Forum - İrfan Erdoğan
Transkript
Forum - İrfan Erdoğan
İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 26 Kış-Bahar 2008, s.317-320 Forum Forum hakkında Forum bu sayısında akademisyenlerin, yazarların, gazetecilerin ve diğer ilgililerin futbol hakkında yazılarından oluşan zengin bir içeriğe sahip. Yazılar futbolun önde gelen önemli yanlarını ele alıp irdelemektedir. Forum “Forum olalı hep acı çekmişti,” çünkü derginin “Editörden” ve “Forum hakkında” başlıklı bölümlerinde sürekli yaptığım kışkırtmalara rağmen, hiç kimse Forum’u Forum yapacak yazılar göndermedi. Yazı gönderme ve akademik tartışma açma yerine, kullandığım kavramlar veya iletişim alanında Türkiye’deki gelişmeler ve durumla ilgili olarak sunduğum “birilerinin hoşuna gitmeyen” eleştirilerim hakkında, örneğin 50 yıla yakın iletişim eğitiminde iletişim alanında hala iletişime hor bakan, iletişimi öğrenmeye çalışmayan, iletişimin ne olduğunu bilmeyen ve bilme zahmetine de katlanmayan, ama (ne yazık ki) iletişim fakültelerini dolduranların yarattıkları “iletişim eğitimi ortamı” ile ilgili eleştirilerim hakkında, dedikodular üretilmekte, “gene hakaret ediyor” gibi laflarla sunduğum içerik “hasır altı” edilmektedir. Aslında, benim beklediğim ve normal bir akademik ortamda beklenen şudur: Kötüyü durdurma ve iyiyi kurma yönünde tartışma ortamını geliştirme. Bunun yerine, tam tersine, dedikoduculukla ve baskıyla desteklenen susturma ve daha kötüsü okutmama ortamı sürdürülmektedir. Aslında durum daha da feci bir karaktere sahip: Örgütlü üretim yapılarının “akıllı işaretler” diye sunduğunun “akılsızlığı” işleme ve “yanlış yönlendirme” olduğunu söylüyorsunuz veya “halka istediğini verme” iddiasının geçersizliğini açıklıyorsunuz veya kurumlarda yapılan (örneğin TRT ve RTÜK’de) araştırmaların hem bilimsel inşa bakımından yanlışlıklarını hem de kuruma faydasızlığını inceliyor ve sunuyorsunuz, sonuçta kimsenin umurunda olmadığını ve, daha kötüsü, çıkarcı düşmanlıkları tetiklediğinizi görüyor ve üzülüyorsunuz: Böyle bir akademik ortam olmamalı, ama ne yazık ki egemen olan bu. İletişim alanındaki üretimin doğasını incelemek gerek ve üretimin doğasını “para kazandırmayan bilginin ve akademik girişimin hiçbir anlamı yoktur” üzerine inşa ettirmeye başlayan bir endüstriyel yapının toplumun şimdisi ve geleceği için getirdikleri ve 318 Forum hakkında götürdüklerinin araştırılması ve bu tür egemenliğe karşı mücadelenin başarısı için bir şeylerin yapılması gerekmektedir. Altı ay içinde bir tersane’de birçok insan “iş kazası” diye nitelenen “cinayetle” öldürülmesine ve bu cinayeti “işin doğasının bir parçası olarak sunan canilere karşı sessiz kalan bir toplum ve akademik dünyanın bu karakterinin incelenmesi ve çözüm yollarının araştırılması ve bunlar üzerinde tartışılması gerekir. Mekaniksel materyalist egemenliğin, “iş kazası” denilen cinayete “beş gün kapatma” cezası vermesinin anlamını (televizyonda örneğin şiddet vb nedenlerle, televizyon yayınlarının bir veya birkaç gün durdurulmasında olduğu gibi), çok iyi anlamak ve bu tür biliş ve çözüm yollarının egemenliğine karşı mücadele etmek gerekir. Sorun Tersane’de mi veya Televizyonda mı, yoksa iş yapış biçimini örgütleyenlerde mi? Sürekli olarak “çevre kirletiliyor” deniyor; Teelvizyonun ve diğer medyanın içerikleri eleştiriliyor. Çözüm olarak da daima “halk eğitilmeli” deniyor ve “medya okuryazarlığı” bahanesiyle, asla medya yazarı olamayacaklara “medya okurluğu” öğretilerek, (internette chat yapan) aptalca satın alıcılar ve tüketiciler arasına katılıyorlar: Pazarın materyal yaygınlaşma politikasının bilişlere işlenerek geliştirilmesi. Bu, aşağılık ve her türlü hakareti hak eden “eğitimle çözüm” üzerine, ender