PDF - İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

Transkript

PDF - İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İÇİNDEKİLER
Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler
Dilek İmançer, Ahmet İmançer ............................................................... 1
Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları
Açısından İncelenmesi
Önder Erkarslan ..................................................................................... 23
Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları
Aslıhan Doğan, Aydan Özsoy, Y. Gürhan Topçu .................................. 41
İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi:
Teorik ve Ampirik Açıdan Kamusal Senaryo Süreci
Zülfikar Damlapınar .............................................................................. 61
İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında
Halkla İlişkiler ve Reklamın Rolü
Nurhan Babür Tosun ............................................................................. 89
Sibernetik Toplumsal Sistemler ve Halkla İlişkiler
Ç. Murat Hazar ..................................................................................... 115
Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı
Ayhan Biber .......................................................................................... 131
Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi
Joachim Wach, Çev: Battal Arvasi ...................................................... 153
İletişim 2002/15
Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler
Dilek İMANÇER∗
Ahmet İMANÇER∗
Giriş
Günümüzde kitle kültürü olgusu olarak reklamların odak noktasını
ürün tanıtımı oluşturmaktadır. Reklamlarda yaşamın idealize edilmesi,
insanların sunum biçimi ve empoze edilen değerler ürünün tanıtımına hizmet
etmektedir. Kitle iletişim araçlarında reklamlar mal ve hizmet tanıtımının
yanı sıra bireysel ve toplumsal kimliğin kurulmasında etkin olan yeni
eğilimleri de yansıtmaktadır. Televizyon reklamlarında diğer program
türlerinden de aşina olduğumuz seyircilerin kendi hayat deneyimleri,
hayalleri ve isteklerini tatmin eden popüler yaşam biçiminin kusursuz
düzenlenmiş biçimi yer almaktadır. Dişilik cinsiyeti ise belirli klişelerle
belirlenerek temsil edilmektedir.
Kitle iletişim araçlarının ürettiği gerçeklik içinde Baudrillard erillik ve
dişilik modelleri arasındaki cinsiyet farklılığının cinslerin farklılaşmış
doğasından değil, aksine sistemin farklılaştırıcı mantığından doğduğunu
açıklamaktadır. Baudrillard’a göre: “Günümüzde kadınlar ve erkekler
giderek ayrım gözetmeksizin kendilerini bu iki kalıp içinde gösteriyor, ama
göstermeyi yapan karşıtlığın iki büyük terimi ise tersine, sadece ayrımlarıyla
geçerlik taşıyor. Bu iki model betimleyici değil; tüketimi düzenliyorlar”
(Baudrillard 1997:109). İdeolojisi tüketimin gereklerine göre düzenlenen
kitle iletişim araçlarında, özellikle reklamlarda yer alan eril model rekabetçi
seçici erdemi simgelemektedir. Dişil model ise kadının kendi kendisinden
∗
∗
Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi
Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi
İletişim 2002/15
2
Dilek İMANÇER, Ahmet İMANÇER
hoşlanması ve narsistik kendine ilgiyi telkin etmektedir. “Başka bir deyişle
kadınlar kesin bir varlığa sahip kişiler olarak değil, her zaman kadın olarak
gösterilmektedir” (Coward 1993:45). Coward’ın deyimiyle kadınlar her
zaman “tanımlanmış cins” olarak yaşanılan kültürün tanımlarının teşhirine
yönelik kararlı baskının bir parçası olmuştur.
Şimdiye kadar batıda televizyon reklamlarında dişilik stereotipleri
üzerine yapılan sayısız içerik analizlerinde kadınların, başlıca iki rolde
gösterildiği saptanmıştır. Ev kadını ve genç, çekici kadındır (Schmerl
1990:183). Meslek kadınları sevgi ve şefkat göstermeyi gerektiren
mesleklerde gösterilmiştir (Neverla 1991:17). Reklamlarda kariyerli ve
meslekli kadın rolünün sayısal oranı artmasına rağmen sözsüz vücut dili
olarak dinamik bir sunum bu artış ile paralel özellik göstermemektedir.
Kadınlar rol sunumu olarak kariyerli ve meslekli iken, beden dili olarak
güvensiz, çekingen ve derli toplu oturan olarak sunulmaya devam
etmektedir. Reklamlardaki çalışan kadınların çalıştıkları iş yerleri yalnızca
bir iş yeri değil aynı zamanda onların çekici ve etkili sunumlarına katkı
sağlayacak bir unsurdur (Brosius/ Stap 1990; Schmerl 1992). Televizyon
reklamlarında dişiliğin sunumlarında incelikle düzenlenmiş ayrımcı
yöntemler gözlemlenir (örneğin abartılı şive, yapmacıklık, eksantrik
davranış) (Schmerl 1990:183). Kadınlar için bugünkü güzellik normları çok
önemlidir. İdeal kadın tipi neredeyse genç ve zayıf olarak tek tiptir.
“Tüketim toplumunda iç bedenin korunması, dış bedenin görüntüsünün
güzelleştirilmesi hedefini taşımaktadır” (Işık 1998:161). Bu bağlamda beden
ve tüketim ilişkisi, bedenin görünümü bağlamında korunmasına yönelik
olarak düzenlenmektedir.
Bütün kitle iletişim araçlarında (gazete, sinema, tv gibi) idealleştirilen
kadın tipi yaygın olarak sunulur (Schmerl, 1992:28). Reklamlarda kadınların
seksi kıyafetli sunumu bilhassa tercih edilmektedir. Bu seksi dişilik ile
erkekleri etkilemek amaçlanmaktadır. Reklamlardaki kadınların temsil ettiği
yaşam gerçekliği, gerçek kadın yaşam deneyimleri üzerine fazla bir şey
söylememektedir (Schmerl 1992:8).
İletişim 2002/15
Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler
3
Bu çalışma, geçmiş yıllarda batıda yapılan araştırmaların ve
tartışmaların doğrultusunda, günümüz Türk televizyon reklamlarında kadın
sunum biçimine dair klişeleri tespit etmeyi amaçlanmaktadır. Temel
varsayımımız, bir toplumun kültürünü anlamak için, kitle iletişim araçları
içeriğinin yeterli referansı verebileceğidir. Reklamlar kültürel ve toplumsal
değişimleri yansıtan başlıca iletişim fenomeni olarak kadın sunumlarında
hangi değişim ve klişeleri yansıtmaktadır? sorunu irdelenecektir.
Televizyon Reklamlarında Dişilik Klişeleri
Reklamlar, hem özel (Kanal D, ATV, Show TV, Star, CNN Türk v.s.)
hem de devlet (TRT) televizyonlarında ekonomik bir amaca yönelik olarak
hazırlanmış programlardır. Bu nedenle rekabet piyasası içinde ürünü satmak
için hedef kitleyi en tavlayıcı sunum tasarlanmak zorundadır. Bunun yanı
sıra reklamın yapıldığı kitle iletişim aracının izlenirlik oranının yüksek
olması ve reklamı yapılan ürünün verimliliğinin yanı sıra, ilettiği mesajında
dikkate alınır olması gerekmektedir.
Bunu R. Paczesny bir metafor ile açıklamaktadır. “Reklam medyatik
çiftleşmenin bir türüdür. Birine karşı tahrik uyandırır ve onu belirli bir ürüne
sevk eder” (Paczesny 1985:474). Artık günümüzde reklamlar ürünün
gösterilip, niteliklerinin açıklandığı ve fiyatının söylendiği tanıtım biçimi
olmaktan çıkmıştır, bilakis ürünün tanıtımı bir yaşam biçimi ve değerlerle
birlikte sunulmaktadır (örneğin tuvalet kağıdı reklamında sağlıklı aile
bireyleri yetiştirebilmek için çevre korumanın gerekliliğinin vurgulanması).
Bu bağlamda reklam mesajları hedef kitlenin kültürel ve toplumsal değerleri
dikkate alınarak, onların istek ve kabullerine uygun olarak hazırlanmaktadır.
J. Fiske reklamın ürünler farklı da olsa, hedef olarak belirlenen toplumsal
oluşumdaki insanların kendilerine seslenildiğini fark etmelerini, hatta üründe
kendi toplumsal kimliklerini ve değerlerini bulmalarını olanaklı kılacak
anlamlar verme girişiminde kullanıldığını söylemektedir (Fiske 1991:17-18).
Mesajlar ya geniş kitleleri ya da belirli gurupları hedeflemektedir. Reklam
üretenler toplumdaki değişim süreçlerini ve baskın temayülleri hassas bir
İletişim 2002/15
4
Dilek İMANÇER, Ahmet İMANÇER
gözlemle aktarmaya çalışırken aynı zamanda çabuk başarı beklentisi, hızlı ve
aktüel olmanın baskısı altındadırlar. Zira yeniliklerin zorlaması, reklam
ajansları arasında rekabet savaşı ve buna bağlı olarak artan cazip ürünler ve
reklamın
hedef
kitleyi
çabuk
etkilemesi
reklam
sisteminin
gerekliliklerindendir. Pazar araştırmaları ise reklam mesajlarının içeriklerini
belirleyen önemli bir faktördür. Reklam sektörünün iletişim prensibinin
belirlenmesi, anlaşılması ve çekiciliği bu araştırmalara göre
düzenlenmektedir (Bergler, Pörzgen & Harich, 1992:16). Genelleme ve
indirgemecilik reklamın önemli bir özelliğidir. İnsan sunumlarında çok az
tiplemeye indirgeme, bireyselliğin sınırlandırılması sonucunda klişe ve
stereotiplerden oluşan bir anlatım dili kurulmaktadır.
Reklamlarda göze çarpan başka bir özellik ise günlük hayatın gri
renklerinin filtrelenip, daha çok rüyalara hitap eden bir atmosfer yaratılmaya
çalışıldığıdır (Schmidt/Spiess 1994). Bu bağlamda reklamlar yalnız pozitif
mesajlar üretmekte olduğu ve taraflı olduğunu söylemek mümkündür. Bu
taraflılığı avantaj ya da kazanç sağlayacak şekilde kullanmaktadır. Zira bu
taraflılık modern endüstri toplumunun kolektif kültürünün ortak
uylaşımlarına aittir. Söz konusu olan gerçeğin yerine bu toplumun kollektif
kültürüne ait kod öğelerinin birleşiminden hareketle üretilen bir ‘yeni
gerçek’ in geçirilmesidir. J. Baudrillard’ın deyimiyle “gerçeklik, aracın
kendisi tarafından gerçekleştirilmiş modelin bu yeni gerçekliğinin yararına
yok edilir, buharlaştırılmaktadır” (Baudrillard 1997:152).
Günümüze kadar hatta günümüzde de reklam sektörü sayısal olarak
erkeklerin hakim olduğu ve onların şekil verdiği bir alan olmuştur. Aynı
zamanda erkek yaşam biçiminin değer ve ölçülerinden kökleşmektedir, fakat
reklamlarda dişiliğin yerinde sayan sunum biçimi konusunda yapacağımız
araştırmada sorumluluğun reklam verenler, izleyiciler ve reklam filmcilerini
de içine alacak şekilde geniş olduğu bilinmektedir. Boorstin reklamcıların
ikna etme ve yutturmacılarını kendi baştan çıkarma arzularından değil, bizim
baştan çıkarılma arzumuzdan da kaynaklandığını söylemektedir (Aktaran:
Baudrillard 1997:153).
İletişim 2002/15
5
Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler
Araştırmamızda 15 Kasım- 15 Aralık 2002 tarihlerinde çeşitli
kanallarda (Kanal D, Star, TRT, Show TV, CNN Türk) yayınlanan
kadınların rol aldığı 68 adet reklam spotu kayıt edilerek kadın klişeleri ve
değişimler içerik analizi yöntemi ile araştırılmıştır.
Seçilen reklam spotlarında oyuncu olarak kadınların spesifik cinsiyete
özgü rol davranışları, geleneksel davranış tarzları ve yenilikçi davranış
tarzları B. Spiess’in televizyon reklamlarındaki dişilik klişeleri konusunda
1994 yılında yaptığı araştırma örnek alınarak incelenecektir (Spiess, 1994).
Bu seçilen reklam spotlarında aşağıdaki sorular araştırılmıştır:
•
Televizyon reklamlarında kadınlar çok yönlü olarak sunulmakta
mıdır?
•
Hangi geleneksel ve tutucu roller bu günde televizyon
reklamlarında onaylanmaktadır?
•
Kadın sunumu açısından reklamlarda yenilikçi değişimler
gözlenmekte midir?
•
Reklamlardaki kadın modelleri toplumdaki gerçek
modellerini yansıtmakta mıdır yoksa çarpıtmakta mıdır?
kadın
Bu sorular araştırma materyalinin analizinde kadınların rol
fonksiyonuna bağlı klişelere göre ayrıştırılarak incelenecektir. Bu klişeler
dişilik stereotipleri ve spesifik cinsiyete bağlı rol davranışlarına özgü daha
önceki araştırmalarda saptanmış özelliklere göre aşağıda beş kategoride
belirlenmiştir:
1.
Güzel, çekici ve genç birey kadın klişesi
2.
Evli ve anne kadın klişesi
3.
Meslekli kadın klişesi
4.
Yaşlı kadın klişesi
Yukarıdaki kategorilere göre incelenmek üzere kayıt edilen 68 adet
reklam spotunun 29 tanesinde güzel, çekici ve genç birey kadın, evli ve
İletişim 2002/15
6
Dilek İMANÇER, Ahmet İMANÇER
anne kadın 28, yaşlı kadın 5, çalışan, meslekli kadın 6 adet olarak
sunulmakta olduğu tespit edilmiştir
Güzel, Çekici ve Genç Birey Kadın Klişesi
Başlangıcından günümüze değin televizyon reklamlarında kadınlar
erkek ve dişi bakışının erotik öznesi olarak kurgulanmıştır. Bu güzellik
anlayışı, bu günde fazla değişmemiştir. Buna karşın 50 li 60 lı yılların sınırlı
güzellik idealleri (seksi, genç, zayıf, uysal ve şirin) takip eden yıllarda artan
niteliklerle genişlemiştir. Vücut özellikleri yanı sıra bazı bireysel özellikler
de benimsenmiştir. Bunlar kendi başına ayakta durabilen, özgüvenli,
sportiftir. 70 li ve 80 li yıllarda kadın hareketleri bağlamında reklam
imajlarındaki kadın portrelerine karşı eleştirel yaklaşımlar, reklamlarda
egemen güzellik idealine uyum konusundaki eğilimi değiştirmeye yeterli
olmamıştır. Kadınlar reklamlarda erkeklerin çekici kadın ideallerine uygun
olarak güzel olmak zorundaydı. Çekici olan ise, kendi doyumunu, kendi
memnuniyetini doğrudan sunarak arzuları coşturan yani izleyeni güzelliğe
ilişkin tüm kavrayışların istediği arı düşüncelerden uzaklaştırarak, doğrudan
gösterdiği nesnelerle bu arzuları ister istemez coşturandır (Fiske 1999:69).
Bu güzel olma durumu çeşitli varyasyonlar içinde sunulmaktadır. Reklam
kadınının güzel olma ve süslenme isteği sadece erkeğe kendini beğendirme
çabasından değildir, aynı zamanda kendini iyi hissetmesi ve özgüveni için de
(örneğin, vücudun sağlıklı olması için zayıf kalma mücadelesi) gereklidir.
Vücut özelliklerini açıkça göstermekle (vücudu ortaya çıkartan giyim, dişi
saç biçimi, makyajı, beden dili, v.s,) cinsiyetini açıkça vurgulamayı kabul
eder. Hakim güzellik ideali sembolleri yalnızca vücut özellikleri ile
sınırlanmaz, bilakis özgüven, bağımsızlık, canlılık, aktiflik gibi özellikleri de
kapsamaktadır.
Reklamlar kılavuz resimler aracılığı ile hedef kitleyi oluşturan
kadınlara belirli hedefler telkin etmektedir. Özellikle kozmetik endüstrisinin
reklamları “genç kalınmaz, fakat genç görünülür” yargısını telkin edici
niteliktedir. Bu bağlamda “Dove Şampuanı” kullanan genç, güzel, uzun saçlı
esmer kadın temizlik, parlaklık ve mutluluk içinde salınmaktadır. Zira saç
İletişim 2002/15
Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler
7
güzelliği sayesinde özgüvenini kazanmıştır. “Elidor” kadını ise “hep
bakılmayı” hak etmiştir. “Nivea Body Milk” kadını hiç olmadığı kadar
pürüzsüz ve yumuşaktır, bu sayede vücudu ile barışıktır. “Loreal Revitalift”
krem kullanan kadın kırışıklıklarının üstesinden gelmeyi başarmış ve genç
kalma hedefine ulaşmıştır. “Colgete Diş Macunu” sayesinde genç sportmen
güzel kadın beyaz, parlak ve göz alıcı dişlere sahip olacaktır. “Rejoice”
kadını ürün sayesinde saçları ile erkeğine dokunma cesareti bulmakta ve bu
sayede onun sevgisini kazanmanın verdiği mutluluğun sarhoşluğu içindedir.
Bu tarz reklamlar aracılığı ile toplumumuzda ataerkil zihniyete uygun olarak
kadınlara toplumsal kimliklerini, özgüvenlerini ve cinselliklerini
bedenlerinin görünüşünde sergilemeleri gerektiği telkin edilmektedir.
Eğer kadın belirlenen formun dışında ise, ona doğru ürüne yatırım
yaparsa, bu formun ulaşılabilinir olduğu telkin edilmektedir. Bu bağlamda
günümüzde kadınlar ergenlik çağından itibaren vücutlarını biçimlendirmek
ve izledikleri resimlere benzemek için (spor yapmak, silikonlarla
dolgunlaştırmak, dikleştirmek ve estetik olarak kestirip, ekleterek) mücadele
vermektedirler. Reklamlarda kadına yönelik şiddetin bir çeşidi olarak,
“İstikbal Country Collection” reklamında şişman kadınlar bir yandan
güzellik ideallerinin belirlediği formu yakalamak için azimle (yürüyüş
yaparak) mücadele verirken, diğer yandan kendi fiziksel koşullarının yeterli
olamayacağı, ancak ekonomik koşullar ile elde edilebilecek olan dekoratif
bir ev dünyası karşısında büyülenmekte, bir de bunu elde etme isteği ile baş
etmeye terk edilmektedir. Tüketim dünyasının uyandırdığı, asla sonu
olmayan, arzu ve istekleri tatmin etme hayalleri ile adeta –hayranlıkla ürüne
bakmaktan kendi önünü görememektedir- yaşamı direğe toslamaktadır. Bu
da demektir ki, yaşamdaki mutlulukların ürüne ve onun empoze ettiği
değerlere endekslenmesi sonucu yaşamı boyunca disiplin, baskı, eziyet,
acizlik duygusu, aşağı görülme korkusu ve aşırı sağlık rizikosudur.
Çekici, genç (35 yaşa kadar), bakımlı, son moda
bağımsız ve serbest kadının ev kadınına göre daha fazla
Daha çok kendine bir eş aramak için yaşar ve bu amacına
de seks objesi olması gerekmektedir. O bir objedir ve
giyimli, varlıklı,
seksapeli vardır.
ulaşabilmesi için
diğer kadınlarla
İletişim 2002/15
8
Dilek İMANÇER, Ahmet İMANÇER
rekabet edebilmesi için marka taşıması gerekmektedir. Ancak marka taşımak
kadın açısından diğer hemcinslerinden bir farklılaşmanın yanı sıra ortak bir
dili konuşmak için toplumsal olarak konumlandırılabilir bir aksanı kullanma
edimi olmaktadır. Sonunda bir erkeği elinde tutabilmek için nesne olmak
zorundadır. Bu nedenle genç kadınlar çifte rol oynamaktadır. Erkeğin objesi,
reklamın objesi (Kotelmann & Mikos 1981:68). Bu kadının sanatsal sunum
biçimi metaforik olarak ürün ile eşdeğerli olarak sunulmaktadır. Kadının
nesneleşmesine seksi giyim tarzının yanı sıra, bazı reklamlarda ürün ile
kadın arasında hemen hemen hiç ayrım kalmamaktadır. Kadının erotizm
çağrıştıran hareketleri bir ürünün tercih edilmesi ile karşılaştırılarak eşit
tutulmaktadır. “Palmolive Aroma duş jeli” kullanan kadının tamamiyle
çıplak bedenini kendinden memnun okşaması gibi, ürünün masaj yapıcı
özelliği olduğu vurgulanmaktadır. Kadının vücut biçimi, giyim sitili, ürünün
rengi ve biçimine uygundur, ya da kadın ve ürünün ortak özellikleriyle
vurgulanmaktadır: “Can Leydi kadın pedi” tıpkı kadın teni gibi havayı
geçiren dokusuyla nefes alır nefes aldırır. Ülker çikolata, garda henüz
sevgilisinden hüzünlü bir şekilde ayrılmış genç için sevgilisin yerini hemen
dolduracak kadar hatta ondan daha çok haz ve mutluluk vericidir. İkisi de
çekici ve mutluluk vericidir. Meta karakteri açısından kadının sunumu
sinsice gerçekleştirilmektedir. Bu bağlamda ürün ile özdeşlik kurularak
kadının sunum biçimi onu erkeğin elde edebileceği ürün gibi satılık konuma
düşürmektedir.
Kamusal alanda erkek ile eşit hakkı olması ancak pahalı zevk ve para
harcaması ile mümkün gözükmektedir. “HSBC” Banka reklamında, “Yapı
Kredi World Kart” reklamlarında güzellik ideallerine uygun, kamusal alanda
alış veriş yapmaktan başka işi olmayan avare kadınlardır.
Güzel, Çekici ve Genç Kadın Klişesinde Yenilikler
Televizyon reklamlarında genç birey kadın tipi göreceli olarak fazla
yer almamakla birlikte hedef grubu gençler ve eğitimli yalnız kadınlardır.
Türkcell Hazır kart reklamında “özgür kız” tek başına Anadolu’yu
gezmektedir, fakat onun özgürlüğünün sınırları da bir erkeğe aşık olması ile
İletişim 2002/15
Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler
9
belirlenmiştir. Artık sevgilisi ile yola çıkmıştır. Başlangıçta bu tipleme genç,
bireyci, entelektüel tarzıyla bir yenilik olarak çıkmaktadır. Onun dış
görünüşü, jestleri ve mimikleri reklamlardaki geleneksel dişi kılavuz
resimlerinden farklıdır. Örneğin bireysel kendine özgü giyim tarzı, başında
taşıdığı kovboy şapkası, kendinden emin adımlardır. Bu samimi, kendine
yeterli, tartışmaya açık, kararlı davranış özellikleri ile yeni bir kadın davranış
tipi geliştirilmekten ziyade kaderi erkekler tarafından tayin edilerek, -pop
star Tarkan’ın kızın sevgilisi ile birleşmesini misyon edinmesi ile- yine bir
erkeğin gölgesinde “özgür kız” kimliği silikleşmeye mahkum edilmiştir.
Klasik kadına özgü sunumlardan farklı bir başka kadın tiplemesi ise
“İş Bankası Maximum Cart” reklamında soğukkanlı kadın tiplemesidir. Bu
tipleme korkmayan, güçlü, cesur kadını sunar ve aynı zamanda tereddüt
etmeden –erkekle beraber köprüden hızla giden tankerin üzerine atlar ve
onun dış cephesini akrobatik hareketlerle püskürtme boya ile boyarlartehlikeye atlar. Bağımsız, erkek kadar kendine yeterlidir ve her durumda
kontrolü elinde tutar. Benzin istasyonundan benzin alan kadın ise son derece
lüks giyimli, kendine yeterli, ciddi tavırları ile dikkat çeker. Soğukkanlı
kadının sunum biçimi ise kısa koyu saçlar, siyah vücudu saran giyim ve yine
ciddi tavırlardır. Bir yandan yürüyüş, vücut duruşu, gücü ile erkeğe özgü
özellikleri alırken, diğer yandan dar kıyafet ve belirgin hatlar ile seks
sembolüdür. Soğukkanlı kadın dişi narsizmi, bağımsızlığı ve özerk kadının
özgürlüğünü canlandırır. Onun şehvetliliği görünüşündeki uzaklık duygusu
ile sınırlıdır. Zira onun mükemmel dış görünüşü dokunmaya izin vermez.
Reklamcı bu kadın tiplemesi ile şu başlıklar altında bir vizyon kurmaktadır:
seksi, agresif, feminist, anrojen, robot ve asil leydi dir. Karşıt duyguların bir
aradalığından oluşmaktadır. Dış görünüşünde karmaşık dişi kimliği (bilinçli,
cesur, korkusuz, sağlam iradeli, azimkar, duygusuz ve soğuk) ile geçerli dişi
stereotiplerinden ilginç farklılıklar sergilediği görülmektedir.
İletişim 2002/15
10
Dilek İMANÇER, Ahmet İMANÇER
Yaşlı Kadın Klişesi
Reklamlarda yaşlı kadınlara sayısal olarak çok az olarak yer
verilmesinin yanı sıra genellikle geleneksel rollerde gösterilmektedir.
Emekli, görev bilinci olan, mütevazı, sempatik, iyi huylu, düzenli, faziletli,
deneyimli, müşfik anne ve yaşlılık hallerine uygun olarak toplumsal
aktivitelere katılmama (azalma) olarak yer almaktadır. Onlar aile ve ev
alanına aittir.
Kent şekerleri reklamında modern kentli yaşlı kadın eşi ile birlikte
duygusal bir müzik eşliğinde çocuklarının bayram ziyareti için alışveriş
yapmaktadır. Zira bayramda büyüklere saygı ve onların ellerinin öpülmesi
gerektiği bizim dini kültürümüzde bilinen bir olgudur. Ürünün bayram
olgusu ile paralel sunumu ürünün misafir ağırlamaktaki işlevselliğinin yanı
sıra ona kültürel bir değer de katmaktadır. Yaşamlarını geleneksel anlamda
çocukları ve torunlarına adamış tipik bir anne olan yaşlı kadın, alışveriş
yaparken satıcıya “yavrum” diye hitap etmesi annelik duygularının
içselleşmesini vurgulamakta, toplumda herkesin kolaylıkla anne ya da büyük
anne olarak benimseyip saygı gösterebileceği bir tipleme oluşturulmaktadır.
“Coca Cola” reklamında ise büyük anne torunun saçını okşar, müşfik ve ev
işlerinde yardımcıdır. “Türkcell Kademeli Cell” reklamında pardösülü, baş
örtülü, güler yüzlü ve sempatik yaşlı teyze ye gençler merdivenden inmekte
yardım eder.
“İstikbal Country Collection” reklamında çevresindeki nesneleşen ev
dünyasına büyülenmiş olarak gözlüğünün üstünden bakan yaşlı kadın, robot
gibi önüne bakmaksızın örgü örmektedir. Yaşlı kadının yaşamında başka
yapacak bir işi, ya da amacı yoktur, edilgin bir biçimde sürekli evde oturarak
ürettiği örme işler de çevresindeki eşyalara büyülenmesiyle bilinçli bir
üretim olmaktan çıkmıştır. Onun ördüğü eksikleri ve fazlalıkları ile şekil
bozukluğu içindeki örme giysileri torunu, kızı, oğlu ya da damadı itiraz
etmeksizin miskinlikle giymektedir. Bu reklama göre artık insanların kendi
üstlerine başlarına dikkat ederek özgüvenli, aktif kimlik kurmaktan ziyade
evi giydirerek
atmosfer yaratmanın önemi vurgulanmaktadır. Ev
İletişim 2002/15
Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler
11
gereksinimleri insan gereksinimlerinin önüne geçmiştir. İnsan sadece evinde
yarattığı dünyaya edilgin bir şekilde büyülenmiştir.
“Aria Extra Kart” reklamında başı yazmalı yaşlı Karadeniz kadını bir
gence el öptürür, eşek üzerinde giderken cep telefonu ile konuşurken,
elindeki çubuğu ile önde yürüyen gence şımarıkça vurmaktadır. Kadın ürünü
kullanmaktan çok mutludur. Genç ile birlikte bir yandan ürünün logosunu
tutarken, bir yanda da cep telefonu ile konuşmasına devam etmektedir. Ürün
burada yaşlı kadının toplumsal kimliği ve ilişkilerinin anlamlarını
oluşturacak
şekilde
sunulmakta,
yaşam
sevincinin
kaynağını
oluşturmaktadır.
Reklamlarda yaşlı kadın sunumunda göze çarpan bir başka özellikte,
toplumda yaşlı insanlara yönelik klişeleşmiş ön yargılar ve değerlerle
ürünlerin özdeşlik kurmasıdır. Ürünler sayesinde annelik, müşfiklik,
edilgenlik, yardıma ihtiyaç duyma, saygı görmeye ait kültürel olguların altı
çizilmektedir.
Nadiren de olsa “Aria Extra Kart” reklamında olduğu gibi yaşlı kadın
kendine güvenli, aktif, dinamik, esprili ve yaşam sevinci dolu olarak
gösterilmektedir.
Evli ve Anne Kadın Klişesi
Televizyon reklamları geleneksel evli ve anne kadın rol klişelerini
onaylar nitelik göstermektedir. 50 li yıllardan bu yana oluşturulan anne ve
evli kadın klişeleri günümüzde de çeşitli varyasyonlar içinde varlığını devam
ettirmektedir.
Reklamlarda evli ve anne kadın resimleri üstlendikleri rollere göre çok
yönlü değildir. Mükemmel anne ve evli kadın tutucu fakat yeni deneyimlere
açık, yaşantısını bir eş ya da bir aile ile sürdürmek üzerine kurmuştur.
Kocası ve çocukları etrafında pervane olur, fakat aynı zamanda kendini
ihmal etmez, bakımlıdır. “Selpak Havlu Kağıt” reklamında anne mutfağın
altını üstüne getiren erkek çocuklarının duvarlarda, tavanlarda ve yerlerde
İletişim 2002/15
12
Dilek İMANÇER, Ahmet İMANÇER
yaptığı pislikleri akrobatik hareketlerle derli toplu görünümünden taviz
vermeksizin temizler. Sonuçta oğlunun arkadaşı “annen süper” derken çocuk
kendi annesinin yaptığı işi görmezden gelerek “annem değil filler” der. Tipik
erkek egemen toplumda ev kadınının emeğinin hiçleştirilmesi çocuğun
davranışı ile doğallaştırılmaktadır. Doğru ürün kullanmazsa kadın ne kadar
çalışsa da evinin temizliğinde başarılı olamayacaktır. Kadınların aile ve boş
zamanı düzenleme rolüne örnek olarak “Selpak Tuvalet Kağıdı” reklamında
anne, boş zamanlarında çocuklarına tuvalet kağıdı üzerine öyküler anlattırır.
Ürün sayesinde çocukların yaratıcılıkları gelişmektedir. Ayrıca kadınlar
artan oranda ürüne bağlı olarak uzmanlık gösterirler. Evli kadın ve anne
olarak reklam spotlarında aileye özgü boş zamanı düzenleyen ve duygusal
işlev yerine getirirler. Karakteristik özelliği şefkat, hassasiyet, duygusal
katılım ve anlayışlı olmaktır. Genel olarak kocası ve çocuklarının fiziksel ve
ruhsal rahatlığından sorumludur. “Nivea Baby” temizlik mendili ile anne
çocuklarına hijyen sağlar, Alo deterjan reklamında, anne doğru ürün
sayesinde okulda oğluna en beyaz gömleği giydirerek, öğretmenin dikkatini
çocuğun üzerine çekerek, çocuğunun okul başarısını pozitif yönde
etkilenmesini becermiştir. Özellikle kocasının gündelik aile problemlerini
hafifletmesi ile pozitif gösterilir. Genelde sıcak kanlı toplu saçlı, bakımlı ve
çekici özellikleri ile geleneksel rol klişelerinde sunulmaktadır.
“Pınar Kaymaklı Köy Yoğurdu” reklamı Türk toplumuna özgü klasik
görücü usulü kız isteme motifinin kullanımıyla, kadının ürün ile özdeş
sunumuna olanak sağlamaktadır. Anne oğluna ballandıra ballandıra “Ah bir
görsen eşi benzeri yok, güzelliği dillere destan, köy güzeli” diye
methederken, görüntüde başında altınları olan fesi, kırmızı baş örtüsü ve
folklorik giysileri ile genç bir kız dururken önünden at arabası içinde yoğurt
kaseleri geçmektedir. Genç erkek annesinin övgülerinden sonra “eee ne
duruyoruz, gidelim isteyelim şu yoğurdu” der. Gencin annesi ise, modern
kentli görünümüne rağmen oğluna görücü usulü kız seçmekte ve onu ikna
etmektedir. Burada kadını meta konumuna düşüren ürün ile kadının özdeşlik
kurularak sunumuna evliliğe ait alt kültüre özgü kodlar kullanılarak
varyasyon yapılmaktadır. Kadın, erkek için yoğurt kadar kolayca satın
alınabilendir. “Tefal Clipso” düdüklü tencere reklamında bir başka anne ev
İletişim 2002/15
Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler
13
işlerinde haylaz genç kızının kendine yardım etmesini telkin ederek, onu
özel alanda kadına özgü görevlere hazırlanmaya yönlendirmektedir. Ürün,
yemek işlerinde o kadar kolaylık sağlamaktadır ki ev işlerinde en haylaz
kızları bile evcilleştirmektedir.
Evli ve anne kadın sunumlarında bir de tavsiyeci kadın tiplemesi
vardır. Bu tipleme daha çok deterjan reklamlarına özgüdür. “Ace Çamaşır
Suyu”nun Ayşe teyzesi hem annedir hem de diğer annelere en beyaz ve aynı
zamanda en dayanıklı çamaşırlar için Ace’yi tavsiye etmeyi misyon
edinmiştir. “Kosla Sıvı” reklamında gelini ve kızına Kosla kullanmayı
öğreten annedir. “Hes Color” reklamında ise çamaşırları gibi rengi solan
kadına komşusu “Hes Color” önerir. Bu kadın klişesi genellikle beyaz
gömlek giyen, toplu saçlı, bakımlı, deneyimli, bilge ve haklı olma özellikleri
ile sunulmaktadır.
“Digitürk” reklamında kadın kanepede uzanmış dergi karıştırmaktadır,
maç seyretmek için yerinde duramayan kocası, heyecanını ona belli
etmemeye çalışarak, “sadece kaç kaç olduğuna baksaydım” diye alttan
alarak sorar. Kadın “birazdan film başlayacak” diye kanal değiştirmesine
gönüllü olamaz, fakat sonuçta adamın istediği olur ve onun maç coşkusuna
kadın da katılır. Bu reklamda kadının ev içinde özerk ve karar verme
yetkisine sahip olduğu etkisi uyandırılmaktadır, fakat sonuçta son kararı
veren yine erkektir ve kadının özerkliği, karar verme durumu cılız bir ses
olarak silikleşmektedir.
Evli yabancı uyruklu olarak yer alan tek kadın figür ise “Sera Gıda”
reklamındadır. Yabancı Alman kadın tiplemesi asabi, dırdırcı ve Türk
kocasının geleneklerini anlamakta zorluk çeken olarak negatif özelliklerde
resmedilmektedir.
Evli ve Anne Kadın Klişesinde Yenilikler
Klasik ev işleri yapan evli kadın resimlerinde de yenilikler
gözlenmektedir. Klasik anlamda ev kadını olarak işler yapılmamakta,
makineler yada erkekler tarafından bitirilmektedir. Ev kadının kendisi
İletişim 2002/15
14
Dilek İMANÇER, Ahmet İMANÇER
fonksiyonsuz, yalnızca ürünün sunumunda mümkün olan çekicilik işlevi
görmektedir. “Arzum Çay Robotu” isteyen kadın kocasının ceketini onun
şımarıkça başına fırlatır. Cilveli hal ve tavırlarla kocasından çay robotu
almasını ister. “İhlas Auro Tencere” ile mutfağını donatan kadın artık
kocasını bile mutfağa sokmaya ikna etmeyi başarmıştır. Cilveli tavırlarla
kocasından maç seyrederken omlet, uyurken uyandırıp ballı krep
istemektedir ve yaptırmaktadır. Bu tarz reklamlarda kadınlar evin ve ailenin
sorumluluğunu taşıyan annelik özelliklerinden ziyade, erkeğini dişilik
özellikleri ile ayartan ve istediğini yaptırmayı başaran olarak
resmedilmektedirler.
Geleneksel sunumlarda kadın eşine evde rahat bir ortam sağlamaya
yönelik gayret içindedir ve aile değerlerini ön plana çıkaran bir sunum içinde
gösterilmektedir. Eşe karşı genç, çekici, cilvelilik özelliklerine bir yenisi
daha eklenmiştir ki bu da “malgöz” kadındır. “Bellona Coolline” reklamında
koltuğuna tavandan su damlayan kadın aynı koltuğun uç kısmında oturan
eşini kaş göz işaretleri ile ayartarak kendine doğru-su damlayan yereyanaşmasını sağlamaktadır. Böylece su koltuğa değil eşine damlayacak ve
koltuk korunmuş olacaktır. Artık kadın için mala verilen değer erkeğinden
daha üstündür. Bunu ataerkil kültürün kadını evde konumlandırma
ideolojisinden bir sıyrılma biçimi olarak ta yorumlamak mümkündür. Artık
kadın ev dünyasına ait nesneleri erkeğinden üstün tutmakta, erkeği sadece
onları korumak için kullanmaktadır. Karşı cinse duyulan duygusal
gereksinmeler ve aile değerlerinin yerini kendi yarattığı nesneleşen dünyası
almıştır.
Meslekli Kadın Klişesi
Günümüzde modern kent yaşamının gereksinimleri doğrultusunda
televizyon reklamlarda meslekli kadın görünümleri kanıksanmıştır. Yine de
araştırmamızda meslekli ya da çalışan kadınların sayısal olarak reklamlarda
az sayıda (68 reklam spotunun 6 tanesinde) temsil edildikleri tespit
edilmiştir. Reklamlarda en çok benimsenen ve sunulan meslekli kadın
modeli kariyeri ve statüsünün bilincinde, fakat aynı zamanda eğlenmeyi de
İletişim 2002/15
Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler
15
sevmekte, oldukça çekici, genç,(25-35 yaş arası) bakımlı, modaya uygun,
sportif, zayıf ve dinamiktir. Mesleki yeteneklerinde çok cazibeli ve ikna
edici olduğunu - öncelikle erkek meslektaşlarına karşı- ispatlamalıdır.
Kadınların mesleki pozisyonları duygusallık ve erotik fonksiyonlar ile sıkı
sıkıya bağlıdır. Mesleklerde geleneksel rol örnekleri de bulunmaktadır. Bu
bağlamda şu soru akla gelmektedir: Reklamlarda yer alan meslekli kadın
toplumsal gerçeklikte yer alan meslekli kadınların yansıması mı yoksa
çarpıtılması mıdır?
“Arçelik” reklamında mühendis kadın statü olarak kendinden düşük
çalışan erkek iş arkadaşının yanında mesleki yetenekleri ile değil de göz
kamaştırıcılığı ve cazibesi ile ön plana çıkmaktadır Kurumun logosu yeniden
tasarlanacaktır, kurumun yenilikçiliğine yönelik doneleri kurumda çalışan
mühendis kadın robot bilgisayara yüklemekte başarı sağlayamaz, fakat aynı
kurumda gece bekçiliği yapan bir erkek bunu başarır. Kadın ise erkeğin
direktifleri ile yeni logoyu oluşturan robotu öperek dişiliğini ön plana çıkarır.
Erkeğe direkt olarak hizmet eden bir meslekte olamamasına rağmen yine de
mesleki başarısı erkeğe tabi kılınmaktadır. Bu bağlamda meslek sadece
görünüştür, içeriği boşaltılmaktadır.
“Milka Gofret” reklamında genç tecrübesiz bayan öğretmen kendine
güvenli, otoriter ve ders verdiği sınıfa hakim değildir. Öğrencileri tarafından
kolayca kandırılabilendir.
Çalışan kadının klasik sunumlarına uygun olarak hizmet işlerinde
çalışan çocuk bakıcısı (Gazi Yoğurt) kadın annelik ideallerine uygun olarak,
genç, güler yüzlü ve sevecendir. Markette kasiyerlik (Gima Card finans)
yapan kadın ise erkek müşterilerine hizmet ederken, hep aynı işi yapmanın
verdiği monotonlukla bezgin ve memnuniyetsizdir.
Reklamlarda meslekli ve çalışan kadınların evli ve anne olarak
resmedilmemekte, meslekte başarı ve eş olmak reklamcılar için birbiri ile
çok az uyumlu bir olgu olduğu gözlenmektedir.
İletişim 2002/15
16
Dilek İMANÇER, Ahmet İMANÇER
Meslekli Kadın Klişesinde Yenilikler
Tabi ki reklamlarda meslekli kadına ilişkin “yeni kadın” tiplemeleri
de vardır. Bunlar avare, lüks yaratıktır, aynı zamanda kendi parasını da
kendileri kazanmaktadır. Film oyuncusu, butik sahibi, yönetici olarak hayal
edilen meslekleri ile yer alırlar.
“Pantene” şampuan reklamında oyunculuk yapan genç kadın
kariyerini rol yeteneğinden ziyade saçlarının güzelliğine borçludur. Kişisel
yetenekleri ve özellikleri ile mesleğinde uzmanlaşmak yerine, kullandığı
ürün ile güzellik idealine uygun olmayı başardığı ölçüde mesleğinde başarılı
olacaktır. “Molpet” reklamında mağaza sahibi liseli kızların “bu dükkanda
Molpet var mı?” sorusu karşısında şaşkınken, film oyuncusu Hülya Avşar
Molped’i olduğu için kendinden emin görülmektedir. Liseli kızlar için
“Molpet” sayesinde hayran oldukları Avşar ulaşabilir olmuştur ve bu ürün
sayesinde onun ile özdeşlik kurabilmektedirler. Aynı zamanda kamusal
alanda ürün sayesinde öz güvenlerini kazanarak, erkeğe özgü bir kavram
olan “delikanlılık” unvanını almaktadırlar. Bu bağlamda meslekli kadının
sunum biçimi gerçeklerden uzaktır, o sadece çekicidir ve ürün için dekoratif
bir atmosfer sunmaktadır.
Başarılı meslek kadını rolü şu sloganlar ile ilişkilidir: başarı, özgüven,
bağımsız-ürüne bağımlı, ve bakımlı vücut.
Sonuç
Genç, güzel, çekici birey kadın klişelerinde kadın kimliği genel
olarak idealize edilen vücut güzelliğinin yanı sıra özgüven, bağımsızlık,
aktiflik gibi kişilik özellikleri ile bir bütün olarak sunulmaktadır. Bu
özellikler doğru ürüne bağımlı olarak bedenlerinin mükemmel görünmesi
sayesinde kazanılmakta ve cinselliklerini bedenlerinin görünüşünde
sergilemeleri gerektiği telkin edilmektedir. Meta karakteri açısından kadının
sunumu sinsice gerçekleştirilmektedir. Bu bağlamda ürün ile özdeşlik
kurularak kadının sunum biçimi onu erkeğin elde edebileceği ürün gibi
satılık konuma düşürmektedir.
İletişim 2002/15
Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler
17
Sayısal olarak reklamlarda çok az sayıda yer alan yaşlı kadınların rol
davranışları aile ve ev alanına ait olarak sınırlanmaktadır. Dış görünüşleri ve
beden dilleri yaşlı insanların ritüelleşen sunum biçimlerine uygun klişelerle
gösterildikleri saptanmaktadır. Bunun dışında boş zamanlarını aktif geçiren,
kamusal konulara duyarlı, dinamik, esprili, yaşam sevinci taşıma gibi
alternatif özellikler içinde yaşlı kadın profili sunulmamaktadır.
Reklamlarda geleneksel evli ve anne kadınlar genellikle 30-35
yaşlarda, çok çekici olmayan, modaya uygun giyinmiş, bir ev ya da
apartman dairesinde özel alanda resmedilmektedir. Bu tipin yaşamının odak
noktası ailedir. Duygusal, güvensiz, naif ve emir alan kişilik nitelikleri
taşımaktadır. Çocukları ve kocası aracılığı ile sevgi ve övgüye haiz olması
ev hanımının doğru ürünü kullanarak en temiz çamaşırı yıkaması ve en leziz
yemeği yapması ile mümkündür. Bu kadın açısından olabilecek yenilik ise,
gelişmiş ürünler sayesinde- dişiliğini de kullanarak- ev işlerini kocası ya da
makinelere yaptırmaktır.
Meslekli kadın sunumlarında mesleğe özgü uzmanlık fonksiyonu,
dişilik fonksiyonlarının yanında belirsiz olarak kalmaktadır. Bu bağlamda
reklamlarda meslekli ya da çalışan kadın klişesi erkek bakışında başarılı
kadın -yükselmesinde mesleki bilgisinden ziyade çekicilik özelliği etkin
olan- olmasının yanında ürünün sunumunda atmosfer yaratmak için
kullanılmaktadır. Sayısal olarak meslekli kadının reklamlarda çok düşük
seviyede yer alması, Türkiye’de Cumhuriyet’ten beri kadının eğitilmesi ve
meslek sahibi olmasına yönelik resmi ideoloji söyleminden ziyade, ataerkil
kültüre özgü klişeler içinde kalmaya yönelik bir eğilim olduğu
gözlenmektedir.
Sonuçta reklamlarda geleneksel kadın portresi karşısında yenilikçi
değişimlerde söz konusudur. Tipik dişiye özgü özelliklerin (toleranslı, dert
ortağı, korunmaya muhtaç v.b.) yanı sıra, kadına özgü yeni rol davranışları
da (kendine yeterli, bireyci, narsist, baştan çıkartıcı v.b.) gözlenmektedir. Bu
bağlamda ataerkil kültürün kadına biçtiği bilinen kadınsılık klişelerinin
dışında reklamlarda farklı bir bakış söz konusu değildir. Son söz olarak
reklamlarda sadece dişiye özgü nitelikler yelpazesinde genişleme olmasının
İletişim 2002/15
18
Dilek İMANÇER, Ahmet İMANÇER
yanı sıra, spesifik kadın içerik ve problemleri
ihmal edilmektedir.
Kadınların büyük oranda genç, güzel ve varlıklı olarak sunumları, onların
asıl toplumsal gerçekliklerine ters düşmektedir.
Kaynaklar
BAUDRILLARD Jean (1997). Tüketim Toplumu, Çev: Hazal
Deliçaylı, Ferda Keskin, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
BERGLER, Reinhold, PÖRZGEN, Birigitte, HARİCH, Katrin,
(1992). Frau und Werbung. Vorurteile und Forschungergebnisse, Köln:
Deutscher Instituts-Verlag.
BROSIUS, Hans, STAAB, Joachim Friedrich (1990). “Emanzipation
in der Werbung? Die Darstellung der Frauen und Maennern in der
Anzeigenwerbung des “Stern” von 1969 bis 1988”, Publizistik:35:292303.
COWARD, Rosalind (1993). Kadınlık Arzuları. Günümüzde Kadın
Cinselliği, Çev: Alev Türker, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
FISKE, John (1999). Popüler Kültürü Anlamak, Çev: Süleyman
İrvan, Ankara: Ark yayınları.
KOTELMANN, Joachim, MİKOS, Lothar(1981). Frühjahrsputz
und Südseezuber. Die Darstellung der Frau in der Fernsehwerbung und
das Bewusstsein von Zuschauerinnen, Baden-Baden:Bauer.
IŞIK, Emre (1998). Beden ve Toplum Kuramı, Bağlam Yayınları,
İstanbul.
NEVERLA, Irene (1991). Fernseh-Zeit. Eine Untersuchung zur
Fernsehnutzung, München: Ölschlaeger.
PACZESNY, R. (1985). “Was ist geheim an der Verführung?
Strategien, Techniken und Materialität der Werbung”. In: Gumbrecht, H. U.;
Pfeifer, K. L., Materialität der Kommunikation. Frankfurt/M.
İletişim 2002/15
Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler
19
SCHMERL, Christiane (1990). Frauenbilder in der Werbung. In: Gitta
Mühlen-Achs, Bildersturm. Frauen in der Medien, München:
Frauenoffensive.
SCHMERL, Christiane (1992). Frauenzoo der
Aufklaerung über Fabeltire, München: Frauenoffensive.
Werbung.
SCHMİDT, Siegfried Josef, SPIESS Brigitte (1994). Die Geburt der
Schönen Bilder. Fernsehwerbung aus der Sicht der Kreativen, Opladen.
SPIESS, Brigitte (1994). “Weiblichkeitsklischees in der
Fernsehwerbung, In: Merten Klaus, Schmidt j.Siegfried, Weischenberg
Siegfried, Die Wirklichkeit der Medien, Westdeutscher Verlag.
VELTE, Jutta (1995). (Die Darstellung von Frauen in den Medien,
In:Fröhlich Romy, Holtz- Bacha Christina), Frauen und Medien,
Opladen: Westdeutscher Verlag GmbH.
İletişim 2002/15
20
EK
İçerik analizi için seçilen 68 reklam
spotu
Güzel, Çekici ve Genç Birey Kadın
Klişesi
1.
First Oxygen
2.
Yapı Kredi Wold Kart
3.
Dove Şampuan
4.
Türkcell Hazır Kart
5.
Orkide yağ
6.
Can Leydi
7.
Elidor Şampuan
8.
Sana Ekmek Üstü
9.
Blendax Aqua
10.
Nivea Body Milk
11.
Hazır Kart
12.
Orkid Ultra
13.
Alo Deterjan
14.
Dove Body Silk krem
15.
Loreal Revitalift
16.
Of Çay
17. Hacı Şakir Şampuan
18. Colgete diş Macunu
19. Rejoice Şampuan
20. Palmolive Duş Jeli
21. İhlas Auro Halı Yıkama
22. Eti Cim Tart
23. HSBC
24. Bellona
25. Hunca Extory
26. İstikbal Country Collection
27. Yapı Kredi Yaşam
28. Ülker Çikolata
29. İş Bankası Maximum Kart
Evli ve Anne Kadın Klişesi
30. Futya meyve suyu
31. Pınar Kaymaklı Köy yoğurdu
32.
Arzum Çay Robotu
33.
Tefal Clipso
İletişim 2002/15
Dilek İMANÇER, Ahmet İMANÇER
34.
Can Bebe
35.
Miyo deterjan
36.
Kinder Sürpriz
37.
Nivea Baby temizli Mendili
38.
Ariel Deterjan
39.
Alo Deterjan
40.
Nutella
41.
Selpak Havlu
42.
Selpak Tuvalaet Kağıdı
43.
Coca Cola
44.
Bellona Coolline
45.
Eti Şokoleti
46.
Omo Active
47.
Ülker Bebe
48.
Sera gıda
49.
Kristal Kola
50.
Digitürk
51.
İstikbal Country Colection
52.
İhlas Auro
53.
Prima
54.
Ülker Bebe Biskivisi
55.
Ace çamaşır suyu
56.
Kosla sıvı deterjan
57.
Hes Colormatik
Yaşlı Kadın Klişesi
58.
Kent Şekerleri
59.
Coca Cola
60.
Türkcell Kademeli Cell
61.
Aria Extra Kart
62.
İstikbal Country Collection
Meslekli KadınKlişesi
63.
Pantene Şampuan
64.
Gazi Yogurt
65.
Milka Gofret
66.
Gima Cartfinans
67.
Arçelik
68. Molped
Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler
21
Özet
Bu çalışmanın amacı geçmiş yıllarda yapılan araştırmaların ve
tartışmaların doğrultusunda günümüze yansıyan Türk televizyon
reklamlarında
kadının sunum biçimi değişmezler ve değişimler
çerçevesinde tekrar araştırmaktır. Temel varsayımımız, medyaya özgü
sunumlarda ve özellikle reklamlarda modern toplumların değişimlerinin
izdüşümlerinin görülmekte olduğudur. Toplumumuzda ise reklamlar kültürel
ve toplumsal değişimleri yansıtan başlıca iletişim fenomeni olarak kadın
sunumlarında hangi değişim ve klişeleri yansıtmakta olduğu sorunu bir aylık
süreçte çeşitli kanallarında yayınlanan kadınların rol aldığı 68 adet reklam
spotu kayıt edilerek kadın klişeleri ve değişimler içerik analizi yöntemi ile
araştırılmıştır. Sonuç olarak ataerkil kültürün kadına biçtiği, bilinen
kadınsılık klişelerinin dışında reklamlarda farklı bir bakış söz konusu
değildir, sadece dişiye özgü nitelikler yelpazesinde genişleme sağlayan
yenilikçi değişimler tespit edilmiştir.
Abstract
The aim of this study is to re-examine, in the direction of research and
studies conducted before, the presentation of women within the framework
of changing and unchanging facts in TV commercial that have come to the
present time. Our basic assumption is that the projection of the change in
society has been seen in media presentaition and especially in commercials.
In our siciety, commercials, as being principal phenomenon of
communication social and cultural changes, were examined by recording 68
commercial spots in which women took parts and which were aired in
different channels within a period of a month, using the method of content
analysis. As a result, apart from womanhood (femaleness) which was
befitted to women by patriarcial culture, there is no different viewpoint in
commercials. We have only determined some innovative changes in the
spectrum of womanly qualities.
İletişim 2002/15
Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları
Açısından İncelenmesi1
Önder ERKARSLAN*
Giriş
Yirminci yüzyıl başında modern kent ve mimarlığın kültürel ürünler
aracılığı ile nasıl temsil edildiği, uzun yıllardan beri disiplinlerarası
çalışmalara konu olmaktadır (1). Bu çalışmaların sonuçları, modernite
çözümlemelerini zenginleştiren farklı açılımlar getirebilmektedir. Geniş
kitlelere erişebilen bir sanat dalı olan sinema, bu çalışmalar içerisinde daha
da ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Sinema ve modern mimarlık araştırmaları
göz önüne alındığında Hollywood sineması ve Amerikan kentleri arasındaki
ilişki sıkça işlenmesine rağmen, dünya sineması örnekleri ile konunun
tartışılması modern mimarlığın ve modern ideolojinin farklı yüzleri
konusundaki tartışmalara yeni boyutlar ekleme potansiyeline sahiptir.
Bakışlarını 1950’lerden başlayarak kente çeviren –ama daha çok
ahlaki ve siyasi meselelerle ilgilenen- Türk sineması İstanbul merkezlidir
(Altınsay, 1996; Suner 2002). Kırda çözülme ve kentte yoğunlaşma olarak
tanımlanan bu süreçte sosyal eşitsizliklerin neden olduğu kent içi yerleşim
dokularının bozulması, varoşlarda ve gecekondulara sıkışan hayatlar,
kamusal alan ve özel alanlar, kent yaşamı, kentliye bakış gibi daha çok
filmin dramatik yapısını güçlendiren öğeler filmlerde sunulmakla beraber,
her büyük metropolün sinemadaki yansımalarının belli imgeler ile temsil
edildiği gibi, İstanbul da sinemada uzun süre kent merkezinin bilinen
imgeleri ile aktarılmıştır.
1
Yazar, bu çalışmanın gerçekleşmesinde doğru kaynaklara ulaşmasını sağlayan İYTE Şehir ve Bölge
Planlama öğretim üyelerinden Doç. Dr. Ziya Gencel ve Yard. Doç. Dr. Yavuz Duvarcı’ya teşekkür eder.
Dr. İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü
*
İletişim 2002/15
24
Önder ERKARSLAN
İstanbul’un adeta Türkiye’nin bir simulasyonu olarak sunulduğu ve
yaşamın geçtiği tek sahne olarak konumlandığı 60’lı yılların Türk
sinemasında, İstanbul’u çok tanınan imajların dışında aktaran filmlerden biri
de Otobüs Yolcuları’ dır (1961). Boğaz manzarası, görkemli silueti ve tarihi
mekanlarıyla görmeye alışık olduğumuz İstanbul’u yalnız başka bir ortama
taşımakla kalmaz, aynı zamanda Cumhuriyet dönemi kentsel gelişim
sürecine de tanıklık eder.
Ertem Göreç’in yönettiği,
Vedat Türkali’nin senaryosunu
yazdığı ve başrollerini Türkan
Şoray
ile
Ayhan
Işık’ın
paylaştığı Otobüs Yolcuları adlı
film, İstanbul’un imara yeni
açılan çeperlerinde inşa edilen
bir kooperatifi konu alır. İnşaat
sektörü bilindiği gibi, çok partili
döneme
geçildikten
sonra
ekonominin en canlı sektörlerinden biri olmuş; kentli yeni zenginlerin
başlıca çalışma alanı haline gelmiştir. İnşaat sektörü müteahhit patronları,
orta sınıf taşaronları ve proleter kesimi ile kendine özgü sosyal sınıflar
yaratmıştır. İnşaat sektörünün bu denli ayrıcalıklı bir konuma sahip olması o
dönemin filmlerine de yansımıştır.
Filmde üç ana dış mekan çekimi belirgin biçimde öne çıkar:
Yeşiltepe’deki mevcut gecekondu dokusu, burada oturan halkın kurduğu,
henüz inşaatı devam eden yapı kooperatifine ait yerleşim, inşaat için
kullanılan ve işçilerin barınaklarının yer aldığı taş ocakları... Ayrıca,
Müteahhit Mahmut Beyin konutu da en önemli iç mekan çekimi olarak
karşımıza çıkar. Bu mekanların simgesel anlamları çalışmanın içerisinde
daha sonra incelenecektir. Öykü 60’ların İstanbul’unda, köyden kente göçün
yoğunlaştığı yıllarda geçmektedir. O yıllarda İstanbul’un imarında çok katlı
konutların tercih edilmesine karşın, filmin konusu olan yapı kooperatifinin
az katlı, geleneksel biçeme sahip, 30’lu yılların Cumhuriyet Türkiyesi’nde
devlet eliyle yaygınlaştırılan bahçe şehir dokusu (2), bu filmi modern
İletişim 2002/15
25
Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları Açısından İncelenmesi
mimarlık ve kent açısından ilginç kılmaktadır. Aynı zamanda senaryonun
zengin Müteahhit ile gecekonduluyu aynı komşuluk ünitesinde bir araya
getiren yapısı, uzun yıllardır üzerinde çalışılan kentlilik ve çoğulculuk
kavramları
açısından
da
okumalar yapmaya uygundur.
1. Bir
Modern Konut
Mit
olarak
Otobüs
Yolcuları’nın
daha çok konut sorunu etrafında
gelişiyor olması rastlantısal
değildir.
Konut,
modern
mimarlığın manifestosudur. Neredeyse modern mimarlığın tüm biçimsel
kuralları, öncüleri tarafından konut üzerinden meşru kılınmaya çalışılmıştır.
Bu açıdan konut, yalnız barınma sorununu ifade etmek için değil, modern
birey, aile ve toplum kavramlarını da yeniden kurmak için kullanılmıştır
(Frampton 1980). Kısaca konutun özel bir yeri, sembolik bir anlamı vardır.
