Rusya ve Arap Baharı: Batı ile Yeni Soğuk Savaş mı?

Transkript

Rusya ve Arap Baharı: Batı ile Yeni Soğuk Savaş mı?
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202
Gönderim Tarihi: 05.03.2015
Kabul Tarihi: 13.04.2015
RUSYA VE ARAP BAHARI:
BATI İLE YENİ SOĞUK SAVAŞ MI?*
Gökhan TELATAR**
RUSSIA AND THE ARAB SPRING: IS THERE A NEW
COLD WAR BETWEEN RUSSIA AND THE WEST?
Öz
Ortadoğu, zengin petrol kaynaklarına sahip olması ve özellikle önde gelen
gelişmiş ülkelerin buna ihtiyaç duyması nedeniyle büyük öneme sahip olan bir
bölgedir. Arap Baharı gibi bölgede pek çok rejimi hedef alarak mevcut güç
dengesini değiştirme olasılığı bulunan kapsamlı halk ayaklanmaları zincirinin
başlaması tüm dünyanın dikkatini bu bölgeye çevirmesine neden olmuştur.
Ortadoğu’nun Rus dış politikasındaki önemine rağmen, Moskova, 2010
sonlarından itibaren pek çok Arap ülkesinde başlayan halk ayaklanmaları ile
ancak Libya’ya karşı NATO askeri müdahalesinin gerçekleştirilmesi üzerine
yakından ilgilenmeye başlamıştır. Batılı ülkelerin Suriye’de muhaliflere destek
vermek suretiyle Beşar Esad rejimini devirmeye çalışmaları ise Moskova’nın
ayaklanmalara yönelik daha aktif bir politika izlemesine neden olmuştur.
Rusya’nın Ortadoğu’daki en yakın müttefikleri olan Libya’daki ve Suriye’deki
rejimlerin devrilmesi ve yerlerine Batı yanlısı rejimlerin gelmesi Moskova’nın
bölgedeki pozisyonunu zayıflatacak gelişmelerdir. Bu nedenle Arap
ayaklanmaları çoğunlukla Amerikan müttefiki rejimleri hedef almasına rağmen,
bugün gelinen noktada sürecin gelişiminden Rusya’nın çok daha olumsuz
etkilenmekte olduğu görülmektedir. Moskova’nın endişe duyduğu bir diğer
nokta ise, bu gelişmelerin ülke sınırlarını aşacak etkilerde bulunması ve
Ortadoğu’nun geçirmekte olduğu değişimin nerede sonlanacağının belli
olmamasıydı. Bu nedenle bu makale, Rusya’nın 2010 sonlarından itibaren
Ortadoğu’da yaşanan halk ayaklanmaları karşısındaki politikalarının analiz
edilmesini amaçlamaktadır. Makale ayrıca, Rusya’nın Arap Baharı’na yönelik
politikalarının, Ortadoğu’daki ağırlığını ve uluslararası alandaki rolünü ne yönde
etkilediğini ortaya koymaya çalışacaktır.
Anahtar Kelimeler: Rus Dış Politikası, Ortadoğu, Arap Baharı, Suriye İç
Savaşı, Radikal İslam.
*
Bu makale, Türk Sosyal Bilimler Derneği tarafından 4-6 Aralık 2013 tarihinde
düzenlenen 13. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi’nde sunulan “Rusya, Arap
Baharı ve Ortadoğu’da Güç Dengesi” başlıklı bildirinin yeniden gözden
geçirilmiş ve genişletilmiş halidir.
** Yrd.Doç.Dr. Abant İzzet Baysal Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, E-posta: [email protected]
175
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202
Abstract
The Middle East is very important region for the entire world because most of the
countries depend on Middle Eastern energy resources for their economic
development. Arab Spring attracted attention of the international society because
there have been so comprehensive uprisings that they have effected most of
regimes in the region and the balance of power in the Middle East could change
at the end of this period. In spite of the importance of the Middle East in the
Russian foreign policy since the Cold War, Russia dealt with the Arab uprisings
closely upon NATO air strike against Libya. Russia has pursued more active
policy toward Arab uprisings after beginning of the Syrian revolt because
Western states has been supporting Syrian opponents to overthrow Bashar AlAssad regime. Fall of the existent pro-Russian regimes and arrival of pro-Western
regimes in Libya and Syria could weaken Russia’s influence in the Middle East.
It is possible to argue that although most of the regimes threatened by the
uprisings are pro-American, the Arab Spring has affected Russia’s interests more
than the United States’. Moreover Russia has been worried that Arab uprising
could exceed national borders. Russia has also been worried because of the fact
that it is not clear how long this challenging process will continue. Therefore, this
article aims to analyze Russia’s policies toward Arab uprisings since the end of
2010. The article also aims to evaluate effects of Russia’s policies toward Arab
Spring on its role in the Middle East and in the international area.
Keywords: Russian Foreign Policy, Middle East, Arab Spring, Syrian Civil
War, Radical Islam
1. Giriş
Zengin petrol kaynakları nedeniyle tüm dünya tarafından büyük önem
arzeden Ortadoğu’da pek çok rejimi hedef alarak mevcut güç dengesini
değiştirme olasılığı bulunan halk ayaklanmaları zincirinin yaşanması tüm
dünyanın olduğu gibi Rusya’nın (Rusya Federasyonu) da dikkatini bu
bölgeye çevirmesine neden olmuştur. Diğer büyük güçlerin aksine Rusya
Ortadoğu petrolüne ihtiyaç duymamakta, aksine bölgede yaşanacak
istikrarsızlıkların petrol fiyatlarını artırmasından fayda sağlayacak olan bir
ülkedir. Ancak Ortadoğu özellikle Soğuk Savaş yıllarından itibaren Rus
dış politikasında önem verilen bir bölge olduğu, ayrıca ABD, AB, Rusya
ve Çin gibi önde gelen uluslararası aktörler arasındaki rekabetin
yoğunlaştığı alanlardan biri olduğu için Moskova’nın bu gelişmelere
kayıtsız kalması beklenemezdi. 2000’li yılların başlarından itibaren
Rusya’nın Vladimir Putin’in liderliğinde SSCB’nin dağılmasıyla
kaybettiği gücünü yeniden elde etmeye yönelik iddialı bir dış politika
izlemesi ve bu politikanın bir parçası olarak Ortadoğu’daki etkinliğini
176
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202
yeniden kazanmaya yönelik bir çaba içerisine girmesi, Arap Baharı ile
yakından ilgilenmesini gerekli kılmıştır.
Moskova’nın Arap ayaklanmalarına kayıtsız kalmasını engelleyen en
önemli faktör ise, ayaklanmaların çoğunlukla Amerikan müttefiki
rejimleri hedef almasına rağmen sürecin gelişiminden Rusya’nın çok daha
olumsuz etkilenmekte olmasıdır. Zira Tunus, Mısır ve Yemen’deki lider
değişikliklerine rağmen Amerikan yanlısı rejimler varlığını korumuş,
ancak Rusya’nın yakın ilişkilere sahip olduğu Libya’daki Muammer
Kaddafi rejimi devrilmiş ve Suriye’deki Beşar Esad rejiminin devrilmesi
için yoğun bir mücadele başlatılmıştır. Libya’ya karşı gerçekleştirilen
askeri operasyondan sonra, Moskova, dış güçlerin desteği ile rejim
değişikliklerinin yaygın bir eylem haline gelmesinden büyük rahatsızlık
duymaya başlamıştır. Zira Rus yöneticilerde, bu durumun gelecekte
Rusya’nın veya müttefiklerinin de içinde bulunduğu pek çok ülkede
halkların ayaklanmalarını teşvik edebileceği ve Batı’nın da çıkarlarını
korumak için bu ülkelere müdahale edebileceği endişesi hakim olmuştur.
Bu nedenle Moskova yönetimi, Libya’da Kaddafi rejimine karşı askeri
operasyon gerçekleştirilmesinden itibaren politikasını sertleştirmiş ve
Suriye ayaklanması nedeniyle Batı ile karşı karşıya gelmiştir. Suriye’de
yaşanan iç savaşın sonucunun ne olacağında, rejim ile muhalifler
arasındaki silahlı mücadele kadar Rusya ile Batı arasındaki siyasi
mücadele de belirleyici olacaktır. Dolayısıyla Arap Baharı’nın
başlangıcından itibaren Rusya’nın Ortadoğu’daki gelişmeleri yönlendirme
kapasitesinin arttığını söylemek mümkündür. O halde Rusya’nın Arap
Baharı’na yönelik politikalarını ayrıntılı bir şekilde analiz etmek
gerekmektedir.
Rusya’nın Arap Baharı boyunca izlediği politikaların inceleneceği bu
makalede, önce Moskova’nın Arap Baharı’nı nasıl algıladığına, yani
ayaklanmaların Moskova için ne ifade ettiğine değinilecektir. Burada
Rusya’nın Ortadoğu’daki çıkarlarına, ayaklanmaların bu çıkarlar
üzerindeki etkilerine, hatta Rusya içindeki siyasi gelişmeler üzerindeki
olası etkilerine değinilecektir. Daha sonra Rusya’nın Arap ülkelerinde
yaşanan ayaklanmalara yönelik politikaları ele alınacaktır. Bu yapılırken,
Rusya’yı daha aktif bir politika izlemeye sevkeden Libya’ya karşı
gerçekleştirilen NATO müdahalesine ve halen devam eden Suriye iç
savaşına daha fazla ağırlık verilecektir. Çalışmada, bu süreçte yaşanan
tüm bu gelişmelerin Rusya’nın Ortadoğu siyasetindeki rolünü ve
uluslararası alandaki ağırlığını ne yönde etkilediği ortaya konmaya
çalışılacaktır.
177
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202
2. Rusya’nın Arap Baharı’na Yönelik Algılamaları ve
Yaklaşımı
Ortadoğu, Soğuk Savaş döneminde Doğu ve Batı blokları arasındaki
ideolojik rekabetin en yoğun yaşandığı bölgelerden biri olarak, Rus dış
politikası açısından büyük önem arzetmekteydi. Ancak 1990’lı yıllarda,
SSCB’nin dağılmasının yarattığı sancılı geçiş sürecinde siyasi, ekonomik
ve sosyal sorunlarla mücadele eden Rusya, Ortadoğu’daki etkinliğini
sınırlandırmak zorunda kalmıştır (Bagno-Moldavsky 2013: 125). Rusya,
bu süre içerisinde içinde bulunduğu sorunları aşmakta önemli mesafeler
katetmiş ve 2000’li yıllara gelindiğinde Vladimir Putin’in yönetime
gelmesinden itibaren Ortadoğu’daki etkinliğini yeniden kazanmaya
yönelik bir politika izlemeye başlamıştır. Bu, Putin’in SSCB’nin
dağılmasıyla Rusya’nın kaybettiği gücünü yeniden kazanmaya yönelik
iddialı dış politikasının bir parçasıdır1 (Mankoff 2009: 11-12). Moskova
bu amaçla sadece eski müttefikleriyle değil, Ortadoğu’daki tüm ülkeler ile
iyi ilişkiler geliştirmeye çalışmıştır.
Rusya’nın Ortadoğu’ya 2000’li yıllarda artan ilgisinde ekonomik faktörler
de önemli rol oynamaktadır. Aslında bölge ülkeleri ile Rusya arasındaki
ticaret hacmi çok büyük değildir. Örneğin Körfez İşbirliği Konseyi
ülkeleri toplam dış ticaretlerinin %0.25’ini Rusya ile yapmaktadır. Ancak
Rusya’daki Arap yatırımlarında da ciddi bir artış söz konusudur. Birleşik
Arap Emirlikleri, Kuveyt, Katar ve Bahreyn merkezli yatırımlar 20072013 yılları arasında beş katına çıkmıştır. Ayrıca Ortadoğu, Rus
şirketlerinin enerji yatırımları ve silah satışı açısından önemli bir pazardır.