de olsa ciddi eleştiriler sunulur. Çoğu kez, bu tür “kurnazca, alçakça ve ahmakça çözüm önerileri” üzerinde en küçük tartışma bile yapılmaz: Gerçek ortaya çıkar korkusu mu acaba? Çevreyi kirleten, medyayı “işlevsel pisliklerle dolduran” ve yoksulluğu yaratan neden asla “eğitimsizlik” değildir. Tam aksine, çevreyi kirletenler, işlevsel pislikleri üretenler ve yoksulluğu ve yoksunluğu yaratanlar “yüksek eğitim görmüşlerdir.” Tersanelerde ve iş yerlerinde “iş kazası cinayetlerinin nedeni” işin doğası veya işçinin cehaleti değildir, azami çıkar elde etmeye çalışan şirketlerin “çok okumuşlarının” oluşturduğu korku ve terör koşuludur ki bu “ekmeğini kazanma” koşuluyla birleşince insanlık dışı bir durum ortaya çıkar. Ekmeğini kazanmazsa aç kalacak insan, bu koşulların sorumlusu değildir. Öte yandan, “ekmeğini kazanmak” adına, demokratik bir hak olan sendikalaşma yerine, “bir eli patronun bir eli de işçinin (aslında iki eli de işçinin) cebinde olan sendikala yönetim ve ilişki tarzını değiştirme yerine kötüleyerek kendine düşman olanların/edilenlerin birbirini yediğini görüyoruz. Bu konular ne yazık ki benim anlattığım biçimde gündemde ön plana çıkarılmamaktadır. Çıkaranlar da, efendiler tarafından değil (onların umurunda bile değildir, muhatab bile olmazlar), efendilerin ücretli/maaşlı veya “umutlu” köleleri tarafından aforoz edilmekte, suçlanmakta ve gerektiğinde de, tarihte örnekleri bol, İrfan Erdoğan 319 hapsedilmekte veya öldürülmektedir. “Eğitimsizliği” neden diye sunarak, materyal ve bilişsel olarak yoksullaştırılmışlara bir kez daha yüklenen ve onların yoksullaştırılmışlıkları ve eğitimsizleştirilmesi üzerinden de para kazanan ve çıkar sağlayan alçalmışlık için, en verimli, en pragmatik seçenek başka yol olamaz, çünkü gücün sofrasındaki kırıntılardan ve gücün atıklarından ancak bu şekilde pay alınabilir. Elbette, alçalmış pratikleri yapanların hepsi de bu alçalmışlığın farkında olmadığı gibi, iyi niyetli bir şekilde “eğitimsizleri eğiterek” ve “medya okuryazarlığı” denen pazar promosyonunu yaparak “çözüm” getirdiklerini sanmaktadır. Evet, çözüm getirmektedirler, fakat bu çözümler çözmek istedikleri sorunlara çözümden çok endüstriyel pazarlama ve biliş yönetimi sorunlarına çözüm olmaktadır. Her çözüm, yeni iş alanı ve yeni ürünler kullanma ve böylece para kazanma, hırsızlık ve dolandırıcılık yapma olanaklarını getirmektedir: Suyu temizlemek için arıtma tesislerinin kurulması gibi. Kirletme nedenlerini ortadan kaldır! “Forum” yaratmanın, yukarıdaki anlatılara bakıldığında, gülünç olduğu ortaya çıkar. Forum bu sayıya kadar sadece akademik seviyede kaldı. Bu sayıda birçok insanın katkıda bulunduğu “bir forum” oldu. Futbolu bir zamanlar oynuyorduk, belki bazılarımız hala oynuyor; hemen hepimiz seyrediyoruz. Dolayısıyla, futbolun bir şekilde parçasıyız, onun dışında olduğumuzu sanmak veya “akademisyen incelemeci” olarak futbola “nesnel bir şekilde dışarıdan bakmak” gibi bir iddiada bulunmak geçersizdir. Forum bu sayıda “futbola bakışların” forumu oldu. Forumdaki yazılar futbolla ilgili olarak akla gelebilecek önemli konuları ele alıp sunmaktadır. Bu yazıları yazan insanlarla aynı fikirde olabilir veya olmayabiliriz, fakat önemli olan dürüstçe ve iyi niyetle bir amaca (futbolu anlamaya) katkıda bulunmaktır. Bu nedenle, yazarak veya yazılması için arabuluculuk yaparak katkıda bulunan herkese teşekkür ederim. Elbette. En önemli bir diğer sorun, “dergi okuma” (veya kitap okuma) sorunudur. Bu tür bir derginin tüm iletişim fakülteleri akademisyenleri ve öğrencileri tarafından okunması gerekir. Okunuyor mu? İşte araştırma yapmaya teşvik için bir diğer “hakaret,” ki çalışacağını hiç sanmıyorum: Hocaları okumuyor ki, öğrencileri okusun! 