Garip Şair: Necatî - TDED - Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği
Transkript
Garip Şair: Necatî - TDED - Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği
Garip Şair: Necatî “Garip” kelimesinin lügatlerdeki bütün anlamlarını şahsında ve şiirinde barındıran müstesna kişilerden biri olan Necatî’nin şiiri, sadeliği ile âşık tarzını benimseyen şairleri, yerlilik vurgusuyla Zatî ve Bakî’yi, ulaştığı lirizm ve içtenliğiyle Fuzulî’yi haber veren bir potansiyele sahiptir. 22 DİL ve EDEBİYAT AY I N D O S Y A S I Prof. Dr. Muhsin Macit N ecatî, gerçekten “garip” kelimesinin lügatlerdeki bütün anlamlarını şahsında ve şiirinde barındıran müstesna kişilerdendir. Divan şiirinin en büyük ustaları arasında adına yer bulmasına rağmen aile çevresi, çocukluk ve ilk gençlik yıllarına dair ne yazık ki kaynaklarda yeterli bilgi bulamıyoruz. Mevcut bilgiler de biyografi geleneğinin dar kalıplarını aşmamakta, merakımızı giderecek ayrıntıları içermemektedir. Tezkirelerde asıl adının Nuh veya daha kuvvetli bir ihtimalle İsa olduğu, Edirne’de yaşlı bir kadın tarafından köle olarak alındığı ve yetiştirildiği söylenir. Kaynaklardaki kuloğlu, Abdullahoğlu ifadelerinden hareketle devşirme olduğu tahmin edilmektedir. Edirne’de geçen günleri, tahsil hayatı ve Kastamonu’ya niçin gittiğine dair hiçbir şey söylemeyen kaynaklar, şairin yıldızının Kastamonu’da parladığı, “döne döne” redifli gazelleri sayesinde daha kendisi varmadan şöhretinin İstanbul’a ulaştığı konusunda rivayetler nakleder. Fatih döneminde İstanbul’a geldiği bilinmekle birlikte geliş tarihiyle ilgili söylentiler çeşitlidir. Fatih Sultan Mehmed’e sunduğu şitaiyye ve bahariyye kasidelerinde de şairin geliş tarihini ve kim tarafından saraya takdim edildiğini belirlemeye elverişli ipuçları yoktur. Lakin Nakşî Çelebi’nin Necatî’nin oğlu Hüseyin Çelebi’den naklettiği olay, şairane bir kurgu değilse Necatî’nin saray çevresine takdiminde şairlik kabiliyetinin etkili olduğu söylenebilir. Rivayet edildiğine göre Fatih, Yorgi (Filozof Gorgios Amirokis?) adlı nedimiyle satranç oynarken, sarığının kıvrımında bir kâğıt parçasının olduğunu fark eder. Alıp baktığında Necatî mahlaslı bir şairin şu gazelinin yazılı olduğunu görür: Eser etmez nidelüm âh-ı sehergâh sana Meğer insaf vere dostum Allah sana Hoş olur sohbet-i mey gecede mehtâb olıcak Nur saç meclise gel kim demişiz mâh sana Nidelüm devr sunarsa sana şerbet bana zehr AY I N D O S Y A S I Bu cihân böyle olur gâh bana gâh sana Levh-i çehremde okamağa hikâyât-ı gamı Geceler subha değin şem‘ tutar âh sana Gözyaşı encümini reh-ber edinmezse eger Şeb-i gamda iremez âşık-ı gümrâh sana Gece gelmeyeceğin sohbete ey dil biliriz Hele var gör ki ne yüzden doğar ol mâh sana Hüsrevâ kullarının eyle revâ hâcetini Ki ebed oldu müyesser kamu dil-hâh sana Ey Necâtî taş iken la‘l ede hurşîd bigi Bir nazar eyler ise himmet ile şâh sana Bu gazeli okuyan Fatih Mehmed, şaire yedi akçe ulufe bağlatarak divan kâtipliği görevi verir. Böylece edebiyat çevrelerindeki yerini sağlamlaştırmaya başlayan Necatî, II. Bayezid döneminde şöhreti yakalar. Şehzade Abdullah’ın Karaman’da divan kâtibi, Mahmud’un Manisa’da nişancısı olarak görev yapar. Bu görevleri sırasında şehzadelerin çevresinde bulunan Taliî, Sun‘î ve Şevkî gibi bürokrat şairlerle iyi ilişkiler içinde olduğu bilinmektedir. Şehzade Mahmud’un ölümünden sonra İstanbul’a dönen Necatî, II. Bayezid’in kendisine bağlamış olduğu 1000 akçe ile geçimini sürdürür. Vefa’da edebî sohbetlerle geçirdiği ömrü, 27 Mart 1509 günü nihayet bulur. Şairin “Bir seng-dil firâkına ölen Necâtînin/ Billah mermer ile yapasız mezarını” beytini bir nevi vasiyet kabul Günlük dilden gelen unsurları kullanması, atasözü ve deyimleri dirilterek büyülü mısralara dönüştürmesi, bilhassa Kastamonu yöresine ait yerel kelimeleri kullanmasıyla kendisinden öncekilerden ayrılır. Necatî’nin elinde Türkçe, gerçek manada mısra estetiğine kavuşur. Ondan sonra gelen şairler bu birikimi göz ardı edemezler. DİL ve EDEBİYAT 23 eden Sehi Bey, şairin mezarını yaptırmış ve ölümüne “gitdi Necâtî hây” ibaresini tarih düşürmüştür: Nakl-i Necâtî âleme târih olmağın Târîhini Sehî dedi gitdi Necâtî hây Eseri Her ne kadar kaynaklarda Necatî’nin Gül ü Hüsrev, Leyla ve Mecnûn, Mihr ü Mâh gibi çift kahramanlı aşk hikâyeleri yazdığı, Gazalî’nin Kimyâ-yı saâdet’i ile Avfî’nin Câmiü’l-hikâyât’ını tercüme ettiği söylense de bunların birer tasarı olarak kaldığı tahmin edilebilir. Necatî’nin bugün elimize ulaşan tek eseri divanıdır. Divanını hamisi Müeyyedzade Abdurrahman Çelebi adına tertip etmiş ve dibacede de adını övgüyle anmıştır. Necatî Divanı, Ali Nihat Tarlan tarafından yayımlanmış (Üçüncü baskı, İstanbul 1997) ve Mehmed Çavuşoğlu bu neşre dayalı olarak Necatî Bey Divanı’nın tahlilini yapmıştır (İstanbul 1971). 