Vildan Yirmibesoglu 2010_TR - Berlin Graduate School of Social
Transkript
Vildan Yirmibesoglu 2010_TR - Berlin Graduate School of Social
BGSS WORKSHOP DOCUMENTATION Namus Cinayetleri Yargılamaları ve Uygulama Sorunları Vildan Yirmibeşoğlu Uluslararası Çalışma Atölyesi Hukuksal Normların Uygulanması: Türkiye’de ve Almanya’da Kadına Yönelik Şiddet BGSS WORKSHOP DOCUMENTATION BERLIN GRADUATE SCHOOL OF SOCIAL SCIENCES INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES • HUMBOLDT - UNIVERSITÄT ZU BERLIN LUISENSTR. 56 • 10117 BERLIN BGSS WORKING PAPER SERIES WWW.BGSS.HU-BERLIN.DE/BGSSONLINEPUBLICATIONS CONTACT: [email protected] NO. 7_TR 2010 N O. 1 BGSS WORKSHOP DOCUMENTATION Published by the Berlin Graduate School of Social Sciences (BGSS), Institute of Social Sciences at the Humboldt-Universität zu Berlin. Publication on this website does not preclude a later publication elsewhere. Any opinions expressed in this paper are those of the author(s) those of BGSS. The copyright stays with the author. and not Copyright for this paper: Vildan Yirmibeşoğlu Please cite in the following format: Yirmibeşoğlu, Vildan (2010): Namus Cinayetleri Yargılamaları ve Uygulama Sorunları. BGSS Workshop Documentation “Implementierung von Rechtsnormen: Gewalt gegen Frauen in der Türkei und in Deutschland”, Institut für Sozialwissenschaften, Humboldt-Universität zu Berlin. Vildan Yirmibeşoğlu, Avukat, Đstanbul Valiliği AR-GE Kurulu ve Đnsan Hakları Đl Masası Başkanı. Dieser Beitrag ist im Rahmen des BGSS Workshops “Implementierung von Rechtsnormen: Gewalt gegen Frauen in der Türkei und in Deutschland“, welcher im Januar 2009 stattfand, entstanden. BGSS Workshop Documentation Berlin Graduate School of Social Sciences Institute of Social Sciences • Humboldt-Universität zu Berlin Mail Address: Unter den Linden 6 • 10099 Berlin, Germany Offices at: Luisenstr. 56 • 10117 Berlin www.bgss.hu-berlin.de/bgssonlinepublications • Email: [email protected] 1 Namus Cinayetleri Yargılamaları ve Uygulama Sorunları Av.Vildan Yirmibeşoğlu Kadının Đnsan Hakları Mücadelesi içinde 25 yılımın 13 yılını güneydoğuda gönüllü kadın danışmanlığı yaparak geçirmiş hem aktivist hem de avukat bir kadın olarak yargılama dosyalarını ve sorunlarını sizlerle paylaşmak isterim. Güneydoğuda yaptığım ankete katılan 560 kişinin yaklaşık %39’u “Kadının namusu nedir?” sorusunu, “Kadının cinselliğini ve kurduğu düzeni toplumsal onayla yaşaması” olarak tanımladı. “Namusumu şerefimi temizlemek için bende namus cinayeti işlerdim” diyen üniversitedeki öğrencilerim, birlikte çalıştığım erkek avukatlar, hukukçular, eğitim verirken sohbet ettiğimiz silahı belinde güvenlikçiler, namus cinayeti dosyalarımda karşıma sanık olarak çıkan köy korucuları konunun vahametini büyütüyor, toplumsal meşruiyeti artırıyor. Sorun yalnızca erkeğin kadını mal olarak gördüğü ataerkil toplum yapısı değildir. Sorunun ekonomik ve bununla bağlantılı olarak da maddi-güç-namus üçgeni ardında gizlenen feodal yapının devamını hedefleyen boyutu da vardır. Ve tüm bu etkenler birbirini olumsuz anlamda tetikleyip beslemektedirler. Ceza Kanunu’na AB’ye uyum sürecinde 2003’te çıkarılan altıncı uyum paketiyle TCK’nın “namus cinayetlerinde özel ağır haksız tahrikten cezaya indirim getiren” 462’ncü maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Töre cinayetleri “nitelikli adam öldürme” kapsamına alınmak suretiyle cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmedilecektir. Ancak, aynı maddenin gerekçesi, bir “töre cinayeti”nin nitelikli insan öldürme olarak yargılanabilmesi için; somut olayda “haksız tahrik”e yol açabilecek hiçbir unsur olmamasını şart koşar. Bu da “haksız tahrik”e dayanarak ceza indirimine gidilmesinin halen mümkün olabileceğini göstermektedir (Mad.82). Oysa tanımı dolayısıyla haksız tahrik hükümleri, nitelikli insan öldürme için geçerli değildir. Kanunda hafif ve ağır tahrik ayırımı kaldırılarak, bu konuda hakime geniş takdir yetkisi verilmiştir. (Mad.29) “Haksız tahrik” indirimi yapılabilmesi için “haksız fiilin” fail üzerinde bir hiddet veya şiddetli elem meydana getirmesi ve suçun işlendiği anda failin bu 2 durumun etkisi altında bulunduğu kabul edilmiştir. Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine18 yıldan 24 yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine de 12 yıldan 18 yıla kadar hapis cezası verilecektir. Diğer durumlarda, verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilecektir.(Mad.29) Maddedeki düzenleme nedeniyle, bir suçun mağduruna yönelik olarak gerçekleştirilen fiiller dolayısıyla fail, “haksız tahrik” indiriminden yararlanamayacaktır. Haksız fiil, bir davranışın hukuk düzenince tasvip edilmemesi anlamına gelmektedir. Böyle bir haksız fiili yapan kişiye karşı yönelik fiilin varlığı durumunda, maddenin uygulanması söz konusu olabilecektir. Örneğin, cinsel saldırıya maruz kalmış kadına karşı babanın veya erkek kardeşin işlediği öldürme fiilinde, haksız tahrike dayalı olarak ceza indirimi yapılamayacaktır. Ceza Yasası yapılırken Türk Ceza Kanunu Kadın Çalışma Grubu içinde de yer aldığımdan kadın örgütleri olarak önemli desteğimiz ve müdahalelerimizin olduğunu söylemeliyim. Önerilerimizin önemli bir kısmının kanunda yer almasına rağmen, “Nitelikli adam öldürme” maddesine alınan “töre saiki” ifadesinin “namus saiki” olarak değiştirilmesine yönelik talebimiz ciddi bir dirençle karşılaşmıştır. “Töre cinayeti” ile “namus cinayeti” aynı şey değildir. Kanun, aşiret ya da aile meclisi kararına bağlı töre cinayetlerini nitelikli insan öldürme kapsamına alırken, kişilerin kendi namus anlayışları nedeniyle işledikleri “namus cinayetleri” ne indirim yolunu açık bırakmaktadır.“Töre cinayetleri” terimi, namus adına işlenen cinayetleri tanımlamakta yetersizdir. CEDAW Komitesi’nin Şubat ayında Türkiye için yayınladığı “bağlayıcı” Tavsiye Kararları doğrultusunda, kadına karşı şiddet konusunda “namus” kavramına dayalı her türlü savunma, haksız tahrik indirimi yasalardan çıkartılmalıdır. Bu durum Türkiye’nin 2004 yılında Birleşmiş Milletlerde, namus adına işlenmiş cinayetleri önlemek için bulunduğu taahhüde uygun olacaktır. 