Türk sinemasının Küçük Hanımefendi, Yumurcak, Ayşecik gibi filmlerinde
zenginliğin, refahın simgesi olarak kullanılan modern konut, ya da villa,
çoğunlukla gösterişli bir merdiven, geniş camlar, ahşap lambriler, geniş
salon ve yemek odası, hizmetlilerin çalıştığı modern mutfak ve diğer
kullanım mekanları ile ikonlaşmış imajlar ile seyirciye aktarılmış, sıradan
halkın deneyimlemek olanağı bulamadığı bu varsıl konutlar beyazperde
aracılığı ile herkesin ulaşmak istediği değerler arasına girmiştir. Filmde
konut sorununa iki ana noktadan yaklaşıldığı görülmektedir: Birincisi
modern konutun bir ideal olarak ortaya konduğu 50’li yıllar konjoktüründe
modern konutun eleştirisi, ikincisi de inşaat sektöründe bir türlü var
olamayan standartlar ve denetim mekanizmasının işlememesi ve
bürokratların da rüşvet çarkı etrafında vurgun yapmak isteyen türedi
müteahhitlerin çıkar zincirine dahil olması...
50 ve 60’lı yılların Türk filmleri modern konutun ideal haline
getirildiği en önemli araçlardan biri olmuştur. Refahın modern konut ile
İletişim 2002/15
26
Önder ERKARSLAN
özdeşleştirildiği, özenilecek bir meta olarak sunulduğu filmlerde bu
konutların sunum biçimine aracılık eden günlük yaşam nesneleri Müteahhit
Mahmut Feslioğlu’nun evinde de kendini göstermektedir. Evin en önemli iç
mekan donatılarından biri olan yemek masası (3) - ailenin klasik müzik
eşliğinde yediği akşam yemeğiyle- idealize edilen batıya özgü yaşam
biçiminin içselleştirilmesine işaret eder.
Buyurgan, soğuk ve aile kavramının
sıcaklığına uymayan bir kasvet göze
çarpar. Mahmut Bey’in çalışma odası
ise
karanlık
işlerin
çevrildiği,
hesaplaşmaların yapıldığı, bürokratlar
ile rüşvet pazarlıklarının yapıldığı,
dönen çarka karşı çıkmak isteyenlerin
ölüm emrinin verildiği mekandır. Bu ev
mutsuzluğun, kirli işlerin ve bozuk bir aile düzeninin sembolü olarak
gösterilir. Modern konutun ayrılmaz bir parçası olan ve konutun kendisiyle
eş anlamlı tutulabilecek mobilyalar, ayrıntılı olarak karelerde görülür.
Duvarlarda asılı tablolar, Art deco konsollar, aydınlatma elemanları gibi bir
dizi nesne, toplumun tüm kesimlerinin sahip olmadığı konfor düzeyini temsil
eder. 60’lı yılların mimari çizimlerinde konutu idealize etmek için cephe ve
kesitlere çizilen spor otomobil, piyano gibi nesneler, film içerisinde
izlediğimiz konuta adeta mimari çizimlerde rastlanacak ideallikte bir
yaşamın yansıması olarak aktarılmıştır.
Mahmut Bey’in konutu filmin en önemli iç mekanıdır ve yapının
cephesi gösterilmez. Zaten filmin neredeyse tümü Yeşiltepe’nin stabilize
yollarında ve çamurlu bahçelerinde geçer. Filmde iç mekanlara oranla dış
mekanlara ağırlık verilmesi, mahalle halkının sokaklarda geçen yaşamına
işaret ederek barınma gereksinimine dikkat çekmek amacıyla kullanılmıştır.
Filmde sunulan modern konutun tekil bir örnek olarak diğer sahnelerden
özenle ayrılması, bir tür tecridi, onu daha da idealize eder.
İletişim 2002/15
27
Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları Açısından İncelenmesi
2. Cumhuriyet Mimarlığında Köy ve Kent Söylemleri
Filmde konu alınan toplu konut kooperatifi, İstanbul’un merkezindeki
çok katlı yapılaşmaya karşılık, iki katlı yapılardan oluşan düşük yoğunluklu
bir dokudur. Gerek gecekondularda oturan köy kökenli yeni kentlilerden
oluşacak kullanıcılarının sosyal profili, gerek konutların hala geleneksele
yakın biçemi karşımıza ilginç bir tablo çizer: Köy ve Kentin arakesiti... Bu
kesit, Cumhuriyetin kuruluşundan beri içinde barındırdığı ideolojik
paradoksun kendisidir.
“Cumhuriyet’in modern kentsel yaşantı imajı, düşük yoğunluklu
bahçeli evlerden oluşan bir kent dokusudur. Bu, sanayi kentine
bir tepki olarak gelişmiş ‘Bahçe Kent’ ütopyasının Türkiye’ye
yansımasıdır. Oysa Türkiye böyle bir sanayi kenti deneyimi
yaşamamıştır. Türkiye’deki aydınların Avrupa deneyleri de Paris
ve benzeri büyük Avrupa kentlerinin yoğun merkezleridir. Böyle
bir imaj yerine “Bahçe Kent” imajının benimsenmiş olmasının
üzerinde durmak gerekir. Bu belki İstanbul’un modern
kesimindeki yaşantıya duyulan bir tepki, bu tepkinin doğasında
bulunan safiyet arayışının toprakla bağların korunmasında
bulunması gibi nedenlere dayandırılabilir. Tartışmamız
bakımından önemli olan, bu seçimlerin gerekçelerinin
Avrupa’dakinden farklı nedenlerle yerel olarak yeniden üretilmiş
olmasıdır” (Tekeli, 1998 : 146).
Türk modernleşmesi üzerine öncül çalışmaları ile tanınan Şerif
Mardin de kent ve kır ara yüzleri konusunda sosyolojik saptamalar
yapmıştır. Mardin, Cumhuriyetin lise ve üniversite eğitimi yoluyla kurmuş
olduğu seçkin, kentli bürokrat yetiştirme sisteminin 1950’li yıllardan sonra
politikanın denetlenemez biçimde kırsallaşmasına paralel olarak çöktüğünü
söyler. Bu olgu Mardin’in incelemelerinde bir dönüm noktası olarak ele
alınır.
“Elit devşirme ve yetiştirmeye ilişkin bu modelin çökmesiyle,
şehirlilerin kırsallaşması köylülerin şehirleşmesinden daha hızlı
İletişim 2002/15
Önder ERKARSLAN
28
seyretmiş ve bundan dolayı Türk toplumu etkili bir
elitsizleşmeye (de-elitizasyon) uğramıştır” (Mardin, 2002:276).
Türkiye’nin konut politikalarında aksayan en önemli konu olan
denetim mekanizması, yapı sektörünün teknik sorunları, diğer yandan
kentlerdeki yapı stoğunun çoğunluğunu oluşturan konutların fiziksel olarak
sunduğu özensizlik bugün politikacıların, bürokratların, mimar ve
planlamacıların (4), oda birliklerinin, kısaca toplumun her kesiminin şikayet
ettiği “sağlıksız, kimliksiz kentleşme” klişesinin ardında yatan en önemli
sorunlardan biridir (Bilgin, 1996; Tapan, 1996). Filmde inşaatlarda teknik
personelin itirazına rağmen kar amaçlı standart dışı uygulamalara gidildiği,
eksik malzeme kullanıldığı gösterilir. İnşaat halindeki konutların teknolojisi,
emek yoğun olarak inşaat alanında üretilen geleneksel yapım yöntemidir. Bu
haliyle günümüzde alışık olduğumuz, kalifiye işgücü istemeyen, bol hata
payı olan özensiz yapım tekniklerinin benzeri olduğu söylenebilir. Yapılar
hiçbir altyapı sorunu çözülmeden baştan savma bir biçimde üretilmektedir.
Dahası, buna tanık olan bürokratlar da rüşvet yoluyla satın alınmıştır. Bu
kadar hileye rağmen konutların tümü teslim edilemez. Mal sahiplerine tapu
gününde sahte tapu verildiği ortaya çıkar. Bununla beraber, teslim edilen
konutların elektriği, suyu yoktur. Bir başka deyişle, Türkiye’de yaşanan
gerçek toplu konut maceralarının çoğunun sonuna benzemektedir. Kentte
sağlanması beklenen konfor koşulları ve kültürel iletişim gerçekte
sağlanamamaktadır.
Tekeli, kent ve köy arasında bahçe
şehirler
aracılığı
ile
kurulan
yakınlaşmanın ideolojik boyutlarından
söz eder ki, bu da filmde sunulan sosyal
düzene ilişkin bir okuma yapmamızı
olanaklı
kılmaktadır.
Tekeli,
Cumhuriyet’in
modernleşme
projesindeki önemli gerilimlerinden
birinin, piyasanın rekabetçi koşulları ile modernleşmenin toplumsal eşitlikçi
yönü arasındaki gerilim olduğundan söz eder. Bu uzlaştırmanın devrimin
halkçılık ilkesi ile giderilmeye çalışıldığı, kent ve köy arasındaki farklılıkları
İletişim 2002/15
Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları Açısından İncelenmesi
29
da köycülük akımını ve köylüyü yücelterek aşmaya çalıştığı
vurgulanmaktadır. Aynı konuya, Gülsüm Baydar Nalbantoğlu şöyle
yaklaşmaktadır:
“Bence kentsel çevrelerde kırsal biçimlerin kullanılmasıyla kırsal
yerleşmelerde kentsel modellerin kulanılması aynı anlayışın
ürünleriydi. Her iki tutumda da homojenleştirici bir yaklaşım, son
tahlilde milliyetçi bir odak bulma arayışı ağır basıyordu çünkü. Böyle
bir arayışta, yitip gitmiş köklere duyulan nostalji ile uygarlaşma
emelleri aynı madalyonun iki yüzü olarak ortaya çıkıyordu. Tarih
yazımı açısından bakınca kırsal/kentsel, geleneksel/modern,
bölgesel/uluslararası gibi ikilemeler karmaşık farklılıkları basit
karşıtlıklara inidirgiyor, o zaman da acımasızca homojenleştirilen bir
kırsal Türkiye kavramlaştırması, hayranlık ve küçümseme duyguları
arasındaki uçurumda, tüm çeşitliliğini ve karmaşasını yitiriyordu”
(Nalbantoğlu, 1998: 159).
Nalbantoğlu’nun Halkevlerinin resmi yayını olan Ülkü dergisi
içerisinde yaptığı taramalarda karşılaştığı ve ‘kente gelmiş köylüye köyünü
anımsatacak yapılar yapılmasına ilişkin görüşler’, yine bu anlamda köy ve
kentin karşıtlıktan kurtarılarak bir potada eritilmesine dair egemen ideolojik
görüşü kanıtlamaktadır.
Kent merkezi ile yeni yerleşim bu filmde ikili karşıtlıklar içeren
mekanlar olarak konumlanmıştır. Kent üzerine yapılan ontolojik araştırmalar
gerçekte yıllardan beri uzmanların uğraştığı bir alandır. Bu çerçeveden
bakılınca kent kavramı hızla değişen bir kriz nesnesi olmuştur. Bu konuda
felsefenin kent kavramı üzerine yaptığı katkılar oldukça önemlidir. Bununla
beraber, Batılı felsefenin ışığında gelişen postmodern kentsel söylemlerin
Türkiye örneğini açıklamada yetersiz kalabileceği açıktır. Her iki görüş
açısından da (Batılı postmodern söylem ve Türkiye Cumhuriyetinin ideolojik
eleştirileri) de köy ve kentin birbirine dönüşebildiği durumları benzer
biçimlerde teşhis edilebilmektedir, ancak aradaki ayrım önemlidir.
Türk modern mimarlığının başlangıcından bu yana kent ve köy
arasında bir ara kesitte durduğu uzun yıllardan beri uzmanların vurguladığı
İletişim 2002/15
30
Önder ERKARSLAN
bir noktadır. Köy ve kent arasındaki ayrımın ortadan kalkması, üzerinde
tartışılması gereken bir konudur. Postmodern kent söylemleri tarafından
yüceltilmiş çoğulculuk, heterojenleştirme gibi kavramlar hızla Türkiye’deki
postmodern okumalara da aynı şekilde benimsenerek girerken, aslında
Nalbantoğlu, Mardin ve Tekeli’nin de belirttiği gibi Türkiye
Cumhuriyeti’nde kentsel-kırsal ayrımının kalkması bir anlamda tüm
Türkiye’yi kırsallaştırmak anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, Türkiye
Cumuriyeti’nde yaşanan modernleşme ve kentleşme sürecinde karşılaşılan
melezlik, aşağıda görüşlerini sıralayacağımız felsefecilerin yücelttiği Batılı
kentleşmeye özgü heretojenlikten bu anlamda farklıdır.
Batı felsefesinin iki ünlü ismi
Derrida ve Foucault’nun ayrı terimler
ile ortaya koyduğu ve onları
heyecanlandıran
kır
ve
kent
arasındaki ara kesit, heterojen bir
katman olarak yeni potansiyellere
sahip bir olgu olarak görülmektedir.
Oysa
Nalbantoğlu’nun
yukarıda
aktarılan görüşünde, Türkiye’nin
birbirine yaklaştırlan kutupları aracılığı ile kendine özgü renkliliğini ve
karmaşasını yitirdiği savı vardır. Derrida’nın “ikili karşıtlıklar” üzerine
kurduğu temel izleğe göre, olguların tanımları hangi olgudan farklı oldukları
gerçeğinde gizlidir. Uzun yılar boyunca kent, daima “kır” veya “taşra”
kavramının karşıtı olarak kullanılmıştır. Ancak Derrida’nın bakış açısıyla
kent, “kırsal olmayan” anlamına gelmemektedir ve farklılık da burada
yatmaktadır. Dünyamızda yalnız mekansal düzende değil, pek çok alanda
“arada kalmışlık” olgusu ile karşılaşma olasılığı, kesin tanımlamalar
aracılığıyla ayrışmış olgularla karşılaşma olasılığından fazladır. Banliyöler,
yarı kentselleşmiş çeperler, gecekondular, terkedilmiş hayalet kentler gibi
pek çok ara noktada kalan mekan, işte tam da bu sebeple “öteki” sayılmakta,
sistemin dışlamak istediği ögeler olmaktadır (Shields, 1996: 223).
Mekan, yer, yerellik, peyzaj, çevre, ev, kent, bölge, ortam, coğrafya
gibi oylum anlamına gelen kavramları ifade eden sözcükler tek anlamlı
İletişim 2002/15
Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları Açısından İncelenmesi
31
değildir. Bu kavramlar gerçekte kolayca birbirlerine dönüşür ve keskin
sınırlarla birbirinden ayrılamaz.
3. Kentin Temsili
Bu filmde kent olgusu farklı yönleri ile işlenmiştir. Öncelikle konunun
bel kemiğini oluşturan yeni yerleşim alanı hiçbir tarihsel referans
barındırmaması sebebi ile modern kent kavramının kendisine işaret eder.
Italiano Calvino’nun Görünmez Kentler (Calvino, 1974) adlı yapıtında
vurguladığı kontrol edilemeyen ve kendi kendine büyüyen, daima inşaat
halinde olan metropol kavramının başlangıç noktasıdır sanki... Gerçekten de
2000’li yılların İstanbul’u artık sürekli olarak büyüyen ve müdahale
edilemeyen canlı bir organizma gibidir.
Temsiliyet veya yeniden sunum, İngilizce’de tek bir sözcükle,
representation sözcüğü ile, ifade edilmektedir (5). Bu kavramın, nesnenin
maddesel özelliklerinin yansıtılması ve algısal özelliklerinin yansıtılması
gibi, gerçekte birbirinden farklı anlamları vardır. Le Febvre’nin algılanan
kent kavramı da işte tam bu noktada, yani kentin yeniden sunumuyla
ilgilenmektedir. Le Febvre, mekansallık ile ilgili her türlü temsiliyeti
maddecilikten uzak, soyut bir düzeye yani mekan algısına indirgemektedir.
Kentin temsiliyeti, çoğunlukla kente ait kollektif imgelerin hangi yolla
oluşturulduğunu ve dağıtıldığını anlamamız açısından incelenmesi gereken
bir konudur. Burada politik olarak neyin sunulduğu kadar neyin gizlendiği,
neyin bulanık bırakıldığı da önemlidir. Bu, pek çok yolla olabilir; ancak
bunların en önemlilerinden biri de sinemadır. Perdede sinemasal
kahramanların aracılığı ile yönetmenin kente, mekana bakış açısı yansıtılır.
Buna “öznelleştirilmiş kent”, ya da “benim kentim” diyebiliriz. Hediyelik
eşyalar, kartpostallar, gezi rehberleri, haritalar, kent belgeselleri gibi kentin
çeşitli temsiliyet biçimlerinde, genellikle kamusal mekanlar öne çıkarken
özel mekanlar önemsenmez. Oysa sinema, kentin görselleştirilmiş temsili
olarak özel mekanları da en az kamusal alanlar kadar gösterme gücüne
sahiptir. Burada, kentin özel ve kamusal alanları arasında yönetmenin
yapacağı tercih önem kazanır.
İletişim 2002/15
Önder ERKARSLAN
32
Kente ait görselleştirilmiş temsiliyet biçimleri arasında kentin tarihsel
referansları çoğunlukla anlamından uzaklaşmış, politik veya turistik amaçlı
olarak daha üst kavramlar yüklenen nesnelere dönüşür. Örneğin Ayasofya,
Bizans’ın azametini, Süleymaniye Osmanlı’nın yükselme dönemini,
Beyoğlu 19. yüzyıl İstanbul’unun batılı yönünü temsil ederken, daha çok
ulusal, dinsel, veya kültürel açılardan sembolik anlamlara bürünürler. Bu
filmde Süleymaniye, kişi ile nesne arasında oluşan empatiyi ifade etmek için
araç olarak kullanılmıştır. Kentlinin yaşadığı yere ilişkin aidiyet duygusu bu
yolla açıkça gösterilir. Şöför Kemal’in Mimar Sinan’a ve Süleymaniye
Cami’ne olan tutkusu, her sabah otobüsüyle sefere çıktığında yapıyı
selamlaması yoluyla izleyiciye aktarılmaktadır. Arkeoloji eğitimi gören
Nevin ve Kemal arasında Osmanlı kent kültürünün simgesi olan Mimar
Sinan’ın konu edildiği konuşmalar, yan anlam olarak Türkiye’deki
batılılaşmayı eleştirmektedir (6).
Yeşiltepe- Beyazıt hattında işleyen otobüs, kent merkezine doğru
ilerlediğinde hepimizin tanıdığı İstanbul sembolleri son derece hızlı ve
bulanık biçimde otobüsün pencerelerinden görülür. Kent içerisinde net
olarak gördüğümüz tek tanıdık yer Beyazıt Meydanı’dır. İstanbul’u
merkezden değil, çeperden ele alan bu tavır, “yersizleşme” kavramına da
yakın durur.
4. Kamusal Mekan ve Sosyal Eşitlik
Foucault’nun çalışmalarının temelini oluşturan bilgi-iktidar ilişkilerine
eklediği mekan kavramı, özellikle mimarlık ve şehir bölge planlama
disiplinleri açısından oldukça ilham verici yeni kuramsal açılımlara yol
açmış, bu disiplinlerdeki epistemolojik eşiğin temelini teşkil etmiştir. Bu
noktadan hareketle, Foucault’nun “heterotopya” tanımlamalarına bir göz
atmak, bu çalışmada konu alınan filmde karşımıza çıkan merkez-çeper
melezliğini tartışmak açısından faydalı olacaktır.
Foucault, heterotopya olarak tanımladığı “arada kalan” olguların
görünümlerini sınıflamıştır (7). Buna göre, Heterotopyalar her kültürde farklı
görünümlerde ortaya çıkabilir. Evrensel bir modele dayanarak heterotopyalar
İletişim 2002/15
Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları Açısından İncelenmesi
33
için genellemeler yapılamaz. Ancak, yine de, çoğunlukla bireysel krizlerde
veya toplumun normal olarak kabul ettiği normlardan saptığı durumlarda
ortaya çıktıkları söylenebilir. Bir yönüyle heterotopya biribirine yabancı,
kendi içlerinde uyuşmazlık gösteren mekanların üst üste çakıştırabilmesi
durumudur (Soja, 1996). Bir kez daha yinelemek gerekirse, Foucault’nun
heterotopya tanımı yeni oluşumlara gebe, üretken bir durumu teşhis eder.
Öte yandan Türkiye Cumhuriyetinin geçirmiş olduğu modernizasyon
sürecinde kozmopolit kentlerdeki sınıflar, çeşitlilik ve kültürel melezlik
yaratmak yerine, ya birbiriyle hiç diyalog kurmayan ve biribirini yadsıyan,
ya da hep aynı şeyi üreten sosyal sınıflar olmuşlardır.
Yukarıda açıklanan bağlamda yerleşimdeki sosyal sınıflar ve onların
mekansal tanımları üç ana grupta incelenebilir. Birincisi kooperatife üye
olan ve yeni konutlarını bekleyen ama halihazırda yine aynı vadideki
gecekondularda oturan alt sınıf, ikincisi modern bir villada oturan ve
kooperatifi yürüten zengin müteahhit Mahmut Bey ve ailesi, üçüncüsü de
kooperatife hizmet veren işçiler ve onların her türlü donanımdan yoksun, salt
bir barınak olarak tanımlanabilecek barakaları... Burada tüm sosyal grupların
aynı yerleşimde ve birbirine komşu olarak sunulduğu bir düzen söz
konusudur.
Müteahhit Mahmut Bey sınıf atlayan yeni zenginlerden olmasına
rağmen, kooperatif dolayısıyla mahalleli ile iletişimini sürdürmektedir. Bu
iletişim sırasında Mahmut Bey daima sınıfsal önceliklerini korur, vurgular
ve mesafeli davranırken, çocukları mahalle halkı ve özellikle bir kahraman
yerine koydukları dayıları ile iyi ilişkiler sürdürür ve sınıfsal ayrıcalıklarını
kullanmazlar.
Yukarıda ifade edilen sosyal
yapıda, imece yöntemi ile iş yapan,
folklorik kültür alışkanlıklarını terk
etmemiş, saf, iyi, hoşgörülü bir halk
kesiti ile karşılaşılır. Bu melez kültür,
kırsal ve kentsel kültürü bastırır ve
kendisi de değişime kapalı bir ara
İletişim 2002/15
34
Önder ERKARSLAN
kültür olarak marjinal bir azınlığı değil, çoğunluğu temsil eder. Böyle bir
melezlik kültürel yelpazeye renk katmaktan çok, kültürel çeşitliliğin önünde
engel teşkil eder.
Bununla beraber film, sosyal açıdan kentte oluşan sosyal çözülmeleri
de konu almaktadır. Çıkar ilişkileri ortak paydası altında toplanabilecek her
türlü mafyavari hesaplaşmalar, her sektörde olduğu gibi inşaat sektöründe de
belirgin bir egemen güç haline gelirken, öte yandan bürokratların da bu
ilişkilere dahil olması gibi sistem eleştirileri de filmin içerisinde önemli bir
yer tutmaktadır. Bu çalışma kapsamında filmde işlenen toplumsal yapı
fiziksel çevreye doğrudan referans veren yönleri ile ele alınmaktadır. Bu
açıdan bakıldığında bu grupların kent merkezi ve çeperi ile olan ilişkileri
anlamlıdır.
Edward Soja’nın üçüncü mekan olarak tanımladığı konvansiyonel tek
anlamlı mekan tanımlarının dışında kalan mekanlar, özellikle sınır teması ile
ilintilidir. Şüphesiz, filmde konu edilen Yeşildere, kent merkezinin dışında
konumlanmış olmasından dolayı üçüncüleştirilmiştir. Bunun yanında
anlamların daha da birbirine karışmasının sebebi, buranın bir banliyö mü, bir
gecekondu bölgesi mi olduğu konusunda izleyicinin geçirdiği duraksamadır.
Zira gecekondudan banliyöye evrimleşmeye hazırlanan Yeşildere bu
anlamda kesişen, birbiri üzerine binen melez kent görünümlerine aynı anda
sahip olmaktadır. Metropolitan planlamanın siyasi iktidarların elinde
bulunduğu ve çıkar ilişkilerine alet edilerek keyfi olarak değiştirildiği
Türkiye’de büyük kentler, planlamacılardan çok arazi spekülatörleri eliyle
şekillenmiştir.Gerçekten de Yeşildere gibi melez yapılara büyük kentlerde
sık sık rastlanır(8). Soja’nın da işaret ettiği gibi her biçimiyle sınır kültürü
(kent sınırı, merkez sınırı, ülke sınırı,
coğrafi sınır), üçüncü türden mekanların
doğmasına yardımcı olur (Soja, 1996:132).
Bu filmde otobüs, yerleşimde
yaşayan insanları kent merkezine bağlayan
en önemli bağlantı noktasıdır. Diğer bir
deyişle, otobüs başlıca kamusal mekan
İletişim 2002/15
Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları Açısından İncelenmesi
35
olarak da görülebilir. İletişimin yaşandığı, senaryodaki tüm önemli
konuşmaların geçtiği, Nevin ile Kemal arasındaki ilişkinin başladığı ve
yaşandığı otobüs, kentsel sınıfların eridiği, ayrımların ortadan kalktığı
mekan olarak sunulur.
Elbette ki otobüs şöförü de burada en ayrıcalıklı role sahiptir, o bir
pratogonisttir. Üniversite eğitimi almamış olan şöför Kemal, aydın bir kişilik
olarak sunulmaktadır. Kiraladığı oda, sade eşyaları ile göze çarparken
kitaplarını özenle yerleştirdiği raflar ve Sinan’ın eserlerine ait çizimler
yaşamında okumanın ve kentin özel bir yeri olduğunu vurgular. Mahalleli
kendilerini sömüren müteahhit ile ilgili şikayetlerini ona aktarır. Onlara akıl
veren, kooperatifzedeleri örgütleyen ama gerektiğinde güç kullanan Kemal,
bir anlamda yeni kent kahramanıdır: Adil, aydın ve cesur...
Buna karşılık alışık olduğumuz kamusal mekanlar, yani kentin
parkları, cadde ve meydanları bu filmde neredeyse hiç yoktur. Otobüs, bu
mekanların tümünün yerini almaktadır. Toplu eylemlere otobüs içerisinde
karar verilir. Örneğin konutlar vaad edilen sürede teslim edilmediğinde
Müteahhide karşı direniş burada planlanır. Filmin son sahnesinde Otobüs
Yolcuları inşaat mafyası tarafından kaçırılan Nevin’i kurtarmaya gittiğinde,
otobüs ulaşım aracı olmanın ötesinde bir dayanışma simgesi haline dönüşür.
Modern öncesi kent için kamusal mekan elbette ki kent meydanları
olmuştur. Ancak günümüz kent kuramcılarına göre modern kentin kamusal
alanları önceki işlevlerini yitirmiştir. 21. yüzyılın kentlileri için kamusal
alan, artık internet ortamıdır. Buna benzer bir değişim ve anlam kaymasının
Otobüs Yolcularında da karşımıza çıkması günümüzün paradigmaları ile
bakıldığında son derece olağan gelmesine rağmen, dönemi için ilginç bir
saptama olduğu belirtilmelidir.
Yeşiltepe’deki gecekondu bölgesinin bakımsız sokaklarındaki
kalabalık oldukça şaşırtıcıdır. Bu bölgede kent merkezinde rastlanmayan
biçimde kadın ve çocukların da kamusal mekanı özgürce kullandığı dikkat
çekmektedir. Modernist kent, baskıcı ve dayatmacı olarak cinsiyetçi olmakla
suçlanmıştır. Bunun anlamı kentin kamusal kullanımında kadınların payının
çok düşük olmasıdır. Ataerkilliğin mekansal ifadesi olarak kent, iş merkezini
İletişim 2002/15
Önder ERKARSLAN
36
yani erkeklere ait dünyayı temsil ederken, banliyöler genellikle domestik
alanlarında kendilerini güvende hisseden kadınların mekanlarıdır. Yeşiltepe
sokaklarında cinsiyet ve yaş ayrımı yapılmaksızın mekanların eşitlikçi bir
tavırla kullanıldığı görülmektedir.
Sonuç
50 ve 60’lı yılların Türk sineması örnekleri gerçekte mimarlık ve şehir
planlama disiplinleri açısından çok önemli kuramsal açılımlar verebilecek
örneklerdir. Bu dönemin filmleri, yalnız bir döneme tanıklık ettikleri için
değil, modernitenin dönem aydınları tarafından nasıl kavrandığını
yansıtmaları açısından da önemli örneklerdir. Eskiden çeperlerde olduğu
halde günümüzde kentin genişlemesiyle kent merkezine dönüşen pek çok
yerleşim, geçirdikleri evrimleşme süreci açısından dikkate değerdir. Çünkü,
imar mevzuatı uygulamalarındaki yasal boşluklardan yararlanan gelişigüzel
yapılanma ile eski mahalleler, bugün görünümde oldukça melez bir yapıya
bürünmüşlerdir. Gecekondudan evrimleşen yeni kentsel merkezlerde göze
çarpan en önemli nokta yoksul ve varsılın, kutsal ve sıradan olanın, planlı ve
plansız oluşumların bir arada olduğu heterojen nitelikleridir. Kentin evrim
süreci, aslında resmi tutanak ve dökümanlarda değil, unutulmuş kent
hikayelerinde, eski gazete küpürlerinde, kartpostal ya da sigorta şirketi
planlarında, karikatürlerde yer almaktadır. Bu hikayelerin tek tek ortaya
çıkartılması, her yeni hikaye, tarih yazımına eklemlenebilecek yeni
gerçeklerin ele alınması anlamına gelmektedir. Tarih anlayışındaki önemli
değişiklikler sonucunda, artık genellemeler aracılığı ile yazılan bütüncül
tarih geleneği kadar, tekil hikayeleri konu alan mikro tarihin de önemli
olduğu bilinmektedir. Sinema kurgusal olmasına karşın dönemine tanıklık
eden bir kültürel nesne olarak elbette ki bu anlamda boşlukların
doldurulmasına yardımcı olmaktadır.
Kentin temsiliyet biçimleri aynı zamanda onu çözümleyebilmemize
yardımcı olur. Sinemada yansıtılan kent de bu anlamda analitik bir süreçten
geçirildiğinde, o dönemde ortaya konmuş kuramların gerçek yaşamda neye
dönüştüklerini, nasıl tüketildiklerini ve kavrandıklarını anlamamızı sağlar.
İletişim 2002/15
Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları Açısından İncelenmesi
37
Modern mimarlık ürünlerinin perdede hangi anlamlar yüklenerek kamuya
ulaştırıldığı sorusu, bugünün episteminden geleceğe projeksiyon
yapabilmenin yollarından biri olmaktadır.
İstanbul’u konu alan 50 ve 60’lı yılların Türk filmlerinde modern
konutun önemi büyüktür. Yüklendiği anlam katmanları arasında, ataerkil,
konservatif, kırsal kültür temaları ile karşıt, koşut, kesişen pek çok farklı
katman bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Modernizasyonunu temsil
etmesi açısından, merkez-çeper ilişkileri bağlamında, tüm nüansları
içerisinde barındıran örnekler olarak dönem filmlerinin ele alınması, yalnız
sinema araştırmaları için değil, mekan bilimleri açısından da önemlidir.
Cumhuriyet ideolojisinin kent ve mimarlık aracılığıyla temsil edilmesi
sürecinde girişilen biçem arayışlarının geleneksel mimarlıktan hareket
etmesi Türk Modern Mimarlığını batıdan ayıran en önemli özelliğidir.
Mekan bilimleri ile uğraşan uzmanlar artık mimarlık tarihinin notları arasına
düşen yapılar, onlar üzerine mimarlık dergilerinde çıkan yorumlar ile
yetinmeyerek, az bilinen yapıların ve yerleşimlerin ardına düşerek
envanterlerini genişletmeyi amaçlamaktadırlar. Otobüs Yolcuları filmi
60’larda İstanbul’un - resmi kayıtlara düşmemiş ve sadece dönemi
yaşayanların gözlemleme olanağı bulduğu- kent gelişim süreci konusunda
verdiği ipuçları açısından, bu envanteri genişletmeye yardımcı olmaktadır.
Notlar
(1) Gülsüm Baydar Nalbantoğlu’nun “Sessiz Direnişler ya da Kırsal Türkiye ile
Mimari Yüzleşmeler” adlı makalesinde olduğu gibi romanlara dayanarak
yapılan okumalar ve Zeynep Kezer’in gazete haberleri ve dönemin
karikatürlerinden yola çıkarak Ankara’nın Soğukkuyu Mahallesinin evrimi
konusunda yazdığı makale bu konuda ilginç örneklerdendir. Ayrıntılı bilgi için
bkz. (Nalbantoğlu, 1998) ve (Kezer, 1998).
(2) Bahçe Şehir teması, aslında büyük kentlerde 50’lerden sonra yerini giderek çok
katlı konut dokusuna bırakmıştır. Ancak filmde 60’larda az yoğunluklu bir yapı
kooperatifi konu edilmektedir.
(3) Yemek Masası, modern konutun ve modern çekirdek ailenin önemli bir
göstergesi olarak sinemada sık sık kullanılan bir simgedir (Cowan, 2000).
(4) Bir modernleşme projesi olarak Türkiye’nin kent planlaması deneyi özetlenmek
istenirse, uygulamanın denetlenemediği, pratikte aşıldığı, ama bu aşmanın yeni
İletişim 2002/15
Önder ERKARSLAN
38
bir projeye dönüşemediği, kent planlamasında meşruiyet temelini hala
modernleşme projesinin oluşturduğu söylenebilir (Tekeli, 1998:152).
(5) Representation ve Re-presentation arasındaki ayrımdan söz edilmektedir.
(6) Kemal otobüs ile Süleymaniye yakınlarından geçerken elini kaldırarak selam
verir. Nevin, önce bu selamı anlayamaz. Kemal’in Süleymaniye’yi selamladığını
öğrenince hayretini ifade eder. Kemal, liseyi bitirdikten sonra babasının ölümü ile
aileyi geçindirmek için üniversite eğitimine devam edemediğini, aslında mimar
olmak istediğini aktarır. Sinan konusunda o kadar derin bilgisi vardır ki, Nevin
hayran kalır. Arkeoloji eğitimi görmesine karşın Sinan’ı bilmemesinden dolayı
utanarak, Kemal’e “Siz bana Sinan’ı anlatın. Bizim kitaplarımızda hiç yok” der.
(7) Bunu yaparken izlediği süreç için yaygın olarak
kullanılmaktadır.
heterotopoloji tanımı
(8) Ankara Soğukukuyu semtinin gecekondular, Cumhuriyet seçkinlerinin binicilik
klubü ve arazi spekülatörleri arasındaki gelişim süreci için bkz. Kezer Zeynep
(1998).
Kaynaklar
ALSAYYAD, Nezar (2000). “The Cinematic City: Between Modernist
Utopia and Postmodernist Dystopia”, Built Environment 26 (4): 268-281.
ALTINSAY, İbrahim (1996). “Sinemanın Orta Yeri İstanbuldu”, İstanbul, 18.
BENEVELO, Leonardo (1989). History of Modern Architecture vol
I- II, Cambridge Massauchsets: The MIT Press.
BİLGİN, İhsan (1996). “Anadolu’da Modernleşme Sürecinde Konut
ve Yerleşme”. Tarihten Günümüze Anadolu’da Konut ve Yerleşme.
İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları.
CALVINO, Italo (1974). Invisible Cities. çev., William Weaver.
Londra: Harcourt Brace & Company.
CLARKE, David. B. (1997). The Cinematic Space. Londra:
Routledge.
COWAN, Suzanne (2000). “The Gendered Architecture of the Home
in Cinematic Space”, Built Environment 26 (4): 303-315.
FOUCAULT, Michel (1988). Politics, Philisosophy and Culture.
der., L. Kritzman, New York: Routledge.
İletişim 2002/15
Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları Açısından İncelenmesi
39
FRAMPTON, Kenneth (1980). Modern Architecture A Critical
History. Londra: Thames and Hudson.
JENCKS, Charles (1984).
Architecture. New York: Rizzoli.
The
Language
of
Post-Modern
JENCKS, Charles (1986). What is Post-modernism?. Londra:
Academy Editions.
KEZER, Zeynep (1998). “Contesting Urban Space in Early
Republican Ankara”, JAE, 52 (1-4): 11-19.
LEFEBVRE, Henri (1991). The Production of Space. Oxford,
Cambridge, Massacchusets: Blackwell Publishing.
LEFEBVRE, Henri (1996). Writings on Cities: Henri Lefebvre.
der., Eleonore Kofman ve Elizabeth Lebas. Oxford, Cambridge,
Massacchusets: Blackwell Publishing.
MARDİN Şerif (2002). “Türkiye’de Gençlik ve Şiddet”. Türk
Modernleşmesi Makaleler 4. İstanbul: İletişim Yayınları.
NALBANTOĞLU, Baydar Gülsüm (1998). “Sessiz Direnişler ya da
Kırsal Türkiye ile Mimari Yüzleşmeler”. Türkiye’de Modernleşme ve
Ulusal Kimlik. der., Sibel Bozdoğan, Reşad Kasaba. İstanbul: Tarih Vakfı
Yurt Yayınları.
SHIELDS, Rob (1996). “Alternative Traditions of Urban Theory”.
Representing the City. der., Anthony D. King. Londra:MacMillan Press:
227-252.
SOJA, Edward (1996). Thirdspace.
Massacchusets: Blackwell Publishing.
Oxford,
Cambridge,
SUNE, Asuman (2002). “1990’lar Türk Sinemasından Taşra
Görüntüleri: Tabutta Rövaşata’ da Agorafobik Kent, Açık Alana
Kapatılmışlık ve Dehşet”, Toplum ve Bilim, 94: 86-108.
TÜRKOĞLU, H. D. (2002). “Kentsel İmge: İstanbul’dan Bulgular”,
itüdergisi/a. 1(1): 57-64.
TAPAN, Mete (1996). ‘Toplu Konut ve Türkiye’deki Gelişimi’.
Tarihten Günümüze Anadolu’da Konut ve Yerleşme. İstanbul: Tarih
Vakfı Yayınları.
İletişim 2002/15
Önder ERKARSLAN
40
Özet
Bu çalışma kapsamında 1961 yılında çevrilmiş Otobüs Yolcuları
(1961) adlı film, İstanbul kentinin modernleşme süreci içerisindeki gelişimi
açısından incelenmiştir. Bu analiz sırasında, kentin çeperinde yer alan bir
gecekondu yerleşiminin melez toplumsal sınıfları ve yapılaşmış çevreye
yansımaları ekseninde, postmodern kent söylemleri ve son dönemde yapılan
Cumhuriyet dönemi çalışmaları karşılaştırmalı olarak tartışılmıştır. Kent ve
köyün ara yüzlerinin filme yansımaları ve modernin melez görünümleri
çalışmanın en önemli paradigmalarıdır.
Abstract
Within the limits of this study, the film entitled The Bus Passengers
(1961) has been analysed from the point of the expansion process of Istanbul
in the modernisation period. A comparative method has been preferred for
the discussion of the hybrid built and social environment of the squatter
settlement that the film reflects and this comparative view has been
established mainly between the current critical studies of Early Republican
ideology and the post-modern urban discourses. The intersections of urban
and rural characters and their hybrid junction that can be witnessed in the
film are the two essential paradigms of this study.
İletişim 2002/15
Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları Açısından İncelenmesi
41
İletişim 2002/15
Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların
Arkadaşlıkları
Aslıhan Doğan TOPÇU∗
Aydan ÖZSOY**
Y.Gürhan TOPÇU***
Giriş
Kökeni “arka”dan gelen ‘arkadaş’ kelimesi (arka-daş), dost, yakın,
tanıdık, refik, ortak anlamında kullanılmaktadır (Büyük Türk Sözlüğü,
1988: 63).
Birbirlerine karşı sevgi ve anlayış gösteren kimselerden her biri
‘arkadaş’ olarak tanımlanmaktadır. Arkadaşlık ise arkadaş olma durumu,
arkadaşa yakışır davranış, omuzdaşlık, ahbaplıktır. Arkadaşlık etmek ise bir
işte birlikte bulunmak; huy ve düşünceleri birbirine uymak, bir süre beraber
bulunmak, birlikte gitmek, eşlik etmek, refakat etmek anlamında
kullanılmaktadır (TDK Sözlüğü, 1988: 86).
Sosyal Bilimler disiplini içerisinde özellikle iletişim bilimlerindeki
yönelimler psikolojik bilgilerin de işe koşulmasıyla bireyler üzerinde
odaklanmaya başlamıştır. Bu da beraberinde aile, arkadaşlık, dayanışma gibi
kavramların incelenmesini getirmiştir.
Yetmişli ve seksenli yılların başlarında hareketlenen feminist
çalışmalar ile kadınlar, kendileri ile ilgili hemen her şeyi sorgulamaya
∗
Arş. Gör., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Tv Sinema Bölümü
Uzman, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Tv Sinema Bölümü
Arş. Gör., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Tv Sinema Bölümü
**
***
İletişim 2002/15
42
Aslıhan Doğan TOPÇU, Aydan ÖZSOY, Y.Gürhan TOPÇU
başlamışlardır. Bu bağlamda daha önce sözü edilen çerçevede “arkadaşlık”
ve beraberinde gelen “dayanışma” kavramları da sorgulanmaya başlamıştır.
Kadınlar arası arkadaşlık ile ilgili en kapsamlı ve doğrudan yapılan çalışma
A.B.D.’de Pat O’Connor tarafından gerçekleştirilen ve bu çalışmanın da
ortaya çıkışını tetikleyen alan araştırmasıdır. Ülkemizde ise yukarıda sınırları
çizildiği biçimde doğrudan kadınlar arası arkadaşlık ile ilgili bir çalışmanın
olmadığı, ancak Deniz Kandiyoti, Fatmagül Berktay, Şirin Tekeli ve
Ayşegül Yaraman gibi bilim insanlarının kadın konusundaki çalışmalarında
kadınlar arası arkadaşlığa (sözü edilen çalışmalar özellikle dayağa karşı
dayanışma ve direnme pratiği üzerinedir) yer verdikleri gözlemlenmiştir.
Dolayısıyla bu durum kadınlar arası arkadaşlık ya da dayanışma gibi
kavramların yerel özellikleri, ayırımları olmakla birlikte evrensel bir durum
olduğu düşüncesini doğurmakta ve ülkemiz dışında yapılan bir araştırmanın
bulgularından hareketle Türk Sinemasında bir uygulama yapmanın mümkün
olacağı kanısını kuvvetlendirmektedir.
Kadınlar arası arkadaşlık konusunda Türk sinemasında yapılacak
böylesi bir çalışma için kadın konusunda film çeken diğer yönetmenler değil
de Atıf Yılmaz’ın seçilmesinin nedenlerini şöyle sıralayabiliriz. Genelde
arkadaşlık özelde ise kadınlar arası arkadaşlık ile ilgili kuramsal çalışmalar
ilerideki bölümlerde ayrıntılı olarak anlatılacağı gibi özellikle 1980’lerde
yoğunlaşmıştır. Yılmaz’ın yoğun olarak kadın filmleri çektiği dönemin
ülkemizde de kadın hareketinin yükseldiği döneme denk gelmesi bu çalışma
için anlamlıdır. Çalışma kapsamında incelenen dört film de 1980 – 1987
yılları arasında çekilmiştir. Atıf Yılmaz’ın dört filminde yer verilen
kadınların, bu çalışmanın kuramsal kısmında değinildiği gibi kentsoylu, orta
sınıftan kadınlar olması seçim için belirleyici olmuştur. Ayrıca Atıf
Yılmaz’ın filmlerinde yer alan kadın karakterlerin, kuramsal kısımda
“kadınlar arası arkadaşlığın türleri” olarak belirlenen evli, bekar ve dul
kadınların arkadaşlıkları olarak verilen kategorilere tam bir örnek teşkil
ediyor olması oldukça önemlidir.
Bu çalışmada kadınlar arası arkadaşlığın kuramsal çerçevesi çizilerek
Türk sinemasında özellikle bir dönem çok sayıda kadın filmi çekmiş olan
İletişim 2002/15
Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları
43
Atıf Yılmaz’ın dört filminde kentli, orta sınıf kadınlar arasındaki arkadaşlık
konusu incelenecektir.
Çalışmada incelen filmler, Atıf Yılmaz’ın, kadın filmi olarak bilinen
filmleri en çok çektiği dönem olan 80’li yıllara ait filmlerdir. Bunlar,
Dağınık Yatak (1984), Dul Bir Kadın (1985), Ahh Belinda (1986) ve Kadının
Adı Yok (1987) filmleridir. Her dört filmin kadınları da kentli orta sınıf
kadınları temsil etmektedirler.
Bu filmler, çalışmanın kuramsal temelini oluşturan ve Pat O’Connor
tarafından kadınlar arası arkadaşlığın üç türü olarak ifade edilen
sınıflandırmaya uygun olarak seçilmiştir. Bu dört film, video kasetleri temin
edilerek ve birkaç kez izlenerek sözü edilen kuramsal temele göre
incelenmiştir.
A. Arkadaşlık Kavramının Cinsiyete Bağlılığı ve Kadınlar Arası
Arkadaşlığın Tarihi ve Türleri
Arkadaşlık üzerine yapılan tartışmalar, son yıllarda kişiler arası
ilişkilere yönelik olan ilgiye bağlı olarak artmıştır. Bu ilgi artışında bazı
gelişmelerin payı büyüktür: 1960’larda kadın hareketlerinin yükselişi ve
sloganı ‘kişisel olan politik olandır’ ile dikkatlerin kişiler arası ilişkilere
çekilmesi, 1970’lerden itibaren ortaya çıkan ve ilişkileri bir süreç içerisinde
yaratılıp, onarılabilen psikolojik yapılar olarak ele alan ‘ilişkiler biliminin’
ortaya çıkışı ve kültürler arası antropolojik çalışmaların arkadaşlık
hakkındaki tartışmaları belirli bir sosyal ve kültürel içeriğe oturtması bu
gelişmelerden bazılarıdır.
Teorisyenler , arkadaşlığın cinsiyete bağımlılığını ilk toplumsallaşma
davranışlarında aramışlardır. Yapılan çalışmaların sonunda kız ve erkek
çocukların toplumda diğer insanlarla ilişki kurmada farklı eğilimlere sahip
oldukları ortaya çıkmıştır.
Erkeğe toplum içinde daha fazla önem verilen kültürlerde kız
çocukları
cinsiyet kimliklerini oluştururken zorluk çekerler. Kız
çocuklarının ego sınırlarını geliştirip kendi bağımsız kimliklerini
İletişim 2002/15
44
Aslıhan Doğan TOPÇU, Aydan ÖZSOY, Y.Gürhan TOPÇU
oluşturmada çektikleri güçlük, onların bağımlı hareket etmesini getirir.
Ancak aynı durumda erkek çocukların kendilerinden daha emin oldukları ve
daha bağımsız hareket ettikleri görülmüştür. Cinsler arasındaki bu ayrım
daha ileri yaşlarda arkadaşlık ilişkilerini incelerken araştırmacıların karşısına
değişik biçimlerde çıkar.
Araştırmacılar (söz konusu araştırmalara ileride ayrıntılı olarak yer
verilecektir), kadınların arkadaşlıklarında özellikle sırdaş isteğinin ve
karşılıklı yardımın önemli olduğunu oysa erkeklerin arkadaşlıklarında
birbirleri ile aynı ilgi alanına sahip olmanın önemli olduğunun gözlendiğini
belirtirler (O’Connor,1992: 3-4).
Kadınlar arası arkadaşlıklar yüzyüze iken erkeklerinki yanyanadır.
Kadınlar arkadaşlıklarını tanımlarken “güvenebileceğim biri” terimini
kullanırken erkekler “birlikte eğlenebileceğim biri”terimini kullanırlar.
Mc Adams, iki tip arkadaşlık tanımlar. Bu iki tip arkadaşlık iki tip
kişisel ihtiyacı (güç ve mahremiyet), iki tip ilişkiyi (yardım ve kendine itiraf)
ve iki tip korkuyu (anlaşmazlık ve gözden düşme) yansıtır. Mc Adams bütün
bunları dişillik ve erillik gibi cinsiyet rollerine bağlı görür. C. H. Solano,
arkadaşlığın üç fonksiyonu üzerinde durur: Maddi ihtiyaçlar, bilişsel
ihtiyaçlar ve duygusal ihtiyaçlar. Weiss ise, ilişkilerin desteğe dayalı
potansiyeli için altı koşul tanımlar: Bağlılık, sosyal bütünleşme, çocuk
yetiştirme fırsatları, değerin garantisi, güvenilir bir anlaşma duygusu,
güvenlik elde etme. R. B. Hays’in arkadaşlık tanımı ise şöyledir: değişmez
bir arkadaş çok özel bilgileri paylaşabileceğiniz bir dert ortağı, bir
eleştirmen, kabul edilebilir öğütler veren bir danışman, kendini ölçmek için
bir standart, ego için bir destekçi ve kriz zamanlarında moral desteği veren
anlayışlı bir dosttur (aktaran O’Connor,1992: 3-6).
Erkeklerle ilişkilerin statü yükselttiği bir toplumda, kadın öteki olarak
tanımlandığı için kadınların arkadaşlıkları da “zaman kaybı” olarak görülür.
Cinsiyet ayrımının olduğu, erkek egemen toplumlarda insanlar kendi
cinsleriyle daha rahat arkadaşlık ederler. Böyle toplumlarda kadın kadına
ilişkiler potansiyel bir güç tabanı olarak görülebilir. Baskı ve zulmün
olmadığı bir mikro dünya.
İletişim 2002/15
Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları
45
1. Tarihsel Süreç İçinde Kadınlar Arası Arkadaşlık
Edebiyat tarihine bakıldığında 1970’lerin ortalarına kadar erkekler
arası arkadaşlıklara detaylı olarak yer verildiği, kadınlar arası arkadaşlıkların
ise neredeyse yok sayıldığı görülmüştür. 12. ve 20. Yüzyılda geçen Fransız
romanları üzerine yapılan incelemeler sonunda kadınlar arası arkadaşlığın
pek rastlanmadığı, varolan örneklerde de kadınlar arası arkadaşlıkları
önemsizleştirme eğilimi olduğu göze çarpmaktadır.
L. Faderman, Freud’dan bu yana kadınlar arası yakın fiziksel temasa
dayalı arkadaşlıkların imkansız hale geldiğini çünkü bunun anlamının seks,
lezbiyenlik dolayısıyla hastalık olarak algılandığını söyler (1992:7). Bu
nedenle bu çalışmada lezbiyenlik ayrı bir sınıflama ve çalışma alanı olduğu
ve başka araştırmaların konusu olabileceği için ele alınmamış, ayrı
tutulmuştur.
2. Kadınlar Arası Arkadaşlık Türleri
Pat O’Connor (1992: 56)’a göre kadınlar arası arkadaşlıkları,
tarafların evli, bekar ve dul olmalarına göre üç türe ayırabiliriz.
2.1.Evli Kadınların Arkadaşlıkları
Evli kadınların ilişkileri, kadının çok kimlikli yaşamı gereği
güçlüklerle doludur. Evli kadınlar, çelişkili görünse de hem birbirlerine son
derece bağlıdırlar hem de birbirlerini kıskanırlar. Evli kadınlar arası
ilişkiler, birbirleriyle olan pratik yardımlar ve eşler üzerinden gerçekleşen
samimi paylaşımlar ile karakterize edilebilir. Evli kadınlar arası ilişkilerin ilk
belirleyicisi duygusallık (heyecan ve eğlence ve dinlenme zamanlarını
paylaşma), iyi anne ve eş olma ile sterotipleşen (kalıp yargı haline gelen) ev
içi hizmettir (1992: 59).
Kadınların evlilik ile ilgili statülerini de evlilik çemberi içinde
kocalarının sınıfsal konumları belirlemektedir. Kadınlar arası ilişkilerde de
kadınların davranışları kocalarının sınıfsal konumlarına bağlı olarak gelişir.
İletişim 2002/15
Aslıhan Doğan TOPÇU, Aydan ÖZSOY, Y.Gürhan TOPÇU
46
M. Bulmer, evlilik ve arkadaşlık arasındaki ilişkide şu argümanları
savunmaktadır: Her ikisi de yakındır, yüz yüzedir, birincil ilişkilerdir ve
alternatifsizdir. Kültürel ve sosyal yapıda, erkeğin ve kadının farklı değerler
ve inançlara sahip olarak dünyalarının ayrıldığına işaret eder. Batı
toplumlarında aşk ve sadakat kadınsı değerler olurken, iş, kariyer ve güç
erkek ideolojisinin faktörleri olarak kalır. Bu farklı değerler, kadın ve
erkeğin birbirini anlamasını zorlaştırır. Burada görünen yapısal ve kültürel
engellerdir Sınıf farkı, çalışıyor olmak ya da olmamak evli kadınların
arkadaşlıklarının tipini etkilemektedir. İşçi sınıfı ve orta sınıf kadınlarının
arkadaşlıkları farklıdır. Çalışan sınıfın arkadaşlıklarını kuruluşlar ve klüpler
belirlerken, çalışmayan kadınların statüsünü daha çok kocalarının statüsü ve
ev yaşamı belirlemektedir. Sonuç olarak, onaylanmış sosyal ilişkilerde ki
ideolojik sınırlamalar ve ataerkil kültüre ait baskılar, grup kimlikleri ve
aidiyetleri, alışkanlıkları, evli kadınların ilişkilerini etkilemektedir. Baskılar,
kadınların arkadaşlıklarında gözlerini korkutur, cesaretlerini kırar (1992: 7477).
2.1.1. Evli Kadınların Arkadaşlık Tipolojileri
Evli kadınların arkadaşlıklarını inceleyen çalışmalar üç grupta
toplanabilir: Birinci grupta, evli kadınlara arkadaşlıklarının derecelerini
soran (yakın, çok yakın ve en yakın sınıflandırmasına bağlı kalarak) ve bu
sorulardan yola çıkarak sınıflayan çalışmalar (sayılarla ölçmeye dayalı).
İkinci gruptaki çalışmalar, kimlik üzerine yoğunlaşan çalışmalar ve üçüncü
gruptaki çalışmalar da farklı arkadaş kimliklerini ve bu kimliklerin evli
kadınların yaşamındaki durumunu inceleyen çalışmalardır.
Kadınlar arasındaki duygusallıklar ve aralarındaki gizlilikler onların
varoluş biçimleri olarak adlandırılır. Kadınlar yaşamda yalnız onların bildiği
bu gizil bağları ile birbirlerini olumlar ve savunurlar. A.B.D.de yapılan
araştırmalarda kadınların sorunlarını kocalarından çok yakın arkadaşlarıyla
konuşmak istediklerini ortaya koymuştur. Kadınlararası arkadaşlıklarda
sosyal gerçeklikler bağlamında öncelikli olan ilişkinin kalitesi ve
psikolojisidir (O’Connor 1992: 58-67).
İletişim 2002/15
Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları
47
Evli kadınların arkadaşlıkları için kapsamlı bir tipoloji geliştirilmiştir.
Bu tipolojiye göre arkadaşlıklar şu şekilde sınıflandırılmaktadır:
Güven üzerine kurulu ilişkiler: Bu ilişkiler yüksek oranda güven
üzerine kuruludur ve bu tip ilişkilerde kadınlar, haftada 2 veya 3 kez
görüşürler.
Beslenen, büyüyen ilişkiler: Bu tür ilişkiler zamana bağlı olarak
gelişir. Pratik yardımlar temellidir. Bu tip ilişkilerde kadınlar, haftada 2 veya
3 kez görüşürler.
Cana yakınlık üzerine kurulu ilişkiler: Birbirini desteklemek
üzerine kuruludur. Bu tip ilişkilerde kadınlar, haftada 2 veya 3 kez
görüşürler.
Potansiyel gizil (gelişmemiş) ilişkiler: Bu tür ilişkiler duygusal
bağlarla karakterize olur. Öncelikli olan ilişkinin kalitesi, verimliliğidir ve
kadınlar bu tür ilişkilerinde seyrek görüşürler.
araştırmalar, kadınların
çoğunluğunun birinci ve üçüncü tipte ilişkileri, çok azının da ikinci tipte
ilişkileri tercih ettiğini göstermiştir (1992: 66-67).
2.2. Bekar Kadınların Arkadaşlıkları
O’Connor (1992: 115)’a göre, bekar kadınların arkadaşlıkları, direkt
ya da dolaylı olarak hayata karşı bir tampon görevi görür. Bekar kadınların
arkadaşlıkları; hiyerarşik olmayan, amaç ve problemlerin benzer olduğu ve
eğlence (jogging ve tenis gibi) aktivitelerini içeren arkadaşlıklar olarak
tanımlanmaktadır.
Bekar kadınların arkadaşlıklarının bitişinde farklı etmenler rol oynar.
Fiziksel ayrılık, yeni arkadaşlar bulunması, beğenilerin değişmesi, evlilik ve
romantik ilişkilere başlanması arkadaşlıkların bitmesinde ki önemli
faktörlerdir.
İletişim 2002/15
Aslıhan Doğan TOPÇU, Aydan ÖZSOY, Y.Gürhan TOPÇU
48
2.3. Dul Kadınların Arkadaşlıkları
Boşanmış kadınlar üzerine yapılan araştırmalarda kadınların
boşandıktan sonra geleneksel akrabalık ilişkileri istemediklerini ve yeni
ilişkilerini daha az geleneksel bağa göre yaptıkları ortaya çıkmıştır. Bu yeni
durum da akrabalık ilişkilerini zayıflatır veya dönüştürür. Bekar ve dul
kadınların arkadaşlıklarında psikolojinin önemini açıkça ortadadır. Dul
kadınlar arası arkadaşlıklarda diyalektik süreç önemlidir ve ilişkilerin
gelişmesinde büyük rol oynar.
O’Connor, Wheeler ve Wilcox’un araştırmalarından yola çıkarak üç
tip kadın arkadaşlığının da, kadınları etkilediğini söylenebilir. Evli kadınlar
arkadaşlıklarını daha çok eşleri ve evleri üzerinden kurdukları için birbirleri
üzerinde daha çok bu alanlarda etkili olmaktadırlar. Bekar kadınların
ilişkileri, daha çok hayata karşı tampon görevi gördüğü için ve çoğunlukla
eğlence amaçlı birliktelikleri barındırdığı için etki gücü bu alanlarda
geçerlidir. Dul kadınların arkadaşlıklarında ise boşanmış olmaktan dolayı
geleneksel ağ zayıfladığı için etkileme ve etkilenme düzeyi yükselmiştir. Dul
kadınların arkadaşlıkları, özellikle psikolojik kökenli yoğun duygusal
etkilere açıktır (aktaran O’Connor,1992: 109-115).
B. Filmlerde Kadın Arkadaşlığı
1. Popüler Hollywood Filmlerinde Kadınlar Arası Arkadaşlık
Sinemada kadın arkadaşlığı denildiğinde Hollywood Sineması’na
değinmeden geçilemeyeceği açıktır. Popüler Hollywood sineması ilk yıllarda
kadınlar arası arkadaşlığı kadınları birbirine düşman gören ve sürekli
yarıştıran bir tarzda sunmuştur. İlk yıllarda Hollywood Sineması, Gledhill
(aktaran Tasker, 1998: 139)’in ifadesiyle; jeste dayalı, görsel ve müzikal
aşırılıklar barındırmaktadır. Hollywood melodramlarında farklı dişilik
tanımları içinde kadının sınırları içinde arzu, ödev ve sorumlulukları vardır.
