gaziosmanpaşa üniversitesi tıp fakültesi dergisi

Transkript

gaziosmanpaşa üniversitesi tıp fakültesi dergisi
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
DERGİSİ
Journal of Gaziosmanpasa University Faculty of Medicine
2012 (1)
Editör
Editor
Prof. Dr. Şemsettin ŞAHİN
Editör Yardımcıları
Associated Editors
Doç. Dr. Fikret ERDEMİR
Doç. Dr. Birsen ÖZYURT
2012
Cilt / Volume: 4
Sayı / Number: 1
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
DERGİSİ
Journal of Gaziosmanpasa University Faculty of Medicine
2012 (1)
DANIŞMA KURULU (ADVISORY BOARD)
Beyzade AKDAĞ
Serhat ÇELİKEL
Göknur KALKAN
Yusuf ÖZTÜRK
Tarık AKSU
H. Deniz DEMİR
Süleyman KAPLAN
Birsen ÖZYURT
Ömer AKYOL
Fazlı DEMİRTÜRK
M. Zeki KARAGÜLLE
Hüseyin ÖZYURT
Nursen ARITÜRK
F. Ersay DENİZ
Ziya KAYA
B. Süha PARLAKTAŞ
Hüseyin ASLAN
Hüseyin DİNDAR
H. Ayhan KAYAOĞLU
Aydın RÜSTEMOĞLU
Pınar ATASOY
Rıza DURMAZ
Ahmet KIZILAY
Yüksel SÜLLÜ
H. Ömer ATEŞ
İlkkan DÜNDER
Mete KİLCİLER
D. Ali ŞENSES
Murat AYAN
Mücahit EĞRİ
Kenan KOCABAY
Mustafa YILMAZ
Faruk AYDIN
Atilla ELHAN
Ferit KOCAOĞLU
Meliha TAN
Ülkü AYPAR
Makbule ERGİN
Sermet KOÇ
Türker TAŞLIYURT
Selahattin BEDİR
Önder ERGÖNÜL
Naci KOSTAKOĞLU
H. Bülent TAŞTAN
H. Şener BARUT
Ünal ERKORKMAZ
Ayhan KOYUNCU
Ramazan TETİKÇOK
Ümit BİÇER
İlker ETİKAN
İlker AKAR
Yılmaz TOMAK
Sema BİRCAN
Ahmet EYİBİLEN
R. Doğan KÖSEOĞLU
İbrahim TUNCAY
Ertuğrul BOLAYIR
Ersin FADILLIOĞLU
Ö. Özdemir KUMBASAR
Cüneyt TURAN
Harika BOZTEPE
Gökhan GÖKÇE
Zafer KURUMLU
Hüseyin TURGUT
Yunus BULUT
Erkan GÖKÇE
G. Semiha KURT
Yusuf TÜRKÖZ
Köksal CEYHAN
Yener GÜLTEKİN
M. Ali MALAS
Bünyamin ÜNAL
Sedat ÇAĞLI
Taner GÜNEŞ
Ersin ODABAŞI
Murat ÜNAL
Sevil ÇAYLI
Mustafa GÜRELİ
Hüseyin ORTAK
Mustafa BOZ
Ataç ÇELİK
Murat GÜVENER
O. Aslan ÖZEN
Ali YILDIRIM
F. Çam ÇELİKEL
Ahmet İNANIR
Fehmi ÖZGÜNER
Resul YILMAZ
Değerli Meslektaşlarım
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi
Dergisi’nin geçmiş sayılarının tamamlanmasını
takiben 2012 yılına ait sayıların ortaya
çıkarılması da değerli bilimsel katkılarınızla
Cilt/volume: 4, Sayı/number: 1 / 2012
gerçekleşmektedir. Sökonusu katkılarınız için
ISSN:1309-3320
teşekkür eder, başarılar dilerim
Sahibi:
Prof. Dr. Şemsettin Şahin
Gaziosmanpaşa Üniversitesi
Editör
Tıp Fakültesi adına
Prof. Dr. Şemsettin Şahin
Editör
Prof. Dr. Şemsettin Şahin
Yardımcı Editörler
Doç. Dr. Fikret Erdemir
Doç. Dr. Birsen Özyurt
Yazışma Adresi
Gaziosmanpaşa Üniversitesi
Tıp Fakültesi Dekanlığı
Semerkant Mahallesi,
Muhittin Füsunoğlu Caddesi, Tokat
E-posta: [email protected]
Yayın Türü: Yerel Süreli
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DERGİSİ
Journal of Gaziosmanpasa University Faculty of Medicine
Cilt / Volume: 4
Sayı / Number: 1
Ocak / January 2012
İÇİNDEKİLER - CONTENTS
Kafa Travmalarında Patofizyolojik Mekanizmalar………………….…………....1-8
Pathophysiologic Mechanisms in Brain Traumas
Tezcan Çalışkan
İki Farklı Silikon Esasli Yumuşak Astar Maddesinin Zamana Bağlı ……….....…..9-21
Olarak Yüzeylerinden Elde Edilen C. Albicans Hücrelerinden ALS1 Adezyon
Geninin Ekspresyonundaki Değişimin Değerlendirilmesi
The Evaluation of the Changes in ALS1 Adhesion Gene Levels in Candida
albicans Cells Isolated from two Different Silicone Based Soft Lining Materials in
Different Time Periods
Kaan Yerliyurt, Dilek Nalbant, Ayşe Kalkancı, Semra Kuştimur
Yaşa Bağlı Makula Dejenerasyonu Olan ve Olmayan Hastalarda Serum Eser ….22-26
Element Düzeyinin Karşılaştırılması
Evaluation
Hüseyin Ortak, Selim Demir, Durali Mendil
Dyadic Dead: A case Report…………………………………………….……….27-31
İkili Ölüm: Bir Olgu Sunumu
Erdal Özer, Ali Yıldırım, Özgür Enginyurt, Rıza Yılmaz
Penil Üretral Kanser ile Birlikte Postprostatektomik İnkontinans Olgusunda…...32-36
Konservatif Cerrahi Yaklaşım: Eş Zamanlı Parsiyel Penektomi ve Ayarlanabilir
Transobturator Erkek Sling Operasyonu
Conservative Surgical Treatment in a Patient with Penile Urethral Cancer and
Postprostatectomy Incontinence: Partial Penectomy and Adjustable Transobturator
Male Sling
Gökhan Hadi Komesli, Çetin Yeşilli
Atipik Göğüs Ağrısı ve Torakal Kompresyon Fraktürü: Olgu Sunumu……….…37-42
Atypical Chest Pain and Thoracal Compression Fracture: Case Report
Ahmet İnanır, Osman Çeçen, Erkan Gökçe
Olgu sunumu: İki Taraflı Periorbital Ödem ve Ekimozla
Ortaya Çıkan………….43-47
Temporal Arterit
A Case Report: Temporal Arteritis Presented as Bilateral Periorbital Eudema and
Ecchymosis
Ahmet Eyibilen, İbrahim Aladağ, Harun Soyalıç, Levent Gürbüzler, R. Doğan
Köseoğlu
Aktif Venöz Ülserli Bir Olguda Miniflebektomi ile Perforan Ven Cerrahisi……..48-52
ve Radyofrekans Ablasyon
Perforane Ven Surgery Via Miniphelebectomy and Radiofrequency Ablation in a
Patient with Active Venous Ulcer
İlker İnce, İlker Akar
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2012:4(1):1-8
Derleme
Tezcan Ç
Kafa Travmalarında Patofizyolojik Mekanizmalar
Patophysiologic Mechanisms in Brain Traumas
1
Tezcan Çalışkan
Özet
1
Giresun
Devlet
Hastanesi,
Beyin
Cerrahisi Kliniği
Sorumlu Yazar:
Dr. Tezcan ÇALIŞKAN
Giresun Devlet Hastanesi, Beyin
Cerrahisi Kliniği
Tel: 05057647387
E-mail:
drtezcancaliskan@gmail.
com
Travmatik beyin yaralanmalarının optimal takip ve
tedavisi, kafa travmalarının patofizyolojisinin iyi
anlaşılmasıyla mümkün olmaktadır. Travmatik beyin
yaralanmaları kranium ve içeriklerine dışarıdan bir
kuvvetin uygulanması sonucu olup geçici ya da kalıcı
fonksiyonel
yetersizliklere
veya
psikolojik
bozukluklara neden olur. Komaya hatta ölüme kadar
varan sonuçlara yol açabilir. Kafa travmasındaki
tedavinin amacı sekonder beyin yaralanmalarını
önlemeye ya da minimalize etmeye yöneliktir.
Tedavinin planlanması ve tedavi sürecinin sağlıklı
takip
edilebilmesi
için
kafa
travmasının
patofizyolojisinin iyice anlaşılması gereklidir. Bu
derlemede kafa travmasının patofizyolojisi literatür
ışığında incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Kafa travması, patofizyoloji,
travmatik beyin yaralanması
Abstract
The optimal treatment of traumatic brain injury can be
possible with an accurate understanding of the
pathophysiology. Traumatic brain injury occurs as a
result of external forces to the cranium and its content
and leads to transient or permanent functional
disabilities and psychological abnormalities. It may
result in coma or death. The aim of the treatment in the
head trauma is to prevent or minimize the secondary
injury. The pathophysiology needs to be understood
well fort treatment planning and screening the
treatment process. In this review, the pathophysiology
of head trauma is evaluated under the light of the
literature.
Key Words: Head trauma, pathophysiology, traumatic
brain injury
1
Giriş
Travmatik beyin yaralanmaları
primer beyin yaralanmaları ve sekonder
beyin
yaralanmaları
olarak
ikiye
ayrılmaktadır. Primer beyin yaralanmaları,
travma anında ya da travmanın direkt etkisi
sonucu beyin parankiminde akselerasyon
ve deserelasyon kuvvetlerine bağlı uzun
beyaz cevher traktuslarında meydana gelir.
Direk travma beynin kemik çıkıntılara
çarpması ve kemik fragmanlar ya da
yabancı cisimlerin beyne penetrasyonu
sonucudur. Sekonder beyin yaralanmaları
ise, ilk travmayı takip eden sistemik ve
enflamatuar olaylar olup primer travmaya
bir yanıt olarak meydana çıkarlar ve
nöronal hasar ve hücre ölümüne yol
açarlar. Bu travmadan hemen sonra
meydana gelir ve uzun süre devam edecek
etkilere neden olur. Kafa travmasının
tiplerinin ve oluş mekanizmalarının
anlaşılması takip ve tedavisinin optimal
düzeyde yapılabilmesi açısından önemlidir
(1-3).
Travmatik Beyin Yaralanmalarında
Fiziksel Mekanizmalar
Travmatik beyin yaralanmalarında
fiziksel
mekanizmalar;
darbenin
yüklenmesi, tepkisel yüklenme, statik
yüklenme olarak sınıflandırılabilir. Darbe
yüklenmeleri, temas kuvvetleri ile atalet
kuvvetlerinin bir bileşimidir. Temas
kuvvetleri baş istirahat halinde, hareketsiz
iken başa yüklenen darbe sonucu ortaya
çıkar. Atalet kuvvetleri, bir temas kuvveti
olsun olmasın başın harekete geçmesi
sonucu başın ivme kazandırması sonrası
ortaya çıkan kuvvetlerdir. Statik yüklenme
oldukça ender olup yavaş hareket eden bir
objenin rijit bir yapıda olan başı sabit bir
durumda yakalaması ve sıkıştırması
sonucu meydana gelir (2,4).
Temas veya atalet kuvvetleri beyin
dokusunu kapasitesinin ötesinde zorlayarak
yaralanmaya yol açar. Gererek zorlama
uygulayan mekanik bir kuvvet; sıkıştırıcı,
gerilme tarzında ve yırtılma tarzında olup
bir dokunun diğeri üzerinde kayması
sonucu oluşabilir (1,5).
Primer
Tipleri
Beyin
Yaralanmaları
Kafatası Kırıkları
Kafatası kırıkları, kubbe veya kaide
kırıkları şeklinde olabilir. Kubbe kırıkları
lineer olabilir ve sinüslere uzanabilir.
Lasere, kapalı veya açık kırık tarzında
olabilir. Kapalı kırıklarda dışortam ile
ilişki yokken açık kırıklarda ise bu açıklık
enfeksiyonlar için giriş noktasını oluşturur.
Kırıklar deprese ve deprese olmayan
kırıklar olarak da tanımlanabilir. Basit
fraktürde yalnızca bir kemik fragmanı söz
konusu iken bileşik kırıkta en az iki kemik
fragmanı vardır. Bazal kırıklar ise
genellikle dağılan kuvvetlere bağlı olarak
meydana gelir ve beraberinde kranial sinir
yaralanmaları, otore ve rinore görülebilir
(6,7).
İntrakranial Kanamalar
Epidural hematom kafatasına gelen
darbe sonucu kırığa bağlı olarak, sıklıkla,
dural arter ya da venlerde ve bazen de
diploik venlerde oluşan yırtıklar sonucunda
meydana gelir. En sık olarak da orta
meningeal arterin yırtığı bu tip bir
hematoma yol açar. Arteriyel orijinli bir
kanama sonucu oluşan epidural hematom
nörolojik tablonun hızla bozulmasına
neden olur (Resim 1). Subdural hematom
ise şiddetli kafa travmalarında kortikal ven
veya
pial
arterlerin
yaralanmaları
2
sonucunda oluşur (Resim 2). İntraserebral
kanamalar parankim içi kanamalar olup
laserasyon veya kontüzyon sonrası
meydana gelir. İntraventriküler kanamalar
çok
şiddetli
travmatik
beyin
yaralanmalarının sonucunda görülür ve
prognozu kötüdür. Travmatik subaraknoid
kanama ise subaraknoid aralıktaki yüzeyel
mikrovasküler
kanamalarıdır.
Sadece
travmaya
sekonder
olduğu
bilinen
subaraknoid kanamalar benign kabul edilir.
Ancak kan yıkım ürünleri araknoid
villusları ve 3. ya da 4. ventrikülü tıkarsa
oluşur (1,3,6,8).
Resim 1. Aksiyel kesitli tomografide sol
sol temporal epidural hematom görüntüsü.
Kontüzyon ve Konküzyon
“Kup” kontüzyon, kafatasına direkt
olarak gelen darbenin tarafında, beynin
deforme olup tekrar eski şeklini alması
sürecinde oluşur. Konturkup kontüzyon ise
darbeye bağlı kuvvetin etkili olduğu
bölgenin karşı tarafında meydana gelir.
Direkt darbe bölgesinde dağılan enerjinin
miktarı, kontüzyonun “kup” ya da
“konturkup” olacağını belirler. Sert, küçük
bir
objenin
oluşturduğu
darbenin
enerjisinin çoğu, darbe bölgesinde
dağıldığı için “kup” kontüzyona yol açar.
Daha büyük bir cisim darbe bölgesinde
daha az bir travma oluştururken başın
hareketinin başlangıcında ya da bitiminde
yayılan enerji kontrakup tip kontüzyona
neden olur. Konküzyon ise beynin derin
yapılarının
travmatik
deformasyonu
sonucunda oluşur. Konküzyon diffüz
aksonal yaralanmanın daha hafif bir formu
olarak tanımlanabilir (6,9).
Diffüz Aksonal Yaralanma
Resim 2. Aksiyel kesitli tomografide sol
frontoparietal akut subdural hematom
görüntüsü.
Diffüz aksonal yaralanma ise
beynin beyaz cevherinde oluşan yaygın
harabiyettir (Resim 3). Akserelasyon ve
deserelasyon
esnasında
falks
ve
tentoriyumdaki aşırı esneme bu tip
yaralanmaya yol açabilir. Travmayı takib
eden bir kaç gün içerisinde, şişen
aksoplazmaya ait amorf-belirgin bir şekle
sahip olmayan ve retraksiyon topları olarak
adlandırılan beyaz cevher içerisine
dağılmış aksonal parçalanmalar, diffüz
aksonal
yaralanmaların
karakteristik
özellikleridirler (10,11).
Primer beyin yaralanmasının diğer
şekli fokal olup, en fazla subfrontal ve
subtemporal kontüzyon ve bazen de
laserasyon olarak kendini gösterir.
3
Kafatasına direkt temasın olduğu bölgenin
hemen altında ve özellikle çökme kırığı
oluşturacak kadar da güçlü bir darbenin
söz konusu olduğu hallerde ise kortikal
kontüzyon meydana gelebilir (12).
Resim 3. Aksiyel kesitli Flair sekans MRG
da diffuz aksonal yaralanma görüntüsü.
görüntüleme (MRG) bulguları ise korpus
kallozumun spleniumunda veya beyaz
cevherde temporal ya da parietal
multifokal
sinyal
değişiklikleri
ve
mezensefalon dorsumunda ve korona
radiatada anormal sinyaller ile non-spesifik
atrofik değişikliklerdir (13,14).
Eşlik Eden Patolojiler
Vestibular fonksiyon bozuklukları,
temporal bölgeye gelen darbeye bağlı
iletim ya da sensorinöral tip işitme
kayıpları oluşabilir. Timpanik membran
perforasyonu,
hemotimpanium
veya
ossiküler iletimin bozulmasına bağlı
olabilir. Sensorinöral kayıplar ise iç kulak
yolundaki akut kohlear konküzyon,
perilenfatik fistül gibi sekonder defektler
sonucu meydana gelir (9,12,13).
Sekonder Beyin Yaralanmaları
Diffüz aksonal yaralanma 3
dereceye ayrılmıştır: İlkinde lezyon,
serebral hemisferlerin parasagittal beyaz
cevherinde iken ikincisinde ek olarak
korpus kallozumda da görülür. Üçüncü
derecede
ise
bunlara
serebral
pedinküllerdeki fokal lezyonlar da eşlik
eder (10,11).
Diffüz
aksonal
yaralanmada
Bilgisayarlı Tomografi (BT) başlangıçta
%50-80 oranında normaldir. Serebral
hemisferlerde 2 cm’den küçük tek ya da
multipl
intraparankimal
hemorajiler,
intraventriküler
hemoraji,
korpus
kallozumda
hemoraji,
3.
ventrikül
komşuluğunda 2 cm’in altında fokal küçük
kanama odakları ve beyi sapı kanaması
görülebilir. Diffüz aksonal yaralanmada en
sık
gözlenen
magnetik
resonans
Sekonder beyin
yaralanmaları
primer travmanın sonrasında oluşan
immün yanıt ve bunu takip eden
reaksiyonlar sonucunda oluşur. Primer
travmayı takiben saatler ya da günler
içinde meydana gelir. Genellikle iskemik
karakterde olup %80’in üzerinde fatal
seyreder (14).
Sekonder
etkiler
hipoksemi,
arteriyel hipotansiyon, hiperkapni, şiddetli
hipokapni, ateş, hiponatremi, anemi ve
diffüz
intravasküler
koagülopatidir.
İntrakranial patolojiler ise hematom, ödem,
intrakranial
hipertansiyon,
serebral
vazospazm, intrakranial enfeksiyon ve
epilepsidir. Sekonder beyin harabiyetinde
major
üç
neden
olarak
hipoksi,
hipotansiyon ve anemi bulunmuştur
(3,7,15).
Sekonder Beyin Yaralanmalarında
İmmünokimyasal Süreç
4
Glutamat ve aspartat gibi eksitatuar
nörotransmitterler
travmatik
beyin
yaralanmaları
sonrasında
yükselir.
Hücrelerde şişme, vakuolizasyon ve
nihayet nöron ölümüne yol açarlar. Klor ve
sodyumun hücre içine girmesi akut nöronal
şişmeye neden olur. Eksitatuvar amino
asitler, ayrıca, kalsiyumun da hücre içine
girişiyle gecikmiş hücre harabiyetlerine
neden olurlar. N-metil-D-aspartat reseptör
agonistleri de kalsiyumun hücre içine
girişine, ayrıca katkıda bulunurlar.
Eksitatuvar amino asitler yüksek enerji
fosfat depolarını azaltır veya serbest
radikalleri arttırırlar (14,16).
Travma sonrası beyinde artan
metabolik ihtiyaç ve travma sonucu
sempatoadrenomeduller
serotonerjik
sistemin uyarılmasının ile meydana gelen
glukoz
kullanımındaki
yetersizlik
beyindeki zararı daha da arttırır. Artan
ekstrasellüler
potasyumun
meydana
getirdiği
ödem,
sitokinlere
bağlı
enflamasyon ve azalan intrasellüler
magnezyum sayılabilir (9,13,17).
Darbeyi takiben yoğun miktarda
asetilkolin, katekolaminler ve glutamat
salgılanır.
Bunu
takiben
aksonal
yaralanmanın derecesiyle orantılı bir bilinç
kaybı süresi söz konusudur. Asıl aksonal
harabiyet daha sonra meydana gelir.
Hematom ya da kontüzyon bölgesinde
serebral perfüzyon ileri derecede azalır ve
serebral iskemi meydana gelir. Aksonal
harabiyetin oluşmasında ise aksonlarda
meydana gelen yaygın depolarizasyona
bağlı olarak Na+ ve Ca++ hücre içine
girmesi, K+ hücre dışına çıkması sonucu
aksonda şişme meydana gelir. Bu da
mekanik distorsiyona neden olur (16-18).
Kafa
Travmalarında
Metabolizma
Serebral
Beyin total vücut glukozunun
%25'ini kullanır ve glukoz; kan-beyin
engelini kolayca geçebilen tek organik
besin madesi olması nedeniyle beynin tek
enerji kaynağıdır. Ancak, özellikle açlık ya
da diabet gibi kanda beta hidroksi bütirat
ve asetoasetat gibi keton cisimlerinin
yükseldiği hallerde, keton cisimleri de
enerji substratı olarak kullanılır (13,15,17).
Normal olarak 100 ml kanda 70100 mg. Oranında bulunan glukozun, bu
seviyenin altına düşmesiyle hastada
konfüzyon başlar. Kan şekeri 40 mg/100
ml’nin altına düştüğünde de koma
kaçınılmazdır. Hipoglisemi esnasında
endojen karbonhidrat bileşikleri ve amino
asitler kullanılır. Ancak 5-15 dakika süren
hipoglisemik koma sonucu dokularda
glikojen, glukoz ve diğer pek çok
karbonhidrat
ara
maddesi
tükenir.
Komanın uzaması halinde hipoksi ve
iskemi sonucu beyinde hücrelerde artık
geri dönüşümsüz hasarlar oluşur (17,18).
Beyinde, hemen hemen, bütünüyle
aerobik metabolizma hakimdir. Arteriyel
kandaki O2 konsantrasyonunun düşmesi
durumunda oksidatif metabolizma yerine
anaerobik
ortamda
glukozun
metabolizasyonu söz konusu olur. Glikoliz
sonucu oluşan laktatın asit yapısı nedeniyle
doku pH'i düşmekte ve vazodilatasyon
olmaktadır (16,19).