143 iletişim fakültesi öğrencisine üç soru sordum: (1). Son bir yıl içinde, akademik bir dergide okudukları makaleleri sordum. Sonuç: Sadece 7 kişi okumuş (onlar da ben zorunlu tuttuğum için olmalı). Siz kaç tane okudunuz? Eğer bu tarz okuyorsanız, zaten siz okuyanlar arasındasınız. Dolayısıyla, soruyu şöyle soralım: tanıdıklarından 320 Forum hakkında kaç tanesi okuyor? (2). Son bir yıl içinde, derste hocaların verdiği kitap dışında iletişimle ilgili okudukları kitapları sordum. Sonuç: Yüzde sekseni hiç okumamış. (3). İletişim dışında, kendi istekleriyle, bir yıl içinde, okudukları kitapları sordum. Öğrencilerin dörtte birinden fazlası hiç kitap okumuyor. Okuyanlar ne okuyor? Bir üniversite öğrencisinin “severek okuyorum” demekten utanç duyması gereken “şeyleri” ve “yazarları” okuyor: Kişisel gelişim kitapları, Harry Porter, yüzüklerin Efendisi, Don Johnson, özlüce kitapcıların “best seller” bölümündeki tüm kitaplar. Dolayısıyla, bu satırları okuyan sizler, bence, ne amaçla okursanız okuyun, istisnasınız ve değerlisiniz. Aynı soruları doktora yeterlilik sınavına giren öğrencilerinize sorun. İletişim alanında yabancı ve yerli akademik dergilerin isimlerini bile bildiklerini sanmıyorum. Lütfen, okutun. “Demokrasi” ve insan hakları” diyen “demokrasi ve insan hakları düşmanlarının demokrasi ve insan hakları şampiyonluğu yaptığını görüyoruz. Bir neo-faşist veya şeriatçı veya Bush’cu nasıl demokrat ve insan haklarına saygılı olabilir? Bize işlenen yanlış duyarlılıkların farkında olalım ve okumayan (ve akademide okuyan ve üretene düşman) bir ortamda, “okutmak isterseniz, en azından sevilmezsiniz” gerçeğine rağmen, insanca duyarlılıkların oluşması ve yayılması için okutalım: “Senin özgürlüğünün başladığı yerde, benimki biter” diyerek, karışmamayı ve ilgisizliği yerleştiren ve insanca dayanışmayı ortadan kaldıran işlevsel-saçmalıkların egemenliğini yıkmak, ancak doğru olanı (örneğin, özgürlüğün ilişkisel olduğunu, paylaşmadan mutlak köleliğe kadar değişen bir karaktere sahip olduğunu, birinin özgürlüğünün artışının bir diğerinin özgürlüğünün azaldığı anlamına geldiğini) açıklayarak ve bu bağlamda mücadele vererek olur (Acaba? Düşüncenin doğasını belirleyen akıl mı? Bilmek, bilinen yönde davranmak için yeterli bir koşul mu? Bilmek ile materyal çıkar yapısı ve ilişkileri arasındaki belirleyici bağın karakteri ne?: Türkiye’de Komünist partisi kazara seçimle hükümet kursalar, Türkiye Cumhuriyetini Türkiye Komünist Cumhuriyeti mi yaparlar veya yapabilirler mi? AKP ile şeriat mı geldi. AKP’nin şeriatı getirmesinin koşulu ne ve bunda biliş (birilerinin istemesi) istenen değişimi getirebilir mi? Nasıl? “Halkın iradesi” tarih boyu neden sadece işlevsel bir uyduru olarak süregelmektedir?). Futbolu konuştuk yukarıda (konuşmadık mı yoksa?): futbolu konuşuyoruz hergün hep. Bu sayıda konuştuğumuz futbolu yazarak anlamaya devam ettik. Yazarak ve okuyarak yaptığınız katkılar için teşekkür ederiz. İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 26 Kış-Bahar 2008, s.321-346 Forum Futbol üzerine konuşmak… Yüksel Akkaya, Ahmet Çiğdem, Tanıl Bora, Erkan Goloğlu Futbol, sadece futbol mu? “Güncel futbol” üzerine “teorik” yazılar yazan Ahmet Çiğdem, Erkan Goloğlu ve Tanıl Bora’nın görüşlerinin bu sorunun yanıtına önemli katkı sağlayacağını düşündük. Bu nedenle bir söyleşi ile düşüncelerini bizimle paylaşmalarını talep ettik. Lütfedip, kabul ettiler. Futbol ile hiç ilgisi olmayacağı düşünülebilecek olan bu üç “ahbap”, “marjinal tip”, ciddi meselelerin, neşeli bir söyleşi ile de tartışılabileceğini, konuşabileceğini; futbol’un sadece futbol olmadığını gösterdiler. Okuyun, siz de göreceksiniz. 