46.sayıya ulaşmak için tıklayınız

Transkript

46.sayıya ulaşmak için tıklayınız
CMYK
CMYK
Kent A? İşçisi Yalnız Değildir!
Halkın Kurtuluş Partisi’nden...
Kent AŞ İşçileri, 31 Nisan’dan bu yana işlerine geri dönme mücadelesi vererek her
türlü baskıya karşı direnmektedir. Halkın Kurtuluş Partisi, Kent AŞ İşçisinin bu onurlu
ve haklı mücadelesinde her zaman yanlarında oldu. Kurtuluş Partililer, İzmir’den
Ankara’ya yürüyüşlerinde de eylemlerinde de Direnen Kent AŞ İşçilerinin
yanındaydı.
Ankara’da Abdi İpekçi Parkı’nda faşistlerin saldırısına uğrayan Kent AŞ İşçilerini
mücadelelerinde, direnişlerinde hiçbir baskı yıldıramaz.
Zafer Direnen Kent AŞ İşçisinin Olacak!
Migros’ta İşçi Kıyımına karşı mücadele başladı
Anayasal haklarını kullanarak sendikalaşan bu nedenle de işten atılan Migros deposunda
çalışan işçiler mücadele başlattı. Migros Genel Müdürlüğü önünde 22 Ekim’de DİSK Nakliyat İş
Sendikası öncülüğünde bir basın açıklaması ve eylem yapıldı.
İşçiler adına konuşan Murat Boz, işverenin haksız uygulamalarına karşı çıkıp
sendikalaştıkları için işten atıldıklarını ve sonuna kadar mücadele edeceklerini söyledi.
Ardından konuşan DİSK akliyat İş Sendikası Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, “Onlar
öyle istiyorlar ki işçi hakkını aramasın, anayasal hakkını kullanmasın, biz işçiyi köle gibi
çalıştıralım. Bu duruma DİSK ve Nakliyat İş Sendikası olarak karşı duracağız” dedi.
www.kurtulusyolu.org
ISS 1305-8975
Hikmet Kıvılcımlı Savaşmaya
Kurtuluş Partisi saflarında devam ediyor!
YIL: 4 • SAYI: 46 29 EKİM 2009
K
15 GÜNLÜK SİYASİ GAZETE
FİYATI: 50 Ykr
urtuluş Partililer,
nın afişleriyle donattıkları
Kurtuluş Partili Düşünce Oğulları ve Kızları Bedence Aramızdan Ayrılışının 38’inci
bedence aramızdan
Topkapı Mezarlığı’nın yaYıldönümünde Türkiye Devriminin Önderi ve Dünya Halklarının Yol Göstericisi Hikmet
ayrılışının 38’inci
nında. Göğüslerinde Kıvılyıldönümünde Kıvılcımlı
cımlı Usta’nın resmi meKıvılcımlı Ustalarını Andılar
Usta’ya olan görevlerini
zarlığa aktılar düzenli sırabir kez daha büyük bir
lar halinde, gürce haykırımu çalışanıyla, aydınıyla, esnafıyla… Yeterli, tatciddiyetle, inançla, saygı, sevgi, özlemle ve coşkuyla minkâr bir artış mı? Asla değil!
lan sloganlar eşliğinde… “Hikmet Kıvılcımlı
yerine getirdiler.
Her yıl bir veya iki Direnişle geliyorlardı Usta’la- Ölümsüzdür!”, “Kıvılcımlı Yaşıyor! Kurtuluş
Sayıları artıyordu yıldan yıla, O’na verdikleri sö- rına. Bu yıl da Arçelik Direnişçileriyle gelmişlerdi.
Partisinde Savaşıyor!”, “İşgal! Grev! Direniş! Yazün gereği… Azar azar da olsa, beşer beşer, onar
Hikmet Kıvılcımlı Usta’nın ve Parti Pankartının şasın Kurtuluş Partimiz!”, “İşçilerin Partisi! Kuronar, yirmişer yirmişer de olsa… 210 kişiydiler bu ardında Kızıl önlükleri, Parti Bayraklarıyla saf tuttu- tuluş Partisi! Köylülerin Partisi! Kurtuluş Partisi!
yıl… Başta İşçi Sınıfımız gelmek üzere genciyle, ka- lar Topkapı surlarının dışında, duvarlarını Usta’ları- Gençliğin Partisi! Kurtuluş Partisi! Yaşasın Halkın Kurtuluş Partisi!”, “Davamız Halkın Kurtuluş Davasıdır!”, “Yeni Sevr’e Karşı Yaşasın İkinci
Kurtuluş Savaşımız!”, “Yaşasın Halkların Kardeşliği!”, “Kahrolsun Emperyalizm! Yaşasın Sosyalizm!”…
Parti Başkanlık Kurulu Üyesi Gürdal Çıngı Yoldaş’ın sloganlar eşliğinde yaptığı konuşmanın ardından, Kıvılcımlı’nın öğrencisi Yapı İşçileri Sendikası
Genel Başkanı yiğit, fedakâr, militan Devrimci Sendikacı İsmet Demir Abinin mezarına geçildi. Birleşik
Metal-İş, Nakliyat-İş, Tümka-İş ve Oleyis’in çeşitli
örgütlenmelerinde ve mücadelelerinde görev almış
Barış Aşan’ın, İsmet Abinin mücadelesi ve yaşamını
anlatan konuşmasının ardından gene düzenli kortej
halinde Topkapı Surlarına kadar yürünerek anma
sonlandırıldı.
İstanbul’daki mezarbaşı anmasını böyle gerçekleştiren Kıvılcımlı Usta’nın savaşçıları, başta Ankara
ve İzmir olmak üzere bulundukları her yerde eylemlerle Usta’larını andılar...
Sancaktepe’de yıkıma
geçit yok!
Tayyipgiller’in
İSKİ’si suç işliyor
S
ancaktepe, yaklaşık 1-1.5
yıl önce, Kartal ilçesine
bağlı olan Samandıra’nın
ve Ümraniye ilçesine bağlı
olan Yenidoğan ve Sarıgazi
beldelerinin birleştirilmesiyle
ilçe olmuştur.
Üç belde belediyesi de fesih
edilip Tayipgiller’in, halk düşmanı planlarını daha kolay gerçekleştirebilmek için son yerel
seçimler öncesi kurduğu, kuruluşu mahkemelik olmuş ilçelerden biridir Sancaktepe. İlçe
Merkezi olarak da daha önceki
Sarıgazi Beldesi yapılmıştır.
Bölge, ilçe olduktan sonra güvenliği de jandarmadan alınarak; içinde Fethullah Gülen İblisinin ciddi bir şekilde örgütlendiği polis teşkilatına devredilmiştir.
Geçtiğimiz aylarda İstanbul
Silivri’de yaşanan sel felaketini bahane eden İSKİ, dere yataklarında olduğu bahanesiyle
Sancaktepe İlçesi’nde iki mahallede yıkım kararları almıştır.
Sancaktepe’nin Akpınar ve
Osmangazi mahallerinde yaklaşık 230 eve yıkım kararı verilmiştir. Karar bildirimi yapılan ev sahiplerinden bazıları
Eylül ayı içerisinde Belediye
yetkilileri ve bazı milletvekilleri ile görüşmüşler, tabiî ki bir
çözüm bulamamışlardır...
Kurtuluş Partisi Sancaktepe
İlçe Örgütü olarak, yıkım kararlarını duyduktan sonra Ekim
ayı başlarında belediye ile görüşmenin birine dâhil olduk,
durumu analiz edip bir an önce
fiili mücadele verilmesi gerektiği kanısına varıp, derhal bu
tepkinin içinde olup bu tepkiyi
Devamı sayfa 13’te
İsyan bayrağıdır
Che...
Kdor Petofi ile selamlayalım Kahraman Gerilla Che Yoldaş’ı:
endisi de savaş alanlarında yiğitçe ölen Yurtsever Macar Şair San-
Bir düşünce kafamı kurcalayıp duruyor;
Yatakta, baş yastıkta mı ölmek?
Gizli bir kurdun için için kemirdiği
Bir çiçek gibi sessizce mi solmak?
Bomboş bir odada bırakılmış mum örneği
Yavaş yavaş eriyerek mi tükenip sönmek?
Hayır, böyle hiçbir ölüm verme bana tanrım
Ölümüm birdenbire olsun benim, yalvarırım.
Yıldırımdan yada azgın fırtınalardan
Devrilen bir ağaç gibi, kocaman.
Yeri göğü sarsarak, doruktan koyağa
Gök gürültüleriyle yuvarlanan bir kaya.
Boyunduruktan bıkmış tutsak uluslar bir gün
Uyanıp savaş alanına koştuğunda
Gözleri alev alev, ellerinde bayraklar
Ve bu bayraklarda şu kutsal parola:
DÜNYA ÖZGÜRLÜĞÜ, HERKESE VE HER YERDE
Haykırınca bu sözü çınlayan sesleriyle
Haykırınca her yerde, doğudan batıya
Zalimlere karşı açılan son savaşta
Ölmek isterim ben, orada, en ön safta.
Sulasın genç yüreğim o zaman işte
Bu savaş alanının toprağını kanıyla!
Devamı sayfa 14’te
Başyazı
Devamı sayfa 4’te
Kürt Sorunu’nda akla kara gibi
birbirine zıt iki ayrı çözüm
B
ildiğimiz gibi, en azından biz ger- den yok olacaktır. Ancak ondan sonra
çek devrimcilerin çok iyi bildiği gi- ekonomik olaylar toplumun tümünün yabi, günümüz toplumunda egemen rarına ya da zararına olacaktır. Yani yarar,
olan üretim yordamında dolaysızca rol zarar toplumun tümünü kapsayacaktır.
oynayan iki sosyal sınıf vardır: Burjuvazi Çünkü toplumda durumları ve çıkarları
ve İşçi Sınıfı
birbirine uzlaşmaz bir biçimde zıt olan sıÜretimden tüketime dek tüm ekono- nıflar bulunmayacaktır. Toplumu homomik olaylar bu iki sınıfın arasındaki uz- jen bir halk oluşturacaktır.
laşmaz mücadele
Ekonominin yotarafından belirleğunlaşmış bir ifadesi
nir. Bu süreçte
olan ya da sınıflar
burjuvazi artıdearasında savaş değer sömürüsünümek olan siyasette de
kârını, vurgununu,
durum aynıdır. Dintalanını artırmak
de, felsefede, sanatta,
ister. İşçi Sınıfı da
kültürde de gerçeklik
işgücünü biraz dabudur. Bu alanlardaki
ha yükseğe-pahaher olay, her gelişim,
lıya satabilmek,
oluşum da sınıflar
dolayısıyla da yaarasındaki mücadele
Colin Powell
rattığı değerden
tarafından belirlenir.
biraz daha pay
Bir sınıfın yararına
alabilmek için mücadele eder. Ekonomik diğerinin zararına olarak gelişir, oluşur…
olayların yönünü-seyrini bu mücadelede- Dolayısıyla her sorunun iki farklı ana çöki güçler dengesi tayin eder-belirler.
züm yolu, gelişim seyri olur.
Bir sınıfın yararına olan, öbür sınıfın
Günümüzde burjuva sınıfı, Finanszararına olur. Bu mücadele sınıflar var ol- Kapitalistler biçimine girmiştir-dönüşdukça olacaktır. Başka türlü dersek, ileri- müştür. Her ülkenin üç-beş yüz Finansde sınıflar ortadan kalkınca -ki bu İşçi Sı- Kapitalisti-Parababası, o ülkenin tümüynıfının iktidarının sonunda varılacak niDevamı sayfa 6’da
hai hedeftir- bu mücadele de kendiliğin-
2
Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009
Kurtuluş Partisi’nden
Dünya Halkları emperyalist haydutları bozguna
uğrattığı gün, bütün kötülükler son bulacaktır
Dünyadaki bütün kötülüklerin anası AB-D Emperyalistleridir
E
mperyalist 7 düvele bir meydan okumaydı Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mız. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önderliğinde Türk ve Kürt Halkı zaferle sonuçlandırdı Antiemperyalist
Kurtuluş Savaşı’mızı. Dünyada Ulusal Kurtuluş Mücadelesi veren tüm halklara örnek
oldu bu zafer. Fidel, Ho Şi Minh, Mao, Nasır
bir gecede alaşağı ederek, Türkiye tarihindeki en ilerici Anayasa olan 1961 Anayasası’nı
yaptı ve uygulamaya koydu. Bu Anayasa, sınırlı bir özgürlük ortamı getirdi Türkiye’ye.
Sosyalizm yasak olmaktan çıkartıldı; İşçi Sınıfımıza, Grev ve Toplusözleşme hakkı verildi. Hak arama yollarının üzerinde bulunan
büyük-aşılmaz engellerin bir bölümü böylece
örnek aldı, dünya halklarının ulusal kurtuluş
mücadelelerine ışık oldu bizim Kurtuluş Savaşı’mız.
Emperyalistler için halkların kurtuluşu
kendilerinin ölümü demekti. Ve yerli yabancı Parababaları kendi ölümlerini geciktirmek
için var güçleriyle çalışmalarına başladılar.
Yok edilmesi gerekiyordu, Ulusal Kurtuluş
Savaşı’nın halk yararına olan bütün kazanımları. Çalışmaları sonuç verdi. Demokrat Parti
İktidarı ile Finans-Kapitalistler kayıtsız şartsız iktidara geldiler. Bu Emperyalist uşağı İktidar, Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın,
halklarımızın dişiyle tırnağıyla elde ettiği bütün kazanımlarını hiç tereddüt etmeden bir
bir sattı emperyalistlere. Kan dökmüştük bu
kazanımlar uğruna. Ellerini kollarını sallaya
sallaya, kovuldukları güzel ülkemize geri dönüyorlar, kaybettiklerini geri almaya başlıyorlardı, emperyalist çakallar ve yerli ortakları olan insan sefaletleri.
Türkiye’yi, Kore Savaşı’na sokarak masum halk çocuklarımızı, ABD ve AB (AB-D)
Emperyalistlerinin adi çıkarları uğruna öldürttüler önce. Türkiye’yi, ABD’nin komuta
ettiği saldırgan bir emperyalist savaş örgütü
olan NATO’ya soktular sonrasında. Amaç
belliydi: Ülkemizi, AB-D’nin gönlünce talan
yaptığı bir çiftlik haline getirmek. Ülke genelinde de İstibdat dönemlerini aratmazca zorbalık yaptılar, üniversiteleri kurşunlattılar,
sokak ortasında cinayetler işlettiler, halk çocuklarını öldürttüler.
Ve tarih 27 Mayıs 1960. Demokrat Parti
İktidarının ihanetlerine daha fazla dayanamayan Devrimci Gelenekli Asker ve Sivil Gençliğimiz el ele Politik bir Devrim gerçekleştirdi.
Hain-satılmış DP İktidarı’nı bir vuruşta-
kaldırılmış oldu.
Ancak, kısa süre sonra iktidarı yeniden
ele geçiren Finans Kapitalistler, 27 Mayıs
Politik Devrimi’nin Halkımıza verdiği sınırlı
özgürlüğü, kısıtlı da olsa demokratik hakları
geri almak için “Finans-Kapitalin en gerici,
en şoven, en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğü”ne doğru var güçleriyle
çalışmaya başladılar. Planlar hazırlandı emperyalist başkentlerde. ABD ve CIA’nın güdümündeki Kontrgerilla’nın özel örgütü olan
MHP eliyle yetiştirdiği faşist kadrolar kullanıldı devrimcilere ve halka karşı. Hitler’in
NAZİ propaganda yöntemleri kullanıldı…
Bu aşağılık psikolojik harekât sonunda halklarımız kandırıldı.
12 Mart 1971’de faşist generaller çıkageldiler, faşist darbeleriyle birlikte. Ama yetmedi 12 Mart Faşizmi 27 Mayıs Politik Devrimi’nin kazanımlarını ortadan kaldırmaya.
Bir 10 yıl daha geçmesi gerekiyordu yarım
kalan işlerini tamamlamak için.
12 Eylül 1980’de; “Anarşiye son verme,
huzur ortamını yeniden tesis etme” şeklindeki demagojik kandırmacayla, NATO’cu, ABD’ci faşist generaller yine çıkageldiler…
Halklar için cehennem, kendileri için cennet yaratmaya ant içmişlerdi yerli ve yabancı
Parababaları. Sermayenin emekçi kitlelere
karşı en azgın saldırısı demek olan faşizmlerle kendi ömürlerini uzatmaya çalışıyorlardı.
Ve azgınca saldırdılar, “Henze’nin Oğlanları”: 650 bin kişi gözaltına alındı, 1 milyon
683 bin kişi fişlendi, 230 bin kişi yargılandı,
binlerce devrimci-yurtsever insan işkence
tezgâhlarından geçti, 18 devrimci idam edildi. Ve halk kitleleri o güne dek görülmedik
bir biçimde (oranda) işsizliğe, yoksulluğa,
açlığı mahkûm edildi.
Ankara
lar’dan, bilcümle devlet yöneticilerine, genelkurmay başkanlarına kadar gerçek Ergenekoncular değil mi?
Kim bunlardan hesap soruyor?..
Binlerce Kürt kardeşimizi kim katletti?
Kim yerinden yurdundan etti?
Mehmet Ağar: “Bin operasyon yaptım.
Yine yaparım” dedi.
Kim bu Kontrgerilla şefinden hesap soruyor?
Halklarımızı sahte “Ergenekon Davası”yla aldatmak, kandırmak; böylece yurtsever, antiemperyalist, laik güçleri yıldırmak,
sindirmek, tasfiye etmek istiyorlar.
Gün onların günü… Onlar gülüyorlar ve
bayram ediyorlar şimdi. Tıpkı birinci
Sevr’de güldükleri ve bayram ettikleri gibi.
Ama bu devran böyle devam etmez. Birinci Milli Kurtuluş’ta olduğu gibi, AB-D
Emperyalistlerinin ve yerli ortaklarının iğrenç hevesleri kursaklarında bırakılacaktır…
Halkımızla, onun bir parçası olan Bilim
İnsanlarımızla, Aydınlarımızla, Ordu Gençliği’mizle ve bin yıldan beri birlikte yaşadığımız Kürt kardeşlerimizle omuz omuza vererek, AB-D uşağı bu hainler cephesini yenilgiye uğratacağız; tıpkı Birinci Ulusal Kurtuluş’ta olduğu gibi. Devrimci Demokratik
Halk İktidarını kurup Birinci Ulusal Kurtuluş
Mücadelesini mantıkî sonucuna ulaştıracağız. İşte o zaman gerçek suçlulardan, suçlarının hesabını soracağız. Eninde sonunda kazanan biz olacağız!
Çünkü Halklar Yenilmez!
İşçi Sınıfının ve tüm emekçilerin en
amansız düşmanı olan 12 Eylül Faşist Darbesiyle, tüm Halk Örgütleri kapatıldı, yasaklandı. 27 Mayıs Anayasası tümden ortadan kaldırıldı. CIA ve AB-D’nin uzmanları eliyle
yeni bir anayasa taslağı hazırlandı. Bunu, 12
Eylül Faşist Cuntası’nın topladığı sözde
Meclis onayladı. Sonra da halka zorla onaylattırıldı. 27 yıldan beri Türkiye, bu AB-D
ürünü Faşist Darbe Anayasası’yla yönetilmektedir…
7 yıldan beri de AB-D, Türkiye’yi bu Faşist Darbe Anayasası’nın ürünü olan Tayyipgiller maşasıyla-kuklasıyla yönetmektedir.
Onlara da bu hizmetleri karşılığında bir
“Ilımlı İslam Devleti” kuruverecektir.
“Ilımlı İslam”ı yani “Siyasal İslam”ı yaratan ve Türkiye’nin başına bela eden de ABD’dir. Onların “Yeşil Kuşak Projesi”dir.
Tayyipgiller, A. Menderes’lerin, C. Bayar’ların devamcılarıdırlar. Ülkemizi ve Halkımızı Ortaçağın karanlıklarına sürüklemek,
Yerli-Yabancı Parababaları için sağmal sürü
haline getirilmiş, meczuplaştırılmış bir halk
yaratmak için son sürat yol alıyorlar.
AB-D Emperyalistleri, AKP eliyle Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı zaferle sonuçlandıran ve 27 Mayıs Politik Devrimi’ni
gerçekleştiren Ordu Gençliği’nin Devrimci Geleneğini ortadan kaldırmak için “Ergenekon” maskeli bir saldırı yürütmekte bugünlerde.
Oysa 1952’de NATO’ya girmemizle birlikte CIA tarafından kurdurulan Gerçek Ergenekon, halklarımıza kan kusturmaktadır.
Maraş’tan Çorum’a, İstanbul Üniversitesi’nden 7 TİP’li genç devrimcinin katledilmesine, Balgat’a, 1 Mayıs 1977’ye, Gazi,
Ümraniye ve Sivas’a kadar, daha adını sayamadığımız onlarca katliamı bu örgüt gerçekleştirdi. Yurtsever, antiemperyalist savcılar-
Fidel, Che, Camilo ve Raul’un
Yolunda Kübalı
Beş Kahraman
Onur Timsali Oldular
Evet, bugün 12 Eylül. Bu tarih ABD’nin
bir başka alçaklığına daha tekabül ediyor.
Kübalı beş Kahraman, Gerardo Hernández
Nordelo, Ramón Labañino Salazar, Antonio
Guerrero Rodríguez, Fernando González
Llort ve René González Sehwerert, haksız
mahkumiyetlerinin onbirinci yıllarını geride
bırakacaklar. Kübalı 5 Kahraman tutuklan-
dan aydınlara kadar yüzlerce insanı katletti
bu canavarlar.
Nerede onlardan hesap soran?
Mahirler’i, Denizler’i kim katletti? Kim
astırdı?
Türkeşler’den, Demireller’den, Evrenler’den, Özallar’dan, Çillerler’den, Ağar-
dıkları andan itibaren ve 17 ay boyunca, sadece hapishane içerisinde işlenen ağır suçlardan ötürü tehlikeli addedilen mahkûm muamelesi görmüşlerdir. Amerikan hapishanelerinin kendi kuralları bile ihlal edilerek, azami
altmış günle sınırlandırılmış tek kişilik hücre
cezası 5 kahramanları tüm dış dünyadan so-
İzmir
yutlamak için 11 yıldır devam etmektedir.
Gerardo ve Rene Yoldaşların eşlerinin ziyaret talepleri, 11 yıldır “adaletli ABD Mahkemeleri” tarafından düzenli olarak reddedilmektedir.
ABD Emperyalistleri, 50 yıldan beri yiğit
Küba Halkına ve önderlerine karşı onlarca
aşağılık saldırıda bulundular. Küba’nın gemilerini batırdılar, uçaklarını düşürdüler.
Binlerce masum Küba insanının kanına girdiler. Milyarlarca dolarlık Küba malını tahrip
ettiler. ABD Emperyalistleri, Küba’ya yönelik terör saldırılarının hemen tümünde, kukla
olarak, ABD’nin Miami şehrinde ve civarında üslenmiş olan hainleri, insanlıklarını-ruhlarını emperyalistlere satan insan sefaletlerini kullandı.
12 Eylül 1998’de Miami’de tutuklanan
Beş Kübalı Yurtsever, işte bu vatan hainlerinin alçakça saldırılarını, daha hazırlık aşamasındayken öğrenip, Küba’ya bildiriyorlar,
Küba Halkının ve Hükümetinin önlem almasını sağlıyorlardı. Bu Beş Yurtseverin çalışması sayesinde, ABD’nin emrindeki hainler
aracılığıyla tertiplediği onlarca terör saldırısı
boşa çıkarılmıştı. Bu kahramanlar, ABD Halkına ve ülkesine hiçbir zaman en küçük bir
zarar vermemiştir. Zaten böyle bir amaçları
hiç yoktur. Onların bütün çabaları, vatanları
Küba’ya ve yiğit halkına zarar verilmesini
önlemek, etkisiz hale getirmekti. Gerçeğin
böyle olmasına ve bunun ABD yasalarında
bile suç kapsamına girmemesine rağmen,
ABD emperyalistleri, Kübalı Beş Kahramanı
11 yıldır zindanlarında tutmaktadır. Tutmaya
da devam edeceğini belirtmektedir. 15 Haziran 2009 günü Amerika Birleşik Devletleri
Yüksek Mahkemesi, davayı yeniden gözden
geçirmeme kararı almıştır. Savcılar, Obama
Yönetiminin talebi doğrultusunda tercihini
kullanmış ve hiç bir özel gerekçe göstermeksizin savunma makamı tarafından ve Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere,
birçok ülkeden yüzlerce parlamenterin, adli
derneklerin, yasama organlarının, insan hakları savunucularının, akademisyenlerin, din
adamlarının ve tüm kıtalardan milyonlarca
insanı temsilen diğer birçok kişinin yanı sıra
Nobel Ödülüne layık görülmüş 10 insanın
imzalayarak desteklediği 12 sayfalık çok
sağlam argümanları tamamıyla yok saymıştır. Siyahî Maskeli Obama’nın gerçek karanlık yüzünü de Dünya görmüş oldu böylece.
5 Kübalı Yurtsever insanlığın unutmayacağı kahramanlar arasında artık. Ve tüm dünya halkları, Halkı için hayatlarını feda eden 5
Kahraman’ın, Vatanlarına özgür bir şekilde,
dönmelerini sağlayıncaya kadar durmadan
dinlenmeden mücadele edecektir.
Bu mücadele AB-D Emperyalizmi Yenilene ve Halklar Kazanana Kadar Devam
Edecektir!
Dünya Halkları zafer kazanacak, ABD çakalları yenilecektir!
Fidel Yoldaş’ın dediği gibi, bu çakal sürüsü, ürnberg benzeri bir mahkemede
yargılanacak ve insanlığa karşı işlediği
suçların hesabını verecektir…
Bundan kimsenin kuşkusu olmasın!
12 Eylül 2009
Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Merkezi
Selam Olsun Bizden Önce Geçene!
Selam Olsun Savaşırken Düşene!
Mahmut Çal
1960-1978
İbrahim uzun
1957-1978
Sadi Okçuoğlu
1960-1978
Engin Yüzbaşıoğlu
1963-1979
Yol ver ölüm
Çök yıkıl ey mezar
Bak Devrim dev gibi dimdik
İnsan ateştir, yanarken yakar
Bomba patlarsa açılır gedik
Hasan Semerci
01.01. 1961-2006
Sahibi ve Yazıişleri Müdürü: M. Cihan Çakır Yönetim Yeri: İnkilap Cad. İncebağ Mah. ISSN 1305-8975 Yayın Türü: Yaygın Süreli
Basıldığı Yer: Gün Matbaacılık/Telsizler Mevkii Beşyol Mah.
Otohan No: 35/129 Fatih-İSTANBUL Telefaks: (0212) 512 43 95
Akasya Sok. No: 23/A K. Çekmece/ İstanbul. Tel: (0212) 426 63 30
internet: www.kurtulusyolu.org
e-posta: [email protected]
3
Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009
Ataması yapılmayan öğretmenler ve Türkiye’de eğitim sorunları
Y
eni bir eğitim-öğretim yılı daha başladı.
Başladı başlamasına ancak geçmiş yıllardan kalan sorunlar artarak devam etmekte. Bu sorunları hemen birkaç başlıkla inceleyecek olursak; ilk olarak eğitimin öznesi olan
öğrenci ile ilgili problemlerle başlayabiliriz, bu
problemin devamında ise eğitimin temel bileşenlerinden olan öğretmen sorununu ele alabiliriz. Ayrıca bu temel sorunlar yanında bina, araçgereç, yardımcı personel, mali kaynak vb. sorunlar devam edip gitmektedir.
2009-2010 eğitim-öğretim döneminde yaklaşık 15 milyon öğrenci ders başı yaptı. (Tablo I)
men sayısı (kadrolu + sözleşmeli) 196.713’tür.
Ortaöğretimdeki rakamlara göre derslik başına
düşen öğrenci sayısı 35 olarak hesaplanmaktadır. Ancak büyükşehirlerde, özellikle emekçi ailelerin yaşadığı semtlerdeki sınıf mevcutları bu
rakamın çok üzerindedir. Kaldı ki ortaöğretimde
de ikili eğitim uygulaması artarak devam etmektedir.(www.egitimsen.org’dan yararlanılmıştır.)
Tayyipgiller’in her fırsatta bütçeden en yüksek payın eğitime ayırdığını söylemesine karşın,
2009 bütçesiyle milli gelirden eğitime ayırdığı
pay, GSMH’sının % 2.80’i olan Türkiye, 30
Tablo I: Öğretim Yılı ve Eğitim Seviyesine Göre "et Okullaşma Oranları (%)
İLKÖĞRETİM
Öğretim Yılı Toplam Erkek
2001-2002
92,40
96,20
2006-2007
90,13
92,25
2005-2006
2007-2008
2008-2009
89,77
97,37
96,49
92,29
98,53
96,99
ORTAÖĞRETİM
Kadın Toplam Erkek
88,45
48,11
53,01
56,51
60,71
87,16
56,63
96,14
58,56
87,93
95,97
58,52
İlköğretim zorunlu olmasına karşın ilköğretim okul çağı nüfusunun yaklaşık % 5’i eğitim
hakkından yararlanamamaktadır. Yine ortaöğretim okul çağı nüfusunun % 42’si ortaöğretime
devam etmemekte ya da edememektedir.
İlköğretime kaydı yapılan çocukların bir kısmı 8
yılı tamamlayamadan okulu terk etmektedir.
Yapılan araştırmalara göre, 1999–2005 yılları
arasında toplam 436 bin 614 çocuk ilköğretim
diplomasına sahip olmadan hayata atılmış durumdadır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun
(TÜİK) 2008 verilerine göre, 6 yaş ve üstü
Türkiye nüfusunu oluşturan 64 milyon 241 bin
226 kişinin 4 milyon 930 bin 12’si hâlâ okuma
yazma bilmemektedir. Bu sayı, okuma yazma
öğrenecek yaştakilerin % 7,68’ine denk gelmektedir. Okuma yazma bilmeyenlerin içinde
kadınların oranı % 79,98’dir.
Derslik, okul ve öğretmen sayısı
yetersiz
Türkiye’de toplam öğrencilerin % 75’i ilköğretimde bulunmaktadır. İlköğretimdeki duruma son yedi yılda yaşanan rakamsal değişiklikler ışığında baktığımızda tablonun hiç de iç açıcı olmadığını görmek mümkündür. (Tablo II)
YÜKSEK ÖĞRETİM
Kadın Toplam Erkek Kadın
61,13
60,17
60,63
42,97
12,98
13,75 12,17
52,16
20,14
21,56 18,66
51,95
55,81
56,30
18,85
21,06
-
20,22 17,41
22,37 16,69
-
-
OECD ülkesi içinde eğitime en az pay ayıran ülke konumundadır. OECD ülkeleri ortalamasında eğitime GSYİH’nın % 6,3’ü oranında pay
ayrıldığı bilinmektedir. Bırakınız OECD ülkelerini, kişi başına milli gelirin 90 dolar olduğu
Mozambik bile eğitime yüzde 6’lık pay ayırıyor. Milli geliri 2 bin doları aşan Türkiye’de
eğitime ayrılan payın milli gelire oranı yüzde
ise sadece % 2.80.
BM İnsani Kalkınmışlık Raporu’na göre, ilk
kulvardaki ülkelerde eğitime ayrılan kamu harcamalarının ülke zenginliğine oranı % 8’lere
çıkmakta (İzlanda ve Norveç); bu oran Küba’da
% 10’u bulmaktadır. Bütçeden eğitime ayrılan
pay ise ortalama % 13 ile % 16 arasında değişmekte; Yeni Zelanda ve Hong Kong’ta % 20’li
sayılara ulaşmaktadır.
Türkiye’nin eğitim alanındaki geriliği
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından hazırlanan İnsani Kalkınmışlık Raporu’nda
da tescil edilmektedir. En son 2007 yılında açıklanan rapor uyarınca Türkiye 177 ülke içinde
84’üncü sırada yer almış ve Uruguay, Tonga,
Libya, Trinidad-Tobago, Panama, Arnavutluk,
Kazakistan, Kolombiya, Ermenistan gibi ülkelerin gerisinde kalmıştır. Ne var ki, toplam en-
Tablo II: 2009 Yılında Okul, Derslik, Öğrenci ve Öğretmen Sayıları
Eğitim
Kademesi
Okulöncesi
İlköğretim
Ortaöğretim
Toplam
Okul Sayısı
(Resmi-Özel)
23.653
Derslik Sayısı Öğrenci Sayısı
(Resmi-Özel) (Resmi-Özel)
39.481
804.765
Öğretmen Sayısı
Kadrolu
Sözleşmeli
33.978
28.848
33.769
320.393
10.709.920
419.340
66.097
468.916
15.351.849
641.443
8.675
109.042
3.837.164
193.255
18.785*
3.458
56.221
*Kaynak: Milli Eğitim İstatistikleri, 2008–2009.
Okul Öncesinde okul sayısı 23.653, derslik sayısı 39.481, öğrenci sayısı 804.765, öğretmen sayısı ise 47.633’tür.
Türkiye’de okul öncesi eğitimdeki okullaşma oranı 2000-2001 öğretim yılında % 10 seviyesine henüz yaklaşırken, bu oran Gürcistan’da
% 22, Fas’ta % 34, Litvanya’da % 49,
Letonya’da % 56, Bulgaristan’da % 61,
Meksika’da % 70, Yunanistan’da % 73,
Belçika’da % 95 ve Fransa’da % 100 seviyesindedir (Kaytaz, 2005).
Milli Eğitim Bakanlığının istatistiklerine göre 2000-2001 öğretim yılında % 9,4 olarak gerçekleşen okul öncesi eğitimde okullaşma oranı,
2004-2005 öğretim yılına kadar sırasıyla %
10,5, % 11,7, % 13,2 ve % 15,8 düzeyinde gerçekleşmiştir.
İlköğretimde okul sayısı 33.769, derslik sayısı 320.393, öğrenci sayısı 10.709.920 öğretmen sayısı ise toplamda (kadrolu + sözleşmeli)
453.318’dir. İlköğretim rakamlarına bakıldığında derslik başına 34 öğrenci düşüyormuş gibi
görünmektedir. Ancak gerçekler belirtilen rakamlardan tamamen farklıdır. İkili eğitim sorunu hâlâ çözülmemiştir ve özellikle bazı büyükşehirlerde ilköğretim okullarında derslik başına
45–50 öğrenci düşen okullar bulunduğu bilinmektedir. Özellikle yoksul emekçi ailelerin yaşadığı yerlerdeki okullarda hem altyapı ve fiziki
donanım, hem de ders basına düşen öğrenci sayısı açısından ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır.
İlköğretimde öğrencilerin 24 kişilik sınıflarda
normal (tekli) eğitim görebilmeleri için gerekli
olan derslik sayısı 125 bin 853’tür.
İlköğretimde 320.393+125.853 yani toplam
446.164 derslik olmalıdır.
Ortaöğretimde okul sayısı 8.675, derslik
sayısı 109.042, öğrenci sayısı 3.837.164, öğret-
deks değerine göre 847üncü sıradaki
Türkiye’nin gerisinde kalan pek çok ülke, ortaöğretim okullaşma oranı söz konusu olduğunda
ülkemizi geçmektedir. Sözgelimi, genel endekse göre, 122’nci sırada yer alan Tacikistan,
117’nci sıradaki Bolivya, 116’ncı sırada yer
alan Kırgızistan, 114’üncü sıradaki Moğolistan
ve 112’nci sırada yer alan Mısır gibi ülkeler ortaöğretim okullaşma oranında ülkemizi geride
bırakmaktadır (UNDP, 2007).
Bütçeden eğitime ayrılan payın düşmesi demek Parababaları hükümetlerinin okullara yeteri kadar ödenek göndermemesi demektir.
Okullara para gönderilmeyince, okulların ihtiyaçları velilerden alınan katkı payları ile karşılanmakta hatta katkı payı veremeyen velilere
okullarda temizlik, boya, badana işleri yaptırılmaktadır. Bu konu ile ilgili öğrenci ve velilerin
okul temizlerken çekilen resimleri medyada
bolca yer almaktadır.
Dolayısıyla bütçeden eğitime yeteri kadar
pay ayrılmayınca öğrenciler çok sağlıksız binalarda eğitim-öğretim görmek zorunda bırakılmaktadır. Bu sağlıksız, yıkık dökük binalarda
eğitim-öğretim yapan öğrenciler ve öğretmenler
deprem riski ile de karşı karşıya kalmaktadır.
Yine 1999 17 Ağustos depremi sonrası hasar
gören okullarda gerekli çalışmalar yapılmadığı
için Marmara Bölgesi’nde on binlerce öğrenci
ve öğretmen rastlantısal bir yaşama terk edilmiştir.
Eğitimli olmak işsizlik sorununu
çözemiyor
Toplumumuzun kanayan en büyük yarası işsizlik ve pahalılıktır. Parababaları hükümetleri
tarafından, halkımız yıllardır işsizlik ve pahalılık cehenneminde yakılmaktadır. Buna son yıllarda diplomalı işsizler de eklenmiştir; diplomalı işsizlik çığ gibi büyümekte. Dolayısıyla eğitimli olmak da işsizlik sorununu çözememektedir. Olay o kadar trajik boyutlara ulaşmıştır ki
24-25 Ekim’de İşsiz Mühendis, Mimar ve Şehir
Plancısı Kurultayı yapılıyor. İş-Kur’a göre bu
kesimden kayıtlı işsiz sayısı 14 bin. TMMOB’a
göre ise 90 bini işsiz ya da mesleği dışında çalışıyor.
Diplomalı işsizlikte ne yazık ki başı öğretmenler çekiyor. Bilindiği gibi lisans eğitimini
tamamlayarak öğretmen olan on binlerce öğretmenin ataması yapılmamaktadır. En son KPSS
sınavına 243 bin öğretmen başvuruda bulunmuş
ve bunların ancak 15 bininin ataması yapılmıştır. Kaldı ki bunun da önemli bir kısmı (7 bini)
sözleşmeli olarak atanmıştır. Bu durumda yaklaşık 230 bin öğretmen atama beklemektedir.
ABD-AB Emperyalistleri yerli uşakları
Tayyipgiller’le bir taraftan ülkemizi kerte kerte
Yeni Sevr batağına sürüklemektedir. Diğer yandan ülkemizin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını
yağmalayarak halkımıza sürekli kriz hali yaşatmakta ve öğretmenlerimizi işsizliğe, okullarımızı öğretmensizliğe mahkûm etmektedir.
Son yıllarda öğretmenlerin atamasını
engellemek amacıyla önlerine KPSS barajı
çıkarıldı. KPSS barajının çökmesini ise bu sene
yaşanan şu olay bize göstermiştir. Fizik Öğretmeni Nazım Öztunalı girmiş olduğu KPSS’den
100 üzerinden tam 99.6 puan aldı. Sınavda 1’inci oldu ancak atanamıyor. Çünkü bu yıl Fizik
öğretmeni ataması yapılmıyor. Dolayısıyla
Nazım öğretmenin KPSS’de birinci olmasının
hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.
İşte yaşanan bu kriz ve işsizliğe dayanamayan öğretmenlerimiz canlarına kıymaktadır.
2001’den bu güne 10’un üzerinde öğretmen işsizlik nedeniyle intihar etmiştir. En son
İstanbul’da yaşanan olay yüreğinde insan sevgisi taşıyan tüm yürekleri yakmıştır. Gazetedeki
başlık:
“İşsiz öğretmenin hazin sonu. İşsizlik bir
öğretmenin hayatına mal oldu. 3 yıl önce
Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesini
bitiren 27 yaşındaki İsmail Kızılok
İstanbul’da öğretmenlik yapabilmek için
başvuruda bulundu. İlk yıl Esenler’de, ikinci
yıl ise Bağcılar’da bir okulda ücretli öğretmenlik yaptı. Bu yıl da ücretli öğretmenlik
için başvuru yapan Kızılok, bir hafta önce
olumsuz cevap aldı. Sürekli iş arayan fakat
bulamayan Kızılok, bunalıma girdi.
Ağabeyini arayarak “Benim cenazemi hastaneden alın” diyerek veda etti. Geçen yıl annesini kaybeden Kızılok, annesinin ölüm yıldönümünde Bayrampaşa’daki bir elektrik
direğine çıkarak ölüme atladı.” (Takvim,
15.10.2009)
İsmail öğretmenin katili başta ABD-AB
Emperyalizmi ve onların yerli uşakları
Ortaçağcı Tayyipgiller’dir.
Neden mi?
Sendikaların açıkladıkları rakamlara göre
bugün itibari ile Türkiye’de yaklaşık 200 bin
öğretmen açığı vardır. Hatta Tayyipgiller’in
Milli Eğitim Bakanlığı Personel Genel Müdürü
bir soruya karşılık “Türkiye’de 140 bin öğretmen açığı bulunmaktadır” diyerek durumu açık
etmiş ve suçüstü yakalanmıştır. Evet, İsmail
Kızılok’un katili bu açıklamayı yapan Personel
Genel Müdürü’dür. Maliye bize bütçeden ödenek vermiyor diyen Milli Eğitim Bakanı’dır katil, Milli Eğitime Bütçe vermeyen Maliye
Bakanı’dır katil, eğitime yeteri kadar bütçe ayırmayan ve bu bütçeye TBMM’de el kaldıran
milletvekilleridir katiller. Ülkemizi Yeni Sevr
batağına sürükleyen Ortaçağcı Tayyipgiller’dir
katil!
AYÖP’ün mücadelesini destekliyoruz
Ülkemizin aydınları olan öğretmenlerimiz
bu hayâsızca gidişe karşı “BIÇAK KEMİĞE
DAYA"DI… ELİMİZİ TAŞI" ALTI"A KOYUYORUZ!”diyerek bayrak açtılar. Bu bayrak
kendiliğinden ortaya çıkan ve günden güne gelişerek, büyüyerek hedefine yürüyen ATAMASI
YAPILMAYA"
ÖĞRETME"LER
PLATFORMU (AYÖP)’tür. AYÖP’ü ortaya
çıkaran ve ona güç katan herkesi kutluyoruz.
AYÖP günden güne yayılarak tüm Türkiye’yi
sarmakta başta 250 bin ataması yapılmayan öğretmen olmak üzere tüm halkımıza
“ÖRGÜTSÜZ HALK KÖLE HALKTIR!
ÖRGÜTLÜ HALK YE"İLMEZ!” mesajını
vermektedir.
AYÖP yaptığı duyuru ile en temel taleplerini şöyle sıralamıştı:
“1. Açıkta bulunan tüm öğretmenlerin
ataması yapılarak öğretmen yetiştiren fakültelere, ihtiyaca göre öğretmen adayı alımı ya-
pılması.
“2. Ücretli öğretmenliğin koşulsuz kaldırılarak tüm öğretmenlerin kadrolu hale getirilmesi.
“3. KPSS yerine daha güvenilir bir sistemle öğretmen atamaları yapılması…
“Bu isteklerimiz yerine getirilemeyecek
istekler değildir. Her biri makul ve haklı taleplerdir. Bunların en kısa süre zarfı içinde
yerine getirilinceye kadar sesimiz her geçen
gün iyice yükselerek çıkacaktır. Tüm halkımızın bu haklı mücadelemizde yanımızda olmasını istiyoruz. Herkes bilmeli ki bu sorun
ülke sorunudur ve çözümsüzlük sonucunda
tüm ülke bireyleri bu sorundan nasibini alacaktır.”(AYÖP Basın Bildirisi’nden)
AYÖP, bu haklı isteklerinin karşılanması
için yurt genelinde onlarca basın açıklaması, eylem ve etkinlik gerçekleştirdi. Bu süreçte kendi
içerisinde yoğun tartışmalar da yaşadı, bizce bu
tartışmalar olması gereken tartışmalardır.
Tartışmaların horoz dövüşüne kaymasına izin
verilmemelidir, tartışmalar somut, kişisellikten
uzak ve olaylar-olgular temelinde olmalıdır.
Bu arada arkadaşlarımıza dostça bir uyarı
yapmayı da kendimize görev sayıyoruz.
Platform’un belirlenen amacına ulaşması için
biricik kural Demokratik Merkeziyetçilik olmalıdır. Tartışmalar-öneriler aşağıdan yukarı yapılmalı, tüm süreç tamamlandıktan sonra alınan
kararlar yukarıdan aşağıya uygulanmalıdır. Bu
onurlu ve haklı mücadeleyi inmelendirecek ve
sekteye uğratacak diğer önemli bir tehlike de
otorite megalomanlığı ve otorite düşmanlığıdır.
Bu ne demektir?
Kendisini tüm otoritelerin üstünde tek otorite görmek veya kendinden başka hiçbir otoriteyi tanımamaktır. Bu uyarımız tüm İl
Platformları’na olduğu gibi, en çok da “ATAMASI YAPILMAYAN ÖĞRETMENLER
PLATFORMU MERKEZİ KOORDİNE BİRİMİ”nedir. Bu birime büyük sorumluluklar
düşmektedir.
Halkın Kurtuluş Partili Eğitim Emekçileri olarak AYÖP’ün yanındayız. Tüm eylem ve
etkinliklerine katılarak bu haklı mücadelede
yanı başlarında olacağız.
Sözü
Halkın
Kurtuluş
Partisi
Programı’ndan bir alıntı ile kapatalım:
“Bugün, lise ve üniversite giriş sınavlarında on binlerce gencimiz sıfır çekmektedir.
Birleştirilmiş sınıflarda, 60-70-80 kişilik sınıflarda, şu anki eğitim anlayışına göre bile
ortalama 100(bu gün bu açık ikiye katlanarak 200 bine çıkmıştır) bin kişilik öğretmen
açığıyla yapılan eğitimden, elbette ki başka
sonuç beklenmemelidir. IMF emrettiği için
devlet; öğretmen, doktor, hemşire alama-
maktadır. On binlerce öğretmen, mühendis,
hemşire ve sağlık teknisyeniyse işsizlikten kırılmaktadır. Psikolojik hastalıklara yakalanmaktadır. Yani beden ve ruh sağlıklarını yitirmektedir.
Oysa imkân verilse, çocuklarımız, gençlerimiz, yetişkinlerimiz, bilimde-teknik yaratıcılıkta dünyanın en ileri ülkeleriyle (onların
insanlarıyla) yarışırlar. Geçenlerde bir Bilim
Kadınımız (Prof. Dr. Gülsün Sağlamer):
“İmkân verilsin, dünyanın en iyi üniversiteleriyle yarışalım. Ben üniversitelerimize böyle bir imkân verecek başbakanlar, hükümetler istiyorum, arıyorum” diyordu.
“İşte Kurtuluş Partisi, tam da böyle bilim
insanları arıyor-istiyor. Eğitimin her kademesinde dünyanın en iyileriyle yarışacak, bilim insanları, eğitimciler arıyor…
“Askerlikte olduğu gibi ekonomide de,
başarı için en etkili eleman; bilimli-bilinçlikararlı insandır. Bilimin son sözüyle (verileriyle) üretilmiş tekniği-teknolojiyi çok iyi
kullanabilen insanların her basamağında çalıştırıldığı bir ekonomi, dünyanın en kaliteli
mallarını en bol miktarda ve en ucuza üretebilir. O zaman dünya pazarlarında herkes,
sizin ürünlerinizi arar-ister-alır, tüketir. Bu,
sizin ekonomik ve siyasi sisteminize de güven
ve saygı duyurur ya da doğurur. Ülke içindeyse insanlarınız rahat ve mutlu yaşar.
“(…) Parababaları ve onların emrindeki
siyasiler de bir an önce alacakları tatlı komisyon karşılığında ülkeyi, AB’ye peşkeş çekerek (vatanı ve halkı satarak), kendilerini
kurtarmak istiyorlar… Yaptıkları ihanetlerin, vurgunların, ülkemizi içine iteledikleri
bataklığın hesabının sorulmasından kurtulmak istiyorlar. Yerli Parababalarının bu paniğini anlayan yabancı (Batılı) Parababaları
da, işi ağırdan alarak, isteklerinin tümünü
eksiksiz elde etmek istiyorlar. Bunları bir anda-seferde öne sürerlerse, infial uyandıracağını bildikleri için de işi zamana yayıyorlar.
Satılmış medyanın dönekler ordusundan oluşan yazar-çizer-yorumcularıyla, yerli-yabancı Parababalarının aylıklı hizmetkârlarına
dönüşmüş profesörler, uzmanlar, durup dinlenmeden, yapılan ihaneti Halkımıza “ilerleme, medeniyet ve barış projesine ortak olma” diye yutturmak için çalışıyorlar.
“Kurtuluş Partisi, Halkımızla beraber
ABD ve AB Emperyalistlerinin “Bu
Hayâsızca Akın”ını durduracak, kuşatmayı
yaracak, ülkemizi bağımsızlığa, halkımızı
mutluluğa ulaştıracaktır.”
Kurtuluş Partili
Eğitim Emekçileri
4
Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009
Başbakan Tayyip’in ciğeri beş para etmez korumalarının
Partimize alçakça saldırılarını kınıyoruz!
Başbakanın 30 Eylül’de İzmir’e gelişinde, Başbakanlık korumalarının, Partimiz Merkez Komite Üyesi ve İzmir İl Başkanı Av. Tacettin Çolak’a ve İzmir İl Yöneticimiz Av.
Burak Çelebican’a ait Halkın Avukatlık Bürosu’nu basmaları üzerine, İl Başkanımız Av.
Tacettin Çolak ve Yönetim Kurulu Üyemiz Av. Burak Çelebican tarafından, 01 Eylül günü Kurtuluş Partisi İl Binasında bir Basın toplantısı düzenlenerek, Tayyipgiller’in saldırısı hakkında bilgi verildi.
Partimiz Merkez Komite Üyesi ve İzmir İl Başkanı Av. Tacettin Çolak’a ve İzmir İl
Yöneticimiz Av. Burak Çelebican’a yapılan saldırı, Kurtuluş Partililer tarafından bulundukları her yerde eylemlerle protesto edildi.
Yöneticilerimiz, 05 Ekim tarihinde de İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulundular.
“Başbakan Erdoğan ile korumalardan İsmail Dalkıran, Refik Farsakoğlu ve resimlerinden tanıyabileceğimiz diğer koruma memurları hakkında ‘kasten adam yaralama, konut dokunulmazlığını ihlal, iş ve çalışma özgürlüğünü ihlal, hakaret ve 1136 Sayılı Avukatlık Yasası’nın 587’nci maddesini ihlal’den yargılanmaları talebiyle suç duyurusunda
bulunuyoruz.” diyerek, dilekçeyi Cumhuriyet Başsavcılığına verdiler.
Partimiz Merkez Komite Üyesi ve İzmir İl Başkanı Av. Tacettin Çolak’ın, 01 Eylül tarihinde Partimiz İl Binası’nda yaptığı Basın Açıklamasını aynen yayımlıyoruz:
Basın Açıklaması
Ülkemizi Yeni Sevr’e Götürmekle ve
yabancı emperyalistlere “pazarlamakla mükellef”
Başbakan Tayyip; gittiği her yerde, halka işkence
çektirmesine itiraz edenlere ve
kendisinin ihanetlerini yüzüne vuranlara karşı yaptığı
acımasız saldırılarına bir yenisini daha ekledi
T
ayyipgiller Hükümetinin halka yaptığı ekonomik ve siyasi zulümler
yetmiyormuş gibi, bir de gittikleri yerlerde yaşamı felç
ederek, insanların kendi işyerine girmesini dahi engelleyerek yeni işkenceler yapmaktalar.
Bu saldırılarına bir yenisini de dün (30/09/2009 günü)
eklediler.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Parti İl merkezimizin
yanındaki AKP İzmir İl Binası’na gelişi nedeniyle çok yoğun bir güvenlik önlemi ile
karşılaşıldı. Daha sabah saatlerinden itibaren Cadde esnafının faaliyetleri durdurulmuş, (lokantacıların masaları toplatılmış) işyerlerine giren çıkan kişiler aramadan geçirilmiştir. Bu güvenlik önlemleri Tayyip Erdoğan’ın gelişi ile birlikte en üst boyuta çıkartılarak, kendisi il binasında iken tüm gi-
Ankara
rişler engellenmiştir. Bu arada müvekkillerimiz ve partimize gelen üyelerimiz de aramadan geçirilerek ancak içeri girebilmişlerdir. Dahası eşim bile T. Erdoğan’ın il binasında bulunduğu anda büroya girememiştir.
Eşimin içeri alınmadığını bildirmesi
üzerine büromun penceresine çıkarak, aşağıda engelleme yapan polislere doğru; “sabahtan beri zaten müvekkillerimiz aramadan geçirilerek büromuza ancak girebildikleri yetmiyormuş gibi, bir de eşimi büroma
bırakmıyorsunuz, bırakım eşim gelsin” diye
seslendim ve aynı konuşmamın devamında;
“Başbakan’ın halktan korktuğunu, sabahtan
beri caddede uygulanan ablukayla insanlara
adeta işkence yapıldığını” da belirttim.
