m ve n kapak son son

Transkript

m ve n kapak son son
n
ae
ızl
r ım
ıla
az
atç
r
Ay
biy ;
şhu
de ler ile
f
ı
me
e e en
n
lı ,
şay
ir v ile
efa
Şa ilg r Pa
e
k
zV
ço zenf
ya
Ga falı u, A
Ve old
Burada yağmur yağıyor, ama nerede burayla Kerkük'ün o her
yeri hüzün, her yeri Hoyrat dolduran yağmuru. Yağmur anlamını, yağmur yağmurluğunu
ancak Musalla'da, Kale'de, Korya'da Hasa'da, yaşar. O yakada yağmur
sevinerek düşer gök
yüzünden rahmet rahbir
Bu hususta yetişen çok değerli
aydınlarımız olduğuna inanmıyorum.
MEHMET ÖMER KAZANCI
Bağdat
Gecenin sürprizi Nesrin Erbil idi.
Gelmişti, ilk olarak gördüm.
Cenevre
NUSRET MERDAN
üz er- ve eye- ltür iyor
y
r
d
Bi r Az şair ığı h lı kü lık e
d
a
n
ı
l
l
n
ı
a
d
ka ycan kat ayc aşka
b
n
b
a
b zarı zer nı
ya te, A baka du.
Bu hususta yetişen
çok değerli aydınlarımız olduğuna
inanmıyorum.
Evet bir Türkmen çağdaş şiiri yaratılmıştır ve bu
özü, tadı dünya şiirine bir
şiirin boyutu,
çağdaş şiirine bir sıcaklık,
tat, Irak
birliktelik duygusu
bir
Sevdiklerimizin büyük
bölümü ölmezlik yollarını
boyladılar. Bunlar arasında
en çok özlediğim kuşkusuz ki,
"El-mütenebbi"
çarşısında kitap
satıcılarının
giderek artan
naraları arasında
tur atarken,
Yaşar
Kemal'den,
Dilmen
Güngür'den
çevirdiğin eserler
satışa arz edilen
kitaplar arasında
bulunduğunu
görüyordum. Bir
satıcıda "Essafiha/ Teneke"
kitabını yerden
kaldırarak, söyle
içeriğinden göz
‫ﻛﺘﺎب‬geçirirken "
‫ﻣﻤﺘﺎز ﯾﺴﻮه واﺣﺪ ﯾﻘﺮاه‬
" diyordu satıcı.
Oysa sen,
sayfalar
arasından acı acı
bakıyor,
kucaklaşmak için
kollarını açarak
davranıyor
Artık gurbet benim soyadım olmuştur. Dostluksuzlar da
kaderim. Ve artık tamamen inanmaktayım ki, güzellikler hep
Mehmet Ömer Kazancı'nın, Hamza Hamamcıoğlu'nun, Behçet
Gamgin'in, Kahtan Hürmüzlü'nün, Mevlüt Kayacı'nın olduğu
yakada kaldı.
NUSRET MERDAN
&
MEHMET ÖMER KAZANCI
Arasında
Karşılıklı Mektuplaşmalar
(1996-2004)
HÜZÜN MARTILARI
NUSRET MERDAN
&
MEHMET ÖMER KAZANCI
NUSRET MERDAN
ve
MEHMET ÖMER KAZANCI
Arasında
Karşılıklı Mektuplaşmalar
(1996–2004)
Kapak tasarımı: Kazancı
Birinci baskı
Irak – Kerkük
2010
KARŞILIKLI MEKTUPLAŞMALAR
(1996–2004)
2
elektrik kesintisi ve yakıt yetersizliği yüzünden tek aydınlatılması ve ısıtılması mümkün olan bir odaya sığınmışız. Çocuklar yataklarında, sarıldıkları çarşafların altından başlarını uzatarak bizleri dinliyorlar. Her şeyden söz ediyoruz, sudan köpükten havadan. Edebiyatımızı geliştirmek için ortaklaşa yapmasını düşündüğümüz yarıda kalan projelerden. Ömrümüzü
verdiğimiz davamızın, elde edemediğimiz sonuçlarından. Tüm
acı ve mutlu yönleriyle, geçmişten. Karanlıktan karanlığa,
meçhulden meçhule yuvarlanan gelecekten, Ülkenin bağrına
saplanan hançerin kanayan yaralarından ve bu yaraların nasıl,
ne zaman sağlanabileceğinden. Çocuklarımızı bekleyen kara
günlerden, gurbetten, ayrılıktan, tekrar görüşmenin necip olup
olmayacağından.
Bütün bunlar ve bezerlerini konuşa konuşa saat iki geceyi
bulmuştu.
İkinci gün Erbil'den Kerkük'e ayrılmak üzere Nusret'le
birbirimize sarılırken, elime bir mektup sıkıştırmıştı. Dün söyleyemediklerimi bu mektupta bulursun diyordu.
Merakla cebime soktuğun o mektubu yolda özenle açarak
okumaya başlamıştım:
"Sevgili dostum:
Çılgın, deli bir nehrin akışı bizi alıp götürdüğüne göre,
belki bizim için bir yarın yok artık. Dostluğumuzun
ölümsüzlüğünde hep sıcak yaşayan anılar kalacak.
Bizi bütünleyen şiir, öykü velhasıl namuslu, ilke sahibi,
tutumu ve kişiliği olan sözcükler değil mi? Şiir, öykü,
namuslu sözcükler var oldukça, nerede olursak olalım, bizi
hep birleştirecek, hep bütünleştirecek dostum. Nerede
olursak olalım, yazdıklarımız hep Kerkük deyişimiz gibi,
yürek dolusu olacak.
Hep söylerim: sen süresini dolduran yazar ve şairlere
alkış tutmadın, çiçek sunmadın, hep hançer üstünde
yürüdün yiğitçe, kıskançları, kinleri düşmanlıkları göze
alarak. Mehmet Ömer Kazancı örneği kaç yazar var bizde? Bunu seni kıskananlara sormak gerek. ŞAFAK'ın şiir
4
Önsöz
Tarih: 17.1.1992: ikinci körfez savaşı başlıyor. Kısa bir süre
sonra Erbil, Kürt milislerin eline geçiyor. Erbil'de bir hercümerç var.
Tarih: 16.1.1993: isteğimle atandığım Bağdat Üniversitesinde
çalışmak üzere Bağdat'a göç etmek için ev eşyalarımızı iki
kamyona yüklüyoruz. Yanımızda Nusret Merdan, eşi ve çocukları da var. Hem yardım eli uzatmaya hem de vedalaşmaya
gelmişlerdir. Bu vedalaşma Nusret Merdan ile beni pek fazla
sıkmıyor, yakın bir zamanda tekrar Erbil'de görüşeceğimizi
bildiğimiz için.
Tarih: 12.2.1993: Erbil'deyim yine. Yönetmenliğini yaptığım
yüksek lisans öğrencilerimden biri tezini savunacak. Yanında
olmam gerekçesi Erbil'deyim. Nusret Merdan'ın evine iki gün
iki gece konuk oluyorum. Nusret, eşi Selma, çocukları ve ben,
3
muz rahmetli İsmet Özcan oluşturuyordu. 16.1.1993 tarihine
kadar devam eden komşuluğumuzda her şeyimizi birbirimizle
paylaşmıştık, ekmeği, suyu, tuzu, sevinçleri, mutlulukları,
acıları, dertleri, hüzünler.
Çoğu zaman rahmetli Özcan'ın da katıldığı sürekli görüşmelerimizde, kendi kişisel dertlerimizden çok, davamızı,
geleceğimizi konuşmaktaydık. Yaşadığımız o zamanki ağır
şartlar altında, kültürümüz yoluyla varlığımızı en iyi bir şekilde koruyabileceğimize inanmaktaydık. Dolayısıyla kültürümüze dört kolla sarılmıştık. Tüm güzellikleriyle kültürümüzü,
layık olduğu kadar yayabilmek, en uzak yerlere ulaştırabilmek
için elden gelen her çabayı harcamaktan geri kalmıyorduk. Bu
konuda fikirler, projeler üretiyor, mümkün olanını uygulamaya çalışıyorduk. Kendi hesabımıza bastırdığımız ŞAFAK
kitabimiz, içerdiği edebi bildirisiyle üstüne imzamızı attığımız
bu projelerden birisiydi. Ancak kaderin bizler için neler sakladığından tam habersizdik. İkinci körfez savasından sonra
yollarımız ayrıldı. Ben Bağdat'a atandım. Nusret ise gurbet
trenine binerek, uğraktan uğrağa, duraktan durağa, en son,
ailesiyle birlikte mülteci olarak Cenevre'ye sığındı.
Üç yıl kadar hummalı bir arayıştan sonra, 1996 yılında
birbirimizin adresini öğrenerek, tekrar birbirimizi bulmuştuk.
O tarihten itibaren 2004 yılına kadar karşılıklı olarak yazıştığımız mektupların sayısı 23 mektuba varmıştı. Ancak birbirimizi yüz yüze görmek, birbirimizi tekrar birbirimizin bağrıma basmak fırsatı, İstanbul'da gerçekleşen ikinci Türkmen
Basın Kurultayında ele geçmişti. O kurultayda, ayrılık yıllarının hasret ve özlemlerini giderirken, seksenli yıllarda kültürümüz için düşündüğümüz projeleri yeniden hayata geçirme yollarını görüşüyorduk. Karşılıklı olarak yazıştığımız bu mektupların da yeri vardı o görüşmelerde. KERKÜK'TA GÜL
ZAMANI projesini bitirip yayına verdikten sonra HÜZÜN
MARTILARI diye adlandırdığımız, mektuplarımızı içeren elinizdeki bu projesinin sırası gelmişti artık.
6
ve bildirisiyle, ŞAFAK'çıların yiğit, namuslu şiir uğruna
verdikleri mücadele bir çağdaşlık savaşıdır. Kim ne derse
desin, ŞAFAK'ın getirdiği çağdaşlık savaşı yaşayacak.
Sevgili dostum: ayrılsak da, namuslu şiir ve öykülerde
hep beraberiz. İnan ki, çok uzaklarda olsak bile bu başa
belalı kalplerimiz hep aynı güzellikler için çarpacak, aynı
güzellikler için savaşını verecek. Sen edebiyatımızda bir
gerçek olduğun kadar, benim yaşamımda ve dostluğumda
da hep bir gerçek, belki de gerçeklerin en güzeli olarak
kalacaksın sevgili dostum... Nusret Merdan"
Şevki kalbimin derinliklerine vuran coşkun duygularla
örülü bu satırları okurken, gözyaşlarımı tutamadan, kafamın
rotasını geçmişlere çevirdim.
Aklıma ilk gelen Nusret Merdan ile ilk tanışmamız oldu.
Uzun bir müddet yazı ve şiirlerini yayın organlarımızdan
beğeniyle takip ettiğim Nusret Merdan'ın Erbil Üniversitesi,
İdare ve İktisat Fakültesinde tayin olduğunu, bizimle Ziraat
fakültesinde yine öğretim üyesi olarak çalışan değerli dostumuz Dr. Ali İhsan Nakip'ten öğrenmiştim. Galiba 1986 yılı
Şubat ayının, güneşi dörtte dört olan bir günü idi. Oturduğumuz Eski Kelek'ten arabama atlayarak Nusret ile tanışmak
üzere yola çıkmıştım. Yarım saat sonra Erbil'de İdare ve İktisat fakültesinin koridorlarında Nusret'i arıyordum. Bölüm başkanı ofisinde bulmuştum. Erbil'de birbirimizden ayrılırken
nasıl birbirimize sıcak sıcak sarıldık ise, yine öyle, birbirimizi
yıllardır tanıyoruz gibi birbirimize uzun uzun sarılmıştık.
Orada başlayan dostluğumuzu her geçen gün bir az daha
pekiştirmiştik. Aynı yıl Ziraat fakültesinin iptal edilmesiyle
Fen Fakültesine atanıp, Nusret'gillere komşu olarak Erbil'de
yerleşmemiz, dostluğumuzu ailece de geliştirmemize fırsat
sağlamıştı. İki aile içerisinde her kes kendine özgü bir dost
bulmuştu. Eşim Semra Nusret'in eşi Selma'yı, çocuklarım
Nimet, Ülfet ve Mustafa, Nusret'in çocukları Sümer, Fırat,
Ozan ve Yağmur'u bulmuşlardı. Bu dostluğun önemli bir
kutbunu, o tarihlerde Erbil'de memur olarak çalışan can dostu5
Dr. Nusret Merdan
1948 yılında Kerkük’te gözlerini dünyaya açtı. Ankara
Üniversitesi, Yönetim ve Ekonomide yüksek lisansını tamamladı.
Erbil’de, Selahattin Üniversitesinde 10 yıl kadar öğretim üyeliğinde
bulundu. 1993 yılından İsviçre’nin Cenevre şehrinde yaşamaktadır.
2008 yılında Lahey Basın ve Medya Üniversitesi, Basın Fakültesinden Doktora diplomasına layık görüldü. Erken yaşta edebiyat
hayatına atılan Dr. Nusret Merdan, öykü, şiir, tiyatro-oyun, çevri,
deneme, eleştiri gibi çeşitli edebiyat türlerinde Türkçe ve Arapça
yazılarını hem yerel hem de dünya yayın organlarında yayımladı.
Günümüze kadar imzasını üstüne atmığı basılan eserleri şunlardır:
1-KUŞLARLA DOSTLUK-şiirler-Bağdat-1983
2– GÜN AYDIN GECE-öyküler-Bağdat-1986
3-BALIK SUDA YAN GİDER-deneme-eleştiri-Bağdat-1989
4-ŞAFAK-şiirler ( Mehmet Ömer Kazancı ve İsmet Özcan ile
ortaklı)-Kerkük-1990.
5-BİR ÖLMEK YETMEZ-şiirler-Kerkük-2003
6-HÜZÜNLER GURBETTE BÜYÜR-şiirler-Erbil-2004
7-CANLI MAYMUN LOKANDASI–oyun-Güngür Dilmen’dan
çevri-Kuveyt– 1989.
8-TENEKE ve YILANI ÖLDÜRSELER– roman-Yaşar Kemal’den
çevri-Bağdat-1990
9-BOĞAZKESEN-Roman-Nedim Gürsel’den Çevri-Almanya-2001
10-MUTLU RÜYALAR MEYHANESİ-Arapça öyküler-Avusturya
–2003
11-KERKÜK’TE BİR SOKAK-Arapça öyküler-Mısır-2008
12-KERKÜK’TE GÜL ZAMANI-Arapça-Türkmen öykü antolojisi(Mehmet Ömer Kazancı ile ortaklaşa)-Bağdat 2009
Ayrıca, 1992 yılında Kerkük'te İko adında bir oyunu sahneleştirildi. Türkiye’de Kültür Bakanlığının çıkardığı Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi'nde ve Türkmenistan'da, Türkmen
yazarı Oraz Yağmur'un, hazırladığı Türk Dünyası Şiiri adlı kitabında Şiirlerine yer verilmiştir. Boston Üniversitesinin bastırdığı;
Çağdaş Irak Hikâye Antolojisi kitabında bazı hikâyeleri İngilizceye
çevrilmiştir. Uzun bir süre SÜMER dergisini tek başına hazırlayarak editörlüğünü yaptı. Halen Cenevre’den Alturkmani sitesini
yönetmektedir. Türkmen Basın kurultayı üyesidir.
8
Mektuplar yazılırken, eller vicdanlar üzerinde, tüm etkilerden uzak olarak yazılığı için, amaçlarına göre, insanların gerçeklerini, geçek yüzlerini, düşüncelerini, düşünüş tarzlarını,
dünya görüşlerini, yaşam anlayışlarını, davaya bağlılıklarını,
yansıtan en anlamlı, en önemli belgelerdir. Nusret ile yazışırken, yaşanılan acılardan, çekilen çilelerden, karşılaşılan
felaketlerden, kalemlerimizin yettiği kadar kimi betimler verirken, gerek edebiyatımız ve kültürümüz, gerekse de davamız
ile ilgi çok önemli, hatta tarihsel değer taşıyan kimi konuların
üzerine, bazen dolaylı, bazen de doğrudan doğruya eğiliyor,
yani yaşadığımız günlerin tüm zorlukları, acı ve mutluluklarının panoramasını çiziyorduk. Elbette ki bunları, günlerin
birinde okurlarımızın önüne koyacağımızı düşünerek yapmıyorduk. Birbirinin yaşamında gerçek dostlar olarak, birbirine
inanan, güvenen iki kalem kardeşi olarak, birbirimizi bilgilendirmek, birbirimizi avundurmak, teselli etmek amacıyla yapıyorduk.
Mektuplardan, daha sonra göz geçirirken, kültürümüz,
edebiyatımız ve davamız açısından önemli belgeler olduğunu
görünce, kişisel sınırları aşması, bütün toplumca okunması
gerektiğinin farkına vararak, yayına dünyasına sunmayı kararlaştırdık. İşte 1996 ile 2004 yılları arasında karşılıklı olarak
birbirimize kıtalar, denizler üzerinden uçurduğumuz HÜZÜN
MARTILARI'nı karşınıza çıkarıyor, geri kalanını takdirinize
bırakıyoruz. Saygılarımızla.
Kazancı
7
Dr. Mehmet Ömer Kazancı
1952 yılında Kerkük'te doğdu. İlk-orta ve liseyi Kerkük'te
bitirdikten sonra 1971 yılında alındığı Bağdat Üniversitesi, Ziraat
Fakültesinden 1975 yılında mezun oldu. 1978 yılında Yüksek Lisan
öğrenimini tamamladı. Bir ara Süleymaniye, daha sora Erbil
Üniversitelerinde öğretim üyesi olarak çalıştı. 1993 yılında Bağdat
Üniversitesine atandı. Burada Doktorasını yaptı. Şimdi Bağdat
Ziraat Fakültesinin Biyoteknoloji ve Genetik Mühendisliği
kürsüsünde Prof. derecesiyle öğretim üyesi olarak çalışmasını
sürdürmektedir. Ülkede çıkan tüm Türkçe gazete ve dergilerde,
gerek şiir, gerek öykü, gerekse de eleştiri-araştırma alanlarında
yüzlerce yazıları yayımlanmıştır. Bunların bir bölümünü aşağıda
adları verilen kitaplarda toplamış bulunuyor:
1-SANA DOĞRU- şiirler– Bağdat-1979.
2-ŞARKICA KONUŞMAK-şiirler-Bağdat- 1984.
3-CAM ARDINDAN BİR ÖPÜŞ-öyküler– Bağdat-1987.
4-İNCİ ÜSTÜNE İNCİ-şiir eleştirileri.-Bağdat-1990.
5-ŞAFAK-şiirler ( Nusret Merdan ve İsmet Özcan ile ortaklı)Kerkük-1990.
6-TÜRKMEN ÖYKÜCÜLÜĞÜ-konuşmalar ve örnekler-Bağdat1994.
7-BİR ÖMÜR YETMİYOR Kİ-şiirler-Kerkük-2003.
8-ÖLÜME ZAMAN ERKEN-İsmet Özcan’ın yaşamı ve şiirleri–
Erbil-2005.
9-NASRETTİN HOCA KERKÜK’TE-öyküler– Bağdat-2007.
10-TÜRKMEN ÖYKÜCÜLÜĞÜ-araştırma– Bağdat-2007
11– ATEŞ ÇEMBERİ-şiirler-Azerbaycan-2008
12-KIVILCIM-deneme ve eleştiri-İstanbul-2008
13-TÜRKMEN EDEBİYATINDA İLK ÖYKÜ: Mübarezeyi Aşk.İnceleme-İstanbul-2009
14-KERKÜK’TE GÜL ZAMANI-Arapça-öykü antolojisi-(Nusret
Merdan ile ortaklaşa)-Bağdat 2009
Ayrıca Türkmen Kardeşlik Ocağı (TKO) yönetim kurulu
başkanı, Kardeşlik dergisi ile Şafak gazetesi genel yayın yönetmeni,
Irak Üniversite Hocaları Derneğinin yönetim kurulu, Türkmen
Edebiyatçılar ve Irak Edebiyatçılar Birliklerinin üyesidir.
10
9
13- Cenevre: 27.8.1999
14- Bağdat: 15.3.2000
15- Cenevre: 28.5.2000
16- Bağdat: 16.7.2000
17- Cenevre: 10.8.2000 (Arapça)
18- Cenevre: 9.4.2001
19- Bağdat: 2.7.2001
20- Cenevre: 29.10.2001
21- Bağdat:23.2.2002
22- Bağdat: 26.8.2002
23- Bağdat: 16.6.2004
Tarihleriyle Mektuplar
1- Bağdat: 9.4.1996
2- Merlon: 2.6.1996
3- Bağdat: 29.6.1996
4- Cenevre: 23.8.1996
5- Cenevre: 31.12.1996
6- Bağdat: 8.2.1997
7- Cenevre: 25.3.1997
8- Bağdat: 17.6.1997
9- Cenevre: 10.11.1997
10- Cenevre: 14.12.1998
11- Bağdat:25.3.1999
12- Bağdat: 7.8.1999
12
11
14
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
yandan. Okul çalışmaları dedim, bu yıl doktora tezime başladım. Tüm zamanımı bu işe ayırmış bulunuyorum. Kerkük'e
bile gedişim azalmıştır. Zaten oraya gitmek için çok önemli
bir neden de yok ortalıkta. Kerkük'te bir Hamza Hamamcıoğlu
kalmıştır, başvurulacak dostlar arasında. Diğerleri, hep geçmişte olduğu gibi dedikodularla meşgul, Hamamcıoğlu ise
şansızlığıyla, bizim gibi. Kerkük'ü seviyorum, çünkü o vardır
içinde. Dostlarımız zamanla azalıyor. Sevdiklerimizin büyük
bir bölümü ölmezlik yollarını boyladılar. Bunlar arasında en
çok özlediğim kuşkusuz ki, İsmet Özcan. Son günlerini kanser
ile boğuşarak, acımasızca mücadele vererek yaşadı. Bağdat'a
kaldırıldığı günler, hep yanındaydım. Uzun uzun sohbetler
ediyorduk onunla her ziyaretimde. Sözlerimizin arasında sen
de vardın hep. Dilimizden düşmüyordun. Hep, sen de keşke
aramızda olsaydın diye iç geçiriyorduk. İsmet Özcan'ın göç
etmesi kimsesizliğimi o kadar çoğalttı ki, o kadar yalnızlığımı
artırdı ki, bu gün bile aynı kimsesizliği, aynı yalnızlığı
yaşamaktayım. İsmet için, son gönlerinde bir şiir yazdım.
Hastanede, yalnız ikimizin bulunduğu iki saatçe süren bir
görüşmede, başıucunda okudum kendisine. Kulak kesilerek
dinliyordu. Gözyaşları içinde okuyordum, gözyaşları içinde
dinliyordu. Kırkının üstünde iki erkek, hüngür hüngür ağlıyorduk. Ayrılık günlerinin, Özcan'ın yatmış olduğu odanın
kapısına kadar gelip çattığını biliyor, ondan ağlıyorduk. Ancak
ben kendimi toparlıyordum ara sıra, okuduğum şiirle avundurmaya çalışıyordum Özcan'ı:
Elin yüzün yerindedir İsmet Özcan
Kalbin hala yerinde
Kolun hala kılıç senin
Göksün hala çelik kalkan
Öfken bıçak
Kalk, kav ol çak
13
Hüzün Martıları
(1)
Bağdat: 9. 4. 1996
Değerli dostum
Can dostum, ciğer dostum
Sayın Nusret Merdan
Aradan uzun, çok uzun yıllar geçmiş oluyor. Adresinizi
ele geçirince, deli deli kaleme sarıldım. Ancak ne yazacağımı
bilmiyor, bilemiyorum. İki satırlık bir şeyler yazmayı düşünüyorum. Bütün bu ayrılık yıllarını nasıl özetleyebilir bu iki
satırlık bir şey. Başlamak gerekirse, çocuklardan başlayalım
diyorum. Ozan'ın yakınlarda ameliyat geçireceğini Behçet kardeşimizden duydum. Çok üzüldüm. Ailece üzüldük. Ailece
dualar ettik Ozan'ımız için. Umarım her şey kolay geçecek.
Ozan'a geçmiş olsun diyorum. İnanın ki, çocuklar her zaman
fikrimdeler. Kimi zaman albüme bakıyoruz ailece. Sümer ile
Fırat'ın bir kaç resimleri bulunmaktadır bizde. Bizimkiler hep
soru yağmuruna tutuyorlar beni: neredeler şimdi baba, nasıl
geçiniyor, nasıl yaşıyorlar! Yağmur'un yaramazlıklarını anıyoruz birlikte. O günlere, tek ben değil hepimiz hasret. Çocukların gözlerinden birer birer öperim. Selma'yı soruyorum.
Ona benden ve Semra'dan kucak dolusu selamlar.
Simdi sana gelelim, bütün bu uzun yıllar yazmadığına,
adresini göndermediğine gerçekten küskün, gerçekten dargınım. Ben İzmir'e iki uzun mektup yazdım, ayrıca bir bayram
kutlaması kartı gönderdim. Cevap almayınca kesmek zorunda
kaldım. İlk mektubum çok uzundu, iyice hatırlıyorum. Her şey
vardı onda. Gözlerimi yumup kalemimi at hızıyla sürmüştüm
önümce. Bir şiir de vardı o mektupta, sana armağan ettiğim.
Aynı şiiri daha sonraları Yurt gazetesinde yayınladım. "Yarısı
Sende Kaldı, Yarısı Bende" başlıklı bir şiir. Şimdi yazmaya,
yani edebiyat ile ilgilenmeye ne zamanım ne de zevkim
kalmıştır. Geçim sıkıntıları bir yandan, okul çalışmaları öte
16
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
sezerek, kendime kızıyorum yer yer. Sözcüklerden en yatıştırıcılarını seçmeye çalışıyorum. Ne kadar becerdiğimin farkında
değilim. Bu mektubu nedense, yeniden yazmayı da düşünmüyorum. Olduğu gibi göndereceğim.
Değerli dostum: ayrıldığımız günden bu güne kadar, neler
yaptın? Hepsin bilmek isterim. Hiç tereddüt etmeden yaz. Yaz
içini dök. Yazarsan beni yalnızlığımdan kurtarırsın. Bu kalabalık dünyada, yalnız yaşamanın ne demek olduğunu, sen de
bilirsin şüphesiz, bir benim kadar.
İnsanı şöyle yalnızlığından kurtarabilecek Türkçe bir eser,
bir kitap eline geçerse, gönderirsen memnun edersin beni. Çok
ciddi değilim bu isteğimde, geçerse diyorum, yani her hangi
mali bir sıkıntı oluşturmazsa. Benim için önemli olan mektubundur. Dört gözle bekliyorum. Tekrar çocukların gözlerinden
öperim. Selma'ya içten selamlarımı söyle. Size de dünyalar
dolusu sevgiler...
M. Ömer Kazancı
Bağdat: 9. 4. 1996
Hüzün Martıları
15
Aydınlat dünyamızı
Irmak ol ak
Yeşil düşlere doğru
Kalk yerinden
Kemerini sıkıştır
Dostluğunu pekiştir
Umutlarla yeniden
Kalk değiştir
Bu kavganın adını
Sana göre değildir
Detol kokan
Küf kokan
Ceviz kadar bu yatak
Oysa İsmet Özcan kalkamadı. On beş gün kadar bir
süreden sonra Tanrının rahmetine kavuştu. Şiiri olduğu gibi,
yani İsmet Özcan için yazılıp okunduğu gibi Yurt gazetesinde, Özcan'ın yıl dönümü münasebetiyle yayınladım. İşte o
günden beri Yurt gazetesine yanaştığım yok. Okuyorum, o
kadar. Yazdıklarımı yayınlamaya gerekli göremiyorum. Edebiyatın, bizim toplumda tadı tuzu kaçmış gibi. Ancak bir yıl
önce Faruk Köprülü ısrar etti, gittim, bir görüşme yaptı bir
programlık, Kerkük televizyonu için.
Hiç rahat değilim, çocuklar büyüdükçe, dertleri de kendileriyle büyüyor. Para yetersizliği, yaşam zorluğu gırtlağımızı kesecek yere varmıştır. Yersiz şeyler söylediğime kusurumu af et. Karşımdaymışsın gibi hissederek yazıyorum bu
mektubu. Karşımda söyledim, oysa her zaman seni kalbimin
içinde his ediyorum. Her fırsat buldukta kardeşimiz Behçet'e
telefon açıyor soruyordum. Adresini elde ettiğini bildirince,
kendimi öyle hafif his ettim ki, dünyanın tüm yükünü üstümden silkmiş gibi. Simdi sana yazarken söyleyeceklerimle
söylemeyeceklerimi birbirine karıştırıyorum. Yaşadığın gurbette acılarını, hüzünlerini azaltacağım yerine, çoğaltacağımı
18
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
hepsi var bende. Hangi hayal kırıklığından başlamam gerekir.
Ozan'ın ölüp ölüp dirildiği günleri mi? Yoksulluğun acısını
mı? Hangisini? Sıradan insanlar arasında yaşamaya mahkûm
olduğum günlerimi mı anlatayım sana ey adı güzel, kendi
güzel dostum? Hangisini? Dost dost bildiğim ve güvendiğim
insanların yanında değersiz olduğum günlerin fakına
vardığım, acı günler, acı yıllarımı mı? Ve bütün bunlara rağmen çocuklarımın lokması için yüzde dost kalpte hain
insanların gemisinde susmaya mahkûm olmamı mı? Hangisini? Bütün dostlukların, güzelliklerin öteki yakada kalmış
olduğunu hasretle yaşadığımı mı? Hangisini? Yığın yığın
dertleri silmeye mecbur olup, tekrar ve tekrar, ama hep
sıfırdan, hep başlangıç notasına dönerek başlamaya mecbur
kaldığımı mı yazayım sana?
Artık gurbet benim soyadım olmuştur. Dostluksuzlar da
kaderim. Ve artık tamamen inanmaktayım ki, güzellikler hep
Mehmet Ömer Kazancı'nın, Hamza Hamamcıoğlu'nun, Behçet Gamgin'in, Kahtan Hürmüzlü'nün, Mevlüt Kayacı'nın
olduğu yakada kaldı. Hep o güzel, hep o temiz, o eşi bulunmaz insanoğlu insanların yanında kaldı. O, yoku var eden, iç
güzellikleriyle dertleri, kederleri sonsuz ve müthiş sevgiye
çeviren, o, her şeye rağmen yaşama bağlı, hünerli, güzel insanların yanında kaldı.
Özcan'ımızı nasıl toprağa verdiniz? O güzel yüzüne nasıl o
zalim perde perde toprağı serdiniz? O çok sevdiği yaşam ve
dostlarından ayırmaya yüreğiniz nasıl el verdi? Hayatımın son
anına kadar Özcan'ımın ölümünü içime sindirmeyeceğim. O,
bu genç yaşta ölüme değil daha onlarca yıl yaşamaya layık idi.
O eli kadar yüreği cömert insanın artık yaşamaması hepimiz
için tarifsiz bir kayıp. Binlerce, milyonlarca yaşamaya layık
olmayan insan müsveddeleri yaşarken, onun öyle aniden
göçüp gitmesi haksızlıkların en büyüğüdür. Sağlığının yerine
olmadığını Yurt gazetesinden okurken, Selma'ya "kız sakın
17
Hüzün Martıları
(2)
Morlon; 26.4.1996
Can yoldaşım, kalemdaşım, kahirdaşım,
Kardeşim Mehmet Ömer Kazacı,
Bu sabah 26.4.1996 o güzel, o tadına doyulmaz, o adın, o
yüzün kadar güzel, sıcak yüreğinin duygularını her kelimede,
her satırda açığa vuran mektubunu aldım.
Coşkuyu, sevinci çoktandır unutan zavallı kalbime bu duyguları tekrar yaşattığın için sana binlerce kez teşekkür ederim.
Mektubunla sevinçlerin doruğuna çıktığımı söylersem sana, inan bana. Sevincimden gözyaşları döktüğümü söyler-sem,
inan bana. Zaten sana karşı her zaman açık yürekli, açık sözlü,
mantığımla değil yüreğimle konuştuğumu çok iyi bilirsin.
Mektubunu hemen dert yoldaşım Selma'ya okuttum. O da
çocukların önünde hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Şimdi sabah çökmek üzere, saat 4.15 eskiden olduğu gibi
yine gece yarıları uykudan kalkıyorum. Ya kaleme sarılıyor,
ya da bir şeyler okuyorum, ya da her kes horlarken yatığında,
masada oturup saatlerce düşünüyorum. Bir kaç "Nusret"i içime sığdırarak, geçen bir kaç bin günü bir kaç yüz bin saati
yeniden yaşamaya çalışıyorum. Artık istesem de istemesem de
bir yalnız adamım ben.
Mektubunda benden geçen yıllarda neler yaptığımı
yazmamı istiyorsun. Neleri yazmamı istiyorsun güzel dostum? Nuh gemisinin büyük bir yalan olduğunu mu söyleyeyim! Yoksa yaşadığım yüzlerce, binlerce hayal kırıklığımı mı?
Ya da çadırlarda yüzlerce insan içinde çoluk çocukla yaşamaya mahkûm olduğumu mu? Kapımızı açıp, ekmeğimizi
yiyip bizleri arkadan hançerleyen değer bilmez insanları mı?
