İLKKURŞUN VE HASAN TAHSİN

Transkript

İLKKURŞUN VE HASAN TAHSİN
İLKKURŞUN VE HASAN TAHSİN
Yrd. Doç. Dr Günver GüneĢ
Adnan Menderes Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi- Tarih Bölümü- ADD
AYDIN ġUBE BAġKANI -Aydın
I. Dünya SavaĢı'ın galipleri sözde daimi bir barıĢı sağlayacak konferansın Paris'te toplanmasını
kararlaĢtırmıĢlardı. Bu konferansa Ġttifak Devi etleri'ne karĢı savaĢmıĢ yada savaĢ ilan etmiĢ olan 32 devlet davet
edilmiĢti. Avrupa ve hatta Dünya haritasını yeniden çizecek olan bu devletler kendi aralarında da "Müttefik"
"daha az Müttefik" ve "Ortak Devletler" gibi garip, suni bir sınıflanmaya tabii tutulmuĢlardı. Bununla birlikte
beĢ büyük devlet, ABD, Ġngiltere, Fransa, Ġtalya ve Japonya yetkileri kendi ellerinde bulundurmak Ġçin baĢbakan
ve dıĢiĢleri bakanlarından oluĢan "Onlar Konseyi"ni kurarak "kendilerini tek yetkili kurul ilan etmiĢlerdi. Ayrıca
kimi sorunlarda Japonya'nın dıĢında öteki devletlerin katıldığı bir "Dörtler Konseyi" kurulması öngörülmüĢ,
ancak anlaĢmazlık sebebiyle Ġtalya bir ara Konferans¬tan çekilince Amerika BirleĢik Devletleri BaĢkanı WiIson,
Ġngiliz BaĢbakanı Lloyd George ve Fransa BaĢbakanı Clemenceau'dan oluĢan "Üç Büyükler" kurulu
oluĢturulmuĢtur. 18 Ocak 1919'da ilk toplantısını yapan Paris Konferansı'nın en çok meĢgul olduğu iĢ diğer
sorunların yanı sıra Osmanlı Ġmparatorluğu arazisinden Yunanlılara verilecek topraklar meselesi oldu. Zira
Yunanlılar'ın istedikleri toprakların bir kısmına Ġtalyanlar da göz dikmiĢ bulunuyorlardı. Oysa Yunanlıların
istedikleri topraklar daha önce gizli antlaĢmalarla Ġtalyanlara vâdedilmiĢti. Yunanlılar ise savaĢ sonu sorunlardan
kurtuluĢ için Ġzmir ve çevresinin iĢgali kaçınılmazdı. Eleftheros Tipos gazetesinin, 1919 yılı baĢında yazdıkları,
Yunanistan'ın çaresizliğini ve iktidarın seçeneksizliğini göstermektedir. ''SavaĢın sırtımıza yüklediği ağır yükten
sonra, sınırlarımız tüm Yunan halkına tek bir Yunanistan içinde toplayacak bir Ģekilde geniĢletilmezse,
ekonomik bakımdan yaĢamaya devam edemeyiz''. Yunan burjuvazisi, ülkenin ancak, kalabalık soydaĢ nüfusuyla
birlikte tarım, ticaret ve madenler bakımından zengin Anadolu'nun batısı ve Trakya'yı almak suretiyle Avrupa
sermayesinden ekonomik, dolayısıyla siyasi bağımsızlığını kazanabileceği düĢüncesindeydi. Küçük Yunanistan,
ulus devletler çağında, Venizelos'un ''... dört denizle yıkanan ve kendi penceresinden Karadeniz'i seyreden'' diye
tanımladığı, büyük bir imparatorluk olmak istiyordu.
Emperyalist devletlerin Paris Sulh Konferansı "Üçler Meclisi"nce aldıkları karar büyük bir gizlilikle
uygulanmaya konuldu. Buna göre Yunan Birlikleri‟nin 14 Mayıs'ta Ġzmir'e gelmesi, çıkartmadan 36 saat önce
Ġzmir Türk tabyalarının Müttefiklerce ĠĢgal edilmesi ve ancak Yunan askeri karaya çıkmadan 12 saat önce
iĢgalin Türk makamlarına bildirilmesi, ondan sonra da Türk tabyalarının Yunan komutanına devredilmesi
düĢünülmüĢtü. Yani bir anlamda iĢgal ilkin bir Müttefik iĢgali gibi gösterilerek Ġzmir'in Yunanlılarca ĠĢgal
edilmesi sağlanacaktı. Böylelikle Türklerin direnme ve mücadele etme azmi önlenmiĢ olacaktı.
6 Kasım ÇarĢamba günü saat 15.00 sıralarında Kramer Palas‟la Pasaport arasında M.29 numaralı Ġngiliz
Monitoru‟nun demir atmasının ardından kıyıya çıkan kumandan Dixon‟a Ġzmir‟in yerli Rumları inanılmaz sevinç
gösterilerinde bulundular. Dixon‟un görevi Ġngiltere ve Ġtilaf Hükümetleriyle, Osmanlı Hükümeti arasındaki
siyasi ve resmi münasebetleri tesis etmekti.
24 Aralık 1918 tarihinde ise Yunanlılara ait olan Leon savaĢ gemisi Ġngilizlerden alınan izin sonucu Salı
günü öğle üzeri Pasaport açıklarına demirledi. Bu geliĢme karĢısında Ġzmirli Rumlar kadar Leon‟un mürettebatı
da bir takım taĢkınlıklar yapmaktan kendini alamadı. Yine aynı gün KarĢıyakalı Rumların Leon Torpidosunu
ziyaret etmek üzere Ġzmir‟e gelmek için iskeleye yığılmaları sonucu meydana gelen kazada 9 kiĢi can verdi.
SalaĢ KarĢıyaka Vapur Ġskelesi, binlerce Rum‟un ağırlığına dayanamamıĢ orta yerinden çöküvermiĢti. Ġskele
memurları Rumlara daha önceden tehlikeyi bildirmiĢlerse de sözlerini dinletemedikleri gibi üstelik dayata
yemiĢlerdi. 12 Ocak 1919 tarihinde düzenlenen Paris BarıĢ Konferansında Batı Anadolu‟nun kendilerine
bırakılmasının ardından Yunanlılar, Mondros Mütarekesinin 7. Maddesine dayanarak Ġzmir‟i iĢgale hazırlanırlar.
Buna göre Yunan birlikleri 14 Mayıstan evvel Ġzmir Körfezi‟ne girmeyecek, Türkler bu durumdan 12 saat evvel
haberdar edilecekti. Ġzmir‟in Yunanlılar tarafından iĢgal edilmesinin gerekçesi olarak da Türklerin Rumlara karĢı
yaptıkları zulümler ve bu zulümlerde parmağı olduğu söylenen Ġtalya‟nın Ġzmir‟i iĢgal etmek istemesi
gösteriliyordu. Paris BarıĢ konferansından sonra Ġzmir‟in iĢgal edileceğine dair kuĢku ve söylentiler iyice
artmıĢtır. Ġzmir Müdafaa-ı Hukuk-ı Osmaniye Cemiyetinin kuruluĢu iĢgal tehdidinin arttığı bu ortamda
gerçekleĢmiĢtir. Batı Anadolu‟da Yunan iĢgaline karĢı direniĢ amaçlı kurulan ilk örgüt Ġzmir Müdafaa-ı Hukuk-u
Osmaniye Cemiyetidir. 17-19 Mart 1919‟da Milli Sinema Salonunda toplanan büyük kongrede Ġttihatçı damgası
yememek için Ġttihatçılar toplantıya çağrılmamıĢlar. Kongrede kimlerin hangi konularda konuĢtukları, belge ve
zabıtların kaybolması yüzünden bilinmiyor. Ama bilinen bir gerçek var ki Ġzmir Müdafaa-ı Hukuk-u Osmaniye
Cemiyeti üyeleri ve Büyük Kongreye katılan delegeler ulusal bir amacın çevresinde birleĢmiĢler ve aralarında
bağlantı kurmuĢlardır. Batı Anadolu‟da Yunan iĢgal hareketinin baĢlamasından hemen sonra, Ege Bölgesinde
yer yer kurulan direnme örgütleri, Büyük kongreye katılan delegelerin çabalarıyla meydana gelmiĢtir.
