnenler olacak...
— Tamam ama, sen de her şeye el attın!.. Ortalığı değişim
şantiyesine çevirdin!..
— Değişim bir kere yapılıp bırakılan bir olay değildir.
Sürdürülebilir eylemler bütünüdür. Şimdiye kadar yapılmadığı için, bir
biriyle ilintili birçok konuyu bir arada ele almak zorundayız. Aksi
takdirde yaptığımız değişim yama olmaktan öteye geçmez. Bütünü
yakalamak zorundayız, efendim...
— Seni iyi anlıyorum; fakat bu söylediklerin uzun sürede yapılacak
işler. Kısa vadede netice almak imkansız.
— Süre bizim için önemli değil, efendim. Napolyon bahçıvanına bir
çam ağacı dikmesini söylemiş, bahçıvan: “Efendim o ağaç yüz sene sonra
büyür.” demiş. Napolyon: ”İyi ya, hemen şimdi dik, öğleden sonraya
kalma!” demiş.
— Abdullahcığım! Ben sana Genel Müdürlüğün
tadını al
diyorum!.. Daha önce de doğa genel müdürleri geldi buraya!.. Emrinde
helikopter, uçak, yazlık, kışlık ev, her sahilde kamp evi, arabalar... Hepsi
var. Biraz da bunların tadını çıkar kardeşim...
— Onlar beni tatmin etmiyor, Sayın Müsteşarım!.. Ben buyum...
Başarıdan başka bir şeyden haz duymuyorum. Bu saatten sonra değişmem
imkansız...
— Anlaşıldı... Sen böyle gelip geçeceksin, sen bilirsin
Abdullahcığım. Benimki abi tavsiyesi...
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 157
Gerçekten de Salman’ın yeni projeleri Bakanlıkta iş hacmini
artırıyordu. Eski alışkanlıklarını devam ettirmek isteyenlere, oturduğu
yerden makam havası atanlara sıkıntı veriyordu. Müsteşarın söyledikleri,
Bakanlığın üst katında görülen değişim karşıtlığının diplomatik dille
söylenmiş bir tepkisiydi. Ancak Salman’ı da durdurmak mümkün değildi.
Salman bir toplantıda doğa ıslahı konusunda Bakanlığın performansını
tenkit etmişti. Toprak Koruma Genel Müdürü İsmet Çokcesur, doğa ıslahı
miktarının 50.000 Ha.’ı geçmesinin mümkün olmadığını söylüyordu.
Salman ise bu rakamın yıllık 100.000 Ha.’dan aşağı düşürülmemesi
gerektiğini, aksi takdirde gelecek nesillere karşı sorumlu olacağımızı
anlatıyordu. Neticede İsmet Çokcesur 50.000 Ha.’ı aşamayacağını kesin
olarak belirtmişti. Salman kalan diğer 50.000Ha.’ı kendisinin
gerçekleştirebileceğini söyledi, büyük bir yükümlülük altına girdi. Bu
durumdan İsmet Çokcesur fevkalade rahatsız olmuştu. Salman’ın bu işi
gerçekleştirebileceğini çok iyi biliyordu! Salman ne demişse, yapmıştı.
Bu konu Bakanlıkta günlerce tartışma konusu olmuştu. İsmet
Çokcesur doğa ıslahının kendisine kanunla verildiğini, başkasının bu
hizmeti yapamayacağını söylüyordu!.. Aslında sıkıntı, kendisi bir genel
müdürlüktü, Salman hem genel müdürlüğünün onca işini yapacak, hem de
Çokcesur’un genel müdürlüğü kadar iş yapacaktı. O zaman şöyle bir
düşünce akla gelecekti;
Toprak Koruma Genel Müdürlüğüne ne lüzum var? Salman, bu
Genel Müdürlüğün kendi Genel Müdürlüğüyle birleştirilmesini yüksek
sesle savunuyordu. Bütün bunlar, İsmet Çokcesur’un rahatını
kaçırıyordu.
Salman’ın 50.000 Ha. Doğa Islah Programı alması, İsmet
Çokcesur’u sorun çıkarmaya yöneltmişti. Konu, Bakanlıkta tartışmaya
dönüşmüştü. Müsteşar, Bakanın emriyle İsmet Çokcesur ve Salman’ı bir
araya getirmiş uzlaştırmaya çalışıyordu, Müsteşar:
— İsmet sen bu fikrinden vazgeç! Abdullah Bey doğa ıslahı
yapabilir...
158 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Sayın Müsteşarım, bu hizmet bize kanunla verilmiştir. Herkes
kendi işine baksın!..
— İsmet, burada bir tezatlık var. Bu toplantı normal değil.
Normalde sen demelisin ki, “Benim imkânlarım bu kadar, biraz da doğa
genel müdürlüğü doğa ıslahı yapsın!” buna karşılık, Abdullah Bey demeli
ki, “Efendim benim o kadar çok işim var ki; yangın, inşaat, üretim, yol,
koruma, eğitim, ithalat vb. bunlardan başımı kaldırıp bir de doğa ıslahı
yapamam.” Şimdi tutturmuşsunuz biriniz yapacağım, öbürünüz
yaptırmam. Kusura bakmayın kafam karıştı, arkadaşlar.. Ne haliniz varsa
görün!..
Salman:
— Sayın Müsteşarım, burada tartışılacak bir konu görmüyorum.
İsmet Bey kendisi sorun yaratıyor, çözüm için herkesi meşgul ediyor.
Ortada bir sorun yok. Konular görüşüldü, programa bağlandı... İş bitti...
Kahveniz çok güzeldi... Teşekkür ederim. Başka bir emriniz yoksa ben
ayrılacağım!
Bir gün İsmet Çokcesur Müsteşar Hüseyin Barkın’ı yanına alarak,
Bakan Ovalı’ya Salman’ı şikayet etmeye gitmişlerdi. Çember daralıyordu.
Salman denilen Adam doğa mühendislerini de yanına almış, değişim
rüzgârıyla ortalığı silip süpürüyor; bir türlü durduramıyorlardı. Salman
teşkilata şevk ve heyecan getirmiş, koşuyor… koşuyor… koşuyordu…
Teşkilat mensupları da yıllardır özlem duydukları çalışmanın ve başarının
verdiği hazla o’nu takibe çalışıyorlardı. Tehlike gittikçe büyüyor, Salman
mevcut idarecilerle kıyaslanıyordu!.. En kötüsü oturdukları yerden
idarecilik yapıyorlardı. Bir tedbir almazlarsa kendi ayıpları ortaya
çıkacaktı… Bakan odasına girdiklerinde, Çokcesur Bakana,
— Sayın Bakanım, Abdullah Beyle birlikte çalışma imkânımız
kalmamıştır. Ya onu, ya bizi görevden alın, efendim!..
— İsmet Bey, Abdullah Bey’den sana ne? Ne işin var Abdullah
Bey’le...
— Bizim işlerimizi baltalıyor, efendim.
— Doğa ıslahı konusunda bütün kurumlara çağrıda bulunuyorsun,
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 159
Karayollarına, Devlet Su İşlerine, Köy Hizmetlerine milli seferberlik adı
altında görev yüklüyorsun, Abdullah Bey doğa ıslahı yapmaya kalkınca
kabullenmiyorsun. Bundan niçin rahatsız oluyorsun?
— Abdullah Bey, kendi işini bırakıp bizimle yarışıyor; biz aynı
Bakanlık mensubuyuz, işbirliği içinde çalışmalıyız. Abdullah Bey
Bakanlığımızda eskiden beri var olan birliği beraberliği bozuyor; olmaz
böyle şey, Sayın Bakanım.
— İsmet Bey, ben dediklerine katılmıyorum. İkincisi, Abdullah
Beyden son derece memnunum. Bana her gün yeni projeler getiriyor,
şimdiye kadar siz ne getirdiniz? Bence sen kendi işlerine bak!..
Bu sırada kenarda duran Müsteşar Barkın, Bakanın Salman’dan
yana tavrını görünce tehlike kokusu almış, şikâyetten vazgeçmişti.
Durumun gittikçe Çokcesur’un aleyhine gittiğini görüyor, içeriye birlikte
girdiği için pişmanlık duyuyordu! Bu sırada Bakan Müsteşara dönerek,
— Sen bu konuda ne söyleyeceksin, Müsteşar Bey?
— Dinliyorum, Sayın Bakanım. Siz Bakanlığımıza daha yüksekten
bakıyorsunuz, sorunları daha iyi görüyorsunuz efendim. Bizim görevimiz;
sizin emir ve görüşlerinizi almak, ona göre icraat yapmaktır, efendim!..
Ben uzun süreden beri Müsteşarım Bakanlığımızda böyle ufak sorunlar
hep olmuştur; bunlar zaman içinde çözülür efendim, büyütecek bir şey
yok. Esasen, İsmet Bey’le kapıda karşılaştık (İsmet Bey bir anda yol
arkadaşınca terk edilmişti!.. Akıllı bürokrat; güce tapandır!). Bir emriniz
var mı diye soracaktım, efendim?
— Peki, teşekkür ederim. Gidebilirsin...
Müsteşar durumu tehlikeli görmüş, tedbirini almıştı. Bu İsmet
Çokcesur’da gereksiz işlere giriyordu!.. Sana ne kardeşim, Abdullah
Salman’ın yaptığından!.. Şayet Bakan İsmet Çokcesur’dan yana olsaydı,
Müsteşar şikâyete katılacaktı. İsmet Çokcesur Müsteşarın durumunu
ibretle seyrediyordu. Müsteşar çıktıktan sonra, şikâyetlerine devam etti.
Ancak Bakan Ovalı Salman konusunda çok kararlıydı. Çokcesur’a,
Salman’dan çok memnun olduğunu, devamlı yeniliklere imza attığını,
160 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
Bakanlığın yüklerini sırtladığını, bir mukayese yapmak durumunda
kaldığında, kendisinin kesinlikle Salman’dan yana olduğunu açık bir dille
anlatmıştı. Çokcesur, Gürcistan’da yaptığı oyunun güçsüzlüğü ile
Salman’ın gücü arasında bocalayarak, Bakanlığı terk etmişti...
Bürokratlar, sohbetlerinde yaptıklarını anlatır, bunların övüncüyle
yaşarlardı. Çağ değişmişti artık. Sıradan işleri yapmanın hiç değeri yoktu,
günümüzde. Farklı olanı veya yapılmayanı yapmak önemliydi. Bilgi
Çağında başarının tek bir ölçüsü vardı; farklılık ve değişim…
Bir Valiye, Genel Müdüre sorulacak ilk soru: Senden önceki
yöneticilerin yapmayıp, senin yaptığın bir şey söyle? Diye sormaktı. Öyle
yöneticilerimiz vardı ki, beş yıl görevde kaldıkları halde, yukarıdaki
soruya verecekleri bir cevapları yoktu!.. Bu sorunun cevabı başarının ve
performansın bir göstergesiydi. Bürokratlar yaptıklarından, yaptıkları
yanlışlardan sorumlu tutulurlar. Yapmadıklarından hiç sorumlu değildiler.
Bir işletme kötüye gidiyor, zarar ediyorsa, burada bir şeyler yapmanın
zarureti vardı. Aynı şekilde, işletmede gelir artıracak faaliyetlerde
bulunmak yöneticinin göreviydi. Öyle ya, işçi fazlaysa sana ne!.. Niçin
başına sorun alıyor, birçok kişiyi karşına alıyorsun!. 15.000 işçi varsa,
5.000 de sen al, herkes mutlu olsun!.. Hiç baskı görmez, sen de çok
başarılı genel müdür olursun!.. Ya ülkenin geleceği, devletin bekası!..
Makam uğruna her türlü şaklabanlığı yapıp, koltuğunu koruyanlar,
devlete millete çok pahalıya mal oluyorlar. Bu kişilerin koltuk hastalığı,
siyasilerce bilindiği için, birlikte ülke kaynaklarını talan ediyorlar,
çocuklarımızın geleceğini karartıyorlardı. Halbuki ülkesini seven kişi,
çalışmalarının ülke yararına olmadığını gördüğü anda, başka türlü önlem
alamıyorsa, istifa etmeli… evet, istifa etmeli… Sonradan gelenler daha
güçlü geleceklerinden, bu istifa ülke ve kurum için hayırlara vesile
olacaktır!.. Salman geçmişte, birçok yöneticinin her türlü kanunsuz işi
yapıp, hatta menfaat elde edip, koltuklarını uzun süre korumalarına şahit
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 161
olmuştu. En kötüsü de koltuk uğruna, mesleğe her kötülüğü yaptıktan
sonra vatan! Millet! Nutukları atmaları; Milliyetçiliği kimseye
bırakmamalarıydı!.. Teşkilat bu kişileri sadece unutmakla kalmayıp,
teşhir etmeli, açıkça ayıplamalıydı. Gelecek yöneticiler de teşkilatın
kendilerine göstereceği tepkiyi görüp, aklını başına almalıydı…
TEFTİŞ İŞLEVİNİ KAYBETMİŞTİR
Yapılan işlerdeki yanlışlardan sorumlu tutmak, bürokrasimizi
tembelleştirmiş, yok etmişti. İş yaparsam yanlış yapabilirim korkusu
bürokrasimizi tutuculuğa zorlamıştı. Bu mantığa göre bir şey yapmazsan,
hata da yapmazsın! Teftiş Kurullarımız hata, yanlışlık, yolsuzluk
bulmaya göre dizayn edilmişler, bir türlü yol gösterici olamamışlardı.
Müfettişlik Kurumu 19. Yüzyılın kuruluşlarıydı. Bilgi Çağında “geçmiş”
odaklı hiçbir çalışmaya yer yoktu. Çağımızda önleyici tedbir almak, yani
yolsuzluktan önce yolsuzluk yapılacak kanalları tıkamak etkili ve daha
ucuzdu. Teftiş Kurulu ya “gelecek odaklı” çalışma düzeni kuracak, ya da
işlevini yitirecekti. Halbuki kurumun aksayan kısımlarını görmemek,
müdahale etmemek en önemli görev suçuydu. Yapılmayanların ortaya
çıkardığı zarar, yanlış yapılanlardan kat kat fazlaydı!..
Teftiş yapı ve anlayışı mutlaka değişmeliydi. Müfettişliğin sıfırdan
başlayarak, rapor hazırlama prosedüründen ibaret işlemleri, uzmanlık gibi
takdim etmek yanlıştı. Şu anda yapılanlara göre değerlendirildiğinde
teftiş, faydadan çok zarar vermekteydi. Bu günkü sistem mutlaka
değiştirilmeliydi. Müfettiş en iyi şekilde yöneticilik tecrübelerini bilen,
yöneticilik sonrası atama ile yetişiyordu. Yöneticiliği bilmeyen kişilere
yöneticileri denetlettirmek, yöneticiyi yok etmekle eşdeğerdi; çünkü konu
162 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
teftişten ziyade ben üstünüme dönüşüyordu! Müfettişler hazırladıkları
teftiş raporlarından sorumlu değildi. Bu sorumsuzluk, müfettişliği
dejenere etmiş, teftiş edilenler aleyhine işleyen bir olguya dönüşmüştü.
Müfettişler kolaycılığa kaçarak; ben suçlayım, suçu yoksa mahkemede
beraat eder!.. Zihniyetiyle hareket etmekteydiler. Hazırlanan fezlekelerin
%90’ı mahkemelerden beraatla neticelenmekteydi! Bu durumdan da
müfettişlerin hiç bir sorumluluğu yoktu. Yönetici böyle etkisizleştirilir!..
Hukuk ve hukuk devleti de ancak bu şekilde katledilebilirdi!..
Bürokrasimiz bunu başarmıştı!..
Teftiş için göreve gidecek müfettişlerin Genel Müdürü ziyaret
ederek, son bir emri almak adet haline gelmişti. Salman bundan
rahatsızlık duyuyordu!.. Bu işin tercümesi şuydu; “Sayın Genel
Müdürüm, ben taşrada Güdül Müdürü Ahmet Adanalı’yı teftişe
gidiyorum. Bana bir emriniz var mı?” Aman Allah’ım ne büyük yanlış!..
Tam bir hukuk katliamı!.. Genel Müdürden beklenen cevap; ben Ahmet
Adanalı’yı tanıyorum iyi çocuk!.. Veya, hımm... Bu Ahmet Adanalı çok
oluyor, oradan kötü kokular geliyor!.. Bu ifadeler müfettişe yol
gösterecek!.. Buna uygun teftiş raporu hazırlanıp Genel Müdürün önüne
konacaktı!.. Salman bu uygulamayı değiştirdi, müfettişlerin teftişe
gitmeden Genel Müdür ziyaretlerini yasakladı.
Teftiş bir strateji dâhilinde çalışmalıydı. Suçları önleyici bir görev
ifa etmeliydi. Salt cezalandırma üzerine kurulu bir teftiş mantığı son
derece zararlı oluyordu. Kurumun dinamizmini yok ederek, teşkilatı
çalışamaz hale getiriyordu. Suçlama, başka yapacak bir şey kalmadıysa,
son çare olarak uygulanması gereken cezaydı. Bunlar yapılamıyorsa,
teftişi yok etmek daha başarılı netice verecekti. En azından zararlı
olmayacaktı!..
Salman, sabah erken saatlerde kalın teftiş dosyalarına göz gezdirir,
cezaları onaylamadan önce etraflı bilgi alırdı. Bir sabah, önüne gelen bir
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 163
dosyada bazı aksaklıkların olduğunu anlamakta gecikmedi. Üç mühendis
yolsuzlukla suçlanıyordu. Bunlardan biri müdür, diğer ikisi altı ay önce
göreve başlamış mühendislerdi. Salman altı aylık bir mühendisin
yolsuzluğa bulaşabileceğine inanamıyordu. Dosyanın sonuç kısmını
okudu konuyu çözdü. Fezlekeyi hazırlayan müfettiş İsmail Tarhan’ı
çağırdı, daha geniş bilgi aldı. Müfettiş Tarhan uzun uzun suçu ve
yapılanları anlatıyordu. Salman sordu:
— İsmail Bey, bu yolsuzluğa üç mühendiste iştirak etmişler mi?
— Evet Sayın Genel Müdürüm, hepsinin iştiraki var.
— Delil var mı?
— Var efendim, iki kişi imzalamış, müdür de onaylamış.
— İki kişi dediğin altı aylık mühendis, bu işi nasıl yapmışlar?
— Satın alma komisyonu kurulmuş, bunlar komisyon üyeleri,
efendim.
— İsmail Bey, şunu öğrenmek istiyorum. Bu iki genç mühendisin
cebine para girmiş mi? Yani Bu Adamlar akçalı bir menfaat sağlamışlar
mı?
— O konuda kesin bir şey söyleyemem, efendim!
— O zaman, nasıl fezleke hazırladın bu arkadaşlar için? Müdür
olayı organize etmiş, tamam. Parayı alan da müdür. Fakat bu elemanların
yolsuzluktan ve paradan haberleri yok. Müdür imzalayın demiş, bunlar da
imzalamışlar...
— Bu imzaları müdürün emriyle, çatışmamak için attıklarını
söylediler bana, efendim.
— Bu elemanlara fezleke hazırlayarak, istikballerini karartıyorsun.
Mahkemede beraat etseler bile dosyasında fezleke var denecek. Buna ne
hakkın var!.. Yazık değil mi, Bu gençlere?..
— Haklısınız efendim!
— Değiştir bu raporu!.. Müdüre fezleke hazırla mahkemeye
verelim, görevden de alalım. Bu genç elemanlara idari ceza verin. Bir
daha imza atarken daha dikkatli davranmalarını ihtar edelim... siz de
böyle toptancılık yaparak, gelene gidene fezleke hazırlamayın...
Fezlekenin de bir haysiyeti olmalı değil mi?..
164 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
Dünyada hiç bir şey akıl ve mantık murakabesi dışında değildi.
Cebine para girmemiş, olaydan haberi bile olmayan genç mühendisleri
damgalamak, ileride onlara nasılsa fişlendiniz, işinize gücünüze bakın!
Demek değil miydi? Bu tür konularda teftiş yapıcı olmaktan çok yıkıcı
olmaktaydı. Çünkü teftişin bir vizyonu, varmak istediği bir hedefi ve
teftişi bu hedefe götüren bir stratejisi yoktu. Hedefsiz yapılan her iş, fayda
yerine zarar getirmekteydi. Teftişlerdeki zihniyet baştan sona
değiştirilmeliydi...
Salman Zonguldak’a gittiğinde Bölge Müdürü ve ekibini çok
sıkıntılı görmüştü. Sebebini sorduğunda, Bölge Müdürü:
— Sayın Genel Müdürüm, Taşkara Köyüyle ilgili olarak,
aleyhimize fezleke hazırlanıyor. Siz konuyu biliyorsunuz, müfettişe olayı
anlattık, bizi dinlemiyor bile, efendim. Bütün arkadaşların morali bozuk
efendim, demişti... Salman müfettişi çağırtmış, bilgi alıyordu... Müfettiş:
— Sayın Genel Müdürüm, doğa çok fena tahribat görmüş, ilgili
arkadaşlara tazminat yükleyip, fezlekeyle mahkemeye vereceğiz,
efendim.
Salman:
— Bak, Müfettiş Bey, bu arkadaşlarımızın bu konuda hiç
kabahatleri yok. Suçlu arıyorsan, başta Bakan, Müsteşar ve Ben olmak
üzere, suçluyuz. Bu arkadaşlar ellerinden gelen her şeyi yaptılar; ama
köylüleri ve siyasileri durduramadılar... Son olarak Müsteşar Beyin
emriyle Taşkara’lıları doğaya soktular, bu tahribat meydana geldi.
Bölgedeki hiç bir arkadaşımın suçlu gösterilmesini kabullenemem. O
fezlekeni iptal et. Anlattığım çerçevede Bakan, Müsteşar ve Bana fezleke
hazırlayabiliyorsan, hazırla!.. Çünkü suçlu biziz!.. Bölge personeli
yapması gerekenleri fazlasıyla yaptılar…
— Emredersiniz! Sayın Genel Müdürüm, konuyu yeniden
değerlendireceğim!..
Salman geçmişe döndü, düşünmeye başladı. Aylarca önce iki
Zonguldak Milletvekili gelmiş, Taşkara köylülerinin yakacak odun
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 165
haklarının verilmediğini söylemişti. 1386 sayılı yasanın 23. maddesi
gereği, Taşkara köylüleri verimli doğa olmadığından haklarını teşkilatın
göstereceği yerden alacaklardı. Salman konuyu Bölge Müdürü Mehmet
Ali Kalan’a sormuş, Mehmet Ali Kalan Taşkara köyüne depodan ucuz
fiyatla ürün hazırladıklarını, fakat köylülerin doğaya girip kendilerinin
kesmek istediğini, bu durumun çok tehlikeli olduğunu, doğada tahribata
neden olacağını söylemiş, Genel Müdürü ikaz etmişti. Genel Müdür
milletvekillerine durumu anlatmış, köylü haklarının depoda hazır
olduğunu söylemişti. Ancak köylüler depoya bir türlü yanaşmıyor,
haklarını doğadan almak istiyorlardı. Bütün Zonguldak doğa teşkilatı bu
işe karşıydı. Bu, doğayı tahrip etmek demekti. Konu daha sonra
Müsteşara, Bakana intikal ettirilmiş, Genel Müdür Salman onlara da
durumu anlatmış, istek kabul edilmemişti.
Günlerce, haftalarca Bakan baskı altına alınmış, adeta bunaltılmıştı.
Köylüler Zonguldak’ın bütün politikacılarını seferber etmiş, bir lobi
oluşturmuşlardı. Bir gün Salman Ankara dışındayken, konunun
vahametini tahayyül edemeyen, baskıdan bunalan Bakan, Müsteşara emir
vermişti. Müsteşar da direk Bölge Müdürünü aramış, köylüleri doğaya
sokma emrini vermişti. Bölge Müdürü itiraz etmiş, müsteşardan kuvvetli
bir fırça yemişti!.. Netice de Bölgenin bütün direnişine rağmen tahribat
gerçekleş-mişti. İlgili müdür rapor alarak ayrılmış, suça ortak olmak
istememişti. Ama olanlar olmuş, kocaman bir doğa parçası tahrip
edilmişti. Şimdi her türlü mücadeleyi vermiş bu elemanlara fezleke
hazırlamak haksızlık değil de, neydi?.. Yöneticilikte en önemli husus adil
olmak, haklıyı her ne pahasına olursa olsun korumaktı!.. İşte güven böyle
oluşuyordu…
Salman bu bölgedeki tahribatı videoya çektirip başta Taşkara olmak
üzere bütün çevre köylere göstertmiş, utanmalarını temin etmek istemişti.
Sonrası belirsizdi. Doğa tahrip edilmiş, Taşkara’lılar ve politikacılar
amaçlarına ulaşmışlardı. Konu menfaat olunca halkımız, gerekeni
yapmaktan geri kalmıyordu!.. Doğanın, ülkenin geleceği kimsenin
166 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
umurunda değildi!..
DIŞ POLİTİKA ŞAHSİYET İSTER
Doğa yangınları çok masraflı ve tehlikeli bir işti. Doğa Koruma
Genel Müdürlüğü yaz boyu bütün enerjisini doğa yangınları için sarf
ediyordu. Yangın bölgelerinde bütün personel 24 saat yangınlar için hazır
vaziyette bekliyordu. Salman Kıbrıs’a inceleme gezisine gitmişti.
Girne’de yangın çıkmış, yangın işçileri mesai bitti gerekçesiyle yangına
gitmeyi reddetmişlerdi! Türkiye’de “doğa savaşçıları” ödemesiz, mesaisiz
sadece maaş karşılığı 24 saat çalışıyorlardı! Gel de bu mesleğe yanık
olma!.. Yıllık yangın rakamlarına bakıldığında Türkiye Akdeniz yangın
kuşağı içinde en başarılı ülke olarak görünüyordu. Bunda teşkilatın
özverisi büyük önem taşıyordu. Doğa yangınlarında ilk 20 dakikada
ulaşıldığında, yangını söndürmek mümkündü. Geç kalıp, yangın
büyüdüğünde yapacak şey yoktu. Yangın doğal sınırlarına kadar gidip,
orada sönecekti. Yangın konusunda teşkilatın motive olması çok
önemliydi. Teşkilat motive edildiği, Genel Müdürlük yangınları
merkezden takip ettiği takdirde, taşra yangın söndürmede daha aktif hale
geliyordu.
Teşkilatın başarısına rağmen doğa yangınları gittikçe sorun kaynağı
oluyordu. Bir kere negatif bir olayın algısı da negatif oluyordu. Vatandaş
yangını görüyor üzülüyor, sonra da suçlu arıyordu! Ortada DGM’den
başka görünen olmadığından, vatandaş; bu DGM’de iyi çalışmıyor,
baksana bir yangını bile söndüremiyor… Suçlu ayağa kalk!.. Siz 3000
yangın söndürmüşsünüz, yıllık yangın rakamınız çok düşük, bunu
kimseye anlatmak olası değildi. Dünyada var olan gönüllü itfaiyecilik
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 167
sistemi daha yoğun kullanılmalıydı. Köy yangınları da DGM için
gelecekte sorun kaynağı olmaya doğru gitmekteydi!..