Klasik Holywood filmlerinde; Stella Dallas (1937), Blonde Venus (1932),
Mildred Pierce (1945) ev hapishaneye benzetilir ve anneliğe özgü fedakarlık,
kadınsı arzuların cezalandırılması, filmlerde kurulan sosyal ve kültürel
İletişim 2002/15
49
Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları
yapılardır. Bu yapılara aykırı davranan, egemen değerlere başkaldıran
kadınlar filmin sonunda bir şekilde cezalandırılır. Bu durum son yıllarda
kadın filmlerinin ve lezbiyen filmlerin artışıyla değişir. Son dönem
Hollywood’da baş kahramanları kadın olan filmler sayıca artmıştır. Daha
önceleri suç içinde görülen lezbiyen eşler, baş kahraman kadınlar birbirine
zıt ve düşman olarak sunulmazlar. Aksine artık omuz omuza yürüyen kadın
kahramanların olduğu filmler yapılmaktadır. Popüler sinemanın ilk
yıllarında karşı cins ile kurulan romantik ilişkinin yerini artık kadın
arkadaşlıklarının aldığı filmler de yapılmaktadır (Tasker, 1998: 141).Bu yeni
durumu feminist hareketin yükselişi ile ilişkilendirmek mümkündür.
Feminist söylem kadın filmleri için şu genellemeleri yapmaktadır: Bu
filmlerde, kadının arzuları, hareketli bedeni, duygusal sorumlulukları vardır
ve kadınlar arasında ki farklılıklar; ezilenin yanında ezilmeyen, geleneksel
olanın yanında modern (kişisel özgürleşimini daha çok gerçekleştirmiş) olan
ön plandadır. Yine kadın filmleri için söylenebilecek önemli bir nokta
kadınların bağımsız davranabilmesi ve erkeklere karşı güçlü olmalarıdır. Bu
güç eski klasik Hollywood filmlerinde ki gibi birbirlerini ezerek ve
birbirlerine rağmen değil, birbirlerinin desteğiyle, birbirleriyle dayanışarak
gerçekleşmektedir (Tasker,1998: 142-143).
2. Türk Sinemasına Genel Bir Bakış ve Atıf Yılmaz’ın Kadın
Filmleri
Türk sinemasına genel olarak bakıldığında kadın karakterlerin
hangi sınıf ya da toplumsal statüye ait olurlarsa olsunlar temelde egemen
değerlere uygun olarak konumlandırıldıkları gözlemlenmektedir.
Özellikle kültürel bir biçim olarak daha çok popüler filmler
aracılığıyla ‘kadın olmanın anlamları üretilmeye çalışılmış ve
seyirciye sunulmuştur. Kuşkusuz bu yapılırken de Türkiye’deki
ataerkil düzenin iktidar ilişkileri ve ideolojisinin gerekleri
doğrultusunda kadın modelleri çizilmiştir (Künüçen, 2001:57).
İletişim 2002/15
Aslıhan Doğan TOPÇU, Aydan ÖZSOY, Y.Gürhan TOPÇU
50
Sözü edilen bu durum özellikle 1980’lerin başına dek Türk
sinemasında yaygın olarak görülmüştür. Ancak 1980’den sonra Türkiye’de
siyasal toplumsal ve ekonomik alandaki değişimlere paralel olarak kültürel
alanda özellikle de sinemada oldukça büyük değişimler olmuştur. 1980
askeri darbesi toplumun her alanında olduğu gibi sinemada da etkilerini
göstermiştir. Darbenin sinemaya etkisi özellikle filmlerin konu ve
temalarında kendini belli eder. Darbe sonrası Türkiye ortamına en uygun
filmler öncelikle ideolojik söylemi olmayan kadın konulu filmler olacaktır
kuşkusuz. Atıf Yılmaz da 80’lerdeki değişimi ve sinema sektörünün içinde
bulunduğu durumu kendisiyle yapılan bir röportaj da şöyle ifade etmektedir.
Türkiye’deki sosyal yapı değişiklikleri, özellikle 1980 öncesi
yaşanan olaylar, kitle iletişim araçlarının gelişmesi, ekonomik
sıkıntı, sinemanın asıl seyircisi olan orta sınıfın, ailenin, evlerine
kapanmalarına neden olunca iyi filmle kötü film arasındaki
uçurum iyice büyüdü. Sinemayı sadece para kazanmak için bir
araç olarak gören yapımcılar, bu değişime hemen ayak uydurup
sokaktaki lumpen seyirciye yönelik filmler üretmeye koyuldular,
erotik komediler, giderek soft porno filmler ve şarkılı türkülü
Arabesk filmler bu dönemde ortaya çıktı (1995: 261).
Türk sineması bu gelişimlerin ışığında, toplumsal hayatta pek karşılığı
ve inandırıcılığı olmayan konular ve karakterlerden sıyrılarak daha gerçekçi
konulara yönelmiştir. Türk sineması “bugün”ün insanını gündeme getirerek
onların sorunlarını çağdaş bir bakış açısıyla işlemeye başlamıştır.
Bu sorunların başında adeta yeniden kadın seyirciye ulaşmanın
yollarını araştıran ve canlandırılmaya çalışılan Türk sinemasında
“kadın
filmleri” olarak adlandırılan filmlerdeki kadınlara
yönelik konular gelmektedir. ...Yalnızlıkları, bunalımları,
direnişleri, kıskançlıkları, beraberlikleri, sevgileri, cinsel kimlik
arayışları beyazperdeye yansır. ...Özellikle kentsoylu, aydın,
bakımlı ve güzel kadınların sosyal konumları ...kimlik arayışı,
belirli bir düzeye vardığını gösteren Türk toplumunda yeni
İletişim 2002/15
51
Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları
değerlerin giderek yeni duyguların da beraberinde geldiği
gerçeği içinde anlatılmaya çalışmıştır (Künüçen, 2001:57, 59).
Türk sinemasında kadın konusuna eğilen ve kadınları egemen yapının
dışında kendi ayakları üstünde durabilen bireyler olarak sunan az sayıdaki
yönetmen içinde Atıf Yılmaz, 1980’lerden itibaren öne çıkar. Atıf Yılmaz’
ın kadın filmleri denildiğinde akla ilk gelen yönetmen olmasının nedeni
filmlerini çektiği dönemdir.
Bu dönemde ihtilalinin getirdiği siyasal ve ideolojik kısıtlamaların
yarattığı düşünsel boşlukta kadın hareketi yükselmeye başlamıştır. 80 öncesi
Türk sineması seks filmlerinin yoğun olarak çekildiği bir dönemi yaşamıştır.
Sinemamızda seks filmleri furyası 1980’den sonra yerini az sayıdaki
nitelikli yapımın yanı sıra arabesk filmlere bırakmıştır (Scognomillo,
1998:216). Atıf Yılmaz kadın filmlerine yönelme nedenini şöyle ifade eder:
Kadın kahramanlar seçişimin nedeni, Türkiyeli kadınların,
erkeklere göre, daha aktif ve dram kişisi olmalarından
kaynaklanıyor. Erkeklerimiz örfler, adetler, gelenekler ve
yasalarla belirlenen, korunan, çeşitli haklarla dünyaya geliyor,
fazla düşünmeden, biraz da bunu sefasını sürüyorlar.
Kadınlarımızsa ya bu haklardan yoksun olmaya razı oluyor,
hayatı boyunca bunu acısını çekiyor ya da bu hakları elde etmek,
kadınlık onuruna sahip çıkmak mücadelesine girişiyor. Kesin
kastlar oluşmadığı için, insanlar bir yerden başka bir yere
sürükleniyor, sürüklendiği yerdeki işlevim ne sorularını, bilinçli
ya da bilinçsiz, kendine sormaya başlıyor. Her kesimdeki
insanımız, özellikle de kadınlarımız bir kimlik arayışı içinde
debelenip duruyor (1995: 277).
C. Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kadınlar Arası Arkadaşlık
Filmlerde kadın arkadaşlıklarına, O’Connor, Weiss, Solana, Wilcox
ve Wheeler’in yukarıda sözü edilen arkadaşlıkla ilgili çalışmalarından yola
çıkılarak, 13 başlık altında bakılacaktır. Bu başlıklar şunlardır:
İletişim 2002/15
Aslıhan Doğan TOPÇU, Aydan ÖZSOY, Y.Gürhan TOPÇU
52
1. Arkadaşlıklarda yüksek güven sergileme
2. Arkadaşlıktan ötürü dönüşüm
3. Dert ortağı olma
4. Duygusal paylaşma
5. Özel Yaşamı paylaşma
6. Pratik yardımlaşma
7. Danışmanlık yapma
8. Başka ilişkilere göre (koca, anne, kardeş) oluşturma
9. Arkadaşlığın değerlendirilmesi
10. Eğlence amaçlı birliktelik
11. Görüşme sıklığı ve nedeni
12. Eş statüsü nedeniyle arkadaşlık yapma
13. Kimi konularda yarışma
1. “Dağınık Yatak” (Atıf Yılmaz, 1984)
Bu filmde Meryem, zengin erkeklerle metres hayatı yaşayarak lüks bir
hayat sürmektedir. Ferruh adlı çok zengin bir adamla birlikteyken, bir
davette gördüğü İsmail adlı genç bir garsona aşık olur. Gerçek aşkı
bulduğunu düşünmekte ancak yaşadığı hayattan da vazgeçememektedir. Bu
sırada yakın arkadaşı Sabahat hapisten çıkar ve arkadaşlıkları kaldığı yerden
devam eder. Sabahat, çelişkiler içinde olan ve yaşadığı duyguları
anlamlandıramayan Meryem’e “...sen aşıksın kızım, eğer gerçekten
seviyorsan herşeyi bırak, al İsmail’i çek git” der. Meryem de onun bu
öğütünü tutarak İsmail ile güneye gider. Böylelikle Sabahat’ın verdiği öğütle
bir dönüşüm geçirir, tüm yaşamı değişir. Sabahat, Meryem’in çevresinde en
güvendiği kişidir, ona adeta danışmanlık yapar, dert ortağı olur. Meryem,
özel yaşamını hiç çekinmeden anlatır ve ondan yardım bekler. Meryem
İsmail’le güneye gitmeden önce, Sabahat ile her gün görüşürler. Ferruh,
İletişim 2002/15
Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları
53
ortadan kaybolan Meryem’i bulmak ister ancak Sabahat “Meryem gitti,
ilişkinizin bittiğini söyledi” der ve yerini bilse de Ferruh’a söylemeyeceğini
ekler. Böylece Meryem’le pratik bir yardımlaşma gerçekleştirir. Meryem
Sabahat ile olan dostluğu sayesinde yaşamındaki kısır döngüyü kırar ve
büyük bir dönüşüm gerçekleştirir. Bundan sonra filmin akışında Sabahat’i
bir daha görmeyiz ancak o bir anlamda görevini tamamlamış ve Meryem’in
yaşamında olumlu yönde büyük bir değişim geçirmesine neden olmuştur.
Weiss ilişkilerin desteğe bağlı potansiyelini inceler ve altı koşul
tanımlayarak özellikle ikisi üzerinde durur: bağlılık ve sosyal bütünleşme.
Bağlılık güvenlik duygusu arayanlar tarafından sağlanır. Evlilik, kız
kardeşler, anneler, yakın kadın arkadaşlar tarafından sağlanır. Sosyal
bütünleşme ise sosyal aktiviteleri de kapsayan paylaşılan deneyimler ve
ortak ilgiler gibi samimi ilişkiler tarafından sağlanır. Meryem’in Sabahat’la
olan arkadaşlığında özellikle bağlılık ön plana çıkar. Meryem, Sabahat ile
arkadaşlığının gerektirdiği güvenlik duygusunu paylaşır. Weiss’a göre
bağlılığın yokluğunun karşılığı duygusal yalnızlıktır. Meryem, Sabahat ile
ayrıldığında güvenlik duygusunu da yitirir. Bağlılığa dayalı arkadaşlık
ilişkisi varken İsmail’den kendisini sevmesini beklemez ancak bağlılık
yokluğu duygusal yalnızlığı getirdiğinde Meryem de artık İsmail’den
kendisini sevmesini bekler.
Filmde baş karakter Meryem’in en yakın ilişkisi Sabahat’ladır. Onun
dışında Meryem’in arkadaşı olarak görülebilecek kadın karakterlerle
O’Connor’ın tanımladığı anlamda bir arkadaşlık ilişkisine rastlanmaz. Diğer
kadın karakterlerle arasındaki ilişkiler kıskançlık ve rekabete dayalı
ilişkilerdir. Filmde görülen tek gerçek kadınlar arası arkadaşlık Sabahat ile
Meryem arasındadır. Solano, arkadaşlığın üç fonksiyonunu tanımlar:
1.maddi ihtiyaçlar, 2.bilişsel ihtiyaçlar, 3.duygusal ihtiyaçlar. Birincisi para,
hizmet gibi yardımlar ve bunları vermeye istekli kişilerin mevcudiyetine,
ikincisi konuşma, fikirler gibi duygulara olan ihtiyaca, üçüncüsü de sevgi
verip almaya, kabul görüp güven duymaya işaret eder. Bu filmde Meryem ve
Sabahat’ın arkadaşlığının Solano’nun bilişsel ve duygusal ihtiyaçları
karşılayan fonksiyonlar üzerine kurulduğunu görüyoruz.
İletişim 2002/15
Aslıhan Doğan TOPÇU, Aydan ÖZSOY, Y.Gürhan TOPÇU
54
2. Dul Bir Kadın (Atıf Yılmaz, 1985)
Filmde Suna adında 13 yaşındaki kızıyla yalnız yaşayan dul bir
kadının öyküsünü anlatır. Suna üniversite eğitimi almış maddi imkanları
yerinde bir kadındır. P.O’Connor’ın belirttiği gibi çevresindeki kadınlarla
eğlence amaçlı, daha çok yemekler, dernek toplantıları ve alışverişlerde
birlikte olur. Wilcox boşanan kadınların yeni ilişkilerini geleneksel bağa
göre kurmak istemediklerini belirtir. Suna Wilcox’un düşüncelerine uygun
biçimde çevresinin baskısına ve ona uygun zengin koca adayları
bulunmasına rağmen eski geleneksel bağlarını istememektedir. Suna’nın en
yakın arkadaşı bir reklam şirketinde çalışan ve bekar olan Ayla’dır. Ayla ve
Suna arasındaki ilişki güvene dayalı ve duygusal paylaşmaların yoğun
olduğu bir ilişkidir. Weis’in arkadaşlık ilişkilerinin desteğe bağlı potansiyeli
için öngördüğü altı koşuldan ikisi olan bağlılık ve sosyal bütünleşme bu
ilişkide tam olarak görülmektedir. Dert ortağı olma, özel yaşamı paylaşma,
gerektiğinde birbirlerine danışmanlık yapma ve eğlenme yine Suna ve Ayla
ilişkisinde karşımıza çıkar.
Suna ve Ayla’nın ilişkisi ressam ve fotoğraf sanatçısı Ergun’un
hayatlarına girmesi ile değişir. Ergun’a aşık olan Suna, Ayla’nın ve
çevresinin tepkilerine rağmen onun arkasından Ayla ile birlikte Bodrum’a
gider. Bu gidişin nedeni Ayla’nın aldatılarak ayrıldığı erkek arkadaşının
izlerini silmek gibi görünse de asıl amaç Ergun’dur. Üçünün birlikte olduğu
Bodrum tatilinde de Ayla-Suna arkadaşlığı bir dönüşüm yaşar. Çünkü Ergun
her iki kadın ile birlikte olur. Suna, Ayla’nın Ergun ile olmasını
hazmedemez ve İstanbul’a geri dönmek ister. Fakat Ergun yola çıkan
Ayla’yı otobüsten geri çevirir. Bu üçlü ilişki Ayla-Suna arkadaşlığının
değerlendirilmesine neden olur. O’Connor’ın belirttiği gibi potansiyeli
güçlüklerle dolu olan kadın ilişkilerinde bağlılık ve kıskançlık biraradadır.
Ayla ve Suna hem birbirlerini kıskanırlar hem de ayrılamazlar. Ergun’un
Suna’ya engel olmasının ardından Ayla İstanbul’a geri döner. Suna da
Ergun’un sonunda şiddete varan aşağılamalarına dayanamaz ve kısa bir süre
sonra geri döner. İki kadın İstanbul’da arkadaşlıklarına eski sıcaklığında
devam ederler ve her şeye rağmen iki kadın birbirlerine olan ihtiyaçları
yüzünden tekrar bir araya gelirler.
İletişim 2002/15
Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları
55
İşte Wheeler’ın dul kadınlar için söylediği gibi psikolojik paylaşım ve
diyalektik sürecin önemi Ayla ve Suna’nın birbirlerine olan iletişim
ihtiyacında kendini göstermektedir. Okul arkadaşı da olan Ayla-Suna ve
Gönül, zaman zaman eğlence amaçlı birlikte olurlar. Filmde çapkın ve deli
dolu kişiliği ile verilen Ergun karakterinin çeşitli kız arkadaşları, film
boyunca Suna için rekabet ettiği ve kıskandığı kadınlar olarak karşımıza
çıkarlar.
3. Ahh Belinda (Atıf Yılmaz,1986 )
Ahh Belinda filminde yalnız yaşayan, tiyatro oyuncusu olan Serap’ın
bir reklam filmi için evli, iki çocuk annesi bir kadını canlandırması ve
kendini birden canlandırdığı Naciye olarak bulması anlatılmaktadır. Serap,
Naciye kişiliğinden ve bu gerçeküstü durumdan kurtulmaya çalışır. Kocasını
canlandıran oyuncu gerçekten kocası, çocuklarını canlandıran oyuncular
gerçekten çocukları olmuştur. Serap Naciye kimliğini reddeder ve kendisinin
Serap olduğunu kanıtlamak ister ancak eski yaşamından hiçbir iz yoktur.
Serap, bir süreliğine akıl hastanesine yatırılınca Naciye kimliğini kabul etmiş
görünür. Artık Serap’ın yani Naciye’nin en yakın arkadaşı, komşusu ve aynı
zamanda iş arkadaşı olan Feride’dir.
Filmde evli kadınlar arasında yaşanan arkadaşlıklar söz konusudur.
Evli kadınlar arası arkadaşlıklarda Gouldner ve Strong erkeklerin –
kocaların- kendileri ile birçok şeyi paylaşmadıkları için kadınların gizli, üstü
örtük ilişkilere ihtiyaç duyduklarını belirtir. O’Connor’ın tanımlamasına
göre Naciye ve Feride yakın arkadaştırlar ve arkadaşlıkları O’Connor’ın
tanımladığı ve birinci tip olarak nitelediği güvenli/güven üzerine kurulu
ilişkiler sınıfına girmektedir. Feride Naciye’nin dert ortağıdır. Birlikte ilgisiz
ve baskıcı kocalarını konuşarak bir duygusal paylaşım gerçekleştirirler.
Feride “... bütün gün işte uğraş, akşam gel yemek yap, bulaşık yıka, gece de
Osman beyi rahatlat” diyerek özel yaşamının yorucu ve sıkıcı yönlerini
Naciye ile paylaşır.
Naciye ve Feride arasında O’Connor’ın kadınlar arası arkadaşlık
ilişkilerinde vurguladığı konulardan en baskını olan pratik yardımlaşma
İletişim 2002/15
Aslıhan Doğan TOPÇU, Aydan ÖZSOY, Y.Gürhan TOPÇU
56
görülür. Serap, Naciye’ye dönüşmeden önce Asiye Nasıl Kurtulur oyununda
başroldedir. Naciye’ye dönüştükten sonra da kendisini tanımayan
arkadaşlarına oyunculuğunu ispat ederek hastalanan bir oyuncunun yerine
yan rollerden birini almayı başarır. Ancak her akşam provalara gitmesi
gerekmektedir. Bu noktada Feride hem onun bu sırrını paylaşır, hem de
sorunun çözümü için akıl verir. “Müşterilerden biri bilet verdi, tiyatroya
gideceğiz deriz” der ve ilk prova böylece atlatılır. İkinci prova için de
“... bankanın yemeği var deriz” diyerek Naciye’ye ikinci kez akıl verir
ve onu zor durumdan kurtarır. Naciye için bir çeşit danışman gibidir. Ancak
Feride’nin kocası kuşkulanır ve şiddet uygulayarak gerçeği öğrenir. Feride
istemeden de olsa uğradığı baskı ve şiddet sonucu arkadaşına ihanet etmiştir.
O’Connor, kadınlar arası ilişkilerin potansiyel güçlüklerle dolu olduğunu
söyler. Birbirine bağlı evli kadınlarda çelişkili görülse de kıskançlık ve
bağlılık bir aradadır. Feride de Naciye’yi sevmesine, ona tüm gücüyle
yardım etmesine rağmen hayatındaki değişiklikleri, tiyatrocularla olan
arkadaşlıklarını, oyunculuğunu kıskanır. Ona göre Naciye, Feride’nin sıkıcı
yaşamının yanında büyülü bir dünyaya girmiştir. Kocası kendisini dövünce
“... iyi be, karı deli numarası ile gezip tozuyor, artist oluyor, dayağı biz
yiyoruz” diyerek kıskançlığını belli eder.
4. Kadının Adı Yok ( Atıf Yılmaz, 1987)
Bu film, Işık adlı kadın kahramanın kişiliğinde toplumda genelde tüm
kadınların, özelde çalışan, bağımsız kadınların yaşadığı güçlükleri sergiler.
Işık’ın çocukluktan itibaren erkeklerle ilişkileri, babasının baskıları geriye
dönüş (flashback) sahneleriyle verilir. Filmde kadınların erkek egemen
dünyada yaşadıkları sorunlar ve bunları aşmak için nasıl bir dayanışma
gösterdikleri sergilenir. Örneğin filmde Işık’ı lise yıllarında gördüğümüz bir
sahnede, arkadaşının biri hamile olduğunu söyler ve bu sırrını Işık ve diğer
arkadaşlarıyla paylaşır. Hamile arkadaşı sevgilisiyle buluştuğunda Işık onları
gözetler. Sevgilisi çocuğu inkar edince arkadaşının yerine Işık sinirlenir ve
saldırır. Burada kadınların tek tek arkadaşlığı yerine bir grup arkadaşlığı ve
dayanışma örneğini görürüz. Dert ortaklığı, duygusal paylaşım ve pratik
İletişim 2002/15
Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları
57
yardımlaşma hep grup içerisinde yer alır. Işık erkek arkadaşıyla buluşacağı
zaman babasına kız arkadaşlarıyla toplanacağını söyler. Sevgilisiyle
buluştuktan sonra da babasının kendisini alacağı kız arkadaşına gelir ve
onlara nasıl seviştiklerini anlatır. Işık’ın arkadaşlarıyla ilişkisi anne ve
babasıyla olan ilişkisine göre daha yakın ve içtendir. Anne ve babasıyla
konuşup paylaşamadığı şeyleri arkadaşlarıyla paylaşır.
Işık’ın kız arkadaşlarıyla gösterdiği dayanışma daha sonra da devam
eder. Üniversiteden bir kız arkadaşının yardımıyla bir reklam şirketinde iş
bulur. Ancak aynı arkadaşı onun projesini kendi projesi gibi sunmaktan
çekinmez. Yine burada da O’Connor’ın kadınlar arası ilişkilerde kıskançlık
ve bağlılığın bir arada görülebileceği örneği gözlenmektedir.
Işık, iş yerinden arkadaşı olan Mehmet’e aşık olur. Ancak Mehmet
evlidir. Mehmet’in karısı Sevil ilişkilerini bilmektedir ancak tepki
göstermez, hatta Işık’ı yemeğe çağırır. Işık ve Sevil, aynı erkeği
paylaşmalarına rağmen arkadaş olurlar. Işık kocasını terk ettiğinde Mehmet
ve Sevil’in evine gelir, ağlayarak Sevil’e sarılır. Sevil, kocasının ve diğer
erkeklerin anlayışsızlığından yakınan Işık’a “... biz kadınız, güçsüz
olmalıyız, yoksa kırarlar” diyerek onu teselli etmeye çalışır. Işık bir süre
Sevil ve Mehmet’in evinde yaşar. Birlikte otururlarken Sevil Işık’a “... seni
gerçekten çok sevdim” der. Işık da “... seni çok üzdüm değil mi” diye cevap
verir. Bu sahne özellikle kadınlar arası dayanışmanın en güçlü vurgulandığı
sahnedir. Yönetmen aynı erkeği kıskanmadan, kavga etmeden paylaşan iki
kadını bu şekilde sergileyerek kadın arkadaşlığını yüceltir.
Filmde bir diğer dayanışma örneği de yüzünü hiç görmediğimiz
Sumru’nun zor durumdaki Işık’a yazlığını vermesidir. Işık İstanbul’a döner.
Filmin sonuna doğru bir pastanede lise yılarından bir arkadaşıyla karşılaşır.
İkisi yıllar sonra ilişkileri hiç kopmamış gibi aynı sıcaklıkta devam ettirirler.
Sonuç
Tasker (1998), kadın filmlerinin önemli bir özelliğinin başrol
oyuncularının kadın olması, erkeklerin ikincil ve üçüncül rollere sahip
İletişim 2002/15
Aslıhan Doğan TOPÇU, Aydan ÖZSOY, Y.Gürhan TOPÇU
58
olmaları olduğunu belirterek bu tür filmlerde erkeklerin asıl sorunun
kaynağını oluşturduklarını, ayrıntılarıyla gördüğümüz kadın karakterlerin
sayısız alt üst oluş yaşadıklarını (ya da geçmişlerinde yaşayarak), ve
erkeklerin dünyasına karmaşa taşıyarak girdiklerini belirtir. Böylelikle
kadınların dünyasının erkeklere oranla duygusal ve karmaşık olduğunu
vurgular.
Gerçekten de çalışmada incelenen dört filmin tümünde baş rollerin
kadınlara verildiği ve kadınların dünyalarının da oldukça karmaşık olduğu
görülmektedir. Ancak kadınlar yaşamlarındaki bu karmaşa ve sorunları
çalışmanın kuramsal temelini oluşturan “kadınlar arası arkadaşlık ve
dayanışma” yoluyla çözmüşlerdir.
Bu çalışmada, Atıf Yılmaz’ın dört filminde kadınlar arası arkadaşlık
incelenmiş ve çalışmamızın başından beri temel alınan Pat O’Connor’ın
araştırmasının incelenmesiyle belirlenen on üç başlıktan dert ortağı olma,
danışmanlık yapma, özel yaşamı paylaşma, pratik yaşamı paylaşma ve
duygusal paylaşımın en sık rastlanan kadınlar arası arkadaşlık ve
dayanışma pratikleri olduğu gözlenmiştir. Bu bağlamda Atıf Yılmaz’ın
Yeşilçam’ın ataerkil yapısı içinde film çeken bir yönetmen olmasına rağmen
filmlerinde kadınlara ve sorunlarına duyarlılıkla yaklaştığı ve sorunların
çözümünde kadınlar arası arkadaşlığa, dayanışmaya özel bir önem verdiği
sonucuna varılmıştır.
Notlar
1.
Çalışmada yer verilmeyen ama vurgulanması gerektiği düşünülen bir nokta, Halit
Refiğ’in Türk sinemasında kadın filmleri çeken bir başka önemli yönetmen
olarak anılmadan geçilmemesi gerekliliğidir. Ancak Halit Refiğ’in kadın konulu
filmlerini çektiği döneme tarihsel olarak bakıldığında A.Yılmaz’dan ve 1980
sonrasından farklı olarak Türkiye’nin içinde bulunduğu toplumsal ve sosyal
koşulların değişik olduğu görülebilir. Türkiye’nin gündemi o dönemde 1961
anayasasının toplumsal ve siyasal hayata yansımaları ile doludur ve düşünsl ve
sosyal alanda kadın meselesi bir sorun olarak görülmemektedir. 1980 sonrasında
olduğu gibi toplumsal ve siyasal hayatta henüz bir kadın hareketi oluşmamıştır.
Filmlerine bakıldığında Halit Refiğ’in, kadını sosyolojik bir olgu olarak görüp
toplumdan soyutlamadan, kadın sorunları üzerine düşündüğü görülebilir . Belki
de bu nedenle filmlerinde değişik sosyal sınıflardan kadınların sorunlarına
İletişim 2002/15
59
Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları
eğilmiş olması, O’nu kadın filmleri çeken bir yönetmen olarak diğer
yönetmenlerden ayırıcı ve öne çıkarıcı bir işlev görmemiştir. Sonuç olarak Halit
Refiğ’in filmlerinde yer verdiği kadın karakterlerle ilgili bir ayrı çalışma
yapmanın gerekliliği de açık bir biçimde ortaya çıkmıştır.
2.
Bu çalışmanın tümünde yer verilen kuramsal bilgiler Pat O’CONNOR’ dan
alınmıştır. Kuramsal kısımda bilgiler verilirken gerek metin içinde kaynak
gösterme yöntemi ile gerekse kaynakça kısmında, temel alınan kaynak açık
biçimde verildiği için filmlerin incelenmesinde tekrarlanan kuramsal bilgilerde
tekrar metin içinde kaynak gösterme yöntemine başvurulmamıştır. Bu durum,
film incelemelerinde kuramsal kısımdakinden farklı ve yeni bir bilgi
bulunmaması ve film anlatımının bütünlüğünün bozulmaması için makalenin
yazarları tarafından yeğlenmiştir.
3.
Filmlerin incelenmesinde önce özet yaparak sonra kuramsal bilgileri filmlere
uygulama yöntemi tercih edilmemiştir. Çünkü, önce özet yapılarak sonra
kuramsal bilgilerin filmlerin incelenmesi için uygulanması aşamasında yoğun
tekrarlar yapılması gerekeceği ortaya çıkmıştır. Bunun yerine film özeti ve
kuramsal bilgilerin filmlere uygulamasının paralel biçimde yürütülmesinin
okuma kolaylığı sağlayacağı düşünülmüştür.
*
Bu çalışmanın oluşumunda desteklerini esirgemeyen Gazi Üniv. İletişim
Fakültesi Radyo TV Sinema Bölümünden Prof. Dr. Seçil BÜKER ve Arş
Gör.Levent YAYLAGÜL’e teşekkür ederiz.
Kaynaklar
• Büyük Türk Sözlüğü, (1988), İstanbul: Doğan Yayınları, s. 63.
• KÜNÜÇEN, Hale, (2001), “Türk Sinemasında Kadının Sunumu
Üzerine”, Kurgu Dergisi , S.18, s. 51 – 64.
• SCOGNOMILLO, Giovanni, (1998), Türk Sinema Tarihi,
İstanbul: Kabalcı Yayınevi, s. 216.
• O’CONNOR
Pat. (1987), Friendships Between Women A
Critical Rewiew , New York:The Guilford Press, s. 1- 118.
• TASKER, Yvonne. (1998), Working Girls Gender and Sexuality
In Popular Cinema, Blm:6, s:139-160 Routledge Pub, s. 139 – 143.
• Türk Dil Kurumu Sözlüğü, (1988), Ankara: TDK Yayınları, s.86.
• YILMAZ Atıf (1995),
Yayınları,2.Baskı, s. 261 – 277.
Söylemek
Güzeldir,
İstanbul:
Afa
İletişim 2002/15
Aslıhan Doğan TOPÇU, Aydan ÖZSOY, Y.Gürhan TOPÇU
60
Özet
Son yıllarda sosyal bilimler disiplini içersinde kişisel çalışmalara
verilen önem artmıştır. Bu bağlamda, arkadaşlık kavramı da özel bir
araştırma alanı haline gelmiştir.
Bu makalede, Pat O’Connor’ın alan araştırmasından yola çıkılarak
arkadaşlık ve dayanışma kavramları onüç başlık (arkadaşlık ve dayanışma
biçimini anlatan) altında toplanmıştır. Atıf Yılmaz’ın 1980’lerde çektiği ve
kadın problemlerine odaklanan dört filmi, araştırmadan çıkarılan bu başlıklar
kullanarak incelenmiştir.
Kentli orta sınıf kadınlar arasındaki arkadaşlıkların ele alındığı bu dört
filmde, onüç başlık altında toplanan arkadaşlık biçimlerinin sıklıkla
bulunduğu belirlenmiştir. Bu çalışmadan yola çıkarak Atıf Yılmaz’ın, Türk
film endüstrinin ataerkil yapısı içerisinde film çeken bir yönetmen olmasına
rağmen, kadınlara ve kadın sorunlarına farklı bir duyarlılıkla yaklşan bir
yönetmen olduğu söylenebilir. Sonuç olarak, Atıf Yılmaz’ın filmlerine
bakıldığında kadınlar arası arkadaşlık ve dayanışmanın önemli olduğu ve
kadınların problemlerinin çözümünde güçlü bir şekilde arkadaşlık ve
dayanışma sergiledikleri görülmüştür.
Abstract
In the last decade, the emphasis on individuals in the social sciences
has been growing. Within this context, the concept of friendship has been an
area of special interest.
In this article, by using Pat O’Connor’s field research, we have
identified 13 topics in relation to the concept of friendship. These topics has
been appropriated (used to analyse) on four films of Atıf Yılmaz, who has
focused women’s problems in his films in the 1980’s.
In these four films, portraying urban middle-class women, we can
observe that these 13 topics are frequently used. Therefore, we would like to
suggest that, Atıf Yılmaz has developed a different sensibilitiy towards
women and their problems, although he has been operating within the
patriarchal structure of the Turkish film industry. Yılmaz emphasizes
solidarity among women for the resolution of the problem.
İletişim 2002/15
Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları
61
İletişim 2002/15
İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi:
Teorik ve Ampirik Açıdan Kamusal Senaryo Süreci∗
Zülfikar DAMLAPINAR**
Giriş
Siyasi iktidar olarak devlet ve hükümetlerin özellikle kriz ve bunalım
dönemlerinde razı olmaya istekli insanlar yaratması yani, rıza üretmesi
kaçınılmazdır. Bu bakımdan, belirgin bir kriz ortamında iktidar-rıza ilişkisini
incelemek hem normal şartlar altındaki ilişki biçimlerinden daha önemli hem
de daha elverişli olacaktır. Bu çalışmada iktidar-rıza ilişkisinin kitle iletişim
araçları üzerinden nasıl yürütüldüğünü tanımlamak, açıklamak üzere,
Türkiye’de 21 Şubat 2001 Tarihinde patlak veren ve “Kara Çarşamba”
olarak adlandırılan ekonomik kriz örnek olay seçilmiştir. Çünkü, Ekonomik
kriz dönemleri ‘yapısal’ gerginlikler olarak sosyal hareketlerin ortaya çıkış
sebebi ya da belirleyici bir dinamiğidir (Türkdoğan, 1997:28). Bu açıdan
bakıldığında, çalışmanın temel problemi şöyle özetlenebilir; Şubat 2001
ekonomik krizinin patlak vermesi ve uzunca bir süre etkili olan ağır
sorunlara karşın, Türkiye’de küçük çaplı birkaç esnaf eylemi dışında önemli
bir sosyal hareketlilik gözlenmemiş, örtük bir rıza görüntüsü oluşmuştur.
Buna karşılık, ekonomik durumun ortaya koyduğu şartların da etkisiyle
gelişen sivil eylemler sonucunda Arjantin’de dört ayda üç defa yönetim
değişikliği olmuş; hatta, Endonezya’da siyasal rejim yıkılmıştır. Türkiye’de
benzer ekonomik şartların hüküm sürmesine rağmen, böylesi olayların
yaşanmamasına sebep olarak; Türk toplum ve aile yapısı, inançları, dini
değerleri gösterilmiştir.
∗
S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ABD’de kabul edilen aynı adlı doktora tezinden
özetlenmiştir.
**
Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi
İletişim 2002/15
62
Zülfikar DAMLAPINAR
Ancak, Türkiye’nin 1980 ve öncesi yıllarda askeri darbeye yol açan
olayların temelinde yatan sebepler arasında ekonomik ve toplumsal kaos
gösterilmiştir (Bostancı 2002:34). Dolayısıyla, söz konusu ekonomik krizde,
münferit bireysel protestolardan başka belirgin bir sivil eylemin olmayışını
Türk toplum yapısı ve buna bağlı değişkenlerle açıklamak rasyonel bir
yaklaşım olmayacaktır. Yani, Scott’ın (1995:127) yaklaşımından da
hareketle, insanların iktidara itaat sebebi onu sadece içselleştirmeleri
değildir. Toplumsal yapı ve özelliklerin mevcut duruma karşı rıza gösterme
davranışına etkisi bulunmakla birlikte, bu durum bir potansiyelden ibarettir.
Razı olma potansiyelini harekete geçirecek olan başka faktörlerin göz önüne
alınması gerekmektedir. Bu anlamda bakıldığında, 1980’li yıllarla 2000’li
yılların Türk toplumunda gözlenen en önemli değişimlerden birisi kitle
iletişim araçlarının etkisi olmuştur. Dolayısıyla, rıza üretimindeki konumları
üzerine çalışmanın gerekliliği açıktır.
Bu çalışmanın temel amacı, iktidar ve uyguladığı politikalar sonucu
olaşan mevcut sosyal ve ekonomik şartlara kitle iletişim araçları üzerinden
kamusal rızayı sağlama sürecini tanımlamaya ve açıklamaya yöneliktir. Bu
bağlamda çalışma, iktidarın ekonomik kriz dönemlerinde kitle iletişim
araçlarının söylemleriyle toplumsal rızayı nasıl üretmeye ve korumaya
çalıştığını tespit etmek, kitle iletişim araçlarının mevcut duruma ilişkin
geliştirdiği söylem yapılarını ortaya koymak, böylece oluşan kamusal
senaryoya karşı gelişen bireysel/toplumsal tepkiyi ölçmek amaçlarını
gütmektedir.
Çalışmanın temel varsayımı; “İktidarın uyguladığı politikalar
sonucunda oluşan krizlerde, kitle iletişim araçlarının söylemlerini kullanarak
mevcut duruma karşı rıza üretme çabası, toplumsal razı olma eğilimini
doğurmaktadır” şeklinde ifade edilebilir. Buna bağlı olarak, “Kitle iletişim
araçlarının ekonomik krizlere ilişkin söylemi, yaşanan sosyal gerçekliği
‘kamusal senaryo’ ile manipüle etmeye yöneliktir”, “İktidara ve ekonomik
krize razı olmada ‘kamusal senaryo’ önemli bir rol oynamakta, sosyal
gerçekliğe bakış açısı buna göre şekillenmektedir” varsayımları sıralanabilir.
İletişim 2002/15
İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik .....
63
Yukarda açıklanan amaçlara ulaşabilmek ve varsayımları test
edebilmek açısından, biri eleştirel diğeri ampirik olmak üzere iki aşamalı bir
yöntem uygulanmıştır. Çalışmada, rıza üretiminin kitle iletişim araçlarına
dayalı boyutlarını inceleyen Eleştirel Söylem Analizi (Critical Discourse
Analysis), iktidar ve kitle iletişim araçlarının kamusal senaryosuna razı
olmanın ampirik sonuçlarını ortaya koyan ankete dayalı alan araştırması
yöntemleri kullanılmıştır. Çünkü, kitle iletişim araçlarını hangi odaklar
tarafından yönlendirildiği yani iktidar ve kitle iletişim araçları arasındaki
ilişkiler ve bu araçlarla toplumun nasıl etkilendiği; vatandaşın hükümete ve
siyasi konulara bakışının nasıl şekillendirildiği, bireylerin bunlara nasıl tepki
verdiği gibi konulara, eleştirel bir perspektiften ‘ekonomi-politik’, ‘kültürel’
ve ‘söylem’ analizleriyle çok geniş açılı bir yaklaşım zorunludur (Downing,
1995:20-24).
Çalışmada kullanılan yöntem, iletişim bilimlerinde kullanılan iki
temel yaklaşım olan eleştirel ve ampirik araştırma yönelimlerini bir arada
değerlendirmektedir. Çünkü; eleştirel iletişim araştırmaları, anadamar
iletişim araştırmalarından farklı olarak toplumsal iktidar ve iletişim
ilişkilerine odaklanarak (Fejes, 1994:252) sürekli ileti içeriği ve üretimi
üzerinde yoğunlaşması, ‘alıcıların yok olması tehlikesini’ gündeme
getirmekte (Fejes, 1994:256), alıcıların yeniden eleştirel çalışmalara dahil
edilmesini kaçınılmaz kılmaktadır (Fejes, 1994:267).
19 Şubat 2001 ve 30 Eylül 2001 tarihleri arasındaki yaklaşık yedi
aylık yayın süreleri boyunca Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Sabah ve Yeni
Şafak gazeteleri incelemeye alınmıştır. Analizde, gazetelerin vitrinleri olarak
kabul edilen birinci sayfalarından, sürmanşet ve manşet haberler metinleri
dikkate alınmıştır. Çünkü, gazete en önemli haberini ve (söylemini) burada
yapılandırır, olaya verdiği önemi ortaya koyar. Ayrıca, gazetelerde, dikkati
en çok çeken ve okuyucu tarafından en sık takip edilen alan ilk sayfalardır
(Güz, 1996:989). Kitle iletişim araçlarının ve mesajlarının rolünü anlamak
için söylem stratejilerine ve yapılarına bakmak gereklidir (van Dijk,
1996:10). Söylem analizi, dil gibi anlamsal eylemleri incelemek için bilimsel
bir yöntemdir (van Dijk, 1985:2) ve toplumsal sorunları ve siyasal meseleleri
araştırmada önemli bir yere sahiptir. Aynı zamanda bu konuları, sadece
İletişim 2002/15
Zülfikar DAMLAPINAR
64
tanımlamakla kalmayıp, belirli bir açıklama da getirmektedir (van Dijk,
2001). Bu çerçeveden hareketle Şubat 2001 Ekonomik krizine ilişkin olarak
basın haberlerindeki; başlık, şematik, tematik yapı, semantik-sentaktik ve
retorik olarak ortaya konulan kamusal senaryo söylemi tartışılmıştır. Çünkü,
söylem olarak ekonomiyi incelemek bilgi yani hakikat, söylem yani anlam
ve dil merkezli bir perspektif gerektirir (Samuels, 1990:1). Aynı şekilde,
ekonomiyi açıklamak ve yorumlamak ya da tarif etmek dilin kullanımıyla
gerçekleştirilir. Bu yönüyle dil olarak ekonomi, toplumsal iletişim sisteminin
bir parçasıdır (Samuels, 1990:7).
Kitle iletişim araçlarına ilişkin çalışmak, ‘anlam’ın üreticileri ve
alıcıları arasındaki ilişki sonucunda nasıl inşa edildiği sürecini araştırmaktır
(Burton, 1995:43). Bu bakımdan kamusal senaryonun nasıl algılandığını ve
etkilerini ortaya koymak için alan araştırması yöntemi anket tekniğine dayalı
olarak Konya merkezde, 2001 yılı Ekim ayının ilk haftasında, 579 deneğin
katılımıyla gerçekleştirilmiştir.
İlgili gazeteler üzerine yapılan söylem analiziyle kamusal senaryo
sürecinin sekiz aşaması tespit edilmiştir. Buna göre basın haberleri, gündemi
yönlendirme, bunalımı yaygınlaştırma, siyasetsizleştirme/kayıtsızlaştırma,
bilgisizleştirme, normalleştirme, umut geliştirme/kırma, alternatifsizleştirme
ve sivil itaatsizliği kırma söylemleriyle yapılandırılmaktadır.
1. Kamusal Senaryo Söylemi
1. 1. Gündemi Yönlendirme Söylemi
Kitle iletişim araçları konuşulabilir konuların evrenini şekillendirir.
Bu konuların bireylerin zihninde seçilmesi ve değerlendirilmesi için de bir
söylem düzeni kurgular (Sholle, 1994:245). Diğer bir deyişle, kitle iletişim
araçlarında yer alacak olaylar bir “konulaştırma” sürecinden sonra aktarılır.
Dolayısıyla, belirli olayların haber yapılması ya da yapılmaması bu araçların
inisiyatifindedir. Buradan hareketle gündemde hangi konuların yer alacağı
ve gündemin genel görünümü kitle iletişim araçları tarafından belirlenir
(Noelle-Neumann, 1998:177).
İletişim 2002/15
İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik .....
65
Chomsky’ye (1999:119) göre, kitle iletişim araçlarının gündemini
siyasi iktidarı paylaşanlar belirler. Her ne kadar iktidarla çatışmalı gibi
görünen konulara değinilse de bunlar, sadece iktidarın uzantısı olan iletişim
araçlarında diğer olaylar tarafından bastırılan zayıf konuları teşkil eder.
Örneğin, Chomsky’ye (1995b:13) göre, bir bakan hakkında eleştiri
yapılıyorsa, bunun hemen yanında olayla hiçbir ilgisi bulunmayan başlıklar,
bilinçaltına seslenen propaganda söylemleri, yan anlamlar taşıyan dikkati
başka yönlere çekecek söylemler dillendirilir. Bu bakımdan, iletişim
araçlarının dili ‘şok görüntüler’, ‘büyüleyici’, ‘süper’, ‘korkunç’ gibi daha
çok duygulara hitap eden bir söylemle yapılandırılmaktadır (Bostancı,
1998:149).
Yani, iktidar kitle iletişim araçları üzerinden, kamusal tartışmaların
çerçevesini ve gündemini belirleyerek, bu konuları kamu gündeminden
uzaklaştırma yeteneğine sahiptir. Çünkü, bir takım düşünceler, iktidar
tarafından üzerinde fazla durulmaması gereken, bunun vatan ve milletin
bütünlüğünü tehlikeye düşürecek tartışmalar yaratacağı varsayımıyla hasır
altı edilebilir (Chomsky, 1995a:28). Bunun dayanağı, kitle iletişim
araçlarında yer alan içeriklerin önceden kabul ettirilmiş mesaj özelliği
taşımasında yatar. Zira, söz konusu içeriklerle, bireylere bunlar “sizin” için
imajı verilir. Bireylerin ise bu mesajlara inanıp inanmaması fazlaca önem
taşımaz (Marcuse, 1968:135).
1. 2. Bunalımı Yaygınlaştırma Söylemi
İletişim araçlarının, iktidarın çıkarlarına zarar verebilecek haber
içeriklerine (kriz ve bunalımlara) yer vermesi konunun önemsizleştirilmesi
ve yaygınlaştırılmasına hizmet edecek şekilde olur (Herman ve Chomsky,
1988:33). Aslında habere konu olacak olay sonuçları itibarı ile ne kadar
olumsuzsa, bir haber konusu olma ihtimali de o kadar muhtemeldir (Galtung
ve Ruge, 1999:292). Ancak bu sorunlar, söylemler yoluyla
yaygınlaştırıldıkça toplumsal rıza için uygun bir ortam hazırlamaktadır.
Çünkü, karar vermeyi manipüle etme yöntemleri arasında düşünceyi simüle
İletişim 2002/15
Zülfikar DAMLAPINAR
66
etmek, belirsizlik yaratmak, karmaşıklığı artırmak (Funkhouser, 1986:111116) başlıca süreçler olarak ortaya çıkmaktadır.
Bunalımı yaygınlaştırma Keane’nin (1999:100) bakış açısından,
“Yurttaşlar arasındaki bunalım duygusunu kolektifleştirerek ve bunalımın
tedavisi için sıkı önlemler alınması gerektiği yolundaki resmi iddiaları
yayarak, örtük bunalımın açık bunalım haline dönüştürülmesini” kitle
iletişim araçları üzerinden sağlamak şeklinde tanımlanabilir.
Sorunlar ya da problemler, çok miktarda vurgulandığında olaylar
kendi kendini açıklamaya başlar, sorgulanmaz hale gelerek ‘görünmez’
olurlar. Böylece insanlar bu konuları ‘her şey her zamanki gibi’ yargısını
taşımaya başlar. Çünkü, yaratılan aşinalık sorgulama ve eleştiri psikolojisini
ortadan
kaldırır
(Bauman,
1998b:23).
Yani,
haberleşmenin
denetlenmesinden değil haberleşmenin fazlalaşmasından çare beklenmelidir
(Baudrillard, 1999:97).
Toplumun karşılaştığı bunalımlar, büyük bir kriz olarak tanımlanarak,
totallik ve süreklilik kazandırıldığında buna ilişkin kararlar da total bir
nitelik kazanmakta; toplumsal hayattaki siyasal ve ekonomik alanlar da
alınan karalar bir bütünlük içinde total bir görünüm almaktadır. Bir dereceye
kadar böylesi durumlar, diğer toplumsal kurumların önlem alabilmesi için
bir fırsat olabilmektedir ancak, daha ileri düzeyde değişim kaçınılmaz,
önlenemez bir şey olmaktadır. Dolayısıyla, toplumdaki yöneticiler iyi
yetişmiş, geniş bir düşünce ufkuna ve yaratıcı bir ‘kafaya’ sahip insanları
aramaya başlamakta ve eğer bunların yeter sayıda olmadığını fark ederse,
ekonomik ve siyasal alanlarda bir karmaşaya sebebiyet vermektedir (Mills,
1974:411). Oysa, böyle dönemlerde yani, bunalım yaygınlaştırıldığında
belirli bir risk taşıyan sorunları çözecek uzman yokmuş ya da herkes uzman
olduğu şeklinde bir algılama süreci başlayabilir (Beck, 1999:46).
1. 3. Siyasetsizleştirme/Kayıtsızlaştırma Söylemi
Kitle iletişim araçları siyasal kayıtsızlığın en önemli besleyicileridir.
Çünkü siyaset tarafından baskı altına alınmıştır ve basın kurumlarının
İletişim 2002/15
İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik .....
67
bundan kurtulmaya çalışmaları onlarla birlikte yaşamalarından daha zordur
(Weber, 1998:158).
Sholle (1994:239), siyasetsizleştirme kavramını siyasal olanın kitle
iletişim araçlarının söyleminden dışlanması sonucunda ortaya çıkan bir
konsensüs durumunu anlatmak için kullanır. Siyasetsizleştirmenin diğer bir
adımı, Mulgan’ın deyimiyle, siyasal konuların kitle iletişim araçları
tarafından sınırlandırılması ve artık siyasetin altyapısını oluşturur hale
gelmesi (1995:21-22) aynı zamanda, insanların siyasal konulara ilgisinin
azalmasıdır (Bennett, 2000:222). Toplumun çoğunluğunu ilgilendiren
sorunlar kamusal alanda tartışılır ancak, iletişim araçlarının söylemleriyle
böyle bir kamusal alanı oluşturmaktan çok, yok etmektedir (Durham ve
Cmiel, 1997:259). Oysa, Kamusal söylemler kitle iletişim araçları tarafından
dile getirilmek durumundadır (Durham ve Cmiel, 1997:271).
Kitle iletişim araçları toplumun siyasete ilgiyi ve katılımı artırması
beklenirken (Tokgöz, 1979:32-33) daha çok bir ‘politik duyumsamazlık’
geliştirdiği (Tokgöz, 1979:1) iddiaları siyasetsizleştirme olgusunu
desteklemektedir. Türkiye açısından yapılan bazı araştırmalarda, halkın
büyük kesimi demokrasiyi tanımlayabilme, parti genel başkanlarını tanıma
konularında yeterli bilgiden yoksun görülmüştür (Güneş, 1996:820). Kitle
iletişim araçları vatandaşların siyasi konular hakkında bilgilenme ve
algılamada etkilidir. Bu bağlamda, kitle iletişim araçlarının kullanım sıklığı,
yoğunluğu, siyasi konuların içeriği algılamada önemlidir (Schoenbach ve
Baran, 1990:88-89).
Adorno’nun (1998:68) belirttiği gibi, artık bireyler kamusal konulara
tepki verme dürtüsünden yoksunlaşmıştır. Yani, kamusal senaryonun
siyasetsizleştirme/ kayıtsızlaştırma etkisiyle, Baudrillard’ın (1998:79)
vurguladığı gibi, politik tutkular yerini siyasi tiksinmeye bırakmıştır.
Böylece, birey giderek inisiyatifini kaybetmiş, siyasi ve ekonomik konulara
ilişkin kamusal alanın arkasındaki gerçeklerden de uzak kalmaya başlamıştır
(Fromm, 1998:127).
İletişim 2002/15
Zülfikar DAMLAPINAR
68
1. 4. Bilgisizleştirme Söylemi
Bilginin kontrolü statükoyu ve rızayı oluşturmak için kullanılır
(Sholle, 1994:238). Bu anlamda Sholle (1994:238-240), rıza üretiminin
yanlış bilinç paradigmasıyla açıklanabilmesine karşı çıkar. Çünkü, O’na göre
bilgi, üretilerek değil yok edilerek sisteme rıza yaratılmakta ve meşruiyet
sağlanmaktadır. Ancak günümüz iletişim sistemi ve yapısı dikkate
alındığında tamamen bilgisiz bırakılma daha düşük bir ihtimal olarak
varsayılabilir. Dahası, önemli olan bilgiyi tamamen ortadan kaldırmak değil
bilginin nasıl, hangi içerikte ve söylemde verildiği, nasıl
anlamlandırıldığıdır. Son tahlilde, bilgisiz bırakma rıza üretimi için baş
vurulabilecek önemli stratejilerden birisi olarak görünmektedir. Ancak,
bunun yanında daha önce yapılan tartışmaların da ışığında çarpıtılan iletişim
ve bilgi üzerinde odaklanmak gereklidir.
Kitle iletişim araçlarıyla haber görüntüsü altında bilgisizleştirici
hikayeler sunulur (Chomsky, 1995b:13). Bunun için, siyasal konulara ilişkin
bilgiler kitle iletişim araçlarında her geçen gün azalmaktadır (Negrine,
1996:54). Özellikle, elektronik iletişim araçlarının bireyleri bilgisiz ve cahil
kıldığı şeklindeki tezler (Sanders, 1999:128-129) kamusal senaryonun
bilgisizleştirme aşamasına dikkat çekmektedir.
Haber, bilgi ve enformasyon azalması iktidarı oligarşik bir şekilde
ayakta tutan mekanizmalar haline getirmeyi amaçlar. İktidarın bilgiyi
tekelleştirmek
istemesinin
altında
yatan
neden
de
bundan
kaynaklanmaktadır. Böylece, en ekonomik ve siyasal konulardaki salt gerçek
haber ve bilgi, iktidarın elinde toplanmakta ve manipülasyon amacıyla
kullanılabilmektedir (Kılıçbay, 1999:90-94).
İktidar otoritesini zedelemeyecek bilgileri vermekte cömert davranır.
Ancak, sır iktidarın en önemli araçlarından birisidir (Weber, 1998:315-318).
Yani; gizlilik, iktidarın özünde vardır (Canetti, 1998:288) ve hükümetlerin
kendini koruma arcı olarak işlev görür (Walker, 1999:31). İktidarın aktörleri,
ekonomik konularda halkın ayrıntılı bilgilendirmeye ihtiyacı olmadığı
düşüncesinden hareketle, vatandaşları bilgiyi kontrol ederek mevcut durumu
meşrulaştırmaktadır (Bennett, 2000:17). Bu süreçte, kitle iletişim araçları bir
İletişim 2002/15
İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik .....
69
gizlikapaklılık görevini yerine getirmek üzere kullanılır (Debor, 1996:130).
Çünkü, kitle iletişim araçları “gizleme”nin somut örnekleridir (Giddens,
1998:136).
1. 5. Normalleştirme Söylemi
Sholle’nin (1994:236), mevcut durumu doğallaştırmak olarak
tanımladığı “şeyselleşme (refication)”, kitle iletişim araçlarının
‘normalleştirme’ özelliği olarak da yorumlanabilir. Çünkü, bu aynı zamanda
bir propaganda aracı olarak (Megill, 1998:63), bireysel ve toplumsal rıza
üretmek için kullanılabilir.
İktidar, devlet-vatandaş arasındaki ilişkileri, bireyin mevcut durumu
kaderiymiş gibi algılamasını sağlayarak doğallaştırmıştır (Bauman,
1998a:17-19). Sonuçta, bireyler statükonun kendi aleyhlerine olacağını bilse
de, bunu kaderci bir yaklaşım içinde “kabul” etme eğilimi taşırlar (Freire,
1995:44). Böylece, sosyal gerçek doğallaştırılarak ‘normal’ hale getirilir.
Toplumsal anlamları doğallaştırmak için söylemsel düzeni oluşturma
potansiyeline sahip olmak gereklidir (Yağcıoğlu, 2002:116). Bu söylem
düzeniyle, Bilgin’in vurguladığı gibi, Türkiye’de siyasi iktidar, “sorunlara
hâkim değil, maruz olarak algılanır” hale getirilmiştir (Bilgin, 1997:51).
Başarısızlık, irade dışı bir şey olarak algılandığında kaçınılmaz ve varoluşsal
bir durum gibi görünür. Doğal gibi görünen bu sosyal gerçek, siyasal
konularda bile kendini net bir şekilde gösterir. Hatta başarısızlık, belirli
kesimlerde sevinç kaynağı bile olabilir. Başarı ise, belirli bir çalışmanın
ürünü olsa bile şüpheli görünür, “oyunun kuralını bozan” bir oyun haline
gelebilir (Shayegan, 1997:150). Bu ve benzeri yollarla kamusal senaryo
sürecine bağlı olarak, şeyler normalleştirilebilir. Bununla birlikte
normalleştirmede, dramatikleştirme, kadere sığınma ve kurallaştırma gibi bir
çok yöntem kullanılabilir.
Normalleştirme söyleminin en önemli adımlarından birisi, mevcut
durumun insanların kaderi olduğuna ikna etmektir. Yani, Mills’in (1974:32)
ifadesiyle, toplumsal hayatta alınan kararlar sayısız denecek kadar çok ve bu
kararların hepsi de önemli bir sonuç yaratmayacak kadar küçük çapta
İletişim 2002/15
Zülfikar DAMLAPINAR
70
kararlar olarak ortaya çıktığında, olaylar kader niteliğinde bir tarih olmaya
başlar.
1. 6. Umut Geliştirme ya da Kırma Söylemi
Umudun, “daha büyük bir canlılık, daha büyük bir duyarlılık ve
akılcılık sağlamak yönünde gerçekleştirilmek istenen her toplumsal
değişimin, belirleyici ögesi” olması (Fromm, 1995:20), mevcut sorunlara
karşı rıza üretmede kaçınılmaz olduğunu kanıtlar ancak; bunun yanında,
umutsuzluk da insanları merak etmekten alıkoyacağından (Zeldin,
1998:201), bireylerin mevcut duruma razı olmalarının bir diğer kaynağı
olabilir.
İnsanı bir şeyi yapmaya ya da razı etmeye hazır hale getirmenin en
uygun psikolojik şartı, bu davranış sürecinden memnun kalacağı umudunu
vermektir. Fromm (2001:23) bunu, insana yapmasını gereken şeyi
yaptırmayı sevdirmek olarak yorumlar ve toplumsal yapı böyle bir tutumla
şekillendiğinde, insanın kendisine zorla dayatılan şeyleri yapmaktan zevk
alır hale geleceğini vurgular. Dolayısıyla kamusal senaryonun umut
geliştirme ya da kırma söylemiyle rızanın üretilmesi mümkündür.
1. 7. Alternatifsizleştirme Söylemi
Siyasal iktidar, kitle iletişim araçları üzerinden statükoya alternatif
olabilecek her türlü yapılanmanın önünü keser (van Dijk, 1994:307).
Böylece alternatif söylemlerin önünü kesilmiş olur. Sholle (1994:239), bunu
fosilleştirme diye tanımlar ve dilin buradaki önemine vurgu yapar.