Eşimin büroya germesi ile birlikte onlarca polis ve Başbakanlık koruması büroma
doluştular. Korumalardan özellikle esmer
tenli ve tıknaz olanla, uzun boylu ve kumral
olan başta olmak üzere tamamı büro içinde
ortağım Av. Burak Çelebican ve bana ana
avrat küfürler savurarak önce ortağımı yaka
paça derdest ederek gözaltına aldılar.
Daha sonra, korumaların yaptıklarının
çalışma özgürlüğünün ve konut dokunulmazlığının ihlali
olduğunu, avukatlık bürosuna böyle saldırıda bulunamayacaklarını ve bir avukatın
böyle haksız ve hukuksuz bir
şekilde gözaltına alınamayacağını söyledim. Daha da saldırgan bir şekilde, kollarımdan, boynumdan bastırılarak
ve ellerim kelepçelenerek iş
hanının merdivenlerinden kapı çıkışına kadar götürüldüm.
Basın mensuplarının olayı
görüntülemelerini engelle-
mek için de iş hanının dışına çıkartılmayarak, kapı arkasında ellerim kelepçeli olarak
ve onlarca korumanın hakaret ve küfürleri
arasında 25-30 dakikaya yakın bekletildim.
Bu arada Başbakanlık Korumalarının amiri
ya da müdürü olduğu anlaşılan bir kişi daha
gelmiş, o da şahsıma hakaretlerde bulunmuştur. Korumaların şahsıma yönelik bu
acımasız saldırısına müdahale etmek isteyen Partimizin Karşıyaka İlçe Sekreteri gözaltına alınmıştır. Sonuçta vücudumun
çeşitli yerlerinde yaralar
oluşmuştur.
Başbakanlık korumalarının yaptığı bu saldırılar, iş
hanında bulunan komşularımın ve büromdaki müvekkillerimin gözü önünde yapıldığı gibi, İzmir Emniyet Müdürü, Güvenlik Şube Müdürü
ve diğer polis memurları da
tanık olmuşlardır.
Kendi halkından bu kadar
korkan ve onlarca koruma ordusuyla gittiği
her yerde halkı terörize eden bir Başbakanın, sivil bir faşist diktatörlük özlemi içinde
olduğu artık çok daha iyi görülmelidir.
Toplumumuzu Ortaçağın karanlığına götürmek isteyen ve AB giriş sevdalarıyla ülkemizi Yeni Sevr bataklığına götürmek isteyen, kendi deyimi ile “ülkemizi pazarlamakla mükellef olan” Tayyipgiller’e karşı
Halkın Kurtuluş Partisi olarak kararlı bir
mücadele vermekteyiz. Bu saldırıların asıl
nedeni ise, Parti İl merkezimizin pencerelerine astığımız; “AB YOLU SEVR’E ÇIKAR SAVUALAR YA GAFİL YA
HAİ!”, “YEİ SEVR’E KARŞI YAŞASI İKİCİ KURTULUŞ SAVAŞIMIZ”
içerikli pankartlardır. Bu pankartlara karşı
duyulan hazımsızlık bu saldırı ile dışa vurulmuştur.
Saldırganlar hakkında gerekli suç duyurusunda bulunulacaktır. 01/10/2009
İstanbul
Avukat Tacettin ÇOLAK
Halkın Kurtuluş Partisi
İzmir İl Başkanı
Baştarafı sayfa 1’de
Hikmet Kıvılcımlı Savaşmaya
Kurtuluş Partisi saflarında devam ediyor!
***
Diğer anmalar üzerine birkaç söz:
Kurtuluş Partililer Mezarlıktan çıktıklarında iki grupla karşılaştı. Onlar da sözde,
Kıvılcımlı’yı anmaya gelmişlerdi.
Bunların ilki hemen Mezarlığın kapısında bekleyenler Vedat Türkali’nin çağrısıyla
bir araya gelen, ESP’inden EHP’sine kadar
Usta’ya günde beş öğün küfreden Sevrci
Soytarılar ve kimi döküntü, kimi paçavralardan oluşan bir güruhtu.
Çağrıyı yapan Vedat Türkali kimdi?
Abdulkadir Pirhasan olan ismini, ilk
TKP döneklerinden ihbarcı Vedat Nedim
Tör’ü çağrıştırması için onun önismini alarak değiştiren; 1960 sonrası süreçte, sadece
Sosyalist Gazetesi’ne, o da bir kez, Yılmaz
Güney’in “Umut” Filmi Üzerine olan yazısını vermek için on dakikalığına uğrayan;
hiçbir edebi değeri olmayan romanlarında
“kahramanları”nı hep kendisi gibi zaaflı,
tutarsız ve “Tek Başına” “komünist”lerin
oluşturduğu, mücadele tarihini çarpıtan yarı porno kitaplarıyla sanatçı olarak “ün” yapan bir mücadele kaçkını.
Peki çağrıyı yaptıran kim?
Sosyal İnsan Yayınları. O da, Vedat Türkali gibi mücadele kaçkını döküntülerden
derleşik, kimi vicdan rahatlamak için, kimi
arpalık için bir araya geliveren, bugün var
yarın yok bir dükkâncık…
Devrimci ortama turist Vedat, anma sonrası yaptıkları salon toplantısında bizzat
kendisinin anlattığına göre; turistliği nedeniyle belki o güne kadar bihaber olduğu ve
orada karşılaştığı Halkın Kurtuluş
Partisi’nin sayı, disiplin ve coşku üstünlüğünden etkilenerek ve onca siyaseti, onca
kişiyi bir araya getirmelerine rağmen Kurtuluş Partisi kadar olamamalarının rahatsızlığıyla soruyor:
“Bu arkadaşları niye çağırmadık?”
“Gelmezlerdi” diye cevaplıyor Sosyal
İnsancılar.
“Niye?”sini Vedat da sormuyor, Sosyal
İnsancılar da açıklamıyor. Döküntülerle bir
araya gelmeyeceğimizi biri önsezileriyle
diğeri de pratikçe bildiği için konuyu hiç
deşmiyorlar.
Bu kadar Kıvılcımlı düşmanını ve döküntüyü bir araya getiren neydi peki?
Gerçekten Kıvılcımlı’yı anmak mı, Kurtuluş Partisine düşmanlıkları mı?
Akılları sıra Kurtuluş Partisi’ne gösteri
yapacaklardı… Tersi oldu… Hevesleri kursaklarında kaldı.
Diğer grup ise SODAP’tı.
Onlar da önce diğerleriyle beraberdi.
Yola beraber çıkmışlardı. Ama sonra kıvırttı:
Vedat’a çağrıyı yaptıran “Sosyal İnsancılar”ın şefiyle çağrıya olumlu yanıt verenlerden Sahte Yeni TKP “ulusalcı”ymış.
Bunları zaten bilmiyor muydun?
Bütün bunları bile bile önce onlarla bir
araya geliyorsun sonra da mız çıkartıyorsun.
Neden?
Ne güzel hep bir hallı Turhallı bir araya
gelivermiştiniz işte. Onların arasında eriyip
giderek, meydanın gerçek sahiplerine, Kurtuluş Partisi’ne kalmasından korktunuz değil mi?
Korkunun ecele faydası olmaz, iş olaca-
İzmir
ğına varır. Tüm Türkiye’den toplayabildiğin 186 kişilik sayını 500’e uçursan da sitende, bu kaçınılmaz akıbetten kaçamazsın.
Atmasyonla kendini de değil, birkaç samimi saf taraftarını kandırarak uzatmalara oynarsın ancak.
Bütün Sevrci Soytarı Sahte Sollar gibi
siz de sözde öncü bellediğiniz Devrimciye
ihanet içindesiniz. Nasıl Mahir’lerin, Deniz’lerin ardılları öncülerinin bütün teorik
mirasını inkâr ediyorsa siz de tıpkı onlar gi-
Ankara
bi, Hikmet Kıvılcımlı’nın o yüce, o bilimsel, o Marksizme-Leninizme katkı yapan
Teorisini inkâr ediyorsunuz.
Hem de Kıvılcımlı’nın Mezarı başında
tıpkı onlar gibi “Darbeciler Halka Hesap
Verecek” diye bağırıyorsunuz.
Hangi “darbeci”ler?
Tefeci-Bezirgânlığın temsilcisi, Amerikan uşağı Menderesleri sallandırarak Politik bir Devrim yapan 27 Mayısçılar mı? Afganistan’a sosyalizmi getirmeye çalışan
genç subaylar mı? Portekiz’de Faşist Salazar diktatörlüğünü devirerek sadece Portekiz’i değil, Portekiz’in Afrika’daki sömürgelerini de özgürleştiren genç yüzbaşılar
mı? Çavez mi? Hangi “darbeci”ler halka
hesap verecek?
Evet, Kenan Evren gibi faşist darbeciler
elbette halka hesap verecektir. Ölüsü veya
dirisi… O’nu biz yargılayacağız; yani İşçi
Sınıfı iktidarı. Burjuvaziden böyle bir şey
beklemek budalalığın da ötesinde, burjuvazinin kuyruğuna takılmak olur. Tıpkı bugün
Sevrci Soytarı Sahte Sol’un, Yeni Sevrci bir
kuşatma olan anti-“darbeci”lik görüntüsü
altında antiamerikancıları, antiemperyalistleri yargılayan AB-D Emperyalistlerinin ve
onların yerli uşağı yeşil kuşakçı tıpkı Menderesler gibi Tefeci-Bezirgânların temsilcisi Tayyipgiller’in yedeğinde seyretmeleri
gibi…
Bu yüzden bugün faşist darbecilerin kılına bile dokunulmayan anti-“darbeci”lik
yapmak bilerek veya bilmeyerek Emperyalistlerin ve Şeriatçıların yedeğine düşmek
demektir. 27 Mayısçıları, bu faşist darbecilerle aynı kefeye koymak demektir. 27 Mayıs’a Politik bir Devrim diyen Kıvılcımlı
Usta’ya, Mahirler’e, Denizler’e karşı çıkmak demektir.
Ve bu yüzden bunların, ne SODAP’ın ne
de diğerlerinin Hikmet Kıvılcımlı Usta’yı
anmaya, O’nun kemiklerini sızlatmaya
hakları yoktur.
20.10.2009
İstanbul
Gebze Kirazpınar Mahallesi Halkı, evlerini yıktırmamaya kararlı
2
5 Ekim Pazar günü saat 12.00’da Gebze
Kirazpınar Halkı olarak, “Kentsel Dönüşüm Proje”lerine karşı yaklaşık 1000 kişiyle, muhtarlık binası önünde basına açık halk
toplantısı yapılmıştır.
Basına açık halk toplantısında halkın davetiyle gelen DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve
akliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza
Küçükosmanoğlu, Halkın Kurtuluş Partisi
Gebze ve Kartal İlçe yöneticileri ve Sancaktepe/Akpınar Mahallesi’nde benzer bir sorunla karşı karşıya kalan mahalle halkından Durmuş Pala ve temsilciler de dayanışma ve destek de bulunarak birer konuşma yapmışlardır.
Gebze Kirazpınar Mahalesi’nde, Kocaeli
Büyükşehir Belediyesi, Gebze Belediyesi ve
TOKİ’nin imarlı tapulu şahıs arsa ve evlerini
kentsel dönüşüm adı altında rantçılara peşkeş
çekmektedir.
Mahalle halkına sormadan, irademiz dışın-
da, zorbalıkla ve baskıyla, bir oldubittiye getirilerek evlerimizi yıkılmak ve tüm haklarımız
gasp edilmek isteniyor. Yasal olarak tüm halkın
katılımıyla Gebze Belediyesi ve bölge idare
mahkemelerine avukatlar aracılığıyla itirazlar
yapılmıştır.
Bizlerin iradesi dışında;
tamamen keyfi bir şekilde
tüm itirazlarımızı bildirmemize rağmen Gebze Belediye Başkanı Adnan Köşker
‘6 yıllık özlemini gerçekleştireceğini söyleyerek’
yıllarca binbir zorlukla yaptığımız evlerimizi başımıza
yıkmak ve bizleri mağdur
etmek istemektedir.
Buna karşı mahalle halkı olarak; muhtarlıkla birlikte mücadele etmeye ka-
rarlılığındayız. Bu kanunsuzluğa hem yasal itirazlarımızla ve mahalle halkımızın birlik beraberliğiyle karşı çıkacak ve mahallemizde dönen
her türlü rant oyununu bozacak ve evlerimizi ne
pahasına olursa olsun yıktırmayacağız.
Gebze/ Kirazpınar Halkı
5
Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009
Kurtuluş Partisi Başkanlık Kurulu Üyesi Gürdal Çıngı’nın Mezarbaşı Konuşması:
“Hikmet Kıvılcımlı, devrimin iliklerine işlediği adamdır”
B
Yoldaşlar,
ugün burada, Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’yı, Bedence Aramızdan Ayrılışının 38’inci yılında Anmak için toplanmış bulunuyoruz.
Gerçek TKP’nin Kurucusu, Merkez
Komite Üyesi, İlk Türkiye Genç Komünistler
Birliği Başkanı Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı
için, TKP’nin Merkez Yayın Organı “OrakÇekiç” şöyle yazıyordu 1935 yılındaki Aralık sayısında:
“Hikmet Kıvılcımlı, Devrimin iliklerine
işlediği adamdır.”
Evet, gerçekten de Usta’mız Hikmet
Kıvılcımlı, “Devrimin iliklerine işlediği”,
adamdır.
Ve biz Kurtuluş Partililer,
O’nun bayrağını şerefle taşımaktan gurur
duyuyoruz!
O’nun; devamcısı, savunucusu, geliştiricisi olmaktan onur duyuyoruz!
Ne mutlu bize!
Yoldaşlar,
1990’lı yıllarda, Marksizm-Leninizmin
ilkelerini uygulamayan Sosyalist Kamp’ın
acıklı yıkılışından sonra, ABD Emperyalistleri, kendi aşağılık çıkarları için, “Yeni
Dünya Düzeni” kurmaya çalışıyordu.
Halkların kararlı mücadelesi sonucu bunu
başaramadılar. Özellikle “Latin Amerika’dan
Esen Sol Rüzgârlar”, bu gerici gidişi durdurdu.
2000’li yıllarda, ABD Emperyalizminin
akıl hocaları Zbigniev Brzezinzski ve George
Friedman, henüz başlangıcında bulunduğumuz 21’inci Yüzyılı, “ABD’nin Yüzyılı”,
“ABD Çağı” olarak adlandırıyorlar.
ABD’nin yeni Başkanı Obama da, akıl hocalarının emrine uygun olarak, “Yeni bir Çağ”
başlatmaktan söz ediyor konuşmalarında.
Bunu da başaramayacaklar. Bundan da
adımız gibi eminiz. Çünkü, Tarih sahnesinde
son sözü her zaman Halklar söyler!
Yoldaşlar,
İşte bu “Yeni Çağ”ın mali kurallarını oluşturmak, yeni düzenlemeler yapmak için IMFDünya Bankası toplandı. Hem de bizim ülkemizde.
Tayyipgiller İktidarı ve Parababaları,
IMF-Dünya Bankası toplantılarının ülkemizde (hem de ikinci kez) gerçekleştirilmesini,
çok büyük bir övünçmüş gibi, söyleyip duruyorlar.
Oysa bu toplantılarda, halkların yararına
bir tek karar alınmaz. Aksine, halkları nasıl
daha ince yöntemlerle sömüreceklerini araştırıp, bunun yollarını bulurlar ve uygulamaya
sokarlar. Bugün de olan budur.
İşte bu toplantıları, en barışçıl yöntemlerle protesto eden, başta İşçi Sınıfımız olmak
üzere tüm çalışanlarımıza ve gençliğimize,
vahşice saldırdı Parababaları polisleri. Onlarca insanımızı yaraladı, yüzlercesini gözaltına
aldı. İstanbul’u “gaza” buladı. “Yeni Çağ”
anlayışına uygun olarak “Yeni gaz bombaları” (tabiî çok daha etkili olanlarını) kullandı.
Devir, “Yeni” devri çünkü…
Yoldaşlar,
ABD’den başlayarak tüm dünyaya yayılan finans krizini dünya halklarının üzerine
yıkmak için her türlü çabayı sergileyen Uluslararası Emperyalistler, bunda da, halkların
örgütsüz olmasından dolayı, şu an için, başarılı oluyorlar.
Krizin sonucunda dünya çapında yeni milyonlarca işsiz, evsiz ve aç var. Krizi bahane
ederek, ücretleri dondurdular, sıfır sözleşmelere imza atmaya zorladılar İşçi Sınıflarını, ya
da kazanılmış haklarını dahi gasp ettiler.
Bu politikalar bizim ülkemizde de aynen
uygulandı. Birçok toplusözleşmede, “ya
işsizlik ya kazanılmış hakların geri alınması
da dâhil sıfır ücret artışı”, dayatmasıyla İşçi
Sınıfımızı, İşsizlik ve Pahalılık cehenneminde yakmaya devam ettiler.
Tayyipgiller İktidarı, İşçi Sınıfımızın alın
terleriyle kurulmuş olan “İşsizlik Fonu”nda
biriken paraları yeyim etti, üç-beş Parababasına peşkeş çekti.
Şimdi de, İşçilerimizin yıllarca kan ve ter
içinde çalışarak hak ettikleri ve aldıklarında
bir parça da olsa rahatlamalarını sağlayan
“Kıdem Tazminatı”nı ortadan kaldırmak,
yerli-yabancı Parababalarının kârlarına kârlar
katmak istiyorlar.
Köylümüz zaten, IMF-Dünya Bankası
politikaları-emirleri sonucu yokluğun ve yoksulluğun en uç noktasında.
Kamu Çalışanlarımıza 2010 yılı için
yüzde 2,5+2,5 ücret artışını reva gören Tayyipgiller İktidarı, sadece elektriğe bir yılda
yüzde 50 zam yaptı. Suya, ulaşıma, doğalgaza vb.lerine yapılanlar bir yana…
Yoldaşlar,
Yerli-yabancı Parababaları, “Ergenekon
Davası”
adı
altında,
başta
Ordu
Gençliği’mizi, Bilim İnsanlarımızı, Namuslu
Aydınları, Yurtsever, Antiemperyalist, Laik
güçleri yıldırmak, sindirmek, tasfiye etmek
istiyorlar.
AB-D Emperyalistleri, Mustafa Kemal
Önderliğindeki Birinci Kuvayimilliyecilerin
direnmesi ve yenmesi sonucu, 1920’li yıllar-
da hayata geçiremedikleri Sevr’i, şartlar
olgunlaştı sanarak “Yeni Sevr” olarak hayata
geçirmek istiyorlar. “Ergenekon Davası”nı bu
amaç için kullanıyorlar.
Ama fena halde yanılıyorlar!
Tarihte zaferle sonuçlanmış ilk Ulusal
Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştiren Türk ve
Kürt Halkı, Ulusal ve Sosyal Kurtuluşunu da
mutlaka başaracaktır.
Emperyalistler ve Tayyipgiller erken bayram etmesinler!
Kurtuluş Partisi ve İşçi Sınıfı önderliğindeki İkinci Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanacaktır.
Yoldaşlar,
Aydın Gençliğimizin harçlarına yüksek
oranlı zamlar yapmaktan geri durmayan Tayyipgiller, diğer yandan da, ilkokul çağından
itibaren verdikleri Kur’an Kursları, açtıkları
İHL’ler yetmiyormuş gibi, Üniversiteye gelene kadar Tarikatların, Cemaatlerin, İblis Fethullah’ın “Işık Evleri”nin örümcek ağlarına
düşmemiş gençlerimizi, Devlet Yurtları kurmayarak, Tarikat-Cemaaat-“Işık Evleri”ne
mahkûm ediyor. O ana kadar kafadan gayri
müsellah kılınmamış gençlerimizi, üniversitede yakalıyor, örümcek ağlarına takıyor,
zehirliyor, vatanına düşman hale getiriyor.
İşte bunu; “e Cemaat Yurdu e Tarikat Evi”, “Yurtkur Uyuma Yurt Kur” şiarıyla protesto eden, eylemler gerçekleştiren,
İstanbul’dan Ankara’ya yürüyüş gerçekleştiren Kurtuluş Partisi Gençliği’ne de en vahşice yöntemlerle saldırıyor. Çünkü biliyor ki,
Kurtuluş Partisi Gençliği; bu ülkenin en ayık,
en bilinçli, en kararlı, en militan gençliğidir.
Kurtuluş Partisi Gençliği; Ustası Hikmet
Kıvılcımlı’nın söylediği gibi: “Hiçbir zulmün sindiremeyeceği MODER İŞÇİ
SIIFI gibi bir yenilmez devrimci özgücün
müttefikidir.” Ve üstelik Kurtuluş Partisi
Gençliği’nin: “tükenmez “GEÇ TÜRKLER” devrimci geleneği vardır.” O yüzden
de Kurtuluş Partisi Gençliği; “Yıldırılamaz!”
Şan olsun Kurtuluş Partisi Gençliği’ne!
Şan olsun Yıldırılamaz Gençliğimize!
Yoldaşlar,
Aynı şekilde, Proletarya Sosyalizminin,
Partimizin ideolojisini benimseyen İşçi Sınıfı
Önderlerinin yönetiminde bulunan ve Devrimci Sınıf Sendikacılığını hayata geçiren
Nakliyat-İş Sendikası sayesinde, İşçi Sınıfımız sürekli olarak yeni mücadele araçları
yeni kazanımlar, yeni zaferler elde ediyor.
Şu ana kadar 10 binden fazla işçimizi
örgütleyen Nakliyat-İş Sendikası, her gün
yeni örgütlenmeler gerçekleştiriyor. En son
olarak, geçtiğimiz yıl sendikal nedenlerle
işten atılan ve kışın karına, soğuğuna rağmen
aylarca militanca mücadele ederek Direniş
gerçekleştiren Arçelik İşçilerinin mahkeme
kararıyla işe iadesini kabul etmeyen Türkiye’nin en büyük Parababası Koç’a karşı,
Direnişi yeniden başlatıyor. Arçelik’in Sütlüce’deki merkezi önünde Direniş Bayrağı dalgalandırıyor.
“Örgütlenemez!” denen 6 bin İzmirİzelman İşçisini bir ayda örgütleyen,
“Bitti!” denilen “Meha Direnişi”ni zaferle
sonuçlandıran akliyat-İş Sendikası, şu
ana kadar yenilmedi Parababalarınca, bundan
sonra da asla yenilmeyecek!
İşçi Sınıfımıza yeni yeni zaferler armağan
edecek. Bundan da adımız gibi eminiz.
Şan olsun Türkiye İşçi Sınıfına!
Şan olsun akliyat-İş Sendikası’na!
Şan olsun onun Önderlerine!
Yoldaşlar,
“Devrimin iliklerine işlediği” “adam gibi
adam” olmak ne demektir?
Bu sözler öylesine derin ve büyük anlamlarla yüklüdür ki, bir devrimcide olması gerekenleri ifade eder.
Artıdeğer sömürüsüne dayanan ve insanın
insanı hayvan yerine koyduğu düzen olan
Kapitalizmi aydınlatan ve İnsanlığın kurtuluş davasının yolunu bilince çıkaran Bilimsel
Sosyalizmin Kurucusu Mark-Engels insandan bayrağı devralan ve Kapitalizmin son
aşaması, geberen kapitalizm olan Emperyalizmi açığa çıkaran ve Dünyanın ilk başarılı
Sosyal Devrimini, Büyük Ekim Devrimi’ni
gerçekleştiren Lenin’den sonra, O’nun
bıraktığı yerden bayrağı devralan ve Antika
Tarihin yüzündeki peçeyi kaldırarak Ustalık
mertebesine erişen Hikmet Kıvılcımlı’nın
bizlere bıraktığı eşsiz mirası esnemeden,
bükülmeden, çelişkiye düşmeden savunmak,
savaştırmak ve başarıya ulaştırmak azmiyle
dolu olmak demektir.
Hikmet Kıvılcımlı; düşmanlarına karşı bir
kaya gibi sertti.
Halkına ve halklara, yoldaşlarına karşı ise
bir selvi gibi esnekti.
Halkların başdüşmanı ABD ve AB
Emperyalistlerine karşı nasıl kin ve hınçla
doluysa, İşçi Sınıfı ve halkların mücadelesine
de o denli inanç yüklüydü.
Yoldaşlar,
Hikmet Kıvılcımlı; ABD ve AB Emperyalistlerinin, Uluslararası Finans-Kapitalistlerin; dünya halklarına uyguladığı canavarlığın,
vahşetin, zulmün, insanlık dışı uygulamaların, katliamların cepheden karşısındaydı.
Bu yüzden de ömrünün 22,5 yılını Parababalarının zindanlarında geçirdi.
Hem de hiçbir yılgınlığa düşmeksizin,
Hem de; TKP’nin 1929 Tevkifatı’nda 4,5
yıl ceza veren Mahkeme Heyetine: “4,5 yıl
Kızıl bir profesör olmak için yeterli bir
süredir” diye meydan okuyarak…
Yoldaşlar,
Hikmet Kıvılcımlı, Bilimsel Sosyalizmin
doğruluğundan ve onun bir bilim olduğundan
hiçbir zaman tereddüde düşmedi.
Bilimsel Sosyalizmin yani Diyalektik
Materyalizmin; donmuş, ölü formüllerden
ibaret olmadığını, aksine sürekli yenilenmesi,
geliştirilmesi gerektiğini öğrendi Ustalardan
ve bunu bizzat uyguladı.
Bu bakış açısıyla, Türkiye Devrimi’nin
bütün temel meselelerini çözümlediği gibi
(Osmanlı Tarihi, Devrim Tahlili, Sınıflar,
Örgüt, Politika, Din, Kültür vb.), Türkiye’nin
içinden çıkageldiği Antika Tarihi de apaçık
bir biçimde gözler önüne serdi “Tarih Devrim Sosyalizm” adlı anıt eseriyle ve anlaşılmamış, karanlıkta kalmış hiçbir noktasını
bırakmadı Tarihin ve Doğu toplumlarının
gelişiminin. “Tarih Devrim Sosyalizm” eserinden sonra Antika Tarih, capcanlı gerçekli-
ğiyle elle tutulurcasına aydınlandı…
Türkiye’nin, şu anda da en önemli siyasi
sorunu olan Kürt Sorunu’nu dâhiyane bir
biçimde çözüme kavuşturdu “İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark)” adlı anıt eseriyle.
Sadece Türkiye Devrimi’nin sorunlarını
değil, Dünya Devrimi’nin sorunlarını da ele
aldı, inceledi ve geliştirdi. Diyalektik Materyalizmi, Lenin’den sonra en yaratıcı bir
biçimde O kullandı ve teorik olarak da
“Diyalektik Materyalizm” adlı anıt eseriyle
de O geliştirdi.
Kısacası O; Doğanın, Toplumun ve Tarihin hangi noktasına el attıysa Bilimsel Sosyalizmin ışığıyla aydınlattı ve bizlere de projektör görevi gören bir miras olarak bıraktı.
Yoldaşlar,
Hikmet Kıvılcımlı sadece bir Teori adamı
mıydı?
Asla!
O; hiçbir zaman bir kütüphane müdavimi
olmadı.
O, Marks-Engels ve Lenin Ustalardan
öğrendiği Teoriyi, en yaratıcı bir biçimde Pratiğe uyguladı, Eyleme geçirdi.
Daha ilk adımında; 17 yaşında, elde silah,
Birinci Kuvayimilliye’ye katıldı Ege’de
Yörük Ali Efe’nin çetesinde ve Yunan maskeli emperyalizme karşı savaşırken Köyceğiz
Kuvayimilliye Komutanı oldu.
Ulusal Kurtuluş Savaşı’na elde silah katılan Usta’mız, Sosyal Devrime de “aynı yürek
ferahlığı”yla atıldı.
Ve Gerçek TKP’nin, başta da belirttiğimiz
gibi, Merkez Komite Üyesi oldu, İlk Türkiye
Genç Komünistler Birliği Başkanı oldu.
TKP’nin Merkez Yayın Organı’nı çıkardı
yoldaşlarıyla beraber. “Aydınlık Fevkalade
Gençlik Nüshası”ndan, “Bursalı Yoldaş”a,
“Orak Çekiç”ten “Kızıl İstanbul”a, TKP’nin
legal-illegal bütün yayınlarının ya başında
bulundu ya bizzat çıkardı.
İstanbul’dan
İzmir’e,
Bursa’dan
Adana’ya, Eskişehir’den Kürdistan’a bütün
topraklarını adım adım gezdi ülkemizin, halklarımızı örgütledi İşçi Sınıfımızdan Köylümüze, Gençliğimizden Aydınlarımıza, Kadınlarımıza kadar…
Yoldaşlar,
Nasıl yürek ferahlığıyla yazdıysa eserlerini, örgütlediyse insanlarını, en azgın işkencelerini de, onlarca yıl süren mahpusluklarını
da, aynı yürek ferahlığı, aynı sarsılmaz çelikten inancıyla karşıladı.
Ve hapishaneleri, mahkeme heyetine de
söylediği gibi üniversitelere çevirdi.
Yılmadı, yıldırılamadı!
Son soluğuna dek devrimci inancını, devrimci namusunu, devrimci onurunu korudu.
Bir kez bile sırlarını ele vermedi Partisinin
ve Yoldaşlarının. Hep alın açıklığıyla, dimdik
ve düşmanlarını yenmiş olarak onuruyla çıktı
işkence tezgâhlarından. “Ulan Doktor, sen
ne biçim adamsın” dedirtti işkenceci cellâtlarına…
Ama O; Partisi’nin, “Orak Çekiç”in dediği adamdı: “Devrimin iliklerine işlediği
adam”dı.
Yenilir miydi hiç?..
Yoldaşlar,
17’sinde neyse 70’inde de oydu!
“Sırım gibi bir delikanlıyken” nasıl savaş-
tıysa yerli-yabancı Parababalarına karşı,
70’inde de aynı inanç, aynı kararlılık ve aynı
yiğitlikle savaştı.
Nerede bir İşçi Sınıfı eylemi varsa, nerede
bir Gençlik mücadelesi varsa, nerede bir
Köylü işgali varsa Hikmet Kıvılcımlı’da hep
oradaydı. En öndeydi…
Doğanın bedenine yerleştirdiği kanserle
savaşırken 70’inde, geçirdiği 12 ameliyattan
fırsat buldukça, İşçi Sınıfının, Aydın Gençliğin, Köylünün, Kamu Çalışanlarının bilinçlendirilmesi ve örgütlendirilmesi için Konferanslar verdi Edirne’den İstanbul’a, Ankara’dan İzmir’e…
Yoldaşlar,
Az sonra, burada, Usta’mızın Mezarbaşında bir “Anma” daha yapılacak.
Peki, bu “Anma”yı kimler gerçekleştirecek?
Türkiye Halklarının kurtuluşunun yolunu
AB’de bulan Özgürlükçü Sol’culardan, Kürt
Halkının kurtuluşunu ABD’ye, AB’ye havale
edenlerden, Sosyalizm ve Örgüt kaçkını kişilerden oluşan bir kuru kalabalık…
Sosyalizm düşmanı Ufuk Uras’ından
Troçkist Nail Satlıgan’ına,
Sınıflarüstü İnsan Hakları anlayışının teorisyeni Akın Birdal’ından Hikmet Kıvılcımlı’ya “Deccal” diyen ESP’sine,
ABD’nin “umut kaynağı”, “demokrasi
gücü”, AB’ci bir kalabalık…
Ortaçağcı Tayyipgiller’le içli dışlı olmuş,
hemhal olmuş,
Türban taraftarı Laiklik karşıtı,
Mustafa Kemal ve Birinci Kuvayimilliyecilere düşman,
Yurtseverlere, Antiemperyalistlere düşman bir kalabalık…
Uğurlar olsun!..
Yoldaşlar,
Bu “Anma”yı gerçekleştireceklerin, Hikmet Kıvılcımlı’yla, O’nun 50 yıllık Sosyalizm Davasıyla, Teorisi ve Pratiğiyle en ufak
bir ilgileri yoktur.
Bunların bir kısmı, Hikmet Kıvılcımlı’nın
Teorik emeklerinden parsa vurmayı birincil
amaç bellemiş kişilerden derleşiktir.
Hikmet Kıvılcımlı’nın Teorik ve Pratik
varlığı, onların yokluğu demektir.
Kurtuluş Partisi’nin, Kurtuluş Partililerin
varlığı, onların yokluğu demektir.
Yoldaşlar,
Biz, Hikmet Kıvılcımlı’nın mirasını devraldık. O’nun mirası; “trajedisi”dir. O trajediyi şimdi biz yaşıyoruz.
Ama zafer bizimdir yoldaşlar!
Biz, bu ülkenin topraklarını kanlarımızla
suladık. Şehit kanları döktük bu topraklar
için…
Biz; Hikmet Kıvılcımlı gibi “Devrimin
iliklerine işlediği bir adam”ın savunucularıyız!
Biz; Hikmet Kıvılcımlı’nın “düşünce
oğulları, düşünce kızları”yız!
Kim yenebilir bizi?
Kim mücadele azmimizi, savaş kararlılığımızı, Sosyalizm davasına, İnsanlığın kurtuluş davasına olan inancımızı küçültebilir?
Yerli-yabancı Parababaları (Finans-Kapitalistler) ve onların Antika müttefiki Ortaçağı
Tefeci-Bezirgânlar mı?
Onların siyasi plandaki temsilcileri Tayyipgiller mi?
Sevrci Soytarı Sahte Solcular mı?
Kim yenebilir bizi?
Kim?..
Yoldaşlar,
Varsın, onlar birleşik bir halde Usta’mıza
saldırsınlar. Sosyalizm davasına saldırsınlar.
Marksizm-Leninizme saldırsınlar…
Biz Kurtuluş Partililer; Antiemperyalist,
Antifeodal, Antişovenist Demokratik Halk
Devrimi Mücadelemizi başarıya ulaştıracak,
Edirne’den Çin’e Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti’ni kuracağız!
Çünkü biz Yenilmeziz!
Çünkü biz; Halkız, Haklıyız, Kazanacağız!
Şan Olsun Hikmet Kıvılcımlı’ya!
Şan Olsun Kurtuluş Partisi’ne!
6
Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009
Başyazı
Kürt Sorunu’nda akla kara gibi
birbirine zıt iki ayrı çözüm
Baştarafı sayfa 1’de
le kaderini elinde tutar duruma gelmiştir.
Tabiî bu üç-beş yüz Parababası da dünyadaki en güçlü Finans-Kapitalistlerin yani büyük emperyalistlerin yönetimi-denetimi altındadır. Yani dünyayı AB-D (ABD-AB)
Emperyalistleri yönetmektedir. Tabiî bu
haydutlar sürüsü, dünya halklarını sömürüp
soymakta; dünyanın doğal zenginliklerini
ve pazarlarını ele geçirmiş bulunmaktadır.
İşte bu çakallar örgütü, bu alçakça sömürü,
soygun ve talanlarını sürdürebilmek, güvence altında tutabilmek için, bizim gibi
geri ülkelerin, kendilerinin uşağı (ve tabiî
çıkar ortağı, işbirlikçisi de) durumundaki
Finans-Kapitalistlerini ve satılmış siyasilerini kullanarak- bunlar aracılığıyla, o ülkelerin ekonomilerini, siyasetlerini, kültürlerini velhasıl tüm sosyal olaylarını yönetmektedir.
Türkiye’yi de ne acıdır ki, 1945’ten,
özellikle de 1950’den sonra bütünüyle ABD Emperyalistleri yönetmektedir. Ekonomiyi IMF ve Dünya Bankası, Orduyu NATO, işbirlikçi siyasileri ABD, MİT’i, Polis
Teşkilatı’nı CIA, kültürünü, sanatını, medyasını yine AB-D Emperyalistlerinin bu konularla uğraşan kurumları-örgütleri yönetmektedir.
Gelelim Kürt Sorunu’na:
Kürt Sorunu, on yıllardır hep söylediğimiz gibi Türkiye’nin en önemli siyasi sorundur.
Türk Burjuvazisi, bu sorunu doğası gereği çözemez. Zaten dünyada da durum
böyledir. Hiçbir egemen sömürücü sınıf,
kendi sömürü alanı içindeki böyle bir ulusal
sorunu çözmez. Sınıf çıkarları buna elvermez.
Bugüne dek görülen ve sayısı 19’u bulan belli başlı Kürt İsyanları da sorunu çözecek eylem gücünü ortaya koyamamıştır.
Bu nedenle Kürt Sorunu bu zamana kadar
çözülememiştir. Fakat çözülememiş olması
onun önemini hafifletmemiştir, tersine ağırlaştırmıştır.
AB-D Emperyalistleri, dünyanın her
bölgesine çeşitli bahaneler yaratarak el atmayı ve oralardaki sömürü çarklarını, siyasi ilişkiler ve askercil güçleriyle güvence
altında tutmayı pek isterler. Tabiî siyasi ilişkileri kurabilmek ve askercil güçlerini orada bulundurabilmek için o bölgelerdeki yerel güçlerle sıkı bağlar kurmak yani oralarda kendilerine bağımlı yerel güçler bulmaları gerekir. Bunu başarabilmek için de oralardaki, böyle çözüm bekleyen sorunlara el
atmak ve sureti haktan görünerek, arabulucu, zayıfın, mazlumun koruyucusu rollerine
bürünmeyi pek severler. Yani “Kırmızı
Başlıklı Kız” masalındaki Kurt rolünü çok
beceriklice oynarlar… Çünkü İblisçe niyetlerini gerçekleştirebilmeleri için böyle rollere girmeleri gerekir. Bu haydutlar sürüsünün (AB-D’nin), bu çakal devletler birliğinin, bu rollerini oynayabilmeleri için kullandıkları kavramların başında, “Özgürlük,
insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü” gibi dünya halklarınca saygı gören kavramlar gelir. Bu kavramların en büyük katilleri olan bu alçaklar sürüsü, tam İblis rolü oynayarak; bunların savunucusu maskesini takınır.
AB-D Emperyalistleri işte bu oyunlarından birini daha oynamaktadırlar, Kürt Sorunu’na el atarak…
AB-D Emperyalistleri, bu sorunu ellerine almakla birden çok kazanç elde edeceklerdir.
Birincisi: Kendilerine bağımlı-uyduları
durumunda bir kukla Kürt Devleti oluşturacaklardır.
İkincisi: AB-D Emperyalistleri, daha
önceki yazı ve konuşmalarımızda ortaya
koyduğumuz belgelerle de kanıtladığımız
gibi, dünyayı “bin ülkeli bir dünya” ya da
“minik şehir devletlerinden (devletçiklerden) oluşmuş bir dünya” haline getirmek istemektedirler. Bunu projelendirmiş
bulunmaktadırlar. Yine kanıtlarıyla ortaya
konduğu gibi bu proje uyarınca, Ortadoğu
ve Asya’da 22 devletin sınırlarını yeniden
belirlemek istemektedir AB-D Emperyalistleri, BOP ya da “Kuzey Afrika ve Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” kapsamında… Zaten Bush’un Dışişleri Bakanı Condeleezza Rice’ın da, İsrail’in Lübnan işgali
sırasında
söylediği;
“Yeni
bir
Ortadoğu’nun zamanı geldi” sözü, onla-
rın bu niyetinin açık, kesin ve resmi ifadesidir.
Yine bilindiği gibi, ABD Ordu Dergisi’nde yayımlanan ve NATO kolejlerinde
ders olarak işlenen “Harita” da; bu parçalanışlardan ya da oluşturulan bu yeni haritadan Türkiye’nin de payına düşen darbeyi
alacağı aynı kesinlikte ve resmiyette ortaya
konmuş bulunmaktadır. Yani Türkiye, en az
üç parçaya bölünmektedir bu projede.
AB-D Emperyalistleri, Kürt Meselesi’ni
kullanarak bu amaçlarına da ulaşmak istemektedirler.
AB-D’nin, dikkat edersek, bu meseleyle
birlikte (aynı parallelikte) eline aldığı bir
mesele daha vardır: Ermeni Meselesi…
Bu Mesele, Ekim Devrimi’nin önderleriyle, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları tarafından, bundan doksan yıl kadar
önce, her iki halkın da yararına olacak şekilde çözülmüştü. Halklar arasındaki düşmanlık da sona erdirilmişti. Fakat emperyalistler ve bugünkü Burjuva Ermenistan bu
Mesele’yi yeniden yaratmış bulunmaktadır.
Çünkü onlar, halklar arasında düşmanlığın
olmamasından rahatsız olurlar. Bir bahane
yaratıp halkları yeniden birbirine düşürürler
ve araya düşmanlık sokarlar. Çıkarları onu
gerektirir. İşte bu sebepten AB-D Emperyalistleri, bizim yerli uşaklara bir de “Ermeni Açılımı” yaptırtmaktadırlar.
AB-D Emperyalist Haydut Devletleri,
bu “Açılım”ı yaptırtmakla üç yönlü kazanç
elde edeceklerdir.
1- Türkiye’nin Yeni Sevr’e götürülüşünde yol almış olacaklardır.
2- Şu anda, bugünün Emperyalist Rusya’sıyla da sıcak ilişkiler içinde bulunan Ermenistan’ı, Rusya’dan biraz daha uzaklaştırmış ve kendi saflarına daha da yakınlaştırmış olacaklardır. AB-D, Ermenistan’ı da
Gürcistan gibi kendi saflarına kesince dahil
etmek istemektedir. Giderek de Ermenistan’ı, Kürdistan’dan sonra ya da onun ardından veya onunla aynı süreçte üçüncü bir
İsrail yapmak-İsrail’e dönüştürmek iste-
B. Obama-A. Türk
mektedir.
3- AB-D Emperyalistleri, hizmetkarları
Tayyipgiller’e bu “Açılım”ı yaptırtmakla
Türkiye’yle başta Azerbaycan olmak üzere
diğer Türk Cumhuriyetleri arasındaki gönül
bağına korkunç bir darbe indirmiş oldular.
Bu darbenin yarattığı onarılması zor tahribatı, görmek isteyen, gerçeğe saygısı olan
herkes görmüş bulunmaktadır. Bildiğimiz
gibi 150 yıldan beri AB-D Emperyalistlerinin Türklerle ilgili olarak en istemedikleri,
gerçekleşmesinden korktukları, bu nedenle
de bütün güçleriyle, en aşağılık planlarla
engellemeye çalıştıkları şey, Anadolu Türkleriyle, Ortadoğu ve Orta Asya Türklerinin
tek siyasi yapı ya da ülke olarak birleşmesidir. Emperyalistlerin bu niyetlerini ortaya
koyan belgeleri daha önceki yazılarımızda
aktardığımız için burada onların varlığından söz etmekle yetineceğiz.
AB-D Emperyalistleri, bunlarla yetinmemektedir, bilindiği gibi: Kıbrıs’ın da
Rumlara, sonunda da Yunanistan’a, devrini
istemektedir, Türkiye’den, daha doğrusu
satılmış Parababalarından ve onların hizmetindeki siyasilerden. Fener Rum Patrikhanesi’nin Ekümenik (Evrensel) olduğunu ve bu statünün Türkiye tarafından da
tanınmasını istemektedir. Heybeliada
Ruhban Okulu’nun açılmasını istemektedir.
Ve Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mızın Önderi Mustafa Kemal’e sövmenin, her türden hakaret etmenin serbest
bırakılmasını istemektedirler yine son AB
“İlerleme Rapor”larında. Ve de “Ergenekon Davası” adı altında; Antiemperyalist,
Laik, Mustafa Kemalci, Yurtsever güçlere
karşı başlatılan şeytani saldırının bütün şiddetiyle sürdürülmesini istemektedirler.
Bütün bu talepler, Türkiye’yi çözmeyi
ve Mütareke günlerine döndürmeyi yani
Yeni Sevr’i kabul ettirmeyi, uygulamayı
amaçlamaktadır.
Batılı sömürgenler, 1071’den bu yana
hep aynı amaç peşinde koşmuşlardır: Türkleri geldikleri yere-Asya’ya geri döndürmek… Özellikle Osmanlı’nın 600 yıl Avrupa’da kalmasını hazmedemediler. O nedenle Batılı Parababalarındaki Türk düşmanlığı asla son bulmaz…
Çanakkale’de ve Birinci Milli Kurtuluş’ta uğradıkları hüsranın ne yapıp edip intikamını almak ve Türkiye’yi Yeni Sevr’e
götürmek istiyorlar.
“İlerleme Raporları”yla bizim satılmış
siyasilere, hep aynı şeyi dayatıyorlar. Yeni
Sevr’e giden yolun taşlarını döşetiyorlar.
Birinci Kuvayimilliye’ymiş, Mustafa Kemal’miş, O’nun Tam Bağımsızlık ilkesiymiş, Yurtseverlikmiş, Laiklikmiş, bunlara
boş verin, diyorlar. Globalleşme çağında
bunların modası geçti, diyorlar… Siz bizim
“Raporlarda” belirttiğimiz ev ödevlerini
yapmaya bakın, diyorlar. Ve bu arada da
Ren Geyikleri (Lost Lagendijk-Olli Rehn)
ikide birde Türkiye’ye gelip bizim satılmışları yerinde denetliyor ve onların kulaklarını çekiyor…
Özetlersek, Yeni Sevr’e giden yolun
üzerindeki bütün kaleleri yıkmalarını, bütün engelleri kaldırmalarını ve yolun çerden
çöpten temizleyip tertemiz etmelerini istiyorlar bizim yerli hain siyasilerden. O siyasilerin bugünkü ekibi olan Tayipgiller’den.
Lost Lagendijk
“Kürt Açılımı” da işte bu kapsamdaki
AB-D taleplerindendir. Bu “Açılımı”n arkasında AB-D’nin olduğunu, bu işte görev
alan DTP’li Sakık açık olarak ifade etmiştir:
“Sıkılan yumruklar açılmıştır. Kürt
açılımı sürecinde uluslararası dinamiklerin katkısı yadsınamaz. Dilerdik ki, bu
açılım tümüyle iç dinamiklerle olsun.
Ama ne yapalım ki, bu da bizim gerçekliğimiz.” (Hürriyet, 8 Ağustos 2009)
Yine aynı tarihli Akşam gazetesinde,
ABD Ankara Büyükelçisi James J. Jeffrey’in “Utku Çakıröz’e verdiği röportaj da
yer alıyordu. Başlık, J. Jeffrey’in “Sorunsuz
Türkiye dünyayı etkiler” cümlesiydi. Şöyle
diyordu
ABD
Büyükelçisi,
Utku
Çakıröz’ün, “Kürt açılımında ABD’nin katkısı oldu mu?” şeklindeki sorusuna karşılık
olarak:
“Bu kesinlikle bir Amerikan planı
değil. Tabii ki kendi fikirlerimiz var yıllar boyunca bunu Türk hükümetleriyle
paylaştık” (agy)
ABD Elçisi tabiî, “bu Amerikan planıdır” demeyecek. Öyle bir şey demesi için
ABD emperyalizminin temsilcisi olmaması
ve namuslu olması gerekir. Fakat ikinci
cümlede gerçeği yani planın ABD’nin
önerdiği daha doğrusu emrettiği şeylerden
oluştuğunu dolambaçlı biçimde de olsa itiraf ediyor. Kaldı ki B. Obama, Türkiye ziyaretinde bu yöndeki emirleri verdi. Bunlar
basında da yer aldı. Tabiî AB-D Emperyalistleri, bu planların ardındaki nihaî hedeflerini söylemeyeceklerdir. Yeni Sevr olan
bu alçakça niyetlerini hep özenle gizleyeceklerdir. Böyle yapmazlarsa oyunlarını
sürdüremezler. Oyunlarının doğası nihai
sonucun gizlenmesini gerektirir…
Kaldı ki, planın içeriği tüm ayrıntılarıyla “ABD düşünce kuruluşları” ve oradaki
CIA ideologları tarafından çok önceden
açıklanmıştır. Yalçın Doğan bunu aktardı:
“erede çatışma orada David
“OTUZDA
fazla
gezisi
var
Türkiye’ye. 1991’den bu yana. Ve elbette
ve pek tabii ki, Güneydoğuya da.
“Profesör
David
L.
Phillips
Türkiye’ye geldiği zaman, Ankara kendisine kucak açıyor. Örneğin, 2007’de
geldiğinde, randevularını Dışişleri Bakanlığı ayarlıyor. Kendi ifadesiyle, bu
randevular sonucu yaptığı görüşmelere
güvenlik elemanları ile istihbaratçılar dahil.
“Özel işi, çatışmalarda uzlaşma formülü bulmak. Çeşitli Amerikan üniversitelerinde bu konuda (conflict resolution) dersler veriyor. Birleşmiş Milletler ve
ABD Dışişleri Bakanlığında danışmanlık
yürütüyor. orveç’te Barış Araştırma
Enstitüsü ya da insan hakları vakıflarında görev üstleniyor.
“Çatışma mı var, bu profesör hemen
orada bitiyor. Örneğin Türkiye ile Ermenistan arasında İsviçre’de yapılan görüşmelere de katılıyor, Kuzey Kore-Güney
Kore Uzlaşma Komitesine de.
“HAİ ŞU RAPOR
“David L. Phillips Kürt sorunu ile ilgili şu tartışmalı raporu yazan kişi.
“Hani, MHP’nin AKP’yi suçladığı rapor, “Kürt açılımında Amerikan parmağı
var” iddiasını ortaya atmasına neden
olan raporun sahibi. Hani, o suçlamalar
nedeniyle, Tayyip Erdoğan’ın Devlet Bahçeli’yi mahkemeye vermesine neden olan
rapor.
“Phillips Amerikan yönetimleriyle sıkı işbirliği içinde. Üstlendiği görevlerde
oynadığı rol, o işbirliği ve destek sayesinde. Yoksa, tek başına akademisyen oluşu,
yetmeyebilir.
“Phillips Türkiye’ye boşuna gelmiyor.
Yirmi yıldır Kürt sorunu üzerinde çalışıyor. Türkiye, Kürtler, bölge ve PKK üzerine.
“Washington’daki son toplantı sonrasında hazırlanan rapor, bu çalışmaların
ürünü. orveç de katılıyor o toplantıya.
“2007 RAPORU
“David L. Phillips’in son günlerde
tartışılan raporu dışında, bir de şu ana
kadar Türkiye’de bilinmeyen bir başka
raporu daha var.
“15 Ekim 2007 tarihini taşıyan rapor
“PKK’nın Silahtan Arındırılması, Eylemine Son Vermesi ve Sisteme Dahil Edilmesi” başlığını taşıyor. (Disarming, Demobilizing and Reintegrating The Kurdistan Worker’s Party).
“Dipnotlarıyla birlikte, 38 sayfalık rapor, ilginç biçimde günümüzde tartışılan
önerileri içeriyor.
“Örneğin, PKK’lıların Mahmur
Kampına taşınması. Bu taşınma ve ateşkeste Barzani ile Talabani’nin önemli rolü olabileceği belirtiliyor.
“AF ŞART
“Raporun en iddialı bölümlerinden
biri şu:
“Sorunu savaşarak çözmek mümkün
değil. Önce PKK, barışı isteğini bildirecek,
ardından Türkiye PKK’ya af ilan edecek.
Af olmadan, Türkiye’nin PKK sorununu
David L. Phillips
çözmesi mümkün değil. Türkiye’nin genel
af konusunda geleneği var, ama iş PKK’ya
gelince, anlaşmazlık çıkıyor.
“(...) Türkiye PKK ile görüşmeyi reddediyor. Bu durumda bir arabulucu gerek.
DTP bu arabulucu rolünü üstlenebilir”.
(Anılan rapor, s.8).
“Benzer biçimde Amerika’nın da rol
oynayabileceği ve Türkiye ile ilişkilerini
arttırması gerektiği vurgulanıyor.
“Phillips’e göre, PKK’nın yıllık geliri
bir ara 500 milyon dolar. 2005’te 150 milyon dolar. (s.12).
“Derin devlet analizlerinden toprak
reformuna, köye dönüş programından
ekonomik yatırımlara, Kuzey Irak yönetimi ile iyi ilişkiler kurmaktan Kürtlere
kültürel haklar tanınmasına kadar, günümüzde tartışılan ne varsa, Phillips’te o
var. Aslında, bunların hiç biri yeni değil.
“Bu raporun tarihi 2007.” (Hürriyet, 2
Eylül 2009)
Görüldüğü gibi ABD’li ideolog, bu
“Açılım”ın içeriğini 2 yıl önceden netçe belirlemiş. Ve planın uygulanma vakti şimdi
gelmiş…
Aslında bu içerik, çok önceleri, İkinci
Körfez Savaşı ve Irak’ın işgali günlerinde,
o zaman ABD Dışişleri Bakanı olan Colin
Powell 2 Nisan 2003’te Türkiye’ye geldiğinde, o zaman Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül’le yaptıkları bir gizli anlaşmada
kayıt altına alınmıştı.
