PDF - İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
Transkript
PDF - İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi
İÇİNDEKİLER Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler Dilek İmançer, Ahmet İmançer ............................................................... 1 Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları Açısından İncelenmesi Önder Erkarslan ..................................................................................... 23 Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları Aslıhan Doğan, Aydan Özsoy, Y. Gürhan Topçu .................................. 41 İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik Açıdan Kamusal Senaryo Süreci Zülfikar Damlapınar .............................................................................. 61 İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkiler ve Reklamın Rolü Nurhan Babür Tosun ............................................................................. 89 Sibernetik Toplumsal Sistemler ve Halkla İlişkiler Ç. Murat Hazar ..................................................................................... 115 Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı Ayhan Biber .......................................................................................... 131 Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi Joachim Wach, Çev: Battal Arvasi ...................................................... 153 İletişim 2002/15 Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler Dilek İMANÇER∗ Ahmet İMANÇER∗ Giriş Günümüzde kitle kültürü olgusu olarak reklamların odak noktasını ürün tanıtımı oluşturmaktadır. Reklamlarda yaşamın idealize edilmesi, insanların sunum biçimi ve empoze edilen değerler ürünün tanıtımına hizmet etmektedir. Kitle iletişim araçlarında reklamlar mal ve hizmet tanıtımının yanı sıra bireysel ve toplumsal kimliğin kurulmasında etkin olan yeni eğilimleri de yansıtmaktadır. Televizyon reklamlarında diğer program türlerinden de aşina olduğumuz seyircilerin kendi hayat deneyimleri, hayalleri ve isteklerini tatmin eden popüler yaşam biçiminin kusursuz düzenlenmiş biçimi yer almaktadır. Dişilik cinsiyeti ise belirli klişelerle belirlenerek temsil edilmektedir. Kitle iletişim araçlarının ürettiği gerçeklik içinde Baudrillard erillik ve dişilik modelleri arasındaki cinsiyet farklılığının cinslerin farklılaşmış doğasından değil, aksine sistemin farklılaştırıcı mantığından doğduğunu açıklamaktadır. Baudrillard’a göre: “Günümüzde kadınlar ve erkekler giderek ayrım gözetmeksizin kendilerini bu iki kalıp içinde gösteriyor, ama göstermeyi yapan karşıtlığın iki büyük terimi ise tersine, sadece ayrımlarıyla geçerlik taşıyor. Bu iki model betimleyici değil; tüketimi düzenliyorlar” (Baudrillard 1997:109). İdeolojisi tüketimin gereklerine göre düzenlenen kitle iletişim araçlarında, özellikle reklamlarda yer alan eril model rekabetçi seçici erdemi simgelemektedir. Dişil model ise kadının kendi kendisinden ∗ ∗ Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim 2002/15 2 Dilek İMANÇER, Ahmet İMANÇER hoşlanması ve narsistik kendine ilgiyi telkin etmektedir. “Başka bir deyişle kadınlar kesin bir varlığa sahip kişiler olarak değil, her zaman kadın olarak gösterilmektedir” (Coward 1993:45). Coward’ın deyimiyle kadınlar her zaman “tanımlanmış cins” olarak yaşanılan kültürün tanımlarının teşhirine yönelik kararlı baskının bir parçası olmuştur. Şimdiye kadar batıda televizyon reklamlarında dişilik stereotipleri üzerine yapılan sayısız içerik analizlerinde kadınların, başlıca iki rolde gösterildiği saptanmıştır. Ev kadını ve genç, çekici kadındır (Schmerl 1990:183). Meslek kadınları sevgi ve şefkat göstermeyi gerektiren mesleklerde gösterilmiştir (Neverla 1991:17). Reklamlarda kariyerli ve meslekli kadın rolünün sayısal oranı artmasına rağmen sözsüz vücut dili olarak dinamik bir sunum bu artış ile paralel özellik göstermemektedir. Kadınlar rol sunumu olarak kariyerli ve meslekli iken, beden dili olarak güvensiz, çekingen ve derli toplu oturan olarak sunulmaya devam etmektedir. Reklamlardaki çalışan kadınların çalıştıkları iş yerleri yalnızca bir iş yeri değil aynı zamanda onların çekici ve etkili sunumlarına katkı sağlayacak bir unsurdur (Brosius/ Stap 1990; Schmerl 1992). Televizyon reklamlarında dişiliğin sunumlarında incelikle düzenlenmiş ayrımcı yöntemler gözlemlenir (örneğin abartılı şive, yapmacıklık, eksantrik davranış) (Schmerl 1990:183). Kadınlar için bugünkü güzellik normları çok önemlidir. İdeal kadın tipi neredeyse genç ve zayıf olarak tek tiptir. “Tüketim toplumunda iç bedenin korunması, dış bedenin görüntüsünün güzelleştirilmesi hedefini taşımaktadır” (Işık 1998:161). Bu bağlamda beden ve tüketim ilişkisi, bedenin görünümü bağlamında korunmasına yönelik olarak düzenlenmektedir. Bütün kitle iletişim araçlarında (gazete, sinema, tv gibi) idealleştirilen kadın tipi yaygın olarak sunulur (Schmerl, 1992:28). Reklamlarda kadınların seksi kıyafetli sunumu bilhassa tercih edilmektedir. Bu seksi dişilik ile erkekleri etkilemek amaçlanmaktadır. Reklamlardaki kadınların temsil ettiği yaşam gerçekliği, gerçek kadın yaşam deneyimleri üzerine fazla bir şey söylememektedir (Schmerl 1992:8). İletişim 2002/15 Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler 3 Bu çalışma, geçmiş yıllarda batıda yapılan araştırmaların ve tartışmaların doğrultusunda, günümüz Türk televizyon reklamlarında kadın sunum biçimine dair klişeleri tespit etmeyi amaçlanmaktadır. Temel varsayımımız, bir toplumun kültürünü anlamak için, kitle iletişim araçları içeriğinin yeterli referansı verebileceğidir. Reklamlar kültürel ve toplumsal değişimleri yansıtan başlıca iletişim fenomeni olarak kadın sunumlarında hangi değişim ve klişeleri yansıtmaktadır? sorunu irdelenecektir. Televizyon Reklamlarında Dişilik Klişeleri Reklamlar, hem özel (Kanal D, ATV, Show TV, Star, CNN Türk v.s.) hem de devlet (TRT) televizyonlarında ekonomik bir amaca yönelik olarak hazırlanmış programlardır. Bu nedenle rekabet piyasası içinde ürünü satmak için hedef kitleyi en tavlayıcı sunum tasarlanmak zorundadır. Bunun yanı sıra reklamın yapıldığı kitle iletişim aracının izlenirlik oranının yüksek olması ve reklamı yapılan ürünün verimliliğinin yanı sıra, ilettiği mesajında dikkate alınır olması gerekmektedir. Bunu R. Paczesny bir metafor ile açıklamaktadır. “Reklam medyatik çiftleşmenin bir türüdür. Birine karşı tahrik uyandırır ve onu belirli bir ürüne sevk eder” (Paczesny 1985:474). Artık günümüzde reklamlar ürünün gösterilip, niteliklerinin açıklandığı ve fiyatının söylendiği tanıtım biçimi olmaktan çıkmıştır, bilakis ürünün tanıtımı bir yaşam biçimi ve değerlerle birlikte sunulmaktadır (örneğin tuvalet kağıdı reklamında sağlıklı aile bireyleri yetiştirebilmek için çevre korumanın gerekliliğinin vurgulanması). Bu bağlamda reklam mesajları hedef kitlenin kültürel ve toplumsal değerleri dikkate alınarak, onların istek ve kabullerine uygun olarak hazırlanmaktadır. J. Fiske reklamın ürünler farklı da olsa, hedef olarak belirlenen toplumsal oluşumdaki insanların kendilerine seslenildiğini fark etmelerini, hatta üründe kendi toplumsal kimliklerini ve değerlerini bulmalarını olanaklı kılacak anlamlar verme girişiminde kullanıldığını söylemektedir (Fiske 1991:17-18). Mesajlar ya geniş kitleleri ya da belirli gurupları hedeflemektedir. Reklam üretenler toplumdaki değişim süreçlerini ve baskın temayülleri hassas bir İletişim 2002/15 4 Dilek İMANÇER, Ahmet İMANÇER gözlemle aktarmaya çalışırken aynı zamanda çabuk başarı beklentisi, hızlı ve aktüel olmanın baskısı altındadırlar. Zira yeniliklerin zorlaması, reklam ajansları arasında rekabet savaşı ve buna bağlı olarak artan cazip ürünler ve reklamın hedef kitleyi çabuk etkilemesi reklam sisteminin gerekliliklerindendir. Pazar araştırmaları ise reklam mesajlarının içeriklerini belirleyen önemli bir faktördür. Reklam sektörünün iletişim prensibinin belirlenmesi, anlaşılması ve çekiciliği bu araştırmalara göre düzenlenmektedir (Bergler, Pörzgen & Harich, 1992:16). Genelleme ve indirgemecilik reklamın önemli bir özelliğidir. İnsan sunumlarında çok az tiplemeye indirgeme, bireyselliğin sınırlandırılması sonucunda klişe ve stereotiplerden oluşan bir anlatım dili kurulmaktadır. Reklamlarda göze çarpan başka bir özellik ise günlük hayatın gri renklerinin filtrelenip, daha çok rüyalara hitap eden bir atmosfer yaratılmaya çalışıldığıdır (Schmidt/Spiess 1994). Bu bağlamda reklamlar yalnız pozitif mesajlar üretmekte olduğu ve taraflı olduğunu söylemek mümkündür. Bu taraflılığı avantaj ya da kazanç sağlayacak şekilde kullanmaktadır. Zira bu taraflılık modern endüstri toplumunun kolektif kültürünün ortak uylaşımlarına aittir. Söz konusu olan gerçeğin yerine bu toplumun kollektif kültürüne ait kod öğelerinin birleşiminden hareketle üretilen bir ‘yeni gerçek’ in geçirilmesidir. J. Baudrillard’ın deyimiyle “gerçeklik, aracın kendisi tarafından gerçekleştirilmiş modelin bu yeni gerçekliğinin yararına yok edilir, buharlaştırılmaktadır” (Baudrillard 1997:152). Günümüze kadar hatta günümüzde de reklam sektörü sayısal olarak erkeklerin hakim olduğu ve onların şekil verdiği bir alan olmuştur. Aynı zamanda erkek yaşam biçiminin değer ve ölçülerinden kökleşmektedir, fakat reklamlarda dişiliğin yerinde sayan sunum biçimi konusunda yapacağımız araştırmada sorumluluğun reklam verenler, izleyiciler ve reklam filmcilerini de içine alacak şekilde geniş olduğu bilinmektedir. Boorstin reklamcıların ikna etme ve yutturmacılarını kendi baştan çıkarma arzularından değil, bizim baştan çıkarılma arzumuzdan da kaynaklandığını söylemektedir (Aktaran: Baudrillard 1997:153). İletişim 2002/15 5 Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler Araştırmamızda 15 Kasım- 15 Aralık 2002 tarihlerinde çeşitli kanallarda (Kanal D, Star, TRT, Show TV, CNN Türk) yayınlanan kadınların rol aldığı 68 adet reklam spotu kayıt edilerek kadın klişeleri ve değişimler içerik analizi yöntemi ile araştırılmıştır. Seçilen reklam spotlarında oyuncu olarak kadınların spesifik cinsiyete özgü rol davranışları, geleneksel davranış tarzları ve yenilikçi davranış tarzları B. Spiess’in televizyon reklamlarındaki dişilik klişeleri konusunda 1994 yılında yaptığı araştırma örnek alınarak incelenecektir (Spiess, 1994). Bu seçilen reklam spotlarında aşağıdaki sorular araştırılmıştır: • Televizyon reklamlarında kadınlar çok yönlü olarak sunulmakta mıdır? • Hangi geleneksel ve tutucu roller bu günde televizyon reklamlarında onaylanmaktadır? • Kadın sunumu açısından reklamlarda yenilikçi değişimler gözlenmekte midir? • Reklamlardaki kadın modelleri toplumdaki gerçek modellerini yansıtmakta mıdır yoksa çarpıtmakta mıdır? kadın Bu sorular araştırma materyalinin analizinde kadınların rol fonksiyonuna bağlı klişelere göre ayrıştırılarak incelenecektir. Bu klişeler dişilik stereotipleri ve spesifik cinsiyete bağlı rol davranışlarına özgü daha önceki araştırmalarda saptanmış özelliklere göre aşağıda beş kategoride belirlenmiştir: 1. Güzel, çekici ve genç birey kadın klişesi 2. Evli ve anne kadın klişesi 3. Meslekli kadın klişesi 4. Yaşlı kadın klişesi Yukarıdaki kategorilere göre incelenmek üzere kayıt edilen 68 adet reklam spotunun 29 tanesinde güzel, çekici ve genç birey kadın, evli ve İletişim 2002/15 6 Dilek İMANÇER, Ahmet İMANÇER anne kadın 28, yaşlı kadın 5, çalışan, meslekli kadın 6 adet olarak sunulmakta olduğu tespit edilmiştir Güzel, Çekici ve Genç Birey Kadın Klişesi Başlangıcından günümüze değin televizyon reklamlarında kadınlar erkek ve dişi bakışının erotik öznesi olarak kurgulanmıştır. Bu güzellik anlayışı, bu günde fazla değişmemiştir. Buna karşın 50 li 60 lı yılların sınırlı güzellik idealleri (seksi, genç, zayıf, uysal ve şirin) takip eden yıllarda artan niteliklerle genişlemiştir. Vücut özellikleri yanı sıra bazı bireysel özellikler de benimsenmiştir. Bunlar kendi başına ayakta durabilen, özgüvenli, sportiftir. 70 li ve 80 li yıllarda kadın hareketleri bağlamında reklam imajlarındaki kadın portrelerine karşı eleştirel yaklaşımlar, reklamlarda egemen güzellik idealine uyum konusundaki eğilimi değiştirmeye yeterli olmamıştır. Kadınlar reklamlarda erkeklerin çekici kadın ideallerine uygun olarak güzel olmak zorundaydı. Çekici olan ise, kendi doyumunu, kendi memnuniyetini doğrudan sunarak arzuları coşturan yani izleyeni güzelliğe ilişkin tüm kavrayışların istediği arı düşüncelerden uzaklaştırarak, doğrudan gösterdiği nesnelerle bu arzuları ister istemez coşturandır (Fiske 1999:69). Bu güzel olma durumu çeşitli varyasyonlar içinde sunulmaktadır. Reklam kadınının güzel olma ve süslenme isteği sadece erkeğe kendini beğendirme çabasından değildir, aynı zamanda kendini iyi hissetmesi ve özgüveni için de (örneğin, vücudun sağlıklı olması için zayıf kalma mücadelesi) gereklidir. Vücut özelliklerini açıkça göstermekle (vücudu ortaya çıkartan giyim, dişi saç biçimi, makyajı, beden dili, v.s,) cinsiyetini açıkça vurgulamayı kabul eder. Hakim güzellik ideali sembolleri yalnızca vücut özellikleri ile sınırlanmaz, bilakis özgüven, bağımsızlık, canlılık, aktiflik gibi özellikleri de kapsamaktadır. Reklamlar kılavuz resimler aracılığı ile hedef kitleyi oluşturan kadınlara belirli hedefler telkin etmektedir. Özellikle kozmetik endüstrisinin reklamları “genç kalınmaz, fakat genç görünülür” yargısını telkin edici niteliktedir. Bu bağlamda “Dove Şampuanı” kullanan genç, güzel, uzun saçlı esmer kadın temizlik, parlaklık ve mutluluk içinde salınmaktadır. Zira saç İletişim 2002/15 Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler 7 güzelliği sayesinde özgüvenini kazanmıştır. “Elidor” kadını ise “hep bakılmayı” hak etmiştir. “Nivea Body Milk” kadını hiç olmadığı kadar pürüzsüz ve yumuşaktır, bu sayede vücudu ile barışıktır. “Loreal Revitalift” krem kullanan kadın kırışıklıklarının üstesinden gelmeyi başarmış ve genç kalma hedefine ulaşmıştır. “Colgete Diş Macunu” sayesinde genç sportmen güzel kadın beyaz, parlak ve göz alıcı dişlere sahip olacaktır. “Rejoice” kadını ürün sayesinde saçları ile erkeğine dokunma cesareti bulmakta ve bu sayede onun sevgisini kazanmanın verdiği mutluluğun sarhoşluğu içindedir. Bu tarz reklamlar aracılığı ile toplumumuzda ataerkil zihniyete uygun olarak kadınlara toplumsal kimliklerini, özgüvenlerini ve cinselliklerini bedenlerinin görünüşünde sergilemeleri gerektiği telkin edilmektedir. Eğer kadın belirlenen formun dışında ise, ona doğru ürüne yatırım yaparsa, bu formun ulaşılabilinir olduğu telkin edilmektedir. Bu bağlamda günümüzde kadınlar ergenlik çağından itibaren vücutlarını biçimlendirmek ve izledikleri resimlere benzemek için (spor yapmak, silikonlarla dolgunlaştırmak, dikleştirmek ve estetik olarak kestirip, ekleterek) mücadele vermektedirler. Reklamlarda kadına yönelik şiddetin bir çeşidi olarak, “İstikbal Country Collection” reklamında şişman kadınlar bir yandan güzellik ideallerinin belirlediği formu yakalamak için azimle (yürüyüş yaparak) mücadele verirken, diğer yandan kendi fiziksel koşullarının yeterli olamayacağı, ancak ekonomik koşullar ile elde edilebilecek olan dekoratif bir ev dünyası karşısında büyülenmekte, bir de bunu elde etme isteği ile baş etmeye terk edilmektedir. Tüketim dünyasının uyandırdığı, asla sonu olmayan, arzu ve istekleri tatmin etme hayalleri ile adeta –hayranlıkla ürüne bakmaktan kendi önünü görememektedir- yaşamı direğe toslamaktadır. Bu da demektir ki, yaşamdaki mutlulukların ürüne ve onun empoze ettiği değerlere endekslenmesi sonucu yaşamı boyunca disiplin, baskı, eziyet, acizlik duygusu, aşağı görülme korkusu ve aşırı sağlık rizikosudur. Çekici, genç (35 yaşa kadar), bakımlı, son moda bağımsız ve serbest kadının ev kadınına göre daha fazla Daha çok kendine bir eş aramak için yaşar ve bu amacına de seks objesi olması gerekmektedir. O bir objedir ve giyimli, varlıklı, seksapeli vardır. ulaşabilmesi için diğer kadınlarla İletişim 2002/15 8 Dilek İMANÇER, Ahmet İMANÇER rekabet edebilmesi için marka taşıması gerekmektedir. Ancak marka taşımak kadın açısından diğer hemcinslerinden bir farklılaşmanın yanı sıra ortak bir dili konuşmak için toplumsal olarak konumlandırılabilir bir aksanı kullanma edimi olmaktadır. Sonunda bir erkeği elinde tutabilmek için nesne olmak zorundadır. Bu nedenle genç kadınlar çifte rol oynamaktadır. Erkeğin objesi, reklamın objesi (Kotelmann & Mikos 1981:68). Bu kadının sanatsal sunum biçimi metaforik olarak ürün ile eşdeğerli olarak sunulmaktadır. Kadının nesneleşmesine seksi giyim tarzının yanı sıra, bazı reklamlarda ürün ile kadın arasında hemen hemen hiç ayrım kalmamaktadır. Kadının erotizm çağrıştıran hareketleri bir ürünün tercih edilmesi ile karşılaştırılarak eşit tutulmaktadır. “Palmolive Aroma duş jeli” kullanan kadının tamamiyle çıplak bedenini kendinden memnun okşaması gibi, ürünün masaj yapıcı özelliği olduğu vurgulanmaktadır. Kadının vücut biçimi, giyim sitili, ürünün rengi ve biçimine uygundur, ya da kadın ve ürünün ortak özellikleriyle vurgulanmaktadır: “Can Leydi kadın pedi” tıpkı kadın teni gibi havayı geçiren dokusuyla nefes alır nefes aldırır. Ülker çikolata, garda henüz sevgilisinden hüzünlü bir şekilde ayrılmış genç için sevgilisin yerini hemen dolduracak kadar hatta ondan daha çok haz ve mutluluk vericidir. İkisi de çekici ve mutluluk vericidir. Meta karakteri açısından kadının sunumu sinsice gerçekleştirilmektedir. Bu bağlamda ürün ile özdeşlik kurularak kadının sunum biçimi onu erkeğin elde edebileceği ürün gibi satılık konuma düşürmektedir. Kamusal alanda erkek ile eşit hakkı olması ancak pahalı zevk ve para harcaması ile mümkün gözükmektedir. “HSBC” Banka reklamında, “Yapı Kredi World Kart” reklamlarında güzellik ideallerine uygun, kamusal alanda alış veriş yapmaktan başka işi olmayan avare kadınlardır. Güzel, Çekici ve Genç Kadın Klişesinde Yenilikler Televizyon reklamlarında genç birey kadın tipi göreceli olarak fazla yer almamakla birlikte hedef grubu gençler ve eğitimli yalnız kadınlardır. Türkcell Hazır kart reklamında “özgür kız” tek başına Anadolu’yu gezmektedir, fakat onun özgürlüğünün sınırları da bir erkeğe aşık olması ile İletişim 2002/15 Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler 9 belirlenmiştir. Artık sevgilisi ile yola çıkmıştır. Başlangıçta bu tipleme genç, bireyci, entelektüel tarzıyla bir yenilik olarak çıkmaktadır. Onun dış görünüşü, jestleri ve mimikleri reklamlardaki geleneksel dişi kılavuz resimlerinden farklıdır. Örneğin bireysel kendine özgü giyim tarzı, başında taşıdığı kovboy şapkası, kendinden emin adımlardır. Bu samimi, kendine yeterli, tartışmaya açık, kararlı davranış özellikleri ile yeni bir kadın davranış tipi geliştirilmekten ziyade kaderi erkekler tarafından tayin edilerek, -pop star Tarkan’ın kızın sevgilisi ile birleşmesini misyon edinmesi ile- yine bir erkeğin gölgesinde “özgür kız” kimliği silikleşmeye mahkum edilmiştir. Klasik kadına özgü sunumlardan farklı bir başka kadın tiplemesi ise “İş Bankası Maximum Cart” reklamında soğukkanlı kadın tiplemesidir. Bu tipleme korkmayan, güçlü, cesur kadını sunar ve aynı zamanda tereddüt etmeden –erkekle beraber köprüden hızla giden tankerin üzerine atlar ve onun dış cephesini akrobatik hareketlerle püskürtme boya ile boyarlartehlikeye atlar. Bağımsız, erkek kadar kendine yeterlidir ve her durumda kontrolü elinde tutar. Benzin istasyonundan benzin alan kadın ise son derece lüks giyimli, kendine yeterli, ciddi tavırları ile dikkat çeker. Soğukkanlı kadının sunum biçimi ise kısa koyu saçlar, siyah vücudu saran giyim ve yine ciddi tavırlardır. Bir yandan yürüyüş, vücut duruşu, gücü ile erkeğe özgü özellikleri alırken, diğer yandan dar kıyafet ve belirgin hatlar ile seks sembolüdür. Soğukkanlı kadın dişi narsizmi, bağımsızlığı ve özerk kadının özgürlüğünü canlandırır. Onun şehvetliliği görünüşündeki uzaklık duygusu ile sınırlıdır. Zira onun mükemmel dış görünüşü dokunmaya izin vermez. Reklamcı bu kadın tiplemesi ile şu başlıklar altında bir vizyon kurmaktadır: seksi, agresif, feminist, anrojen, robot ve asil leydi dir. Karşıt duyguların bir aradalığından oluşmaktadır. Dış görünüşünde karmaşık dişi kimliği (bilinçli, cesur, korkusuz, sağlam iradeli, azimkar, duygusuz ve soğuk) ile geçerli dişi stereotiplerinden ilginç farklılıklar sergilediği görülmektedir. İletişim 2002/15 10 Dilek İMANÇER, Ahmet İMANÇER Yaşlı Kadın Klişesi Reklamlarda yaşlı kadınlara sayısal olarak çok az olarak yer verilmesinin yanı sıra genellikle geleneksel rollerde gösterilmektedir. Emekli, görev bilinci olan, mütevazı, sempatik, iyi huylu, düzenli, faziletli, deneyimli, müşfik anne ve yaşlılık hallerine uygun olarak toplumsal aktivitelere katılmama (azalma) olarak yer almaktadır. Onlar aile ve ev alanına aittir. Kent şekerleri reklamında modern kentli yaşlı kadın eşi ile birlikte duygusal bir müzik eşliğinde çocuklarının bayram ziyareti için alışveriş yapmaktadır. Zira bayramda büyüklere saygı ve onların ellerinin öpülmesi gerektiği bizim dini kültürümüzde bilinen bir olgudur. Ürünün bayram olgusu ile paralel sunumu ürünün misafir ağırlamaktaki işlevselliğinin yanı sıra ona kültürel bir değer de katmaktadır. Yaşamlarını geleneksel anlamda çocukları ve torunlarına adamış tipik bir anne olan yaşlı kadın, alışveriş yaparken satıcıya “yavrum” diye hitap etmesi annelik duygularının içselleşmesini vurgulamakta, toplumda herkesin kolaylıkla anne ya da büyük anne olarak benimseyip saygı gösterebileceği bir tipleme oluşturulmaktadır. “Coca Cola” reklamında ise büyük anne torunun saçını okşar, müşfik ve ev işlerinde yardımcıdır. “Türkcell Kademeli Cell” reklamında pardösülü, baş örtülü, güler yüzlü ve sempatik yaşlı teyze ye gençler merdivenden inmekte yardım eder. “İstikbal Country Collection” reklamında çevresindeki nesneleşen ev dünyasına büyülenmiş olarak gözlüğünün üstünden bakan yaşlı kadın, robot gibi önüne bakmaksızın örgü örmektedir. Yaşlı kadının yaşamında başka yapacak bir işi, ya da amacı yoktur, edilgin bir biçimde sürekli evde oturarak ürettiği örme işler de çevresindeki eşyalara büyülenmesiyle bilinçli bir üretim olmaktan çıkmıştır. Onun ördüğü eksikleri ve fazlalıkları ile şekil bozukluğu içindeki örme giysileri torunu, kızı, oğlu ya da damadı itiraz etmeksizin miskinlikle giymektedir. Bu reklama göre artık insanların kendi üstlerine başlarına dikkat ederek özgüvenli, aktif kimlik kurmaktan ziyade evi giydirerek atmosfer yaratmanın önemi vurgulanmaktadır. Ev İletişim 2002/15 Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler 11 gereksinimleri insan gereksinimlerinin önüne geçmiştir. İnsan sadece evinde yarattığı dünyaya edilgin bir şekilde büyülenmiştir. “Aria Extra Kart” reklamında başı yazmalı yaşlı Karadeniz kadını bir gence el öptürür, eşek üzerinde giderken cep telefonu ile konuşurken, elindeki çubuğu ile önde yürüyen gence şımarıkça vurmaktadır. Kadın ürünü kullanmaktan çok mutludur. Genç ile birlikte bir yandan ürünün logosunu tutarken, bir yanda da cep telefonu ile konuşmasına devam etmektedir. Ürün burada yaşlı kadının toplumsal kimliği ve ilişkilerinin anlamlarını oluşturacak şekilde sunulmakta, yaşam sevincinin kaynağını oluşturmaktadır. Reklamlarda yaşlı kadın sunumunda göze çarpan bir başka özellikte, toplumda yaşlı insanlara yönelik klişeleşmiş ön yargılar ve değerlerle ürünlerin özdeşlik kurmasıdır. Ürünler sayesinde annelik, müşfiklik, edilgenlik, yardıma ihtiyaç duyma, saygı görmeye ait kültürel olguların altı çizilmektedir. Nadiren de olsa “Aria Extra Kart” reklamında olduğu gibi yaşlı kadın kendine güvenli, aktif, dinamik, esprili ve yaşam sevinci dolu olarak gösterilmektedir. Evli ve Anne Kadın Klişesi Televizyon reklamları geleneksel evli ve anne kadın rol klişelerini onaylar nitelik göstermektedir. 50 li yıllardan bu yana oluşturulan anne ve evli kadın klişeleri günümüzde de çeşitli varyasyonlar içinde varlığını devam ettirmektedir. Reklamlarda evli ve anne kadın resimleri üstlendikleri rollere göre çok yönlü değildir. Mükemmel anne ve evli kadın tutucu fakat yeni deneyimlere açık, yaşantısını bir eş ya da bir aile ile sürdürmek üzerine kurmuştur. Kocası ve çocukları etrafında pervane olur, fakat aynı zamanda kendini ihmal etmez, bakımlıdır. “Selpak Havlu Kağıt” reklamında anne mutfağın altını üstüne getiren erkek çocuklarının duvarlarda, tavanlarda ve yerlerde İletişim 2002/15 12 Dilek İMANÇER, Ahmet İMANÇER yaptığı pislikleri akrobatik hareketlerle derli toplu görünümünden taviz vermeksizin temizler. Sonuçta oğlunun arkadaşı “annen süper” derken çocuk kendi annesinin yaptığı işi görmezden gelerek “annem değil filler” der. Tipik erkek egemen toplumda ev kadınının emeğinin hiçleştirilmesi çocuğun davranışı ile doğallaştırılmaktadır. Doğru ürün kullanmazsa kadın ne kadar çalışsa da evinin temizliğinde başarılı olamayacaktır. Kadınların aile ve boş zamanı düzenleme rolüne örnek olarak “Selpak Tuvalet Kağıdı” reklamında anne, boş zamanlarında çocuklarına tuvalet kağıdı üzerine öyküler anlattırır. Ürün sayesinde çocukların yaratıcılıkları gelişmektedir. Ayrıca kadınlar artan oranda ürüne bağlı olarak uzmanlık gösterirler. Evli kadın ve anne olarak reklam spotlarında aileye özgü boş zamanı düzenleyen ve duygusal işlev yerine getirirler. Karakteristik özelliği şefkat, hassasiyet, duygusal katılım ve anlayışlı olmaktır. Genel olarak kocası ve çocuklarının fiziksel ve ruhsal rahatlığından sorumludur. “Nivea Baby” temizlik mendili ile anne çocuklarına hijyen sağlar, Alo deterjan reklamında, anne doğru ürün sayesinde okulda oğluna en beyaz gömleği giydirerek, öğretmenin dikkatini çocuğun üzerine çekerek, çocuğunun okul başarısını pozitif yönde etkilenmesini becermiştir. Özellikle kocasının gündelik aile problemlerini hafifletmesi ile pozitif gösterilir. Genelde sıcak kanlı toplu saçlı, bakımlı ve çekici özellikleri ile geleneksel rol klişelerinde sunulmaktadır. “Pınar Kaymaklı Köy Yoğurdu” reklamı Türk toplumuna özgü klasik görücü usulü kız isteme motifinin kullanımıyla, kadının ürün ile özdeş sunumuna olanak sağlamaktadır. Anne oğluna ballandıra ballandıra “Ah bir görsen eşi benzeri yok, güzelliği dillere destan, köy güzeli” diye methederken, görüntüde başında altınları olan fesi, kırmızı baş örtüsü ve folklorik giysileri ile genç bir kız dururken önünden at arabası içinde yoğurt kaseleri geçmektedir. Genç erkek annesinin övgülerinden sonra “eee ne duruyoruz, gidelim isteyelim şu yoğurdu” der. Gencin annesi ise, modern kentli görünümüne rağmen oğluna görücü usulü kız seçmekte ve onu ikna etmektedir. Burada kadını meta konumuna düşüren ürün ile kadının özdeşlik kurularak sunumuna evliliğe ait alt kültüre özgü kodlar kullanılarak varyasyon yapılmaktadır. Kadın, erkek için yoğurt kadar kolayca satın alınabilendir. “Tefal Clipso” düdüklü tencere reklamında bir başka anne ev İletişim 2002/15 Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler 13 işlerinde haylaz genç kızının kendine yardım etmesini telkin ederek, onu özel alanda kadına özgü görevlere hazırlanmaya yönlendirmektedir. Ürün, yemek işlerinde o kadar kolaylık sağlamaktadır ki ev işlerinde en haylaz kızları bile evcilleştirmektedir. Evli ve anne kadın sunumlarında bir de tavsiyeci kadın tiplemesi vardır. Bu tipleme daha çok deterjan reklamlarına özgüdür. “Ace Çamaşır Suyu”nun Ayşe teyzesi hem annedir hem de diğer annelere en beyaz ve aynı zamanda en dayanıklı çamaşırlar için Ace’yi tavsiye etmeyi misyon edinmiştir. “Kosla Sıvı” reklamında gelini ve kızına Kosla kullanmayı öğreten annedir. “Hes Color” reklamında ise çamaşırları gibi rengi solan kadına komşusu “Hes Color” önerir. Bu kadın klişesi genellikle beyaz gömlek giyen, toplu saçlı, bakımlı, deneyimli, bilge ve haklı olma özellikleri ile sunulmaktadır. “Digitürk” reklamında kadın kanepede uzanmış dergi karıştırmaktadır, maç seyretmek için yerinde duramayan kocası, heyecanını ona belli etmemeye çalışarak, “sadece kaç kaç olduğuna baksaydım” diye alttan alarak sorar. Kadın “birazdan film başlayacak” diye kanal değiştirmesine gönüllü olamaz, fakat sonuçta adamın istediği olur ve onun maç coşkusuna kadın da katılır. Bu reklamda kadının ev içinde özerk ve karar verme yetkisine sahip olduğu etkisi uyandırılmaktadır, fakat sonuçta son kararı veren yine erkektir ve kadının özerkliği, karar verme durumu cılız bir ses olarak silikleşmektedir. Evli yabancı uyruklu olarak yer alan tek kadın figür ise “Sera Gıda” reklamındadır. Yabancı Alman kadın tiplemesi asabi, dırdırcı ve Türk kocasının geleneklerini anlamakta zorluk çeken olarak negatif özelliklerde resmedilmektedir. Evli ve Anne Kadın Klişesinde Yenilikler Klasik ev işleri yapan evli kadın resimlerinde de yenilikler gözlenmektedir. Klasik anlamda ev kadını olarak işler yapılmamakta, makineler yada erkekler tarafından bitirilmektedir. Ev kadının kendisi İletişim 2002/15 14 Dilek İMANÇER, Ahmet İMANÇER fonksiyonsuz, yalnızca ürünün sunumunda mümkün olan çekicilik işlevi görmektedir. “Arzum Çay Robotu” isteyen kadın kocasının ceketini onun şımarıkça başına fırlatır. Cilveli hal ve tavırlarla kocasından çay robotu almasını ister. “İhlas Auro Tencere” ile mutfağını donatan kadın artık kocasını bile mutfağa sokmaya ikna etmeyi başarmıştır. Cilveli tavırlarla kocasından maç seyrederken omlet, uyurken uyandırıp ballı krep istemektedir ve yaptırmaktadır. Bu tarz reklamlarda kadınlar evin ve ailenin sorumluluğunu taşıyan annelik özelliklerinden ziyade, erkeğini dişilik özellikleri ile ayartan ve istediğini yaptırmayı başaran olarak resmedilmektedirler. Geleneksel sunumlarda kadın eşine evde rahat bir ortam sağlamaya yönelik gayret içindedir ve aile değerlerini ön plana çıkaran bir sunum içinde gösterilmektedir. Eşe karşı genç, çekici, cilvelilik özelliklerine bir yenisi daha eklenmiştir ki bu da “malgöz” kadındır. “Bellona Coolline” reklamında koltuğuna tavandan su damlayan kadın aynı koltuğun uç kısmında oturan eşini kaş göz işaretleri ile ayartarak kendine doğru-su damlayan yereyanaşmasını sağlamaktadır. Böylece su koltuğa değil eşine damlayacak ve koltuk korunmuş olacaktır. Artık kadın için mala verilen değer erkeğinden daha üstündür. Bunu ataerkil kültürün kadını evde konumlandırma ideolojisinden bir sıyrılma biçimi olarak ta yorumlamak mümkündür. Artık kadın ev dünyasına ait nesneleri erkeğinden üstün tutmakta, erkeği sadece onları korumak için kullanmaktadır. Karşı cinse duyulan duygusal gereksinmeler ve aile değerlerinin yerini kendi yarattığı nesneleşen dünyası almıştır. Meslekli Kadın Klişesi Günümüzde modern kent yaşamının gereksinimleri doğrultusunda televizyon reklamlarda meslekli kadın görünümleri kanıksanmıştır. Yine de araştırmamızda meslekli ya da çalışan kadınların sayısal olarak reklamlarda az sayıda (68 reklam spotunun 6 tanesinde) temsil edildikleri tespit edilmiştir. Reklamlarda en çok benimsenen ve sunulan meslekli kadın modeli kariyeri ve statüsünün bilincinde, fakat aynı zamanda eğlenmeyi de İletişim 2002/15 Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler 15 sevmekte, oldukça çekici, genç,(25-35 yaş arası) bakımlı, modaya uygun, sportif, zayıf ve dinamiktir. Mesleki yeteneklerinde çok cazibeli ve ikna edici olduğunu - öncelikle erkek meslektaşlarına karşı- ispatlamalıdır. Kadınların mesleki pozisyonları duygusallık ve erotik fonksiyonlar ile sıkı sıkıya bağlıdır. Mesleklerde geleneksel rol örnekleri de bulunmaktadır. Bu bağlamda şu soru akla gelmektedir: Reklamlarda yer alan meslekli kadın toplumsal gerçeklikte yer alan meslekli kadınların yansıması mı yoksa çarpıtılması mıdır? “Arçelik” reklamında mühendis kadın statü olarak kendinden düşük çalışan erkek iş arkadaşının yanında mesleki yetenekleri ile değil de göz kamaştırıcılığı ve cazibesi ile ön plana çıkmaktadır Kurumun logosu yeniden tasarlanacaktır, kurumun yenilikçiliğine yönelik doneleri kurumda çalışan mühendis kadın robot bilgisayara yüklemekte başarı sağlayamaz, fakat aynı kurumda gece bekçiliği yapan bir erkek bunu başarır. Kadın ise erkeğin direktifleri ile yeni logoyu oluşturan robotu öperek dişiliğini ön plana çıkarır. Erkeğe direkt olarak hizmet eden bir meslekte olamamasına rağmen yine de mesleki başarısı erkeğe tabi kılınmaktadır. Bu bağlamda meslek sadece görünüştür, içeriği boşaltılmaktadır. “Milka Gofret” reklamında genç tecrübesiz bayan öğretmen kendine güvenli, otoriter ve ders verdiği sınıfa hakim değildir. Öğrencileri tarafından kolayca kandırılabilendir. Çalışan kadının klasik sunumlarına uygun olarak hizmet işlerinde çalışan çocuk bakıcısı (Gazi Yoğurt) kadın annelik ideallerine uygun olarak, genç, güler yüzlü ve sevecendir. Markette kasiyerlik (Gima Card finans) yapan kadın ise erkek müşterilerine hizmet ederken, hep aynı işi yapmanın verdiği monotonlukla bezgin ve memnuniyetsizdir. Reklamlarda meslekli ve çalışan kadınların evli ve anne olarak resmedilmemekte, meslekte başarı ve eş olmak reklamcılar için birbiri ile çok az uyumlu bir olgu olduğu gözlenmektedir. İletişim 2002/15 16 Dilek İMANÇER, Ahmet İMANÇER Meslekli Kadın Klişesinde Yenilikler Tabi ki reklamlarda meslekli kadına ilişkin “yeni kadın” tiplemeleri de vardır. Bunlar avare, lüks yaratıktır, aynı zamanda kendi parasını da kendileri kazanmaktadır. Film oyuncusu, butik sahibi, yönetici olarak hayal edilen meslekleri ile yer alırlar. “Pantene” şampuan reklamında oyunculuk yapan genç kadın kariyerini rol yeteneğinden ziyade saçlarının güzelliğine borçludur. Kişisel yetenekleri ve özellikleri ile mesleğinde uzmanlaşmak yerine, kullandığı ürün ile güzellik idealine uygun olmayı başardığı ölçüde mesleğinde başarılı olacaktır. “Molpet” reklamında mağaza sahibi liseli kızların “bu dükkanda Molpet var mı?” sorusu karşısında şaşkınken, film oyuncusu Hülya Avşar Molped’i olduğu için kendinden emin görülmektedir. Liseli kızlar için “Molpet” sayesinde hayran oldukları Avşar ulaşabilir olmuştur ve bu ürün sayesinde onun ile özdeşlik kurabilmektedirler. Aynı zamanda kamusal alanda ürün sayesinde öz güvenlerini kazanarak, erkeğe özgü bir kavram olan “delikanlılık” unvanını almaktadırlar. Bu bağlamda meslekli kadının sunum biçimi gerçeklerden uzaktır, o sadece çekicidir ve ürün için dekoratif bir atmosfer sunmaktadır. Başarılı meslek kadını rolü şu sloganlar ile ilişkilidir: başarı, özgüven, bağımsız-ürüne bağımlı, ve bakımlı vücut. Sonuç Genç, güzel, çekici birey kadın klişelerinde kadın kimliği genel olarak idealize edilen vücut güzelliğinin yanı sıra özgüven, bağımsızlık, aktiflik gibi kişilik özellikleri ile bir bütün olarak sunulmaktadır. Bu özellikler doğru ürüne bağımlı olarak bedenlerinin mükemmel görünmesi sayesinde kazanılmakta ve cinselliklerini bedenlerinin görünüşünde sergilemeleri gerektiği telkin edilmektedir. Meta karakteri açısından kadının sunumu sinsice gerçekleştirilmektedir. Bu bağlamda ürün ile özdeşlik kurularak kadının sunum biçimi onu erkeğin elde edebileceği ürün gibi satılık konuma düşürmektedir. İletişim 2002/15 Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler 17 Sayısal olarak reklamlarda çok az sayıda yer alan yaşlı kadınların rol davranışları aile ve ev alanına ait olarak sınırlanmaktadır. Dış görünüşleri ve beden dilleri yaşlı insanların ritüelleşen sunum biçimlerine uygun klişelerle gösterildikleri saptanmaktadır. Bunun dışında boş zamanlarını aktif geçiren, kamusal konulara duyarlı, dinamik, esprili, yaşam sevinci taşıma gibi alternatif özellikler içinde yaşlı kadın profili sunulmamaktadır. Reklamlarda geleneksel evli ve anne kadınlar genellikle 30-35 yaşlarda, çok çekici olmayan, modaya uygun giyinmiş, bir ev ya da apartman dairesinde özel alanda resmedilmektedir. Bu tipin yaşamının odak noktası ailedir. Duygusal, güvensiz, naif ve emir alan kişilik nitelikleri taşımaktadır. Çocukları ve kocası aracılığı ile sevgi ve övgüye haiz olması ev hanımının doğru ürünü kullanarak en temiz çamaşırı yıkaması ve en leziz yemeği yapması ile mümkündür. Bu kadın açısından olabilecek yenilik ise, gelişmiş ürünler sayesinde- dişiliğini de kullanarak- ev işlerini kocası ya da makinelere yaptırmaktır. Meslekli kadın sunumlarında mesleğe özgü uzmanlık fonksiyonu, dişilik fonksiyonlarının yanında belirsiz olarak kalmaktadır. Bu bağlamda reklamlarda meslekli ya da çalışan kadın klişesi erkek bakışında başarılı kadın -yükselmesinde mesleki bilgisinden ziyade çekicilik özelliği etkin olan- olmasının yanında ürünün sunumunda atmosfer yaratmak için kullanılmaktadır. Sayısal olarak meslekli kadının reklamlarda çok düşük seviyede yer alması, Türkiye’de Cumhuriyet’ten beri kadının eğitilmesi ve meslek sahibi olmasına yönelik resmi ideoloji söyleminden ziyade, ataerkil kültüre özgü klişeler içinde kalmaya yönelik bir eğilim olduğu gözlenmektedir. Sonuçta reklamlarda geleneksel kadın portresi karşısında yenilikçi değişimlerde söz konusudur. Tipik dişiye özgü özelliklerin (toleranslı, dert ortağı, korunmaya muhtaç v.b.) yanı sıra, kadına özgü yeni rol davranışları da (kendine yeterli, bireyci, narsist, baştan çıkartıcı v.b.) gözlenmektedir. Bu bağlamda ataerkil kültürün kadına biçtiği bilinen kadınsılık klişelerinin dışında reklamlarda farklı bir bakış söz konusu değildir. Son söz olarak reklamlarda sadece dişiye özgü nitelikler yelpazesinde genişleme olmasının İletişim 2002/15 18 Dilek İMANÇER, Ahmet İMANÇER yanı sıra, spesifik kadın içerik ve problemleri ihmal edilmektedir. Kadınların büyük oranda genç, güzel ve varlıklı olarak sunumları, onların asıl toplumsal gerçekliklerine ters düşmektedir. Kaynaklar BAUDRILLARD Jean (1997). Tüketim Toplumu, Çev: Hazal Deliçaylı, Ferda Keskin, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. BERGLER, Reinhold, PÖRZGEN, Birigitte, HARİCH, Katrin, (1992). Frau und Werbung. Vorurteile und Forschungergebnisse, Köln: Deutscher Instituts-Verlag. BROSIUS, Hans, STAAB, Joachim Friedrich (1990). “Emanzipation in der Werbung? Die Darstellung der Frauen und Maennern in der Anzeigenwerbung des “Stern” von 1969 bis 1988”, Publizistik:35:292303. COWARD, Rosalind (1993). Kadınlık Arzuları. Günümüzde Kadın Cinselliği, Çev: Alev Türker, Ayrıntı Yayınları, İstanbul. FISKE, John (1999). Popüler Kültürü Anlamak, Çev: Süleyman İrvan, Ankara: Ark yayınları. KOTELMANN, Joachim, MİKOS, Lothar(1981). Frühjahrsputz und Südseezuber. Die Darstellung der Frau in der Fernsehwerbung und das Bewusstsein von Zuschauerinnen, Baden-Baden:Bauer. IŞIK, Emre (1998). Beden ve Toplum Kuramı, Bağlam Yayınları, İstanbul. NEVERLA, Irene (1991). Fernseh-Zeit. Eine Untersuchung zur Fernsehnutzung, München: Ölschlaeger. PACZESNY, R. (1985). “Was ist geheim an der Verführung? Strategien, Techniken und Materialität der Werbung”. In: Gumbrecht, H. U.; Pfeifer, K. L., Materialität der Kommunikation. Frankfurt/M. İletişim 2002/15 Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler 19 SCHMERL, Christiane (1990). Frauenbilder in der Werbung. In: Gitta Mühlen-Achs, Bildersturm. Frauen in der Medien, München: Frauenoffensive. SCHMERL, Christiane (1992). Frauenzoo der Aufklaerung über Fabeltire, München: Frauenoffensive. Werbung. SCHMİDT, Siegfried Josef, SPIESS Brigitte (1994). Die Geburt der Schönen Bilder. Fernsehwerbung aus der Sicht der Kreativen, Opladen. SPIESS, Brigitte (1994). “Weiblichkeitsklischees in der Fernsehwerbung, In: Merten Klaus, Schmidt j.Siegfried, Weischenberg Siegfried, Die Wirklichkeit der Medien, Westdeutscher Verlag. VELTE, Jutta (1995). (Die Darstellung von Frauen in den Medien, In:Fröhlich Romy, Holtz- Bacha Christina), Frauen und Medien, Opladen: Westdeutscher Verlag GmbH. İletişim 2002/15 20 EK İçerik analizi için seçilen 68 reklam spotu Güzel, Çekici ve Genç Birey Kadın Klişesi 1. First Oxygen 2. Yapı Kredi Wold Kart 3. Dove Şampuan 4. Türkcell Hazır Kart 5. Orkide yağ 6. Can Leydi 7. Elidor Şampuan 8. Sana Ekmek Üstü 9. Blendax Aqua 10. Nivea Body Milk 11. Hazır Kart 12. Orkid Ultra 13. Alo Deterjan 14. Dove Body Silk krem 15. Loreal Revitalift 16. Of Çay 17. Hacı Şakir Şampuan 18. Colgete diş Macunu 19. Rejoice Şampuan 20. Palmolive Duş Jeli 21. İhlas Auro Halı Yıkama 22. Eti Cim Tart 23. HSBC 24. Bellona 25. Hunca Extory 26. İstikbal Country Collection 27. Yapı Kredi Yaşam 28. Ülker Çikolata 29. İş Bankası Maximum Kart Evli ve Anne Kadın Klişesi 30. Futya meyve suyu 31. Pınar Kaymaklı Köy yoğurdu 32. Arzum Çay Robotu 33. Tefal Clipso İletişim 2002/15 Dilek İMANÇER, Ahmet İMANÇER 34. Can Bebe 35. Miyo deterjan 36. Kinder Sürpriz 37. Nivea Baby temizli Mendili 38. Ariel Deterjan 39. Alo Deterjan 40. Nutella 41. Selpak Havlu 42. Selpak Tuvalaet Kağıdı 43. Coca Cola 44. Bellona Coolline 45. Eti Şokoleti 46. Omo Active 47. Ülker Bebe 48. Sera gıda 49. Kristal Kola 50. Digitürk 51. İstikbal Country Colection 52. İhlas Auro 53. Prima 54. Ülker Bebe Biskivisi 55. Ace çamaşır suyu 56. Kosla sıvı deterjan 57. Hes Colormatik Yaşlı Kadın Klişesi 58. Kent Şekerleri 59. Coca Cola 60. Türkcell Kademeli Cell 61. Aria Extra Kart 62. İstikbal Country Collection Meslekli KadınKlişesi 63. Pantene Şampuan 64. Gazi Yogurt 65. Milka Gofret 66. Gima Cartfinans 67. Arçelik 68. Molped Televizyon Reklamlarında Kadın Sunumuna Özgü Klişeler 21 Özet Bu çalışmanın amacı geçmiş yıllarda yapılan araştırmaların ve tartışmaların doğrultusunda günümüze yansıyan Türk televizyon reklamlarında kadının sunum biçimi değişmezler ve değişimler çerçevesinde tekrar araştırmaktır. Temel varsayımımız, medyaya özgü sunumlarda ve özellikle reklamlarda modern toplumların değişimlerinin izdüşümlerinin görülmekte olduğudur. Toplumumuzda ise reklamlar kültürel ve toplumsal değişimleri yansıtan başlıca iletişim fenomeni olarak kadın sunumlarında hangi değişim ve klişeleri yansıtmakta olduğu sorunu bir aylık süreçte çeşitli kanallarında yayınlanan kadınların rol aldığı 68 adet reklam spotu kayıt edilerek kadın klişeleri ve değişimler içerik analizi yöntemi ile araştırılmıştır. Sonuç olarak ataerkil kültürün kadına biçtiği, bilinen kadınsılık klişelerinin dışında reklamlarda farklı bir bakış söz konusu değildir, sadece dişiye özgü nitelikler yelpazesinde genişleme sağlayan yenilikçi değişimler tespit edilmiştir. Abstract The aim of this study is to re-examine, in the direction of research and studies conducted before, the presentation of women within the framework of changing and unchanging facts in TV commercial that have come to the present time. Our basic assumption is that the projection of the change in society has been seen in media presentaition and especially in commercials. In our siciety, commercials, as being principal phenomenon of communication social and cultural changes, were examined by recording 68 commercial spots in which women took parts and which were aired in different channels within a period of a month, using the method of content analysis. As a result, apart from womanhood (femaleness) which was befitted to women by patriarcial culture, there is no different viewpoint in commercials. We have only determined some innovative changes in the spectrum of womanly qualities. İletişim 2002/15 Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları Açısından İncelenmesi1 Önder ERKARSLAN* Giriş Yirminci yüzyıl başında modern kent ve mimarlığın kültürel ürünler aracılığı ile nasıl temsil edildiği, uzun yıllardan beri disiplinlerarası çalışmalara konu olmaktadır (1). Bu çalışmaların sonuçları, modernite çözümlemelerini zenginleştiren farklı açılımlar getirebilmektedir. Geniş kitlelere erişebilen bir sanat dalı olan sinema, bu çalışmalar içerisinde daha da ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Sinema ve modern mimarlık araştırmaları göz önüne alındığında Hollywood sineması ve Amerikan kentleri arasındaki ilişki sıkça işlenmesine rağmen, dünya sineması örnekleri ile konunun tartışılması modern mimarlığın ve modern ideolojinin farklı yüzleri konusundaki tartışmalara yeni boyutlar ekleme potansiyeline sahiptir. Bakışlarını 1950’lerden başlayarak kente çeviren –ama daha çok ahlaki ve siyasi meselelerle ilgilenen- Türk sineması İstanbul merkezlidir (Altınsay, 1996; Suner 2002). Kırda çözülme ve kentte yoğunlaşma olarak tanımlanan bu süreçte sosyal eşitsizliklerin neden olduğu kent içi yerleşim dokularının bozulması, varoşlarda ve gecekondulara sıkışan hayatlar, kamusal alan ve özel alanlar, kent yaşamı, kentliye bakış gibi daha çok filmin dramatik yapısını güçlendiren öğeler filmlerde sunulmakla beraber, her büyük metropolün sinemadaki yansımalarının belli imgeler ile temsil edildiği gibi, İstanbul da sinemada uzun süre kent merkezinin bilinen imgeleri ile aktarılmıştır. 1 Yazar, bu çalışmanın gerçekleşmesinde doğru kaynaklara ulaşmasını sağlayan İYTE Şehir ve Bölge Planlama öğretim üyelerinden Doç. Dr. Ziya Gencel ve Yard. Doç. Dr. Yavuz Duvarcı’ya teşekkür eder. Dr. İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü * İletişim 2002/15 24 Önder ERKARSLAN İstanbul’un adeta Türkiye’nin bir simulasyonu olarak sunulduğu ve yaşamın geçtiği tek sahne olarak konumlandığı 60’lı yılların Türk sinemasında, İstanbul’u çok tanınan imajların dışında aktaran filmlerden biri de Otobüs Yolcuları’ dır (1961). Boğaz manzarası, görkemli silueti ve tarihi mekanlarıyla görmeye alışık olduğumuz İstanbul’u yalnız başka bir ortama taşımakla kalmaz, aynı zamanda Cumhuriyet dönemi kentsel gelişim sürecine de tanıklık eder. Ertem Göreç’in yönettiği, Vedat Türkali’nin senaryosunu yazdığı ve başrollerini Türkan Şoray ile Ayhan Işık’ın paylaştığı Otobüs Yolcuları adlı film, İstanbul’un imara yeni açılan çeperlerinde inşa edilen bir kooperatifi konu alır. İnşaat sektörü bilindiği gibi, çok partili döneme geçildikten sonra ekonominin en canlı sektörlerinden biri olmuş; kentli yeni zenginlerin başlıca çalışma alanı haline gelmiştir. İnşaat sektörü müteahhit patronları, orta sınıf taşaronları ve proleter kesimi ile kendine özgü sosyal sınıflar yaratmıştır. İnşaat sektörünün bu denli ayrıcalıklı bir konuma sahip olması o dönemin filmlerine de yansımıştır. Filmde üç ana dış mekan çekimi belirgin biçimde öne çıkar: Yeşiltepe’deki mevcut gecekondu dokusu, burada oturan halkın kurduğu, henüz inşaatı devam eden yapı kooperatifine ait yerleşim, inşaat için kullanılan ve işçilerin barınaklarının yer aldığı taş ocakları... Ayrıca, Müteahhit Mahmut Beyin konutu da en önemli iç mekan çekimi olarak karşımıza çıkar. Bu mekanların simgesel anlamları çalışmanın içerisinde daha sonra incelenecektir. Öykü 60’ların İstanbul’unda, köyden kente göçün yoğunlaştığı yıllarda geçmektedir. O yıllarda İstanbul’un imarında çok katlı konutların tercih edilmesine karşın, filmin konusu olan yapı kooperatifinin az katlı, geleneksel biçeme sahip, 30’lu yılların Cumhuriyet Türkiyesi’nde devlet eliyle yaygınlaştırılan bahçe şehir dokusu (2), bu filmi modern İletişim 2002/15 25 Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları Açısından İncelenmesi mimarlık ve kent açısından ilginç kılmaktadır. Aynı zamanda senaryonun zengin Müteahhit ile gecekonduluyu aynı komşuluk ünitesinde bir araya getiren yapısı, uzun yıllardır üzerinde çalışılan kentlilik ve çoğulculuk kavramları açısından da okumalar yapmaya uygundur. 