Örneğin, 2005-2012 yılları arasında Rusya’nın silah ticaretinde
Ortadoğu’nun payı %14,3 olmuştur. Böylece Ortadoğu, Asya-Pasifik
bölgesinden sonra Rusya için en büyük silah pazarıdır. Rusya, Ortadoğu
silah ticaretindeki payını artırmaya çalışmaktadır. Örneğin, Bahreyn’de
rejimin 2011’deki gösterilere sert yöntemlerle müdahale etmesi üzerine
İngiltere ve Fransa’nın bu ülkeye askeri malzeme satışı anlaşmalarını iptal
etmesinden sonra, Rusya bu boşluğu doldurmak için harekete geçmiş ve
Rus silah şirketleri Bahreyn ile silah satış anlaşması imzalamıştır (Charap
2014: 192-193).
Nüfusunun %10-15’ini oluşturan Müslüman kesim de, Rusya’nın
reelpolitik açıdan Müslüman ülkelerle iyi ilişkiler geliştirmesini gerekli
1
Bu iddialı dış politikaya uygun olarak da savunma bütçesi artırılmıştır
(2000’deki 29 milyar dolardan 2011’de 64 milyar dolara çıkarmıştır). (Aron
2013,
http://www.foreignaffairs.com/articles/139049/leon-aron/the-putindoctrine, 17 Ekim 2014’te erişildi).
178
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202
kılmıştır. Çünkü Rusya, Kuzey Kafkasya’daki radikal İslami hareketlerin
Ortadoğu’dan, özellikle Ortadoğu merkezli İslami sivil toplum kuruluşları
tarafından desteklendiğini iddia etmektedir2. Bu nedenle Müslüman
nüfusa sahip ülkelerle ve Müslümanların yer aldığı örgütlerle ilişki içinde
olmaya özen göstermektedir. 2005 yılında İslam İşbirliği Teşkilatı’na
gözlemci üye olması bunun örneğidir (Charap 2014: 187). Bu şekilde
kendi ülkesindeki Müslüman nüfusa yönelik politikasına İslam dünyasının
merkezi olarak Ortadoğu nezdinde meşruiyet sağlamayı ve özellikle
Müslüman Çeçenlerin yürüttüğü bağımsızlık mücadelesine bu bölgeden
destek gelmesini engellemeyi amaçlamaktaydı (Kaczmarski 2011: 3).
Rusya’nın Ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmeye ve bölge
siyasetindeki etkinliğini artırmaya yönelik politikasında önemli başarılar
elde ettiğini söylemek mümkündür. Zira bölgede hem İran ve Suriye gibi
Amerikan karşıtı ülkeler ile, hem Suudi Arabistan, Mısır ve Katar gibi
Amerikan yanlısı ülkeler ile, hem de ABD’nin rejim değişikliği
gerçekleştirdiği Irak ile, ve Arap-İsrail çatışmasının esas tarafları olan
İsrail ve Filistin ile oldukça iyi ilişkiler geliştirmiştir. Rusya’nın kendi
toprakları içindeki Müslüman nüfusa (başta Çeçenler olmak üzere)
yönelik politikası Arap devletlerinden kayda değer bir tepki görmemiştir.
Ancak Arap Baharı’nın başlamasıyla Moskova’nın 10 yıl boyunca elde
ettiği bu başarılar ya tehlikeye girmiş ya da bu başarılı gidişatın tersine
dönmesi olasılığı ortaya çıkmıştır. Özellikle de ABD’nin bu süreci tüm
olumsuz sonuçlarına rağmen nispeten iyi yöneterek (Suriye ayaklanması
dışında) ayaklanmaların kendi çıkarlarına vereceği zararları en aza
indirmesi, hatta Libya’da gerçekleştirilen rejim değişikliğinde görüldüğü
gibi bazı bakımlardan eskisine göre daha avantajlı konuma geçmesi (Katz
2012, http://eng.globalaffairs.ru/number/Moscow-and-the-Middle-EastRepeat-Performance-15690, 10 Ağustos 2013’te erişildi), Ortadoğu
siyasetinde yeniden etkili bir aktör haline gelmek isteyen Rusya açısından
olumsuz sonuçlar doğurma potansiyeli taşıyan gelişmelerdir.
ABD, AB ve Çin gibi aktörlerin aksine, Rusya petrol ihraç eden bir ülke
olduğu için, Ortadoğu’da yaşanacak istikrarsızlıkların petrol fiyatlarını
artırmasından fayda sağlayacak olan bir ülkedir. Ayrıca istikrarsızlıkların
Ortadoğu petrolünün yabancı piyasalara arzını olumsuz etkilemesi,
Rusya’nın petrol ithal eden ülkeler tarafından güvenilir bir petrol
sağlayıcısı olarak görülmesini sağlayacaktır (Baev 2011: 11). Elde
2
Bu iddialar hakkında bilgi için bakınız: Mudallali 2012, http://www.almonitor.com/pulse/originals/2012/al-monitor/russias-muslim-problem-ispreven.html#, 10 Ağustos 2013’te erişildi.
179
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202
edilebilecek bu kazançlara rağmen, yine de Arap Baharı’na ve bu sürecin
Rus ulusal çıkarlarına ilişkin etkileri bakımından Rusya içinde negatif
görüşler ağır basmaktadır. Bunun en önemli nedeni, bazı kesimler
tarafından ayaklanmaların nedeni olarak iç faktörlerin değil dış faktörlerin
görülmesidir. Buna göre, Arap Baharı, halkların demokratik ve şeffaf bir
yönetim isteğiyle başlayan bir süreç değildir. Tam aksine Batı’nın Arap
dünyasındaki çıkarlarını daha kolay hayata geçirebileceği bir siyasal
ortam yaratma isteğinin bir ürünüdür. Bu yöndeki iddiaların bazı üst
düzey yöneticiler tarafından da değişik şekillerde dile getirilmiş olması
oldukça önemlidir. Örneğin, Rusya Genelkurmay Başkanı Nikolai
Makarov, bazı ülkelerin liderlerinin stratejik amaçlarını gerçekleştirmek
uğruna hoşlanmadıkları rejimlerin değişmesini sağlamak için renkli
devrimlerin tekniklerini kullanmaya devam ettiklerini iddia etmiştir3
(Allison 2013: 817).
Arap ülkelerinde yaşanan ayaklanmaların demokratikleşme amacıyla ve
bölgenin iç dinamikleri sonucu ortaya çıktığı konusunda duyulan bu
şüphe, ayaklanmaların arkasındaki güçlerin Rusya’yı da hedef alabileceği
yönünde bir endişeye neden olmuştur. Bu endişe en üst düzey resmi
görevliler tarafından dile getirilmiştir. Nitekim Arap ülkelerinde bugün
yaşanan gelişmelerin Rusya’nın iç siyasetinde etkilerinin olacağını
belirten dönemin Cumhurbaşkanı Dmitry Medvedev, Arap dünyasında
yaşanan senaryonun daha önce Rusya için de planlandığını, geçmişteki
senaryonun bugün Rusya’da yeniden hayata geçirilmek istendiğini, ancak
bunun başarılı olamayacağını iddia etmiştir4 (RT 2011b,
http://rt.com/politics/middle-east-russia-medvedev/, 10 Ağustos 2013’te
erişildi). Bu endişeler sadece yöneticilerde değil, Rusya halkında da
görülmektedir. Zira ayaklanmaların art arda yaşandığı 2011 yılı başlarında
gerçekleştirilen kamuoyu yoklamalarında, Rus halkının %40 civarındaki
bir bölümünün benzer senaryonun Rusya’da da gerçekleşmesini olası
bulduğu ortaya çıkmaktadır (Radio Free Europe/Radio Liberty 2011a,
http://www.rferl.org/content/authoritarian_russia_watches_as_mideast_un
ravels/2327204.html, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Rusya’da 2011 yılının
son günlerinde, Başbakan Vladimir Putin’in 4 Mart 2012’de yapılacak
3
Dönemin Başbakanı Vladimir Putin’in ve Başbakan Yardımcısı Igor Siechin’in
de bu yöndeki görüşleri için bakınız: Kaczmarski 2011: 4; Permanent Mission of
the
Russian
Federation
to
the
European
Union
2011,
http://www.russianmission.eu/en/press-conference-following-russiangovernment-european-commission-meeting, 10 Ağustos 2013’te erişildi.
4
Genelkurmay Başkanı Nikolai Makarov’un da bu yöndeki görüşü için bakınız:
Allison 2013: 817.
180
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202
seçimlerde yeniden cumhurbaşkanlığına aday olmak istemesi nedeniyle
başlayan gösteriler Rus yöneticilerin bu endişelerini artırmıştır. Yeniden
cumhurbaşkanı olmak isteyen Putin’in otoriterleşen yönetim anlayışından
duyulan rahatsızlık ve 4 Aralık 2011’deki parlamento seçimlerinin adil
gerçekleşmediği iddiaları nedeniyle gösteriler düzenlenmiştir. Putin’in
seçimlerden birinci çıkması nedeniyle, gösteriler 2012 yılının ortalarına
kadar devam etmiştir. Rusya içerisindeki bazı gazeteciler ve muhalif
kişiler Arap ayaklanmaları ile Rusya’daki gösteriler arasında ilişki
kurmuştur (Dannreuther 2015: 80).
Bunların yanında, Arap ayaklanmaları Rus yöneticiler tarafından
demokratikleşme süreçleri olarak görülmemiş, tam aksine Ortadoğu’yu
istikrarsızlaştıracak bir süreç olarak görülmüştür (Kaczmarski 2011: 4).
Bu düşünceyi benimseyenlere göre, her ne kadar Arap coğrafyasında
yaşanan ayaklanmalar genç kesimler tarafından sosyo-ekonomik
nedenlerden dolayı ve siyasal özgürlük talepleriyle başlatılsa da, bu
kesimin ayaklanmaları başarıya götürecek güçleri bulunmamaktadır. Yeni
oluşacak yönetimlerin kontrolü İslamcı güçlerin de içinde bulunduğu
kesimlerin eline geçebilir ve İslamcılar bu ülkelerin geleceğinde oldukça
etkili konuma gelebilirdi. Bir başka ifadeyle, Arap Baharı, radikal İslami
güçlere otoriteyi ele geçirme imkânı verdiği için giderek bir İslam yazına
dönüşmektedir. Dolayısıyla Arap ayaklanmalarının sonucunda oluşacak
yönetimlerin anti-demokratik, hatta İslamcı nitelikte olmaları gibi güçlü
bir ihtimal mevcuttu (Magen 2011: 1).
Moskova’nın buradaki endişelerinden bir tanesi de, Rusya sınırları içinde
Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Kuzey Kafkasya bölgesi idi. Başta
Çeçenistan’da olmak üzere bu bölgede yaşanan çatışmalarda Mısır,
Ürdün, Libya ve Suriye Moskova’yı desteklemiş, Suudi Arabistan,
Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar gibi bazı ülkeler ise Kuzey Kafkasya
halklarının taleplerine nispeten sempatiyle yaklaşmıştır (Zikibayeva 2011:
5). Bu ülke yönetimleri açıkça destek vermese de, Rusya, Kuzey
Kafkasya’daki radikal İslami hareketlerin Ortadoğu’dan destek aldığını
iddia etmektedir. Dolayısıyla Arap ülkelerindeki radikal İslami kesimlerin
güç kazanmaları durumunda Kuzey Kafkasya’daki gelişmelere daha fazla
müdahil olabilecekleri endişesi ortaya çıkmıştır. Bu endişe Rus yöneticiler
tarafından açıkça dile getirilmiştir. Dönemin Cumhurbaşkanı Medvedev,
radikal İslam tehdidi nedeniyle Arap ülkelerindeki ayaklanmaların Rusya
için de tehlike potansiyeli oluşturduğunu ifade etmiştir (RT 2011b).