Colin Powell geçenlerde de Türkiye’ye
geldi ve yaptığı konuşmalarda, “Kürt Açılımı”nı savundu. ABD eski Dışişleri Bakanı’dır Colin Powell. Yine bildiğimiz gibi
ABD’de eski başkanlar, dışişleri, savunma
bakanları ve diğer önemli bakan ve bürokratlar, resmi görevleri sona erip emekli olduktan sonra da görev yapmaya devam
ederler. CIA’nın, Pentagon’un emrinde illegal görevlerini sürdürürler. C. Powell da bu
türden görevlilerdendir. Şimdi konuya ilişkin haberi okuyalım:
“Türkiye İş Kadınları Derneği (TİKAD) tarafından düzenlenen “Anneler
Teröre Karşı” konferansında bir konuşma yapan Powell, bir soru üzerine Türkiye’nin terörle mücadelesi ve yürütülen
“Demokratik Açılım” sürecinin bölge
açısından sonuçlarına ilişkin görüşlerini
de aktardı.
“(…)
“Bunun uzun zaman alacağını dile getiren Powell, Türk Hükümetine ve sürece katılan herkese destek verdiğini vurguladı.
“Powell, “Doğru araç kombinasyonları kullanılırsa başarılı olacağını düşünüyorum. Eğer başarılı olursa sadece
dünyanın bu kısmına değil tamamına etki edecektir. Dünya çapında ekonomik
durumu olumlu etkileyecektir. Kaynak
dağılımı da bu şekilde etkilenecektir. Bu
işin tarihi boyutu da var. Umalım ki başarılı olsun” değerlendirmesinde bulundu.” (CNN TÜRK. COM)
Görüldüğü gibi ABD, başkanından, uzmanlarına ve eski bakanlarına kadar açıktan
bu “Açılım”ın içindedir. Daha doğrusu bir
numaralı organizatörüdür.
AB sözcülerinin de sürecin içinde olduklarını her gün medyadan izlemekteyiz.
Colin Powell aynı konuşmasında “Ermeni Açılımı”nı da desteklediğini açıkça
belirtir:
“Powell, Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan protokolle bölgede son
yıllarda yaşanan çatışmaların da çözüleceğini düşündüğünü ifade etti.” (agy)
Bu gerçeği, Parababaları düzeninin ve
Tayyipgillerin, son yıllarda medyadaki en
paçavra hizmetkârlarından Star Gazetesi
yazarı Şamil Tayyar bile açıkça itiraf ediyor. Şöyle diyor 03.08.2009 tarihli Star’daki yazısında:
“2011 yılı sonuna kadar Irak’tan çekilmeyi planlayan ABD, Kuzey Irak’taki
Kürt Devleti’ne hayat vermek ve o bölgedeki petrolün kontrolünü sağlamak
için Türkiye’ye her zamankinden daha
muhtaç durumda. ABD’nin abucco’ya
desteği, Avrupa’yı da bir yönüyle sürece
dahil etme planının parçasıdır. Bölgedeki
diğer güçlü aktörler Rusya ve İran ise
ABD için en büyük tehdittir.
“Yıllardır PKK kartını “diplomatik
enstrüman” olarak kullanan ABD, artık
bölgenin terörden arındırılmasını, küresel hesapları adına daha uygun buluyor.
Abdullah “Öcalan’ın teslimi de Talabani
ve Barzani’nin önünü açma projesiydi.
“Şimdi kartlar yeniden dağıtılıyor.
Her ülkenin hesabı olabilir, önemli olan
Türkiye’nin hesabı. Yeni bölgesel düzende nasıl konuşlanmak istiyor? Buna karar verecek. Gelişmeler, kararını verdiği
yönünde.” (agy)
ABD, 2011’de Irak’tan çekilecek.
Irak’ta istediği gibi bir zafer kazanamayacağını kesince anladı. Rezil olmadan çekilmenin derdinde. Obama’yla birlikte ağırlık
verdiği bölge Orta Asya. Orada hakimiyet
kurabilmek için de öncelikle Taliban’ı ve El
Kaide’yi etkisizleştirmesi gerektiğini düşünmekte. O nedenle de bu İslami güçlerle
savaşa ağırlık vermektedir. Bu nedenle
Irak’tan paçasını kurtarmak istemektedir.
Bunu yaparken de öncelikle Irak’ta yarattığı Amerikancı kukla Kürt Devleti’nin geleceğini güvenceye almayı düşünmektedir.
Bunun için de Türkiye’yle bu devletin arasındaki sorunları çözmeyi ve Türkiye’yi bu
kukla devletin müttefiki yapmayı amaçlamaktadır.
Türkiye yıllar önce böyle bir devletin
varlığını kabul etmem, bunu savaş nedeni
sayarım, diyordu. AB-D, Türkiye’ye süreç
içinde kerte kerte bu devleti yedirdi-hazmettirdi… Gelinen aşamada ABD, bu konuda, amacına tam anlamıyla ulaşmış bulunmaktadır.
ABD, Irak’tan çekildikten sonra, ortalama 18 yıldır, koruyucu kalkanlığını yaptığı
PKK, o kalkandan yoksun kalacaktır. Bu da
PKK’nin savaş gücünün büyük ölçüde yitirilmesine yol açacaktır. İşte bu nedenden
dolayı ABD, PKK’yi de dönüştürmek ve
doğacak yeni duruma adaptasyonunu sağlamak istemektedir. Bu da PKK’yi savaştan
uzaklaştırmak ve mücadelesini siyasal zemine kaydırmakla mümkün olacaktır.
PKK’nin silahlı savaşı durdurduktan sonra,
7
Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009
çok etkili bir siyasi güç olabilmesi için de
bugünden bazı siyasi, kültürel kazanımlar
elde etmesi gerekmektedir. Şimdi AB-D tarafından hazırlanan ve Tayyipgiller tarafından sahnelenen “Kürt Açılımı”, “Demokrasi Açılımı”, “Milli Birlik Projesi” gibi adlarla sahnelenen oyun AB-D’nin bu yukarıda andığımız hedeflerine ulaşmasını amaçlamaktadır. Unutmayalım ki bugünkü silahlı mücadele yürüten PKK gibi, yarın silah
kullanmadan siyasi mücadele yapan PKK
de Amerikancı ve AB’ci olacaktır. PKK,
artık tam anlamıyla burjuva anlayışa sahip
AB-D’ci bir harekettir… Hatırlayalım A.
Öcalan, ABD’nin kucağında dincilik oynayan Fethullah Gülen’e övgüler düzebilmektedir. Yani PKK antiemperyalist olmadığı
gibi, antifeodal da değildir… Zaten
ABD’nin hizmetine-emrine silahlı gerillalarını vermeyi teklif eden, Obama’ya kutlama mesajları gönderen, ABD’nin soruna
daha aktif olarak katılmasını talep eden de
onlardır. Bildiğimiz gibi DTP de aynı çizgide-anlayıştadır…
ABD bir yandan böyle projeler üretir ve
uygulatırken diğer yandan da Kandil’deki
PKK yöneticilerini Murat Karayılan başta
olmak üzere uyuşturucu kaçakçılığını yöneten şebeke lideri olarak suçlamaktadır.
Böylece süreç içinde PKK’yi, bugünkü önderlerinden ayırmayı ve Barzani önderliği
altında yeniden biçimlendirmeyi amaçladığının bir işaretini daha vermiş olmaktadır.
Zaten 1999’da, A. Öcalan’ı Kenya’da yakalayıp Türkiye’ye teslim etmesi de, yukarıda Şamil Tayyar’ın da işaret ettiği gibi Talabani ve Barzani’nin, önünün açılmasını
sağlamayı amaçlıyordu. Hep söylediğimiz
gibi, ABD’nin gönlünde yatan Kürt önderi
Mesut Barzani’dir. İleride yaratmayı hedeflediği, Türkiye Kürdistanı’nı da içine alan
Amerikancı, İsrail benzeri bir Kürt Devleti’nin başına M. Barzani’yi getirmeyi düşünmektedir. Tabiî Barzani’nin yanına Türkiye’den Osman Baydemir benzeri birkaç
kişiyi de dahil edebilir…
Bu tür açılımların biri veya birkaçıyla
Kürt Sorunu çözülmez. Böylelerinin belki
onuyla belki de çok daha fazlasıyla bir yere
varılabilir: Bu burjuva çözümdür… Ve kesinkes Türkiye’nin parçalanmasını beraberinde getirir. Tabiî en az üç parçaya… Dikkat edersek AB-D Emperyalistleri, “Kürt
Açılımı”yla “Ermeni Açılımı”nı atbaşı beraber uygulatıyor Tayyipgiller Hükümetine… İşin bu şekilde sonuçlanması, hiç kuşkunuz olmasın, yine hep söylediğimiz gibi
S. Sakık-A. Gül
Türk, Kürt ve Ermeni Halklarının kanlı boğazlaşmasını da beraberinde getirecektir…
Fakat yine hep söylediğimiz gibi AB-D hep
böyle sonuçlar görmek ister. Böylesi cehennemler onlara bayram ettirir…
Devrimci Çözüm
Burjuva çözüm Amerikancı, burjuva
düzenini savunan PKK, DTP ve AKP tarafından savunulmakta ve yürütülmektedir.
Yarın iktidara başka bir burjuva partisi gelse o da AKP gibi sürecin uygulayıcılarından olacaktır. Bilindiği gibi AB-D Emperyalistleri, Türkiye’de her istedikleri burjuva
partisini iktidara taşıyabilir ve orada ona istediğini yaptırabilir. Yapmayan iktidardan
tekerlenir… Hatırlayalım ki, geçen seçim
meydanlarında elinde urganla dolaşan, kürsülerde bağıran Devlet Bahçeli, Tayyipgiller öncesinde, hükümeti oluşturan koalisyon ortaklarındandı ve bu hükümet, A.
Öcalan’ın idam kararını kaldıran hükümettir. Kontrgerilla’nın özel örgütü MHP, bu
karara Meclis’te, tabanından çekindiği için
oy vermemiştir. Fakat idam kararının kaldırılmasına da içeren Anayasa Değişikliği
Paketi Meclis Adalet Komisyonu’nda görüşülürken orada yer alan 5 MHP Milletvekili çekimser oy kullanarak idam kararını kaldıran yasa tasarısının Meclis’e gitmesini
sağlamıştır.
Biraz açalım: Bu Anayasa Değişiklik
Paketi, Adalet Komisyonu’na geldiğinde,
AKP Milletvekili Ramazan Toprak, idam
cezasının kaldırılmasını içeren teklifin paketten çıkarılmasını yani idam cezasının
kaldırılmamasını önermiştir. Bu öneri Komisyon’da tartışılmış ve 7’ye karşı 10 oyla
reddedilmiştir. Böylece de idamın kaldırılmasını içeren tasarı Meclis’e gönderilmiştir. Eğer bu oylamada çekimser oy kullanan
5 MHP Milletvekili AKP önerisinin kabulüne dair oy kullansalardı 10’a karşı 12 oyla idam cezasını kaldırmayı içeren teklif
paketten çıkarılacak, böylece de konuya
ilişkin Anayasa Değişikliği yapılamayacaktı. İdam cezası sürecekti. AKP Milletvekilleri, Komisyon tartışmaları sırasında verilen arada, Devlet Bahçeli’nin MHP Milletvekillerini odasına çağırdığını ve onlarla 1
saat 15 dakika görüşerek onlara idamın kaldırılmasını içeren yasa tasarısı lehinde oy
kullanmalarını kabul ettirdiğini söylemişlerdir. MHP Milletvekillerinin, Bahçeli’nin
odasından çıktıktan sonra yüzleri kıpkırmızı bir halde Komisyona girdiklerini ve idamın kaldırılmasını sağlayacak yönde daha
doğrusu çekimser kalarak idamın kaldırılmasını içeren yasa teklifinin Meclis’e gitmesini sağlama yönünde oy kullandıklarını
söylemişlerdir.
Ayrıca da idam kararının kaldırılmasından önce, 12 Ocak 2000 tarihinde başbakanlıkta Bülent Ecevit’in başbakanlığı altında koalisyonu oluşturan ANAP Genel
Başkanı Mesut Yılmaz ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli yedi saat süren bir toplantı yapmışlardır. Bu toplantıda konu,
idam cezasına mahkûm olan A. Öcalan’ın
Küba Komünist Partisi Merkez Komitesi’ne;
Halkların Kurtuluş Mücadelesinde Düşenler Ölümsüzdürler!
Yoldaşlar;
Fidel, Raul, Che ve Camilo Yoldaşlar’ın en yakın
Küba, “Devrimin komutan”larından Juan Almeida mücadele arkadaşlarından, “Devrimin Komutanı” unvaBosque’yi yitirdi.
nına sahip Juan Almeida Bosque Yoldaş, 82 yıllık yaşaYalnızca Küba mı?
mında karartmadı sol memesinin altındaki cevahiri. O
Fidel Yoldaş’ın deyimiyle “insanlığın tek bir aile” cevahir ki, her zaman insanlığın tek bir sosyalist aile olmaolması mücadelesi veren tüm devrimciler büyük bir komu- sı için çarptı. O cevahir ki, hep yoldaşları için, halklar için
tanını yitirdi. O yüzden acınız büyük, o yüzden acımız çarptı. Ve o cevahir ki insanlığın başına gelen bütün kötübüyük.
lüklerin anası ABD ve AB Emperyalistlerine karşı kinle
Ama biz devrimciler biliriz ki; İnsanlığın kurtuluş doldu. O cevahir, insanlık düşmanlarının yok olması için
mücadelesinde düşenler sadece bedence aramızdan ayrılır- çarptı. O cevahir artık çarpmıyor. Ama o cevahir arkasında
lar. İnsanlığın kurtuluş mücadelesine tüm yaşamlarını ada- milyonlarca çarpan cevahir bırakarak ayrıldı aramızdan.
yanlar, insanlığın gönlünde ölümsüzleşirler. Bedence ara- Ne mutlu Almeida Yoldaş’a.
mızdan ayrıldıklarında bile insanlığa yol göstermeye, ışık
Almeida Yoldaş, 1953 yılında Batista diktatörlüğüne
olmaya devam ederler.
karşı Moncada Kışlası baskınına katılarak, ülkede silahlı
Köle sahiplerine başkaldıran ve
mücadeleyi başlatan Fidel Yoldaş’ın
egemenlere başkaldırının simgesi
silah arkadaşlarındandı. Saldırıya
haline gelen Spartaküs’ün unutulkatılan 173 kişiden 72’si çıkan çatışmadığı gibi;
mada şehit oldu. Bu yıldırmadı
İnsanlığın Kurtuluş Biliminin
Almeida Yoldaş’ı, aynı kararlılıkla
Kurucuları Marks-Engels Ustalar;
onurlu mücadelesine devam etti.
Bilimi ete kemiğe büründüren
Tarihe kahraman olarak geçen tüm
Devrimler Kartalı Lenin Usta;
devrimcilerin yaptığı gibi… Türkiye
Marks Usta’nın vasiyetine uyaDevriminin Önderi Hikmet Kıvılrak Bilimsel Sosyalizmi, üzerinde
cımlı’nın “Görev yapmada vuryaşadığımız ülke koşullarına uyarlamak da vardır, vurulmak da...
yan Türkiye Devrimi’nin Önderi
Hepsi vız geldi ve de gelmelidir.”
Kıvılcımlı Usta’nın unutulmadığı
dediği ve gösterdiği gibi, vurmayı da
gibi;
vurulmayı da göze alarak atıldı
AB-D Emperyalistlerine karşı
mücadeleye. Yılmadı. Geri durmadı.
nerede bir mücadele yükseliyorsa
Hep en önlerde yer aldı. Taviz verorada olan Kahraman Gerilla Che
medi, uğruna yaşamını adadığı SosGuevara’nın unutulmadığı gibi;
yalizm Mücadelesinden.
Kübalı eski gerilla ve ülkenin en
Bütün insanlar insan olarak
güçlü devrimci kişiliklerinden
doğar, ancak insan olarak ölmezler.
Juan Almeida Bosque Yoldaş
Wilma Espin Yoldaş’ın unutulmadıBir kısmı kendi bencil çıkarları için,
ğı gibi, Almeida Yoldaş da unutulmayacak…
mal-mülk, şan-şöhret için insancıl değerlerden uzaklaşırKübalı Yoldaşlar, Juan Almeida Bosque Yoldaş’ın “ile- lar. Sonuçta insanlıktan çıkmış, adeta hayvanlaşmış olarak
lebet halkının yüreğinde ve zihninde yaşayacağı”nı ölürler.
açıkladılar.
Bazıları da Almeida Yoldaş gibi son nefeslerine kadar
Sadece kendi halkının mı?
insanlığın kurtuluşu, insancıl değerlerin yüceltilmesi için
Hayır. Almeida Yoldaş; anısıyla, mücadelesiyle ve mücadele ederler. Yani insan olarak geldikleri dünyadan
onurlu yaşamıyla tüm halklara yol göstermeye, insanlığın insan olarak giderler sonsuzluğa.
kurtuluş yoluna ışık olmaya, o yolları aydınlatmaya devam
İnsanlığın kurtuluş mücadelesinde düşenler ölümsüzedecek.
dürler. Bu nedenle, Küba Devrimi’nin Komutanlarından
Komünist Şairimiz azım Hikmet bir şiirinde:
Almeida Yoldaş ölümsüzdür!
Küba Halkının ve Dünya Halklarının kavgasında, yüreYani içerde on yıl, on beş yıl,
ğinde sonsuza kadar yaşayacaktır!
Daha da fazla hatta
Tüm gerçek devrimcilerin başı sağ olsun.
Geçirilmez değil,
14 Ağustos 2009
Geçirilir,
Kararmasın yeter ki
Halkın Kurtuluş Partisi
Sol memenin altındaki cevahir!” der.
Merkez Komitesi
idamının engellenmesiydi. Bu üç Koalisyon lideri tartışma sonunda, ABD’ye verdikleri A. Öcalan’ı idam etmeyecekleri yönündeki sözlerini bir mutabakat metniyle
imza altına almışlar ve karara dönüştürmüşlerdir. Böylece de idam kararını Meclis’e göndermeyerek Başbakanlıkta bekletmeye almışlardır. Tabiî bu arada da idam
cezasının kaldırılması yönünde Anayasa
değişikliği yapma hazırlıklarına başlamışlardır. Onu da sonuçlandırarak idam cezasını tümden kaldırmışlardır. Yani Devlet
Bahçeli de Koalisyon ortağı olarak iktidarda olduğu dönemde ABD’nin emirlerini iktisadi planda olduğu gibi siyasi planda da
harfiyen yerine getirmiştir.
Demek istediğimiz, Parababaları partilerinin tümü ABD uşağıdır, ABD hizmetindedir, ABD’nin bir dediğini iki edemezler.
Bir yanlış anlamaya yer vermemek için
konunun şu yönüne de değinmemiz gerekir: Bizim yukarıdaki anlatımımızdan siyasi konularda idam cezasına taraftar olduğumuz gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Biz,
Parti Programı’mızda da belirttiğimiz gibi,
idam cezasını yalnızca ağır cinsel suçlarda
savunmaktayız. Onun dışındaki alanlarda
işlenen suçlarda idam cezasına karşıyız.
Yukarıda Abdullah Öcalan’ın idam cezasının kaldırılması konusunda MHP’nin
tutumunu göz önüne sermek; onun ne denli
ABD uşağı olduğunu ve ABD’nin emirleri
dışında davranamayacağını göstermek istedik. Yoksa A. Öcalan’ın idamından yanaymışız gibi bir anlam kesinlikle çıkarılmamalıdır.
Bizim devrimci çözümümüz, biz gerçek
devrimcilerin, gerçek devrimci bir Kürt Hareketiyle kardeşçe ittifakının yürüteceği
Antiemperyalist, Antifeodal ve Antişovenist bir mücadelenin yani Demokratik Halk
Devriminin zafer kazanmasıyla oluşacak
Demokratik Halk İktidarı tarafından gerçekleştirilecektir. Bu Halkların kardeşliği,
eşitliği, özgürlüğü ve Kürt Halkının gönüllü birliği üzerinde inşa edilecektir. Bunun
adı yine hep söylediğimiz gibi: Edirne’den
Çin sınırına dek uzanan geniş bir coğrafya-
D. Bahçeli
yı kapsayan Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti
olacaktır. ABD, AB ve Rus Emperyalistlerinin saldırganlıklarına ve bölgeye hakim
olma isteklerine, planlarına karşı, aşılmaz,
sarsılmaz bir set, bir kale oluşturacaktır.
Tüm emperyalist güçleri bu devasa alandan
kovacaktır… Doğal coğrafyaya dayanan
Yeni Sosyalist Sovyetler Birliği oluşturulacaktır, nihayetinde bu çözüm… Tabiî ilk
aşamada böyle bir büyük birlik olamayacaktır. Ama onun çekirdeğini meydana getirecektir. Yani ilkin Anadolu ve Kürdistan’da kurulacaktır, bu Demokratik Halk
İktidarı… Oradan da Asya’ya yayılarak ve
Türk Cumhuriyetleri’nin tamamını kapsayarak Çin sınırına dayanacaktır… Bu bizim
devrimci ideolojimizdir. Bu anlayışımızı,
bazıları, çok uzak bir hedef, hatta bir hayal
olarak niteleyebilirler… Olabilir… Bu bizim devrimci hedefimizdir. Fakat gerçeklere ve Marksist-Leninist prensiplere dayanan bir hayalimizdir.
Kahraman Gerilla Che diyor ki;
“Herkesin özgürlüğü hayallerinin büyüklüğü kadardır!”
CHE de tüm Latin Amerika Halklarının
birliğini önüne hedef olarak koymuştu…
CHE’nin hayalini de bugün Fidel, Chavez,
Morales önderliğinde savaşan Latin Amerika Halkları savunuyor… Biz inanıyoruz ki
CHE’nin hayali de gerçek olacaktır. Tabiî
bizimki de…
Arçelik’te mücadele: Yeniden! Kazanana kadar!
Baştarafı sayfa 20’de
IMF ve DB talimatlarını birebir
uygulayan AKP iktidarını protesto
ettiler. “IMF-Dünya Bankası Defol, Bu Ülke Bu Halk Satılık Değil” diye haykırdılar.
Sütlüce’de bulunan Arçelik
Genel Müdürlüğü önünde 14
Ekim’de, E 5 Karayolu güzergâhı
üzerinden Boğaz Köprüsü geçilerek, Nakkaştepe’deki Koç Holding
önüne kadar bir yürüyüş olacaktı.
Ama işçilerin sayısının 10 katı polis ablukası yürüyüşe izin vermedi.
Nakkaştepe’de Direnişçileri
bir polis ordusu bekliyordu. Burada bir basın açıklaması yapıldı.
Dönüş yolunda, Boğaz Köprüsüne
çıkan işçiler, “Gün Gelecek Koç
Holding İşçiye Hesap Verecek”
sloganını haykırdılar.
Direnişçi İşçiler Sınıf dayanış-
masını da unutmadılar. The Plaza
Oteli’nde, OLEYİS Sendikasına
üye oldukları için işten atılan, işçi
kardeşlerinin mücadelelerine destek verdiler.
Arçelik ve Koç Holding şunu
çok iyi bilmelidir ki, ya mahkeme
kararına uyacak, işçileri işe başlamasına evet diyecek; ya da 4 ay
boşta geçen süre, 12 ay sendikal
tazminat olmak üzere 16 ay ücret
tutarında tazminat ödemeyi kabul
edecek. Arçelik’in başka bir yolu
yoktur. Nakliyat-İş Sendikası Genel Başkanın söylediği gibi, “Onların bankalarda milyon dolarları olabilir. Karşımıza topla, tüfekle, polisi, panzeriyle gaz ile çıkabilirler. Ama biz de İşçi Sınıfıyız, bizimde örgütlü gücümüz
var. Biz kazanacağız.”
Arçelik İşçisi, mücadelesini,
önderleri öncülüğünde zaferle taçlandıracaklardır.
İşçiyiz Haklıyız
Kazanacağız!
Kurtuluş Partili İşçiler
IMF-DB, İşsizlik Pahalılık Zam Zulüm Demektir!
6
Ekim Salı günü, IMF ve
DB’nin Türkiye’ye gelişi
nedeniyle Türkiye çapında
düzenlenen ortak basın açıklaması, Konya’da; DİSK-KESK
Şubeler Platformu’nca Zafer
Meydanı’nda gerçekleştirildi.
Basın açıklamasına DİSK
bağlı sendikalardan Nakliyat-İş
Sendikası’nın katılımı çok yoğundu. Eyleme; DİSK’e bağlı
Sosyal-İş, Emekli-Sen, KESK’e
bağlı sendikalardan Eğitim-Sen,
Kültür Sanat-Sen, BES, SES katıldı.
Kurtuluş Partisi olarak yo-
ğun bir katılım gerçekleştirdiğimiz eylemde, ÖDP ve Halkevleri’nin de temsilci düzeyinde katıldığı basın açıklamasını DİSK
adına, Konya İl Temsilcisi ve
akliyat-İş Sendikası Bölge
Temsilcisi Ali Özçelik gerçekleştirdi.
Özçelik konuşmasına; “Bu
çağrıyı ülkemizde milyonlarca
işçi ve emekçiyi bağrında bulunduran emek ve meslek örgütleri
adına; emekten ve ülkesinin geleceğinden, bağımsızlıktan, sosyal adaletten, özgürlüklerden
yana ilerici, devrimci, demokrat, sosyalist milyonlar adına
yapıyorum” diye başladı.
“IMF ve Dünya Bankası,
emperyalist zengin ülkelerin az
gelişmiş, gelişmekte olan ülkeleri bir sömürü aracıdır. Bu nedenle IMF ve Dünya Bankası
lağvedilmeli, bugüne kadar ülkeleri sömürerek elde edilen kazançları halklara geri ödemelidir. Bizden aldıklarını geri istiyoruz.” dedi.
Konya’dan
Kurtuluş Partililer
8
Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009
Cumhuriyet Gazetesi’ne Açık Mektup
G
Cumhuriyet Gazetesi
Yönetimine!
azetenizde, Tarhan Temur imzalı,
“Parlamento Dışı Sol ve Kürt Açılımı” başlıklı bir seri yazı yayımlandı. Yazarınız, bu bağlamda, hiçbir eylem
gücü olmayan sözde sol gruplara ve hatta
“çantadaki” partilere bile başvurmakta, onların görüşlerine yer vermektedir.
Tabiî bu tür her durumda olduğu gibi bu
sefer de, biz, atlanmakta, görmezlikten gelinmekte ve yok sayılmaktayız. Bu tutumunuz bizim için artık sıradan olaylardan sayılmaktadır. Ve hiçbir şaşırtıcı tarafı bulunmamaktadır. Çünkü sosyalizm döneği yönetiminiz ve yazarçizer kadrolarınız bizi
düşman bellemektedir.
Burada, yüreği insan ve yurt sevgisiyle
dolu gerçek Mustafa Kemalci, laik, namuslu aydın Oktay Akbal’ı sizlerden ayırdığımızı ve O’na her zaman sevgi ve saygı
duyduğumuzu özellikle belirtmek isteriz…
Başta duayeniniz İlhan Selçuk bize düşmandır.
Sebebi mi?
İ. Selçuk, 12 Mart 1971 öncesi
YÖN’cüydü.
Usta’mız
Hikmet
Kıvılcımlı, Bu dergi (YÖN) çevresinin savunduğu görüşlerin tümünün küçükburjuva hayal dünyası ürünü, hiçbir bilimcil
özelliği olmayan, pratik geçerliliği sıfır
olan sayıklamalardan derleşik olduğunu
matematiksel bir kesinlikle ortaya koyuverdi, “27 Mayıs ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi” adlı eserinde. Eser Ant
Yayınları’ndan çıktı. Sol ortam okudu. Ve
tabiî bu çevrenin ne denli boş ve kof olduğunu görüverdi… Bu zavallılar, kendi yetersizliklerini gösteren Hikmet Kıvılcımlı’ya teşekkür edecekleri yerde, küçükburjuva gururları yüzünden bitmez bir biçimde kin bağladılar. İyi mi ettiler? Kesinlikle
hayır… Böylece de en büyük kötülüğü
kendilerine ettiler: Kendilerini boş ve kof
yaşamaya mahkûm ettiler. Ve öyle de yaşadılar.
İlhan Selçuk, 80’ini çoktan devirdi.
Uzun yıllar dileriz. Fakat 40 yıl önceki kofluğunu, zavallılığını aynen koruyor. Bir arpa boyu yol almış-gelişmiş değil…
1999 seçimleri sonrasında, ABD malı,
Kontrgerilla’nın özel örgütü faşist
MHP’nin zaferini (yüzde 17 oy alarak,
DSP’nin ardından en çok oy alan ikinci
parti olmasını), “erde Hareket Orda
Bereket” başlıklı köşe yazısıyla açıktan
kutlamıştır, selamlamıştır, İlhan Selçuk…
Hem de bu partinin faşist tetikçileri tarafından, 12 Eylül 1980 öncesi alçakça katledilen, Bedrettin Cömert, Ümit Kaftancıoğlu, Muammer Aksoy, Cavit Orhan
Tütengil gibi bu gazetenin yazarları olan
namuslu, yurtsever, antiemperyalist aydınların anılarını ve vatan topraklarını sulayan
kanlarını hiçe sayarak. Her türden siyasi
namusu ve ahlâkı ayaklar altına alarak…
Bu devrim şehitlerine ihanet ederek…
İ. Selçuk’un bu faşist partiyi desteklemesi o günden sonra hep sürmüştür bildiğimiz gibi…
Yine aynı İlhan Selçuk, bir-iki yıl kadar
önce, AB-D Emperyalistlerinin ve uşakları, işbirlikçileri, ortakları olan yerli FinansKapitalistlerin (Parababalarının) bile, kullanım süresi dolduğu için hurdaya çıkardıkları, ölüsü kokmuş Süleyman Demirel’i
laik cephenin başına geçmeye çağırdı. Tabiî laik güçleri de S. Demirel’in önderliği
altında bir araya gelmeye çağırdı.
O Demirel ki: “Bana sağcılar cinayet
işliyor dedirtemezsiniz!” der, 12 Eylül
öncesinde; Abdi İpekçi’ye bir söyleşisinde.
“En çok İmam Hatip Okulunu ben açtım. Doktor, mühendis, avukat bu okullardan yetişse, önce dinini öğrense fena
mı olur?” der yine bir söyleşisinde. Yine
12 Eylül öncesindeki bir konuşmasında,
sanki dine yasak, dindarlara baskı varmış
gibi, “Bu ülkede herkes göğsünü gere gere ben Müslümanım diyebilmedir!” diyerek en aşağılık biçimde din sömürüsü
yapar. Din alıp satar. Yerli-yabancı Parababalarının en kaşar siyasi hizmetkârıdır S.
Demirel; “Dün dündür, bugün bugündür!” diyerek, her türden ilkeden, ahlâkî
siyasi değerden yoksun olduğunu özdeyişlendirir.
1972 baharında, Denizler’in idamının
Meclis’ten geçmesi için Adalet Partisi
(AP) grubunun başında, kan teri dökerek
çalışan ve o çabasını, yani Denizler’in idamını bugün de açıktan savunan
Demirel’dir, o Demirel.
İşte duayeniniz-akıldaneniz İlhan Selçuk bu Demirel’den medet ummaktadır!
İnsan, insanın midesini bulandıran insan sefaleti böyle bir adamı (Adam diyoruz
da bu lafın gelişidir) nasıl savunur? Savunabilmesi için bilmem ki ne olmalı?.. Herhalde İ. Selçuk olmalı…
İ. Selçuk, bu ilkesiz, bilinçten ve mantıktan yoksun davranışlarından dolayı, hatırlanacağı gibi Taha Akyol ve benzerleri
gibi, AB-D hizmetkârı-Yeni Sevrci Cephenin yazarlarınca alaya alınmıştı. Hatta, bugünün Ali Kemalleri olan o sinsi, ne yaptığını çok iyi bilen hainlerin bile acıma duygularını uyandırmıştı. Bu durumlara düşmesine üzüldük, gibi ifadeler belirtmişlerdir…
Böylesine kafa karışıklığı içinde bulunan, bilimden bilinçten yoksun, uzun yazarlık yıllarını tırışkadan nağmeler okuyarak geçiren birinin, Önderimiz Kıvılcımlı’yı ve bizi anlaması tabiî ki mümkün değildir…
Bu nedenle İ. Selçuk ve diğer kıdemli
yöneticileriniz bize karşıdır. Hatta bize
düşmandır.
Tarhan Temur benzeri kadrolarınızsa
silme döneklerden oluşmaktadır. Böyle
Marksizm dönekleri, dönemeçlerinden hemen sonra soluğu Cumhuriyet’te alıyordu
eskiden… Şimdi Aydın Doğan Medyası gibi Parababaları medyasına da doğrudan geçebilmektedirler. Sevgili Şairimiz Can
Yücel, ünlü “Dönmeyenler” adlı şiirinde
bunları “Aydın Doğan Solcuları” diye niteler.
Eskiden böyle değildi. Döneklerin ilk
Ilımlı İslam’ın Kıbrıs Çıkarması
K
ıbrıs üzerine AB-D Emperyalizminin
emelleri hepimizce biliniyor.
Amaç; Kıbrıs adasını AB’ye bağlı, Akdeniz’deki çıkarlarını koruyacakları bir üs;
Ortadoğu’ya gereken müdahaleleri yapabilecekleri bir stratejik mevzi yapmaktır.
Bunu başarabilmenin yolu ise adaya her
yönüyle hâkim olmaktır.
Bunun bir yolu da “Büyük Ortadoğu
Projesi”nin ideolojik silahı olan “Ilımlı İslam”ı, Kıbrıs Türk Halkına kabul ettirmektir.
Bu konudaki girişimlerinden bir tanesi
ve en günceli Kur’an Kurslarının okullara
yerleştirilmesidir. Bu girişime, Kıbrıs
Türk Öğretmenler Sendikası (KTÖS)
şiddetle karşı çıkmış ve çeşitli eylemlerle
bu çalışmayı durdurmuştur. Kurslar da camilerde verilmeye başlanmıştır.
Buna tahammül edemeyen Şeriatçı
odaklar, 25 Ağustos 2009 tarihinde Lefkoşa’da eylem yapmıştır.
26 Ağustos tarihli Milliyet gazetesinin
“KKTC’de yüksek gerilim” başlıklı haberine göre:
“Çoğunluğunu Türkiye’den gelenlerin oluşturduğu Demokratik Haklar ve
İnançlar Platformu, okullarda kurslara
karşı çıkan KTÖS’ı kınamak ve “dini özgürlükleri” savunmak amacıyla dün Lefkoşa’da eylem yaptı. Yaklaşık 400 kişinin
katıldığı eylemde, öğretmenler sendikası,
“sarhoşlar” olarak nitelendi.
“Eylemciler tekbir getirerek KTÖS
binası önünde siyah çelenk
bıraktı. Sendikada bulunan
öğretmenler, tekbir seslerine
Grup Yorum’un “Çav Bella” şarkısıyla karşılık verdi.
Sendikadaki bir müzik setinden “Çav Bella” şarkısı
yüksek sesle çalındı. KTÖS
daha sonra platform eylemcilerinin bıraktığı siyah çelengi alarak Türkiye’nin
Lefkoşa Büyükelçiliği önüne
bıraktı. Sendikacılar, çelenk
için “gerçek sahibi Ak Par-
durağı Cumhuriyet’ti. Orada yuvalarını yapınırlar, iyice palazlanırlar sonrada da, “biz
artık kıdemli dönekler olduk; bizi görün,
sermayenin hizmetine hazırız. Bizde hizmette sınır yoktur” anlamında mesajlar
göndermeye başlarlardı, Parababaları medyasına… Tabiî onlar da hemen görür ve bu
sefaletlerin transferini yapardı. Bu nedenden biz Cumhuriyet’e DÜÇ diyoruz. Bu
bir zamanların halkımıza çok yararlı kamu
kuruluşu, “DÜÇ–Devlet Üretme Çiftliği”
değildir. Bu DÜÇ, Dönek Üretme Çiftliği’dir. Şu anda satılmış medyanın köşe
başlarında bulunan hemen tüm yazarçizerler bu çiftlikten yetişmedir.
CIA’nın, Pentagon’un sesi, şimdinin
“Taraf”çısı Yasemin Çongar, yine “Taraf”çı Belgeli Murat, Cengiz Çandar,
Hadi Uluengin, Ali Kırca, Şahin Alpay,
uri Çolakoğlu, Ufuk Güldemir, Aydın
Engin, Oral Çalışlar, Salih Memecan,
Oral Tan ve Hasan Cemal bu konuda ilk
akla geliveren ünlü döneklerdir, ünlü ABD uşaklarıdır. Günümüzün ünlü Ali Kemalleridir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi sadece
eski dönek yöneticiler değil, şu anki, yuvasını yapınan tıfıl dönekler de bize düşmandır. Adam dönmüş. Yüreği ve fedakârlığı
yetmediğinden ideolojisinden vazgeçmiş,
devrimci kavgada havlu atmış. Yani insanlığına elveda demiş. Fakat Hikmet Kıvılcımlı’ya, O’nun ve Yoldaşlarının 1920’lerde yükselttiği Marksizm-Leninizm bayrağı
altında önderlerimize yaraşır bir şekilde
dövüşen bize olan düşmanlığı, küçükburjuva kini baki kalmış. Onda bir değişme olmamış. O yüzden yalnız tepeden değil alt
düzeyden de bize sansür uygulanmaktadır,
Cumhuriyet’te…
Yani üst ve alt düzeyler, tencere-kapak
gibi birbirine uygundur.
Küçükburjuva, her şeye gelir de tutarlı
düşünce ve davranışa gelemez. Onun düşünce ve davranış dünyası gelgitlerle, çelişkilerle doludur. Bu nedenle de, İşçi Sınıfı Biliminin ışığında şaşmaz adımlarla ilerleyen bizler, onlar için tahammül edilmez,
birlikte asla yürünmez insanlarız… Çünkü
bizim yanımızda boşluğunuz- kofluğunuz,
yüreksizliğiniz, çapsızlığınız her an ortaya
çıkar. Yüzünüze tokat gibi çarpar. İşte o
nedenden bizden uzak durur, hatta nefret
edersiniz…
Doğada olsun toplumda olsun; her canlı benzerini arar, bulur ve onun yanında vakit geçirir… Hayyam, ünlü dörtlüğünde
bu gerçeği çok çarpıcı şekilde dile getirir.
Dünya üç-beş bilgisizin elinde
Onlarca her bilgi kendilerinde
Üzülme, eşek eşeği beğenir
Keramet var sana kötü demelerinde
İşte bu gerçek ışığında sizin de benzerlerinizi Sevrci Soytarı Sahte Sol’u ve Yeni
Sahte TKP’yi arayıp bulmanız, biziyse es
geçmeniz-görmezlikten gelmeniz anlamlıdır, doğanıza uygundur. Bunu umursadığımız filan yok. Sizlerden, bizi de görün gibi
bir talebimiz de yok. Buna asla tenezzül etmeyiz.
Usta’mıza (Kıvılcımlı’ya), Finans-Kapital basını ve sizin gibi sahte Mustafa Ke-
ti’ye iade edildi” dedi.
“Eyleme katılan Fazıl Paşa Camii
Derneği Başkanı Abdurrahman Ömeroğlu, KTÖS’ü “Kur’an’ı öğrenmeyi engellemekle” suçladı. KTÖS’ün Müslümanlığından şüphe duyduklarını söyleyen Ömeroğlu, “Müslüman mahallesinde salyangoz sattırmazlar” diye konuştu.
Din Görevlileri Sendikası Başkanı Mehmet Dere de, “Kuran kitabımızdır, okunacak, okutulacaktır” ifadesini kullandı.
“Ak Parti’ye yüklenen KTÖS Genel
Sekreteri Şener Elcil ise Ak Parti’nin
“Kuzey Kıbrıs’a şeriat düzeni getirmeye
çalıştığını” bildirdi. Elcil, “Ak Parti’ye
sesleniyorum, Kuzey Kıbrıs’tan elini
çek” dedi. Türkiye’deki Fethullah Gülen
anlayışının Kıbrıs’a taşınmaya çalıştığını
öne süren Elcil, “Türkiye’yi geri taşıyorlar, bizi de geri taşımak istiyorlar. Sonuna kadar direneceğiz. Kubilay’a yapılanların tekrar yaşanmasına izin vermeyeceğiz.”şeklinde konuştu.” (Milliyet, 26
Ağustos 2009)
Kıbrıs Türk Cumhuriyet’inde oynanmak
istenen oyun çok açık. O kadar pervasızlar
ki, Bilimsel, Laik Eğitimi savunarak örnek
bir davranış sergileyen KTÖS’ün önünde
eylem yapıyorlar.
Fazıl Paşa Camii Derneği Başkanı
“Müslüman mahallesinde salyangoz sattırmazlar” demiş. Biz bu cümleyi çok iyi
biliriz. “Yaşasın Sivas Kıyamımız” sloganları atarak tekbir sesleriyle Sivas’ta 37
malciler, sağlığında da ölümünden sonra
da hep en iblisçe sansür uygulamıştır. Aynı
namussuzca davranışa bizim de uğramamız işin doğası gereğidir. Biz bunları kanıksadık. Biz kendi mücadelemizle kitlelere ulaşıyoruz, sesimizi duyuruyoruz, ideolojimizi anlatıyoruz.
Sonuçta siz de Finans-Kapital medyası
da aynı yolun yolcususunuz. Hepiniz ABD’cisiniz. Parababaları düzeninden yanasınız. O yüzden bize düşmanlığınız temel bir
görüş ayrılığına, bir ideolojik farklılığa da
dayanıyor. Bunlar hep normal…
Fakat siz, her yıl, basından sansürün
kaldırılışının bilmem kaçıncı yıldönümünü
kutluyorsunuz. Devletten geri kalmayan
bir biçimde sansür uygularken bunu nasıl
utanmadan yapabiliyorsunuz? Burjuva anlamda bile basın ahlâk ilkelerine uyamıyorsunuz. Bu nedenle de ahlâksızsınız, namussuzsunuz… Dolayısıyla da zavallısınız. Acınacak durumdasınız… Ömrünüz
kabuk kemirmekle geçecek. Öze ulaşamayacaksınız. Dünyanın, Türkiye’nin gerçeklerini, sorunlarını, ilişki ve çelişkilerini,
çözüm yollarını hiç öğrenemeyeceksiniz.
Hiçbir konuda, gerçeğe uygun, doğru, tutarlı bir görüş ortaya koyamadan saçmalayıp duracaksınız. Yani bir baltaya sap olmadan gelip geçeceksiniz…
Bizse her konuda bilimin sesini duyuracağız. Türkiye’nin her sorununa, halkamızın yararına, gerçekçi, tutarlı, uygulanabilir ve önü sonu belli, somut, açık çözümler
ortaya koymaya devam edeceğiz. Türkiye
Halklarının kurtuluşu-Demokratik Halk
Devriminin zaferi, bizim gösterdiğimiz ve
yürüdüğümüz yoldan gidilerek gerçekleşecektir. Bu kesindir…
Kürt Sorunu’nu Önderimiz Kıvılcımlı
1933’te Elazığ zindanında, teorik planda
kesin bir biçimde çözmüştür. Türk ve Kürt
Halkının çıkarlarına uygun tek çözüm budur. Halkların kardeşliğini esas alan çözüm
de budur. Biz, Usta’mızın 1933’te “İhtiyat
Kuvvet: Milliyet (Şark)” adlı eserinde ortaya koyduğu bu teorik çözümü, o günden
bu yana değişen dünyanın ve Türkiye’nin
şartlarına uygun olarak geliştirdik.
Usta, 1933’te Sovyetler Birliği’nin varlığında “Anadolu ve Kürdistan Halk
Cumhuriyeti” biçiminde formüle ediyordu bu çözümü. Bugün Sovyetler Birliği
yok. Sosyalist Kamp yok… Dünya’nın bu
yeni şartlarında biz, Edirne’den Çin Sınırına kadar uzanan Türk-Kürt Halk
Cumhuriyeti olarak formülleştiriyoruz
çözümümüzü. Doğal coğrafyaya dayanan
Yeni bir dev Sosyalist Federasyon-Yeni bir
büyük Sovyetler Birliği (tabiî Türk ve Kürt
Halkından oluşacak) öneriyoruz, hedefliyoruz.
Bu çözümün gerçekleşmesi, hem Kürt
Sorunu’nu gerçek anlamda eşitlik, özgürlük ve kardeşlik temelinde çözecek, hem
AB-D Emperyalistlerinin Ortadoğu ve Asya’dan kovulmasını sağlayacak, hem de
Mustafa Kemal’in 1933’ün 29 Ekim’i gecesinde, Cumhuriyet’in Onuncu Yıl kutlamaları kapsamında, Ziraat Bankası Genel
Merkezi’nde, Genel Müdürün odasında,
bir grup genç idealiste hitaben yaptığı konuşmada, Türk Milleti için öngördüğü hedefin hayat bulmasını sağlamış olacaktır.
canı diri diri yakanları tahrik
edenler de gazetelerde “Müslüman mahallesinde salyangoz sattırmayız” diyorlardı.
Evet, Fethullahçılar için sıra Kıbrıs’a geldi. Ilımlı İslam’ı hâkim kılıp; Tayyipgiller’in gölgesinde Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ni ele geçirip,
AB-D Emperyalizmine tam
anlamıyla uşaklık edecek yönetimin kurulmasının ideolojik altyapısını oluşturmaktır
amaçları.
Yalnız bu kez yanılıyorlar. Gördüğümüz
gibi, oradaki Aydın kesim, Laiklik konusunda çok net tavır alıyor.
Türkiye’de KESK ve Eğitim Sen’de göremediğimiz net tavır, KTÖS’te var.
İşte sendikal anlayış bu olmalıdır. Eğitim Sen, bu sendikanın Bilimsel, Demokratik, Laik bakış açısını ve bu ilkeleri militanca savunmasını örnek almalıdır.
Kurtuluş Partisi’nin savunduğu bakış
açısıyla KTÖS’ün Şeriata ve iktidara bakış
açısı örtüşmektedir.
KTÖS, haklı olarak “Türkiye’yi geri
taşıyorlar, bizi de geri taşımak istiyorlar.
Sonuna kadar direneceğiz. Kubilay’a yapılanların tekrar yaşanmasına asla izin
vermeyeceğiz.”, diyor.
Evet, ne orada, ne de Türkiye’de Şeriatın egemen olmasına izin verilmemelidir.
Şeriat odağı oluşu Anayasa Mahkemesi’nce
Tabiî bunları bir Devrimci Halk iktidarı
yapabilecektir. Antiemperyalist, Antifeodal ve Antişovenist Demokratik Halk
Devriminin zaferinden sonra kurulacak,
İşçi Sınıfının önderliğindeki Demokratik
Halk İktidarı yapacaktır bu görevi…
Bu, Kürt Sorunu’nun Devrimci çözümüdür. Bu sorunun bir de gerici, burjuva,
AB-D’ci çözümü vardır. O da şu anda bir
bölümü Irak’ta AB-D tarafından ortaya çıkarılmış olan; gerisi de yine AB-D Emperyalistlerinin dayatmasıyla, Tayyipgiller’e
emretmesiyle Türkiye’de “Açılım”, saçılım yaygaralarıyla adım adım kotarılmaya
çalışılan çözümdür. Bu iki çözüm birbirinin tam karşıtıdır. Akla kara gibi birbirine
zıttır. Biri devrimci, diğeriyse gerici-burjuva, AB-D Emperyalistlerinin emrettiği çözümdür.
Bizim devrimci çözümümüz Antiemperyalisttir, Antifeodaldir, AntişovenistirHalkların kardeşliğini esas alır. Dünya
halklarının başdüşmanı AB-D Emperyalistlerini ve yerli işbirlikçilerini en büyük
düşman beller; onlarla savaşı esas alır. Onları bölgeden kovmayı hedefler.
AB-D’nin Tayyipgiller maşasını kullanarak yaymaya çalıştığı çözümse, Halkların düşmanlığını esas alır. Çözümünü,
Hakların -Türk, Kürt ve Ermeni Halklarının- birbirini boğazlaması üzerine inşa
eder. Türkiye’de de, Yugoslavya’da,
Irak’ta, Afganistan’da yaptığını yapmayı
planlar. Amacı budur. Tarihin apaçık bir
şekilde gösterdiği gibi, AB-D Emperyalistleri nereye gitmişlerse, onlarla birlikte oraya ölüm cellâdı da gitmiştir. Onlar, dünyada hiçbir meseleyi halkların yararına çözmemişlerdir. Bu nedenle AB-D’ci çözüm,
Türkiye’yi Yeni Sevr’e götürmeyi amaçlar.
Ve de Ortadoğu’da yeni İsrailler oluşturmayı-yaratmayı amaçlar. Bu nettir.
Biz gerçek devrimciler olarak tabiî ki
gerici çözümün karşıtı, devrimci çözümünse savunucusuyuz…
Yine gerçek devrimciler olarak, her sorunda olduğu gibi Kürt Sorunu’nda da İşçi
Sınıfı Hareketinin uluslararası çıkarlarını
ve Dünya Halklarının çıkarlarını hesaba
katarak-gözeterek çözüm ortaya koyuyoruz. Hayat diyalektiktir. Dünya Halklarının
çıkarları diyalektik bir bağla birbirine bağlıdır. Bu nedenle hiçbir sosyal ya da ulusal
sorun, tek başına ele alınarak doğru, halkların yararına bir çözüme kavuşturulamaz.
Devrimci açıdan daima genel, bütüne ait
çıkarlar, Proletarya Hareketinin uluslararası çıkarları göz önüne alınarak çözümler
ortaya konur. Devrimci anlayışımız bunu
emreder. Ve biz gerçek devrimciyiz…
Bütün bunları siz “Cumhuriyet”çileri
düzeltmek umuduyla yazmadık. Siz döneksiniz. Döneklerse, insanlıklarından
vazgeçmiş yaratıklardır. İflah olmanız ancak Allah’ın yardımına kalmıştır…
Biz sadece size bir ayna tutmak istedik… Görün kendinizi!..
Bizse doksan yıldır (bize uygulanan
sansür konusunda) değişen bir şey yok diyoruz ve geçiyoruz… 05.10.2009
Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Merkezi
tescilli AKP İktidarı, Şeriatın yaygınlaşması için elinden geleni fazlasıyla yapacaktır.
İnsanları “ Demokratik Açılım“ diyerek
oyalarken saman altından su yürüten Tayyipgiller, halk düşmanı tavırlarını, yandaşlarıyla Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne taşımışlardır. Ama hüsrana uğrayacaklardır. Aydın,
Laik kesimler bu gidişe izin vermeyeceklerdir. Topraklarımızda Şeriata karşı net
mücadele verdiğimiz gibi, kardeş Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nde de Şeriatçılara karşı
mücadeleye sonuna kadar destek olacağız.
KTÖS’ün Onurlu Mücadelesi
Bizim de Mücadelemizdir!
Şeriata Karşı Ya Birleşmek Ya Ölüm!
İzmir’den
Bir Yoldaş
CMYK
CMYK
Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009
Kurtuluş Partisi Gençliği, Gençlik Mücadelesinde yol gösteriyor
Kurtuluş Partisi Gençliği Yaz Kampı…
Hepimizin Bir Ortak Adı Vardı: Kurtuluş Partisi Gençliği!
K
urtuluş Partisi Gençliği
olarak, ilk kez tüm illerdeki
genç yoldaşlarımızın katılımıyla Gençlik Kampı düzenledik.
Kamp’ımızı Birleşik Metal-İş Sendikası’nın Balıkesir-Gönen’deki
“Kemal Türkler Eğitim ve Tatil Sitesi” kampında 15-20 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirdik.
Evet, Kamp’ımızın amacı hem
bedenimizi hem de zihnimizi eğitmekti. Bunu başardık hem de fazlasıyla...
Kamp sonuna kadar her sabah bu
böyle devam etti. Kimse programın
en ufak bir parçasını bile geri plana
atmıyordu, hepsi görevdi ve en iyi
şekilde yapılmalıydı.
Hep beraber yediğimiz sabah,
öğle, akşam yemeklerinin tadı bir
başkaydı yoldaşlarla oturulan sofralarda.
Yaptığımız seminer ve eğitim
çalışmaları ile artık zihnimizi de
eğitmeye başladık. Öncelikle konular, hazırlanan arkadaşlar tarafından
Nasıl mı?
Kamp programımızda ilk olarak
tanışma etkinliğimiz vardı. Komitemizin başkanlığında programımıza
başladık.
