Rusya ve Arap Baharı: Batı ile Yeni Soğuk Savaş mı?
Transkript
Rusya ve Arap Baharı: Batı ile Yeni Soğuk Savaş mı?
AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202 Gönderim Tarihi: 05.03.2015 Kabul Tarihi: 13.04.2015 RUSYA VE ARAP BAHARI: BATI İLE YENİ SOĞUK SAVAŞ MI?* Gökhan TELATAR** RUSSIA AND THE ARAB SPRING: IS THERE A NEW COLD WAR BETWEEN RUSSIA AND THE WEST? Öz Ortadoğu, zengin petrol kaynaklarına sahip olması ve özellikle önde gelen gelişmiş ülkelerin buna ihtiyaç duyması nedeniyle büyük öneme sahip olan bir bölgedir. Arap Baharı gibi bölgede pek çok rejimi hedef alarak mevcut güç dengesini değiştirme olasılığı bulunan kapsamlı halk ayaklanmaları zincirinin başlaması tüm dünyanın dikkatini bu bölgeye çevirmesine neden olmuştur. Ortadoğu’nun Rus dış politikasındaki önemine rağmen, Moskova, 2010 sonlarından itibaren pek çok Arap ülkesinde başlayan halk ayaklanmaları ile ancak Libya’ya karşı NATO askeri müdahalesinin gerçekleştirilmesi üzerine yakından ilgilenmeye başlamıştır. Batılı ülkelerin Suriye’de muhaliflere destek vermek suretiyle Beşar Esad rejimini devirmeye çalışmaları ise Moskova’nın ayaklanmalara yönelik daha aktif bir politika izlemesine neden olmuştur. Rusya’nın Ortadoğu’daki en yakın müttefikleri olan Libya’daki ve Suriye’deki rejimlerin devrilmesi ve yerlerine Batı yanlısı rejimlerin gelmesi Moskova’nın bölgedeki pozisyonunu zayıflatacak gelişmelerdir. Bu nedenle Arap ayaklanmaları çoğunlukla Amerikan müttefiki rejimleri hedef almasına rağmen, bugün gelinen noktada sürecin gelişiminden Rusya’nın çok daha olumsuz etkilenmekte olduğu görülmektedir. Moskova’nın endişe duyduğu bir diğer nokta ise, bu gelişmelerin ülke sınırlarını aşacak etkilerde bulunması ve Ortadoğu’nun geçirmekte olduğu değişimin nerede sonlanacağının belli olmamasıydı. Bu nedenle bu makale, Rusya’nın 2010 sonlarından itibaren Ortadoğu’da yaşanan halk ayaklanmaları karşısındaki politikalarının analiz edilmesini amaçlamaktadır. Makale ayrıca, Rusya’nın Arap Baharı’na yönelik politikalarının, Ortadoğu’daki ağırlığını ve uluslararası alandaki rolünü ne yönde etkilediğini ortaya koymaya çalışacaktır. Anahtar Kelimeler: Rus Dış Politikası, Ortadoğu, Arap Baharı, Suriye İç Savaşı, Radikal İslam. * Bu makale, Türk Sosyal Bilimler Derneği tarafından 4-6 Aralık 2013 tarihinde düzenlenen 13. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi’nde sunulan “Rusya, Arap Baharı ve Ortadoğu’da Güç Dengesi” başlıklı bildirinin yeniden gözden geçirilmiş ve genişletilmiş halidir. ** Yrd.Doç.Dr. Abant İzzet Baysal Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, E-posta: [email protected] 175 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202 Abstract The Middle East is very important region for the entire world because most of the countries depend on Middle Eastern energy resources for their economic development. Arab Spring attracted attention of the international society because there have been so comprehensive uprisings that they have effected most of regimes in the region and the balance of power in the Middle East could change at the end of this period. In spite of the importance of the Middle East in the Russian foreign policy since the Cold War, Russia dealt with the Arab uprisings closely upon NATO air strike against Libya. Russia has pursued more active policy toward Arab uprisings after beginning of the Syrian revolt because Western states has been supporting Syrian opponents to overthrow Bashar AlAssad regime. Fall of the existent pro-Russian regimes and arrival of pro-Western regimes in Libya and Syria could weaken Russia’s influence in the Middle East. It is possible to argue that although most of the regimes threatened by the uprisings are pro-American, the Arab Spring has affected Russia’s interests more than the United States’. Moreover Russia has been worried that Arab uprising could exceed national borders. Russia has also been worried because of the fact that it is not clear how long this challenging process will continue. Therefore, this article aims to analyze Russia’s policies toward Arab uprisings since the end of 2010. The article also aims to evaluate effects of Russia’s policies toward Arab Spring on its role in the Middle East and in the international area. Keywords: Russian Foreign Policy, Middle East, Arab Spring, Syrian Civil War, Radical Islam 1. Giriş Zengin petrol kaynakları nedeniyle tüm dünya tarafından büyük önem arzeden Ortadoğu’da pek çok rejimi hedef alarak mevcut güç dengesini değiştirme olasılığı bulunan halk ayaklanmaları zincirinin yaşanması tüm dünyanın olduğu gibi Rusya’nın (Rusya Federasyonu) da dikkatini bu bölgeye çevirmesine neden olmuştur. Diğer büyük güçlerin aksine Rusya Ortadoğu petrolüne ihtiyaç duymamakta, aksine bölgede yaşanacak istikrarsızlıkların petrol fiyatlarını artırmasından fayda sağlayacak olan bir ülkedir. Ancak Ortadoğu özellikle Soğuk Savaş yıllarından itibaren Rus dış politikasında önem verilen bir bölge olduğu, ayrıca ABD, AB, Rusya ve Çin gibi önde gelen uluslararası aktörler arasındaki rekabetin yoğunlaştığı alanlardan biri olduğu için Moskova’nın bu gelişmelere kayıtsız kalması beklenemezdi. 2000’li yılların başlarından itibaren Rusya’nın Vladimir Putin’in liderliğinde SSCB’nin dağılmasıyla kaybettiği gücünü yeniden elde etmeye yönelik iddialı bir dış politika izlemesi ve bu politikanın bir parçası olarak Ortadoğu’daki etkinliğini 176 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202 yeniden kazanmaya yönelik bir çaba içerisine girmesi, Arap Baharı ile yakından ilgilenmesini gerekli kılmıştır. Moskova’nın Arap ayaklanmalarına kayıtsız kalmasını engelleyen en önemli faktör ise, ayaklanmaların çoğunlukla Amerikan müttefiki rejimleri hedef almasına rağmen sürecin gelişiminden Rusya’nın çok daha olumsuz etkilenmekte olmasıdır. Zira Tunus, Mısır ve Yemen’deki lider değişikliklerine rağmen Amerikan yanlısı rejimler varlığını korumuş, ancak Rusya’nın yakın ilişkilere sahip olduğu Libya’daki Muammer Kaddafi rejimi devrilmiş ve Suriye’deki Beşar Esad rejiminin devrilmesi için yoğun bir mücadele başlatılmıştır. Libya’ya karşı gerçekleştirilen askeri operasyondan sonra, Moskova, dış güçlerin desteği ile rejim değişikliklerinin yaygın bir eylem haline gelmesinden büyük rahatsızlık duymaya başlamıştır. Zira Rus yöneticilerde, bu durumun gelecekte Rusya’nın veya müttefiklerinin de içinde bulunduğu pek çok ülkede halkların ayaklanmalarını teşvik edebileceği ve Batı’nın da çıkarlarını korumak için bu ülkelere müdahale edebileceği endişesi hakim olmuştur. Bu nedenle Moskova yönetimi, Libya’da Kaddafi rejimine karşı askeri operasyon gerçekleştirilmesinden itibaren politikasını sertleştirmiş ve Suriye ayaklanması nedeniyle Batı ile karşı karşıya gelmiştir. Suriye’de yaşanan iç savaşın sonucunun ne olacağında, rejim ile muhalifler arasındaki silahlı mücadele kadar Rusya ile Batı arasındaki siyasi mücadele de belirleyici olacaktır. Dolayısıyla Arap Baharı’nın başlangıcından itibaren Rusya’nın Ortadoğu’daki gelişmeleri yönlendirme kapasitesinin arttığını söylemek mümkündür. O halde Rusya’nın Arap Baharı’na yönelik politikalarını ayrıntılı bir şekilde analiz etmek gerekmektedir. Rusya’nın Arap Baharı boyunca izlediği politikaların inceleneceği bu makalede, önce Moskova’nın Arap Baharı’nı nasıl algıladığına, yani ayaklanmaların Moskova için ne ifade ettiğine değinilecektir. Burada Rusya’nın Ortadoğu’daki çıkarlarına, ayaklanmaların bu çıkarlar üzerindeki etkilerine, hatta Rusya içindeki siyasi gelişmeler üzerindeki olası etkilerine değinilecektir. Daha sonra Rusya’nın Arap ülkelerinde yaşanan ayaklanmalara yönelik politikaları ele alınacaktır. Bu yapılırken, Rusya’yı daha aktif bir politika izlemeye sevkeden Libya’ya karşı gerçekleştirilen NATO müdahalesine ve halen devam eden Suriye iç savaşına daha fazla ağırlık verilecektir. Çalışmada, bu süreçte yaşanan tüm bu gelişmelerin Rusya’nın Ortadoğu siyasetindeki rolünü ve uluslararası alandaki ağırlığını ne yönde etkilediği ortaya konmaya çalışılacaktır. 177 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202 2. Rusya’nın Arap Baharı’na Yönelik Algılamaları ve Yaklaşımı Ortadoğu, Soğuk Savaş döneminde Doğu ve Batı blokları arasındaki ideolojik rekabetin en yoğun yaşandığı bölgelerden biri olarak, Rus dış politikası açısından büyük önem arzetmekteydi. Ancak 1990’lı yıllarda, SSCB’nin dağılmasının yarattığı sancılı geçiş sürecinde siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlarla mücadele eden Rusya, Ortadoğu’daki etkinliğini sınırlandırmak zorunda kalmıştır (Bagno-Moldavsky 2013: 125). Rusya, bu süre içerisinde içinde bulunduğu sorunları aşmakta önemli mesafeler katetmiş ve 2000’li yıllara gelindiğinde Vladimir Putin’in yönetime gelmesinden itibaren Ortadoğu’daki etkinliğini yeniden kazanmaya yönelik bir politika izlemeye başlamıştır. Bu, Putin’in SSCB’nin dağılmasıyla Rusya’nın kaybettiği gücünü yeniden kazanmaya yönelik iddialı dış politikasının bir parçasıdır1 (Mankoff 2009: 11-12). Moskova bu amaçla sadece eski müttefikleriyle değil, Ortadoğu’daki tüm ülkeler ile iyi ilişkiler geliştirmeye çalışmıştır. Rusya’nın Ortadoğu’ya 2000’li yıllarda artan ilgisinde ekonomik faktörler de önemli rol oynamaktadır. Aslında bölge ülkeleri ile Rusya arasındaki ticaret hacmi çok büyük değildir. Örneğin Körfez İşbirliği Konseyi ülkeleri toplam dış ticaretlerinin %0.25’ini Rusya ile yapmaktadır. Ancak Rusya’daki Arap yatırımlarında da ciddi bir artış söz konusudur. Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Katar ve Bahreyn merkezli yatırımlar 20072013 yılları arasında beş katına çıkmıştır. Ayrıca Ortadoğu, Rus şirketlerinin enerji yatırımları ve silah satışı açısından önemli bir pazardır. Örneğin, 2005-2012 yılları arasında Rusya’nın silah ticaretinde Ortadoğu’nun payı %14,3 olmuştur. Böylece Ortadoğu, Asya-Pasifik bölgesinden sonra Rusya için en büyük silah pazarıdır. Rusya, Ortadoğu silah ticaretindeki payını artırmaya çalışmaktadır. Örneğin, Bahreyn’de rejimin 2011’deki gösterilere sert yöntemlerle müdahale etmesi üzerine İngiltere ve Fransa’nın bu ülkeye askeri malzeme satışı anlaşmalarını iptal etmesinden sonra, Rusya bu boşluğu doldurmak için harekete geçmiş ve Rus silah şirketleri Bahreyn ile silah satış anlaşması imzalamıştır (Charap 2014: 192-193). Nüfusunun %10-15’ini oluşturan Müslüman kesim de, Rusya’nın reelpolitik açıdan Müslüman ülkelerle iyi ilişkiler geliştirmesini gerekli 1 Bu iddialı dış politikaya uygun olarak da savunma bütçesi artırılmıştır (2000’deki 29 milyar dolardan 2011’de 64 milyar dolara çıkarmıştır). (Aron 2013, http://www.foreignaffairs.com/articles/139049/leon-aron/the-putindoctrine, 17 Ekim 2014’te erişildi). 178 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202 kılmıştır. Çünkü Rusya, Kuzey Kafkasya’daki radikal İslami hareketlerin Ortadoğu’dan, özellikle Ortadoğu merkezli İslami sivil toplum kuruluşları tarafından desteklendiğini iddia etmektedir2. Bu nedenle Müslüman nüfusa sahip ülkelerle ve Müslümanların yer aldığı örgütlerle ilişki içinde olmaya özen göstermektedir. 2005 yılında İslam İşbirliği Teşkilatı’na gözlemci üye olması bunun örneğidir (Charap 2014: 187). Bu şekilde kendi ülkesindeki Müslüman nüfusa yönelik politikasına İslam dünyasının merkezi olarak Ortadoğu nezdinde meşruiyet sağlamayı ve özellikle Müslüman Çeçenlerin yürüttüğü bağımsızlık mücadelesine bu bölgeden destek gelmesini engellemeyi amaçlamaktaydı (Kaczmarski 2011: 3). Rusya’nın Ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmeye ve bölge siyasetindeki etkinliğini artırmaya yönelik politikasında önemli başarılar elde ettiğini söylemek mümkündür. Zira bölgede hem İran ve Suriye gibi Amerikan karşıtı ülkeler ile, hem Suudi Arabistan, Mısır ve Katar gibi Amerikan yanlısı ülkeler ile, hem de ABD’nin rejim değişikliği gerçekleştirdiği Irak ile, ve Arap-İsrail çatışmasının esas tarafları olan İsrail ve Filistin ile oldukça iyi ilişkiler geliştirmiştir. Rusya’nın kendi toprakları içindeki Müslüman nüfusa (başta Çeçenler olmak üzere) yönelik politikası Arap devletlerinden kayda değer bir tepki görmemiştir. Ancak Arap Baharı’nın başlamasıyla Moskova’nın 10 yıl boyunca elde ettiği bu başarılar ya tehlikeye girmiş ya da bu başarılı gidişatın tersine dönmesi olasılığı ortaya çıkmıştır. Özellikle de ABD’nin bu süreci tüm olumsuz sonuçlarına rağmen nispeten iyi yöneterek (Suriye ayaklanması dışında) ayaklanmaların kendi çıkarlarına vereceği zararları en aza indirmesi, hatta Libya’da gerçekleştirilen rejim değişikliğinde görüldüğü gibi bazı bakımlardan eskisine göre daha avantajlı konuma geçmesi (Katz 2012, http://eng.globalaffairs.ru/number/Moscow-and-the-Middle-EastRepeat-Performance-15690, 10 Ağustos 2013’te erişildi), Ortadoğu siyasetinde yeniden etkili bir aktör haline gelmek isteyen Rusya açısından olumsuz sonuçlar doğurma potansiyeli taşıyan gelişmelerdir. ABD, AB ve Çin gibi aktörlerin aksine, Rusya petrol ihraç eden bir ülke olduğu için, Ortadoğu’da yaşanacak istikrarsızlıkların petrol fiyatlarını artırmasından fayda sağlayacak olan bir ülkedir. Ayrıca istikrarsızlıkların Ortadoğu petrolünün yabancı piyasalara arzını olumsuz etkilemesi, Rusya’nın petrol ithal eden ülkeler tarafından güvenilir bir petrol sağlayıcısı olarak görülmesini sağlayacaktır (Baev 2011: 11). Elde 2 Bu iddialar hakkında bilgi için bakınız: Mudallali 2012, http://www.almonitor.com/pulse/originals/2012/al-monitor/russias-muslim-problem-ispreven.html#, 10 Ağustos 2013’te erişildi. 179 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202 edilebilecek bu kazançlara rağmen, yine de Arap Baharı’na ve bu sürecin Rus ulusal çıkarlarına ilişkin etkileri bakımından Rusya içinde negatif görüşler ağır basmaktadır. Bunun en önemli nedeni, bazı kesimler tarafından ayaklanmaların nedeni olarak iç faktörlerin değil dış faktörlerin görülmesidir. Buna göre, Arap Baharı, halkların demokratik ve şeffaf bir yönetim isteğiyle başlayan bir süreç değildir. Tam aksine Batı’nın Arap dünyasındaki çıkarlarını daha kolay hayata geçirebileceği bir siyasal ortam yaratma isteğinin bir ürünüdür. Bu yöndeki iddiaların bazı üst düzey yöneticiler tarafından da değişik şekillerde dile getirilmiş olması oldukça önemlidir. Örneğin, Rusya Genelkurmay Başkanı Nikolai Makarov, bazı ülkelerin liderlerinin stratejik amaçlarını gerçekleştirmek uğruna hoşlanmadıkları rejimlerin değişmesini sağlamak için renkli devrimlerin tekniklerini kullanmaya devam ettiklerini iddia etmiştir3 (Allison 2013: 817). Arap ülkelerinde yaşanan ayaklanmaların demokratikleşme amacıyla ve bölgenin iç dinamikleri sonucu ortaya çıktığı konusunda duyulan bu şüphe, ayaklanmaların arkasındaki güçlerin Rusya’yı da hedef alabileceği yönünde bir endişeye neden olmuştur. Bu endişe en üst düzey resmi görevliler tarafından dile getirilmiştir. Nitekim Arap ülkelerinde bugün yaşanan gelişmelerin Rusya’nın iç siyasetinde etkilerinin olacağını belirten dönemin Cumhurbaşkanı Dmitry Medvedev, Arap dünyasında yaşanan senaryonun daha önce Rusya için de planlandığını, geçmişteki senaryonun bugün Rusya’da yeniden hayata geçirilmek istendiğini, ancak bunun başarılı olamayacağını iddia etmiştir4 (RT 2011b, http://rt.com/politics/middle-east-russia-medvedev/, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Bu endişeler sadece yöneticilerde değil, Rusya halkında da görülmektedir. Zira ayaklanmaların art arda yaşandığı 2011 yılı başlarında gerçekleştirilen kamuoyu yoklamalarında, Rus halkının %40 civarındaki bir bölümünün benzer senaryonun Rusya’da da gerçekleşmesini olası bulduğu ortaya çıkmaktadır (Radio Free Europe/Radio Liberty 2011a, http://www.rferl.org/content/authoritarian_russia_watches_as_mideast_un ravels/2327204.html, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Rusya’da 2011 yılının son günlerinde, Başbakan Vladimir Putin’in 4 Mart 2012’de yapılacak 3 Dönemin Başbakanı Vladimir Putin’in ve Başbakan Yardımcısı Igor Siechin’in de bu yöndeki görüşleri için bakınız: Kaczmarski 2011: 4; Permanent Mission of the Russian Federation to the European Union 2011, http://www.russianmission.eu/en/press-conference-following-russiangovernment-european-commission-meeting, 10 Ağustos 2013’te erişildi. 4 Genelkurmay Başkanı Nikolai Makarov’un da bu yöndeki görüşü için bakınız: Allison 2013: 817. 180 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202 seçimlerde yeniden cumhurbaşkanlığına aday olmak istemesi nedeniyle başlayan gösteriler Rus yöneticilerin bu endişelerini artırmıştır. Yeniden cumhurbaşkanı olmak isteyen Putin’in otoriterleşen yönetim anlayışından duyulan rahatsızlık ve 4 Aralık 2011’deki parlamento seçimlerinin adil gerçekleşmediği iddiaları nedeniyle gösteriler düzenlenmiştir. Putin’in seçimlerden birinci çıkması nedeniyle, gösteriler 2012 yılının ortalarına kadar devam etmiştir. Rusya içerisindeki bazı gazeteciler ve muhalif kişiler Arap ayaklanmaları ile Rusya’daki gösteriler arasında ilişki kurmuştur (Dannreuther 2015: 80). Bunların yanında, Arap ayaklanmaları Rus yöneticiler tarafından demokratikleşme süreçleri olarak görülmemiş, tam aksine Ortadoğu’yu istikrarsızlaştıracak bir süreç olarak görülmüştür (Kaczmarski 2011: 4). Bu düşünceyi benimseyenlere göre, her ne kadar Arap coğrafyasında yaşanan ayaklanmalar genç kesimler tarafından sosyo-ekonomik nedenlerden dolayı ve siyasal özgürlük talepleriyle başlatılsa da, bu kesimin ayaklanmaları başarıya götürecek güçleri bulunmamaktadır. Yeni oluşacak yönetimlerin kontrolü İslamcı güçlerin de içinde bulunduğu kesimlerin eline geçebilir ve İslamcılar bu ülkelerin geleceğinde oldukça etkili konuma gelebilirdi. Bir başka ifadeyle, Arap Baharı, radikal İslami güçlere otoriteyi ele geçirme imkânı verdiği için giderek bir İslam yazına dönüşmektedir. Dolayısıyla Arap ayaklanmalarının sonucunda oluşacak yönetimlerin anti-demokratik, hatta İslamcı nitelikte olmaları gibi güçlü bir ihtimal mevcuttu (Magen 2011: 1). Moskova’nın buradaki endişelerinden bir tanesi de, Rusya sınırları içinde Müslümanların yoğun olarak yaşadığı Kuzey Kafkasya bölgesi idi. Başta Çeçenistan’da olmak üzere bu bölgede yaşanan çatışmalarda Mısır, Ürdün, Libya ve Suriye Moskova’yı desteklemiş, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar gibi bazı ülkeler ise Kuzey Kafkasya halklarının taleplerine nispeten sempatiyle yaklaşmıştır (Zikibayeva 2011: 5). Bu ülke yönetimleri açıkça destek vermese de, Rusya, Kuzey Kafkasya’daki radikal İslami hareketlerin Ortadoğu’dan destek aldığını iddia etmektedir. Dolayısıyla Arap ülkelerindeki radikal İslami kesimlerin güç kazanmaları durumunda Kuzey Kafkasya’daki gelişmelere daha fazla müdahil olabilecekleri endişesi ortaya çıkmıştır. Bu endişe Rus yöneticiler tarafından açıkça dile getirilmiştir. Dönemin Cumhurbaşkanı Medvedev, radikal İslam tehdidi nedeniyle Arap ülkelerindeki ayaklanmaların Rusya için de tehlike potansiyeli oluşturduğunu ifade etmiştir (RT 2011b). Rusya, ilerleyen sayfalarda da değinileceği gibi, özellikle Suriye’de Beşar Esad rejimine verdiği destek nedeniyle, Batılı ülkeler tarafından Arap halklarının beklentilerine kulak vermemekle ve diktatörleri desteklemekle 181 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202 eleştirilmektedir. Moskova bu eleştirilere karşı çıkmakta ve kendi pozisyonunun doğruluğunu kanıtlamaya çalışmaktadır. Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 16 Haziran 2012’de yayınlanan “Tarihin Doğru Tarafında Yer Almak” başlıklı makalesinde, Arap dünyasında sömürge yönetimlerinin toplumsal yapılarda yarattığı değişikliklerin sonucu olan mevcut gerilimlerde sorumluluğun ülkesinde değil ülkesini suçlayan Batılı ülkelerde olduğuna dikkat çekmiştir. Lavrov, Rusya’nın her zaman Arap ülkelerinin bağımsızlığını ve bağımsız gelişme haklarını desteklediğini ve bugün de desteklemeye hazır olduğunu belirtmiştir. Ancak Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki değişimlerin uzun vadede, huzurlu ve evrimci bir biçimde yaşanmasını desteklediğini ifade ederek (Lavrov 2012, http://www.huffingtonpost.co.uk/sergei-lavrov/russia-syriaon-the-right-side-of-history_b_1596400.html, 10 Ağustos 2013’te erişildi), 2010 yılının son günlerinden itibaren Arap dünyasında yaşanan değişim sürecinin olumsuz bir şekilde sonuçlanabileceği olasılığına dikkat çekmiş ve böyle bir durumun yaşanmaması için temkinli ve daha uzun vadeye yayılmış bir değişim sürecinin desteklenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Rusya, Batı’nın demokrasi ihraç biçiminin o ülkede iç savaşa, kaosa ve devlet kurumlarının zayıflamasına yol açtığını düşünmektedir. 1990’larda Yugoslavya’da ve 2000’lerin başlarında Irak’ta gerçekleşen demokratikleşme örneklerinin olumlu sonuçlar doğurmaması bu düşünceyi desteklemektedir. Moskova’ya göre, Arap dünyasının etnik, dinsel ve mezhepsel açıdan çoğulcu yapısı hassas bir denge üzerine oturmakta ve sosyal değişim açısından kırılgan bir özellik arzetmektedir. Tunus, Libya, Mısır ve Yemen’de rejim/lider değişiklikleri sonrası siyasal istikrarın sağlanmasında yaşanan zorluklar Moskova’nın bu endişelerini doğrular niteliktedir. Oysa demokrasi, Moskova’nın bakış açısına göre, sosyal istikrarı bozmak yerine kuvvetlendirmeli, yerel kültürleri ve değerleri yıkmak yerine korumalı, devlet egemenliğini zayıflatmak yerine güçlendirmeliydi. Bu nedenle Moskova, Ortadoğu’nun demokratikleşmesi konusunda, Batı’nın istediği gibi hızlı bir geçiş yerine, aşamalı ve zamana yayılmış bir süreçten yana olmuştur. Yani Batı’nın öne sürdüğü sivil toplumun önde yer aldığı plüralist model yerine, devlet kontrolünde bir yaklaşım benimsenmesi gerektiğini savunmaktadır. Dolayısıyla Rusya Batı’nın desteklediği demokratikleşme modeli yerine kendi demokratikleşme modelini önermektedir (Dannreuther 2015: 79,82,92). Ortadoğu’nun yukarıda bahsedilen kırılgan yapısı nedeniyle, Batı’nın savunduğu demokratikleşme modelinin uygulamaya konulması halinde, kaos sarmalının fitilinin ateşleneceğini ve bunun sonucunun nereye 182 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202 varacağını kestirmenin çok zor olduğunu düşünmektedir. (Allison 2013: 815). Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi, Rusya, genel olarak dış aktörlerin müdahalesiyle rejim değişikliğine karşı çıkmaktadır. Dış destek yoluyla rejim değişikliklerinin uluslararası sistemde sık gerçekleşen bir eylem olmasını istememektedir. Çünkü bu eylemin yaygınlaşması pek çok ülkede halkların ayaklanmasını teşvik edebilirdi. Bu ülkeler arasında Rusya veya müttefikleri de yer alabilirdi ve Batı kendi çıkarlarını korumak için bu ülkelerde halk ayaklanmasını teşvik edebilir veya destekleyebilirdi. Bu nedenle Rusya, otoriter rejimlerin bulunduğu hiçbir ülkede dış aktörlerin rejim değişikliği eyleminde bulunmasını istememektedir. Rusya’nın sadece Ortadoğu’da değil, dünyanın değişik bölgelerindeki dış destekli rejim değişikliği girişimlerine karşı çıkmasının nedeni budur. 3. Arap Baharı’nın Başlaması ve Düşük Profilli Rus Politikası Ortadoğu ekonomik, siyasi ve askeri açılardan Rus dış politikası için her zaman önem arzetmiş olan bir bölge olmasına rağmen, 2010 yılının son günlerinde Tunus’ta başlayan ve pek çok Arap ülkesine yayılan halk ayaklanmaları karşısında Moskova düşük profilli bir politika takip etmiştir. Bunun nedeni, demokrasi kültürünün oldukça zayıf olduğu bu bölgede ayaklanmaların ortaya çıkmasının yarattığı şaşkınlık ve gelişmelerin nereye varacağı konusundaki belirsizlikti. Rusya, Arap ayaklanmaları ile devrilmek istenen rejimleri açıkça desteklememekle birlikte, göstericilerden yana bir pozisyon almaktan da kaçınmıştır. Moskova’nın önceliği Ortadoğu’da istikrarın bozulmasının engellenmesi olmuştur. 17 Aralık’ta Tunus’ta ayaklanmaların başlamasıyla Arap Baharı olarak nitelendirilen sürecin ilk adımı atılırken, Moskova gelişmelerin netleşmesini beklemeyi tercih etmiştir. Bu nedenle Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali yönetimi devrilene kadar Moskova’nın net bir politikasını görmek zordur. Bin Ali’nin düşüşünden yaklaşık on gün sonra ise, Cumhurbaşkanı Dmitry Medvedev, Tunus’ta yaşananların tüm yönetimlere ders olması gerektiğini ve dünyanın neresinde olursa olsun tüm yönetimlerin toplumlarına kulak vermeleri gerektiğini ifade etmiştir (Freeland 2011). Rusya, verdiği bu tepkiyle göstericilerin yanında yer almış olmaktadır. Bu açıklamanın yapıldığı tarihte Bin Ali yönetimi devrilmiş olduğu için, Moskova’nın göstericilerden yana tutum alması pragmatik bir yaklaşımın ürünü olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca Rusya 183 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202 ile Tunus arasında köklü ve çok sıkı ilişkiler bulunmaması ve ticaret hacminin zayıf olması nedeniyle, Moskova’nın göstericilerin taleplerine sıcak bakarak riske atacak çok fazla şeyi bulunmamaktaydı (Erenler 2012: 175). Ayrıca Arap Baharı’nın daha ilk aşamaları olduğu için ayaklanmalarda radikal İslam faktörü henüz ön plana çıkmamış, dolayısıyla Moskova bu gelişmelerden çok fazla tehdit algılamamıştı (Dannreuther 2015: 80). Aynı şey Mısır’da yaşanan ayaklanmalar için de söylenebilir. Rusya, Mısır ile Soğuk Savaş’ın ilk yarısında kurduğu ittifakı uzun süre önce kaybetmiş olduğu için, her ne kadar Hüsnü Mübarek yönetimi ile ilişkileri kötü olmasa da, Mübarek’in devrilmesiyle belki de Ortadoğu’da yeni bir müttefik kazanma imkânı elde edecekti. Böyle bir gelişmenin yaşanması, Putin’in önceki sayfalarda bahsedilmiş olan Rusya’nın eski müttefikleriyle bağlarını kuvvetlendirerek Ortadoğu’daki etkinliğini artırma amacı açısından olumlu bir gelişme olarak nitelendirilebilirdi. Bu nedenle Moskova, ayaklanmaların bu ülkeye sıçrayarak Hüsnü Mübarek’i hedef almasından Washington kadar büyük endişe duymamıştır (Erenler 2012: 175). Ancak, önceki sayfalarda ifade edildiği gibi, Moskova Arap Baharı çerçevesindeki ayaklanmalara/rejim değişikliklerine genel olarak şüphe ile yaklaşmakta olduğu için, Mısır’da Hüsnü Mübarek’e karşı başlatılan ayaklanmada da ilk başlarda bekle ve gör politikası izlemiştir. Daha sonra, bölgesel istikrarın bozulması endişesiyle, hem Cumhurbaşkanı Medvedev hem de Dışişleri Bakanı Lavrov yaşananlara barışçıl bir çözüm bulunmasına vurgu yaparak temkinli bir tutum sergilemiş ve zımnen Mübarek’i desteklemiştir (Katz 2012, http://eng.globalaffairs.ru/number/Moscow-and-the-Middle-East-RepeatPerformance-15690, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Moskova, ayaklanmalar sonucunda Mübarek yönetiminin kolayca devrilmesinin istikrarsızlığa neden olacağından ve benzer senaryonun diğer bölge ülkelerinde de gerçekleşmesinin yolunu açacağından endişe etmiştir (Kaczmarski 2011: 4). Mübarek’in devrilmesinden sonra ise, güçlü ve demokratik bir Mısır vurgusu yapmış ve yeni yönetim ile birlikte çalışma isteğini ortaya koymuştur5. Özellikle Muhammed Mursi’nin cumhurbaşkanı olmasından sonra Moskova’nın Müslüman Kardeşler ile işbirliği yapmaya hazır olduklarını açıklaması oldukça önemlidir. Çünkü Rusya içerisindeki 5 Rusya Cumhurbaşkanı Dmitry Medvedev’in bu konuda sosyal medyadaki paylaşımı için bakınız: https://twitter.com/#!/MedvedevRussiaE/ statuses/36407375581683712, 10 Ocak 2015’te erişildi. 