Ġzmir‟in haklarını savunma yönündeki örgütlenme ve çalıĢmalar vali ve 17. Kolordu Komutanı olan Nurettin
1
PaĢa‟dan büyük destek görmüĢtür. Nurettin PaĢa‟nın Ġzmir‟de direniĢ yanlısı tutum ve desteği Ġstanbul
Hükümetini rahatsız etmiĢ bunun üzerine görevinden alınarak yerine Vali olarak Kambur Ġzzet Bey‟i, 17.
Kolordu Komutanı olarak ta Ali Nadir PaĢa‟yı tayin etmiĢtir. Bu tarihten sonra Ġzmir'in askeri ve mülki
yetkilileri olan Kolordu Komutanı Ali Nadir PaĢa ile Vali Kambur Ġzzet böyle bir teĢebbüse karĢı koyamayacak
kadar basiretsiz insanlardı. Bir yanda Ġzmir gibi büyük bir Ģehrin ve büyük bir ilin kaderini elinde tutan Vali
Kambur Ġzzet, beceriksizlik ve miskinlik içinde köĢesine çekilmiĢ acı sonunu beklerken, öte yandan emrinde beĢ
tümenlik askeri güç olduğu halde hiç direnmeden Ġzmir‟i Yunanlılara teslim etmeye hazır17. Kolordu Komutanı,
Ali Nadir PaĢa. Ali Nadir PaĢa yazdığı bir günlük emirde bütün kolordu subaylarını kıĢlaya toplamıĢ kimsenin
dıĢarıya çıkmasına izin vermemiĢtir. Resmi makamlardan direniĢ konusunda bir iĢaret alamayan Ġzmir‟in Türk
halkı Ģehri Yunan iĢgalinden kurtaracak çareyi kendisi aramaya baĢlamıĢtır.
14 Mayıs sabahı saat 10.00 sularında Müttefikler Komutanı Amiral Calthorpe, Kolordu Komutanı ve
Valiye, Ġzmir'in iĢgaline iliĢkin notayı verdi. Ġtilaf Devletleri ilk verdikleri nota da Ġzmir‟in itilaf kuvvetlerince,
ikinci notada ise Ġtilaf Devletleri adına Yunanistan tarafından iĢgal edileceği bildirilmiĢtir. Ġzmir‟in iĢgal
edileceği haberi Ģehirde dilden dile dolaĢmasına karĢın kentin valisi Ġzzet Bey son ana kadar iĢgal haberinin
yalan olduğunu söylemiĢ, iĢgal haberini halktan gizlemiĢtir. 14-15 Mayıs gecesi Ġzmir‟de büyük bir toplantı
düzenlenerek olası iĢgal protesto edilmiĢtir. Yunanistan‟ın Ġzmir‟i ilhak‟ını reddetme anlamına gelen “Redd-i
Ġlhak Cemiyeti” kurulmuĢtur.
Amiral Calthorpe'un notasını müteakip “Ġzmir Redd-iĠlhak Cemiyeti” bütün vilayet, sancak, kaza,
nahiye ve belediye baĢkanlıklarına, Ġzmir ve havalisinin iĢgal edilmekte olduğunu telgraflarla duyurmuĢtur.
Müdafaa-ı Hukuk-u Milliye Cemiyeti ise bir beyanname yayınlayarak, Darülfünun hocalarına, aydınlara devlet
adamlarına ve bu arada Amerika temsilcisine, "Türklerle meskun memleketlerin ayrılmaz bîr bütün halinde
kalması lüzumunda katiyetle ısrar edileceğini" bildirmiĢlerdi. Yine aynı gün Amiral Webb saat 11. 00 sularında
Damat Ferit PaĢa'yı konağında ziyaret ederek bir nota sundu. Buna göre, Ġzmir civarındaki durum dolayısıyla ve
Mütareke‟nin hükmüne göre Ġzmir Türk tabyaları derhal müttefik kuvvetlerine teslim edilecekti. Saat 12. 40'da
Webb Damat Ferit'le ikinci kez görüĢtüğünde PaĢa, Ġzmir'deki geliĢmenin kendisine baĢka felaketlerin ve
Ġmparatorluğun son parçalanıĢının baĢlangıcı gibi göründüğünü ve ancak padiĢahla kiĢisel iliĢkileri ve saygısının
sonucu olarak istifa etmediğini belirtti.
Venizelos‟un gayretleri ve diğer taraftan büyük devletlerin onu desteklemesi sonucunda karar bağlanan
Ġzmir‟e Yunan askerlerinin çıkarılması meselesi 15 Mayıs 1919 da uygulamaya konulmuĢ; iĢgalden 1 gün
öncede 14 Mayıs 1919 ÇarĢamba günü Amiral Galthorpe ilki saat 09:00‟da diğeri 11:30‟da olmaz üzere Ġzmir‟in
Yunanlılar tarafından iĢgaline dair, Ġzmir Vali ve Kumandanlarına sert bir nota verilmiĢtir. Bu son geliĢmeler
karĢısında oluĢturulan “Ġlhak-ı Red Heyet-i Milliyesi” bir bildiri yayımlamıĢ ve – bu gün Bahri Baba Parkı diye
anılan yerdeki – Yahudi MaĢatlığı‟nda binlerce Türk‟e seslenerek Ġzmir‟in iĢgalini protesto etmiĢtir. DireniĢ
yanlılarının ellerinde büyük meĢalelerle toplandığı MaĢatlıkta binlerce ağızdan feryatlar yükselmiĢ, dağınık,
düzensiz gruplar yabancı gemileri, Yunan‟ın Ġzmir‟i iĢgal edecek olmasını saatlerce protesto ettiler. Yenikale
savunma hatlarının arkasında duran nakliye gemilerindeki Yunanlılar, savaĢ gemilerindeki askerler, yerli Rumlar
karĢılarındaki öfkesi kabarmıĢ savaĢçı ruhu endiĢe ve ĢaĢkınlıkla izlediler. Ġtilaf Devletlerini ve Yunanlıları
ürküten bu protesto gösterisi 15 Mayıs sabahının ilk ıĢıklarına kadar devam etti. Çoluğu çocuğu, kadını erkeği,
genci ihtiyarı ile sayısı 10 bin ile 50 bin arasında değiĢen halk topluluğu bir umutla geceyi maĢatlıkta geçirmiĢtir.