1 Tanıl Bora: Başlık ne olsun? Yüksel Akkaya: Başlık düşünmedim!.. Ama, Ahmet Çiğdem’den esinlenerek, “futbol üzerine konuşmak” olabilir!.. Ahmet Çiğdem: Dersine çalışmışsın! Yüksel Akkaya: Bu talebimizi kabul ettiğiniz, kıymetli vaktinizi bize ayırdığınız için çok çok teşekkür ediyoruz. İzninizle, soruya bir polemikle başlayalım. Soruyu ilkin Tanıl’a yönelteyim. Bu kitapta diyorsunuz ki “şuurlu 1 Bu söyleşi, eskiden 1., 2. ve de 3. lig gibi kategorilere denk düşen, günümüzde futbol endüstrisine uygun bir şekilde yapılandırılan ve “sponsorlukları” içeren futbolun “Bank Asya Ligine” yükselecek son takımının belirlendiği “play-off” maçı olan ve de kökü epeyce geçmişe uzanan Devlet zoru ile kurdurulmuş bir “Kamu İktisadi Teşekkülü” olan demiryolunun bir takımı olan Adana Demirspor ile son zamanların yükselen takımları olan belediye sporlardan biri olan Güngören Belediye Spor arasında oynanan maçın “saatlerinde” yapılmıştır. Söyleşiyi yapan Yüksel Akkaya, Adana’nın “namlı” okullarından ve de “fakirfukara-gurabe” taifesinin çocuklarının devam ettiği, lakin “aptallar koleji” olarak bilinen Karşıyaka Lisesi’nde okurken sıkı bir Adana Demir Sporlu olmuştur. Ol sebeple, bu maçı başka bir odada söyleşi sırasında kaçamak olarak “gözetleyen” zat-ı muhteremler duygularını, o gün üzerinde Adana Demir Spor renklerini çağrıştıran “esbaplar” ile bir söyleşiyi yapan Yüksel Akkaya ile paylaşmışlardır. Söyleşi içinde anlamlı karşılığı olmayan “cümleler” bu “play off” maçına aittir!... 322 Futbol üzerine konuşmak futbolseverlerin çoğalması için çaba sarf ediyoruz” bu işe girdiğimizde. 2 Fakat Hasan Bülent Kahraman da diyor ki, işte “bir gerçek var ki futbol kitleleri uyuşturan onları kendi gerçekliklerinden uzaklaştıran bir oyundur, futbol bir topluluğun lumpenleştirilmesinde önemli rol oynar. Türkiye’nin bütün namlı yazarları, üniversite hocaları, burnundan kıl aldırmayan akademisyenleri, Marxistleri futbol yazıyor ve bu işi meşrulaştırıyor”. 3 Şimdi, bir taraftan şuurlu futbolseverleri çoğaltmaya çalıştığınızı düşünüyorsunuz, bir taraftan da böyle bir ithamla karşı karşıya kalıyorsunuz. Ne dersiniz? Tanıl Bora: Hasan Bülent Kahraman 6-7 sene önce bir yazısında aşağı yukarı aynı fikirleri savunmuştu. Yüksel Akkaya: “Kitle Kültürü Kitlelerin Afyonu” adlı kitabında galiba.. Tanıl Bora: Doğru. Daha sonra da o kitabına almıştır. Hatta, Ahmet Çiğdem de müstear isimle, bir internet sitesinde, kendisine soğukkanlı, güzel bir cevap yazmıştı. Bu sefer de Taraf gazetesinde Fikret Doğan, yine çok soğukkanlı, nazik ve güzel bir cevap yazdı Hasan Bülent Kahraman’ın bu söylediklerine. Bir kere bu söylediğinde isabetsiz olan şöyle bir şey var. Bütün Türkiye’deki entelektüeller ya da bunların solcu kısmı işi gücü bırakmış, münhasıran bu işle uğraşıyor gibi bir resim çiziyor. Bu yanlış bir resim. Bu konuyla ilgilenen, yazan çizen solcu ya da Marksist, sosyalist insanlar var, ama, onlar zaten kendi dertlerini anlatabilecekleri mecralarda yazıp söylüyorlar. Televizyonlarda kanal kanal gezerek, başka her işi bırakmış olarak bu işle uğraşıyor değiller. Yani hakikaten Fransızca tabiri ile “egzajere” ediyor, çok abartılı, yanlış bir resim çiziyor. Ayrıca bence söylediği de yanlış. Sonuçta popüler kültür alanından söz ediyoruz. Popüler kültür alanı bir ideolojik mücadele alanıdır aynı zamanda. Bir takım semboller var orda, bir takım mitoslar var, bir takım anlamlar var ve bunlar etrafında bir mücadele hüküm sürüyor. Burada tabi ki milliyetçi faşizan cephe daha güçlüdür, bunları anlamlandırma ve bunları belirleme konusunda ama bu sahayı onlara terk etmek çok daha vahim sonuçlar doğurur. Nasıl ki popüler kültürün bütün branşları müzik, sinema gibi alanlarda da böyle bir ‘itiş kakış’ söz konusuysa, anlamlandırma mücadelesi söz konusuysa burada da söz konusudur, niçin terk edilsin burası? Politik olarak yanlış bence. Ayrıca yine Fikret Doğan’ın o yazısında gayet isabetle belirttiği gibi; kendisinin referans 2 Tanıl Bora (Der.), Takımdan Ayrı Düz Koşu, İletişim Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2004. 