Yoksa yaşamak uğrunda çoluk çocuğa ekmek parası için
"tuvalet" temizlediğimi mi? Ya da "benzin" istasyonun çalıştığım çileli günlerimi mi? Hangisini istersin güzel dostum,
20
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
şimdi normal bir çocuk gibi yaşamaktadır. Ülfet ve Nimet'ten
ne haber? Namusuz Mustafa "Mistik" hala yaramazlık yapıyor
mu? Hepsinin gözlerinden ailece öpüyoruz. Sevgili ve değerli
eşin Um-Mustafa'ya ben ve Selma çok selam eder ve mutluluklar dileriz. Buluşuncaya kadar kendinize iyi bakın.
Güzel ve iyi insanlar Hamza Hamamcıoğlu, İsmail İbrahim, Mevlüt Kayacı, Kahtan Hürmüzlü'ye sevgi ve özlemlerimi ilet lütfen. Hoşça kal güzel ve aziz dostum. Allah'a
emanet ol.
Kardeşin Nusret
Sabah saat 5:10
Morlon:26. 4. 1996
Not: Sevgili Memet'im, sana bu mektupla iki sayı edebiyat
ve kültür dergisi olan "Nar Altı" gönderiyorum. Geçenlerde
radyoda "Irak Uluslararası Radyosu"nun sesini duydum. Bir
bilsen ne kadar sevindim. Türkçe yayınında konuşan arkadaşımız Adnan Sarıkâhya idi. Hemen sesinden tanıdım. Adnan
ve sevgili dostumuz Kasım Sarıkâhya ve Nevzat Abdülkerim
beylere kucak dolusu sevgi ve selamlar. Kitapları Türkmen
Kültür Müdürlüğü adresine gönderdim. Cenevre'de adresim
şu:
13 Rue des Lattes/ 1217 Meyrin/ Genève-Suisse....
Hüzün Martıları
19
İsmet ölmesin" dedim ve kendi kendimi yemeye başladım.
Daha sonra acı gerçeği yine Yurt gazetesinde kaleminden
çıkan o tadına doyum olmaz duygusal yazınla öğrenmiş bulundum. İsmet'in acılı son günlerini belki defalarca okudum ve
eminim ki, her zaman olduğun gibi dost canlısı olan sen,
dostluğundan öte, insanlık görevini yapmışsın dosttan daha
dost olan, kardeşten daha kardeş İsmet Özcan için.
Ağabeyim, kültürümüzün o meçhul askeri Behçet Gamgin, Özcan'ın yazdıklarını bir kitapta topladığını ve bir ön söz
yazmak için sana verdiğini öğürenmiş bulunuyorum. Böyle
onur ve insanca görev ancak ikinize yakışır. Bu işin biran önce
sonuçlanmasını temenni ederim. Nelerin yapıldığını bana
bildirirsen çok memnun olurum. Eğer her şeye rağmen bu
proje gerçekleşmezse, bu kitabı ilerde gün ışığına çıkarmak
boynumun borcu olacaktır. İsmet için, "İsmet Özcan yüreğimin öbür adı" adında bir yazı yazmıştım, Yurt'taki senin yazından sonra. Yazı yazmana sıcak bakmanı rica ederim. Çünkü
ancak senin gibi kalem sahiplerinin yazıları kültürümüzü
zenginleştirir. Ayrıca her şeye rağmen doktora yaptığına çok
sevindim. Tebrik ederim. İlim alanında başarılarının devamını
dilerim.
Aziz kardeşim, can yoldaşım;
Bir ya da iki hafta sonra adresim değişebilir. Çünkü artık
Cenevre'de yaşayacağım. Tüm amacım Fransızcamı ilerletip
Üstat Ata'nın "Arzu Kamber"ini çevireceğim. Onun yanında
Çağdaş Türkmen şiirini Fransızca yayımlamak en büyük
arzum. Bir kaç ay içinde Sümer Fransızcayı çok iyi öğrendi.
İleride bana bu konuda yardımcı olabilir. Ha unutmadan
söyleyeyim; sözünü ettiğin mektupların hiç birisini almadım.
Cenevre'ye gittikten sonra adres ve telefonumu bildireceğim.
Çocuklara gelince, Sümer bir yıl dil okuduktan sonra
hemşirelik okuluna gidecek, Fırat ise ortaokula, Ozan ile
Yağmur ilkokula. Ozan'ımız başarılı bir ameliyat geçirdi ve
22
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
topladığım "El-eklam", "Es-sakafa El-ecnebiye" gibi edebi
dergilerimden birçoğunu götürüp sattımdı. Geçen Cuma günü
on beş kitap daha götürdüm. İki günlük geçim değerine
sattığım bu kitapların ardından, arkasından ılık ılık akan gözyaşlarımın, yanaklarıma değil yüreğime sızdığını hissettim.
Sizi acıtmak için değil, derdinize dert katmak için değil,
avundurmak için söylüyorum bütün bunları. Atalarımız "dert
derde değer ziller" söylemişlerdir. Sünger geçmek isterdim
burasını, ama bilirim, dost bulmadığım bu yörelerde, uzakta
da olsan, sana içimi açtığıma sıkılmazsın, bilirim. Her zaman
birlikteliğimizi yaşıyorum dostum. O tadına doyulmaz günlerimiz, bütün ayrıntılarıyla gözlerimin önünde canlanıyor her
zaman. 1986 yılının bu günleri gibisine rastlayan bir tarihte,
zulmüstana, azabistana, gurbet ateşine çaresiz olarak kendini
atmadan önce tanışmıştık, hatırlarsan. İşte o tarihin üstünden
bu gün, tüm acılarıyla, üzüntüleriyle, tüm sevinç ve mutluluklarıyla yaklaşık on yıl kadar bir zaman geçmiş oluyor.
Düşünüyorum, ne kısa bir zaman. Düşünüyorum, ne çabuk
ayrıldık birbirimizden. "El-mütenebbi" çarşısında kitap satıcılarının giderek artan naraları arasında tur atarken, Yaşar
Kemal'den, Dilmen Güngür'den çevirdiğin eserler satışa arz
edilen kitaplar arasında bulunuyordu. Bir satıcıda "Es-safiha/
Teneke" kitabını yerden kaldırarak, söyle içeriğinden göz
geçirirken: " ‫ "ﻛﺘﺎب ﻣﻤﺘﺎز ﯾﺴﻮه واﺣ ﺪ ﯾﻘ ﺮاه‬diyordu satıcı. Oysa sen,
sayfalar arasından acı acı bakıyor, kollarını açarak kucaklaşmak için davranıyor gibime geliyordun. Kitabı göksüme
sıktım. Ayıp olmasıydı öperdim. Eve dönerken, direksiyon
ardında bir türlü hayâlımdan ayrılmadın. Ne kadar hayalimsi
insanlar olduğumuzu düşünüyordum. Hep uçuyorduk, hep
havalarda umut tabloları çiziyorduk. Tek kendimiz için değil,
bütün çevremiz için, bütün dünyamız için. Oysa şimdi acı, çok
acı bir gerçekle karşı karşıyayız. Ne kötü, uçup uçup konmamak, ne kötü, rastlantılarla yaşamak, ne bir evimiz oldu, ne bir
21
Hüzün Martıları
(3)
Bağdat: 29. 6. 1996
Değerli kardeşim Nusret Merdan;
Mektubunun cevabını dört hafta bir sürece beklettiğime
oldukça özür dilerim. Elime değdiği zaman tam sömestr
sınavlarının ortasındaydım. Ofisimde oturmuş ders çalışıyordum. Sekreterimizden telefon geldi, "size bir mektup var"
dedi. "Kimden" sordum. Adınızı çıkarmayınca "Cenevre'den
galibe" dedi. Anlamıştım hemen. Bir nefeste ulaştım, mektubu
aldım. Kendimi bulutlar arasında hissediyordum. Yıllardır
beklediğim mektubunu koklayayım mı? Öpeyim mi? Açayım
mı? Nasıl davranayım, bir türlü anlatılmaz bir şaşkınlık, bir
coşku sardı beni. Açıp okuyunca kendimi tutamadım, gözyaşlarımı denetim altına alamadım. Ne günler görmüş, neler
geçmiş başınızdan can dostum. Bu sizin kader kitabınızda
neler neler yazılıymış? Ne bozukmuş bu sizin alın yazınız?
Gerçekten de her şey birikmiş sizin terkinizde, hüznün her
türü, kahrın her türlüsü. Bütün bunlarla birlikte, hiç şüphe
edemediğim o dağların sabrı. Yoluna, mücadelesine inananların dayanımı, ısrarı ve sabrı. Bu sabra dayanarak, o ısrara
yaslanarak her zaman ayakta kalmanı umar, hiç bir zaman
kırılmamanı, çökmemeni temenni ederim. Unutma ki, seni her
zaman buralarda, bu yörelerde, bu yakalarda soran, arayan,
bekleyen dostların vardır. Aslında biz de çektik, çekiyoruz
buralarda dostum. Buralarda-Bağdat'ta yerleşeli başımız hep
dertte, yüreğimiz sancılı, içimiz hep sıkıntılı. Maaş yetersizliği, geçim zorluğu, ev problemi, evet, ev problemi. Oturduğumuz ev yakın bir akrabamızın. Öteden beri evi boşaltmamızı,
göç etmemizi istiyor. Nereye göçelim? Kiralar öyle pahalı ki,
kendimizi satarsak bile bir aylık kirayı karşılamaz gibiden.
Zaten eşyalarımızı çoktan satmaya başladıktı, çoktan. Bir ay
önce "El-mütenebbi" çarşısına, yıllardır seve seve biriktirip
24
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
Mektubunda ayrıca, yazı yazmaya sıcak bakmamı istiyorsun. Sıcak bakıyorum elbette ki, dostum. Sorun bu değildir,
bilirsin. Sorun kültür yaşamımızdaki karma karışıklık, keşmekeşlik, günlük yaşamımızdaki zorluklar, ekmeğimizi yazdıklarımızdan çıkarmamızın olanaksızlığı. Yazıyorum yazmasına
sevgili dostum. Öyle günler oluyor, gecenin son saatlerine kadar yazıyorum. Kalem, sağ elimin altıncı parmağı. Onsuz bu
elin bir şeye yaramadığının bilincindeyim. Geçenlerde otuz
sayfa tutarında "Kurşunsuz Kalem" adında uzun bir öykü
yazdım. Hayal ile gerçek arası bir şey. Konusu çarpıcı. Daha
öncesi Yurt gazetesinde değişik bir öyküm çıktı, "Nasrettin
Hoca Kerkük'te". Çok beğeneceğinizi tahmin ettiğim türden.
Hamza kardeşimiz övdü durdu. Şiirle aram eskisi gibi, kendiliğinden kıvılcımı çakmayınca yazamıyorum. "Dikkatli Ol
Güzel Çocuk" ile "Benim Günüm Gecenin İçinden Başlar"
son yazıp beğendiklerimin başta gelenleri. Dahası var. Ancak
sizin yazıp çizdiklerinizi merak ediyorum. Sizin yazıp çizdiklerinize susamış bizleri, nasıl, ne biçimde doyurabilirsiniz.
Ben hep orasını düşünüyorum. Her mektubunuzda son yazdıklarınızdan bir şeyler ikram etmenizi temenni ederim. Selma
Abla'da yazdıklarını esirgemesin. Dört gözle bekliyorum. Kim
bilir beki, Yurt gazetesinde çıkarmaya orada çalışanları kandırabiliriz. Biliyorum dostum, sizin bu işe ihtiyacınız yok, ancak
Türkmen Kültürünün vardır.
Arzu-Kamber masalını Fransızcaya çevirmeyi plânlamaş
olduğunuza çok sevindim. İyi düşünmüş, çok yerinde bir eser
seçmişsiniz. Bu konuda neler yaptığınızı gelecek mektuplarınızdan bilmek isterim. Peşin başarılar. Sümer'in Fransızcayı erken öğrendiğini hiç garipsemedim. Sümer zeki,
hemşirelik okulundan daha üstün okullar layık ona. Bilgisayar
gibi yeni teknoloji alanlarında da başarılı olabileceğine inanmaktayım. Değiştirebilirsen iyi olur sanırım. Fırat için iyi düşünmüşsün. Ozan'ın kalp ameliyatından selametle kalkmasın-
Hüzün Martıları
23
barkımız. Göçmenler gibi oradan oraya. Sen yer değiştin, yurt
değiştin, ben hane değiştim, ev değiştim. Evlendiğim günden
bu güne, sekiz ev değişmiş bulunuyorum. Kısacası, acı yaşam,
ıstıraplı yaşam, peşimizi salmıyor. Kendim için değil üzüntülerim, çocuklarımız için dostum en fazla, çocuklarımız için.
Özcan'ımız İsmet için düşündüğüm proje çok büyük, ancak ne gezer, sözde ambargonun getirdiği maddi zorluklar
yüzünden projeyi yakınlarda gerçekleştirmek olanaksız. Türkmen Kültür Müdürlüğünde söz verdiler, oysa sözlerinde duracaklarına hiç mi hiç inanmıyorum. Kültür Müdürü kendi eserlerini bastırmakla meşgul, geriye kalanlarına sıra tutturuyor.
Ne zamana kadar, belli değil. Özcan için ne zaman olsa bu
projeyi seve seve yapacak, ona karşı, bir nebze de olsa, bu
boyun borcumu ödeyeceğim. O bizim "Şafak"daşımız değil
miydi? O, Türkmen edebiyatının her geçen gün ileri bir noktaya götürülmesi gerektiğine inanan ön sıra edebiyatçılarımızdan biri değil miydi? Onun için değilse, kimin için harcanacak bu gibi gayretler? Bu bakımdan her hangi bir kaygın
olmasın. Yurt gazetesinde Özcan hakkında yayınlamış olduğum iki yazı yanında, Faruk Köprülü ile Fevzi Ekrem'in
televizyon programlarında da beş dakikalık birer konuşma
sundum. Bu bakımdan içim bir kerteye değin rahat. Oysa
Özcan-Özcan diye borazan öttürenlerden, Özcan ile kaşık
değişmiş gibi her zaman dostluk gösterisinde bulunanlardan,
Özcan'ın yıl dönümü dolayısıyla bir ses bir seda çıkmadı. Özcan'ın bütün eserlerini büyük bir dosyada toplamış bulunuyorum. Behçet Gamgin'in bu konuda gösterdiği desteğin
büyük bir payı olduğunu minnetle kayıt etmek isterim burada.
Yayınlanmamış yazılarını da, bu dosyaya katmayı düşünüyorum. Yakınlarda Kerkük'e giderken, Tuz'a uğramayı plânlıyorum. Özcan'ın eşi ile bu konuda bir anlaşmaya varacağım.
Yardımlaşacaklarından eminim.
26
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
(4)
Cenevre: 23. 8. 1996
Gözyaşlarımın ortağı, sevinçlerimin kardeşi,
Mehmet Ömer Kazancı
Artık sevinçlerimin tek kaynağı mektupların oldu. Özellikle senin o güzel yüreğinden çıkan ve samimiyetine her
zaman inandığım mektuplar. Mektubunu okuldan döndüğümde Ozan pencereden uzatırken, karşıladım. Vakit gün ortası
idi. Her kes yemeğe oturmuştu. Büyük bir heyecanla mektubunu açtım. İnan ki yüksek tansiyon hastası olan ben, o an
tansiyonumun çok yükseldiğini kalbimin atışlarından, nefesimin hızlanmasından anladım.
O güzel yüreğini, o tanık olduğum yüreğinin sesini yanımda hissederken, sergilediğin yaşam çilesini, gözyaşlarını,
gözyaşarı ile okudum. Hele, hele "El-mütenebbi" de o ben ve
senin için en değer verdiğimiz, aşımız, ekmeğimiz, çocuklarımız kadar aziz olan kitaplarını sattığını anlatırken âdete
kahır oldum. Zaten aylar önce burada televizyonda isviçre
ekibinin El-mütenebbi caddesinde ekmek parası için kitaplarını satan Irak yazarlarını gördüm. Aralarında Abduhalık Errübeyî, Varid Bedir Es-salım ve Mühalled El-mühtar'ı tanıdım.
Orada "Teneke" kitabı ile karşılaşman dolayısıyla anlattığın
duygular beni epeyi duygulandırdı, mahvetti.
Aziz dostum; bu dertleri yazarken bana sıkılmamamı özür
diler gibi söylüyorsun. Aşk olsun doğrusu güzel dostum! Bir
seferberlik yaşıyoruz ikimiz de. Dert seferberliği. Hüzün seferberliği. Seni ve senin gibi dostları rahtlatacak her şey bana
hoş gelir, bana dost gelir. Bana dertlerini satır satır, sayfa
sayfa anlatırken sana daha yakın, sana daha dost, daha Nusret
olduğumu hissettiğimi bilmeni isterim. Keşke bir şeyler yapabilseybilsem hepiniz için.
Hüzün Martıları
25
dan dolayı sizlere göz aydınlıkları dilerken, kendimizi de
kutluyoruz. Mektubunda Yağmur'dan hiç bir haber yok. Hepsinin gözlerinden öperim. Bizimkiler iyiler. Nimet ile Ülfet
dördüncüyü başarıyla geçtiler, gelecek yıl lisenin beşine
devam edecekler. Mistik, çoğu zaman uçurtmasıyla meşgul.
Birincilikle geçti sınıfı. Dili uzun kız kardeşlerinin üzerine.
Babasına benzeyen bir yanı yok. Um Mustafa, en iyi anladığı
iki iş ile: mutfağı ve dikiş makinesiyle vaktini geçirmekte.
Evin dörtte üç masrafını dikiş makinesinden çıkarıyor. Mektubunu eve götürdüğümde, hepsi birden başıma toplandılar.
Kelime kelime, satır satır birlikte okuduk. Mektupla gönderdiğin resmini elden ele kapıştılar. Ailece bir resminizi rica
ediyorlar. Geçenlerde sizin eve telefon açtım. Kız kardeşin
İlham ile konuştum. Onlara da son bir mektubun varmış, hatta
bizimkinden çok önce. Nevzat ile Kasım Sarıkaya son mektubuna çok sevindiler, selamları var sana kucak kucak. Türkmen
Kültür Müdürlüğüne gönderdiğin matbuat elimize değmedi.
Yeni matbuat göndermeyi düşünürsen, direk benim adrese
gönderebilirsin. Her hangi bir sakıncası yok. Bu yakalarda
bıraktığın bütün dostların, her zaman içtenlikle sormaktadırlar
sizi, her zaman, sağlık, güzellik ve üstün başarılar dilemektedirler hepinize. Çok bekletmeden yazmanı oldukça rica ederim. Azından yazışmayla koklaşalım dostum. Sağlıkla, esenlikle kal.
Mehmet Ömer Kazancı
Bağdat: 29. 6. 1996
Not: bu mektubun arka bölümünde iki şiir bulacaksınız.
Birincisi "Yarısı Sende Kaldı, Yarısı Bende", sizi düşünerek
yazılan bir şiir. İkincisi "Dikkatli Ol Güzel Çocuk", bir çocuğun yaşamını, ambargo öncesi ve sonrası sergileyerek betimleyen bir şiir. (Not: Bu şiirler için Kazancı'nın "Bir Ömür
Yetmiyor ki - 2003" kitabına bkz)
28
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
Türkiye'de eğitim görmeyen bir kimse bu kadar güzel ve
sağlam Türkçeyle yazıyor" demekten kendini alamadı.
Sevgili "Abu Mıstık", kalemine, düşüncene her zaman
ihtiyacımız olduğunu bir an olsun bile unutma. Kaleminden
çıkan şiirler, hikâyeler, denemeler kültürümüzü için bir zenginliktir. Ha yeri gelmişken söyleyeyim, Behçet Ağabeyim
bana "Türkmen Öykücülüğü" kitabını gönderdi. Bu eserinle
Türkmen kültürüne, özellikle çok savunduğumuz ve sevdiğimiz öykücülüğümüze ışık tuttuğun ve gelecek kuşaklar için
kalıcı bir kaynak yarattığın için ne kadar teşekkür etsem azdır.
Özellikle ön sözde yazdıkların gerçekten çok önemli noktalar
içermektedir. "Nusret"siz bir öykücülük kitabının nedenini
biliyorum. Ancak şunu söylemekle yetineceğim.
Aziz Kazancı'm; o iki güzel şiirin "Yarısı Bende Kaldı,
Yarısı Sende Kaldı" ve Dikkatli Ol Güzel Çocuk" Mehmet
Ömer Kazancı'nın damgasını taşıdığını her kelime, her cümlede kendi kendini ele veriyor. O tüm karanlıklara, ambargoya
rağmen güzellik vurgunu kalbin, bu şiirlerde bir hayat bilânçosu sunuyor sevdiğin insanlara. Bu kıtlık ve ambargo
zamanında "şekeri, tuzu, suyu" patlaşmaktan öte bir özveri var
mı? Bir dost ancak böyle sever. Bir şair sevgisini ancak böyle
dile getirir.
O yakada bıraktığım bütün dostlar sana emanet, Hamza'sıyla, Kahtan'ıyla, Mevlüt'üyle, Kasım'ıyla, Nevzat'ıyla.
Onlara selamımı iletmek, onlarla benim yerime kucaklaşmak,
boyun borcun olsun. Bizim ev halkı, Selma'sı, Sümer'i, Fırat'ı,
Ozan'ı ve Yağmur'u ile sizin ev halkını değerli ve aziz eşin
"Um Mustafa"ya, sana yaşam kavgasında yardımcı olduğu
için elleri dert görmesin. Nimet, Ülfet ve evin kralı Mustafa'ya
en derin sevgilerini, hasretlerini ve öpücüklerini sunuyorlar.
Hepiniz Allah'a emanet olun.
Nusret Merdan
Cenevre: 23.8.1996
Hüzün Martıları
27
Evet, güzel dostum, güzel Mıstık ve aziz Ülfet ve Nimet'in
can babası. Biz, yani ben, sen ve İsmet Özcan, kültür ve edebiyat'ta, hayatımızda olduğu gibi, günlük hayatımızda, "Şafak"ta da mücadelemizi verirken, amacımız kişisel olmamış, her
zaman Türkmen kültürünün geleceği, güzelliği, layık olduğu
yere ulaşması ve adam yerine konulmasını dert ve hedef
edinmişiz. Bu gün ışığı gibi bir gerçektir. Bunu da yaparken,
övünmek, bir ödül ya da bir merkez veya koltuk kapmak için
değil, milletimize ve kültürümüze hizmet etmeyi boynumuzun
bir borcu olduğunu bildiğimizden yapmışızdır.
Gün geçmiyor ki, İsmet'in güzel adı geçmesin evimizde.
Ağabeyimle yapacağınız şalışmayı aklıma getiriyorum. Evet,
can dostum Kazancı, bildiğim kadarı ile İsmet'imizin yayımlanmamış bazı yazıları vardır. Bunların arasında bir piyes
olduğunu biliyorum. O piyesi lütfen elde edin ve Kerkük'teki
takımlardan birine Ağabeyim aracılığıyla verin. Biliyorum bu
yaşam savaşında verdiğin ekmek kavgası mücadelesinde bunu
senden istemek biraz zor. Ama ne var ki, senin de dediğin gibi
geçmişte İsmet'le göbeklerinin kesildiğini gösteren kimselerden bizleri ayıran nokta ve gerçek burada kendini
göstermektedir. Yaşamında olduğu gibi ölümünden sora da,
onun bir kaç arkadaşı yanında "Şafak"taki emektar kalemdaşları vefalı kalacaklardır. Er veya geç İsmet'in tüm eserleri
ve piyesi inşallah gün ışığına çıkacaktır.
Güzel eserin "Nasrettin Hoca Kerkük'te" adlı hikâyeni
elbette okudum. Gamdaşımız Hamamcıoğlu ile aynı fikirdeyim. Hikâyeciliğimizde "Nasrettin Hoca Kerkük'te" yeni bir
ufuktur. Eline sağlık dostum. Yeni hikâyelere gebe olmanı
Cenabı Haktan dilerim. Bir tiyatro eseri yazıyordun beraberken, ne oldu bu esere? Bence senin de bir eserini Kerkük
tiyatrosu görmelidir artık.
Mektubunda o güzel Türkçene hayran kaldığımı belirtmeden geçmeyeceğim. Selma bile "yahu nasıl oluyor da
30
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
Aziz kardeşim; saat gece on bir. Doksan altının son gecesi,
bir saat sonra doksan yedi teşrif edecek. Beraberinde
mutluluğu, sevgiyi getirmesini dilerim sana ve tüm dostlara.
Düşünüyorum, sizlerden uzak geçen dört yıl, her yerde kendimden bir az hüzün, eksiz kalan mutluluklar, sımsıcak
dostluklar bıraktım. Sevdiklerimle kavuşmalar hep yarıda
kaldı, hep eksik kaldı. Hiç bir zaman tam mutlu, tam huzurlu
hissetmedim kendimi. Bilmem bu yazar, ya da aydın veya
bilinçli olmanın bir faturası mı? Yoksa Kadir Mevla'm çamurumu böyle yoğurmuş? Yurt gazetesinde adını sık görmek
istiyorum. Çünkü bu sahada kalan, kalemine güvendiğimizi ve
gerçekten ihtiyaç duyduğumuzu bir an için olsun unutma.
Doktoran ne âlemde?
Sevgili kardeşim; yurt gazetesinde sevgili vatanımızda
"Fuzuli Festivali"nin yapıldığını duydum. Çok heyecanlandım. Bu arada sana da bu güzel haberi iletmek istiyorum.
Burada bir dernek kurulacak, "Fuzuli Türkmen Kültür Merkezi" adı altında. Büyük bir ihtimalle bu kültür merkezinden bir
kültür dergisi çıkacak. Yeni sayısı için bende olan mektupta
yazdığın iki şiiri verdim. Kültür merkezinin 97 yılında faaliyete başlama ihtimali var.
Burada hep kendimle yaşıyorum dolu dolu. Hala bir
dostum yok. Ben ki, seninle ve sevgili İsmet'le dostlukların en
güzelini yaşadım. Buralarda böyle candan, ölümüne bir dostluk yaşayacağıma şahsen inanmıyorum. Çünkü benim, mayasına inandığım bir dostluk yok. Burada herkes kendi hayatını
yaşıyor. Kimse başkasının hayatına, hatta 18 yaşına geldiğinde
kendi çocuğunun hayatına müdahale etme hakkı yok. Her
şeyin özgür olma hakkı var, köpeklerin bile. Burada köpek ve
kediler büyük bir nimet içinde yaşıyorlar. Hiç bir aile köpek
veya kedisini beş saat süreyle kapalı, dört duvar arasında
tutamaz. Bu yaratıkları stresten kurtarmaları için hava durumu
ne olursa olsun, yağış, kar, kış demeden gezintiye çıkarır, hava
29
Hüzün Martıları
(5)
Cenevre: 31. 12. 1996
Aziz ve dost kardeşim Mehmet Ömer Kazancı;
Gönderdiğiniz tebrik kartını aldım. Sözünü ettiğin mektubun cevabını henüz almış değilim. Zaten cevabın gelmemesine
epeyi şaşırmıştım. Neyse, bu kısa kartınız bile bir mektup
kadar hoş, bir mektup kadar güzel ve anlamlıydı.
Burada yağmur yağıyor. Ama nerede burayla Kerkük'ün o
her yeri hüzün, her yeri Horyat dolduran yağmuru? Yağmur
anlamını, yağmur yağmurluğunu ancak Musalla'da, Kale'de,
Korya'da Hasa'da yaşar. "O yaka"da yağmur sevinerek düşer
gökyüzünden rahmet rahmet. "O yaka"da yalnız isteyerek
damlalar kendini bırakıverir gökyüzünden Kerkük sokaklarına, caddelerine. Ne çok severdim Kerkük'ün yağmurlu günlerini. Hep ben benle kalırdım. Hep anılara yenik düşerdim:
Allah bir yağış ile
Dam duvarı yaş ile
Paşa kızı geçende
Pabucunu yaş ile
İçimde şu anda bu ölmez çocukluk yağmur şarkısını
mırıldanıyorum. En çok yağmurlu günlerde okula gitmeyi
severdim. Bu bir vazgeçilmez gizimdi. O an yağmurla ıslanan
üst başım yağmur konardı. "Ey kocaman Kerkük, yağmurlar
durdukça dur, yağmur var oldukça yaşa !".
O her zaman tanık olduğun hüznü, tedirginliği hala
üstümden atmış değilim. Her halde bu benimle mezara kadar
gelecek. Çünkü bu içimde, ruhumda bağdaş kurmuş hüznün
başka bir yeri ve başka bir mekânı yok. Sözde dünyanın en
son durağı, uygarlığın simgesi bir ülkede yaşıyorum. Yaşıyorum evet, ama Kerküklü Kara Merdan'nın oğlu olarak
yaşamaktayım ve yaşamaya devam edeceğim, zere kadar
kimliğimden, benliğimden bir şey kayıp etmeyerek.
32
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
daşların da anmış oldular. Merdan ailesinin tüm fertlerinden
sizlere sağlık ve esenlikler. Selma, Um Mustafa'ya çok selam
ediyor. Hepimiz kendisinin birçok konuda maharet ve becerisini takdirle anıyoruz ve mutluluklar diliyoruz. Yeni yılda tüm
üzüntü ve dertleriniz sevgi ve mutluluğa dönüşmesini diliyorum. Kötü olan şeylerin 96 da kalmasını temenni ediyorum.
Sevdiğimi bildiğin tüm dost ve ahbaplara sonsuz sevgiler.
Nusret Merdan
Cenevre: 31. 12. 1996
Not: Bu mektupla "Gurbet Horyatları, Bir Hüzün Şarkısı,
Düşe İzin, Mektubum İntihadır Benim" başlıklı dört şiir
gönderilmiştir. Bu şiirler için bkz: Hüzünler Gurbette
Büyür: Nusret Merdan, ITC Kültür Müdürlüğü yayınları (30)
Erbil, 2004.
Hüzün Martıları
31
aldırır. Buraların köpeği de köpek ha..! Efendi ve terbiyeli.
Bir defasında bu olaya rastladım; bir köpek sahibinden
küsmüştü. Adam nerdeyse ağlayacaktı. Köşede duran ve kendisiyle eve dönmeyen köpeğe diller döküyordu "ben ne yaptım
sana canım ciğerim lak’i? Ha... Söylesene... Tamam, tamam.
Çok özür dilerim". bu namusuz köpeğin şımarıklığını görünce
hemen aklıma "ahırşar", zavallı, hayatı boyu hep taş ve
sopalarla kovalanan köpeklerimiz geldi. Kendi kendime:
"yaşamı boyu üvey evlat muamelesi gören köpeklerimiz hiç
bir zaman hayvanlığını yaşamamış, rahat yüzü görmemiş. Ona
rağmen en ufak bir dostluk gösterisinde bize dostça kuyruk
sallamış." İçimden koca bir merhaba demek geçiyor, Musalla,
Korya ve Cirit Meydanı'nın tüm köpeklerine.
Can yoldaşım Mustafa babası;
Sağlığım yavaş yavaş bozuluyor. Yıllarca çektiğim acıların faturasını ödemeye başladım her halde. Müzmin bir tansiyondan şikâyetçiyim. Ölünceye kadar her gün iki hap almak
zorundayım, kan tansiyonumu küçük düşürmek için. Aşırı
heyecan, sinirlenmeler yasak bana. "şair heyecansız yaşar
mı?". Aynı şekilde şeker hastalığı belirtileri bulundu bende.
Perhiz olmam gerekir. Çok sevdiğim çaya veda etmek
mecburiyetinde kaldım. Her ay bu iki hastalık için kontrole
gidiyorum.
Yeni bir roman yazmaya başladım, "Kendimi İhbar Ediyorum". Yaşadığım olaylardan hareket ederek, bir geniş
zaman ve mekân panoraması içinde olaylara kısa, çarpıcı
görüntü ve cümlelerle yazıyorum. Bakalım nereye kadar gidecek bu iş. Ayrıca kafamda birçok piyes var. Zaman gelince
onlar da ortaya çıkacak. Çeşitli sürelerde yazdığım bazı
şiirlerimi gönderiyorum sana. Önce senin sonra aziz çocuklarının "Nimet, Ülfet, Mustafa"nın gözlerinden öperim. Hepsine sağlık ve mutluluklar diliyorum. Bizim çocuklar
sizinkilerin mektubuna çok sevindiler. Bu sayede eski arka-
34
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
olduğu gibi, bütün bu sözleri size riyasız olarak söylüyorum.
Zaten aramızda maddi bir çıkar yok. Bütün bu söylediklerime
inanmanı yürekten dilerim. Zira billur gibi saf, çiçek gibi hoş
kokulu bir dostsunuz benim için. Ha kazandım sizi derken,
elimden kuş gibi uzaklara uçtunuz. Kayıp ettim sizi. Hem de
kötü bir zamanda, çok ihtiyacım olduğu bir zamanda. Dostluğumuzun dünyalar durdukça duracağına, bu yüreğin, bu demir
kafeste çarptıkça, yaşayacağına inanıyorum. Ancak çevrem o
kadar boş, bulunduğum ortamda o kadar bir kimsesizlik
yaşıyorum ki, çoğu zaman günlerimle değil, geçmişimle
bağdaşlık kuruyorum. Geçmişimde karşıma çıkan da hep sen
oluyorsun. Dertleşiyorum seninle uzun uzun. Nazik sohbetleriniz, zengin konuşmalarınız aklıma geliyor. Yolların birleştiği aynı kavşaklarda, tekrar ayrılmaların başlayabileceğini,
nedense aklım alamıyor. "Dünyanın hali bu" diyeceksin belki,
ama gel bu yüreği inandır dostum, bu yüreği kandır.