Kafa
Travmalarında
Perfüzyon
Serebral
Oksijen ve glukozun beyine
ulaştırılmasını sağlayan tek yol serebral
kan akımıdır. Serebral kan akımı ise
ortalama kan basıncı, kafa içi basıncı,
kanın vizkositesi, metabolik ürünler ile
damar çaplarıyla ilişkilidir. Serebral kan
akımı, dakikada her l00 g beyin dokusu
için 55-65 ml’dir. Beyin kardiyak outputun
5
% 15'ini alır. Ancak çocuklarda, kardiak
output'un %45’i beyne gider (20).
Serebral
kan
akımının
sağlanmasında beyinde otoregülasyon
mekanizmasını kullanılır. Serebral kan
akımının otoregülasyonunu etkileyen bazı
mekanizmalar vardır. Bazı metabolik
ürünler, arteriyel kan gazı içerikleri,
miyojenik, nörojenik ve endotel-bağımlı
faktörler otoregülasyon mekanizmasını
etkilemektedir. Ateş, epileptik nöbet gibi
metabolik aktiviteyi arttıran patofizyolojik
durumlar serebral kan akımında artışa
neden
olmaktadırlar.
Hipoksi
vazodilatasyona neden olarak serebral kan
akımını belirgin olarak arttırır. Oksijen
basıncındaki artış hipoksiye oranla daha az
derecede olmak üzere vazokonstriksiyona
neden olur. Hiperkapni ise serebral kan
akımını 350 kat arttırabilir (19-21).
Sempatik
sinir
sistemi
otoregülasyonu daha yüksek basınçlara
doğru yönlendirirken sempatik sistem
blokajı basıncı azaltmaktdır. Nitrik
oksidin serebral damarlarda relaksasyona
yol açarak serebral otoregülasyonu
etkileyen faktörlerden birisi olduğunu
vurgulanmaktadır.
Travmatik
beyin
yaralanmalarında yukarıda tanımlanan
düzeneklerdeki değişiklere bağlı olarak
otoregülasyon bozulabilir (15,20).
Kafa
Travmalarında
Perfüzyon Basıncı
Serebral
Travmatik beyin yaralanmalarının
patofizyolosindeki çok önemli bir kavram
serebral perfüzyon basıncıdır. Kanın bir
organdaki sirkülasyonu, perfüzyon basıncı
ile o organın bölgesel direncine bağlıdır.
Bu prensip serebral kan akımı için
düşünüldüğünde,
serebral
perfüzyon
basıncı sistemik arteriyel ortalama kan
basıncı ile intrakranial basınç arasındaki
farka eşittir. Beyne sabit miktarda kan,
otoregülasyon mekanizması vasıtasıyla
arteriollerin
konstriksiyonu
veya
dilatasyonu ile sağlanır. Normal beyinde
otoregülasyon normal olarak çalışırken
travmatize beyinde ise bozulur (13,18,22).
İntrakranial Basınç
Artan kafa içi basıncı başlangıç
travmasına bağlı olabileceği gibi sekonder
travmaya bağlı olarak da gelişebilir.
Erişkinde normal kafa içi basıncı 0-15 mm
Hg’dir. Çocuklarda ise daha düşük olup üst
sınır 5-10 mm Hg kabul edilebilir. Kafa içi
basıncında artış sonucu serebral kan akımı
ile serebral perfüzyon basıncı azalır ve
sonuçta iskemiyle sonuçlanır. Kafa içi
basıncındaki
aşırı
artışlar
iskemi
oluşturmasının yanısıra kontrol altına
alınamazsa herniasyona neden olabilir.
Herniasyon ise ciddi morbidite ve mortalite
ile birliktedir (23).
Monro-Kellie doktrinine göre beyin
rijid ve volümü değişmeyen kafatası
içerisinde olduğundan kafatası içeriğinin
toplam volümü sabittir. İntrakranial volüm
beyin parankimi, beyin omurilik sıvısı ve
kandan oluşmaktadır. Kafa travması
sonrası, sıklıkla oluşan serebral ödem
beynin rölatif hacmini artırır. İntrakranial
hacmin sabit olması nedeniyle, bazı
kompensatuvar
düzenekler
devreye
girmezse kafa içi basınç artar. Beyin çok
sınırlı bir kompliansa sahip olup diffüz
beyin ödemi ya da hematom gibi kitle
lezyonlarına bağlı büyük hacim artışlarını
tolere edemez. Kafa travmasının rasyonel
tedavisi Monro-Kellie doktrinini ve hangi
spesifik yaklaşımın intrakranial kompliansı
nasıl etkileyeceğini temel alır. Total
intrakranial
volümün
herhangi
bir
komponentindeki bir azalma intrakranial
basıncın azalmasına neden olur (19,21,23).
6
İntrakranial
basınç
kafa
travmasında önemli bir prognostik
faktördür. Bunun olumsuz etkilerini
ortadan kaldırmak amacıyla, hastalar
yoğun bakım ünitelerinde monitorize
edilirler. Kafa içi basınçdaki artış, hastada
meydana gelecek nörolojik bozulmayı
göstermesi ve intrakranial basınca göre
tedavinin ve takibin yönlendirilmesi
önemlidir (18,20,24).
Hidrosefali
Hidrosefali, kan yıkım ürünlerinin
subaraknoid boşlukda beyin omurilik
sıvısının akışını ve araknoid villuslardan
emilimini engellemesi sonucu kommünike
tip
olarak,
travmatik
beyin
yaralanmalarında, kommünike olmayan
tipe göre daha fazla görülür. Kommünike
olmayan hidrosefali ise kan pıhtılarının
interventriküler foramen (Monro), 3.
ventrikül, aquaduktus veya 4. ventrikülü
tıkaması sonucunda oluşur (10,18,25).
Sonuç
Kafa travmasının tiplerinin ve
patofizyolojisinin anlaşılması takip ve
tedavisinin
optimal
düzeyde
yapılabilmesine
olanak
tanır.
Patofizyolojik süreçler dikkate alınarak
tedavinin planlanması ve monitorize
edilmesi kafa travması geçirmiş olan
hastaların
morbidite
ve
mortalite
oranlarının azaltılması açısından son
derece önemlidir.
Kaynaklar
1. Siesjo BK. Basic mechanisms of
traumatic brain damage. Ann Emerg
Med. 1993;22:959-69.
2. Ommaya AK, Grubb RL Jr, Naumann
RA: Coup and contre-coup injury:
observations on the mechanics of
visible brain injuries in the rhesus
monkey. J Neurosurg. 1971;35:503-16.
3. Miller JD, Butterworth JF, Gudeman
SK, et al. Further experience in the
management of severe head injury. J
Neurosurg. 1981;54:289-99.
4. Marshall LF, Gautille T, Klauber MR,
et al. The outcome of severe closed
head injury. J Neurosurg. 1991;75:2836.
5. Brain Trauma Foundation Guidelines
for the surgical management of
traumatic brain injury. Neurosurgery.
2006;58:1-62426.
6. Braakman R, Gelpke GJ, Habbema
JDF, Maas AIR, Minderhoud J.
Systematic selection of prognostic
features in patients with severe head
injury. Neurosurgery. 1980;6:362-70.
7. Maas A, Stocchetti N, Bullock R.
Moderate and severe traumatic brain
injury in adults. Lancet Neurol.
2008;7:728-41
8. Murray G, Teasdale G, Braakman R, et
al. The European brain injury
consortium survey of head injuries.
Acta Neurochir (Wien). 1999;141: 22336.
9. Willemse-van Son AHP, Ribbers GM,
Verhagen AP, et al. Prognostic factors
of
long-term
functioning
and
productivity after traumatic brain
injury: a systematic review of
prospective cohort studies. Clin
Rehabil. 2007;21:1024-37.
10. Gennarelli TA, Thibault LE, Adams
JH. Diffuse axonal injury and traumatic
coma in the primate. Ann Neurol.
1982;12:564-74.
11. Povlishock JT. Pathobiology of
traumatically induced axonal injury in
7
animals and man. Ann Emerg Med.
1993;22:980-6.
12. Wang H, Duan G, Zhang J, Zhou D:
Clinical studies on diffuse axonal
injury in patients with severe closed
head injury. Chin Med J (Engl).
1998;111:59-62.
13. Marshall L, Marshall S, Klauber M. A
new classifi cation of head injury based
on computerized tomography. J
Neurosurg. 1991;75:14-20.
14. Seelig J, Becker D, Miller J, et al.
Traumatic acute subdural hematoma:
major mortality reduction in comatose
patients treated within four hours. N
Engl J Med. 1981;304:1511-8.
15. Slavik
RS,
Rhoney
DH.
Pharmacological
Management
of
Severe Traumatic Brain Injury; An
Evidence-Based Review. The Journal
of
Informed
Pharmacotherapy.
2000;3:309-35.
16. Regner A, Alves LB, Chemale I.
Neurochemical characterization of
traumatic brain injury in humans. J
Neurotrauma. 2001;18:783-92.
17. Jennett B, Teasdale G, Braakman R,
Minderhoud J, Heiden J, Kurze T.
Prognosis of patients with severe head
injury. Neurosurgery. 1979;4:283-9.
18. Patel H, Bouamra O, Woodford M, et
al. Trends in head injury outcome from
1989 to 2003 and the effect of
neurosurgical care: an observational
study. Lancet. 2005;366:1538-44.
19. Murray G, Butcher I, McHugh G, et al.
Multivariable prognostic analysis in
traumatic brain injury: results from the
IMPACT study. J Neurotrauma.
2007;24:329-37.
20. Muizelaar JP, Marmarou A, DeSalles
AA, et al: Cerebral blood flow and
metabolism in severely head-injured
children. Part 1: Relationship with
GCS score, outcome, ICP, and PVI. J
Neurosurg. 1989;71:63-71.
21. Tietjen CS, Hurn PD, Ulatowski JA,
Kirsch JR. Treatment modalities for
hypertensive patients with intracranial
pathology: options and risks. Crit Care
Med. 1996;24:311-22.
22. Mushkudiani N, Hukkelhoven C,
Hernandez A, et al. A systematic
review
finds
methodological
improvements necessary for prognostic
models in determining traumatic brain
injury outcomes. J Clin Epidemiol.
2008;61:331-43.
23. Marshall LF, Smith RW, and Shapiro
HM. The outcome with aggressive
treatment in severe head injuries. Part
I. The significance of intracranial
pressure monitoring. J Neurosurg.
1979;50:20-5.
24. Becker DP, Miller JD, Ward JD, et al.
The outcome from severe head injury
with early diagnosis and intensive
management.
J
Neurosurg.
1977;47:491-502.
25. Graham DI, Adams JH, Doyle D,
Teasdale GM, Lawrence AE, McLellan
DR. Ischaemic brain damage is still
common in fatal non-missile head
injury. J Neurol Neurosurg Psychiatry.
1989;52:346-50.
8
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2012:4(1):9-21
Orijinal Makale
Yerliyurt ve ark.
İki farklı silikon esaslı yumuşak astar maddesinin zamana bağlı olarak yüzeylerinden
izole edilen C. albicans hücrelerinde ALS1 adezyon geninin ekspresyonundaki değişimin
incelenmesi
The evaluation of the changes in ALS1 adhesion gene levels in Candida albicans cells
isolated from two different silicone based soft lining materials in different time periods
1
Kaan Yerliyurt, 2Dilek Nalbant, 3Ayşe Kalkancı, 3Semra Kuştimur
Özel Dentatürk Ağız ve Diş
Sağlığı Hastanesi
1
Gazi Üniversitesi Diş
Hekimliği Fakültesi Protetik
Diş Tedavisi Anabilim Dalı
2
Gazi Üniversitesi Tıp
Fakültesi Tıbbi
Mikrobiyoloji Anabilim Dalı
3
Yazışma Adresi
Dr. Kaan Yerliyurt
Adres: İhsaniye Mah.
Lefkoşe Sok. No:21/4
Nilüfer/Bursa
İş Tel: 0224270 0 900
Tel: 0555724 04 95
e-mail:
[email protected]
Özet
Amaç: In vitro hızlandırılmış eskitme işlemi uygulanmış ve
uygulanmamış iki farklı silikon esaslı yumuşak astar
maddesinin C. albicans hücreleri ile 12 ve 24 saat süreyle
inkübasyonunun ardından, bu yumuşak astar maddelerinin
yüzeylerinden izole edilen hücrelerdeki ALS1 geni mRNA
ekspresyonunun kantitatif olarak araştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmada; oda sıcaklığında vulkanize
olan silikon esaslı yumuşak astar maddesi olarak Dentusil ve
ısıyla vulkanize olan silikon esaslı yumuşak astar maddesi
olarak Molloplast-B kullanılmıştır. Her bir maddeden 40’ar
adet olmak üzere toplam 80 adet örnek hazırlanmıştır. Her
bir maddeden hazırlanan örneklerin 20 tanesine Atlas
UV2000 Hızlandırılmış Hava Koşullandırma Test Cihazında
hızlandırılmış eskitme işlemi uygulanmıştır. Ardından her bir
yumuşak astar maddesinden hazırlanan eskitme işlemi
uygulanan ve uygulanmayan 10’ar tane olmak üzere toplam
20 örnek 12 saat, diğer 20 tane örnek ise 24 saat süreyle C.
albicans hücreleriyle inkübe edilmişlerdir.
Örneklerin
yüzeyinde oluşan biyofilm kütlesi kazınmış ve mRNA’ları
izole edilmiştir. Bu mRNA’lar cDNA’ya çevrilmiş ve Realtime PZR’de kantitatif analizleri yapılmıştır.
Bulgular: Eskitme işlemi ve inkübasyon süresi gruplarının
hepsinde Dentusil maddesinde elde edilen örneklerde,
Molloplast-B maddesinden elde edilen örneklere göre
istatistiksel olarak anlamlı miktarda az mRNA ekspresyonu
olmuştur (p<0.05).
Sonuç:
Yaptığımız
çalışmada
genel
ortalamalara
bakıldığında ve eskitilmiş örneklerin ortalama ALS1 gen
ekspresyon miktarlarına bakıldığında, en çok ekspresyon
miktarı Molloplast-B maddesinde görülmüştür. Bu durum
Molloplast-B maddesinde materyalin eskimesiyle birlikte
adezyonda ciddi artışlar olabileceğini düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: Candida albicans, adezyon, ALS1
geni, gen ekspresyonu, yumuşak astar maddeleri
9
Abstract
Objective: The aim of this study was to
investigate the quantitative expression of ALS1
gene mRNA isolated from the surface of two
differentsilicone based soft lining materials,
after the incubation with C. albicans cells for
12 and 24 hours of this soft lining materials
subjected to a process of in vitro accelerated
aging and of the ones not subjected.
Material and Method: In this study, Dentusil
(room temperature vulcanized silicone based
soft lining material) and Molloplast-B (heatvulcanized silicone based soft lining material)
were used. 40 specimens from each material
were prepared so as to obtain totally 80
specimens. 20 specimens of each soft lining
materials’ were subjected to accelerated aging
processby using Atlas UV2000 Accelerated
Air Conditioning Test Device and the other 20
were not subjected to aging process.10 of the
20 specimens which were subjected to
accelerated aging were incubatedwith C.
albicans
for12 hours and the other 10
specimens were incubated with C. albicans
Giriş
İdeal şartlarda çiğneme kuvvetleri
çene kemiklerine, periodontal ataşmanlarla
kemiğe sıkıca tutunmuş sağlıklı dişler
aracılığıyla iletilir. Çeşitli nedenlerle
tamamen dişsiz kalmış hastalarda çiğneme
kuvvetleri yapay dişler aracılığıyla iletilir
ve oral mukoperiost bu kuvvetlere maruz
kalır (1,2). Oluşan aşırı stres kemik
rezorpsiyonuna ve mukozanın travmatik
ülserasyonun neden olur (2,3). Bu gibi
durumlarda yumuşak astar maddeleri şok
emme ve stresi üniform hale getirme
özelikleri ile tam protezlerde kemik ve
mukoza dokusundaki bazı olumsuz
faktörleri telafi etmek ve destek dokulara
gelen basıncı azaltmak amacı ile kullanılır
(1,2,4).
Yumuşak astar maddeleri
mevcut özelliklerini protez altında uzun
süre koruyamamaktadırlar. Yapılarındaki
for24 hours. And 10 of the 20 specimens
which were not subjected to accelerated aging
were incubatedwith C. albicans for 12 hours
and the other 10 specimens were incubated
with C. albicans for24 hours. The biofilm layer
occured on the surfaces of the specimens were
excavated and mRNAs were isolated. The
mRNAs were converted into cDNA and
quantitative analyses were performed with
real-time PCR.
Results: The samples obtained from Dentusil
material in all group of accelerated aging and
incubation time, according to the samples
obtained under material of Molloplast-B
mRNA expression was statistically significant
less amount(p<0.05).
Conclusion: Looking at the overall averages
of our study and aged samples’ amount of
average ALS1 gene expression, the amount of
expression is seen in Molloplast-B substance.
This situation is thought that Molloplast-B
material with aging of the material can be
serious increases in adhesion.
Keywords: Candida albicans, adhesion, ALS1
gene, gene expression, denture liners
plastikleştiricilerin
sızmasıyla
yumuşaklıklarını kaybederler ve zamanla
oluşan pürüzlü yüzeyleri plak birikimine
ortam hazırlarlar. Bu mikrobiyal plak
mantarlar için bir rezervuar görevi
görmektedir. En yaygın görülen mantar tipi
ise Candida albicans’tır (5-9).
Oral kandidoz, Candida
türlerinin en çokta C.albicans’ın oral
kavitede çoğalmasına bağlı olarak gelişen
yaygın fırsatçı enfeksiyondur (10-13).
Candida ilişkili protez stomatiti yaygın
gözlenen bir oral kandidoz tipidir (14-17).
Yapılan bir çalışmada hareketli total protez
kullananların %60’ında, hareketli bölümlü
protez kullananların %36.7’sinde ve sabit
protez kullananların %16.7’sinde protezle
ilişkili stomatit geliştiği belirtilmiştir (18).
C. albicans’ın konakçı hücrelere veya
akrilik ve yumuşak astar maddelerine
adezyonu başarılı bir kolonizasyonun,
patogenezin ve enfeksiyonun gelişimi için
10
gerekli olan ilk basamaktır (9,19).
Adezyon, Candida türlerinin virülans
faktörlerinden biridir. Gen aileleri de
Candida virülansında önemli bir bölümü
oluşturmaktadır. Bunlardan bir tanesi de
yapısındaki agglutinin – like sequence
(ALS) gen ailesidir (14). ALS genleri ilk
defa C. albicans’ta tanımlanmıştır (15). C.
albicans’taki agglutinin – like sequence
(ALS) gen ailesinin konakçı yüzeylerine
adezyonda görev alan büyük hücre yüzey
glikoproteinlerini
kodladıkları
bilinmektedir
(15,16).
Nobile
ve
arkadaşları (20)
yaptıkları çalışmada
ALS1 ve ALS3 genlerinin biyofilm
formasyonunda birlikte daha fazla etkili
olduklarını
belirtmişlerdir.
Kamai ve arkadaşları (21) deneysel
orofaringeal
kandidoz
oluşturdukları
farelerde; ALS1 geninin enfeksiyonun
erken
safhalarında
C.
albicans’ın
adezyonunda önemli rol oynadığını
belirtmişlerdir.
C. albicans’ın yumuşak
astar maddelerine adezyonuyla ilgili olarak
yapılmış birçok araştırma mevcut olmasına
rağmen (6,7,9,19,22-27), bu maddelerin
yüzeylerine
yapışan
C.
albicanshücrelerinde
adezyon
gen
ekspresyonlarındaki
değişikliklerin
kantitatif olarak incelendiği bir çalışmaya
rastlanmamıştır.
Bu araştırmanın amacı;
belirli
sürelerde
in
vitro
olarak
hızlandırılmış
eskitme
işlemi
uygulanmamış ve uygulanmış iki farklı
silikon esaslı yumuşak astar maddesine
yapışan C. albicans hücrelerinde adezyon
geni
olan
ALS1
geni
mRNA
ekspresyonundaki değişikliğin kantitatif
olarak incelenmesidir.
Gereç ve Yöntemler
Örneklerin Hazırlanması
Çalışmada,
Tablo
1’de
gösterilen 2 farklı marka silikon esaslı
yumuşak astar maddesi kullanılmıştır.
Dentusil ve Molloplast-B yumuşak astar
maddelerinin her birinden 40’ar adet olmak
üzere toplam 80 adet örnek hazırlanmıştır.
Bu amaçla 1.5 mm kalınlığında, 10 mm
çapında silindir boşlukları olan alüminyum
kalıp hazırlanmıştır. Kalıp boşluklarında
mum örnekler hazırlanmış, hepsi muflaya
yerleştirilmiş ve muflada negatif boşluklar
elde
edilmiştir.
Üretici
firmaların
talimatlarına göre hazırlanan her bir
yumuşak
astar
maddesi
muflalara
yerleştirilmiştir. Dentusil maddesine ait
örnekler oda sıcaklığında 1 saat
bekletilerek
polimerize
olmaları
sağlanmıştır. Molloplast-B maddesine ait
örneklerin polimerizasyonu için mufla
soğuk suya konulmuştur, ardından suyun
sıcaklığı 100°C oluncaya kadar ısıtılmıştır
ve bu sıcaklıkta 2 saat bekletilerek
polimerizasyon tamamlanmıştır.
11
Tablo 1: Araştırmada kullanılan silikon esaslı yumuşak astar maddeleri ve özellikleri
MATERYAL
TİPİ
İÇERİĞİ
ÜRETİCİ FİRMA
ve ÜRETİM YERİ
Dentusil
Oda sıcaklığında
vulkanize olan silikon
esaslı yumuşak astar
maddesi
Vinyl Polisiloksan,
silika
Bosworth, EU
Molloplast-B
Isı ile vulkanize olan Poli dimetil siloksan
silikon esaslı yumuşak
Acryloxyalkyl silan
astar maddesi
Detax Karl Huber
GmbH
Ettlingen, Germany
eskitme işleminin süresi hesaplanmıştır
(Tablo 2). In vitro hızlandırılmış eskitme
işlemi için, cihazın döngüleri 60 ºC’de 8
saat süreyle UV ışıması ve 50 ºC’de 4 saat
süreyle
yoğuşma
olacak
şekilde
programlanmıştır.