3. Şairliği Necatî’nin divan şairleri arasında müstesna konumu sahiptir. Devrinden başlayarak bugüne kadar onun şairliği konusunda söz söyleme gereği duyanlar öncelikli olarak şiirlerindeki yerlilik arzusuna dikkat çekerler. Divan edebiyatı geleneği içerisinde İvaz Paşazade Atayî, Sarıca Kemâl, Safî mahlasıyla şiirler söyleyen Cezerî Kasım Paşa gibi şairlerin şiirlerinde görülen yerlilik arzusu, Necatî Bey’in şahsında en büyük temsilcisini bulur. Necatî’nin özellikle gazellerinde her şey kendiliğinden olmuş izlenimi verir. Günlük dilden gelen unsurları kullanması, atasözü ve deyimleri dirilterek büyülü mısralara dönüştürmesi, bilhassa Kastamonu yöresine ait yerel kelimeleri kullanmasıyla kendisinden öncekilerden ayrılır. Bu ayrılık, esası itibarıyla üslup ayrılığıdır. Latifî, Necatî’nin gazel tarzında kendinden önce gelen şairlerin üslubunu, hükmü kaldırılmış kitaplar gibi, ortadan kaldırdığını söyler. Necatî’nin elinde Türkçe, gerçek manada mısra estetiğine kavuşur. Ondan sonra gelen şairler bu birikimi göz ardı edemezler. Necatî’nin şiiri divan geleneğiyle kurduğu derin bağların yanı sıra halk şiiri, âdet ve gelenekleriyle de ilişki içindedir. Şöyle ki Necatî Divanı’nın gazeller bölümünde yer alan bir mütekerrir murabba (Birinci bendin son dizesinin, diğer bentlerin sonunda da tekrarlanması) ile Köroğlu’nun bir koşması arasındaki benzerlikler, eğer bir intihal veya adaptasyon söz konusu değilse divan şiiri ile âşık şiiri arasında metinlerarası ilişkiler bakımından dikkate değer özellikler taşımaktadır. Necatî’nin bent sonlarında yinelediği “Öpül ömrüm kocul canım” nakaratı, Köroğlu’nda “Öpül kocul huzur ile” biçimine dönüşmüştür. Bilhassa gazel ve kıtalarında tam bir halk adamı edasını benimseyen Necatî’nin bazı şiirlerinde âşık edebiyatının ve sözlü gelenek ürünlerinin havası hissedilir. Mesela şu beyit, sadece dilinin sadeliğiyle değil, kurgusu ve halk zevkini yansıtan sözlü geleneğe mahsus ifade kalıplarının kullanılmasıyla da geçen, beş asırlık zaman perdesini birdenbire aradan kaldıracak niteliğe sahiptir. Öldür beni desinler kulların öldürücü Bir padişah var imiş devr-i zaman içinde Türkçenin Anadolu’da şiir dili hâline geliş sürecinde yaşadığı bütün deneyimleri Necatî Divanı’nda estetik bir istif anlayışına uygun olarak buluruz. Aynı şekilde Necatî’nin şiiri sadeliği ile âşık tarzını benimseyen şairleri, yerlilik arzusuyla Zatî ve Bakî’yi, ulaştığı lirizm ve içtenliğiyle Fuzûlî’yi haber veren bir potansiyele sahiptir. Necatî Divanı’nın bu potansiyeli ilk bakışta sezilmekle birlikte adı geçen şairlerin Necatî’nin gazellerine yazdıkları nazireler, bu durumu daha somut bir biçimde ortaya koymaktadır. Bunları karşılaştırmalı bir biçimde göstermek mümkündür; ancak asıl üzerinde durmak istediğim husus, Necatî’nin sanki günümü- 24 DİL ve EDEBİYAT AY I N D O S Y A S I zün şairlerinin dilinden düşmüş izlenimi veren rahat ve doğal söyleyişidir. Onun postmodern bir roman kahramanına benzeyen hayat hikâyesi dikkate alınarak şu beyte bakılırsa iki dizeye hayatını sığdırdığı görülür: İki yol ağzına gelmiş garîbem Ara yerinde iki zülfünün ben Necatî’nin gazellerinde her şey kendiliğinden olmuş izlenimi verir. Günlük dilden gelen unsurları kullanması, atasözü ve deyimleri dirilterek büyülü mısralara dönüştürmesi, bugün için bazı anlamlarını kaybetmiş Türkçe kelimeleri kullanmasıyla kendisinden öncekilerden ayrılır. Bu ayrılık, esası itibarıyla üslup ayrılığıdır. Necatî’den önce de şairler öğrenmek kelimesini alışmak anlamında kullanırlardı. Fakat şu beyitte olduğu kadar doğal söyleyiş örneği herhâlde çok azdır: Necatî’nin şiirlerindeki yerlilik vurgusuna ve günlük konuşma dilinin sıcaklığına dozu iyi ayarlanmış ironi ve mizah duygusu eşlik etmektedir. Necatî eski şiirin rind ve zahid gibi tiplerini, çevresindeki insan ve olayları geleneğin imkânları içerisinde mizahî yönleriyle işler. Özellikle katırının ardından yazdığı “Mersiye-i ester” [Katır Mersiyesi] onun mizaha olan eğiliminin en çarpıcı örneklerindendir. O çok çok sevdiğimin şîvesine Necatî sen de az az öğrenirsin Necatî, konuşma dilinde çok sık kullanılan “gibi, şey, neler” gibi tek başına şiirsellik potansiyeline sahip olmayan sözcüklere de dizelerinde yüklediği işlevlerle şiirsellik katar. Necatî, şu beyitte daha çok benzetme edatı olarak şiirlerde kullanılan “gibi” kelimesinin çoğul ekiyle nasıl şiirsellik kazandığını gösterir: Bir dahi benim sencileyin pâdişehim yok Ey dost senin nice benim gibilerin var Necatî’nin şiirlerindeki yerlilik vurgusuna ve günlük konuşma dilinin sıcaklığına dozu iyi ayarlanmış ironi ve mizah duygusu eşlik etmektedir. Necatî eski şiirin rind ve zahid gibi tiplerini, çevresindeki insan ve olayları geleneğin imkânları içerisinde mizahî yönleriyle işler. Özellikle katırının ardından yazdığı “Mersiye-i ester” [Katır Mersiyesi] onun mizaha olan eğiliminin en çarpıcı örneklerindendir. Necatî, konuşma dilinin sıcaklığından olduğu kadar şiirde söz ve ses tekrarlarından da ustaca yararlanır. Şiirde redif veya düzenli tekrarların kullanımıyla ahengin ve metin bütünlüğünün sağlandığı bilinir. Necatî Divanı’nda bu anlatım yönteminin denendiği gazeller var. Necatî bazı şiirlerinde anlamın odaklandığı bir kelimeyi birbirini takip eden beyitlerde kullanır. Meselâ 121, 122 ve 123. gazellerinde anlamın odaklaştığı zülf kelimesini birbirini takip eden ilk üç beyitte kullanarak konu bütünlüğünü ve ahengi sağ- AY I N D O S Y A S I lamaktadır. Necatî Divanı’ndaki 254. gazelde güzeller kelimesi her beyitte tekrar edilerek şiirin odak noktasını oluşturmaktadır: Aynı şekilde, 389. gazelinde de bu gün ifadesi tekrar edilmekte ve bir gün redifi ses ve anlam, erte