Rusya, ilerleyen sayfalarda da değinileceği gibi, özellikle Suriye’de Beşar
Esad rejimine verdiği destek nedeniyle, Batılı ülkeler tarafından Arap
halklarının beklentilerine kulak vermemekle ve diktatörleri desteklemekle
181
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202
eleştirilmektedir. Moskova bu eleştirilere karşı çıkmakta ve kendi
pozisyonunun doğruluğunu kanıtlamaya çalışmaktadır. Nitekim Rusya
Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 16 Haziran 2012’de yayınlanan “Tarihin
Doğru Tarafında Yer Almak” başlıklı makalesinde, Arap dünyasında
sömürge yönetimlerinin toplumsal yapılarda yarattığı değişikliklerin
sonucu olan mevcut gerilimlerde sorumluluğun ülkesinde değil ülkesini
suçlayan Batılı ülkelerde olduğuna dikkat çekmiştir. Lavrov, Rusya’nın
her zaman Arap ülkelerinin bağımsızlığını ve bağımsız gelişme haklarını
desteklediğini ve bugün de desteklemeye hazır olduğunu belirtmiştir.
Ancak Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki değişimlerin uzun vadede,
huzurlu ve evrimci bir biçimde yaşanmasını desteklediğini ifade ederek
(Lavrov 2012, http://www.huffingtonpost.co.uk/sergei-lavrov/russia-syriaon-the-right-side-of-history_b_1596400.html, 10 Ağustos 2013’te
erişildi), 2010 yılının son günlerinden itibaren Arap dünyasında yaşanan
değişim sürecinin olumsuz bir şekilde sonuçlanabileceği olasılığına dikkat
çekmiş ve böyle bir durumun yaşanmaması için temkinli ve daha uzun
vadeye yayılmış bir değişim sürecinin desteklenmesi gerektiğini
vurgulamıştır.
Rusya, Batı’nın demokrasi ihraç biçiminin o ülkede iç savaşa, kaosa ve
devlet kurumlarının zayıflamasına yol açtığını düşünmektedir. 1990’larda
Yugoslavya’da ve 2000’lerin başlarında Irak’ta gerçekleşen
demokratikleşme örneklerinin olumlu sonuçlar doğurmaması bu
düşünceyi desteklemektedir. Moskova’ya göre, Arap dünyasının etnik,
dinsel ve mezhepsel açıdan çoğulcu yapısı hassas bir denge üzerine
oturmakta ve sosyal değişim açısından kırılgan bir özellik arzetmektedir.
Tunus, Libya, Mısır ve Yemen’de rejim/lider değişiklikleri sonrası siyasal
istikrarın sağlanmasında yaşanan zorluklar Moskova’nın bu endişelerini
doğrular niteliktedir. Oysa demokrasi, Moskova’nın bakış açısına göre,
sosyal istikrarı bozmak yerine kuvvetlendirmeli, yerel kültürleri ve
değerleri yıkmak yerine korumalı, devlet egemenliğini zayıflatmak yerine
güçlendirmeliydi. Bu nedenle Moskova, Ortadoğu’nun demokratikleşmesi
konusunda, Batı’nın istediği gibi hızlı bir geçiş yerine, aşamalı ve zamana
yayılmış bir süreçten yana olmuştur. Yani Batı’nın öne sürdüğü sivil
toplumun önde yer aldığı plüralist model yerine, devlet kontrolünde bir
yaklaşım benimsenmesi gerektiğini savunmaktadır. Dolayısıyla Rusya
Batı’nın desteklediği demokratikleşme modeli yerine kendi
demokratikleşme modelini önermektedir (Dannreuther 2015: 79,82,92).
Ortadoğu’nun yukarıda bahsedilen kırılgan yapısı nedeniyle, Batı’nın
savunduğu demokratikleşme modelinin uygulamaya konulması halinde,
kaos sarmalının fitilinin ateşleneceğini ve bunun sonucunun nereye
182
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202
varacağını kestirmenin çok zor olduğunu düşünmektedir. (Allison 2013:
815).
Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi, Rusya, genel olarak dış aktörlerin
müdahalesiyle rejim değişikliğine karşı çıkmaktadır. Dış destek yoluyla
rejim değişikliklerinin uluslararası sistemde sık gerçekleşen bir eylem
olmasını istememektedir. Çünkü bu eylemin yaygınlaşması pek çok
ülkede halkların ayaklanmasını teşvik edebilirdi. Bu ülkeler arasında
Rusya veya müttefikleri de yer alabilirdi ve Batı kendi çıkarlarını
korumak için bu ülkelerde halk ayaklanmasını teşvik edebilir veya
destekleyebilirdi. Bu nedenle Rusya, otoriter rejimlerin bulunduğu hiçbir
ülkede dış aktörlerin rejim değişikliği eyleminde bulunmasını
istememektedir. Rusya’nın sadece Ortadoğu’da değil, dünyanın değişik
bölgelerindeki dış destekli rejim değişikliği girişimlerine karşı çıkmasının
nedeni budur.
3. Arap Baharı’nın Başlaması ve Düşük Profilli Rus Politikası
Ortadoğu ekonomik, siyasi ve askeri açılardan Rus dış politikası için her
zaman önem arzetmiş olan bir bölge olmasına rağmen, 2010 yılının son
günlerinde Tunus’ta başlayan ve pek çok Arap ülkesine yayılan halk
ayaklanmaları karşısında Moskova düşük profilli bir politika takip
etmiştir. Bunun nedeni, demokrasi kültürünün oldukça zayıf olduğu bu
bölgede ayaklanmaların ortaya çıkmasının yarattığı şaşkınlık ve
gelişmelerin nereye varacağı konusundaki belirsizlikti. Rusya, Arap
ayaklanmaları ile devrilmek istenen rejimleri açıkça desteklememekle
birlikte, göstericilerden yana bir pozisyon almaktan da kaçınmıştır.
Moskova’nın önceliği Ortadoğu’da istikrarın bozulmasının engellenmesi
olmuştur.
17 Aralık’ta Tunus’ta ayaklanmaların başlamasıyla Arap Baharı olarak
nitelendirilen sürecin ilk adımı atılırken, Moskova gelişmelerin
netleşmesini beklemeyi tercih etmiştir. Bu nedenle Tunus’ta Zeynel
Abidin Bin Ali yönetimi devrilene kadar Moskova’nın net bir politikasını
görmek zordur. Bin Ali’nin düşüşünden yaklaşık on gün sonra ise,
Cumhurbaşkanı Dmitry Medvedev, Tunus’ta yaşananların tüm
yönetimlere ders olması gerektiğini ve dünyanın neresinde olursa olsun
tüm yönetimlerin toplumlarına kulak vermeleri gerektiğini ifade etmiştir
(Freeland 2011). Rusya, verdiği bu tepkiyle göstericilerin yanında yer
almış olmaktadır. Bu açıklamanın yapıldığı tarihte Bin Ali yönetimi
devrilmiş olduğu için, Moskova’nın göstericilerden yana tutum alması
pragmatik bir yaklaşımın ürünü olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca Rusya
183
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202
ile Tunus arasında köklü ve çok sıkı ilişkiler bulunmaması ve ticaret
hacminin zayıf olması nedeniyle, Moskova’nın göstericilerin taleplerine
sıcak bakarak riske atacak çok fazla şeyi bulunmamaktaydı (Erenler 2012:
175). Ayrıca Arap Baharı’nın daha ilk aşamaları olduğu için
ayaklanmalarda radikal İslam faktörü henüz ön plana çıkmamış,
dolayısıyla Moskova bu gelişmelerden çok fazla tehdit algılamamıştı
(Dannreuther 2015: 80).
Aynı şey Mısır’da yaşanan ayaklanmalar için de söylenebilir. Rusya,
Mısır ile Soğuk Savaş’ın ilk yarısında kurduğu ittifakı uzun süre önce
kaybetmiş olduğu için, her ne kadar Hüsnü Mübarek yönetimi ile ilişkileri
kötü olmasa da, Mübarek’in devrilmesiyle belki de Ortadoğu’da yeni bir
müttefik kazanma imkânı elde edecekti. Böyle bir gelişmenin yaşanması,
Putin’in önceki sayfalarda bahsedilmiş olan Rusya’nın eski
müttefikleriyle bağlarını kuvvetlendirerek Ortadoğu’daki etkinliğini
artırma amacı açısından olumlu bir gelişme olarak nitelendirilebilirdi. Bu
nedenle Moskova, ayaklanmaların bu ülkeye sıçrayarak Hüsnü Mübarek’i
hedef almasından Washington kadar büyük endişe duymamıştır (Erenler
2012: 175).
Ancak, önceki sayfalarda ifade edildiği gibi, Moskova Arap Baharı
çerçevesindeki ayaklanmalara/rejim değişikliklerine genel olarak şüphe ile
yaklaşmakta olduğu için, Mısır’da Hüsnü Mübarek’e karşı başlatılan
ayaklanmada da ilk başlarda bekle ve gör politikası izlemiştir. Daha sonra,
bölgesel istikrarın bozulması endişesiyle, hem Cumhurbaşkanı Medvedev
hem de Dışişleri Bakanı Lavrov yaşananlara barışçıl bir çözüm
bulunmasına vurgu yaparak temkinli bir tutum sergilemiş ve zımnen
Mübarek’i
desteklemiştir
(Katz
2012,
http://eng.globalaffairs.ru/number/Moscow-and-the-Middle-East-RepeatPerformance-15690, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Moskova, ayaklanmalar
sonucunda Mübarek yönetiminin kolayca devrilmesinin istikrarsızlığa
neden olacağından ve benzer senaryonun diğer bölge ülkelerinde de
gerçekleşmesinin yolunu açacağından endişe etmiştir (Kaczmarski 2011:
4). Mübarek’in devrilmesinden sonra ise, güçlü ve demokratik bir Mısır
vurgusu yapmış ve yeni yönetim ile birlikte çalışma isteğini ortaya
koymuştur5. Özellikle Muhammed Mursi’nin cumhurbaşkanı olmasından
sonra Moskova’nın Müslüman Kardeşler ile işbirliği yapmaya hazır
olduklarını açıklaması oldukça önemlidir. Çünkü Rusya içerisindeki
5
Rusya Cumhurbaşkanı Dmitry Medvedev’in bu konuda sosyal medyadaki
paylaşımı için bakınız: https://twitter.com/#!/MedvedevRussiaE/
statuses/36407375581683712, 10 Ocak 2015’te erişildi.
184
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202
radikal İslami hareketlere desteğinden dolayı, 2003’te Rusya Yüksek
Mahkemesi Müslüman Kardeşler’i Rusya’ya karşı tehdit oluşturan bir
terörist örgüt olarak ilan etmişti (Malashenko 2013: 9). Şimdi Müslüman
Kardeşler’in Mısır’ın yönetimine gelmesinden sonra meşruiyetini kabul
edip yakın ilişki geliştirmek istemesi, Moskova’nın Ortadoğu’daki
etkinliğini artırmayı amaçlayan pragmatik dış politikasının bir örneğidir.
Aynı pragmatizmi, Moskova’nın Mursi’ye karşı gerçekleştirilen darbe
sonrası yönetime gelen Abdülfettah El-Sisi ile geliştirilen yakın
ilişkilerinde de görmek mümkündür. Müslüman Kardeşler’den
hoşlanmamasına rağmen bu harekete mensup olan Mursi’ye yeşil ışık
yakmaktan çekinmeyen Moskova, şimdi Mursi’nin devrilmesinin kendisi
açısından daha olumlu bir konjonktür yarattığını düşünmüş ve Sisi
yönetimiyle enerji ve silah satışından terörle mücadeleye kadar pek çok
alanda işbirliği yapmaya başlamıştır (Schumacher and Nitoiu 2015: 4-5).