Bakan Ovalı ve Salman büyük yangınlarda Akdeniz ülkelerinin
yardımlaşmaları üzerine bir proje geliştirdiler. İspanya, Fransa, İtalya ve
Yunanistan Büyükelçileri ile görüşmeler yapıldı. Bu projeye göre, büyük
yangınlarda ülkeler hava güçleriyle komşu ülkelere yardımda
bulunacaklardı. Bu proje gereği olarak, İtalya ve Fransa ziyaretleri
yapıldı. Bakan Ovalı İspanya ve Fransa’da ilgili Bakanlarla görüşürken,
Salman da ilgili genel müdürlerle görüşüp, ortak yapılacaklar konusunda
bilgi alış verişinde bulunuyordu.
Fransa gezisi enteresan olaylara sahne olmuştu. Fransa’da ilk gün
akşamı, elçilikte akşam yemeği yenmişti. Büyükelçi Tahsin Borsan
tecrübeli, bilgili ve oldukça kibar bir insandı. Akşam yemeğinde
misafirlerle tek tek ilgilenmiş, onları hoş tutmak için elinden geleni
yapmıştı. Tiyatro! yemek yenilip, içkiler içildikten sonra başlamıştı.
Büyükelçinin eşi Suna hanım, edebiyat, resim ve müzikle ilgilenen
entelektüel bir kişilik sahibiydi. Yemek esnasında şarabı fazla kaçırdığı
her halinden belli oluyordu. İçki gerçekten, şişede durduğu gibi
durmuyordu! Entelektüel Suna Hanım, entel Suna Hanıma dönüşmekte
gecikmedi!.. Abuk, sabuk konuşmaya başladı...
— Ben hiç kimseden korkmam, herkes bana vız gelir!.. Bana Suna
derler!.. Kimseye eyvallahım yok!..
— (...)
— (...)
— Ben Bakan falan dinlemem! Bakan da ne oluyo!.. Ben
sanatçıyım... Kim benim kadar sanatı, edebiyatı, medeniyeti
kavrayabilir?.. Ben... Ben... Ben Suna... Ben en büyüğüm!..
— (...)
— (...)
— Bakanlar bizi tayin ettirirmiş, laf!.. Ettirmezse darılırım vallahi!..
Ben Suna’yım kimseden bir korkum yok!.. Yeter be!.. Bıktık bu
168 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
siyasilerden!..
Suna Hanım esip gürleyip, ortalığı gürültüye boğuyordu. Sofrada
bulunanların hiçbirinden çıt çıkmıyordu. Büyükelçi kızarıyor, bozarıyor,
küçüldükçe küçülüyordu. Mümkün olsa masanın altına girecekti; ama
o’da sessiz kalmayı yeğliyordu! Suna hanım, monologuna devam ediyor,
tek başına tiyatro! Oynuyordu. Yarım saat devam eden çok sıkıcı bir
yemekten sonra, Büyükelçi derin bir mahcubiyet içinde, eşini yatmaya
götürdü. Döndüğünde tekrar tekrar özür diledi... Bakan Ovalı ağzını açıp
tek kelime
söylemedi, büyük bir Beyefendilik örneği gösterdi...
Büyükelçi Tahsin Borsan’a acımıştı. Gerçekten, büyükelçinin düştüğü
durum çok acıklıydı... Sarhoş olmak, insanın şuuraltındakilerin açığa
çıkmasına sebep oluyordu. Aslında, konuşulan yerin uygunsuzluğu bir
yana, Suna Hanımın şuuraltının boşalması faydalı bir şeydi!..
Fransa temasları gerçekten renkli geçiyordu. Bakan Ovalı ile
Salman’ın programları farklıydı. Salman, ertesi sabah, Fransa Doğa Genel
Müdürüyle görüşecekti. Fransız Genel Müdür bilgili, terbiyeli, Beyefendi
bir insandı. Öğleye kadar muhtemel işbirliği konuları görüşüldü; birçok
konuda mutabık kalındı. Böyle bir önerinin Türkiye’den gelmesinden
dolayı teşekkür edip, memnuniyetini bildirdi. Yangın konusunda birlikte
hareket etmek için uzmanlar düzeyinde uygulama planı yapılması
kararlaştırıldı. Salman Genel Müdürü Türkiye’ye davet etti. Fransız Genel
Müdürün Türkiye’ye gelişinde teknik altyapının hazırlanarak anlaşmanın
imzalanması kararlaştırıldı. Birlikte öğle yemeğine gidildiğinde, FransızTürk bayraklarıyla süslenmiş çok güzel bir masada, samimi bir atmosfer
içinde yemek yenildi. Aynı samimiyet içinde taraflar vedalaşarak
ayrıldılar.
Öğleden sonra heyetler halinde, Fransız Köy İşleri Genel
Müdürüyle devam eden iki yüz bin dolarlık arazi ıslahı projesinin
görüşmeleri vardı. Proje; Türkiye, Fransa, Fas, Ürdün, Güney Kıbrıs
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 169
ülkelerinin
katılımıyla
gerçekleştirilecekti.
Türkiye
Kıbrıs’ı
tanımadığından, Kıbrıs’ın projeye katılmasına itiraz etmişti. Salman’ı
ilgilendiren projenin teknik detayıydı. Bu konuda da Türkiye, başarılı
örneklere imza atmış, yetenekli uzmanlara sahipti; diğer ülkelere
yardımda bulunmak arzu ve isteğini taşımaktaydı. Heyet başkanı olarak
Salman, Bakanlık Daire Başkanı Ersin Erzurumlu ile elçilikten Fransızca
bilen genç bayan memur Nergis Toros’la birlikte, Bakanlık binasına
gitmişlerdi. Heyet randevu saatinde Genel Müdürün kapısı önündeydi.
Fransız Genel Müdür içeriden çıkmış, dağları ben yarattım kibiri içinde,
yarım yamalak bir selam vermişti. Odasına davet etmeksizin, kaba bir
şekilde, bitişikte toplantı salonuna geçilmesini söylemişti. Türk
heyetinden Nergis Hanım, Fransız Genel Müdüre:
— Bizim heyette herkes İngilizce biliyor. Müzakereleri İngilizce
yapabiliriz.
— Hayır, burası Fransa Kamu idaresi, burada Fransızca konuşulur!..
Salman bir hadise olsun istemiyordu; ama sinirlenmekten de kendini
alamıyordu. Fransız Genel Müdürün tavırları! insanı çileden çıkaracak
davranışlardı, adam negatif enerji saçıyordu; buna rağmen, yabancı bir
ülkede sabırlı olunmalıydı!.. Nihayet taraflar masaya oturdu. Fransız
heyeti beş kişiden, Türk heyeti üç kişiden oluşuyordu. Dosyalar açıldı.
Nergis Toros konuşmaları Fransızca’dan, Türkçeye tercüme edecekti. İlk
olarak Fransız Genel Müdür konuşmaya başladı,
— Bu proje önemli bir proje! Fransız hükümeti proje için her türlü
katkıya hazır. Kıbrıs’ın projeye alınmasına itirazı bir türlü anlayamadık!..
Niçin Kıbrıs dışlanıyor? Fransa olarak bunu bir türlü anlayamadık!.. Ne
biçim mantalite bu?..
Salman geçmişte Fransızca öğrenmiş, konuşulanları genelde
anlıyordu. Nergis Hanıma dönerek,
— Nergis Hanım, Bu Adama söyle, biz diplomat değiliz,
teknisyeniz! Kıbrıs işi siyasi bir konu, biz projeyi görüşmeye geldik.
Nergis Hanım söylenenleri tercüme etti.. Ama, Adam durmak
170 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
bilmiyordu…
Genel Müdür büyük bir kibirle, söze tekrar başladı:
— Türk Hükümeti ufacık bir Kıbrıs’la niçin uğraşıyor!.. Kıbrıs’a
itiraz etmek hiç akıl alacak bir iş değil... Biz Fransa olarak bu konuda
ısrarlı olacağız... Bu konu düzelmeden proje başarılı olur mu?..
Salman tekrar Fransız’ın sözünü kesti, Nergis Hanıma dönerek,
— Nergis Hanım, Söyle Bu Adama, biz siyaset tartışmaya
gelmedik, projenin teknik detaylarını görüşmeye geldik...
Nergis Hanım Salman’ın söylediklerini tercüme ediyor; fakat
Fransız Genel Müdür üzerinde en ufak bir etkisi olmuyordu. Adam,
büyük dağları yaratmış gibi! Kibirli bir şekilde, konuşmasına kaldığı
yerden devam ediyordu...
Fransız Genel Müdür Kıbrıs’a takılmıştı bir kere Kıbrıs diyor başka
şey demiyordu… Kıbrıs… Kıbrıs… Kıbrıs, Allah Kıbrıs… Salman’ın
ikazları netice vermiyordu. Küçümser tavırlarla Türk Heyetine bir
nazarda bulunarak, tekrar söze başladı:
— Bu proje 200.000 $’lık bir projedir. Fransa bu projeye 125.000 $
katkıda bulunacak, Kıbrıs bu projenin içinde olmazsa biz bu işe girmeyiz.
Türk Hükümeti yanlış yapıyor... Sizi tekrar ikaz ediyorum, bu inattan
vazgeçin, dedi; Salman’ın sigortası atmış, kimyası çoktan bozulmuştu. Bu
Adam kendini müstemleke valisi mi? Zannediyordu. Kim oluyordu da,
Türk Heyetine ders vermeye kalkıyordu!..
Yarım saat süren konuşma Kıbrıs’la başlamış, Kıbrıs’la
neticelenmişti. Bir türlü projenin teknik detayına gelinemiyordu.
Konuşmada Türk Hükümetine de önemli göndermeler yapmaktan geri
durmuyordu! Salman durumu anlamıştı, Bu Adam tam bir Türk
düşmanıydı!.. Artık, buna bir ders vermek gerekiyordu... Salman zihninde
projeyi silmiş, adama söyleyeceklerini düşünmeye başlamıştı!..
Salman
davranışlarıyla
sinirlendiğini
açığa
vuruyor,
gizleyemiyordu. Fransız Genel Müdür son derece ukala, kendini
beğenmiş, Türk Heyetini aşağılayan davranışlarıyla çizmeyi çoktan
aşmıştı. Bu Adamı bir benzetmek gerekiyordu. Salman söz aldı, Nergis
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 171
Hanıma ve Fransız Genel Müdüre bakarak konuşmaya başladı:
— Projeye başlamadan önce bu Beyefendiye söyle: Bir misafir nasıl
karşılanır önce onu öğrensin!.. O çok sevdiği Kıbrıs’a gelince, Kıbrıs
benim umurumda değil. Beyefendi Kıbrıs’ı çok seviyorsa, birlikte ikili
proje yapsınlar. Genel Müdürün hitap ve davranışlarını heyetimize
hakaret olarak algıladım, kendisine teessüf ediyorum. Fransa projeye
125.000$, Türkiye 50.000$ katkıda bulunacak, benim Genel
Müdürlüğümün bütçesi bir milyar dolar, gerekirse Fransa’nın katkısını biz
tamamlarız, projeye devam ederiz, Kıbrıs’ı da almayız! Fransa’da
katılmak istemezse kendi bilir. Tanımadığımız bir ülkeyi, birlikte çalışma
konusunda bize dayatamazsınız!. Bu hevesinizden vazgeçin!..
O zamana kadar hiç konuşmamış Fransız heyetindeki uzmanlara
dönerek, devam etti:
— Fransa tarafında projeden sorumlu olan lider, bu Genel Müdür
olduğu sürece biz bu projeyi askıya alacağız!.. (Salman çileden çıkmıştı,
nezaket sınırlarını aşıyordu. Bu Genel Müdür derken, Genel Müdürü
eliyle işaret ediyor. Bir nevi onu kendi elemanlarının yanında
aşağılıyordu.) Fransa tarafı gerçekten bu projeye devam etmek istiyorsa,
bu başkanı değiştirsin, Kıbrıs’ı da unutsun! Bu Adamla çalışmamız
mümkün değil!.. Görüşmeleri burada noktalıyorum. Teşekkür ederim,
görüşme bitmiştir, dedi ve ayağa kalktı…
Bu konuşmalardan sonra, Fransız uzmanlar görüşmenin devamı
ricasında bulundular. Nergis Hanım’da Fransız’lara katılmış, bir şey
olmamış gibi görüşmelerin devamından yanaydı. Fransız Genel Müdür
tamamen sessiz kalmış, en ufak bir şey söylemiyordu!.. Salman’ın
konuşmasından sonra bir kelime dahi söyleyememiş, kırdığı potların
farkına varmış, işi berbat etmişti... Doğrusu böyle bir tepkiyi de
beklemediği belli oluyordu; çünkü aptallaşmıştı. Salman görüşmelerin
devamını reddetti!.. Nergis Hanıma, Fransız Genel Müdürü göstererek,
”Bu Adamın olduğu yerde hiç bir şey görüşmem!” dedi. Nergis Hanım
Salman’ın Türkçe konuştuklarını yumuşatarak! Tercüme etmişti. Son
172 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
cümleyi de tercüme etmedi; ama her şey çok net anlaşılmış, ukala genel
müdür hak ettiği dersi almıştı!..
Salman ayağa kalkarak, heyet mensuplarına çıkmamız gerektiğini
söyledi. Üçüncü kattan aşağı doğru iniliyordu. Fransız Heyetindeki dört
uzman, Genel Müdür kaybolmuştu, Türk Heyetine refakat ediyorlardı.
Genel Müdürün yokluğunda daha rahat konuşuyorlar, özür üstüne özür
diliyorlardı!.. Türk Heyeti Bakanlık avlusundaki arabasına bininceye
kadar, Fransızlar mahcubiyet içinde refakat ettiler ve Türk Heyetini
uğurladılar. Davranışlardan anlaşıldığı kadarıyla, Fransız uzmanlar bile
kendi Genel Müdürlerini haklı görmemişlerdi. Uzmanlar daha sonra
görüşmek arzularını tekrar tekrar Beyan etmişlerdi. Salman çok
mutluydu. Kendini beğenmiş Genel Müdüre hak ettiği dersi vermişti...
Dış politika, iç politikayla yakından ilgiliydi. İç politikada güçlü
olan devletler, dış politikada da güçlü oluyorlardı. Bilimde, teknikte,
ekonomide, kültürde geri kalmış ülkelerin dış işleri mensupları içe dönük
oluyorlardı. Haklı olarak, devlet gücünü arkasında bulamayan dış işleri,
atak politika uygulayamıyordu; devamlı tedbirli olmak durumundaydı.
Tedbirli olmak iyi ama, aşırı tedbir karşıdakini saldırgan hale getiriyordu.
Bu işin bir ölçüsü olmalıydı!.. Tedbirlilik, hak edene haddini bildirmeye
mani değildi!.. Salman’ın görüşmesini kestiği “arazi ıslah projesi”nin ön
görüşmesi, küstah Fransız Genel Müdür ile elçiliğimiz mensupları
arasında yapılmıştı. Görüşmenin detayı hakkında bilgi alınamamıştı;
ancak Fransız’ın benzer küstahlıklarının sineye çekildiği belli oluyordu.
Kendisine hak ettiği cevabı veren çıkmayınca, küstahlığını sürdürmeye
devam etmişti. Dış işleri mensuplarımızın milliyetçiliklerinden şüphe
duymaksızın, pasif, “kurt yılgını” psikolojik baskısı altındaydılar!..
Nedir? Kurt yılgını: Karabaş iri yarı, koyun sürüsünün koruyucusu,
güvenilir bir köpektir. Bir gün kurtlar karabaşa saldırırlar, karabaş yaralı
bir durumda canını zor kurtarır. Bu olay, karabaşın özgüvenini yok eder.
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 173
Kurtlar uzaktan uludukça, karabaş korkudan çobanın bacakları arasına
sokulur. Korkutulmuştur!.. Karabaş o sürüyü koruyamaz durumdadır...
Çünkü Karabaş, “kurt yılgınıdır.” artık!..
Dış ilişkiler Bakanlıklar için büyük öneme haizdi. Her Bakanlık
dışarıyla yakın ilişki içinde olmalıydı. Bu durum Bakanlık açısından
fayda getirmekteydi. Ancak Bakanlıkların bu ilişkileri yürütecek
elemanları bilgili, yetenekli ve karakter sahibi olmalıydı. Doğa Koruma
Bakanlığı Birleşmiş Milletlerin yan kuruluşu olan FAO (Dünya Gıda ve
Tarım Teşkilatı) ile yakın temasta oluyordu. FAO’nun Ankara ofisinde
bir temsilci (uzman) bulunmaktaydı. Bu uzmanın görevi, Roma’da
bulunan FAO merkezi ile Tarım-Orman Bakanlıklarının irtibatını
kurmaktı. FAO uzmanlarının bürokrasideki irtibat kademeleri ise Daire
Başkanlığıydı; yani muhatapları daire başkanlıklarıydı. Ancak
Ankara’daki FAO temsilcileri, Bakan veya Genel Müdürden aşağısını
muhatap almıyorlardı! İlişkiler bu şekilde sürdürülüyordu. Böylece FAO
temsilcileri görevlerini hep kötüye kullanıyorlardı. Ülkemize müstemleke
ülkesi muamelesi yapıyorlardı.
Salman daire başkanlığına yeni başlamıştı. UNDP’den 150.000 $’lık
erozyon kontrolü projesi alınmış, FAO ile irtibatlı uygulama başlatılmıştı.
Bir gün FAO Ankara temsilcisi Salman’ı ziyaret etmiş, yanında iki de
uzman getirmişti. Bu erozyon kontrol uzmanları Avusturyalı FAO
temsilcisinin vatandaşlarıydı. Uzmanlar üç adam/ay çalışacak aylık
10.000 $ ücret ve diğer masraflarla birlikte 50.000 $’a mal olacaklar,
proje parasının üçte biri bu kişilere harcanmış olacaktı. FAO temsilcisi
vatandaşlarına kıyak geçiyordu! Salman sordu,
— Mr Ludvik, bu uzmanların gelmesiyle ilgili olarak kiminle
konuştunuz?
FAO temsilcisi şaşkınlıkla,
— Mr. Salman, kimseyle konuşmadım.
— O halde, bu uzmanları nasıl getiriyorsunuz?
— Sistem her zaman aynı, uzmanları biz hep bu şekilde getiriyoruz.
174 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Hayır, getiremezsiniz! Bize sormadan uzman getiremezsiniz!..
— Fakat Mr Salman, daha önce onlarca proje uyguladık, yabancı
uzmanları hep bu şekilde görevlendirdik.
— Mr Ludvik, bu sistemi değiştiriyorum. Proje lideri benim. Hangi
tip uzmana ne kadar ihtiyacımız olduğuna ben karar veririm. Ayrıca bizim
erozyon kontrolü konusunda uzmana ihtiyacımız yok. Bizim dünya
çapında uzmanlarımız var. Şayet ihtiyaç varsa diğer ülkelere bu konuda
uzman gönderebiliriz. Bu arkadaşlar ülkelerine dönsünler.
— Bu imkansız Mr. Salman, elemanlar geldiler bir kere. Bu seferlik
bu elemanları başlatalım da, bir daha sizin dediğiniz şekilde yaparız.
— Hayır Mr Ludvik, teşkilatımız bu arkadaşları istediğiniz kadar
misafir edecektir; ama kesinlikle görev vermeyeceğiz.
— Ben bu konuyu Bakan veya müsteşarla görüşeceğim. Yanlış
yapıyorsunuz...
— Mr. Ludvik istediğiniz yere gitmekte serbestsiniz...
Ludvik ve iki arkadaşı üzgün bir şekilde Salman’ın yanından
ayrılmışlardı. Daha sonra müsteşara gitmişler, müsteşar Salman
tarafından bilgilendirilmiş, bu konuda tek yetkilinin Salman olduğunu
söylemişti. Bu durumda Ludvik için çıkış yolu kalmamış, vatandaşlarını
geri göndermişti.
Her nedense yabancılara karşı bir zayıflığımız var. Kendimize
güven konusunda, kimlikli olmak konusunda eksiklerimiz var. Onlara
karşı kendimizi küçük görmekte, lüzumsuz
misafirperverlik
göstermekteyiz. Bu durum yabancılar tarafından istismar edilmemizi
doğurmaktadır. Bizim yakın ilgi ve alakamızı istismar ederek, ülkemizde
bizim adımıza istedikleri gibi at oynatmaktadırlar. Misafirperverliğe evet
ama, bu nokta istismar edilmeye başlandığı andan itibaren külahlar
değişilmeli. Yabancılara da bu durum bir şekilde anlatılmalı.
Salman Bakanla birlikte Avrupa seyahatine çıkmadan önce, FAO
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 175
temsilcisi ziyaretine geldi. Gezinin çok faydalı olacağını ve FAO’nun da
bu geziyi bir şekilde desteklemek istediğini belirtti. Salman da FAO
temsilcisine, Türkiye için 200.000 $’lık bir UNDP projesi yapılmasını ve
FAO’nun buna destek vermesini teklif etti. Temsilci bu işe yanaşmıyordu.
Sadece Salman ve Bakanın harcırahlarını karşılamak istiyordu. Bakanlık
harcırahı 100$ olmasına karşın, FAO günlük 250$ harcırah veriyordu.
Böylece “Akdeniz ülkeleri yangın işbirliği” projesini FAO temsilcisi
kendine mal etmek istiyordu. Kısaca ahlaksız teklif yapıyordu! Halbuki
bu proje tamamen bizim hükümetimizin projesi olacaktı. Salman FAO
temsilcisinin yüksek harcırah ödeme teklifini şiddetle reddetti. Burada
ülke prestiji mevzubahisti.
Seyahate Bakan Ovalı, Salman ve Bakanlık daire başkanı Ersin
Erzurumlu katılıyordu. Türk Heyeti üç kişiden ibaretti. Görüşmeler
bittikten sonra Türkiye’ye geri dönüldü. Salman bir şeyin farkına vardı;
heyetin üçüncü üyesi Ersin Erzurumlu Bakanlık adına değil, FAO adına
seyahate katılmıştı! Yani harcırahını Bakanlıktan 100$ yerine, FAO’dan
250$ olarak almıştı. Bu konuda gizli hareket ettiği için de kimsenin haberi
olmamıştı. Ersin Erzurumlu FAO temsilcisiyle kimseye danışmadan,
anlaşmıştı. Böylece FAO’dan alınma ihtimali olan 200.000$’lık proje
suya düşmüştü. Salman arkadan vurulmuştu.
KİMLİKSİZ KADROLARLA FAZİLETLİ POLİTİKA OLMAZ
176 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
Salman, Doğa Genel Müdürlüğü mensuplarının değişim içinde
olduklarını görüyor, mutlu oluyordu. Daire Başkanları, yeni ne
yapabilirim? Diye kafa yoruyor, Salman’a yeni proje teklifleriyle
geliyorlardı. Vizyon sahibi olmak, teşkilatın çalışması açısından çok
önemliydi. Lider, idareciden farklıydı. Günümüzde liderlik önemliydi;
bürokraside üst kademelere çıkıldıkça, idarecilik yerini yaratıcılığa
bırakıyordu. Çağdaş lider; karşısındakilere isteklerini yapmasını söylemek
yerine, bir vizyon çizerek, elemanlarını o vizyonun bir parçası olmaya,
isteklerini yapmaya ikna eden kişiydi. Elemanlar, vizyonun parçası
olmaya gönüllü olduklarından, ileride ortaya çıkacak sıkıntılara kolaylıkla
göğüs gereceklerdi…
Gazi O.P. tesislerinde öğleye kadar ki çalışmalar, yenilik üzerine
olduğundan, zamanın nasıl geçtiği fark edilmiyordu. Bu tür çalışmalar
insanın kendisi ve ülkesi için son derece yararlıydı. Çalışmak, bir şeyler
üretmek, tarifi imkânsız tatmin, bir haz kaynağıydı. Öğleden sonra
merkez binada politik istekleri yerine getirmeye giden Salman, sıkıntılı
bir şekilde odasına giriyor, içi daralmış bir şekilde istek sahibi, politika
destekli müşterileri bekliyordu!..
Orhan Özkara İzmit Milletvekiliydi. Salman’la daha önce birlikte
çalışmışlardı. Birlikte çalışırlarken, Orhan Özkara dairedeki memur
arkadaşlarını kefil göstererek banka kredisi almış, sonra da ödememişti.
Daire mensuplarının maaşlarına icra geldikçe şikayetler artmış, Orhan
Özkara bir türlü bulunamamıştı. Bulunduğunda maaşı icralık olduğundan,
memurlar kefalet için ödedikleri parayı geri almak için sıraya girmişlerdi.
Birçok memur iyi niyetinin bedelini dolandırılarak ödemişti... Orhan
Özkara ile ilgili, daha birçok olay, Salman’ın kulağına gelmişti!.. Orhan
Özkara şimdi DKP milletvekiliydi!.. Orhan Özkara sıklıkla Salman’ı
ziyaret ediyor, Salman olmadığında koltuğuna oturarak, ona vekalet
ediyordu! Salman’ın ikazları netice vermemişti. Orhan Özkara Salman’ı
çok yakın arkadaşı olarak takdim ediyordu; Salman bundan büyük
rahatsızlık duyuyordu; ancak yapacak bir şey de yoktu!.. Bakan Ovalı bir
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 177
gün, Salman’a:
— Abdullah Bey, sen Orhan’ın adamıymışsın! Etrafta öyle
konuşuyormuş, hayırlı olsun!.. Diye dalga geçmiş, Salman:
— Sayın Bakanım, beni birinin adamı yapacaksanız, lütfen daha
kaliteli birini bulun, demişti.
Bu ilişki bir yerlerden kopacaktı, ama nasıl? Salman devamlı
tetikteydi... Orhan Özkara’ya karşı dikkatliydi!.. Nasıl olsa iş olacağına
varıyordu...
Bir gün, Orhan Özkara hızla Salman’ın odasına girdi, kızgın bir
ifadeyle:
— Abdullah Kardeşim, lütfen bizim namusumuzu, itibarımızı
koru!..
— Hayrola, ne oldu Orhan Bey!..
— İzmit’te bir şefiniz var, Kadir Belen, benim anama avradıma
küfrediyormuş!. Lütfen, bizim haysiyetimize, şerefimize sahip çıkın...
— Nasıl olmuş? Bir olay mı var? Sebep ne?..
— Hiç bir sebep yok, kardeşim!.. Adam bana küfrediyor!..
— Olur mu, öyle şey!. Durup dururken kim küfreder!..
— Adam ADAYATAN Partili, DKP’lilere karşı... Sebep bu...
— Tamam Orhan Bey, ben gereğini yaparım!
— Sayın Genel Müdürüm, gereğini yaparım deyip, beni atlatma!..
Bu Adamın tayinini, İzmit’ten sürülmesini istiyorum. Bizim haysiyetimizi
koruyun lütfen!.. En kısa zamanda netice istiyorum. Bu işin peşini
bırakmayacağım. Sonuna kadar gideceğim...