kelimesi de yalnız anlam bakımından söz konusu tekrara eşlik etmektedir. Necatî’nin bu tarz şiirlerinde metin bütünlüğünü sağlamak için ahenk unsurlarını oldukça işlevsel bir biçimde kullandığı görülür. Denilebilir ki Türkçe, Necatî’nin şiirlerinde ahenkle ve aşkla âdeta yeniden yoğrulur. Necatî’nin şiirlerine çağdaşlarından başlayarak pek çok şair nazire söylemiştir. Bilhassa “döne döne” redifli şiiri, Bakî’nin de aralarında bulunduğu şairlerce tanzir edilmiştir. “Gayri” redifli gazeliyle Fuzûlî’ye ses vermiştir. Fuzûlî’nin “Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge/ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayri” beyti, Necatî’nin “Beni ağlan beni kim üstüme gelmez ölicek/bir avuç toprak atar bâd-ı sabâdan gayri” beytindeki yalnızlığın ve kimsesizliğin paylaşılmasından başka bir şey değildir. Onun “gül” ve “hançer” kasideleri de Fuzûlî’nin nazire yazacak kadar beğendiği şiirler arasındadır. Devşirme bir çocuğun Türkçenin en büyük şairlerinden biri olması gerçekten “garip” değil midir? Bir başka “garip”lik ise Türkçeyi şiir burcunun zirvesine taşıyanlardan Behçet Necatigil’in Necatî’ye öykünerek “Gönül” soyadını “Necatigil”e dönüştürmesidir. DİL ve EDEBİYAT 25 4. Hançer Kasidesi Divan şiirinde kullanılan bütün sözcükler, rezm [ceng] ve bezm [muhabbet] olmak üzere iki başlık altında toplanabilir. Kirpiğin tîr (ok), tîğ (kılıç); kaşın kemân, yay; sinedeki yaraların otağ; gamın ve kederin leşker [asker] gibi algılandığı, yaralayıcı aletler ile güzellik unsurları arasında benzerlik kurulduğu çok olmuştur. Doğrusu rezm [ceng] geleneğinin, hayatın hiç olmazsa bir tarafını bütünüyle doldurduğu divan şiirinde sevgilinin kaşı, gözü, kirpiği ve gamzesiyle savaş aletleri arasında ilişki kurmak son derece doğaldır. Fakat bezm ile rezm arasındaki geçişkenlik ve ilişki güzellikle ilgili teşbih ve istiarelerin kapsamını aşarak yaşanan hayatı da kuşatır. Bilhassa kasidelerde savaş aletlerinin adı olan hançer, tîr, tîğ gibi rediflere benzerlik ilişkisinin ötesinde metafor değeri yüklenir. Necatî, II. Bayezid’e sunduğu sekiz kasidenin ikisinde rezme (ceng) ait aletlerden hançer ve tîğ’i redif olarak kullanır. Hançer redifli gazeli Fuzûlî ve İshak Çelebi tarafından tanzir edilir. Özellikle Fuzûlî, Necatî’nin kullandığı teşbih, mecaz ve istiarelerden yararlanır. Kasidelerin sunuluş nedenlerine dair ipuçları arandığında ilgili metinlerde, özellikle medhiye ve fahriye bölümlerinde bulunabilir. Necatî’nin hançer redifli kasidesinde de şairin beklentilerini ifade eden beyitler vardır. Bununla birlikte şair, bir kıtasında (Tarlan1997: 140) hançer kasidesini sunmaktaki amacı ve beklentisini hilal benzerliği üzerinden ifade eder. Söz konusu kıtada Necatî, insanların yılda bir kez Oruç Bayramı’nın gelişini hilal sayesinde bildikleri Necatî, II. Bayezid’e sunduğu sekiz kasidenin ikisinde rezme (ceng) ait aletlerden hançer ve tîğ’i redif olarak kullanır. Hançer redifli gazeli Fuzûlî ve İshak Çelebi tarafından tanzir edilir. Özellikle Fuzûlî, Necatî’nin kullandığı teşbih, mecaz ve istiarelerden yararlanır. Necatî’nin hançer redifli kasidesinde de şairin beklentilerini ifade eden beyitler vardır. gibi hançer redifli şiiri sayesinde de padişahın ihtişamının bilindiğini söyler. Sonra da bu şiir sayesinde kendisini “mansıbı kılıcı ile alan” bir kişi olarak takdim eder: Benüm hançer-redîf eş‘ârum ile Bilindi pâdişâhın ihtişâmı Nitekim yılda bir kez halk-ı âlem Hilâl ile bilür îd-i sıyâmı Redîfi hançer itdün mansıbı sen Kılıcun ile alursın ola mı Günümüz Türkçesiyle söylersek Necatî diyor ki: Padişahın ihtişamı benim hançer redifli şiirim sayesinde bilindi. Nitekim insanlar yılda bir kez Oruç Bayramı’nın gelişini hilal sayesinde bilirler. [Necatî] şiirinin redifini hançer ettin, sen mansıbı kılıcın ile alırsın, öyle mi? *** Kasîde-i Hançer der-Medh-i Sultân Bayezid Hân Mefâcilün fecilâtün mefâcilün fe cilün 1 Edindi gamzeden ol çeşm-i nâtüvân hançer Ki resmdür takınur cümle türkmân hançer O güçsüz, takatsiz göz kendisine gamzeden bir hançer edindi; çünkü âdettir, bütün Türkmenler hançer takınır. Divan şiirinde gamzenin hançer, kılıç, ok gibi savaş aletlerine benzetilmesi yaygındır. Güzelin gamzesi, âşığı yaralar. Necatî de kasidesine kime ait olduğu bilinmeyen, fakat gamzesinin ilişkilendirildiği savaş aletine bakılırsa muhtemelen bir güzele ait olan çeşm-i nâtüvânın hançeri ile Türkmenlerin hançer takınma âdeti arasında bir münasebet kurarak başlar. Bu beyitte şair, çeşmin sıfatı olarak kullandığı nâtüvan kelimesine sözlükteki karşılığını aşan bir anlam yüklemiş gibidir. İkinci dizedeki Türkmân kelimesinin güzelin gözüyle olan ilişkisi dikkate alınırsa çekik, esrik gözlü bir güzelden söz edildiği tahmin olunabilir. Türkmenlerin hançer takınma âdeti, başka şairler tarafından da işlenmiştir. 2 Saçunı çöz ki zırıh adın anmaya Dâvud Gözüni süz ki takınmaya Erdevân hançer Saçını çöz ki, Dâvud, zırh adını anmasın; gözünü süz ki, Erdevan hançer takınmasın. 