Arap Baharı Bahreyn ve Yemen’e sıçrayınca da Rusya düşük profilli
politikasını değiştirmemiş, rejimleri açıkça desteklememekle birlikte
göstericilerden yana bir pozisyon almaktan da kaçınmıştır. Nitekim Rusya
Dışişleri Bakanlığı’nın Mart 2011 sonlarında Bahreyn’deki gelişmelerin
bu ülkenin iç işi olduğunu ve sorunun diyalog yoluyla çözülmesi
gerektiğini ifade etmesi bunu ortaya koymaktadır. Aslında bu açıklama
ABD’nin politikasıyla da örtüşmektedir. Her iki ülke de Bahreyn’de
rejimin devrilmesini, başta Suudi Arabistan olmak üzere bölgedeki diğer
monarşilerin istikrarsızlık içine girmesine neden olacağı için, istememiştir
(Zikibayeva 2011: 9). Moskova, Yemen’de ise, 2011 Ocağının sonlarında
Ali Abdullah Salih yönetimine karşı başlayan ayaklanma sonrası, Suudi
Arabistan’ın öncülüğünde Körfez İşbirliği Konseyi’nin girişimiyle rejim
ile muhalifler arasında sorunun çözülmesine yönelik müzakereleri
desteklemiştir. Nitekim Şubat 2012’de, Rusya Dışişleri Bakanlığı, Salih’in
görevi bırakıp yerine yardımcısı Abed Rabbo Mansour Hadi’nin başa
gelmesi ile sonuçlanan çözüm sürecinden duyduğu memnuniyeti ifade
etmiştir (Katz 2012, http://eng.globalaffairs.ru/number/Moscow-and-theMiddle-East-Repeat-Performance-15690, 10 Ağustos 2013’te erişildi).
Yemen’deki çözüm süreci, dış aktörlerin müdahalesiyle rejim değişikliği
gibi bir durum yaşanmadığı için ve yönetim ile muhalifler arasında
müzakereye dayanan bir uzlaşmanın ürünü olduğu için, Rusya’nın önceki
sayfalarda bahsedilen demokratikleşme modeline oldukça uygundur
(Malashenko 2013: 10). Bu nedenle Rusya, ilerleyen sayfalara değinilecek
olan Suriye iç savaşı sırasında da Batı müdahalesine karşı çıkacak ve
Yemen modeline benzer bir yöntemle sorunun çözülmesinden yana bir
politika izleyecektir.
185
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202
Tüm bunlardan anlaşılacağı gibi, ABD gibi Rusya da, Arap ülkelerindeki
rejim değişikliklerine bölgesel istikrarı olumsuz etkileyeceği endişesiyle
sıcak bakmamış, rejimlerin devrilmesinden sonra ise çıkarlarını korumaya
yönelik pragmatik bir politika izleyerek yeni yönetimlerle iyi ilişkiler
geliştirmek için hareket geçmiştir. Dolayısıyla Rusya bölgedeki rejimlerin
muhafazası üzerinde değil, çıkarlarının korunması üzerinde yoğunlaşan
bir politika izlemiştir. Ancak ABD’den farklı olarak, Rusya, ayaklanmalar
sonucunda rejim değişikliği gerçekleşecekse de, bunun dış müdahale
yoluyla değil taraflar arasında müzakere sonucu olması gerektiğini
savunmuştur. Moskova’nın dış müdahale yoluyla rejim değişikliği
gerçekleştirilmesi konusundaki endişeleri Libya ayaklanması ile en üst
seviyeye çıkmıştır.
4. Libya Askeri Müdahalesi ve Sertleşen Rus Politikası
Arap Baharı, ayaklanmalar Libya’ya sıçradığı zaman farklı bir niteliğe
bürünmüştür. Zira diğer ülkelerde çok büyük çatışmalara yol açmayan
ayaklanmalar, Libya söz konusu olduğunda rejim güçleri ile muhalifler
arasında şiddetli çatışmalara dönüşmüş ve dış güçlerin askeri
müdahalesine doğru giden bir seyir izlemiştir. Bu nedenle Moskova Arap
Baharı’na yönelik düşük profilli politikasını değiştirmiştir. Muammer
Kaddafi rejimi ayaklanmaları bastırmak için sert yöntemler kullanınca
Rusya bir ikilem içerisine düşmüştür. Rusya bir yandan iyi ilişkilere sahip
olduğu Kaddafi rejimini desteklemekte, diğer yandan da muhaliflerden
yana olması konusunda Batı’nın baskısı ile karşı karşıya bulunmaktaydı.
Libya’da rejim güçleri ile muhalifler arasındaki çatışmaların şiddetlenerek
devam etmesi Rusya’yı Kaddafi’ye yönelik uluslararası baskıları
desteklemek zorunda bırakmıştır. Nitekim Moskova 26 Şubat 2011’de
Libya’ya uygulanan silah ambargosuna katılmıştır. Ayrıca sivillerin
korunması amacıyla gerekli önlemlerin alınmasını ve uçuşa yasak bölge
uygulanmasını içeren 1973 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararının (17
Mart 2011) kabul edilmesini, çekimser oy kullanmak suretiyle,
engellememiştir (Malashenko 2013: 11). 1973 sayılı karara ret oyu
vermek suretiyle kararın çıkmasını engelleme imkânı bulunan Rusya,
Kaddafi’nin muhaliflere karşı güç kullanmasının yarattığı uluslararası
tepki nedeniyle karar karşısında çekimser kalmıştır. Aynı şekilde,
Medvedev Mayıs 2011’de Kaddafi’nin meşruiyetini kaybettiğini ve artık
gitmesi
gerektiğini
ifade
etmiştir
(Milliyet
2011,
http://www.milliyet.com.tr/-kaddafi-yi-moskova-ya-alin/dunya/dunyadetay/28.05.2011/1395760/default.htm, 10 Ağustos 2013’te
erişildi).
186
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202
Moskova’nın Batılı ülkelerin Libya ayaklanmasına müdahil olmalarına
çok fazla direnmemesinin nedenlerinden biri de, Rusya-Libya ilişkilerinin
2004 yılından itibaren zayıflamaya başlaması, Moskova’nın Libya’daki
çıkarlarını elde etmekte artık zorlanıyor olmasıdır. Çünkü Kaddafi, Mart
2003’teki Irak savaşından sonra, Saddam Hüseyin ile benzer kaderi
paylaşmamak için kitle imha silahı programını durdurmuş ve terörizme
verdiği desteği kesmişti. Bunun üzerine ABD de bu ülkeye uyguladığı
yaptırımları kaldırmıştı. Buna paralel olarak Libya hem siyasi hem de
ekonomik olarak Rusya’dan uzaklaşmaya ve Batı’ya yaklaşmaya
başlamıştı. Rusya ise yakın ilişkileri muhafaza etmeye, bu ülke ile
ekonomik bağlarını korumaya ve silah satışına devam etmeye
çalışmaktaydı. Nitekim Putin bu amaçla 2008 yılında Libya’ya bir ziyaret
gerçekleştirmiş, bir Rusya lideri tarafından bu ülkeye ilk kez
gerçekleştirilen bu ziyarette Libya’nın yaklaşık 4,5 milyar dolarlık borcu
silinmiştir. Ancak bu çabalara rağmen, Rusya imzalanmış olan ekonomik
anlaşmaların hayata geçirilmesini sağlamakta pek de başarılı olamamıştır.
Putin yönetiminin Libya’nın tüm petrol ve doğalgazını satın almak
suretiyle bu ülkenin enerji kaynaklarının Avrupa’ya tedarikinin
kontrolünü eline alma amacı uygulamaya konuşamamıştır (Schumacher
and Nitoiu 2015: 3). Dolayısıyla Kaddafi Moskova için artık o kadar da
güvenilir bir müttefik değildi. Bu nedenle, Kaddafi’nin devrilmesi sonrası
Libya’da yaşanacak siyasi gelişmeler Rusya’nın çıkarları açısından bir
risk oluştursa da, Moskova’nın Kaddafi’ye vereceği desteğin bir sınırı
bulunmaktaydı.
Rusya, Kaddafi’ye yönelik uluslararası baskıları desteklemekle birlikte,
Batılı ülkelerin 1973 sayılı Güvenlik Konseyi kararına dayanarak
Libya’ya askeri operasyon düzenlemesi gündeme gelince rahatsızlık
duymaya başlamıştır. Batılı ülkeler Kaddafi yönetimine karşı askeri
operasyon düzenlenmeyi tartışırken, hem Cumhurbaşkanı Medvedev hem
de Başbakan Putin radikal İslamcıların güçlenmesi olasılığına vurgu
yapmış ve askeri müdahalenin bunun gerçekleşmesine giden yolu
açabileceği endişesini dile getirmiştir (Lazareva 2012: 16). Hatta
Medvedev daha da ileri giderek, Batı’nın ayaklanmaları kışkırttığını ve
asıl amaçlarının Rusya’da da siyasal değişim gerçekleştirmek olduğunu
söylemiştir
(Radio
Free
Europe/Radio
Liberty
2011b,
http://www.rferl.org/content/russia_medvedev_warns_of_arab_fanatics/23
17394.html, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Putin de Batı’nın demokrasi
zorlamasının İslamcıları güçlendireceği ve bunun diğer bölgeleri de (başta
Kuzey Kafkasya olmak üzere) olumsuz etkileyeceği uyarısında
bulunmuştur (Lazareva 2012: 16). Dolayısıyla Rusya, ilerleyen
dönemlerde kendisinin de içişlerine karışılabileceği endişesiyle, halk
187
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202
ayaklanmalarını ülkelerin içişleri olarak görmekte ve dışarıdan müdahale
edilmemesi gerektiğini savunmaktaydı.
Moskova, 1973 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararının alınmasını
engellememesine rağmen, NATO’nun bu karara dayanarak düzenlediği
askeri operasyona tepki göstermiştir. Rusya içerisindeki yaygın görüş,
Güvenlik Konseyi kararındaki sivillerin ve sivillerin yaşadığı alanların
Kaddafi rejiminin saldırılarından korunması için gerekli tedbirlerin
alınması yönündeki ifadenin, NATO’nun Kaddafi rejimini devirmeye
çalışan muhaliflerin işini kolaylaştırmaya yönelik hava saldırısına gerekçe
olarak yorumlanamayacağı şeklindeydi. Bu görüşe göre, sivilleri korumak
amacıyla insani müdahale gerçekleştirildiği iddiası, sadece rejim
değişikliğini sağlayabilmek için kullanılan bir gerekçeydi. Dolayısıyla
Rusya’nın 1973 sayılı kararın uygulanması aşamasında aldatıldığı
düşünülmekteydi. Rusya, BM Güvenlik Konseyi’nin bir ülke rejiminin
devrilmesinde açıkça ya da örtülü bir biçimde yer almaması gerekirken
(Charap 2013: 36-38), Libya’da var olan hükümeti devirmek amacıyla iç
savaşın taraflarından biri olan muhalefetin desteklenmesinin Konsey’in
itibarını zedelediğini savunmuştur. Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı
Sergey Lavrov, Kaddafi’nin devrilmesinden sonra Libya’daki durumun
daha kötüleştiğine dikkat çekerek, şiddete dayalı bu tür çözümlerin uzun
vadede kalıcı sonuç vermeyeceğini vurgulamıştır (Lavrov 2012,
http://www.huffingtonpost.co.uk/sergei-lavrov/russia-syria-on-the-rightside-of-history_b_1596400.html, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Ancak
Rusya, Libya’ya yönelik gerçekleştirilen askeri müdahaleye karşı
olduğunu ve bu müdahalenin neden olabileceği riskleri açıkça ve yüksek
sesle dile getirmesine rağmen, bu müdahaleyi engellemek için daha fazla
çaba sarfetmemiş yani Libya sorununun ABD ile ilişkilerine daha fazla
zarar vermesini istememiştir. İlerleyen sayfalarda değinileceği gibi, gerek
Libya örneğinden çıkarılan dersin etkisiyle gerekse de Suriye’nin ve bu
ülkedeki Esad rejiminin öneminin Moskova için daha fazla olması
nedeniyle aynı senaryonun Suriye’de de gerçekleşmesine izin
vermeyecektir.