Son mektubunda sağlık durumunun günden güne kötüleşmekte olduğunu okurken, âdete büyük bir şoka uğramış gibi
oldum. Ayda iki kez tıbbi kontrole tabi tutulduğunu yazıyorsun. Tansiyon, şeker ve... Allah aşkına dostum kendine iyi
bak. Fazlaca heyecanlanma, fazlaca kendini yorma, tedirginliklere katılma. Acıları sevinçlere, yaraları edebiyat ürünlerine dönüştürme yeteneğini nasıl kullanıyordun ise buralarda, oralarda da aynısını yap. Unut demiyorum, suyuna sal
demiyorum. Fakat acılarını kâğıda boşaltırsan, sağlık açısından kendine, kültür açısından edebiyatımıza büyük hizmetler
sunarak işin içinden kolay çıkacağını düşünüyorum. Demek
istediğim, bu üslupla, seni yıpratmak isteyen acıların üstesinden gelmiş olacaksın. Ben hep öyle yapıyorum. İyi ki, ben
önermeden, sen yolunu bulmuşsun, belki haberin olmadan.
Yeni bir romana başlamışsın. Buna çok sevindim. Romanı bir
ağızda değil, hani derler ya pıtı pıtı, keyfine göre, kalemini
zorlamadan, kalemini suyuna salarak yazmanı öneriyorum. Bu
33
Hüzün Martıları
(6)
Bağdat: 8. 2. 1997
Değerli dostum Nusret Merdan
Uzun bir zaman beklediğimiz o her şeyiyle değişik, zarfıyla, içerdiği duygusal satırları ve güzel şiirleriyle değişik
olan mektubunuz elimize değdiği gün, ailece kendimizi
sevinçten uçar gibi hissettiğimizi her şeyden önce bildirmek
isterim. Ailece okuduğumuz tüm satırlarınızda ifade ettiğiniz,
açığa vurduğunuz o güzel, o sıcak, o samimi duygularınıza
ailece teşekkürler, binlerce teşekkürler.
Yılbaşında yazmış olduğunuz mektubunuzu Şeker bayramından iki gün önce aldım. Şimdi bayramın ilk günü, ilk
gününün akşam saat dokuzu, size bu mektubu yazarken,
dışarıda olduğu gibi, evimizin de her köşesinde jilet gibi keskin, buzul gibi dondurucu bir hava cirit atmakta, at oynatmaktadır. Ancak içim o kadar yangın, duygularım o denli
coşkulu ki, soğuk moğuk diye bir şeyler hissedemiyorum.
Tersine, ter içinde, kan içindeymiş gibiyim. Size yazdığım
mektuplarımı hep öyle ateşli, alevli duygularımın yalımları
altında yazdım. Size hep öyle yürekten, içtenlikle, samimiyetle hitap ettim. Yaşamımdan çok dostlar gelip geçmiştir. Adlarını unuttuklarım olduğu gibi, adlarıyla birlikte suretlerini
unuttuklarım da az değildir. Oysa siz bütün tavır ve davranışlarınızla, bütün o sıcak duygu ve güzel düşüncelerinizle, o
insanlık dolu yanlarınızla her zaman dünyamda capcanlı
bulunuyorsunuz. Uzakta da olsanız, sizi yanı başımda duruyorsunuz gibi sezinlemekteyim. Günlerinizi nasıl geçirdiğinizi
direkt olarak sizden sormakta, direkt olarak sizden yanıt alır
gibi duygular yaşamaktayım. Sesinizi, yüreğinizin çarpışını,
kalbinizin vuruşunu kulaklarımla duyar gibi olmaktayım çoğu
zaman. Siz, dostluğuyla övündüğüm Nusret Merdan olarak tek
hayalimde değil, vicdanımda bile yaşamaktasınız. Her zaman
36
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
Bu yılın Kerkük'ü çok kurak, hatta bütün ülke öyle. Kış
gireli iki kez yağmur yağmıştır, kuzey bölgelerde. Görenler
adına yağmur denmez diyorlar. Musalla mahallesinde suların
kesildiği günler, zembereklerden nasıl yaka yalvara incecik
teller halinde damlalar boşalırsa, öyleymiş. Ancak keskin bir
soğukluk, yeri yurdu kurutmakta, ziraatı yok etmekte. Her kes
korku içinde. Gelecek günlerin kıtlığından Allah korusun,
beklesin meğer. Bir kaç haftadır yağmur duaları yapılıyor
ülkede, kar etmiyor ama. Her şeye haram karıştıktan sora, dua
mı kar eder?
Değerli dostum;
Rahmetli dostumuz İsmet Özcan için planladığım projenin
ilk adımlarına yakın geçenlerde başlayabildim ancak. Çünkü
Türkmen Kültür Müdürlüğünden beklediğimiz sözü, çok geç
aldık. 1997 yılının programında rahmetliye bir kitap ayrılacak
diye aldığımız bu söze, yine de çok güvenmiş gibi değilim.
Değilsem de, rahmetliye karşı üstüme düşen görevi yapmaktan geri kalmayacağımı, sözümde duracağımı belirtmek istiyorum. Beklenen kitap, çoğunlukla rahmetlinin yalnız şiirlerini içerecek. Zira sayfaları kabarık olmasın diye tembih ettiler
müdürlükte. Şiirleri sınıflandırarak yeniden yazıyorum. Yazdıkça daha neler yapılmasını düşünüyorum. Kitabın kusursuz
çıkması arzusundayım. Kısmet olursa Özcan'a layık bir ön söz
de yazacağım. Bu ön söze bitişik olarak, siz de bir şeyler
yazarsanız, kitaba alırsak, adsız bile alırsak - bunu neden
böyle söylediğimi anlıyorsun umarım - çok güzel bir şey
olacağı kanısındayım. Özcan için bir kaç sayfalık bir şeyler
yazmaktan geri kalmayacağınızı, hatta bu işi seve seve
yapacağınızı bildiğim için öneriyor ve dört gözle bekliyorum.
Kitabın gelirini Özcan'ın ailesine bağışlamayı Behçet
kardeşimizle çoktan kararlaştırmış bulunuyoruz. Hani Sahip
ile son uğrayışımda, Özcan'ın eşi Fatma ve çocuklarının
durumunu perişan gördüm. Geçimlerini zor çıkarıyorlar. Allah
Hüzün Martıları
35
bir edebiyetçi önerisi değil, bir dost tavsiyesi. Sağılık durumun bizim için çok önemli. Bütün çalışmalarında bu gerçeği
gözlerinin önünde tutmanı tekrar rica ederim.
Değerli dostum;
Romandan söz ettiğim için Celal Polat'ın bildiğiniz "Yalımlar Gölgesinde" romanı hatırıma geldi. Bundan bir kaç ay
önce Türkmen Kültür Yayınları arasında kitap halinde
çıkarıldı. Elime değince, alışkanlığım üzere ilk kez şöyle çabucak gözdem geçirdim. Sonra iki gün üst üste bir eleştirici
gözüyle teftik teftik ederek okudum, kimi notlar saptadım.
Notları makaleye dönüştürürken, uzun bir eleştiri yazısı çıktı.
Yurt gazetesine gönderdim. Roman, bütün kusurlarına karşın,
edebiyatımızda belirgin bir yapıt, yazdığım yazı ise, gönlümün
istediği mükemmelliği taşımamakta, ancak bizim ortamın
kültür seviyesinin susuzluğunu doyurabilecek bir düzeyde.
Kültür ortamımız dedim, kültürsüzlük ortamı da deyebilirdim.
Kınamazdın sanırım. Kırılmalar, darılmalar, kişisel çıkarlar
yüzünden uyuşmazlıklar hala sürüp yürümekte. Kısaca, bir
zamanlar acısını beraber paylaştığımız bu çevreyi, elinle nasıl
bırakıp koymuşsan, hala öyle. Her kes kendini beğenmişliğin
gururunda. Hatırlarsan, her Kerkük'e uğradığımızda, dostlar
arasında yersiz, nedensiz çekişmeleri görünce, Erbil'e, başımız
ağrılı olarak dönerdik. Oradaki dostlarımız, şimdi de, aynı tas
aynı hamam içindeler. Aynı zihniyetle davranmaktalar. Buna
acımamak olmuyor bir türlü. Her gedişimde üzüntülü, Erbil
günlerini özleyerek dönüyorum. Hatta bu yüzden öldüğüm,
bayıldığım Kerkük'e iki veya üç ayda bir uğramayı yeğliyorum. Son gedişimde sizi soranlar çoktu. Hele zamanın
çürüttüğü dostumuz Hamza Hamamcıoğlu uzunca sorgulara
tutturdu, ne yapıyor ne yapmıyor diye başlayarak. Mevlüt
Kayacı da ona göre. Kahtan Hürmüzlü'yü göremedim, fırsat
olmadı. Hepsine selamlarını ilettim. Onlar da bol bol
selamlarını yüklediler, mutluluklar, sağlıklar dilediler.
38
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
derken, son yayımlanan "Türkmen Öykücülüğü- Konuşmalar
ve Örnekler" kitabim aklıma sıçradı. İki yıl önce yayımlanan
bu kitaptan size söz etmediğimin nedeni apaçık. Nusret Merdan ile Selma Abla'nın adlarını içermeyen bir kitaba, Türkmen
öykücülüğü kitabi denmesinin sıkılganlığı, mahcupluğu. Bu iş
sansürün isteğiyle oldu. Anlayış gösterir, takdir edersiniz
eminim. Selma Abla'nın edebiyat dünyasından elçekmiş olmasını hissetmekteyim. Ne sesi var mektuplarınızda ne de şiirleri.
Gönderdiğin şiirleri, sesinle, sesini kulaklarımda duyar
gibi okudum, bir kaç kez. Övgü savurmalara gerekin olmadığını biliyorum. Dizelerinle çizdiğin görüntüler ve bunlarla yüreğime sızdırdığın çağrışımların tadına doyamadım:
Ferz et ki, hala mutluyuz
Çocuk gözü ile
"İstanbul'a Bakana" kendimizi kaptırırken
Kapı kapı dolaşmaktayız
"Köse Geldi" ile
***
Ferz et ki, vurulmamışım
Daha bin bir yerimden
Horyatlar Hasa Hasa akmaktadır
Durup dinmek bilmeden
***
Ferz et ki, tüm
Güzellikler yerli yerindedir
İsmet Özcan
Kapımızdan yine
İçeri girer mi?
Bereketli yüreğinin ürünlerini her zaman beklerim, sabırsızlıkla beklerim. Mektupların da benim için şiir niteliğinde.
Hüzün Martıları
37
hepimizin yardımcısı olsun. Ayrılıklara, kimsesizliklere, yalnızlıklara, ambargoya, ölüme söz geçmiyor. Allah yardımcımız olsun demekten başka ne gelir elden.
Değeri dostum;
Koca Fuzuli için Irak'ta yapılan festival, bir kaç bakımdan
eşsizdi. Bir yüz kadar Azerbaycanlı şair ve yazarın katıldığı
heyete, Azerbaycan kültür bakanı başkanlık ediyordu. Heyetle
birlikte iki oyun ekibi de gelmişti. Dehşet uyandırıcı oyunlar
sundular, tufanlı alkışlar ile karşılandılar. Dört gün süren
festivalin son günü şiir okumalarına ayrıldı, Onlardan bir şiir
bizimkilerden bir. Şair ve edebiyatçılarımızla en çok ilgilenenler; Gazenfer Paşayıf ile Ayaz Vefalı oldu, Ayaz Vefalı,
meşhur Azerbaycan dergisinin başyazarı. İkisi de birden,
festivalde okuduğum şiiri çok beğendiklerini kulağıma, büyük
bir sır ifşa eder gibi fısıldadılar.
Sizin oralarda, Fuzuli adında çıkarılacak derginin Fuzuli'nin adına yakışır olmasını umar ve gönülden başarılar
dilerim. Bana ait olan her maddeyi yayınlamaya verebilirsin.
İstersen özel olarak da yazıp gönderirim. Dergi hangi dilde
çıkıyor, çıkacak? Bizim dilde olmasın, temennim bu. Fazlaca
yararı olmayacak. Kendi çevremizi aşmamız ve diğer milletlere sesimizi, kültürümüzü ulaştırmamız açısından söylüyor ve
Fransızca veya İngilizce olmasını öneriyorum. Sesimizi uzak
noktalara ulaştırmak, Avrupa'daki arkadaşlarımızın üstüne
düşen bir sorululuk, en güzel bir şekilde yapacaklarına
inanıyorum.
Geçen mektuplarının birinde Fransızcayı öğrenmeye başladığını ve üstat Ata Terzibaşı'nın "Arzu Kamber" masalını
çevirmeyi düşündüğünü yazıyordun. Bu enteresan çalışman ile
her şeyi öğrenmek arzusundayım. Ayrıca Türkmen şiiri antolojisini çıkarmanın, her zaman düşündüğün bu büyük projenin,
hem yeri hem zamanı, Türkmen öykücülüğü de sizin için
güzel bir çalışma alanı oluşturabilir. Türkmen öykücülüğü
40
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
(7)
Cenevre: 25. 3. 1997
Sevgili kardeşim Mehmet Ömer Kazancı
Dostlukların önemini şimdi daha iyi anlıyorum. Bir dostla
dertleşmenin, enine boyuna konuşmanın ne kadar mutluluk
verici bir olay olduğunu, şimdi her zamankinden daha iyi anlıyorum. Hele o dost var gününde, yok günümde hep yanımda
olan namı değer Mehmet Ömer Kazancı ise...
Hala sözcüklerle iç içe yaşamaktayım. Bu sürgün limanında tek sığınağım o, tek tesellim o. Resmen yalnızlığı yaşamaktayım. Kendim yazıp kendim okuyorum. Okuru olmayan
bir yazarım. Kendi yazdıklarıma kendim not veriyorum, hiç
kimse sesimi duymuyor, hiç kimse dilimi bilmiyorum.
Cenevre sokaklarını tek başıma dolaşıyorum. Bazen tutuyorum, o sokaklarda Kerkük türkülerini: "Altun üzük yeşil kaş",
"Aman güzel yar", "Bu ne boy"... Kendi sesimi kendim
diliyorum. Yalnızlığımı kendimle paylaşıyorum.
Bütün bu acıya rağmen, dilimle sürüyor dostluğum.
Ahbaplığım devam ediyor sözcüklerle. Gecenin hangi saati
olursa olsun, üşünmeden, tembellik etmeden uyanıp saatlerce
masama oturup, yazıp okuyorum. Edebiyata hiç bir zaman
ihanet etmedim, edemem de. O benim yaşam tarzımdır, yaşamımın ikiz kardeşidir. Sabaha yakın zamanlarda balkonda
durup şafağı, ağaçlarda tünen serçilerin cıvıldamasını dinliyorum. Kuşlar dünyanın her yerinde aynı dili konuşurlar. Aynı
sabırsızlıkla beklerler şafağı. Kuşların dostu olarak, onlarla
birlikte her gün şafağı bekliyorum. Onlarla Türkmence dert
yanıyorum. Birbirimize alıştık nedense.
Mektupların bana her zaman mutluluk veriyor. Mektubunu okurken, o bitmez, tükenmez sohbetlerinin içinde buluyorum kendimi. Mektubunu bu dördüncü okuyuşum. Saat gece
11: 30, yanı Irak'ta gece yarısı 1: 30 çocuklar uyudu. Tek
Hüzün Martıları
39
Bunları da onlarla, o şiirler ile saklayıverecek, tutacağım kalbimin sandığında. Gün gelir beyaz kanatlı, kına parmaklı güvercinler gibi salıvereceğim, yedi kıtanın üstüne. Nusret Merdan'ı tanımazlıktan gelenlere "alın işte Nusret Merdan bu"
diye haykıracağım avaz avaz.
Değerli dostum;
Yaza yaza sekiz sayfayı doldurdum. Bu uzun mektubu
okurken, sıkılmamanızı umarım. İçim dolu. Mektubun başında söylemiştim hanı, içim yangın. Söylemek istediklerimin
birçoğunu söylemiş değilim hala. Ancak şimdilik bu kadarıyla
yetiniyorum. Gelecek mektuplara doğru hepinizi sağlıkla,
esenlikle bırakıyorum. Çocukların gözlerinden birer birer öperim. Ozan ile Yağmur'un resimlerine, bizim Mistik ne kadar
sevindi bir bilseniz. Küçük albümünün ilk sayfasına yerleştirdiği resme, her açıp baktıkta "Cenevre Erbil'in neresine düşer"
diye soruyor. "Ozan'ın bisikleti kalmış mı? Okula gidiyor
mu?" işte ne bileyim, bir sürü kritik sorular. Mustafa annesinin
de Selma Abla'yla ilgili soruları az değildir. "Bir dereceye
kadar birbirimizden kırgın ayrıldık. Buna çok üzgünüm" diyor
ara sıra. "Dost kırgınlığı, geçici" diye avunduruyorum. Selma
Abla'ya Mustafa annesinden ve benden kucak dolusu selamlar.
Hepinizi Allah'a ısmarlar, yeni yılda tüm umutlarınızın gerçekleşmesini dilerim.
Mehmet Ömer Kazancı
Bağdat: 8. 2. 1997
42
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
ve sezen benim için önemli olan, uğruna çok çalıştığımız
öykücülüktür.
Selma'yı soruyorsun güzel dostum. Ne yazık ki, Selma'da,
Irak'ta alevlenen edebiyat aşkından burada bir eser yok..
Çocuklarla meşgul ve uzun süredir midesinden rahatsız.
Aziz ve değerli kardeşim;
Fuzuli festivaline katılmana çok sevindim. Ayaz Vefalı ve
Gazanfer Paşayıf'ın şiirlerini beğenmelerine hiç şaşırmadım.
Çünkü senin yazdıkların yüzde yüz bir Türkmen şiiridir.
Söylediğin gibi edebiyatımıza kıskançlık ve çekememezlikler
musallattır. Ama buna rağmen şiirden anlayanların hangi şiirin
"yez" hangi şiirin "altun" olduğunu bilmektedirler. Azerbaycanlı şairler de şiirimizde altını keşif etmişler.
Tedirginlik benim ruhumda. Hiç bir zaman kendimi rahat,
sorunsuz hissetmedim ki. Burada bile tedirginlik yanı başımda yatıyor benimle. Bu olmazsa, gecenin zifiri karanlığında,
her kesin rahat uyuduğu bir zamanda kalem elimde, defter
önümde, kelimeler yüreğimde kuşlarla şafağı hiç bekler
miydim? Ama umarım ki, kalbim bana ihanet etmez. En zor,
en dayanılmaz anlarda susmayan bu kalp, anidan susamaz. Ve
yorulmuş da olsa, bana hep dost kalacak. Aslında ben kalbime
minnettarım, müteşekkirim. Çünkü o hep benden yana oldu,
en kötü günler de bile. En muhtaç olduğum anılarımda bile
hep yaşamaya devam etti. Beni yazmaya zorladı.
Ya zamanından çok erken gelirim
Sürgüne geldiğim gibi
Ya da çok geç kalırım mutluluğa
Seni sevdiğim gibi
Hep geç kalırım güzel şeylere
Hep çabuk giderim hüzünlere
Her şey ya bitmiştir
Ya hiç başlamamıştır
Hüzün Martıları
41
başıma masada oturuyorum. Sana olan dostluğumu, bitmez
tükenmez sevgimi belgelemek uğraşısı içindeyim. Mektuplarını okurken, her zaman tansiyonum yükseliyor, heyecanlanıyorum. Müthiş bir sevgi ve hüzün seline kapılıyorum.
Mektubun o güzel yakaya, yanı Kerkük'e açılabileceğim tek
pencere.
Ben de inanıyorum ki, dost olarak birbirimizi geç bulduk,
çabuk kayıp ettik. Bunun ezikliğini, üzüntüsünü içimde her
zaman taşıyacağım. sevgili kardeşimiz İsmet Özcan'ı kayıp
etmemiz çok acı. Bir usturanın ucunda yürümeye zorlanmak
gibi bir şey. Bu acının her anını her dakikasını yaşıyorum.
Proje olarak İsmet Özcan kitabının gelirini ailesine bırakmanızı, bu maddi felaket zamanında düşünmenizden dolayı
çok teşekkür ederim. Bu örnek düşünce ve davranış ancak
ikinize yakışır. İkinizin de ellerini dostluk ve sevgiyle sıkarım.
Allah sizden razı olsun. Türkmen edebiyatı ve onun temsilcileri bu soylu tutumunuzu asla unutmayacaktır. Sizlere bir
yardım eli uzatmadığım için ateşlerde yanıyorum. Burada
bizlere verilen aylık, kurşunu kurşuna kadar hesaplanmış. Bu
para sadeca yememiz ve içmemize yetecek olan asgari maaş
olarak veriliyor. Burada bile ayın sonunu zor getiriyoruz.
Geçenlerde Cenevre'de bulunan iki Arap okuluna çalışmak
için başvurdum. Sırf Irak'lı olduğum için ihtiyaçları olmasına
rağmen, başvurumu kabul etmediler. Anlaşılan bu pez... ler,
hem vatanımızda, hem de dışarıda bizlere yaşama hakkı
tanımıyorlar. Ama inanıyorum ki, gün gelecek, bütün yıkım ve
zorluklara rağmen, ayakta dimdik durduğumuzu görecekler.
Son kitabın "Türkmen Öykücülüğü"nü ne kadar beğendiğimi sanırım bir mektubumda belirtmiştim. Senin araştırmacı yönün hiç bir yazara necip olmayan türdendir. Dolayısıyla kitabın, büyük bir boşluk ve ihtiyacı doldurmaktadır. Bu
kitapta adımın geçmediğini bildiğimden dolayı, kendini
suçlamanı hiç bir şekilde haklı göremiyorum. Gerçekleri gören
44
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
rın yıprattığı Hamza" tümcesi beni endişelendirdi. Hamza otuz
yıllık dostumdur. Onun yazdıklarına her zaman şapkamı çıkarırım. Onun çok büyük bir yazar olduğunu dünyanın her yerinde söyleyeceğim. Hamza'nın Yaşar Kemal'den ne eksikliği
var? O bizim için Yaşar Kemal'den daha üstündür. Yazarlarımızın değerini bilelim artık.
Laf Yaşar Kemal'den açılmışken, ona hala çevirdiğim
"Teneke" romanının tercümesini göndermiş değilim. Ben kendimle, Yaşar Kemal'in çeviricisi değil, bir Türkmen yazar ve
şairi olarak iftihar ediyorum.
Sana ne kadar yazarsam yazayım, hala tüm söylemek
istediklerimi tam olarak söylemediğimi hissediyorum. Hala
içimde söylenmemiş yüklü duygular, eksik cümleler olduğunu duyuyorum. Gelecek mektuplarda açığa çıkar umudu ile
avunuyorum. Selma, Um Mustafa'ya en derin sevgi ve saygılarını sunmaktadır. Ve birlikte geçirdiğimiz anları hala hatırlamaktadır. Sümer, Fırat, Yağmur ve Ozan, arkadaşları Nimet,
Ülfet ve Mustafa'ya ayrıca selam eder ve başarılar dilerler.
Mektubunu dört gözle bekler, mutluluk, sağlık ve esenlikler
dilerken, dostlar: Kasım, Nevzat, Hamza, Kahtan, Mevlüt,
İsmail İbrahim velhasıl tüm dostlara saygı ve sevgi dileklerimi
sunar, hepinizi hasret ve özlemle kucaklarım.
Nusret Merdan
Cenevre: 25. 3. 1997
Hüzün Martıları
43
Öyle bir yerdeyim ki,
Ölüme erken sevgiye geç
Hangisine el uzatacağımı
Keşke bir bilseydim...!
Aziz dostum;
Mektubun bu bölümünü sabah yazıyorum.
"Keşke indi Mehmet Ömer Kazancı yanımda olsaydı"...
Güzel anlarda bu tümceyi sık sık kullanıyorum. Buna eş değer
olarak, kapımızın zili çalındığında "ha... Selma, İsmet geldi"
tümcesini de kullanıyorum. Hatta Selma şaka olarak "o kadar
özlemişsen yanına git" der. Senin anlayacağın gibi, "Şafak"taki birlikteliğimiz benim için hala sürüyor. Yoksa başka türlü
nasıl Nusret Merdan olurum ?.
Saat 10:30 Fransa sınırına çok yakın bir parkın sandalyesine oturuyorum. Hava çok güzel, güneş dört dörtlük, sık
sık önümden insanlar geçiyor. Genç çocuklar koşmaya çıkmış. Kerkük sevgisi içimi sızlatıyor. Yüreğimi sıksan içinden
Kazancı, Hamza, İsmail, İsmet, Kahtan, Mevlüt, Behçet fışkıracak.
Şu anda yanıma bir köpek yaklaştı, ona mecburen "merhaba" dedim. Sahibi teşekkür etti ve onu çağırdı: "Bırak, misyoyu rahatsız etme". Yine ister istemez köpeklerimizi
hatırladım.
Fransızcayı en güzel kadınlar konuşur, telaffuz eder. Zaten
güzel olan Fransızca onların hoşluğuna bir hoşluk daha katıyor. Kadın zaten güzeldir. Öyle yaratmış onları Kadir Mevla'm, Usta Kerim. Ama şekil olarak burada fazla güzel yok.
Yani bizim alışık olduğumuz şekilde. Selma bile kabul ediyor
ki, Irak'taki kadınlar çok daha güzel buradakilerden. Esmeri
esmer, güzeli güzel, beyazı muhteşem...
Gelecek mektubunda Türkmen kültürünün değerli yazarı
Hamza Hamamcı'dan bana söz et. Çünkü mektubunda "yılla-
46
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
masum karının dikiş makinesinden çıkarmakta olduğu kara
mangırlar, bu işe yetmiş bulunuyor. Arabamız da bizim gibi,
yıpranıp kocalaştıktan sonra, o da bu kara mangırların bir
payını tüketip tüketiyor. Öyle günler oluyor ki, okula cebimde
dört mangır olmadan gidiyorum. Çocukların okul malzemelerini temin etmek, ufak tefek gereksinimlerini karşılamak, başımıza açılan büyük bir mesele oluyor. Nasıl da olamaz, altmış
sayfalık bir defterin fiyatı, beş yüz Dinara çıkıyor kimi zaman,
bir kurşun kalem elli Dinara, yetmiş beş Dinara. Bunları sırf
yakınmak için değil, kimi gerçekleri ayrıca belgelemek için
söylüyorum. Üstelik borsanın tek düzen ölçüsü Dolar. Ha
kalktı, ha düştü. Dolar ile Dinar arasındaki yarışma, fare ile
kedi arasındaki gibi, peşin kimin galip kimin mağlup geleceği
belli. Belli ama "ceylan kaç tazı geldi" senaryosu her gün
yenilenmekte. Bu durum, paranın her türüne lanetler yağdırmaya zorunlu kılıyor insanı. Hamza Hamamcıoğlu öykülerinde, atalarımızdan kalma "el kiri" deyimini kullanır para için
sürekli. O da bizim gibi, paranın, kara günlerin dostu olacağına inanamaz nedense. Ama paranın değeri düştü mü, gerçekten de insanın değeri düşüyor. Artık ne kültür, ne edebiyat, ne
diploma, ne de, ne de... Hiç bir şey hiç bir şeye yaramıyor.
Bunlara, buralarda her gün bir kez daha şahit oluyoruz.
Aydınlar ayakaltında, ehliyetli insanlar dışlanmış, göz ardı
edilmiştir. Çalışma alanları oldukça bol, ancak diplomasızlar,
okul görmemişler için. Yollar üstünde sigara satıcılarının bir
günlük kazancı, üniversite hocalarının tam bir aylık maaşı.
Adam olmak demek, zengin olmak anlamına yürütülüyor
artık. Doğruluk, dürüstlük prensipleri peşinde olanlara kahkaha atılıyor. Rüşvet alamayanlara, merhaba vermenin haram
olduğuna inanılıyor. Güvensizlik, hırsızlık, rezalet, sefalet her
köşede kol gezmekte, işte bu günkü toplumumuzun panoraması, genel çizgileriyle bunlardan ibaret. Artık dostluklardan,
arkadaşlıklardan, saflıklardan söz etmeye gerek kalıyor mu
45
Hüzün Martıları
(8)
Bağdat: 17. 6. 1997
Çok değerli ve aziz dostum Nusret Merdan;
Bunalımlı, tasalı, sıkıntılı olduğum günlerde sizlere yazmamayı karalaştırmıştım. Bu gibi koşulların, bu gibi etken ve
etmenlerin etkisi altında yazarsam, hep üzüntülerden, özlemlerden, acılardan söz edeceğimi bildiğim için, üç aydır yazmayı erteliyor, dünyamı saran kara bulutların dağılmasını bekliyordum. Geçen mektuplarımı gereğinden fazlaca karamsarlıkla bürüdüğüm için, bu kez değişik bir şeyler yazmayı
yeğliyordum. Kendimi sabırla beklettim. Beklete beklete aradan üç ayca bir süre geçti. Üzüntüler uzaklaşsın, uzaklaşamadı, hüzünler çöksün, çökemedi, sıkıntılar yan versin,
veremedi.
Kader olarak alnımızın tam ortasına saplanmış, silinmek
bilmeyen, bir yandan kanımızı, bir yandan ömrümüzü, öte
yandan günlerimizi acımasızca sömüren, kahir olmaların gölgeleri altında yine bu kara kalemi elime almaya zorunlu
kaldım, mecbur kaldım.
Neler yazacağımın yine şaşkınlığı içindeyim. Ortada söylenmeye gereken bir şeylerin bulunmadığından değil, tam
tersine, onlarca konuların birden beynime sıçradığını ve hep
birden, bir arada kendini açıklamak istediği için. Aylardır
kimseyle şöyle dostça ve samimiyet ile sohbet ettiğim yok.
Her kes kendi halinde. Kimse kimseyle ilgilenemiyor. Her
kesin içinde bir tür korku, bir cins kaygı vardır. Bizim ailece
korku ve kaygımız, yarına doğru nasıl, kimliğimizden, insanlığımızdan her hangi bir ölçüde taviz vermeden demir atmamız, yarını yakalamamızdır. Gemilerimizi yarının limanına selametle ulaştırmak için, bütün mümkün ihtiyatları nasıl göz
önüne almamızdır. Şimdilik kafamızı karıştıran tek sorun,
karnımızı doyurma sorunu. Ne aldığım maaş, ne de bizim
48
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
ile barındığımız bu evi de bir kaç ay sora boşaltmamız gerekmekte. Bu konuda ihtar aldık. Yine barsız barksız kalmak gibi
bir kader bekliyor bizi yakınlarda. Ev kiralamak olanaksız,
kiralar öyle yüksek ki. Şimdiden bizimkileri korku sarmıştır,
nereye sığınacağız diye. Nerede demir atacak bu talisiz gemi
bu kez. Hep düşünüyorum, çıkar yol bulmak için. Ama nafile.
Bir yandan bu ev-evsizlik kaygısı, öte yandan doktora çalışması.
Geçen süre içerisinde doktora kurslarını tamamladım.
Bütün kursları başarıyla geçtim. Dört ayrı günde, toplam on
beş saat civarında, dört ayrı yazılı sınavı, Allah'a şükür ki,
fazla zorluk çekmeden başardım. Daha sonra, beş akademisyenden oluşan bir komitenin önünde sözlü bir sınava tabii
tutuldum. Üç saat süren bu sınavı başarıyla geçmemde,
akademik bilgilerimin yanında, kültürel birikimlerimin de
büyük rolü oldu. Zaten savaşa gider gibi bir hazırlıkla bu
sınava gitmiştim. Doktora çalışmasından bir araştırma bölümü
kaldı. İşler düz giderse, bir yıl kadar bir süre içerisinde
tamamlayacağımı tahmin ediyorum.
Değerli dostum;
Her zaman olduğu gibi tek teselli kaynağım, edebiyat
kitapları. Okuldan döndükten sonra, eve kapanıyorum. Satın
aldığım günler okumaya fırsat bulamadığım kitapları karıştırıyorum. Eski dergiler arasında saatlerce kendimi unutuyorum. Yurt gazetesinin seksenlerde çıkan sayılarını hep gözden geçiriyorum. Ve buna inanıyorum ki, Türkmen edebiyatı
altın çağını seksenlerde yaşıyordu. Değeri ölçülmeyen araştırmalar, değerlendirmeler, eleştiriler, günlükler, öyküler ve şiirler. Türkmen edebiyatının belleğinden, kim ne yaparsa yapsın,
silinmeyen, silinmeyecek parlak adlar, yetenekli, kabiliyetli
imzalar. Nusret Merdan'lar, Hamamcıoğul'ları, Özcan'lar, Polat'lar, Ziyai'ler ve bunlarla birlikte, bunların peşinde yüzlerce
başarılı genç kalemler. Edebiyatımızın yararına olgun dolgun
Hüzün Martıları
47
bilmem. Gerçek dostluklar Nusret Merdan ile buralardan,
uzaklara, yazık ki, çok uzaklara göç etti. Hasretlikler içinde
yana yakıla bıraktı bizi. Yürekten çıkan, samimiyet ve
içtenlikle yoğrulan sözlerin tadını, kokusunu, inan ki, yalnız
senin mektuplarından, mektuplarının yoluyla alıyorum. Tüm
kayıp ettiklerimi onlarda buluyor gibi sezinliyorum kendimi.
