Sayı: 134•Nisan 2011 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
Transkript
Sayı: 134•Nisan 2011 - Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM
NİSAN 2011 - SAYI 134• 1• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM •2 Bilim ve Aklın Aydınlığında EĞİTİM Aylık Eğitim Dergisi•ISSN-1302-5600 Yıl: 11•Sayı: 134•Nisan 2011 Sahibi NİMET ÇUBUKÇU (Millî Eğitim Bakanı) • Genel Yayın Yönetmeni AZİZ ZEREN (Yayımlar Dairesi Başkanı) • Yazı İşleri Müdürü ARİF BÜK ([email protected]) • Yayın Kurulu DİNÇER EŞİTGİN ÇAĞRI GÜREL ŞABAN ÖZÜDOĞRU AYSUN İLDENİZ HAKKI USLU MACİT BALIK • Tasarım HAKKI USLU (hus[email protected]) • İletişim ve Koordinasyon DİNÇER EŞİTGİN (desit[email protected]) • Yönetim Merkezi Yayımlar Dairesi Başkanlığı Teknikokullar/ANKARA http://yayim.meb.gov.tr e-posta: baa[email protected] Tel: (0 312) 212 81 45 / 4188 Fax: (0 312) 212 81 48 • Baskı Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü • Abone - Dağıtım HALİL İBRAHİM KINACI Tel: (0312) 866 22 01 / 246 Fax: (0 312) 866 22 72 Gönderilen eser ve çalışmalar yayımlansın veya yayımlan masın, iade edilmez. Yazıların içeriğinden yazarları sorum ludur. Yayın Kurulu yazılar üzerinde değişiklik yapabilir. “Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim” adı anılmadan alıntı yapılamaz. Millî Eğitim Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkan lığının 22.12.2005 tarih ve 6088 sayılı oluru ile basılmıştır. Dergimizin yıllık abone bedeli 20 TL (öğretmen ve öğrenciler için 15 TL)’dir. Abone bedelinin Ziraat Bankası Elmadağ-An kara Şubesindeki Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğünün 2016676-5016 numaralı hesabına yatırılarak makbuzun ve açık adresin “Devlet Kitapları Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğü Hasanoğlan-ANKARA” adresine gönde rilmesi gerekmektedir. Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları: 5017 Süreli Yayınlar Dizisi: 277 İÇİNDEKİLER ÇİZGİ•HAKKI USLU ............................................................................... 2 SANA YELKEN AÇMIŞ•ERDAL NOYAN ...................................................... 3 BAK PİNOKYO•SÜMEYRA AVŞAR ............................................................ 4 GÖRELE KIRSALINDA KEMENÇELİ EKİN İMECELERİ•ÖZCAN TEMEL . .......... 5 ÇOKLU ZEK KURAMINDA BİR ADIM DAHA: EKOLOJİK ZEK GÖKHAN BAŞ ......................................................................................... 7 TOPRAK OLUŞUMU VE ÜLKEMİZDE ÇEŞİTLERİ•MEHMET ÜNAL ................ 12 TEMA VAKFI GENEL MÜDÜRÜ PROF.DR. ORHAN DOĞAN İLE TOPRAK VE EROZYON ÜZERİNE•MACİT BALIK ........................................ 19 ALDO LEOPOLD VE TOPRAK ETİĞİ TOPRAK TOPLULUĞUNUN SADE BİR ÜYESİ VE VATANDAŞI OLMAK •UFUK ÖZDAĞ . ........................ 25 TOPRAK KALİTESİNİN KORUNMASI VE GELİŞTİRİLMESİ•NESİME CEBEL ... 34 SORU-CEVAP•ÇAĞRI GÜREL ................................................................. 39 EROZYONLA AŞINIP TAŞINIYORUZ...•FATMA ÜNAL ................................ 48 ÇORAK TOPRAKLARIN ISLAHI VE YÖNETİMİ •BÜLENT SÖNMEZ .............. 52 TOPRAK EROZYONU, OLUŞUMU VE KORUYUCU ÖNLEMLER HİCRETTİN CEBEL-SUAT AKGÜL . ............................................................. 57 TÜRKİYE’DE EROZYON SORUNU NEDENLERİ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ ORHAN DOĞAN .................................................................................... 62 ÂŞIK VEYSEL’İN DUYGU VE DÜŞÜNCE DÜNYASINDA TOPRAK MEHMET ÇERİBAŞ ................................................................................. 70 KISSADAN HİSSE •KADİR YATAĞAN ...................................................... 73 DENİZ •ZAHİT GENÇ . ........................................................................... 74 İSTANBUL •İLKNUR EROL .................................................................... 75 DOST •HAVVA ÖZEREN ......................................................................... 76 SIRLI CAMIN ARDINDAN •SUNA KARABOĞA ......................................... 78 2001-2010 YILLARI ARASINDA GERÇEKLEŞTİRİLEN OKS VE SBS İLE PISA UYGULAMASININ KARŞILAŞTIRILMASI•ABDÜLKADİR YILMAZ . ....... 80 BİR AVRUPA KOMİSYONU PROJESİ: “İKİNCİ FIRSAT OKULLARI” CEYDA ÜÇYILDIZ ................................................................................... 87 GÜNDEM ............................................................................................... 93 ÇİZGİ • Hakkı Uslu NİSAN 2011 - SAYI 134• SANA YELKEN AÇMIŞ ERDAL NOYAN Gece teslim almış yorgunluğunu Tatlı yavrum şimdi ona emanet Gönül kıskanmaz mı ay ışığını Sessizce odanı eder ziyaret Uyku evreninin yumuşak eli Alır seni oradan yüreğime kor Cananım gül pembe düşlere beni Sana yelken açmış yıldız diye sor Bu hissi sadece babalar bilir Şefkat volkanında yanar yüreğim Dilerim ömrüne bir mavi huzur Ve o vakitlere ben de ereyim 3• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM BAK PİNOKYO SÜMEYRA AVŞAR Fikret-İsmet Aktekin Anadolu Lisesi Ferizli / SAKARYA Hayat bu, Hiçbir şey görünmez, İnancın eğer yok ise, Karanlık yol bitmez. Aklı baştan alan hayaller, Ömürden akıp giden günler, İçimde yanan alevler, Yaşlarla süslü o renkli gözler. Avucumda bir damla umut, Yağmurlar yağdıran bulut, Hayaller içinde topladığım, Hepsi bir Pinokyo’dan ibaret. Yalanlar üstüne şehir, Seninki su değil zehir, Bir anlık zevke kanıp giden, Bir gün bir rüyayla biter. •4 NİSAN 2011 - SAYI 134• GÖRELE KIRSALINDA KEMENÇELİ EKİN İMECELERİ ÖZCAN TEMEL K ent kültürü evleri sokağa, caddeye açar; kır kültürü tarlaya, bahçeye. Kır işleri ağırdır, zahmetlidir, çilelidir; kent işlerine göre… Kırsalın insanı, gönül birliği, güç birliği, el birliği hatta kader birliği ederek tarlabahçe işlerini, imece yöntemiyle kotarmış; böylece zorlukların üstesinden kolaylıkla gelebilmiş. Her ne kadar günümüzde küçük kırıntıları kalmışsa da bir zamanlar imeceler, “birlikten kuvvet doğar” anlayışının güzel yansımalarıymış. Odun imecesi, fındık imecesi, darı imecesi. İmeceler, tarla-bahçe işlerini yardımlaşarak tez elden bitirmek için kurulmuş, yıllarca. Kurulan her imecenin dağılma vaktinde; zor, ağır bir işi birlikte bitirmenin memnuniyeti ile yüzler güler; tüm yorgunluklar unutulurmuş. Ertesi gün yeni bir imecede buluşmak dilekleriyle, herkes evine ya da kendi günlük işine dönermiş. İyi komşuluk ilişkilerini pekiştiren hoş bir güzellikmiş, içtenlikmiş, incelikmiş; eski imeceler. İmecelerin en gösterişlisi, en alımlısı ekin imeceleriymiş. Hele bir de kemençe eşliğinde kurulmuşsa bu imeceler, oldukça hareketli, eğlenceli olurmuş. Kemençenin ritmine uygun kaldırılıp indirilen kazmalar; karşılıklı atışmalar, yakılan türküler. “Hey imeci imeci / İki koyun bir geçi / İmecinin içinde / Ben olsam kemençeci.” Özcan Temel, Görele Kırsalında Kemençeli Ekin İmeceleri, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 5-6. Tarlanın büyüklüğüne göre on, on beş, yirmi kişiye kadar kurulurmuş, eski ekin imeceleri. İmeceyi yöneten kişiye 5• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM mimar denilirmiş. İmece, onun buyruğuna göre hareket edermiş. Mimar, “Haydi, kolay gele; bereketli ola!” diyerek önler tutan imecenin harekete geçmesini sağlarmış. Gerektiğinde, imeceye “İleri gitme, geri kalma, hizayı bozma!” diyerek uyarılarda bulunurmuş. Erkekler, kadınlar; kızlar, delikanlılar sapından kavradıkları ekin kazmalarını, hep birlikte, omuz hizasına kadar kaldırır; yine hep birlikte tenelerin (darıların) atıldığı toprağa indirirlermiş. Kadınlar, kızlar başlarına kenarı boncuklu ya da oyalı beyaz başörtü takarlar; bellerinde peştamal bağlarlar; ayaklarında el dokuması süslü çoraplar giyerlermiş. Peştamal üstüne, kırmızı rengin egemen olduğu boncuklu, püsküllü darı (tene) torbası bağlarlarmış. Her kazma ekin kazması değilmiş. Kazmaların da gördükleri işe göre, çeşitleri varmış. Ağzı geniş, boyu kısaymış, ekin kazmasının. Sivri kazma tarlayı bellemek için tasarlanmış. Mısır tarlaları ya sivri kazma ile ya da bel demiri ile bellenerek ekime hazırlanır; ekin kazması ile ekilir; yanında yöresinde biten otlardan, ot kazması ile temizlenirmiş. Bir de çift başlı pur kazması varmış. Bu kazma, daha çok doğayla uyumlu tasarlanan, sırtını kaşa dayayan eski evlerin temellerini kazmak için kullanılmış, bir zamanlar. Leylek gagası gibi uzun, dar ağzı ile purlu toprak eşilir; kısa ağzı ile ağaç kökleri kesilirmiş. Kemençeli ekin imeceleri ayrı bir güzellik, ayrı bir hoşlukmuş. Kemençenin kıvrak ritmine uygun kalkıp inermiş, kazmalar. Gülüşmeler, konuşmalar, atışmalarla zaman su gibi akıp geçermiş de kimse farkında olmazmış bile. İş bitiminde kollar, bilekler, ayaklar yorgunluk hissetmezmiş bile. Kemençecinin görevi imeceye coşku vermek; imecenin daha istekli, daha verimli çalışmasını sağlamakmış. Hem çalar hem söylermiş: “Galdır gazmayı galdır / Galdır boyundan aşır. / Sevdalı olan uşak / Belinde silah taşır” Galdır gazmayı galdır, / Galdır boyundan aşır / Nişanlı olan gızlar / Cebinde mendil taşır Gazmayı gaza gaza / Ağrıdı bileklerim / Şu gavurun gızına / Geçmedi dileklerim Gazmayı gaza gaza / Ağrıdı omuzların / Seni bana vermiyu / Evdeki domuzların •6 İmeciye gidenleler / Hep gazmalı gazmalı / Ben yarimi tanırım / Başı beyaz yazmalı Gazmayı gaza gaza / Önlerim çıktı saza / Gurban olurum yenge / Yanında gazan gıza” Günde iki hatta üç kez kurulduğu olurmuş ekin imecelerinin. İlkine kuşluk imecesi; sonuncusuna gündüzleme denilirmiş. Kapı (yakın) komşularla kurulan bu imecelerin ilki, şafakla; diğeri ikindi sonrası başlarmış. Bu iki imece de en fazla iki saat sürermiş. Asıl büyük imece, gün içinde kurulurmuş. Beş, altı saati bulan bu imeceler, önlerin alt ağzından başlar; üst ağzına gelindiğinde, tamamlanırmış. Ekme işi tamamlanınca, yarenlik olsun diye önce kazmalar tokuşturulur sonra da sıyırma işine girişilirmiş. Sıyırma işi biter bitmez, ev sahibi saç üstünde pişirilmiş, ortası yağlanmış, mis gibi kokan sıcak darı ekmeği ve taze yayık ayranı ikram edermiş, imeceye. Şakalaşmalarla, takılmalarla yeme - içme tamamlanınca, tarla sahibine “Hayırlı, uğurlu, bereketli olsun!” denilir; uzak komşular, kazmasını omzuna atar, evinin yolunu tutarmış.Yakın komşulardan birkaçı lahana fitili dikmek için tarlada kalırmış. “Yan bağlı peştemalı / Sanki taze gül dalı / Ekin eken şu gıza / Sevdalıyım sevdalı…” O neşeli, coşkulu, eğlenceli imecelerden günümüze; o günleri yaşayanların anlattıklarından gayrı, ne kaldı ki? Nerede, o coşkulu ekin imeceleri? Nerede o kemençenin ritmiyle kalkan inen kazmalar; nerede, o “Galdır gazmayı galdır / Galdır boyundan aşır.” larla başlayan ekin türküleri? Yine kırsalda evler var; ama onlar ocağında ateş yanan, bacasından duman tüten evler değil! Yine kırsalda tarlalar var; ama, eskisi gibi kocaman değil! Yine kırsalda insanlar var; ama, onlar sofrasını komşusuna açan insanlar değil! Ne yazık ki kırsalın dayanışma, yardımlaşma ruhu gölgelenmiş! Evler yavanlaşmış, insanlar yalnızlaşmış. Tarlalar küçülmüş, imeceler azalmış. Dere boyu sıralanan, taşı döndükçe tıkır tıkır işleyen su değirmenlerinin suları savulmuş; çarkları susmuş. Terkedilmiş, güzelim değirmencikler. Çoğunun pendinden (su yolu) başka temel taşı bile kalmamış! İmeceler bitmiş; kırsalın güzellikleri, coşkusu, sevinci, sevdası gitmiş. NİSAN 2011 - SAYI 134• ÇOKLU ZEK KURAMINDA BİR ADIM DAHA: EKOLOJİK ZEK GÖKHAN BAŞ Selçuk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı, Eğitim Programları ve Öğretim Bilim Dalı Doktora Öğrencisi Gökhan Baş, Çoklu Zekâ Kuramında Bir Adım Daha: Ekolojik Zekâ, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 7-10. Giriş G enelde psikoloji dünyası, özelde ise eğitim dünyası Howard Gardner’ın 1983 yılında yazmış olduğu “Frames of Mind: The Theory of Multiple Intelligences” (Zihnin Çerçeveleri: Çoklu Zekâ Kuramı) isimli kitapla derinden sarsılmıştır. Gardner (1993) bu kitabıyla, o zamana dek süre gelen zekâyı iki boyuta indirgeyen ve zekâyı yalnızca kâğıt-kalem testleri ile ölçmeye çalışan anlayışı reddederek, zekâya farklı bir boyut kazandırmıştır (Baş, 2010). Gardner ilk önceleri yedi adet zekânın varlığından söz etmiştir. Bu ilk yedi zekâ alanı şu şekildedir (Gardner, 1993): (1) Sözel-Dilsel Zekâ, (2) Mantıksal-Matematiksel Zekâ, (3) Görsel-Uzamsal Zekâ, (4) Ritmik-Müziksel Zekâ, (5) Bedensel-Kinestetik Zekâ, (6) İçsel-Özedönük Zekâ ve (7) Sosyal-Bireylerarası Zekâ. Daha sonraları Gardner, Checkley’e (1997) vermiş olduğu bir mülakatta sekizinci bir zekâ alanının varlığından bahsederek, sekizinci bir zekâ alanı olarak “doğa-doğacı zekâ” alanını ortaya atmıştır. Gardner, hâlen yeni zekâ alanlarının varlığı üzerindeki çalışmalarını sürdürmektedir (Baş, 2009). Gardner, muhtemel yeni zekâ alanları olarak; varoluşçu zekâ, ahlaki zekâ, ruhsal zekâ, vb. gibi zekâ alanlarını sıralamaktadır (Gardner, 1999). Elbette, zekâ alanlarının ortaya atılmasında Gardner’ın rolü çok açık ve büyüktür. Ancak, zekâ kuramına tek katkıyı yapan kişi yalnızca Gardner olmamıştır. Özellikle, “Çoklu Zekâ Teorisi”ne ilgi duyan ve bu konuda çalışmalarını sürdüren pek çok isme rastlanmaktadır. Bunlardan, özellikle, Daniel Goleman’ı bura- 7• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM da anmak yerinde olacaktır. Zira, kendisi ortaya attığı “duygusal zekâ” (emotional intelligence) kavramıyla dikkatleri üzerinde toplamış ve “duygusal zekânın IQ’dan daha önemli olduğu” görüşü ile ön plana çıkmıştır. Goleman (1995), ortaya attığı “duygusal zekâ” alanı ile zekâya daha farklı bir boyut kazandırarak, Çoklu Zekâ Kuramının, belki de ihmal ettiği, “duygu” (emotion) kavramı üzerine eğilmiş ve duygusal zekânın insanın hayatındaki başarılarda ve başarısızlıklarda ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu ortaya koymuştur. Goleman (1995), insanın hayatta yalnızca akademik anlamda başarılı olmasının onun gerçek başarısını yansıtmadığını; hayattaki başarısının “insanların kendisini tanımasına”, “empati kurarak, diğer insanları anlamasına” ve “insan ilişkilerinde etkili iletişim becerilerini kullanarak, çatışma çözme eğilimli” olması gibi bir dizi faktöre bağlı olduğunu ifade etmiştir. Bir başka taraftan, Ian McCallum (2008) yazmış olduğu “Ecological Intelligence: Rediscovering Ourselves in Nature” (Ekolojik Zekâ: Doğada Kendimizi Yeniden Keşfetmek) başlıklı çalışması ile zekâ alanlarına muhtemel bir yenisini daha eklemiştir. Aynı şekilde, “Emotional Intelligence” (Duygusal Zekâ) isimli kitabın yazarı olan Goleman da (2009) daha sonra yazmış olduğu “Ecological Intelligence: How Knowing the Hidden Impacts of What We Buy Can Change Everything” (Ekolojik Zekâ: Satın Aldığımız Her şeyin Hayatımızı Nasıl Değiştirebileceğinin Altında Yatan Etmenler) başlıklı kitap ile “çoklu zekâ” alanlarına bir yenisini daha eklemiştir. Ekolojik Zekâ ve Eğitim McCallum (2008) ve Goleman (2009) yazmış oldukları çalışmalarda “ekolojik zekâ” kavramı üzerine yoğunlaşmışlar ve insanın “ekolojik olarak zeki” olabileceği hususu üzerinde durmuşlardır. Özellikle son yıllarda küreselleşme ile birlikte anılır olan “küresel iklim değişimi” kavramı ile ekolojik zekânın önemi kuşku götürmez biçimde bir kat daha artmıştır. Gerek McCallum (2008), gerekse de Goleman (2009) ekolojik zekâyı; “ekolojik anlamda dünyada küresel çapta meydana gelen olumsuz doğa değişimlerine duyarlılık ve bunlara reaksiyon gösterme becerisi” olarak tanımlarken, ayrıca bu zekâ alanının yalnızca doğaya hitap eder türden bir zekâ alanı olmadığını, bunun aynı zamanda “psikolojik” bir yanının da ol- •8 duğu görüşünü vurgulamaktadırlar. Özellikle, ekolojik zekânın, Gardner’ın (1999) ortaya attığı “doğa-doğacı zekâ” alanından farkı da, içinde barındırdığı “psikolojik” boyut olsa gerek. Buradaki “psikolojik” boyuttan kasıt, muhtemelen, insanların bilinçli olarak küresel çapta dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen ve bunun çevre ve insanlar üzerindeki etkilerine dikkat çekme ve tüm bu yaşananlara reaksiyon göstermedir. Son yıllarda, özellikle “küresel iklim değişikliği” kavramı sıkça telaffuz edilir ve bunun etkilerinin insanları yakından olumsuz bir biçimde etkilediği ve bu olumsuz etkilere karşı bir takım öneriler geliştiriliyor olduğu (Kyoto protokolünün küresel anlamda imzalanması, sera gazlarının salınımının engellenmeye çalışılması, çevreye zarar verici nitelikteki maddelerin kullanılmasının yasaklanması, vb.) görülmektedir. İnsanların bilinçsizce doğayı kirletmesi, fabrikalardan çıkan ve ozon tabakasında sera etkisi yapan olumsuz eylemler dünyayı çok yakından etkilemektedir. Özellikle, son yıllarda ülkemizde kış mevsimlerinin bir hayli ılıman hatta sıcak geçiyor olması, yazların aşırı kurak geçmesi, bir takım haşaratların varlığındaki inanılmaz artış ve(ya) azalış, bazı canlı soylarının tükenme noktasına gelmesi ile kürersel çapta; kutuplardaki buzulların hızla erimeye başlaması ile önümüzdeki 20-30 yıl içerisinde içinde pek çok büyük şehrin de bulunduğu (Londra, Amsterdam, New York, vb.) bir takım ülkelerin su altında kalmaya başlayacağının öngörülmesi, aşırı kuraklıkla birlikte su sıkıntılarının yaşanmaya başlaması, özellikle yaz aylarında ardı arkası kesilmek bitmeyen orman yangınları, vb. gibi pek çok “küresel” anlamda dünyayı ve neticesinde insanlığı olumsuz etkileyebilecek olan durumlar yaşamaktadır. Artan ekonomik rekâbetle ülkelerin, özellikle Çin gibi, ucuz hammadde kullanarak, olumsuz sağlık ve çevresel sorunları düşünmeksiniz üretilen eşya, mamul, vb. ürünlerin insanlığa ve aynı zamanda çevreye olumsuz pek çok etkisi meydana gelmektedir (Goleman, 2009). Satın aldığımız pek çok ürünün kanserojen madde içermesi, bu ürünleri üreten işçilerin hiçe sayılarak karın tokluğuna çalıştırılıyor olması ve bu işçilerin sağlık durumlarının göz ardı edilmesi, elbette, gelinen noktada endişe verici niteliktedir. Ül- NİSAN 2011 - SAYI 134• keler küresel rekâbet uğruna sera gazlarının atmosfere salınımına karşı hiçbir yaptırımda ve eylemde bulunmamaktadır. Bu bağlamda, ülkelerin dünyanın azalan enerji kaynaklarına alternatif olarak bazı arayışlara girdikleri, bunların ise doğaya ve sonucunda ise insanlığa olumsuz etkiler yapıyor olduğu açıktır. Atmosfer, ekolojik çevrenin sağlığı, vb. hiçe sayılarak, üretilen ürünlerin insanlarca pervasızca satın alınıyor oluşu ve bunların yine aynı pervasızlık içerisinde doğaya salınıyor ve(ya) atılıyor olması bizlere çok vahim bir tablo sunmaktadır. Özellikle son yıllarda bilim insanlarınca araştırılan yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının araştırılması ve kullanıma yönelik girişimlerin bu noktada, elbette, takdir edilmesi gerekir. Son yıllarda, özellikle büyük ölçekli ülkelerden; Amerika Birleşik Devletlerinin aşırı üretimi ve yine aynı şekilde tüketimi ile artan kirlilik, İran, Hindistan, Pakistan gibi ülkelerin bilinçsizce nükleer silah denemeleri, Çin gibi ülkelerin ise insan sağlığını bozucu ve(ya) onu hiçe sayıcı nitelikte ucuz ürünler üreterek, bunları denetimsiz olarak pazarlamaya çalışması, küresel çapta dünyanın gerek ekolojik dengesini alt üst etmekte, gerekse de bunlar insan psikolojisini ve fizyolojisini bozucu nitelikte problemler yaratmaktadır. Dünyada küresel anlamda ortaya çıkan böylesi sorunlara yine küresel çapta reaksiyon göstermek gerekmektedir. Bu reaksiyon ise, ancak, ekolojik duyarlılığa yani “ekolojik zekâ”ya sahip bireylerin yetiştirilmesi ile mümkün olabilecektir. Böylesi problemlere göz yummayan, kendisinin de bir şeyler yapabileceği sorumluluğu ve rol algısına sahip bireylere gereksinim duyulmaktadır (McCallum, 2008). Bunun için, küresel ölçekte yapılanlara reaksiyon gösterebilecek ve tavır sergileyebilecek, yapılanları demokratik yollarla protesto edebilecek, neyin ekolojik dengeye uygun neyin uygun olmadığını kavrayıp eyleme geçebilecek, yeri geldiğinde insan ve çevre sağlığını bozucu materyal ve(ya) ürünleri demokratik yollarla protesto ve boykot edebilecek insanlara gereksinim bulunmaktadır (Goleman, 2009). Elbette, ekolojik zekâ “küresel” bir projeksiyonu da beraberinde getirmektedir. Kendi yaşadığı yere duyarlı olmak burada yetmemektedir. Ekolojik zekâya sahip olmak, küresel anlamda dünyada olup-biten her türlü ekolojik problem, olay vb. ile bularla ilişkili olarak insan psikolojisini bozan her türlü olaya da reaksiyon gösterebilmek anlamına gelmektedir. İnsanın yalnızca doğaya ilgi duyması, hayvanları beslemesi vb. (doğa-doğacı zekâda olduğu gibi) yetmemektedir. Küresel anlamda dünyanın herhangi bir ucunda meydana gelen ve dünyayı doğrudan ve(ya) dolaylı olarak etkileyebilecek olan her türlü duruma karşı hassas ve duyarlı olmak ve bu olumsuzluklara karşı reaktif olmak gerekmektedir. Hatta Goleman (2009), ekolojik zekâya sahip bireylerin ekolojiye zararlı olan ürünleri alma noktasında da duyarlı davranarak, bu ürünlerin ekolojiye zararlı olduğu kanaatini taşına bireylerin ilgili bu ürünleri boykot dahi ederek, almadıklarını belirtmektedir. Zira, satın almayarak, tepki göstereceğimiz bu durum belki de pek çok şeyi değiştirecek ve üreticileri daha sağlıklı ve ekoloji dostu ürünler üretme noktasında zorlayacaktır. Sonuç olarak, doğanın sağlıklı işleyişi, ona olumlu ya da olumsuz etki eden faktörleri anlamak ve bilmek ve buna yönelik olarak tepki göstermek ve önlemler alma yolunda çaba göstermek “ekolojik zekâ” potansiyeline sahip bireylerin yapabileceği eylemlerdir. Doğayı sevmek tek başına yeterli olmamaktadır. Artık doğayı sevmek, onu yalnızca sevmesinin dışında, ona etki eden olumsuzlukları anlamak, tepki göstermek ve önlem almaktır. Günümüzde böylesi anlayışlara sahip “ekolojik zekâ”sı gelişmiş bireylere ihtiyaç bulunmaktadır. Genel anlamda, ekolojik zekâya sahip bireylerin sahip olması beklenen özellikler şu şekilde sıralanabilir: • Çevreye ve çevre problemlerine duyarlı olmak ve gerekli önlemleri almak • Küresel anlamda dünya ekolojisini ve ona olumsuz etki eden faktörlere reaksiyon göstermek • Çevre problemlerine sebep olan ürün ve mallara karşı duyarlı olmak; bunları tanıyarak, gerektiğinde tepki göstererek, boykot etmek • İnsanları ekolojik problemler hakkında bilgilendirmek ve bilinçlendirmek • Okullarda özellikle öğrencilerin “ekolojik okuryazar” olarak yetiştirilmesine katkı sağlamak • Ekolojinin insan fizyolojisi ve insan psikolojisi üzerindeki etkilerini anlamak ve bunları olumsuz etkileyen faktörlere karşı duyarlı olmak, bu problemlerle 9• • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM baş etme yolları bilmek • Ekoloji hakkında her türlü yayını okumak, dinlemek ve izlemek Bireylerin “ekolojik okur-yazar” olarak yetiştirilmelerinde en önemli konum okula aittir. Geliştirilen eğitim programları içerisinde ekoloji konularının işlenmesi, özellikle örtük programda öğrencilere bu anlayışın kazandırılması önemlidir. Öğrencilerin yakın çevrelerinden başlayarak, küresel anlamdaki ekolojik problemlere karşı duyarlılık kazanacakları bir biçimde eğitilmeleri, ileride dünyada meydana gelen herhangi bir olayın kendilerini yakından etkileyebileceğini kazandırması açısından önemli görülmektedir. Bu açıdan, özellikle, ekoloji ve doğa ile yakından ilgili dersler olan Fen ve Teknoloji, Biyoloji gibi derslerin yanında, Çevre kulübü gibi sosyal faaliyetler içerisinde öğrencilerin ekolojiye duyarlı bir biçimde eğitilmeleri gerekmektedir. Elbette, bunun yalnızca derslerde bir disiplinin öğretilmesi şeklinde olmaması, uygulama boyutuna daha fazla yer verilmesi gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki, artık bugün dünyanın herhangi bir noktasında meydana gelen ekolojik bir problemin ülkemizi, dolayısıyla insanlarımızı da yakından etkilemesi kaçınılmazdır. Bu amaçla, yetiştirilecek olan bireylerin üst düzey ekolojik duyarlılığa ve zekâya sahip olması gerekecektir. Sonuç Sonuç olarak, çevre sorunlarının sıklıkla gündeme geldiği son yıllarda insanların dikkatlerinin ekolojik problemlere çekilmesi ve bunlara karşı reaksiyon göstermesi gerektiği git gide önem kazanmakta ve taban bulmaktadır. Özellikle, son yıllarda ortaya çıkan çevre örgütlerinin sayısının giderek artması buna güzel bir örnektir. Sayıları giderek artan çevre örgütlerinin üyelerinin bugün binlere hatta milyonlara ulaşmış olması, insanların çevreye, dolayısıyla ekolojiye yönelik olumlu ve haklı bir tavır sergiliyor olduklarının da güzel bir biçimde ortaya koymaktadır. Ancak, ekolojik problemlerin sıklıkla gündeme geldiği günümüzde çevreye duyarlı, çevreyle barışık ve çevre sorunlarına karşı demokratik tepkisini ortaya koyabilen bireylere daha fazla ihtiyaç bulunmaktadır. Bu bireylerin ekolojik okur-yazar olacak şekilde ve ekolojik zekâya sahip olabilecek bir biçimde yetiştirilmesi ise ancak • 10 okullarda mümkündür. Elbette, okullarda yürütülen ekolojik eğitimin belli bir disiplinin öğretimi şeklinde değil, öğrencilerin gerçek anlamda küresel duyarlılığa sahip olabilecek bir biçimde uygulamalı olarak yetiştirilmesi şeklinde olması gerekmektedir. Ekolojik zekâ ile donanık bireylerin ise ekolojik problemlere duyarlı olması, gerektiğinde bu problemlere demokratik tepki göstermesi gerekmektedir. Günümüzde artık bireylerin yalnızca kendi çevresindeki ya da ülkesindeki ekolojik problemlere tepki göstermesi yetmemektedir. Bireylerin, dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen ekolojik problemlerin tüm dünyayı ve bu dünyada yaşayan tüm insanları olumsuz olarak etkileyebileceği bilincinde olması gerekmektedir. Bunun için, günümüzde öncelikli olanın ekolojik zekâya sahip bireylerin yetiştirilmesi ve bu bireylerin ekolojik problemlere duyarlı bir biçimde eğitilmesi gerekmektedir. Kaynaklar Baş, G. (2010). Çoklu Zekâ Kuramının Program Geliştirmedeki Yeri. Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, 124-125, 38-46. Baş, G. (2009). Teaching of Weather Forecasts and Seasons By Multiple Intelligences in EFL/ESL Classrooms. Journal of Humanising Language Teaching, 11(6), December. Checkley, K. (1997). The First Seven . . . and the Eight: A Conversation with Howard Gardner. Educational Leadership, 55(1), 8-13. Gardner, H. (1993). Frames of Mind: The Theory of Multiple Intelligences. (Second Ed.). London: Fontana Press. Gardner, H. (1999). Are There Additional Intelligences? The Case for Naturalist, Spiritual, and Existential Intelligences. Kane, J. (Ed.). Education, Information and Transformation. Englewood Cliffs, NJ: Prentice Hall. Goleman, D. (1995). Emotional Intelligence: Why It can Matter More Than IQ? New York: Bentam Books. Goleman, D. (2009). Ecological Intelligence: How Knowing the Hidden Impacts of What We Buy can Change Everything. Williamsburg, MA: Doubleday Business. McCallum, I. (2008). Ecological Intelligence: Rediscovering Ourselves in Nature. Golden, Colorado: Fulcrum Publishing. KARA TOPRAK Dost dost diye nicesine sarıldım Benim sadık yârim kara topraktır Beyhude dolandım, boşa yoruldum Benim sadık yârim kara topraktır İşkence yaptıkça bana gülerdi Bunda yalan yoktur herkes de gördü Bir çekirdek verdim, dört bostan verdi Benim sadık yârim kara topraktır Nice güzellere bağlandım kaldım Ne bir vefa gördüm ne faydalandım Her türlü istediğim topraktan aldım Benim sadık yârim kara topraktır Havaya bakarsam hava alırım Toprağa bakarsam dua alırım Topraktan ayrılsam nerde kalırım Benim sadık yârim kara topraktır Koyun verdi, kuzu verdi, süt verdi Yemek verdi, ekmek verdi, et verdi Kazma ile döğmeyince kıt verdi Benim sadık yârim kara topraktır Dileğin var ise iste Allah’tan Almak için uzak gitme topraktan Cömertlik toprağa verilmiş Hak’tan Benim sadık yârim kara topraktır Âdem’den bu deme neslim getirdi Bana türlü türlü meyve yetirdi Her gün beni tepesinde götürdü Benim sadık yârim kara topraktır Hakikat ararsan açık bir nokta Allah kula yakın, kul da Allah’ta Hakk’ın gizli hazinesi toprakta Benim sadık yârim kara topraktır Karnın yardım kazmayınan, belinen Yüzün yırttım tırnağınan, elinen Yine beni karşıladı gülünen Benim sadık yârim kara topraktır Bütün kusurlarım toprak gizliyor Merhem çalıp yaralarım düzlüyor Kolun açmış yollarımı gözlüyor Benim sadık yârim kara topraktır Her kim ki olursa bu sırra mazhar Dünyaya bırakır ölmez bir eser Gün gelir Veysel’i bağrına basar Benim sadık yârim kara topraktır Âşık Veysel (Şatıroğlu) • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM TOPRAK OLUŞUMU VE ÜLKEMİZDE ÇEŞİTLERİ MEHMET ÜNAL Coğrafya Öğretmeni T oprak, uygarlığın gelişmesinde rol oynayan önemli bir doğal kaynaktır. Tarih öncesinden günümüze bu kaynağın önemi azalmamış, tersine artmıştır. Toprak günümüzde bir ülkenin kalkınmasında ve gelişmesinde önemli rol oynadığı gibi gıda güvenliğinin sağlanması açısından stratejik bir konuma, ayrıca ülkelerin varlığı, çıkarları ve ekonomik gelişimleri bakımından da büyük öneme sahiptir. Fakat bu değerli kaynak; hızlı nüfus artışı, kirlenme ve yanlış kullanım baskısı altında bulunmaktadır. Bu durum ülkelerin toprak kaynaklarını sürdürülebilir bir şekilde yönetimini daha önemli hâle getirmektedir. Toprağın tanımı Toprak, kayaların fiziksel ve kimyasal ayrışması ile organik maddelerin karışımından meydana gelen, anakayaları ve bu arada yeryüzünün bir bölümünü az çok kalınca bir katman olarak örten, içerisinde ve üzerinde geniş bir canlılar âlemi barındıran, belli oranlarda su ve hava içeren, gevşek ve dağınık maddelerden oluşan canlı bir varlıktır. Toprak dört ana unsurdan oluşur. Bunlar; organik ve inorganik maddeler ile hava ve sudur. İnorganik maddeler: Toprağı oluşturan inorganik maddeler, ufalanıp ayrışmaya uğramış anakayalardır. Mehmet Ünal, Toprak Oluşumu ve Ülkemizde Çeşitleri, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 12-18. • 12 Organik maddeler: Toprak içerisinde bulunan bitki ve hayvan kalıntılarıdır. Toprağa düşen bitkisel ve hayvansal NİSAN 2011 - SAYI 134• Ayrışma sonucu oluşan kısma toprak canlıları, özellikle mikro fauna ve flora yavaş yavaş yerleşir. Daha sonra da toprağa bitkiler yerleşerek büyümeye başlar. Böylece hem bitki köklerinin etkisi ile ayrışma olayları gittikçe ilerler hem de bitki artıklarının toprak yüzeyine düşmesi ve bunun ayrışması sonucu toprak besin maddeleri yönünden zenginleşir. Bu oluşum topraktaki canlıların süratli şekilde çoğalmasına ve bitki örtüsünün gittikçe artan bir oranda ayrışmış olan katta gelişmesine neden olur. artıklar mikroorganizmaların yaşama ve beslenme ortamlarını oluştururlar. Bunlar, organik artıkları ayrıştırarak humusu meydana getirirler. Toprak suyu: Katı kısmından arta kalan kısım toprağın boşluğu olup, bu boşluklar su ve hava ile doludur. Suyun kaynağı, yağışlar ve sulama ile toprağa verilen sulardır. Toprağa giren suyun bir kısmı toprak boşluklarını doldurduktan sonra alt katlara doğru sızar, bir kısmı da buharlaşır. Toprak havası: Toprak havası, su miktarı ile ters orantılı olarak değişmektedir. Yağmur ve sulamadan sonra su, topraktaki boşlukların içindeki havayı dışarıya, atmosfere çıkararak boşlukları kendisi doldurur. Bu durumda boşluklardaki suyun miktarı artar. Topraktaki suyun derinlere doğru sızması, bitkiler ve topraktaki diğer canlılar tarafından kullanılması ve buharlaşması sonucu topraktaki suyun miktarı azalır. Bu sefer de suyun yerini, atmosferdeki hava, toprak içine girerek doldurur. Böylece toprak boşluğunda havanın miktarı artar. Bu değiş tokuş ile toprak havalanır. Toprak, yer kabuğunun bir ayrışma ürünüdür. Ayrışma, yer kabuğunu oluşturan kayanın yer değiştirmeye uğramadan mekanik ve kimyasal süreçlerle nitelik değiştirmesidir. Dünya yüzeyindeki çoğu kayaların birkaç metre kalınlıktaki yüzeyi fiziksel, kimyasal ve biyolojik yönden ayrışmaya uğrar. Ayrışmalar birbirleriyle son derece ilişkili olup tek başına fiziksel veya kimyasal ayrışma olmamaktadır. Ayrışma iki ana gruba ayrılır: 1. Fiziksel veya mekanik ayrışma (parçalara ayrılma olayı) Kayaların fiziksel (mekanik) etkenlerle ufalanması olayıdır. Başlıca etkenler; kısa aralıklarla birbirini izleyen sıcaklık değişmeleri, yarık ve çatlaklarda donan sular ve kristalleşen tuzların genişlemesi, bitki köklerinin kalınlaşması, dallanması ve su almasıdır. Bu olaylar iklime bağlıdır. Mekanik dağılma ile kayalar ve içerdikleri mineraller gittikçe daha küçük parçalara bölünür fakat özellikleri değişmez. Böylece kimyasal ayrışma için hazırlanma olur. Kayaların güneş alan yüzey kısmı ısınarak çokça genleşir. İç bölümler daha az ısındığı için az genleşir. Gölgelendiğinde ya da geceleyin ise yüzey kısımları iç bölümlerden daha çabuk ve çok soğuyup büzülür. Böylece kayalar çatlar ya da tümüyle parçalanır. Türlü yollardan oluşan yarık ve çatlaklara giren kar 13 • DOSYA: TOPRAK Olgun bir toprağın oluşabilmesi için her şeyden önce uzun bir zaman sürecinde anakayanın ayrışması, bunun içerisine çeşitli canlıların, bitkilerin yerleşmesi, yıkanma ve birikme olaylarının meydana gelmesi gerekir. Yani bir ayrışma-çözülme ürünü olan toprakta bir taraftan ayrışan elementlerin bir bölümü toprağı terk ederken, diğer yandan özellikle bitki artıklarının humuslaşması ile toprağa yeni maddeler ilave olur. Yer kabuğunun ayrışan yüzey kısmında toprağın meydana gelebilmesi için, başlangıçta çeşitli kimyasal ayrışma-çözülme olaylarının meydana gelmesi, daha sonra bitki kalıntılarının ayrışarak humusa dönüşmesi gerekir. Yani ayrışma ile maddelerin hal değiştirmesi gereklidir. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM ve yağmur suları donduğunda ya da çözelti halindeki mineraller kristalleştiğinde genleşerek yarık ve çatlakları büyütür. Bunun gibi aralıklara giren bitki kökleri de uzayıp kalınlaşarak kayaların dağılmasına neden olur. Akarsuların, rüzgârların, dalga ve buzulların sürüklediği kaya kırıntıları geçtikleri yerlerde kayalık tabanına ve birbirlerine sürtünerek hem anakayalardan hem de birbirlerinden parçalar koparır. Kurak ve yarı kurak bölgelerde toprağın oluşmasında bu etmenler hâkim rol oynamaktadır. 2. Kimyasal ayrışma Anakayanın kimyasal bileşimini değiştirmek suretiyle toprağın oluşumuna hizmet eden olaylardır. Kimyasal ayrışma sonucunda, bazı mineraller kısmen veya tamamen değişerek yeni mineral özelliği kazanırlar. Fiziksel ayrışmalarla ufalanmış ya da gözenekli hâle gelmiş olan materyallerde kimyasal faktörlerin etkisi kolaylaşır. Kimyasal ayrışmada su, hava ve sıcaklık büyük rol oynar. Kurak bölgelerde suyun az olması nedeniyle daha çok fiziksel ufalanma hâkimdir. Yağışlı ve sıcak bölgelerde ise kısmen fiziksel ve daha çok kimyasal etmenler etkilidir. Toprak Profili ve Toprak Horizonları Toprak profili, anakaya üzerinde uzanan toprak katına denir. Bir toprak profiline bakıldığında fiziksel ve kimyasal yönden farklı toprak katları görülür. Bu katmanlara horizon denir. Yüzeyden alta doğru toprağın renk, yapı ve bünye gibi fiziksel özellikleri ile asitlik, besin kapasitesi gibi kimyasal özellikleri değişir. Normal bir toprak profiline bakıldığında üstten alta doğru şu horizonlar görülür A horizonu: Toprak tabakasının en üst katı olup organik maddenin karıştığı ve bu nedenle de genellikle koyu renkli olduğu, toprağın yıkanma horizonudur. B horizonu: A horizonundan yıkanan tuz, kireç ve kil gibi suda çözünebilen maddeler yağmur sularıyla alt katlara taşınır. Bu nedenle B horizonu birikme horizondur. B horizonu genellikle açık renklidir. Kil birikiminden dolayı da ağır bünyeli olup blok yapı gösterir. • 14 C horizonu: Toprağın en alt katıdır. Bu horizondaki anakaya çok az ayrışmıştır. Bu katta anakayaya ait iri parçalar bulunur. D horizonu: Fiziksel ve kimyasal ayrışmanın görülmediği anakayadan oluşan horizondur. Yukarıda bahsedilen horizonlardan sadece A ve B horizonu esas toprak katını oluştururlar. Buna toprağın solunum katı veya gerçek toprak katı da denir. Topraklara Karakter Kazandıran Faktörler Anakayanın çözülmesi ile başlayan ve olgun bir yapıya ulaşıncaya kadar devam eden toprak oluşum sürecinde birçok faktör etkili olur. Bunlar; anakaya, iklim, topoğrafya, zaman ve biyotik faktörlerdir. 