Rusya, askeri müdahaleyi engelleyememesi ve Kaddafi rejiminin
devrileceğinin anlaşılması üzerine, Kaddafi’den sonra başa gelecek yeni
yönetim ile iyi ilişkiler geliştirmeye yönelik adımlar atmıştır. Örneğin,
Medvedev Haziran 2011 başlarında, Federasyon Konseyi Dış İlişkiler
Komitesi Başkanı Mikhail Margelov’u hem Kaddafi yönetimi ile hem de
ayaklanmacılar ile görüşmelerde bulunmak üzere Libya özel temsilcisi
olarak atamıştır (RT 2011a, http://rt.com/politics/libya-margelov-rogozinnato/, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Ancak Rusya, muhaliflere destek
188
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202
vermekte oldukça geç kalmıştı. Nitekim NATO askeri müdahalesine karşı
çıkarak Kaddafi’ye desteğini gösteren Moskova, Kaddafi’ye gitmesi
gerektiği çağrısını askeri müdahalenin başlangıcından iki ay sonra
yapmıştı. Moskova ayrıca, muhaliflerin oluşturduğu Ulusal Geçiş
Konseyi’nin otoritesini de 1 Eylül 2011’de tanımış, böylece bu yönde
hareket eden 73. devlet olabilmiştir. Bu nedenle Rusya, Kaddafi sonrası
dönemde Libya’daki beklentilerini elde edememiştir. Nitekim yeni Libya
yönetimi göreve geldikten sonra, Kaddafi döneminde Rusya ile yapılan 10
milyar dolarlık ekonomik anlaşmanın gözden geçirileceğini açıklamıştır.
Ayrıca Rus enerji şirketleri Libya’daki yatırımlarını Amerikan ve
Avrupalı enerji şirketlerine kaptırmaya başlamıştır. (Malashenko 2013:
11-12).
5. Suriye İç Savaşı ve Ortadoğu’da Batı ile Soğuk Savaş (mı?)
Arap Baharı çerçevesinde yaşanan ayaklanmalar içerisinde dünya
gündemini en çok işgal eden, Mart 2011’de başlayan Suriye
ayaklanmasıdır. Zira ayaklanmanın başladığı dört yıl olmasına rağmen ne
Beşar Esad rejimi ayaklanmaları bastırabilmiş ve ülkede kontrolü tesis
edebilmiş, ne de muhalifler demokratik haklar elde edebilmiş veya rejimi
devirebilmiştir. Hem bölge içinden hem de dışından pek çok aktör soruna
müdahil olmuştur. Muhalifler bu aktörler tarafından eğitilmiş ve
silahlandırılmış, sorun bir halk ayaklanması olmaktan çıkarak muhalifler
ile rejim güçleri arasında yoğun çatışmaların yaşandığı bir iç savaşa
dönüşmüştür. Esad rejimi ise, büyük askeri gücü ve rejimin diğer bölge
ülkeleriyle kıyaslandığında daha sağlam temeller üzerine oturması
nedeniyle, ayrıca Rusya, Çin ve İran gibi devletlerin de desteğiyle, halen
ayakta kalmaya devam etmektedir. İç savaşın bugünkü şekliyle devam
etmesi durumunda kısa ve hatta orta vadede herhangi bir tarafın lehine
sona ermesi zor gözükmektedir. Bu nedenle sorunun uluslararası
aktörlerin de katılımıyla siyasi zeminde çözülmesi ihtiyacı doğmaktadır.
Bu noktada Esad rejimi ile yakın ilişkileri nedeniyle Rusya ön plana
çıkmaktadır.
Rusya, Esad rejimini desteklemekle ve Suriye’deki katliamlara göz
yummakla eleştirilmektedir. Esad rejimine silah sağlamasının ve başta
BM Güvenlik Konseyi’nde olmak üzere tüm uluslararası platformlarda
destek olmasının rejimin ayakta kalmasına ve muhaliflere zulmetmeye
devam etmesine imkân sağladığı iddia edilmektedir (Sengupta 2014,
http://www.independent.co.uk/news/world/middle-east/the-west-is-toblame-for-syrian-conflict-says-saudi-prince-9898975.html,
10
Ocak
189
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202
2015’te erişildi). Gerçekten de Moskova çoğu zaman Esad rejimi üzerinde
uygulanan uluslararası baskıların karşısında durmuştur. Suriye’deki iç
savaş tüm şiddetiyle devam ederken, Moskova Ortadoğu’daki bir
müttefiki olarak gördüğü Esad rejimine karşı yaptırım uygulanmasına ve
askeri güç kullanılmasına karşı çıkmıştır. Nitekim Cumhurbaşkanı Dmitry
Medvedev ülkesinin BM Güvenlik Konseyi’nin yaptırım uygulamasını
desteklemeyeceğini
açıkça
ifade
etmiştir
(Reuters
2011,
http://www.reuters.com/article/2011/05/18/us-russia-medvedev-libyaidUSTRE74H2IW20110518, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Dışişleri
Bakanı Sergey Lavrov da, Haziran 2011’de, Suriye’deki durumun
uluslararası barış ve güvenliği tehdit etmediğini vurgulamış, ABD’yi ve
Avrupa’yı da rejim karşıtı göstericileri kışkırtmamaları için uyarmıştır
(Bloomberg 2011, http://www.bloomberg.com/news/articles/2011-0601/russia-warns-u-s-nato-against-military-aid-to-syria-protests-after-libya,
10 Ağustos 2013’te erişildi).
Rusya’nın Esad rejimine verdiği en somut destek, BM Güvenlik
Konseyi’nin daimi üyesi olarak Suriye aleyhine hazırlanan kınama ve
yaptırım kararlarını veto etmek olmuştur. Bu bağlamda Moskova, Suriye
iç savaşı konusunda Güvenlik Konseyi’nin gündemine 4 Ekim 2011, 4
Şubat 2012, 19 Temmuz 2012, 29 Mayıs 2013, 28 Ağustos 2013, 22
Mayıs 2014 tarihlerinde olmak üzere toplam altı kez getirilen yaptırım
kararlarını veto etmiştir6. Rusya, Güvenlik Konseyi’nde sadece Suriye’ye
yaptırım uygulanmasını öngören karar tasarılarını veto etmekle kalmamış,
aynı zamanda Konsey’in Suriye’yi kınamaya yönelik almak istediği
kararlarda sert ifadeler yer almasını engellemiş ve daha yumuşak karar
metinleri çıkmasını sağlamıştır7.
6
Bu karar tasarıları ve Rus vetosu hakkında bilgi için bakınız: BBC 2011b,
http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/10/111005_syria_un.shtml, 15 Eylül
2013’te erişildi; NTV 2012, http://www.ntvmsnbc.com/id/25319438/, 15 Eylül
2013’te
erişildi;
Gladstone
2012;
Owen
2013,
http://www.theguardian.com/world/2013/may/29/us-resolution-syria-russiaforeign-minister, 15 Eylül 2013’te erişildi;
CBS News 2013,
http://www.cbsnews.com/8301-202_162-57600384/syria-resolution-authorizingmilitary-force-fails-in-u.n-security-council/, 15 Eylül 2013’te erişildi; Naumkin
2014, http://www.al-monitor.com/pulse/originals/2014/05/moscow-strengthensdamascus-ties.html#, 10 Ağustos 2013’te erişildi.
7
Örneğin, BM Güvenlik Konseyi’nin 3 Ağustos 2011’de yayınladığı bağlayıcı
niteliği olmayan açıklamada, çözümün Suriye liderliğinde gerçekleşecek bir
siyasi süreç olduğunu belirtilmiş ve böylece dış müdahaleyi seçenek dışı
bırakmıştır. Buna verilebilecek bir diğer örnek ise, 4 Ekim 2012’de Suriye’den
190
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202
Rusya’nın Esad rejimine verdiği belki de en kritik destek, 21 Ağustos
2013’te rejimin muhaliflere kimyasal silahlarla saldırdığı iddiaları üzerine,
böyle bir eylemi kırmızı çizgilerinin aşılması olarak değerlendireceklerini
beyan etmiş olan ABD’nin Suriye’ye karşı aldığı askeri operasyon
kararının uygulanmasını yaptığı diplomatik hamle ile engellemek
olmuştur. Rusya, kimyasal saldırının muhalif gruplar içindeki teröristler
tarafından gerçekleştirilmiş olma olasılığına dikkat çekmiş ve Suriye’ye
karşı BM Güvenlik Konseyi kararı olmaksızın düzenlenecek bir askeri
operasyonun hukuka aykırı bir saldırı olacağını ifade etmiştir. Moskova,
ABD’nin askeri müdahalesini engellemek için, Washington’un askeri
müdahalenin amacı olarak zikrettiği Esad yönetiminin yeniden kimyasal
saldırı gerçekleştirmesinin engellenmesi için Suriye’nin elindeki kimyasal
silahların uluslararası denetime açılması önerisinde bulunmuştur. Esad’ın
da bu öneriyi kabul etmesiyle, Moskova ve Washington Suriye’nin
elindeki kimyasal silahların imha edilmesi konusunda anlaşmaya varmıştır
(Boening 2014: 83; Haberler.com 2013, http://www.haberler.com/putinsuriye-de-askeri-mudahaleye-sartli-destek-5016778-haberi/, 15 Eylül
2013’te erişildi; Shumilin 2013). Böylece Rusya’nın yaptığı bu diplomatik
manevra işe yaramış, Obama yönetiminin Suriye’ye askeri müdahalede
bulunacaklarını net bir şekilde ifade etmiş olmasına rağmen, Moskova bu
girişimiyle bu eylemin gerçekleştirmesini engellemiştir.
Libya’ya düzenlenen askeri müdahaleye karşı çıkmasına rağmen Kaddafi
rejimine destek vermekte çok fazla direnmeyen Moskova’nın Suriye’deki
Beşar Esad rejimine bu kadar büyük destek vermesinin pek çok nedeni
vardır. Zira Suriye Baas Partisi ile Moskova arasında 1970’lerden beri
stratejik çıkarlar üzerine kurulu bir ittifak ilişkisi bulunmaktadır. Soğuk
Savaş sonrasında da devam eden bu ilişkisi çerçevesinde, 10.000’inin
üzerinde Suriyeli askeri görevli Ruslar tarafından eğitilmiş, ayrıca pek çok
Rus askeri danışman Suriye’de görev yapmıştır. Günümüzde de devam
eden bu işbirliği Rusların Suriye’ye duyduğu yakınlığın en önemli
atılan bir top mermisinin Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesine düşmesi sonucu 5
kişinin hayatını kaybetmesi üzerine konunun BM Güvenlik Konseyi’nin
gündemine gelmesi sonrasında yapılan açıklama olmuştur. Konsey’in
açıklamasında Suriye’nin kınanması konusunda tüm taraflar hemfikir olmuş,
ancak Moskova açıklamaya “Suriye’nin uluslararası hukuku ihlal ettiği”
yönündeki ifadenin konulmasını engelleyerek daha yumuşak bir metnin ortaya
çıkmasını sağlamıştır (BBC 2011a, http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/
2011/08/110803_un_syria_condemnation.shtml, 15 Eylül 2013’te erişildi; T24
2012, http://t24.com.tr/haber/rusyadan-bmde-akcakale-saldirsinin-kinanmasiniveto/214515, 15 Eylül 2013’te erişildi; Emiroğlu 2012, http://www.bbc.co.uk/
turkce/haberler/2012/10/121005_syria_un_latest.shtml, 15 Eylül 2013’te erişildi).