Tüm yoldaşlar kendini, nereden
katıldığını anlattıkça içimizde ifadesi zor bir heyecan oluştu. Çünkü
Türkiye’nin her bir köşesinden yoldaşlarımız vardı. Yani Türkiye’nin
dört bir yanında Ustamız Hikmet
Kıvılcımlı’nın yiğit, fedakâr, cefakâr öğrencileri vardı.
Çoğu yoldaşımızla daha önce tanışmamıştık ama dünya da hiçbir
şeyde tadı olmayan bir farklılık vardı. Tanımıyorduk ama hepimiz ortak bir amaç için mücadele ediyorduk. Hepimizin tek bir adı vardı aslında: KURTULUŞ PARTİSİ
GEÇLİĞİ.
Bu gerçekten insanın bütün bedenini saran muhteşem bir duyguydu.
Bu güzel sohbetin ardından müzik programımıza geçtik. Hep bir
ağızdan aynı türküleri söylüyor, aynı halayları çekiyorduk ve hepimizin gözünde aynı heyecan vardı.
Sabah 07:00’da kalktığımızda
tüm yoldaşlarımız sabah sporu için
hazırdı. Evet gözlerde uyku ama
yüreklerde görev bilinci vardı.
sunuluyor daha sonra tüm dinleyici
arkadaşların katılımıyla sorular sorulup, bu soruların üzerinden tartışılıyordu.
İlk konumuz; “Devrimci Önder
edir?” idi.
Evet Partiliydik, devrimciydik
ama nasıl bir devrimci önder olabilirdik?
İlk olarak bu konunun işlenmesi
gerçekten iyi oldu. Çünkü doğru
önderlik bizler için çok önemli. Bu
hayatın her alanında gerekiyor.
İkinci konumuz; “Gençlik Örgütlenmesi” idi.
Okullarımızda, işyerlerimizde
vb. mücadele alanlarımızda yapacağımız sıkı örgütlenmenin nasıl olması gerektiği konusunda sunucu
arkadaşımız bilgi verdi. Ardından
söz alan yoldaşlarımız, pratik deneyimlerini aktardılar, yeni biçimler
üzerinde tartışmalar yürüttük.
Üçüncü konumuz ise; “İşçi Sınıfı ve Gençlik” idi.
Devrimci Sendikal Mücadelenin
Önderi DİSK Örgütlenme Daire
Başkanı ve akliyat-İş Sendikası
Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nun anlatımı ile İşçi Sınıfı ve gençliğin ayrılamayacağını,
bir kez daha çıkarttık bilincimize.
Zaten bu konuya Kurtuluş Partisi
Gençliği olarak yabancı değildik.
Hangi işyerinde işgal, grev, direniş
varsa orada Kurtuluş Partisi vardı.
Dördüncü konumuz; “Türkiye
Devrim Hareketinin Tarihi”ydi.
Bu konuda Yoldaşımız Avukat
Ayhan Erkan’ın geçmişten günümüze Tarihimize ışık tutan sunumuyla, Partimizin gerçekten İşçi Sınıfı Tarihini temsil ettiği ve ayakları ülkemiz topraklarına basan tek
Hareket olduğumuz bir kez daha
beyinlerimize kazındı.
Beşinci konumuz ise; “AB-D,
Şeriat ve Türkiye” idi.
Ülkemizin nasıl adım adım Ortaçağ karanlığına götürülmek istenildiği, Şeriatın ne olduğu örnekleriyle anlatıldı, Türkiye ve Halklarımız açısından tarihten bugüne işlendi ve tartışıldı.
Son konumuz; “Yeni Sevr’e Sürüklenen Türkiye” idi.
Başkanlık Kurulu adına Başkanlık Kurulu Üyesi Gürdal Çıngı, çok doyurucu ve bilgilendirici
bir sunumla aydınlattı bizleri. ABD Emperyalizminin ülkemizi üç
parçaya bölme planlarının Yeni
Sevr olduğunu ve bunu önlemenin
yolunun örgütlü mücadeleden geçtiğini bilincimize çıkardık.
Yoldaşımız Kamp’ımızı değerlendirerek, çok önemli bir etkinlik
gerçekleştirildiğini ve bu vesileyle
gençlik örgütlenmesinin daha da
gelişmesi dileğiyle konuşmasını bitirdi.
Evet, Kurtuluş Partisi Gençliği
olarak yine kendimize yakışır bir etkinlik sergiledik ve Kamp’ımızı başarıyla sonlandırdık. Yoldaşlardan
ayrılmak hiçbirimiz için kolay değildi. Çünkü dört gün aynı sofrada
oturduk, aynı şarkıları söyledik, aynı halayları çektik ve en önemlisi
hep bir ağızdan ‘’Kurtuluş Partisi
Gençliğiyiz’’ dedik.
Artık Kamp’a gelmeden önce ki
Ayşe, Ahmet, Fatma değildik! Yüreklerimizi ve bilinçlerimizi Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın teorisiyle doldurmuştuk, artık bu teoriyi
pratiğe dökme zamanıydı ve
“YURTKUR Uyuma Yurt Kur”
adlı eylemimizle de ilk KIVILCIM’ı çaktık!
Kurtuluş Partisi
Gençliği
9
Gericiliğe ve Ortaçağcılara Bir Meydan Okuma
YURTKUR Kampanyamız hangi siyasal gerekçelerle yapıldı?
Ne kazandırdı?
Taksim
K
ampanya bildirimiz, dışarıdan
bakan “herkes” için “YURT”
talebinin ne kadar haklı bir talep olduğunu, rakamların diline başvurarak, olabildiğince açık biçimde
ortaya koyuyor. Üniversitelerde okuyan öğrenci sayısı ve her yıl üniversitelerin örgün öğretim yapan fakülteyüksek okullarına kayıt yaptıran öğrenci sayısı toplanıp-çıkartıldığında,
var olan Devlet Yurtları’nın ihtiyacı
karşılamaktan çok uzak olduğunu,
veresiye defteri tutabilecek kadar
matematik bilen “herkes” görebiliyor.
Bildirimizde de netçe koyulduğu
gibi; 27 Mayıs 1960 Politik Devrimi’nin kazanımlarından olan YURTKUR’un kuruluş gerekçesi:
“Yüksek öğrenim öğrencilerinin
çağdaş ve güvenilir barınma, beslenme, kredi-burs hizmetleriyle öğrenimlerine, sosyal, kültürel ve
sportif faaliyetlerle kişisel gelişmelerine sosyal devlet yaklaşımıyla
katkıda bulunmaktır.” cümlesiyle
ortaya koyulmuştur.
1961 Anayasası’nda devlet olmanın en temel görevinden bahsedilmiştir ve görev, öğrencilerin eğitim ihtiyaçlarından biri olan barınma ihtiyacını da kapsamaktadır.
Buraya kadar mesele, vatandaşımızın da alışkın olduğu üzere; işte
“iktidarlar görevini yapmamıştır”,
“sorun ihmal edilmiştir”, “vurdumduymazlık” gibi yorumlarla geçiştirilebilecekmiş gibi görünüyor. Kampanya yürüyüşümüzün Taksim Meydanı’ndan başlayıp 3 gün süren, 5 ili
kapsayan ve Ankara’da YURTKUR
Müdürlüğü önünde 44 arkadaşımızın
gözaltına alınmasıyla hayli de olaylı
biçimde biten bir eylem programının
olmasına rağmen basında çok az yer
bulabilmiştir. Ama bu yazıda vurgulamak istediğimiz nokta, konuya duyarlı görünen Cumhuriyet Gazetesi
dâhil haber yapan tüm basın organlarının (polisin kendi haber sitesi dışında) “görmezden geldiği” kampanyanın içeriği ve önemi, 20 metrelik dev
pankartta yazdığımız temel sloganında yatmaktadır:
“e Cemaat Yurdu, e Tarikat
Evi! İnsanca Yaşanılacak Yurtlar
İstiyoruz!”
Kampanyamızı bu temel slogan
etrafında örgütledik 1 yıl boyunca. Ve
öyle sanıyoruz ki bu slogan, sorunun
önceki paragraflarda belirttiğimiz gibi bir matematik sorunu olmadığını
ortaya koyuyor. Daha da doğrusu matematik problemiymiş gibi görünen
meselenin nedenini ortaya koyuyor.
Rakamlar ancak, AB-D’de dikilen
“Siyasal İslam Çuvalı”nın Türkiye
Halklarının başına geçirilebilmesi
için meczuplaştırılmış, vatan-millet
kavramlarından arındırılmış Yargıç,
Savcı, Polis, Mühendis, Doktor, Öğretmen vb. müritler yaratma projesinin en önemli ayaklarından olan Fethullah Gülen ve bilumum cemaat-tarikat “YURTLARI-EVLERİ” karşıdevrimci planının boyutunu göstermeye yarıyorsa anlamlıdır bizce.
Çünkü sorun TC “sosyal” devletinin
görevini yerine getirmemesinden ötürü ortaya çıkan salt bir barınma sorunu değildir artık. Kampanyamızın da
en önemli görevi işte budur.
Biliyoruz ki çok küçük bir kesim
dışında üniversiteyi kazanan her öğrenci ve ailesi, “barınma” sorunuyla
mutlaka yüzleşiyor. Hatta çoğunlukla
üniversite tercihlerini etkileyecek kadar önceden çalıyor kapısını insanlarımızın. “Barınma sorunu vardır ve
bunun sorumlusu YURTKUR’dur”
demek malumun ilamından başka pek
bir şey ifade etmeyecektir onlar için.
Parti Gençliğimizin kampanya sürecinde dağıttığı on binlerce bildiri,
binlerce afiş ile yerine getirmiş olduğu görev eşsizdir. Çünkü başlangıçta sadece üniversite öğrencileri
gibi toplumun “seçilmiş” çok özel
ve küçük bir bölümünün sorununun, içine itildiğimiz ve AB-D Emperyalistlerinin yıllardır ördüğü
“Yeni Sevr” sürecine hizmet eden
planın sonucu olduğunu gösterebilmiştir.
Partimizin buradaki başarısı;
çok somut ve yaşayanlar için hayli de
yakıcı olan bir konudan yola çıkmış
olmakla kalmayıp, siyasi kimliğimizi
gizlemek bir yana, mümkün olduğunca vurgulayarak, sorunu yaşayan kitle
başta gelmek üzere, kamuoyunu bu
haince plana karşı örgütlenmeyetepki göstermeye cesurca çağırmış
olmasındadır.
Yurt sorununun arkasında yatan
nedenleri tüm gerçekliği ile en başından beri gerek yazılı olarak bildirilerimizle, gerekse görsel olarak afiş ve
pullarımızla ortaya koymuş olmamız,
dostlarda coşku ve başta Tayyipgiller’in Fethullahçı polis ve valilikleri
olmak üzere de şiddetli tepki ile karşılık bulmuştur. Bunu en somut olarak kampanya afişlerimizin İstanbul, Bursa, İzmir gibi illerde yasaklanmasıyla gördük. Vurduğumuz
yerden ses gelmesi de bizi ayrıca
onurlandırmıştır. Yasaklama kararlarına karşı verdiğimiz mücadele
de Türkiye Devrim Tarihine kazanımla sonuçlanmış hukuk mücade-
Elbette bu demek değildir ki, öğrenci
gençliğin barınma sorununun diğer
bileşenlerini yok sayacağız, görmezden geleceğiz. Kurtuluş Partisi Gençliği’nin ve öncüllerinin bu konudaki
Tarihi, nice somut kazanımlarla sonuçlanan mücadelelerle doludur.
Gençliğimiz, kampanya dâhilinde
sadece elden değil, Partimizin logosunun bulunduğu “www.yurtistiyoruz.org” adresi üzerinden de elektronik olarak imza toplamıştır. Halkımızın üzerinde yürütülen onca psikolojik harekâta rağmen binlerce insanımız, Kampanyamızın olanca açık siyasal içeriğine ve Partimizin açık imzasına olumsuz anlamda takılmaksızın, bu internet sitesinden imzaları ile
destek vermiştir. Bu da gösteriyor
ki, inanmaktan hiç vazgeçmediğimiz halkımıza beslediğimiz güven
boşuna değildir.
Kampanyamızın bir kazanımı da
muhalif olanın “Ergenekoncu” ilan
edildiği 1,5 yıllık süreç içinde, Tayyipgiller’e karşı açıktan ve en sert biçimde mücadele edenlerin olduğunu
kitlelere göstermiş ama aynı zamanda
da biz Kurtuluş Partililere de meşru
bir zemin üzerinden halkla cesurca
iletişime geçme olanağı sunmuş olmasıdır.
Parti Gençliğimiz, üniversite
kayıtları sırasında, daha öğrenciler
otobüslerinden iner-inmez otogarlarda başlayan Ortaçağcı propagandaya karşı en önemli sesi, bu
kampanya ile yükseltmiştir. Ama
bu ses olması gereken gücünden oldukça zayıftır ve sanıyoruz ki mücadelenin içerisinde olan bütün genç
yoldaşlarımız, siyasi mücadelede tümenlerin konuştuğunu açık şekilde
görmüştür. Bunun yakıcılığını hissediyorsak eğer, içinde bulunduğumuz konağın en önemli Parti gör-
lesi örneği olarak hediye edilmiştir.
Öğrenci gençliğin barınma sorunuyla ilgili vermiş olduğu mücadele, sorunun geldiği yeni boyutuyla ilk defa bizim kampanyamızla
olması gereken siyasal temele oturmuştur. “YURTKUR UYUMA
YURT KUR” kampanyamızdan
sonra yapılacak her türlü mücadele eğer gerçek bir mücadele olmak
istiyorsa, önceki cümlelerimizde de
değindiğimiz temelden yola çıkmak
zorundadır ve öyle de olacaktır.
Kampanyamız; öğrenci gençlik
hareketinin en önemli mücadele alanlarından
biri
olan
“yurt
mücadelesi”nde, bugünün gerçekliği
içerisinde tutulması gereken ana
halkayı göstermiş bulunmaktadır.
evi olan örgütlenmenin önemini de
bir kez daha ve daha somutça kavramışız demektir. Bu da biz Kurtuluş Partisi Gençliği için kampanyamızın en önemli kazanımlarından
biri olur.
Ankara Eylemimizden önceki gece yaptığımız toplantıdaki son sözlerimize atıfta bulunarak bitirelim yazımızı, o günkü ruhu canlı tutmak adına…
Yarınlar e Getirecek; Tam
Olarak Bilmiyoruz…
Ama Şunu Biliyoruz:
Mutlaka Bizim Zaferimizi Getirecek…
Kurtuluş Partisi Gençliği
CMYK
CMYK
10
Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009
Kurtuluş Partisi Gençliği, Gençlik Mücadelesinde yol gösteriyor
Eylem Günlüğü...
K
İstanbul
Dolmabahçe Yürüyüşü
urtuluş Partisi Gençliği; “e Tarikat
Evi e Cemaat Yurdu, YURTKUR
Uyuma Yurt Kur”, “Har(a)ç’lara
Hayır” diyerek Paralı Eğitime ve Ortaçağcı
İrticacılara karşı, 1 yıldır Yürüttüğü Kampanyayı Türkiye çapında yaptığı bir yürüyüş
ve eylemlerle sona erdirdi. Ramazan ayının
ortasında yapılan bu yürüyüş açıkça Gericilere, Şeriatçılara bir meydan okumaydı. Dostların daha da bir güvenini pekiştiren, düşmanın
daha da kinlenmesine neden olan bu Kampanyayı Kurtuluş Partisi Gençliği başarılı bir
şekilde yürüttü ve alnının akıyla sonlandırdı.
Bu yazıda Gençliğimizin yürüttüğü bu kampanyayı adım adım ele alacağız.
propagandasını yaptık. Gerektiğinde ev ev
dolaşarak binlerce imza topladık. Bir yandan
da “www.yurtistiyoruz.org” adıyla İnternet
sitesi kurduk ve açık Parti imzamızla imzalar
toplayarak, Kampanya’mızı burada da sürdürdük.
Ajitasyon-Propaganda:
İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli, Tekirdağ, Kayseri, Konya, Eskişehir, Bursa, Muğla, Antalya, Gebze, İskenderun, Samandağ,
Nazilli gibi il ve ilçelerimizde Kampanya boyunca afiş, bildiri, çıkartma, yazılama ve imza toplama eylemleri yapıldı. Üzerinde Tayyip maskeli Fethullah resmi bulunan Afişimiz, Ortaçağcıları ve kamunun hemen her
alanına yerleşmiş Fethullahçıları rahatsız etmiş olacak ki, yapıştırılmak üzere bildirim
yapılan bir iki il, ilçe dışında bütün il ve ilçelerde “yasaklandı”. Bunun üzerine yasak kararının kaldırılması için İzmir İdare Mahkemesi’nde açtığımız İptal davasını kazandık.
Hukuk alanında da bir zafer kazandık. Tabiî
bu süreç Kampanya’mızı duyurmamızı engelleyemedi. Afiş ve çıkartmalarımızla yine de
duyurduk kendimizi.
Yine yukarıda saydığımız il ve ilçelerimizin büyük çoğunluğunda stantlar açarak hem
Kampanya’mızı anlattık hem de Parti’mizin
Bağış kampanyası:
Bir de bağış kampanyası başlattık. Başta
Genç Yoldaşlarımız gelmek üzere analarımız,
babalarımız, işçi gençliğimiz ve kamu emekçilerimiz büyük fedakarlıklarla bağışlarını yaparak mali yönden yürüyüşü kotarmamızı
sağladılar.
Yürüyüş öncesi çalışmalar
B
ir yıllık çalışmanın ürünü olan ve birçok il ve ilçede sürdürülen “YURTKUR Uyuma Yurt Kur” Kampanyamız; 7 Eylül’de İstanbul’dan başlayıp İzmit,
Bursa, Eskişehir ve Ankara’da gerçekleştirdiğimiz yürüyüşler, bu illerde yapılan basın
açıklamaları, ardından 9 Eylül günü Ankara’da YURTKUR önünde yapılan ve toplanan
imzaların teslimi, 44 Yoldaşımızın gözaltına
alındığı militanca bir eylemle son buldu. Başta Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere, birçok il ve ilçede açılan stantlarda ve internet
üzerinden on bine yakın imza toplanmış, binlerce afiş asılmış, bildiri dağıtılmış ve basın
açıklamaları gerçekleştirilmiştir.
Son yıllarda gerçekleştirilen en uzun soluklu gençlik mücadelesi sayılabilecek Kampanyamız, tüm güncelliğine, yakıcılığına,
meşruluğuna ve haklılığına rağmen, medyadan hak ettiği ilgiyi bulamadı. Kampanyamız,
Üniversite Gençliğinin çok önemli bir sorununu gözler önüne sermesi ve Ortaçağcılara
havale edilen barınma sorununu gündeme taşımasına rağmen, basında bir yıl içerisinde
ancak birkaç defa yer alabilmiştir. Basında
yer alan bu haberler de; daha önce gazetemizde de yayımlanan; kampanyamız çerçevesinde, YURTKUR binasında Milli Eğitim Eski
Bakanı Hüseyin Çelik’e yönelik Yoldaşlarımızın yaptığı protesto eylemi, bu protestonun
arkasından, yoldaşlarımıza gelen yurttan atma ve burs kesme cezaları ve 9 Eylül günü
Teknik hazırlıklar:
Yürüyüş günü yaklaşırken tatlı bir telaş aldı hepimizi. Bir yandan teknik hazırlıklarımızı yaparken, diğer yandan kamuoyu ve basına
ulaşıp Kampanya’mızı duyurmak için çalışıyorduk. Kurumlarla, aydın ve sanatçılarla görüşüyor, pankartlarımızı, dövizlerimizi, tişörtlerimizi hazırlıyorduk. Yürüyüşün başlayacağı İstanbul İl Binası, gece yarılarına kadar
genç yoldaşlar tarafından dolduruluyordu.
Yürüyüşümüz
İstanbul:
Taksim Meydanı’nda bir basın açıklaması ile başladı yürüyüş. Açıklamaya DİSK
Örgütlenme Daire Başkanı ve akliyat-İş
Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, Dokuma-İş Sendikası Genel
Başkanı Ramazan Kap, Eğitim-Sen, Belediye-İş Üyeleri, Partimizin Başkanlık Kurulu Üyeleri Serdar Çıngı ve Gürdal Çıngı
ve bizleri uğurlamaya gelen analarımız, babalarımız, Kurtuluş Partililer gelmişti.
Genç arkadaşlarımızın yaptığı basın açıklamasının ardından,
üzerinde taleplerimizin ve sloganlarımızın
yazılı olduğu 20 metrelik dev pankartımızla, kızıl bayraklarımızla, dövizlerimizle, sloganlarımızla, coşkulu
bir şekilde Dolmabahçe’ye doğru yürüyüşe
geçtik.
Dolmabahçe yürüyüşümüzü 68 Gençliği’nin
ABD’nin
6’ncı Filo’sunu denize
Bursa
döktüğü noktada, Yürüyüş Marşı’mızla, halaylarımızla, Partimiz Genel Sekreteri Ali
Serdar Çıngı’nın yaptığı coşku ve heyecan
dolu konuşmayla, tüm devrimci önderlerimize mücadele ve zafer sözü vererek noktaladık.
Orada analarımız, babalarımız ve yoldaşlarımızla vedalaşarak otobüsümüze binip Kocaeli’ye doğru yola çıktık.
Bu sırada görevli yoldaşlarımız tarafından
Boğaziçi Köprüsü’ne; “e Tarikat Evi e
Cemaat Yurdu, YURTKUR Uyuma Yurt
Kur, Kurtuluş Partisi Gençliği” yazılı pankartımız asıldı.
Köprü için epey uzun bir süre orada asılı
kaldı. Arkadaşlarımız bu sırada sloganlarla
Parti’mizin ve Kampanya’mızın propagandasını yaptılar ve başarılı bir şekilde eylemi
sonlandırdılar.
Kocaeli:
İstanbul’dan gelen yoldaşları, Kocaeli ve
Gebze bölgemizden yoldaşlar karşıladılar ve
saat 16.00 sıralarında Yürüyüşümüz, Kocaeli Yürüyüş Yolu’nda başladı.
Bu sırada Halkın yoğun ilgisiyle karşılaştık. Tabiî rahatsız olan Ortaçağcılar da vardı.
Sabri Yalın Parkı’nda basın açıklamasını Ko-
Kocaeli
caelili genç yoldaşlarımız yaptılar ve yarım
saat süren bir Oturma Eylemi yaparak halaylarla bitirdik basın açıklamamızı.
Eylemin ardından yoldaşlarımız bizleri
Seka Park’a götürdüler ve hep beraber simitlerimizi yedik burada.
Gece ise Gebze İlçe örgütümüzde konakladık. Kampanya’mıza Şahkulu Dergahı tarafından bağışlanan, bir ablamızın yaptığı kavurmalı pilavımızı yedikten sonra değerlendirme toplantısı yaptık.
Şarkılarla, türkülerle sonlandırdık o günümüzü ve Parti’mizin sıcak kucağına bıraktık
kendimizi. Kuştüyü yatakta yatar gibi uyuduk
o gece, sandalyelerin, betonun üstünde… Bir
görevi yerine getirmenin huzuruyla…
ri. Kızılay Hastanesi
önünden başlayan
Yürüyüşümüzü Osmangazi Parkı’nda
yaptığımız
basın
açıklaması ve halaylarımızla noktaladık.
Yo l d a ş l a r ı m ı z
Parti binamızda karnımızı güzelce doyurduktan sonra Eskişehir’e uğurladılar
bizi…
Eskişehir:
Arabamızın lastiği patladı ama belirlediğimiz saatte ucu
ucuna yetiştik Eskişehir’e. Sakarya Irmağı’nın en büyük kolu
olan Porsuk Çayı kenarındaki Adalar Boyu,
Yürüyüş yaparak Migros önünde açıklamamızı yaparak, halaylarımızı çektik. Öğrencilerin, ailelerin ve yerel basının yoğun ilgisiyle karşılaştık orada da. Ankara’ya doğru yola
çıktık sonra.
Eskişehir
Ankara:
Bu sefer Genel
Merkez’imiz kucak
açtı bize. O gece orada konakladık ve ertesi gün saat 12.00’da
Demirtepe Köprüsü’nden Yüksel Caddesi’ne doğru Yürüyüşümüz başladı.
K ı z ı l a y
Bulvarı’na geldiğimiz zaman polis barikatıyla karşılaştık.
Burada “Öğrenciye
Değil Tarikata Barikat”, “Öğrenciyiz
Haklıyız Kazanacağız” sloganlarıyla engellemeyi protesto ettik ve Yüksel Caddesi’ne gittik. Burada basın
açıklamamızı yaptıktan sonra YURTKUR’a
doğru yürüyüşe geçtik.
YURTKUR önüne geldiğimizde, önce
açıklamamızı yaptık ve “siz yapmıyorsanız
biz yapıyoruz yurdumuzu” diyerek, temsili
bir temel atma töreni düzenledik.
Bu törenin ardından görevli arkadaşlarımız topladığımız imzaları YURTKUR’a teslim etmek için binaya girdiler.
Bursa:
Sabah erkenden uyandık o gün. Hep beraber kahvaltımızı yaptıktan sonra düştük Bursa yoluna. Feribotta da açtık pankartlarımızı. Eylem yerine çevirdik orayı da. Kaptan
ve güvenlik görevlileri müdahale etmek istediler ama izin vermedik, indirmedik pankartımızı. İndiğimizde jandarma karşıladı bizi.
Kampanya’mızı, amacımızı anlattık ve kısa
bir tartışmanın ardından jandarmayı gerileterek, otobüsümüze binip yolumuza devam ettik.
Bursa’da yoldaşlarımız karşıladılar bizle-
Neden sansüre uğradık?
YURTKUR önünde yaşanan gözaltılardan
kaynaklı haberlerdir. Kampanyamızın içeriğine, önemine yönelik haber sayısı, birkaç gazete yazısıyla sınırlı kalmış, YURTKUR
Kampanyası, özüne uygun olarak kamuoyuna
duyurulmamıştır, Parababaları medyası tarafından.
Özellikle, Üniversite Gençliği açısından
bu kadar açık ve çözülmesi acil bir soruna yönelik gerçekleştirilen
Kampanyamızı basının
görmezden gelişi ilk
bakışta anlaşılmaz gibi
görünse de, aslında neden ya da nedenler,
bizce son derece basittir.
Birincisi; Tarikatlara ve Cemaatlere havale edilen Yurtlar, ülkemiz üzerinde oynanan oyunların önemli
bir parçası olan “Ilımlı
İslam” projesinin; gençliği afyonlama uğraşında kullandığı en etkili araçtır.
İşte Kurtuluş Partisi Gençliği’nin
“YURTKUR Uyuma Yurt Kur” Kampan-
yası da, Aydın Gençliğe yapılan saldırının en
önemli ayaklarından birine net, cepheden bir
tavır almadır. Bu Kampanya, yurt sorununu
kitlelere taşıma, bunu bilinçlere çıkarma ve
Devletin, Aydın Gençliğin barınma sorununu
çözmekle görevli Kurumuna Kamu Yurdu
Kurma görevini yapmadığı için hesap sorma
amacını gütmektedir.
Tabiî ki bu da Ortaçağcı Şeriatçı güçleri,
onların hükümeti Tayyipgiller’i ve Parababaları medyası rahatsız etmektedir. Özellikle
Partimizin Türban meselesindeki tutumuna,
dinci basının saldırılarını hatırlarsak, bu konuda da neden bizi görmezden geldiklerini
daha net kavrarız. Bu kadar açık bir sorunu
dile getirdiğimiz için bizi eleştiremezlerdi, bırakalım manşetleri, gazetelerinin iç sayfalarına bile taşıyamazlardı, çünkü bu onları vururdu. Bunu yapmaktansa, tüm olanaklarıyla yapılan çalışmayı görmezlikten gelmek, gizlemek onlar için en iyi yöntem olacaktı. Nitekim öyle de oldu. Eğer namuslu, dürüst gazetecilik, kamuoyunu ilgilendiren çok önemli
bir olayı, “5 N 1 K”ya göre haber yapmaksa
ve 1 yılı aşkın süren YURTKUR Kampanyamız gazetecilik açısından haber niteliği taşımıyorsa, bunun arkasında yatan gerçek, bu
sorunun gündeme taşınmaması noktasında
yukarılardan bir yerlerden gelen emirlerdir.
İkincisi; Kampanyamız son yıllarda Aydın Gençliğin uzun erimli, yaygın ve bedel
ödenen çalışmalarındandır. Biz Proletarya
Sosyalistleri için, bu alışılmış bir durumdur.
Biliriz ki, bedel ödenmeden sonuç alınamaz.
Bedel ödemekten korkmadığımız, vurmayı da
vurulmayı da göze aldığımız için, Kıvılcımlı
Usta’nın düşünce oğulları ve kızları olarak,
Proletarya Sosyalizmi mücadelesinde gönül
rahatlığıyla, ikirciğe düşmeden, kararlı bir biçimde yol alıyoruz. Bu mücadeleyi hedefine
İmzalar teslim edildikten sonra arkadaşlarımız bina kapısında, üzerinde “e Tarikat
Evi, e Cemaat Yurdu, Yurt Kur Uyuma
YURTKUR! Kurtuluş Partisi Gençliği” yazan pankartı açarak slogan atmaya başladılar.
Coşku ve heyecan hat safhaya çıkmıştı. Bu sırada dışarıda hazır bekleyen arkadaşlar bahçe
demirlerinden atlamaya başladılar ve YURTKUR binasına yöneldiler. Yürüyüşten beri
kalabalık bir şekilde bizi izleyen polis ve özel
güvenlik neye uğradığını şaşırmıştı. Hemen
bina önünde ve dışarıdaki arkadaşlarımıza
saldırmaya başladılar. Ancak hem bina kapısındaki hem de bahçe kapısındaki arkadaşlarımız uzun süre slogan atarak ve çatışarak direndiler. Bu arbede sırasında arkadaşlarımızdan olduğu gibi polisten de yaralananlar oldu.
Polis 44 arkadaşımızı gözaltına alarak binaya
girmemize engel oldu. Gözaltı sırasında da
arkadaşlarımız onurlu duruşlarından taviz
vermediler ve coşku, heyecan burada da devam etti. Partili Avukatlarımızın da müdahalesi ile gözaltılar aynı gece peyderpey serbest
bırakıldı.
Bırakıldıktan sonra yoldaşlar Parti’ye
dönmeye başladılar… Her gelen mutluydu.
Ne gözaltı, ne polis saldırısı yıldıramamıştı
gençliğimizi! Gözler ışıl ışıldı ve zafer pırıltıları vardı bakışlarda.
Herkes geldikten sonra yaptığımız değerlendirme toplantısıyla o geceyi de mücadele,
kavga ve mutlak zafer sözü vererek bitirdik…
Kurtuluş Partisi
Gençliği
Ankara
ulaştırmak için yaptığımız bütün çalışmaları,
sağcısı da solcusu da görmezden gelmekte.
Bu da bize Usta’mızdan kalan bir miras. Usta’mızın adlandırmasıyla: “Susuş Kumkuması”. Ona da alıştık…
Üçüncüsü; Belki en hayati olan durum ise
bizim haberimizi (onların bakış açısıyla;
“reklâmımızı”) yapmak, bizi kitlelere tanıtmak AB-D Emperyalistleri ve onların yerli
uşakları için ölüm korkusuydu. Bu niceliğimizle yaptıklarımızı bilenler, niteliğimize uygun nicelikle buluştuğumuzda neler yapabileceğimizi çok iyi biliyorlar. Her zaman söylediğimiz gibi milyonları, yüz binleri değil, binleri Parti Bayrağımız etrafında kenetlediğimiz
gün, halklarımız için alın yazısı olmayan bu
köhne düzeni sarsacağımızı çok iyi biliyor
düşman. Er ya da geç dost da öğrenecek…
İnanıyoruz ki, bizim bilimli, bilinçli, inançlı ve kararlı duruşumuz, bu ablukayı da yıkacaktır. Marksizm-Leninizmin 20’nci Yüzyıldaki geliştiricisi Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’dan devraldığımız ideolojimiz, er geç
geniş halk kitleleriyle buluşacaktır. Bundan
korkanların tüm çabaları boşadır. Sesimize
milyonların sesini kattığımız gün yırtacağız
bu sessizliği. Çıkaracağız halkımızı karanlıktan aydınlığa. İşte o zaman görmeyen gözler
görecek, duymayan kulaklar duyacak!..
Kurtuluş Partisi
Gençliği
CMYK
CMYK
11
Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009
Kurtuluş Partisi Gençliği, Gençlik Mücadelesinde yol gösteriyor
Kurtuluş Partisi Gençliği:
Emin olun biz kazanacağız!
Gelecek bizim, gelecek güzel günlerin0
Y
eni eğitim öğretim yılına Kurtuluş Partisi Gençliği çok hızlı,
atak ve coşkulu başladı. İki
önemli eylem gerçekleştirdi Gençliğimiz bu yaz. 15- 20 Ağustos tarihleri
arasında yaptığımız Yaz Kampı ve 1
yıldır yürüttüğümüz “YURTKUR
Uyuma Yurt Kur Kampanyası”nı
sonlandırdığımız 7–8–9 Eylül Ankara
Yürüyüşü. Gençlik Kampı’nda disipliniyle, yaratıcılığı, duruşu ile; Ortaçağcılara meydan okuyan Kampanya yürüyüşünde yiğitliği, cesareti, direngenliği
ile bir kez daha dosta da düşmana da
gösterdi kendisini.
Kampımız0
Aslında Eğitim Kampı olan Yaz
Kampı boyunca, yoğun bir eğitim çalışması, sportif ve kültürel faaliyetler yapıldı.
Kuracağımız Sosyalist ailemizin
nasıl olacağının bir örneği yaşandı hep
beraber. Bir yandan; Usta’mızın bir taş
değirmene benzettiği ve “eğer içine
buğday atmazsak bir süre sonra kendi kendini öğütmeye başlar” dediği
beynimizi, teorik eğitimle geliştirdik.
Diğer yandan; yine Usta’mızın “beden tembelliği ruh tembelliği getirir”
diyerek önemini vurguladığı bedensel
faaliyetlerle hem bedenimizi hem ruhumuzu geliştirecek faaliyetlerde bulunduk.
Yoldaşlarımızın yaratıcılıklarını,
yeteneklerini konuşturdukları müzik,
tiyatro gibi etkinliklerle de çok güzel
zaman geçirdik. Programımızı aksatmadan uyguladığımız Kamp’tan daha
da kardeşleşerek, yoldaşlaşarak, kavga
ve mücadele azmimizi bileyerek ayrıldık. Ve Tarihin omuzlarımıza yüklediği
görevi an geçirmeksizin yerine getirmemiz gerektiğinin bilinciyle…
Kampanyamız0
“e Tarikat Evi, e Cemaat Yurdu” diyerek yürüttüğümüz Yurt Kampanyası’nın birincil hedefi; halkımızın
çaresizlikten başvurduğu, binlerce öğrenciyi ve veliyi ağlarına düşüren Ortaçağcılardı elbette. Ramazan ayının ortasıydı. Özellikle Ortaçağcı Şeriatçıların daha da saldırganlaştığı günlerde;
aslında Ortaçağcılara bir meydan okumaydı eylemimiz. Onları doğrudan hedef alan ve tam alınlarının ortasından
vuran bir eylemdi Kampanya’mız.
Diğer hedefimiz ise; “Har(a)ç
Zamlarına, Özel Yurtlara, Paralı
Eğitime Hayır” diyerek; eğitimin
özelleştirilmesi, paralı hale getirilmesiydi.
3 günlük Programını harfiyen uygulayan Gençliğimiz, 4 ayrı ilde basın
açıklamaları ile gerçekleştirdiği bu yürüyüşü, YURTKUR önünde, 44 gözaltının da yaşandığı bir eylemle, sonuçlandırdı. Yürüyüş boyunca ve gözaltı
boyunca yiğit, kararlı, onurlu bir duruş
sergiledi ve Parti’mize, Ustalarımıza,
Halklarımıza layık olduğunu bir kez
daha gösterdi.
Ancak bu her iki etkinlikten çıkardığımız önemli bir ders var tabiî ki.
Bizler Proletarya Devrimcileriyiz. Ve
en önemli özelliklerimizden olan; “iğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır” diyerek yapmamız gereken özeleştiriyi de yapmamız gerekiyor. Bu Kamp
ve Kampanya etkinliklerimizi yüzlerle,
binlerle yapamadık ne yazık ki. Nicelik
olarak henüz gereken sayıda değiliz ve
bugünün görevi olan örgütlenme görevimizi yeterince yerine getiremiyoruz.
Her iki etkinliğimizin değerlendirme
toplantılarında da bunu vurguladık; var
olan niteliğimizi buna layık nicelikle
taçlandırmak zorundayız!
Ülkemiz açısından, Sevr bataklığına ve Ortaçağa sürüklenişimizin daha
da hızlandığı günlerden geçiyoruz. Siyasi bakımdan AB-D ve onların yerli
uşakları Tayyipgiller, bu amaçları doğrultusunda hızla ilerliyor, “açılımlar”
ile halkımızın gözünü boyarken, ekonomik olarak da kriz bahanesi ile yüz
binlerce insanımızı daha işsizlik, pahalılık, açlık ve yoksulluk cehennemine
atıyor ve her geçen gün acılar daha da
artıyor. AB-D’nin “açılımlar”ı; halkları birbirine düşürme, dünyada bin devletli eyalet sistemi kurmaya yönelik ve
korkarız ki, biz bir an önce çoğalıp bu
gidişi durduramazsak daha çok kan dökülecek, çok acılar çekilecek...
Bu gidişe dur demeden oturmak,
bir an boşluğa düşmek, tembellik yapmak, haklı gerekçeler bularak görevlerden uzak durmak bize yakışmaz. Küçükburjuva alışkanlıklarımızdan kurtulmak, daha çok yorulmak, daha az
uyumak, daha çok okumak zorundayız.
Çok fazla haklı gerekçe bulabiliriz ama
“Gemileri Yakmadan” bu yolda başarılı olamayız. İyi birer devrimci önder olmak zorundayız. Okulumuzda, mahallemizde, işyerimizde örnek ve önder olmalıyız. Ne kadar sansüre uğratılsak
da, yaptıklarımız görmezden gelinmeye
çalışılsa da, bunu aşmanın tek yolu ÇOĞALMAKTIR…
İşte günümüz koşullarında Gençliğimize, Kurtuluş Partisi Gençliği’ne
düşen bu: ÖRGÜTLEMEK, ÇOĞALMAK, BÜYÜMEK ve DEVRİMİ GERÇEKLEŞTİRMEK… Ülkemizin gerçek devrimcileri olarak Teorimizin hakkını vermek zorundayız ve
bunu gerçekleştirebiliriz. Bu yürek, bu
inanç, bu kararlılık ve cesaret bizde
var...
Emin olun gelecek bizim
ellerimizde
Emin olun gelecek güzel günlerin
Güzel günleri getirecek çocuklar,
güzel günleri…
Kurtuluş Partisi Gençliği
Uyan YURTKUR Biz Geldik!
Bir yıldır süre gelen “e
Cemaat Yurdu, e Tarikat
Evi YURTKUR Uyuma Öğrenciye Yurt Kur” adlı Kampanyamızın son ve en önemli bölümü
olan, bir nevi Türkiye yürüyüşü niteliğindeki Yürüyüşümüz, bizim için 6 Eylül sabahı Parti binasından çıktığımız
an başlamıştı. Konya’dan İstanbul’a
kadarki yolculuğumuz süresince Tarihin bizlere yüklediği bu şanlı görevin
hep bilincindeydik.
Ve bizim için nihayet mücadele günü gelmişti. 7 Eylül sabahı, Kurtuluş
Partisi Gençliği olarak İstanbul-Taksim’deydik. Taksim’deki basın açıklamamızdan sonra, Türkiye’nin dört bir
yanından gelen yoldaşlarla, Denizler’in
Amerikan 6’ncı Filosu’nu denize döktüğü yer olan Dolmabahçe’ye yürüdük.
Yürüdük… Çünkü biliyorduk ki,
bizler Denizler’in gerçek takipçileriydik. Onlardan devraldığımız mücadele
bayrağıyla; Ortaçağcı Şeriatçıların ve
Parababalarının bizlere dayattığı özel
yurtlara ve tarikat evlerine karşı hakkımız olan kamu yurtları için çıkmıştık
yola.
İstanbul’da başlayan Yürüyüşümüzde Kocaeli, Bursa ve Eskişehir güzergâhını takip ettik. Üç gün süren Yürüyüşümüzde çoğuyla ilk kez tanıştığımız yoldaşların, bizleri; “Şeriatın kalesi Konya’dan Ortaçağcı Şeriatçılara ve Parababalarına karşı yürüme-
ye gelen yoldaşlar” olarak selamlaması bizleri çok sevindirmiş ve mücadele
aşkımızı daha da kamçılamıştı. Asıl bizi en çok sevindirense Yürüyüşümüz
boyunca halkımızdan aldığımız olumlu
tepkiler oldu.
Ve en sonunda
Ankara’daydık0
Ankara’ya kadarki geçen sürede Parababalarının her türlü susturma hareketine karşı sesimiz hep gür çıktı. Maltepe’den başlayan Yürüyüşümüzde de
bu susturma hareketi sadece medyayla
sınırlı kalmamış, Parababalarının kolluk güçleri de yolumuzu barikatlarla tıkamaya çalışmıştır. Ama bizi bu haklı
mücadelemizden kimse vazgeçiremezdi. Polisin her türlü engellemelerine
rağmen, YURTKUR Genel Müdürlüğünün önüne gelmiştik. Burada her şeyin maksimum seviyede olması, yani
sesimizin çıkabildiği kadar çok çıkması, karalığımızın daha da katlanması gerekiyordu.
Bu durum Parababalarını öyle rahatsız etmişti ki, YURTKUR binasının
önünde açtığımız pankart sonrası, polis
tüm gücüyle üzerimize saldırdı. Ancak
bu saldırıya karşı Kurtuluş Partisi Gençliği yiğitçe direndi ve çatıştı. Saldırı
sonrası arkadaşlarımızın birçoğu gözaltına alındı. Biz, Konya Kurtuluş Partisi
Gençliğinden de gözaltına alınanlar oldu. Özellikle ilk defa gözaltına
alınan arkadaşlar için bu
durum büyük bir tecrübe niteliğindeydi. Gözaltı süresi boyunca da polisin
her türlü hakaret ve tahriklerle bizleri
yıldırma çalışmaları devam etti. Ancak
Hikmet Kıvılcımlı gibi büyük bir Usta’nın öğrencileri olarak, haklı davamızın güveniyle başımız hep dikti hiçbir
şey bizleri yıldıramazdı.
Bu Yürüyüşümüz, Konya Kurtuluş
Partisi Gençliği olarak bize çok şeyler
kattı. Yoldaşça dayanışmanın ve kollektif hareketin en güzelini bu Yürüyüş
boyunca yaşadık. Özellikle birlikten
kuvvet doğduğunu ve “Gerçek devrimcinin sözleriyle değil eylemleriyle
devrimci olduğunu” bir kez daha anladık.
Konya Kurtuluş Partisi Gençliği
olarak şunu herkesin bilmesini isteriz
ki; bu Yürüyüş boyunca edindiğimiz
tecrübelerle mücadelemiz her alanda
devam edecektir. Söz veriyoruz ki, bunu dosta da düşmana da göstereceğiz.
YURTKUR Uyuma
Öğrenciye Yurt Kur!
Şeriat’a Karşı
Ya Birleşmek Ya Ölüm!
Halkız, Haklıyız… Kazanacağız!
Konya’dan
Kurtuluş Partisi Gençliği
B
5eriatçılar her gün bir yurt kuruyor,
sağır sultan bile duyuyor,
YURTKUR hâlâ uyuyor0 Bu nasıl oluyor?
iz üniversiteli olma yolundaki
liseliler, bu yıl yine, her yıl
olduğu gibi, çarpık, ezberci
eğitim sistemi ve günaşırı değiştirilen sınav sistemiyle boğuşmaya
mecbur bırakılan; herhangi bir matematik işlemi ya da tarihteki bir savaşı, ülkemizin ve halklarımızın
AB-D Emperyalistleri ve onların
yerli yabancı Parababası uşakları tarafından sömürülmesinden daha
önemli gören; iki soru daha fazla
yaparsam burun farkıyla alırım bu
yarışı, düşüncesiyle hayattan soyutlanan yarış atları olmak zorunda bırakılıyoruz...
Peki, ama hepsi bu kadar mı?
Değil elbette. Üniversite sınavına hazırlık aşamasında çekilenler ya
da sınavı kazanamayanların içine
sürüklendiği psikolojik bunalım bir
kenarda dursun, üniversiteyi kazanmanın verdiği sevinç ve heyecanla,
üniversiteye yapılan yolculuğa gelelim.
Daha garajda otobüsten iner inmez, karşımıza cellât gibi dikilen ve
cinsiyetimize göre cinsiyeti değişen
çember sakallı ağabeyler ya da tesettüre bürünmüş ablalar, fiziksel
özelliklerini bir kenara bırakırsak
Şeriatçı kargalar. Çoğumuzun, başındaki örtüye güvenip içindekini
insan sandığı ama insanlığını Ortaçağcı zihniyetin kapıp kaçtığı, tüm
zihnini insanların dini inançlarını
istismar ederek, onları laikliğe,
cumhuriyete düşman; Şeriatçı zih-
lanmış örümcek kafalılar. Bizleri
utanmadan, hem de alenen cemaat
yurtlarına, tarikat evlerine yerleştirebileceklerini ve orada her türlü
imkânımızın olacağını söyleyerek
mürit kapmaya çalışan laiklik düşmanı, irticacı nemrutlar...
Bu teklife yanaşmadığımızı, reddedip yolumuza baktığımızı varsayalım.
1999–2008 yılları arasında
özel yurtlar yatak kapasitelerini
% 111,4 artırırken devlet yurtlarındaki artış % 15,2 olmuştur.
Böylelikle 2008 yılında kayıtlı
olan özel yurtların sayısı 3126
iken devlet yurtlarının sayısı
219’da kalmıştır. Ve son olarak yeni yapılan 17 yurt daha.
2.5 milyon öğrenciden yalnızca
200 bininin kalabildiği bu devlet
Yağmur, çamur, fırtına0
Geliyoruz Ankara0
İstanbul, sonra Kocaeli, Bursa,
Eskişehir ve Ankara...
Gittiğimiz her yerde aynıydı
coşkumuz, heyecanımız ve Şeriatçılara, gericiliğe olan kinimiz. Mahirler’in, Denizler’in, Kıvılcımlı Usta’nın nasıldıysa coşkusu, heyecanı
ve emperyalizme, yerli uşaklarına
olan kini; aynıydı bizimki de...
Öğrenciye Değil
Tarikata Barikat0
Şeriatçı zihniyetin yurtlarına
karşı yürüyorduk, karşımıza Şeriatçı zihniyetin polisi dikiliyordu.
“Öğrenciye Değil Tarikata Barikat” diye haykırıyorduk her seferinde daha coşkulu, daha heyecanlı
ve öfkeli...
Yağmur, çamur, fırtına0
İşte geldik YURTKUR’a0
Boğaziçi Köprüsü
niyete
Fethullahlara, Humeynilere, Tayyipgiller’e, kısacası AB-D Emperyalizmine kul köle yapmaya odak-
Yürüyüş Halayı
İstanbul’dan çıkıyoruz
Ankara’ya yürüyoruz
Tarikat yurduna karşı
Kamu yurdu istiyoruz
Yürü gel Aydın Gençlik
Beri gel İşçi Gençlik
Bu haklı davamıza
Sen de gel katıl gençlik
Eylem günü geldi çattı
Tayyipgil’in benzi attı
Bu eylemde kararlıyız
Çektiğimiz artık yetti
Yürü gel Aydın Gençlik
Beri gel İşçi Gençlik
Bu haklı davamıza
Sen de gel katıl gençlik
Bu zinciri kıracağız
Yarınlara varacağız
Bizi soyan fırsatçıdan
Elbet hesap soracağız
Yürü gel Aydın Gençlik
Beri gel İşçi Gençlik
Bu haklı davamıza
Sen de gel katıl gençlik
Not: “Grev Halayı”ndan uyarlanmıştır.
yurtlarında kalma ihtimalimiz % 10
bile değilken, orta halli bir halk çocuğunun bu teklifi reddetmesi, ona
göre büyük bir şansı elinin tersiyle
itmesidir. O zaman ya bu teklifi kabul edip cemaat yurtlarında Şeriat
müridi olma yolunda heba olacaksın; ya devlet yurdu ihtimalini zorlayıp avucunu yalayacaksın
Paran varsa ev tutup kendi hayatını kuracaksın (yani açlığın, sefaletin, zammın, pahalılığın ne olduğunu iliklerinde hissedeceksin);
ya da YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın dediği gibi “paran yoksa
okumayacaksın”... İşte bahse konu
Tayyipgiller’in taptıkları Tanrı da
tam burada kendisini gösteriyor:
PARA… Dini bütün imajlarında,
halkların gözünü boyayan Tayyipgiller’in Tanrısı darphanelerde üretiliyor yani.
YURTKUR Uyuma
Öğrenciye Yurt Kur0
İşte biz Kurtuluş Partisi Gençliği – Halk Kurtuluşçu Liseliler
olarak, bunun hesabını sormak için
çıktık yola: 7 Eylül’de İstanbul’dan
Ankara’ya yürüdük.
2008 yılında, “YURTKUR
Uyuma Öğrenciye Yurt Kur” diyerek başlattığımız, afişlerle dört
bir yanı süsleyip, stantlarda, etkinliklerde, bulunduğumuz her yerde
dile getirdiğimiz bu sorunu bilince
çıkarmak için topladığımız imzaları
teslim etmek ve tüm bu haksızlıkların hesabını sormak için yürüdük...
Coşkuluyduk Denizler kadar;
coşkuluyduk Mahirler kadar...
Ve heyecanlıydık; Halklarımızı
böylesine yakan bir sorunu dile getirmenin heyecanı vardı hepimizde...
Ve YURTKUR’a vardık. Hesap
sormaya gelmiştik. Binlerce, milyonlarca genci Şeriatçı kargaların,
tarikatların, cemaatlerin kucağına
attığı için hesap soracaktık YURTKUR’dan. Polisiyle geldi üstümüze
Tayyipgiller. Biz 70 kişiydik onlar
270… Gözaltına aldılar, yıldırmaya
çalıştılar. Ama biz Yıldırılamaz
Gençliğiz, tüm ezilen halkların şiarını dile getiriyoruz. Kıvılcımlı Usta’nın öğrencileriyiz biz. Deniz Yoldaş’ı,
Mahir
Yoldaş’ı
Üç
Şehitler’imizi, Kıvılcımlı Usta’mızı
nasıl yıldıramadıysa baskılar, bizi
de yıldıramadı. Çünkü bizler Kıvılcımlı Usta’nın dediği gibi: “yenilmez bir özgücün”; paranın padişahlığını, yobazın karanlığını ve yabancının roketini yenecek olan İşçi
Sınıfının müttefiki Aydın Gençleriz.
Ve biz biliyoruz ki, Tarihin çarkı
insanlıktan ve bizden yana dönmektedir. Emperyalistler, işbirlikçiler Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mızda nasıl Türk ve Kürt Halklarının ortak mücadelesiyle topraklarımızdan kovuldularsa, 6’ncı Filo nasıl denize döküldüyse, İkinci Kurtuluş Savaşı’mız sonunda da, bir daha
gelmemek üzere Tarihin çöplüğüne
atılacaklardır.
Bizler Halk Kurtuluşçu Liseliler
olarak, Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’dan, Denizler’den, Mahirler’den,
Erdal Erenler’den, Üç Şehitler’imizden, Cheler’den, Fideller’den, Ho
Amcalar’dan aldığımız Antiemperyalist, Antişovenist ve Antifeodalist
mücadele bayrağını, Sosyalizm bayrağını bulunduğumuz her yerde kanımızın son damlasına kadar dalgalandıracağız. Andımızdır!
YURTKUR Uyuma
Öğrenciye Yurt Kur!
e Cemaat Yurdu e Tarikat
Evi İnsanca Barınmak istiyoruz!
Şeriat Ortaçağdır!
Yeni Sevr’e Karşı Yaşasın
2. Kurtuluş Savaşı’mız!
Yaşasın Halkların Kardeşliği –
Biji Bratiya Gelan!