1. Anakaya: Anakaya, toprağın altında bulunan ve çözülerek-ayrışarak toprağı oluşturan materyale denir. Toprak oluşumunun başlangıç devresinde anakayanın fiziksel ve kimyasal özellikleri toprak üzerinde kuvvetle hissedilir. Anakayanın ayrışması ile birçok mineral ve element açığa çıkar. Yeni oluşan toprağın rengini, geçirimlilik derecesini ve bitki besin maddesini ayrışma sonucu ortaya çıkan bu maddeler belirler. Kumtaşı, kuvarsit, gnays gibi anakayaların ayrışması sonucu bol miktarda kum açığa çıkar. Böyle anakaya üzerinde kumlu topraklar oluşur. Killi-kireçli anakayalar üzerinde ise koyu renkli ve geçirimsiz topraklar oluşur. Toprak oluşumunun ilerlemesiyle, topraktan taşınmalara ve organik maddelerin toprağa yeni mineral maddeler ilave etmesine bağlı olarak anakayanın toprak üzerindeki etkileri gittikçe zayıflamaya başlar. Örneğin, kireçtaşı üzerinde başlangıçta oluşan toprakta bulunan bol miktardaki kireç, zamanla topraktan tamamen veya önemli ölçüde taşınır. Böylece kireçli olmayan veya az kireçli toprak oluşur. Özellikle toprak erozyonuna uğrayan dağlık-engebeli alanlarda anakayanın etkisini yansıtan topraklar baskın durumdadır. 2. İklim: Toprak oluşumu ve gelişmesinde en etkili faktör iklimdir. Özellikle iklim elemanlarından sıcaklık ve yağış etkilidir. Sıcaklık, kayaların fiziksel ufalanmalarını etkiler. NİSAN 2011 - SAYI 134• Bunda da en çok gece ile gündüz arasındaki (günlük) sıcaklık farkı etkili olur. Günlük sıcaklık farkı, karasal iklimin etkili olduğu yerlerde daha fazladır. Bunun için yeryüzündeki kurak ve yarı kurak bölgelerde fiziksel ufalanma çok yaygındır. Fiziksel ufalanmanın devam etmesi sonucu anakaya ufak parçalara ayrılır. Sıcaklık ayrıca kimyasal olayların ve mikroorganizmaların etkisini artırarak toprak oluşum sürecini hızlandırır. Yağış, anakayanın kimyasal ayrışmasına neden olur. Toprak içindeki nemin etkisi, kimyasal ayrışma ile sınırlı kalmaz. Aynı zamanda üst katmandaki ayrışabilen maddeleri alt katmanlara taşır. Yani üst kısımları yıkar, yıkanan maddeleri alt kısımlarda biriktirir. Topraktaki suyun kaynağı yağışlardır. Yağışlarla toprağa giren su tabana sızar. Yüzeyden ısınmaya bağlı olarak görülen buharlaşma ile altlardaki su toprağın üst katına çıkar. Böylece toprak içindeki su dikey yönde hareket etmiş olur. Ayrıca toprakta fazla miktarda bulunan su eğimi takip ederek yatay yönde de hareket etmektedir. İklim toprak oluşumunu dolaylı yollardan da etkilemektedir. Örneğin, bitki örtüsünün özelliğini belirleyerek toprak oluşumu ve gelişimi üzerinde etkili olmaktadır. 3. Topoğrafya: Topoğrafya, iklimin ve özellikle suyun etkilerini hızlandıran veya yavaşlatan yer özellikleri olarak toprak oluşumunda dolaylı etkiye sahiptir. Benzer iklim koşullarına sahip benzer anakaya üzerinde oluşan topraklardan dik eğimli arazide bulunanlar, doğal erozyon, yüzey akışların fazla olması ve toprağa sızan suyun azlığından dolayı düz arazideki topraklara oranla daha sığ toprak örtüsüne sahiptir. Çukur araziler, çevrenin yüzey akışlarını topladıklarından devamlı olarak veya çoğunlukla su ile doygun hâlde bulunur. Bu koşullar fazla bitkisel gelişmeye sebep olurken buna karşılık sınırlı bir çürüme- Yüksekliğin artması ile sıcaklık azalır. Buna karşılık belli bir yüksekliğe kadar yağış artar. Bu nedenle yükseltinin iklim üzerindeki etkilerine bağlı olarak yüksek bir dağın yamacı boyunca farklı toprak tipleri görülür. Arazi eğiminin yönü de toprak oluşumunda farklı bir etkiye sahiptir. Kuzey yarım kürede kuzey yamaçlar güneye oranla daha nemli ve serindir. Bunun sonucu olarak, özellikle kurak bölgelerde, kuzeye bakan yamaçlardaki bitkisel gelişme daha zengin olmaktadır. Gerek nem fazlalığı gerekse bitki örtüsünün farklı olması, kuzey yamaçlarda oluşan topraklarla güney yamaçlarda oluşan toprakların farklı olmasına neden olmuştur. 4. Zaman: Toprakların olgun bir profil yapısına kavuşması için anakayanın ayrışması, ayrışan kat üzerine bitkilerin ve diğer toprak canlılarının yerleşmesi, organik maddenin parçalanarak humusa dönüşerek toprağa yeni maddelerin katılması ve toprakların horizonlaşması için yüzlerce, binlerce yıllık bir sürenin geçmesi gerekir. Ancak, toprak oluşumu için geçen bu zamanın uzunluğunu bazı faktörler etkilemektedir. Bu faktörler; anakayanın fiziksel ve kimyasal özellikleri, iklim, bitki örtüsü ve eğimdir. Kolay ayrışabilen anakayanın bulunduğu yerlerde eğer yağışlı ve ılıman bir iklim etkili olursa, ayrışma hızlı olacağından toprak daha kısa zamanda oluşur. Ancak yeterli yağışın olmadığı, kışların soğuk geçtiği, bitki örtüsünün cılız olduğu yerlerde, ayrışma süreci yılın bir bölümünde kesintiye uğradığından, toprak oluşumu için çok daha uzun zamanın geçmesi gerekir. Ayrıca bu toprakların horizonları da tam olarak gelişememektedir. Zamana bağlı olarak toprak oluşumu şu devrelerden oluşur: a) Başlangıç devresi: Bu safhada anakaya henüz yeteri kadar ayrışmamıştır. b) Gençlik devresi: Ayrışma başlamış olmasına rağmen henüz anakayada ayrışma yeteri kadar ilerlememiştir. 15 • DOSYA: TOPRAK Hafif eğimli arazilerde alt katlara sızan su miktarı fazla olduğundan, bu arazideki toprak profilleri dik eğimli arazilerdekinden genellikle daha derindir. Gelişen bitkiler daha yoğun ve canlıdır. Organik madde düzeyi ve sonuç olarak da verimlilikleri daha yüksektir. ye yol açar. Bunun sonucu olarak organik maddeler birikir ve turba adı verilen organik topraklar oluşur. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM c) Olgunluk devresi: Toprak oluşumu ilerleyerek horizonlaşma başlamıştır. d) İhtiyarlık devresi: Ayrışma son devresine ulaşmış ve toprak besin maddeleri yönünden fakirleşmiştir. 5. Biyotik faktörler: Toprak oluşumu üzerinde canlıların da etkisi vardır. Toprak oluşumunu en fazla etkileyen canlı, bitki örtüsüdür. Yaprak, dal, meyve, tohum, kabuk gibi organik maddelerin toprağa karışması ile toprakların üst katmanı bitki besin maddesince zengin ve gözenekli bir doku kazanır. Kök ve gövdeleriyle, özellikle yamaçlardaki toprak örtüsünü tutarak toprağın erozyona uğramalarına engel olurlar. Bitkilerin kökleri anakayayı parçalayarak toprağın derinleşmesine ve toprak profilinin gelişmesine katkıda bulunur. Toprak oluşumunun sürekli olabilmesi için toprağın bitki örtüsüne sahip olması gerekir. Bitki örtüsünden yoksun topraklar, bitki besin maddesi bakımından fakirleşir ve toprak oluşum sürecinden olumsuz etkilenir. Hayvanlar da toprak oluşumunu etkiler. Toprak canlı bir örtüdür. Toprağa bu canlılığı veren içindeki organizmalardır. Bakteriler ve mantarlar toprak üzerindeki ve içerisindeki maddelerin ayrışmasında etkili olur. Çeşitli eklem bacaklılar bitki artıklarını yiyerek onların parçalanmasına yardımcı olurlar. Solucanlar da organik maddelerin toprağa karışmasına katkı sağlar. Köstebek ve tarla faresi gibi hayvanlar ise alttaki toprağı yüzeye çıkararak toprağın karışmasına katkı sağlarlar. TÜRKİYE’NİN BAŞLICA TOPRAKLARI A. Yerli (Zonal) Topraklar Anakayanın yerinde ayrışması ile oluşmuş topraklardır. Bu topraklar genellikle düz ve az eğimli yerlerde oluşmuşlardır. 1. Kırmızı renkli Akdeniz (Terra-rossa) toprakları: Genel olarak Akdeniz ikliminin etkili olduğu Marmara Bölgesinin güney kesimi, Ege Bölümü ile Akdeniz Bölgesinde görülür. Terra-rossaların A horizonu kırmızımsı, koyu kırmızımsı ve sarımsı kırmızımsı renktedir. Dolin, uvala ve polye gibi karstik çu- • 16 kurlukların tabanında oluşmuş bu topraklar karstik yörelerin başlıca tarım alanlarıdır. Terra-rossaların rengi oksitlenme sonucu ortaya çıkmıştır. Bu topraklar killi topraklardır. Çünkü kalkerin bünyesinde bulunan kalsiyum karbonat (CaCO3) sularla yıkanmış ve geriye kil kalmıştır. 2. Kahverengi orman toprakları: Bu topraklar Karadeniz bölgesinde, İç Anadolu’da ve Güneydoğu Toros Dağlarında yaygındır. Orman örtüsü altında geliştiği için toprak organik madde bakımından oldukça zengin ve koyu renklidir. Yağış şartlarına ve bunun sonucu olarak bitki örtüsü durumuna göre farklı özellik gösterir. Dağlık alanlarda aşınmadan dolayı toprağın çoğunlukla B horizonu gelişememiştir. Bu nedenle toprak genellikle AC horizonludur. 3. Podsolümsü ve podsol topraklar: Yıllık ortalama sıcaklığı 8̊ C’nin altında ve yıllık yağış ortalamasının 1 000 mm’nin üzerinde olduğu nemli, çok nemli soğuk ortamlarda kayın, sarıçam, ladin ormanlarının altında gelişmiştir. Bolu Aladağlar’da, Yıldız ve Doğu Karadeniz Dağları ile Uludağ’ın yüksek kesimlerinde görülür. A horizonu fazla yağıştan dolayı kuvvetli olarak yıkanmıştır. B horizonu demir ve organik bileşiklerin birikmesine bağlı olarak sarımsı, esmer, bazen de kırmızımsı renktedir. Tipik podzol topraklarına ise Şavşat Karagöl civarında, Yıldız Dağlarının kuzey yamaçlarında 650 m civarında ve Uludağ’ın üst kesimlerinde lokal olarak görülür. 4. Sierozemler: Yıllık yağışın 300 mm’nin altında olduğu Konya Ovası’nın doğu kesiminde görülür. Organik madde yönünden fakirdir. Bu nedenle de toprak açık renklidir. Yağış azlığından dolayı aşırı derecede karbonatlı ve alkalidir. 5. Kahverengi bozkır toprakları: Bu topraklar yıllık ortalama yağışın 400 mm’nin altında, yıllık ortalama sıcaklığın 8̊ C-12̊ C arasında değiştiği İç Anadolu Bölgesi’nde ve Doğu Anadolu ovalarında bozkır örtüsü altında gelişmiştir. Rengi, kahve, koyu kahve, sarımsı kahve olan bu topraklarda genellikle tarım yapılmaktadır. NİSAN 2011 - SAYI 134• 6. Kestane ve kırmızımsı kestane renkli topraklar: Yıllık ortalama yağışın 400 mm’nin üzerinde, yıllık ortalama sıcaklığın 6̊ C-10̊ C arasında bulunduğu İç Anadolu’nun platolarında, İç Batı Anadolu ve Doğu Anadolu’da uzun boylu ot vejetasyonu altında gelişmiştir. Üst toprak organik madde bakımından oldukça zengindir. Kahverengi topraklara göre daha kalın olan bu topraklarda tarım yapılmaktadır. 7. Kireçsiz kahverengi topraklar: Bu topraklar İç Batı Anadolu’da 1000 metrenin üzerinde ormanlar altında gelişmiştir. Yıllık ortalama yağışın 400-600 mm arasında olduğu alanlardaki toprakların kireçsiz oluşu, anakayanın serbest karbonatlar yönünden eksik olmasından kaynaklanır. Kil, mekanik olarak A horizonundan önemli ölçüde uzaklaşarak B horizonunda birikmiştir. Genellikle besin maddesi yönünden fakirdir. 8. Kırmızımsı kahverengi topraklar: Tipik Güneydoğu Anadolu Bölgesi toprağıdır. Yarı kurak karasal iklim koşullarının etkili olduğu bozkırlar altında gelişmiştir. Sıcaklığın yüksek olması, demirin iyi oksitlenmesini sağladığı için toprak kırmızımsı renktedir. Bu topraklar üzerinde genellikle tahıl üretilir. 9. Çernezyomlar: Yıllık ortalama sıcaklığın 3̊ - 6̊ C, yıllık ortalama yağışın 500-700 mm arasında değiştiği Erzurum-Kars dolaylarında 1600 - 2000 metre yükseklikteki plato alanlarında gelişmiştir. Bu sahada bir metreden fazla boylanan çayır örtüsünden oluşan organik madde sıcaklığın düşük olmasından dolayı yeteri kadar ayrışamamaktadır. Bu nedenle üst toprak organik madde birikimine bağlı olarak koyu renklidir. Kalınlığı yer yer bir metreden fazladır. Bu topraklar üzerinde sıcaklığın yeterli olduğu mevsimlerde tahıldan yüksek verim alınmaktadır. Ot verimi yüksek olan bu topraklar, hayvancılık için büyük potansiyel gösterir. B. İntrazonal Topraklar 1. Kumlu topraklar: Volkanik tüf, kum gibi depoların çözülmesi ile oluşmuştur. Doğu Anadolu’da Sarıkamış dolaylarında, İç Anadolu’da Karapınar, Erciyes, Karadağ, Karacadağ, Ürgüp-Nevşehir dolaylarında, Afyon çevresinde, Isparta Gölcük, İzmir Foça civarında ve Kızılcahamam dolaylarında görülür. Çakıllı malzemenin fazla olduğu bu toprakların tarımsal değeri azdır. 2. Vertisoller: Killi kireçli depoların yaygın olduğu Harran Ovası, Muş Ovası, Ergene havzası, Van Gölü’nün kuzeydoğusu, Bursa - Karacabey arası, Menemen ve Bornova Ovası ile Konya Havzası’nın muhtelif yerlerinde ve Bafra Ovası’nın güneyinde görülür. Bu topraklarda anakaya killi olduğu için yazın kuruduklarında 3-5 cm genişliğinde, bir metre kadar derinliğinde çatlaklar oluşmaktadır. Bu çatlaklara rüzgârların taşıdığı yüzey materyali dolar. Yağışlı mevsimde ise su ile doyan killi toprak şişer. Şişme sonucu çatlaklardaki toprak yukarıya doğru itilir. Böylece toprak bulunduğu yerde âdeta dikey yönde döner. Bundan dolayı bu topraklara dönen toprak anlamına gelen “vertisol” adı verilmiştir. Dönen topraklar Güney Marmara’da “kepir”, Orta Anadolu’da ise “taş doğuran toprak” olarak adlandırılır. 3. Rendzinalar: Ülkemizde killi-kireçli göl depolarının veya yumuşak kireçtaşlarının yaygın olduğu İç Anadolu’da, Ege ve Doğu Anadolu’nun çöküntü sahalarında yaygındır. Bu topraklarda tahıl tarımı yapılmaktadır ve besim maddeleri yönünden zengindir. 4. Çorak (tuzlu-alkali) topraklar: Bu toprakların bünyelerinde bol miktarda tuz bulunduğu için “tuzlu topraklar” olarak da adlandırılırlar. Taban suyunun yüzeye çok yakın ve yüzeyde olduğu yerlerde oluşurlar. Buna bağlı olarak da dışa akışı olmayan çukurlukların orta kesiminde ve deltalarda oluşur. Yayılış alanları, Tuz Gölü, Burdur Gölü ve Acıgöl başta olmak üzere diğer tuzlu göllerin çevresindeki arazi- 17 • DOSYA: TOPRAK Bu topraklar, ülkemizde aşınmanın devamlı olduğu dağlık alanlarda, birikmenin hüküm sürdüğü alüvyal ovalarımızda ve dağların eteklerinde yaygın olarak bulunur. Ayrıca kapalı havzalarımızda taban suyu seviyesinin yüksek olduğu kısımlarda hidro- morfik (drenajı iyi olmayan) topraklar yer alır. Devamlı olarak aşınan sahalardaki topraklar, başlangıç ve gençlik safhalarında bulunduğundan anakayanın kimyasal ve fiziksel özellikleri toprak üzerinde etkilidir. Örneğin, anakaya kumlu ise topraklar da kumlu, anakaya tuzlu ise topraklar da tuzludur. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM lerdir. Bu topraklar üzerinde bitki örtüsü çok cılızdır. Sadece tuzcul bitkilerin yetiştiği bu topraklar tarıma uygun değildir. C. Taşınmış (Azonal) Topraklar Devamlı olarak taşkına uğrayan alanlarda, ana materyalin taşınması nedeniyle ayrışma ve toprak horizonları meydana gelememektedir. Bu nedenle bu tür topraklara azonal, yani horizonlaşma göstermeyen topraklar denilir. Taşkın ve aşınma olayının durduğu veya azaldığı yerlerde sığ da olsa A horizonu oluşur. lamamakta ve bundan dolayı toprakta kuraklık artmaktadır. Yağmur damlası erozyonu ve yüzeysel akışa geçen sularla ince malzemelerin taşınmasına ve çakıl miktarının artmasına neden olmaktadır. Bu yüzden çakıllı alanlar bitki örtüsü yönünden zayıftır. Taşlı topraklar özellikle Taşeli Platosu, Bozdağ, Aydın ve Bitlis Dağları, Kaçkar Dağları yamaçları, İç ve Doğu Anadolu’daki volkan konilerinin yamaçları ile Bolu ve Aladağların güneye bakan yamaçlarında görülür. SONUÇ 1. Alüvyal topraklar: Delta ve taşkına uğrayan ovalarda, Çukurova, Asi, Göksu, Köyceğiz, Büyük ve Küçük Menderes, Gediz, Bakırçay, Sakarya, Bafra, Çarşamba delta ovaları ile Konya Ovası’nın kenarları, Muş ve Erzurum, Erbaa-Niksar ovalarının orta kesimleri vb. yerlerde görülür. Fiziksel ve kimyasal özelliklerini büyük ölçüde akarsuyun malzeme getirdiği sahadaki ana materyal belirler. Genel olarak işlenmeye elverişli, verimli, dolayısıyla da tarıma elverişli topraklardır. Türkiye çok değişken iklim ve topoğrafik yapısıyla birlikte farklı anakayaların etkisi sonucunda çok değişik tipte topraklara sahiptir. Yukarıda anılan toprak gruplarıyla birlikte Türkiye’de Nitisol, Phaeozem, Planosol, Ferralsol, Durisol, Albeluvisol, Crysol topraklarının varlığıyla ilgili yeterli bir bilgi bulunmamaktadır. Buna karşın Türkiye’de bu toprakların oluşumu için uygun iklim ve topoğrafik koşullar bulunduğu bilinmektedir. Bu bağlamda ayrıntılı ülke toprak etüt haritalama çalışmasına gereksinim olduğu açık bir gerçektir. 2. Kolüvyal topraklar: Dağların yamaçlarından taşınan toprak, taş ve çakıl gibi malzemelerin eteklerde birikmesiyle oluşur. Alüvyal topraklarda olduğu gibi kolüvyal toprakların da fiziksel ve kimyasal özelliklerini yamaçtan gelen malzemenin fiziksel ve kimyasal özellikleri belirler. Kolüvyal topraklar dikey yönde önemli değişiklik gösterir. Aşınmanın az olduğu yamaçların eteklerinde ince malzeme birikir. Aşınmanın devam ettiği yamaç eteklerinde ise kaba malzemeler yer alır. Derinliği fazla olan bu topraklar orman, bağ ve bahçeler için uygundur. Dünyadaki hızlı nüfus artışı doğal kaynakların, özellikle toprak ve suyun dünyadaki stratejik önemini arttırmaktadır. Dolayısıyla yenilenemeyen bu kaynaklar Türkiye’de sürdürülebilir biçimde kullanılmamaktadır. Bu nedenle toprak ve su kaynaklarının özellikleri, disiplinler arası çalışmalarla çok iyi tanımlanmalı ve farklı kullanım amaçlarına uygun veriler üretilmelidir. Bu bağlamda çok amaçlı veri tabanlarının oluşturulması önem arzetmektedir. Türkiye Toprak Haritasının arazi çalışmaları ve seçilmiş toprak örneklerinin laboratuvar analizleriyle büyük ölçekli 3. Regosoller: Kumlu depolar üzerinde bulunan topraklardır. Derinliği fazla olan ve besin maddeleri açısından fakir olan bu topraklar uygun iklim şartları altında üzüm bağı, İç Anadolu’da olduğu gibi patates, Isparta’da olduğu gibi gül bahçeleri için elverişlidir. ayrıntılı çalışmalarla tamamlanması gerekmektedir. 4. Litosoller (Taşlı topraklar): Dağlık alanların eğimli yamaçlarında aşınmanın sürekli olması nedeniyle anakayanın ayrışmasından oluşmuş taşlı topraklardır. Eğimli ve gözenekli sahalarda su tutu- • 18 KAYNAKÇA Atalay, İbrahim, (2000). Türkiye Coğrafyası ve Jeopolitiği, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir. Atalay, İbrahim, (2001). Genel Fizikî Coğrafya, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir. Çepel, Necmettin vd., (2006). Erozyon, Doğa ve Çevre, TEMA Yayınları, İstanbul. Sanır, Ferruh, (2000). Coğrafya Terimleri Sözlüğü, Gazi Kitabevi, Ankara. www.topraksuenerji.org NİSAN 2011 - SAYI 134• TEMA VAKFI GENEL MÜDÜRÜ PROF.DR. ORHAN DOĞAN İLE TOPRAK VE EROZYON ÜZERİNE SÖYLEŞİ: MACİT BALIK - Sayın Hocam, isterseniz söyleşimize toprağın, insan için arz ettiği önemin ne olduğu hakkında görüşlerinizi alarak başlayalım. Macit Balık, Tema Vakfı Genel Müdürü Prof.Dr. Orhan Doğan ile Toprak ve Erozyon Üzerine, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 19-24. Şimdi özellikle gelişmiş ve medeniyetleri sona ermiş toplumlar arasında yarım metrelik bir toprak kalınlığı söz konusudur. Bu, şu demektir: Eğer topraklarımız erozyonla taşınmamışsa, eğer topraklarımız üretkenliğini devam ettiri- 19 • DOSYA: TOPRAK - Tabi ki, toprak çeşitli bilim dallarına göre tarifi değişen bir madde. Çünkü toprak üretilemeyen tek varlık. İnsanoğlu onu üretemez. O bakımdan toprak bilim dalında kayaların ve organik maddelerin çeşitli derecelerdeki ayrışma ürünlerinden oluşan, içinde geniş bir canlılar topluluğu barındıran, bitkilere durak yeri ve besin kaynağı olan ve katı yer kabuğunun, uzun zaman içerisinde belirli özellikler kazanan en üst kısmını saran dinamik bir yapıdır. Toprak aynı zamanda bildiğiniz gibi jeolojiyle biyosfer dediğimiz bitki yani kaya ile bitki arasında geçit teşkil eden, bitkilere en önemli gıdasını veren, onların gelişmesini ürün vermesini sağlayan bir materyal. Toprak günümüzde hep basılan, horlanan bir meta gibi, mal gibi görülmektedir. Aslında yarım kiloluk bir toprakta, şu andaki altı buçuk milyarı bulan insan nüfusu kadar canlı miktarı vardır. Dolayısıyla biz toprağa canlı olarak bakarız her zaman. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM yor ise ulusların refah düzeyleri oldukça yüksek demektir. Bu da toprağın, medeniyet düzeyi ile ilişkisini açıkça ortaya koymaktadır. - Tarihsel süreç içerisinde çeşitli uygarlıklar bağlamında toprağın genel durumuna bu noktada değinebilir miyiz? - Tarihe baktığımız zaman eğer ülkede çok yoğun bir erozyon olayı varsa, medeniyetler de göçüp gitmiştir. Tarımı ilk bulanlar ve yerleşik tarımı ilk uygulayanlar Sümerlerdir. Sümerler bile yamaç alanlardan ovaya indiklerinde suyu ve toprağı bilinçli şekilde kullanmadıklarından dolayı kısa zamanda yok olmuşlardır. Günümüze baktığımız zaman göçebe-avcı toplumların artık geride kaldıklarını görmekteyiz. Uygar insanlar, uygar medeniyetler bugün bulundukları toprakları bırakıp başka yere gidemezler. Dolayısıyla toprağımızı en iyi şekilde kollamak, korumak zorundayız. Tabi toprağın bu özelliklerine baktığımız zaman medeniyetlerin geliştiği alanlarda özellikle ovaların çok verimli olması gerekmektedir. Fakat şöyle bir ikilem de var. Yamaçlardan 800 metrekarelik bir alan erozyona uğradığında ancak ovalarda bir metrekarelik alan oluşuyor. Bu, şu demektir; demek ki ova toprağının bir metrekaresi yamaçların, tepelerin 800 metrekaresine eş değerdir. Bir Çin atasözü var, der ki; “Dereleri ve ovaları dağların kanunu yönetir”. Çok yerinde bir sözdür, çünkü siz eğimli arazilerinizi kontrol altına almazsanız, maruz kalacakları erozyonu önlemezseniz ovalarınız, şehirleriniz ve düz alanlarınız tamamen erozyon etkisi altında kalacaktır. Bitki yetişmesi için gerekli olan toprak kalınlığı iki metreden fazla olmamalı. Fakat Çukurova’ya bakıyorsunuz 35 metre derinliğinde toprak var. Ödemiş Ovası’na baktığımızda 8-10 metre toprak kalınlığı görürüz. Dolayısıyla bize gerekli olan toprak miktarı iki metre olduğuna göre –mesela yonca kökü en derine giden bitkidir- iki metrelik bir kalınlık ona yeter. Tabi bunun ötesinde toprakları biz yeterince korumuyoruz, kollamıyoruz. - Genel bir çerçeve çizmek açısından, dünya genelinde toprağın korunması, doğru kullanılması, erozyonla mücadele hangi ölçülerdedir? Bu konuda bizim için emsal teşkil edecek ülkeler var mıdır? • 20 - Genel olarak toprağın dünya genelindeki durumuna baktığımız zaman özellikle erozyona dikkat çekmek gerekmektedir. Erozyon dediğimiz zaman şunu vurgulamakta fayda var. Erozyon jeolojik erozyonsa herhangi bir zararı yok. Yani biraz önce söylediğimiz gibi toprak canlı bir varlıktır. O hâlde, canlı varlıkta da bir doğma vardır. Gençleşme, gelişme ve sonunda ölüm vardır. Bu bakımdan, eğer oluşan toprak miktarıyla erozyonla taşınan toprak miktarı arasında bir denge varsa buna biz jeolojik erozyon veya normal erozyon deriz. Biz bunu arzu ederiz. Gerçekte öyle olmuyor, çünkü erozyon olayı o kadar geniş boyutlara ulaşıyor ki oluşum hızından belki bin katı kadar taşınım hızı meydana geliyor. Haliyle kayıp çok daha fazla oluyor. Çünkü verilen kaynaklara göre dünyada yılda 24 milyar ton toprak kaybımız var. Bu şu demektir. Dünyada yaşayan her bir kişi başına yılda dört ton toprak kaybolmaktadır. - Peki, ülkemizde toprağın verimli kullanımı, erozyondan kaynaklı toprak kaybı noktasında nasıl bir tabloyla karşı karşıyayız? - Ülkemize baktığımız zaman bazı rakamları paylaşmak sanırım daha yararlı olacaktır. Ülkemizde birim alan dediğimiz 1 kilometre karelik alandan yılda ton olarak yaşanan kayıp 955 kilometre kare. Size sunacağım bir takım istatistiki veriler dünyanın diğer bölgelerindeki toprak kayıplarını ülkemizle karşılaştırmalı olarak ortaya koymakta ve kaybımızın hangi ölçülerde olduğunu göstermektedir: Toprak Kayıpları ton/yıl) t/km2/yıl Toplam (milyon Kuzey Amerika 95 1960 Güney Amerika 62 1200 Afrika 26,5 540 Asya 588 15910 Avustralya 44 230 Avrupa 35 320 Dünya (ortalama) 141,7 20160 Türkiye 955 743 Gördüğümüz gibi korkunç şekilde bir erozyon olayı ülkemizde mevcut. Erozyonun en önde gelen NİSAN 2011 - SAYI 134• nedenlerinden biri de insan kaynaklıdır. Yani ormansızlaşma. Ormanların tahribi, ağaçların yakılması, kesilmesi vs. yeterli önlemlerin alınmaması erozyona sebep olmakta. Ülkemizde bakıyorsunuz 1950’den itibaren 2010 yılına kadar sadece 4 milyon hektarlık bir alanda toprak muhafaza ve erozyonla mücadele çalışmaları yapılmıştır. Bu trend devam ederse ülkemizin tüm topraklarını erozyona karşı koruyabilmek için 700-750 seneye ihtiyaç var. Demek ki çok geç kalıyoruz. Çölleşme deyimi artık hiçbir şekilde kum fırtınalarının olması biçiminde tanımlanmıyor. 1992 yılında benim de komisyonunda çalıştığım Rio zirvesinde de gündeme geldiği şekliyle; eğer geçmiş yıllara göre topraktaki üretkenlik kayboluyorsa ve verimlilik azalıyorsa çölleşmeye doğru gidiliyor demektir. Türkiye topraklarının genel durumu da budur. Verimlilik ülkemizde gittikçe azalıyor. Bunun da ötesinde tarım sektörü su kaynaklarının 3/4’ünü kullanır. Yani %75 su kaynaklarımız gerek dünyada gerekse Türkiye’de tarım alanlarında kullanılır. Ama biz, bilinçli sulama da yapmadığımız için toprakların çoraklaşmasına neden oluyoruz. Bir örnek vermek gerekirse; Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük tarımsal yatırımı olan GAP –ki onur verici bir projedir- ancak o alandaki tuzlanmalar giderek artıyor. Düşünün Atatürk Barajı’ndan, Harran ovasına 26 kilometrelik iki tünelden –ki bu tüneller iki otobüsün yan yana geçebileceği genişliktedir- su akıyor. Fakat Harran Ovasındaki bilinçsiz sulama, “fazla sulama fazla ürün getirir” şeklindeki yanlış algılamayla bol su vermek toprakların çoraklaşmasına neden olmaktadır. Ve bu çoraklaşma giderek artıyor. Daha orada sulama yapılmadan önce, işte Akçakale yöresinde yer altı suları vs. ile yapılan sulamalarda 8-9 bin hektarlık bir alan tuzlanmıştı fakat şimdi 30-40 bin hektara ulaştı. Nedeni şu: Şanlıurfa ve yöresinde senede 500 mm’lik yağmur yağıyor. Ama çok sıcak olduğu, bazen gölgede 44-45 dereceye varan sıcaklıklar yaşandığı için buharlaşma miktarı senede 1500 mm yani üç katı olmaktadır. Demek ki sulama yaptığımız zaman tabi toprakta kılcal borular oluşur, tabana, profile inen su yüksek sıcaklık nedeniyle yukarı çıkar, tuzu bırakır su ise buharlaşır. Bazı yerlere baktığınız zaman bembeyaz tuzlar görebiliyorsunuz. Tabiatiyle bu tuzların oluşumu üretimi çok olumsuz etkiliyor ve üretimin düşmesine neden oluyor. - Bundan birkaç yıl önce Sayın Hayrettin Karaca, Türkiye’de her yıl Kıbrıs kadar verimli toprağın kaybedildiğine ilişkin önemli bir veri sunmuşlardı. Elinizdeki veriler ışığında bugün Türkiye’de nitelikli toprağın kaybedilmesi noktasında ne durumdayız? - Şimdi ben şunu arz etmek istiyorum. Tabi ki DOSYA: TOPRAK 21 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Hayrettin Karaca Bey bu ülkenin yetiştirdiği bilge insanlardan bir tanesidir. Halkın anlayacağı dilde birtakım veriler sunmuştur. Ancak bu rakamları doğru yorumlamak gerekiyor. Örnek vermek gerekirse, sözgelimi Kıbrıs dediğimiz zaman, Kıbrıs’ın yüzölçümü ne kadardır? Tüm Kıbrıs ele alındığı zaman 9251 km2’lik bir alana sahiptir. Yaptığım hesaplamalara göre Kıbrıs yüzeyini 6 cm kalınlığında toprak tabakasıyla kaplayacak düzeyde bir toprak kaybımız söz konusudur Türkiye’de. Her yıl 743 milyon ton toprak kaybımız oluyor. Bu bakımdan ülkemiz, dünya ülkeleri arasında erozyondan en çok mağdur olan ülkelerin başında gelmektedir. Çünkü düşünebiliyor musunuz kabul edilebilir erozyon miktarı hektarda bir ton civarında olması lazım. Yani jeolojik erozyon dediğimiz, doğal erozyon hâlinde. Fakat ülkemizde daha önce de belirttiğimiz gibi kilometre karede yılda 955 ton toprak kaybediliyor. Dolayısıyla Sayın Karaca’nın verdiği bilgi yanlış değil ama onu yüzölçümüyle değerlendirmek lazım. Bu miktar o kadar büyük bir miktar ki 743 milyon ton toprak. Peki, bu rakam nereden çıktı derseniz; bu veriler 1935’te kurulan Elektrik İşleri Etüt İdaresi’nin akarsularımızda yapmış olduğu ölçümlere dayanır. Rakamlardan elde edilen değerlere baktığımızda tabi akarsularımızda ölçülen miktar somut olarak laboratuarlarda değerlendirildikten sonra onu havza iletim katsayısıyla çarpmak gerekir. Türkiye’deki havza iletim katsayısı da %20 civarındadır. Demek ki bulunan rakamları beşle çarptığımız zaman gerçek değere ulaşırız demektir. O rakamlar da bize 743 milyon ton olarak yansıyor. - TEMA Vakfı olarak ülkeyi karış karış dolaştığınızı, özellikle eğitim kurumlarımıza yönelik bilinçlendirme faaliyetleri içinde olduğunuzu gözlemlemekteyiz. Gittiğiniz her yerde bu bilinci oluşturma gayesiyle hummalı çalışmalar içindesiniz. Belki bugüne kadar farklı platformlarda söylediklerinizi tekrar etmiş olacaksınız ama özellikle okullarımıza yönelik çalışmalarınız devam ediyor mu? TEMA son zamanlarda erozyonla mücadele konusunda ne gibi etkinlikler içindedir? - Tabi ki esas TEMA’nın varlığı burada önem arz ediyor. TEMA en büyük sivil toplum kuruluşlarından bir tanesi. Tamamen, bu erozyon olayına odaklanmıştır. Millî Eğitim Bakanlığımızın sayın yöneticile- • 22 ri bize bu konuda çok yardımcı oluyorlar. Özellikle son yapmış olduğumuz görüşmelerden sonra “Minik TEMA” dediğimiz daha anaokulu seviyesinde olan öğrencilerden tutun “Yavru TEMA” dediğimiz ilköğretim öğrencilerimiz ve “Genç TEMA” dediğimiz ortaöğretim öğrencilerimizle ilgili çok sayıda çalışmalar yapmaktayız. Bunları protokollere bağladık. Hatta bir çalışmamızda ekolojik okur-yazarlık faaliyeti yaptık. Şimdi bu genç neslin ülke topraklarına sahip çıkması gerekmektedir. Biz onun için çaba harcıyoruz. Yetişkin insanlar artık dünya gailesi, geçim derdi derken kendisini doğaya veremeyebiliyor ama çocuk, küçük yaşta algıladığı şeyi hemen tatbik edebiliyor. Şimdi bir projemiz var. Onun üzerinde çalışıyoruz ve sponsor arayışı içindeyiz. Her parkta Yavru TEMA veya Minik TEMA dediğimiz yaşları 10-12’ye kadar olan çocukların toprakla buluşması, toprakla yorulması, erozyonu orada görmesi deneyler yapması, toprağa bir fidan dikmesi, onun gelişimini görmesi, sulaması gibi konuları içeren bir proje geliştirmekteyiz. Bu projeyi olgunlaştırdık ama sponsor bulduğumuz zaman hayata geçireceğiz. Belediyelerle görüşmelerimiz devam etmekte. Bu parklarda ebeveynin müdahalesi olmaksızın, çocukları seven bir bahçıvan nezaretinde orada kum alanlarında olduğu gibi, toprakla uğraşacak, ekecek, biçecek, mikroskopla bakacak, canlıları görecek vs. gibi bir projeye niyetlendik. - Betonarme yapılar içinde toprağa elleri ayakları değmeyen çocuklarımız için oldukça faydalı bir proje ve son derece heyecan verici. Sayın Hocam daha önce de “Eğitim Tır”ı faaliyetiniz olmuştu. Biraz bundan söz edebilir misiniz? - Ondan da bahsedelim tabi ki. O çok önemli bir proje. Söz konusu TEMA Eğitim Aracı ile bugüne kadar 33 bin kişiye bilgi aktarımı yaptık. Türkiye’nin her tarafına bunu göndermeye çalışıyoruz. Bu araç, gittiği illerde ilin büyüklüğüne göre 10-15 gün orada kalıyor, öğretmenlerimiz okullardan öğrencileri getiriyorlar eğitime. Orada ne tür bir eğitim var peki? Toprak nedir? Su nedir? Enerji nedir? Yenilenebilir temiz enerji nasıl elde edilir? TEMA neler yapıyor? Bitkiyi tanımaları, hayvanları tanımaları vs. gibi konularda çocukları eğitmeye çalışıyoruz. Sadece çocuklar değil, yetişmiş insanlar da gelip o faaliyet içinde eğitimlerden payına düşeni alabiliyor. Şu ana kadar NİSAN 2011 - SAYI 134• 33 bin kişiye ulaştık. Bu yıl da devam ettireceğiz. İzmir’de, Trabzon’da, Balıkesir’de ve birçok ilde bunu yeniden, etap etap devam ettirerek eğitim aracımızın gittiği yörelerde herkesi eğitmeye çalışacağız. Çok güzel bir olay bu. Çevre ve Orman Bakanlığı da böyle bir faaliyet düzenledi. Onları da kutlamak lazım. Onlar daha çok halka yönelik bilinçlendirme çalışmaları yürütürken biz daha ziyade Millî Eğitim öğrencilerimize ve öğretmenlerimize yönelik çalışmalar yapıyoruz. Bir de şunu vurgulamak istiyorum. Geçen yıldan bu yana yaptığımız girişimlerde elde ettiğimiz sonuçlara göre Diyanet İşleri mensuplarına da, hocalarımıza da çevre, toprak, iklim, küresel iklim değişiklikleri gibi konularda yaptığımız protokol gereği eğitim vermeye başladık. Din adamlarımız ülkemizde her Cuma 13-14 milyon insana ulaşabiliyor. Bunların çevre bilincine kavuşması büyük önem arz ediyor. Çünkü kırsal kesimlerde özellikle hocalarımız bu edindikleri bilgileri insanlara aktararak çevre bilincini, ağaç sevgisini doğa sevgisini aşılıyor ve onlar da tabi halkı etkiliyorlar. Bu çalışmalar da hızlı bir şekilde devam ediyor. Ben burada tabi Diyanet İşleri Eski Başkanımız Sayın Prof.Dr. Ali Bardakoğlu ve Yeni Başkanımız Prof.Dr. Mehmet Görmez Bey’e şükran borçluyum. - TEMA özellikle genç kuşağa toprak ve doğaya karşı sorumluluk geliştirmek açısından ne gibi misyonlar yüklemektedir? Erozyonla mücadele kapsamında onlara iletmek istediğiniz mesajlarınız nelerdir? Ülkemizde toprağın korunması ile ilgili eksik bırakılmış veya yapılmasını önerdiğiniz düzenlemeleri de bu bağlam içerisinde değerlendirebilir misiniz? 23 • DOSYA: TOPRAK - Şimdi tabi erozyon sorunuyla mücadele sadece bir vakfın, derneğin veya çevreyle ilgili derneklerin görevinin ötesinde büyük bir olay. Tabi ilkokuldan başlayarak çocukların eğitilmesi, ileriye yönelik yeni nesiller yetişmesinde, yaşanabilir bir Türkiye’nin tesisinde oldukça önem arz ediyor. Ama en önemli etkenlerden biri de toprak ve erozyon sorunu üst- lenen kamu sektörünün bu konulara eğilmesidir. Özellikle TEMA Vakfı’nın büyük katkılarıyla ortaya çıkarılan mera yasası, toprak koruma ve arazi kullanım yasaları çok önem arz etmektedir. Bu yasaların bütün maddelerinin eksiksiz olarak uygulanması gerekmektedir. Çünkü bu kanunlar ortaya konulurken mesela toprak yasasında arazi kullanım planlaması vardır, büyük ovaların belirlenmesi vardır bunların hepsinin yapılması gerekmektedir. Dolayısıyla ülkemizin dışa bağımlı olmaması bakımından yapılacak en önemli çalışmalardan bir tanesi ovalarımızın tarımsal sit alanı olarak değerlendirilmesi gelir. Bu, şu demektir. Ova topraklarımıza hiçbir şekilde amacı dışında betonlaşma, fabrika vs. tesisler yapılmamalıdır. Çünkü ova topraklarımız ülkeyi besleyen en önemli kaynaklarımızdır. Dolayısıyla bu toprakların korunması kollanması lazım. Bu görevi de en başta • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Tarım ve Köy İşleri Bakanlığının üstlenmesi gerekmektedir. Bu bakımdan biz Tarım Bakanlığına brifing verdik. Onlardan da olumlu yanıtlar aldık ama icraat bekliyoruz. Yasal düzenlemelerin uygulanmasını beklemekteyiz. Toprak konusunda il toprak kurullarında sadece amacı dışında arazi kullanımı gündeme getiriliyor. Oysa büyük ovaların korunması var, erozyonla mücadele gibi birçok konu var. Şimdi biz TEMA olarak bir konu üzerinde daha çalışıyoruz. Ülkemizde “Su Yasası” yok. TEMA olarak üzerinde hassasiyetle durduğumuz, bilim kurulumuz tarafından da değerlendirilerek hazırlanan “Su Yasa Tasarısı” tamamlanmak üzere. Tamamlandıktan sonra da ilgili bakanlıklara sunulacaktır. - Son olarak doğanın korunmasına, ekolojik duyarlılık geliştirilmesine yönelik eklemek veya vurgulamak istediğiniz hususlar nelerdir? - Eklemek istediğim şey şu. Bu ülke hepimizin. Dolayısıyla bu ülkenin topraklarının, suyunun, ağacının, ormanlarının, her şeyinin korunması lazım. O bakımdan her birey kendine düşen görevi yapmak durumundadır ve bu bireylerin de yetişmesini sağlayacak devlete ait sektörlerin düzenlemelerini ona göre yapması lazım. Eko-politika olayı çok önemli. Eko-siyaset çok önemli. Yakın zamanda seçimler var. Bu seçimlerden önce bilim kurulumuzla toplandık ve eko-siyaset nasıl olmalıdır konusunu mütalaa ettik. Bunu biraz açarsak siyasi partilerimiz bizim eko-siyaset çerçevesinde sunduğumuz konuları acaba parti programlarına alacaklar mı? Çünkü parti programlarına almaları demek, iktidar oldukları takdirde bunları uygulayacakları anlamına gelecektir en azından. O bakımdan eko-siyasetle biz toprağımıza ait, suyumuza ait, ormanlarımıza ve biyo-çeşitliliğimize ait olumsuzlukları ortaya koyuyoruz. Ve bir de öneri paketçiği hazırlayarak siyasi partilerimize ulaştıracağız ve en kısa zamanda bire bir gidip eko-siyasetten ne anladığımızı, nelerin yapılması gerektiğini sayın siyasi parti liderlerimize sunmak istiyoruz. - Sayın Hocam, bizlere vakit ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz. Bu sayede genç kuşaklarda çevre bilinci oluşturulmasına yönelik bir nebze de olsa katkı sağlamayı düşündük. Sizlerin katkılarıyla daha güçlü bir etki yapabileceğimize inanıyoruz. Çok teşekkür ediyorum değerli • 24 vaktinizi ayırıp birikimlerinizi bizlerle paylaştığınız için. - Ben teşekkür ediyorum. Özellikle Millî Eğitim Bakanlığımızı TEMA adına gönülden kutluyorum. TEMA’da üye olan 409 bin üye adına gönülden kutluyorum Bakanlığımızı. Çünkü bu konulara ağırlık veriyorlar artık. Öte yandan Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim dergisinin hazırlanışı noktasında emeği geçenlere de çok teşekkür ediyorum. Önemli konulara değinilmiştir. “Su” çok önemli bir konu olarak ele alındı. “Toprak”ı ele aldınız. Aristo biliyorsunuz yaşamın dört önemli değeri üzerinde durur. Toprak, su, hava ve ateş. Bu unsurların, hayatın olmazsa olmazlarından olduğunu ortaya koyuyor. Bu münasebetle emeği geçenleri gönülden kutluyorum. Bir sonraki çalışmanız sanırım “Hava” üzerinde odaklanacaktır. Güzel bir çalışma. Kutluyor ve teşekkür ediyorum. Orhan DOĞAN, Gaziantep doğumlu. İlk ve Ortaokul öğrenimini Islahiye’de Lise öğrenimini Adana Erkek Lisesinde tamamladı. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinden 1964 yılında mezun oldu. Mardin Teknik Ziraat Müdürlüğünde 3 ay çalıştıktan sonra Kars’da 1964-1966 yılları arası yedek subay olarak askerliğini yaptı. 1966-1968 yılları arası Elektrik İşleri Etüt İdaresinde Erozyon ve Sedimantasyon konusunda çalıştı. 1968-1972 yıllarında TÜBİTAK burslusu olarak Fransa’da Toprak ve Su Muhafazası konusunda doktora yaptı. Türkiye dönüşü bir yıl kadar Elektrik İşleri Etüt İdaresinde çalıştıktan sonra Ankara Merkez TOPRAKSU Araştırma Enstitüsünde göreve başladı. Sırasıyla, Başmühendis, Bölüm Başkanı ve Enstitü Müdür Yardımcısı olarak çalıştı. 1982-2002 yılları arası Enstitü Müdürlüğü yaptı. 1983 yılında Toprak ve Gübre dalında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinde doçent ünvanı aldı. 2002-2009 yılları arasında Kahramanmaraş Üniversitesi Ziraat Fakültesi Profesörü olarak çalıştı. Aralıksız 7 yıl Üniversitede Rektör Yardımcılığı görevini sürdürdü. 15 Mayıs 2009 tarihinden bu yana TEMA Vakfı Genel Müdürü olarak çalışmakta olan Orhan DOĞAN evli ve iki çocuk babasıdır. NİSAN 2011 - SAYI 134• ALDO LEOPOLD VE TOPRAK ETİĞİ Toprak Topluluğunun Sade Bir Üyesi ve Vatandaşı Olmak UFUK ÖZDAĞ Doç.Dr., Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü Toprağın bir topluluk oluşu ekolojinin temel kavramıdır, ama toprağın sevilmesi ve sayılması etiğin bir uzantısıdır. Aldo Leopold A ldo Leopold (1887-1948), hiç kuşku yok ki, 20. yüzyılda çevre etiği ve felsefesi alanlarında en etkili düşünürlerden biridir. Doğal alanların korunmasına ve doğadaki tüm türlerin koruma altına alınmasına yönelik önemli çalışmaları olmuştur. Bu çalışmaları, yazdığı üç kitap ve yüzlerce makaleyle okurlarına ulaştırmıştır.1 Doğa üzerine ve yabanıl hayatın içsel değeri üzerine lirik yazıları Amerikalılar üzerinde büyük bir etki yaratmıştır. Aynı zamanda bir bilim insanı olan Leopold, doğa yazınını ekoloji bilimi ve etikle birleştiren ilk filozoftur. Yale Üniversitesi’nde ormancılık eğitimi alan Leopold, yabanıl yaşam yönetiminin [wildlife management] bir meslek dalı olarak kurulmasında baş rolü oynamış, Madison Wisconsin Üniversitesi’nde bu alanda Amerika’nın ilk profesörü olarak uzun yıllar görev yapmıştır. 25 • DOSYA: TOPRAK Ufuk Özdağ, Aldo Leopold ve Toprak Etiği, Toprak Topluluğunun Sade Bir Üyesi ve Vatandaşı Olmak, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 25-33. Leopold’un ünlü eseri A Sand County Almanac (Bir Kum Yöresi Almanağı),2 1949 yılında yayımlandığında, New York Times Book Review Leopold’u “filozof ve kalbiyle yazan bir şair” olarak tanımlamıştır. Önceleri doğa korumacı çevrelerin ilgi alanında olan kitap, 1960’lı yıllarda başlayan çevre hareketiyle gittikçe önem kazanmıştır. Günümüzde “çevre hareketinin incili” ve bir “doğa tarihi edebiyatı klasiği” olarak kabul edilen A Sand County Almanac’ı çok önemli kılan, kitabın son bölümünde yer alan “The Land Ethic” (Toprak • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Etiği) yazısıdır. Leopold’un toprak etiği kavramını ortaya atmasındaki en büyük etken insan faaliyetleri nedeniyle toprağa gelen zarardan ve özellikle de Amerika’nın güneybatısında çevrenin hızla bozulmasından duyduğu büyük rahatsızlıktır. Nasıl Bir Doğa Koruma? Leopold doğaya insan faaliyetleriyle gelen zararı, “insan ve doğa arasında uyum” olarak tanımladığı doğa korumayla [conservation] ve özellikle de doğa koruma eğitiminin “içeriğini” değiştirmek suretiyle karşılamaya çalışır. Leopold’dan önce gelen Amerikalı kaynak korumacılar çevre konusundaki görüşlerinde insan merkezli bir tutum almışlardı. Doğa koruma alanında, doğaya insana faydası açısından bakan Gifford Pinchot’ın fikirleri benimsenmişti.3 Leopold da, kariyerinin ilk yıllarında, eğitimini “insan ırkının ilk görevinin, üzerinde yaşadığı dünyayı kontrol etmesi” olduğuna inanan ve “doğayı korumanın en çok insana en uzun vadede en çok fayda anlamına geldiğini” söyleyen Pinchot’tan almıştır (Pinchot 188). Daha sonra Leopold, böyle bir eğitimin yetersizliğini fark etmiştir. Çünkü ona göre, Pinchot’ın modeli sadece ekonomik değeri olan bölgelerin ve canlıların korunmasını sağlamakta, ekosistemlerin sağlığını ise göz ardı etmektedir; daha doğrusu, bu yaklaşım, doğanın yağmalanmasını engelleyememektedir. Leopold, toprağın saygı görmediği bu tutumu problemin ana kaynağı olarak görüp, biyotik çevrenin içsel değeri olduğunu savunur. Leopold’a göre, insanlar doğaya hükmetmek ve doğayı sömürmek yerine, kendilerini biyotik topluluğun sade bir üyesi olarak görmelidirler. Leopold, bu bütüncü bakış açısına ekoloji bilgisini Rus yazar P. D. Ouspensky’nin felsefesiyle birleştirerek ulaşmıştır; bu şekilde, insanın, içsel olarak değerli biyotik topluluğun “sade bir üyesi” olduğu yeni bir etik anlayış edinmiştir. Frank Stewart, A Natural History of Nature Writing adlı kitabında, Leopold’un Ouspensky’den etkilenişini şöyle anlatır: “Leopold Frederick Clements ve Henry Cowles gibi erken dönem bitki ekologlarının yazılarını okumuştu, ama makalesi [“Some Fundamentals of Conservation in the Southwest” (Güneybatıda Doğa Korumanın Bazı Esasları)] için araştırma yaparken, yaşayan, bütüncü bir çevre fikrini destekleyici çok • 26 az bilimsel veri buldu. Bu bakımdan, tartışmasına destek bulmak için felsefeye, ve özellikle de Rus yazar P. D. Ouspensky’ye döndü. Tertium Organum adlı kitabında, Ouspensky, ölü madde olarak görünen bir çok unsurun, derin anlamda canlı olduğunu ve bilince sahip olduğunu söylemişti (147). Leopold, 1923 tarihli “Some Fundamentals of Conservation in the Southwest” adlı yazısında Ouspensky’nin bu bütüncü bakışını yazarın kendi sözleriyle anlatır; Ouspensky şöyle demiştir: “İnsan vücudunun tamamından ve insanın kendisinden haberimiz olmayıp bu vücudun içinden bir santimetrekareyi incelemeye kalksak, o zaman bu küçük kübik et parçasında olup bitenler, insana, cansız bir doğada olup biten doğa fenomenleri gibi görünür” (RMG 94).4 Leopold, Ouspensky’nin dünyanın bütün bölümlerini -toprağı, dağları, nehirleri, atmosferi- bir bütünün birbiriyle koordinasyon içindeki organlarına benzetmesine, bu organların her birinin bütünde bir fonksiyonu olduğuna dair inancına ve bu yaşayan organizmaya bir ruh ve bilinç atfedilebileceğine dair düşüncelerine değinir. Kısacası, Ouspensky, “kendi içinde parçalara ayrılamaz her şeyin yaşayan bir varlık olduğunu” söylemiştir (RMG 95). Bir bilim adamı olarak Aldo Leopold, biyotik toplulukların “hakları” olduğu konusunda ısrarcıdır. “Toprak Etiği”nde Leopold toprağın onu oluşturan bütün öğeleriyle -insanları, kara ve su parçaları, bitki ve hayvanlarıyla- tek bir topluluk olarak düşünülmesini ister. Leopold’a göre, insan topluluklarının birbirlerine gösterdikleri ilginin toprağa da gösterilmesi gerekir. Leopold, “Toprağı kötüye kullanıyoruz çünkü toprağı sadece şahsi bir mal olarak görüyoruz” der. Ona göre, “toprağa sevgi ve saygı ancak toprağı ait olduğumuz bir topluluk olarak görmeye başladığımızda gerçekleşecektir” (SCA xviii). Leopold’un faydacılığı benimsemiş olan doğa koruma faaliyetlerini reddetmesine sebep olarak güneybatıda ormancılık yaptığı günlerde yaşadığı bir olay gösterilir. Bu yıllarda ormanlık arazilerde kurtlar görüldükleri yerde yok edilmektedir5 ve Leopold avladığı, ölmekte olan bir kurdun gözlerinde keskin bir yeşil ışığın söndüğünü fark eder. Bir uyanış olarak nitelendirilebilecek bu olay Leopold’un ekosisteme zarar veren doğa koruma politikalarını reddederek doğal alanların, yırtıcı hayvanlar da dahil, olduğu NİSAN 2011 - SAYI 134• gibi korunması gerektiğine inandığı yeni bir yaklaşımı benimsemesine yol açmıştır. A Sand County Almanac’da, ünlü “Thinking Like a Mountain” (Bir Dağ Gibi Düşünmek) adlı yazısında, Leopold “bir kurdun ulumasını objektif olarak dinleyebilmek için sadece bir dağ yeterince uzun yaşamıştır” der ve yaşadığı değişimi şöyle anlatır: Kurdun yanına vaktinde yetiştik ve gözlerinde keskin bir yeşil alevin sönmekte olduğunu gördük. İşte o zaman anladım [ve o günden beri iyi biliyorum] ki, o gözlerde benim için -sadece benim ve dağın bildiği- yeni bir şey vardı. O zamanlar gençtim ve hep tetiği çekme arzusuyla doluydum; öyle düşünüyordum çünkü daha az kurt daha çok geyik demekti. Hele hiç kurdun kalmaması avcıya bir cennet olacaktı. Ama yeşil alevin söndüğünü görünce, anladım ki ne kurt ne de dağ bu düşünceden yanaydı. (138-139) Leopold bu olayla, doğal alanların tarihsel bir süreç içinde incelenmesinin önemini vurgular. Leopold kurtların yok edilmesiyle ortaya çıkan geyik fazlalığının zaman içinde dağların florasını bozarak ekolojik dengesizliğe yol açtığının farkına varmıştır. Yaşadığı olay Leopold’a, kurdun, geyiğin ve dağlardaki bitki örtüsünün biyotik topluluğun bireyleri olduğunu ve her bir parçanın bütünün dengesinde önemli rolü olduğunu öğretir. Leopold’a göre, doğaya tarihsel açıdan değil de, sadece o günün verileriyle bakılmış olsa, ekosistemde meydana gelen bozulma anlaşılmaz. İşte Leopold’a göre “bir dağ gibi düşünmenin” anlamı budur. A Sand County Almanac’ın “Toprak Etiği” bölümünde Leopold, tarihin ekoloji açısından yorumunu ister ve tarihsel süreçte ekosisteme zarar veren her faaliyetin etik olarak yanlışlığını ortaya koyar. Toprak Etiğinin Anlamı Bir eylem biyotik topluluğun bütünlüğünü, dengesini ve güzelliğini koruduğunda doğru, aksi takdirde yanlış bir eylemdir. Aldo Leopold, “Toprak Etiği” Tanrısal Odysseus Truva savaşlarından dönünce, yokluğunda uygunsuz davranışlarda bulunduğundan şüphelendiği bir düzine köle kızın hepsini iple asmıştı. Kızları asması da öyle herhangi bir ahlaki sorun yaratmamıştı çünkü kızlar onun mülküydü. Şimdilerde olduğu gibi, o zaman da bir mülkün elden çıkarılması bir doğru ya da yanlış meselesi değil, bir kişisel çıkarlara uygunluk meselesiydi. Odysseus’un Yunanistan’ı elbette ki doğruluk ve yanlışlık gibi kavramlardan yoksun değildi: Odysseus’un kara gövdeli kadırgaları koyu renkli suları yararak onu evine getirmeden önce geçen onca zamanda karısının yıllar boyu süren sadakati bu kavramların varlığının kanıtıdır. O günlerin etik anlayışı erkeklerin eşlerini kapsıyordu ve, henüz, insan mülkler buna dahil edilmemişti. (SCA 237) Leopold’a göre etik ilk önce bireyler arasındaki ilişkiyi kapsamıştır. Musa’nın On Emir’i bu ilk aşamaya bir örnektir. Daha sonraki gelişmeler bireyle toplum arasındaki ilişkileri kapsamıştır. Etiğin kökeninde “birbirine bağımlı bireylerin veya grupların birlikte işbirliği geliştirme eğilimleri” vardır (238). Leopold Altın Kural’a ve demokrasiye etik sistemler olarak değinir. Altın Kural bireyi toplumla, demokrasi de toplumsal organizasyonu bireyle uyumlu hale getirmeye çalışır (238). Bireyler ve gruplar arasındaki işbirliği geliştirmeye dair eğilimleri bu şekilde fark eden Leopold, daha sonra modern toplumların etik sistemlerinde toprağın bulunmamasını eleştirir. Leopold’a göre, geleneksel etik sistemlerde insanların birbirlerine karşı yükümlülükleri varken, henüz toprağa karşı sorumluluk duyulmasını gerektiren hiçbir etik bulunmamaktadır. Toprak tıpkı Odysseus’un köle kızları gibi hâlâ bir mülk, ekonomik çıkar sağlanacak bir kaynaktır. Bu durumda Leopold, günümüze kadar 27 • DOSYA: TOPRAK Aldo Leopold, Oelschlager’in “çağdaş doğal yaşam alanları felsefesine Leopold’un en büyük katkısı” (205) olarak tanımladığı “Toprak Etiği” yazısına, etik sistemlerin evrim geçirdiğini söyleyerek başlar. Leopold etiğin sınırlarının genişleyebileceğine dair inancını, geçmişte de etiğin sınırlarının genişletilmiş olmasına bir örnek vererek kanıtlar: etiğin evrimsel doğasını, Odysseus’un köle kızlarına yaptığı muameleye değinerek anlatır. Yıllar sonra evine dönen Odysseus, köle kızlarının sadakatinden şüphelenip hepsini asmıştır. Oysa Odysseus’un davranışı günümüzün etik sistemlerine göre şiddetle kınanır. Leopold bu durumu şöyle açıklar: • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM gelişen tüm etik sistemlerin sadece insan merkezli olduğunu vurgulayarak toprağı da içine alacak yeni bir etik önerir. Toprak etiğini, topluluğun sınırlarını karaları ve suları, bitki ve hayvanları, yani tüm toprağı kucaklayacak şekilde genişletmek olarak tanımlar (239). Leopold’a göre, moral topluluğun sınırlarını, toprağı da içine alacak şekilde genişletebilmek için düşünce sistemlerinde önemli değişikliklerin yapılması, “içsel bir değişim” yaşanması gerekir. Her şeyden önce, toprağa salt ekonomik değer verilmesinden vazgeçilmelidir. Zaten “bütünüyle ekonomik nedenlere dayalı doğa koruma sistemlerinde temel bir eksiklik vardır.” Bu da “toprak topluluğunun üyelerinin büyük bir çoğunluğunun ekonomik değerinin bulunmamasıdır” (246). Leopold bu görüşü, “Wisconsin’de bulunan 22.000 bitki ve hayvan türünün yüzde beşten fazlasının satılabileceği, yenebileceği veya ekonomik fayda elde edilebileceği şüphelidir” (246) diyerek açıklar. Doğa korumayı ekonomik sebeplere dayandırmak ekonomik açıdan faydalı türleri ve toprakları belki korur, ancak tüm ekosistemi koruyacak yeni bir etik sistemin ortaya çıkabilmesi için gereken değişimi sağlamaz. Oysa toprağın sağlıklı işleyişi için, insana faydası olsun ya da olmasın (ticari değeri olsun ya da olmasın) ekosistemin tüm unsurlarına ihtiyaç vardır. Leopold bu konuda şu açıklamayı yapar: Sadece ekonomik çıkar güden bir doğa koruma sistemi ümitsizce tek yanlıdır. Böyle bir sistem, toprak topluluğu içindeki ticari değeri olmayan, ama aslında (bildiğimiz kadarıyla) o topluluğun sağlıklı işleyebilmesi için gerekli olan unsurları göz ardı etmeye ve devre dışı bırakmaya eğilim gösterir. Bence bu sistem, büyük bir gafletle, biyotik saatin, ekonomik açıdan değerli olan parçalarının ekonomik değeri olmayan parçalar olmaksızın işleyeceğini varsayar. (SCA 251) • 28 Leopold, bu sözleriyle toprağın karmaşıklığına ve doğanın korunabilmesi için bu karmaşıklığın anlaşılmasının gerekliliğine dikkat çeker. Leopold’a göre bu karmaşıklığın anlaşılması toprağın nasıl sağlıklı işleyebileceğinin anlaşılmasına olanak sağlar. Leopold toprağın sağlığını anlatmak için “toprak piramidi” terimini kullanır. Bu piramitte “Bitkiler güneşten enerji soğururlar. Bu enerji, biyota olarak adlandırılan bir devrenin içinde akar; biyota katmanlardan oluşmuş bir piramitle temsil edilebilir. Bu piramidin en alttaki katmanı topraktır. Toprağın üstünde bitki katmanı, bitkilerin üstünde böceklerin katmanı, böceklerin üstünde kuşlar ve kemirgenler katmanı vardır. Bu şekilde katmanlar, iri etoburların bulunduğu tepe noktasına varana dek, çeşitli hayvan gruplarıyla sürer gider“ (SCA 252). Leopold katmanlardaki türlerin birbirine bağımlı oluşunu, her katmandaki türlerin bir alt katmandan besin sağlamaları ve bir üstteki katmanın besin ihtiyacını karşılamaları bakımından açıklar.6 Leopold, türlerin besin ve diğer hizmetler için birbirine bağımlı oluşunun besin zincirleri terimiyle açıklandığını, insan da dahil olmak üzere, her türün besin zincirlerinde bir halka olduğunu söyler. Biyotik piramidin sağlıklı işleyişi de “değişik parçalarının arasındaki işbirliği ve rekâbete bağlıdır” (SCA 253). Leopold Almanac’daki çeşitli yazılarda bu görüşleri vurgulamak için, derin doğa tarihi bilgisini kullanarak örnekler verir. Örneğin ünlü “Marshland Elegy” NİSAN 2011 - SAYI 134• (Sulak Alana Ağıt) adlı yazısında, binlerce yıl sağlıklı kalabilmiş sulak alanların kurutularak besin zincirinin bozulduğunu ve böylece Kanada turnasının [sandhill crane] populasyonunda hızlı azalma olduğundan bahseder. Leopold bu durumu “turnalardan haberi bile olmayan ilerlemenin baş rahipleri”nin yarattığını üzüntüyle anlatır ve yazısında böyle bölgelerin korunmasının ekolojik ve etik bir zorunluluk olduğunu söyler. “Marshland Elegy” uzun bir çalışmanın ürünüdür. Meine’e göre, Leopold turnaların yaşam biçimleri üzerinde yıllarca çalışmış, onların “doğanın düzenindeki rolünü anlamaya” uzun bir süre kendini adamıştır (330). Leopold’a göre böyle alanların varlığı, türlerin çeşitliliği, birbirine bağlılığı ve etkileşimleri ekosistemin düzenini sağlar. Ancak, insan faaliyetleriyle ekosistemlerde bozulmalar meydana gelmekte ve kimi zaman bu müdahaleler geriye dönüşü olmayan sonuçlar doğurmaktadır. Leopold bu duruma bir örnek verir: Başka bölgelerden gelen evcilleşmiş türler yabanıl olanların yerini alıyor ve yabanıl türler yeni yaşam alanlarına yerleşiyor. Flora ve faunada dünya çapında belli noktalarda yoğunlaşmalar sonucunda bazı türler normal yaşam biçimlerini terk ettikleri için zararlılar haline geliyor, bazıları ise yok oluyor. Bu tür sonuçlar nadiren önceden görülebiliyor; bunlar yapı içindeki önceden kestirilemeyen ve çoğunlukla fark edilemeyen değişimleri temsil ediyorlar. (254) Leopold, ünlü toprak etiği düşüncesine temel oluşturan bu bütüncü ve yaşam merkezli bakış açısına bilimin bulgularıyla ulaşır. Leopold’u bir doğa yazarı olarak önemli kılan da bu yönüdür. Callicott, “The Scientific Substance of the Land Ethic” adlı ya- A Sand County Almanac’ın modern doğa korumanın [modern conservation] incili olmasının haklı bir sebebi var -burada bilim konuşuyor. … Leopold’un büyük felsefi ve siyasi başarısının altında yatan, etiğin insanlararası ilişkiden insan-doğa ilişkisine genişlemesi için yaptığı çağrı değildir, bu çağrıyı nasıl yaptığıdır. Kuşkusuz Leopold toprak etiğini çok güzel ve zarif bir şekilde ifade etmiştir, ancak bunu özellikle de bilimin dilini kullanarak yapmıştır. … Toprak etiği objektifliğini, evrenselliğini, otorite ve gücünü işte bu bilimsel olan kavramsal temelinden alır. (90) Leopold’un “Toprak Etiği”ni kaleme almasındaki sebep toprağın bir mülk değil bir topluluk olarak değerli olduğunun anlaşılmasını sağlamaktır. Leopold toprağın karmaşıklığını ve bu karmaşıklığa insan müdahalesinin doğanın dengesini bozduğunu anlatmadan önce toprağın bir “topluluk” olarak görülmesi gerektiğini vurgular. Leopold’a göre, doğa koruma konusunda bir yüzyıldır süren propaganda fazla işe yaramamıştır; bütün yapılanlara rağmen “bir salyangoz hızıyla” yol alınmıştır; atılan “her ileri adımda iki adım geriye” gidilmektedir (243). Bu durum toprağın özsel değerinin vurgulanmamasından kaynaklanmaktadır. Leopold, geleneksel doğa koruma eğitimi etik açıdan “neyin doğru neyin yanlış olduğunu tanımlamıyor, hiçbir yükümlülük getirmiyor, özveri çağrısında bulunmuyor, var olan değerler felsefesinde hiçbir değişiklik gerektirmiyor. Toprağın kullanımı açısından yalnızca kişisel çıkarların kollanmasını teşvik ediyor” demektedir (244). Leopold’un modeli ise toprakla insan arasında etik bir ilişki önerir. Leopold toprak etiği düşüncesini “toplumsal evrimin bir ürünü” olarak sunduğunu söyler; “ben toprak etiğini kasıtlı olarak toplumsal evrimin bir ürünü gibi gösterdim çünkü böyle etik gibi önemli bir konunun “yazıldığı” vaki değildir” der (263). Leopold, “Sadece çok yüzeysel düşünen bir tarih öğrencisi Musa’nın On Emir’i yazdığını varsayar; On Emir, düşünen bir toplumun zihninde gelişmiştir, ve Musa bir ‘seminer’ için bunun değişime açık bir özetini yazmıştır. Değişime açık diyorum çünkü evrim hiç durmaz” der (263). Leopold, “Toprak Etiği” yazısının ilk başlarında, ekolojik açıdan etiğin ne anlama geldiğini açıklarken 29 • DOSYA: TOPRAK Leopold’a göre, insan faaliyetleriyle biyotik piramide gelen zararın şiddeti ne kadar düşük olursa, piramidin buna başarılı bir biçimde yeniden uyum sağlaması olasılığı o kadar büyüktür. Evrim sürecinde belli bir noktaya ulaşan sistemin sağlıklı işleyişi, sistemi oluşturan bütün unsurların karşılıklı uyum ve işbirliğine bağlıdır. Bu karmaşıklığı anlamak, yani ekolojik bir bilince sahip olmak, ekolojik sistemlere insan faaliyetleriyle getirilen değişikliğin çevrenin dengesinin bozulmasına yol açacağını bilmek demektir. Kısacası, ekolojik bilince sahip olmak toprağın karmaşıklığının bilimsel olarak anlaşılmasını gerektirir. zısında, Leopold’un öneminin yazarın bilimselliğinden kaynaklandığını şöyle özetler: • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM belki de toprak etiği için en gerekli eylemi özetler; “Ekolojik açıdan etik, var olma mücadelesinde hareket özgürlüğüne getirilen bir kısıtlamadır” der (238). Etiğin bu tanımına göre günlük yaşamın biyotanın sağlığına göre düzenlenmesi, çevre sağlığına zarar verecek her tür davranışın yasaklanması gerekir. Callicott In Defense of the Land Ethic adlı kitabında bu görüşü şöyle açıklar: Çevre etiği insan ilişkilerini insan olmayan doğal unsurlarla birlikte yönetmelidir. Örneğin, hayvanları ve bitkileri etkileyen bazı eylemleri yanlış oldukları için yasaklamalı ya da sansürden geçirmelidir. (63) Farklı türler ve habitatları arasındaki karmaşık ilişkilerin incelendiği ekoloji biliminin ortaya çıkışı çevre etiğine temel olmuştur. Leopold ise “şimdiye kadar gelişen bütün etiklerin tek bir prensibe, bireyin birbirine bağlı bölümlerden oluşmuş bir topluluğun üyesi olması esasına dayandığını” söyler (239). Bireyin içgüdüleri bireyi topluluk içindeki yerini korumak için bir yarışa iter, ancak etik anlayışı onu bu toplulukla işbirliğine de yönlendirir (239). Toprak etiği ise bireyin topluluk anlayışını toprağa doğru genişletir. Bu durumda, Leopold’un açıklamasını yaptığı etiğin ekolojik tanımına göre, doğal dünyanın bütünlüğünü, dengesini ve güzelliğini bozacak her eylem kınanmalıdır. Her ne kadar etiğin evrimi düşüncesi bazı çevrelerce kabul görmezse de, Leopold’un toprak etiği düşüncesi Amerika’da etkili olmuştur. Roderick Nash, “Aldo Leopold and Limits of American Liberalism” (Aldo Leopold ve Amerikan Liberalizminin Sınırları) adlı makalesinde, “Toprak etiği Batı’nın kazanılması ve ülkenin en azından geçici bir dünya gücüne yükselme sürecine şimdiye kadar görülmemiş bir frenleme getirmiştir. Açıkçası Leopold’un felsefesi Amerikalılar’ın doğaya alışılageldik özgürce müdahalelerini ani bir şekilde sonlandırmıştır” demektedir (78). Bu durumda, medeniyetlerin toprak etiğinin sağlayacağı kontrol mekanizmalarına kesin olarak gereksinimi bulunmaktadır. Leopold, “The River of the Mother of God” (Tanrı’nın Annesinin Nehri) adlı önemli yazısında şöyle demektedir: Ekonomiyi baş tacı eden Amerikalı, büyümenin ülke nüfusuna ve banka hesaplarına her sene eklenen sıfırlar olduğunu düşündüğünü net bir şekilde gösterdi. … Kesin olarak belirtmek istiyorum ki, yarış ve sıfırlar uğruna bu düşüncesizce koşuşturma- • 30 da, gelecekteki Amerikalıların ruhsal ve fiziksel refahı için korunması gereken bir şeyin son kalıntılarını da çiğniyoruz, uzun vadede bu bize birkaç milyon daha az zenginliğe ve nüfusa mal olsa bile. … bana öyle geliyor ki, çevrenin korunmasında, övündüğümüz üstünlüğümüzün en son sınavını geçemiyoruz. Önce patatesi sonra da kendini yok eden patates böceğinin biyolojik kategorisine geri dönüyoruz. (RMG 125-127) Bütün bunların kısa bir özetini yapmak gerekirse, toprak etiğinde başlıca dört prensip ön plana çıkar. Birincisi, toprak, yani ekosistem, birbirine bağlı unsurlardan oluşmuş bir sistemdir; toprağa ekonomik fayda sağlayan bir ürün olarak değil bir topluluk olarak bakmak gerekir. İkincisi, Homo sapiens toprak topluluğunun fatihi değil sade bir üyesidir; eğer biyotik topluluğa zarar verecek bir eylemde bulunacak olursa, etik dışı davrandığı için suçlu sayılmalıdır. Üçüncüsü, esas olan biyotanın bütünlüğüdür; insanoğlu kendisinin ve diğer canlıların doğadaki konumunu ve değerini ancak bütünü göz önünde bulundurursa anlayabilir. Sonuncusu, insan olarak görevimiz toprağa karşı ahlaki yükümlülük duyabilmek ve toprağı korumaktır, zira Leopold “bir eylem biyotik topluluğun bütünlüğünü, dengesini, ve güzelliğini koruduğunda doğru, aksi takdirde yanlış bir eylemdir” demiştir. Ekosistemin dengesini ön plana alan bu yaşam merkezli görüşlerle Leopold, Oelschlaeger’in deyimiyle, “modern bilimin çocuğu olan geleneksel, insan merkezli ekolojiyi terk ederek, cesur ve yeni bir ekolojiyi benimsemiştir” (208). Oelschlaeger, toprak etiğini “modern bilimin duruşundan devrimci bir ayrılış” olarak nitelendirir: Klasik bilim, akıl-madde ve gerçek-değer dualitelerine [ikilik] Kartezyen bağlılıklarda görüldüğü gibi, insanoğlunun etik eylemlerine bilişsel bir statü vermez. … insanoğlu, ancak hareket halinde bir makine olarak görülürse, doğanın içinde yer alır. Leopold ise insan türünün, ekolojik açıdan (ve zamana göre) bakıldığında, doğanın bir parçası olduğunu fark etmiştir. İşte, indirgemeci ve mekanistik değil de içsel olarak sinoptik ve organizmik olan toprak etiğinin bilişsel gücü burada yatar. (206) Klasik bilimin doğaya “hareket halinde bir makine” statüsü veren bakışını vurgulayan Oelschlaeger, insanoğlunun böyle bir doğayla sadece uzaktan ilin- NİSAN 2011 - SAYI 134• tili olduğunu söyler (206). Leopold’a göreyse, insan türü doğadan ayrı değildir, doğanın bir parçasıdır. O halde, insanoğlunun, parçası olduğu bu doğayı koruma yükümlülüğü vardır (Oelschlaeger 206). Leopold “Toprak Etiği”nde, insanın biyotik topluluğa hükmedici rolünü bırakması gerektiğini işte bu yüzden vurgular. Toprak Etiği İçin Lirik Anlatım Bu noktada bir soru ile karşılaşabiliriz. Acaba A Sand County Almanac bilimsel ya da felsefi bir kitap mıdır? Her ikisi de değildir. Almanac esas olarak bilimselliği lirik bir anlatımla birleştiren güçlü bir edebi eserdir. Leopold, Almanac’ın son bölümünde önerdiği toprak etiğinin benimsenebilmesi için bu lirik anlatıma başvurmuştur; çünkü bilimin ya da felsefenin duygulardan yoksun anlatımı insanın toprağa olan tavrında gereken değişikliği sağlamaya yetmez. Leopold’un dediği gibi, “toprağın bir topluluk oluşu ekolojinin temel kavramıdır, ancak toprağın sevilmesi ve sayılması etiğin bir uzantısı”dır (SCA xix). Toprağın sevilmesi ve sayılması da yazarın bilimsel ve felsefi görüşlerinin, duygularının tüm yoğunluğuyla birleştiği bir anlatımla gerçekleşebilir. Gerçekten de A Sand County Almanac okuyucunun hafızasından silinmeyen ifadelerle doludur. Almanac’ın daha önsözünde gördüğümüz şu duygu yüklü satırlar kitabın bütününde gözlenir: Rüzgârlar ve günbatımları gibi, yaban olanlar hep yaşayacak sanıldı, ta ki ilericilik onları yok etmeye başlayıncaya kadar. Şimdi daha da yüksek bir yaşam standardının doğal, yabanıl ve özgür olanları yok etmeye değip değmeyeceğini soruyoruz kendimize. Biz azınlıkta kalanlar için yaban kazlarını görmek televizyondan daha önemli ve bir rüzgâr çiçeği bulabilme fırsatı konuşma özgürlüğü kadar geri alınamaz bir hak. (xvii) Leopold, bir çam ağacının yaşama hakkını “Pines Above the Snow” (Karlar Üzerinde Çamlar) adlı yazısında şöyle dile getirir: Bölümlerin her birinde Leopold, “Toprak Etiği”nde vurguladığı gibi, topluluk anlayışını tüm toprağa genişletmiştir. Kır yaşgünleri, yabani çiçeklerin yıldönümleri (47), kızkuşunun uçma okulundan mezun oluşu (38), yerel çiçeklerin cenazesi (50), çam ağaçlarının evlenme yaşı (90) ve daha niceleri anlatımının vazgeçilmez öğeleridir. “Devlet adamları için yarımkürenin dayanışması yeni bir gelişmedir, ama göklerin tüylü donanmaları için bu yeni bir gelişme değildir” der (38). İnsanoğlunun doğadaki güzelliklere gözünün kapalı olduğunu, medeniyetin florayı yok ettiğini anlattığı “Prairie Birthday” (Kır Yaşgünü) başlıklı yazısında şöyle açıklar: Karayolları Genel Müdürlüğü, yazın Silphium’un açtığı üç ay boyunca, bu yoldan senede 100.000 araç geçtiğini söylüyor. Bu araçların içinde tarih dersi diye bilinen şeyi almış olan en az 100.000 kişi olmalı ve bitki bilimi denen şeyi de alan belki 25.000 kişi. Ama bunların içinde bir düzinesinin bile Silphium’u gördüğünden emin değilim ve bunlardan da bir tanesi bile bunun öldüğünü fark etmeyecek. (SCA 49-50) Leopold’un bu anlatım biçimiyle amacı toprak topluluğunun her bir üyesinin yaşam hakkı olduğunu göstermektir. Ancak bu topluluğun yaşam hakları yıkıcı insan faaliyetleriyle, kısa vadeli çıkar sağlayan ekonomik büyümeyle, bilim ve teknolojinin yanlış uygulamalarıyla, ilerleme ideolojisiyle bozulmuştur. Leopold, “On a Monument to the Pigeon” (Güvercin Anıtı Üzerine)7 adlı yazısında, yıkıcı insan faaliyetle- 31 • DOSYA: TOPRAK Yaratıcı eylem genellikle tanrılara ya da şairlere özgüdür, ama mütevazı bir insan da, nasıl yapacağını öğrenirse bu kısıtlamayı yenebilir. Örneğin bir çam dikmek için tanrı ya da şair olmak gerekmez; yapılması gereken tek şey bir kürek edinmektir. … ve en beceriksiz kişi bile, “Bir ağaç olsun” [Let there be a tree] diye buyurdu mu, bir ağaç oluşur. Eğer vücudu sağlamsa ve küreği keskinse on bin tane de yapar. Ve yedinci gün küreğine dayanıp ağaçlarına bakar, ve onların iyi olduğunu görür. … Bir çam için yeni yıl, en uç dalların tomurcukları “muma” dönüştüğünde, Mayıs’da başlar. Yeni büyüyen yapraklara kim bu adı verdiyse belli ki çok ince bir ruhu var. “Mum” kelimesi iyi bildiğimiz gerçeklere sanki klişe bir gönderme gibidir … Ama çamlarla yaşayan insan mumun daha derin anlamları olduğunu iyi bilir, çünkü mumun ucunda geleceği aydınlatan ebedî bir alev yanar. Mayıslar boyu benim çamlarım mumlarını gök yüzüne doğru takip ederler, her biri zirveye doğru yol alır, ve her biri zirveye ulaşmaya çalışır, yeter ki borular çalmadan önce önlerinde yeterince sene olsun. (SCA 86-87) • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM riyle soyu tükenmiş olan gezgin güvercinlere [passenger pigeon] değinir. Bu güvercinler için bir anıt dikilmiştir. Leopold’a göre bunlar artık “yaşamayarak sonsuza kadar yaşayacak”tır: Atalarımızın evleri, yiyip içtikleri, giyim kuşamları bize göre daha iyi değildi. Yaşamlarını iyileştirmek için gösterdikleri çabalar bizi güvercinlerden mahrum bıraktı. Şu anda üzülmemizin sebebi belki de bu değiş tokuştan kazançlı çıktığımızdan emin olmayışımızdır. Endüstrinin nimetleri bize güvercinlerin sağladığından daha çok konfor sağlıyor, ama acaba bunlar baharın ihtişamına bir şey katıyor mu? (SCA 116) Leopold, “Escudilla” adlı yazısında da Arizona’da Escudilla Dağı’ndaki Big Foot [Koca Ayak] adındaki son bozayının, o zamanlar çok yaygın bir uygulama olarak, bir hükümet görevlisi tarafından vurularak öldürüldüğünü anlatır. Bozayı, büyükbaş hayvanlar için bir tehdit unsurudur ve bölgenin güvenliği için yok edilmesi gerekmektedir. Hükümet görevlisi bir ay boyunca çeşitli tuzaklar kurmuş, bozayıyı zehirlemeye çalışmış ve bildiği her hileyi denemiştir. En sonunda da, tüfeğini bir iple sadece bozayının geçebileceği ağaçların arasına bağlayarak, bozayının kendi kendini vurmasını sağlamıştır. Leopold, yazısının sonunda, bir zamanlar bozayının “şatosu” olan Escudilla’yı hâlâ ufuk çizgisinde görebilirsiniz der, “ama Escudilla’yı görünce artık kimsenin aklına bozayı gelmez. O şimdi artık bir dağdan başka birşey • 32 değildir” (SCA 145). Leopold’a göre ekonomik zenginliği için insanoğlu toprağı fakirleştirmiştir. Game Management (Av Hayvanı Yönetimi) adlı kitabında bu durumu ironik olarak, “yirmi yüzyıl boyunca ilerlemecilik sokaktaki insana bir oy, bir milli marş, bir Ford marka araba, bir banka hesabı, ve bir de üstünlük duygusu kazandırmış, ancak bu ne çevresini kirletmeden ve soyup soğana çevirmeden yaşama kapasitesi ne de böyle bir kapasitenin medeni olmanın gerçek sınavı olduğunu öğretmiştir” diye açıklamaktadır (423). Leopold Almanac’ta sık sık bütünün sağlığını göz ardı eden moderniteye güvensizliğini dile getirir ve kendini doğanın üstünde gören insanoğlunun çevreye müdahale ederken, bilgi eksikliği yüzünden, biyotik sistemin kritik dengesini bozduğunu söyler. Bu kritik dengenin bozulmaması ancak moral değerlerin göz önünde bulundurulmasıyla mümkündür. Leopold, A Sand County Almanac’ın “Goose Music” (Yaban Kazlarının Müziği) bölümünde, toprak etiği olmayan bir ülkenin geleceğine ilişkin endişelerini üç oğlundan söz ederek dile getirir. [Oğullarıma] sağlık, eğitim ve mümkünse yeteneği miras bırakabilmeyi ümit ediyorum. Ama, ya o zaman dağlarda geyikler, çalılıklarda bıldırcınlar olmazsa… O zaman ne yapsınlar bunları? Ya çayırlarda çulluklar ıslık çalmazsa, ya sulak alanlara karanlık çökerken yaban ördekleri ötmezse, çamurcu ördekleri gevezelik etmezse, ya doğuda sabah yıldızı sönerken kılıç kırlangıçları ıslık çalmazsa? Şafak rüzgârı yaşlı ağaçlara doğru eserken ve gri ışıklar NİSAN 2011 - SAYI 134• tepelerden aşağılara, geniş kahverengi yatağında ağır ağır akan nehre doğru inerken, ya artık yaban kazlarının müziği yoksa… ne yapsınlar bunları? (233) Leopold’a göre, “biyotik yurttaş” olmanın sorumlulukları vardır. Leopold, ulusal marşımızı söylerken toprağa sevgimizi ve yükümlülüklerimizi haykırdığımızda “neyi ve kimi seviyoruz?” diye sorgular. “Elbette ki, erozyonla akarsulardan aşağı indirdiğimiz toprağı değil; elbette ki, türbinleri çalıştırması, teknelerin üzerinde yüzmesi ve atık suların boşaltılması dışında bir işlevi olmadığını düşündüğümüz suları değil; elbette ki, gözümüzü bile kırpmadan topluca yok ettiğimiz bitkileri değil; elbette ki, en kalabalık ve en güzel türlerinin çoğunu ortadan kaldırdığımız hayvanları değil” der (239-240). Leopold, toprağa sevgi, saygı ve hayranlık duymadan ve toprağın değerini bilmeden toprakla insan arasında etik bir ilişkinin olamayacağını söyler. “Değerle tabiî ki ekonomik değeri kastetmiyorum; felsefi anlamda değerden bahsediyorum” der (261). İşte Leopold bu önemli noktada kendinden önce gelen Amerikalı doğa yazarları Henry David Thoreau ve John Muir’a çok şey borçludur. Kaynakça Callicott, J. Baird. In Defense of the Land Ethic: Essays in Environmental Philosophy. Albany: State University of New York Press, 1989. Callicott, J. Baird. “The Scientific Substance of the Land Ethic.” Aldo Leopold: The Man and His Legacy. Ed. Thomas Tanner. Ankeny, Iowa: Soil Conservation Society of America, 1987. Flader, Susan L. ve J. Baird Callicott. Preface. The River of the Mother of God and Other Essays by Aldo Leopold. Ed. Susan L. Flader ve J. Baird Callicott. Madison, Wisconsin: The University of Wisconsin Press, 1991. ix-xi. Leopold, Aldo. Game Management. Madison: University of Wisconsin Press, 1986. ---. A Sand County Almanac: With Essays on Conservation From Round River. New York: Ballantine Books, 1970. ---. The River of the Mother of God and Other Essays by Aldo Leopold. Ed. Susan L. Flader ve J. Baird Callicott. Madison, Wisconsin: The University of Wisconsin Press, 1991. Meine, Curt. Aldo Leopold: His Life And Work. Madison, Wisconsin: The University of Wisconsin Press, 1988. Nash, Roderick. “Aldo Leopold and Limits of American Liberalism.” Aldo Leopold: The Man and His Legacy. Ed. Thomas Tanner. Ankeny, Iowa: Soil Conservation Society of America, 1987. Oelschlaeger, Max. The Idea of Wilderness: From Prehistory to the Age of Ecology. New Haven: Yale University Press, 1993. Pinchot, Gifford. “Conservation and Human Welfare.” Thinking Through the Environment: A Reader. Ed. Mark J. Smith. New York: Routledge, 1999. 186-189. Stewart, Frank. A Natural History of Nature Writing. Washington D.C.: Island Press, 1995. 33 • DOSYA: TOPRAK ___________________________________________________ 1 Flader ve Callicott, Leopold’un yazdığı üç kitabının yanı sıra, beş yüze yakın yayımlanmış makale, rapor, elkitabı, bülten ve inceleme yazısı, ve beş yüzün üzerinde yayımlanmamış deneme yazıları ve konuşma metinleri olduğuna dikkat çekerler. Bkz. Flader ve Callicott, “Önsöz,” The River of the Mother of God and Other Essays by Aldo Leopold, x. 2 A Sand County Almanac başlığını Türkçe’ye çevirirken, Bir Kum Yöresi Almanağı başlığını uygun gördük. Wisconsin’de Sand ilçesi diye bir yöre yoktur. Leopold, Wisconsin’de Sauk ilçesindeki “shack” adını verdiği arazisinden, yörenin daha önceki yıllarda tahrip edilmiş olmasını ima emek amacıyla, A Sand County Almanac’da “kum çiftliği” (xviii) diye bahseder. 