Dolayısıyla elime değen her mektubunu öpe koklaya, koklaya
öpe okuyorum. Mektupların için, bu yüzden özel bir dosya
düzenlemiş bulunuyorum. Saflıklara, sıcak duygulara hasret
duyduğum günler açıyor, satır satır okuyorum. Biliyorum
dostum, biliyorum ki, sen de oralarda aynı dertleri, aynı
hüzünleri yaşıyorsun. İşin en acılı yanı, bütün bunlarla birlikte, bir de gurbet acısını yaşıyorsun. Adına acı dedim, başka
ne diyebilirim. Gurbet dendi mi, acı, hasret, kimsesizlik hatıra
gelir elbet. Ancak bazen insanın yaşadığı öz be öz toplumu
bile çekilmez bir gurbete dönüşüyor. Ne yapsa ayak uyduramıyor insan, kendi toplumuna, kendi ortamına bazen,
Çevreden kaynaklanan tahammül edilemez nedenler yüzünden. Gerçek bir ruh tedirginliği başlıyor insanda. Her şeyi
çevremde garipsiyor, yabancı görüyorum. Öyle ki, dünyaya
yanlış bir zamanda geldiğime inanıyorum kimi kez. Burası
Bağdat, güya Bağdat gibi diyar olmazmış sözde. Oysa buranın
ne havası canıma siniyor, ne suyu susuzluğumu gidermeye
yetiyor. Kısacası kimsesizlikler, yalnızlıklar içinde kıvranıyorum, kıvranarak yuvarlanıyorum.
Değerli kardeşim:
Geçen mektuplarımda gerisini getirmeden çok şeylerden
söz etmiştim sana. Bunlar arasında oturduğumuz eski evden
göç etmemizin istenmesi sorunu vardı. İşte orayı bıraktık.
Geçen yılın sonunda El-amiriye semtinde diğer bir eve yerleştik, iki kattan oluşan bir ev, geniş, Bağdat tüccarlarından,
bir varlının bir zenginin. Bir yıllığına bedava olarak bağışladı.
Teyzem oğlunun iş ortağı, bu iş onun aracılığıyla oldu. Minnet
50
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
kük'e ikinci gidişimde Mevlüt kardeşimize bildirirken, büyük
bir alçak gönüllülükle kabul etmesi, şaşırdı, şaşırdığı kadar da
sevindirdi beni doğrusu. Çünkü bilirsin, Mevlüt kardeşimizin
öykü denemesi derin ve geniş. Bu gibi konularda kendisiyle
çıkışmak, şaka değil.
Geçen mektuplarının birinde Fuzuli adında çıkarılması
düşünülen bir dergiden söz ediyordun. Çıkarıldı mı, çıkarılmadı mı, hep merak ediyorum. Mümkünse bir sayısını görmek
isterim. Gönderirsen mutlu edersin.
Son mektubunun Um Mustafa'ya hitap eden bölümünden
dolayı, hem Selma'ya hem de size, hepimizin adına sonsuz
teşekkürler. Nazik duygularınızı paylaşıyor, yalnız MerdanKazancı düzeyinde değil, ailece sizinle karşılıklı saygı karşılıklı sevgiler içinde kalacağımızı samimiyetle ifade etmek istiyoruz. Dostluk kadri bilen sizin gibi saf insanlardan istemeden
ayrılmanın ne kadar üzücü, ezici olduğunun, her geçen gün bir
az daha ayrımına varıyoruz. Ve o acısıyla, tatlısıyla birlikte
geçirdiğimiz günlerin anılarına sığınıyoruz. Orada Selma Abla'nın fincanımızı okuduğunu, Sümer İle Fırat'ın, bizim veya
sizin evde, Nimet ve Ülfet ile birlikte "a'te-bacı" oynadıklarını, Ozan ve Yağmur'un Mustafa ile birlikte yaramazlıklar yaptıklarını, gözlerimizin önüne getiriyoruz. Derin derin
içimizi çekiyoruz. Ayrılıklara, dostlardan sevgililerden uzak
kalmalara neden olanlara, lanet gönderiyoruz, Allah köklerini
kessin diye. Yakın bir zamanda kavuşabilmemizi temenni
ediyoruz. Allah bu kavuşma için yollarımızı döşesin. Sağlıkla
kalın dostum.
Mehmet Ömer Kazancı
Bağdat: 17. 6. 1997
Hüzün Martıları
49
yazı ve mükemmel görüş ve düşünceler. "Edebiyatımızda
Mektuplar" düşüncesi de bunların arasında kuşkusuz. Son
mektubunda aynı düşünceyi ileri sürdüğünü görünce, birçok
konuda mutabık fikirlere sahip olduğumuza oldukça sevindim.
Yurt gazetesinde yayımlanan yazılarımızdan göz geçirdiğim zaman, edebiyat dünyasıyla nasıl bir kaynaşım içinde
olduğumuza hayret etmekten kendimi alamıyorum. İnan ki
dostum, zemin müsait olsaydı Yaşar Kemal gibi, Mikofisky,
Abdülvehap El-Beyati gibi dünyaca tanınan, hiç çıkmazsa, hiç
çıkmazsa, azından bir üç yazar çıkardı aramızdan. Yine de
umutsuz değilim. Düşlerimizi bulanık sular üzerinde mi yazıyoruz. Hayır. Gelecek kuşak için yolu en güzel bir şekilde
döşediğimize içten inanıyorum. Biz gerisini geteremediklerimizin, onlar getirebileceklerinin umudunu en derinine yaşıyorum.
Özcan için yazmış olduğun tanıklık-değerlendirme yazına
çok sevindim. Temize aldım, kitaba yerleştirdim. Kitaba "Ölüme Zaman Erken" adını öngördüm. Sanırım uygun ve yerinde
bir ad. Geçen mektubumda bunu size söyleyip söylemediğimi
hatırlamıyorum. Kitap Türkmen Kültür Müdürlüğünde basılmaya sırasını bekliyor.
Geçenlerde Kerkük'te idim. Mevlüt Taha Kayacı kardeşimiz, öykülerini bir araya toplamış olduğu bir müsvedde
gösterdi, okuyup görüşümü bildirmek için. Daha önceleri üstat
Terzibaşı'ya gösteriş. Öykü müsveddesi olduğunu öğrenince,
Kazancı'ya göster diye önermiş, o bu işlerden daha iyi anlar
demiş, üstadımız. Müsveddeyi Bağdat'a getirdim, okudum,
inceledim. İtiraf etmeliyim ki, çarpıcı, farklı örneklerle karşı
karşıya buldum kendimi. Bugünkü koşulların yarattığı sorunları, çok ince, çok derinlemesine ve tam anlamıyla bir gözlemci üslubuyla işlemiştir Mevlüt kardeşimiz, "Dev Sancılar"
adını verdiği o öykülerde. Umardım yanımızda olaydın, sen de
okuyaydın. Öyküleri okurken edindiğim kimi notları, Ker-
52
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
Türkmen Şiiri Dosyası" hazırlamakta yardımımı istedi. Ben de
ona kısa bir müddet sonra bir ön söz gönderdim. (‫ﻻ ﺗﻘﻄﻌ ﻮا ھ ﺬا‬
(‫ اﻃﻼﻟﺔ ﻋﻠﻰ اﻟ ﺸﻌﺮ اﻟﺘﺮﻛﻤ ﺎﻧﻲ اﻟﻤﻌﺎﺻ ﺮ ﻓ ﻲ اﻟﻌ ﺮاق‬/‫ اﻟﻘﺮﻧﻔﻞ‬Adı altında. Ve
birçok şiir de çevirdim. Kazancı, Kahtan Hürmüzlü, İsmet
Özcan, Remzi Çavuş, Nesrin Erbil, Mehmet Merdan, Salah
Nevres, Hamza Hamamcıoğlu, İsmail İbrahim ve başkalarından. İnşallah yakında bu yazı çıkar ve sevgili yurdumuz Irak'ta
yazılan Türkmen şiir örneklerini Arap okurları okuyacaktır.
Kahırdaşım, hüzündaşım Kazancı;
Artık adım gibi biliyorum ki, senin gibi dostların hasreti
ile yanıp tutuşacağım. Meğerse ne kadar birbirimize yakınmışız! Meğerse aynı ana, aynı babadan olmamamıza rağmen
sevgide, kahırde, günlük yaşam ve kültür yaşamında kan
kardeşi olmuşuz. Senin o mert, o güzel, o Türkmen yüzün her
hatırladığımda yığınca, içimden aramızdaki anılar geçiyor. Zor
günlerin dostluğu ve dürüstlüğü geçiyor ve gerçekten kahır
oluyorum.
Saat şimdi burada 4:30 sabah, yanı orada 6:30. Bu saate
dağ, taş, kuş, ağaç, evler, her şey mışıl mışıl uyuyor. Sabahla
karşılaşmaya yeminli bir benim. Zaten sanırım her zaman
yazılarımızda, şiirlerimizde taş, kuş, ağaç, ev, nehir ve insandan yana olduğumuzu gösterdiğimiz kadar, günlük yaşamımızda da her zaman gösterdik. Bu şafak vaktinde, yürek yalan
söylemez. Kalem, doğru bildiğini yazar. İşte bu saatlerde, tüm
sıcaklığı ile Kerkük ve siz, güzel dostlarım, benimle berabersiniz. Koyu bir sohbet içindeyim sizinle. Her zaman rehberimiz edebiyat ve sözcükler olmuştur. Senin o güzel, tadına
doyulmayan Türkmen şiirlerini her zaman okuyorum, okudukça bir çeşit teselli buluyorum. Çünkü tüm o şiirlerinin
doğuşunu ilk gören bendim. Okudukça yüz mimiklerin ve o
güzel tebessümlü yüzünü gözümün önüne getiriyorum. Kısacası, benim adım Cenevre'de yaşıyor, ama gerçek olarak,
51
Hüzün Martıları
(9)
Cenevre: 10. 11. 1997
Sevgili kardeşim;
Mehmet Ömer Kazancı
Sana karşı suçlu olduğumu biliyorum, çünkü cevabımı bir
az gecikmiş olarak yazıyorum sana. Umarın ki beni af edersin,
sebep ise hem hastalığım, "seker ve tansiyon", hem de moralsizlik. Mektubunda çizdiğin o kötümser kara tablo beni epeyi
etkiledi ve yıprattı. Sana güzel bir şey yazma çabası ve umudu
ile bir az geciktirdim. Ama şuna inanmanı isterim ki; mektubum gecikse de, sen her zaman ruhumda, her zaman aklımda, her zaman gölümde yaşamaktasın, sen ve sevgili İsmet
Özcan. Hayatıma damgasını vuran dostlarsınız. Aramızdaki
bağın adı yok henüz. Çünkü o, kardeşlikten ve dostluktan öte
olmuştur hep. Bana göre adı bulunmamış bir kadar birliğidir.
Her zaman olaylara aynı gözle baktık, her zaman yobazlık ve
yüzsüzlüğe aynı tepkiyi gösterdik, âdete bir almanın iki
parçası idik.
Evet, yazdıkların, umutsuzluğun beni tahmin ettiğinden
çok etkiledi. Keşke elimde olsa, maddi durumun yerinde olsa,
tüm o güzel dostların imdadına Hızır gibi yetişebilsem. İnan
ki, beni en fazla rahatsız eden konu da budur. Ben gerçek
dostlarım olan Kazancı, Hamza, Mevlüt, İsmail, Kahtan'ı,...
çok sevdiğim ağabeyim Behçet Gamgin'le aynı kefeye koyuyorum.
Sevgili Mustafa Babası;
Bundan aşağı yukarı iki hafta önce bana Kanada'dan Salih
Çavuşoğlu telefon etti. Yaklaşık bir saat konuştuk. Beni bulduğu için sonsuz mutlu idi. Telefonda her şeyden söz ettik,
tabi başta edebiyattan. Ve inan ki, o seni benden sordu, ne
yaptığını ve edebiyatımızda senin yazdıklarını çok sevdiğini
belirtti. Avustralya'da Arapça bir edebiyat dergisi için "Çağdaş
54
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
Aziz kardeşim;
Sabah sökmek üzere, her şey sessizliğe gömülmüş, kış
yüzünden kuş cıvıltısı bile yok. Acaba kuşlar neden ötmez,
cıvıldamaz. Bilmem ki. Havalar burada iyi, fazla soğuk değil.
Cenevre'nin havası güzel, kış fazla sert değil.
Sabaha bir dost gibi el uzatıyorum bu saatlerde. Zaten ben
onun ezelden beri dostuyum. Hatırlarsın ki, en iyi yazılarımı
bu saatlerde yazmıştım. Her zaman bir kaç satırlık yazı için
uykumu bir milyon defa feda etmiştim. Şimdi de gurbet elde
aynı şeyi yapıyorum. Bu defa da sana bu mektubu yazmak
için, bir dost olarak şafağın huzurunda bulunuyorum. Sabaha
ilk merhaba deyenlerin arasında yer alıyorum.
Geçenlerde bir kız gördüm. Boynuna bir "camadanı"yı
eşarp olarak bağlamıştı. Beni bu görüntüsü, o kadar etkiledi
ki, anlatamam! Acaba bu dede ve babalarımızın taç olarak
gördüğü, bu camadanı’yı hangi rüzgâr atmıştı buraya. İçimden
kızcağızdan izin isteyip, camadanını öpmek geçti. Çünkü onda
dedemin ,babamın kokusu, şehrimin gururu vardı. O bana bu
gurbette en yakın bir candı, bir en anlayan, nefes alan, yaşayan
bir varlıktı. O bendim, o çocukluğum, o geçmişim, o geleceğimdi. O güzel kıza, boynunda benim için ne güzel, ne
değerli, ne hayati bir şeyin taşıdığını anlatmak isterdim. Şimdi
yağmur yavaş yavaş yağmaya başladı. Kendisini değil sesini
duyuyorum. Keşke senin ve tüm dostlarımın, yağmurun sesini
duyduğum gibi, sesinizi duyabilsem.
Başta Selma olmak üzere Um Mustafa'ya sağlık ve mutluluk dilerken, Sümer ve Fırat çok sevdikleri can yoldaşları
Nimet ve Ülfet'e çok selam eder ve başarılar dilerler. Ozan ve
Yağmur Mustafa'ya çok selam eder ve ona merhaba Mustafa
der. Ailece sizleri özlemlerle kucaklar, mutluluk, esenlik ve
sağlık dolu günler dileriz.
Nusret Merdan
Cenevre: 10. 11. 1997
Hüzün Martıları
53
duygu olarak her zaman yüreğim ve ruhum orada coşuyor,
yanı güzel vatanım Irak'ta ve güzel şehrim Kerkük'te.
Sevgili kardeşim;
Bazen düşünmeye dalıyorum, ne zaman edebiyatla göbek
bağı kurdum diye. İnan ki, ben de zamanını bilmiyorum.
Bildiğim tek bir şey kendimi bir ara edebiyatın ortasında bulmamdır. Her zaman bir edebiyatçı duygusu ile yaşadım hep.
Bu yüzden çocukluğumu bile doğru dürüst yaşamadım
diyebilirim. Örneğin bu güne kadar hiç bir çocuk oyunu doğru
dürüst bilmedimm. Kâğıt kuşu yapmak, iyi gülle-gülle
oynamak, daha sonra kâğıt-konken oynamak, tavla, domino ve
saire. Bunlara neden olan hep edebiyata olan merakımdır. Çok
erken yaşta hayatı ciddiye aldım. Kendimi yaşımdan daha
olgun gördüm. Bu yüzden yaşlılığa bir türlü ayak uyduramıyorum. Yanı gelecek sene 50 yaşında olacağım. Biz
çocukken bu yaşta komşularımızın "emce" olarak görürdük.
Olgun, tecrübe dolu olarak algılardık. Ama ben bir türlü
kendimi "emce" olarak kabul etmiyorum. Hala o döneme
ruhen girdiğimi benimsemiyorum. Hata bundan üç sene önce
bana bir genç "dayı" dediğinde çok şaşırmıştım ve hiç hoşuma
gitmemişti. Hala hayattan çok şey beklediğimi, umduğumu,
bir şeylerin bende daha yerleşmiş olduğunu hissediyorum.
Daha yeni tecrübeler yaşamam gerektiğini duyuyorum. Ama
Tanrı bilir ki, daha kaç yıllık soluğumuz kalmış bu kahpe
dünyada!
Yazdığın bütün zorlukları yenmiş olduğunu dilerim. Zaten
bundan eminim. Çünkü yanında ve her zaman seninle olduğunu bildiğim bacımız ve sevgili kardeşimiz Um Mustafa var
olan desteği ile zorlukları yenmiş olacağınıza inanıyorum.
Sevgili Mustafa'nın resmi bizi çok memnun etti. Maşallah,
"küreken" olmuş ve sana ne kadar benziyor. Allah hem onu
sizlere, hem de güzel kızlarınızı, Nimet ve Ülfet'i bağışlasın.
56
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
zaman koruyacağım. "İştar" dergisinde şiirlerin yayımlandı,
iki sayıda üs üste. Çevrilerimin fotokopisini gönderiyorum.
Birini Salih Çavuşoğlu çevirdi. Diğer iki şiirin aynı dergide
Türkmen Şiir Dosyası ile çıktı. "Bu Karanfili Koparmayın" ‫ﻻ‬
‫ "ﻻﺗﻘﻄﻔ ﻮا ھ ﺬا اﻟﻘﺮﻧﻔ ﻞ‬adı altında çıkan dosya Arap okurları
tarafından çok çok iyi karşılandı. Derginin başyazarı bana
şükranlarını bildiren bir mektup yazdı. Ayrıca "El-hayat"
gazetesinde dosya ile ilgili bir yazı çıktı ve yazıda çağdaş
Türkmen şiirinin çok köklü bir geçmişe ve zengin bir birikime
dayandığı yazılmaktadır. Çağdaş Irak kültürünün bir kolu
sayılan Türkmen şiiri, bu dosya ile sanırım, hak ettiği ilgiyi
Arap okurlarında buldu. Onun dışında Türk Dili dergisinde
öykülerim çıkmaya başladı. Ayrıca Azerbaycan, Türkmenitan,
Makedonya ve başka yerlere yazılar gönderdi. Bana kendi
yazılarından göndersen sevinirim. Mısır'da ayrıca Ahbar Elyom gazetesinin Ahbar El-edep adlı ekinde Arapça bir kaç
yazım çıktı. Çağdaş Türkmen şiiri adlı diğer bir dosyayı Türk
Dili dergisine gönderdim. Dosyada Türkmen şiirinin Irak
şiirinin bir devamı olduğunu vurguladım. Bu dosyada yer
alanlar: Kazancı, Kahtan, Hamamcıoğlu, İbrahim İsmail,
Mehmet Merdan ve başkaları da var. "İştar" dergisinde çıkan
dosyanın bir fotokopisini Gamgin ağabeyime gönderdim.
İnşallah ulaşmıştır.
Sevgili Mustafa Babası;
İnan ki, sana yazdığım zaman "öz özüme gelirem". Çünkü
iyi biliyorum ki, bir dost yüreğe seslenmekteyim. Bir dost
oğlu dosta dert yanmaktayım. Bir adam oğlu adana hüzün
kimliğimi, yalnızlığımı açıklamaktayım. "Bir elin nesi var, iki
elin sesi var" denir, işte biz iki elin sesiyiz. Açık yürekliliğine
her zaman ihtiyacım var. İhtiyacım olduğu zaman her an seni
yanımda bulmuşum. Maddi ve manevi olarak, bunu ancak
burnum el-had taşına değerse unuturum.
55
Hüzün Martıları
( 10 )
Cenevre: 14. 12. 1998
Sevgili kardeşim Mehmet Ömer Kazancı;
Saat gecenin on biri, yanı Irak'ta saatin ikisi. Belki çoktan
uyumuşsun, şiirler, hüzünler, dertlerle kol kola. Seni unuttuğumu sanma. Bunu hiç bir zaman aklına getirme. Bir ihtimal
dahi olsa getirme. Seninle aynı şiiri yazmışız. Yanı derde
göğüs germişiz. Hüznün aynı pınarından içmişiz. Sevinçte, kederde hep bir olmuşuz, bir olacağız. Sana yazdığım son
mektubun cevabını almayınca, türlü türlü ihtimalleri göz önüne koydum. Ancak ağabeyim Gamgin'den sana yazmadığım
için sitem ettiğini okuyunca sevindim. Demek ki, yanılmışım.
O yüzden yine yazıyorum sana. Yalnızlığın, kimsesizliğin,
gurbetin en büyüğünü yaşıyorum. Her zaman aynada kendi
başınayım. Hele birde hele birde bu dost kalem olmasa, hele
birde senin gibi bir dost olmasa, gurbetim bine katlanır,
kimsesizliğim alır başını yürür, kıta, iklim miklim dinlemeden. Düşün ki, seyahat etmeyi hiç sevmeyen ben Kerkük'ten,
dostlardan, hele hele senden binlerce kilometrede uzaktayım.
Kaderim, ne kadermiş meğer. Beraber olduğumuz günler
aklıma geliyor, ben, sen ve sevgili İsmet Özcan. Sözcükleri bu
zor günlerde bile ekmekten daha önemli, daha gerekli olarak
gören üç edebiyat savaşçısı. Şiiri gecemize gündüzümüze
katmışızdır. Yaşamımızın, ailemizin bir bireyi yapmışızdır.
Her an gece demeden gündüz demeden, yaz demeden kış demeden şiire kadeh kaldırmışız. İşte bu vazgeçilmez beraberlik,
kader birliği sonucu güzel şiirler, güzel öyküler ortaya çıkmış
oldu. Senin hala bu zor koşullarda, bu haksız ambargonun
güzel vatanımıza getirdiği dayanılmaz acılara rağmen güzel
şeyler yazdığına inanmaktayım. Gece gündüz ekmeğin peşinden koşulduğu bu anlarda bile, o güzel kaleminle, güzel dilimize yeni değerler kattığına inanmaktayım ve bu inancımı her
58
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
Kazancı ile "Zanko" semtinde evlerimizin bahçesinde Yurt
gazetesini karıştıran bir edebiyat delisi olarak kalmak
istiyorum. Kapımı çalıp dost elinde yüz Dinarı bana ihtiyacın
olur diye getiren o dost Kazancı'nın çizdiği, sıcak dostluk
memleketinde tutsak kalmak istiyorum. Dostluğuna, sohbetine, güzel Türkmencene kâğıt üstünde de olsa bile ihtiyacım
vardır. Keşke zaman geri dönebilse, keşke Hasa'nın kıyısında
oturup, sabaha kadar Horyat söyleyebilsem. Aynı ay, aynı
güneş, aynı evren bizi kucaklıyor. Aynı yıldıza her gece
bakıyoruz. Aynı yumak yumak bulutlara bakıyoruz. Aynı
havayı soluyoruz. Ama ellerimiz uzaklarda, sözlerimiz
arasında Alp dağları kadar hüzün. Ayrılıklar dalga dalga
üzerimize yürümekte. Hiç bir aşkın, hiç bir dostluğun arasına
şimdiye kadar Alp dağları girmiş mi? Ama işte bizim
dostluğu, ustura gibi kesen Alp dağları oldu ki, o da evimizin
tam karşısında bulunmaktadır. Hüzünlere ortak oldum.
Kederler etrafımı sarmış. Cenevre'nin "Leman" gölündeki
uçuşan mahzun martılar gibi, zavallı kalbim kırık kanadı ile
umutsuzca havalanmak istemektedir. Ama nereye?
Taze, henüz hiç bir şeye bulaşmamış sabahın ilk ışıklarını
karşılamayı adet edindim. Sabahın dört ya da beşinde evimin
balkonuna çıkarak Allah'a şükür ettikten sonra, inan, o dost
yakada kalan dostlara sabahın sessizliğinde dua ediyorum,
selam gönderiyorum, sonra usulca salonda oturup sabahın ilk
ışığını bekliyorum.
Aziz kardeşim;
Sana yazmak sevinçlerin en doruğudur. Keyiflerin en son
haddidir. Bazen yanımda bulunan Şafak kitabımıza dönüyorum ve bu kitabın basılmasında, bu akımın ortaya çıkması
için mertçe, adamca üçlü çabamızı hatırlıyorum. Düşünüyorum, bu üstlendiğimiz sıra sıra dertlerden kazançlı çıkan
sadece ve sadece kültürümüz ve şiirimizdir. Düşün ki aziz
dost, ortaokuldan başlayarak Türkmence Radyosuna sayısız
Hüzün Martıları
57
Gamgin bana Hani Sahip'in "Ezhar El-karenfel fi Eş-şiir
El-Turkmanı" kitabını gönderdi. Kitap elbette ki yoğun bir
çalışmanın ve aralştırmanın ürünüdür.
Çağdaş Türkmen şiirinin antolojilere geçecek kadar üstün,
başarılı ve saf bir pınar suyu gibi şarıl şarıl akan şiirlerin,
şiirimizin iftiharıdır. Şiirimize verdiğin yeni değerler, çağdaş
şiirimizi zenginleştirmiş, sınırlarını zorlamıştır. Şiirlerini başka dillere çevirdiğimiz zaman, kıvançla bu işi yapıyoruz.
Göğsümüzü gere gere. Başkalarına "işte alın size her şeyiyle
çağdaş bir şiir, Türkmen şiiri, Mehmet Ömer Kazancı'ın şiiri"
diyoruz.
Bu hususta yetişen çok değerli aydınlarımız olduğuna inanımıyorum. Örneğin: Necdet Demirci, Anan Kutup ve başkaları gibi, bu aydınlarımızın, kültürümüzün geçek yüzünü
göstereceklerine inanıyorum. Onun dışında, bugün bir Mehmet Ömer Kazancı, Hamza Hamamcıoğlu, Kahtan Hürmüzlü,
İsmail İbrahim, Remzi çavuş’un temsil ettikleri çağdaşlık
anlayışı ile hiç çekinmeden söyleyebilirim ki, çağdaş dünya
şair ve edebiyatçılarından hiç bir eksik yanları yoktur. Belki
de fazlalık yanları vardır. Çünkü beğendiğimiz birçok çağdaş
dünya yazarı, sizlerin durumunda yaşamış olsaydı, belki bir
kelime dahi yazmaktan aciz kalırlardı. Ama bizim aydınlarımız yazmakla yetinmiyor, onun yanında tüm kıt olanaklara
rağmen, yaratıcı olmayı başarıyor. Senin aziz şahsında hepsini
hasretle kucaklıyorum.
Aziz kardeşim:
Bazen içimden bunca yalnızlık, bunca kimsesizlik, bunca
hüznün bir rüya olduğunu istiyorum. Kendimi hala "Elhâlidiyye" okulunda Marbin efendinin öğrencisi olarak görmek istiyorum. Hala Arafa'da Heyfa'yı delicesine seven romantik bir âşık olarak görmek istiyorum. Sevgili İsmet
Özcan'la "Semerkand" meyhanesinde dostluk ve şiir dolu
günlerde kendimi hapis etmek istiyorum. Mehmet Ömer
60
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
sevmişler, şairleri Irak için en güzel şiirler yazmışlar. Hiç bir
kimse Irak'ı Türkmenler kadar sevmezler.
Bu mektup bir kaç gün masamda durdu, ta ki bana
gönderdiğin kutlama kartını aldım. Doktora diplomasını aldığın için seni candan tebrik ederim. Diplomanın tartışmasında
yanında olmak isterdim. Eminim ki, muhteşem bir tartışma
olmuş. Edebiyat yaşamında olduğu gibi, bilimsel yaşamında
da sonsuz başarılar dilerim. Sevgili Um Mustafa'ya ve çocuklara selam, özlem, sağlık ve esenlik dileklerini iletir, ailece
hepinizi Allah'a emanet ederiz. Allah Irak'ı ve sizlerin her an
korucusu olsun.
Yurt gazetesi için bir hikâye yazdım. Umarım yakında
gönderirim. Ağabeyim Behçet Gamgin ile telefonda konuştum
bu konuda. Hepinize selam ve özlemlerimi gönderdim. Hoşça
kal, Allah'a emanet ol aziz kardeşim.
Nusret Merdan
Cenevre: 14. 12. 1998
Hüzün Martıları
59
radyo oyunları yazdım. En son olarak "İko"yu da katarsak, hiç
bir yazdığım oyunda, ister radyo ister sahna için, elime
şimdiye kadar bir "Filis" geçmemiştir. Her zaman benim için
önce sanat ve kültürümüze hizmet gelmiştir. Ve hiç bir zaman
bu kurumlardan bir para iddiasında bulunmamışımdır.
Bana gönderdiğin ikimizin bir arada bulunduğumuz fotoğrafa bakıyorum. Benim yüzüm hüzün dolu, sen isen her
zamanki gibi güleç. Zaten sana yakışan da budur. Bu senin
yönettiğin mastar diploması savunmasında çekilen ve bir araya geldiğimiz tek fotoğraf. Her zaman bu fotoğrafa bakmaktayım. Kendimi çok çok hüzünlü bulmaktayım. Ama beraber
olmamız fotoğrafa ayrı bir değer kazandırmaktadır.
Bu mektuba çok sevineceğini tahmin etmek zor olmayacak. Çünkü seni çok yakından tanıyorum ve biliyorum ki, bu
mektup senin için bir sürpriz olacak. Senin de bana yazacağın
mektup, beni de o kadar sevindireceğini unutma.
Türkmen şiirini çok seviyorum. Kahtan Hürmüzlü'nün
gerçekten şiirimizde çağdaşlık anlayışı ve yenicilik bakımından şiirimizin yüz akı olduğunu, hala hak ettiği yeri almadığı
için çok çok üzüldüğümü bilmeni isterim. Gerçekten "Uçmaktan Kendi Arzumla Ayrıldım" şiir kitabı hak ettiği incelemeyi
görmemiştir. Bu kitapta ortaya çıkan gerçek, çağdaş ve
yenilikçi anlayışı hiç bir Türkmen şiir kitabında görülmüş
değildir. Zaten şiirimiz, Kazancı'nın ulaştığı doruk, Hürmüzlü'nün yakaladığı çağdaşlık anlayış, Hamza Hamamcıoğlu'nun
yöresel tat ve ortaya koyduğu evrensel üslup yaratıcılığıyla
doğru yolunu bulmuştur. Evet, bir Türkmen çağdaş şiiri
yaratılmıştır ve bu şiirin boyutu, özü, tadı dünya şiirine bir tat,
Irak çağdaş şiirine bir sıcaklık, bir birliktelik duygusu eklemiş,
zenginleştirmiştir. Biliyorum sen güzel vatanımız Irak'ı çok
seviyorsun. Onun için az şiir yazmadın. Ben de senin kadar bu
vatanı severim. Zaten tüm Türkmenler her zaman bu vatanı
62
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
çalışıyordum. 23.11.1998 tarihinde altı akademisyenden oluşan bir komiteye karşı tezimi savunuyordum. Savunma çok
muhteşem geçti. Üç saat süren kızgın ve ciddi tartışmalardan
sonra imtiyaz derecesiyle doktoraya layık görüldüğümün
mutluluğunu anlatmaya kelime bulamıyorum doğrusu. Bizim
buralarda tez savunmalarının açık oturumlarda yapıldığını
biliyorsunuz. İşte bizimkiler de tümüyle hazır bulunuyorlardı.
Kerkük'ten kardeşlerim de gelmişlerdi. Ancak kırk beşini
aşmış bir insan için doktoranın, şimdi, çok önemli bir şeyler
ifade etmediğinin kırgınlığını yaşıyorum. Bu uzun yolculuktan
tek çıkar, maaşıma eklenen diploma ikramiyesi oldu.
Tükettiğim günlerime mukayese edilirse, solda sıfır. Oysa her
zaman daha önemli saydığım kültürümüz için harcamalıydım,
o güzel günleri. Dinim, imanım saydığım edebiyata vermeliydim kendimi. Bu yöndeki çalışmalarımı frenleyeceğim yerine
hızlandırmalıydım. Bunun, kimliğimizi saptamak bakımından
daha faydalı olacağının farkına, şimdi bir az daha varmış
oluyorum. Bizim ülkede diploman olsun bir, olmasın bir.
Değerler yüz seksen derece değişti. İnsanlara insan olarak
değil, para olarak bakılıyor, paraları değerinde ölçülüyor
insanlar, bizim burada. Para ile bizim o masum Dinar'ımızı
değil, Amerikan Dolar'ını kastediyorum. Para insanların her
şeyini değişiyor, değişebiliyor, değiştirebiliyor, oysa duygularını asla. Sanırım bu bana göre değil, insan olan tüm insanlar
için böyledir.
Değerli kardeşim:
Size karşı duygularımız değişemedi. Sizi, her zaman, özleyiş içindeyiz. Bu baş döndürücü, bu dinçsizlik ve sel gibi alıp
götüren hızlı zaman akışında, sizi ve sizin gibi kardeşlik,
mertlik kokan, sevdiyse çıkarsız, yürekten seven, sevmediyse,
iğrenmeyen, nefret etmeyen duygudaşlarımızı unutamadım.
Her zaman, bu acı dünyanın öbür ucunda da olsa, bir Nusret
Merdan kardeşim vardır, bizi düşünen, bizim için güzel şeyler
61
Hüzün Martıları
( 11 )
Bağdat: 25. 3. 1999
Çok değerli kardeşim Nusret Merdan;
Bu mektubu ne denli seve seve yazıyorsam, bir o kadar da
utana utana yazıyorum. Sizden iki ayrı tarihte aldığım iki uzun
mektuba cevap yazmakta bunca gecikmemin nedenleri vardır
kuşkusuz. Bu nedenlerin başında geçirdiğimiz nazik, kritik ve
zor durumlar gelmektedir. Yaşam sıkıntılarından, geçen mektuplarımda sanırım ki, az çok söz etmiştim size. O sıkıntıları
gidermek, işte, geceli gündüzlü, yoruldum, bıktım demeden,
günleri saymadan, takvime bakmadan koşuşturmayı gerektiriyor. Ancak bazı sıkıntılar göz açtırmıyor insana, her geçen
gün daha ağır basıyor. Son mektubumu sana Bağdat'ın ElAmiriye semtinde oturduğumuz evden yazmıştım. Oysa bu
mektubu El-gazaliyye semtinde kiraladığımız yeni bir sığınaktan yazıyorum. Ev üç odalı, ancak kirası bir avuç para,
aldığım maaşın iki misli. Bu yüzden arabayı veryansın etmek,
satmak zorunda kaldık. Bağdat gibi bir şehirde arabasız
yaşamak, topal gibi, çolak gibi yaşamaya benzer. Arabayı
satmaktan aldığımız zarar, yalnız bu manevi zarar değildir,
maddi yüzü de vardır. Bu günlerin Dolar hesabına göre zararımız bir milyon civarında. Yeni bir araba almak, dolayısıyla,
imkânsız, olanaksız, hatta hayal dışı, özellikle elde edilen
araba parasının bir bölümünü ev kirasına, öte bölümünü üst
başa ve doktora hazırlıklarına serf ederek, şimdi elimizde
kalan 75 bin Dinar civarında bir şey. Doktora hazırlıkları
dedim. Burasının üstünde durmadan geçemeyeceğim.