İzmir’den
Halk Kurtuluşçu
Liseliler
CMYK
CMYK
12
Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009
Kurtuluş Partisi Gençliği, Gençlik Mücadelesinde yol gösteriyor
Baştarafı sayfa 20’de
YURTKUR, öğrencilerin barınma sorunları için gerekli
ve yeterli yatırımı yapmayarak öğrencileri cemaat yurtlarına muhtaç bıraktı. YURTKUR 2007-2008 yılında her on
üniversite öğrencisinden sadece birine yurt imkânı sağlamıştır. Bu yıl üniversitelerin kontenjanları % 25 arttırılarak
fecaat daha da büyütülmüştür. Ayrıca her türlü mali olanağa
sahip cemaat yurtlarının önünü açmak için 2004 yılında yapılan yasa değişikliği ile “faaliyetine dini alet etmesi.”
yurtların kapatılma gerekçeleri arasından çıkarılmaya
çalışılmıştır.
YURTKUR “kredi isteyen hiçbir öğrenciyi geri çevirmiyoruz” diyerek övünmektedir. Ancak öğrenciler okul
hayatı boyunca aldığı krediyi, aldığı sürenin yarı zamanında ödemekle mükellef tutulmaktadırlar. Diplomalı işsiz yetiştiren üniversitelerimizden mezun olan öğrenciler beyaz
eşya endeksi üzerinden faizlendirilen ve milyarları aşan bu
borçları ödeyemediklerinden, icralık duruma gelmişlerdir.
Yusuf Ziya’nın YÖK’ü
Tayyipgiller, Ilımlı İslam projesinde hızla yol aldıkları
son süreçte YÖK’ün üzerinde önemle durmuştur. Tayyipgiller, türban çıkışıyla birlikte, akademik kariyeri; vahiyler, cami sayıları üzerine yapılmış araştırmalarıyla şekillenmiş Ortaçağcı Yusuf Ziya’yı YÖK Başkanlığına atamış, Yusuf Ziya da hızla çalışmalarına başlamıştır. Hatırlayacağımız gibi
ilk icraatları, türbanın üniversitelere sokulması ve İmam
Hatiplerin önünü açmak için hazırladığı katsayı oyunu olmuştu. “Fırsat eşitliği” masum yalanıyla sınav sistemi değiştirilerek bu amaca da en sonunda ulaşmışlardır. Ve tabiî
üniversiteleri “pazarlamakla mükellef” olduğunu da unutmayan Yusuf Ziya; “Amaç, sadece belli sayıda insanı üniversiteye taşımak olabilir. Okullar bedava. Hiçbir yerde
görülmemiştir” demekteydi başkanlığa atandığı ilk günlerinde.
Ardından geçen süre zarfında işler usulünce görüldü.
Rektör atamaları ve Üniversiteler Arası Kurul’da görev değişikliği ile Tayyipgiller’in ilerleyişine direnç noktası oluş-
Kurtuluş Partisi Gençliği’nin YÖK Bildirisi:
Üniversitelerimiz ve Aydın Gençliğimiz
Gerici Eğitim Kıskacındadır
turan önemli mevzileri ele geçirmeye devam ettiler. Bugün
ise YÖK’ün niteliğini, Temmuz 2009’da istifa eden muhalif
YÖK Üyesi Bülent Serim’in istifa metnindeki ifadelerinden
çıkartabiliriz:
“İstifa kararımda, YÖK Başkanvekili’nin ‘Kur’an
kursları cemaat ve tarikatlara bırakılmalıdır’ yolundaki
ifadesi ve YÖK Başkanı’nın basına yaptığı ‘yeni sınav
sisteminde farklı katsayı uygulaması kaldırılacak’ açıklaması son noktayı koymuştur.
“Yükseköğretim Genel Kurulu, artık konulara yalnızca siyasal iktidar gibi bakmakla kalmamakta, anayasal konumunu bir yana bırakarak, iktidardaki partinin
programını ve ideolojisini gerçekleştirmeye çalışan bir
kurul durumuna getirilmiş bulunmaktadır.”
Bugün Üniversiteler, geçenlerde haber konusu olduğu
üzere; bir hayvanat bahçesinde çocuğunun beğendiği tavşana isim bulma işini dahi danışmanının müdahalesi olmadan
yapamayan bir insan sefaletine, Yusuf Ziya Özcan’a bırakılmıştır.
Demokratik Halk Üniversiteleri İçin
Mücadeleden Başka Çıkar Yol Yoktur
“Yıldırılamaz Gençlik!”
İşte bugün üniversitelerimiz bir yandan ticarileştirilme
diğer yandan da gericileştirilme saldırıları ile karşı karşıyadır. Tayyipgiller, Üniversitelerimizi; Parababaları için hem
para basan birer holding hem de Ilımlı İslam projesi için
“mücahit”lerin yetiştiği arka bahçelerine çevirmek istemektedirler. Bu yolda gençlerimizi her türlü ahlâki ve kültürel
yozlaşmaya da tabi tutmakta, uyuşturucu-futbol ve hatta fuhuş bataklığına çekmeye de çalışmaktadırlar.
Fakat Aydın Gençliğimiz kendisine biçilen bu deli göm-
Sevinçliydik, gururluyduk, mutluyduk/
K
urtuluş Partisi Gençliği olarak, bir
yıldan
beri
sürdürdüğümüz
“YURTKUR Uyuma Yurt Kur”
Kampanya’mızı geçen hafta (7-8-9 Eylül
tarihlerinde) İstanbul’dan Ankara’ya yürüyerek görkemli bir şekilde sonlandırdık. Bu süreçte yaşadıklarımızı kısaca
sizlere aktarmak istiyorum.
Bir yıl önce Kampanya’mızı başlatmamızın ardından çalışmalara başladık.
Afişler yaptık, stantlar kurduk, halkımızı
bilgilendirdik, imzalar topladık, toplantılar düzenledik.
Bu süreçten sonra sıra eylemimize,
yürüyüşümüze geldi. Gerekli hazırlıkları
yapmak için Partimizde hummalı çalışmalar başladı. Pankartlar, dövizler, tişörtler hazırladık. Halka ulaşmak amacıyla
medyayla iletişime geçtik. Artık eylemimize bir gün kalmıştı, tüm yoldaşlar çok
heyecanlıydı.
Sabah yine Parti’mize gittik
çünkü diğer şehirlerden yoldaşlar gelecekti. Onlarla tekrar görüşmek, hasret gidermek, duygu
ve düşüncelerimizi paylaşmak,
yeni yoldaşlarla tanışmak için
sabırsızlanıyorduk. Yoldaşlarımız geldiğinde coşkumuz, heyecanımız bir kat daha arttı. Günlerce çalışıp bedenen yorulmamıza rağmen, gençliğin devrimci
coşkusuyla hiçbirimiz durmuyorduk, çalışmalarımız hızla devam ediyordu.
Diğer şehirlerden gelen yoldaşlarımızla birlikte bir ekip kurarak, Taksim’e bildiri dağıtımına çıktık. İstiklâl Caddesi’nin başından
Galatasaray’a kadar bildiri dağıtarak, sesli ajitasyon yaparak yürüdük. Kurtuluş
Partisi Gençliği’nin gücünü dosta da düşmana da bir kez daha gösterdik. Halkımızla buluştuk, imzalar topladık, sloganlarımızla sarstık Taksim’i. Parti’mize geri
döndük. Yarın yürüyüşümüzü başlatacaktık, diğer şehirlerden gelen yoldaşlarımızla birlikte evlerimize dağıldık.
Sabah erkenden kalktık. İşte eylem
günü gelmişti... Parti’mize vardığımızda
yoldaşlarımızın sayısının arttığını, yeni
yoldaşlarımızın bizlere katıldığını gördük. Sevinçli, coşkulu, heyecanlıydık.
Bilgilendirme toplantısı düzenlendi. Parti’miz Genel Sekreteri Serdar Çıngı ve
Genel Saymanı Gürdal Çıngı’nın yaptığı konuşmalar, devrimci ateşimizi bir kat
daha büyüttü.
Yürüyüş’ümüze –1 Mayıs’ta tüm devrimci gücümüzle, irademizle, kavgamızla
fethettiğimizşanlı
Taksim
Meydanı’ndan başladık. 20 metrelik dev
pankartımızla, sloganlarımızla basın açıklamamızı gerçekleştirdik. Açıklamamızın
ardından Dolmabahçe’ye çok görkemli
bir yürüyüş gerçekleştirdik. Deniz’in, Yusuf’un, Hüseyin’in ve Parti’mizin Genel
Başkanı Nurullah Ankut Yoldaş’ımızın
da içinde bulunduğu 68 Devrimci Gençliği’nin, Amerikan Emperyalizminin 6. Filosu’nu denize döktüğü yere geldik. Devrimci kararlılığımız bir kat daha arttı. Yürüyüş Halayımızla onları selamladık. Eylemimizin bu ilk etabında halkımızın büyük desteğini aldık, insanların heyecanımıza ortak olması, bize destek vermesi
haklılığımızı bir kez daha ortaya çıkardı.
Otobüsle Kocaeli’ne giderken, devrimci coşkumuz azalmadan devam etti.
Türkülerle, halaylarla, marşlarla devam
ettik yola. Kocaeli’ne vardığımızda yoldaşlarımız bizi karşıladı. Bize küçük bir
sürpriz yapıp meşhur pişmaniyelerinden
getirmişlerdi. Yeni yoldaşlarla tanıştıktan
sonra yürüyüşümüze başladık. Yürüyüş’ümüz çok ilgi gördü, burada bu denli
büyük, görkemli ve coşkulu eylemlerin
olmadığını
söylediler
bizlere.
İstanbul’dan aldığımız rüzgârı buraya da
taşımıştık. Basın açıklamamızı yaptık,
halayımızı çektik.
Gebze Parti binamıza gidecek, burada
konaklayacaktık. Gebze’ye giderken İzmit’in adını çok duyduğumuz Seka
Park’ında mola verdik, burada da türkülerimizi söyledik hep birlikte. Parti binamıza vardık. Biraz yorulmuştuk, dinlenirken, eylemimizi değerlendirdik. Kolektif
bir biçimde yemeğimizi yedik. Değerlendirme toplantımızı yaptık.
Ertesi sabah erkenden Bursa’ya doğru
yola çıktık. Feribotla karşıya geçiyorduk
ki, devrimci pratiğimiz burada da kendisini gösterdi. O kadar coşkuluyduk ki, halkımıza sesimizi duyurabileceğimiz bir
yer olduğu için, pankartlarımızı feribotun
üst katında açtık, burayı kızıllaştırdık.
Özel güvenliğin ve jandarmanın engellemelerine rağmen yolculuğumuza devam
ettik.
Bursa’daki eylemimiz de çok görkemliydi. Dev pankartımızla, sloganlarımızla
ve devrimci disiplinimizle halkımızı etkiledik. Partiye döndük, hep beraber Bursa’nın Cantık’ını yedik.
Bir sonraki durağımız Eskişehir idi.
Tren garından, Porsuk Çayı’nın kenarından Adalar-Migrosa kadar yürüdük. Bir
üniversite şehri olan Eskişehir’de yaptığı-
leğini parçalayacaktır.
Ülkemizde de gençlik hemen her toplumsal hareketliliğin ön saflarında yer almayı bilmiştir. Her fırsatta tertipledikleri sivil-resmi faşist saldırılara, okuldan atmalara-uzaklaştırmalara göğüs gererek, Halklarımıza yeniden dayatılmaya çalışan Yeni Sevr’e karşı İkinci Kurtuluş Savaşı’mızda da yerini alacaktır.
Türkiye Aydın Gençliğinin önünde 1945’ten beri iki seçenek vardır; Deniz Gezmiş’in de savunduğu bu doğruları,
Mahir Çayan 1970’lerde şu cümlelerle ortaya koyar:
“(…) Aydınlar iki alternatifle karşı karşıyadır.
“Ya, Türkiye’nin bugünkü içler acısı durumu, mevcut
düzeni, ülkenin “değişmez kaderi” olarak, olduğu gibi kabullenip, “böyle gelmiş böyle gider” “bana ne, ben kendi çıkarıma bakar hayatımı yaşarım” diyerek bu düzenin bir unsuru olacaklardır.
“(…)
“Bunlar için tek bir yüce yasa vardır. O da, kendi çıkarları ve kendi esenlikleridir. Bunlar hayâsızca, bir
ulus için kutsal ne varsa, onu emperyalist pazarlarda
açık artırmaya çıkarmış vatan hainleridir. Ve bunu da
ağızlarından hiç eksik etmedikleri vatan-millet adına
yaparlar!
“Gelelim ikinci alternatife: Bu alternatif, 20’nci Yüzyılın ikinci yarısı da dahil olmak üzere, her tarihî dönemde,
ulusun tam bağımsız olarak yaşayabileceğine inananların,
emperyalist boyunduruk altında yaşamaktansa ölmeyi yeğ
tutanların alternatifidir. Bu ikinci yol, hayatı da dâhil olmak üzere her şeyini ortaya koyarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ya İstiklal Ya Ölüm” parolasını kendisine şiar edip, “Tam Bağımsız Türkiye” için bitmemiş
olan Anadolu ihtilali için savaşanların yoludur.
mız basın açıklaması gençler tarafından
büyük ilgi gördü.
Ankara’ya vardık. Yarın eylemimizin
son ve en önemli günüydü. Kızılay’dan
YURTKUR’a yürüyecek, topladığımız
imzaları verecek ve burada eylememizi
gerçekleştirecektik.
Sabah olduğunda yoldaşlarımın heyecanını her davranışlarında görebiliyordum. Onlar eyleme giderken, ben sağlık
sorunum sebebiyle Parti’de görevli olarak
bırakıldım. Bu heyecanı yoldaşlarımla
birlikte yaşayamayacağım, onlarla yan
yana, omuz omuza kavgaya giremeyeceğim için çok üzgündüm.
Parti’de beklerken, yaptığımız eylemler medyada yer almış mı diye baktım.
Ancak Usta’mıza ve onun öğrencileri
olan biz gerçek devrimcilere uygulanan
sansür devam ediyordu. Zil çaldı, liseli
yoldaşlar geldi. Diğer yoldaşların polisle
çatışarak gözaltına alındıklarını söylediler. Fotoğraf ve video çeken arkadaşlar
görüntüleri bilgisayara aktardı. İzlediğimde yoldaşların kararlılığını,
direngenliğini, en kısası devrimciliklerini gördüğümde
duygulandım, gözlerim doldu. Korkusuzca, sonunu düşünmeden, Ustamızın dediği
gibi “zümrüt bir denize dalar gibi” dalmışlardı kavgaya. En ufak bir geri çekilme
belirtisi göstermeden direnmişlerdi. Orada olamadığımız, şimdi onlarla birlikte
olamadığımız için ne kadar
üzgündük…
Yoldaşların dönmesini
beklerken, biz de Parti’deki
yoldaşlarla kaynaştık. Kendilerini ilk kez görmeme rağmen sanki yıllardır arkadaşmışız gibi sohbet ediyorduk. İşte eylem pratiğinin biz
devrimcileri nasıl kaynaştırdığının bir örneği…
Akşam olunca arkadaşlarımız kafileler halinde geldiler. Yorulmuşlardı, açlardı, canları acıyordu belki, ancak devrimci
heyecanlarını hiç yitirmemişlerdi. Bu eylem ve gözaltı çelik iradelerine sanki bir
kez daha su vermiş, daha da sağlamlaştırmıştı onları. Sohbetlerimizde yaşananları
anlattılar bizlere. Bazen öfkelendik, hesabını sormak için söz verdik; bazen de hep
beraber güldük, eğlendik…
Değerlendirme Toplantımızı yaptık.
Eylemimiz tüm baskılara rağmen başarıyla sonuçlanmıştı. Ustalarımıza ve Parti’mize yakışanı yapmıştık, sevinçliydik,
mutluyduk, gururluyduk.
Ama bir yandan da öfkeliydik, bütün
bu olanların hesabını sormak için, halklarımızı bu kahrolası düzenden kurtarıp,
tüm insanlığın kardeşçe, eşit, özgür yaşayacağı sosyalizmi kurmak için bir kez daha söz verdik hep birlikte… 16 Eylül
2009
İstanbul
Kurtuluş Partisi Gençliği’nden
Bir Yoldaş
E
“Evet, bütün Türkiyeli aydınlar, bu iki alternatiften birisini seçmek zorundadırlar.
“Birinci alternatifte, rahat bir yaşantı, bu düzenin nimetleri vardır.
“İkincisinde ise, çeşitli zorluklar, kan, işkence ve ölüm
vardır.
“Biz, yurtsever kişiler olarak, ikinci yolu seçtik.
“Seçtiğimiz yol, Gazi Mustafa Kemal’in açtığı yoldur.
“O’nun başlattığı Anadolu ihtilalinin yoludur.
“Parolamız, “Ya İstiklal Ya ölüm!”
“Hedefimiz, “İstiklal-i Tam Türkiye”dir.”(THK-C
Savunması)
Sözlerimizi, Türkiye Devriminin Önderi Hikmet Kıvılcımlı’nın Gençliğin karakterini ve görevini en açık biçimde
ortay koyduğu Parababaları düzenine meydan okuyan şu
cümlelerle bitirelim:
“Aydın genç Antika çağın ezik, cahil köylüsü değildir. Aydın genç, hiçbir zulmün sindiremeyeceği modern
İşçi Sınıfı gibi bir yenilmez devrimci özgücün müttefikidir. Üstelik gençliğimizin tükenmez “Genç Türkler”
devrimci geleneği vardır. Yıldırılamaz gençlik.”
Yılmadığımızı, Yılmayacağımızı göstereceğiz. Üniversitelerimizin holdinglere, kampuslarımızın modern tekkelere dönüştürülmesine izin vermeyeceğiz. Demokratik, Laik
ve Anadilde Eğitim veren, tamamen parasız bir yüksek öğretim için Demokratik Halk Üniversiteleri şarttır. Gel bu
mücadelede seninle de yollarımızı birleştirelim.
AB-D Emperyalistlerinin 12 Eylül ile gençliğimize giydirmeye çalıştığı, bugün Tayyigiller’in çekiştirdiği deli
gömleğini parçalayalım.
YÖK’ü Tarihe Gömelim!
Yaşasın Demokratik-Laik-Anadilde Eğitim
Mücadelemiz!
Yaşasın Demokratik Halk Üniversiteleri
Mücadelemiz!
Kurtuluş Partisi Gençliği
Eşit, Parasız, Demokratik, Laik, Bilimsel ve
Anadilde Eğitim İstiyoruz!
Başucumuzdaki Cellât: Eğitim Sistemi/
zbere dayalı bir eğitim sistemi, sorgulamayan, araştırmayan öğrenciler, “bitse de gitsek” gözüyle bakılan dersler, sınavlara hazırlanmakla boşa geçen
ömürler, sınav stresi üniversite telaşı kayıt parası har(a)ç parası,
KPSS, ÖSS, SBS vb. vb… Tamamen verimsiz, içi boş bu eğitim sisteminde boğulup çürüyüp giden,
sorunlardan, sorunlarından uzak bir
gençlik yaratma çabaları…
İşte kısaca ülkemizdeki gençlerin durumu budur. Ve bizler yani
Halk Kurtuluşçu Liseliler, bu duruma sessiz kalamayız, kalamazdık,
kalmadık ve kalmayacağız da.
Bozuk, çürük eğitim sistemine
karşı öfkemizi haykırdık. Gençliğin yıldırılamaz olduğunu, kinini,
öfkesini içinde tutamayacağını dosta düşmana gösterdik. Öğrencilere,
velilere, halkımıza seslendik…
GEÇLİK GELECEK, GELECEK SOSYALİZM!
28 Eylül pazartesi günü Karşıyaka Çarşı girişinde yaklaşık 50 kişiyle bir basın açıklaması yaptık.
“Bozuk düzende sağlam çark olmaz” dedik. “Herkese Eşit, Parasız, Demokratik, Laik, Bilimsel
Ve Anadilde Eğitim İstiyoruz”
dedik. Öğrenci, işçi, köylü, Kürt,
Türk, asker, sivil tüm halklarımızı
Halk Kurtuluş Cephesinde örgütlenmeye, kör dövüşü değil, bilinçli mücadeleye çağırdık. Emperya-
lizme, Şeriata, Faşizme karşı, tüm
kararlılığımızla, heyecanımızla attık sloganlarımızı. Uyumadığımızı,
uyutamadıklarını anlattık. Kurtuluş
Partili İşçiler de katılmışlardı eylemimize. “İşçi Gençlik El Ele Halk
Kurtuluş Cephesine” diye haykırdık hep birlikte çağrımızı.
Halk Kurtuluşçu Liseliler olarak, Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’dan,
Denizler’den,
Mahirler’den aldığımız İkinci
Kurtuluş Savaşı bayrağını kanımızın son damlasına kadar dalgalandıracağımızı gösterdik tüm İzmir
Halkına. Ve eylemimizi “Gün
Doğdu” Marşı eşliğinde sonlandırırken tüm inancımız gözlerimizdeki parıltılardan belliydi.
Belki bu eylem bir ilkti Halk
Kurtuluşçu Liseliler için. Ve aynı
zamanda bir başlangıç…
Çünkü biz dünyanın neresinden olursa olsun hiçbir haksızlığa, zulme sessiz kalamayız ve
kalmayacağız.
Çünkü biz biliyoruz ki nerede
bir Kurtuluş Partili varsa sosyalizmin bayrağı orada en yüksekte
dalgalanıyor. İnsanlığın kurtuluş
mücadelesi orada canlanıyor. Ve
öyle olacak.
Bizler Halk Kurtuluşçu Liseliler olarak; nerede, ne şartlarda
bulunursak bulunalım Emperyalizme, Faşizme, Şeriata karşı tüm
kinimizi haykıracağız.
İkinci Kurtuluş Savaşı’mızı
başarıya ulaştırıncaya dek mücadele edeceğiz…
ADIMIZDIR!
Halk Kurtuluşçu Liseliler
13
Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009
olacağı sokaklar başta olmak üzere, mahalleliyi slogan ve alkışlarımızla uyandırdık.
Sabah 07:00 civarı, mahalle girişinde,
yıkım makinelerinin önünde yer alan tam
donanımlı 1000 - 1200 kişi civarındaki polisle, mahalle halkı olarak karşı karşıya geldik. Polis hiçbir uyarı yapmadan çok yoğun
bir gaz bombası ile saldırdı. Mahalle halkı
da savunmaya geçti. Ancak kitle dağıtıldı
ve evlerinin çatılarında direnmeye devam
etti. Bazı evlerde çok çetin direnişler gerçekleştirildi… Bir evin üstünden arı kovanları atıldı polisin üzerine. Ancak sayıca bizden fazla olan güvenlik güçlerinin vahşice
saldırıları sonucu, yıkım engellenemedi ne
yazık ki… 25 ev yıkıldı, yıkacaklarının az
bir kısmıydı bu sayı. Direniş devam ederken öğlen civarı terk etti mahalleyi Parababalarının uşağı Tayyipgiller’in yıkım ekipleri…
Osmangazi Mahallesi’ndeki bu direniş
sonucu yıkım geçici süreliğine durmuştur
ama yıkım kararı iki mahalle için de hâlâ
yürürlüktedir.
Akpınar Mahallesi’nde de, bizim önderliğimizde, mahalle halkının katılımıyla toplantılar gerçekleşti, bir Komite kuruldu.
Sancaktepe Belediyesi önünde mitinge dönüşen, Osmangazi Mahallesi Halkının da
son anda katılımıyla yaklaşık 400 kişilik bir
eylem gerçekleştirdik, Komite olarak. Akpınar Mahallesi’nde gece nöbetleri başladı.
Yani yıkıma karşı örgütlülük artarak sürüyor Akpınar Mahallesi’nde.
Yıkım kararı verilen evlerin büyük bir
çoğunluğu, ev sahiplerinin tapulu arsaları
üzerine inşa edilmiştir ve yine birçoğunun
dere ile arasında sokaklar, tapulu, arsalar
evler bulunmaktadır. Bu, aradaki evlerin
yıllardır vergileri ödenmekte, su, doğalgaz,
elektrik, telefon abonelikleri bulunmaktadır.
Eğer yıkım kararı alınan evler dere yatağındaysa belediyeler ve ilgili diğer kurumlar suç işlemişlerdir yıllardır, değilse şimdi
evleri yıkan İSKİ suç işlemektedir.
Oysa Devlet dar gelirlinin konut ihtiyacını karşılayıcı tedbirler almakla yükümlüyken; tersine Tayyipgiller İktidarı, halkımızın evlerini başlarına yıkmaktadırlar. 27
Mayıs Politik Devrimi’nin yürürlüğe koyduğu, Türkiye’nin en demokratik anayasası
olan 1961 Anayasası’nda barınma ile ilgili
olarak:
“VII. Sağlık Hakkı
“Madde 49- Devlet, herkesin beden ve
ruh sağlığı içinde yaşayabilmesini ve tıbbî bakım görmesini sağlamakla ödevlidir.
“Devlet, yoksul veya dar gelirli ailelerin sağlık şartlarına uygun konut ihtiyaçlarını karşılayıcı tedbirleri alır” ibareli madde yer alır.
Gördüğümüz gibi, 27 Mayıs Anayasası,
ne kadar açık ve netçe Sosyal Devlet’in bu
konudaki görevini tanımlamış.
Parababalarının yaptırdığı 12 Eylül
1980 Faşist Darbesi ise 1982 Anayasası’nı
hazırlamıştır bildiğimiz gibi.
1982 Anayasası ile 1961 Anayasası’nda
yer alan devletin halka karşı yükümlülükleri ve işçilerin hak arama, örgütlenme özgürlükleri iğdiş edilmiştir. Tüm bu kısırlığına rağmen kırıntı düzeyinde de olsa:
“B. Konut hakkı
“MADDE 57.– Devlet, şehirlerin özel-
ugünlerde İstanbul’un Sancaktepe ilçesinde büyük bir hareketlilik var. Çünkü
AKP İktidarı, emekçilerin, yoksulların
evini yıkmak için yine harekete geçti. Sancaktepe İlçesindeki Osmangazi ve Akpınar Mahallelerinde; seçim döneminde yapılan evleri dere
yatağında kurulduğu gerekçesiyle yıkmak istiyor.
Ama İlçe halkı; genç, yaşlı, çocuk, kadın
herkes evlerinin yıkılmaması için harekete geçmiş durumda. Osmangazi ve Akpınar halkı
AKP’ye tepkili, öfkeli... Sancaktepe halkı evlerini yıktırmamaya kararlı. Yıkıma karşı bir araya gelen Mahalle halkı gösterdiği direnişle
AKP’ye geri adım attırdı.
Kurtuluş Yolu Gazetesi olarak Akpınar ve
Osmangazi halkıyla görüştük.
İlk durağımız Akpınar Mahallesi’ydi. Mahalle’ye girer girmez elimizde fotoğraf makinesini gören Akpınar’lı kadınlar çevremizi sardı.
Konuştukça kalabalık büyüyor. Herkes derdini dökmek istiyor…
K.Y.: Yıkılması planlanan evler arasındaki sizinki var mı?
Müjde: Evet, evimizi yıkıp oraları satmak
istiyorlar. Buranın su havzasıyla ilgisi yok, yıllardır burada yaşıyoruz. Başka yerlerde villalar
var, oraları yıkmaya gücü yetmiyor. Buraya geliyorlar.
Akife: Derenin kirliliği sorundu, temizlemediler. Gelip temizlesinler. Başka bir sorumuz
yok bizim dereyle. Çekmeköy’deki evler su
havzasında. AKP’nin yandaşları olduğu için ses
çıkarılmıyor.
,runlu altyapı hizmetleri getirildi değil mi
mahalleye?
Gülhanım: Bankalardan para çektik, çoluk
çocuğumuzun rızkını kesip oraya yatırdık. Evde
elektriğimiz, doğalgazımız var. Bir sorun yoktu.
Şimdi mi sorun çıktı?..
Yaşadıklarını, AKP’nin kendilerine yaptığı haksızlığı, zulmü anlatmak için yarışıyorlardı. Binbir emekle, fedakarlıkla yaptıkları, yıkılması
planlanan evlerini göstermek istiyorlardı, beraber evleri dolaştık. Mahalleyi dolaşırken bize
katılan mahallelinin sayısı giderek artıyordu.
Anneleri babaları gibi, evlerini yıkacak olan
AKP’ye tepki gösteren çocuklar da attıkları sloganlarla bize eşlik ediyorlardı. Mahalleliyle birlikte muhtardan hesap sormak üzere muhtarlığa
gittik. Muhtarı bulamayan kadınlar, muhtardan
mutlaka hesap soracaklarını evlerini yıktırmayacaklarını ifade ederek buradan ayrıldılar.
Akpınar’da yıkıma karşı kurulan Komitenin
üyeleriyle evlerinde görüştük.
Ardından yıkımın yapıldığı Osmangazi’deydik. Mahalleliyle sokakları, yıkılan evler dolaştık. Yıkıntılar içinde hala duran eşyalar, halkımıza yapılan acımazlığı gösteriyordu. Mahalle’ye, hüzün ve öfke hakimdi. AKP’ye ve kendilerini hazine arazisi işgal etmiş gibi gösteren
parababaları medyasına öfkeliydi mahalle halkı...
Ve dolu gözlerle evlerinin yıkılışını anlattılar. Mahallede gösterilen direniş soncunda evleri yıkılmayanlar ise mücadelelerini sürdürmeye
kararlı.
Gıyaseddin: Yaklaşık 10-15 yıldır burada
oturmaktayım. Burada, başta hata Belediye’nin.
Önceden su havzası veya dere yatağıdır diye
uyarması, izin vermemesi gerekirdi. Sonunda
Seçim zamanı Belediye geldiğinde, temel atılırken, kolay gelsin demiştir. İnsanlar kendine göre ev yaptı. Şimdi İSKİ burası su havzasıdır, diyor. İnsanların evlerine suyu İSKİ götürdü ama,
her şey bitmiş, şimdi boşaltın diyor. Belki buraları satılmıştır da. Kimi insanların evinde yiyecek yemeği yoktu; ama barınabilmek için bir
yuva yaptı, borçlanarak. Ama onların evini yıkanların da evi yıkılsın! Ne diyebilirim başka...
K.Y.: Başka bir yer gösterildi mi size?
Akife: Hayır göstermediler. Evler yıkılacak
denildi.
K.Y.: e yapacaksınız peki şimdi?
Gülhanım: Hakkımızı savunacağız, savaş
çıkacak… Ne olacak?..
Müjde: Ne gerekiyorsa yapacağız.
18 milyar Belediye’ye verdik. Plan, proje çizildi, doğalgaz geldi. Şimdi evi yıkacağız.
K.Y.: e zaman bildirim geldi?
Kim?Bir hafta önce.
Müjde: Komşum var, sırf kira vermemek
için, kapısız eve gelip yerleşti. Betonların üzerinde oturuyorlar, sırf kira vermemek için. Şimdi evinizi yıkacağız diyorlar. Bu adalet mi şimdi? Nasıl zulüm bu? Gidin bakın lütfen.
Gülhanım: Şu anki Belediye Başkanı gelip
konuştu. Ben seçilirsem kesinlikle yıkım olmayacak dedi. Bizzat şu karşıdaki evde konuştu.
Müjde: Tapularımızı gösterelim size.
K.Y.: e düşünüyorsunuz AKP hakkında
şimdi?
Müjde: 18 yaşında özürlü bir çocuğum var.
Bakıma muhtaç… Ölüm bizden uzak değil sonuçta. Bir geleceği olması için evi onun adına
yaptık. Şimdi ev yıkılıyor? Ne olacak şimdi?..
AKP’ye oy verdik. Üstelik üyeydim. Yalvarıyorlardı. Kapı kapı dolaşıyorlardı. Geleceğiniz
olacağız diye. Hani nerde gelecek? Şimdi yoklar, çıkmıyorlar karşımıza.
Fatma: Biz de oy verdik. Ama zehir olsun…
Akife: Sırtımızdan gelip koltuğa yerleştiler..
Şimdi de evimizi başımıza yıkmak istiyorlar.
Gerçek yüzlerini gösterdiler.
Cennet: Evlerimizi ne zorluklarla yaptık.
Hala bir sürü borcumuz var. Kredi çektik. Ne
olacağız biz, sokakta mı kalacağız? Hırsızlık mı
yapacağız?
Makbule: Oturduğum evi yıkacaklar. Nerede ev bulacağım? Kiracıyım ben. Nereden ev
bulacağım bu kışta?
Akife: Neden zamanında bizi uyarmadılar?
Bankadan para çektik bu evleri yapmak için.
Yıkım olacaksa bizi neden uyarmadılar, neden
elektrik, doğalgaz verdiler evlere, kaldırımlar
yapıldı?
Bu sırada mahalleli çocuklar sarıyorlar
etrafımızı.
Çocuklar: Okulumuzu yıkıyorlar! Okulsuz
kalacağız… Öbür, uzaktaki okula gideceğiz.
Evimizi de yıkıyorlar.
Akife: Benim kızım üniversiteyi kazandı bu
yıl, ama gönderemedik. Biz çocuklarımızı
Amerikalarda okutamıyoruz tabii.
Yıldız: Eşim hasta, çalışmıyor. Gecekondu
da oturuyorum. Yıkılacak ev şimdi. Ne yapayım
ben şimdi? Kaldım ortada. Gelin halime bakın…
Akife: Biz bu evleri yaparken Belediye görüyordu. Gittik 3 milyar para verdik Belediye’ye, istediler. Zabıtalar da 5 milyar para yediler. Şimdi yıkılacak deniliyor. Neden o zaman bir şey söylemediler bize? Borçlandık…
Perihan: Kızımın evini yıkacaklar yavrum.
K.Y.: Şu yeni apartman mı?
Perihan: Evet. Her şeyi bitti, yepyeni. Bu
zalim bizden oyları topladı. Dedi yapın.. Yaparken kolay gelsin dediler. Oy aldı kendini başa
çıkardı. Ben Başbakan’a seslenirim: Biz yabancı ülkeden gelmedik, biz bu ülkenin insanıyız…
K.Y.:Siz mi eviniz tamamlanmadan oturuyorsunuz?
Ayten: Evet. Zorunluluktan. Böyle adalet
olur mu? Yaptırmasalardı bu evleri. İnsanlar varını yoğunu buralara yatırdı.
Baştarafı sayfa 1’de
olup bu tepkiyi örgütlü mücadeleye dönüştürmek için kafa yorup davranışa geçtik. Bu
hareketin içinde yerimizi aldık. Her iki mahallede de toplantılara katıldık; mücadelenin şekli ve seyri ile ilgili, yapılan saldırıyı
kimlerin yaptığına ilişkin görüşlerimizi anlattık.
Yıkımlar, 13 Ekim sabahı Osmangazi
Mahallesi’nden başlayacaktı. 12 Ekim akşamı Akpınar Mahallesi’nde evi yıkılacak
olan yaklaşık 150 kişi, bizim öneri ve ikna
çabalarımızla, önderliğimizde disiplinli bir
şekilde Osmangazi Mahallesi’ne destek
vermek için bir yürüyüş gerçekleştirdi.
Osmangazi Mahallesi Halkı (yaklaşık
100 kişi), bizi coşkulu bir şekilde karşıladı.
Mahallede, özellikle yıkımın olacağı sokaklarda, birleşen kitle tarafından sloganlar
atılarak yüründü.
Yürüyüş, bilgilendirme, değerlendirme
toplantısı yapmak üzere bir köy derneğinin
önünde bitirilecekti ki; tüm çabalarımıza
rağmen kitle içine sızan sivil polisler, karanlığı ve kitlenin birbirini tanımayışını fırsata çevirerek, kitleyi geriye resmi polislerin üzerine yönlendirdiler ve ellerindeki pet
şişeyi resmi polislere fırlattılar. Ardından,
aralarında Sevrci Solcuların da bulunduğu
gençler durur mu? Onlar da bir şeyler atarak, polisin saldırmasının önünü açtılar, sağ
olsunlar!..
Ardından polis, kitleyi biber gazı ile dağıtmaya çalıştı. Bir kısmı dağılan kitle, başka bir yerde yeniden toplanmış ve yine bizim de yönlendirmelerimizle sabaha kadar
mahallede yaklaşık 150 – 200 kişi olarak
nöbet tutmuştur. Saat 04.00 civarı yıkımın
“Bu halk adam olmaz” diyenlere
Sancaktepe Halkından tokat gibi cevap!..
B
Akpınar Mahallesi halkı AKP’ye tepkili...
Akpınar Mahalle Halkı sokaklardaydı.
Sokakta bekleşen kadınlarla görüşüyoruz.
***
Akpınar Mahallesi’nde yıkıma karşı kurulan Komite anlatıyor:
“Ölüm pahasına evlerimizi yıktırmayacağız”
K.Y.: Sancaktepe’de yıkılacağı bildirilen
evler ne zaman yapıldı?
İsmail: Seçim döneminde yapıldı. Partiler,
Belediye yapım sırasında desteklediler. İktidara
gelince yıkım olmayacak denildi. Halk da buna
dayanarak gücüne göre 1 kat 2 kat evler yaptı.
Yapılan yerler tapuludur. Basında çıkıyor ki; ge-
liklerini ve çevre şartlarını gözeten bir
planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını
karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu
konut teşebbüslerini destekler.” der 1982
Anayasası.
Yani Tayyipgiller, 1982 Anayasası’nın
bile gerisindedirler...
Yıkım kararı olan evler yapılırken, Büyükşehir Belediye Başkanından belde belediyesi zabıtasına kadar hepsi, evlerin bir
tuğlasının dahi yıkılmayacağını sözlü beyan etmişlerdir. Halkımızı oy davarı olarak
gören bu satılmışlar cephesinin halkımıza
verdiği söz, oy sandıkları açılana kadardır.
Seçim bittikten sonra kimseye bir tuğla dahi koydurmamışlardır. Yani onların tabiriyle koyun sütten kesilmiştir bir sonraki seçime kadar…
Bu zulmü halkımıza yapan Tayyipgiller
İktidarı, Mahkemenin yıkım kararı olduğu
halde Acarkent’e dokun(a)mamaktadırlar.
Peki, bu zulmü halkımıza neden yapar
Tayyipgiller?
Çünkü onları, yerli ve yabancı Parababaları, Uluslararası Finans-Kapitalistler iktidara getirmiştir. Tıpkı 1950’de Demokrat
Parti’yi, Adnan Menderes İktidarını ve ondan günümüze kadar tüm partileri iktidara
getirdiği gibi, Tayyipgiller’i de başta ABDAB Parababaları olmak üzere, Uluslararası
Finans-Kapitalistler iktidara getirmiştir.
Bir atasözümüz “Gâvurun ekmeğini yiyen, gâvurun kılıcını çalar” der. Ne güzel
de der atasözlerimiz, nasıl da özetler yerli
satılmışlığı, Tayyipgiller’i…
Tayyipgiller, yedi yıldır yerli yabancı
Parababalarına peşkeş çekmiştir, harcı Kuvayimilliye şehitlerimizin kanıyla karılan
Kamu İktisadi Teşekkül(KİT)lerimizi; Sümerbank’ı, Şeker Fabrikalarımızı, Tigem
Arazilerimizi, Tüpraş’ımızı, Petkim’imizi
ve adını sayamadığımız birçok değerimizi…
Şimdi de gözlerini mahallerimize dikti
Parababaları. Ormana yakın, sessiz sakin,
ulaşımı kolay (otoyollara yakın) mahallelerimizi kentsel dönüşüm aldatmacasıyla çeşitli bahanelerle yıktırıp veya öldü fiyatına
istimlâk ile boşaltıp villalarıyla, lüks siteleriyle buraları işgal edecekler…
Parababaları erken bayram etmektedirler. Birinci Kurtuluş Savaşı’mızda halkımız
yedi düvele meydan okumuş, emperyalistlerin hepsini inlerine geri göndermiştir.
Biz Kurtuluş Partililer, halkımızı doğru
önderlikle buluşturup, tez zamanda saflarımıza katıp, Parababalarının yerlisini de yabancısını da ve satılmışlar cephesinin tamamını bir daha dönmemecesine topraklarımızdan atarak, İkinci Kurtuluş Savaşı’mızı
zafere ulaştırıp onların yarattığı bu talan,
soygun düzeninden halkımızı kurtarıp, insanın insanı sömürmediği, insanın hayvan
yerine konmadığı, sosyalizme kavuşturacağız.19.10.2009
Buna inancımız tamdır.
Gün gelecek Tayyipgiller’den hesap
sorulacak!
Yaşasın yıkımlara karşı örgütlü mücadelemiz!
Yaşasın Osmangazi ve Akpınar mahallesinin yıkımlara karşı mücadelesi!
cekondu ve su havzasıdır. Bunlar doğru değil.
Ben de yaptım tek katlı. Benim bu yerim yıkıldıktan sonra ne olacak? Tapu var bizde. Zabıtası da geldi rüşvetini aldı. O zaman da çevik kuvvet vardı, AKP vardı. O zaman neredeydi? Bunu yapmadı, şimdi yıkıyor.
K.Y.: Mahalle halkına ne zaman tebligat
geldi?
İsmail: Kimisine yıkımdan üç gün önce. Kimisine bir hafta önce geldi. Hatta evi yıkılıp da
teblİgatın gelmediği ev de oldu. Boşaltın, yıkacağız deniliyor.
K.Y.: Bunun üzerine ne yaptınız? asıl
bir araya geldiniz?
İsmail: Mahalle halkı olarak Osmangazi’ye
destek olmak için gittik. Komite oluşturduk.
Hakkımızı savunmak zorundayız. Eylemimizi
yaptık. Halk desteğiyle komite oluşturduk. Yarın, ya da 6 ay sonra yıkılacakmış gibi her an hazırlıklıyız. Başka yapacak bir şeyimiz yok. Sonuna kadar sahip çıkacağız.
Arsa olarak ne yapılacak? İSKİ verecek mi
parası? Vermeyecek tabii.
halkımızı. Zamanımız çok dardı, çünkü sabah
yıkım ekibi gelecekti. Mahallemizin bir örgütlülüğü yoktu, herkes kendi başına hareket ederdi.
Biz de 100-150 kişiyle toplantı yaptık. Yıkıma
karşı Direniş Komitesi oluşturduk. Halkın Kurtuluş Partisi İstanbul İl Başkanı Av. Pınar Akbina, DİSK Örgütlenme Daire Başkanı Ali Rıza
Küçükosmanoğlu ve Kurtuluş Partisi Sancaktepe İlçe Başkanı Deniz arkadaş gelmişti. Bizim
de mahalle halkı olarak ilk sınavımızdı.
Ali Başkan bir konuşma yaparak bizi cesaretlendirdi: “Sizin burada bir suçunuz yok, burada her türlü direniş hak” dedi. Bize güzel bir
şekilde yol gösterdi, silkelendik adata. Pınar
Hanım da bize hukuki olarak bilgi verdi. Ancak
hukukun da parababaları hukuku olduğunu ve
fiili mücadelenin belirleyici olduğunu, “örgütsüz halkın köle halk olduğunu, örgütlü halkın
yenilmeyeceğini” söyleyerek istersek bunu başarabileceğimizi söyledi. Uzun bir toplantıydı,
ama insanlar gözünü kırpmadı. Tabii gece 12’de
bir araya gelerek sokaklara döküldük. Sivil polisler dolaşıyordu Mahalle’de. Her türlü hazırlığı yaptık, yıkıma karşı tetikteydik. Polis bunu
gördü, yıkım ekipleri gelmedi sabah. Zaten ilk
gece
Osmangazi’deydik.
İkinci
gece
Akpınar’daydık. Sabah 7’den itibaren hızlı bir
şekilde halkı Sancaktepe’de yapacağımız basın
açıklamasına çağırdık. Mahalle’yi dolaştık.
Genç, yaşlı, çocuk hep beraber Mahalle’yi dolaştık. Halk hareketi böyle oluyor galiba. Aslında burası alışkın değil böyle şeylere... Gazete
dağıtıldığında bile normalde insanlar yan gözle
bakarlar. Ama şimdi halk sokakta, yürüyor. Bu
yıkıma izin vermeyeceğimizi ortaya koyuyor.
Komitede bir abi söyledi, insan kızını oğlunu
kaybettiğinde evim yıkıldı der, diye anlattı.
Evin önemi ortada.
Halk kendi kendine organize olarak Sancaktepe’ye gitti. Belediye önünde basın açıklaması
yaptık. Halkımızın tek derdi evlerini yıktırmamak. Niye dere yatağına yaptın diyorlar. Sen niye yaptırdın? Ben kendi kendimi yöneteceksem
niye seni seçtim? Niye senin adın devlet?.. Bir
aile çocuğu dünyaya getirdiğinde diyebilir mi
git diye? O çocuğu büyütecek elbet.
Ama onlar ne yapıyorlar? Sefalet ücretini reva görüyorlar. Asgari ücret veriyor bize… Bir
yandan kendine villalar yapacak, gemicikler
alacak…
Yine Sancaktepe Belediyesi, Büyükşehir
Belediyesi İSKİ’ye yönlendiriyor. Biz masumuz, biz yıkmıyoruz, İSKİ yıkıyor diyorlar. Bizi aptal mı sanıyorlar? Bunlar ayrı gayrı kurumlar mı sanki?
Eski İSKİ müdürü şu anda AKP’nin bakanı.
İsmail
K.Y.: e yapılacak peki?
Arsaların satılacağını düşünüyoruz. Yarın
öbür gün eski evler de yıkılacak. Ve bir süre
sonra birileri gelip villaları yapacak. Derenin bir
taşkınlığı olmadı bugün kadar.. Amaç, rant tabii...
Durmuş: Burada bir haftadır yıkım tartışması vardı. Halk bireysel hareket etti. Hemen
İSKİ’ye başvuru yaptılar. Baktı ki olacak gibi
değil… Biz burada hızlı bir şekilde harekete geçip Akpınar Halkı olarak yaklaşık 100-150 kişi
Osmangazi’ye gittik. Oradaki halk işin ciddiyetinde değildi. Çünkü oranın halkının büyük bir
kısmı AKP’ye oy vermişti. Oy verdiği Partinin
evlerini başlarına yıkacağını düşünmemişti.
Halk sokağa çıktı. Yaklaşık 500-1000 kişi oldu,
polis, gaz bombalarıyla saldırdı. Sabaha kadar
beklendi. Sayı düştü bu arada. Yıkım ekipleri
geldi, yıkmaya başladı. İlk şoktan sonra Osmangazi büyük direniş gösterdi. yıkım yarıda kesildi.
Biz de Akpınar Mahallesi olarak bir bildiri
bastırıp megafonla halkı aydınlattık; uyardık
Sancaktepe’den
Halkın Kurtuluş Partililer
Devamı sayfa 19’da
14
Baştarafı sayfa 1’de
En ön safta atıldı İnsanlığın kurtuluş mücadelesine, en ön safta da aramızdan ayrıldı,
Büyük Komutan Che.
Keyfine gücü yettiği için, 42 yıldır İnsanlığın gönlünde taht kurdu, Kahraman Gerilla
Che Yoldaş.
Kendi canını başkalarından tatlı görmediği için Küba Devrimi’ni gerçekleştiren önder
kadroda yer aldı; yetinmedi bununla, dünya
halklarına mütevazı yardımlarını sundu;
Kongo, Guatemala ve görev başında düştüğü
Bolivya’da...
Bedence aramızdan ayrılmasından 42 yıl
geçti, ama insanlığın kurtuluş mücadelesinde
mütevazı yardımları devam etmekte. Nerede
zulme karşı bir başkaldırı varsa Che Yoldaş
orada. Irak’ta ABD Emperyalizmine karşı direnişte, Venezüella’da Başkan Chavez’in yanında, işsizliğin, pahalılığın yaratıcısı AB-D
Emperyalistlerine karşı yükselen mücadelede, işçi direnişlerinde, grevlerinde hep en önde Che.
Unutturulamadı, tişörtlere, kolyelere indirgemek istediler, devrimci özünü boşaltmak istediler, başaramadılar. Başaramayacaklar da. Onurdan taviz vermeyen, rahat bir
yaşamı değil, halkların kurtuluşu uğruna
kendi bedenini vakfeden, ölmeyi göze alan
bir insan nasıl unutturulabilir.
Ne güzel söylemiş Sandor Petofi:
Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009
İsyan Bayrağıdır Che...
Erkeksen, erkek gibi ol
İnandığın şeyi açıkça
Söyle hiç çekinmeden
Canının pahasına da olsa.
Söyleyeceğini söylememektense
Vazgeç, daha iyi, yaşamaktan
Ölüm bir şey değil eğer
Olmamışsan onurundan.
(...)
Erkeksen, erkek gibi ol
Yiğit, güçlü, onurlu
Bir şey yapamaz o zaman sana
e tanrı, ne kişioğlu,
Ve ol tıpkı bir koca çınar
Ki devirebilir belki
Esen kudurgan fırtınalar
Ama bükemez belini!
Yaşarken de bükemediler Che’nin belini,
fiziki olarak yok olduktan sonra da.
Che, 9 Ekim’de katledildi. Katledilişinin
42’nci yılında, 17 Ekim’de, Kurtuluş Partililer, Kahraman Gerilla’yı, onurun günümüzdeki temsilcisi Küba Halkının Temsilcileri;
Küba Büyükelçisi Jorge Quesada Concepcion ve Birinci Kâtipleri Ernesto Morejòn
Rodrìguez Yoldaş’la beraber, Latin Amerika’dan sol rüzgârları estiren Venezüella Hal-
Venezüella Büyükelçisi Raúl José Betancourt Seeland Yoldaş’ın Konuşması:
Che: başkaldırı, eylem, savaş...
Ö
ncelikle hepinizi Sayın Devlet Başkanımız Hugo Chavez adına, Ankara’daki
Türkiye’deki Venezüella Bolivar Cumhuriyeti Büyükelçiliği adına, Bolivarcı Hükümet
ve 2 Şubat 1999 yılında Başkanımızı büyük bir
çoğunlukla seçen Cesur Venezüella Halkı adına
tekrar tekrar selamlamayı bir borç biliyorum.
Aynı şekilde bugün bizleri, Küba Büyükelçisi, Ekselansları Jorge Quesada Concepcion ve
Birinci Kâtipleri, Başkâtipleri Ernesto Morejòn
Rodrìguez Yoldaş’la beraber Che’ye adanmış
olan bu Konferansa davet ettikleri için sayın
avukat dostumuz Sait Kıran’ın ve tüm diğer Parti üyelerinin şahsında, Halkın Kurtuluş
Partisi’ne bir kere daha teşekkür etmek istiyorum.
Konuşmama, Komutan Ernesto Che Guevara’nın 11 Aralık 1964 günü Birleşmiş Milletler
Genel Kurul Toplantısında söylediği şu sözlerle
başlamak istiyorum:
“Ben Arjantin’de doğdum, bu kimse tarafından bilinmeyen bir sır değil. Ben aynı zamanda hem Kübalı hem de Arjantinliyim ve
bundan Latin Amerika’nın diğer üstün beyefendileri lütfen alınmasın. Çünkü ben Latin
Amerika’da var olan herhangi bir ülkenin vatandaşıyım. Bu ülkelerden herhangi biri için
gerekli olduğu zaman, hayatımı kimseden
hiçbir şey talep etmeksizin, şart koşmaksızın
ve kimseyi sömürmeksizin feda etmeye hazırım.”
“Pelao”, Tete”, “Tito”, “Doktor”, “Keskin
Nişancı”, “Ramon”, “Tatu”, “Chang-cho”, “Sacamulon”, “Ernesto”, “CHE” yani savaş, büyük
adam, hayalci, şair ve daha birçok isimle anılan
ve bizim tanıdığımız, Gerilla, Siyasetçi, Yazar
ve Doktor, Kübalı-Arjantinli devrim ve direnişin
simgesi ERNESTO GUEVARA böyle söylemiştir.
Hayatını özgürlük ve adalet için feda eden
Kahraman Gerilla’nın Bolivya’da düşüşünün
42’inci yıldönümünde, dünyanın birçok yerinde
anma törenleri düzenlenmiştir. 8 Ekim 1967 günü Bolivya Ordusu tarafından yararlanarak ve
ertesi gün, CIA ajanı Felix Ismael Rodriguez tarafından, o dönem Bolivya Devlet Başkanı Rene
Borrientos Ortunio’nun talimatlarıyla 9 Ekim’de
katledilmiştir.
Daha çok “El Che Guevara” ya da sadece “El
Che” olarak tanınan Ernesto Guevara, 14 Haziran 1928’de Rosario-Arjantin’de doğar.
1953–59 yıllarında kardeş ülkede yeni bir siyasi
rejim başlatacak ve başarıya 1 Ocak 1959’da
ulaşacak olan Küba Devrimi’ne liderlik eden komutanlar ve fikir adamlarından biridir.
Guevara, o tarihten başlayarak 1965’e kadar
Küba devlet yapılanmasına katılmış, ekonomi
başta olmak üzere idari ve devlet kademelerinde
önemli üst düzey görevler üstlenmiştir. Milli
Merkez Bankası Başkanlığı, Endüstri Bakanlığı
yanı sıra, diplomasi alanında birçok uluslararası
misyondan sorumlu olmuştur.