26 DİL ve EDEBİYAT AY I N D O S Y A S I Önceki beyitte gamzesiyle söz konusu edilen güzelin bu beyitte saçı ve daha açık biçimde gözleri devreye girmektedir. İlk dizede Dâvud’a telmih yapılmıştır. Rivayete göre Dâvud peygamber, demiri yumuşatır ve ona şekil verirmiş. Zırh yapar ve geçimini bu şekilde sağlarmış. Dâvud peygamberin bu mucizesine Bâkî de bir beytinde gönderme yapmış, demirin Hazreti Dâvud’un elinde muma döndüğünü söylemiştir: Elinde Hazret-i Dâvûd’un âhendür ki mûm oldı Ziyâ-bahş olsa âfâka n’ola şemşîr-i bürrânı K.5/10 Necatî’nin beytinde her iki mısraın söz dizimi paralellik gösterir. Buna eskiler tarsî sanatı derler. Sevgili dağınık saçıyla ve göz süzüşüyle, zırh kuşanmış, hançer takınmış bir savaşçı imajını vermektedir. Şairin kastı da sevgilinin bu imajını yansıtmaktır. Gerçekte zararsız olan saç ve göz, koruyucu unsurlar olarak dile getirilmiştir. 3 Eğer ki lûtf ide nâzun eğer ki kahr ide lûtf Ki bezme rezme yaraşur bu dil-sitân hançer Lütfetsen de kahretsen de bu, gönülleri zapt eden hançer, eğlenceye de savaşa da yaraşır. de Zülfican’a telmihte bulunmasının iki sebebi vardır. Birincisi ilk dizede ses benzerliği olan zülüf kelimesinin kullanılması, ikincisi de hançer ile kabza arasındaki münasebetten ötürü tevriye sanatına bağlı olarak beyti iki biçimde anlamlandırmaya elverişli hâle getirme isteği. 5 Dilindedür nesi var ise kalbi sâfîdür Ne denlü tîzlenürse geçer hemân hançer Hançerin nesi varsa dilindedir; kalbi saftır, temizdir. Ne denli keskinleşirse, o kadar çabuk geçer. Hançer, kalbi temiz, ne söyleyecekse hemen söyleyen bir insan gibi düşünülmüştür. Böyle insanların öfkeleri ani ve geçicidir. Birden parlayıp sönen alev gibidirler. Böyle insanlarla hançer arasında ilişki kurulmasında ve hançerin kişileştirilmesinde, çelikten yapılması, dolayısıyla parlaklığı ve biçimi belirleyici olmuştur. Dil ile hançer arasında şekil benzerliği bulunmaktadır. Kalp ve saf kelimeleri bize aynayı hatırlatır. Hançer de çelikten yapıldığından az da olsa yansıtma gücü vardır. İnsanda olduğu gibi, ne kadar saf olursa o kadar makbul olacaktır. Tîz kelimesi tez şeklinde Divan şiirinde hükümdar ve güzel, biraz da tanrısal özelliklerle sahiptir. İster lütfederler ister kahrederler. Lütuf da ve kahır da büyüklüğün şanındandır. Lütuf bezmi, kahır rezmi çağrıştırır. Lütuf-kahır; bezm-rezm zıtlığı üzerine kurulan beyitte hançer, rezm ve kahırla ilgili olduğu hâlde bezme de yaraşırlığı dile getirilir. Böylece hançer, savaş meydanlarının dışında, kılıç oyunu, hançer barı, bıçak horonu gibi ritüellerde eğlence meclisinin bir figürü olarak görselliğiyle izleyenleri ürpertir. 4 Göre idi zülfün ile gamze-i ciger-dûzun Takınmaya idi cömrince Zülficân hançer Zülficân, ciğeri delen gamzeni ve saçını görseydi, ömrü boyunca hançer takınmazdı. Zülfican hem hükümdar hem de hançer kabzası anlamıyla tevriyeli kullanılmıştır. İran mitolojisinin gücü ve ihtişamı temsil eden onca karhamı varken, Necatî’nin Erdevan, Zülfican gibi diğer şairlerce pek itibar edilmeyen isimlere telmihte bulunması ilgi çekicidir. Bu beyitte şairin başka bir kahramana değil AY I N D O S Y A S I DİL ve EDEBİYAT 27 de okunabilir ve böyle okunduğunda, tezlenmek, halk arasında aniden öfkelenmek, çabuk sinirlenmek anlamında kullanılır. Ayrıca çabukluk anlamıyla da heman kelimesiyle anlamca bir yakınlık oluşturur. Hançer gibi kesici aletlerin en tehlikeli kısımları tutulan yeri dışında kalan yerlerdir. Yani nesi varsa buradadır. Diğer yerler zararsızdır. 6 Tarikat ehli miyân-beste müfred olduğiçün Cemîc-i sim ü zerin itdi der-miyân hançer Hançer, tarikat ehli, bel bağlamış ve yalnız olduğu için altın ve gümüşün tamamını ortaya koymuştur, onlarla ilgilenmemiştir. Hançer, başı önüne eğilmiş, her işe razı olan, boyun eğen bir dervişe benzetilmiştir [kapalı istiare]. Tasavvuf yoluna giren kişi, gereğinden fazla değer vermediği için altın, gümüş nevinden neyi varsa onları ortaya koyar. Tarikat ehlinin yeterince bağlanma- dığı için ortaya attığı altın, gümüş hançer için gösteriş unsurudur. Hançerdeki değerli taşlardan söz edilmesi, bize bir hakikati de hatırlatmaktadır. Sultan Bâyezid, makine sanatlarını çok sever, iyi kesilmiş kırmızı akiklerden, işlenmiş gümüşten, güzel yapılmış eşyadan çok hoşlanırmış. Beyitte bu gerçeğe bir atıf yoktur; ancak hançerdeki süslerin yapımı düşünüldüğünde, bu gerçek hatırlanabilir. 7 Şucâc-ı şemc-i şeb-efrûz-ı bezm-i devletdür Egildi sarsar-ı kîn ile nâgehân hançer Hançer kin rüzgârıyla aniden eğildi, o saadet meclisinin gecesini aydınlatan mumun ışığıdır. Hançer teşbih-i beliğ yapılarak saadet meclisini aydınlatan mum ışığına benzetilmiştir. Hançer, biçim bakımından muma benzer. Esinti mumun alevini eğip büker, biçimlendirir. Hançeri biçimlendiren de kin rüzgârıdır. Kinin sarsara benzetilmesi [teşbih-i beliğ], çelikten yapılmış hançerin eğriliğini daha manalı kılmak içindir. Hançer, mum ışığı gibi geceyi aydınlatmaktadır. Eğilmesine sebep olan şey ise kin rüzgârıdır. Gerçekte de düşünüldüğünde, mumun ışığı rüzgâr dolayısıyla sağa sola eğilir. Bu durum ile hançerin eğriliği arasında bağ kurulmuştur. Mum rüzgârla çabucak söner. Rüzgâr böylece kötü bir karaktere bürünmüş olur. Mumu söndürmesi onun kinidir. Mum yerine hançer konulduğundan onun eğilmesine sebep de yine rüzgârdır. 8 Egerçi tîr-i ciger-dûzun agzı var dili yok c Aceb budur kim olur cümleten zebân hançer Gerçi ciğer delen okun ağzı var dili yoktur. Şaşılacak olan şey, hançerin, baştan başa dil olmasıdır. Hançer teşhis yapılarak kapalı istiareyle insana benzetilmiştir. Hançer, şekil olarak dile benzer. Ok ve hançer, şekil olarak karşılaştırılmıştır. 