Doktorayı kısa bir zamanda bitirmek için kendimi bir
buçuk yıl aralıksız olarak laboratuar çalışmalarına verdim. İyi
ki işler düz geliyor, engelsiz, sıkıntısız geçiyordu. Elde ettiğim
her olumlu sonuç, yeni bir çalışmaya doğru isteğimi, rağbetimi artırıyordu. Tezimi tartıştığım güne değin değirmen gibi
64
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
elden geldiği kadar ihmal etmiyorum. Geçen üç ay içerisinde
Edebiyatçılar Birliğinin Bağdat kolu salonunda, ikisi Türkmence, bir diğeri Arapça olan üç ayrı münasebette üç ayrı şiir
okudum. Gelecek ay, Nevzat Abdülkerim'in isteği üzere,
Türkmen öykücülüğü ile ilgili olarak Arapça bir konferans
vermeyi planlıyorum. Nevzat Abdülkerim, Birliğin son seçiminde Türkmen edebiyatçıları temsilcisi olarak, genel merkez
üyeliğini kazandı. Ben şahsen buna çok sevindim. Nevzat
terbiyeli, özverili, çalışkan bir arkadaş, her geçen gün bu özelliklerini daha da saptıyor, ortaya koyuyor. Geçenlerde, Hicri
Dede hakkında, yine Birliğin Bağdat salonunda Abdülaziz
Semin Beyatlı'yı bir konferans vermeye çağırdı. Konferans
çok ilgi topladı, çok beğenildi. İçinde bulunduğumuz bu hafta,
Fuat Hamdi, Türkmen edebiyatı ile ilgili bir konuşma verecek.
Nevzat'la birlikte, Türkmen edebiyatı için, Bağdat'ta uygulanmasını düşündüğümüz çokça projeler vardır. Bunları sırasıyla
gelecek mektuplarımda birer birer bildireceğim size.
Kendi çalışmalarıma dönelim. Uzun bir süre bekletip bir
kaç satırını değiştirdikten sonra "Kurşun Kalem" adlı öykümü, Yurt gazetesi, üç ayrı sayıda seri halinde yayımladı. Bir
bölümünü bir münasebette size okuduğum "Dünya Can Çekişiyor" halk diliyle yazmış olduğum piyesin geri kalan
bölümlerini tamamladım. Kerkük'e gönderdim. Tiyatrocu arkadaşlarımızın beğendiklerini, basit değişiklikler yaptıktan
sonra sahneye koyubileceklerini öğrendim. Önerilen Değişiklikler, başa bela açabilecek kimi diyaloglarla ilgili. Yani,
yanlış yorumlanabilecek kimi diyaloglar. Az daha ertelenmesini yeğliyorum, bu yüzden. Ayrıca Şubat tatilden yararlanarak öykülerimi gözden geçirdim, temize aldım. Kitaplaştırmayı düşünüyorum. Yeni bir kitap çıkarmanın zamanı geldi.
Rahmetli dostumuz Özcan için hazırlamış olduğumuz kitap,
hala Türkmen Kültür Müdürlüğünün raflarında duruyor. Kitabın günümüze kadar yayımlanmamasının sorumluluğunu Hani
Hüzün Martıları
63
düşleyen bir Nusret Merdan kardeşim vardır diye kendimi
avundurdum. Yazmadımsa da beni mazur gören, sormadımsa
da kalbimde yaşadığını bilen, hisseden bir Nusret Merdan,
bütün güzelliklerin sembolü, bütün özverilerin, fedakârlıkların
simgesi. Keşke bütün insanların adı Nusret Merdan olsaydı.
Bunu sizden her aldığım ve gözyaşları arasında okuduğum
mektuplarda arzu ettiğime bir vicdanım, bir de varlığına birliğine içten inandığım Allah şahit. Geçekten de dünyanın tadı
günden güne değişiyor Nusret Kardeşim. İlişkiler başka
anlamlar, dostluklar başka boyutlara uzanıyor. O iğrendiğimiz,
nefret duyduğumuz ve hiç sevmediğimiz boyutlara uzanıyor.
Mektuplarınız yoluyla sizinle konuştuğum, bağdaşlık kurduğum günler, başka bir hale bürünüyor, uçar gibi hissediyorum
kendimi. Bulutlar arasında gezer gibi bir duygu sarıyor beni.
Dolayısıyla mektuplarından beni esirgememeni, yoksun bırakmamanı rica ediyorum. Şu ya da bu nedenden dolayı mektuplarına karşılık yazamadıysam benden üzülmemeni, darılmamanı bütün gönlümle isterim. Zira oldukça meşgulüm. Bu
konuda anlayış göstereceğine inanıyorum. Fakültede "izafi"
dediğimiz ek dersler vermek zorundayım. Bu iş beni çok
yıpratıyor. Öyle günler oluyor ki, saat dört ile beş arasında eve
dönüyorum. Ek dersler vermeyince ele gelen maaş bir işe
yaramıyor, ciddi bir yarayı tımar edemiyor. Maaşım yirmi bin
Dinar. Sözde büyük bir rakam, ancak iki çift ayak kabı satın
almaya yetmiyor. Haftada 45 saat ders veriyorum. Bunlar
arasında doktora öğrencilerine ayrılan "Micrabial Genetic /
Mikroorganize Gene bilimi" adında bir ders vardır ki, ilk
denemem olduğu için, çok zamanımı alıyor.
Değerli kardeşim;
Bütün bu yukarıda saydıklarıma karşın, kendimi edebiyatımızdan büsbütün ayırmış değilim. Fırsat buldukça yazıyorum. Hatta bazen, kendimi zorlayarak fırsat yaratmaya çalışıyorum. Edebiyat faaliyetleri ve kültürel etkinliklere katılmayı
66
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
o kitapta, bilgisizlikle suçlanmakta, şiir anlayışımızın kısır
olduğu savuna gidilmektedir. Hani kardeşimize göre sebest
şiirimizin en iyi temsilcisi ".......". Şiirimize yeni değerler, yeni
boyutlar kazandıran, şiirimizi geniş kültürüyle zenginleştiren
tek o. "..........." şiirleri hakkında söylediklerini, zamanın varsa,
tekrar gözden geçirmeni, yeniden incelemeni çok arzu ederim.
Hatır saymaların, yağ sürmelerin, vicdan altı yargı yürütmelerin en güzel örneklerini orada bulabileceğine kılcana
kuşkum yok. Kitap ilk piyasaya çıktığı zaman Hani Sahip'e
Arapça uzun bir mektup yazdım. Türkmen şiirine hakkıyla
tanık olması için "Türkmen"ceyi öğrenmesi gerektiğini önerdim. Dilimizin girdi çıktılarını bilmemesinden, kimi mütevazı
şiirlere, tek çevirirken değil hatta değerlendirirken, kendinden
çok şeyler kattığını bildirdim. Bu yüzden aramızda yeni bir
kırgınlık çıktı. Saçma sapan, usul dışı sözler içeren bir karşılık
yazdı. Karşılığını dosyalarım, evraklarım arasında tarihi bir
belge olarak saklıyorum. Gün gelecek, kimin kimden üstün
olduğu ortaya çıktıktan sora, yağ sürerek yapılan eleştirilerin
tek para etmediğini hatırlatacağım kimilerine. O karşılığın tek
bir tümcesini buraya, olduğu gibi değil, hatırımda kaldığı
kadarıyla aktararak, kültürümüz uğrunda verdiğim mücadelenin bir örneğini göstermek istiyorum. "İnci Üstüne İnci"
kitabım, Hani Sahip'e göre, eleştiri alanında bir avuç fışkıdır.
Evet, böyle değerlendiriyor o masum kitabimi. Hele şahsimi,
Yurt gazetesinde yayımladığı "Kaş Yaparken Göz Çıkarttı"
adlı bir yazısında "zavallı" olarak, "kıskançlık hastalığına"
tutkun olarak nitelemesini nasıl sindireyim, bilmiyorum. Bu
insanlarımıza ne geldi, Allah aşkına. Her kes birbirine sarılırken, bizimkilerin, ortada ciddi bir sebep yokken, birbirine
bu kadar kıyarcasına saldırmasını sindiremiyorum. Galiba
yabancı parmakların oyunları, alıp yürümeye başlamıştır
bizim toplumda. Kendim için fazla üzgün değilim, kaderi bu
kötü günlere kadar gelen bu kimsesiz toplum için üzgünüm.
Hüzün Martıları
65
Sahip üstlenir bir bakıma. Müdürlük tarafından kitabın
değerlendiricisi olarak görevlendirilirken, önsözde kimi satırların değiştirilmesini, hata kimi paragrafların biteviye kaldırılmasını önermiştir. Kimseyle fazlaca kafa yormaya zamanım
olmadığı için, önerileri yerine getirmekte gecikemedim. Fazla
katı kafalılık edersem, kitabın çıkmamasına neden olabilirim
diye düşündüm. Özcan'ımızın onuruna, bunu yapamadım.
Bağdat hastanesinde kanser ile savaşım verirken, hakkımda
söylediklerini ömür boyunca unutmayacağım. Kulaklarımda
çın çın çınlayacak: "Memet, Türkmen edebiyatında sene çoh
gadir oldu, söz olsun ayağa kağım hakkıvde güzel bir yazı
yazım"
Özcan'ın bu şirin sözlerini unutmak, yeryüzünde bütün
yaratıklara yakışırsa, bana yakışamaz. "Kalkarsın Özcan'a
diyordum kalkarsın". İşte kitap için yazdığım önsözde, Hani
kardeşimizin en fazla hoşuna gitmeyen bu iki satırlık tümce
olmuş. "Kim diyor ki, Özcan böyle bir söz söylemiştir" demeye kadar dayatmış. Buna şahit kimdir, tanık kim?". Yolu kısa
kesmek için, bu ve buna benzer kimi satırları önsözden silip
attım. Yan çatışmalara, hakikaten zamanım yok Nusret
dostum. Üstelik meydanda, tek başınaymışım gibi hissediyorum kendimi. Yoluma devam etmek için, kimi yerlerde
taviz vermeyi pek zararlı göremiyorum. Hani kardeşimizin
"Karanfil" kitabında sizin şiirlere de çattığını biliyorum. Onun
bunun taklitçiliğini yaptığınızın iddialarını ve bu yönde tuhaf
yargı, yadırganan fikirler savurduğunun farkındayım. Ama bu
gibi yargı ve fikirlere kimdir ki kulak asan. Bana kalırsa
"Karanfil" kitabi Türkmen edebiyatına ne kadar fayda
sağladıysa, bir o kadar da zarar getirmiştir. Kitap kabarık,
bilirsin. Ancak sorun sayfa doldurmak sorunu değildir. Sorun,
eleştirinin görevini anlamak, tarafsız davranmak, şiirimize
emeği geçen şairlerin hak ettikleri yerlerini, ne bir fazla, ne bir
eksik olarak belirlemek sorunu. Tek ben değil, bir kaç şairimiz
68
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
önünde şapkamı çıkarıp yere kadar eğiliyorum. Nice nice başarılar diliyorum.
Sayın Nusret kardeşim:
Geceleri elektrik kesildiği zaman kör lambalarımızı
yakıyor, çoluk çocuk bir odaya toplanıyoruz çoğu kez. Sizinle
geçirdiğimiz o tadına doyulmaz Erbil günlerimizi sinema
şeridi gibi gözlerimizin önüne getirerek yeniden yaşıyoruz
uzun uzun. Ailece anıyoruz sizleri birer birer. Yağmur'u,
Ozan'ı, Fırat'ı, Sümer'i ve Selma'yı... Bizimkiler, her kes kendi
yaşdaşından, yoldaşından, dostundan söz ediyor. Keşke zaman
geri dönebilse, tekrar görüşebilsek keşke, doya doya
birbirimize sarılabilsek diye özlemler geçiriyoruz. Çocukların
gözlerinden öperim. Onlara Nusret Merdan'ın kanadı altında
esenlikler, mutluluklar dilerim. Selama'ya benden ve Mistik
annesinden selamlar. Kendine iyi bak. Yakın bir mektupta
görüşmek dileğiyle sağlıkla kal.
Mehmet Ömer Kazancı
Bağdat: 25. 3. 1999
Hüzün Martıları
67
Atalarımızdan kalma bir söz vardır; "at yürür......", evet at
yürür. Bana kalırsa bu saçmalıkları ebediyen susturmanın,
ebediyen gömmenin en doğru yolu, yoruldum demeden
çalışarak, kültürümüzü zenginleştirecek güzel ürünler ortaya
koymak, edebiyatımızın aydın yüzünü yansıtan ciddi etkinliklere katılmaktır. Sizin de, bu gibi çalışmaların, orada, gurur
duyurucu, göğüs kabartıcı örneklerini verdiğinize çok seviniyorum. Kültürümüzün, dolayısıyla da davamızın yararına
attığın her adımdan haberdarım. Behçet kardeşimizden öğreniyorum. Telefon açıyorum ona, ara sıra. Telefonda sizden söz
açılırken, onun hazin, hıçkırıklı sesinde sizi kucaklıyor,
boğuluyorum.
Sayın kardeşim;
"İştar" dergisinde çıkardığınız dosyaya şiirimden bir kaç
tanesini çevirerek katmanıza sonsuz teşekkürlerimi bildiririm.
Türkmen edebiyatının geniş bir sahada tanıtılmasının, dünyada bir Türkmen edebiyatı da vardır diye, ağız dolusu haykırmanın zamanı çoktan gelmiştir. Bu sorumluluğu gönüllü
olarak, kimselerden teşekkür beklemeden üstlenmenizden
dolayı elinize hararetle sıkarım. Bu konuda her hangi bir
yardımda bulunabileceğimi buyurursan, hazırım. Salih Çavuşoğlu ile köprü kurup, yardımlaşmanıza çok sevindiriyor beni.
Öykülerinden tanıdığım Çavuşoğlu zengin kültürlü, geniş
ufuklu, açık düşünceli bir insan. Ona benden bol bol selamlar.
Geçirdiğiniz yaşam sıkıntılarınızı sırt ardı ederek, ileri doğru
attığınız bu umutlu adımlarınızı gelecek kuşaklar övgüyle,
takdirle anacaktır. Gurbet elde Türkmen edebiyatının elçiliğini
ilk yapan kişiler olduğunuzu saptayacak, kuşak kuşak aktarır
aktaracaktır. Bu çalışmalarınız bana Nusret Merdan'ın seksenlerde Türkmen edebiyatına kendini vererek ciddi çalışmalarını
hatırlatıyor. Her zaman demişimdir, simdi de üstüne basarak
söylüyorum tekrar, kültürümüz sürekliliğinin bir payını Nusret
Merdan'ın kaleminden kazanıyor. Bu bol bereketli kaleminizin
70
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
dürlüğü derken, Benderoğlu'nun hem Müdürlükten hem de
Yurt gazetesi başyazarlığından emekliye ayrıldığını bildirmek
isterim. Bu işler, Nevzat Abdülkerim'e kaldı. Kaldı ise de,
Benderoğlu bazen burnunu sokmaktan geri kalamıyor. Yani
Nevzat'a sözünü, bazen, bal gibi yutturuyor. Neyse, size bir
sürprizim var. Bağdat'tan yayın yapan televizyon kanalının
Türkmence bölümünde, bölüm başkanının teklifi üzere Edebiyat Dergisi adında bir program sunmaya başladım. Altıncı
aydan bu yana Türkmence bölümü bir saatlik olarak Bağdat
televizyonunun hem yerel kanalından hem de uydu üzerinden
yayın yapmaktadır. Uydu üzerinden yayın yapan kanal Avrupa
ülkelerine yöneliktir. Canlı olarak sunduğum programa, Çarşamba günleri, Bağdat vaktine göre öğleyin saat ikide
başlıyorum. Yirmi dakika süren programı, uydu üzerinden
sunulduğuna göre, sizin de izleme fırsatınız vardır. Programa
gelen mektuplardan, programın ilgi ile izlendiğini anlıyorum.
Bunu edebiyatçı dostlarımız da vurgulayarak söylüyorlar.
Mektubumu kısa kesmeye söz vermiştim. Şimdilik bu
kadarıyla yetiniyor ve tekrar size dönüyorum. İki satırlık da
olsa, tatmin edici bir şeyler yazmanı dört gözle bekliyorum.
Ailece selamlarımızı kabul edin. Allaha ısmarlıyoruz hepinizi.
Mehmet Ömer Kazancı
Bağdat: 7. 8. 1999
69
Hüzün Martıları
( 12 )
Bağdat: 7. 8. 1999
Çok değerli kardeşim
Nusret Merdan;
Her şeyden önce boynuna boyuna dostça sarılır gözlerinden öperim. Son mektubuna iki ay bir sürece aralıklı olarak
yazdığım iki ayrı mektubuma cevap almadığın için gerçek bir
korku yaşıyorum. Behçet kardeşimizden de, sizden bir ses
çıkamadığını öğrenince, bu korku artmaya başlıyor, binlerce
kara kara dumanlar başımızı sarıyor. Birinci mektubum on iki,
on üç - iyice hatırlamıyorum - oysa ikinci mektubum yedi sayfadan oluşmaktaydı. Bu tarihe kadar yanıtlamamanızdan
dolayı sizi ihmallikle suçlama aklımın ucundan geçmediği
için, Allah etmesin, hastalık gibi ya olağan üstü bir sorunla
meşgul olduğunuzu, ya da uzun mektuplara, yani kabarık, iri
zarflara sansürlerin müsaade etmediğini düşünüyorum. Bu
yüzden bu mektubu çok kısa keseceğim. Bir kaç satırda içimi
dökmeye çalışacağım.
Önceden "İştar" dergisinde Türkmen şiiri ile ilgili olarak
yayımlamış olduğun dosyayı, sevinerek, övünerek, göğsüm
kabara kabara okudum. Bu çalışmalarınız ile Türkmen edebiyatı size ve sizin gibi özverili insanlarımıza bir kat daha borçlu
oluyor. Umarım gelecek kuşak bu çalışmaların değerini algılar, idrak eder ve kültürümüzü daha geniş bir sahaya yaymakta
harcanan bu gibi emeklerin karşılığını unutamaz. Dergide
şiirlerime ayırdığınız yere, verdiğiniz öneme sonsuz teşekkürler.
Doktorayı aldıktan sonra kedimi edebiyata vermiş
bulunuyorum. Öykülerimi kitaplaştırmak amacıyla yeniden
temize aldım. Şiirlerimi de ona göre. Öykücülük ile ilgili yazılarımı gözden geçirdim. Onları da kitaplaştırmak için Türkmen Kültür Müdürlüğüne vermeyi düşünüyorum. Kültür Mü-
72
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
ömürleri boyu yaymaya çalıştığı gibi onun bunun karagözü,
karakaşı için verilmiş değildir. "ben olmasam olmaz"
deyenlerin artık piyasadan uzaklaşması, doğrusu geç de olsa,
beni memnun etti. Senin gibi iftihar kaynağı olan değerlerimizin kültürümüzün sahnesinde, değil sadece televizyonda,
Birlik Sesi yönetim kurulunda da, o güzel adının görülmesi
bizi mutlu kılacaktır. Yurt gazetesinin son sayısında "Kültür
Savaşçımız"ı uğurlayan, kültürümüzde varlıklarını ona burçlu
olanların abartılı yazılarını üzülerek okudum.
Aziz kardeşim:
Nazik ve değerli dostumuz Nevzat Abdülkerim'in Yurt
gazetesinin sorumlusu olması beni çok memnun etti. Bu
memnuniyetimi dile getirmek için kendisine bir tebrik mektubu yazdım. İnşallah Türkmen edebiyatı için hayırlı ve uğurlu
olur. Doktora alman gurur kaynağım oldu. O güzel anlarda
yanında olmayı çok isterdim. Milletimizin bir değerli insanı
olarak kültür alanında başarı haberlerin, bilimsel meydanda da
devamı, her zaman beni mutlu edecektir. Gamgin'den ayrıca
"bilmem ne oğlu"nun Gurbetten Gelen Mektuplar yazını yayımlamadığını duydum. Nafile, ne yaparsa nafile, su gibi hava
gibi her zaman karşılarına dikilip durmuşuzdur. Eminim ki,
adımız bile onun gibilerini hala rahatsız etmektedir. Ne mutlu
bizlere.
Şiir, öykü kitaplarını dört gözle bekliyorum. Ayrıca öykücülüğümüzle ilgili konferans vermeni bir önce gerçekleştirmeni diliyorum. Can İsmet Özcan ile ilgili kitap ne âlemde?
Bana gelince, burada, El-Kudüs El-Arabî gazetesinde
Fuzuli ve Nesimi ile ilgili yazılarım çıktı. Türkmen kültür ve
dili ile bir sürü Arapça araştırmalarım yayımlandı. Ayrıca
bilgisayarımda basabileceğim Türkmence küçük bir dergi
çıkarmayı düşünüyorum, uzun zamandan beri. Adını Fuzuli
olarak tasarlıyorum. Bu konuda bana fikirlerini yaz. Aynı
şekilde Almanya'da bulunan El-Cemel yayınevi bana Türk
71
Hüzün Martıları
( 13 )
Cenevre: 27. 8. 1999
Sevgili ve aziz kardeşim
Mehmet Ömer Kazancı;
Mektubunu on dakika önce aldım. Saat sabah 10:30 ve hemen
cevap yazmaya koyuldum. Bundan önceki uzun mektubunu da
aldım. Yanıt yazmada gecikmenin tek nedeni zamanın okulların tatile rastlamasıdır. Okul adresine tatilde yazacağım mektubun kayıp olmasından korktum sadece. Yoksa sana olan
sevgim, saygım hayranlığım giderek artıp büyüyor. Senin gibi
unutulmaz bir dosttan, yürekten yazılan mektuplar değil ben,
buradaki tüm Merdan ailesinin fertlerini fazlası ile memnun
etmektedir. Bu mektuplar vatanın o güzel yakasında olan
insanlardan gelmesi, bir nebze de olsa, içimde hiç dinmeyen
özlem alevlerinin üstüne bir avuç su serpmektedir. Mektupların ne kadar uzun olursa, memnuniyetim o kadar artmaktadır.
Mektubundan önce ağabeyim Behçet Gamgin'le telefon
konuşmasında, televizyonda edebiyat programı takdim ettiğini bana müjdeledi. İnan ki, o anda, kanatlarım olsaydı, Kerkük'e uçup yanına gelirdim, gözlerinden öpmek ve bu aslında
çoktan sana verilmesi gereken görev dolayısıyla şükranlarımı
bildirmek isterdim. Senin gibi diline ve kültürüne âşık ve
hayran bir değer tarafından güzel dilimizle tüm dünyaya
televizyon yayını yapılması, kültür ve edebiyat programı
sunulması, gurbet ellerde yaşayan bizleri, hepimizi memnun
etti. Taşına, toprağına, insanına hayran olduğumuz vatanımızla aramızdaki mesafeleri bir anda sıfıra indirmiş oldu.
Bağdat televizyonuna binlerce teşekkürler. Layık olduğun bir
yerde olman aslında uğruna verdiğimiz geçek değerlerin artık
yerinde oturması demektir. Irak'ta Türkmenlere verilen
kültürel haklar ilelebet devam edecektir. Ve bazı kimselerin
74
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
ceğim. Burada korkunç bir pahalık var. Korkunç bir vergi
sistemi var. Düşünebilir misin? Her ay 150 Frank radyo ve
televizyon vergisi veriyoruz. Burada meslek okullarına önem
verildiği için, insanlar bizler gibi okulu ölüm kalım meselesi
yapmıyorlar. O yüzden üniversite mezunları fazla değildir.
Delibaşımı avuçlarımın arasına aldığımda, yaşam bir şerit
gibi akıp gidiyor önümden. Fırsat ve mekân olsa dostluklarımızın en güzel anında durmak isterim. O an ki, sağımda Mehmet Ömer Kazancı, solumda İsmet Özcan, etrafımızda eksik
olmayan şiir ve edebiyat. Ne de güzel kızardık kimi
edebiyatçıların kıskançlıklarına, "Şafak"ın çıkması için hepimizin canla başla uğraştığımız günlede. Dostların dost, sevgililerin sevgili olduğu günlere, bitmek tükenmez bilmeyen
konuşmalarımıza, güzel Türkmen edebiyatını, kendi çoluk
çocuklarımızdan daha fazla düşündüğümüz o güzel anlara, bir
şiirin bizim için bir ekmekten, bir bardak sudan daha güzel ve
gerekli olan günlere. Şimdi düşünüyorum, yaşım 51, bu uzun
yılları ömür boyu hep bu şekilde yaşadım ve düşündüm.
Dolayısıyla çocuk-luğumu bile doğru dürüst yaşamamışım bu
kara sevda yüzünden. Mahallede çocuk oyunlarının en
beceriksiz çocuğu idim. Ne kâğıtkuşu yapabilirdim, ne doğru
dürüst gülle-gülle oynayabilirdim, ne sini-zarf, ne domino, ne
tavla, ne satranç, ne konken. İki şeye kaptırmıştım yüreğimi,
sözcüklere, bir de Hayfa Tobya'ya. Benim yaşımdakiler
günlerini gün ederken, ben aşkın bütün ıstıraplarını ve
heyecanını yaşıyordum. Hangi kızı ve kadını sevdimse
karşılık buldum. Hiç bir zaman bir kara sevdam olmadı.
Demek ki, Usta Kerim çamuru iyi doğurmuş. Elbette bir
çamurun
mayasında
(maya
çamur
için
kullanıp
kullanılmadığını bilmiyorum) Kazancı ve Özcan'ın-kine
benzer özellikler vardır. Elbette ki, bir gün ne olursa olsun, iki
dünya bir olsa bile, Kazancı ile tanışmak, görüşmek her şeye
sevgi gözü ile bakan yüreğiyle kardeş olmak varmış kaderde.
Hüzün Martıları
73
yazarı Nedim Gürsel'in "Boğazkesen. Fatih'in Romanı" romanını çevirmeyi teklif etti. O yüzden bir kaç kuruş kazanmak
için bu işi kabul ettim. Yoğun bir çalışma içerisinde girerek
hem çeviriyorum, hem de bilgisayara yazıyorum. Bu iş bir kaç
ay sürecek. Fuzuli dergisine gelince onu bilgisayarda yazdıktan sonra fotokopi yöntemiyle çoğaltıp, belli kültür merkezlerine ve aydınlara göndermeyi düşünüyorum. Ve tamamıyla
Irak Türkmen edebiyatının dergisi olacak.
Geçen mektubunda anlattığın acıların dinmesini temenni
ederim. Özellikle de ev konusunda. Arabanı sattığına üzüldüm. Bağdat gibi bir yerde arabasız olmak zor bilirim ve
sanırım üniversite evinizden çok uzaklardadır. Elden ne gelir.
İnşallah bu zalim ambargo bir gün kalkar ve aziz milletimiz
düzlüğe çıkar. Bundan iki ay önce Romanya'nın Köstence
şehrinde bir şiir festivali oldu ve bana davet geldi. Sadece
uçak masrafını karşılalamamı istediler. Ama ne yazık ki,
maddi imkânsızlık yüzünden katılamadım. Burada sadece
boğazımıza yetecek kadar para geçiyor elimize. Onun dışında
imkânsızlıklar içinde kıvranıyoruz. İş zaten yok. Bulunan iş,
garsonluk ve temizcilik işleridir. Zaten tüm yabancılar bu
işlerde çalışıyor. Diploma miploma fayda etmiyor. Zaten
devlet bir miktar yardım yapıyor, çalışırsan, verdiği paradan
aldığın kadarını kesiyor. Yani ayda mesela bin Frank veriyor
ise, çalıştığın işten kazancın 500 Frank ise, bu defa sana bin
Frank yerine 500 veriyor. Yani kazandığın para bir ek gelir
olarak yansımıyor yaşamına. Zaten o tip çalışmalar günde iki
ya da dört saatliktir. Dolayısıyla hiç bir işten tam olarak maaş
alamıyorsun. Tam maaş için 9 saat çalışmak lazım ve en az
3000 Frank almak gerekir ki, o da bizim durumumuzda olan
kimseler için imkânsız, hem yaş hem de hastalık bakımından.
Şeker hastalığı ve tansiyon hala devam etmektedir. Şekerimi,
özel bir alet ile kendim evde ölçüyorum ve kontrole gidiyorum. Türkmen edebiyatının hatırı için kolay kolay ölmeye-
76
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
( 14 )
Bağdat: 15. 3. 2000
Çok değerli dostum
Nusret Merdan
Bu mektubu size kurban bayramının ikinci günü yazıyorum. Evde tek başınayım. Çocuklar anneleriyle dedelerigillere
gittiler. Bu geceyi orada kalacaklar. Sanırım geçen mektuplarımın birini de bu gün gibi, yani bir bayramın ikinci günü
yazmıştım. Ancak o bayram, şeker bayramı mıydı, kurban
bayramı mıydı? Anımsamıyorum. Yalnız kaldığım zamanlar,
dostları, dostlukları daha fazla özlüyorum. Böylesi bayramlarda neler yapıyor, neler yapmıyorlar diye düşünceler
geçiriyorum. İçten, içtenlikle hepinizin kurban bayramınızı
kutluyor ve ayrıca yeni yılın milletimiz için güzel, mutlu ve
hayırlı günlere vesile olmasını temenni ediyorum. Hepinize
verimli, bereketli yıllar diliyorum.
Biliyorum güzel dostum, gurbetlerde böylesi münasebetlerin tadı, bizim buralardakinden çok farklıdır. Gurbet,
özlemleri derinleştirir, acıları çoğaltır, öfkeleri artırır, tedirginlik hançerlerini etten kemiğe kadar işletir. Ancak ne var,
gurbet akşamlarının bir diğer türünü biz de burada yaşamaktayız. Gerçi bizimki sizinkinden daha hafif, fakat bazen
sizin gibi gerçek gurbetlere mahkûm olan dostlarımızın soluklarıyla soluklanır gibi oluyoruz. Gurbet yalnızlık demekse,
yalnızlık her yerde yalnızlıktır. Yalnızlık, kalabalıkların en
çoğunluğunda bile, urganını, bizim gibi dostluklara susamış
insanların boynuna sarabiliyor, boğabiliyor. Buralarda her gün
bir kaç kez boğuluyor, bir kaç kez ölüyoruz. Günümüz gün
değil. Hiç bir şeyden söz etmezsek, zalim ambargo şiş şiş her
yanımıza her gün bir az daha batıyor, bir az daha kanatıyor her
yanımızı her gün. Üstelik saflıklardan, dostluklardan kalmışsa,
bir avuç, bir tutam kadar bir şeyler kalmıştır buralarda. Ertesi,
Hüzün Martıları
75
O, sevgilisine " Nerdeysen Erbil'e Dön" diyecekti, Ben de
"Gözlerim Açıyorum Karakolda Sen Yoksun" diyecektim.
Aynı yolun iki yolcusu idik. Şiiri paylaştığımız gibi hüzün ve
hasretleri de aynı sıcaklıkla paylaştık. Her şeyin bir "Yarısı
Ben de", diğer "Yarısı Sende Kaldı". Bu da dostlukların en
güzeli, kader ve yürek birliğinin en sıcak örneğidir. Buralarda
olmamalıydım. Bu sulardan içmeme-liydim. Bu gemiye
binmemeliydim. Daime kendimi yanlış yer ve zamanda
buldum. Her zaman sevgililere en geç yetişen bendim.
Hüzünlere ve ayrılıklara en çabuk vardım. İstediğim treni bir
türlü zamanında yakalayamadım. Rıhtımlarda veda mendili
sallamak, hep kaderim oldu. Bu yüzden güzel olan her şeyin
"yarısı bende" ve "yarısı sende kaldı".
Şiirlerini okuduğumda senin sesinle okuyorum. Ya da seni
düşünerek, o her zaman güleç yüzünü hatırlayarak okumaya
çalışıyorum. Şiirimizin yaşam kaynağını, şah damarını
bulmuşsun. Bu yüzden sözcükler şiirinde gürül gürül akmakta.
Bir mimar düşüncesiyle her taş, her tuğla gerektiği yerdedir.
Beraber tasarladığımız Arapça "‫ﻧ ﺼﻮص ﻗﺼ ﺼﯿﺔ ﺗﺮﻛﻤﺎﻧﯿ ﺔ‬
Türkmen Öykü Örnekleri" ortaklaşa el yazımız bende duruyor. Bu güzel projeyi bir gün hayata geçirmeye çalışacağım.