In Vitro Hızlandırılmış Eskitme İşlemi
Her bir yumuşak astar maddesinden 40’ar
adet hazırlanan örneklerin 20’şer adedi
Atlas UV2000 Hızlandırılmış Hava
Koşullandırma Test Cihazında (Siemens,
Almanya) in vitro hızlandırılmış eskitme
işlemine tabi tutulmuştur. Yumuşak astar
maddeleri için tavsiye edilen kullanım
süreleri dikkate alınarak, her bir yumuşak
astar maddesi için uygulanacak olan
Tablo 2: Araştırmada kullanılan yumuşak astar maddelerine uygulanan eskitme süreleri ve
eskitilen örneklerin sayıları
Yumuşak Astar
Maddesi
Kullanım Süresi
Eskitme Süresi
Eskitilen Örnek Sayısı
Dentusil
6 ay
150 saat
20
Molloplast - B
2 yıl
600 saat
20
Örneklerin Candida albicans Suşu İle
Karşılaştırılması
Çalışmada
Candida
albicans ATCC 10231 standart suşu
kullanılmıştır. 0,01 mol/L PBS (fosfatla
tamponlanmış
salin)
solüsyonu
hazırlanmıştır. SDA (Saboraud Dekstroz
Agar) plaklarındaki Candida albicans
suşundan cam tüplerin içindeki solüsyona
öze ile ekim yapılmıştır.
Her bir yumuşak astar
maddesinin 20 adet eskitilmemiş ve 20
12
adet eskitilmiş örnekleri cam tüplerin her
birinin içine 1’er adet olacak şekilde
konmuştur. Tüpler her bir grupta 10 adet
eskitilmemiş ve 10 adet eskitilmiş örnek
olacak şekilde 2 gruba ayrılmıştır. 1.
gruptaki tüpler 37 °C’lik etüvün içine
konulmuş olan yatay çalkalayıcıya
yerleştirilip 200 x rpm’de 12 saat boyunca,
2. gruptaki örnekler ise 24 saat boyunca
çalkalanmıştır.
versiyonu kullanılmıştır. Real-time PZR
amplifikasyon karışımı, kalıp cDNA,
SYBR Green master karışım tamponu ve
her bir primerden [Forward 5’- gaa tgc aat
tgg taa agt a- 3’ ve Reverse 5’ -atg ctt caa
caa ttt aca- 3’ (Alpha DNA, Kanada)] 100
pmol içerecek şekilde hazırlanmıştır.
Çalkalama işlemi tamamlandıktan sonra
tüplerdeki maya süspansiyonlarının dibe
çöken tortulu kısımları ve içinde bulunan
örnekler 1.5 ml’lik eppendorf tüplere
aktarılmıştır.
Klinik örneklerden önce bir
cDNA havuzunun 6 farklı dilüsyonu üç
farklı kopya olarak ölçülmüştür ve
floresansın başladığı siklus sayısı (Cp) ile
gen ifadesinin logaritmik artışı arasında
lineer regresyonla , kalibrasyon eğrisi
çizilmiştir.
Örneklerin yüzeyine yapışan Candida
albicans kolonisinden total RNA eldesi
Örneklerdeki ALS1 genlerinin sayısal
analizi için yapılan mutlak ölçüm (absolute
quantification) sırasında, örnekteki hedef
ile daha önce konsantrasyonu bilinen aynı
hedefin standart eğrisi karşılaştırılmıştır.
Standart eğriler, 10 kat seri dilüsyonlarla
(102 – 1010 kopya/mL), kopyalar ölçülerek
(kuantifiye edilerek) oluşturulmuştur.
ALS1 gen ifadesi miktarı kopya / mL
olarak ölçülmüştür.
RNA elde edilmesi için Heliosis RNA
Ekstraksiyon
Modülü
(Metis
Biyoteknoloji, Türkiye) kullanılmıştır.
Üretici firma önerilerine uygun olarak, 100
µl örnek ile çalışılmıştır.
Elde edilen total RNA miktarları RNA
ölçüm cihazında ( NanoDrop, ABD )
ölçülerek RNA varlığı kontrol edilmiştir.
Ters transkripsiyon (RT – PZR) ile cDNA
eldesi
Total RNA’dan komplimenter DNA
(cDNA) elde edilmesi için Transcriptor
First Strand cDNA Synthesis Kit for RTPCR
(AMV)
(Roche,
Germany)
kullanılmıştır.
ALS1 kodlayan cDNA’ların Real-Time
PZR cihazında çoğaltılması
ALS1 için en az 10 ng cDNA
kullanılmıştır. LightCycler cihazı (Roche,
Almanya) ve LightCycler yazılımının 3.5
Real -Time PZR’de ALS gen ifadesinin
kantitatif analizi
İstatistiksel Analizler
Çalışmadan elde edilen verilerin
değerlendirilmesi
ve
tabloların
oluşturulması amacıyla SPSS (Statistical
Package for Social Sciences) version 15
kullanılmıştır.
mRNA
miktarlarının
sunulması amacıyla ortalama, standart
sapma, minimum ve maksimum değerleri
kullanılarak tablolar hazırlanmıştır. Elde
edilen sonuçlara Üç Yönlü Varyans
Analizi yapılmıştır. Yumuşak astar
maddelerinin (Dentusil ve Molloplast-B)
mRNA miktarları arasında farklılığı
belirlemek
için
Student
T
testi
13
kullanılmıştır.
Bütün
istatistiksel
analizlerde önemlilik seviyesi olarak
p<0.05 ve p<0.01 değerleri kabul
edilmiştir.
Bulgular
uygulanmamış iki farklı silikon esaslı
yumuşak astar maddesinin C. albicans
hücreleri ile 12 ve 24 saat süreyle inkübe
edilmesi sonucunda elde edilen mRNA
ekspresyon miktarlarının ortalama ve
standart sapma değerleri Tablo 3’te
verilmiştir.
In
vitro
hızlandırılmış
eskitme
işlemi
uygulanmış
ve
Tablo 3: Elde edilen mRNA miktarlarının (kopya/mL) yumuşak astar maddelerine, eskitme
işlemi (eskitilmemiş/eskitilmiş) ve inkübasyon sürelerine (12/24 saat) göre ortalama, standart
sapma, minimum ve maksimum değerleri
Yumuşak
Astar
Maddesi
Dentusil
MolloplastB
Uygulanan İşlem
N
Ortalama
Std.Sapma
Minimum
Maksimu
m
Eskitilmemiş-12 saat
10
19.40
2.95
15.00
24.00
Eskitilmemiş-24 saat
10
16.00
1.49
14.00
18.00
Eskitilmiş-12 saat
10
14.00
1.49
12.00
16.00
Eskitilmiş-24 saat
10
25.10
1.66
23.00
28.00
Eskitilmemiş-12 saat
10
22.10
2.23
19.00
26.00
Eskitilmemiş-24 saat
10
29.30
4.19
20.00
34.00
Eskitilmiş-12 saat
10
27.00
4.62
19.00
33.00
Eskitilmiş-24 saat
10
37.30
2.87
34.00
42.00
Silikon esaslı yumuşak astar
maddesi, in vitro hızlandırılmış eskitme
işlemi ve inkübasyon süresi faktörleri ile
üç faktörlü varyans analizi (2x2x2 düzeni)
yapılmış ve sonuçlar Tablo 4’de
verilmiştir. Yumuşak astar maddeleri,
eskitme işlemi ve inkübasyon süresinin her
birinin alt grupları arasında anlamlı fark
bulunmuştur (p<0.01). Ayrıca bu üç
faktöre ait ikili etkileşimlerin hepside
anlamlıdır (p<0.01). Her üç faktörün
birlikte
etkileşimi
incelenmiş
ve
istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur
(p<0.01) (Tablo 4).
14
Tablo 4: Yumuşak astar maddeleri, eskitme işlemi ve inkübasyon süresi etkileşimine ilişkin
varyans analizi sonuçları
Kaynak
SD
Kareler
Toplamı
Kareler
Ortalaması
Malzeme
1
2121.800
2121.800
249.460
0.000**
İşlem
1
344.450
344.450
40.497
0.000**
Süre
1
793.800
793.800
93.327
0.000**
Malzeme x İşlem
1
105.800
105.800
12.439
0.001**
Malzeme x Süre
1
120.050
120.050
14.410
0.000**
İşlem x süre
1
387.200
387.200
45.523
0.000**
Malzeme x işlem x süre
1
162.450
162.450
19.099
0.000**
Hata
72
612.400
8.506
Toplam
80
49868.000
**
F
P
p < 0.01
Silikon esaslı yumuşak astar
maddelerinin eskitme işlemi ve inkübasyon
süresi alt gruplarına göre elde edilen
mRNA ekspresyon miktarlarının ortalama
ve standart sapma değerleri ile her iki
maddenin
bu değerler bakımından
karşılaştırma sonuçları
Tablo
5’de
verilmiştir. mRNA ekspresyon miktarları
en az eskitilmiş ve 12 saat inkübe edilmiş
Dentusil
maddesinde
(14.00±1.49
kopya/mL) bulunurken, en fazla eskitilmiş
24 saat inkübe edilmiş Molloplast-B
(37.30±2.87
kopya/mL)
maddesinde
bulunmuştur.
15
Tablo 5: Silikon esaslı Yumuşak astar maddelerinin eskitme işlemi ve inkübasyon süresi
gruplarına ilişkin karşılaştırma sonuçları
Eskitme işlemi ve inkübasyon
süresi grupları
Dentusil
Molloplast-B
p
Eskitilmemiş - 12 saat
19.40 ± 2.95
22.10 ± 2.23
0.033*
Eskitilmemiş – 24 saat
16.00 ± 1.49
29.30 ± 4.19
0.000**
Eskitilmiş – 12 saat
14.00 ± 1.49
27.00 ± 4.62
0.000**
Eskitilmiş – 24 saat
25.10 ± 1.66
37.30 ± 2.87
0.000**
*
p < 0.05
**
p < 0.01
Eskitilmemiş ve 12 saat
inkübe edilmiş silikon esaslı yumuşak astar
maddesi örneklerinde mRNA ortalamaları
sırasıyla, Dentusil maddesinde 19.40±2.95
kopya/mL ve Molloplast-B maddesinde
22.10±2.23 kopya/mL olarak bulunmuştur.
Yapılan t-testi sonucunda ortalamalar
arasında anlamlı farklılık saptanmıştır
(p<0.05) (Tablo 5).
Eskitilmemiş ve 24 saat inkübe
edilmiş Dentusil maddesi örneklerinden
izole edilen hücrelerde (16.00±1.49
kopya/mL),
Molloplast-B
maddesi
örneklerine (29.30±4.19 kopya/mL) göre
istatistiksel olarak anlamlı miktarda daha
az ALS1 gen ekspresyonu bulunmuştur
(p<0.01) (Tablo 5).
Eskitilmiş ve 12 saat inkübe
edilmiş Dentusil maddesi örneklerinden
izole edilen hücrelerde (14.00±1.49
kopya/mL),
Molloplast-B
maddesi
örneklerine (27.00±4.62 kopya/mL) göre
istatistiksel olarak anlamlı miktarda daha
az ALS1 gen ekspresyonu bulunmuştur
(p<0.01) (Tablo 5).
Eskitilmiş ve 24 saat inkübe edilmiş
Dentusil maddesi örneklerinden izole
edilen hücrelerde (25.10±1.66 kopya/mL),
Molloplast-B
maddesi
örneklerine
(37.30±2.87 kopya/mL) göre istatistiksel
olarak anlamlı miktarda daha az ALS1 gen
ekspresyonu bulunmuştur (p<0.01) (Tablo
5).
Tartışma
Araştırmada yumuşak astar
maddeleri üzerinde oral çevrede meydana
gelen değişiklikleri taklit etmek amacıyla
Atlas UV2000 Hızlandırılmış Hava
Koşullandırma Test Cihazı kullanılmıştır.
Hızlandırılmış eskitme işlemi, birçok
araştırmacı tarafından diş hekimliğinde
kullanılan materyallerin ve yumuşak astar
maddelerinin
çeşitli
özelliklerini
araştırmada
kullanılmıştır
(9,28-32).
Weathering cihazının üreticisi 300 saatlik
eskitmenin klinik kullanımın bir yılına eşit
olduğunu bildirmektedir ve bir çok
araştırmacı bu süreyi dikkate almışlardır
(9,28,29). Araştırmada Atlas UV2000
Hızlandırılmış Hava Koşullandırma Test
Cihazı’nda 300 saat süreyle uygulanan in
vitro hızlandırılmış eskitme işleminin
klinik kullanımın 1 yılına eşit olduğu
16
düşüncesi göz önüne alınarak süre tespiti
yapılmıştır.
C.albicans’ın konak hücrede
kolonizasyonu ve infeksiyonunda ilk
basamak olan adezyon patogenezde önemli
bir rol oynamaktadır. C. albicans’ın konak
hücre yüzeyine adezyonu hücre yüzey
glikoproteinlerini
kodlayan
ALS
(agglutinin-like
sequence)
genlerinin
ekspresyonu ile ilgilidir. ALS1 geninin
ürünü olan protein Sacchoromyces
cerevisiae’de eşleşme (mating) sırasında
hücre-hücre tanınmasını sağlayan α
agglutinin protein homologudur. S.
cerevisiae’de α agglutinin ve yüzey
glikoproteini a aglutinin arasındaki
etkileşim habloid hücrelerde eşleşmeyi
kolaylaştırmaktadır (33,34). Als1p ve
Als5p (Ala1p) insan yanak epitellerine ve
fibronektine tutunmakta rol alırlar. Als1p
özellikle enfeksiyonun erken döneminde
maya
hücresinin
ağız
mukozasına
tutunmasında önemli rol oynar (35).
ALS genlerinin, C. albicans
hücrelerinin konakçı yüzeylere ve medikal
yüzeylere adezyonunda etkili olduğunu
gösteren birçok çalışma mevcuttur
(2,20,33,35-41). Nobile ve ark. yaptıkları
çalışmada ALS1 ve ALS3 genlerinin
biyofilm formasyonunda birlikte daha fazla
etkili olduklarını belirtmişlerdir (20). In
vivo kateter modelinde yalnızca ALS1
geninin fonksiyonel olduğu aleller
(als1/als1 als3/als3 + pALS1) veya ALS3
geninin
fonksiyonel
olduğu aleller
(als1/als1 als3/als3 + pALS3) içeren C.
albicans hücreleri
seyrek bir tabaka
halinde aderans göstermişlerdir.
O’Connor ve ark. silikon elastomerlerinin
üzerindeki biyofilmden izole ettikleri C.
albicans hücrelerinde ve planktonik C.
albicans
hücrelerindeki
ALS1
gen
ekspresyonunu
kantitatif
olarak
incelemişler
ve
sonuçta
biyofilm
hücrelerindeki
gen
ekspresyonunun
planktonik hücrelerdeki ekspresyondan
büyük
oranda
fazla
olduğunu
bildirmişlerdir (41).
Bu çalışmada eskitme işlemi
uygulanmış ve uygulanmamış Dentusil ve
Molloplast-B maddelerinden elde edilen
örneklerin C. albicans hücreleri ile 12 ve
24 saat inkübe edilmesi sonucunda oluşan
ALS1 geni mRNA ekspresyonundaki
değişim incelenmiştir.
Babaç 2007 yılında yaptığı doktora tez
çalışmasında; çeşitli yumuşak astar
maddeleri ve akrilik yüzeylerle karşılaşmış
C. albicans hücrelerindeki ALS1 gen
ekspresyonundaki değişikliklerin ve Als1
proteininin hücrelerin bu yüzeylere
adezyonundaki rolünü araştırmıştır (2).
RT-PZR deneyinde suşlar materyallerle
karşılaştırılmadan önce bütün suşlarda
ALS1 geni mRNA ekspresyonu negatif
olarak bulunmuştur. Acron Duo ve Visco
Gel ile karşılaşmış suşların bir kısmında,
silikon esaslı yumuşak astar maddeleri (Ufi
Gel P, Mollosil ve Molloplast B) ile
karşılaşmış suşların ise tamamında ALS1
geni mRNA
ekspresyonu pozitif
bulunmuştur. Bu çalışmanın sonuçları C.
albicans’ın
protez
materyalleri
ile
karşılaşmasından sonra ALS1
geni
ekspresyonunun
arttığını
destekler
niteliktedir.
In vitro ve in vivo yapılan bazı
çalışmalarda yüzey pürüzlülüğünün ve
materyaldeki
eskimenin
Candida
adezyonunu
arttırıcı
etkisi
olduğu
gösterilmiştir (22,23,42,43).
Araştırmamızda Molloplast B
yumuşak astar maddesinden elde edilen
örneklerdeki
ortalama
ALS1
gen
ekspresyonu miktarı Dentusil maddesi
örneklerinin değerlerinin ortalamasından
çok bulunmuştur. Bu sonuçlar bazı
araştırmalarla paralellik sağlamaktadır
17
(2,44-46). Molloplast-B, Ufi Gel P,
Mollosil Plus ve Fixo Gel marka yumuşak
kaide materyallerine C. albicans’ın
yapışmasının incelendiği çalışmada; en
fazla yapışmanın Molloplast-B maddesine,
en az yapışmanın da Ufi Gel P maddesine
olduğu belirtilmiştir (46).
Araştırmada; eskitme işlemi ve
inkübasyon süresi gruplarının hepsinde
Dentusil
maddesinde
elde
edilen
örneklerde, Molloplast-B maddesinden
elde edilen örneklere göre istatistiksel
olarak anlamlı miktarda az mRNA
ekspresyonu olmuştur (p<0.05).
Waters ve ark. Trevalon marka
akrilik rezin, Molloplast B yumuşak astar
maddesi ve 2 farklı deneysel oda ısısında
vulkanize olan silikon esaslı yumuşak astar
maddesinde Candida albicans adezyonunu
değerlendirdikleri çalışmada en az adezyon
skorlarını oda ısısında vulkanize olan
silikonlarda bulmuşlardır
(44).
Bu
sonuçlar;
Dentusil
maddesinin
eskitilmemiş örneklerinden elde edilen
ortalama mRNA ekspresyon değerlerinin,
Molloplast-B maddesinden elde edilen
değerlerden daha az olan araştırma
bulgularımızı destekler niteliktedir.
Tarı
ve
arkadaşları
çalışmalarında,
pelikıl
tabakası
oluşturulmamış Visco Gel, Ufi Gel P ve
Molloplast-B maddelerinin eskitme öncesi
ve sonrası adezyon skorları ayrı ayrı
istatistiksel olarak incelendiğinde her
maddede eskitme işlemi sonrasında C.
albicans adezyon miktarının arttığını
bildirmiştir (9). Özellikle Molloplast-B
maddesindeki artışın çok fazla olduğunu
belirtmiştir. Bu sonuçlar çalışmamızda
Molloplast-B maddesiyle ilgili olarak elde
ettiğimiz sonuçları destekler niteliktedir.
Yaptığımız çalışmada genel ortalamalara
bakıldığında ve eskitilmiş örneklerin
ortalama
ALS1
gen
ekspresyon
miktarlarına bakıldığında,
en çok
ekspresyon
miktarı
Molloplast-B
maddesinde görülmüştür. Bu durum
Molloplast-B
maddesinde
materyalin
eskimesiyle birlikte adezyonda ciddi
artışlar olabileceğini düşündürmektedir.
Ancak daha kesin bir sonuç elde edebilmek
için daha ileri çalışmalar yapılması
gerekmektedir.
* Bu araştırma Gazi Üniversitesi Bilimsel
Araştırma Projeleri Birimi tarafından
03/2008
-17
proje
numarası
ile
desteklenmiştir.
Kaynaklar
1. Mack PM. Denture soft lining
materials: Clinical Indications. Aust
Dent J. 1989;34:454-8.
2. Babaç YG. Çeşitli Yumuşak Astar
Materyalleri ve Akrilik Yüzeyinden
İzole Edilen Candida Albicans
Suşlarında, ALS Gen Ailesinden ALS1
Adezyon Geninin ve ALS1 Proteinin
Araştırılması. Doktora Tezi. Ankara:
Gazi Üniversitesi; 2007.
3. Sato Y, Abe Y, Okane H, Tsuga K.
Finite element analysis of stress
relaxation in soft denture liner. J Oral
Rehabil. 2000;27:660-3.
4. Çalıkkocaoğlu S. Tam protezler. 3.
baskı. İstanbul: Protez Akademisi ve
Gnatoloji Derneği; 1998.
5. Phillips RW. Skinner’s science of
dental
materials.
11th
ed.
Philadelphia: W.B. Saunders Co; 1996.
6. Vural C, Ozdemir G, Kurtulmus H,
Kumbuloglu O, Ozcan M. Comparative
effects of two different artificial body
fluids on Candida albicans adhesion to
soft lining materials. Dent Mater J.
2010;29:206-12.
18
7. Boscato N, Radavelli A, Faccio D,
Loguercio AD. Biofilm formation of
Candida albicans on the surface of a
soft
denture-lining
material.
Gerodontol. 2009;26:210-3.
8. Kulak-Ozkan Y, Sertgoz A, Gedik H.
Effect of thermocycling on tensile bond
strength of six silicone-based, resilient
denture liners. J Prosthet Dent.
2003;89:303-10.
9. Tari BF, Nalbant D, Doğruman Al F,
Kustimur S. Surface roughness and
adherence of Candida albicans on soft
lining materials as influenced by
accelerated aging. J Contemp Dent
Pract. 2007;8:18-25.
10. Akpan A, Morgan R. Oral
candidiasis.
Postgrad
Med
J.
2002;78:455-9.
11. Samaranayake LP, Keung Leung W,
Jin L. Oral mucosal fungal infections.
Periodontol 2000. 2009;49:39-59.
12. Farah CS, Lynch N, McCullough MJ.
Oral fungal infections: an update for
the general practitioner. Aust Dent J.
2010;55:48-54.
13. Pereira- CenciT, Del Bel Cury AA,
Crielaard
W,
Ten
Cate
JM.
Development of Candida-associated
denture stomatitis: new insights. J Appl
Oral Sci. 2008;16:86-94.
14. Marsh P, Martin MV. Oral
microbiology. 4th ed. Bodmin: MPG
Books Ltd; 1999;153-62.
15. Pires FR, Santos EB, Bonan PR, De
Almeida OP, Lopes MA. Denture
stomatitis and salivary Candida in
Brzilian edentulous patients. J Oral
Rehabil. 2002;29:1115-9.
16. DarwazehAMG, Al-Refai S, AlMojavel S. Isolation of Candida
species from the oral cavity and
fingertips of complete denture wearers.
J Prosthet Dent. 2001;86:420-3.
17. Budtz-Jorgensen E. Ecology of
Candida-associated denture stomatitis.