Silahlı direnişi tüm Üçüncü Dünya’ya yayma gerekliliğini savunan ve buna inanan El Che
Guevara, Latin Amerika’nın birçok ülkesinde
gerilla direniş gruplarının kurulmasına destek
vermiştir. 1965–1967 yıllarında Kongo ve Bolivya’da bizzat çarpışmış, savaştığı son ülke olan
Bolivya’da yakalanmış, CIA ve Bolivya
Ordusu işbirliği ile 9
Ekim 1967 günü talihsizce katledilmiştir.
El Che Guevara,
“Guevaracılık” olarak
tanınan bir dizi fikir
geliştirmiştir. Düşünce
yapısının temelini Antiemperyalizm, Marksizm ve Komünizm
oluşturmakta, devrim
yapmanın ve sosyalist
bir toplum kurmanın,
toplumu
oluşturan
kimliğe dayanması gerektiğine inanmaktadır.
Guevara, silahlı direnişte büyük rol oynamıştır. Kendi kişisel deneyiminin yanı sıra, Foquismo yani gerilla savaşı olarak adlandırılan
teoriyi geliştirmiştir. O’na göre devrim yapmak
için uygun şartlar mevcutsa, küçük bir gerilla
topluluğu sübjektif şartlarını oluşturabilir ve
halk arasında örgütlenebilir.
Che, gerilla, köylü ve tarım reformunun arasında sıkı bir bağ olduğuna inanıyordu. Bu durum onu fazlasıyla endüstriyel İşçi Sınıfına
önem veren Avrupalı ya da Sovyet Sosyalizm fikirlerinden uzaklaştırmakta daha çok Maoculuğa yaklaştırıyordu. Kendisinin “Gerilla Savaşı” adlı kitabında Küba gerilla savaşında kullanılan taktik ve stratejilerine yer verilmektedir.
Che, hem devrimde gerilla hem de sosyalist
toplumda vatandaş olarak kişisel ahlâkı esas tutardı. Bu olguyu “Yeni Sosyalist İnsan” kavramı altında geliştirdi. Bunu kişisel etik ile hareket
eden ve dayanışma ile ortak iyilik sağlayan ve
bunu yaparken de maddesel olana ihtiyaç duymayan bir birey kurumu olarak görüyordu. Bu
bağlamda Guevara, “Yeni İnsanı” yaratmakta temel faaliyet olarak gördüğü gönüllü çalışmayı
temel değerlerin ötesinde görüyordu.
Che Guevara’nın Bolivya’da öldüğü haberini, hayatını adadığı devrimin ve halkın resmi
sözcüsü olan Komutan Fidel Castro verirken
yaptığı konuşmasında, Kahraman Kumandan
Guevara’nın aramızdan sadece fiziksel olarak
ayrıldığını açıklamaktaydı.
Che’nin anısı, hayatını ve ölümünü anıyor,
özgürlük için verdiği savaşın yeni kuşaklarla bir
kere daha yenilendiğini ifade etmek istiyoruz.
Che Guevara, tüm Latin Amerika Devrimi’nin bilincidir. Varlığına ve liderliğine en çok
ihtiyaç duyduğumuz anlarda hayatını feda etmiş
olması, düşünceleri, fikirleri düşmanlarını bile,
uğrunda saygın ve cesurca ölmeyi bilen bu adama hayran bırakmıştır.
Che’nin doğmadığı topraklarda çarpışarak
ölmesi, yani verilen gerçek sözü en enerjik, katı
ve ısrarcı biçimde tutması, hem devrimde hem
de silahlı direnişte, başta Arjantinli-Kübalı Che
yoldaşları olmak üzere Latin Amerikalı yoldaş-
Sait Yoldaş’ın
Açılış konuşması
kının temsilcisi, Bolivarcı Venezüella Cumhuriyeti Büyükelçisi Raúl José Betancourt
Seeland ile birlikte andı.
Anma’da Sait Kıran Yoldaş kısa bir Açış
Konuşması yaptı. Ardından Che nezdinde
tüm Devrim Şehitleri için saygı duruşunda
bulunuludu.Che’nin ve Küba Devrimi’nin
Önderlerinin mücadelesinin görsel gösterimi,
ardından Küba Büyükelçisi ve Venezüella
Büyükelçisi Yoldaşların konuşmaları ve
Kurtuluş Partisi Ankara İl Başkanı Sait
Kıran Yoldaş’ın konuşmasıyla etkinliğimiz
sona erdi.
Emperyalizme karşı duyduğu kinle ve
kendisinden aldığımız Enternasyonalist devrimci coşkuyla andık Yoldaş Che’yi. Biz biliyoruz bu topraklarda Demokratik Halk
Devrimini gerçekleştirme görevi bizim
omuzlarımızda. Dost düşman herkes bilmekte, AB-D Emperyalistlerine, onların yerli ortaklarına, Şeriatçılara karşı en kararlı, tutarlı
mücadeleyi bizim verdiğimizi. Dolayısıyla
bizim mücadelemiz, onur mücadelesi... O
yüzden coşkuyla dolduruyor yüreklerimizi,
Che’nin, Fidel’in, Camilo’nun ve Raul’un
yoldaşlarıyla, Chavez’in yoldaşlarıyla birlikte olmak...
Kıvılcımlı Usta’nın devamcıları olarak bu
topraklarda Devrimci Mücadelemiz başarıya
ulaşacak. Taviz vermeyeceğiz ideolojimizden, mücadelemizden.
Eninde sonunda:
lara adanmıştır.
Bir kez daha Che’de; başkaldırıyı, eylemi ve
direnişi görüyoruz. Ölümünde tüm güçlerin, korkaklıkların ve korkuların üstesinden gelmeyi bilmiş bir devrimcinin tanımını görüyoruz.
Muhtaç ve sömürülen insanların bilincinde,
Che’nin varlığının yaşadığını; işgalci ordulara,
vatansız oligarşilere ve Yanki Emperyalizmine
karşı bir an dahi düşünmeden başlayacak savaşta onun gücünü görüyoruz.
Che’den ve onun çok yakın zamandaki ölümünün ardından kendimizi samimi ve dikkatli
bir şekilde sorgulamamız gerektiğine inanıyorum. Acaba devrim yapmak için devrimci olmanın gereklerini tam anlamıyla yerine getiriyor
muyuz?
Che’den ve binlerce kez devrime adanmış
hayatından sonra, etini ve kemiğini fikirleri için
ölüme vermesinden sonra, önümüzde Che’nin
cömertliği ve saldırganlığı bir arada yer almakta.
Onun için kumandanın şu cümlelerini asla ve asla unutmayalım.
“Devrim öyle bir şeydir ki ruhunuzda yaşatırsınız. Dilinizde sakız edip ondan kâr kazanmazsınız.
Tüm dünyaca tanınan Che Guevara cümlelerinden sekiz tane alıntı yaptım. Onları okuyayım:
“Diz çökerek yaşamaktansa ayakta ölmeyi yeğlerim.”
“Gerçekçi olalım ve imkânsızı başaralım.”
“İnsanlar ölür ama düşünceleri asla.”
“İnsanların hayatları boyunca ulaşabilecekleri en üst düzey devrimci olmaktır.”
“Devrimcilik eğitilerek yeni insanın yaratılmasında kullanılacak bir olgudur.”
“Her gün insanlar saçlarını düzeltirler peki neden kalplerini düzeltmezler.”
“Eğer gün savaşmak günüyse gelecek bizimdir.”
“Daima dünyanın herhangi bir yerinde
herhangi birine yapılan haksızlığı derin bir
şekilde hissetmeye yetkin olunuz bu devrimcinin en güzel vasfıdır.”
Ve son olarak Amerika Birleşik Devletleri tarafından 50 yılı aşkın zamandır devam ettirilmekte olan ekonomik, ticari ve mali ablukanın
bir an önce kaldırılmasını istiyoruz. Çünkü insanlık tarihinde, orada yaşayan halklara böylesine adaletsiz, böylesine acımasız böylesine kötü
davranan başka bir ülke daha olmamıştır.
Bakalım hatırlıyor musunuz?
Geçenlerde Sait Bey ile toplandığımızda bir
slogan söylemiştim ben size:
Son olarak sizlerin huzurunda, Venezüella
Bolivar Cumhuriyeti ve onun lideri Başkan Hugo Chavez Frias’a, Venezüella oligarşisi tarafından -ki zaten bildiğiniz gibi muhalefet, tüm basın-yayın organlarının % 90’ından fazlasına hâkim- yapılmakta olan medya kampanyasına bir
kere daha itiraz etmek istiyorum.
Sizlerin de bildiği gibi, geçtiğimiz 4 Eylül
2009 tarihinde, dünyanın 25’ten fazla ülkesinde
Başkan Chavez’e karşı bir yürüyüş düzenlendi.
Aynı zamanda Chavez yanlıları da 50’den fazla
ülkede bunun tam aksi Başkanımıza destek olmak amacıyla yürüyüşler düzenlediler. Ve şunu
söylemek istiyorum ki, biz Chavez yanlıları bu
yürüyüşlerden galip çıktık.
Aynı şekilde, Latin Amerika’nın kalbinde bıçak yarası olarak ABD tarafından kurulan Kolombiya’daki askeri üslerden de bahsetmek istiyorum. Buradaki üsler, sadece Venezüella Bolivar Cumhuriyeti’ne değil, özellikle Latin Amerika’da gelişmekte olan halklar için tamamen bir
tehdit oluşturmaktadır.
Aynı şekilde bu sahneden sesimi, Bolivar’ın
ve Chavez’in topraklarından gelen biri olarak,
bir kez daha Florida-Amerika Birleşik Devletleri’nde 11 seneden beri haksız bir şekilde tutuklu
bulunan 5 Kübalı Kahraman için yükseltmek
istiyorum. Martin’in evlatları olan; Gerardo
Hernández, Antonio Guerrero, Ramón Labañino, René González ve Fernando González.
Biz aynı şekilde tüm Venezüellalılar, Küba
Milli topraklarında gereksiz yere bulunan Guantanamo Askeri Üssü’nün de bir an önce kapatılmasını istiyoruz.
Halk bakacak, görecek, anlayacak,
Acı çeken kim, başkaldıran kim,
dövüşen kim,
Kim işi oluruna bırakmış,
Kim günü gün eden,
Kim şarlatan,
Kim korkak!
(Sandor Petofi)
İşte o zaman zafere giden yolu kat etmeye başlayacağız.
Er veya geç halkımızı örgütleyip gerçek
özgürlüğe kavuşturacağız.
Aşağıda bu Anma’mızda yapılan konuşmaları sırasıyla sunuyoruz.
Ankara’dan
Kurtuluş Partililer
Yoldaşlar, bugün 9 Ekim 1967’de bayrağı altında doğmadığı, mensubu olmadığı bir
halkın kurtuluşu için mücadele ederken katledilen, bu uğurda kanını döken Kahraman
Gerilla Che Guevara’nın 42’nci ölüm yıldönümü anma toplantısı için bir araya gelmiş
bulunuyoruz.
Bu toplantımıza 1959’dan bu yana tam 50
yıldır ABD Emperyalizminin burnu dibinde
sosyalizmin bayraktarlığını yapan, onurun,
cesaretin, kararlılığın, Küba Halkının temsilcisi Büyükelçi Jorge Quesada Concepcion
Yoldaş aramızda, kendisine hoş geldin diyoruz.
Yine Latin Amerika’dan esen sol rüzgârların temsilcisi ABD’nin kâbusu Hugo Chavez Yoldaş’ın temsilcisi Bolivarcı Venezüella Büyükelçisi Raúl Betancourt Seeland
Yoldaş aramızda, hoş geldin diyoruz.
Küba Büyükelçiliği Birinci Sekreteri
Luis Ernesto Morejòn Rodrìguez Yoldaş
da aramızda, ona da hoş geldin diyoruz.
Şimdi sizleri, Kahraman Gerilla Che
Guevara’nın anısına tüm Devrim Şehitleri
için bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum.
Selam Olsun Bizden Önce Geçene
Selam Olsun Savaşırken Düşene
UH! AH! CHAVEZ O SE VA!
Yaşasın Türkiye!
Yaşasın Sosyalist Küba!
Yaşasın Sosyalist Venezüella!
Her Zaman Seni Hatırlayacağız Kumandan Che Guevara!
Zafere Kadar Daima!
Küba Büyükelçisi Jorge Quesada Concepcion’ın konuşması
Halkların her zaferinde
Che yeniden doğar
B
Sevgili dostlar,
ugün buluşmamızın nedeni, sadece Küba
Halkı için değil, bütün Dünyanın devrimcileri, Dünyanın herhangi bir yerinde yapılan adaletsizliği kendisine yapılmış gibi hissedenler için çok büyük bir önem taşımaktadır.
En büyük kaygısı “Yeni İnsan”ı oluşturmak
olan, derin bilgili ve yalın adamın ölümünün
42’nci yıldönümünü anmaktayız. O, doktor ve
entelektüel devrimci olan Ernesto Guevara de la
Serna, Komutan Che Guevara olarak tanınmaktaydı.
8 Ekim’de savaşta yaralandığı, hem Küba
hem de Dünya için bir yas günü olarak tarihe geçen 9 Ekim 1967’de katledildiğini söylemektedirler.
Görevlerini yaptıkları sırada ölen bütün devrimciler gibi, o zaman Che için yeni bir yaşam
başlamıştır.
O gün Che, çocukların gözlerinde, şiirlerde,
şarkılarda da yeniden doğdu; iyi bir insan ve iyi
bir savaşçı örneği oldu; özgürlük için gerçekleştirilen her etkinlikte yeniden yaşadı; mermer ve
bronz her anıtında,
gençler ve işçilerin taleplerinde ve protestolarında giydikleri tişörtlerde de taşıdıkları
bayraklarda da çoğaldı.
Che hakkında konuşmak kolay değildir.
Çok doğal bir şekilde
devrimci olarak sahip
olduğu her şeyi sunan,
insanoğlunun gelebileceği en yüksek seviyeye ulaşmanın tek yolunun özgürlük için mücadele etmek olduğunu
söyleyen o adama saygılarımızı sunuyoruz.
Kübalılar için Che,
emperyalizme karşı günlük mücadelede yer almaktadır. Bireysel yararları düşünmeksizin işimizi ortaklaşa yapmak üzere kendi yarattığı gönüllü işte, çocukların selam vererek “Che gibi
olacağız!” diyen yeminlerde yenilenmiş Che’yi
de görüyoruz.
Güney Amerika’yı motosikletle dolaştığı zamanlarda hastalıkları ve fakirliği tanıdığı yerlerde, günümüzde okuma yazma kampanyaları ve
hastaların görme yetisini geri kazanmasını sağlayan “Mucize Operasyonu” ile Che yeniden
canlanıyor.
Geçmişin bağlarından kurtulmak ve daha iyi
bir geleceklerinin olması için ayaklanarak çaba
gösteren Güney Amerika Halklarının her zaferinde Che yeniden doğar.
Che’nin düşünceleri -ki kararlı bir şekilde savunduğu Latin Amerika ülkelerinin birliği dü-
şüncesi- bugün kıtanın bütünleşmesine kuşkusuz
büyük katkısı olan Amerikalar için Bolivarcı Alternatif (ALBA) düşüncesinde yer almaktadır.
Che, fiziksel olarak artık olmamakla birlikte,
uğruna savaştığı düşünceler ve prensipler her zamankinden daha fazla devam etmektedir. Küba
milli kahramanı Jose Marti’nin dediği gibi “hayatta işini iyi yaptığın sürece ölüm gerçek değildir.”
Kübalıların, daha adaletli bir toplum inşa etmeye yönelik sürekli çabası, Che Guevara’ya
olan saygımızı göstermemizin en iyi yoludur. En
büyük vatan olan insanlık birlikteliği için yaptığımız tüm çalışmalarda Che bize daima eşlik
edecektir.
Eşitsizlik ve otoritenin mevcut olduğu günümüz uluslararası toplumlarda adalet için mücadele eden bütün insanlarda da Che’nin düşünleri
yer almaktadır.
Che’yi tüketim nesnesi, yüzeysel anı, ticari
marka haline getirmek istediler. Belki de bu istek, daima baskıya ve emperyalizme karşı olan
Che’nin düşüncesini güçsüz kılmak amacıyla
bulabildikleri tek yöntemdir.
Geçen yıllarda yenilgiler ve yaptığımız hatalara rağmen devrimciler, ilerici erkek ve kadınlar
ayağa kalkıp savaşa devam edebildik.
Che, kişisel örneğinle bize, Kübalılara, şu
garip ve coşku verici drama olan sosyalizmin inşa edilmesinde hem bir birey hem de topluluğun
üyesi olarak insanoğlunun baş aktör olduğunu
öğrettin. Aynı zamanda bu eserin daha tamamlanmamış olduğunu da öğrettin.
Che, şairin
dediği gibi “yaşamış olan yaşar”.
Senin varlığın devam edecek. Sosyalist devrimin tamamlanmasında her zamankinden daha
da parlayan halk komutanı yıldızınla, zaferlere
ulaşarak, kol kola yanımızda devam edeceksin.
Zafere Kadar Daima!
15
Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009
Tüm dünyada Che Ruhu yeniden diriliyor
Sait Yoldaş’ın Konuşması
Raul Yoldaş, her zaman olduğu gibi kendi
de coştu, bizleri de coşturdu.
Yoldaşlar, insanlar doğar büyür ölür. Ölümün biçimini seçme şansımız yok, ama şunu
seçme şansımız var; insan olarak doğduktan
sonra, yaşam boyu yaptığımız eylemlerimizle,
ölürken insan olarak kalmak elimizde.
Che Yoldaş, bugün dünyanın dört bir tarafında anılıyorsa, mücadele alanlarında halkların gönlünde Kahraman Gerilla olarak yaşamaya devam ediyorsa, insan olarak geldiği dünyada yaşamı boyunca yürüttüğü mücadelesi ve
ölümü anındaki kararlı davranışı ile insan gibi
gitmeyi bildiği içindir.
Che Yoldaş, insanlığın kurtuluşu için Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın deyişi ile; insanlığından başka her şeyini verebilmiş bir insandır. Kelimenin tam anlamı ile; insan gibi insandır.
Yoldaşlar kısaca hayatını anlattılar. Arjantin’de doğup büyüyor, ülkesi orası, fakat bir
gezginci olarak, aydın küçükburjuva kökenli
bir gezginci olarak dolaştığı Anavatanı Latin
Amerika’nın durumunu görünce, halkların nasıl yoksulluk içerisinde yaşadığını, emperyalistler tarafından ve onların ortakları yerli satılmışlar tarafından nasıl ezildiğini, baskı gördüğünü, deyim yerindeyse hayvan yerine konulduğunu gördükten sonra, büyük bir dönüşüm
geçirmiş ve o günden sonra nerede olursa olsun
bir baskı varsa, bir sömürü varsa, onu ortadan
kaldırmak için elinden gelen her çabayı göstermiştir.
Önce Guatemala’da yurtsever Jacobo Arbenz Guzman yönetimindeki iktidarı desteklemek için mücadele etmiş, ABD destekli bir faşist darbe ile Jacobo Arbenz Hükümeti devrildikten sonra, mülteci olarak Meksika’ya gitmiş, orada Kübalı devrimcilerle, önce Raul, arkasından Fidel Yoldaş’la görüşüp tanıştıktan
sonra, kendi deyimi ile; bir gecede Fidel’in Küba Halkının kurtuluşu için yaratmak istediği
mücadelenin gerçekten başarı şansını görmüş,
başarıya ulaşacağına ikna olmuş ve yine hep
kendisinin söylediği gibi; bayrağı altında doğmadığı, mensubu olmadığı, Küba Halkının kurtuluşu için ölümü göze alarak mücadeleye atılmıştır.
Bildiğiniz gibi “Che” lakabı, Kübalılar tarafından konmuş bir lakap, aslında bir isim değil.
Normalde bir yabancı olarak ve doktor olarak
yardım etmek amacıyla katıldığı Küba devrim
sürecinde kararlı, fedakâr, cesur davranışı ile
bileğinin hakkına Küba Devrimi’nin ikinci önderi olmuş ve hiç kimse Che’nin, Küba devrimindeki rolünü yadsımayı düşünmemiş bugüne
kadar.
Çünkü Che, Devrimde her zaman en önde
davranmıştır, görevlere her zaman en önde atılmıştır, ölümü hiçe saymıştır. 9 Ekim 1967’de
katledildikten sonra, Fidel Yoldaş yaptığı anma
konuşmasında; “Che’nin bugün ölmesi değil,
bugüne kadar ölmemesi bir mucizeydi” diyor.
Çünkü nerede bir görev varsa, nerede bir
devrimci cesaret isteyen görev varsa, Che her
zaman en önde. Onun için, meşhur Tricontinental toplantısına gönderdiği mesajda da belirttiği gibi, “devrim uğruna halkların kurtuluşu uğruna mücadelede ölüm nereden gelirse gelsin hoş geldi sefa geldi anlayışı” ile davranmıştır.
Bütün ömrü boyunca, devrimden sonra da Yoldaşlar anlattılar- Küba’da sosyalizmin inşası için de gerçekten en büyük katkıları yine Che
Yoldaş sunmuştur. Ekonomik yönden Küba
Devrimi’nin siyasi rotasının, Marksist-Leninist
rotasının sağlıklı bir biçimde çizilmesine, yine
ABD Emperyalizmine ve onların ortakları Avrupa Birliği Emperyalistlerine karşı her zaman
en kararlı mücadeleyi Che Yoldaş yürütmüştür.
Sosyalizmin inşası aşamasında da görevlerini yeterince yaptığına, sosyalizmin Küba’da
oturduğuna, yerleştiğine ikna olduğu andan itibaren de, daha önce Fidel Yoldaş’a Küba Devrimi için yola çıkmadan önce belirttiği gibi,
“buradaki işim bitti dünyanın başka halklarının da benim mütevazı yardımlarıma ihtiyaçları var” diyor.
Böylesine de alçakgönüllü ve Küba’daki
her türlü olanaklarını, Küba vatandaşlığı dahil
her türlü kazanımlarını bir tarafa itiyor ve önce
Latin Amerika’dan çok uzak bir köşeye, Afrika’da yine Emperyalistlerin katlettiği bir devrimci, yurtsever olan Lumumba’nın ve Kongo
Halkının mücadelesini desteklemek için, Lumumba’nın katliamının öcünü almak için Kongo’ya gidiyor.
Yanında, tamamen gönüllü olarak, Che ile
birlikte savaşmak üzere giden Kübalı Yoldaşlarıyla birlikte, büyük bir çoğunluğu da -Kongo
bildiğiniz gibi Afrika ülkesi olduğu için- Che
dahil üç savaşçının dışındakinin tamamı siyahî.
Kongo’da yerel koşullara adapte olabilme açısından belli bir süre mücadele ediliyor, ama
maalesef mücadele orada başarıya ulaşılamıyor.
Che Yoldaş’ın, Kongo savaşındaki anılarını
içeren “Afrika Rüyası” kitabını incelerseniz
göreceksiniz, yenilgi kaçınılmaz, ölüm kaçınılmaz, Kongo’da mücadele o aşamaya geliyor.
Fakat Che Yoldaş bunu bile bile son ana kadar
Kongo’dan ayrılmamaya kararlı. Yine aynı anlayışta, “ölüm burada gelecekse, bizi bulacaksa
hoş geldi sefa geldi” anlayışında. Ama Kongo
Liderlerinin talebi üzerine, “gidin biz mücadeleye farklı koşullarda devam edeceğiz, buradan
ayrılacağız” söylemleri üzerine, en son terk
eden de Che Yoldaş olmak üzere, Kübalı Devrimciler Kongo’daki mücadeleyi bırakıyorlar.
Kongo’daki mücadeleden sonra, Che, belli
süre çeşitli sosyalist ülkelerde bu süreci değerlendiriyor, yeni mücadele toprakları bulmak
için araştırmaya gidiyor. Fidel Yoldaşın da, elbette Küba Devrimci Önderliğinin de desteği
var fiili olarak… Ve o dönemde mücadeleye en
uygun ülke olarak Bolivya’yı tespit ediyorlar.
Bolivya’da, Che Yoldaş, yine en başta da
kendisi mücadeleye giriyor, mücadele yürütüyor. Eşitsiz bir mücadele, işte toplam 50 civarında Kübalı ve Bolivyalı gerillaya karşı, 4.700
(CIA tarafından özel eğitim verilmiş, gerillaya
karşı mücadele etmek üzere özel eğitim verilmiş), faşist kontrgerillacı askere karşı uzun süre mücadele veriyor.
Fakat bu eşitsiz mücadelede, maalesef Che
Yoldaş, yine son ana kadar kararlı mücadelesine rağmen, kitapları okursanız göreceksiniz,
yakalandığı anda elindeki silahı parçalanmış
durumda, çatışma anında karşıdan gelen bir
mermi namlusunu dağıttığı için parçalanmış
durumda, belinde bir tabancası var, onun şarjörü bitmiş durumda. Bu durumda Che Yoldaş
yakalanıyor, yoksa son ana kadar yine kararlıca
mücadele etmek taraftarı, bu halde yakalanıyor,
bacağından kurşunla vurularak sağ yakalanıyor
8 Ekim 1967 günü.
Daha önceki Anmalarımızda Genel Başkan’ımız da anlattı, ölümün kaçınılmaz olduğu
ortada. CIA tarafından 1960’lı yıllarda; Fidel,
Che ve Raul hakkında kesin idam kararı alınmış durumda. Bunların yaşaması, devrim mücadelesinde önemli kazanımlar sağlayacaktır,
mutlaka öldürülmelilerdir, diye. Daha 1960 yılında CIA tarafından, ABD Emperyalizmi tarafından alınmış kararın gereği olarak, bu karar
doğrultusunda Faşist Barientos’un askerleri tarafından, o dönem Bolivya Ordusu’nda çavuş
olarak görev yapan Mario Terán tarafından öldürülüyor. O anda bile, bizim sinevizyonda da
Yoldaşlar belirtmişti arkadaşlar, Che yaralı, eli
arkadan bağlı, uzun süreli açlık ve hastalık durumu nedeni ile fiziksel anlamda gerçek anlamda çökmüş durumda, fakat buna rağmen, faşist
cellât, Kahraman Gerilla’ya, Che’ye karşı elinde silah girmesine rağmen cesaret edip tetiği
çekemiyor. Önce sarhoş ediyorlar, birkaç içki
içiriyorlar o şekilde girebiliyor. Yine bir iki silah sıktıktan sonra, Che’yi yaralayan fakat öldürücü olmayan yerlere silah sıkınca, Che’nin
söylediği, “Korkak, öldüreceğin alt tarafı bir
insan” diyor Che Yoldaş. Böylesine kararlı
davranıyor ve ondan sonra katlediliyor.
Şimdi bazı insanlar, öldükten sonra birkaç
yıl içerisinde unutulurlar. En son belki ailesinden, eşinden, dostundan birkaç kişinin yüreğinde, bilincinde yaşarlar. Onlar öldükten sonra da
unutulur giderler. Fakat Che Yoldaş gibi, insanlığın kurtuluşu davasında düşenler ilelebet yaşarlar, ölümsüzdürler, sadece bedenen aramızdan ayrılırlar. Bunu biz ajitasyon olsun diye
söylemiyoruz. Fiziki olarak her insan ölümü tadacak. Fakat halkların gönlünde, halkların bilincinde yaşadığı sürece, onların mücadelesine
yol gösterdiği sürece ölmezler. Marks-Engels,
Lenin, Hikmet Kıvılcımlı Ustalar, Che Guevara Yoldaş, bu nitelikte ölümsüz insanlar.
Ne mutlu onlara!
Kahraman Gerilla, Büyük Kumandan Che
olduğu dönemde de, her zaman, her türlü devrimci görevi, gözünü kırpmadan en önde gönüllü olarak üstlenmiştir. Bolivya’da gerillanın
altyapısını oluşturmak için çalıştıkları dönemde
siperler kazıyorlar, hem çeşitli alet edevatları
gizlemek anlamında, hem de silahları olası bir
çatışmada kullanmak amacıyla çeşitli siperler,
kendi deyimleriyle mağaralar kazıyorlar. Burada, Che Yoldaş dünya çapında büyük bir gerilla kumandanı olarak tanındığı dönemde de, Bolivya’da mücadeleye yeni katılmış Yoldaşlarıyla birlikte aynı siperleri birlikte kazmakta, aynı
görevleri, aynı nöbetleri birlikte tutmakta…
Bu nedenle Che, tüm insanlığın bilincinde
yüreğinde, mücadelesinde yaşamaya devam
ediyor.
Yine Che Yoldaş, Marksizm-Leninizmin en
önemli ilkelerinden biri olan ve bürokratik sosyalist ülkelerin yıkılışının en temel sebeplerinden biri olan, her türlü bürokratik ayrıcalığa
karşı tüm yaşamı boyunca kararlı bir davranış
sergiliyor. Devrim sürecinde de, iktidara geldikten sonra da, kendisine verilmek istenen her
türlü ayrıcalığa da kararlıca karşı çıkıyor. Devrim önderlerinin, Küba devletinde görev alan
unsurların her türlü ayrıcalıklarını da kararlı biçimde teşhir ediyor. Bunların ortadan kaldırılması için mücadele ediyor.
Küçük bir örnek sunmak istiyorum. Eşi Almedia’dan dört çocuğu var biliyorsunuz. Che
Yoldaş, deyim yerindeyse 24 saat görev başında olduğu için, bütün çocukların bakımı, evin
işleri Almedia Yoldaş’ın üstüne kalıyor. Bir Pazar alışverişi yapılacak. Che Yoldaş’a tahsis
edilen aracı kullanıyor, pazardan yapılan alışverişi alıp gelecek. Che Yoldaş bunu görüyor,
gideceği anda fark ediyor ve Almedia Yoldaş’ı
araçtan indiriyor ve “Bu araç benim değil, senin de değil. Bu Küba Halkının. Ancak görev
sırasında kullanılabilir, başka şekilde kullanılamaz” diyor. Eşini, o anda, insanların gözünün
önünde, bir anlamda rencide ederek, araçtan indiriyor ve sıradan vatandaşlar gibi, onlar hangi
olanaklarla gidiyorlarsa, hangi araçlarla gidiyorlarsa onlarla pazara gönderiyor. Böylesine
kararlı bir Yoldaş…
Yine Che Yoldaş, ömrü boyunca astım hastası biliyorsunuz, gerçekten büyük ve kronik
bir hastalıktan muzdarip. Küba Devrimi’nden
sonra, iktidara geldikten sonra, yine bu hastalığı depreşiyor ve doktorların önerisiyle bir bölgede dinlenmesi gerekiyor. Orada kendisine
devlet tarafından tahsis edilen, tamamen doktorların, iklimi itibari ile önerdikleri bir bölgede, karşıdevrimci, o zamanın zengin sermayedarlarından birinin, devlet tarafından el konulan bir villası var. İyileşene kadar, belli bir süre, Che Yoldaş orada ikamet edecek. Che Yoldaş’ın bu konudaki duyarlılıklarını bildikleri
için de Küba gazetecilerinden birisi bunu eleştiriyor. “Kumandan Che de villaya taşındı” biçiminde bir haber yapıyor. Ve Che Yoldaş,
anında bu gerekçeyi söylüyor: “Tamamen doktorların önerisiyle ve sadece tedavim süresince
oradayım. Onun dışında orada kalmayacağım,
bunu bütün Küba Halkına taahhüt ediyorum,
duyuruyorum.” diyor. Bütün yaşantısı boyunca
Che Yoldaş bu nitelikte davranıyor.
Yine Che Yoldaş’ın devrimci mirasında en
büyük özelliklerinden birisi de, bizim de hep
sahip çıktığımız, savunduğumuz; Latin Amerika Halklarının Birliğini savunuyor. Geçmişte
sömürgeciler tarafından, günümüzde emperyalistler tarafından bölünen Latin Amerika Halklarının, gerçekte dil, kültür, toprak, tarih ve
ekonomik çıkar birliği yani ulusal şekillenme
için gereken bütün özelliklere sahip olan Latin
Amerika Halkının birliği doğrultusunda mücadele ediyor ve bunu da sadece sözde yapmıyor.
İşte
Küba
Devrimi’nde,
Guatemala
Devrimi’nde, yine Bolivya mücadelesinde gösterdiği gibi, bu halkların kurtuluş mücadelesinde fiilen yer alarak bunu kanıtlıyor.
Küba önderliği de, başta Fidel Yoldaş olmak üzere, Che Yoldaş’ın, bu Latin Amerika
Halkları birliği projesini sonuna kadar destekliyorlar, sonuna kadar da savunucusudurlar.
Ne mutlu bize ki, bugün Venezüella, Bolivya, Küba Halklarının önderliğinde de bu doğrultuda adımlar atılıyor. Yoldaşlar anlattılar,
ALBA diye nitelendirilen Bolivarcı Alterna-
tif… Latin Amerika Halklarına yönelik bu ALBA projesinin temel
amaçlarından birisi de, Latin Amerika Halklarının birliği doğrultusunda davranmaktır, yani bunu amaçlıyor. Che Yoldaş’ın bu mücadelesini
de hem biz kararlıca savunuyoruz,
hem Latin Amerika Halkları bu bakış açısını sonunda kadar takip ediyor.
Yine Che Yoldaş, ölümü ile de
kanıtladığı gibi, en önemli özelliklerinden birisi de arkadaşlar, dünyanın herhangi bir halkı için; bunu
Kongo’da ispatladı, Kongo’da ölebilirdi, Küba’da ölebilirdi, Guatemala’da ölebilirdi, Bolivya’da ölüm
kendisini yakaladı, bu ülkelerde de
yakalanabilirdi, herhangi bir halkın
kurtuluşu için gözünü kırpmadan
ölümü göze alabiliyor. Yani Enternasyonalizmi sadece söylemde bırakmıyor, kanıyla ispatlıyor. Enternasyonalistlerin mücadelesinde dökülen kanlar, dünya halklarının kardeşleşmesi, Fidel Yoldaş’ın da dediği gibi, “tüm dünyanın tek bir sosyalist aile olması” için dökülen bu kanlar, er
geç sonuca ulaşacak, meyvelerini verecek.
Che Yoldaş, bu noktada da gerçekten örnek
bir devrimci. Che Yoldaş’ı örnek alan Kübalı
Yoldaşlar, Angola’da, Mozambik’te geçmişte
fiili silahlı mücadeleler içerisinde bulundular.
Angola Halkının kurtuluşunda (bir dönem 30
bin civarında) fiilen Güney Afrikalı faşist ordu
tarafından desteklenen gericilere karşı mücadele ettiler. Angola Halkının kurtuluşunun sağlanmasında Küba’nın çok büyük rolü var ve
Kübalı Yoldaşlar da bu mücadeleyi Che Yoldaş’tan örnek alarak davrandılar ve 1991’e kadar da Angola’da Kübalı Askerler enternasyonalist görevlerini devam ettiriyorlardı. Bugün
farklı bir biçimde, Venezüella’da, Latin Amerika’nın bütün ülkelerinde doktorlar, eğitim
emekçileri olarak yine Kübalı Devrimciler, Che
Yoldaş’ı örnek alarak görev başındalar. Halkların kurtuluşu için, halklara yardım için her türlü fedakârlığı, her türlü çabayı gösteriyorlar, ne
mutlu onlara…
Konuşmam içerisinde geçirdim ama bir kez
daha göze batırmak istiyorum, değerli arkadaşlar. Che Yoldaş, her gerçek devrimci gibi aynı
zamanda alabildiğine alçakgönüllü, ne ise o,
yapısı neyse, düşüncesi neyse, kişiliği neyse,
kendini olduğu gibi ortaya koyuyor, herhangi
bir süslemeye, insanların gözüne kül serpmeye
yeltenmiyor, böyle bir şeye ihtiyaç da duymuyor ve alabildiğine alçakgönüllü dediğim gibi… Sıradan bir devrim eriyken de, Küba Devrimi’nin iki numaralı önderiyken de, tüm dünya çapında tanınan kumandan Che Guevara
iken de alçakgönüllülüğünden hiçbir şey yitirmiyor. Bu noktada da her gün, her an kendini,
deyim yerindeyse, bir bıçak gibi biliyor. Bütün
Yoldaşlarımızın, bütün gerçek devrimcilerin
Che Yoldaş’ın bu özelliğini de örnek alması gerekir.
Latin Amerikalı Yoldaşların bir deyimi var,
değerli arkadaşlar; “her yüzyılda bir Bolivar
Ruhu yeniden dirilir” derler.
Şimdi hepimiz yaşayarak gördük ki, tüm
dünyada Che Yoldaş, Che Ruhu yeniden diriliyor, kendine en kararlı düşman olanlar bile Che
Yoldaş’ın yiğitliğini, insanlığını, insanseverliğini, vatanseverliğini, halkların kurtuluşu için,
insanlığın kurtuluşu için kararlıca mücadelesini
inkâr edemiyorlar.
Bizler, Che Yoldaş’ın bu mücadelesini, bu
ruhunu paylaşıyoruz ve inanıyoruz ki, Che Yoldaş’ı en iyi anmanın yolu, Che Yoldaş’ı gerçek
anlamda anmanın yolu, ülkemizde ki devrimci
mücadelemizde yaşatmaktır. Bugüne kadar yaşattık, bundan sonra da yaşatacağız.
Che gibi savaşacağız ve ülkemizi de Che
Yoldaş’ın Küba’da ve diğer ülkelerde, özellikle
Vietnam’da belirttiği gibi, kurtuluşu için her
türlü çabayı göstereceğiz ve kazanacağız.
Son kez diyoruz ki, Che Yoldaş’ın sloganı
ile:
Hasta La Victoria Siempre,
Venceremos!
Zafere Kadar Daima,
Kazanacağız!
Köroğlu Devrimci Mücadelemizde Yaşıyor!
2
4 Temmuz’da bedence aramızdan ayrılan
Köroğlu Yoldaş’ı, Parti binamızda, çalışmalarına bizzat ailesinin de katıldığı bir
etkinlikle andık. Yoldaşlarının KÖROĞLU
olarak bildiği, sevenlerinin “YAŞAYAN TAŞ”
adını verdiği Mehmet Köroğlu Yoldaş’ın anması sırasında duygusal anlar yaşandı.
Düzenlenen etkinliğe Partili yoldaşlarının
yanı sıra ailesi, İskenderunlu birçok sanatçı arkadaşı (Alâeddin Eroğlu, Mete Baçkır, Rıfat
Üstündağ, Selahattin Deniz), Karikatürist Ağabeyi Muhittin Köroğlu, mahallelerden arkadaşları, komşuları, onu tanıyan İskenderunlular
katıldı.
Program, karikatür ve fotoğraf sanatçısı
Ağabeyi Muhittin Köroğlu’nun konuşmasıyla başladı.
Ağabeyi, 1954 yılında Suriye’den Türkiye’ye göç ettiklerini söyleyerek “yalnız ikimizdik, şimdi tek kaldım”, dedi. Muhittin Ağabey,
Köroğlu Yoldaş’ın taş işçiliğinden bir örnek
Köroğlu’nun ömrü boyunca, inandığı devrimci
mücadele için yaşadığını belirtti.
Köroğlu’nun bulunduğu her alanda Partisinin görüşlerini dövüştürdüğünü ve tüm hayatını, bu uğurda saygın bir şekilde mücadeleye
adadığını ve kardeşinin mücadele ettiği Parti’nin, Türkiye’de, toplumu gerçek insanlığa
götürecek tek Parti olduğunu söyledi.
Daha sonra, Köroğlu’yla çocukluktan beri
birlikte başlayan arkadaşlığı; mücadele arkadaşlığı ve yoldaşlık olarak devam eden, Köroğlu’nun Başkan olduğu dönemde İlçe Sekre-
teri olan ve Köroğlu’ndan sonra bayrağı İlçe
Başkanı olarak devralan Ali Görülmez Yoldaş’ımız söz aldı.
A. Görülmez Yoldaş, Köroğlu’nun bıkmadan, usanmadan ömrünü devrimci mücadeleyle geçirdiğini söyledi. “İşçi Sınıfının mücadelesinde İsmet Demir Abi’yle birlikte, Filtre İşçilerinin örgütlenme mücadelesinde, Burjuva
İnsan Hakları anlayışına karşı İşçi Sınıfından
yana İnsan Hakları mücadelesinde ve daha sayamadığım birçok mücadelelerde hep en ön
saftaydı. Mücadele sürecinde, şu anda aramızda bulunan birçok genç arkadaşı ve sayısız insanı Partiye kazandırmış bir yoldaşımızdı. İnsan örgütleyici yanı yüksek bir yoldaşımdı.
Haklı mücadelesi mutlaka zafer kazanacak!”,
sözleriyle konuşmasını bitirdi.
İskenderun İHD Başkanı Sadullah Çağlar,
Köroğlu’nun insan hakları konusunda verdiği
çabayı anlattı ve “Köroğlu’nun insan hakları
ve toplumsal mücadelede inanılmaz belirleyiciliği vardı. Huzurunda saygıyla eğiliyoruz.”
diye konuştu.
Gene en yakın arkadaşlarından Münir Tümkaya da, taş işçiliği
yaptığı
sırada
Köroğlu’yla beraber çalıştıklarını ve insan hakları mücadelesinde de beraber olduklarını
söyledi. Köroğlu’nun maddiyata önem vermediğini belirten
Tümkaya, “Köroğlu hayata veda ederken savunduğu insancıl
değerleri, mücadelesi, anılarından başka bir şey bırakmamıştır.” diyerek, Köroğlu’nun kendi yazdığı bir
dörtlüğünü okudu:
Hem varım,
Hem yokum,
Hem tekim,
Hem çokum,
Haksızsam beni yakın
Köroğlu Yoldaş’ı Anma Programı, üç ayrı
sinevizyon programının sunumuyla devam etti.
Ağabeyi Muhittin Köroğlu’nun ve yeğeni-
nin hazırladığı sinevizyonlardan ilki; “Yaşayan Taş”, ikincisi; “Emperyalizm ve Irak Savaşı”, üçüncüsü; “Köroğlu’nun hayatı ve
devrimci mücadelesi” konularını ele aldı.
Sinevizyon programından sonra müzik dinletisi yapıldı. Ardından, Köroğlu’nun taş işçiliğine getirdiği farklı tarzdan örnekler, diğer
eserleri ve sanatçı dostlarının eserlerinin sergilendiği sergi gezildi.
Program bitiminde, programa katılan konuşmacılara, sanatçılara Parti Tüzüğü’müz ve
Usta’mızın broşürleri dağıtıldı.
Ayrıca etkinliğin düzenlendiği süreçte Kurtuluş Partisi Gençliği’mizin “e Cemaat Yurdu e Tarikat Evi, YURTKUR Uyuma Yurt
Kur” İmza Kampanyası için imzalar toplandı
ve katılan tüm konuklara kampanyanın broşürleri dağıtıldı.
O gün Köroğlu bedenen yanımızda yoktu
ama inandığı insanlık davası her alanda devam
ediyordu ve haklı mücadelesi zafer kazanıncaya dek devam edecek.
Ant olsun!
Köroğlu Yoldaş Ölümsüzdür!
Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!
İskenderun’dan
Kurtuluş Partililer
16
Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009
15-16 Haziran Geleneği Sürüyor
Direnişçi Grevci İşgalci İşçiler Konuşuyor
Kurtuluş Partisi Şanlı 15-16 Haziran Direnişi’nin yıldönümünü özüne uygun olarak, 13
Haziran 2009 tarihinde, Kartal Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’nde kutladı. Bu sefer söz sırası İşçi Sınıfımızdaydı. İşgalleren, Grevlerden ve Direnişlerden gelen İşçilerin ve Önderlerinin etkinlikte yaptıkları konuşmaların İşçi Arkadaşlara ait olan bölümünün bir kısmını geçen sayımızda yayımlamıştık. Bu sayımızda da kalan İşçi Arkadaşların konuşmalarını yayımlıyoruz.
DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve akliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nun ve Kurtuluş Partisi Genel Başkanı urullah Ankut Yoldaş’ın konuşmasını
da gelecek sayımızda yayımlayacağız.
kan ve Ayhan Bey’ler geldiler, Avukat arkadaşımız. Polisle müzakerelerde bulundular.
Polis dedi: “Kesinlikle işbaşı yapamazsınız”.
Biraz uzun oluyor ama kusura bakmayın…
Ondan sonra polisin gerçek yüzünü biz anladık.
Sendika masası polisleri vardı. İlk başta
bize, sendikalar masası polisiyiz, dediler. Biz
de iyi bir şey zannettik: Sendika masası poliazlı Yoldaş: Arçelik Direnişçisi arkadaş- Cola’yı “Boykot” kampanyası yürüttüler. Tür- si!
Ama gerçek yüzü; bizden bilgileri alıp işlara teşekkür ediyoruz.
kiye ve dünyanın pek çok yerindeki İşçi SınıŞimdi söz eylemlerde, grevlerde, direniş- fından ve halklardan destek aldılar. Dünya ba- verene aktarmak ve işverenin lehinde koz olalerde omuz omuza mücadele ettiğimiz, Parti- sınında geniş yer buldular. Coca-Cola Direniş- rak kullanmak istemesiydi.
Tabiî ki bütün arabaları dışarı çıkarmamak
mizin dostu, DİSK Genel-İş Sendikası Anado- çilerini desteğe, dünyanın değişik bölgelerinamacıyla
biz kapının önünü kestik. Polis yığılu Yakası Bölge Başkanı Veysel Demir’de.
den sendikacılar geldiler. Çünkü Coca-Cola
nın
bizi
kordon
altına almasından sonra, saat
İşçileri, dünyanın en büyük hayduduna baş
DİSK Genel-İş Sendikası Anadolu Ya- kaldırmışlardı. Nakliyat-İş önderliğinde 160 1,5-2 gibi bütün arabaları çıkardılar. 20 Mayıs
kası Başkanı Veysel Demir:
gün süren ve ABD Emperyalizmine karşı mü- 2005’ten sonra yani bu 160 günlük sürede,
Valla buraya gelirken tedirgin geliyordum, cadeleye dönüşen Direnişi başarıyla sonlan- hiçbir Coca-Cola arabası fabrikaya giremedi.
Ve bizim yasal hiçbir dayanağımız olmadışu elimdeki kâğıdı da koyuyorum, gönlüm- dırdılar. Şimdi söz Coca-Cola İşçilerinden,
ğı
halde!
Bu yasal bir grev de değildi, sadece
den, kalbimden geçenleri sizinle paylaşmak Direnişçilerinden Erol Türedi’de.
direnişti!
istiyorum.
(Alkışlar… Slogan: Yaşasın Coca-Cola
Bizim bilek gücümüzle, Nakliyat-İş’in ve
Ayrıca bu gece Kurtuluş Partisi Genel Baş- Direnişimiz…)
İşsizlik
ve Pahalılıkla Savaş Derneği
kanı’na, Sayın Genel Başkanım, NakliyatErol Türedi: Çok teşekkür ediyorum. Sağ (İPSD)’nin bize vermiş olduğu destekle, bunu
İş’in Genel Başkanı’na, Sayın Genel Başkaolun…
devamlı yürüttük. Ve 6 ay boyunca bu süreç
nım ve Yöneticilerim,
15-16
Haziran’ın devam etti. 20 Temmuz’a kadar da bayağı
sevgili, direnişçi dostla39’uncu yılının, herkese baskı gördük polisten. İşte çadırımızı yıktılar.
rım, emekçi dostlarım,
kutlu ve mutlu olmasını di- Biz tekrar yaptık. Onuncu defa yıkıldı, on bikardeşlerim ve yoldaşlaliyorum.
rinci defa yaptık…
rım, hepinize iyi akşamVallahi o kadar çok şey
Ondan sonra 20 Temmuz’da, saat dokuz
lar diliyorum.
yaşadık ki, nereden başla- buçuk, on gibi, Yenibosna’daki diğer arkadaşsam bilemiyorum...
Arkadaşlar,
lar geldiler. Arabadan iner inmez Ali Rıza
İlk önce, 13 Mayıs Başkan bize dedi ki: “Hadi içeri giriyoruz”.
Benim gibi insanların
2005’de bir toplantımızda
aslında az konuşması laSaat dokuz kırk beş, on araları biz fabrikabiz sendikaya üye olmaya ya işgal etmiş bulunduk.
zım. Siz konuştunuz. Bir
karar verdik. Ancak Türkitürkü var ya: “Diyorlar ki
(Alkışlar… Slogan: Yaşasın Coca-Cola
ye toplumunun bir önyaryağın var helva misaİşgalimiz…)
gısı vardı: Sendikaya güli”… Onun gibi, burada
13 Mayıs’la 19 Mayıs, bizim işten atılmavenmeme, sendika faalida; devrimi de ihtilali de
mız
süresince ve Mayıs, Haziran, Temmuz iki
yetleri hakkında fazla fikir
gerçekleştiren, sosyalizbuçuk
aylık bir süreç içinde sendikaya olan
edinmememiz hakkında.
mi de kuran, üreten sizgüvenimiz
de zaten çok çok arttı.
Deniz Gezmiş yoldaşların
lersiniz.
Neden
arttı?
asılmasından sonra bir
Bundan önceki konuVeysel Demir
Çünkü Türkiye’de sendikalar faciası yaşakampanya başladı. Yani
şan arkadaşlarımız, 15nıyor. İnsanların sendikalara güveni yok. Sibunlarla
ilgili,
insanların
16 Haziran’lardan örnek
yasi partilere zaten hiç yok…
alarak, yeni yeni 15-16 Haziran’lar yaratmış- Sosyalizme, İşçi Sınıfına fazla özen göstermeNakliyat-İş’le tanışmamızdan çok kısa bir
mesi…
televole
kültürü…
İşte
futbol
ve
diğer
lardır.
süre
sonra o İşgali gerçekleştirdik. 20 TemVe benden önce konuşan tüm arkadaşları- masallarla uyutulmasını istediler. Ve bu çok
muz
İşgali,
o kadar enteresan bir işgal ki…
mın eylemlerinde de sürekli yanlarında olma- başarılı oldu.
Yani
ben
de solcu bir aileden geliyorum,
13 Mayıs’ta tanışmamızdan sonra, 18 Maya çalışmışımdır.
annem
babam
hâlâ sol görüşlü. Ailede hâlâ sol
Bir daha söylüyorum, inanın o eylemlere yıs ya da 19 Mayıs’ta tam hatırlamıyorum, bagörüşlü
insanlar
var. Ama insanları o kadar
giderken de sevinç ve mutluluk gözyaşlarımı yağı süre geçti 2005’den beri, Barış Arkadaşısindirmişler ki, insanlar korkuyorlar. Yani
mızla
Dudulu
12’nci
Noter’e
gittik.
gizli gizli döküyordum. Çünkü başkaları kötü
İlk tanışmamız hatta Barış arkadaşımızla kendi siyasi ve politik görüşlerini söylemekniyetle düşünmesin diye...
ten çekiniyorlar. Çekinmemesi gerek. Çünkü
Bostancı’da…
Hangi sendika idi Başkanım?
Niye?
biz kimliğimizi belli edeceğiz. Yani ben İstanAli Rıza Başkan: Birleşik Metal-İş.
O insanların kararlı mücadelesini; ArçeErol Türedi: Birleşik Metal İş’te tanıştık. bul’da bütün gün dolaşıyorum işim icabı...
lik’in, Coca-Cola’nın, Üniversitedeki ve diğer
İETT şoförleri hâlâ kocaman kocaman sakallı,
ismini sayamayacağım, bölgemdeki tüm işçi- Oradan otobüse atladık 12’nci Noter’e gittik
hacı sakallı insanlar var. Biz de kendi kimliğilerin gözlerinden görüyordum birlikteliği, Dudullu’ya.
O arada ben babaannemi öldürdüm(!) İş- mizi belli etmek zorundayız.
mutluluğu… Onların o birlikteliği, benim gibi
20 Temmuz İşgali’ni 10 dakikalık bir süreç
yerine
dedim ki, benim babaannem öldü, ben
hasbel kader DİSK Genel İş’e Bölge Başkanı
gibi hatırlıyorum. Yani hayal gibi bir şey çünOrdu’ya
gidiyorum
memlekete…
Bütün
arkaolmamı sağlayan arkadaşlar olarak, bana gükü... İnsanın hayal dünyası tabiî ki sınırsız
ven verdiniz. İnanın o hızla o işyerlerine gide- daşları telefonla tek tek çağırdık. Bir günde
ama…
hepsini
örgütledik.
Yani
Anadolu
Yakası’nda
rek, teke tek sizlerin direniş mücadelesini anO arada Recep Başkan da vardı. Allah rahlatarak, ben de kendi bölgemdeki arkadaşları- 60 kişi idik. 60 kişilik grubu bir günde örgütmet
eylesin, şu anda aramızda yoklar kendileledik. Bir günde sendikalı yaptık. Bu süreçten
mı motive ettim.
ri…
Nasıl mı ettim?
