beslenme ve metabolik hastalıklar

Transkript

beslenme ve metabolik hastalıklar
Sayı : 2003 / Br – 04
Sayfa : 21–31
BESLENME VE METABOLİK HASTALIKLAR
KONU
:
:
a İLGİ
³ KELİMELER :
Broyler Metabolik Hastalıkları
KANATLI BESLEME
• Büyüme Oranı
• Klorit
• Pridoksin
• Ham Proteinlerin Deaminasyonu
• Gün Aşırı Besleme
• Zaman Sınırlandırmalı Besleme
KAYNAKÇA :
Tercümedir: Seyfi Ay - Halit Çınar, İnterkim. Commercial Poultry Nutrition – S.Leeson
& J.D. Summers
YAYININ KAPSAMI :
Ürün tanıtımıdır
Kişisel veya kurumsal değerlendirmedir
…
…
Tercümedir
Derlemedir
;
…
ÖZET :
) Ani Ölüm Sendromu büyüme oranını düşüren beslenme ve yönetim uygulamaları ile
)
)
)
)
azaltılabilir ancak böyle kararlar ekonomik görüşlere dayandırılmalıdır.
Kemik yapısının gelişiminde amino asitlerin, non-protein nitrojenlere oranı önemlidir.
TD oluşumunda soya fasulyesinin kaynağının etkisi olabileceği bildirilmiştir.
Çoğu vitaminin yetersizliği bacak problemlerine neden olurken bazı vitamin
fazlalıklarının da zararlı olabileceğine dair veriler vardır.
Ticari Broylerlerde TD görüldüğünde dişi damızlıkların çevre ve besleme koşulları
üzerine düşünülmelidir.
SONUÇ :
Metabolik hastalıklarla mücadelede rasyonun besin dengeleri üzerinde
çalışılabilirken, Ani Ölüm ve Asites olgularına müdahale etmek için yem tüketimi ve
büyüme oranına müdahale söz konusu ise bunun ekonomik uygunluğu üzerine
düşünülmelidir.
Ayda Bir Yayınlanır
21
Ani Ölüm Sendromu
Ani ölüm sendromu(AÖS), broiler piliçlerindeki vakaları son on yıldır belirgin ekonomik
önem kazanmış olmasına rağmen, 25 yıldır tanınmaktadır. AÖS, sıklıkla erkeklerde ve
özelliklede büyüme oranı maksimuma ulaştığında görülmektedir. Mortalite 3-4 gün kadar
erken başlayabilir ama en sık 3-4 hafta dolaylarında pik yapmaktadır ve etkilenen piliçler her
zaman sırt üstü pozisyonda ölü bulunmaktadır. Karışık cinsiyetli sürülerde mortalite %1.52’ye kadar ulaşabilmekte ve erkek sürülerinde %4’e varan ölüm oranları hayli yaygındır.
Ekonomik kayıp bu yüzden önemlidir. Spesifik bir lezyonu bulunmadığından nekropsi ile
AÖS’nin ispat edilmesi zordur. Piliçler her zaman iyi etlenmiştir ve taşlıkla kursakları yarı
doludur. Julian (1987) , büyük yada histopatolojik bir lezyon olmadığından, AÖS’yi de
içeren diğer kardiovasküler sistem hastalıkları için bir gerekçeleme/dayandırma olmadığını
ileri sürmektedir. Daha çok, sol ventriküler fibrilasyonla sonuçlanan bir elektrolit dengesizliği
gibi, metabolik kaynaklıya benzemektedir.
Burada büyüme oranını etkileyen herhangi bir besleme yada yönetim etkeninin buna ilişkin
AÖS’yi de etkilemesi gibi küçük bir sorun vardır. Bu, genel piliç performansı ile ilgili olarak
ekonomik olmamasına rağmen , AÖS düşük besin yoğunluğuna sahip diyetlerle(%18 HP,
2400 kcal ME/kg) hemen hemen elimine edilebilmektedir. Araştırma verileri, nişasta veya
yağ temelli diyetlerle beslenen piliçlerle kıyaslandığında enerji kaynağı olarak saf glikozu
temel alan diyetlerin çok daha yüksek AÖS oranları ile sonuçlandığını ileri sürmektedir.
Açıkça tanımlanamamasına rağmen elektrolit dengesindeki bazı anomalilerin AÖS ile ilgisi
var gibi gözükmektedir. Bu kısmen ölümden sonra hızla oluşan metabolik değişiklikler
gerçeğine dayanmaktadır ve bu yüzden AÖS’li piliçlerden alınan kan profilleri mortaliteyi
izleyen örnek alımının zamanlamasına göre değişmektedir.
En son, laktik asit verilen piliçlerde yüksek bir AÖS oranı(%100’e kadar) gözlemledik. Laktat
yoğun aktivite sırasında ve enerji ihtiyacı yüksek olduğunda üretilmektedir. Kursağa laktik
asit girişinden sonra diyet bileşimi AÖS hamlesinin zamanlamasını etkiliyor gibi
gözükmektedir. Çoğunlukla glukoz temelli bir diyetle piliçler 1 dk.’da ölürken nişasta diyeti
ile 1 saat sonrasına kadar AÖS hamlesi gerçekleşmemiştir. Bu değerlere kıyasla yüksek yağ
diyeti ile beslenen piliçler laktik asit verilmesinden en az 2 saat sonrasına kadar AÖS
belirtileri göstermemiştir. AÖS hamlesinin hızlı olduğu glukozla beslenen piliçlerde en düşük
plazma laktik asit değerlerinin gözlenmiş olması ilginçtir(aşağıdaki tabloda). Bu, glukozla
beslenen bu piliçlerde laktatın kandan daha hızlı alımıyla ilişkili olabilir.