KonuĢmacılar heyecanlı söylevler vermiĢler, güzel sesli hafızlar kuran okumuĢlar, hocalar sala vermiĢler,
aralarda iĢgal güçlerini protesto eden bağrıĢmalar olmuĢtur. Kalabalık belli bir amaca doğru yönlendirilmediği
için zaman ilerledikçe umutlar azaldı. Kazım Özalp‟ın haklı olarak ifade ettiği gibi “bu hareket miting
mahiyetini aĢamadı. Kararını fiile çeviremedi” Onun düĢüncesi silahlı ya da silahsız karĢı koymak idi. Burada
toplanan mitinge katılanların amaçları, Ġzmir halkının Yunan iĢgalini sevinçle karĢılamadığını göstermek idi;
karıĢıklık ve ĢaĢkınlık içerisinde bulunan bu kalabalık sabaha kadar protesto gösterisinde bulundu. Türklerin
Yunanlıların Ġzmir‟e asker çıkaracağı ve Ģehri iĢgal edeceğine dair endiĢeleri Ġngilizleri de tedirgin etmiĢtir. Öyle
ki Colonel Smith‟in Ġngiliz makamlarına gönderdiği raporu bu durumu somut biçimde gösteriyordu. “ Sabah saat
iki, Mayıs 15‟te Yunanlıların karaya asker çıkaracakları haberi Türkler arasında duyuldu. Haber kudurmuĢ bir
alev gibi yayıldı”. Amiral Calthorpe‟a birkaç gün içinde 675 yerden Ģahsı adına protesto telgrafları yağdı. 14
Mayıs akĢamı Calthorpe Albay Zafiriou ile Yunan Deniz Subayı Mavroudis‟i kabul ettiği zaman, bu son derece
nazik durum karĢısında azami itidal ve ölçü dairesinde hareket edilmesi için her ikisine de büyük bir
ehemmiyetle tavsiyede bulundu ise de Yunanlı yetkililer Ġngilizlerin sakin olunması tavsiyesini kulak arkası
ettiler. 15 Mayıs‟ta olacaklar sanki bir gün öncesinden belli gibiydi.
Türk tarafında 14 Mayıs akĢamı oluĢan direniĢ heyecanı gece geç saatlerde sessizliğe dönüĢtü. Ġzmir
Kordonboyu‟nda bulunan Yunan ve Rum uyruklular ellerinde bayraklarla tezahürata baĢladıkları gibi Rum
kızlarda mavi-beyaz elbiseleri ile sahilde toplanıyorlardı. Sahil boyunda bulunan bir bando devamlı Yunan
marĢları çalarken, Ġzmir Ortodoks Metropoliti ve öteki papazlarda iĢgal birliklerinin karaya çıkacakları Pasaport
meydanında bekliyorlardı. Bu saatlerde, Ġzmir hapishanesindeki mahkûmlar, sorumlu Türk memurları tarafından
kendilerine kasten verilen fırsatı değerlendirdiler ve kaçtılar. Türk memurlar, hapishane karĢısındaki silah
deposunun da bu mahpuslar ve halk tarafından yağma edilmesine göz yumdular. Türk memurların böyle
2
davranmasına yol açan, ileride Yunanlılara karĢı gerilla savaĢı yapacak çetelerin kurulmasına yardımcı olabilmek
umudu idi. Asıl iĢgalci birlikler karaya ayak basmadan, Amerikan, Ġngiliz, Fransız ve Ġtalyan deniz kuvvetleri,
kendi konsolosluklarını ve vatandaĢlarını korumak amacı ile, Yunan deniz kuvvetleri de, asıl iĢgalci birliklerin
Ģehre indirileceği noktaların güvenliğini sağlamak amacı ile bazı birlikler çıkarmıĢlardı.
15 Mayıs 1919 sabahı saat yedibuçuk sıralarında Hasan Tahsin Konak Meydanı‟nda koyu renkli takım
elbisesi ile Kordon‟da bekliyordu. . Sabah saat 06:00 sularında Ġngiliz, Fransız, Ġtalyan ve Amerikan gemileri
eĢliğinde ilerleyen Albay Zafiriou‟nun kumandasında 5. Piyade Alayını Timistokles gemisi, 1/38 Efzon Alayının
karargahıyla iki taburunu Patris gemisi, 1/38 Efzon Alayının bir taburu ile dağ bataryasını Atroniyos gemisi, 4.
Piyade Alayının bir taburu ile bir topçu taburu ve karargahı ile bir dağ bataryasını Antifonis gemisi, 4. Piyade
Alayının diğer bir taburunu Adriyanikos gemisi, Tümen Topçu Alayından bir dağ bataryasını Kalotas gemisi 4.
Piyade Alayından iki bölük ile iki bataryayı Deflin gemisi, 4. Piyade Alayından kalanları Kanalopulos gemisi,
Tümen istihkam ve savaĢ bölükleriyle bir top bataryasını Argolis, Ksenolas, Elispontos gemileri, Tümen
karargahının ikinci kademesi, dağ topçu taburunun hafif silahlı kolu, tümen ikmal birliklerinden bir kolu Atina,
Repolis, Elipotoharos gemileri, Tümen ihtiyaç yönetimi ile tümen topçu kumandanlığını ve 2.Topçu Taburunun
silahlı kolunu Aris ve Elta gemileri taĢıyordu. Geri kalanları da Orono gemisiyle tanınan bu kafileye dört Yunan
torpidosu eĢlik ediyordu. Tümen Kumandanı Zafiriou ile tümen karargahının savaĢ bölümü bu torpidolardan
birine binmiĢti. Averof ve Limnos savaĢ gemileri diğer savaĢ gemileri ile birlikte daha önce Ġzmir‟e gelmiĢ,
liman dıĢında demirlemiĢlerdi. Yunanlıların Lyon torpidosu, Ġngiliz ve Fransız torpidoları Pasaport önünde
rıhtıma yanaĢmıĢtı.
Yunan gemileri; saat 07:00 civarında ilk birlikleri karaya çıkarak Alsancak ve Pasaport Karakollarını
iĢgal ettiler. ĠĢgalin fiilen baĢlaması üzerine Rumlara ait fabrikalar baĢta olmak üzere kiliseler düdük ve canlarını
çalmaya baĢladılar. Önce Yunan gemilerinden Patris ve Atronitos isimli gemiler Pasaport‟a yanaĢtı ve bir grup
Yunan Efzon Alayı saat 08.55 sıralarında askeri gemiden inerek karaya çıktı. Temiastokles gemisi ise 5‟nci
Piyade Alayını Punta iskelesine çıkardı. Bunlar Punta'dan ilerleyerek Kadifekale‟yi iĢgal edeceklerdi. Bu esnada
onbinlerce yerli Rum ellerindeki Yunan bayrakları ve çiçekler ile Kordonboyu'nu kaplamıĢlardı. Rıhtımdaki irili
ufaklı bütün binalar Yunan bayraklarıyla donatılmıĢtı. Vapurlar, fabrikalar düdük ve sirenleri öttürüyorlar,
Ģehirdeki kiliselerin çanları durmaksızın çalıyordu. Bunların yanında Yunan milli kıyafetleri içerisinde silahlı
Rum gençleri ve diğer azınlıklar bulunuyordu. Metropolit Hrisostomos ve yanındaki papazlarda karaya ayak
basan efzun alaylarını takdis ettikten ve geleneksel tuz ve ekmek sunma merasimi yapıldı. Metropolit Yunan
bayrağını öptü ve bu esnada ağladığı görülüyordu. Ġlk Yunan taburu Albay Stavrianos komutasında yaya olarak
Hükümet Konağı, kıĢla, Kokaryalı istikametinden Karantina'ya doğru yürüyüĢe geçti. “Zito Venizelos”
sloganları ile bir saatte Konak Meydanına gelen Efzun Alayı birlikleri önünde gönüllü Rum gençlerinden oluĢan
milisler gidiyordu. YürüyüĢ kolunun baĢ tarafı, kıĢla hizasını geçip yola saptıktan sonra, Hasan Tahsin
kalabalığın arasından sıyrılarak öne geçti. Tahsin'in sesli bir Ģekilde "Olamaz, olamaz, böyle ellerini sallaya
sallaya giremezler" diye söylendiği duyulmuĢtur. Hasan Tahsin daha sonra yanında bulunan rövolver ile Yunan
Birliğine ilk ateĢi açtı. Ġlk anda isimleri Basile Delaris ve Jorj Papakostos olan iki Efzon askerini öldürmüĢtü
veya bazı anlatımlara göre ise Hasan Tahsin sadece Yunan Efzun Alayı'nın bayraktarını öldürdüğü belirtilmekte
ve bu görüĢ daha fazla kabul görmektedir. Tahsin tabancasındaki tüm fiĢekleri Yunan askerlerine karĢı
ateĢlemiĢti. Böyle bir direniĢ beklemeyen Yunan Alayı ĢaĢırmıĢtı. Daha sonra ise yanında fazla yandaĢı olmayan
Tahsin, Yunan Alayı tarafından açılan ateĢ ve ardından süngüleme sonucunda, Kordonboyu'nda kalabalığın
önünde henüz 31 yaĢında yaĢama veda etti. Hasan Tahsin'in cesedi ise Ġzmir Saat Kulesi altında bulunmuĢtur.
