Makalenin Devamı İçin Tıklayınız

Transkript

Makalenin Devamı İçin Tıklayınız
Dinî Gruplararası Önyargıların Azaltılmasında Din Eğitiminin Yeri
Giriş
Toplumsal grupları ve toplumu meydana getiren bireyler, bazı istisnalar dışında1 aynı zamanda belli bir
inancın mensupları ve çeşitli dinî grupların üyeleri olabilmektedir. Günümüzde modernleşme, şehirleşme ve
sekülerleşme süreçleri, bir yandan farklı dini kimliğe mensup bireyleri "bir arada yaşama imkânları" aramaya
iterken, diğer taraftan da ön yargıların hızla ilerleyerek ciddi sorunların oluşmasına neden olabilmektedir. Gerek
tarihsel süreçte gerekse günümüzde üst dini kimlik bağlamında Müslüman - Gayr-i Müslim, alt dini kimlik
bağlamında ise Sünni - Alevi - Şii, cemaate ait olma kimliği altında da Nurcu - Fethullahçı - Süleymancı vb.
gruplar arası ilişkilerin biçimlenmesinde ön yargılar inkâr edilemez bir etkiye sahiptir.
Tabiri caizse tabiatı gereği hemen her insanın, sahip olduğu değerlerin 2 başkalarınkinden daha üstün
olduğunu iddia etmesi her zaman etkindir. Bu da insanları kendi özgüveninin arttırılması için kendilerini bir şekilde
aidiyet boyutunu taşıyan kategorilere hapsetmesine neden olur. Realite kapsamında somutlaşan bu durum,
safiyetini herkese kabul ettiren ilk metinlere rağmen, dinlerin hepsinde yorum farklılaşmalarının ortaya çıkışının
önlenemeyişinden olabilmektedir. İmam Maturidi'nin açıklamasına göre: herkesin kendi dininin, imanının ya da
mezhebinin en doğrusu olduğunu iddia etmesi şeklindeki tutumları, insanların çok eskiden beri bilinen psikolojik
bir zaafı ve değişmez huyudur (Özdemir, 2006). Burada herkesin kendi imanının doğru olduğu konusunda ısrarcı
olması ancak sorunları oluşturmaktadır. Oysa bunun yerine sürekli bir arayış içerisinde bulunması ve bu yolda
hakikate ulaşıncaya kadar yürümesi problemleri çözmekte yararlı olabilir. Ancak ne yazık ki insanoğlu sürekli
arayış içerisinde bulunmanın yerine körü körüne bağlanmayı tercih etmektedir.
Her ne şekilde olursa olsun, insanlar arasında olduğu kadar belli bir din altında şekillenen cemaatler
arasında da ayrımcılığın sürdürüldüğü ortadadır. Böylesi ayrımcılık dini çeşitliliğin anahtar kavramlarının 3
etrafında gelişmektedir. Öyle ki, dini mutlaklılık, tekelcilik, dışlayıcılık gibi sınıflandırmalar teşvik
edilebilmektedir. Bu sınıflama türleri, katı, ılımlı ve kapsayıcı şeklinde de analiz edilebilir. Dini cemaatleşmenin
toplumda kendini açıkça gösterdiği husus "kalıplaşmış önyargılar"dır. Onun için, ilk olarak dini cemaatlerin ortaya
çıkışı; mensubiyet çemberin altında oluşan önyargıların oluşum ve değişim süreçlerinin; tarihten günümüze kadar
yaşanılmış olayların ötekileştirme ile ilgisinin, tanımlanması gerekmektedir. Sonrasında ise görünen ve pratikte
karşılaştığımız sorunların çözüm yolları aranmaya çalışılacaktır.
Bu noktada: Dinî gruplar arası önyargıların olumsuz etkilerinin azaltılmasında din eğitimi nasıl bir görev
üstlenmeli? sorusunun önemi ortaya çıkar. İşte burada dini gruplar arası mevcut dışlayıcı, ötekileştirici ve ön
yargılı tutumların patolojik bir hale dönüşmemesi noktasında din eğitimi dersinden destek alınıp alınmayacağı
tartışılacaktır (Yapıcı, 2004). Görünen o ki sorunların çözülmesinde Din Eğitiminden mutlaka destek alınması
gerekmektedir. Fakat hangi yol ile nasıl ve ne şekilde olması gerektiği teorik olarak tartışıldıktan sonra, bunun
1
Bu gruba akıl hastaları ve dini kutsallığın olmadığını ileri süren bireyler girebilir.