Kan Laktatı (mg/ml)
Plazma laktatı ve diyet bileşimi
Diyetin temel enerji kaynağı
Glukoz
Nişasta
0.16
0.57
Yağ
0.56
Toz yemle beslenen piliçlerin peletlenmiş diyetle beslenenlerle kıyaslandığında kursaklarında
daha fazla laktik asit ürettikleri bilinmektedir ve bu yüzden, eğer laktat seviyeleri AÖS’de
öncelikli öneme sahip ise peletlenmiş yemler daha avantajlı olmalıdır. Ancak bu ilişki basitçe
peletlenmiş yemlerin daha hızlı büyüme oranı ile ve bu yüzden daha yüksek AÖS oranı ile
sonuçlanmasına bağlı olmasına rağmen; diyetlerin peletlenmesinin AÖS’nin nedenlerinden
olduğu ileri sürülmektedir. Bu , asites oranının yüksek diyet tuz seviyelerine bağlı olarak
artmasının dolaylı sonucu olabilecekken , yüksek diyet tuz seviyeleri de AÖS ile
22
ilişkilendirilmiştir. Metabolizmadaki bazı değişikliklerin ve kısmen asit-baz dengesinin bir
sonucu olarak, AÖS’nin hızlı büyüme oranı ile oluşturulduğu açıktır. AÖS büyüme oranını
düşüren beslenme ve yönetim uygulamaları ile azaltılabilir yada elimine edilebilir. Açıkçası
böyle kararlar yerel ekonomik görüşlere dayandırılmak zorundadır. Şu anda tek bir neden
olan etkene dair belirti yoktur, ve büyüme oranını azaltanların dışındaki diyet maniplasyonları
genellikle etkisizdir.
İskelet Hastalıkları
Anormal iskelet gelişimi mortalite için ve/veya ticari etlik piliçlerin değer kayıpları için ana
nedenlerden biri olmaya devam etmektedir. Kuzey Amerika da bu kayıp yıllık 30 milyon
USD bulmaktadır. İskelet kondisyonları üzerine çok sayıda çalışma olduğundan aetiology’nin
kompleks olduğu ve tek bir etkenle ilişkili olmadığı açıktır. Et tipi piliçlerde en sık görülen
iskelet anormallikleri tibial dischondroplasia (TD) ve saha raşitizmidir. Bacak problemlerinin
yumurtacı tavuklara göre broilerlerde ve hindilerde daha yaygın olduğu gerçeği sonuç yaratan
etkenler olarak büyüme oranı ve/veya vücut ağırlığını etkilemektedir. Bu temelde bacak
problemlerini etkileyen genel beslenme etkenleri ile ilgili çok sayıda raporla yüz yüze
kalınmaktadır. Örneğin broilerlerde büyümenin ilk haftalarında enerji sınırlandırmasının
bacak problemlerini yarı yarıya azalttığı, azalan protein alımının daha az bacak anomalilerine
yol açtığı ileri sürülmektedir. Benzer olarak yemleme boşluğuna erişimin sınırlandırılması da
daha az bacak bozukluklarına neden oluyor gibi gözükmektedir. Ancak en son açıklamalar
vücut ağırlığının kendi başına bacak problemleri eğilimine neden olan ana etken olmadığını
ileri sürmektedir.
Broiler piliçlerin ve tavukların kesim ağırlıkları üzerine yapılan deneylerden bacak
anormalliklerinin şiddetinin vücut ağırlığından bağımsız olduğu ve düzenli iskelet
gelişiminin, normal vücut ağırlığından çok daha fazla yükün desteklenmesine yeterli olduğu
sonucuna varılmıştır.
İyonofor koksidiostatlar kullanıldığında daha yüksek bacak problemleri insidensi kaydettik ve
keza diğerleri istemeyerek iyonoforla beslenen hindilerde şiddetli bacak problemlerine işaret
etmiştir. Ancak non-iyonofor tedavilerle beslenen broyler sürülerinde de sıklıkla bacak
problemleri görüldüğü açıktır ve bu nedenle bu bileşimlerin etkileri kompleks karşıtlıların
parçası ve belli yönetim kriterleri ile hızlandırılıyor olabilir. TD’nin ve diğer iskelet
anormalliklerinin broyler damızlıklarında seyrek görülmesi ilginçtir. Bu gerçek en sık
sınırlandırılmış besleme ve büyüme oranı ile birlikte tartışılmaktadır. Broyler tipi diyetlerle ad
libitum beslenen ve broyler tipi sürü yoğunluğunda barındırılan Bryoler damızlıklarında
yüksek bir bacak problemi insidensi görülmüştür. Bu, programları broyler pazar ağırlığı ve
buna bağlı broyler tipi büyüme koşulları seçimleri içeren ve sonra müteakiben seçilen
hayvanlardan yeterli üreme bekleyen şirketler için önemlidir.
İskelet gelişimine genetiğin şaşırtıcı etkisine ek olarak, cinsiyet farklılığına dair belirtiler de
vardır. İkinci sorunu çözmeye çalışırken araştırmacılar kastre edilmiş hindilerin,
edilmemişlere ve testesteron uygulananlara göre daha yüksek bacak anormallikleri insidensi
olduğunu göstermiştir. Androjenlerin uzun kemiklerin epifizini ve gövdesini zayıflattığı öne
sürülmektedir. Androjen/östrojen dengesine bağlı olarak iskelet gelişiminin hormonal
kontrolünde önemli cinsiyet farkları olmalıdır. Ancak androjen/östrojenlerin günümüzün
görece olarak genç broylerlerinin iskelet gelişimine etkisi, tibiotarsal uzunluktaki cinsiyet
23
farkının 5 haftalık yaştan sonra ölçülebileceği gerçeğine göre belki sorgulanabilir. İzleyen
genel alanlar iskelet gelişimi ile ilişkili olarak düşünülmüştür.