3 Pinchot, ormancılık eğitimi almıştı. Onun liderliğinde, Amerika’da Orman Hizmetleri kurulmuştu. Theodore Roosevelt’le tanışıklığı sayesinde de batıda geniş doğal alanlar koruma altına alınmıştı. Ancak Pinchot, bu arazilerin muhafazasını değil de halkın “yararına” “akıllı kullanımı”nı öneriyordu. Bir başka deyişle, Pinchot’a göre doğal alanlar, ekonomik çıkarlar için kullanılabilecek bir kaynaktı. 4 Metin içi referanslarda RMG ve SCA kısaltmaları Leopold’un eserleri The River of the Mother of God and Other Essays by Aldo Leopold ve A Sand County Almanac: With Essays on Conservation From Round River için kullanılmıştır. 5 Bir zamanlar altmış milyon olarak tahmin edilen kurt sayısı, 1930’lu yıllara gelindiğinde neredeyse yok olmuştu. İçinde Roosevelt’in de bulunduğu erken dönem doğa korumacıları, yırtıcı hayvanların yok edilmesi gerektiğini düşünüyorlardı. 6 Leopold, 1939 yılında yazyımlzdığı “A Biotic View of Land” adlı ünlü yazısında, toprak piramidini bir şemayla açıklamıştır. Bkz. Leopold, The River of the Mother God, 266-273. 7 Leopold, bu yazısında, Gezgin Güvercin Anıtı’nın Wisconsin Ornithology [Kuş bilimi] Topluluğu tarafından, Wyalusing Devlet Parkı’na 11 Mayıs 1947’de yerleştirildiğini açıklamaktadır (SCA 116). • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM TOPRAK KALİTESİNİN KORUNMASI VE GELİŞTİRİLMESİ NESİME CEBEL TOPRAK KALİTESİ KAVRAMI Dr., Ziraat Yüksek Mühendisi oprak kalitesi terimini açıklayabilmek için toprağın sahip olduğu çoklu fonksiyonları bilmek ve tarımsal aktivite ile toprak kalitesi arasındaki ilişkiyi iyi anlamak gerekir. Son yıllarda toprak kalitesi denince toprağın bitkisel üretimdeki yeri ve çevre sağlığı açısından toprağın rolü akla gelmektedir. T Toprak kalitesi konusunda günümüzde iki görüş vardır. İlki toprağın sahip olduğu özelliklerinin fonksiyonu olarak kapasitesi (Doran ve Parkin 1994), ikincisi ise, kullanıma uygunluk kavramıdır (Pierce ve Larson,1993; Acton ve Gregorich, 1995). Kapasite; toprağın oluşumunu belirleyen iklim, topografya, vejetasyon ve ana materyal gibi özelliklere bağlı olarak ortaya çıkan kendi bünyesinde barındırdığı özellikleridir. Bunlar toprak etütleri ile ölçülen ve tekstür, eğim, strüktür, renk gibi kavramlarla belirtilen özelliklerdir. Nesime Cebel, Toprak Kalitesinin Korunması ve Geliştirilmesi, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 34-38. • 34 Kullanıma uygunluk ise, dinamik bir kavram olup insan aktivitesi ve yönetiminden etkilenen bir özelliktir. Bu kavram, çoğunlukla toprak sağlığı olarak da adlandırılmaktadır. Bu iki kavram arasındaki sınır tam olarak açık olmasa da toprak kalitesi, toprağın sahip olduğu özelliklerin bir fonk- NİSAN 2011 - SAYI 134• siyonu olarak tanımlanırken, toprak sağlığı ise bu kavramlara ek olarak sürdürülebilir bitkisel ve hayvansal üretim, su ve hava kalitesini koruyan ve geliştiren insan ve hayvan sağlığını destekleyen ortam olarak dikkate alınmaktadır. Bu bağlamda toprak kalitesi birçok araştırıcı tarafından tanımlanmıştır. Toprak kalitesi agroklimatik faktörler, hidrojeoloji ve üretim tekniklerinin bir fonksiyonudur. Toprak derinliği, su tutma kapasitesi, hacim ağırlığı, yarayışlı besin maddesi miktarı, organik madde miktarı, mikrobiyal kütle, karbon ve azot içeriği, toprak yapısı, infiltrasyon hızı, ürün verimi gibi birçok özellik tarafından belirlenir. Toprak kalitesini ifade etmek için sayısal bir indeks geliştirmek oldukça zordur. Bunun nedeni toprak kalitesinin zamanla değişmesi ve bölgeden bölgeye farklılık göstermesidir. Ayrıca hangi özelliklerin toprak kalitesindeki değişiklikleri yansıtmada en iyi olduğu konusunda yeterli bir görüş birliği bulunmamaktadır. Toprak kalitesi direkt olarak ölçülemez, dolayısıyla bazı indikatörleri değerlendirmek gereklidir. • Kolayca ölçülebilmelidir, • Toprak fonksiyonlarına bağlı olarak değişim göstermelidir, • Herkes için kabul edilebilir olmalı ve arazi şartlarında kolayca uygulanabilir olmalıdır, • İklim ve arazi yönetimindeki değişimlere duyarlı olmalıdır. İndikatör olarak seçilen karakteristikler nicel veya nitel olarak değerlendirilebilir. Toplanan ölçümlerin dağılımları değerlendirilerek ve farklı zamanlarda veya değişik alanlardan alınan ölçümler karşılaştırılarak toprak kalitesi hakkında fikir elde edilir. TOPRAK KALİTESİNİN ÖLÇÜLMESİ Toprak kalitesinin değerlendirilmesinde iki temel yol vardır: • Toprak kalitesindeki değişimleri veya eğilimleri izlemek için zaman içerisinde aralıklı ölçümler yapmak, • Ölçülen değerleri bir standart veya referans toprak koşulları ile karşılaştırmak, Bu değerlendirmeleri yaparak; değişik toprak yönetim sistemleri altındaki alanları kıyaslayıp toprak kalitesi üzerine olan nispi etkileri tespit edilir, aynı tarlada zaman içerisinde yapılan ölçümlerle, toprak kullanım ve yönetimine bağlı olarak toprak kalitesindeki gidişat ortaya konur, tarla içerisindeki sorunlu alanlar ile sorunsuz alanlar karşılaştırılır ve ölçülen değerler, referans toprak koşulu veya doğal ekosistemlerle karşılaştırılr. 35 • DOSYA: TOPRAK Parkin ve ark. (1992), bir toprak kalite indeksinde toprak özellikleri, üretim potansiyelleri, çevresel faktörler, insan ve hayvan sağlığını etkileyen kriterler, erozyon hassasiyeti, biyolojik çeşitlilik, gıda güvenliği ve kalitesi, yönetim pratiklerine ait faktörlerin bulunması gerektiğini bildirmişlerdir. Ancak bu faktörlerden hangilerinin nasıl kullanılacağı ve bu faktörlerden hangilerinin toprak kalitesini belirlemede yeterli bir şekilde ölçülebileceği hâlâ tartışma konusudur. Ayrıca bu faktörlerden gıda kalitesi ya da biyolojik çeşitlilik gibi bazıları oldukça kompleks özelliklerdir. Fakat toprak kalitesinin daha geniş tanımlanmasında önemli yardımcı faktörlerdir. Dolayısıyla toprak kalitesi toprağın tüm fonksiyonlarına bağlı olarak ortaya çıkan toprak performansını gösteren bir değerdir. Bu nedenle sadece ürün verimini veya su kalitesini ya da başka bir özelliği tek başına değerlendirilerek toprak kalitesi belirlenemez. Bu indikatörler, kolay ölçülebilen toprak veya bitki özellikleri olmalıdır ve toprak fonksiyonlarının nasıl iyileştirileceği konusunda ipuçları vermelidir. Kullanılacak indikatörler fiziksel, kimyasal ya da biyolojik karakteristikler olabilir. Bu bağlamda kullanılabilecek indikatörler; • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM GELENEKSEL KALİTE ÖLÇÜMLERİ Arazi Kalitesi ve Uygunluğu Bazı arazi kalitesi ölçümleri arazinin kapasitesinin veya ürün yetiştirme, ormancılık, mera veya tarım dışı kullanımlar gibi özel amaçlara uygunluğunun belirlenmesi esasına dayanır. Bu bağlamda yaygın olarak kullanılan iki kavram vardır. Bunlar, arazi kullanım kabiliyet sınıflaması ve üst düzey tarım arazileri (prime farmland) kavramıdır. Arazi kullanım kabiliyet sınıflaması tüm dünyada kullanılan ve toprağın derinlik, tekstür, geçirgenlik, eğim derecesi ve erozyon şiddetine bağlı olarak I ile VIII. sınıf arasında değerler verilmesiyle oluşturulan bir sınıflama sistemidir. Ayrıca toprağın tuzluluk, drenaj ve taşlılık durumu da sınıf artıran özellikler olarak dikkate alınır. Bir başka ölçüm ise özellikle ABD’de kullanılan üst düzey tarım arazileri (prime farmland) kavramıdır. Bu kavram kök bölgesi ile ilişkili olan taban suyu tablası seviyesi, su tutma kapasitesi, tuzluluk derecesi, geçirgenlik, sel basma sıklığı, toprak sıcaklığı, erozyon derecesi ve pH gibi toprağın fiziksel ve kimyasal özelliklerine bağlı olarak belirlenir. Her iki sınıflandırma da toprağın sahip olduğu fiziksel ve kimyasal özelliklerle ilgilidir ve arazilerin ekonomik üretim yapma kabiliyetlerine göre belirlenmiştir. Verimlilik Toprak verimliliği, birim alandan alınan ürün ya da birim alandan sağlanan net kardır ve toprak kalitesinin bir yansıtıcısı olarak kullanılabilir. Toprak bozuldukça verim azalıyorsa ya da girdiler artarken kârlılık düşüyorsa bu toprak kalitesinin azaldığının bir işareti olarak düşünülebilir. Toprak kalitesini belirlemede, son yirmi yıl içinde toprakların fiziksel ve kimyasal özelliklerinin değerlendirildiği, çeşitli verimlilik endekslerinin kullanıldığı parametrik yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Bu yöntemlerde çeşitli toprak özelliklerine puanlar verilmekte ve bu özelliklere göre toprakların aldığı puanlara göre verimlilik sınıfları oluşturulmaktadır. • 36 Erozyona Uğrayabilirlilik Toprakların erozyona yatkınlığı yine kalite unsuru olarak değerlendirilen kriterlerden biridir. Zira erozyona uğrayabilirlilik toprak strüktürüne, toprak tekstürüne ve organik maddesine, topografya gibi toprak özelliklerine, yağış dağılımı gibi iklimsel faktörlere bağlıdır. Erozyon oranı, eğer toprak yüzeyi sürekli örtülü olacak şekilde üretim yapılırsa, toprak işlemede uygun teknikler kullanılır ve muhafaza tedbirleri uygulanırsa düşer. Dolayısıyla erozyon hem toprak özelliklerine hem de toprak yönetim seçimlerine bağlıdır. Erozyonla ilgili bir başka ölçü de, birim alandan yılda erozyonla kaybolan toprak miktarı ya da toprak derinliğidir. Yılda kaybolan toprak derinliği üst toprak derinliğine bölünerek üst toprağın kaç yılda erozyonla uzaklaştırılacağı bulunabilir. Bu değer, toprak verimliliğinin ve ekonomik değerinin bir ölçüsü olarak kullanılabilir. Bu değere erozyon oranı, toprak derinliği ve arazinin ekonomik değeri olmak üzere üç faktör etki eder. MODERN YAKLAŞIMLAR Yukarıda adı geçen yöntemlerin tümü toprakların fiziksel ve kimyasal özellikleri üzerine kurulmuştur. Toprakların biyokimyasal özellikleri ihmal edilmiştir. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalarda sadece ürün verimi, arazi bozulması, erozyon ya da fiziksel ve kimyasal toprak faktörleri üzerine odaklanmak yerine toprakların fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerinin hangi ölçekte toprak kalitesini belirlediği üzerinde durulmaktadır. Geçmişteki yaklaşımlarda kullanılan fiziksel ve kimyasal özelliklere ilaveten respirasyon, mineralizasyon, denitrifikasyon, enzim aktivitesi, biyolojik kütle ve çeşitlilik gibi biyolojik özellikler de toprak kalitesini belirlemede kullanılmaya başlanmıştır. Ayrıca tarım gibi insan faaliyetlerinin uzun vadede bu özelliklere etkisi üzerinde durulmaya başlanmıştır. Tarımsal kullanım altında olan ve olmayan arazilerde toprak bozulması ve toprak kalitesinin korunması üzerinde araştırmalar yoğunlaştırılmıştır. NİSAN 2011 - SAYI 134• BİYOKİMYASAL ÖZELLİKLER Toprak kalitesini belirlemek için kullanılacak indikatörlerin seçimi çok önemlidir. Zira birçok özellik vardır ve bunların hepsini kullanmak mümkün değildir. Bu nedenle toprak kalitesini belirlemek için kullanılacak indikatörler, • Bozulma faktörlerinin alt ve üst seviyelerine duyarlı olmalıdır, • Bozulmanın tam seviyelerini yansıtabilmelidir, • Bozulmaya neden olan faktörlere verilen tepkinin değişim yönü açısından tutarlı olmalıdır (Elliot 1994). Doran ve Parkin (1996), toprak kalitesinin belirlenmesinde en az sayıda veri kullanılmasını önermişlerdir. Bu veriler ise tekstür, kök derinliği, infiltrasyon oranı, hacim ağırlığı, su tutma kapasitesi gibi fiziksel özellikler; pH, toplam C, elektiriki iletkenlik, besin maddesi miktarı gibi kimyasal özellikler; mikrobiyal kütle, mineralize olabilir N, toprak solunumu gibi biyolojik özelliklerdir. Bireysel toprak özellikleri olarak, organik madde, mikrobiyal kütle, dehidrogenaz aktivitesi, toprak solunumu, azot mineralizasyon kapasitesi, hidroliz kapasitesi ya da ATP içeriği, üreaz veya fosfataz aktivitesi gibi özel biyokimyasal parametreler kullanılmaktadır. Dalal’a (1998) göre, iyi bir indikatör, referans kritik veya eşik değerler vermelidir. Toprağın bir veya daha fazla fonksiyonunu ölçebilmelidir, karışım, yönetim ve ıslah ya da restorasyon nedeniyle meydana gelecek değişimlere duyarlı olmalıdır. Kolayca yorumlanabilmelidir ve kolayca gözlenebilmeli ve ayrıca ucuz olmalıdır. Basit İndeksler Dalal (1998), bireysel biyokimyasal özelliklerin kullanımındaki problemler nedeniyle iki biyokimyasal özellik arasındaki oran gibi basit indekslerin kullanımını önermiştir. Bu indekslerden en önemlileri metabolik katsayı (qCO2), ölüm oranı katsayısı (qD), biyomas C içeriği, biyokimyasal özellikler ile C, N içeriği arasındaki ilişkiler gibi yaklaşımlardır. Bunlardan en çok kullanılanı (qCO2)’dir ve başlangıca göre birim zamanda birim biyomas-C tarafından mineralize edilen subsrat miktarını göstermektedir (Andersan ve Domsch 1985). Kompleks İndeksler Toprak kalitesinin belirlenmesinde kullanılan bir başka yaklaşım, çeşitli biyokimyasal özelliklerin kombinasyonundan hesaplanan kompleks indekslerdir. Bu indekslerden en çok bilineni 1980’li yıllarda ortaya konan Stefanic indeksi (Stefanic ve ark 1980) ve Beck indeksidir (Beck 1984). Stefanic indeksi, hem dehidrogenaz hem de katalaz aktivitesi değerlerinin matematiksel ifadesini kullanan biyolojik verimlilik indeksidir. Enzimatik aktivite sayısı olarak da ifade edilen Beck indeksi ise hesaplamada dehidrogenaz, katalaz, fosfataz, proteaz ve glukodiaz enzimlerini kullanır. Bu indekslerin temeli deneysel 37 • DOSYA: TOPRAK Toprak biyolojik ve biyokimyasal özelliklerinin kalite unsuru olarak değerlendirilmesi üç farklı yönden yapılmaktadır. Bunlardan birincisi mikroorganizma türü, miktarı ve dağılımının belirlendiği biyo-çeşitlilik, ikincisi biyolojik indikatör olarak kullanılan özel organizma ve türlerinin dinamiğinin belirlendiği popülasyon çalışmaları ve son olarak da toprak enzimlerinin dolayısıyla mikrobiyal aktivitenin, buna bağlı olarak da organik maddenin dönüşümü ile ilgili olan elementlerin biyolojik döngüsünün ortaya konduğu ekosistem çalışmalarıdır. Son yıllarda, biyolojik özelliklerle ilgili toprak kalitesi konusundaki çalışmalara bakıldığında biyokimyasal özellikler, toprak enzimleri gibi kavramlar görülmektedir. Bu durum hem genel hem de spesifik biyokimyasal parametreler kullanılarak yapılan toprak kalitesi tahminlerinde üç farklı yaklaşımın bulunduğunu göstermektedir. Bunlar, bireysel özellikler, basit indeksler ve kompleks indeksler olarak tanımlanabilir. Bireysel Özellikler • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM faktörler ile elde edilen katsayılar ile çarpılan enzim aktivitesi değerlerinin kullanıldığı polinominal formüllerdir. Kompleks indekslerin kullanımı kompleks toprak ekosistemini açıklamada ve toprak kalitesini belirlemede daha iyi sonuçlar vermektedir. Ancak bu değerler değişik şartlar ve lokasyonlarda yeterince test edilmediğinden üniversal değerler taşımamaktadır. Bu nedenle uluslararası seviyede daha yoğun ve koordineli çalışmalara ihtiyaç vardır. SONUÇ Toprak; fiziksel, kimyasal ve biyolojik özellikleri ile bir bütündür ve toprak davranışına tüm bu özellikler, değişik seviyelerde etki eder ve bir bütün olarak toprak kalitesini belirler. Son yirmi yıla kadar toprak kalitesini belirlemek için toprağın sahip olduğu bireysel, fiziksel ve kimyasal özellikler kullanılmaktaydı. Ancak fiziksel ve kimyasal özellikler toprak kalitesini yansıtmada tek başına her zaman sağlıklı veriler vermemektedir. Toprak biyolojik özelliklerinin bulunmadığı değerlendirme sistemleri eksik kalmaktadır. Zira toprak fiziksel ve kimyasal özelliklerinin bazıları, arazi kullanımı, ağır metal kirliliği, amenajman pratikleri gibi çeşitli faktörler tarafından çok az etkilenmekte veya etkilenmemektedir. Örneğin derin, orta bünyeli düz, iyi drenajlı ve tuzsuz bir toprak klasik değerlendirme sistemlerinde I. sınıf bir arazi olarak değerlendirilmektedir. Hâlbuki bu toprakta bitkisel üretimi kısıtlayan ağır metal kirliliği gibi faktörlerin bulunması toprak kalitesini düşürücü bir faktördür ve sadece fiziksel ve kimyasal özelliklerin kullanıldığı değerlendirme sistemlerinde toprak kalitesi sağlıklı bir şekilde ortaya çıkarılamamaktadır. Biyokimyasal toprak özellikleri çeşitli şekillerde toprak kalitesini değerlendirmek için son yıllarda yoğun olarak kullanılmaktadır. Ancak biyokimyasal özellikler hâlâ etkili bir teşhis aracı olarak kullanılamamakta, genel kullanımlar için geçerli değerler ortaya koyamamaktadır. Zira çok farklı metodolojik yaklaşımların bulunması, kabul edilmiş standart analiz metotlarının bulunmaması, örnek toplamada, depolamada, analiz öncesi işlemlerde ve enzim ak- • 38 tivitesini etkileyen sıcaklık, subsrat konsantrasyonu, inkübasyon zamanı gibi kritik işlemlerde standart bir protokolün bulunmaması, farklı kişilerin farklı zamanlarda elde ettiği verilerin karşılaştırılmasında güçlükler doğurmaktadır. Dahası biyokimyasal özellikler mevsimsel ve yerel olarak büyük oranda değişiklikler göstermekte, bu da karşılaştırmalar için referans değerlerin ortaya konmasına imkân vermemektedir. Bu metodolojik problemler ve toprak sisteminin kompleksliliği, bir veya iki biyokimyasal özelliğin kullanılarak ya da basit indeksler ile toprak kalitesinin tahmininde sağlıklı bilgiler vermemektedir. Kompleks indeksler bu konuda daha sağlıklı görünmektedir. Ancak bilim adamları belirli toprak özelliklerinin davranışları, birbirleriyle ilişkileri ve ayrıca bozulmuş ve kullanılmamış toprakların fonksiyonlarındaki rolleri üzerinde daha çok araştırma yapmalı, yeterli veri tabanı kurulmalı, üniversal standart metotlar ve referans değerler oluşturulmalıdır. Oluşturulan biyokimyasal kalite parametreleri toprak fiziksel ve kimyasal özellikleri ile kombine edildiğinde toprak kalitesi daha sağlıklı ve doğru bir şekilde ortaya konabilecektir. Bunun sonucunda ise kaliteyi koruyacak toprak yönetim şekilleri uygulamaya girecektir. KAYNAKLAR Doran JW, Parkin TB (1994) Defining and Assessing Soil Quality. In: Doran JW et al. (ed), Defining Soil Quality for Sustainable Environment, SSSA Spec. Pulbl. 35, Madison, WI, 3-22. Doran, JW, Parkin TB (1996) Quantitive Indicators of Soil Quality. A minimum data set. In: Doran JW, Jones AJ (ed), Methods for Assessing Soil Quality SSSA Spec. Pulbl. 49, Madison, WI, 25-37, Öztaş T (1997) Toprak degradasyonu. Ekoloji 22, 31-33 Öztaş T (2002) Assessment of Soil Quality. In: International Conference on Sustainable Land Use and Management, 10-13 June 2002, Çanakkale, 484-485. Roming DE, Garylnd MJ, Harris RF (1996) Farmer-Based Assessment of Soil Quality: A Soil Health Scorecard. In: Doran JW, Jones AJ (ed), Methods for Assessing Soil Quality, SSSA Spec. Pulbl. 49, Madison, WI, 39-60. NİSAN 2011 - SAYI 134• SORU-CEVAP ÇAĞRI GÜREL K endi pencerenizden baktığınızda, “toprak” kelimesinin sizde uyandırdığı çağrışımları bizlerle paylaşır mısınız? Dursun Yıldız Toprak Su Enerji Derneği Üyesi, Su Politikaları Uzmanı “Bir defa memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bundan daha önemli olanı ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın, hiçbir sebep suretle, bölünemez bir mahiyet almasıdır.” Mustafa Kemal Atatürk (TBMM’nin 1937 Yasama Yılını Açış Konuşmasından) Toprak yeryüzünde üretilemeyen ve kolayca yok edilebilen tek kaynaktır. Toprak binlerce yıllık bir tarihtir. Suyla birleştiğinde ise bolluk ve bereketin anası olur. Toprak “ana”dır. Vericidir, engindir, uçsuz bucaksızdır. Yaşamı birarada tutan temeldir. Güç ve iktidarı belirleyen yaşamsal bir doğal kaynaktır. Toprak önceden sadece bir materyal olarak görünmüş, bir arazi varlığı olarak değer kazanmasından sonra mülkiyete konu olmuştur. 39 • DOSYA: TOPRAK Çağrı Gürel, Soru-Cevap (Dursun Yıldız, Orhan Kavuncu, Mahmut Yüksel, Sadık Usta, Sönmez Kutlu, Reşat Gürel, Yusuf Turan Günaydın, Nafi Altunöz, Mukadder Ekremoğlu, Esin Çağlar, Bestami Yazgan, Suavi Kemal Yazgıç, Mustafa Uçurum), Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 132, Şubat 2011, ss. 61-67. Toprak canlı bir doğal kaynak olup bir arazi varlığı olarak da yeraltı zenginliklerini bünyesinde barındıran bir doğal ortamdır. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Toprak temel ekonomik bir kaynaktır. Bu nedenle de tarih boyunca bir hâkimiyet unsuru ve çatışmanın nedeni olmuştur. Toprak, yorulabilen, verimi düşebilen ve özen gösterilmesi gereken bir doğal kaynaktır. Aslında toprak suyla tarihsel bir birliktelik içindedir. Ve bu birliktelik uygarlığın gelişmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Ülkelerin kalkınma ve gelişmesindeki vazgeçilmez önemleri bu iki kaynağın mülkiyetine sahip olma düşüncesi de sürekli gündemde yer almıştır. Tarımsal yapı ve toprak düzeni ve suyun dağıtımı geçmişte olduğu gibi bugün de gelişme ve kalkınmanın anahtar unsurları olmaktadır. Bu nedenle suyun ve toprağın adil bir şekilde dağıtımı ve kullanımı için uygulanması gereken politikaların önemi de artmaktadır. Orhan Kavuncu Prof. Dr., Emekli Öğretim Üyesi Âşık Veysel diyor ki, “Benim sadık yârim kara topraktır.” Cengiz Aytmatov’u tanıtan ilk romanı “Toprak Ana” idi. Toprağı toprak kapar dedim yürüdüm. Sandılar ki öldüm, evet öldüm. Ve yaşadım ve güldüm. Orhan Şaik Gökyay, “Bu vatan kimin?” sorusuna cevap verirken, “toprağın kara bağrında, sıra dağlar gibi duranlarındır” diyor. Evet, toprak vatandır, toprak anadır, toprak sadık yârdır. Ölülerimizi “bir sırrı saklar gibi gizlice” bağrında barındıran odur. İsrafil Sur’a üflediği zaman topraktan çıkıp mahşerde buluşup ebedi âleme gideceğiz. Bütün gıdamızın kaynağı topraktır. Yediğimiz sebze ve meyve, içtiğimiz su hep ondandır. Hayvanlar da ondan beslenir. Bütün bu hitaplara karşı belki biraz vakur, belki çaktırmadan memnundur ama kesinlikle kibir yoktur toprakta. Sessiz ve sakindir. Üzerine herkes basar, insanlar, hayvanlar onu çiğner. Kar yağar, yağmur yağar; o sesini çıkarmaz. Sular sel olur, ne var ne yok siler süpürür. O durağan sessizliğine devam eder. • 40 Gün gelir güneş kavurur ortalığı, toprağı kesek kesek çatlamış görürsünüz. Yine sessizdir, haline razı olmanın, başına gelene boynu bükük rıza göstermenin timsalidir toprak. Onun içi Hz. Mevlâna “tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol” demiştir. Mahmut Yüksel Prof. Dr., Ankara Üni. Ziraat Fak. Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Böl. Öğretim Üyesi Toprak, dünyanın en önemli madenidir, cevheridir. Önemli olan toprağın sahip olduğu özelliklerine uygun olarak işlenmesi, kullanılması, değerlendirilmesi ve yönlendirilmesidir. Yoksa toprak, ona nasıl bakarsanız, ona nasıl bir anlam yüklerseniz size karşılığı o demde olacaktır. Özellikleri çok iyi bilinen bir bölgemizin topraklarını, bu işi iyi bilen insanların, adamı diksen adam olur diye tanımladığı bir bakışın olduğu bir yerde siz o toprakları başka bir bölgede veya hemen o bölgede tuğla ve kiremit toprağı olarak değerlendirirseniz bu idrake varamamışsınız demektir. Toprak, Yerküresinin yüzeyini ince bir tabaka hâlinde kaplayan, kayaların ve organik maddelerin değişik ayrışma ürünlerinin karışımından meydana gelen, içerisinde ve üzerinde geniş bir canlılar âlemi barındıran, bitkilere durak yeri ve besin kaynağı olan, belli oranlarda su ve hava içeren üç boyutlu canlı bir varlıktır. Toprak, Üzerinde tüm canlıların barınıp yaşadığı, insan ve hayvan beslenmesi için gerekli ürünlerin yetiştiği, yaşayan canlı bir varlıktır ve yaşamın kaynağıdır. Toprak, Hava, su ve diğer doğal kaynaklar gibi insan yaşamı için önem taşıyan kısıtlı bir değerdir. Toprak, doğal değişim döngüsü içinde atıkların emilmesini sağlayan bir filtre, organizmalar için NİSAN 2011 - SAYI 134• genetik bir rezervuar, madenler ve suyun saklanması için bir depo ve sosyoekonomik faaliyetler için mekânsal bir temel, tarihî, kültürel mirasımızı gözeten bir unsur olarak yararlı bir çok özelliğe sahiptir. Toprağın doğal oluşum sürecini değiştirmek olanaksız olduğu gibi, teknolojik usullerle yapay üretilmesi de mümkün değildir ve kaybedilmesi hâlinde yerine başka bir kaynak da kullanılamaz. Yapılan araştırmalara göre 1 cm kalınlığındaki bir toprak tabakasının optimum koşullarda oluşabilmesi için 2000-4000 yılın geçmesi gerekmektedir. İnsanlar, dünya üzerinde var oldukları andan itibaren doğrudan ya da dolaylı olarak toprağa bağlı kalmışlardır. Dünyanın büyük bir kısmında insanlar, enerji gereksinimlerini, arz kabuğunun altında bulunan ve geçmiş jeolojik devirlerde toprak üzerinde yetişmiş bulunan bitkilerin değişim ürünleri olan kömür, petrol veya gaz yakıtlarla karşılamaktadır. İnsanlığın devamı bundan sonra da toprakların rasyonel bir şekilde kullanılmasına, uygun olarak gübrelenmesine ve doğal kuvvetlerle taşınmasına karşı alınacak önlemlere bağlı olacaktır. Arazi sahibi geçmişte ve hatta bugün de, toprağını arzu ettiği şekilde kullanmaktadır. Artan nüfus karşısında birey başına düşen arazi birimindeki azalmalar, toprağın aşırı derecede sömürülmesine yol açmakta ve erozyon önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Toprakların verimlilik kapasitesi, aşırı derecede ürün üretimi ve ihmaller sonucu gittikçe gerileyebileceği gibi, uygun önlemlerle mevcut durum muhafaza edilebilir ve hatta bazı önlemlerle daha ileriye de götürülebilir. İnsanların yaşaması ve refahı toprağa bağlı olduğuna göre, toprağın bugünkü sahipleri onları ileriki nesillere aynen teslim etmekle görevlidirler. Bunun için toprağın geçici sahipleri verimliliğin devamlılığını sağlamak ve erozyonla taşınmasına engel olmak için gerekli önlemleri almak zorundadır. Bu ulusal ve uluslar arası bir görevdir. Toprakların yetenekleri oranında en yüksek ürünü verebilmesi ve bunun devamlılığının sağlanması, doğa kuvvetleri ile taşınmalarına engel olunması ve gelecek nesillere üzerinde refah içinde yaşanabilir bir yurt teslim edilebilmesi için alınacak önlemlerin uygulanmasında toprakların tanınması, özelliklerinin bilinmesi birinci derecede önem taşımaktadır. Yeni üretim alanlarının oluşturulması ile ilgili dünya ölçeğinde yapılan tüm çalışmalara rağmen en önemli üretim ortamı yine de topraktır. Toprağın üretkenliği çok yönlüdür. Kaynaklar Akalan, İ. 1988. Toprak Bilgisi. Ankara Üniversitesi ziraat Fakültesi Yayınları:1058, Ders Kitabı:309 Yüksel, M. TEMA Eğitim Kampları(1998-2000), Toprak, oluşumu, önemi ve arazi kullanımı seminerleri ders notları. Sadık Usta Prof. Dr., Ankara Üni. Ziraat Fak. Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Böl. Öğretim Üyesi 41 • DOSYA: TOPRAK Toprak denilince ilk aklıma gelen Âşık Veysel’in “benim sadık yârim kara topraktır” deyişidir. Toprak bilimiyle uğraşan bir insan olarak toprağın bilimsel birçok tanımı bulunsa da öncelikle akla geleni insana dost olmasıdır; ana olmasıdır; yâr olmasıdır. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Bazen, biz insanlar, doğadaki ağaç, bitki ne varsa keser koparırız, doğayı kel çıplak hâle getiririz. Yine de ses çıkarmaz toprak sabırla yenilerinin çıkmasını bekler. Bazen içinden cevherler çıkaracağız diye delik deşik ederiz onu, sabreder, ses çıkarmaz onarmaya çalışır sessizce. Bazen hoyratça tüketip, geriye kalan tehlikeli veya zararlı atıkları üzerine boca ederiz; fakat o, onların bize zarar vermemesi için bütün unsurlarınca geceli gündüzlü, aylarca yıllarca uğraşarak onları tehlikesiz hatta yeniden bizler için faydalı hâle getirmek için didinir durur. O küsme bilmez, vermekten bıkmaz. Her canlının doğrudan ya da dolaylı barınağıdır. Baharın gelmekte olduğunu kardelenlerle, çiğdemlerle müjdeleyen ak topraktır. Kara demek ona hiç mi hiç yakışmıyor. Ruhlara name üfleyen çiçekler, ağaçlar sanki onun kalbinden doğuyor. İçtiğimiz sulara kaynaklık eden de toprak, oturduğumuz mekânlara malzeme veren de toprak. Yediğimiz içtiğimiz gıdaları üreten canlıları doyuran da topraktır. Hatta ısınmak için kullandığımız yakıtların yetiştiği ortam da topraktır. Toprak canlı bir varlıktır. Varlığını ve hayatiyetini sürdürmek için bünyesinde tıpkı insanların bağışıklık sistemi gibi birçok koruyucu sistemler bulundurmaktadır. Dışarıdan yapılan her müdahaleye karşı bu sistemler devreye girerek mevcut durumunu korumaya çalışmaktadır. Ancak onun da bir dayanma gücü bulunmaktadır. Onu korumak bizim geleceğimizi korumaktır. Toprak için söylenmiş sözler o kadar çok ki belki ciltler dolusu. Ben sözümü büyük düşünür Hz Mevlâna’nın “hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol” cümlesiyle bitirmek istiyorum. Sönmez Kutlu Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Arz, toprak veya yeryüzü, Kur’an’da 462 defa geçmektedir. 454 yerde isim olarak, 8 yerde mülkiyet zamirlerine muzaf olarak kullanılır. Böyle kullanımlarda, toprak, malik olunan bir nesne değil- • 42 dir. O, sahip olma değil, oluş kategorisindedir. Bu kelimenin birinci şahsa izafet şeklinde kullanıldığı yalnız bir yerde, yeryüzünün sahibininin Allah olduğu anlamında Allah’a muzâf olarak kullanılmıştır. Anlamının ayrıntılarına gelince, beş ayrı anlamı vardır. Birincisi; yeryüzünün yegâne maliki Allah’tır. Allah, aynı zamanda yeryüzünün gerçek varisidir. Yeryüzü yaratılmıştır. Bu kullanımda, toprak bütün yeryüzünü içeren “Dünya” anlamına gelir. Sonlu olduğu için yeryüzü, kıyamet kopuncaya kadar, Allah’a boyun eğecek ve O’nu tesbih edecektir. İkincisi; tabiî yeryüzü, yeşillikler olarak güzellik ve verimliliği temsil eder. İnsanlar ondan yerler, orada hayat sürerler ve ondan zevk alırlar. Yeryüzü aynı zamanda, bütün canlı yaratıkların gezip dolaştığı bir yerdir, çoğulculuğu ve insan kitlelerini temsil eder. Ayrıca o, kavga ve savaş alanıdır, göç ve sürgün yeri, yeryüzünde insanın tarihini oluşturan tecrübe ve aldanma sahasıdır. Tarih, beşerî kulluğun gerçekleştirildiği büyük bir meydan ve yeryüzünde Allah’ın sözünün yüceltilmesidir. Üçüncüsü; insanın misyonu, yeryüzünde gerçekleşmektedir. Çünkü Allah, yerin ve göklerin Rabbidir. Kur’an’da 462 kullanımın 217’sinde bu bağlantı vardır. Allah, dünyaya doğrudan müdahele etmediği için, insan yeryüzünde Allah’ın halifesi olmuştur. İnsanların halifeliği, onun halifeliğe ve varisliğe uygunluğu anlamına gelmektedir. Sadece eylemleri, insanı böyle bir şeye hak sahibi kılabilir. Yeryüzü, insan fiiline aynı orantıda geniştir. Yeryüzünde insanın görevi, bir fert olarak, zayıflığını güçlülüğe çevirmektir. Bu görev, yalnızca yapılacak bir arzu değildir, yeryüzünün esası olan nesnel bir gerçekliğe tekabül eder. Yeryüzü insan tarafından serbest bir şekilde ifa edilen gerçeğe duyarlıdır. Dördüncüsü; insanın yeryüzündeki görevini ifası, salih amellerle ortaya çıkan tevhide inanmakla başlar. Tabiat, Allah gibi, insanın da emrindedir ve ona hizmet eder. Yeryüzünün varisleri olma hakkı, hiçbir zaman, dünyanın var oluşundan Kıyamet’in kopacağı ana kadar, belli bir millete verilmiş sonsuz bir hak değil, sadece kendisini takva ve doğruluğa adayan kişi veya topluma öncelik tanınan bir haktır. Yeryüzü tahrip edilmeden ve kirletilmeden korunmalıdır. Beşincisi; evrensel misak her ferde teklif edilmiş NİSAN 2011 - SAYI 134• olup, bir gruba ait değildir, maddi değil ahlaki, tek taraflı değil mukavele gereği çok taraflı bir sözleşmedir. Reşat Gürel Yazar-Tarih Öğretmeni “Kazmayınan yırtsak da yüzünü”1, en çürümez atıklarla doldursak da bağrını, en sadık yârimizdir toprak. Çünkü ondan geldik ve ona dönücüyüz. Gül bahçesi olup kıyamete kadar ağırlayacak topraktır geçmişten geleceğe bütün insanlığı. En çorağının bir karışı için savaşlara gireriz Mete Han’dan bu yana. Toprak anamız, ülke Anavatan’ımızdır. Ata Yurdumuz, Yavru Vatanımız vardır bizim, hiç kimselere kısmet olmayan. “İpek bir seccadeden daha büyük haz duyarız toprak üzerinde namaza durmaktan”2 Anadolu’da anlamı tam olarak bilinmeden sevilen kelimeler arasında ilk sıralarda gelir “cemre”. Anadolu’da her yıl milyonlarca minik gönül, “cemre”nin toprağa düşüşünü şekillendirir. Şehidin kanı mıdır, çiftçinin alın teri midir, âlimin göz nuru mudur toprağa ağan? Zorkun Yaylası’nda kocaman bir bahçe. Çalılarına telmin atmaya başlamış fasulyeler kuşlara hasret, çocuklar önce beni tadacak, diye güneşin doğuşuna hazırlanmış günebakanlar. Kendinden önce sarıçiçeklerini dolmaya açmış kara kabaklar, yemeye kıyamayacağınız sevdiklerinizle paylaşacağınız salatalıklar. Havuza en yakın sekilerde biçtikçe coşan, güzel rayihalar saçan maydanoz ve nane öbekleri. Kapsalığın iki yanında sıralanmış rengârenk göçmen çiçekleri, reyhanlar... ______________________ 1 Âşık Veysel Yavuz Bülent Bakiler 2 Yazar Toprak hammaddedir her şeyden önce. Onu işleyen, kullanan, besleyen, vatanlaştıran “zübde-i âlem” olan insanın hammaddesi. Bu o kadar tabiîdir ki, âlemin özü sayılan bir varlık ecel şerbetini içtiğinde onun mahviyetkâr kollarına teslim edilir ve kısa sürede onunla kaynaşır; aslına döner. Toprağın hemen yanı başında su vardır; su topraksız, toprak susuz olamaz. Dolayısıyla hammaddeyi yoğuracak ve yine insanla özdeş sayılabilecek bir diğer ana madde sudur. ‘Mahviyet’ dedik: toprağın bir diğer çağrışımı da mahviyet - tevazu kavramıyla anlam bulur: toprak kabul eder; sürekli çiğneriz de bağrına düştüğümüzde reddetmez bizi; “kazmayla bağrını eşeriz de o bize gül ile” mukabele eder. Su nasıl insanla özdeş ise toprak da öyle özdeştir. Mevlânâ veciz bir biçimde ifade ediyor: “Yere hangi tohum ekildi de yetişmedi; neden insan tohumu için bitmeyecek, yetişmeyecek zannına düşüyorsun?