— Tamam Orhan Bey, merak etme, gereken yapılacak!..
Orhan Özkara bir şeyler karıştırıyordu, ama ne?.. Bir kimseyi
karalamanın en kolay yolu, ADAP’lı demekti. Nereden belli ADAP’lı
olduğu? Olsun... Bir kimse, birisi için ADAP’lı dedi mi, ADAP’lı olurdu.
İki partinin lideri birbirlerine karşı olunca, aşağıdakiler bu düşmanlığı
sonuna kadar kullanmanın keyfini yaşıyorlardı!.. Bürokraside de durum
aynıydı. Bir siyasiyi veya bürokratı sevmediğiniz bilinirse size her gelen,
178 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
besmele gibi sevmediğiniz kişinin adiliklerinden bahsederek söze girerdi.
Bu durum gerçekten bir hastalıktı. Bu hastalığın tedavisi, hiç kimseyi
düşman ilan etmemenizdi. Şayet yanlışlıkla birini düşman olarak
tanımlama hatasına düşmüşseniz, geri adımla, o kişinin çok iyi bir insan
olduğunu bir kaç kişiye söylemeniz, sıkıntıyı gideriyordu; hastalık
ortadan kalkıp, tedaviye kavuşuyordu!.. Salman sekreterine, İzmit’ten şef
Kadir Belen’i bulmasını söyledi. Bir süre sonra, Kadir Belen
telefondaydı,
Salman:
— Kadir Bey, ne oldu? Orada bir olay mı var?..
— Var, Sayın Genel Müdürüm! Milletvekili Orhan Özkara’nın
eniştesini kamyonla kaçakçılık yaparken yakaladık!.. Zabıt tutanağını
iptal etmemizi istiyorlar... Devamlı olarak baskı altındayız!..
— Nasıl iş bu? Nasıl böyle bir istekte bulunabilirler!..
— Devamlı tehdit ediyorlar, efendim...
— Sen, Orhan Özkara ile ilgili bir şey söyledin mi?
— Hayır efendim, ne söyleyebilirim ki?
— Kendisine küfür ettiğini söylüyor!..
— Başka ne söylesin ki, efendim!..
— Tamam, mesele anlaşıldı... Sen o zabıt tutanağını bana faksla.
Hiç merak etme! Sen görevini yaptın, sonuna kadar arkandayım!..
— Ondan eminim, Sayın Genel Müdürüm… Sizlere güvenmesek
burada görev yapamayız, efendim!..
Salman konuyu anlamıştı. Orhan Özkara nihayet sorun üretmeye
başlamış, beklenen an gelmişti. Olay, Salman için hiç sürpriz olmamıştı.
Zabıt tutanağını alarak, Bakan Ovalı’nın makamına gitti. Telaşla, içeri
girdi, Bakana:
— Sayın Bakanım, Orhan Özkara ile ilgili bir sorun var!..
— Hayrola, Abdullah Bey!.. Sakin ol... Neymiş mesele?
— Orhan Özkara’nın eniştesi kaçak emvalle kamyon yakalatmış,
efendim!..
— Orhan sana geldi mi?
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 179
— Geldi efendim, kendisine küfredildiğini söylüyor...
— Ne sebep gösteriyor?
— Bizim şef ADAP’lıymış, bu sebeple Orhan Özkara’ya
küfrediyormuş! Şu zabıt tutanağına bakar mısınız efendim!
— Eveeet... Oynatacağım, Abdullah Bey! Bu kadar işin arasında bir
de bu namussuz heriflerle uğraş!.. Taviz verme bu herife, bölgeye söyle!
gereğini yapsınlar!..
— Söyledim, efendim!. Ancak Bu Adam size gelecek, istifa
tehdidinde bulunacak. Hatta Başbakana kadar ulaşacak. Bu işi bir güç
gösterisi haline getiriyor, efendim…
— Ne yaparsa yapsın! Biz sağlam duralım, Abdullah Bey. Daha bir
ay önce İzmit’te kaçakçılıkla mücadele haftası yaptık. Teşkilata
arkalarında olduğumuzu söyledik.
— Arkadaşlar kendilerine destek olacağımızdan eminler, efendim.
— Elbette canım, teşekkür ederim...
Salman Bakandan ayrılırken mutluydu. Bakan bütün kritik
kararlarda Salman’ın arkasında olmuştu. Olacakları düşündükçe, ülkenin
az gelişmişliğine isyan ediyordu. Bunlar olacak şeyler miydi? Hem
kaçakçılık yapacaksın, hem de üste çıkacaksın! Geçmişte popülizm adına
verilen tavizler ülkeyi bu hale getirmişti. Kimse hak hukuk tanımıyor, hep
istiyordu. İnsan kaçakçılıktan yakalanınca, yüzü kızarır, sessizce ortadan
kaybolurdu. Ne kadar utanmaz olduk!.. Salman utanmanın ne büyük
“fazilet” olduğunu, bu olayla bir kere daha anlamıştı...
Orhan Özkara bir kaç gün sonra Salman’ı ziyarette gecikmedi.
Orhan Özkara sıkıntılı bir şekilde Salman’ın odasına girmiş, sitemlerle
söze başlamıştı:
— Abdullahcığım, bu şef Kadir Belen’le ilgili bir gelişme olmadı...
— Sayın Milletvekilim, bu konu senin anlattığın gibi değil!
— Nasılmış? Benim anlattığım gibi değil de!..
— Kadir Belen bir kamyon yakalamış, bu kişi de senin
akrabanmış!.. Ortada bir zabıt var!..
180 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Haaa... O mesele!.. O başka bir konu. Ben bana küfrettiği için Bu
Adamın peşindeyim...
— Kadir Belen’le görüştüm, kesinlikle seninle ilgili bir şey
konuşmadığını söyledi...
— Abdullahcığım, ben yalan mı söylüyorum? Ayrıca o kamyonunu
yakaladığı kişi, bizim partiden, yani DKP’li. Adamlarınız ADAP’lı
kaçakçıları hiç yakalamıyor, hep bizimkileri yakalıyor; çünkü kendisi de
ADAP’lı...
— Sayın Milletvekilim, kaçakçının ADAP’lısı, DKP’lisi olur mu?
Kaçakçı kaçakçıdır…
— Abdullahcığım, bütün samimiyetimle söylüyorum, bu şef
ADAP’lı, kaçakçıları yakalamıyor...
— Bana somut bir örnek verebilir misin? O zaman direk
mahkemeye vereyim şefi...
— Ben polis değilim, bilemem. Yalnız Bu Adamın İzmit’ten
mutlaka gitmesi lazım.
— Bu şartlarda mümkün değil, Sayın Milletvekilim. Ortada
kaçakçılık olayı var...
— Peki, bizim şerefimiz, partililerimizin prestiji ne olacak?..
— Orhan Bey, bu işin şerefle prestijle ne ilgisi var!..
— Var efendim, Bu Adam buradan gidecek!.. O kadar!..
— Mümkün değil, Sayın Milletvekilim. Kaçakçılıkla mücadele
emrini ben verdim. Bir elemanımı kaçakçı yakaladı diye yalnız
bırakamam.
— Abdullah Bey, ben bu tayini yaptırırım... Hem de söke söke...
Bakan Beye yaptırırım bu tayini... Bir isteğimi yapmadığın için, sana ayıp
olur... Bu kadar süre arkadaşlığımız var...
— Sen bilirsin Orhan Bey, benim bu tayini yapmam imkânsız,
istediğin yere gitmekte serbestsin...
— Görüşeceğiz!..
Milletvekili Orhan Özkara çıktıktan sonra, Salman derin bir nefes
aldı; oldukça gerilmişti. Ne işler, Allahım!.. Uğraştığımız işlere bak...
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 181
Orhan Özkara Bakana gitmiş, Bakanı partiden istifa etmekle tehdit etmiş,
gene de Bakana evet dedirtememişti. Bakandan
istediğini elde
edemeyince Başbakanın kapısını çalmış, çok önemli memleket meselesi!
konusunda onun yardımını istemişti. TBMM’deki milletvekili
aritmetiğinin hassasiyeti, Orhan Özkara gibilerinin ekmeğine yağ
sürüyordu...
Başbakan, Bakan Hayri Ovalı’yı aramış, Bakanın anlattıklarını
dinledikten sonra, Bakana: ”Şu sıralar birçok sorunla uğraşıyorum, bir de
bu milletvekillerinin sorunlarını bana havale etmeyin lütfen, bu sorunu
kendi ölçülerinizle çözüme kavuşturun. Bu Adam bir daha bana
gelmesin!” demişti.
Bakan Ovalı Salman’ı yanına çağırmış, olanları anlatmıştı. Salman
Bakana yük getirmenin mahcubiyeti içinde, konuyu kendisinin çözüme
kavuşturacağını söylemiş, Bakandan izin almıştı. Konu tam bir bilek
güreşi haline gelmişti. Kim galip gelecekti? Salman Bakanı yıpratmamak
için her yolu deneyecek, bir çözüm üretecekti... İnsanın en sıkıştığı an;
yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal… Salman bir şeyden emindi;
çözümü olmayan hiçbir sorun yoktu, mutlaka bir çözüm vardı!..
Aradan iki aya yakın zaman geçmesine rağmen konu sıcaklığını
sürdürüyordu. Salman İzmit’ten Kadir Belen’i çağırmış, karşılıklı
oturmuşlar, durum değerlendirmesi yapıyorlardı. Salman:
— Kadir Bey, şu anda İzmit’te durum nasıl?
— İyidir Sayın Genel Müdürüm, yakaladığımız kamyonu belirli bir
muhammen bedel üzerinden ihaleyle sattık.
— İhalede artırma oldu mu?
— Hayır efendim, gene kaçakçının bir yakını aldı; ama pahalıya mal
oldu onlara, epey bir para ödediler…
— Sen nasılsın? Rahat mısın?.. Memnun musun hayatından?..
— Ben de o konuya gelecektim, Sayın Genel Müdürüm… Devamlı
182 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
tehdit alıyorum, ailecek huzurumuz kaçtı efendim. Mümkünse ben başka
bir yere tayinimi isteyeceğim, efendim...
— Memnuniyetle Kadir Bey, seni şeflikten muavinliğe terfi
ettirelim ki, tehditle değil de, terfi ettiğin için yer değiştirmek durumunda
kalmış ol...
— Çok teşekkür ederim!.. Sayın Genel Müdürüm, beni benden daha
çok düşünüyorsun. Bu durumda ben terfi etmiş olarak, İzmit’ten
kahramanlar gibi ayrılırım, efendim!..
— Hiç
merak
etme,
kaçakçılık
konusunda
zafiyet
göstermemeliyiz!..
Salman personel müdürünü çağırarak, boş olan muavinliklerin
listesini Kadir Belen’in önüne koydurdu. Personel müdürleri genelde boş
kadroları göstermez, saklarlar. Gelenlere şuraya verelim, buraya verelim
pazarlığı yaparlar ki, önemleri anlaşılsın!.. İbrikçi hikayesi gibi: “Adam
çok sıkışmış, bir ibrik kaparak hızla tuvalete girmiş. Tuvaletin başında
duran kişi adamı çağırarak, “gel buraya, o ibriği şuraya bırak! Öbür ibriği
al” demiş. Adam tuvalette işini bitirdikten sonra ibrikçiye sormuş,
“önceki ibrikle, sonradan aldığım ibrik arasında ne fark var? Niçin beni
geri döndürdün?” demiş. İbrikçi: “ biz burada neyiz? Herhalde bizimde
burada bir yetkimiz, görevimiz var!” demiş.
Kadir Belen Tekirdağ Muavinliğinde karar kılmış, oraya tayini
yapılmıştı. Salman Bakana giderek durumu anlattı. Bakan Ovalı
Milletvekili Orhan Özkara’ya telefonda,
— Orhan Bey, isteğini yerine getiriyor, Kadir Belen’in tayinini
İzmit dışına yapıyoruz, bilgin olsun...
— (...)
— Seni niçin incitelim canım, bu işler böyle oluyor. Koskoca
Bakanlığı idare etmek kolay mı sanıyorsun!..
— (...)
— Orhan Bey, şimdi de geç oldu, erken oldu sorunu çıkarma!
Dediğini yaptık kardeşim, teşekkür edeceğine, eksiklik arıyorsun... Başka
bir isteğin var mı?..
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 183
— (...)
— Bir şey değil canım, ben teşekkür ederim...
Bu mesele de böylece kazasız belasız neticelenmişti. Ancak uzun bir
zaman süreci boşa harcanmış, sıkıntılı anlar yaşanmasına neden olmuştu.
Ne yapalım, bu ülke böyleydi... böyle olan ülke, bizim ülkemizdi... Orhan
Özkara bu olaydan sonra Salman’a küsmüş! bir daha yanına gelmemişti.
Aslında Salman, Özkara’nın olur olmaz, geçiyordum uğradım
tasallutundan kurtulmuş, rahata ermişti. Bu kadar emek ve harcanan
zamanın Salman’a getirisi, kısa gün ticareti; Orhan Özkara’dan kurtulmak
olmuştu...
YÖNETİCİLER HEP TEHDİT ALTINDA
184 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
Son günlerde MERSAN temsilcisi Erhan Öztan, sık sık Salman’ı
ziyaret ediyordu. Fransa’da yeni model araçların imalatına başlandığı,
kendisinin bunları yerinde göstermek isteğini yineliyordu. Erhan Öztan
bir şeyler söylemek istiyordu; ama bir türlü açılamıyordu. Nihayet bir
akşam üzeri Salman’ı ziyarete gelmişti, Salman’a:
— Sayın Genel Müdürüm, Fransa tesislerimizde yeni modeller
üretmeye başladık, bunları size göstermek isteriz.
— Bu bir davet mi? Erhan Bey.
— Evet, Sayın Genel Müdürüm, sizi Fransa’da bir hafta ağırlamak
istiyoruz...
— Teşekkür ederim Erhan Bey, ben değil Fransa, Kızılay’a bile
gidemiyorum...
— Çok şakacısınız, efendim! Gerçekten bu Fransa seyahati sizin
için güzel bir seyahat olacak. Mümkün olur, hanımefendi de katılırsa
memnun oluruz…
— Erhan Bey, benim böyle bir seyahate katılmamı normal buluyor
musunuz?..
— Gayet normal, efendim. Ben birçok Genel Müdür ağırladım. Hiç
bir anormal tarafı yok!..
— Hayır, kesinlikle hayır... Ben Genel Müdür olarak böyle bir
seyahate katılamam...
— Takdir sizin Genel Müdürüm, katılsaydınız yangınla ilgili birçok
yeni teknolojimizi size gösterecektik.
— Bu teknolojileri göstermek istiyorsanız, Genel Müdür Muavini
ile Daire Başkanımızı götürün, onlara gösterin yeni teknolojilerinizi.
— Götürebiliriz; ama sizin görmenizi çok arzu ediyorduk, efendim.
Alımlarla ilgili soft kredi imkânlarımızı da size sunacaktık.
— Kredi imkânlarınızı sonra görüşürüz. Öncelikle arkadaşlarımız
görsünler, daha sonra bir değerlendirme yaparız. İlginize teşekkür
ederim, Erhan Bey!
Salman emrivaki yapmış, Genel Müdür Muavini, Daire Başkanı ve
iki elemanını Fransa’ya göndermişti. Erhan Öztan’da oldu bittiye hayır
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 185
diyememişti. Erhan Öztan önceleri kıymetli hediyelerle etki altına almak
istediği Genel Müdür Salman’a bu sefer başka bir metotla yaklaşmak
istemiş, gene başarısız olmuştu!.. Maksat Salman ve eşini Fransa’da en
lüks otellerde, lokantalarda ve eğlence yerlerinde ağırlamak suretiyle etki
altına almaktı. Hatta eşsiz gidildiğinde, başka organizasyonlar! bile
hazırdı. Erhan Öztan MERSAN’ın Türkiye temsilcisiydi. Doğa Genel
Müdürlüğü Türkiye’de MERSAN’ın en iyi müşterisiydi. Bu durumda
Genel Müdürü Fransa’ya götürmek, şirket sahipleri nezdinde Erhan
Öztan’a büyük prestij kazandıracaktı. Bu nedenle, Erhan Öztan günlerce
Salman’ın kapısını çalmış, onu Fransa’ya götürebilmek için bütün
kabiliyetini kullanmış; ama başarısız olmuştu!.. Bu Salman, ne biçim
adam!.. Daha önce birçok Genel Müdürü kolayca götürmüştü... Merkez
yeni Genel Müdürü ağırlamak! istiyordu… Bütün mesele buydu...
Doğa Genel Müdürlüğü birçok konuda iyi müşteriydi. Kamyon,
otomobil, telsiz, helikopter, uçak vb. liste uzayıp gidiyordu... Bu işlerle
ilgili firma temsilcileri Salman’la ilişki kurmak için, bütün hünerlerini
kullanıyorlardı. Öyle ya, on milyonlarca dolarlık satın almalar...
Satın alma prosedüründe öncelikle teknik komisyonda teknik
şartnamelerin hazırlanması vardı. Firmalar teknik yeterlik aldıktan sonra,
sıra satın alma komisyonuna geliyordu. Burada firmaların fiyatları
yarışıyordu. En sonunda, Genel Müdür onaylarsa satın alma
gerçekleşiyordu. Teknik ve satın alma komisyonlarında birçok uzman
çalışıyordu. Bu uzmanlar teknik şartnameyi hazırlarken, bazı firma
mallarının tarifini yapıyorlardı. Bu yüzden teknik şartnamede etkili olan
firma, yarışa metrelerce önden başlıyordu. Salman bu duruma çözüm
arıyordu. İktidarlar genelde sağ görüşlü olduğundan, buradaki uzmanlar
da sağ görüşlüydüler. Mal temin eden firma sahiplerinin de sağ görüşlü
olmaları doğaldı. Bu durumda hangi sağ görüşlü dürüst mühendis satın
alma komisyonuna getirilirse getirilsin, sağ görüşlü firma sahipleri onlara
ulaşmakta güçlük çekmiyorlardı.
186 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
Salman bu analizi yaptıktan sonra, çözüm kendiliğinden ortaya
çıkmıştı. Satın alma komisyonu başkanlığına dürüstlüğünden emin olduğu
CUHEP’li
Nejat Mersin’i atadı. Bir iki takviye ile satın alma
komisyonundaki çarpıklık giderildi. Başkan Nejat Mersin’e, Doğa Genel
Müdürlüğü eski tüccarlarından hiç biri ulaşamadı, onunla ilişkiye
giremedi. Böylece satın almadaki şaibeler büyük ölçüde ortadan kalkmış
oldu. Zaman zaman Genel Müdür Muavini Ferit Çakar, eski tüccarların
temsilcisi olarak Nejat Mersin’le ilişki kurmayı ve ondan bilgi almayı
denediyse de, Salman’ın ikazıyla bu ilişki kurulamadı.
Genel Müdür Muavini Ferit Çakar, Salman’ın okul arkadaşıydı.
Salman gibi muhafazakar bir ailenin çocuğuydu. Mesleğe atıldıktan
sonra çok içki içmeye başlamıştı. Eşi Nilgün hanım ise devamlı oyun
oynayan bir kimliğe sahipti. Doğal olarak bu tür yaşam biçimi, aldıkları
maaşın üzerinde bir gelir gerektirmekteydi. Bu nedenle Ferit Çakar, daha
çok gelir elde edebilmenin yollarını aramaktaydı!.. Genel Müdür
Muavinleri arasında döner sistem olduğundan, üç ayda bir yetkili
oldukları daireler değişmekteydi. Salman, Genel Müdür Muavinlerine tam
yetki veriyor, işlerine müdahale etmiyordu. Ferit Çakar personele
bakmaktayken, Kütahya’ya bir müdür tayin etmiş, teşkilat çalkalanmaya
başlamıştı. Tayin edilen Müdür içkici, eşi oyuncu, daha fazla gelir için,
karışık işler yapma üstadı!.. Salman durumu öğrenince Ferit Çakar’i
çağırdı,
— Ferit Bey, bu Kütahya Müdürünü önceden tanıyor muydun?
— Evet, tanıyorum, Sayın Genel Müdürüm! Bir şey mi var?
— Evet, var!.. Müdür tayin edileceklerin vasıflarını konuşmuştuk,
yolsuzluğa bulaşmayacak veya şaibesi olmayacaktı. Bu nasıl iş?..
— Arkadaşın bir kötü huyu, mahkumiyeti yok, efendim...
— Yok ama, hiç kimse iyi bahsetmiyor. Dosyasına hiç bakmadın
mı? Bir sürü soruşturma geçirmiş... İşi kitabına uydurmuş!.. Meslek
kamuoyunda lekelenmiş birisi...
— Öyle bakarsak hiç kimse temiz çıkmaz, efendim…
— Peki, Ferit Bey, bu konuyu daha çok münakaşaya gerek yok.
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 187
Bunları daha önce uzun uzun konuşmuştuk. Şu andan itibaren seni
personelden alıyorum. Öbür işlere bak. Teşekkür ederim!..
Bürokratlar hakkında karara varmak için, aile düzenine bakmak
kafidir. Aile yaşantısı, bürokratın ne olduğunu anlatan önemli bir
ayıraçtır. İçki, kumar ve eğlenceyi yaşamın gayesi yapan aileler, bunları
memur geliriyle yapamazlar. Bu yaşamı sürdürmek ek gelire ihtiyaç
gösterir. Bu gelir nereden gelecek? Elbette gayri meşru yollardan; böylece
rüşvet, yolsuzluk peşinde koşulacak!.. Bunun başka yolu yok!..
Salman bu konuda çok şanslıydı. Eşi, evlendikleri ilk günden
itibaren tasarruf yapıyordu ve çok tutumluydu. Ailecek mütevazı bir hayat
yaşıyorlardı. Hayata dair maddi bir hedefleri yoktu. Yaşadıkları hayata
şükrediyorlardı, çok mutluydular. Salman’ın Genel Müdürlüğünde eşini
ve çocuklarının, resmi arabaya bindiğini gören olmamıştı. Gidecekleri
yere hep otobüslerle gitmişlerdi. Genel Müdür olduklarında, oturdukları
lojmandan çıkarak, Genel Müdür villasına taşınmayı reddetmişlerdi. Oğlu
ve kızı, sitede Genel Müdür çocuğu olduklarını söylemeyi, şahsiyet zaafı
sayan bir kişiliğe sahiptiler. Çocukları devlet okullarında başarıyla
okumuş, aileye hiç para harcatmadan en iyi üniversiteleri bitirmişlerdi.
Ailenin lüksü olmayınca, çok paraya da ihtiyacı olmuyordu!.. Salman eşi
ve çocuklarıyla hep gurur duymuştu!.. Salman’ın hayatında bazı başarılar
varsa, bunu çok büyük oranda, mütevazı hayatı tercih eden eşi ve
çocuklarına borçluydu.
Genel Müdür Muavini Ferit Çakar, para kazanmak! için, arayış
içindeydi. Salman’a ulaşamayan iş adamları Ferit Çakar vasıtasıyla irtibat
kurmaya çalışıyorlardı. Ancak Ferit Çakar’in satın alma ile ilişkisi
tamamen koparıldığından, bilgi alması bile mümkün değildi. Bu durumda
yapılacak iş, Salman’ın yakınına birilerini yerleştirmekti?
Bakanlıkta işler yoğun tempo ile sürdürülüyordu. Çalışmaların
188 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
devam ettiği bir anda, odaya Genel Müdür Muavini Ferit Çakar girdi.
Hareketlerinden, bir şeyler konuşmak istediği anlaşılıyordu; odanın
boşalmasını bekliyordu. Nihayet, Genel Müdürle yalnız kaldılar, Ferit
Çakar:
— Sayın Genel Müdürüm, buradaki sekreteryanızı biraz takviye
etsek, diyecektim!..
— Ne var, buradaki sekreteryada, Ferit Bey!..
— Efendim, eli ayağı temiz, diksiyonu düzgün, temsil gücü olan
birini koyalım, buraya.
— Bu kadar işin arasında... Sonra düşünürüz, Ferit Bey.
— Sayın Genel Müdürüm, benim Muğla’dan bir memurum vardı;
şimdi Ankara’ya tayin oldu, onu size sekreter yapalım, efendim…
— Sonra bakarız, Ferit Bey!..
— Efendim siz bir görün, daha sonra karar verirsiniz...
— Şimdi burada mı?
— Burada efendim, ben arka odaya alayım, bir görün!..
Ferit Çakar çıktıktan sonra, Salman düşünmeye başladı!.. Neler
dönüyordu!.. Ferit Çakar’in her hareketi Salman’ı şüphelendiriyordu.
Salman bir kimseye sonuna kadar güvenirdi; ancak bir hatasını yakaladığı
kişiye karşı, çok şüpheci olurdu. Aslında her yönetici elemanlarına
sonuna kadar güvenmeliydi; ta ki, bir yanlışını yakalayıncaya kadar! Ferit
Çakar’a da bu gözle bakıyordu. Çok eski arkadaşı olduğu için, onu
kırmak istemiyordu. Karşıdaki insanı iyi tanıdığınızda sizi aldatması
mümkün değildi; esas sorun kişiyi iyi tanımamaktaydı!.. Arka odaya arka
kapıdan girmelerinin sebebi; tecrübeli sekreter Ferhande, ön kapıdan bu
tür bayanlara asla geçit vermiyor, onları Genel Müdürle
görüştürmüyordu!.. Ferhande bu konulardaki otoritesini herkese kabul
ettirmiş, bulunmaz bir sekreterdi.
Bir saat sonra, Salman arka odaya geçti. Ferit Çakar ve yanında
oturan bayan, Nesrin Saygılı bir şekilde ayağa kalktılar. Ferit Bey
tanıştırdıktan sonra, konuşma başladı. Nesrin Hanım, Salman’ın tam
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 189
karşısında oturuyordu, son derece güzel ve çekici bir bayandı. Bir konuda
yanlış yapıyordu; mini etekli, dekolte bir elbise giymişti. Ne biçim bir
bayan! olduğu konusunda, gereksiz ip uçları veriyordu!.. Nesrin Hanım,
güzelliklerini ustaca sergiliyordu!.. Salman söze başladı:
— Nesrin Hanım, Ankara’ya ne zaman geldiniz?
— 15 gün önce geldim, Sayın Genel Müdürüm.
— İngilizce biliyor musun?
— Çok az, efendim.
— Bilgisayar biliyor musun?
— Yazacak kadar bilirim, efendim.
Verdiği cevaplardan Nesrin Hanımın ısmarlama olduğu
anlaşılıyordu. Bir müddet havadan sudan konuştuktan sonra, Salman Ferit
Bey’e teşekkür etti. Odadakileri uğurladı. Tekrar düşünmeye başladı!..
Şüpheli bir durum!.. Salman iş adamı arkadaşı Serhan Bakkal’dan
şüpheleniyordu? Serhan Bakkal bu işler için Ferit Çakar’ı aracı olarak
kullanmış olabilir miydi?