i)Diyet proteini ve amino asitleri
Diyet proteinin bacak problemleri üzerine etkisinin araştırılmasına yeni ilgiler olmuştur. Daha
geleneksel bir bakış açısından, daha düşük düzeyli protein diyetlerindeki bacak problemleri
baştaki büyüme oranının azalmasına bağlanmaktadır. Bununla birlikte verilerimiz günümüzde
bacak problemlerinin daha karmaşık durumlarla ilişkili olduğunu ve böyle karşılıklı ilişkilerin
bu duruma karışabileceğini öne sürmektedir. Bu bağlamda, adrenlerin boyutundaki artışla
kanıtlanarak, aşırı proteinin “stress” oluşturduğu bilinmektedir. Proteinden zengin diyetler
folik asit metabolizmasına karışabilmekte ve böylelikle bacak problemlerinin insidensini
artırabilmektedir. Broyler ve Leghorn damızlıklarda iskelet gelişimini etkileyen faktörleri
incelerken, erken iskelet gelişiminin mineral ve vitamin tahkimatından biraz etkilenirken
baldır ve omurganın daha yüksek protein içeriğiyle (%22’ye 16 HP) besleyerek
geliştirilebileceğini gösterdik. Kemik organik yapısının gelişiminde amino asitlerin nonprotein nitrojenlere oranının önemli olabileceği de akla gelebilir. Bu fikrin kanıtı saflaştırılmış
diyet ve sentetik amino asitleri kapsayan deneylerden gelmektedir. Bu koşullar altında pilicin
optimum matris/yapı gelişiminin gereksinimi olan nitrojen gereksinimi çoğu kez görünürde
büyüme için gerekli olandan fazla olabilmektedir.
Bazen broiler damızlıklarında, ve özellikle erkeklerde, görülen eğri boyun durumu, aksayan
amino asit metabolizmasıyla da ilişkilendirilebilir. Direk olarak bir iskelet anormalitesi
olmamakla, bu durum triptofan yada niasin metabolizması ile ilgili olabilir gibi
görünmektedir. İnkubasyon sırasında, boynun bir yanında daha büyük bir kasın çekişi nedeni
ile eğri boyun durumu meydana gelmektedir, ve amnionun basıncı ile birlikte görünürdeki
iskelet bozukluğuna neden olmaktadır.
ii) Yem hammaddeleri
Bacak problemleri üzerine yemin hammadde kaynağının ve tipinin etkisi üzerine güncel bir
ilgi bulunmaktadır. Bu alandaki ilk çalışmaların çoğu, bira mayası ve bunun belli bacak
problemlerini görünür şekilde azaltma yeteneği merkezli idi. Belki de ticari açıdan daha
önemli olanlar soya fasulyesi küspesinin kaynağının TD oluşumu üzerinde belirgin etkisi
olduğu haberleri idi. Üç küspe örneği test edildiğinde, ikisinin yüksek TD insidensine yol
açtığı bildirilirken, diğer kaynaktan gelen soya küspesi ile beslenen piliçlerin çok daha düşük
bir insidens sergilediği bildirilmiştir. İlave klorit miktarını düşürmenin ve diyet kalsiyum
Soya Küspesinde Yüksek Düzeyde Kloritle Beslenmiş Genç Broylerlerde TD Sıklığı
Diyet Mineralleri(g/kg)
Ağırlık Artışı
TD %’si
(g/gün)
Klorit
Magnezyum
1.5
2.0
21
17
1.5
4.0
23
7
1.5
6.0
15
7
3.5
2.0
26
60
3.5
4.0
27
32
3.5
6.0
20
3
Lui et al. (1992) ‘dan.
24
yoğunluğunu artırmanın soya fasulyesi kaynağından bağımsız olarak, koşulları kötüleştirdiği
görülmüştür. Daha yakınlarda Lui et al. (1992) Çin’de bazı soya fasulyesi örneklerinin klorit
seviyelerinin şiddetli TD’ye neden olduğunu göstermiştir. Bu durumda, sorun diyete
magnesium eklenerek kısmen çözülmüştür ancak bu büyüme oranında(yukarıdaki tabloda
görüldüğü gibi) biraz düşüşe yol açmıştır.
Çavdarda görünene benzer bir durum, soya fasulyesi küspesinin otoklavlanmasının takip eden
bacak problemlerini azalttığı görülmüştür. Tripsin inhibitörü seviyesi ile bacak problemleri
arasında karşılıklı bir ilişki kaydedilmiştir. Soya fasulyesi kaynağı da damızlıklarda ayak
tabanı sorunlarına neden olmuştur. Çavdarla oluşan bacak problemlerinin asıl nedeni, vitamin
D3 emilimindeki zayıflama sık sık ima edilse de, tam olarak açıklanamamıştır. Diyetten
çavdarın çıkarılması sonucu kemiğin kül bileşiminde oluşan ani artış, araştırmacıların bir
metabolik antogonizmadan çok besin emilimini engelleyen bir etkenin varlığını idda
etmelerini sağlamıştır. Daha önce soya fasulyesi küspesinde tarif edildiği gibi, otoklavlamanın
faydalı etkisine ek olarak çavdarın besin değerinin su ekstraksiyonundan ve gamma
ışınlarından etkilendiği görülmüştür.
Bazı soya ve çavdar örneklerinin zararlı etkileri arasında benzerlik olabileceği gibi sorgum ve
kolza tohumu küspesi arasında da benzerlik olabilir. Çoğu sorgum ve kolza tohumunun
normal unsurları olan tanenler metal iyonları ile kompleksler oluştururlar. Diyetteki
manganez seviyesini artırmak durumu hafifletmez. Tanenlerin emilip kollajenler arasındaki
çapraz bağlanmayı engelliyor olması mümkündür. Diğer çalışmalar kolza tohumu küspesiyle
görünen etkilerin şaşırtıcı guatrojenik aktivitesine bağlı olabileceğini öne sürmektedir.