Microb Ecol Health Dis. 2000;12:17085.
18. Abaci O, Haliki-Uztan A, Ozturk B,
Toksavul S, Ulusoy M, Boyacioglu H.
Determining Candida spp. incidence in
denture wearers. Mycopathologia.
2010;169:365-72.
19. Bulad K, Taylor RL, Verran J,
McCord
JF.
Colonization
and
penetration of denture soft lining
materials by Candida albicans. Dent
Mater. 2004;20:167-75.
20. Nobile CJ, Schneider HA, Nett JE,
Sheppard DC, Filler SG, Andes DR,
Mitchell AP. Complementary adhesin
function in C. albicans biofilm
formation. Curr Biol. 2008;18:1017-24.
21. Kamai Y, Kubota M, Kamai Y,
Hosokawa T, Fukuoka T, Filler SG.
Contribution of Candida albicansALS1
to the pathogenesis of experimental
oropharyngeal
candidiasis.
Infect
Immun. 2002;70:5256-8.
22. Bal BT, Yavuzyılmaz H, Yücel M. A
pilot study to evaluate the adhesion of
oral microorganisms to temporary soft
lining materials. J Oral Sci. 2008;50:18.
23. Radford DR, Sweet SP, Challacombe
SJ, Walter JD. Adherence of Candida
albicans to denture- base materials
with different surface finishes. J
Dentistry. 1998;26:577-83.
24. Nikawa H, Jin C, Hamada T,
Makihira S, Kumagai H. Interactions
between thermal cycled resilient
denture lining materials, salivary and
serum pellicles and Candida albicans
in vitro. Part II. Effects on fungal
colonization,
J.
Oral
Rehabil.
2000;27:124-30.
19
25. Ferreira
MA,
Pereira-Cenci
T,
Rodrigues de Vasconcelos LM,
Rodrigues-Garcia RC, Del Bel Cury
AA. Efficacy of denture cleansers on
denture liners contaminated with
Candida species. Clin Oral Invest.
2009;13:237-42.
26. Nevzatoğlu EU, Ozcan M, KulakOzkan Y, Kadir T. Adherence of
Candida albicans to denture base
acrylics and silicone-based resilient
liner materials with different surface
finishes.
Clin
Oral
Invest.
2007;11:231-6.
27. Nikawa H, Iwanaga H, Kameda M,
Hamada T. In vitro evaluation of
Candida albicans adherence to soft
denture–lining materials. J Prosthet
Dent. 1992;68:804-8.
28. Dootz ER, Koran A, Craig RG.
Physical property comparison of 11
soft denture lining materials as a
function of accelerated aging.
J
Prosthet Dent. 1993;69:114-9.
29. Ergün G, Nagaş IÇ. In vitro color
stability of soft denture liners after
accelerated aging. Hacettepe Dişhek
Fak Derg. 2007;31:65-73.
30. Mancuso DN, Goiato MC, Dekon SF,
Gennari-Filho H. Visual evaluation of
color stability after accelerated aging of
pigmented and nonpigmented silicones
to be used in facial prostheses. Indian J
Dent Res. 2009;20:77-80.
31. Anil N, Hekimoglu C, Büyükbas N,
Ercan MT. Microleakage study of
various soft denture liners by
autoradiography: effect of accelerated
aging. J Prosthet Dent. 2000;84:394-9.
32. Goiato MC, Santos DM, Haddad MF,
Pesqueira AA. Effect of accelerated
aging on the microhardness and color
stability of flexible resins for dentures.
Braz Oral Res. 2010;24:1149.
33. Hoyer LL. The ALS gene family of
Candida albicans. Trends Microbiol.
2001;9:176-80.
34. Dranginis AM, Rauceo JM, Coronado
JE, Lipke PN. A biochemical guide to
yeast adhesins: glycoproteins for social
and antisocial occasions. Microbiol
Mol Biol Rev. 2007;71:282-94.
35. Yang YL. Virulence factors of
Candida species. J Microbiol Immunol
Infect. 2003;36:223-8.
36. Hoyer LL, Green CB, Oh SH, Zhao
X. Discovering the secrets of the
Candida albicans agglutinin – like
sequence (ALS) gene family: a sticky
pursuit. Med Mycol. 2008;46:1-15.
37. Calderone RA, Fonzi WA. Virulence
factors of Candida albicans. Trends
Microbiol. 2001;9:327-35.
38. Sheppard DC, Yeaman MR, Welch
WH, Phan QT, Fu Y, Ibrahim AS, et al.
Functional and structural diversity in
the Als protein family of Candida
albicans.
J
Biol
Chem
2004;279:30480-9.
39. Green CB, Zhao X, Yeater KM,
Hoyer LL. Construction and real-time
RT-PCR validation of Candida
albicans PALS-GFP reporter strains
and their use in flow cytometry
analysis of ALS gene expression in
budding
and filamenting cells.
Microbiol. 2005;151:1051-60.
40. Nailis H, Vandenbroucke R, Tilleman
K, Deforce D, Nelis H, Coenye T.
Monitoring ALS1 and ALS3 gene
expression during in vitro Candida
albicans biofilm formation under
continuous
flow
conditions.
Mycopathologia. 2009;167:9-17.
41. O’Connor L, Lahiff S, Casey F,
Glennon M, Cormican M, Maher M.
Quantification
of
ALS1
gene
expression in Candida albicans
20
biofilms by RT- PCR using
hybridisation
probes
on
the
LightCycler.
Mol
Cell
Probes.
2005;19:153-62.
42. Hahnel S, Rosentritt M, Handel G,
Bürgers R. In vitro evaluation of
artificial ageing on surface properties
and early Candida albicans adhesion to
prosthetic resins. J Mater Sci: Mater
Med 2009;20:249-55.
43. Verran J, Maryan CJ. Retention of
Candida albicans on acrylic resin and
silicone
of
different
surface
topography.
J
Prosthet
Dent.
1997;77:535-9.
44. Waters MG, Williams DW, Jagger
RG, Lewis MA. Adherence of Candida
albicans to experimental denture soft
lining materials. J Prosthet Dent.
1997;77:306-12.
45. Hong G, Lı Y, Maeda T, Mizumachi
W, Sadamori S, Hamada T, Murata H.
Influence of storage methods on the
surface
roughness
of
tissue
conditioners.
Dent
Mater
J.
2008;27:153-8.
46. Yanıkoğlu N, Aktaş E, Yeşil Duymuş
Z, Denizoğlu S, Ayyıldız A. Yumuşak
kaide
materyallerine
Candida
albicans’ın yapışmasının incelenmesi.
Atatürk Üniv Diş Hek Fak Derg.
2003;13:16-20.
21
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2012:4(1):22-26
Orijinal Makale
Ortak ve ark.
Yaşa Bağlı Makula Dejenerasyonu Olan ve Olmayan Hastalarda Serum Eser Element
Düzeyinin Karşılaştırılması
The Comparison of Serum Levels of Trace Elements in Patients With and Without Age
Related Macular Degeneration
1
Hüseyin Ortak, 1Selim Demir, 2Durali Mendil
Gaziosmanpaşa
Üniversitesi
Tıp
Fakültesi
Göz
Hastalıkları Anabilim
Dalı. Tokat.
1
Gaziosmanpaşa
Üniversitesi
Kimya
Bölümü. Tokat.
2
Sorumlu Yazar:
Yrd. Doç. Dr. Hüseyin
Ortak
Tel: +903562129500/
1082;
Fax: +903562133179
E-mail:
huseyin.ortak@hotmail
.com
Özet
Amaç: Yaşa bağlı makula dejenerasyonu olan ve olmayan hasta
grubunda serum bakır ve kurşun düzeyini araştırmak ve bu
elementlerin makuler dejenerasyon fizyopatolojisindeki yerini
ortaya koymak.
Gereç ve yöntemler: Toplam 26 yaşa bağlı makula
dejenerasyonu hastası ve 28 kontrol olgu çalışmaya dahil edildi.
Kan serumu örneklerindeki bakır ve kurşun miktarları grafit fırınlı
atomik absorbsiyon spektrometri (A Perkin Elmer AAnalyst 700)
kullanılarak ölçüldü.
Bulgular: Olguların yaş ortalamaları sırası ile hasta ve kontrol
grubunda 64.0±5.5 yıl ve 65.9±5.2 yıl olarak hesaplandı
(p=0.144). Serum bakır düzeyi hasta grubunda 22.20±1.05 µmol/l
ve kontrol grubunda 13.71±0.74 µmol/l olarak bulundu (p=0.001).
Serum kurşun düzeyi hasta grubunda 29.66±1.25 µmol/l ve
kontrol grubunda 0.02±0.45 µmol/l olarak ölçüldü (p=0.001).
Sonuç: Yaşa bağlı makula dejenerasyonlu hastaların serumlarında
hem kurşun hem de bakır yüksek bulundu. Bu hastalığın
patogenezinde artmış olan bu eser elementler oksidatif stresi
artırarak önemli rol oynayabilir.
Anahtar kelimeler: Makula, dejenenerasyon, eser element
Abstract
Aim: To evaluate serum level of copper and lead in patients with
and without age related macular degeneration, and reveal to
between association of these elements and pathophysiology of
macular degeneration.
Material and methods: In the study, 26 patients with age-related
macular degeneration and 28 healthy controls were included.
Amounts of lead and copper in blood serum samples was
measured using graphite furnace atomic absorption spectrometry
(Perkin Elmer Analyst A 700).
Results: The mean age of the study patients and control groups,
was 64.0±5.5 years and 65.9±5.2 years, respectively (p=0.144).
Serum levels of copper in the patient group and control group was
13.71±0.74 µmol/l and 22.20±1.05 µmol/l, respectively
(p=0.001). Serum levels of lead in patients group and the control
group was 29.66±1.25 µmol/l and 0.02 ± 0.45, respectively (p =
0.001).
Conclusion: Serum levels of copper and lead in the patients with
age-related macular degeneration were higher. These trace
elements in the pathogenesis of this disease, which is increased by
increasing oxidative stress may play an important role.
Key Words: Macula, degeneration, trace element
22
Giriş
Yaşa bağlı makula dejenerasyonu
(YBMD) endüstrileşmiş ülkelerde en sık
körlük nedenlerinden biridir (1). Hastalık
patogeneziyle ilişkili olarak hücresel ve
moleküler düzeyde pek çok çalışma
sunulmuş
olsa
da
kesin
nedeni
bilinmemektedir. YBMD genel olarak kuru
(dry) ve yaş (wet) tip olmak üzere ikiye
ayrılır. Yaş tip hastalık grubunun %10-20
sini
oluşturmasına
rağmen,
görme
azlıklarının %80’ inden sorumludur.
YBMD hastalarının çoğunda makuler
bölgede daha fazla olmak üzere druzen
denilen lipoprotein yapılar retina pigment
epiteli (RPE) ve bruch membranı (BM)
arasında birikir. Ayrıca retina pigment
epitel atrofisi ve bruch membranında
dejeneratif değişiklikler oluşur (2). İleri
dönem YBMD‘de koroidal neovasküler
membran ve sonrasında subpigment
epitelyal hemoraji ve pigment epitel
dekolmanı gelişebilir. Retina pigment
epiteli aynı zamanda subretinal alandan
kana iyon, su ve metabolik ürünlerin
geçişinde önemli role sahiptir. Retina
pigment epitelinde oluşan atrofi aynı
zamanda fotoreseptörlerin beslenmesini
bozarak dejenerasyona neden olabilir (3).
Hücresel hasarın oluşumunda, reaktif
oksijen bileşenlerinin oksidatif strese
neden olması sonucu oluştuğu çeşitli
çalışmalarda sunulmuştur. Retina özellikle
oksijen tüketimi fazla olduğu için oksidatif
strese daha fazla hassastır (4). Serum eser
elementleri genellikle oksidatif stresi
değiştirerek hastalık oluşumuna katkı
sağlarlar. Bunlardan kurşun pek çok
endüstriyel
alanda
kullanılan
elementlerden
biridir.
Toksisitesi
genellikle kan düzeylerinin belirlenmesi ile
konur ve 0.48 µmol/l düzeyinin üstü toksik
olarak kabul edilir. Kurşun dokularda ya
oksidatif stresi artırarak reaktif oksijen
türlerinin artırarak ya da hücresel
antioksidan kapasiteyi azaltarak hastalık
oluşumunda etkili olur (5). Bakır
organizmada stokrom c oksidaz, superoksit
dismutaz, askorbat oksidaz gibi pek çok
enzimimin kofaktörüdür. Bakır oksidatif
stresi ya fenton benzeri reaksiyonla reaktif
oksijen bileşiklerini artırarak katkı sağlar
ya da bir antioksidan olan glutatyon
seviyelerini düşürerek artırır. Bakırın
kanser,
nörolojik
hastalıklar
ve
aterosklerotik
hastalıklara
katkısının
olduğu çeşitli çalışmalarda sunulmuştur
(6).
Bu çalışmada YBMD oluşumunda
oksidatif stres ve enflamasyonun katkısının
olabileceğini düşüncesinden hareketle, bu
hastalık grubunda serum kursun ve bakır
düzeylerini
atomik
absorbsiyon
spektrometri yöntemi ile araştırdık
Gereç ve Yöntem
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Göz
Kliniğine başvuran 26 YBMD hastası ve
28 kontrol çalışmaya dahil edildi. Kan
serumu numunelerinin sulu çözeltilerini
hazırlamak
için
Milli-Q
sistemi
(Millipore, Bedford, MA, USA) de iyonize
su (18.2 MΩ cm) kullanıldı. Kullanılan
bütün plastik ve cam malzemeler 12 saat
%10’ luk nitrik asit çözeltisinde bekletildi
ve sonra Deiyonize su ile iyice durulandı.
Her kan serumu örneğinden 1 mL alınıp
üzerine 6 mL HNO3 (%65) ve 2 mL H2O2
(%30) ilave edilerek mikro dalga da
çözüldü. Daha sonra hacim 10 mL
oluncaya kadar saf su ile seyreltildi. Kan
serumu örneklerindeki bakır ve kurşun
miktarları grafit fırınlı atomik absorbsiyon
spektrometri (A Perkin Elmer AAnalyst
700) kullanılarak ölçüldü.
23
İstatistiksel Analiz
Elde edilen veriler kodlandıktan
sonra istatistiksel değerlendirme SPSS 15.0
proğramı kullanılarak yapıldı. Normalite
testi yapıldıktan sonra normal dağılıma
uyan parametreler t- testi ile, normal
dağılıma uymayan parametreler ise MannWhitney U testi ile değerlendirildi.
İstatistiksel anlamlılık p<0.05 değeri kabul
edildi.
Bulgular
Çalışmaya dahil edilen bireylerin
yaş ortalamaları sırası ile hasta ve kontrol
grubunda 64.0±5.5 yıl ve 65.9±5.2 yıl
olarak hesaplandı (p=0.144). Cinsiyet
yönünden hasta grubunun %57.7’si ve
kontrol
grubunun
%42.9’u erkekti
(p=0.174). Diabet ve hipertansiyon
yönünden iki grup arasında anlamlı bir fark
yoktu (sırasıyla, p=0.184, p=0.060). Hasta
ve kontrol grubunun demografik özellikleri
tablo 1’de sunulmuştur.
Serum bakır
düzeyi hasta grubunda 22.20±1.05 µmol/l
ve kontrol grubunda 13.71±0.74 µmol/l
olarak bulundu (p=0.001). Serum kurşun
düzeyi hasta grubunda 29.66±1.25 µmol/l
ve kontrol grubunda 0.02±0.45 µmol/l
olarak ölçüldü (p=0.001). Hasta ve kontrol
grubunun serum eser element düzeyleri
tablo 2’de sunulmuştur.
Tablo 1.Yaşa bağlı maküla dejenerasyonu ve kontrol grubu olgularının demografik
özellikleri.
Hasta (n =26)
Kontrol (n=28)
p
Yaş (yıl)
64.0±5.5
65.9±5.2
0.144
Cinsiyet (Erkek) [n (%)]
15 (57.7)
12 (42.9)
0.174
Diyabet [n (%)]
16 (61.5)
13 (46.4)
0.184
Hipertansiyon [n (%)]
14 (53.8)
10 (35.7)
0.060
Tablo 2. Yaşa bağlı maküla dejenerasyonu ve kontrol grubu olgularının serum eser element
düzeyleri.
Hasta (n =26)
Kontrol (n=28)
p
Bakır (µmol/l)
22.20±1.05
13.71±0.74
<0.001
Kurşun (µmol/l)
29.66±1.25
0.02±0.45
<0.001
Tartışma
YBMD,
RPE ve fotoreseptör
dejenerasyonu, RPE’de lipofüskin birikimi,
kronik inflamasyon ve druzen birikimi ile
karekterizedir. Aynı zamanda kronik
oksidatif stres hastalık patogenezi ile
ilişkilendirilir (7). Ağır metaller ve hastalık
oluşum riskini araştıran pek çok makale
sunulmuştur. Vücuttaki metal dengesindeki
bozulma
reaktif
oksijen
türlerinin
oluşumuna yol açmakta ve oluşan oksidatif
stres
DNA
hasarına,
lipid
peroksidasyonuna neden olabilmektedir.
Bunun sonucunda da kardivasküler
24
hastalıklar, ateroskleroz, diabet gibi
hastalıklara yatkınlık artmaktadır (6).
YBMD oluşumunda pek çok genetik ve
çevresel faktör suçlansa da kesin nedeni
bilinmemektedir. Biz bu çalışmada
YBMD’si olan hastalarda serum serum
bakır ve kurşun düzeyini kontrol grubuna
göre anlamlı şekilde yüksek bulduk.
Bakır, retinanın antioksidan defans
mekanizmaları için gerekli olan pek çok
enzimin fonksiyon görmesinde hayati
öneme sahiptir. Bu mekanizmalar özellikle
retinanın ışığa maruz kalması ve
metabolizmasının hızlı olması nedeniyle
oksidatif strese vücutta daha fazla maruz
kalan bir organdır. Bu element, pek çok
hücresel reaksiyon için esansiyel olsa da
fazlası toksiktir. Willis ve arkadaşlarının
yapmış olduğu bir çalışma da yaşlı
bireylerin koroitlerinde, genç bireylere
göre bakır seviyeleri artmış olarak
bulunurken, nöral retinalarındaki bakır
seviyeleri düşük olarak bulunmuş(8). Nöral
retinadaki bakırın azalması belki de bu
elementin
redistrübisyonunun
fazla
olmasıyla ilişkili olabilir. Yine bakır
metabolizması bozukluğu ile giden Wilson
ve Menkes hastalıklarında da retina
pigment epitelindeki bakır transport
proteinlerinin kaybı sonucu retinal
dejenerasyon görülebilmektedir (9). Retina
pigment epiteli oksidatif strese karşı
superoksit dismutaz (CuZnSOD) gibi
enzimlerle reaktif oksijen bileşenlerinin
detoksifikasyonuna
katkı
sağlar.
YBMD’de bu enzimlerin aktiviteleri
artmıştır (10). Aynı zamanda bakır
bağlayıcı bir protin olan serulopasmin
YBMD’li hastaların serumlarında artmış
olarak tesbit edilmiştir (11). Bir başka
çalışmada YBMD’si olan hasta grubunun
serum ve idrarındaki bakır düzeyi
YBMD’si olmayan gruba göre önemli
düzeyde artmış olarak bulunmuştur (12).
Kurşun
çok
küçük
konsantrasyonlarda bile insan dokuları için
toksik olan bir eser elementtir (13).
Yaşlılıkla ilişkili hastalıklarda kurşun,
oksidatif stresi, inflamatuar stokinleri
artırarak katkı sağlar (14). Erie ve
arkadaşları YBMD’li hastaların nöral
retinalarında kurşun miktarının YBMD’si
olmayanlara göre önemli oranda arttığını
göstermişlerdir (15). Yine Kazi ve
arkadaşlarının makuler dejenerasyona
sahip çocuklar ve normal görmesi olan
çocukların yaptıkları çalışmada, saç
örneklerinden
alınan
nümunelerinde,
kurşun düzeyi hasta grubunda önemli
düzeyde yüksek bulunmuştur (16).
Yaşa bağlı makula dejenerasyonlu
hastaların serumlarında hem kurşun hem
de bakır yüksek bulundu. Bu hastalığın
patogenezinde artmış olan bu eser
elementler oksidatif stresi artırarak önemli
rol oynayabilir. Multifaktoriyel etyolojiye
sahip YBMD patogenezini anlamamızda,
serum metal dengesinin araştırılması
önemli katkı sağlayacaktır.
Kaynaklar
1. Klein R, Klein BE, Linton KL.
Prevalence of age-related maculopathy.
The Beaver Dam Eye Study.
Ophthalmology. 1992;99:933-43.
2. Chen H, Liu B, Lukas TJ, Neufeld AH.
The
aged
retinal
pigment
epithelium/choroid:
a
potential
substratum for the pathogenesis of agerelated macular degeneration. PLoS
One.
2008;3:e2339.
doi:
10.1371/journal.pone.0002339.
3. Strauss O. The retinal pigment
epithelium in visual function. Physiol
Rev. 2005;85:845-81.
4. Beatty S, Koh H, Phil M, Henson D,
Boulton M. The role of oxidative stress
25
in the pathogenesis of age-related
macular
degeneration.
Surv
Ophthalmol. 2000;45:115-34.
5. Valko M, Leibfritz D, Moncol J,
Cronin MT, Mazur M, Telser J. Free
radicals and antioxidants in normal
physiological functions and human
disease. Int J Biochem Cell Biol.
2007;39:44-84.
6. Jomova K, Valko M. Advances in
metal-induced oxidative stress and
human
disease.
Toxicology.
2011;283:65-87.
7. Yang AH, Huang W. Retinal Vein
Occlusion Induced by a MEK Inhibitor
– Impact of Oxidative Stress on the
Blood-Retinal Barrier. Drug Safety
Research &
Development,
Pfizer Inc. La Jolla Laboratories, USA.
8. Wills NK, Ramanujam VM, Kalariya
N, Lewis JR, van Kuijk FJ. Copper and
zinc distribution in the human retina:
relationship to cadmium accumulation,
age, and gender. Exp Eye Res.
2008;87:80-8.
9. Krajacic P, Qian Y, Hahn P, Dentchev
T, Lukinova N, Dunaief JL. Retinal
localization and copper-dependent
relocalization of the Wilson and
Menkes disease proteins. Invest.
Ophthalmol. Vis. Sci. 2006;47:312934.
10. Decanini A, Nordgaard CL, Feng X,
Ferrington DA, Olsen TW. Changes in
select redox proteins of the retinal
pigment epithelium in age-related
macular
degeneration.