Hasan Tahsin'in iĢgal askerlerine sıktığı ilk kurĢun, Türk KurtuluĢ mücadelesinde diğer yerlere de örnek teĢkil
etti. Aydın ve Balıkesir'de iĢgale karĢı direniĢ baĢ gösterdi. Çerkez Ethem Yunan iĢgaline karĢı efeleri toparladığı
gün Demirci Efe ayağa kalkarak; "Bir genç düĢmana ilk kurĢunu sıkmıĢ, bundan sonrası bize düĢer!" demiĢtir.
Peki, 1918 – 19 yıllarında Hukuk-u BeĢer yani insan hakları adıyla bir gazete çıkaran insan haklarını savunarak
emperyalizme karĢı bayrak açan Hasan Tahsin kimdi?
15 Mayıs 1919 PerĢembe günü, Yunanlılara ilk kurĢunu atan Hasan Tahsin, gerçek adıyla Osman
Nevres olaydan 31 yıl önce 1888‟de Selanik de doğmuĢtur. Ona Osman Nevres adını verdiler. Hasan Tahsin
takma adını, 1914‟te Buxton kardeĢleri vurmak için Romanya‟ya gittiği sırada alacak ve bir daha
bırakmamacasına benimseyecektir. Babasının adı Recep, annesinin ise Rabia‟dır. Osman Nevres‟in Binnaz ve
Melek adlı iki kız kardeĢi ve Mehmet Recep adında bir ağabeyi vardı.
Öğrenim çağına gelince, Mustafa Kemal'in de okuduğu ġemsi Efendi okuluna gönderildi. Daha sonra,
yine Selanik'deki Feyziye Mektebi'ne gitti. Mektebin müdürü daha sonraları Ġttihat Terakki'nin Maliye
Nazırlığını yapacak olan Cavit Bey'di. Osman Nevres, zeka ve çalıĢkanlığı ile Cavit Bey'in dikkatini çekmiĢtir.
Daha sonraları ailesi ticaret yapmak için Ġstanbul'a yerleĢmesine rağmen Osman Nevres gitmeyerek, Cavit Bey'in
gözetimi altında kaldı. Okulu tamamlayınca, ülke sorunlarıyla ilgilenmek, siyasetiyle uğraĢmak hevesiyle
Ġstanbul'a gelir (1907). 1907 yılında Ġstanbul‟a gelen Osman Nevres‟in kısa bir sürede olsa kız kardeĢi Melek
Gökmen‟in verdiği bilgilere uygun olarak Darülfünuna gitmiĢ olmalıdır. Fransa‟ya gidiĢi 1908 devriminden
sonra, 1909-1910 yıllarına rastlar. Bu olanağı Cavit Bey‟e dolayısıyla Ġttihat ve Terakki‟ye borçlu olduğu
3
kuĢkusuzdur. Ġstanbul yıllarında Ġttihat ve Terakki hükümeti ile çalıĢtı. Resmiyete Ģimdilik intikal etmemek
Ģartıyla Ġttihat ve Terakki yöneticileri TeĢkilat- ı Mahsusa için çalıĢacak dil bilen kültürlü elemanlar yetiĢtirmek
amacıyla Avrupa‟ ya talebe göndermeye karar verdiler. Bu arada Hasan Tahsin Ġttihat ve Terakki‟nin bursu
yardımıyla TeĢkilat- ı Mahsusa için, Paris yolunu tuttu. Sorbonne‟ a direk olarak kabul edildiği için önce “Büyük
Lui Lisesi” ne kaydoldu. Bir müddet sonra üniversite sosyoloji bölümüne kabul edildi.
1909 ve 1914 yılları arasında Ġttihat Ve Terakki tarafından burslu olarak Fransa'ya gönderilir. Paris'de
Sorbonne Üniversitesine kaydolan Osman Nevres, "siyaset bilimleri" eğitimi görmeye baĢladı. Daha sonra
Hukuk-u BeĢer gazetesindeki yazılarından öğrendiğimize göre burada Belçika'lı sosyalist Emile Vandervelde'nin
konferanslarını izlemiĢtir. 1914'ün ilk aylarında Ġstanbul'a dönmüĢ olduğu yönünde bulgular vardır. Sorbonne'un
siyasal bilimler bölümünü bitirdiğine iliĢkin somut hiçbir bilgi elde edilememiĢtir. Burada Monj Sokağı 51
numaralı apartmanın bir dairesinde daha sonra Emekli Tümgeneral olan Mazlum Boysan ile birlikte
kalmıĢtır. Öğrenim gördüğü esnada Trablusgarb‟ı iĢgal eden Ġtalya‟yı protesto etmek için Mısır‟lı öğrenci lideri
ġeyh Dayef ile birlikte mitingler düzenlemiĢtir. Osman Nevres‟in hayatından diğer ilginç bir geliĢmede Paris‟te
geçmektedir. Paris‟te kaldığı dönemde kaynaklarda anlatıldığına göre; Trablusgarp SavaĢının sürdüğü günlerde
Osman Nevres, bu savaĢla ilgili bir filmin Paris‟in ünlü sinemalarından Olimpia‟da gösterildiğini duymuĢtu.
Filmi seyretmeye giden Osman Nevres filimde Türklerin kötülendiğini, barbar ve zalim insanlar olarak
gösterildiğini görünce dayanamamıĢ ve oturduğu sandalyeyi perdeye fırlatmıĢtı. (Kimi kaynaklarda da
tabancayla ateĢ edildiği belirtilmiĢtir.) Beyaz perde boydan boya yırtılmıĢtı. Sandalyenin arkasından Osman
Nevres‟te sahneye fırlamıĢ ve Fransızca “ıĢıkları yakın” diye bağırmıĢtı. Seyircilerin korku ve ĢaĢkınlık içinde
bağırmaları üzerine makinistin filmi durdurarak ıĢıkları yakmasının ardından Osman Nevres“benim sizlerden ne
farkım var? Sorbonne Üniversitesinde okuyor ve sizin dilinizi konuĢuyorum. Bende Türküm, Türkler bu filimde
gösterildikleri gibi vahĢi ve zalim insanlar değillerdir. Onlarda en az sizin kadar uygardırlar” diye bağırmıĢtı.