Her şeyde olduğu gibi, bu da, edebiyatımızı ne kadar
sevdiğimizin belki bitmez tükenmez kanıtlarından biridir. Hep
tanıdığım gibi kal. Yüreğin hep sevgiyle dolsun. Yol ve şansın
hep açık olsun. Ailece çok değerli eşin Um Mustafa'ya sevgi
ve saygılar. Selma onu her zaman sormaktadır. Merak ediyor
acaba fincan falına bakmayı öğrenmiş mi? Sümer ile Fırat
sevgili Nimet ile Ülfet'e selam ve sevgilerini gönderiyorlar.
Fırat Mektubunun cevabını bekliyor. Kazancı ailesinin en
sevimli diktatörü Mustafa'ya, Ozan ve Yağmur kucak dolusu
selamlarını gönderiyorlar. Mektubunu ve başarı haberlerini
dört gözle bekliyorum. Hepinizi Allah'a emanet ediyoruz.
Nusret Merdan.....Cenevre: 27. 8. 1999
78
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
tadır bu önlem, buradaki söylentilere göre. Doğru olabilir!!!
Aslında ülkede bilgisayar vardır, ancak özel çalışmalarda,
özellikle de devlet çalışmalarında kullanılmaktadır. Duyuyoruz, göremedik.
Değerli kardeşim:
Benim çalışmalarıma gelince, haftanın altı günü gel git
içindeyim. Halk deyimiyle, başımı kaşımaya zamanım yok.
Fakültede ikisi mastar, üçüncüsü doktora olmak üzere üç
yüksek öğretim öğrencisine yönetmenlik yapıyorum. Ayrıca,
hem bizim bölümün ikinci sınıf öğrencilerine, hem de ilgili
bölümlerin lisansüstü öğrencilerine ayrı ayrı dersler veriyorum. Pazar günleri radyo ve televizyon evine uğruyorum.
Bilirsin, Türkmence yayınlarının Bağdat kanalı yoluyla sunulmaya başladığı günden bu yana, "Edebiyat Dergisi" programını hazırlamayı ve sunmayı üstlenmiş bulunuyorum. Programı
Pazar günleri akşamlayın tepe alıyoruz. Programın rejisörlüğünü bazen İrfan Dayıla, bazen de Adnan Sarıkâhya'nın eşi
Fevziye Tevfik yapıyor. Programın bazı hazırlıklarını Türkmence bölümünde görüyorum. Edebiyatçılarımızdan, özellikle
genç edebiyatçılarımızdan gelen mektuplara göz atıyorum
öncelikle, uygun katkılar varsa, programda sunmaya çalışıyorum. Genel bir değerlendirme ile söyleyebilirim ki, televizyonu izleyenlerin büyük bir çoğunluğu program ile yakından
ilgilenmekteler. Bunu programa gelen mektuplardan öğreniyorum. Haftada yaklaşık on beş kadar mektup alıyorum. Bular
arasında programı geliştirmek için öneriler içeren mektuplar
olduğu gibi, katkı amacıyla gönderilen mektuplar da vardır.
Her zaman olduğu gibi, katkıların azami oranını şiir oluşturmaktadır. Programda genç şairlerimize daha fazla fırsat vermeyi yeğliyorum. Onların ellerinden tutmak, onları yüreklendirmek, teşvik etmek ve dillerini, kültürlerini sevmek yoluna
"calamak" amacını güdüyorum bu tutumla. Bu güne kadar bu
işte başarılı olduğumu kestirerek söyleyebilirim. Programın
Hüzün Martıları
77
Nusret Merdan, İsmet Özcan ile gitmiş, kayıp olmuştur.
Kimseyi, o bildiğin samimiyet ile sindiremiyorum, parmakla
sayılabilecek bir kaç dost hariç. Buradaki arkadaşlarımızın
tümüyle aram, resmi ilişkileri aşamıyor. Dert açacak, sır
deşecek bir dost kalmamış gibi. Bunları geçen mektuplarımda
da yakınmıştım sana. Ancak, zamanla bu duyguların değişebilecek olasılığıyla avunduruyordum kendimi. Oysa bu gün
bile aynı duyguların etkisiyle yaşıyor, aynı etkilerin altında
bocalıyor, kıvranıyorum. Erbil günleri tek tesellim oluyor.
Yalnız kaldığım zamanlar, tiryakisi olduğum sigara savura
savura o günleri tüm ayrıntılarıyla gözlerimin önünden geçiriyorum. Sizi düşünüyorum, Zanko'yu, Erbil kalesini, Erbil'deki dostlarımızı, Eski Kelek'i, o hacimce küçük fakat değerce
büyük dünyamızı, o güzel, o içten konuşmaları, dert dökmeleri, yakınmaları, sevinmeleri, her konuda fikir alışverişlerini,
o sürekli olarak kültürümüz için, edebiyatımız ve toplumumuz
için tasarladığımız, yapmasını düşündüğümüz projeleri ki,
"Yarısı Sende Kaldı, Yarısı Bende".
Biliyorum dostum, Erbil'de olduğu gibi yaşadığın gurbet
ellerde de sürekli çalışmalar, kültürümüzün, varlığımızın
yararına olan çalışmalar içindesin. Bunu bana yazdığın mektuplardan öğrendiğim gibi, Behçet kardeşimize gönderdiğin
mektuplardan da öğreniyorum. Bir kaç gün önce Kerkük'teydim. Behçet'e yazdığın mektupları gösterdi, okudum. "Boğaz
Kesen Mehmet Fatih" romanının çevrisini bitirmenden dolayı
tebrik ederim. Üstün değerde bir çevri olduğuna hiç kuşkum
yok. Basılıp yayımlandıktan sonra muhakkak bir nüshasını
görmek isterim. Behçet'e gönderdiğin mektubu bilgisayarla
yazmış olduğuna oldukça sevindim. Bilgisayarı kullanmayı
öğrenmen, bir kazançtır başlı başına. Biz burada daktilodan
bile mahrumuz, bilirsin. Resmi bir izin belgesi olmayınca
böylesi bir makineye sahip olmak mümkün değildir. Bu
tehlikeli makinenin güvenlik ile ilgisi olduğuna bağlanılmak-
80
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
diğerleri bu konuda ne kadar dersen ciddiler. Daha neler
yapabiliriz diye her zaman arayış içindeler. Türkmence ile
Kürtçe yayınları için özel bir uydu kanalının tahsis edileceği
diye bir laf da dolaşmakta ortalıkta. Bu laf gerçekleşecekse,
yeni avantajlar meydana koyulacak bizim için.
Televizyon için hazırladığım programı, radyo yoluyla da
veriyorum. Ancak bunu kimi değişikler ile yapıyorum. Radyo
evinin arşivinde, edebiyatçılarımız ile eskiden yapılan görüşmeler bulunmaktadır. Bunlardan yararlanarak, söz ettiğim edebiyatçılarımızı kendi sesleriyle de sunuyorum. Bütün bunları,
değerli dostum, bütün bunları, ayda yedi bin Dinar karşılığına
yapıyorum. Evet, yedi bin Dinar. Ağızda çok, ancak Dolar'la
ölçülürse, üç buçuk Dolar karşılığı bir şey. Oysa radyo evine
her gidip gelirken, bunun iki mislini, üç mislini serf ediyorum.
Nedense bu fedakârlıktan yararlanan çok sevdiğim biri vardır.
Algılıyorum bunu, çok iyi idrak ediyorum. Onun şerefine,
onun onuruna bu görevi seve seve yapıyor ve bir nice yıl daha
yapacağıma, kimseye değil kendime söz vermiş bulunuyorum,
Türkmen kültürü şerefine, Türkmen kültürü onuruna. Bu gün
memleket içerisinde varlığımızı korumak yolunun tek bu
köprü üzerinden geçerek sağlanabileceğine içten inanmaktayım. Bunu yalnız radyo ve televizyon yoluyla değil, zamanım oldukça diğer yayın organlarımız aracılığıyla da yapıyorum. Geçenlerde üstat Ata Terzibaşı, eserlerini yazarken başvurduğu kaynakların orijinalliği hakkında bir yazım Yurt
gazetesinde çıktı. Bir diğeri de Fuat Hamdi ile ilgili bir yazı.
Bu bir görüşmeden ibaretti. Nedense bu çok kibar insanımızı
göz ardı etmiş, ihmale uğratmışız. Oysa takdire şayan bir
yazardır. Gerçi bazı konularda özel tutumu varsa da, fakat çok
çekici bir üsluba, çok akıcı bir kaleme sahiptir. Önümüzdeki
günlerde Faruk Köprülü'nün ( ‫ﻓ ﻀﻮﻟﻲ اﻟﺒﻐ ﺪادي ﻓ ﻲ ﺟﮭ ﻮد اﻟﺒ ﺎﺣﺜﯿﻦ و‬
‫ )اﻟﺪارﺳ ﯿﻦ اﻟﻌ ﺮاﻗﯿﯿﻦ‬başlıklı kendi hesabına yeni yayımladığı kitabı
hakkında bir değerlendirme yazmayı düşünüyorum.
Hüzün Martıları
79
zamanı az daha uzatılsa, daha fazlasını yapabilirim. Program,
on beş yemi dakikalık bir şey. Rejisörün "Kiyu" demesiyle
"Stop" demesi arasındaki bu zamanın, öyle hızlı akmasına
şaşırıyorum bazen. Haftalık bir programın, hele edebiyat gibi
bir programın, böylesi kısa, böylesi yetersiz bir zaman
içerisinde, hem kusursuz, hem herkesi razı edebilecek, hem
de "ne şiş yansın ne kebap" yöntemiyle sunulmasının
zorlukları pek çok. Geçenlerde Abdullah Safı'nın bir şiirini
okurken, çeviklikten, aceleden bir dil sürçmesi yapmışım
programda. Bir mısrada geçen "efgan" sözcüğünü "ifgan"
olarak okumuşum. Programı izleyen Ali Marufoğlu Yurt
gazetesinde yayımladığı bir yazıda, gözünü yumup ağzını
açarak, eleştiri adına bize ve programa saymadık sözler
kalmadı. Gel dayan, gel tahammül et. Cevap versen bir bela,
vermesen bin bela. Ortalığı fazla karıştırmamak ve
Marufoğlu'nun toplumdaki yerine hürmet olarak, bir kaç kez
kalemi elime aldımsa da, sonunda karşılık yazmaktan
alıkoydum.
Programın yüzde elli zamanını "Bize Gelen Mektuplar"a
ayırıyorum. Mektupların birçoğunun, ölçülmez değerde dörtlükler, hoyratlar içerdiğine şaşıp kalmadan edemiyorum. Bir
bakıyorsun, adını duymadığımız, tek bir mısraını bir yerde
okumadığımız genç kalemler, hatta bazen ev hanımları, eşine
az rastlanan, dil bakımından düzgün ancak imla bakımında
oldukça bozgun, derin ifadeli şiirler gönderiyorlar programa.
Bu millete fırsat verilse, kendi varlığını en ağır bir şekilde
ortaya koyacaktır. Mesela dil fırsatı. Mesela eğitim fırsatı.
Türkmence programının Bağdat uydu kanalından yayın
yapması, sesimizi dünyaca duyurmak bakımından, güzel bir
fırsat sayılır bizim için. Bunu, en etkin bir şekilde kullanmaya
çalışıyor ve elden geleni yapmaktan geri kalamıyoruz. Türkmence bölümünün başkanı Selahattin Mahiyettin, bölümün
kadroları Adnan Sarıkâhya, Fazıl Mahmut, Şakir Ahmet ve
82
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
hangi bir yararı olmadı. Sağ ayağını kesmeyi önerdiler.
Ameliyattan çıkarken iyi idi. Ancak bir hafta sonra fazlaca
bozuldu. Bir kaç gün serum ile yaşadı. 21. 3 tarihinde saat beş
sabahleyin ömrünü size verdi.
Sayın dostum, çocuklara benden ve tüm bizimkilerden
sıcak sıcak öpücükler, kucak dolusu sevgiler. Selma Abla'ya
da, bir o kadar saygı ve selamlar. Ben yazmadımsa da siz
yazın. Mektuplarınızdan yoksun etmeyin bizi. Mektuplarınıza
her zamankinden bir nice kat daha ihtiyacım vardır. Gözlerinizden öperim.
Mehmet Ömer Kazancı
Bağdat: 25. 3. 2000
Hüzün Martıları
81
İşte fırsat buldukça Yurt gazetesi için yazmaktan, şu veya
bu faaliyetlere katılmaktan geri kalmıyorum. 24 Ocak
dolayısıyla geçen ay, Bağdat'ta, Edebiyatçılar Birliğinde muhteşem bir şiir festivali düzenlendi. Güzel dilimizin konuşulduğu tüm bölgelerden gelen edebiyatçı ve yazarların katılımlarıyla gerçekleşen festivalde, Türkmence ve Arapça şiirler
okundu, konuşmalar yapıldı. Yüz kadar katılımcı vardı yaklaşık. Sizi soranlar çoktu, arkadaşlar arasında. Bir yeriniz
boştu. Geceyi televizyon kameralarıyla belgeledik ve Edebiyat Dergisinin üst üste üç programında sunduk. Ayrıca Merbit
festivali kapsamında bir kaç arkadaşla birlikte Arapça
çevrisiyle birer şiir okuduk. Bu yıl Merbit festivaline Türkiye
ile Azerbaycan'dan katılanların sayısı çok yüksekti. Türkiye'den Ümit Yaşar Işıkhan da gelmişti. Sizi sordu. İzmir'den
geçerken, onu telefonla aramışsınız, İzmir'de değilmiş, annesiyle konuşmuşsunuz. Türkiye'deyken sizi göremediği ve
yardımda bulunamadığı için çok üzgündü. Nerede yerleştiğinizi sordu. Adresinizi aldı. Sizinle yazışacağına söz verdi.
Festivale katılan Türkiye ve Azerbaycan heyetine Şafak kitabımızdan bir on tane dağıttım. Ayrıca Ümit Yaşar Işıkhan'ın
isteği üzere, Şafak'tan kimi şiirlerimizi Latin harflerine
çevirdim. Homeros adında bir dergi çıkarmakta, onda
yayımlayacak.
Değerli kardeşim:
Bir kaç gün yazı masamın çekmecesinde beklettiğim bu
mektuba, bitirmek için, yeniden göz atıyorum. Yukarıda
yazdığım satırlardan başka, mektuba eklenebilecek çok şeyler
vardır içimde. Ancak hiç rahat değilim, fikrim hiç saf değil.
Kerkük'teydim iki gün önce. Üç gün kaldım. Annem Tanrının
rahmetine kavuştu, uzun bir süre yataklık hasta kaldıktan
sonra. Tansiyon, şeker ve son olarak gangarin. Sağ ayağının
büyük parmağında çıban kadarı bir yara peyda oldu önceleri.
Gelişe gelişe işler karıştı. Doktorların müdahalelerinin her
84
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
Münafıklara bir tokat yerine, her defasında dört tokat
atabilmek için. Kerkük'ün Sokak, cadde, unutulmuş köşelerini
günde dört defa öpüp, başımıza koymak için. "Keşke nenelerimiz bizleri cüt doğaydılar", hiç olmazsa şimdi bir Nusret
senin yanında kalırdı. Ortak olurdu hüzünlerine. Yeni şiirlere
seninle beraber imza atardı. Yüreği seninle çarpardı, Türkmen
edebiyatı için. Bayramlarda seninle bayramlaşırdı.
Böyle bir şey olsaydı, şimdi yanımda bir Mehmet Ömer
Kazancı da olurdu. Dört duvar arasında geçirdiğim günlerde
beni "Arzu Kamber" masalıyla uyuturdu. Kuşların öten,
insanlardan hiç ürkmeyen serçelerin Kerkük'ten geldiğine beni
inandırırdı. Cenevre gölünün Hasa'ya komuşu olduğunu yemin
billâh ederek, bir az olsun beni ikna ederdi. Ara sıra
sokaklarda gördüğüm başı bağlı Müslüman kadınlarının: Gülnaz Bacı, Devlet Âte, Şakir Nenesi, Pembe Dayaza olduklarını söyler dururdu. Köşe başında, duraklarda bekleyen yalnız kadınların, aslında gençliğimizde sevdiğimiz komşu kızları
olduğu konusunda bana masum yalanlar söyleyebilirdi. Gene
bilginleri keşke, senin yanında bir Nusret Merdan'ın kopyasını, benim yanımda bir Mehmet Ömer Kazancı'nın kopyasını
yapabilseler.
Kendimizi avutalım ve diyelim "neden olmasın, Allah
yardım ederse, elbette bilginler insafa gelip herkesten önce
birbirlerine çok ihtiyaçları olan dostların kopyasını yapabilirler".
Böyle bir mucize gerçekleşirse, onlardan bir ricam daha
olacak: "senin için Um Mustafa'nın bir kopyalısını yapmalarını isteyeceğim", çünkü şiirimize bile taşıdığın kadarıyla
Um Mustafa'yı ne kadar sevdiğini yakinen biliyorum.
Aziz Dostum:
Sabah saat 11:30 hava bulutlu, çocukların gürültüsü içinde bu mektubu yazıyorum, hiç müsvedde kullanmadan, sanki
bütün sözcükleri birisi kulağıma fısıldıyor. Elbet bu kulağıma
83
Hüzün Martıları
( 15 )
Cenevre: 28. 5. 2000
Şiirimin ve dostluğumun ayrılmaz parçası
Mehmet Ömer Kazancı;
Sana her mektup yazdığımda sözcüklerin kifayetsiz olduğunu, her gün bir az daha farkına varıyorum.
Bir gün sevgili İsmet'imize kısa bir mektup yazmıştım,
demiştim ki, "Kerkük Kerkük olalı, böyle bir dostluk görmedi." Bu lafı çok sevmişti sevgili İsmet'imiz. Bu sözcüğü her
zaman sana karşı da içimde duydum, ama bir türlü yazıp veya
söyleyemedim. Şimdi müsaadenle aynı şeyi kelimelerle yazmak geçiyor içimden. Sevgili Mustafa Babası; Kerkük Kerkük
olalı böyle bir dostluk görmedi, bizim dostluğumuza benzer.
Bunu sadece günlük hayatta değil, edebiyat alanında da hep
sürdürdük ve sürdürüyoruz. O "yüzde dost kalpte hain" tarzdaki "sözde dostlar", hiç bizim dostluk "kırağının" /kenarının
yanından geçmedi, geçemez de. Başkalarına karşı hep sınır
koymayı bildik, ama kendi aramızdaki sınırları söz birliği
edercesine havaya uçurduk. Türkmencede bir deyim var çoğu
kez alay için kullanılır, "nenev seni cüt doğaydı / annen seni
çift doğaydı". Keşke annelerimiz bizi çift doğaydı. Birbirimizi
daha fazla sevmek için, bir şiiri dört defa okumak için.
Haksızlık ve hain dostlara karşı iki defa değil, dört defa karşı
koyabilmemiz için. Keşke "nenelerimiz bizleri çüt doğaydılar", sevdiğimiz sokaklardan dört defa geçmek için. Hamza
Hamamcıoğlu'na, Kahtan Hürmüzlü'ye her gün dört defa
"merhaba, necesen" diyebilmemiz için. Sevdiğimiz horyatları
sevdiğimiz kadınlara, bir defa değil, dört defa söylemek için.
Onlara hep bir ağızdan "seni seviyorum" diyebilmek için.
Hasa'yı her defasında dört kere geçmek için. Dost evlerine
bayramlarda, mutlu günlerde dört defa misafir olmak için.
86
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
( 16 )
Bağdat: 16. 7. 2000
Değerli dostum Nusret Merdan;
Son mektubunda samimi ifadelerle dile getirdiğin, o saf, o
şeffaf, o sıcak duygularına sonsuz teşekkürler.
Bu mektubu, size daha önce yazdıklarımdan farklı, hem de
çok farklı olacak. Özel olarak yazıyor, pek yakın zamanda
cevabını Arapça olarak bekliyorum. Neden pek yakın zamanda, neden Arapça? Bunu, mektubu okuyunca anlayacaksınız.
Dün Türkmen Kültür Müdürü Nevzat Abdülkerim telefonla müdürlüğe: özel bir mesele var, seni mutlaka yarın görmem lazım diye rica ederek çağırmıştı. Erken istediği için,
erken gitmiştim. Kasım Sarıkâhya da oradaydı. Çok titiz bir
sorundan söz edildi. Öteden beri Edebiyatçı ve Yazarlar Birliğinde üye olan, ancak şu veya bu sebepten dolayı ülke
dışında yaşamayı tercih eden arkadaşların adlarından, özgeçmişlerinden göz geçiriliyor, ülkeye karşı tutumları değerlendiriliyor. Hedef, ülke dışındaki aydın, kültürlü ve kalem sahiplerine tekrar değer kazandırmak, ülke yararına yapabilecekleri
her çalışmada kolaylık göstermek, destek vermektir. Devletin
bu yeni tutumu, ayrıca başka bir amaç daha gütmektedir.
Dışarıdaki insanlarımızı, maddi veya manevi teşviklerle ülke
düşmanlarının kucağına düşmekten korumak, sağduyularını
etkilemek, kirletmek isteyenlerin önüne geçerek, komplolarını,
oyunlarını başarısızlığa uğratmaktır.
Edebiyatçılar Birliğinin Türkmen bürosundaki dosyalardan, ülke dışında yaşayan arkadaşlarımızın adları bu esas
üzerine incelenerek, bir 10 ile 15 edebiyatçı olarak tespit
edilmiş ve hepsi "dost" olarak değerlendirilmiştir. Yani her
hangi birisinden ülkeye zarar verebilecek bir davranış görülmediği için, iktidar taraftarı olarak gösterilmişler. Şimdi aynı
yönde, diğer adımların atılması düşünülüyor. Seçkin edebiyat-
Hüzün Martıları
85
fısıldaya şiir şeytanı olsun, ister meleği, her halde ikimizi de
çok seviyor. Çünkü hep güzel şeyler fısıldıyor. O söylüyor ben
yazıyorum. Âdete onun resmi bir mamuru yada katibi oldum.
Bu görevi de çok sevdim doğrusu. Güzel şeyler söyleyen "şeytan ya da melek" dostlar başına. Yoğun bir çalışma içinde
olduğun beni çok sevindirdi. Edebiyatımız ve kültürümüz yolunda her adımda sana başarılar dilerim. Ben de aynı çabalar
içindeyim. Ekim ayında Türkmenistan'a davet edildim. İnşallah gidebilirim. Arapça dergilerde yazı ve hikâyelerim yayımlanmaktadır. Âl-i Merdan'ın tüm fertleri Âl-i Kazancı'ya selam
ve sevgilerini gönderir. Selma, Um Mustafa'ya mahsus selam
ve özlemlerini iletir. Kızlar da aynen Ülfet ve Nimete, oğlanlar da Mustafa beye. Annenin vefatı dolayısıyla başsağlığı ve
sabırlar dilerim.
Nusret Merdan
Cenevre: 28. 5. 2000
88
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
giyi bütün dünyaya taşımakta, bütün dünya doğduğun bu
toprakları ne kadar sevdiğini bilmektedir. Bu artık gizli bir şey
değildir.
Bu ülke yalnız bir kaç kişinin değil Nusret'im, hepimizidir.
Bu ülke, seni, beni ve tüm kardeşçe yaşamaya susamış
inanları, altında toplayabilecek geniş bir otaktır. Bu güzel
ülkenin, bu güzel ülkenin otağı altında barınan insanların
çiğnenen haklarını savunmak, kendi haklarımızı, dostlarımızın, kardeşlerimizin ve çocuklarımızın haklarını savunmak
demektir bildiğin gibi. Bu konuda nemelâzımcılık ne sana, ne
bana yakışır, ne de edebiyatçıyım diyen onurlu insanlara. Ben
şahsen ortada konuşulan o soruna bu açıdan bakıyor ve
devleti, ülke dışında yaşayan aydınlara yüklemek istediği
sorumlulukta, haklı görüyorum. Sana ricam; bu konuyu fikrinde evir çevir, ötesine berisine iyice bak. Sanırım aynı sonuca varacaksın. Unutma ki, burada seni sevenler, yürekleri
senin için güm güm atan insanlar vardır, dostlar vardır. Onları
da hesaptan düşürme.
Sana bu mesajı ulaştırmak için bana teklifte bulunan dün
Türkmen Kültür Müdürlüğünde karşılaştığım arkadaşlar, bu
işte bazı avantajların da bulunduğunu anlattılar. Ülkeyi, söz
gelimi, istediğin zaman ziyaret edebilirsin. "Muğteribin/
Göçmenler" kimliği alabilir, her yıl "muğteribin"ler için bir
aylığına ülkede devlet hesabına yapılan gezi niteliğinde olan
toplantılara katılabilirsin. Irak elçiliğinde ismini resmen kaydedebilirsin.
Aziz dostum:
Konu ile ilgili düşüncelerini pek yakın zamanda öğrenmek isterim. Ben Türkmence yazdım, sen Arapça yaz. Yani,
değil benim, onların da okuyabileceği, anlayabileceği bir dille.
Zira bu konuda senden alacağım cevabı, olduğu gibi onlara
okumayı düşünüyorum, işin içinden selametle çıkabilmek için.
Bu isteğimde beni mazur görmeni dilerim. Çocukları birer
Hüzün Martıları
87
çılarla yeni sayfalar açmak, köprüler kurmak ve ambargo
yüzünden ülkede yaşanan zorlukların kimi taraflarını dünya
medyasına yansıtmak için, rağbeti olanları bu konuda çalıştırarak edebi yeteneklerinden bu yönlerde yararlanmak gibi
adımlar. Bu konuda, Türkmen edebiyatçıları arasında adından
en çok söz edilen sizsiniz. Bir kaç gün önce "özel" bir şubeden
üç kişi Türkmen Kültür Müdürlüğüne başvurarak, size nasıl
ulaşabileceklerini Nevzat ve Kasım ile konuşmuşlar. Dün ziyaretlerini tekrarlayarak, bu kez beni görmek istediklerini
söylemişler. İşte saat on buçuk dolayında, biz Kasım ve Nevzat ile bunları konuşurken, geldiler. Tanıştık. Direkt olarak
konuya girdiler. Aramızdaki samimi dostluktan, sizin oradaki
tüm çalışmalarınızdan haberdarmışlar. Hatta geçenlerde bir
radyo görüşmesinde, ülke hakkında, ülkeye uygulanan ambargo hakkında bir şeyler söylemişsin, söylediklerinden memnundular. Sürekli olarak mektuplaştığımızdan da haberleri varmış.
Kısacası, size ulaşmak, sizinle ilişki kurmak isteği var ortalıkta. Ne gibi ilişki? Bu, benim onlara yönelttiğim soru idi.
Dostluk ilişkisi, dostluk köprüsü o kadar, söylediler, siyaset ile
ilgili değil. Ülkenin geçirdiği zorlukları edebi ürünler ile ele
alarak dünya kamuoyuna yansıtmaya çalışmak, Irak'lıların ambargo yüzünden çektikleri sıkıntıları dile getirerek, ambargoyu kaldırmak yönünde yapılan siyasi çalışmalara, edebi ve
insanı yazılarla destekçi olmak. Sizden istekleri bu kadarmış,
söylediklerine göre. Zaten Nusret'i bildim bileli, siyasete karıştığını göremedim, dedim onlara, kendini edebiyat dünyasına
kaptırmıştır. Bu suda, bir balıktır o, çıkarırsanız biter, başka
bir yerde yaşayamaz, dedim.