Am
J
Ophthalmol. 2007;143:607-15.
11. Newsome DA, Swartz M, Leone NC,
Hewitt AT, Wolford F, Miller ED.
Macular degeneration and elevated
serum
ceruloplasmin.
Invest
Ophthalmol Vis Sci. 1986;27:1675-80.
12. Silverstone BZ, Landau L, Berson D,
Sternbuch J. Zinc and copper
metabolism in patients with senile
macular
degeneration.
Ann
Ophthalmol. 1985;17:419-22.
13. Vig EK, Hu H. Lead toxicity in older
adults.
J
Am
Geriatr
Soc.
2000;48:1501-6.
14. Stohs SJ, Bagchi D. Oxidative
mechanisms in the toxicity of metal
ions.
Free
Radic
Biol
Med.
1995;18:321-36.
15. Erie JC, Good JA, Butz JA. Excess
lead in the neural retina in age-related
macular
degeneration.
Am
J
Ophthalmol. 2009;148:890-4.
16. Kazi TG, Afridi HI, Kazi GH, Jamali
MK, Arain MB, Jalbani N. Evaluation
of essential and toxic metals by
ultrasound-assisted acid leaching from
scalp hair samples of children with
macular degeneration patients. Clin
Chim Acta. 2006;369:52-60.
26
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2012:4(1):27-31
Olgu Sunumu
Özer ve ark.
Dyadic Death: A Case Report
İkili Ölüm: Olgu Sunumu
1
1 1
Erdal Özer , Ali Yıldırım, 2Özgür Enginyurt, 3Rıza Yılmaz
Özet
1
Gaziosmanpaşa
University, Department of
Forensic Medicine, Tokat,
Turkey.
2
Ministry of Health, Ordu
University, Training and
Research Hospital, Ordu,
Turkey
3
Zonguldak
Karaelmas
University, Department of
Forensic
Medicine,
Zonguldak, Turkey
Corresponding Author:
Ass Prof. Erdal Özer, MD.
Gaziosmanpaşa
Üniversitesi, Tıp Fakültesi
Adli Tıpilim Dalı
email:[email protected]
Fax: 03562133179
İki kişinin birlikte ölümü veya bir cinayeti takiben failin
kendisini öldürmesi ikili ölüm (çift ölüm, dyadic death)
olarak tanımlanmaktadır. Bu tip ölümler çok nadir
görülmekte olup, iki kişinin birlikte intiharından ziyade
cinayeti müteakiben intihar şeklinde görülmektedir. İkili
ölüm nadir olarak görülse de şiddetin trajik bir formudur.
Ailede ve şahit olanlarda psikolojik travma yaratıp, toplumun
ve medyanın ilgisini çekmektedir. İkili ölüm etnik, kültürel
köken ve sosyal edinimlerden, kullanılan alet ve görülme
sıklığı açısından etkilenir. Olgumuz cinayeti takiben intihar
olgusu olarak değerlendirilmiş olup konunun literatür
eşliğinde değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Anahtar kelimeler: İkili ölüm, otopsi, olay yeri
Abstract
Death of two individuals in tandem or suicide of the
perpetrator after committing a murder is defined as dyadic
death. Although these types of death are seen very rarely,
they are usually encountered as suicide following homicide
rather than suicides of two individuals at the same time.
Though rarely seen, dyadic death is a tragic form of
violence. Dyadic deaths attract the attenttion of the public,
and media by creating psychologic trauma in the family, and
those witnessed the incident. Incidence and the instruments
used in dyadic death are affected by ethnicity, cultural origin,
and social acquisitions. Our case has been evaluated as a case
of suicide following a homicide, and assessment of this issue
in
the
light
of
the
literature
is
aimed.
Keywords: Dyadic death, autopsy, crime scene
27
Introduction
The concept of ‘homicide-suicide’
coined by two words in English is defined
as suicide of the perpetrator following his
/her killing one or more than one
individuals. As its Turkish translation,
Öztürel suggested in 1980, the term
“refakatli özkıyım, eşli, eşdeşli özkıyım”
which means “suicide in companion” in
Turkish. However in recent years the
concept of “ ikili ölüm”meaning dyadic
death in English has been used more
frequently (1-3).
The researchers have required that
for an event to be termed as ‘dyadic death’
suicide should occur within one week
following an event of homicide. It was
indicated that rarely seen suicide attracts
the attention of media, ranking in
importance after murder which primarily
affects witnesses of the event, and family
members for a prolonged period of time
(4,5).
Although
psychopathologic
etiology involved in dyadic deaths differs
from that of suicide of a single individual,
predisposing factors were the same such as
depresion, borderline personality disorders,
narcistic neurosis in combination with
physical disorders, isolation, and loss of
social prestige. It has been reported that in
less frequently seen cases of dyadic death
in our country, the perpetrators were
males, and they had killed themselves after
murdering women with whom they had a
love affair (6). It has been concluded from
the analysis of these types of cases that
incidents of dyadic deaths were seen
between individuals in close relationship
for a long time, but rarely between
foreigners or individuals with short-term
familiarity (6).
Our country lack registries, and
investigations in which periodic, and
regional data related to the cases of
suicides following homicides, were
recorded regularly. These researches have
been rather presented in the form of case
reports (6,7). Owing to the rarity of these
cases, we aimed to contribute to the
literature on this subject.
Case Report
Autopsies of a 18-year old female,
and 31-year-old male individuals found in
the countryside with a shotgun beside them
revealed a trace of gunshot powder soot
measuring nearly 0.5 cm in length on the
skin of their throats. They were wounded
with a hunting rifle fired from a short
distance
(nearly
adjacent
shot).
Examination
of
bullet’s
trajectory
demonstrated that the rifle was fired from
in front through inferosuperior direction.
When cutaneous, and subcutaneous
findings were taken into consideration,
badly fractured facial bones of both
victims, bullet exit holes on the top of their
heads with destructive changes of brain
tissues at these site were detected. Autopsy
examination of the woman disclosed
evidences of pregnancy, and judicial
investigation concluded that her male
partner was already married. Postmortem
examination of the notes written by him
suggested that rejected demands of
marriage or concerns about termination of
this love affair had been the incentives for
this case of dyadic death.
28
Figure 1: Crime scene dyadic death
Figure 2: Crime scene dyadic death
Discussion
It has been revealed from
investigations on cases of dyadic death that
etiologies of episodes of homicide-suicide
vary among countries. Usually husband
kills his wife and/or children, and then
commits suicide. It has been reported that
the most prevalent influential triggering
factors have been jealousy resulting from
problematic relationships or revenge,
followed by mental disease, somatic
disorders
or
financial
difficulties.
Although in episodes of homicide-suicide,
frequently firearms have been reportedly
used, stabbing, and poisoning have been
also mentioned among methods of
murdering (8,9).
Amendmends to be made on laws
and regulations related to the possession of
firearms license in Turkey could decrease
the incidence of episodes of suicidal
attempts, and cases of homicide-suicide, an
issue which should not be overlooked.
In an investigation performed by
Milroy with 52 cases of dyadic death, it
was disclosed that perpetrators of 49 cases
had been male partners, and the triggering
factor had been broken relationships. It
was also detected that generally the victim
had been the spouse or partner (as is the
case in our report) (10).
A Hong Kong study investigated
cases of homicide-suicide resulting in
deaths of 99 aggressors, and 231 victims
between years 1989 and 2005. Most of
the aggressors were detected to be male
(n=68; 68.7%) aged 30-49 years (n=62;
62.6%). Disputes between spouses/partners
were the the most frequently demonstrated
etiologic factor. Mostly spouses/partners
(n=46; 46.5%), and children (n=47; 47.5%)
were victims. However in contrast to the
other study, slaughtering (n=33; 33.3%),
and poisoning (n=22; 22.2%) had been
reported as the most frequently used killing
methods. This divergence had been
attributed to legal regulations concerning
the use of firearms in Hong Kong (11). In
another study where cases of dyadic death
detected in Oklahoma between years 19942001 were investigated, firearms were used
in 71 (97.3%) incidents in which 89
victims, and 73 perpetrators lost their lives.
Victims were of female gender (n=71;
%79.8), former or current male/female
partner of the murderer (n=59; 66.3%) and
child (children) of the perpetrator (n= 17;
19.1%).
As
influential
factors
divorce/separation from the spouse/partner
(30.1%),
jealousy
(17.8%),
other
intrafamilial
disputes
(9.6%),
and
euthanasia (8.2 %) (especially in older and
diseased partners/spouses) had been
reported. Children were victimized in 12
(16.4) out of 73 cases of homicide-suicide.
29
Victimized children had been killed by
their families (n=15; 83.3%), his/her
sibling (n=1, 5.6%), and former boy
friends (n=2; 11.1%). Mental disease had
been detected in 20% of the perpetrators,
which most frequently consisted of
diagnoses of depression, and delusional
disorders (5).
In one of the recent largest series
about this issue, Bossarte et al analyzed
data of 14 centers covering years 20032004 where a total of 457 victims lost their
lives in incidents of homicide-suicide
(n=209) and murder (n=248). Most of the
incidents (82.3%)
had happened at
dwelling places of the victims. A 12.1% of
the murdered victims were of pediatric age
group, while 68 % of the perpetrators aged
between 25-54 years. Psychiatric disorder
and /or major depression had been detected
in 19.6% of the perpetrators, while 7.2%
had a history of psychiatric disorder (4).
Based on data retrieved by Logan et
al from 17 separate centers, perpetrators
involving in incidents of homicide-suicide
were mostly male (91%), and aged
between 20-49 years (64%). They had been
involved in intrafamilial disputes (53.9%) ,
and used cutting and stabbing instruments
(3.7%) (12)
It has been known that in cases of
dyadic death, firearms are generally used.
Therefore it can be deduced that restriction
of access to firearms might reduce the
number of these types of criminal events.
Since in some cases, underlying
psychiatric disorder is thought to be the
triggering factor, we conceive that
disclosure of the influential impact of
psychiatric disorders on the developmental
process of these episodes which have been
recently encountered in increasing
frequency in our country, and also
prophylactic therapy of psychiatric
disorders will be useful measures to be
taken beforehand. As a conclusion we
believe that autopsy findings, crime scene
examination, and criminal investigation
should be evaluated in combination so as
to conclude that our case is an episode of
dyadic death.
References
1. Öztürel A. Refakatli İntiharlar (Eşli
veya Eşdeşli İntiharlar). Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi.
1980;37:421-40.
2. Karbeyaz K, Gündüz T, Balcı Y.
Yüksekten Atlayarak Birlikte Ölüm:
İkili
Ölüm.
AdliTıp
Bülteni.
2007;12:125-9.
3. Teyin M, Canoğulları G, Balcı Y. İkili
Ölüm: Eskişehir'den İki Olgu Bildirisi.
TurkiyeKlinikleri J Foren Med.
2004;1:80-3.
4. Bossarte RM, Simon TR, Barker L.
Characteristics of homicide followed
by suicideincidents in multiple states,
2003-04. Inj Prev. 2006;12:33-8.
5. Comstock RD, Mallonee S, Kruger E
ve ark. Epidemiology of homicidesuicideevents: Oklahoma, 1994-2001.
Am J Forensic Med Pathol.
2005;26:229-35.
6. Teyin M, Canoğulları G, Balcı Y. İkili
ölüm: Eskişehir'den iki olgu bildirisi.
TurkiyeKlinikleri J Foren Med.
2004;1:80-3.
7. Karbeyaz K, Gündüz T, Balcı Y.
Yüksekten atlayarak birlikte ölüm: İkili
ölüm. AdliTıp Bülteni. 2007;12:125-9.
8. Fincancı ŞK, Çetin G, Yavuz F. Çift
ölüm olgu bildirisi. Adli tıp
dergisi;1992;8:99-102.
9. Lew EO. Homicidal hanging in a
dyadic death. Am J Forensic Med
Pathol. 1988;9:83-6
30
10. Milroy cm. Reasons for homicide and
suicide in episodes by dyadic death in
Yorkshire and humberside. Med Sci
Law. 1995;35:213-7.
11. Yip PS, Wong PW, Cheung YT ve ark.
An empirical study of characteristics
and typesof homicide-suicides in Hong
Kong, 1989-2005. J Affect Disord.
2009;112:184-92.
12. Logan J, Hill HA, Black ML Crosby
AE, Karch DL, Barnes JD, et al.
Characteristicsof
perpetrators
in
homicide-followed-by-suicid incidents:
National
Violent
DeathReporting
System-17 US States, 2003-2005. Am J
Epidemiol. 2008;168:1056-64.
31
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2012:4(1):32-36
Orijinal Makale
Komesli ve ark.
Penil Üretral Kanser ile Birlikte Postprostatektomik İnkontinans Olgusunda
Konservatif Cerrahi Yaklaşım: Eş Zamanlı Parsiyel Penektomi ve Ayarlanabilir
Transobturator Erkek Sling Operasyonu
Conservative Surgical Treatment in a Patient with Penile Urethral Cancer and
Postprostatectomy Incontinence: Partial Penectomy and Adjustable Transobturator
Male Sling
1
Gökhan Hadi Komesli, 2Çetin Yeşilli
Eskişehir
Askeri
1
Hastanesi Üroloji Kliniği
2
Eskişehir
Özel Medline
Hastanesi, Üroloji Kliniği
Yazışma Adresi
Dr. G. Hadi Komesli
Eskişehir Askeri Hastanesi
Üroloji Kliniği
Tel: 05333020211
e-mail:
gokhan_komesli@hotmail.
com
Özet
Üriner sistem kanserleri arasında primer üretral kanser oldukça
nadir görülür. En sık bulbomembranöz üretra, daha az sıklıkta
penil üretra ve prostatik üretra tutulumu göstermektedir. Erkek
üretral kanserlerin %80’ini skuamöz hücreli karsinom, %15’ini
transizyonel hücreli karsinom, %5’ini adenokanserler,
melanoma, lenfoma ve sarkoma oluşturur. Üretral kanserlerin
tedavisinde tümörün evresi, derecesi, lokalizasyonuna göre
konservatif cerrahi tedavilerden radikal rezeksiyon ve üriner
diversiyona kadar değişen prosedürler uygulanabilmektedir.
Distal üetral kanserlerin tedavisinde lokal tümör kontrolünün
mümkün olması nedeniyle genellikle konservatif cerrahi
yaklaşımlar tercih edilmektedir.
Bu yazıda primer üretral kanser ve postprostatektomik
inkontinans nedeniyle parsiyel penektomi ve transobturator
ayarlanabilir bulboüretral sling uyguladığımız bir olgu
sunulmuştur. Bilgilerimize göre eş zamanlı parsiyel penektomi
ve transobturator sling operasyonu yapılan literatürde ilk
vakayı bildirmekteyiz.
Anahtar Sözcükler: Erkek, sling, penektomi, üretral kanser.
Abstract
Among the urinary cancers, primary urethral cancer is a quite
rare. Overall, 80% of male urethral cancers are squamous cell
carcinoma; 15% are transitional cell carcinoma; and 5% are
adenocarcinoma, melanoma, lymphoma and sarcoma.In the
treatment of urethral cancer, various surgical treatments are
being used include conservative surgical treatment and radical
resection and urinary diversion due to the localization of the
lesion. Generally, distal urethral carcinoma is more amenable
to surgical control, concervative surgical treatment are
prefered.
In this paper, a case with primary penile urethral carcinoma
and postprostatectomic urinary incontinence who treated by
partial penectomy and transobturator adjustible bulbourethral
slin are presented. To our knowledge this is a first case which
is partial penectomy and transobturator sling were performed
synchronously.
Key Words: Male, sling, penectomy, urethral cancer
32
Giriş
Primer üretral kanserler tüm
malignitelerin %1’inden daha az oranda
görülürler (1). Hastaların yarısından
fazlasında üretral darlık ve 1/4’inde
seksüel yolla bulaşıcı hastalık öyküsü
vardır (1). En sık görülen semptomlar;
üretral kanama, palpabl üretral kitle ve
obstrüktif işeme semptomlarıdır. Üretrada
en sık bulbomembranöz (%60), penil
(%30) ve prostatik üretra (%10)
bölümlerinde
lokalizedir.
Anatomik
lokalizasyona göre histolojik tipleri
değişebilir. Prostatik üretrada transisyonel
hücreli kanser en sık görülürken (%90)
penil üretrada skuamöz hücreli kanser en
sık görülür (1). Genel olarak distal üretral
kanserler proksimal üretral kanserlere göre
daha düşük klinik evrede tespit edilir ve
daha iyi prognoza sahiptir.(2)
Üretral
kanserlerin
tedavisi
tümörün lokalizasyonuna, klinik evre ve
derecesine göre değişir. Penil üretrada
yüzeyel papiller düşük evreli tümörlerde
transüretral rezeksiyon, lokal eksizyon,
distal üretrektomi ve perineal üretrostomi
uygulanabilir (3). Distal penil üretrada
lokalize
ve
korpus
spongiozuma
infiltrasyon yapmış tümörlerde 2 cm.
negatif sınır bırakarak parsiyel penektomi
önerilmiştir (3-5).
Kliniğimize sık tekrarlayan üretral
darlık, üretral kanama ve üriner
inkontinans nedeniyle müracaat eden ve
primer
penil
üretral
kanser
ve
postprostatektomik inkontinans nedeniyle
eş zamanlı parsiyel penektomi ve
ayarlanabilir transobturator erkek sling
operasyonu
uyguladığımız
olguyu
sunmaktayız.
Seksen yaşında erkek hastaya Ocak
2009 yılında BPH nedeniyle TUR-P
yapılmış. Postoperatif 3. ayda anterior
üretral darlık nedeniyle hastaya 6 ay ara ile
toplam 4 kez internal üretrotomi yapılmış.
Bu operasyonlardan sonra hastada gelişen
inkontinans nedeniyle hastaya 3 ay pelvik
taban
kas
egzersizi
(Kegel)
ve
antikolinerjik ilaç tedavisi uygulanmış.
Kliniğimize aralıklı üretral kanama, dizüri,
pelvik ve perineal ağrı ve inkontinans (4
ped/gün) yakınmaları ile başvuran hastanın
fizik muayenesi, ürodinamik incelemesi,
üretrosistoskopisi, idrar mikroskopisi ve
rutin kan testleri yapıldı. Fizik muayenede
herhangi
bir
özellik
saptanmadı.
Ürodinamik incelemede intrensek sfinkter
yetmezliği lehine bulgular elde edildi
[Mesane kapasitesi ve kompliansı hafif
azalmış, detrüsor kontraksiyon gücü
normal, non obstrüktif, rezüdü idrar 10ml. ,
valsalva kaçırma basıncı düşük (40
cmH2O). Üretrosistoskopik incelemede
penil üretrada, fossa navikülarisin 2 cm.
gerisinden başlayan ve 4 cm’ lik segmentte
multifokal, en büyüğü 1.5 cm çapında
papiller tümöral lezyonlar tespit edildi
(Resim 1). Bu lezyonlardan ve mesanede
şüpheli bir alandan punch biyopsi alındı.
Histopatolojik
inceleme
neticesinde
üretradan alınan örneklerde skuamöz
hücreli kanser tespit edilirken mesaneden
alınan örnekte neoplazi tespit edilmedi.
Hastaya Abdomen-Pelvik USG, CT, MR
incelemeleri yapıldı ve herhangi bir
patoloji tespit edilmedi. Bunun üzerine
hastaya eş zamanlı parsiyel penektomi ve
transobturator sling operasyonu yapılması
planlandı. Hastaya durumu hakkında bilgi
verildi. Tedavi seçenekleri anlatıldı.
Bilgilendirilmiş rıza onam formu alındı.
Olgu Sunumu
33
Resim 1. Üretrosistoskopide anterior ü
retrada multifokal tümöral lezyonlar.
sondaya bağlanıp serumun üst sınırı
hastanın pubis kemiğinin 45 cm
yüksekliğinde olacak şekilde tespit edildi.
Bu seviyede serumun mesaneye akışı
gözlenerek sıvı akımı tamamen duruncaya
kadar sling materyalinin uçları her iki
tarafta
gerilerek
sabitlendi.
Üretrosistoskopi yapılarak mesanede ve
üretrada yaralanma olmadığı gözlendi cilt
insizyonları kapatıldı.
Parsiyel Penektomi
Operasyona transobturator sling ile
başlandı. Litotomi pozisyonunda perineal
insizyon yapılıp ayarlanabilir bulboüretral
transobturator erkek sling (Argus sistem)
uygulandı (6).
Cerrahi Teknik:
Ayarlanabilir Transobturator
Sling İmplantasyonu:
Erkek
Litotomi pozisyonunda orta hat
perineal insizyon yapılıp bulbospongioz
kas ortaya çıkarıldı. İnsizyon perineal
cisme doğru uzatıldı. Bulböz üretra
bulbospongioz kasla birlikte kavernosal
cisimlerin
proksimal
radiksinden
serbestlendi. Skrotum lateralinde, uyluk
ile perinenin birleştiği katlantı üzerine
bilateral 2.5 cm cilt insizyonu yapıldı.
Taşıyıcı helikal iğneler bu insizyonlardan
geçirilip, obturator faysa perfore edilip
üretranın hemen lateralinden çıklarak sling
materyalinin slikon uçları taşıyıcı iğnelerin
uçlarına monte edilip içten dışa doğru
çekildi. Slingin slikon ped parçası bulböz
uretraya bulbospongioz kas ayrılmadan ön
yüze yerleştirildi. Slikon uçlara takılan
contalar yardımı ile sling gerginliği
ayarlandı. 16 F Foley sonda naviküler
fossada balonu 3cc SF ile şişirilip tespit
edildi. 500 cc SF, serum seti ile Foley
Penise sirkumsizyon insizyonu ve
degloving yapıldıktan sonra damar sinir
paketi bağlınıp kesildi. Sağ ve sol korpus
kavernozum en bloc insize edilip sütüre
edildi. Üretra 2 cm. tümör negatif sınır
bırakılacak şekilde ve 4 cm penis güdüğü
bırakılacak şekilde en bloc insize edilip
parsiyel penektomi tamamlandı (Resim 2).
Resim 2. Parsiyel penektomi.
Penis güdüğü dorsalde sütüre edilip
eksternal üretral mea ventralde penis
cildine ağızlaştırıldı ve üretral kateter
konuldu (Resim 3). Postoperatif 1. gün
kateter alındı.
Resim 3. Postoperatif görünüm.
34
Histopatolojik inceleme sonucu
skuamöz
hücreli
kanser,
korpus
kavernozum ve spongiozum intakt, cerrahi
sınır negatif olarak tespit edildi (TaNxM0).
Postoperatif 3. ay kontrolde hasta
kontinan ve üretrosistoskopide üretral
güdük ve mesanede tümör tespit edilmedi.