Tiyourasil eklenmesine bağlı yüksek bir perozis insidensi manganez eklenmesiyle
düzeltilmez. Etki şekli önemsenmeden, birkaç yem maddesinin bazı iskelet anormalliklerini
ağırlaştırabileceği açıktır.
iii) Mikotoksinler
Bazı mikotoksinlerle kontamine yem maddelerinin iskelet problemlerini uyarabileceği ve
kötüleştirebileceği bilinmektedir. Fusarium roseum ile kontamine yulafın TD’ye neden
olduğu gösterilmiştir. Aflatoksin ve okratoksinin her ikisi de kemik direncini düşürür ve bu
vitamin D3 metabolizmasına bağlanabilir. Bizim deneyimlerimize göre bu tür çevre
koşullarında hayvanlar yemdeki D3 seviyesi ve kaynağına aldırmaksızın içme suyu ile
uygulanan suda çözünür D3’e zaman zaman cevap verirler. Altlığın mikrobiyal
kontaminasyonunu minimize ederek bacak problemlerini azaltma girişimi çeşitli başarılar
kazanmıştır. Diyete sorbik asit eklenmesi yada altlığın potasyum sorbat ile muamele edilmesi
izole denemelerde bacak durumunun gelişmesi ile sonuçlanmıştır. Tohum ilaçlanmasında
kullanılan birkaç fungisidin kendisi de bacak problemine yol açmaktadır.
Tetrametiltiyuram’ın varlığı, tetrametiltiyuram disülfit kıkırdak damarlarının düzensiz
penetrasyonuna neden olduğundan, TD insidensini belirgin olarak artırmaktadır.
iv) Elektrolit dengesi
Asit-baz dengesini sağlamak üzere hayvanlar üç iyonla(Na+,K+ ve Cl-) ifade edilen girdi
ve/veya çıktıları düzenliyorlar gibi görünmektedir. Yüksek klorit seviyeleri TD’yi uyarır, TD
ile plazma iyonları arasında bir geçiş olmamasına rağmen, sorunun basitçe defektif
kalsifikasyona ilişkin olmadığı sonucuna varılmıştır. Çarpık bacaklılık, piliçler dar bir anyon25
katyon kapsamı olan diyetle beslendiklerinde, daha sık oluşuyor gibi gözükmektedir. Ve TD
insidensi ile eğri bacaklılık, diyetin anyon içeriği arttıkça artıyor gibi gözükmektedir. İyon
dengesi ile vitamin D3 metabolizması arasında bir ilişki olabilir. Diyetin katyon
içeriği(Na+,K+) düşük olduğunda klorit içeriğini 10’dan 40 mEq/100g’a çıkartmanın kıkırdak
anormalliklerini belirgin şekilde artırdığı bildirilmiştir. Bu şekilde atık Cl- ile piliçler
asidotikleşir; durum diyet sodyum ve potasyum karbonatları ile düzeltilebileceği halde diyette
yüksek olanın Cl- olduğu ileri sürülerek bunun Na+,K+ ‘un hazır metabolize edilebilir
formlarının equimolar yoğunlukları ile dengelenmesi gerektiği söylenmektedir. Fransız
araştırmacılar asidotik piliçlerde 1,25 kolekalsiferol’den aktif D3 metabolitleri sentezleyen
homojenatların, kapasitelerinin %50’sini kaybettiklerini göstermiştir. Bu muhtemelen asit-baz
dengesi, TD ve vitamin D3 metabolizması arasında ilişki sonucunu çıkarır.
v) Vitaminler
D3 metabolizması zayıflaması klasik olarak riketslerle ilişki içinde olsa da saha riketsleri
durumlarında daha kompleks sistemlerin karıştığını ileri sürmek için kanıtlar vardır. Belirli
zamanlarda D3 yetersizliği Ca ve P yetersizliği koşullarını taklit edicektir. Ca yetersizliği
çeken piliçler genellikle hipokalsemik ve hiperfosfatemik iken D3 yetersizliği her zaman
hipokalsemi ve hipofosfatemi ile sonuçlanır. D3 yetersiz bir piliçte bağıl olarak daha büyük bir
P yetersizliği paratiroid hormonu tarafından oluşturulacaktır. Son olarak D3 yetersiz bir piliçte
iyileşme sürecine karışan zaman düzeni araştırılmıştır. Oral doz D3 alımını izleyen 12saat
içinde uzatılmış epifiseal damarların distal bölümü ve olgunlaşan komşu kondrositler nekroze
olur. 72 saat içinde kalsifikasyona yeniden başlar ve 120 saatte nekrotik kıkırdak
uzaklaştırılmış ve normal büyüme tabakası oluşturulmuştur. Kollajen çapraz bağlarının
olgunlaşması D3’e ilişkin görünürken, kollagen sentezinde D3’ün yer aldığını öne sürmek için
yeterli kanıt vardır.
Tartışma D3 kaynaklarına ve metabolitlerine dayalı hala sürmektedir. Piliçler 1,25(OH)2-D3
aldıklarında kemik büyümesi daha büyük olmasına rağmen yüksek dozlar iskelet gelişimini
zayıflatıyor gibi gözükmektedir. Benzer olarak, 24,25(OH)2-D3 plazma Ca hemoztazını
düzeltirken kıkırdak lezyonlarını, kondrosit proliferasyonunu mineralizasyon arızası ile
uyararak, daha da kötüleştirir. Son olarak tibianın boyuna büyüme oranının ve onun Ca ile P
içeriğinde de D3’ün 1,25(OH)2-D3’ten daha etkili olduğu ve 24,25(OH)2-D3’ün orta düzeyde
olduğu öne sürülmüştür. Ancak takip eden çalışmalarda aynı araştırmacı grubu, tersine sıra ile
1,25;24,25; D3’ün kemik direncini desteklediğini ileri sürerek kemik mineralizasyonunun
mekanik özellikleri ile ilişkili olmadığı iddiasını ortaya koydu
.