191
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202
nedenlerinden birisidir. Ayrıca uzun yıllar öncesine dayanan bu
işbirliğinin de etkisiyle, Rusya’nın ve Suriye’nin uluslararası gelişmelere
bakış açıları birbirine çok yakındır. Bunu Beşar Esad rejiminin
Moskova’nın pek çok politikasına ve eylemine verdiği destekte
görmekteyiz. Örneğin, Suriye, Moskova’nın 2008’teki Gürcistan askeri
müdahalesine desteğini açıklayan ikinci (Belarus’tan sonra) ülkedir.
Ayrıca Rusya’yı Batılı ülkeler ile karşı karşıya getiren bu müdahaleden
sonra, Rusya’nın Suriye topraklarına füze sistemi kurmasını önermiştir.
Suriye’nin Çeçenistan sorununda Moskova’nın politikalarını desteklemesi
ve Çeçenleri terörist olarak nitelendirmesi buna verilebilecek bir diğer
örnektir (Allison 2013: 801-803, 813).
Rusya ile Suriye arasındaki askeri işbirliğinin en önemli somut
yansımalarından biri de, Rusya’nın Ortadoğu’daki tek askeri üssü olan
Suriye’nin Tartus Limanı’ndaki lojistik ve bakım merkezidir. Aslında
Rusya’nın Tartus’taki üssü, kapsamlı bir askeri operasyonu destekleyecek
kadar büyük değildir, bu nedenle işlevi sınırlıdır. Ancak Bağımsız
Devletler Topluluğu dışındaki tek üssü olarak, Rusya’nın Ortadoğu’daki
askeri varlığını göstermesi açısından oldukça büyük bir sembolik önemi
vardır (Malashenko 2013: 12). Rusya, Tartus Limanı’nı Suriye ile birlikte
kullanabileceği kapasitede bir askeri üsse dönüştürmeyi amaçlamaktaydı,
bu nedenle Esad yönetimi ile ilişkilerini daha da güçlendirmeye
çalışmaktaydı (Deniz 2013: 324).
Moskova ile Şam arasındaki askeri işbirliğinin yoğunlaştığı bir diğer alan
ise, silah satışıdır. Bugün Suriye ordusunun elindeki silahların %90’ı
SSCB ve Rusya tarafından sağlanmıştır. 2000 yılına kadar Rusya
Suriye’ye yaklaşık 26 milyar dolarlık silah satışı yapmıştır. Rusya 20072010 yılları arasında Suriye ile 4,7 milyar dolarlık silah satış anlaşması
imzalamıştır. Suriye’nin muhtemel bir askeri operasyon sonrasında, aynen
Libya gibi, silah alımı konusunda yönünü Rusya’dan Batı ülkelerine
çevirmesi Rusya açısından büyük bir pazar kaybı anlamına gelecektir
(Özbay 2012, http://avrasya.istanbul.edu.tr/?page_id=8008, 10 Ağustos
2013’te erişildi).
Rusya’nın Suriye’deki iç savaşta Beşar Esad rejimine verdiği desteğin bir
nedeni de, Arap Baharı çerçevesindeki ayaklanmaların artık kendi
müttefiklerini hedef almaya başlayarak ulusal çıkarlarını olumsuz
etkilediğini düşünmesidir. Rusya’ya göre, Şam yönetimini devirmek için
yapılan girişimler büyük bir bölgesel jeopolitik oyunun bir parçasıdır.
Dolayısıyla ABD, NATO ülkeleri, Türkiye ve bölgedeki bazı devletlerin
Suriye ayaklanmasına müdahalelerinin asıl amacı demokratik bir rejim
tesis etmek değil, İran’ın bölgesel gücünü Arap dünyasındaki en önemli
192
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202
müttefiki olan Esad’ı devirmek suretiyle zayıflatmak ve böylece
Ortadoğu’daki güç dengesini değiştirmektir. Ancak ilerleyen dönemlerde
İran’a karşı gerçekleştirilecek olası bir askeri saldırı feci sonuçlara yol
açacaktır. Bu nedenle Moskova, hiç kimsenin kendi jeopolitik hedeflerinin
başarısı için Suriye’deki trajediyi kullanma hakkına sahip olmadığını
savunmuştur (Lavrov 2012, http://www.huffingtonpost.co.uk/sergeilavrov/russia-syria-on-the-right-side-of-history_b_1596400.html,
10
Ağustos 2013’te erişildi).
Rusya ayrıca, Sünni, Şii, Alevi ve Hıristiyan olmak üzere birçok dini
grubu barındıran Suriye’de Baas rejiminin çökmesi durumunda bu gruplar
arasındaki uyumun bozulacağından ve ülkenin kanlı ve uzun bir iç savaşa
sürükleneceğinden endişe etmekteydi. Esad rejimine karşı muhalefeti
desteklemek suretiyle çatışmaları kışkırtmanın hem bölgesel hem de
uluslararası güvenlik üzerinde yıkıcı etkilerinin olacağına dikkat çeken
Moskova, Suriye-İsrail sınırında kontrolün kaybolması, Lübnan ve diğer
bölge ülkelerinde durumun daha da kötüye gitmesi, Suriye’deki silahların
terör örgütlerinin eline geçmesi, İslam dünyası içindeki mezhep
gerginliklerinin şiddetlenmesi gibi sonuçlar yaşanabileceği uyarısında
bulunmaktaydı (Lavrov 2012, http://www.huffingtonpost.co.uk/sergeilavrov/russia-syria-on-the-right-side-of-history_b_1596400.html,
10
Ağustos 2013’te erişildi). Arap Baharı’nın başlangıcından sonra rejim
değişikliklerinin gerçekleştiği Tunus, Mısır ve Libya gibi ülkelerde
istikrarın ve siyasal bütünlüğün halen sağlanamamış olması, Moskova’nın
Batı’nın demokrasi ihraç biçiminin söz konusu ülkede iç savaşa, kaosa ve
devlet kurumlarının zayıflamasına yol açtığı yönündeki iddialarını
desteklemektedir. Bundan dolayı Moskova, Batılı ülkelerin desteğiyle
Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerden oluşan Sünni bloğun
karşısında Suriye ve İran’ın oluşturduğu Şii bloğu destekleyerek denge
oluşturmaya çalışmaktadır. Burada Rusya’nın politikası herhangi bir
mezhebe duyduğu yakınlıktan değil, Ortadoğu’da güç dengesini kendi
lehine değiştirme isteğinden kaynaklanmaktadır. Örneğin, Moskova’nın
geçmişteki müttefikleri olan Libya, Irak ve Mısır gibi ülkeler Sünnilerin
halkın nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu veya yönetimi elinde
bulundurduğu ülkelerdi.
Rusya, Libya’ya karşı düzenlenen NATO askeri müdahalesinden sonra,
ABD’nin yeni bir askeri müdahalede bulunması olasılığına karşı sert bir
tavır almıştır. Rusya’ya göre, bir ülkede hükümet ve muhalefet arasındaki
anlaşmazlığın şiddet içeren bir çatışmaya dönüşmesi durumunda, dış
güçlerin yapması gereken akan kanı durdurmak ve çatışmanın bütün
taraflarının katılacağı bir uzlaşma sağlamak için ellerinden geleni yapmak
193
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202
olmalıydı. Bu bağlamda Dışişleri Bakanı Lavrov, ilk etapta bir ateşkes
için baskı yapılması, ardından da tüm Suriyelilerin bir araya gelerek barışı
hedefleyecek görüşmeleri gerçekleştirmelerinin teşvik edilmesi
gerektiğini savunmuştur. Lavrov’a göre, dış aktörler Esad’ı devirmeye
yönelik çabalardan kaçınmalı, dışardan zorlamalara dayanan köklü
değişiklikler yerine ulusal diyaloğa dayanan bir süreç için yardımcı
olmalıydılar. Zira bu tür krizlerin çözümü sürecinde yaptırım sopasını
kullanmak her zaman çıkmaz sokağa götürmektedir. Lavrov, bu nedenle
Libya’da yaşananların Suriye’de de sahnelenmesine razı olmayacaklarını
belirtmiş, Güvenlik Konseyi’nde alınacak kararları yeterince açık ve
bunları uygulayacak olanların kendi takdirlerine bağlı olarak hareket
etmelerine izin vermeyecek kadar net olmamaları durumunda artık
desteklemeyeceklerini
açıkça
ifade
etmiştir
(Lavrov
2012,
http://www.huffingtonpost.co.uk/sergei-lavrov/russia-syria-on-the-rightside-of-history_b_1596400.html, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Libya
ayaklanmasından farklı olarak, Suriye ayaklanması konusunda ne
ABD’nin ne de başka bir Batılı devletin uçuşa yasak bölge oluşturulması
veya askeri güç kullanılması konusunda çok fazla istekli olmaması
(Dannreuther 2015: 84) Moskova’ya bu politikasını yürütmesinde
kolaylık sağlamıştır. Burada Yemen modeli ön plana çıkmaktadır.
Moskova, tıpkı Yemen’de yapıldığı gibi, dış güçlerin açıkça rejimden ya
da muhaliflerden yana olmadan sorunun iki taraf arasında diyalog yoluyla
çözülmesi için çaba sarfetmeleri gerektiğini savunmaktadır.
Suriye ayaklanmasının başından itibaren bu düşünceyi savunan Rusya,
kendisini sorunun adil ve barışçıl bir şekilde çözümüne yapıcı katkılar
sağlayan bir aktör olarak sunmaktadır. Bu nedenle çözüm çabalarına
destek veren bazı adımlar atmıştır. Örneğin, Mart 2012’de, BM’nin Esad
yönetimine yaptığı Özel Temsilci Kofi Annan’ın çözüm planını kabul
etme çağrısına destek vermiştir. Ayrıca Suriye’deki ateşkesin
gözlemlenmesini öngören 2042 sayılı Güvenlik Konseyi kararına lehte oy
vermiştir. BM’nin desteklediği Suriye Eylem Grubu ile işbirliği yapmış ve
bu grubun 30 Haziran 2012’de kabul ettiği Cenevre Bildirisi’nin
uygulanmasını desteklemiştir (Dannreuther 2015: 86). Suriye’de Ağustos
2013’te yaşanan kimyasal saldırı sonrası gerçekleştirdiği diplomatik
girişimle ABD’nin askeri müdahalede bulunmasını engellemek suretiyle,
bölgede sorunların çözülmesini sağlayan ve barışı koruyan etkili bir aktör
olarak anılmak istemiştir. ABD’nin askeri müdahalesini engellemekte
başarılı olması Rusya’ya uluslararası alanda büyük bir prestij sağlamıştır.
Dolayısıyla Moskova Suriye iç savaşına yönelik politikaları aracılığıyla
hem Ortadoğu’daki etkinliğini artırmış, hem de uluslararası alanda ismi
194
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202
daha çok duyulan ve gelişmeleri etkileme kapasitesi artan bir küresel aktör
haline gelmiştir.