Burada insanlar kendilerini aldatmak pahasına da olsa sahip olduğu değerleri sonuna kadar savunmaya
kararlıdır.
3 Biz ve onlar şeklinde tanımlardan bahsedilmektedir.
2
pratiğe dökülerek uygulanması konusu detaylıca işlenmelidir. Öncelikle dini grupların açıklaması ve önyargının
tanımlanması gerekmekte, ardından da bu sorun üzerinde din eğitimi bilim dalının yapabilecekleri belirtilmelidir.
Dini Gruplar ve Onların Açıklanmasındaki Yaklaşımlar
Dini gruplar, hemen hemen her zaman dinin daha yoğun bir yaşantısının ifadesidir. Buna göre dinî
gruplar, inanılan din yaşanırken her ne kadar farklı yorumlar ortaya çıkarsa çıksın, ortak ve kabul edilir görülen
"bütünüyle dinin savunulması" fikri altında toplanırlar. Gruba üye olan her birey bir yandan ibadet etme, Yüce
varlığa yaklaşma tecrübesi vb. kanaatle yaşarken, diğer yandan da teselli, güç ve cesaret kazanmaktadır (Cezayirli,
1997). Bu yüzden üyeler kendisini gruptan soyut göremez. İçinde bulunduğu gruptan ayrı kalmak istemeyişi de o
grubun sayesinde kazandığı güven duygusunu kaybetmek istemeyişindendir. Bir arada bulunma, yaşama ve
paylaşma elbette ki güzel ve iyidir. Ancak sadece kendisini gerçekçi kabul edip, kendinden olmayanlarla ilişkisi
içinde ikiyüzlülüğe başvurması, tâbi olduğu cemaatin amacına olduğu kadar evrensel dinlerin hükümlerine de ters
düşmektedir.
Peki insanlar dini gruba üye olmadan dinlerini yaşayamazlar mı? Sınırlıların belli edilmesi insanın
özgürlüğünü kısıtlamaz mı? Neden hep bir gruba veya cemaate üye olma arzusu vardır? Bu soruların cevabı belki
şu şekilde verilebilir: Dini grupların toplumla ilişkilerinde önemli bir etken grubun içinde bulunduğu toplumun
durumudur. Toplumda eskiden beri kabul edile gelen değerler değişime uğradığında4 fertler, onları buhrandan
kurtarmak için sığınak ararlar. Dinin özelliğinden kaynaklanan ve dini cemaatler tarafından uygulanan sarıcı,
teselli edici ve idealleri hedef gösterici olma duygusu, ferde sığınak teşkil eder. Dinlerin yorumları çok çeşitli
boyuttadır. Bu durumda fert bütün yorumları birden kabul etmeyip, kendine yakın hissettiği görüşü seçerler. Onun
içindir kendini mutlaka bir dini grubun şemsiye altında görmek ister (Cezayirli, 1997). Görülüyor ki insanı seçici
davranmaya iten dini yorumlardır. Böyle olması belli yere kadar doğrudur. Belki birey mensup olduğu dini grubun
gerçeklerini diğerine göre kıyaslayarak ortaya koymaktadır ki bu eyleme öncülük eden de dini grubun
yönetmeliğidir. Ancak sadece kendi görüşlerinin doğruluğunda ısrarcı davranması doğru değildir. Her ne kadar
kendini haklı görürse görsün, diğerinin görüşünü silip atması doğru değildir. Dini grubun oluşmasında var olan
tabii grubun içindeki dinin veya yeni bir din yorumunun yerleşmesi önemli yer taşır. Demek ki, o dini grubu ve
üyelerini yakından etkilemekte olan yorumların gözden geçirilmesi, araştırılması gerekmektedir. Her dini grup
inanç sistemini açıklarken nedenlerini, nasıllarını ve ne şekilde uygulanması gerektiğini mutlaka açıklığa
kavuşturmalıdır.