9 Dilinden âyet-i nasrun minallâh olmaz dûr Hemîşe hem-dem-i feth-i karîb olan hançer Her zaman yakın bir fethe dost olan hançerin dilinden nasrun minallah ayeti eksik olmaz. 28 DİL ve EDEBİYAT AY I N D O S Y A S I Muhtemelen üzerine kutsal değerler uğruna savaşmayı öğütleyen ayetlerin yazıldığı bir hançerden söz edilmektedir. Hançerin dil kısmındaki “nasrun minallah” yazısı, dilinden uzak olmaz kinayesi ile ifade edilmektedir. Kuran’ın 61.suresi olan Saff suresinin 13. ayetinden bir iktibas yapılmıştır: “Ve kendisini sevdiğiniz bir başka nimet de vardır ki: O da Allah’tan bir zaferdir ve yakîn bir fetihtir ve müminleri müjdele.” 10 Hasûdlar gibi durmış rakîb bögrin urur Meger kim aldı ele şâh-ı kâm-rân hançer Saadetli padişah eline hançer aldığı zaman, rakip hasetçi kimseler gibi göğsünü döver. Divan şiirinde genellikle aşk konusunda yeri ve kişiliği belirginleşen rakip, bu beyitte eline hançerini alan padişahı kıskanan kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Padişahın kahramanlığını kıskanan kişidir, rakip. Padişah eline hançerini aldığında mutlaka zaferle döneceği için onun başarısını istemeyen rakip, dövünmeye başlar. 11 Bülend-mertebe Hân Bayezid ol şeh kim Getürür ayağı tozına baş u cân hançer Bayezid Han o derece yüce mertebede bir padişahtır ki hançer onun ayağının tozuna sürekli baş ve can getirir. Beyitte teşhis yapılarak hançer kapalı istiareyle askere benzetilmiştir. Hançerin Bâyezid Han’ın ayağının tozuna baş ve can getirdiği söylenerek padişah yüceltilmiştir. 12 Hilâl olursa muhâlif işigine getürür Kemend-i şacşaca ile keşân keşân hançer Hilal bile muhalif olursa, hançer, onu dahi görkemli kemeriyle çeke çeke ayağına getirir. Hançerin gücü, abartılı söyleyişlerle ifade edilmektedir. Bu beyitte de hançer teşhis ediliyor ve kapalı istiare ile savaşçı askere benzetiliyor. Şair, Bâyezid Han’ın gücünü belirtmek için şacşaca kelimesini kullanıyor ve mübalağa yoluyla onun herhangi bir askerinin, düşman hilal olsa onu bile ayağına getirebilecek güçte olduğunu vurguluyor. Bu ilişkiyi kurar- AY I N D O S Y A S I Fatih döneminde İstanbul’a geldiği bilinmekle birlikte geliş tarihiyle ilgili söylentiler çeşitlidir. Fatih Sultan Mehmed’e sunduğu şitaiyye ve bahariyye kasidelerinde de saraya takdim edildiğini belirlemeye elverişli ipuçları yoktur. Lakin şairane bir kurgu değilse Necatî’nin saray çevresine takdiminde şairlik kabiliyetinin etkili olduğu söylenebilir. ken de hilal ve hançer arasındaki şekil benzerliğinden faydalanıyor. 13 Hamîde-kâmet ü handîde-rûy olsa ne tacn Ki rây-ı pîr bulur baht-ı nev-cevân hançer Hançer, beli bükük ve güler yüzlü olsa şaşılacak ne var! O yeni yetme bahtlının sözü her yerde geçerlidir. Beyitte yine teşhis ve yine kapalı istiare yapılmış. Hançer insana benzetilmiş. Tüm beyitlerde olduğu gibi bu beyitte de hükümdarın gücü ve otoritesi hançer kelimesiyle sembolize edilmiş. Görenler, hançeri şeklinden dolayı belki dikkate almayacaklar veya onu sürekli gülen biri olarak düşünüp ondan korkmayacaklar; ama şair, hançerin dikkate alınması gerektiğini ve onun her yerde ve her zaman etkili olduğunu belirtiyor. 14 Ayağın almağ için geldi hasma yan başı Ser-âmed oldı bu meydânda pehlevân hançer Hançer, hasmının ayağını almak (onu yenmek) üzere yan bir şekilde geldi ve bu meydanda en güçlü pehlivan oldu. Beyitte hançer kişileştirilerek pehlivana benzetilmiştir. Şair, okurunu bir güreş meydanına götürüyor. Güreş meydanı, gücün öne çıktığı bir yerdir. Üstteki beyitlerde gücünden ve etkisinden söz edilen hançer, okurun karşısına yine aklı ve gücüyle çıkıyor. DİL ve EDEBİYAT 29 Hasmına doğru, onu yanıltmak için yan bir şekilde geliyor ve hissettirmeden, ayağını yakalayarak onu yeniyor. Pehlivanın yan bir şekilde gelmesiyle hançerin eğri şekli arasında bir ilişki kurulmuştur. 15 Şu denlü devlet-i Dahhâke güldi kim âhır Bitürdi iki omuzda iki yılan hançer Hançer, Dahhâk’ın devletine o kadar güldü ki sonunda iki omzunda iki yılan bitirdi. Beyitte hançer, başkasıyla alay eden insan gibi kişileştirilmiştir. Dahhâk’a güldüğü için omzunda yılan bitmiştir. Necatî burada Avesta’da adı geçen ve Pişdâdî hanedanının beşinci hükümdarı olan Dahhâk’ın hikâyesine göndermede bulunmaktadır. Şehnâme’de anlatıldığına göre; İran’ın Pişdâdiyan sülalesi hükümdarlarından Dahhâk, Mirsâd adlı bir Arap beyinin oğludur. Bir gün şeytan iyi bir insan kılığına girerek ona telkinde bulunmuş ve babasını öldürtmüş. Sonuçta şeytan, Padişah olan Dahhâk’a bir aşçı olmuş ve bir yolunu bulup iki omzundan öpmüş. Sonra omuzlarından yılanlar çıkmış ve bu yılanları ne kadar kestilerse daima yenisi çıkmış. Şeytan bu sefer de doktor kılığına girerek bu yılanların başlarını 30 DİL ve EDEBİYAT kesmek yerine onlara insan beyni yedirmeyi tavsiye etmiş. Omuzları üstünde kendisine acı veren iki yılan için, hükümdarlığı altındakilerden her gün iki çocuk alınarak bu yılanlara çocukların beyni yedirilirmiş. Herkesin belirli bir sırası varmış. Sırası geçen, ikinci, üçüncü ve diğer çocukları için tekrar sıraya alınırmış. Sıra demirci Gave’nin on sekizinci çocuğuna gelmiş; fakat bu çocuğunu vermek istemeyen Gave, demirci deri önlüğünü bayrak gibi kullanarak, arkasına topladığı insanlarla ayaklanıp Dahhâk’ı tahttan indirmiş ve yerine Feridun’u geçirmiş. Dahhâk-i Mârî (Yılanlı Dahhâk) de denilen bu kişi zulmüyle meşhur¬dur. Arap olduğu gerekçesiyle Dahhâk-ı Himeyrî [Himeyri: Arap kabile adı] diye de bilinir. Sırtında yılan taşıdığı için Dahhâk-ı Mârdûş adıyla da tanınır. Hançer-i Dahhâk, kabzasında iki yılan başı motifi bulunan bir çeşit kılıcın adıdır. Dahhâk kelimesi aynı zamanda “çok gülen” anlamına da gelir. Şair bu ilişkiyi düşünerek “güldi” kelimesini beyte yerleştirmiştir. Böylece halk arasında yaygın olan başkasının kusuruyla alay edenin başına alay ettiği şey gelir inancı ile mitolojik unsurları birleştirerek hançeri kişileştirmiştir. 