3 Namus Gerekçesiyle Đşlenmiş Cinayet Davalarında Yaşanan Sorunlar: Aile Meclisi Đnfazlarında Müdahil Sorunu Töre ve namus adı altında işlenen cinayetlerde, öldürme kararı genelde öldürülenin ailesi tarafından verilmektedir. Dolayısıyla, müşteki-müdahil olabilecek kişilerle suça azmettiren ve suç fiilini işleyenler genellikle aynı kişilerdir. Bu da, bu tür davalarda müdahil tarafında herhangi birisinin bulunmamasına yol açmaktadır. Müdahil tarafında kimse bulunmadığı için sanığın savunmasıyla yetinilmekte, savcıya bu konuda yardımcı olunamamakta, verilen kararlar da, şayet savcılık makamınca temyiz edilmezse, Yargıtay denetiminden geçmeksizin kesinleşmektedir. Bu durum kadınların namus adına işlenen suçların mağduru olmaya devam etmesine neden olurken, faillerinin takibi ve cezalandırılması zorlaşmaktadır. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda devlet, uluslararası platformlarda birtakım taahhütlerde bulunmuş ve sözler vermiştir. Uluslararası sözleşmeler gereğince, namus veya töre adı altında işlenen suçların derhal ve derinlemesine soruşturulması ve faillerin cezalandırması devletin görevleri arasındadır. Uluslararası belgeler, açıkça, kadınlara yönelik şiddet ve suçları, bir insan hakları sorunu olarak tanımlamıştır. Dolayısıyla, bu tür cinayetlerin önlenmesi için yeni hukuki yolların denenmesi, mevcut mevzuat yorumlanırken insan hakları temasının öne çıkartılması şarttır. Anayasamızın 90.md son fıkrasına yapılan ilaveyle onaylamış olduğumuz uluslararası sözleşmeler iç hukukumuzla çatıştığında hakim uluslararası sözleşmelere göre hüküm kurar. Türkiye Đnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi, CEDAW gibi ve Ek Protokol belgelerini imzalamış bir ülke. Kadın vatandaşlarının yaşam hakkını korumak namus, töre gibi kadının insan haklarının ihlalini önlemek için gerekenleri yapmak zorunda olduğu gerçeğinin altı çizilmiş. Namus cinayeti davalarında Kadın maktül ya da mağduru ancak bu suçlardan sistemli bir biçimde zarar gören kadınlar savunabilir ve davaya müdahil olabilir. Benim duruşmaya güvenliklerini sağlayarak götürdüğüm ya da tanık koruma programına aldırmaya uğraştığım kadınlar henüz yaşarlarken bile olağanüstü önlemlerle mahkemeye gidebiliyorlar. Böylesi karşı tarafları çok güçlü cinsiyetçi/politik bir davada ölenin geride kalan hakkını, onurunu kim koruyabilir, kadın örgütlerinden başka. Biz TCK Kadın Çalışma Grubu olarak yeni TCK değişiklik taleplerimiz esnasında bunu ısrarla istedik fakat talebimiz yanıtsız kaldı. Davaya müdahil kabul edilmediğimiz taktirde "sanığın aksi ispat edilemeyen savunmalarıyla (çünkü ölenin konuşma yeteneği yok) haksız tahrikte bulunduğu gerekçesiyle ceza indirimine" diye çıkan binlerce 4 kararlardan biri çıkmaya devam edecek. Savcı temyiz etmezse de karar kesinleşecek. Bu Adil Yargılanma Đlkesi’nin de ihlaline giriyor. Ancak, bütün bu durumlarda mahkemenin tavrı ve yorumu önem kazanmaktadır. Ceza Đndiriminden Yararlanma Yolları Töre veya namus adı altında işlenen cinayetlerde ceza indiriminden yararlanmak için çeşitli yöntemlere başvurulmaktadır. Bunlardan ilk akla geleni, cinayet hangi gerekçeyle işlenmiş olursa olsun, namus adına işlendiğinin iddia edilmesidir. Çünkü namus adına işlenen cinayetlerde aşağıdaki örneklerde olduğu gibi ceza indirimi söz konusu olmaktadır. Cahit, gayrı-meşru cinsel ilişki içinde olduğunu iddia ettiği kız kardeşi Zehra ve Süleyman’ı öldürmüş, iki kişiyi öldürdüğü için