Yukarıdaki görüş, dini grupların doğal ve sırf dinden doğan şeklinde varlığını sürdürdüğünü bir nevi
ortaya koymaktadır. Buna göre doğal olan dini grup, aile ve kabile gibi kan bağına dayalı ortaya çıkmasıyla ilgilidir
(Çelik, 2011). Kabilede mekanik dayanışma ağır basar ve herkesin bilincinde yoğunluk olarak bütünün paylaştığı
ortak duygular vardır. Burada doğrudan dini sebeplerle bir araya geliş ve gruplaşma yoktur. Üyeler arasında zaten
var olan grup bağının din aracılığı ile bir anlamda güçlenmesi söz konusudur. Böylece din, grubun uyumluluğunu
artırır (Cezayirli, 1997). Sırf veya dinden doğan gruplar ise, sonraki dönemlerde dinin kendisinden kaynaklanan
4
Bu noktada birey çok iyi bir şekilde analiz etmesi gerekmektedir. Yani değerlerin değişime uğranması ilk
bakışta sevilmeyecek kadar da olsa onun başka türlü değerlendirilmeye mutlaka ihtiyacı vardır. Belki değerler
günümüze uygun bir şekilde yorumlanıyordur ya da mevcut durumun daha iyi hale gelmesi için gereken
uygulamaya gidilmiştir. Oysa her zaman da bozuluyor denilmemeli...
veya dine bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Tarikatler, cemaatler, mezhepler ve kilise buna örnek olabilir (Çelik,
2011). Bu şekilde oluşan grubun ön şartı, mevcut doğal veya sonradan kurulmuş kurumların kaldırılması veya
etkisiz hale getirilmesidir. Tabii olanın sınırlarını aşan birlikteliğe ihtiyaç duyulduğundan, evlilik, aile, yurttaşlık,
arkadaşlık vb. artık yeterli olmamaktadır (Cezayirli, 1997).
Önyargıların eski ya da yeni olsun asıl sebebi cahillik değildir. Bu yüzden dini grupların karşılıklı ön yargıları ile
direkt mücadele edilmesi zordur. Dolayısıyla önyargıların olumsuz ve ayrımcılığı tetikleyen taraflarının
azaltılması gerekmektedir. Ön yargıların nasıl oluştuğu ve ne tür derecelendirmelerinin olduğu açıklanmadan da
bu gibi düşüncelerle mücadelenin sağlıklı sonuçlar veremeyeceği bellidir. Öyleyse uygulanabilir çözümlerin
üretilmesi için öncelikle ön yargıların tanımlanmasına ihtiyaç vardır.
Konu ile ilgilenen çalışmalarda, dini cemaat mensuplarının birbirleri arasında genelde olumsuz düzeyde
gelişen ilişkilerin sebebi araştırılırken, ele alınan teorik yaklaşımlar genel olarak üç başlık altında toplanır. Buna
göre:
- Bireysel yaklaşımlar;
- Grup içi ve gruplar arası ilişkileri inceleyen yaklaşımlar;
- Sosyo-kognitif değerlendirmeler.
İlk perspektife göre - ele alınan araştırmalar, bireyde önyargıların nasıl oluştuğuna ilişkin sosyal öğrenme
sürecine ve bireyin yetiştirilmiş olduğu toplumda yaygınlaştırılmış önyargıları kabullenmesinde etkili durumlara
odaklanır. Bu bağlamda engellenme-saldırganlık, yetkici kişilik ve dogmatik zihinsel yapı kuramları da
değerlendirilebilir. Bunların ortak görüşü: bireyin ötekiye karşı ön yargıları çocukluk döneminde yaşadıkları
engellenme, ebeveynleri ile yaşadıkları benliklerini örseleyen ilişkiler ve zihinsel açıdan kapalı ve katı bir görüntü
arz etmeleri ile doğruda ilişkili olduğudur (Yapıcı, 2004). Fakat bu durum dini cemaate üye olan birey için tıpa tıp
uyuşmakta denilmeyebilir. Bazı konularda cemaat tarafından eskiden beri bastırılmış veya izin verilmemiş ya da
kazanılmamış duygulara yol açıldığı ancak söylenebilir.