Önceden bahsedildiği gibi, saha riketsleri özellikle hindi piliçlerinde sorun olmaya devam
etmektedir. Birkaç saha salgınında yapılan çalışmada, Saskatchewan Üniversitesinden
Riddell, çoğu kez koşul diyet bağlantılı gibi görünmesine rağmen, yeterli besin seviyelerine
işaret etti. Bu araştırmacı eksik yem dağıtımının erken(7gün) rikets saldırısına neden olduğu
ve genellikle suya D3 katılmasının etkili bir tedavi olduğu sonucuna varmıştır. Bu sefer
vitamin metabolizmasının bacak problemleri aetiology ile ilişkisi belirsizdir, ve genel fikir
birliği kompleks yetersizliklerin rol oynadığı yönündedir. Ayrı vitamin yetersizliklerinde
broylerlerde, belirgin olarak benzer büyük bacak problemlerini gördük. Etkilenen hayvanlar
üzerindeki ayrıntılı çalışmalarda; vitamin yetersizlikleri manganez yetersizliklerinden,
kıkırdak sıvısını daha az etkilemesine rağmen tanıda temel oluşturacak bir eğilim göremedik.
26
Çoğu vitaminlerin bacak problemleri ile ilişkisi varken belki en büyük ilgiyi pridoksin
çekmiştir. Düşük seviyelerinin iskelet anormalliklerine yol açtığı ve/veya eklenmelerinin
insidensi düşürdüğünün ileri sürülmesi için şaşırtıcı kanıtlar bulunmaktadır. Pridoksinin
faydalı etkisini çinko hemostazını sağlayarak ve kısmen, barsaklarda çinko emiliminde rol
alan, pikolinik asiti oluşturarak sarf etmektedir. Çinko, B6 ve bacak güçsüzlüğünün
engellenmesinde rol alan triptofan arasında belirgin bir sinerjizm bulunmaktadır. İleride
pridoksinin durumu folik asit için önceden tarif edildiği gibi diyet proteini etkisi üzerinden
karmaşıklaşmaktadır. Başka birçok diyet koşullarında alışıldığı gibi pridoksin eksikliği
kendisini, olgunlaşan büyüme plağını kan damarlarının düzensiz şekilde istila ettiği, epifizeal
lezyonlar olarak ortaya koymaktadır. Yüksek diyet proteini seviyeleri pridoksine
transaminasyon ve/veya deaminasyon gibi süreçlerden, oluşan metabolik gereksinimi
artırmaktadır. O yüzden, çoğu vitaminin yetersizliği broilerlerde bacak problemlerine neden
olurken bazı vitamin fazlalıklarının da zararlı olabileceğine dair veriler vardır. Diyette artık
vitamin E miktarları ile kemik oluşumu zayıflarken, vitamin A’nın diyetteki çok yüksek
düzeyleri rikets insidensini artırmaktadır. Ancak, bildirilen bu vitamin fazlalıklarının kemik
metabolizmasına etkilerinin normal besleme koşullarının çok üzerinde diyet seviyeleri ile
ilişkili olarak geliştiğinin ve dolayısıyla uygulamada alışılmadık koşullar altında
oluşabileceğinin anlatılması gerekmektedir.
vi) Mineraller
vitaminlerde olduğu gibi geniş miktarlarda mineral eksiklikleri yada fazlalıkları da kemik
gelişimini etkileyebilmektedir. Kalsiyum / fosforun anormal seviyelerinin ve/veya oranlarının
etkileri belgelenmiştir. Kalsiyum ve fosfor yetersizliklerinin tanısına ve fosfor yetersizliğine
karşı kalsiyum fazlalıklarının hızlı çiftlik teşhisleri zordur ve acil diyet değişikliği tavsiyeleri
öncelikle diyet analizlerinin tamamlanmasında yanıltıcı olabilmektedir. İki koşulda da görülen
lezyonların özdeş olmasından dolayı barsakta çözünmeyen atık kalsiyum formlarının
Ca3(PO4)2 , fosfor yetersizliğini uyardığı ileri sürülmektedir. Aşağıdaki tablo kemik külündeki
normal mineral seviyelerini göstermektedir ve bu değerlerden çok farklı değerler endişe
vericidir.
Kemik Külünün Normal Mineral İçeriği
Kalsiyum
%37
Fosfor
%18
Magnezyum
%0.6
Çinko
200 – 250 ppm
Bakır
20 ppm
Manganez
3 – 5 ppm
Demir
400 – 500 ppm
Demirle interaksiyonlarını ileri süren bazı kanıtlar durumu çetrefilleştirse de perozis insidensi
üzerinde manganez yetersizliğinin etkisi açıkça belgelenmiştir. Bir manganez ayırıcı ajan olan
hidralazin’in idaresi klasik manganez yetersizliğinde görülene çok benzer bacak kusurlarına
neden olmaktadır ve aslında bu durumlarda başarılı Mn uygulaması kaydedilmiştir.