hakkında idam cezası istenirken beş yıl hapis cezası ile kurtulmuştur. Serap, erkek kardeşi Ertuğrul tarafından, değişik erkek arkadaşları olduğu için boğazı sıkılarak öldürülmüştür. Hakkında müebbet hapis istendiği halde, namus indirimi ile ceza 12 sene 6 ay 15 güne düşmüştür. Fatma, başka erkeklerle birlikte olduğu dedikodusu yüzünden kocası Mehmet tarafından bıçakla öldürülmüştür. Sanık için müebbet hapis istendiği halde cezası 15 yıla indirilmiştir. Savcının Soruna Bakışı Bölgede görev yapan savcılar benzer davalar önlerine geldiği zaman farklı tutumlar izlemektedirler. Bu da, hem işlenen suçlara verilen cezayı, hem de caydırıcılığı etkilemektedir. Ayrıca, savcılar tarafından kullanılan inisiyatif, çoğu kez bölge gerçekleri perdesinin arkasında kalmakta, söz gelişi, kimi zaman mağdurların aileye tesliminde herhangi bir sakınca görülmemektedir. Bu ise doğal olarak mağdurun öldürülmesiyle sonuçlanmaktadır. Buna rağmen, kimi savcılar, diğer meslektaşlarının zihniyet kalıplarının dışına çıkabilmektedir. Aşağıdaki örnekler, iddia makamının yöresel örf ve adetten ne kadar etkilendiğini göstermektedir. Kadının kocası il dışında çalıştığı için yalnız yaşadığı eve belirsiz saatlerde girdiğine ilişkin somut bilgi olmamasına rağmen kayınpederi olan amcası tarafından öldürülmektedir. Maktulün haksız fiilinin olmamasına karşın, yöresel koşullara uygun yaşamadığı düşünülerek savcı sanık 5 için haksız tahrik indirimi istemiştir. Đddia makamı, sanığın ağır tahrikle bu suçu işlemesi, maktulenin yöresel şartlar nazara alınarak yadırganacak davranışlar içinde bulunması yani kocasının ailesiyle yaşamaması nedeniyle sanığın ağır tahrikin etkisiyle suçu işlediği kabul ederek cezada indirim talep etmiştir. Namus cinayeti yargılamaları üzerine yaptığım araştırmada yasaların uygulanmasında yargı mensuplarının bölgedeki örf adet ve geleneklerinin etkisi altında kaldığına da tanık oldum. Ancak son yıllarda savcı ve hakim görüşlerinde önemli bir değişimin de yaşandığını görüyorum. Genelde “kadınların kendi yaşamları ile ilgili kararlarında, (evlenme, boşanma, nikahsız yaşama tercihi gibi) cinayet işleyene cezada haksız tahrik indirimi sağlayan kararlarda olumlu değişiklikler bulunuyor. Hatta bu değişiklik benzer olayda aynı yargıcın eski ve yeni kararlarında olumlu bir değişiklik olarak ortaya çıkıyor. Yargıcın Bakış Açısı Yüreğimize su serpen yargıçlarımıza ve onların mahkeme kararlarına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinde evrensel hukuku bölgesel hukuka dönüştüren, töreden etkilenen yargıçlarımız da vardır. Benim incelediğim bazı mahkeme kararlarında yargıçların yorumlarına baktığımızda cinsiyet ayrımcılığını içselleştirmiş olduklarını görebilirsiniz. Öyle ki, “kendisine çizilen sınırları aştığında kadınlar şiddeti hak eder” zihniyetine sahip yargıçlar olduğunu biliyoruz. Bu anlamda onların, sokakta namus adına cinayet işleyen sıradan insanlarla büyük benzerlikler taşıdıklarını üzülerek de olsa ifade etmek gerekir. Unutmamak gerekir ki, değişmesini istediğimiz ve bir kısmını değiştirebildiğimiz ilkel yasalar, hukukçular ve yasa yapıcılar tarafından hazırlanmıştır. Bu açıdan bakıldığında, hukuku hazırlayanlarla, hukuku