Serhan Bakkal ile Salman çok eskilere dayanan arkadaştılar. Salman
arkadaşının ticari konularında hep yanında olmuştu. Birlikte iş adamıbürokrat-siyasetçi üç ayağını kuracaklar, hep beraber güçlü olacaklardı!
Serhan Bakkal çok zengin olmuştu. Salman mütevazı yaşantısına devam
ettiğinden, yaşam biçimleri farklılaşmıştı. Bu farklılık, bulundukları
sınıfın, statükolarının değişmesine kadar uzanmıştı. Çok farklı hayat
yaşayan iki kişiye dönüşmüşlerdi. Aradan yıllar geçmiş, bu zenginlik
Salman’a bir fayda getirmemişti. Salman bir ara siyasete girmiş, Serhan,
Salman’ın milletvekili seçilme ihtimalinden rahatsız olmuştu. İlk defa
Serhan’ın hasetliğine şahit olmuştu. Salman fakülte yıllarından beri
arkadaşı olan Serhan’ın, kendisinin Milletvekili olması karşısında
gösterdiği kıskançlığı bir türlü unutamamış, büyük hayal kırıklığına
uğramıştı. Seçimlerde Serhan’dan beklediği maddi desteği alamayınca,
gelecekte birlikte olma planlarını askıya almayı kararlaştırmıştı. En
sonunda Salman, Serhan Bakkal’a,
190 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Serhan, bak kardeşim, ben bu birliktelikten hiç bir şey
anlamıyorum. Senin çok para kazanmanın bana bir faydası yok. Bu
günden sonra bu birlikteliğe son veriyorum. Ben bürokraside yükselmek
istiyorum. Seninle yakın ilişkim bana zarar veriyor. Birçok şaibe ortaya
atılıyor. Beni senin ortağın olarak görüyorlar. Sen yoluna... Ben yoluma...
Arkadaşlığımızı sürdürelim; ama gelecekte birlikte, bir arada yürümek
istemiyorum!..
Diye açık açık konuşmuş, işbirliğine dayalı ilişkileri askıya almıştı.
Bu konuşmalardan beş yıl sonra, Salman’ın Genel Müdür Olacağı
duyulunca, Serhan Bakkal Salman’ın evine gelmiş, Doğa Genel
Müdürlüğünde yapılacak ticaretle ilgili planlarını anlatmıştı. Salman uzun
süre dinledikten sonra, Serhan’a,
— Bak kardeşim. Geçmişte sana destek oldum. Bundan pişman
değilim. Senden elde edemediğim bir talebim de olmadı, teşekkür ederim.
Ancak ben şimdi genel müdür olacağım. Bozulan imajımı düzeltmek
istiyorum. Hiç bir akçalı işe karışmayacağım, bunu bilmeni isterim.
— Abdullahcığım, nasıl istersen öyle yaparım. Ben şunu öğrenmek
istiyorum. Geçmişte bizim için gerçekten çok şey yaptın, teşekkür ederim.
Şimdi, ben senin için ne yapabilirim? Emrindeyim...
— Serhancığım, benim için bir şeyler yapmak mı istiyorsun? Doğa
Genel Müdürlüğüyle ticari ilişki düşünme!.. Bu Genel Müdürlükte çok
yıprandın... Benimle ilişkini kes; bana gelip gitme!.. İkimiz bir arada
görülünce, benim imajım bozuluyor!.. Ben Genel Müdür olduğum sürece
kazandıklarından harca, hiçbir şekilde bana gelme demiş, Serhan’ın
önerilerini kararlı bir şekilde reddetmişti. Serhan durumu anlamış,
Salman’ı ikna edememiş, sıkıntılı bir şekilde evden ayrılmıştı...
Ferit Çakar başkaları tarafından kullanılmaktaydı. Bu işte de
aracılık yapıyordu. Bir saat sonra, neticeyi öğrenme merakıyla geri
döndüğünde, Salman:
— Ferit Bey, nereden buldun bu kızı? Bu Kızı Sen Yeşilçam’a
götür, filim çevirsin...
— Nasıl? Sekreterlik için çok uygun değil mi? Efendim...
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 191
— Sekreterlik için fazla güzel, Ferit Bey!.. İnsanın içini
gıcıklandırıyor. Böyle bir sekreterim olsun istemem!..
— Şaka yapıyorsunuz, Efendim… Buranın havasını değiştirir, çok
iyi olur!..
— Ferit Bey, sen niçin, kendine düşünmüyorsun? Bu bayanı
sekreter olarak... Tabi sen alamazsın, Nilgün Hanım seni kovalar…
— Hayır, Hanım bu işlere karışmaz… ama Bana olmaz, efendim…
Size çok uygundu... Siz bilirsiniz...
— Hayır efendim, sana daha uygun bu sekreter... Bana gelen giden
çok fazla. Bu sekreteri alırsan, senin müşterin de artar…
— Sayın Genel Müdürüm işin gırgırındasınız… Anlıyorum
efendim, siz, Nesrin Hanımı fazla gösterişli buldunuz...
— Teşekkür ederim, Ferit Bey!..
Ferit Çakar odadan ayrılırken, mutsuzdu... Hazırlanan plan,
başarısız olmuştu!.. Salman bu olaydan çok büyük dersler çıkarmıştı.
Tecrübeli olmasa, pekala oyuna gelebilirdi. Tecrübe ve bilgi bir araya
geldiğinde, çok büyük güç oluyordu.
NE SÖYLEYİM? BALTANIN SAPI BİZDEN
Particiler her gün Genel Müdürlükteydiler. İstekleri hiç bitmiyordu.
Salman en az yarım gününü particilerin saçma sapan isteklerini
dinlemekle geçiriyordu. Bir yandan harcadığı zamana acıyor, diğer
yandan sinirleri bozuluyor; durumdan rahatsız oluyordu. İsteklerin sonu
bir türlü gelmiyordu. Bir öğle sonrası Bakanlıktaki yerine gelip özel
kaleme girdiğinde, bir aydır uğraştığı DKP Marmaris ilçe başkanı Vedat
192 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
Arman kapıda bekliyordu!.. Vedat Arman’ı görmesiyle sinirlenmiş,
kimyası bozulmuştu. Adam bir aydır gelip gidiyordu. Bodrum Doğa
misafirhanesi işlek bir cadde üzerinde kurulmuştu. Vedat Arman,
misafirhane bahçesinin yola Bakan köşesinden bir büfe yeri istiyordu.
Vedat Arman’a göre; çok kolay bir işti!.. Genel Müdür bir evet dese, iş
bitecekti!.. Vedat Arman partiye yıllarca hizmet etmişti!.. Bunun bir
karşılığı olmalıydı!.. Parti bir kere iktidar olurdu, işte olmuştu, daha ne
bekleyecekti!..
Bu argümanlar uzayıp gidiyordu. Her gün Salman bu argümanları
çürütmek için diller döküyor; fakat Sayın! ilçe başkanını ikna etmek
mümkün olmuyordu. Salman defalarca söylemişti:
— Vedat Bey, burası devlet dairesi, buranın bir parçasını birine
vermek, kiralamak, satmak mümkün değil, ben böyle bir şey yapamam,
diyordu.
Nafile... Kime anlatıyorsun...
Ertesi gün Vedat Arman iki tane Muğla Milletvekilini de yanına
alarak tekrar geliyordu. Milletvekilleri ister istemez Vedat Arman’a
refakat ediyorlardı. Salman durumu Milletvekillerine anlatıyor, onları
ikna ediyordu. Milletvekilleri Salman’la yalnız kaldıklarında isteğin
saçmalığını kabul ediyor, Salman’ı haklı buluyorlardı. Vedat Arman’ın
yanında ise, onun söylediklerine, savunmasına isteksizce tasdik
anlamında baş sallıyorlardı!.. Siyaset gerçekten çok enteresandı. Kimin eli
kimin cebinde belli değildi!.. Günler böylece geçip gidiyordu... Bir gün
Vedat Arman Milletvekilleri refakatinde Genel Müdürlüğe gelmiş, konu
baştan ele alınmış, tartışılıyor... Tartışılıyor… Tartışılıyordu... Bir ara
Salman telefonla konuşurken, Vedat Arman iki milletvekilini kenara
çekmiş konuşuyordu:
— Siz ne biçim Milletvekilisiniz!.. Şu Genel Müdürü bir azarlayın,
bir bağırın şu herife yahu!.. Biz sizi niçin seçtik?
— Vedat Abi, istersen dövelim Adamı(!)… Olmaz diyor, ne
yapalım... Adamı iknaya çalışıyoruz!..
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 193
(parantez içinde: Ne Vedat Abiymişin sen!.. Bulunmaz Hint
kumaşı!.. Ülkemizde böyle Türk Büyüklerinin! Olduğunu bir göreve
gelince görmek mümkün oluyor doğrusu. Bu konuda şanslı sayılırım!..)
Konuşmalardan Salman’ın duydukları, insanı deli ederdi. Salman,
bu işten kurtulamayacağını geç de olsa anladı. Konuya bir çözüm
getirmek gerekiyordu... Ama nasıl? Daire başkanları ve genel müdür
muavinleri beraberce bir çözüm üretmişlerdi; Bodrum Misafirhanesi
bahçesinde bir büfe alanını ihaleye çıkartacaklardı. İhale herkese açık
olacağından ve en çok artırana verileceğinden, bürokratlar şaibe altına
girmeyeceklerdi. Salman gerekli çalışmaların yapılması için talimatını
verdi. Bu çözümle, kimse yara almayacaktı. En önemlisi Salman, Vedat
Arman’dan kurtulacaktı!..
DKP Marmaris İlçe Başkanı Vedat Arman, özel kalemde bekleyen
kalabalığın arasında Genel Müdürün gelmesini bekliyordu. Salman içeri
girer girmez gözlerinin aşina olduğu Vedat Arman’ı gördü ve içeriye
çağırdı. Salman, söyleyeceklerinden karşıdakinin memnun olacağı
ümidiyle,
— Başkan, senin işi çözüme ulaştıracağız!..
— Sağ olun Genel Müdürüm… Nasıl çözülecek?
— Büfe yeri için ihale açacağız!..
— O nasıl olacak? Sayın Genel Müdürüm, anlayamadım...
— Gayet basit, gazeteye ilan vereceğiz. Katılanlar arasında açık
artırma ile büfe yerini kiralayacağız. Sen de ihaleye girip, büfeyi
kiralayacaksın...
— Anladım... Ama o zaman, büfenin fiyatı yüz bin doları bulur.
Ben o kadar parayı veremem ki... Benim yirmi bin dolara kadar gücüm
yeter!..
— Onu ben bilemem... Bizim yapabileceğimiz bir şey yok, bu
durumda...
— Ben burasını bana tahsisle vermenizi istiyorum, Sayın Genel
194 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
Müdürüm…
— Sayın Başkan, sen yirmi bin dolar verip, yüz bin dolarlık büfeyi
tahsisen alacaksın. Aradaki seksen bin doları ben veya arkadaşlarımın
almadığına kamuoyunu, basını nasıl ikna edeceğiz?.. Sadece kendini
düşünüyorsun, biraz da bizi düşün canım!..
— Sayın Genel müdürüm, inanın hiç bir şaibe olmaz. Ama burayı
lütfen tahsisle verin!..
— Mümkün değil!.. İstiyorsan, ihale açacağız, başka türlü
yapacağımız bir şey yok. Lütfen, benim de daha fazla zamanımı alma.
(Salman kızarmış, bozarmış, sigortası yanmış bir şekilde adamı dışarı
atmıştı) Yeteeer… Yeter artık!.. Çık dışarı kardeşim!..
Vedat Arman, Salman’ın sert ifadelerinden sonra, Bakan Hayri
Ovalı’nın yanına gitmiş, ısrarını devam ettirmekteydi. Bakan Ovalı
Salman’ı çağırtmış, konu yüz birinci defa! baştan konuşuluyordu...
Salman Bakan Ovalı’ya ihale açmakla ilgili yaptıklarını ve buna Karşı
Vedat Arman’ın söylediklerini anlatırken, Vedat Arman oturduğu yerden
kendi kendine konuşuyordu:
— Yıllardır bu partiye emek verdim, para sarf ettim... Hiç bir zaman
bu partinin kendi adamını tuttuğunu görmedim... Bu şerefsiz partinin...,
a...... a....... s......
Bakan Ovalı bu söylenenleri duyduktan sonra daha fazla
dayanamadı; bu sözler üzerine bu defa Bakan Ovalı’nın sigortası atmıştı!..
hiddetle:
— U... Şerefsiz herif!.. Adi herif!.. Terbiyeli ol!.. Aylardır kendi
menfaatin için burayı işgal ediyorsun!.. Bir de Partiyi suçluyorsun...
Partinin sana taahhüdü mü var? Büfe yeri falan vermiyoruz... İhaleye de
çıkmıyoruz... Defol, buradan... Bir daha seni buralarda görmeyeyim!..
Salman derin bir ooohh... Çekti!.. Rahatlamış, kendi söylemek
isteyip de söyleyemediklerini Bakan Ovalı fazlasıyla söylemiş, Adama
ağzını açıp gözünü yummuştu. Son olarak görülen manzara; adam hızla
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 195
odayı terk ediyor, Bakan hala adamı kalaylıyordu!.. Salman bir beladan
daha kurtulmuştu... Böyle Bakan sevilmez mi? Yönetimin tavırlı
olmasının yararları sayılamayacak kadar çoktu. Kırmadan, darıltmadan,
ikna ederek işi halledelim demek, sorunları karmaşıklaştırıyordu. Bazen
kararlı bir şekilde kestirip atmak, erken çözüm getiriyordu. İnsanlarla
anladığı dilden konuşmak gerekiyordu!.. Salman’ın sabırlı davranmasının
nedeni, Bakan Ovalı’ya siyasi bir sorun gelmesini istemediğindendi...
Hayır demesini bilmeyenden ne idareci, ne de lider olmazdı…
Bürokratların zamanlarını particiler dolduruyor, partici olmayan
işadamları da particileri yanlarına alarak, iş takibine geliyorlardı. Maden
Ltd. sahibi Ali Eren de bunlardan biriydi. Ali Eren İzmir’de maden
ocakları işletiyordu. Aynı zamanda maden arama işleri yapıyordu.
Söylediğine göre; ormanda çok kıymetli madenler bulmuş!.. Her ne
hikmetse bu madenler hep deniz kıyısında, sahilde bulunuyordu!.. Buralar
yangın alanı olduğundan, bir tamim gereği, arama müsaadesi
verilmiyordu. Bu tamim Salman’dan önceki Genel Müdür tarafından
yayınlanmış, yangın, ağaçlama ve koruma alanlarında maden arama
müsaadesini yasaklıyordu. Maden Ltd. sahibi Ali Eren İzmir
Milletvekillerinin refakatinde Genel Müdür Salman’a geliyor, maden
arama alanlarına izin verilmesi için siyasi baskı yapıyordu. Bu, ülkede
alışkanlık haline gelmişti; nüfus cüzdanı almaya gitseniz, politik bir torpil
bulmanız gerekiyordu. Ali Eren’de usule uymuş, politikacılarla birlikte
isterim Allah, isterim, deyip duruyordu!.. Gene bir gün, Salman’ın
odasına iki milletvekili ile birlikte gelmiş, isteğini yineliyordu:
— Sayın Genel Müdürüm, bizim iş bir türlü neticelenmiyor!..
— Sayın Eren, kaç defa söyledim, bu konuyu yasaklayan bir tamim
var... İzin istediğiniz alan, yangın sahası... Veremem!..
— Sayın Genel Müdürüm, bizim müsaade istediğimiz alanda hiç
ağaç yok, bomboş bir alan.
— Tamam Ali Bey, orası yangın sahası tamim gereği veremeyiz.
Başka yerlerde arama yap...
196 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Sayın Genel Müdürüm, bu tamim genel müdür imzasıyla
yayınlanmış, değiştirme yetkisi size aitmiş... İstenirse bu tamimi
değiştiren bir tamimi kendi imzanızla yayınlayabilirmişsiniz...
— Maşallah!.. Bizim Genel Müdürlüğün işlerini çok iyi biliyorsun,
Ali Bey!.. Nereden aldın bu bilgileri?
— İzmir’deki arkadaşlar söylediler, efendim...
İzmir Milletvekili İsmail Eraslan:
— Sayın Genel Müdür, işin içine
lüzumsuz bürokrasi
sokuyorsunuz. Ali Bey bu alandan maden çıkaracağım diyor. Boş alan
burası, niçin izin vermiyorsunuz? Ülke kalkınmasının önünü
kapatıyorsunuz… Anlayamıyorum?
— Sayın Milletvekilim, benim teşkilatım yangın alanlarına karşı son
derece hassastır. Bu alanları verirsek, kötü niyetli kişiler, istedikleri
yerleri yakarlar... Yangınların çoğalmasına sebebiyet verilir.
— Buradaki mesele farklı, Genel Müdür Bey! Adam maden çıkarıp
ihraç edip, ülkeye döviz getireceğim diyor. Siz hayır, getirme
diyorsunuz!..
— Sayın Milletvekilim, bu yerleri vermeye başlarsak, çıkacak
yangınların mesulü kim olacak?.. Ben bu mesuliyeti yüklenemem,
doğrusu...
— Genel Müdür Bey, siz burada haksızsınız. Taşradaki Bölge
Müdürünüz, tamim değişebilir, izin verilebilir diyor, siz olmaz
diyorsunuz!.. Oradaki arkadaşlarınız bu ülkeyi, doğayı sevmiyorlar mı?
Biz bu izni almadan gitmeyeceğiz...
— Ben, son sözümü söyledim, Sayın Milletvekilim! Bu tamimi
değiştirmem imkansız!..
— Bizim de son sözümüz; bu izni almadan buradan gitmeyeceğiz...
Haydi arkadaşlar, Bakana gidelim, ondan alalım bu izni...
Odadakilerin ayrılmasından sonra, Salman taşradaki arkadaşlarının
çarpık zihniyetine ziyadesiyle üzülmüştü. Hani, dikili ağaç, kendisini
kesen balta için: ”Üzüntülüyüm!..Kime ne söyleyeyim! sapı bizden!”
Taşra enteresan bir zihniyetti. Sorunları Ankara’ya havale etmek, en
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 197
büyük alışkanlıklarıydı!.. Ah! Ankara bir evet dese... Biz bu işi çözeriz!..
Sen Ankara’yı hallet, biz kalanını burada çözeriz!.. Her iş Ankara’ya
havale edilirdi... Böylelikle sorunlar, Ankara-Taşra arası gezmeye çıkardı.
Bir başka konu, inanç noksanlığıydı. Basit işlerde bile, üzerlerine risk
almıyorlar, kolaycılığa kaçıyorlardı. Risk almayan idareci, idare eden
olur, ama lider olamazdı.
Her şeyi Ankara’ya havale etme, kanunsuz
işlerin çözümünde de, yol gösterme görevi üstleniyorlardı. Siyasi baskılar,
taşradaki arkadaşların idealizmini yok etmişti! Aslında, Ankara bütün
yetkileri merkezde toplamanın faturasını, bu tür olaylarla ödemekteydi!..
İzmir Bölge Müdürü Orhan Çağlar telefondaydı,
Salman:
— Orhan Bey, bu Ali Eren’in maden işinde son durum nedir?
— Talep ettiği saha yangın sahası, biliyorsunuz... 166 No.lu tamim
gereği veremeyeceğimizi söylüyoruz; ama ısrar ediyorlar, efendim.
— Bu işin olmayacağını söyleyip duruyorsanız, niçin buradalar?..
— Politikacılara güveniyorlar, politikacılar ümit veriyorlar,
efendim. Politikacılar seçimlerde maddi destek alıyorlar...
— Size güvenmiyorlar mı? Orhan Bey!..
— Nasıl!.. Anlamadım, Sayın Genel Müdürüm!..
— Elbette anlayamazsın... Adamlara yol gösteriyorsunuz!.. İş
Ankara’dan çözülür diye... Tamimin nasıl değişeceğini de
öğretiyorsunuz... Ne ala, görev tamam... Üstünden yükü de attın…
Uğraşsın Ankara…
— Bir yanlışlık var, Sayın Genel Müdürüm. Biz bir şey söylemedik,
sadece işin olmayacağını söyledik, o kadar!..
— Orhan Bey, taşradaki arkadaşlar bunu hep yapıyorlar... Bu kafayı
değiştirin artık!.. Sorunların bazılarını da siz göğüsleyin... Ankara’ya
havale ederek, iş çözülmez. Bir de akıl vermek... En ayıbı da, bu!.. Siz
söylemediyseniz, nereden bilsinler, tamimin altında genel müdürün
imzasının olduğunu... Genel Müdürün yeni bir tamimle eskisini
yürürlükten kaldırabileceği… Keşke oradaki meslektaşlarımızı da bu
kadar bilgilendirebilseniz!.. Meslek adına kınıyorum sizi... Bu ayıp size
198 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
yeter!..
— Fakat... Sayın Genel Müdürüm... Yanlış anlama var!..
— Teessüf ediyorum!.. Seninle gurur duymuyorum, Orhan Bey!..
Bilgi çağı takım olma, takım halinde çalışma çağıydı. Bu
zihniyetteki elemanlarla takım olmak mümkün değildi. Salman’ın
şanssızlığı taşra teşkilatının tamamen politize olmasıydı. Taşra,
politikacılarla iyi geçinmek adına, her şeye evet demekten çekinmiyordu.
Evet denilmesi gereken yerlerde yoklar, ülke çıkarlarına ters olan
konularda rahatlıkla evet diyorlardı. Görev başında her tavizi verenler,
“Milliyetçiliği” de kimseye bırakmayanlardı! Milliyetçiliğin laf devri
kapanmalıydı artık! Milliyetçilik bir yaşama biçimi, bir hayat felsefesi
olmalıydı. Tıpkı, dürüst adamın tarifi gibi; “Eline imkan geçtiği halde,
kötüye kullanmayan kişi.” Dürüst olduğunu söyleyebilirdi. Günde elli
kere dürüst olduğunu söyleyenlerin, ibret verici icraatları!.. Herkesin
malumuydu!..
Salman Almanya’ya tetkik gezisine gitmişti. Genç Alman doğa
koruma Mühendisi Beher, Türk Heyetine Bavyera Ormanları hakkında
bilgi veriyordu. O sırada yakındaki ABD üslerinden kalkan uçaklar alçak
uçuş yaparak, heyetin üzerinden geçiyordu. Uçakların gürültüsü kulakları
sağır edecek şiddetteydi. Alman kılavuz Beher, gürültü nedeniyle
susuyor, kızgın bir şekilde gökyüzüne, uçaklara bakıyordu. ABD
uçaklarının, ülkesinde olmasından duyduğu rahatsızlık vücut diline
yansıyordu. Toplantı sonrası Salman Beher’e,
— Bu Amerikalılar da çok oluyorlar, değil mi?
Diye sorduğunda, Beher umursamaz bir halde, omzunu sallayarak,
— Önemli değil! demişti.
Salman ısrar ediyordu, çünkü vücut dilini iyi okumuştu. Yemekte
yan yana oturmuşlardı. Salman gene sormuştu,
— Niçin ABD hakkında konuşmak istemiyorsun? Bu konuda bir
yasak mı var? Biraz önce vücut dilinden uçaklardan rahatsız olduğunu
gördüm. Buna rağmen ABD aleyhine bir şey konuşmuyorsun!..
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 199
— Evet, Mr Salman konuşmuyorum!.. Çünkü ABD aleyhine
konuşmanın Almanya’ya bir faydası yok!?..
Salman donup kalmıştı!.. Bir taraftan hayranlık duyarken, diğer
taraftan Beher’i kıskanmıştı. Konuşurken bile, söylediklerinin ülkelerine
yararlı olup olmayacağının muhasebesini yapacak kadar akıl sahibi
milliyetçiydiler!..
Bakan Hayri Ovalı, maden konusundan gına getirmişti. İyice
bunalmıştı. Konuya bir çözüm bulmak istiyor, Salman’a soruyordu:
— Abdullah Bey, şu tamimi değiştirsen ne olur?..
— Kötüye kullanılır, efendim. Yangınları artırır. Yarın bir yangın
olduğunda, basın haklı olarak bizi suçlar...
— Bu Adamlardan bıktım, Abdullah Bey. Bu işe bir çözüm bul!..
— Direnmekten başka çaremiz yok, Sayın Bakanım. Tamimi
değiştirirsek, bir önceki yönetim doğayı koruyan, biz tahrip eden yönetim
oluruz, efendim!..
— Peki, anladım. Sen şu madenciyi çek, onunla bir konuş... Başka
bir yerden bulsun, ne yaparsa yapsın ikna et, adamı.
— Peki, efendim. Siz merak etmeyin... Ben Ali Eren’le konuşup,
konuyu çözerim, efendim.
Salman soruna nasıl bir çözüm getireceğini düşünüyordu; fakat bir
çözüm de bulamıyordu. Harita dairesinden Ali Eren’in başka izin ruhsatı
alıp almadığını sordu; Ali Eren hakkında bütün bilgileri topladı. Buna
göre, Ali Eren Balıkesir ve Kütahya’da da taşocağı ve maden izinleri
almıştı. Bu bilgileri öğrendikten sonra Ali Eren’i çağırttı. Ali Eren’e:
— Ali Bey, bu yıl tamimi değiştirmeyeceğiz, yangın rakamlarına
bakıp, gelecek yıl için konuyu yeniden değerlendireceğiz. Bilgi vermek
için çağırttım.
— Bu, bize uygun değil, Sayın Genel Müdürüm!.. Ne olur bir şeyler
yapın!..
200 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Madenleri ve taş ocaklarını da yeniden gözden geçirme kararı
aldık!.. Bunlardan bir çoğunu iptal etmeyi düşünüyoruz, Ali Bey.
— Eskiler bizim müktesep hakkımız, geriye işlem olmamalı...
— Ali Bey, ülkemiz Türkiye ve Doğa Koruma Genel
Müdürlüğünden bahsediyorum. Doğa kanunlarının katılığını biliyorsun;
yarını ne Sen bilirsin, ne de Ben!..
— Benim önceden alınmış izinlerim var! Onlar ne olacak, efendim.
— Seninle dost olduk, Ali Bey... Sana pozitif nazarla bakarız...
Ancak konuyu bir incelettirmem lazım. Bizim ilkelerimize aykırı bir
durum olup olmadığını anlamam lazım!..
— Bu konuyu ne zaman tamamlarsınız, Sayın Genel Müdürüm?
— Konu öyle basit değil, işletmeleri enine boyuna incelettiriyorum.
Şimdiye kadar çalışmalardan gördüğüm şu ki, büyük oranda iptallere
gideceğiz.
— İnanın, Sayın Genel Müdürüm, devlet daireleri içinde en iyi
çalışan Doğa Genel Müdürlüğü, benim işletmelerim konusunda kendime
güveniyorum… Eksiğimiz yok. Siz de çok prensipli çalışıyorsunuz...