…” Anlıyoruz ki toprağın bağrında beslediği en önemli varlık tohumdur. Bu, şimdi âlemin özünü besleyen, büyüten nebatatın tohumuysa ötegünde bizzat insanın kendisidir. ‘Vakteriştiğinde’ topraktan başını gün yüzüne çıkarıp silkinen bir filiz gibi basübadelmevte erişecektir. Dolayısıyla toprak iç içe olduğu diğer kavramlarla zengin bir çağrışım alanına sahiptir. Toprak, su, tohum ve filiz… Nafi Altunöz Orman Mühendisi, TEMA Vakfı İç Anadolu Projeler Sorumlusu Ben bu sorunuzu, toprağın ormanla ilişkisi üzerinde düşüncelerimi paylaşarak cevaplamak istiyorum. Toprak orman ilişkisi, âdeta etle tırnak arasındaki ilişki gibidir. Toprak yok ise o da yoktur. O yoksa toprak da eksiktir. Toprağın oluşumunda; ana materyal dediğimiz tortul ve volkanik kayalar, organik maddeler, ik- 43 • DOSYA: TOPRAK Yalın ayaklarım hatlar arasında koşuşturmaktan mutlu. Çamur, kıvrılmış pantolon paçalarımın en güzel süsü. O süs, o toprağın gücü olmasaydı ayaklarımda, bu kadar içten olur muydu sevdam? Ve anacığımın şu sözleri: “Öyle bir teyemmüm yap ki su geldiğinde bile hükmü bozulmasın!” Yusuf Turan Günaydın • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM lim, topografya, zaman faktörleri yer almaktadır. Dünyamızın kara alanlarını saran ve çeşitli bileşim ve renkte bulunan tortul, volkanik ve metamorfik kayalar dış etkenlerin etkisi ile ayrışmaya-çözülmeye uğrar. Özetlersek toprak oluşumu; parçalanma, ayrışma, dönüşme ve farklılaşma gibi bir dizi fiziksel ve kimyasal olayların sonucu gerçekleşir. Toprağın genel yapısını cansız ve canlı maddeler oluşturmaktadır. Canlı maddeler bitkiler ve hayvanlardır. Orman Toprakları; orman altında gelişen, bol organik madde içeren, onun için de koyu renkli olan topraklardır. Orman toprakları kireçli ve kireçsiz olmak üzere iki gruba ayrılır. Toprakta bulunan karbonat ve diğer çözünebilen maddeler bu yıkanmanın etkisiyle ya alt katlarda birikir ya da iyice topraktan uzaklaşır. Bunun sonucu olarak da topraklar genellikle gri (boz) renkli olurlar. Böyle topraklar asit reaksiyon gösterirler. Kireçli orman topraklarının bünyesinde bol miktarda kireç bulunur. Yağışın yeterli olmadığı yerlerde topraktaki CaCO3 yıkanıp alt katlara taşınamaz ve topraktan uzaklaştırılamaz. CaCO3, bu tip topraklarda yüzeyin hemen altında yumrular şeklinde birikmiştir. Kireçli orman toprakları kahve renklidir. Onun için bu topraklara kahverengi orman toprakları da denir. İster kireçli ister kireçsiz olsun, orman toprakları genel olarak tarıma elverişli değildir. Ormanlık yerlerde yağış fazlalığı sonucu kireçsiz orman topraklarında kireçle birlikte bitki besin maddeleri de büyük ölçüde yıkanarak topraktan uzaklaştırılmıştır. Onun için bu topraklar bitki besin maddesi yönünden fakirdir. Ormanların tahribiyle tarıma açılan bu topraklarda ancak birkaç yıl tarım yapılabilir. Daha sonra toprak verimsiz hâle gelir. Ayrıca orman toprakları genellikle yamaç arazi üzerinde bulunur. Üzerindeki ormanın tahribi sonucu kısa sürede erozyona uğrar. Bütün bunlar düşünüldüğü zaman, ormanlardan tarla açmanın ne kadar yanlış olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Orman Nedir? Orman toprağın örtüsüdür… Orman; ağaçlarla birlikte diğer bitkiler, hayvanlar, mikroorganizmalar gibi canlı varlıklarla toprak, hava, su, ışık ve sıcaklık gibi fiziksel çevre faktör- • 44 lerinin birlikte oluşturdukları karşılıklı ilişkiler dokusunu simgeleyen bir ekosistemdir. Ormanı oluşturan sonsuz sayıdaki tüm madde ve olaylar birbirleriyle karşılıklı ilişki ve etkileşim hâlindedirler. Bu hâliyle orman, çok sayıda bitki ve hayvan popülasyonlarından oluşan bir yaşam ortaklığı, bir yaşam birliği, bir ekosistem ve hatta büyük bir canlı organizma olarak tanımlanmaktadır. Ormanın baskın elemanı ağaçlardır. Bu nedenle orman, ancak orman ağaçlarının toplu hâlde yaşayabildiği bir ortamda kurulabilir. Ormanlar; dünya yaşamı için vazgeçilmezdirler. Toprak ormanlar için temel alt yapıdır. Orman ağaçları ve orman ekosisteminde yer alan bütün canlı ve cansız varlıkların üreticisi, anasıdır toprak. Ormanlar ise, toprağı organik maddece zenginleştir, onu yerinde tutar. Sanki o olmaz ise kendisinin de olmayacağını bilir ve dört elle sarılır toprak anasına… Orman; toprağı, ağaç ve ağaççıkları, yaban yaşamı, otu, çiçeği, mantarı, böceği, kuşları, mikroorganizmaları ile aynı sistem içinde bütün olarak yaşayan doğal bir varlıktır. Orman ekosistemi içinde barınan her varlık, sistemin uyumlu bir öğesi konumundadır. Ormanda bu hayat çemberi içine düşen her varlık, ister gözle görülemeyecek ölçekte bir bakteri olsun, isterse dev bir ağaç ya da bir çiçek veya böcek olsun durmadan bu çemberin içinde döner durur. Böylece durmadan doğan, durmadan didinen, durmadan çözülen, durmadan oluşan ve tabii durmadan dönen milyarlarca varlık, ortaya olağanüstü bir sistem, tek sözcük ile bir orman varlığı çıkarır. Mukadder Ekremoğlu TEMA Vakfı Ankara Temsilcisi Hepimiz tarafından bilindiği gibi, toprak, insanların vazgeçilmez bir yaşam kaynağı olmasına karşın, binlerce yıldan beri, sıradan bir doğa verisi olarak algılanmış, onun için de hoyratça kullanılmış, hiçbir şekilde tahrip olmayacağı düşünülerek sürekli bir şekilde sömürülmüş ve sömürülmektedir. Bu şekildeki tutum ve davranışlar sonucunda, binlerce yıl önce, dünyanın en uygar ülkelerinin bulunduğu NİSAN 2011 - SAYI 134• Mezopotamya’nın zümrüt kadar yeşil vadileri kum çöllerine çevrilmiştir. Zamanımız insanı, bu tarihsel gerçeklerden hiçbir zaman ders almamıştır. Yüksek yaşam düzeyi ve uygarlık idealleri uğruna kendi yaşam temeli olan toprağı tahrip ve yok etmeyi sürdürmüştür. Hâlen, bütün dünyada bir yılda 24 milyar tondan çok toprağın erozyonla yok olması, “Çölleşme Konferansları” ve “Dünya Zirvesi Toplantıları”nın ardı arkası kesilmeden tekrarlanması, yukarıda varılan yargının ne kadar yerinde olduğunu göstermektedir. Buraya kadar kısaca belirtilmeye çalışılan süreçler ve zamanımızda 800 milyonun üzerinde insanın açlık tehlikesinden etkilenmesi, toprağın insan yaşamındaki rolünün ve öneminin henüz tam anlamıyla kavranamadığının en açık kanıtıdır. Toprak, her ulusun en değerli doğal kaynaklarından biridir. Yaşamsal düzeyde işlevsel değerinden dolayı, bu doğa verisinin ekolojik ve ekonomik önemi son derece yüksektir. O nedenle de, mutlak surette korunması gerekir. Ancak, bütün dünyada, bu gerçekler az veya çok bilinmesine karşın, toprak tahribatı ve yok edilişi sürüp gitmektedir. Altyapı, yerleşim alanı, sanayi kuruluşları, turistik tesisler için toprak, beton yığınlarına dönüştürülmekte, yasalara ve tekniğe aykırı olarak hatalı yararlanmalarla, toprak israf edilircesine hesapsız, plansız ve programsız kullanılarak tahrip edilmektedir. Bu durumda bizlere düşen nedir? Sadık dostumuzu, toprak anamızı, bereket kaynağımızı, vatanımızı, daha yakından tanımalı, verimini arttırmalı, korumalı, yaşamını sağlamalıyız. Bir kez daha düşünerek, Toprağımıza bilgiyle, ilgiyle, sevgiyle bakalım. Yapılabileceklerin olduğunu göreceğiz. Esin Çağlar Tüm yaşıtlarım gibi evvelinde benim için sadece bir oyun aracıydı toprak. İliklerime kadar toprağa bulandıktan sonra “Üstün başın toprak içinde kızım bu ne hâl?” sözleriyle tamamlanırdı günlük Biraz daha zaman geçince Çanakkale Savaşı’nda gazi olan dedemi anlattı babam, toprağın vatan olduğunu öğretti bana. “Bastığın yeri toprak diyerek geçme tanı” düsturunu ezberletti. Toprağı uğruna ölümü göze alan dedemle onur duyduk hep. Ve, ne de olsa onun torunlarıydık, gerekirse biz de yapabilirdik. Bir gün öldü babam. Acı bedenimi sarsarken sözleri kulaklarımda çınlıyordu. “Ölümden korkma, hepimiz, geldiğimiz toprağa geri döneceğiz nasılsa...” Sözleri kulaklarımda çınlarken verdim onu toprağa. Uzun müddet kavga ettim toprakla. Öleceğim sanıyordum o vakitler acıdan. Bu gam demlenerek bir kıvama ulaştı günün birinde. Gam ne de olsa her daim pusuda bekler hayatlarda. Buna fırsat vermemek lazım diye düşündümdü ben o vakitler. Binbir nefes geçmişti üstünden çocukluğumun, büyümüştüm artık. Sonra kader işte, işim gücüm de toprak oluverdi bir gün. Çalışırken, kiminde bire bin veren topraklar gördüm, kiminde üstünde sular çağıldayan topraklar, kiminde vuslat olan topraklar vardı, kiminde kabir olanlar. 45 • DOSYA: TOPRAK TRT Bu Toprağın Sesi Programı Yapımcısı, Sunucu oyun maceram. Hiç dayak olmadı ama sağlam azar işitirdim. Çamur akardı her gün üstümden. Demek o zamanlardan farklıymış toprağa olan sevdam. Sonra okul başladı, öğrettiler ki bize topraklar farklı farklıdır. Kumlu, kireçli, humuslu olur. Yazları dayımların tarladaki toprağın hangi türden olduğunu anlamak için epey uğraştığımı hatırlıyorum. Sonra babam bir gün karşısına aldı beni ve hayat derslerim başladı böylece. İlkokuldaydım daha “Kızım dikkat ediyorum sen seviyorsun tabiatı. Ama tabiat, bilhassa toprak, sadece bildiğin kadar değil” demişti. Toprak aş’tı öncelikle. Zengin de olsan fakir de, sofrana gelen her şeyin yolu bir şekilde topraktan geçiyordu babama göre. Giydiğin her şeyin aslını topraktan alıyordun. Sonra evinin, camının, duvarının bile toprakla bir şekilde bağlantısı vardı. Isındığın güneşin, yağan yağmurun, karın bile toprağa hürmeti vardı. “O hâlde! Tabiatın dengesini bozmayacaksın” dedi babam. “Sen de hürmet edeceksin!” • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Ama şunu öğrendim, toprağa düşenler eğer ardında bir şeyler bırakmışlarsa ölmemiş gibiydiler. Belki meslek icabı bilmiyorum ama ben her gün (en geniş anlamında söylüyorum tabii) toprağı için bir şeyler yapan insanlar tanıdıkça çalışmanın, okumanın, hayat için emek harcamanın aslında ne kadar önemli olduğunu öğrendim. Biliyorum, aslında tozpembe değil hayat. Dünyalılar saçmalıyor artık. Bir yerlerde kan suluyor toprağı, bir başka yerde tuhaf bir keyif akıyor sınırlardan. Biliyorum, kolay değil hayat. Belki de sınavların var. İş-güç telaşı var daha. Bak, gördün mü toprak dedik söz nerelere kadar geldi? Çünkü toprak aslında avuçlarımızın içine alamayacağımız kadar geniş manalar içeriyor. Nereli olursak olalım bizler toprağın insanı, bu toprağın sesiyiz. Bestami Yazgan Çocuk Edebiyatçısı - Edebiyat Öğretmeni Bir tohum düşmeyegörsün kucağına, önce onun korkusunu giderir şefkâtle, sonra okşamaya başlar sevgiyle. Sevincinden tohum çatlar ve ümit filizlenir. Toprak, ihtiyacı olan gıdalarla besler, yemyeşil yapraklarla süsler misafirini. Rengârenk sebzeler, yanaklarında sıcak bir sevinçle gülümser toprağa. Alçak gönüllü toprak, tatlı bir tebessümle ortak olur sebzelerin sevincine. Bir fidan dikilmeyegörsün, toprak, heyecanla sarılır köküne. Kırk yıllık dost gibi misafir eder fidancığı. Canından can, yüreğinden heyecan verir. Yağmura, rüzgâra karşı durur arkasında; ister ki fidanlar eğilmesin, kırılmasın. Aradan yıllar geçer; elmalar al al, portakallar sarı sarı gülümser. Mutluluğun ve sevincin ışıltıları düşer toprağa. Onun yerine kuşlar, cıvıltıyla karşılık verir. Dost canlısı toprak, tatlı bir tebessümle ortak olur meyvelerin sevincine. Bir çocuk doğuverse çığlık çığlığa, toprak, te- • 46 laşlı bir hazırlığa başlar heyecanla. Mutluluktan sırılsıklam ıslanır, ümitlerle yeni baştan süslenir. Sevincini bölüşmek için gökkuşağını yardıma çağırır çocuksu bir duyguyla. Evet, bir çocuk doğmuştur, bir yıl sonra üzerinde yürüyecektir minicik ayaklarıyla. Onlar incinmesin diye çimenlerle süsler her yeri… Tıpış tıpış yürüyen çocuğun ayak seslerini duyunca kalbi tıp tıp atmaya başlar. Bir anne şefkâtiyle öpüp koklar minicik ayakları… Toprak alçak gönüllüdür, toprak dosttur, toprak anne gibidir ama bir kaygı vardır içinde: “Üzerimde yaşayanlar beni ne kadar seviyor?” diye. Bir gün güzel bir söz duyar, şöyle sıcacık, gönülden kopup gelen bir söz: Anadolu. Sevinçten içi bir hoş, mutluluktan gönlü sarhoş olur. O günden sonra bir ana-evlat ilişkisi başlar ki tarihler anlatsa bitiremez bu macerayı. Evlatları canından çok sever toprağı. Hatta gerektiğinde canlarını kucağına tohum gibi serper, kanlarıyla sularlar. “Alnından vurulup tam ercesine / Bir gül bahçesine girercesine” girerler kara toprağa. Bu muhabbeti gören bir ozan, alır sazını eline ve başlar söylemeye: Yüz binlerce şehit ateş hattında, Gül açtılar tekbir nakaratında. Şehit yazıldılar Allah katında; Ana bilip ak toprağı öptüler, Gümbür gümbür zulme vuran kalptiler. Anadolu ve vatan payesiyle coşan toprak, hiç kimsenin görmediği yeni bir çiçek sunar evlatlarına: bayrak çiçeği. Evet, toprağın üzerinde laleler, sümbüller, karanfiller, zambaklar açmaya devam eder ama bayrak çiçeği hepsinden alımlı, hepsinden güzeldir. Çünkü bayrak çiçeği, toprağın yüreğinde yeşeren, mavi göklerde açan hürriyet çiçeğidir. Yürekler çarptıkça burcu burcu kokmaya devam edecek ve bir daha solmayacaktır… NİSAN 2011 - SAYI 134• Suavi Kemal Yazgıç Şair Toprak şekil verir. Bir kap gibi sarar, kuşatır, sınırlar. Tarla olur, mahsül verir, besler. Toprak anadır. Hem yaşarken hem de öldükten sonra cömertçe kucak açar ve barındırır. Toprak gelip toprağa giderken toprak üzerinde yaşarız ve su ile toprağın birleşimi olan çamurdan yaratıldığımız için toprağın şekliyle eşkalimiz belirir. Aşık Veysel’in sadık yâridir o. “Karnın yardım kazma ilen bel ilen/ Yüzün yırttım tırnağınan el ilen/ Yine beni karşıladı gül ilen” der onun cömertliğini, vefasını ve şefkâtini överken. Mevlâna Mesnevi’de nasihat ederken topraktan misal verir: “Baharların tesiriyle taş yeşerir mi? Toprak ol ki renk renk çiçekler bitiresin. Yıllarca gönüller yırtan, kalblere elem veren taş oldun; bir tecrübe et, bir zaman da toprak ol!” Toprak, Sezai Karakoç’un da duasıdır. “Tanrım duam şu ki her şey yeniden toprak olsun/ Su toprak olsun İnsan toprak gibi duysun yeri/ Ay toprak olsun / Topraktan kaçanı toprak tutsun/ Gün toprak olsun / Kabirler saltanatı toprak olsun /Yazı/Kitap/Ve söz toprak olsun” Doğu’nun Yedinci Oğlu ise Batı’nın en görkemli şehrinin en büyük meydanında kendini değiştiremesinler diye Allah’a yakarır ve ilham ile olduğu yeri kazar ve Hz. Âdem’in yasak meyveye uzandıktan sonra dünyaya -toprağa, yani aslına- gönderilmesi gibi, toprağa döner. Toprak insana öyle misaller verir ki ibret almasını bileni olgunlaştırır. Hayatın faniliğini ve geçiciliğini, dirilişi, tevazuyu, cömertliği öğretir. Ve daha bir çok şeyi. Mustafa Uçurum Şair, Edebiyat Öğretmeni Bir seher vakti hafif yağmurdan sonra ayaklar değince toprağa insan yeniden dirilişe geçmiş olur. Toprak kokusu, yağmur ve hafif esen bir rüzgâr. Yolunu kaybetmişler için yol göstericidir toprak bir yol. Toza toprağa karışmış bir yolcunun gideceği yer kalbidir. Toprak yollar uzar gider ve bir bereket selamlar yola düşen herkesi. Toprak demek bereket demektir. Bereket demek yeniden doğuşun ilk müjdesidir. Toprakla birlikte her yer yeni bir doğuşu yaşar. Bahar mevsimin en güzel karşılığını topraklar sunar bize. Toprak kokusuyla birlikte uyanırız, toprakla birlikte bereketimiz artar. Betonlar arasında sıkışmış bir kalp için bir avuç toprak bile büyük nimettir. Metropollerde, yüksek yüksek binaların arasında toprak kokusunu duymak için ne büyük arzular duyanlar vardır. Onlar için toprağa değmek, toprağı hissetmek inanılmaz bir mutluluktur. Topraktan uzak kalmamalı kimse. Sık sık toprağa bulamalı elini ayağını. Kızılderili Reisi Dinelen Ayı; “Toprağımız bizim canımızdır. Hayvanlarıyla, otlarıyla, böcekleriyle toprak bizim bir parçamızdır. Bizi bundan ayırmak istiyorlar. Biz canımızdan nasıl ayrılalım.” diyor. Canımız gibi sarılmalıyız toprağa. Bütün azalarımızı diriltmek için ve sanki hayata kök salıyormuş gibi olmak için toprağı içimize çekmeliyiz. 47 • DOSYA: TOPRAK Dilde toprak hayatı ve ölümü bir arada barındırır. Askerde aynı yerden gelenler birbirinin toprağı olur. Toprak hem yakınlaşmanın, ünsiyet kurmanın hem de uzaklaşmanın mecazıdır. Ölümcül hastalıklara yakalananlara toprağa bakıyor denilir. Ölüp, gömülmek de bir tohumunkine benzer bir güzergâh izlemek ve toprağa düşmek ile olur. Defnettiklerimiz için toprağa verdik deriz. Toprak hırlıyı da hırsızı da kabul eder bağrına. Kimseyi reddetmez. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM EROZYONLA AŞINIP TAŞINIYORUZ... FATMA ÜNAL Dr., Sosyal Bilgiler Öğretmeni Y ılda bir milyar dört yüz milyon ton ve rakamla 1.400.000.000 ton/yıl … Bu on basamaklı sayı, bu yıl ihraç edilen herhangi bir tarımsal ürünün veya yeni bulunan bir metalik maden yatağından elde edilmesi planlanan metal miktarı ya da kurulacak bir demir çelik fabrikasının yıllık üretimi hakkında bir tahmin değil. Çünkü bu çok basamaklı sayının ulaştırmaya çalıştığı bilgi, üzerinde yaşadığımız bu ülkede yani bizim ülkemizde her yıl toprak erozyonu sonucu kaybedilen verimli toprağın miktarıdır. Bu topraklarla birlikte mineral ve organik madde de kaybedilmektedir. Erozyonla kaybedilen bir başka değer ise sudur. Kaybolan toprak yüzünden her yıl yaklaşık 50 milyar m3 yağış depolanamamaktadır. Her yıl kaybedildiği düşünülen bu kadar toprakla Kıbrıs Adası’nı 5 cm kalınlığında bir toprak katmanıyla örtebilir ya da Ekvator enleminde dünyanın çevresini on yedi kez sarabilecek bir yük trenini veya 70 milyon kamyonu doldurabilirsiniz ama 1 cm kalınlığındaki toprağı 200-300 yıldan önce elde edemezsiniz! Fatma Ünal, Erozyonla Aşınıp Taşınıyoruz..., Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 48-51. • 48 Tarımın önemli olduğu ülkemizde nüfusun hızla arttığını da düşünürsek toprağın önemi daha iyi anlaşılır. Dünyada olduğu gibi, Türkiye topraklarının en önemli sorunlarından bir tanesi de toprak erozyonudur. Arazi eğimi, iklim, bitki örtüsü ve toprak özelliklerinin etkileşimi sonucu oluşan doğal erozyon, insanın doğaya müdahalesi sonucu afet niteliğine dönüşmektedir. Erozyon doğal ve beşerî faktörlerin etkisiyle NİSAN 2011 - SAYI 134• oluşur. Dış kuvvetler ve insanların çeşitli etkinlikleri sonucunda yeryüzünün aşınması ve bu aşınan malzemelerin başka yerlere taşınmasına erozyon denir. Bunlardan doğal erozyon yararlı bir olaydır. Çünkü doğal erozyonda toprağın verimsizleşen üst kısmı taşınırken dipteki ana kayadan daha genç toprağın oluşmasına neden olur. Zararlı olan ve afet boyutuna ulaşan erozyona ise hızlandırılmış veya toprak erozyonu denir. Amaç dışı arazi kullanımı, hatalı tarım teknikleri, kent, sanayi, ulaşım ve benzeri yatırımların yanlış konumlanması süreci ise erozyonun hızını arttırmaktadır. Afet nitelikli erozyon yetmezmiş gibi, tarım arazileri, özellikle de verimli tarım arazileri, tarım dışı kullanımlarla açık bir saldırı ve talanla karşı karşıyadır. 1978-1996 yıllarında amaç dışı kullanılan tarım toprağı %33 artmış ve betonlaşarak elden çıkan verimli tarım toprağı 600 bin hektara, yani verimli alanların yaklaşık onda birine yaklaşmıştır. İşlenen tarım alanların %75’inde (yaklaşık 20 milyon hektar) yoğun erozyon görülmektedir. Diğer bir anlatımla Türkiye tarım alanlarının ancak 5 milyon Erozyon, toplumsal sorunların artmasına da yol açmaktadır. Yanlış arazi kullanımı, tarım alanlarının verimini azaltmaktadır. Doğduğu ve büyüdüğü yerde geçim şansı ortadan kalkan insanların, kentlere göçmekten başka seçeneği kalmamaktadır. Köyden kente göç ise altyapının yetersiz olduğu kentlerdeki ekonomik ve toplumsal sorunları daha da ağırlaştırmaktadır. Barajlar ve yeraltı suları da, erozyonun etkilerinden nasibini almaktadır. Yerinden kopup giden topraklar, baraj göllerini doldurarak su depolama hacimlerini azaltmakta ve barajların ömrünün kısalmasına neden olmaktadır. Erozyon sonucunda toprağın altındaki cansız tabaka (ana kaya) ortaya çıkmaktadır. Faydalı toprak katmanlarını kaybeden arazilerde çölleşme başlamaktadır. NASA’nın yaptığı bir araştırmaya göre, erozyonun şiddetlenerek devam etmesi hâlinde Türkiye’nin büyük bir bölümü yakın bir gelecekte çöle dönüşecektir. Toprakları çölleşen bir ülkenin temel sorunları, açlık, susuzluk, işsizlik ve iç göç olacaktır. Ülkemizde erozyonla kaybedilen toprak miktarı 49 • DOSYA: TOPRAK Türkiye, kara yüzeyinin %87’sinde çeşitli şiddetlerde erozyon cereyan etmektedir. Arazinin % 59’u çok şiddetli ve şiddetli, %20’si ise orta şiddetli, % 7’si ise hafif şiddetli erozyonla karşı karşıyadır. Ülke genelinde yaklaşık 67 milyon hektarlık bir arazide toprak giderek yok olmaktadır. Erozyon büyük ölçüde tarım alanlarında yaşanmaktadır. hektarlık bölümünde erozyon yoktur. Su ve rüzgâr erozyonu tüm ülke topraklarının % 87’sinde cereyan etmekte, rüzgâr erozyonu 506 bin hektarlık bir yayılımla daha çok kurak iklime sahip olan Konya ve dolaylarında görülmektedir. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM ürkütücü olduğu kadar, erozyon sonucunda karşılaşılabilecek sorunlar da bir o kadar ürkütücüdür. Ancak bu durum bizi karamsarlığa ve paniğe sürüklememelidir. Erozyonla mücadele etmek ve ülkemiz topraklarının kaybını önlemek hiç de zor değildir. Neden mi? Doğa, mağlubiyeti kolay kolay kabul etmez de ondan. Hepimiz asfalt ya da beton kaplı bir alanda incecik bir çatlaktan fışkırıp güne merhaba diyen bir bitki ile karşılaşmışızdır. Üzerinde hiçbir yaşam belirtisi görünmeyen bir doğa parçasını başka hiçbir şey yapmadan, sadece etrafını tel bir çitle çevirerek kendi hâline bırakın. 3-5 sene sonra yeşerdiğini, canlandığını göreceksiniz. Eğer aceleniz yoksa 20-25 yıl sonra aynı alanın ormana dönüştüğünü de görebilirsiniz, eğer yakın çevrede, tohumunu buraya ulaştırabilecek orman ağaçları varsa tabi. Toprak işleme, tohum takviyesi, sulama, gübreleme gibi biraz destekle bu süreyi önemli ölçüde kısaltmak mümkündür. Bir kere bitkiler görülmeye başladı mı toprağın üzerinde iş başarılmış demektir. Bitki, bir yandan toprağı tutarak diğer yandan da toprağı üreterek, geçen zaman dışında, geri getirir yitirilenleri. Erozyonla aşınıp taşınmamak için neler yapabiliriz? Ağaç dikmeliyiz, bitki örtüsünü korumalıyız, çiftçilerimizi bilinçlendirmeliyiz gibi cevaplar hemen hepimizin ilk aklına gelenlerdir. Peki, çocuklarımızla evde, okulda, yaşadığımız çevrede neler yapabiliriz? Bu sorunun cevabı ise çok daha önemlidir. Erozyon daha doğrusu hızlandırılmış erozyon konusunda eğitim etkinliklerinde merak uyandırma, tanıma, sevme, bütünü görebilme ve bütünle parçalar arasındaki yaşamsal bağın kurulabilmesi kilit öneme sahiptir. Bilginin tümünde olduğu gibi, çözümlerin tümünün de doğanın bizatihi kendinde gizli olduğu unutulmamalıdır. Eğitim etkinlikleri bu özü bulup çıkarabilmeye yardımcı olabilmeli, doğayı bir kitap, bir dershane ve bir laboratuar gibi değerlendirebil- • 50 melidir. Toprağı tanıma ve sevme, erozyon ile toprak arasındaki ilişkiyi kavrama, erozyonu önlemek için çözümler üretme ve uygulamaya yönelik farklı aşamalardan oluşan bir eğitim etkinlik önerisine aşağıda yer verilmiştir. Bu etkinliği çocuklarla birlikte yapmalısınız. 1. Toprağı Tanıyoruz Etkinliğin bu aşamasında silindirik biçimli yüksekçe bir kavanoza, 1-2 yemek kaşığı şapa (baharatçılardan alabilirsiniz), kaşığa, bir bardak su ve toprağa ihtiyacınız olacak. Kavanozun içine 2,5 cm yüksekliğinde toprak koyunuz ve içine bir miktar şap ekleyiniz. Şapın derinize değmesi zararlı değildir. Ancak ağzınıza değmemesine dikkat etmelisiniz. Çünkü fazla miktarda alınması vücudunuzda su kaybına yol açabilir. Şap, toprağı ayrıştırıcı bir madde olarak etkiler. Topraktaki tanecikleri cinslerine göre ayırıp ağırlıklarına bağlı olarak katmanlar oluşmasını sağlar. Kavanozu suyla doldurduktan sonra kapağını sıkıca kapatıp iyice çalkalayınız. Bundan sonra kavanozu dik duracak biçimde bir yere koyarak bir süre bekletiniz. Kavanozun içindeki toprak katmanları ayrıldıktan sonra gözlemlerinizi yapmaya başlayabilirsiniz. “Kavanozun içinde kaç katman oluştu? En dipte ve üstte hangi katman var?” gibi soruların cevaplarıyla ilgili gözlemlerinizi kaydedebilirsiniz. Kavanozun alt kısmında gördüğünüz gibi birçok toprak türü 2-3 katmandan oluşur. Kavanozun üst kısmında yüzen bir katman oluştu mu? Yüzen kısımda organik maddeler bulunur. Alt katmanların en üstünde kil, onun altında mil, en alttaysa kum bulunur. Killi topraklar ıslanınca yapışkan hâle geçer; çünkü suyu emerek içinde tutabilir. Kumlu topraklarsa suyu geçirir yani tutamaz. Peki, siz toprağınızda bu durumla ilgili neler gözlemlediniz? NİSAN 2011 - SAYI 134• 2. Toprakta Bitki Canlanıyor Etkinliğin bu aşamasında bir miktar tohumla toprak buluşturulacak ve tohumun canlanma süreci gözlemlenecektir. Tohumun ekilmesi için ev ya da okulun bahçesinde belirlenecek bir yer seçileceği gibi, geniş bir kaba toprak doldurularak da bir yer hazırlanabilir. Bir miktar tohum (buğday, fasulye, nohut vb.) belirlenen yere ekilerek üzerine gerektikçe su dökülür. Tohumun çimlenmesi, filizlenmesi süreci gözlemlenerek kaydedilir. Çocukların toprakta bir bitkinin canlanmasına şahitlik etmesi kadar, toprağa ve bitkiye sahip çıkması da etkinliğin bu aşamasında önemlidir. Bu da ancak toprağı, bitkiyi, doğayı sevmekle gerçekleşebilir. 3. Hangi Toprak Daha Çok Aşındı Etkinliğin bu aşamasında daha önce tohum ekilen toprak büyüklüğünde bir yer daha belirlenir ya da kap hazırlanır. Bu sefer toprağa herhangi bir tohum ekilmeyecektir. Tohum ekilen, üzerinde filizlerin olduğu toprak ile tohum ekilmeyen toprak aynı eğimde olmalıdır. Bunun için belirlediğiniz yerin ya da kabın bir yönünde hafif bir eğim (10̊ - 20̊ ) oluşturabilirsiniz. Bu iki yer ya da kaba, aynı miktarda eğimin tersi yönünden hızla su dökünüz. Hangi yer ya da kapta toprak daha fazla aşındı, eğim yönünde sürüklendi? Bunun sebepleri neler olabilir? Toprakta bitkinin olması ve olmaması durumu sonucu nasıl etkiledi? 4. Çözüm Nedir? Etkinliğin dördüncü aşamasının sonucunda çocukların toprağı ve erozyonu tanıması, bitkinin var- 5. Toprağın Tohuma, Yeşile Hasretine Son Verelim! Etkinliğin bu aşamasında erozyonun çaresinin olduğuna ve erozyonu önlemek için bireysel olarak yapılabileceklere dikkat çekilecektir. Öncelikle toprağı tohumla buluşturup bu hasrete son vermek ve bir çift yeşil yaprağın kıraç ve yorgun topraklar üzerine kanat germesini sağlamak bireysel olarak yapılabilecek en önemli eylem olduğu kabul edilmelidir. Bunun için bir ağaç dikilebilir, hatta yenilen meyvelerin çekirdekleri 10 cm toprağın altına gömülüp biraz su verilebilir. Sonuç olarak; yukarıda önerilen etkinlik her yaş ve mekânda çocuklarla birlikte kolaylıkla uygulanabilir. Etkinliğin aşamaları farklı yer ve zamanda da yapılabilir. Bu etkinlikte olduğu gibi toprağı tanımak, önemini kavramak ve sevmek, erozyonu önlemek için çözümler üretmek ve uygulamak her bireyin sorumluluğudur. Özellikle çocukların bitki örtüsünün erozyonu engellediğini öğrenmesi, bitki örtüsünü koruması, toprağın yeşile hasretine son vermek için çaba göstermesi, toprağına sahip çıkması erozyon sorununun çözümünde en önemli adımlardan birisidir. Kaynakça Çepel, Necmettin vd., (2006). Erozyon, Doğa ve Çevre, TEMA Yayınları, İstanbul. Günay, Turhan, (2008). Orman Ormansızlaşma Toprak ve Erozyon, TEMA Yayınları, İstanbul. LHS GEMS, (1997). Terraium Habitats Teacher’s Guide. www.cevreorman.gov.tr www.dsi.gov.tr www.tema.org.tr 51 • DOSYA: TOPRAK Etkinliğin bu aşamasında erozyon sorununun nedenleri, sonuçları ve çözüm yolları çocuklarla birlikte belirlenir. Bunun için aşağıdaki balık kılçığı yöntemi kullanılabilir. Bu yöntemde balık kılçığının bir tarafına erozyonun nedenleri, diğer tarafına sonuçları yazılır. Çözüm önerileri ise balığın ağzından çıkacak bir konuşma balonuna sıralanabilir. lığının toprağı koruduğunu kavraması, erozyonu önlemenin en önemli çözüm yolunun sorunun nedenlerini ortadan kaldırmak olduğunu kabul etmesi sağlanmalıdır. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM ÇORAK TOPRAKLARIN ISLAHI VE YÖNETİMİ BÜLENT SÖNMEZ Dr., Ziraat Yüksek Mühendisi, Toprak Gübre ve Su Kaynakları Merkez Araştırma Enstitüsü Müdürü GİRİŞ D ünyada toplam arazi yüzeyinin yaklaşık % 10’unu kaplayan çorak topraklar tarımı etkileyen temel sorunlardan birisi olduğu gibi, çevresel yönden de bir dünya sorunu olarak kabul edilmektedir. Bütün iklim kuşaklarında oluşabilen tuzluluk, kurak koşullarda daha fazla ve çabuk bir şekilde ortaya çıkar. Bu nedenle kurak ve yarı kurak iklim koşullarının egemen olduğu bölgelerde yaygın olarak bulunurlar. Tuzların kimyasal yapılarının farklı olmasına bağlı olarak, değişik çevresel koşullarda değişik tuzlu topraklar oluşur. Kurak ve yarı kurak bölgeler dünyadaki toplam alanın yaklaşık %46’sını kaplar. Bu iklim bölgelerinde sulanan alanların yaklaşık % 50’sinde ise değişik düzeylerde tuzluluk sorunu vardır. FAO/UNESCO tarafından hazırlanan raporlarda, Dünya Toprak Haritası verilerine dayanarak, dünya genelinde 954 milyon hektar tuzdan etkilenmiş ve üretkenliği kısıtlanmış toprak bulunduğu bildirilmektedir. Bu tip sorunlu topraklar, Afrika’da 80.5 milyon, Avrupa’da 50.8 milyon, Avustralya’da 357.3 milyon, Amerika’da Bülent Sönmez, Çorak Toprakların Islahı ve Yönetimi, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 52-56. • 52 146.9 milyon ve Asya kıtasında 319.3 milyon hektar alan kaplamaktadır. Birleşmiş Milletler’in çalışmaları çerçeve- NİSAN 2011 - SAYI 134• sinde elde edilen verilerden açık bir şekilde anla- yaklaşık, sadece % 10 artabileceği, buna karşın şıldığına göre, çoraklık ve beraberindeki sorunlar, dünya nüfusunun iki katına çıkacağı ve bu artışın Kuzey, Orta ve Güney Amerika’ da Doğu ve Gü- büyük bir kısmının, tuzluluğun çok yaygın olduğu neydoğu Asya’da özellikle Hindistan, Pakistan dünyanın yarı kurak ve kurak bölgelerinde olması ve Çin’de; Afrika’da Sudan, Mısır, Libya, Tunus, konunun önemini göstermektedir. Çölleşme olu- Cezayir ve Fas’ta ve Avustralya’da bir çok yerde şumunda kısmen sulamanın etkisi, kısmen de bi- ortaya çıkmakta ve giderek büyümektedir. Tuzlu- yolojik çeşitliliğin azalması ile topraklarda sık sık luğun önemli ölçüde arttığı ve ekosistemin olum- ikincil tuz birikimi meydana gelmektedir. Bahsedi- suz etkilendiği ifade edilmektedir (SZABOLCS, I., len olumsuz şartların birlikte etkisiyle çoraklık ve 1991). Kuzey Afrika’dan Güney-Batı Asya’ya olan çölleşme oluşmaktadır. Türkiye’nin de dâhil olduğu bölgede 3 milyon hektar sulanan alan potansiyel dünyanın değişik bölgelerinde sulu tarımın başla- tuzluluk tehlikesi altında, Doğu ve Güney-Doğu masından sonra tuzluluk sorunu artmıştır. Bu so- Asya’da çölleşme ve çoraklaşmanın birlikte oluşu- runa bağlı olarak çölleşme de hızlanmıştır. Birçok munun önüne geçilemez ise 7 milyon hektar alanın ülkede “modern” sulama sistemleri, özellikle ye- çölleşmesinin kaçınılmaz olacağı bildirilmektedir. tersiz drenaj nedeniyle tarımsal alanların yaklaşık Uygun olmayan sulama yöntemlerinin kullanıl- %30’unu çoraklaştırmıştır. ması ve drenaj yetersizliği, tuzlu toprakların olu- TÜRKİYE’DE ÇORAK TOPRAKLARIN şumunda insan faktörünün önemini gösterir. Daha OLUŞUMUNA ETKİ EDEN FAKTÖRLER fazla yiyecek talep eden ve sürekli artan bir nüfus ile, dünyada verimli arazilerin bozulmasının aynı zamanda ortaya çıkması, çorak toprakların oluşumunda insan faktörünün önemini gösteren diğer bir kanıt olarak sayılabilir. Yapılan bir tahmine göre önümüzdeki 75 yıl içinde tarım arazilerinin Türkiye, Doğu Karadeniz Bölgesinin haricinde kurak ve yarı kurak iklim koşullarına sahiptir. Yağışlı bölgelerde topraktaki çözünebilir tuzlar, yağışlarla toprak içerisinde aşağıya doğru hareket ederek yeraltı sularına ve daha sonra akarsularla denizlere 53 • DOSYA: TOPRAK Resim 1. Çölleşmenin derecesi belirli bir tuzluluk seviyesi ile ilişkili olup çölleşmenin derecesi çoraklığın derecesine bağlı olarak artmaktadır (İç Anadolu Bölgesi). • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Resim 2. Türkiye’deki tüm mevcut veriler çoraklığın oluşmasında iklim, drenaj, tarımsal işlemler ve toprak karakteristiklerinin etkili olduğunu, bu faktörlerin etkilerini birbirinden ayrı olarak değerlendirmenin çok zor olduğunu ortaya koymaktadır . taşınırlar. Bu nedenle tuzlulaşma olayına genellikle Tuzlu ve sodyumlu toprakların orijinleri ile ilgi- yağışlı bölgelerde rastlanmaz ise de, bu bölgelerde li Toprak Genesisi konusuna ait doğal nedenler tuzlanmaya deniz kıyısındaki ırmak deltalarında ve dışında, sulama, tuzluluğu ve sodyumluluğu ar- denize yakın alçak arazilerde yer alan topraklarda tırmaktadır. Artışın derecesi ise, sulama suyunun rastlanır. Kurak bölgelerde tuzların yıkanması lokal kimyasal bileşimi ile, miktarı ve toprak profilinden bir özelliktedir. Çünkü böyle yörelerde yıllık yağış, uzaklaştırılan drenaj suyu arasındaki dengeye gerek toplam miktar, gerekse yıl içerisinde dağılımı bağlıdır. Bunlar içerisinde kireç, jips ve diğer ya- nedeniyle toprak içerisindeki tuzların yıkanmasına vaş ayrışabilen toprak mineralleri vardır. Bunlardan ve topraklardan uzaklaştırılmasına yeterli değildir. ayrışan tuzlar, sularla arazilere taşınarak bitki kök Böyle koşullar altında tuzlu taban suyunun yuka- bölgesinde birikirler. rıya doğru hareketi veya yüzey suyunun buharlaşması tuzlu toprakların oluşmasına neden olur. Kıyı ve allüviyal ovalar, Orta Anadolu Platosu toprakları çözünebilir tuz bakımından zengindir. Kıyı ovaları hidromorfik allüviyal topraklar olup Orta Anadolu Platosunda eski Lecustrine depozitlerle kaplı geniş alanlar mevcuttur. • 54 ÇORAKLIĞIN KONTROLU VE ISLAHI Beyaz tuz kabukları tuzlu toprakların en belirgin özelliklerinden biridir. Üst toprak tuzlu olduğu zaman tuz konsantrasyonuna bağlı olarak bu tip topraklarda, halofitik bitki örtüsü görülmekte, arazi NİSAN 2011 - SAYI 134• çıplak ya da bitki örtüsü içinde yer yer çıplaklıklar olur. Topraklarda tuzlulaşma, iyi bir drenaj sağlan- bulunmaktadır. madan önce toprağın sulanması ya da denetimsiz Tuzlu toprakları iyileştirmenin esası, bitki kök bölgesinde fazla çözünebilir tuzların yıkanarak bitkiler için zararlı olmayan düzeylere düşürülmesidir. Tarım arazilerinin çoraklaşmasını önlemek için alınacak önlemler ve bunlara bağlı olarak sulama suyu ve yıkama suyu uygulamaları, fiziksel, kimya- sulama ile veya akarsulardan ve kanallardan oluşan sızmalardan da kaynaklanabilir. Ülkemizdeki birçok sulama şebekesinde, su kayıpları sanılandan çok daha fazladır. Bu şekilde gelen tuzlar toprak profilinde birikerek tarımı olumsuz etkileyecek niceliğe erişirler. sal ve biyolojik işlemler ile son derece önemli bir Bir toprak ya da bitki koşulu için sulamaya uy- faktör olan insan faktörü tuzlu toprakların yöneti- gun olmayan bir su kaynağı, başka bir toprak ve minin esasını oluşturmaktadır. Toprakta tuz birik- bitki koşulu için uygun hâle gelebildiği gibi, değişik mesini önlemek için iyi bir arazi tesviyesi ve uygun sulama yöntemi ile niteliğine göre daha az uygun sulama yöntemleri kullanılmalıdır. bir hâle gelebilir. Her sulama yönteminin belirli ya- Toprak tuzluluğunun oluşmaması için bir diğer etkili önlem, sulama ile birlikte uygun bir drenaj sisteminin kurulmasıdır. Sulanan arazilerde uygun bir drenaj sistemi yoksa, sulama suyu ile toprağa eklenen tuzlar topraktan uzaklaştırılmaz. Bu sürecin devam etmesi hâlinde tuzluluk sorunu kaçınılmaz rarlarının yansıra zararları da vardır. Farklı koşullar çerçevesinde tava ve karık gibi yüzey sulama yöntemleri ile yağmurlama ve damla sulaması gibi yöntemler toprakta değişik şekillerde tuz birikimine neden olurlar. Tuzluluğun kontrolunda sulama suyu tuzluluğu da önemlidir. DOSYA: TOPRAK Resim 3. Lazer yönlendiricili ekipmanla iyi bir arazi tesviyesi toprakta tuz birikimini önler. 55 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Resim 4. Sulama yöntemi hem su kullanım etkinliğini hem de tuz birikimini etkiler. KAYNAKLAR SONUÇ BEYCE, Ö., 1974. Experiences in the reclamation of Dünyanın kurak bölgelerindeki kısıtlı su, toprak saline and alkali soils and irrigation water qu- ve bitki kaynakları arasındaki kırılgan ve hassas alities in Turkey. FAO. Irrigation and Drainage denge, sürdürülebilir tarım için çok iyi bir şekilde Paper. dikkate alınan stratejilerin geliştirilmesini gerekli OAKES, H., 1954. The soils of Turkey. Republic of Tur- kılmaktadır. Türkiye, kurak ve yarı kurak iklim ko- key. Ministry of Agriculture. Soil Conservation şullarına bağlı doğal etmenler ile tuzluluk, erozyon and Farm Irrigation Div. Public. No:1 ve çölleşme sorunlarıyla çok fazla ve yaygın ola- MASHALI, A.M. 1991. Management practices under rak karşılaşmaktadır. Yanlış toprak ve su yönetimi saline conditions. I.A.V. Hassan II-ISESCO. toprak bozulmasına ve kaybına sebep olmaktadır. Uygun olmayan sulama sistemleri aşırı su kullanımını artırmakta dolayısıyla tuzluluk, drenaj ve çevre sorunları ortaya çıkmaktadır. Yer altı ve yer üstü su kaynakları hızla kirlenmektedir. Türkiye, küresel ısınmanın potansiyel etkileri açısından risk grubu ülkeler arasında olup küresel ısınmanın özellikle su Plant Salinity Research. 213-230. SÖNMEZ, B.; AĞAR, A.; BAHÇECİ, İ., MAVİ, A., 1996. Türkiye Çorak Islahı Rehberi Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, APK Dairesi Başkanlığı,Toprak ve Su Araştırma Şube Müdürlüğü Yayınları Yayın No: 93 Ankara SÖNMEZ, B. 2003. Türkiye Çoraklık Kontrol Rehberi. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Toprak ve kaynaklarının zayıflaması, orman yangınları, kurak- Gübre Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü Teknik lık, çoraklık ve çölleşme ile bunlara bağlı çevreyle Yayın No: 33. Ankara. ilgili bozulmalardan etkilenebilecektir. İklim deği- SZABOLCS, I., 1991. Desertification and salinisation. şikliği ve kuraklık nedeniyle son yıllarda Türkiye I.A.V. Hassan II-ISESCO. Plant Salinity Rese- gibi birçok ülke deneyim yaşamıştır. Küresel ısınma arch. 3-18. ve iklim değişiklerinin etkisinin giderek arttığı gü- TOPRAKSU, 1980. Toprak Kaynakları İl Envanter Ra- nümüzde, yeni teknolojilerin uygulanmasında bilgi porları. TOPRAKSU Genel Müdürlüğü Yayınları eksikliğine bağlı işletme zafiyeti oluşmamalıdır. ANKARA • 56 NİSAN 2011 - SAYI 134• TOPRAK EROZYONU, OLUŞUMU VE KORUYUCU ÖNLEMLER HİCRETTİN CEBEL Ziraat Yüksek Mühendisi SUAT AKGÜL Dr., Ziraat Yüksek Mühendisi T oprakların su, rüzgâr, buzul, dalga ve yerçekimi ile çığ gibi çeşitli atmosferik faktörlerle aşınıp yerinden uzaklaştırılmasına erozyon denir. Kelime anlamı ile Latince “Erodere” kelimesinden dilimize çevrilmiştir. Kayaların ve bitkilerin doğa koşullarında fiziksel, kimyasal ve biyolojik faktörlerle ayrışması sonucu topraklar, çeşitli erozyon faktörleri ile oluştukları yerden aşınır, taşınır ve birikirler. Yurdumuzda birim alandan alınan verim gün gittikçe düşmekte, özellikle meyilli tarım alanlarında yararlı üst toprak yağmur ve rüzgârla kolaylıkla taşınabilmektedir. Meyilli tarım alanlarında yapılan tarımsal işlemler (sürüm, ekim vb.) toprak ve su muhafazasına uygun yöntemlerle yapılmadığı, yapılamadığı, diğer alanlarda da gerekli koruyucu tedbirler alınmadığı için topraklar bilgisiz ve hoyratça kullanılmakta, böylece erozyon olayı meydana gelmektedir. Bitki gelişmesinde üst toprak; organik maddece zengin, kuvvetli yapıda, su ve köklerin kolayca dağıldığı, beslendiği yerdir. (A horizonu) erozyonla üst toprak giderse, yerini alt toprak kalarak (B horizonu) bu toprak katı, daha sert ve sıkıdır. Humusça yoksul olup kökler ve su kolaylıkla geçemez. Bu nedenle ürün verimi % 50- 80 oranında düşer. Bunun içindir ki üst toprağın korunması, toprak su muhafazası yönünden çok önemlidir. 57 • DOSYA: TOPRAK Hicrettin Cebel, Suat Akgül, Toprak Erozyonu, Oluşumu ve Koruyucu Önlemler, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 57-61. 