16 Müyesser olmaz idi kâ’inâta emn ü emân Husûs-ı hasmda olmasa bî-emân hançer Hançer hasmına karşı amansız olmasa idi, kainatta rahatlık görülmez idi. Hançer teşhis edilerek kapalı istiare yoluyla padişaha benzetilmiş. Kaside ona yazıldığından, buradaki padişah, Bayezid Hân’ın ta kendisidir. Şair, padişah sayesinde cihanın rahat yüzü gördüğünü ve bunu, onun hasımlara acımamasının sağladığını belirtiyor. 17 c Aceb mi bağrına bassa cadû-yı teşne-ciger Ki fi’l-hakîka bir içim sudur hemân hançer Hançer, doğrusu bir içim sudur her daim. Ciğerden arzulayan düşman onu bağrına bassa buna şaşılır mı? Beyitte, düşmanın hançeri can u gönülden arzuladığı belirtiliyor. Aslında tersi olması gerekir. Fakat çelik-su ilişkisini düşündüğümüzde olay farklı bir boyut kazanır. Bilindiği üzere kılıç ya da hançer yapılırken çeliğine su verilirdi. Bu suyun veriliş şekli ve sayısı, kılıcın ya da hançerin dayanıklılığını, kalitesini belirlerdi. Gerçekten de hançer, içerisinde su barın- AY I N D O S Y A S I dırır. Dolayısıyla düşmana saplanan hançer, bir şekilde ona su sunacaktır. Düşmanın da yaralı olduğunu düşünürsek canıgönülden arzulamasını daha da kolay anlarız. Yaralı insan sık sık susar. Düşman da yaralı olduğundan susaması ve bu sebeple hançeri arzulaması kaçınılmaz olacaktır. 18 Skenderâne elinden hayât suyın içer Girürse Hızr gibi zulmete revân hançer Hızır gibi karanlıklar ülkesine girerse, hançer, İskender gibi elinden hayat suyunu içer. Beyitte Divan şiirine has söz diziminin getirdiği bir anlam zenginliği görüyoruz. “Hızr gibi” ifadesi hem Sultan Bayezid, hem de hançer için kullanılmış olabilir. Aynı şekilde “Skenderâne elinden” kelimeleri arasında virgül düşünüldüğünde anlam yine farklı olacaktır. Yukarıda verdiğimiz anlamda düşünüldüğünde hükümdar yüceltilmiş olur. Zulmet kelimesi sıkıntı anlamına da gelir. Dolayısıyla padişah sıkıntılı bir ortama girdiğinde o sıkıntıyı kolayca aşacak, hançer de İskender’e benzeyen padişahın elinden hayat suyunu içecektir. Yine teşhis vardır. Hançer insana benzetilmiştir. Ayrıca hançerin hayat suyu içmesi, bize çeliğe su verilmesi olayını hatırlatır. Beyitteki anlam şu şekilde de düşünülebilir: Hançer, Hızır gibi zulmete (karanlıklar ülkesine) gitse, İskender gibi elinden hayat suyu içer. Kültürümüzde iki tane İskender vardır: Birincisi İskender-i Zülkarneyn, diğeri de İskender-i Yunanî (yani Makedonyalı Filip’in oğlu İskender)dir. Yani, Kur’an-ı Kerim’de hayatı hakkında bilgi verilen Zülkarneyn ile hayatını Yunan kaynaklarına dayalı Batılı eserlerden öğrendiğimiz Büyük İskender (Alexander The Great). Ona Zülkarneyn (iki karn sahibi) denmesine de çeşitli sebepler gösterilir. “Karn” lügatte, boynuz, asır, vakit zaman, insanın tepesi, yaştaş, akran, erkeklerin perçemi, güneş kursunun kenarı, bir kavmin efendisi vs. anlamlarına gelir. Rivayete göre İskender, ordusu ile zulümât ülkesine abı hayatı aramaya gitmiş ama veziri olan Hızır, suyu bulup içtiği hâlde ona nasip olmamıştır. 19 Diler meger kemer-i himmetine ola şebîh Hilâlden takınur râh-ı keh-keşân hançer sun diyerek hilali kendisine hançer gibi kuşanır. Beyitte Samanyolu teşhis edilmiştir. Padişahın iyiliği, himmeti kemere benzetilmiştir. Samanyolu da padişahın himmet kemerine benzemek için hilal şeklindeki ayı hançer olarak takınır. 20 Müşerref oldı memâlikde her mekân ü mekîn Olalıdan yed-i kadrinde lâ-mekân hançer Hançer senin kudretinin elinde mekânsızlığa ulaşalı, diğer ülkelerdeki her yer ve herkes şeref buldu. Beyitte hançer teşhis edilmiştir. Hançerin lamekân olması demek, hükmünü her yerde yürütmesi demektir. Bu, padişahın sözünün her yerde ve herkes üzerinde geçerli olduğunu ve tüm dünyayı şamil olduğunu gösterir. 21 İtâ’at itdi ecâdî tapuna söylemedin Vay ol güne kim ola sâhibü’l-beyân hançer Hançerin her sözü kanun hâline geldiğinde, o güne vaylar olsun ki, düşmanları onun yüce zatına haber bile vermeden itaat ettiler. Şair hançer kelimesini söyleyerek, padişahı yüceltmeye devam ediyor. Beyitte hançer teşhis edilmiş ve kapalı istiare yoluyla hükümdara benzetilmiştir. Hançerin sözü öylesine geçerlidir ki, düşmanlarının bu sözü kabul etmeleri için, kendisinin onlara görünmesine bile gerek yoktur. Şehzade Abdullah’ın Karaman’da divan kâtibi, Mahmud’un Manisa’da nişancısı olarak görev yapar. Görevleri sırasında Taliî, Sun‘î ve Şevkî gibi bürokrat şairlerle iyi ilişkiler içinde olduğu bilinmektedir. Şehzade Mahmud’un ölümünden sonra İstanbul’a dönen Necatî, II. Bayezid’in kendisine bağlamış olduğu 1000 akçe ile geçimini sürdürür. Samanyolu, [padişahın] iyilik kemerine benzer ol- AY I N D O S Y A S I DİL ve EDEBİYAT 31 Her ne kadar kaynaklarda Necatî’nin Gül ü Hüsrev, Leyla ve Mecnûn, Mihr ü Mâh gibi çift kahramanlı aşk hikâyeleri yazdığı, Gazalî’nin Kimyâ-yı saâdet’i ile Avfî’nin Câmiü’lhikâyât’ını tercüme ettiği söylense de bunların birer tasarı olarak kaldığı tahmin edilebilir. Necatî’nin bugün elimize ulaşan tek eseri divanıdır. 