1. Bir Modern Konut Mit olarak Otobüs Yolcuları’nın daha çok konut sorunu etrafında gelişiyor olması rastlantısal değildir. Konut, modern mimarlığın manifestosudur. Neredeyse modern mimarlığın tüm biçimsel kuralları, öncüleri tarafından konut üzerinden meşru kılınmaya çalışılmıştır. Bu açıdan konut, yalnız barınma sorununu ifade etmek için değil, modern birey, aile ve toplum kavramlarını da yeniden kurmak için kullanılmıştır (Frampton 1980). Kısaca konutun özel bir yeri, sembolik bir anlamı vardır. Türk sinemasının Küçük Hanımefendi, Yumurcak, Ayşecik gibi filmlerinde zenginliğin, refahın simgesi olarak kullanılan modern konut, ya da villa, çoğunlukla gösterişli bir merdiven, geniş camlar, ahşap lambriler, geniş salon ve yemek odası, hizmetlilerin çalıştığı modern mutfak ve diğer kullanım mekanları ile ikonlaşmış imajlar ile seyirciye aktarılmış, sıradan halkın deneyimlemek olanağı bulamadığı bu varsıl konutlar beyazperde aracılığı ile herkesin ulaşmak istediği değerler arasına girmiştir. Filmde konut sorununa iki ana noktadan yaklaşıldığı görülmektedir: Birincisi modern konutun bir ideal olarak ortaya konduğu 50’li yıllar konjoktüründe modern konutun eleştirisi, ikincisi de inşaat sektöründe bir türlü var olamayan standartlar ve denetim mekanizmasının işlememesi ve bürokratların da rüşvet çarkı etrafında vurgun yapmak isteyen türedi müteahhitlerin çıkar zincirine dahil olması... 50 ve 60’lı yılların Türk filmleri modern konutun ideal haline getirildiği en önemli araçlardan biri olmuştur. Refahın modern konut ile İletişim 2002/15 26 Önder ERKARSLAN özdeşleştirildiği, özenilecek bir meta olarak sunulduğu filmlerde bu konutların sunum biçimine aracılık eden günlük yaşam nesneleri Müteahhit Mahmut Feslioğlu’nun evinde de kendini göstermektedir. Evin en önemli iç mekan donatılarından biri olan yemek masası (3) - ailenin klasik müzik eşliğinde yediği akşam yemeğiyle- idealize edilen batıya özgü yaşam biçiminin içselleştirilmesine işaret eder. Buyurgan, soğuk ve aile kavramının sıcaklığına uymayan bir kasvet göze çarpar. Mahmut Bey’in çalışma odası ise karanlık işlerin çevrildiği, hesaplaşmaların yapıldığı, bürokratlar ile rüşvet pazarlıklarının yapıldığı, dönen çarka karşı çıkmak isteyenlerin ölüm emrinin verildiği mekandır. Bu ev mutsuzluğun, kirli işlerin ve bozuk bir aile düzeninin sembolü olarak gösterilir. Modern konutun ayrılmaz bir parçası olan ve konutun kendisiyle eş anlamlı tutulabilecek mobilyalar, ayrıntılı olarak karelerde görülür. Duvarlarda asılı tablolar, Art deco konsollar, aydınlatma elemanları gibi bir dizi nesne, toplumun tüm kesimlerinin sahip olmadığı konfor düzeyini temsil eder. 60’lı yılların mimari çizimlerinde konutu idealize etmek için cephe ve kesitlere çizilen spor otomobil, piyano gibi nesneler, film içerisinde izlediğimiz konuta adeta mimari çizimlerde rastlanacak ideallikte bir yaşamın yansıması olarak aktarılmıştır. Mahmut Bey’in konutu filmin en önemli iç mekanıdır ve yapının cephesi gösterilmez. Zaten filmin neredeyse tümü Yeşiltepe’nin stabilize yollarında ve çamurlu bahçelerinde geçer. Filmde iç mekanlara oranla dış mekanlara ağırlık verilmesi, mahalle halkının sokaklarda geçen yaşamına işaret ederek barınma gereksinimine dikkat çekmek amacıyla kullanılmıştır. Filmde sunulan modern konutun tekil bir örnek olarak diğer sahnelerden özenle ayrılması, bir tür tecridi, onu daha da idealize eder. İletişim 2002/15 27 Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları Açısından İncelenmesi 2. Cumhuriyet Mimarlığında Köy ve Kent Söylemleri Filmde konu alınan toplu konut kooperatifi, İstanbul’un merkezindeki çok katlı yapılaşmaya karşılık, iki katlı yapılardan oluşan düşük yoğunluklu bir dokudur. Gerek gecekondularda oturan köy kökenli yeni kentlilerden oluşacak kullanıcılarının sosyal profili, gerek konutların hala geleneksele yakın biçemi karşımıza ilginç bir tablo çizer: Köy ve Kentin arakesiti... Bu kesit, Cumhuriyetin kuruluşundan beri içinde barındırdığı ideolojik paradoksun kendisidir. “Cumhuriyet’in modern kentsel yaşantı imajı, düşük yoğunluklu bahçeli evlerden oluşan bir kent dokusudur. Bu, sanayi kentine bir tepki olarak gelişmiş ‘Bahçe Kent’ ütopyasının Türkiye’ye yansımasıdır. Oysa Türkiye böyle bir sanayi kenti deneyimi yaşamamıştır. Türkiye’deki aydınların Avrupa deneyleri de Paris ve benzeri büyük Avrupa kentlerinin yoğun merkezleridir. Böyle bir imaj yerine “Bahçe Kent” imajının benimsenmiş olmasının üzerinde durmak gerekir. Bu belki İstanbul’un modern kesimindeki yaşantıya duyulan bir tepki, bu tepkinin doğasında bulunan safiyet arayışının toprakla bağların korunmasında bulunması gibi nedenlere dayandırılabilir. Tartışmamız bakımından önemli olan, bu seçimlerin gerekçelerinin Avrupa’dakinden farklı nedenlerle yerel olarak yeniden üretilmiş olmasıdır” (Tekeli, 1998 : 146). Türk modernleşmesi üzerine öncül çalışmaları ile tanınan Şerif Mardin de kent ve kır ara yüzleri konusunda sosyolojik saptamalar yapmıştır. Mardin, Cumhuriyetin lise ve üniversite eğitimi yoluyla kurmuş olduğu seçkin, kentli bürokrat yetiştirme sisteminin 1950’li yıllardan sonra politikanın denetlenemez biçimde kırsallaşmasına paralel olarak çöktüğünü söyler. Bu olgu Mardin’in incelemelerinde bir dönüm noktası olarak ele alınır. “Elit devşirme ve yetiştirmeye ilişkin bu modelin çökmesiyle, şehirlilerin kırsallaşması köylülerin şehirleşmesinden daha hızlı İletişim 2002/15 Önder ERKARSLAN 28 seyretmiş ve bundan dolayı Türk toplumu etkili bir elitsizleşmeye (de-elitizasyon) uğramıştır” (Mardin, 2002:276). Türkiye’nin konut politikalarında aksayan en önemli konu olan denetim mekanizması, yapı sektörünün teknik sorunları, diğer yandan kentlerdeki yapı stoğunun çoğunluğunu oluşturan konutların fiziksel olarak sunduğu özensizlik bugün politikacıların, bürokratların, mimar ve planlamacıların (4), oda birliklerinin, kısaca toplumun her kesiminin şikayet ettiği “sağlıksız, kimliksiz kentleşme” klişesinin ardında yatan en önemli sorunlardan biridir (Bilgin, 1996; Tapan, 1996). Filmde inşaatlarda teknik personelin itirazına rağmen kar amaçlı standart dışı uygulamalara gidildiği, eksik malzeme kullanıldığı gösterilir. İnşaat halindeki konutların teknolojisi, emek yoğun olarak inşaat alanında üretilen geleneksel yapım yöntemidir. Bu haliyle günümüzde alışık olduğumuz, kalifiye işgücü istemeyen, bol hata payı olan özensiz yapım tekniklerinin benzeri olduğu söylenebilir. Yapılar hiçbir altyapı sorunu çözülmeden baştan savma bir biçimde üretilmektedir. Dahası, buna tanık olan bürokratlar da rüşvet yoluyla satın alınmıştır. Bu kadar hileye rağmen konutların tümü teslim edilemez. Mal sahiplerine tapu gününde sahte tapu verildiği ortaya çıkar. Bununla beraber, teslim edilen konutların elektriği, suyu yoktur. Bir başka deyişle, Türkiye’de yaşanan gerçek toplu konut maceralarının çoğunun sonuna benzemektedir. Kentte sağlanması beklenen konfor koşulları ve kültürel iletişim gerçekte sağlanamamaktadır. Tekeli, kent ve köy arasında bahçe şehirler aracılığı ile kurulan yakınlaşmanın ideolojik boyutlarından söz eder ki, bu da filmde sunulan sosyal düzene ilişkin bir okuma yapmamızı olanaklı kılmaktadır. Tekeli, Cumhuriyet’in modernleşme projesindeki önemli gerilimlerinden birinin, piyasanın rekabetçi koşulları ile modernleşmenin toplumsal eşitlikçi yönü arasındaki gerilim olduğundan söz eder. Bu uzlaştırmanın devrimin halkçılık ilkesi ile giderilmeye çalışıldığı, kent ve köy arasındaki farklılıkları İletişim 2002/15 Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları Açısından İncelenmesi 29 da köycülük akımını ve köylüyü yücelterek aşmaya çalıştığı vurgulanmaktadır. Aynı konuya, Gülsüm Baydar Nalbantoğlu şöyle yaklaşmaktadır: “Bence kentsel çevrelerde kırsal biçimlerin kullanılmasıyla kırsal yerleşmelerde kentsel modellerin kulanılması aynı anlayışın ürünleriydi. Her iki tutumda da homojenleştirici bir yaklaşım, son tahlilde milliyetçi bir odak bulma arayışı ağır basıyordu çünkü. Böyle bir arayışta, yitip gitmiş köklere duyulan nostalji ile uygarlaşma emelleri aynı madalyonun iki yüzü olarak ortaya çıkıyordu. Tarih yazımı açısından bakınca kırsal/kentsel, geleneksel/modern, bölgesel/uluslararası gibi ikilemeler karmaşık farklılıkları basit karşıtlıklara inidirgiyor, o zaman da acımasızca homojenleştirilen bir kırsal Türkiye kavramlaştırması, hayranlık ve küçümseme duyguları arasındaki uçurumda, tüm çeşitliliğini ve karmaşasını yitiriyordu” (Nalbantoğlu, 1998: 159). Nalbantoğlu’nun Halkevlerinin resmi yayını olan Ülkü dergisi içerisinde yaptığı taramalarda karşılaştığı ve ‘kente gelmiş köylüye köyünü anımsatacak yapılar yapılmasına ilişkin görüşler’, yine bu anlamda köy ve kentin karşıtlıktan kurtarılarak bir potada eritilmesine dair egemen ideolojik görüşü kanıtlamaktadır. Kent merkezi ile yeni yerleşim bu filmde ikili karşıtlıklar içeren mekanlar olarak konumlanmıştır. Kent üzerine yapılan ontolojik araştırmalar gerçekte yıllardan beri uzmanların uğraştığı bir alandır. Bu çerçeveden bakılınca kent kavramı hızla değişen bir kriz nesnesi olmuştur. Bu konuda felsefenin kent kavramı üzerine yaptığı katkılar oldukça önemlidir. Bununla beraber, Batılı felsefenin ışığında gelişen postmodern kentsel söylemlerin Türkiye örneğini açıklamada yetersiz kalabileceği açıktır. Her iki görüş açısından da (Batılı postmodern söylem ve Türkiye Cumhuriyetinin ideolojik eleştirileri) de köy ve kentin birbirine dönüşebildiği durumları benzer biçimlerde teşhis edilebilmektedir, ancak aradaki ayrım önemlidir. Türk modern mimarlığının başlangıcından bu yana kent ve köy arasında bir ara kesitte durduğu uzun yıllardan beri uzmanların vurguladığı İletişim 2002/15 30 Önder ERKARSLAN bir noktadır. Köy ve kent arasındaki ayrımın ortadan kalkması, üzerinde tartışılması gereken bir konudur. Postmodern kent söylemleri tarafından yüceltilmiş çoğulculuk, heterojenleştirme gibi kavramlar hızla Türkiye’deki postmodern okumalara da aynı şekilde benimsenerek girerken, aslında Nalbantoğlu, Mardin ve Tekeli’nin de belirttiği gibi Türkiye Cumhuriyeti’nde kentsel-kırsal ayrımının kalkması bir anlamda tüm Türkiye’yi kırsallaştırmak anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, Türkiye Cumuriyeti’nde yaşanan modernleşme ve kentleşme sürecinde karşılaşılan melezlik, aşağıda görüşlerini sıralayacağımız felsefecilerin yücelttiği Batılı kentleşmeye özgü heretojenlikten bu anlamda farklıdır. Batı felsefesinin iki ünlü ismi Derrida ve Foucault’nun ayrı terimler ile ortaya koyduğu ve onları heyecanlandıran kır ve kent arasındaki ara kesit, heterojen bir katman olarak yeni potansiyellere sahip bir olgu olarak görülmektedir. Oysa Nalbantoğlu’nun yukarıda aktarılan görüşünde, Türkiye’nin birbirine yaklaştırlan kutupları aracılığı ile kendine özgü renkliliğini ve karmaşasını yitirdiği savı vardır. Derrida’nın “ikili karşıtlıklar” üzerine kurduğu temel izleğe göre, olguların tanımları hangi olgudan farklı oldukları gerçeğinde gizlidir. Uzun yılar boyunca kent, daima “kır” veya “taşra” kavramının karşıtı olarak kullanılmıştır. Ancak Derrida’nın bakış açısıyla kent, “kırsal olmayan” anlamına gelmemektedir ve farklılık da burada yatmaktadır. Dünyamızda yalnız mekansal düzende değil, pek çok alanda “arada kalmışlık” olgusu ile karşılaşma olasılığı, kesin tanımlamalar aracılığıyla ayrışmış olgularla karşılaşma olasılığından fazladır. Banliyöler, yarı kentselleşmiş çeperler, gecekondular, terkedilmiş hayalet kentler gibi pek çok ara noktada kalan mekan, işte tam da bu sebeple “öteki” sayılmakta, sistemin dışlamak istediği ögeler olmaktadır (Shields, 1996: 223). Mekan, yer, yerellik, peyzaj, çevre, ev, kent, bölge, ortam, coğrafya gibi oylum anlamına gelen kavramları ifade eden sözcükler tek anlamlı İletişim 2002/15 Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları Açısından İncelenmesi 31 değildir. Bu kavramlar gerçekte kolayca birbirlerine dönüşür ve keskin sınırlarla birbirinden ayrılamaz. 3. Kentin Temsili Bu filmde kent olgusu farklı yönleri ile işlenmiştir. Öncelikle konunun bel kemiğini oluşturan yeni yerleşim alanı hiçbir tarihsel referans barındırmaması sebebi ile modern kent kavramının kendisine işaret eder. Italiano Calvino’nun Görünmez Kentler (Calvino, 1974) adlı yapıtında vurguladığı kontrol edilemeyen ve kendi kendine büyüyen, daima inşaat halinde olan metropol kavramının başlangıç noktasıdır sanki... Gerçekten de 2000’li yılların İstanbul’u artık sürekli olarak büyüyen ve müdahale edilemeyen canlı bir organizma gibidir. Temsiliyet veya yeniden sunum, İngilizce’de tek bir sözcükle, representation sözcüğü ile, ifade edilmektedir (5). Bu kavramın, nesnenin maddesel özelliklerinin yansıtılması ve algısal özelliklerinin yansıtılması gibi, gerçekte birbirinden farklı anlamları vardır. Le Febvre’nin algılanan kent kavramı da işte tam bu noktada, yani kentin yeniden sunumuyla ilgilenmektedir. Le Febvre, mekansallık ile ilgili her türlü temsiliyeti maddecilikten uzak, soyut bir düzeye yani mekan algısına indirgemektedir. Kentin temsiliyeti, çoğunlukla kente ait kollektif imgelerin hangi yolla oluşturulduğunu ve dağıtıldığını anlamamız açısından incelenmesi gereken bir konudur. Burada politik olarak neyin sunulduğu kadar neyin gizlendiği, neyin bulanık bırakıldığı da önemlidir. Bu, pek çok yolla olabilir; ancak bunların en önemlilerinden biri de sinemadır. Perdede sinemasal kahramanların aracılığı ile yönetmenin kente, mekana bakış açısı yansıtılır. Buna “öznelleştirilmiş kent”, ya da “benim kentim” diyebiliriz. Hediyelik eşyalar, kartpostallar, gezi rehberleri, haritalar, kent belgeselleri gibi kentin çeşitli temsiliyet biçimlerinde, genellikle kamusal mekanlar öne çıkarken özel mekanlar önemsenmez. Oysa sinema, kentin görselleştirilmiş temsili olarak özel mekanları da en az kamusal alanlar kadar gösterme gücüne sahiptir. Burada, kentin özel ve kamusal alanları arasında yönetmenin yapacağı tercih önem kazanır. İletişim 2002/15 Önder ERKARSLAN 32 Kente ait görselleştirilmiş temsiliyet biçimleri arasında kentin tarihsel referansları çoğunlukla anlamından uzaklaşmış, politik veya turistik amaçlı olarak daha üst kavramlar yüklenen nesnelere dönüşür. Örneğin Ayasofya, Bizans’ın azametini, Süleymaniye Osmanlı’nın yükselme dönemini, Beyoğlu 19. yüzyıl İstanbul’unun batılı yönünü temsil ederken, daha çok ulusal, dinsel, veya kültürel açılardan sembolik anlamlara bürünürler. Bu filmde Süleymaniye, kişi ile nesne arasında oluşan empatiyi ifade etmek için araç olarak kullanılmıştır. Kentlinin yaşadığı yere ilişkin aidiyet duygusu bu yolla açıkça gösterilir. Şöför Kemal’in Mimar Sinan’a ve Süleymaniye Cami’ne olan tutkusu, her sabah otobüsüyle sefere çıktığında yapıyı selamlaması yoluyla izleyiciye aktarılmaktadır. Arkeoloji eğitimi gören Nevin ve Kemal arasında Osmanlı kent kültürünün simgesi olan Mimar Sinan’ın konu edildiği konuşmalar, yan anlam olarak Türkiye’deki batılılaşmayı eleştirmektedir (6). Yeşiltepe- Beyazıt hattında işleyen otobüs, kent merkezine doğru ilerlediğinde hepimizin tanıdığı İstanbul sembolleri son derece hızlı ve bulanık biçimde otobüsün pencerelerinden görülür. Kent içerisinde net olarak gördüğümüz tek tanıdık yer Beyazıt Meydanı’dır. İstanbul’u merkezden değil, çeperden ele alan bu tavır, “yersizleşme” kavramına da yakın durur. 4. Kamusal Mekan ve Sosyal Eşitlik Foucault’nun çalışmalarının temelini oluşturan bilgi-iktidar ilişkilerine eklediği mekan kavramı, özellikle mimarlık ve şehir bölge planlama disiplinleri açısından oldukça ilham verici yeni kuramsal açılımlara yol açmış, bu disiplinlerdeki epistemolojik eşiğin temelini teşkil etmiştir. Bu noktadan hareketle, Foucault’nun “heterotopya” tanımlamalarına bir göz atmak, bu çalışmada konu alınan filmde karşımıza çıkan merkez-çeper melezliğini tartışmak açısından faydalı olacaktır. Foucault, heterotopya olarak tanımladığı “arada kalan” olguların görünümlerini sınıflamıştır (7). Buna göre, Heterotopyalar her kültürde farklı görünümlerde ortaya çıkabilir. Evrensel bir modele dayanarak heterotopyalar İletişim 2002/15 Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları Açısından İncelenmesi 33 için genellemeler yapılamaz. Ancak, yine de, çoğunlukla bireysel krizlerde veya toplumun normal olarak kabul ettiği normlardan saptığı durumlarda ortaya çıktıkları söylenebilir. Bir yönüyle heterotopya biribirine yabancı, kendi içlerinde uyuşmazlık gösteren mekanların üst üste çakıştırabilmesi durumudur (Soja, 1996). Bir kez daha yinelemek gerekirse, Foucault’nun heterotopya tanımı yeni oluşumlara gebe, üretken bir durumu teşhis eder. Öte yandan Türkiye Cumhuriyetinin geçirmiş olduğu modernizasyon sürecinde kozmopolit kentlerdeki sınıflar, çeşitlilik ve kültürel melezlik yaratmak yerine, ya birbiriyle hiç diyalog kurmayan ve biribirini yadsıyan, ya da hep aynı şeyi üreten sosyal sınıflar olmuşlardır. Yukarıda açıklanan bağlamda yerleşimdeki sosyal sınıflar ve onların mekansal tanımları üç ana grupta incelenebilir. Birincisi kooperatife üye olan ve yeni konutlarını bekleyen ama halihazırda yine aynı vadideki gecekondularda oturan alt sınıf, ikincisi modern bir villada oturan ve kooperatifi yürüten zengin müteahhit Mahmut Bey ve ailesi, üçüncüsü de kooperatife hizmet veren işçiler ve onların her türlü donanımdan yoksun, salt bir barınak olarak tanımlanabilecek barakaları... Burada tüm sosyal grupların aynı yerleşimde ve birbirine komşu olarak sunulduğu bir düzen söz konusudur. Müteahhit Mahmut Bey sınıf atlayan yeni zenginlerden olmasına rağmen, kooperatif dolayısıyla mahalleli ile iletişimini sürdürmektedir. Bu iletişim sırasında Mahmut Bey daima sınıfsal önceliklerini korur, vurgular ve mesafeli davranırken, çocukları mahalle halkı ve özellikle bir kahraman yerine koydukları dayıları ile iyi ilişkiler sürdürür ve sınıfsal ayrıcalıklarını kullanmazlar. Yukarıda ifade edilen sosyal yapıda, imece yöntemi ile iş yapan, folklorik kültür alışkanlıklarını terk etmemiş, saf, iyi, hoşgörülü bir halk kesiti ile karşılaşılır. Bu melez kültür, kırsal ve kentsel kültürü bastırır ve kendisi de değişime kapalı bir ara İletişim 2002/15 34 Önder ERKARSLAN kültür olarak marjinal bir azınlığı değil, çoğunluğu temsil eder. Böyle bir melezlik kültürel yelpazeye renk katmaktan çok, kültürel çeşitliliğin önünde engel teşkil eder. Bununla beraber film, sosyal açıdan kentte oluşan sosyal çözülmeleri de konu almaktadır. Çıkar ilişkileri ortak paydası altında toplanabilecek her türlü mafyavari hesaplaşmalar, her sektörde olduğu gibi inşaat sektöründe de belirgin bir egemen güç haline gelirken, öte yandan bürokratların da bu ilişkilere dahil olması gibi sistem eleştirileri de filmin içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Bu çalışma kapsamında filmde işlenen toplumsal yapı fiziksel çevreye doğrudan referans veren yönleri ile ele alınmaktadır. Bu açıdan bakıldığında bu grupların kent merkezi ve çeperi ile olan ilişkileri anlamlıdır. Edward Soja’nın üçüncü mekan olarak tanımladığı konvansiyonel tek anlamlı mekan tanımlarının dışında kalan mekanlar, özellikle sınır teması ile ilintilidir. Şüphesiz, filmde konu edilen Yeşildere, kent merkezinin dışında konumlanmış olmasından dolayı üçüncüleştirilmiştir. Bunun yanında anlamların daha da birbirine karışmasının sebebi, buranın bir banliyö mü, bir gecekondu bölgesi mi olduğu konusunda izleyicinin geçirdiği duraksamadır. Zira gecekondudan banliyöye evrimleşmeye hazırlanan Yeşildere bu anlamda kesişen, birbiri üzerine binen melez kent görünümlerine aynı anda sahip olmaktadır. Metropolitan planlamanın siyasi iktidarların elinde bulunduğu ve çıkar ilişkilerine alet edilerek keyfi olarak değiştirildiği Türkiye’de büyük kentler, planlamacılardan çok arazi spekülatörleri eliyle şekillenmiştir.Gerçekten de Yeşildere gibi melez yapılara büyük kentlerde sık sık rastlanır(8). Soja’nın da işaret ettiği gibi her biçimiyle sınır kültürü (kent sınırı, merkez sınırı, ülke sınırı, coğrafi sınır), üçüncü türden mekanların doğmasına yardımcı olur (Soja, 1996:132). Bu filmde otobüs, yerleşimde yaşayan insanları kent merkezine bağlayan en önemli bağlantı noktasıdır. Diğer bir deyişle, otobüs başlıca kamusal mekan İletişim 2002/15 Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları Açısından İncelenmesi 35 olarak da görülebilir. İletişimin yaşandığı, senaryodaki tüm önemli konuşmaların geçtiği, Nevin ile Kemal arasındaki ilişkinin başladığı ve yaşandığı otobüs, kentsel sınıfların eridiği, ayrımların ortadan kalktığı mekan olarak sunulur. Elbette ki otobüs şöförü de burada en ayrıcalıklı role sahiptir, o bir pratogonisttir. Üniversite eğitimi almamış olan şöför Kemal, aydın bir kişilik olarak sunulmaktadır. Kiraladığı oda, sade eşyaları ile göze çarparken kitaplarını özenle yerleştirdiği raflar ve Sinan’ın eserlerine ait çizimler yaşamında okumanın ve kentin özel bir yeri olduğunu vurgular. Mahalleli kendilerini sömüren müteahhit ile ilgili şikayetlerini ona aktarır. Onlara akıl veren, kooperatifzedeleri örgütleyen ama gerektiğinde güç kullanan Kemal, bir anlamda yeni kent kahramanıdır: Adil, aydın ve cesur... Buna karşılık alışık olduğumuz kamusal mekanlar, yani kentin parkları, cadde ve meydanları bu filmde neredeyse hiç yoktur. Otobüs, bu mekanların tümünün yerini almaktadır. Toplu eylemlere otobüs içerisinde karar verilir. Örneğin konutlar vaad edilen sürede teslim edilmediğinde Müteahhide karşı direniş burada planlanır. Filmin son sahnesinde Otobüs Yolcuları inşaat mafyası tarafından kaçırılan Nevin’i kurtarmaya gittiğinde, otobüs ulaşım aracı olmanın ötesinde bir dayanışma simgesi haline dönüşür. Modern öncesi kent için kamusal mekan elbette ki kent meydanları olmuştur. Ancak günümüz kent kuramcılarına göre modern kentin kamusal alanları önceki işlevlerini yitirmiştir. 21. yüzyılın kentlileri için kamusal alan, artık internet ortamıdır. Buna benzer bir değişim ve anlam kaymasının Otobüs Yolcularında da karşımıza çıkması günümüzün paradigmaları ile bakıldığında son derece olağan gelmesine rağmen, dönemi için ilginç bir saptama olduğu belirtilmelidir. Yeşiltepe’deki gecekondu bölgesinin bakımsız sokaklarındaki kalabalık oldukça şaşırtıcıdır. Bu bölgede kent merkezinde rastlanmayan biçimde kadın ve çocukların da kamusal mekanı özgürce kullandığı dikkat çekmektedir. Modernist kent, baskıcı ve dayatmacı olarak cinsiyetçi olmakla suçlanmıştır. Bunun anlamı kentin kamusal kullanımında kadınların payının çok düşük olmasıdır. Ataerkilliğin mekansal ifadesi olarak kent, iş merkezini İletişim 2002/15 Önder ERKARSLAN 36 yani erkeklere ait dünyayı temsil ederken, banliyöler genellikle domestik alanlarında kendilerini güvende hisseden kadınların mekanlarıdır. Yeşiltepe sokaklarında cinsiyet ve yaş ayrımı yapılmaksızın mekanların eşitlikçi bir tavırla kullanıldığı görülmektedir. Sonuç 50 ve 60’lı yılların Türk sineması örnekleri gerçekte mimarlık ve şehir planlama disiplinleri açısından çok önemli kuramsal açılımlar verebilecek örneklerdir. Bu dönemin filmleri, yalnız bir döneme tanıklık ettikleri için değil, modernitenin dönem aydınları tarafından nasıl kavrandığını yansıtmaları açısından da önemli örneklerdir. Eskiden çeperlerde olduğu halde günümüzde kentin genişlemesiyle kent merkezine dönüşen pek çok yerleşim, geçirdikleri evrimleşme süreci açısından dikkate değerdir. Çünkü, imar mevzuatı uygulamalarındaki yasal boşluklardan yararlanan gelişigüzel yapılanma ile eski mahalleler, bugün görünümde oldukça melez bir yapıya bürünmüşlerdir. Gecekondudan evrimleşen yeni kentsel merkezlerde göze çarpan en önemli nokta yoksul ve varsılın, kutsal ve sıradan olanın, planlı ve plansız oluşumların bir arada olduğu heterojen nitelikleridir. Kentin evrim süreci, aslında resmi tutanak ve dökümanlarda değil, unutulmuş kent hikayelerinde, eski gazete küpürlerinde, kartpostal ya da sigorta şirketi planlarında, karikatürlerde yer almaktadır. Bu hikayelerin tek tek ortaya çıkartılması, her yeni hikaye, tarih yazımına eklemlenebilecek yeni gerçeklerin ele alınması anlamına gelmektedir. Tarih anlayışındaki önemli değişiklikler sonucunda, artık genellemeler aracılığı ile yazılan bütüncül tarih geleneği kadar, tekil hikayeleri konu alan mikro tarihin de önemli olduğu bilinmektedir. Sinema kurgusal olmasına karşın dönemine tanıklık eden bir kültürel nesne olarak elbette ki bu anlamda boşlukların doldurulmasına yardımcı olmaktadır. Kentin temsiliyet biçimleri aynı zamanda onu çözümleyebilmemize yardımcı olur. Sinemada yansıtılan kent de bu anlamda analitik bir süreçten geçirildiğinde, o dönemde ortaya konmuş kuramların gerçek yaşamda neye dönüştüklerini, nasıl tüketildiklerini ve kavrandıklarını anlamamızı sağlar. İletişim 2002/15 Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları Açısından İncelenmesi 37 Modern mimarlık ürünlerinin perdede hangi anlamlar yüklenerek kamuya ulaştırıldığı sorusu, bugünün episteminden geleceğe projeksiyon yapabilmenin yollarından biri olmaktadır. İstanbul’u konu alan 50 ve 60’lı yılların Türk filmlerinde modern konutun önemi büyüktür. Yüklendiği anlam katmanları arasında, ataerkil, konservatif, kırsal kültür temaları ile karşıt, koşut, kesişen pek çok farklı katman bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Modernizasyonunu temsil etmesi açısından, merkez-çeper ilişkileri bağlamında, tüm nüansları içerisinde barındıran örnekler olarak dönem filmlerinin ele alınması, yalnız sinema araştırmaları için değil, mekan bilimleri açısından da önemlidir. Cumhuriyet ideolojisinin kent ve mimarlık aracılığıyla temsil edilmesi sürecinde girişilen biçem arayışlarının geleneksel mimarlıktan hareket etmesi Türk Modern Mimarlığını batıdan ayıran en önemli özelliğidir. Mekan bilimleri ile uğraşan uzmanlar artık mimarlık tarihinin notları arasına düşen yapılar, onlar üzerine mimarlık dergilerinde çıkan yorumlar ile yetinmeyerek, az bilinen yapıların ve yerleşimlerin ardına düşerek envanterlerini genişletmeyi amaçlamaktadırlar. Otobüs Yolcuları filmi 60’larda İstanbul’un - resmi kayıtlara düşmemiş ve sadece dönemi yaşayanların gözlemleme olanağı bulduğu- kent gelişim süreci konusunda verdiği ipuçları açısından, bu envanteri genişletmeye yardımcı olmaktadır. Notlar (1) Gülsüm Baydar Nalbantoğlu’nun “Sessiz Direnişler ya da Kırsal Türkiye ile Mimari Yüzleşmeler” adlı makalesinde olduğu gibi romanlara dayanarak yapılan okumalar ve Zeynep Kezer’in gazete haberleri ve dönemin karikatürlerinden yola çıkarak Ankara’nın Soğukkuyu Mahallesinin evrimi konusunda yazdığı makale bu konuda ilginç örneklerdendir. Ayrıntılı bilgi için bkz. (Nalbantoğlu, 1998) ve (Kezer, 1998). (2) Bahçe Şehir teması, aslında büyük kentlerde 50’lerden sonra yerini giderek çok katlı konut dokusuna bırakmıştır. Ancak filmde 60’larda az yoğunluklu bir yapı kooperatifi konu edilmektedir. (3) Yemek Masası, modern konutun ve modern çekirdek ailenin önemli bir göstergesi olarak sinemada sık sık kullanılan bir simgedir (Cowan, 2000). (4) Bir modernleşme projesi olarak Türkiye’nin kent planlaması deneyi özetlenmek istenirse, uygulamanın denetlenemediği, pratikte aşıldığı, ama bu aşmanın yeni İletişim 2002/15 Önder ERKARSLAN 38 bir projeye dönüşemediği, kent planlamasında meşruiyet temelini hala modernleşme projesinin oluşturduğu söylenebilir (Tekeli, 1998:152). (5) Representation ve Re-presentation arasındaki ayrımdan söz edilmektedir. (6) Kemal otobüs ile Süleymaniye yakınlarından geçerken elini kaldırarak selam verir. Nevin, önce bu selamı anlayamaz. Kemal’in Süleymaniye’yi selamladığını öğrenince hayretini ifade eder. Kemal, liseyi bitirdikten sonra babasının ölümü ile aileyi geçindirmek için üniversite eğitimine devam edemediğini, aslında mimar olmak istediğini aktarır. Sinan konusunda o kadar derin bilgisi vardır ki, Nevin hayran kalır. Arkeoloji eğitimi görmesine karşın Sinan’ı bilmemesinden dolayı utanarak, Kemal’e “Siz bana Sinan’ı anlatın. Bizim kitaplarımızda hiç yok” der. (7) Bunu yaparken izlediği süreç için yaygın olarak kullanılmaktadır. heterotopoloji tanımı (8) Ankara Soğukukuyu semtinin gecekondular, Cumhuriyet seçkinlerinin binicilik klubü ve arazi spekülatörleri arasındaki gelişim süreci için bkz. Kezer Zeynep (1998). Kaynaklar ALSAYYAD, Nezar (2000). “The Cinematic City: Between Modernist Utopia and Postmodernist Dystopia”, Built Environment 26 (4): 268-281. ALTINSAY, İbrahim (1996). “Sinemanın Orta Yeri İstanbuldu”, İstanbul, 18. BENEVELO, Leonardo (1989). History of Modern Architecture vol I- II, Cambridge Massauchsets: The MIT Press. BİLGİN, İhsan (1996). “Anadolu’da Modernleşme Sürecinde Konut ve Yerleşme”. Tarihten Günümüze Anadolu’da Konut ve Yerleşme. İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları. CALVINO, Italo (1974). Invisible Cities. çev., William Weaver. Londra: Harcourt Brace & Company. CLARKE, David. B. (1997). The Cinematic Space. Londra: Routledge. COWAN, Suzanne (2000). “The Gendered Architecture of the Home in Cinematic Space”, Built Environment 26 (4): 303-315. FOUCAULT, Michel (1988). Politics, Philisosophy and Culture. der., L. Kritzman, New York: Routledge. İletişim 2002/15 Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları Açısından İncelenmesi 39 FRAMPTON, Kenneth (1980). Modern Architecture A Critical History. Londra: Thames and Hudson. JENCKS, Charles (1984). Architecture. New York: Rizzoli. The Language of Post-Modern JENCKS, Charles (1986). What is Post-modernism?. Londra: Academy Editions. KEZER, Zeynep (1998). “Contesting Urban Space in Early Republican Ankara”, JAE, 52 (1-4): 11-19. LEFEBVRE, Henri (1991). The Production of Space. Oxford, Cambridge, Massacchusets: Blackwell Publishing. LEFEBVRE, Henri (1996). Writings on Cities: Henri Lefebvre. der., Eleonore Kofman ve Elizabeth Lebas. Oxford, Cambridge, Massacchusets: Blackwell Publishing. MARDİN Şerif (2002). “Türkiye’de Gençlik ve Şiddet”. Türk Modernleşmesi Makaleler 4. İstanbul: İletişim Yayınları. NALBANTOĞLU, Baydar Gülsüm (1998). “Sessiz Direnişler ya da Kırsal Türkiye ile Mimari Yüzleşmeler”. Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik. der., Sibel Bozdoğan, Reşad Kasaba. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. SHIELDS, Rob (1996). “Alternative Traditions of Urban Theory”. Representing the City. der., Anthony D. King. Londra:MacMillan Press: 227-252. SOJA, Edward (1996). Thirdspace. Massacchusets: Blackwell Publishing. Oxford, Cambridge, SUNE, Asuman (2002). “1990’lar Türk Sinemasından Taşra Görüntüleri: Tabutta Rövaşata’ da Agorafobik Kent, Açık Alana Kapatılmışlık ve Dehşet”, Toplum ve Bilim, 94: 86-108. TÜRKOĞLU, H. D. (2002). “Kentsel İmge: İstanbul’dan Bulgular”, itüdergisi/a. 1(1): 57-64. TAPAN, Mete (1996). ‘Toplu Konut ve Türkiye’deki Gelişimi’. Tarihten Günümüze Anadolu’da Konut ve Yerleşme. İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları. İletişim 2002/15 Önder ERKARSLAN 40 Özet Bu çalışma kapsamında 1961 yılında çevrilmiş Otobüs Yolcuları (1961) adlı film, İstanbul kentinin modernleşme süreci içerisindeki gelişimi açısından incelenmiştir. Bu analiz sırasında, kentin çeperinde yer alan bir gecekondu yerleşiminin melez toplumsal sınıfları ve yapılaşmış çevreye yansımaları ekseninde, postmodern kent söylemleri ve son dönemde yapılan Cumhuriyet dönemi çalışmaları karşılaştırmalı olarak tartışılmıştır. Kent ve köyün ara yüzlerinin filme yansımaları ve modernin melez görünümleri çalışmanın en önemli paradigmalarıdır. Abstract Within the limits of this study, the film entitled The Bus Passengers (1961) has been analysed from the point of the expansion process of Istanbul in the modernisation period. A comparative method has been preferred for the discussion of the hybrid built and social environment of the squatter settlement that the film reflects and this comparative view has been established mainly between the current critical studies of Early Republican ideology and the post-modern urban discourses. The intersections of urban and rural characters and their hybrid junction that can be witnessed in the film are the two essential paradigms of this study. İletişim 2002/15 Otobüs Yolcuları Filminin Modern Konut ve Kent Kavramları Açısından İncelenmesi 41 İletişim 2002/15 Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları Aslıhan Doğan TOPÇU∗ Aydan ÖZSOY** Y.Gürhan TOPÇU*** Giriş Kökeni “arka”dan gelen ‘arkadaş’ kelimesi (arka-daş), dost, yakın, tanıdık, refik, ortak anlamında kullanılmaktadır (Büyük Türk Sözlüğü, 1988: 63). Birbirlerine karşı sevgi ve anlayış gösteren kimselerden her biri ‘arkadaş’ olarak tanımlanmaktadır. Arkadaşlık ise arkadaş olma durumu, arkadaşa yakışır davranış, omuzdaşlık, ahbaplıktır. Arkadaşlık etmek ise bir işte birlikte bulunmak; huy ve düşünceleri birbirine uymak, bir süre beraber bulunmak, birlikte gitmek, eşlik etmek, refakat etmek anlamında kullanılmaktadır (TDK Sözlüğü, 1988: 86). Sosyal Bilimler disiplini içerisinde özellikle iletişim bilimlerindeki yönelimler psikolojik bilgilerin de işe koşulmasıyla bireyler üzerinde odaklanmaya başlamıştır. Bu da beraberinde aile, arkadaşlık, dayanışma gibi kavramların incelenmesini getirmiştir. Yetmişli ve seksenli yılların başlarında hareketlenen feminist çalışmalar ile kadınlar, kendileri ile ilgili hemen her şeyi sorgulamaya ∗ Arş. Gör., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Tv Sinema Bölümü Uzman, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Tv Sinema Bölümü Arş. Gör., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Tv Sinema Bölümü ** *** İletişim 2002/15 42 Aslıhan Doğan TOPÇU, Aydan ÖZSOY, Y.Gürhan TOPÇU başlamışlardır. Bu bağlamda daha önce sözü edilen çerçevede “arkadaşlık” ve beraberinde gelen “dayanışma” kavramları da sorgulanmaya başlamıştır. Kadınlar arası arkadaşlık ile ilgili en kapsamlı ve doğrudan yapılan çalışma A.B.D.’de Pat O’Connor tarafından gerçekleştirilen ve bu çalışmanın da ortaya çıkışını tetikleyen alan araştırmasıdır. Ülkemizde ise yukarıda sınırları çizildiği biçimde doğrudan kadınlar arası arkadaşlık ile ilgili bir çalışmanın olmadığı, ancak Deniz Kandiyoti, Fatmagül Berktay, Şirin Tekeli ve Ayşegül Yaraman gibi bilim insanlarının kadın konusundaki çalışmalarında kadınlar arası arkadaşlığa (sözü edilen çalışmalar özellikle dayağa karşı dayanışma ve direnme pratiği üzerinedir) yer verdikleri gözlemlenmiştir. Dolayısıyla bu durum kadınlar arası arkadaşlık ya da dayanışma gibi kavramların yerel özellikleri, ayırımları olmakla birlikte evrensel bir durum olduğu düşüncesini doğurmakta ve ülkemiz dışında yapılan bir araştırmanın bulgularından hareketle Türk Sinemasında bir uygulama yapmanın mümkün olacağı kanısını kuvvetlendirmektedir. Kadınlar arası arkadaşlık konusunda Türk sinemasında yapılacak böylesi bir çalışma için kadın konusunda film çeken diğer yönetmenler değil de Atıf Yılmaz’ın seçilmesinin nedenlerini şöyle sıralayabiliriz. Genelde arkadaşlık özelde ise kadınlar arası arkadaşlık ile ilgili kuramsal çalışmalar ilerideki bölümlerde ayrıntılı olarak anlatılacağı gibi özellikle 1980’lerde yoğunlaşmıştır. Yılmaz’ın yoğun olarak kadın filmleri çektiği dönemin ülkemizde de kadın hareketinin yükseldiği döneme denk gelmesi bu çalışma için anlamlıdır. Çalışma kapsamında incelenen dört film de 1980 – 1987 yılları arasında çekilmiştir. Atıf Yılmaz’ın dört filminde yer verilen kadınların, bu çalışmanın kuramsal kısmında değinildiği gibi kentsoylu, orta sınıftan kadınlar olması seçim için belirleyici olmuştur. Ayrıca Atıf Yılmaz’ın filmlerinde yer alan kadın karakterlerin, kuramsal kısımda “kadınlar arası arkadaşlığın türleri” olarak belirlenen evli, bekar ve dul kadınların arkadaşlıkları olarak verilen kategorilere tam bir örnek teşkil ediyor olması oldukça önemlidir. Bu çalışmada kadınlar arası arkadaşlığın kuramsal çerçevesi çizilerek Türk sinemasında özellikle bir dönem çok sayıda kadın filmi çekmiş olan İletişim 2002/15 Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları 43 Atıf Yılmaz’ın dört filminde kentli, orta sınıf kadınlar arasındaki arkadaşlık konusu incelenecektir. Çalışmada incelen filmler, Atıf Yılmaz’ın, kadın filmi olarak bilinen filmleri en çok çektiği dönem olan 80’li yıllara ait filmlerdir. Bunlar, Dağınık Yatak (1984), Dul Bir Kadın (1985), Ahh Belinda (1986) ve Kadının Adı Yok (1987) filmleridir. Her dört filmin kadınları da kentli orta sınıf kadınları temsil etmektedirler. Bu filmler, çalışmanın kuramsal temelini oluşturan ve Pat O’Connor tarafından kadınlar arası arkadaşlığın üç türü olarak ifade edilen sınıflandırmaya uygun olarak seçilmiştir. Bu dört film, video kasetleri temin edilerek ve birkaç kez izlenerek sözü edilen kuramsal temele göre incelenmiştir. A. Arkadaşlık Kavramının Cinsiyete Bağlılığı ve Kadınlar Arası Arkadaşlığın Tarihi ve Türleri Arkadaşlık üzerine yapılan tartışmalar, son yıllarda kişiler arası ilişkilere yönelik olan ilgiye bağlı olarak artmıştır. Bu ilgi artışında bazı gelişmelerin payı büyüktür: 1960’larda kadın hareketlerinin yükselişi ve sloganı ‘kişisel olan politik olandır’ ile dikkatlerin kişiler arası ilişkilere çekilmesi, 1970’lerden itibaren ortaya çıkan ve ilişkileri bir süreç içerisinde yaratılıp, onarılabilen psikolojik yapılar olarak ele alan ‘ilişkiler biliminin’ ortaya çıkışı ve kültürler arası antropolojik çalışmaların arkadaşlık hakkındaki tartışmaları belirli bir sosyal ve kültürel içeriğe oturtması bu gelişmelerden bazılarıdır. Teorisyenler , arkadaşlığın cinsiyete bağımlılığını ilk toplumsallaşma davranışlarında aramışlardır. Yapılan çalışmaların sonunda kız ve erkek çocukların toplumda diğer insanlarla ilişki kurmada farklı eğilimlere sahip oldukları ortaya çıkmıştır. Erkeğe toplum içinde daha fazla önem verilen kültürlerde kız çocukları cinsiyet kimliklerini oluştururken zorluk çekerler. Kız çocuklarının ego sınırlarını geliştirip kendi bağımsız kimliklerini İletişim 2002/15 44 Aslıhan Doğan TOPÇU, Aydan ÖZSOY, Y.Gürhan TOPÇU oluşturmada çektikleri güçlük, onların bağımlı hareket etmesini getirir. Ancak aynı durumda erkek çocukların kendilerinden daha emin oldukları ve daha bağımsız hareket ettikleri görülmüştür. Cinsler arasındaki bu ayrım daha ileri yaşlarda arkadaşlık ilişkilerini incelerken araştırmacıların karşısına değişik biçimlerde çıkar. Araştırmacılar (söz konusu araştırmalara ileride ayrıntılı olarak yer verilecektir), kadınların arkadaşlıklarında özellikle sırdaş isteğinin ve karşılıklı yardımın önemli olduğunu oysa erkeklerin arkadaşlıklarında birbirleri ile aynı ilgi alanına sahip olmanın önemli olduğunun gözlendiğini belirtirler (O’Connor,1992: 3-4). Kadınlar arası arkadaşlıklar yüzyüze iken erkeklerinki yanyanadır. Kadınlar arkadaşlıklarını tanımlarken “güvenebileceğim biri” terimini kullanırken erkekler “birlikte eğlenebileceğim biri”terimini kullanırlar. Mc Adams, iki tip arkadaşlık tanımlar. Bu iki tip arkadaşlık iki tip kişisel ihtiyacı (güç ve mahremiyet), iki tip ilişkiyi (yardım ve kendine itiraf) ve iki tip korkuyu (anlaşmazlık ve gözden düşme) yansıtır. Mc Adams bütün bunları dişillik ve erillik gibi cinsiyet rollerine bağlı görür. C. H. Solano, arkadaşlığın üç fonksiyonu üzerinde durur: Maddi ihtiyaçlar, bilişsel ihtiyaçlar ve duygusal ihtiyaçlar. Weiss ise, ilişkilerin desteğe dayalı potansiyeli için altı koşul tanımlar: Bağlılık, sosyal bütünleşme, çocuk yetiştirme fırsatları, değerin garantisi, güvenilir bir anlaşma duygusu, güvenlik elde etme. R. B. Hays’in arkadaşlık tanımı ise şöyledir: değişmez bir arkadaş çok özel bilgileri paylaşabileceğiniz bir dert ortağı, bir eleştirmen, kabul edilebilir öğütler veren bir danışman, kendini ölçmek için bir standart, ego için bir destekçi ve kriz zamanlarında moral desteği veren anlayışlı bir dosttur (aktaran O’Connor,1992: 3-6). Erkeklerle ilişkilerin statü yükselttiği bir toplumda, kadın öteki olarak tanımlandığı için kadınların arkadaşlıkları da “zaman kaybı” olarak görülür. Cinsiyet ayrımının olduğu, erkek egemen toplumlarda insanlar kendi cinsleriyle daha rahat arkadaşlık ederler. Böyle toplumlarda kadın kadına ilişkiler potansiyel bir güç tabanı olarak görülebilir. Baskı ve zulmün olmadığı bir mikro dünya. İletişim 2002/15 Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları 45 1. Tarihsel Süreç İçinde Kadınlar Arası Arkadaşlık Edebiyat tarihine bakıldığında 1970’lerin ortalarına kadar erkekler arası arkadaşlıklara detaylı olarak yer verildiği, kadınlar arası arkadaşlıkların ise neredeyse yok sayıldığı görülmüştür. 12. ve 20. Yüzyılda geçen Fransız romanları üzerine yapılan incelemeler sonunda kadınlar arası arkadaşlığın pek rastlanmadığı, varolan örneklerde de kadınlar arası arkadaşlıkları önemsizleştirme eğilimi olduğu göze çarpmaktadır. L. Faderman, Freud’dan bu yana kadınlar arası yakın fiziksel temasa dayalı arkadaşlıkların imkansız hale geldiğini çünkü bunun anlamının seks, lezbiyenlik dolayısıyla hastalık olarak algılandığını söyler (1992:7). Bu nedenle bu çalışmada lezbiyenlik ayrı bir sınıflama ve çalışma alanı olduğu ve başka araştırmaların konusu olabileceği için ele alınmamış, ayrı tutulmuştur. 2. Kadınlar Arası Arkadaşlık Türleri Pat O’Connor (1992: 56)’a göre kadınlar arası arkadaşlıkları, tarafların evli, bekar ve dul olmalarına göre üç türe ayırabiliriz. 2.1.Evli Kadınların Arkadaşlıkları Evli kadınların ilişkileri, kadının çok kimlikli yaşamı gereği güçlüklerle doludur. Evli kadınlar, çelişkili görünse de hem birbirlerine son derece bağlıdırlar hem de birbirlerini kıskanırlar. Evli kadınlar arası ilişkiler, birbirleriyle olan pratik yardımlar ve eşler üzerinden gerçekleşen samimi paylaşımlar ile karakterize edilebilir. Evli kadınlar arası ilişkilerin ilk belirleyicisi duygusallık (heyecan ve eğlence ve dinlenme zamanlarını paylaşma), iyi anne ve eş olma ile sterotipleşen (kalıp yargı haline gelen) ev içi hizmettir (1992: 59). Kadınların evlilik ile ilgili statülerini de evlilik çemberi içinde kocalarının sınıfsal konumları belirlemektedir. Kadınlar arası ilişkilerde de kadınların davranışları kocalarının sınıfsal konumlarına bağlı olarak gelişir. İletişim 2002/15 Aslıhan Doğan TOPÇU, Aydan ÖZSOY, Y.Gürhan TOPÇU 46 M. Bulmer, evlilik ve arkadaşlık arasındaki ilişkide şu argümanları savunmaktadır: Her ikisi de yakındır, yüz yüzedir, birincil ilişkilerdir ve alternatifsizdir. Kültürel ve sosyal yapıda, erkeğin ve kadının farklı değerler ve inançlara sahip olarak dünyalarının ayrıldığına işaret eder. Batı toplumlarında aşk ve sadakat kadınsı değerler olurken, iş, kariyer ve güç erkek ideolojisinin faktörleri olarak kalır. Bu farklı değerler, kadın ve erkeğin birbirini anlamasını zorlaştırır. Burada görünen yapısal ve kültürel engellerdir Sınıf farkı, çalışıyor olmak ya da olmamak evli kadınların arkadaşlıklarının tipini etkilemektedir. İşçi sınıfı ve orta sınıf kadınlarının arkadaşlıkları farklıdır. Çalışan sınıfın arkadaşlıklarını kuruluşlar ve klüpler belirlerken, çalışmayan kadınların statüsünü daha çok kocalarının statüsü ve ev yaşamı belirlemektedir. Sonuç olarak, onaylanmış sosyal ilişkilerde ki ideolojik sınırlamalar ve ataerkil kültüre ait baskılar, grup kimlikleri ve aidiyetleri, alışkanlıkları, evli kadınların ilişkilerini etkilemektedir. Baskılar, kadınların arkadaşlıklarında gözlerini korkutur, cesaretlerini kırar (1992: 7477). 2.1.1. Evli Kadınların Arkadaşlık Tipolojileri Evli kadınların arkadaşlıklarını inceleyen çalışmalar üç grupta toplanabilir: Birinci grupta, evli kadınlara arkadaşlıklarının derecelerini soran (yakın, çok yakın ve en yakın sınıflandırmasına bağlı kalarak) ve bu sorulardan yola çıkarak sınıflayan çalışmalar (sayılarla ölçmeye dayalı). İkinci gruptaki çalışmalar, kimlik üzerine yoğunlaşan çalışmalar ve üçüncü gruptaki çalışmalar da farklı arkadaş kimliklerini ve bu kimliklerin evli kadınların yaşamındaki durumunu inceleyen çalışmalardır. Kadınlar arasındaki duygusallıklar ve aralarındaki gizlilikler onların varoluş biçimleri olarak adlandırılır. Kadınlar yaşamda yalnız onların bildiği bu gizil bağları ile birbirlerini olumlar ve savunurlar. A.B.D.de yapılan araştırmalarda kadınların sorunlarını kocalarından çok yakın arkadaşlarıyla konuşmak istediklerini ortaya koymuştur. Kadınlararası arkadaşlıklarda sosyal gerçeklikler bağlamında öncelikli olan ilişkinin kalitesi ve psikolojisidir (O’Connor 1992: 58-67). İletişim 2002/15 Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları 47 Evli kadınların arkadaşlıkları için kapsamlı bir tipoloji geliştirilmiştir. Bu tipolojiye göre arkadaşlıklar şu şekilde sınıflandırılmaktadır: Güven üzerine kurulu ilişkiler: Bu ilişkiler yüksek oranda güven üzerine kuruludur ve bu tip ilişkilerde kadınlar, haftada 2 veya 3 kez görüşürler. Beslenen, büyüyen ilişkiler: Bu tür ilişkiler zamana bağlı olarak gelişir. Pratik yardımlar temellidir. Bu tip ilişkilerde kadınlar, haftada 2 veya 3 kez görüşürler. Cana yakınlık üzerine kurulu ilişkiler: Birbirini desteklemek üzerine kuruludur. Bu tip ilişkilerde kadınlar, haftada 2 veya 3 kez görüşürler. Potansiyel gizil (gelişmemiş) ilişkiler: Bu tür ilişkiler duygusal bağlarla karakterize olur. Öncelikli olan ilişkinin kalitesi, verimliliğidir ve kadınlar bu tür ilişkilerinde seyrek görüşürler. araştırmalar, kadınların çoğunluğunun birinci ve üçüncü tipte ilişkileri, çok azının da ikinci tipte ilişkileri tercih ettiğini göstermiştir (1992: 66-67). 2.2. Bekar Kadınların Arkadaşlıkları O’Connor (1992: 115)’a göre, bekar kadınların arkadaşlıkları, direkt ya da dolaylı olarak hayata karşı bir tampon görevi görür. Bekar kadınların arkadaşlıkları; hiyerarşik olmayan, amaç ve problemlerin benzer olduğu ve eğlence (jogging ve tenis gibi) aktivitelerini içeren arkadaşlıklar olarak tanımlanmaktadır. Bekar kadınların arkadaşlıklarının bitişinde farklı etmenler rol oynar. Fiziksel ayrılık, yeni arkadaşlar bulunması, beğenilerin değişmesi, evlilik ve romantik ilişkilere başlanması arkadaşlıkların bitmesinde ki önemli faktörlerdir. İletişim 2002/15 Aslıhan Doğan TOPÇU, Aydan ÖZSOY, Y.Gürhan TOPÇU 48 2.3. Dul Kadınların Arkadaşlıkları Boşanmış kadınlar üzerine yapılan araştırmalarda kadınların boşandıktan sonra geleneksel akrabalık ilişkileri istemediklerini ve yeni ilişkilerini daha az geleneksel bağa göre yaptıkları ortaya çıkmıştır. Bu yeni durum da akrabalık ilişkilerini zayıflatır veya dönüştürür. Bekar ve dul kadınların arkadaşlıklarında psikolojinin önemini açıkça ortadadır. Dul kadınlar arası arkadaşlıklarda diyalektik süreç önemlidir ve ilişkilerin gelişmesinde büyük rol oynar. O’Connor, Wheeler ve Wilcox’un araştırmalarından yola çıkarak üç tip kadın arkadaşlığının da, kadınları etkilediğini söylenebilir. Evli kadınlar arkadaşlıklarını daha çok eşleri ve evleri üzerinden kurdukları için birbirleri üzerinde daha çok bu alanlarda etkili olmaktadırlar. Bekar kadınların ilişkileri, daha çok hayata karşı tampon görevi gördüğü için ve çoğunlukla eğlence amaçlı birliktelikleri barındırdığı için etki gücü bu alanlarda geçerlidir. Dul kadınların arkadaşlıklarında ise boşanmış olmaktan dolayı geleneksel ağ zayıfladığı için etkileme ve etkilenme düzeyi yükselmiştir. Dul kadınların arkadaşlıkları, özellikle psikolojik kökenli yoğun duygusal etkilere açıktır (aktaran O’Connor,1992: 109-115). B. Filmlerde Kadın Arkadaşlığı 1. Popüler Hollywood Filmlerinde Kadınlar Arası Arkadaşlık Sinemada kadın arkadaşlığı denildiğinde Hollywood Sineması’na değinmeden geçilemeyeceği açıktır. Popüler Hollywood sineması ilk yıllarda kadınlar arası arkadaşlığı kadınları birbirine düşman gören ve sürekli yarıştıran bir tarzda sunmuştur. İlk yıllarda Hollywood Sineması, Gledhill (aktaran Tasker, 1998: 139)’in ifadesiyle; jeste dayalı, görsel ve müzikal aşırılıklar barındırmaktadır. Hollywood melodramlarında farklı dişilik tanımları içinde kadının sınırları içinde arzu, ödev ve sorumlulukları vardır. Klasik Holywood filmlerinde; Stella Dallas (1937), Blonde Venus (1932), Mildred Pierce (1945) ev hapishaneye benzetilir ve anneliğe özgü fedakarlık, kadınsı arzuların cezalandırılması, filmlerde kurulan sosyal ve kültürel İletişim 2002/15 49 Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları yapılardır. Bu yapılara aykırı davranan, egemen değerlere başkaldıran kadınlar filmin sonunda bir şekilde cezalandırılır. Bu durum son yıllarda kadın filmlerinin ve lezbiyen filmlerin artışıyla değişir. Son dönem Hollywood’da baş kahramanları kadın olan filmler sayıca artmıştır. Daha önceleri suç içinde görülen lezbiyen eşler, baş kahraman kadınlar birbirine zıt ve düşman olarak sunulmazlar. Aksine artık omuz omuza yürüyen kadın kahramanların olduğu filmler yapılmaktadır. Popüler sinemanın ilk yıllarında karşı cins ile kurulan romantik ilişkinin yerini artık kadın arkadaşlıklarının aldığı filmler de yapılmaktadır (Tasker, 1998: 141).Bu yeni durumu feminist hareketin yükselişi ile ilişkilendirmek mümkündür. Feminist söylem kadın filmleri için şu genellemeleri yapmaktadır: Bu filmlerde, kadının arzuları, hareketli bedeni, duygusal sorumlulukları vardır ve kadınlar arasında ki farklılıklar; ezilenin yanında ezilmeyen, geleneksel olanın yanında modern (kişisel özgürleşimini daha çok gerçekleştirmiş) olan ön plandadır. Yine kadın filmleri için söylenebilecek önemli bir nokta kadınların bağımsız davranabilmesi ve erkeklere karşı güçlü olmalarıdır. Bu güç eski klasik Hollywood filmlerinde ki gibi birbirlerini ezerek ve birbirlerine rağmen değil, birbirlerinin desteğiyle, birbirleriyle dayanışarak gerçekleşmektedir (Tasker,1998: 142-143). 