184 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202 radikal İslami hareketlere desteğinden dolayı, 2003’te Rusya Yüksek Mahkemesi Müslüman Kardeşler’i Rusya’ya karşı tehdit oluşturan bir terörist örgüt olarak ilan etmişti (Malashenko 2013: 9). Şimdi Müslüman Kardeşler’in Mısır’ın yönetimine gelmesinden sonra meşruiyetini kabul edip yakın ilişki geliştirmek istemesi, Moskova’nın Ortadoğu’daki etkinliğini artırmayı amaçlayan pragmatik dış politikasının bir örneğidir. Aynı pragmatizmi, Moskova’nın Mursi’ye karşı gerçekleştirilen darbe sonrası yönetime gelen Abdülfettah El-Sisi ile geliştirilen yakın ilişkilerinde de görmek mümkündür. Müslüman Kardeşler’den hoşlanmamasına rağmen bu harekete mensup olan Mursi’ye yeşil ışık yakmaktan çekinmeyen Moskova, şimdi Mursi’nin devrilmesinin kendisi açısından daha olumlu bir konjonktür yarattığını düşünmüş ve Sisi yönetimiyle enerji ve silah satışından terörle mücadeleye kadar pek çok alanda işbirliği yapmaya başlamıştır (Schumacher and Nitoiu 2015: 4-5). Arap Baharı Bahreyn ve Yemen’e sıçrayınca da Rusya düşük profilli politikasını değiştirmemiş, rejimleri açıkça desteklememekle birlikte göstericilerden yana bir pozisyon almaktan da kaçınmıştır. Nitekim Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın Mart 2011 sonlarında Bahreyn’deki gelişmelerin bu ülkenin iç işi olduğunu ve sorunun diyalog yoluyla çözülmesi gerektiğini ifade etmesi bunu ortaya koymaktadır. Aslında bu açıklama ABD’nin politikasıyla da örtüşmektedir. Her iki ülke de Bahreyn’de rejimin devrilmesini, başta Suudi Arabistan olmak üzere bölgedeki diğer monarşilerin istikrarsızlık içine girmesine neden olacağı için, istememiştir (Zikibayeva 2011: 9). Moskova, Yemen’de ise, 2011 Ocağının sonlarında Ali Abdullah Salih yönetimine karşı başlayan ayaklanma sonrası, Suudi Arabistan’ın öncülüğünde Körfez İşbirliği Konseyi’nin girişimiyle rejim ile muhalifler arasında sorunun çözülmesine yönelik müzakereleri desteklemiştir. Nitekim Şubat 2012’de, Rusya Dışişleri Bakanlığı, Salih’in görevi bırakıp yerine yardımcısı Abed Rabbo Mansour Hadi’nin başa gelmesi ile sonuçlanan çözüm sürecinden duyduğu memnuniyeti ifade etmiştir (Katz 2012, http://eng.globalaffairs.ru/number/Moscow-and-theMiddle-East-Repeat-Performance-15690, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Yemen’deki çözüm süreci, dış aktörlerin müdahalesiyle rejim değişikliği gibi bir durum yaşanmadığı için ve yönetim ile muhalifler arasında müzakereye dayanan bir uzlaşmanın ürünü olduğu için, Rusya’nın önceki sayfalarda bahsedilen demokratikleşme modeline oldukça uygundur (Malashenko 2013: 10). Bu nedenle Rusya, ilerleyen sayfalara değinilecek olan Suriye iç savaşı sırasında da Batı müdahalesine karşı çıkacak ve Yemen modeline benzer bir yöntemle sorunun çözülmesinden yana bir politika izleyecektir. 185 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202 Tüm bunlardan anlaşılacağı gibi, ABD gibi Rusya da, Arap ülkelerindeki rejim değişikliklerine bölgesel istikrarı olumsuz etkileyeceği endişesiyle sıcak bakmamış, rejimlerin devrilmesinden sonra ise çıkarlarını korumaya yönelik pragmatik bir politika izleyerek yeni yönetimlerle iyi ilişkiler geliştirmek için hareket geçmiştir. Dolayısıyla Rusya bölgedeki rejimlerin muhafazası üzerinde değil, çıkarlarının korunması üzerinde yoğunlaşan bir politika izlemiştir. Ancak ABD’den farklı olarak, Rusya, ayaklanmalar sonucunda rejim değişikliği gerçekleşecekse de, bunun dış müdahale yoluyla değil taraflar arasında müzakere sonucu olması gerektiğini savunmuştur. Moskova’nın dış müdahale yoluyla rejim değişikliği gerçekleştirilmesi konusundaki endişeleri Libya ayaklanması ile en üst seviyeye çıkmıştır. 4. Libya Askeri Müdahalesi ve Sertleşen Rus Politikası Arap Baharı, ayaklanmalar Libya’ya sıçradığı zaman farklı bir niteliğe bürünmüştür. Zira diğer ülkelerde çok büyük çatışmalara yol açmayan ayaklanmalar, Libya söz konusu olduğunda rejim güçleri ile muhalifler arasında şiddetli çatışmalara dönüşmüş ve dış güçlerin askeri müdahalesine doğru giden bir seyir izlemiştir. Bu nedenle Moskova Arap Baharı’na yönelik düşük profilli politikasını değiştirmiştir. Muammer Kaddafi rejimi ayaklanmaları bastırmak için sert yöntemler kullanınca Rusya bir ikilem içerisine düşmüştür. Rusya bir yandan iyi ilişkilere sahip olduğu Kaddafi rejimini desteklemekte, diğer yandan da muhaliflerden yana olması konusunda Batı’nın baskısı ile karşı karşıya bulunmaktaydı. Libya’da rejim güçleri ile muhalifler arasındaki çatışmaların şiddetlenerek devam etmesi Rusya’yı Kaddafi’ye yönelik uluslararası baskıları desteklemek zorunda bırakmıştır. Nitekim Moskova 26 Şubat 2011’de Libya’ya uygulanan silah ambargosuna katılmıştır. Ayrıca sivillerin korunması amacıyla gerekli önlemlerin alınmasını ve uçuşa yasak bölge uygulanmasını içeren 1973 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararının (17 Mart 2011) kabul edilmesini, çekimser oy kullanmak suretiyle, engellememiştir (Malashenko 2013: 11). 1973 sayılı karara ret oyu vermek suretiyle kararın çıkmasını engelleme imkânı bulunan Rusya, Kaddafi’nin muhaliflere karşı güç kullanmasının yarattığı uluslararası tepki nedeniyle karar karşısında çekimser kalmıştır. Aynı şekilde, Medvedev Mayıs 2011’de Kaddafi’nin meşruiyetini kaybettiğini ve artık gitmesi gerektiğini ifade etmiştir (Milliyet 2011, http://www.milliyet.com.tr/-kaddafi-yi-moskova-ya-alin/dunya/dunyadetay/28.05.2011/1395760/default.htm, 10 Ağustos 2013’te erişildi). 186 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202 Moskova’nın Batılı ülkelerin Libya ayaklanmasına müdahil olmalarına çok fazla direnmemesinin nedenlerinden biri de, Rusya-Libya ilişkilerinin 2004 yılından itibaren zayıflamaya başlaması, Moskova’nın Libya’daki çıkarlarını elde etmekte artık zorlanıyor olmasıdır. Çünkü Kaddafi, Mart 2003’teki Irak savaşından sonra, Saddam Hüseyin ile benzer kaderi paylaşmamak için kitle imha silahı programını durdurmuş ve terörizme verdiği desteği kesmişti. Bunun üzerine ABD de bu ülkeye uyguladığı yaptırımları kaldırmıştı. Buna paralel olarak Libya hem siyasi hem de ekonomik olarak Rusya’dan uzaklaşmaya ve Batı’ya yaklaşmaya başlamıştı. Rusya ise yakın ilişkileri muhafaza etmeye, bu ülke ile ekonomik bağlarını korumaya ve silah satışına devam etmeye çalışmaktaydı. Nitekim Putin bu amaçla 2008 yılında Libya’ya bir ziyaret gerçekleştirmiş, bir Rusya lideri tarafından bu ülkeye ilk kez gerçekleştirilen bu ziyarette Libya’nın yaklaşık 4,5 milyar dolarlık borcu silinmiştir. Ancak bu çabalara rağmen, Rusya imzalanmış olan ekonomik anlaşmaların hayata geçirilmesini sağlamakta pek de başarılı olamamıştır. Putin yönetiminin Libya’nın tüm petrol ve doğalgazını satın almak suretiyle bu ülkenin enerji kaynaklarının Avrupa’ya tedarikinin kontrolünü eline alma amacı uygulamaya konuşamamıştır (Schumacher and Nitoiu 2015: 3). Dolayısıyla Kaddafi Moskova için artık o kadar da güvenilir bir müttefik değildi. Bu nedenle, Kaddafi’nin devrilmesi sonrası Libya’da yaşanacak siyasi gelişmeler Rusya’nın çıkarları açısından bir risk oluştursa da, Moskova’nın Kaddafi’ye vereceği desteğin bir sınırı bulunmaktaydı. Rusya, Kaddafi’ye yönelik uluslararası baskıları desteklemekle birlikte, Batılı ülkelerin 1973 sayılı Güvenlik Konseyi kararına dayanarak Libya’ya askeri operasyon düzenlemesi gündeme gelince rahatsızlık duymaya başlamıştır. Batılı ülkeler Kaddafi yönetimine karşı askeri operasyon düzenlenmeyi tartışırken, hem Cumhurbaşkanı Medvedev hem de Başbakan Putin radikal İslamcıların güçlenmesi olasılığına vurgu yapmış ve askeri müdahalenin bunun gerçekleşmesine giden yolu açabileceği endişesini dile getirmiştir (Lazareva 2012: 16). Hatta Medvedev daha da ileri giderek, Batı’nın ayaklanmaları kışkırttığını ve asıl amaçlarının Rusya’da da siyasal değişim gerçekleştirmek olduğunu söylemiştir (Radio Free Europe/Radio Liberty 2011b, http://www.rferl.org/content/russia_medvedev_warns_of_arab_fanatics/23 17394.html, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Putin de Batı’nın demokrasi zorlamasının İslamcıları güçlendireceği ve bunun diğer bölgeleri de (başta Kuzey Kafkasya olmak üzere) olumsuz etkileyeceği uyarısında bulunmuştur (Lazareva 2012: 16). Dolayısıyla Rusya, ilerleyen dönemlerde kendisinin de içişlerine karışılabileceği endişesiyle, halk 187 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202 ayaklanmalarını ülkelerin içişleri olarak görmekte ve dışarıdan müdahale edilmemesi gerektiğini savunmaktaydı. Moskova, 1973 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararının alınmasını engellememesine rağmen, NATO’nun bu karara dayanarak düzenlediği askeri operasyona tepki göstermiştir. Rusya içerisindeki yaygın görüş, Güvenlik Konseyi kararındaki sivillerin ve sivillerin yaşadığı alanların Kaddafi rejiminin saldırılarından korunması için gerekli tedbirlerin alınması yönündeki ifadenin, NATO’nun Kaddafi rejimini devirmeye çalışan muhaliflerin işini kolaylaştırmaya yönelik hava saldırısına gerekçe olarak yorumlanamayacağı şeklindeydi. Bu görüşe göre, sivilleri korumak amacıyla insani müdahale gerçekleştirildiği iddiası, sadece rejim değişikliğini sağlayabilmek için kullanılan bir gerekçeydi. Dolayısıyla Rusya’nın 1973 sayılı kararın uygulanması aşamasında aldatıldığı düşünülmekteydi. Rusya, BM Güvenlik Konseyi’nin bir ülke rejiminin devrilmesinde açıkça ya da örtülü bir biçimde yer almaması gerekirken (Charap 2013: 36-38), Libya’da var olan hükümeti devirmek amacıyla iç savaşın taraflarından biri olan muhalefetin desteklenmesinin Konsey’in itibarını zedelediğini savunmuştur. Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Kaddafi’nin devrilmesinden sonra Libya’daki durumun daha kötüleştiğine dikkat çekerek, şiddete dayalı bu tür çözümlerin uzun vadede kalıcı sonuç vermeyeceğini vurgulamıştır (Lavrov 2012, http://www.huffingtonpost.co.uk/sergei-lavrov/russia-syria-on-the-rightside-of-history_b_1596400.html, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Ancak Rusya, Libya’ya yönelik gerçekleştirilen askeri müdahaleye karşı olduğunu ve bu müdahalenin neden olabileceği riskleri açıkça ve yüksek sesle dile getirmesine rağmen, bu müdahaleyi engellemek için daha fazla çaba sarfetmemiş yani Libya sorununun ABD ile ilişkilerine daha fazla zarar vermesini istememiştir. İlerleyen sayfalarda değinileceği gibi, gerek Libya örneğinden çıkarılan dersin etkisiyle gerekse de Suriye’nin ve bu ülkedeki Esad rejiminin öneminin Moskova için daha fazla olması nedeniyle aynı senaryonun Suriye’de de gerçekleşmesine izin vermeyecektir. Rusya, askeri müdahaleyi engelleyememesi ve Kaddafi rejiminin devrileceğinin anlaşılması üzerine, Kaddafi’den sonra başa gelecek yeni yönetim ile iyi ilişkiler geliştirmeye yönelik adımlar atmıştır. Örneğin, Medvedev Haziran 2011 başlarında, Federasyon Konseyi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Mikhail Margelov’u hem Kaddafi yönetimi ile hem de ayaklanmacılar ile görüşmelerde bulunmak üzere Libya özel temsilcisi olarak atamıştır (RT 2011a, http://rt.com/politics/libya-margelov-rogozinnato/, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Ancak Rusya, muhaliflere destek 188 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202 vermekte oldukça geç kalmıştı. Nitekim NATO askeri müdahalesine karşı çıkarak Kaddafi’ye desteğini gösteren Moskova, Kaddafi’ye gitmesi gerektiği çağrısını askeri müdahalenin başlangıcından iki ay sonra yapmıştı. Moskova ayrıca, muhaliflerin oluşturduğu Ulusal Geçiş Konseyi’nin otoritesini de 1 Eylül 2011’de tanımış, böylece bu yönde hareket eden 73. devlet olabilmiştir. Bu nedenle Rusya, Kaddafi sonrası dönemde Libya’daki beklentilerini elde edememiştir. Nitekim yeni Libya yönetimi göreve geldikten sonra, Kaddafi döneminde Rusya ile yapılan 10 milyar dolarlık ekonomik anlaşmanın gözden geçirileceğini açıklamıştır. Ayrıca Rus enerji şirketleri Libya’daki yatırımlarını Amerikan ve Avrupalı enerji şirketlerine kaptırmaya başlamıştır. (Malashenko 2013: 11-12). 5. Suriye İç Savaşı ve Ortadoğu’da Batı ile Soğuk Savaş (mı?) Arap Baharı çerçevesinde yaşanan ayaklanmalar içerisinde dünya gündemini en çok işgal eden, Mart 2011’de başlayan Suriye ayaklanmasıdır. Zira ayaklanmanın başladığı dört yıl olmasına rağmen ne Beşar Esad rejimi ayaklanmaları bastırabilmiş ve ülkede kontrolü tesis edebilmiş, ne de muhalifler demokratik haklar elde edebilmiş veya rejimi devirebilmiştir. Hem bölge içinden hem de dışından pek çok aktör soruna müdahil olmuştur. Muhalifler bu aktörler tarafından eğitilmiş ve silahlandırılmış, sorun bir halk ayaklanması olmaktan çıkarak muhalifler ile rejim güçleri arasında yoğun çatışmaların yaşandığı bir iç savaşa dönüşmüştür. Esad rejimi ise, büyük askeri gücü ve rejimin diğer bölge ülkeleriyle kıyaslandığında daha sağlam temeller üzerine oturması nedeniyle, ayrıca Rusya, Çin ve İran gibi devletlerin de desteğiyle, halen ayakta kalmaya devam etmektedir. İç savaşın bugünkü şekliyle devam etmesi durumunda kısa ve hatta orta vadede herhangi bir tarafın lehine sona ermesi zor gözükmektedir. Bu nedenle sorunun uluslararası aktörlerin de katılımıyla siyasi zeminde çözülmesi ihtiyacı doğmaktadır. Bu noktada Esad rejimi ile yakın ilişkileri nedeniyle Rusya ön plana çıkmaktadır. Rusya, Esad rejimini desteklemekle ve Suriye’deki katliamlara göz yummakla eleştirilmektedir. Esad rejimine silah sağlamasının ve başta BM Güvenlik Konseyi’nde olmak üzere tüm uluslararası platformlarda destek olmasının rejimin ayakta kalmasına ve muhaliflere zulmetmeye devam etmesine imkân sağladığı iddia edilmektedir (Sengupta 2014, http://www.independent.co.uk/news/world/middle-east/the-west-is-toblame-for-syrian-conflict-says-saudi-prince-9898975.html, 10 Ocak 189 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202 2015’te erişildi). Gerçekten de Moskova çoğu zaman Esad rejimi üzerinde uygulanan uluslararası baskıların karşısında durmuştur. Suriye’deki iç savaş tüm şiddetiyle devam ederken, Moskova Ortadoğu’daki bir müttefiki olarak gördüğü Esad rejimine karşı yaptırım uygulanmasına ve askeri güç kullanılmasına karşı çıkmıştır. Nitekim Cumhurbaşkanı Dmitry Medvedev ülkesinin BM Güvenlik Konseyi’nin yaptırım uygulamasını desteklemeyeceğini açıkça ifade etmiştir (Reuters 2011, http://www.reuters.com/article/2011/05/18/us-russia-medvedev-libyaidUSTRE74H2IW20110518, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da, Haziran 2011’de, Suriye’deki durumun uluslararası barış ve güvenliği tehdit etmediğini vurgulamış, ABD’yi ve Avrupa’yı da rejim karşıtı göstericileri kışkırtmamaları için uyarmıştır (Bloomberg 2011, http://www.bloomberg.com/news/articles/2011-0601/russia-warns-u-s-nato-against-military-aid-to-syria-protests-after-libya, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Rusya’nın Esad rejimine verdiği en somut destek, BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olarak Suriye aleyhine hazırlanan kınama ve yaptırım kararlarını veto etmek olmuştur. Bu bağlamda Moskova, Suriye iç savaşı konusunda Güvenlik Konseyi’nin gündemine 4 Ekim 2011, 4 Şubat 2012, 19 Temmuz 2012, 29 Mayıs 2013, 28 Ağustos 2013, 22 Mayıs 2014 tarihlerinde olmak üzere toplam altı kez getirilen yaptırım kararlarını veto etmiştir6. Rusya, Güvenlik Konseyi’nde sadece Suriye’ye yaptırım uygulanmasını öngören karar tasarılarını veto etmekle kalmamış, aynı zamanda Konsey’in Suriye’yi kınamaya yönelik almak istediği kararlarda sert ifadeler yer almasını engellemiş ve daha yumuşak karar metinleri çıkmasını sağlamıştır7. 6 Bu karar tasarıları ve Rus vetosu hakkında bilgi için bakınız: BBC 2011b, http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/10/111005_syria_un.shtml, 15 Eylül 2013’te erişildi; NTV 2012, http://www.ntvmsnbc.com/id/25319438/, 15 Eylül 2013’te erişildi; Gladstone 2012; Owen 2013, http://www.theguardian.com/world/2013/may/29/us-resolution-syria-russiaforeign-minister, 15 Eylül 2013’te erişildi; CBS News 2013, http://www.cbsnews.com/8301-202_162-57600384/syria-resolution-authorizingmilitary-force-fails-in-u.n-security-council/, 15 Eylül 2013’te erişildi; Naumkin 2014, http://www.al-monitor.com/pulse/originals/2014/05/moscow-strengthensdamascus-ties.html#, 10 Ağustos 2013’te erişildi. 7 Örneğin, BM Güvenlik Konseyi’nin 3 Ağustos 2011’de yayınladığı bağlayıcı niteliği olmayan açıklamada, çözümün Suriye liderliğinde gerçekleşecek bir siyasi süreç olduğunu belirtilmiş ve böylece dış müdahaleyi seçenek dışı bırakmıştır. Buna verilebilecek bir diğer örnek ise, 4 Ekim 2012’de Suriye’den 190 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202 Rusya’nın Esad rejimine verdiği belki de en kritik destek, 21 Ağustos 2013’te rejimin muhaliflere kimyasal silahlarla saldırdığı iddiaları üzerine, böyle bir eylemi kırmızı çizgilerinin aşılması olarak değerlendireceklerini beyan etmiş olan ABD’nin Suriye’ye karşı aldığı askeri operasyon kararının uygulanmasını yaptığı diplomatik hamle ile engellemek olmuştur. Rusya, kimyasal saldırının muhalif gruplar içindeki teröristler tarafından gerçekleştirilmiş olma olasılığına dikkat çekmiş ve Suriye’ye karşı BM Güvenlik Konseyi kararı olmaksızın düzenlenecek bir askeri operasyonun hukuka aykırı bir saldırı olacağını ifade etmiştir. Moskova, ABD’nin askeri müdahalesini engellemek için, Washington’un askeri müdahalenin amacı olarak zikrettiği Esad yönetiminin yeniden kimyasal saldırı gerçekleştirmesinin engellenmesi için Suriye’nin elindeki kimyasal silahların uluslararası denetime açılması önerisinde bulunmuştur. Esad’ın da bu öneriyi kabul etmesiyle, Moskova ve Washington Suriye’nin elindeki kimyasal silahların imha edilmesi konusunda anlaşmaya varmıştır (Boening 2014: 83; Haberler.com 2013, http://www.haberler.com/putinsuriye-de-askeri-mudahaleye-sartli-destek-5016778-haberi/, 15 Eylül 2013’te erişildi; Shumilin 2013). Böylece Rusya’nın yaptığı bu diplomatik manevra işe yaramış, Obama yönetiminin Suriye’ye askeri müdahalede bulunacaklarını net bir şekilde ifade etmiş olmasına rağmen, Moskova bu girişimiyle bu eylemin gerçekleştirmesini engellemiştir. Libya’ya düzenlenen askeri müdahaleye karşı çıkmasına rağmen Kaddafi rejimine destek vermekte çok fazla direnmeyen Moskova’nın Suriye’deki Beşar Esad rejimine bu kadar büyük destek vermesinin pek çok nedeni vardır. Zira Suriye Baas Partisi ile Moskova arasında 1970’lerden beri stratejik çıkarlar üzerine kurulu bir ittifak ilişkisi bulunmaktadır. Soğuk Savaş sonrasında da devam eden bu ilişkisi çerçevesinde, 10.000’inin üzerinde Suriyeli askeri görevli Ruslar tarafından eğitilmiş, ayrıca pek çok Rus askeri danışman Suriye’de görev yapmıştır. Günümüzde de devam eden bu işbirliği Rusların Suriye’ye duyduğu yakınlığın en önemli atılan bir top mermisinin Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesine düşmesi sonucu 5 kişinin hayatını kaybetmesi üzerine konunun BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine gelmesi sonrasında yapılan açıklama olmuştur. Konsey’in açıklamasında Suriye’nin kınanması konusunda tüm taraflar hemfikir olmuş, ancak Moskova açıklamaya “Suriye’nin uluslararası hukuku ihlal ettiği” yönündeki ifadenin konulmasını engelleyerek daha yumuşak bir metnin ortaya çıkmasını sağlamıştır (BBC 2011a, http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/ 2011/08/110803_un_syria_condemnation.shtml, 15 Eylül 2013’te erişildi; T24 2012, http://t24.com.tr/haber/rusyadan-bmde-akcakale-saldirsinin-kinanmasiniveto/214515, 15 Eylül 2013’te erişildi; Emiroğlu 2012, http://www.bbc.co.uk/ turkce/haberler/2012/10/121005_syria_un_latest.shtml, 15 Eylül 2013’te erişildi). 