Ehl-i Beyt`e muhabbet..

Transkript

Ehl-i Beyt`e muhabbet..
Ehl-i Beyt'e muhabbet..
Hadis kaynaklarında Resulullah (a.s.m.) efendimizin, torunları olan Hz. Hasan ve Hüseyin'e
(r.a.) henüz küçük yaşlardan itibaren büyük düşkünlük gösterdiğine,
onları sevdiğine, onların üzerine titrediğine dair pek çok rivayet bulunur.
Bu durum belki ilk başta, Hz. Peygamber'in (a.s.m.) insanı yönünün bir göstergesi olarak
değerlendirilebilir. Diğer yandan, bir peygamber olarak düşünüldüğünde, dar dairede bu derece
şefkat gösterilmesi, geniş dairedeki elçilik göreviyle sanki çelişir gibi görülebilir. Ancak işin
aslına bakıldığında, torunlarına karşı gösterdiği aşırı şefkat ve hassasiyetin sıradan bir insanî
özellik olarak nitelendirilmesinin ne kadar şığ ve yanlış olduğu görülecektir. Her ne kadar Hz.
Hasan ve Hüseyin'i (r.a.) büyük bir şefkatle öpüp, okşayıp, sevgisini en güzel şekilde
sergilemesinde, onların torunları olmasının bir payı olsa da, bu olayın gelişigüzel bir davranış
olmadığı açıktır. Aslında bu davranışında dahi peygamberlik görevinin önemli bir cilvesi ve
yansıması bulunur. Tabii bu gerçek, tarihî süreç göz önüne alınmak suretiyle görülebilecektir..
Mesela, Resûl-ü Ekrem'in (a.s.m.), Hz. Hasan ve Hüseyin'e (r. anhüma) karşı, küçüklüklerinde
gösterdiği fevkalâde şefkat ve verdiği büyük önemin temelinde bu iki nadide şahsiyetin,
gelecekte nübüvvet görevinin kıyamete kadar uzanan manevî zincirinin ilk halkası olmalarının
bulunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Filhakika, bu iki zât, zaman içinde Nebevî miras
üstlenecek çok önemli bir cemaatin çekirdeğini, kaynağını ve temsilciliğini üstlenecek bir neslin
başlangıcı olmuşlardır. Örneğin, Resûlullah efendimiz (a.s.m.) Hz. Hasan'ın (r.a.) başını
mükemmel bir şefkat nisanesi olarak öperken, ondan sonra gelecek nuranî bir nesli oluşturan
şahsiyetlerin; meselâ bu nesil içinde yer alacak olan Gavs-i Azam Sâh-i Geylanî gibi mehdî
seviyesindeki pek çok essiz zatların başlarını da öpmüştür. Ve o büyük zatların istikbalde
gerçekleştirecekleri muazzam hizmetleri takdir ve tebrik manasında bir öpücük kondurmuştur.
Aynı şekilde Hz. Hüseyin'in (r.a.) başını öpmekle, onun da zürriyetinden gelecek Zeynelabidîn,
Ca'fer-i Sadık gibi yüce makam sahibi, Nebevî mirasın hamelelerinin mübarek alınlarını da
öpmüştür.
Daha henüz hayattayken Mahşer meydanında meydana gelecek olayları haber veren; Cennet
ve Cehennem'in özelliklerinden, kendilerine has durumlarından bahseden; zeminden gökteki
melekleri müşâhede eden; geçmiş ve gelecekten aynı anda haberler veren; bunların da
ötesinde Mi'rac ile Cenab-ı Hakkın huzuruna çıkan bir zatın nuranî bakışları, elbette
kendisinden sonra gelecek bir nesli ve o nesil içinde yer alacak büyük şahsiyetleri de görecektir.
Kur'an-ı Kerim'de yer alan su ayet-i kerime üzerinde önemle durmak gerekir: "De ki: Vazifem
karşılığında sizden bir ücret istemiyorum. Sizden istedigim, ancak akrabaya sevgi ve Ehl-i
1/2
Ehl-i Beyt'e muhabbet..
Beytime muhabbettir."
Bu âyet-i kerimeyi çeşitli yönleriyle, tafsilatlı bir şekilde yorumlayan Bediüzzaman Said Nursî,
çok önemli bir noktaya dikkat çeker. Ayet-i kerimede Hz. Peygamber'in (a.s.m.) ümmetinden
kendi nesline muhabbeti istemesinin ardındaki esas sebeb olarak, Sünnet-i Seniyyeye bağlılığın
gösterildiğini söyler. Çünkü, Asr-i Saadetten günümüze kadar, Hz. Muhammed'in (a.s.m.)