Yeni maden sahasını gelecek seneye kadar beklemek gerekirse beklerim
sayın Genel Müdürüm!..
— Teşekkür ederim Ali Bey, anlayış göstereceğinden emindim,
tekrar görüşmek dileğiyle!..
İş adamları daima mantıklı düşünürler. Eldeki kuşu
kaybedeceklerini anladıkları anda, daldaki kuştan vazgeçerler. Salman,
Ali Beyi hassas noktasından yakalamış, Bakana siyasi baskıya devam
ederse, eldeki kuşları kaybedebileceğinin mesajını vermiş, Ali Bey’de
doğru anlamıştı!.. Salman kitaptan okumuştu. Orta-Doğu uzmanı
İngiliz’lerin dış politika arşivlerinde şöyle bir cümle vardı: “doğulularla
müzakere yaparken, aba altından göstereceğiniz bir sopa olmazsa,
anlaşmaya varamazsınız!” Bazı konulara çözüm bulmak için, önceden
okuduklarınız, sorun çözmenizde çok işe yarıyordu…
Salman bu konuyu da böylece kapamış, Bakanı rahatlatmıştı. yeni iş
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 201
takipçileri için kolları sıvamış, müşteri beklemeye başlamıştı!.. sıradaki…
BÜROKRAT ÇÖZÜM ODAKLI OLMALI
Salman bürokrasinin iş bitirmeme, işi yokuşa sürme huyundan
fevkalade rahatsız oluyordu. Kanunlara ters düşmedikçe, toplum
menfaatine uydukça, her işin çözülmesinden yanaydı. Bu konuda da iş
bitirici bir anlayışa sahipti. Geçmişte, konusu menfaat olmamak kaydıyla
birçok sorunu çözmüş, vatandaşların işlerini bitirmişti. DKP Genel
Başkan Yardımcısı Nuri Tekin’in yıllardır çözülemeyen bir sorunu vardı.
Nuri Tekin’in Kayınpederi İzmir’de bir tekstil fabrikasının sahibiydi.
Fabrikada 500 işçi çalışıyordu. Fabrika arsası tapuluydu. Ancak tapu
alındıktan sonra geçen orman kadastrosu, fabrikanın güney duvarının iki
metre içine giriyordu. Bu durumda Doğa Müdürlüğü tapu iptal davası
açmak mecburiyetindeydi. Sorun ertelene ertelene, son noktaya gelmişti.
Ufukta bir çözüm de görünmüyordu. Nuri Tekin’in tek ümidi Salman’dı,
Nuri Tekin:
— Sayın Genel Müdürüm, bu işi ancak sen çözersin, diyordu.
Salman İzmir’e gittiğinde fabrikayı yerinde görmüş ve harita
üzerinde incelemişti. Gerçekten de orman sınırı fabrikanın iki metre içine
giriyordu. Yukarıda bir ırmak vardı. Ölçümleme ırmaktan yapılıyor, buna
göre orman hududu fabrikaya giriyordu. Salman fabrikayı ve işçileri
ziyaret ettikten sonra, duruma bir kat daha üzüldü. Öyle ya, 500 aile
buradan ekmek yiyordu. Orman hududu iki metre içeri girdi diye fabrika
sahibini mahkemelerde süründürmek, hatta kapatmak çok anlamsızdı!..
Salman, meslek hayatı boyunca bir konuyu hiç kabullenememişti;
tapu iptal davası!.. Sık sık açılan tapu iptal davaları Salman’ı hep rahatsız
etmişti. Ne demek tapu iptal davası? Bu, devlete hakaret değil miydi? TC
Devletinin hükümranlığını belirten unsurlardan başta geleni, tapu vermek;
202 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
diğeri de para basmaktı. Yani tapu; “Bu arazi falan şahsa aittir, ben
devlet olarak, bunu onaylıyorum” demekti. Sonra geriye dön, pardon!..
Yanlış olmuş, iptal ediyorum!.. Olmaz, böyle bir şey!.. Bu devletin
hükümranlığıyla oynama hakkı kimseye verilmemiştir. Tapu bir kere
verildi mi, iş biter!.. Verilmesi yanlış olsa bile, bu iş bitmelidir!.. Tapu
sahibinin bütün hakları geçerli kılınmalıdır? TC Devletine, bu yakışır!..
Tapu konusunda kayırmacılık, yolsuzluk yapılmışsa, sorumlu olanlar,
tapuyu haksız yere verenlerdi. Yapılması gereken tapu iptal davası
yerine, bu tapuyu haksız yere veren bürokratlara mahkemede hesap
sorulmasıydı. Tapu verilmeden önce her türlü tahkikat yapılmalı, bir kere
verildi mi iş bitmeliydi...
Salman bu anlayışının ışığında, Nuri Tekin’in fabrika işine çözüm
aramakla meşguldü. Bir gün Nuri Tekin her zamanki gibi ümitsizce
Salman’a gelmişti. Sorununun çözümsüzlüğünün farkındaydı. Salman:
— Sayın Milletvekilim, fabrikanızı çok beğendim. Epey işçi
çalışıyor. Duruma gerçekten üzüldüm!
— Sayın Genel Müdürüm daha önceleri de çok uğraştık, çözüm
aradık; ama bulamadık...
— Nuri Bey aslında bir çözüm var ama... Nasıl olacak?
— Sayın Genel Müdürüm, himmet et, şu sorundan kurtar bizi... Bir
çözüm bul, inan fabrikanın önüne heykelini diktiririm!..
— Boş ver heykeli, daha erken... Öldükten sonra dikersiniz!.. Sizin
fabrikanın üzerinde bir ırmak var. Biliyor musun?
— Evet, biliyorum... Ne olacak?
— Aslında bu ırmak, biraz yukarı kaydırılabilir!..
— Irmak nasıl kaydırılır? Bir şey anlamadım...
— Şimdi, Nuri Bey, bir gece ırmağın yatağının 300 Metrelik
kısmını üç metre yukarıya alacak, eski yatağı kapatacaksınız, bu iş
bitecek!.. Irmak yatağını değiştireceksiniz! Çok zor iş değil, ben araziyi
inceledim...
— Sayın Genel Müdürüm!.. Müsaade et seni bir kucaklayım!.. Bu
konuyu hiç düşünmemiştim!..
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 203
— Yalnız, konu bir gecede bitecek ve kimse duymayacak!
Yapılanlar şikayet konusu olursa, gene başa dönülür...
— Tamam, Sayın Genel Müdürüm, bir gecede bu işi hallederiz.
Kimse duymaz, sen merak etme... Ben konuyu çok iyi anladım! Teşekkür
ediyor, minnetlerimi sunuyorum...
Nuri Tekin ayrıldıktan sonra, Salman konuyu bir daha düşündü!..
Hayır, yanlış yapmamıştı, doğru olanı yapmıştı. Kanunlara uyacaktı; ama
burada bürokrasiden kaynaklanan bir kusur vardı. Fabrika sahibi haklıydı.
500 kişinin geçimi de göz önüne alındığında, Salman daha bir
rahatlamıştı. Geçmişte de böyle birçok konuyu çözülür hale getirmişti,
Salman. Burada kural belliydi; şayet cebine bir şeyler girmemişse, kimse
seni bu işten dolayı sorumlu tutmuyordu...
Doğa Genel Müdürlüğünün Sinop’ta yarım kalmış fabrika inşaatı
vardı. Kereste fabrikası yapmak için iki metre temel çıkılmış, 20 adet
lojman yapılmış, sonra terk edilmişti. Yıllardır harabe vaziyette, bir
kullanım alanı olmaksızın çürümeye terk edilmiş bir bina. Sinop’u
kalkındırmak için, Sinoplu iş adamları “Sinop Holding” i kurmuşlardı.
Bu Holdingin kurucuları, yarım kalmış inşaatı satın alıp mobilya
fabrikası yapmak istiyorlardı. İki yıldır uğraşmalarına rağmen, sorunu
çözüp, neticeye ulaşamamışlardı.
Sorun: Alıcılar, 500.000$ fiyat biçilmiş olan tesisin yarısını peşin,
yarısını da taksitle ödemek istiyordu. Bürokrasi, mevzuata uygun
olmadığı gerekçesiyle, taksitlendirmeyi kabul etmiyor, ödemeyi peşin
istiyordu. Bu sorun, iki yıldır sürüp gidiyordu... İki Sinop Milletvekili,
Sinop Valisi, iş adamaları ve holding yöneticileri görüşme isteğiyle
Salman’ı Büyük Ankara oteline davet ettiler. Sorunlarını Salman’a
anlattılar. İki yıldır bu tesisi almak için uğraşmışlar, Bakanı bile devreye
soktukları halde, bürokrasiyi aşamamışlardı! Salman tesisi biliyordu.
204 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
Satışla ilgili sorunu dinledikten sonra, heyete:
— Tamam bu işi çözeriz, tesisi size satarız!..
Milletvekili Salim Kula:
— Sayın Genel Müdürüm, biz burayı iki yıldır almaya çalışıyoruz.
Bürokratlar taksitin kanunen imkânsız olduğunu söylüyorlar.
— Sorun değil Sayın Milletvekilim, çözeriz!..
— Siz gene de elemanlarınızla bir görüşseniz!..
— Sayın Milletvekilim, tesisi size satacak olan benim!.. Genel
Müdür Benim!.. Bütün yetki bana ait... Benim elemanlarımın kanunen bir
yetkileri yok! Genel Müdür Muavinleri, Daire Başkanları Genel Müdür
adına, benim adıma, benim müsaade verdiğim kadar imza atarlar...
— Sayın Genel Müdürüm, biz bu konuda çok yorulduk, sizin Gazi
O.P.’daki tesislerinize çok gidip geldik, gözümüz korktu!..
— Siz yarın 10.00’da gelin, bizim elemanlarla birlikte toplanalım,
konuyu neticeye bağlayalım, satışı gerçekleştirelim... Yaptığınız iş,
hayırlı bir iş! 150 aileye ekmek kapısı açıyorsunuz. Biz de size elbette
yardımcı olacağız...
Salman Gazi O.P. tesislerine döndükten sonra, Teknik Daire
Başkanı Serhat Özakar’ı çağırdı. Sinop’taki yarım inşaatın “Sinop
Holding” mensuplarına satılacağını, bunun için hazırlıkların yapılmasını
söyledi. Serhat Özakar, heyecanla:
— Onların dediği şartlarla satamayız, efendim!
— Hangi şartlarla satamazsın, Serhat Bey!..
— Taksit, efendim, taksit... Yapamayız!.. Peşin ödemeleri lazım...
— Nereden çıkarıyorsun bunları, Serhat Bey!.. Konu bizim
yetkimizde değil mi?
— Döner Bütçe Yönetmeliğine göre taksitle satmamız mümkün
değil, efendim. İki yıldır bir çözüm bulamadık!..
— Şimdi çözüm bulacağız, Serhat Bey. Hem de sen çözüm
bulacaksın!.. Daire Başkanı değil misin? Nasıl çözeceksen çöz!..
— Çözmek kolay, Sayın Genel Müdürüm. Kanun elimizi kolumuzu
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 205
bağlıyor...
— Peki ne olacak? Bu tesis boş boş çürümeye mi terk edilecek?
Adamlar burada 150 işçi çalıştıracaklar, 150 aile ekmek yiyecek, bir
düşün, Serhat Bey.
— Bütün bunlara katılıyorum, efendim. Ama elimiz kolumuz bağlı,
satamıyoruz…
— Taksit yaparsak, ne olur Serhat Bey?..
— Sorumlu oluruz, efendim. İlana taksitle çıkamayız. İhale
alındıktan sonra bizim taksitlendirme yetkimiz yok, efendim. Sinop Bölge
Müdürü de bu noktaya itiraz ediyor...
— Teşekkür ederim, gidebilirsin Serhat Bey! (adam Nuh diyor,
Peygamber demiyordu. Eski anlayış, yapmama üzerine kuruluydu!)
Salman, sekreterine:
— Ferhande hanım, bana Sinop Bölge Müdürü Naci Boyacı’yı
bağlar mısın Dedi.
Beş dakika sonra Naci Boyacı telefondaydı. Salman:
— Nasılsın Naci Bey!
— Teşekkür ederim, Sayın Genel Müdürüm!
— Naci Bey, sizin yarım kalan fabrikayı, Sinop Holding’e
satıyoruz.
— Satalım, efendim. Ancak onların dediği şartlarla olmaz,
efendim…
— Niçin olmuyor?..
— Sayın Genel Müdürüm, bir kere 500.000 $ diyorlar, ticaret odası
başkanlığı daha fazla fiyat biçiyor.
— Peki, 500.000$’a ticaret odasına satalım, onlar alsınlar. Var mı
resmi bir raporları, biz satmak istiyoruz, kardeşim...
— Raporları falan yok, efendim... Onlar, orayı alamazlar efendim.
Orayı holdingden başkası alamaz. Ancak onlar da taksit istiyorlar. O
konuya bir çözüm bulamadık, efendim.
— Ne yapacağız? Bina öyle harap vaziyette, hiç işe yaramadan
yıkılıp gidecek mi?
— Kanun taksit konusunda elimizi kolumuzu bağlıyor, efendim…
206 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Naci Bey beni dinle!.. 500.000$’dan ihaleye çık. Holdingden
başka alıcı olmadığına göre, kimse ihaleye katılmayacak. Böylece ticaret
odasının daha fazla eder dedikodusu çürütülmüş olur. İkinci defa ihaleye
çıkmak ve satışı gerçekleştirmek için; yarısı peşin, yarısı taksit yapılarak
ihaleye çıkmak gerektiğine, aksi takdirde alıcı çıkmayacağına, binanın
gittikçe harap olduğuna dair bir rapor yapın, bana gönderin. Ben de size
rapor gereği yarısı peşin, yarısı taksitle ihaleye çıkılması ve bu durumun
ihale şartnamesine konulması için size yazılı emir göndereceğim. Bu emir
gereğince ihale açın ve işi neticelendirin!..
— Emredersiniz Sayın Genel Müdürüm. Siz yazılı emir verdikten
sonra biz gereğini yapar, İşi neticelendiririz…
— Teşekkür ederim Naci Bey. Yarın gazeteye ilan ver, fazla
gecikmesin...
Salman bu konuya da bir çözüm getirmenin mutluluğu içindeydi.
Bu satışla, Devlet, Millet ve Sinop kazanacaktı. Herkes bu işten karlı
çıkacaktı. İşte bürokrat bu noktalarda öncelik kullanmalıydı. Bu öncelik
olmadığı takdirde işler yürümeyecek, ülke zarar görecekti. Salman
ülkenin zarar görmesinden son derece rahatsızlık duyar ve gelecek
nesillerin sitemlerini görür gibi olurdu!.. Ne biçim ülke bıraktınız bize!..
Geri kalmış bir Türkiye!.. Bize layık gördüğünüz Türkiye bu muydu?
Yazıklar olsun size!..
Salman Daire Başkanlığında, Almanya seyahatine gitmişti. Alman
ormancılar yaptıklarını göstermek için, ormanlarını gezdiriyorlardı. Bir
ormana geldiler, 350 yaşında meşe ormanı göz alabildiğine uzayıp
gidiyordu. Meşe ağacının bir tanesi bir Mercedes değerindeydi. Ama
idare müddeti bitmişti. Bundan sonra ağaçlar en ve boy büyümesi
yapamayacakları için alandaki artım durmuştu. Topraktan üretim elde
etmek için, bunları kesip yenilerini dikmek gerekiyordu. Salman yanında
bulunan 70 yaşında bir Alman Ormancısına döndü:
— Bu meşeler artımdan durmuş, kesip yeniden dikmeniz gerekiyor.
Niçin kesmiyor sunuz? Toprak boşa çalışmıyor mu? Diye sordu.
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 207
Alman Ormancısı:
— Niçin keselim? Şu anda Almanya’nın paraya ve dövize ihtiyacı
yok. Mercedes’lerimiz satılıyor, işler iyi gidiyor. Gelecek nesillerimiz
Mercedes’leri satamaz, para bulamazlarsa ne olacak? Bunları onların
geleceği, emniyeti için bırakıyoruz!..
Salman’ın Beyninde şimşekler çaktı!.. Sendeledi... İhtiyar Alman’a
öyle bir gıpta ile, öyle bir kıskançlıkla baktı ki!.. Nazarı değse adamı
çatlatacaktı... Kendi gelecek nesillerini düşündü!.. Ne bırakmıştı?.. Ne
yapmıştı?.. Gelecekte, Türk çocuklarına!.. Ekonomisi dışa bağlı bir
ülke!.. AB kapılarında sürünen, geri kalmış bir Türkiye!.. Gururuna
dokunuyordu, geri kalmışlık!.. Yıllarca kendi içinde geri kalmışlıktan
kurtulmanın muhasebesini Yapmış!.. Çalışmış... Çalışmış...
Hep
çalışmıştı!..
Salman o gün akşama kadar kendine gelemedi. Çarpılmıştı!..
“Milliyetçilik” veya “Ulusçuluk” adına ne dersek diyelim, bunu da
Batı’dan öğrenmeye ihtiyacımız vardı!.. Milliyetçilik, bilinç ve üretimle
beslendikçe değer kazanıyordu. Milliyetçiliğin gereği çağa göre
değişmekteydi; dün vatan için ölmek, bugün vatan için öğrenmek,
üretmek ve yaşamak gerekiyordu. Vatan ve devletin güçlü olması için
yapılan her eylem, her üretim milliyetçiliği besleyen yapıtaşlarıydı. Bu
gün üretmek, yarını düşünmek, yarın için çalışmak çok, ama çok önemli
bir ülke göreviydi!..
Ertesi gün Sinop heyeti tam kadro Salman’ın makamındaydılar.
Toplantı odasına geçtiler, toplantı başladı. Salman konuyu daha önceden
yoluna koyduğu için, Sinop Holding mensuplarına durumu anlattı. İkinci
defa ihaleye çıkıldığında, ihaleye katılarak, ihaleyi alacaklardı. Her iş çok
kolay olmuştu. Heyettekiler buraya en az beş defa gelmişler, masada
oturan bürokratlarla münakaşa etmişler, her defasında da çözümsüzlükle
ayrılmışlardı!.. Gözlerine inanamıyorlardı! Ama sorun çözülmüş, eylem
208 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
planı ortaya konmuştu. Heyet mensupları teker teker Salman’a sarıldılar,
kucakladılar, tekrar tekrar teşekkür ettiler!.. Demek sorun olarak ortaya
konan işler, istendiğinde kolayca çözülebiliyordu.
Milletvekili Salim Kula, Salman’a dönerek:
— Vallahi, Sayın Genel Müdürüm, dün sen Ankara Otelinden
ayrıldıktan sonra, kendi aramızda dedikodunu yaptık. Soruna hemen
çözüm getirince, sana güvenemedik. Biz biliyorduk ki, bu sorun senin dün
söylediğin şekilde hemen çözülecek bir konu değildi. Burada itiraf
ediyorum, arkandan dedik ki; Genel Müdür konulara hâkim değil!..
Buraya gelirken ümitsizdik, ama şimdi inanıyoruz. İstenirse
çözülüyormuş!..
— İstenirse değil, Sayın Milletvekilim, bilgiyle konulara hâkim
olunursa çözülür. Siyasiler genelde çok bilenleri sevmezler. Kullanmak
için, her şeye evet diyecek köle adamları işbaşına getirirler. Onlar da iş
bitirici olamazlar, mesele bundan ibaretti!..
Salman siyasete sitemini yapmıştı!.. Bu sorun da çözülmüş, Salman
sorun çözmenin zevkine varmıştı. Bürokraside çözülmeyecek sorun
yoktu. Yeter ki konular iyi niyetle ele alınsın. Yorum meselesi çok
önemliydi. İnsan ilkeli olup, vicdanından emir alınca, her konunun
çözümünü kolay bulmaktaydı.
HER SORUNUN ÇÖZÜMÜ VARDIR
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 209
Doğa koruma hizmetleri mahrumiyetli, meşakkatli, özveri isteyen
bir işti. Bu nedenle sık sık eleman açığı ortaya çıkıyordu. Hükümetin sıkı
bütçe politikası gereği, yeni eleman alınamıyor, yoğun şiddette doğa
koruma mühendisi sıkıntısı çekiliyordu. Maliye ve Başbakanlığa yapılan
müracaatlardan bir netice alınamıyordu. Gelecekte netice alınması da
mümkün görünmüyordu. Bu konuya bir çare bulunmalıydı... Ama, nasıl?..
Bu iş doğa korumaydı, başka işe benzemezdi. Doğa bir defa tahrip
edilince bir daha tamiri yüzyıllar isterdi. Salman, Bakan Ovalı’nın
makamında işlerle ilgili beraber değerlendirmeler yapıyorlardı. Bir ara
Salman:
— Sayın Bakanım, bu mühendis açığı bizi çok zarara uğratıyor.
Üretimi alamadığımız gibi, ortaya çıkan zararı da karşılamamız mümkün
olmuyor demiş, Elindeki matematik analizi Bakana takdim etmişti. Bir
elemanın yokluğunun teşkilata getirdiği bir aylık zarar net bir şekilde
analiz üzerinde görülüyordu. 400 mühendis ihtiyacı ortaya çıktığında
yüklü bir maddi kaybın yanında, bakımsızlıktan kaynaklanan doğa
tahribatının ortaya koyduğu değer, yüksek boyutlara ulaşıyordu. Bakan:
— Ülke, bu kadar çok eleman eksikliğinden büyük zarar görüyor.
Buna bir çare bulmalıyız. Maliye ile defalarca görüştüm, netice almak
mümkün değil. Konuya şablonlarla bakıyorlar, ülkeye verdikleri zarardan
haberleri yok.
— Ben maliyedeki ilgili Genel müdürle defalarca konuştum,
meseleyi anlattım, netice yok, efendim.
— Buna bir çözüm bulmalıyız, Abdullah Bey!
— Konunun çözümü var!.. Ama, söyleyemiyorum... Sayın
Bakanım!..
— Ne demek, söyleyemiyorum, Abdullah Bey!.. Konunun ciddiyeti
ortada... Bırak şimdi fanteziyi!.. Söyle, nedir çözüm?..
210 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Sayın Bakanım, lütfen beni yanlış anlamayın!.. Konu biraz da
kanunsuz, efendim!.. Başbakanlığın tamimi var; her ne şekilde olursa
olsun eleman alınmayacak diye...
— Abdullah Bey, teessüf ediyorum! Bana söyleyemeyeceğin ne
olabilir? Kanunlu, kanunsuz, söyle canım!.. Önemli olan çözüm
getirmek!..
— Sayın Bakanım siz bir yazı yazıp, Doğa Genel Müdürlüğüne 500
Mühendis işçi alınması için, talimat vereceksiniz... Biz de yazılı emrin
gereğini yapacağız.. Bu işçileri döner sermayeden yüksek yevmiye ile
çalıştıracağız..
— Hemen yazdıralım! Tamam, şimdi emir veriyorum!..
— Sayın Bakanım, yazıyı size yazdırmamın sebebi; biz bürokratız,
tahkikat açarlar, konuyu lütfen yanlış anlamayın, efendim...
Sorumluluktan kaçmış gibi oluyorum!..
— Hayır, hayır… Anladım, Abdullah Bey, önemli değil, senin bu
kadar hassasiyet göstermene gerek yok. Önemli olan sorun çözülsün!..
Yolsuzluk yapmıyoruz ki, hesap verelim!..
Bakan Ovalı, Bakanlık Personel Daire Başkanına 500 Mühendis işçi
alınmasıyla ilgili talimatın yazılması emrini vermişti. Personel Daire
Başkanı ısrarla Başbakanlığın emrini hatırlatıyor, böyle bir yazının
kanunsuz olacağını söylüyor; işi engellemeye çalışıyordu. Ancak, Bakan
Ovalı kararlıkla:
— Sen yazıyı derhal yaz, altına müsteşarın ve kendi parafını koyma,
sadece benim imzamı aç yeter, demiş!.. Talimatı patlatmıştı!.. İşte Bakan!
İşte lider!.. Böyle bir Bakanla çalışıp da başarısız olunur muydu?..
Dışarıda gezen, yüzlerce boş doğa koruma mühendisi vardı. Eskiden
yevmiyeli giren mühendisler çok düşük ücretle işçi kadrosunda
çalışıyorlardı. Bu durum teşkilatın bir ayıbıydı!.. Maalesef teşkilatımızda
kraldan çok kralcılar vardı. Salman bu konuya da çözüm bulunması
talimatını verdi, çözüm bulundu… kadrolu çalışanların aylıkları
hesaplanmış, onlardan düşük kalmamak üzere yevmiyeli mühendisler
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 211
döner sermayeden ücretlendirilmişlerdi. Böylece teşkilatta sıkıntı yaratan
bir sorunla birlikte ücretler de çözüme kavuşturulmuştu. Bu çözümde
Bakanın ülke severliği, cesareti kadar, Salman’a olan güveni de önemli
rol oynamıştı.
Hükümet ekonomik tedbirler gereği eleman alımı yapmıyordu.
Devlet Memurluğu birçok insanımızın ilgisini çekiyordu. Bir kere
girilince ömür boyu iş garantisi ve masa başında oturarak ücret almak!
Bunlar işsiz insanlara çok çekici geliyordu. Bu tür bir iş elde etmek
isteyen vatandaşlar, her türlü fedakârlığa katlanmaya hazırdı. Bu durumu
bilen bazı uyanık DKP’li kasaba belediye başkanları, 5.000 $ karşılığında,
çaresiz insanları kanunsuz olarak işe başlatıyorlardı. Daha sonra,
memurlar bir dilekçe ile başka kurumlara geçmek isteklerini
belirtiyorlardı. Doğal olarak belediyeye yazı yazılıp, sicil özetleri
istenince, belediyede çalışıyormuş gibi sahte sicil özetleri gönderiliyordu.
Bu işlerde aracı olarak siyasileri kullanıyorlardı. Doğa Genel
Müdürlüğüne de onlarca müracaat olmuş, Bakana baskı yapılarak,
bunların belediyelerden sicil özetlerinin istenmesi sağlanmıştı. Bu olay
bütün Bakanlıkları sarmıştı. Salman bu müracaatların sahte olduğunu
biliyordu; fakat arada Bakan vardı. Yapabilecekleri bir şey yoktu. Bu işin
kokusu nasılsa çıkacak, Bakan dahil herkesin başı belaya girecekti,
bundan emindi...
Bu durumda yapılacak tek şey; bürokrasinin engelleme metotlarına
başvurmaktı. Bakanı incitmemek lazımdı. Emeklilik sicil numaralarının
olup olmadığı konusunda, Emekli Sandığına yazılmıştı. Emekli Sandığı
ilgilileri ile görüşülerek, geç cevap vermeleri için gereken! yapılmıştı.