2. Türk Sinemasına Genel Bir Bakış ve Atıf Yılmaz’ın Kadın Filmleri Türk sinemasına genel olarak bakıldığında kadın karakterlerin hangi sınıf ya da toplumsal statüye ait olurlarsa olsunlar temelde egemen değerlere uygun olarak konumlandırıldıkları gözlemlenmektedir. Özellikle kültürel bir biçim olarak daha çok popüler filmler aracılığıyla ‘kadın olmanın anlamları üretilmeye çalışılmış ve seyirciye sunulmuştur. Kuşkusuz bu yapılırken de Türkiye’deki ataerkil düzenin iktidar ilişkileri ve ideolojisinin gerekleri doğrultusunda kadın modelleri çizilmiştir (Künüçen, 2001:57). İletişim 2002/15 Aslıhan Doğan TOPÇU, Aydan ÖZSOY, Y.Gürhan TOPÇU 50 Sözü edilen bu durum özellikle 1980’lerin başına dek Türk sinemasında yaygın olarak görülmüştür. Ancak 1980’den sonra Türkiye’de siyasal toplumsal ve ekonomik alandaki değişimlere paralel olarak kültürel alanda özellikle de sinemada oldukça büyük değişimler olmuştur. 1980 askeri darbesi toplumun her alanında olduğu gibi sinemada da etkilerini göstermiştir. Darbenin sinemaya etkisi özellikle filmlerin konu ve temalarında kendini belli eder. Darbe sonrası Türkiye ortamına en uygun filmler öncelikle ideolojik söylemi olmayan kadın konulu filmler olacaktır kuşkusuz. Atıf Yılmaz da 80’lerdeki değişimi ve sinema sektörünün içinde bulunduğu durumu kendisiyle yapılan bir röportaj da şöyle ifade etmektedir. Türkiye’deki sosyal yapı değişiklikleri, özellikle 1980 öncesi yaşanan olaylar, kitle iletişim araçlarının gelişmesi, ekonomik sıkıntı, sinemanın asıl seyircisi olan orta sınıfın, ailenin, evlerine kapanmalarına neden olunca iyi filmle kötü film arasındaki uçurum iyice büyüdü. Sinemayı sadece para kazanmak için bir araç olarak gören yapımcılar, bu değişime hemen ayak uydurup sokaktaki lumpen seyirciye yönelik filmler üretmeye koyuldular, erotik komediler, giderek soft porno filmler ve şarkılı türkülü Arabesk filmler bu dönemde ortaya çıktı (1995: 261). Türk sineması bu gelişimlerin ışığında, toplumsal hayatta pek karşılığı ve inandırıcılığı olmayan konular ve karakterlerden sıyrılarak daha gerçekçi konulara yönelmiştir. Türk sineması “bugün”ün insanını gündeme getirerek onların sorunlarını çağdaş bir bakış açısıyla işlemeye başlamıştır. Bu sorunların başında adeta yeniden kadın seyirciye ulaşmanın yollarını araştıran ve canlandırılmaya çalışılan Türk sinemasında “kadın filmleri” olarak adlandırılan filmlerdeki kadınlara yönelik konular gelmektedir. ...Yalnızlıkları, bunalımları, direnişleri, kıskançlıkları, beraberlikleri, sevgileri, cinsel kimlik arayışları beyazperdeye yansır. ...Özellikle kentsoylu, aydın, bakımlı ve güzel kadınların sosyal konumları ...kimlik arayışı, belirli bir düzeye vardığını gösteren Türk toplumunda yeni İletişim 2002/15 51 Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları değerlerin giderek yeni duyguların da beraberinde geldiği gerçeği içinde anlatılmaya çalışmıştır (Künüçen, 2001:57, 59). Türk sinemasında kadın konusuna eğilen ve kadınları egemen yapının dışında kendi ayakları üstünde durabilen bireyler olarak sunan az sayıdaki yönetmen içinde Atıf Yılmaz, 1980’lerden itibaren öne çıkar. Atıf Yılmaz’ ın kadın filmleri denildiğinde akla ilk gelen yönetmen olmasının nedeni filmlerini çektiği dönemdir. Bu dönemde ihtilalinin getirdiği siyasal ve ideolojik kısıtlamaların yarattığı düşünsel boşlukta kadın hareketi yükselmeye başlamıştır. 80 öncesi Türk sineması seks filmlerinin yoğun olarak çekildiği bir dönemi yaşamıştır. Sinemamızda seks filmleri furyası 1980’den sonra yerini az sayıdaki nitelikli yapımın yanı sıra arabesk filmlere bırakmıştır (Scognomillo, 1998:216). Atıf Yılmaz kadın filmlerine yönelme nedenini şöyle ifade eder: Kadın kahramanlar seçişimin nedeni, Türkiyeli kadınların, erkeklere göre, daha aktif ve dram kişisi olmalarından kaynaklanıyor. Erkeklerimiz örfler, adetler, gelenekler ve yasalarla belirlenen, korunan, çeşitli haklarla dünyaya geliyor, fazla düşünmeden, biraz da bunu sefasını sürüyorlar. Kadınlarımızsa ya bu haklardan yoksun olmaya razı oluyor, hayatı boyunca bunu acısını çekiyor ya da bu hakları elde etmek, kadınlık onuruna sahip çıkmak mücadelesine girişiyor. Kesin kastlar oluşmadığı için, insanlar bir yerden başka bir yere sürükleniyor, sürüklendiği yerdeki işlevim ne sorularını, bilinçli ya da bilinçsiz, kendine sormaya başlıyor. Her kesimdeki insanımız, özellikle de kadınlarımız bir kimlik arayışı içinde debelenip duruyor (1995: 277). C. Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kadınlar Arası Arkadaşlık Filmlerde kadın arkadaşlıklarına, O’Connor, Weiss, Solana, Wilcox ve Wheeler’in yukarıda sözü edilen arkadaşlıkla ilgili çalışmalarından yola çıkılarak, 13 başlık altında bakılacaktır. Bu başlıklar şunlardır: İletişim 2002/15 Aslıhan Doğan TOPÇU, Aydan ÖZSOY, Y.Gürhan TOPÇU 52 1. Arkadaşlıklarda yüksek güven sergileme 2. Arkadaşlıktan ötürü dönüşüm 3. Dert ortağı olma 4. Duygusal paylaşma 5. Özel Yaşamı paylaşma 6. Pratik yardımlaşma 7. Danışmanlık yapma 8. Başka ilişkilere göre (koca, anne, kardeş) oluşturma 9. Arkadaşlığın değerlendirilmesi 10. Eğlence amaçlı birliktelik 11. Görüşme sıklığı ve nedeni 12. Eş statüsü nedeniyle arkadaşlık yapma 13. Kimi konularda yarışma 1. “Dağınık Yatak” (Atıf Yılmaz, 1984) Bu filmde Meryem, zengin erkeklerle metres hayatı yaşayarak lüks bir hayat sürmektedir. Ferruh adlı çok zengin bir adamla birlikteyken, bir davette gördüğü İsmail adlı genç bir garsona aşık olur. Gerçek aşkı bulduğunu düşünmekte ancak yaşadığı hayattan da vazgeçememektedir. Bu sırada yakın arkadaşı Sabahat hapisten çıkar ve arkadaşlıkları kaldığı yerden devam eder. Sabahat, çelişkiler içinde olan ve yaşadığı duyguları anlamlandıramayan Meryem’e “...sen aşıksın kızım, eğer gerçekten seviyorsan herşeyi bırak, al İsmail’i çek git” der. Meryem de onun bu öğütünü tutarak İsmail ile güneye gider. Böylelikle Sabahat’ın verdiği öğütle bir dönüşüm geçirir, tüm yaşamı değişir. Sabahat, Meryem’in çevresinde en güvendiği kişidir, ona adeta danışmanlık yapar, dert ortağı olur. Meryem, özel yaşamını hiç çekinmeden anlatır ve ondan yardım bekler. Meryem İsmail’le güneye gitmeden önce, Sabahat ile her gün görüşürler. Ferruh, İletişim 2002/15 Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları 53 ortadan kaybolan Meryem’i bulmak ister ancak Sabahat “Meryem gitti, ilişkinizin bittiğini söyledi” der ve yerini bilse de Ferruh’a söylemeyeceğini ekler. Böylece Meryem’le pratik bir yardımlaşma gerçekleştirir. Meryem Sabahat ile olan dostluğu sayesinde yaşamındaki kısır döngüyü kırar ve büyük bir dönüşüm gerçekleştirir. Bundan sonra filmin akışında Sabahat’i bir daha görmeyiz ancak o bir anlamda görevini tamamlamış ve Meryem’in yaşamında olumlu yönde büyük bir değişim geçirmesine neden olmuştur. Weiss ilişkilerin desteğe bağlı potansiyelini inceler ve altı koşul tanımlayarak özellikle ikisi üzerinde durur: bağlılık ve sosyal bütünleşme. Bağlılık güvenlik duygusu arayanlar tarafından sağlanır. Evlilik, kız kardeşler, anneler, yakın kadın arkadaşlar tarafından sağlanır. Sosyal bütünleşme ise sosyal aktiviteleri de kapsayan paylaşılan deneyimler ve ortak ilgiler gibi samimi ilişkiler tarafından sağlanır. Meryem’in Sabahat’la olan arkadaşlığında özellikle bağlılık ön plana çıkar. Meryem, Sabahat ile arkadaşlığının gerektirdiği güvenlik duygusunu paylaşır. Weiss’a göre bağlılığın yokluğunun karşılığı duygusal yalnızlıktır. Meryem, Sabahat ile ayrıldığında güvenlik duygusunu da yitirir. Bağlılığa dayalı arkadaşlık ilişkisi varken İsmail’den kendisini sevmesini beklemez ancak bağlılık yokluğu duygusal yalnızlığı getirdiğinde Meryem de artık İsmail’den kendisini sevmesini bekler. Filmde baş karakter Meryem’in en yakın ilişkisi Sabahat’ladır. Onun dışında Meryem’in arkadaşı olarak görülebilecek kadın karakterlerle O’Connor’ın tanımladığı anlamda bir arkadaşlık ilişkisine rastlanmaz. Diğer kadın karakterlerle arasındaki ilişkiler kıskançlık ve rekabete dayalı ilişkilerdir. Filmde görülen tek gerçek kadınlar arası arkadaşlık Sabahat ile Meryem arasındadır. Solano, arkadaşlığın üç fonksiyonunu tanımlar: 1.maddi ihtiyaçlar, 2.bilişsel ihtiyaçlar, 3.duygusal ihtiyaçlar. Birincisi para, hizmet gibi yardımlar ve bunları vermeye istekli kişilerin mevcudiyetine, ikincisi konuşma, fikirler gibi duygulara olan ihtiyaca, üçüncüsü de sevgi verip almaya, kabul görüp güven duymaya işaret eder. Bu filmde Meryem ve Sabahat’ın arkadaşlığının Solano’nun bilişsel ve duygusal ihtiyaçları karşılayan fonksiyonlar üzerine kurulduğunu görüyoruz. İletişim 2002/15 Aslıhan Doğan TOPÇU, Aydan ÖZSOY, Y.Gürhan TOPÇU 54 2. Dul Bir Kadın (Atıf Yılmaz, 1985) Filmde Suna adında 13 yaşındaki kızıyla yalnız yaşayan dul bir kadının öyküsünü anlatır. Suna üniversite eğitimi almış maddi imkanları yerinde bir kadındır. P.O’Connor’ın belirttiği gibi çevresindeki kadınlarla eğlence amaçlı, daha çok yemekler, dernek toplantıları ve alışverişlerde birlikte olur. Wilcox boşanan kadınların yeni ilişkilerini geleneksel bağa göre kurmak istemediklerini belirtir. Suna Wilcox’un düşüncelerine uygun biçimde çevresinin baskısına ve ona uygun zengin koca adayları bulunmasına rağmen eski geleneksel bağlarını istememektedir. Suna’nın en yakın arkadaşı bir reklam şirketinde çalışan ve bekar olan Ayla’dır. Ayla ve Suna arasındaki ilişki güvene dayalı ve duygusal paylaşmaların yoğun olduğu bir ilişkidir. Weis’in arkadaşlık ilişkilerinin desteğe bağlı potansiyeli için öngördüğü altı koşuldan ikisi olan bağlılık ve sosyal bütünleşme bu ilişkide tam olarak görülmektedir. Dert ortağı olma, özel yaşamı paylaşma, gerektiğinde birbirlerine danışmanlık yapma ve eğlenme yine Suna ve Ayla ilişkisinde karşımıza çıkar. Suna ve Ayla’nın ilişkisi ressam ve fotoğraf sanatçısı Ergun’un hayatlarına girmesi ile değişir. Ergun’a aşık olan Suna, Ayla’nın ve çevresinin tepkilerine rağmen onun arkasından Ayla ile birlikte Bodrum’a gider. Bu gidişin nedeni Ayla’nın aldatılarak ayrıldığı erkek arkadaşının izlerini silmek gibi görünse de asıl amaç Ergun’dur. Üçünün birlikte olduğu Bodrum tatilinde de Ayla-Suna arkadaşlığı bir dönüşüm yaşar. Çünkü Ergun her iki kadın ile birlikte olur. Suna, Ayla’nın Ergun ile olmasını hazmedemez ve İstanbul’a geri dönmek ister. Fakat Ergun yola çıkan Ayla’yı otobüsten geri çevirir. Bu üçlü ilişki Ayla-Suna arkadaşlığının değerlendirilmesine neden olur. O’Connor’ın belirttiği gibi potansiyeli güçlüklerle dolu olan kadın ilişkilerinde bağlılık ve kıskançlık biraradadır. Ayla ve Suna hem birbirlerini kıskanırlar hem de ayrılamazlar. Ergun’un Suna’ya engel olmasının ardından Ayla İstanbul’a geri döner. Suna da Ergun’un sonunda şiddete varan aşağılamalarına dayanamaz ve kısa bir süre sonra geri döner. İki kadın İstanbul’da arkadaşlıklarına eski sıcaklığında devam ederler ve her şeye rağmen iki kadın birbirlerine olan ihtiyaçları yüzünden tekrar bir araya gelirler. İletişim 2002/15 Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları 55 İşte Wheeler’ın dul kadınlar için söylediği gibi psikolojik paylaşım ve diyalektik sürecin önemi Ayla ve Suna’nın birbirlerine olan iletişim ihtiyacında kendini göstermektedir. Okul arkadaşı da olan Ayla-Suna ve Gönül, zaman zaman eğlence amaçlı birlikte olurlar. Filmde çapkın ve deli dolu kişiliği ile verilen Ergun karakterinin çeşitli kız arkadaşları, film boyunca Suna için rekabet ettiği ve kıskandığı kadınlar olarak karşımıza çıkarlar. 3. Ahh Belinda (Atıf Yılmaz,1986 ) Ahh Belinda filminde yalnız yaşayan, tiyatro oyuncusu olan Serap’ın bir reklam filmi için evli, iki çocuk annesi bir kadını canlandırması ve kendini birden canlandırdığı Naciye olarak bulması anlatılmaktadır. Serap, Naciye kişiliğinden ve bu gerçeküstü durumdan kurtulmaya çalışır. Kocasını canlandıran oyuncu gerçekten kocası, çocuklarını canlandıran oyuncular gerçekten çocukları olmuştur. Serap Naciye kimliğini reddeder ve kendisinin Serap olduğunu kanıtlamak ister ancak eski yaşamından hiçbir iz yoktur. Serap, bir süreliğine akıl hastanesine yatırılınca Naciye kimliğini kabul etmiş görünür. Artık Serap’ın yani Naciye’nin en yakın arkadaşı, komşusu ve aynı zamanda iş arkadaşı olan Feride’dir. Filmde evli kadınlar arasında yaşanan arkadaşlıklar söz konusudur. Evli kadınlar arası arkadaşlıklarda Gouldner ve Strong erkeklerin – kocaların- kendileri ile birçok şeyi paylaşmadıkları için kadınların gizli, üstü örtük ilişkilere ihtiyaç duyduklarını belirtir. O’Connor’ın tanımlamasına göre Naciye ve Feride yakın arkadaştırlar ve arkadaşlıkları O’Connor’ın tanımladığı ve birinci tip olarak nitelediği güvenli/güven üzerine kurulu ilişkiler sınıfına girmektedir. Feride Naciye’nin dert ortağıdır. Birlikte ilgisiz ve baskıcı kocalarını konuşarak bir duygusal paylaşım gerçekleştirirler. Feride “... bütün gün işte uğraş, akşam gel yemek yap, bulaşık yıka, gece de Osman beyi rahatlat” diyerek özel yaşamının yorucu ve sıkıcı yönlerini Naciye ile paylaşır. Naciye ve Feride arasında O’Connor’ın kadınlar arası arkadaşlık ilişkilerinde vurguladığı konulardan en baskını olan pratik yardımlaşma İletişim 2002/15 Aslıhan Doğan TOPÇU, Aydan ÖZSOY, Y.Gürhan TOPÇU 56 görülür. Serap, Naciye’ye dönüşmeden önce Asiye Nasıl Kurtulur oyununda başroldedir. Naciye’ye dönüştükten sonra da kendisini tanımayan arkadaşlarına oyunculuğunu ispat ederek hastalanan bir oyuncunun yerine yan rollerden birini almayı başarır. Ancak her akşam provalara gitmesi gerekmektedir. Bu noktada Feride hem onun bu sırrını paylaşır, hem de sorunun çözümü için akıl verir. “Müşterilerden biri bilet verdi, tiyatroya gideceğiz deriz” der ve ilk prova böylece atlatılır. İkinci prova için de “... bankanın yemeği var deriz” diyerek Naciye’ye ikinci kez akıl verir ve onu zor durumdan kurtarır. Naciye için bir çeşit danışman gibidir. Ancak Feride’nin kocası kuşkulanır ve şiddet uygulayarak gerçeği öğrenir. Feride istemeden de olsa uğradığı baskı ve şiddet sonucu arkadaşına ihanet etmiştir. O’Connor, kadınlar arası ilişkilerin potansiyel güçlüklerle dolu olduğunu söyler. Birbirine bağlı evli kadınlarda çelişkili görülse de kıskançlık ve bağlılık bir aradadır. Feride de Naciye’yi sevmesine, ona tüm gücüyle yardım etmesine rağmen hayatındaki değişiklikleri, tiyatrocularla olan arkadaşlıklarını, oyunculuğunu kıskanır. Ona göre Naciye, Feride’nin sıkıcı yaşamının yanında büyülü bir dünyaya girmiştir. Kocası kendisini dövünce “... iyi be, karı deli numarası ile gezip tozuyor, artist oluyor, dayağı biz yiyoruz” diyerek kıskançlığını belli eder. 4. Kadının Adı Yok ( Atıf Yılmaz, 1987) Bu film, Işık adlı kadın kahramanın kişiliğinde toplumda genelde tüm kadınların, özelde çalışan, bağımsız kadınların yaşadığı güçlükleri sergiler. Işık’ın çocukluktan itibaren erkeklerle ilişkileri, babasının baskıları geriye dönüş (flashback) sahneleriyle verilir. Filmde kadınların erkek egemen dünyada yaşadıkları sorunlar ve bunları aşmak için nasıl bir dayanışma gösterdikleri sergilenir. Örneğin filmde Işık’ı lise yıllarında gördüğümüz bir sahnede, arkadaşının biri hamile olduğunu söyler ve bu sırrını Işık ve diğer arkadaşlarıyla paylaşır. Hamile arkadaşı sevgilisiyle buluştuğunda Işık onları gözetler. Sevgilisi çocuğu inkar edince arkadaşının yerine Işık sinirlenir ve saldırır. Burada kadınların tek tek arkadaşlığı yerine bir grup arkadaşlığı ve dayanışma örneğini görürüz. Dert ortaklığı, duygusal paylaşım ve pratik İletişim 2002/15 Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları 57 yardımlaşma hep grup içerisinde yer alır. Işık erkek arkadaşıyla buluşacağı zaman babasına kız arkadaşlarıyla toplanacağını söyler. Sevgilisiyle buluştuktan sonra da babasının kendisini alacağı kız arkadaşına gelir ve onlara nasıl seviştiklerini anlatır. Işık’ın arkadaşlarıyla ilişkisi anne ve babasıyla olan ilişkisine göre daha yakın ve içtendir. Anne ve babasıyla konuşup paylaşamadığı şeyleri arkadaşlarıyla paylaşır. Işık’ın kız arkadaşlarıyla gösterdiği dayanışma daha sonra da devam eder. Üniversiteden bir kız arkadaşının yardımıyla bir reklam şirketinde iş bulur. Ancak aynı arkadaşı onun projesini kendi projesi gibi sunmaktan çekinmez. Yine burada da O’Connor’ın kadınlar arası ilişkilerde kıskançlık ve bağlılığın bir arada görülebileceği örneği gözlenmektedir. Işık, iş yerinden arkadaşı olan Mehmet’e aşık olur. Ancak Mehmet evlidir. Mehmet’in karısı Sevil ilişkilerini bilmektedir ancak tepki göstermez, hatta Işık’ı yemeğe çağırır. Işık ve Sevil, aynı erkeği paylaşmalarına rağmen arkadaş olurlar. Işık kocasını terk ettiğinde Mehmet ve Sevil’in evine gelir, ağlayarak Sevil’e sarılır. Sevil, kocasının ve diğer erkeklerin anlayışsızlığından yakınan Işık’a “... biz kadınız, güçsüz olmalıyız, yoksa kırarlar” diyerek onu teselli etmeye çalışır. Işık bir süre Sevil ve Mehmet’in evinde yaşar. Birlikte otururlarken Sevil Işık’a “... seni gerçekten çok sevdim” der. Işık da “... seni çok üzdüm değil mi” diye cevap verir. Bu sahne özellikle kadınlar arası dayanışmanın en güçlü vurgulandığı sahnedir. Yönetmen aynı erkeği kıskanmadan, kavga etmeden paylaşan iki kadını bu şekilde sergileyerek kadın arkadaşlığını yüceltir. Filmde bir diğer dayanışma örneği de yüzünü hiç görmediğimiz Sumru’nun zor durumdaki Işık’a yazlığını vermesidir. Işık İstanbul’a döner. Filmin sonuna doğru bir pastanede lise yılarından bir arkadaşıyla karşılaşır. İkisi yıllar sonra ilişkileri hiç kopmamış gibi aynı sıcaklıkta devam ettirirler. Sonuç Tasker (1998), kadın filmlerinin önemli bir özelliğinin başrol oyuncularının kadın olması, erkeklerin ikincil ve üçüncül rollere sahip İletişim 2002/15 Aslıhan Doğan TOPÇU, Aydan ÖZSOY, Y.Gürhan TOPÇU 58 olmaları olduğunu belirterek bu tür filmlerde erkeklerin asıl sorunun kaynağını oluşturduklarını, ayrıntılarıyla gördüğümüz kadın karakterlerin sayısız alt üst oluş yaşadıklarını (ya da geçmişlerinde yaşayarak), ve erkeklerin dünyasına karmaşa taşıyarak girdiklerini belirtir. Böylelikle kadınların dünyasının erkeklere oranla duygusal ve karmaşık olduğunu vurgular. Gerçekten de çalışmada incelenen dört filmin tümünde baş rollerin kadınlara verildiği ve kadınların dünyalarının da oldukça karmaşık olduğu görülmektedir. Ancak kadınlar yaşamlarındaki bu karmaşa ve sorunları çalışmanın kuramsal temelini oluşturan “kadınlar arası arkadaşlık ve dayanışma” yoluyla çözmüşlerdir. Bu çalışmada, Atıf Yılmaz’ın dört filminde kadınlar arası arkadaşlık incelenmiş ve çalışmamızın başından beri temel alınan Pat O’Connor’ın araştırmasının incelenmesiyle belirlenen on üç başlıktan dert ortağı olma, danışmanlık yapma, özel yaşamı paylaşma, pratik yaşamı paylaşma ve duygusal paylaşımın en sık rastlanan kadınlar arası arkadaşlık ve dayanışma pratikleri olduğu gözlenmiştir. Bu bağlamda Atıf Yılmaz’ın Yeşilçam’ın ataerkil yapısı içinde film çeken bir yönetmen olmasına rağmen filmlerinde kadınlara ve sorunlarına duyarlılıkla yaklaştığı ve sorunların çözümünde kadınlar arası arkadaşlığa, dayanışmaya özel bir önem verdiği sonucuna varılmıştır. Notlar 1. Çalışmada yer verilmeyen ama vurgulanması gerektiği düşünülen bir nokta, Halit Refiğ’in Türk sinemasında kadın filmleri çeken bir başka önemli yönetmen olarak anılmadan geçilmemesi gerekliliğidir. Ancak Halit Refiğ’in kadın konulu filmlerini çektiği döneme tarihsel olarak bakıldığında A.Yılmaz’dan ve 1980 sonrasından farklı olarak Türkiye’nin içinde bulunduğu toplumsal ve sosyal koşulların değişik olduğu görülebilir. Türkiye’nin gündemi o dönemde 1961 anayasasının toplumsal ve siyasal hayata yansımaları ile doludur ve düşünsl ve sosyal alanda kadın meselesi bir sorun olarak görülmemektedir. 1980 sonrasında olduğu gibi toplumsal ve siyasal hayatta henüz bir kadın hareketi oluşmamıştır. Filmlerine bakıldığında Halit Refiğ’in, kadını sosyolojik bir olgu olarak görüp toplumdan soyutlamadan, kadın sorunları üzerine düşündüğü görülebilir . Belki de bu nedenle filmlerinde değişik sosyal sınıflardan kadınların sorunlarına İletişim 2002/15 59 Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları eğilmiş olması, O’nu kadın filmleri çeken bir yönetmen olarak diğer yönetmenlerden ayırıcı ve öne çıkarıcı bir işlev görmemiştir. Sonuç olarak Halit Refiğ’in filmlerinde yer verdiği kadın karakterlerle ilgili bir ayrı çalışma yapmanın gerekliliği de açık bir biçimde ortaya çıkmıştır. 2. Bu çalışmanın tümünde yer verilen kuramsal bilgiler Pat O’CONNOR’ dan alınmıştır. Kuramsal kısımda bilgiler verilirken gerek metin içinde kaynak gösterme yöntemi ile gerekse kaynakça kısmında, temel alınan kaynak açık biçimde verildiği için filmlerin incelenmesinde tekrarlanan kuramsal bilgilerde tekrar metin içinde kaynak gösterme yöntemine başvurulmamıştır. Bu durum, film incelemelerinde kuramsal kısımdakinden farklı ve yeni bir bilgi bulunmaması ve film anlatımının bütünlüğünün bozulmaması için makalenin yazarları tarafından yeğlenmiştir. 3. Filmlerin incelenmesinde önce özet yaparak sonra kuramsal bilgileri filmlere uygulama yöntemi tercih edilmemiştir. Çünkü, önce özet yapılarak sonra kuramsal bilgilerin filmlerin incelenmesi için uygulanması aşamasında yoğun tekrarlar yapılması gerekeceği ortaya çıkmıştır. Bunun yerine film özeti ve kuramsal bilgilerin filmlere uygulamasının paralel biçimde yürütülmesinin okuma kolaylığı sağlayacağı düşünülmüştür. * Bu çalışmanın oluşumunda desteklerini esirgemeyen Gazi Üniv. İletişim Fakültesi Radyo TV Sinema Bölümünden Prof. Dr. Seçil BÜKER ve Arş Gör.Levent YAYLAGÜL’e teşekkür ederiz. Kaynaklar • Büyük Türk Sözlüğü, (1988), İstanbul: Doğan Yayınları, s. 63. • KÜNÜÇEN, Hale, (2001), “Türk Sinemasında Kadının Sunumu Üzerine”, Kurgu Dergisi , S.18, s. 51 – 64. • SCOGNOMILLO, Giovanni, (1998), Türk Sinema Tarihi, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, s. 216. • O’CONNOR Pat. (1987), Friendships Between Women A Critical Rewiew , New York:The Guilford Press, s. 1- 118. • TASKER, Yvonne. (1998), Working Girls Gender and Sexuality In Popular Cinema, Blm:6, s:139-160 Routledge Pub, s. 139 – 143. • Türk Dil Kurumu Sözlüğü, (1988), Ankara: TDK Yayınları, s.86. • YILMAZ Atıf (1995), Yayınları,2.Baskı, s. 261 – 277. Söylemek Güzeldir, İstanbul: Afa İletişim 2002/15 Aslıhan Doğan TOPÇU, Aydan ÖZSOY, Y.Gürhan TOPÇU 60 Özet Son yıllarda sosyal bilimler disiplini içersinde kişisel çalışmalara verilen önem artmıştır. Bu bağlamda, arkadaşlık kavramı da özel bir araştırma alanı haline gelmiştir. Bu makalede, Pat O’Connor’ın alan araştırmasından yola çıkılarak arkadaşlık ve dayanışma kavramları onüç başlık (arkadaşlık ve dayanışma biçimini anlatan) altında toplanmıştır. Atıf Yılmaz’ın 1980’lerde çektiği ve kadın problemlerine odaklanan dört filmi, araştırmadan çıkarılan bu başlıklar kullanarak incelenmiştir. Kentli orta sınıf kadınlar arasındaki arkadaşlıkların ele alındığı bu dört filmde, onüç başlık altında toplanan arkadaşlık biçimlerinin sıklıkla bulunduğu belirlenmiştir. Bu çalışmadan yola çıkarak Atıf Yılmaz’ın, Türk film endüstrinin ataerkil yapısı içerisinde film çeken bir yönetmen olmasına rağmen, kadınlara ve kadın sorunlarına farklı bir duyarlılıkla yaklşan bir yönetmen olduğu söylenebilir. Sonuç olarak, Atıf Yılmaz’ın filmlerine bakıldığında kadınlar arası arkadaşlık ve dayanışmanın önemli olduğu ve kadınların problemlerinin çözümünde güçlü bir şekilde arkadaşlık ve dayanışma sergiledikleri görülmüştür. Abstract In the last decade, the emphasis on individuals in the social sciences has been growing. Within this context, the concept of friendship has been an area of special interest. In this article, by using Pat O’Connor’s field research, we have identified 13 topics in relation to the concept of friendship. These topics has been appropriated (used to analyse) on four films of Atıf Yılmaz, who has focused women’s problems in his films in the 1980’s. In these four films, portraying urban middle-class women, we can observe that these 13 topics are frequently used. Therefore, we would like to suggest that, Atıf Yılmaz has developed a different sensibilitiy towards women and their problems, although he has been operating within the patriarchal structure of the Turkish film industry. Yılmaz emphasizes solidarity among women for the resolution of the problem. İletişim 2002/15 Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları 61 İletişim 2002/15 İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik Açıdan Kamusal Senaryo Süreci∗ Zülfikar DAMLAPINAR** Giriş Siyasi iktidar olarak devlet ve hükümetlerin özellikle kriz ve bunalım dönemlerinde razı olmaya istekli insanlar yaratması yani, rıza üretmesi kaçınılmazdır. Bu bakımdan, belirgin bir kriz ortamında iktidar-rıza ilişkisini incelemek hem normal şartlar altındaki ilişki biçimlerinden daha önemli hem de daha elverişli olacaktır. Bu çalışmada iktidar-rıza ilişkisinin kitle iletişim araçları üzerinden nasıl yürütüldüğünü tanımlamak, açıklamak üzere, Türkiye’de 21 Şubat 2001 Tarihinde patlak veren ve “Kara Çarşamba” olarak adlandırılan ekonomik kriz örnek olay seçilmiştir. Çünkü, Ekonomik kriz dönemleri ‘yapısal’ gerginlikler olarak sosyal hareketlerin ortaya çıkış sebebi ya da belirleyici bir dinamiğidir (Türkdoğan, 1997:28). Bu açıdan bakıldığında, çalışmanın temel problemi şöyle özetlenebilir; Şubat 2001 ekonomik krizinin patlak vermesi ve uzunca bir süre etkili olan ağır sorunlara karşın, Türkiye’de küçük çaplı birkaç esnaf eylemi dışında önemli bir sosyal hareketlilik gözlenmemiş, örtük bir rıza görüntüsü oluşmuştur. Buna karşılık, ekonomik durumun ortaya koyduğu şartların da etkisiyle gelişen sivil eylemler sonucunda Arjantin’de dört ayda üç defa yönetim değişikliği olmuş; hatta, Endonezya’da siyasal rejim yıkılmıştır. Türkiye’de benzer ekonomik şartların hüküm sürmesine rağmen, böylesi olayların yaşanmamasına sebep olarak; Türk toplum ve aile yapısı, inançları, dini değerleri gösterilmiştir. ∗ S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ABD’de kabul edilen aynı adlı doktora tezinden özetlenmiştir. ** Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim 2002/15 62 Zülfikar DAMLAPINAR Ancak, Türkiye’nin 1980 ve öncesi yıllarda askeri darbeye yol açan olayların temelinde yatan sebepler arasında ekonomik ve toplumsal kaos gösterilmiştir (Bostancı 2002:34). Dolayısıyla, söz konusu ekonomik krizde, münferit bireysel protestolardan başka belirgin bir sivil eylemin olmayışını Türk toplum yapısı ve buna bağlı değişkenlerle açıklamak rasyonel bir yaklaşım olmayacaktır. Yani, Scott’ın (1995:127) yaklaşımından da hareketle, insanların iktidara itaat sebebi onu sadece içselleştirmeleri değildir. Toplumsal yapı ve özelliklerin mevcut duruma karşı rıza gösterme davranışına etkisi bulunmakla birlikte, bu durum bir potansiyelden ibarettir. Razı olma potansiyelini harekete geçirecek olan başka faktörlerin göz önüne alınması gerekmektedir. Bu anlamda bakıldığında, 1980’li yıllarla 2000’li yılların Türk toplumunda gözlenen en önemli değişimlerden birisi kitle iletişim araçlarının etkisi olmuştur. Dolayısıyla, rıza üretimindeki konumları üzerine çalışmanın gerekliliği açıktır. Bu çalışmanın temel amacı, iktidar ve uyguladığı politikalar sonucu olaşan mevcut sosyal ve ekonomik şartlara kitle iletişim araçları üzerinden kamusal rızayı sağlama sürecini tanımlamaya ve açıklamaya yöneliktir. Bu bağlamda çalışma, iktidarın ekonomik kriz dönemlerinde kitle iletişim araçlarının söylemleriyle toplumsal rızayı nasıl üretmeye ve korumaya çalıştığını tespit etmek, kitle iletişim araçlarının mevcut duruma ilişkin geliştirdiği söylem yapılarını ortaya koymak, böylece oluşan kamusal senaryoya karşı gelişen bireysel/toplumsal tepkiyi ölçmek amaçlarını gütmektedir. Çalışmanın temel varsayımı; “İktidarın uyguladığı politikalar sonucunda oluşan krizlerde, kitle iletişim araçlarının söylemlerini kullanarak mevcut duruma karşı rıza üretme çabası, toplumsal razı olma eğilimini doğurmaktadır” şeklinde ifade edilebilir. Buna bağlı olarak, “Kitle iletişim araçlarının ekonomik krizlere ilişkin söylemi, yaşanan sosyal gerçekliği ‘kamusal senaryo’ ile manipüle etmeye yöneliktir”, “İktidara ve ekonomik krize razı olmada ‘kamusal senaryo’ önemli bir rol oynamakta, sosyal gerçekliğe bakış açısı buna göre şekillenmektedir” varsayımları sıralanabilir. İletişim 2002/15 İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik ..... 63 Yukarda açıklanan amaçlara ulaşabilmek ve varsayımları test edebilmek açısından, biri eleştirel diğeri ampirik olmak üzere iki aşamalı bir yöntem uygulanmıştır. Çalışmada, rıza üretiminin kitle iletişim araçlarına dayalı boyutlarını inceleyen Eleştirel Söylem Analizi (Critical Discourse Analysis), iktidar ve kitle iletişim araçlarının kamusal senaryosuna razı olmanın ampirik sonuçlarını ortaya koyan ankete dayalı alan araştırması yöntemleri kullanılmıştır. Çünkü, kitle iletişim araçlarını hangi odaklar tarafından yönlendirildiği yani iktidar ve kitle iletişim araçları arasındaki ilişkiler ve bu araçlarla toplumun nasıl etkilendiği; vatandaşın hükümete ve siyasi konulara bakışının nasıl şekillendirildiği, bireylerin bunlara nasıl tepki verdiği gibi konulara, eleştirel bir perspektiften ‘ekonomi-politik’, ‘kültürel’ ve ‘söylem’ analizleriyle çok geniş açılı bir yaklaşım zorunludur (Downing, 1995:20-24). Çalışmada kullanılan yöntem, iletişim bilimlerinde kullanılan iki temel yaklaşım olan eleştirel ve ampirik araştırma yönelimlerini bir arada değerlendirmektedir. Çünkü; eleştirel iletişim araştırmaları, anadamar iletişim araştırmalarından farklı olarak toplumsal iktidar ve iletişim ilişkilerine odaklanarak (Fejes, 1994:252) sürekli ileti içeriği ve üretimi üzerinde yoğunlaşması, ‘alıcıların yok olması tehlikesini’ gündeme getirmekte (Fejes, 1994:256), alıcıların yeniden eleştirel çalışmalara dahil edilmesini kaçınılmaz kılmaktadır (Fejes, 1994:267). 19 Şubat 2001 ve 30 Eylül 2001 tarihleri arasındaki yaklaşık yedi aylık yayın süreleri boyunca Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Sabah ve Yeni Şafak gazeteleri incelemeye alınmıştır. Analizde, gazetelerin vitrinleri olarak kabul edilen birinci sayfalarından, sürmanşet ve manşet haberler metinleri dikkate alınmıştır. Çünkü, gazete en önemli haberini ve (söylemini) burada yapılandırır, olaya verdiği önemi ortaya koyar. Ayrıca, gazetelerde, dikkati en çok çeken ve okuyucu tarafından en sık takip edilen alan ilk sayfalardır (Güz, 1996:989). Kitle iletişim araçlarının ve mesajlarının rolünü anlamak için söylem stratejilerine ve yapılarına bakmak gereklidir (van Dijk, 1996:10). Söylem analizi, dil gibi anlamsal eylemleri incelemek için bilimsel bir yöntemdir (van Dijk, 1985:2) ve toplumsal sorunları ve siyasal meseleleri araştırmada önemli bir yere sahiptir. Aynı zamanda bu konuları, sadece İletişim 2002/15 Zülfikar DAMLAPINAR 64 tanımlamakla kalmayıp, belirli bir açıklama da getirmektedir (van Dijk, 2001). Bu çerçeveden hareketle Şubat 2001 Ekonomik krizine ilişkin olarak basın haberlerindeki; başlık, şematik, tematik yapı, semantik-sentaktik ve retorik olarak ortaya konulan kamusal senaryo söylemi tartışılmıştır. Çünkü, söylem olarak ekonomiyi incelemek bilgi yani hakikat, söylem yani anlam ve dil merkezli bir perspektif gerektirir (Samuels, 1990:1). Aynı şekilde, ekonomiyi açıklamak ve yorumlamak ya da tarif etmek dilin kullanımıyla gerçekleştirilir. Bu yönüyle dil olarak ekonomi, toplumsal iletişim sisteminin bir parçasıdır (Samuels, 1990:7). Kitle iletişim araçlarına ilişkin çalışmak, ‘anlam’ın üreticileri ve alıcıları arasındaki ilişki sonucunda nasıl inşa edildiği sürecini araştırmaktır (Burton, 1995:43). Bu bakımdan kamusal senaryonun nasıl algılandığını ve etkilerini ortaya koymak için alan araştırması yöntemi anket tekniğine dayalı olarak Konya merkezde, 2001 yılı Ekim ayının ilk haftasında, 579 deneğin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. İlgili gazeteler üzerine yapılan söylem analiziyle kamusal senaryo sürecinin sekiz aşaması tespit edilmiştir. Buna göre basın haberleri, gündemi yönlendirme, bunalımı yaygınlaştırma, siyasetsizleştirme/kayıtsızlaştırma, bilgisizleştirme, normalleştirme, umut geliştirme/kırma, alternatifsizleştirme ve sivil itaatsizliği kırma söylemleriyle yapılandırılmaktadır. 1. Kamusal Senaryo Söylemi 1. 1. Gündemi Yönlendirme Söylemi Kitle iletişim araçları konuşulabilir konuların evrenini şekillendirir. Bu konuların bireylerin zihninde seçilmesi ve değerlendirilmesi için de bir söylem düzeni kurgular (Sholle, 1994:245). Diğer bir deyişle, kitle iletişim araçlarında yer alacak olaylar bir “konulaştırma” sürecinden sonra aktarılır. Dolayısıyla, belirli olayların haber yapılması ya da yapılmaması bu araçların inisiyatifindedir. Buradan hareketle gündemde hangi konuların yer alacağı ve gündemin genel görünümü kitle iletişim araçları tarafından belirlenir (Noelle-Neumann, 1998:177). İletişim 2002/15 İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik ..... 65 Chomsky’ye (1999:119) göre, kitle iletişim araçlarının gündemini siyasi iktidarı paylaşanlar belirler. Her ne kadar iktidarla çatışmalı gibi görünen konulara değinilse de bunlar, sadece iktidarın uzantısı olan iletişim araçlarında diğer olaylar tarafından bastırılan zayıf konuları teşkil eder. Örneğin, Chomsky’ye (1995b:13) göre, bir bakan hakkında eleştiri yapılıyorsa, bunun hemen yanında olayla hiçbir ilgisi bulunmayan başlıklar, bilinçaltına seslenen propaganda söylemleri, yan anlamlar taşıyan dikkati başka yönlere çekecek söylemler dillendirilir. Bu bakımdan, iletişim araçlarının dili ‘şok görüntüler’, ‘büyüleyici’, ‘süper’, ‘korkunç’ gibi daha çok duygulara hitap eden bir söylemle yapılandırılmaktadır (Bostancı, 1998:149). Yani, iktidar kitle iletişim araçları üzerinden, kamusal tartışmaların çerçevesini ve gündemini belirleyerek, bu konuları kamu gündeminden uzaklaştırma yeteneğine sahiptir. Çünkü, bir takım düşünceler, iktidar tarafından üzerinde fazla durulmaması gereken, bunun vatan ve milletin bütünlüğünü tehlikeye düşürecek tartışmalar yaratacağı varsayımıyla hasır altı edilebilir (Chomsky, 1995a:28). Bunun dayanağı, kitle iletişim araçlarında yer alan içeriklerin önceden kabul ettirilmiş mesaj özelliği taşımasında yatar. Zira, söz konusu içeriklerle, bireylere bunlar “sizin” için imajı verilir. Bireylerin ise bu mesajlara inanıp inanmaması fazlaca önem taşımaz (Marcuse, 1968:135). 1. 2. Bunalımı Yaygınlaştırma Söylemi İletişim araçlarının, iktidarın çıkarlarına zarar verebilecek haber içeriklerine (kriz ve bunalımlara) yer vermesi konunun önemsizleştirilmesi ve yaygınlaştırılmasına hizmet edecek şekilde olur (Herman ve Chomsky, 1988:33). Aslında habere konu olacak olay sonuçları itibarı ile ne kadar olumsuzsa, bir haber konusu olma ihtimali de o kadar muhtemeldir (Galtung ve Ruge, 1999:292). Ancak bu sorunlar, söylemler yoluyla yaygınlaştırıldıkça toplumsal rıza için uygun bir ortam hazırlamaktadır. Çünkü, karar vermeyi manipüle etme yöntemleri arasında düşünceyi simüle İletişim 2002/15 Zülfikar DAMLAPINAR 66 etmek, belirsizlik yaratmak, karmaşıklığı artırmak (Funkhouser, 1986:111116) başlıca süreçler olarak ortaya çıkmaktadır. Bunalımı yaygınlaştırma Keane’nin (1999:100) bakış açısından, “Yurttaşlar arasındaki bunalım duygusunu kolektifleştirerek ve bunalımın tedavisi için sıkı önlemler alınması gerektiği yolundaki resmi iddiaları yayarak, örtük bunalımın açık bunalım haline dönüştürülmesini” kitle iletişim araçları üzerinden sağlamak şeklinde tanımlanabilir. Sorunlar ya da problemler, çok miktarda vurgulandığında olaylar kendi kendini açıklamaya başlar, sorgulanmaz hale gelerek ‘görünmez’ olurlar. Böylece insanlar bu konuları ‘her şey her zamanki gibi’ yargısını taşımaya başlar. Çünkü, yaratılan aşinalık sorgulama ve eleştiri psikolojisini ortadan kaldırır (Bauman, 1998b:23). Yani, haberleşmenin denetlenmesinden değil haberleşmenin fazlalaşmasından çare beklenmelidir (Baudrillard, 1999:97). Toplumun karşılaştığı bunalımlar, büyük bir kriz olarak tanımlanarak, totallik ve süreklilik kazandırıldığında buna ilişkin kararlar da total bir nitelik kazanmakta; toplumsal hayattaki siyasal ve ekonomik alanlar da alınan karalar bir bütünlük içinde total bir görünüm almaktadır. Bir dereceye kadar böylesi durumlar, diğer toplumsal kurumların önlem alabilmesi için bir fırsat olabilmektedir ancak, daha ileri düzeyde değişim kaçınılmaz, önlenemez bir şey olmaktadır. Dolayısıyla, toplumdaki yöneticiler iyi yetişmiş, geniş bir düşünce ufkuna ve yaratıcı bir ‘kafaya’ sahip insanları aramaya başlamakta ve eğer bunların yeter sayıda olmadığını fark ederse, ekonomik ve siyasal alanlarda bir karmaşaya sebebiyet vermektedir (Mills, 1974:411). Oysa, böyle dönemlerde yani, bunalım yaygınlaştırıldığında belirli bir risk taşıyan sorunları çözecek uzman yokmuş ya da herkes uzman olduğu şeklinde bir algılama süreci başlayabilir (Beck, 1999:46). 1. 3. Siyasetsizleştirme/Kayıtsızlaştırma Söylemi Kitle iletişim araçları siyasal kayıtsızlığın en önemli besleyicileridir. Çünkü siyaset tarafından baskı altına alınmıştır ve basın kurumlarının İletişim 2002/15 İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik ..... 67 bundan kurtulmaya çalışmaları onlarla birlikte yaşamalarından daha zordur (Weber, 1998:158). Sholle (1994:239), siyasetsizleştirme kavramını siyasal olanın kitle iletişim araçlarının söyleminden dışlanması sonucunda ortaya çıkan bir konsensüs durumunu anlatmak için kullanır. Siyasetsizleştirmenin diğer bir adımı, Mulgan’ın deyimiyle, siyasal konuların kitle iletişim araçları tarafından sınırlandırılması ve artık siyasetin altyapısını oluşturur hale gelmesi (1995:21-22) aynı zamanda, insanların siyasal konulara ilgisinin azalmasıdır (Bennett, 2000:222). Toplumun çoğunluğunu ilgilendiren sorunlar kamusal alanda tartışılır ancak, iletişim araçlarının söylemleriyle böyle bir kamusal alanı oluşturmaktan çok, yok etmektedir (Durham ve Cmiel, 1997:259). Oysa, Kamusal söylemler kitle iletişim araçları tarafından dile getirilmek durumundadır (Durham ve Cmiel, 1997:271). Kitle iletişim araçları toplumun siyasete ilgiyi ve katılımı artırması beklenirken (Tokgöz, 1979:32-33) daha çok bir ‘politik duyumsamazlık’ geliştirdiği (Tokgöz, 1979:1) iddiaları siyasetsizleştirme olgusunu desteklemektedir. Türkiye açısından yapılan bazı araştırmalarda, halkın büyük kesimi demokrasiyi tanımlayabilme, parti genel başkanlarını tanıma konularında yeterli bilgiden yoksun görülmüştür (Güneş, 1996:820). Kitle iletişim araçları vatandaşların siyasi konular hakkında bilgilenme ve algılamada etkilidir. Bu bağlamda, kitle iletişim araçlarının kullanım sıklığı, yoğunluğu, siyasi konuların içeriği algılamada önemlidir (Schoenbach ve Baran, 1990:88-89). Adorno’nun (1998:68) belirttiği gibi, artık bireyler kamusal konulara tepki verme dürtüsünden yoksunlaşmıştır. Yani, kamusal senaryonun siyasetsizleştirme/ kayıtsızlaştırma etkisiyle, Baudrillard’ın (1998:79) vurguladığı gibi, politik tutkular yerini siyasi tiksinmeye bırakmıştır. Böylece, birey giderek inisiyatifini kaybetmiş, siyasi ve ekonomik konulara ilişkin kamusal alanın arkasındaki gerçeklerden de uzak kalmaya başlamıştır (Fromm, 1998:127). İletişim 2002/15 Zülfikar DAMLAPINAR 68 1. 4. Bilgisizleştirme Söylemi Bilginin kontrolü statükoyu ve rızayı oluşturmak için kullanılır (Sholle, 1994:238). Bu anlamda Sholle (1994:238-240), rıza üretiminin yanlış bilinç paradigmasıyla açıklanabilmesine karşı çıkar. Çünkü, O’na göre bilgi, üretilerek değil yok edilerek sisteme rıza yaratılmakta ve meşruiyet sağlanmaktadır. Ancak günümüz iletişim sistemi ve yapısı dikkate alındığında tamamen bilgisiz bırakılma daha düşük bir ihtimal olarak varsayılabilir. Dahası, önemli olan bilgiyi tamamen ortadan kaldırmak değil bilginin nasıl, hangi içerikte ve söylemde verildiği, nasıl anlamlandırıldığıdır. Son tahlilde, bilgisiz bırakma rıza üretimi için baş vurulabilecek önemli stratejilerden birisi olarak görünmektedir. Ancak, bunun yanında daha önce yapılan tartışmaların da ışığında çarpıtılan iletişim ve bilgi üzerinde odaklanmak gereklidir. Kitle iletişim araçlarıyla haber görüntüsü altında bilgisizleştirici hikayeler sunulur (Chomsky, 1995b:13). Bunun için, siyasal konulara ilişkin bilgiler kitle iletişim araçlarında her geçen gün azalmaktadır (Negrine, 1996:54). Özellikle, elektronik iletişim araçlarının bireyleri bilgisiz ve cahil kıldığı şeklindeki tezler (Sanders, 1999:128-129) kamusal senaryonun bilgisizleştirme aşamasına dikkat çekmektedir. Haber, bilgi ve enformasyon azalması iktidarı oligarşik bir şekilde ayakta tutan mekanizmalar haline getirmeyi amaçlar. İktidarın bilgiyi tekelleştirmek istemesinin altında yatan neden de bundan kaynaklanmaktadır. Böylece, en ekonomik ve siyasal konulardaki salt gerçek haber ve bilgi, iktidarın elinde toplanmakta ve manipülasyon amacıyla kullanılabilmektedir (Kılıçbay, 1999:90-94). İktidar otoritesini zedelemeyecek bilgileri vermekte cömert davranır. Ancak, sır iktidarın en önemli araçlarından birisidir (Weber, 1998:315-318). Yani; gizlilik, iktidarın özünde vardır (Canetti, 1998:288) ve hükümetlerin kendini koruma arcı olarak işlev görür (Walker, 1999:31). İktidarın aktörleri, ekonomik konularda halkın ayrıntılı bilgilendirmeye ihtiyacı olmadığı düşüncesinden hareketle, vatandaşları bilgiyi kontrol ederek mevcut durumu meşrulaştırmaktadır (Bennett, 2000:17). Bu süreçte, kitle iletişim araçları bir İletişim 2002/15 İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik ..... 69 gizlikapaklılık görevini yerine getirmek üzere kullanılır (Debor, 1996:130). Çünkü, kitle iletişim araçları “gizleme”nin somut örnekleridir (Giddens, 1998:136). 1. 5. Normalleştirme Söylemi Sholle’nin (1994:236), mevcut durumu doğallaştırmak olarak tanımladığı “şeyselleşme (refication)”, kitle iletişim araçlarının ‘normalleştirme’ özelliği olarak da yorumlanabilir. Çünkü, bu aynı zamanda bir propaganda aracı olarak (Megill, 1998:63), bireysel ve toplumsal rıza üretmek için kullanılabilir. İktidar, devlet-vatandaş arasındaki ilişkileri, bireyin mevcut durumu kaderiymiş gibi algılamasını sağlayarak doğallaştırmıştır (Bauman, 1998a:17-19). Sonuçta, bireyler statükonun kendi aleyhlerine olacağını bilse de, bunu kaderci bir yaklaşım içinde “kabul” etme eğilimi taşırlar (Freire, 1995:44). Böylece, sosyal gerçek doğallaştırılarak ‘normal’ hale getirilir. Toplumsal anlamları doğallaştırmak için söylemsel düzeni oluşturma potansiyeline sahip olmak gereklidir (Yağcıoğlu, 2002:116). Bu söylem düzeniyle, Bilgin’in vurguladığı gibi, Türkiye’de siyasi iktidar, “sorunlara hâkim değil, maruz olarak algılanır” hale getirilmiştir (Bilgin, 1997:51). Başarısızlık, irade dışı bir şey olarak algılandığında kaçınılmaz ve varoluşsal bir durum gibi görünür. Doğal gibi görünen bu sosyal gerçek, siyasal konularda bile kendini net bir şekilde gösterir. Hatta başarısızlık, belirli kesimlerde sevinç kaynağı bile olabilir. Başarı ise, belirli bir çalışmanın ürünü olsa bile şüpheli görünür, “oyunun kuralını bozan” bir oyun haline gelebilir (Shayegan, 1997:150). Bu ve benzeri yollarla kamusal senaryo sürecine bağlı olarak, şeyler normalleştirilebilir. Bununla birlikte normalleştirmede, dramatikleştirme, kadere sığınma ve kurallaştırma gibi bir çok yöntem kullanılabilir. Normalleştirme söyleminin en önemli adımlarından birisi, mevcut durumun insanların kaderi olduğuna ikna etmektir. Yani, Mills’in (1974:32) ifadesiyle, toplumsal hayatta alınan kararlar sayısız denecek kadar çok ve bu kararların hepsi de önemli bir sonuç yaratmayacak kadar küçük çapta İletişim 2002/15 Zülfikar DAMLAPINAR 70 kararlar olarak ortaya çıktığında, olaylar kader niteliğinde bir tarih olmaya başlar. 1. 6. Umut Geliştirme ya da Kırma Söylemi Umudun, “daha büyük bir canlılık, daha büyük bir duyarlılık ve akılcılık sağlamak yönünde gerçekleştirilmek istenen her toplumsal değişimin, belirleyici ögesi” olması (Fromm, 1995:20), mevcut sorunlara karşı rıza üretmede kaçınılmaz olduğunu kanıtlar ancak; bunun yanında, umutsuzluk da insanları merak etmekten alıkoyacağından (Zeldin, 1998:201), bireylerin mevcut duruma razı olmalarının bir diğer kaynağı olabilir. İnsanı bir şeyi yapmaya ya da razı etmeye hazır hale getirmenin en uygun psikolojik şartı, bu davranış sürecinden memnun kalacağı umudunu vermektir. Fromm (2001:23) bunu, insana yapmasını gereken şeyi yaptırmayı sevdirmek olarak yorumlar ve toplumsal yapı böyle bir tutumla şekillendiğinde, insanın kendisine zorla dayatılan şeyleri yapmaktan zevk alır hale geleceğini vurgular. Dolayısıyla kamusal senaryonun umut geliştirme ya da kırma söylemiyle rızanın üretilmesi mümkündür. 1. 7. Alternatifsizleştirme Söylemi Siyasal iktidar, kitle iletişim araçları üzerinden statükoya alternatif olabilecek her türlü yapılanmanın önünü keser (van Dijk, 1994:307). Böylece alternatif söylemlerin önünü kesilmiş olur. Sholle (1994:239), bunu fosilleştirme diye tanımlar ve dilin buradaki önemine vurgu yapar. Örneğin, söylem yoluyla farklı alternatifler değerlendirilse bile bu alternatifler kendi arasında bir konsensüs sağlayabilecek olanlardır ve ötekiler dışlanarak yok edilir (Sholle, 1994:239). Görüldüğü gibi, mevcut durumlara karşı rıza sağlanması için yapılandırılan kamusal senaryoda, hem iktidara hem politikalarına karşı ‘alternatifsizlik’ stratejisi uygulamak, istenilen amaca ulaşmak için elverişli bir ortam yaratma imkanını sunmaktadır. Çünkü, itaat edilecek iktidar odağı çoğaldıkça insanın itaat İletişim 2002/15 İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik ..... 