uygulayanların, erkek egemen zihniyet açısından dayanışma içinde oldukları ve bu nitelikleriyle namus cinayetlerini cesaretlendirdikleri de söylenebilir. Kimi mahkeme kararlarında müşteki mağdurenin yargılama aşaması boyunca ifadesinin alınamamasının salt can güvenliği bulunmaması kavramıyla açıklanamayacağı, yargılama sürecini sanıklar üzerinde bir intikam aracı olarak kullanmasının adalet ilkeleriyle bağdaşmadığı eleştirileri yapılmıştır. Bir kararda ise zorla evlendirildiği için kocasının evinden kaçan kadının, kız kardeşinin baskı altında verdiği ifadeye dayanarak “mağdurenin sanıkla sevmeden 6 evlenmesi veya zorla evlendirilmesi gibi bir durum söz konusu olmayıp mağdurenin gerek Medeni Yasa gerek tüm toplumca benimsenmiş ahlâk kurallarına göre aile içinde dürüstlük ve sadakat ilkesine uymadığı... eşi ve ailesini bu tür davranışlarıyla aşağılayarak sürekli bir kışkırtmanın içerisine soktuğu açıkça ortada iken, gayri meşru ve ahlâk ilişkileri normal bir olaymış gibi gösteren ve değerlendiren anlayışı hukukun itibar etmesi de mümkün değildir.” Đfadeleriyle mahkeme ahlak dersi vermeye çalışarak karısını öldürmeye çalışan sanığa haksız tahrik indirimi sağlamıştır. Zorla evlendirildiği boşanma hakkı olmadığı bu düzende genç kadının istemediği bir evlilikten kaçmaktan başka şansı olmadığını sanki bilmez görünür bu mahkeme kararını veren sayın üyeler. Boyun eğmeme durumunda ahlaksızlıkla damgalamayı resmi yazıya karara döker adeta. Töre Cinayetlerinde Aile Meclisi Kararı Aranması Namus cinayeti yargılamalarında en büyük sorundur doğru tanık bulunabilmesi. Nice emniyet, jandarma önünde sıcağı sıcağına olayı anlatan ve sanığı/sanıkları işaret eden görgü şahitleri çoğu kez korkudan, aile ve mahalle baskısından ifadelerini değiştirmektedir. Bu gerçeği çocuklar bile bilirken Yargıtay’ın son yorumunda yasada olmamasına rağmen töre cinayetlerinde “aile meclisi kararı” araması, yargılamayı içinden çıkılmaz sonuç alınamaz bir hale getirmiştir. Elbette “töre saiki” ile işlenen cinayetlerinin bir kısmının “aile meclisi kararı” ile işlendiği doğrudur. Ancak bireysel kararlarla da bu cinayetler işlenmektedir. Bu cinayetler bireyin töreyi içselleştirmesi sonucu aile meclisi kararları olmaksızın da gerçekleşmektedir. Yasada “töre saiki” dışında bir sınırlama olmama nedeniyle referans yalnızca yasa hükmüyle yargıcın kanaati olmalıdır. Sadece somut olayda haksız tahrikin koşullarının bulunmaması gerekmektedir. Yargıtay bu yorumuyla sınırlarını aşmakta bu yasa maddesinden adeta rahatsız olmuşçasına yasa koyucu yerine geçmektedir. Aile meclisi kararı ispat edilmesi zor istisnai vakalardan olduğundan katile ve azmettirenlere hak ettikleri ceza verilmeyerek sırtları sıvazlanmaya devam edilecektir. Bu durumda olayı aydınlatmak uygulayıcıların sabrına, titizliğine kalmaktadır. Can Güvenliği Sorunu, Tanık Koruma Programı ve Telefon Dinleme Duruşmalarda tanıklar ve mağdurlar için can güvenliği sorunu yaşanmaktadır. Zaman zaman mağdur tanık durumundaki kadınları duruşmaya taşırken güvenliklerini sağlamak için emniyetten korumayla, adliyeye geniş güvenlik isteyerek ve kadının tipini tanınmaz hale getirerek giriyoruz. Başbakanlığın kadına şiddete karşı genelgesine rağmen bu çabalar kurumsallaşamamış kişisel gayretlerle götürülmeye çalışılmaktadır. 