İkinci görüş, bireyselci yaklaşımları yetersiz gördüğü için konuyu grup düzeyinde çözümlemeye çalışır.
Esas olarak grupların sınırlı kaynaklara ulaşmada gösterdikleri rekabet esnasında ilişkilerin çatışmaya döndüğü
kanısı vardır. Ek olarak da motivasyonel faktörler ön plana çıkartılarak bireyin gruba aidiyetini koruma dikkate
alınır. Buna göre her bireyin çevresini sosyal bir kategarizasyona tabii tutarak biz ve onlar şeklinde ikiye ayırdığı
söz konusudur. Bu duygunun ise bireye olumlu ve saygın bir özsaygı sağlamaya hizmet eden öteki gruplarla
yapılan sosyal kıyaslamalarla şekillendiği söylenir (Yapıcı, 2004).
Yukarıdaki tanımlamalardan önyargıların şu şekilde kazanıldığı kestirilebilir. Aynı coğrafyayı
paylaşmalarına rağmen; siyasal, sosyal ve ekonomik imkanların diğerinden daha iyisini kullanmak için rekabete
girme eğilimi vücut bulmuştur. "Biz" kavramına yüklenen anlam esnekliği de aynı dine inanmalarına rağmen
görüşlerin farklılıklarından dolayı ötekinden üstün olduğunu kanıtlamaya çaba sarf etmesi doğmuştur. Dini cemaat
üyelerinin birbiri ile ilişki kurduklarında gerçekten de böyle tavır sergileyip sergilemediği elbette ki tartışılır.
Ancak konuyla ilgili Hz. Peygamberin, Kur'an-ı Kerim'in ışığında beyazın siyahtan üstünlüğünün olmadığı,
üstünlük varsa ancak takvada olduğuna işaret etmesi 5 tartışılmaz doğrudur. Örnek alacağımız önder insan ve aynı
zamanda alemlere rahmet olarak gönderilen 6 peygamberimizi izlemek nimeti varken gene de ayrımcılığa
başvuruluyorsa o zaman cemaatin İslam dinine hizmet etme kabiliyeti şuursuzca gerçekleşmektedir denilebilir.
Sosyo-kognitif değerlendirmeler teorisinde de bireylerin grup aidiyetleri ön plana çıkartılır. Ancak burada
asıl olan sosyal içerikli malumatın bireysel zihinsel süreçlerle nasıl işlendiği ve daha sonra bu bilginin nasıl yargı
ve davranışa dönüştüğü meselesidir (Yapıcı, 2004). Buradan dini cemaatlerdeki ön yargıların, onlara sunulan dini
ve dünyevi görüşlerden kaynaklandığı ortaya çıkar. Yani bir grup üyesi ötekini ancak kendi grubuna ait görüşler
çerçevesinde değerlendirebilir. Çevresinde ne tür kötülük, ahlaksızlık veya bozgunculuk varsa dışa kolay vurmazsa
bile "bu iş kesin ötekinin yaptığıdır..." diyebilir. Çünkü bazı durumlar hariç bizim yaptığımızı başkaları yapmaz
telkini gizlice yerleştirilir. Çoğu zaman da üst tabakadan gelen talimatlar taraftarlarca tartışılmaksızın,
düşünülmeksizin ve karşı çıkılmaksızın yapılmaya mecbur hale gelmiştir.