71 etmesi de zorlaşır (Zeldin, 1998:406). İşte, günümüzde çoğu zaman, hükümetleri ayakta tutan şey doğal olarak başka bir alternatifinin olmaması (Mulgan, 1995:19) ya da öyle gösterilmesidir. Halkı zorla razı etmek her zaman mümkün değildir. bunun için razı olan tarafın, bu durumun kendileri için kaçınılmaz sonuç ya da yararlı bir durum olduğu yolunda ikna edilmesi gereklidir (Canclini, 1999:142). Bu süreçle, her sistem kendi ‘kaçınılmazlarını’ üretir (Schiller, 1993:15). İktidar sahip olduğu iletişim araçlarıyla duyguları yok ederek insanları “askıya almak” becerisini gösterirler. Böylece mevcut sistem vatandaş tarafından alternatifsiz görünür (Mestroviç, 1999:55-56). Örneğin, ekonomik krizlerle birlikte ortaya çıkan sorunlar genellikle “devrim” söylemleriyle nitelendirilen programlarla giderileceği vurgulanır (Bennett, 2000:179) ve alternatifsizleştirilir. 1. 8. Sivil İtaatsizliği Kırma Söylemi Günümüz toplumlarında olaylar bireylere aporetik şekilde yansıtılmaktadır. Yani, ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın olaylar, sorun ve problemler üstesinden gelinemeyen çelişkiler ya da çözümlendiği varsayıldığında yeniden bir çelişki ürüten durum olarak sunulmaktadır (Bauman, 1998a:17). Kitlelerin fiili eylemlerini (ki bunlar grev, protesto hatta sivil direnişi) kitle iletişim araçlarının politik etkilerini kullanarak durdurmak, uyutmak ya da daha önemlisi iktidarın lehine harekete geçirmek mümkündür (Domenach, 1995:119). Çünkü, kitle iletişim araçlarının olayları “mırıltı”ya çevirmesiyle, zaten uyumlu davranışlar sergileyen insanlar “sızlanma”dan öteye geçmeyen bireyler haline getirilmektedir (Rigel, 2000:61). Siyasal sistemin “bekçilik” rolü haberlere verildiğinden sivil itiraz, protesto girişimleri ve benzeri sivil itaatsizlik girişimleri iletişim araçlarının süzgecinden geçirilir ve olaya karışanlar kızgın kalabalıklar olarak gösterilerek toplum vicdanına havale edilir (Bennett, 2000:63-64). Bu sayede kitle iletişim araçları mevcut iktidar yapılanmasının temel koruyucu İletişim 2002/15 Zülfikar DAMLAPINAR 72 haline gelmiştir (Bennett, 2000:64-65). İktidarın ekonomik uygulamalarını protestolar kitle iletişim araçlarında çoğunlukla haksız bir eylem olarak gösterilir ve hükümetin haklılığı vurgulanır (Eyüboğlu, 1999:53). Sonuçta insanlar, hiçbir suç işlemeden yönetme faaliyetinin olamayacağına inanabilir ve bu durum karşısında kendisine acı veren sorunla birlikte yaşamayı öğrenerek, kendilerinin de suçlu olduğunu (Camus, 1998:32) kabullenebilirler. İnsanların, toplumsal gerçekliğin değil de, birbirlerinin kurbanıymış gibi algılaması ve gerçek hayatın içindeki insanların ayakta kalabilmek için birbiriyle uğraşmaya başlaması (Oskay, 2001:129) sivil itaatsizliği anlamsızlaştırır, rıza halini güçlendirir. 2. Kamusal Senaryoya Sonuçları: Dayalı Rıza Üretiminin Ampirik Konya Alan Araştırması Bu kısımda kitle iletişim araçlarıyla ortaya koyulan kamusal senaryonun etkileri üzerinde durulmaktadır. İkinci bölümde kamusal senaryo modeliyle tanımlanan ve açıklanan süreç yani, “gündem çarpıtma”, “bunalımı yaygınlaştırma”, “siyasetsizleştirme/ kayıtsızlaştırma”, “bilgisizleştirme”, “normalleştirme”, “umut geliştirme ya da kırma”, “alternatifsizleştirme”, “sivil itaatsizliği kırma” söylem yapılarının etkileri; “gündemin algılanışı”, “bunalımı kanıksama”, “siyasetsizleşme /kayıtsızlaşma”, “bilgisizleşme”, “normalleştirme”, “umut değişimi”, “alternatifsizleştirme” şeklinde ortaya çıkmakta ve bu, iktidara ve mevcut duruma karşı razı olma anlamına gelmektedir. Sekiz başlık altında toplanan söz konusu etkiler, bir modelin sadece önemli olan değişkenleri kapsayacak şekilde gerçekliğin özetlenmesi prensibinden (Aziz 1994:24) hareketle, cinsiyet, yaş, gelir, eğitim; çalışmanın kavram, kapsam ve amaçları bakımından kimlik tanımlamaları, oy verilen siyasal parti ve özellikle örneklemde yer alan gazeteler, kitle iletişim araçlarına karşı beslenen tutumlara ilişkin değişkenlerle analiz edilmektedir. Ancak bu özet niteliğindeki çalışmada sadece “gazete okuma” İletişim 2002/15 İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik ..... 73 değişkenine ilişkin sonuçların verileri kullanılmıştır. Alan araştırmasından elde edilen veriler SPSS 10.0’da ki-kare analizi ile değerlendirilmiştir. 2. 1. Gündemi Yönlendirme Deneklerin, Şubat-Eylül 2001 Tarihleri arasında ülkenin en önemli gündem maddesi olarak gördükleri sorun ile kitle iletişim araçlarında aynı dönemde en çok yer verildiğine inandıkları konular arasında anlamlı (p<0.05) ve düşük (c= .212) bir ilişki bulunmaktadır. Dolayısıyla, kitle iletişim araçları ile vatandaşların gündemleri arasında bir paralellik gözlenmektedir. Ülkenin en önemli sorunu olarak “ekonomik kriz” cevabı verenlerin, kitle iletişim araçlarında da en çok yer verilen konuların %84, oranında, ekonomik sorunlara ilişkin “hükümetin ekonomi programı”, “halkın ekonomik bunalımı”, “yolsuzluk olayları”, “Kemal Derviş’in bakan oluşu’ gibi problemlere işaret ettikleri anlaşılmaktadır. Bu sonuçlara göre, kitle iletişim araçlarıyla halkın, ekonomik konulara verdikleri önem dereceleri yaklaşık eşittir. Ancak, halkın büyük çoğunluğunu etkileyen ekonomik kriz gibi bir olayın kendiliğinden gündem maddesi olabileceği ve kitle iletişim araçlarının vurgulamasından kaynaklanmayabileceği gözden uzak tutulmamalıdır. Öte yandan, kamusal senaryo sürecinde tartışılan kitle iletişim araçlarının gündem çarpıtma söylemi, ekonomik krizi başlangıçta daha çok Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasında yaşanan duruma endekslemesine karşın; halkın, kitle iletişim araçları gündeminde en çok yer alan konular arasında böyle bir konuyu değerlendirmemesi önemlidir. Yani, halk ve kitle iletişim araçları arasındaki gündem benzerliğinin makro düzeyde söz konusu iken mikro düzeyde farklı olabileceği görülmektedir. Örneklem olarak alınarak incelenen Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet, Sabah, Yeni Şafak gazetelerini okuma ile ülkenin en önemli gündemi görülen sorun arasında anlamlı (p<0.05) ve düşük düzeyde (c= .237) bir ilişki gözlenmektedir. Buna göre, Cumhuriyet okuyucularının diğer İletişim 2002/15 Zülfikar DAMLAPINAR 74 gündemler arasında ekonomik krize işaret etme oranı %36,8; Hürriyet okuyucularının %80,8; Milliyet okuyucularının %85,1; Sabah okuyucularının %77,8; Yeni Şafak okuyucularının ekonomik krizi önemsemesinde oran %67,9 olarak gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, ekonomik krize en yoğun önemi atfedenlerin Hürriyet ve Milliyet okuyucuları olduğu anlaşılmakta ve diğer gazetelerde ekonomik kriz gündemine verilen önem düştükçe siyasi istikrarsızlık gündemine verilen önemin arttığı görülmektedir. Örneklemde yer alan beş gazetenin haricindeki herhangi bir gazeteyi okuyanların %70’i yine ekonomik krize işaret etmektedir. 2. 2. Bunalımı Kanıksama Örneklem gazetelerini okuma ve bunalımı kanıksama arasında anlamlı (p<0.05) ve düşük (c= .276) bir ilişki ortaya çıkmaktadır. Buna göre, bunalımı kanıksayanların toplam %28,7 oranıyla en çok Milliyet okuyucuları olduğu, bunalımı kanıksamama ve indekse katılmama düzeyine ise en çok %38,7 oranıyla Yeni Şafak okuyucusu oldukları anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Milliyet okuyucularının bunalımı kanıksama indeksine katılma düzeylerinin toplamındaki oranı %62’ye ulaşmakta, Yeni Şafak okuyucularının bunalımı kanıksamama ve katılmama düzeyi %23,8 olmaktadır. Yeni Şafak okuyucularının bunalımı kanıksama oranı kanıksamama oranından yüksek olsa da bu, dağılım içindeki en yüksek kanıksamama düzeyine tekabül etmektedir. Fikir belirtmeyenlerin içinde en çok oran sırasıyla Yeni şafak, Milliyet, Sabah, Hürriyet ve Cumhuriyet okuyucularında görülmektedir. 2. 3. Siyasetsizleşme/Kayıtsızlaşma Örneklem gazetelerini okuma ve siyasetsizleşme/kayıtsızlaşma indeksi arasında anlamlı (p<0.05) ve düşük (c= .281) bir ilişki gözlenmektedir. Buna göre, siyasetsizleşme/kayıtsızlaşma indeksine en yüksek katılım düzeyleri toplamında sıralama Yeni Şafak %87,6; Hürriyet %72,4; Sabah %69,5; Cumhuriyet %68,4 ve Milliyet %67,8 şeklinde İletişim 2002/15 İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik ..... 75 oluşmaktadır. Yani, siyasetten uzaklaşma ve kayıtsızlaşma en çok Yeni Şafak okurlarında, en az Milliyet okurlarında görülmektedir. Cumhuriyet okurlarının %31,6’lık oranla en çok fikir belirtmeyenler olduğu anlaşılmaktadır. Gazete okumayanlar arasında da siyasetsizleşme/kayıtsızlaşmaya önemli oranda katılım düzeyi gözlenmektedir. Siyasetsizleşme /kayıtsızlaşmaya en çok katılmama düzeyi gazete okumayanlar arasında toplam %12,3’lık orana karşılık gelmektedir. Yani gazete okumayanların okuyanlara göre daha çok siyasete taraftar olduğu ve gündeme kayıtsız olmadıkları anlaşılmaktadır. 2. 4. Bilgisizleşme Örneklem gazetelerini okuma ve ekonomik konulardaki bilgi düzey indeksi arasında anlamlı (p<0.05) ve düşük (c= .291) bir ilişki dikkati çekmektedir. Buna göre, gazete okuma düzeyi arttıkça genel olarak doğru cevap verme oranı artmakta olduğu söylenebilmekle birlikte, bilgi düzeylerinin beklenen oranda yüksek olmayışı, bilgilenmede temel değişkenin takip edilen gazete olmadığını iddia etmek için yeterli bir sebeptir. Yukarda bahsedildiği gibi en önemli değişken eğitim olarak ön plana çıkmaktadır. Ancak genel olarak bakıldığında, Milliyet okurlarının %9,2’si üç doğruyu bilerek dağılım içindeki en çok doğru cevap verenler olmuştur. Milliyet okurlarının %36,8’i; Yeni Şafak okurlarının %30,8’i; Sabah okurlarının %28’i; Hürriyet okurlarının %16,3’ü en az iki ya da üç doğru cevap verebilmiştir. Cumhuriyet okurları arasında iki ya da üç doğru cevap görülmemektedir. Bu sonuçlara göre en Milliyet okurları ekonomik konularda en çok bilgili olanlardır. Cumhuriyet okurlarının %52,6’sı her üç soruya da yanlış cevap vererek dağılım içindeki en yüksek oranda yanlış cevap verenler olmuştur. Ancak hiç gazete okumayanların %75,4’ünün hiçbir soruya doğru cevap verememiş olduğu anlaşılmaktadır. İletişim 2002/15 Zülfikar DAMLAPINAR 76 2. 5. Bunalımı ‘Normal’ Görme Örneklem gazetelerini okuma ve krizi normal görme indeksi arasında anlamlı (p<0.05) ve düşük (c= .266) bir ilişki vardır. Buna göre, sırasıyla Cumhuriyet okurlarının %73,7’si; Hürriyet okurlarının %27,8’i; Sabah okurlarının %23,1’i; Milliyet okurlarının %20,7’si ve Yeni Şafak okurlarının %16,7’si krizin normal olduğuna katılmaktadır. Katılma düzeyinde en düşük oran Yeni Şafak’ta görülmektedir. Aynı şekilde, krizi normalleştirme indeksine katılmama düzeyinde de en yüksek oran %31,3 ile bu gazetenin okurlarında görülmektedir. Dolayısıyla, Yeni Şafak okurları krizi normalleştirmeye en muhalif olan grup olarak görülmektedir. 2. 6. Umut Değişimi Ülke ekonomisinin geleceğine duyulan umut ve örneklem gazetelerini okuma arasında anlamlı (p<0.05) ve düşük (c= .237) düzeyde bir ilişki gözlenmektedir. Buna göre, değişik gazeteleri okumaya göre geleceğe ilişkin umudun farklılaştığı görülmektedir. Milliyet okurlarının dağılım içinde %17,2 oranında durumun daha iyi olacağı yönünde tercih bildirdiği ve en umutlu okuyucular olduğu anlaşılmaktadır. Diğer yandan, Yeni Şafak okurlarının %39,3’ü durumun daha kötüye gideceği şeklinde bir kanaate sahip bulunduğu ve en umutsuz kategori olduğu görülmektedir. Aynı şekilde, gazete okumayanların da %38,5 oranında umutsuz oldukları dikkat çekmektedir. Cumhuriyet okurlarının %68,4’ü durumun iyi ya da kötü yönde değişmeyeceğini belirtmektedir. Hürriyet okurlarının ise %25,9 oranında bir fikir belirtmeme düzeyiyle gazete okumazlardan sonra dağılımdaki en nötr grubu oluşturmaktadır. Ekonominin şimdikinden daha kötü olacağını düşünenlerin %3,2’si Cumhuriyet, %8,6’sı Hürriyet, %11,8’i Milliyet, %12,8’i Sabah, %17,6’sı ise Yeni Şafak okurudur. Dolayısıyla, en umutsuz gazete okuyucularının sırasıyla Yeni Şafak, Sabah, Milliyet, Hürriyet ve Cumhuriyet okurlarıdır. Bu sıralamada gazete okumayanlar Yeni Şafak okurlarından hemen sonra ikinci sırayı almaktadır. Yani, Yeni Şafak okuru olmak ve gazete okumamak, diğer dört gazeteden İletişim 2002/15 İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik ..... 77 birini okumaya göre daha umutsuz olmaya işaret etmektedir. Yani, Cumhuriyet, Hürriyet, Milliyet ya da Sabah okuru olmak Yeni Şafak okumaya ve gazete okumamaya göre daha umutlu olmak anlamına gelmektedir. 2. 7. İktidarı Alternatifsiz Görme Mevcut iktidarı alternatifsiz görme indeksi ve örneklem gazetelerini okuma arasında anlamlı (p<0.05) ve orta (c= .409) düzeyde bir ilişki vardır. Sırasıyla Cumhuriyet okurlarının tamamı, Milliyet okurlarının %44,8’i; Sabah okurlarının %39’u; Hürriyet okurlarının %29,1’i Yeni Şafak okurlarının %9,6’sı ve gazete okumayanların %24,6’sı mevcut iktidarı alternatifsiz görme indeksinde katılma düzeylerinde yer almaktadır. Buna göre, iktidarı en alternatifsiz görenler Cumhuriyet ve Milliyet okuyucuları iken alternatifsiz görmeme düzeyinde ilk iki sırayı Yeni Şafak okurları ve gazete okumayanlar almaktadır. Alternatifsiz görme indeksinde katılmama düzeyleri de bunu doğrulamaktadır. Yeni Şafak okurlarının %67,8’i iktidarın alternatifsizliği kanaatine katılmamaktadır. Dağılımda en çok fikir belirmeme oranı, gazete okumayanlarda ve örneklem gazeteleri arasında Hürriyet okurlarında görülmektedir. 2. 8. Sivil İtaatsizlikten Kaçınma Mevcut durumu karşı sivil itaatsizlikten kaçınma indeksi ve örneklem gazetelerini okuma arasında anlamlı (p<0.05) ve orta (c= .394) düzeyde bir ilişki söz konusudur. Gazete okumayanların %56,9’luk oranla mevcut duruma karşı sivil itaatsizlik katılma düzeylerinde en az yer alanlar olduğu görülmektedir. Yani, gazete okuyucuları (Cumhuriyet ve Sabah okurlarının fikir belirmeme oranındaki yüksek oranları dikkate alınarak dışarıda tutulursa) okumayanlara göre daha itaatkâr gibi görünmektedir. Bu sebeple, gazete okumak sivil itaatsizlikten kaçınma için başlıca faktörlerden birisi olarak görülmelidir. Gazete okuyucuları arasında ise Yeni Şafak okurlarının %80,9’luk oranla sivil itaatsizlikten kaçınma indeksinde en yüksek düzeyde İletişim 2002/15 Zülfikar DAMLAPINAR 78 yer aldıkları anlaşılmaktadır. Yeni Şafak’ı sırasıyla, %62 Milliyet, %60 Hürriyet, %54,9 Sabah, %5,3 Cumhuriyet izlemektedir. Ancak Cumhuriyet ve Sabah okurları dağılımda en az görüş bildiren iki okur grubu olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır. Cumhuriyet okurları hariç diğer bütün gazete okurlarının, mevcut duruma karşı sivil itaatsizlik indeksine katılma düzeyleri, katılmama düzeylerinden daha yüksektir. Dolayısıyla, gazete okuyucusu olmak ile sivil itaatsizlikten kaçınma arasında bir ilişkiden söz edilebilmektedir. Sonuç Kitle iletişim araçlarını temsilen gazeteler üzerine yapılan eleştirel haber söylem analizi ve alana dayalı kamuoyu araştırması sonuçlarına göre çalışmanın, “İktidarın uyguladığı politikalar soncunda oluşan krizlerde, kitle iletişim araçlarının söylemlerini kullanarak mevcut duruma karşı rıza üretme çabası, toplumsal razı olma eğilimini doğurmaktadır” şeklinde formüle edilen temel varsayımı doğrulanmıştır. Vatandaşların sosyal gerçeklik hakkındaki dikkatlerini, algılamalarını ve konuyla ilgili tutumlarını; mevcut durumdan kaçınılamayacağı, hali hazırdaki şartlarda daha iyisinin mümkün olamayacağı, sorunun kaynağında kendileri ya da politikalarının yer almadığı, devir alınan problemlerin şimdiki açmazlarda temel rolü bulunduğu, halkın siyaset ve sorunlarını tartışarak sorunlara çözüm getiremeyeceği, ekonomik sorunların her zamankinden farklı olmadığı ve bundan sonra da olacağı, itiraz ve itaatsizlikle durumun düzelmeyeceği aksine ağırlaşacağı yönünde etkilemeye çalışan iktidarın en önemli mekanizması kitle iletişim araçları olmaktadır. Çünkü, yönetilenler kitle iletişim araçlarını iktidarın bir uzantısı olarak görmemekte ve aynı zamanda bu araçlar geniş toplumsal kesimlerine farklı kanallardan ulaşarak günlük hayatı derinden etkilemektedir. Dolayısıyla, yönetilenlerin belli bir sorun hakkında gelişen kamusal kanaatleri iktidarın lehine yönlendirerek hem iktidara hem de mevcut duruma karşı razı etmesinde kitle iletişim araçlarının ayrı bir önemi bulunmaktadır. İletişim 2002/15 İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik ..... 79 Alan araştırmasının kitle iletişim araçlarına karşı tutum ve davranışları ortaya koyan sonuçlarına göre, denekler önemli bir oranda düzenli gazete okuyucusudur. En çok okunan ilk altı gazete sırasıyla Milliyet, Yeni Şafak, Sabah, Zaman, Hürriyet ve Akit’tir. Araştırmaya katılanların yaklaşık %80’i televizyon ve gazete gündemlerinin aynı olduğunu düşünmekte fakat televizyonu gazeteye göre daha ayrıntılı haber kaynağı olarak yorumlamaktadır. Deneklerin yarısından çoğu kitle iletişim araçlarının kriz boyu hükümeti halk adına denetleyemediğini düşünmekte, ekonomik konularda verilen haberlere güvenmeme oranı güvenme oranından daha düşüktür. Aynı şekilde, kitle iletişim araçlarını tarafsız bulma taraflı bulmaya göre daha düşük düzeyde bulunmaktadır. Ancak, Deneklerin gündemi ile kitle iletişim araçlarının en önemli gündem sıralaması da ekonomik kriz noktasında birleşmektedir. Deneklerin yaklaşık %45’i kitle iletişim araçlarında ekonomik krize yer verildiğini ancak bunun yeterli olmadığını belirmekte ve yarısından çoğu en yüzeysel işlenen konunun “halkın yaşadığı ekonomik bunalım” olduğuna inanmaktadır. Araştırmaya katılanların yaklaşık %75’i ekonomik krizin temel sorumlusu olarak siyaset kurumlarını görmekte ve özellikle DSP ve ANAP’ın büyük pay sahibi olduğunu belirtmektedir. Bu bakımdan kesinlikle oy verilmeyecek parti olarak DSP ilk sırayı almakta ancak % 15’lik bir kesim hiçbir partiye oy vermeyeceğini belirtmektedir. Bu sonuçlar, yaklaşık %40’lık bir kesimin “kim olsa ekonomik kriz olacaktı” düşüncesini taşımasıyla tutarlı görünmektedir. Aynı şekilde, yaklaşık %45’lik bir oranla mevcut hükümet alternatifsiz görülmektedir. Dahası, deneklerin siyasi partilerin performansına on üzerinden verdikleri notların ortalaması 2’yi geçmemektedir. Muhalefet partileri iktidar partilerine göre bir miktar daha başarı bulunsa da aynı sonucu paylaşmaktadırlar. Hükümeti ekonomik konularda başarısız bulma düzeyi yaklaşık %95’e ulaşmaktadır. Araştırma sonuçlarından elde edilen değişkenler arasındaki ilişkiler incelendiğinde kamusal senaryo sürecinin bütün boyutlarıyla ilgili tek faktörün okunan gazete olduğu görülmektedir. Bu bakımdan; gündemin İletişim 2002/15 Zülfikar DAMLAPINAR 80 yönlendirme, bunalımı kanıksama, siyasetsizleşme/ kayıtsızlaşma, bilgisizleşme, normalleştirme, umudun değişimi, alternatifsizleştirme ve sivil itaatsizlikten kaçınmanın en önemli faktörü okunan gazetedir. Kısacası, alan araştırmasının uygulandığı bölümün çıkış noktası olan “İktidara ve ekonomik krize razı olmada ‘kamusal senaryo’ önemli bir rol oynamakta, sosyal gerçekliğe bakış açısı buna göre şekillenmektedir” şeklindeki varsayım doğrulanmış olmaktadır. Öyle anlaşılmaktadır ki, iktidarın kitle iletişim araçlarının söylemleriyle krizlere ve kendisine karşı kamusal algılamayı yönlendirme uğraşı ve rıza üretme çabası geçici olarak sonuç vermekte, ancak uzun dönemde halkın siyaset kurumuna olan inancının sarsılmasına, toplumsal ve bireysel psikolojinin bozulmasına sebep olmaktadır. Böylesi bir süreç, halkın yönetime ve siyasete katılmasını engellemekte, demokratik siyasi sistemden beklenen kazanımların elde edilememesine, hatta mevcut olanın da kaybedilmesine yol açmaktadır. Kaynaklar ADORNO, Theodor (1998). Minima Moralia Sakatlanmış Yaşamdan Yansımalar, Çev. Orhan Koçak ve Ahmet Doğukan, İstanbul: Metis Yayınları. AZİZ, Aysel (1994). Araştırma Yöntemleri-Teknikleri ve İletişim, Ankara: Turhan Kitapevi Yayınları. BAUDRILLARD, Jean (1999). Siyah ‘An’lar I-II, Çev. Ayşegül Sönmezay, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. BAUDRILLARD, Jean (1998). Kötülüğün Şeffaflığı Aşırı Fenomenler Üzerine Bir Deneme, Çev. Işık Ergüden, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. BAUMAN Zygmunt (1998a). Postmodern Etik, Çev. Alev Türker, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. İletişim 2002/15 81 İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik ..... BAUMAN, Zygmunt (1998b). Sosyolojik Düşünmek, Çev. Abdullah Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı. BECK, Ulrich (1999). Siyasallığın İcadı, Çev. Nihat Ünler, İstanbul: İletişim Yayınları. BENNETT, W. Lance (2000). Politik İllüzyon ve Medya, Çev. Seyfi Say, İstanbul: Nehir Yayınları. BİLGİN, Nuri (1997). Siyaset ve İnsan, İstanbul: Bağlam Yayınları. BOSTANCI M. Naci (1998). Medya, Siyaset ve Ötesi, Ankara:Vadi Yayınları. BOSTANCI, M. Naci (2002). Siyasetin Arka Yüzü, Ankara: Alternatif Yayınları. KONGAR, Emre (1999). 21. Yüzyılda Türkiye 2000’li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, İstanul: Remzi Yayınları. BURTON, Graeme (1995). Görünenden Fazlası Analizlerine Girişi, Çev. Nefin Dinç, İstanbul: Alan Yayınları. Medya CAMUS, Albert (1998). Başkaldıran İnsan, Çev. Tahsin Yücel, İstanbul: Can Yayınları. CANCLINI, Nestor Gargia (1999). “Kültür ve İktidar Araştırmalarının Durumu”, Popüler Kültür ve İktidar, der. Nazife Güngör, Çev. Serdar Öztürk, Ankara: Vadi Yayınları. CANETTI, Elias (1998). Kitle ve İktidar, Çev. Gülşat Aygen, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. CHOMSKY, Noam (1995a). Demokrasi Gerçek ve Hayal, Çev. Cevdet Cerit, İstanbul:Pınar Yayınları. CHOMSKY, Noam (1995b). Medya Denetimi Bildirgesi, Çev. Şen Süer, İstanbul: Tümzamanlar Yayıncılık. Immediast CHOMSKY, Noam (1999). Medya Gerçeği, Çev. Abdullah Yılmaz, İstanbul: Tümzamanlar Yayıncılık. İletişim 2002/15 82 Zülfikar DAMLAPINAR DEBORD, Guy (1996). Gösteri Toplumu ve Yorumlar, Çev. Ayşen Ekmekçi ve Okşan Taşkent, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. DOMENACH, Jean-Marie (1995). Politika ve Propaganda, Çev. Tahsin Yücel, İstanbul: Varlık Yayınları. DOWNING, John vd. (1995). “Preface: A Letter From the Editors to the Beggining Student” Questioning the Media A Critical Introduction, der. John Downing vd., London: Sage Publication. DURHAM, John ve Kenneth Cmiel, (1997). “Medya Etiği ve Kamusal Alan”, Medya, Kültür, Siyaset, der. ve Çev. Süleyman İrvan, Ankara: Ark Yayınları. EYÜBOĞLU, Ercan (1999). “İletişim, Siyaset, İktidar, Medya (İSİM)”, Medya Gücü ve Demokratik Kurumlar, hazırlayan. Korkmaz Alemdar, İstanbul: Afa ve TÜSES Yayını. FEJES, Fred (1994). “Eleştirel Kitle İletişim Araştırması ve Medya Etkileri Yok Olan İzleyici Sorunu”, Medya, İktidar, İdeoloji, der. ve Çev. Mehmet Küçük, Ankara: Ark Yayınları. FREIRE, Paulo (1995). Ezilenlerin Pedagojisi, Çev. Dilek Hattatoğlu ve Erol Özbek, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. FROMM Erich (1995). Umut Devrimi İnsancıllaşmış Teknolojiye Doğru, Çev. Şemsa Yeğin, İstanbul: Payel Yayınları. Bir FROMM, Erich (1998). Özgürlükten Kaçış, Çev. Selçuk Budak, Ankara: Öteki Yayınları. FROMM, Erich (2001). İtaatsizlik Üzerine, Çev. Ayşe Sayın, İstanbul: Kariyer Yayınları. FUNKHOUSER, G. Ray (1986). The power of Persuasion, New York: Times Books. GALTUNG, Johan ve Mari Ruge (1999). “Haber Seçme ve Yapılandırma”, Çev. Zülfikar Damlapınar, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.5, (ss.287-299). İletişim 2002/15 İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik ..... 83 GIDDENS, Anthony (1998). Modernliğin Sonuçları, Çev. Ersin Kuşdil, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. GÜNEŞ, Sadık (1996). “Medya ve Siyasal Bilgilenme”, Yeni Türkiye Medya Özel Sayısı, Yıl: 2, S. 11. GÜZ, Nurettin (1996). “Türk Basınında Gündem Oluşturma”, Yeni Türkiye Medya Özel Sayısı II, S.12, Yıl:2. HERMAN, Edward S. ve Noam Chomsky (1988). Manufacturing Consent The Political Economy of the Mass Media, New York: Pantheon Books. KEANE, John (1999). Medya ve Demokrasi, Çev. Haluk Şahin, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. KILIÇBAY, Mehmet Ali (1999). Dinin Fiziği Demokrasinin Kimyası, Ankara: İmge Yayınları. MARCUSE, Herbert (1968). Tek Boyutlu İnsan İleri Endüstriyel Toplumun İdeolojisi Üzerinde İnceleme, Çev. Seçkin Çağan, İstanbul: Haşmet Yayınları. MEGILL, Allan (1998). Aşırılığın Peygamberleri Nietzche, Heidegger, Foucault, Derrida, Çev. Tuncay Birkan, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. MESTROVIC, Stjepan G. (1999). Duyguötesi Toplum, Çev. Abdullah Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı Mills, C. Wright (1974). İktidar Seçkinleri, Çev. Ünsül Oskay, İstanbul:Bilgi Yayınları. MULGAN, Geoff (1995). Antipolitik Çağda Politika, Çev. Abdullah Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. NEGRINE, Ralph (1996). The Communicaiton of Politics, London: Sage Publication. NOELLE-NEUMANN, Elisabeth (1998). Kamuoyu Suskunluk Sarmalının Keşfi, Çev. Murat Özkök, Ankara: Dost Yayınları. İletişim 2002/15 Zülfikar DAMLAPINAR 84 OSKAY, Ünsal (2001). Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım, İstanbul: YKY. RIGEL, Nurdoğan (2000). Rüya Körleşmesi, İstanbul: Der Yayınları. SAMUELS, Warren (1990). Economics as Discourse an Analysis of the Language of Economists, Boston: Kluwer Academic. SANDERS, Barry (1999). Öküz’ün A’sı Elektronik Çağda Yazılı Kültürün Çöküşü ve Şiddetin Yükselişi, Çev. Şehnaz Tahir, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. SCHILLER, Herbert (1993). Zihin Yönlendirenler, Çev. Cevdet Cerit, İstanbul: Pınar Yayınları. SCHOENBACH, Klaus ve Stanley J.Baran (1990). “Mass Media Effects on Political Cognition: How Readers’ Images of Journalists Shape Newspaper Impact”, Mass Communication and Political Information Processing, der. Sidney Kraus, Hillsdale: Lawrence Erlbaum Associates. SCOTT, James C. (1995). Tahakküm ve Direniş Sanatları Gizli Senaryolar, Çev. Alev Türker, İstanbul: Ayrıntı SHAYEGAN, Daryush (1997). Yaralı Bilinç Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni, Çev. Haldun Bayrı, İstanbul: Metis Yayınları. SHOLLE David (1994). “Eleştirel Çalışmalar: İdeoloji Teorisinden İktidar/Bilgiye” , Medya, İktidar, İdeoloji, der. ve Çev. Mehmet Küçük, Ankara: Ark Yayınları. (ss 211-249). SÖZEN, Edibe (1997). Medyatik Hafıza, İstanbul: Timaş Yayınları. TOKGÖZ, Oya (1979). Siyasal Haberleşme ve Kadın, Ankara: A.Ü. SBF. TÜRKDOĞAN, Orhan (1997). Sosyal Hareketlerin Sosyolojisi, İstanbul: Birleşik Yayınları. İletişim 2002/15 İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik ..... 85 VAN DIJK, Teun A. (1985). “The Common Roots of the Studies of Literature and Discourse”, A Handbook of Discourse Analysis, der. Teun A. van Dijk, London: Academic Press. VAN DIJK, Teun A. (1994). “Söylemin Yapıları ve İktidarın Yapıları”, Medya, İktidar, İdeoloji, der. Çev. Mehmet Küçük, Ankara: Ark Yayınları., (ss.271-327). VAN DIJK, Teun A. (1996). “Power and the News Media”, Political Communication in Action, States, Instutions Movements, Audiences, der. David L. Paletz, New Jersey: Hampton Press. VAN DIJK, Teun A. (2001). “Critical Discourse Anlysis”, http://www. hum.uva.nl:80/teun/cda. htm (30.12.2001). WALKER, Martin (1999). Basının Gücü, Çev. Gülden Şen, İstanbul: Milliyet Yayınları. WEBER, Max (1998). Sosyoloji Yazıları, Çev. Tanıl Parla, İstanbul: İletişim Yayınları. YAĞCIOĞLU, Semiramis (2002). “Geçmiş Mi? Günümüz Mü?: Çatışma Söyleminde Tarihselliğin Kurgulanmasında Eşdizimsel Örüntülemenin İdeolojik İşlevleri”, 1990 Sonrası Laik Antilaik Çatışmasında Farklı Söylemler Disiplinler Arası Bir Yaklaşım, der. Semiramis Yağcıoğlu, İzmir: Dokuz Eylül Yayınları. ZELDİN, Theodore (1998). İnsanlığın Mahrem Tarihi, Çev. Elif Özsayar, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. İletişim 2002/15 Zülfikar DAMLAPINAR 86 Özet Bu çalışma, “İktidarın uyguladığı politikalar soncu oluşan krizlerde, kitle iletişim araçlarının söylemlerini kullanarak mevcut duruma karşı rıza üretme çabası, toplumsal razı olma eğilimini doğurmaktadır” şeklinde formüle edilen süreci tahlil etmeye yönelik olarak yapılmıştır. Çalışmanın örnek olayı olarak belirlenen Şubat 2001’de “Kara Çarşamba” adıyla anılan ekonomik krize dair basında yer alan söylemler, geliştirilen “kamusal senaryo modeli” çerçevesinde incelenmektedir. İncelenen beş gazetenin iktidar ve bir sosyal gerçeklik olarak ekonomik krize ilişkin söylemlerinde farklılıklar bulunmakla birlikte temelde, kamusal senaryoya bağlı kalınarak, mevcut durumun kaçınılmaz, her iktidar döneminde yaşanan ve yaşanacak, durum niteliği gösterdiği şeklinde bir kamusal algılama yaratmaya yönelik söylem ortaya çıkmaktadır. Kamusal senaryo modelinin ortaya koyduğu bu sonuçlara ilgili gazetelerdeki siyaset ve ekonomiyi resmeden manşet haberlere “Eleştirel Haber Söylem Analizi” uygulanarak ulaşılmıştır. Kamusal senaryonun etkilerini ortaya koyma amacıyla Eylül 2001’de Konya örneklemi içinde 579 kişi üzerinde yapılan alan araştırması çalışmanın üçüncü bölümünü teşkil etmektedir. Kamusal senaryo modeliyle ortaya konulan rıza üretim süreci alan araştırmasının verileri ve sonuçlarına göre doğrulanmaktadır. Yani, bir sosyal gerçeklik olarak ekonomik krizlerde iktidarın kitle iletişim araçları üzerinden yürüttüğü kamusal senaryo söylemi vatandaşların yaşanan duruma razı olma eğilimini şekillendirmektedir. Özellikle okunan gazete değişkenin, rıza üretim sürecinde önemli bir etken olduğu anlaşılmaktadır. Abstract This study has been done to analyze the process formulated as “In crises caused by government policies, consent manufacturing efforts through the media shape the social consent tendency.” Media discourses about the sample event of our study, the crisis of the Turkish economy in February 2001 known as “Black Wednesday”, are İletişim 2002/15 İktidar ve Kitle İletişim Araçları Üzerinden Rıza Üretimi: Teorik ve Ampirik ..... 87 studied by the concept of “The Public Scenario Model”. While the studied five newspapers were showing differences in their presentations of the government and the economical crisis as a social reality, a basic discourse was observed commonly as conforming to the public scenario to make the public perceive the present situation as an unavoidable mess that had been experienced and would be experienced under every government. These results have been obtained by applying critical discourse analysis to newspaper headlines covering politics and economy news. With the aim to reveal the effects of the public scenario on media perception, a survey conducted in September 2001 in Konya on 579 persons constitutes the third chapter of the study. A consent manufacturing process defined by the public scenario model has been verified by the data and the results of the survey. That is to say that the public scenario discourse conducted by the government through the media shapes the consent tendency of the citizens. In particular the read newspaper variable appears to be an important factor in the consent manufacturing process. İletişim 2002/15 88 İletişim 2002/15 Zülfikar DAMLAPINAR İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkiler ve Reklamın Rolü Nurhan Babür TOSUN* GİRİŞ Rekabetin giderek yoğunlaştığı günümüz koşullarında işletmelerin kurumsal markalarının, ürün markalarının ve varsa menkul kıymetlerinin finansal değerlerinin maksimizasyonunu sağlamak; kar ederek büyüyebilmeleri, likidite ihtiyacını gerektiği zamanlar zorlanmadan karşılayabilmeleri ve kurumun kredibilitesinin farkli alanlarda arttırılmasının sağlanması açısından oldukça önemli ve gereklidir. Kurum markası, ürün markası ve menkul kıymetler bir kurumun finansal değer yaratma çalışmaları yapabileceği üç temel alandır. Yukarıda belirtilen üç temel alana yönelik olarak finansal değer yaratılması veya var olan değerin güçlendirilmesi için yönetim, üretim, finansman, pazarlama, muhasebe, insan kaynakları, araştırma- geliştirme, halkla ilişkiler fonksiyonlarının bütünleşik bir çalışma içinde bulunmaları gerekir. Yaptığımız bu çalışmada; üç temel alana yönelik finansal değer yaratma sürecine, tüm işletme fonksiyonlarının etkisi ve önemi yadsınmamakla birlikte, konu sadece halkla ilişkiler ve reklam perspektifinden ele alınmaktadır. Günümüzde halkla ilişkiler, her biri farklı uzmanlıklar gerektiren alt alanlara ayrılmaktadır (Stone,1995, Cutlip,1999). Lobicilik, sorun yönetimi ve kriz iletişimi, medya ile ilişkiler, sponsorluk, iç halkla ilişkiler, finansal halkla ilişkiler, kurumsal halkla ilişkiler, pazarlama halkla ilişkileri vb. genel * Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi. İletişim 2002/15 90 Nurhan Babür TOSUN halkla ilişkiler şemsiyesi altında yer alan spesifik uzmanlık alanlarından bazılarıdır. Kuşkusuz tüm halkla ilişkiler uzmanlık alanlarının finansal değer yaratma sürecine direkt veya dolaylı önemli etki ve katkıları mevcuttur. Ancak bu çalışmada, finansal değer yaratma sürecine direkt etkileri bulunan finansal, kurumsal ve pazarlama halkla ilişkilerinin finansal değer yaratma sürecindeki rolleri ve aralarındaki etkileşim irdelenmektedir. Bu bağlamda, işletmelerin kurumsal marka,ürün markası itibarı oluşturmak yolu ile markalarının kimlik haklarına istedikleri finansal değeri kazandırabilmelerinde ve halka arzı gerçekleştirmeleri durumunda ise menkul kıymetlerinin finansal değerini maksimize edebilmelerinde artık her biri ayrı bir uzmanlık konusu haline dönüşen kurumsal halkla ilişkiler, pazarlama halkla ilişkileri ve finansal halkla ilişkiler çalışmalarının önemli bir konuma sahip olduğunu söylemek mümkündür. Finansal halkla ilişkiler , özellikle halka arzı gerçekleştiren kurumların menkul kıymetlerine amaçladıkları finansal değeri yüklemede etkin rol oynayan bir halkla ilişkiler uzmanlık alanı konumundadır. Günümüzde oldukça önemli ve vazgeçilmez bir diğer finansal değer yaratma alanı olan kurumsal marka yaratma çalışması ise temelde kurumsal halkla ilişkilerin görev kapsamı içinde yer alır. Müşteri bağlılığının ve aynı müşteriye aynı markayı taşıyan farklı ürünleri satmanın dolayısıyla müşteri payının önem kazandığı günümüz pazarlama anlayışı, bir diğer finansal değer yaratma alanı olarak ürün markası oluşturmanın önem kazanmasına neden olmuştur. Ürün markası yaratma ve oluşturma çalışması ise günümüzde genelde pazarlama halkla ilişkilerinin temel görev alanını oluşturur. Reklam ise, işletmelerin kurumsal marka, ürün markası ve varsa menkul kıymetlerine finansal değer yüklemelerinde kimi zaman bağımsız ancak çoğu kez halkla ilişkiler çalışmasının bir uzantısı olarak uygulanmaktadır. Bu doğrultuda reklamın genelde, ürün ve ürün markası odaklı çalıştığı zamanlar bütünleşik pazarlama iletişiminin bileşeni konumunda bulunurken, kurumsal markaya yönelik mesajlar içerdiği zamanlar kurumsal halkla ilişkilerin, menkul kıymetlere dönük çalıştığında ise finansal halkla ilişkilerin görev ve sorumluluk alanı içinde yer alarak İletişim 2002/15 İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü 91 farklı ancak etkileşim içinde bulunan alanlarda finansal değerler yaratmada destek görevi üstlendiğini söyleyebiliriz. Bu çalışmanın amacı, işletmelerin finansal değerler yaratabilecekleri alanlara yönelik, spesifik ve farklı yöntemlerin uygulanmasını gerektiren halkla ilişkiler çalışması türlerini ve reklam çalışmalarını özellikle finansal değer yaratmadaki katkıları, rolleri ve aralarındaki etkileşim açısından değerlendirerek halkla ilişkiler ve reklam boyutlu finansal değer yaratma çalışma sürecini irdelemektir. Halkla İlişkiler ve Reklam Açısından Finansal Değer Yaratmanın Önemi Bir işletmenin kurum ve ürün markasının kimlik haklarının parasal değerinin yanı sıra varsa menkul kıymetler yelpazesinde yer alan enstrümanlarının değeri, o işletmenin sahip olduğu finansal değerler olarak nitelenebilir (Pelsmacker vd,2001:45). Günümüzde, kurumların likidite ihtiyaçlarını kolaylıkla karşılayabilmeleri, ortakların şirket üzerindeki kontrolünün sermaye arttırımı halinde de devamı, kurum markasının ve ürün markasının finansal değerinin maksimizasyonu ve kurumun kredibilitesinin arttırımı için finansal değer yaratma çalışmalarına önem vermeleri gerekmektedir. Finansal değer yaratma alanlarından birisi kurumların menkul değerleridir. Kurumlar özellikle halka açılma öncesi ve sonrasında menkul değerlerinin piyasa değerini maksimize edebilmek için finansal çevrede, mevcut ve potansiyel yatırımcılarda güven ve bağlılık oluşturmak zorundadırlar. Diğer bir deyişle bu tür kurumların finansal ürün olarak nitelenebilecek menkul kıymetlerine kredibilite sağlayarak değer yükseltme çalışmasında bulunma amacını gerçekleştirmeleri için ilgili hedef kitle ile iletişim kurmaları gerekmektedir. Bir kurumun, menkul kıymetlerinin değer kazanmasını istemesinde genelde aşağıda belirtilen nedenler etkindir (Stancil 1984:16-23). İletişim 2002/15 Nurhan Babür TOSUN 92 • Kurum ortakları hisselerini satmak istedikleri takdirde, elde edecekleri gelir hisse senedi fiyatı ile orantılı olacaktır. Kurum sermaye artırımına gittiği takdirde ise, ortakların şirket üzerindeki kontrolü hisse senedi fiyatının yüksekliği oranında daha az kaybolur. • Başka kurumlarla birleşmelerde, şirket evliliklerinde ve devretmelerde genelde şirketin değeri hisse senedi fiyatı baz alınarak saptanır. • Yukarıda belirtilen açılardan bakıldığında hisse senedi fiyatının yüksekliği, kredibilitesi kurum ortaklarına maddi kazanç sağlamanın yanı sıra onların kurumları üzerindeki hakimiyetinin devamını da sağlar. • Ayrıca işletme çalışanlarının da menkul kıymet sahibi olması sağlandığı takdirde, özellikle hisse senedi fiyatındaki artış çalışanların motivasyonunu sağlar. Hisse senedi fiyatlarındaki istikrarlı artış aynı zamanda yatırımcıların yönetimden memnun olduklarının da bir göstergesidir. Bu bağlamda finansal ürünlerdeki fiyat yükselmesinin nakit ihtiyacını gidermenin yanı sıra kuruma itibar sağladığını, kredibiliteyi arttırdığını söylemek mümkündür. İşletmelerin finansal ürünlerine değer yüklemenin yanı sıra gerek kurumsal gerekse ürün markası imajı oluşturarak marka finansal değeri yaratmaları da varlıklarının sürekliliği için zorunludur. Yoğun rekabetin yaşandığı ve işletmeler arasında farklılaşacak alanların giderek daraldığı günümüzde farklılaşacak en önemli alanın kurumsal marka konumlandırma olduğu görüşü güçlenmektedir (Cooper and Dukart, 1997:14). Kuruma hedef kitle nezdinde itibar yükleyerek saptanan amaçlar paralelinde imaj kazandırma kurumsal marka konumlandırmasının temel amacıdır. Günümüzde müşteriler için önemli olan ‘kurumun gerçekte nasıl olduğu’ değil, ‘kurumun nasıl olduğuna inandıkları’ algıdır (Kiley,1998:36). Bir işletmenin kar ederek büyüyebilmesi, ürünlerinin fiyatlarında inelastikliği sağlayabilmesi, nitelikli elemanları işletmeye İletişim 2002/15 İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü 93 çekerek uzun süre tutabilmesi, kriz durumlarından mümkün olduğunca az yara alarak çıkabilmesi vb.için güçlü bir kurum imajına ihtiyaç vardır. İşletmelerin müşteri bağlılığını sağlayarak talebi inelastikleştirmeleri ve böylece rakiplerinden sıyrılabilmeleri,ürünlerini bir imaja sahip marka altında satmaları ile mümkündür. Bu nedenle, ürün markası imajı işletmeler açısından kurum markası imajı kadar önemlidir. Kurumsal marka veya ürün markası imajının güçlü olmasının bir diğer yararı ise, marka adının finansal değerinin yüksek olmasını sağlamasıdır. Gerçekten de hedef kitle tarafından tanınan, sevilen,saygınlığı olan markaların isimlerinin veya logo,ticari karakter gibi herhangi bir sembollerinin piyasa değeri oldukça yüksektir.Marka adının ve sembollerinin piyasa değerinin yüksekliği ise marka haklarını kısmen veya tamamen devretme durumlarında işletmeye büyük kazanç sağlar. Finansal Değer Yaratma Çalışmalarında Halkla İlişkiler Halka arzı gerçekleştiren veya gerçekleştirmeyi düşünen bir kurumun hisse senetlerinin piyasa değerini yükseltilmesinde veya kurumsal marka/ürün markası imajı oluşturmak yolu ile kurum ve ürün markasına yönelik finansal değer yaratma çalışmasının gerçekleşmesinde halkla ilişkiler disiplininin büyük rolü vardır. Üç farklı finansal değer yaratma alanı için de sistematik halkla ilişkiler programlarının uygulanması gerekir. Finansal değer yaratmaya yönelik çalışmalar genel olarak halkla ilişkiler çalışması olarak nitelenebilmesine rağmen yukarıda belirtilen üç farklı finansal değer yaratma amacını gerçekleştirmeye yönelik halkla ilişkiler faaliyetleri günümüzde spesifik isimler taşımaktadırlar. İşletmelerin hisse senetlerinin fiyatını yükselterek finansal değer yaratma çalışması finansal halkla ilişkiler, kurumsal marka oluşturarak finansal değer yaratma kurumsal halkla ilişkiler, ürün markası imajı yolu ile finansal değer meydana getirme ise pazarlama halkla ilişkilerinin görev kapsamı içinde bulunmaktadır. Aşağıda işletmelere farklı amaç ve İletişim 2002/15 Nurhan Babür TOSUN 94 yöntemlerle finansal değer kazandırmayı amaçlayan halkla ilişkiler çalışması türleri sırayla irdelenmektedir. Finansal Değer Yaratma ve F inansal Halkla İlişkiler Halkla ilişkilerin uzmanlık alanlarından birisi olan finansal halkla ilişkiler, özellikle halka açık işletmelerin menkul kıymetlerinin değerini maksimize edebilmek için finansal merkezin kapsamında bulunan aracı kurumlar, finansal analistler ve borsa başkanlığının yanısıra kurumsal ve bireysel pay sahipleri ve finansal basın mensupları ile iletişim kurmaya yönelik programlar hazırlayıp uygulamayı amaçlar. İşletmenin hisse senetlerinin değerini korumak, arttırmak ve kimi zaman düşürmek için hedef kitleye bilgi akışı sağlayarak güven, saygınlık ve sempati oluşturmaya yönelik stratejiler planlayarak kurumun finansal ürünlerine bağlılık oluşturma fınansal halkla ilişkilerin temel görevidir (Graves,1985:87). 1980’li yıllarda finansal merkezlerin tün dünyada geçirdiği değişim finansal halkla ilişkilere gereksinim duyulmasında etkin olmuştur. Küçük şirketlerin uluslar arası bankacılık grupları tarafından satın alınması, özelleşmenin giderek yoğunlaşması, hisse senedi pazarlarının hızla büyümesi finansal halkla ilişkilerin önem kazanma nedenleri arasındadır (Gregory,1998:76). Finansal halkla ilişkiler, kurumun geçmiş ve geleceğe yönelik finansal aktivitelerini içeren finansal takvimi, yaptıklarını ve yapmadıklarını ele alan uzun önemli bir çalışmadır. Hisse senetlerinin değeri,oluşan talep, istikrar ve şirketin kredi notu finansal halkla ilişkilerin başarısının ölçümlenmesindeki en önemli kriterlerdir.Bu nedenle finansal iletişim faaliyetinde şirketlerin hisse senetlerine bireysel ve kurumsal yatırımcılar, aracı kuruluşlar, finansal analistler nezdinde talep yaratılmaya çalışılır. Oluşan talep, hisse senetlerinin değerinin yükselmesi için gereken ortamı hazırlar. Finansal halkla ilişkiler uygulaması sürecinde özelikle finansal analistlere yönelik yönelik iletişim planlarının, yapılan sunumların çok İletişim 2002/15 İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü 95 dikkatli hazırlanması gerekir. Çünkü finansal analistler kurumsal ve bireysel yatırımcıların ve finansal basının görüşlerini önemli ölçüde etkileme potansiyeline sahiptirler (Hanrahan,1998:154). Yatırım şirketlerinin yöneticileri alacakları veya satacakları hisse senetleri konusunda analistlerin raporlarına güvenirler. Şirketler ise yatırım çevrelerine doğru bilgi vermesi için, yatırımcı ilişkileri yöneticisine güvenirler. Yatırımcı ilişkileri yöneticisi, analistin şirketteki muhatabıdır.Bu nedenle yatırımcı ilişkileri yöneticisinin kimliği oldukça önemlidir. Bu pozisyondaki kişinin gerek halkla ilişkiler gerekse finans konusunda deneyimi bulunmalı ve analistler ile aynı dili konuşabilmelidir (Savage,1970:126). Hisse senetlerine finansal değer yükleyebilmek için finansal halkla ilişkiler uygulayıcıları üç ana alanda iletişim planı yapmalıdırlar (Hart,1995:56). 1. Öncelikli olarak aracı kurumlar, finansal analistler ve borsa başkanlığını kapsamı içine alan finansal merkez ile mevcut ve potansiyel pay sahiplerine yönelik bir iletişim planının yapılması gerekir. Sürpriz finansal hareketlere kapalı olan finansal merkeze, aracıların tahminlerine dayanak oluşturacak öngörülen hisse senedi değerlerini destekleyecek finansal takvim sunulması ve bu takvime riayet edilmesi gerekir. İşletmelerin olumlu veya olumsuz tüm finansal hareketleri finansal merkez ile paylaşması zorunludur. Çünkü uzun vadeli bir belleğe sahip olan finansal merkez, kendisine yanlış bilgi verildiğini öğrendiği takdirde işletmenin finansal aktiviteleri ve hisse senetleri gelecek yıllarda büyük zarar görür. Mevcut ve potansiyel pay sahipleri ise yaptıkları yatırımın geri dönümünü ve finansal ilişkinin çıkarları doğrultusunda sürmesini isterler.Bu nedenle tüm ayrıntıları kapsamında bulunduran finansal hareket bilgileri ve şirket geleceğine ilişkin bilgiler kendileri için oldukça önemlidir.Yıllık raporlar, basının finansal haber köşelerinde yer alan sunumlar,kurumun pay sahibi olmanın kendilerine sunduğu ayrıcalıklı hizmetler uygulaması pay sahiplerine yönelik finansal halkla ilişkiler taktikleridir. İletişim 2002/15 Nurhan Babür TOSUN 96 2. İletişim planının yapılması gereken ikinci alan ise finansal basını kapsamı içine alır. Şirket yöneticilerinin işletmenin finansal takvimi, geleceğe yönelik planları konusunda verdikleri demeçlerin basında istenilen yer ve zaman diliminde yer alması, finansal bilgileri içeren basın bildirilerinin, raporların ve finansal takvimin basına iletilmesi ve bazı organizasyonların düzenlenmesi finansal halkla ilişkilerin basına yönelik temel çalışmaları içinde yer alır. 3. Kurum içi personelin , işletme hakkında hazırlanmış mali tablolar ve istihdamlarının bağlı olduğu finansal istikrar ve büyümeleri konusunda bilgilendirilmelerine yönelik iletişim planı ise finansal halkla ilişkilerin üçüncü alanını oluşturur. İşletmelerin finansal ürünlerine finansal değer katma çalışmasında bulunan finansal halkla ilişkiler, uygun stratejiler ile bu stratejileri gerçekleştirmeyi amaçlayan taktiklerin dikkatli bir bileşimi olmalıdır. Elbette ki bu halkla ilişkiler çalışmasının başarısı diğer halkla ilişkiler alanları ile eşgüdümlü çalışarak sinerji yaratmaya bağlıdır. Özellikle hisse senetlerine yönelik finansal değer yaratmada oldukça etkin olan finansal halkla ilişkiler, sadece tüm kuralların ve bilgilerin kapsamlı bir düzenlemesini değil, bilgi akış şeklini de belirleyen uygulayan ve denetleyen çalışmaları da kapsamında bulundurur. Finansal Değer Yaratma ve Pazarlama Halkla İlişkileri Yoğun rekabet ortamında, işletmelerin genel kurum imajı kadar ürünlerinin marka imajı da yoğun ve sistematik çalışmalar yapılması gereken bir konudur. Ürüne yönelik marka imajı oluşturma çalışmaları, pazarlama halkla ilişkilerinin görev kapsamı içerisinde bulunmaktadır. Harris, pazarlama halkla ilişkilerinin temelde pazarlama faaliyetlerini destekleyen, yönlendiren ve uzmanlık isteyen teknikleri içeren ayrı bir disiplin olduğunu öne sürmektedir. Harris’e göre pazarlama halkla ilişkileri, pazarlama sürecinde marka imajı yaratmaya yönelik strateji oluşturma ve bu stratejiyi gerçekleştirmeye yönelik taktikleri uygulama görevlerini de kapsamı içine İletişim 2002/15 İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü 97 alan ve pazarlama sürecinin sağlıklı işlemesini sağlayan bir disiplindir (Harris,1993:33). Pazarlama faaliyetlerini destekleyen pazarlama halkla ilişkileri, pazarın değişen ve gelişen koşullarına cevap verebilmek için hızlı bir biçimde gelişmektedir. Yukarıda söylenenler doğrultusunda pazarlama halkla ilişkilerinin temel amacının marka imajı oluşturarak marka sadakati yaratmak olduğunu söylemek mümkündür. Oluşan marka imajının söz konusu markaya iki ana yararı vardır. 