191 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202 nedenlerinden birisidir. Ayrıca uzun yıllar öncesine dayanan bu işbirliğinin de etkisiyle, Rusya’nın ve Suriye’nin uluslararası gelişmelere bakış açıları birbirine çok yakındır. Bunu Beşar Esad rejiminin Moskova’nın pek çok politikasına ve eylemine verdiği destekte görmekteyiz. Örneğin, Suriye, Moskova’nın 2008’teki Gürcistan askeri müdahalesine desteğini açıklayan ikinci (Belarus’tan sonra) ülkedir. Ayrıca Rusya’yı Batılı ülkeler ile karşı karşıya getiren bu müdahaleden sonra, Rusya’nın Suriye topraklarına füze sistemi kurmasını önermiştir. Suriye’nin Çeçenistan sorununda Moskova’nın politikalarını desteklemesi ve Çeçenleri terörist olarak nitelendirmesi buna verilebilecek bir diğer örnektir (Allison 2013: 801-803, 813). Rusya ile Suriye arasındaki askeri işbirliğinin en önemli somut yansımalarından biri de, Rusya’nın Ortadoğu’daki tek askeri üssü olan Suriye’nin Tartus Limanı’ndaki lojistik ve bakım merkezidir. Aslında Rusya’nın Tartus’taki üssü, kapsamlı bir askeri operasyonu destekleyecek kadar büyük değildir, bu nedenle işlevi sınırlıdır. Ancak Bağımsız Devletler Topluluğu dışındaki tek üssü olarak, Rusya’nın Ortadoğu’daki askeri varlığını göstermesi açısından oldukça büyük bir sembolik önemi vardır (Malashenko 2013: 12). Rusya, Tartus Limanı’nı Suriye ile birlikte kullanabileceği kapasitede bir askeri üsse dönüştürmeyi amaçlamaktaydı, bu nedenle Esad yönetimi ile ilişkilerini daha da güçlendirmeye çalışmaktaydı (Deniz 2013: 324). Moskova ile Şam arasındaki askeri işbirliğinin yoğunlaştığı bir diğer alan ise, silah satışıdır. Bugün Suriye ordusunun elindeki silahların %90’ı SSCB ve Rusya tarafından sağlanmıştır. 2000 yılına kadar Rusya Suriye’ye yaklaşık 26 milyar dolarlık silah satışı yapmıştır. Rusya 20072010 yılları arasında Suriye ile 4,7 milyar dolarlık silah satış anlaşması imzalamıştır. Suriye’nin muhtemel bir askeri operasyon sonrasında, aynen Libya gibi, silah alımı konusunda yönünü Rusya’dan Batı ülkelerine çevirmesi Rusya açısından büyük bir pazar kaybı anlamına gelecektir (Özbay 2012, http://avrasya.istanbul.edu.tr/?page_id=8008, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Rusya’nın Suriye’deki iç savaşta Beşar Esad rejimine verdiği desteğin bir nedeni de, Arap Baharı çerçevesindeki ayaklanmaların artık kendi müttefiklerini hedef almaya başlayarak ulusal çıkarlarını olumsuz etkilediğini düşünmesidir. Rusya’ya göre, Şam yönetimini devirmek için yapılan girişimler büyük bir bölgesel jeopolitik oyunun bir parçasıdır. Dolayısıyla ABD, NATO ülkeleri, Türkiye ve bölgedeki bazı devletlerin Suriye ayaklanmasına müdahalelerinin asıl amacı demokratik bir rejim tesis etmek değil, İran’ın bölgesel gücünü Arap dünyasındaki en önemli 192 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202 müttefiki olan Esad’ı devirmek suretiyle zayıflatmak ve böylece Ortadoğu’daki güç dengesini değiştirmektir. Ancak ilerleyen dönemlerde İran’a karşı gerçekleştirilecek olası bir askeri saldırı feci sonuçlara yol açacaktır. Bu nedenle Moskova, hiç kimsenin kendi jeopolitik hedeflerinin başarısı için Suriye’deki trajediyi kullanma hakkına sahip olmadığını savunmuştur (Lavrov 2012, http://www.huffingtonpost.co.uk/sergeilavrov/russia-syria-on-the-right-side-of-history_b_1596400.html, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Rusya ayrıca, Sünni, Şii, Alevi ve Hıristiyan olmak üzere birçok dini grubu barındıran Suriye’de Baas rejiminin çökmesi durumunda bu gruplar arasındaki uyumun bozulacağından ve ülkenin kanlı ve uzun bir iç savaşa sürükleneceğinden endişe etmekteydi. Esad rejimine karşı muhalefeti desteklemek suretiyle çatışmaları kışkırtmanın hem bölgesel hem de uluslararası güvenlik üzerinde yıkıcı etkilerinin olacağına dikkat çeken Moskova, Suriye-İsrail sınırında kontrolün kaybolması, Lübnan ve diğer bölge ülkelerinde durumun daha da kötüye gitmesi, Suriye’deki silahların terör örgütlerinin eline geçmesi, İslam dünyası içindeki mezhep gerginliklerinin şiddetlenmesi gibi sonuçlar yaşanabileceği uyarısında bulunmaktaydı (Lavrov 2012, http://www.huffingtonpost.co.uk/sergeilavrov/russia-syria-on-the-right-side-of-history_b_1596400.html, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Arap Baharı’nın başlangıcından sonra rejim değişikliklerinin gerçekleştiği Tunus, Mısır ve Libya gibi ülkelerde istikrarın ve siyasal bütünlüğün halen sağlanamamış olması, Moskova’nın Batı’nın demokrasi ihraç biçiminin söz konusu ülkede iç savaşa, kaosa ve devlet kurumlarının zayıflamasına yol açtığı yönündeki iddialarını desteklemektedir. Bundan dolayı Moskova, Batılı ülkelerin desteğiyle Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerden oluşan Sünni bloğun karşısında Suriye ve İran’ın oluşturduğu Şii bloğu destekleyerek denge oluşturmaya çalışmaktadır. Burada Rusya’nın politikası herhangi bir mezhebe duyduğu yakınlıktan değil, Ortadoğu’da güç dengesini kendi lehine değiştirme isteğinden kaynaklanmaktadır. Örneğin, Moskova’nın geçmişteki müttefikleri olan Libya, Irak ve Mısır gibi ülkeler Sünnilerin halkın nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu veya yönetimi elinde bulundurduğu ülkelerdi. Rusya, Libya’ya karşı düzenlenen NATO askeri müdahalesinden sonra, ABD’nin yeni bir askeri müdahalede bulunması olasılığına karşı sert bir tavır almıştır. Rusya’ya göre, bir ülkede hükümet ve muhalefet arasındaki anlaşmazlığın şiddet içeren bir çatışmaya dönüşmesi durumunda, dış güçlerin yapması gereken akan kanı durdurmak ve çatışmanın bütün taraflarının katılacağı bir uzlaşma sağlamak için ellerinden geleni yapmak 193 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202 olmalıydı. Bu bağlamda Dışişleri Bakanı Lavrov, ilk etapta bir ateşkes için baskı yapılması, ardından da tüm Suriyelilerin bir araya gelerek barışı hedefleyecek görüşmeleri gerçekleştirmelerinin teşvik edilmesi gerektiğini savunmuştur. Lavrov’a göre, dış aktörler Esad’ı devirmeye yönelik çabalardan kaçınmalı, dışardan zorlamalara dayanan köklü değişiklikler yerine ulusal diyaloğa dayanan bir süreç için yardımcı olmalıydılar. Zira bu tür krizlerin çözümü sürecinde yaptırım sopasını kullanmak her zaman çıkmaz sokağa götürmektedir. Lavrov, bu nedenle Libya’da yaşananların Suriye’de de sahnelenmesine razı olmayacaklarını belirtmiş, Güvenlik Konseyi’nde alınacak kararları yeterince açık ve bunları uygulayacak olanların kendi takdirlerine bağlı olarak hareket etmelerine izin vermeyecek kadar net olmamaları durumunda artık desteklemeyeceklerini açıkça ifade etmiştir (Lavrov 2012, http://www.huffingtonpost.co.uk/sergei-lavrov/russia-syria-on-the-rightside-of-history_b_1596400.html, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Libya ayaklanmasından farklı olarak, Suriye ayaklanması konusunda ne ABD’nin ne de başka bir Batılı devletin uçuşa yasak bölge oluşturulması veya askeri güç kullanılması konusunda çok fazla istekli olmaması (Dannreuther 2015: 84) Moskova’ya bu politikasını yürütmesinde kolaylık sağlamıştır. Burada Yemen modeli ön plana çıkmaktadır. Moskova, tıpkı Yemen’de yapıldığı gibi, dış güçlerin açıkça rejimden ya da muhaliflerden yana olmadan sorunun iki taraf arasında diyalog yoluyla çözülmesi için çaba sarfetmeleri gerektiğini savunmaktadır. Suriye ayaklanmasının başından itibaren bu düşünceyi savunan Rusya, kendisini sorunun adil ve barışçıl bir şekilde çözümüne yapıcı katkılar sağlayan bir aktör olarak sunmaktadır. Bu nedenle çözüm çabalarına destek veren bazı adımlar atmıştır. Örneğin, Mart 2012’de, BM’nin Esad yönetimine yaptığı Özel Temsilci Kofi Annan’ın çözüm planını kabul etme çağrısına destek vermiştir. Ayrıca Suriye’deki ateşkesin gözlemlenmesini öngören 2042 sayılı Güvenlik Konseyi kararına lehte oy vermiştir. BM’nin desteklediği Suriye Eylem Grubu ile işbirliği yapmış ve bu grubun 30 Haziran 2012’de kabul ettiği Cenevre Bildirisi’nin uygulanmasını desteklemiştir (Dannreuther 2015: 86). Suriye’de Ağustos 2013’te yaşanan kimyasal saldırı sonrası gerçekleştirdiği diplomatik girişimle ABD’nin askeri müdahalede bulunmasını engellemek suretiyle, bölgede sorunların çözülmesini sağlayan ve barışı koruyan etkili bir aktör olarak anılmak istemiştir. ABD’nin askeri müdahalesini engellemekte başarılı olması Rusya’ya uluslararası alanda büyük bir prestij sağlamıştır. Dolayısıyla Moskova Suriye iç savaşına yönelik politikaları aracılığıyla hem Ortadoğu’daki etkinliğini artırmış, hem de uluslararası alanda ismi 194 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202 daha çok duyulan ve gelişmeleri etkileme kapasitesi artan bir küresel aktör haline gelmiştir. Suriye iç savaşına yönelik politikasıyla Rusya’nın Ortadoğu’daki etkinliği ciddi ölçüde artmasına rağmen, özellikle Suudi Arabistan ve Katar gibi ABD’nin müttefikleri ile ilişkilerinin olumsuz etkilendiğini de belirtmek gerekmektedir. Bu ülkelerin eleştirilerine karşı, Rusya sık sık Suriye’deki mevcut rejimin muhafızı olmalarının siyasi, ekonomik veya başka bir nedenle mümkün olmayacağını savunmaktadır. Buna örnek olarak da Suriye ile ticari ve ekonomik ilişkilerinin hiçbir zaman Batı Avrupa ülkelerinin Suriye ile olan ticari ve ekonomik ilişkileri kadar yoğun olmamasını göstermektedir. Moskova, asıl sorunun Suriye’de iktidarda kimin olduğunun değil, sivil ölümlere son verilmesinin olduğunu belirtmiştir. Bunu gerçekleştirebilmek için de hem resmi güvenlik güçlerinin sivil yerleşim birimlerine saldırılarının hem de içlerinde El Kaide’nin de olduğu rejim muhaliflerinin cinayetlerine ve terörist faaliyetlere müsamaha gösterilmesinin kabul edilemeyeceğini savunmuştur (Lavrov 2012, http://www.huffingtonpost.co.uk/sergeilavrov/russia-syria-on-the-right-side-of-history_b_1596400.html, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Dolayısıyla Suriye’de şiddetin her türlüsüne karşı çıkarak Esad rejiminden değil barıştan taraf olduğunu iddia etmektedir. Batılı ülkeleri ve onların bölgedeki müttefiklerini de, içlerinde teröristlerin de olduğu radikal Sünni muhalif kesimleri destekleyerek ve silahlandırarak Suriye’de barışın tesis edilmesini engellemekle suçlamaktadır. (Allison 2013: 810-811). Böylece Moskova kendisini Suriye’de barışın sağlanması ve Ortadoğu’da istikrarın korunması için çaba sarfeden, böylece küresel bir sorumluluk bilinciyle hareket eden bir aktör olarak sunmaktadır. 