Gruplararası Dinî Dışlayıcılık
Hangi dinî görüşün daha gerçekçi ve daha doğru olduğunun tespit edilmesi ile söz konusu sorunun
çözüleceği şeklindeki bir yaklaşım, yanıltıcı görünmektedir. Çünkü başta din olmak üzere dini görüş, dini grup ve
belli bir dini gruba göre yaşam sergileyişin, çoğu kez geleneksel ve kültürel faktörlerle bağlı olarak gerçekleştiği
görülmektedir. İslam mezhepleri tarihine kısa bir göz atıldığında, sadece belli mezheplerin kendileri dışındaki
değerlerini değil bizzat kendi içinden olup da farklı düşünenleri de dışladığı tespit edilmektedir. Burada ekollerin
veya kendisini hak yol üzerinde görenlerin iki temel hareket noktası vardır. Birincisi, karşı tarafın kendisine
muhalif olan herhangi bir görüşünden dolayı hak yoldan saptığı inancıdır. Diğeri de, sadece bu fırkanın kurtuluşa
ereceği iddiasıyla ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.s)'den nakledilen meşhur 73 fırka hadisidir. Oysa bu hadisi
çoğunluk mütevatir olmayıp, doğruluğunda şüphe vardır demektedir (Özdemir, 2006).
İslam inanç ve düşünce tarihinde dinde dışlayıcılık konusunda zirveye yerleştirebilecek ekol, Hariciler
olarak gösterilir. Günümüze kadar temselcilerinin neredeyse kalmadığı bu grup, Allah'ın dışında herhangi bir
kimseye hüküm yetkisi veren herkesi derhal kafir olarak ilan etmiş ve onlara karşı savaş açmıştır. Dinî dışlayıcılığa
örnek olarak gösterebilecek bir diğer grup da, İslam rasyonalistleri olarak bilinen Mu'tezile içerisinde yer alır.
Mu'tezile'nin Bağdat ve Basra ekolleri arasında sayıları bini aşan pek çok meselede derin ihtilafların bulunduğunu
ve bunlardan bazıları yüzünden birbirlerini tekfir ettikleri kaydedilmektedir. Zamanla siyasal ve kültürel atmosfer
öylesine değişmiştir ki, artık pek çok kimse meseleye kurtuluşun asgari şartları ya da İslam ümmetini birleştirecek
asgari müşterekler nelerdir sorusunu sormaya ihtiyaç bile duymamıştır. Tam aksine, adeta kafir kimdir sorusuna
verilebilecek cevabın peşine düşmüştür. Dolayısıyla doğrudan asılla ilgili olmayan mesele, iman açısından son
derece önem kazanmıştır. Böylece İslam toplumunun dışında kalma gibi neden olarak görülmeye başlamıştır
(Özdemir, 2006).
Bu noktada kendi yaşadığım ve pratikte gördüğüm örneklemenin verilmesi isabetli olacaktır. Yüksek
lisans tez araştırması için Kırgızistan'ın Bişkek şehrinde bulunduğum zaman kısa süreliğine gençlerin kaldığı evde
misafir olarak yaşadım. Kendilerini açık bir şekilde belli etmeyen fakat faaliyetleri Nur cemaatine yakın olan grup
5
6
Hucurat süresi, 13.
Enbiya süresi, 21.
idi. İlk önce kendimi ilahiyatçı biri olarak tanıtmaktan çekindim. Daha önceden araştırdığım bilgilere göre, Nur
cemaatinin "kendinden olmayanlar" şeklinde tanımladığı dini bilgisi olanları aralarına kolay kolay almadıkları
ortaya konulmuştu. O yüzden sabrımı denemek istedim ve din hakkında rastgele bilgilerden okuyarak öğrendiğimi
söyledim. Ancak bu şekilde onların arasında uzun süre kalamayacağımın farkında idim. Benimle ilgili
araştıracaklarından da emindim. Buna rağmen onları daha iyi tanımak adına yalancılığa başvurmak zorunda
kaldım.
Uygulama olarak ilk önce eve misafirler çağırılır, gelenlerin durum tespiti kabaca yapılır. Sonrasında
seviyelere göre sınıflamaya gidilir. Dinle bilgisi olan ve olmayanlar olarak taksim edilerek işe girişilen süreç daha
sonra maddi açıdan durum tespitine dönüşür. Böylece elinde imkânı olmayan ve dinden haberi pek olmayanlar,
dinden haberi olup da maddi durumu elverişli olmayanlar şeklinde ayrılır. Maddi imkânı olanlar da bu şekilde
sınıflandırılır. En sonunda ilgili hocalara (bu hoca kısmı her yaştan olabilir, ancak konuşma sanatını en iyi şekilde
yapan biri olmalı, her halde özel eğitimden de geçiriliyor) gönderilir. Denilir ki, "bundan sonra sizinle bu hocamız
ilgilenecek". Yemek eşliğinde biraz sohbet yapılır ve herkes Allah'ın yolunda hizmet edilmeye davet edilir.