Ülkenin, can dostum Nusret, gerçekten de sizin gibi aydın
insanlara ihtiyacı vardır. Bizim buralar, zalim ambargo yüzünden azabistana dönüşmüştür. Bu zulme karşı kalemimizi kullanmamız, sanırım ki, boynumuzun borcu. Irak'ı ne kadar sevdiğini bir ben değil, onun hakkında yazdığın şiirler de bu sev-
‫‪89‬‬
‫‪Hüzün Martıları‬‬
‫‪birer öper, Selma'ya saygılarımı sunarım. Selma'ya söyle,‬‬
‫‪fincanımıza baksın bir, nereye götürüyor bu devran bizi,‬‬
‫‪çıkarsın telveler arasından anlatsın bir. Sen iç kahvemi yerime,‬‬
‫‪nasıl olur demeden. Annem beni "cüt doğuptu", adımın beri‬‬
‫‪Memet Kazancı, öbürü Nusret Merdan. Kazancı'ya, burada‬‬
‫‪atılan tokat, orada Nusret'in yanağında yankılanacak. Orada‬‬
‫‪tırnağına değen taş, burada benim kalbimi derinden incitecek.‬‬
‫‪Allah sizi, sizinkileri, bizi, bizimkileri her eziyetten korusun.‬‬
‫‪Saklasın, beklesin hepimizi. En derin sevgilerimle.‬‬
‫‪Derttaşın‬‬
‫‪Mehmet Ömer Kazancı‬‬
‫‪Bağdat: 16. 7. 2000‬‬
‫‪Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı‬‬
‫‪90‬‬
‫) ‪( 17‬‬
‫‪Not: bu mektubun Arapça olarak yazılmasının nedenini‬‬
‫‪öğrenmek için bundan önceki (No:16) mektuba bkz.‬‬
‫‪2000 /8 /10‬‬
‫ﻋﺰﯾﺰي أﺑﻮ ﻣﺼﻄﻔﻰ‪...‬‬
‫ﻣ ﻮدﺗﻲ وﺗﺤﯿ ﺎﺗﻲ اﻟﻘﻠﺒﯿ ﺔ ﻣ ﻊ ﺗﻤﻨﯿ ﺎﺗﻲ ﻟﻜ ﻢ ﺑﺎﻟﻤﻮﻓﻘﯿ ﺔ واﻟ ﺼﺤﺔ واﻟﻨﺠ ﺎح ‪.‬‬
‫إﺳﺘﻠﻤﺖ رﺳﺎﻟﺘﻚ اﻟﻤﺮﺳﻠﺔ ﻓﻲ ‪ 2000/7/16‬وأود أن أﺷ ﻜﺮك أوﻻ ً ﻋﻠ ﻰ‬
‫ﻣﺸﺎﻋﺮك اﻷﺧﻮﯾﺔ ‪ ،‬أﻣﺎ ﺑﺼﺪد ﻣﺎ ﺟﺎء ﻓ ﻲ رﺳ ﺎﻟﺘﻚ ‪ ..‬ﻓﺄﻧ ﺎ ﻻ أزال ﻋﻠ ﻰ‬
‫ﻛﻤﺎ ﻋﮭﺪﺗﻨﻲ ‪ ،‬وﺳﺄﺑﻘﻰ ﻛﻤﺎ ﻛﻨﺖ داﺋﻤﺎ ً ﻣﻨﺘﻤﯿﺎ ً اﻟﻰ ﺗﺮاب اﻟﻮﻃﻦ اﻟﻌﺰﯾ ﺰ‬
‫ﺣﺘ ﻰ آﺧ ﺮ ﻟﺤﻈ ﺎت ﻋﻤ ﺮي ‪ ..‬ﻣﻔﺘﺨ ﺮا ً ﺑﮭ ﻮﯾﺘﻲ اﻟﻌﺮاﻗﯿ ﺔ اﻟﺘ ﻲ أﻋﺘﺒﺮھ ﺎ‬
‫ﺑﻤﺜﺎﺑﺔ وﺳﺎم ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﻟﻲ ﻓﻲ ﺑﻼد اﻟﻐﺮﺑ ﺔ ‪ ،‬وﻻ أﻛﺘﻔ ﻲ ﺑﮭ ﺬا اﻟﺤ ﺪ ‪ ،‬ﺑ ﻞ أن‬
‫أوﻻدي ﺗﺮﺑﻮا ﻋﻠﻰ اﻹﻓﺘﺨﺎر ﻗﺒ ﻞ ﻛ ﻞ ﺷ ﺊ ﺑﻌ ﺮاﻗﯿﺘﮭﻢ ‪ ..‬وإﺑﻨ ﻲ )اوزان(‬
‫داﺋﻢ اﻟﺴﺆال ﻋﻦ اﻟﻮﻃﻦ اﻟﺬي ﻻﯾﺘﺬﻛﺮ ﻋﻨﮫ إﻻ اﻟﻘﻠﯿﻞ ‪ ،‬ﻟﺬﻟﻚ ﻓﮭﻮ ﯾ ﺴﺘﻌﯿﻦ‬
‫ﺑﺎﻷﻃﻠﺲ ﻓﻲ ﻣﻜﺘﺒﺔ اﻟﻤﺪرﺳﺔ ﻟﻤﻌﺮﻓﺔ ﺗﺎرﯾﺦ اﻟﺤﻀﺎرة اﻟﻌﺮاﻗﯿ ﺔ ‪ ،‬وﻛ ﺬﻟﻚ‬
‫)ﯾﺎﻏﻤﻮر( ﺣﯿﻨﻤﺎ ﯾﺮى ﺑﺮﻧﺎﻣﺠﺎ ً ﻟﻜﺮة اﻟﻘ ﺪم ﯾ ﺴﺄل ھ ﻞ اﻟﻤﻨﺘﺨ ﺐ اﻟﻌﺮاﻗ ﻲ‬
‫أﻗﻮى ﻣﻦ ھﺬا اﻟﻔﺮﯾﻖ ﯾﺎﺑﺎﺑ ﺎ ‪ .‬ﻓﺄﺟﯿ ﺐ داﺋﻤ ﺎ ً ﺑﺎﻟﺘﺄﻛﯿ ﺪ ‪ ،‬وأﻧ ﺎ ﻛﻤ ﺎ ﻋﮭ ﺪﺗﻨﻲ‬
‫ﺑﻌﯿﺪ ﻋﻦ اﻟﺴﯿﺎﺳﺔ واﻷﻋﯿﺒﮭﺎ ‪ ،‬وﯾﺒﻘﻰ اﻷدب ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﻟ ﻲ داﺋﻤ ﺎ ً ھ ﻮ اﻷھ ﻢ‬
‫ﻓﻲ إھﺘﻤﺎﻣﺎﺗﻲ‬
‫ﻋﺰﯾ ﺰي‪ ..‬ﻗﺒ ﻞ ﻓﺘ ﺮة ﻗ ﺮأت ﻓ ﻲ اﻹﻧﺘﺮﻧﯿ ﺖ ﺧﺒ ﺮا ً ﺑﻌﻨ ﻮان )إﻓﺘﺘ ﺎح أول‬
‫ﻣﻘﮭ ﻰ ﻟﻺﻧﺘﺮﻧﯿ ﺖ ﻓ ﻲ ﺑﻐ ﺪاد( وﺑﻮاﺳ ﻄﺘﮫ وﺻ ﻠﺖ إﻟ ﻰ )وﻛﺎﻟ ﺔ اﻷﻧﺒ ﺎء‬
‫اﻟﻌﺮاﻗﯿﺔ( ‪ .‬وﻛﻢ ﻛﺎﻧﺖ ﺳﻌﺎدﺗﻲ ﻏﺎﻣﺮة ﺣﯿﻨﻤﺎ وﺻﻠﺖ ﻟﻠ ﺼﺤﻒ اﻟﻌﺮاﻗﯿ ﺔ‪،‬‬
‫اﻟﺜ ﻮرة واﻟﺠﻤﮭﻮرﯾ ﺔ وﺑﺎﺑ ﻞ واﻟﻘﺎدﺳ ﯿﺔ وﻣﺠ ﻼت اﻟﻔﻨ ﻮن واﻟﻤﻮﻋ ﺪ واﻟ ﻒ‬
‫ﺑ ﺎء وﻏﯿﺮھ ﺎ ‪ .‬ﻟ ﺬﻟﻚ إﻛﺘ ﺴﺒﺖ ﻋ ﺎدة ً ﺟﺪﯾ ﺪة ً ھ ﻮ اﻹﻃ ﻼع ﻋﻠ ﻰ أﻧﺒ ﺎء‬
‫اﻟﺼﺤﺎﻓﺔ اﻟﻌﺮاﻗﯿﺔ ﻛﻞ ﺻﺒﺎح ‪ ،‬وﻛﻞ ﻣﺴﺎء ﻗﺒ ﻞ اﻟﻨ ﻮم ‪ .‬ﻟﻜﻨﻨ ﻲ أﺗﻤﻨ ﻰ او‬
‫أﻗﺘﺮح إﺿﺎﻓﺔ ﺟﺮﯾﺪﺗﻲ )ﯾﻮرد( ﻋﻠﻰ ﻣﻮﻗﻊ اﻟﺼﺤﺎﻓﺔ اﻟﻌﺮاﻗﯿﺔ اﯾﻀﺎ‪.‬‬
‫أﻣ ﺎ ﺑﺎﻟﻨ ﺴﺒﺔ ﻟﻠﻔ ﻀﺎﺋﯿﺔ اﻟﻌﺮاﻗﯿ ﺔ ﻓﻠ ﻢ أﺳ ﺘﻄﯿﻊ ﻟﺤ ﺪ اﻵن إﻟﺘﻘﺎﻃﮭ ﺎ ﻷن‬
‫اﻟﮭﻮاﺋﯿﺔ ﻋﻨﺪي ﺿﻌﯿﻔﺔ‪ .‬ﻟﺬﻟﻚ ﻗﺮرت ﺷﺮاء ھﻮاﺋﯿ ﺔ ﺟﺪﯾ ﺪة ‪DIGITAL‬‬
‫‪91‬‬
‫‪Hüzün Martıları‬‬
‫ﻹﻟﺘﻘ ﺎط ﻓ ﻀﺎﺋﯿﺔ اﻟﻌ ﺮاق‪ .‬وأﻋﺘﻘ ﺪ أﻧ ﮫ ﺳ ﯿﻜﻮن ﺑﻤﻘ ﺪوري ﻣ ﺸﺎھﺪﺗﻚ ﻋﻠ ﻰ‬
‫اﻟﻘﻨ ﺎة اﻟﺘﺮﻛﻤﺎﻧﯿ ﺔ إن ﺷ ﺎء اﷲ ‪ ،‬وھ ﻲ ﺧﻄ ﻮة ھﺎﻣ ﺔ ﺟ ﺪا ﯾ ﺸﻜﺮ ﻋﻠﯿﮭ ﺎ‬
‫اﻟﻤﺴﺆوﻟﻮن‪.‬‬
‫ﻋﺰﯾﺰي‪ ..‬ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﺣﺎﻟﺘﻲ اﻟﺼﺤﯿﺔ ﻓﮭﻲ ﻣﺘﺪھﻮرة ‪ ،‬ﺣﯿﺚ أﻋﺎﻧﻲ ﻛﻤﺎ ﺗﻌﻠ ﻢ‬
‫ﻣ ﻦ إرﺗﻔ ﺎع ﺿ ﻐﻂ اﻟ ﺪم وﻣ ﺮض اﻟ ﺴﻜﺮي ‪ .‬وﻗ ﺪ أوﺻ ﺎﻧﻲ اﻟﻄﺒﯿ ﺐ‬
‫ﺑﺎﻹﺑﺘﻌﺎد ﻋﻦ اﻟﻤﻨﺎﻗ ﺸﺔ أو ﻛ ﻞ ﻣ ﺎ ﯾﺜﯿ ﺮ اﻷﻋ ﺼﺎب ﻹﻧﻨ ﻲ ﻣ ﻦ اﻟﻤﻤﻜ ﻦ ان‬
‫أﺻﺎب ﻓﻲ ﻟﺤﻈﺎت اﻻﻧﻔﻌ ﺎل ﺑﺎﻟﺠﻠﻄ ﺔ اﻟﺪﻣﺎﻏﯿ ﺔ او اﻟﻘﻠﺒﯿ ﺔ‪ ..‬ﻟ ﺬﻟﻚ أﺣ ﺎول‬
‫ﻗﺪر اﻹﻣﻜﺎن ﻋﺪم اﻟﺨﺮوج ﺣﯿﺚ ﻗﺪ ﯾﻤ ﺮ ﻋﻠ ﻲ ﺷ ﮭﺮ دون أن أﺧ ﺮج اﻟ ﻰ‬
‫اﻟﺸﺎرع ‪ .‬وﻛﻤﺎ ﺗﻌﻠ ﻢ ﻓ ﺈﻧﻨﻲ ﻓ ﻲ ﺣﯿ ﺎﺗﻲ اﻟﻌﺎﻣ ﺔ ﻟ ﻢ أﻛ ﻦ إﺟﺘﻤﺎﻋﯿ ﺎ ً‪ ،‬أي ﻟ ﻢ‬
‫ﺗﻜ ﻦ ﻟ ﻲ ﻋﻼﻗ ﺎت واﺳ ﻌﺔ ﻣ ﻊ اﻟﻨ ﺎس ‪ ،‬ﺑ ﻞ ﻛ ﺎن داﺋﻤ ﺎ ھﻨﺎﻟ ﻚ ﺷ ﺨﺺ أو‬
‫ﺷﺨ ﺼﯿﻦ أﻟﺘﻘ ﻲ ﺑﮭﻤ ﺎ‪ .‬أﻣ ﺎ ھﻨ ﺎ ﻓﻠ ﻢ ﯾﻌ ﺪ ﻟ ﻲ ﻣ ﻦ ﺻ ﺪﯾﻖ ﻏﯿ ﺮ اﻟﺘﻠﻔﺰﯾ ﻮن‬
‫واﻻﻧﺘﺮﻧﯿﺖ‪ .‬وأﺗﺬﻛﺮ أﻧ ﮫ ﻓ ﻲ إﺣ ﺪى اﻟﻤ ﺮات ﺣ ﯿﻦ ﻛﻨ ﺖ أﺳ ﻜﻦ أرﺑﯿ ﻞ إن‬
‫دق ﺑﺎﺑﻨﺎ أﺣﺪ اﻷﺷ ﺨﺎص ﯾ ﺴﺎل ﻋ ﻦ ﺑﯿ ﺖ ﺷ ﺨﺺ أﺧ ﺮ‪ ،‬ﻓﻘﻠ ﺖ ﻻ إﻋ ﺮف‬
‫ﻣﻦ ﺗﺴﺄل ﻋﻨﮫ‪ ،‬ﺛﻢ إﺗﻀﺢ أﻧﮫ ﯾﺴﻜﻦ ﻣﻼﺻﻘﺎ ً ﻟﺒﯿﺘﻲ‪.‬‬
‫وﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ ﻟﺠﻮ اﻟﻤﺪﯾﻨﺔ ﺟﻨﯿﻒ ﻓﺈﻧﮫ ﯾﺴﺎﻋﺪ ﻋﻠﻰ اﻟﻌﺰﻟﺔ أﯾ ﻀﺎ‪ .‬ﻓ ﺮﻏﻢ ﺑﺮﯾ ﻖ‬
‫إﺳﻢ ھﺬه اﻟﻤﺪﯾﻨﺔ ‪ ،‬اﻻ ّ أﻧﮭﺎ ﻣﺪﯾﻨﺔ ھﺎدﺋﺔ ﻟﻠﻐﺎﯾﺔ ‪ ،‬وﻟﯿﺲ ﻓﯿﮭﺎ اﻻ ّ اﻟﻘﻠﺔ ﻣ ﻦ‬
‫اﻟﻌ ﺮاﻗﯿﯿﻦ ‪ ،‬ﺣﯿ ﺚ ﯾ ﺴﯿﻄﺮ ﻋﻠ ﻰ ﻋﻼﻗ ﺎﺗﮭﻢ ﺟ ﻮ ھ ﺬه اﻟﻤﺪﯾﻨ ﺔ أي اﻟﻌﺰﻟ ﺔ‪.‬‬
‫ﻓﻠ ﯿﺲ ﺑﯿ ﻨﮭﻢ ﺗ ﺮاﺑﻂ ﻗ ﻮي ﺑ ﻞ ﻗ ﺪ ﯾﻠﺘﻘ ﻮن ﺻ ﺪﻓﺔ ً ﯾﺘﺒ ﺎدﻟﻮن اﻟﺘﺤﯿ ﺔ ‪ ،‬ﺛ ﻢ‬
‫ﯾﻤ ﻀﻲ ﻛ ﻞ إﻟ ﻰ ﺳ ﺒﯿﻠﮫ‪ .‬أي ﻟ ﯿﺲ ﻓﯿﮭ ﺎ ذﻟ ﻚ اﻟﺠ ﻮ اﻟﻤﺘ ﺎح ﻟﻸﺟﺎﻧ ﺐ‬
‫ﻛﺒﺮﯾﻄﺎﻧﯿ ﺎ ﻣ ﺜﻼ ‪ ،‬وﻏﯿﺮھ ﺎ ﻣ ﻦ اﻟ ﺪول ‪ ،‬ﻛﻮﺟ ﻮد ﺗﻨﻈﯿﻤ ﺎت او أﺣ ﺰاب‬
‫وﻏﯿﺮھ ﺎ ‪ .‬ﺧ ﻼل وﺟ ﻮدي ھﻨ ﺎ ﻟ ﻢ ﯾﺤ ﺪث اﻻ ّ ﺗﻨﻈ ﯿﻢ ﻣ ﺴﯿﺮات ﻟ ﺒﻌﺾ‬
‫اﻻﺣ ﺰاب اﻟﺴﻮﯾ ﺴﺮﯾﺔ واﻟﺠﺎﻟﯿ ﺔ اﻟﻌﺮﺑﯿ ﺔ ﻹﺳ ﺘﻨﻜﺎر اﻟﺤ ﺼﺎر اﻟﺠ ﺎﺋﺮ‬
‫اﻟﻤﻔ ﺮوض ﻋﻠ ﻰ اﻟ ﻮﻃﻦ ‪ ،‬وﻛ ﺎن ﻟﻨ ﺎ ﻛﻌﺎﺋﻠ ﺔ ﺷ ﺮف اﻟﻤ ﺸﺎرﻛﺔ ﻓﯿﮭ ﺎ‪ .‬وإن‬
‫ﺟﻨﯿ ﻒ ﻣﺪﯾﻨ ﺔ ﻟﯿ ﺴﺖ ﺻ ﺎﺧﺒﺔ ﻣﺜ ﻞ اﻟﻤ ﺪن اﻻﻣﺮﯾﻜﯿ ﺔ ‪ ،‬ﻟ ﺬﻟﻚ ﺗﻨ ﺎم ﻣﺒﻜ ﺮا ً‬
‫ﻟﺘ ﺼﺤﻮً ﻣﺒﻜ ﺮا ً‪ .‬وﯾﻤﺘ ﺎز أھﻠﮭ ﺎ ﺑ ﺎﻟﻠﻄﻒ واﻟﺮﻗ ﺔ وﻟ ﯿﺲ ﻓﯿﮭ ﺎ ذﻟ ﻚ اﻟﻄ ﺎﺑﻊ‬
‫اﻟﻌﻨﺼﺮي اﻟﻤﻮﺟﻮد ﺿﺪ اﻻﺟﺎﻧ ﺐ ﻛﻤ ﺎ ﻓ ﻲ اﻟﻤﺎﻧﯿ ﺎ وھﻮﻟﻨ ﺪا وﻏﯿﺮھ ﺎ ﻣ ﻦ‬
‫اﻟﺪول اﻻورﺑﯿﺔ‬
‫‪Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı‬‬
‫‪92‬‬
‫ﻋﺰﯾﺰي‪..‬أرﺟﻮ أن ﺗﻜﻮن واﻟﻌﺎﺋﻠ ﺔ ﺑﻤ ﺎ ﯾ ﺮام ‪ ،‬وأن ﺗﺒ ﺪأ ﺑﺎﻟ ﺴﻨﺔ اﻟﺪراﺳ ﯿﺔ‬
‫اﻟﺠﺪﯾﺪة ﺑﻤﺰﯾﺪ ﻣ ﻦ اﻟﺠﮭ ﺪ واﻟﻤﺜ ﺎﺑﺮة واﻻﺑ ﺪاع اﻟﻤﻨﺘﻈ ﺮ ﻣﻨ ﻚ داﺋﻤ ﺎ ً‪ ،‬ﻛﻤ ﺎ‬
‫أﻧﻨ ﻲ أﺗ ﺎﺑﻊ ﻛﺘﺎﺑﺎﺗ ﻚ ﻓ ﻲ ﺟﺮﯾ ﺪة )ﯾ ﻮرد(‪ ،‬راﺟﯿ ﺎ ً وﻣﻤﺘﻤﻨﯿ ﺎ ً ﻟ ﻚ دوام‬
‫اﻹﺑﺪاع‪ .‬ﻣﺎھﻮ أﺧﺒﺎر ﻃﺒﻊ ﻛﺘﺎﺑﻜﻢ ﻋﻦ اﻟﻤﺮﺣ ﻮم ﻋ ﺼﻤﺖ اوزﺟ ﺎن ؟ ھ ﻞ‬
‫ﺳ ﯿﻄﺒﻊ ھ ﺬا اﻟﻌ ﺎم ؟ وھ ﻞ ﻟ ﺪﯾﻚ ﻛﺘ ﺎب ﻟﻠﻨ ﺸﺮ ﻓ ﻲ ﻣﺪﯾﺮﯾ ﺔ اﻟﺜﻘﺎﻓ ﺔ‬
‫اﻟﺘﺮﻛﻤﺎﻧﯿﺔ‪ .‬ﻓﻲ إﻧﺘﻈﺎر أﺧﺒﺎرﻛﻢ اﻟﺴﺎرة داﺋﻤ ﺎ ً‪ .‬ﺗﺤﯿﺎﺗﻨ ﺎ اﻟﻌﺎﺋﻠﯿ ﺔ وأﺷ ﻮاﻗﻨﺎ‬
‫اﻟ ﻰ اﻻﺧ ﺖ اﻟﻌﺰﯾ ﺰة )أم ﻣ ﺼﻄﻔﻰ( ‪ ،‬وﺗﺤﯿ ﺎت ﺳ ﻮﻣﺮ وﻓ ﺮات اﻟ ﻰ‬
‫اﻟﻌﺰﯾ ﺰﺗﯿﻦ أﻟﻔ ﺖ وﻧﻌﻤ ﺖ ﻣ ﻊ ﺗﺤﯿ ﺎﺗﻲ ﯾ ﺎﻏﻤﻮر واوزان اﻟ ﻰ اﻟﻌﺰﯾ ﺰ‬
‫ﻣﺼﻄﻔﻰ ‪ ،‬ﻣﻊ ﺧﺎص ﺗﻤﻨﯿﺎﺗﻨﺎ ﻟﻜﻢ ﺑﺎﻟﺼﺤﺔ واﻟﺘﻮﻓﯿﻖ‪.‬‬
‫أﺧﻮك‬
‫ﻧﺼﺮت ﻣﺮدان‬
‫ﺟﻨﯿﻒ‪2008/8/10 :‬‬
94
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
dum Irak'ta, Şehrim Kerkük'te yaşamın en heyecanlı basamaklarında dolaşıyordum. Azrail'e diyordum: "Siktir ol, ölüme
daha çok var. Söyleyecek, yazacak çok şeyler var." Oysaki az
yaşamış sayılmam. Bedir Şakir Es-seyap'tan, Orhan Vali'den,
Rambo'dan daha fazla yaşadım. 53 yaşındayım. Yani toplumumuza göre tecrübelerle, derslerle dolu bir yaşamım olması
gerekir. Ama kendimi hala hayattan önemli bir şey anlamış
saymıyorum. Kızım Sümer 20 yaşında, ama ben hala hayatta
bir "tıflım" yani "uşağım". Nasıl, nerede, niye bu yaşa geldiğimi ben de bilemiyorum. Buralarda ancak 80 yaşında olan
insanlara yaşlı denir. Geçenlerde hastanede doktor hanıma
yaşlıyım dediğimde, bana şaşkın şaşkın baktı ve "misyo hala
gençsin" dedi. Hayatı çok saçma bulmaya başladım. Bir
makine gibi sabah kalk, dert, kahır edin, gece geber yat. Sonra
tekrar sabah kalk, dert kahıra devam, sonra "pır" bir kuş gibi
git İsmet Özcan'ın yanına. Gerçekten, ne acelesi vardı İsmet
Özcan'ın. Niye böyle çabuk gitti, bir rüya gibi yaşadı gitti.
Onunla yapılacak çok şeyler vardı. İçilecek kadehler, yiyecek
kahır ve dertler, alaya alınacak bin olay, bir milyon insan
vardı. Ne güzel, onları sarhoşluk saatlerinde anıp gülecektik
birlikte. Onunla Çin Seddi'ne gidip elimizi duvara vurduktan
sonra, Semerkent'te kımız içecektik birlikte. Daha çok güzellerin arkasından hasretle bakacaktık. Daha ne Linda'ların
mermer bacaklarından söz edecektik. Her görüşmemizde "Dayı Emin"nin dükkânı yanında bir az konuştuktan sonra, bana"
gideğ" dediğinde hiç bir zaman "hara?" demeden, peşine
takılıp giderdim. Yani maziden kalmış yapılmayan bir sürü
özlem, bir sürü iş, bin keşke, bir milyon keşke. Yapılmadan
kayıp olup gitti. Zaten hayatın özeti bu değil mi?
Sanki birisi kulağıma, sana yukarıda yazdıklarımı fısıldayıp yazdırıyor. Oysaki hiç de hazırlıklı olarak oturmadım sana
yazmaya. Görüyorsun. Hiç çizmeden yazmışım. Temize geç-
93
Hüzün Martıları
( 18 )
Cenevre: 9. 4. 2001
Sevgili kardeşim:
Mehmet Ömer Kazancı;
Saat dört buçuk seher vakti. Yani orada, sizde 6:30, dışarıda yağmur, sadece sesini duyuyorum. Tane tane yere düşüyor.
Sana yazmak elbette kolay değil benim için. Bir şiir, bir öykü
yazmak kadar zor ve gerekli. Dört elle yazmaya sarılmasaydım, kim bilir nasıl geçerdi gurbet gecelerim. Şimdi daha çok
Arapça yazıyorum. Gazetelerle haşir neşir oldum. Kaleme
sığınıyorum en fazla. Ne dost bir yüz, ne dost bir şehir. Rüyada gibi dolaşıyorum sokak ve caddeleri. Tansiyon ve şeker
hastalığı, hayatımın bir parçası oldu..
Şiirin, yaratıcılığın mayasının Korya pazarında olduğunu
hiç bilememişiz. Şiirin ve öykünün diyarının Mehmet Ömer'lerle Hamza Hamamcı'ların, Kahtan Hürmüzlü'lerin, Mevlüt
Kayacı'ların yanında, yani güzel Kerkük'ümüzde olduğunu hiç
fark etmemişiz. Geçte olsa, ben farkına vardım.. Gurbet hepimiz için mezar oldu, hepimizi yutacak.
Şeytan "diri": "kalk çık balkona bu saatte, Kerküklü, Iraklı
olduğunu bağır, bu uyuyan, mayışmış dünyanın yüzüne. Cenevre'de Türkmence konuş, horyat söyle, maniler çağır, Altun
üzük yeşil kaş, sallana sallana". Ta uzaklardan sallana sallana
gelsin, ya da görünsün tüm dostlar.
Geçenlerde oturup bir sürü horyat yazdım, bir sürü mani.
Okuyup, okuyup ağladım. Tansiyonum fırladı, bilmem kaça.
İki gün önce şekerim 2,4 de düştü, yani tehlike sınırına.
Ellerim titremeye başladı. Evde her kes korktu. İsaf (ambulans) çağıracaklardı. Ben ise o an terler içinde, titreye titreye,
Arafa sokaklarında yağmur altında Hayfa Tobya'nın kiliseden
dönüşünü bekliyordum. Musalla lisesinde hala matematik'te
en tembel öğrencisi idim. Burada ölümle oynuyordum. Yur-
96
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
( 19 )
Bağdat: 2. 7. 2001
Değerli kardeşim
Nusret Merdan
Son mektubunu aldığım günden beri sana yazmak için
zaman arıyorum. Mektubunu, tam sınavların ortasındayken aldım. Bizim buralarda sınavların bir kaç hafta sürdüğünü
bilirsin. İlkokul, orta ve lise sınavları bitti mi, enstitü ve ardı
sıra üniversite sınavları başlıyor. Mustafa ortanın ikisinde,
Ülfet Öğretmenlik Enstitüsünün dördüncüsünde, oysa Nimet
Eğitim Fakültesi, Biyoloji bölümünün birinci sınıfında. Geçen
ay evimize tuhaf bir gerilim hâkimdi. Her kes ders çalışıyor,
her kes başaramadığını dert yanıyor ve yardım bekliyordu.
Ben bir yandan, öte yandan Mustafa nenesi, koşturuyor,
ulaştıramıyorduk. Biz çocukluğumuzda öğrenci iken, anne
babalarımızın çalışmalarımızdan haberleri bile olmazdı. Hangi
okuldayız? Hangi sınıfa devam ediyoruz? Bunu kesin olarak
bilmezlerdi. Her şey normal olarak su gibi akar giderdi. Oysa
işler, apayrı, bambaşka günümüzde. Okullarda çocukları okutamıyorlar artık. Öğretmenlerde vefa diye bir gayret kalmamıştır gayri. Bir kaç fazla kuruş kazanmak için, tüm fikirlerini
özel derslere vermektedirler. Hatta bir kısım öğretmenler, yılın
başından itibaren sınıflarda "kim özel ders almak istiyor" diye
açıkçasına anons etmektedirler. Adlarını özel derslere yazdıran öğrenciler, sınıfı, müstahak olsunlar olmasınlar, kolaylıkla
geçebiliyor. Vay, yazdırmayanların canınadır. Anne babalarına sarılmaktan başka çareleri kalmıyor. Artık gel, sen okut,
sen eğit, sen anlat. Özel derslere yazdırmaya yazdırırdık
çocukları, ancak her derse karşı, elli bin ile yüz bin Dinar
ödememiz gerekiyordu. Nereden getirebilirdik bunca parayı!
Hele karnımızı bin rezaletle doyuruyoruz. Bu yüzden evi
okula dönüştürmüştük geçen haftalarda. Üç öğrenci, iki
Hüzün Martıları
95
meden. Bu ne sır, bu ne kuvvet. Ben de bilmiyorum. "Men de
bilmirem" demek daha samimi gelmektedir bana.
Um Sümer'den Um Mustafa'ya kucak dolusu selam ve
muhabbetler. Sümer ve Fırat, Nimet ve Ülfet'i çok seviyorlar
ve hatırlıyorlar. Ozan ve Yağmur, biricik "uşaklık" dostları
"Mustafa beye" selam etmektedirler.
Saat 5:30, uykum yok. Televizyon açıp karşısında oturacağım. Yağmur hala dışarıda yağmakta. Sevgi ve muhabbetle
tüm dostlarımı şahsınde kucaklarım, aziz kardeşim.
Not: lütfen bana şair Ümit Yaşar'ın adresi ve telefon
numarasını gönder.
Nusret Merdan
Cenevre: 9. 4. 2001
98
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
Borçlu kılmadın kimseye
Herkesi sevebildin
Sevebildiğin kadar
İyi ölçtün güzel biçtin her şeyi
Baş eğmedin cellâtların önünde
Kendi gözüne kendin
Kirpik oldun kaş oldun.
Bu, vefalı kalbim için gelecekte yazmasını düşündüğüm
belki uzun bir şiirin ilk kıvılcımları. İşte bu kalbin yordamı ve
kılavuzluğuyla seni bulmuştum bir gün. Her görüşmemizde
bir az daha samimiyetini hissetmiştim. Ve giderek kuvvetlendirmeye çalışmıştım aramızdaki, bu gün kopmaz bir hale
gelen dostluğumuzu. Adını sevip saydıklarımın levhasında ilk
ad olarak nakşetmiştim.
Bir kaç gün önce El-afak El-arabiyye' de Yurt gazetesinin
31. yıl dönümünü geceleyin düzenlenen bir törenle kutladık.
İmat Yalnız adında genç bir ses sanatçımız var, içe işleyen bir
horyat ile kan ağlattı kalbimi;
Koymavin kimse gitsin
Giden bizden gidiri
Tam sizin ve sizin gibi gurbet okyanuslarının acımasızca
yuttuğu değerlerimiz için söylenen bir horyat. Umutluyum
yine de. Gün gelecek birbirimize sarılacağız yine. Kucaklaşacak, birlikte ağlayacak, güleceğiz yine, gülmeye zaman kalmışsa. Birlikte şiirlerimizi okuyacağız dostlarımızla birlikte.
Yurt gazetesinin 31. yıl dönümü gecesinde sizi çok özledim. Gecenin sürprizi Nesrin Erbil idi. Gelmişti, ilk olarak
gördüm. Tek ben değil, Türkmen edebiyatçılarının birçoğu,
sanırın ki, ilk olarak görüyorlardı. Nesrin Erbil bir kaç bakımdan Türkmenistanlı hanımları andırıyor. Gözleri çekik, saçları
kısa, kömür karası, orta boylu, lacivert bir pantolon ile bir
Hüzün Martıları
97
öğretmen. Bazı derslerde çalışkan, bazı derslerde tembel mi
tembel üç öğrenci ile hayatın saçmalığını çocuklarından her
vesile ile gizlemek isteyen ve onları, bütün zorluklara karşın,
en iyi bir şekilde yetiştirmenin gerekliliğine inanan iki öğretmen, ben ve Mustafa nenesi. Mustafa'mız zeki, ancak kitapla,
okumakla arası buzdağı gibi soğuk. Bilgisayar ver, "playstation" ver, ölür bayılır. Kızlar ise Allah'ın, yeryüzünde yarattığı
en miskin, en uysal kuzuları. Yıllarca yemsiz bıraksan
melemez, ses çıkarmazlar. Bu sırat, bu ince yaşam köprüsünü
nasıl geçecekler, bu "ahır-şerler"? Hep düşünür, kaygılanırım.
Sakin insanlardan hiç hoşlanamam nedense. "Bular da daşa
diyiller: sen yan çekil, biz oturağ yerive". Bu da değişik bir
dert, benim için.
Um Mustafa, öte yandan dikiş makinesiyle meşgul. Dikiş
makinesine oturmak yüzünden tansiyonu fırlıyor bazen. İkide
bir başını elleri arasına alıyor "başım patlayacak" diye naralar
atıyor. Gel yürek getir dayan. Dayanıyorum aslında. Kalbime
bu bakımdan çok borçluyum. Kalbim kardeşim benim. Dünyayı bu kalp ile olmazsa nasıl yaşayacaktım. Nasıl geçinecektim bu ormanlıkta. Hoşgörülü, kin beslemez, sabırlı, çıdamlı
bu kalp ile hakikaten gurur duymaktayım. Nasıl da duyamam.
Beni hiç bir konuda utandırmayan, en zor günlerimde yanımda
duran, içinde en büyük sevgileri barındıran, dostlara dostluklara inanan, anılarımı kirlenmekten, hatıralarımı paslanmaktan
koruyan bu kalbe çok şeyler borçluyum.
Razıyım senden gönül
Güneş oldun
Isıttım beni içten
Eş oldun yoldaş oldun
Yolculuklarımda bütün
Bıktım yoruldum demeden
***
100
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
olduğu Kerkük'ü için şiir yazmaktan, öykü yazmaktan
alıkoyabilir mi?
Değerli dostum:
Son mektubunda bir sürü hastalıklardan şikâyetçi olduğunu söylüyor ve şeker ile tansiyon yüzünden riskli anlar
geçirdiğini anlatıyordun. Umarım iyileştin. Kendine iyi bak.
Seni buralarda bekleyen dostların vardır, unutma. Cenabı
Allah'a emanet ol. Um Sümer başta olmak üzere her kese
sevgi ve saygılar.
Mehmet Ömer Kazancı
Bağdat: 2. 7. 2001
Hüzün Martıları
99
gömlek giymişti. İki şiir okudu. Sesinde titrek bir ahenk vardı.
Birincisi:
Gel dedin
Gel gel dedin
Geldim işte...
Diye başlıyordu. Tören bittikten sonra etrafına sarılmalar,
onunla konuşmalar, fotoğraf çekmeler başladı. Yanına Dr.
Çoban ile birlikte son lahzalarda varabildik, ayaküstü şöyle iki
kelime konuşabildik. "Geleceğim, bundan böyle gelecek görüneceğim" diye söz veriyordu "gel görün, sizi her zaman
görmek isteriz" diyenlere, titreşimli bir sesle. Okuduğu şiirlerde önemli değişim, yeni bir şeyler sezemedim. İfade tarzı,
üslubu ve genel kalitesi bakımından, "Deniz Rüyası"ndaki
şiirlerinin altında gibime geldi hep. Fazla heyecanlandırmadı
beni. Nesrin Erbil ile tanıştıktan sonra, genç yazarlarımızdan
Cevdet Kadıoğlu: "üstat, bu gece gözümle görmeseydim inanmazdım. Türkmenler, Nesrin Erbil'i hayal güçleriyle icat etmiş
bir şair olarak kabul etmiş kalacaktım hep" diye sevinçlerini
dile getiriyordu.
Nesrin Erbil o gece nasıl ansızın çıkageldi ise, bir gün
ansızın senin de ülkeye döneceğine inanıyorum. O gece arkadaşlarımızın birçoğu, her zaman olduğu gibi, yine etrafımı
sararak senin hakkında beni soru yağmuruna tutmuşlardı.
Nusret Merdan nasıl, nerede, edebi çalışmalarına devam ediyor mu, yazıyor mu, çiziyor mu? Bir türlü ardı arkası
kesilmeyen sorular. Adımız birbirine karışmıştır artık. Kısa bir
zaman içerisinde pekiştirdiğimiz dostluğun, her kes farkında
artık. Mektuplaştığımızın da. İsmet Özcan'la birlikte, Şafak'ta
doruğa varan dostluğumuzdan, uzun yıllar söz edileceğine
inanmaktayım. Cevabım hep şöyle oluyordu bizim arkadaşlara: dinamik Nusret Merdan durur mu? Sevdiği ülkesi, âşık
102
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
kalem, bereketli bir yetenek olarak kendini dosta, düşmana
göstermektedir. Türkmen şiirinden, Türkmen öyküsünden,
Türkmen denemesinden söz eden hiç bir babayiğit Mehmet
Ömer Kazancı gerçeğini görmezlikten gelemez.
Galibe ihtiyar oluyorum dostum. Bunun ilk işareti kayınbaba olmam. Düşünebiliyor musun bu nükteyi, Nusret Merdan
kayınbaba olmuş. Ama oldu işte. Sümer evlendi, burada
yaşayan bir Türk genci ile adı Safvet. Ama laf aramızda, bana
kayınbabalık yakışmıyor. Damada bir gün: "Safvet kusura
bakma, ben az konuşurum, az gülerim, şeker hastalığı yüzünden sesinle oturmayıp, odama gitmiş olabilirim, sakın alınma
ha" dedim ve böylece kabuğuma ve kâğıtlarıma döndüm.
Hala yalnızlığımı çok seviyorum. Hiç gerçek bir arkadaşım yok. Kimse ile görüşemiyorum. Kitap okuyor, yazı
yazıyorum. Burada hiç Türkmen yok. Çok az Irak'lı var. Sosyal ilişkiler sıfır. Her kes kendi derdi ile meşgul. Kimse
kimseye karışmıyor, arayıp sormuyor. Geçen mektupta senden
Ümit Yaşar Işıkhan'ın adresi ve telefon numarasını istemiştim.
Her halde unuttun. Umarım bu defa unutmaz ve hemen bana
yazarsın.