Örneğin, söylem yoluyla farklı alternatifler değerlendirilse bile bu
alternatifler kendi arasında bir konsensüs sağlayabilecek olanlardır ve
ötekiler dışlanarak yok edilir (Sholle, 1994:239). Görüldüğü gibi, mevcut
durumlara karşı rıza sağlanması için yapılandırılan kamusal senaryoda, hem
iktidara hem politikalarına karşı ‘alternatifsizlik’ stratejisi uygulamak,
istenilen amaca ulaşmak için elverişli bir ortam yaratma imkanını
sunmaktadır. Çünkü, itaat edilecek iktidar odağı çoğaldıkça insanın itaat
İletişim 2002/15
İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik .....
71
etmesi de zorlaşır (Zeldin, 1998:406). İşte, günümüzde çoğu zaman,
hükümetleri ayakta tutan şey doğal olarak başka bir alternatifinin olmaması
(Mulgan, 1995:19) ya da öyle gösterilmesidir. Halkı zorla razı etmek her
zaman mümkün değildir. bunun için razı olan tarafın, bu durumun kendileri
için kaçınılmaz sonuç ya da yararlı bir durum olduğu yolunda ikna edilmesi
gereklidir (Canclini, 1999:142). Bu süreçle, her sistem kendi
‘kaçınılmazlarını’ üretir (Schiller, 1993:15).
İktidar sahip olduğu iletişim araçlarıyla duyguları yok ederek insanları
“askıya almak” becerisini gösterirler. Böylece mevcut sistem vatandaş
tarafından alternatifsiz görünür (Mestroviç, 1999:55-56). Örneğin, ekonomik
krizlerle birlikte ortaya çıkan sorunlar genellikle “devrim” söylemleriyle
nitelendirilen programlarla giderileceği vurgulanır (Bennett, 2000:179) ve
alternatifsizleştirilir.
1. 8. Sivil İtaatsizliği Kırma Söylemi
Günümüz toplumlarında olaylar bireylere aporetik şekilde
yansıtılmaktadır. Yani, ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın olaylar, sorun ve
problemler üstesinden gelinemeyen çelişkiler ya da çözümlendiği
varsayıldığında yeniden bir çelişki ürüten durum olarak sunulmaktadır
(Bauman, 1998a:17).
Kitlelerin fiili eylemlerini (ki bunlar grev, protesto hatta sivil direnişi)
kitle iletişim araçlarının politik etkilerini kullanarak durdurmak, uyutmak ya
da daha önemlisi iktidarın lehine harekete geçirmek mümkündür
(Domenach, 1995:119). Çünkü, kitle iletişim araçlarının olayları “mırıltı”ya
çevirmesiyle, zaten uyumlu davranışlar sergileyen insanlar “sızlanma”dan
öteye geçmeyen bireyler haline getirilmektedir (Rigel, 2000:61).
Siyasal sistemin “bekçilik” rolü haberlere verildiğinden sivil itiraz,
protesto girişimleri ve benzeri sivil itaatsizlik girişimleri iletişim araçlarının
süzgecinden geçirilir ve olaya karışanlar kızgın kalabalıklar olarak
gösterilerek toplum vicdanına havale edilir (Bennett, 2000:63-64). Bu
sayede kitle iletişim araçları mevcut iktidar yapılanmasının temel koruyucu
İletişim 2002/15
Zülfikar DAMLAPINAR
72
haline gelmiştir (Bennett, 2000:64-65). İktidarın ekonomik uygulamalarını
protestolar kitle iletişim araçlarında çoğunlukla haksız bir eylem olarak
gösterilir ve hükümetin haklılığı vurgulanır (Eyüboğlu, 1999:53).
Sonuçta insanlar, hiçbir suç işlemeden yönetme faaliyetinin
olamayacağına inanabilir ve bu durum karşısında kendisine acı veren sorunla
birlikte yaşamayı öğrenerek, kendilerinin de suçlu olduğunu (Camus,
1998:32) kabullenebilirler. İnsanların, toplumsal gerçekliğin değil de,
birbirlerinin kurbanıymış gibi algılaması ve gerçek hayatın içindeki
insanların ayakta kalabilmek için birbiriyle uğraşmaya başlaması (Oskay,
2001:129) sivil itaatsizliği anlamsızlaştırır, rıza halini güçlendirir.
2. Kamusal Senaryoya
Sonuçları:
Dayalı
Rıza
Üretiminin
Ampirik
Konya Alan Araştırması
Bu kısımda kitle iletişim araçlarıyla ortaya koyulan kamusal senaryonun etkileri üzerinde durulmaktadır. İkinci bölümde kamusal senaryo modeliyle tanımlanan ve açıklanan süreç yani, “gündem çarpıtma”, “bunalımı
yaygınlaştırma”, “siyasetsizleştirme/ kayıtsızlaştırma”, “bilgisizleştirme”,
“normalleştirme”, “umut geliştirme ya da kırma”, “alternatifsizleştirme”,
“sivil itaatsizliği kırma” söylem yapılarının etkileri; “gündemin algılanışı”,
“bunalımı kanıksama”, “siyasetsizleşme /kayıtsızlaşma”, “bilgisizleşme”,
“normalleştirme”, “umut değişimi”, “alternatifsizleştirme” şeklinde ortaya
çıkmakta ve bu, iktidara ve mevcut duruma karşı razı olma anlamına gelmektedir.
Sekiz başlık altında toplanan söz konusu etkiler, bir modelin sadece
önemli olan değişkenleri kapsayacak şekilde gerçekliğin özetlenmesi
prensibinden (Aziz 1994:24) hareketle, cinsiyet, yaş, gelir, eğitim;
çalışmanın kavram, kapsam ve amaçları bakımından kimlik tanımlamaları,
oy verilen siyasal parti ve özellikle örneklemde yer alan gazeteler, kitle
iletişim araçlarına karşı beslenen tutumlara ilişkin değişkenlerle analiz
edilmektedir. Ancak bu özet niteliğindeki çalışmada sadece “gazete okuma”
İletişim 2002/15
İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik .....
73
değişkenine ilişkin sonuçların verileri kullanılmıştır. Alan araştırmasından
elde edilen veriler SPSS 10.0’da ki-kare analizi ile değerlendirilmiştir.
2. 1. Gündemi Yönlendirme
Deneklerin, Şubat-Eylül 2001 Tarihleri arasında ülkenin en önemli
gündem maddesi olarak gördükleri sorun ile kitle iletişim araçlarında aynı
dönemde en çok yer verildiğine inandıkları konular arasında anlamlı
(p<0.05) ve düşük (c= .212) bir ilişki bulunmaktadır. Dolayısıyla, kitle
iletişim araçları ile vatandaşların gündemleri arasında bir paralellik
gözlenmektedir.
Ülkenin en önemli sorunu olarak “ekonomik kriz” cevabı verenlerin,
kitle iletişim araçlarında da en çok yer verilen konuların %84, oranında,
ekonomik sorunlara ilişkin “hükümetin ekonomi programı”, “halkın
ekonomik bunalımı”, “yolsuzluk olayları”, “Kemal Derviş’in bakan oluşu’
gibi problemlere işaret ettikleri anlaşılmaktadır.
Bu sonuçlara göre, kitle iletişim araçlarıyla halkın, ekonomik
konulara verdikleri önem dereceleri yaklaşık eşittir. Ancak, halkın büyük
çoğunluğunu etkileyen ekonomik kriz gibi bir olayın kendiliğinden gündem
maddesi olabileceği ve kitle iletişim araçlarının vurgulamasından
kaynaklanmayabileceği gözden uzak tutulmamalıdır.
Öte yandan, kamusal senaryo sürecinde tartışılan kitle iletişim
araçlarının gündem çarpıtma söylemi, ekonomik krizi başlangıçta daha çok
Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasında yaşanan duruma endekslemesine
karşın; halkın, kitle iletişim araçları gündeminde en çok yer alan konular
arasında böyle bir konuyu değerlendirmemesi önemlidir. Yani, halk ve kitle
iletişim araçları arasındaki gündem benzerliğinin makro düzeyde söz konusu
iken mikro düzeyde farklı olabileceği görülmektedir.
Örneklem olarak alınarak incelenen Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet,
Sabah, Yeni Şafak gazetelerini okuma ile ülkenin en önemli gündemi
görülen sorun arasında anlamlı (p<0.05) ve düşük düzeyde (c= .237) bir
ilişki gözlenmektedir. Buna göre, Cumhuriyet okuyucularının diğer
İletişim 2002/15
Zülfikar DAMLAPINAR
74
gündemler arasında ekonomik krize işaret etme oranı %36,8; Hürriyet
okuyucularının %80,8; Milliyet okuyucularının %85,1; Sabah
okuyucularının %77,8; Yeni Şafak okuyucularının ekonomik krizi
önemsemesinde oran %67,9 olarak gerçekleşmiştir.
Dolayısıyla, ekonomik krize en yoğun önemi atfedenlerin Hürriyet ve
Milliyet okuyucuları olduğu anlaşılmakta ve diğer gazetelerde ekonomik
kriz gündemine verilen önem düştükçe siyasi istikrarsızlık gündemine
verilen önemin arttığı görülmektedir. Örneklemde yer alan beş gazetenin
haricindeki herhangi bir gazeteyi okuyanların %70’i yine ekonomik krize
işaret etmektedir.
2. 2. Bunalımı Kanıksama
Örneklem gazetelerini okuma ve bunalımı kanıksama arasında anlamlı
(p<0.05) ve düşük (c= .276) bir ilişki ortaya çıkmaktadır. Buna göre,
bunalımı kanıksayanların toplam %28,7 oranıyla en çok Milliyet okuyucuları
olduğu, bunalımı kanıksamama ve indekse katılmama düzeyine ise en çok
%38,7 oranıyla Yeni Şafak okuyucusu oldukları anlaşılmaktadır. Dolayısıyla
Milliyet okuyucularının bunalımı kanıksama indeksine katılma düzeylerinin
toplamındaki oranı %62’ye ulaşmakta, Yeni Şafak okuyucularının bunalımı
kanıksamama ve katılmama düzeyi %23,8 olmaktadır. Yeni Şafak
okuyucularının bunalımı kanıksama oranı kanıksamama oranından yüksek
olsa da bu, dağılım içindeki en yüksek kanıksamama düzeyine tekabül
etmektedir. Fikir belirtmeyenlerin içinde en çok oran sırasıyla Yeni şafak,
Milliyet, Sabah, Hürriyet ve Cumhuriyet okuyucularında görülmektedir.
2. 3. Siyasetsizleşme/Kayıtsızlaşma
Örneklem gazetelerini okuma ve
siyasetsizleşme/kayıtsızlaşma
indeksi arasında anlamlı (p<0.05) ve düşük (c= .281) bir ilişki
gözlenmektedir. Buna göre, siyasetsizleşme/kayıtsızlaşma indeksine en
yüksek katılım düzeyleri toplamında sıralama Yeni Şafak %87,6; Hürriyet
%72,4; Sabah %69,5; Cumhuriyet %68,4 ve Milliyet %67,8 şeklinde
İletişim 2002/15
İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik .....
75
oluşmaktadır. Yani, siyasetten uzaklaşma ve kayıtsızlaşma en çok Yeni
Şafak okurlarında, en az Milliyet okurlarında görülmektedir. Cumhuriyet
okurlarının %31,6’lık oranla en çok fikir belirtmeyenler olduğu
anlaşılmaktadır.
Gazete okumayanlar arasında da siyasetsizleşme/kayıtsızlaşmaya
önemli oranda katılım düzeyi gözlenmektedir. Siyasetsizleşme
/kayıtsızlaşmaya en çok katılmama düzeyi gazete okumayanlar arasında
toplam %12,3’lık orana karşılık gelmektedir. Yani gazete okumayanların
okuyanlara göre daha çok siyasete taraftar olduğu ve gündeme kayıtsız olmadıkları anlaşılmaktadır.
2. 4. Bilgisizleşme
Örneklem gazetelerini okuma ve ekonomik konulardaki bilgi düzey
indeksi arasında anlamlı (p<0.05) ve düşük (c= .291) bir ilişki dikkati
çekmektedir. Buna göre, gazete okuma düzeyi arttıkça genel olarak doğru
cevap verme oranı artmakta olduğu söylenebilmekle birlikte, bilgi
düzeylerinin beklenen oranda yüksek olmayışı, bilgilenmede temel
değişkenin takip edilen gazete olmadığını iddia etmek için yeterli bir
sebeptir. Yukarda bahsedildiği gibi en önemli değişken eğitim olarak ön
plana çıkmaktadır. Ancak genel olarak bakıldığında, Milliyet okurlarının
%9,2’si üç doğruyu bilerek dağılım içindeki en çok doğru cevap verenler
olmuştur. Milliyet okurlarının %36,8’i; Yeni Şafak okurlarının %30,8’i;
Sabah okurlarının %28’i; Hürriyet okurlarının %16,3’ü en az iki ya da üç
doğru cevap verebilmiştir. Cumhuriyet okurları arasında iki ya da üç doğru
cevap görülmemektedir. Bu sonuçlara göre en Milliyet okurları ekonomik
konularda en çok bilgili olanlardır. Cumhuriyet okurlarının %52,6’sı her üç
soruya da yanlış cevap vererek dağılım içindeki en yüksek oranda yanlış
cevap verenler olmuştur. Ancak hiç gazete okumayanların %75,4’ünün
hiçbir soruya doğru cevap verememiş olduğu anlaşılmaktadır.
İletişim 2002/15
Zülfikar DAMLAPINAR
76
2. 5. Bunalımı ‘Normal’ Görme
Örneklem gazetelerini okuma ve krizi normal görme indeksi arasında
anlamlı (p<0.05) ve düşük (c= .266) bir ilişki vardır. Buna göre, sırasıyla
Cumhuriyet okurlarının %73,7’si; Hürriyet okurlarının %27,8’i; Sabah
okurlarının %23,1’i; Milliyet okurlarının %20,7’si ve Yeni Şafak okurlarının
%16,7’si krizin normal olduğuna katılmaktadır. Katılma düzeyinde en düşük
oran Yeni Şafak’ta görülmektedir. Aynı şekilde, krizi normalleştirme
indeksine katılmama düzeyinde de en yüksek oran %31,3 ile bu gazetenin
okurlarında görülmektedir. Dolayısıyla, Yeni Şafak okurları krizi
normalleştirmeye en muhalif olan grup olarak görülmektedir.
2. 6. Umut Değişimi
Ülke ekonomisinin geleceğine duyulan umut ve örneklem gazetelerini
okuma arasında anlamlı (p<0.05) ve düşük (c= .237) düzeyde bir ilişki
gözlenmektedir. Buna göre, değişik gazeteleri okumaya göre geleceğe ilişkin
umudun farklılaştığı görülmektedir. Milliyet okurlarının dağılım içinde
%17,2 oranında durumun daha iyi olacağı yönünde tercih bildirdiği ve en
umutlu okuyucular olduğu anlaşılmaktadır. Diğer yandan, Yeni Şafak
okurlarının %39,3’ü durumun daha kötüye gideceği şeklinde bir kanaate
sahip bulunduğu ve en umutsuz kategori olduğu görülmektedir.
Aynı şekilde, gazete okumayanların da %38,5 oranında umutsuz
oldukları dikkat çekmektedir. Cumhuriyet okurlarının %68,4’ü durumun iyi
ya da kötü yönde değişmeyeceğini belirtmektedir. Hürriyet okurlarının ise
%25,9 oranında bir fikir belirtmeme düzeyiyle gazete okumazlardan sonra
dağılımdaki en nötr grubu oluşturmaktadır. Ekonominin şimdikinden daha
kötü olacağını düşünenlerin %3,2’si Cumhuriyet, %8,6’sı Hürriyet, %11,8’i
Milliyet, %12,8’i Sabah, %17,6’sı ise Yeni Şafak okurudur.
Dolayısıyla, en umutsuz gazete okuyucularının sırasıyla Yeni Şafak,
Sabah, Milliyet, Hürriyet ve Cumhuriyet okurlarıdır. Bu sıralamada gazete
okumayanlar Yeni Şafak okurlarından hemen sonra ikinci sırayı almaktadır.
Yani, Yeni Şafak okuru olmak ve gazete okumamak, diğer dört gazeteden
İletişim 2002/15
İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik .....
77
birini okumaya göre daha umutsuz olmaya işaret etmektedir. Yani,
Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet ya da Sabah okuru olmak Yeni Şafak
okumaya ve gazete okumamaya göre daha umutlu olmak anlamına
gelmektedir.
2. 7. İktidarı Alternatifsiz Görme
Mevcut iktidarı alternatifsiz görme indeksi ve örneklem gazetelerini
okuma arasında anlamlı (p<0.05) ve orta (c= .409) düzeyde bir ilişki vardır.
Sırasıyla Cumhuriyet okurlarının tamamı, Milliyet okurlarının %44,8’i;
Sabah okurlarının %39’u; Hürriyet okurlarının %29,1’i Yeni Şafak
okurlarının %9,6’sı ve gazete okumayanların %24,6’sı mevcut iktidarı
alternatifsiz görme indeksinde katılma düzeylerinde yer almaktadır.
Buna göre, iktidarı en alternatifsiz görenler Cumhuriyet ve Milliyet
okuyucuları iken alternatifsiz görmeme düzeyinde ilk iki sırayı Yeni Şafak
okurları ve gazete okumayanlar almaktadır. Alternatifsiz görme indeksinde
katılmama düzeyleri de bunu doğrulamaktadır. Yeni Şafak okurlarının
%67,8’i iktidarın alternatifsizliği kanaatine katılmamaktadır. Dağılımda en
çok fikir belirmeme oranı, gazete okumayanlarda ve örneklem gazeteleri
arasında Hürriyet okurlarında görülmektedir.
2. 8. Sivil İtaatsizlikten Kaçınma
Mevcut durumu karşı sivil itaatsizlikten kaçınma indeksi ve örneklem
gazetelerini okuma arasında anlamlı (p<0.05) ve orta (c= .394) düzeyde bir
ilişki söz konusudur. Gazete okumayanların %56,9’luk oranla mevcut
duruma karşı sivil itaatsizlik katılma düzeylerinde en az yer alanlar olduğu
görülmektedir. Yani, gazete okuyucuları (Cumhuriyet ve Sabah okurlarının
fikir belirmeme oranındaki yüksek oranları dikkate alınarak dışarıda
tutulursa) okumayanlara göre daha itaatkâr gibi görünmektedir. Bu sebeple,
gazete okumak sivil itaatsizlikten kaçınma için başlıca faktörlerden birisi
olarak görülmelidir. Gazete okuyucuları arasında ise Yeni Şafak okurlarının
%80,9’luk oranla sivil itaatsizlikten kaçınma indeksinde en yüksek düzeyde
İletişim 2002/15
Zülfikar DAMLAPINAR
78
yer aldıkları anlaşılmaktadır. Yeni Şafak’ı sırasıyla, %62 Milliyet, %60
Hürriyet, %54,9 Sabah, %5,3 Cumhuriyet izlemektedir. Ancak Cumhuriyet
ve Sabah okurları dağılımda en az görüş bildiren iki okur grubu olduğu da
gözden uzak tutulmamalıdır. Cumhuriyet okurları hariç diğer bütün gazete
okurlarının, mevcut duruma karşı sivil itaatsizlik indeksine katılma
düzeyleri, katılmama düzeylerinden daha yüksektir. Dolayısıyla, gazete
okuyucusu olmak ile sivil itaatsizlikten kaçınma arasında bir ilişkiden söz
edilebilmektedir.
Sonuç
Kitle iletişim araçlarını temsilen gazeteler üzerine yapılan eleştirel
haber söylem analizi ve alana dayalı kamuoyu araştırması sonuçlarına göre
çalışmanın, “İktidarın uyguladığı politikalar soncunda oluşan krizlerde, kitle
iletişim araçlarının söylemlerini kullanarak mevcut duruma karşı rıza üretme
çabası, toplumsal razı olma eğilimini doğurmaktadır” şeklinde formüle
edilen temel varsayımı doğrulanmıştır.
Vatandaşların sosyal gerçeklik hakkındaki dikkatlerini, algılamalarını
ve konuyla ilgili tutumlarını; mevcut durumdan kaçınılamayacağı, hali
hazırdaki şartlarda daha iyisinin mümkün olamayacağı, sorunun kaynağında
kendileri ya da politikalarının yer almadığı, devir alınan problemlerin
şimdiki açmazlarda temel rolü bulunduğu, halkın siyaset ve sorunlarını
tartışarak sorunlara çözüm getiremeyeceği, ekonomik sorunların her
zamankinden farklı olmadığı ve bundan sonra da olacağı, itiraz ve
itaatsizlikle durumun düzelmeyeceği aksine ağırlaşacağı yönünde etkilemeye
çalışan iktidarın en önemli mekanizması kitle iletişim araçları olmaktadır.
Çünkü, yönetilenler kitle iletişim araçlarını iktidarın bir uzantısı olarak
görmemekte ve aynı zamanda bu araçlar geniş toplumsal kesimlerine farklı
kanallardan ulaşarak günlük hayatı derinden etkilemektedir. Dolayısıyla,
yönetilenlerin belli bir sorun hakkında gelişen kamusal kanaatleri iktidarın
lehine yönlendirerek hem iktidara hem de mevcut duruma karşı razı
etmesinde kitle iletişim araçlarının ayrı bir önemi bulunmaktadır.
İletişim 2002/15
İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik .....
79
Alan araştırmasının kitle iletişim araçlarına karşı tutum ve davranışları
ortaya koyan sonuçlarına göre, denekler önemli bir oranda düzenli gazete
okuyucusudur. En çok okunan ilk altı gazete sırasıyla Milliyet, Yeni Şafak,
Sabah, Zaman, Hürriyet ve Akit’tir. Araştırmaya katılanların yaklaşık %80’i
televizyon ve gazete gündemlerinin aynı olduğunu düşünmekte fakat
televizyonu gazeteye göre daha ayrıntılı haber kaynağı olarak
yorumlamaktadır.
Deneklerin yarısından çoğu kitle iletişim araçlarının kriz boyu
hükümeti halk adına denetleyemediğini düşünmekte, ekonomik konularda
verilen haberlere güvenmeme oranı güvenme oranından daha düşüktür. Aynı
şekilde, kitle iletişim araçlarını tarafsız bulma taraflı bulmaya göre daha
düşük düzeyde bulunmaktadır. Ancak, Deneklerin gündemi ile kitle iletişim
araçlarının en önemli gündem sıralaması da ekonomik kriz noktasında
birleşmektedir. Deneklerin yaklaşık %45’i kitle iletişim araçlarında
ekonomik krize yer verildiğini ancak bunun yeterli olmadığını belirmekte ve
yarısından çoğu en yüzeysel işlenen konunun “halkın yaşadığı ekonomik
bunalım” olduğuna inanmaktadır.
Araştırmaya katılanların yaklaşık %75’i ekonomik krizin temel
sorumlusu olarak siyaset kurumlarını görmekte ve özellikle DSP ve
ANAP’ın büyük pay sahibi olduğunu belirtmektedir. Bu bakımdan kesinlikle
oy verilmeyecek parti olarak DSP ilk sırayı almakta ancak % 15’lik bir
kesim hiçbir partiye oy vermeyeceğini belirtmektedir. Bu sonuçlar, yaklaşık
%40’lık bir kesimin “kim olsa ekonomik kriz olacaktı” düşüncesini
taşımasıyla tutarlı görünmektedir. Aynı şekilde, yaklaşık %45’lik bir oranla
mevcut hükümet alternatifsiz görülmektedir. Dahası, deneklerin siyasi
partilerin performansına on üzerinden verdikleri notların ortalaması 2’yi
geçmemektedir. Muhalefet partileri iktidar partilerine göre bir miktar daha
başarı bulunsa da aynı sonucu paylaşmaktadırlar. Hükümeti ekonomik
konularda başarısız bulma düzeyi yaklaşık %95’e ulaşmaktadır.
Araştırma sonuçlarından elde edilen değişkenler arasındaki ilişkiler
incelendiğinde kamusal senaryo sürecinin bütün boyutlarıyla ilgili tek
faktörün okunan gazete olduğu görülmektedir. Bu bakımdan; gündemin
İletişim 2002/15
Zülfikar DAMLAPINAR
80
yönlendirme, bunalımı kanıksama, siyasetsizleşme/ kayıtsızlaşma,
bilgisizleşme, normalleştirme, umudun değişimi, alternatifsizleştirme ve sivil
itaatsizlikten kaçınmanın en önemli faktörü okunan gazetedir. Kısacası, alan
araştırmasının uygulandığı bölümün çıkış noktası olan “İktidara ve
ekonomik krize razı olmada ‘kamusal senaryo’ önemli bir rol oynamakta,
sosyal gerçekliğe bakış açısı buna göre şekillenmektedir” şeklindeki
varsayım doğrulanmış olmaktadır.
Öyle anlaşılmaktadır ki, iktidarın kitle iletişim araçlarının
söylemleriyle krizlere ve kendisine karşı kamusal algılamayı yönlendirme
uğraşı ve rıza üretme çabası geçici olarak sonuç vermekte, ancak uzun
dönemde halkın siyaset kurumuna olan inancının sarsılmasına, toplumsal ve
bireysel psikolojinin bozulmasına sebep olmaktadır. Böylesi bir süreç, halkın
yönetime ve siyasete katılmasını engellemekte, demokratik siyasi sistemden
beklenen kazanımların elde edilememesine, hatta mevcut olanın da
kaybedilmesine yol açmaktadır.
Kaynaklar
ADORNO, Theodor (1998). Minima Moralia Sakatlanmış
Yaşamdan Yansımalar, Çev. Orhan Koçak ve Ahmet Doğukan, İstanbul:
Metis Yayınları.
AZİZ, Aysel (1994). Araştırma Yöntemleri-Teknikleri ve İletişim,
Ankara: Turhan Kitapevi Yayınları.
BAUDRILLARD, Jean (1999). Siyah ‘An’lar I-II, Çev. Ayşegül
Sönmezay, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
BAUDRILLARD, Jean (1998). Kötülüğün Şeffaflığı Aşırı
Fenomenler Üzerine Bir Deneme, Çev. Işık Ergüden, İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
BAUMAN Zygmunt (1998a). Postmodern Etik, Çev. Alev Türker,
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
İletişim 2002/15
81
İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik .....
BAUMAN, Zygmunt (1998b). Sosyolojik Düşünmek, Çev. Abdullah
Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı.
BECK, Ulrich (1999). Siyasallığın İcadı, Çev. Nihat Ünler, İstanbul:
İletişim Yayınları.
BENNETT, W. Lance (2000). Politik İllüzyon ve Medya, Çev. Seyfi
Say, İstanbul: Nehir Yayınları.
BİLGİN, Nuri (1997). Siyaset ve İnsan, İstanbul: Bağlam Yayınları.
BOSTANCI M. Naci (1998). Medya, Siyaset ve Ötesi, Ankara:Vadi
Yayınları.
BOSTANCI, M. Naci (2002). Siyasetin Arka Yüzü, Ankara:
Alternatif Yayınları.
KONGAR, Emre (1999). 21. Yüzyılda Türkiye 2000’li Yıllarda
Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, İstanul: Remzi Yayınları.
BURTON, Graeme (1995). Görünenden Fazlası
Analizlerine Girişi, Çev. Nefin Dinç, İstanbul: Alan Yayınları.
Medya
CAMUS, Albert (1998). Başkaldıran İnsan, Çev. Tahsin Yücel,
İstanbul: Can Yayınları.
CANCLINI, Nestor Gargia (1999). “Kültür ve İktidar
Araştırmalarının Durumu”, Popüler Kültür ve İktidar, der. Nazife Güngör,
Çev. Serdar Öztürk, Ankara: Vadi Yayınları.
CANETTI, Elias (1998). Kitle ve İktidar, Çev. Gülşat Aygen,
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
CHOMSKY, Noam (1995a). Demokrasi Gerçek ve Hayal, Çev.
Cevdet Cerit, İstanbul:Pınar Yayınları.
CHOMSKY, Noam (1995b). Medya Denetimi
Bildirgesi, Çev. Şen Süer, İstanbul: Tümzamanlar Yayıncılık.
Immediast
CHOMSKY, Noam (1999). Medya Gerçeği, Çev. Abdullah Yılmaz,
İstanbul: Tümzamanlar Yayıncılık.
İletişim 2002/15
82
Zülfikar DAMLAPINAR
DEBORD, Guy (1996). Gösteri Toplumu ve Yorumlar, Çev. Ayşen
Ekmekçi ve Okşan Taşkent, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
DOMENACH, Jean-Marie (1995). Politika ve Propaganda, Çev.
Tahsin Yücel, İstanbul: Varlık Yayınları.
DOWNING, John vd. (1995). “Preface: A Letter From the Editors to
the Beggining Student” Questioning the Media A Critical Introduction,
der. John Downing vd., London: Sage Publication.
DURHAM, John ve Kenneth Cmiel, (1997). “Medya Etiği ve
Kamusal Alan”, Medya, Kültür, Siyaset, der. ve Çev. Süleyman İrvan,
Ankara: Ark Yayınları.
EYÜBOĞLU, Ercan (1999). “İletişim, Siyaset, İktidar, Medya
(İSİM)”, Medya Gücü ve Demokratik Kurumlar, hazırlayan. Korkmaz
Alemdar, İstanbul: Afa ve TÜSES Yayını.
FEJES, Fred (1994). “Eleştirel Kitle İletişim Araştırması ve Medya
Etkileri Yok Olan İzleyici Sorunu”, Medya, İktidar, İdeoloji, der. ve Çev.
Mehmet Küçük, Ankara: Ark Yayınları.
FREIRE, Paulo (1995). Ezilenlerin Pedagojisi, Çev. Dilek Hattatoğlu
ve Erol Özbek, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
FROMM Erich (1995). Umut Devrimi İnsancıllaşmış
Teknolojiye Doğru, Çev. Şemsa Yeğin, İstanbul: Payel Yayınları.
Bir
FROMM, Erich (1998). Özgürlükten Kaçış, Çev. Selçuk Budak,
Ankara: Öteki Yayınları.
FROMM, Erich (2001). İtaatsizlik Üzerine, Çev. Ayşe Sayın,
İstanbul: Kariyer Yayınları.
FUNKHOUSER, G. Ray (1986). The power of Persuasion, New
York: Times Books.
GALTUNG, Johan ve Mari Ruge (1999). “Haber Seçme ve
Yapılandırma”, Çev. Zülfikar Damlapınar, Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, S.5, (ss.287-299).
İletişim 2002/15
İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik .....
83
GIDDENS, Anthony (1998). Modernliğin Sonuçları, Çev. Ersin
Kuşdil, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
GÜNEŞ, Sadık (1996). “Medya ve Siyasal Bilgilenme”, Yeni
Türkiye Medya Özel Sayısı, Yıl: 2, S. 11.
GÜZ, Nurettin (1996). “Türk Basınında Gündem Oluşturma”, Yeni
Türkiye Medya Özel Sayısı II, S.12, Yıl:2.
HERMAN, Edward S. ve Noam Chomsky (1988). Manufacturing
Consent The Political Economy of the Mass Media, New York: Pantheon
Books.
KEANE, John (1999). Medya ve Demokrasi, Çev. Haluk Şahin,
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
KILIÇBAY, Mehmet Ali (1999). Dinin Fiziği Demokrasinin
Kimyası, Ankara: İmge Yayınları.
MARCUSE, Herbert (1968). Tek Boyutlu İnsan İleri Endüstriyel
Toplumun İdeolojisi Üzerinde İnceleme, Çev. Seçkin Çağan, İstanbul:
Haşmet Yayınları.
MEGILL, Allan (1998). Aşırılığın Peygamberleri Nietzche,
Heidegger, Foucault, Derrida, Çev. Tuncay Birkan, Ankara: Bilim ve
Sanat Yayınları.
MESTROVIC, Stjepan G. (1999). Duyguötesi Toplum, Çev.
Abdullah Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı Mills, C. Wright (1974). İktidar
Seçkinleri, Çev. Ünsül Oskay, İstanbul:Bilgi Yayınları.
MULGAN, Geoff (1995). Antipolitik Çağda Politika, Çev. Abdullah
Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
NEGRINE, Ralph (1996). The Communicaiton of Politics, London:
Sage Publication.
NOELLE-NEUMANN, Elisabeth (1998). Kamuoyu Suskunluk
Sarmalının Keşfi, Çev. Murat Özkök, Ankara: Dost Yayınları.
İletişim 2002/15
Zülfikar DAMLAPINAR
84
OSKAY, Ünsal (2001). Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım,
İstanbul: YKY.
RIGEL, Nurdoğan (2000). Rüya Körleşmesi, İstanbul: Der Yayınları.
SAMUELS, Warren (1990). Economics as Discourse an Analysis of
the Language of Economists, Boston: Kluwer Academic.
SANDERS, Barry (1999). Öküz’ün A’sı Elektronik Çağda Yazılı
Kültürün Çöküşü ve Şiddetin Yükselişi, Çev. Şehnaz Tahir, İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
SCHILLER, Herbert (1993). Zihin Yönlendirenler, Çev. Cevdet
Cerit, İstanbul: Pınar Yayınları.
SCHOENBACH, Klaus ve Stanley J.Baran (1990). “Mass Media
Effects on Political Cognition: How Readers’ Images of Journalists Shape
Newspaper Impact”, Mass Communication and Political Information
Processing, der. Sidney Kraus, Hillsdale: Lawrence Erlbaum Associates.
SCOTT, James C. (1995). Tahakküm ve Direniş Sanatları Gizli
Senaryolar, Çev. Alev Türker, İstanbul: Ayrıntı
SHAYEGAN, Daryush (1997). Yaralı Bilinç Geleneksel
Toplumlarda Kültürel Şizofreni, Çev. Haldun Bayrı, İstanbul: Metis
Yayınları.
SHOLLE David (1994). “Eleştirel Çalışmalar: İdeoloji Teorisinden
İktidar/Bilgiye” , Medya, İktidar, İdeoloji, der. ve Çev. Mehmet Küçük,
Ankara: Ark Yayınları. (ss 211-249).
SÖZEN, Edibe (1997). Medyatik Hafıza, İstanbul: Timaş Yayınları.
TOKGÖZ, Oya (1979). Siyasal Haberleşme ve Kadın, Ankara: A.Ü.
SBF.
TÜRKDOĞAN, Orhan (1997). Sosyal Hareketlerin Sosyolojisi,
İstanbul: Birleşik Yayınları.
İletişim 2002/15
İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik .....
85
VAN DIJK, Teun A. (1985). “The Common Roots of the Studies of
Literature and Discourse”, A Handbook of Discourse Analysis, der. Teun
A. van Dijk, London: Academic Press.
VAN DIJK, Teun A. (1994). “Söylemin Yapıları ve İktidarın
Yapıları”, Medya, İktidar, İdeoloji, der. Çev. Mehmet Küçük, Ankara: Ark
Yayınları., (ss.271-327).
VAN DIJK, Teun A. (1996). “Power and the News Media”, Political
Communication in Action, States, Instutions Movements, Audiences,
der. David L. Paletz, New Jersey: Hampton Press.
VAN DIJK, Teun A. (2001). “Critical Discourse Anlysis”,
http://www. hum.uva.nl:80/teun/cda. htm (30.12.2001).
WALKER, Martin (1999). Basının Gücü, Çev. Gülden Şen, İstanbul:
Milliyet Yayınları.
WEBER, Max (1998). Sosyoloji Yazıları, Çev. Tanıl Parla, İstanbul:
İletişim Yayınları.
YAĞCIOĞLU, Semiramis (2002). “Geçmiş Mi? Günümüz Mü?:
Çatışma
Söyleminde
Tarihselliğin
Kurgulanmasında
Eşdizimsel
Örüntülemenin İdeolojik İşlevleri”, 1990 Sonrası Laik Antilaik
Çatışmasında Farklı Söylemler Disiplinler Arası Bir Yaklaşım, der.
Semiramis Yağcıoğlu, İzmir: Dokuz Eylül Yayınları.
ZELDİN, Theodore (1998). İnsanlığın Mahrem Tarihi, Çev. Elif
Özsayar, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
İletişim 2002/15
Zülfikar DAMLAPINAR
86
Özet
Bu çalışma, “İktidarın uyguladığı politikalar soncu oluşan krizlerde,
kitle iletişim araçlarının söylemlerini kullanarak mevcut duruma karşı rıza
üretme çabası, toplumsal razı olma eğilimini doğurmaktadır” şeklinde
formüle edilen süreci tahlil etmeye yönelik olarak yapılmıştır.
Çalışmanın örnek olayı olarak belirlenen Şubat 2001’de “Kara
Çarşamba” adıyla anılan ekonomik krize dair basında yer alan söylemler,
geliştirilen “kamusal senaryo modeli” çerçevesinde incelenmektedir.
İncelenen beş gazetenin iktidar ve bir sosyal gerçeklik olarak ekonomik
krize ilişkin söylemlerinde farklılıklar bulunmakla birlikte temelde, kamusal
senaryoya bağlı kalınarak, mevcut durumun kaçınılmaz, her iktidar
döneminde yaşanan ve yaşanacak, durum niteliği gösterdiği şeklinde bir
kamusal algılama yaratmaya yönelik söylem ortaya çıkmaktadır. Kamusal
senaryo modelinin ortaya koyduğu bu sonuçlara ilgili gazetelerdeki siyaset
ve ekonomiyi resmeden manşet haberlere “Eleştirel Haber Söylem Analizi”
uygulanarak ulaşılmıştır. Kamusal senaryonun etkilerini ortaya koyma
amacıyla Eylül 2001’de Konya örneklemi içinde 579 kişi üzerinde yapılan
alan araştırması çalışmanın üçüncü bölümünü teşkil etmektedir.
Kamusal senaryo modeliyle ortaya konulan rıza üretim süreci alan
araştırmasının verileri ve sonuçlarına göre doğrulanmaktadır. Yani, bir
sosyal gerçeklik olarak ekonomik krizlerde iktidarın kitle iletişim araçları
üzerinden yürüttüğü kamusal senaryo söylemi vatandaşların yaşanan duruma
razı olma eğilimini şekillendirmektedir. Özellikle okunan gazete değişkenin,
rıza üretim sürecinde önemli bir etken olduğu anlaşılmaktadır.
Abstract
This study has been done to analyze the process formulated as “In
crises caused by government policies, consent manufacturing efforts through
the media shape the social consent tendency.”
Media discourses about the sample event of our study, the crisis of the
Turkish economy in February 2001 known as “Black Wednesday”, are
İletişim 2002/15
İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik .....
87
studied by the concept of “The Public Scenario Model”. While the studied
five newspapers were showing differences in their presentations of the
government and the economical crisis as a social reality, a basic discourse
was observed commonly as conforming to the public scenario to make the
public perceive the present situation as an unavoidable mess that had been
experienced and would be experienced under every government. These
results have been obtained by applying critical discourse analysis to
newspaper headlines covering politics and economy news. With the aim to
reveal the effects of the public scenario on media perception, a survey
conducted in September 2001 in Konya on 579 persons constitutes the third
chapter of the study.
A consent manufacturing process defined by the public scenario
model has been verified by the data and the results of the survey. That is to
say that the public scenario discourse conducted by the government through
the media shapes the consent tendency of the citizens. In particular the read
newspaper variable appears to be an important factor in the consent
manufacturing process.
İletişim 2002/15
88
İletişim 2002/15
Zülfikar DAMLAPINAR
İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla
İlişkiler ve Reklamın Rolü
Nurhan Babür TOSUN*
GİRİŞ
Rekabetin giderek yoğunlaştığı günümüz koşullarında işletmelerin
kurumsal markalarının, ürün markalarının ve varsa menkul kıymetlerinin
finansal değerlerinin maksimizasyonunu sağlamak; kar ederek
büyüyebilmeleri, likidite ihtiyacını gerektiği zamanlar zorlanmadan
karşılayabilmeleri ve kurumun kredibilitesinin farkli alanlarda arttırılmasının
sağlanması açısından oldukça önemli ve gereklidir. Kurum markası, ürün
markası ve menkul kıymetler bir kurumun finansal değer yaratma çalışmaları
yapabileceği üç temel alandır.
Yukarıda belirtilen üç temel alana yönelik olarak finansal değer
yaratılması veya var olan değerin güçlendirilmesi için yönetim, üretim,
finansman, pazarlama, muhasebe, insan kaynakları, araştırma- geliştirme,
halkla ilişkiler fonksiyonlarının bütünleşik bir çalışma içinde bulunmaları
gerekir. Yaptığımız bu çalışmada; üç temel alana yönelik finansal değer
yaratma sürecine, tüm işletme fonksiyonlarının etkisi ve önemi
yadsınmamakla birlikte,
konu sadece halkla ilişkiler ve reklam
perspektifinden ele alınmaktadır.
Günümüzde halkla ilişkiler, her biri farklı uzmanlıklar gerektiren alt
alanlara ayrılmaktadır (Stone,1995, Cutlip,1999). Lobicilik, sorun yönetimi
ve kriz iletişimi, medya ile ilişkiler, sponsorluk, iç halkla ilişkiler, finansal
halkla ilişkiler, kurumsal halkla ilişkiler, pazarlama halkla ilişkileri vb. genel
*
Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi.
İletişim 2002/15
90
Nurhan Babür TOSUN
halkla ilişkiler şemsiyesi altında yer alan spesifik uzmanlık alanlarından
bazılarıdır. Kuşkusuz tüm halkla ilişkiler uzmanlık alanlarının finansal değer
yaratma sürecine direkt veya dolaylı önemli etki ve katkıları mevcuttur.
Ancak bu çalışmada, finansal değer yaratma sürecine direkt etkileri bulunan
finansal, kurumsal ve pazarlama halkla ilişkilerinin finansal değer yaratma
sürecindeki rolleri ve aralarındaki etkileşim irdelenmektedir. Bu bağlamda,
işletmelerin kurumsal marka,ürün markası itibarı oluşturmak yolu ile
markalarının
kimlik
haklarına
istedikleri
finansal
değeri
kazandırabilmelerinde ve halka arzı gerçekleştirmeleri durumunda ise
menkul kıymetlerinin finansal değerini maksimize edebilmelerinde artık her
biri ayrı bir uzmanlık konusu haline dönüşen kurumsal halkla ilişkiler,
pazarlama halkla ilişkileri ve finansal halkla ilişkiler çalışmalarının önemli
bir konuma sahip olduğunu söylemek mümkündür.
Finansal halkla ilişkiler , özellikle halka arzı gerçekleştiren kurumların
menkul kıymetlerine amaçladıkları finansal değeri yüklemede etkin rol
oynayan bir halkla ilişkiler uzmanlık alanı konumundadır. Günümüzde
oldukça önemli ve vazgeçilmez bir diğer finansal değer yaratma alanı olan
kurumsal marka yaratma çalışması ise temelde kurumsal halkla ilişkilerin
görev kapsamı içinde yer alır. Müşteri bağlılığının ve aynı müşteriye aynı
markayı taşıyan farklı ürünleri satmanın dolayısıyla müşteri payının önem
kazandığı günümüz pazarlama anlayışı, bir diğer finansal değer yaratma
alanı olarak ürün markası oluşturmanın önem kazanmasına neden olmuştur.
Ürün markası yaratma ve oluşturma çalışması ise günümüzde genelde
pazarlama halkla ilişkilerinin temel görev alanını oluşturur.
Reklam ise, işletmelerin kurumsal marka, ürün markası ve varsa
menkul kıymetlerine finansal değer yüklemelerinde kimi zaman bağımsız
ancak çoğu kez halkla ilişkiler çalışmasının bir uzantısı olarak
uygulanmaktadır. Bu doğrultuda reklamın genelde, ürün ve ürün markası
odaklı çalıştığı zamanlar bütünleşik pazarlama iletişiminin
bileşeni
konumunda bulunurken, kurumsal markaya yönelik mesajlar içerdiği
zamanlar kurumsal halkla ilişkilerin, menkul kıymetlere dönük çalıştığında
ise finansal halkla ilişkilerin görev ve sorumluluk alanı içinde yer alarak
İletişim 2002/15
İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü
91
farklı ancak etkileşim içinde bulunan alanlarda finansal değerler yaratmada
destek görevi üstlendiğini söyleyebiliriz.
Bu çalışmanın amacı, işletmelerin finansal değerler yaratabilecekleri
alanlara yönelik, spesifik ve farklı yöntemlerin uygulanmasını gerektiren
halkla ilişkiler çalışması türlerini ve reklam çalışmalarını özellikle finansal
değer yaratmadaki katkıları, rolleri ve aralarındaki etkileşim açısından
değerlendirerek halkla ilişkiler ve reklam boyutlu finansal değer yaratma
çalışma sürecini irdelemektir.
Halkla İlişkiler ve Reklam Açısından Finansal Değer Yaratmanın
Önemi
Bir işletmenin kurum ve ürün markasının kimlik haklarının parasal
değerinin yanı sıra varsa menkul kıymetler yelpazesinde yer alan
enstrümanlarının değeri, o işletmenin sahip olduğu finansal değerler olarak
nitelenebilir (Pelsmacker vd,2001:45). Günümüzde, kurumların likidite
ihtiyaçlarını kolaylıkla karşılayabilmeleri, ortakların şirket üzerindeki
kontrolünün sermaye arttırımı halinde de devamı, kurum markasının ve ürün
markasının finansal değerinin maksimizasyonu ve kurumun kredibilitesinin
arttırımı için finansal değer yaratma çalışmalarına önem vermeleri
gerekmektedir.
Finansal değer yaratma alanlarından birisi kurumların menkul
değerleridir. Kurumlar özellikle halka açılma öncesi ve sonrasında menkul
değerlerinin piyasa değerini maksimize edebilmek için finansal çevrede,
mevcut ve potansiyel yatırımcılarda güven ve bağlılık oluşturmak
zorundadırlar. Diğer bir deyişle bu tür kurumların finansal ürün olarak
nitelenebilecek menkul kıymetlerine kredibilite sağlayarak değer yükseltme
çalışmasında bulunma amacını gerçekleştirmeleri için ilgili hedef kitle ile
iletişim kurmaları gerekmektedir.
Bir kurumun, menkul kıymetlerinin değer kazanmasını istemesinde
genelde aşağıda belirtilen nedenler etkindir (Stancil 1984:16-23).
İletişim 2002/15
Nurhan Babür TOSUN
92
• Kurum ortakları hisselerini satmak istedikleri takdirde, elde
edecekleri gelir hisse senedi fiyatı ile orantılı olacaktır. Kurum
sermaye artırımına gittiği takdirde ise, ortakların şirket üzerindeki
kontrolü hisse senedi fiyatının yüksekliği oranında daha az kaybolur.
• Başka kurumlarla birleşmelerde, şirket evliliklerinde ve
devretmelerde genelde şirketin değeri hisse senedi fiyatı baz alınarak
saptanır.
• Yukarıda belirtilen açılardan bakıldığında hisse senedi fiyatının
yüksekliği, kredibilitesi kurum ortaklarına maddi kazanç sağlamanın
yanı sıra onların kurumları üzerindeki hakimiyetinin devamını da
sağlar.
• Ayrıca işletme çalışanlarının da menkul kıymet sahibi olması
sağlandığı takdirde, özellikle hisse senedi fiyatındaki artış
çalışanların motivasyonunu sağlar. Hisse senedi fiyatlarındaki
istikrarlı artış aynı zamanda yatırımcıların yönetimden memnun
olduklarının da bir göstergesidir.
Bu bağlamda finansal ürünlerdeki fiyat yükselmesinin nakit ihtiyacını
gidermenin yanı sıra kuruma itibar sağladığını, kredibiliteyi arttırdığını
söylemek mümkündür.
İşletmelerin finansal ürünlerine değer yüklemenin yanı sıra gerek
kurumsal gerekse ürün markası imajı oluşturarak marka finansal değeri
yaratmaları da varlıklarının sürekliliği için zorunludur.
Yoğun rekabetin yaşandığı ve işletmeler arasında farklılaşacak
alanların giderek daraldığı günümüzde farklılaşacak en önemli alanın
kurumsal marka konumlandırma olduğu görüşü güçlenmektedir (Cooper and
Dukart, 1997:14). Kuruma hedef kitle nezdinde itibar yükleyerek saptanan
amaçlar paralelinde imaj kazandırma kurumsal marka konumlandırmasının
temel amacıdır. Günümüzde müşteriler için önemli olan ‘kurumun gerçekte
nasıl olduğu’ değil, ‘kurumun nasıl olduğuna inandıkları’ algıdır
(Kiley,1998:36). Bir işletmenin kar ederek büyüyebilmesi, ürünlerinin
fiyatlarında inelastikliği sağlayabilmesi, nitelikli elemanları işletmeye
İletişim 2002/15
İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü
93
çekerek uzun süre tutabilmesi, kriz durumlarından mümkün olduğunca az
yara alarak çıkabilmesi vb.için güçlü bir kurum imajına ihtiyaç vardır.
İşletmelerin müşteri bağlılığını sağlayarak talebi inelastikleştirmeleri
ve böylece rakiplerinden sıyrılabilmeleri,ürünlerini bir imaja sahip marka
altında satmaları ile mümkündür. Bu nedenle, ürün markası imajı işletmeler
açısından kurum markası imajı kadar önemlidir.
Kurumsal marka veya ürün markası imajının güçlü olmasının bir diğer
yararı ise, marka adının finansal değerinin yüksek olmasını sağlamasıdır.
Gerçekten de hedef kitle tarafından tanınan, sevilen,saygınlığı olan
markaların isimlerinin veya logo,ticari karakter gibi herhangi bir
sembollerinin piyasa değeri oldukça yüksektir.Marka adının ve
sembollerinin piyasa değerinin yüksekliği ise marka haklarını kısmen veya
tamamen devretme durumlarında işletmeye büyük kazanç sağlar.
Finansal Değer Yaratma Çalışmalarında Halkla İlişkiler
Halka arzı gerçekleştiren veya gerçekleştirmeyi düşünen bir kurumun
hisse senetlerinin piyasa değerini yükseltilmesinde veya kurumsal
marka/ürün markası imajı oluşturmak yolu ile kurum ve ürün markasına
yönelik finansal değer yaratma çalışmasının gerçekleşmesinde halkla
ilişkiler disiplininin büyük rolü vardır. Üç farklı finansal değer yaratma alanı
için de sistematik halkla ilişkiler programlarının uygulanması gerekir.
Finansal değer yaratmaya yönelik çalışmalar genel olarak halkla
ilişkiler çalışması olarak nitelenebilmesine rağmen yukarıda belirtilen üç
farklı finansal değer yaratma amacını gerçekleştirmeye yönelik halkla
ilişkiler faaliyetleri günümüzde spesifik isimler taşımaktadırlar.
İşletmelerin hisse senetlerinin fiyatını yükselterek finansal değer
yaratma çalışması finansal halkla ilişkiler, kurumsal marka oluşturarak
finansal değer yaratma kurumsal halkla ilişkiler, ürün markası imajı yolu ile
finansal değer meydana getirme ise pazarlama halkla ilişkilerinin görev
kapsamı içinde bulunmaktadır. Aşağıda işletmelere farklı amaç ve
İletişim 2002/15
Nurhan Babür TOSUN
94
yöntemlerle finansal değer kazandırmayı amaçlayan halkla ilişkiler çalışması
türleri sırayla irdelenmektedir.
Finansal Değer Yaratma ve F inansal Halkla İlişkiler
Halkla ilişkilerin uzmanlık alanlarından birisi olan finansal halkla
ilişkiler, özellikle halka açık işletmelerin menkul kıymetlerinin değerini
maksimize edebilmek için finansal merkezin kapsamında bulunan aracı
kurumlar, finansal analistler ve borsa başkanlığının yanısıra kurumsal ve
bireysel pay sahipleri ve finansal basın mensupları ile iletişim kurmaya
yönelik programlar hazırlayıp uygulamayı amaçlar. İşletmenin hisse
senetlerinin değerini korumak, arttırmak ve kimi zaman düşürmek için hedef
kitleye bilgi akışı sağlayarak güven, saygınlık ve sempati oluşturmaya
yönelik stratejiler planlayarak kurumun finansal ürünlerine bağlılık
oluşturma fınansal halkla ilişkilerin temel görevidir (Graves,1985:87).
1980’li yıllarda finansal merkezlerin tün dünyada geçirdiği değişim
finansal halkla ilişkilere gereksinim duyulmasında etkin olmuştur. Küçük
şirketlerin uluslar arası bankacılık grupları tarafından satın alınması,
özelleşmenin giderek yoğunlaşması, hisse senedi pazarlarının hızla
büyümesi finansal halkla ilişkilerin önem kazanma nedenleri arasındadır
(Gregory,1998:76).
Finansal halkla ilişkiler, kurumun geçmiş ve geleceğe yönelik finansal
aktivitelerini içeren finansal takvimi, yaptıklarını ve yapmadıklarını ele alan
uzun önemli bir çalışmadır.
Hisse senetlerinin değeri,oluşan talep, istikrar ve şirketin kredi notu
finansal halkla ilişkilerin başarısının ölçümlenmesindeki en önemli
kriterlerdir.Bu nedenle finansal iletişim faaliyetinde şirketlerin hisse
senetlerine bireysel ve kurumsal yatırımcılar, aracı kuruluşlar, finansal
analistler nezdinde talep yaratılmaya çalışılır. Oluşan talep, hisse senetlerinin
değerinin yükselmesi için gereken ortamı hazırlar.
Finansal halkla ilişkiler uygulaması sürecinde özelikle finansal
analistlere yönelik yönelik iletişim planlarının, yapılan sunumların çok
İletişim 2002/15
İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü
95
dikkatli hazırlanması gerekir. Çünkü finansal analistler kurumsal ve bireysel
yatırımcıların ve finansal basının görüşlerini önemli ölçüde etkileme
potansiyeline sahiptirler (Hanrahan,1998:154).
Yatırım şirketlerinin yöneticileri alacakları veya satacakları hisse
senetleri konusunda analistlerin raporlarına güvenirler. Şirketler ise yatırım
çevrelerine doğru bilgi vermesi için, yatırımcı ilişkileri yöneticisine
güvenirler. Yatırımcı ilişkileri yöneticisi, analistin şirketteki muhatabıdır.Bu
nedenle yatırımcı ilişkileri yöneticisinin kimliği oldukça önemlidir. Bu
pozisyondaki kişinin gerek halkla ilişkiler gerekse finans konusunda
deneyimi bulunmalı ve analistler ile aynı dili konuşabilmelidir
(Savage,1970:126).
Hisse senetlerine finansal değer yükleyebilmek için finansal halkla
ilişkiler uygulayıcıları üç ana alanda iletişim planı yapmalıdırlar
(Hart,1995:56).
1. Öncelikli olarak aracı kurumlar, finansal analistler ve borsa
başkanlığını kapsamı içine alan finansal merkez ile mevcut ve potansiyel pay
sahiplerine yönelik bir iletişim planının yapılması gerekir. Sürpriz finansal
hareketlere kapalı olan finansal merkeze, aracıların tahminlerine dayanak
oluşturacak öngörülen hisse senedi değerlerini destekleyecek finansal takvim
sunulması ve bu takvime riayet edilmesi gerekir. İşletmelerin olumlu veya
olumsuz tüm finansal hareketleri finansal merkez ile paylaşması zorunludur.
Çünkü uzun vadeli bir belleğe sahip olan finansal merkez, kendisine yanlış
bilgi verildiğini öğrendiği takdirde işletmenin finansal aktiviteleri ve hisse
senetleri gelecek yıllarda büyük zarar görür. Mevcut ve potansiyel pay
sahipleri ise yaptıkları yatırımın geri dönümünü ve finansal ilişkinin
çıkarları doğrultusunda sürmesini isterler.Bu nedenle tüm ayrıntıları
kapsamında bulunduran finansal hareket bilgileri ve şirket geleceğine ilişkin
bilgiler kendileri için oldukça önemlidir.Yıllık raporlar, basının finansal
haber köşelerinde yer alan sunumlar,kurumun pay sahibi olmanın
kendilerine sunduğu ayrıcalıklı hizmetler uygulaması pay sahiplerine yönelik
finansal halkla ilişkiler taktikleridir.
İletişim 2002/15
Nurhan Babür TOSUN
96
2. İletişim planının yapılması gereken ikinci alan ise finansal basını
kapsamı içine alır. Şirket yöneticilerinin işletmenin finansal takvimi,
geleceğe yönelik planları konusunda verdikleri demeçlerin basında istenilen
yer ve zaman diliminde yer alması, finansal bilgileri içeren basın
bildirilerinin, raporların ve finansal takvimin basına iletilmesi ve bazı
organizasyonların düzenlenmesi finansal halkla ilişkilerin basına yönelik
temel çalışmaları içinde yer alır.
3. Kurum içi personelin , işletme hakkında hazırlanmış mali tablolar
ve istihdamlarının bağlı olduğu finansal istikrar ve büyümeleri konusunda
bilgilendirilmelerine yönelik iletişim planı ise finansal halkla ilişkilerin
üçüncü alanını oluşturur.
İşletmelerin finansal ürünlerine finansal değer katma çalışmasında
bulunan finansal halkla ilişkiler, uygun stratejiler ile bu stratejileri
gerçekleştirmeyi amaçlayan taktiklerin dikkatli bir bileşimi olmalıdır.
Elbette ki bu halkla ilişkiler çalışmasının başarısı diğer halkla ilişkiler
alanları ile eşgüdümlü çalışarak sinerji yaratmaya bağlıdır.
Özellikle hisse senetlerine yönelik finansal değer yaratmada
oldukça etkin olan finansal halkla ilişkiler, sadece tüm kuralların ve
bilgilerin kapsamlı bir düzenlemesini değil, bilgi akış şeklini de belirleyen
uygulayan ve denetleyen çalışmaları da kapsamında bulundurur.
Finansal Değer Yaratma ve Pazarlama Halkla İlişkileri
Yoğun rekabet ortamında, işletmelerin genel kurum imajı kadar
ürünlerinin marka imajı da yoğun ve sistematik çalışmalar yapılması gereken
bir konudur. Ürüne yönelik marka imajı oluşturma çalışmaları, pazarlama
halkla ilişkilerinin görev kapsamı içerisinde bulunmaktadır. Harris,
pazarlama halkla ilişkilerinin temelde pazarlama faaliyetlerini destekleyen,
yönlendiren ve uzmanlık isteyen teknikleri içeren ayrı bir disiplin olduğunu
öne sürmektedir. Harris’e göre pazarlama halkla ilişkileri, pazarlama
sürecinde marka imajı yaratmaya yönelik strateji oluşturma ve bu stratejiyi
gerçekleştirmeye yönelik taktikleri uygulama görevlerini de kapsamı içine
İletişim 2002/15
İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü
97
alan ve pazarlama sürecinin sağlıklı işlemesini sağlayan bir disiplindir
(Harris,1993:33). Pazarlama faaliyetlerini destekleyen pazarlama halkla
ilişkileri, pazarın değişen ve gelişen koşullarına cevap verebilmek için hızlı
bir biçimde gelişmektedir.
Yukarıda söylenenler doğrultusunda pazarlama halkla ilişkilerinin
temel amacının marka imajı oluşturarak marka sadakati yaratmak olduğunu
söylemek mümkündür. Oluşan marka imajının söz konusu markaya iki ana
yararı vardır.
1.
Markaya pazar değeri sağlamak
2.
Markaya finansal değer katmak
Yukarıda belirtilen iki temel yararın gerçekleşebilmesi için varolması
gereken marka imajını yaratma, belirli hedeflere ulaşma ile mümkündür.
Marka; adı, logosu, ticari karakteri,rengi ve düzenlediği etkinlikler ile
bir bütündür.Markanın hatırlanması ise bu bütünlük ile sağlanır.