1. Markaya pazar değeri sağlamak 2. Markaya finansal değer katmak Yukarıda belirtilen iki temel yararın gerçekleşebilmesi için varolması gereken marka imajını yaratma, belirli hedeflere ulaşma ile mümkündür. Marka; adı, logosu, ticari karakteri,rengi ve düzenlediği etkinlikler ile bir bütündür.Markanın hatırlanması ise bu bütünlük ile sağlanır. Hatırlanmanın gerçekleşebilmesi için ilk aşamada tanınmayı sağlayacak çalışmaların planlanması gerekir. Markanın tanınması; ayırıcı özelliklerinin farklı ortamlarda vurgulanması ve hedef kitlenin ilgi alanına,özelliklerine uygun etkinliklerin markanın iletilmek istenilen özelliklerini belirtecek tarzda planlanması ile gerçekleşebilir (Heffliin,Haygood,1985). Bu çalışmada genelde markanın rasyonel yararlarından çok duygusal yararları üzerinde durulur. Markanın algılanan değeri olarak da tanımlanabilecek marka tutumu oluşturmak üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Marka odaklı uzun süreli etkinlikler, farklı çevrelerin markaya olumlu yaklaşımı hedef kitlede olumlu bir tutum oluşmasına yardımcı olur. Bu süreç marka güveninin dolayısı ile de bağlılığın oluşmasını sağlar. Markaya gereksinim oluşturma, farkındalık ve marka bilgisi sağlama, olumlu tutum ve güven yaratarak bağlılık meydana getirme yolu ile yaratılan marka imajı, söz konusu markaya pazar değerinin yanı sıra finansal değer de kazandırılmasını saplar. Markanın finansal değerinin yüksek olması ise, markanın kimlik haklarının bedelinin yüksek olması anlamına gelir. İletişim 2002/15 Nurhan Babür TOSUN 98 Örneğin, Dupont,Coca Cola gibi alanında lider konumunda olan markaların satılmaları söz konusu olduğu takdirde sadece marka kimliği hakları için yüksek meblağlar istenebilinir. Ayrıca imajı güçlü ve itibarı yüksek olan markaların halka arzı gerçekleştirmeleri durumunda hisse senetleri yüksek fiyatlarla borsada yer alır. Yukarıda söylenenler doğrultusunda, pazarlama halkla ilişkileri çalışması ile oluşturulan marka imajının, markaya finansal değer katmasının yadsınamayacak bir olgu olduğunu belirtebiliriz. Finansal Değer Yaratma ve Kurumsal Halkla İlişkiler Kurumsal halkla ilişkiler günümüzde gerek ulaşmayı amaçladığı hedefler gerek planladığı stratejiler gerekse uyguladığı taktiklerle farklı bir uzmanlık alanıdır. Genel bir tanımlama yapacak olursak, kurumsal halkla ilişkilerin bir kuruma itibar sağlamak veya var olan itibarı pekiştirmek amacını taşıyan iletişim yöntemi olduğu söylenebilir (Sirgy,1998:27). Kurumsal halkla ilişkiler çalışması bir nokta da şirketin kimliğini hedef kitleye yansıtmaya çalışan itibar yönetimidir (Haywood,1998:56). Çünkü bu çalışma çeşitli sosyal gruplar ile iyi ilişkiler, ortak anlayış,sempati ve saygınlık oluşturmak ve korumak için planlanan çalışmalar demetidir. Hedef grupların işletmeye yönelik genel tutumları olarak nitelenebilecek olan kurum imajını oluşturma kurumsal halkla ilişkilerin görev alanı içinde yer alır. Poiesz (1998:135), kurum imajının yardımı olmadan tüketicilerin hangi ürünleri satın alacaklarını kararlaştırmada zorluk çekeceğini ve kurum imajının ürün markası imajını da desteklediğini söylemektedir. Gerçektende rekabetçi ortamda tüketiciler rasyonel davranma yeteneklerini giderek kaybetmektedirler. Pazardaki tüm seçenekleri bilmeyebilirler veya belirli bir ürünün tüm özelliklerinden haberdar olmayabilirler. Ayrıca bildikleri özellikleri de doğru biçimde değerlendiremeyebilirler Bu nedenlerden kaynaklanan rasyonel davranma yeteneksizliği, tüketicileri karar alabilmek İletişim 2002/15 İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü 99 için diğer gerekçeleri aramaya zorlar. Sağlam bir kurum imajı, tüketicilerin satın alma kararlarında belirleyici olabilir. Bilgi işlevi, beklenti işlevi ve süreklilik-tutarlılık işlevi, hedef gruplarda kurum imajı oluşturabilmek için gerçekleştirilmesi gereken işlevlerdir. Ürünler arasında giderek artan benzerlik, ürünün iç işlevsel özellikleri arasında ayırımlar yapma da tüketicileri zorlar.Bu nedenle, her zaman gözlenemeyecek özellikleri çağrıştıracak kurum imajı bilgi verme, beklenti karşılama ve süreklilik oluşturma yolu ile gerçekleştirildiğinde kurumun ürünlerine ayırıcı özellikler yükler (Pruyn,1990:127) Açıkça tanımlanmış bir kimliği yansıtan özlü bir imaj, pazarda göze çarparak alıcıları çeker. Bir kurumun imajı ne kadar güçlü ise, mevcut ve potansiyel kullanıcıların söz konusu kurum tarafından üretilen ürünlerin daha yüksek kalite de ve gerçek fiyatından daha fazlaya değer olduğunu kabul etme olasılıkları da o denli güçlü olur. Güçlü bir kurum imajının pazar değerinden başka finansal değeri de mevcuttur.Örneğin, Pan Am World Airways isminin ve logosunun satın alınması için ödenen miktar 1.33 milyon dolardı. Satın alınanların sadece Pan Am kimliğine ilişkin haklar olmasına karşın bu denli yüksek bir miktar ödenmesinin tek nedeni, söz konusu kurumun dünya genelinde sağlam bir imaja sahip olması idi (Howard,1998:33). Sağlam ve güçlü bir imaja sahip kurumların kimlik haklarının satın alınması için yüksek miktarlar ödenmesinin temel iki nedeni mevcuttur. • Yeni bir kurum imajı oluşturma çalışması, mevcut bir imajı satın almadan çok daha maliyetlidir. • Bir kurum imajının finansal değeri, çoğu kez öz varlıkların değerinden daha yüksektir. Yukarıda belirtildiği gibi kurum imajını yansıtan kurumsal kimlik öğelerine biçilen finansal değer, kurumsal imajın finansal değer yaratmadaki rolünü ve önemini göstermektedir. Kurumun marka veya ad varlığı, müşteri bağlılık derecesi,çalışanların motivasyonları, yasal sorunları önleme yeteneği kurum imajı doğrultusunda İletişim 2002/15 Nurhan Babür TOSUN 100 gelişen değerlerdir. Ayrıca kuvvetli bir kurum imajı, kurumun hisse senedi değerinin yüksek olmasına, pay sahiplerinin sayısının istenilen oranda artmasına ve pay sahibi bağlılığı oluşmasına büyük katkıda bulunur. Finansal Değer Yaratma Çalışmalarında Reklam İşletmelerin kurumsal markalarına, ürün markalarına ve varsa menkul değerlerine finansal değer yükleyebilmelerinde reklam çalışması kimi zaman bağımsız kimi zaman ise halkla ilişkiler faaliyetinin bir uzantısı olarak uygulanabilir.Ancak bu konuda maksimum verimin elde edilebilmesi için reklamın kurumsal halkla ilişkiler, pazarlama halkla ilişkileri ve finansal halkla ilişkilerin faaliyet alanı içinde kullanılması daha doğru olur. Diğer bir deyişle, belirli bir ürüne, kuruma ve fikirlere yönelik bilgi, düşünce ve davranışları hedef kitlede oluşturmak için bir bedel karşılığında iletişim araçlarında yayınlanan mesajlar olarak nitelenebilecek olan reklam, kimi zaman kurumsal marka kimi zaman ürün markası kimi zaman ise menkul değerlere finansal değer katabilmek amacı ile kullanılabilen bir enstrüman konumunda bulunabilir. Kurumsal markaya, ürün markasına ve menkul kıymetlere finansal değer yükleyebilmenin ön koşulunun güçlü bir imaj ve pazar değerinin yüksekliği olması gerçeğinden ötürü, reklam çalışmasında da aynı halkla ilişkiler çalışmasında olduğu gibi, öncelikle imaj oluşumu ve pazar değerini yükseltme hedefi gerçekleştirilmeye çalışılır. İşletmelerin farklı alanlarda finansal değer yaratabilmelerinde genelde halkla ilişkilere destek görevi üstlenen reklamların bu konuya yönelik işlevi aşağıda irdelenmektedir. Satışı gerçekleştirmek ve satış sürekliliğini sağlayarak marka sadakati yaratmak amacını taşıyan bütünleşik pazarlama iletişiminin bileşenlerinden birisi olarak reklam, kimi zaman bütünleşik pazarlama iletişiminde ağırlıklı bir göreve sahip olurken kimi zaman ise bir diğer bileşen olan pazarlama halkla ilişkilerinin güdümünde çalışır. Özellikle satışın hemen gerçekleştirilmesi gereken durumlarda reklam, sistemin ağırlık merkezini oluşturur. Marka imajı yaratmak ve dolayısı ile marka sadakati oluşturmak amaçlandığı zamanlar ise bütünleşik pazarlama iletişiminin merkezi İletişim 2002/15 İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü 101 konumunda bulunan pazarlama halkla ilişkileri, reklamdan hedeflerini gerçekleştirmek için yararlanır. Her iki durumda da reklam çalışmaları; ürün markasına yönelik farkındalık sağlamak, bilgi vermek, tutum oluşturmak, satışı gerçekleştirmek ve satış sonrası tatminin sağlanmasına yardım etmek fonksiyonlarının gerçekleşmesine önemli katkılarda bulunurlar. Bütünleşik pazarlama iletişimi içinde yer alan reklam genelde , markanın pazar değeri kazanmasına veya var olan değerin arttırılmasına destek olur. Ancak markanın pazar değeri ile finansal değeri arasında bulunan yakın ilişki ve etkileşimden ötürü, yaratılan pazar değeri zaman içinde finansal değer oluşmasını da sağlar. Özellikle imaj oluşumuna dönük marka reklamları, aynı zamanda markanın finansal değer kazanmasını da gerçekleştirirler. Ürün ve ürün markası dışında hedef kitlede kuruma yönelik iyi niyet, itibar ve imaj oluşumuna destek olmak amacı ile düzenlenen aktiviteleri ve bu aktivitelerin haber olarak yayınlanması mümkün olmayan ayrıntılarını duyurmak, kurum kimliğine ilişkin olarak farkındalık yaratmak ve özellikle sorun ve kriz dönemlerinde gerekli açıklamaları yapmak gibi amaçlar taşıyan kurumsal reklamlar, kurumsal halkla ilişkilerin görev alanı içinde yer alır (Tooth ve Heath, 192:257). UK Institute of Practitioners in Advertising (IPA)’ nın verdiği tanıma göre ise ‘İç hedef kitle, finansal hedef kitle, baskı grupları, sivil toplum kuruluşları, hükümet, yatırımcılar, hedef pazar, aracı kuruluşlar gibi hedef kitlelerde kuruma ilişkin olumlu duygu ve düşünceler oluşturmak ve var olan tereddütleri gidererek ortak paydalar yaratmak amaçlı reklamlar, kurumsal reklam katagorisinde bulunur’ (Kitchen,1997:190). Bu tanım doğrultusunda; kurumsal halkla ilişkiler çalışmalarından birisi olarak, bir kurumun imajının oluşumu veya var olan imajın pekiştirilmesi ve kuruma ilişkin konulara yönelik olarak farkındalık sağlanması amacı ile yapılan reklamların kurumsal reklam niteliğinde olduğunu ve bu reklamların kurumsal kimliğin hedef kitleye iletilmesi, çalışanlara moral aşılanması, yapılan veya yapılacak olan etkinliklerin ve bu etkinliklerle ilgili detayların duyurulması, kurumun çeşitli konulardaki başarılarını kanıtlayan rapor ve araştırma sonuçlarının açıklanması, belirli konularda kurumun düşünce ve davranış tarzının belirtilmesi ve farklı hedef İletişim 2002/15 Nurhan Babür TOSUN 102 kitlelerle oluşan mevcut veya olası iletişim sorunlarının giderilmesi gibi amaçlar taşıdığını söyleyebiliriz. Kurumsal reklamlar, kuruma itibar kazandırmaya ilişkin mesajları kapsamlarında bulundurdukları için kurumsal markaya finansal değer kazandırılmasına da kimi zaman doğrudan kimi zaman ise dolaylı olarak katkıda bulunurlar.Kurumsal markanın finansal değerinin yüksek olması ise, kurumun ürün markasının pazar ve finansal değerine ve varsa menkul kıymetlerinin finansal değerine olumlu katkıda bulunur. Bu doğrultuda kurumsal reklamlar ile bütünleşik pazarlama iletişimi kapsamında faaliyette bulunan ürün/marka reklamlarının entegre çalışmaları sonucunda meydana gelebilecek sinerjinin, her iki reklam türünün de daha verimli çalışmalar yapmasına olanak sağlayabileceğini söyleyebiliriz. Gerek kurumsal halkla ilişkilerin sorumluluk alanı içinde bulunan kurumsal reklamlar gerekse bütünleşik pazarlama iletişiminin bileşenlerinden birisi konumunda bulunan ürün/marka reklamları; kurumsal marka, ürün markası ve menkul kıymetlere finansal değer yüklemeye farklı yöntem ve tekniklerle yardımcı olurlar. Farkındalık sağlama, marka çağrışımı yapılmasını gerçekleştirme, tutum oluşturma reklamların gerçekleştirebileceği süreçlerdir. Reklam mesajları aynı zamanda, hedef kitlenin ilgili konularda gereken bilgileri kolaylıkla edinmelerini gerçekleştirirler. Markaya pazar değeri ve finansal değer kazandırabilmenin yanı sıra işletmenin varsa menkul kıymetlerinin finansal değerinin maksimize edilmesine destek olma da yararlanılabilen reklam türleri, kullanım alanları ile birlikte aşağıda açıklanmaktadır (Franzen,1998: 141-168). • Farkındalık oluşturma da kullanılabilen reklamlar: Farkındalık reklamları, kimlik reklamları, çekicilik reklamları. • Çağrışım yaratmada kullanılabilen reklamlar: Kimlik reklamları, çekicilik reklamları, duygusal reklamlar. • Kalite algılamada kullanılabilen reklamlar: İkna reklamları İletişim 2002/15 İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü • Müşteri sadakati yaratmada reklamları, satış reklamları kullanılabilen reklamlar: 103 İlişki Farkındalık Reklamları: Bu tür reklamların temel amacı, kurum veya ürün markasının tanınmasını ve hatırlanmasını sağlayacak etkiyi oluşturmaktır. Farkındalık reklamları genelde markaların yaşam eğrilerinin ilk dönemlerinde yoğun olarak kullanılır. Son yıllarda ise, işletmelerin menkul kıymetlerine dönük farkındalık reklamları da kullanılmaya başlanmıştır. Kimlik Reklamları: Marka kimliğini oluşturan görsel ve sözel öğeleri hedef kitleye tanıtmak veya anımsatmak amacını taşıyan kimlik reklamları, farkındalık oluşturmanın yanı sıra marka imajı çağrışımı yaratma amacı ile de yoğun olarak kullanılır. Diğer bir deyişle,bu tür reklamların, marka kimliğini hedef kitleye yansıtarak marka tutumu meydena gelmesine de yardımcı olduğunu söylemek mümkündür. Çekicilik reklamları: Markanın hedef kitlenin ilgisini çekmesini sağlayarak farkındalık ve imaj oluşturan bu reklam türü, amacını gerçekleştirebilmek için genelde mizahi üslup, ünlü kişilerin kullanımı gibi tekniklerden yararlanır. Kullanılan bu tekniklerle hedef kitlenin ilgisini çekmenin yanı sıra tutum da oluşturulabilinir. Duygusal reklamlar: Hedef kitle ile marka arasında ilişki kurabilmek için sadece bilgi verici bir yaklaşımın kullanılması yeterli değildir. Nitekim yapılan araştırmalar, kişilerde bir markaya ilişkin tutum oluşmasında özellikle duyguların daha etkili olduğunu ortaya koymaktadır (Biel,1993:67-82). Bu nedenle marka çağrışımı oluşturmada kullanılan en önemli reklam türünün; sevgi, arkadaşlık, empati, nostalji gibi öğeleri kullanan duygusal reklamlar olduğunu söyleyebiliriz. İkna reklamları: İkna reklamları markanın rasyonel ve duygusal yararları konusunda hedef kitleyi ikna etmeye çalışarak hem yüksek kalitede bir marka algılaması hem de satın alma niyeti meydana getirme amacını taşırlar. İletişim 2002/15 104 Nurhan Babür TOSUN İlişki reklamları: Günümüzde bütünleşik pazarlama iletişiminin temel amacı olan marka sadakati yaratmada kullanılan reklam türü konumunda olan ilişki reklamları, amacını gerçekleştirmek için genelde rasyonel ve duygusal öğelerin sentezi ile güçlü bir marka imajı ve tutumu oluşturmaya çalışır. Satış reklamları: Hedef kitleyi oluşturan bireyleri markaya yönelik direkt davranışa sevketmeye çalışan satış reklamlarında genelde, ürünün neden hemen satın alınması gerektiği ve satın alma noktaları belirtilir. Satın almanın gerçekleşmesinin marka sadakati oluşturmanın ilk basamağı olarak görülmesinin uzantısı olarak bu tür reklamların da marka sadakati yaratma amaçlı reklamlar katagorisinde değerlendirilmesine neden olduğunu belirtebiliriz (Aaker,1996:120). Reklamların, yukarıda belirtilen süreçleri özellikle finansal değer yaratma amacı ile gerçekleştirmelerinde içeriksel yaklaşımın belirlenmesi önem taşır. İçeriksel yaklaşım ise kendi içinde ‘Duygu yönlü yaklaşım’ ve ‘Bilgi yönlü yaklaşım’ olmak üzere ikiye ayrılır. Duygu Yönlü Yaklaşım: Reklamların içeriksel olarak duygu yönlü yaklaşıma sahip olması gerektiği kararlaştırıldığı takdirde, reklam mesajlarının hedef kitleyi düşündürtmekten çok duygusal hatırlatmalar ve çağrışımlar yapması amaçlanır. Genelde imaj oluşturma ve pekiştirme, kanaat meydana getirme ve tutum oluşturma gerektiği zamanlar uygulanan bir yaklaşımdır. Diğer bir deyişle, bu tür reklamlar kurumsal markaya ve ürün markasına yönelik prestij, sempati gibi duygular yaratmanın yanı sıra hedef kitlenin geçmişte yaşadığı mutluluk, sevinç, üzüntü gibi duygularını tekrar gündeme getirerek çağrışımlar oluşturur. Bu yaklaşımın benimsendiği reklamlarda kullanılan temel unsurlar ise şunlardır: Mizah: Hedef kitleyi güldürerek bir çekicilik yaratmayı ve böylece dikkati çekmeyi amaçlayan mizah reklamları, hedef kitle mizahi öğelerle mesajda söylenenlerden etkilendiği zaman başarılı; hedef kitle reklam mesajını sadece komik bulduğu için söylenenleri ciddiye almadığı zaman ise başarısızdır. Bu nedenle mizahi reklamlarda sınırın iyi çizilmesi ve komik noktasına gelinmemesi gerekir. Araştırmacıların mizahi reklamlar İletişim 2002/15 İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü 105 konusundaki ortak görüşleri, bu reklamların dikkati çekmede çok etkili olduğu yönündedir (Weinberger ve Gulas,1992:35). Kurumsal ve ürün markalarına farkındalık sağlamak ve çağrışım oluşturmak amaçlandığında mizahi reklamlar dan yararlanılabilinir. Duygusallık: Duygusallık teması üzerine kurulan reklam mesajları; arkadaşlık, sevgi, empati gibi duyguları anımsatarak hedef kitleye ulaşmayı amaçlar. Yapılan araştırmalar bu tür reklamların hedef kitle de olumlu duygular uyandırarak marka çağrışımı yapmada ve marka imajı oluşturmada etkili olduğunu ortaya koymaktadır (Quens,1997:123). Korku, endişe yaratma: Bu yaklaşımın benimsendiği reklamlarda, bir risk türü karşısında korumasız kalmış hedef kitle, bu riski ortadan kaldıracak bir davranışı yapma yönünde etkilenmeye çalışılır (Mowen,1993:74). Özellikle çağrışım uyandırmada oldukça etkili olan bir yöntemdir. Mizah, duygusallık ve korku, endişe yaratmaya yönelik içerikler genelde kurumsal ve ürün markalarına farkındalık sağlanması ve çağrışım oluşturulmasında etkili olurlar. Ancak, sadece bu tür reklamlar ile marka kredibilitesi meydana getirilmesi ve dolayısı ile markaya finansal değer yüklenmesi oldukça zordur. Bilgi Yönlü Yaklaşım: Bilgi yönlü yaklaşımın kullanıldığı reklamlarda hedef kitle, kendilerine akılcı ve çekici gelebilecek rasyonel bilgilerle etkilenmeye çalışılır (Aaker ve Stayman,1990:7). Fiyat, nitelik, kullanım şekli, özel fırsatlar, bileşenler, garanti, güvenilirlik, araştırma sonuçları vb. bu tür reklamlarda vurgulanan temel özelliklerdir. Bilgi yönlü reklam içeriği, gerek kurumsal ve ürün markalarına imaj dolayısı ile de finansal değer yüklemede gerek işletmelerin menkul kıymetlerine finansal değer kazandırmada destek bir enstrüman olarak kullanılabilir. İletişim 2002/15 Nurhan Babür TOSUN 106 Finansal Değer Yaratmada Sinerji Oluşturan Etkileşim Finansal, kurumsal ve pazarlama halkla ilişkileri çalışmaları ile reklam finansal değer yaratma açısından genelde birbirilerini destekleyen amaçları gerçekleştirmeye yönelik programları planlamayı ve uygulamayı hedefler. Bu çalışmalar arasındaki koordinasyon, tek sesliliği sağlamanın yanı sıra güçlü bir sinerji de yaratır. Özellikle, genel olarak menkul kıymetler olarak nitelenebilecek olan finansal ürünlere finansal değer kazandırabilmek için kurumsal ve/veya pazarlama halkla ilişkileri çalışmalarının göz ardı edilerek ağırlıklı olarak finansal halkla ilişkiler çalışmasına yönelme doğru ve yeterli değildir (Kitchen ve Schultz,2001). Bu amacı gerçekleştirmeye yönelik programda finansal halkla ilişkiler çalışması;kurumsal halkla ilişkiler, pazarlama halkla ilişkileri ve reklam çalışmaları ile bütünleşik uygulandığı takdirde oluşan sinerji, istikrarlı bir verimliliğin gerçekleşmesini sağlar. Finansal halkla ilişkiler çalışmasında sadece finansal konuma, finansal ürünlere ve aktivitelere yönelik hedeflenen imajı oluşturma, kredibilite sağlama amaçlanır. Tüm dünyada giderek önem kazanan finansal halkla ilişkilerin amacının dolayısı ile de hedef kitlesinin oldukça spesifik olduğunu söylemek mümkündür. Ancak finansal halkla ilişkiler kendi spesifik amacını gerçekleştirmenin yanı sıra yaptığı çalışmalar ile kurumsal ve pazarlama halkla ilişkilerinin amaçlarına ulaşmasında da destekleyici olur.Çünkü menkul kıymetlerinin değeri yüksek olan işletmelere kurum veya ürün markası imajı yükleme çalışmalarında bulunma oldukça kolay olur. Kuruma amaçlar doğrultusunda saptanan imajı yükleme çalışması temel görev alanı olan kurumsal halkla ilişkilerin başarısı, pazarlama ve finansal halkla ilişkilerin finansal değer yaratma çalışmasını direkt olarak etkiler.Güçlü ve sağlam bir işletme imajına sahip olan bir kurumun gerek hisse senetlerinin değeri gerekse ürün markalarının kimlik haklarının bedeli oldukça yüksek olur. Bu nedenle olumlu bir kurumsal imaja sahip olan bir kurumun finansal ve pazarlama halkla ilişkileri çalışmalarından başarı elde şansı oldukça yüksektir. İletişim 2002/15 İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü 107 Kurumun pazarlama faaliyeti içerisinde oluşturulan ürünlere marka konumlandırmasını yapmayı amaçlayan pazarlama halkla ilişkilerinin, finansal ve kurumsal halkla ilişkilerin finansal değer yaratma çalışmasına etkisi oldukça önemlidir.Çünkü, güçlü bir imaja sahip ürün markaları olan işletmelerin kurumlarının kimlik haklarının bedeli yüksek olur ve finansal ürünlerinin değerini yükseltmek için yapılan çalışmalardan daha kolay sonuç alınır. Reklam niteliğini taşıyan çalışmalar, bir fikre veya bir ürüne yönelik mesajın belirli bir bedel karşılığında satın alınan yer ve zaman diliminde istenilen sıklıkta yayınlanma olanağına sahip olduğundan ötürü, reklam kontrollu bir araçtır. Kurumsal, pazarlama ve finansal halkla ilişkiler farklı alanlarda finansal değerler oluşturma çalışmalarında reklamın bu özelliğinden önemli ölçüde yararlanırlar. Reklam ve halkla ilişkiler birbirilerinin üstünlüklerinden faydalanmanın yanı sıra zayıflıklarını da minimize edecek entegre bir çalışmanın içinde bulundukları takdirde maksimum verim elde edilir. Bir işletmenin kurumsal marka ,ürün markası veya finansal ürünler bazında saptadığı finansal değerleri yaratabilmesi için sistematik ve uzun süreli bir çalışma içinde bulunması gerekir. Bu sistematik çalışmada maksimum verimin elde edilebilmesi için uygulanması gereken süreçte sistemin aşağıda belirtildiği gibi işlemesi gerekmektedir.. Kurumsal marka veya ürün markası değeri yeterli düzeyde olmayan bir işletmenin,halka arzı etkin olarak gerçekleştirmek amacı ile doğrudan finansal halkla ilişkiler çalışmasına yönelmesi yukarıda belirtilen nedenlerden ötürü doğru değildir. Bu nedenle ilk aşamada, finansal değer yaratma alanı olarak kurumsal değer veya ürün markası değerlerinden işletme amaçlarına en uygun olanı çalışma kapsamı içine alınmalıdır. İşletme stratejisi olarak ürün markasının arka planda bırakılması gerektiği zamanlar kurumsal halkla ilişkiler tarafından kurum markası imajı,aksi takdirde ise pazarlama halkla ilişkileri tarafından ürün markası imajı ön plana çıkarılmalıdır. İletişim 2002/15 Nurhan Babür TOSUN 108 Finansal halkla ilişkiler çalışması ise sürecin ikinci basamağı olarak uygulanmalıdır.Çünkü kurum veya ürün markası değeri yüksek olan bir işletmenin halka arzı gerçekleştirmesi durumunda, menkul değerler olarak nitelenebilecek finansal ürünlerine değer yüklemek arada oluşan sinerjiden ötürü oldukça kolay olur.Ancak bu noktada, finansal ürünlere istenilen oran ve anlamda değer yükleyebilmek için finansal halkla ilişkiler çalışmasının yoğun olarak uygulanması gerekir. Kurumsal veya ürün markası imajının, finansal ürünlere transferinin finansal halkla ilişkiler çalışması ile desteklenmesi sonucu finansal ürünlerde oluşan imajında kurumsal veya ürün markası değeri alanlarına transferi söz konusudur. Sonuç olarak, bir işletmeye farklı alanlarda finansal değer katabilmek diğer bir deyişle kurumsal markanın, ürün markasının kimlik haklarını yüksek bir noktaya taşıyabilmek ve finansal ürünlere ilişkin aktiviteleri istenilen boyutta yapabilmek için kurumsal,pazarlama ve finansal halkla ilişkiler çalışmaları ile reklamın eşgüdümlü çalışması gerektiğini söyleyebiliriz. Eşgüdümlü çalışmanın yaratacağı sinerji, farklı alanlarda finansal değer yaratmanın başarı şansını arttırır. Sonuç Yoğun rekabetin yaşandığı günümüzde bir işletmenin kar ederek büyüyebilmesi, nakit ihtiyacını karşılayabilmesi, kurumun kredibilitesinin farklı alanlarda arttırımı, kurum ve ürün markasının piyasa değerinin maksimizasyonu için finansal değer yaratma çalışmalarına ağırlıklı olarak eğilmesi gerekmektedir. Genelde bir kurumun finansal değerler yaratma çalışmalarını yapabileceği üç temel alan vardır. Bu noktada, uzmanlık gerektiren spesifik halkla ilişkiler ve reklam çalışmalarının kurumsal marka, ürün markası ve menkul kıymetlere yönelik finansal değer yaratmada entegre olarak uygulanması gerektiğini söyleyebiliriz. Kuruma farklı alanlarda yararlanmak üzere itibar kazandırmak örneğin, kısmen veya tamamen satma söz konusu olduğu zaman gereken İletişim 2002/15 İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü 109 nakit ihtiyacını kolaylıkla elde edebilmek için kurumsal markanın kimlik haklarının yüksek değer kazanmasını sağlayabilmek amacı ile kurumsal halkla ilişkiler ve kurumsal reklam çalışmasına; aynı nedenlerle ürün markasının finansal değerini değerini yükseltmek için ise pazarlama halkla ilişkileri ve ürün markası reklamları çalışmasına gerek duyulur. Kurumsal ve ürün markasının kimlik haklarının finansal değerinin yüksek olması aynı zamanda bu markaların varsa menkul kıymetlerinin finansal değerinin de yüksek olması yönünde bir sinerji yaratır. Halka arzı gerçekleştiren kurumlar finansal aktivitelerine kredibilite sağlamak,hisse senetlerine talep yaratarak piyasa değerini yükseltmek için özel iletişim planları uygulayan finansal halkla ilişkiler ve gerektiği takdirde reklam çalışması yapmalıdır.Ancak bir işletme de özellikle finansal ürünlere yönelik değer yaratılmak istenildiği takdirde, kurumsal ve ürün markasının değerinin yüksekliğinin bu markaların varsa menkul kıymetlerinin de finansal değerinin istenildiği oranda olması yönünde sinerji yaratabileceği gerçeğinden ötürü, sürecin ilk basamağını kurum veya ürün markası yaratılması çalışmaları almalıdır. Finansal halkla ilişkiler çalışmaları ise sürecin ikinci basamağı olarak uygulanmalıdır. Bu doğrultu da, finansal ürünlere değer yüklenilmesi için kurumsal halkla ilişkiler, pazarlama halkla ilişkileri, finansal halkla ilişkiler ve genel reklam çalışmalarının bir sistematik içinde uygulanılması gerektiğini söyleyebiliriz. Finansal değer yaratma açısından kurumsal,pazarlama ve finansal halkla ilişkiler ve reklam çalışmaları genelde birbirini destekleyen amaçları gerçekleştirmeyi planlayan eşgüdümlü bir çalışma içinde olmalıdır. Bu spesifik halkla ilişkiler çalışmaları eşgüdümlülüğü sağlayacak tarzda planlandığı takdirde farklı alanlarda finansal değer yaratmanın gücünü arttıracak bir sinerji oluşur. İletişim 2002/15 Nurhan Babür TOSUN 110 Kaynaklar AAKER, D. A. (1996). Building Strong Brands. NY:The Free Press. AAKER, D. A ve STAYMAN, D.M (1990). “Measuring Audience Perceptions of Commercials and Relating Them to Ad Impact”, Journal of Advertising Research, 30 (August/Septemper). BIEL, A. L (1993). Brand Eguity and Advertising. NJ:Lawrance Erlbaum. COOPER, L ve DUKART, J. (1997). “Carriers Work to Build Brand Equity”, Communication Week, 3(3), Telepath Issue 652 COLLIS,T. (1996). “Financial Public Relations”, içinde Gregory, A (edi.) (1996), Public Relations in Practice, The Institute of PR, London. CUTLIP, S. M; CENTER, A.H ve BROOM, G.M (1999). Effective Public Relations. NJ: Prentice Hall. DUNCAN, T (1985). A Study of How Manufacturers and Service Companies Perceive and Use MPR. Ball State Üniversity. FISHER, G, L., Davenport, C.R (1981). “What Investors Want to Hear”. Public Relations Journal, April. FRANZEN, G Bedrijfsinformatie. (1998). Brands and Advertising, Kluwer: GEUENS, M. (1997). “Erotic Advertising:An Effective Strategy”, Economie en Management, 42(1) GRAVES, J (1985). Investor Relations Today. Washington:PrenticeHall. GREGORY, A (1998). Public Relations in Practice. The Institute of PR, London. GRUNING, J.E., HUNT, T (1994). Public Relations Techniques. NJ: Rinehart and Winston Inc. İletişim 2002/15 İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü 111 HANRAHAN, G (1998). “Financial and Investors Relations”, içinde KITCHEN, P (1998). Public Relations Principles and Practice. Oxford:Thomson Publishing Inc. HARRIS, T (1993). The Marketer’s Guide to Public Relations: How Today’s Companies are Using the New PR to Gain a Competitive Edge. NY:John Willey HAYWOOD, R (1998). All About Public Relations. London:Mc Graw Hill. HART, N. A (1995). Strategic Public Relations. London: Mc Millian Busines, HEFFLIN, F ve HAYGOOD, A (1985). “Effects of Schuduling om Retention of Advertising Messages”, Journal of Advertising. 14 (2). HOWARD, E. (1991). “Preparing Annual Reports in 1990s”, Public Relations Journal. May. HOWARD, S (1998). Corporate İmage Management. London: Butterworth JACK, A(1995). “A question of trust” Financial Times. 29.12.1995. KILEY, D(1998). “Brand Value RX”, Brandweek. Vol.39, Issue 12. KITCHEN, P (1997). Public Relations Practice and Practice. London: Thomson Business KITCHEN, P. ve SCHULTZ, D. E. (2001). Raising the Corporate Umbrella. London: Palgrave. MOWEN, J.C (1993), Consumer Behaviour. NY: McMillan. PELSMACKER, P. GEUENS, M. ve BERGH, J. (2001), Marketing Communications. Edinburg: Prentice POIESZ, T. B. C (1998). “The Image Concept :Its place in consumer psychology and its potential for other psychological areas”, XX1Vth International Congress of Psychology. Sydney. İletişim 2002/15 112 Nurhan Babür TOSUN PRUYN, A. T. H (1990). “Imago: een analytische Benadering van het begrip en de implicaties daarvan voor onderzock” in Riel , C. B. M and Nijhof,W.H (1990). Handbook Corporate Comminications. Deventer ROSSITER, J.R ve PERCY, L. (1997). Advertising Comminication and Promotion Management. NY: McGraw Hill. SAVAGE, R. (1970). “Crucial Role of Investor Relations”. Harward Business Review. November STANCIL, J (1984). “Groving Concers: Upgrade your Company’s Image anr Valulation”, Harvard Business Review. January. SIRGY, (1998). Integrated Marketing Communication. A System Aproach . NJ:Prentice Hall, STONE, N. (1995). The Management and Practice of Public Relations. London:Mc MILLAN Business. TOTH E. L. ve HEATH, R.L(1992). Rhetorical and Critical Approaches. NJ: Lawrance Erlbaum . İletişim 2002/15 İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü 113 Özet Rekabetin giderek yoğunlaştığı günümüzde işletmelerin kurum markasının, ürün markasının ve varsa menkul kıymetlerinin finansal değerlerinin maksimizasyonu; kar ederek büyüyebilmek, likidite gereksinimini zorlanmadan karşılayabilmek ve kurum kredibilitesinin farklı alanlarda arttırılmasını sağlamak açısından oldukça önemli ve gereklidir. Üç temel alana yönelik finansal değerler oluşturulmasında yönetim, üretim, finansman, pazarlama, muhasebe, ar-ge, insan kaynakları ve halkla ilişkiler fonksiyonları bütünleşik bir çalışma içinde bulunmalıdırlar, Bu çalışmada, üç temel alana yönelik finansal değer yaratma sürecine tüm işletme fonksiyonlarının etkisi yadsınmamakla birlikte konu sadece halkla ilişkiler ve reklam perspektifinden ele alınmaktadır. İşletmelerin kurumsal marka, ürün markası itibarı oluşturmak yolu ile markalarının kimlik haklarına istedikleri finansal değeri kazandırabilmelerinde, halka arzı gerçekleştirmeleri durumunda ise menkul kıymetlerinin finansal değerini maksimize edebilmelerinde spesifik halkla ilişkiler uzmanlık alanları konumunda bulunan kurumsal halkla ilişkiler, pazarlama halkla ilişkileri, finansal halkla ilişkiler çalışmaları ile reklamın büyük rolü vardır. Menkul kıymetlerin değerini yükselterek finansal değer yaratma çalışması finansal halkla ilişkiler,kurumsal marka oluşturarak finansal değer meydana getirme kurumsal halkla ilişkiler, ürün markası imajı yolu ile finansal değer yaratma ise pazarlama halkla ilişkilerinin görev kapsamı içinde bulunur. Ancak, bu çalışmaların entegre yürütülmesi sonucunda oluşan sinerji farklı alanlarda finansal değerler meydana getirilmesinde maksimum verimin elde edilmesini kolaylaştırır. Reklam ise geniş kitlelere hızla ulaşan kontrollü bir araç olması özelliğinden ötürü, kimi zaman bağımsız kimi zaman ise halkla ilişkiler faaliyetlerinin bir uzantısı olarak, işletmelerin kurumsal markalarına,ürün markalarına ve menkul kıymetlerine finansal değer yükleyebilmelerinde yoğun olarak kullanılabilir. Kanımızca, bir işletmede özellikle finansal aktivitelere kredibilite sağlayarak hisse senetlerinin değerinin maksimizasyonu amaçlandığında çalışma sürecinin ilk basamağında işletme amaçları doğrultusunda kurumsal İletişim 2002/15 Nurhan Babür TOSUN 114 veya pazarlama halkla ilişkileri, ikinci basamağında ise finansal halkla ilişkiler yer almalıdır.Reklam mesajları ise bu faaliyetlere destek olarak kullanılmalıdır. Spesifik halkla ilişkiler çalışmaları ve reklam eşgüdümlülüğü sağlayacak tarzda planlandığı takdirde, farklı alanlarda finansal değer yaratmanın gücünü arttıracak bir sinerji oluşur. Abstract End of our studies in the literatüre of public relations, it has been determined there is a trend that planing of financial public relations strategies and applications can be enough for adding financial value to financial products of business. However, it has been determined that a stable result can not be obtained when some samples of applications have been examined and especially when financial public relations studies on financial product have not been supported by corporate and marketing public relations studies. In this study, the idea which is to create financial value in business there should be a synergic interaction between public relations works and advertising. İletişim 2002/15 İşletmelerin Finansal Değer Oluşturma Çalışmalarında Halkla İlişkilerin ve Reklamın Rolü 115 İletişim 2002/15 Sibernetik Toplumsal Sistemler ve Halkla İlişkiler Ç. Murat HAZAR* Sibernetik, makineler ile makineler, makineler ile insanlar, insanlar ile insanlar arasında bilgi alış-verişi yoluyla ayarlama, kontrol ve yönetim bilimidir (Akman, 1988:13). Diğer bir anlatımla sibernetik, canlı ve cansız varlıkların gerek kendi iç çevreleriyle, gerekse dış çevreleri ile durmaksızın bilgi alış-verişinde bulunması ve bu alış-verişe göre kendi kendine denge kurup, uyumda bulunması ve yönetimini sürdürebilmesidir (Akman, 1978:4). Sibernetiğin kelime anlamı, ingilizce steersman (gemi kaptanı) kelimesinin latince kökeni olan, buharın hızını kontrol etme anlamına gelen gubernator kelimesine ve gemi kaptanı anlamına gelen yunanca Kybernes kelimesine dayanmaktadır (Parsegian, 1972:5-6). Telaffuzunda değişiklik olan ancak anlamı aynı kalan sözcüğün 19. Yüzyılın başlarında Ampere ve Polonyalı bir bilim adamı tarafından “politika bilimi” anlamında kullanıldığı da bilinmektedir (Wiener, 1988:16). Hangi alan ele alınırsa alınsın, iletilen akımların veya bilgilerin kontrolü ile kendiğinden denge kurma ve yönetim sistemi üzerinde duruluyorsa, yapılan çalışma sibernetik (Akman, 1984a:103) olarak görülmektedir. Aynı zamanda, sibernetik, canlı ve cansız sistemlerin ortak yönleri bulunduğunu, aynı kanunlara tabi olduklarını ve yaşayan sistemlerin aynı fiziksel ve biyokimyasal unsurlardan oluştuğunu ileri süren (Wiener, 1964:VII), organize varlıkların davranış bilimidir (Songar, 1983:5). * Arş. Gör. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü İletişim 2002/15 Ç. Murat HAZAR 116 Devletlerin, kuruluşların, toplumsal örgütlerin ve biyolojik canlıların içinde düşünüldüğü sibernetik, canlı ve cansız varlıkların aynı başlık altında incelenmesini, bir takım ortak taraflarının bulunduğunu, aynı kanunlara tabi olduklarını, ister canlı ister cansız olsun bütün organize sistemlerin iletişim ve kontrol mekanizmalarını yani işleyiş tarzlarını araştırır (Songar, 1983:3). Aynı zamanda, ileri derecede karmaşık ihtimali ve açık sistemlerde denge, ayarlama ve kontrol süreçleri sibernetik bilimcilerin başlıca ilgi alanını teşkil eder (Dereli, 1976:177). Sibernetiği oluşturan ve geliştiren bilim adamlarının mesleki menşelerine bakıldığında, bu dalın hangi bilim dallarıyla organik bir ilişki içinde olduğu anlaşılabilir: Norbert Wiener, Claude Shannon-Matematik, Grey Walter, John von Neumann, John Diebold-Matematik ve Elektronik, Vannevar Bush-Elektrik, Maxwell Maltz-Tıp ve Plastik Cerrahi, Ross Ashby-Nöroloji, Wladyslaw Sluckin-Psikoloji, Isaac Asimov-Biyokimya ve Arthur Clarke-Fizik. 1960’lardan sonra katkıda bulunanlar arasında ise, F. H. George, G. Pask, J. F. Young, J. Rose, G. R. Boulanger, V. M. Glushkov, S. Demczynski, J. F. Schuh, J. H. Clark, A. M. Rosie, C. T. Leondes, V. Strejc, D. B. Foster, D. A. Bell, N. S. Prywes, A. Crawford, R. W. Revans, S. Beer vb. sayılabilir. Sibernetik ve Termodinamik Mekanik ve ısıl olaylar arasındaki bağıntıyı inceleyen Termodinamik, deney yoluyla Eşdeğerlilik ve Entropi ilkelerinin üzerine kurulmuştur. Termodinamiğin eşdeğerlilik ilkesine göre, enerji, ısı, ışık, ses, elektrik, hareket, çekme ve itme gücüne dönüşebilir, bir cisimden başka bir cisme iletilebilir ancak kesinlikle yok olmaz. Şekil, boyut değiştirebilin enerji, ne kadar değişim geçirirse geçirsin, eşdeğerde alır. Bugün buna enerjinin sakınımı veya enerjinin korunumu da denilmektedir. İletişim 2002/15 Sibernetik Toplumsal Sistemler ve Halkla İlişkiler 117 Örgütsel sistemlerde, termodinamiğin ilk maddesini, enerjinin yerine bilgiyi koyarak uygulayabiliriz. Dolayısıyla da bilgi çeşitli durumlara dönüşebileceği gibi, yine çeşitli kanallarla iletilebilir. Ayrıca enerji gibi bilgi de yok olmaz. Sadece şekil ve muhteva değiştirerek başka bilgilere kaynaklık eder (enformasyon-bilgi ilişkisi de buna dahildir). Genel olarak artma eğilimindedir. Açık sistem analizine göre örgüt her dönüde, bir öncekinden daha çok girdi (bilgi, enerji) almak zorundadır (Başaran, 1982:50). Enerji gibi depolama özelliğine sahip olan bilgi, kasların kasılması, ses dalgaları, sesli veya sessiz harfler, heceler-kelimeler, vb. olabilir ve matematiksel formüllere uygun biçimde bilgisayarlara verilebilir, yeniden düzenlenebilir (Yüksel, 1988:22). Termodinamiğin entropi ilkesine göre ise, sadece cisimlerin entropileri artmaz. Dönüşüm arttıkça, çözülme ve bozulma da o derecede artar. Enformasyon ve bilgi de arttıkça, kaos benzeri durumların oluşması daha olası hale gelebilmektedir. Canlı sistemlerin yaşamsal özelliklerinden dolayı temel öğeleri enerjidir. Dönüşüm sırasında ise eşdeğerlilik ilkesinin tersine az da olsa bir miktar enerji kaybı yaşanır. Dolayısıyla da canlı sistemlerde entropik bir süreç vardır. Dış dünyayla madde ve enerji alış-verişi yapan sistemlere (açık sistemler) en güzel örneği oluşturdukları halde, biyolojik organizmalardaki enerji yenilenmesi canlı dokunun karmaşık örgütsel yapısını sonsuz süreli koruyacak nitelikte değildir (Katz ve Kahn, 1987:23). Entropi süreci kendini bütün biyolojik sistemlerde olduğu gibi bütün kapalı fiziksel sistemlerde de gösterir (Wiener, 1988:36). Dışardan enerji ve bilgi alış-verişinde bulunmayan sistemler, kendilerini çevreye uyarlayamadıkları gibi değişen şartlar altında dinamik bir dengelemede bulunamazlar. Bu yüzden sistem ne kadar yapalı ise, düzensizliğe ve karmaşaya doğru gidiyorsa entropi de o oranda artar (Phaidon, 1987:441). Açık örgütsel sistemlerde genel görüş, entropik sürecin sıfırlanabilmesi üzerine kuruludur. Bir sitemdeki entropi artışı karışıklık İletişim 2002/15 Ç. Murat HAZAR 118 artışının ölçüsü ise, bir düzen artışı da, bir entropi azalması (Monod, 1983:202) anlamına gelmektedir. Katz ve Kahn, “Toplumsal sistemler biyolojik organizmalarla aynı fiziksel durağanlıklara oturmazlar ve entropi sürecini hemen hemen sonsuz süreli durdurmaya yeteneklidirler” şeklinde görüşlerini ileri sürerlerken, “Gene de her yıl yok olup giren örgütlerin sayısı pek çoktur” demektedirler (1987:23). Açık sistemler topluluğuna sahip bir süper sistem içinde, sistemlerin, gerek organizasyon yapılarında, gerekse örgütsel amaçlarından dolayı bir örgüt kültürü vardır. Hatta, alt sistemlerin ve alt sistemler birliğinin de örgütün dışında bir kültür yapılanmaları belirmektedir. Sistemin entropik bir sürece girmesi, alt sistemler için bir gelişme, varlıklarının vazgeçilemez olması, hatta örgüt içinde kendini daha fazla hissettirme durumu da yaratabilir. Bu durumda alt sistemler örgütün entropik sürecinin artmasını kendi kısa vadeli çıkarları veya yararlılıkları açısından destekleyebilirler. Tabii ki bu durum alt sistemin umduğu fayda gerçekleşene kadar taraftar bulmaktadır. Sistemler arası ilişkilere baktığımızda ise, sistemlerin (alt sistemlerde görüldüğü gibi) sık sık yanıltıcı enformasyonda bulunduklarını görmekteyiz. Bu, piyasadaki diğer sistemlerin yıkılmasıyla (pasta teorisine uygun olarak) kendi sistemlerinin güçleneceği varsayımına dayanılarak yapılır. Dolayısıyla da organizasyon bu açılardan canlı bir biyolojik organizmaya benzetilebilir (Özkalp, 1982 :118) Örgütsel bazda, açık sistemlerde entropik sürecin durdurulmasının pratikte pek örneklerinin görülmemesine rağmen, örgütlerin, karşılaşacakları kısıtlamaların, uğraşacakları belirsizliklerin, denetleyebilecekleri değişkenlerin (Thompson, 1976:41) sibernetik bir öngörüyle hesaplanması ve ölçülmesi sonucunda, sonsuz olmamak kaydıyla negantropiye varılması olasıdır. Sibernetiğin Uygulanması Sibernetik biliminin doğuşuna, elektronik yazı makinelerinin icat edilmesine ve sibernetiğin bir ürünü olan bilgisayarların yapılandırılmasına, İletişim 2002/15 Sibernetik Toplumsal Sistemler ve Halkla İlişkiler 119 feedback iletişim sistemi ilkelerinin uygulanmasıyla gelinmiştir. (Akman, 1982:28) Buna göre, merkezlerden birinden iletilen bir uyarının cevabı, diğer merkez tarafından verilerek cevap akımları soru soran merkeze gönderilmekte ve böylece bilgi alış-verişi bir feedback şeklinde ortaya çıkar. (Akman, 1984b:53) Emir veya akım, tek bir yönde gittiği ve cevap akımları merkeze dönmediğinde, geri merkezle bir bilgi alış-verişin olmadığı sadece bir pozitif feedback’ten bahsetmek olanaklıdır (Akman, 1982:29). Verilen emir sonunda iletilen akım geri merkeze dönüyor ise, oradan bir ileti geliyor demektir. Bu ise bir negatif feedback’tir ve geri merkezle iletişim devam ediyor demektir. Negatif feedback iletişimi yapılamıyorsa, karşı cevapları alamayan organizmadaki geri merkez durmadan aynı emirleri göndermeye devam eder. Eğer geri merkez, -Nefes al. Emrini verdikten sonra, ciğerlerimize dolan havayı bilgiden ve akciğer hücrelerinin kapladığı boşluğun oksijen ile dolduğunu belirten cevap akımlarını almamış olsaydı, -Nefes ver. Emrini iletemezdi. Cevap akımları gelerek feedback durumunu tamamlayamadığı için de durmaksızın, -Nefes al. Emrini iletmeye devam eder (Akman, 1982:29) ve bu durum ciğerlerin patlamasına kadar devam ederek giderdi. Organizma içinde geri merkezden iletilen bir takım bilgiler belirli organlara varınca, bu organlardan gelen cevaplara göre, geri merkez bazı kontroller yapar ve buna göre de organizma içinde ayarlama sağlanır. Feedback iletişiminin sonucunda ise denge düzenlemeleri yapılır. İletişim 2002/15 120 Ç. Murat HAZAR Geri merkez kendisine gelen cevap akımlarına uygun olarak ayarlamalar yapabilmekte ve hatalı işlemlerin, feedback yolu boyunca kendiliğinden kurulmuş olan bir Servo-mekanizm sistemi ile düzeltilmesi sağlanmaktadır. Kısaca hatalı bilgi veya işlem geri çevrilerek düzeltilmektedir. Sistem içi feedback ise, enerji tasarrufu istikametinde çalışır ve sistemi lüzumsuz faaliyetten alıkoyar (Akman, 1984a: 113). Canlılarda, geçmişteki tecrübelere bağlı olarak, bütün davranış eğilimlerini tamamen değiştirebilecek kadar yüksek dereceli ve karmaşık olan negatif feedbackler, şartlı refleks ve öğrenme biçimlerinde ortaya çıkarlar (Wiener, 1988:33). Çok elemanlı ve karmaşık sistemlerin (örgütsel sistemler) bütün elemanları için geçerli olan ortak denge kurumuna ise Ultrastabilite (üstün denge durumu) denilmektedir. Biyolojik varlıklarda ise üstün denge durumu kavramını Homeostasis karşılamaktadır. Hiçbirisi kendi başına bağımsız olmayan sayısız sistem kendi kendini sayısız feedbacklerle ayarlamakta, kan şekerinde ufak bir değişik, kan basıncından göz bebeğinin açıklığına kadar bütün sistemlerde kendini göstermektedir. Organizmanın denge durumuna yapılacak ufak bir müdahalede, karnımızın acıkması, ayağımıza diken batması, sabah okuduğumuz haberler gibi, bu biyolojik kompleksin en ilgisiz görünen hücresine kadar etki edecek, yeni bir denge durumu bulunmaya çalışılacaktır (Songar, 1983:72) Basitçe bir problemle karşılaştığımızda, bunun çözümlenmesi veya gerekli vaziyetin alınması homeostatik dengenin yeniden kurulması demek olduğuna göre, bu dengenin oluşturulması için gerekli hareketlerin yapılması da denge arama gayretleridir. Böyle bir denge durumu, denge kuruluncaya kadar yapılan rasgele hareketlerden oluşur. Organizma içindeki bir sistemin işleyişi (kendi kendine veya diğer sistemlerin yardımıyla da) düzelemeyecek biçimde bozulmuş ise, Sansür mekanizması devreye girerek, dengesi bozulan sistemlerin diğer homeostatik İletişim 2002/15 Sibernetik Toplumsal Sistemler ve Halkla İlişkiler 121 sistemlerle iletişimi kesilmektedir. Bu sebeple bozuk sistemden gelen dengeyi bozucu (yanıltıcı) enformasyonların diğer sistemlere ulaşması, bunlar arasındaki bilgi alış-verişine zarar vermemesi için engellenmektedir. (Songar, 1983:76-78) Denge kurmayı sağlayan her bir ara sistemin üzerinde çeşitli denge durumlarını birbirine bağlayan, ikinci bir feedback sistemi vardır. İki denge durumu arasında belirli bir dengeyi sağlayan feedback sistemi ile üstün bir denge durumu meydana gelir. Aynı biçimde ikinci feedback sistemlerinin üstündeki yeni feedback sistemleri ile, bu sistem üzerinde de daha üstün bir denge durumu kurulması sağlanır. Örgütler ve Sibernetik Çerçevede Bir İnceleme İster hayvanlar arasında olsun, ister insanlar arasında herhangi bir örgütlenmesinin ön şartlarından ilkini iletişim oluşturmaktadır. İletişimsiz bir topluluk veya örgüt oluşturmak mümkün olmadığından, bütün insan toplumlarının enformasyon toplumu şeklinde örgütlendikleri görülmektedir. Bir toplumun geçmişteki gelişim modeli, gelecekteki toplum yapısının kestirilebilmesinde tarihi analojik bir model olarak düşünülebileceğinden, bugün enformasyon toplumu adı verilen oluşumun sanayi toplumunun ileri bir aşaması olduğu ortaya koyulabilir (Avcı, 1990:71). Enformasyon toplumunun temelini oluşturan bilgisayarlar ve iletişim teknolojisindeki hızlı gelişme, üretim için her türlü bilgi akışını hızlandırıp kolaylaştırdığı gibi, zaman ve mekan kullanımındaki elverişliliği ile etkinliği ve verimliliği arttırmışlardır (Erkan, 1993:53). Böylece, iletişim donanımına dayalı üretim süreci de toplumların ekonomik dünyalarında önemli bir yer tutmaya başlamıştır. Amerika Birleşik Devletleri Ticaret Bakanlığı’nın daha 1977 yılında Haberleşme Ekonomisi adlı