Tartışma
Bu güne kadar çeşitli tedavilerin
uygulandığı sınırlı sayıda primer penil
üretral kanser olgusu bildirilmiştir (1-4,79). Bu durum klinik sonuçların anlamlı
analizinin yapılmasını zorlaştırmaktadır.
Hastaların yarısından fazlasında üretral
darlığın
etiyolojide
rol
oynadığı
bildirilmiştir (1). Olgumuzda kısa sürede 3
kez üretral darlık nedeniyle internal
üretrotomi yapılmış olması etiyolojide
üretra darlığının rol oynayabileceğini
düşündürmektedir. Ancak 2 yılda 4 cm’lik
alanda tümör olması tanısının atlanmış
olabileceğini de düşündürmektedir.
Düşük dereceli, yüzeyel, distal üetral
kanserlerin prognozunun yüksek dereceli,
invaziv, posterior üretrada lokalize olan
kanserlere göre daha iyi olduğu tespit
edilmiştir (1,4,7). Distal üretral kanserlerin
daha iyi prognnoza sahip olması lokal
cerrahi
kontrolün
sağlanabilmesine
bağlanmış ve parsiyel penektomi, distal
üretrektomi gibi basit lokal prosedürlerin
yeterli
olduğu,
buna
karşılık
bulbomembranöz yerleşimli kanserlerde
radikal cerrahi eksizyon yapılması
önerilmiştir (4). Bizim olgumuzda hastanın
ileri yaşta olması, tümörün distal üretral
yerleşimli olması ve radyoloik ve
üretroskopik görüntüsünün düşük klinik
evrede olduğunu düşündürmesi nedeniyle
parsiyel penektomi uygulamayı tercih ettik.
Bazı araştırmacılar transüretral rezeksiyon
yaptıkları olguları bildirmişler ve 3 hastada
61 ay, 196 ay ve 300 ay hastalıksız sağ
kalım elde etmişlerdir (3,7).
Ancak bizim olgumuzda hastanın
ileri yaşta olması, tümörün multifokal
olması, daha önce çok sayıda transüretral
girişim öyküsünün olması nedeni ile
transüretral rezeksiyonu tercih etmedik.
Üretral kanserli olgularda inguinal
lenf nodu diseksiyonu konusunda çelişkili
yorumlar mevcuttur. Bazı araştırmacılar
rutin olarak tüm hastalara sentinel lenf
nodu diseksiyonu yaptıklarını ve pozitif
olması durumunda inguinal lenf nodu
diseksiyonu yaptıklarını bildirmişlerdir (4).
Ancak, bazı yazarlar da distal üretral
karsinomlu olgularda palpabl lenf nodu
olmaması durumunda ilioinguinal lenf
nodu diseksiyonu yapılmayabileceğini ve
profilaktik lenf nodu diseksiyonunun
faydalı olmadığını bildirmişlerdir (8).
Bizim olgumuzda da palpabl lenf nodu
olmaması ve görüntüleme tekniklerinde
lenf nodu tutulumu olmaması ve distal
üretral yerleşimli tümör olması nedeni ile
lenf nodu diseksiyonu yapılmadı.
Distal üretral karsinomlu olgularda
konservatif cerrahi yaklaşımlar ile oldukça
başarılı sonuçlar alınmış uzun süreli
hastalıksız yaşam süreleri sağlanmıştır.(19)
Postprostatektomik inkontinansta
hafif- orta şiddetli semptomlu olgularda
35
ayarlanabilir
bulboüretral
sling
prosedürleri
ile
başarılı
sonuçlar
bildirilmiştir (6,10). Bizim olgumuzda
postprostatektomik
stres
üriner
inkontinansa
yönelik
ayarlanabilir
transobturator bulbuüretral sling prosedürü
uyguladık. Postoperatif 3. ayda, hasta
memnuniyeti iyi düzeyde, inkontinansı yok
ve ayakta rahat miksiyon yapabilmektedir.
Üroflowmetri sonucu normal sınırlarda
(nonobstrüktif) ve postmiksiyonel rezidü
idrar saptanmadı.
Üretrosistoskopide
üretra ve mesanede tümöral lezyon
izlenmemiş olup periyodik takiplere devam
edilmektedir. İnkontinans tedavisi için
postoperatif kısa dönem takip sonuçları iyi
düzeyde olmakla birlikte çok sayıda
hastayı içeren ve uzun takip süreli
çalışmalara gereksinim vardır.
Kaynaklar
1. Dalbagni G, Zhang ZF, Lacombe L,
Herr HW. Male urethral carcinoma:
Analysis of treatment outcome.
Urology. 1999;53:1126.
2. Anderson KA, McAninch JW. Primary
squamous cell carcinoma of anterior
male urethra. Urology.1984;23:134.
3. Gheiler EL, Tefilli MV, Tiguert R,
Oliveira GJ, Pontes JE, Wood DP.
Management of primary urethral
cancer. Urology. 1998;52:487.
4. Dinney CPN, Johnson DE, Swanson
DA, Babaian RJ, von Eschenbach AC.
Therapy and prognosis for male
anterior urethral carcinoma: An
Update. Urology. 1994;43:506.
5. Kaplan GW, Bulkley GJ, Grayhack JT.
Carcinoma of the male urethra. J Urol.
1967;98:36.
6. Romano SV, Metrebian SE, Vaz F,
Mulle V, D’Amico CA, Costa DE, et
al. An adjustible male sling for treating
urinary
incontinence
after
prostatectomy: A phase III trial. BJU
Int. 2006;97:533.
7. Eng TY, Naguip M, Galang T, Fuller
CD. Retrospective study of the
treatment of urethral cancer. Am J Clin
Oncol. 2003;26:558.
8. Hakenberg OW, Franke HJ, Froehner
M, Wirth MP. The treatment of
primary urethral carcinoma- the
dilemmas of a rare condition:
Experience with partial urethrectomy
and
adjuvant
chemotherapy.
Onkologie. 2001;24:48.
9. Davis
JW,
Schellhammer
PF,
Schlossberg SM. Conservative surgical
therapy for penile and urethral
carcinoma. Urology. 1999;53:386.
10. Bochove-Overgaauw DM, Shrier BP.
An adjustible sling fort the treatment of
all degrees of male stres urinary
incontinence: Retrospective evaluation
of efficacy and complications after a
minimal followup of 14 months. J
Urol. 2011;185:1363.
36
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2012:4(1):37-42
Olgu Sunumu
İnanır ve ark.
Atipik Göğüs Ağrısı ve Torakal Kompresyon Fraktürü: Olgu Sunumu
Atypical Chest Pain and Thoracal Compression Fracture: Case Report
1
Ahmet İnanır, 1Osman Çeçen, 2Erkan Gökçe
Gaziosmanpaşa Üniversitesi,
Tıp Fakültesi, Fiziksel Tıp ve
Rehabilitasyon Anabilim Dalı,
Tokat
1
Gaziosmanpaşa Üniversitesi,
Tıp Fakültesi, Psikiyatri
Anabilim Dalı, Tokat
3
Sorumlu Yazar:
Yrd. Doç. Dr. Ahmet İNANIR
Gaziosmanpaşa
Tıp
Fakültesi
Üniversitesi
Hastanesi,
Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon
Anabilim Dalı, Tokat /
Tel: 05055060622
Fax: 03562133179
E-mail: [email protected]
Özet
Kompresyon kırıkları oldukça yaygın görülen bir klinik
durumdur. Sıklıkla semptomatiktir ve önemli fonksiyonel
kısıtlılıklara neden olmaktadır. Tipik olarak anteroposterior
ya
da
lateral
omurga
grafilerinde
görülebilmektedirler ancak gerekli durumlarda MRG ve
Tomografi ile değerlendirmeler yapılmalıdır.
Bizim
olgumuz 37 yaşında atipik göğüs ağrısı tarif eden bir erkek
hasta idi. Daha önce bu yakınması ile gittiği çeşitli
polikliniklerden fayda görmeyen hastada detaylı anamnez
ve görüntüleme yöntemleri ile T 5 vertebrada kompresyon
kırığı olduğu saptandı. Tedavisi yapılan hasta
yakınmalarında belirgin azalma saptandı. Sonuç olarak
atipik göğüs ağrısı ile gelen vakalarda travma hikayesi
mevcut ise torakal kompresyon kırığı akla gelmelidir.
Anahtar kelimeler: Torakal kompresyon kırığı, atipik
göğüs ağrısı, tedavi
Abstract
Compression fractures are quiete a common clinic case.
They are frequently symptomatic and cause serious
functional restrictions. Typically, they can be seen in
anterior-posterior or lateral spine radiographies, but
evaluation must be done through MRG and Tomography in
necessary conditions. A 38 year-old male patient who
describes an atypical chest pain was the subject of our case
study. In case, who previously visited several clinics due to
this complaint but failed to recover, compression fracture in
T-5 vertabrea was detected through detailed medical history
and imaging techniques. A significant reduction of
symptoms in patients undergoing treatment has been
shown. As a result, in cases with atypical chest pain
thoracic compression fracture should be considered first if
there is a history of trauma.
Key words: Thoracic compression fracture, atypical chest
pain, treatment
37
Giriş
Kompresyon kırığı, vertebal cisim
yüksekliğinin %15 ve daha fazla kaybı
şeklinde tanımlanmaktadır (1). Vertebra
kompresyon kırıkları, özellikle yaşlı
popülasyonda torakal veya lomber spinal
kolonda yaygın olarak görülmekte olup
mortalite ve morbidite oranlarını %15-30
arttırdığı bildirilmiştir (2). İleri yaş
grubunda kompresyon kırıklarının en sık
nedeni osteoporoz iken (3) osteoporotik
olmayan vertebra kırıklarının en sık nedeni
ise travmadır (4). Travma ve osteoporoz
dışında
diğer
nedenler
arasında
maligniteler
ve
enfeksiyonlar
yer
almaktadır (5).
Kompresyon kırıkları
çoğunlukla omurganın torakal ve lomber
bölgelerinde oluşmaktadır (6). ABD’de her
yıl 700 bin vaka olduğu rapor edilmektedir.
Sıklıkla
semptomatiktir
ve
önemli
fonksiyonel kısıtlılıklar yanında psikolojik
rahatsızlıklara da neden olmaktadırlar (7).
Özellikle şiddetli kifozun varlığı mortalite
riskini arttırmakla beraber yaş ile ilişkili
mortalite
nedenlerinin
%23’ünün
kompresyon fraktürleri ile ilişkili olduğu
bildirilmiştir (8). Kompresyon kırıklarının
klinik sonuçları biomekanik, fonksiyonel
ve psikolojik olarak üç ana başlıkta
toplanmaktadır (5). Biyomekanik sonuçlar
arasında, bel ve sırt ağrıları, kifotik omurga
gibi omurga şekil bozuklukları, ek
kompresyon kırığı, pulmoner ve abdominal
sorunlar yer almaktadır. Fonksiyonel
sonuçlar
arasında
günlük
yaşam
aktivitelerinde kısıtlılık, ağrı ve fiziksel
performansta azalma olduğu bildirilmiştir.
Fonksiyonel kısıtlılık, kötü postüral durum
ve ağrı yüzünden gelişen depresyonun en
çok karşılaşılan problemler olduğu
belirtilmiştir (5). Kompresyon kırıkları
tipik olarak antero-posterior ya da lateral
omurga grafilerinde saptanabilmektedir.
Ancak
grafilerin
yetersiz
kaldığı
durumlarda, etyolojik ya da eşlik eden
nörolojik
defisit
gibi
durumların
aydınlatılmasında bilgisayarlı tomografi
(BT) ya da manyetik rezonans görüntüleme
(MRI) oldukça yaralıdır. Tedavide temel
ilke akut ağrıyı azaltmak, kronik mekanik
sekelleri ve ek kompresyon kırıklarını
engelleme yanında varsa osteoporozu
tedavi etmektir. Kısa süreli yatak istirahatı,
analjezikler,
korse,
güçlendirme
programları, fizik tedavi uygulamaları ve
uygun olgularda vertebroplasti veya
kifoplasti yapılabilmektedir.
Kemik
kaybını engellemek amacıyla hastalara
uzun süreli yatak istirahati önermekten
kaçınılmalıdır. Ağrı kontrolü için ise
nonsteroid analjezikler, opioidler ve
kalsitonin kullanılabilmektedir (5).
Olgu Sunumu
Otuzyedi yaşında erkek hasta bıçak
saplanır tarzda sol göğüs ağrısı nedeniyle
polikliniğimize başvurdu. Hasta göğüs
ağrısı dışında ek bir kas iskelet sistemi
yakınması
tariflemiyordu.
Mevcut
yakınması nedeniyle sık sık acil polikliniğe
giden hastaya birkaç kez miyalji ön tanısı
ile analjezik tedavi önerilmesine rağmen
şikayetleri
geçmeyince
kardiyoloji
poliklinik kontrolü önerilmiş. Hasta
kardiyoloji
polikliniğinde
değerlendirildikten sonra atipik anjina ön
tanısı ile ileri tetkikler (EKG, EKO,
akciğer grafisi vb.) yapılmış. Ancak
yapılan incelemelerde herhangi bir
kardiyak patoloji tespit edilememiş.
Yakınmalarının günlük aktiviteler ile ve
özellikle ağır kaldırmakla arttığını ifade
etmekte idi. Ağrısına eşlik eden ve sırt
bölgesinden sol memeye doğru yayılan
uyuşma yakınması da olduğu saptandı.
Hasta gayta ve idrar inkontinansı, kilo
38
kaybı, ateş ve terleme yakınmaları da
tariflemiyordu. Hastanın klinik sorgusu
derinleştirildiğinde 1 yıl önce karlı havada
yürürken düştüğü ve 1980 yılında araç içi
trafik kazası geçirdiği öğrenildi. Kaza
sonrası sol tibia ve sol omuzda kırık
nedeniyle opere edildiği öğrenildi. Fizik
muayenesinde vizüel analog skala (VAS)
değeri (9 cm)
olarak belirlendi.
Lökomotor sistem muayenesinde; boyun
hareketleri serbest, paravertebral kaslar ve
trapez kasları doğaldı. Spurling testi
bilateral
negatifti.
Üst
ekstremite
muayenesinde sol omuz eklem hareket
açıklığı abduksiyonda range sonunda
minimal ağrılı idi ancak Hawkins, Neer,
speed, drop arm ve ağrılı ark testleri
negatifti. Torakal bölgede T 5-6-7
vertebralarında presyonla hassasiyet ve bu
bölgede solda belirgin olmak üzere
bilateral paravertebral kas spazmı saptandı.
Lomber omurga muayenesinde bel
hareketleri ile orta torakal segmentlerde
ağrı mevcuttu. Üst ve alt ekstremitelerde
anahtar kasların motor muayenesinde
motor ve duyu kusuru saptanmadı. Derin
tendon refleksleri alt ve üst ekstremitelerde
bilateral normoaktifti. Plantar yanıtları
bilateral fleksör idi ve patolojik refleks
saptanmadı. Laboratuvar tetkiklerinden
tam kan sayımı, sedimantasyon, CRP, idrar
tetkiki ve tüm biyokimya testleri normal
olarak değerlendirildi.
Dual
X-ray
absorbsiometry (DXA) ile yapılan kemik
mineral yoğunluğu ölçümlerinde lomber ve
femoral bölge kemik mineral yoğunluğu
yaşa göre normal sınırlarda idi (Lomber
Total Z-Skoru: -0.2, Femur Boyun ZSkoru: - 0.1 ve Femur Total Z-Skoru:0.3). Torakal direk grafide, dorsal kifoz ve
lomber lordozda düzleşme ile beraber T5
vertebra korpusunda %50’ye yakın
yükseklik kaybı, T5-6 disk aralığında
belirgin daralma, end plate yüzeylerinde
sklerotik değişiklikler saptandı.
Resim 1: Lateral torakal grafide T5 vertebrada meydana gelen kompresyon fraktürü ve T5-6
intervertebral aralığında darlık.
39
Daha
önceki
trafik
kazası
sonucunda sağ tibiada metal implantı olan
hastadan MRG çekilemedi ve torakal
vertebra bilgisayarlı tomografi (BT)
incelemesi yapıldı ve T5 vertebra korpus
inferior kesiminde yükseklik kaybı, T5-6
disk aralığında belirgin daralma, end plate
yüzeylerinde dejeneratif düzensizlikler ve
sklerotik değişiklikler yanında T6 vertebra
korpus antero-süperior kesiminde hafif
yükseklik kaybı saptandı. Tariflenen
bulgular kronik kompresyon fraktürünü
düşündürmekte idi (Resim 1 ve 2).
Resim 2: T5. vertebraya ait bilgisayarlı tomografi (BT) görüntüsü.
Hastaya torakolomber bölgeye
hotpack, TENS, paravertebral US ve sırt
ekstansör kasları, bel-karın güçlendirici
izometrik egzersizler ile beraber pelvik tilt
egzersizleri,
postür
ve
germe
egzersizlerinden oluşan 15 seanslık fizik
tedavi programı uygulandı. Tedavi
sonrasında hastanın VAS’ında azalma oldu
(3 cm) ve paravertebral adale spazm
düzeldi.
Tartışma
Kompresyon kırıkları osteoporoz ve
travmaların
önemli
bir
klinik
manifestasyonudur. Prevelansı yaş ile
birlikte artmakta olup 50-54 yaş arasındaki
sıklığına göre 75-79 yaş arasındaki
sıklığının 5 kata kadar artabildiği
bildirilmektedir (9). Osteoporoz ve travma
başta olmak üzere çeşitli etyolojik
nedenlere bağlı olarak gelişebilen (10)
kompresyon kırıklarında spinal köklerin
kompresyonu, omurgadan kopan kırık
parçalarının veya korpusun spinal kanala
doğru yer değiştirmesi sonucu olan spinal
kanalın daralması nedeniyle gelişmektedir
(11). Genellikle bel ve sırt bölgesinde
görülmekte olup ilgili bölgede spinal
kökün sıkışması sonucunda radiküler
karakterde motor ve duyu kusurlarına
neden olabilmektedir. Hatta klinik
spektrum etkilenen bölge itibari ile hafif
duyu kusurundan paraplejiye kadar
değişiklik gösterebilmektedir (12). Ağrılı
vertebral kompresyon kırıklarında altın
standart olan konservatif tedavi yöntemleri
ile (13) ağrı ve engelliliğin büyük ölçüde
kontrol altına alınabildiği bildirilmektedir
(14 ). Erken tanı ve konservatif tedavinin
kompresyon
kırıklarının
komplikasyonlarını ve negatif sonuçlarını
minimalize ettiği gösterilmiştir (15).
Vertebroplastinin plaseboya üstünlüğü
gösterilemeyen
bir
çalışmada
40
vertebroplasti ve kifoplastinin bir sonraki
adım
olarak
konservatif
tedavi
yöntemlerinden yarar görmeyen hastalar
için önerilmesi gerektiği belirtilmiştir (16).
Burada torakal 5. vertebrada kompresyon
kırığı sonucu spinal kök basısı olan bir
olguyu sunmayı amaçladık. Literatürde
vertebral kompresyon kırıklarının etyolojik
nedenleri ve tedavi seçenekleri yeterince
vurgulanmıştır. Sharma ve ark. 36 yaşında
bir hastanın travma sonrası konus
medullarisine bası yapan bir kompresyon
fraktürü nedeniyle konus medüllaris
sendromu geliştiğini bildirmişlerdir (17).
Kaya ve ark. ise klinik olarak vakamıza
benzer tarzda atipik göğüs ağrısı olan bir
vakada
torakal
disk
herniasyonu
saptamışlardır (18). Vertebral kompresyon
kırıklarında klinik tablodaki bulgular her
zaman açık ve belirgin olmayabilir.
Nitekim olgumuzda atipik bir göğüs ağrısı
yakınması ile hasta değişik kliniklere
başvurmuş ve tedavisi gecikmiştir.
Sonuç
olarak
literatürde
kompresyon fraktürü sonucu gelişen spinal
stenoz ve radikülopati kliniği yeterince
vurgulanmış olsa da bizim olgumuzda
olduğu gibi detaylı bir anamnez ve
muayene ile erken tanı ve tedavinin ne
kadar önemli olduğu bir kez daha
görülmektedir.
Kaynaklar
1. Silverman
SL.
The
clinical
consequences of vertebral compression
fracture. Bone. 1992;13:27–31.
2. Linville D. Vertebroplasty and
Kyphoplasty.
Southern
Medical
Journal. 2002;95:584-7.
3. Yuh WT, Zachar CK, Barloon TJ, Sato
Y, Sickels WJ, Hawes DR. Vertebral
compression fractures: Distinction
between benign and malignant causes
with MR imaging. 1989;172:215-8.
4. Wasnich RD. Vertebral fracture
epidemiology. Bone. 1996;18:179-83.
5. Mazanec
DJ,
Podichetty
VK,
Mompoint A, Potnis A. Vertebral
compression
fractures:
manage
aggressively to prevent sequelae. Cleve
Clin J Med. 2003;70:147-56.
6. Patel U, Skingle S, Campbell GA,
Crisp AJ, Boyle IT. Clinical profile of
acute vertebral compression fractures
in osteoporosis. Br J Rheumatol.
1991;30:418–21.
7. Cooper C, Atkinson EJ, O’Fallon WM,
Melton LJ. Incidence of clinically
diagnosed vertebral fractures: a
population-based study in Rochester,
Minnesota, 1985–1989. J Bone Miner
Res. 1992;7:221–27.
8. Kado D, Browner W, Palermo L, et al.
Vertebral fractures and mortality in
older women. A prospective study.
Arch Intern Med. 1999;159:1215–20.
9. Haczynski J, Jakimiuk A. Vertebral
fractures: a hidden problem of
osteoporosis.
Med
Sci
Monit.
2001;7:1108–17.
10. Wasnich RD. Vertebral fracture
epidemiology. Bone. 1996;18:179-83
11. Kaplan PA, Orton DF, Asleson RJ.
Osteoporosis
with
vertebral
compression fractures, retropulsed
fragments, and neurologic compromise.
Radiology. 1987;165:533-5.
12. Tok F, Yaşar E, Güzelküçük Ü, Yılmaz
B, Alaca R, Yazıcıoğlu K. Vertebra
Osteomyelitine Bağlı Kompresyon
Fraktürü Sonrası Parapleji Gelişimi:
Olgu Sunumu, Ftr Bil Der - J Pmr Sci.
2009;12:89-92.
13. Rousing R, Andersen MO, Jespersen
SM, Thomsen K, Lauritsen J.