22 Denizde bir dile benzetdiler elünde görüp Egilüp itdi bu teşbîhe imtinân hançer Hançeri onun elinde görerek onu denizdeki bir dile benzettiler. Ama hançer eğilerek bu benzetmeye güldü (başa kaktı). Hançer kelimesinde teşhis vardır. Şair deniz kelimesiyle padişahın kudretini göstermeyi amaçlamıştır. Hançer şekil olarak dile benzer. Hançerin eğriliği, hüsnütalil ile kendisinin dile benzetilmesine gülmesine dayandırılmaktadır. 23 Bakarsa bâğ-ı behişt içre fî’l-mesel düşmen Görine gözlerine sebze-i cinân hançer Söz gelişi, düşman cennet bağının içine bakmaya çalışırsa, hançer onların gözlerine cennetteki yeşillikler gibi görünür. Beyitte hükümdarın büyüklüğü vurgulanıyor yine. Düşmanları nereye bakarlarsa baksınlar, onun gücüne, otoritesine dair bir işaret bulacaklardır. Baktıkları yer isterse cennet bahçesi olsun… O bahçedeki otlar bile onların gözüne hançer olarak görünür. 24 Tapundan ayruğın öge idi goncalar hâşâ Çekerdi sûsen-i âzâdede zebân hançer Goncalar onun hizmetinde olanların dışında birisini övseydi eğer hançer, dik susende zeban çekerdi (kılıç çekerdi). Beyitte hançer teşhisle ve kapalı istiare ile köleye, savaşçıya benzetilmiştir. Goncalar da teşhis edilmiş ve insan gibi düşünülmüştür. Zeban kelimesi insan dili olarak da düşünülmüş ve dolayısıyla şekil olarak hançere benzetilmiştir. Hançerin zeban çekmesi bu anlamda düşünülebilir. Fakat zeban kelimesini dil, lisan anlamında kullandığımızda zeban çekmek, ağzını açmak, konuşmaya, gerçekleri söylemeye başlamak şeklinde düşünülmelidir. Yine sûsen (?), şekil olarak hançere benzetilmiştir. 25 Cihânda devlet elin kimdürür tutan didiler İşidüp ehl-i yakîn didi bî-gümân hançer Dünyada mutluluğu ve talihi elinde tutan kimdir dediler. Gerçeği bilenler işitip, şüphesiz hançerdir cevabını verdiler. Hançer hükümdara benzetilmiştir; çünkü devlet elini tutan odur. Beyitte yine bir teşhis ve kapalı istiare vardır. 26 Derûnı rûşen olubdur dil ehlidür ne caceb Okursa her kişiye başka dâsitân hançer Onun gönlü aydın, kendisi gönül ehlidir. Hançer her kişiye başka bir destan okursa buna şaşılır mı? Hançer insana benzetilmiştir. Yani padişahı simgelemektedir. Yine teşhis ve yine kapalı istiare vardır. 32 DİL ve EDEBİYAT AY I N D O S Y A S I Hançerin her kişiye başka başka destanlar okuması, dostunu, düşmanını tanıması ve ona göre müdahale etmesidir. Dostuna dostça, düşmanına ise düşmanca davranacaktır. Dolayısıyla buna şaşmamak gerekir. 27 Başın alur gider elbette bu mukarrerdür c Adû elinden eger kurtarursa cân hançer Hançer, düşmanların elinden eğer canını kurtarsa, bu açıktır ki başını alıp (başka diyara) gider. Teşhis ve kapalı istiare vardır. 28 Sebeb nedür ki giriftâr-ı Çâh-ı Bîjen olur Meger ki cânib-i a’dâya basdı yan hançer Hançerin Bîjen’in kuyusuna düşkün olmasının sebebi muhtemelen düşman tarafına ayağını yan bir şekilde basmasıdır. Yine teşhis ve dolayısıyla kapalı istiare yapılmıştır. Hançerin kını açık istiareyle Bîjen’in kuyusuna benzetilmiş; hançerin kınına sokulması onun hapsedilmesi olarak düşünülmüştür. Bu hapsin nedeni olarak da hançerin şekli gösterilmiştir. Şekil olarak eğri olan hançer, düşman tarafına doğal olarak yan basmış ve bu yüzden hapsedilmiştir. 29 Su gibi şöyle revândur ki hîç dili çalmaz Olursa yetmiş iki dilde tercemân hançer Hançer yetmiş iki dilde konuşsa da öylesine su gibi akıcı konuşur ki hiç hata yapmaz. Hançer bu beyitte hükümdarın gücünü ve otoritesini yansıtmaktadır. Yetmiş iki dilde tercüman olması, bu şekilde yorumlanmalıdır. Yani Bayezid tüm milletler üzerinde etkilidir; fakat bu halkların hiçbirine benzemez. Hançerin şekli dile benzediğinden dil kelimesi ile arasında bir ilgi kurulmuştur. 30 Bu tîz tabcı bu rûşen kelâmı hazretde c Aceb varup öge mi âteşîn-zebân hançer Ateş dilli, (güzel ve etkileyici konuşan) hançer, bu güzel şiiri, bu etkileyici sözü o hazretin yüce katında acaba övecek midir? “Âteşîn-zebân” ifadesi yukarıdaki anlamın dışında, keskinlik, yakıcılık da bildirir. Buraya kadarki AY I N D O S Y A S I beyitlerde gücü, zaferi, otoriteyi simgeleyen hançer burada şiirden anlayan birisi olarak takdim ediliyor. Bu beyit kasidenin sonuna yaklaşıldığını gösteren bir anlamla yüklüdür. Şair kendi şiirini över ama aynı zamanda bir mesajı da verir: Padişah bir savaş dehasına sahip olduğu kadar sanatçı hamisidir de aynı zamanda. Zebân kelimesi hançerin “dil”e benzemesi yönüyle kullanılmıştır. “Hazret” kelimesi padişahın makamını anlatır. Hançer teşhis edilmiştir. İstifham sanatı vardır. Aslında sorulan sorunun cevabı bilinmektedir. Bilinen bir soru sorularak tecâhül-i ârifâne sanatı yapılmıştır. 