Suriye iç savaşına yönelik politikasıyla Rusya’nın Ortadoğu’daki etkinliği
ciddi ölçüde artmasına rağmen, özellikle Suudi Arabistan ve Katar gibi
ABD’nin müttefikleri ile ilişkilerinin olumsuz etkilendiğini de belirtmek
gerekmektedir. Bu ülkelerin eleştirilerine karşı, Rusya sık sık Suriye’deki
mevcut rejimin muhafızı olmalarının siyasi, ekonomik veya başka bir
nedenle mümkün olmayacağını savunmaktadır. Buna örnek olarak da
Suriye ile ticari ve ekonomik ilişkilerinin hiçbir zaman Batı Avrupa
ülkelerinin Suriye ile olan ticari ve ekonomik ilişkileri kadar yoğun
olmamasını göstermektedir. Moskova, asıl sorunun Suriye’de iktidarda
kimin olduğunun değil, sivil ölümlere son verilmesinin olduğunu
belirtmiştir. Bunu gerçekleştirebilmek için de hem resmi güvenlik
güçlerinin sivil yerleşim birimlerine saldırılarının hem de içlerinde El
Kaide’nin de olduğu rejim muhaliflerinin cinayetlerine ve terörist
faaliyetlere
müsamaha
gösterilmesinin
kabul
edilemeyeceğini
savunmuştur (Lavrov 2012, http://www.huffingtonpost.co.uk/sergeilavrov/russia-syria-on-the-right-side-of-history_b_1596400.html,
10
Ağustos 2013’te erişildi). Dolayısıyla Suriye’de şiddetin her türlüsüne
karşı çıkarak Esad rejiminden değil barıştan taraf olduğunu iddia
etmektedir. Batılı ülkeleri ve onların bölgedeki müttefiklerini de, içlerinde
teröristlerin de olduğu radikal Sünni muhalif kesimleri destekleyerek ve
silahlandırarak Suriye’de barışın tesis edilmesini engellemekle
suçlamaktadır. (Allison 2013: 810-811). Böylece Moskova kendisini
Suriye’de barışın sağlanması ve Ortadoğu’da istikrarın korunması için
çaba sarfeden, böylece küresel bir sorumluluk bilinciyle hareket eden bir
aktör olarak sunmaktadır.
6. Sonuç
Ortadoğu’da demokrasi rüzgârları estiren Arap Baharı’nın Rus ulusal
çıkarlarına etkileri açısından Rusya içinde negatif görüşler ağır
basmaktadır. Rusya, Arap ülkelerinde yaşanan ayaklanmaların bölgenin iç
dinamikleri sonucu ortaya çıktığı ve demokratikleşmeyi amaçladığı
konusunda ciddi şüphelere sahiptir. Rus siyasi elitleri, Arap Baharı’nı
Ortadoğu’yu istikrarsızlaştıracak bir süreç olarak görmektedir. Bu kesime
göre, Arap Baharı, radikal İslami güçlere otoriteyi ele geçirme imkânı
verdiği için giderek bir İslam yazına dönüşmektedir. Moskova ayrıca,
Ortadoğu’daki değişim rüzgarının nerede sonlanacağının belli
olmamasından dolayı, bu gelişmelerin ülke sınırlarını aşacak etkilerde
195
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202
bulunmasından endişe duymaktaydı. Bu bağlamda Arap ülkelerindeki
radikal İslami kesimlerin güç kazanmaları durumunda Rusya içindeki
Müslüman gruplara destek vermeleri olasılığı Moskova’yı rahatsız
etmekteydi.
Arap Baharı’na ilişkin bu şüphelere sahip olan Rusya, Libya’ya askeri
müdahale gerçekleştirilmesi ve Suriye’de Beşar Esad rejiminin
devrilmeye çalışılması üzerine gelişmeler ile daha yakından ilgilenmeye
başlamıştır. Zira Rusya’nın Ortadoğu’da siyasi anlamda en yakın ilişki
içinde olduğu ve Rus enerji ve silah endüstrisi için önemli pazarlar olan
bu iki ülkedeki rejimlerin devrilmesi Moskova’nın bölgedeki pozisyonunu
zayıflatacak bir gelişme olacaktı. Ayrıca ABD’nin Suriye’de Esad’ı
devirmekteki asıl amacının İran’a karşı gerçekleştirilmesi düşünülen
askeri müdahaleyi kolaylaştırmak olduğu yorumları da yapılmaktaydı.
Suriye’den sonra İran’a vurulacak bir darbenin Rusya’nın Ortadoğu’daki
konumunu iyice zayıflatacak olması nedeniyle, böyle bir gelişmenin
Moskova tarafından arzu edilmeyeceği aşikârdır. Dolayısıyla Arap Baharı
çoğunlukla Amerikan müttefiki rejimleri hedef almasına rağmen, sürecin
gelişiminden Rusya’nın daha olumsuz etkilenmekte olduğu
görülmekteydi. Bir başka ifadeyle, Arap Baharı’nın gidişatı, Rusya’nın
2000’li yılların başlarından itibaren izlediği SSCB dönemindeki gücünü
yeniden elde etmeye ve Ortadoğu’daki etkinliğini artırmaya yönelik
politikasını zora sokmaktaydı.
Bu durum Moskova’yı ilk başlardaki düşük profilli politikasını terkederek
gelişmeler üzerinde belirleyici olma çabası içine girmeye itmiştir.
Örneğin, NATO’nun Libya’ya düzenlediği askeri operasyondan sonra dış
destek yoluyla rejim değişikliğine karşı sert bir duruş sergilemiştir. Bu
çerçevede Suriye’deki Beşar Esad rejimine yoğun destek vermiştir.
Nitekim Suriye’ye karşı askeri müdahalede bulunulmasının
engellenmesinde Rusya’nın karşı duruşunun payı yadsınamayacak kadar
büyüktür. ABD BM Güvenlik Konseyi’nin onayıyla gerçekleşecek bir
askeri müdahale için çaba sarfederken, Rusya Güvenlik Konseyi’nden
böyle bir karar çıkmasını engellemiştir. Askeri müdahale kararının
alınamaması üzerine Güvenlik Konseyi’nin devre dışı bırakılmaya
çalışıldığı durumlarda ise, Moskova diplomatik manevralarla askeri
müdahalenin gerçekleşmesini fiilen engellemiştir. Moskova, Suriye
sorununun diplomasi yoluyla çözülmesi için sarfettiği çabalar ile, tüm
dünyaya Rusya’nın ABD’den farklı olduğunu göstermeye, askeri gücün
yerine diplomasinin etkinliğine inanan barışçıl bir ülke olduğu mesajını
vermeye çalışmıştır. Nitekim Putin, yürüttükleri diplomatik çabalar ile
196
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202
Suriye yönetimini korumayı değil uluslararası hukuku korumayı
amaçladıklarını ifade etmiştir (Nechepurenko 2013).
IŞİD tehdidinin ortaya çıkmasından sonra Batı’nın birinci önceliğini bu
tehdit ile mücadeleye vermesi ve Esad rejiminin varlığını bu tehdidin daha
fazla güçlenmesini engellemek için şu aşamada gerekli görmesi,
Moskova’nın Esad sonrası Suriye’nin bu ülkede ve bölgede kaosa neden
olacağı yönündeki uyarılarını haklı çıkarır niteliktedir. Bu durum
Rusya’nın amacının Esad rejimini korumak değil bölgesel istikrarın
bozulmasını engellemek olduğu yönündeki iddiasının daha geniş kesimler
tarafından kabul görmesini sağlamış, dolayısıyla Rusya’yı Ortadoğu’da
barış ve istikrardan yana ağırlığını koyan bir aktör olarak görenlerin sayısı
artmıştır. Bu nedenle Arap Baharı’nın başlamasından sonra, özellikle
Suriye iç savaşına yönelik politikaları nedeniyle, Rusya Ortadoğu
dengelerinde daha fazla hesaba katılan bir aktör haline gelmiştir. Bir
başka ifadeyle, 2000’li yılların başlarından itibaren uluslararası alanda
Sovyet dönemindekine benzer şekilde etkin bir küresel güç olmayı
amaçlayan Rusya, Arap Baharı’nın başlangıcından itibaren izlediği
politikalarla Ortadoğu’da geçmişteki etkinliğini kısmen de olsa elde
etmeye başlamıştır. Bu durum bir küresel güç olarak Rusya’nın
uluslararası alandaki ağırlığını da artırmaktadır. Dolayısıyla Rusya,
kendisi açısından riskler oluşturan Arap Baharı’nı fırsata dönüştürme
yolunda bazı başarılar elde etmiştir.
Ukrayna’da son bir yıldır yaşanan gelişmeler nedeniyle (özellikle de
Kırım’ın Rusya tarafından ilhakından sonra) Rusya ile Batı arasında
yaşanan gerginliğin Moskova’nın Ortadoğu’daki rolü üzerinde olumsuz
etkide bulunması muhtemeldir. Kırım’ı ilhak ettiği ve Ukrayna’nın
doğusundaki Rusya yanlısı isyancılara silah verdiği gerekçesiyle ABD ve
AB’nin Rusya’ya yaptırım uygulaması ve Moskova’nın bu yaptırımların
ülke ekonomisindeki olumsuz etkileri ile uğraşmak zorunda kalması,
Ortadoğu’daki müttefiklerine vereceği desteği sınırlayacaktır. Ayrıca
Suriye’de dış güçlerin Esad rejimini devirmeye çalışmasına karşı
uluslararası hukuku koruyan bir aktör olduğunu iddia eden ve bu rolü
nedeniyle pek çok kesimin sempatisini kazanan Rusya, bunun tam aksi
yönde hareket ederek Kırım’ı ilhak etmek ve Kiev’deki rejime karşı
savaşan isyancılara destek olmak suretiyle (Moskova bu iddiayı
reddetmektedir, ancak bu iddiaların doğruluğuna inanan hatırı sayılır bir
kesim mevcuttur) Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü bozarak
inandırıcılığını yitirmektedir. Dolayısıyla ABD gibi Rusya’nın da başka
devletlerin iç işlerine müdahale eden, egemenliğine saygı duymayan,
rejimine karşı muhalif kesimleri destekleyen bir devlet olduğu yönünde
197
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202
bir algı oluşmaya başlamıştır. Bu algının yaygınlaşması durumunda
Rusya’nın Ortadoğu’da artan etkinliğinin yeniden azalacağını ve küresel
sorumluluk bilinciyle hareket ederek uluslararası barış ve istikrara katkı
sağlayan bir aktör olduğu yönündeki imajının zayıflayacağını iddia etmek
mümkündür.