Hatırlanmanın gerçekleşebilmesi için ilk aşamada tanınmayı sağlayacak
çalışmaların planlanması gerekir. Markanın tanınması; ayırıcı özelliklerinin
farklı ortamlarda vurgulanması ve hedef kitlenin ilgi alanına,özelliklerine
uygun etkinliklerin markanın iletilmek istenilen özelliklerini belirtecek
tarzda planlanması ile gerçekleşebilir (Heffliin,Haygood,1985). Bu
çalışmada genelde markanın rasyonel yararlarından çok duygusal yararları
üzerinde durulur. Markanın algılanan değeri olarak da tanımlanabilecek
marka tutumu oluşturmak üzerinde önemle durulması gereken bir konudur.
Marka odaklı uzun süreli etkinlikler, farklı çevrelerin markaya olumlu
yaklaşımı hedef kitlede olumlu bir tutum oluşmasına yardımcı olur. Bu
süreç marka güveninin dolayısı ile de bağlılığın oluşmasını sağlar.
Markaya gereksinim oluşturma, farkındalık ve marka bilgisi sağlama,
olumlu tutum ve güven yaratarak bağlılık meydana getirme yolu ile
yaratılan marka imajı, söz konusu markaya pazar değerinin yanı sıra
finansal değer de kazandırılmasını saplar. Markanın finansal değerinin
yüksek olması ise, markanın kimlik haklarının bedelinin yüksek olması
anlamına gelir.
İletişim 2002/15
Nurhan Babür TOSUN
98
Örneğin, Dupont,Coca Cola gibi alanında lider konumunda olan
markaların satılmaları söz konusu olduğu takdirde sadece marka kimliği
hakları için yüksek meblağlar istenebilinir. Ayrıca imajı güçlü ve itibarı
yüksek olan markaların halka arzı gerçekleştirmeleri durumunda hisse
senetleri yüksek fiyatlarla borsada yer alır.
Yukarıda söylenenler doğrultusunda, pazarlama halkla ilişkileri
çalışması ile oluşturulan marka imajının, markaya finansal değer katmasının
yadsınamayacak bir olgu olduğunu belirtebiliriz.
Finansal Değer Yaratma ve Kurumsal Halkla İlişkiler
Kurumsal halkla ilişkiler günümüzde gerek ulaşmayı amaçladığı
hedefler gerek planladığı stratejiler gerekse uyguladığı taktiklerle farklı bir
uzmanlık alanıdır. Genel bir tanımlama yapacak olursak, kurumsal halkla
ilişkilerin bir kuruma itibar sağlamak veya var olan itibarı pekiştirmek
amacını taşıyan iletişim yöntemi olduğu söylenebilir (Sirgy,1998:27).
Kurumsal halkla ilişkiler çalışması bir nokta da şirketin kimliğini hedef
kitleye yansıtmaya çalışan itibar yönetimidir (Haywood,1998:56). Çünkü bu
çalışma çeşitli sosyal gruplar ile iyi ilişkiler, ortak anlayış,sempati ve
saygınlık oluşturmak ve korumak için planlanan çalışmalar demetidir.
Hedef grupların işletmeye yönelik genel tutumları olarak
nitelenebilecek olan kurum imajını oluşturma kurumsal halkla ilişkilerin
görev alanı içinde yer alır.
Poiesz (1998:135), kurum imajının yardımı olmadan tüketicilerin
hangi ürünleri satın alacaklarını kararlaştırmada zorluk çekeceğini ve kurum
imajının ürün markası imajını da desteklediğini söylemektedir. Gerçektende
rekabetçi ortamda tüketiciler rasyonel davranma yeteneklerini giderek
kaybetmektedirler. Pazardaki tüm seçenekleri bilmeyebilirler veya belirli bir
ürünün tüm özelliklerinden haberdar olmayabilirler. Ayrıca bildikleri
özellikleri de doğru biçimde değerlendiremeyebilirler Bu nedenlerden
kaynaklanan rasyonel davranma yeteneksizliği, tüketicileri karar alabilmek
İletişim 2002/15
İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü
99
için diğer gerekçeleri aramaya zorlar. Sağlam bir kurum imajı, tüketicilerin
satın alma kararlarında belirleyici olabilir.
Bilgi işlevi, beklenti işlevi ve süreklilik-tutarlılık işlevi, hedef
gruplarda kurum imajı oluşturabilmek için gerçekleştirilmesi gereken
işlevlerdir. Ürünler arasında giderek artan benzerlik, ürünün iç işlevsel
özellikleri arasında ayırımlar yapma da tüketicileri zorlar.Bu nedenle, her
zaman gözlenemeyecek özellikleri çağrıştıracak kurum imajı bilgi verme,
beklenti karşılama ve süreklilik oluşturma yolu ile gerçekleştirildiğinde
kurumun ürünlerine ayırıcı özellikler yükler (Pruyn,1990:127)
Açıkça tanımlanmış bir kimliği yansıtan özlü bir imaj, pazarda göze
çarparak alıcıları çeker. Bir kurumun imajı ne kadar güçlü ise, mevcut ve
potansiyel kullanıcıların söz konusu kurum tarafından üretilen ürünlerin
daha yüksek kalite de ve gerçek fiyatından daha fazlaya değer olduğunu
kabul etme olasılıkları da o denli güçlü olur.
Güçlü bir kurum imajının pazar değerinden başka finansal değeri de
mevcuttur.Örneğin, Pan Am World Airways isminin ve logosunun satın
alınması için ödenen miktar 1.33 milyon dolardı. Satın alınanların sadece
Pan Am kimliğine ilişkin haklar olmasına karşın bu denli yüksek bir miktar
ödenmesinin tek nedeni, söz konusu kurumun dünya genelinde sağlam bir
imaja sahip olması idi (Howard,1998:33). Sağlam ve güçlü bir imaja sahip
kurumların kimlik haklarının satın alınması için yüksek miktarlar
ödenmesinin temel iki nedeni mevcuttur.
• Yeni bir kurum imajı oluşturma çalışması, mevcut bir imajı satın
almadan çok daha maliyetlidir.
• Bir kurum imajının finansal değeri, çoğu kez öz varlıkların
değerinden daha yüksektir.
Yukarıda belirtildiği gibi kurum imajını yansıtan kurumsal kimlik
öğelerine biçilen finansal değer, kurumsal imajın finansal değer yaratmadaki
rolünü ve önemini göstermektedir.
Kurumun marka veya ad varlığı, müşteri bağlılık derecesi,çalışanların
motivasyonları, yasal sorunları önleme yeteneği kurum imajı doğrultusunda
İletişim 2002/15
Nurhan Babür TOSUN
100
gelişen değerlerdir. Ayrıca kuvvetli bir kurum imajı, kurumun hisse senedi
değerinin yüksek olmasına, pay sahiplerinin sayısının istenilen oranda
artmasına ve pay sahibi bağlılığı oluşmasına büyük katkıda bulunur.
Finansal Değer Yaratma Çalışmalarında Reklam
İşletmelerin kurumsal markalarına, ürün markalarına ve varsa menkul
değerlerine finansal değer yükleyebilmelerinde reklam çalışması kimi
zaman bağımsız kimi zaman ise halkla ilişkiler faaliyetinin bir uzantısı
olarak uygulanabilir.Ancak bu konuda maksimum verimin elde edilebilmesi
için reklamın kurumsal halkla ilişkiler, pazarlama halkla ilişkileri ve
finansal halkla ilişkilerin faaliyet alanı içinde kullanılması daha doğru olur.
Diğer bir deyişle, belirli bir ürüne, kuruma ve fikirlere yönelik bilgi,
düşünce ve davranışları hedef kitlede oluşturmak için bir bedel karşılığında
iletişim araçlarında yayınlanan mesajlar olarak nitelenebilecek olan reklam,
kimi zaman kurumsal marka kimi zaman ürün markası kimi zaman ise
menkul değerlere finansal değer katabilmek amacı ile kullanılabilen bir
enstrüman konumunda bulunabilir. Kurumsal markaya, ürün markasına ve
menkul kıymetlere finansal değer yükleyebilmenin ön koşulunun güçlü bir
imaj ve pazar değerinin yüksekliği olması gerçeğinden ötürü, reklam
çalışmasında da aynı halkla ilişkiler çalışmasında olduğu gibi, öncelikle
imaj oluşumu ve pazar değerini yükseltme hedefi gerçekleştirilmeye
çalışılır. İşletmelerin farklı alanlarda finansal değer yaratabilmelerinde
genelde halkla ilişkilere destek görevi üstlenen reklamların bu konuya
yönelik işlevi aşağıda irdelenmektedir.
Satışı gerçekleştirmek ve satış sürekliliğini sağlayarak marka sadakati
yaratmak amacını taşıyan bütünleşik pazarlama iletişiminin bileşenlerinden
birisi olarak reklam, kimi zaman bütünleşik pazarlama iletişiminde ağırlıklı
bir göreve sahip olurken kimi zaman ise bir diğer bileşen olan pazarlama
halkla ilişkilerinin güdümünde çalışır. Özellikle satışın hemen
gerçekleştirilmesi gereken durumlarda reklam, sistemin ağırlık merkezini
oluşturur. Marka imajı yaratmak ve dolayısı ile marka sadakati oluşturmak
amaçlandığı zamanlar ise bütünleşik pazarlama iletişiminin merkezi
İletişim 2002/15
İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü
101
konumunda bulunan pazarlama halkla ilişkileri, reklamdan hedeflerini
gerçekleştirmek için yararlanır. Her iki durumda da reklam çalışmaları;
ürün markasına yönelik farkındalık sağlamak, bilgi vermek, tutum
oluşturmak, satışı gerçekleştirmek ve satış sonrası tatminin sağlanmasına
yardım etmek fonksiyonlarının gerçekleşmesine önemli katkılarda
bulunurlar. Bütünleşik pazarlama iletişimi içinde yer alan reklam genelde ,
markanın pazar değeri kazanmasına veya var olan değerin arttırılmasına
destek olur. Ancak markanın pazar değeri ile finansal değeri arasında
bulunan yakın ilişki ve etkileşimden ötürü, yaratılan pazar değeri zaman
içinde finansal değer oluşmasını da sağlar. Özellikle imaj oluşumuna dönük
marka reklamları, aynı zamanda markanın finansal değer kazanmasını da
gerçekleştirirler.
Ürün ve ürün markası dışında hedef kitlede kuruma yönelik iyi niyet,
itibar ve imaj oluşumuna destek olmak amacı ile düzenlenen aktiviteleri ve
bu aktivitelerin haber olarak yayınlanması mümkün olmayan ayrıntılarını
duyurmak, kurum kimliğine ilişkin olarak farkındalık yaratmak ve özellikle
sorun ve kriz dönemlerinde gerekli açıklamaları yapmak gibi amaçlar
taşıyan kurumsal reklamlar, kurumsal halkla ilişkilerin görev alanı içinde
yer alır (Tooth ve Heath, 192:257). UK Institute of Practitioners in
Advertising (IPA)’ nın verdiği tanıma göre ise ‘İç hedef kitle, finansal hedef
kitle, baskı grupları, sivil toplum kuruluşları, hükümet, yatırımcılar, hedef
pazar, aracı kuruluşlar gibi hedef kitlelerde kuruma ilişkin olumlu duygu ve
düşünceler oluşturmak ve var olan tereddütleri gidererek ortak paydalar
yaratmak amaçlı reklamlar, kurumsal reklam katagorisinde bulunur’
(Kitchen,1997:190). Bu tanım doğrultusunda; kurumsal halkla ilişkiler
çalışmalarından birisi olarak, bir kurumun imajının oluşumu veya var olan
imajın pekiştirilmesi ve kuruma ilişkin konulara yönelik olarak farkındalık
sağlanması amacı ile yapılan reklamların kurumsal reklam niteliğinde
olduğunu ve bu reklamların kurumsal kimliğin hedef kitleye iletilmesi,
çalışanlara moral aşılanması, yapılan veya yapılacak olan etkinliklerin ve bu
etkinliklerle ilgili detayların duyurulması, kurumun çeşitli konulardaki
başarılarını kanıtlayan rapor ve araştırma sonuçlarının açıklanması, belirli
konularda kurumun düşünce ve davranış tarzının belirtilmesi ve farklı hedef
İletişim 2002/15
Nurhan Babür TOSUN
102
kitlelerle oluşan mevcut veya olası iletişim sorunlarının giderilmesi gibi
amaçlar taşıdığını söyleyebiliriz.
Kurumsal reklamlar, kuruma itibar kazandırmaya ilişkin mesajları
kapsamlarında bulundurdukları için kurumsal markaya finansal değer
kazandırılmasına da kimi zaman doğrudan kimi zaman ise dolaylı olarak
katkıda bulunurlar.Kurumsal markanın finansal değerinin yüksek olması ise,
kurumun ürün markasının pazar ve finansal değerine ve varsa menkul
kıymetlerinin finansal değerine olumlu katkıda bulunur. Bu doğrultuda
kurumsal reklamlar ile bütünleşik pazarlama iletişimi kapsamında faaliyette
bulunan ürün/marka reklamlarının entegre çalışmaları sonucunda meydana
gelebilecek sinerjinin, her iki reklam türünün de daha verimli çalışmalar
yapmasına olanak sağlayabileceğini söyleyebiliriz.
Gerek kurumsal halkla ilişkilerin sorumluluk alanı içinde bulunan
kurumsal reklamlar gerekse bütünleşik pazarlama
iletişiminin
bileşenlerinden birisi konumunda bulunan ürün/marka reklamları; kurumsal
marka, ürün markası ve menkul kıymetlere finansal değer yüklemeye farklı
yöntem ve tekniklerle yardımcı olurlar. Farkındalık sağlama, marka
çağrışımı yapılmasını gerçekleştirme, tutum oluşturma reklamların
gerçekleştirebileceği süreçlerdir. Reklam mesajları aynı zamanda, hedef
kitlenin ilgili konularda gereken bilgileri kolaylıkla edinmelerini
gerçekleştirirler.
Markaya pazar değeri ve finansal değer kazandırabilmenin yanı sıra
işletmenin varsa menkul kıymetlerinin finansal değerinin maksimize
edilmesine destek olma da yararlanılabilen reklam türleri, kullanım alanları
ile birlikte aşağıda açıklanmaktadır (Franzen,1998: 141-168).
• Farkındalık oluşturma da kullanılabilen reklamlar: Farkındalık
reklamları, kimlik reklamları, çekicilik reklamları.
• Çağrışım yaratmada kullanılabilen reklamlar: Kimlik reklamları,
çekicilik reklamları, duygusal reklamlar.
• Kalite algılamada kullanılabilen reklamlar: İkna reklamları
İletişim 2002/15
İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü
• Müşteri sadakati yaratmada
reklamları, satış reklamları
kullanılabilen
reklamlar:
103
İlişki
Farkındalık Reklamları: Bu tür reklamların temel amacı, kurum veya
ürün markasının tanınmasını ve hatırlanmasını sağlayacak etkiyi
oluşturmaktır. Farkındalık reklamları genelde markaların yaşam eğrilerinin
ilk dönemlerinde yoğun olarak kullanılır. Son yıllarda ise, işletmelerin
menkul kıymetlerine dönük farkındalık reklamları da kullanılmaya
başlanmıştır.
Kimlik Reklamları: Marka kimliğini oluşturan görsel ve sözel öğeleri
hedef kitleye tanıtmak veya anımsatmak amacını taşıyan kimlik reklamları,
farkındalık oluşturmanın yanı sıra marka imajı çağrışımı yaratma amacı ile
de yoğun olarak kullanılır. Diğer bir deyişle,bu tür reklamların, marka
kimliğini hedef kitleye yansıtarak marka tutumu meydena gelmesine de
yardımcı olduğunu söylemek mümkündür.
Çekicilik reklamları: Markanın hedef kitlenin ilgisini çekmesini
sağlayarak farkındalık ve imaj oluşturan bu reklam türü, amacını
gerçekleştirebilmek için genelde mizahi üslup, ünlü kişilerin kullanımı gibi
tekniklerden yararlanır. Kullanılan bu tekniklerle hedef kitlenin ilgisini
çekmenin yanı sıra tutum da oluşturulabilinir.
Duygusal reklamlar: Hedef kitle ile marka arasında ilişki kurabilmek
için sadece bilgi verici bir yaklaşımın kullanılması yeterli değildir. Nitekim
yapılan araştırmalar, kişilerde bir markaya ilişkin tutum oluşmasında
özellikle duyguların daha etkili olduğunu ortaya koymaktadır
(Biel,1993:67-82). Bu nedenle marka çağrışımı oluşturmada kullanılan en
önemli reklam türünün; sevgi, arkadaşlık, empati, nostalji gibi öğeleri
kullanan duygusal reklamlar olduğunu söyleyebiliriz.
İkna reklamları: İkna reklamları markanın rasyonel ve duygusal
yararları konusunda hedef kitleyi ikna etmeye çalışarak hem yüksek kalitede
bir marka algılaması hem de satın alma niyeti meydana getirme amacını
taşırlar.
İletişim 2002/15
104
Nurhan Babür TOSUN
İlişki reklamları: Günümüzde bütünleşik pazarlama iletişiminin temel
amacı olan marka sadakati yaratmada kullanılan reklam türü konumunda
olan ilişki reklamları, amacını gerçekleştirmek için genelde rasyonel ve
duygusal öğelerin sentezi ile güçlü bir marka imajı ve tutumu oluşturmaya
çalışır.
Satış reklamları: Hedef kitleyi oluşturan bireyleri markaya yönelik
direkt davranışa sevketmeye çalışan satış reklamlarında genelde, ürünün
neden hemen satın alınması gerektiği ve satın alma noktaları belirtilir. Satın
almanın gerçekleşmesinin marka sadakati oluşturmanın ilk basamağı olarak
görülmesinin uzantısı olarak bu tür reklamların da marka sadakati yaratma
amaçlı reklamlar katagorisinde değerlendirilmesine neden olduğunu
belirtebiliriz (Aaker,1996:120).
Reklamların, yukarıda belirtilen süreçleri özellikle finansal değer
yaratma amacı ile gerçekleştirmelerinde içeriksel yaklaşımın belirlenmesi
önem taşır. İçeriksel yaklaşım ise kendi içinde ‘Duygu yönlü yaklaşım’ ve
‘Bilgi yönlü yaklaşım’ olmak üzere ikiye ayrılır.
Duygu Yönlü Yaklaşım: Reklamların içeriksel olarak duygu yönlü
yaklaşıma sahip olması gerektiği kararlaştırıldığı takdirde, reklam
mesajlarının hedef kitleyi düşündürtmekten çok duygusal hatırlatmalar ve
çağrışımlar yapması amaçlanır. Genelde imaj oluşturma ve pekiştirme,
kanaat meydana getirme ve tutum oluşturma gerektiği zamanlar uygulanan
bir yaklaşımdır. Diğer bir deyişle, bu tür reklamlar kurumsal markaya ve
ürün markasına yönelik prestij, sempati gibi duygular yaratmanın yanı sıra
hedef kitlenin geçmişte yaşadığı mutluluk, sevinç, üzüntü gibi duygularını
tekrar gündeme getirerek çağrışımlar oluşturur. Bu yaklaşımın benimsendiği
reklamlarda kullanılan temel unsurlar ise şunlardır:
Mizah: Hedef kitleyi güldürerek bir çekicilik yaratmayı ve böylece
dikkati çekmeyi amaçlayan mizah reklamları, hedef kitle mizahi öğelerle
mesajda söylenenlerden etkilendiği zaman başarılı; hedef kitle reklam
mesajını sadece komik bulduğu için söylenenleri ciddiye almadığı zaman
ise başarısızdır. Bu nedenle mizahi reklamlarda sınırın iyi çizilmesi ve
komik noktasına gelinmemesi gerekir. Araştırmacıların mizahi reklamlar
İletişim 2002/15
İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü
105
konusundaki ortak görüşleri, bu reklamların dikkati çekmede çok etkili
olduğu yönündedir (Weinberger ve Gulas,1992:35). Kurumsal ve ürün
markalarına farkındalık sağlamak ve çağrışım oluşturmak amaçlandığında
mizahi reklamlar dan yararlanılabilinir.
Duygusallık: Duygusallık teması üzerine kurulan reklam mesajları;
arkadaşlık, sevgi, empati gibi duyguları anımsatarak hedef kitleye ulaşmayı
amaçlar. Yapılan araştırmalar bu tür reklamların hedef kitle de olumlu
duygular uyandırarak marka çağrışımı yapmada ve marka imajı oluşturmada
etkili olduğunu ortaya koymaktadır (Quens,1997:123).
Korku, endişe yaratma: Bu yaklaşımın benimsendiği reklamlarda, bir
risk türü karşısında korumasız kalmış hedef kitle, bu riski ortadan
kaldıracak bir davranışı yapma yönünde etkilenmeye çalışılır
(Mowen,1993:74). Özellikle çağrışım uyandırmada oldukça etkili olan bir
yöntemdir.
Mizah, duygusallık ve korku, endişe yaratmaya yönelik içerikler
genelde kurumsal ve ürün markalarına farkındalık sağlanması ve çağrışım
oluşturulmasında etkili olurlar. Ancak, sadece bu tür reklamlar ile marka
kredibilitesi meydana getirilmesi ve dolayısı ile markaya finansal değer
yüklenmesi oldukça zordur.
Bilgi Yönlü Yaklaşım: Bilgi yönlü yaklaşımın kullanıldığı
reklamlarda hedef kitle, kendilerine akılcı ve çekici gelebilecek rasyonel
bilgilerle etkilenmeye çalışılır (Aaker ve Stayman,1990:7). Fiyat, nitelik,
kullanım şekli, özel fırsatlar, bileşenler, garanti, güvenilirlik, araştırma
sonuçları vb. bu tür reklamlarda vurgulanan temel özelliklerdir.
Bilgi yönlü reklam içeriği, gerek kurumsal ve ürün markalarına imaj
dolayısı ile de finansal değer yüklemede gerek işletmelerin menkul
kıymetlerine finansal değer kazandırmada destek bir enstrüman olarak
kullanılabilir.
İletişim 2002/15
Nurhan Babür TOSUN
106
Finansal Değer Yaratmada Sinerji Oluşturan Etkileşim
Finansal, kurumsal ve pazarlama halkla ilişkileri çalışmaları ile
reklam finansal değer yaratma açısından genelde birbirilerini destekleyen
amaçları gerçekleştirmeye yönelik programları planlamayı ve uygulamayı
hedefler. Bu çalışmalar arasındaki koordinasyon, tek sesliliği sağlamanın
yanı sıra güçlü bir sinerji de yaratır.
Özellikle, genel olarak menkul kıymetler olarak nitelenebilecek olan
finansal ürünlere finansal değer kazandırabilmek için kurumsal ve/veya
pazarlama halkla ilişkileri çalışmalarının göz ardı edilerek ağırlıklı olarak
finansal halkla ilişkiler çalışmasına yönelme doğru ve yeterli değildir
(Kitchen ve Schultz,2001). Bu amacı gerçekleştirmeye yönelik programda
finansal halkla ilişkiler çalışması;kurumsal halkla ilişkiler, pazarlama halkla
ilişkileri ve reklam çalışmaları ile bütünleşik uygulandığı takdirde oluşan
sinerji, istikrarlı bir verimliliğin gerçekleşmesini sağlar.
Finansal halkla ilişkiler çalışmasında sadece finansal konuma, finansal
ürünlere ve aktivitelere yönelik hedeflenen imajı oluşturma, kredibilite
sağlama amaçlanır. Tüm dünyada giderek önem kazanan finansal halkla
ilişkilerin amacının dolayısı ile de hedef kitlesinin oldukça spesifik olduğunu
söylemek mümkündür. Ancak finansal halkla ilişkiler kendi spesifik amacını
gerçekleştirmenin yanı sıra yaptığı çalışmalar ile kurumsal ve pazarlama
halkla ilişkilerinin amaçlarına ulaşmasında da destekleyici olur.Çünkü
menkul kıymetlerinin değeri yüksek olan işletmelere kurum veya ürün
markası imajı yükleme çalışmalarında bulunma oldukça kolay olur.
Kuruma amaçlar doğrultusunda saptanan imajı yükleme çalışması
temel görev alanı olan kurumsal halkla ilişkilerin başarısı, pazarlama ve
finansal halkla ilişkilerin finansal değer yaratma çalışmasını direkt olarak
etkiler.Güçlü ve sağlam bir işletme imajına sahip olan bir kurumun gerek
hisse senetlerinin değeri gerekse ürün markalarının kimlik haklarının bedeli
oldukça yüksek olur. Bu nedenle olumlu bir kurumsal imaja sahip olan bir
kurumun finansal ve pazarlama halkla ilişkileri çalışmalarından başarı elde
şansı oldukça yüksektir.
İletişim 2002/15
İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü
107
Kurumun pazarlama faaliyeti içerisinde oluşturulan ürünlere marka
konumlandırmasını yapmayı amaçlayan pazarlama halkla ilişkilerinin,
finansal ve kurumsal halkla ilişkilerin finansal değer yaratma çalışmasına
etkisi oldukça önemlidir.Çünkü, güçlü bir imaja sahip ürün markaları olan
işletmelerin kurumlarının kimlik haklarının bedeli yüksek olur ve finansal
ürünlerinin değerini yükseltmek için yapılan çalışmalardan daha kolay sonuç
alınır.
Reklam niteliğini taşıyan çalışmalar, bir fikre veya bir ürüne yönelik
mesajın belirli bir bedel karşılığında satın alınan yer ve zaman diliminde
istenilen sıklıkta yayınlanma olanağına sahip olduğundan ötürü, reklam
kontrollu bir araçtır. Kurumsal, pazarlama ve finansal halkla ilişkiler farklı
alanlarda finansal değerler oluşturma çalışmalarında reklamın bu
özelliğinden önemli ölçüde yararlanırlar. Reklam ve halkla ilişkiler
birbirilerinin üstünlüklerinden faydalanmanın yanı sıra zayıflıklarını da
minimize edecek entegre bir çalışmanın içinde bulundukları takdirde
maksimum verim elde edilir.
Bir işletmenin kurumsal marka ,ürün markası veya finansal ürünler
bazında saptadığı finansal değerleri yaratabilmesi için sistematik ve uzun
süreli bir çalışma içinde bulunması gerekir. Bu sistematik çalışmada
maksimum verimin elde edilebilmesi için uygulanması gereken süreçte
sistemin aşağıda belirtildiği gibi işlemesi gerekmektedir..
Kurumsal marka veya ürün markası değeri yeterli düzeyde olmayan
bir işletmenin,halka arzı etkin olarak gerçekleştirmek amacı ile doğrudan
finansal halkla ilişkiler çalışmasına yönelmesi yukarıda belirtilen
nedenlerden ötürü doğru değildir. Bu nedenle ilk aşamada, finansal değer
yaratma alanı olarak kurumsal değer veya ürün markası değerlerinden
işletme amaçlarına en uygun olanı çalışma kapsamı içine alınmalıdır. İşletme
stratejisi olarak ürün markasının arka planda bırakılması gerektiği zamanlar
kurumsal halkla ilişkiler tarafından kurum markası imajı,aksi takdirde ise
pazarlama halkla ilişkileri tarafından ürün markası imajı ön plana
çıkarılmalıdır.
İletişim 2002/15
Nurhan Babür TOSUN
108
Finansal halkla ilişkiler çalışması ise sürecin ikinci basamağı olarak
uygulanmalıdır.Çünkü kurum veya ürün markası değeri yüksek olan bir
işletmenin halka arzı gerçekleştirmesi durumunda, menkul değerler olarak
nitelenebilecek finansal ürünlerine değer yüklemek arada oluşan sinerjiden
ötürü oldukça kolay olur.Ancak bu noktada, finansal ürünlere istenilen oran
ve anlamda değer yükleyebilmek için finansal halkla ilişkiler çalışmasının
yoğun olarak uygulanması gerekir. Kurumsal veya ürün markası imajının,
finansal ürünlere transferinin finansal halkla ilişkiler çalışması ile
desteklenmesi sonucu finansal ürünlerde oluşan imajında kurumsal veya
ürün markası değeri alanlarına transferi söz konusudur.
Sonuç olarak, bir işletmeye farklı alanlarda finansal değer katabilmek
diğer bir deyişle kurumsal markanın, ürün markasının kimlik haklarını
yüksek bir noktaya taşıyabilmek ve finansal ürünlere ilişkin aktiviteleri
istenilen boyutta yapabilmek için kurumsal,pazarlama ve finansal halkla
ilişkiler çalışmaları ile reklamın eşgüdümlü çalışması gerektiğini
söyleyebiliriz. Eşgüdümlü çalışmanın yaratacağı sinerji, farklı alanlarda
finansal değer yaratmanın başarı şansını arttırır.
Sonuç
Yoğun rekabetin yaşandığı günümüzde bir işletmenin kar ederek
büyüyebilmesi, nakit ihtiyacını karşılayabilmesi, kurumun kredibilitesinin
farklı alanlarda arttırımı, kurum ve ürün markasının piyasa değerinin
maksimizasyonu için finansal değer yaratma çalışmalarına ağırlıklı olarak
eğilmesi gerekmektedir.
Genelde bir kurumun finansal değerler yaratma çalışmalarını
yapabileceği üç temel alan vardır. Bu noktada, uzmanlık gerektiren spesifik
halkla ilişkiler ve reklam çalışmalarının kurumsal marka, ürün markası ve
menkul kıymetlere yönelik finansal değer yaratmada entegre olarak
uygulanması gerektiğini söyleyebiliriz.
Kuruma farklı alanlarda yararlanmak üzere itibar kazandırmak
örneğin, kısmen veya tamamen satma söz konusu olduğu zaman gereken
İletişim 2002/15
İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü
109
nakit ihtiyacını kolaylıkla elde edebilmek için kurumsal markanın kimlik
haklarının yüksek değer kazanmasını sağlayabilmek amacı ile kurumsal
halkla ilişkiler ve kurumsal reklam çalışmasına; aynı nedenlerle ürün
markasının finansal değerini değerini yükseltmek için ise pazarlama halkla
ilişkileri ve ürün markası reklamları çalışmasına gerek duyulur. Kurumsal ve
ürün markasının kimlik haklarının finansal değerinin yüksek olması aynı
zamanda bu markaların varsa menkul kıymetlerinin finansal değerinin de
yüksek olması yönünde bir sinerji yaratır.
Halka arzı gerçekleştiren kurumlar finansal aktivitelerine kredibilite
sağlamak,hisse senetlerine talep yaratarak piyasa değerini yükseltmek için
özel iletişim planları uygulayan finansal halkla ilişkiler ve gerektiği takdirde
reklam çalışması yapmalıdır.Ancak bir işletme de özellikle finansal ürünlere
yönelik değer yaratılmak istenildiği takdirde, kurumsal ve ürün markasının
değerinin yüksekliğinin bu markaların varsa menkul kıymetlerinin de
finansal değerinin istenildiği oranda olması yönünde sinerji yaratabileceği
gerçeğinden ötürü, sürecin ilk basamağını kurum veya ürün markası
yaratılması çalışmaları almalıdır. Finansal halkla ilişkiler çalışmaları ise
sürecin ikinci basamağı olarak uygulanmalıdır. Bu doğrultu da, finansal
ürünlere değer yüklenilmesi için kurumsal halkla ilişkiler, pazarlama halkla
ilişkileri, finansal halkla ilişkiler ve genel reklam çalışmalarının bir
sistematik içinde uygulanılması gerektiğini söyleyebiliriz.
Finansal değer yaratma açısından kurumsal,pazarlama ve finansal
halkla ilişkiler ve reklam çalışmaları genelde birbirini destekleyen amaçları
gerçekleştirmeyi planlayan eşgüdümlü bir çalışma içinde olmalıdır. Bu
spesifik halkla ilişkiler çalışmaları eşgüdümlülüğü sağlayacak tarzda
planlandığı takdirde farklı alanlarda finansal değer yaratmanın gücünü
arttıracak bir sinerji oluşur.
İletişim 2002/15
Nurhan Babür TOSUN
110
Kaynaklar
AAKER, D. A. (1996). Building Strong Brands. NY:The Free Press.
AAKER, D. A ve STAYMAN, D.M (1990). “Measuring Audience
Perceptions of Commercials and Relating Them to Ad Impact”, Journal of
Advertising Research, 30 (August/Septemper).
BIEL, A. L (1993). Brand Eguity and Advertising. NJ:Lawrance
Erlbaum.
COOPER, L ve DUKART, J. (1997). “Carriers Work to Build Brand
Equity”, Communication Week, 3(3), Telepath Issue 652
COLLIS,T. (1996). “Financial Public Relations”, içinde Gregory, A
(edi.) (1996), Public Relations in Practice, The Institute of PR, London.
CUTLIP, S. M; CENTER, A.H ve BROOM, G.M (1999). Effective
Public Relations. NJ: Prentice Hall.
DUNCAN, T (1985). A Study of How Manufacturers and Service
Companies Perceive and Use MPR. Ball State Üniversity.
FISHER, G, L., Davenport, C.R (1981). “What Investors Want to
Hear”. Public Relations Journal, April.
FRANZEN, G
Bedrijfsinformatie.
(1998).
Brands
and
Advertising,
Kluwer:
GEUENS, M. (1997). “Erotic Advertising:An Effective Strategy”,
Economie en Management, 42(1)
GRAVES, J (1985). Investor Relations Today. Washington:PrenticeHall.
GREGORY, A (1998). Public Relations in Practice. The Institute of
PR, London.
GRUNING, J.E., HUNT, T (1994). Public Relations Techniques.
NJ: Rinehart and Winston Inc.
İletişim 2002/15
İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü
111
HANRAHAN, G (1998). “Financial and Investors Relations”, içinde
KITCHEN, P (1998). Public Relations Principles and Practice.
Oxford:Thomson Publishing Inc.
HARRIS, T (1993). The Marketer’s Guide to Public Relations:
How Today’s Companies are Using the New PR to Gain a Competitive
Edge. NY:John Willey
HAYWOOD, R (1998). All About Public Relations. London:Mc
Graw Hill.
HART, N. A (1995). Strategic Public Relations. London: Mc Millian
Busines,
HEFFLIN, F ve HAYGOOD, A (1985). “Effects of Schuduling om
Retention of Advertising Messages”, Journal of Advertising. 14 (2).
HOWARD, E. (1991). “Preparing Annual Reports in 1990s”, Public
Relations Journal. May.
HOWARD, S (1998). Corporate İmage Management. London:
Butterworth
JACK, A(1995). “A question of trust” Financial Times. 29.12.1995.
KILEY, D(1998). “Brand Value RX”, Brandweek. Vol.39, Issue 12.
KITCHEN, P (1997). Public Relations Practice and Practice.
London: Thomson Business
KITCHEN, P. ve SCHULTZ, D. E. (2001). Raising the Corporate
Umbrella. London: Palgrave.
MOWEN, J.C (1993), Consumer Behaviour. NY: McMillan.
PELSMACKER, P. GEUENS, M. ve BERGH, J. (2001), Marketing
Communications. Edinburg: Prentice
POIESZ, T. B. C (1998). “The Image Concept :Its place in consumer
psychology and its potential for other psychological areas”, XX1Vth
International Congress of Psychology. Sydney.
İletişim 2002/15
112
Nurhan Babür TOSUN
PRUYN, A. T. H (1990). “Imago: een analytische Benadering van het
begrip en de implicaties daarvan voor onderzock” in Riel , C. B. M and
Nijhof,W.H (1990). Handbook Corporate Comminications. Deventer
ROSSITER, J.R ve PERCY, L. (1997). Advertising Comminication
and Promotion Management. NY: McGraw Hill.
SAVAGE, R. (1970). “Crucial Role of Investor Relations”.
Harward Business Review. November
STANCIL, J (1984). “Groving Concers: Upgrade your Company’s
Image anr Valulation”, Harvard Business Review. January.
SIRGY, (1998). Integrated Marketing Communication. A System
Aproach . NJ:Prentice Hall,
STONE, N. (1995). The Management and Practice of Public
Relations. London:Mc MILLAN Business.
TOTH E. L. ve HEATH, R.L(1992). Rhetorical and Critical
Approaches. NJ: Lawrance Erlbaum .
İletişim 2002/15
İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü
113
Özet
Rekabetin giderek yoğunlaştığı günümüzde işletmelerin kurum markasının, ürün markasının ve varsa menkul kıymetlerinin finansal değerlerinin
maksimizasyonu; kar ederek büyüyebilmek, likidite gereksinimini zorlanmadan karşılayabilmek ve kurum kredibilitesinin farklı alanlarda arttırılmasını sağlamak açısından oldukça önemli ve gereklidir. Üç temel alana yönelik finansal değerler oluşturulmasında yönetim, üretim, finansman, pazarlama, muhasebe, ar-ge, insan kaynakları ve halkla ilişkiler fonksiyonları
bütünleşik bir çalışma içinde bulunmalıdırlar, Bu çalışmada, üç temel alana
yönelik finansal değer yaratma sürecine tüm işletme fonksiyonlarının etkisi
yadsınmamakla birlikte konu sadece halkla ilişkiler ve reklam perspektifinden ele alınmaktadır.
İşletmelerin kurumsal marka, ürün markası itibarı oluşturmak yolu ile
markalarının kimlik haklarına istedikleri finansal değeri kazandırabilmelerinde, halka arzı gerçekleştirmeleri durumunda ise menkul kıymetlerinin
finansal değerini maksimize edebilmelerinde spesifik halkla ilişkiler uzmanlık alanları konumunda bulunan kurumsal halkla ilişkiler, pazarlama halkla
ilişkileri, finansal halkla ilişkiler çalışmaları ile reklamın büyük rolü vardır.
Menkul kıymetlerin değerini yükselterek finansal değer yaratma çalışması
finansal halkla ilişkiler,kurumsal marka oluşturarak finansal değer meydana
getirme kurumsal halkla ilişkiler, ürün markası imajı yolu ile finansal değer
yaratma ise pazarlama halkla ilişkilerinin görev kapsamı içinde bulunur.
Ancak, bu çalışmaların entegre yürütülmesi sonucunda oluşan sinerji farklı
alanlarda finansal değerler meydana getirilmesinde maksimum verimin elde
edilmesini kolaylaştırır. Reklam ise geniş kitlelere hızla ulaşan kontrollü bir
araç olması özelliğinden ötürü, kimi zaman bağımsız kimi zaman ise halkla
ilişkiler faaliyetlerinin bir uzantısı olarak, işletmelerin kurumsal markalarına,ürün markalarına ve menkul kıymetlerine finansal değer yükleyebilmelerinde yoğun olarak kullanılabilir.
Kanımızca, bir işletmede özellikle finansal aktivitelere kredibilite
sağlayarak hisse senetlerinin değerinin maksimizasyonu amaçlandığında
çalışma sürecinin ilk basamağında işletme amaçları doğrultusunda kurumsal
İletişim 2002/15
Nurhan Babür TOSUN
114
veya pazarlama halkla ilişkileri, ikinci basamağında ise finansal halkla ilişkiler yer almalıdır.Reklam mesajları ise bu faaliyetlere destek olarak kullanılmalıdır. Spesifik halkla ilişkiler çalışmaları ve reklam eşgüdümlülüğü
sağlayacak tarzda planlandığı takdirde, farklı alanlarda finansal değer yaratmanın gücünü arttıracak bir sinerji oluşur.
Abstract
End of our studies in the literatüre of public relations, it has been
determined there is a trend that planing of financial public relations
strategies and applications can be enough for adding financial value to
financial products of business. However, it has been determined that a stable
result can not be obtained when some samples of applications have been
examined and especially when financial public relations studies on financial
product have not been supported by corporate and marketing public
relations studies. In this study, the idea which is to create financial value in
business there should be a synergic interaction between public relations
works and advertising.
İletişim 2002/15
İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü
115
İletişim 2002/15
Sibernetik Toplumsal Sistemler ve Halkla İlişkiler
Ç. Murat HAZAR*
Sibernetik, makineler ile makineler, makineler ile insanlar, insanlar ile
insanlar arasında bilgi alış-verişi yoluyla ayarlama, kontrol ve yönetim
bilimidir (Akman, 1988:13).
Diğer bir anlatımla sibernetik, canlı ve cansız varlıkların gerek kendi
iç çevreleriyle, gerekse dış çevreleri ile durmaksızın bilgi alış-verişinde
bulunması ve bu alış-verişe göre kendi kendine denge kurup, uyumda
bulunması ve yönetimini sürdürebilmesidir (Akman, 1978:4).
Sibernetiğin kelime anlamı, ingilizce steersman (gemi kaptanı)
kelimesinin latince kökeni olan, buharın hızını kontrol etme anlamına gelen
gubernator kelimesine ve gemi kaptanı anlamına gelen yunanca Kybernes
kelimesine dayanmaktadır (Parsegian, 1972:5-6). Telaffuzunda değişiklik
olan ancak anlamı aynı kalan sözcüğün 19. Yüzyılın başlarında Ampere ve
Polonyalı bir bilim adamı tarafından “politika bilimi” anlamında kullanıldığı
da bilinmektedir (Wiener, 1988:16).
Hangi alan ele alınırsa alınsın, iletilen akımların veya bilgilerin
kontrolü ile kendiğinden denge kurma ve yönetim sistemi üzerinde
duruluyorsa, yapılan çalışma sibernetik (Akman, 1984a:103) olarak
görülmektedir.
Aynı zamanda, sibernetik, canlı ve cansız sistemlerin ortak yönleri
bulunduğunu, aynı kanunlara tabi olduklarını ve yaşayan sistemlerin aynı
fiziksel ve biyokimyasal unsurlardan oluştuğunu ileri süren (Wiener,
1964:VII), organize varlıkların davranış bilimidir (Songar, 1983:5).
*
Arş. Gör. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü
İletişim 2002/15
Ç. Murat HAZAR
116
Devletlerin, kuruluşların, toplumsal örgütlerin ve biyolojik canlıların
içinde düşünüldüğü sibernetik, canlı ve cansız varlıkların aynı başlık altında
incelenmesini, bir takım ortak taraflarının bulunduğunu, aynı kanunlara tabi
olduklarını, ister canlı ister cansız olsun bütün organize sistemlerin iletişim
ve kontrol mekanizmalarını yani işleyiş tarzlarını araştırır (Songar, 1983:3).
Aynı zamanda, ileri derecede karmaşık ihtimali ve açık sistemlerde
denge, ayarlama ve kontrol süreçleri sibernetik bilimcilerin başlıca ilgi
alanını teşkil eder (Dereli, 1976:177).
Sibernetiği oluşturan ve geliştiren bilim adamlarının mesleki
menşelerine bakıldığında, bu dalın hangi bilim dallarıyla organik bir ilişki
içinde olduğu anlaşılabilir:
Norbert Wiener, Claude Shannon-Matematik, Grey Walter, John von
Neumann, John Diebold-Matematik ve Elektronik, Vannevar Bush-Elektrik,
Maxwell Maltz-Tıp ve Plastik Cerrahi, Ross Ashby-Nöroloji, Wladyslaw
Sluckin-Psikoloji, Isaac Asimov-Biyokimya ve Arthur Clarke-Fizik.
1960’lardan sonra katkıda bulunanlar arasında ise, F. H. George, G.
Pask, J. F. Young, J. Rose, G. R. Boulanger, V. M. Glushkov, S.
Demczynski, J. F. Schuh, J. H. Clark, A. M. Rosie, C. T. Leondes, V. Strejc,
D. B. Foster, D. A. Bell, N. S. Prywes, A. Crawford, R. W. Revans, S. Beer
vb. sayılabilir.
Sibernetik ve Termodinamik
Mekanik ve ısıl olaylar arasındaki bağıntıyı inceleyen Termodinamik,
deney yoluyla Eşdeğerlilik ve Entropi ilkelerinin üzerine kurulmuştur.
Termodinamiğin eşdeğerlilik ilkesine göre, enerji, ısı, ışık, ses,
elektrik, hareket, çekme ve itme gücüne dönüşebilir, bir cisimden başka bir
cisme iletilebilir ancak kesinlikle yok olmaz.
Şekil, boyut değiştirebilin enerji, ne kadar değişim geçirirse geçirsin,
eşdeğerde alır. Bugün buna enerjinin sakınımı veya enerjinin korunumu da
denilmektedir.
İletişim 2002/15
Sibernetik Toplumsal Sistemler ve Halkla İlişkiler
117
Örgütsel sistemlerde, termodinamiğin ilk maddesini, enerjinin yerine
bilgiyi koyarak uygulayabiliriz. Dolayısıyla da bilgi çeşitli durumlara
dönüşebileceği gibi, yine çeşitli kanallarla iletilebilir. Ayrıca enerji gibi bilgi
de yok olmaz. Sadece şekil ve muhteva değiştirerek başka bilgilere
kaynaklık eder (enformasyon-bilgi ilişkisi de buna dahildir). Genel olarak
artma eğilimindedir. Açık sistem analizine göre örgüt her dönüde, bir
öncekinden daha çok girdi (bilgi, enerji) almak zorundadır (Başaran,
1982:50). Enerji gibi depolama özelliğine sahip olan bilgi, kasların
kasılması, ses dalgaları, sesli veya sessiz harfler, heceler-kelimeler, vb.
olabilir ve matematiksel formüllere uygun biçimde bilgisayarlara verilebilir,
yeniden düzenlenebilir (Yüksel, 1988:22).
Termodinamiğin entropi ilkesine göre ise, sadece cisimlerin
entropileri artmaz. Dönüşüm arttıkça, çözülme ve bozulma da o derecede
artar. Enformasyon ve bilgi de arttıkça, kaos benzeri durumların oluşması
daha olası hale gelebilmektedir.
Canlı sistemlerin yaşamsal özelliklerinden dolayı temel öğeleri
enerjidir. Dönüşüm sırasında ise eşdeğerlilik ilkesinin tersine az da olsa bir
miktar enerji kaybı yaşanır. Dolayısıyla da canlı sistemlerde entropik bir
süreç vardır.
Dış dünyayla madde ve enerji alış-verişi yapan sistemlere (açık
sistemler) en güzel örneği oluşturdukları halde, biyolojik organizmalardaki
enerji yenilenmesi canlı dokunun karmaşık örgütsel yapısını sonsuz süreli
koruyacak nitelikte değildir (Katz ve Kahn, 1987:23).
Entropi süreci kendini bütün biyolojik sistemlerde olduğu gibi bütün
kapalı fiziksel sistemlerde de gösterir (Wiener, 1988:36). Dışardan enerji ve
bilgi alış-verişinde bulunmayan sistemler, kendilerini çevreye
uyarlayamadıkları gibi değişen şartlar altında dinamik bir dengelemede
bulunamazlar. Bu yüzden sistem ne kadar yapalı ise, düzensizliğe ve
karmaşaya doğru gidiyorsa entropi de o oranda artar (Phaidon, 1987:441).
Açık örgütsel sistemlerde genel görüş, entropik sürecin
sıfırlanabilmesi üzerine kuruludur. Bir sitemdeki entropi artışı karışıklık
İletişim 2002/15
Ç. Murat HAZAR
118
artışının ölçüsü ise, bir düzen artışı da, bir entropi azalması (Monod,
1983:202) anlamına gelmektedir. Katz ve Kahn, “Toplumsal sistemler
biyolojik organizmalarla aynı fiziksel durağanlıklara oturmazlar ve entropi
sürecini hemen hemen sonsuz süreli durdurmaya yeteneklidirler” şeklinde
görüşlerini ileri sürerlerken, “Gene de her yıl yok olup giren örgütlerin sayısı
pek çoktur” demektedirler (1987:23).
Açık sistemler topluluğuna sahip bir süper sistem içinde, sistemlerin,
gerek organizasyon yapılarında, gerekse örgütsel amaçlarından dolayı bir
örgüt kültürü vardır. Hatta, alt sistemlerin ve alt sistemler birliğinin de
örgütün dışında bir kültür yapılanmaları belirmektedir. Sistemin entropik bir
sürece girmesi, alt sistemler için bir gelişme, varlıklarının vazgeçilemez
olması, hatta örgüt içinde kendini daha fazla hissettirme durumu da
yaratabilir. Bu durumda alt sistemler örgütün entropik sürecinin artmasını
kendi kısa vadeli çıkarları veya yararlılıkları açısından destekleyebilirler.
Tabii ki bu durum alt sistemin umduğu fayda gerçekleşene kadar taraftar
bulmaktadır.
Sistemler arası ilişkilere baktığımızda ise, sistemlerin (alt sistemlerde
görüldüğü gibi) sık sık yanıltıcı enformasyonda bulunduklarını görmekteyiz.
Bu, piyasadaki diğer sistemlerin yıkılmasıyla (pasta teorisine uygun olarak)
kendi sistemlerinin güçleneceği varsayımına dayanılarak yapılır. Dolayısıyla
da organizasyon bu açılardan canlı bir biyolojik organizmaya benzetilebilir
(Özkalp, 1982 :118)
Örgütsel bazda, açık sistemlerde entropik sürecin durdurulmasının
pratikte pek örneklerinin görülmemesine rağmen, örgütlerin, karşılaşacakları
kısıtlamaların,
uğraşacakları
belirsizliklerin,
denetleyebilecekleri
değişkenlerin (Thompson, 1976:41) sibernetik bir öngörüyle hesaplanması
ve ölçülmesi sonucunda, sonsuz olmamak kaydıyla negantropiye varılması
olasıdır.
Sibernetiğin Uygulanması
Sibernetik biliminin doğuşuna, elektronik yazı makinelerinin icat
edilmesine ve sibernetiğin bir ürünü olan bilgisayarların yapılandırılmasına,
İletişim 2002/15
Sibernetik Toplumsal Sistemler ve Halkla İlişkiler
119
feedback iletişim sistemi ilkelerinin uygulanmasıyla gelinmiştir. (Akman,
1982:28)
Buna göre, merkezlerden birinden iletilen bir uyarının cevabı, diğer
merkez tarafından verilerek cevap akımları soru soran merkeze
gönderilmekte ve böylece bilgi alış-verişi bir feedback şeklinde ortaya çıkar.
(Akman, 1984b:53)
Emir veya akım, tek bir yönde gittiği ve cevap akımları merkeze
dönmediğinde, geri merkezle bir bilgi alış-verişin olmadığı sadece bir pozitif
feedback’ten bahsetmek olanaklıdır (Akman, 1982:29).
Verilen emir sonunda iletilen akım geri merkeze dönüyor ise, oradan
bir ileti geliyor demektir. Bu ise bir negatif feedback’tir ve geri merkezle
iletişim devam ediyor demektir.
Negatif feedback iletişimi yapılamıyorsa, karşı cevapları alamayan
organizmadaki geri merkez durmadan aynı emirleri göndermeye devam eder.
Eğer geri merkez,
-Nefes al.
Emrini verdikten sonra, ciğerlerimize dolan havayı bilgiden ve akciğer
hücrelerinin kapladığı boşluğun oksijen ile dolduğunu belirten cevap
akımlarını almamış olsaydı,
-Nefes ver.
Emrini iletemezdi. Cevap akımları gelerek feedback durumunu
tamamlayamadığı için de durmaksızın,
-Nefes al.
Emrini iletmeye devam eder (Akman, 1982:29) ve bu durum
ciğerlerin patlamasına kadar devam ederek giderdi.
Organizma içinde geri merkezden iletilen bir takım bilgiler belirli
organlara varınca, bu organlardan gelen cevaplara göre, geri merkez bazı
kontroller yapar ve buna göre de organizma içinde ayarlama sağlanır.
Feedback iletişiminin sonucunda ise denge düzenlemeleri yapılır.
İletişim 2002/15
120
Ç. Murat HAZAR
Geri merkez kendisine gelen cevap akımlarına uygun olarak
ayarlamalar yapabilmekte ve hatalı işlemlerin, feedback yolu boyunca
kendiliğinden kurulmuş olan bir Servo-mekanizm sistemi ile düzeltilmesi
sağlanmaktadır. Kısaca hatalı bilgi veya işlem geri çevrilerek
düzeltilmektedir.
Sistem içi feedback ise, enerji tasarrufu istikametinde çalışır ve
sistemi lüzumsuz faaliyetten alıkoyar (Akman, 1984a: 113).
Canlılarda, geçmişteki tecrübelere bağlı olarak, bütün davranış
eğilimlerini tamamen değiştirebilecek kadar yüksek dereceli ve karmaşık
olan negatif feedbackler, şartlı refleks ve öğrenme biçimlerinde ortaya
çıkarlar (Wiener, 1988:33).
Çok elemanlı ve karmaşık sistemlerin (örgütsel sistemler) bütün
elemanları için geçerli olan ortak denge kurumuna ise Ultrastabilite (üstün
denge durumu) denilmektedir. Biyolojik varlıklarda ise üstün denge durumu
kavramını Homeostasis karşılamaktadır.
Hiçbirisi kendi başına bağımsız olmayan sayısız sistem kendi kendini
sayısız feedbacklerle ayarlamakta, kan şekerinde ufak bir değişik, kan
basıncından göz bebeğinin açıklığına kadar bütün sistemlerde kendini
göstermektedir.
Organizmanın denge durumuna yapılacak ufak bir müdahalede,
karnımızın acıkması, ayağımıza diken batması, sabah okuduğumuz haberler
gibi, bu biyolojik kompleksin en ilgisiz görünen hücresine kadar etki edecek,
yeni bir denge durumu bulunmaya çalışılacaktır (Songar, 1983:72)
Basitçe bir problemle karşılaştığımızda, bunun çözümlenmesi veya
gerekli vaziyetin alınması homeostatik dengenin yeniden kurulması demek
olduğuna göre, bu dengenin oluşturulması için gerekli hareketlerin yapılması
da denge arama gayretleridir. Böyle bir denge durumu, denge kuruluncaya
kadar yapılan rasgele hareketlerden oluşur.
Organizma içindeki bir sistemin işleyişi (kendi kendine veya diğer
sistemlerin yardımıyla da) düzelemeyecek biçimde bozulmuş ise, Sansür
mekanizması devreye girerek, dengesi bozulan sistemlerin diğer homeostatik
İletişim 2002/15
Sibernetik Toplumsal Sistemler ve Halkla İlişkiler
121
sistemlerle iletişimi kesilmektedir. Bu sebeple bozuk sistemden gelen
dengeyi bozucu (yanıltıcı) enformasyonların diğer sistemlere ulaşması,
bunlar arasındaki bilgi alış-verişine zarar vermemesi için engellenmektedir.
(Songar, 1983:76-78)
Denge kurmayı sağlayan her bir ara sistemin üzerinde çeşitli denge
durumlarını birbirine bağlayan, ikinci bir feedback sistemi vardır. İki denge
durumu arasında belirli bir dengeyi sağlayan feedback sistemi ile üstün bir
denge durumu meydana gelir. Aynı biçimde ikinci feedback sistemlerinin
üstündeki yeni feedback sistemleri ile, bu sistem üzerinde de daha üstün bir
denge durumu kurulması sağlanır.
Örgütler ve Sibernetik Çerçevede Bir İnceleme
İster hayvanlar arasında olsun, ister insanlar arasında herhangi bir
örgütlenmesinin ön şartlarından ilkini iletişim oluşturmaktadır. İletişimsiz
bir topluluk veya örgüt oluşturmak mümkün olmadığından, bütün insan
toplumlarının enformasyon toplumu şeklinde örgütlendikleri görülmektedir.
Bir toplumun geçmişteki gelişim modeli, gelecekteki toplum yapısının
kestirilebilmesinde tarihi analojik bir model olarak düşünülebileceğinden,
bugün enformasyon toplumu adı verilen oluşumun sanayi toplumunun ileri
bir aşaması olduğu ortaya koyulabilir (Avcı, 1990:71).
Enformasyon toplumunun temelini oluşturan bilgisayarlar ve iletişim
teknolojisindeki hızlı gelişme, üretim için her türlü bilgi akışını hızlandırıp
kolaylaştırdığı gibi, zaman ve mekan kullanımındaki elverişliliği ile etkinliği
ve verimliliği arttırmışlardır (Erkan, 1993:53). Böylece, iletişim donanımına
dayalı üretim süreci de toplumların ekonomik dünyalarında önemli bir yer
tutmaya başlamıştır. Amerika Birleşik Devletleri Ticaret Bakanlığı’nın daha
1977 yılında Haberleşme Ekonomisi adlı raporunda ülkedeki gayrı safi milli
hasılanın % 45’inin haberleşme üretimi ve dağıtımına bağlı aktiviteleri
içerdiği, aynı zamanda da faal işgücünün yarısına yakınının bu dalla ilgili
işlerde çalıştığı ortaya konulmuştur (Giritli, 1984:187). Yine Birleşik
Devletler’de, her yıl 60 000 kitap ve 100 000 araştırma raporunda 1 200 000
İletişim 2002/15
122
Ç. Murat HAZAR
yazı çıkmakta ve bilimsel ve teknik yayınların 1800’lü yıllardan beri her
yirmi yılda bir iki katına ulaştığı görülmektedir (Katz ve Kahn, 1977:253).
Bilgi toplumunun iletişimsel alt yapısı, bir iletideki simgelerin ne
kadar eksiksiz aktarabileceği, iletideki simgelerin amaçlanan anlamı ne
ölçüde içerdiği ve aktarılan anlamın alıcının amaçlanan yönde hareket
etmesinde ne ölçüde etkin olduğu (İlal, 1989:3) konuları üzerinde duran
Shannon ve Weaver’ın sibernetik yaklaşımlardan etkilenerek olasılık
matematiğine dayanan Enformasyon Teorisi (Information Theory-1948) ile
açıklanmaktadır.
Teori, iletişimin sistemler arası niteliği sebebiyle, bilginin her dönüde
artan entropiden dolayı (gürültü, müdahale, şifreleme ve deşifreleme
hataları, iletinin yanlış okunması vb.) bir miktarının kaybolduğu üzerinde
durmaktadır. Bilgi olası iletiler arasında seçme özgürlüğüdür ve olası
iletilerin sayılarındaki bir artma, seçim özgürlüğünü de arttırmaktadır.
İnsanların kullandıkları dil öğesinde, ilk sözcükten sonra gelen sözcüğün
tahmin edilme olasılığının yüksek olması dilin özgürlüğünü sınırlamaktadır.
İngilizce’de United sözcüğüyle konuşmaya başladığımızda, akla hemen
States of America şeklinde devam edebileceğimiz gelmektedir.
Dilbilimcilere göre ise bu durum, İngilizce’yi % 50 oranında özgür kılmakta
(diğer bir anlatımla ise % 50 oranında sınırlamaktadır) ve kullandığımız dil
ile ancak çapraz bulmacalar yapabilmemiz ancak üç boyutlu bulmacaları
gerçekleştiremememiz söz konusudur.
Dolayısıyla da tahmin edilebilirlik düzeyi yüksek bir ortamda yapılan
iletişim çalışması özgürlüğü engellemekte ancak o derece de kişiler veya
gruplar arasında ortak denem alanlarının artmasına neden olmaktadır.
Sibernetik dilinde bilginin ölçülmesi “Bit” adı verilen kavramla (1 bit
enformasyon, bir olasılık anlamında bulunan ve olasılığı 0.5 olan bir olayın
taşıdığı bilgi miktarıdır) gerçekleşmekte ve bilginin ne derecede gürültüye
uğrayıp uğramadığı teknik açıdan ortaya konulabilmektedir.