7 Bununla beraber sevindirici bir gelişme olarak korumamızda olan bir vaka için yargılamadan sonra başvurduğumuz tanık koruma programı işletilmekte olup yasal olarak kimlik değişimi yapılma sürecini yaşamaktayız. Bir başka sorun telefonla ölüm tehditleri alan bir ailenin şikayeti ve suç duyurusuna savcı takipsizlik kararı verdi. Cumhuriyet savcısı telefon dinlemelerinin ceza muhakeme kanunu 135. maddede yer alan suçlarla ilgili bir durum söz konusu olduğunda ancak yapılabileceğini söyledi. Benzer bir ailede de kızlarını teslim etmedikleri için oğulları öldürüldü. Bir yıldır telefonla aldıkları tehditler için teknik takip yapılabilseydi bu kayıp verilmeyecekti. Uygulama Sorunları ve Değerlendirme Öncelikle kadınlara karşı şiddetin ortadan kaldırılabilmesi için Devletin iradesini koyması, “ben şiddeti önlemek konusunda kararlıyım” demesi çok önemli. Bunun en önemli ölçütü de bu değişimi sağlamak için bütçe ayırmaktır. Yasalar düzeltildiği zaman her şey hemen değişmeyecek ama vatandaş namus cinayeti işlediği zaman bunun şerefli bir suç olduğunu düşünmeyecek. Bu yönde yasalarda önemli adımlar atıldı. Kadının insan hakları mücadelesi ve medyanın bunu yansıtması ve eğitimler ise önemli ölçüde yargı mensuplarının farkındalıklarını sağladı. Ama hala CEDAW’dan haberi olmayan, uluslar arası sözleşmelere bakmamış yargıçlar var. Devlet içinde olumlu ele alınabilecek önemli bir zihniyet değişiminin var olmasına rağmen statükocu zihniyetlerle çatışmasının ilerlemenin hızını kestiğini düşünüyorum. Devlet bütün kurumlarıyla iradesini ortaya koymak zorunda. Kadınlar şiddete karşı korunma mekanizmalarını öğrendikçe, birbirlerine aktarıyorlar. Yakın zaman içinde başka illerden Đstanbul ve Ankara’da bana ve arkadaşlarıma yapılan başvurularla ilgili yerinde müdahalelerimizle olası namus cinayetleri önlendi. Yalnızca mağdur kadınların değil, kızını teslim etmek istemeyen ailenin de bölgesinden ayrılıp başka ilde yerleşmesini sağladık. Ancak bu kurumsallaşmadan uzak oldu. Bu kadınları geçici olarak barındıracak kadın sığınma evlerinin çok eksik olduğunu da söylemek isterim. Şiddete karşı yapılan toplantılara baktığımızda; son 5 yılda bakanından valisine akademisyen ve STK işbirliğiyle kadına yönelik şiddet ve namus cinayetlerini önleme amaçlı toplantıların yoğun biçimde düzenlendiğini görüyoruz. 8 Toplantılarda çözümün birer parçası olabilecek taraflar ve kurumların çalışmaları devam etmektedir. Bu toplantılarda STK’ların ve kamu kurumlarının birbirinden çokta haberdar olmadıkları ortaya çıkmıştır. Muhtarlıklara, güvenlik güçlerine ve mağdur olan kadınlara yönelik bilgilendirici broşürler hazırlanmıştır; özellikle güvenlik güçleri ve muhtarlıklardan başlanarak uygulamanın titizlikle yürütülebilmesi için bilgilendirme toplantıları programa alınmıştır. Bir gazete ve STK ile birlikte gezici otobüslerle “aile içi şiddeti önlemeye yönelik” pilot bölge projeleri yürütülmüştür. Ticari ve Cinsel Sömürü Mağduru Kız Çocuklarını Koruma Projesinde iki aşamalı barındırma ve rehabilitasyon sağlanmakta olup, özel bir hizmet verilmektedir. Bu hizmetlere