Cevabın gelmesi en az bir ay alacağından, zaman kazanılmış olacaktı. Bir
ay sonra... Emekli Sandığından beklenen cevap gelmişti; sicil kayıtları
yoktu. Bunun üzerine kadrolarının olup olmadığı konusunda Maliye
Bakanlığına yazılmıştı. Bu esnada Bakan üzerinde baskılar yoğun bir
şekilde devam ediyordu. Bakan sık sık bilgi alıyor, işlerin
çabuklaştırılmasını istiyordu. Maliye Bakanlığından gelen cevap; kadro
212 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
tahsisinin olmadığı şeklindeydi. Bu defa iki yıl önce yayınlanmış bir
Başbakanlık tamimi gereğince, Başbakanlıktan nakil müsaadesi almak
için yazı yazılmıştı!.. Bu yazışmalar daha birçok yere, devam edip
gidecekti...
Bürokrasinin tarafsız kaldığı, çözüm için uğraşmadığı işler askıda
kalmaya mahkumdu. Bürokrat, kafasına yatmayan işlere Bakanla
birlikteyken evet der, evrakı Maliye’ye, Danıştay’a, DPT’ye veya
Başbakanlık’a gönderdiğinde telefon ederek, ilgili kurum temsilcisini
yönlendirir, işi engellerdi. Siyasiler ve işadamları bürokrasinin bu
inceliklerine yabancıydılar. Onlar tepeden inme işler peşinde koşarlar;
ama genelde netice alamazlardı. Bürokraside sorunlar, aşağı kademelerde
çözülürdü. İç işleyişi bilmeyenler, sorunların üst kademelerce
çözüldüğünü zannederlerdi!..
İşlemler sürerken, Hükümet krizi çıkmıştı. Hükümet güvenoyu
alamamış, yeni hükümetin kurulması gündeme gelmişti. Siyasiler sahte
belediye tayinlerinin yapılması için her taraftan bastırıyorlardı. Bakanlık
üzerinde yoğun bir baskı kurulmuştu. Diğer Bakanlıklarda bu tür işlerin
bitmiş olması, baskıları bir kat daha artırıyordu. Salman ve bürokrasi
kadrosu bütün güçleriyle direniyor, işi yeni hükümetin gelmesine kadar
oyalamak istiyorlardı.
Nihayet... Son gün gelmişti. Ertesi gün yeni Bakan gelecek, Hayri
Ovalı Bakanlıktan ayrılacaktı. Bakan Hayri Ovalı siyasileri daha çok
küstürmek istemiyordu. Haklıydı!.. Yapılan dürüst icraatlardan çok tepki
almıştı... Siyaset bu kadar tepkiyi kaldırmazdı. Bu sıkıntıların verdiği bir
ruh haleti içinde Salman’a,
— Abdullah Bey, bu tayin işleri yarım kaldı... Çok gecikti... Bir
anlam veremiyorum!.. Seni tanımasam, arkadan vurulduğum kanaatine
varacağım!..
— Halledeceğiz, merak etmeyin! Üzerinde çalışıyoruz Sayın
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 213
Bakanım!..
— Çalışıyorsun da, netice yok. Yarına kadar ben ayrılmadan
başlatın da, sonra ne yaparsan yap!..
— Merak etmeyin, Sayın Bakanım, yarın siz Bakanlıktan
ayrılmadan, mutlaka göreve başlayacaklar...
— Peki, Abdullah Bey, sana güveniyorum. Benim yüzümü kara
çıkarma!..
— Siz bana bırakın, Sayın Bakanım, siz ayrılmadan işe
başlayacaklar...
Salman Bakanın Makamından ayrılırken, kafasında zamanlama için
plan yapıyordu. Yarın saat, 15.00’de Bakanlar devir teslim töreni
yapacaklardı. Salman Antalya Bölge Müdürü Mehmet Karaçiçek’i aradı,
telefonda:
— Mehmet Bey, şimdi bir arabaya bin, ortadan kaybol!.. Kimse
sana ulaşamasın!.. Cep telefonunu falan her şeyi kapat...
— Bir şey anlamadım, Sayın Genel Müdürüm!..
— Bu gün kırk adet sahte memurun tayinini yapacağız, size faks
emriyle göndereceğiz. Politikacılar sana gelecek, bunları göreve
başlatmanı isteyecekler; fakat seni bulamayacaklar. Bu gün saat 24.00’e
kadar kaybol, nereye gidersen git. Kimse sana ulaşamasın, Bakan dahil...
— Benim kaybolmam niçin gerekli, anlayamadım, efendim!..
— Mehmet Bey, adamların işe başlaması için senin imzan gerekli.
Bugün sana ulaşamasınlar, bütün istediğim bu!.. Yarın sabah mesai
saatinde gelince tayin emrini imzala, hepsini işe başlat!..
— Sayın Genel Müdürüm, bugün başlatmakla yarın başlatmak
arasındaki farkı anlayamadım!..
— Mehmet Bey, beni fazla yorma!.. Ne diyorsam, onu yap!..
Başının belaya girmesini istemiyorsan dediklerimi harfiyen yerine getir...
— Emredersin!.. Sayın Genel Müdürüm. Ben şu andan itibaren
kimseye haber vermeden kaybolacağım. Yalnız siz benimle görüşmek
isterseniz, bana nasıl ulaşacaksınız, efendim.
214 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Mehmet Bey, ben sana ulaşmak falan istemiyorum... Kaybol,
yeter!.. Konuştuklarımız aramızda kalsın.
Salman ellerini ovuşturdu. Öğleden sonra politikacılar yangından
mal kaçırırcasına, Salman’ın odasına doldular. Antalya’da tayinlerin
yazıldığını, ancak Bölge Müdürü imzalamadığı için göreve
başlatılmadıklarını, panik havası içinde anlatıyorlardı. Salman, ”Merak
etmeyin kırk adamınızı mutlaka göreve başlatacağız. Bugün olmazsa bile
yarın sabah mutlaka göreve başlayacaklar. Yarın hepsi bölge
müdürlüğüne gelsinler, işe başlayacaklar. Merak edecek bir şey yok.”
diyordu.
Ertesi sabah kırk memur başlama yazıları imzalanmış, göreve
başlamışlardı. Kırk kişinin başladığının teyidini alan Salman doğruca
Bakana gitti,
— Sayın Bakanım, bu sabah kırk kişi, Antalya Bölge Müdürlüğünde
göreve başladılar, efendim...
— Teşekkür ederim! Abdullah Bey, biz görevimizi yerine getirdik.
Bundan sonrası bizi ilgilendirmez, dedi.
Bakan durumdan memnundu! Telefonda bir kaç siyasi ile görüştü,
onlardan da iyi sinyaller geliyordu. Bakan telefonda,”Ben söz verdim mi,
yerine getiririm!” diyordu. Salman da mutluydu, Bakanın isteği yerine
gelmişti...
Öğleden sonra saat 15.30’da Bakanlar arasında devir teslim töreni
yapılmıştı. Güzel bir tesadüf ADAP’lı yeni Bakan, Salman’ın yakın
arkadaşı Erhan Çeri’ydi. Salman senelerce önce ADAP’tan Konya liste
başı adayı olmuş, seçimi kaybetmişti. Erhan Çeri parti genel başkan
yardımcısı olarak, Salman’ın liste başı olmasında önemli rol oynamıştı.
Daha sonra birlikte bazı çalışmalar yapmışlar, ADAP’ın nasıl
değişeceğini tartışmışlar, parti içi istek olmadığından devam
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 215
ettirememişlerdi. İkisi de bir birlerini çok iyi tanıyorlardı. Yeni Bakan
Çeri, Salman’ı Genel Müdür görmekten çok mutlu olmuş, tebrikleşirken
uzun uzun Salman’a sarılarak, yakınlığını göstermişti.
Bakan Hayri Ovalı Bakanlıktan şanına yaraşır bir şekilde
uğurlanmıştı. Salman yeni Bakan Erhan Çeri ile görüşüyordu, Bakana:
— Sayın Bakanım, bugün kırk kişiyi işe başlattık. Bunların sicil
özetleri sahteydi. Bunları başlatmaya mecbur kaldık. Bilgilerinize
arzederim.
— Peki, ne yapacağız? Adamlar bir kere işe başlamışlar!..
— Başlasınlar, efendim, önemli değil!..
— Abdullah, ne yapacağımızı söyle...
— Personelden bir yazı ile bugünkü tarihle işlerine son verin,
efendim.
— Peki, Abdullah, bu kanuni mi?
— Tabii Kanuni, Sayın Bakanım! Onların bütün evrakları sahte, bizi
mahkemeye veremezler. Aynı gün giriş çıkış yaptığımız için, 657 sayılı
yasaya göre hiç bir hak iddia edemezler.
Bakan Personel Daire Başkanına emir vermiş, işe son verme
yazısını yazdırarak, bizzat imzalamıştı. Salman rahatlamıştı!.. Bürokrasi
böyleydi, bilerek hata yapılsa bile, düzeltme imkânı vardı; önemli olan
niyetti. Sonradan diğer Bakanlıklardaki işe almaların sahteliği anlaşılmış,
ilgililer mahkemelere taşınmıştı. Bakan Hayri Ovalı, işe almaları
engellediği için Salman’a teşekkür etmişti. Salman’ın hassasiyeti
sayesinde, Bakan Ovalı’nın adı sahtekârlığa konu olmaktan kurtulmuştu.
216 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
HÜKÜMET DEĞİŞİMİ BÜROKRASİNİN DEPREMİDİR
Yeni Doğa Koruma Bakanı Erhan Çeri, Bakanlığa başladıktan bir
saat sonra, ilk Bakanlar Kurulu toplantısına katılmak üzere Başbakanlığa
gitmişti. Bakanlık Müşaviri eski Genel Müdür, Bakanın çok yakını,
Müsteşarlık için en güçlü isim; Sabahattin Turhan, Salman’ın odasına
girdi.
— Abdullah Bey, Sayın Bakan bir arazi arabasıyla birlikte,
Başbakanlığın önünde kendisini beklememizi istedi. Zannederim bir
seyahate çıkacağız... Haydi gidelim, dedi. Birlikte çıktılar. Bakan
toplantıdan erken ayrıldı. Dışarıda iki araba beklemekteydi. Bakan Çeri,
Sabahattin Turhan’a, “Abi, sen arkadaki arabayla bizi takip et!. Biz
Abdullah’la biraz konuşacağız.”dedi. O anda, Sabahattin Turhan’ın bir
şey olmayacağı anlaşılmıştı!.. Bakanın kafasındaki Müsteşar, Sabahattin
Turhan olsaydı, aynı arabaya binmesi gerekirdi. Bunlar bürokrasinin
yanılmaz şifreleriydi!.. Hareket ettiklerinde arabanın ön koltuğunda İrfan
Serçe oturmaktaydı. Önceden tanıştıkları için, samimiyetle selamlaştılar.
Yıllar önce Ticaret Bakanlığında birlikte çalışmışlardı.
Bakan çeri ve Salman arka koltukta yan yana oturmaktaydılar.
Araba Bolu’ya doğru yol alıyordu. Bakan ilk günden kendini göstermek
için, teşkilatı haber vermeden kontrol ederek, bir fikir edinmek istemişti.
Bakan Çeri, samimi oldukları için Salman’a ismiyle hitap ediyordu,
— Abdullah söyle bakalım, işler nasıl gidiyor?
— İyidir Sayın Bakanım, hangi bölümünü dinlemek istersiniz...
— Abdullah! Kaldır şu “Sayın Bakanım” lafını!.. Biz arkadaşız...
Arkadaş gibi konuşalım, dedi.
Salman Erhan Çeri’nin samimiyetini biliyordu; ama bu kadar
yakınlık göstereceğini, doğrusu tahmin etmemişti. Bunlar, Salman’ın
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 217
Genel Müdürlük imajıyla ilgiliydi. Salman’ın yanlış iş yapmayacağına
dair inanç herkese yerleşmişti. Partizanlık yapmayan bürokrata her
partinin kadrosu saygı duyuyordu. Politik menfaat kurumsallaşmış olsa
bile, sağduyu hala geçerliydi!
Salman:
— Biz bürokratız, efendim. Yılların alışkanlığı kolay kolay
geçmiyor. Bakan, Bakandır...
— Boş ver... Bu kaçakçılık meseleleri ne durumda? Yoğunluğu
ne?..
— Bu mücadelede epey yol aldık, efendim; ancak bir anda sıfıra
indirmek mümkün değil. Bu konuda yaratılan imaj çok önemli...
— Katılıyorum Abdullah, verilen imaj inandırıcı olmalı, aksi
takdirde kimse mücadeleye girmez. Mesela, yarın İzmit’te kaçakçılık
derhal sıfırlanacak, buna şahit olacaksın. Üç gün sonra Bölge Müdürünü
ara, sor. Dediğim doğru mu?
— Niçin sona erecek? Anlamadım!..
— Çünkü Babam orada bakkallık yapıyor. Ben Bakan olduğum
halde, bakkallığa devam edecek. Bu da, herkese bir mesaj olacak?..
— Sayın Bakanım, sizin bir konuda görüşünüzü öğrenmek
istiyorum!..
— Nedir? Dinliyorum...
— Bundan sonra, sizin politikanız ne olacak? Biz şimdiye kadar
Doğa Genel Müdürlüğünde birçok yenilik için değişim projeleri
hazırladık. Sistemi tamamen değiştiriyoruz. Bu projelere ve yeniliklere mi
devam edeceğiz? Yoksa siyaset yapıp, delegelerin, ilçe, il başkanlarının
isteklerini bekleyip onları yapar hale mi geleceğiz?
— Abdullah, beni iyi tanıyorsun; elbette projeleri, yenilikleri
sürdüreceğiz. Beni tanıyan biri olarak, bu soruyu sorman abes. Peki,
siyaset yapacağım deseydim ne olacaktı?
— Sayın Bakanım, lütfen beni yanlış anlamayın! Ben siyaset
yapamam, bu konuda size faydalı olamam. Şayet siyaseti tercih
etseydiniz, çalışmak istemediğimi söyleyecektim. Doğa koruma işleri
siyaseti kaldırmaz, efendim. Siyaset doğaya çok zarar verir!..
218 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Merak etme Abdullah, birlikte çok güzel işler yapacağız.
Göreceksin, bu Bakanlıkta devrim olacak, heyecan olacak!..
— Böyle bir çalışmaya bütün varlığımla katılırım, Sayın Bakanım.
Ne güzel oldu... Şanslıymışız... Sizin gibi bir Bakanla çalışmak... Hayri
Ovalı’yla da çok uyumlu çalıştık Sayın Bakanım!..
Saatlerce süren konuşmalardan Bakan Çeri çok mutlu oluyordu.
Salman konusuna hâkimdi, Bakan ne sorarsa cevabını derhal alıyordu.
Salman, bir sorayım!.. Son durumu ne oldu öğreneyim!.. Gibi bahanelere
sığınmıyordu; konuşmaları, icraatları ve verdiği misallerle bu hâkimiyeti
perçinliyordu. Bakan Çeri, Salman’ın görüşünü almaksızın hiç bir şey
yapmıyordu. Bakanlık makamına kapanıyorlar saatlerce, konuşuyorlardı.
Bakan Çeri çok meraklıydı. Her şeyi soruyordu. Salman’ın verdiği
cevaplar, Bakanı fazlasıyla memnun ediyordu. Çalışmalarda tam bir
uyum vardı. Yeni Bakan eski Bakanı hiç aratmıyordu. Salman
çalışmalardan son derece memnundu. Yeni Bakan entelektüel, kitap
okuyan bir şahsiyetti. Bu yönü Salman’a rahatlık veriyordu. Kitap
okuyanlar genelde geniş ufuklu oluyorlardı; ama Bakanın politikacı
olduğunu da akıldan çıkarmamak gerekiyordu.
Bolu’dan döndüklerinin ertesi gün, telefon çaldı, Ferhande:
— Özel Kalem Müdüresi Leyla hanımı bağlıyorum efendim, dedi,
hattı bağladı.
Bakanlık Özel Kalem Müdüresi Leyla Altun telefondaydı:
— Abdullah Bey iyi günler!.. Sizden derhal klimalı bir araba ile bir
cep telefonu istiyorum. Temin eder misiniz?
— Leyla Hanım, elimde fazladan klimalı arabam yok. Cep telefonu
ise Başbakanlık müsaadesiyle alınıyor. Özel kalem için Bakanlık idari ve
mali işler daire başkanlığı satın almalı.
— Fakat, Abdullah Bey, Doğa Genel Müdürlüğü alıyor dediler...
— Yanlış demişler, ben size doğrusunu söylüyorum, Leyla hanım...
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 219
Leyla Altun, Bakan Milletvekili iken sekreterliğine bakıyordu.
Görünüşe göre Bakanın kendisine çok değer verdiği belli oluyordu! Leyla
Altun’un hareket ve davranışları biçimsiz, kaba ve hazımsız bir çağrışım
oluşturuyordu. Salman, bu davranışları gördüğünde, rahatsız olmaktan
kendini alamamıştı...
On dakika sonra, Leyla Altun tekrar telefondaydı,
— Abdullah Bey, Bakanın emrini iletiyorum, bana derhal bir
klimalı araba tahsisi yapacaksın, bir de telefon alacaksın!..
— Leyla Hanım, siz özel kalem müdiresisiniz, Özel kalem
müdürleri, genel müdürlere emir veremezler!.. Bakan Beye söyleyin, bu
emirleri kendisi versin!.. Dedi, telefonu kapadı.
Salman Leyla Altun’un ses tonundan rahatsız olmuştu. Sanki azarlar
gibi konuşuyordu. Kendi yetki sahasına girildiğini hissettiği anda
Salman’ın yapamayacağı yoktu. Leyla Altun’da hissesine düşeni, hak
ettiğini almıştı!..
Aradan yarım saat geçmişti ki, Ferhande Bakanın aradığını söyledi:
— Abdullah, nasılsın?
— Teşekkür ederim, Sayın Bakanım.
— Abdullah, özel kalemin araba ve telefon işini halleder misin?
— Leyla hanıma da söyledim, Sayın Bakanım, fazladan klimalı
arabamız yok; ama telefonu illa ki Doğa Genel Müdürlüğü alsın
diyorsanız, baş üstüne efendim.
— Tamam, sen telefon işini hallet, arabaya daha sonra bakarız.
Teşekkür ederim...
Salman işi anlamıştı. Gerçekten Bakan, Özel Kalem Müdiresine
söylenildiğinden çok önem veriyordu. Bu güçlü! özel kalem müdiresine
karşı dikkatli olmalıydı!.. Yönetimde kimin ne kadar gücü olduğu her
zaman mevki ile orantılı olmuyordu. Yönetimin alt kademelerinde
bulunan bazı elemanlar! üst kademdekilerden daha çok yaptırım gücüne
220 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
sahip oluyorlardı. Geçmişte onlarca olay, bu yargıyı doğruluyordu.
Seçkin! Güçlü! Alt makamdakilerin farkında olmayan birçok bürokrat,
koltuğundan olmuştu. Görevden alınan bürokratlar tekmenin nereden
geldiğini dahi anlayamamışlardı!.. İşte, Ankara böyle gizemli bir yerdi.
Leyla Altun’un hareketlerine yansıyan kabalık, icraatlarına da
yansıyordu. Eskiler görgü ile ilgili ne güzel şeyler söylemişlerdi. Görgü
gerçekten çok önemliydi. Bu olgunluğa sahip olunmadığında, makamlar
insanlara yakışmıyor, adeta sırıtıyordu!.. Leyla Altun etrafını kırıp
geçiriyor, herkesi fırçalıyor, önemli kadın rolüyle farkında olmadan
açıklar veriyordu. Herkes bir konuyu merak ediyordu; bu müthiş dişi, özel
kalem müdiresinin gücü nereden geliyordu? Kimse tahmininde
yanılmıyordu!..
İlk günlerde işler uyum içinde yürüyordu. Doğa Genel Müdürlüğü
çalışanları, Genel Müdürün Bakan ile yakınlığından memnundular. Her
değişen iktidarda alt kadrolarla oynamak usuldendi. Göreve gelmek için
sırada bekleyenlere, yer açmak gerekiyordu! Salman çok iyi bir alt ekip
kurmuştu. Görevdekiler, işlerini en iyi şekilde yapan ve yapacağı kabul
edilenlerden seçilmişti. Her görüşe ve partiye mensup eleman vardı. Bu
durum herkesin malumu olduğundan, alt kadrolar için bir sorun
olmayacaktı. İlk bir hafta işler rayında, Salman’ın Bakanla, Bolu
seyahatinde, mutabık kaldığı şekilde yürüyordu. İkinci haftanın başında
birdenbire işler değişmeye başladı. Politik tayin isteklerinden
geçilmiyordu. Bazı tayinler yazılıyor, Salman’ın makamında imza için
bekliyordu. Salman Bakana, “Sayın Bakanım, bu tayinlerin izahı
yapılmalı, nedenini anlamalıyız, durup dururken tayin yapmak teşkilatı
yıpratır, etkisizleştirir. Teşkilat tayini sevmez, motivasyon kaybolur.”
diyor, bu konuların önemini anlatıyor... Anlatıyordu!.. Bakanın dikkatini
tayinden çok projelere çekmeye çalışıyordu…
Bir akşam üzeri Bakan Salman’ı çağırmış,
— Abdullah, eski Manisa Müdürü Hüseyin Karlı’yı göreve iade
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 221
ediyoruz!..
— Mümkün değil, Sayın Bakanım, Hüseyin Karlı yolsuzluktan
yargılanıyor...
— Olsun canım, mahkumiyeti var mı? Sen ona bak!
— Ama Sayın Bakanım, bu iş mahsurlu... Bolu’ya giderken bu
konuyu görüşmüştük! İmaj meselesi…
— Abdullah, tayini bir saat sonra önümde istiyorum! Ben Işık
Çelen’e söz verdim...
— Bu tayin mümkün değil, Sayın Bakanım!
— Niçin, mümkün değil? Abdullah!.. Meseleyi büyütüyorsun...
Yapılsa ne olacak?
— Kaç gündür, kaçakçılıkla mücadele konusunda Beyanat
veriyorsunuz, Sayın Bakanım. Kaçakçılıkla mücadelenin imaj işi
olduğunu, daha önce konuşmuştuk. Biz, Hüseyin Karlı’yı yaptığı
yolsuzluklardan sonra göreve iade edersek imajımız bozulur. Bundan
sonra kaçakçılık konusunda vereceğiniz her Beyanat, teşkilatta
tebessümle karşılanır!.. Ayrıca Hüseyin Karlı benim en yakın
arkadaşımdı. Onu Bölge Müdürü yapacaktım, ama...
— Alt tarafı bir tayin, meseleyi büyütüyorsun... Haydi yaz getir,
tayini...
— Sayın Bakanım, beni bağışlayın!.. Bunu bir saygısızlık olarak
görmeyin lütfen!.. Ben ilkelerimden vazgeçemem, bu arkadaşı görevden
ben aldım, imzamı yalayamam!.. Bu tayinin altına ne paraf, ne de imza
atarım!.. Emir verin! Genel Müdür Muavini tayini yazsın, siz de
imzalayın, efendim!..
— Tamam, ben hallederim...
İşler yavaş yavaş değişmeye, ADAP teşkilatından tayin istekleri
yağmaya başlamıştı. Herşey birdenbire tersine dönmüştü. Oysa ilk bir
hafta, her şey ne güzel gidiyordu!..
Aydın Bölge Müdürü Duran Yalçın ilk gün gönderilen Bakanlık
tamimi gereği satın almaları durdurmuştu. Yangınla ilgili acil bir satın
222 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
almada bulunmuştu. Aydın İl Başkanı Bakana telgraf çekiyor, Bölge
Müdürünün tamim emrine uymadığını belirterek, görevden alınmasını
istiyordu. Bakan Salman’ı çağırmış, Duran Yalçın’ın derhal görevden
alınmasını istemişti. Salman, Ağustos ayında yangın mevsiminin
ortasında, bir bölge müdürünün görevden alınmasının teşkilatın yangınla
mücadele motivasyonunu bozacağını anlatmıştı. Bakan buna rağmen
tayin yazısında ısrar etmişti. Salman çaresiz tayin yazısını yazdırmış,
Bakana imzalatmıştı. Ancak Salman bu işin yanlışlığı konusunda
ısrarlıydı. Gerçekten yangın mevsiminin ortasında bir bölge müdürü
tayini, teşkilatın motivasyonunu bozacaktı. Bakanla samimiyetine
güvenerek, tayini sumen altı yapmış, tebliğ etmemişti.
Ertesi gün Yangın harekat merkezinin açılışında, Salman Bakanın
da bulunduğu toplantıda, yeni mücadele yöntemleri konusunda basına
brifing verdi. Basın mensuplarının soruları cevaplandırıldı, basına
teşkilatın mücadele gücü konusunda güven verildi. Bakan Çeri
toplantıdan son derece memnun olmuştu. Salman o günkü yangın listesini
aldı Bakan Çeri’ye,
— Sayın Bakanım, bakınız Aydın’da beş yerde birden yangın
çıkmış, arkadaşlarımız şu anda büyük bir motivasyonla yangın
mücadelesi veriyorlar!..
Bakan Çeri zeki bir insandı, mesajı hemen algıladı,
— Abdullah, Aydın Bölge Müdürünün tayinini tebliğ etmedin, değil
mi?
— Evet... Sayın Bakanım. Bakın, yangınlar benim dün
söylediklerimi doğruladı, efendim.
— Haydi bakalım, öyle olsun! Sen haklı ol...
— Mesele, en iyiyi yakalamak, Sayın Bakanım!.. Bir süre
bekletelim, sonra gereğini yaparız, efendim.
— Tamam Abdullah, şu anda bir şey söylemeyeceğim!..
— Teşekkür ederim, Sayın Bakanım, güveninize layık olmaya
çalışacağım...
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 223
Bakan Çeri Salman’a çok güveniyordu, bunu, her fırsatta
davranışlarıyla gösteriyordu. Bir defasında, Salman, Bakana imzaya yazı
götürürken, Leyla Altun önünü kesmiş, içeriye giremeyeceğini, Bakanın
meşgul olduğunu söylemişti. Salman önünü kesen Leyla Altun’u kenara
itmiş, ona rağmen içeriye girmişti. İçeriye girdiğinde sinirli olduğundan,
Bakan Çeri Salman’ın kızgınlığını görmüş, sormuştu,
— Hayrola, Abdullah!.. Bir şey mi oldu?
— Özel Kalem Müdireniz, efendim. İçeriye girmemi engellemeye
çalışıyor... Lütfen, kendisini ikaz edin, efendim. Ben buraya özel iş için
gelmiyorum...
Bakan Çeri yanında oturan arkadaşına rağmen, Leyla Altun’u içeri
çağırmış,
— Leyla Hanım, bak!.. Abdullah benim, hem arkadaşım, hem de
Genel Müdürüm!.. İstediği zaman buraya girer!.. Kendisine karışma!..
Diyerek, çok seviyeli bir tavır koymuştu!..
Salman, olayların gelişimi karşısında şaşkın bir hal alıyordu. Bakan
Çeri’nin icraatlarına bakıyor, işlerin gittikçe politize olduğunu görüyordu.