Hidralazin kollajen sekresyonunu engeller ve bu yalnız Mn+2 değil ama Fe+2 veya Fe+2 ile
Mn+2’nin yönetimi ile onarılabilir. Ajan hidroksilizin sentezini engeller gibi ve bu mekanizma
içerisinde Fe+2 içeren bir basamak var gibi görünmektedir. TD’li hayvanlarla bakır eksikliği
olanların kıkırdakları arasındaki benzerlikler yüzünden bacak problemleri çalışmalarında
bakır metabolizmasından her zaman şüphelenilmiştir . Ancak TD’nin Cu eklemeleri ile
27
düzeltilmesine dair çabalar çeşitli düş kırıklıkları yaratmıştır. Çözünürlük çalışmaları klasik
bakır yetersizliği durumunda sıklıkla görülen TD’nin çapraz kollajen bağlarından yetersiz
olmadığına işaret etmektedir.
vii) Embriyoloji
İskelet bozukluklarının bir kısmının kuluçka sonrası birkaç günde görünmesi yüzünden
metabolik düzensizliklerin inkubasyon sırasında başlıyor olması kuvvetle muhtemeldir.
İskelet mineralizasyonu inkubasyonun 8.günü dolaylarında başlar ve bu anda yumurta sarısı
bir kalsiyum kaynağı gibi davranır. Embriyo gelişimi seyrinde embriyo kabuktan 120 mg
kalsiyum alacak olmasına rağmen, inkubasyonun 12.gününe kadar kabuk kalsiyumu
kullanılmaz. Embriyoya kalsiyumdan yetersiz bir medyum içerisinde kültür gelişimi
yapıldığında, hemen iskelette büyük anormalliklerle sonuçlanmaktadır. Damızlık yumurta
kalitesi ile yavrulardaki kemik oluşumunu birbirine bağlayan bir rapor bulunmamaktadır.
Benzer olarak damızlık beslenmesi yönetiminin embriyonun kemik gelişimine etkisi üzerine
de görece az çalışma bulunmaktadır. Dişiler %20 alkol distilasyonu kurutulmuş tahıl ile
beslendiğinde broilerlerde çarpık bacak oluşumu insidensinde belirgin bir düşüş(%17’ye %8)
bildirilmiştir. TD gibi daha yaygın bacak problemleri kuşaklara nakledildiği için küçük bazı
sorunlar vardır ve bu nedenle pedigrinin bacak sorunları üzerine çalışmalara şaşırtıcı bir etkisi
bulunmaktadır. TD ana yüksek insidensi ile bağlantılı olarak resesif cinsiyet genlerinden
biriyle ilişkilendirilmektedir. Bu durum annenin bileşenini büyütmektedir ve bu yüzden dişi
hatları büyük oranda dışavurumu etkileyecektir. Ticari broylerlerde ne zaman TD görülse dişi
ebeveyn sürülerinin çevre koşulları üzerinde düşünülmelidir.
c) Asites
Asites hızla broyler piliçlerinde mortalite/morbiditenin ana etkenlerinden biri olmaya
başlamıştır. Önceleri sadece yüksek rakımlarda görülürken şimdi asites çoğu bölgede hızlı
büyüyen hayvanlarda sorun yaratmaktadır. Asites abdomende sıvı birikimi ile karakterizedir
ve bu nedenle yaygın deyişle “sulu-karın” adını almıştır. Abdomendeki sıvı aslında
karaciğerden sızan plazmadır ve oksijen yetersizliğinin tetiklediği olayların birikiminin bir
sonucu olarak oluşmaktadır. Her ne nedenle olursa olsun dokulara daha fazla oksijen sağlama
ihtiyacı kalp atım hacminin artmasına ve sonuçta sağ ventrikülün(karıncığın) hipertrofisine
neden olmaktadır. Böyle kalp hipertrofileri kalp kapakçığının işlev bozukluğuyla eşleşince
venöz kaynakta basınç artışına neden olmakta ve böylece karaciğerde basınç artışı ile
karakteristik sıvı sızıntısına yol açmaktadır.
Oksijen talebi ile ilişkisinden dolayı asites büyüme oranı, rakım(hipoksi) ve çevre koşulları
gibi faktrörler ile etkilenir ve/veya başlatılabilir. Birkaç yıl önce bu etkenlerden hipoksi, ilk
olarak hayvanlar yüksek rakımda barındırıldığından birinci tetikleyiciydi ve erkek
broylerlerde %20-30 mortalite alışılmadık olduğundan ana problem gibi görünüyordu. Bugün
yoğun besin diyetleri ile beslenen ve hızlı büyüyen broyler hatlarında, çoğu yükseklikte ve
havanın günün en azından belirli kısmında serin/soğuk olduğu yerlerde yaygın olarak
görülmektedir. Asiteste görülen mortalite, işe karışan stress faktörlerinin sayısı ve dolayısıyla
kardiyo - pulmoner sistemin dokuları oksijenlendirme etkisi, tarafından belirlenmektedir.
Büyüme oranı oksijen talebini etkileyen ana etken olduğundan büyümenin bileşimi de
etkilidir , çünkü yağlara karşın protein metabolizmasında oksijen gereksinimi farklıdır.
28
Nitrojen ve protein metabolizması için oksijen gereksinimi yağlar için olana kıyasla daha
fazladır, ancak piliç karkasının aslında az protein yada nitrojen içerdiğini hatırlamak gerekir.
Karkas yüksek miktarda kas içerir ancak bunun %80’i sudur. Diğer yandan adipoz doku %90
yağ içerir ve bu nedenle oksijen talebine katkısı orantılı olarak fazladır. Bu yüzden piliçlerde
fazla yağlılık belirgin olarak artan oksijen gereksinimine neden olacaktır.
Çoğu durumda, çevre sıcaklığı ve ilişkili olarak oksijen/enerji talebi genellikle bir etkendir.