Bir iletişim bilim olan sibernetik, bilgi alış-verişinde bulunan herhangi
bir gürültü’nün (parazitin) örgütsel işleyişte hatalara yol atabileceğini ileri
sürerek, iletişimin ne derecede doğru işlediğini, doğruluğun ne kadar kontrol
edildiğini ve bilgi alış-verişine uygun denge sistemlerinin nasıl
oluşturulduğunu araştırır.
İletişim 2002/15
123
Sibernetik Toplumsal Sistemler ve Halkla İlişkiler
Sistem kuramının önemli bir parçası olan sibernetik ile örgütsel
sistemleri birbirleriyle ilişkilendirebilmek için, örgütleri açık bir sistem
dahilinde ele almak gerekmektedir.
Hangi örgütsel sistem ele alınırsa alınsın, sisteme giren bilgiler (girdi
safhası) bilerli yerlerde toplanıp derlenerek yorumlanır (dönüştürme safhası)
ve diğer sistemlere belirli bir işlem görmek üzere gönderilir (çıktı safhası).
Böylece örgütsel bazda bilgi girmiş, kontrol ve ayarlama yapılmış ve buna
uygun olarak bilgi çıkında bulunulmuştur.
Şekil 1. Genel Sibernetik Model
Amaç
Çıktılar
Parametresi
Çevre ve
Sistemde
Tesirler
Neticeler
Kontrol
Merkezi
Düzeltme ve Feedback
Kontrol
Testi
Çıktıların
Girdiler
Bilgi Halinde
Toplanması
Sistem Dışı Girdiler Feedback
Kaynak: Scott M. Cutlip, Allen H. Center ve Glen Broom,
Effective Public Relations, Printice-Hall, New Jersey, 1985, s. 191.
Buckley’in revizyone edilmiş Genel Sibernetik Modeliyle (Cutlip,
Center ve Broom, 1985:191) örgütsel sistemin yapılanmasını ve entropik
sürecin azaltılabilmesi amacıyla yapılan iletişim çabalarını analiz etmek
mümkündür.
Kendisine, varlığını korumak ve geliştirmek gibi temel amaçlar
belirlemiş olan örgütsel sistemde bilgiler, girdilerin sağlıklı olarak alınıpalınmadığını, çıktılar ile yansımış girdiler arasında ne gibi farklar olduğunu
İletişim 2002/15
124
Ç. Murat HAZAR
denetleyen Feedback Testi adı verilen bölüme (muhtemel olarak Halkla
İlişkiler birimlerine) gelirler. Bilgiler, sistemin çıktılarının diğer sistemlerden
veya çevreden yansımış hali olabileceği gibi, diğer sistemlerin çıktıları
şeklinde de olabilir.
Sistemin kontrol merkezine, feedback testi görevini yapan Halkla
İlişkiler birimleri tarafından alınan bilgi, bütün değer ve sembolleriyle
incelenip yaşamsal amaç ve kültür doğrultusunda değerlendirilerek, amaç
parametresinde gerekli değişikliklere yol açabileceği varsayımıyla ilgili
birimlere ve gönderilir. Böyle bir etkileşim sonunda ise yine bir amaç ve
kültür doğabileceği gibi, eski yapılanmaların daha da kesinleşmesi
sağlanabilecektir. Örgüt eski faaliyetlerinde ve yöntemlerinde ısrarlı
davranabilecek veya konjonktüre uygun değişiklere gidebilecektir.
Yeni amaç parametresiyle bir dış çevreye halkla ilişkiler birimleri
tarafından, örgütsel amaçlara uygun olarak hazırlanmış olarak gönderilen
çıktı, alıcıya ulaşıncaya kadar kanallarda çeşitli parazitlerle
karşılaşabilmektedir.
Çıktıların karşılaşıp etkilenebilecekler parazitleri bertaraf etmek, amaç
parametresine en uygun çıktıyı, gerekli zamanda alıcıya ulaştırmak için
feedback testi mekanizması vasıtasıyla çıktı devamlı kontrol edilir ve gerekli
olduğu zamanda alıcıya ulaştırmak için feedback testi mekanizması
vasıtasıyla çıktı devamlı kontrol edilir ve gerekli olduğu zamanlarda da
düzeltilir. İşte bu Pozitif Feedback akımında, kontrol ve düzeltme çıktının
yol aldığı bütün mesafelerde yapılmaktadır. Dolayısıyla da bir halkla ilişkiler
biriminin ve uzmanlarının öncelikli görevlerinden birisi de, planlanan ve
uygulamaya konulan faaliyetlerin müşteri kitlesine ulaşmadan önce
denetlenmenin sağlanmasıdır. Böylece kitle iletişim araçlarının
özelliklerinden ileri gelen engellerin giderilmesi söz konusu olacaktır.
Ayrıca, negatif bir feedback sonucunda örgüte iletilen bilgilerin de doğru
değerlendirilmesi sağlanabilecektir.
Diğer sistemlerle olan rekabet, süper sistemin (makro planda sistemler
üstü sistemi oluşturan devletin) baskı ve engellemeleri sonucunda
karşılaşılan parazit oranında büyük artışlar yaşanabilir. Parazitleri
İletişim 2002/15
Sibernetik Toplumsal Sistemler ve Halkla İlişkiler
125
engelleyebilmek için sistemin akılcı ve uygulanabilir bir araştırma-planlamauygulama-değerlendirme aşamalarını içeren düzenli bir faaliyetle, gücü
arttırılmış ve oldukça yoğun nitelikte bir çıktı veya çıktılarda bulunulması
gerekmektedir.
Ayrıca çıktıda bulunurken diğer sistemlerin olası amaçları, kültürleri
ve yapıları göz önünde bulundurulmalıdır. Diğer sistemlerin ve alt
sistemlerinin özelliklerini, duyarlılıklarını iyi değerlendirebilmek, sistem
çıktısının, diğerleri için girdi olabilmesinin bir ön koşuludur. Böyle bir
yapılanmada hakla ilişkiler biriminin örgütün varlığını sürdürdüğü sistemle
ve ilgili örgütün faaliyetleriyle ilgili bütün bilgilerin yanı sıra, sektördeki
diğer örgütlerin de çalışmaları hakkında veriler toplanması gerekmektedir.
Alıcıların çıktıları (tutum ve davranışları) üzerinde bir kontrol ve
düzeltme mekanizmasına sahip olmayan sistem, ancak alıcının çıktılarının
nasıl, niteliğinin ve içeriğinin ne olacağı konusunda ihtimali bir umut etme
faaliyeti içerisindedir. Umut etme yüksek bir düzeyde tezahür ediyorsa ve
istenilen gerçekleşmiyorsa, sisteme tam bir şok dalgası hakim olabilir. Böyle
bir duruma, sistem ya kendi kültürü ve yapısı yüzünden eski amaçlarına sıkı
sıkıya bağlanır, ya da aşırıya kaçmış bir kültür, yapı ve amaç değişikliği
yaşamaya başlar. Bu taktirde örgütsel bir kaostan bahsetmek olasıdır.
Dengenin sistemin yaşam boyutunu tehdit edebilecek bir şekilde bozulması
ve yanlış yapılanmaların oluşması, elden geldiğince dikkatli bir tahmin
yapmak ve umut etme boyutunu düşürmekle önlenebilir. Tahmin boyutunun
gereğinden düşük tutulmasının da sistemin diğer sistemleri ve kendini
yeterince tanımadığını, yeterli uyarıcıları gönderemediğini veya buna
güvenemediğini gösterdiği göz ardı edilmemelidir.
Girdiler ve çıktılar, süper sistem bağlamında, kaç sistem varsa en az
onların sayısı kadar kontrol ve düzeltmelerden geçerler. Diğer sistemler de
kendi çıktılarının sisteme kendi amaçları, kültürleri ve yapıları
doğrultusunda doğru bir şekilde ulaşmasından sorumludurlar. Sibernetiğin
ilişkiler ve iletişimler bilimi olduğu göz önüne alınırsa, bir sistemin pozitif
feedbackinin diğeri/diğerleri için negatif feedback olduğu görülecektir.
Dolayısıyla, verilen iletilir. Her sistem için hem girdi, hem de çıktı niteliğine
İletişim 2002/15
126
Ç. Murat HAZAR
bürünebilmektedir. Genel bir yapılanma içindeki sistemlerin bu tür
iletişimde bulunmaları, genel yapının birlikte gelişmesini ve ilerlemesini
sağlayacaktır.
Biyolojik organizmada, alt sistemler arasında süper sistemin yaşamsal
amacının gereği olarak yoğun ilişkiler bulunmaktadır. Organizmada kol
hareket ettirildiğinde, beyin sinirleriyle, kalp daha fazla kan pompalamakla,
diğer alt sistemler de kendilerinde bulunan kanın (enerji) bir kısmını buraya
göndermeleriyle sistem içi dengenin korunması sağlanır. Böylece otomatik
denge hareketleriyle üstün denge konumu işletilmiş olur.
Genelde örgütsel sistemlerde, özelde ise, alt sistem-alt sistem, alt
sistem-üst sistem, sistem-sistem ve sistem-süper sistem arasında bu derecede
otomatik denge düzenleyici faaliyetlere rastlanmaz.
Her açık sistem yapılanmasında olduğu gibi, örgütsel sistemlerde, alt
sistemlerin (örgüt içi gruplaşmalar veya bireyler) kendilerine ait, amaçları,
kültürleri, yapıları ve yaşama içgüdüleri vardır. Kendi dengelerini kurarak,
statik dengeden dinamik dengeye geçmek, yani genişlemek ve gelişmek
ihtiyacı hissederler. Bu da gerek yetki, gerekse önemsenme açısından sistem
içi rekabet ve karışıklıklara yol açabileceği gibi iletişimdeki kaçak
parazitlerin tanımlanması ve azaltılmalarıyla olumlu bir işbirliğine
dönüşebilir.
Sistem-alt sistem ilişkilerinde ise, entropik süreci hızlandıran statik
dengeye kayma eğilimli bir güdüleyici denge ortaya çıkabilir. Sistemin de alt
sisteme karşı açık olması, alt sistemden sisteme gelen bilgi akışının
hızlandırılması ve önemsenmesinin sağlanması sistem içi dengenin
kontrolünü sağlayacaktır. Aynı zamanda da alt sistemlerin sistem olmak
istek ve heveslerinin boyutları bilgilerin akış şeması içinde azaltılarak belli
bir platformda sistemin işleyiş ve yapısına zarar vermeyecek ölçülere
oturtulabilir. Böylece, örgüt içindeki birimler arasında yıkıcı bir rekabetin
oluşması engellenebilir.
Sistemler arası ilişkilerde, sistem çevreye uymak, genel bir dengenin
parçası olmak için dış kaynakları kendi sınırları içine almak yoluna gider. Bu
şekilde büyüyen sistem, her türlü ilişkileri, amaçları, kültürü, yapısı ile artık
İletişim 2002/15
Sibernetik Toplumsal Sistemler ve Halkla İlişkiler
127
eski sistem değildir ve büyüme devam ettikçe açıklaşmak zorunluluğu
duyarak ilişkilerini de buna göre düzenlemek gereği hisseder. Örgüt,
piyasadaki rakiplerinin durumunu araştırarak, kendi gelişmesinin ve
büyümesinin ne derecede gerçekçi olduğunu bulabilir. Eğer piyasada genel
bir büyüme varsı, bu muhtemelen örgütün kendi özel kişiliğinden ve
faaliyetlerinden bağımsız gelişiyor demektir. Ayrıca, örgütün yoğun bir
araştırma safhasına girmesi, genel sistem içinde yer alan diğer örgütlerin de
buna rağbet göstermesini sağlayabileceği gibi sistemdeki rakiplerin
kendileriyle ilgili bilgileri de saklama yönünde tepki göstermesini
doğurabilir.
Sistemin açıklaştırılması, süper sistemin de açıklaştırılmasını zorunlu
kılacaktır. Belirli bir süreç sonunda ise, diğer sistemlerin ve süper sistemin
karşılıklı etkileşim sonucu göreceli olarak açıklaşmaları da gündeme
gelecektir. Tersine bir durumda, yani sistemin kapalılık oranının artmasıyla
yine diğer sistemler ve süper sistem daha kapalı hale dönüşebilecektir.
Aynı şekilde süper sistemin açıklaşması veya kapalılaşması (yasama,
yürütme ve yargı organlarını elinde bulundurduğundan) kendisinin alt
sistemi konumunda olan sistemlerin aynı yönde davranmasına yol
açabilecektir.
Bütün sistemler topluluğunda ise, açıklık dereceleri, her bir sistemin
açıklık oranlarına bağlı olarak belirlenecektir.
Kaynaklar
AKMAN, Toygar (1978). “Dünyanın Sibernetik Oluşumu”. Bilim ve
Teknik Dergisi 11,131.
AKMAN, Toygar (1982). Bilimler Bilimi Sibernetik. İstanbul:
Milliyet Yayınları.
AKMAN, Toygar (1984a). Sibernetik Yaratıcılık. Ankara: Bilgi
Yayınları.
İletişim 2002/15
Ç. Murat HAZAR
128
AKMAN, Toygar (1984b). Otomasyon Sistemi ve Bilgi Bankaları.
Ankara: Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayınları.
AKMAN, Toygar (1988). 2000 Yılına Doğru Sibernetik. Ankara: İş
Bankası Yayınları.
AVCI, Nabi (1990). Enformatik Cehalet. Ankara: Rehber Yayınları.
BAŞARAN, İbrahim Ethem (1982). Örgütsel Davranış. Ankara:
A.Ü. Eğitim Fakültesi Yayınları.
CUTLIP, Scott M., Allen H. CENTER ve Glen M. BROOM (1985).
Effective Public Relations. New Jersey: Printice Hall.
DERELİ, Toker (1976). Organizasyonlarda Davranış. İstanbul: İ.Ü.
İktisat Fakültesi Yayınları.
ERKAN, Hüsnü (1993). Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme.
Ankara: T. İş Bankası Yayınları.
GİRİTLİ, İsmet (1984). Günümüzde Haberleşme ve Bazı Sorunları.
İstanbul: Filiz Kitabevi.
İLAL, Ersan (1989). İletişim, Yığınsal İletişim Araçları ve Toplum.
İstanbul: Der Yayınları.
KATZ Daniel ve Robert L. KAHN (1987). Örgütlerin Toplumsal
Psikolojisi. Çev. Halil Can ve Yavuz Bayar. Ankara: TODAİE Yayınları.
MONOD, Jacques (1982). Raslantı ve Zorunluluk. Çev. Vehbi
Hacıkadiroğlu. Ankara: Dost Kitapları.
ÖZKALP, Enver (1982). Davranış Bilimleri ve Organizasyonlarda
Davranış. Eskişehir: Eskişehir İTİA yayınları.
PARSEGIAN, V. L. (1972). This Cybernetics World of Men
Machines and Earth Systems. New York: Doubleday.
PHAIDON (1987). Phaidon Bilim ve Teknoloji Ansiklopedisi.
İstanbul: Sabah Yayınları.
SONGAR, Ayhan (1983). Sibernetik. İstanbul: Yeni Asya Yayınları.
İletişim 2002/15
Sibernetik Toplumsal Sistemler ve Halkla İlişkiler
129
TOMPSON, James D. (1976). Örgütler Çalışırken. Çev. Ural Sözen
ve Tengiz Üçok. Ankara: Kalite Matbaası.
WIENER, Norbert (1988). The Human Use of Human BeingsCybernetics and Society. New York: Houghton Mifflin.
WIENER, Norbert ve J. P. SCHADE (1964). Progress in
Biocybernetics.
New York: Elsevier Publishing.
YÜKSEL, Ahmet Haluk (1988). “İletişim Süreci Bağlamında
Algılıma, Sibernetik ve Gestalt Kuramlarının Karşılaştırılması ve
Tartışmalar”, Kurgu Dergisi, sayı 5.
Özet
Canlı ve cansız varlıklar arasında bilgi alış-verişi yoluyla ayarlama,
kontrol ve yönetim bilimi olan Sibernetik, bize Halkla İlişkiler konusunda da
yeni açılımlar sunmaktadır.
Özellikle sistemin açıklık ve kapalılık derecelerine bağlı olarak,
sistemler arasındaki muhtemel ilişkiler ve bundan yola çıkarak Halkla
İlişkiler politikaları denge bağlamında ortaya konulabilmektedir.
İletişim 2002/15
Ç. Murat HAZAR
130
Abstract
Cybernetics , which is a regulation, control, and an administration
science, among the living and lifeless existences, that offers us new
perspectives in the field of public relations.
Probable relations among the systems and the policies of public
relations can be introduced in context of equilibrium according to the
degrees of opennes and blockness of a system.
İletişim 2002/15
Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk
Anlayışı
Ayhan BİBER*
GİRİŞ
Örgütler, temel amaçları olan süreklilik, verimlilik ve etkililik
açısından içinde yer aldıkları çevreye uyarlanmak zorundadırlar. Bu
uyarlanma sürecinde büyük oranda halkla ilişkiler kapsamında
değerlendirilen çalışmalardan yararlanırlar. Ancak, halkla ilişkiler
çalışmalarından hedeflenen düzeyde bir başarı elde edebilmek için genel
yönetsel politikaların yanı sıra halkla ilişkiler politikalarına da gereksinim
duyulmaktadır. Çünkü bu politikalar, halkla ilişkiler çalışmalarının
planlama, uygulama, değerlendirme gibi tüm aşamalarında genel esasları ve
çerçeveyi belirleyici önemli bir görev üstlenmektedirler.
Halkla ilişkiler çalışmalarının temel niteliklerinden birisinin de kamu
yararını ön planda tutmak olduğu göz önüne alındığında, sosyal sorumluluk
anlayışının bu nitelikle örtüşebilen işlevsel bir halkla ilişkiler politikası
olabileceği görülmektedir. Halkla ilişkilerin amaçladığı örgüt-çevre
arasındaki güvene ve onaya dayalı ilişkileri, ancak sosyal sorumluluk
anlayışıyla yürütülen çalışmalar sonucunda kurup sürdürmek mümkün
olabilmektedir.
Sosyal sorumluluk, örgütsel amaçlara öncelik tanıyan ve örgütü kendi
başına bir unsur olarak kabul eden klasik örgüt kuramlarının üzerinde çok
fazla durduğu bir anlayış değildir. Klasik liberal anlayışın etkisindeki örgüt
kuramları, örgüt için iyi olan her uygulamanın toplum için de iyi olacağını,
amacı kazanç elde etmek olan örgütlerin, toplumu ilgilendiren sorunlarla
uğraşmaması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Süreç içerisinde klasik
*
Dr., Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi HİT Bölümü
İletişim 2002/15
Ayhan BİBER
132
liberalizme getirilen eleştirilerin etkisiyle bu anlayış değişmeye başlamış,
örgüt ve çevresi bir bütünün öğeleri olarak kabul edilmiş ve bu öğeler
arasındaki ilişkinin bazı ortak amaçlara katkı sağlayacak şekilde
düzenlenmesi gerektiği görüşü ağırlık kazanmaya başlamıştır. Böyle bir
görüşü geçerli kılacak sosyo-ekonomik koşulların ortaya çıkması, yani güç
ilişkilerinin değişmesiyle birlikte, yöneten-yönetilen, üreten-tüketen, satansatınalan ilişkilerinde sosyal sorumluluk anlayışının gözetilmeye başlandığı
görülmektedir. Daha sonraki aşamalarda, özelikle 80’li yıllardan sonra
rekabetin küresel bir nitelik kazanması, iletişim teknolojilerinde yaşanan
gelişmeler ve toplumların çoğulcu bir yapıya kavuşması gibi yapısal
dönüşümler yaşanmaya başlanmıştır. Bu dönüşümlere bağlı olarak; bireysel
talepler, örgütlenerek kamusal alana çıkma ve sosyal taleplere dönüşebilme
olanağı elde etmişlerdir.
Farklı etnik, dinsel, kültürel ve siyasal kimliklere sahip
örgütlenmelerin kendilerini ifade olanağı bulup, sosyal taleplerini dile
getirmeye ve bu doğrultuda baskı yapmaya başlamalarıyla birlikte sosyal
sorumluluk kavramı anlam genişlemesine uğramış, süreç içerisinde de
radikalleşmiştir. Çünkü sosyal sorumluluk, sosyal taleplere bağlı olarak
ortaya çıkan ve kapsamı değişebilen bir anlayıştır. Düne kadar sadece
işletmelerin sosyal sorumluluklarından söz edilirken bugün artık amacı,
boyutu ne olursa olsun her türlü örgütün sosyal sorumluluk anlayışı
çerçevesinde hareket etmesi beklenmektedir. Bu anlayışın bir halkla ilişkiler
politikası olarak öneminin altını çizmek ve bu anlayışın kapsadığı; Doğal
Çevrenin Korunması, İş Etiğiyle İlgili Çalışmaların Desteklenmesi, Çalışma
Yaşamının Niteliğinin Geliştirilmesi, Tüketicinin Korunması, Ekonomik,
Kültürel ve Siyasal Gelişmelere Katkı Sağlanması şeklinde
sıralayabileceğimiz alanlara yönelik yapılacak çalışmaların halkla ilişkiler
açısından önemini belirlemek makalenin temel amacını oluşturmaktadır.
A-Halkla İlişkiler Politikaları
İletişim 2002/15
Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı
133
Türkçedeki politika kavramı, Yunanca kent anlamına gelen polis
sözcüğünden türetilmiş olan İngilizce’deki policy ve Fransızca’daki
politique kavramlarının karşılığı olarak kullanılmaktadır (Tosun, 1990: 4).
Önceleri sadece devlet düzeyindeki örgütlenmelerle ilişkili olarak kullanılan
politika kavramı, günümüzde farklı boyutlara sahip her türlü örgütsel yapı
içerisine girmiş bulunmaktadır. Politikalar, örgütsel amaçlara ulaşma
sürecinde yapılan tüm çalışmalara çerçeve sunan, temel oluşturan birer
rehber olarak nitelendirilebilirler (Can, 1997: 94).
Bu açıklamadan da
anlaşıldığı gibi politika geniş bir içeriğe/kavramsal çerçeveye sahiptir. Böyle
bir niteliğe sahip olması onun felsefe, plan, strateji gibi örgütsel yapılar
içerisinde çokça kullanılan kavramlarla kolaylıkla karıştırılmasına neden
olmaktadır. Dolayısıyla bu kavramlarla olan benzerliklerini ve farklılıklarını
net bir şekilde ortaya koymak gerekmektedir. Felsefe, genel olarak
amaçlarla ilgili özellikleri içermekte, amaçların ahlaki yönü, meşruiyeti
hakkında fikir vermektedir. Plan, hem amaç hem de bu amaçlara ulaşmak
için kullanılacak araç ve kaynakları içermektedir (Tosun,1990: 6).
Literatürde politikayla en çok karıştırılan, çoğunlukla da eş anlamlı olarak
kullanılan kavram stratejidir. Bu durum; politika ve strateji geliştirme
süreçlerinin aynı temel öğeleri içermesinden kaynaklanmaktadır. Her ikisi de
planlara çerçeve oluşturur ve yön verirler. Bu benzerliklere rağmen iki
kavram arasında önemli farklılıklar vardır. Politika ve strateji arasındaki
temel farkın; politikanın karar vermede bir düşünme rehberi olduğu,
stratejinin ise bu rehber doğrultusunda amaç belirleme ve amaçlara uygun
kaynak kullanımıyla ilgili kararları içerdiği söylenebilir. Strateji, geleceğin
öngörülmesiyle ilgili olduğundan belirsizlik ve risk içermektedir. Bu nedenle
sürekli değişen koşullarla birlikte değişmek durumundadır. Politika ise daha
net bir şekilde tanımlanabilmekte ve daha kalıcı olmaktadır (Dinçer, 1998:
21).
Karşılaşılan sorunların ele alınışında ve çözümünde hareket tarzının
ne olacağını belirleyen genel örgütsel politikalar oluşturulduğu gibi, bu
politikalara bağlı olarak, üretim, dağıtım, personel, pazarlama, reklam,
halkla ilişkiler gibi farklı alt sistemlere yönelik politikalar da
oluşturulmalıdır (Özalp, 1986: 134). Bu politikaların oluşturulmasına ilişkin
İletişim 2002/15
Ayhan BİBER
134
kararlar üst yönetim veya politika kurullarınca, yüksek oranda bir katılım
sağlanarak alınmalıdır. Böylece
politikaların, geniş bir fonksiyon
yelpazesini içermesi sağlanabilir.
Halkla ilişkiler çalışmalarına ilişkin temel çerçeveyi belirleyen bir üst
politika oluşturulduktan sonra ayrıca, personel, müşteriler, tedarikçiler,
dağıtımcılar, hükümet, toplumsal yöre ve basın gibi örgütün kamularını
oluşturan çevresel faktörlere yönelik, daha özel ikincil politikaların da
belirlenmesi gerekir. Bu kesimlerin her birine yönelik olarak belirlenen bu
politikalar, örgütün hizmet sunacağı o kesimin çıkarlarını ne derece
gözettiğini yansıtan kendi sosyal felsefesini ve amaçlarını ortaya koyacaktır
(Geylan, 1994: 14).
1-Halkla İlişkiler Politikalarının Fonksiyonları
Politikalar, karar vermeye ve örgüt personelinin eylemlerine, ya da
etkili bir eyleme yönelecek düşünceye ışık tutan genel bir rehber niteliği
taşımaktadırlar (Can, 1997: 94). Bu niteliğiyle politikalar, örgüt içerisindeki
her bölüme düşen görevlerin nasıl yapılacağını ve başarılacağını açıklarlar.
Böylece aşağı düzeylerdeki yöneticilere sağlanmış olan kaynak ve
olanakların nasıl kullanılacağını açıklayan bir rehber işlevi görürler.
Politikalar alt kademelere yetki devrini kolaylaştırırken, üst kademe
yöneticilerin de kontrol fonksiyonu için standartlar sağlarlar. Örgüt
yöneticilerinin karar vermek için gereksinim duydukları zamanı azaltırlar.
Örgütün uygulamalarından etkilenen müşteri, personel, kaynak sağlayıcılar,
dağıtımcılar gibi hedef kitle kapsamında değerlendirilen unsurlar için adalet
ve standardizasyon sağlarlar. Birbirine uyumlu şekilde belirlenmiş
politikalar, bölümler ve birimler arasındaki çatışmayı azaltacağı gibi
koordinasyonun sağlanmasını da kolaylaştıracaktır (Şimşek,1998: 134) .
Herhangi bir örgütün stratejik planlarında meydana gelen değişimleri
yürürlüğe koymak sanıldığı kadar kolay değildir. Yeni oluşturulan strateji
için çalışma planları ve taktikler oluşturulmalıdır. Orta düzey yöneticiler
olarak ifade edilen fonksiyonel bölüm yöneticilerine amaçlara uygun
kararlar alıp, uygulama yapabilmeleri için mutlaka yeni stratejinin
İletişim 2002/15
135
Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı
gerektirdiği davranış biçimini bildirmek gerekmektedir. Aksi halde
uygulamada en deneyimli yöneticiler bile kararsızlık, şaşkınlık ve tedirginlik
içinde bocalayabilirler. Örgüt ve çevre koşulları göz önünde bulundurularak
oluşturulmuş olan politikalar sayesinde orta ve alt kademe yöneticiler daha
kararlı hale gelecek ve bu bocalamayı engelleyebilmek mümkün olacaktır.
(Jauch ve Glueck, 1988: 6). Politikalar, halkla ilişkiler çalışmaları sürecinde
ortak bir hareket tarzının herkes tarafından uygulanmasını ve izlenmesini
gerektirdiğinden eşgüdümün sağlanmasına da büyük ölçüde katkı
sağlayacaktır.
2-Fonksiyonel Bir Halkla İlişkiler Politikasının Nitelikleri
Bir politikanın yukarıda değinilen fonksiyonları verimli ve etkili bir
şekilde yerine getirebilmesi için kuşkusuz bazı niteliklere sahip olması
gerekmektedir. Bu nitelikleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Amaçlara Uygunluk: Politikalar, örgütsel amaçlara hedeflenen
düzeyde ulaşabilmek için belirlenmektedir. Bu nedenle örgütün amaçlarına
dayanmalı ve onları destekler nitelikte olmalıdır. Örgütün amaçlarıyla
örtüşmeyen bir politikanın hiçbir fonksiyonu olmayacaktır.
Esneklik: Politikalar geniş ve kapsamlı rehberler olduğundan belli
ölçüde esnek olmalıdırlar. Bu esneklik “olanaklar elverdiği ölçüde”,
“yapılabilirse” ya da “koşullar gerekli kılarsa” gibi sözcükler kullanılarak
sağlanabilir. Bu sözcükler yoksa bunun değerlendirmesini yönetici
yapacaktır. Ancak bu esneklik örgütsel amaçlarla ve diğer politikalarla
uyumsuzluk yaratmayacak biçimde olmalıdır (Can 1997: 94).
Açıklık: Politikalar açık, anlaşılır ve sınırları belli olacak şekilde
ifade edilmelidir. Çünkü genel ifadeler bazı olumsuz sonuçlar
doğurmaktadır. Belirsiz bir şekilde formüle edilmiş politikalar, kendilerinden
beklenen fonksiyonları yerine getiremeyecektir.
Belirlenen politikalar
açıklanırken genellikle basit, anlaşılır sözcükler tercih edilmelidir.
Politikaların açıklanıp benimsetilmesinde bülten, dergi ya da kuruluşun
İletişim 2002/15
Ayhan BİBER
136
çıkardığı gazete, veya el kitaplarından yararlanılabilir (Can ve Tecer, 1978:
85).
Katılım: Örgüte ilişkin genel politikalar veya halkla ilişkiler
politikaları belirlenirken, belirlenmiş politikalara bazı eklemeler yapılırken
veya politikalar
tamamen değiştirilirken, tüm örgütün katılımı
sağlanmalıdır. Böyle bir uygulama, sorumluluğun paylaşımını sağlayacağı
gibi, örgüt üyelerinin kendilerini örgütün önemli bir parçası olarak
algılamalarına ve bir aidiyet duygusu geliştirmelerine neden olacaktır. Bu
aidiyet duygusu, örgütsel amaçlara ulaşma sürecinde çok önemli kabul
edilen motivasyonun yaratılması açısından büyük değer taşımaktadır.
Eşgüdüm: Örgütün temel amacını gerçekleştirmesine katkı sağlamak
için farklı birimlerce oluşturulmuş politikalar arasında eşgüdüm
bulunmalıdır. Böyle bir eşgüdümün sağlanamaması durumunda, birbiriyle
çelişen politikalar ortaya çıkacağından örgütsel amaçlara ulaşmak
zorlaşacaktır. Örneğin, üretim birimi politika olarak kalitesi yüksek ürün
üretmeyi benimsiyor, buna karşılık satın alma birimi maliyetleri düşürmek
için kalitesi düşük hammadde alıyorsa, iki birim arasında politikalar
açısından tutarsızlık var demektir.
B-Bir Politika Olarak Sosyal Sorumluluk
Halkla ilişkiler çalışmalarında benimsenecek temel politika ne
olmalıdır sorusu yanıtlanırken, halkla ilişkilerin amaçları temel alınmalı ve
bu amaçlara yönelik politikalar belirlenmelidir. Çünkü isabetli bir halkla
ilişkiler politikası, halkla ilişkiler çalışmalarından beklenen başarının elde
edilmesinde ve buna bağlı olarak örgütsel amaçlara hedeflenen düzeyde
ulaşılmasında önemli bir rol oynayacaktır.
Halkla ilişkiler çalışmalarıyla örgüt ve çevresi arasında onay ve rızaya
dayalı bir uzlaşı ortamı yaratmak amaçlanmaktadır. Bunun için öncelikle
örgüte yönelik, örgüt çevresinde olumlu algılamalar ve bu algılamalara bağlı
olumlu bir örgütsel imaj yaratmak gerekmektedir. Olumlu bir imajın temel
bileşenlerinden birisi de topluma yönelik duyarlılıktır. Dolayısıyla yürütülen
İletişim 2002/15
Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı
137
çalışmaların sonuçlarından kamunun zarar görmemesi, aksine fayda elde
etmesi için çaba harcanmalıdır. Bu açıdan örgütler, sorumluluk anlayışıyla
hareket etmeli ve bu anlayışı bir halkla ilişkiler politikası olarak benimseyip,
kabul etmelidirler.
“Sosyal sorumluluk kavramı, dış çevreye yönelik olup örgütün
kararlarında diğer kişi, grup, örgüt ve tüm toplumun göz önünde
bulundurulması ile ilgilidir”(Dinçer, 1998: 155). Bu açıdan sosyal
sorumluluk; örgütün ekonomik amaçlarının, onunla ilgili kitlelerin
çıkarlarına zarar verilmeden gerçekleştirilmesi şeklinde tanımlanabilir.
Başka bir ifadeyle sosyal sorumluluk, örgütün ekonomik ve hukuki şartlara,
iş ahlakına, toplumun beklentilerine uygun bir çalışma politikası
benimsemesi demektir (Dinçer, 1998: 155). Böyle bir politikanın
benimsenmesinde, kamusal alanda örgütlü bir şekilde ifade edilebilen sosyal
talepler, başat bir rol oynamaktadır. Demokratik yönetim geleneğini
benimsemiş ve bunu yaşam pratiklerine yansıtmayı başarmış toplumlarda,
örgütlenme haklarına dayalı olarak bireyler, sendika, dernek, vakıf gibi sivil
toplumu oluşturan unsurlar içerisinde yer alabilmektedirler. Böylece
güçlerini eşgüdümleyerek sosyal ve ekonomik yapının biçimlenmesinde söz
sahibi olma ve baskı yapma hakkını elde etmektedirler. Toplumsal yapıdaki
tüm bu gelişmeler, örgütleri çevreye karşı sorumlu davranmaya
yöneltmektedir. Böylece sosyal sorumluluk, toplum refahının bir bütün
olarak korunmasına ve artırılmasına yönelik bir yükümlülük olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bu yükümlülüğün yerine getirilmesine yönelik olarak
yürütülen çalışmalar, örgütün toplum tarafından kabulünü sağlayacaktır.
Sosyolojik anlamda meşruiyet elde etme anlamına gelen toplumsal kabul,
örgütler açısından yaşamsal bir önem taşımaktadır.
Örgütün kendi çıkarlarına yönelik çalışmaları ile kamu yararına
yönelik çalışmaları birbirinden çok farklı olarak düşünülmemelidir. Her iki
alandaki görev ve sorumluluklar birlikte düzenlenmeli ve etkileşim
içerisinde olmaları sağlanmalıdır (Dinçer, 1998: 156). Örgütler, kendi
varlıklarını garanti altına almaya çalışırken, diğer yandan da üst sistem olan
topluma zarar verecek veya olumsuz sonuçlar yaratacak etkilerini ortadan
kaldırarak sosyal dengeyi korumalı, toplumun refah ve sağlığına hizmet eden
İletişim 2002/15
Ayhan BİBER
138
çalışmalarda bulunarak sosyal faydayı artırmalıdır. Böylece örgüt ve toplum
arasında sosyal uzlaşma ve anlaşmaya dayalı bir ilişki ortaya çıkacak ve bu
ilişki, örgüt ve çevre beklentilerinin belli noktalarda kesişmesini
sağlayacaktır.
Sosyal sorumluluk kavramı, geleneksel yönetim anlayışında hiç
değinilmemiş bir kavramdır. Oysa modern yönetim anlayışında, örgütlerin
sosyal sorumluluğu, çeşitli yönleriyle ele alınıp incelenmekte ve örgüt
açısından önemi belirlenmeye çalışılmaktadır. Çünkü süreç içerisinde örgüt
ve çevre bir bütün olarak düşünülmeye başlanmış, doğal kaynakların daha
rasyonel kullanılması gerektiği anlaşılmıştır. Böyle bir ortamda örgütün
varlığını etkili bir şekilde sürdürebilmesi sadece kazancını maksimize
etmekle mümkün olamamaktadır. Bu kazancın bir bölümünü toplumsal
hedeflere yöneltip, toplumun değer yargılarına, beklentilerine uygun
politikalar belirleyerek çalışmalarını bu doğrultuda sürdürmesi
gerekmektedir.
Neden sosyal sorumluluk anlayışıyla hareket edilmesi gerektiği
konusuna felsefi bazı açıklamalar ve gerekçeler bulmak mümkün olmakla
birlikte, örgütsel amaçlar açısından bir politika olarak sosyal sorumluluk
anlayışının gerekçelerini kısaca yukarıdaki şekilde özetlemek mümkündür.
1-Sosyal Sorumluluğun Kapsamı
Sosyal sorumluluğun kapsamını net bir şekilde gösterebilecek belirgin
bir çerçeve sunmak mümkün değildir. Gelişim süreci incelendiğinde sosyal
sorumluluk kavramının sürekli değişen ve gelişen boyutları olduğu
görülecektir. Sosyal sorumluluğun sınırlarının zamanla ortaya çıkan değişim
ve gelişmelerle genişlediği gözlenmektedir (Eren, 2000: 103). Toplumun
değişen sosyo-ekonomik yapısı, örgütleri her geçen gün daha fazla konuda
sorumlu kılmaktadır. Bu nedenle örgütlerin sosyal sorumluluk kapsamında
kendilerine düşen görevleri belirlemelerine yardımcı olabilecek çok geçerli
bir yöntem geliştirmek ve önermek mümkün değildir. Ancak, sosyal
sorumluluğa ilişkin öne sürülen aşağıdaki özelliklerden yararlanarak bir
referans noktası oluşturabilmek olanaklı gözükmektedir (Bayrak, 2001: 92):
İletişim 2002/15
Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı
139
• Yasal düzenlemelerin ötesinde kalan alanlarla ilgili olarak ne
yapacağına veya ne yapmayacağına her örgütün kendisi karar vermeli ve bu
kararların aynı zamanda sosyal sorumlulukla ilgili tutum ve davranışları da
belirleyeceği unutulmamalıdır.
• Örgütler uzun vadeli politikalar belirlemeli, kısa vadede kazancını
düşüren harcamaların uzun vadede getirisi olacağını hesaplamalıdırlar.
Örneğin, çevreyi kirleten fabrikanın bacasına filtre takmak önemli bir masraf
gibi düşünülse de, böyle bir uygulamayla, uzun vadede doğabilecek ve
çözümü daha zor olacak sorunları engelleyecektir.
• Bir örgüt sosyal gücü oranında sosyal sorumluluk yüklenmelidir.
Çünkü güçle paralellik göstermeyen bir sorumluluğun üstesinden gelmek
mümkün değildir.
• Sosyal sorumluluk örgütlerin koşullarına, yapılarına ve amaçlarına
göre farklılık göstermektedir. Örneğin, büyük bir kimyasal ürün üreticisi,
küçük bir sigorta şirketine göre toplum üzerinde daha farklı ve güçlü bir
etkiye sahiptir. Dolayısıyla sosyal sorumlulukları da buna bağlı olarak hem
daha fazla hem de potansiyel olarak daha farklıdır.
• Bir örgütün sosyal sorumluluk kapsamının, sosyal taleplerle
yakından ilgili olduğu unutulmamalıdır. Sosyal talepler izlendiğinde,
örgütlerden ne tür beklentilerin olduğunu anlaşılabilir. Ancak sosyal talepler
durağan olmadığından bu talepleri belirlemeye yönelik çalışmalar aralıksız
bir şekilde sürdürülmelidir.
2-Sosyal Sorumluluğun Fonksiyonları
Sosyal sistemler olarak örgütler, bir üst sistem olan toplum içerisinde
yer almaktadırlar. Dolayısıyla üst sistemin sağlıklı bir şekilde varlığını
sürdürmesine katkı yapmak zorundadırlar. Aksi halde üst sistemde oluşacak
istikrarsızlıklar tüm alt sistemleri olumsuz yönde etkileyecektir.
İlk bakışta, sosyal sorumluluklarını kabullenip bunların gereklerini
yerine getiren örgütün olumlu bir imaja sahip olacağı, ürünlerinin kabul
İletişim 2002/15
Ayhan BİBER
140
göreceği, onay ve rıza elde edeceği varsayılmaktadır. Bunlar kuşkusuz
rekabet ortamında bir örgütün sahip olmak isteyeceği önemli üstünlüklerdir.
Ancak sosyal sorumluluğun örgütlere sağladığı bunların daha ötesinde bir
katkıdır. Sistemi ayakta tutan ve devamını sağlayan güç; sistemin değişik
araçlar dolayımıyla ürettiği düşünsel değerlerdir (Hall - Lumley ve Lennan,
1985: 19). Toplumsal üst sistemin birer alt sistemleri olan örgütler, sosyal
sorumluluklarını yerine getirerek bu değerlerin yeniden üretimine veya
değişimine katkı sağlamaktadır. Böylece, içinde yer aldıkları sistemin
gelişimine katkı sağlayarak kendi varlıklarını da garanti altına almaktadırlar.
Böyle bir katkının sağlanması sürecinde örgütler, kendi amaç, yapı ve
niteliklerine göre farklı görevler üstlenmektedirler. Bu görevlerin neler
olabileceği şöyle sıralanabilir (Eren, 2000: 107):
•
Morali, motivasyonu, verimliliği düşük kötümser bir toplum
yerine, etkin, iyimser, çalışmayı seven morali, motivasyonu ve
verimliliği yüksek bir toplumun oluşumuna katkı sağlamak.
•
Sınıflar arası farklılıkların belirgin olduğu, düşmanlıkların ve
gerilimlerin giderek çoğaldığı bir toplum yerine, sınıflar arası
farklılıkların azaldığı, gerilim ve düşmanlıkların törpülendiği,
insani değerlere ve eşitliğe yönelmiş bir toplum için çaba
harcamak.
•
Çoğulcu yaklaşım ve yönetim anlayışının egemen olduğu bir
toplum için katkı sağlamak.
•
Geleceği, daha yüksek yaşam standardına sahip bir toplum
düşüncesi çerçevesinde planlamak.
3-Sosyal Sorumluluk Alanları
Klasik bakış açısı, topluma çıkar sağlayan her türlü örgütsel çalışmayı,
sosyal sorumluluk kapsamında değerlendirmektedir. Bu bakış açısına göre,
verimli ve etkin olarak mal ve hizmet üreten her örgüt sosyal sorumluluğunu
yerine getiriyor demektir (Friedman,1962). Ancak sosyal sorumluluğa ilişkin
bu anlayış günümüzde geçerliliğini yitirmiştir. Çünkü toplum, örgütlerden
İletişim 2002/15
Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı
141
klasik işlevlerinin dışında daha fazlasını beklemektedir. Bu beklentiler
sosyal sorumluluk kapsamında değerlendirilmekte ve bunun sonucunda da
değişik sorumluluk alanları ortaya çıkmaktadır. Bazı sosyal talepler ise
yapılan yasal düzenlemeler sayesinde yasal yükümlülükler haline
getirilmiştir. Örneğin, Türkiye’de çevre kirliliğini önlemek için merkezi ve
yerel yönetimler, özellikle işletme örgütlerine bazı yükümlülükler ve
yasaklar getirmiştir. Çevreyle veya başka bir konuyla ilgili
yasal
yükümlülükler haline gelen bu konular, sosyal sorumluluk anlayışı
çerçevesinde yerine getirilen görevler olmaktan çıkmaktadırlar. Bunlar artık
bazı yasal yükümlülüklerin yerine getirilmesinden başka bir çaba değildirler.
Örgütlerin neden olabileceği tüm olumsuzluklarla ilgili yasal
düzenlemeler yapmak mümkün değildir. Bu nedenle sosyal sorumluluğun
geçerli bir anlayış olarak yaygınlaşması yönünde baskı yapabilecek
nitelikteki sivil toplum örgütlerinin çoğalması ve işlerlik kazanması için çaba
göstermek gerekmektedir.
Mevcut yasaların tamamıyla dikte edemediği başlıca sorumluluk
alanları olarak şunlar sıralanabilir (Trevino ve Nelson, 1999: 29):
a-Doğal Çevrenin Korunması
Çevre sorunları, günümüzde önemli bir konu haline gelmiştir. Çünkü
yaşananlar, dünyanın geleceği açısından kaygı vericidir. Ortaya çıkan
olumsuzluklara göz attığımızda manzaranın gerçekten ürkütücü olduğu
hemen fark edilmektedir (Capra, 1992: 19). Dünyada her yıl 100 hayvan ve
bitki türünün nesli tükenmektedir. Her yıl sağlık koşullarının yetersizliği ve
açlık nedeniyle 13,5 milyon çocuk ölmektedir. Dünya nüfusunun yarıdan
fazlası, sağlıklı içme suyunun bulunmadığı 35 ülkede yaşamaktadır. Tropikal
ormanlar yok olmakta ve çölleşme hızla artmaktadır. Atmosferdeki ozon
tabakası incelmekte ve bu incelme gelecek kuşakları tehdit etmektedir.
Dünyanın biyolojik çeşitliliği tehlike altına girip ekolojik dengede
onarılamaz zararlar ortaya çıkmaktadır. Küresel ısınma sonucu başlayan
buzullardaki erimeler, birçok kara parçasını sular altında bırakacak düzeye
ulaşmıştır. Ortaya çıkan tüm bu olumsuz gelişmeler, artan nüfusun besin
İletişim 2002/15
142
Ayhan BİBER
olanaklarını tehdit etmekte ve açlık çeken insanların ve ülkelerin sayısı hızla
artmaktadır (Özey, 2001: 31).
Çevre kirliliğiyle ilgili ortaya çıkan tabloya bakıldığında, hiç
kimsenin, hiçbir örgütün ve hiçbir toplumun bu durum karşısında kayıtsız
kalamayacağı çok açıktır. Dünya üzerinde yaşayan herkese sorumluluk
düşmektedir. Özellikle de bu tablonun ortaya çıkmasında önemli payı olan
büyük sanayi örgütleri çok daha hassas davranmalıdırlar.
Önceki
dönemlerde insanoğlunun doğanın kendisine sunduğu nimetleri ölçüsüzce
kullanması, doğa ile canlılar arasında asırlardır süregelen ekolojik dengenin
bozulmasına yol açmıştır.
Hava kirlenmesi, orman alanlarının yok olması, toprak ve bitki
örtüsünün ortadan kalkması gibi önemli sorunların ortaya çıkmasıyla
birlikte, sorunda pay sahibi olan tüm örgütler, ulusal ve uluslararası çevre
örgütlerinin baskısıyla sorunun giderilmesine yönelik adımlar atmaya
başlamışlardır. Sorunun önemi, olayın sosyal sorumluluk çerçevesinde
değerlendirilmesine ve bir çevre etiğinin oluşmasına yol açmıştır. Bu
çerçevede önemle üzerinde durulması gereken çevre sorunlarına dikkat
çekilmekte ve örgütlerden, üzerlerine düşen görevleri yapmaları
beklenmektedir.
Örgütler, çevreleriyle çok yönlü alışveriş içerisinde olan birer açık
sistemlerdir; dolayısıyla varlıklarını devam ettirebilmek için çevreden girdi
alır, çevreye çıktı verirler. Örgütler bu döngünün sürekliliğini sağlayabilmek
için ekolojik çevreyle etkileşim içerisinde olmak zorundadırlar. Ancak bu
etkileşimde çevrenin zarar göreceği sonuçlara yol açmakta küresel boyuta
varan kirlenmeler ortaya çıkmaktadır. Diğer yandan, toplumsal çevre
içerisinde örgütleri ekolojik çevreye karşı duyarlı olmaya zorlayan
gelişmeler olmaktadır: Çeşitli çevreci kuruluşun çalışmalarıyla toplumda
çevreye karşı bir duyarlılık oluşmakta ve çevreye saygılı olduğu imajını
yaratan örgütler, rekabet sürecinde oransal bir üstünlük elde etmektedirler.
İletişim 2002/15
Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı
143
b-İş Etiğiyle İlgili Çalışmaların Desteklenmesi
Felsefenin bir disiplini olan ve Yunanca “karakter” anlamına gelen
ethos sözcüğünden türetilen etik, insanın bireysel ve toplumsal ilişkilerini
nasıl yönlendirmesi gerektiğini, iyi ve kötüyü belirleyecek olan ölçütlerin
neler olabileceğini incelemektedir. (Pieper, 1999: 22). Günlük dilde etik
sözcüğü kadar ahlak sözcüğünün de geçtiği, bu iki sözcüğün çoğunlukla
anlamdaş kabul edilerek birbirinin yerine kullanıldığı görülmektedir. Bu
nedenle öncelikle ahlak ve etik arasındaki kavramsal ayrım net olarak
belirtilmelidir: Ahlak, bir toplumda , belirli zaman kesitinde, bireylerin ya da
birey gruplarının uymaları beklenen davranış biçimleri ve kurallarıdır. Ahlak
bilimi olarak etik ise yararlı, iyi, kötü gibi kavramları inceleyen, bireysel ve
grupsal davranışların, ilişkilerin hangisinin doğru, hangisinin yanlış
olduğunu belirleyen ahlaki ilkeler, değerler ve standartlar sistemidir. Ahlak,
olgusal ve tarihsel olarak yaşanırken, etik bu alanı sistematik olarak
incelemektedir (Schulze, 1997: 36 – Stewart, 1996: 15).
Sistematik olarak incelenen bu alanın alt alanlarından birisi de iş
etiğidir. İş etiği kısaca, iş dünyasındaki davranışları yönlendiren, onlara
rehberlik eden etik prensip ve standartların toplamı olarak tanımlanmaktadır
(Kırel, 2000: 4). Gün geçtikçe karmaşıklaşan örgütsel yapılar içerisinde
güven sorunu gündeme gelmektedir. Örgütsel etkililik açısından büyük önem
taşıyan bu sorunu aşabilmek bazı etik kodlar oluşturup, bunlara bağlı
kalınması sağlamaya çalışmak kaçınılmaz olmaktadır (Kırel, 2000: 2).
Örgütlerde ortak karar alma sürecinde değerlerin yansıtılma kapasitesi
olarak da tanımlanan iş etiği, aynı zamanda, örgütle ilişkili çeşitli grupları
etkileyen bu değer ve kararların nasıl tanımlanacağını ve yöneticilerin örgüt
yönetiminde karşılaşılan sorunları nasıl aşacaklarını da gösteren bir
kavramdır. Ancak, örgütsel davranışların etiğe uygun veya aykırı olup
olmadığı konusu genelde görecelidir. Dolayısıyla örgütlerde etiğe ilişkin
kararlar verebilmek kolay olmamaktadır. Bu açıdan örgütlerden ortak
değerler belirlemelerini beklemek yerine etik kaygılar taşıyacak “ahlaki
yetkinliğe” ulaşmalarını beklemek daha yerinde olacaktır. “Ahlaki yetkinlik,
herkesten beklenen ahlaki davranma ve yargılama becerisini, herkesin
İletişim 2002/15
Ayhan BİBER
144
özgürlüğe saygı göstermesini ve özgürlük temelinde hesap vermeye hazır
olmasını öngören sosyal sorumluluğu yansıtır” (Pieper, 1999: 152).
c-Çalışma Yaşamının Niteliğinin Geliştirilmesi
Buhar gücünün keşfedilmesiyle başlayan sanayileşme süreci, üretimin
çok daha büyük boyutlarda yapılmasına olanak vermiştir. Şehirlerde büyük
fabrikaların kurulması ve buralarda insan gücüne duyulan gereksinimin
artmasıyla birlikte feodalitenin ekonomik temelleri sarsılmaya başlamıştır
(Fındıkçı, 1999: 6). Toprakla birlikte alınıp satılan insanlar, özgürlüklerini
kazanmak için şehirlere akın etmeye başlamışlardır. Dönemin geçerli sloganı
“şehir havası insanı özgür kılar” (Stadt Luft macht frei) olmuştur. Ancak bu
dönemde şehirlere akın eden insanlar
ağır çalışma koşullarıyla
karşılaşmışlardı. İşveren ve çalışanın farklı çıkarlara sahip olması nedeniyle
büyük gerginlikler yaşanmıştır.
Klasik liberal ekonomi anlayışı, işverenle çalışanlar arasındaki
ilişkilerin kendi aralarında, müdahale olmadan düzenlenmesini öngörmüştür.
Ancak, ekonomik açıdan güçlü olan işverenin çalışanı baskı altına alması
sonucu, devlet bu alana müdahale etmiş ve çıkardığı çeşitli yasalarla
çalışanların haklarını güvence altına almaya çalışmıştır (Yüksel, 1998: 210).
Fakat görülmektedir ki, çalışanlara sağlanan bu haklar, sosyal sorumluluğun
bir gereği olarak kabul edilmediği sürece yasaların boşluklarından
yararlanmak kolaylıkla mümkün olmaktadır.
Günümüzde üretim, pazarlama ve tüketim süreçlerinde yapısal
dönüşümlerin yaşandığı, rekabet olgusunun küreselleştiği ve bunlara bağlı
olarak bilginin stratejik bir rekabet aracı haline geldiği gözlenmektedir. Tüm
gelişmeler, nitelikli insan kaynağına duyulan gereksinimin daha da artmasına
neden olmuş, bilgiyi üreten, yayan ve tüketen insan olduğundan, değişim ve
dönüşümün en önemli anahtarının da insan olduğu düşüncesi yaygınlaşmış
ve insan bir maliyet unsuru olarak değil, rasyonel ve verimli bir şekilde
kullanılması gereken değerli bir kaynak olarak değerlendirilmeye
başlanmıştır. İnsana yönelik algılamaların büyük oranda değişmesiyle
birlikte, onun çalışma ortamı içerisinde motivasyonunun ve moral gücünün
İletişim 2002/15
Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı
145
yükseltilmesi için yeni uygulamalara gidilmiş, örgütsel stres ve çatışmanın
azaltılması için çalışmalar başlatılmıştır (Aykaç, 1999: 22).
Örgütlerin amaçlarına ulaşma derecesi olarak tanımlanan örgütsel
etkililik ile örgütlerin sahip oldukları insan kaynaklarının niteliği arasında
önemli bir ilişkinin olduğu kabul edilmektedir (Aykaç, 1990: 91). Yaşamın
her alanını etkileyen teknoloji, her türlü örgütsel çalışmanın verimliliği ve
etkililiği açısından kuşkusuz büyük önem taşımaktadır. Ancak teknoloji tek
başına bir değer ifade etmemektedir. Aksi halde teknoloji transferiyle ülkeler
arasındaki gelişmişlik farkı rahatlıkla kapatılabilirdi (Bostancı, 1990: 40).
Teknolojiyi üreten, kullanan ve geliştiren insandır. Dolayısıyla örgüt
içerisinde insana verilen değer, sosyal sorumluluk anlayışının gereği olmakla
birlikte, örgütsel etkililik açısından da büyük önem taşımaktadır (Tosun,
1981; 178).
d-Tüketicinin Korunması
Tüketici kavramı, tüketim toplumunun ortaya çıkardığı bir kavramdır.
Sanayi devrimi sonrası üretimde meydana gelen artış, doğal olarak tüketime
de yansımıştır. Daha önce çoğunlukla yaşamsal gereksinimleri karşılamak
için yapılan tüketim, giderek çağdaş yaşamın, ait olunan çevrenin bir gereği
olmaya başlamıştır. Gelinen noktada; tüketme eğilimi bir çılgınlık haline
gelmiş, tüketim, gereksinimlerin giderilmesinde bir araç olmaktan çıkarak
amaç olmuştur. İnsanları toplum içerisinde güçlü ve değerli yapan
ürettiklerinden daha çok tükettikleridir. “Tüketim malları, sadece birer
tatmin aracı değil, aynı zamanda sembolik iktidar araçlarıdır da. Bunu
yaratan ise, geç kapitalizmin tüketimi kışkırtan mantığıdır” (Sarıbay, 2001:
105). Bu kışkırtmalardan hedeflenen verimi elde edebilmek için bankalar ve
satıcı firmalar arasında işbirliğine gidilmekte, yapılan kredili satışlarla,
tüketicinin gelecekte kazanacağı paraları dahi harcaması sağlanmaktadır.
Diğer yandan, davranış bilimlerine ve teknolojiye bağlı olarak reklam,
tanıtım ve pazarlama tekniklerindeki gelişmeler, şaşkınlık yaratacak
boyuttadır. Tüketici, tam bir mesaj bombardımanına tutulmakta ve iradesi
elinden alınmaktadır.
İletişim 2002/15
Ayhan BİBER
146
Bu üretim ve tüketim ilişkileri içerisinde tüketicinin zayıf taraf
olarak kaldığı, bu nedenle onu korumak ve bilinçlendirmek gerektiği
düşüncesi dile getirilmeye başlanmıştır. Tüketicinin korunmasına yönelik
çabalar, milattan önceki dönemlere dayanmakla birlikte, çağdaş anlamda
çalışmalar özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında hız kazanan sosyal,
ekonomik ve teknolojik gelişmelerin sonucunda ortaya çıkmıştır. 1928
yılında Amerika Standartlar Bürosu ürünlerin kalitesine yönelik yaptığı
testlerin sonuçlarını yayınlamış ve tüketici bilincinin oluşmasına büyük katkı
sağlamıştır. Bu bilincin yaygınlık kazanmaya başlamasıyla birlikte bir çok
ülkede yasal düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır. Ancak daha sonraki
aşamalarda, üreten, satan ve tüketen arasında bir güç dengesi oluşturmak için
yasal düzenlemelerin yeterli olmadığı görülmüştür. Böyle bir dengenin
oluşturulabilmesi için yasal düzenlemelerin yanı sıra sivil toplum
örgütlerinin çalışmalarına da gereksinim duyulmaktadır. Sivil toplum
örgütlerinin işlerlik kazandığı, gelişip yaygınlaştığı toplumlarda, tüketici
haklarına yönelik olumlu adımlar sosyal sorumluluk anlayışının bir gereği
olarak atılmaktadır. Çünkü tüketiciyi koruma dernekleri, tüketiciyi
bilinçlendirme vakfı gibi adlar altında görev yapan sivil toplum örgütleri,
toplumda oluşan tepkileri örgütlemekte ve ilgili yerlere aktarılmasına
aracılık etmektedirler.
e-Ekonomik, Kültürel ve Siyasal Gelişmelere Katkı Sağlanması
İstikrarlı bir ekonomik ve sosyal yapı, toplumun gelişmesi ve
kalkınması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle tüm örgütlerin,
parçası oldukları toplumun her açıdan istikrarlı bir yapıya kavuşmasında
hem çıkarları hem de sorumlulukları vardır. Örgütler, kendi amaçlarını
gerçekleştirmeye çalışmanın yanı sıra, toplumsal uzlaşı için gerekli olan
diyalog kanallarının açık tutulması, sosyal değerlere bağlı kalınması ve
çoğulcu demokratik siyasal bir yapının sağlanması için de çaba
göstermelidirler.
Örgütler, gelişip büyüdükçe ekonomik güç yanında politik ve sosyal
açıdan da güçlenmektedirler. Örgütlerin sahip oldukları bu güçleri sadece
İletişim 2002/15
Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı
147
kendi lehine ve toplumun genel çıkarlarının aleyhine kullanmamaları
gerekir. Fiyat karteli oluşturmak, rakiplerle anlaşarak üretimi düşürmek ve
rekabeti bozmak, ihalelerde rüşvet vermek veya rakiplere komisyon
dağıtmak, rakiplerden komisyon alarak ihaleden çekilmek ekonomik gücün
kötüye kullanılması ile ilgili örneklerden bazılarıdır (Dinçer, 1998: 160).