İlk başta bunların yaptığı çok hoşuma gitti. O yüzden kendimi tanıtmak zorunda kaldım. Yalan söylediğim
için de beni doğru anlamalarını istedim. Durum bundan sonra değişti, resmen hiyerarşik tabloda önüme sürüldü
ve beni üzmeden, kırmadan aralarından çıkarttılar. Anlayamadığım tek husus şu idi: madem Müslümanlar Allah'ın
yolunda ve Hz. Peygamber'in sünnetinde birleşmesi gerekiyor ise, neden acaba kendileri gibi düşünmeyen ancak
dini eğitimi olanlar ile iş birliği içerisinde bulunmaktan korkuyorlar? Daha sonra edindiğim bilgiler şaşırtıcı geldi.
Meğerse Nur cemaati altında toplanan bu grup üyeleri, kendi aralarında da küçücük gruplara bölünmüşler. Biri
diğerini tasvip etmiyor, haklı bulmuyor ve kendisinden tamamen farklı görüyor. Durum böyle iken bana olan
davranışın anlayışla karşılanmaktan başka çare yoktu. Fakat bu durumun aşılması ve İslam ümmetinin bir araya
toplanması hususunda çalışmalara devam edilmesi mutlaka zorunludur.
Sonuç itibarı ile insanlığın tek bir dinî kalıp içerisinde yekvücut olmasının mümkün olmadığını müşahede
edebiliriz. O halde vaad edilen mutluluğun, yani cennetle mükâfatlandırılmanın asgari şartları belirlenirken beşerin
tabiat ve zaaflarının dikkate alınmasını gereği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu tür bir çalışma
içerisindeki özel kişi ya da olaylara ilişkin ifadeler üzerinde değil de herkesi kucaklayan genel ifadeler üzerinde
yoğunlaşmanın yöntemsel açıdan daha doğru olduğu kanaatindeyiz (Özdemir, 2006).
Dini Gruplararası Önyargının Çözümlenmesinde Din Eğitimi Ne Yapabilir?
Din eğitimini, bireyin fıtratında bulunan inanma duygu ve ihtiyacı çerçevesinde din olgusunu
kavramasına rehberlik etme ve kabul ettiği dinin önerdiği yaşam biçimini öğrenmesine yardımcı olma sürecidir.
Bu yaklaşıma göre iki temel görevi ortaya konmuş oluyor.
1. İnsan için fıtri bir ihtiyaç olan inanma, yüce bir varlığa bağlanma gibi özelliklerinin sonucu olarak dinin bir olgu
olarak kavranmasına rehberlik etmektedir. Bireyin dini öğrenebilmesi için dine olan ihtiyacı çerçevesinde Din
Nedir? İnsanlar Neden Dine İhtiyaç Duyarlar? İnsan için Din Ne Anlama Gelir? gibi soruları cevaplandırmaya
ve insanların bunların kavranmasına yardım etmeye çalışmaktadır.
2. Dinin ne olduğunu bilen ve bir dini kabul eden bireye öğrenmek istediği dinin nasıl bir yaşam biçimi
öngördüğünü tüm yönleri ile kavrayabilmesi için yol göstermektir (Kızılabdullah, 2008). Din Eğitimi yahut Din
Eğitimcisi yol gösteren özelliği ile yukarıda bahsi geçen sorunların çözümünde ilk başta sabırlılıkla görevine
yaklaşarak, insanlara aşağıdaki Eğitim Seçeneklerinden birinden veya hepsinden yararlanarak, hayatı daha kolay
hale getirebilme azminde olmalıdır.