Asites insidensini düşürmenin en pratik yolu piliçleri “ılık” tutmaktır. Çevre sıcaklığı
değiştikçe hayvanın oksijen gereksinimi de değişir. Kuluçka dönemini takiben termo-nötral
kuşağın 20-26oC olacağı düşünülürse bu aralığın dışındaki sıcaklıklar metabolik oranda ve
dolayısıyla oksijen ihtiyacında artışa neden olacaktır. Düşük çevre sıcaklıkları, yem
tüketiminde bir artış ile büyüme oranında küçük bir düşüş bunlara eşlik ettiği için en
sorunlularıdır. Yüksek sıcaklıklarda serinlemek vb. için artan oksijen talebi oluşurken buna
genellikle düşen büyüme oranı ve bu nedenle kapsamlı olarak düşen oksijen talebi eşlik eder.
Ticari çiftlik koşullarına, asiteste payı olan ana nedeni muhtemelen soğuk çevre koşullarıdır.
Örneğin 26oC’a karşılık 10oC’da hayvanın oksijen gereksinimi neredeyse ikiye katlanır.
Oksijen ihtiyacında, artan miktarda yem tüketimini metabolize etmek için ikiye katlanan, bu
dramatik artış sıklıkla asitese yol açar. Ticari koşullarda yüksek rakımlardaki hayvanların
sıklıkla serin yada soğuk gece sıcaklıklarına maruz kaldıkları ayrıntısı ilginçtir.
Diyet bileşiminin maniplasyonu ve/veya yem tahsisatı sisteminin asites insidensi üzerine
büyük bir etkisi olabilir. Çoğu kez, besleme programındaki bu tür değişiklikler büyüme oranı
üzerindeki etkileri ile asitesi etkilerler. Ancak elektrolit ve su dengesini etkileyen besin
düzeyleri, özellikle sodyum, hakkında da endişeler bulunmaktadır. Broylerleri yüksek
düzeyde tuz ile besleme(%0.5 üzeri), asites her zaman geniş dağılımda tuz içeriğinde
diyetlerde oluşmasına rağmen, artan miktarda su tutulmasına neden olur.
Asites zayıf kaburga yapısından ötürü, sekonder olarak riketse neden olabilir. Julian et al.
(1986) tahmin edildiği gibi fosfordan çok fakir diyetlerle beslenen broylerlerde rikets
geliştiğini ama bu hayvanların solunum hızlarının da arttığını, arterial CO2 ‘nin artıp O2’nin
azaldığını gözlemlemiştir. Hayvanların büyük kısmı kardiyo-pulmoner anormalliklerin
ibarelerini göstermiş ve bazıları hipoksiden bazıları da ,klinik asites bulguları olsun olmasın,
RV(sağ karıncık) iflasından ölmüştür. RV hipertrofisinin; kendisi kaburgaların zayıflığına
bağlı olarak gelişen, anormal solumadan kaynaklanan; hipoksiden dolayı artan, pulmoner
arter hipertansiyonuna cevaben geliştiği öne sürülmüştür.
Açık besin yetersizliklerinden yada sodyum durumunda olduğu gibi fazlalıklarından ayrı
olarak, besleme programının asitesi etkileyen ana ilişkisi besin yoğunluğu ve yem kısıtlaması
etrafında dönmektedir. Yüksek yoğunlukta diyetler kullanıldığında özellikle bunlar
peletlendiğinde asites daha yaygındır. Dale ve Villacres (1988) asitesi uyarmak için, büyüme
hızını artırmak üzere tasarlanmış yüksek yoğunlukta yemlerle, hayvanları beslemişler. 28502950 kcal ME/kg ‘la beslenenlerden 3000-3100kcal ME/kg yemle beslenenler iki katı asites
insidensine sahip olmalarına rağmen, 14.gün vücut ağırlıkları ve asites eğilimleri arasında bir
korrelasyon bulunmamıştır. Bu çalışmada yüksek enerjili diyetler eklenen yağ miktarını
artırarak üretilmiştir. Önceki raporlarında Dale ve Villacres (1986) yem değişikliğinin asitesi
tetiklediği kavramını savunmuşlardı ama bu durum tek tip yemle beslenen programlarda da
görülmüştür. Çeşitli besin yoğunluklarında ve yağ içeriğinde diyetler hazırlanırken büyüme
29
oranı ve asites arasında açık bir korrelasyon görülmüştür(aşağıda tablodaki gibi). En yüksek
asites insidensi diyetin enerji:protein yada yağ içeriğinden bağımsız olarak en yüksek enerji
seviyesi ile beslendiğinde ortaya çıkmıştır. Aşağıda tablodaki veriler eklenen yağın küçük
etkisini ve her enerji:protein sırası kullanılmasına rağmen en büyük asites insidensinin en
hızlı büyüyen hayvanlarda olduğunu göstermektedir.
Asites İnsidensi Üzerine Besin Yoğunluğunun ve Diyet Bileşiminin Etkisi
Diyet ME
%Ham Protein
ME/HP
Diyet Yağı
49gün Canlı Ağırlık
Asites Mortalitesi %
2950
23
128
0
1800
8.8
2950
23
128
4
1820
8.7
3100
24
128
4
1830
15.8
2950
21
140
0
1810
9.0
2950
21
140
4
1810
8.5
3100
22
140
4
1860
12.0
Dale ve Villacres (1986)’dan.