Böyle bir davranıĢın, ruhsal yapısı gereği, olmadık zamanlarda, en beklenmedik iĢleri yapan, mantığı yerine
duygu ve heyecanlarıyla hareket eden Hasan Tahsin tarafından gerçekleĢtirilmesi gayet doğaldı.
Osman Nevres‟in Fransa‟daki eğitimini bitirip bitirmediğini kesin olarak tespit edememekle birlikte
Osmanlı istihbaratı kadrosuna bu yıllarda katıldığını ve eğitimi sırasında bu kimliği doğrultusunda haber alma,
Ġttihatçı muhaliflerin takip edilmesi ve özelliklede Trablusgarp ve Balkan savaĢları sırasında baĢta Fransız ve
Avrupa kamuoyunu etkilemek için dönemin bazı tanınmıĢ gazete yazarlarını etkileme ve Türk tarafının tezlerini
anlatma görevlerini aldığını bilmekteyiz. Bu görevi doğrultusunda Osman Nevres eğitimi sırasında tüm Avrupa
ülkelerini dolaĢmıĢtır. Osman Nevres‟in bu dönemdeki en yakın çalıĢma arkadaĢları ise kendisi gibi Fransa‟da
eğitim amacıyla bulunan ve en azından bu yıllarda Osmanlı istihbaratı adına çalıĢtığını bildiğimiz. Dr. Mazlum
Boysan ve Ertuğrul Baykal‟dı.
Balkan SavaĢlarının bittiği tarihe kadar Avrupa‟da bulunan Osman Nevres, TeĢkilat-ı
Mahsusa‟nın kurulmasından sonra Ġstanbul‟a geldi. Osman Nevres‟in Buxton kardeĢleri takip etme görevini
aldığı zamana kadar Ġstanbul‟da olduğunu biliyoruz. Osmanlı Devletinin I. Dünya SavaĢına girdiği sırada
Balkanlardaki ufak bir pürüzün ortadan kaldırılması gerekmekteydi; Ġngiltere için çalıĢan ve Osmanlı karĢıtı
milliyetçiliği örgütleyen, Balkan Komitesinin BaĢkanı Noel Buxton ile kardeĢi Leland Buxton. Bu günlerde
Buxton kardeĢlerin Balkan Komitesi adına Romanya‟ya gideceğinin öğrenilmesi üzerine, Ġttihat ve Terakki
Hükümeti bu iki kiĢiyi ortadan kaldırmak için harekete geçti. Çünkü Coğrafi konumuyla Ġttifak Devletlerini
meydana getiren Türkiye ve Bulgaristan‟la Almanya ve Avusturya-Macaristan‟ı tam orta yerinden bölen
Romanya‟nın kaybedilmesinden korkuluyordu. Böyle bir durumda Romanya‟nın Ġtilaf Devletlerinin yanında yer
alması Ġttifak Devletlerinin birbirleriyle olan bağlantılarının tümüyle kesilmesine yol açabilirdi. Suikast görevi
yeni kurulmuĢ olan TeĢkilat-ı Mahsusa tarafından Osman Nevres‟e verildi. Bu görevlendirmenin TeĢkilat-ı
Mahsusa tarafından mı yoksa Osman Nevres (Hasan Tahsin) 'in kendisi tarafından mı üstlenildiğine dair bir
bilgiye ulaĢılamamıĢtır.
Osman Nevres‟in kendisi gibi TeĢkilat-ı Mahsusa kadrosu içinde yer alan ve baĢlangıçta Ġttihat ve
Terakki örgütü adına çalıĢmalarda bulunan ve daha çok Silahçı Tahsin olarak bilinen Hasan Tahsin ise 1883
yılında Ġstanbul‟da doğdu. Babası istihkam BinbaĢı Mehmet Bey gibi askerlik mesleğini seçen Hasan Tahsin,
Harp Okulu‟ndan Mustafa Kemal‟in sınıf arkadaĢıdır. Ġlk görev yeri Van olan Hasan Tahsin daha sonra Kuleli
Askeri Lisesi‟ne öğretmen olarak atandı.31 Mart Olayı‟nı bastıran Hareket Ordusu‟nda görev alan Hasan Tahsin
daha sonrasında askerlik görevinden ayrıldı. Basın hayatına atılan Silah ve Salah isminde kısa ve uzun ömürlü
gazeteler çıkaran Hasan Tahsin bu dönemde yazdığı ağır ve hakaret dolu yazılardan dolayı yargılanır.
Dönemin birçok önde gelen dergi ve gazetelerinde yazıları çıkan Hasan Tahsin kurulmasından kısa
bir süre sonra TeĢkilat-ı Mahsusa‟ya katıldı. Ġlk görev yerlerinden birisi TeĢkilat-ı Mahsusa‟nın çok önem
verdiği Balkanlardı. Bu doğrultuda TeĢkilat-ı Mahsusa‟nın Hasan Tahsin‟e verdiği görev Trakya ve
Makedonya‟daki Türk çetelerinin örgütlenmesini sağlamak ve kontrol etmekti. Ancak Hasan Tahsin kendinse
görev yeri olarak verilen Nevrekop bölgesine gitmek yerine Sofya‟ya gitmeyi tercih etti. Burada Harp
Okulu‟ndan sınıf arkadaĢı olan ve Sofya‟da Askeri AteĢe olarak görevli bulunan Mustafa Kemal‟i ziyaret eden
ve yeni kimliğini açıklayan Hasan Tahsin, Mustafa Kemal‟in uyarılarını dikkate almadan görev yerini terk
4
ederek Ġstanbul‟a döner. Hasan Tahsin kısa bir süre sonrada TeĢkilatı-Mahsusa tarafından görevini yerine
getirmediği ve görev yerini izinsiz terk ettiği gerekçesiyle cezalandırılarak öldürülür.
Kesin tarihini tam tespit edememekle beraber en erken 1913 yılı sonunda, en geç 1914 yılı baĢında
öldürülmüĢ olduğunu tahmin ettiğimiz Hasan Tahsin‟in kimliği 1914 yılında Buxton kardeĢleri takip etme görevi
verilerek Bulgaristan‟a gönderilen Osman Nevres‟e verilir. Osman Nevres ya da yeni kimliğiyle Hasan Tahsin o
yıllarda TeĢkilat-ı Mahsusa kadrolarında çalıĢan Talha ve Velid Ebuzziya Beyler‟in çıkardığı Tasvir-i Efkar
gazetesinin muhabiri olarak Bulgaristan‟a gönderilir. Hasan Tahsin‟in Bulgaristan‟a gönderilmesi ve Sofya‟daki
otele yerleĢtirme görevi ise Talha ve Velid Ebuzziya Beyler‟in çok yakın arkadaĢı olan ve Hasan Tahsin‟in
gerçek kimliğini ve görevini bilmeyen Nevrekoplu Celal Bey‟e verildi. Celal Bey Hasan Tahsin‟i önce
Sofya‟daki Makedonya Oteli‟ne daha sonrada Hasan Tahsin‟in isteğiyle Buxton kardeĢlerin kaldığı Bulgaria
Oteli‟ne yerleĢtirdi.
Aslında Buxton kardeĢlere suikast Sofya‟da Balkan Komitesi Ģerefine verilen bir konserde
gerçekleĢtirilecekti. Ancak çok kalabalık olan konser salonuna giremeyen Hasan Tahsin bu ilk suikast
giriĢiminde baĢarılı olamadı. Suikast giriĢiminin Bulgaristan‟da yapılmamasının bir diğer sebebi de Bulgar ceza
yasalarına göre suikast giriĢimine katılanlara verilen idam cezasıydı.