31 Umar cadû ki yalın yüzli diyu bağra çeke Meğer bu şîve ile ala nakd-i cân hançer Düşman hançeri yalın yüzlü diyerek bağrına çekmeyi umar. Sanki hançer bu edasıyla can pahasını alacaktır. Hançer, renginden ve görünümünden dolayı yalın yüzlü olarak nitelendiriliyor. “Bağrına çekmek” deyimi hem bağrına basmak, hem de bağrına saplamak olarak düşünülebilir. Hançer ise güzel görünüşüyle insanları kandırır, onları avlar. Düşmanın kendisini istemesinin karşılığı olarak onun canını alacaktır. DİL ve EDEBİYAT 33 söğüt yaprağı kadar çoktur. Düşmanlar emrine muhalif olduklarında tüm cihan gözlerine bu askerlerden ibaret görünecektir. 34 c Adûya teşne olub bir karış dilin çıkarur Çekinse düşmana karşu zemân zemân hançer Hançer zaman zaman düşmanın karşısına çıksa, düşmanların kanını dökmeye susamış olduğundan dilini bir karış dışarı çıkarır. Hükümdarın otoritesi ve askerî gücü vurgulanıyor. Hançerin şekli ile dil arasındaki ilgi vurgulanmıştır. 35 Önünde dâ’im ola sağlu sollu bendelerüñ Sol elde cadl ayağı sağda kâm-rân hançer 32 Yolunda çünki miyân-bestedür caceb olmaz İderse cân ü dil-i hasmı tîr-cân hançer Hançer, düşmanının canını ve gönlünü ….. ederse buna şaşılmaz. Çünkü onun yolunda bel bağlamıştır. Hançer kapalı istiare ile köleye (savaşçı) benzetilmiştir. Teşhis yapılmıştır. Hançer, padişaha hizmetten başka bir amacı olmayan köle olarak düşünülmüştür. 33 İderse emr-i hümâyûnuna hilâf cadû Şu berg-i bîd gibi görine cihân hançer Eğer düşmanları onun emrine aykırı davranırlarsa hançer onların gözüne söğüt yaprağı gibi görünür. Padişahın kudreti vurgulanıyor. Onun askerleri Necatî’nin bent sonlarında yinelediği “Öpül ömrüm kocul canım” nakaratı, Köroğlu’nda “Öpül kocul huzur ile” biçimine dönüşmüştür. Bilhassa gazel ve kıtalarında tam bir halk adamı edasını benimsemiştir. 34 DİL ve EDEBİYAT O yüce padişahın önünde, sol elinde adalet kadehi, sağ elinde ise uğurlu hançer köleleri sağlı sollu daima olsun. Padişahlığın simgelerinden adalet ve kılıç (hançer) kullanılmıştır. Bunlar aynı zamanda padişahın otoritesini de sembolize eder. Ayağ kelimesi kadeh anlamına da gelmektedir. Bu durumda padişahın zafer şarabı içtiği düşünülebilir. Beyit, kasidenin dua kısmına aittir. 36 Bu ince söze yoğun yumru söz şebîh olmaz Letâfet ile kaçan ola bozdağan hançer Bu ince, ahenkli söze sıradan sözler benzetilemez. Nitekim letafette de gürz ile hançer birbiriyle aynı değildir. Şair fahriye kısmında kendi şiirini övüyor ve överken hançerle gürzü şekil olarak karşılaştırıyor. 37 Zemâne halkını şol kim vedâyicullâhdur Hilâl-i cîd gibi itdi şâdumân hançer Hançer, Allah’ın emaneti olan zamane halkını bayram hilali gibi mutlu etti. “Hilâl-i îd” veya “hilâl-i rûze” tamlamaları, eski hayatımızda, takvimdeki aybaşının, ayın görünmesiyle bilinmesi; dolayısıyla oruç ayının ve bayramların, hilalin göründüğü zaman başlaması geleneğinden dolayıdır. Hançer, şekil olarak hilale benzediğinden şair, teşbih sanatı yapmış ve bu geleneği hatırlatmıştır. Hançer kelimesi burada da padişahı temsil eder. AY I N D O S Y A S I Zamane halkını mutlu eden Bayezid’dir. 38 Necâtî nazm idegör sen senâ güherlerini Ki saldı kâfiyeye genc-i sâyegân hançer Necatî! Sen övgü incilerini ipliğe düz ki hançer, eşiğine gölgelik definesini saldı. Necatî! Sen övgü dolu sözlerine şiirleştir ki hançer, kafiyeye gölgelik definesini saldı. Şair yine kendi şiirini, şiir gücünü övüyor. Beyitte tecrid ve nida sanatları vardır. Hançer teşhis edilmiş ve kapalı istiare yoluyla insana benzetilmiştir. Kasidenin fahriye kısmıdır. 39 Nice ki cömr-i ecâdîyi katc kılmağ içün Her ay başında çeker çarha âsumân hançer Eskiler yedi gezegenin her birinin biner yıl devir sürdüğüne, altı yıldızın devrinin geçip yedinci yıldız olan Ay’ın devri içinde bulunulduğuna inanırlardı. İlk devir Zühal devridir ki Hz. Âdem ile başlamıştır. Bu devirlerden her biri bin yıl sürer, içinde bulunduğumuz devir son devirdir ki Hz. Muhammed’in devridir. Âhir zaman olan bu devirde birçok fitneler, karışıklıklar çıkacak ve nihayet kıyamet kopacaktır. Felek uzun zamandır, düşmanların ömrünü sona erdirmek için her ay başında gökyüzüne hançer çeker. Her ay başında ayın gökyüzünde görünmesi, feleğin düşmanları öldürtmek istemesine bağlanmış, hüsn-i talil sanatı yapılmıştır. Hançer kapalı istiare ile yeni aya benzetilmiştir. Asuman teşhis edilmiştir. 40 Hezâr sâl ola devr-i kamer gibi ömrün Meh ola gâh siper gâh zer-nişân hançer (Ey padişah!) Ömrün devr-i kamer gibi binlerce yıl olsun ve gökyüzündeki ay, bazen senin siperin bazen de altınla işlenmiş hançerin olsun. Şair, kasidesini dua ile sona erdiriyor. Onun ömrünün devr-i kamer gibi bin yıl olmasını istiyor. Gökyüzündeki yeni ayın ise padişaha gâh kalkan, gâh altınlarla süslü bir hançer olmasını diliyor. Yeni ayı kalkana ve hançere teşbih etmiştir. Eskiler yedi gezegenin her birinin biner yıl devir sürdüğüne, altı yıldızın devrinin geçip yedinci yıldız olan Ay’ın devri içinde bulunulduğuna inanırlardı. İlk devir Zühal devridir ki Hz. Âdem ile başlamıştır. Bu devirlerden her biri bin yıl sürer, içinde bulunduğumuz devir son devirdir ki Hz. Muhammed’in devridir. Âhir zaman olan bu devirde birçok fitneler, karışıklıklar çıkacak ve nihayet kıyamet kopacaktır. “Fitne-i devr-i kamer” de budur. Şairler, devr-i kamer ile daha çok bu fitneye işaret etmişlerdir. AY I N D O S Y A S I DİL ve EDEBİYAT 35