Besleme programı,besin yoğunluğu ve büyüme oranı çok yakından asitesin şiddetinin
şekillenmesine neden oldukları için aynı şekilde yem kısıtlamasının muhtemel avantajları
üzerine tartışılmaktadır. Arce et al.(1992) çeşitli yem kısıtlama programlarına hayvanların
cevaplarını kaydetmek için bir bizi ilginç çalışma yaptı. Bu yazarlar tarafından işaret edildiği
gibi böyle programların faydası asites insidensini üretim ekonomisini ters etkilemeden
azaltmalarıdır. Yem kısıtlama programlarının kesim ağırlığını bir derece etkileyeceği
zannedilmektedir ve açıkça yem sınırlandırmanın derecesi ile ticari olarak kabul edilebilir
büyüme karakteristikleri arasında bir denge vardır. Arce et al.(1992) Meksika’da 1940m yada
2500m rakımdaki çalışmaları birleştirmiştir. Hayvanlar ya gün aşırı besleme şablonu ile 7-28
gün arası değişen periyotlarda besleniyor yada günde sadece 8saat yemliklere geçmelerine
izin veriliyordu(7am – 3 pm). Bütün çalışmalarda tam beslenen kontrol grubu en çok ağırlık
kazandı ve en yüksek asites mortalitesini sergilediler(%8-15’e karşı %40). Sanıldığı gibi
vücut ağırlığında daha büyük bir kayıp olmasıyla beraber gün aşırı Besleme programında
asiteste daha büyük bir düşüş elde edildi. Yeme ulaşımın günde 8 saat ile sınırlandırılmasıyla
asites mortalitesi büyük oranda düşürülmüştür ve bu özellikle elle beslemenin yapıldığı ve
yemliklerin kolayca kaldırılabildiği yerlerde çok pratik bir yöntem gibi görünmektedir.
Mekanik yemliklerle yeme ulaşım süresinin kısıtlanması daha karmaşıktır ve pratik bir çözüm
olmayabilir. Asites mortalitesi yem tüketimini azaltarak düşürülüyor gibi görünürken
kısıtlama programının süresine bağlı olarak kesim ağırlığında 100 – 200 gr düşüş olacaktır.
Çoğu ticari yetiştirmelerde bu 50 – 56 gün pazar ağırlığına 2 – 3 gün gecikme ile ulaşılması
anlamına gelmektedir.
Satış yaşında 2 – 3 günlük bir gecikme kulağa asiteste önemli bir düşüş için gözden
çıkarılabilecek bir şey gibi gelebilir. Ancak böyle programların gerçek maliyetinin
tanımlanması için dikkatli ekonomik analizler yapılmalıdır. Örneğin 100.000’lik bir erkek
broyler sürüsünün satış gününün 1 gün geciktiğini ve sonra mortaliteden kurtaracaklarımız
için bütün sürünün ekstra yem masrafına ne kadar ödememiz gerektiğini düşünün.
- 100.000 broylerin 1 gün gecikmesinin ekstra yem masrafı
≅100g/piliç = 10 ton @ 250 USD/t = 2500 USD
- Asitesli piliçlerin yiyeceği yem ve ölen piliç fiyatına ilişkin %1 mortalite maliyeti
1.000 piliç @ 25c
= 250 USD
1.000 piliç ölümü,ort. 3kg yem tüketimi = 750 USD
⇒TOPLAM 1.000 USD
30
Bu yüzden bu basit örnekte bütün sürünün bir gün gecikmesinin ekstra maliyetini karşılaması
için mortalitede en az %2.5’lik düşüş olması gerektiği görülmüştür.
Asites üzerine besleme programını dikkate alındığında diğer bir endişe konusu da protein
kaynağının dengesi ve kalitesidir. Ham proteinin amino asit kaynağı gibi sunulduğu ve bu
hayvanların nitrojene minimum ihtiyaç duydukları çok iyi bilinmektedir. Artık nitrojen
vücuttan atılmalıdır ve bu enerji(oksijen) gerektiren bir süreçtir. Diyette esansiyel amino
asitleri sağlayarak ham protein miktarını minimize etme yoluyla oksijen gereksinimini
azaltma potansiyeli vardır. Aynı düzeyde yararlanılabilir amino asit sunan ama biri %20
diğeri %24 HP içeren iki diyet olduğunu varsayarsak yüksek HP içeren diyette deamine
etmek için %4 daha fazla HP olacaktır. Eğer hayvanlar 130g/gün yem tüketirse bu
katabolizma için ekstra 5g/gün protein demektir. Böyle bir protein katabolizması ürik asit ve
yağ sentezi ile sonuçlanacaktır ve bunlar için sırasıyla 2 ve 1 litre oksijene ihtiyaç duyulacağı
hesaplanmıştır. Bu yüzden günlük ekstra 5g HP katabolizması hergün oksijen gereksiniminde
3 litre bir artış olacağı, ki bu hayvanın toplam gereksiniminin %8 artması demektir, anlamına
gelmektedir. HP’i minimize etmek için bir teşvik vardır çünkü katabolizması hayvanın
oksijen talebi üzerinde sadece yeni stressler oluşturmaktadır.
Eğer asites mortalitesi yeterince yüksek ise izleyen diyet değişiklikleri üzerine düşünülebilir
-
Hayat döngüsü boyunca düşük enerji seviyesi:
Başlangıç 2850 kcal ME/kg
Büyütme 2950 kcal ME/kg
Bitiş
3100 kcal ME/kg
-
Peletten ziyade toz yem kullanın. Çok ince toz yem kullanmayın çünkü bu yem
atımını artırır ve broyler düzeyinde toza neden olur.
-
7-20 gün arası gün aşırı beslemeyi düşünün. Asites seviyelerinin çok yüksek olduğu
yerlerde daha uzun sınırlandırma dönemleri gerekebilir. Bu sistemle su idaresi daha
fazla önem kazanmaktadır.
-
Hayvanların her gün yeme 8-10 saat ulaşabildiği zaman sınırlandırmalı beslemeyi
düşünün. Islak altlığın engellenmesi için su idaresine ekstra dikkat gerekir.
-
Yemin toksin kontaminasyonunu minimize edin.
-
Diyetin sodyum seviyesini %0.20 ile sınırlandırın
31

Benzer belgeler