Rusya’nın Ortadoğu dengelerinde daha fazla rol alması kaçınılmaz olarak
ABD ile karşı karşıya gelmesine neden olmaktadır. Çünkü Ortadoğu
siyasetinde en fazla etkili olan bölge dışı aktör, bölge ülkelerinin
çoğunluğu ile ittifak halinde olması nedeniyle bölgedeki siyasi gelişmeleri
yönlendirme imkânı bulunan ABD’dir. Moskova yönetiminin Batı’nın
Arap Baharı’na yönelik politikalarına karşı sert eleştirileri, dış destek
yoluyla rejim değişikliğine karşı güçlü duruşu, Suriye’deki Esad rejimine
verdiği kararlı destek, Ukrayna’da son bir yıldır yaşanan gelişmeler
nedeniyle Batı ile gerilen ilişkileri birlikte düşünüldüğünde, akıllara
Rusya ile Batı arasında yeni bir soğuk savaşın mı yaşanmakta olduğu
yönünde bir soru gelmektedir. Rusya’nın 12 Şubat 2013’te yayınladığı ve
dış politikasının çerçevesini çizen yeni Dış Politika Konsepti’nden
(Ministry of Foreign Affairs of the Russia Federation 2013,
http://www.mid.ru/brp_4.nsf/0/76389FEC168189ED44257B2E0039B16
D, 10 Ocak 2015’te erişildi) bu yönde bazı çıkarımlar yapmak
mümkündür. Konsept’te Batı’nın uluslararası politikayı kontrol etme
yeteneğinin zayıfladığına vurgu yapılarak, küresel konulardaki kararların
kollektif olarak verilmesi gerektiği ifade edilmektedir. Böylece Rusya gibi
aktörlerin de uluslararası alanda etkin rolünün bulunduğu, Batı’nın da
artık bunu kabul etmesi gerektiği mesajı verilmektedir. Nitekim
Konsept’te Arap ayaklanmalarından açıkça bahsedilmeden, Batılı
ülkelerin bu ayaklanmalara yönelik politikalarına eleştiri olarak
yorumlanabilecek bazı ifadeler mevcuttur. Örneğin, bağımsızlığa ve
egemenliğe saygı duyulmasının üzerinde durulması, Ortadoğu ülkelerinde
muhaliflerin desteklenerek rejimlerin devrilmek istenmesine Moskova’nın
karşı çıkması olarak yorumlanabilir. Bunun yanında, BM Güvenlik
Konseyi kararları dışında alınan tek taraflı ve zorlayıcı tedbirlerle kriz
yönetilmeye çalışılmasının tehdit olarak nitelendirilmesi, Batılı ülkelerin
ve Ortadoğulu müttefiklerinin bugün Suriye’de Esad rejimini devirmek
için izledikleri politikaların uluslararası barış ve güvenliğe tehdit
oluşturduğu şeklinde yorumlanabilir. Ayrıca Konsept’te askeri gücün
uluslararası ilişkilerdeki öneminin azaldığının vurgulanması, özellikle
ABD’nin sık sık askeri güce başvurmak suretiyle amaçlarına ulaşmasının
artık zor olduğu şeklinde yorumlanabilir. Moskova’nın resmi politikasını
yansıtan bu ifadelerden, Rusya ile Batı arasında uluslararası düzenin
işleyişine ilişkin ciddi görüş ayrılıklarının bulunduğu anlaşılmaktadır.
198
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202
Bundan iki taraf arasında bir soğuk savaşın başladığı sonucunu çıkarmak
zor olsa da, oldukça ciddi ve bir süre daha devam etmesi muhtemel olan
bir gerginliğin var olduğunu anlamak mümkündür.
Kaynaklar
Allison, Roy (2013). “Russia and Syria: Explaining Alignment with a
Regime Crisis”. International Affairs 89 (4): 795-823.
Aron, Leon (2013). “The Putin Doctrine: Russia’s Quest to Rebuild the
Soviet
State”.
Foreign
Affairs
March
8,
(http://www.foreignaffairs.com/articles/139049/leon-aron/theputin-doctrine, 17 Ekim 2014’te erişildi).
Baev, Pavel K. (2011). “Russia’s Counter-Revolutionary Stance Toward
the Arab Spring”. Insight Turkey 13 (3): 11-19.
Bagno-Moldavsky, Olena (2013). “Russian Foreign Policy in the Middle
East: No Change in the Offing”. Strategic Assesment 15 (4): 121132.
BBC (2011a). “BM’den Suriye’ye Kınama”, 4 Ağustos,
(http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/08/110803_un_syria_c
ondemnation.shtml, 15 Eylül 2013’te erişildi).
BBC (2011b). “Suriye’ye BM Baskısını Artırma Girişimi Veto Edildi”, 5
Ekim,
(http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/10/111005_syria_un.sh
tml, 15 Eylül 2013’te erişildi).
Bloomberg (2011). “Russia Warns U.S., EU not to Aid Syria Protests
After
Libya”,
June
2,
(http://www.bloomberg.com/news/articles/2011-06-01/russiawarns-u-s-nato-against-military-aid-to-syria-protests-after-libya, 10
Ağustos 2013’te erişildi).
Boening, Astrid B. (2014). The Arab Spring: Re-Balancing the Greater
Euro-Mediterranean?. Switzerland: Springer.
Charap, Samuel (2013). “Russia, Syria and the Doctrine of Intervention”.
Survival 55 (1): 35-41.
Charap, Samuel (2014). “Is Russia an Outside Power in the Gulf?”.
Middle Eastern Security, the US Pivot and the Rise of ISIS: Chapter
Eight. Ed. Toby Dodge, Adelphi Series 54 (447-448): 185-203.
CBS News (2013). “Syria Resolution Authorizing Military force Fails in
U.N.
Security
Council”,
August
28,
199
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202
(http://www.cbsnews.com/8301-202_162-57600384/syriaresolution-authorizing-military-force-fails-in-u.n-security-council/,
15 Eylül 2013’te erişildi).
Dannreuther, Roland (2015). “Russia and the Arab Spring: Supporting the
Counter-Revolution”. Journal of European Integration 37 (1): 7794.
Deniz, Taşkın (2013). “Suriye'nin Durumu, ABD-Rusya ve Türkiye'nin
Tutumu”. Marmara Coğrafya Dergisi 27: 314-332.
Emiroğlu, Sema (2012). “BM Güvenlik Konseyi Suriye’yi Kınadı”, 5
Ekim,
(http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/10/121005_syria_un_l
atest.shtml, 15 Eylül 2013’te erişildi).
Erenler, Muharrem (2012). “Russia’s Arab Spring Policy”. Bilge Strateji
4(6): 167-191.
Freeland, Chrystia (3 February 2011). “In Egypt and Tunisia, Lessons for
Autocrats Everywhere”. The New York Times.
Gladstone, Rick (19 July 2012). “Friction at the U.N. as Russia and China
Veto Another Resolution on Syria Sanctions”. The New York Times.
Haberler.com (2013). “Putin Suriye’de Askeri Müdahaleye Şartlı Destek
Verdi”, 4 Eylül, (http://www.haberler.com/putin-suriye-de-askerimudahaleye-sartli-destek-5016778-haberi/, 15 Eylül 2013’te
erişildi).
https://twitter.com/#!/MedvedevRussiaE/statuses/36407375581683712,
10 Ocak 2015’te erişildi.
Kaczmarski, Marcin (2011). “Russia’s Middle East Policy After the Arab
Revolutions”. Commentary 59 (26.07): 1-6.
Katz, Mark (2012). “Moscow and the Middle East: Repeat
Performance?”,
7
October,
(http://eng.globalaffairs.ru/number/Moscow-and-the-Middle-EastRepeat-Performance-15690, 10 Ağustos 2013’te erişildi).
Lavrov, Sergei (2012). “On the Right Side of History”, 15 June,
(http://www.huffingtonpost.co.uk/sergei-lavrov/russia-syria-on-theright-side-of-history_b_1596400.html, 10 Ağustos 2013’te erişildi).
Lazareva, Inna (2012). “Bear Trap: Russia’s Self-Defeating Foreign
Policy in the Middle East”, Henry Jackson Society,
(http://henryjacksonsociety.org/wp-content/uploads/2012/07/HJSBear-Trap5.pdf, 10 Ağustos 2013’te erişildi).
200
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202
Magen, Zvi (2011). “The Arab Spring and Russian Policy in the Middle
East”. INSS Insight 282 (September 20).
Malashenko, Alexey (2013). “Russia and the Arab Spring”. Carnegie
Moscow Center.
Mankoff, Jeffrey (2009). Russian Foreign Policy: The Return of Great
Power Politics. Lanham, Maryland: Rowman&Littlefield
Publishers.
Milliyet (2011). “Kaddafiyi Moskova’ya Alın”, 28 Mayıs,
(http://www.milliyet.com.tr/-kaddafi-yi-moskova-ya-alin/dunya/dunyadetay/28.05.2011/1395760/default.htm, 10 Ağustos
2013’te erişildi).
Ministry of Foreign Affairs of the Russia Federation (2013). Concept of
the Foreign Policy of the Russian Federation, 12 February,
(http://www.mid.ru/brp_4.nsf/0/76389FEC168189ED44257B2E00
39B16D, 10 Ocak 2015’te erişildi).
Mudallali, Amal (2012). “Russia’s Fear of Radical Islam Drives Its
Support
for
Assad”,
July
26,
(http://www.almonitor.com/pulse/originals/2012/al-monitor/russias-muslimproblem-is-preven.html#, 10 Ağustos 2013’te erişildi).
Naumkin, Vitaly (2014). “Russia Rejects UN Resolution as Pretext to
Syria
‘Intervention’”,
May
26,
(http://www.almonitor.com/pulse/originals/2014/05/moscow-strengthensdamascus-ties.html#, 10 Ağustos 2013’te erişildi).
Nechepurenko, Ivan (13 September 2013). “Putin Relishes Role as Syria
Peacemaker”. The Moscow Times.
NTV (2012). “Suriye Tasarısına Rusya ve Çin’den Veto”, 4 Şubat,
(http://www.ntvmsnbc.com/id/25319438/, 15 Eylül 2013’te
erişildi).
Owen, Paul (2013). “US-Backed UN Resolution on Syria is ‘Odious’,
Says
Russian
Foreign
Minister”,
29
May,
(http://www.theguardian.com/world/2013/may/29/us-resolutionsyria-russia-foreign-minister, 15 Eylül 2013’te erişildi).
Özbay, Fatih (2012). “Rusya’nın Suriye Politikası ve Türkiye-Rusya
İlişkileri”,
(http://avrasya.istanbul.edu.tr/?page_id=8008,
10
Ağustos 2013’te erişildi).
Permanent Mission of the Russian Federation to the European Union
(2011). “Press Conference Following Russian GovernmentEuropean
Commission
Meeting”,
24
February,
(http://www.russianmission.eu/en/press-conference-following201
AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202
russian-government-european-commission-meeting, 10 Ağustos
2013’te erişildi).
Radio Free Europe/Radio Liberty (2011a). “Authoritarian Russia Watches
As
Middle
East
Unravels”,
March
3,
(http://www.rferl.org/content/authoritarian_russia_watches_as_mid
east_unravels/2327204.html, 10 Ağustos 2013’te erişildi).
Radio Free Europe/Radio Liberty (2011b). “Medvedev Warns Against
'Fanatics' Coming To Power In Arab World”, February 22,
(http://www.rferl.org/content/russia_medvedev_warns_of_arab_fan
atics/2317394.html, 10 Ağustos 2013’te erişildi).
Reuters (2011). “Russia Will not Back U.N. Resolution on Syria:
Medvedev”,
May
18,
(http://www.reuters.com/article/2011/05/18/us-russia-medvedevlibya-idUSTRE74H2IW20110518, 10 Ağustos 2013’te erişildi).
RT (2011a). “NATO to Provide Safe Corridor to Russia’s Envoy to
Libya”, June 3, (http://rt.com/politics/libya-margelov-rogozin-nato/,
10 Ağustos 2013’te erişildi).
RT (2011b). “No Middle East-Style Scenario for Russia – Medvedev”,
February 22, (http://rt.com/politics/middle-east-russia-medvedev/,
10 Ağustos 2013’te erişildi).
Schumacher, Tobias and Cristian Nitoiu (2015). “Russia’s Foreign Policy
Towards North Africa in the Wake of the Arab Spring”.
Mediterranean Politics, doi: 10.1080/13629395.2015.1007006.
Sengupta, Kim (2014). “The West is to Blame for Syrian Conflict, Says
Saudi
Prince”,
2
December,
(http://www.independent.co.uk/news/world/middle-east/the-westis-to-blame-for-syrian-conflict-says-saudi-prince-9898975.html, 10
Ocak 2015’te erişildi).
Shumilin, Alexander (11 September 2013). “Russia Saves Assad from
U.S. Bombs”. The Moscow Times.
T24 (2012). “Rusya’dan BM’de Akçakale Saldırısının Kınanmasına
Veto”. 4 Ekim, (http://t24.com.tr/haber/rusyadan-bmde-akcakalesaldirsinin-kinanmasini-veto/214515, 15 Eylül 2013’te erişildi).
Zikibayeva, Aigerim (2011). “What Does the Arab Spring Mean for
Russia, Central Asia, and the Caucasus?”. A Report of the CSIS
Russia and Eurasia Program.
202

Benzer belgeler