Devrim şehidi olarak anabiliriz kendiKırk üç gün kırk gece süren Kocaeli-Salerini.
raybahçe’deki Direnişe, sizlerin Direnişi ör(Slogan: Recep Yoldaş ölümsüznek oldu.
dür…)
Gene Dilovası’ndaki Genel-İş İşçilerinin
mücadelesine,
siz
Arçelik’teki,
siz
20 Temmuz İşgali’ni belki günlerce
Tersane’deki ve diğer bölgelerdeki işçilerin
anlatsam bitmez, ama kısa kesmek zorunDirenişleri birer örnek oldu.
dayım…
Demin benden öndeki arkadaşların dediği
İşgal olduktan sonra kapılar… Belki
gibi, yaprakların kıpırdamadığı bu dönemde,
sinevizyon gösterisinde görmüşsünüzdür,
grevlerin alt üst olduğu bu dönemde, Kartal
yani iki dakikalık bir olay. İçeri girildi.
Belediyesi’nde Grev ve Direniş yaparak; greBiz sadece içeri girip çıkacağımızı bilivin üçüncü günü, pazar yerlerini toplamayayorduk, yani bu işi, bu olayı yaşamadığırak, halkla birlikte hiç kimseyi içeri sokmayamız için, başımızdan geçmediği için…
rak hizmeti durduran Belediye İşçileri de siz
Saat 10.00 gibi içeri girdik, akşam 9’a kaNakliyat-İş üyelerini örnek alarak, destek aladar, polis bizi; kalkanlarıyla, gazlarıyla,
Yiğit Coca-Cola İşgalcileri-Direnişçileri...
rak devam etmiştir…
hiçbir şeyle çıkartamadı...
Ama en son kırılma noktası, yani artık
sonra, bütün arkadaşlarımızı sendikalı yaptıkSevgili arkadaşlar,
bu,
Portakal
Gazı mı diyorlar? O nefesini ketan 6 gün sonra, 5 işçi arkadaşımızı, için de
Karşımızdaki düşman ne kadar büyük
siyor
insanların…
Bir de bunu atmak (Avruben de dâhil olmak üzere, 19 Mayıs’ta kapının
olursa olsun, onlar kâğıttan kaplandır. Asıl
pa’yı,
ben
Avrupa’yı
benimsemiyorum, AB
önüne koydular.
güç, asıl büyük Proletaryadır, İşçi Sınıfıdır.
Bize ilk başta söylenen; verilen işi yapma- ve ABD’yi), AB uyum yasalarına göre, ABD
Çünkü dünyaları yaratan biziz. Fabrikaları yamak, kılık kıyafeti gerektiğince giymemek, iş- uyum yasalarına göre kapalı ortamlarda bu
pan, üreten biziz, idare eden biziz.
te sakal traşı bilmem ne gibi mazeretlerle, 5 gazı atmak yasak. Bu halde bize gaz attılar. O
Tek bir noksanlığımız var; siyasal olarak
kişiyi işten attılar. O gün bütün arkadaşlarımı- halde çıkarttılar Vatan Emniyet Müdürlüğüne
yan yana gelmiyoruz.
za telefon açtığımızda, hepsi ama gayrisiz ya- götürdüler. 8-10 arkadaşımız vardı gözaltına
Ben şunu açık yüreklilikle söylüyorum. Şu
alındık. Bu sürede sabaha kadar bize su bile
ni bütün hepsi geldiler ve işi bıraktılar.
anda Türkiye’de olumlu tavrıyla sosyalizme
Bizi içeri almayan müdür bize yalvardığın- vermediler. Su verdiler, bardak vermediler…
ve devrime en yakın tek parti varsa, benim
da ben dedim ki: “Artık iş işten geçti. Biz Enteresan, sanki biz vatan hainiyiz gibi… Sakalbimce elbette ki Halkın Kurtuluş
sendikalıyız. Sendika muhatap olmadığı dece anayasanın bize vermiş olduğu 51’inci
Partisi’dir. O yüzden hepinizi kutluyor ve saymaddenin… 51’inci madde der ki: işyerinde
sürece biz işbaşı yapmayacağız.”
gılarımla selamlıyorum. Hoşça kalın.
Ertesi gün işe geldiğimizde, saat sekizde dahi işini aksatmayacak şekilde anayasal hak(Alkışlar… Slogan: İşçilerin Birliği Ser- işbaşı yapacağız, Ümraniye Emniyet Müdür- kını, sendikalaşma ve örgütlenme hakkını kulmayeyi Yenecek…)
lüğü kapının önüne polislerini yığmış yüz ki- lanabilirsin, der. Ama bu halde dahi, kullanamadığımız halde, bu şeylere maruz kaldık, bu
azlı Yoldaş: Veysel Demir Başkan’ımıza şi… Biz tabiî polisi iyi olarak biliyoruz.
gibi tepkilere...
teşekkür ediyoruz.
Nasıl biliyoruz?
İşte bir gün nezarette kalmıştık. Rahmetli
Ve dünyanın başhaydudu ve en büyük emPolis sevecendir, bize tanıtıldığı gibi, yani
Recep Başkan’ımız da vardı, 8-9 arkadaşımız,
peryalist gücü ABD Emperyalizminin en televizyonlarla olsun, dizilerle olsun…
önemli simgelerinde biri olan Coca-Cola şirBiz işbaşı yapmak için işyerine geldik ama Ali Rıza Başkan’ımız…
Ertesi gün Ümraniye Adliyesine getirdiler.
ketinin çalışanları, 19 Mayıs 2005 günü Nak- işbaşına izin vermediler.
liyat-İş önderliğinde Direnişe geçtiler.
Dediler ki: “Siz artık Coca-Cola’nın işçi- Tekrar işlem falan yaptılar, serbest bıraktılar.
Duduluyla geri döndük biz, çadırımıza... Bü19 Mayıs tarihinin, Türkiye Halkları için si değilsiniz”.
önemli bir yeri vardı. Türkiye’de, emperyalizBizim yaka kartlarımız, kendi gömlekleri- tün arkadaşlarımız da bize destek verdiler, Yeme karşı Birinci Kurtuluş Savaşı’nın başladı- miz, yani Coca-Cola’nın verdiği üniformalar- nibosna’daki arkadaşlarımız da.
Bu arada geldiğimizde çadırımız komple
ğı tarihti. Tesadüf bu ki, 86 yıl sonra Coca-Co- la: “Biz işbaşı yapmak istiyoruz”, dedik.
yıkılmıştı. Çok iyi hatırlıyorum:
la İşçileri, ABD Emperyalizminin en büyük
“Hayır”, dediler.
Polis dedi ki: 10 defa yıktık bu çadırı.
temsilcisine karşı direnişe başladılar. CocaOndan sonra saat sekiz gibi, Ali Rıza BaşErdal Başkanımız dedi ki: 10 defa da yık-
sanız 11’inci defa bu çadırı
Allahına kadar yapacağız!
Ve kaç defa yıktılarsa kararlı bir şekilde o kadar da
çadırımızı yaptık. Yani Partili arkadaşlarımız, Halkın
Kurtuluş Partili arkadaşlarımız hiçbir zaman desteğini
bizden esirgemediler. Bu konuda onlara çok minnettarız.
Ha üzüldüğüm nokta şu
anda Cola Cola’dan bir tane
Direnişçi arkadaşımız yok.
Yani bu direnişi Coca Cola
olsun, Pirelli olsun, Kocaeli
Üniversitesi olsun, bu direnişleri devamlı bizim büyütmemiz lazım. Belki eksikliğimiz
bu.
Yani ben buraya geldiğimde dahi eşimden
tepki alabiliyorum. Ve diğer arkadaşlarımın da
tepki aldıklarını biliyorum. Yani ilk başta kendi evimizi değiştirmemiz lazım. Öyle düşünüyorum. Çünkü ilk başta kendi evimizi, çoluğumuzu çocuğumuzu düzelterek, daha sonra
topluma bunları yaymamız lazım. Yani bir eksikliğimiz de o.
Misal bir basın açıklaması düzenliyoruz.
150-200 kişiyiz. Bunu 200 bin kişi yaptığımızda, insanlara veya çevreye veya topluma,
basına daha değişik aksettirebiliriz. Çünkü
toplum gücü seviyor.
Mesela Ekim Devrimi’ni düşünelim. Çok
az bir sempatizanı vardı ama güçlü olduktan
sonra halk, insanlar peşinde oldu.
Yani bu konuda kendi çevremize, en yakınımıza, eşimize, babamıza, ağabeyimize, kardeşimize, bunlara telkinde bulunmamız lazım.
Daha sonra komşularımıza, daha sonra da daha uzak insanlara, çevremizdeki iş arkadaşlarımıza, topluma duyurmamız lazım diye düşünüyorum.
Eksik kalan bir şey varsa kusura bakmayın…
Çok çok teşekkür ediyorum. Çok sağ olun.
(Alkışlar… Slogan: Yaşasın Coca-Cola
Direnişimiz…)
azlı Yoldaş:
Efendiler, beyzadeler de bakalım vurun bizi.
Ne soran var. Ne bir eden
devam edin kırın bizi
başımıza mühür basın
Boynumuza ferman asın
rahatınız bozulmasın
yad ellere sürün bizi.
Dert üstüne dert alırız
sanmayın böyle kalırız.
Elbet bir gün uyanırız.
Siz o zaman görün bizi.
Aramızdan ayrılan Aşık İhsani’yi ve geçtiğimiz günlerde ölüm yıldönümü olan azım
Hikmet’i saygıyla anıyoruz. Aşık İhsani’nin
son dörtlüğünde söylediğini hayata geçirenler
var aramızda. Kriz bahanesiyle işten atılarak,
hiçbir haklarını alamadan kapı önüne konulduklarında, örgütlülük ve sendika konusunda
hiçbir şey bilmiyorlardı. Kurtuluş Partilileri
Rozi Direnişi’nden tanıyan arkadaşlardan birinin aracılığı ile Kurtuluş Partilileri yardıma
çağırdılar. Sonra İşçi Sınıfının mücadele ve
örgütlü bilincini kazanarak, İşgal ve Direnişe
geçen; kışın karına, soğuğuna aldırış etmeden
her türlü baskı ve zulme rağmen Ünsa’nın
önünü Direniş alanına çevirerek mücadelelerini zaferle sonuçlandıran, İşçi Sınıfının tarihine
adlarını onurlu bir şekilde; Ünsa işgalcileri ve
Direnişçileri olarak yazdıran Ünsa Direnişçilerinden Mustafa Yılmazer ve Murat
Yoldaş’ımız sizlere seslenecekler.
Slogan: Yaşasın Ünsa Zaferimiz…)
Ünsa Direnişçilerinden Mustafa Yılmazer:
Hepiniz hoş geldiniz.
Öncelikle 15-16 Haziran devrimci arkadaşlarımızı saygıyla anıyorum.
Biz Ünsa Çuval Fabrikası’nda çalışıyorduk. Yedi yılımızı verdik. Gece gündüz hepimiz çalıştık. Biz taşeron firmada çalışıyorduk.
Ünsa, tek taraflı bizim sözleşmemizi fesh etti.
Barış Başkan sağ olsun, bizim ustabaşımızla
daha önce tanışıyorlarmış, onun sayesinde Ali
Rıza Başkan Bey’e ulaştık.
Ali Rıza Başkan Beyin hiç unutmayacağım, ömrüm boyunca unutmayacağım bir lafı
vardı: “Zor oyunu bozar” dedi bize. “Siz
varsanız biz de varız” dedi bize. Biz söz verdik. Ali Rıza Bey’in önderliğinde devam ettik.
Ünsa’nın yönetimi önce bizi tanımıyordu.
Ata Baykal diye bir hissedar var. Canlı yayın
araçları geldi, televizyonları çağırdık, Show tv
geldi. Ben dedim: bu hammaddeleri çekin (bizim tazminatlarımızı vermeme taraftarıydı),
hammaddeleri çekin dediğimiz zaman, yok
dedi biz sizi tanımıyoruz dedi. Siz Doğa Tekstil’in elemanısınız. Oysa Ünsa’ya çalıştığımıza dair sertifikamız var elimizde… Ali Rıza
Başkan, yönetimle görüşmeye başladı. Yok
dedi biz sizi tanımıyoruz. Böylece grevimiz
başladı. 39 gün boyunca. Kar, fırtına demeden…
Az önce orada bir arkadaşımız dedi: “Ali
Rıza Başkan’ın parmağı yok.” Ama mangal gibi yüreği var! Allah onu bizim başımızdan eksik etmesin.
Yiğit Ünsa Direnişçileri...
(Alkışlar…)
Önce hiç bizi tanımayan adam, patronumuz kaçıyor. Bayram öncesi, Kurban Bayramı, Aralığın dördünde, Erdal Başkan’ımız taşeron patronunun yakasından tuttu: “Söke söke bütün elemanların maaşını, tazminatını
vermek zorundasın”, dedi. Adam kaçıp bizim maaşımıza el koyacak ya… Onu da yapamadı tabiî. Erdal Başkanı’da buradan tebrik
ediyorum o açıdan…
Yılbaşında biz orayı İşgal ettik. Barış Başkan’ımız öndeydi. Güvenlikçiler dedi: “Giremezsiniz.” Girdik içeri… Tabiî sanki biz Yunanistan’dan gelmişiz. Robokoplar geldi önümüze coplarıyla. Biz kol kola girdik, kenetlendik. Özgürlük ve bu mücadele, yürekle
olan bir şey…
Biz daha önce hiçbir şey bilmiyorduk. Bize ustabaşı sayılı mal veriyordu, işte sen beş
bin tane fazla vereceksin. Diğer arkadaşını geçeceksin… Biz mücadele neymiş, birlik beraberlik neymiş, onu bilmiyorduk. Sadece ekmek paramız için çalışıyorduk. DİSK bize sahip çıktı Allah razı olsun. Taksim’e gittik.
Orada eylem yaptık. Baktı bu Ünsa, olacak gibi değil, işlerini kaybetmeye başladı. Geri
adım atmak zorunda kaldı. 39 gün boyunca…
Biz yılbaşını karakolda geçirdik. Sendikadan arkadaşlarımız vardı. Hakan Başkan burada mı? Göremiyorum.
Hakan Başkan: Buradayım, burada…
Mustafa Yılmazer: Bizi odadan çıkardılar. Sendikacılar, görevliler çıksın, dediler. İki
tane istihbarat yüzbaşı geldi içeri, dediler:
“Bu DİSK sizi terör örgütlerine mensup etmek istiyor”.
Önce sendikacı arkadaşlar dışarı çıksın…
Ben dedim: “Sen necisin? Önce kendini
tanıt bize”.
Kimliğini gösterdi: “Ben dedi istihbarat
yüzbaşı”.
Ben: “Olabilir” dedim. “Kim olursan
ol…”
Bana dedi ki: “Seni nezarete alırım”.
Ben: “Kelepçeler kol saatimiz, karakollar meskenimiz. Gel gidelim karakola” dedim.
Yılbaşına, on ikiye çeyrek vardı, biz oradaydık. Bir de işi uzatmak için şey yaptılar,
hastaneye, yok rapor almaya falan… Neyse
öylece gittik…
Yılbaşından sonra biz yine Pazartesi geldik. Ata Baykal bize söz verdi: “Gelin kendi
listemde olanların tazminatlarını dağıtacağım”. Pazartesi oluyor, görüşme talep ediyoruz, olmuyor. Salı, olmuyor… Çarşamba oldu,
güvenlikçiler bizi muhatap etmiyor.
Ustabaşımız: Arkadaşlar giriyor muyuz
içeriye?
Giriyoruz.
Tabiî güvenlikçiye bir tane çaktım, o, hatırlamıyorum, diyor Bir yumruk yediğimi hatırlıyorum, diyor…
Güvenlikçiler, sanki mal kaçırıyoruz, kapıya durmuş: Giremezsin.
Sen de işçisin biz de işçiyiz kardeşim. Kaçıl, dayak yeme. Yok… Buna tekmeyi vurduk,
cama yapıştırdık, girdik içeri. Barış
Başkan’ımız vardı, Ali Rıza Başkan’ımız vardı.
Baktı olmayacak, bizi bu sefer tanımaya
başladı. Dediler: “Tazminatlarınızı vereceğiz.
Bu kadar… Mahkeme olaylarına gitmeyin”.
Baktık geri adım atıyor bunlar. Biz yine tabiî
grevimize devam ettik.
Sonra hissedarlardan Reşit Gediz… Bunun hiçbir şeyden haberi yok tabiî. Para vermemek için bunlara haber vermiyor. En son
fabrikaya geldi. 700 milyonluk jipi var. Zırhlı,
diyorlar. Tabiî bize zırhı falan hiçbir şey sökmedi. Adamın üstüne saldırdık. Kapısını falan
tekmeledik. Adam baktı olacak gibi değil, bizim tazminatlarımızı vermek zorunda kaldı.
Yani bu İşçi Sınıfı birbirine kenetlenmediği sürece, Türkiye’de bu sömürü her hal devam edecek. Buna hiç kuşkum yok. Ama biz
İşçi Sınıfı birbirimize kenetlenirsek, önümüzde aşamayacağımız hiçbir engel yoktur. Bunu
ben böyle biliyorum. 33 yaşındayım. Bu yaşıma kadar birlik beraberlik nedir bilmiyordum.
İşçi Sınıfı anlamında söylüyorum. Ama bundan sonra bize bir adım gelse, biz on adım gitmek zorundayız. Bunu da İşçi Sınıfı bu şekilde bilmek zorunda… Sözü fazla uzatmak istemiyorum. Bu sıcak havada ben de terledim.
Hepinize saygılar sunuyorum.
(Alkışlar… Slogan: Yaşasın Ünsa Zaferimiz…)
17
Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009
15-16 Haziran Geleneği Sürüyor
Direnişçi Grevci İşgalci İşçiler Konuşuyor
Ünsa Direnişçilerinden Murat:
Öncelikle herkese iyi akşamlar.
Ben Halkın Kurtuluş Partisi’yle tanıştığım için çok mutluyum. Ünsa Direnişi sayesinde Kurtuluş Partisi ile tanıştım.
Partimizin sayesinde zafer kazandık.
İyi ki Direnişe çıkmışım. İyi ki Partimizle tanışmışım.
Ne mutlu İşçi Sınıfımıza, ne mutlu Partimize…
Halkız Haklıyız Kazanacağız!
(Slogan: Halkız Haklıyız Kazanacağız… Alkışlar….)
azlı Yoldaş: Bizler dünyanın en haklı
davası, İşçi Sınıfı davası veren işçileriz. Bir
araya geldiğimizde, örgütlendiğimizde, mücadele ettiğimizde; patronların baskısı da,
zulmü de bizlere vız gelir, diyerek 4 Mart’ta
LC Waikiki-Meha Tekstil’de Direnişe geçen
İstanbul’un pek çok yerindeki LC Waikiki
mağazalarının önünü eylem alanına döndüren, LC Waikiki patronuna korku, işçi kardeşlerine ise umut olarak Direnişlerini zaferle sonuçlandıran, LC Waikiki-Meha Direnişçilerinden Şahin Aslan ve Cemal Dokuyucu
sizlere hitap edecek…
(Alkışlar… Slogan: Direne Direne Kazandık…)
LC Waikiki-Meha Direnişçilerinden
Şahin Aslan:
Öncelikle Merhaba Arkadaşlar.
Ben de, diğer arkadaşlarım gibi, 15-16
Haziran devrimci işçi arkadaşları sizlerin de
huzurunda bir kez daha anmak istiyorum.
Ve Halkın Kurtuluş Partisi olarak, böyle
hassas bir konuya da bu kadar dört elle sarıldığından dolayı teşekkür ediyorum. Özellikle değerli Başkan ve üyelerine…
Şimdi biz LC Waikiki-Meha İşçileri olarak, 4 Mart’ta patron tarafından hiçbir haklarımız verilmeden işten atıldık. Ve bu süreç
daha öncesinden başlamıştı.
Yaklaşık, atılmadan üç ay öncesinden,
patron krizi bahane edip bazı haklarımızı elimizden almaya kalkıştı. Öncelikle maaşlarımızdan yüzde 30 indirim talep etti. Kabul etmedik. Daha sonra sigortaları düşürmeye
kalkıştı. Bunu da kabul etmedik. Ve en son
bize (imalat şefleri olarak, bir arkadaş daha
var), niye bunları düşünüyorsunuz? dedi.
Bunları atarız, dışarıdan yeni işçi alırız, daha
ucuza çalıştırırız. Ve sigorta yapmayız 2010
kadar. Bu şekilde krizden çok güçlü bir şekilde çıkarız, dedi.
Bunların hepsini bir bütün olarak kabul
etmediğimizden dolayı başladı maaşları yarım yarım ödemeye. Sanki krizdeymiş gibi,
zarar ediyormuş gibi, maaşları yarım yarım
ödemeye başladı. Asgari geçim indirimlerini
ödememeye başladı bize. Farklı farklı nedenlerden dolayı zorluklar çıkarmaya başladı.
Şimdi aradan üç ay geçince, ister istemez
çalışan arkadaşlar da mağdur durumda kaldılar. Ve ne zaman ödeyeceğine dair bilgi istediler. Patrondan toplantı talep ettiler. Patron
toplantıya çıktı: “Ben zarar ediyorum, krizden dolayı zarar ediyorum. İyi ki böyle bir
toplantı istediniz. Siz bana yardımcı oldunuz.
Ben zaten kapatmayı düşünüyordum. Ama
size nasıl söyleyeceğimi bilemiyordum. Bu
konuda bana yardımcı oldunuz” dedi.
Daha sonra toplantıda zarar ettiğini, kapatması gerektiğini, yoksa bu şartlarda çalışamayacağını anlatmaya başlayınca, işçi arkadaşlar da doğal olarak işlerinden olmamak
için, bazı fedakârlıklar yapmaya başladılar.
Neydi bunlar?
Geçmişe dönük üç aylık mesailerini istemediler, altı aylık vergi iadelerini istemediler, ileriye dönük üç ay daha mesaili çalışıp
parasını istemediler, asgari geçim indirimlerini istemediler. Yani toplamda altı ay mesaisiz çalışmış olacaklardı patrona, dokuz ay da
asgari geçim indirimini almayacaklardı. Bu
şekilde bir anlaşma sağlandı.
Ertesi gün, bunun yetmeyeceğini söyledi
patron. Sigortalarının da düşmesi gerektiğini
söyleyince arkadaşlar burada tepki koydular.
Ve daha sonra ikinci bir toplantı istendi. Ve
biz bunu kesinlikle kabul etmiyoruz. Sigortalarımız düşerse, biz yarın öbür gün çoluk çocuk hastalanırsa nereye gideceğiz? Bizlerin
özel hastanelere gitmek gibi bir lüksümüz
yok, denildi.
Patron: O zaman kusura bakmayın, ben
kapatıyorum. Herkes başının çaresine baksın,
dedi açıkçası.
Bu noktada arkadaşlar: haklarımız ne olacak? dediler. Tamam, sen kapatıyorsun, ama
haklarımızı vermeden kapatamazsın, haklarımızı almadan buradan çıkmayacağız, dendi.
Tazminatın bir hak olmadığını, işçilere
karşı söyledi. Bunun üzerine işçilerden bazı
arkadaşlarımız buna itiraz ettiler: Kesinlikle
biz haklarımızı almadan buradan çıkmayacağız, dediler. Daha sonra polis çağırdı. Polis
zoruyla arkadaşlarımız dışarı çıkarıldı.
Ve biz imalat şefleri olarak, dışarıdaki arkadaşlarımızın halini kameradan, bizim kendi yazıhanemizde kameradan seyrediyoruz.
Ve durumlar içler acısı… Hiç kimse ne yapacağını bilmiyor, herkes bir tarafa koşturup
duruyor… Çünkü hiçbir hakkı verilmedi. Şubat maaşları verilmedi, içerideki alacakların
hiçbiri ödenmedi ve birden bire işyerleri kapanınca, herkes çaresiz bir durumda, dışarıda
dolanıp duruyordu… Ve biz bu şekilde burada kalamayacağımıza karar verdik diğer arkadaşımla birlikte. Biz de karar verdik, indik,
arkadaşların yanına indik.
Ve ondan sonra ne yapacağımıza karar
vermeye başlarken, arkadaşlarımız toplandı
etrafımıza, işte sizler şeflerimiz olarak bizim
öncülüğümüzü yaparsanız, biz sonuna kadar
arkanızdayız, haklarımızı alana kadar direniriz, dediler. O dakikadan itibaren bizim Direnişimiz başlamış oldu.
O gün ihtar çektik. Gittik noterden ihtar
çektik. Akşam geldik, arkadaşın çadırı vardı,
iki kişilik çadır, hemen o akşam o çadırı oraya kurduk. Ertesi gün Bölge Çalışmaya gittik, şikâyette bulunduk. Daha sonra tekrar
noteri alıp getirdik, tespit tutanağı tutturduk:
Biz işe geldik ama patronun bizi işe almadığına dair tespit tutanağımızı tutturduk. Ve bu
süreç devam etti.
Yaklaşık beşinci gün müydü, altıncı gün
müydü tam hatırlamıyorum, biz LC Waikiki
Şirinevler Mağazası’nın önünde bir eylem
yaptık. Burada amacımız, LC Waikiki ile
Meha arasındaki ilişkiyi kesmekti aslında.
Tamamen amacımız buna yönelikti. Daha
sonra Gaziosmanpaşa’daki LC Waikiki
önüne gittik orada bir eylem yaptık. Üçüncüsünde alışveriş yaparak bir eylem yaptık. İçeri girdik alışveriş yaptık, kasadan geçirdik,
yaklaşık 7-8 bin liralık bir mal geçirdik kasadan, faturasını da kestirdik. Daha sonra arkadaşlardan birinin maaş kartını, tabiî boş maaş kartından birini uzattık kasiyere. Kasiyer:
bu kart boş, dedi. İkinciyi verdik, ikincisi de
boş, dedi. Biz, dedik, LC Waikiki-Meha İşçileriyiz, bizim paramızı vermediği için size
verecek paramız yok. Kusura bakmayın, biz
bu malları almıyoruz, dedik ve çıktık mağazadan.
Ve daha sonra bir akşam Ali Rıza Başkan
çadıra geldi. Durumdan haberdar olmuş. Geldi: böyle böyle arkadaşlar, durumunuzu öğrendim. Nedir, ne değildir? Bana bir açıklayın, dedi durumu. Ne yapabiliriz bir karar verelim… Oturduk konuştuk.
Açıkçası, arkadaşlarımız pek de sıcak
bakmıyorlardı. Yani diğer sendikaların yapmış olduğu hatalardan dolayı sendikaya çok
sıcak da bakmıyorlardı. Ama zaman içerisin-
de yavaş yavaş alıştılar.
Başkan; ikinci gün müydü makinelerin
gittiği, üçüncü gün müydü, geldikten sonra,
tam hatırlamıyorum? Makineler gidecek, biz
bunu hissediyoruz, orayı da biraz kalabalık
tutmaya çalışıyoruz. Çünkü hileli bir haciz
var. Bayağı da faaliyet içersinde patron, bunun farkındayız… Kalabalık tutarak bu makinelerin gitmesini engellemeye çalışacağız.
O gün tabiî götüremediler. Bizim kalabalık
olduğumuzu anlayınca, vazgeçtiler bunlar.
Ertesi gün sabah, bizim çadırda nöbetçi
kalan arkadaşlarımız var, 4-5 kişi her gün kalıyorlar orada, sabah yedi sularında telefon
ettiler arkadaşlarımız bize: burası polis doldu, bir şeyler oluyor, acilen gelin… Tabiî gittiğimizde yaklaşık 8-10 araba polis dolmuştu
bizden önce. Biz, tamam, dedik; bugün makineler gidecek…
Ama bizler ne yapabiliriz?..
Bu sürede toplayabileceğimiz kadar çevreden bize destek olabilecek insanları oraya
toplamaya çalıştık. Daha sonra Başkanlar
geldi, ekibiyle beraber. Velhasıl oraya gelen
kamyonlar vardı. Nakliyeciler vardı. İlk,
nakliyecilere zor kullanarak, deyim yerindeyse, geri püskürttük. Adamlar korkudan
çekip gittiler. Ama daha sonra tekrar iki tane
daha nakliye kamyonu çağırıldı. Polis yardımıyla kamyonlar içeriye alındı, makineler
yüklendi, çıkışta engel olmaya çalıştık. Ama
polisin copuyla, biber gazıyla karşı karşıya
kaldık. Bir şekilde makineler çıkarıldı oradan.
Ve ondan sonra bizde bir burukluk başladı.
Arkadaşlar dedi ki; makineler gitti, bizler
boş fabrikayı ne diye bekliyoruz, çadırı kaldıralım.
Oylamaya sunduk, yaklaşık yüzde 80’i,
çadırın kalkmasından yanaydı. Öyle bir karar
alındı sonuçta ve neticede çadırı hafta sonuna kadar tutup, hafta sonu kaldırmayı düşünüyorduk.
Salı günü karar aldık, Çarşamba günü
Waikiki’den bize haber geldi. Gelin, dedi: size 75 bin lira gibi bir rakam ayırdık, bunu size verelim. Maaşlarınızı verelim, kalan, 52
bin lira tutuyor maaşlar, kalan 23 bin liralık
gibi bir rakamı da kaymakamlık üzerinden
size yardım olarak verelim.
Biz tam kendi aramızda konuşurken, bunun hesaplarını çıkarırken, Başkan aradı tekrar, gelin görüşelim, dedi. Ne oluyor ne bitiyor? diye.
Gittik tekrar, Nakliyat-İş’in binasında konuştuk Başkanla, bunun sonuçlarını söyledik.
Başkan dedik; böyle böyle bir durum var .
Waikiki 75 bin lira gibi bir rakam teklif ediyor, siz ne diyorsunuz buna?
Tabiî Başkan’ın surat ifadesi değişti o andan itibaren…
Yani dedi ki: bu iyiye işaret, bunun devamını getireceğiz. Biz bunu arkadaşlarla oturup toplantı yapalım, konuşalım, ama bunun
devamı gelecektir yani 75’i veren 500’ü de
verir, dedi. Tamamen size kalmış, bizlere kalmış, dedi.
Toplantı yaptık arkadaşlarımızla, durumu
anlattık. Arkadaşlarımızın yaklaşık yüzde
100’ü devam kararı aldı. Çadırı kaldırmaktan
vazgeçtik. O süreçten sonra biz tamamen
Waikiki’ye yöneldik.
Başkan’ın her Direnişte olduğu gibi, burada da bir sloganı vardı. İlk dikkatimi çeken
oydu: “Yağma Yok!” dedi gelir gelmez.
“Böyle bir durum var”, dedik; “Yağma
yok!” dedi.
(Alkışlar… Slogan: Yağma Yok Direniş
Var…)
Daha sonra eylemlerimiz devam etti.
Tabiî ki en büyük destekçilerimizden biri,
Halkın Kurtuluş Partisi. Bizi hiç yalnız bırakmadılar. Buradan kendilerine teşekkür
ediyorum.
Direnişimiz Meha değil de, o süreçten
sonra LC Waikiki-Meha Giyim olarak değiş-
ti. Bizim Sloganlarımız da değişti, taşıdığımız pankartlarımız da değişti, tamamen Waikiki’ye yöneldik. Yani Başkan’ımızın da dediği gibi: “Meha’yı unutun, tamamen Waikiki’ye yönelin” diye bizi ikaz etti. Bundan
sonraki eylemler o şekilde oldu.
Daha sonra Waikik’nin birkaç mağazasının… hatta ilk yaptığımız şey, Mecidiyeköy
Mağazası’nın önünde bir Direniş yaptık,
Oturma eylemi yaptık daha doğrusu. Süleyman Çelebi’nin de katılımı ile oturma eylemi
yaptık…
Ve bu süre içerisinde Waikiki, bire bir arkadaşlarımıza mektup göndererek, bazı tekliflerde bulunmaya başladı. Aynı mektuptan
Sayın Çelebi’ye de göndermişti. Biz bunu
kesinlikle kabul etmiyoruz, dedik. Daha sonra, Mecidiyeköy eyleminden sonra, Waikiki
ile telefon görüşmesi yapıldı. Waikiki birinci
toplantıyı istedi. Gelin, dedi, konuşalım.
Ve gittiğimizde Waikiki’nin sahibi Mustafa Küçük bizi karşıladı, oturduk. Bizler gittik, Ali Rıza Başkan vardı, Çelebi Başkan
vardı. Oturup konuştuğumuzda, Mustafa Küçük tir tir titriyordu açıkçası... Bunu biz, göz-
le görülür bir şekilde fark ettik. Önce hastalık var zannettik, yani tanımadığımız için, rahatsız zannettik. Ama daha sonradan ortama
alışınca biraz, düzeldi, adamın titremesi falan
geçti…
Daha sonra oturduk konuştuk. Ya, biz size 75 bin lira değil de, 150 bin lira ayırmıştık. Size 75 bin lira demiştik…
Peki, ödemeyi nasıl yapacaksınız? dedik.
Ödemeyi yine kaymakamlık üzerinden,
yani hayır kurumları üzerinden yapmayı düşünüyoruz, dedi. Başka türlü size bu parayı
ödeyemeyiz, dedi.
Biz de dedik ki; biz sadaka istemiyoruz.
Kazanılmış haklarımız var, bunları istiyoruz.
O zaman bir yol bulun. Eğer varsa, bizim
burada sorumluluğumuz varsa, ödeyebileceğimiz bir yol varsa bunu bulun ve biz bu şekilde ödeyelim. Çünkü sizin bizimle ilgimiz
yok. Başından beri söylüyoruz. Meha ile bizim herhangi bir ilgimiz yok. Biz fason iş veriyoruz. Yaptığınız işlerin parasını patronunuza ödedik. Bizim sizinle herhangi bir ilgimiz yok. Ama bulun bunun yolunu, bulursanız bunu bu şekilde ödeyelim. Daha doğrusu
Başkana böyle bir şey sundu. Varsa bunun
yolu, bir ilişkimiz varsa bunu ispatlayın, dedi. Biz size ödeyelim…
4857 sayılı İş Yasasındaki ilgili maddeleri göstererek tekrar toplantı yaptık. Fazla da
uzatmayayım, bununla karşılarına çıktığımız
zaman, bunlar da avukatlarını getirmişlerdi,
tabiî çeşitli bahanelerle bunu da savsaklamaya çalıştılar. İşte tamam, o maddede öyle diyor ama; başka bir madde de, başka bir şey
yazıyor, gibisine...
Kabullenmediler. Daha sonra biz dedik
ki, eylemlere devam edeceğiz. Hakkımızı
alana kadar inatla devam edeceğiz.
Ve bu eylemler bir süre sürdü. Yani şöyle
söyleyeyim, yaklaşık iki günde bir eyleme
gidiyorduk biz. Ve gittiğimiz zaman da 2-3
mağaza dolaşıp öyle geliyorduk. Belli bir süre sonra baktık ki, alıştılar eylemlere… Yani
gidiyoruz, mağazanın önünde oturma eylemi
yapıyoruz veya içerideki müşteriye dışarıdan
megafonla seslenerek sorunumuzu anlatıyorduk, içerideki müşteri aldığı malları geri bırakıp çıkıyor ama buna alışıldığını gördük.
Dedik ki, ne yaparız burada?
O zaman eylemleri biraz sertleştirelim.
Ne yapalım? dedik.
Başkan: İçeri gireceğiz, dedi. Mağazanın
içine gireceğiz…
Mağazaların içerisine gireceğiz dediğinde, biraz tedirgin olduk açıkçası. Bu herhangi bir suç teşkil eder mi, etmez mi? diye tereddütte bulunduk.
Hayır dedi, Başkan. Biz girelim, onlar da
bırakmasınlar.
Ve biz Kartal’da, E-5 üzerinde Waikiki’nin bir mağazası var, geldik oraya. İşte Pınar Hanım filan, gayet kalabalığız, direk önlüklerimizi giydik ve mağazanın içine girdik
biz. Alışveriş yapan müşterilere bildiri dağıtıyoruz. Bir bir ellerine tutuşturuyoruz, durumumuzu anlatıyoruz. Orada bir gerginlik yaşandı, güvenlikle, çalışan personelle birlikte… Fazla uzatmayayım, oradan çıktık.
Ve Kurtköy’de, Viaport Alışveriş Merkezi var. Burada oturanlar daha iyi bilir, büyük bir alışveriş merkezi, oraya geçtik biz.
Oraya geçtiğimiz zaman, belli ki haber almış
oradaki güvenlik, biz tabiî içeri girdikten
sonra önlüklerimiz giydiğimiz için fark edemediler herhalde, Waikiki mağazasına yaklaşık 15-20 metre kala biz önlüklerimizi giydik
üzerimize ve güvenlik etrafımızı çevirdi. Güvenliğin ilk müdahalesiyle Başkan karşı karşıya kaldı. Daha sonra hepimiz dâhil olduk
buna. Orada bir arbede yaşandı. Coplar moplar, bir taraftan köpekler, onlarla geliyorlar
insanların üzerine… Bizde yüzde 80’i bayan… Erkek olarak 10-12 kişi var mıyız yok
muyuz?.. Ona rağmen biz mücadelemize devam ettik. Ve onlar bize vurdu, biz onlara
vurduk. Güvenliğin birinin burnunu kırdık o
arada…
(Alkışlar…)
Bu yaklaşık yarım saat, kırk beş dakika
kadar sürdü. Jandarma çağırdılar. Jandarma
komutanı geldi, vuran arkadaşımızı almaya
kalktı.
Başkan, tabiî her zaman olduğu gibi en ön
saflarda, başçavuşun karşısına dikildi: Sen ne
alıyorsun, kimi alıyorsun? diye.
Arkadaşımızı vermedik orada. Daha sonra anlattık durumu, ondan sonra bizi karakola götürdüler, ifademizi almak için karakola
götürdüler. Güvenlik amiri geldi karakola daha sonradan: Kusura bakmayın, bizim arkadaşlar yanlış yapmış, biz sizden şikâyetçi değiliz, siz de bizden olmayın, olayı bitirelim…
Tamam, dedik, biz buraya kavga etmeye gelmedik. Ama sizin arkadaşlardan bize tepki
olunca, biz de mecburen karşılık verdik…
Orada bir Tutanak tutuldu Ayhan Abi ile birlikte, Karakol komutanı ile tutanak tutuldu.
Biz oradan çıkıp Maltepe Mağazası’na
gittik. Orada yine biz mağazanın önünde bildiri dağıtıyoruz, slogan atıyoruz… Yine güvenlikle bir tartışmamız oldu. Sivil polis vardı. Ayhan Abi, onunla bayağı bir tartışmaya
girdi. Daha sonra polis çağrıldı, yine yunuslar geldi. Üç yıldızlı bir komiser geldi. Her
nedense, o da durumu anladı galiba, pek ses
çıkarmadı. O günü de öyle tamamladık. Pazardı o gün.
Pazartesi Waikiki bizi çağırdı: Gelin, dedi, anlaşalım.
Daha sonra Başkan’ımızla gittik, oturduk.
Önce yüzde 50 dediler, daha sonra yüzde 65
ile bu işi bağladık.
Ben fazla uzatmak istemiyorum. Arkadaşım da konuşacak daha… Hepinize teşekkür
ediyorum.
LC Waikiki’den Cemal:
Merhaba arkadaşlar,
Özellikle Şahin Usta bana bir şey bırakmadı. Zaten geciktik de…
Özellikle 15-16 Haziran’ı, tüm insanların
bize bıraktığı bu mirası bizler de inşallah devam ettireceğiz.
Diğer yandan özellikle Nakliyat-İş Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu ve yöneticilerine, Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanına ve yöneticilerine çok teşekkür ediyorum.
Onlar bu konuda gerçekten hep bizim yanımızda oldular. Bize destek oldular. Bundan
dolayı da kendilerine teşekkür ediyorum.
Meha’ya gelince, dediğim gibi pek bir şey
kalmadı. Bizler de 75 gün sonunda bunu başardık.
Ve özellikle İşçi Sınıfının, emekçilerin
neler yapabileceklerini biz bu Direniş’te çok
iyi öğrendik ki, eğer birlikte olursak, birlikte
hareket edersek, hiçbir engel önümüzde durmaz, tanımayız!
Teşekkür ederim.
(Alkışlar… Slogan: Yaşasın LC Waikiki Zaferimiz…)
azlı Yoldaş:
Şimdi sizleri Grup Göç’ün hazırladığı
müzik etkinliğiyle baş başa bırakıyoruz.
Ama bunun öncesinde, hepinizi etkinliğimize katıldığınız için, bizlere destek verdiğiniz için teşekkür ediyoruz.
Bir sonraki yıl esas hedefimiz büyük sokak eylemleriyle yeni 15-16 Haziran Direnişleri yaratmak olmalı. Buradan alacağımız, işçi arkadaşlarımızın bize vermiş olduğu ders:
birlikte, örgütlü mücadele ettiğimiz zaman,
bir olduğumuz zaman aşamayacağımız hiçbir
engelin olmadığı. Buradan da bu dersi çıkartmış oluyoruz.
Tarihte her zaman direnenler kazanamazlar. Ama kazananlar her zaman direnenler olmuştur. Bu nedenle Direne Direne Kazanacağız!
Tekrar teşekkür ederiz.
(Alkışlar… Slogan: Halkız Haklıyız
Kazanacağız…)
18
Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009
“Açildum, açildum, açilamadum%”
Baştarafı sayfa 20’de
gizlendi. Halkın tepkisi önlendi.
ABD isteyecek de TayyipGül duracak!
Mümkün mü? Bugüne kadarki en Amerikancı
iktidar olarak görevlerini yerine getirdikleri
anlaşılıyor. David Phillips Kongre’deki konuşmasında şöyle açığa vuruyor bunu:
“Ben Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişkileri normalleştirme açısından 23
isan’da duyurulan ‘çerçeve anlaşmaya’
ve ‘yol haritasına’ olumlu bakıyorum. Bu
potansiyel olarak tarihsel bir dönüm noktasıdır. Ancak, ilerlemenin ölçüsü sözler
değil eylemlerdir.” (agy)
Demek ki, Türkiye’nin Ermenistan ile imzaladığı bir “çerçeve anlaşma” ve “yol haritası” var ortada. O kadar önemli ki bu imza,
emperyalistlerce “tarihsel dönüm noktası”
olarak değerlendirilebiliyor. İyi de, kimin haberi var bu imzadan? Belli ki gizli tutuluyor.
Çünkü Türkiye halkına ihanet, yaptıkları.
Alıştıra alıştıra, sindire sindire, yandaş medya
gücünü ve psikolojik savaş yöntemlerini kullanarak bu ihaneti duyurmak durumundalar.
Ancak yukarıda da görüldüğü gibi, emperyalizm söz ile yetinmiyor, davranış bekliyor.
Aslında bunun hazırlığı bir yıl öncesine kadar
uzanıyor. Gül’ün futbol maçı izleme bahanesiyle sinsi gülücükler saçarak Ermenistan’a
gidişi de bu çerçevede düşünülmeli.
David açıklamaya devam ediyor:
“ABD ve İsviçre otoritelerinin
aracılığıyla Türk ve Ermeni yetkilileri
arasında nihai bir metin imzalandı. Resmi
olarak metin iki protokol içeriyor: Birisi
(karşılıklı) tanınma, diğeri normalleşme
üzerine. Üçüncü bir doküman, iki uluslu
bir komisyon ile bir dizi alt komisyon kurulması üzerine ve anlaşmanın imzalanmasından sonra hayata geçirilmesi için bir
program belirliyor.
“Tam metin Türkiye ve Ermenistan’ın
isteği doğrultusunda henüz açıklanmadı.
(Çünkü) açıklanması spekülasyonu ve muhalefeti şiddetlendirir. İmzaların atılması
olsun, daha sonra uygulamaya geçiş olsun,
sıkıntılı bir süreç olacaktır. Son noktayı
koymak için bir program yok. (İş) ne kadar uzarsa, o kadar zorlaşacaktır.” (agy)
Görüldüğü gibi, imzalar atılmış ama iş
TayyipGül’ün isteğiyle gizli tutuluyor. Ne
var ki, emperyalizmin acelesi var. Bir an önce iş yoluna girsin istiyor. Bu nedenle süreci
hızlandırmak gerek… Bir taraftan gizli tutup,
bir taraftan da hızlı davranmak, en azından
görünürde, çelişkiler doğuruyor, kaçınılmaz
olarak. David Phillips, ABD’nin HasGül’ü ile
Tayyip arasındaki çelişkiyi aktarıyor: HasGül
“hemen” derken, Tayyip gelecek tepkileri göz
önüne alarak olabildiğince sinsice, halkı
uyutmak peşinde.
“AKP Hükümetinin agorno-Karabağ
konusunda herhangi bir gelişme olmadan
yola devam etmesi mümkün müdür? Geçen hafta Cuma günü (8 Mayıs) Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, normalleşmenin
‘önşartsız olarak’ yürüyeceğini söyledi.
Ertesi gün Başbakan Tayyip Erdoğan ise
TRT Türk’te yaptığı söyleşide “Ermenistan agorno-Karabağ’daki işgali kaldırırsa sınırın açılabileceğini” belirtti.” (agy)
Buradan sanki Hasgül ile Tayyip arasında
bir çelişki varmış gibi görünebilir. Arada bir
çelişki yoktur, çünkü Tayyip de aynı görüştedir özünde. Sadece tepkileri zamana yaymak,
halkımızı alıştırabilmek için işler daha gizli
yürüsün istiyor. David Phillips’in konuşmasında bu apaçık görülüyor. Yukarıdaki
cümlelerini “Türk yetkililer 7 isan’da İstanbul’da yapılan görüşmede Başkan Obama’ya agorno Karabağ sorununun resmi
bir önşart olmadığını söylediler. Ancak, bu
pratik olarak taviz verilmeyecek bir mesele”, şeklinde sürdürüyor David Phillips. (agy)
Türk yetkililer kim?
Tabiî ki TayyipGül. Obama’ya yalakalıkta
birinciler. Elin emperyalist ajanı bile durumun taviz verilemeyecek boyutta olduğunu,
ama bizim TayyipGül’ün sınırın açılması için
Karabağ sorununun çözülmesini önşart olarak
görmediğini söyleyiveriyor. İhanet böylesine
büyük! İhanette de birinciler.
Ve TayyipGül’ün Nisan ayının başında
imzaladığı protokol, basına ancak 1 Eylül’de
duyuruldu. Protokolde 2 ay içinde sınırın açılması karara bağlanmış durumda. David Phillips’in belirttiği gibi Karabağ’daki işgalin
kaldırılması gibi bir “önşart” yok. Şimdi imzalanan bu protokolün TayyipGül tarafından
bir an önce Meclis’e onaylatılması gerekiyor.
Ancak bu gelişmeler “Kürt Açılımı”nın boğuntusuna geldi. Böylece gerçekler halktan
David Phillips, konuşmasında imzalanan
anlaşma daha sonra Meclis’ten geçer mi, tartışması yapıyor. AKP’nin 338 sandalyeye sahip olduğunu ama sayıca güçlü olmasına rağmen geçmişte yeterli sayıya ulaşamadığını
belirtiyor. (Irak’ın işgali öncesinde ABD’nin
Türkiye topraklarını kullanması için kotarılmaya çalışılan Tezkereyi ima ediyor olsa gerek.) Dolayısıyla dikkatli davranılması gerektiğine dikkati çekiyor David Phillips. Anlaşmanın duyurulmamasının bir nedeni de, hemen bir gün sonra Ermeni Soykırımını Anma
Günü oluşu ve Türkiye’ye gelecek olan Obama’da “soykırım” suçlaması konusunda bir
görüş değişikliğine (zayıflamaya) yol açılmaması. David Phillips açık açık anlatıyor:
“ isanın 2’sinde imzalanan bir anlaşmanın duyurulması neden geciktirildi?
Ermeni Soykırımını Anma Günü’nden bir
gün önce anlaşmanın duyurulması, Başkan
Obama’yı 1915 – 1923 Olaylarını
“Soykırım”
olarak
adlandırmaktan
caydırıcı nitelikte sinik bir girişim olacaktı.” (Buradan Kurtuluş Savaşı’mızın da
soykırım ile suçlandığını görüyoruz. – K. Y.)”
(agy)
Demek ki, anlaşmanın duyurulmamasının
bir nedeni de ABD yönetiminin “Soykırım
vardır” görüşünde bir zayıflamaya yol açılmaması. Bu, resmi olmasa da ABD Emperyalizminin tarihte yaşanan olayları
“Soykırım” olarak değerlendirdiğinin göstergesi. Obama zaten seçim konuşmalarında
“Tehcir” olayını “Soykırım” olarak değerlendirmiş, hatırlanacağı gibi, Türkiye’deki konuşmasında da “Sözlerim kayıt altındadır” diyerek, soykırım tanımlamasında değişiklik olmadığını vurgulamıştı. David Phillips de
soykırım suçlamasından yana. Açıkça savunuyor soykırım suçlamasını:
“ ormalleşme, özünde ileriye dönük
bir süreç. Ancak, 1915–1923 arasında Anadolu Ermenilerinin başına gelenleri dürüstçe teslim etmeden uzlaşma olamaz.
(Anlaşmada) önerilen tarih komisyonunun
(bu konuda) uzlaşmayı teşvik edeceğine
inanmıyorum” (agy)
David Phillips’in sözlerinden, “Soykırım”
suçlamasının sabit olduğunu, kurulacak olan
Tarih Komisyonu’nun “hikâye” olduğunu,
soykırım görüşünü değiştiremeyeceğini veya
tarafların soykırımın olmadığı yönünde uzlaşmasına da yol açmayacağını anlıyoruz. Burada TayyipGül’ün ihaneti bir kez daha ortaya çıkıyor. Soykırım konusundaki görüşlerini
bildiği halde emperyalistlerle düşüp kalkıyorlar.
David Phillips’in söylediklerini izlemeye
devam edelim.
“TARC, tarihçilerin masaya tarafların
varolan durumlarını ortaya koyan belgeler
yığını koyabileceği sonucuna vardı. Bunun
yerine ‘Yirminci yüzyılın başlarında ortaya çıkan olaylara yönelik Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Üzerine Birleşmiş Milletler Konvansiyonu’nun uygulanabilirliği’ni esas alan bağımsız hukuk kurulunun vereceği yasal analiz seçeneğini
araştırdı.
“Bu analiz şöyle diyordu: ‘Uluslararası
hukuk, antlaşmaların geriye dönük uygulanmasını önlüyor. Doğrusu, Soykırım
Konvansiyonu devletlerin imzaları üzerinde ileriye dönük yükümlülüklerin yürürlüğe konulmasını amaçlamıştır. Bu yüzden,
Konvansiyonun kapsadığı herhangi bir birey ya da devlete karşı olaylardan kaynaklanan hiçbir hukuki veya mali iddia başarılı olamayabilir.’ Bu analiz uluslararası
hukukta başka yerde konulmuş olan haklara gönderme yapmamıştır.
“Analiz ayrıca soykırım suçunun dört
elemanı olduğunu ortaya koydu: (i) Suçu
işleyenin bir ya da daha fazla kişiyi öldürmesi; (ii) bu kişi ya da kişilerin özel bir ulusa, ırka ya da dini gruba mensup olması;
(iii) suçu işleyenin bu grubu kısmen ya da
tamamen yok etmeye niyet etmesi; (iv)
yapılan davranışın (daha önce) bu gruba
karşı yapılmış belirgin davranış kalıbı içinde yer alması. Bu kriterlerden ‘niyet’ Ermeni Olayları göz önüne alındığında tek
tartışmalı noktadır. Analiz şu sonuca varıyor: ‘Azınlık Ermenilerin tehciri kararını
alan Osmanlı yöneticilerinden en azından
bazıları, bu tehcir sonucunda Doğu Anadolu’daki Ermenilerin kısmen veya tamamen
imha olacağını biliyorlardı ya da aslında,
bu amaca yönelik ve bilerek bu eylemi
yapmışlardı, bu yüzden gerekli soykırım
niyetini taşıyordu.” (agy)
İhanet büyük! TayyipGül
gizliden imzayı basmış bile!
Ya “Soykırım” suçlaması?
Görüldüğü gibi, emperyalizm hukuken de
işi bağlamış… Sözde “bağımsız” hukukçular
“Tehcir”in soykırım anlamına geldiğini vurguluyor. Tehcir sırasında tek bir insan bile ölse ve bu olasılık önceden biliniyorsa, bu
soykırım anlamına gelir demek istiyorlar. İş
bitmiş! Daha ne görüşülecek ki? TayyipGül
Karabağ’daki işgalin kaldırılması önşartını
kaldırmış olmakla yetinmiyor, “Soykırım”
suçlamasını da kabul etmiş oluyor böylece.