1. Barış Eğitimi, sosyal adaletler ve barışın temin edildiği, toplumda huzuru sağlamaya yönelik öğrenme
yollarının ve imkanlarının bireylere sunulduğu bir bilimsel disiplindir. Barış eğitiminin amacı; sadece savaşın
olmadığı bir ortamın oluşturmasını değil, aynı zamanda kötü beslenme, aşırı yoksulluk, sosyal ve ekonomik
adaletsizlik, ayrımcılık, yapısal ya da kurumsal şiddet, sosyal baskı ve temel insan hakları ihlalleri gibi sorunlarla
mücadele etmeyi da kapsamaktadır. Bu yönüyle barış eğitimi, bütün insanların hakkı olan dünya kaynaklarından
eşit şekilde istifade etmeyi, savaşın sebepleri ve sonuçları hakkında insanları bilgilendirmeyi, kişinin komşuları
ile, farklı ırk, din ve mezhepten olan diğer insanlarla birlikte barış içerisinde yaşamasını sağlamayı amaçlayan bir
bilim dalı (Yılmaz, 2003).
2. Ahlak Eğitimi, hem bireysel hem de toplumsal yönü olan bir konudur. Buna göre ahlak eğitiminin
amacı, insanın gerek kendisinin gerekse başkalarının mutluluğuna ve mükemmelliğine yardımcı olacak şekilde
hareket eder hale getirilmesidir. Bununla birlikte olgun davranışlar konusunda alışkanlık sağlayıp, üstün ahlakı
gerçekleştirmektir. Bir ahlaki davranış, kalıcı bir davranış oluncaya ve köklü bir ahlak kuralı haline gelinceye
kadar, istikrarlı bir şekilde tekrarlanmalıdır, böylece karakter haline gelir (Zeki Aydın, 2013).
3. Mezheplerüstü Din Öğretimi, aynı dine mensup öğrencilerin din içerisindeki farklılıklar noktasında
ayrım yapılmadan aynı öğrenme ortamında dini birlikte öğrenmeleri anlayışına dayanır. Bu dersin amaç ve içeriği
mensup olunan dinin temel kaynakları merkeze alınarak derse katılan bütün öğrencileri kapsayıcı bir şekilde
belirlenmeye çalışılır. Din içerisindeki farklılıklara dayalı anlayış, yorum ve uygulama farklılıkları öğretime konu
edilmez. Temel amacı, aynı dine mensup olup farklı yorum ve uygulamaları benimseyen insanların temel
kaynaklardaki birlikteliklerini okul ortamında doğru bir şekilde öğrenmelerini gerçekleştirmektedir. Bu şekildeki
bir öğretim aracılığıyla insanların farklı yorum ve uygulamaların aynı kaynaktan çıkmış farklı anlayışlar olduğunu,
birbirlerinin alternatifi olarak değil, birer zenginlik olduğunun farkında olmaları sağlanmaya çalışılmaktadır
(Yürük, 2012).
4. Mezheplerarası Din Öğretimi, anlayışı mezheplere göre ve mezheplerüstü din öğretimi anlayışlarının
bazı noktalarda ihtiyacı karşılamadığı ve din içi farklı yorumların bilinmesi gerekliliği düşüncesi ile ortaya
atılmıştır. Temel hareket noktası, mezhepler arasındaki ortak noktalardan hareket edilmesidir. Aynı öğrenme
ortamında farklı mezhebe mensup öğrenciler, işlenen konularda kendi mezhepsel anlayışlarını ortama
taşıyacaklardır. Bu şekildeki bir öğretim, öğrencilerin sadece kendi mezheplerinin tek doğru olduğu düşüncesinden
uzaklaşarak farklılıklara saygı duyma davranışını kazanmalarına katkı sağlayabileceklerdir (Yürük, 2012).