Percutaneous vertebroplasty compared
41
to conservative treatment in patients
with painful acute or subacute
osteoporotic vertebral fractures: threemonths follow-up in a clinical
randomized study. Spine (Phila Pa
1976). 2009;34:1349-54.
14. Zambito A, Bianchini D, Gatti D,
Rossini M, Adami S, Viapiana O.
Interferential and horizontal therapies
in chronic low back pain due to
multiple
vertebral
fractures:
a
randomized, double blind, clinical
study. Osteoporos Int. 2007;18:1541–5.
15. Papa JA. Conservative management of
a lumbar compression fracture in an
osteoporotic patient: a case report J
Can Chiropr Assoc. 2012;56.
16. Saad WEA, Funaki BS, Ray CE,
Angevine PD, Burke CT, Fidelman N,
Fries IB, Hartl R, Holly L, Kinney TB,
Kostelic JK, Kouri BE, Lorenz JM,
Nair AV, Nemcek Jr AA, Owens CA,
Vatakencherry G,
Daffner RH,
Wippold FJ, American College of
Radiology
ACR
Appropriateness
Criteria: Management of Vertebral
Compression Fractures, 2010.
17. Sharma A, Avery L, Novelline R.
Seizure-induced lumbar burst fracture
associated with conus medullaris-cauda
equina compression, Diagn Interv
Radiol 2011;17:199–204.
18. Kaya A, Özgöçmen S, Saitoğlu M,
Kamanlı A, Ardıçoğlu Ö. Atipik Göğüs
Ağrısı Ve Torakal Disk Herniasyonu:
Olgu Sunumu, Fırat Tıp Dergisi.
2005;1:30-2.
42
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2012:4(1):43-47
Olgu Sunumu
Eyibilen ve ark.
Olgu sunumu: İki Taraflı Periorbital Ödem ve Ekimozla Ortaya Çıkan Temporal
Arterit
A Case Report: Temporal Arteritis Presented as Bilateral Periorbital Eudema and
Ecchymosis
1
1
Ahmet Eyibilen, İbrahim Aladağ¹, 1Harun Soyalıç, 1Levent Gürbüzler, 2Reşit
Doğan Köseoğlu
Gaziosmanpaşa Üniversitesi
Tıp Fakültesi Kulak Burun
Boğaz ve Baş-Boyun Cerrahisi,
Tokat
1
Gaziosmanpaşa Üniversitesi
Tıp Fakültesi, Tıbbi Patoloji
Anabilim Dalı, Tokat
2
Yazışma Adresi
Doç. Dr. Ahmet Eyibilen
Gaziosmanpaşa
Üniversitesi
Tıp Fakültesi
KBB-BBC Anabilim Dalı
60100 Tokat
Tel: 0.356.2129500-7238
E-posta:
[email protected]
Özet
Temporal arterit ya da dev hücreli arterit orta büyüklükte
ve büyük arterlerin kronik vaskülitidir. Genellikle ileri yaş
hastalığı olup etyolojisi bilinmemektedir. Özellikle
temporal bölgede yoğunlaşan baş ağrısı, görme
bozuklukları, çene hareketlerinde kısıtlılık ve polimyaljia
romatika sık görülen bulguları olsa da değişik bulgularla
da ortaya çıkabilir. Bu yazıda öncelikle sinüzit
komplikasyonu olarak düşünülen ve her iki periorbital
bölgede gözü kapatacak şekilde ödem ve ekimozu olan bir
olgu sunulmuştur. Akut enfeksiyon bulgularıyla gelen
hastada temporal arter biyopsisinde dev hücreli arterit
tanısı konmuştur. Bu yazının sunulmasındaki amaç, başboyun bölgesinde akut enfeksiyon bulgularıyla gelen
hastalarda
sistemik
bir
nedenin
olabileceğini
vurgulamaktır.
Anahtar kelimeler: temporal arterit, görme bozuklukları,
polimyaljia romatika.
Abstract
Temporal arteritis or giant cell arteritis involved with large
and medium sized vessels is a chronic vasculitis. It is
known that this disease is usually an elderly age disease,
and there are headache especially seen on the temporal
area, visual disturbances, jaw claudication and
polymyalgia rheumatica as clasical symptoms. However,
also, it might raise with another findings. In this article,
we presented a case initially considered as the
complication of sinusitis, had bilateral peri-orbital eudema
and ecchymosis and had acute infection findings.
Temporal arteritis was diagnosed after temporal artery
biobsy was performed. The reason of presenting this case
to emphasize the necessity of taking into consideration the
systemic disease for the patients applied with acute
infection findings in the head and neck region infections.
Keywords: Temporal arteritis, visual disturbances,
polymyalgia rheumatica
43
Giriş
Temporal arterit (TA) ya da diğer
adıyla dev hücreli arterit etyolojisi
bilinmeyen orta büyüklükte ve büyük
arterleri tutan kronik bir vaskülittir.
Özellikle eksternal karotid arteri ve onun
da temporal dalını tutma eğilimindedir.
Görme kaybı gibi kısa sürede gelişen
önemli bir komplikasyonunun olması
tanıda acele edilmesini gerektirir. Bu
hastalar genellikle romatoloji ve göz
hastalıkları bölümlerinde tanı alırlar ve
takip edilirler (1-3). Ancak hastalığın
bulgularının romatolojik yakınmalar yanı
sıra baş-boyun bölgesi yakınmalarını da
içermesi (baş ağrısı, çene hareketlerinde
kısıtlılık, odyovestibüler bulgular gibi)
kulak burun boğaz (KBB) hekiminin bu
hastalığı göz önünde bulundurmasını
gerektirir (4).
Bu yazıda yüksek ateş, baş ağrısı ve
iki taraflı periorbital ödem ve ekimoz
yakınmasıyla
öncelikle
sinüzit
komplikasyonu
olarak
düşünülüp
bölümümüze
gönderilen
bir
hasta
sunulmuştur. Yoğun antibiyoterapiden
sonra
bulguları
hafifleyen,
ancak
yakınmalar devam eden hastada sistemik
romatolojik tablonun ön plana çıkması
üzerine TA’dan şüphelenilmiştir. Hastaya
temporal arter biyopsisi (TAB) yapılmış
ve TA tanısı almıştır. Bu yazının
sunulmasındaki
amaç,
baş-boyun
bölgesinde akut enfeksiyon bulgularıyla
gelen hastalarda altta yatan sistemik bir
nedenin
olabileceğinin
düşünülmesi
gerektiğini vurgulamaktır.
Olgu Sunumu
62 yaşında erkek hastanın, 3 gün
önce frontal ve oksipital bölgede daha önce
olmayan baş ağrısı ve ardından 39,5ºC’ yi
bulan ateş, halsizlik, eklem yerlerinde ağrı
yakınmaları vardı. Bir gün öncesinde önce
sol gözde, sonra sağ gözde şişme ve
morarma olmuştu (şekil 1). Travma
hikayesi
ve
üst
solunum
yolu
enfeksiyonunu düşündürecek ya da daha
önce var olan bir kronik sinüzit öyküsü
yoktu. Hastanın B hepatiti ve astımı da
vardı. Antiagregan ve antitrombolitik
tedavi almıyordu. Otoskopik, oral,
endoskopik
nazal
ve
nazofarenks
muayenesi normaldi. Tam kan sayımı,
eritrosit sedimantasyon hızı (ESH), serum
reaktif protein (CRP), rutin biyokimya
tetkikleri yapıldı (tablo 1).
Tablo 1.
değerleri.
Hastanın yükselmiş
bazı
kan
Tetkik
Lab.
Bulgusu
Referans
değeri
Lökosit sayısı
25000
4800-10800
Nötrofil sayısı
23500
3600-10000
ESH
68
5.3-20.2
CRP
171 mg/l
0-5
Hgb
16,4 g/dl
12-16
Hct
47,8%
37-47
PLT
95000
130000400000
AKŞ
222 mg/dl
70-110
Lökositoz, ESH ve CRP’ nin
yüksek olması üzerine, her iki nazal kavite,
boğaz, balgam, kan kültür örnekleri alındı.
PA akciğer grafisi çekildi ve normaldi.
Ampirik olarak amoksisilin-klavunat 1.2 gr
IV 2x1 başlandı. Görme muayenesi göz
kapakları gözü kapattığı için yapılamadı.
Kültürlerde üreme olmadı. Paranazal sinüs
44
bilgisayarlı
tomografisi
çekildi
ve
periorbital ödemi destekleyen bulgular
dışında normaldi.
Resim 1. Hastanın her iki gözünde
periorbital ödem ve ekimoz.
Hastaya hemen günlük 1 mg/kg
steroid tedavisine başlandı (hastaneye
yatışın 7. günü). Gözün görmesi ve
fundoskopik muayenesi normaldi.
Daha
önce
diyabet
öyküsü
olmamasına ve henüz steroid başlanmamış
olmasına rağmen açlık kan şekeri (AKŞ)
yüksekti. Hastaneye yatırıldıktan birkaç
gün sonra solda çene hareketlerinde
kısıtlılık, sol temporal bölgede hassasiyet,
şişlikler, temporal arter pulsasyonunda
azalma ve aynı yerde saçta dökülmeler
başladı. Baş ağrısı daha çok sol temporal
bölgede yoğunlaştı. Bunun üzerine TA
olabileceği düşünülerek solda TAB yapıldı.
Patolojik inceleme sonucu dev hücreli
arterit olarak geldi (şekil 2).
Resim 2. TAB de damar duvarında
kalınlaşma
ve
dev
hücreli
kronikgranülamatöz
enflamasyon
(HE,X25).
Tartışma
TA orta büyüklükte ve büyük
damarları
etkileyen,
iskemik
komplikasyonlarla ortaya çıkan bir
vaskülittir. Klinik bulgular olarak baş
ağrısı, çene hareketlerinde kısıtlılık,
Polimyaljia romatika (PMR) ve görme
bozuklukları daha çok tanınmış olsa da
etkilenen damara bağlı değişik bulgularla
da ortaya çıkabilir. Sistemik bulgular
olarak ateş, yorgunluk, anemi olabilir (17). TA bu bulgular yanında değişik
tablolarla da ortaya çıkabilir. Daha az
sıklıkla olsa da dilde nekroz, periorbital
ekimozla
ortaya
çıkan
bulgular
bildirilmiştir (8,9).
Hastaların 2/3 ünde ilk bulgu daha
önce olmayan baş ağrısıdır. Temporal
kaynaklı olan baş ağrısı, frontal ve
oksipital bölgede de hissedilebilir. Gerilim
tipi baş ağrısını, migreni taklit edebilir.
Ancak, bu olguda olduğu gibi hasta çoğu
zaman var olan ağrının daha öncekilere
benzemediğini söyler. Kranial tutulumun
45
en iyi göstergesidir. Temporal arter
anormalliğiyle birliktedir (1-7,10).
PMR hastalıkla birlikte, önce ya da
hastalık
seyrinde
ortaya
çıkabilir.
Hastalığın
iskemik
bulguları
çene
hareketlerinde
kısıtlılık
şeklinde
başlayabilir. En sık görülen iskemik
bulgudur. TA olgularında laboratuar
bulgularında ESH ve CRP yüksekliği,
lökositoz, anemi, trombositoz olabilir. ESH
ve CRP hastaların çoğunda orta ya da ileri
derecede yüksektir. Diğerleri daha az
sıklıktadır (1-3).
Görmenin etkilenmesi hastaların
%30`unda vardır ve %15’inde de görme
kaybı kısmi ya da tam körlük şeklinde
kalıcıdır. Hastanın bir gözü etkilenmişse
24 saat içinde diğer gözün de etkilenmesi
olasıdır. Bu nedenle erken tanı ve tedavi
önemlidir.
Görmenin
etkilenmesinde
trombositozun önemli rol oynadığı ve
anemili hastalarda daha az olduğu
bildirilmiştir (1,6). Bu yazıda sunulan
olguda ise görme etkilenmemişti. Hastada
anemi yoktu. Fakat daha önce bildirilen
çoğu olgunun aksine trombositopeni
olması
bu
hastada
görmenin
etkilenmemesini ve iki taraflı periorbital
ekimoz olmasını açıklayabilir.
Ateş hastaların yarısından azında
vardır. Nedeni bilinmeyen ateşin kaynağı
TA olabilir. Ancak diğer olasılıklar
dışlanmalıdır. Ateşi olan olgularda
görmeyle ilgili bulguların daha az olduğu
da bildirilmiştir (11,12).
TA ileri yaş hastalığı olup 50 yaş
altında nadirdir. Yaş arttıkça hastalığın
görülme sıklığı da artar (2,3,6).
Beraberinde başka hastalıklar da varsa
hastalığın tanı ve tedavisinde güçlüklerle
karşılaşılabilir. Bizim olgumuz astımı ve B
hepatiti olan bir olguydu. Steroid
tedavisiyle ilgili olmayan, daha önce
öyküde tanımlanmayan AKŞ yüksekliği
ortaya çıkmıştı. Yüksek ateş, nötrofil
hakimiyeti olan lökositoz, yüksek ESH ve
CRP öncelikle bir enfeksiyonu akla
getirmişti. Göz bulguları öncelikle sinüzit
komplikasyonunu
düşündürmüştü
ve
temporal arterle ilgili yakınmaların geç
fark edilmesine yol açmıştı.
Hastalığın tanısında TAB negatif
sonuçlar olmasına karşın altın standarttır.
Tek taraf TAB sonucu negatif geldiğinde
diğer tarafa biyopsi yapılabilir. Tanıya %5
katkısı olur. Ancak hastaların %68’inde
biyopsi sonucu tedavi şeklini değiştirmez.
Yapılan çalışmalarda renkli Dopler
Ultrasonografi,
Manyetik
Rezonans
Görüntüleme ve Pozitron Emisyon
Tomografi’nin
de
tanısal
değeri
gösterilmiştir. Ancak TAB kadar değerli
değillerdir (3,5).
TA’nın tedavisinde etkili ilaç
steroidlerdir. Başlangıç tedavisi günlük 4060mg olup çoğunlukla tedavi 1-2 yıl sürer.
Daha uzun süre de gerekebilir. Steroidlerin
yan etkileri nedeniyle, metotraksat,
azotiopurin kullanılmış fakat steroidler
kadar üstün olmamıştır. Düşük doz
aspirinin kranial iskemik komplikasyonları
azalttığı da gösterilmiştir (4,5,13).
TA olguları çoğu zaman doğrudan
KBB hekimine gelmese de KBB hekimi
baş ağrısı, yüz ağrısı, odyovestibüler
bulgular nedeniyle TA hakkında bilgi
sahibi olmalıdır. Bu hastalar TAB için de
konsülte edilebilirler (3,4,6). Bu olguda
olduğu gibi çok nadir de olsa periorbital
ekimoz nedeniyle sinüzit komplikasyonu
öntanısıyla da gönderilebilirler. Hastalık
ileri yaş hastalığı olduğundan beraberinde
başka hastalıklar da olduğunda tanı
koymak güçleşebilir. Bu nedenle özellikle
ileri yaşta bir hastada daha önce
tanımlanmamış ya da öncekilerden farklı
bir baş ağrısı varlığında TA akılda
tutulmalı ve araştırılmalıdır.
46
Kaynaklar
1. Gonzales-Gay MA, Barros S, LopezDiaz MJ, Garcia-Porrua C, SanchezAndrade A, Llorca J. Giant cell
arteritis. Disease patterns of clinical
presentations in a series of 240
patients. Medicine. 2005;84:269-76.
2. Schmidt WA, Gromnica-Ihle E. What
is the best approach to diagnosis largevessel vasculitis? Best Practice&
Research
Clin
Rheumatol.
2005;19:223-42.
3. Pipitone N, Boiardi L, Salvani C. Are
steroids alone sufficient for the
teatment of giant cell arteritis? Best
Practice& Research Clin Rheumatol.
2005;19:277-92.
4. Meyers AD, Said S. Temporal artey
biopsy:
concise
guidelines
for
otolarynglogists.
Laryngoscope.
2004;114:2056-59.
5. Chong EWT, Robertson AJ. Is
temporal artery biopsy a worthwhile
prosedure? ANZ J. Surg. 2005;75:38891.
6. Niederkohr R, Levin L. Management
of the patient with suspected temporal
arteritis. A decision-analytic approach.
Ophthalmol. 2005;112:44-56.
7. 7.Diaz VA, DeBroff BM, Sinard J.
Comparison
of
histopathologic
features, clinical symptoms, and
erytrhrocyte sedmetation rates in
biopsy-positive temporal arteritis.
Ophthalmol. 2005;112:1293-8.
8. Fernandez S, Adhıyaman V. Giant cell
arteritis presinting as peri-orbital
ecchmosis.
Age
and
Ageing.
2005;34:85-6.
9. Biebl MA, Hugl B, Posch L, Tzankov
A, Weber F, Perkmann R, Fraedrich G.
Subtotal tongue necrosis in delayed
diagnosed giant-cell arteritis: a case
report.
Am
L
Otolaryngol.
2004;25:438-41.
10. Ward TN, Levin M. Headache in giant
cell arteritis and other arteritides.
Neurol Sci. 2005;26:134-7.
11. Cunha BA, Parchuri S, Mohan S. Fever
of unknown origin: temporal arteritis
presenting with persistent cough and
elevated serum ferritin levels. Heart
Lung. 2006;35:112-6.
12. Gonzales-Gay MA, Garcia-Porrua C,
Amor-Dorado J, Llorca J. Fever in
biopsy-proven giant cell arteritis:
clinical implications in a defined
population. Arthritis& Rheumatism
2004;51:652-5.
13. Hoffman GS, Cid MC, Hellmann DB,
et al. A multicenter, randomized,
double-blind, placeb-controlled trial of
adjuvant methotrexate treatment for
giant cell arteritis. Arthritis &
Rheumatism. 2002;46:1309-18.
47
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi 2012;4 (1):48-52
Olgu Sunumu
Akar ve ark.
Aktif Venöz Ülserli Bir Olguda Miniflebektomi ile Perforan Ven Cerrahisi ve
Radyofrekans Ablasyon
Perforane Ven Surgery Via Miniphelebectomy and Radiofrequency Ablation in a
Patient with Active Venous Ulcer
1
İlker İnce, 1İlker Akar
Özet
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp
1
Fakültesi, Kalp Damar Cerrahisi
Anabilim Dalı, Tokat
Yazışma Adresi:
Yrd. Doç. Dr. İlker iNCE
Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim
Dalı, Gaziosmanpaşa Üniversitesi
Tıp Fakültesi, Tokat
Tel: 0356 2129500
Cep tel: 0505 5894339
e-mail: [email protected]
Venöz ülserler kronik venöz yetmezliğin en ciddi
sonucudur. Yüksek prevalansı, tanı ve tedavi
maliyetinin yüksek olması, belirgin iş gücü kaybı
ve hastanın yaşam kalitesi üzerinde yaptığı
olumsuz
etkilerle
epidemiyolojik
ve
sosyoekonomik sonuçlarıyla önemli bir sağlık
sorunudur. Tedavisinde altta yatan patoloji çok iyi
tespit edilmeli ve radikal çözüme gidilmelidir.
Burada kliniğimize başvuran 35 yaşında aktif
venöz ülseri olan hastayı literatür ışığında
irdelemeyi amaçladık.
Anahtar Kelimeler: Venöz ülser, tedavi,
miniflebektomi, radyofrekans ablasyon.
Abstract
Venous ulcers is the most serious consequence of
chronic venous disorders. It is an important health
issue with its high prevalance, high cost of
diagnosis and treatment, substantial loss in
manpower, and negative effects on quality of life.
At treatment the pathology underlying venous
ulcer must be well understood and radical
procedures must be done. Here we aim to
explicate the patient at 35 years old with venous
ulcer in the light of literature.
Key Words: Venous ulcer, treatment,
miniphlebectomy,radiofrequency ablation
48
Giriş
Venöz ülserasyon kronik venöz
yetmezliğin (KVY) en ciddi sonucudur.
Bacak ülserlerinin %80’ninden fazlasında
etyolojik faktör olarak rol oynar. Bu hasta
grubunun büyük çoğunluğu 62 yaşından
küçük, sosyal yönden aktif kişilerdir (1).
Polonya’da 40.095 erişkin üzerinde yapılan
çok merkezli bir çalışmada ilerlemiş
KVY’i olan kişilerde %4.6 oranında deri
değişiklikleri, %1.0 iyileşmiş venöz ülser
ve %5’inde aktif ülser tespit edilmiştir (2).
Alt ekstremite venöz dolaşımı;
derin, yüzeyel ve bunları birbirine
bağlayan perforan venler olmak üzere üç
ayrı sistemden oluşur. Venöz sistemde en
önemli unsurlardan biri de venlerin içerdiği
biküspit kapaklar olup bunlar kan akımını
sefalik yönde sağlayarak venöz reflüyü
önler (3).
Kronik venöz yetmezlikte tedavi
karmaşıktır ve hastalığın derecesi ve
fizyopatolojisine göre farklı aşamalardan
oluşur.
Bunlar
konservatif
tedavi
(kompresyon tedavisi, cilt ve yara bakımı,
farmakolojik tedavi, egzersiz tedavisi),
girişimsel tedavi (skleroterapi, endovenöz
lazer tedavisi, radyofrekans ablasyon
tedavisi), cerrahi tedavi (safen ven
stripping, yüksek ligasyon, flebektomi,
perforatör ligasyon cerrahisi, venöz bypass
prosedürleri,
venöz
kapakçık
rekonstriksiyonu) (4). Biz kliniğimizde
aktif venöz ülserli bir hastada aynı seansda
uyguladığımız perforan ven cerrahisi ve
RF ablasyon tekniğini sunmayı planlandık.
Olgu Sunumu
Kliniğimize 35 yaşında, erkek
hasta, sol alt ekstremitede pürülan
akıntının eşlik ettiği, iyileşmeyen yara
şikayeti ile başvurdu. Hikayesinde;
yaklaşık beş yıldır sol alt ekstremitede
şişlik ve renk değişikliği olan hastanın son
bir yıldır yara öyküsünün olduğu öğrenildi.
Fizik muayenesinde sol kruris ön yüz 1/3
distalde yaklaşık 5x8 cm ebadında akıntılı,
çevresi hiperemik ülser, sol kruris 1/2 orta
kısıma kadar hiperpigmentasyon vardı
(Resim 1).
Resim 1. Bacakta aktif venöz ülser.
Sol bacakta sağa göre 2 cm çap
artışı mevcuttu. Distal nabızları elle
alınıyordu. Hastaya yapılan sol alt
ekstremite venöz doppler ultrasonda; CFVSFV proksimalinde SFJ seviyesinde ve
VSM proksimal 1/3’de tüm valsalva
boyunca reflü ve cockett 2-3’de yaklaşık
5mm’lik perforan venlerde grade 4 reflü
saptandı.