6. Sonuç Ortadoğu’da demokrasi rüzgârları estiren Arap Baharı’nın Rus ulusal çıkarlarına etkileri açısından Rusya içinde negatif görüşler ağır basmaktadır. Rusya, Arap ülkelerinde yaşanan ayaklanmaların bölgenin iç dinamikleri sonucu ortaya çıktığı ve demokratikleşmeyi amaçladığı konusunda ciddi şüphelere sahiptir. Rus siyasi elitleri, Arap Baharı’nı Ortadoğu’yu istikrarsızlaştıracak bir süreç olarak görmektedir. Bu kesime göre, Arap Baharı, radikal İslami güçlere otoriteyi ele geçirme imkânı verdiği için giderek bir İslam yazına dönüşmektedir. Moskova ayrıca, Ortadoğu’daki değişim rüzgarının nerede sonlanacağının belli olmamasından dolayı, bu gelişmelerin ülke sınırlarını aşacak etkilerde 195 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202 bulunmasından endişe duymaktaydı. Bu bağlamda Arap ülkelerindeki radikal İslami kesimlerin güç kazanmaları durumunda Rusya içindeki Müslüman gruplara destek vermeleri olasılığı Moskova’yı rahatsız etmekteydi. Arap Baharı’na ilişkin bu şüphelere sahip olan Rusya, Libya’ya askeri müdahale gerçekleştirilmesi ve Suriye’de Beşar Esad rejiminin devrilmeye çalışılması üzerine gelişmeler ile daha yakından ilgilenmeye başlamıştır. Zira Rusya’nın Ortadoğu’da siyasi anlamda en yakın ilişki içinde olduğu ve Rus enerji ve silah endüstrisi için önemli pazarlar olan bu iki ülkedeki rejimlerin devrilmesi Moskova’nın bölgedeki pozisyonunu zayıflatacak bir gelişme olacaktı. Ayrıca ABD’nin Suriye’de Esad’ı devirmekteki asıl amacının İran’a karşı gerçekleştirilmesi düşünülen askeri müdahaleyi kolaylaştırmak olduğu yorumları da yapılmaktaydı. Suriye’den sonra İran’a vurulacak bir darbenin Rusya’nın Ortadoğu’daki konumunu iyice zayıflatacak olması nedeniyle, böyle bir gelişmenin Moskova tarafından arzu edilmeyeceği aşikârdır. Dolayısıyla Arap Baharı çoğunlukla Amerikan müttefiki rejimleri hedef almasına rağmen, sürecin gelişiminden Rusya’nın daha olumsuz etkilenmekte olduğu görülmekteydi. Bir başka ifadeyle, Arap Baharı’nın gidişatı, Rusya’nın 2000’li yılların başlarından itibaren izlediği SSCB dönemindeki gücünü yeniden elde etmeye ve Ortadoğu’daki etkinliğini artırmaya yönelik politikasını zora sokmaktaydı. Bu durum Moskova’yı ilk başlardaki düşük profilli politikasını terkederek gelişmeler üzerinde belirleyici olma çabası içine girmeye itmiştir. Örneğin, NATO’nun Libya’ya düzenlediği askeri operasyondan sonra dış destek yoluyla rejim değişikliğine karşı sert bir duruş sergilemiştir. Bu çerçevede Suriye’deki Beşar Esad rejimine yoğun destek vermiştir. Nitekim Suriye’ye karşı askeri müdahalede bulunulmasının engellenmesinde Rusya’nın karşı duruşunun payı yadsınamayacak kadar büyüktür. ABD BM Güvenlik Konseyi’nin onayıyla gerçekleşecek bir askeri müdahale için çaba sarfederken, Rusya Güvenlik Konseyi’nden böyle bir karar çıkmasını engellemiştir. Askeri müdahale kararının alınamaması üzerine Güvenlik Konseyi’nin devre dışı bırakılmaya çalışıldığı durumlarda ise, Moskova diplomatik manevralarla askeri müdahalenin gerçekleşmesini fiilen engellemiştir. Moskova, Suriye sorununun diplomasi yoluyla çözülmesi için sarfettiği çabalar ile, tüm dünyaya Rusya’nın ABD’den farklı olduğunu göstermeye, askeri gücün yerine diplomasinin etkinliğine inanan barışçıl bir ülke olduğu mesajını vermeye çalışmıştır. Nitekim Putin, yürüttükleri diplomatik çabalar ile 196 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202 Suriye yönetimini korumayı değil uluslararası hukuku korumayı amaçladıklarını ifade etmiştir (Nechepurenko 2013). IŞİD tehdidinin ortaya çıkmasından sonra Batı’nın birinci önceliğini bu tehdit ile mücadeleye vermesi ve Esad rejiminin varlığını bu tehdidin daha fazla güçlenmesini engellemek için şu aşamada gerekli görmesi, Moskova’nın Esad sonrası Suriye’nin bu ülkede ve bölgede kaosa neden olacağı yönündeki uyarılarını haklı çıkarır niteliktedir. Bu durum Rusya’nın amacının Esad rejimini korumak değil bölgesel istikrarın bozulmasını engellemek olduğu yönündeki iddiasının daha geniş kesimler tarafından kabul görmesini sağlamış, dolayısıyla Rusya’yı Ortadoğu’da barış ve istikrardan yana ağırlığını koyan bir aktör olarak görenlerin sayısı artmıştır. Bu nedenle Arap Baharı’nın başlamasından sonra, özellikle Suriye iç savaşına yönelik politikaları nedeniyle, Rusya Ortadoğu dengelerinde daha fazla hesaba katılan bir aktör haline gelmiştir. Bir başka ifadeyle, 2000’li yılların başlarından itibaren uluslararası alanda Sovyet dönemindekine benzer şekilde etkin bir küresel güç olmayı amaçlayan Rusya, Arap Baharı’nın başlangıcından itibaren izlediği politikalarla Ortadoğu’da geçmişteki etkinliğini kısmen de olsa elde etmeye başlamıştır. Bu durum bir küresel güç olarak Rusya’nın uluslararası alandaki ağırlığını da artırmaktadır. Dolayısıyla Rusya, kendisi açısından riskler oluşturan Arap Baharı’nı fırsata dönüştürme yolunda bazı başarılar elde etmiştir. Ukrayna’da son bir yıldır yaşanan gelişmeler nedeniyle (özellikle de Kırım’ın Rusya tarafından ilhakından sonra) Rusya ile Batı arasında yaşanan gerginliğin Moskova’nın Ortadoğu’daki rolü üzerinde olumsuz etkide bulunması muhtemeldir. Kırım’ı ilhak ettiği ve Ukrayna’nın doğusundaki Rusya yanlısı isyancılara silah verdiği gerekçesiyle ABD ve AB’nin Rusya’ya yaptırım uygulaması ve Moskova’nın bu yaptırımların ülke ekonomisindeki olumsuz etkileri ile uğraşmak zorunda kalması, Ortadoğu’daki müttefiklerine vereceği desteği sınırlayacaktır. Ayrıca Suriye’de dış güçlerin Esad rejimini devirmeye çalışmasına karşı uluslararası hukuku koruyan bir aktör olduğunu iddia eden ve bu rolü nedeniyle pek çok kesimin sempatisini kazanan Rusya, bunun tam aksi yönde hareket ederek Kırım’ı ilhak etmek ve Kiev’deki rejime karşı savaşan isyancılara destek olmak suretiyle (Moskova bu iddiayı reddetmektedir, ancak bu iddiaların doğruluğuna inanan hatırı sayılır bir kesim mevcuttur) Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü bozarak inandırıcılığını yitirmektedir. Dolayısıyla ABD gibi Rusya’nın da başka devletlerin iç işlerine müdahale eden, egemenliğine saygı duymayan, rejimine karşı muhalif kesimleri destekleyen bir devlet olduğu yönünde 197 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202 bir algı oluşmaya başlamıştır. Bu algının yaygınlaşması durumunda Rusya’nın Ortadoğu’da artan etkinliğinin yeniden azalacağını ve küresel sorumluluk bilinciyle hareket ederek uluslararası barış ve istikrara katkı sağlayan bir aktör olduğu yönündeki imajının zayıflayacağını iddia etmek mümkündür. Rusya’nın Ortadoğu dengelerinde daha fazla rol alması kaçınılmaz olarak ABD ile karşı karşıya gelmesine neden olmaktadır. Çünkü Ortadoğu siyasetinde en fazla etkili olan bölge dışı aktör, bölge ülkelerinin çoğunluğu ile ittifak halinde olması nedeniyle bölgedeki siyasi gelişmeleri yönlendirme imkânı bulunan ABD’dir. Moskova yönetiminin Batı’nın Arap Baharı’na yönelik politikalarına karşı sert eleştirileri, dış destek yoluyla rejim değişikliğine karşı güçlü duruşu, Suriye’deki Esad rejimine verdiği kararlı destek, Ukrayna’da son bir yıldır yaşanan gelişmeler nedeniyle Batı ile gerilen ilişkileri birlikte düşünüldüğünde, akıllara Rusya ile Batı arasında yeni bir soğuk savaşın mı yaşanmakta olduğu yönünde bir soru gelmektedir. Rusya’nın 12 Şubat 2013’te yayınladığı ve dış politikasının çerçevesini çizen yeni Dış Politika Konsepti’nden (Ministry of Foreign Affairs of the Russia Federation 2013, http://www.mid.ru/brp_4.nsf/0/76389FEC168189ED44257B2E0039B16 D, 10 Ocak 2015’te erişildi) bu yönde bazı çıkarımlar yapmak mümkündür. Konsept’te Batı’nın uluslararası politikayı kontrol etme yeteneğinin zayıfladığına vurgu yapılarak, küresel konulardaki kararların kollektif olarak verilmesi gerektiği ifade edilmektedir. Böylece Rusya gibi aktörlerin de uluslararası alanda etkin rolünün bulunduğu, Batı’nın da artık bunu kabul etmesi gerektiği mesajı verilmektedir. Nitekim Konsept’te Arap ayaklanmalarından açıkça bahsedilmeden, Batılı ülkelerin bu ayaklanmalara yönelik politikalarına eleştiri olarak yorumlanabilecek bazı ifadeler mevcuttur. Örneğin, bağımsızlığa ve egemenliğe saygı duyulmasının üzerinde durulması, Ortadoğu ülkelerinde muhaliflerin desteklenerek rejimlerin devrilmek istenmesine Moskova’nın karşı çıkması olarak yorumlanabilir. Bunun yanında, BM Güvenlik Konseyi kararları dışında alınan tek taraflı ve zorlayıcı tedbirlerle kriz yönetilmeye çalışılmasının tehdit olarak nitelendirilmesi, Batılı ülkelerin ve Ortadoğulu müttefiklerinin bugün Suriye’de Esad rejimini devirmek için izledikleri politikaların uluslararası barış ve güvenliğe tehdit oluşturduğu şeklinde yorumlanabilir. Ayrıca Konsept’te askeri gücün uluslararası ilişkilerdeki öneminin azaldığının vurgulanması, özellikle ABD’nin sık sık askeri güce başvurmak suretiyle amaçlarına ulaşmasının artık zor olduğu şeklinde yorumlanabilir. Moskova’nın resmi politikasını yansıtan bu ifadelerden, Rusya ile Batı arasında uluslararası düzenin işleyişine ilişkin ciddi görüş ayrılıklarının bulunduğu anlaşılmaktadır. 