Herkes istinsah yolu ile kitap basıyor, sen neden bu yolu
denemiyorsun, yoksa kör olası parasızlık bu olayda da mı hala
gündemde. Sana sonsuz sevgimi sunuyorum. Ailece sizi hasretle kucaklıyorum.
Nusret Mardan,
Cenevre: 29. 10. 2001
101
Hüzün Martıları
( 20 )
Cenevre: 29. 10. 2001
Sevgili Nimet ve Ülfet ve Mustafa babası
Güzel dostum Kazancı;
Bilmem nedendir ki, konu sana yazmak olunca, hep heyecanlanırım. Bir şiir veya öykü yazarcasına heyecanlanırım.
Çünkü doğrulukları yazmak, hele bu doğrular duygularla
ilişkili ise, çok zor bir uğraş...
Bugün Yurt gazetesi ile Kardeşlik dergisini aldım. Hemen
dünyayı unutup, okumaya başladım. Bir Gün Hangi Gün"
şiirini içimde bin bir fırtınayı duyarak okudum. O şiirde
kendimi buldum, yani gurbete duçar olmuş bir Türkmen
şairini. Günlük hayatında gezmeyi bile sevmeyen bir şairin
diyar diyar gurbet ellerinde, yalnızlık trenlerinde ne işi var, ne
garip ne acayip bir kadar.
Yurt gazetesinde her yazıyı hasretle okuyorum. Hele hele
geçen mektubunda Nesrin Erbil'in şiir gecesine gelmesini
heyecanla anlatman, şiire bir ömür adadığının sarsılmaz ispatıdır. O güzel gecede, başta sen ve dostlarımın beni arayıp
sormaları, inan ki, mutlulukların en güzeli benim için. Ayrıca
o dostça temennine, bir gün benim etrafıma dostların toplanmasını temenni etmen, beni gerçekten duygulandırdı. Size,
yurdu ve dilini gerçekten seven Türkmen şairlerine, yani dilimin şair ve yazarlarının sevgisine bu denli layık olmak,
mutlulukların en güzeli benim için. Evet, ben de inanıyorum
ki, güzel dostum, bir gün gelir şiirlerimizi beraber okuyacağız
dost ve ahbaplar arasında.
Yurt gazetesinin geçen sayısında seninle yapılan görüşmede bir harika idin. Aynı görüşmeyi diğer yazarlarla yapılan
görüşmeler ortaya koyulduğunda, fark kendiliğinden ortaya
çıkacaktır. Yani Mehmet Ömer Kazancı'nın kültür zenginliği,
olaylara, hele edebiyatımıza geniş bakış açısını, bereketli bir
104
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
biliyorum ki, bu, tarih boyunca böyle olmuştur. Birileri, her
zaman süper bir güce sahip olmuş ve dünyayı kabzası arasına
almak istemiş ve alabilmiştir. Gücünü, insanlık hizmetine
adayacağı yerine, insanlara azap çektirmek için teshir etmiştir.
Yıldızı yükselmiş yükselmiş ancak bir müddet sonra çökmüştür. Bir diğerinin kabzasına düşerek, kıvranmaya başlamıştır.
Keşke birileri çıksa, bunları, yeryüzünde bugünkü güç sahiplerine anlatsa ve yüzlerine "zulüm devam edemez, zulüm
ebedileşemez" diye bar bar bağırsa.
Nusret paşa: görüyorsun mektubumu, yine dertlerden söz
ederek başlattım. Ama ne yapayım. Konu size yazmak oldu
mu, içimde dağ gibi yatan bütün duygularım birden uyanıyor
ve ince bir ip kalemimi bu karmaşık duygular arasında, bazen
istemediğim yönlere doğru sürüklüyor. Aslında sizlere iç açıcı, güzel bir şeylerden söz ederek mektubuma başlamalıydım.
Sizin de kendinize özgü dertleriniz vardır, biliyorum, gurbet
dertleri, ayrılık dertleri, yalnızlık, kimsesizlik. Bu gibi dertleri
dinlemeye, biliyorum ki, o güç yok sizde artık.
Bana anlaşılması zor
Algılanması zor
Sözler söyleme sevgilim
Ölüm gibi kapalı
Gece gibi karanlık
Ben kendimce bir insanım
Tek bir kafam
tek bir kalbim vardır benim
Fazla yorma
Elden çıkar
Yoldan çıkar
Çıkar bozulur sevgilim
***
103
Hüzün Martıları
( 21 )
Bağdat: 23. 2. 2002
Çok değerli dostum
Nusret Merdan;
Size bu mektubu kurban bayramının ikinci günü yazıyorum. İyice hatırlıyorum ki, geçen mektuplarımın da birini yine
bir bayram sabahı yazmıştım. Kafamda şimdi eski bir şarkımız çınlıyor:
Bayram gelmiş neyime
Kan damlar yüreğime
Her bakımdan ayrılıklara mahkûm olan bir insan için,
bayram günlerinin, bunun dışında her hangi bir anlamı olmasa
gerek. Dostlardan uzak, Kerkük'ten uzak, güzel olan her
şeyden uzak, iki günden beridir dört duvar arasında ailece
oturmuş birbirimizin donuk yüzüne bakıyoruz. Üstelik gelecek
günlerin, yaşadığımız günlerden daha iyi olacağına içimizde
her hangi bir umut ışığı yok. Amerika hınzırı dişlerini, bir defa
bilemiş bulunuyor canımıza. Ha vurdu ha vuracak. Ha saldırdı
ha saldıracak. Endişe içinde, telaş içindeyiz, sinirlerimiz
gergin. Ülkeyi azcık da olsa, onarıma, düzene kavuşturduktan
sonra, tekrar tahribe uğratmak isteyen Amerikalıların
fikirlerini değiştirmek, anlaşılan olanaksız, bunu her gün
kulağımıza sızan haberlerden bir az daha öğreniyor, bir az
daha farkına varıyoruz. Buna karşı ülkede çok tuhaf bir tutum
vardır, pasif bir tutum. Dilini yutmuş, tırnaklarını kendi eliyle
kırpmış, süt dökmüş suçlu bir kedi gibi karanlık bir köşeye
çekilmiş oturmuşuz, kıpırtısız, sessiz, başımıza dökülecek
belaları, gözlerimizi gökyüzüne dikerek, bekliyoruz. Zaten
elden ne gelir. Cani yargıç, yargıç cani, kimi kime şikâyet
edelim, kimi kime yakınalım. Amerika bunu böyle istiyor,
Amerika ki, dünyanın tek süper gücü, tek kutbu. Bütün
dünyanın tek bir ülke etrafında dönmesine çıldırıyorum. Gerçi
106
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
Gece gibi karanlık
Sözlerinle sevgilim
Açık konuş
Bunlar yakınma, dert yanma değildir, çağımızın dilinin değiştiğini, anlaşılmaz bir dil haline geldiğini açığa vuran bir
uğraşıdır. Çağımızın, insanların kültürünü, tarihini, kimliğini
git gide sömüren, insanların duygularına, düşüncelerine el
koyan, insanları tüm değerlerinden arındırarak tek bir kimlik
olarak kabul etmeyi yeğleyen bir çağ haline dönüştüğünü
gösteren bir uğraşıdır. Kısacası küreselleşmek denen belirsiz
bir devinimin panoramasıdır.
Sen getirdin bu yolun
Başına koydun beni
Yürü dedin kulum yürü
Yola çıktım yürüdüm
Baktım ki, insanların
Çoğunluğu ürüyor
İnsanların canına
Kurt türü çakal türü
Oysaki bende ses yok
****
Pişman değilim tanrım
Ürümeyen bir insan
Olduğumdan ötürü.
Evet, kurt gibi, çakal gibi ürümediğim için hiç pişman
değilimdir. Ancak son zamanlarda çok kızıyorum, Nusret kardeşim, çok öfkeleniyor, asabi oluyorum. Kızgınlığımı bir
şeylere boşaltmak isterken, yine karşıma bir parça kâğıt ile bir
kurşun kalem çıkıyor. Yazıyorum, çiziyorum. Öfkelendiğim
sırada yazdıklarımı daha sonra gözden geçirirken, kendi kendimden korkuyorum. Kendimi, kurda, çakala dönmüş gibi
hissettiğim için korkuyorum. Yırtıyor, fırlatıyorum yazdıklarımı. Ama nasıl kızamam nasıl. Nasıl gözlerimden gazap
Hüzün Martıları
Şairimdir diye bana
Çokça güvenme sevgilim
O güç yok bende artık
Tılsımları çözmeye
O güç yok omzumda
Fazla yük yüklenmeye
Yirmi birinci çağa
Zor girdim, zorla girdim
Kapıcılar kimliğimi sordular
Kimliğim yoktu elde
Yirmi birinci çağa
Başımda kara çelenk
Ayaklarımda zincir
Ellerimde kor ateş
Yirmi birinci çağa
Yakası yırtık girdim.
***
Dönüyor her şey sevgilim
Bir şeylerin ekseninde
Kimse artık kendisine
Mensup değil
Kimse artık
Varlığıyla güvenmiyor
Bir ince ip
Sürüklüyor insanları
Kör körüne
Bütünlerde eksiklik var
Gerçekler yalan dolu
Dünya bozuk
Sen de bozma bu yüreği
bu kafayı
Ölüm gibi kapalı
105
108
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
Sen etimden et kopardın
Lâl ettin sağır ettin.
Kimi zaman ciğerlerimle değil, şiirlerimle soluduğumu
hissediyorum. Şairlik cemresi yüreğime düşmüş olmasaydı,
çoktan, çok çoktan ölmüştüm. Ateşimi şiir ile söndürüyorum.
Öfkemi şiirlerim ile denetim altına alıyorum.
Nusret kardeşim: Bu yılın altıncı ayında ömrümün ellisine
varacağım. Oysa dün şair oldum. Oysa dün ilk çiçeğiyle tanıştım, yeryüzünün ilk çiçeğini kokladım. İki adımlık bu yol, nasıl ellisi oldu bu ömrün. Bunu yalnız kedim için değil sızın
için de düşünüyorum. Nusret Merdan ne erken kayınbaba
oldu, hele dün Arafa yollarında bisikleti ile dolaşıyor,
delikanlılık devrini yaşıyordu. Böyle değil mi? Sümer ile
damadınızın resimlerini bir arada gördüğümde, inanın ki,
kendimi tutamadım. Gözlerimden iki damla sevinç yaşı akıverdi. Sevinçlerimizi de gözyaşlarımızla ifade etmemizde
büyük anlamlar vardır. Birbirimize hasret anlamı, birbirimizden doymadan ayrılma anlamı. Ne kadar sizinle olmak
isterdik. Sümer'i, çocukları, annelerini ailece sarmak, birlikte
dans etmek isterdik. Resimlerinize bizim eve götürdüğümde,
öpen kim, göksüne süren kim. Sümer'i kutluyoruz. Ona en
mutlu bir yaşam, en sevinçli bir evlilik hayatı diliyoruz. Nusret amca olmandan dolayı seni ve ayrıca Ozan nenesini tebrik
ediyoruz.
Behçet kardeşimize gönderdiğin son çalışmalarının nüshalarını aldım. Boğazkesen romanını şimdiye kadar okumaya
fırsat bulamadım. Şöyle kimi sayfalarını gözden geçirmekle
yetindim. İlk bakıştan değişik bir roman olduğu görünüyor.
"Bir Gün Hangi Gün" şiirimi okuduğun zaman, kedini o şiirde
bulduğunu söylüyorsun. Riyasız söylüyorum, şiiri yazarken
senden başka kimse yoktu fikrimde. Okuyup beğendiğine çok
sevindim. Bir çırpıda yazdığım şiirlerden biri, tek bir kelimesini düzeltmeden, değişmeden. Gazeteye gönderirken, üstün-
Hüzün Martıları
107
püsküremez. Burada çocuklara kirli su içiriyoruz. "Lengeden
/eskicilerden" satın aldığımız elbiseler giydiriyoruz. Lamba
ışığında, mum ışığında okutuyoruz onları. Bayramdır, dört
duvar arasında hapsetmiş bulunuyoruz. Bayram gelmiş neyimize, kan damlıyor kalbimize. Dostlardan, akrabalardan uzak,
Kerkük'ten uzak, kapanmışız dört karış bir yere. Kerkük
dedim:
Sen çıkardın yoldan beni Kerkük’üm
Gelip gittin gözlerimin önünde
Bir boyunu gösterdin bir boynunu
Bir boynunu gösterdin bir koynunu
Delirttin şair ettin...
***
Mutluyum bu seçenekten dolayı
Hazırım bu coşkulu
Bu muhteşem olayı
Bir ömür daha Kerkük
Seninle yaşamaya
Sanma ki, yıldızları
Güneşi,
Dolunayı
Sanma ki, Şaturlu’yu
Arafa’yı,
Piryadı’yı,
Kale’yi
Omzuma yüklemekle
Yükümü ağır ettin.
***
Yadırgama Kerkük’üm güzel Kerkük
Sakın bir gün
İmge ile
Simge ile
Hitap ettimse sana
110
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
( 22 )
Bağdat: 26. 8. 2002
Değerli kardeşim Nusret Merdan;
Bir kaç gün önce Kerkük'teydim. Önceleri bir telefon
konuşmasıyla, daha sonra bir görüşmede Behçet kardeşimizin, Sümer'in hastalığı ile ilgili olarak anlattıklarını aklım
alamadı, çılgına döndüm. O kör olası hastalık nasıl, nereden
bulaşmıştır bizim gelinlik, çiçeği burnundaki güzel kızımıza.
Bu sizin başınıza gelenler nelerdir Allah aşkına. Gel, acılardan, hüzünlerden kurtulmak için toparlan, sürüne sürüne
kendini dünyanın öbür ucuna at da, orada da, ta acıların, ta
hüzünlerin içine düş. Çaresiz kal, eli bağlı kal. Sizinle olmayı
ne kadar isterdim. Lanet gelsin bütün yasalara, yasaklara,
aramızdaki bu maddi mesafeyi yaratıp, bizi birbirimizden
edenlere. Allah sabırlık, metanet versin. Gözünü rahmet
kaynağı, merhamet kaynağı Allah'ın gözlerinden ayırma.
İnşallah iyileşir güzel kızımız pek yakında. İnşallah onun için
yanık dualarımız yerini alır, inşallah.
Değerli dostum: Büyük tatilin ikinci yarısındayız. Tatilden en iyi bir biçimde yararlanmak için, tatilden önce kimi
projeler tasarlamış bulunuyordum. Bunlar arasında sizin Gürsel'den çevirdiğiniz Boğazkesen romanını okumak da vardı.
Yedi günde bitirdim. Roman hakkında bir şeyler söylemeden
önce, bu harika çevri ile Arapçaya hâkim olduğunuzu bir kez
daha ortaya koymanızdan ve o güzel anlatım ve çekici
üslubunuz ile okurda bir çevri eseri değil, ilk elden yazılı bir
eser okuduğunun duygusunu uyandırmanızdan dolayı ellerinize hararetle sıkar, sizi içten tebrik ederim. Çevri bu kadar
akıcı olmasaydı, romanı bitirmem mümkün olmayacaktı.
Çünkü romanı okudukça içime ağır, hatta dayanılmaz bir
sıkıntı çöküyor, Gürsel'in yaptığı bu insafsızca çalışmaya karşı
öfkem artıyor, tavrımdan çıkıyordum doğrusu. Romanı bitirin-
Hüzün Martıları
109
de size armağan olduğunu yazmıştım. Ancak o bölümünü
silerek yayımladılar. Son zamanlarda, nedense, gazeteye gönderdiğimiz yazılar, yayımlanmadan önce kelime kelime inceleniyor, gözden geçiriliyor. Hatta kimi yazılarımız, kimi yerlerinde değişme yapmak için geri veriliyor. Son yayınlanan iki
hikâyemin son satırlarını, gazetede çalışan arkadaşlarımızın
önerisi üzerine değiştirmek zorunda kaldım. Hikâyelerimin bir
kaçını, aynı yüzden geri aldım. Çok dikenli yol, çakıl dolu yol,
bu bizimki. Nereye yağını bassan kurtaramıyorsun.
Nevzat Abdülkerim ömrünü size verdi. Yeri cennet olsun.
Kimseye zararı yoktu. Türkmen Kültür Müdürlüğünün yönetimi, gazeteyi çıkarmak hariç, yetkisiz ve geçici olarak Kasım
Sarıkâhya'nın zimmetinde şimdi.
Yaşar Işıkhan'ın adresini istemiştin, yitirdiğime çok üzgünüm. Kasım Sarıkâhya'dan rica ettim. O da yitirmiştir. Ele
geçirirsem göndereceğim emin ol. Hepinizin gözlerinden
öperim.
Mehmet Ömer Kazancı
Bağdat: 23. 2. 2002
112
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
şehitlerin yeri, Boğazkesen Fatih romanında? Yoksa şehit
sözcüğü de Gürsel'in rahatını bozmakta. Yoksa Gürsel de
Amerikalılar gibi şehitlere terörist gözüyle bakmakta. Bu gibi
romanların amacı, insanlarımızı ülkülerinden saptırmak, milli
inançlarını zedeletmektir. Roman, Türk edebiyatının yüz karası, tam anlamıyla.
Umarım Gürsel hakkında bu söylediklerim üzemez, incitemez sizi. Müslüman simgelere dokunmak, onları yerle bir
edercesine alçaltmak girişimleri, Avrupa'da çoktandır başlatılmıştır. Maalesef kimi yazarlarımız da bu gibi sinsi girişimlere,
kimse buyurun demeden, katılmakta, hatta Avrupalıların
yaptıklarının yüz katından fazlasını gönüllü olarak yapmaktadırlar. Oysa Avrupalılar kendi tarihi şahsiyatlarıyla övünç
duymakta, onları tüm varlıklarıyla korumaya çalışmakta,
onların bütün dünyaca bilinen yanlışlıklarından söz etmeye,
ağız açtırmamaktadırlar kimseye. Kanlı kıyımlardan, ülkeleri
altüst etmelerden, Napolyon gibi, Hitler gibi, Mosuloni gibi,
Truman gibi, Bush gibi sorumlu canilerin adları kötüye
anıldığı zaman, kıyametler koparmaktadırlar. Oysa biz tarihimize çoğu zaman hor bakmakta, bize o zengin merası bırakanlara gereken değeri vermemekte, hatta kimi zaman küçümsemekteyiz. Yani tam Avrupalıların tersini yapmaktayız. Gürsel'i, yazdığı bu roman yüzünden, tarihimiz af etmeyecek.
Onun suçundan geçmeyecek.
Irkçı değilim, dinci değilim, ancak milletimi candan
sevdiğimi, dinine derinden bağlı olduğumu biliyorsun. Savaşlara, kıyımlara, kan dökmelere, haksızlıklara, vahşice ve
insanlık dışı davranışlara karşıyım her zaman. Ama neresinden, hangi açısından baktımsa, Gürsel'in bu romanını sindiremiyorum. Fatih'e ve dolayısıyla bize, hepimize bir ihanet
olduğunu hissediyorum.
Değerli kardeşim: Kerkük'e gitmem, orada Behçet kardeşimizle görüşüp buluşmam, çeşitli gazete ve dergilerde yayım-
Hüzün Martıları
111
ceye kadar bu ikili, bu çelişik duygulara, kendimi zorlayarak
dayandım. Bitirdikten sonra, kafama kazık gibi tek bir soru
saplanıp çakılıverdi. Fatih İstanbul'u, insanların "orasına"
kazık sokmakla mı, insanların "boğaz"larını kesmekle mi, o
insanlık dışı davranışlarla mı fethetti? Bu gibi işlerin o büyük
zaferi gerçekleştirmede ne kadar payı vardır? Tarihi bir zafere
şöyle kısık, böyle dar açılardan bakmanın ardında kötü
niyetler yattığını sezmek, işten bile değildir. Fatih gibi o
nadide kahramanın, bunca yıl aradan geçtikten sonra, o eşsiz
başarısına çamur atmak, hangi vicdanlı insanın aklında şüphe
yaratamaz? Bu işte, bu millete karşı garez besleyenlerin
parmakları bulunduğunu, nasıl algılayamaz?
Anlaşılan Gürsel, yaşamının büyük bir payını ülkesinin
dışında geçirmiştir. Batı kültüründen gereğinden fazla etkilenmiş ve zamanla bu kültürün vurgunu, tutkunu haline gelmiştir. Bu yüzden sağduyusu bozuk olsa gerek. Yoksa kendi
milletinin belirgin simalarından, seçkin sembollerinden biri
sayılan Fatih'e o ihanetleri nasıl dokundurabilir, bunu yapmaya nereden cesareti alabilirdi. Belgelere değil, kuruntulara
dayanarak, tarihi bir zaferin o parlak sayfalarını körü körüne
nasıl karalayabilir ve üstelik o zafere güçbelâ varanların
torunu olarak, bunu nefsine nasıl yedirebilirdi. Bunu başka bir
şekilde yorumlamak, hemen hiç mümkün değildir. Ancak
romanın asil konusu olan İstanbul fethinde gösterilen
fedakârlıkları, ne kadar uğraştı ise de, inkâr etmeyi beceremediği için, okurları tuhaf bir şeylerle meşgul etmeye
çalışmıştır. Cinsel senaryolarla. Üstelik kendisini bu senaryoların kahramanı yapmaktan kılcana utanç duymamıştır.
İstanbul'un fethiyle, cinsel "fatih"lerini bir dengede tutarak,
ikinci bir sapıklığını ortaya koymuştur. Cinsel sapıklığını.
İstanbul, kadınların paçası arasından geçilerek fatih edilmedi. O büyük zafer, uyuşturucu maddeler aldıktan sonra,
yataklarda çıplak uzanılarak kazanılmadı. Nerede binlerce
114
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
( 23 )
Bağdat: 16. 6. 2004
Her gün çok daha özlediğim değerli dostum
Nusret Merdan:
Son telefon konuşmamız ve daha sonra internet yoluyla
yazışmamızın üzerinden epeyi bir zaman geçti. Sizleri şimdilik internet yoluyla aramamız imkânsız. Zira elektrik istikrarsızlığı yüzünden bozulan bilgisayarımız tamircide duruyordur bir aradır. Kaç gün daha duracağını kestirmek pek zor,
burada her şey her ihtimale açık. Ömrümüz bile. Sabah
oluyor, sözgelimi, çoluk çocuğa elveda ederek evden çıkıyoruz, çünkü eve dönmemiz bir tesadüf meselesi. Memleketteki
caddeleri şu gümrüksüz ithal edilen arabalar kazınca gibi
kaplamıştır. Onlardan ve Amerikalıların zırhlı arabalarıyla
tanklarından kurtulmak imkânı varsa, direniş diye adlandırılan güçlerin şurada burada, özellikle yollar kenarına
yerleştirmiş oldukları bombalardan kurtulmak, tam tesadüfe
bağlı. Uydular, gazeteler yoluyla duyuyor, okuyorsunuz
kuşkusuz. Memlekette azından günde bir yüz kişi hayatını
kaybetmekte. Bunlar arasında yetkililer bulunduğu gibi,
üniversite hocaları da bulunmakta, sıradan insanlar da bulunmakta. Katiller kim? caniler kim? Direniş güçleri öyle mi iş
görür? Sıradan insanları mı, suçsuz, günahsız insanları mı
hedef alır? Yoksa işin iç yüzünü algılayıp kavramak, bizim
için, yani iyi niyetli insanlar için hep öyle kapalı mı kapalı
kalacak. Burada halk bir yandan Amerikalıları, bir yandan
milisleri, öte yandan direnişçileri ve hatta güvenlik güçlerini
suçluyor. Aslında hepsinin eli vardır bu işlerde. Üstelik son
zamanlarda dışardan memlekete sızan Mosat gibi gizli istihbarat teşkilatları da at oynatmakta diye bir söylenti dolaşıyor
halk arasında. İnanmamak olmuyor. Memleket sonsuz bir kargaşalık, benzersiz bir karmakarışıklık içinde, Her gün bir kat
Hüzün Martıları
113
ladığın yazıları ele geçirmeme güzel bir fırsat oldu. Fotokopi
ederek yanıma aldım. Bağdat'a dönerken yol boyunca okudum. Türkmen edebiyatıyla kültürünü daha geniş bir şekilde
yaymak amacıyla yaptığın bu çalışmalar gerçekten de takdire
şayandır. Oldukça sevindiriyor bizi ve nicelerini bekliyoruz.
Burada üstat Ata Terzibaşı'nın güzel bir çalışmasına
dikkatinizi çekmek istiyorum. Üstat Ata Kerkük Şairleri kitabının dokuzuncu cildinde can dostumuz rahmetli İsmet Özcan
ile ilgili 25 sayfalık bir araştırma yazmıştır. Özcan'ın edebiyatımızda hak ettiği yeri çok anlamlı bir şekilde ifade etmiştir.
****************************
Not: bu mektubun son sayfaları kayıp olmuştur.
Mehmet Ömer Kazancı
Bağdat: 26. 8. 2002
116
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
Yalan yalan üstüne, işte bir sahte hükümet kuruldu. Bir kaç
gün sonra memleketi yönetmek için işe başlayacak. Türkmenlere, Türkmenlerin sorunlarına bakış açısından değerlendirilirse, diğerlerinden farksız bir nitelikte, diğerlerinden ayrımsız. Türkmenleri görmezlikten gelmesi, siyasi haklarımızı göz
ardı etmesi, yani kurulan kabinede, mesela, her hangi bir
Türkmen bakanının bulunmaması, daha öncekilerin aynısı
olduğunu vurgulamaktadır. Eski rejimler de aynısını yapmıyorlar mıydı? Suçu tamamıyla da karşı tarafa yüklemek doğru
değildir bir bakıma. İnsaflı olalım, suçun bir payı bizde,
bizimkilerde daha doğrusu. Siyasi çalışmaları şakaya alan o
yeteneği, kültürü ve dünya görüşü ile bu gün memleketi
dolduran minik siyasetçilerin bile dizine kadar gelmeyen
insanlarımızda.
Ara sıra gidiyorum. Kardeşlik ocağında yapılan kimi
toplantılara katılıyorum. "Elim yüzümde" kalıyor, ortada ne
bir plan, ne bir proje, ne bir taktik, ne bir strateji. Bir şeyler
yapılmak isteniyor tamam, fakat ortada sistematik bir çalışma
yok. Biz de ortada varız demeye sözleri getiren bu gibi toplantılardan çıt çıkarmadan ayrılıyorum. İlk günlerde ben de bir az
zıpladım, tut ağacı sandığım kimilerini silkelemeye çalıştım
var güzümle. Memlekette, memleket çapında Arapça çıkarılması gereken günlük bir gazeteye ihtiyacımız olduğunu
bağırarak söyledim. Güçleri toplayalım, yönlendirelim dedim.
Şu yarı Arapça yarı Türkçe gazetelerimizi bizden başka
kimseler okumaya yanaşmıyor. Enformasyona ağırlık vermek
zamanı çatmıştır artık. Davamızı memleket çapında olduğu
gibi dünyaca duyurmaya, herkesi davamıza inandırmaya ihtiyacımız vardır. İnandırmazsak, kandırmazsak kimse siyasi
haklarımızı bizlere tanıyamaz. Aradan bir yıl kadar bir müddet
geçtikten sonra, El-Beşir adında Arapça bir gazetenin Türkmen Cephesi tarafından çıkarıldığını duydum. Evet, duydum.
Bir telefon konuşmasında Kasım Sarıkâhya bildirdi. Bir hafta
Hüzün Martıları
115
daha alt üst ediliyor. Alt yapıyı Amerikalılar, bereket versin,
kökten sildiler, süpürdüler. Bu bizim sözde insanlara insanlık
nedir diye öğreten insanlarımız da kusur etmediler, Amerikalıların ardından. Tuvalet kâğıtlarına kadar göz kaçırarak,
hükümet dairelerinden, bürolarından çaldılar, petrol parasından payımızdır diye. Şimdi, sözde bir yeniden yapılanma
sürecindeyiz. Bu güne kadar yıkıntıları ortadan kaldırmak,
duvarları boyamaktan öte ortalıkta önemli bir şeylerin gerçekleştirildiği yok. Hep bu yeniden yapılanmaya mahkûm kalarak
yaşadı bu talisiz memleket. Cumhuriyetten günümüze kadar
gelip geçen hükümetlerin, bu milletin başına açtığı belalar
yüzünden memleket hep çöküyor, çöktürülüyor, bataklara
indiriliyor. Yirmi yıl içerisinde üç kanlı savaş. Sonuncusu
Amerikanın demokrasi ve özgürlük adına memleketin başına
döktüğü bu "çamuru", bu gün nasıl yutturuyorsak, bir on yıl
kadar bir süre daha yutturacağımızı sanıyorum. Ortalıkta tek
kazanç, muhbirlerin artık kimseyi izlememesi, her kesin kol
sallaya sallaya gezebilmesi. Özgürlüğün ne demek olduğunu
bilmeyen bu talisiz millet, maalesef bu kol sallaya sallaya
gezmeyi, başkalarının haklarına sağısızlık anlamına kullanmaktadır. Tecavüzler, ihlaller, hırsızlıklar, yol kesmeler,
suikastlar ve bunların benzerleri memleketin her yerinde, her
köşesinde olağan, hatta normal olaylar halinde cereyan
etmektedir. Hele suikastlarda hedef alınanlar arasında aydın,
kültürlü insanlarla bilim adamları başta gelmektedir. Meseleyi
öç almak ve ya eski hesapları tasfiye etmek çerçevesinde
yorumlamamın doğru olmadığının herkes farkında. İşin üzücü
yönü, bütün bu kanlı olaylarla kimsenin ciddi olarak
ilgilenmemesi, ne bir inceleme yapan, ne kimler yaptı, yapıyor
diye bir soran, bir soruşturan. Polis bile kendi halinde, kendini
korumakla meşgul. Giden kendi kesesinden gidiyor, kendi
kısmetinden gidiyor. Büyük bir demokrasi, büyük bir özgürlük, büyük bir güvenlik yalanı içerisinde yaşıyoruz kısacası.
118
Nusret Merdan & Mehmet Ömer Kazancı
na, ancak çalışmalarından izliyordum. Allah rahmet eylesin,
milli haklarımızın peşinde can ciğerle çalışanlardan biriydi.
Kız kardeşinizin ölüm haberini geç mi geç duydum. Hatta
tesadüf olarak Kardeşlik ocağında konuşulurken duydum.
Başınız sağ olsun. Allah diğerini göstermesin.
Nusret kardeşim: bu mektupla birlikte 2003 yılının ilk
aylarında, yani Amerikalıların memlekete sokulmasından
yaklaşık bir ay önce, kendi hesabıma bastırdığım "Bir Ömür
Yetmiyor Ki" adlı son şiir kitabımı gönderiyorum. Gelecek
için, Allah ömür vermişse, hele tatil sürecinden yararlanarak,
bir kaç proje düşünüyorum. Bunların bir kaç tanesi
öykücülüğümüz ile ilgili.
Dualarınızı esirgemeyin. Daha güzel bir günde görüşmek
ümidiyle gözlerinden öperim. Sağlıkla kal.
Mehmet Ömer Kazancı
Bağdat: 16. 6. 2004
Hüzün Martıları
117
bir sürece arayıp satıcılarda bulmayınca, bir Kardeşlik ocağına
uğrayayım, gazeteyi bulurum diye düşündüm. Günümüze
kadar Arapça bir yazısını okumadığımız bir arkadaşın adını,
imtiyaz sahibi ve başyazar olarak buldun gazetenin ilk
sayfasında. Olur, öyle şeyler dedim kendi kendime, olur, tüm
olmazlıkların olabilme ihtimalini yaşadığımız bir ortamda.
Aklımın alamadığı şeylere zorluyorum kendimi son zamanlarda. Gazeteyi evirip çevirdikçe dalgalar geçirdim. Bu değildir millet için düşündüğüm gazete. Allah internete uzun
ömürler versin. Açarsın, şuradan bir şeyler aşırır, oradan bir
şeyler alırsın, olur biter. Gazetedir çıkar. Renkli de çıkar,
resimli de çıkar. Oysa biz öyle demiyorduk. Bir düşün, bir
fikir, bir siyasi, bir dava gazetesi çıkaralım diyorduk.
Kalıcılığını 120 gazete çıkarılan kızgın bir ortamda saptayabilen. Az-zaman, Al-ittihat, El-taahi, Es-sabah gibi gazetelerle
yarışabilen, onlara rekabet edebilen, memleketin en uzak noktasına ulaşabilen, okurların yana yakıla aramasını sağlayabilen. Hele bir bekle, bu bizimkiler kaderimizi nereye
götürecekler. Gidişat böyle devam ederse, tüm umutlarımızın
suya düştüğünü say...........
Çoğu zaman Selma Abla'nın bir çarpıcı cümlesini hatırlarım: "bir kadına iki kimlik yetmedi, yaramadı". Kardeşlik
dergisinden okuduğum bir öyküsünden bu cümleyi bir gün
Mustafa annesine okumuştum. Dikiş makinesine oturuyordu,
başını kaldırmadan: "onlar da bizim gibi talihsizler" diye viiiiz
bastı makineye, hıncını hırsını boşaltırcasına. O ses hala
kafamda çıngıraklı çıngıraklı çınlıyor ve sizin en yerinde
kullandığınız bir "Talihsiz" başlıklı şiirinizle birbirine
karışıyor:
Talihsizdir bizim kuşlar
Denize kavuşmadan ölürler
Milli Türkmen parti başkanı Mustafa Kemal da, hiç bir
umuda kavuşmadan ayrıldı aramızdan. Tanışmadım tanışması-

Benzer belgeler