Bakanın kendisine davranışlarına bakıyor, Bakanın gösterdiği samimi ilgi
karşısında mahcubiyet duyuyordu. Bakanın güvenini istismar etmemek
için, onu yüceltecek bir çalışma içine girmek istiyordu; ama Bakan
politikayı çok seviyordu!..
MENFAAT, HER FARKLILIĞI TÖRPÜLER
Salman Bakanla olan ilişkilerinde ikilem yaşıyordu. Bakan Salman’a
itibar ediyor, onu her noktada destekliyordu. Diğer yandan, politikayla
çok iç içeydi. Onuncu günden sonra siyasetçiler, taleplerinin
karşılanmasını istemeye başlamış, siyasi trafik yoğunluğu artmıştı.
224 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
Tayinini geri aldırıp, tekrar göreve başlamak isteyen Hüseyin Karlı, dün
DKP’lilerle birlikte gelmiş, bugün ADAP’lıları devreye sokmuştu.
İzmir’li madenci Ali Eren yanına ADAP milletvekillerini alarak, yangın
sahasında maden arama izni isteğine yeniden başlamıştı!.. Dün DKP’li
milletvekilleriyle gelenler, bugün ADAP milletvekilleriyle geliyordu.
Siyasetçi-işadamı ikilisi, demokrasilerde birbirine muhtaç iki meslek,
ilişkilerini politika üstü! Kusursuz! Yürütüyorlardı. Politikacının paraya,
iş adamının itibara ihtiyacı vardı. Birliktelik ihtiyaçların karşılıklı olarak
giderilmesinde netice alıcı oluyordu. Hükümet değişikliği olduğunda,
geçmiş iktidar döneminde yasal olmayan işlerini yaptıramayanlar, tekrar
gelerek, şanslarını bir daha deniyorlardı!.. Salman düşünce dünyasında
gezelerken, masadaki Bakanın direk telefonunun çalmasıyla, kendine
geldi,
— Saygılar, Sayın Bakanım... Buyurun efendim...
— Nasılsın Abdullah?
— Sağ olun, Sayın Bakanım!
— Abdullah, Antalya’daki Kovanlık kampı var ya... Orasını
Milletvekilleri Derneğine verdim!..
— Bu konuda benim fikrimi almayacak mısınız? Sayın Bakanım...
— Hayır, Abdullah... Senin fikrini almayacağım... Bu bir emirdir.
— Peki, Sayın Bakanım... Saygılar...
Salman durumu kavramıştı. Milletvekilleri Derneği Başkanı Zeki
Demirel Bakanın yanındaydı. Daha önce Hayri Ovalı döneminde bu
kampı derneğine almak istemiş, Salman eski Bakanı ikna etmiş, ret
yazısını yazdırmıştı. Zeki Demirel Salman’ı aşamamış, kampı ele
geçirememişti. Şimdi yeni Bakanı ziyaretinde durumu anlatmış, “Şayet,
Genel Müdüre söz hakkı tanırsan, bu kampı veremezsin!” demiş, Bakan
Çeri’yi tahrik etmişti!.. Salman telefonda durumu kavradığından, konuyu
üstelememişti. Akşam, Salman, Bakanla işleri konuşuyordu. Salman
kamp meselesini açtı,
— Sayın Bakanım, bu kamp konusunu görüşecektim!..
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 225
— Ne var, kamp konusunda Abdullah?
— Bu kampı veremeyiz, efendim!..
— Nasıl veremezsin? Ben verdim... Bir Bakan olarak veremez
miyim?
— Sayın Bakanım, olay Bakanın vermesi, vermemesi değil, işin
evveliyatı var, efendim.
— Neymiş evveliyatı?
— Daha önce Zeki Demirel bu kampı bizden istedi, vermedik, hayır
dedik, efendim.
— Doğru... Verilmemiş!.. Ama şimdi verdik...
— Evet ama... Sayın Bakanım!.. Hayri Ovalı döneminde
vermediğimiz, olmaz diye yazı yazdığımız bir kampı, şimdi nasıl
vereceğiz, efendim?.. Şimdi verdiğimizde, ben eski Bakan Hayri
Ovalı’nın yüzüne nasıl bakacağım, efendim!.. Ben bu yazının altına nasıl
imza atacağım? Mümkün değil!..
— Abdullah, senin bu karakterini çok takdir ediyorum. Vefa
duygundan dolayı seni kutluyorum. Ama olaylar, insanlara ve zamana
göre değişikliğe uğrar. Bunu göz önüne almalısın...
— Sayın Bakanım, politikanın içine çok girdik. İşlerimizin düzeni
kaçıyor. Kontrolü kaybediyoruz. Kontrol politikacıların eline geçiyor.
Ben bundan da sıkıntı duyuyorum, efendim... Bu işlerin arkasından
teşkilatın huzursuzluğu ve yolsuzluğa sapması gelir. Bu durum çok büyük
mesuliyet yükler insana...
— Abdullah açık açık konuşuyorsun, seni kutluyorum... Ben de
seninle açık konuşacağım. Sen masanın öbür tarafındasın, bürokratsın, işi
yaptın mı tamam; senin işin kolay. Ben siyasetçiyim işi yapmam
yetmiyor, bir de beğendirmek mecburiyetim var, benim. Gel, otur şu
Bakanlık koltuğuna, gel, gel...
— Olur mu Sayın Bakanım? Ben haddimi bilirim!..
— Peki, şimdi seni bu koltuğa oturmuş kabul ediyorum. Bak, ne
göreceksin, sana anlatayım. Sen siyasetçisin, delegeleri memnun
edeceksin, seçmeni okşayacaksın. Genel Başkanının gözüne gireceksin,
onun emirlerini anında yerine getireceksin. Seçim çevrende birinci adam
226 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
olacaksın, bunun için politik taviz vereceksin... Genel kurullarda MKYK
listelerinde en yüksek delege oyu almak için önceden çalışacaksın!..
Nasıl? Kolay mı? İşte politika bu... Bir kere girmişiz bu işe.. Başarılı
olmak zorundayım...
— Sayın Bakanım, ilk gün Bolu’ya giderken sizinle açık açık
konuştum. Şu anda yapılanlar, o gün konuşup mutabık kaldıklarımızla
uyumlu değil. Politikaya çok bulaştık... Doğa koruma işleri politikayı
kaldırmaz, efendim... Bu durumda teşkilat politize oldukça, yolsuzluklara
bulaşır. Bu mesuliyeti taşıyamam, Sayın Bakanım… Doğaya çok zarar
veririz, efendim… Siz bunlara karşı koymalısınız. Makamlar gelip
geçicidir, Sayın Bakanım. Geride iyi bir isim bırakmak lazım... Doğadan
taviz vererek adam kazanılmaz, efendim. Düzgün ve doğru icraat en iyi
politikadır. Biz halkın gelir düzeyini artıracak projeleri uygulayalım; parti
kazansın… Fertlere hizmet ederek bir yere varılacağına inanmıyorum!..
— Abdullah, bütün söylediklerine katılıyorum. İlk gün
konuştuklarımıza gelince; onda da haklısın. O gün senin söylediklerin
kulağıma ve mantığıma hoş geldi. Aslında gerçekten proje üzerine
çalışmak isterim. Geçen gün Genel Başkan Bakanları topladı,
”Arkadaşlar, teşkilatın isteklerini eksiksiz yerine getirin.” dedi. Burada
bana inisiyatif kalmıyor. Bu durumda sen olsan ne yapabilirsin?.. Bu
hükümet politik bir hükümet, Abdullah. Ben politikacıyım, politika
yapmak zorundayım. Senden biraz anlayış bekliyorum, Abdullah... İlk
gün de söyledim, biz arkadaşız! Senden yardım bekliyorum, Abdullah...
— Durumu tekrar değerlendireceğim, Sayın Bakanım!..
Vakit gece yarısını bulmuştu. Bakan Çeri, Salman’ın
huzursuzluğunun farkındaydı. Onun Genel Müdürlükten ayrılmasını
istemiyordu; ancak aralarında uyum sorunu vardı. Konulara değişik
açıdan bakıyorlardı. Bakan Çeri Salman’a, ”Abdullah,
bu kadar
konuşmanın üzerine bir işkembe içelim.” demiş, koluna girmiş,
bakanlıktan ayrılmışlardı. Birlikte gittikleri işkembecide gecenin geç
saatlerine kadar oturup, geyik muhabbeti yapmışlardı. Yavaş yavaş
yollarının ayrıldığını hissediyor, her ikisi de daha fazla Bakanlık işlerini
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 227
konuşmak istemiyorlardı!..
FAZİLET BİR BÜTÜNDÜR. UCUNDAN TAVİZ VERMEYE
GELMEZ
Salman sıkıntılıydı, kendisini önemli bir karar verme arifesinde
olanların kafa karışıklığı içinde hissediyordu. Kafasındaki ikilem, bir
karara varmasını zorlaştırıyordu. Etrafında samimi olduğu herkesle
konuyu değerlendiriyor, onların görüşlerini alıyordu. Yanlış karar
vermekten korkuyordu. Bu gibi durumlarda insanlar kızgınlıkla, sonradan
pişman olacakları kararlar alabilirlerdi... Salman geçmişte birçok fevri
karar almış, bundan kendisi ve arkadaşları zararlı çıkmıştı!.. Koltuğa
tekme atmak onun için çok kolaydı. O, zor olanı; koltukta kalmayı
başarmaya çalışıyordu. Bunu nasıl başaracağını düşünüyordu!..
Düşünüyor, düşünüyor!.. İşin içinden çıkamıyor, bir karara varamıyordu...
Bakan Çeri’nin davranışları ile icraatları o kadar birbiriyle çelişkiliydi ki,
bir tercih yapamıyordu.
Salman Koltuk Savaşı’nın birinci baskısından sonra birçok ileti
almıştı. İnsanın kendisini tanıması kolay değildi. İnsan hakkındaki
kararları en yakınları vermeliydi. Onların bakış açıları daha gerçekçi,
daha değerliydi. Bunlardan biri de çocukluk arkadaşı Kemal Uysaler’di.
Salman’ı yakından tanıyan biri olarak aşağıdaki yazıyı kaleme almıştı.
Salman’ın fikirleriyle örtüşen bu ileti;
“ Abdurrahman,
Öncelikle ;
Azgınlaşarak dizginlerinden boşanan kapitalizmin her türlü değeri
yok etmeye çalıştığı dünyada; şan,şöhret gibi insani olmayan
228 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
anlayışların itibar gördüğü bir toplumda;medya ve referansın öne
çıktığı bir ülkede,insan olarak kalınabileceğini,209 sayfada aktardığın
için seni yürekten kutluyorum.
Kırk yılı aşkın bir süredir;senin gibi her türlü koşulda değerlerini
kaybetmeyen;bir dosta bir arkadaşa sahip olduğum için de kendimle
gurur duyuyorum.
İnsan,erozyona uğramaya başlarsa ne görebilir,ne algılayabilir,ne
çağı yakalayabilir ne de ayakları üzerinde durabilir.Kendine
yabancılaşır,küçülür ve ufalanır.
Kitap;
Okuyanlar için kendini tanıma,kendine gelme aracı.Üretme ve
çözmeyi şiar edinenler için bir model.Bürokratlar için bir rehber,bir el
kitabı.Politikacılar için ne yaptıklarını görmeleri ve yapmaları
gerektiğine bir çağrı ve bir uyarı niteliğinde akıcı,sürükleyici ve
heyecan verici bir sonraki sayfalarda neler olmuş merakını uyandırıcı
sade bir dil,zaman zaman bilimsel,akılcı ve mantık ağırlığını hissettiren
bir yaklaşımı bulmak mümkün.
Seni tekrar kutluyor,başarılı çalışmalarıyın devamını diliyor ve
bekliyorum.
Saygı ve sevgilerimle
Kemal UYSALER” şeklindeydi…
Teşkilat gittikçe daha çok politikaya bulaşıyordu. Politik tayinler
almış başını gidiyordu. Salman’ın önünde kartonlar dolusu imzalanacak
tayin kararnameleri dosyalarda bekliyordu. Bu tayinlerin hepsi,
politikacıların taktirine dayalı, sübjektif, haksız, usulsüz tayinlerdi.
Günlerdir bekleyen tayin dosyalarına her gün yenileri ekleniyordu.
Salman bu dosyaları gördükçe, kimyasının bozulduğunu hissediyordu.
İyi çalıştığı, kaçakçılarla mücadele ettiği, görevini hakkıyla yapıp
politikaya bulaşmadığı ve kanunsuz işlere taviz vermediği için kelleleri
istenen, doğa savaşçılarının tayinlerini imzalamak, aşağılık, süfli, adi bir
iş gibi geliyordu ona!.. Birkaç yıl daha koltukta oturmak adına, yapılacak
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 229
yanlışlara ortak olmak… Hayır, Salman bu tayinleri imzalamayacaktı…
O kalan yaşamında dik gezmeyi her şeye tercih ediyordu, dik gezecekti…
Teşkilat politikadan çok çekmişti. Bu duruma bir son vermek
gerekiyordu. Çevreyi bıkmadan usanmadan tahrip ediyorduk. Doğayı
emniyete almanın yolu, Doğa Genel Müdürlüğünü politikanın dışına
çıkarmaktan geçiyordu. Doğa ile ilgili bütün birimler tek genel müdürlük
altında toplandıktan sonra, “Doğa üst yönetimi” kurulmalıydı. 7 üyeden
meydana gelecek doğa üst yönetimi, RTÜK, BDDK vb. bağımsız hizmet
vermeliydi. Genel Müdür bu kurulca seçilmeli, alt kademe tayinleri de bu
kurulca yapılmalıydı. Doğa ancak bu yolla, politikaya alet edilmeden
korunabilirdi. Doğa politikadan çok çekmişti... Bu tahribatlara son
vermediğimiz takdirde, gelecek nesiller bizi sorgulayacak, bizden
şikâyetçi olacaklardı. Salman onların haykırışlarını görür gibi oluyordu!..
Ben suçsuzum demenin hiç bir anlamı yoktu! Mücadele ederek, netice
almak gerekiyordu!. Mücadele herkese düşen görevdi...
Salman düşünüyordu... Her hafta taşraya gittiği, Cumartesi Pazar
toplantılarında, doğa mühendisleriyle konuşurken, değişimden, yenilikten
bahsederken, “Bir Genel Müdür olarak, bana güvenin!.. Haksız, politik
tayinlerde ve kaçakçılıkla mücadelede yanınızda olacağıma söz
veriyorum!” dememiş miydi?..
Teşkilatı bu sözlerle motive etmiş, onları bir şevk ve heyecan
kasırgası halinde çalışmaya yönlendirmemiş miydi?..
Teşkilatında sağ-sol bir araya getirip, birlikte çalışmalarını
sağlayacak ortamı yaratmamış mıydı?..
Genç mühendislerle arazide birlikte çalışıp, onların dertlerini
dinlemiş, onlar lehine olacak her yetkiyi kullanacağına söz vermemiş
miydi?..
230 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
Doğa konularını açık açık tartışarak, teşkilatını fikir Beyan etmeye
cesaretlendirmemiş miydi?..
Şimdi Salman’a deniyordu ki, “Biraz esnek ol!”, yani; bütün bu
söylediklerini, yaptıklarını, teşkilatınla kurduğun samimi ilişkiyi unut,
politikacıların isteklerini yerine getir!.. Çalışanların kellelerini al!..
Koltuğunu muhafaza et yeter… Yerine gelecek kişi daha çok tahribat
yapacak… Bu söylemler, yerine gelecekler 100 liralık yolsuzluğa
bulaşacak. Her ne kadar sen şimdiye kadar hiç yolsuzluğa bulaşmadın;
ancak sen en çok 10 liralık yolsuzluk yapacağın için biz senin kalmanı
istiyoruz gibi bir çağrışım yapıyordu. Bir kova temiz suya bir damla veya
bir bardak lağım suyu dökmek netice olarak aynı derecede suyu pislerdi...
Hayır!.. Abdullah Salman bunu yapamazdı... pisliğin azı da çoğu da
birdi. En önemlisi: Kendi vicdanına bu olayı nasıl izah edecekti?.. Bunu
yapmak kendini inkar etmek demekti... Yıllarca ilkelerinden,
şahsiyetinden, gururundan taviz vermemiş, gene vermeyecekti!..
Bütün bu tavizler ne için isteniyordu? Koltukta oturmanın bedeli
olarak!.. İlk gün göreve başladığında inancının ve manevi değerlerinin
şahitliğinde, koltuk kulu olmayacağına kutsalları üzerine söz vermemiş
miydi?..
Hayatı boyunca sözünden dönmemişti!.. Şimdi de dönmeyecekti...
Salman sözünde durmayan insanlardan da hoşlanmazdı…
Genel Müdürlüğü çok az bir yanlışla sürdürmüştü... Geçmişte
yöneticilerin yaptıkları hataların hiç birini yapmamak için mücadele
vermiş, bunda da başarılı olmuştu. Davranış olarak, insan olarak, icraat
olarak, yönetim olarak örnek davranışlar sergilemişti. Şimdi bunları
kirletmeye hiç niyeti yoktu. Koltuğa tekme atılabileceğini, koltuğun her
şey olmadığını da gösterdiğinde, örnekler tamamlanmış olacaktı;
Salman’a da bu yakışırdı!..
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 231
Salman, bu aşağılık işlere bulaşmak istemiyordu. Motive etmek için
yüreğini açtığı, sevgi verdiği bu doğa savaşçısı mühendislerin tayinlerini
imzalamayı içine sindiremiyordu! Bu tayinler yapıldıktan sonra,
politikacıların teşkilatın içlerine girerek, yolsuzluk, rüşvet kapılarının
sonuna kadar açılacağını, hırsızların göreve geleceğini görebiliyordu...
İlke ve ölçü rafa kalkmıştı; tek ölçü siyasilerin istekleriydi!.. Şimdiye
kadar çizilen imajlar, yapılan çalışmalar tersyüz olacaktı. Her ne kadar
Bakan Çeri, “Ben yenilikten, değişimden yanayım.” dese de, işler onun da
kontrolünün dışına çıkmaya başlamıştı bile...
Meselenin bir de öbür yüzü vardı. Sorunlarla karşılaşınca, görevi
bırakmak kolaycılıktı. Salman kolaycılığı da bir türlü kabullenemiyordu.
Sorunlara çözüm bulmak, Salman’ın göreviydi. Salman, “Dünyada
çözümsüz bir sorun yoktur, her sorunun bir çözümü vardır.” demiyor
muydu?.. Teşkilatın en iyilerini göreve getirmeye çalışmış, bunda da
oldukça başarılı olmuştu. Bu elemanlar Salman’a, ”Bizim için, burada
sizin varlığınız yeter, efendim.” diyorlardı. “Her ne yaparsan yap, ama
koltuğunu muhafaza et. Siyasetin istediği tavizleri vermen normal,
bundan dolayı seni kimse kınamaz!.. Biz seni ve kafa yapını çok iyi
biliyoruz. Sen ayrıldığın takdirde hepimiz boşlukta kalacağız. Senin
varlığınla biz hem icraata devam ederiz, hem de huzurlu çalışırız...”
diyorlardı.
Salman istifa etmek niyetini açıklasa, birçok arkadaşı bu işe karşı
çıkacak, “Bizi başsız bırakıp nereye gidiyorsun.” diye sitem edecekler,
Salman’ı kolay olanı yapmakla suçlayacaklardı!.. Ama bilmiyorlardı ki,
“Siyasi taviz” ucu, bucağı, hududu olan bir eylem değildi!.. Başladığı
nokta belliydi... Nerede biteceği ise, kimsenin bilmediği bir
bilinmeyendi!..
Yukarıdaki her iki analiz de doğruydu; ama bir üçüncü doğru daha
vardı: Salman yorulmuştu! Politikacıların akıl dışı istekleri, teşkilatından
232 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
yana, politikacılarla verdiği meydan savaşları, menfaat elde etmek
isteyenlerin saldırıları, isteyen, hep isteyen!.. Bir topluluğa karşı koymak
için sarf edilen enerji, Salman’ı yormuştu. Doğa Genel Müdürü, geniş
karınlı! olmalıydı. Kanunsuz istekler bir, beş, on değildi ki, yüzlerce
isteğin usulsüzlüğünü anlatıp, reddetmek zordu; insanı yoruyordu. Bir de
bu siyasi istekleri alt kademelere, teşkilata yansıtmadan, onlara kol kanat
gererek çözüme kavuşturmak, çok ama çok yorucuydu. Bakan Çeri’nin,
“Ben burada politika yapmak zorundayım.” sözü yorgunluğunu daha da
artırıyordu... İyi bir dinlenmeye ihtiyacı olduğunu hissediyordu...
Salman, Bakan Çeri’nin ikilem gösteren davranışlarının, çıkmazını
bir türlü aşamıyordu. Bir taraftan Bakan Çeri’nin kendisine gösterdiği
ilgi, samimiyet, diğer yandan Bakanlık işlemlerinin politize olması
ikilemi belirsizlik oluşturuyordu. Salman odasında çalışırken, Bakan
direkt telefonu çaldı, Bakan Çeri telefonda,
— Nasılsın Abdullah!
— Sağ olun Sayın Bakanım, buyurun efendim.
— Abdullah, Anamur müdür muavinin tayini vardı, Ali Akan alınıp
yerine Kerim Doğu verilecekti, sende imzadaymış, Mersin Milletvekilleri
burada bekliyorlar, o tayini hemen imzala da faksla bir gönderiver, olur
mu?
— Peki, Sayın Bakanım...
Salman’ın ateşi tekrar yükselmeye başladı. Personel Müdürünü
çağırdı. Ali Akan’ın tayinini sordu. Tayin bir hafta önce yazılmış,
Anamur ADAP ilçe başkanının isteği üzerine yapılmıştı. Anamur ilçe
başkanı Kerim Doğu’nun göreve gelmesini istediğinden, muavin Ali
Akan’ın görevden alınması gerekmişti. Ali Akan Anamur’a tayin olalı altı
ay olmuştu. Neresinden bakılırsa bakılsın, yenir yutulur bir şey değildi.
Salman hemen Ali Akan’ın Ankara’ya gelmesi için görev yazısı yazdırdı.
Ertesi sabah Anamur Muavini Ali Akan Genel Müdür Salman’ın
kapısındaydı. Salman kendisini oturttu, çay ısmarladı ve,
— Ali Bey nasılsın? Çalışmalar nasıl Anamur’da?
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 233
— İyidir, Sayın Genel Müdürüm. Sayenizde her şey iyi gidiyor...
Huzurlu bir çalışma ortamı içindeyiz, sizin burada olmanız bize güven
veriyor, meslek en huzurlu günlerini yaşıyor, efendim.
— Ali Bey, ADAP’lılar tayinini istiyorlar... Niçin?
— Menfaat şebekesi, efendim. O adamlara yaranmak mümkün değil
efendim, hangisini anlatıyım size... Benden istediklerini alamayacaklarını
bildikleri için, öbür arkadaşı göreve getirmek istiyorlar. Bir süre sonra
onunla da bozuşurlar: çünkü bunların istekleri sınır tanımıyor!..
— Anlıyorum Ali Bey... Ali Bey! Seni bir başka yere versek... Daha
iyi bir yere... Ne dersin?
— Sayın Genel Müdürüm, ben buraya geleli altı ay oldu. Eşim
öğretmen. Eşimin Anamur’a tayini çok zor oldu. İş bununla da bitmiyor,
hanımın çocuklarla ilgilenmesi için eve yakın bir okula verilmesi
gerekiyor. Bu konuda da çok yorulduk. Çocukların okula yerleştirilmesi,
yeni öğretmenlere intibakı, taşınma... Çok zorluk çektik, efendim... Bir
tayin daha gözüm yemiyor, efendim...
— Ali Bey!.. Seni müdür olarak tayin edelim, ne dersin?
— Varacağım yerde de aynı siyasi sorunlarla karşılaşacağımı
biliyorum, efendim. mümkünse yerimde kalmak istiyorum, efendim!..
Sayın Genel Müdürüm, “Bizim tek güvencemiz sizsiniz!” efendim!..
Son cümle Salman’ı yıkmıştı, başı dönüyor, ne yapacağını bilemez,
şaşkınlık içindeydi. Ali Akan’ı bir şey söylemeden uğurlamıştı. Ne
demek, “Bizim tek güvencemiz sizsiniz!” bu söz de nereden çıkmıştı?
Salman’ın bütün dengesini bu cümle bozuyordu!.. Bu güvenceyi teşkilata,
Salman vermişti!.. Bana güvenin demişti... Şimdi ne yapacaktı? Hiç
söylememiş gibi davranamaz mıydı? En yakınları ona, biraz esne!
demiyor muydu? Esneyemiyordu... Olmuyordu!.. Yapamıyordu!.. Zorla
mı?
Biraz sonra odaya Genel Müdür Muavini Durmuş Gözle girdi,
— Sayın Genel Müdürüm! Bakan Bey aradı, Ali Akan’ın tayinini
sordu, tayinin dün gitmesi gerekiyormuş, efendim.
234 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
— Tamam Durmuş Bey, ben Bakan Beyle görüşürüm...
— Bakan Bey telefonda çok sinirliydi, efendim...
— Peki, Durmuş Bey!.. Teşekkür ederim, ben Bakan Beyle
görüşeceğim...
Durmuş Gözle, personele Bakan Genel Müdür Muaviniydi. Bakanın
danışmanlarından gelen tayinleri anında yazıyor, Bakanın imzasına
sunuyordu. Böyle yaptığı takdirde yerinde kalacağını zannediyordu.
Kendisi geçmişte, DKP’den milletvekili adayı olmuştu. Bakan açık açık
söylüyordu, “Ben politika yapmaya geldim” diye. Yani Durmuş
Gözle’nin görevde kalma şansı sıfırdı; ama o, son bir ümitle, görevde
kalabilme hırsıyla söylenenleri, sorgulamadan yapıyordu. Yeni Bakanın
cellâtlığına soyunmuştu! “Genel Müdürümün yapmadığı şeyleri, ben de
yapmam!” diyemiyordu... Böyle söyleyebilse, Salman’ın elini
güçlendirecekti!.. Yüzde bir umuda oynuyordu! Salman bir ara Durmuş
Gözle’nin Genel Müdür olduğunu hayal etti, ürperdiğini hissetti!.. Doğa
Genel Müdürlüğü bu tür yöneticiler yüzünden politize olmuştu. Bu
tiplerden doğa ve teşkilat çok çekmişti... Bunlar için koltuk her şeydi!..
Koltuğu korumak için elli, yüz, beş yüz kelle feda olsun!.. Zihniyeti
Salman’ı koltuktan bir kat daha tiksindiriyordu!..
Salman köşeye sıkıştığını hissediyordu. Bir karara varması
kaçınılmaz hale gelmişti, kararını verdi; istifa edecekti. Ali Akan’ın son
cümlesi kulaklarında çınlıyordu, “Bizim tek güvencemiz sizsiniz!..”