Yazık ki, ne kadar…
Ve yol haritası
David Phillips, yapılan işlerin niteliğini
vurgulayarak, bundan sonra yapılacakları
sayıyor:
“TARC buzları kırdı ve sayısız ortaklaşa çalışmayı tetikledi. Temas kurma, iletişim ve işbirliği Türk ve Ermeni sivil toplum temsilcileri arasındaki uzlaşmayı geliştirmek için kritik önemdedir. İkinci aşamada sivil toplum (kuruluşları) için, görüşlerini karar otoritelerine aktarmak ve kamuoyu oluşturmak amacıyla karşılıklı anlayışın gelişmesine yönelik bir ortam sağlanacaktır. İkinci aşama ilerlemeyi bir resmi
uzlaşma noktasına taşıyabilir. Aynı zamanda, görüşmeler iyi gitmediğinde güven (kararlılık) sağlayacaktır.” (agy)
Anlaşıldığı kadarıyla hedef, emperyalizmin hep yapageldiği gibi, sivil toplum kuruluşları ağı yaratarak emperyalist planı yönünde kamuoyu oluşturmak. Şimdi, David Phillips’in aktardığı kadarıyla TARC tarafından
önerilenlere bakalım:
* “Diplomatik ilişkileri hızlandırmak,
müzakereler için yeni taslaklar hazırlamak, yeni antlaşmalar düzenleyerek ilişkileri sağlamlaştırmak.
* “Sınırın her iki yanındaki halkların
ekonomik koşullarını iyileştirmek, engelsiz
nakliyat ve ticaret için Türkiye – Ermenistan sınırını açmak (İşte kısa vadede Vehbi’nin kerrakesi! – K. Y.)
* “Güvenliği/antiterörizmi ve Türkiye
ve Ermenistan arasında güveni güçlendirmek.
* “Eğitim, bilim, kültür ve turizm
odaklı sivil toplum programlarını destekleyen resmi açıklamalar yapmak.
* “İnsani afet yardımı ve sağlık alanında işbirliği için kalıcı mekanizmalar geliştirmek.
* “Dini bölgelerin restorasyonu ve dinci
kuruluşların (vakıfların) haklarını ve çalışmasını destekleyerek dinci görüşü güçlendirmek (Akdamar Kilisesi restorasyonu
ve açılış törenlerini hatırlayalım! – K. Y.)
* “Türk ve Ermeni halklarına hükümetlerinin geçmişteki zorlukları aşmak
için çalıştığını gösteren aşamalar geliştirmek.” (agy)
Görüldüğü gibi, dinci vakıfları, sivil toplum kuruluşlarını teşvik ederek bir örgüt ağı
yaratmak; masum görünüşlü eğitim, kültür,
din, hayır, sağlık vb. amaçlı sivil ağlarla halkları uyutmak amaçları. Bu konuda elinizde
hazır imkân var, kullanın demeye gelen sözler
de sarfediyor David Phillips. Şöyle diyor:
“Bir etnik Ermeni gazetesi olan
Agos’un, görüşleri nedeniyle suikasta
uğrayan editörü Hrant Dink’in anılması
yoluyla, onun çalışmalarını genişletmek
ikinci aşama çalışmalarını destekleyecektir. Önde gelen Türk ve Ermeni gruplarını
alınan dersler ve ilerleme konusunda
tartıştırmak üzere toplantılar düzenlemek
de yararlı olacaktır.” (agy)
Buradan da iki temel gerçeği netçe görüyoruz.
Birincisi, Hrant Dink’in kime hizmet ettiği: Emperyalizme hizmet ettiği, “Hrant
Dink’in çalışmalarını genişletmek” hedefi
ile kanıtlanıyor.
İkinci olarak, Hrant Dink’i kimin öldürdüğü de az çok ortaya çıkıyor: CIA güdümlü
Kontrgerilla. Belki kanıtlayamayız ama
olayın sonuçları bunu gösteriyor. Suikastı yapan, MHP’nin yerine göz dikmiş başka bir
Kontrgerilla Partisi diyebileceğimiz Büyük
Birlik Partisi kökenli. Ayrıca, Hrant Dink’in
ölüsü, “Ermeni Soykırımı” oyununa daha büyük hizmette bulunuyor. Kahraman yapılması
bir yana, anma toplantılarıyla, yapılan haksız
uygulamadan kaynağını alan duygu sömürüsüyle, soykırım iddialarının ve “Ermeni Meselesi”nin sürekli gündemde kalması sağlanıyor. Ermeni milliyetçiliğini güçlendiriyor.
Sözde Türk aydınlarının Ermeni Soykırımı
Oyununa kapılması sağlanıyor.
Basında son gelişmeler bunu doğruluyor.
Milliyet Gazetesi’nin 14 Eylül tarihli sayısında manşette verilen haber başlığı şöyle: “Ermeni halkı ‘barış’a hazır.” Bu yazı, aslında
İpek Yezdani tarafından Ermenistan’da yapılan söyleşilerin derlendiği bir yazı dizisi. Ge-
ne birinci sayfada yer alan bir
haber ise Devrim Sevimay’ın
Hrant Dink’in kızı Delal Dink
ile yaptığı söyleşiyi aktarıyor.
Başlığı: “Sınır açılırsa babam
o kaldırımdan kalkar.” Aynı
gazetede Derya Sazak ise,
Hrant Dink Vakfı’nın öncülüğünde düzenlenen ve Milliyet
Okur Temsilcisi’nin de katıldığı
atölye çalışmasını anlatıyor.
Başlık: “ efret’e hayır!” Aynı
sayıda diğer bir haber ise Cenk
Başlamış tarafından yapılmış.
Protokolün Meclis’ten geçmesi
için zamanın daraldığını belirtiyor. Yazının başlığı: “Kritik 4
hafta.”
Burada kısa vadede yapılmak
istenen, protokolün, Tayyip’in
dediğinin tersine, herhangi bir
önşart
olmaksızın
hızla
Meclis’ten geçirilmesi. Yani sınırın bir an
önce açılması. Bütün güç bu noktaya
yığılmış durumda. Hrant Dink’in kızı bile
sınır açıldığında babasının yattığı yerden kalkacağını söyleyerek bunu doğruluyor. Uzun
vadede yapılmak istenen ise emperyalizmin
stratejik hedefinin hayata geçirilmesi. Açıkçası önce dünyada, hatta Türkiye’de soykırım
suçlamasının kabul edilmesi, bunun toprak
talebi ve ardından Büyük Ermenistan ile sonuçlanması. Bu süreçte Ermeni Sorunu’nun
sürekli gündemde tutulması, “sivil” örgüt
ağlarıyla halkımızın kafasının bulandırılması,
projelerle yeni yandaşların bulunması ve beslenmesi amaçlanıyor.
Milliyet’te yukarıda sözünü ettiğimiz yazılar bunları doğruluyor. İpek Yezdani’nin yazı
dizisinde, Ermenistan’da iktidarda olan
Cumhuriyetçi Parti’nin parlamentodaki
Grup Temsilcisi ve Sekreteri Eduard Şarmazanov’un söyledikleri aktarılıyor. Ne
soykırım iddiasından vazgeçilmiş, ne de toprak talebinden… Şöyle deniyor:
“Soykırım bir gerçektir ve tartışılamaz.
Hiç kimse bu gerçeği sorgulayamaz.
Soykırım dünya insanlarına karşı yapılmış
bir suçtur.
“Komisyonda soykırım konusu tartışılamaz. Zaten protokolde ‘Tarih Komisyonu kurulacak’ diye bir laf yok, ‘Hükümetler arası komisyon kurulacak’ lafı var.”
“Diplomatik ilişkiler kurulduğunda tabiî ki Türkiye’yle ortak sınırlar da tanınacak. Ama Muş, Van, Ağrı Ermeniler için
her zaman Batı Ermenistan’dır, nasıl ki
hiçbir Yunan için Konstantinopolis İstanbul olamazsa, hiçbir Ermeni için de Batı
Ermenistan, Doğu Anadolu olamaz. Ağrı
Dağı bizim için her zaman Ararat olarak
kalacak.” (Milliyet, 14 Eylül 2009)
Devrim Sevimay ise “Project Democracy”
oyununu doğrulayan bilgiler aktarıyor Hrant
Dink’in kızından. “Delal Dink ‘15 Eylül
(yarın) babamın doğum günü. Hrant Dink
Vakfı olarak her 15 Eylül’de Uluslararası
Hrant Dink ödülü vereceğiz’ dedi ve kimlere verileceğini açıkladı” dedikten sonra, şu
soru ve cevap geliyor:
“- Hrant Dink Vakfı’nın diğer çalışmaları nasıl gidiyor; iyi ki bu vakfı kurmuşuz diyor musunuz? (Devrim Sevimay
soruyor – K. Y.)
“DD (Delal Dink, Hrant Dink’in kızı cevaplıyor – K. Y.): Hem de çok diyoruz, çünkü babam hep bir sürü projelerden bahsediyordu, “Şunları şunları yapmamız
lazım” diye onun sürekli bir söylemi vardı.
Şimdi buradaki projelerle babamın bu isteğinin yerine geldiğini hissediyorum ben.
Mesela “Vicdan filmleri”ne başlandı, tam
babamın düşüncelerine uygun bir proje.
“Bir de tabii şu var: 19 Ocak’tan sonra
sürekli insanlar bize gelip “Birlikte bir şeyler yapalım” diyorlardı. İşte bu vakıf insanlara bunun alanını açtı. Şimdi kim hangi konuda, bir şey yapmak lazım, dese buraya geliyor. Giderek “Bir şey yapmak
lazım” diyenlerin merkezi oluyor vakıf.
Bunu görmek çok güzel.” (Milliyet, 14 Eylül 2009)
Demek ki, vakıflarla, projelerle Ermeni
Sorunu hep gündemde tutulacak, Hrant
Dink’in ölüsü böyle kullanılıyor, kullanılacak. Türkiye’de veya dünyada ünlü, hatta
halkların sempati beslediği kişilere ödüller
verilerek Hrant Dink üzerinden duygu sömürüsü ve soykırım propagandası yapılacak.
Bunlar, Hrant Dink’in katliamının CIA güdümlü kontrgerilla tarafından yapıldığını doğruluyor. Bu süreç sonunda belki öyle bir
noktaya gelinecek ki, bugün Ermeni
Soykırımı iddiasına karşı çıkanlar bile, bir süre sonra “Bu Ermeniler de çok çekmiş, biz de
az yapmamışız. Hrant Dink’i bile öldürdük”,
Sarkisyan-Gül
diyerek “Ermeniler’in hakkını vermeli” düşüncesine gelebilecektir. Tabii TayyipGül’ün
aracılık ettiği bu oyun sürdürülebilirse…
Tabiî ki ABD başrolde
Evet. Genel olarak bütün emperyalist
oyunlarında ABD Emperyalizminin yeri
vardır. Burada da böyle olduğu açık. Bundan
sonrasında da ABD Emperyalizmi işin içinde
olacak. David Phillips bunu belirtiyor:
“ ormalleşme süreci ABD’nin işin içinde olmasını gerekli kılıyor. Anlaşmanın uygulanması diplomaside ustalık ve ince ayar
gerektiriyor. Bir ‘Türk–Ermeni ormalleşme Koordinatörü’ durumu ve aracılık sürecini geliştirebilir. Ayrıca, Dışişleri Bakanlığı Avrupa Bürosu’na bu iş için tam
zamanlı çalışan birisi gerekli.
“(…) Kongre, Türk ve Ermeni grupların birlikte proje finanse etmesi için özel
bir proje fonu oluşturmalıdır. Bu fon şeffaflık ve objektiflik açısından bir ABD kuruluşu tarafından yönetilmelidir. ( ot: Bu
işin içinde daha önce de yer alan Amerikan
Üniversitesi’nin Küresel Barış Merkezi
ve/veya Atlantik Konseyi uygun koordinatörlerdir.)” (agy)
Oyun açık: “Project Democracy”. Yani
ABD’nin finanse ettiği projelerle ABD hizmetine girmeye teşne satılıkları bulup, halkı
emperyalizmin güdümüne sokmak. Halk için
hiçbir işe yaramayan, ama emperyalizme hizmet eden, sözde kâr amacı gütmeyen dernekler, vakıflar, başka “hayır kurumları” şeklinde
sivil ağlar örmek. Bu sivil ağlar yardımıyla
insanlarımızı örgütlemek, kafalarını çelmek.
İpler tabiî ki ABD’nin elinde olacak. Normaldir. Parayı veren düdüğü de çalar. (Şimdi bizim Sivil Toplum Çakalları para sesini duyup,
ellerini ovuşturuyordur.)
Sonuç: sen bu yaylalarda
yaylayamazsun!
Gördük ki, TayyipGül’ün “Ermeni
Açılımı” ABD kaynaklıdır. ABD Emperyalizminin çizdiği yolda ilerlemektedir TayyipGül. Üstelik bunu mümkün olduğunca
gizli yürütmektedirler. Ancak ABD Emperyalizminin gerek Güney Kafkasya’daki, gerekse Ortadoğu’daki hedefleri açısından acelesi vardır. Acele etmesinin bir nedeni de, bugüne kadarki en satılık, en
Amerikancı hükümet olan TayyipGül iktidarının yıpranmasıdır. Bunlara yaptıramazsam iş bozulur, başka satılık iktidar
bulamayabilirim endişesindedir ABD Emperyalizmi. Öte yandan oynanan oyunun
altyapısı yoktur. Türkiye’de bir “Ermeni
Meselesi” yoktur çünkü. Ermeni Meselesi,
Ekim Devrimi sayesinde çözülmüştür.
Soykırım safsatası da bir emperyalist oyunudur. Bu oyunun da içyüzü ortaya
çıkmıştır. Ancak, gene de TayyipGül gibi
emperyalist uşakları tarafından yönetildiği
sürece Türkiye için tehlike büyüktür.
Gene de, emperyalistlerin olanca desteğine rağmen TayyipGül iktidarı için artık deniz
bitiyor. Yalanlarla işi götürmeleri zorlaşıyor.
TayyipGül’ün, zayıfladığı ölçüde emperyalizmin açık oyuncağı olduğu daha net ortaya
çıkıyor. Dolayısıyla emperyalist oyununun
tutmayacağı açık. Emperyalizmin korkusu da
bu…
Yazımızda başlık olarak bir Karadeniz türküsünü kullandık. Bu türkü şöyle der:
Sen bu yaylalari yaylayamazsun
Derindur golleri boylayamaszun
Oy ellerin kinalidur oynayamazsun
TayyipGül’ün açılamadığı, açılımı yüzüne
gözüne bulaştırdığı ortada; bu yaylalarda yaylayamayacağı da kesin…
14 Eylül 2009
19
Yıl: 4 • Sayı: 46 / 29 Ekim 2009
“Bu halk adam olmaz” diyenlere
Sancaktepe Halkından tokat gibi cevap!..
Baştarafı sayfa 13’te
Mahkeme kararıyla yıkılması kesinleşmiş Acarkent var. Binlerce villa
var orada. Orman katledilerek yapılan
evler… Ama dokunulmuyor oraya…
Yıkamıyor… Bu mahallelere halk mı
elektrik, su doğalgaz hizmetini götürdü, yollar yaptı, belediye otobüs götürdü oraya? Niye yaptınız bunları? Bunlar olmasaydı insanlar gelir miydi oraya? İnsanları aldatıyorlar, kandırıyorlar.
K.Y.: Yıkımlar ertelendi deniliyor. Peki bundan sonra ne yapacaksınız?
Öner: Bir adamın oğlu ölmüş, ağlıyor, sızlıyor. Ne oldu diye sorarlar.
Evim yıkıldı diyor. Acısını bu şekilde
belirtiyor. Bugün bizim evimiz yıkılıyorsa bundan daha zor, kötü bir şey
görmüyoruz. Biz evimizi bu nedenle
ölüm pahasına yıktırmayacağız.
Siz gelmeden gençler İSKİ’nin bir
aracını dereye yuvarlayacaklardı; izin
vermedik. Mahalle’nin herkesin haberi
olsun, beraber davranalım diye buna
müsaade ettik; ama İGDAŞ da Tayyip
de giremeyecek. Yıkım yapacak hiç
kimseyi sokmayacağız Mahalle’ye.
kımların geçici süre durdurulduğunu
söyledi o gün gelip. Ama biz bunu kabul etmiyoruz. Buralar peşkeş çekilecek biliyoruz. AKP şimdi mesaj çekiyor halka, yıkımlar durduruldu diye.
CHP hiç ortada yokken mesaj çekiyor,
CHP meclis üyesinin baskısıyla yıkımlar durduruldu diye.. Doğru değil bu.
Halk durdurdu, halkın önderleri, Komite durdurdu.. Kimin emeği varsa, halkımıza gençlerimize teşekkür ediyoruz.
AKP kesin bu evleri yıkamayacak. Halkın Kurtuluş Partisi tam kadro buradaydı. Her şey ortada. Halk da bunu biliyor. Halkın Kurtuluş Partisi’nin tüm
olanaklarıyla desteği ile ve devrimci
demokrat dostlarımızla değişik bölgelerdeki duyarlı gençler yıktırmadılar.
Gidecek başka yer yok. Bu Mahalle’ye,
İstanbul’a, bu Ülkeye sahip çıkacağız.
Durmuş
Öner
Bunun ötesi yok. Ben 56 yaşında bir insanım. Bundan sonra nerde yaşarım ne
yaparım? TOKİ’nin doğalgazını ödeyemem ki. onun altından çıkamam. Kimsenin arazisini alıp ya da orman yakarak yerleşmedik bu araziye. Ne ağa ne
paşa oğluyuz. Zar zor başımızı sokacak
bir ev kurduk. Kimsenin başımıza yıkmasına izin vermeyeceğiz. Gidecek
başka yerimiz de yok. Köyümüzde zaten bütün olanaklarımız elimizden alındı. Çiftçilik yapacak bütün olanaklar
elimizden alındı. Başka gidecek yerimiz olmadığı için ölüm kalım savaşı da
olsa verip sonuna kadar gideceğiz.
Ev kadar kutsal bir şey göremiyorum. Hiç kimse bizi başta uyarmadı.
Zabıta’sı, Belediye’si ayrı paramızı almıştır. Arazilerimizi yandaşlarına peşkeş çekmelerine izin vermeyeceğiz.
Akın: Bize verilen sözler var. Elimizde tapular var. Devletin kendisiyle
çelişkisi var. Tapu veriliyor, sonra İSKİ
çıkıyor buralar benim diye sahip çıkıyor. Belediye yetkilileri oy bahanesiyle
gelip ev yapabilirsiniz, kimse size dokunamaz diye konuşuyor. Herkes birikimlerini ortaya koyarak, borçlanarak
bu evleri yaptı. Sonuçta insan emeği
çok zor. Verilmiş sözler var; ne kadar
doğru bilmiyoruz. İSKİ’nin sanki hiçbir kurumla ilgisi yokmuş gibi lanse
ediliyor. Bu doğru değil sonuçta. O da
devletin bir kurumu. Şu anki başarı; yıkımların ertelenmesi, eylemlerin başarısıdır. Devam etmeyi planlıyoruz. Evlerimizi korumaya devam edeceğiz, canımız pahasına da olsa...
Haydar: Söylentileri ciddiye aldık.
Şu an diyorlar ki yıkımlar iptal edildi,
ertelendi diye. Kesinlikle böyle bir şey
yok. Bu yıkımlar gene devam edecek.
Ve bu yıkımlar devam ettiği sürece biz
direneceğiz. Evimizi yapmak için nasıl
bir mücadele vermişsek yıkılmaması
için de her türlü mücadeleyi vereceğiz.
Evimizi yıkarlarsa da hukuksal olarak
mücadeleye devam edeceğiz. Ölümüne… Üç ayda yaptığım evi 10 dakikada
hiç kimseye yıktırmam. 20 yıllık bir
emeğim var. 20 yıldır kazanmış olduğum parayla, bankadan çektiğim krediyle yaptım evimi. Ne İsmail Erdem,
ne Kadir Topbaş, ne de Tayyip Erdoğan
yıkabilir evimi.
Durmuş: Bu evlerin nasıl yapıldığı
ortada.. Krizden dolayı insanlarımız zaten perişan… Borçlanarak ev yapmış.
Haydar
Şimdi evini yıkacağım diyor. Böyle bir
vicdansızlık olmaz ki… Koskoca evleri yıkıp çöpe atıyorsun. Bu da milli servet değil mi? Bunu Mahalle halkı fark
etti. Belediye Başkan Yardımcısı yı-
***
Yıkımın başladığı, ancak direniş
sonucu durdurulduğu Osmangazi’ye
gidiyoruz. Bir esnafın dükkanına giriyoruz…
K.Y.: Öncelikle geçmiş olsun.
Medyada yıkım, dere yatağına kurulan kaçak gecekonduların yıkımı ve
halkın arı kovanları ile saldırması
şeklinde yansıtıldı. Sizden, Mahalle
halkından olayı dinlemek istiyoruz...
Erdal: Bizim medya grupları yerlerimizi başkalarına peşkeş çekmeye çalışıyor. Burada bizim evlerimiz tapulu.
Tapusuz yer yok. Medya grupları diyor
ki orman arazisi, hazine arazisi. Yok
böyle bir şey. Burada evler imarlı, tapulu. Bir hata varsa ortada, bunun sorumlusu AKP’dir. Seçimi kazanmak
için yaptırdı.. Kimse gecekondu diye
bahsetmesin. Burada 5-6 katlı apartmanlar var. Bu yetkililer bugüne kadar
nerdeydi? O günlerde devletin zabıtası,
polisi yok muydu? Hepsi vardı tabii.
Bunun bedeli bu olmamalı. Bu insanların canı yanmamalı.
Paşa: Ben 25 senedir burada oturu-
Akın
yorum. Benim evim hem imarlı, hem
tapulu. Oylarını artırmak için inşaat ettirdiler, serbest bıraktılar. Yalan söylüyorlar. Yok hazine arazisiymiş! Aslı
yok, yalan söylüyorlar. Bunların Allah
dediğine inanmıyorum. Tayyip duysun
sesimizi. Biz Türk vatandaşı değil miyiz? Bu bayrağın altında yaşamıyor
muyuz, askere gitmiyor muyuz? Kendi
oğlunu göndermiyor ama bizi gönderip
birbirimize kırdırıyor. Benim işyerime,
işçilerime gaz bombaları attılar, etkisiz
hale getirdiler. Hastanelere taşıdım.
Nerede bunların inançları? İnanmıyorum onlara.
K.Y.: Yıkıma tekrar gelecekler
herhalde.. e yapacaksınız?
Erdal: Bu sadece Osmangazi, Akpınar olayı değil artık. Bütün Sancaktepe’nin olayı. Gelip Akpınar’a mı girdiler; tek bir insan kalmayacak burada.
Bu insanları öldürerek ancak bu evleri
yıkabilirler. Filistin belki bizim mahalleden daha düzenlidir şimdi. Yıkılan
evlerin yıkıntılarını siz kaldırın diyorlar. Hem evleri yıkılıyor, hem de üstüne cezalandırılıyor insanlarımız.
Paşa: Evimi yıktırmam asla... Bütün halkın meselesi bu artık...
Oradan ayrılarak küçük bir tekstil atölyesine giriyoruz. İşçiler çalışıyorlar.
K.Y.: Bu bina da o gün yıkılmaya
çalışıldı. Sizler de içindeydiniz... eler yaşadınız o gün?
Ünzile: Bizim o gün işlerimiz acildi, sabaha kadar çalıştık. Çatışmalar
oluyordu dışarıda. Kızlar bayılmaya
başladı. Hiçbir uyarı olmadı. Bizim binamıza müdahale olunca ben de arı kovanlarını attım. Polis içeri girdi. Bizi
zorla dışarıyı çıkardılar. Kız kardeşimi
elinden tutup aşağıya attılar. Diyalize
giren kardeşim vardı, onu da kolundan
tutarak zorla dışarı çıkarmaya çalışmışlar. Kolumdan böyle tutmayın rahatsızım, deyince, senin rahatsızlığın bizi
alakadar etmez, umurumuzda değil demişler. Hatta yeğenim buradaydı. İki
gün önce Bakırköy’den çıktı sinir hastası olduğu için. O da o sırada uyuyordu. Ne oluyor diye polise yürüyünce
tartaklayıp tuvalete kapatmışlar. Düşmüş, bayılmış orada.
Hakkımızı savunmak zorundayız.
Polisle karşı karşıya gelmek istemezdik. Ama getirdiler. Bu durumda biz de
hakkımızı savunacağız. Mecbur kalınca insan kendini savunur. Benim babamı tartaklayarak aldılar. Ben niye alıyorsunuz deyince yürü lan diyorlar bana. Küfür ediyorlar. Ben nasıl güveneyim devlete şimdi. Aşırı tepkiliyim onlara. Sen gel bana kadar gaz bombası
at… Gelip, niye o arı kovanlarını attın
diyorlar. Belki orada ölecektim ben.
Tehlikeliyse evlerimiz, niye su,
elektrik, doğalgaz verdi. Eskiden köy
gibiydi. Ama böyle bir semt yapıldı,
yıllarca bir şey denmedi. Şimdi tehlikeli deniyor.
Aynur: Çalışırken birden gaz bombası atıldı, gözlerimiz yandı. Yukarı
çıktık, açık havaya çıkmak istedik.
Oradan seslendik, atmayın dedik. Ekmek parası için çalışıyoruz, niye böyle
zulm ediyorlar bize? Seçim döneminde
hayırlı olsun dediler. Belediye uyuyordu o dönem, İSKİ de mi uyuyordu? Dozeri o dönem vuramıyorlar mıydı? Benim çocuğum psikolojik tedavi görüyor. Evde uyuyordu, gördüklerinden
psikolojisi tamamen bozuldu. Gördüklerinden mahvoldu. Biz burada ekmek
parası için uğraşıyoruz, burası yıkıldığında Tayyip Bey mi verecek bize? Bunu sormak istiyorum.
Filiz: Bizi polisle karşı karşıya getiren belediyedir. Yoksa biz niye kalkıp
Paşa
polisle mücadeleye girelim. Psikolojimiz bozuldu, hiç uyarı olmadan içeri
girdiler. Çoğu arkadaşımız bayıldı.
İşyerinden çıkıp sokakları dolaşırken Evi yıkılan bir mahalleliyle
karşılaşıyoruz…
K.Y.: Geçmiş olsun...
Turgut: Teşekkür ederim. Gördüğünüz gibi burası, mahallemiz Filistin
gibi. Bizim devletimiz de İsrail gibi.
Buraya bomba attı. Ne güzel mahallemiz vardı. Şimdiki haline bir bakın ne
durumda. Ne hale getirdiler. 40 saatten
fazla süre ayaktaydık. Çoluk çocuğu,
eşimi gönderdim evden etkilenmesinler
diye. Eşim görmedi yıkımı. Kendine
gelemedi daha. Hastanede, serumlarla
ayakta. Çok perişan olduk. Allah da onları perişan etsin! Ne diyebilirim ki…
Olan garibana oluyor. Bakın derede su
var mı? Önce orayı ıslah etsinler, bizimle uğraşacaklarına...
Oradan ayrılırken yıkılmış bir
evin hemen yanındaki gecekondudan
bir teyze çıkıyor.
K.Y.: Yıkılan bu ev sizin mi?
Dudu: Hayır kızımın ev. Bunu yapmamaları lazım.. Yazık!..
K.Y.: Yıkıntıda eşyalar gördük.
İçerde eşyalar varken mi yıkıldı?
Dudu: Evet kızım. Daha önce de
evleri yıkılmıştı Okmeydanı’nda. Burada ev yaptı kızım. Tapuluydu. Kızımla
hastaneye gittik. Şimdi rahatsız zaten...
Yazık değil mi?... Bu devlet halkını, bizi sevmiyormuş. Biz de artık sevmiyoruz.
O sırada Dudu Teyze’nin kızı geliyor hastaneden.
K.Y.: Geçmiş olsun. Rahatsızsınız
galiba? Sizi zorlamayalım konuşmak
için...
Gülcan: Evi gördünüz değil mi?..
İki çocukla ortada kaldım. Tapumuz
var elimizde… Evimizi yıktılar. Yazık
değil mi? Ben çocuğumu Anaokuldan
aldım şimdi, gönderemiyorum. En
azından izin verselerdi de evden bir eşyalarımı alabilseydim… Kolumdan tutup dışarı attılar…
Polisler buzdolabını, çamaşır makinesini ve iki çekyatı bir kenara çekmişler. Onun dışındaki eşyalar içerde. Allah razı olsun komşular almışlar bu eşyalarımızı, bir kenara koymuşlar… Onlar da kalıyoruz şimdi… Ne yapabilirim, nerede gideyim şimdi ben?.. Siz
söyleyin…Resmen sokaktayım şimdi...
Hastayım… Her gün iğne vurulmaya
gidiyorum…
Emperyalistler, “Geldikleri Gibi Gidecekler”!
Baştarafı sayfa 20’de
Kurtuluş Partisi olarak bayraklarımızla, dövizlerimizle, sloganlarımızla biz de oradaydık. Enternasyonal Marşı’yla başlayan miting,
DİSK Örgütlenme Daire Başkanı
ve akliyat-İş Sendikası Genel
Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nun DİSK, KESK, TMMOB ve
TTB adına yaptığı coşkulu bir konuşmasıyla başladı.
Küçükosmanoğlu, IMF ve DB
toplantılarını protesto etmek için
Türkiye’nin dört bir yanında toplanıldığını vurguladı. IMF ve DB’nin,
emperyalist bir suç örgütü olduğunu, gittiği bütün ülkelere açlık, yoksulluk, işsizlik ve pahalılıktan başka
bir şey götürmediğini ifade etti.
“Emperyalizmin kriziyle beraber
kapitalizminin çürümüşlüğü bir kez
görülmüştür. İnsanlık, emperyalistkapitalist sisteme teslim olamaz”
diyen Küçükosmanoğlu, IMF ve
DB’ye karşı mücadelenin kararlılıkla sürdürüleceğini ifade etti.
Kartal Halk Kürsüsü’nün kurulduğu mitingde emekçiler adına direnişlerden ve değişik kesimlerden
temsilciler konuşmalar yaptılar.
Direnişte olan Nakliyat-İş üyesi
Arçelik İşçileri adına bir işçi, Sabiha Gökçen Havaalanı İşçilerinden
Hava-iş üyesi bir işçi, Tersanelerde
çalışan Limter-İş üyesi bir işçi, Direnişte olan Birleşik Metal-iş üyesi
Sinter Metal İşçisi, Emekli-sen üyesi bir emekçi, Dev Sağlık-iş üyesi
Entes Direnişçisi bir işçi, Ataması
Yapılmayan Öğretmenler adına Ercan Berk ve Kocaeli Üniversitesi
öğretim üyesi Onur Hamzaoğlu birer konuşma yaptılar.
İşçiler, IMF’nin politikalarını
koşulsuz bir şekilde uygulayan
AKP’yi eleştirdi. IMF politikaları
doğrultusunda bugün işsiz kaldıklarını vurguladılar. IMF’nin işsizlik,
yoksulluktan başka bir şey getirmediğini dile getirdiler. Emperyalizmle mücadelenin tek yolunun örgütlenmek olduğunu ifade ettiler.
Konuşmalar sırasında alana giren DİSK Genel Başkanı Süleyman
Çelebi ve Uluslararası Metal İşçileri Federasyonu Genel Sekreteri
Jyrki Rainada da birer konuşma
yaptılar.
Grup Havazamir ve Halk ozanı
Naki Yoksuni’nin müzik dinletisi
ile miting sona erdi.
Kitle aynı akşam, Kartal Hasan
Ali Yücel Kültür Merkezi’nde yapılacak olan Sinter İşçileriyle Dayanışma Gecesi’ne katılmak üzere,
Bankalar Caddesi’nden Kültür
kilde saldırdı. Birçok Demokratik
Halk Örgütünün katıldığı protesto
eyleminde okunan basın açıklamasının hemen ardından, hiçbir uyarı
yapılmadan gaz bombalarının atılmasıyla saldırı başladı. Saldırı sırasında İstiklal Caddesi’nde esnaf
olan bir vatandaşımız geçirdiği kalp
krizi nedeniyle hayatını kaybetti.
Çok sayıda insan yaralanandı ve
gözaltına alındı. Atılan gaz bombası o kadar fazlaydı ki beyaz bir sis
dalgası tüm meydanı sardı, göz gözü görmez oldu. Bu gazlardan da
Merkezi’ne kadar yürüyüş yaptı.
4 Ekim günü, Taksim’de, saat
13:00’da yoğun yağmur altında bir
basın açıklaması gerçekleştirdik.
“IMF-Dünya Bankası Defol, Bu
Ülke Bu Halk Satılık Değil”,
“Kahrolsun Emperyalizm, Yaşasın Sosyalizm”, “Emperyalistler,
İşbirlikçiler Geldikleri Gibi Gidecekler”, “Kahrolsun Emperyalizm Yaşasın İkinci Kurtuluş
Savaşı’mız”, “IMF İşsizlik Pahalılık Zam Zulüm Demektir”
sloganlarının atıldığı eylemde, IMF
ve Dünya Bankası’nı temsil eden
bir kukla yakıldı.
6 Ekim Günü; yine aynı bileşimle Partimizin de içerisinde bulunduğu Taksim Meydanı’nda eylem yapan topluluğa, güvenlik güçleri azgınca ve insanlık dışı bir şe-
çok sayıda insan zehirlendi.
IMF-DB ve yerli yabancı Parababaları, Dünya Halklarına uygulayacakları saldırı, soygun, zulüm politikalarını belirlerken toplantılarında, köpeksiz köyde değneksiz gezelim, bize kimse karşı çıkmasın, diyorlar. Karşı çıkanlara da İstanbul’da olduğu gibi vahşice saldırıyorlar güvenlik güçleriyle.
Ama bütün bu saldırılar boşa çıkartılacaktır. ABD’sinden, AB’sine,
Japonya’sına bilumum emperyalistler, er ya da geç, Tarihin çöplüğüne
gönderileceklerdir. Bundan adımız
gibi eminiz.
İstanbul’dan
Kurtuluş Partililer
Gebze Kirazpınar Mahalle Halkı:
“Kentsel (Rantsal) Dönüşüm İstemiyoruz”
G
ebze Halkın Kurtuluş Partisi yöneticileri ve üyeleri
olarak, belirli süreden beri
üyelerimizin de bulunduğu Gebze
Kirazpınar Mahallesi’nde, TOKİ
ve Gebze Belediyesi tarafından ortaklaşa bir biçimde, uygulanmaya
çalışılan Kentsel (Rantsal) Dönüşüm Projesine karşı örgütlenme çalışması yapmaktadır.
Binlerce kişinin yaşadığı Kirazpınar Mahallesi, yoksul bir işçiemekçi mahallesidir. TOKİ ve
Gebze Belediyesi, 2000 konutun
bulunduğu binlerce dönüm araziyi
Kentsel Dönüşüm adı altında, Parababaları düzenin inşaat sermayedarlarının yağmalamasına açmak
istemektedir. Bunu yaparken de
mevcut burjuva hukuk kurallarını
ve kanunları hiçe sayarak yapmaktadır.
Kirazpınar Mahallesi’nde 17
Kasım’da ihalesi yapılacak olan
Kentsel (Rantsal) Dönüşüm Projesine karşı, 27 Ekim günü kadınlar,
çocuklar, yaşlılar yani tüm mahalle
halkıyla muhtarlık önünde toplanarak, yaklaşık 750 kişiyle ana caddede, 2 km yolu “Kentsel (Rantsal) Dönüşüm İstemiyoruz, Kirazpınar Halkı” pankartını açarak
dövizlerimizle ve coşkulu sloganlarımızla Gebze Belediyesi önüne
yürüyüş yaptık.
Başta mahalledeki kadınlar olmak üzere tüm mahalle halkı öfkelerini, kinlerini, isyanlarını haykırdılar. “Kentsel Dönüşüm İstemiyoruz”, “Rantçılara Değil Halka
Hizmet”, “Halkız Haklıyız Kazanacağız”, “Örgütsüz Halk Köle Halktır Örgütlü Halk Yenil-
mez”, “Direne Direne Kazanacağız” dediler.
Mahalle halkı, örgütlü olduğunda gücünün farkına vararak neler
yapabileceğini gördü. Parababaları
düzeni, Gebze Belediyesinin önünde çevik kuvveti çıkardı, mahalle
halkının karşısına.
Belediye önünde kısa bir açıklamanın ardından, heyet oluşturularak Belediye Başkan Yardımcısıyla görüşüldü. 17 Kasım’da yapı-
kulu bir konuşma yaptı.
DİSK olarak, Kirazpınar Mahalle Halkına yapılan bu kanunsuzluğa ve binbir zorlukla yaptıkları evlerinin farklı oyunlarla gasp
edilerek rantçılara peşkeş çekilmesine karşı yanlarında olacaklarını
ifade etti.
Küçükosmanoğlu’nun konuşmasından sonra coşkulu sloganlar
ve alkışlarla kısa bir oturma eylemi
yapıldı. Dayanışmada bulunan
lacak ihalenin iptal edilmesi, aksi
takdirde mücadelenin daha da büyütülerek yürütüleceği iletildi. Bunun üzerine 29 Ekim günü il dışında olduğunu söyledikleri Belediye
Başkanı Adnan Köşker ile görüşmek için randevu verdiler. Ardından basına ve kamuoyuna gelişmeler hakkında mahalle adına Ersin
Boz bir basın açıklaması yaptı.
Ayrıca DİSK Örgütlenme
Daire Başkanı ve akliyat-İş
Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoglu kısa ve coş-
Adem Yavuz ve Cumhuriyet Mahallesi Halkı adına da birer konuşma yapıldı. Basın açıklamasında
Birleşik Metal-İş ve Nakliyat-İş
Sendikaları Gebze Şube yöneticilerine dayanışmalarından dolayı
teşekkür edildi.
Oturma eyleminin ardından
mahalle halkı, sloganlarla mahalleye geri döndü.
Gebze/Kirazpınar’dan
Kurtuluş Partililer
CMYK
CMYK
“Açildum, açildum, açilamadum ”
Kurtuluş Partisi Gençliği’nin
YÖK Bildirisi:
Üniversitelerimiz ve
Aydın Gençliğimiz
Gerici Eğitim
Kıskacındadır
2
7 Mayıs 1960 Politik Devrimi’nin kazanımları sayesinde yükselen devrimci mücadelenin önünü kesmek için Parababaları, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 Faşist Darbelerini gerçekleştirmiş; 12 Eylül ile kurulan
Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) eliyle de faşizmin karanlığı üniversiteler üzerine çökmüş, sayısız devrimci-ilerici öğrenci ve öğretim görevlisi üniversitelerden uzaklaştırılmıştır.
YÖK, bir yandan üniversitelerin kapısını
sermayeye açmış, eğitimi hızla ticarileştirmiş,
diğer yandan da öğretim müfredatını bilimsellikten uzak, ezberci ve Türk-İslam sentezci bir
mantıkla oluşturmuştur. Öğretim elemanlarımızın çoğu gerici, şovenist ya da ümmetçi kadrolardan oluşturulmuştur. İlköğretimden liseye,
toplumun her alanında değişik biçimlerde, Ortaçağcı eğitimden geçirilen genç insanlarımız,
insanlığın ve halkımızın ilerlemesi yönünde bir
tavır ortaya koyacak aydınlar olmak yerine,
kendi kendilerine kelepçe vurmak için “Türban
Eylemleri” yapan genç kızlarımıza ve onların
destekçisi olan, mantıklı düşünmekten yoksun,
meczuplaştırılmış müritlere dönüştürülmüşlerdir.
Devamı sayfa 12’de
Halkların Düşmanı IMF ve Dünya Bankası Yıllık Toplantılarını bu yıl ülkemizde yaptılar:
Emperyalistler, “Geldikleri Gibi Gidecekler”!
G
ittiği bütün ülkelere açlık, yoksulluk, işsizlik ve pahalılıktan başka bir şey getirmeyen AB-D Emperyalistlerinin ekonomik örgütü Uluslar arası Para Fonu (IMF) ve
Dünya Bankası (DB)’nin yıllık toplantıları, bu
yıl, 6-7 Ekim tarihlerinde İstanbul’da yapıldı.
3 yıl süren bir Kurtuluş Savaşı vererek ülkemizden defettiğimiz emperyalistler, ne yazık ki,
özellikle de para gücünü kullanarak, Vatanımızı
yeniden yarısömürge hale getirdiler.
Ancak yetmiyor bu sömürü onlara. Bizleri
ve Dünya Halklarını iyiden iyiye tam bağımlı
hale getirmek istiyorlar ve bu amaçları için 2
gün boyunca toplantılar yaptılar. Tabiî bu toplantılar boyunca sürekli protestolar yapıldı.
DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin çağrısıyla Beyoğlu, Sarıyer ve Kartal’da IMF-DB
toplantıları süresince meydanlara, IMF-DB politikalarının protesto edildiği Halk Kürsüleri kuruldu.
Biz Halkın Kurtuluş Partililer; IMF-DB
toplantılarını
hem Parti olarak yaptığımız
eylemlerle protesto ettik, hem
de ortak eylemlere katıldık.
Ya p t ı ğ ı m ı z
afişlerle iki kurumun da insanlık halk düşmanı politikalarını teşhir ettik.
1 Ekim’de;
DİSK, KESK,
TMMOB ve
TTB’nin çağrısıyla IMF ve Dünya Bankası’na
karşı oluşturulan eylem takvimine uygun olarak
bir yürüyüş gerçekleştirdik. Tünel’den Taksim
Meydanı’na doğru yapılan yürüyüşte, emperya-
İSK Nakliyat-İş Sendikası, 2007 yılında
350 işçinin çalıştığı Arçelik’in alt işvereni-taşeron Yıldıran İnşaat Yükleme Boşaltma Tic. Ltd. Şti.’de örgütlenmiş ve toplu iş
sözleşmesi imzalamıştır.
Arçelik, DİSK Nakliyat-İş Sendikası’nın
Toplu İş Sözleşmesi yaptığı Yıldıran İnşaat
Yükleme Boşaltma Tic. Ltd. Şti’nin ihalesini
31.12.2007 tarihi ile fesh etmiştir. Koç Holding’e bağlı Arçelik’in, işçi ve sendika düşmanı
tavrına karşı Nakliyat-İş Sendikası öncülüğünde
aylarca militanca direnmişlerdir. Gün oldu Arçelik Genel müdürlüğü, gün oldu Nakkaştepe
Koç Holding önünde sabahladılar. Taksim Meydanı’nı, Yapı Kredi Bankası’nı, Migros’u, Tansaş’ı, Koçtaş’ı, TÜSİAD’ı direniş alanına çevirdiler.
Arçelik Direnişçileri, IMF ve Dünya Bankasının direktifi ile AKP tarafından çıkarılan Ge-
nel Sağlık Sigortası ve Sosyal Güvenlik Yasalarına karşı, alanlarda diğer işçi kardeşleri ile birlikte mücadele ettiler.
Tabiî, Türkiye’nin en büyük Parababasına
karşı mücadele veriliyordu. Baskılar da o kadar
büyük oldu. Gittikleri her yerde polis ordusuyla
karşılaştılar. Panzerlerle, köpeklerle geldiler,
gözaltına aldılar. Ama vız geldi onlara. Türkiye’nin en büyük Parababası Koç Holding’e dersini verdiler.
Ama ne Nakliyat-İş Sendikası ne de Arçelik
İşçisi için mücadele bitmedi. 213 gün süren Arçelik Direnişçileri, “Koç Holding yeniden görüşeceğiz” diyerek Üsküdar İş Mahkemesi’ne açılan işe iade davalarının sonucunu beklemeye
başladı.
Üsküdar İş Mahkemesi’nde açılan işe iade
davalarından, örnek olarak seçilen bir işçinin
davası, geçtiğimiz günlerde sonuçlandı. Mahkeme kararı, Yargıtay tarafından da onaylandı. İş
Mahkemesi, işten çıkarmaların haksız olduğuna
karar vererek işe iade kararı verdi. Yerel Mahkeme, Yargıtay kararını emsal göstererek diğer tüm
davalarda da işe iade kararı verdi. Mahkeme kararının Yargıtay’da sonuçlanması bekleniyor.
Mahkeme, işçilerin
dört ay boşta geçen sürelerin ödenmesine ve işten
çıkartılmanın sendikal ne-
Devamı sayfa 18’de
listlere olan öfkemizi haykırdık.
3 Ekim günü; saat 16.00’da aynı bileşim
Kartal Meydanı’nda miting düzenledi.
Arçelik’te mücadele: Yeniden! Kazanana kadar!
D
Açılım: “Açılma işi” anlamına gelir
“OTUZDA fazla gezisi var Türkiama aynı zamanda bir olumluluk, en azın- ye’ye. 1991’den bu yana. Ve elbette ve
dan yenilik gibi gizli bir anlam da içerir. pek tabii ki, Güneydoğu’ya da.
Kapalı kalan bir şeyin açılması, genel ola“Profesör David L. Phillips Türkirak bir olumluluktur. Özellikle de tabu ha- ye’ye geldiği zaman, Ankara kendisine
line gelen bazı şeylerin açılması. Açılım kucak açıyor. Örneğin, 2007’de geldiğinsözü, günümüzde yön değiştirme, yeni bir de, randevularını Dışişleri Bakanlığı
yola girme anlamında da kullanılıyor. Kürt ayarlıyor. Kendi ifadesiyle”ın özünü de
Sorunu için olsun, Ermeni Sorunu için bu amaç oluşturuyor., bu randevular soolsun bu böyle… Açılma işleminin niteliği nucu yaptığı görüşmelere güvenlik eleönemlidir. Neyin, nasıl açıldığına göre de- manları ile istihbaratçılar dahil.
“Özel işi, çatışmalarda uzlaşma forğişir açılma işinin özü. Daha önceki bir yazımızda, TayyipGül siyasetinin “Aç, Aç, mülü bulmak. Çeşitli Amerikan üniverAç!”tan ibaret olduğunu, bunun “Halkımı- sitelerinde bu konuda (conflict resolutizın sahip olduğu her değeri parababala- on [çatışma çözümlenmesi – Kurtuluş Yorının sömürüsüne, emperyalist sömürü- lu]) dersler veriyor. Birleşmiş Milletler
ye açma çabası” anlamına geldiğini belirt- ve ABD Dışişleri Bakanlığında danışmiştik (Kurtuluş Yolu, 5 Haziran 2007, sa- manlık yürütüyor. orveç’te Barış Araşyı: 26). İşte bugünkü sözde “Demokratik tırma Enstitüsü ya da insan hakları vakıflarında göAçılım” girişimleri
rev üstleniyor.
de bu çabaların baş“Çatışma
ka ve daha cüretkâr
mı var, bu probir yönünü oluştufesör
hemen
ruyor.
orada bitiyor.
Aslında “DemoÖ r n e ğ i n
kratik Açılım” safTürkiye ile Ersatasının ipliği pamenistan arazara çoktan çıktı.
sında İsviçre’de
TayyipGül’ün, emyapılan görüşperyalizmin Ortamelere de katıdoğu siyasetini harlıyor,
Kuzey
fi harfine uyguladıKore-Güney
ğı biliniyor. Bu yaKore Uzlaşma
zımızda, “Ermeni
Komitesine de.”
Açılımı” hainliği(Yalçın Doğan,
nin
emperyalist
Nerede Çatışma
ürünü olduğunu bir
Orada David,
kez daha kanıtlamaHürriyet, 2 Eyya çalışacağız.
David L. Philips
lül 2009)
David L. PhilŞimdi, David Phillips’in ABD Senatolips adı bu sıra basında çok duyuldu. Özellikle AKP’nin “Kürt Açılımı” konusunda su’ndaki ifadesine bakalım. Söylenenler
yapmaya çalıştıklarının daha önce David önemli, çünkü TayyipGül’ün “Ermeni AçıPhillips tarafından yazılıp çizildiği vurgu- lımı” sürecini ve nedenlerini ortaya koyulandı. Bu zat, sadece Kürt Sorunu’nda de- yor. Konuşmasında David Phillips, Ermeğil, Ermeni Sorunu’nda da boylu boyunca nistan’ın iyi ilişkiler içinde olduğu ülkeleişin içinde. Amerikan Senatosu Dış İlişki- rin sadece ABD ve Rusya olduğunu vurguler Komisyonu, Avrupa Alt Komitesi’nde ladıktan sonra, ABD Dışişleri Bakanı Hi14 Mayıs 2009 tarihinde yaptığı konuşma- lary Clinton’ın sözlerine atıfta bulunuyor.
Clinton ise, “Obama Yönetimi ABD–Erda kendisini şöyle tanıtıyor hazret:
“Dışişleri
Bölümü
Avrupa meni ilişkilerini geliştirmeye, derinleştirBürosu’nun kıdemli bir danışmanı ola- meye, sürekli gelişme ve nefes almasına
rak, Kıbrıs’ta, Türkiye – Yunanistan yardım amacıyla Ermenistan ile birlikte
ilişkilerinde, Türkiye’nin Irak Kürtleri çalışmaya kararlıdır”, diyor.
Buradan, Ermenistan’ın coğrafi konuile ilişkilerinde ve Türkiye’de insan hakları alanında çalıştım. Ayrıca, 2001–2004 mu ve tarihsel bağlantılar nedeniyle Rusya
arasında Türk–Ermeni Uzlaştırma Ko- ile de iyi ilişkiler içinde olduğunu, ama
misyonu’nda (Turkish-Armenian Re- ABD’nin Ermenistan’ı tamamen kendi güconciliation Commission: TARC) görev dümüne sokmak istediğini, denize açılımı
yaptım.” (Atlantik Konseyi web sitesi: olmayan, komşuları ile arası bozuk Ermenistan’ın “nefes almasını” sağlayarak tüwww.acus.org)
Görüldüğü gibi bu zat, Kürt Sorunu, Er- müyle kendi güdümüne almak istediğini çımeni Sorunu, Kıbrıs Sorunu gibi Türki- karmak güç değil. Böylece bölgede, İsrail
ye’nin emperyalizm tarafından en çok deşi- gibi yayılmacı, ABD uşağı devletçik yaralen yaraları alanında geziniyor. Üstelik yıl- tarak uzun vadeli emperyalist planlarına
lardan beri… Hürriyet’te Yalçın Doğan, hazırlamak peşinde ABD. İşte “açılım ”ın
hazretin Türkiye’de nasıl önemli bir zat özünü de bu amaç oluşturuyor.
olarak kabul gördüğünü, TayyipGül tarafından nasıl el üstünde tutulduğunu yazdı:
Devamı sayfa 19’da
denden kaynaklandığı gerekçesiyle işçilerin işe
iadesine, işe başlatılmaması durumunda 12 ay
ücret tutarında sendikal tazminat olmak üzere
toplam 16 aylık ücret ödenmesine karar verdi.
Kendisini hukukun üstünde gören Koç Holding ve Arçelik, hukuka, mahkeme kararlarına
uymayarak işe iade kararı verilen işçileri işbaşı
yaptırmaya yanaşmadı. Arçelik ve Koç Holding, Yargıtay Kararının sonucunu beklemek istemesi yargıya müdahale edebileceği kaygısını
doğurmuştur. Tıpkı, gazete ve televizyon kanallarının, Koç Holding’in “reklam baskısından”
dolayı Arçelik Direnişine yer vermemesi gibi.
Direnişçi Arçelik İşçileri, DİSK Nakliyat-İş
Sendikası öncülüğünde Koç Holding’e bağlı
tüm şirketleri, örneği daha önce görülmeyen bir
mücadeleyle kaldığı yerden başlayarak tekrar
eylem alanına çevirmeye başladı.
Arçelik Genel Müdürlüğü önünde başlayan
direniş, gün geçtikçe yayılıyor. Arçelik Direnişçi İşçileri, gittikleri her yere zam, zulüm, yoksulluk götüren IMF-DB’nin İstanbul toplantısına karşı işçi kardeşleriyle birlikte alanlardaydı.
6 Ekim günü çevik kuvvetin panzerlerle, gazla
saldırdığı ve savaş alanına çevirdiği Taksim eylemindeydiler.
Yılmadı onlar… Aynı gün, polis ablukasında olan Taksim’de, Koç Holding’e bağlı Yapı
Kredi Bankası önünde yapılan basın açıklaması
ve oturma eyleminde mücadeledeki kararlılıklarını gösterdiler. Türkiye’nin en büyük Parababasına bir kez daha gösterdiler. Ayrıca IMF protestolarında kitleye azgınca saldıran polisi ve
Devamı sayfa 7’de
ÇI
I
K
R
O
Y

Benzer belgeler

93. sayıya ulaşmak için tıklayın

93. sayıya ulaşmak için tıklayın İnsan ateştir, yanarken yakar Bomba patlarsa açılır gedik

Detaylı