3 H. B. Kahraman, “Medya Katili Aydınlar”, Sabah , 17.05.2008 Y. Akkaya, A. Çiğdem, T. Bora, E. Goloğlu 323 gösterdiği kaynaklar, örneğin Eleştirel Teori vs. de popüler kültür alanını terk etmek ve bunu bir vandalizm, lumpenleşme ve faşizm alanı olarak topyekun karalamak yolunda bir rota çizmez. Tam tersine, bu alanda cebelleşmek gerektiği derdi vardır orada. Bu tabii ki zor bir uğraştır. İki yazıyla buradaki anlam dünyasına nizam verilemeyeceği ortada. Zaten bu işle uğraşan insanlarda da böyle safdil bir beklenti yok. “Ben yazdım ve alana müdahale ettim” demiyorlar, bu mümkün değil. Usul usul, sebatla, laf anlatmaya çalışmaktır yapılan. Tabii her şey kolayca değişmiyor ama ufak tefek olumlu şeyler de oluyor ve bence biraz da bu çabalarla oluyor, ben böyle düşünüyorum. Ahmet Çiğdem: Doğrusu ben o zaman ne yazdım çok hatırlamıyorum!... Şimdi şöyle genel olarak fado, fiesta ve futbol… Tanıl Bora: Hocam, aslı fatima, fado ve futboldur. Ahmet Çiğdem: Şöyle bakalım, burada herhangi bir diktatörlüğün, otoritenin, rejimin ya da faşizmin vs. bütün bu baskıcı rejimlerin futbolla özdeşleştirilmesi futbol üzerinden haklılaştırılması, meşrulaştırılması, banalleştirilmesi, vs. Böyle eleştirilerin çok tadı kaçtı. Bir kere olgunun hem tarihsel, toplumsal dinamiğini açıklamamızda yarar var. Çünkü herkes biliyor ki, otoritelerin de, faşizmin de, totaliterlerin de, diktatörlüğün de vs.nin de kendini yeniden ürettiği daha başka temeller var; daha siyasi temeller var ve burada aslında fadonun da, fiestanın da, fatimanın da çok etkisi yok! Esas, onların böylesine tarihsel okuma yanlışı üzerine düşünmemiz gerekiyor. Şimdi de, mesela, biz Türkiye’de diyelim ki bahse konu yazıda olduğu gibi lümpenleşme, bayağılaşma, sıradanlaşma filan gibi başlıklara baktığımız zaman bunu futbol üzerinden anlamlandırmak, temellendirmek sosyolojik olarak bir kere çok doğru değil. Çünkü herkes biliyor ki sözünü ettiğimiz şeylerin Türkiye’de başka çok nesnel temelleri var ve futbol o temellerin arasında belki sonuncu olmasa bile daha sonra zikredilmesi gereken şeylerden bir tanesi. Dolayısıyla bence böyle bir sosyolojik tarihsel çarpıtma ile karşı karşıyayız. Ben futbola yönelik eleştirilerin hepsinde de böylesine bir perspektif kaydırması olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla ben böyle bakıyorum. Bugün de Türkiye’nin kültürel ortamlarının, siyasal ortamlarının eleştirilerinin kendisi üzerinden konuşulması gereken alan futbol değil. Futbol hakikaten çok ilgisiz bir şey, ama, özellikle 80’lerde Galatasaray’ın Avrupa’daki başarılarıyla sözü edilen türden bir ilginin oluştuğunu filan; ama, bu ilgi çok ayrıştırılabilir bir ilgi zaten. Bize şöyle bir özdeşleştirme imkânı da veriyor. Bugün futbolla ilgilenmesinden çok hoşlanmadığım insanların büyük 324 Futbol üzerine konuşmak bir kısmının futbol dışındaki ilgileri de bence çok eleştirilebilir bir şey. Onların futbolla ilgilenmesi aslında bize bir temyiz imkânı da veriyor; onların futbol dışındaki, siyasal ilgileri, kültürel ilgileri, toplumsal ilgileri konusunda da baştan bize eleştirel bir imkân veriyor. Bir de şöyle bir şey söylemek istiyorum ben. Mesela geçenlerde 39 yaşında bir adamın attığı golle Hull City’nin Premiership’e yükselmesi, 104 yıl sonra filan… Yani, bir de futbolun böyle bir tarafı da var. Başka hangi alan bize