Örgütlerin kendi temel amaçlarını gerçekleştirmeye yönelik olarak iş
alanları yaratmaları, insanların ve diğer örgütlerin gereksinim duydukları
ürünleri üretmeleri kuşkusuz toplumsal kalkınmaya yapılan önemli destektir.
Ancak kalkınmaya katılma yükümlülüğü bunların daha ötesinde bazı
çalışmaları içermektedir (Başaran, 1992: 183). Yapacakları yatırımlarla
ülkenin üretim potansiyelini, maddi ve manevi refahını yükseltmelidirler.
Ayrıca istihdam olanağı sağlayarak, teknoloji geliştirerek, insan sağlığı ve
kamu güvenliğini artıracak tedbirler alarak ve toplumsal öncelikleri göz
önünde bulundurarak sosyal faydayı artırmalıdırlar (Dinçer, 1998: 162).
Örgütler gelecekte gereksinim duyacakları nitelikli insan kaynağının
eksikliğini çekmemek için eğitime katkı sağlamalıdırlar. Bilim adamlarına
araştırma yapma olanağı yaratma, öğrencilere burslar verme, eğitim
örgütlerine çeşitli araç-gereç ve teknik donanım sağlama veya okul yaptırma
bu katkı kapsamında düşünülebilecek çalışmalardır.
Gelişmekte olan ülkelerde hızlı nüfus artışı, gelişmiş ülkelerde
robotların endüstriye girmesi gibi faktörlerin etkisiyle dünya ölçeğinde
istihdamın tehlikeye girdiği görülmektedir. Nüfus artış hızı yüksek olan
ülkelerde bu tehlikenin boyutu sosyal patlamalara neden olabilecek kadar
büyüktür. Bu nedenle örgütler, elde ettikleri kazançları yeni yatırımlara
aktararak topluma yeni iş olanakları yaratmalı, ancak eski mahkum ve
engellilerin de bu olanaktan yararlanmaları sağlanmalıdır.
İstihdam
olanakları ile ilgili diğer bir konu ise, işe almada cinsiyete, ırka, etnik kökene
bakılarak ayrım yapılmaması, herkese eşit olanak tanınmasıdır (Eren, 2000:
104).
Sosyal sorumlulukla ilgili yukarıda sıralanan alanlar, yapısına,
amacına boyutuna bağlı olarak tüm örgütleri farklı düzeylerde mutlaka
ilgilendirmektedir. Bu nedenle her örgüt, yapacağı çevre analizleriyle, sosyal
İletişim 2002/15
Ayhan BİBER
148
sorumlulukla ilgili kendisine düşen görevleri, kendisinden talep edilen veya
beklenen çalışmaları belirleyip gereğini yapmak durumundadır.
Sonuç
Halkla ilişkiler, planlılık, süreklilik ve uzmanlık gerektiren çalışmalar
olmanın yanı sıra, belli politikalar çerçevesinde yürütülmesi gereken
çalışmalardır. Halkla ilişkiler çalışmalarının temel çerçevesini belirleyecek
olan bu politikalar, karşılaşılan sorunların ele alınışında ve çözümünde nasıl
hareket edileceğini belirleyecektir. Geniş bir fonksiyon yelpazesini içermesi
gereken halkla ilişkiler politikalarının aynı zaman da kamu yararının
gözetildiği sosyal bir felsefeyi yansıtması gerekir. Bu açıdan bakıldığında,
sosyal sorumluluğun halkla ilişkiler çalışmalarının nihai amacına hizmet
eden bir anlayış olduğu görülmektedir. Dolayısıyla sosyal sorumluluk
anlayışı, halkla ilişkiler çalışmalarının başarısına önemli katkılar
sağlayabilecek bir halkla ilişkiler politikası olarak değerlendirilebilir.
Sosyal sorumluluk, örgütlerin karar mekanizmalarında bulunanların
örgütsel çıkarlar yanında, bir bütün olarak toplumsal refahın korunmasına ve
yükseltilmesine ilişkin çalışmaları yapma zorunluluğuyla ilgilidir.
Günümüzün çoğulcu toplumlarında, örgütlerin yer edinebilmeleri ve kalıcı
olmaları, sosyal sorumluluk anlayışını benimsemelerine ve bu kapsam
dahilinde değerlendirilen görevleri yerine getirmelerine bağlıdır. Çünkü
çoğulcu bir nitelik kazanmış toplumlarda güç ilişkileri değişmiş ve güç,
farklı çıkarlara sahip bir çok gruba dağılmıştır. Dolayısıyla her örgüt, sosyal
sorumluluk anlayışının gereği olarak, farklı grupların beklenti ve taleplerine
duyarlı olmak, belli bir toplumsal kesime fayda sağlarken, diğer kesimlere
de zarar vermekten kaçınmak zorundadır.
Sosyal sorumluluk anlayışı, sosyal talepler ve beklentiler
doğrultusunda oluşmaktadır. Bu nedenle, sosyal taleplerin belirlenebilmesi
için örgüt çevresiyle iletişim kanallarını açık tutmak, çevrenin beklenti ve
taleplerinin oluşumunda etkili olabilen unsurlarla ilişkiler kurmak, bu
ilişkiler sonucu elde edilen verileri değerlendirmek ve sosyal sorumluluk
kapsamında yapılabilecek çalışmaları belirlemek gerekmektedir. Kısaca,
İletişim 2002/15
Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı
149
sosyal sorumluluk anlayışını bir halkla ilişkiler politikası olarak
benimsemek, çalışmaları bu politikalar temelinde planlayıp yürütmek,
örgütlere çevreye uyarlanma ve rekabet sürecinde oransal üstünlükler
kazandıracaktır.
Kaynaklar
AYKAÇ, Burhan (1990) “Personel Yönetiminde Yeterlik İlkesi”.
Amme İdaresi Dergisi. Cilt 23, Sayı 4.
AYKAÇ, Burhan (1999) İnsan Kaynakları Yönetimi ve İnsan
Kaynaklarının Stratejik Planlaması, Ankara: Nobel Yayınları.
BAŞARAN, İbrahim Ethem (1992) Yönetimde İnsan İlişkileri:
Yönetsel Davranış, Ankara: Gül yayınevi.
BAYRAK, Sabahat (2001) İş Ahlakı ve Sosyal Sorumluluk,
İstanbul:Beta Basım Yayım Dağıtım.
BOSTANCI, Naci (1990) Kültür ve Değişme, İstanbul: Hamle Yayın
Dağıtım.
CAN, Halil (1997) Organizasyon ve Yönetim, Ankara: Siyasal
Kitabevi.
CAN, Halil ve TECER, Meral (1978) İşletme Yönetimi, Ankara:
TODAİE Yayınları.
CAPRA, Fritjof (1992) Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası, Çev.
Mustafa Armağan, İstanbul: İnsan Yayınları.
DİNÇER, Ömer (1998) Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası,
İstanbul: Beta Basım Yayım A.Ş.
EREN, Erol (2000) İşletmelerde Stratejik Yönetim ve İşletme
Politikası, İstanbul: Beta Basım Yayım.
FINDIKÇI, İlhami (1999) İnsan Kaynakları Yönetimi, İstanbul:
Alfa Basım Yayım.
FRIEDMAN, Milton (1962) Capitalism and Freedom, Chicago:
University of Chicago Press.
İletişim 2002/15
Ayhan BİBER
150
GEYLAN, Ramazan (1994) İşletmelerde Halkla İlişkiler, Eskişehir:
Birlik Ofset Yayıncılık.
HALL, Stuart – LUMLEY, Bob ve McLENNAN, Gregory (1985)
Siyaset ve İdeoloji “Gramsci”, Çev. Sadun Emrealp Ankara: Birey ve
Toplum Yayınları.
JAUCH, Lawrence R. ve GLUECK, Willliam F. (1988) Business
Policy And Strategic Management, Singapore: McGRAW-HILL
INTERNATIONAL.
KIREL, Çiğdem (2000) Örgütlerde Etik Davranışlar-Yönetim ve
Bir Uygulama Çalışması, Eskişehir: A.Ü. İ.İ.B.F. Yayınları No: 168.
ÖZALP, İnan 1986 Yönetim ve Organizasyon, Eskişehir:A.Ü.
Eğitim, Sağlık ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı Yayınları No: 42
ÖZEY, Ramazan (2001) Çevre Sorunları, İstanbul: Aktif Yayınevi.
PIEPER, Annemarie (1999) Etiğe Giriş, Çev. Veysel Atayman ve
Gönül Sezer. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
SARIBAY, Ali Yaşar (2001) Postmodernite Sivil toplum ve İslam,
İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım.
SCHULZE, Nergis (1997) “İşletme Etiği Sorununa Kavramsal Bir
Yaklaşım”, Amme İdaresi Dergisi c.30 S. 4.
STEWART, Davit (1996)
McGraw-Hill Companies.
Business Ethics, New York: The
ŞİMŞEK, M. Şerif (1998) Yönetim ve Organizasyon, Konya: Damla
Matbaacılık.
TOSUN, Kemal (1990) Yönetim ve İşletme Politikası, İstanbul: İ.Ü.
İşletme Fakültesi Yayınları No: 232.
TOSUN, Mustafa (1981)
Yayınları No:169.
Örgütsel Etkililik, Ankara: TODAİE
TREVINO, Linda Klebe ve NELSON A. Katherine (1999)
Managing Business Ethics, New York: John Willey & Sons, Inc.
YÜKSEL, Öznur (1998) İnsan Kaynakları Yönetimi, Ankara: Gazi
Kitabevi.
İletişim 2002/15
Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı
151
Özet
Halkla ilişkiler, örgütlerin çevreleriyle olumlu ilişkiler kurup,
sürdürmeleri açısından günün koşullarına uygun, geçerli bir yöntem olarak
kabul edilmektedir. Ancak halkla ilişkiler çalışmalarından hedeflenen
düzeyde bir başarı elde edebilmek için bu çalışmaların belli bir politikadan
hareket edilerek yürütülmesi gerekmektedir.
Halkla ilişkiler çalışmalarının temel nitelikleri ve amaçları göz önünde
bulundurulduğunda, sosyal sorumluluk anlayışının işlevsel bir halkla ilişkiler
politikası olabileceği görülmektedir. Çünkü bu anlayış ekseninde hareket
edildiğinde; bazı toplumsal kesimlerin örgütsel uygulamalardan fayda
sağlarken, bazılarının da en azından zarar görmesinin engellenmesi mümkün
olacaktır. Böylece örgütler, geniş toplum nezdinde meşruiyet elde etmek için
bir çıkış noktası yakalamış olacaklardır.
Abstract
Public relations is deemed to be an appropriate and valid method for
organizations to establish and maintain positive relations with their
surroundings. However, activities of public relations should be based on a
certain point in order that such activities could achieve its objectives.
Considering the basic features and objectives of public relations
activities, we see that the notion of social responsibility could be regarded as
a functional public relations policy. Because, certain social sections will
acquire benefits while others will not be exposed to any harm through acting
in accordance with this notion. In this way, such organizations will have the
chances to justify their legitimacy.
İletişim 2002/15
152
İletişim 2002/15
Ayhan BİBER
Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi
Joachim WACH*
Almanca’dan Çeviren: Battal ARVASİ**
1. Mürşit-Mürit-Öğretmen-Öğrenci
Mürit mürşide, öğrenci öğretmene tâbidir.
Burada üzerinde durmak istediğimiz husus, “nesnelerin” ötesinde,
öğretmen ve öğrencilerin kişiler olarak önemsizleştiği bir noktada ideal
öğretmen öğrenci ilişkisidir. Demek oluyor ki, aradaki bağ, belli değerleri
paylaşmanın bir sonucudur. Öğrencinin gözünde öğretmen, belli sanatların,
bilginin yahut bir hünerin aktarıcısıdır; ona duyduğu hayranlık ve saygının
ölçüsü, onun tarafından aktarılandan duyulan haz ile doğru orantılıdır.
Açıkça görülüyor ki, hayranlık ve saygı duyulan şey, kişilik olmayıp, bilgi,
beceri ve hünerdir. Demek ki insanoğlunun üzerine bir yerden bir ışık
düşüyor; başka bir deyişle, insanoğlu saygınlığını tamamen güç ve itibara
borçlu değildir. Aynı şekilde öğrenci de öğretmenin gözünde, aktarılanı alma
noktasında istekli, istikrarlı ve verimli olduğu ölçüde yücedir. Şayet mesele
yalnız öğrencinin kendisinden ibaretse, o takdirde öğretmen için öğrencinin
kişiliği de önem kazanır. Kısaca, bütün bu ilişkilerin varlığı ve devamı,
meseleye duyulan ilginin bir sonucudur. Bundan vazgeçildiği andan itibaren
bu ilişki çözülmeye başlar. İnsanların, karıştırılabilecek kadar birbirine
benzeyebileceklerinden dolayı “öğrenci” gibi “öğretmen”in de yerini
başkaları alabilir. Öğretmenin veya öğrencinin yerinin doldurulamaz gibi
görünmesi tamamen ampiriktir. Aksini düşünmek “hayalî” olur. Mürşit ve
mürit ilişkisi, bağın (rabıta) kişisel olduğu, evvel emirde nesneleri aşan
*
Dinî Sosyoloji Profesörü (1898 – 1995).
Prof. Dr., A. Ü. DTCF Alman Dili ve Edebiyatı
**
İletişim 2002/15
154
JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ
türden olmadığı, iki tarafın kişiliklerinin merkezî önem kazandığı bir
konumda olmalıdır. Müridin mürşide duyduğu saygının sebebi, mürşidin ona
sağladığı herhangi bir maddî çıkar değildir. Aynı şekilde mürşidin sahip
olduğu özel bir yeteneğin de burada yeri yoktur. Onu müridin gözünde
saygıdeğer ve yeri doldurulamaz kılan tek şey, kişiliğidir. Müridin tercihinin
ve mürşidin teveccühünün temelinde, mürşidin “ehliyet”ine olan derin inanç
yatar. En çok sevilen mürit, müşterek bir meselede en çok yararlılık gösteren
mürit olmayıp, aksine mürşidin insan olarak kendisiyle en içten beraberlik
kurduğu kişidir. Mürit mürşidi, öğrenci dersi, öğretmen sanatını kavramaya
çalışır. Öğrenci kendi imkânlarını kullanarak öğrenci olur. Mürit ise seçici
davranır. İçten bir eğilim (meyl-i derunî) içindedir. Mürit için mürşidi
anlamak demek, ondan etkilenmek, onu kendi varlığı açısından saygıdeğer
ve önemli görmek ve bunu teslim ve itiraf etmek demektir. Ortak bir çalışma
bağı ile bir araya gelmiş olan öğretmen ve öğrenci, bir zincirin halkaları
gibidirler. Bu yapı içinde öğrencinin öğretmen vs. olma imkânı her zaman
vardır. Ancak mürşit ve mürit ilişkisinde durum farklıdır, burada ilişkinin
başını ve sonunu aynı zamanda görmek mümkündür. Başlı başına bir
kozmos söz konusudur. Mürit asla mürşit olamaz. Öğretmen okulun başıdır,
öğrenciye almadan verir. Bunun için öğretmenin gözünde öğrenci bir şey
ifade etmez. Mürşit ise etrafında bir halka oluşturur ve mürit ile olan ilişkisi,
karşılıklı önemsemeyi gerektirir. Bu, şu demektir: Mürşidi mürşit yapan
mürittir. Burada vurgulanması gereken husus, her iki kavram arasındaki
ilişkinin niteliği değildir. Oldukça derin temelli şu olgu kastedilmektedir:
Mürşitlik duygusu ve içeriği, yalnız sezinleyen ve algılayan müride malum
olur. Ve mürit, mürşidi mürşit yapar. Mürşit, ehliyetini müridin gözlerinden
okur. Mürit ise, mürşidin şahsında alınyazısıyla karşı karşıyadır.
Öğretmen, bilgisinden becerisinden verirken mürşit, bizzat
kendisinden verir. Müritteki imajını kendi varlığına borçludur, yani her
zaman mürşittir ve öylece devam edip gitmek durumundadır. Söylediği her
şey, hayatî önem taşır; her sözü anlaşılmak ve etkilemek durumundadır.
Mürit, onu yalnız varlık açısından algılar. Bu, şu anlama gelir: Mürşit,
tamamiyle anlaşılmaktan kaçınmalıdır. Çünkü onu tamamiyle anlamak;
mürşit olmak, onun sırrına ermek ve yerini almak anlamına gelecektir. Bu
İletişim 2002/15
Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi
155
durum, mürşidi içine kapanık, bilgili ve hüznünü belli etmeyen bir mizaca
sahip kılar. Mürşit mürit ilişkisinde en kutsal an, yani mürşidin mürit
gözünde saygınlığın zirvesine ulaştığı an, müride en yakın olması gereken
bir anda ona en uzak göründüğü andır. İşte o anda mürşit, müridi kendine
yöneltir. Müride karşı takındığı tavır sürekli olarak şu mesajı veriyor:
“Veda”. Mürşidî hayatın en trajik yönü, kendine yaklaştırmak yerine
uzaklaştırmayı, ayrılıktan birliğe doğru yol almak yerine bunun aksini
yapmak gibi bir mecburiyet içinde olmasıdır. Mürşidin müride
muhabbetinde hüznün son derece ağır basmasının sebebi budur. Mürit,
mürşidi anlamaz. Buna rağmen mürşit onun güzünde her şeydir, kendini
tamamiyle bu büyük insana hasreder ve onu kavramaya çalışır. Mürşidin
yanında olmak, onun için en yüce şeydir. Bunun için “onun peşinden gider”.
Karar anı gelince –ki bu her zaman ayrılma vaktidir- mürşit ile kendisi
arasında bir seçim yapar. Ya kendini seçerek, her şeyden üstün gördüğü
mürşide veda eder ya da kendini reddederek muhabette ısrar eder. Mürşit de
bu müridini muhabbetinden dolayı yeniden sevecek; terk edeni ise
unutmayacaktır. Bir taraftan fedakârlığın sonuç vermesi, diğer taraftan uzlet
derecesinde muhabbet ile ibadet derecesindeki sadakatin zor bir edinim
(cehd) ile karşılık görmesi, mürşit açısından çifte şükran ifadesidir. Mürit,
mürşidin hep yanındadır. En iyi dostlarıyla yollarının ayrıldığı kötü günde
bile onu yalnız bırakmaz ve ona sonuna kadar muhabbetle hizmet eder. O,
yerinin mürşidin yanı olduğuna artık iyice inanmıştır.
Öğretmen, işine devam eder. Sonuçlar apaçık ortadadır. Mürşit ise
farklı bir konumdadır. Ona tanıklık edenler, tesirini yaşayanlardır. Onlar her
şeyi sadece hissederler. Mürşitten müride kalan tek somut hatıra, mürşidin
onun zihninde çizdiği resimdir. Bu resmin dışındaki bütün izlenimler
geçicidir. Bu aziz şahsiyetin etrafında bulunmuş olan müritler, onun
özelliklerini başkalarına anlatmaya ve mürşitlerini tanıtmaya devam ederler.
Yaşadıklarını, izlenimlerini başkalarına aktarma arzusu ile yanıp tutuşurlar.
Ancak mürşitliğin tezahürü ile ilgili sır, her bir müridin kişiliğinde varlığını
sürdürür ve bunu ancak onu yaşayan bilebilir. Bundan dolayıdır ki müritlerin
mürşidi anlatma ve özelliklerini aktarma noktasındaki çabaları daha baştan
İletişim 2002/15
156
JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ
tutarsızlığa ve başarısızlığa mahkumdur. Mürşitle ilgili anlatılan her şey
zamanla etkileyici bir menkıbeye dönüşür. Bu menkıbe, ana hatlarıyla kabul
gördükten sonra değişime uğrar ve gelecek nesillere tarih ve efsane
biçiminde ulaşır. Yalnız insandan insana aktarılanlar yaşanabilir.
Öğretmen, eserinin kalıcı olduğunu bilir. Mürşit ise verdiği hiçbir
şeyin kalıcı olamayacağı bilinci içinde yaşar. Öğretmen konu, mürşit
sebebiyet verir. Mürşitlik için zamanlama çok önemlidir. Zamana özgü
problemin önem kazandığı, şayan-ı dikkat oluverdiği anı bekler. Geçicilik ve
değişim anlayışı ile bir şeylerin gerekliliğine olan inanç, buna dair bilginin
kaynağıdır. Burada parola, “uygun zaman”dır (Kairos ). Hiçbir şey kaçırılan
fırsatı geri getiremez; kutsal bilgi, kutsal anın ürünüdür ve pek çokları
bununla yetinmek zorunda kalırlar. Öğretmen imkânları ölçüsünde bunları
değerlendirir, sabırsızlık nedir bilmez. Çünkü o öğrencilerinin gelecekte
öğretmen olacaklarının ve bu şekilde ölümsüzleştirileceğinin bilinciyle
hareket eder. Mürşit, iktisadî yahut bir başka anlamda güvenliğini düşünmez
ve bu yönde bir çaba da sarf etmez; hatta, elinde ne varsa hepsini bir anda
vermeye hazırdır. “Başkalarına güler yüzle verene ne mutlu!” anlayışına
sahiptir. Yaşanan anın verdiği huzur, dünyayı zindan eden yakınlık, sonsuz
ufuk, binlerce imkânın ağırlığı, sonu ve fânîliği sezme; bütün bunlar, daha
önce hiçbir şey olmamış ve bundan sonra da olmayacakmış gibi kalbi ve dili
çözer. Tekrarlanmama ve benzersiz olma hâli, müteyakkız olan mürşidin
şahsında fevkalâde bir hâlin tecelli etmesini sağlayabilir. Bundan sonra
dünya ve bütün zamanlar ortadan kalkar ve fânîliğin içinden insana ve
eserine özgü her şeyi değersizleştiren ebediyetin pırıltıları görülmeye başlar.
Samimi gayret sahibi de olsa, hiç kimseye nasip olmayan bir inayet-i
rabbaniye kapısı açılıverir.
Demek oluyor ki, mürşidin hayatı hareketli ve çalkantılıdır.
Öğretmeninki ise sakin ve güvenlidir. Mürşitlik nefse hâkimiyet, feragat ve
hizmet noktasında devamlı surette müteyakkız olmayı gerektirmektedir.
Hayatı, uğrunda hiçbir fedakârlıktan çekinmediği bir mücadeleden ibarettir.
Öğretmenin görevi, öğretmeni bitirmez; mürşit, kendi kendini tüketir. “Eğer
kendinizi tüketiyorsanız nurlanırsınız”. Öğretmen, herkesle paylaşmak
İletişim 2002/15
Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi
157
istediği bir hakikatin peşindedir. Mürşidin ise herkese armağan edebileceği
bir şeyi yoktur.
Öğrenci ile aynı zeminde buluşan öğretmenin yaptığı şey, onu
işlemekten ibarettir; bazen de öğrenci öğretmenin önünde diz çöker ve
öğretmen ona yukardan hitap eder. Mürşit ise müridini yukarıya kendine
doğru çekmek ister. Ancak hiçbir zaman aynı zeminde buluşmazlar. Çünkü
onlar için böyle bir zemin yoktur. Öğretmenin öğrenciyle paylaştığı bir şeyi
var. Birlikte icra ettikleri bu şey, onları bir araya getirir. Mürşit ise müridiyle
ya her şeyi paylaşır ya da hiçbir şeyi paylaşmaz. Sabahtan sabaha bir araya
gelmelerinin sebebi budur. Öğretmen öğrencinin çevikliğini, dikkatini ve
zekâsını över. Mürşit ise böyle bir ayırım yapmaz, ruh ile bedeni birbirinden
ayrı düşünmez, onun için insanın mazur görülebilen ve görülemeyen tarafları
yoktur. Müride ölçü ve orta yol gösterilmiştir. Mürşidin kendisi bunun canlı
örneğidir. Öğretmenin okuluna mensubiyet öğrenci için bağlayıcıdır. Okulu
meydana getiren unsurların üzerinde yer aldığı zemin, aynı zamanda
öğretmen ve öğrenciyi birbirine bağlayan ortak bağın bir mahsulüdür.
Nesnel olan her şey, esas itibariyle burada ön plana çıkmaktadır. Öznellikler
ise kişi ve nesne ilişkisinin örülmesinde önem kazanır. Kişisel özelliklerden
kaynaklanan heyecanlar ve çabalar burada geri planda kalır, önemini
kaybeder, dolayısıyla ilgi uyandırmazlar.
Müritlikte durum farklıdır. Aynı mürşidin müridi olmak, her zaman
karşılıklı muhabbetin sebebi değil, aksine çok defa nefrete de sebep olur.
Mürit ile mürşit arasındaki bağ, bir başkasının katılımını dışlıyor
görüntüsünü veriyorsa da aslında böyle bir şey söz konusu değildir.
Müritlerin mürşitle ilişkileri, bir çember üzerindeki her bir noktanın merkez
ile olan ilişkisi gibidir. İki noktadan ise yalnız bir doğru geçer. Mürit,
kendini mürşide en yakın kişi olarak gördüğünden, onun sevgisini
kazanmaya hakkı olduğuna inanır ve bunun neticesinde diğer müritlere karşı
kıskançlık ve çekemezlik duyguları harekete geçer. Öğrenciler arasında da
bu tür duygular yaşanır. Ancak bu duygular öğrencinin düşünme tarzına
yabancıdır. Bir başkasını kıskanmaktan mürşide ihanet eden müridin bu
anlaşılmaz davranışı, sadece böyle bir ilişki içinde düşünülebilir. Müritliğin
İletişim 2002/15
158
JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ
ve okulun başsız kalmaları halinde ortaya çıkan duruma bir göz atalım:
Böyle bir durumda ilişki tamamen aksi yönde gelişir. Okul içinde
öğretmenin bıraktığı miras ile ilgili olarak “teşriî tefsir (authentische
Interpretation)” konusunda hararetli tartışmalar baş gösterir. Veraset kavgası
başlar. Rakip olarak ortaya çıkan öğrenciye dış düşman gözüyle bakılır ve
onunla mücadele edilir. Mürşitsiz kalan müritlerde ise durum farklıdır.
Başsız kalan müritler, iç dünyalarında birbirine yabancı fertler olarak
mürşitlerinin ruhaniyeti bağlamında kutsal imaj etrafında kenetlenirler.
Minnettarlığın ince baskısı altında kendi yağıyla kavrulma gerektiğinde
zorunlu ve ortak terkedilmişlik, geniş çaplı bir birleşmeye sebep olur.
Mürşidin eseri devam ettirilmez, çünkü onu başlatandan başka hiç kimse onu
sürdüremez. Böyle durumlarda, yeni bir mürşit ortaya çıkmış yahut yeni bir
öğretmen etrafında yeni bir okul oluşuyor gibi bir görüntü vardır.
Güçlü bir öğretmenin adı eseriyle yaşar. Mürşidin kişiliği etkili bir
güç olarak yaşamaya devam eder. Her ikisi de gökyüzü gibi parlaktır.
2. İrşadın Mânâsına Dair
Bu bölümde mürşit ve müritten söz edeceğiz. Aşağıda büyük
mürşitlerin mesajlarının ve öğretilerinin çok özel muhtevaları üzerinde değil,
irşadın mânâ ve önemi, kısaca “üstadâne hayat tarzı” üzerinde duracağız.
Önce Budistlerin mürşitleri hakkında aktardıklarına bir göz atalım1.
1
Buda ve Budizm hakkında bkz. HELD, deutsche Bibliographie des Buddhismus l916. WARREN,
Buddhism in Translations 1866. DUSOIS, Das Leben des Buddha 1906. SEIDENSTÜCKER, PaliBuddhismus in Üersetzungen 1911. Buda’nın sözlerini çevirenler : K. E. NEUMANN, Die Reden
Gosamo Budhos aus der mittleren Sammlung des Pali-Kanons (Majjhima-Nikayo) 1896-1902, aus
der laengeren Sammlung (Digha-NİKAYO) 1912, aus der Sammlung der Bruchstücke (Suttanipato)
1924; FRANKE, Digha-Nikaya 1911; NYANATILOKA, Die Reden des Buddha aus dem
Anguttara- Nikaya übersetzt 1922; SEIDENSTÜCKER, Das Udana 1917; OLDENBERG, Die
Reden Buddhas 1922. Max Müller Kooleksiyon’unda yer alan Budist metinler, bilhassa kuzey
okulunun: KÖPPEN, Die Religion Buddhas 1857-59, yeni baskı 1906; KERN, Der Buddhismus und
seine Geschichte in Indien 1882-84; Rhys DAVIDS, Buddhism 1877 ve Buddhism in History and
Literature 1904; OLDENBERG, Buddha. Sein Leben, seine Lehre, seine Gemeinde 1881; HARDY,
Der Buddhismus nach den aelteren Paliwerken 1917; BECK, Der Buddhismus (Sammlung
Göschek) 1916. Hindistan dışındaki Budizm için: HACKMANN, Der Buddhismus, 3 kısım, 1905-6
(Religionsgeschichte Volksbücher).
İletişim 2002/15
Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi
159
Gautama’nın bir gece vakti Uruvela ormanında murakabede
bulunduğu bir esnada vecde gelerek kurtuluşa ve kurtuluş bilgisine ulaştığı
anlatılır. Bu kutsal an, onu dünyanın dertleri, bu dertlerin sebepleri ve onları
ortadan kaldırmanın yolları hakkında bilgilendirir. Buda’nın bilgi ağacı
altında geçirdiği o gece, Budistler için kutsaldır. Ve Gotama o gece Buda
olmuştur. Yeryüzündeki bütün yaratıklar sevinir, ilahlar ve insanlar sevinç
çığlıkları atarlar. Çünkü yüce Buda’nın şahsında kurtarıcı bilgelik kendini
göstermiş ve belki de bütün yaratıkların kurtulacağı günün ilk ışıkları
görülmüştür.
Buda, dört hafta oruç tutarak kurtuluş mutluluğunun tadını çıkarır.
Buda’yı şeytanın tuzağına düşürdüğü söylenen olay da tam bu zamana
rastlar2. Buda’nın içinden şöyle bir şey geçer: Çetin bir mücadele sonunda
ulaştıklarımı başkalarına neden açıklayayım ki? Hakikat, hırs ve nefretle
dolu insanlardan uzaktır. Kaba ve yontulmamış kafalar için hakikat son
derece esrarengiz ve zahmetlidir. Basireti dünyevî gayelerle karartılmış
olanlar göremezler.
Buda bunları düşünürken kalbi sessiz kalmaya ve öğretiyi insanlardan
gizlemeye meyleder3. Her bilgenin başına gelebilecek olan büyük iğva
(şeytana uyma), burada derin bir anlam ve harikulâde ruhî bir kavrayışla
müşahade ve tasvir edilir: Çetin bir mücadelede yaşananları kendi iç
dünyasında saklı tutmak, bundan kimseye söz etmemek ve bilginin verdiği
mutluluk içinde sessiz kalmak. Burada söz konusu olan, yalnız kendi dışına
çıkma, yanlış algılama ve yanlış yorumlama korkusu olmayıp, o ana kadar
yaşanmamış fevkalâde bir bilgiyi yanlış “algılama” söz konusudur. Bunun
sebebini metinlerin birinde geçen şu cümlede bulmak mümkün: Vaiz, o anda
inananları kurtarır ve inanmayanları yok eder.
Budist gelenek, milyonların alınyazısı hakkında kararın verildiği o
anda Brahman Şampati’nin gökten inerek kurtarıcıdan hakikatı insanlara
2
3
İğva (şeytana uyma) olayı ile ilgili olarak bk. WINDISCH, Mara und Buddha 1895. Çok önemli bir
araştırmadır.
Son derece güzel ve derin anlamlı bir metinde, Mara’nın Buda’ya etrafında mürit toplamaması
yönündeki tavsiyelerine yer veriliyor : “Ey yüce insan, sen zeki ve basiretlisin, müritlere, haleflere
ihtiyacın yoktur. . . ”
İletişim 2002/15
160
JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ
tebliğ etmek için ricada bulunduğunu aktarır4. Sonunda Buda ricayı yerine
getirir.
Sonsuzluk kapısı herkese açık olsun,
Kulağı olanlar sözü duysun da inansın;
Soylu sözü umumdan gizledim,
Çünkü boşa gider diye korktum.
Bundan sonrası ile ilgili olarak şöyle bir olay nakledilir: Buda, ilk yedi
günü sessizlik içinde geçirdikten sonra Budistlerin Mara adını verdikleri
şeytan ona görünür. Buda’nın dünyanın nimet ve külfetlerine artık sırt
çevirdiğini bildiği için onu daha şimdiden nirvanaya ulaşma yönünde
harekete geçirmeyi dener. Şeytanın amacı, diğer yaratıkların kurtuluşuna
engel olduktan sonra Buda’yı yalnız başına bırakıp ortadan kaybolmaktır.
Mara’nın gücü ve hilesi tesirsiz hale getirilir ve kovulur. Daha sonraki
metinler, karanlığın prensi Mara’nın seksen yaşına gelen Buda’ya bir kere
daha göründüğünü ifade ederler. Buna göre Buda, Ananda ile birlikte Vesali
şehri civarında bir yerde bulunduğu bir sırada, bir an için dünyanın güzel
olduğu duygusuna kapılır. Piri fani, müridine o yerlerin güzelliğine işaretle,
istediği takdirde daha uzun bir süre yaşayabileceğini söyler. Ananda işaretin
anlamını kavrayamaz; çünkü, Mara onun basiretini bağlamıştır. Bir süre
sonra mürşidine kalması için yalvardığında artık çok geçtir ve o kararını
çoktan değiştirmiştir, onu belirlenen zamanda nirvanaya ulaşmaktan artık
hiçbir şey alıkoyamayacaktır5. Ancak Mara’nın yeni tuzaklarından6 bahseden
daha sonraki metinlerde durum farklıdır. Burada ilahlaştırılan mürşit, kesin
bir zaferle tenvirin en yüksek derecesi olan sambodhi’ye ulaşıyor. Bu
safhadan sonra onu artık hiçbir şey yolundan alıkoyamıyor.7 Bu, Buda’nın
4
5
6
7
Görevlendirilme olayı metinlerde sık sık geçer; bk. OLDENBERG, a. G. e., s. 56. KERN,
Lalitavistara’nın anlattıklarından yararlanıyor.
Bu olay Mahaparinibbana- Sutta’da nefis bir şekilde anlatılıyor.
Krş. İçin bk. WINDISCH, Mara und Buddha, orada böl. III ve VI.
Lalitavistra’da da böyledir, bunun için bk. Foucaux’un çevirisi: Annales du Musee Guimet 1884,
cilt VI’da ve özeti için bk. BECKH, a. g. e. WINDISCH’e göre Padhanasutta, bunlarla
Marasamyutta’nın eski hikâyeleri arasındadır.
İletişim 2002/15
Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi
161
şefaatçi, dar anlamda kurtarıcı8 olarak algılandığı bir dönemin görüşüdür.
Şimdi ise, Buda’nın kendisine huzur veren bilgiyi umuma açıklamaya karar
verdiği anın müthiş ve dünyayı harekete geçiren bir mahiyet kazandığını
görüyoruz9. Mahayana Budizmi, kurtarıcının o vaadini esas alan bir din
kurmuştur10.
Buda, insanlara açılmaya karar verdikten sonra eğitim öğretim
faaliyetine başlıyor. İlk müritler bu şekilde ortaya çıkıyor.
Buda’nın dinî biyografisinde görüldüğü gibi, irşad hayatının ilk
safhasını anlatmak, irşad sürecinde fedakârlık düşüncesinin şuurlu olarak
öne çıktığı nimet-külfet döneminin başlangıcını tasvir etmekten daha önemli
ve daha heyecan verici değil midir? İrşad hayatı, yüksek ve zor bir görevi ifa
için görevlendirilme şuurunun ilham yolu ile öne çıktığı andan itibaren
başlar.
Bu açıdan bakıldığı zaman, söz konusu olan şeyin, insanın tek başına
verdiği bir mücadelede elde ettiği bilgi olduğu görülür. Bu bilgi,
görevlendirilme ile ilgilidir. Bu, anî ve mutluluk verici bir ilham olarak tarif
edilebileceği gibi, olağanüstü bir görevin yerine getirilmesiyle ilgili olarak
görevlendirilme anlamında olmak üzere, çetin ve çileli bir mücadele sonunda
edinilen bilgi olarak da düşünülebilir.
8
9
10
Kurtarıcıya dair düşünceleri, din tarihiyle ilgili materyalden yararlanarak, Kurtuluş Düşüncesi ve
Yorumu hakkındaki kitabımda sistematik bir şekilde ortaya koymaya çalıştım. (Hinrichs 1922).
Mahayana. Budizmin bu biçimi hakkında en önemli literatürü, “Mahayana, bilhassa SaddharmaPundarika-Sutra Açısından” adlı makalemde zikrettim. Adıgeçen makalenin yayımlandığı yer:
Zeitschrift für Buddhismus VI, 1925; ayrıca bk. Untersuchungen zur Geschichte des Buddhismus N
R. 16, 1925. Budizm alanındaki araştırmalarda çığır açan BURNOUF (Introduction a l’historie du
Bouddhisme yazısı bugün bile önemini koruyor), MINAJEFF, WASSİLLJEW ve KERN’in takip
ettikleri bu çizgi tarafımızdan da bilinmektedir. Konuyla ilgili edebiyat tarihi için bk.
WINTERNITZ, Geschuichte der indischen Literatur II, 1, l920. Mahayana konusunda bilhassa Rus
ve Fransız araştırmacılara dikkat çektim. Bizde ise en yeni çalışmalar: SUZUKI, Outlines of
Mahayana Buddhism 1907 ve Mc GOVERN, An Introduction to M. B. 1922.
Japonya’nın münferit Budist tarikatlarında “Buda’ya sığınıyorum” içten ifadesiyle yetiniliyor.
Batı’nın mutluluk ülkesindeki tahtın sahibi böylece dindarı cennete götürüyor. Bu meyanda Buda ve
Amitabha arasındaki ahide dayanılıyor. Sacred Books of the East’ın XLIX. cildinde çevirisi bulunan
Mahayana Budistlerin metinlerinde bunlar anlatılıyor. Daha sonraki dogma, Buda’yı takip eden
herkesin Sakyamuni’nin geçtiği şu üç aşamayı geçtiğini gösteriyor: Karar aşaması, ümit aşaması,
yenilenme aşaması. Japon Budizminin solafide prensibine itaat eden kolları için bk. HAAS, Amida
Buddha, unsere Zuflucht, 1910; KANON FUJISHIMA, Le bouddhisme japonais 1889.
İletişim 2002/15
162
JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ
Bu olağanüstülük, kısmen nesnelerin mahiyeti ve dünyanın
mukadderatı ile ilgili bilgiden, kısmen ferdî görevlendirilme ile ilgili
bilgiden ibarettir. Burada önemli olan, bilgiye çağrıdır. Arzî ve semavî
güçler, tabiî ve fizikî nitelikler, harekete geçiren güçler (kuvve-i muharrike),
iç güdüler ve dış şartlar, dünya görüşü ve tecrübeler, kişinin öz benliğinde
mevcut gizli ifşa, bütün bunlar bir arada yetkili kılınanı bilgiye götürür. Biz
burada hayatın dinî ve metafizik sırlarının mutlaka yaşanması ile edinilecek
bilginin izafî (göreli) muhtevalarını araştırmıyoruz. Daha önce de işaret
ettiğimiz şu iki yönlülüğü bilhassa göz önünde bulunduruyoruz: Dünyanın
yapısına dair nesnel bilginin yanında, o yapı içinde yer alan varlıkların işlev
ve mahiyetlerine dair öznel bilgiye de her zaman rastlamak mümkündür.
Bunların hangisi önce, hangisi sonra gelir tartışması anlamsızdır. İkisi de ilk
düzen bilgisidir. Biri diğerinin türevi yahut sonucu değildir. Ama birbirine
geçirilmiş olmaları anlamlıdır. Bu insicamı bu kadar daraltan şey, özel
metafizik bir önem bilincinden başka bir şey değildir. Bu noktada mürşidi
peygamberden ayrı tutuyoruz. İkisi de bir “misyon”u ifa ediyorlar. Ama daha
ziyade peygamberi tanımlayan bu temel nitelik11, tek başına onu mürşitten
ayırmaya yetmiyor. Aksine, peygamberin şahsı kendisine verilen misyon
açısından kesin önem taşımazken mürşit, ifade edildiği gibi, “metafizik” bir
önemin taşıyıcısıdır. Dünyanın gidişatı da dikkate alındığında mürşit, yerine
bir başkasının da görevlendirilmiş olabileceği inancını taşıyan
peygamberden daha önemli olmaktadır. Mürşidin önemi her zaman
metafizik niteliğiyle sınırlı kalmıyor; Buda örneğinde olduğu gibi, şahsı da
son derece önemlidir. Çünkü Buda, kutsal hakikatin mucidi ve habercisi
olarak görülmüştü. Şimdi mürşidin şahsına verilen önemin mutlak kılınması
11
MAX WEBER, Din Sosyolojisi’nde (VI. ) sosyolojik anlamda peygamberin ne olduğunu soruyor.
Peygamberleri önce, (sosyetik) öğretmenler ve mistagoglar olarak ikiye ayırıyor ve bunlara bir de
“ahlâk” (etik) ve “örneklik” peygamberleri ilave ediyor. Sonuncusu, bizim “mürşit” anlayışımızla
yakın ilişki içindedir, ancak WEBER’de iç dünyasına göre karakterize edilmekten mahrum kalıyor.
“Cemaat” da hakimiyet biçimleri sosyolojisinin bakış açısıyla araştırılıyor. Burada önemli olan,
WEBER’in diğer araştırmalarında akılcı bir konsepte oturtulan “karizma” (cazibe) kavramıyla ilgili
olarak ortaya çıkan sevindirici çelişkidir. Bu durum, daha alt seviyediki dinler açısından daha
verimli hale getirilebilir. Etnolojik araştırmalarda ve teoride bu öğreti, (“mânâ” kavramı gibi) başka
kavramlarla da karşı karşıya kalabilir.
MAX WEBER’in “kişisel” görevlendirilmeyi, imamın aksine, peygamberin bir karakteristiği olarak
vurgulaması çok doğrudur. Peygamber; onu, kendisini bir vasıta olarak seçen ve karşısında
“metafizik” önemi dolayısıyla bir “önem” ifade etmediği yüce gücün iradesine borçludur.
İletişim 2002/15
Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi
163
yönündeki eğilimlerin Budizmde nasıl güçlendiğine bakalım: Bilindiği
üzere, “kuzey” okullarında mürşit (Buda) ilah oluveriyor, hatta itikadı
şahsını ebedileştiriyor, Budaların geçmişte hep varoldukları ve bundan sonra
da aynı gaye için tayin edilmişlerin (Bodhisattva’ların) hep olacaklarına
inanılmaktadır. Belli bir noktanın aşılmasından sonra, o emsalsiz kişiyi
yüceltmek amacında olan bu inancın12 zaman içinde ona irili ufaklı sayısız
ilah ve azizi ortak eden bir Bodhisattva mitolojisi eşliğinde yeniden izafî
hâle getirildiğini yaşadığımız olmuştur. En son araştırmalardan13
öğrendiğimiz kadarıyla İslam’da bile bu gelişme, peygamberin şahsını
mutlak kılma yönündedir14 ve bilhassa tasavvufta şayan-ı hayret ve eşine
rastlanmayan sonuçlar vermiştir15.
12
13
14
15
Mahayanist panteon tipleri hakkında bk. GRUNWEDEL, Buddhistische Kunst in Indien, 1910;
Mythologie des Buddhismus, 1910 ve bilhassa Encyclopaedia of Religion and Ethics’te de la Valec
Poussin’in makaleleri; WINTERNITZ, Geschichte der indischen Literatur 1920, c. II; COWELL,
Sacred Books of the East, c. XLIX; Budizmin tümüyle ilgili olarak en yeni özlü bilgiler için bk.
STEN RONOW, “Bertholef-Lehmanns Lehrbuch der Religionsgeschichte” (1924) adlı eserde.
TOR ANDRAE, Die Person Mehammeds in der Lehre und Glauben seiner Gemeinde 1918 adlı
eserinde Hz. Muhammed’in peygamberlik özbilincine vardığı gelişmenin son aşamasının, onun
görevlendirilişinin bütün dünya için olduğu inancından ibarettir diyor ve O’nun hatemül enbiya
(peygamberlerin sonuncusu) olduğunu söylüyor. Yazar, Hz. Muhammed’in daha sonra bağlıları
tarafından yüceltildiğini ve bu derecede yüceltilmesi gerektiğine dair Hz. Muhammed’in bizzat
kendi ifadelerinde ipuçlarına rastlansa da, O’nun “kendini tanrılaştırması”ndan söz edilemez ve bu
yönde en ufak bir beyanı yoktur diyor. Ancak peygamberin doğaüstü donanımı noktasında islami ve
mahananist dogma arasındaki paralellikler ilginçtir. Bunun için bk. GOLDZIHER, Vorlesungen
über den Islam 1922.
Sufizm hakkında Alman dilinde yazılmış ayrıntılı bir eser mevcut değil. Önemlileri şunlardır:
THOLUCK, Sufismus sive Theosophia Persarum pantheistica, 1821; BROWNE, Sufismus (bk.
RELİGİONS Systems of the World) 1892; GOLDZIHER, Vorlesungen über den Islam l922 (orada
bölüm IV); Rich. HARTMANN, Al Kuschairis Darstellung des Sufismus (Türk Kütüphanesi, c. l8,
1914); NICHOLSON The Mystics of Islam, 1914; Studies in Islamic Mysticism 1921;
MASSIGNON, La passion de. . . El Hallaj, 1923. Metinde işaret edilen yöndeki gelişme, önce Şia
tarafından benimsenmiş ve bunun tipik özelliği Hz. Ali’nin olarak görülmesi, yani imam kültünün
Hz. Ali ile başlatılmasıdır. Metafizik açıdan imam öğretisi, Hint Avatara doktrininden ve belli
gnostik öğretilerden bildiğimiz kesintisiz ışık cevheri teorisi bağlamında düşünülebilir. Mehdi ile
ilgili düşünceler de bununla ilintilidir.
TOR ANDRAE, adı geçen eserinde peygamber menkıbesinin gelişimini anlatıyor. Orada Hz.
Muhammed, “en kudretli ve en merhametli kurtarıcı”, Allah ile insanlar arasında şefaatçı oluyor.
“İnsanın tanrılaştırılması”nın reddedildiği sufist çevrelerde bile, “Allah’ın elçisine duyulan sevgi
kusursuzdur. Sevgiden kastımız, pakliktir, sevenin gönlü ve düşüncesi sevilenle dolup taşımalıdır.
Her inanan, peygamber sevgisini gönlünde taşımalıdır. Ancak bu şekilde İslam çemberine dahil
olunur. ” denmektedir (T. Andrae, a. g. e., s. 259). Bu sevgi, zaman zaman (Andrae’e göre), İslamda
aşılması o kadar da kolay olmayan sınırları aşıyor. Mesih kültünün karşısındaki katı monoteizm ile
daha sonra ortaya çıkan üstün varlık ve kelam öğretisidir. Geleneksel sevgi ve saygının yanısıra
Allah dostuna kavuşmanın yaşandığı mistik coşku da devreye giriyor. Tor Andrae, adı geçen
İletişim 2002/15
164
JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ
Gelişmeyi genel ve özel olarak bu yönde kanalize eden sebepleri
burada irdelemek durumunda değiliz. “Hz. Muhammed’in Şahsı” konulu bir
inceleme bize açıkça gösteriyor ki İslam’da peygamber kültünün gelişimi,
esas ve öz itibariyle farklı iki tipin (peygamber ve mürşit) olduğu
varsayımına karşı bir merci anlamına gelemez. Hz. Muhammmed’e bu
metafizik konumu bahşeden peygamber kültüne karşı yapılan itiraz
manidardır; bu da bir yana, yine de böyle bir ayırım yapmamızın
meşruiyetini tartışmak hemen hemen mümkün gözükmüyor. Bizim içim
önemli olan, Max Weber’in dinî-sosyolojik incelemesinde özel önem verdiği
göreli (izafi) karizmanın dikkate alınması değil, aksine, meselenin içyüzü
bizi daha fazla ilgilendirdiği için, mürşit hayatını ve onun hayatın bütünü
için taşıdığı önemi mürşidin yaşantısından yola çıkarak anlatmaktır.
Kesin olanı, metafizik bilincin tesirinde ve mürşidin önem ve
ödevinde aramamalıyız. Bunu bilincin kendisinde aramalıyız. Mürşidin
hayatında asıl belirleyici olan budur. Buradan hareketle onun dünyaya
bakışını, düşünce ve davranışlarını anlamaya çalışmalıyız.
Dünyanın ve özvarlığın görevlendirilen (mürşit) tarafından üzüntü
verici olarak algılanması trajiktir. Mürşide malum olan bu bilgi, bizzat
mürşidin hayatına tesiri bakımından da trajik görülebilir. Görevli kılınma
sonucunu doğuran mücadelenin güçlüğü, bu bilginin trajik olmasındandır.
Fedâkarlık düşüncesi, ilk defa bu mücadelede kabul görüyor. O seçkin insan,
kendinden fedâkarlık ederek mücadele verdiğini, müşahade ettiğini, üzüntü
çektiğini ve galibiyetinin başkaları için olduğunu, kısaca, şairin dediği gibi,
ağacın meyvasının ağaç için olmadığını biliyor. Şeytan tuzaklarının büyüğü
buradadır. Budist dogmanın dilinde bu tuzak şöyle tarif edilir: Kendi
kurtarıcısı (Pratnekabuddha) olarak kalmak ve herkesin kurtarıcısı
(Samasambuddha) olmak gibi müthiş bir görevi reddetmek. Şu ifadelere
bakın, mürşidi ne güzel tarif ediyorlar: Fırtınalı, çalkantılı ve huzursuz bir
dünyanın ortasında kurtarmasını bilen ve büyük barış düşüncesine kapılan
insan; anlamsızlık ve ümitsizlik kaosunun ortasında mana bulan insan.
eserinin 6. bölümünde peygamber kültünün oluşumunu anlatırken yabancı tesirlere önemli yer
ayırıyor. Peygamber öğretisinde Şia’ya ait görüşlere de temas edilmiştir (a. g. e., s. 297).
İletişim 2002/15
Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi
165
Budist menkıbenin çizdiği şu tabloya bakın: Elementler arbedesi ve taarruza
geçen ifritler ve ruhlar ordusu, etrafında kıyametler koparırken, diğer tarafta
kutsal hakikatlerin sırlarını seyre dalan Buda.
Burada yalnızlık (inziva) kastediliyor. Korkunç sessizlik, olağanüstü
bilginin şuuruna varmanın verdiği sarhoşluk ile dengeleniyor. Buda, dört
hafta boyunca elde ettiği bilginin hazını yaşıyor. Bize ulaşan kutsal
metinlerde bu yalnızlık hali sık sık vurgulanıyor16.
Bilgi, insanı yalnız ve kimsesiz kılar. Ancak seçilmişi tebliğe zorlayan
yalnız bu değil. Sahip olduğu bilginin ışığında yanılgı ve arayış içindeki
insanlara acıyor ve böylece içindeki kurtarıcı irade harekete geçiyor. Amacı,
onlara özledikleri huzuru getirmek ve doğru yolu göstermektir. İnsanların
onun söylediklerini kavrayıp kavramadıklarına gelince, denebilir ki, “bu,
yontulmamış bir duyu organı için zahmetli, esrarengiz ve derin bir şeydir”.
Buda da bu düşüncededir. Sessiz kalmak ya da dışa açılmak, işte asıl
mücadele bu iki motif arasında geçiyor. Ama iç dünyasının derinliklerinde
fedakârlık düşüncesi, mürşitliğin olmazsa olmaz bir unsuru olarak hep
vardır.
Hz. İsa’nın, maruz kaldığı sıkıntılara katlanma noktasında gösterdiği
fedakârlık, Mesih olduğunu bilmesinden dolayıdır. İncil’de bildirildiğine
göre Hz. İsa, Şeria’da vaftiz edilirken kutsal ruhun tesirinde bu bilince
varmıştır. Bundan başka onun hayatında bu şuurun öne çıktığı bir başka an
yoktur, en azından tarafımızdan bilinmemektedir Zuhur ettiği andan itibaren
ilahî bir görev için gönderildiğinin bilincindeydi. Bu bilinç, başından itibaren
onun söz ve davranışları üzerinde etkili olmuştur. Gerek Matyas’ta fidye ile
ilgili sözleri, gerekse Johannes’teki hüzün ve ıstırap dolu sözleri hep buna
işaret etmektedirler. Bunlardan biri: Hayatımı koyunlar için feda ediyorum.
Bir başka sözü: Hiç kimse beni hayattan edemez, aksine ben onu kendimden
ediyorum. O, hayatının sonuna kadar kaderi ile barışık olarak üstlendiği
görevi aksatmadan yerine getirmiştir. Ancak. ilk andan son ana kadar
devamlı olarak, itiraza ve inkâra maruz kalmıştır. Matyas ve Lukas’tan
16
Bu, en ayrıntılı biçimde Suttanipato’da “Das Nashorn” kısmında anlatılıyor.
İletişim 2002/15
166
JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ
bunları biliyoruz. Matyas’ta Petrus’tan nakledilen şu cümle şaşırtıcıdır:
“Efendi, . bizzat kendinden sakın”. Buda’nın Vesali’yi seyrederken Ananda
ile yaptığı konuşmanın tam zıddı. Dünyanın mahiyetini ve onun içinde
şahsının metafizik önemini idrak, ilahî bir görevinin olduğunu bilmek,
kadere rıza göstermek, feragat ve ondan evvel son şahlanış ve duraksama,
bütün bunlar Lukas İncili’nden aşağıda aktaracağımız sözlerden daha önemli
olmak üzere başka yerde de ifade edilmiştir: “Yeryüzünde bir ateş yakmak
için geldim; o ateş de zaten yanıyor, daha ne isteyebilirim ki. Ama önce
kendime vaftiz yolu ile bir ad verdirmeliyim; onun tamamlanıp
tamamlanmayacağından endişe ediyorum. Nasıl mı?”
Antik çağa bir göz atalım. Yunanlıların bildiği Chiron, Achill’e lir
öğreten, ölümsüz tanrıçanın ölümlü oğlunu dinî merasimler konusunda
bilgilendiren, onu vahşi tabiattan ışık diyarına götüren ve ona geçici hayattan
ebedî hayata giden yolu gösteren bilge Kentuar*, kurtuluşa ermiş bir kurtarıcı
değil midir? 17 Burada, yakın geçmişe kadar pek çok aşırı taraftarı olan
peygamberî düşünür ve kâhin, yürekleri kurtuluş için çarpan dindar
insanların hamisi ve Grek muhibbi Hölderlin’in bir şiirle bizlere yeniden
kazandırdığı Agrigent’li filozof Empedokles karşımıza çıkıyor. Mürşidî
varlık için önemli olan her şeyi bu şiirde görmek mümkün: Hayata
derinlemesine bakış, dünyevî sıkıntıları idrak, görevlendirilme bilinci, bu
bilince ve kadere rıza, fedakârlık düşüncesi, şeytanî tuzaklar, son karardan
önce endişe ve kuşku:
İlâhî seciyenin ilâhî tecellisinin
*
17
Çevirenin notu: Kentuar, Yunan mitolojisinde başı ve göğsü insan, gövdesi at biçiminde olan
efsanevî bir yaratıktır.
“Antik kurtuluş öğretileri konusu”, felsefî algılama ve derin yorum açısından BACHOFEN
tarafından ele alınmıştır. Bunun için bk. Eskilerin Mezar Semboliği (1859). Yeni araştırmalar daha
çok Grek kurtuluş öğretilerine yönelmiştir. Nietzsche’nin Trajedinin Doğuşu ve Kohde’nin Psişe’si
yol gösterici olmuşlardır. Romantizm, akıldan ziyade duyguyu öne çıkararak bu meselelere dikkat
çekmiştir. Günümüzde yorumlar münferit araştırmaların genişletilmesi yoluyla daha geniş ve
ampirik bir temel üzerinde, bundan onlarca yıl önce daha rahat hareket etme imkanı bulmuştur.
Bugün bilhassa orfizm araştırmaların ilgisini çekmektedir. Bu konuda bk. KERN, Orpheus 1920 ve
Orphicorum Fragmenta 1922; NILSON’un Bertholts Lehrbuch der Religionsfgeschichte adlı
eserinde Grek dinine dair ifadeler.
İletişim 2002/15
Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi
167
Vasıtasıdır insan.
Onu yeniden idrâk eder,
Yüreğini aşkıyla doldurur
Ve onu ilân eder o fani.
Hey, bırakın kabını parçalasın
Ki, başka şeyler için kullanılmasın
Ve ilâha özgülük, insan eseri oluversin18.
Empedokles-Pausanias ilişkisi örneğinde mürşit-mürit ilişkisini
Hölderlin’den daha özlü anlatan başka birini bilmiyorum. İrşad hayatının
trajik yönünü bu kadar sarsıcı bir tarzda anlatan bir başka yer hemen hemen
yoktur. Nietzsche’nin deyişiyle, Antik çağın en kuşkucu fenomeni19 olan
Sokrat’ı20 bile burada açıklamaya çalıştığımız manada mürşit telakki etmek
mümkündür. Onun da hayatı ve eserleri dünyanın işleyişi, sonu ve metafizik
yönü ile ilgili bilginin verdiği elemden az da olsa etkilenmemiş mi dersiniz?
Onu en iyi anlayanlardan biri olan Soren Kierkegaard, bir insanın bir diğer
insanla girişebileceği en yüksek ilişki olarak Sokrat’ın ebeliğini gösteriyor21.
“Çünkü”, diyor düşünür, “doğurtmak insana, yaratmak ise Tanrı’ya
mahsustur”. Bunun Sokrat’ın iç dünyasına ışık tuttuğu görüşündeyim;
irşadın önemli bir yönünü teşkil eden ve en yüksek mânâda tevekkül yahut
teslimiyet diyebileceğimiz fedakârlık düşüncesi böylece tavsif edilmiş
oluyor. Sokrat, gerçi şahsına izafe edilen metafizik önem hakkında illeri
sürülen iddiaların tümünü reddetmiyor, ama netice itibariyle Elen değil mi?
18
19
20
21
Hölderlin’in Empedocles’i . Burada BACHOFEN’in sezgi temelindeki yorumuna vurgu yapılıyor.
Genç kahraman Achilles’i bilgilendiren ve türünün en bilgesi Chiron’un anlatılmasında araştırmacı,
tabiî hayatın ölüme müptelâ olduğu, ruhun ölümsüz olduğu şeklindeki bütün kurtuluş öğretilerinin
temel düşüncesini görür. Achilles, öğretmeni sayesinde bu harmoniye katılır. “Her şeyin büyüğüne
yönlendirilen delikanlı, Thetis’in oğlu, onun eserlerinin harikulâdeliği sayesinde ürkek annenin
onun bedenine veremediği ölümsüzlüğü elde ediyor. ” Böylece, öğretmeni zehirli bir ok darbesiyle
“zaferle aşılan tellürizmin son büyük kurbanı” olurken o da ışığa kavuşuyor.
Sokrates hakkında bk. H. MAIERS, Sokrates. Sein Werk und Seine geschichtliche Stellung, 1933.