1. EROZYON • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM 2. EROZYON OLUŞUMU 2.5. Mekanik Erozyon 2.1. Jeolojik (Doğal, Normal) Erozyon 2.5.1. Toprak Zerrelerinin Ayrılma ve Taşınmaları Erozyonun uzun yıllar içinde, doğal koşullarda oluşmasıdır. Diğer bir deyişle doğal bitki örtüsü altındaki toprağın su, rüzgâr ve yer çekimi gibi faktörlerle aşındırılmasıdır. İnsan müdahalesi olmamış alanlarda, jeolojik zamanlarda, ana maddeden toprak oluşum hızına eşit veya daha az bir hızla oluşur. Yeryüzünde görülen ovalar, vadiler ve taban araziler milyonlarca yıl süregelen jeolojik zamanlardaki erozyon sonucunda oluşmuşlardır. 2.2. Hızlandırılmış Erozyon Doğal koşullarında oluşmuş bitki örtüsü, insanların bilinçsiz kullanması sonucunda zayıflatılıp yok edilerek toprağın erozyona uğraması hızlandırılmış olunur. Erozyon, toprağın oluşumundan daha hızlı olduğu için doğal denge bozulur. Toprak aşınır, bitki besin maddelerince yoksullaşır, toprak sığlaşır, bitki örtüsü zayıflar, böylece erozyonun hızı artar. Bu şekilde birbirinin neden ve sonucu olan ve birbirini kovalayan iki olay, doğa koşullarında hızla devam etmektedir. Hızlandırılmış erozyon olarak isimlendirilen bu olay, rüzgâr, su ve kütle erozyonu olarak üç kısımda incelenir. 2.3. Su Erozyonu Toprak üzerinde, meyil yönünde hareket eden yağmur ve eriyen kar sularının toprak zerrelerini organik materyali ve suda eriyebilen bitki besin elementlerini bulunduğu yerden koparması, taşınması ve depolanması olayına su erozyonu denir. 2.4. Kimyasal Erozyon Yağışlı ve kurak bölge topraklarında infiltrasyon ve kapilarite nedenleriyle bitki besin maddelerinin çözülebilir tuzların yıkanarak veya rüzgâr ile sürüklenerek taşınması olayıdır. Geçirgenliği düşük ve eğimli toprak profillerinde su eriyik ve yarı eriyik bitki besin eğim yönünde taşıyarak verimsizleşmeğe neden olur. • 58 1.1.1.1 Damla Erozyonu Yağmur damlaları çıplak toprak yüzeyine hızla vurarak toprak zerrelerini bağlı bulunduğu kümeden çözüp koparmaları, oynatmaları ve harekete hazır hâle getirmeleri olayıdır. Kopan zerreler, suyla birlikte değişik açılarla havaya sıçrar. Toprak yüzeyi meyilli ise, meyil yönünde sıçrayan zerreler yatay olarak hareket etmiş olurlar. Damlaların aşındırma etkinliği, yağışın yoğunluğu, hızı ve damların iriliğine bağlıdır. Damlanın enerjisi ise, ağırlığına, büyüklüğüne, biçimine, hızına ve yönüne bağlıdır. Damladaki bu enerji toprak zerrelerinin koparılmasını sağlayan başlıca faktördür. Eğer yüzey bitki ve organik artıklar ile kaplı ise enerji kırılır ve böylece de damla aşındırması olmaz. 1.1.1.2 Yüzey Erozyonu Çıplak ve meyilli arazilerde, yağmur damlasıyla yerlerinden koparılan toprak zerrelerinin, yüzey akışla beraber ince bir tabaka hâlinde taşınmasıdır. Yağmurun düşüş hızının, toprağın infiltrasyon hızından fazla olması hâlinde, sızmayan su, meyil yönünde akıma geçerek, yüzey erozyonu oluşturur. Yüzey erozyonun koparma gücü yoktur. Ancak, kopmuş ince parçacıkları taşır. Böylece toprağın üst horizonları taşındığı için bitki gelişmesini engelleyecek şekilde besin maddelerinin azalmasına ve toprakların su tutma kapasitelerinin düşmesine neden olur. Yüzey erozyonu, ince toprak katının taşınmasını gözle takip etmek mümkün değildir. Etkileri uzun süre sonra ince parmakcıklar hâlinde ortaya çıkar. Fakat sürümle izler kaybolur. 1.1.1.3 Parmak (Oluk) Erozyonu: Meyilli arazilerde, yüzey akışa geçen suların erozyona hassas toprakları gözle görülebilir derecede koparılıp küçük kanalcıklar hâlinde taşınmasıdır. Meyil yönünde oluşan bu kanalcıkların derinlik ve genişliği; toprağın fiziksel özelliklerine, meyil uzunluğuna ve derecesine göre değişir. Bazen, toprağın alt horizonlarına kadar inebilen bu kanalcıklar sürümle kaybolur. NİSAN 2011 - SAYI 134• 1.1.1.4 Oyuntu (Yarıntı) Erozyonu Parmak (oluk) erozyonu için gerekli önlemler alınmaz ise, kanalcıklar daha çok derinleşip (60-90 cm) genişleyerek (3-5 cm) sürümle yok edilemeyecek boyutlara ulaşan oyuntular (yarıntılar) oluşur. Böylece daha çok toprak ve su erozyonuna sebep olan bu oyuntular, alt toprağın yapısına göre V ve U şeklinde olurlar. Alt toprak sert yapıya sahipse, oyuntular V şeklini, löslü topraklarda, alüviyum ovalarda, granit veya gnaystan oluşan bitki örtüsüz arazilerde ise genel olarak U kesitli derin oyuntu oluşur. 1.1.1.5 Akarsu Erozyonu Sürekli akarsuların, yatak içinde tabanını oyması ve kıyılarda yatay olarak yatağı aşındırmalarıdır. Akıntı içinde taşınan zerreler ve iri parçalar, asıl hâlde sıçramayla ve sürüklenerek üç şekilde hareket ederler. 3. TOPRAK EROZYONUNA KARŞI ALINACAK ÖNLEMLER Toprak ve su muhafazasının amacı, her çeşit iklimde, her türlü koşullarda, fiziksel, kültürel ve bitkisel yöntemler ile çalışmalar yaparak toprağın yetiştirme gücünü, üretkenliğini devamlı kılmaktır. Bitki toprak ve su dengesinin bozulduğu yerlerde, topraklarımızda etkin koruma yöntemleri uygulanır. 3.1. Bitkisel Tedbirler Bitki münavebesi: İki veya daha çok bitki türünün aynı yerde birbirini izleyerek yetiştirilmesi olarak tanımlanır. Erozyon sorunu olan yerlerde, çapa bitkilerini olanaklar ölçüsünde azaltmak, yerine baklagil ve çayır otları tarımını arttırmalıdır. Ayrıca toprak sık sık işlenmemelidir. Sık işlenen toprakta oksitlenme artar ve toprak yapısı bozulur. Sonuçta organik madde kaybı olur, sonuçta, erozyon sorunu artar. Anız Örtülü Ziraat: Tarımı, bitki (hububat) kalıntılarını kültür arazisi üzerinde yeniden (hububat) bitki ekilebilmesi için bir yıl müddetle muhafaza etme, toprağı hazırlama yöntemidir. Amaç, toprağı dinlendirmek, besin maddesi ve rutubet biriktirmektir. Bitki artığı olarak, tahılgillerin sap samanı, mısır-darı sorgum ve tütün bitkilerinin gövde ve dalları, patates dal-yaprakları, fasulye ve bezelyenin toprak üstü kısımları kullanılır. 3.2. Kültürel tedbirler Araziyi kabiliyetine göre kullanmak: Toprak muhafaza tedbirlerinin birinci ilkesi, her araziyi doğal yeteneğine uygun kullanmaktır. Düz derin topraklı araziler her çeşit kullanışa ayrılırken çok sığ topraklar ve dik meyiller, toprak işlemeye alınmaz. Kontur Tarım: Meyilli tarla, mera arazilerinde toprak işlemenin meyile dik yönde (kontur) yapılmasına denir. % 1-8 meyillerde, orta geçirgen II. sınıf topraklarda uygulanır. Yağışlı bölgelerde ve dik eğimli, geçirimsiz topraklarda uygulanmaz. Bu sayede yüzey akışlarının hızı kesilir ve sürüm karıkçıklarında tutulması sağlanır. Bunun yanında tohumluk ve bitki besin maddelerinin taşınması önlenir, verim miktarı artırılır. Şeritsel Ekim: Su ve rüzgâr erozyonunun problem olduğu tarım alanının tesviye eğrileri yönünde dar şeritler hâlinde kullanılmasıdır. Amaç meyil uzunluğunu şeritlerle kesmek ve erozyon zararlarını azaltmaktır. Şeritsel ekim % 10-15 meyilli tüm tarım arazilerinde 15 - 50 metrelik şeritler hâlinde uygulanabilir. 3.3. Fiziksel Tedbirler Bitkisel ve kültürel toprak muhafaza yöntemleriyle kontrol altına alınmayan arazilerde, fiziksel koruma yöntemi uygulanır. 59 • DOSYA: TOPRAK Çayır ve meraların ıslahı: Meraların aşırı otlatma yapmadan ve bunun sonucu olarak toprak, su erozyonuna sebep olmadan, daimi bir bitki temin edecek şekilde kontrollü otlatılması gerekir. Her yıl bir bölüm sonbahara kadar otlatılmayarak bütün otları tohum bağlanması ve örtünün böylece kendi kendini yenilenmesi sağlanmalıdır. Örtü ve yeşil gübre etkileri: Toprak erozyonunu önlemek, toprak verimliliğini artırmak, organik maddece zenginleştirmek amacı ile ekilen tahılgiller, çayır otları ve baklagil bitkilerine örtü bitkileri denir. Bu bitkilerin toprak üstünde bulunması yağmur damlasının çarpma tesirine karşı toprağı korur. Yağmur sularını tutar ve yüzey akışı azaltır. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM 3.3.1. Teraslar Fiziksel tedbirler arasında en önemlisi teraslardır. Meyilli yerlerde, yüzeysel akış sularını erozyon oluşturmadan akıtmak veya toprağa sızdırmak amacı ile düzeç eğrileri yönünde oluşturulan toprak sırt ve kanallara denir. Kontur tarımsal işlemle şeritsel ekim gibi yöntemle kontrol altına alınamayan arazilerde etkin toprak muhafaza tedbirleridir. 3.3.2. Çevirme kanalları Üst kotlardaki araziden gelecek yüzey akışları toplayıp güvenlikli bir su çıkış yatağına götüren kanallardır. Çevirme kanalları ile daha aşağıdaki iyi araziler, köyler, kentler, çeşitli tesisler vb. yukardan gelecek yüzey akışların zararlarından korunur. Çevirme kanalı terası hendeği veya kuşaklama olarak adlandırılır. Hesaplamada yağışların 10 yıllık tekerrürlü 24 saatlik maksimum miktarları alınır. Kanal uzunluğu 500 m’yi geçmemeli ve otlandırılmalıdır. • 60 3.3.3. Otlu su yolları: Teraslara, çevirme kanalarına, tarla içi sulamalara ve drenaj tesislerine tahliye yeri sağlayan otla kaplı tesislerdir. Arazi içindeki yarıntılar, çeşitli su çıkış yollarının yayvan bir kesit aldırılıp otlandırılarak, yüzey akış sularını, erozyon yapmayacak bir hızla araziden uzaklaştıran tesislerdir. Otlandırmada çabuk gelişen (çayır otları, baklagiller, arpa yulaf) bitkiler kullanılır. Kurak dönemlerde otlar biçilir ve otlatılır. 3.3.4. Rezervuarlar (Gölet, Bent) Derelerin önü toprak dolgu bir gövdeyle kesilerek depolama hacmi sağlanır. Gövdenin yanına gelecek büyük taşkınları geçirmek üzere bir taşkın savağı konur (dolu savak). Böyle bir yapı ile hem derenin suyu hem de taşıdığı mil ve moloz gibi ince ve kaba materyal tutulur. Derenin bir bölümü kontrol altına alınarak aşındırma önlenir. NİSAN 2011 - SAYI 134• DOSYA: TOPRAK 61 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM TÜRKİYE’DE EROZYON SORUNU NEDENLERİ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ ORHAN DOĞAN Prof. Dr. TEMA Vakfı Genel Müdürü D oğal üretim varlıklarımızın bilinçsiz ve hoyratça kullanılması, topraklarımızın erozyon ile aşınmasına, üretim kapasitelerinin düşmesine, çoraklaşmaya ve ekosistemin bozulmasına neden olmaktadır. Arazi kullanım planlaması ve buna bağlı olarak tarımsal üretim planlamasının eksikliği ve/veya yetersizliği ve toprak, su varlığımızın kullanılması, korunması ve geliştirilmesine yönelik yasal, yönetsel ve kültürel önlemlerin yeterince alınamaması, çok önemli sorunlar oluşturmakta ve ülkemizin giderek çölleşmesine neden olmaktadır. Her yıl denizlere, rezervuarlara ve başka ülkelere taşınan yaklaşık 743 milyon ton verimli üst toprağın, kesinlikle alınacak önlemlerle, kabul edilebilir düzeye indirilmesi gerekmektedir. Bunun için ekolojik şartlara göre optimum işletme büyüklüklerinin bir daha verasetle bölünemeyecek biçimde belirlenmesi, arazi toplulaştırma çalışmalarının ülke genelinde yaygınlaştırılması, mera, kışlak, yaylak ve otlakların amenajmanının yapılması, sürdürülebilir tarımın kurallarına uygun biçimde uygulanmasının sağlanması, arazilerin yete- Orhan Doğan, Türkiye’de Erozyon Sorunu Nedenleri ve Çözüm Önerileri, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 62-69. • 62 neklerine göre kullanımının gerektirdiği tedbirlerin alınması kesinlikle zorunludur. NİSAN 2011 - SAYI 134• 1. GİRİŞ yıl olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizde en önemli çevre sorunu niteliğinde Yanlış arazi kullanım sonucu ise dünya arazileri- olan ve insanımızı açlığa, yoksulluğa, susuzluğa ve nin % 26’sı (1.230 milyar ha) tahrip olmaktadır. Bu göçe zorlayan toprak erozyonu çok önemli bir eko- problemin ortaya çıkmasında ilk sırayı % 34.5 ile lojik sorundur. Her yıl ortalama kaybolan 743 milyon aşırı otlatma almakta bunu sırasıyla ormansızlaşma, tona yakın verimli topraklarla birlikte yaklaşık 9 mil- yanlış tarımsal faaliyetler, toprağın yanlış kullanımı yon ton bitki besin maddesi de yitirilmektedir. Bu takip etmektedir. Bunun yanında dünya genelinde özelliği ile de erozyon, toprağında yaşamsal döngü- kuru tarım alanlarının % 70’i çölleşme ve arazi bo- lerinin bozulmasına, ekosistemin ve toprakların ve- zulmasıyla karşı karşıyadır. Her yıl 60 bin km2 alan rimliliklerinin azalmasına neden olmaktadır. Çünkü çölleşmektedir. İnsan etkisiyle çölleşen alan miktarı yüzey akışlar ile taşınan bitki besin maddeleri(gübre ise 48.3 milyon km2 ye ulaşmış ve bu alanlarda ya- dahil) ve pestisitler akarsuların, göllerin, barajların ve şamak için mücadele eden 900 milyon insanı doğru- denizlerin kirlenmesine sebep olmaktadır. dan etkilemektedir. Ülkemizde erozyonun temel kaynağı doğal var- Türkiye’mizde 57,6 milyon hektar alanda eroz- lıklarımızın tahrip edilmesidir. Ülkemizin % 14’ünde yon çok önemli boyuttadır. Ülkemizde, bir kilomet- hafif düzeyde, % 20’sinde orta derecede ve % relik alandan oluşan ortalama yıllık toprak kaybı; 63’ünde ise şiddetli ve çok şiddetli derecede eroz- Avrupa’da oluşan kaybın 10 katı, Avustralya’da yon görülmektedir. oluşan kaybın 3 katı ve Amerika’da oluşan kaybın Erozyona uğrayan topraklarımızın % 99’u su erozyonundan, geriye kalan % 1’i de rüzgâr erozyonundan etkilenmektedir. Dünyada işlenebilir toplam tarım arazisi 3 milyar 200 milyon hektardır. Bu miktarın 1 milyar 475 milyon hektarında işlemeli tarım yapılmaktadır. Son yıllarda kişi başına tarım arazisi gelişmiş ülkelerde % 14.3, gelişmekte olan ülkelerde ise % 40 azalmıştır. Uluslararası Tarım Örgütü FAO’ya göre 2020 yılında dünya nüfusu 1.7 milyar artarak 7 milyara ulaşacak- 2 katıdır. Türkiyede erozyonla oluşan toprak kaybı dünyada oluşan erozyonun 33’te biridir. Başka bir deyimle dünyada kişi başına düşen erozyonla yitirilen toprak miktarı yılda 4 ton iken, ülkemizde maalesef 10 tondur. Çeşitli nedenlerle degrade olmuş (bozulmuş) arazi miktarının tüm arazi alanına oranı: Avustralya’da % 16 tır. Bu durumda kişi başına düşen tarım arazisi 2000 Avrupa’da % 25 yılında 0.23 hektar iken, 2050 yılında 0,5 hektara dü- K. Amerika’da %26 iken şecektir. İnsan nüfusunun bu derece artması beraberinde arazi bozulması açısından çok büyük sorunları da meydana getirecektir. Dünyadaki karaların % 15’i, insanların yanlış faaliyetleri sonucu doğal üretkenliğini kaybetmiştir. Yapılan çalışmalar sonucu dün%12.5’i kimyasal, % 4.2’si fiziksel degradasyona uğramıştır. Bütün bunların sonucunda dünya genelinde yerinden taşınan toprak miktarı 0.5-2.0 t/ha/yıl ve kaybolan toplam toprak miktarı ise 24 milyar ton/ Tarımın dünyada ilk kez başladığı, medeniyetin de beşiği kabul edilen Anadolu’muzda doğal varlıkların düzensiz ve aşırı düzeyde işletilmelerinin doğurduğu sorunları; erozyon, taşlılık, yaşlık (drenaj), çoraklık (tuzluluk ve alkalilik) ve toprak kirliliği gibi fiziksel sorunlar ve ekolojik şartlara göre optimum işletme büyüklüklerinin belirlenmemesi, arazi kullanım planlamasının olmaması, toprak korumalı tarımın uygulanmaması, mülkiyet dağılımındaki düzensizlik, üretim planlamasının olmaması, miras hukukunda- 63 • DOSYA: TOPRAK ya arazi varlığının % 83.7’si su ve rüzgâr erozyonu, TÜRKİYE’de % 80’lere ulaşmaktadır. • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Orman ve Makiliklerin % 54’ünde (12.6 milyon ki yanlışlık vb. sosyo-ekonomik sorunlar olarak ana hektar) başlıklarla özetlemek mümkündür. 2. TÜRKİYE’DE TARIM, ORMAN VE MERA Ülkemizde, aslında VI. ve VII sınıf arazilerin or- ARAZİLERİNDE EROZYONUN BOYUTLARI Ülkemizde yaklaşık olarak 27.7 milyon ha işlemeli tarım, 21.7 milyon hektar çayır ve mera 21.2 milyon hektar orman, çalı ve fundalık arazi mevcuttur. Cumhuriyet’in başlangıcından günümüze kadar tarım arazileri mera ve orman arazileri aleyhine 2,5 man rejimi dışındaki kısımlarının meraya ayrılması gerekirken, bu alanlarda tarım yapıldığı, bazı durumlarda I. – IV. Sınıf arazilerde mera rejiminin uygulandığı da bir gerçektir. Bu nedenle mera alanlarımızdaki toprak ve su koruma sorunları çok daha önemli boyutlara ulaşmıştır. kat artmıştır. Tarım işletmeleri sayısı ise 4 kat artarak Bu konudaki çalışmalara bakıldığında toprak iş- 4 milyonu aşmıştır. Daha önce hane başına 77 dekar lemeye elverişli olan 2,9 milyon ha arazi mera alanı arazi düşerken bu miktar bugün 59 dekar/hane’ye olarak kullanılmaktadır. Bunun tam tersi olan 6 mil- kadar düşmüştür. yon hektar arazi mera ve orman arazisi olması gere- Mülga Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünce ya- kirken bu alanlar tarıma açılmıştır. pılan toprak etütlerine göre; 15.6 milyon hektarda 3. ÜLKEMİZDE EROZYONU OLUŞTURAN diğer bir deyişle toplam alanımızın % 20’sinde orta BAZI NEDENLER derecede, 28.3 milyon hektarında (% 36) şiddetli ve 3.1 İklim Özellikleri ve Topografik Yapı 13.2 milyon hektarında (% 17) çok şiddetli derecede su erozyonu belirlenmiştir. Rüzgâr erozyonu alanları ise 0.5 milyon hektara yakındır. Görüldüğü gibi ülkemiz topraklarının % 73’ü ileri derecelerde erozyona uğramıştır. Erozyon görülmeyen arazilerimiz ancak % 14 civarındadır. Arazilerimizin kullanma yeteneklerine göre erozyon durumları Tablo 1’de verilmiştir. Çeşitli kullanım altındaki arazilerde belirlenen erozyon miktarları ve yüzde değerleri aşağıda verilmiştir. İşlenen Tarım Alanlarının % 59’unda (16.4 milyon hektar) Ülkemiz kurak ve yarı-kurak iklim kuşağında yer almaktadır. Bu nedenle yağışlar genelde yetersiz ve dağılımı da çok düzensizdir. Kış yağışları hâkimdir. Yıllık yağış dağılımı 250 ile 2.500 mm arasında değişmekte ve aşındırma güçleri 15-481 ton-m/ha arasında bulunmaktadır. (Bu ifadenin anlamı; yağışlarımız bölgelere göre 15 ile 481 ton toprağı bir metre yüksekliğe kaldıracak kadar enerjiye sahiptir.) Türkiye’de yükselti, deniz seviyesi ile 5165 metre (Ağrı Dağı) arasında dağılım göstermektedir. Ortalalama yükselti 1132 metre civarındadır. Bu nedenle ülkemiz topografik yönden oldukça dağlık bir yapıya Mera Alanlarının % 64’ünde (12.8 milyon hektar) sahiptir ve dik, sarp eğimler yaygındır (Tablo 2). Top- Tablo 1. Türkiye’de Erozyon Alanı (ha) Erozyon Derecesi İşlemeli Tarıma Uygun II-III-IV. Sınıf Arazi Orta Şiddetli Çok Şiddetli 13.780.260 2.077.270 1.930 İşlemeli Tarıma Uygun Olmayan V-VI-VII. Sınıf Arazi 1.812.215 26.257.668 13.219.548 TOPLAM 15.859.460 41.289.431 Rüzgâr Erozyonu 465.913 • 64 TOPLAM % 15.592.475 28.334.938 13.221.478 27.4 49.6 23.0 57.148.891 100 465.913 NİSAN 2011 - SAYI 134• raklarımızın % 35.7’si, % 0-12 arasında, geri kalanı (%2’den fazla) düzeydedir. Organik maddenin azal- ise % 12’den daha fazla bir eğime sahiptir. Gerekli ması toprakların aşınma duyarlılığını arttırmaktadır. önlemlerin alınmaması nedeniyle az eğimli araziler- Ülkemiz toprakları; erozyona çok hassas bir yapı ve de yüzeysel erozyon, yamaç alanlarda da oluk ve özellik göstermektedir. oyuntu erozyonu mevcuttur. 3.4 Teknik Nedenler 3.2 Etkili Toprak Derinliğinin Yetersizliği Kültür bitkilerinin köklerinin su ve bitki besin maddelerinden yararlanabildiği etkili toprak derinliğine göre topraklarımızı sınıflandırdığımızda arazilerimizin; 1. Arazilerin yeteneklerine göre kullanılmaması, 2. Ormanların çeşitli nedenlerle tahrip edilmesi, 3. Eğimli tarım arazilerinde erozyona karşı gerekli önlem alınmadan tarım yapılması, 4. Meraların düzensiz, kontrolsüz, zamansız ve 29 milyon hektarının 0-20 cm 24 milyon hektarının 50-90 cm ağır biçimde otlatılmaları ve gerekli ıslah tedbirlerinin alınmaması (meralarımızda 3 ha alanda 1 büyük baş hayvan otlatılması gerekirken, 1 ha’da 3 büyükbaş 9 milyon hektarının 50-90 cm 11 milyon hektarının 90 cm’den daha fazla derinliğe sahip olduğu ortaya çıkacaktır. Görüldüğü gibi her türlü bitkisel üretime elverişli toprak derinliğine sahip arazi miktarı yalnızca 11 milyon hektardır. Eğimin dik oluşu, erozyon sorununun etkin biçimde çözümlenemeyişi, yanlış arazi kullanımları, hayvan otlatılmaktadır.), 5. Gerekli bitkisel, kültürel ve fiziksel toprak muhafaza tedbirlerinin yeterince alınmaması vb. 3.5 Sosyo – Ekonomik Nedenler 1. Arazilerin mülkiyet dağılımının düzensizliği yağışların düzensiz dağılımı, erozyon potansiyelinin 2. Arazi toplulaştırmaya yeterince girilememesi, değişkenliği gibi iklim faktörlerinin etkileri sonucu 3. Arazilerin büyük bölümünün kiracılıkla işletil- toprak derinlikleri giderek azalmakta, tarımsal üretim mesi, bu nedenle modern tarım teknolojisine yete- düzeyi de düşmektedir. rince önem verilmemesi, 3.3 Topraklarımızın Organik Madde Yönünden Fakir Oluşu 4. Tarımsal işletmelerin küçülmesi ve çok parçalı hâle dönüşmesi. Topraklarımızın % 64’ü organik maddece fakir Toprak varlığımızdaki fiziksel sorunların yanı sıra, (%1’den az), % 22’si orta (%1-2), % 14’ü ise yeterli arazi kullanma şekline ve tarım arazilerinin tarım dışı Tablo 2- Türkiye’deki Eğim Dağılımı Eğim (%) Yayıldığı Alan (ha) Toplam Alana Göre (%) AÇIKLAMA 0-2 9.704.097 11.8 Tarıma çok elverişli Hafif 2-6 8.476.067 10.3 Tarıma elverişli Orta 6-12 10.514.253 13.6 Kısmen ve önlemle tarıma elverişli Dik 12-20 10.747.597 14.7 Yoğun önlemle tarıma elverişli Çok dik 20-30 13.368.866 17.2 Mera ve ormana elverişli Sarp +30 23.015.669 13.5 Önlemle mera ve ormana elverişli 65 • DOSYA: TOPRAK Düz • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM amaçlarla kullanımına ilişkin sorunlar da topraklarımıza daha çok önem vermemizi, sahip çıkmamızı ve korumamızı zorunlu kılmaktadır. Arazi yetenek sınıflarına göre; I., II., III. IV ve V. sınıf araziler her türlü kullanmaya; V., VI., VII. sınıf araziler ise yalnız mera ve orman olarak kullanmaya elverişlidir. I.-IV. sınıf arazilerde 1.5 milyon hektar orman ve fundalık yer alırken, arazi kullanma yeteneği yönünden orman ve mera olması gereken, 6.1 - İstanbul’da 2009 yılında yaşanan ve 32 vatandaşımızın öldüğü sel felaketi, - Doğu Karadeniz illerinde yaşanan ölümcül sel felaketleri ve heyelanlar, - 19-21 Mayıs 1998’de Batı Karadeniz Bölgesinde yaşanan sel olayı, - 7 Ağustos 1998’deki Trabzon-Sürmene-Köprübaşı ve Beşköy’de görülen heyelan ve sel felaketi, milyon hektarlık arazi kesinlikle uygun olmamasına - 13 Temmuz 1995’te 74 kişinin ölümü ve trilyon- karşın işlemeli tarım arazisi olarak kullanılmaktadır. lara ulaşan mal kaybına neden olan Isparta/Senir- Ayrıca tarımsal potansiyeli yüksek I. ve IV. sınıf ara- kent sel ve taşkını, ziler tarım dışı amaçlarla kullanılmaktadır (Sanayileşme, şehirleşme, tuğla ocakları vs.). Oysa konut ve sanayi arsaları için VI. ve VII sınıf sağlam zeminli araziler tahsis edilmelidir (Kötü örnek: 17 Ağustos 1999 Marmara Bölgesi Depremi) Ülkemizdeki arazi kabiliyet sınıflamasına uygun biçimde veya amacı doğrultusunda kullanılan arazi miktarı, tüm alanın yaklaşık % 66’sı kadardır. O - 4-5 Kasım 1995’te 64 kişinin öldüğü İzmir/Karşıyaka sel baskını, - 19-20 Haziran 1990’da 55 kişinin öldüğü Trabzon taşkın olayını örneklemek mümkündür. Son 27 yıl içerinde DSİ envanter verilerine göre taşkınlardan kaynaklanan ekonomik kayıp yılda ortalama 100 milyon Amerikan dolarının üzerindedir. hâlde amacı dışında kullanılan yaklaşık 25 milyon 4.2 Baraj ve Göletlerin Sedimentle Dolarak hektar alan mevcuttur (tüm arazi varlığımızın % Ekonomik Ömürlerinin Kısalması 32.6’sı). Bu gerçekler ülkemizde arazi kullanım plan- Büyük yatırımlar yapılarak tesis edilen baraj ve lamasının yapılmasına kesinlikle ihtiyaç olduğunu göstermektedir. göletler, akarsu ve yüzey akışların taşıdığı toprak materyali ile planlanan ekonomik ömürlerinden daha Tarım kesiminde nüfusun bir bölümünün top- kısa sürede dolmakta ve işlevlerini yitirmektedir. Ge- raksız oluşu, tarım işletmelerinde arazi yetersizliği nelde ekonomik ömrü 50 yıl olarak belirlenen bazı ve arazi mülkiyetinin dengesiz dağılımı, tarım işlet- barajların aşırı erozyon etkisiyle planlanmış ölü ha- melerinde arazilerin küçük parçalar hâlinde dağınık cimlerinin 15-20 yılda (Karamanlı 13, Altınapa 10, ve şekillerinin düzensiz oluşu, tarımsal yapıya ilişkin Kartalkaya 19, Kemer 22 yıl) dolduğu görülmektedir. sorunlar olarak karşımıza çıkmakta ve toprak varlı- Fırat üzerinde tesis edilen Keban Barajı’na her yıl ğımızı en iyi şekilde kullanmamızı bir başka açıdan engellemektedir. 4. EROZYONUN NEDEN OLDUĞU SOSYO EKONOMİK YIKIMLAR 4.1 Taşkınların ve Heyelanların Artması Yağışlar ve oluşan yüzeysel akışlar nedeniyle bitki örtüsünün yoksun olduğu alanlarda sel ve taşkınlar oluşmakta, yerleşim alanlarında büyük felaketler meydana gelmektedir. • 66 en az 32 milyon ton toprak taşınmış ve tesis tarihi olan 1974 yılından bugüne kadar toplam bir milyar ton toprak baraj tabanında yığılmıştır. DSİ ve EİEİ tarafından bazı istasyonlarda yapılan ölçümlere göre; Dicle Nehri-Cizre 26,7 milyon ton/yıl Fırat-Dutluca 16,8 milyon ton/yıl Kızılırmak – İnözü 15,7 milyon ton/yıl NİSAN 2011 - SAYI 134• Murat-Palu 15,1 milyon ton/yıl Murat Nehri-Akkonak 8,8 milyon ton/yıl Çoruh – Karşıköy 7,8 milyon ton/yıl sağlamak, erozyon, taşkın, sel ve heyelanlarla mücadele etmek üzere görevlendirilmiş büyük kuruluşları; - Üst havzaların orman rejimine tabi alanlarında Kelkit- Faklı 6,9 milyon ton/yıl ağaçlandırma, erozyon kontrolü ve orman içi mera Ceyhan-Misis 5,7 milyon ton/yıl ıslahı ve amenajmanı ile ilgili çalışmalar yapan ÇEV- Sediment taşımaktadır. 4.3 Erozyon Nedeniyle Kırsaldan Kente Göçün Hızlanması Erozyon sonucu arazilerin verimliliğinin azalması, dere, çay ve pınarların kuruması kırsal bölge insanının topraktan koparak kente göçünü hızlandırmıştır. Bugün Anadolu’da terk edilen birçok tarla ve köy mevcuttur. Aktif çalışan insan gücünün kentlere yığılması; kentlerde varoşların oluşmasına; sosyoekonomik ve siyasal sorunların artmasına neden olmaktadır. Bütün bunların yanında arazi mülkiyet sistemi, RE ve ORMAN BAKANLIĞI, - Tarım, mera, yaylak, kışlak ve çayır alanlarının korunması ve geliştirilmesi, toprak varlığımızın etüt, envanter ve haritalamalarının yapılmasına ilişkin hizmetler de veren KÖY HİZMETLERİ Genel Müdürlüğü (2005 yılında kapatıldı.), - Akarsu yataklarının ıslahı ve yamaçlarının stabilizasyonu çalışmalarını ve akım ve sediment ölçümlerini yapan DSİ Genel Müdürlüğü, - Ülkede mevcut 25 büyük su havzasında akım ve sediment ölçümleri yapan EİE İdaresi Genel Müdürlüğü, işsizlik ve tarımsal girdi yetersizliği dâhil genellik- - Tarımsal üretimin arttırılması, meraların ame- le sosyal ve ekonomik nedenler olarak sıralamak najmanının sağlanması amacı ile çalışmalar yapan mümkündür TARIM ve KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI olarak sıralamak 4.4 Erozyon Nedeniyle Meraların ve Ormanların Bitki Örtüsünün Zayıflaması Meralarda aşırı otlatma, erken otlatma ve amenajman tedbirlerinin yeterince alınmaması nedeniyle bitki örtüsü tahrip olmakta ve yok olmaktadır. Bu mümkündür. Bu kuruşlara ek olarak TEMA, ÇEKÜL, Türkiye Tabiatını Koruma Derneği vb. sivil toplum örgütleri de erozyon olayında kamuoyunun oluşturulmasında halkın bilgilendirilmesinde büyük çabaları olmaktadır. nedenle hayvancılığımız giderek gerilemekte ve hay- Erozyon ile mücadeleye 1950 yıllarında başlanıl- vansal üretim düşmektedir. Bunun sonucu hayvan- masına rağmen arzulanan seviyeye ulaşılamadığı da sal üretim yönünden ülkemiz ihracatçı konumdan bir gerçektir. Tüm kamu kuruluşlarınca yapılan eroz- ithalatçı duruma düşmüştür Orman sektörü de aynı yon kontrol ve ağaçlandırma çalışmaları 50 yılda olumsuzlukları yaşamaktadır. yaklaşık 4 milyon hektar civarındadır. Bugüne kadar Bozuk ve çok bozuk orman alanlarında, erozyon sonucu üst toprak taşınmakta, anakaya yüzeye çıkmakta ve ağaçlardan düşen tohumların çimlenmesine elverişli koşullar ortadan kalkmaktadır. Böylelikle 5. EROZYON İLE MÜCADELEDE ÇALIŞAN KURULUŞLAR Toprak ve su varlıklarımızın sürdürülebilirliğini alanın ancak % 7’sinde çalışma yapılabilmiştir. Bu çalışma hızı ile sorunlu alanların 700-750 yılda ıslah edilebileceği hesaplanmaktadır. 6. TEMA, TÜRKİYE EROZYONLA MÜCADELE AĞAÇLANDIRMA VE DOĞAL VARLIKLARI KORUMA VAKFI Devletimiz, erozyon ve çölleşme tehdidinin uzun zamandır bilincindedir ve bu konuda çalış- 67 • DOSYA: TOPRAK ormanın kendini yenileme kapasitesi düşmektedir. 57 milyon hektarlık şiddetli erozyona maruz kalan • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM malar yapılmış ve yapılmaktadır. Örneğin Konya Karapınar’da TOPRAKSU tarafından rüzgâr erozyonuna karşı uygulanan proje dünyaya örnek olmuş, takdir edilmiştir. Bununla beraber, erozyon sorununun büyüklüğünü, tehlikesini ve mücadelenin önemini kamuoyunun gündemine taşıyan, 1992 yılında bir avuç gönüllü tarafından kurulan TEMA (Türkiye Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı) olmuştur. Toprak Dede Hayrettin Karaca ve Yaprak Dede Nihat Gökyiğit olarak anılan iki doğa aşığı muhterem insanın açtığı yolda ilerleyen TEMA Vakfı Gönüllüleri’nin sayısı ülke genelinde 407.000’i aşmıştır. Minik TEMA, Yavru TEMA, Genç TEMA, TEMA Temsilcileri ve Gönüllü Sorumluları ile ülke genelinde faaliyet gösteren Gönüllüler, TEMA Vakfının en büyük gücüdür. TEMA Vakfının topraklarımıza yaptığı en büyük hizmet, bizzat hazırlanmasına ve yasalaşmasına katkı sağladığı 4342 sayılı Mera Yasası (1998) ile 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu’dur (2005). Bu iki yasanın tüm maddelerinin uygulanması ve bu yasaları uygulayacak teşkilatın kurulması ülkemizde erozyonla mücadele için atılması gereken önemli adımlardır. Vakıf ayrıca erozyonla mücadelenin mümkün olduğunu ispat etmek üzere ülke geneline örnek nitelikte toplam 149 kırsal kalkınma, biyolojik çeşitliliği önleme ve ağaçlandırma projesi uygulamaktadır. Ağaçlandırma projeleri ile toprakla buluşturulan yaklaşık 8.5 milyon fidan, halkımıza, ağaç ve orman sevgisinin aşılanmasına katkı sağlamıştır. Tüm bu çalışmalar Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığı ile başarılı bir şekilde koordine edilerek uygulanmaktadır. 7. SONUÇ ve ÖNERİLER Toprak varlığımızın korunması, geliştirilmesi ve sürdürülebilirliğinin sağlanarak en üst düzeyde üretimde kullanılması, insan-toprak ilişkilerinin uygun ve etkin biçimde düzenlenmesi toprak varlıklarının rasyonel ve bilinçli biçimde kullanılması ile mümkündür. Bugün en önemli ekolojik çevre sorunu niteliğindeki erozyon ve yanlış arazi kullanımlarının • 68 önlenmesi için gerekli hükümler içeren anayasa ve yasalar ya yeterli etkinlikte değil veya yalnızca yazılı belgelerde kalmakta ve gerektiği gibi uygulanamamaktadır. O hâlde, her sektörde büyük atılım gösteren Türkiye’mizde toprak ve su varlığımızın hatasız ve bilinçli kullanımına yönelik yasal ve yönetsel tedbirlerin alınması gereklidir. Doğal varlıklarımızdan toprakların kullanımı, korunması ve geliştirilmesine yönelik mevcut yasa, yönetmelik, kararname ve tebliğler yeniden gözden geçirilerek etkinlik ve uygulanırlıkları arttırılmalı, kuruluşlar arasında işbirliği ve koordinasyon sağlanmalıdır. Ayrıntılı toprak etütleri, haritalama, arazilerin yeteneklerine göre sınıflanması ve bunlardan giderek Arazi Kullanım Planlamaları yapılmalıdır (5403 Sayılı Yasanın 10. maddesi). Yerel bazda ve havza bazında, daha sonra da ülke genelinde, yapılması gerekli olan Arazi Kullanım Planlaması’nın gerçekleştirilmesi için gerekli çalışmaların, her düzeyde ele alınması ve başlatılması zorunludur. “Tarımsal altyapı faaliyetlerinin daha etkin yürütülmesini sağlamak için, halen İl Özel İdareleri bünyesinde yürütülen sulama, toprak muhafaza, arazi toplulaştırma, tarla içi geliştirme ve drenaj hizmetlerini gerçekleştirmek üzere yeni bir Genel Müdürlük oluşturulması gereklidir. Böylece; ülke genelindeki 57.6 milyon hektarda görülen erozyonun etkinliğinin azaltılması, 28 milyon hektarlık taşlı arazinin ıslahı, 1.5 milyon hektar alanda görülen çoraklığın ıslahı, 2.8 milyon hektar alandaki drenaj bozukluğunun giderilmesi, arazi toplulaştırılmasının hız kazanması, kırsal kesime hayat veren göletlerin arttırılması, sulama, tesviye, drenaj gibi tarla içi geliştirme hizmetlerinin büyük ivme kazanması, toprak ve su varlıklarımızın geliştirilmesi ve en üst düzeyde üretimde kullanılmasını sağlayan verilerin saptanması, tarımsal sorunların çözümü, topraklarımızın sürdürülebilirliği amacı ile sağlanmış olacaktır. Parçalanmış ve üretimde etkinliğini yitirmiş arazilerin toplulaştırılmasına hız ve etkinlik verecek teknik ve yasal düzenlemelere ihtiyaç vardır. Bu amaçla NİSAN 2011 - SAYI 134• arazi toplulaştırma çalışmalarına öncelik verilmelidir. (5403 sayılı Yasanın 17. maddesi). Toprak korunmasında, kırsal kesim insanlarının çözümler bulma ve uygulama konusunda katılımcı olmalarını sağlayan mekanizmalar geliştirilmelidir, böylece erozyon sorununu havzada yaşayan ve doğal varlıkları yanlış kullanan yöre insanı ile birlikte çözmek mümkün olabilir. Erozyonla mücadele havza bazında yapılmalı, havzaya hizmet götüren tüm kuruluşların yöre halkının katılımı ile hazırladıkları gelir arttırıcı faaliyetlerle desteklenen entegre projeler üretilmeli ve uygulanmalıdır (Doğu Anadolu Su Havzası Rehabilitasyon Projesi’nde olduğu gibi). 4122 Sayılı Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberlik Kanunu’na yaptırım gücü kazandıracak ilave hükümler konulmalıdır. Ekolojik şartlara göre optimum tarımsal işletme büyüklüklerinin belirlenmesi ve parçalanmasının önlenmesi için gerekli teknik ve yasal tedbirlerin alınması şarttır. Bu nedenle tarımsal işletmelerin parçalanmasını önlemek amacıyla, Medeni Kanun’un veraset ve intikalini düzenleyen maddelerinde gerekli değişiklikler yapılmalıdır. Yanlış arazi kullanımını zorlayan sebepler belirlenip çözülmeli, sadece toprağı yerinde tutmak değil, aynı zamanda çiftçilere kısa vadede önemli gelir getirici koruma tedbirlerine önem verilmelidir. Ayrıca; sürdürülebilir tarımı teşvik edecek prog- rel tarım sistemlerine kolayca uyabilen toprak koruma tedbir paketleri üretilmelidir. Köylümüzü ve çiftçimizi toprakla ve tarımla barıştırmaya yönelik mekanizmalar geliştirilmelidir. Tarımsal altyapının geliştirilmesi ve erozyon ile mücadelede halkın katılımı kesinlikle sağlanmalıdır. İleri düzeydeki ülkelerde uygulandığı gibi, toprak ve su muhafazası dersinin diğer dersler gibi ilkokuldan itibaren öğrencilere okutulmasını ve bu dersin yetkili mühendislerce verilmesini sağlamak gereklidir. Ziraat, Orman, İnşaat ve Çevre Mühendisliği fakültelerinde ayrıntılı ve uygulamaya yönelik toprak ve su muhafaza dersleri verilmeli, kamu kuruluşlarında hizmet içi eğitimle genç, uygulayıcı mühendislerin yetişmeleri sağlanmalıdır. Radyo, televizyon ve basın yoluyla erozyon olayının önemi halka anlatılmalı ve tedbirleri uygulamalı olarak gösterilmelidir. Toprak ve su varlıklarının geliştirilmesi amacı ile hazırlanan plan ve projelerde kullanılan kriterlerin kesinlikle araştırma bulgularına dayandırılmaları gereklidir. Bu doğal varlıkların üretimde kullanılması büyük yatırımları gerektirdiğinden yatırım miktarlarına oranla araştırma hizmetlerine ayrılan ödeneklerin de yeterli düzeyde olması sağlanmalıdır. Erozyon da deprem, taşkın, heyelan gibi doğal afet kabul edilmeli, tasarruf tedbirlerinden etkilenmemelidir. Erozyon ve toprak degradasyonu ülke gelişmesini engelleyen ve sosyo-ekonomik sorunların çığ gibi büyümesine sebep olan çok önemli bir çevre sorunudur. Toprakların bilinçli kullanılması, kişinin doğduğu yerde mutlu edilmesi, kırsal ve kentsel yaşam arasındaki yaşam seviye farkının en aza indirilmesi için sosyal barışın topraktan geleceği gerçeği de düşünülerek toprak bozulmaları ve erozyon ile mücadeleye çok önem verilmelidir. Unutmayalım ki üretilemeyen tek kaynak, bir avuç topraktır. Gelişmiş ülkelerle geri kalmış ülkeler arasındaki farkı yaratan yarım metrelik toprak kalınlığıdır. 