böyle destansı bir hikaye sunabilir ki?.. Bu, sadece futbolda mümkün neredeyse. Yani dolayısıyla bu şöyle bir şey belki aslında: İncil’i okuyanlar, Tevrat’ı okuyanların hepsi başka amaçla okuyorlar. O zaman suç İncil’de değil ya da Tevrat’ta değil. Ona göre bunu çok genelleyici bir şey sayıyorum ve aslında zaman zaman bu tür algılara yönelik, entelektüel akademisyenlere yönelik saldırı da bu tür hakikaten “Filistin tutumunun” zaman zaman kendisini ortaya sürmesi olarak algılıyorum. Yani tam da Filistinizm karşıtı bir tutum olarak kendisini ortaya koymasına rağmen, zaman zaman popülist tutumun bir yansıması olarak algılıyorum. Tanıl Bora’nın biraz önce de söylediği gibi, yani, tamam futbol bu, popüler kültür filan buradaki eğilimlerin bir sürüsü, yani milliyetçiliği düzelttiğini, erkekliğin genlerini filan bunların hepsini tartışırız; ama, bütün bunlara şöyle bakmalıyız: Hangi alan bunlardan bağımsız? Yani erkekliğin yeniden üretilmesi olsun, maçismonun yeniden üretilmesi olsun, milliyetçiliğin yeniden üretilmesi olsun, Allah aşkına söyler misiniz toplumsal hayat mı, siyasal hayat mı, kültürel hayat mı, hangi boyutu bunlardan arınmış ki, hangi boyutu bunlara kapalı ki futbolun bunlara kapalı olmasını bekliyoruz? Bu, hakikaten futbola kaldırabileceğinden çok daha büyük anlamlar yüklemek gibi duruyor; futbol bunların hepsine cevap verebilecek gibi duruyor sanki. Böyle gibi anlaşılıyor orası; ama öyle değil, teşekkür ederim. Erkan Goloğlu: Bu tartışma bana bir parça abesle iştigal gibi geldi. Biz 70’li yıllarda amatör kümede top oynuyorduk, dış sahada -bizim takım solcu bir takımdı-. Mesela, Cem Karaca’nın bir kasetini dinleyerek idman yapardık. Yan sahada da faşoların ağırlıklı olduğu bir takım Estergon kalesiyle, Barış Manço’ya haksızlık etmek pahasına, aslında Barış Manço’nun kasediyle yapıyordu, dalaşıyorduk, ediyorduk falan filan. Yani Hasan Bülent isminden söz ettiniz de, Hasan Bülent Bey bundan niye rahatsız oluyor ki, yani kimse Ahmet Çiğdem veya Tanıl Bora yazdı diye “Hadi biz gidelim futbolu sevelim” demiyor. İnsanların futbolu bir sevme biçimi var zaten. Başka bir Y. Akkaya, A. Çiğdem, T. Bora, E. Goloğlu 325 biçim de var. Aslında bir çok sevme biçimi var yani. Ama işte Türkiye’de solcu olmak futboldan bihaber olmak anlamına geliyor. Yüksel Akkaya: Yıllar önce öyleydi… Erkan Goloğlu: Şimdi ben şahsen futbolun da içinden gelen bir adamım. Futbolu bu türlü insanlar yazdığı için ben artık çok seviniyorum yani. Öbür türlü bizim çocuk başka türlü bakıyor. 70’li yıllarda böyle yazan yoktu ki zaten, bu türlü yazanlar yoktu ki. Bundan rahatsız olmasın Hasan Bülent Kahraman, yazan yazıyor ne olacak. Kimse de onun gırtlağını sıkmıyor sen de yaz diye bu konuda diye. O da o konuda eksik kalsın onun da futbol üzerine yazıları olmasın! O da bu memleketin değerli bir evladıdır!... Ben yazılarını çok fazla iyi bilmiyorum. Futbolun da içinde olduğum için ben arkadaşların önce yazılarını okudum, okuduktan sonra diğer çalışmalarına da bu arada vasıl oldum, vakıf oldum, kendileri ile tanıştım. Bugün benim burada Erkan Goloğlu olarak bulunmam… Aslında, ben sadece size teşekkür ederiz. Biz Ankara’dayız yıllardır. Üçümüzü bir araya kimse getirmedi. Ahmet Bey sağ olsun yıllarca birlikte Radikal’de yazdık, ayrıldı şimdi Radikal’den. Aslında ayrılmasa iyi olurdu Murat Belge ayrıldıktan sonra daha bir itibarı artardı. Çünkü orta sahada sola yatkın bir çalışandı. Orta saha Radikal’de yoktu, sol kulvarı sol kanadı iyi kullanan bir arkadaşımız. Gerçi sağ ayağı da iyi, her iki ayağını da iyi kullanan….. Yüksel Akkaya: Kafası da… Erkan Goloğlu: Ya kimse rahatsız olmasın bundan. Bakın bu iki güzel insan ve daha bu ikisi gibi başka güzel insanlar yazıyorlar. Ahmet Hoca’nın dediği de . Bu ülkede insanlar tribünü kötü gösteriyor: tribün lumpen falan… Futbol mu bu ülkeyi lumpenleştiriyor? Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yıllardır vekiller ana avrat birbirine sövüyor. Yani bu toplumda futbolun steril olmasını kim bekleyecek? Halk çıkacak, tribünde sövecek tabi… Böyle bir şey yok. Siz laboratuarda bir futbolsever yetiştiremezsiniz, yani hayatla hiçbir ilgisi yok söylediğinin, hiçbir ilgisi yok. Yüksel Akkaya: Belki de yıllar önce 2001’de Tanıl’ın yazdığı gibi bir şuurlu futbolseverin oluşturulmasında aslında bu Hasan Bülent Kahraman’ın eleştirdiği kesimin ciddi bir katkısı var. Erkan Goloğlu: Bence de, “şuurlu futbolsever” güzel bir kinaye aslında. Futbolu ben farklı türlü seviyorum diyor Tanıl Bora, Ahmet Çiğdem ben böyle seviyorum diyor. Yani burada bir şuur var tabi. Şuurlu bir futbolsever yetiştirmeye makus yazılar değil aslında bunlar. Bunlar futbola bir başka şuur üzerine… 326 Futbol üzerine konuşmak Ahmet Çiğdem: İnsanların düşünmesine yönelik bir şey o… Futbol izleyicilerini aydınlatmaya yönelik. Temiz, kabul edilebilir insanlar haline getirmek değil Tanıl’ın bahsettiği.. Erkan Goloğlu: Evet, böyle bir şey olur mu hakikaten? Kompleks yani işte… Ahmet Çiğdem: Ya ilgiyi sahici kılmak, daha sürekli kılmak belki Tanıl Bey’in söylediği. Yüksel Akkaya: Bir de, eskiden keyifle okunan bir İslam Çupi vardı. Futbol yazardı ama futbolun içinde her şeyi yazardı. Ama şimdi işte bu yeni akademisyen, Marxist ya da akil yeni yazar kalitesi ciddi ölçüde hakikaten futbolun keyfini almada katkısı olmuştur. Ben kendi payıma mesela her Salı Radikal’i şöyle bir beklerim ve okurum. Hani neler var, neler yok diye; bir de keyifle okurum. Sizin yazılarınızda Erkan Bey oldukça mizah filan koktuğu çok daha güzel oluyor. İslam Çupi’den kalan…..… Ahmet Çiğdem: Goloğlu’nun yazılarını mizah kategorisine koymayın lütfen!.. Yüksel Akkaya: O anlamda söylemedim. Ama mizahi bir dille yazılmasının güzelliğine dikkat çekmek istedim. Ahmet Çiğdem: Haa… Mizahi dil… Yüksel Akkaya: Mizahi bir dilde söylüyorum tabi canım. Öbür anlam da değil… Ahmet Çiğdem: Çok iyi. Yüksel Akkaya: İsterseniz biraz spor kitapları üzerine konuşalım. Son yıllarda spor üzerine epeyce kitap yayınlandı. Daha analitik düşünen, daha iyi yazan bir yazar kuşağı da oluşmaya başladı. Gerçi Bağış Erten ve Mustafa Görkem bu işten rahatsız olmuş durumdalar. Bu alanın fazlası ile “in” olduğu için ahkam kesenlerin de arttığını değerlendirip şöyle demişler: 4 “Hatta iş öyle bir hale gelmiş durumda ki Türkiye’nin felsefecisi, tarihçisi, gazetecisi, sosyoloğu içindeki gizli fanatiği keşfediyor/icat ediyor”. Ahmet Çiğdem: Öyle mi yazmışlar? Yüksel Akkaya: Fakat tabii şey, bu kitabı adadığınız Can Kozanoğlu’nun “Bu Maçı Alıcaz” kitabından sonra bir tür “buz kırıldı ve yol açıldı” diyorsunuz. Biraz alandaki kitaplar ve yazarlar üzerine konuşalım. Ne dersiniz? 4 Tanıl Bora, (Der.), Takımdan Ayrı Düz Koşu, İletişim Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2004. Y. Akkaya, A. Çiğdem, T. Bora, E. Goloğlu 327 Tanıl Bora: O zamana kadar futbola olan ilgisini, sevgisini saklamış olan bir çok insan… Yüksel Akkaya: Gizlemiş olan… Tanıl Bora: Gizlemiş olan, evet, futbola alakasını utana sıkıla sürdüren bir çok insan, artı aslında futbolla çok da yakından ilgilenmemiş bir çok insan futbol popüler hale gelince, genel olarak popüler kültür üzerine konuşmak revaç gören bir söylem alanı kurunca, kimileri mıknatıs gibi oraya çekildiler. Ve hayatında maça falan da gitmeyen bir çok insan kendini futbol tutkunu olarak göstermeye başladı. Bunu estetize etmeye, bunun üzerine bir söylem kurmaya