Salman’ın güvence vermek için gücü yoktu artık. Hiç değilse, kelleleri
istenen doğa savaşçılarının celladı olmayacaktı!.. Bir de uğruna her şeyin
yapıldığı bu adi koltuktan nefret ediyordu!.. Tekmeleyecekti onu!.. Bu
tekmenin vereceği zevki düşündükçe, rahatladığını, vicdanının
dinlendiğini hissediyordu... Bütün bunlar, Salman’a teselli veriyordu.
“Biraz esnek oluverin!” diye akıl veren arkadaşlarının tavsiyesini yerine
getirmek istiyor; fakat bir türlü Ali Akan’ın tayin yazısına imza
atamıyordu... Yapamıyordu, işte... Zorla mı? Olmuyordu... Bu gücü
kendinde göremiyordu... Gelecek günlerde, yüzlerce kendisine
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 235
güvendiğini söyleyen Ali Akan’ların kelleleri istenecek, Salman’a da
cellatlık yapmak düşecekti!.. Bu işin nerede biteceği belli değildi...
Kararını vermişti!.. İstifa en doğru karardı. Bakan Çeri’yi politika dışına
çekemiyordu, her türlü ikna metodunu kullanmış, buna gücü yetmemişti.
Yapılacak en iyi iş, istifa etmekti... Başka çözüm kalmamıştı... Salman
telefonu kaldırdı, Bakan düğmesine bastı, Bakan karşısındaydı,
— Sayın Bakanım, akşam saat 10.00’dan sonra sizinle özel
görüşmek istiyorum. Mümkün mü, efendim?
— Olur Abdullah!.. Saat 10.00’da baş başa görüşelim...
Bakan olacakları hisseder gibiydi. Salman çalışmalarında kendinde
değildi. İlk günlerdeki dinamizmi gitmiş, üzerine bir uyuşukluk
çökmüştü. İnsan istemediği şeyleri yapınca, haleti ruhiyesi
durgunlaşıyordu. Ortaya çıkan durum, Salman’ı huzursuz ediyordu; ama
elinden gelen başka bir şey yoktu. Türkiye’yi bu hale getirenler
utanmalıydı. Devletin, ülkenin kaynaklarını, milletin refahına
harcamıyorlardı. Ülkemizin milletler liginde, birinci lig dışında dördüncü,
beşinci ligde oynaması kimsenin umurunda değildi!.. Gelecek kuşaklara,
çocuklarımıza bıraktığımız Türkiye, beşinci ligde oynayan, geri kalmış
bir ülke olacaktı...
Akşam saat 10.00’da Salman Bakan’ın makamındaydı. Bakan her
zamanki samimiyetiyle Salman’a yer göstermişti,
— Merhaba Abdullah, hoş geldin...
— Saygılar, Sayın Bakanım!
— Nasıl gidiyor, Abdullah!..
— İyidir, Sayın Bakanım... Efendim ben... Bir konuyu arzetmek
istiyorum!..
— Buyur, Abdullah!..
— Ben, görevden ayrılmak istiyorum!.. Müsaadenizle, efendim...
— Ne!.. Ne!.. Nereden çıktı bu?
— Ben göreve devam edemeyeceğim, Sayın Bakanım... Bu zaman
zarfında şahsıma gösterdiğiniz ilgi, alaka için size müteşekkirim,
236 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
efendim!..
— Abdullah bu söylediklerini iyi düşündün mü?
— Çok düşündüm, efendim. Bu konuda kararlıyım, Sayın
Bakanım... Daha fazla devam edersem, dostluğumuz bozulacak, efendim.
Şartlar bizi çatışmaya götürüyor... Sayın Bakanım... En iyisi
kucaklaşalım, dostça ayrılalım, efendim...
— Abdullah!.. Bak şöyle yapalım... Ben sana üç gün izin vereyim,
sen git güzel bir tatil yap, dönünce bu konuyu tekrar konuşalım. Sen
bitkin ve yorgunsun, dinlen bir kere, kararını fevri buluyorum, bu konuyu
daha sonra görüşelim...
— Hayır, Sayın Bakanım! Ben çok düşündüm... Bu işi
götüremeyeceğim... Politikaya çok bulaştık, dün, ben sizin arkanızdayım
dediğim arkadaşlarımın, bugün infazını yapmak bana ahlaklı gelmiyor,
efendim.
— Abdullah, politika konusunu daha önce konuştuk, ben olayları
asgariye indirmeye çalışıyorum. Durumu sen de görüyorsun, genel
başkanımın kararlarını tartışamam ben... İktidarın başlarındayız, ileride
konulara daha çok politika dışı bakabiliriz!.. İlk günlerde politika yoğun
olur; ama gün geçtikçe bu yoğunluk azalacak!
— Evet, doğru; ama o güne kadar çok haksızlık yapılacak. Teşkilat
alt üst olacak, karışacak. Ben bunları yapan adam olmak istemiyorum!
Politika konusunu günlerce tartıştık, fikirlerimiz taban tabana zıt!.. Ben
dilekçemi hazırladım, bir ay izne çıkıyorum, bu esnada bir tayin
yaparsınız, efendim. Bir de iki yılı doldurmak için Danıştay’a dava
açacağım, iki yılı doldurunca, Genel Müdürlükten istifa ettiğime dair
dilekçeyi gönderirim, efendim.
— Abdullah, sen kesin kararını vermişsin. Kararına saygı
duyuyorum. Bak!.. Bana hareket alanı bırakmıyorsun!.. Senden rica
ediyorum, bu olanları eşin hanımefendiye de anlat. İleride bir toplantı
veya bir arada olunduğunda, eşinin benim eşime yan bakmasına razı
olamam. Böyle bir durumdan çok rahatsızlık duyarım. Hanımefendiye
bunları anlat lütfen...
— Anlatırım, Sayın Bakanım, siz merak etmeyin. Bu ince
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 237
düşüncelerinizden dolayı teşekkür ederim, efendim.
— Senden bir şey daha rica ediyorum. Yarın teşkilatınla bir toplantı
yap, bu konuştuklarımızı, görevden ayrılmak istediğini onlara anlat... Seni
görevden ben almıyorum!..
— Tamam, arkadaşlara durumu anlatacağım, merak etmeyin...
— Abdullah... Ben izin kağıdını imzalayayım. Yalnız iki gün daha
göreve devam et, izine iki gün sonra ayrıl..
— Peki, Sayın Bakanım. Teşekkür ederim...
İkisi de ayağa kalkıp kucaklaşıp, ayrıldılar... Bu ayrılıktan Bakan da
hüzünlenmişti.
Salman kapının önüne çıktığında, tonlarca ağırlığın üzerinden
kalktığını hissetmişti. Ohhh!.. Dünya varmış... Salman gerçekten
yaşadığını hissetti. Devlet adamlığı gerçekten zor işti, adamlar için;
adamcıklar için değil tabi!..
Bakan Çeri Salman’ı gerçekten çok seviyordu; ama temel bir
problem vardı. Doğa Genel Müdürlüğü Bakanlığın %80’ini
oluşturuyordu. Tayin, satın alma, arazi kiralama, taşocağı işletme vb.
bütün işler bu genel müdürlükten yürütülüyordu. Tayinlerin ardından
akçalı işlere sıra gelecekti. Siyasiler meydanlarda harcadıkları paraları
geri kazanmak için iş yapmalıydılar!.. Salman bu konularda da Bakanla
karşı karşıya gelecek, sorunlar zirve yapacaktı… Henüz bu konular
gündeme gelmemişti…
Bakanlar, etkili olmak için genel müdürlük yapmak istiyorlardı. Bu
işi Bakanların yapmadığı yerde müsteşarlar yapmak isterlerdi. Bunun için
zayıf bir Doğa Genel Müdürüne ihtiyaç vardı. Salman gibi inisiyatif
kullanan, kararlara itiraz eden bir genel müdür, yönetmek arzusu içindeki
Bakan ve müsteşarlar için uygun değildi. Bir problem de buradan
çıkıyordu. Ancak Bakan Çeri, Salman’la eski dosttu ve ona çok
238 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
güveniyordu. Salman’ın çalışmaları Bakan Çeri’yi rahatlatıyordu. Salman
biraz da esneyebilse! Her şey çok güzel olacaktı. Salman Bakan Çeri’nin
kafasındakileri böyle değerlendiriyordu.
Salman Bakanla görüştüğü günün ertesi, Doğa Genel Müdürlüğü üst
kademesini toplamış, olanları anlatmıştı. Herkesin yüzünde bir hüzün
vardı. Kimse bir şey söylemek istemiyordu. İstifa çok sürpriz olmuş,
olaylar beklenmedik bir şekilde gelişmişti. Salman’ın Bakanla olan
yakınlığı teşkilata güven ve mutluluk veriyordu. Bu istifa da nereden
çıkmıştı!.. Gerçek acı olsa bile, kısa sürede kabulleniliyordu. Çalışma
arkadaşları Salman’ın yüzündeki yorgun ifadeden çok üzülüyorlardı.
Ancak Salman niçin görevden ayrıldı? Kimse bunu tam olarak
anlayamamıştı. Herkes olayların perde arkasının bir bölümünü biliyordu.
Bütünü tahmin etmek mümkün değildi. Kurulan hükümetin taban
desteğinin olmaması, hükümeti politize olmaya yöneltiyordu. Aslında
olaylar beklenildiği şekilde gelişmişti; basit bir süreçte olanlar olmuş ve
neticelenmişti...
Salman eşiyle çıktığı on günlük tatilde hayatta olduğunu hissetmişti.
Gerçekten çok yorulmuştu. Tatil yerinden Bakan Çeri iki defa Salman’ı
aramış, bir isteği olup olmadığını sormuştu. Salman Bakanın ilgisine
teşekkür etmiş, o sırada devam eden yangından dolayı, söndürme
çalışmalarına katılabileceğini söylemiş, Bakan kendisine teşekkür etmişti.
Daha sonra Bakanlık Müşaviri olan Salman görevden alınmayla ilgili
Danıştay’a gitmiş, davayı kazanmış, göreve iade edilmiş, göreve
gitmeden Genel Müdür kadrosunu almış, iki yılı doldurduğu gün istifa
dilekçesini konuşulduğu gibi Bakan Çeri’ye göndermişti. Bakan Çeri
Salman’a telefon açmış, “Abdullah, gönderdiğin istifa dilekçesiyle kaliteli
bir insan olduğun kadar, kaliteli bir bürokrat olduğunu da gösterdin, seni
kutluyorum.” demişti...
Salman
icraatlarının
değerlendirmesini
teşkilatın
anlayışına
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 239
bırakmıştı. Genel Müdürken birçok kişi, ”Sayın Genel Müdürüm, çok iyi
gidiyorsunuz!” dediğinde; Salman, bunları şimdi söylerseniz, yağcılık;
ama ben genel müdürlükten ayrıldıktan sonra söylerseniz değerli sözler
olur, demişti. Salman görevden ayrıldıktan sonra, onlarca telefon ve
mektup almıştı. Bunları duydukça, okudukça kendini mutlu
hissediyordu... Demek ki Salman teşkilat için güzel şeyler yapmış, iyi
işlere imza atmıştı!.. Buna karar verecek olan meslek kamuoyuydu.
Meslek Kamuoyunun kararı objektifti; bir burada torpil yoktu. Salman her
zaman kendisini meslek kamuoyunun bir parçası olarak görmüştü.
Yaptıklarının doğruluğunu yanlışlığını meslek kamuoyu ayıracıyla
değerlendirmişti. Meslektaşlardan gelen telefon ve mektuplar, Salman’ı
hislendiriyor, yapacaklarını neticelendirememek üzüntüsünü bir kat daha
artırıyordu. Her neyse!.. Salman mutluydu... Bürokratik hayatını şerefli
bir şekilde noktalamıştı!..
Salman’a gelen onlarca mektuptan biri çok orijinaldi. Çok kısa
yazılmış, Salman’ı en iyi anlatan, Salman’ın kendini bulduğu, içten,
samimi, manevi değeri çok yüksek bir mektup;
Değerli Genel Müdürümüz!
Ormancı aşığı, ormancı dostu, hantallaşmış kanun, tamim ve
yönetmeliklerle idare edilen güzide teşkilatımızı çağdaş seviyeye
ulaştırmak için kısa zamanda dev adımlar attınız. Taşra teşkilatı olarak
bizlerin taa... bulunduğumuz yerlere, yolları olmayan yaylalarda
bizlerle yer sofrasında çiğdem bağdaş kurarak pilavımızı, kuru
soğanımızı yiyip ekşi ayranımızı içtiniz. O esnada ormancılığımızı
çıkmazlardan nasıl kurtarır, iyi seviyeye getirebiliriz diye sohbetler
yaptınız, sizler anlattınız bizler dinledik.
Cesurane emirlerinizle teşkilatımızı kurtaracak birini bulduk diye
sevinirken, Genel Müdürlüğünden ayrıldığınızı üzüntüyle öğrendim.
240 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
Kastamonu – Bozkurt Orman İşletmesine gönderdiğiniz veda yazınızı
aldım.
İnanın gözlerim yaşardı. Keşke bu yeniliklere başlamasaydınız,
bizleri umutlandırmasaydınız, Genel Müdür olmasaydınız. Sizden sonra
gelenler ne yapacak? Bu yenilikler silinip gidecek mi?
Halk tipi davranışınız, kibirli olmayışınız aklımdan çıkmıyor. Size
yaklaşmak, ulaşmak, konuşmak ve sizinle aracısız direkt görüşmek ne
güzeldi.
Gelecekte ormancılığımızı kurtaracak, belki de Dünya
Ormancılığında eşi görülmemiş bir uygulama başlatacaktık. Ama
olmadı Sayın Genel müdürüm olmadı. Bu teşkilatımız daha ne kadar
acı çekecek.
Kaderin belirlediği yolu, yıllar öncesinden tahmin etmek mümkün
değil. Hayat böyle işte; ormancılıkta bir bakıyorsunuz, mutluluklar
saçıyor gökyüzü (sizler gibi biri varsa), bir bakıyorsunuz hüngür
hüngür ağlatıyor ormancıyı (sizler gibi biri yoksa).
Böyle yazdım, çünkü; Ormanı ve ormancıyı çok ama çok
seviyorum.
11808 Mustafa Yılmaz
Bozkurt Or. İşlet. Müdürü
BU YOLDA GALİP SAYILIR TÖKEZLEYEN
Mustafa Yılmaz, Ahmet Özkan, Hasan Dinler... vb... yazdıkları,
Salman’a üzüntü veriyordu. Onların mektuplarını her okuduğundan his
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 241
yoğunluğu artıyordu... Gözüne yaşlar doluyor, üzülüyor, üzülüyordu!..
Salman önde, teşkilatı arkada, çağdaşlığa, medeniyete, gelişmişliğe,
çağdaş doğacılığı yaratmaya doğru koşuyorlardı... Birdenbire Salman
ayağı tökezleyerek düşüyor!.. Onu takip edenler hedefi şaşırıyor!..
Lidersiz kalıyorlardı!.. Salman hep birlikte hedefe ulaşamadığına
üzülüyordu... Mustafa’nın dediği gibi keşke hiç başlamayıp, bu
arkadaşlara
öncülük
yapmasaydı!..
Bu
doğa
savaşçılarını
ümitlendirmeseydi!.. Hayır, birçok ilklere imza atmıştı... Zamanını boşa
harcamamıştı. Bu bir bayrak yarışıydı. Arkadan gelenler bayrağı hedefe
ulaştıracaklardı!..
Salman gene de mutluydu. Hedefine ulaşamasa bile, mesajını
vermişti. Teşkilatının değişmesi gereğini onlara anlatmıştı. Teşkilatta
birçok tabu yıkılmıştı. Genç mühendisler teknolojiyi takip ediyor, değişim
için potansiyel oluşturuyorlardı. Bu gerekle birçok doğa mühendisi yola
çıkmıştı. Yeni Salmanlar çıkacak, mesleği ilerilere, yükseklere, ama hep
yükseklere taşıyacaklardı. Salman da her ulaşılan yüksekliğin ilk
ateşleyicisi olma şerefini kazanacaktı. Bu onun için yeterliydi. Treni
rayına oturtmuştu bir kere. Hedefe ulaşamasa bile, arkadan gelecek
Salmanlar bu ülküyü dünyanın en ileri, en çağdaş , en yüksek hedefine
taşıyacaklardı... Bu meslek kutsaldı, ne yapılsa değerdi!..
Salman “Türkiye 2023-Vizyonu” nu bir türlü kafasından
silemiyordu. Hayale daldığı anda, Türkiye-2023 resmi kafasında
şekilleniyordu. Bu resimde Türkiye; kalkınmasını başarıya ulaştırmış,
uzay çalışmalarında büyük ilerlemeler kaydetmişti. Topunu, tüfeğini,
atomunu yapabilen bir Türkiye; iletişim, ulaşım ve finansta Avrasya
merkeziydi. Asya ve Avrupa devletleri arasında büyük mücadele
sürüyordu; birincilere göre Türkiye Asyalı, ikincilere göre Avrupalıydı.
Büyüklük olarak ilk beşe girmiş, G-5’in en etkili ülkesiydi, Türkiye. Orta
Doğu, Balkanlar ve Kafkaslardaki her eylem Türkiye’den soruluyordu.
Her gün komşu devlet başkanlarından birisi Türkiye’deydi... 100 milyona
yaklaşmış nüfusu ile Türkiye, dünyanın “Yükselen toplum”uydu.
242 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
Salman bu hayallere bayılıyordu. Saatlerce uyanmaksızın hayal
görmek çok güzeldi. Türkiye-2023-Vizyonu ona yaşama sevinci
veriyordu. Gerçekler dünyasına döndüğünde üzülüyordu; ama olsun
“Büyük Türkiye” nin hayali bile güzeldi. Gerçekler hayallerle başlamıyor
muydu? Salman bunca özveriye, bunca sıkıntıya bu hayalin bir yanına bir
çivi çakabilmek için katlanmıştı. Her yaptığı davranışta, icraatta, üretimde
bu hayale milim milim yaklaştığını hissediyordu. Bu kutlu hedef, tırnakla
kaza kaza gerçekleştirilecekti. Ne mutlu bu hedefte, bir milim yol alacak
işlevi yerine getirenlere!..
SON SÖZ: DEĞİŞİM, DEĞİŞİM, DEĞİŞİM…
Salman bıkmadan usanmadan dünyadaki “Bilgi çağı” nı ve bu
çağın dinamiği “değişimi” anlatmak için her imkânı kullanmıştı.
Yazmış… yazmış; söylemiş, söylemişti… Tek isteği; doğa savaşçılarının
dünyadaki değişimi takip etmeleri, onu kavramaları ve öğrenmeleriydi.
Ortaya çıkacak bu kavramın içine yeni bir anlayışla Türkiye’yi
yerleştirmeleriydi. Yeni Türkiye’nin sektör analizini yaparak, doğa
sektörüne ulaşmalı; değişen Türkiye’de değişimi ve değişimin yönünü
kavrayarak, ona göre yol almalıydılar...
Dünya bilgi çağına girmişti. Bilgi çağının temel dinamiği
değişim, siyasal sistemi demokrasiydi. Demokrasilerde yönetimin öznesi
halk, yani insandı. Çağımızda her hizmet “insan” odaklıydı. Her şey insan
için, insanın ihtiyacını karşılamaya yönelmişti . Doğa yönetimi de
teknikten, insana doğru öncelik kazanmaktaydı.
Günümüzde medya, toplum ve sivil örgütlerin yönetim
üzerindeki etkileri gittikçe etkinleşmekteydi. Medya ve STÖ’ler siyasette,
yönetimde ve halkın bilinçlendirilmesinde etkin bir konuma gelmiş, bu
etkinlik her geçen gün artarak sürmekteydi.
Doğa yönetimi de her meslek gibi kamuoyunda tanındığı kadar
güçlü; kamuoyunun desteğini aldığı ölçüde politikalarını uygulama alanı
bulabilecekti. Bu nedenledir ki, demokrasinin gelişmesiyle doğru orantılı
bir şekilde kamuoyu oluşturmada halkla iç içe olunmalı, medyanın ve
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 243
STÖ’lerin gücünden yararlanılmalıydı. Dünün teknik odaklı uygulamaları
“toplum odaklı doğacılığa” a dönüşmeliydi.
Ülkemizdeki temel dinamikler hızla değişmekte, sanayi toplumu
değerleri, yerini bilgi toplumunun dinamiklerine bırakmaktaydı.
Doğacılar bu dinamikleri ve değişimi takip etmeli, buna göre gelecekteki
politikalarını belirlemeliydiler. İnsan odaklı doğacılık, insanların daha çok
faydalandığı bir doğa yönetimi; doğayı insanın sağlığına ve mutluluğuna
sunan bir politikaydı.
Salman Genel Müdür olarak, romanda söylenenleri büyük oranda
uygulamaya koymuş, başarmıştı… Değişim sihirli bir kelimeydi. Bir kere
bu büyüye kapılan, hep istiyordu… Salman teşkilatta şuur altında kalan
değişim dinamiğini harekete geçirmiş, teşkilatı arkasından koşturmuştu!
Bu koşu öyle bir koşuydu ki, yorulmak yoktu. Değişim neticesi elde
edilen başarılar, herkesi mutlu etmeye yetmişti!.. Söylenen, konuşulan;
biz bunları daha önce niçin yapmadık?..
Doğacılar söylemde, “doğa halkındır” veya “doğamız gelecek
kuşaklardan alınmış emanettir” sözlerini sık sık tekrarlamaktaydı. Ancak
eylemde doğayı kimseye emanet edemiyorlardı. Bunun nedeni doğayı
koruma refleksiydi. doğacılar için doğa her şeydi. Çağımızın değişen
dinamikleri doğacıları söylem ve eylemde tutarlı olmaya zorlamaktaydı.
Değişimi ciddiye almalıydılar…
Doğa koruma, 20-30 yıl öncesine kadar büyük oranda kaçak
kesimleri önleme ağırlıklıydı. Günümüzde ise koruma, yoğunlaşan,
sıkışan şehirlerde doğa arazisini korumaya yönelmişti. Bu tür korumada
polisiye tedbirler etkisizdi. Bu korumada toplum desteği, STÖ’ler ve
medya etkiliydi. Doğacılar gelişen çağın ihtiyaçlarını da göz önüne
alarak koruma politikalarını gözden geçirmeliydiler…
Doğacılıkta değişime ihtiyaç vardı. Geçmişin kalıpları fırlatıp
atılmalı, zihin haritası çağın değerlerini esas alarak yeniden çizilmeliydi.
Toplum, STÖ’ler ve medya ile sıkı bir işbirliği yapmaya ihtiyaç vardı.
Bilgi çağında toplum, medya ve sivil örgütlerin gücüyle, insan odaklı
çağdaş doğacılık politikaları uygulanmalıydı.
Doğa koruma teşkilatı içe kapanmışlığına son vermeliydi. Bu
244 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı
noktada halkın doğa ve doğacılık algısı bilinmeliydi. İnsan odaklı
çalışma, “doğa insan içindir” söylemine uygun olmalıydı. Bu söyleme
uygun eylem, toplumun algısını ve ihtiyaçlarını esas alan doğa yönetimini
uygulamaya koymaktaydı.
Doğacılar bilgi çağında teknik doğacılıkla, insan odaklı
doğacılığı bir araya getirmeliydiler. Bunun için toplumun doğacılıkla
ilgili algısı periyodik olarak ölçülmeli, gelecek yılların doğa yol haritası,
toplumun isteklerine uygun çizilmeliydi. Her şey geleceğe
odaklanmalıydı; Salman’ın çok iyi bildiği bir şey vardı: “hatıraları
hayallerinin önüne geçmiş kurumlar çürümeye mahkûmdu.”
Bütün bu işleri yapmak için doğa teşkilatının yeni bir anlayışa
kavuşmasına, halkla iç içe olmasına ve zihniyet değişikliğine ihtiyaç
vardı. 21. yy. değişenlerin fırsatlar yakalayacağı, değişemeyenlerin ise
hep ötelenen, çözülemeyen tehditlerle yaşayacağı bir asır olacaktı.
Salman Doğa Teşkilatının çağdaşlaşma, en iyi olma sürecinde
yol almasına katkıda bulunmak için bu romanı yazmıştı. Doğa
platformlarında da sözlü olarak bu fikirleri savunmuştu… Burada
söylenenlerin satır araları iyi okunmalı, geçmişte olanların gelecekte de
tekrarlanacağı kaçınılmazdı!.. Romanı okuyan bir çok doğa dışı
yöneticinin de, Salman’a yazılı ve sözlü olarak, aynı sorunlarla yüz yüze
kaldıklarını söylemişlerdi. Bu durumda konu, doğayı da aşan ülke üst
yönetiminin bir gerçeğiydi… Salman’ın gelecek kuşaklara son sözü: “Biz
bu kadar yapabildik, siz daha iyisini yaparak bizi geçmelisiniz…” Her şey
bu güzel ülke, bu güzel meslek için!..
Şubat-2014
Abdurrahman Sağkaya ___________________________________________ 245
ABDURRAHMAN SAĞKAYA,
•
1947 yılında Karaman'da doğdu. İlk ve orta okul
tahsilini
Karaman'da yaptı. 1965 yılında İ.Ü. Orman Fakültesine girdi.
•
1971 Şubat'ta Orman Genel Müdürlüğünde devlet hizmetine başladı.
•
Yurdun çeşitli bölgelerinde görev yaptıktan ve askerlik hizmetini
tamamladıktan sonra 1974 yılında Ankara'ya tayin oldu.
•
1974 yılında Devlet Memurları Lisan Okulu’nun Fransızca
bölümünden mezun oldu.
•
1977 'de Ticaret Bakanlığı "Antbirlik Genel Müdürü” oldu.
•
1978 yılında Sosyal Güvenlik Bakanlığı APK uzmanı oldu.
•
1981'de tekrar Orman Bakanlığı'nda Başuzman oldu.
•
1986'da İngiltere Norwich'de “University of East Anglia”da “proje
gözetleme ve değerlendirme” konulu 6 ay sertifika eğitimi yaptı.
•
1987-1991 arasında Orman Genel Müdürlüğü “APK Daire
Başkanlığı” görevinde bulundu. Bu esnada “Dünya Bankası” proje
liderliği yaptı. Türkiye'yi birçok uluslararası toplantılarda temsil etti.
•
1996-1998'de Orman Bakanlığı, “Orman Genel Müdürü” olarak
görev yaptı.
•
1998-2001 Orman Bakanlığı Müşaviri, Mayıs 2001'den itibaren de
Başbakanlıkta “Devlette Yeniden yapılanma Kurulu” çalışmalarını
sürdürmüştür. 2001 yılı sonunda emekli olmuştur.
•
Ormancılıkla ilgili “Sosyal Ormancılık” ve devletin yeniden
yapılanmasıyla ilgili “Bilgi Devleti” isimli iki kitabı; ormancılık ve
yeniden yapılanmayla ilgili birçok yayın organında yayımlanmış
makaleleri vardır.
Evli 2 çocuk babası, iyi derecede İngilizce, orta derecede Fransızca
bilir.
246 ___________________________________________________ Koltuk Savaşı

Benzer belgeler