69 • DOSYA: TOPRAK Akılcı ve etkin biçimde arazi kullanımlarının yapılabilmesi için; her türlü kullanım altındaki arazilerin yeteneklerine uygun şekilde yönetimi gerekir. I., II., III. sınıf tarım arazilerinin amaç dışı kullanımlarını engellemek üzere, Tarımsal SİT Alanları olarak kabul edilmesinde yarar vardır. Büyük ovaların belirlenmesi,Tarımsal SİT alanı olarak tescil edilmesi (5403 Sayılı Yasanın 14. Maddesi), meraların ıslahı, yönetimi ve korunmasına ilişkin 4342 Sayılı Mera Yasası’na bir an önce işlerlik kazandırılmalıdır. Bu amaçla tapu ve kadastro çalışmalarına hız verilmelidir. ram ve politikalar geliştirilmeli ve uygulanmalıdır. Ye- • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM ÂŞIK VEYSEL’İN DUYGU VE DÜŞÜNCE DÜNYASINDA TOPRAK MEHMET ÇERİBAŞ Dr., Dumlupınar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü D ivân ve tekke edebiyatında daha çok ilahî cephesiyle ele alınan toprak, halk edebiyatının diğer dallarında ve çağdaş Türk edebiyatında her iki yönüyle dile getirilmiştir. Ünlü halk ozanımız Âşık Veysel de toprağa hem müşahhas hem de mücerret yönüyle bakar. Tasavvuf akidesinden gelen düşüncelerle, kendi tecrübelerinin temelinde oluşturduğu düşünceleri hemhâl olmuştur: Şairin, “Aslıma Karışıp Toprak Olunca” başlıklı şiirinde cismani varlığımız temelini toprağa bağlayan görüşü ile Yüce Rabbimizin “Ant olsun Biz insanı (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık”1, “İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raci’un (Şüphesiz Biz Allah’tan Geldik ve Şüphesiz Dönüşümüz O’nadır”2 Ayet-i Kerimeleri arasında bilgi ve inanç bakımından mükemmel bir terkip kurduğuna, Yunusça bir ses ve söyleyişe şahit oluruz: Aslıma karışıp toprak olunca, Çiçek olur mezarımı süslerim. Dağlar yeşil giyer bulutlar ağlar, Gökyüzünde dalgalanır seslerim. Ne zaman toprakla birleşir cismim, Cümle mahlûk ile bir olur ismim. Mehmet Çeribaş, Âşık Veysel’in Duygu ve Düşünce Dünyasında Toprak, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 70-72. • 70 Ne hasudum kalır ne de bir hasmım, Eski düşmanlarım olur dostlarım. NİSAN 2011 - SAYI 134• Cömertlik toprağa verilmiş Hak’tan Benim sadık yârim kara topraktır. dizelerinde en güzel hâliyle dile getirir. Veysel, aynı dizelerde toprağın cömertliğine değinirken aslında Hakk’ın cömertliğinden de dem vurmaktadır. Bu ilişki içinde şair, toprağa kavuşmayı da Hakk’a (gerçek dosta) kavuşmak gibi idrak etmektedir. Bu düşünce temelinde Veysel, bütün Alevî-Bektaşî şairlerinden gördüğümüz Hakk-İnsan (Vahdet-i Vücud) benzerliği düşüncesine de işaret etmektedir. Şair, şiirinin başka bir dörtlüğünde toprağı müşahhas özellikleriyle ele alır. Toprak kendisine ilgi gösterene karşı bütün âlicenaplığını ortaya koyarken, kendisine ilgi göstermeyen, gereği kadar değer Evvel de topraktır sonra da adım, Geldim gittim bu sahnede oynadım. Türlü türlü tebdilata uğradım, Gâhi viran şen olurdu postlarım. Veysel, Kara Toprak şiirinde toprağı dostluk, vefa, cömertlik, tahammül-hoşgörü, ölüm gibi temlerle anlatmaktadır. vermeyenlere karşı da ilgisizdir. Toprak, cömertliğine karşı insandan az da olsa vefa beklemektedir. Şair, bu düşüncesini şu dörtlüğünde dile gelir. Koyun verdi, kuzu verdi, süt verdi. Yemek verdi, ekmek verdi, et verdi. Kazma ile dövmeyince kıt verdi. Benim sadık yârim kara topraktır. Dost dost diye nicesine sarıldım, Veysel, aynı şirininin başka bir dörtlüğünde Benim sadık yârim kara topraktır. “Âdem’den bu deme neslim getirdi” diyerek insanın Beyhude dolandım, boşa yoruldum, yaratılışına ve hayatını idame ettirişine dair düşünce- Benim sadık yârim kara topraktır. Bir dileğin varsa iste Allah’tan, Almak için uzak gitme topraktan. içine alan bütün insanlığa şamil aynı varlıktan gelme düşüncesidir. Bu düşünceler, şu dizelerde açık olarak ortaya konur: Âdem’den bu deme neslim getirdi. Bana türlü türlü meyve bitirdi. Her gün beni tepesinde götürdü. Benim sadık yârim kara topraktır. Veysel yaratılışa dair düşüncelerini, nefsi terbiye etmenin önemini, insanlar arasında yaratılış bakımından ve Allah’ın nazarında farklılık olmadığını anlatmak için toprak imgesini “Beni Hor Görme Gardaşım” başlıklı şiirinde de halk dilini bütün samimiyeti ve sıcaklığı ile kullanır: 71 • DOSYA: TOPRAK Veysel, suret-i Hak’tan nice insanlar görmüş, hepsinin gerçek yüzünü tanımış ve anlamıştır ki gerçek dost topraktır. Veysel, bu dörtlükte bunun ötesinde ölüm temine de gönderme yaparak, insanın müşahhas varlığıyla toprağa döneceğini de hatırlatıyor ve Rabbimizin (Topraktan geldiniz toprağa döneceksiniz) uyarısını da dile getiriyor. Toprak, Veysel’e kapısını her şeyiyle açmıştır. Veysel’in zenginliği, fakirliği, iyiliği veya kötülüğü ile hiç ilgilenmemiştir. Veysel’de toprak, bütün kötülükleri yutacak kadar geniş, bütün varlığını ona verecek kadar da cömerttir. Veysel bu fikrini: lerini de ortaya koyuyor. Bu düşünce, Hz. Âdem’i de • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Topraktandır cümle beden, Hakikat istersen açık bir nokta Nefsini öldür ölmeden. Allah kula yakın, kul da Allah’a Böyle emretmiş Yaradan, Hakkın gizli hazinesi toprakta Sen kalemsin ben uç muyum? Benim sadık yârim kara topraktır. Tabiata Veysel âşık, Topraktan olduk kardaşık, Aynı yolcuyuz yoldaşık, Sen yolcusun ben bac mıyım? Veysel bu dizelerde, Hz. Ali (r.a)’nin, “topraktan gelen insanın toprak üstünde böbürlenip kibirlenmesi münasip olmaz” sözünü de -belki de farkında olmadan- tekrar dile getirmiş olur. Veysel, ümmî olmasına rağmen gelenekten beslenmiş, bilgi kaynağını gelenekten almıştır. Aşağıdaki dörtlükler onun ilmine delil sayılmasa da irfanına dair işaretlerle doludur. Veysel bu dörtlükte, tam da tasavvufta olduğu gibi toprak-sûfî benzerliğine uygun duygu ve düşüncelerini dile getirir. Veysel bu anlamda toprağı, mütevaziliğin, hoşgörünün ve cömertçe kucaklamanın sembolü olarak idrak eder, toprak onda dile geliş şekliyle kanlı-canlı sıcacık yüzüyle bizi karşılayan en iyi dost ve tahammül abidesi olarak anlatılır: Karnın yardım kazmayınan, belinen, Yüzün yırttım tırnağınan, elinen, Yine beni karşıladı gülünen, Benim sadık yârim kara topraktır. İşkence yaptıkça bana gülerdi Bunda yalan yoktur herkes de gördü Bir çekirdek verdim, dört bostan verdi Benim sadık yârim kara topraktır. Veysel, hayat döngüsünü anlayacak hem akıl gücüne hem de duygu derinliğine sahip bir âşıktır. Aşağıdaki dörtlükler onun insan yaşamına dair düşüncelerine rehberlik etmektedir. “Hakikat istersen açık bir nokta, Allah kula yakın, kul da Allah’a” derken hem ölümün ansızın gelişine hem de Allah’ın “Biz, sizlere şah damarınızdan daha yakınız”3 kelamına gönderme yapar; gerçek sevgilinin toprak, toprak üzerinden de Yüce Yaratıcı olduğunu söyler: • 72 Âşık Veysel’in aşağıdaki dörtlüklerini okuyunca Mevlânâ’nın “Dinle neyden kim hikâyet etmede, ayrılıklardan şikâyet etmede” dizeleri akla gelmektedir. Veysel dünyayı Mevlana gibi, ıstırapların yurdu, gurbet olarak idrak etmektedir. Veysel için ıstıraplardan kurtulmanın yolu toprağın kusurları ve hataları gizleyen genişliğine ve hoşgörüsüne sığınmaktır. Onun nazarında toprağa kavuşmak, mutlak âleme geri dönmek; yani bir tür ‘şeb-i arus’tur. Bütün kusurumu toprak gizliyor, Merhem çalıp yaralarım düzlüyor, Kolun açmış yollarımı gözlüyor, Benim sadık yârim kara topraktır. Âşık Veysel, Anadolu’nun tam da ortasında, bozkırda yetişmiştir. Yunus Emre’yi, Hacı Bektaş-ı Veli’yi ve Mevlana’yı yetiştiren bu topraklar, Veysel evladını da unutmamış, varlığında bitmez bir hazine olan insan sevgisinden ona da bolca sunmuştur. Bu nedenle Veysel’de bitmez bir hoşgörü, varlığının nereye bağlı olduğunu sezen büyük bir feraset gücü vardır. Yunus’un “sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır” sözünü kendine şiar eylediği anlaşılan Veysel’in hem kendini hem de bu âlemi iyi tanıdığı; varlığının nelere bağlı olduğunu idrak ettiği ve bu dünyaya geliş amacını bilerek bir yaşam sürdüğü anlaşılmaktadır. Azeri şair Bahtiyar Vahabzade’nin “Yunus Emre zirvesinden Veysel, Veysel zirvesinden ise Yunus görünür”4 sözü Veysel’in tasavvufi şiirlerindeki duygu ve seziş gücünü göstermektedir. Bu bağlamda Âşık Veysel’i gönül bakımından Yunus’a, fikir bakımından Hacı Bektaş-ı Veli’ye ve Mevlânâ’ya bağlayabiliriz. Veysel’i, kullandığı dil, şiirlerinin iç ve dış yapısı bakımından da Türk âşıklık geleneğinin en büyük temsilcilerinden biri olarak görebiliriz. ___________________________________________________ 1 Hicr Suresi, 15/26. 2 Bakara Suresi, 156. 3 Kaf Suresi, 16. 4 www.bilgicenneti.com (16.03.2010) NİSAN 2011 - SAYI 134• KISSADAN HİSSE KADİR YATAĞAN Şu fâni dünyada çok çile gördüm Ömür peteğini mihnetle ördüm Zalimden mazlumdan habersiz kördüm Başa gelenleri yazıver gitsin Cefayı çekmeyen sefayı bilmez Aksa da gözyaşın muhannet silmez Namert olana boyun eğilmez Selamı sabahı kesiver gitsin Dertler harmanlaşıp olsa da yığın Bela rüzgârından Allah’a sığın İbadet katığın iman azığın Edep rotasında geziver gitsin Tamah ehli olup düz yoldan sapma Nimeti horlayıp nankörlük yapma Âcizin elinden ekmeği kapma Doğruyu yanlışı diziver gitsin Kıssadan hisseymiş Kadir’in sözü İnsanca yaşamak hayatın özü Onurlu hayata çevir de gözü Selam niyetine esiver gitsin 73 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM DENİZ ZAHİT GENÇ İHL Öğretmeni / OSMANİYE Mehtaplı bir gecede varsam kıyına deniz Gönlümdeki sevgiyi sularında saklasam Kirlenmiş duygularla karardıkça kalbimiz Sularında yıkayıp köpük köpük aklasam Al beni götür deniz, al götür uzaklara Yeter artık bir ömür kıyılarda durduğum Yoruldular bakmaktan gözlerim ufuklara Kimin umurunda ki ne hayaller kurduğum Al mehtabı koynuna şöyle bir efkâr dağıt Pırıl pırıl parlasın sularında yakamoz Ne inleme duyulsun ne de bir acı ağıt Uzaklaşsın kıyılar, enginlere yolumuz Söylesene ey deniz! Var mı sende ihtiras? Kıyıları döversin düşmanın mı karalar? Üstündeki bu efkâr zannetme ki sana has Şu dönen martılarda bir deniz tutkusu var Üzerinde gemiler sessiz sessiz yol alsın Ufukta bekleyen var, dönme artık geriye Sil gönlünden karayı, kıyıda bir iz kalsın Yalnız garipler bilir bu yolculuk nereye • 74 NİSAN 2011 - SAYI 134• İSTANBUL İLKNUR EROL Trabzon Yol İş Sendikası İlköğretim Okulu Sınıf Öğretmeni Akar yedi tepeden kutsal çağrının sesi İstanbul, güzel şehir, Peygamber müjdesi Göklerini süslüyor her yanda minareler Bağrında nice erler, vecde durmuş türbeler Akşamın perdeleri inerken Kanlıca’dan Mütevekkil dumanlar tüterken her bacadan Çamlıca sırtlarında bir nebze soluklandım Fatih’i, Kanuni’yi, Sultan Selim’i andım Adım başı karşıma çıkan bir eski yapı Açar tahayyülüme uzaklardan bir kapı Geçmişte, gelecekte sen muhteşem sevgili Üstünden eksilmesin evliyaların eli Hakkındır tüm dünyanın gönüllerine kurul Sebebinle çağları değiştirdin İstanbul Şair Yahya Kemal’e hak verdim bir kez daha Akarken zaman an an gecelerden sabaha Anlıyorum ki sana, kâfi değil bir ömür Gönüllerde tahtını kıyamete kadar sür 75 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM DOST HAVVA ÖZEREN Yiğitler Kız Teknik ve Meslek Lisesi Müdürü Yıldırım / BURSA B azı geceler uykunuz kaçar. Bir dostunuzun derdini dert edinerek, kendi dünyanızda çözümler düşünür ve mutlulukla o an yanınızda olmayan dostunuza sarılırcasına yorganınıza sarılıp uyursunuz ya... Hani bir yerlerde karşılaşırsınız. Bir bakkaldan ekmek alırken, bir parkta çocuğunuzu sallarken, bir bankın üzerinde denizi seyrederken, otobüs durağında otobüs beklerken, sıkıcı bir toplantı arasında göz göze gelip aynı ifadelerle birbirinize baktığınız kişi, bir de bakarsınız ki sıkı bir dostunuz olmuş. Hep arkadaşlıklar böyle başlamaz mı? Havva Özeren, Dost, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 76-77. • 76 Anne-babayı, kardeşi seçme hakkımız yok. Ama eş, arkadaş ve dostlarımızı seçeriz. Hem de öylesine değil, inceden inceye araştırırız. Mevlânâ Hazretleri’nin dediği gibi, “Bir kimseyi tanımak istiyorsan düşüp kalktığı arkadaşlarına bak.” sözünü prensip edinerek; hareketleri, konuşma şekli, tarzı, arkadaş grupları, bize kendini tanıttığı gibi sunması, alışkanlıkları, yaşam tarzı, kendine öz güveni, benliği vs. kısacası kişilik kimliği ve sonra da kabul ederiz. Ettiğimiz gibi de kalmasını isteriz. Bazen yanlışlarını görmeyiz. Bazen de hatalarını biz örteriz. Allah’ın “gizledin, gizledim” sırrını hep NİSAN 2011 - SAYI 134• yaşamak isteriz. Çünkü dostumuz ve eşimiz bizim aynamızdır. Hepimiz bazen kendimizi yalnız hissederiz. İçimizde bir gurbet yaşarız. O zaman anne-babaya hatta bazen eşlerimizle bile paylaşamadığımız çıkmaz yol olarak gördüğümüz yolları, dostlarımızla paylaşırız. Bakın dost diyorum tanıdık veya arkadaş değil. Çünkü dost arkadaşlığı da geçip bir adım daha bize yakın olandır. O kişiye sonsuz güven duygusudur. Ve bu içten, katışıksız, saf ve masum bir olgudur. Bu bize dosta inanç, Allah’ın verdiği özel bir lütuftur. Rabbimiz, varlığını sunmak için kâinatı, kendine tercüman olarak da Peygamberimizi yaratmıştır. Peygamberimizin dostu sahabeler ve bu zincirin halkaları devam edip gidiyor. Şimdi isterseniz biraz oturup düşünelim. Şu karmakarışık hayat treninde kaç dostumuzla tren vagonlarının birinde pencereden dışarıyı seyrederek yolculuk yapıyoruz. Kimimiz beş, kimimiz on, kimimiz sayısız diyecek. Ama şunu iyi bilelim. Eminim ki menfaat ve çıkarların ön plana çıktığı, güzel ahlakın gerçek anlamda yaşanmadığı, iş yoğunluğuyla ailemizle bile ilgilenemediğimiz, hatta bazen kendimize bile vakit ayıramadığımız hızlı tren projelerinin gerçekleştiği bir zamanda, bizde hızlı tren yolcuları olarak belki vagonumuzda bir dostumuz bile yok. Şimdi düşüncelerimizi eleyip bir kenara bırakıp bir zamanlar dostluğunu gördüğümüz kişileri bulmak için vagonları dolaşalım. Eminim ki bir koltukta oturmuş bizi bekliyordur. Üç kıtaya hâkim olan devirler açıp devirler kapatan Osmanlı sultanları, Türk hakan ve beyleri, Cumhuriyet’i bize hediye eden ulu önder Atatürk, Mevlânâ, Mehmet Âkif, Necip fazıl daha isimlerini sayamadığımız tarihimizde bize ışık tutup rehberlik eden büyüklerimiz neden ayakta kaldılar ve tarihe isimlerini yazdırdılar? Samimi dostlarıyla yaptıkları fikir alışverişleriyle, sırlarıyla, prensipleriyle biz evlatlarına en güzel mirası bıraktılar. Ruhlarını rahmetle anıp şükranlarımızı sunup ve bu vatana gerçek dostlarımızla sahip çıkmak ise ödevimiz. Dostlar insana güç, cesaret, gayret ve çalışma azmi verir. Daha nezih ve temiz dostluklar kurup dünyadaki huzursuzluğun bir ölçüde azalması için “Dostluğun değerini bilmeyen ve hiç yaşamayan insanlar dost olamaz.” kuralını aşarak insanlara dostça yaklaşıp dostça davranarak, dost olmayı öğretmek inanın ki bizden uzakta değil. İçimizdeki dostu bulup yeni dostluklar içinde yaşamaya ne dersiniz? 77 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM SIRLI CAMIN ARDINDAN SUNA KARABOĞA Merkez Kocamustafaefendi İlköğretim Okulu Türkçe Öğretmeni / MUĞLA B ir serçenin kanadının altına sığacak kadar mütevazi, biraz da bilmiş bir karınca edasıyla bakıyordu sıcak toprakta yürümekte olan böceklere. Aslında hepsinin alfabeyi kanatlarında taşıyan kelebekler olmasını istiyordu gönülden. Ama bilmiyordu ki böyle bir toplumda böcekleri kelebek yapmak çok zordu. Hayatın karmaşıklığı içinde dağılan telaşlı böceklere bakmaya devam etti. Bir zamanlar büyük bir özveriyle çalıştığı okulun bahçesinde dolaşırken onlar da kızgın ateşin üstündeki mısırlar gibi bir sağa bir sola kaçışıyorlardı. Parlak, turuncu, üzerinde siyah puanları olan bir böcek dikkatini çekti. Seksenlerin moda dergilerinden fırlamış gibi bir hâli vardı böceğin. Böceği almak için uzandığı ağaca bakakaldı. Suna Karaboğa, Sırlı Camın Ardından, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 78-79. • 78 Yıllar önce küçük bir fidan olarak aldığı ağaçtı bu. Benim küçük ağacım... Narin gövdesi ve yeşilin en sihirli renklerine bürünmüş yapraklarıyla benim övün- NİSAN 2011 - SAYI 134• düğüm ağacım. Onu her gün sular, güzel havalarda onunla güneşlenirdim. Ona bildiğim bütün güzellikleri anlatırdım. O benim oğlumdu, kızımdı, arkadaşım, en yakınımdı. Bir kitap sayfasında yaşayacaktı belki, belki bir odada başına taç edecekti vazodaki çiçekleri. Ama ben yitip gitsem de suda bir yansıma olacaktı, hatırlatacaktı beni unutmaya yeltenen hafızalara… İlgi ve sevgiyle büyüttüm onu. Her işin başı sevgi… Sevgimi, emeğimi vermeseydim şimdi bu devasa ağacın yerinde küçük çelimsiz bir fidan veyahut bir zamanlar şuraya bir ağaç dikmiştim, şimdi yok sözleri kalırdı. Oysa şimdi bu okul bahçesinin en gösterişli, heybetiyle nice dal yaprak salmış ağaçları kıskandıracak olan ağacı benim küçük ağacım... Ilık meltemler eşliğinde tüm haşmetiyle diğerlerinin imrenen bakışları arasında bir o yana bir bu yana salınıp duruyordu. Ağaca sarılmış olan güzel böcek uçup omzuma kondu. Ağacıma bir kere daha bakıp köküne biraz su verdikten sonra, tahta gıcırtılarının nağmeleri arasında, bir zamanlar sayısını bile hatırlayamayacağım kadar çok çocukla paylaştığım sınıfıma girdim. Zaman sadece insana acımasız davranmıyordu demek. Sınıfım da en az benim kadar nasibini almıştı zamanın elinden. Bütün eşyalarına bir bir dokundum sınıfın; bir ölü vücudunu andıran soğuk tenine, sıraların sessiz bekleyişine, dolapların tozlanmış raflarına… Sonra duvarda asılı duran sırlı cama diktim gözlerimi. Ellerim, yüzüm, gözlerim… Ellerimde binlerce el, yüzümde binlerce yüz, gözlerimde binlerce göz vardı. Birden kulaklarımda yıllar öncesine dayanan tanıdık bir seda çınladı. Sırlı camın ardındaki ses bana: “Niçin uğraşıyorsun? Bir afet, doğa olayı, yangın... bütün emeklerini, yüzyıllardır aç, zincirlere vurulup işkence yapılmış bir canavar gibi yok edebilir biliyorsun. Sona yaklaşınca bir de bakarsın ki kendini adadığın her şey bir rüya olup kayboluvermiş. Hayat bizlere sunulmuş bir armağan, niçin, faydalanmıyorsun? Yaşayabildiğin kadar yaşasana! Neymiş emek, sevgi boşver! ”diyor. Bu ses kulaklarımda ne zaman çınlasa ruhum ızdırap içinde: “Evet!” diyorum. “Sahi niçin bunca çaba, bunca gayret? Boş bir gurur için mi?” Ancak, beni mutlu eden bu… Beni ben yapan ve yaşama bağlayan. Çeşmemden suyu akıtan, lambamdan ışığı saçan, buruşmuş vicdanımı ütüleyip başkalarına sunmadan yaşatan. Yaşıyorsam en iyi şekilde, en insanca, etrafımda bir tek sönmüş yıldız bırakmadan, en parlak yıldızlarla gökyüzünü ödüllendirerek yaşamalıyım. İşte sadece o vakit, o soğuk el tutmalı elimi ve beni götürmeli uzak diyarlara. Yıldızsız akşamlara... Hiç çekinmeden saatlerdir omzumda duran turuncu renkli güzel böcek: Uğur böceği. Duyduğum son söz onun ağzından dökülenler oldu. Kulağımda o son fısıltılar, ellerim ölümün soğuk teninde, gözlerim sırlı camdan yansıyan, her şeyden memnun bir gidişin hafifliğinde, uğur böceğinin kanatlarına takılarak yükseliyorum gökyüzüne. “Her öğretmen bir uğur böceğidir. Hayatlara konar, değiştirir, mutlu kılar, korur… Ve sonunda hiç konmamışçasına uçar gider hayatlarımızdan.” 79 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM 2001-2010 YILLARI ARASINDA GERÇEKLEŞTİRİLEN OKS VE SBS İLE PISA UYGULAMASININ KARŞILAŞTIRILMASI ABDÜLKADİR YILMAZ MEB Talim ve Terbiye Kurulu Üyesi İ nsanlık tarihinin ulaştığı bilgi birikiminin çok büyük bir kısmının 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemi kapsadığı, bundan sonraki bilimsel çalışmalara daha bir hız verildiği kabul edilen bir gerçektir. 1945 yılına kadar bilginin üretilmesi, önceki bilginin üstüne bir şeyler ilave ederek (aritmetik), bu tarihten günümüze kadar geçen yaklaşık 65 yıllık zaman diliminde ise bu süreç katlanarak (geometrik) gerçekleşmiştir. Hatta bu katlanma katsayısının önce doğal, son zamanlarda ise üslü (kuvvet) çarpan şeklindeki üstel bir sayı olduğunu söylersek abartmış olmayız. Elde edilen bilginin değişik yollarla insanlığın hizmetine sunulmasının yanında sadece bilginin üretilmesi bile temelde sağlam altyapı eğitimlerini gerektirmektedir. Bu eğitimlerde ise zamanın gerektirdiği değişiklikleri gerçekleştiren ve bunları hayata yansıtan toplumlar diğerlerine göre daha ayrıcalıklı bir konumda bulunacaklardır. Abdülkadir Yılmaz, 2001 – 2010 Yılları Arasında Gerçekleştirilen OKS ve SBS ile PISA Uygulamasının Karşılaştırılması, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 80-86. • 80 Bu birikimin altyapısını hazırlayan ise hem temel hem de daha sonraki eğitim kademeleridir. İlk, orta veya yükseköğretim de program değişikliği, geliştirme veya yenileme çalışmaları gerek eğitim gerek teknolojik gerekse başka nedenlerden kaynaklanan şartların değişmesi sonucunda bazen kısa bazen de uzun bir zaman diliminde olabilmektedir. Ülkemizin ilk ve ortaöğretim programlarında da bu yenilenmelere paralel olarak zaman zaman değişikliğe gidilmiştir. Yapılan son değişiklik 2004 – 2005 öğretim yılında belirlenen illerde pilot uygulaması başlayan ve 2005 – 2006 öğretim yılından itibaren 1- 5. sınıflarda uygulanan öğretim programlarıdır. 2006 – 2007 öğretim yılından itibaren ka- NİSAN 2011 - SAYI 134• demeli olarak 6. sınıflarda uygulanmaya başlayan 6 – 8. programları ile 2005 – 2006 öğretim yılından itibaren de 9. sınıflarda kademeli olarak uygulanmaya başlayan 9 – 12. sınıfların öğretim programları, bu alanlarda köklü değişiklikler getirmiştir. Bu programların denenip geliştirilmek üzere kabul edilmiş olmaları da ileride yine çağdaş uygarlık seviyesine ulaşan ve orada sürekli kalmak isteyen ülkemizin şartlarına göre geliştirme veya yenileme şeklinde olabilecektir. de gerçekleştirilen öğretim programları değişikliği, ülkemizde eğitim alanında atılmış önemli adımlardan bir tanesidir. Hedefin %100 kesinlikle tutturulduğunu ölçen bir mekânizma iddiasında olduğunu söyleyememekle beraber öğretim programlarının değişikliğinin istenilen hedefe ne ölçüde ulaşıldığının göstergelerinden birinin de OKS ve SBS olduğunu belirtebiliriz. Bu çalışmada son öğretim programları değişikliğinden önce ile program değişikliğinden sonra Öncelikle belirtilmesi gerekir ki eğitim sistemimiz- Tablo 1. 2001 – 2010 Yıllarındaki Türkçe Dersine Ait OKS – SBS Tablosu. Sınıf Sınava Müracaat Eden Sınava Giren Test Soru Sayısı Test Ort. Test Stand. Sapmaları Test Ort. Yüzde. 2001 8.Sınıf 568.495 553.495 25 10,34 5,9471 41,36 2002 8.Sınıf 562 196 548 455 25 10,48 5,6399 41,92 2003 8.Sınıf 614 164 600 289 25 9.94 6,4264 39,76 2004 8.Sınıf 650 230 634 787 25 7,54 5,3092 30,16 2005 8.Sınıf 786 344 768 696 25 9,90 6,7528 39,60 2006 8.Sınıf 809 201 798 297 25 8,95 5,7891 35,80 2007 8.Sınıf 824 676 818 361 25 13,79 5,8570 55,16 8.Sınıf 913 626 905 923 25 15,95 6,1367 63,80 7.Sınıf 991 641 962 892 21 12,18 5,8576 58,00 6.Sınıf 992 226 958 876 19 10,96 5,6578 57,68 8.Sınıf 1 029 828 1 011 212 23 9,44 6,3746 41,04 7.Sınıf 1 046 930 1 029 665 21 8,35 5,6496 39,76 6.Sınıf 1 085 093 1 061 458 19 7,23 4,5970 38,05 8.Sınıf 1 019 498 1 008 302 23 13,01 6,5621 56,57 7.Sınıf 1 069 502 1 058 743 21 9,46 6,0506 45,05 6.Sınıf 1 090 871 1 077 749 19 8,65 5,3054 45,53 25 9,76 2008 2009 2010 Ortalama (6 ve 7. Sınıflar dahil edilmemiştir.) 2001 – 2008 arası 2009 – 2010 arası 23 11,23 (Kaynak: Tablo 1 – 4 bilgileri T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğünden temin edilmiş, tabloların son satırında verilen “Ortalama” kısmı verilerin 2001 – 2010 yıllarındaki aritmetik ortalaması alınmak suretiyle oluşturulmuştur.) 81 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM gerçekleştirilen Ortaöğretim Kurumları Giriş Sınavı (OKS) ve Seviye Belirleme Sınavı (SBS) lerin Türkçe, Matematik, Fen Bilimleri ve Sosyal Bilgiler alanlarında özellikle yıllara göre “Test Ortalamaları” temelinde karşılaştırma yapılmıştır. 2009 yılından itibaren SBS uygulamalarında yer alan Yabancı Dil dersi ile ilgili bir değerlendirmeye gidilmemiştir. Bu tarihten önce belirtilen 4 testte soru sayısı 25 iken 2009 yılından itibaren Yabancı Dil dersinin de testlere ilave edilmesiyle 8. sınıf seviyesinde Türkçe testinde 23, İngilizce testinde 17 ve diğer testlerdeki soru sayısı 20 olmuştur. Aşağıdaki Tablo 1, Tablo 2, Tablo 3 ve Tablo 4’te sırasıyla Türkçe, Matematik, Fen Bilgisi ve Sosyal Bilgiler derslerine göre 2001 – 2007 yılları arasındaki OKS ile 2008 – 2010 yılları arasındaki 6, 7 ve 8. sınıflara ait SBS bilgilerinden Öğrenci Sayısı, Test Soru Sayısı, Test Ortalaması, Test Standart Sapması ve Test Oranları Yüzdesi incelenmiş, derslere ait Test Ağırlık Katsayıları dikkate alınmamıştır. Ortaöğretime Geçiş Sistemi kapsamında 2008 – 2010 yılları arasındaki 6, 7 ve 8. sınıfların Seviye Belirleme Sınav sonuçları bütünlük arz ettiğinden bu sınıfların hepsi birlikte değerlendirilmiştir. Ayrıca Tablo 5 ve Tablo 6 ile de PISA uygulamalarında ülkemiz açısında bir karşılaştırma yapılmıştır. (Tablo 1) Tablo 2. 2001 – 2010 Yıllarındaki Matematik Dersine Ait OKS – SBS Tablosu. Sınava Sınıf Müracaat Eden Sınava Giren Test Soru Sayısı Ort. Test Stand. Test Ort. Sap. Yüzdesi Test 2001 8.Sınıf 568.495 553.495 25 4,72 6,1053 18,88 2002 8.Sınıf 562 196 548 455 25 3,12 5,1325 12,48 2003 8.Sınıf 614 164 600 289 25 3,11 5,0862 12,44 2004 8.Sınıf 650 230 634 787 23 1,15 4,2380 5,00 2005 8.Sınıf 786 344 768 696 25 2,35 4,5712 9,40 2006 8.Sınıf 809 201 798 297 25 1,70 4,8243 6,80 2007 8.Sınıf 824 676 818 361 25 3,35 5,2025 13,40 2008 8.Sınıf 913 626 905 923 25 3,70 6,8729 14,80 7.Sınıf 991 641 962 892 18 5,20 4,5099 28,89 6.Sınıf 992 226 958 876 16 4,59 4,2557 28,69 8.Sınıf 1 029 828 1 011 212 20 2,35 4,7540 11,75 7.Sınıf 1 046 930 1 029 665 18 2,40 3,8365 13,33 6.Sınıf 1 085 093 1 061 458 16 2,38 3,6592 14,88 8.Sınıf 1 019 498 1 008 302 20 5,00 5,6280 25,00 7.Sınıf 1 069 502 1 058 743 18 4,64 5,5368 25,78 6.Sınıf 1 090 871 1 077 749 16 4,66 4,3071 29,13 2009 2010 Ortalama (6 ve 7. Sınıflar dahil edilmemiştir.) 2001 – 2008 arası 2009 – 2010 arası • 82 20 24,75 2,90 3,68 NİSAN 2011 - SAYI 134• Tablo 3. 2001 – 2010 Yıllarındaki Fen Bilgisi Dersine Ait OKS – SBS Tablosu. Sınava Müracaat Eden Sınava Giren Test Soru Sayısı Test Ort. Test Stand. Sap. Test Ort. Yüzdesi 2001 8.Sınıf 568.495 553.495 25 6,06 5,8465 24,24 2002 8.Sınıf 562 196 548 455 25 3,93 5,3897 15,72 2003 8.Sınıf 614 164 600 289 25 3,63 5,0360 14,52 2004 8.Sınıf 650 230 634 787 25 4,70 5,1781 18,80 2005 8.Sınıf 786 344 768 696 24 4,79 5,3851 19,96 2006 8.Sınıf 809 201 798 297 25 6,32 6,4400 25,28 2007 8.Sınıf 824 676 818 361 25 5,73 4,9929 22,92 2008 8.Sınıf 913 626 905 923 25 5,29 5,9005 21,16 7.Sınıf 991 641 962 892 18 5,95 4,4834 33,06 6.Sınıf 992 226 958 876 16 4,78 4,4615 29,88 8.Sınıf 1 029 828 1 011 212 20 5,25 5,6253 26,25 7.Sınıf 1 046 930 1 029 665 18 5,29 4,7269 29,39 6.Sınıf 1 085 093 1 061 458 16 6,39 3,9804 39,94 8.Sınıf 1 019 498 1 008 302 20 6,76 5,8319 33,80 7.Sınıf 1 069 502 1 058 743 18 4,77 5,2598 26,50 6.Sınıf 1 090 871 1 077 749 16 7,85 4,4735 49,06 24,88 5,06 2009 2010 Ortalama (6 ve 7. Sınıflar dahil edilmemiştir.) 2001 – 2008 arası 2009 – 2010 arası Tablodan da görüleceği üzere Türkçe testinden, en düşük ortalama 2004 yılında (6 ve 7. sınıfları da değerlendirmeye aldığımızda en düşük test ortalaması 2009 yılında 6. sınıflardaki 7,23 tür.) 7,54; en yüksek ortalama ise 2008 yılında 15,95 ile 8. sınıflara aittir. 2001 – 2008 yılları arasında gerçekleştirilen sınavda Türkçe testinde 25 soru sorulmuş ve 25 soru ortalamasına göre “Test Ortalaması” 9,76; 2009 ve 2010 yıllarında aynı testte var olan 23 soru ortalamasına göre de “Test Ortalaması” 11,23 olarak gerçekleşmiştir. (Tablo 2) 2004 yılında Matematik testinden 2 soru iptal edilmiştir. Türkçe testinde olduğu gibi Matematik 20 6,01 testinde de en düşük ortalama 2004 yılında 1,15; en yüksek ortalama ise 2010 yılında 8. sınıflardaki 5,00 (Matematik bölümünde en yüksek test ortalaması sınıf farkı gözetmeksizin 2008 yılındaki 7. sınıflara ait ve 5,20 dir.)ile gerçekleşmiştir. 2001 – 2008 yılları arasında uygulanan sınavda Matematik testinde 25 soru sorulmuş ve 24,75 soru ortalamasına göre “Test Ortalaması” 2,90; 2009 ve 2010 yıllarında aynı testte var olan 20 soru ortalamasına göre de “Test Ortalaması” 3,68 olmuştur. (Tablo 3) Fen Bilimleri testinde 2005 yılında 1 soru iptal edilmiş, en düşük test ortalaması 2003 yılında 3,63; en yüksek test ortalaması ise 2010 yılında 8. sınıflar- 83 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM Tablo 4. 2001 – 2010 Yıllarındaki Sosyal Bilgiler Dersine Ait OKS – SBS Tablosu Sınava Sınıf Müracaat Sınava Giren Eden Test Soru Sayısı Test Ort. Test Test Stand. Ort. Sap. Yüzdesi 2001 8.Sınıf 568.495 553.495 25 9,53 6,6635 38,12 2002 8.Sınıf 562 196 548 455 25 7,76 6,8187 31,04 2003 8.Sınıf 614 164 600 289 25 8.25 6,9060 33,00 2004 8.Sınıf 650 230 634 787 25 7,68 6,6072 30,72 2005 8.Sınıf 786 344 768 696 25 8,20 6,4675 32,80 2006 8.Sınıf 809 201 798 297 25 10,06 7,0285 40,24 2007 8.Sınıf 824 676 818 361 25 8,63 6,6060 34,52 2008 8.Sınıf 913 626 905 923 25 12,19 7,7871 48,76 7.Sınıf 991 641 962 892 18 8,26 5,6387 45,89 6.Sınıf 992 226 958 876 16 7,34 5,2296 45,88 8.Sınıf 1 029 828 1 011 212 20 9,51 6,7802 47,55 7.Sınıf 1 046 930 1 029 665 18 7,49 5,3169 41,61 6.Sınıf 1 085 093 1 061 458 16 6,39 4,9218 39,94 8.Sınıf 1 019 498 1 008 302 20 9,67 6,8981 48,35 7.Sınıf 1 069 502 1 058 743 18 8,05 5,6946 44,72 6.Sınıf 1 090 871 1 077 749 16 8,20 4,5690 51,25 25 9,04 2009 2010 Ortalama (6 ve 7. Sınıflar dahil edilmemiştir.) 2001 – 2008 arası 2009 – 2010 arası daki (Fen Bilgisi alanında en yüksek test ortalaması sınıf farkı gözetmeksizin 2010 yılında 6. sınıflara ait ve 7,85 tir.) 6,76 ortalama ile gerçekleşmiştir. 2001 – 2008 yılları arasında uygulanan sınavda Fen Bilgisi testinde 25 soru sorulmuş ve 24,88 soru ortalamasına göre “Test Ortalaması” 5,06; 2009 ve 2010 yıllarında aynı testte bulunan 20 soru ortalamasına göre de “Test Ortalaması” 6,01 şeklinde ortaya çıkmıştır. (Tablo 4) Türkçe ve Matematik testlerinde olduğu gibi Sosyal Bilgiler testi de 2004 yılındaki 7,68 ortalama ile en düşük (Bu bölümünde en düşük test ortala- • 84 20 7,66 ması sınıf farkı gözetmeksizin 2009 yılında 6. sınıflara ait ve 6,39); 2008 yılındaki 8.sınıflara ait 12,19 ile de en yüksek test ortalamasına sahip olmuştur. 2001 – 2008 yılları arasında gerçekleştirilen sınavda Sosyal Bilgiler testinde 25 soru sorulmuş ve 24,75 soru ortalamasına göre “Test Ortalaması” 9,04; 2009 ve 2010 yıllarında aynı testteki 20 soru ortalamasına göre de “Test Ortalaması” 7,66 olmuştur. İlki, 2000 yılında gerçekleştirilen, her üç yılda bir Okuma Becerileri, Matematik Okuryazarlığı ve Fen Bilimleri Okuryazarlığı gibi üç farklı alanın her seferinde bir alanda daha fazla yoğunlaşarak 8 ve 9. sınıf NİSAN 2011 - SAYI 134• Tablo 5. 2003 – 2006 ve 2009 Yıllarındaki PISA Uygulamaları Tablosu Ülke Sayısı Ülke Sayısı Okuma Becerileri OECD OECD Tüm Ort. Türkiye Matematik OECD OECD Tüm Ort. Fen Bilimleri Türkiye OECD OECD Tüm Ort Türkiye (Tüm) (OECD) 2003 41 30 488 494 441 489 500 423 496 500 434 2006 57 30 484 492 447 484 498 424 491 500 424 2009 65 33 492 493 464 488 496 445 496 501 Ortalama 450,67 430,67 454 437,33 (Kaynak: Tablo 5 ve Tablo 6 için T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi Başkanlığı 2003 ve 2006 yılları Ulusal Raporları ile 2009 yılı Ulusal Ön Raporu.) seviyesindeki öğrencilere uygulanan, 2005 yılında Matematik ve Fen Bilimleri Okuryazarlığı alanların- öğretim programlarımızın değiştirilmesinde temel da elde ettikleri puanlar itibarı ile hep 2. düzeyde bir dayanak olarak kullanılan ve kısaca PISA (Ulus- konumda bulunmuşlardır. PISA’nın kabul ettiği stan- lararası Öğrenci Değerlendirme Programı) olarak dartlara göre; isimlendirilen uygulamaya da kısaca bir göz atalım. (Tablo 5) Okuma Becerileri alanında 2. düzeyde bulunan öğrenciler şu görevleri yerine getirebilirler: “Bu dü- 2003 yılında Matematik Okuryazarlığı, 2006 yılın- zeydeki öğrenciler birçok duruma karşı gelebilecek da Okuma Becerileri 2009 yılında da Fen Bilimleri ya da çıkarımda bulunabileceği bir bilgiyi ya da daha Okuryazarlığı alanlarının öne çıkartıldığı uygulama- fazla bilgiyi metinde bulabilir. Metindeki ana düşün- da bazı bölgelerde ve bazı okullarda oldukça yük- ceyi belirleyebilir, ilişkileri anlayabilir ya da çok fazla sek puanlar alınmasına rağmen Türkiye ortalamasını bilginin olmadığı, fazla çıkarımda bulunulmayacak oluşturan puanın her üç alanda da diğer ülkelerin or- durumlarda metnin belli bir bölümünden anlam çı- talama puanlarından anlamlı bir şekilde düşük oldu- karır. Metnin bir özelliğine dayanarak benzer ya da ğu tablodan net bir şekilde görülmektedir. (Tablo 6) farklılıkları bulabilir. Kişisel deneyim ya da tutumla- Türkiye her üç alanda da elde ettiği puanlara göre maalesef üst sıralarda değildir. rından yola çıkarak metnin dışındaki bilgilerle metnin içindeki bilgileri karşılaştırabilir, bu bilgiler arasında ilişki kurabilir.”; PISA uygulaması sonucunda 2003 - 2006 ve Matematik Okuryazarlığı alanında: “İkinci düzeye 2009 yıllarında öğrencilerimiz Okuma Becerileri, erişmiş olan öğrenciler, doğrudan çıkarım yapmaktan Tablo 6. 2003 – 2006 – 2009 Yıllarındaki Türkiye’nin PISA’ya Göre Sonuçları Tablosu Sıralama Ülke Ülke Okuma (Tüm) (OECD) Becerileri OECD Tüm OECD Tüm OECD Tüm 2003 (Matematik) 41 30 28 32 28 33 28 33 2006 (Fen Bilimleri) 57 30 28 37 29 41 29 43 2009 (Okuma Becerileri) 65 33 31 39 31 41 31 42 Matematik Fen Bilimleri 85 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM başka bir beceriye gerek olmayan durumları tanıyabilir ve yorumlayabilirler. Bu öğrenciler, tek bir kaynaktan gerekli bilgiyi elde edebilir ve sadece bir gösterim biçimini kullanabilirler. Bu düzeydeki öğrenciler temel algoritmaları, formülleri, alışılageldik işlem yollarını kullanabilirler. Doğrudan ispat gibi basit akıl yürütmelerini yapabilirler ve sonuçlar üzerinde görülenin ötesine geçmeyen yorumlar yapabilirler.”; daki sonuçlar ile örtüştüğünü ortaya koymaktadır. 2005 – 2006 eğitim öğretim yılında, öğretim programlarının ilk defa değişmesiyle 1. sınıfa başlayan bir öğrencinin PISA’ya katılabilecek seviyeye geldiği zaman 8. sınıf 2012 - 2013, 9. sınıf ise 2013 - 2014 öğretim yılları olacaktır. Bu dönemlerde yapılacak PISA uygulamaları bize gerçek anlamda program değişikliğinin sonuçlarını göstermesi açısından Fen Bilimleri Okuryazarlığı alanında ise: “2. dü- önem teşkil etmektedir. Ülkemizin üç alanda da bu- zeydeki öğrenciler, alışılmış durumlarda olası açıkla- lunduğu 2. seviyenin alt sıralarındaki puanlamadan maları yapabilecekleri ya da basit araştırmalara da- üst sıralardaki puanlamaya doğru yükseldiği dikkate yanan sonuçlar çıkarabilecekleri yeterli bilimsel bil- alındığında bir sonraki aşamasının da bir üst seviye- giye sahiptirler. Teknoloji ile ilgili problem çözümü ya ye atlaması olduğu beklentisini taşımaktayız. da bilimsel sorgulamanın sonuçlarına göre mantıksal çıkarımlar ve basit yorumlar yapabilirler.” Öğretim programları değişikliğinden önce ve sonra gerçekleştirilen OKS ve SBS sınavlarının sonuç- Okuma Becerileri, Matematik Okuryazarlığı ve larında kısa vadede anlamlı derecede bir değişiklik Fen Bilimleri Okuryazarlığı alanlarında en üst dere- gözükmese bile eğitimin ve dolayısıyla sonuçlarının celendirme 6. seviyedir ve bu seviyede bulunan öğ- bugünden yarına hemen değişmesini bekleyemeyiz. renciler artık her alanda soyut düşünme ve üretme Eğitime, insana yapılan yatırımların uzun vadede bir yeteneğine sahiptir. anlam kazanacağı, gerekli tedbirler alınmazsa kısa 2001 – 2010 yılları arasında gerçekleştirilen OKS ve SBS sınavları sonuçlarına göre sırasıyla; Türkçe testinden, 25 sorunun sorulduğu dönemde test ortalaması 9,76; 23 sorunun sorulduğu dönemde test ortalamasının 11,23; Matematik testinden, 25 sorunun sorulduğu dönemde test ortalaması 2,90; 20 sorunun sorulduğu dönemde test ortalamasının 3,68; Fen Bilimleri testinden, 25 sorunun sorulduğu dönemde test ortalaması 5,06; 20 sorunun sorulduğu dönemde test ortalamasının 6,01; Sosyal Bilgiler testinden, 25 sorunun sorulduğu dönemde test ortalaması 9,04; 20 sorunun sorulduğu dönemde test ortalamasının 7,66; oldukları göz önüne alındığında bu sonuçların PISA uygulamasın- • 86 ve anlık başarıların kalıcı olmadığı, saman alevi gibi parlayıp geçeceği fakat bunlarla beraber hızla akıp giden ve tekrar döndüremeyeceğimiz zaman karşısında önlemler alındığında geleceği şekillendirmesi anlamında uzun vadede daha yararlı meyvelerini göreceğimiz kaçınılmazdır. Bir Çin atasözünde de belirtildiği gibi: “Bir yılı planlıyorsanız pirinç yetiştirin. Yirmi yılı planlıyorsanız ağaç yetiştirin. Yüzyılları planlıyorsanız insan yetiştirin.” KAYNAKÇA Millî Eğitim Bakanlığı Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi Başkanlığı 2003 ve 2006 yılları Ulusal Raporu, 2009 yılı Ulusal Ön Raporu. T.C. Millî Eğitim Bakanlığı Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğünün İnternet sayfası olan www.egitek. meb.gov.tr NİSAN 2011 - SAYI 134• BİR AVRUPA KOMİSYONU PROJESİ: “İKİNCİ FIRSAT OKULLARI” CEYDA ÜÇYILDIZ Eğer denerseniz başarısız olma ihtimaliniz vardır ama denemezseniz kesin başarısız olursunuz ! “HAYDİ YENİDEN OKULA” G ünümüzde AB üye ve aday ülkelerinde yaşayan çok sayıda genç, belli bir yeterlilik düzeyine erişemeden ve diploma alamadan eğitim sisteminin dışında kalmakta ve istihdam olanaklarından yararlanamamaktadır. Bu gençlerin karşılaşabileceği toplumsal dışlanma ve uyumsuzluk, onları ömürleri boyunca etkilemekte ve rekâbet güçlerini zayıflatmaktadır. Kendisini eksik ve dışlanmış olarak gören birey mutsuz olmakta, sağlıklı ilişkiler kuramamakta ve suç işlemeye yönelebilmektedir. Bu da toplumsal yapının bozulmasına neden olmaktadır. Bu olumsuz durumu değerlendiren Avrupa Komisyonu tarafından 29 Kasım 1995 tarihinde yayımlanan “Öğretme ve Öğrenme: Öğrenen Topluma Doğru” başlıklı Beyaz Belge’de istihdamın ve rekâbet gücünün temelini oluşturan eğitim ve çıraklık politikalarının, özellikle eğitimin sürekli kılınması yoluyla güçlendirilmesi gereğinin altı çizilmiş, Avrupa Topluluğu üyesi ülkelerin bu yönde nasıl harekete geçecekleri ve Topluluk düzeyinde benimsenecek destek önlemler ele alınmıştır. Bunlar arasında; Ceyda Üçyıldız, Bir Avrupa Komisyonu Projesi: “İkinci Fırsat Okulları”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, S. 134, Nisan 2011, ss. 87-92. • yeni bilgilerin edinilmesinin desteklenmesi, • okulla iş çevrelerinin birbiriyle yakınlaştırılması, 87 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM • dışlanmaya karşı mücadele edilmesi ve sermaye yatırımlarıyla eğitime yapılacak yatırımların eş zeminde ele alınması gibi noktalar yer almaktadır. Avrupa Komisyonu’nun Beyaz Belgede yer alan hedefler doğrultusunda başlattığı en önemli girişimlerden birisi “İkinci Fırsat Okulları” (Second Chance Schools-”1997) projesidir. Bu projenin temel amacı; iş bulmak için yeterli düzeyde bilgi ve beceriye sahip olmayan ve/veya geleneksel eğitim yollarından yeterli düzeyde yararlanamamış 15-25 yaşları arasındaki gençlere yeni eğitim fırsatları vermek ve sosyal dışlanmaya maruz kalmalarını engellemektir. 