raporunda ülkedeki gayrı safi milli hasılanın % 45’inin haberleşme üretimi ve dağıtımına bağlı aktiviteleri içerdiği, aynı zamanda da faal işgücünün yarısına yakınının bu dalla ilgili işlerde çalıştığı ortaya konulmuştur (Giritli, 1984:187). Yine Birleşik Devletler’de, her yıl 60 000 kitap ve 100 000 araştırma raporunda 1 200 000 İletişim 2002/15 122 Ç. Murat HAZAR yazı çıkmakta ve bilimsel ve teknik yayınların 1800’lü yıllardan beri her yirmi yılda bir iki katına ulaştığı görülmektedir (Katz ve Kahn, 1977:253). Bilgi toplumunun iletişimsel alt yapısı, bir iletideki simgelerin ne kadar eksiksiz aktarabileceği, iletideki simgelerin amaçlanan anlamı ne ölçüde içerdiği ve aktarılan anlamın alıcının amaçlanan yönde hareket etmesinde ne ölçüde etkin olduğu (İlal, 1989:3) konuları üzerinde duran Shannon ve Weaver’ın sibernetik yaklaşımlardan etkilenerek olasılık matematiğine dayanan Enformasyon Teorisi (Information Theory-1948) ile açıklanmaktadır. Teori, iletişimin sistemler arası niteliği sebebiyle, bilginin her dönüde artan entropiden dolayı (gürültü, müdahale, şifreleme ve deşifreleme hataları, iletinin yanlış okunması vb.) bir miktarının kaybolduğu üzerinde durmaktadır. Bilgi olası iletiler arasında seçme özgürlüğüdür ve olası iletilerin sayılarındaki bir artma, seçim özgürlüğünü de arttırmaktadır. İnsanların kullandıkları dil öğesinde, ilk sözcükten sonra gelen sözcüğün tahmin edilme olasılığının yüksek olması dilin özgürlüğünü sınırlamaktadır. İngilizce’de United sözcüğüyle konuşmaya başladığımızda, akla hemen States of America şeklinde devam edebileceğimiz gelmektedir. Dilbilimcilere göre ise bu durum, İngilizce’yi % 50 oranında özgür kılmakta (diğer bir anlatımla ise % 50 oranında sınırlamaktadır) ve kullandığımız dil ile ancak çapraz bulmacalar yapabilmemiz ancak üç boyutlu bulmacaları gerçekleştiremememiz söz konusudur. Dolayısıyla da tahmin edilebilirlik düzeyi yüksek bir ortamda yapılan iletişim çalışması özgürlüğü engellemekte ancak o derece de kişiler veya gruplar arasında ortak denem alanlarının artmasına neden olmaktadır. Sibernetik dilinde bilginin ölçülmesi “Bit” adı verilen kavramla (1 bit enformasyon, bir olasılık anlamında bulunan ve olasılığı 0.5 olan bir olayın taşıdığı bilgi miktarıdır) gerçekleşmekte ve bilginin ne derecede gürültüye uğrayıp uğramadığı teknik açıdan ortaya konulabilmektedir. Bir iletişim bilim olan sibernetik, bilgi alış-verişinde bulunan herhangi bir gürültü’nün (parazitin) örgütsel işleyişte hatalara yol atabileceğini ileri sürerek, iletişimin ne derecede doğru işlediğini, doğruluğun ne kadar kontrol edildiğini ve bilgi alış-verişine uygun denge sistemlerinin nasıl oluşturulduğunu araştırır. İletişim 2002/15 123 Sibernetik Toplumsal Sistemler ve Halkla İlişkiler Sistem kuramının önemli bir parçası olan sibernetik ile örgütsel sistemleri birbirleriyle ilişkilendirebilmek için, örgütleri açık bir sistem dahilinde ele almak gerekmektedir. Hangi örgütsel sistem ele alınırsa alınsın, sisteme giren bilgiler (girdi safhası) bilerli yerlerde toplanıp derlenerek yorumlanır (dönüştürme safhası) ve diğer sistemlere belirli bir işlem görmek üzere gönderilir (çıktı safhası). Böylece örgütsel bazda bilgi girmiş, kontrol ve ayarlama yapılmış ve buna uygun olarak bilgi çıkında bulunulmuştur. Şekil 1. Genel Sibernetik Model Amaç Çıktılar Parametresi Çevre ve Sistemde Tesirler Neticeler Kontrol Merkezi Düzeltme ve Feedback Kontrol Testi Çıktıların Girdiler Bilgi Halinde Toplanması Sistem Dışı Girdiler Feedback Kaynak: Scott M. Cutlip, Allen H. Center ve Glen Broom, Effective Public Relations, Printice-Hall, New Jersey, 1985, s. 191. Buckley’in revizyone edilmiş Genel Sibernetik Modeliyle (Cutlip, Center ve Broom, 1985:191) örgütsel sistemin yapılanmasını ve entropik sürecin azaltılabilmesi amacıyla yapılan iletişim çabalarını analiz etmek mümkündür. Kendisine, varlığını korumak ve geliştirmek gibi temel amaçlar belirlemiş olan örgütsel sistemde bilgiler, girdilerin sağlıklı olarak alınıpalınmadığını, çıktılar ile yansımış girdiler arasında ne gibi farklar olduğunu İletişim 2002/15 124 Ç. Murat HAZAR denetleyen Feedback Testi adı verilen bölüme (muhtemel olarak Halkla İlişkiler birimlerine) gelirler. Bilgiler, sistemin çıktılarının diğer sistemlerden veya çevreden yansımış hali olabileceği gibi, diğer sistemlerin çıktıları şeklinde de olabilir. Sistemin kontrol merkezine, feedback testi görevini yapan Halkla İlişkiler birimleri tarafından alınan bilgi, bütün değer ve sembolleriyle incelenip yaşamsal amaç ve kültür doğrultusunda değerlendirilerek, amaç parametresinde gerekli değişikliklere yol açabileceği varsayımıyla ilgili birimlere ve gönderilir. Böyle bir etkileşim sonunda ise yine bir amaç ve kültür doğabileceği gibi, eski yapılanmaların daha da kesinleşmesi sağlanabilecektir. Örgüt eski faaliyetlerinde ve yöntemlerinde ısrarlı davranabilecek veya konjonktüre uygun değişiklere gidebilecektir. Yeni amaç parametresiyle bir dış çevreye halkla ilişkiler birimleri tarafından, örgütsel amaçlara uygun olarak hazırlanmış olarak gönderilen çıktı, alıcıya ulaşıncaya kadar kanallarda çeşitli parazitlerle karşılaşabilmektedir. Çıktıların karşılaşıp etkilenebilecekler parazitleri bertaraf etmek, amaç parametresine en uygun çıktıyı, gerekli zamanda alıcıya ulaştırmak için feedback testi mekanizması vasıtasıyla çıktı devamlı kontrol edilir ve gerekli olduğu zamanda alıcıya ulaştırmak için feedback testi mekanizması vasıtasıyla çıktı devamlı kontrol edilir ve gerekli olduğu zamanlarda da düzeltilir. İşte bu Pozitif Feedback akımında, kontrol ve düzeltme çıktının yol aldığı bütün mesafelerde yapılmaktadır. Dolayısıyla da bir halkla ilişkiler biriminin ve uzmanlarının öncelikli görevlerinden birisi de, planlanan ve uygulamaya konulan faaliyetlerin müşteri kitlesine ulaşmadan önce denetlenmenin sağlanmasıdır. Böylece kitle iletişim araçlarının özelliklerinden ileri gelen engellerin giderilmesi söz konusu olacaktır. Ayrıca, negatif bir feedback sonucunda örgüte iletilen bilgilerin de doğru değerlendirilmesi sağlanabilecektir. Diğer sistemlerle olan rekabet, süper sistemin (makro planda sistemler üstü sistemi oluşturan devletin) baskı ve engellemeleri sonucunda karşılaşılan parazit oranında büyük artışlar yaşanabilir. Parazitleri İletişim 2002/15 Sibernetik Toplumsal Sistemler ve Halkla İlişkiler 125 engelleyebilmek için sistemin akılcı ve uygulanabilir bir araştırma-planlamauygulama-değerlendirme aşamalarını içeren düzenli bir faaliyetle, gücü arttırılmış ve oldukça yoğun nitelikte bir çıktı veya çıktılarda bulunulması gerekmektedir. Ayrıca çıktıda bulunurken diğer sistemlerin olası amaçları, kültürleri ve yapıları göz önünde bulundurulmalıdır. Diğer sistemlerin ve alt sistemlerinin özelliklerini, duyarlılıklarını iyi değerlendirebilmek, sistem çıktısının, diğerleri için girdi olabilmesinin bir ön koşuludur. Böyle bir yapılanmada hakla ilişkiler biriminin örgütün varlığını sürdürdüğü sistemle ve ilgili örgütün faaliyetleriyle ilgili bütün bilgilerin yanı sıra, sektördeki diğer örgütlerin de çalışmaları hakkında veriler toplanması gerekmektedir. Alıcıların çıktıları (tutum ve davranışları) üzerinde bir kontrol ve düzeltme mekanizmasına sahip olmayan sistem, ancak alıcının çıktılarının nasıl, niteliğinin ve içeriğinin ne olacağı konusunda ihtimali bir umut etme faaliyeti içerisindedir. Umut etme yüksek bir düzeyde tezahür ediyorsa ve istenilen gerçekleşmiyorsa, sisteme tam bir şok dalgası hakim olabilir. Böyle bir duruma, sistem ya kendi kültürü ve yapısı yüzünden eski amaçlarına sıkı sıkıya bağlanır, ya da aşırıya kaçmış bir kültür, yapı ve amaç değişikliği yaşamaya başlar. Bu taktirde örgütsel bir kaostan bahsetmek olasıdır. Dengenin sistemin yaşam boyutunu tehdit edebilecek bir şekilde bozulması ve yanlış yapılanmaların oluşması, elden geldiğince dikkatli bir tahmin yapmak ve umut etme boyutunu düşürmekle önlenebilir. Tahmin boyutunun gereğinden düşük tutulmasının da sistemin diğer sistemleri ve kendini yeterince tanımadığını, yeterli uyarıcıları gönderemediğini veya buna güvenemediğini gösterdiği göz ardı edilmemelidir. Girdiler ve çıktılar, süper sistem bağlamında, kaç sistem varsa en az onların sayısı kadar kontrol ve düzeltmelerden geçerler. Diğer sistemler de kendi çıktılarının sisteme kendi amaçları, kültürleri ve yapıları doğrultusunda doğru bir şekilde ulaşmasından sorumludurlar. Sibernetiğin ilişkiler ve iletişimler bilimi olduğu göz önüne alınırsa, bir sistemin pozitif feedbackinin diğeri/diğerleri için negatif feedback olduğu görülecektir. Dolayısıyla, verilen iletilir. Her sistem için hem girdi, hem de çıktı niteliğine İletişim 2002/15 126 Ç. Murat HAZAR bürünebilmektedir. Genel bir yapılanma içindeki sistemlerin bu tür iletişimde bulunmaları, genel yapının birlikte gelişmesini ve ilerlemesini sağlayacaktır. Biyolojik organizmada, alt sistemler arasında süper sistemin yaşamsal amacının gereği olarak yoğun ilişkiler bulunmaktadır. Organizmada kol hareket ettirildiğinde, beyin sinirleriyle, kalp daha fazla kan pompalamakla, diğer alt sistemler de kendilerinde bulunan kanın (enerji) bir kısmını buraya göndermeleriyle sistem içi dengenin korunması sağlanır. Böylece otomatik denge hareketleriyle üstün denge konumu işletilmiş olur. Genelde örgütsel sistemlerde, özelde ise, alt sistem-alt sistem, alt sistem-üst sistem, sistem-sistem ve sistem-süper sistem arasında bu derecede otomatik denge düzenleyici faaliyetlere rastlanmaz. Her açık sistem yapılanmasında olduğu gibi, örgütsel sistemlerde, alt sistemlerin (örgüt içi gruplaşmalar veya bireyler) kendilerine ait, amaçları, kültürleri, yapıları ve yaşama içgüdüleri vardır. Kendi dengelerini kurarak, statik dengeden dinamik dengeye geçmek, yani genişlemek ve gelişmek ihtiyacı hissederler. Bu da gerek yetki, gerekse önemsenme açısından sistem içi rekabet ve karışıklıklara yol açabileceği gibi iletişimdeki kaçak parazitlerin tanımlanması ve azaltılmalarıyla olumlu bir işbirliğine dönüşebilir. Sistem-alt sistem ilişkilerinde ise, entropik süreci hızlandıran statik dengeye kayma eğilimli bir güdüleyici denge ortaya çıkabilir. Sistemin de alt sisteme karşı açık olması, alt sistemden sisteme gelen bilgi akışının hızlandırılması ve önemsenmesinin sağlanması sistem içi dengenin kontrolünü sağlayacaktır. Aynı zamanda da alt sistemlerin sistem olmak istek ve heveslerinin boyutları bilgilerin akış şeması içinde azaltılarak belli bir platformda sistemin işleyiş ve yapısına zarar vermeyecek ölçülere oturtulabilir. Böylece, örgüt içindeki birimler arasında yıkıcı bir rekabetin oluşması engellenebilir. Sistemler arası ilişkilerde, sistem çevreye uymak, genel bir dengenin parçası olmak için dış kaynakları kendi sınırları içine almak yoluna gider. Bu şekilde büyüyen sistem, her türlü ilişkileri, amaçları, kültürü, yapısı ile artık İletişim 2002/15 Sibernetik Toplumsal Sistemler ve Halkla İlişkiler 127 eski sistem değildir ve büyüme devam ettikçe açıklaşmak zorunluluğu duyarak ilişkilerini de buna göre düzenlemek gereği hisseder. Örgüt, piyasadaki rakiplerinin durumunu araştırarak, kendi gelişmesinin ve büyümesinin ne derecede gerçekçi olduğunu bulabilir. Eğer piyasada genel bir büyüme varsı, bu muhtemelen örgütün kendi özel kişiliğinden ve faaliyetlerinden bağımsız gelişiyor demektir. Ayrıca, örgütün yoğun bir araştırma safhasına girmesi, genel sistem içinde yer alan diğer örgütlerin de buna rağbet göstermesini sağlayabileceği gibi sistemdeki rakiplerin kendileriyle ilgili bilgileri de saklama yönünde tepki göstermesini doğurabilir. Sistemin açıklaştırılması, süper sistemin de açıklaştırılmasını zorunlu kılacaktır. Belirli bir süreç sonunda ise, diğer sistemlerin ve süper sistemin karşılıklı etkileşim sonucu göreceli olarak açıklaşmaları da gündeme gelecektir. Tersine bir durumda, yani sistemin kapalılık oranının artmasıyla yine diğer sistemler ve süper sistem daha kapalı hale dönüşebilecektir. Aynı şekilde süper sistemin açıklaşması veya kapalılaşması (yasama, yürütme ve yargı organlarını elinde bulundurduğundan) kendisinin alt sistemi konumunda olan sistemlerin aynı yönde davranmasına yol açabilecektir. Bütün sistemler topluluğunda ise, açıklık dereceleri, her bir sistemin açıklık oranlarına bağlı olarak belirlenecektir. Kaynaklar AKMAN, Toygar (1978). “Dünyanın Sibernetik Oluşumu”. Bilim ve Teknik Dergisi 11,131. AKMAN, Toygar (1982). Bilimler Bilimi Sibernetik. İstanbul: Milliyet Yayınları. AKMAN, Toygar (1984a). Sibernetik Yaratıcılık. Ankara: Bilgi Yayınları. İletişim 2002/15 Ç. Murat HAZAR 128 AKMAN, Toygar (1984b). Otomasyon Sistemi ve Bilgi Bankaları. Ankara: Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayınları. AKMAN, Toygar (1988). 2000 Yılına Doğru Sibernetik. Ankara: İş Bankası Yayınları. AVCI, Nabi (1990). Enformatik Cehalet. Ankara: Rehber Yayınları. BAŞARAN, İbrahim Ethem (1982). Örgütsel Davranış. Ankara: A.Ü. Eğitim Fakültesi Yayınları. CUTLIP, Scott M., Allen H. CENTER ve Glen M. BROOM (1985). Effective Public Relations. New Jersey: Printice Hall. DERELİ, Toker (1976). Organizasyonlarda Davranış. İstanbul: İ.Ü. İktisat Fakültesi Yayınları. ERKAN, Hüsnü (1993). Bilgi Toplumu ve Ekonomik Gelişme. Ankara: T. İş Bankası Yayınları. GİRİTLİ, İsmet (1984). Günümüzde Haberleşme ve Bazı Sorunları. İstanbul: Filiz Kitabevi. İLAL, Ersan (1989). İletişim, Yığınsal İletişim Araçları ve Toplum. İstanbul: Der Yayınları. KATZ Daniel ve Robert L. KAHN (1987). Örgütlerin Toplumsal Psikolojisi. Çev. Halil Can ve Yavuz Bayar. Ankara: TODAİE Yayınları. MONOD, Jacques (1982). Raslantı ve Zorunluluk. Çev. Vehbi Hacıkadiroğlu. Ankara: Dost Kitapları. ÖZKALP, Enver (1982). Davranış Bilimleri ve Organizasyonlarda Davranış. Eskişehir: Eskişehir İTİA yayınları. PARSEGIAN, V. L. (1972). This Cybernetics World of Men Machines and Earth Systems. New York: Doubleday. PHAIDON (1987). Phaidon Bilim ve Teknoloji Ansiklopedisi. İstanbul: Sabah Yayınları. SONGAR, Ayhan (1983). Sibernetik. İstanbul: Yeni Asya Yayınları. İletişim 2002/15 Sibernetik Toplumsal Sistemler ve Halkla İlişkiler 129 TOMPSON, James D. (1976). Örgütler Çalışırken. Çev. Ural Sözen ve Tengiz Üçok. Ankara: Kalite Matbaası. WIENER, Norbert (1988). The Human Use of Human BeingsCybernetics and Society. New York: Houghton Mifflin. WIENER, Norbert ve J. P. SCHADE (1964). Progress in Biocybernetics. New York: Elsevier Publishing. YÜKSEL, Ahmet Haluk (1988). “İletişim Süreci Bağlamında Algılıma, Sibernetik ve Gestalt Kuramlarının Karşılaştırılması ve Tartışmalar”, Kurgu Dergisi, sayı 5. Özet Canlı ve cansız varlıklar arasında bilgi alış-verişi yoluyla ayarlama, kontrol ve yönetim bilimi olan Sibernetik, bize Halkla İlişkiler konusunda da yeni açılımlar sunmaktadır. Özellikle sistemin açıklık ve kapalılık derecelerine bağlı olarak, sistemler arasındaki muhtemel ilişkiler ve bundan yola çıkarak Halkla İlişkiler politikaları denge bağlamında ortaya konulabilmektedir. İletişim 2002/15 Ç. Murat HAZAR 130 Abstract Cybernetics , which is a regulation, control, and an administration science, among the living and lifeless existences, that offers us new perspectives in the field of public relations. Probable relations among the systems and the policies of public relations can be introduced in context of equilibrium according to the degrees of opennes and blockness of a system. İletişim 2002/15 Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı Ayhan BİBER* GİRİŞ Örgütler, temel amaçları olan süreklilik, verimlilik ve etkililik açısından içinde yer aldıkları çevreye uyarlanmak zorundadırlar. Bu uyarlanma sürecinde büyük oranda halkla ilişkiler kapsamında değerlendirilen çalışmalardan yararlanırlar. Ancak, halkla ilişkiler çalışmalarından hedeflenen düzeyde bir başarı elde edebilmek için genel yönetsel politikaların yanı sıra halkla ilişkiler politikalarına da gereksinim duyulmaktadır. Çünkü bu politikalar, halkla ilişkiler çalışmalarının planlama, uygulama, değerlendirme gibi tüm aşamalarında genel esasları ve çerçeveyi belirleyici önemli bir görev üstlenmektedirler. Halkla ilişkiler çalışmalarının temel niteliklerinden birisinin de kamu yararını ön planda tutmak olduğu göz önüne alındığında, sosyal sorumluluk anlayışının bu nitelikle örtüşebilen işlevsel bir halkla ilişkiler politikası olabileceği görülmektedir. Halkla ilişkilerin amaçladığı örgüt-çevre arasındaki güvene ve onaya dayalı ilişkileri, ancak sosyal sorumluluk anlayışıyla yürütülen çalışmalar sonucunda kurup sürdürmek mümkün olabilmektedir. Sosyal sorumluluk, örgütsel amaçlara öncelik tanıyan ve örgütü kendi başına bir unsur olarak kabul eden klasik örgüt kuramlarının üzerinde çok fazla durduğu bir anlayış değildir. Klasik liberal anlayışın etkisindeki örgüt kuramları, örgüt için iyi olan her uygulamanın toplum için de iyi olacağını, amacı kazanç elde etmek olan örgütlerin, toplumu ilgilendiren sorunlarla uğraşmaması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Süreç içerisinde klasik * Dr., Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi HİT Bölümü İletişim 2002/15 Ayhan BİBER 132 liberalizme getirilen eleştirilerin etkisiyle bu anlayış değişmeye başlamış, örgüt ve çevresi bir bütünün öğeleri olarak kabul edilmiş ve bu öğeler arasındaki ilişkinin bazı ortak amaçlara katkı sağlayacak şekilde düzenlenmesi gerektiği görüşü ağırlık kazanmaya başlamıştır. Böyle bir görüşü geçerli kılacak sosyo-ekonomik koşulların ortaya çıkması, yani güç ilişkilerinin değişmesiyle birlikte, yöneten-yönetilen, üreten-tüketen, satansatınalan ilişkilerinde sosyal sorumluluk anlayışının gözetilmeye başlandığı görülmektedir. Daha sonraki aşamalarda, özelikle 80’li yıllardan sonra rekabetin küresel bir nitelik kazanması, iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler ve toplumların çoğulcu bir yapıya kavuşması gibi yapısal dönüşümler yaşanmaya başlanmıştır. Bu dönüşümlere bağlı olarak; bireysel talepler, örgütlenerek kamusal alana çıkma ve sosyal taleplere dönüşebilme olanağı elde etmişlerdir. Farklı etnik, dinsel, kültürel ve siyasal kimliklere sahip örgütlenmelerin kendilerini ifade olanağı bulup, sosyal taleplerini dile getirmeye ve bu doğrultuda baskı yapmaya başlamalarıyla birlikte sosyal sorumluluk kavramı anlam genişlemesine uğramış, süreç içerisinde de radikalleşmiştir. Çünkü sosyal sorumluluk, sosyal taleplere bağlı olarak ortaya çıkan ve kapsamı değişebilen bir anlayıştır. Düne kadar sadece işletmelerin sosyal sorumluluklarından söz edilirken bugün artık amacı, boyutu ne olursa olsun her türlü örgütün sosyal sorumluluk anlayışı çerçevesinde hareket etmesi beklenmektedir. Bu anlayışın bir halkla ilişkiler politikası olarak öneminin altını çizmek ve bu anlayışın kapsadığı; Doğal Çevrenin Korunması, İş Etiğiyle İlgili Çalışmaların Desteklenmesi, Çalışma Yaşamının Niteliğinin Geliştirilmesi, Tüketicinin Korunması, Ekonomik, Kültürel ve Siyasal Gelişmelere Katkı Sağlanması şeklinde sıralayabileceğimiz alanlara yönelik yapılacak çalışmaların halkla ilişkiler açısından önemini belirlemek makalenin temel amacını oluşturmaktadır. A-Halkla İlişkiler Politikaları İletişim 2002/15 Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı 133 Türkçedeki politika kavramı, Yunanca kent anlamına gelen polis sözcüğünden türetilmiş olan İngilizce’deki policy ve Fransızca’daki politique kavramlarının karşılığı olarak kullanılmaktadır (Tosun, 1990: 4). Önceleri sadece devlet düzeyindeki örgütlenmelerle ilişkili olarak kullanılan politika kavramı, günümüzde farklı boyutlara sahip her türlü örgütsel yapı içerisine girmiş bulunmaktadır. Politikalar, örgütsel amaçlara ulaşma sürecinde yapılan tüm çalışmalara çerçeve sunan, temel oluşturan birer rehber olarak nitelendirilebilirler (Can, 1997: 94). Bu açıklamadan da anlaşıldığı gibi politika geniş bir içeriğe/kavramsal çerçeveye sahiptir. Böyle bir niteliğe sahip olması onun felsefe, plan, strateji gibi örgütsel yapılar içerisinde çokça kullanılan kavramlarla kolaylıkla karıştırılmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla bu kavramlarla olan benzerliklerini ve farklılıklarını net bir şekilde ortaya koymak gerekmektedir. Felsefe, genel olarak amaçlarla ilgili özellikleri içermekte, amaçların ahlaki yönü, meşruiyeti hakkında fikir vermektedir. Plan, hem amaç hem de bu amaçlara ulaşmak için kullanılacak araç ve kaynakları içermektedir (Tosun,1990: 6). Literatürde politikayla en çok karıştırılan, çoğunlukla da eş anlamlı olarak kullanılan kavram stratejidir. Bu durum; politika ve strateji geliştirme süreçlerinin aynı temel öğeleri içermesinden kaynaklanmaktadır. Her ikisi de planlara çerçeve oluşturur ve yön verirler. Bu benzerliklere rağmen iki kavram arasında önemli farklılıklar vardır. Politika ve strateji arasındaki temel farkın; politikanın karar vermede bir düşünme rehberi olduğu, stratejinin ise bu rehber doğrultusunda amaç belirleme ve amaçlara uygun kaynak kullanımıyla ilgili kararları içerdiği söylenebilir. Strateji, geleceğin öngörülmesiyle ilgili olduğundan belirsizlik ve risk içermektedir. Bu nedenle sürekli değişen koşullarla birlikte değişmek durumundadır. Politika ise daha net bir şekilde tanımlanabilmekte ve daha kalıcı olmaktadır (Dinçer, 1998: 21). Karşılaşılan sorunların ele alınışında ve çözümünde hareket tarzının ne olacağını belirleyen genel örgütsel politikalar oluşturulduğu gibi, bu politikalara bağlı olarak, üretim, dağıtım, personel, pazarlama, reklam, halkla ilişkiler gibi farklı alt sistemlere yönelik politikalar da oluşturulmalıdır (Özalp, 1986: 134). Bu politikaların oluşturulmasına ilişkin İletişim 2002/15 Ayhan BİBER 134 kararlar üst yönetim veya politika kurullarınca, yüksek oranda bir katılım sağlanarak alınmalıdır. Böylece politikaların, geniş bir fonksiyon yelpazesini içermesi sağlanabilir. Halkla ilişkiler çalışmalarına ilişkin temel çerçeveyi belirleyen bir üst politika oluşturulduktan sonra ayrıca, personel, müşteriler, tedarikçiler, dağıtımcılar, hükümet, toplumsal yöre ve basın gibi örgütün kamularını oluşturan çevresel faktörlere yönelik, daha özel ikincil politikaların da belirlenmesi gerekir. Bu kesimlerin her birine yönelik olarak belirlenen bu politikalar, örgütün hizmet sunacağı o kesimin çıkarlarını ne derece gözettiğini yansıtan kendi sosyal felsefesini ve amaçlarını ortaya koyacaktır (Geylan, 1994: 14). 1-Halkla İlişkiler Politikalarının Fonksiyonları Politikalar, karar vermeye ve örgüt personelinin eylemlerine, ya da etkili bir eyleme yönelecek düşünceye ışık tutan genel bir rehber niteliği taşımaktadırlar (Can, 1997: 94). Bu niteliğiyle politikalar, örgüt içerisindeki her bölüme düşen görevlerin nasıl yapılacağını ve başarılacağını açıklarlar. Böylece aşağı düzeylerdeki yöneticilere sağlanmış olan kaynak ve olanakların nasıl kullanılacağını açıklayan bir rehber işlevi görürler. Politikalar alt kademelere yetki devrini kolaylaştırırken, üst kademe yöneticilerin de kontrol fonksiyonu için standartlar sağlarlar. Örgüt yöneticilerinin karar vermek için gereksinim duydukları zamanı azaltırlar. Örgütün uygulamalarından etkilenen müşteri, personel, kaynak sağlayıcılar, dağıtımcılar gibi hedef kitle kapsamında değerlendirilen unsurlar için adalet ve standardizasyon sağlarlar. Birbirine uyumlu şekilde belirlenmiş politikalar, bölümler ve birimler arasındaki çatışmayı azaltacağı gibi koordinasyonun sağlanmasını da kolaylaştıracaktır (Şimşek,1998: 134) . Herhangi bir örgütün stratejik planlarında meydana gelen değişimleri yürürlüğe koymak sanıldığı kadar kolay değildir. Yeni oluşturulan strateji için çalışma planları ve taktikler oluşturulmalıdır. Orta düzey yöneticiler olarak ifade edilen fonksiyonel bölüm yöneticilerine amaçlara uygun kararlar alıp, uygulama yapabilmeleri için mutlaka yeni stratejinin İletişim 2002/15 135 Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı gerektirdiği davranış biçimini bildirmek gerekmektedir. Aksi halde uygulamada en deneyimli yöneticiler bile kararsızlık, şaşkınlık ve tedirginlik içinde bocalayabilirler. Örgüt ve çevre koşulları göz önünde bulundurularak oluşturulmuş olan politikalar sayesinde orta ve alt kademe yöneticiler daha kararlı hale gelecek ve bu bocalamayı engelleyebilmek mümkün olacaktır. (Jauch ve Glueck, 1988: 6). Politikalar, halkla ilişkiler çalışmaları sürecinde ortak bir hareket tarzının herkes tarafından uygulanmasını ve izlenmesini gerektirdiğinden eşgüdümün sağlanmasına da büyük ölçüde katkı sağlayacaktır. 2-Fonksiyonel Bir Halkla İlişkiler Politikasının Nitelikleri Bir politikanın yukarıda değinilen fonksiyonları verimli ve etkili bir şekilde yerine getirebilmesi için kuşkusuz bazı niteliklere sahip olması gerekmektedir. Bu nitelikleri şu şekilde sıralayabiliriz: Amaçlara Uygunluk: Politikalar, örgütsel amaçlara hedeflenen düzeyde ulaşabilmek için belirlenmektedir. Bu nedenle örgütün amaçlarına dayanmalı ve onları destekler nitelikte olmalıdır. Örgütün amaçlarıyla örtüşmeyen bir politikanın hiçbir fonksiyonu olmayacaktır. Esneklik: Politikalar geniş ve kapsamlı rehberler olduğundan belli ölçüde esnek olmalıdırlar. Bu esneklik “olanaklar elverdiği ölçüde”, “yapılabilirse” ya da “koşullar gerekli kılarsa” gibi sözcükler kullanılarak sağlanabilir. Bu sözcükler yoksa bunun değerlendirmesini yönetici yapacaktır. Ancak bu esneklik örgütsel amaçlarla ve diğer politikalarla uyumsuzluk yaratmayacak biçimde olmalıdır (Can 1997: 94). Açıklık: Politikalar açık, anlaşılır ve sınırları belli olacak şekilde ifade edilmelidir. Çünkü genel ifadeler bazı olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Belirsiz bir şekilde formüle edilmiş politikalar, kendilerinden beklenen fonksiyonları yerine getiremeyecektir. Belirlenen politikalar açıklanırken genellikle basit, anlaşılır sözcükler tercih edilmelidir. Politikaların açıklanıp benimsetilmesinde bülten, dergi ya da kuruluşun İletişim 2002/15 Ayhan BİBER 136 çıkardığı gazete, veya el kitaplarından yararlanılabilir (Can ve Tecer, 1978: 85). Katılım: Örgüte ilişkin genel politikalar veya halkla ilişkiler politikaları belirlenirken, belirlenmiş politikalara bazı eklemeler yapılırken veya politikalar tamamen değiştirilirken, tüm örgütün katılımı sağlanmalıdır. Böyle bir uygulama, sorumluluğun paylaşımını sağlayacağı gibi, örgüt üyelerinin kendilerini örgütün önemli bir parçası olarak algılamalarına ve bir aidiyet duygusu geliştirmelerine neden olacaktır. Bu aidiyet duygusu, örgütsel amaçlara ulaşma sürecinde çok önemli kabul edilen motivasyonun yaratılması açısından büyük değer taşımaktadır. Eşgüdüm: Örgütün temel amacını gerçekleştirmesine katkı sağlamak için farklı birimlerce oluşturulmuş politikalar arasında eşgüdüm bulunmalıdır. Böyle bir eşgüdümün sağlanamaması durumunda, birbiriyle çelişen politikalar ortaya çıkacağından örgütsel amaçlara ulaşmak zorlaşacaktır. Örneğin, üretim birimi politika olarak kalitesi yüksek ürün üretmeyi benimsiyor, buna karşılık satın alma birimi maliyetleri düşürmek için kalitesi düşük hammadde alıyorsa, iki birim arasında politikalar açısından tutarsızlık var demektir. B-Bir Politika Olarak Sosyal Sorumluluk Halkla ilişkiler çalışmalarında benimsenecek temel politika ne olmalıdır sorusu yanıtlanırken, halkla ilişkilerin amaçları temel alınmalı ve bu amaçlara yönelik politikalar belirlenmelidir. Çünkü isabetli bir halkla ilişkiler politikası, halkla ilişkiler çalışmalarından beklenen başarının elde edilmesinde ve buna bağlı olarak örgütsel amaçlara hedeflenen düzeyde ulaşılmasında önemli bir rol oynayacaktır. Halkla ilişkiler çalışmalarıyla örgüt ve çevresi arasında onay ve rızaya dayalı bir uzlaşı ortamı yaratmak amaçlanmaktadır. Bunun için öncelikle örgüte yönelik, örgüt çevresinde olumlu algılamalar ve bu algılamalara bağlı olumlu bir örgütsel imaj yaratmak gerekmektedir. Olumlu bir imajın temel bileşenlerinden birisi de topluma yönelik duyarlılıktır. Dolayısıyla yürütülen İletişim 2002/15 Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı 137 çalışmaların sonuçlarından kamunun zarar görmemesi, aksine fayda elde etmesi için çaba harcanmalıdır. Bu açıdan örgütler, sorumluluk anlayışıyla hareket etmeli ve bu anlayışı bir halkla ilişkiler politikası olarak benimseyip, kabul etmelidirler. “Sosyal sorumluluk kavramı, dış çevreye yönelik olup örgütün kararlarında diğer kişi, grup, örgüt ve tüm toplumun göz önünde bulundurulması ile ilgilidir”(Dinçer, 1998: 155). Bu açıdan sosyal sorumluluk; örgütün ekonomik amaçlarının, onunla ilgili kitlelerin çıkarlarına zarar verilmeden gerçekleştirilmesi şeklinde tanımlanabilir. Başka bir ifadeyle sosyal sorumluluk, örgütün ekonomik ve hukuki şartlara, iş ahlakına, toplumun beklentilerine uygun bir çalışma politikası benimsemesi demektir (Dinçer, 1998: 155). Böyle bir politikanın benimsenmesinde, kamusal alanda örgütlü bir şekilde ifade edilebilen sosyal talepler, başat bir rol oynamaktadır. Demokratik yönetim geleneğini benimsemiş ve bunu yaşam pratiklerine yansıtmayı başarmış toplumlarda, örgütlenme haklarına dayalı olarak bireyler, sendika, dernek, vakıf gibi sivil toplumu oluşturan unsurlar içerisinde yer alabilmektedirler. Böylece güçlerini eşgüdümleyerek sosyal ve ekonomik yapının biçimlenmesinde söz sahibi olma ve baskı yapma hakkını elde etmektedirler. Toplumsal yapıdaki tüm bu gelişmeler, örgütleri çevreye karşı sorumlu davranmaya yöneltmektedir. Böylece sosyal sorumluluk, toplum refahının bir bütün olarak korunmasına ve artırılmasına yönelik bir yükümlülük olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yükümlülüğün yerine getirilmesine yönelik olarak yürütülen çalışmalar, örgütün toplum tarafından kabulünü sağlayacaktır. Sosyolojik anlamda meşruiyet elde etme anlamına gelen toplumsal kabul, örgütler açısından yaşamsal bir önem taşımaktadır. Örgütün kendi çıkarlarına yönelik çalışmaları ile kamu yararına yönelik çalışmaları birbirinden çok farklı olarak düşünülmemelidir. Her iki alandaki görev ve sorumluluklar birlikte düzenlenmeli ve etkileşim içerisinde olmaları sağlanmalıdır (Dinçer, 1998: 156). Örgütler, kendi varlıklarını garanti altına almaya çalışırken, diğer yandan da üst sistem olan topluma zarar verecek veya olumsuz sonuçlar yaratacak etkilerini ortadan kaldırarak sosyal dengeyi korumalı, toplumun refah ve sağlığına hizmet eden İletişim 2002/15 Ayhan BİBER 138 çalışmalarda bulunarak sosyal faydayı artırmalıdır. Böylece örgüt ve toplum arasında sosyal uzlaşma ve anlaşmaya dayalı bir ilişki ortaya çıkacak ve bu ilişki, örgüt ve çevre beklentilerinin belli noktalarda kesişmesini sağlayacaktır. Sosyal sorumluluk kavramı, geleneksel yönetim anlayışında hiç değinilmemiş bir kavramdır. Oysa modern yönetim anlayışında, örgütlerin sosyal sorumluluğu, çeşitli yönleriyle ele alınıp incelenmekte ve örgüt açısından önemi belirlenmeye çalışılmaktadır. Çünkü süreç içerisinde örgüt ve çevre bir bütün olarak düşünülmeye başlanmış, doğal kaynakların daha rasyonel kullanılması gerektiği anlaşılmıştır. Böyle bir ortamda örgütün varlığını etkili bir şekilde sürdürebilmesi sadece kazancını maksimize etmekle mümkün olamamaktadır. Bu kazancın bir bölümünü toplumsal hedeflere yöneltip, toplumun değer yargılarına, beklentilerine uygun politikalar belirleyerek çalışmalarını bu doğrultuda sürdürmesi gerekmektedir. Neden sosyal sorumluluk anlayışıyla hareket edilmesi gerektiği konusuna felsefi bazı açıklamalar ve gerekçeler bulmak mümkün olmakla birlikte, örgütsel amaçlar açısından bir politika olarak sosyal sorumluluk anlayışının gerekçelerini kısaca yukarıdaki şekilde özetlemek mümkündür. 1-Sosyal Sorumluluğun Kapsamı Sosyal sorumluluğun kapsamını net bir şekilde gösterebilecek belirgin bir çerçeve sunmak mümkün değildir. Gelişim süreci incelendiğinde sosyal sorumluluk kavramının sürekli değişen ve gelişen boyutları olduğu görülecektir. Sosyal sorumluluğun sınırlarının zamanla ortaya çıkan değişim ve gelişmelerle genişlediği gözlenmektedir (Eren, 2000: 103). Toplumun değişen sosyo-ekonomik yapısı, örgütleri her geçen gün daha fazla konuda sorumlu kılmaktadır. Bu nedenle örgütlerin sosyal sorumluluk kapsamında kendilerine düşen görevleri belirlemelerine yardımcı olabilecek çok geçerli bir yöntem geliştirmek ve önermek mümkün değildir. Ancak, sosyal sorumluluğa ilişkin öne sürülen aşağıdaki özelliklerden yararlanarak bir referans noktası oluşturabilmek olanaklı gözükmektedir (Bayrak, 2001: 92): İletişim 2002/15 Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı 139 • Yasal düzenlemelerin ötesinde kalan alanlarla ilgili olarak ne yapacağına veya ne yapmayacağına her örgütün kendisi karar vermeli ve bu kararların aynı zamanda sosyal sorumlulukla ilgili tutum ve davranışları da belirleyeceği unutulmamalıdır. • Örgütler uzun vadeli politikalar belirlemeli, kısa vadede kazancını düşüren harcamaların uzun vadede getirisi olacağını hesaplamalıdırlar. Örneğin, çevreyi kirleten fabrikanın bacasına filtre takmak önemli bir masraf gibi düşünülse de, böyle bir uygulamayla, uzun vadede doğabilecek ve çözümü daha zor olacak sorunları engelleyecektir. • Bir örgüt sosyal gücü oranında sosyal sorumluluk yüklenmelidir. Çünkü güçle paralellik göstermeyen bir sorumluluğun üstesinden gelmek mümkün değildir. • Sosyal sorumluluk örgütlerin koşullarına, yapılarına ve amaçlarına göre farklılık göstermektedir. Örneğin, büyük bir kimyasal ürün üreticisi, küçük bir sigorta şirketine göre toplum üzerinde daha farklı ve güçlü bir etkiye sahiptir. Dolayısıyla sosyal sorumlulukları da buna bağlı olarak hem daha fazla hem de potansiyel olarak daha farklıdır. • Bir örgütün sosyal sorumluluk kapsamının, sosyal taleplerle yakından ilgili olduğu unutulmamalıdır. Sosyal talepler izlendiğinde, örgütlerden ne tür beklentilerin olduğunu anlaşılabilir. Ancak sosyal talepler durağan olmadığından bu talepleri belirlemeye yönelik çalışmalar aralıksız bir şekilde sürdürülmelidir. 2-Sosyal Sorumluluğun Fonksiyonları Sosyal sistemler olarak örgütler, bir üst sistem olan toplum içerisinde yer almaktadırlar. Dolayısıyla üst sistemin sağlıklı bir şekilde varlığını sürdürmesine katkı yapmak zorundadırlar. Aksi halde üst sistemde oluşacak istikrarsızlıklar tüm alt sistemleri olumsuz yönde etkileyecektir. İlk bakışta, sosyal sorumluluklarını kabullenip bunların gereklerini yerine getiren örgütün olumlu bir imaja sahip olacağı, ürünlerinin kabul İletişim 2002/15 Ayhan BİBER 140 göreceği, onay ve rıza elde edeceği varsayılmaktadır. Bunlar kuşkusuz rekabet ortamında bir örgütün sahip olmak isteyeceği önemli üstünlüklerdir. Ancak sosyal sorumluluğun örgütlere sağladığı bunların daha ötesinde bir katkıdır. Sistemi ayakta tutan ve devamını sağlayan güç; sistemin değişik araçlar dolayımıyla ürettiği düşünsel değerlerdir (Hall - Lumley ve Lennan, 1985: 19). Toplumsal üst sistemin birer alt sistemleri olan örgütler, sosyal sorumluluklarını yerine getirerek bu değerlerin yeniden üretimine veya değişimine katkı sağlamaktadır. Böylece, içinde yer aldıkları sistemin gelişimine katkı sağlayarak kendi varlıklarını da garanti altına almaktadırlar. Böyle bir katkının sağlanması sürecinde örgütler, kendi amaç, yapı ve niteliklerine göre farklı görevler üstlenmektedirler. Bu görevlerin neler olabileceği şöyle sıralanabilir (Eren, 2000: 107): • Morali, motivasyonu, verimliliği düşük kötümser bir toplum yerine, etkin, iyimser, çalışmayı seven morali, motivasyonu ve verimliliği yüksek bir toplumun oluşumuna katkı sağlamak. • Sınıflar arası farklılıkların belirgin olduğu, düşmanlıkların ve gerilimlerin giderek çoğaldığı bir toplum yerine, sınıflar arası farklılıkların azaldığı, gerilim ve düşmanlıkların törpülendiği, insani değerlere ve eşitliğe yönelmiş bir toplum için çaba harcamak. • Çoğulcu yaklaşım ve yönetim anlayışının egemen olduğu bir toplum için katkı sağlamak. • Geleceği, daha yüksek yaşam standardına sahip bir toplum düşüncesi çerçevesinde planlamak. 3-Sosyal Sorumluluk Alanları Klasik bakış açısı, topluma çıkar sağlayan her türlü örgütsel çalışmayı, sosyal sorumluluk kapsamında değerlendirmektedir. Bu bakış açısına göre, verimli ve etkin olarak mal ve hizmet üreten her örgüt sosyal sorumluluğunu yerine getiriyor demektir (Friedman,1962). Ancak sosyal sorumluluğa ilişkin bu anlayış günümüzde geçerliliğini yitirmiştir. Çünkü toplum, örgütlerden İletişim 2002/15 Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı 141 klasik işlevlerinin dışında daha fazlasını beklemektedir. Bu beklentiler sosyal sorumluluk kapsamında değerlendirilmekte ve bunun sonucunda da değişik sorumluluk alanları ortaya çıkmaktadır. Bazı sosyal talepler ise yapılan yasal düzenlemeler sayesinde yasal yükümlülükler haline getirilmiştir. Örneğin, Türkiye’de çevre kirliliğini önlemek için merkezi ve yerel yönetimler, özellikle işletme örgütlerine bazı yükümlülükler ve yasaklar getirmiştir. Çevreyle veya başka bir konuyla ilgili yasal yükümlülükler haline gelen bu konular, sosyal sorumluluk anlayışı çerçevesinde yerine getirilen görevler olmaktan çıkmaktadırlar. Bunlar artık bazı yasal yükümlülüklerin yerine getirilmesinden başka bir çaba değildirler. Örgütlerin neden olabileceği tüm olumsuzluklarla ilgili yasal düzenlemeler yapmak mümkün değildir. Bu nedenle sosyal sorumluluğun geçerli bir anlayış olarak yaygınlaşması yönünde baskı yapabilecek nitelikteki sivil toplum örgütlerinin çoğalması ve işlerlik kazanması için çaba göstermek gerekmektedir. Mevcut yasaların tamamıyla dikte edemediği başlıca sorumluluk alanları olarak şunlar sıralanabilir (Trevino ve Nelson, 1999: 29): a-Doğal Çevrenin Korunması Çevre sorunları, günümüzde önemli bir konu haline gelmiştir. Çünkü yaşananlar, dünyanın geleceği açısından kaygı vericidir. Ortaya çıkan olumsuzluklara göz attığımızda manzaranın gerçekten ürkütücü olduğu hemen fark edilmektedir (Capra, 1992: 19). Dünyada her yıl 100 hayvan ve bitki türünün nesli tükenmektedir. Her yıl sağlık koşullarının yetersizliği ve açlık nedeniyle 13,5 milyon çocuk ölmektedir. Dünya nüfusunun yarıdan fazlası, sağlıklı içme suyunun bulunmadığı 35 ülkede yaşamaktadır. Tropikal ormanlar yok olmakta ve çölleşme hızla artmaktadır. Atmosferdeki ozon tabakası incelmekte ve bu incelme gelecek kuşakları tehdit etmektedir. Dünyanın biyolojik çeşitliliği tehlike altına girip ekolojik dengede onarılamaz zararlar ortaya çıkmaktadır. Küresel ısınma sonucu başlayan buzullardaki erimeler, birçok kara parçasını sular altında bırakacak düzeye ulaşmıştır. Ortaya çıkan tüm bu olumsuz gelişmeler, artan nüfusun besin İletişim 2002/15 142 Ayhan BİBER olanaklarını tehdit etmekte ve açlık çeken insanların ve ülkelerin sayısı hızla artmaktadır (Özey, 2001: 31). Çevre kirliliğiyle ilgili ortaya çıkan tabloya bakıldığında, hiç kimsenin, hiçbir örgütün ve hiçbir toplumun bu durum karşısında kayıtsız kalamayacağı çok açıktır. Dünya üzerinde yaşayan herkese sorumluluk düşmektedir. Özellikle de bu tablonun ortaya çıkmasında önemli payı olan büyük sanayi örgütleri çok daha hassas davranmalıdırlar. Önceki dönemlerde insanoğlunun doğanın kendisine sunduğu nimetleri ölçüsüzce kullanması, doğa ile canlılar arasında asırlardır süregelen ekolojik dengenin bozulmasına yol açmıştır. Hava kirlenmesi, orman alanlarının yok olması, toprak ve bitki örtüsünün ortadan kalkması gibi önemli sorunların ortaya çıkmasıyla birlikte, sorunda pay sahibi olan tüm örgütler, ulusal ve uluslararası çevre örgütlerinin baskısıyla sorunun giderilmesine yönelik adımlar atmaya başlamışlardır. Sorunun önemi, olayın sosyal sorumluluk çerçevesinde değerlendirilmesine ve bir çevre etiğinin oluşmasına yol açmıştır. Bu çerçevede önemle üzerinde durulması gereken çevre sorunlarına dikkat çekilmekte ve örgütlerden, üzerlerine düşen görevleri yapmaları beklenmektedir. Örgütler, çevreleriyle çok yönlü alışveriş içerisinde olan birer açık sistemlerdir; dolayısıyla varlıklarını devam ettirebilmek için çevreden girdi alır, çevreye çıktı verirler. Örgütler bu döngünün sürekliliğini sağlayabilmek için ekolojik çevreyle etkileşim içerisinde olmak zorundadırlar. Ancak bu etkileşimde çevrenin zarar göreceği sonuçlara yol açmakta küresel boyuta varan kirlenmeler ortaya çıkmaktadır. Diğer yandan, toplumsal çevre içerisinde örgütleri ekolojik çevreye karşı duyarlı olmaya zorlayan gelişmeler olmaktadır: Çeşitli çevreci kuruluşun çalışmalarıyla toplumda çevreye karşı bir duyarlılık oluşmakta ve çevreye saygılı olduğu imajını yaratan örgütler, rekabet sürecinde oransal bir üstünlük elde etmektedirler. İletişim 2002/15 Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı 143 b-İş Etiğiyle İlgili Çalışmaların Desteklenmesi Felsefenin bir disiplini olan ve Yunanca “karakter” anlamına gelen ethos sözcüğünden türetilen etik, insanın bireysel ve toplumsal ilişkilerini nasıl yönlendirmesi gerektiğini, iyi ve kötüyü belirleyecek olan ölçütlerin neler olabileceğini incelemektedir. (Pieper, 1999: 22). Günlük dilde etik sözcüğü kadar ahlak sözcüğünün de geçtiği, bu iki sözcüğün çoğunlukla anlamdaş kabul edilerek birbirinin yerine kullanıldığı görülmektedir. Bu nedenle öncelikle ahlak ve etik arasındaki kavramsal ayrım net olarak belirtilmelidir: Ahlak, bir toplumda , belirli zaman kesitinde, bireylerin ya da birey gruplarının uymaları beklenen davranış biçimleri ve kurallarıdır. Ahlak bilimi olarak etik ise yararlı, iyi, kötü gibi kavramları inceleyen, bireysel ve grupsal davranışların, ilişkilerin hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu belirleyen ahlaki ilkeler, değerler ve standartlar sistemidir. Ahlak, olgusal ve tarihsel olarak yaşanırken, etik bu alanı sistematik olarak incelemektedir (Schulze, 1997: 36 – Stewart, 1996: 15). Sistematik olarak incelenen bu alanın alt alanlarından birisi de iş etiğidir. İş etiği kısaca, iş dünyasındaki davranışları yönlendiren, onlara rehberlik eden etik prensip ve standartların toplamı olarak tanımlanmaktadır (Kırel, 2000: 4). Gün geçtikçe karmaşıklaşan örgütsel yapılar içerisinde güven sorunu gündeme gelmektedir. Örgütsel etkililik açısından büyük önem taşıyan bu sorunu aşabilmek bazı etik kodlar oluşturup, bunlara bağlı kalınması sağlamaya çalışmak kaçınılmaz olmaktadır (Kırel, 2000: 2). Örgütlerde ortak karar alma sürecinde değerlerin yansıtılma kapasitesi olarak da tanımlanan iş etiği, aynı zamanda, örgütle ilişkili çeşitli grupları etkileyen bu değer ve kararların nasıl tanımlanacağını ve yöneticilerin örgüt yönetiminde karşılaşılan sorunları nasıl aşacaklarını da gösteren bir kavramdır. Ancak, örgütsel davranışların etiğe uygun veya aykırı olup olmadığı konusu genelde görecelidir. Dolayısıyla örgütlerde etiğe ilişkin kararlar verebilmek kolay olmamaktadır. Bu açıdan örgütlerden ortak değerler belirlemelerini beklemek yerine etik kaygılar taşıyacak “ahlaki yetkinliğe” ulaşmalarını beklemek daha yerinde olacaktır. “Ahlaki yetkinlik, herkesten beklenen ahlaki davranma ve yargılama becerisini, herkesin İletişim 2002/15 Ayhan BİBER 144 özgürlüğe saygı göstermesini ve özgürlük temelinde hesap vermeye hazır olmasını öngören sosyal sorumluluğu yansıtır” (Pieper, 1999: 152). c-Çalışma Yaşamının Niteliğinin Geliştirilmesi Buhar gücünün keşfedilmesiyle başlayan sanayileşme süreci, üretimin çok daha büyük boyutlarda yapılmasına olanak vermiştir. Şehirlerde büyük fabrikaların kurulması ve buralarda insan gücüne duyulan gereksinimin artmasıyla birlikte feodalitenin ekonomik temelleri sarsılmaya başlamıştır (Fındıkçı, 1999: 6). Toprakla birlikte alınıp satılan insanlar, özgürlüklerini kazanmak için şehirlere akın etmeye başlamışlardır. Dönemin geçerli sloganı “şehir havası insanı özgür kılar” (Stadt Luft macht frei) olmuştur. Ancak bu dönemde şehirlere akın eden insanlar ağır çalışma koşullarıyla karşılaşmışlardı. İşveren ve çalışanın farklı çıkarlara sahip olması nedeniyle büyük gerginlikler yaşanmıştır. Klasik liberal ekonomi anlayışı, işverenle çalışanlar arasındaki ilişkilerin kendi aralarında, müdahale olmadan düzenlenmesini öngörmüştür. Ancak, ekonomik açıdan güçlü olan işverenin çalışanı baskı altına alması sonucu, devlet bu alana müdahale etmiş ve çıkardığı çeşitli yasalarla çalışanların haklarını güvence altına almaya çalışmıştır (Yüksel, 1998: 210). Fakat görülmektedir ki, çalışanlara sağlanan bu haklar, sosyal sorumluluğun bir gereği olarak kabul edilmediği sürece yasaların boşluklarından yararlanmak kolaylıkla mümkün olmaktadır. Günümüzde üretim, pazarlama ve tüketim süreçlerinde yapısal dönüşümlerin yaşandığı, rekabet olgusunun küreselleştiği ve bunlara bağlı olarak bilginin stratejik bir rekabet aracı haline geldiği gözlenmektedir. Tüm gelişmeler, nitelikli insan kaynağına duyulan gereksinimin daha da artmasına neden olmuş, bilgiyi üreten, yayan ve tüketen insan olduğundan, değişim ve dönüşümün en önemli anahtarının da insan olduğu düşüncesi yaygınlaşmış ve insan bir maliyet unsuru olarak değil, rasyonel ve verimli bir şekilde kullanılması gereken değerli bir kaynak olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. İnsana yönelik algılamaların büyük oranda değişmesiyle birlikte, onun çalışma ortamı içerisinde motivasyonunun ve moral gücünün İletişim 2002/15 Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı 145 yükseltilmesi için yeni uygulamalara gidilmiş, örgütsel stres ve çatışmanın azaltılması için çalışmalar başlatılmıştır (Aykaç, 1999: 22). Örgütlerin amaçlarına ulaşma derecesi olarak tanımlanan örgütsel etkililik ile örgütlerin sahip oldukları insan kaynaklarının niteliği arasında önemli bir ilişkinin olduğu kabul edilmektedir (Aykaç, 1990: 91). Yaşamın her alanını etkileyen teknoloji, her türlü örgütsel çalışmanın verimliliği ve etkililiği açısından kuşkusuz büyük önem taşımaktadır. Ancak teknoloji tek başına bir değer ifade etmemektedir. Aksi halde teknoloji transferiyle ülkeler arasındaki gelişmişlik farkı rahatlıkla kapatılabilirdi (Bostancı, 1990: 40). Teknolojiyi üreten, kullanan ve geliştiren insandır. Dolayısıyla örgüt içerisinde insana verilen değer, sosyal sorumluluk anlayışının gereği olmakla birlikte, örgütsel etkililik açısından da büyük önem taşımaktadır (Tosun, 1981; 178). d-Tüketicinin Korunması Tüketici kavramı, tüketim toplumunun ortaya çıkardığı bir kavramdır. Sanayi devrimi sonrası üretimde meydana gelen artış, doğal olarak tüketime de yansımıştır. Daha önce çoğunlukla yaşamsal gereksinimleri karşılamak için yapılan tüketim, giderek çağdaş yaşamın, ait olunan çevrenin bir gereği olmaya başlamıştır. Gelinen noktada; tüketme eğilimi bir çılgınlık haline gelmiş, tüketim, gereksinimlerin giderilmesinde bir araç olmaktan çıkarak amaç olmuştur. İnsanları toplum içerisinde güçlü ve değerli yapan ürettiklerinden daha çok tükettikleridir. “Tüketim malları, sadece birer tatmin aracı değil, aynı zamanda sembolik iktidar araçlarıdır da. Bunu yaratan ise, geç kapitalizmin tüketimi kışkırtan mantığıdır” (Sarıbay, 2001: 105). Bu kışkırtmalardan hedeflenen verimi elde edebilmek için bankalar ve satıcı firmalar arasında işbirliğine gidilmekte, yapılan kredili satışlarla, tüketicinin gelecekte kazanacağı paraları dahi harcaması sağlanmaktadır. Diğer yandan, davranış bilimlerine ve teknolojiye bağlı olarak reklam, tanıtım ve pazarlama tekniklerindeki gelişmeler, şaşkınlık yaratacak boyuttadır. Tüketici, tam bir mesaj bombardımanına tutulmakta ve iradesi elinden alınmaktadır. İletişim 2002/15 Ayhan BİBER 146 Bu üretim ve tüketim ilişkileri içerisinde tüketicinin zayıf taraf olarak kaldığı, bu nedenle onu korumak ve bilinçlendirmek gerektiği düşüncesi dile getirilmeye başlanmıştır. Tüketicinin korunmasına yönelik çabalar, milattan önceki dönemlere dayanmakla birlikte, çağdaş anlamda çalışmalar özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında hız kazanan sosyal, ekonomik ve teknolojik gelişmelerin sonucunda ortaya çıkmıştır. 