karşın Başbakanlık ve Đçişleri Bakanlığı’nın genelgelerine rağmen uygulamada işbirliği yapacak kurumlar arasında iletişim sorunu yaşanmaktadır. Bazı ilgili kurumlara mesai zamanı zorlukla, mesai dışında ise hiç ulaşılamamaktadır. Bu sorunu giderme amaçlı Đstanbul Valiliği’nde çok sık toplantılar düzenlenmektedir. Yeterli sığınma evi olmadığı gibi sığınma evlerinden sürekli dolu olduğu bilgisi verilmektedir. Ayrıca mağdurları yönlendirecek bir merkez de yoktur. Nüfus cüzdanı ve parası olmayan kadınların işlemlerini yapacak görev tanımı yapılmış bir mihmandar olmamakla birlikte Valilik çalışanlarımız bu işlerle uğraşmaktadır. Başvuran mağdurlara bakıldığında mutlaka ihtisaslaşmış kadın sığınma evlerine ihtiyaç duyulduğu görülmektedir. Sığınma evi yönetmeliğinde yer almamasına rağmen 55 yaşındaki kadınlar yaşlı diye kabul edilmemekte, yaşlılar evi ise 60 yaş altını genç diye almamaktadır. Bu ihtiyaçlar doğrultusunda yeni bir kadın sığınma evi yönetmeliğine ihtiyaç duyulmaktadır. Kadına yönelik şiddete ilişkin istatistiki bilgilerin doğruluğu, güvenilirliği ayrı bir önem konusudur. Bu konuda çalışan kişilerin toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik eğitimler alması mümkünse konusunda uzman olmalıdır. Çünkü kurumlardan istediğimiz istatistiki bilgiler zaman zaman hatalı olarak gelmektedir. Özellikle dosyalarına ulaştığım için kolluk güçlerinden gelen istatistikleri yeniden değerlendirdiğimde çok bariz bir namus cinayetini ailevi anlaşmazlık olarak kayda alanlar vardır. Bu da yapılması gereken değerlendirmelerin doğru sonuca ulaşmasını engellemektedir. Yasal düzenlemeler yanında uygulama sorunlarının bir kısmı sürekli eğitimlerle çözümlenebilir. Ancak üzülerek şunu söylemek istiyorum. Değişim için baştaki yöneticilerin iyi niyetli çabaları yetmemektedir. En azından mevcut kadroların önemli bir kısmı bu açılımı yapacak kapasiteye sahip olmayanlardan oluşmuşsa, yaptıklarına inanmıyorlarsa toplumsal zihniyet değişiminin, 9 dönüşümünün çok zor olduğunu belirtmek isterim. Bu bağlamda; 1- Toplumun “kadının birey olduğu yönündeki eğitimi” yani “Toplumsal cinsiyet çabaları, eşitliği 2- Yasal boşluklar, yasal değişiklikler açısından, 3- Yasaların, yeni değişikliklerin tavizsiz uygulanabilmesi için hakların uluslar arası sözleşmeler boyutuyla hem vatandaşa, hem yöneticilere, hem de hakim ve savcılara öğretilmesi 4- Koruyucu mekanizmalar, STK ve Kamu Kurumları işbirliği konuları üzerinde durmak gerekmektedir. 5- Ayrıca, ilköğretimden başlanmak üzere, çatışma, problem çözme konuları dahil olmak üzere evrensel değerler insan hakları derslerinin okutulması kalıcı bir değişim için ön koşuldur. Şiddete karşı çalışan kadın sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve şu anda Đstanbul’da beraber çalıştığımız devlet yetkilileri önemli bir çaba gösteriyorlar. Önemli de adımlar atıldı ama daha çok yolumuz var. Yararlanılan Kaynaklar: YĐRMĐBEŞOĞLU, Vildan, Töre ve Namus Gerekçesiyle Đşlenen Cinayetler “Toprağa Düşen Sevdalar”, Hürriyet Gazetesi, Đstanbul 2007. Türkiye Gazetesi, “Telekulak Töreye Karşı Direniyor”, Neşet Karadağ, 05.09.2008. Vatan Gazetesi, “Aile Meclisi Öyle Dedi”, Doğan Haber Ajansı, 14.01.2009. 10