1999 yılında ise, ortak projeler yoluyla ikinci fırsat okulları yaklaşımını daha da geliştirmek ve Avrupa çapındaki şehirlerin/belediyelerin işbirliğiyle bu okulların yaygınlaştırılmasını sağlamak amacıyla İkinci Fırsat Okulları İçin Avrupa Şehirleri Ağı (E2C) kurulmuştur. Bu birliğin ideali; İkinci Fırsat Okullarını standart hâle getirmek değil, bu okulların kurulmasını teşvik etmek, ortak amaçlar ve hedefler temelinde, her okulun kurulduğu bölge ihtiyaçları doğrultusunda en iyi hizmetleri vermesini desteklemek ve iyi uygulama örneklerinin paylaşılmasını sağlamaktır. Bu kapsamda, AB ülkelerindeki öğretmenler bir araya gelerek fikir alışverişinde bulunmaktadırlar. 1999 yılının eylül ayında AB Komisyonu yerel yönetimlere “İkinci Fırsat Okulları”nı kurmaları için destek vermek üzere bir kılavuz yayınlamıştır. Bu kılavuz; okulların kurulması, yasal statüleri, finansmanı gibi hususlarda pratik bilgiler sağlarken, aynı zamanda, “Projemi desteklemeleri için hangi yerel ortaklardan destek alabilirim?”, “Öğretmenlerin hangi yeterliliklere sahip olması gerekir?” gibi yöntemsel sorulara cevap bulunmasını da kolaylaştırmaktadır. Ancak, her şehir ve bölge farklı önceliklere ve ihtiyaçlara sahip olabileceğinden, söz konusu rehber, her soruna ve soruya hitap etmekte sınırlı kalmakta, sadece ortak genel çerçeveyi çizmektedir. Bu okulların kurulmasındaki temel felsefe; geleneksel okulların sağladığı eğitim olanaklarını birebir sunmanın ötesinde öğrencilere, başarısızlıklarının altındaki psikolojik, sosyal, ekonomik, kültürel nedenleri aşabilmelerine dayalı destek vererek öz güvenle- • 88 rini ve sosyal yeterliliklerini artırmaktır. Zira okuldan erken yaşta ayrılan veya ilişkisi kesilen öğrencilerin büyük çoğunluğunun aslında ruhsal ve fiziksel sağlık problemleri, ailevi, sosyal, ekonomik sıkıntılar yaşamaktadırlar. Bu okulların kurulmasında ve işletilmesinde ülkeler arasında ve yerel düzeylerde farklılıklar olsa da, genel ortak özellikleri şöyle sıralanabilir: • Yerel yönetimler, sosyal hizmetler, dernekler ve özel sektör arasındaki kararlı işbirliğinin sağlanması, • Bireyin özel ihtiyaçlarının, isteklerinin ve yeteneklerinin dikkate alınması ve yönlendirme yaklaşımının esas olması, • Temel sayısal, sözel ve sosyal becerilerin geliştirilmesi ile uygulamalı eğitimin birleştirilmesine dayalı esnek öğretim modüllerinin kullanılması, • Bilgi ve iletişim teknolojileri yoluyla becerilerin kazanılması için merkez rol oynamaları, • Dezavantajlı öğrencilerin yoğunlukta yaşadığı bölgelere odaklı olmaları, PROJELERİN OLUŞUMU Temel Hedef: Gençlere bireysel ihtiyaçlarına odaklı, geniş tabanlı, yüksek kalitede eğitim ve öğretim olanakları sunmak yoluyla onların sosyal ve mesleki entegrasyonlarını sağlamak en temel hedeftir. Bu kapsamda, gençlere güven duygusunu aşılamak, beceriler ve yeterlilikler elde etmelerini sağlamak ve toplumda, iş hayatında başarılı bireyler olarak yer edinmelerini sağlamak önem arz etmektedir. Hedef Grup: Projeler, resmî akademik yeterlilikler alamamış, sosyal ve mesleki sistemlere yeniden dâhil olma isteğinde olan 15-25 yaşları arasındaki gençlere yöneliktir. Bu kişiler, zorunlu eğitim yaşını geçmiş, eğitim olanaklarından yararlanmak isteyen, ancak olumsuz tecrübeler yaşamış ve bu konuda desteğe ihtiyacı olan gençlerdir. Projelerin Uygulanabileceği Bölgeler: Projelerin hedef kitlesi özellikle sosyal ve ekonomik bakımdan problemlere sahip olan, işsizlik oranlarının yüksek olduğu ve dışlanma riskiyle karşı NİSAN 2011 - SAYI 134• karşıya olan gençlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerdir. Proje bölgelerinin tam olarak belirlenmesinde yerel ihtiyaçlar ve projenin amaçları göz önünde bulundurulmalıdır. İKİNCİ FIRSAT OKULLARINI BAŞARIYA GÖTÜREN UNSURLAR • Bütünsel ve Bireye Odaklı Yaklaşım İkinci Fırsat Okullarına başvuran öğrenciler pek çok açıdan zayıf bir durumdadırlar. Okuldan atılma veya ayrılma sadece öğrenme güçlüğüne dayalı bir sonuç olmayabilir. Bu yüzden, İFO’ların tüm hayat koşulları temelinde yapılandırılmaları beklenmektedir. Buradaki temel felsefe öğrencilere başarısız bireyler olarak bakmak değil, onların da hayalleri ve gizli kalmış yetenekleri olduğu noktasından başlamaktır. İFO’lar genellikle bireysel eğitime odaklanırlar. Bu odaklanma yalnızca başlangıçta öğrencinin çalışma planı hazırlanırken değil, okulda kaldığı sürece geçerlidir. • Kararlı ve İdealist Öğretmenler Öğretmenler sadece akademik bilgi sağlayan elemanlar değil, bunun ötesinde becerilere sahip çok yönlü düşünebilen, kolaylaştırıcı, sosyal hizmetler sağlayabilen, bir arkadaş veya ebeveyn gibi yakınlık kurabilen özellikteki kişiler olmalıdırlar. Bu okullara başvuran öğrencilerden çoğu, hayatlarında güven duygusunu kaybetmiş olabilmektedirler. Dolayısıyla öğretmenlerin bu gençlere yeniden kendilerine ve başkalarına güvenebilmeyi öğretmeleri çok önemlidir. Bu öğretmenler, kimsenin varolduğuna inanmadığı hazineleri çıkarmak için çaba harcayan arkeologlara benzetilebilir. Hemen hemen tüm İFO’larda çalışan öğretmenler geleneksel eğitim sistemi kapsamındaki okullarda çalışanlar arasından görevlendirilirler. Ancak bu öğretmenlerin seçimi titizlikle yapılmakta ve deneyimli olmaları, zor hayat koşullarında yaşayan gençlerle çalışmış olmaları beklenmektedir. Özel öğretim, psikoloji, pedagoji veya sosyal-pedagoji alanlarında çalışmış öğretmenler tercih edilmektedirler. İFO’larda çalışan öğretmenlerin almış oldukları eğitim ve aranan şartlar ülkeden ülkeye farklılıklar göstermektedir. Bazı okullar “özel ileri eğitim” almış olma şartı aramakta, bazı okullar ise üniversitelerle işbirliği yaparak öğretmenlerinin eğitimini sağlamaktadır. • Bilgiye Ulaşmada Yeni Bir Bakış Açısı Geliştirmek Buradaki en kritik nokta; öğrencilere ne öğrenmeleri gerektiğini söylemek yerine onların, neler bildiklerine ve neleri başarabileceklerine odaklanarak gelecekteki gelişimlerini bunun üzerine inşa etmektir. • Yenilikçi Öğretim Metotları İFO’lardaki öğretim metotları da geleneksel liselerden farklıdır. Bu okullarda uygulanan metotlar konusunda esneklik vardır. Örneğin bilişim ve iletişim teknolojilerinden daha fazla yararlanılmakta ve bilgisayar sayısı normal okullara göre daha fazla tutulmaya çalışılmaktadır. • Kararlı yerel yönetimler Kamu ve özellikle yerel yönetimlerin kararlılığı kesinlikle şarttır. Zira farklı partnerleri (sosyal hizmetler, dernekler vb.) koordine etme görevi bu yetkililere aittir. • İş Camiasının Desteği İş camiası projelerde şu temel rolleri üstlenir: - Yerel istihdam piyasasının ihtiyaçlarına yönelik beceri ve yeterliliklerin tanımlanmasına katkıda bulunmak - Genç insanlara destekleyici hizmetler vermek (danışmanlık, sponsorluk vd.) - Gençlerin motive olacakları, tecrübeler kazanacakları ortamların oluşturulmasını desteklemek. İKİNCİ FIRSAT OKULLARINDA UYGULANAN DERS PROGRAMLARI VE ETKİNLİKLER Çeşitli AB ülkelerindeki İkinci Fırsat Okullarının uyguladıkları ders programları okulların açıldığı bölge ihtiyaçlarına ve o ülkenin eğitim sistemindeki geleneksel ve yönetimsel eğilimlere göre farklılıklar göstermektedir. Örneğin eğitimin merkezi olarak yö- 89 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM netildiği Yunanistan’da okulun ortaklarını seçmede, yerel işbirliği yapmada ve ders programına karar vermede insiyatif kullanma alanı daha sınırlıdır. Buna rağmen hemen hemen her İFO’da anadil, matematik, yabancı dil, bilgisayar ve bilişim teknolojileri gibi temel ve mesleki dersler okutulmakta ve bunların yanında, sosyo-kültürel (vatandaşlık eğitimi) ve sosyal/psikolojik (grup çalışmaları, yaratıcılık, öz saygı vb.) gelişime yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Eğitim ve öğretim genelde, geleneksel eğitime oranla daha az sayıda öğrencinin bulunduğu ortamlarda gerçekleşmektedir. Bunun nedeni; eğitimin genel değil, bireysel ihtiyaçlara, ilgi ve yeteneklere odaklı olmasıdır. Öğrencinin geleneksel eğitimdeki klasik modüllerin içine girmesi yerine, kendi ihtiyaçları ve zevklerinin daha ön planda olduğu kişisel ve mesleki gelişim projelerinde daha istekli çalışmasının sağlanması esastır. Bu yüzden İFO’larda genellikle, her öğrenciye eş zamanlı olarak okutulan standart müfredatlar yoktur. Örneğin Heerlen Okulunda (Hollanda), konular ayrı ayrı dersler şeklinde okutulmamakta, öğrencilerin gün boyunca katıldığı çalıştay, proje gibi faaliyetlere entegre edilmektedir; Svendborg Okulunda (Danimarka) bilişim ve iletişim teknolojileri konusu çalıştay şeklindeki etkinlikle ele alınmaktadır. İFO’larda eğitim almak isteyen öğrencilerin çoğunluğunun çeşitli problemlerle karşı karşıya olmaları nedeniyle (sağlık problemleri, alkol ve uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklar, hijyen problemleri, bunalımlı dönemler, saldırganlık vs.) eğitimin yaşam becerileri temelinde verilmesi önem arz etmektedir. Bu beceriler çeşitli informal faaliyetlerle verilebileceği gibi, ders olarak da okutulabilmektedir. Örneğin Norrköping Okulunda (İsveç) haftada iki saat ders olarak okutulmaktadır. Yaşam becerileri; zaman yönetimi, ahlak, vergi ödeme, banka işlemleri, demokrasi, sağlıklı beslenme, uyuşturucu, uyku problemleri, annelik, erken annelik, davranış biçimleri vd. konuları içerebilmektedir. İFO’ların kuruluşundaki ortak amaçlardan birinin gençlerin bu okullardaki eğitimlerinden sonra iş bulmalarını kolaylaştırmak olduğu göz önüne alınarak, bu sistemde öğrencilerin eğitimlerinin bir bölümü iş • 90 yerlerindeki uygulamaya ayrılmıştır. Ancak bu uygulamaya ayrılan süre bakımından da ülkeler arasında bir uyum yoktur. Örneğin Catania İFO’sundaki (İtalya) öğrenciler eğitimlerinin yüzde 10’nunu okul içinde mesleki eğitim şeklinde, yüzde 60’ını ise iş yerlerinde görmektedirler. Norrköping İFO’sundaki (İsveç) öğrenciler ise haftanın 2 gününü okulda geçirirken, 3 gün ise işyeri ortamında çalışmaktadırlar. Sonuç olarak günümüzdeki genel ihtiyaçlar göz önüne alındığında, bir İFO’nun eğitim ve öğretim programının altı temel alanda düzenlenmesi beklenmektedir. Bunlar; • Temel beceriler (okuma, yazma, aritmetik) • Mesleki beceriler • Yaşam becerileri (hayat boyu öğrenme, öğrenmeyi öğrenme, işbirliği, takım çalışması, iletişim, sosyalleşme, ahlak vd.) • Bilgisayar ve bilişim iletişim teknolojilerine yönelik beceriler • Dil becerileri • Diğer beceriler (kültürel gelişim, spor, el sanatları, sanat vb.). METODOLOJİ Okulda sağlanan eğitim ve öğretim bilginin aktarılmasına değil, üretilmesine odaklıdır. Bu bağlamda, öğrencilerin öğrenme süreçlerine, deneysel yaratıcı faaliyetlere ve sorgulamalara doğrudan ve aktif katılımı esastır. Eğitim ve öğretim sürecinde; gözlem, veri analizi, problemlerin çözümüne yönelik hipotezler geliştirme, tartışma, takım çalışmaları ön plana çıkmaktadır. Kullanılan ideal metodlar arasında; gruba yönelik öğretim, özgür diyalog, beyin fırtınası, projelendirme vb. vardır. BAŞARININ DEĞERLENDİRİLMESİ İFO’larda öğrenci başarısının değerlendirilmesine yönelik standart bir sistem yoktur ve her okul uyguladığı program ve etkinliklere göre çeşitli metotlar kullanabilmektedir. En sık uygulanan metodların başında; • öğrenilen işin icrası • beyan, rapor, izleme defteri, öğrenci günlüğü NİSAN 2011 - SAYI 134• • proje sonuçları • portföy • standart değerlendirmeler gelmektedir. Örneğin Svendborg İkinci Fırsat Okulundaki (Danimarka) öğrencilere sınav uygulanmamakta, öğrencilerin ilerleme durumları günlük takiplerle izlenmektedir. Bu, çalıştaylarda beraber çalışan iki öğretmen tarafından yapılmakta ve rutin çalışmalar esas alınmaktadır. Günün sonunda gözlemler tartışılmakta ve gerekirse profesyonel danışmanların da görüşleri alınmaktadır. MedieFronten İFO’sunda ise öğrenciler kaydettikleri ilerlemeleri portföylerine eklerler. Ayrıca tüm öğrencilerin hedeflerini ve başarıyla geçtikleri kilit aşamaları kaydettikleri “takip defterleri” vardır. SERTİFİKALANDIRMA İFO’lardaki öğrencilere verilen tamamlama ve mezuniyet belgeleri de ülkelere ve bölgelere göre farklılıklar göstermektedir. Bazı okullar geleneksel eğitim sistemi kapsamında verilen diplomaların dengini verirken, (Örneğin; Almanya’da Schulabschluss, Yunanistan’da ulusal diplomalar, Leeds’de Ulusal Mesleki Yeterlilik Diploması ve Ulusal Genel Ortaöğretim Diploması, Catania’da (İtalya) scuola media); bazı İFO’lar (Örneğin Portekiz’de) ise formal eğitimde geçerli olan krediler vermektedir. Bu okulların ortak arayışları ise, düzenli ve geçerli bir sertifikasyon sistemini oluşturmaktır. SİSTEMİN DEĞERLENDİRİLMESİ 1999 yılında, Avrupa Komisyonu İkinci Fırsat Okullarının başarılarının ölçülmesine yönelik olarak “Dışarıdan Değerlendirme” uygulamalarını başlatmıştır. Bu değerlendirmelerin amacı; okulların ne derece başarılı olduğunu ölçmenin yanında, bir durum analizinin ortaya konulması yoluyla eksik yönlerin saptanarak, daha ileri adımlar atılmasıdır. İkinci fırsat okullarının değerlendirilmesinde; okuldan atılan öğrencilere yeniden fırsat verildiğinde öğrenme isteklerini geri kazanabildikleri ortaya çıkmaktadır. Bu öğrenciler sosyal ve profesyonel açıdan rehabilite olmakta ve mezun olduklarında kendilerine güven duygusunu yeniden kazanmış, bilgili ve istekli kişiler olarak iş bulabilmektedir. AB ülkelerindeki İkinci Fırsat Okullarına giden binlerce öğrenci, geçmişlerinde eğitime küsmüşken, bu okullar sayesinde mutsuzluk, hayal kırıklığı, başarısızlık ve kişisel yıkım duygularından arınmaktadırlar. Bir araştırmaya göre bu okullara devam eden öğrencilerin yüzde 90’ı kendi durumlarında büyük değişiklikler olduğunu fark etmektedirler. İKİNCİ FIRSAT OKULLARININ ÜLKEMİZDE AÇILMASINA İLİŞKİN GÖRÜŞ VE ÖNERİLER Okulda başarısızlık AB ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de büyük bir problemdir ve milyonlarca genç, aslında eğitim ve öğretimle işlenebilecek potansiyele sahipken, okul çağında karşılaştıkları psikolojik, sosyal ve ekonomik vb. nedenlerden dolayı başarısız olmakta ve çoğu zaman bu başarısızlık onların tüm yaşamlarını etkilemektedir. Birçok psikolojik sorunun, sosyalleşme konusundaki sıkıntılardan kaynaklandığının farkına varan Avrupa ülkeleri, genç insanların yeni sosyal ve kültürel ortamlara uyumlarının sağlanmasına önem vermektedirler. Hayat Boyu Öğrenme’nin bir politika hâline geldiği ülkemizde de AB üye ülkelerinde ve gelişmiş bazı diğer ülkelerde olduğu gibi, zorunlu eğitim çağını geçmiş, ancak daha sonra başarısızlıkları nedeniyle pişmanlık yaşamakta olan gençlerin, geç olmadan yeniden topluma kazandırılmaları için acil tedbirlerin alınması gerekmektedir. İkinci Fırsat Okullarının açılması bu tedbirlerden en başarılı olanıdır. AB ile bütünleşme sürecinde olan ülkemizde de bir çok üye ülkenin yıllardır başarıyla yürüttüğü bu uygulamanın acilen gündeme gelmesinde yarar vardır. Zira; göç, kültürel farklılıklar, sosyo-ekonomik sorunlardan kaynaklanan problemlerle yüz yüze olan çok sayıda genç insanın topluma yeniden kazandırılması ve istihdam edilmesi, toplumsal bunalımların aşılması yolunda çok büyük önem teşkil etmektedir. Bunun sağlanması için bu gençlere ilgi ve yeteneklerine göre eğitim ve öğretim olanakları sağlanması şarttır. Ülkemizin İkinci Fırsat Okulları İçin Atabileceği Adımlar: Bu okulların açılması, AB tarafından önerilen ve 91 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM teşvik edilen bir uygulama olmasına rağmen, yapılanmaları ve uygulamaları konusunda ülkelerin geleneksel eğitim sistemleri, özel ihtiyaçları ve sosyo-ekonomik farklılıklarına göre bir esneklik söz konusudur. Dolayısıyla ülkeler yasal düzenlemeler ve uygulamalar açısından bu okulları kendi imkânları ve ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirebilmektedirler. AB’nin öncülüğünde ve bu konuda oluşturduğu İkinci Fırsat Okulları İçin Avrupa Şehirleri Ağı (E2C) ve yayınladığı genel kılavuzla ortak hareket eden üye ülkelerin tecrübeleri, Herkes İçin Eğitim Stratejisini benimsemiş ülkemiz için de iyi bir örnek teşkil etmektedir. Bu yüzden, ülkemizin İkinci Fırsat Okullarının açılması konusunda AB ile işbirliği yapması ve AB fonlarından yararlanması isabetli olacaktır. Bu bağlamda ülkemizin bir ön hazırlık yapması açısından: • Genel, bölgesel ve yerel bazda; eğitim çağında olup eğitim sisteminin dışında kalmış çocuklar ve gençlerin sayısı ve durumuna ilişkin güvenilir veri toplanması ve analizi, • Yapılan analizlere oluşturulacak profillere dayanılarak, öncelikli illerin ve semtlerin belirlenmesi, • Yerel yönetimlerle işbirliği yapılması, • Özel sektörle işbirliği yapılarak, istihdama ilişkin ihtiyaçların belirlenmesi, • Bu okulların kurulmasında ve işletilmesine (örneğin; kullanılabilecek kamu binaları, çalışacak öğretmenlerin niteliği ve niceliği vs.) ilişkin fizibilite çalışmalarının yapılması, • Tüm bunlar yapılırken yetkili AB ilgilileriyle yakın temasa geçilerek destek alınması gibi konular başta olmak üzere detaylı çalışmalara ihtiyaç olacaktır. ting all young people into society through education and training, Volume 1, Proceedings of the meeting Brussels, 7 and 8 May 1998 Report from Contact seminar on Second Chance Schools Norrköping, Sweden, May 9 –11 2001 Combating Exclusion through Education and Training Declaration of Mrs Cresson, Former European Commissioner, 1995 - September 1999 Eason, 2003 http://news.bbc.co.uk/1/hi/education/3052961.stm. Another example is the planned ‘A4e Second Chance School’ in Sheffield (http://www.e2c-europe. org/2cschools/2cschools__shef.htm). Grigorios Bisbinikakis1, I. Athanasia Dipl.-Informatiker (MSc) Univ. Erlangen, BSc-Mathematics Univ. Patras, Greece; MSc- Information Technologies in Education and Educational Software The external synthesis report, produced by Beratungs-, Projektmanagement- und Personalsentwicklungsgesellschaft (BBJ) in Berlin (D) (PDF format 3600 kb) The thematic report on “partnership” produced by Centrum voor Europese Studies en Opleidingen (CESO) in Maastricht (NL) and the Collège Cooperatif Provence Alpes Méditerranée in Aix-enProvence (F) (PDF format - 480 kb) The thematic report on “teaching methods” produced by CESO in Maastricht (NL) and AIKE International Ltd in Helsinki (Finland) (PDF format - 220 kb) The thematic report on the characteristics and progression of the target group, produced by the Centre International d’Etudes Pédagogiques (CIEP) in Sèvres (F) (PDF format - 250 kb) Grundtvig, Adult Learner’s Week and adult learning in general visit NIACE, www.niace.org.uk http://www.literacytrust.org.uk/socialinclusion/youngpeople/goodpractice.html#Second KAYNAKÇA Second Chance Schools Evaluation Lot 3 Teaching Methodologies Final Report, August 2000, EevaKaisa Linna (Aike International/National Board of Education, Helsinki) Jacques Jansen (Ceso, Maastricht) http://ec.europa.eu/education/archive/2chance/home_ en.html Directorate-General for Education and Culture, Integra- • 92 http://nascent.bbjnet.it/Newsletter/Newsletter2.pdf http://www.schome.ac.uk/wiki/Second_chance_schools http://www2.trainingvillage.gr/download/cinfo/cinfo298/ c2c04en.html Guide for setting up a second chance school, Prepared by Liliane Lafond- Association nationale pour la formation professionnelle des adultes (AFPAFrance, Edward TERSMETTE, European Commission) GÜNDEM Uluslararası Okul Öncesi Eğitim Kongresi “Okul Öncesi Eğitimin Güçlendirilmesi Projesi” kapsamında düzenlenen “Uluslararası Okul Öncesi Eğitim Kongresi” İstanbul’da yapıldı. Kongrede bir konuşma yapan Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, okul öncesi eğitimin çocukların sağlıklı, mutlu ve başarılı bireyler olmasında en temel ve önemli basamaklardan biri olduğunu söyledi. Hükûmet olarak en temel önceliklerden biri olarak, okul öncesi eğitimi belirlediklerini ifade eden Bakan Çubukçu, 2002 yılında Türkiye’de okul öncesi eğitimde yüzde 11 olan okullaşma oranını yüzde 100’e çıkarmayı en önemli hedef olarak önlerine koyduklarını belirtti. Okul öncesi eğitimi, çocukların, eğitim hayatına iyi bir başlangıç yapmaları için önemli bir basamak olarak gördüklerini anlatan Bakan Çubukçu, şöyle konuştu: “Çocuklarla her zaman iç içeydim. Meslek hayatım boyunca çocuklarla ilgili çalışmalarda bulundum. İstanbul Hukuk Fakültesinden mezun olduktan sonra İstanbul Barosu Çocuk Hakları Komisyonunda ve çocuk mahkemelerinde görev yaptım. 59. Hükûmet döneminde Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı görevine atandım. 2009 yılından itibaren de Millî Eğitim Bakanı olarak yürüttüğüm görevim sırasında okul öncesi eğitimin önemine hep inanarak, çalışmalarımda öncelik verdim. Çünkü tek tek her çocuğumuz çok değerli ve çok önemli. Çalışarak elde edeceğimiz hiçbir sonuç, çocuklarımızın yüzündeki gülücüklerden, gözlerindeki ışıltılardan daha önemli değildir. İstiyoruz ki çocuklarımız daha az hastalansınlar, daha iyi beslensinler. Daha az ağlasınlar, daha çok çok gülsünler. O olağanüstü gülümseyişleriyle yüreğimizi ve geleceğimizi aydınlatsınlar.” Yapılan araştırmaların, kaliteli bir erken çocukluk eğitimi programına katılan çocukların anaokulu ve ilköğretime başlarken, öğrenmeye daha hazır ve yetenek testlerinde daha başarılı olduklarını ortaya koyduğunu vurgulayan Bakan Çubukçu, okulu terk, devamsızlık ve sınıf tekrarı oranlarının daha düşük olduğunu, bir üst öğretime geçiş ve devam etme oranını arttırdığını, daha üst düzeyde akademik motivasyonlarının olduğunun ve başarılarının arttığının gözlenen kazanımlar olduğunu bildirdi. Çocuklara sunulan hizmetin kalitesini yükseltmeye dönük çabaların, yaygınlaştırma çabalarıyla eş zamanlı olarak yürütüldüğüne işaret eden Bakan Çubukçu, şunları kaydetti: “Okul öncesi dönem, hayatın temelini oluşturuyor. Bu dönemin en önemli özelliği gelişimin çok hızlı olmasıdır. Ülkemizde yıllar yılı okul öncesi eğitim kurumları çocuk bakıcılığı görevinin üstlenildiği yerler olarak görülmüşse de bugün bu algının çok büyük oranda değişime uğradığını memnuniyetle görüyoruz. Kuşkusuz anne babaların bu konudaki duyarlılıkları ve çocukları için okul öncesi eğitimin önemine inanmaları, sonuca ulaşmamızda en az maddi kaynaklar kadar gerekli ve önemli. Eğitim ve beyin gelişimi üzerine yapılan araştırmalara göre, çocuk 5 yaşına geldiğinde beynindeki bağlantı temellerinin yüzde 60’ı kurulmaktadır. 0-5 yaş dönemi beyin gelişiminin en hızlı ve öğrenmeye en elverişli olduğu yıllarıdır. Artık okul öncesi eğitimin, bireyin sağlıklı gelişimi, başarısı ve mutlu bir geleceğe sahip olmasında hayati bir önem taşıdığı tartışmasız kabul gören bir gerçektir.” Avrupa ve OECD ülkelerinde okul öncesi eğitimde okullaşma oranının yüzde 80’lerin üzerinde olduğunu söyle- 93 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM yen Bakan Çubukçu, “Ülkemizde okul öncesi eğitimi yaygınlaştırmak, okullaşma oranını Avrupa Birliği ve OECD ülkeleri düzeyine çıkarmak, her çocuğa okul öncesi eğitim imkânı sağlamak öncelikli hedeflerimiz arasındadır” dedi. Genel eğitimin yanı sıra erken çocukluk dönemi eğitim politikalarını belirlerken okul öncesi eğitimi de öncelikleri arasına aldıklarını anlatan Bakan Çubukçu, şöyle dedi: “Bakanlığımız, 2003 yılından bu yana okul öncesi eğitimle ilgili önemli çalışmalara imza atmış, 2010-2011 eğitim öğretim yılında okullaşma oranı 48-72 aylık çocuklar için yüzde 43’e ulaşmıştır. Ancak okul öncesi eğitimle ilgili hizmetlerin dağınık olması, erken çocukluk gelişiminin önemine ilişkin toplumsal bilinç düzeyi, erken çocukluk gelişimi kapsamındaki hizmetlerin, dezavantajlı çocuklara götürülmesinde erişimin sınırlı olması, finansmanın yeterli olmaması bu alandaki temel sorunlarımızdır. 9. Kalkınma Planı’nda 2013 yılı sonu itibariyle 5 yaş grubunda kademeli olarak yüzde 100’lük okullaşma oranı hedeflenmektedir. Bu hedefe ulaşmak için ülke gerçeklerine uygun yaklaşımlarla rasyonel ilke ve politikalar üreterek stratejiler geliştirmek durumundayız.” Okul öncesi eğitim hizmetlerinin verilmesinde, okullaşma için kurum ve sınıf sayılarla, araç-gereç gibi altyapı imkânları ve müfredat ne kadar önemliyse, bu altyapıyı kullanacak öğretmenlerin nicelik ve niteliklerinin de o kadar önemli olduğunu ifade eden Bakan Çubukçu, çocukların başarısının en önemli unsurunu öğretmenlerin oluşturduğunu kaydetti. Atanacak öğretmenlerin, üniversitelerin 4 yıllık eğitim fakültelerinden okul öncesi eğitimi bölümünden mezun olmalarını önemsediklerini belirten Bakan Çubukçu, “Amacımız tüm çocuklarımızın okul öncesi eğitim fırsatlarından eşit şekilde yararlanmasıdır” dedi. Okul Öncesi Eğitimin Güçlendirilmesi Projesi’yle dezavantajlı çocukların gündüz çocuk bakım ve okul öncesi eğitime kayıt oranını artırmayı, devamlarını sağlamayı hedeflediklerini anlatan Bakan Çubukçu, dezavantajlı çocukların kaliteli bir okul öncesi eğitimden faydalanmaları, hayata akranlarıyla eşit koşulda başlamaları açısından çok büyük bir öneme sahip olduğunu bildirdi. Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, çağdaşlaşma ve ekonomik kalkınmanın ancak beden ve ruh sağlığı yerinde, geleceğine yön verebilen eğitilmiş bireylerden oluşan yaratıcı bir toplumla gerçekleşebileceğini belirterek, okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması konusunda devletin yanı sıra yerel yönetimlere, özel sektörlere ve sivil toplum kuruluşlarına da çok önemli sorumluluklar düştüğünü kaydetti. Bakan Çubukçu, konuşmaların ardından okul öncesi eğitime katkıda bulunan bürokrat ve akademisyenlere teşekkür plaketi verdi. İstiklâl Marşı’nın Kabulü ve Mehmet Âkif Ersoy’u Anma Günü Etkinliği Bakan Çubukçu, İstiklâl Marşı’nın Kabulü ve Mehmet Âkif Ersoy’u Anma Günü dolayısıyla Millî Eğitim Bakanlığı Şûra Salonu’nda düzenlenen etkinlikte yaptığı konuşmada, İstiklâl Marşı’nın TBMM’nin 12 Mart 1921 tarihli oturumunda iki defa üst üste okutularak uzun uzun • 94 alkışlandığını belirterek, o tarihî anın coşkusunu bugün tekrar görmekten onur duyduğunu söyledi. Büyük insanların, içinde yaşadıkları zaman dilimine sığmayan, geçmiş ve gelecek zamanları kapsayan insanlar olduğuna işaret eden Bakan Çubukçu, onların bazen bir anıta, bazen bir kitaba, bazen de toplumlar için bir kurtarıcıya dönüştüklerini kaydetti. Bakan Çubukçu, “Mehmet Âkif Ersoy da 63 yıllık ömrüne sığdırdığı mücadele ve bütün bir milletin duygularına tercüman olan İstiklâl Marşı’nı yazarak tarihe ve topluma mal olmuş büyük insanlardan biridir ve “İstiklâl NİSAN 2011 - SAYI 134• Marşı” şairi olarak milletin kalbine yerleşmiştir. Yüreği vatan ve istiklal sevgisiyle dolu şair, milletin ruhundaki derin ıstırabın tercümanı olmuştur” dedi. İstiklâl Marşı’nı anlamak ve anlatmak için onun hangi şartlarda yazıldığının bilinmesi ve bu çerçevede değerlendirme yapılması gerektiğini ifade eden Bakan Çubukçu, “Bir milletin direniş ruhunun istiklal iddiasının her satırına sindiği ve bu topraklar için gözünü kırpmadan şehit olan bütün vatan evlatları adına yazılmış olan İstiklâl Marşı’mızın esin kaynağı Kurtuluş Savaşı’mızdır. İstiklâl Marşı’mız yazıldığı andan itibaren bir şairin eseri olmaktan çıkıp milletimizin kalbine yerleşmiştir” diye konuştu. Bakan Çubukçu, Ersoy’un, bir milletin bağımsızlık özlemini şiirlerinde anlatırken, bağımsızlığın sadece silahla kazanılamayacağını, bedelinin can ile ödendiği, bağımsızlığın bir milletin fikir dünyasında gerçek manasını bulacağı düşüncesini emanet olarak bıraktığını kaydetti. Millî şairin bu fikirlerini ortaya koyarken en büyük değeri, Türk gençliğine verdiğini dile getiren Bakan Çubukçu, “Ona göre gençlik, sadece geleceği yaşayan bir nesil olmayıp, aynı zamanda geçmişini de içinde yaşatacak olan en büyük kültür taşıyıcısıdır” dedi. Etkinlikte, Polatlı Anadolu Lisesi öğrencileri tarafından “Mehmet Âkif Olmak” adlı tiyatro gösterisi de düzenlendi. Öğretmen Okullarının Kuruluşunun 163. Yıldönümü Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu Öğretmen Yetiştirme ve Eğitimi Genel Müdürlüğünce, Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi’nde düzenlenen “Öğretmen Okullarının Kuruluşunun 163. Yıl Dönümü” kutlama törenine katıldı. Törende konuşan Bakan Çubukçu, Türkiye’deki öğretmen yetiştirme sisteminin temelinin 16 Mart 1848 tarihinde Darül Muallimin adıyla ilk öğretmen okulunun açılmasına dayandığını söyledi. Bakan Çubukçu, herkesin hayatında minnet duyduğu, sevgiyle andığı ve yeteneklerini fark etmesine, kişiliğinin gelişmesine yaptıkları katkılarla hep hatırladığı öğretmenleri olduğunu belirterek, “İnanıyorum ki sizler de öğretmenlik mesleğinin gerektirdiği niteliklerle donanmış olarak öğrencilerin üzerine ışığınızı düşüreceksiniz” dedi. Her öğrencinin içindeki potansiyeli ortaya çıkarmanın ve geliştirmenin öğretmenlerle mümkün olduğunu vurgulayan Bakan Çubukçu, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bu kapsamda öğretmenlik mesleğinin geliştirilmesine ilişkin her hizmetin, her destek ve yatırımın diğer alanlara yapılan yatırımlardan çok daha önemli, öncelikli ve değerli olduğunu belirtmek isterim. Öğretmenlik mesleği ülkemizde her zaman itibar gören ve bir ideal olarak gençlerin önüne konulan bir meslek olmuştur. Büyük Önder Atatürk de yaşadığı sürece her fırsatta öğretmenlik mesleğinin önemini vurgulamıştı. Tutarlı ve ciddi eğitim politikaları ve öğretmen yetiştiren okullarla ülkemizde bir eğitim seferberliği başlatıldı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında da eğitime yapılan yatırımın sonucunda sanatta, bilimde ve edebiyatta birbirinden değerli insanlar ortaya çıktı.” Bakan Çubukçu, edebiyatta, fikir hayatında eser veren yazarların büyük bir bölümünün aynı zamanda öğretmen olduğunu hatırlatarak, “Onların yetiştirdiği öğrenciler mutlaka farklı olacaklardı, oldular da... Öğretmenlik mesleğine değer verildiğinde nasıl eğitimciler, nasıl öğretmenler ve öğrenciler yetişiştirildiğini hepimiz biliyoruz. Muhakkak o yılların koşulları bugünden çok farklıydı. Ancak Atatürk’ün öğretmenlere gösterdiği yakınlık ve toplumda bu mesleğe karşı duyulan saygınlık, Anadolu’nun köy ve kasabalarına giden gencecik öğretmenle- 95 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM rin her türlü zorluğa ve sıkıntıya katlanmalarında önemli bir güç olmuştu” şeklinde konuştu. Bugün de öğretmenlik mesleğinin saygınlığının tek tek her öğretmenin sevgiyle, inançla, sabırla ve fedakârlıkla sürdürdüğü ve bir yaşam boyu süren öğretmenlik uğraşının üzerinde yükseldiğini dile getiren Bakan Çubukçu, geçmişte olduğu gibi günümüzde ve yarınlarda da öğretmenlerin ellerindeki meşaleyi bir an olsun bile bırakmayacaklarını ve en ücra köşede bir cevher gördüklerinde onu işleyip mücevhere dönüştüreceklerini söyledi. Bakan Çubukçu, Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi’nin 1848 yılına uzanan uzun geçmişinde de ülkeye önemli katkıları olan çok sayıda büyük insanın yetiştiğini ifade ederek, bu okula önemli katkıları olan başta Darül Muallimin Nizamnamesi’ni çıkaran Ahmet Cevdet Paşa, Satı Bey, Osman Zeki Üngör, Nihat Sami Banarlı, Halide Edip Adıvar, Selim Sırrı Tarcan, Ruşen Eşref Ünaydın ve İsmail Hakkı Baltacıoğlu ile okulun mezunları arasında bulunan Şemsettin Günaltay, Reşat Nuri Güntekin, Hasan Ali Yücel, Ahmet Kutsi Tecer, Niyazi Akşit, Orhan Şaik Gökyay’ı sevgiyle ve rahmetle andığını belirtti. Bakan Çubukçu, 1982 yılında çıkan Yüksek Öğretim Kanunu ile öğretmen yetiştirme görevinin üniversiteler bünyesinde oluşturulan eğitim fakültelerine • 96 verildiğini hatırlatarak, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu okullardan yetişen öğretmenlerimizin Kurtuluş Savaşı’nın büyük bir zaferle sonuçlanmasında ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kalkınma, gelişme ve demokratikleşme çabasındaki katkıları büyüktür. Öğretmen okullarındaki eğitim ortamı sayesinde vatan, millet sevgisi ve bilgiyle donatılarak hizmete hazırlanan öğretmenlerimizin kültür hayatımızda da farklı bir anlam ve katkıları vardır.” Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren öğretmen yetiştiren okulların yetiştirdiği bilim insanı, yazar ve şairlerin toplumun öncüleri olduğunu ifade eden Bakan Çubukçu, Atatürk’ün eğitimin önemine ilişkin yaptığı konuşmaların bir bölümünü aktardı. Bakan Çubukçu, “Öğretmen dün olduğu gibi bugün de eğitim sistemimizin en etkili ve en önemli unsuru olma özelliğini korumaktadır. Ülkenin geleceği olan gençleri yetiştirmek gibi kutsal ve onurlu görev onundur” diye konuştu. Yaşanılan çağın bilgi ve teknoloji üretimiyle bunların kullanımında insanlığın zaman kavramını zorladığı bir çağ olduğunu vurgulayan Bakan Çubukçu, “Bu durumda eğitimde çağı yakalamamız için adımlarımızın temposunu her geçen gün daha da hızlandırmak zorundayız. Çünkü milletlerin ayakta kalabilmeleri ancak kendilerine bilgi üreten ülkeler arasında yer bulmalarıyla mümkündür” şeklinde konuştu. Bakan Çubukçu, her alanda olduğu gibi eğitim-öğretimle öğretmenlik alanında da teknoloji ve bilgideki hızlı gelişmelere paralel olarak çok önemli yeniliklerin yer aldığını, bu değişim ve gelişmelerin her geçen yıl yeni ivmeler kazanarak devam edeceğini anlattı ve “Çağdaş uygarlığı belirleyen ülkeler arasında yerimizi alabilmemiz, genç kuşakları yetiştirecek öğretmenlerimizi bilgi çağının gereklerine uygun şekilde yetiştirmemize bağlıdır. Öğretmen yetiştirme politikaları ise insan yetiştirme sisteminin en temel öğesi ve belirleyicisidir. Bu yüzden öğretmenlerin işlev ve sorumlulukları diğer bütün mesleklerin önündedir” diye konuştu. Öğretmen adaylarına da seslenen Bakan Çubukçu, şunları kaydetti: “Sizler her gün bilgilerinizi yenilemeli ve yeni bilgi kanallarına ulaşmayı bir yaşam tarzı olarak benimsemelisiniz. Bunu kendi başarılarınız için olduğu kadar, ulusal başarımız için de gerçekleştirmek durumundasınız. Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Cumhuriyet’imizi çağdaş uygarlığı belirleyen ülkeler arasına taşıma, Cumhuriyet’imiz için bilgili, güçlü ve yüksek karakterli gençler yetiştirme onurlu nöbetini bilinç ve kararlılıkla devralacağınıza milletimizin güveni tamdır. Bakanlığımız da sizlere her şeyin en iyisini sunmanın gayreti içinde olacaktır.” NİSAN 2011 - SAYI 134• 97 • • BİLİM ve AKLIN AYDINLIĞINDA EĞİTİM • 98