Buxton kardeĢlerin peĢini bırakmayan Hasan Tahsin Buxton kardeĢlerin Bulgaristan‟ı terk etmesi
sonrasında aynı trenle Romanya‟nın baĢkenti BükreĢ‟e geldi. Buxton kardeĢlerin yerleĢtiği Athena Palace
Oteli‟ne ve onların yerleĢtiği odanın yan tarafına yerleĢir. BükreĢ‟te Buxton kardeĢlerin tüm görüĢmelerini çok
yakından takip eden Hasan Tahsin suikast için en uygun zamanı bulmaya çalıĢır. Bulgaristan‟dan farklı olarak
Romanya‟da soğuk karĢılanan ve Romen Kralı Carol‟dan bekledikleri ilgiyi göremeyen Buxton kardeĢler tüm
gayretlerine rağmen Romen hükümetini ve kralı Ġngiliz hükümetinin istekleri konusunda ikna edemezler. Buxton
kardeĢlerin kralla yaptıkları görüĢmeden kısa bir süre sonra ölmesi tüm dengeleri değiĢtirir. Bazı Romen
gazeteleri 48 yıl boyunca ülkeye hizmet eden kralın Buxton kardeĢlerle yaptığı görüĢmeden kısa bir süre sonra
kuĢkulu bir Ģekilde ölmesini Buxton kardeĢlerin tek taraflı ve kendi çıkarlarına yönelik giriĢimlerinin bir sonucu
olarak değerlendirir.
Hasan Tahsin Buxton kardeĢlere karĢı suikast için uygun zamanı Kral Carol‟un cenaze törenine
gitmek için 15 Ekim 1914 sabahı Athena Palace Oteli‟nden yanlarında eski Bulgaristan BaĢbakanı GeĢof‟un
oğluyla birlikte ayrıldıktan kısa bir süre sonra gerçekleĢtirir. Kalabalığın arasından sıyrılan Hasan Tahsin at
arabasında bulunan gurubun üzerine yedi milimetrelik bir tabancayla altı el ateĢ eder.
Corabia sokağından Episkopia sokağına geçilmek üzereyken gerçekleĢen bu suikast giriĢiminden
Charles Buxton göğsünden, kardeĢi Noel Buxton ise çene kemiğinden yaralanır. Bir kurĢunda eski Bulgaristan
BaĢbakanı GeĢof‟un oğlunun Ģapkasına isabet eder. Buxton kardeĢlere olay yerinde yapılan ilk müdahaleden
sonra Elisabetha Hastanesine kaldırıldılar. Buxton kardeĢlerin buradaki tedavileri Profesör Toma Ġonescu
tarafından takip edildi.Büyük bir ziyaretci akınına uğrayan hastaneyi ziyaret edenler arasında BükreĢ‟teki Türk
Büyükelçisi Sefa Bey‟de bulunmaktaydı.
Suikast giriĢiminde bulunan Hasan Tahsin kalabalık içinde fazla uzaklaĢamadan Dimutru Draghici
ismindeki bir polis memuru tarafından yakalandı.
Dönemin Balkan ve Avrupa basınında geniĢ bir Ģekilde duyurulan bu suikast giriĢimini yabancı basın
ve özelliklede Romen basını Osmanlı istihbarat servisinin bir operasyonu olarak değerlendirdi. Yabancı basın
Türkler‟in Balkan komitesini iki üyesinin iki Balkan SavaĢına sebep olmasından dolayı cezalandırıldığını yazdı.
Osmanlı basınında ise suikast giriĢimini en geniĢ Ģekilde okuyucularına duyuran Tasvir-i Efkar gazetesiydi.
Gazete suikast haberini „Bir Ġslam DüĢmanını Akıbeti “baĢlığıyla okuyucularına duyurdu.
Olaydan hemen sonra tutuklanan Hasan Tahsin Romen polisinin tüm araĢtırmaları ve soruĢturmasına
rağmen gerçek kimliğini söylemedi. Suikastı kendi inisiyatifiyle ve hiçbir kuruma bağlı olmadan
gerçekleĢtirdiğini söyledi. Sorgulamalarda yanıltıcı bilgiler verdi. Bu doğrultuda yargılama sürecinde Romen
yetkililerin Avrupa‟nın tüm baĢkentlerinde ve Ġstanbul‟da Hasan Tahsin „in gerçek kimliğini öğrenmek için
yaptıkları araĢtırmadan da sonuç alamadılar. Rosenberg takma ismini kullanan ve suikast giriĢimine yardım ettiği
söylenen ve Osmanlı istihbaratının bir üyesi olduğu yazılan kiĢide tüm araĢtırmalar rağmen bulunamadı.
Burada çok ana hatlarıyla verdiğimiz bu suikast giriĢimi ve sonrasındaki uzun ve karıĢık bir
yargılama süreci sonrasında Osman Nevres gerçek kimliği deĢifre olmadan Hasan Tahsin kimliğiyle
yargılanarak 1915 yılında beĢ sene hapis cezasına çarptırıldı. Yargılamayı yapan mahkeme suikast giriĢimini
kiĢisel bir eylem olarak değerlendirdi.
1916 yılında Türk Ordusu‟nun BükreĢ‟e girmesiyle birlikte serbest bırakılan Hasan Tahsin buradan
Ġsviçre‟ye geçti. 1918 yılına kadar burada kalan Hasan Tahsin burada bulunduğu süre içerisinde de yine
TeĢkilat-ı Mahsusa adına çalıĢmalarda bulundu. 1918 yılı baĢında yine özel bir görevle geldiği Ġzmir‟de
kartvizitlerini Hasan Tahsin Buxton olarak bastıran Osman Nevres çıkardığı Hukuk-u BeĢer gazetesindeki
makaleleriyle kamuoyunu aydınlatan yazılar yayınlarken aynı zamanda da gizli yeraltı çalıĢmalarını Ģehit
edildiği tarih olan 15 Mayıs 1919‟a kadar Hasan Tahsin kimliğiyle sürdürdü. 1917 yılı sonlarında Ġsviçre‟den
Ġstanbul‟a dönen Osman Nevres artık tümüyle değiĢmiĢ Ġttihat ve Terakkinin karĢısında yer almıĢ durumdadır.
5
DüĢüncelerindeki bu değiĢiklikten sonra onu Ġstanbul‟da tutmaları beklenemezdi. Nitekim kendisinin Ġzmir‟e
gitmesini ayarlayacak olan Talat PaĢa olacaktır.