198 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202 Bundan iki taraf arasında bir soğuk savaşın başladığı sonucunu çıkarmak zor olsa da, oldukça ciddi ve bir süre daha devam etmesi muhtemel olan bir gerginliğin var olduğunu anlamak mümkündür. Kaynaklar Allison, Roy (2013). “Russia and Syria: Explaining Alignment with a Regime Crisis”. International Affairs 89 (4): 795-823. Aron, Leon (2013). “The Putin Doctrine: Russia’s Quest to Rebuild the Soviet State”. Foreign Affairs March 8, (http://www.foreignaffairs.com/articles/139049/leon-aron/theputin-doctrine, 17 Ekim 2014’te erişildi). Baev, Pavel K. (2011). “Russia’s Counter-Revolutionary Stance Toward the Arab Spring”. Insight Turkey 13 (3): 11-19. Bagno-Moldavsky, Olena (2013). “Russian Foreign Policy in the Middle East: No Change in the Offing”. Strategic Assesment 15 (4): 121132. BBC (2011a). “BM’den Suriye’ye Kınama”, 4 Ağustos, (http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/08/110803_un_syria_c ondemnation.shtml, 15 Eylül 2013’te erişildi). BBC (2011b). “Suriye’ye BM Baskısını Artırma Girişimi Veto Edildi”, 5 Ekim, (http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/10/111005_syria_un.sh tml, 15 Eylül 2013’te erişildi). Bloomberg (2011). “Russia Warns U.S., EU not to Aid Syria Protests After Libya”, June 2, (http://www.bloomberg.com/news/articles/2011-06-01/russiawarns-u-s-nato-against-military-aid-to-syria-protests-after-libya, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Boening, Astrid B. (2014). The Arab Spring: Re-Balancing the Greater Euro-Mediterranean?. Switzerland: Springer. Charap, Samuel (2013). “Russia, Syria and the Doctrine of Intervention”. Survival 55 (1): 35-41. Charap, Samuel (2014). “Is Russia an Outside Power in the Gulf?”. Middle Eastern Security, the US Pivot and the Rise of ISIS: Chapter Eight. Ed. Toby Dodge, Adelphi Series 54 (447-448): 185-203. CBS News (2013). “Syria Resolution Authorizing Military force Fails in U.N. Security Council”, August 28, 199 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202 (http://www.cbsnews.com/8301-202_162-57600384/syriaresolution-authorizing-military-force-fails-in-u.n-security-council/, 15 Eylül 2013’te erişildi). Dannreuther, Roland (2015). “Russia and the Arab Spring: Supporting the Counter-Revolution”. Journal of European Integration 37 (1): 7794. Deniz, Taşkın (2013). “Suriye'nin Durumu, ABD-Rusya ve Türkiye'nin Tutumu”. Marmara Coğrafya Dergisi 27: 314-332. Emiroğlu, Sema (2012). “BM Güvenlik Konseyi Suriye’yi Kınadı”, 5 Ekim, (http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/10/121005_syria_un_l atest.shtml, 15 Eylül 2013’te erişildi). Erenler, Muharrem (2012). “Russia’s Arab Spring Policy”. Bilge Strateji 4(6): 167-191. Freeland, Chrystia (3 February 2011). “In Egypt and Tunisia, Lessons for Autocrats Everywhere”. The New York Times. Gladstone, Rick (19 July 2012). “Friction at the U.N. as Russia and China Veto Another Resolution on Syria Sanctions”. The New York Times. Haberler.com (2013). “Putin Suriye’de Askeri Müdahaleye Şartlı Destek Verdi”, 4 Eylül, (http://www.haberler.com/putin-suriye-de-askerimudahaleye-sartli-destek-5016778-haberi/, 15 Eylül 2013’te erişildi). https://twitter.com/#!/MedvedevRussiaE/statuses/36407375581683712, 10 Ocak 2015’te erişildi. Kaczmarski, Marcin (2011). “Russia’s Middle East Policy After the Arab Revolutions”. Commentary 59 (26.07): 1-6. Katz, Mark (2012). “Moscow and the Middle East: Repeat Performance?”, 7 October, (http://eng.globalaffairs.ru/number/Moscow-and-the-Middle-EastRepeat-Performance-15690, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Lavrov, Sergei (2012). “On the Right Side of History”, 15 June, (http://www.huffingtonpost.co.uk/sergei-lavrov/russia-syria-on-theright-side-of-history_b_1596400.html, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Lazareva, Inna (2012). “Bear Trap: Russia’s Self-Defeating Foreign Policy in the Middle East”, Henry Jackson Society, (http://henryjacksonsociety.org/wp-content/uploads/2012/07/HJSBear-Trap5.pdf, 10 Ağustos 2013’te erişildi). 200 AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2015, Cilt:15, Yıl:15, Sayı:1, 15: 175-202 Magen, Zvi (2011). “The Arab Spring and Russian Policy in the Middle East”. INSS Insight 282 (September 20). Malashenko, Alexey (2013). “Russia and the Arab Spring”. Carnegie Moscow Center. Mankoff, Jeffrey (2009). Russian Foreign Policy: The Return of Great Power Politics. Lanham, Maryland: Rowman&Littlefield Publishers. Milliyet (2011). “Kaddafiyi Moskova’ya Alın”, 28 Mayıs, (http://www.milliyet.com.tr/-kaddafi-yi-moskova-ya-alin/dunya/dunyadetay/28.05.2011/1395760/default.htm, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Ministry of Foreign Affairs of the Russia Federation (2013). Concept of the Foreign Policy of the Russian Federation, 12 February, (http://www.mid.ru/brp_4.nsf/0/76389FEC168189ED44257B2E00 39B16D, 10 Ocak 2015’te erişildi). Mudallali, Amal (2012). “Russia’s Fear of Radical Islam Drives Its Support for Assad”, July 26, (http://www.almonitor.com/pulse/originals/2012/al-monitor/russias-muslimproblem-is-preven.html#, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Naumkin, Vitaly (2014). “Russia Rejects UN Resolution as Pretext to Syria ‘Intervention’”, May 26, (http://www.almonitor.com/pulse/originals/2014/05/moscow-strengthensdamascus-ties.html#, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Nechepurenko, Ivan (13 September 2013). “Putin Relishes Role as Syria Peacemaker”. The Moscow Times. NTV (2012). “Suriye Tasarısına Rusya ve Çin’den Veto”, 4 Şubat, (http://www.ntvmsnbc.com/id/25319438/, 15 Eylül 2013’te erişildi). Owen, Paul (2013). “US-Backed UN Resolution on Syria is ‘Odious’, Says Russian Foreign Minister”, 29 May, (http://www.theguardian.com/world/2013/may/29/us-resolutionsyria-russia-foreign-minister, 15 Eylül 2013’te erişildi). Özbay, Fatih (2012). “Rusya’nın Suriye Politikası ve Türkiye-Rusya İlişkileri”, (http://avrasya.istanbul.edu.tr/?page_id=8008, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Permanent Mission of the Russian Federation to the European Union (2011). “Press Conference Following Russian GovernmentEuropean Commission Meeting”, 24 February, (http://www.russianmission.eu/en/press-conference-following201 AIBU Journal of Social Sciences, 2015, Vol:15, Year:15, Issue:1, 15: 175-202 russian-government-european-commission-meeting, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Radio Free Europe/Radio Liberty (2011a). “Authoritarian Russia Watches As Middle East Unravels”, March 3, (http://www.rferl.org/content/authoritarian_russia_watches_as_mid east_unravels/2327204.html, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Radio Free Europe/Radio Liberty (2011b). “Medvedev Warns Against 'Fanatics' Coming To Power In Arab World”, February 22, (http://www.rferl.org/content/russia_medvedev_warns_of_arab_fan atics/2317394.html, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Reuters (2011). “Russia Will not Back U.N. Resolution on Syria: Medvedev”, May 18, (http://www.reuters.com/article/2011/05/18/us-russia-medvedevlibya-idUSTRE74H2IW20110518, 10 Ağustos 2013’te erişildi). RT (2011a). “NATO to Provide Safe Corridor to Russia’s Envoy to Libya”, June 3, (http://rt.com/politics/libya-margelov-rogozin-nato/, 10 Ağustos 2013’te erişildi). RT (2011b). “No Middle East-Style Scenario for Russia – Medvedev”, February 22, (http://rt.com/politics/middle-east-russia-medvedev/, 10 Ağustos 2013’te erişildi). Schumacher, Tobias and Cristian Nitoiu (2015). “Russia’s Foreign Policy Towards North Africa in the Wake of the Arab Spring”. Mediterranean Politics, doi: 10.1080/13629395.2015.1007006. Sengupta, Kim (2014). “The West is to Blame for Syrian Conflict, Says Saudi Prince”, 2 December, (http://www.independent.co.uk/news/world/middle-east/the-westis-to-blame-for-syrian-conflict-says-saudi-prince-9898975.html, 10 Ocak 2015’te erişildi). Shumilin, Alexander (11 September 2013). “Russia Saves Assad from U.S. Bombs”. The Moscow Times. T24 (2012). “Rusya’dan BM’de Akçakale Saldırısının Kınanmasına Veto”. 4 Ekim, (http://t24.com.tr/haber/rusyadan-bmde-akcakalesaldirsinin-kinanmasini-veto/214515, 15 Eylül 2013’te erişildi). Zikibayeva, Aigerim (2011). “What Does the Arab Spring Mean for Russia, Central Asia, and the Caucasus?”. A Report of the CSIS Russia and Eurasia Program. 202