1928 yılında Amerika Standartlar Bürosu ürünlerin kalitesine yönelik yaptığı testlerin sonuçlarını yayınlamış ve tüketici bilincinin oluşmasına büyük katkı sağlamıştır. Bu bilincin yaygınlık kazanmaya başlamasıyla birlikte bir çok ülkede yasal düzenlemeler yapılmaya başlanmıştır. Ancak daha sonraki aşamalarda, üreten, satan ve tüketen arasında bir güç dengesi oluşturmak için yasal düzenlemelerin yeterli olmadığı görülmüştür. Böyle bir dengenin oluşturulabilmesi için yasal düzenlemelerin yanı sıra sivil toplum örgütlerinin çalışmalarına da gereksinim duyulmaktadır. Sivil toplum örgütlerinin işlerlik kazandığı, gelişip yaygınlaştığı toplumlarda, tüketici haklarına yönelik olumlu adımlar sosyal sorumluluk anlayışının bir gereği olarak atılmaktadır. Çünkü tüketiciyi koruma dernekleri, tüketiciyi bilinçlendirme vakfı gibi adlar altında görev yapan sivil toplum örgütleri, toplumda oluşan tepkileri örgütlemekte ve ilgili yerlere aktarılmasına aracılık etmektedirler. e-Ekonomik, Kültürel ve Siyasal Gelişmelere Katkı Sağlanması İstikrarlı bir ekonomik ve sosyal yapı, toplumun gelişmesi ve kalkınması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle tüm örgütlerin, parçası oldukları toplumun her açıdan istikrarlı bir yapıya kavuşmasında hem çıkarları hem de sorumlulukları vardır. Örgütler, kendi amaçlarını gerçekleştirmeye çalışmanın yanı sıra, toplumsal uzlaşı için gerekli olan diyalog kanallarının açık tutulması, sosyal değerlere bağlı kalınması ve çoğulcu demokratik siyasal bir yapının sağlanması için de çaba göstermelidirler. Örgütler, gelişip büyüdükçe ekonomik güç yanında politik ve sosyal açıdan da güçlenmektedirler. Örgütlerin sahip oldukları bu güçleri sadece İletişim 2002/15 Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı 147 kendi lehine ve toplumun genel çıkarlarının aleyhine kullanmamaları gerekir. Fiyat karteli oluşturmak, rakiplerle anlaşarak üretimi düşürmek ve rekabeti bozmak, ihalelerde rüşvet vermek veya rakiplere komisyon dağıtmak, rakiplerden komisyon alarak ihaleden çekilmek ekonomik gücün kötüye kullanılması ile ilgili örneklerden bazılarıdır (Dinçer, 1998: 160). Örgütlerin kendi temel amaçlarını gerçekleştirmeye yönelik olarak iş alanları yaratmaları, insanların ve diğer örgütlerin gereksinim duydukları ürünleri üretmeleri kuşkusuz toplumsal kalkınmaya yapılan önemli destektir. Ancak kalkınmaya katılma yükümlülüğü bunların daha ötesinde bazı çalışmaları içermektedir (Başaran, 1992: 183). Yapacakları yatırımlarla ülkenin üretim potansiyelini, maddi ve manevi refahını yükseltmelidirler. Ayrıca istihdam olanağı sağlayarak, teknoloji geliştirerek, insan sağlığı ve kamu güvenliğini artıracak tedbirler alarak ve toplumsal öncelikleri göz önünde bulundurarak sosyal faydayı artırmalıdırlar (Dinçer, 1998: 162). Örgütler gelecekte gereksinim duyacakları nitelikli insan kaynağının eksikliğini çekmemek için eğitime katkı sağlamalıdırlar. Bilim adamlarına araştırma yapma olanağı yaratma, öğrencilere burslar verme, eğitim örgütlerine çeşitli araç-gereç ve teknik donanım sağlama veya okul yaptırma bu katkı kapsamında düşünülebilecek çalışmalardır. Gelişmekte olan ülkelerde hızlı nüfus artışı, gelişmiş ülkelerde robotların endüstriye girmesi gibi faktörlerin etkisiyle dünya ölçeğinde istihdamın tehlikeye girdiği görülmektedir. Nüfus artış hızı yüksek olan ülkelerde bu tehlikenin boyutu sosyal patlamalara neden olabilecek kadar büyüktür. Bu nedenle örgütler, elde ettikleri kazançları yeni yatırımlara aktararak topluma yeni iş olanakları yaratmalı, ancak eski mahkum ve engellilerin de bu olanaktan yararlanmaları sağlanmalıdır. İstihdam olanakları ile ilgili diğer bir konu ise, işe almada cinsiyete, ırka, etnik kökene bakılarak ayrım yapılmaması, herkese eşit olanak tanınmasıdır (Eren, 2000: 104). Sosyal sorumlulukla ilgili yukarıda sıralanan alanlar, yapısına, amacına boyutuna bağlı olarak tüm örgütleri farklı düzeylerde mutlaka ilgilendirmektedir. Bu nedenle her örgüt, yapacağı çevre analizleriyle, sosyal İletişim 2002/15 Ayhan BİBER 148 sorumlulukla ilgili kendisine düşen görevleri, kendisinden talep edilen veya beklenen çalışmaları belirleyip gereğini yapmak durumundadır. Sonuç Halkla ilişkiler, planlılık, süreklilik ve uzmanlık gerektiren çalışmalar olmanın yanı sıra, belli politikalar çerçevesinde yürütülmesi gereken çalışmalardır. Halkla ilişkiler çalışmalarının temel çerçevesini belirleyecek olan bu politikalar, karşılaşılan sorunların ele alınışında ve çözümünde nasıl hareket edileceğini belirleyecektir. Geniş bir fonksiyon yelpazesini içermesi gereken halkla ilişkiler politikalarının aynı zaman da kamu yararının gözetildiği sosyal bir felsefeyi yansıtması gerekir. Bu açıdan bakıldığında, sosyal sorumluluğun halkla ilişkiler çalışmalarının nihai amacına hizmet eden bir anlayış olduğu görülmektedir. Dolayısıyla sosyal sorumluluk anlayışı, halkla ilişkiler çalışmalarının başarısına önemli katkılar sağlayabilecek bir halkla ilişkiler politikası olarak değerlendirilebilir. Sosyal sorumluluk, örgütlerin karar mekanizmalarında bulunanların örgütsel çıkarlar yanında, bir bütün olarak toplumsal refahın korunmasına ve yükseltilmesine ilişkin çalışmaları yapma zorunluluğuyla ilgilidir. Günümüzün çoğulcu toplumlarında, örgütlerin yer edinebilmeleri ve kalıcı olmaları, sosyal sorumluluk anlayışını benimsemelerine ve bu kapsam dahilinde değerlendirilen görevleri yerine getirmelerine bağlıdır. Çünkü çoğulcu bir nitelik kazanmış toplumlarda güç ilişkileri değişmiş ve güç, farklı çıkarlara sahip bir çok gruba dağılmıştır. Dolayısıyla her örgüt, sosyal sorumluluk anlayışının gereği olarak, farklı grupların beklenti ve taleplerine duyarlı olmak, belli bir toplumsal kesime fayda sağlarken, diğer kesimlere de zarar vermekten kaçınmak zorundadır. Sosyal sorumluluk anlayışı, sosyal talepler ve beklentiler doğrultusunda oluşmaktadır. Bu nedenle, sosyal taleplerin belirlenebilmesi için örgüt çevresiyle iletişim kanallarını açık tutmak, çevrenin beklenti ve taleplerinin oluşumunda etkili olabilen unsurlarla ilişkiler kurmak, bu ilişkiler sonucu elde edilen verileri değerlendirmek ve sosyal sorumluluk kapsamında yapılabilecek çalışmaları belirlemek gerekmektedir. Kısaca, İletişim 2002/15 Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı 149 sosyal sorumluluk anlayışını bir halkla ilişkiler politikası olarak benimsemek, çalışmaları bu politikalar temelinde planlayıp yürütmek, örgütlere çevreye uyarlanma ve rekabet sürecinde oransal üstünlükler kazandıracaktır. Kaynaklar AYKAÇ, Burhan (1990) “Personel Yönetiminde Yeterlik İlkesi”. Amme İdaresi Dergisi. Cilt 23, Sayı 4. AYKAÇ, Burhan (1999) İnsan Kaynakları Yönetimi ve İnsan Kaynaklarının Stratejik Planlaması, Ankara: Nobel Yayınları. BAŞARAN, İbrahim Ethem (1992) Yönetimde İnsan İlişkileri: Yönetsel Davranış, Ankara: Gül yayınevi. BAYRAK, Sabahat (2001) İş Ahlakı ve Sosyal Sorumluluk, İstanbul:Beta Basım Yayım Dağıtım. BOSTANCI, Naci (1990) Kültür ve Değişme, İstanbul: Hamle Yayın Dağıtım. CAN, Halil (1997) Organizasyon ve Yönetim, Ankara: Siyasal Kitabevi. CAN, Halil ve TECER, Meral (1978) İşletme Yönetimi, Ankara: TODAİE Yayınları. CAPRA, Fritjof (1992) Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası, Çev. Mustafa Armağan, İstanbul: İnsan Yayınları. DİNÇER, Ömer (1998) Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, İstanbul: Beta Basım Yayım A.Ş. EREN, Erol (2000) İşletmelerde Stratejik Yönetim ve İşletme Politikası, İstanbul: Beta Basım Yayım. FINDIKÇI, İlhami (1999) İnsan Kaynakları Yönetimi, İstanbul: Alfa Basım Yayım. FRIEDMAN, Milton (1962) Capitalism and Freedom, Chicago: University of Chicago Press. İletişim 2002/15 Ayhan BİBER 150 GEYLAN, Ramazan (1994) İşletmelerde Halkla İlişkiler, Eskişehir: Birlik Ofset Yayıncılık. HALL, Stuart – LUMLEY, Bob ve McLENNAN, Gregory (1985) Siyaset ve İdeoloji “Gramsci”, Çev. Sadun Emrealp Ankara: Birey ve Toplum Yayınları. JAUCH, Lawrence R. ve GLUECK, Willliam F. (1988) Business Policy And Strategic Management, Singapore: McGRAW-HILL INTERNATIONAL. KIREL, Çiğdem (2000) Örgütlerde Etik Davranışlar-Yönetim ve Bir Uygulama Çalışması, Eskişehir: A.Ü. İ.İ.B.F. Yayınları No: 168. ÖZALP, İnan 1986 Yönetim ve Organizasyon, Eskişehir:A.Ü. Eğitim, Sağlık ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı Yayınları No: 42 ÖZEY, Ramazan (2001) Çevre Sorunları, İstanbul: Aktif Yayınevi. PIEPER, Annemarie (1999) Etiğe Giriş, Çev. Veysel Atayman ve Gönül Sezer. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. SARIBAY, Ali Yaşar (2001) Postmodernite Sivil toplum ve İslam, İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım. SCHULZE, Nergis (1997) “İşletme Etiği Sorununa Kavramsal Bir Yaklaşım”, Amme İdaresi Dergisi c.30 S. 4. STEWART, Davit (1996) McGraw-Hill Companies. Business Ethics, New York: The ŞİMŞEK, M. Şerif (1998) Yönetim ve Organizasyon, Konya: Damla Matbaacılık. TOSUN, Kemal (1990) Yönetim ve İşletme Politikası, İstanbul: İ.Ü. İşletme Fakültesi Yayınları No: 232. TOSUN, Mustafa (1981) Yayınları No:169. Örgütsel Etkililik, Ankara: TODAİE TREVINO, Linda Klebe ve NELSON A. Katherine (1999) Managing Business Ethics, New York: John Willey & Sons, Inc. YÜKSEL, Öznur (1998) İnsan Kaynakları Yönetimi, Ankara: Gazi Kitabevi. İletişim 2002/15 Bir Halkla İlişkiler Politikası Olarak Sosyal Sorumluluk Anlayışı 151 Özet Halkla ilişkiler, örgütlerin çevreleriyle olumlu ilişkiler kurup, sürdürmeleri açısından günün koşullarına uygun, geçerli bir yöntem olarak kabul edilmektedir. Ancak halkla ilişkiler çalışmalarından hedeflenen düzeyde bir başarı elde edebilmek için bu çalışmaların belli bir politikadan hareket edilerek yürütülmesi gerekmektedir. Halkla ilişkiler çalışmalarının temel nitelikleri ve amaçları göz önünde bulundurulduğunda, sosyal sorumluluk anlayışının işlevsel bir halkla ilişkiler politikası olabileceği görülmektedir. Çünkü bu anlayış ekseninde hareket edildiğinde; bazı toplumsal kesimlerin örgütsel uygulamalardan fayda sağlarken, bazılarının da en azından zarar görmesinin engellenmesi mümkün olacaktır. Böylece örgütler, geniş toplum nezdinde meşruiyet elde etmek için bir çıkış noktası yakalamış olacaklardır. Abstract Public relations is deemed to be an appropriate and valid method for organizations to establish and maintain positive relations with their surroundings. However, activities of public relations should be based on a certain point in order that such activities could achieve its objectives. Considering the basic features and objectives of public relations activities, we see that the notion of social responsibility could be regarded as a functional public relations policy. Because, certain social sections will acquire benefits while others will not be exposed to any harm through acting in accordance with this notion. In this way, such organizations will have the chances to justify their legitimacy. İletişim 2002/15 152 İletişim 2002/15 Ayhan BİBER Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi Joachim WACH* Almanca’dan Çeviren: Battal ARVASİ** 1. Mürşit-Mürit-Öğretmen-Öğrenci Mürit mürşide, öğrenci öğretmene tâbidir. Burada üzerinde durmak istediğimiz husus, “nesnelerin” ötesinde, öğretmen ve öğrencilerin kişiler olarak önemsizleştiği bir noktada ideal öğretmen öğrenci ilişkisidir. Demek oluyor ki, aradaki bağ, belli değerleri paylaşmanın bir sonucudur. Öğrencinin gözünde öğretmen, belli sanatların, bilginin yahut bir hünerin aktarıcısıdır; ona duyduğu hayranlık ve saygının ölçüsü, onun tarafından aktarılandan duyulan haz ile doğru orantılıdır. Açıkça görülüyor ki, hayranlık ve saygı duyulan şey, kişilik olmayıp, bilgi, beceri ve hünerdir. Demek ki insanoğlunun üzerine bir yerden bir ışık düşüyor; başka bir deyişle, insanoğlu saygınlığını tamamen güç ve itibara borçlu değildir. Aynı şekilde öğrenci de öğretmenin gözünde, aktarılanı alma noktasında istekli, istikrarlı ve verimli olduğu ölçüde yücedir. Şayet mesele yalnız öğrencinin kendisinden ibaretse, o takdirde öğretmen için öğrencinin kişiliği de önem kazanır. Kısaca, bütün bu ilişkilerin varlığı ve devamı, meseleye duyulan ilginin bir sonucudur. Bundan vazgeçildiği andan itibaren bu ilişki çözülmeye başlar. İnsanların, karıştırılabilecek kadar birbirine benzeyebileceklerinden dolayı “öğrenci” gibi “öğretmen”in de yerini başkaları alabilir. Öğretmenin veya öğrencinin yerinin doldurulamaz gibi görünmesi tamamen ampiriktir. Aksini düşünmek “hayalî” olur. Mürşit ve mürit ilişkisi, bağın (rabıta) kişisel olduğu, evvel emirde nesneleri aşan * Dinî Sosyoloji Profesörü (1898 – 1995). Prof. Dr., A. Ü. DTCF Alman Dili ve Edebiyatı ** İletişim 2002/15 154 JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ türden olmadığı, iki tarafın kişiliklerinin merkezî önem kazandığı bir konumda olmalıdır. Müridin mürşide duyduğu saygının sebebi, mürşidin ona sağladığı herhangi bir maddî çıkar değildir. Aynı şekilde mürşidin sahip olduğu özel bir yeteneğin de burada yeri yoktur. Onu müridin gözünde saygıdeğer ve yeri doldurulamaz kılan tek şey, kişiliğidir. Müridin tercihinin ve mürşidin teveccühünün temelinde, mürşidin “ehliyet”ine olan derin inanç yatar. En çok sevilen mürit, müşterek bir meselede en çok yararlılık gösteren mürit olmayıp, aksine mürşidin insan olarak kendisiyle en içten beraberlik kurduğu kişidir. Mürit mürşidi, öğrenci dersi, öğretmen sanatını kavramaya çalışır. Öğrenci kendi imkânlarını kullanarak öğrenci olur. Mürit ise seçici davranır. İçten bir eğilim (meyl-i derunî) içindedir. Mürit için mürşidi anlamak demek, ondan etkilenmek, onu kendi varlığı açısından saygıdeğer ve önemli görmek ve bunu teslim ve itiraf etmek demektir. Ortak bir çalışma bağı ile bir araya gelmiş olan öğretmen ve öğrenci, bir zincirin halkaları gibidirler. Bu yapı içinde öğrencinin öğretmen vs. olma imkânı her zaman vardır. Ancak mürşit ve mürit ilişkisinde durum farklıdır, burada ilişkinin başını ve sonunu aynı zamanda görmek mümkündür. Başlı başına bir kozmos söz konusudur. Mürit asla mürşit olamaz. Öğretmen okulun başıdır, öğrenciye almadan verir. Bunun için öğretmenin gözünde öğrenci bir şey ifade etmez. Mürşit ise etrafında bir halka oluşturur ve mürit ile olan ilişkisi, karşılıklı önemsemeyi gerektirir. Bu, şu demektir: Mürşidi mürşit yapan mürittir. Burada vurgulanması gereken husus, her iki kavram arasındaki ilişkinin niteliği değildir. Oldukça derin temelli şu olgu kastedilmektedir: Mürşitlik duygusu ve içeriği, yalnız sezinleyen ve algılayan müride malum olur. Ve mürit, mürşidi mürşit yapar. Mürşit, ehliyetini müridin gözlerinden okur. Mürit ise, mürşidin şahsında alınyazısıyla karşı karşıyadır. Öğretmen, bilgisinden becerisinden verirken mürşit, bizzat kendisinden verir. Müritteki imajını kendi varlığına borçludur, yani her zaman mürşittir ve öylece devam edip gitmek durumundadır. Söylediği her şey, hayatî önem taşır; her sözü anlaşılmak ve etkilemek durumundadır. Mürit, onu yalnız varlık açısından algılar. Bu, şu anlama gelir: Mürşit, tamamiyle anlaşılmaktan kaçınmalıdır. Çünkü onu tamamiyle anlamak; mürşit olmak, onun sırrına ermek ve yerini almak anlamına gelecektir. Bu İletişim 2002/15 Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi 155 durum, mürşidi içine kapanık, bilgili ve hüznünü belli etmeyen bir mizaca sahip kılar. Mürşit mürit ilişkisinde en kutsal an, yani mürşidin mürit gözünde saygınlığın zirvesine ulaştığı an, müride en yakın olması gereken bir anda ona en uzak göründüğü andır. İşte o anda mürşit, müridi kendine yöneltir. Müride karşı takındığı tavır sürekli olarak şu mesajı veriyor: “Veda”. Mürşidî hayatın en trajik yönü, kendine yaklaştırmak yerine uzaklaştırmayı, ayrılıktan birliğe doğru yol almak yerine bunun aksini yapmak gibi bir mecburiyet içinde olmasıdır. Mürşidin müride muhabbetinde hüznün son derece ağır basmasının sebebi budur. Mürit, mürşidi anlamaz. Buna rağmen mürşit onun güzünde her şeydir, kendini tamamiyle bu büyük insana hasreder ve onu kavramaya çalışır. Mürşidin yanında olmak, onun için en yüce şeydir. Bunun için “onun peşinden gider”. Karar anı gelince –ki bu her zaman ayrılma vaktidir- mürşit ile kendisi arasında bir seçim yapar. Ya kendini seçerek, her şeyden üstün gördüğü mürşide veda eder ya da kendini reddederek muhabette ısrar eder. Mürşit de bu müridini muhabbetinden dolayı yeniden sevecek; terk edeni ise unutmayacaktır. Bir taraftan fedakârlığın sonuç vermesi, diğer taraftan uzlet derecesinde muhabbet ile ibadet derecesindeki sadakatin zor bir edinim (cehd) ile karşılık görmesi, mürşit açısından çifte şükran ifadesidir. Mürit, mürşidin hep yanındadır. En iyi dostlarıyla yollarının ayrıldığı kötü günde bile onu yalnız bırakmaz ve ona sonuna kadar muhabbetle hizmet eder. O, yerinin mürşidin yanı olduğuna artık iyice inanmıştır. Öğretmen, işine devam eder. Sonuçlar apaçık ortadadır. Mürşit ise farklı bir konumdadır. Ona tanıklık edenler, tesirini yaşayanlardır. Onlar her şeyi sadece hissederler. Mürşitten müride kalan tek somut hatıra, mürşidin onun zihninde çizdiği resimdir. Bu resmin dışındaki bütün izlenimler geçicidir. Bu aziz şahsiyetin etrafında bulunmuş olan müritler, onun özelliklerini başkalarına anlatmaya ve mürşitlerini tanıtmaya devam ederler. Yaşadıklarını, izlenimlerini başkalarına aktarma arzusu ile yanıp tutuşurlar. Ancak mürşitliğin tezahürü ile ilgili sır, her bir müridin kişiliğinde varlığını sürdürür ve bunu ancak onu yaşayan bilebilir. Bundan dolayıdır ki müritlerin mürşidi anlatma ve özelliklerini aktarma noktasındaki çabaları daha baştan İletişim 2002/15 156 JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ tutarsızlığa ve başarısızlığa mahkumdur. Mürşitle ilgili anlatılan her şey zamanla etkileyici bir menkıbeye dönüşür. Bu menkıbe, ana hatlarıyla kabul gördükten sonra değişime uğrar ve gelecek nesillere tarih ve efsane biçiminde ulaşır. Yalnız insandan insana aktarılanlar yaşanabilir. Öğretmen, eserinin kalıcı olduğunu bilir. Mürşit ise verdiği hiçbir şeyin kalıcı olamayacağı bilinci içinde yaşar. Öğretmen konu, mürşit sebebiyet verir. Mürşitlik için zamanlama çok önemlidir. Zamana özgü problemin önem kazandığı, şayan-ı dikkat oluverdiği anı bekler. Geçicilik ve değişim anlayışı ile bir şeylerin gerekliliğine olan inanç, buna dair bilginin kaynağıdır. Burada parola, “uygun zaman”dır (Kairos ). Hiçbir şey kaçırılan fırsatı geri getiremez; kutsal bilgi, kutsal anın ürünüdür ve pek çokları bununla yetinmek zorunda kalırlar. Öğretmen imkânları ölçüsünde bunları değerlendirir, sabırsızlık nedir bilmez. Çünkü o öğrencilerinin gelecekte öğretmen olacaklarının ve bu şekilde ölümsüzleştirileceğinin bilinciyle hareket eder. Mürşit, iktisadî yahut bir başka anlamda güvenliğini düşünmez ve bu yönde bir çaba da sarf etmez; hatta, elinde ne varsa hepsini bir anda vermeye hazırdır. “Başkalarına güler yüzle verene ne mutlu!” anlayışına sahiptir. Yaşanan anın verdiği huzur, dünyayı zindan eden yakınlık, sonsuz ufuk, binlerce imkânın ağırlığı, sonu ve fânîliği sezme; bütün bunlar, daha önce hiçbir şey olmamış ve bundan sonra da olmayacakmış gibi kalbi ve dili çözer. Tekrarlanmama ve benzersiz olma hâli, müteyakkız olan mürşidin şahsında fevkalâde bir hâlin tecelli etmesini sağlayabilir. Bundan sonra dünya ve bütün zamanlar ortadan kalkar ve fânîliğin içinden insana ve eserine özgü her şeyi değersizleştiren ebediyetin pırıltıları görülmeye başlar. Samimi gayret sahibi de olsa, hiç kimseye nasip olmayan bir inayet-i rabbaniye kapısı açılıverir. Demek oluyor ki, mürşidin hayatı hareketli ve çalkantılıdır. Öğretmeninki ise sakin ve güvenlidir. Mürşitlik nefse hâkimiyet, feragat ve hizmet noktasında devamlı surette müteyakkız olmayı gerektirmektedir. Hayatı, uğrunda hiçbir fedakârlıktan çekinmediği bir mücadeleden ibarettir. Öğretmenin görevi, öğretmeni bitirmez; mürşit, kendi kendini tüketir. “Eğer kendinizi tüketiyorsanız nurlanırsınız”. Öğretmen, herkesle paylaşmak İletişim 2002/15 Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi 157 istediği bir hakikatin peşindedir. Mürşidin ise herkese armağan edebileceği bir şeyi yoktur. Öğrenci ile aynı zeminde buluşan öğretmenin yaptığı şey, onu işlemekten ibarettir; bazen de öğrenci öğretmenin önünde diz çöker ve öğretmen ona yukardan hitap eder. Mürşit ise müridini yukarıya kendine doğru çekmek ister. Ancak hiçbir zaman aynı zeminde buluşmazlar. Çünkü onlar için böyle bir zemin yoktur. Öğretmenin öğrenciyle paylaştığı bir şeyi var. Birlikte icra ettikleri bu şey, onları bir araya getirir. Mürşit ise müridiyle ya her şeyi paylaşır ya da hiçbir şeyi paylaşmaz. Sabahtan sabaha bir araya gelmelerinin sebebi budur. Öğretmen öğrencinin çevikliğini, dikkatini ve zekâsını över. Mürşit ise böyle bir ayırım yapmaz, ruh ile bedeni birbirinden ayrı düşünmez, onun için insanın mazur görülebilen ve görülemeyen tarafları yoktur. Müride ölçü ve orta yol gösterilmiştir. Mürşidin kendisi bunun canlı örneğidir. Öğretmenin okuluna mensubiyet öğrenci için bağlayıcıdır. Okulu meydana getiren unsurların üzerinde yer aldığı zemin, aynı zamanda öğretmen ve öğrenciyi birbirine bağlayan ortak bağın bir mahsulüdür. Nesnel olan her şey, esas itibariyle burada ön plana çıkmaktadır. Öznellikler ise kişi ve nesne ilişkisinin örülmesinde önem kazanır. Kişisel özelliklerden kaynaklanan heyecanlar ve çabalar burada geri planda kalır, önemini kaybeder, dolayısıyla ilgi uyandırmazlar. Müritlikte durum farklıdır. Aynı mürşidin müridi olmak, her zaman karşılıklı muhabbetin sebebi değil, aksine çok defa nefrete de sebep olur. Mürit ile mürşit arasındaki bağ, bir başkasının katılımını dışlıyor görüntüsünü veriyorsa da aslında böyle bir şey söz konusu değildir. Müritlerin mürşitle ilişkileri, bir çember üzerindeki her bir noktanın merkez ile olan ilişkisi gibidir. İki noktadan ise yalnız bir doğru geçer. Mürit, kendini mürşide en yakın kişi olarak gördüğünden, onun sevgisini kazanmaya hakkı olduğuna inanır ve bunun neticesinde diğer müritlere karşı kıskançlık ve çekemezlik duyguları harekete geçer. Öğrenciler arasında da bu tür duygular yaşanır. Ancak bu duygular öğrencinin düşünme tarzına yabancıdır. Bir başkasını kıskanmaktan mürşide ihanet eden müridin bu anlaşılmaz davranışı, sadece böyle bir ilişki içinde düşünülebilir. Müritliğin İletişim 2002/15 158 JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ ve okulun başsız kalmaları halinde ortaya çıkan duruma bir göz atalım: Böyle bir durumda ilişki tamamen aksi yönde gelişir. Okul içinde öğretmenin bıraktığı miras ile ilgili olarak “teşriî tefsir (authentische Interpretation)” konusunda hararetli tartışmalar baş gösterir. Veraset kavgası başlar. Rakip olarak ortaya çıkan öğrenciye dış düşman gözüyle bakılır ve onunla mücadele edilir. Mürşitsiz kalan müritlerde ise durum farklıdır. Başsız kalan müritler, iç dünyalarında birbirine yabancı fertler olarak mürşitlerinin ruhaniyeti bağlamında kutsal imaj etrafında kenetlenirler. Minnettarlığın ince baskısı altında kendi yağıyla kavrulma gerektiğinde zorunlu ve ortak terkedilmişlik, geniş çaplı bir birleşmeye sebep olur. Mürşidin eseri devam ettirilmez, çünkü onu başlatandan başka hiç kimse onu sürdüremez. Böyle durumlarda, yeni bir mürşit ortaya çıkmış yahut yeni bir öğretmen etrafında yeni bir okul oluşuyor gibi bir görüntü vardır. Güçlü bir öğretmenin adı eseriyle yaşar. Mürşidin kişiliği etkili bir güç olarak yaşamaya devam eder. Her ikisi de gökyüzü gibi parlaktır. 2. İrşadın Mânâsına Dair Bu bölümde mürşit ve müritten söz edeceğiz. Aşağıda büyük mürşitlerin mesajlarının ve öğretilerinin çok özel muhtevaları üzerinde değil, irşadın mânâ ve önemi, kısaca “üstadâne hayat tarzı” üzerinde duracağız. Önce Budistlerin mürşitleri hakkında aktardıklarına bir göz atalım1. 1 Buda ve Budizm hakkında bkz. HELD, deutsche Bibliographie des Buddhismus l916. WARREN, Buddhism in Translations 1866. DUSOIS, Das Leben des Buddha 1906. SEIDENSTÜCKER, PaliBuddhismus in Üersetzungen 1911. Buda’nın sözlerini çevirenler : K. E. NEUMANN, Die Reden Gosamo Budhos aus der mittleren Sammlung des Pali-Kanons (Majjhima-Nikayo) 1896-1902, aus der laengeren Sammlung (Digha-NİKAYO) 1912, aus der Sammlung der Bruchstücke (Suttanipato) 1924; FRANKE, Digha-Nikaya 1911; NYANATILOKA, Die Reden des Buddha aus dem Anguttara- Nikaya übersetzt 1922; SEIDENSTÜCKER, Das Udana 1917; OLDENBERG, Die Reden Buddhas 1922. Max Müller Kooleksiyon’unda yer alan Budist metinler, bilhassa kuzey okulunun: KÖPPEN, Die Religion Buddhas 1857-59, yeni baskı 1906; KERN, Der Buddhismus und seine Geschichte in Indien 1882-84; Rhys DAVIDS, Buddhism 1877 ve Buddhism in History and Literature 1904; OLDENBERG, Buddha. Sein Leben, seine Lehre, seine Gemeinde 1881; HARDY, Der Buddhismus nach den aelteren Paliwerken 1917; BECK, Der Buddhismus (Sammlung Göschek) 1916. Hindistan dışındaki Budizm için: HACKMANN, Der Buddhismus, 3 kısım, 1905-6 (Religionsgeschichte Volksbücher). İletişim 2002/15 Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi 159 Gautama’nın bir gece vakti Uruvela ormanında murakabede bulunduğu bir esnada vecde gelerek kurtuluşa ve kurtuluş bilgisine ulaştığı anlatılır. Bu kutsal an, onu dünyanın dertleri, bu dertlerin sebepleri ve onları ortadan kaldırmanın yolları hakkında bilgilendirir. Buda’nın bilgi ağacı altında geçirdiği o gece, Budistler için kutsaldır. Ve Gotama o gece Buda olmuştur. Yeryüzündeki bütün yaratıklar sevinir, ilahlar ve insanlar sevinç çığlıkları atarlar. Çünkü yüce Buda’nın şahsında kurtarıcı bilgelik kendini göstermiş ve belki de bütün yaratıkların kurtulacağı günün ilk ışıkları görülmüştür. Buda, dört hafta oruç tutarak kurtuluş mutluluğunun tadını çıkarır. Buda’yı şeytanın tuzağına düşürdüğü söylenen olay da tam bu zamana rastlar2. Buda’nın içinden şöyle bir şey geçer: Çetin bir mücadele sonunda ulaştıklarımı başkalarına neden açıklayayım ki? Hakikat, hırs ve nefretle dolu insanlardan uzaktır. Kaba ve yontulmamış kafalar için hakikat son derece esrarengiz ve zahmetlidir. Basireti dünyevî gayelerle karartılmış olanlar göremezler. Buda bunları düşünürken kalbi sessiz kalmaya ve öğretiyi insanlardan gizlemeye meyleder3. Her bilgenin başına gelebilecek olan büyük iğva (şeytana uyma), burada derin bir anlam ve harikulâde ruhî bir kavrayışla müşahade ve tasvir edilir: Çetin bir mücadelede yaşananları kendi iç dünyasında saklı tutmak, bundan kimseye söz etmemek ve bilginin verdiği mutluluk içinde sessiz kalmak. Burada söz konusu olan, yalnız kendi dışına çıkma, yanlış algılama ve yanlış yorumlama korkusu olmayıp, o ana kadar yaşanmamış fevkalâde bir bilgiyi yanlış “algılama” söz konusudur. Bunun sebebini metinlerin birinde geçen şu cümlede bulmak mümkün: Vaiz, o anda inananları kurtarır ve inanmayanları yok eder. Budist gelenek, milyonların alınyazısı hakkında kararın verildiği o anda Brahman Şampati’nin gökten inerek kurtarıcıdan hakikatı insanlara 2 3 İğva (şeytana uyma) olayı ile ilgili olarak bk. WINDISCH, Mara und Buddha 1895. Çok önemli bir araştırmadır. Son derece güzel ve derin anlamlı bir metinde, Mara’nın Buda’ya etrafında mürit toplamaması yönündeki tavsiyelerine yer veriliyor : “Ey yüce insan, sen zeki ve basiretlisin, müritlere, haleflere ihtiyacın yoktur. . . ” İletişim 2002/15 160 JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ tebliğ etmek için ricada bulunduğunu aktarır4. Sonunda Buda ricayı yerine getirir. Sonsuzluk kapısı herkese açık olsun, Kulağı olanlar sözü duysun da inansın; Soylu sözü umumdan gizledim, Çünkü boşa gider diye korktum. Bundan sonrası ile ilgili olarak şöyle bir olay nakledilir: Buda, ilk yedi günü sessizlik içinde geçirdikten sonra Budistlerin Mara adını verdikleri şeytan ona görünür. Buda’nın dünyanın nimet ve külfetlerine artık sırt çevirdiğini bildiği için onu daha şimdiden nirvanaya ulaşma yönünde harekete geçirmeyi dener. Şeytanın amacı, diğer yaratıkların kurtuluşuna engel olduktan sonra Buda’yı yalnız başına bırakıp ortadan kaybolmaktır. Mara’nın gücü ve hilesi tesirsiz hale getirilir ve kovulur. Daha sonraki metinler, karanlığın prensi Mara’nın seksen yaşına gelen Buda’ya bir kere daha göründüğünü ifade ederler. Buna göre Buda, Ananda ile birlikte Vesali şehri civarında bir yerde bulunduğu bir sırada, bir an için dünyanın güzel olduğu duygusuna kapılır. Piri fani, müridine o yerlerin güzelliğine işaretle, istediği takdirde daha uzun bir süre yaşayabileceğini söyler. Ananda işaretin anlamını kavrayamaz; çünkü, Mara onun basiretini bağlamıştır. Bir süre sonra mürşidine kalması için yalvardığında artık çok geçtir ve o kararını çoktan değiştirmiştir, onu belirlenen zamanda nirvanaya ulaşmaktan artık hiçbir şey alıkoyamayacaktır5. Ancak Mara’nın yeni tuzaklarından6 bahseden daha sonraki metinlerde durum farklıdır. Burada ilahlaştırılan mürşit, kesin bir zaferle tenvirin en yüksek derecesi olan sambodhi’ye ulaşıyor. Bu safhadan sonra onu artık hiçbir şey yolundan alıkoyamıyor.7 Bu, Buda’nın 4 5 6 7 Görevlendirilme olayı metinlerde sık sık geçer; bk. OLDENBERG, a. G. e., s. 56. KERN, Lalitavistara’nın anlattıklarından yararlanıyor. Bu olay Mahaparinibbana- Sutta’da nefis bir şekilde anlatılıyor. Krş. İçin bk. WINDISCH, Mara und Buddha, orada böl. III ve VI. Lalitavistra’da da böyledir, bunun için bk. Foucaux’un çevirisi: Annales du Musee Guimet 1884, cilt VI’da ve özeti için bk. BECKH, a. g. e. WINDISCH’e göre Padhanasutta, bunlarla Marasamyutta’nın eski hikâyeleri arasındadır. İletişim 2002/15 Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi 161 şefaatçi, dar anlamda kurtarıcı8 olarak algılandığı bir dönemin görüşüdür. Şimdi ise, Buda’nın kendisine huzur veren bilgiyi umuma açıklamaya karar verdiği anın müthiş ve dünyayı harekete geçiren bir mahiyet kazandığını görüyoruz9. Mahayana Budizmi, kurtarıcının o vaadini esas alan bir din kurmuştur10. Buda, insanlara açılmaya karar verdikten sonra eğitim öğretim faaliyetine başlıyor. İlk müritler bu şekilde ortaya çıkıyor. Buda’nın dinî biyografisinde görüldüğü gibi, irşad hayatının ilk safhasını anlatmak, irşad sürecinde fedakârlık düşüncesinin şuurlu olarak öne çıktığı nimet-külfet döneminin başlangıcını tasvir etmekten daha önemli ve daha heyecan verici değil midir? İrşad hayatı, yüksek ve zor bir görevi ifa için görevlendirilme şuurunun ilham yolu ile öne çıktığı andan itibaren başlar. Bu açıdan bakıldığı zaman, söz konusu olan şeyin, insanın tek başına verdiği bir mücadelede elde ettiği bilgi olduğu görülür. Bu bilgi, görevlendirilme ile ilgilidir. Bu, anî ve mutluluk verici bir ilham olarak tarif edilebileceği gibi, olağanüstü bir görevin yerine getirilmesiyle ilgili olarak görevlendirilme anlamında olmak üzere, çetin ve çileli bir mücadele sonunda edinilen bilgi olarak da düşünülebilir. 8 9 10 Kurtarıcıya dair düşünceleri, din tarihiyle ilgili materyalden yararlanarak, Kurtuluş Düşüncesi ve Yorumu hakkındaki kitabımda sistematik bir şekilde ortaya koymaya çalıştım. (Hinrichs 1922). Mahayana. Budizmin bu biçimi hakkında en önemli literatürü, “Mahayana, bilhassa SaddharmaPundarika-Sutra Açısından” adlı makalemde zikrettim. Adıgeçen makalenin yayımlandığı yer: Zeitschrift für Buddhismus VI, 1925; ayrıca bk. Untersuchungen zur Geschichte des Buddhismus N R. 16, 1925. Budizm alanındaki araştırmalarda çığır açan BURNOUF (Introduction a l’historie du Bouddhisme yazısı bugün bile önemini koruyor), MINAJEFF, WASSİLLJEW ve KERN’in takip ettikleri bu çizgi tarafımızdan da bilinmektedir. Konuyla ilgili edebiyat tarihi için bk. WINTERNITZ, Geschuichte der indischen Literatur II, 1, l920. Mahayana konusunda bilhassa Rus ve Fransız araştırmacılara dikkat çektim. Bizde ise en yeni çalışmalar: SUZUKI, Outlines of Mahayana Buddhism 1907 ve Mc GOVERN, An Introduction to M. B. 1922. Japonya’nın münferit Budist tarikatlarında “Buda’ya sığınıyorum” içten ifadesiyle yetiniliyor. Batı’nın mutluluk ülkesindeki tahtın sahibi böylece dindarı cennete götürüyor. Bu meyanda Buda ve Amitabha arasındaki ahide dayanılıyor. Sacred Books of the East’ın XLIX. cildinde çevirisi bulunan Mahayana Budistlerin metinlerinde bunlar anlatılıyor. Daha sonraki dogma, Buda’yı takip eden herkesin Sakyamuni’nin geçtiği şu üç aşamayı geçtiğini gösteriyor: Karar aşaması, ümit aşaması, yenilenme aşaması. Japon Budizminin solafide prensibine itaat eden kolları için bk. HAAS, Amida Buddha, unsere Zuflucht, 1910; KANON FUJISHIMA, Le bouddhisme japonais 1889. İletişim 2002/15 162 JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ Bu olağanüstülük, kısmen nesnelerin mahiyeti ve dünyanın mukadderatı ile ilgili bilgiden, kısmen ferdî görevlendirilme ile ilgili bilgiden ibarettir. Burada önemli olan, bilgiye çağrıdır. Arzî ve semavî güçler, tabiî ve fizikî nitelikler, harekete geçiren güçler (kuvve-i muharrike), iç güdüler ve dış şartlar, dünya görüşü ve tecrübeler, kişinin öz benliğinde mevcut gizli ifşa, bütün bunlar bir arada yetkili kılınanı bilgiye götürür. Biz burada hayatın dinî ve metafizik sırlarının mutlaka yaşanması ile edinilecek bilginin izafî (göreli) muhtevalarını araştırmıyoruz. Daha önce de işaret ettiğimiz şu iki yönlülüğü bilhassa göz önünde bulunduruyoruz: Dünyanın yapısına dair nesnel bilginin yanında, o yapı içinde yer alan varlıkların işlev ve mahiyetlerine dair öznel bilgiye de her zaman rastlamak mümkündür. Bunların hangisi önce, hangisi sonra gelir tartışması anlamsızdır. İkisi de ilk düzen bilgisidir. Biri diğerinin türevi yahut sonucu değildir. Ama birbirine geçirilmiş olmaları anlamlıdır. Bu insicamı bu kadar daraltan şey, özel metafizik bir önem bilincinden başka bir şey değildir. Bu noktada mürşidi peygamberden ayrı tutuyoruz. İkisi de bir “misyon”u ifa ediyorlar. Ama daha ziyade peygamberi tanımlayan bu temel nitelik11, tek başına onu mürşitten ayırmaya yetmiyor. Aksine, peygamberin şahsı kendisine verilen misyon açısından kesin önem taşımazken mürşit, ifade edildiği gibi, “metafizik” bir önemin taşıyıcısıdır. Dünyanın gidişatı da dikkate alındığında mürşit, yerine bir başkasının da görevlendirilmiş olabileceği inancını taşıyan peygamberden daha önemli olmaktadır. Mürşidin önemi her zaman metafizik niteliğiyle sınırlı kalmıyor; Buda örneğinde olduğu gibi, şahsı da son derece önemlidir. Çünkü Buda, kutsal hakikatin mucidi ve habercisi olarak görülmüştü. Şimdi mürşidin şahsına verilen önemin mutlak kılınması 11 MAX WEBER, Din Sosyolojisi’nde (VI. ) sosyolojik anlamda peygamberin ne olduğunu soruyor. Peygamberleri önce, (sosyetik) öğretmenler ve mistagoglar olarak ikiye ayırıyor ve bunlara bir de “ahlâk” (etik) ve “örneklik” peygamberleri ilave ediyor. Sonuncusu, bizim “mürşit” anlayışımızla yakın ilişki içindedir, ancak WEBER’de iç dünyasına göre karakterize edilmekten mahrum kalıyor. “Cemaat” da hakimiyet biçimleri sosyolojisinin bakış açısıyla araştırılıyor. Burada önemli olan, WEBER’in diğer araştırmalarında akılcı bir konsepte oturtulan “karizma” (cazibe) kavramıyla ilgili olarak ortaya çıkan sevindirici çelişkidir. Bu durum, daha alt seviyediki dinler açısından daha verimli hale getirilebilir. Etnolojik araştırmalarda ve teoride bu öğreti, (“mânâ” kavramı gibi) başka kavramlarla da karşı karşıya kalabilir. MAX WEBER’in “kişisel” görevlendirilmeyi, imamın aksine, peygamberin bir karakteristiği olarak vurgulaması çok doğrudur. Peygamber; onu, kendisini bir vasıta olarak seçen ve karşısında “metafizik” önemi dolayısıyla bir “önem” ifade etmediği yüce gücün iradesine borçludur. İletişim 2002/15 Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi 163 yönündeki eğilimlerin Budizmde nasıl güçlendiğine bakalım: Bilindiği üzere, “kuzey” okullarında mürşit (Buda) ilah oluveriyor, hatta itikadı şahsını ebedileştiriyor, Budaların geçmişte hep varoldukları ve bundan sonra da aynı gaye için tayin edilmişlerin (Bodhisattva’ların) hep olacaklarına inanılmaktadır. Belli bir noktanın aşılmasından sonra, o emsalsiz kişiyi yüceltmek amacında olan bu inancın12 zaman içinde ona irili ufaklı sayısız ilah ve azizi ortak eden bir Bodhisattva mitolojisi eşliğinde yeniden izafî hâle getirildiğini yaşadığımız olmuştur. En son araştırmalardan13 öğrendiğimiz kadarıyla İslam’da bile bu gelişme, peygamberin şahsını mutlak kılma yönündedir14 ve bilhassa tasavvufta şayan-ı hayret ve eşine rastlanmayan sonuçlar vermiştir15. 12 13 14 15 Mahayanist panteon tipleri hakkında bk. GRUNWEDEL, Buddhistische Kunst in Indien, 1910; Mythologie des Buddhismus, 1910 ve bilhassa Encyclopaedia of Religion and Ethics’te de la Valec Poussin’in makaleleri; WINTERNITZ, Geschichte der indischen Literatur 1920, c. II; COWELL, Sacred Books of the East, c. XLIX; Budizmin tümüyle ilgili olarak en yeni özlü bilgiler için bk. STEN RONOW, “Bertholef-Lehmanns Lehrbuch der Religionsgeschichte” (1924) adlı eserde. TOR ANDRAE, Die Person Mehammeds in der Lehre und Glauben seiner Gemeinde 1918 adlı eserinde Hz. Muhammed’in peygamberlik özbilincine vardığı gelişmenin son aşamasının, onun görevlendirilişinin bütün dünya için olduğu inancından ibarettir diyor ve O’nun hatemül enbiya (peygamberlerin sonuncusu) olduğunu söylüyor. Yazar, Hz. Muhammed’in daha sonra bağlıları tarafından yüceltildiğini ve bu derecede yüceltilmesi gerektiğine dair Hz. Muhammed’in bizzat kendi ifadelerinde ipuçlarına rastlansa da, O’nun “kendini tanrılaştırması”ndan söz edilemez ve bu yönde en ufak bir beyanı yoktur diyor. Ancak peygamberin doğaüstü donanımı noktasında islami ve mahananist dogma arasındaki paralellikler ilginçtir. Bunun için bk. GOLDZIHER, Vorlesungen über den Islam 1922. Sufizm hakkında Alman dilinde yazılmış ayrıntılı bir eser mevcut değil. Önemlileri şunlardır: THOLUCK, Sufismus sive Theosophia Persarum pantheistica, 1821; BROWNE, Sufismus (bk. RELİGİONS Systems of the World) 1892; GOLDZIHER, Vorlesungen über den Islam l922 (orada bölüm IV); Rich. HARTMANN, Al Kuschairis Darstellung des Sufismus (Türk Kütüphanesi, c. l8, 1914); NICHOLSON The Mystics of Islam, 1914; Studies in Islamic Mysticism 1921; MASSIGNON, La passion de. . . El Hallaj, 1923. Metinde işaret edilen yöndeki gelişme, önce Şia tarafından benimsenmiş ve bunun tipik özelliği Hz. Ali’nin olarak görülmesi, yani imam kültünün Hz. Ali ile başlatılmasıdır. Metafizik açıdan imam öğretisi, Hint Avatara doktrininden ve belli gnostik öğretilerden bildiğimiz kesintisiz ışık cevheri teorisi bağlamında düşünülebilir. Mehdi ile ilgili düşünceler de bununla ilintilidir. TOR ANDRAE, adı geçen eserinde peygamber menkıbesinin gelişimini anlatıyor. Orada Hz. Muhammed, “en kudretli ve en merhametli kurtarıcı”, Allah ile insanlar arasında şefaatçı oluyor. “İnsanın tanrılaştırılması”nın reddedildiği sufist çevrelerde bile, “Allah’ın elçisine duyulan sevgi kusursuzdur. Sevgiden kastımız, pakliktir, sevenin gönlü ve düşüncesi sevilenle dolup taşımalıdır. Her inanan, peygamber sevgisini gönlünde taşımalıdır. Ancak bu şekilde İslam çemberine dahil olunur. ” denmektedir (T. Andrae, a. g. e., s. 259). Bu sevgi, zaman zaman (Andrae’e göre), İslamda aşılması o kadar da kolay olmayan sınırları aşıyor. Mesih kültünün karşısındaki katı monoteizm ile daha sonra ortaya çıkan üstün varlık ve kelam öğretisidir. Geleneksel sevgi ve saygının yanısıra Allah dostuna kavuşmanın yaşandığı mistik coşku da devreye giriyor. Tor Andrae, adı geçen İletişim 2002/15 164 JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ Gelişmeyi genel ve özel olarak bu yönde kanalize eden sebepleri burada irdelemek durumunda değiliz. “Hz. Muhammed’in Şahsı” konulu bir inceleme bize açıkça gösteriyor ki İslam’da peygamber kültünün gelişimi, esas ve öz itibariyle farklı iki tipin (peygamber ve mürşit) olduğu varsayımına karşı bir merci anlamına gelemez. Hz. Muhammmed’e bu metafizik konumu bahşeden peygamber kültüne karşı yapılan itiraz manidardır; bu da bir yana, yine de böyle bir ayırım yapmamızın meşruiyetini tartışmak hemen hemen mümkün gözükmüyor. Bizim içim önemli olan, Max Weber’in dinî-sosyolojik incelemesinde özel önem verdiği göreli (izafi) karizmanın dikkate alınması değil, aksine, meselenin içyüzü bizi daha fazla ilgilendirdiği için, mürşit hayatını ve onun hayatın bütünü için taşıdığı önemi mürşidin yaşantısından yola çıkarak anlatmaktır. Kesin olanı, metafizik bilincin tesirinde ve mürşidin önem ve ödevinde aramamalıyız. Bunu bilincin kendisinde aramalıyız. Mürşidin hayatında asıl belirleyici olan budur. Buradan hareketle onun dünyaya bakışını, düşünce ve davranışlarını anlamaya çalışmalıyız. Dünyanın ve özvarlığın görevlendirilen (mürşit) tarafından üzüntü verici olarak algılanması trajiktir. Mürşide malum olan bu bilgi, bizzat mürşidin hayatına tesiri bakımından da trajik görülebilir. Görevli kılınma sonucunu doğuran mücadelenin güçlüğü, bu bilginin trajik olmasındandır. Fedâkarlık düşüncesi, ilk defa bu mücadelede kabul görüyor. O seçkin insan, kendinden fedâkarlık ederek mücadele verdiğini, müşahade ettiğini, üzüntü çektiğini ve galibiyetinin başkaları için olduğunu, kısaca, şairin dediği gibi, ağacın meyvasının ağaç için olmadığını biliyor. Şeytan tuzaklarının büyüğü buradadır. Budist dogmanın dilinde bu tuzak şöyle tarif edilir: Kendi kurtarıcısı (Pratnekabuddha) olarak kalmak ve herkesin kurtarıcısı (Samasambuddha) olmak gibi müthiş bir görevi reddetmek. Şu ifadelere bakın, mürşidi ne güzel tarif ediyorlar: Fırtınalı, çalkantılı ve huzursuz bir dünyanın ortasında kurtarmasını bilen ve büyük barış düşüncesine kapılan insan; anlamsızlık ve ümitsizlik kaosunun ortasında mana bulan insan. eserinin 6. bölümünde peygamber kültünün oluşumunu anlatırken yabancı tesirlere önemli yer ayırıyor. Peygamber öğretisinde Şia’ya ait görüşlere de temas edilmiştir (a. g. e., s. 297). İletişim 2002/15 Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi 165 Budist menkıbenin çizdiği şu tabloya bakın: Elementler arbedesi ve taarruza geçen ifritler ve ruhlar ordusu, etrafında kıyametler koparırken, diğer tarafta kutsal hakikatlerin sırlarını seyre dalan Buda. Burada yalnızlık (inziva) kastediliyor. Korkunç sessizlik, olağanüstü bilginin şuuruna varmanın verdiği sarhoşluk ile dengeleniyor. Buda, dört hafta boyunca elde ettiği bilginin hazını yaşıyor. Bize ulaşan kutsal metinlerde bu yalnızlık hali sık sık vurgulanıyor16. Bilgi, insanı yalnız ve kimsesiz kılar. Ancak seçilmişi tebliğe zorlayan yalnız bu değil. Sahip olduğu bilginin ışığında yanılgı ve arayış içindeki insanlara acıyor ve böylece içindeki kurtarıcı irade harekete geçiyor. Amacı, onlara özledikleri huzuru getirmek ve doğru yolu göstermektir. İnsanların onun söylediklerini kavrayıp kavramadıklarına gelince, denebilir ki, “bu, yontulmamış bir duyu organı için zahmetli, esrarengiz ve derin bir şeydir”. Buda da bu düşüncededir. Sessiz kalmak ya da dışa açılmak, işte asıl mücadele bu iki motif arasında geçiyor. Ama iç dünyasının derinliklerinde fedakârlık düşüncesi, mürşitliğin olmazsa olmaz bir unsuru olarak hep vardır. Hz. İsa’nın, maruz kaldığı sıkıntılara katlanma noktasında gösterdiği fedakârlık, Mesih olduğunu bilmesinden dolayıdır. İncil’de bildirildiğine göre Hz. İsa, Şeria’da vaftiz edilirken kutsal ruhun tesirinde bu bilince varmıştır. Bundan başka onun hayatında bu şuurun öne çıktığı bir başka an yoktur, en azından tarafımızdan bilinmemektedir Zuhur ettiği andan itibaren ilahî bir görev için gönderildiğinin bilincindeydi. Bu bilinç, başından itibaren onun söz ve davranışları üzerinde etkili olmuştur. Gerek Matyas’ta fidye ile ilgili sözleri, gerekse Johannes’teki hüzün ve ıstırap dolu sözleri hep buna işaret etmektedirler. Bunlardan biri: Hayatımı koyunlar için feda ediyorum. Bir başka sözü: Hiç kimse beni hayattan edemez, aksine ben onu kendimden ediyorum. O, hayatının sonuna kadar kaderi ile barışık olarak üstlendiği görevi aksatmadan yerine getirmiştir. Ancak. ilk andan son ana kadar devamlı olarak, itiraza ve inkâra maruz kalmıştır. Matyas ve Lukas’tan 16 Bu, en ayrıntılı biçimde Suttanipato’da “Das Nashorn” kısmında anlatılıyor. İletişim 2002/15 166 JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ bunları biliyoruz. Matyas’ta Petrus’tan nakledilen şu cümle şaşırtıcıdır: “Efendi, . bizzat kendinden sakın”. Buda’nın Vesali’yi seyrederken Ananda ile yaptığı konuşmanın tam zıddı. Dünyanın mahiyetini ve onun içinde şahsının metafizik önemini idrak, ilahî bir görevinin olduğunu bilmek, kadere rıza göstermek, feragat ve ondan evvel son şahlanış ve duraksama, bütün bunlar Lukas İncili’nden aşağıda aktaracağımız sözlerden daha önemli olmak üzere başka yerde de ifade edilmiştir: “Yeryüzünde bir ateş yakmak için geldim; o ateş de zaten yanıyor, daha ne isteyebilirim ki. Ama önce kendime vaftiz yolu ile bir ad verdirmeliyim; onun tamamlanıp tamamlanmayacağından endişe ediyorum. Nasıl mı?” Antik çağa bir göz atalım. Yunanlıların bildiği Chiron, Achill’e lir öğreten, ölümsüz tanrıçanın ölümlü oğlunu dinî merasimler konusunda bilgilendiren, onu vahşi tabiattan ışık diyarına götüren ve ona geçici hayattan ebedî hayata giden yolu gösteren bilge Kentuar*, kurtuluşa ermiş bir kurtarıcı değil midir? 