Hasta kliniğimize yatırıldı. Yara
kültüründe
pseudomonas
aeruginosa
üremesi üzerine etkene uygun antibiyotik
tedavisi
başlandı.
10
günlük
antibiyoterapinin ardından üst üste 3 kez
alınan yara kültürlerinde üreme olmaması
üzerine hasta ameliyata alındı. Intraoperatif
olarak doppler ultrason eşliğinde cockett 23 perforanları bulunarak işaretlendi. Mini
insizyonlarla bu perforanlar eksplore edildi
ve usulüne uygun ligasyon ve divizyon
49
yapıldı. Ardından safenofemoral junction
ve vena safena magnada grade 4 yetmezlik
olması nedeniyle aynı seansda endovenöz
radyofrekans
ablasyon
uygulandı.
Takibinde yara komplikasyonu gelişmeyen
hasta postoperatif 2. günde taburcu edildi.
Tartışma
Geçmişte inanılan venöz ülserlerin
sadece derin venöz sistemdeki yetmezliğe
bağlı
olduğu
görüşü
günümüzde
geçerliliğini
yitirmiştir.
Doppler
çalışmaları venöz ülserli hastalarda
yüzeyel venöz sistemde de yetersizlik
olduğunu göstermişlerdir. Myers ve
arkadaşlarının (5) yapmış olduğu bir
çalışmada C4 KVY’i olan hastaların
%39’unda ve C5-C6 olan hastaların %
38’inde izole yüzeyel yetmezlik tespit
edilmiştir. Yine bu çalışmada venöz ülserli
hastaların %48’inde kombine yüzeyel ve
derin venöz yetmezlik olduğu görülmüştür.
Bu sonuçlar göstermektedir ki yüzeyel
venlere yönelik yapılan tedavi ilerlemiş
kronik venöz yetmezlikli hastaların
belirgin bir kısmına fayda sağlamaktadır.
Puggioni ve arkadaşlarının6 yapmış olduğu
başka bir çalışmada büyük safen venin
eliminasyonundan
sonra
preoperatif
dönemde olan primer aksiyal derin venöz
yetmezliğin %30, segmental derin venöz
yetmezliğin de %39 oranında gerilediği
gösterilmiştir.
Yüzeyel venöz cerrahi stripping ile
beraber yüksek ligasyonu, endovenöz
termal ablasyonu ve skleroterapiyi
içermektedir.
Yüzeyel ven cerrahisinde altın
standart safen ven strippingidir ve pek çok
cerrah bunu tercih etmektedir. Fakat son
dönemlerde büyük ve küçük safen ven
cerrahisinde klasik stripping yerini
minimal invazif tekniklere bırakmaya
başlamıştır.
Radyofrekans ablasyon (RF) diğer
bir adı ile kapatma prosedürü bu
tekniklerden bir tanesidir. Ses dalgaları ile
ortaya
çıkan
bipolar
enerjiden
yaralanılarak yapılan minimal invaziv bir
işlemdir.
Ses
dalgalarının
etki
mekanizması, elektrot ile temas eden
dokunun ısı etkisi ile kontraksiyona
uğraması şeklindedir. Öncelikle venin
subendotelyal
tabakasındaki
kollajen
fibrilleri etkilenerek vende fibröz oklüyon
oluşur. Venöz girişim lokal veya rejyonel
anestezi altında doppler ultrason eşliğinde
perkütan veya cut down tekniği ile yapılır.
En yaygın olarak, yetmezlik bulunan safen
vene diz seviyesinden girilir. Hastaya
yaklaşık 15-20 derece trendelendurg
pozisyonu verilerek katater safenofemoral
bileşkenin 1-2 cm distaline yerleştirilir.
Perivenöz boşluğa epinefrin, bikarbonat ve
lidokainden oluşan anestezi uygulanr.
Amaç çevre dokuları ve cildi ısı etkisinden
korumaktır. Kateterle ablasyon işlemi
yapılır. İşlem sonrası kompresyon tedavisi
uygulanır (7).
Merchant ve arkadaşlarının (8)
yaptığı bir çalışmada RF ablasyon yapılan
olgularda ven oklüzyonu 1. yılın sonunda
%87.1, 3.yılda %83.5 ve 5. Yılda % 87.2
olarak tespit edilmiştir. EVOLVES
çalışmasında9 ise RF ablasyon prosedürü
konvansiyonel ligasyon/stripping ile erken
dönem sonuçları karşılaştırılmış, RF
tekniğinde daha az postoperatif ağrı ve
daha erken günlük aktivitelere dönüşün
olduğu görülmüştür. Amerikan Venöz
Forum ve Klinik kılavuzunda safen venin
RF ablasyon ile kapatma tekniği
yetmezlikte güvenli ve etkili bir tedavi
yöntemi olduğu, Class 1A öneri olarak
belirtilmiştir.
50
İlerlemiş kronik venöz yetmezlikli
hastalarda (C4-C6) izole perforan ven
yetmezliği nadir olarak görülmekle birlikte
çoğunlukla yüzeyel ve derin venöz
yetmezlik beraberdir (10). Yüzeyel ven
yetmezliği yanında derin ven yetmezliği de
olan hastalarda safen cerrahisine ilave
perforan ven cerrahisi eklenmelidir. Çünkü
bacak perforan venlerinin çoğu doğrudan
safen ven ile iştirakte olmayıp posterior ark
venine bağlanmaktadır (11,12). Bu
hastalarda hem yüzeyel hem perforan
venlerdeki yetmezliğin aynı seansta cerrahi
olarak giderilmesi önerilmektedir. Venöz
ülser iyileşmesi ancak yüzeyel ve perforan
venlere yönelik kombine tedavi ile
sağlanabilmektedir (13). Biz de olgumuzda
venöz ülserin bulunması, yüzeyel ve
perforan venlerde yetmezlik olması
nedeniyle her iki sisteme de yönelik
cerrahi girişimde bulunduk.
İriz ve arkadaşlarının (14) yapmış
olduğu bir çalışmada özellikle dizaltı
bölgesindeki yetmezlikli perforan venler
işaretlendikten
sonra
miniflebektomi
uygulanmasının uzun dönem sonuçlarının
iyi olması nedeniyle oldukça etkili ve basit
bir perforan ven cerrahisi yöntemi
olduğunu belirtmişlerdir. Olgumuzda aktif
venöz ülser olması ve bacakta yaygın
dermoskleroz olması nedeniyle açık
perforan ven cerrahisi tercih edilmedi.
Miniflebektomi ile intraoperatif işaretlenen
yetmezlikli dizaltı perforan venler ligate ve
divize edildi.
Sonuç olarak venöz ülser; kronik,
sıklıkla tekrarlayan, tedavi sürecinde
maliyeti oldukça yüksek olan bir
hastalıktır. Bu sebeple altta yatan patoloji
görüntüleme yöntemleri ile çok iyi tespit
edilmeli ve kombine yöntemlerle radikal
çözüm alınma yoluna gidilmelidir.
Kaynaklar
1. Salavastru
CM,
Nedalcu
LE.
Management of leg ulcers in patients
with chronic venous insufficiecy: the
experience of a Dermatology Clinic in
Bucharest, Romania. Dermatologic
Therapy. 2012;25:304-13.
2. Jawien D, Gorzela T,Ochwat D.
Prevalance
of
chronic
venous
insufficiency in men and women in
Poland: multicenter cross sectional
study in 40.085 patients. Phlebology.
2003;18,110-21.
3. Mozes G, Carmichael SW, Glaczki P,
Bergan J, et al. Primary chronic venous
disorders. J Vasc Surg. 2007;46:54-67.
4. Meissner
MH,
Glowicki
P.
Development and anatomy of venous
system.
Handbook
of
venous
disorders.2
nd
edition
New
York,NY:Arnold. 2001:11-24.
5. Myer KA, Ziegenbein RW, Zeng GH
et al.Doplex Ultrasonography scanning
for chronic venous disease: patterns of
venous reflux. J Vasc Surg.
1995;21:605-12.
6. Puggioni P, Kistner RL, Eklof BO.
How often is deep venous reflux
eliminated after saphenous vein
ablation? J Vasc Surg. 2003;38:517-21.
7. Merchant RF and Kistner RL.
Radiofrequency treatment of the
incompetant
saphenous
vein.
Handbook of Venous Disorder 3rd
edition. American venous forum.
London: Edward Arnold. 2009;409-17.
8. Merchant RF, Pichot O. Longterm
outcomes
of
endovenous
radiofrequency
obliteration
of
saphenous reflux as a treatment for
superficial venous insufficiecy. J Vasc
Surg. 2005;363:1854-9.
51
9. Lurie F, Creaton D,Eklof B et al.
Prospective randomized study of
endovenous
radiofrequency
obliteration (closure procedure) venous
ligation and stripping in a selected
patient population (Evolves study). J
Vasc Surg. 2003;38:207-14.
10. Ronnie Word. Medical and Surgical
Therapy for Advanced Chronic Venous
Insufficiecy. Surg Clin N Am.
2010;90:1195-214.
11. Gloviczki P, Rhodes JM. Management
of perforating vein incompetance. In:
Rutherford RB, editör. Rutherford!s
textbook on vascular surgery. 5th ed.
Philedelphia:
W.B.Saunders;
2000;20121-36.
12. Kaira M, Gloviczki P. Endoscopic
subfascial ligation of perforatin veins.
In: Ascher E, Hollier LH, Strandness
DE, et al. editors. Heimovici’a vascular
surgery. 5th ed. New York:WileyBlackwell; 2003:1115-29.
13. Iafrati MD, Pare GJ, O’Donnell Tf,
Estes J. Is the nihilistic approach to
surgical reduction of superficial and
perforator vein incompetence for
venous ulcer justified? J VAsc Surg.
2002;36:1167-74.
14. İriz E, Ereren E, Oktar S, Oktar L,
Velit H, İlhan M. Perforan venöz
yetmezlikte
miniflebektomi
ile
ligasyon. Türk Göğüs Kalp Damar Cer.
2009;17:101-5.
52
Yazarlara Bilgi
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi
Dergisi sağlık alandaki araştırmaları, nadir
olguları, derlemeleri ve editöryal yorumları
yayımlar. Dergi yılda 4 sayı olarak
yayımlanmaktadır.
Derginin yazı dili Türkçe ve İngilizcedir (Her
iki dilde de tam metin kabul edilmektedir).
Türkçe yazıların Türk Dil Kurumu’nun Türkçe
sözlüğüne, imla kılavuzuna uygun olması
gerekir.
Yazıların dergide yer alabilmesi için daha önce
başka bir dergide basılmamış olması gerekir.
Yazıların sorumluluğu yazarlara aittir.
Yazıların değerlendirmeye alınması için,
gönderilen yazıya tüm yazarların onay
verdiklerine dair "Telif Hakkı Devir Formu"
başlıklı imzalı bir yazının eklenmesi gerekir.
İlaç
çalışmalarında,
çalışmanın
Sağlık
Bakanlığı’nın ilgili yönetmeliklerine uygun
olarak yürütüldüğü ve etik kurul izni alındığı
belirtilmelidir. Etik Kurul onayı alınması
gereken
çalışmalarda,
bu
onayın
gönderilmemesi
durumunda
yazı
yayımlanmayacaktır. Ayrıca, tüm çalışmalarda
“Helsinki
Deklarasyonu”,
“İyi
Klinik
Uygulamalar Kılavuzu” ve “İyi Laboratuvar
Uygulamaları Kılavuzu’nda belirtilen esaslara
uyulmalı, hastalar bilgilendirildikten sonra
yazılı veya sözlü izinleri alınmalıdır. Sadece
yazarlık niteliğini hak eden kişiler yazar olarak
gösterilmelidir. Araştırma yazıları 3000, olgu
sunumları 1500 ve derlemeler 5000 kelimeyi
geçmemelidir.
Yazıların online gönderilmesi
Tüm yazılar derginin Internet adresine online
gönderilmelidir. Yazım kurallarına göre uygun
yazılmayan
yazılar
bilimsel
kurul
değerlendirmesine
alınmamaktadır.
Yazıların hazırlanması
Yazılar, bilgisayar dosyası üzerinde standart
A4 kağıdı boyutlarındaki bir sayfaya, sağ ve
sol kenarlarda yaklaşık 2,5 cm boşluk kalacak
şekilde ve iki satır aralıklı olarak yazılmalıdır.
Her sayfa numaralandırılmalıdır. Metin Times
New Roman yazı karakterinde 12 punto ile
yazılmalıdır.
Yazılarda bulunması gereken bölümler
sırasıyla şunlardır: (Yazar adları (ünvan, ad,
soyadı), çalışmanın yapıldığı kurum, iletişim
adresi, telefon ve faks numaraları, e-posta
adresi. Yazar sayısının (çok-merkezli olmayan
makalelerde) altıyı (6) geçmemesine özen
gösterilmelidir.
"Telif Hakkı Devir Formu" dışında yüklenecek
diğer dosyalarda yazarların isimleri, çalıştıkları
yerler bulunmamalıdır!). (i) Türkçe ve
İngilizce başlıklar, (ii) Türkçe ve İngilizce
özetler, Makalenin tam metni (iii) Giriş ; (iv)
Gereç ve Yöntem; (v) Bulgular; (vi) Tartışma;
(vii) Kaynaklar bölümleri bulunur. Yöntemler,
bulgular ve tartışma bölümlerinin gerektiğinde
alt başlıklarla ele alınması tercih edilir. Olgu
sunumları, özetlerden sonra giriş, olgu sunumu
ve tartışma başlıkları altında düzenlenmelidir.
İnceleme yazılarında, yazının gelişimine uygun
başlıklandırma
yapılabilir.
Özetler
Özet çalışmanın amacını, ana bulguları ve
temel sonuçlarını Amaç, Gereç ve Yöntem,
Bulgular, Sonuç (İngilizce özette Objectives,
Material and Methods, Results, and
Conclusion) başlıkları altında bildirmelidir.
Anahtar Kelimeler
Yazı düzeninde özetlerden sonra yer alacak
şekilde Türkçe ve İngilizce olarak en az 3, en
fazla 5 anahtar kelime (alfabetik sıra ile)
belirtilmelidir.
Gereç ve Yöntem
Makalenin tam metninde Giriş paragrafından
sonra Gereç ve Yöntem’de çalışma başlangıcı
ve bitiş tarihleri, hastaların özellikleri ve
kullanılan yöntemler, hasta seçimi ayrıntılı
biçimde belirtilmelidir. İstatistiksel yöntem
yeterli
ayrıntı
ile
açıklanmalıdır.
Bulgular
Metinde olabildiğince ayrıntılı yazılmalı, şekil
ve tablolar ile desteklenmeli; şekil ve
tablolarda
verilen
bilgiler,
metinde
tekrarlanmamalıdır.
Tartışma
Ağırlıklı olarak çalışma ile ilgili veriler
tartışılmalı, yerli ve yabancı kaynaklarla
desteklenmelidir. Konu ile doğrudan ilgisi
olmayan genel bilgilere uzun uzun yer
53
vermekten
kaçınılmalıdır.
Kısaltmalar
Kısaltılmış sözcük sayısının sınırlı tutulması
gerekir.
Şekil ve Tablolar
Yazı ile birlikte sunulan fotoğraf ve tablolar
sisteme yüklenmelidir. Resim dosyalarının
formatı JPEG veya TIFF olabilir. Tablolar ve
şekil altyazıları ayrı sayfalara ve iki satır
aralıklı yazılmalı; şekil ve tablolar yazıda
görünme sırasına göre numaralandırılmalı ve
başlıkları olmalıdır. Mikroskobik resimlerde
büyütme
oranı
ve
boyama
tekniği
açıklanmalıdır. Kısaltmalar her şeklin ve
tablonun
altında
açıklanmalıdır.
Kaynaklar
Kaynaklar metin içinde anılma sırasına göre
dizilmelidir (örnek: ...daha önce tanımlandığı
gibi (1)”); yayımlanmamış sonuçlar ve kişisel
görüşmeler kaynak olarak gösterilmemelidir.
Yazarların yalnızca doğrudan yararlandıkları
çalışmaları kaynak olarak göstermeleri gerekir;
yazımı doğrulanamayan kaynaklar yayın
hazırlığı sırasında yazarlardan istenecektir.
Dergi isimleri Index Medicus’a göre
kısaltılmalıdır; bunun mümkün olmadığı
durumlarda dergi adının tamamı verilmelidir.
Altı ya da daha az sayıda olduğunda tüm
yazarlar belirtilmeli, altıdan fazla yazar
durumunda, altıncı yazarın arkasından “et al.”
eklenmelidir. Kaynakların dizilme şekli ve
noktalamalar
için
aşağıdaki
örneklere
uyulmalıdır
değerlendirilmesi ve tedavisi. Erkek
reprodüktif sistem hastalıkları ve
tedavisi kitabı. Editörler: Kadıoğlu A,
Çayan S, Orhan İ, Aşçı R. Acar Basım.
2004.381-6.
Önemli Not: Yayın Kurulu, gerekli gördüğü
durumlarda yazıların özünü değiştirmeden
metinde düzeltme yapmakla yetkilidir.
Dergi:
1. Ates O, Kurt S, Altinisik J, Karaer H,
Sezer S. Genetic variations in tumor
necrosis factor alpha, interleukin-10
genes, and migraine susceptibility.
Pain Med. 2011;12:1464-9.
Kitap:
1. Korkud G, Karabay K: Böbrek
tüberkülozu.
3.
Baskı.
İstanbul:İstanbul
Üniversitesi
Basımevi, 1993.
Kitap içinde bölüm:
1. Özkara H. Erkek infertilitesinde
proksimal
obstrüksiyonların
54
Instruction to Authors
The Journal of Gaziosmanpasa University,
Faculty of Medicine publishes original articles,
case reports, reviews, editorial comments,
letters to the editor in health area. The journal
is
published
four
times
a
year.
Manuscripts can be submitted in Turkish or
English. A manuscript will be considered only
with the understanding that it is an original
contribution that has not been published
elsewhere. Before the peer-review process, all
submissions are first reviewed by the editor.
Authors are responsible for the content of the
submitted material. All authors should sign a
written consent indicating that they have seen
and approved the final version of the
manuscript. Manuscripts reporting the results
of experimental studies on human subjects
must include a statement that the study
protocol was approved by the ethics committee
of the institution and informed consent of the
subjects was obtained after the nature of the
procedure(s) had been fully explained. The
authors are strongly requested to send the
approval of the ethics committee together with
the manuscript. In addition, manuscripts on
animal studies should describe procedures
indicating the steps taken to eliminate pain and
suffering. Authors are advised to comply with
internationally accepted guidelines including
the Helsinki Declaration, and guidelines for
Good Clinical Practice and Good Laboratory
Practice and state such compliance in their
manuscripts.
Manuscripts should not exceed word limits set
by the Journal, that is, 3000 words for original
articles, 1500 words for case reports reports,
and 5000 words for reviews. Author(s), the
title of the paper and subtitles should be in
Times New Roman, bold, 12 pt. Body text
should be in Times New Roman, 12 pt.
Authorship should be based only on substantial
contributions that meet the authorship criteria.
If the study isnot multi-centric, the number of
the authors should be limited to 6 (six)
persons.
Manuscript submission
All manuscripts should be submitted via the
on-line
system
of
the
Journal.
Manuscript preparation
Manuscripts should be typeset on a standard
A4 page layout, with 2.5 cm (1 inch) margins
on each side of the page, with double-line
spacing
and
each
page
numbered
consecutively.
Parts of the manuscript should be arranged
in the following order: (i) The title is in
English (and also Turkish for Turkish authors),
(full names of the authors, institution address,
telephone and fax numbers, and e-mail
address. Journal Agent web-page, should not
be written in main text); (ii) English (and also
Turkish for Turkish authors) abstracts; (iii)
Introduction; (iv) Materials and methods; (v)
Results; (vi) Discussion; (vii) References. Any
footnote concerning previous presentations or
funding of the manuscript should be placed on
the
title
page.
The body of the text can be appropriately
subtitled. Case reports should be presented
under the titles Introduction, Case report, and
Discussion. To facilitate reading, reviews can
be
appropriately
subtitled.
Abstracts
Abstracts should have the following structure:
Objectives, Material and Methods, Results, and
Conclusion. Abstracts for case reports and
reviews
should
be
unstructured.
Keywords
Three to five keywords (in alphabetical order)
can
be
submitted.
Material and methods
This section should give information with
adequate details on the institution the study
was conducted, dates for the study period,
patients’ characteristics, methods, and how
patients were selected. A clear description of
the statistical methods should also be given.
Results
This section should give findings in detail,
supported by illustrations and tables. The
authors should avoid repeating data in the text
that are already presented in tables and
55
illustrations.
Discussion
It should mainly rely on the conclusions
derived from the results of the study, with
appropriate citations from the most recent
research. At the end of the Discussion, any
contribution that is not related to authorship
can be mentioned under the title
Acknowledgements.Use
of
abbreviations
should be limited to the most standard ones.
Figures and tables
Illustrations and tables accompanying the text
should be uploaded on-line. The format of
illustration files can be JPEG or TIFF. Tables
and figure legends should be double-spaced on
separate pages. Both tables and illustrations
should be numbered with arabic numerals in
the order in which they appear in the text.
Microscopic photographs should include
information on staining and magnification. Full
terms for abbreviations should be listed under
tables
and
figures.
References
References should be numbered in the order in
which they are mentioned in the text (e.g. “...
as previously described (1) ”). Unpublished
data or personal communications should not be
used. Direct use of references is strongly
recommended and the author may be asked to
provide full-text of cited references. Journal
titles should be abbreviated according to the
Index Medicus; otherwise, the full tittle of the
journal should be given. All authors if six or
fewer should be listed; otherwise, the first six
and “et al.” should be written. The style and
punctuation should follow the formats outlined
below:
Journal:
1. Ates O, Kurt S, Altinisik J, Karaer H,
Sezer S. Genetic variations in tumor
necrosis factor alpha, interleukin-10
genes, and migraine susceptibility.
Pain Med. 2011;12:1464-9.
Book:
1. Kratz AR. Physiology of the kidney.
3rd
ed.
Philadelphia:Lippincott
Williams & Wilkins; 2000.
Chapter in a book:
1. Erdemir F, Harbin A, Hellstrom WJG.
The penile prosthesis option for
erectile dysfunction. Contemporary
treatment of erectile dysfunction.
McVary KT, editor. Humana Press.
2008. 195-206.
When necessary, manuscripts submitted will
be edited and corrected by the Editorial Board
without altering the original content. Reprints
are not provided after the publication.
56
57

Benzer belgeler