R. HILDEBRAND, Nietzsche im Wettkampf mit Sokrates und Plato, l923.
Burada bilhassa onun Philosophische Brocken (Philosophiske Smuler) adlı çalışması söz konusu
Geschichtliche Werke (Diederichs), Sokrates ironisinin araştırılması konusuna hasredilmiştir.
İletişim 2002/15
168
JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ
O, insanları ahlâkî ve siyasî meselelerde bilgilendirmek noktasında sadece
danışman ve rehber değil, bilâkis mürşidî fedakârlığın dışa vurulması olarak
algılanması gereken akıbetinin gösterdiği gibi gerçek bir mürşittir. Eflatun
da onu böyle anlamıştır.
Melankoli ve hüzün, mürşidin fedakârlığa hazır olduğunu gösterir. Bu
özelliği, Agrigent’linin (Empedokles’in) kadere boyun eğme hâliyle olduğu
gibi mutluluğuyla da dikkat çekmektedir, Sokrat’ın istihzasıyla/ironisiyle
(ironi : tersiyle alay) parıldamaktadır; Hz. İsa’nın karanlıktaki pırıl pırıl
sözleri gibi. Bu, mürşidin hayatında sürekli tekrarlanan, tekrarlanması icap
eden bir hâldir, kadere boyun eğmektir. Bu kabul, mürşidin söz ve
davranışlarını ince bir melankoli ve hüzün perdesi ile kuşatan bir evettir.
Görüyoruz ki, mürşidin de yükümlülüğü vardır. Üstlendiği görev, ona üstün
bir kişi veya Tanrı tarafından verilmiştir. Mürşidî hayat, bütünüyle bu
mesleğe alışmak demektir. En yüce kudretle ilişkisi hayatı boyunca sürer.
Seçilme anı, tefekkürün belli bir noktaya en yoğun en yoğun biçimde
odaklandığı andır; içinde bulunduğu durumu kabullenirken aynı zamanda
büyük bir feragatta da bulunuyor: Dünyanın zevk ve şaşaasından, yer ve
yardan, bütün bağ ve bağlantılardan feragat. Burada önemli olan, fedakârlık
düşüncesidir. Bu fedakârlık, manevî bir mecburiyettir ve kaderin belirlediği
tarzda olayın insicamı içinde kendine uygun bir yer edinir. Bu, en geniş
anlamda Buda'da ifadesini bulmuştur. Mukaddes metinlerde dünyevî
mutluluğun her çeşidi reddedilmiştir. Prens Gotama’ın başından geçenler ve
dünyadan kaçışıyla ilgili anlatılanlarda bunu görüyoruz. İlk bakışta bu
feragatın hiç de ıstırap verici olmadığı izlenimi edinilmektedir. Çünkü
hikmete ulaşanın sırt çevirdiği şeyler, boş, mânâsız ve değersiz şeylerdir.
Psikolojik yorum, bu noktada daha derinden gitmek durumundadır. İşte
seçilmişin tebliğ ile görevlendirildiği bilgiyi önemli kılan ve onun gözünde
dünyevî mutlulukları ve şaşaayı önemsizleştiren budur. O, insanların neşeli,
gamsız yaşadıklarını, toprağın her yıl yeniden canlanıp yeşillendiğini hayatın
tabiî ritminin iniş ve çıkışları içinde görüyor. Ancak, bunlardan hiç birinin
hakiki ve mutlak olmadığını da biliyor. O, hayatını trajik kılan ve onu
yapayalnız bırakan sırrı, daha
görevlendirildiği anda öğreniyor. İç
dünyasında bu bilincin uyanmasıyla o artık günlük hayatın manasız
İletişim 2002/15
Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi
169
olaylarının, heva ve hevesinin dışına itilmiştir. Buda ile ilgili olarak
nakledilenlerde onun hep dünyevî şaşaa ve zevkler içinde yaşayan biri olarak
gösterilmesinin altında, o şaşaa ve zevklerin kendiliğinden ortaya çıkmadan
evvel tatsız ve yavan olduklarının bilinmesi yatıyor.
Buda’nın Vesali’de hayata ve dünyanın güzelliklerine gönül
kaptırdığını anlatan hikâye–buna daha önce işaret etmiştik- bu açıdan
anlamlıdır. Ama dünya onun gözünde kalınacak bir yer olamıyor; mürşidî
varlık, yersiz yurtsuzdur. “Tilkilerin inleri, gökte uçan kuşların yuvaları var,
ama insanoğlunun kafasını sokacak bir yeri yoktur. ” Buda’nın müridi
olmak, ana babayı, çoluk çocuğu, ev barkı, kısaca herşeyi “flamingoların
gölden çekilmeleri gibi”22 terketmek demektir. Hz. İsa, havarilerine şunları
söylemiş: Benim için evini yahut kardeşlerini yahut ana babasını yahut çoluk
çocuğunu terkeden kimse, bunun karşılığını yüz misliyle alacak ve ebedî
hayatı kazanacaktır. Lukas’ta daha sert bir şekilde ifade edildiğini
görüyoruz: Bana gelen biri, şayet ana babasından, karısınıdan, çocuğundan,
kardeşlerinden, bacılarından ve yaşadığı hayattan nefret etmiyorsa, müridim
olamaz. ve yine Lukas’ta şunu okuyoruz: Sahip olduğu her şeyi terketmeyen,
müridim olamaz.
Kadın sevgisi de seçilmişi durduramaz. Bu, kadının ve evliliğin
lânetlendiği yahut küçümsendiği anlamına gelmez; burada da mukaddes
görevin lehine bir feragat söz konusudur. Hedefine ulaşmak için karısını ve
küçük oğlunu bizzat terkeden Buda’ya, “Efendim, kadına nasıl
davranmalıyız?” sorusunu yönelten Ananda, “bakışından sakınmanız
gerekir” cevabını alır. Bunun üzerine Ananda, “şayet onunla göz göze
geliyorsak yapmamız gereken ne olmalıdır?” diye bir kere daha sorunca
aldığı cevap, “onunla konuşmayınız” şeklindedir. Ananda son olarak, “Ama
efendim, buna rağmen onunla konuşursak ne olur?” diye sorunca, Buda şu
cevabı verir: “O zaman kendinizi korumak zorundasınız”23. Maras’ın kızları
22
23
“Lieder der Nonnen” (Rahibelerin Şarkıları)”dan alıntı için bk. OLDENBERG, s. 170.
Anguttara-Nikaya’nın yedinci kitabında Buda, iffeti kabul ettiğini açıkça belirtiyor. “Eğer
Brahman’ın temiz, pâk, saf, yetkin bir iffet değişmesine götürdüğü söylenebilecekse, o taktirde bu
haklı olarak bana izafe edilebilir. Catuma Sutta’ya göre mürşidin keşişlere yönelttiği uyarı, müsbet
unsurlar ihtiva eder. Bu uyarılarda, nurlanmaya çalışın biri için dört tehlike söz konusudur. Bunlar
İletişim 2002/15
170
JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ
onu baştan çıkarmaya yeltendiklerinde, kendisi de bu şekilde davranmış ve
dünyevî sevginin her türlü tutkusunu reddetmiştir24.
Budizmi iyi tanıyanlardan birine25 göre, bu ilişkileri tarafsız bir
şekilde anlatan kutsal metinler arasında, mürideyi (kadın müridi) iç ve dış
dünyası bakımından mürşitten uzak tutanları görmek mümkündür. Ölmekte
olan mürşidin yakınında müridelerden hiçbiri yoktu denmektedir.
Dinyavadana’da bir baştan çıkarma hikâyesini anlatan Ananda, hikâyede
kadınların gözyaşları ve hüzünleriyle Buda’nın naaşına yaklaşarak
kirletmelerine yer verdiği için kınanıyor26. Xantippe, Sokrat ile son olarak
vedalaşmak için zindanda göründüğü zaman Sokrat şöyle haykırır: “Ey
Kriton, birisi bu kadını alıp eve götürsün!” Empedokles de muhteşem bir
şiirinde, son yolculuğuna çıkmadan önce, kadın müritlerinden uzak durur;
onlar için geride kalan, sadece ayrılığın verdiği hüzün ve kaybı yaşama
duygusudur.
Hz. İsa’nın kadına verdiği değeri İncil’lerden biliyoruz; bilhassa
Yuhanna İncil’inde, onun kadına bakışı hakkında daha sonraları münzeviliğe
kaçan bir takım bilgiler nakledilmektedir. Orada bir havarinin arkadaşlarına
söylediği şu sözlere bakın: “Üstad, ekmek ve kap rica edip onları ‘bunlar
benim bedenim ve kanımdır’ sözleriyle kutsarken, kadınların yanımızda
durmalarına izin vermedi (Marha, Meryem’den dolayı diyor. Sebebi; İsa,
kadınları gülerken görmüş ve Meryem de bunun üzerine artık gülmeyeceğim
demişti); çünkü daha evvel bizlere ders verirken şöyle demişti: Zayıf,
güçlünün yardımıyla kurtarılacak.” En büyük destekçisi, daha sonraları
24
25
26
yıkanmakta olan birinde şu şekilde sıralanabilir: Dalga tehlikesi. Bu, hiddet ve ümitsizliktir. Timsah
tehlikesi: Bu, açgözlülüktür. Girdap tehlikesi: Bu, beş hırsı kapsıyor ve köpek balığı tehlikesi: Bu da
kadındır. Ayrıca bk. SCHREIBER, Buddha und Frauen (Buda veKadınlar) 1903.
Buda’nın Lalitavistra’ya göre Mara’nın kızları yoluyla iğvaya maruz kalması hususunda. bk.
WINDISCH, Mara und Buddha, Kap. IV: “Şayet bu o adam ise, biz onu şehvetin zinciriyle
bağlayarak bir fil gibi buraya çeker ve onu derhal senin emrin altına alırız” derler babalarına. .
Buda, güzel genç kızları oracıkta çirkin birer yaşlı kadına dönüştürür ve sonra onlara şunu der: “Bir
dağı çivilerle yıkmak, demiri dişlerle çiğnemek, bir dağı kafa ile parçalamak ve dipsiz denizde bir
geçit aramak istiyorsunuz!”
OLDENBERG, a. g. e., s. 187. Rahibeler Tarikatının kuruluşu hakkında bk. Agguttara-Nikaya,
orada “Gotami” bölümü.
OLDENBERG, adı geçen eserinde, Buda’nın Ananda’ya, kadınlara izin verilmemiş olsaydı kutsal
hayat tam bin yıl sürecekti, ama şimdi ise beş yüz yıl sürecek dediğine yer veriyor.
İletişim 2002/15
Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi
171
kendisinden kadın düşmanı olarak söz edilen Petrus’tur. Gnostik kitabın
Meryem’ine Bistis Sophia’nın şöyle dediği naklediliyor: “Petrus’tan
korkuyorum. O beni tehdit ediyor, kadın cinsinden nefret ediyor”27. Ancak,
İncil’in asıl istikâmetini tek taraflı olarak bozan ve sonradan eklenen
metinlerine burada temas etmemize gerek yoktur. Hayatı boyunca başını
sokacak bir yere sahip olmayan üstad, kadına hiçbir zaman âşık olmamıştır.
Justin, Tertullian, Clemens ve Orgines gibi din büyükleri bunu böyle
biliyorlardı28.
Daha sonraki metinlerde, onun bu takvayı başkalarına da tavsiye
ettiğini görüyoruz. Bu noktada Mısır İncili’nin malûm kısımlarını burada
hatırlatmak istiyorum. Yuhanna İncili’ne göre, Yuhanna’nın evlenmesine
bizzat Tanrı engel olmuştur29. Burada anlatılanlar ile Ananda’nın şeytana
uyma ve Buda’nın buna müdahalesine dair rivâyet arasında dikkate değer bir
benzerlik var. Matthaeus’un gizemli sözü (19,12) böyle bir ilişkilendirmeyi
haklı çıkarır gibidir. Gnosis hareketi mensuplarından Marcion’un
İncil’inden, Yahudilerin Hz. İsa’yı evlilik kurumunu ve aile bağlarını tahrip
etmekle suçladıklarını öğreniyoruz. “Takva sahibi Gotama, çocuksuzluğu,
dulluğu ve cinsiyetin sonunu getirmek için gelmiştir” tarzında halk arasında
dolaşan bir görüş vardı.
Bütün bunlar bizim açımızdan şaşırtıcı değil. Mürşit, bu dünyevî bağı
da reddediyor. O rabbanî ilham yoluyla edindiği bilgi yardımıyla ebediyen
devam eden, kendini sürekli yenileyen ve yaratıklarında kendini
sonsuzlaştıran, Schopenhauer’in dediği gibi, içinde her şeyin “dün olduğu
gibi bugün de hâlâ birlikteyiz” diyerek birbirine seslendiği tabiat çemberinin
dışına çıkıyor.
27
28
29
Hz. İsa’nın maiyyetinde kadınların da bulunuduğunu biliyoruz. Bunun için bk. Luk. 8, 1-3, Matth.
14, 21 ve 15, 38. Johann İncili, mürşidin kadınlara gösterdiği derin anlayışa tanıklık eden pek çok
rivâyet ihtiva ediyor.
W. BAUER, Das Leben Jesu im Zeitalter der neutestamentlichen Apokryphen, I. Kap , II. Kap. 6, 8.
Johannes’in ölümünden önce yaptığı sarsıtıcı dua için bk. Joh. -Akten, s. 112 vd. Yuhanna, daha
sonraki zamanlarda bekâretinden dolayı devamlı olarak övülmüştür. Bu konuda bk. BAUER, a. g.
e., s. 324, dn. 3 ve HENNECKE, Apokryphen, 1924, s. 119,
İletişim 2002/15
172
JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ
Bu feragat onun misyonuyla derinden ilişkilidir. Mürşidî varlığın
özünde mevcut olan bu feragatin, mürşit tarafından sistemleştirilerek talep
haline getirilip getirilmediği hususu o kadar önemli değil. Yalnızlık, bu
açıdan da mürşitliğin önemli bir özelliği olarak karşımıza çıkıyor.
Hiç kimse bu yalnızlığı paylaşamaz. Müritler de. Mürşidin bildiklerini
gizlemek, zor yolu terk etmek, yanlış anlaşılmak ve her türlü hayal
kırıklığından sakınmak noktasında bir an için tereddüt geçirdiğini
görmüştük. Hz. İsa’dan buna benzer bir şey naklediliyor. Ancak en yakın
arkadaşları tarafından bile yeterince anlaşılmamaktan derin üzüntü duyarak
son anda, “ Rabbim, mümkünse beni bu görevden affet” şeklinde dua edip,
göstermekte olduğu fedakârlıktan kurtulmak istemiş olabileceği gibi bir
düşünceyi aklımızdan geçirmek bile hatadır. Mürşit, hakikatı kendine açık
ruhlara indiremediği takdirde bütün çektiklerinin ve fedakârlığının boşuna
olacağını elbette bilir. Hz. İsa ve Buda örneğinde misyonla ilgili ilk olaydan
sonra mürit seçimi gelir. Buda’nın ilk müritleri Benaraslı beş dindar kişidir.
Bunlar, Buda’nın ortaya çıkmasından evvel onunla birlikte çile çekmiş,
takva sahibi kişilerdir. “O devirde dünyada altı aziz vardı, Buda ve beş
müridi. ” Hz. İsa ortaya çıkıyor ve yanına çekmek istediklerine “Beni takip
edin” diyerek çağrıda bulunuyor. 30 Onun bu seçimi, liyakata göre değil,
kader birliğini önde tutan bir anlayışa göredir ki bu da doğrudur31. Seçtikleri;
en asil, en iyi ve en becerikli kişiler değil; oldukça içten bir yakınlıktan ötürü
kalbinin kendilerine meylettiği kişilerdir onlar. Mürşitle onlardan her biri
arasında, mürşidin merkez noktasını teşkil ettiği cemaatin yapısından farklı
olarak, özelliği ve rengi müridin kişiliğiyle belirlenmiş bir ilişki vardır.
Mürşit imajı, bunların her biri için mecburî olarak farklıdır; onun
şahsiyetinin, mizacının ve zihniyetinin (“relatives Apriori: göreceli önsel”)
rengini taşır. 32 Ancak buna rağmen yine de müritler mürşidin gözünde bir
birlik oluşturuyorlar. Bu noktada belki mürit tarzlarından söz etmek
30
31
32
Buda müritlerinin sosyolojik açıdan değerlendirilmesi konusunda bk. OLDENBERG, Kısım I, Böl. IV.
HANS BUHLER’in Die Aristie des Jesus und Nazareth (İsa ve Nâsıra) adlı kitabı (1921). Orada,
Die Jüngerlehre (Mürşit Öğretisi) başlığını taşıyan 11. bölüm, bizim burada dile getirdiklerimizle
kimi noktalarda benzerlikler gösteriyor.
Religionswissenschaft (1924) adlı kitabımızın 4. bölümünde bu tasnif geliştirilmiştir.
İletişim 2002/15
Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi
173
mümkündür. Nasıl ki bir Elen, bir sufî tarzı mürit varsa, aynı şekilde bir
Mesih tarzı mürit, bir Buda tarzı mürit de vardır33.
Mürşit açısından bakıldığında, müridin üç işlevinin olduğu görülür.
Birincisi, mürit “bilmeyenlerin temsilcisidir”. Bütün bilgilendirmelere ve
mürşit ile beraberliğe rağmen mürit yine de eğitilmeye muhtaçtır, mürşidi ve
fedakârlığın ne anlama geldiğini kavrayamaz. O, kısmen mürşide, kısmen de
hâlâ “dünya”ya aittir. Bundan dolayı mürit ile mürşit arasında, mürşidi
devamlı olarak yalnız bırakan bir uçurum vardır. Mürşit, bunun farkındadır
ve ayrıca yüklendiği bilginin ağırlığından dolayı sevdiklerinin kurtarılmış
olmasından da memnundur. Ama tereddüt anlarında bundan acı çeker.
İkincisi; mürit, mürşidin arkadaşıdır. Ona olabildiğince yakındır.
Onun dış varlığını paylaşarak hayatını kolaylaştırmaya çalışır. Onun
hizmetine her zaman amadedir. Kimi ulvî anlarına tanık olur. Bu anlar,
mürşidin kendi durumu ve bilgisiyle ilgili olarak müritlerine
kavrayabildikleri ölçüde ifşada bulunduğu anlardır. Hz. İsa, Yuhanna
İncil’inde kendisine yakın insanlara olan ihtiyacını müritlerine seslenerek
dile getiriyor : “Sizlere ihtiyacım var, bana gelin!” Bu çağrı, müritlere sadece
temsilci gözü ile bakanlara Tanrı’yı gücendirici gelebilir.
Üçüncüsü,
müritler
mürşidin
havarileri,
“öğretmen”in
tebligatçılarıdır. Mürşit ve mürit ilişkisinin mürşidî varlık açısından söz
konusu edildiği bu noktada bizi en az ilgilendiren husus da budur. İncil, bize
Hz. İsa’nın müritlerinin tarihî kişiliklerinde müritlere çeşitli rollerin izafe
edildiğini açık seçik bir şekilde göstermektedir. İncil’in kanonik (kaide
koyucu) ve sonradan eklenen metinlerinde müridin temsilci yönü, Petrus’un
şahsında son derece güçlü, derin ve dokunaklı bir tarzda ifadesini bulurken,
İncillerin yoldaş, mürit muhibbi Yuhanna’nın şahsında ise düşünce öne
çıkmaktadır. Mürşit ile “ikrar ve itiraf eden mürit” arasında geçen
epizotlardan şu unutulmaz ikisini hatırlayalım: Batmakta olan Petrus’un
33
İlk müritlerin görevlendirilmesi, bilindiği gibi, Sinoptikler ve Yuhanna tarafından farklı anlatılır.
Ayrıca, Markus, Matthaeus ve Lukas arasında da farklar vardır.
İletişim 2002/15
174
JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ
kurtarılması (Matth. 14) ve Petrus’un sadakatsizliği (Luk. 22)34.
Yuhanna’nın Tanrı tarafından sevildiğini İncil’den biliyoruz. Yuhanna
İncil’inde (böl. 98) Tanrı ona, “Yuhanna, birinin bunları benden duymasını
istiyorum, söyleyeceklerimi dinleyecek birine ihtiyacım var” diye seslenir.
Yeniden antik devir şahsiyetlerine dönüyoruz. Durum biraz farklı,
ama mürşit açısından mürit hep aynı mürittir. Hölderlin’in Empedokles’e
arkadaş ettiği Pausianas’ın o dokunaklı güzel görüntüsünde bu husus açık bir
şekilde ifadesini buluyor: Mürşide yakın, onun teveccühünü, güvenini
kazanan, ama yine de mürşidin sık sık aydınlatmak ihtiyacını duyduğu
yegâne insan; ulaşılabilecek en yüksek ve en son dereceyi, mecburiyet ve
inzivayı anlayamayan ve buna rağmen mürşidin kendisine “ey oğul,
ruhumun oğlu” diyerek herkesten çok sevdiği insan yahut Sokrat’ın mürit
çevresinden tanıdığımız kimi şahsiyet ve isimler. Yakın geçmişin büyük
terbiyecilerinden Zerdüşt de Sokrat çevresinden sayılır.
Buda’nın etrafında toplanan müritlerle ilgili olarak şu ifadeler
kullanılmıştır: Onların her biri kendine özgü bir tiptir, bizlere şu şekilde
nakledilen kişiler değildirler: “Büyük müritlerin her biri, diğerlerine
ayırtedilemeyecek derecede benziyor. Her biri iç huzurun, iffetin, Buda’ya
sadakatın ideal birer örneğidir”35. Onlar mürşit tarafından sürekli olarak
aydınlatılmaya çalışılan, acı çektiren ve yanıltan bir dünyanın temsilcileridir.
Ancak onların bazıları bizler için hâlâ diridirler: Kondanna,
saliklerden biri; Sariputta’daki zat, Tanrı’nın Petrus için kullandığı şu
sözlerin benzerine muhatap olma şerefine nail olmuştur: O, dünyaya
hükmeden bir hükümdarın en büyük oğlu gibidir. Kralın izinde yürüyor ve
onun yeryüzünde hareket ettirmeye çalıştığı hâkimiyet çarkını onunla
birlikte harekete geçiriyor. Esrarengiz bir güce sahip olan dostu Maha34
35
Hz. İsa’nın müritleri hakkındaki dinî literatürden bildiklerimizin tümü HENNECKE tarafından
Neutestamentliche Apokryphen (1924) adlı eserde sistemli bir şekilde verilmiştir. Orada konumuz
açısından önem taşıyan metinlere yer verilmiştir. Ayrıca bk. LIPSIUS, Die apokryen
Apostelgeschichten und Apostellegenden 1882; SCHERMANN, Propheten und Apostellegenden
1907.
Mürit aziz Simon Petrus’un mürşitten duyduğu sözü bizlere nakleden Yuhanna İncil’idir:
“Gerçekten, ama gerçekten sana söylüyorum. Gençliğinde kuşanıp dilediğin yere gidiyordun. Ama
şimdi yaşlanıyorsun ve biri elinden tutacak ve seni istemediğin bir yere götürecek. ”
İletişim 2002/15
Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi
175
Moggalana’nın görevlendirilmesine dair Makavagga, bizlere güzel bir
hikâye naklediyor36. Bunlardan başka Kassapa, önceleri berberken, sonra
gerçek bir havari olan Upali, oğul Kahula37, Devadatta38 ve bizlere mürşidi
herkesten daha iyi tarif eden Ananda Upatthaka39.
Daha sonraki zamanlar bu müritlere farklı öğreti ve özdeyişleri telâfuz
ettirmiştir. Mürşidi överek cahil ve yanılgı içindeki insanları doğru bildikleri
yola sevk etmek için bıkmadan ve yorulmadan çalışan kişiler her devirde
vardır. Sutta-Nipata, Theragata’da (keşiş şarkıları) geçen müridin ikrar ve
itiraf tarzındaki şu sözlerini naklediyor:
Onu ruhumla görüyorum,
Gözlerimle görüyor gibi.
Yorulmadan, gece gündüz demeden
Sabaha kadar intizar ediyorum
Ona hürmeten.
Onu hissediyorum,
Ondan ayrılamıyorum.
36
37
38
39
OLDENBERG, Buddha, s. 177.
OLDENBERG, birinci kısmın üçüncü bölümünde ilgili metni tercüme ediyor ve her müridin iyi
vasıflarını tek tek sayıyor. Aynı konu için bk. Encycl. Of Rel. Und Ethics ve KOEPPEN, Die
Religion der Buddha, s. 100 vd. Orada müritlere ait Moğol, Çin ve Tibet isimlere yer veriliyor.
Bunlar münferit kanon metinlerinde kar şımıza çıkıyor. Meselâ, Viyana Metinleri, MejjhimaNikaya, Theragatha. Sanatta daha çok karşımıza çıkıyor. Türkistan’daki duvar resimlerine bu
çerçevede dikkat çekmek istiyorum. LE COQ, bunları Die buddhistische Spaetantike des
Mittelasiens, III, Teil 2’de yayımlamıştır.
Rhys Davids’in İngilizceye, Dufoit’in Almancaya tercüme ettiği hikâyelerde de bunlar büyük rol
oynuyor. Buda çevresinden iki önemli mürit olarak Sariputta ve Maha-Mogallana bilinmektedir.
Buda’nın Brahman geleneğindeki hayat hikâyesine göre bu müritlerin tercih edilmesi, diğerlerin
homurdanmasına sebep olmuştur. Daha sonraki gelenek, bu ikiliyi bütün müritlere teşmil ediyor.
Buda’ya intisapları, Vinaya’da anlatılır. Genellikle yorumlar eşliğinde veriliyorlar. MijjhimaNikaya’da mürşidin sıkı fıkı dostlar arasında yaptığı karşılaştırma dikkate şayandır.
Sariputta, “sağ elin müridi”, “kanunun uygulayıcısı” şeklinde tavsiflerde takdim edilir. Buda’nın en
önemli müritlerindendir. Buda’nın ölümünden sonra Sariputta, öğretiyi yaşatacak (Sutta Nipata).
Anupada Sutta, Buda’nın ondan övgüyle bahseden bir konuşmasını naklediyor.
Majjhima-Nikaya’nın Upalisutta’sı, Upalis’in görevlendirilmesini ayrıntılı bir şekilde anlatıyor.
Müridin mürşide intisabı ile son bulur. Buda’nın oğlu Rahulo sık sık öne çıkıyor. Bu çocuğun
dünyaya geliş öyküsünün sonradan şekillenmesini ( OLDENBERG : 122) ve ( KERN : 56)’de
okumak mümkün.
Eulavagga’da bu kötü hakkında ilk habere rastlamak mümkün. Buna göre o, mürşidin ıslahı
mümkün olmayan bir kuzenidir. Darbeleri, azizin mucizeleriyle etkisiz hâle getiriliyor.
İletişim 2002/15
176
JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ
Hz. İsa, müritleriyle fazla ilgilenmemiştir. Onlar daha çok
sanatkârların dikkatini çekmiştir40. Bilhassa orta çağ yükselme dönemi
Alman ustalar, meçhulden gelip meçhule giden, Mesih’i refakat eden, son
derece etkileyici ve muhteşem bir tarzda stilize edilmiş tipler arasında yer
alan o olağanüstü şahsiyetleri yeniden keşfetmişlerdir. Hz. İsa ile birlikte
olmuş insanlara duyulan ilgi, birkaç asır boyunca canlılığını korumuştur.
Bunu doğrulayan zengin bir literatür mevcuttur41. Bu cümleden olarak,
Petrus’un hayat çizgisini takip ettiğimizde, kendimizi bir anda onun sihirbaz
Simon ile giriştiği mücadelenin içinde buluyor, kızının başına gelen trajik
olayları öğreniyor ve kendisinin tüyler ürperten bir şekilde çarmıha
gerildiğini görüyoruz. Asya’nın hiç evlenmemiş havarisi Yuhanna’ın
hayatına bakıyoruz, ona da olağanüstü olayların izafe edildiğini ve yaşadığı
mutlu sonu görüyoruz. Bartholomaeus, Hint putlarıyla mücadele etmiş;
Jacobus Zebedaei, bir büyücü ile savaşarak İspanya’yı Hıristiyanlığa davet
etmiş; Jocobus Alphaei, tapınağın tepesinden aşağıya atılırken bile
düşmanlarına mürşidinin sözleriyle dua etmiş; Matthaeus, mürşidi uğruna
korkunç ıstıraplara katlanmıştır. Andreas’ın sarsılmaz ihlâsı, Anadolulu
havari Philipp’in korkunç bir şekilde katledilerek şehit edilmesi, havari
Thomas’ın Hindistan’daki yaşantısı ve faaliyetleri ve daha çocuk yaşta
geleceğin mürşidinden haber veren Simon Zelotes’in Babil ve İran’da
yaşadıkları, işte bütün bunlar bizlere mürşidin hayatı ve müritleriyle ilişkileri
hakkında pek çok şey anlatmaktadır. Bunlar arasında inanılır ve ilgi
uyandıran şeyler olduğu gibi, inanılması zor ve tiksindirici şeyler de vardır.
Yuhanna’ın mürşidin müritleriyle olan son beraberliği tasvir eden o gizemli
yazılarından etkilenmemek elde değildir. Bunlar bilhassa mülhit çevrelerin
yazılarında anlatılmaktadır42. Müritler, bu çevrelerden büyük ilgi görüyorlar.
Ephraem Tefsiri’nde geçen şu ifadeyle onlara bir tür metafizik önem
40
41
42
Ananda, Buda’nın kuzenidir, ona en yakın mürittir. Metinlerde onu hep mürşit tarafında görüyoruz.
Ona yirmibeş yıl hizmet etmiştir. Ölüm anında da yanında bulunmuştur. WINTERNITZ, Geschichte
der indischen Literatur II,18, s. 223; RICHARD WAGNER, Siegern; KERN, Der Buddhismus V, S.
153.
Güzel sanatlar dalında: Fr. X. KRAUS, Die Geschichte der christlichen Kunst 1886, c. I;
Realenzyklopaedie der christlichen Altertümer’de aynı araştırmacıya ait makaleler; WAAL ve
WILPERT’in Das Burgersche Handbuch der Kunstwissenschaft’ta yer alan çalışmaları.
Hıristiyanlık karşıtlarının kafalarındaki İsa’nın müritleri ve mürşitleriyle ilişkileri konusunda
Yahudi kaynaklarında da bilgiye rastlamak mümkün. Bk. BAUER, Das Zeitalter Jesu, S. 463.
İletişim 2002/15
Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi
177
atfedilmektedir: “Ben daha dünya yaratılmadan sizleri seçtim”43. Bütün
bunlar gösteriyor ki mürşit ile ilgili menkıbeler sonradan şekillendirilmiştir.
Normalden daha büyük gösterilen bu keramet sahiplerinden ve hâllerinden –
ki bunlarla Mahayana Sutra’nın mürit tipleri arasında bir benzerlik var
(meselâ, Saddharma-Pundarika’yı, “İyi Dinin Lotus” unu burada
zikredebiliriz)44- daha güzel, daha hakiki olarak İncillerin gerçeğe son derece
yakın mürit tiplerini görüyoruz. Daha sonraki bir zamana ait ve sadeliğin
büyüklüğünden nasibini alamamış bir reddiye (apoloji), onların insaniyetini
mazur gösterme gereğine inanmıştır; “Allahsız köpeklerin” kendisini
aldatarak tuzağa düşürdükleri şeklinde bir iddianın Petrus’a izafe edilmesi
suretiyle inkârı açıklamaya çalışan rivâyet, Lukas İncil’inin sade anlatımı
karşısında ne kadar da edep ve gerçek dışı kalıyor! Kaldı ki bu tür
rivâyetlerin45 bitmez tükenmez canlılığı, onların son derece insanî
olmalarından ileri geliyor. Temiz insan olmak, müritliğin özüdür. Petrus
metinlerine göre Mesih, müritlere işaretle, “qui mecum sunt, non me
intellexerunt”diyorsa da, biz bu şekilde algılamamanın derin bir
mecburiyetten ileri geldiğine inanıyoruz. Etrafındakilerin insan oldukları
kendisine her hatırlatıldığında mürşidin acı ve ıstırap duyduğu muhakkaktır;
ancak o bunun başka türlü olamayacağını da bilmektedir. Hz. İsa Yuhanna
İncili’nde “Sizlere söyleyeceğim daha çok şey var, ancak sizler onları
kaldıramazsınız” demektedir.
Mürşit, kendisiyle kader birliği yapan bu insanları sevginin engin ve
hâlden anlayan bakışıyla kucaklıyor, onlara hayır dua ediyor, ancak
yalnızlığın verdiği kasvet ve fedakârlık düşüncesi içinde uzaklıklarını
hissediyor, ilgi bekliyor, ancak bu bir türlü mümkün olmuyor. Bu durumu en
çarpıcı biçimde, Matthaeus’un Gethsemane’deki mücadele ile ilgili
43
44
45
Mürşit, müritlere zaman zaman çocuk, yetişkin ve aksakallı biri olarak görünür: Joh. -Akten 88;
Petrus-Akten 21; Thomas-Akten 48. Bunlar için bk. HENNECKE, Apokryphen, s. 173.
Müritlerin yüceltilmesi konusunda: BAUER, a. g. e., s. 428 ve HENNECKE, s. 113. Metinler için
bk. E. SCHMIDT, Koptisch-Gnostische Schriften 1905.
Hz. İsa’nın müritleri hakkındaki literatür oldukça zengin ve dağınıktır. Bunları kilise ve din tarihi
kitaplarında tek tek aramak gerekir. Çoğu da monoğrafi şeklindedir. Bu konuda yapılmış en son
çalışma: SCHÜTZ, Apostel und Jünger, eine quellenkritische und geschichtliche Untersuchung über
die Entstehung des Christentums, 1921.
İletişim 2002/15
178
JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ
rivâyetinde görüyoruz. Orada mürşit, müritlerine şunu soruyor: “Bir saat de
olsa benimle olamaz mısınız?” Anlatıldığına göre, o geldiğinde, onlar hâlâ
uyuyorlardı. O, bunun üzerine onları orada bırakıp uzaklaşıyor ve dua
ediyor. Ama üçüncü gelişinde onlara şöyle sesleniyor: “Vakit geldi!”
Mürşit, başına gelecekleri bilerek ve bekleyerek onları sık sık
uyarmıştır. Ama onlar bunların hiç birine kulak vermediler; meçhûlleri olan
bu sözlere bir anlam veremiyorlardı. ” Bütün müritler kördür. Petrus’un
inkâr edilmesi, müritlerin esaretten kaçışları, Petrus’a inanılması ve veda
yemeğinde bir araya gelinmesi olayları hep yanyanadır. Mürşidin büyüleyici
ve cezbedici görüntüsü, müritler için her zaman hem son dayanak, hem de en
üst seviyede çağrı özelliğini taşır. Bunun içindir ki, kendini zirvede hissediş
ile aşağıda hissediş hâlleri yanyanadır demek mümkündür. Mürşit; müritlere,
öğretinin sırlarını öğretmek amacıyla, onları özgür kılacak ruhî yükseliş
hariç, her şeyi öğretebilir. Bu noktadan baktığımızda, hayatı sürdürmenin
yeni bir trajedisini görüyoruz: Son yolun, en zor yolun her kesin bizzat
kendisi tarafından alınması gerektiğini ve sevdiklerinden hiçbir şey
esirgemeyen mürşidin yolun bu son kısmında onları yalnız bırakmak
zorunda kalacağını bilmek.
Mürşidin ne kadar zor bir görev üstlendiğini hiç kimse bilemez. Bunu
Markus’un şu gizemli sözünden anlamak mümkündür:”İçtiğim kadehten
içebilir ve vaftiz edildiğim şekilde vaftiz edilebilir misiniz?” Mürşit, müridin
ruhunda böyle bir yükselişi bekler. Bunu, mürşit ile onun sırrını ifşa eden
arasındaki akıl almaz ilişkiyi açığa vuran şu ricakâr sözde görüyoruz: “Ne
yapacaksan hemen yap”46.
Mürşidin görev üstlendiği anı bir sır haline getirmesi, mürşitliğin
gereğidir. Zerdüşt düşünürünün biyografı, kitabının “Sokrat” başlığını
taşıyan bölümünde bu esrarengiz şahsiyeti anlatırken, mürşidî mevcudiyetin
46
Mürşit, Juda’nın karanlık tipi hakkında şunu söylüyor: “Ekmeğimi yiyen kimse, beni çiğniyor” (Joh.
13,18). Bu tip, daha sonra gelenleri de hep düşündürmüştür. Bilhassa Orignes, onun ve mürşitle
ilişkileri konusunda bize bazı görüşler aktarmıştır (HENNECE, S. 123). Şeytan tarafından baştan
çıkarılmış biri olarak anlatılır. CREIZNACH, Judas Ischarıoth in Legende und Sage des
Mittelalters 1875; PORTE, J. J. İn der bildenden Kunst (Diss. 1883); WREDE, Vortraege und
Studien 1907.
İletişim 2002/15
Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi
179
gereği olan son suskunluktan ve büyük mürşidin tavır değişikliğinden söz
ediyor47.
Bu, Grek kokuyorsa da, yine de bütün mürşitlerin ortak bir yönüne
işaret ediyor. Mürşidin kalıcı tesir icra etmesi, en derin anlamda, pedagojik
anlamda tavır değişikliğinden ileri geliyor. İşte kurtarıcı gücün sırrı da
burada yatıyor. Dünyanın mahiyeti ve acı hakikat idrâk edilmiş ve aşılmıştır.
Ama mücadelenin ne kadar zor geçtiğini, acının ne kadar derin olduğunu hiç
kimse öğrenmeye mezun değil48. “Ta ki kaptan ölüleri yükten
saymasın”(Klopstock). Müridin mürşitte gördüğü tavır değişikliği, bilinçli
iyilik ve hüzünlü bilgelik tarzındadır. Yuhanna metinlerinde mürşidin
müride tekrarlatılan şu sözünde olduğu gibi: “Çünkü ne isen onu görürsün;
sana gösterdiğim gibi. İşte bu kadar. Ama ne olduğumu, ancak ben bilirim,
bir başkası değil. Bana ait olanı bana bırak, sana ait olana ise benim
penceremden bak!”
Mürşidî mevcudiyet bu açıdan da çağrı anlamına geliyor. Onun varlığı
–ki bu bütün mürşit tipleri için geçerlidir- derin ve gizli bir trajediyi açığa
vuruyor. Bu çağrı başından beri diyalektiktir. Eğitmek ve yetiştirmek isteyen
mürşidin müritten istediği, maddî ve manevî fedakârlıkta sebattır. Ona yol
gösterir. O, önderdir, babadır, kurtarıcıdır. Bu tarzda bir ilişkiye bilhassa
şivaitik guru uygulamalarında rastlıyoruz49. Şeyh, guru, zaddik, bütün
bunlar, sırları bilenler, ruhları yönlendirenler ve kurtuluşa açılan kapılar
olarak, müritten, başka bir deyişle “oğul”dan geniş mânâda sadakat
istiyorlar. Mürit, şeyhin oğludur. İbnü’l Arabî, bunu şöyle bir benzetme ile
izah ediyor: “Kalbin, gönlün oluşumu, manevi doğuş, ana rahminde bedenin
baba sperması yoluyla oluşumu gibidir”. Müridin manevî mevcudiyetinin
sırrı, gönlün eğiliminde ve şeyhin ona müdahalesindedir. Hz. İsa, bu doğuşa
47
48
49
BERTRAM, Nietzsche 1918.
Bu trajik olay, sanat alanında da dile getirilmiş, meselâ Pfitzer’in harikulâde “müzikal
menkıbe”sinde olduğu gibi.
Geç antik dinler için bk. REITZENSTEIN, Die hellenistischen Mysterienreligionen 1920;
EUMONT, Les Mysteres de Mithra 1902; DIETRICH, Eine Mithrasliturgie 1910; SCHOMERUS,
Der Çaiva-Siddhanta, eine Mystik Indiens 1912.
“Zaddik” konusunda teori ve pratiğe dair: BUBER, Die Legende des Baal-Schem 1908;
HORODEZKN, Der Zaddik, Archiv für Religionswissenschaft, c. XVI, 1913, s. 145.
İletişim 2002/15
180
JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ
işaret ederek, “iki kere doğmayan cennete girmez” demiştir. Mürit, manevî
babasına itaat etmekle yükümlüdür. Dhun Nun, “hakiki müridin mürşide
itaatı, Tanrı’ya itaattan da çok olmalıdır” diyor50.
Burada meselenin bir başka yönüyle de karşı karşıyayız: Mürşit,
müride adres olarak kendini göstermekle kalmaz, aynı zamanda onu
kendinden uzaklaştırır. Sokrat’ın öğrencilerini etkilemek için kullandığı o
sert ve acı, ama istihzasından olağanüstü bir şekilde ivme alan usulünü
hatırlayalım. Bu yöntem, müridi bizzat müridin kendisine yönlendirme olayı
için iyi bir örnek teşkil ediyor. Buda’nın müritlerini etkilemek için takındığı
kesin ve mesafeli tavrı hatırlayalım ve nihayet Hz. İsa’nın şu sözü: “Bana iyi
diyorsun, oysa tek olan Allah’tan başka hiç kimse iyi değil. ”
Buraya kadar mürşit ve mürit ilişkisini inceledik, mürşidî mevcudiyet
konusunu vurgulayarak meseleyi irdelemeye devam edelim. Ancak ondan
önce, mürşit tipinin en anlamlı tarihî şekillenmesini antik-grek mürşit tipinde
bulduğunu kanıtlayan iki büyük örneğe işaret etmek istiyoruz. Bunlardan biri
Empedokles-Sokrat, diğeri ise, belki en yücesi, İncillerin üstadıdır. Aradaki
farkı gören ve bunu kendine özgü belâgati ve derin kavrayışı ile ortaya
50
İnsanı hakikate götüren rehber olarak şeyhin anlamı, yukarıda işaret edildiği üzere, zaman içinde
giderek genişlemiştir. Bu konu ünlü şeyh Suhreverdi’nin “Tavârif’ul Maarif”(1891 yılında
CLERKE tarafından İngilizceye tercüme edilmiş) adlı eserinde ele alınmıştır. Orada mürit-şeyh
ilişkisine bin bölüm ayrılmış olup şeyh, ihvanlarının ortasında yer alıyor, Hz. Muhammed’in ashab
içindeki yeri gibi. Müridin mürşit ile ilişkilerinde riayet etmesi gereken 15 kural zikredilmiştir.
Birincisi, şeyhe tam güvendir: “Mürit, bir başkasını daha mükemmel görmeye başladığı an,
aralarındaki bu sevgi bağı gevşer. Şeyhin sözlerinden giderek daha az etkilenmeye başlar. Çünkü
sevgi, şeyhin söz ve davranışlarının etkili olmasını sağlayan vasıtadır. Sevgi ne kadar büyük olursa,
şeyhin önemi de o kadar büyük olur. ” Onbeşinci kural: “Şeyh hakkında konuşulduğu zaman,
dinleyenlerin algılama güçleri dikkate alınmalıdır”. Mürşid-i kâmil ve kemâlin ender görüldüğü,
gizli tutulduğu anlatılıyor.
El-Kuşeyri’nin sufizm hakkındaki düşüncelerinde mürşid ve müride dair önemli hususlara yer
veriliyor.
Adını bu “mürşid kültü”nden alan şeyh tarikatı son zamanlarda önem kazanmış. Yeni
araştırmalardan öğrendiğimize göre, bundan “bab” tarikatı ortaya çıkmıştır (bk. BROWN’un
çalışmaları ve RÖMER, Die Bâbî Behâ’î, 1911). Bu tarikat, Şii öğretisinin beş esasını (Allah’ın
birliği ve adaleti, peygamberlik, imamet ve kıyamet) şu dört esasla karşılıyor: Allah’ın birliği,
peygamberler, imamet, Bâbiyyat. (“Şiiler arasından her zaman mükemmel bir insan” çıkacaktır. Bu
insan, hayatta olmayan imam ile cemaatı arasında köprü görevini görecektir.”) Burada, derviş,
mürşidin teofizik karakterine olan inanç, imametin kurumsal (kiliseye özgü) dogmasıyla
birleştiriliyor. İnsanî ruhun teofizik mükemmeliyet içinde ilâhî ruhu ifşa ettiği ve insanın bu
anlamda bütün yaratıklar arasında ilâhî “kemâle” yahut “güzelliğe” en yakın durduğu şeklindeki
esas düşünce, her yerde hâkim durumdadır.
İletişim 2002/15
Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi
181
koyan ve bu konuda söylenenden çok söylenmeyenin olduğunu hissettiren
biri var: S. Kierkegaard. “Felsefî Kırıntılar (Philosophische Brocken)”ının
başında şunları soruyor: “Sonsuz bir şuur için tarihî bir çıkış noktası olabilir
mi? Böyle bir şuur, tarihsel olmanın ötesinde ilgilendirebilir mi? Ebedî
saadeti tarihî bilgi üzerine kurmak mümkün mü?” Mürşit, müritlerin
gönlünde yaşar. Onların arasında bulunduğu sürece her bir müridin
tecrübesiyle bir unsurunu teşkil ettiği mürşit imajı, büyür, şekillenir ve
insanlar arasındaki ilişkilerin dinamizmi ve doğal etkileşimin âhengine
uygun olarak gerçekleşir. Canlı kaynağın kurumasıyla eğitim süreci durmaz,
ancak bundan sonra başka bir kanuna göre işlemeye devam eder. Bir
durgunluk dönemi başlar. Görüş ve şahsî hayat, yerini üretken bir hayal
gücüne bırakır ve bu durum imajın teşekkülü üzerinde etkili olur. Ferdî
hayatı kuşatan büyük çember kırılır ve başkalarına açılmak suretiyle
genişler. İmajın nesnel niteliği ve toplumda kabul görmesi, onun mit olma
yoluna girdiğini gösterir51. Toplumda kabul görme ile birlikte değişim için
yeni kaynaklar ortaya çıkar. İmaj oluşumunun ilk safhasında mürit
kişiliğinin verilerin seçimi, işlenmesi ve terkibi üzerindeki etkisinde olduğu
gibi, şimdi de aynı şartlar, onu yaşatmak isteyenlerin imajın değişmesine
yapacakları katkı noktasında etkili olmaya başlarlar. Sevgi ve nefret, imajı
şekillendiren başlıca unsurlardır. Bu imajın etkisi süreklidir. Etki, imajı
parlatır. Düşmanlar ise boş durmayarak, nurlanmanın zıddı bir görüntünün,
başka bir deyişle, bir “karanlık mit”in ortaya çıkmasına çalışırlar. Rafızîlere
göre Hz. İsa şeytanın oğludur. Neticede ortaya ekoller ve eğilimler çıkar. Bu
psikolojik faktörlerin yanında ; gelenek, karşı koyma, asimilasyon, değer
kaybı ve benzeri nesnel unsurların etkisi söz konusudur. Söz ve yazı
bağlamındaki bütün faktörleri, yanlış anlamaları, yeni yorum ve
üslûplaştırmaları da bunlara ilâve etmek lâzım.
Bunu, Hz. İsa’ya izâfe edilen imajlardaki benzerlik ve farklılıkları
hatırlayarak somutlaştıralım.
51
Stefan George çizgisinde olanlardan, büyük insan imajının tarih içindeki gelişimine bakmanın
gerekli olduğunu öğreniyoruz. Onları tek tek ve aralarındaki içten insicamdan kopararak ele almaya
gerek yoktur. Bu tür bir bakış açısı, edebiyat, sanat ve siyasî tarih için verimli olmuştur. Din tarihi
için de son derece önemli olabilir.
İletişim 2002/15
182
JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ
İmajların değişmesine bu mânâda tesir eden yalnız şahsiyetler değil;
belli izafî bir ön kabulün (apriorinin) “imajların” şekillenmesine tesirini
sağlayan unsurları, tasnifleri araştırıp ortaya koymak, tarih felsefesi
bağlamında din tarihi için önemli bir problem olabilir. Biz bunlara,
Simmel’in ifâdesiyle, kavim, soy, ırk ,sınıf, cins, mensubiyet diyoruz. Bilge
Buda; Mahananistlerin dünya kurtarıcısı, Japonların Amitabha’sı, Çinlilerin
Fo’su oluveriyor. Aryan Hıristiyanların İsa peygamberi, Suriyeli ve Mısırlı
Gnosis’ten farklı biridir. Bu imajların değişmesine hükmeden belli bir
kanuniyet (meşruiyet) vardır. Belli aslî ögeler kalırken, kimi şahsiyet
özellikleri bazen güçlü, bazen de zayıf bir şekilde vurgulanmak suretiyle
yaşamaya devam ederler. Hz. İsa’nın tarih içindeki imajını incelediğimizde,
ona, akıl ve mistisizm, dünya ve ahret, Tanrı ve insan noktalarında izafe
edilen görüşlerin karşılıklı olarak yer değiştirdiklerini görüyoruz. Ancak
bütün bunlar, genişleterek, derinleştirerek, büyüterek, canlandırarak tesir
ettikleri ve bu suretle değişimini etki altına aldıkları bir miti şart koşan ve
sonradan ortaya çıkan spekülasyonlardan başka bir şey değildir. Burada
önemli olan, gerçek mânâda ortaya çıkış hikâyesidir. Bu, bir taraftan mürşitmürit birliğinin ilk oluşumu, diğer taraftan kalıcı kılma yönünde atılan ilk
adımla sınırlı bir zamana denk geliyor. Burada da talî olarak ilk müritlerin
ortaya çıkışını gösteren bir dönüm noktası söz konusudur. İlk yaşantı, belli
bir dereceye kadar her zaman için batınîdir (esoterisch); yenilerin katılması
ve propagandası ile batınî yaşantı, zahirî (exoterisch) bir duruma dönüşür.
Kâğıda döküldüğü ilk anda ise tamamen yeni bir şey, yeni bir çıkış noktası
oluyor ki bu da, bir tehlike durumunda kendini cemaatin dışında görmek
için, son derece cesur alegorik yorumlar, harika ve fantastik rivâyetler için
istinat noktası olabilmektedir. İşte bu noktadan itibaren tarihsel olan ve
olmayan ayırımı önem kazanıyor. Bu ayırımı, ikinci safhada esas olan ve
olmayan ayırımı izliyor. Benzer bir gelişmeyi, esas alınabilecek bir tipin
zaman içinde geliştirilmesinde görmek mümkündür.
Mürşidin mürit tecrübesi, bazı farklılıklar gösterse de, sosyaldır, ortak
yaşantının bir parçasıdır. Cemaatlerin meşruiyetine tâbidir. Buna uygun
İletişim 2002/15
Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi
183
düşen sosyolojik tasnif “birlik”tir52. Sırf bu bağlantıdan hareketle geliştirilen
belli düşünceler, bu çemberi meydana getiren unsurların birbirine karşı
hareket tarzlarını belirlerler. Markus ve Lukas’ta müritler arasında geçen
derece (paye) ile ilgili geçen tartışma için de aynı şey söz konusudur.
Yuhanna, Ananda ve Hz. İsa’nın nurlanmasının tanıkları gibi, mürşide yakın
duran müritler hep yaşatılırlar. Dar çemberin etrafında yeni halkalar
oluşmaya devam eder. Yüksek seviyelere ulaştığında bu çember, gerek mürit
için, gerekse mürşit için, bir taraftan insanlığı temsil ederken, diğer taraftan
içinde mürşidin güç ve teselli bulduğu bir ittifak haline gelir. Bu çember, ona
dahil herkesin güç aldığı, moral bulduğu zemindir, mürşit “kudret”inin
somut bir tezahürüdür. Bu gücün çekim alanına giren müritler, başkalarının
da katılımıyla giderek daha büyük halkalar oluştururlar. Bu güç, Goethe’nin
dediği gibi, düşük seviyedeki bünyeleri kendine çekmek için, daha yeksek
seviyedeki bünyelerde sürekli yaşayacaktır.
52
SCHMALENBACH’ın “Dioskuren, Jahrbuch für Geisteswissenschaft I,1922, s. 35-105”te yer alan
“Die soziologische Kategorie des Bundes” adlı makalesi ve TÖNNIES’in “Gemeinschaft” (cemaat,
topluluk) ve “Gesellschaft” (toplum) ayırımı ötesinde, gönül akrabalığına dayalı birlik tasnifi
konusunu ele alıyor. Birlik (Bund); tabiî, fizikî şarta bağlı ve varlığını kendiliğinden teşekküle
borçlu topluluktan (Gemeinschaft) farklıdır. Onun için önemli olan, toplumsallaşmaya götüren belli
duygu yaşantılarıdır.
İletişim 2002/15
Kaynakların Düzenlenmesi
Metin içinde kaynak gösterme
1- Ana metindeki tüm göndermeler metin içi dipnot sistemi ile
belirtilir. Metinde uygun yerde parantez açılarak, yazarın veya yazarların
soyadı, yayın tarihi ve alıntılanan sayfa numarası belirtilir. Aynı kaynaklara
metinde tekrar gönderme yapılırsa yine aynı yöntem uygulanır, a.g.e., a.g.m.
gibi kısaltmalar kullanılmamalıdır. Örnek: (Okay, 2000:71-76)
2- Alıntılanan yazarın adı, metinde geçiyorsa, parantez içinde yazarın
adını tekrar etmeye gerek yoktur. Örnek: Özer (1995:57), düşünce
alışkanlıklarının “Ben” değeri toptancılığının ve tiryakiliğinin, en dolaysız
ifadesi olduğunu söylemektedir.
3- Gönderme yapılan kaynak iki yazarlı ise, her iki yazarın da
soyadları kullanılmalıdır. Örnek: (Postman ve Powers, 1996:122)
4- Yazarlar ikiden fazlaysa ilk yazarın soyadından sonda “vd.” ibaresi
kullanılmalıdır. Örnek: (Keyman vd., 1996:149)
5- Gönderme yapılan kaynaklar birden fazlaysa, göndermeler noktalı
virgülle ayrılmalıdır. Örnek: (Erdoğan, 1997:150; Gürbilek, 1993:61)
6- Metin içinde yer alması uygun görülmeyen açıklamalar için sayfa
altı dipnot yöntemi kullanılmalı ve bu notlar metin içinde 1,2,3, şeklinde
sıralanmalıdır. Bu not içinde yapılacak göndermelerde de yukarıdaki yöntem
uygulanmalıdır.
Kaynakçanın Düzenlenmesi
1- Kaynakçada, sadece yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer
verilmeli ve yazar soyadına göre alfabetik sıralama izlenmelidir.
2- Bir yazarın birden çok çalışması kaynakçada yer alacaksa yayın
tarihine göre eskiden yeniye doğru bir sıralama yapılmalıdır. Aynı yılda
İletişim 2002/13
yapılan çalışmalar için “a”, “b”, “c,” ibareleri kullanılmalıdır ve bunlar metin
içinde yapılan göndermelerde de aynı olmalıdır.
Kitap
Bostanca, M. Naci (1995). Toplum, Kültür ve Siyaset. Ankara: Vadi
Yayınları.
Çeviri Kitap
Postman, Neil ve Steve Powers (1996). Televizyon Haberlerini
İzlemek. Çev. Aslı Tunç. İstanbul: Kavram Yayınları.
Derleme Kitap
Tufan, Hülya, der. (1995). Kamuoyu Kimin Oyu? İstanbul: Kesit
Yayıncılık.
Derleme Kitapta Makale
Bourdieu, Pierre (1995). “Kamuoyu Yoktur”. Çev. Hülya Tufan.
Kamuoyu Kimin Oyu?, der. Hülya Tufan. İstanbul: Kesit Yayıncılık.
Dergide Makale
Üstünler, Fahriye (2000). “Türkiye’de Demokrasi Tartışmalarının
Düşünsel Arka Planı: 1845-1950”. ODTÜ Geliştirme Dergisi, 27(1-2):183206.
Yayınlanmamış Tez
Yıldırım Becerikli, Sema (1999). Örgüt Kültürü Oluşumunda
Örgüt İçi İletişimin Rolü: Departmanlı Mağazacılık Sektöründe İç
Halkla İlişkiler Açısından Bir Değerlendirme: Beğendik A.Ş. Örneği.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
İletişim 2002/13
Tebliğ
Kaymas, Serhat (2001). “Küreselleşme, Etnik Göç ve Ulus Devlet
Üzerine Bir Değerlendirme”, ODTÜ 7. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi,
21-23 Kasım, Ankara.
İnternette Makale
Atabek,
Ümit
(1998).
Http://www.ilet.gazi.edu.tr. 28.10.1998.
“İletişim
Teknolojileri”.
İletişim Dergisinin Temin Edileceği Şahıslar ve Üniversiteleri
Anadolu Üniversitesi: Yrd. Doç. Dr. Banu Dağtaş, Atatürk
Üniversitesi: Ar. Gör. Elif Küçük, Başkent Üniversitesi: Öğr. Gör. Serpil
Aygün Cengiz, Ege Üniversitesi: Ar. Gör. Olcay Canbudak, Fırat
Üniversitesi: Ögr. Gör. Basri Barut, Kocaeli Üniversitesi: Ar. Gör. İhsan
Karlı, İstanbul Üniversitesi: Ar. Gör. Ayşe Cengiz, Ar. Gör. Selçuk
Hünerli, Selçuk Üniversitesi: Ar. Gör. Aldullah Koçak, Maltepe
Üniversitesi: Yrd. Doç. Dr. Pınar Erkarslan.
Katkılarından dolayı kendilerine teşekkür ederiz.
İletişim 2002/13
Yazı Teslim Kuralları
1- Dergiye gönderilecek yazılar, Word 6.0 ve üstü versiyon (IBM
uyumlu) programında yazılmış olmalıdır.
2- Bir buçuk aralıklı olarak Times New Roman yazı karakteriyle 12
punto olarak yazılan ve sayfanın tek yüzüne basılan yazılar 3 kopya olarak
bir adet disketle birlikte yayın kuruluna teslim edilmelidir.
3- Makalelerin kaynakça ile birlikte 20 sayfayı geçmemesi tercih
edilir. Makalelerin 150 kelime civarında İngilizce ve Türkçe özetleri de
yazıyla birlikte gönderilmelidir. Özette, araştırmanın kapsamı ve amacı
belirtilmeli, kullanılan yöntem tanımlanmalı ve ulaşılan sonuçlar kısaca
verilmelidir.
4- Yazıda paragraflar girintili olmalıdır.
5- Dergiye gönderilecek yazıların başka bir yerde yayınlanmamış
olması ya da yayın için değerlendirme aşamasında bulunmaması gerekir.
6- Yazar ismi ya da isimleri makalede değil, makaleye iliştirilecek
kapak sayfasında yer almalıdır. Bu kapak sayfasında, yazar isimleri dışında
metin başlığı, yazarın adresi, telefon varsa e-posta veya faks numaraları yer
almalıdır.
7- Hakem raporları doğrultusunda yazarlardan, yazılarında bazı
düzeltmeler yapmaları istenebilir.
8-Yazının yayımlanması konusunda son karar yayın kuruluna aittir.
Yayın kurulu kararına ilişkin bir mektup, hakem değerlendirmelerinin birer
fotokopisiyle birlikte en kısa sürede yazarlara gönderilir.
Yazıların Gönderileceği Adres:
İletişim Dergisi
G.Ü. İletişim Fakültesi, Bişkek Cad. 81. Sok. 06510 Emek/ANKARA
İletişim 2002/13

Benzer belgeler