17 Burada, yakın geçmişe kadar pek çok aşırı taraftarı olan peygamberî düşünür ve kâhin, yürekleri kurtuluş için çarpan dindar insanların hamisi ve Grek muhibbi Hölderlin’in bir şiirle bizlere yeniden kazandırdığı Agrigent’li filozof Empedokles karşımıza çıkıyor. Mürşidî varlık için önemli olan her şeyi bu şiirde görmek mümkün: Hayata derinlemesine bakış, dünyevî sıkıntıları idrak, görevlendirilme bilinci, bu bilince ve kadere rıza, fedakârlık düşüncesi, şeytanî tuzaklar, son karardan önce endişe ve kuşku: İlâhî seciyenin ilâhî tecellisinin * 17 Çevirenin notu: Kentuar, Yunan mitolojisinde başı ve göğsü insan, gövdesi at biçiminde olan efsanevî bir yaratıktır. “Antik kurtuluş öğretileri konusu”, felsefî algılama ve derin yorum açısından BACHOFEN tarafından ele alınmıştır. Bunun için bk. Eskilerin Mezar Semboliği (1859). Yeni araştırmalar daha çok Grek kurtuluş öğretilerine yönelmiştir. Nietzsche’nin Trajedinin Doğuşu ve Kohde’nin Psişe’si yol gösterici olmuşlardır. Romantizm, akıldan ziyade duyguyu öne çıkararak bu meselelere dikkat çekmiştir. Günümüzde yorumlar münferit araştırmaların genişletilmesi yoluyla daha geniş ve ampirik bir temel üzerinde, bundan onlarca yıl önce daha rahat hareket etme imkanı bulmuştur. Bugün bilhassa orfizm araştırmaların ilgisini çekmektedir. Bu konuda bk. KERN, Orpheus 1920 ve Orphicorum Fragmenta 1922; NILSON’un Bertholts Lehrbuch der Religionsfgeschichte adlı eserinde Grek dinine dair ifadeler. İletişim 2002/15 Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi 167 Vasıtasıdır insan. Onu yeniden idrâk eder, Yüreğini aşkıyla doldurur Ve onu ilân eder o fani. Hey, bırakın kabını parçalasın Ki, başka şeyler için kullanılmasın Ve ilâha özgülük, insan eseri oluversin18. Empedokles-Pausanias ilişkisi örneğinde mürşit-mürit ilişkisini Hölderlin’den daha özlü anlatan başka birini bilmiyorum. İrşad hayatının trajik yönünü bu kadar sarsıcı bir tarzda anlatan bir başka yer hemen hemen yoktur. Nietzsche’nin deyişiyle, Antik çağın en kuşkucu fenomeni19 olan Sokrat’ı20 bile burada açıklamaya çalıştığımız manada mürşit telakki etmek mümkündür. Onun da hayatı ve eserleri dünyanın işleyişi, sonu ve metafizik yönü ile ilgili bilginin verdiği elemden az da olsa etkilenmemiş mi dersiniz? Onu en iyi anlayanlardan biri olan Soren Kierkegaard, bir insanın bir diğer insanla girişebileceği en yüksek ilişki olarak Sokrat’ın ebeliğini gösteriyor21. “Çünkü”, diyor düşünür, “doğurtmak insana, yaratmak ise Tanrı’ya mahsustur”. Bunun Sokrat’ın iç dünyasına ışık tuttuğu görüşündeyim; irşadın önemli bir yönünü teşkil eden ve en yüksek mânâda tevekkül yahut teslimiyet diyebileceğimiz fedakârlık düşüncesi böylece tavsif edilmiş oluyor. Sokrat, gerçi şahsına izafe edilen metafizik önem hakkında illeri sürülen iddiaların tümünü reddetmiyor, ama netice itibariyle Elen değil mi? 18 19 20 21 Hölderlin’in Empedocles’i . Burada BACHOFEN’in sezgi temelindeki yorumuna vurgu yapılıyor. Genç kahraman Achilles’i bilgilendiren ve türünün en bilgesi Chiron’un anlatılmasında araştırmacı, tabiî hayatın ölüme müptelâ olduğu, ruhun ölümsüz olduğu şeklindeki bütün kurtuluş öğretilerinin temel düşüncesini görür. Achilles, öğretmeni sayesinde bu harmoniye katılır. “Her şeyin büyüğüne yönlendirilen delikanlı, Thetis’in oğlu, onun eserlerinin harikulâdeliği sayesinde ürkek annenin onun bedenine veremediği ölümsüzlüğü elde ediyor. ” Böylece, öğretmeni zehirli bir ok darbesiyle “zaferle aşılan tellürizmin son büyük kurbanı” olurken o da ışığa kavuşuyor. Sokrates hakkında bk. H. MAIERS, Sokrates. Sein Werk und Seine geschichtliche Stellung, 1933. R. HILDEBRAND, Nietzsche im Wettkampf mit Sokrates und Plato, l923. Burada bilhassa onun Philosophische Brocken (Philosophiske Smuler) adlı çalışması söz konusu Geschichtliche Werke (Diederichs), Sokrates ironisinin araştırılması konusuna hasredilmiştir. İletişim 2002/15 168 JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ O, insanları ahlâkî ve siyasî meselelerde bilgilendirmek noktasında sadece danışman ve rehber değil, bilâkis mürşidî fedakârlığın dışa vurulması olarak algılanması gereken akıbetinin gösterdiği gibi gerçek bir mürşittir. Eflatun da onu böyle anlamıştır. Melankoli ve hüzün, mürşidin fedakârlığa hazır olduğunu gösterir. Bu özelliği, Agrigent’linin (Empedokles’in) kadere boyun eğme hâliyle olduğu gibi mutluluğuyla da dikkat çekmektedir, Sokrat’ın istihzasıyla/ironisiyle (ironi : tersiyle alay) parıldamaktadır; Hz. İsa’nın karanlıktaki pırıl pırıl sözleri gibi. Bu, mürşidin hayatında sürekli tekrarlanan, tekrarlanması icap eden bir hâldir, kadere boyun eğmektir. Bu kabul, mürşidin söz ve davranışlarını ince bir melankoli ve hüzün perdesi ile kuşatan bir evettir. Görüyoruz ki, mürşidin de yükümlülüğü vardır. Üstlendiği görev, ona üstün bir kişi veya Tanrı tarafından verilmiştir. Mürşidî hayat, bütünüyle bu mesleğe alışmak demektir. En yüce kudretle ilişkisi hayatı boyunca sürer. Seçilme anı, tefekkürün belli bir noktaya en yoğun en yoğun biçimde odaklandığı andır; içinde bulunduğu durumu kabullenirken aynı zamanda büyük bir feragatta da bulunuyor: Dünyanın zevk ve şaşaasından, yer ve yardan, bütün bağ ve bağlantılardan feragat. Burada önemli olan, fedakârlık düşüncesidir. Bu fedakârlık, manevî bir mecburiyettir ve kaderin belirlediği tarzda olayın insicamı içinde kendine uygun bir yer edinir. Bu, en geniş anlamda Buda'da ifadesini bulmuştur. Mukaddes metinlerde dünyevî mutluluğun her çeşidi reddedilmiştir. Prens Gotama’ın başından geçenler ve dünyadan kaçışıyla ilgili anlatılanlarda bunu görüyoruz. İlk bakışta bu feragatın hiç de ıstırap verici olmadığı izlenimi edinilmektedir. Çünkü hikmete ulaşanın sırt çevirdiği şeyler, boş, mânâsız ve değersiz şeylerdir. Psikolojik yorum, bu noktada daha derinden gitmek durumundadır. İşte seçilmişin tebliğ ile görevlendirildiği bilgiyi önemli kılan ve onun gözünde dünyevî mutlulukları ve şaşaayı önemsizleştiren budur. O, insanların neşeli, gamsız yaşadıklarını, toprağın her yıl yeniden canlanıp yeşillendiğini hayatın tabiî ritminin iniş ve çıkışları içinde görüyor. Ancak, bunlardan hiç birinin hakiki ve mutlak olmadığını da biliyor. O, hayatını trajik kılan ve onu yapayalnız bırakan sırrı, daha görevlendirildiği anda öğreniyor. İç dünyasında bu bilincin uyanmasıyla o artık günlük hayatın manasız İletişim 2002/15 Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi 169 olaylarının, heva ve hevesinin dışına itilmiştir. Buda ile ilgili olarak nakledilenlerde onun hep dünyevî şaşaa ve zevkler içinde yaşayan biri olarak gösterilmesinin altında, o şaşaa ve zevklerin kendiliğinden ortaya çıkmadan evvel tatsız ve yavan olduklarının bilinmesi yatıyor. Buda’nın Vesali’de hayata ve dünyanın güzelliklerine gönül kaptırdığını anlatan hikâye–buna daha önce işaret etmiştik- bu açıdan anlamlıdır. Ama dünya onun gözünde kalınacak bir yer olamıyor; mürşidî varlık, yersiz yurtsuzdur. “Tilkilerin inleri, gökte uçan kuşların yuvaları var, ama insanoğlunun kafasını sokacak bir yeri yoktur. ” Buda’nın müridi olmak, ana babayı, çoluk çocuğu, ev barkı, kısaca herşeyi “flamingoların gölden çekilmeleri gibi”22 terketmek demektir. Hz. İsa, havarilerine şunları söylemiş: Benim için evini yahut kardeşlerini yahut ana babasını yahut çoluk çocuğunu terkeden kimse, bunun karşılığını yüz misliyle alacak ve ebedî hayatı kazanacaktır. Lukas’ta daha sert bir şekilde ifade edildiğini görüyoruz: Bana gelen biri, şayet ana babasından, karısınıdan, çocuğundan, kardeşlerinden, bacılarından ve yaşadığı hayattan nefret etmiyorsa, müridim olamaz. ve yine Lukas’ta şunu okuyoruz: Sahip olduğu her şeyi terketmeyen, müridim olamaz. Kadın sevgisi de seçilmişi durduramaz. Bu, kadının ve evliliğin lânetlendiği yahut küçümsendiği anlamına gelmez; burada da mukaddes görevin lehine bir feragat söz konusudur. Hedefine ulaşmak için karısını ve küçük oğlunu bizzat terkeden Buda’ya, “Efendim, kadına nasıl davranmalıyız?” sorusunu yönelten Ananda, “bakışından sakınmanız gerekir” cevabını alır. Bunun üzerine Ananda, “şayet onunla göz göze geliyorsak yapmamız gereken ne olmalıdır?” diye bir kere daha sorunca aldığı cevap, “onunla konuşmayınız” şeklindedir. Ananda son olarak, “Ama efendim, buna rağmen onunla konuşursak ne olur?” diye sorunca, Buda şu cevabı verir: “O zaman kendinizi korumak zorundasınız”23. Maras’ın kızları 22 23 “Lieder der Nonnen” (Rahibelerin Şarkıları)”dan alıntı için bk. OLDENBERG, s. 170. Anguttara-Nikaya’nın yedinci kitabında Buda, iffeti kabul ettiğini açıkça belirtiyor. “Eğer Brahman’ın temiz, pâk, saf, yetkin bir iffet değişmesine götürdüğü söylenebilecekse, o taktirde bu haklı olarak bana izafe edilebilir. Catuma Sutta’ya göre mürşidin keşişlere yönelttiği uyarı, müsbet unsurlar ihtiva eder. Bu uyarılarda, nurlanmaya çalışın biri için dört tehlike söz konusudur. Bunlar İletişim 2002/15 170 JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ onu baştan çıkarmaya yeltendiklerinde, kendisi de bu şekilde davranmış ve dünyevî sevginin her türlü tutkusunu reddetmiştir24. Budizmi iyi tanıyanlardan birine25 göre, bu ilişkileri tarafsız bir şekilde anlatan kutsal metinler arasında, mürideyi (kadın müridi) iç ve dış dünyası bakımından mürşitten uzak tutanları görmek mümkündür. Ölmekte olan mürşidin yakınında müridelerden hiçbiri yoktu denmektedir. Dinyavadana’da bir baştan çıkarma hikâyesini anlatan Ananda, hikâyede kadınların gözyaşları ve hüzünleriyle Buda’nın naaşına yaklaşarak kirletmelerine yer verdiği için kınanıyor26. Xantippe, Sokrat ile son olarak vedalaşmak için zindanda göründüğü zaman Sokrat şöyle haykırır: “Ey Kriton, birisi bu kadını alıp eve götürsün!” Empedokles de muhteşem bir şiirinde, son yolculuğuna çıkmadan önce, kadın müritlerinden uzak durur; onlar için geride kalan, sadece ayrılığın verdiği hüzün ve kaybı yaşama duygusudur. Hz. İsa’nın kadına verdiği değeri İncil’lerden biliyoruz; bilhassa Yuhanna İncil’inde, onun kadına bakışı hakkında daha sonraları münzeviliğe kaçan bir takım bilgiler nakledilmektedir. Orada bir havarinin arkadaşlarına söylediği şu sözlere bakın: “Üstad, ekmek ve kap rica edip onları ‘bunlar benim bedenim ve kanımdır’ sözleriyle kutsarken, kadınların yanımızda durmalarına izin vermedi (Marha, Meryem’den dolayı diyor. Sebebi; İsa, kadınları gülerken görmüş ve Meryem de bunun üzerine artık gülmeyeceğim demişti); çünkü daha evvel bizlere ders verirken şöyle demişti: Zayıf, güçlünün yardımıyla kurtarılacak.” En büyük destekçisi, daha sonraları 24 25 26 yıkanmakta olan birinde şu şekilde sıralanabilir: Dalga tehlikesi. Bu, hiddet ve ümitsizliktir. Timsah tehlikesi: Bu, açgözlülüktür. Girdap tehlikesi: Bu, beş hırsı kapsıyor ve köpek balığı tehlikesi: Bu da kadındır. Ayrıca bk. SCHREIBER, Buddha und Frauen (Buda veKadınlar) 1903. Buda’nın Lalitavistra’ya göre Mara’nın kızları yoluyla iğvaya maruz kalması hususunda. bk. WINDISCH, Mara und Buddha, Kap. IV: “Şayet bu o adam ise, biz onu şehvetin zinciriyle bağlayarak bir fil gibi buraya çeker ve onu derhal senin emrin altına alırız” derler babalarına. . Buda, güzel genç kızları oracıkta çirkin birer yaşlı kadına dönüştürür ve sonra onlara şunu der: “Bir dağı çivilerle yıkmak, demiri dişlerle çiğnemek, bir dağı kafa ile parçalamak ve dipsiz denizde bir geçit aramak istiyorsunuz!” OLDENBERG, a. g. e., s. 187. Rahibeler Tarikatının kuruluşu hakkında bk. Agguttara-Nikaya, orada “Gotami” bölümü. OLDENBERG, adı geçen eserinde, Buda’nın Ananda’ya, kadınlara izin verilmemiş olsaydı kutsal hayat tam bin yıl sürecekti, ama şimdi ise beş yüz yıl sürecek dediğine yer veriyor. İletişim 2002/15 Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi 171 kendisinden kadın düşmanı olarak söz edilen Petrus’tur. Gnostik kitabın Meryem’ine Bistis Sophia’nın şöyle dediği naklediliyor: “Petrus’tan korkuyorum. O beni tehdit ediyor, kadın cinsinden nefret ediyor”27. Ancak, İncil’in asıl istikâmetini tek taraflı olarak bozan ve sonradan eklenen metinlerine burada temas etmemize gerek yoktur. Hayatı boyunca başını sokacak bir yere sahip olmayan üstad, kadına hiçbir zaman âşık olmamıştır. Justin, Tertullian, Clemens ve Orgines gibi din büyükleri bunu böyle biliyorlardı28. Daha sonraki metinlerde, onun bu takvayı başkalarına da tavsiye ettiğini görüyoruz. Bu noktada Mısır İncili’nin malûm kısımlarını burada hatırlatmak istiyorum. Yuhanna İncili’ne göre, Yuhanna’nın evlenmesine bizzat Tanrı engel olmuştur29. Burada anlatılanlar ile Ananda’nın şeytana uyma ve Buda’nın buna müdahalesine dair rivâyet arasında dikkate değer bir benzerlik var. Matthaeus’un gizemli sözü (19,12) böyle bir ilişkilendirmeyi haklı çıkarır gibidir. Gnosis hareketi mensuplarından Marcion’un İncil’inden, Yahudilerin Hz. İsa’yı evlilik kurumunu ve aile bağlarını tahrip etmekle suçladıklarını öğreniyoruz. “Takva sahibi Gotama, çocuksuzluğu, dulluğu ve cinsiyetin sonunu getirmek için gelmiştir” tarzında halk arasında dolaşan bir görüş vardı. Bütün bunlar bizim açımızdan şaşırtıcı değil. Mürşit, bu dünyevî bağı da reddediyor. O rabbanî ilham yoluyla edindiği bilgi yardımıyla ebediyen devam eden, kendini sürekli yenileyen ve yaratıklarında kendini sonsuzlaştıran, Schopenhauer’in dediği gibi, içinde her şeyin “dün olduğu gibi bugün de hâlâ birlikteyiz” diyerek birbirine seslendiği tabiat çemberinin dışına çıkıyor. 27 28 29 Hz. İsa’nın maiyyetinde kadınların da bulunuduğunu biliyoruz. Bunun için bk. Luk. 8, 1-3, Matth. 14, 21 ve 15, 38. Johann İncili, mürşidin kadınlara gösterdiği derin anlayışa tanıklık eden pek çok rivâyet ihtiva ediyor. W. BAUER, Das Leben Jesu im Zeitalter der neutestamentlichen Apokryphen, I. Kap , II. Kap. 6, 8. Johannes’in ölümünden önce yaptığı sarsıtıcı dua için bk. Joh. -Akten, s. 112 vd. Yuhanna, daha sonraki zamanlarda bekâretinden dolayı devamlı olarak övülmüştür. Bu konuda bk. BAUER, a. g. e., s. 324, dn. 3 ve HENNECKE, Apokryphen, 1924, s. 119, İletişim 2002/15 172 JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ Bu feragat onun misyonuyla derinden ilişkilidir. Mürşidî varlığın özünde mevcut olan bu feragatin, mürşit tarafından sistemleştirilerek talep haline getirilip getirilmediği hususu o kadar önemli değil. Yalnızlık, bu açıdan da mürşitliğin önemli bir özelliği olarak karşımıza çıkıyor. Hiç kimse bu yalnızlığı paylaşamaz. Müritler de. Mürşidin bildiklerini gizlemek, zor yolu terk etmek, yanlış anlaşılmak ve her türlü hayal kırıklığından sakınmak noktasında bir an için tereddüt geçirdiğini görmüştük. Hz. İsa’dan buna benzer bir şey naklediliyor. Ancak en yakın arkadaşları tarafından bile yeterince anlaşılmamaktan derin üzüntü duyarak son anda, “ Rabbim, mümkünse beni bu görevden affet” şeklinde dua edip, göstermekte olduğu fedakârlıktan kurtulmak istemiş olabileceği gibi bir düşünceyi aklımızdan geçirmek bile hatadır. Mürşit, hakikatı kendine açık ruhlara indiremediği takdirde bütün çektiklerinin ve fedakârlığının boşuna olacağını elbette bilir. Hz. İsa ve Buda örneğinde misyonla ilgili ilk olaydan sonra mürit seçimi gelir. Buda’nın ilk müritleri Benaraslı beş dindar kişidir. Bunlar, Buda’nın ortaya çıkmasından evvel onunla birlikte çile çekmiş, takva sahibi kişilerdir. “O devirde dünyada altı aziz vardı, Buda ve beş müridi. ” Hz. İsa ortaya çıkıyor ve yanına çekmek istediklerine “Beni takip edin” diyerek çağrıda bulunuyor. 30 Onun bu seçimi, liyakata göre değil, kader birliğini önde tutan bir anlayışa göredir ki bu da doğrudur31. Seçtikleri; en asil, en iyi ve en becerikli kişiler değil; oldukça içten bir yakınlıktan ötürü kalbinin kendilerine meylettiği kişilerdir onlar. Mürşitle onlardan her biri arasında, mürşidin merkez noktasını teşkil ettiği cemaatin yapısından farklı olarak, özelliği ve rengi müridin kişiliğiyle belirlenmiş bir ilişki vardır. Mürşit imajı, bunların her biri için mecburî olarak farklıdır; onun şahsiyetinin, mizacının ve zihniyetinin (“relatives Apriori: göreceli önsel”) rengini taşır. 32 Ancak buna rağmen yine de müritler mürşidin gözünde bir birlik oluşturuyorlar. Bu noktada belki mürit tarzlarından söz etmek 30 31 32 Buda müritlerinin sosyolojik açıdan değerlendirilmesi konusunda bk. OLDENBERG, Kısım I, Böl. IV. HANS BUHLER’in Die Aristie des Jesus und Nazareth (İsa ve Nâsıra) adlı kitabı (1921). Orada, Die Jüngerlehre (Mürşit Öğretisi) başlığını taşıyan 11. bölüm, bizim burada dile getirdiklerimizle kimi noktalarda benzerlikler gösteriyor. Religionswissenschaft (1924) adlı kitabımızın 4. bölümünde bu tasnif geliştirilmiştir. İletişim 2002/15 Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi 173 mümkündür. Nasıl ki bir Elen, bir sufî tarzı mürit varsa, aynı şekilde bir Mesih tarzı mürit, bir Buda tarzı mürit de vardır33. Mürşit açısından bakıldığında, müridin üç işlevinin olduğu görülür. Birincisi, mürit “bilmeyenlerin temsilcisidir”. Bütün bilgilendirmelere ve mürşit ile beraberliğe rağmen mürit yine de eğitilmeye muhtaçtır, mürşidi ve fedakârlığın ne anlama geldiğini kavrayamaz. O, kısmen mürşide, kısmen de hâlâ “dünya”ya aittir. Bundan dolayı mürit ile mürşit arasında, mürşidi devamlı olarak yalnız bırakan bir uçurum vardır. Mürşit, bunun farkındadır ve ayrıca yüklendiği bilginin ağırlığından dolayı sevdiklerinin kurtarılmış olmasından da memnundur. Ama tereddüt anlarında bundan acı çeker. İkincisi; mürit, mürşidin arkadaşıdır. Ona olabildiğince yakındır. Onun dış varlığını paylaşarak hayatını kolaylaştırmaya çalışır. Onun hizmetine her zaman amadedir. Kimi ulvî anlarına tanık olur. Bu anlar, mürşidin kendi durumu ve bilgisiyle ilgili olarak müritlerine kavrayabildikleri ölçüde ifşada bulunduğu anlardır. Hz. İsa, Yuhanna İncil’inde kendisine yakın insanlara olan ihtiyacını müritlerine seslenerek dile getiriyor : “Sizlere ihtiyacım var, bana gelin!” Bu çağrı, müritlere sadece temsilci gözü ile bakanlara Tanrı’yı gücendirici gelebilir. Üçüncüsü, müritler mürşidin havarileri, “öğretmen”in tebligatçılarıdır. Mürşit ve mürit ilişkisinin mürşidî varlık açısından söz konusu edildiği bu noktada bizi en az ilgilendiren husus da budur. İncil, bize Hz. İsa’nın müritlerinin tarihî kişiliklerinde müritlere çeşitli rollerin izafe edildiğini açık seçik bir şekilde göstermektedir. İncil’in kanonik (kaide koyucu) ve sonradan eklenen metinlerinde müridin temsilci yönü, Petrus’un şahsında son derece güçlü, derin ve dokunaklı bir tarzda ifadesini bulurken, İncillerin yoldaş, mürit muhibbi Yuhanna’nın şahsında ise düşünce öne çıkmaktadır. Mürşit ile “ikrar ve itiraf eden mürit” arasında geçen epizotlardan şu unutulmaz ikisini hatırlayalım: Batmakta olan Petrus’un 33 İlk müritlerin görevlendirilmesi, bilindiği gibi, Sinoptikler ve Yuhanna tarafından farklı anlatılır. Ayrıca, Markus, Matthaeus ve Lukas arasında da farklar vardır. İletişim 2002/15 174 JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ kurtarılması (Matth. 14) ve Petrus’un sadakatsizliği (Luk. 22)34. Yuhanna’nın Tanrı tarafından sevildiğini İncil’den biliyoruz. Yuhanna İncil’inde (böl. 98) Tanrı ona, “Yuhanna, birinin bunları benden duymasını istiyorum, söyleyeceklerimi dinleyecek birine ihtiyacım var” diye seslenir. Yeniden antik devir şahsiyetlerine dönüyoruz. Durum biraz farklı, ama mürşit açısından mürit hep aynı mürittir. Hölderlin’in Empedokles’e arkadaş ettiği Pausianas’ın o dokunaklı güzel görüntüsünde bu husus açık bir şekilde ifadesini buluyor: Mürşide yakın, onun teveccühünü, güvenini kazanan, ama yine de mürşidin sık sık aydınlatmak ihtiyacını duyduğu yegâne insan; ulaşılabilecek en yüksek ve en son dereceyi, mecburiyet ve inzivayı anlayamayan ve buna rağmen mürşidin kendisine “ey oğul, ruhumun oğlu” diyerek herkesten çok sevdiği insan yahut Sokrat’ın mürit çevresinden tanıdığımız kimi şahsiyet ve isimler. Yakın geçmişin büyük terbiyecilerinden Zerdüşt de Sokrat çevresinden sayılır. Buda’nın etrafında toplanan müritlerle ilgili olarak şu ifadeler kullanılmıştır: Onların her biri kendine özgü bir tiptir, bizlere şu şekilde nakledilen kişiler değildirler: “Büyük müritlerin her biri, diğerlerine ayırtedilemeyecek derecede benziyor. Her biri iç huzurun, iffetin, Buda’ya sadakatın ideal birer örneğidir”35. Onlar mürşit tarafından sürekli olarak aydınlatılmaya çalışılan, acı çektiren ve yanıltan bir dünyanın temsilcileridir. Ancak onların bazıları bizler için hâlâ diridirler: Kondanna, saliklerden biri; Sariputta’daki zat, Tanrı’nın Petrus için kullandığı şu sözlerin benzerine muhatap olma şerefine nail olmuştur: O, dünyaya hükmeden bir hükümdarın en büyük oğlu gibidir. Kralın izinde yürüyor ve onun yeryüzünde hareket ettirmeye çalıştığı hâkimiyet çarkını onunla birlikte harekete geçiriyor. Esrarengiz bir güce sahip olan dostu Maha34 35 Hz. İsa’nın müritleri hakkındaki dinî literatürden bildiklerimizin tümü HENNECKE tarafından Neutestamentliche Apokryphen (1924) adlı eserde sistemli bir şekilde verilmiştir. Orada konumuz açısından önem taşıyan metinlere yer verilmiştir. Ayrıca bk. LIPSIUS, Die apokryen Apostelgeschichten und Apostellegenden 1882; SCHERMANN, Propheten und Apostellegenden 1907. Mürit aziz Simon Petrus’un mürşitten duyduğu sözü bizlere nakleden Yuhanna İncil’idir: “Gerçekten, ama gerçekten sana söylüyorum. Gençliğinde kuşanıp dilediğin yere gidiyordun. Ama şimdi yaşlanıyorsun ve biri elinden tutacak ve seni istemediğin bir yere götürecek. ” İletişim 2002/15 Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi 175 Moggalana’nın görevlendirilmesine dair Makavagga, bizlere güzel bir hikâye naklediyor36. Bunlardan başka Kassapa, önceleri berberken, sonra gerçek bir havari olan Upali, oğul Kahula37, Devadatta38 ve bizlere mürşidi herkesten daha iyi tarif eden Ananda Upatthaka39. Daha sonraki zamanlar bu müritlere farklı öğreti ve özdeyişleri telâfuz ettirmiştir. Mürşidi överek cahil ve yanılgı içindeki insanları doğru bildikleri yola sevk etmek için bıkmadan ve yorulmadan çalışan kişiler her devirde vardır. Sutta-Nipata, Theragata’da (keşiş şarkıları) geçen müridin ikrar ve itiraf tarzındaki şu sözlerini naklediyor: Onu ruhumla görüyorum, Gözlerimle görüyor gibi. Yorulmadan, gece gündüz demeden Sabaha kadar intizar ediyorum Ona hürmeten. Onu hissediyorum, Ondan ayrılamıyorum. 36 37 38 39 OLDENBERG, Buddha, s. 177. OLDENBERG, birinci kısmın üçüncü bölümünde ilgili metni tercüme ediyor ve her müridin iyi vasıflarını tek tek sayıyor. Aynı konu için bk. Encycl. Of Rel. Und Ethics ve KOEPPEN, Die Religion der Buddha, s. 100 vd. Orada müritlere ait Moğol, Çin ve Tibet isimlere yer veriliyor. Bunlar münferit kanon metinlerinde kar şımıza çıkıyor. Meselâ, Viyana Metinleri, MejjhimaNikaya, Theragatha. Sanatta daha çok karşımıza çıkıyor. Türkistan’daki duvar resimlerine bu çerçevede dikkat çekmek istiyorum. LE COQ, bunları Die buddhistische Spaetantike des Mittelasiens, III, Teil 2’de yayımlamıştır. Rhys Davids’in İngilizceye, Dufoit’in Almancaya tercüme ettiği hikâyelerde de bunlar büyük rol oynuyor. Buda çevresinden iki önemli mürit olarak Sariputta ve Maha-Mogallana bilinmektedir. Buda’nın Brahman geleneğindeki hayat hikâyesine göre bu müritlerin tercih edilmesi, diğerlerin homurdanmasına sebep olmuştur. Daha sonraki gelenek, bu ikiliyi bütün müritlere teşmil ediyor. Buda’ya intisapları, Vinaya’da anlatılır. Genellikle yorumlar eşliğinde veriliyorlar. MijjhimaNikaya’da mürşidin sıkı fıkı dostlar arasında yaptığı karşılaştırma dikkate şayandır. Sariputta, “sağ elin müridi”, “kanunun uygulayıcısı” şeklinde tavsiflerde takdim edilir. Buda’nın en önemli müritlerindendir. Buda’nın ölümünden sonra Sariputta, öğretiyi yaşatacak (Sutta Nipata). Anupada Sutta, Buda’nın ondan övgüyle bahseden bir konuşmasını naklediyor. Majjhima-Nikaya’nın Upalisutta’sı, Upalis’in görevlendirilmesini ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Müridin mürşide intisabı ile son bulur. Buda’nın oğlu Rahulo sık sık öne çıkıyor. Bu çocuğun dünyaya geliş öyküsünün sonradan şekillenmesini ( OLDENBERG : 122) ve ( KERN : 56)’de okumak mümkün. Eulavagga’da bu kötü hakkında ilk habere rastlamak mümkün. Buna göre o, mürşidin ıslahı mümkün olmayan bir kuzenidir. Darbeleri, azizin mucizeleriyle etkisiz hâle getiriliyor. İletişim 2002/15 176 JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ Hz. İsa, müritleriyle fazla ilgilenmemiştir. Onlar daha çok sanatkârların dikkatini çekmiştir40. Bilhassa orta çağ yükselme dönemi Alman ustalar, meçhulden gelip meçhule giden, Mesih’i refakat eden, son derece etkileyici ve muhteşem bir tarzda stilize edilmiş tipler arasında yer alan o olağanüstü şahsiyetleri yeniden keşfetmişlerdir. Hz. İsa ile birlikte olmuş insanlara duyulan ilgi, birkaç asır boyunca canlılığını korumuştur. Bunu doğrulayan zengin bir literatür mevcuttur41. Bu cümleden olarak, Petrus’un hayat çizgisini takip ettiğimizde, kendimizi bir anda onun sihirbaz Simon ile giriştiği mücadelenin içinde buluyor, kızının başına gelen trajik olayları öğreniyor ve kendisinin tüyler ürperten bir şekilde çarmıha gerildiğini görüyoruz. Asya’nın hiç evlenmemiş havarisi Yuhanna’ın hayatına bakıyoruz, ona da olağanüstü olayların izafe edildiğini ve yaşadığı mutlu sonu görüyoruz. Bartholomaeus, Hint putlarıyla mücadele etmiş; Jacobus Zebedaei, bir büyücü ile savaşarak İspanya’yı Hıristiyanlığa davet etmiş; Jocobus Alphaei, tapınağın tepesinden aşağıya atılırken bile düşmanlarına mürşidinin sözleriyle dua etmiş; Matthaeus, mürşidi uğruna korkunç ıstıraplara katlanmıştır. Andreas’ın sarsılmaz ihlâsı, Anadolulu havari Philipp’in korkunç bir şekilde katledilerek şehit edilmesi, havari Thomas’ın Hindistan’daki yaşantısı ve faaliyetleri ve daha çocuk yaşta geleceğin mürşidinden haber veren Simon Zelotes’in Babil ve İran’da yaşadıkları, işte bütün bunlar bizlere mürşidin hayatı ve müritleriyle ilişkileri hakkında pek çok şey anlatmaktadır. Bunlar arasında inanılır ve ilgi uyandıran şeyler olduğu gibi, inanılması zor ve tiksindirici şeyler de vardır. Yuhanna’ın mürşidin müritleriyle olan son beraberliği tasvir eden o gizemli yazılarından etkilenmemek elde değildir. Bunlar bilhassa mülhit çevrelerin yazılarında anlatılmaktadır42. Müritler, bu çevrelerden büyük ilgi görüyorlar. Ephraem Tefsiri’nde geçen şu ifadeyle onlara bir tür metafizik önem 40 41 42 Ananda, Buda’nın kuzenidir, ona en yakın mürittir. Metinlerde onu hep mürşit tarafında görüyoruz. Ona yirmibeş yıl hizmet etmiştir. Ölüm anında da yanında bulunmuştur. WINTERNITZ, Geschichte der indischen Literatur II,18, s. 223; RICHARD WAGNER, Siegern; KERN, Der Buddhismus V, S. 153. Güzel sanatlar dalında: Fr. X. KRAUS, Die Geschichte der christlichen Kunst 1886, c. I; Realenzyklopaedie der christlichen Altertümer’de aynı araştırmacıya ait makaleler; WAAL ve WILPERT’in Das Burgersche Handbuch der Kunstwissenschaft’ta yer alan çalışmaları. Hıristiyanlık karşıtlarının kafalarındaki İsa’nın müritleri ve mürşitleriyle ilişkileri konusunda Yahudi kaynaklarında da bilgiye rastlamak mümkün. Bk. BAUER, Das Zeitalter Jesu, S. 463. İletişim 2002/15 Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi 177 atfedilmektedir: “Ben daha dünya yaratılmadan sizleri seçtim”43. Bütün bunlar gösteriyor ki mürşit ile ilgili menkıbeler sonradan şekillendirilmiştir. Normalden daha büyük gösterilen bu keramet sahiplerinden ve hâllerinden – ki bunlarla Mahayana Sutra’nın mürit tipleri arasında bir benzerlik var (meselâ, Saddharma-Pundarika’yı, “İyi Dinin Lotus” unu burada zikredebiliriz)44- daha güzel, daha hakiki olarak İncillerin gerçeğe son derece yakın mürit tiplerini görüyoruz. Daha sonraki bir zamana ait ve sadeliğin büyüklüğünden nasibini alamamış bir reddiye (apoloji), onların insaniyetini mazur gösterme gereğine inanmıştır; “Allahsız köpeklerin” kendisini aldatarak tuzağa düşürdükleri şeklinde bir iddianın Petrus’a izafe edilmesi suretiyle inkârı açıklamaya çalışan rivâyet, Lukas İncil’inin sade anlatımı karşısında ne kadar da edep ve gerçek dışı kalıyor! Kaldı ki bu tür rivâyetlerin45 bitmez tükenmez canlılığı, onların son derece insanî olmalarından ileri geliyor. Temiz insan olmak, müritliğin özüdür. Petrus metinlerine göre Mesih, müritlere işaretle, “qui mecum sunt, non me intellexerunt”diyorsa da, biz bu şekilde algılamamanın derin bir mecburiyetten ileri geldiğine inanıyoruz. Etrafındakilerin insan oldukları kendisine her hatırlatıldığında mürşidin acı ve ıstırap duyduğu muhakkaktır; ancak o bunun başka türlü olamayacağını da bilmektedir. Hz. İsa Yuhanna İncili’nde “Sizlere söyleyeceğim daha çok şey var, ancak sizler onları kaldıramazsınız” demektedir. Mürşit, kendisiyle kader birliği yapan bu insanları sevginin engin ve hâlden anlayan bakışıyla kucaklıyor, onlara hayır dua ediyor, ancak yalnızlığın verdiği kasvet ve fedakârlık düşüncesi içinde uzaklıklarını hissediyor, ilgi bekliyor, ancak bu bir türlü mümkün olmuyor. Bu durumu en çarpıcı biçimde, Matthaeus’un Gethsemane’deki mücadele ile ilgili 43 44 45 Mürşit, müritlere zaman zaman çocuk, yetişkin ve aksakallı biri olarak görünür: Joh. -Akten 88; Petrus-Akten 21; Thomas-Akten 48. Bunlar için bk. HENNECKE, Apokryphen, s. 173. Müritlerin yüceltilmesi konusunda: BAUER, a. g. e., s. 428 ve HENNECKE, s. 113. Metinler için bk. E. SCHMIDT, Koptisch-Gnostische Schriften 1905. Hz. İsa’nın müritleri hakkındaki literatür oldukça zengin ve dağınıktır. Bunları kilise ve din tarihi kitaplarında tek tek aramak gerekir. Çoğu da monoğrafi şeklindedir. Bu konuda yapılmış en son çalışma: SCHÜTZ, Apostel und Jünger, eine quellenkritische und geschichtliche Untersuchung über die Entstehung des Christentums, 1921. İletişim 2002/15 178 JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ rivâyetinde görüyoruz. Orada mürşit, müritlerine şunu soruyor: “Bir saat de olsa benimle olamaz mısınız?” Anlatıldığına göre, o geldiğinde, onlar hâlâ uyuyorlardı. O, bunun üzerine onları orada bırakıp uzaklaşıyor ve dua ediyor. Ama üçüncü gelişinde onlara şöyle sesleniyor: “Vakit geldi!” Mürşit, başına gelecekleri bilerek ve bekleyerek onları sık sık uyarmıştır. Ama onlar bunların hiç birine kulak vermediler; meçhûlleri olan bu sözlere bir anlam veremiyorlardı. ” Bütün müritler kördür. Petrus’un inkâr edilmesi, müritlerin esaretten kaçışları, Petrus’a inanılması ve veda yemeğinde bir araya gelinmesi olayları hep yanyanadır. Mürşidin büyüleyici ve cezbedici görüntüsü, müritler için her zaman hem son dayanak, hem de en üst seviyede çağrı özelliğini taşır. Bunun içindir ki, kendini zirvede hissediş ile aşağıda hissediş hâlleri yanyanadır demek mümkündür. Mürşit; müritlere, öğretinin sırlarını öğretmek amacıyla, onları özgür kılacak ruhî yükseliş hariç, her şeyi öğretebilir. Bu noktadan baktığımızda, hayatı sürdürmenin yeni bir trajedisini görüyoruz: Son yolun, en zor yolun her kesin bizzat kendisi tarafından alınması gerektiğini ve sevdiklerinden hiçbir şey esirgemeyen mürşidin yolun bu son kısmında onları yalnız bırakmak zorunda kalacağını bilmek. Mürşidin ne kadar zor bir görev üstlendiğini hiç kimse bilemez. Bunu Markus’un şu gizemli sözünden anlamak mümkündür:”İçtiğim kadehten içebilir ve vaftiz edildiğim şekilde vaftiz edilebilir misiniz?” Mürşit, müridin ruhunda böyle bir yükselişi bekler. Bunu, mürşit ile onun sırrını ifşa eden arasındaki akıl almaz ilişkiyi açığa vuran şu ricakâr sözde görüyoruz: “Ne yapacaksan hemen yap”46. Mürşidin görev üstlendiği anı bir sır haline getirmesi, mürşitliğin gereğidir. Zerdüşt düşünürünün biyografı, kitabının “Sokrat” başlığını taşıyan bölümünde bu esrarengiz şahsiyeti anlatırken, mürşidî mevcudiyetin 46 Mürşit, Juda’nın karanlık tipi hakkında şunu söylüyor: “Ekmeğimi yiyen kimse, beni çiğniyor” (Joh. 13,18). Bu tip, daha sonra gelenleri de hep düşündürmüştür. Bilhassa Orignes, onun ve mürşitle ilişkileri konusunda bize bazı görüşler aktarmıştır (HENNECE, S. 123). Şeytan tarafından baştan çıkarılmış biri olarak anlatılır. CREIZNACH, Judas Ischarıoth in Legende und Sage des Mittelalters 1875; PORTE, J. J. İn der bildenden Kunst (Diss. 1883); WREDE, Vortraege und Studien 1907. İletişim 2002/15 Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi 179 gereği olan son suskunluktan ve büyük mürşidin tavır değişikliğinden söz ediyor47. Bu, Grek kokuyorsa da, yine de bütün mürşitlerin ortak bir yönüne işaret ediyor. Mürşidin kalıcı tesir icra etmesi, en derin anlamda, pedagojik anlamda tavır değişikliğinden ileri geliyor. İşte kurtarıcı gücün sırrı da burada yatıyor. Dünyanın mahiyeti ve acı hakikat idrâk edilmiş ve aşılmıştır. Ama mücadelenin ne kadar zor geçtiğini, acının ne kadar derin olduğunu hiç kimse öğrenmeye mezun değil48. “Ta ki kaptan ölüleri yükten saymasın”(Klopstock). Müridin mürşitte gördüğü tavır değişikliği, bilinçli iyilik ve hüzünlü bilgelik tarzındadır. Yuhanna metinlerinde mürşidin müride tekrarlatılan şu sözünde olduğu gibi: “Çünkü ne isen onu görürsün; sana gösterdiğim gibi. İşte bu kadar. Ama ne olduğumu, ancak ben bilirim, bir başkası değil. Bana ait olanı bana bırak, sana ait olana ise benim penceremden bak!” Mürşidî mevcudiyet bu açıdan da çağrı anlamına geliyor. Onun varlığı –ki bu bütün mürşit tipleri için geçerlidir- derin ve gizli bir trajediyi açığa vuruyor. Bu çağrı başından beri diyalektiktir. Eğitmek ve yetiştirmek isteyen mürşidin müritten istediği, maddî ve manevî fedakârlıkta sebattır. Ona yol gösterir. O, önderdir, babadır, kurtarıcıdır. Bu tarzda bir ilişkiye bilhassa şivaitik guru uygulamalarında rastlıyoruz49. Şeyh, guru, zaddik, bütün bunlar, sırları bilenler, ruhları yönlendirenler ve kurtuluşa açılan kapılar olarak, müritten, başka bir deyişle “oğul”dan geniş mânâda sadakat istiyorlar. Mürit, şeyhin oğludur. İbnü’l Arabî, bunu şöyle bir benzetme ile izah ediyor: “Kalbin, gönlün oluşumu, manevi doğuş, ana rahminde bedenin baba sperması yoluyla oluşumu gibidir”. Müridin manevî mevcudiyetinin sırrı, gönlün eğiliminde ve şeyhin ona müdahalesindedir. Hz. İsa, bu doğuşa 47 48 49 BERTRAM, Nietzsche 1918. Bu trajik olay, sanat alanında da dile getirilmiş, meselâ Pfitzer’in harikulâde “müzikal menkıbe”sinde olduğu gibi. Geç antik dinler için bk. REITZENSTEIN, Die hellenistischen Mysterienreligionen 1920; EUMONT, Les Mysteres de Mithra 1902; DIETRICH, Eine Mithrasliturgie 1910; SCHOMERUS, Der Çaiva-Siddhanta, eine Mystik Indiens 1912. “Zaddik” konusunda teori ve pratiğe dair: BUBER, Die Legende des Baal-Schem 1908; HORODEZKN, Der Zaddik, Archiv für Religionswissenschaft, c. XVI, 1913, s. 145. İletişim 2002/15 180 JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ işaret ederek, “iki kere doğmayan cennete girmez” demiştir. Mürit, manevî babasına itaat etmekle yükümlüdür. Dhun Nun, “hakiki müridin mürşide itaatı, Tanrı’ya itaattan da çok olmalıdır” diyor50. Burada meselenin bir başka yönüyle de karşı karşıyayız: Mürşit, müride adres olarak kendini göstermekle kalmaz, aynı zamanda onu kendinden uzaklaştırır. Sokrat’ın öğrencilerini etkilemek için kullandığı o sert ve acı, ama istihzasından olağanüstü bir şekilde ivme alan usulünü hatırlayalım. Bu yöntem, müridi bizzat müridin kendisine yönlendirme olayı için iyi bir örnek teşkil ediyor. Buda’nın müritlerini etkilemek için takındığı kesin ve mesafeli tavrı hatırlayalım ve nihayet Hz. İsa’nın şu sözü: “Bana iyi diyorsun, oysa tek olan Allah’tan başka hiç kimse iyi değil. ” Buraya kadar mürşit ve mürit ilişkisini inceledik, mürşidî mevcudiyet konusunu vurgulayarak meseleyi irdelemeye devam edelim. Ancak ondan önce, mürşit tipinin en anlamlı tarihî şekillenmesini antik-grek mürşit tipinde bulduğunu kanıtlayan iki büyük örneğe işaret etmek istiyoruz. Bunlardan biri Empedokles-Sokrat, diğeri ise, belki en yücesi, İncillerin üstadıdır. Aradaki farkı gören ve bunu kendine özgü belâgati ve derin kavrayışı ile ortaya 50 İnsanı hakikate götüren rehber olarak şeyhin anlamı, yukarıda işaret edildiği üzere, zaman içinde giderek genişlemiştir. Bu konu ünlü şeyh Suhreverdi’nin “Tavârif’ul Maarif”(1891 yılında CLERKE tarafından İngilizceye tercüme edilmiş) adlı eserinde ele alınmıştır. Orada mürit-şeyh ilişkisine bin bölüm ayrılmış olup şeyh, ihvanlarının ortasında yer alıyor, Hz. Muhammed’in ashab içindeki yeri gibi. Müridin mürşit ile ilişkilerinde riayet etmesi gereken 15 kural zikredilmiştir. Birincisi, şeyhe tam güvendir: “Mürit, bir başkasını daha mükemmel görmeye başladığı an, aralarındaki bu sevgi bağı gevşer. Şeyhin sözlerinden giderek daha az etkilenmeye başlar. Çünkü sevgi, şeyhin söz ve davranışlarının etkili olmasını sağlayan vasıtadır. Sevgi ne kadar büyük olursa, şeyhin önemi de o kadar büyük olur. ” Onbeşinci kural: “Şeyh hakkında konuşulduğu zaman, dinleyenlerin algılama güçleri dikkate alınmalıdır”. Mürşid-i kâmil ve kemâlin ender görüldüğü, gizli tutulduğu anlatılıyor. El-Kuşeyri’nin sufizm hakkındaki düşüncelerinde mürşid ve müride dair önemli hususlara yer veriliyor. Adını bu “mürşid kültü”nden alan şeyh tarikatı son zamanlarda önem kazanmış. Yeni araştırmalardan öğrendiğimize göre, bundan “bab” tarikatı ortaya çıkmıştır (bk. BROWN’un çalışmaları ve RÖMER, Die Bâbî Behâ’î, 1911). Bu tarikat, Şii öğretisinin beş esasını (Allah’ın birliği ve adaleti, peygamberlik, imamet ve kıyamet) şu dört esasla karşılıyor: Allah’ın birliği, peygamberler, imamet, Bâbiyyat. (“Şiiler arasından her zaman mükemmel bir insan” çıkacaktır. Bu insan, hayatta olmayan imam ile cemaatı arasında köprü görevini görecektir.”) Burada, derviş, mürşidin teofizik karakterine olan inanç, imametin kurumsal (kiliseye özgü) dogmasıyla birleştiriliyor. İnsanî ruhun teofizik mükemmeliyet içinde ilâhî ruhu ifşa ettiği ve insanın bu anlamda bütün yaratıklar arasında ilâhî “kemâle” yahut “güzelliğe” en yakın durduğu şeklindeki esas düşünce, her yerde hâkim durumdadır. İletişim 2002/15 Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi 181 koyan ve bu konuda söylenenden çok söylenmeyenin olduğunu hissettiren biri var: S. Kierkegaard. “Felsefî Kırıntılar (Philosophische Brocken)”ının başında şunları soruyor: “Sonsuz bir şuur için tarihî bir çıkış noktası olabilir mi? Böyle bir şuur, tarihsel olmanın ötesinde ilgilendirebilir mi? Ebedî saadeti tarihî bilgi üzerine kurmak mümkün mü?” Mürşit, müritlerin gönlünde yaşar. Onların arasında bulunduğu sürece her bir müridin tecrübesiyle bir unsurunu teşkil ettiği mürşit imajı, büyür, şekillenir ve insanlar arasındaki ilişkilerin dinamizmi ve doğal etkileşimin âhengine uygun olarak gerçekleşir. Canlı kaynağın kurumasıyla eğitim süreci durmaz, ancak bundan sonra başka bir kanuna göre işlemeye devam eder. Bir durgunluk dönemi başlar. Görüş ve şahsî hayat, yerini üretken bir hayal gücüne bırakır ve bu durum imajın teşekkülü üzerinde etkili olur. Ferdî hayatı kuşatan büyük çember kırılır ve başkalarına açılmak suretiyle genişler. İmajın nesnel niteliği ve toplumda kabul görmesi, onun mit olma yoluna girdiğini gösterir51. Toplumda kabul görme ile birlikte değişim için yeni kaynaklar ortaya çıkar. İmaj oluşumunun ilk safhasında mürit kişiliğinin verilerin seçimi, işlenmesi ve terkibi üzerindeki etkisinde olduğu gibi, şimdi de aynı şartlar, onu yaşatmak isteyenlerin imajın değişmesine yapacakları katkı noktasında etkili olmaya başlarlar. Sevgi ve nefret, imajı şekillendiren başlıca unsurlardır. Bu imajın etkisi süreklidir. Etki, imajı parlatır. Düşmanlar ise boş durmayarak, nurlanmanın zıddı bir görüntünün, başka bir deyişle, bir “karanlık mit”in ortaya çıkmasına çalışırlar. Rafızîlere göre Hz. İsa şeytanın oğludur. Neticede ortaya ekoller ve eğilimler çıkar. Bu psikolojik faktörlerin yanında ; gelenek, karşı koyma, asimilasyon, değer kaybı ve benzeri nesnel unsurların etkisi söz konusudur. Söz ve yazı bağlamındaki bütün faktörleri, yanlış anlamaları, yeni yorum ve üslûplaştırmaları da bunlara ilâve etmek lâzım. Bunu, Hz. İsa’ya izâfe edilen imajlardaki benzerlik ve farklılıkları hatırlayarak somutlaştıralım. 51 Stefan George çizgisinde olanlardan, büyük insan imajının tarih içindeki gelişimine bakmanın gerekli olduğunu öğreniyoruz. Onları tek tek ve aralarındaki içten insicamdan kopararak ele almaya gerek yoktur. Bu tür bir bakış açısı, edebiyat, sanat ve siyasî tarih için verimli olmuştur. Din tarihi için de son derece önemli olabilir. İletişim 2002/15 182 JOACHIM WACH, Çeviren: Battal ARVASİ İmajların değişmesine bu mânâda tesir eden yalnız şahsiyetler değil; belli izafî bir ön kabulün (apriorinin) “imajların” şekillenmesine tesirini sağlayan unsurları, tasnifleri araştırıp ortaya koymak, tarih felsefesi bağlamında din tarihi için önemli bir problem olabilir. Biz bunlara, Simmel’in ifâdesiyle, kavim, soy, ırk ,sınıf, cins, mensubiyet diyoruz. Bilge Buda; Mahananistlerin dünya kurtarıcısı, Japonların Amitabha’sı, Çinlilerin Fo’su oluveriyor. Aryan Hıristiyanların İsa peygamberi, Suriyeli ve Mısırlı Gnosis’ten farklı biridir. Bu imajların değişmesine hükmeden belli bir kanuniyet (meşruiyet) vardır. Belli aslî ögeler kalırken, kimi şahsiyet özellikleri bazen güçlü, bazen de zayıf bir şekilde vurgulanmak suretiyle yaşamaya devam ederler. Hz. İsa’nın tarih içindeki imajını incelediğimizde, ona, akıl ve mistisizm, dünya ve ahret, Tanrı ve insan noktalarında izafe edilen görüşlerin karşılıklı olarak yer değiştirdiklerini görüyoruz. Ancak bütün bunlar, genişleterek, derinleştirerek, büyüterek, canlandırarak tesir ettikleri ve bu suretle değişimini etki altına aldıkları bir miti şart koşan ve sonradan ortaya çıkan spekülasyonlardan başka bir şey değildir. Burada önemli olan, gerçek mânâda ortaya çıkış hikâyesidir. Bu, bir taraftan mürşitmürit birliğinin ilk oluşumu, diğer taraftan kalıcı kılma yönünde atılan ilk adımla sınırlı bir zamana denk geliyor. Burada da talî olarak ilk müritlerin ortaya çıkışını gösteren bir dönüm noktası söz konusudur. İlk yaşantı, belli bir dereceye kadar her zaman için batınîdir (esoterisch); yenilerin katılması ve propagandası ile batınî yaşantı, zahirî (exoterisch) bir duruma dönüşür. Kâğıda döküldüğü ilk anda ise tamamen yeni bir şey, yeni bir çıkış noktası oluyor ki bu da, bir tehlike durumunda kendini cemaatin dışında görmek için, son derece cesur alegorik yorumlar, harika ve fantastik rivâyetler için istinat noktası olabilmektedir. İşte bu noktadan itibaren tarihsel olan ve olmayan ayırımı önem kazanıyor. Bu ayırımı, ikinci safhada esas olan ve olmayan ayırımı izliyor. Benzer bir gelişmeyi, esas alınabilecek bir tipin zaman içinde geliştirilmesinde görmek mümkündür. Mürşidin mürit tecrübesi, bazı farklılıklar gösterse de, sosyaldır, ortak yaşantının bir parçasıdır. Cemaatlerin meşruiyetine tâbidir. Buna uygun İletişim 2002/15 Din Sosyolojisi Açısından Mürşit ve Mürit İletişimi 183 düşen sosyolojik tasnif “birlik”tir52. Sırf bu bağlantıdan hareketle geliştirilen belli düşünceler, bu çemberi meydana getiren unsurların birbirine karşı hareket tarzlarını belirlerler. Markus ve Lukas’ta müritler arasında geçen derece (paye) ile ilgili geçen tartışma için de aynı şey söz konusudur. Yuhanna, Ananda ve Hz. İsa’nın nurlanmasının tanıkları gibi, mürşide yakın duran müritler hep yaşatılırlar. Dar çemberin etrafında yeni halkalar oluşmaya devam eder. Yüksek seviyelere ulaştığında bu çember, gerek mürit için, gerekse mürşit için, bir taraftan insanlığı temsil ederken, diğer taraftan içinde mürşidin güç ve teselli bulduğu bir ittifak haline gelir. Bu çember, ona dahil herkesin güç aldığı, moral bulduğu zemindir, mürşit “kudret”inin somut bir tezahürüdür. Bu gücün çekim alanına giren müritler, başkalarının da katılımıyla giderek daha büyük halkalar oluştururlar. Bu güç, Goethe’nin dediği gibi, düşük seviyedeki bünyeleri kendine çekmek için, daha yeksek seviyedeki bünyelerde sürekli yaşayacaktır. 52 SCHMALENBACH’ın “Dioskuren, Jahrbuch für Geisteswissenschaft I,1922, s. 35-105”te yer alan “Die soziologische Kategorie des Bundes” adlı makalesi ve TÖNNIES’in “Gemeinschaft” (cemaat, topluluk) ve “Gesellschaft” (toplum) ayırımı ötesinde, gönül akrabalığına dayalı birlik tasnifi konusunu ele alıyor. Birlik (Bund); tabiî, fizikî şarta bağlı ve varlığını kendiliğinden teşekküle borçlu topluluktan (Gemeinschaft) farklıdır. Onun için önemli olan, toplumsallaşmaya götüren belli duygu yaşantılarıdır. İletişim 2002/15 Kaynakların Düzenlenmesi Metin içinde kaynak gösterme 1- Ana metindeki tüm göndermeler metin içi dipnot sistemi ile belirtilir. Metinde uygun yerde parantez açılarak, yazarın veya yazarların soyadı, yayın tarihi ve alıntılanan sayfa numarası belirtilir. Aynı kaynaklara metinde tekrar gönderme yapılırsa yine aynı yöntem uygulanır, a.g.e., a.g.m. gibi kısaltmalar kullanılmamalıdır. Örnek: (Okay, 2000:71-76) 2- Alıntılanan yazarın adı, metinde geçiyorsa, parantez içinde yazarın adını tekrar etmeye gerek yoktur. Örnek: Özer (1995:57), düşünce alışkanlıklarının “Ben” değeri toptancılığının ve tiryakiliğinin, en dolaysız ifadesi olduğunu söylemektedir. 3- Gönderme yapılan kaynak iki yazarlı ise, her iki yazarın da soyadları kullanılmalıdır. Örnek: (Postman ve Powers, 1996:122) 4- Yazarlar ikiden fazlaysa ilk yazarın soyadından sonda “vd.” ibaresi kullanılmalıdır. Örnek: (Keyman vd., 1996:149) 5- Gönderme yapılan kaynaklar birden fazlaysa, göndermeler noktalı virgülle ayrılmalıdır. Örnek: (Erdoğan, 1997:150; Gürbilek, 1993:61) 6- Metin içinde yer alması uygun görülmeyen açıklamalar için sayfa altı dipnot yöntemi kullanılmalı ve bu notlar metin içinde 1,2,3, şeklinde sıralanmalıdır. Bu not içinde yapılacak göndermelerde de yukarıdaki yöntem uygulanmalıdır. Kaynakçanın Düzenlenmesi 1- Kaynakçada, sadece yazıda gönderme yapılan kaynaklara yer verilmeli ve yazar soyadına göre alfabetik sıralama izlenmelidir. 2- Bir yazarın birden çok çalışması kaynakçada yer alacaksa yayın tarihine göre eskiden yeniye doğru bir sıralama yapılmalıdır. Aynı yılda İletişim 2002/13 yapılan çalışmalar için “a”, “b”, “c,” ibareleri kullanılmalıdır ve bunlar metin içinde yapılan göndermelerde de aynı olmalıdır. Kitap Bostanca, M. Naci (1995). Toplum, Kültür ve Siyaset. Ankara: Vadi Yayınları. Çeviri Kitap Postman, Neil ve Steve Powers (1996). Televizyon Haberlerini İzlemek. Çev. Aslı Tunç. İstanbul: Kavram Yayınları. Derleme Kitap Tufan, Hülya, der. (1995). Kamuoyu Kimin Oyu? İstanbul: Kesit Yayıncılık. Derleme Kitapta Makale Bourdieu, Pierre (1995). “Kamuoyu Yoktur”. Çev. Hülya Tufan. Kamuoyu Kimin Oyu?, der. Hülya Tufan. İstanbul: Kesit Yayıncılık. Dergide Makale Üstünler, Fahriye (2000). “Türkiye’de Demokrasi Tartışmalarının Düşünsel Arka Planı: 1845-1950”. ODTÜ Geliştirme Dergisi, 27(1-2):183206. Yayınlanmamış Tez Yıldırım Becerikli, Sema (1999). Örgüt Kültürü Oluşumunda Örgüt İçi İletişimin Rolü: Departmanlı Mağazacılık Sektöründe İç Halkla İlişkiler Açısından Bir Değerlendirme: Beğendik A.Ş. Örneği. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. İletişim 2002/13 Tebliğ Kaymas, Serhat (2001). “Küreselleşme, Etnik Göç ve Ulus Devlet Üzerine Bir Değerlendirme”, ODTÜ 7. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi, 21-23 Kasım, Ankara. İnternette Makale Atabek, Ümit (1998). Http://www.ilet.gazi.edu.tr. 28.10.1998. “İletişim Teknolojileri”. İletişim Dergisinin Temin Edileceği Şahıslar ve Üniversiteleri Anadolu Üniversitesi: Yrd. Doç. Dr. Banu Dağtaş, Atatürk Üniversitesi: Ar. Gör. Elif Küçük, Başkent Üniversitesi: Öğr. Gör. Serpil Aygün Cengiz, Ege Üniversitesi: Ar. Gör. Olcay Canbudak, Fırat Üniversitesi: Ögr. Gör. Basri Barut, Kocaeli Üniversitesi: Ar. Gör. İhsan Karlı, İstanbul Üniversitesi: Ar. Gör. Ayşe Cengiz, Ar. Gör. Selçuk Hünerli, Selçuk Üniversitesi: Ar. Gör. Aldullah Koçak, Maltepe Üniversitesi: Yrd. Doç. Dr. Pınar Erkarslan. Katkılarından dolayı kendilerine teşekkür ederiz. İletişim 2002/13 Yazı Teslim Kuralları 1- Dergiye gönderilecek yazılar, Word 6.0 ve üstü versiyon (IBM uyumlu) programında yazılmış olmalıdır. 2- Bir buçuk aralıklı olarak Times New Roman yazı karakteriyle 12 punto olarak yazılan ve sayfanın tek yüzüne basılan yazılar 3 kopya olarak bir adet disketle birlikte yayın kuruluna teslim edilmelidir. 3- Makalelerin kaynakça ile birlikte 20 sayfayı geçmemesi tercih edilir. Makalelerin 150 kelime civarında İngilizce ve Türkçe özetleri de yazıyla birlikte gönderilmelidir. Özette, araştırmanın kapsamı ve amacı belirtilmeli, kullanılan yöntem tanımlanmalı ve ulaşılan sonuçlar kısaca verilmelidir. 4- Yazıda paragraflar girintili olmalıdır. 5- Dergiye gönderilecek yazıların başka bir yerde yayınlanmamış olması ya da yayın için değerlendirme aşamasında bulunmaması gerekir. 6- Yazar ismi ya da isimleri makalede değil, makaleye iliştirilecek kapak sayfasında yer almalıdır. Bu kapak sayfasında, yazar isimleri dışında metin başlığı, yazarın adresi, telefon varsa e-posta veya faks numaraları yer almalıdır. 7- Hakem raporları doğrultusunda yazarlardan, yazılarında bazı düzeltmeler yapmaları istenebilir. 8-Yazının yayımlanması konusunda son karar yayın kuruluna aittir. Yayın kurulu kararına ilişkin bir mektup, hakem değerlendirmelerinin birer fotokopisiyle birlikte en kısa sürede yazarlara gönderilir. Yazıların Gönderileceği Adres: İletişim Dergisi G.Ü. İletişim Fakültesi, Bişkek Cad. 81. Sok. 06510 Emek/ANKARA İletişim 2002/13