1918 yılının ortalarında Ġzmir‟e gelen Osman Nevres‟ten bundan böyle Hasan Tahsin adıyla söz etmek
yerinde olur. Ġzmir‟e geldiğinde Frenk mahallesinde iki katlı tipik bir Rum evini kiralamıĢtı. Bu ev Birinci
Kordon'daki Sporting Kulüp'ün birkaç sokak arkasına düĢüyordu. Ġzmir‟e gelen Hasan Tahsin Frenk
Mahallesindeki evle birlikte, Aya Fotini Kilisesinin tam karĢısındaki Bakırcıyan Ferhanesinin 47 – 49 numaralı
odalarını kiralayarak ticaret hayatına atılmıĢtır. Kendisine verileceği söylenen vagonları alamadığı için, ticarette
baĢarı kazanamadığı bilinir. Ġzmir‟de arkadaĢıyla birlikte Osmanlı Sulh ve Selamet Cemiyetinin yayın organı
olarak “Hukuk-u BeĢer”i çıkardı ve bu gazetenin baĢyazarlığını yaptı. Ancak gazetede kaleme aldığı kadın
hakları ve özgürlüğüyle ilgili bir yazı nedeniyle katı ve bağnaz bir Müslüman olan Nurettin PaĢa‟nın emriyle
gazete kapatılır. ÇağdaĢ bir yaĢam idealinde olan Hasan Tahsin kadın hakları ve özgürlüğünü savunmuĢ, onların
yüzlerini açmalarını ve erkeklerle birlikte eğlence yerlerine gidebilmelerini, toplum hayatına katılmalarını ifade
etmiĢti. Ġzmir'de bulunduğu yıllarda daima koyu renk elbiseler giyiyordu. Tek bir kez olsun, onu baĢında fesle
Ġzmir sokaklarında dolaĢırken gören olmamıĢtır. Ardından bir süre için “Sulh ve Selamet Gazetesi” ni çıkaran
Hasan Tahsin burada mütarekeden sonra savaĢla birlikte türeyen sınıfı eleĢtiren seri yazılar yayınlamıĢtır.
Türkiye‟deki durum, özellikle bu yıllarda, Türk halkı ve köylüsü için daha da zorlaĢmıĢtır. Hükümetin Milli
iktisat politikası, Türk burjuvazisi ve tüccarı yerine, ortaya çıkara çıkara vurgunculardan, karaborsacılardan
kurulu bir savaĢ zengini sınıf çıkarmıĢtı. Türk halkı ve köylüsü için ortada gene değiĢen bir durum yoktu. I.
Dünya SavaĢı'ndan önce azınlıklar ve yabancılar tarafından sömürülen Türk halkı, bu kez Türk tüccarı tarafından
daha da acımasız bir Ģekilde sömürülmeye baĢlanmıĢtı. Bu Ģartlarda gazetesini çıkarıp yaĢatma çalıĢmaları yapan
Hasan Tahsin bunda fazla baĢarılı olamaz ve gazetesi kapatılır. Daha sonra bir süre için Sulh ve Selamet
gazetesini çıkaran Hasan Tahsin burada mütarekeden sonra savaĢla birlikte türeyen bu sınıfı eleĢtiren seri yazılar
yayınlamıĢtır. Bu gazete aynı zamanda, daha sonra parti haline gelen Osmanlı Sulh ve Selamet Cemiyeti'nin
Ġzmir'deki organı durumundaydı. Hasan Tahsin'in emperyalizme karĢı olan bu mücadelesiyle beraber, 2 Mayıs
1919'da Ġngiltere BaĢbakanı Lloyd George, Fransa BaĢbakanı Clemenceau ve ABD BaĢkanı Wilson Ġzmir'in
iĢgali sorununu görüĢmeye baĢladılar. GörüĢmeler, Ġtalyanların dıĢında olarak 11 Mayısa kadar sürdü. 7 Mayıs
günü yapılan toplantıya Yunan Venizelos'ta katılmıĢtır. 12 Mayıs'ta Ġtalyanlar tekrar katıldılar. Bu tarihte
Ġzmir'in iĢgali kararı, oluĢan bu konsey tarafından alındı. Karar 13 Mayıs'ta Yunanlılar tarafından uygulamaya
geçirildi. 14 Mayıs çarĢamba günü, Ġzmir Valisi Ġzzet Bey ile 17. Kolordu Kumandanı Ali Nadir PaĢa'ya iĢgal
notası verildi. Bu notadan sonra Ġzmir'de çeĢitli cemiyetler ilhak hakkında halkı bilgilendirme ve harekete
geçirmek için çalıĢmalar yapmıĢtır. Bu konuda Ġzmir'in büyük alanlarında MaĢatlıkta çok büyük bir miting
yapılmıĢ, burada tüm halka ilhak ve iĢgalin detayları aktarılmaya çalıĢılmıĢtır. MaĢatlık mitinginden sonra Hasan
Tahsin halkta aradığı hareketi bulamadığı ve yeterli direnme gücünün olmadığını üzülerek tespit etmiĢtir. 14
Mayıs günü tüm olanlardan ve aradığı direniĢi Validen, kolordudan ve halktan bulamayacağını anlayan Hasan
Tahsin tek baĢına direnmeyi kafasına koymuĢtur. Bu gazete aynı zamanda, daha sonra parti haline gelen Osmanlı
Sulh ve Selamet Cemiyetinin Ġzmir‟deki organı durumundaydı.
Hareketli ve çalkantılı bir hayat süren Hasan Tahsin‟in, 14 Mayıs ÇarĢamba günü Ġzmir Valisine Ģehrin
iĢgal edileceğine dair verilen notadan sonra, MaĢatlıkta yapılan mitingde aradığı canlılığı bulamaması nedeniyle
tek baĢına direnmeyi kafasına koyması, onun yaĢamının nihai adımı olacaktır. Ertesi gün iĢgal kuvvetlerinin
Konak meydanına geldiği sırada Hasan Tahsin tabancasını ateĢleyerek atının üzerinde olan ve elinde Yunan
bayrağı taĢıyan Yunanlı Teğmeni vurmuĢtur. Ancak sonra kurĢun yağmuruna tutularak kendisi de orada Ģehit
düĢmüĢtür. Kısa ve renkli hayatı, Ġzmir‟de noktalandığında, KurtuluĢ savaĢının kıvılcımını yakan Hasan Tahsin
31 yaĢındaydı.
1972 yılında Ġzmir Gazeteciler Cemiyeti baĢkanı rahmeti Sabri Süphandağlı‟nın öncülüğünde baĢlatılan
Hasan Tahsin Anıtı Yaptırma Kampanyası, bazı çevrelerce tepkiyle karĢılandı. Bu çevreler Ġzmir‟in Yunanlılar
tarafından iĢgal edildiği gün olan 15 Mayıs 1919‟da ilk kurĢunu gerçek ismi Osman Nevres olan Hasan
Tahsin‟in atmadığını ileri sürüyorlardı. Çok açıkça ifade edilmemesine rağmen basına da yansıyan çok sert
tartıĢmalarda bu düĢünceyi ileri sürenleri bu davranıĢa yönelten iki neden vardı. Birincisi; 15 Eylül 1914
tarihinde Romanya‟nın baĢkenti BükreĢ‟te Charles Roden ve Noel Buxton kardeĢlere suikast giriĢiminde
bulununcaya kadar ateĢli bir Ġttihat ve Terakki yanlısı olan ve TeĢkilat-Mahsusanın ilk kadrolarında önemli
görevler üstlenen Hasan Tahsin‟in, 1916 yılına kadar hapis yattığı Romanya‟daki hapishaneden kurtulduktan
sonra acımasız bir Enver ve Talat PaĢa düĢmanı kesilmesi. Ġkinci olarak ta 1918 yılının baĢlarında yine özel bir
görevle geldiği Ġzmir‟de yayımladığı Hukuk-u BeĢer ile Sulh ve Selamet gazetelerinde çoğu kendinse ait olan
bazı baĢ makalelerde “Sosyalist” olduğunu söylemesi ya da ima etmesiydi. Ayrıca bu düĢüncede olanlar
müstakil bir anıt yerine iĢgal günü hayatını kaybedenleri ifade eden anonim bir heykelin dikilmesini istiyorlardı.