5. Dinlerarası/Kültürlerarası/Çokkültürlü Din Öğretimi, temel amaç aynı ülkede yaşamakla birlikte farklı
dinlere mensup öğrencilerin okullarda farklı dinlerin öğrenimini görerek dinsel yönden birbirlerine
yabancılaşmalarını önlemek ve farklı dinlerdeki ortak noktaların işlenmesi suretiyle birbirlerini anlamalarına,
hissetmelerine ve farklılıklara saygı duymalarına yardımcı olmaktır. Bu modelde iki yaklaşım vardır: bir taraftan
bir dinin veya mezhebin öğretimi yapılırken diğer taraftan diğer dinleri özellikle de toplumda mevcut olan dinleri
öğretime konu yapmak şeklindeki bir uygulama benimsenebilir. Bu tür bir derste, öğrencilerin kendi din ve
mezheplerine ilişkin bilgileri birlikte konuşmalarına imkan sağlanır. Ancak böyle bir din eğitimi için öncelikle
öğrencilerin kendi dinleri ile ilgili ders almalarının gerekli olduğu ifade edilebilir. Birinci derecede önemli olan
herkesin kendi dinidir (Yürük, 2012).
Öneriler
Dinî gruplar veya cemaatler arası önyargıların tamamen aşılması gerçekten de zordur. Hele yetişkin
bireyler üzerinde uygulamaya alınması ve sonuçlar elde edilmesi hayli zordur. O yüzden işe okuldan başlanmalı
ve yeni öğrenmekte olan gençlere doğru bilgiler verilerek, sorunun çözülmesine onların da katkıda bulunmasına
olanaklar sağlamak gerekecektir. Bunun için hazırlanacak kitaplar, iman; itikat ve ahlak konularında her fırsatta
Kur’an’a referansla izah edilmeli, edep ve erkan açıklanırken Hz. Peygamber'in uygulamaları öne çıkartılmalıdır.
Okullardaki eğitimin esas amacı, uygulamadaki grupların yetenekli üyeleri olma konusunda sosyalleşme
ve bireyselleşme sürecinde gençlere yardım etmek olduğundan, bilgilerin; normların ve değerlerin iletilmesi her
zaman, öğrencilerin bunu kendi katılım unsurlarına nasıl dönüştürebilecekleri konusundaki bakış açısına ve kendi
bireysel kimliklerinin oluşum sürecine göre verilmelidir (Miedema, 2011). Din eğitiminin; inanana destek olması,
inanç arayışı içinde olanlara yardım etmesi, dine kayıtsız olanlara din olgusunun tanıtılması ve inançsız olanlara
da din konusunda sağlıklı bir bilgi ve tutumun kazandırılmasında (Doğan & Tosun, 2003) önemli yeri olduğuna
göre din eğitimi, hem bireyler arası hem de gruplararası arabuluculuk görevinde taviz vermemelidir.
KAYNAKÇA
Allport, G. W. (1954). The Nature of Predjudice. Cambridge: Addison Wesley.
Aydın, M. Z. (2013). Ailede Ahlak Eğitimi, Timaş Yayınları, İstanbul.
Azzi, A. E & Klein, O. (1998). Psychologie Sociale et Relations İntergroupes. Paris: Dunod.
Bilgin, B. (1999). Mezhepler ve Dinler arasında Eğitim ve İşbirliği, AÜİFD, 39. 1-25.
Çelik, A. (2011). Din Eğitimi Tarihi, Arı Sanat Yayınları, İstanbul.
Dini Araştırmalar, Eylül - Aralık, (2008). Cilt 11, Ankara.
Din Eğitimi El Kitabı. (2012). Editörler: Recai Doğan, Remziye Ege, Grafiker Yayınları, Ankara.
Doğan, R; Tosun, C. (2003). Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretimi, Pegem Yayınları, Ankara.
Morgan, C. T. (1993). Psikolojiye Giriş, Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü Yayınları, Ankara.
Özdemir, Ş. (2006). Cezaevlerinde Din Eğitimi, Arı Sanat Yayınları, İstanbul.
Tezcan, M. (1974). Türklerle İlgili Stereotipler ve Türk Değerleri Üzerine Değerlendirmeler, Ankara Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Yayınları, Ankara.
Yapıcı, A. (2004). Din, Kimlik ve Önyargı; Biz ve Onlar, Karahan Kitabevi Yayınları, Adana.
Yılmaz, H. (2003). Din Eğitimi ve Sosyal Barış, İnsan Yayınları, İstanbul