mübarek neslinden nice maneviyat büyükleri: İslâmi insanlara en güzel şekilde anlatıp, örneklik
yapan nice mümtaz şahsiyetler çıkmıştır. Demek ki burada Âl-i Beyt, risalet görevinin en temel
takipçileri olmaları bakımından, Sünnet-i Seniyyeyi gayet net bir şekilde temsil makamındadırlar.
Diğer yandan gerek Kur'an ayetleri, gerekse bazı hadis-i şeriflerle Sünnet-i Seniyenin üzerinde
bu kadar ısrarla durulmasının bir hikmeti daha görülebilir. O da, 14 asırdan beri, bir yandan
İslâmiyetin geniş alanlara yayılmasına karşılık, belirli dönemlerde Müslümanların özellikle inanç
noktasında bazı zorluklarla karşılaşacaklarının; gerçek inanç esaslarıyla batıl olanları birbirine
karıştırır hale geleceklerinin dolayı bir şekilde ifadesidir. Böylesi bir ortamda, yani gerçeklerle
yanlışların karıştığı bir zeminde, İslâmiyeti en üst derecede temsil eden Âl-i Beyt, bir buluşma
noktası olarak gösterilmiştir. Adeta, "gelecek zamanlar içinde sizi Islâmiyete ulaştıracak yolları
şaşırırsanız, yanlışlara dalarsanız, en azından böyle bir şüpheyle karşılaşırsanız, aranızda sizi
bana ulaştıracak manevî zincirin halkaları bulunacaktır. Onlar da Âl-i beytimdir. Onlara sarılır,
onları örnek alırsanız, tekrar doğru yolu bulabilirsiniz" denilmiştir.
Burada hemen bir noktaya daha işaret edelim. Bu açıklamalardan kesinlikle, Ehl-i Beytin insan
üstü varlıklar olduğu manası anlaşılmamalıdır. Elbette onlar da insandırlar ve hata yapabilirler.
Tarih içinde bunun örnekleri de görülmüştür. Ancak biz bu hükmü çoğunluğu dikkate alarak
vermekteyiz.
Doğrudan Kur'an tarafından emredilen Âl-i Beyte muhabbet konusunda, tarihten günümüze
kadar bazı insanların ifrata giderek, İslâm'ın özüne ters bir takım inançları benimsedikleri de
görülmüştür. Özellikle şia ve Rafizîler gibi bazı meşreblerin Hz. Ali (r.a.) ve onun neslinden
gelenlere karşı duydukları aşırı sevgi, onlarıi yanlış inançlara yöneltmiştir. Bu ifratın temelinde,
onlara olan muhabbetin "Mânây-i ismîye" dayanması bulunur. Böyle bir muhabbeti taşıyan kişi,
doğrudan onların zâtını sevmektedir. Hazret-i Peygamber'i (a.s.m.) düşünmeden, Hz. Ali'nin
kahramanlıklarını ve kemâlini; Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in (r. anhüm) yüksek faziletlerini
düşünüp sever. Hatta Allah'ı bilmese de, Peygamberi tanımasa da, yine onları sever. Böyle bir
muhabbet ise, ne Cenâb-ı Hakka, ne de Resûl-ü Ekrem'e (a.s.m.) duyulan ve duyulması
gereken gerçek muhabbeti ortaya çıkarmaz.
Böylesi bir tehlikeye düşmemenin en kısa formülü ise, Hz. Ali'yi, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'i ve
Âl-i Beyti (r. anhüm) "Mânây-ı harfî" cihetinden sevmektir. Yani onları, Resûl-ü Ekrem (a.s.m.)
hesabına, Cenab-ı Hak namına sevmektir. Böylesi bir muhabbet en istikametli yoldur ve
Müslümanların Resûl-ü Ekrem'e (a.s.m.) duydukları muhabbeti daha da artırır. Bunun da
ötesinde Cenab-ı Hakkın muhabbetine vesile olur. Ayni zamanda bu vasfı taşıyan muhabbet
meşrû olduğu için, ifratı da zarar vermeyecektir.
Dr. Veli SIRIM 2/2

Benzer belgeler

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Ümmü Gülsüm ve Zeynep isimlerinde çocukları dünyaya gelmiştir. (İbn Sa’d, Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr, X, 27.) Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in haricinde Muhassin, doğumunun hemen akabinde vefat etmiş anc...

Detaylı