1972–73 yıllarında Ġzmir basınında süren hararetli tartıĢmalar sonunda, Genel Kurmay BaĢkanlığı‟nın
Ġzmir Garnizon Komutanlığı‟na gönderdiği 12 Aralık 1972 tarihli yazısında ”… 15 Mayıs 1919 günü
Yunanlılara atılan ilk kurĢunun, gazeteci Hasan Tahsin tarafından atıldığının kabul edilmesi gerektiği…”
belirtilmesine rağmen, anıtın adı “Ġlk KurĢun Anıtı” olarak değiĢtirildi.
6
KarĢıt görüĢte olanlar, zaman zaman kırıcı olmaktan çekinmezken, Hasan Tahsin‟in ilk kurĢunu attığını
savunanlar daha ağırbaĢlı davranmıĢlar, bir takım önemli ve ciddi kanıtlarla kamuoyu önüne çıkmaya ve onları
kendi yanlarına almaya çalıĢmıĢlardır. Ama bu çabalar, kısa yaĢamı boyunca birbiri ardına gelen talihsizliklerden
kurtulamayan Osman Nevres Recep‟i ölümünden tam 53 yıl sonra, aynı kötü yazgının kurbanı olmaktan
kurtarmaya yetmemiĢti.
O günlerden geriye Hasan Tahsin‟in savunucularının üç kitabı kalmıĢtır. Bunlardan ilki önce Demokrat
Ġzmir gazetesinde uzun bir tefrika olarak yayınlanan ve daha sonrasında da Milliyet yayınlarından ödüllü bir
kitap olarak çıkan Nurdoğan Taçalan‟ın “Ege‟de KurtuluĢ SavaĢı BaĢlarken “ kitabıdır. Kitap çok kısa bir
zamanda kurtuluĢ savaĢı ve Hasan Tahsin‟e iliĢkin yapılan çalıĢmalarda temel bir kaynak olmuĢtur. Nurdoğan
Taçalan‟ın bu çalıĢması hala değerini korumaktadır. Zeynel Kozanoğlu‟nun Ġzmir Gazeteciler Cemiyeti Yayını
olarak çıkan “Anıt Adam Osman Nevres” ile Prof. Dr. Bilge Umar‟ın Bilgi Yayınları arasında çıkan “Ġzmir‟de
Yunanlıların Son Günleri” adlı kitaplar ise, Hasan Tahsin‟in hayatına iliĢkin tüm yayımlanmıĢ bilgileri toplayıp,
onun ilk kurĢunu atan kiĢi olduğunu kanıtlamaya çalıĢıyordu. Zeynel Kozanoğlu‟nun kitabının, Hasan Tahsin‟in
BükreĢ Hapishanesi‟nden kız kardeĢlerine yazdığı mektuplardan dokuzunu gün ıĢığına çıkarması bakımından
önemi vardır. Prof. Dr. Bilge Umar‟ın yapıtında ise, Hasan Tahsin ve Ġzmir‟in iĢgali, kitabın büyük bir
bölümünü kaplamakta, Ġzmir‟de ilk kurĢun‟un kimin tarafından atıldığı konusunu her yönüyle incelemektedir.
Bu iki kitapta konuya iliĢkin yapılan çalıĢmalarda temel bir kaynak olarak kullanılmaktadır.
ĠĢin ilginç yanı kurĢunu kimin attığına yönelik bu tartıĢmaların yapıldığı ve her iki tarafında ellerindeki
belge ve kaynaklarla olayı kendileri açısından ispat etmeye çalıĢtıkları o dönemde araĢtırmacıların bu
tartıĢmalara büyük yardımı dokunacak bir kitabı, dolayısıyla güçlü ve güvenilir bir tanığı gözden kaçırmıĢ
olmalarıdır. Söz konusu yapıt, Asaf Gökbel‟in 1964 yılında Aydın‟da el dizgisi olarak bastırdığı “Milli
Mücadelede Aydın” adlı kitabıdır. Asaf Gökbel Ġzmir‟in iĢgalini tanıklıklar eĢliğinde anlattığı kitabında
ilkkurĢun‟un Hasan Tahsin tarafından atıldığını belgelemektedir.
Hasan Tahsin adına, Ġzmir Gazeteciler Cemiyeti tarafından her yıl "ġehit Gazeteci Hasan Tahsin
Gazetecilik ve Gazetecilik TeĢvik YarıĢması" düzenlenmektedir. YarıĢma Türkiye'de basın-yayın organlarının
düzenlediği yarıĢmaların en eskisi olma özelliğini taĢımaktadır. Ġzmir ili Konak ilçesinde aynı zamanda Ġzmir
Saat Kulesi‟nin de bulunduğu Konak Meydanı‟nda, meydanın kuzey bölümünde Ġzmir BüyükĢehir Belediye
Binasının güneyinde kalan alanda 1973 yılında yapılan Hasan Tahsin Ġlk KurĢun heykeli ve anıtı bulunmaktadır.
Ölümünün yıldönümü olan 15 Mayıs tarihlerinde ve zaman zaman, bazı sivil toplum kuruluĢlarınca anıtın önüne
çelenk konularak, Hasan Tahsin‟in anısı ve düĢünceleri yaĢatılmaya çalıĢılmaktadır. Ayrıca yazar YaĢar
Aksoy‟un bir ara baĢkanlığını yürüttüğü "Hasan Tahsin'i YaĢatma Derneği" isimli bir dernekte Hasan Tahsin‟in
tarihi kiĢiliğini düzenlediği toplantılar ve etkinliklerle yeni kuĢaklara tanıtma gayreti içinde bulunmuĢtur. Hasan
Tahsin'in kesin olmayan bilgilere göre, cenazesi, ailesi tarafından Harmandalı'da bir yakınlarının çiftliğine
gömüldü ve gıyabi mezarı Ġstanbul'da yapıldı.
KAYNAKÇA
Engin BERBER, Mütareke ve Yunan ĠĢgali Döneminde Ġzmir Sancağı, Ġzmir 1999, Zeynel KOZANOĞLU, Anıt
Adam “Hasan Tahsin”, Ġzmir Gazeteciler Cemiyeti Yayını, Ġzmir, 1974, Türkmen PARLAK, Yunan Ege‟ ye
Nasıl Geldi? “ Ġlk Günler ” , Ġzmir Sosyal Hizmetler Vakfı Kültür Yayınları, Nurdoğan TAÇALAN, Ege‟ de
KurtuluĢ SavaĢı BaĢlarken, Ġstanbul, 1970, Bilge UMAR, Ġzmir‟ de Yunanlılar‟ ın Son Günleri, Bilgi Yayınevi,
Ankara, 1974, Zeki ARIKAN, Mütareke ve ĠĢgal Dönemi Ġzmir Basını (30 Ekim 1918- 8 Eylül 1922), Ankara
1989, Nail MORALI, Mütareke‟de Ġzmir Olayları, TTK, Ankara 1973, Necdet ÖKLEM, Ġzmir‟in ĠĢgali, Ġzmir
1999, YaĢar AKSOY, “TeĢkilat-ı Mahsusa ve Hasan Tahsin”, Demokrat Ġzmir 15-30 Mayıs 1976, Gotthard
JAESCHKE, KurtuluĢ SavaĢı Ġle Ġlgili Ġngiliz Belgeleri, (Çev: Cemal Köprülü), TTK Basımevi, Ankara 1986,
Ahmet MEHMETEFENDĠOĞLU, “TeĢkilatın Ġki Elemanı Silahçı Hasan Tahsin‟den Osman Nevres‟e; Ġki
Hasan Tahsin”,Toplumsal Tarih, Cilt: 31, sayı: 185, Ġstanbul 2009, s.32-38.
7

Benzer belgeler