başladı, bu da, bazı ‘harbi’ futbolseverlerde bir antipati doğurdu. Kim oluyor bu, nereden çıktı filan gibi.. Hatta, başka alandaki ilgilerini, bu arada tatmin edemediği politik ilgilerini, futbola yansıtan, futbola transfer edenler oldu. Bir ara Beşiktaşlılar üzerinden çok tartışıldı bu: politik alanda umutlarını yitirmiş bir çok insan, -birçok solcu-, dünya görüşünü yansıtabileceği ve kendisini güçlü hissedebileceği, kalabalık içinde hissedebileceği bir tek yer olarak Çarşı’nın kaldığını düşündü. Böylece Beşiktaşlı kimliği bir çok başka kimliği de ikame edecek şekilde pompalanabildi. Bu gibi abartılı, yerine oturmayan yan tesirler de oldu ama her şey bundan ibaret değil. Bunun yanısıra hakikaten hem düşüncelere hem de duygulara uzanan bir refleksiyonu teşvik etti. Futbolu sevme ve bilme biçimi üzerine düşünme, motivasyonunu da verdi. Böylece hem okuması zevkli, -futbolla alakası olmayanlar için bile zevkli-, hem de futbola başka bir bakış getiren birçok metin üretildi. Bir futbol edebiyatından söz edeceksek, –futbol edebiyatı ile illa “edebiyat olsun” diye yazılmış metinleri kastetmiyorum genel olarak futbol üzerine ‘özenle’ yazılmış yazıları kastediyorum.- bu ‘literatür’ sadece oyunu anlamak, bizi bilgilendirmek için değil bizzat okumanın kendisi de bir zevk, bir temaşa olarak da, olduğu ölçüde de anlamlıdır. Yani illa futbolun gerçekliğini yansıtmakla ilgili bir şeyden söz etmiyoruz sadece. Bu bakımdan epey bir zenginleşme var. Bunun ne kadar karşılık bulduğuna dair çok fazla iyimser olamayız. Yayıncılık açısından bakıldığında bu kitaplar öyle çok büyük rakamlarla satmıyorlar. Daha çok taraftarların heyecanlarına hitap eden kitaplar satıyor, kulüp kitapları daha çok satıyor. Diğer kitaplar çok büyük de bir karşılık bulmuyor. Ama futbol üzerine yazmak, söylemek, düşünmek futbolun kendisinden özerkleşen bir anlama ve değere de sahip, bu kendini göstermeye başladı biraz. Bu da sonuçta hakikaten bizi zenginleştirecek. 328 Futbol üzerine konuşmak Yüksel Akkaya: Yani biraz daha akademik, düşünsel açıdan biraz daha derinliği olan yazılar, kitaplar oluşuyor. Tanıl Bora: Kah akademik açıdan, kah edebi açıdan böyle bir şey var ve bu, yeni boyutlar açılmasını sağlıyor. Yüksel Akkaya: Siz ne dersiniz Erkan Bey? Tanıl Bora: Pardon, bir şey daha diyecektim.. Erkan Goloğlu: Evet söyleyin.. Tanıl Bora: Unuttum ama! Şimdi gelir!.. Erkan Goloğlu: Ben okuma yazmayı söktüğümden beri gazetelere hep arkadan başlıyordum, yani spor sayfasından.. Yüksel Akkaya: Ben de öyle yapardım çocukluk yıllarımda. Milliyet okurduk, ama biz Milliyet’in spor sayfasını okurduk. Erkan Goloğlu: Evet. Hala da öyle. Mesela Tercüman. Ahmet Çiğdem: Tercüman! Benim gazetem Tercüman’dı. Erkan Goloğlu: Bu işin piri Tercüman’dı. Ama orada futbol hakkında yazılanların hepsi ne kadarsa, öyle bir şeydi futbol. Futbol hani seyredilen bir şey değil ki, tribüne gidersin senin seyretmediğin maç hakkında ne yazılacaksa, yani yazılan çizilen ne varsa onları oradan okuyacaksın. Futbol orada anlatılan bir şeydi, futbol şimdi artık yorumlanan bir şey. Öyle olunca tabii sen sadece şunla bakamıyorsun ki; kalkıyor gazetecinin bir tanesi Hollanda milli takımını seçti diye vatan haini yapıyor, 17 yaşında ki bir bebeyi, 60-70 yaşındaki bir kaşar, vatan haini yapınca sen bu meseleye kayıtsız kalamazsın. Çünkü futbol artık böyle yapılıyor yaşanıyor. Ne bileyim ben hani, şimdi ben kendi bu meseleye müdahale tarzım yönünden belki bu işe bakıyorum da, ne bileyim kalkıyor Eskişehirspor’la ilgili olarak bu Unakıtan denilen beyefendi kendi reklamını yapıyor. Ya da Sergen, Metin Diyadin’i yakıyor, filan... Ben Eskişehirspor’un ilk 1. lige çıktığı günü hatırlıyorum, Ankara’da çocukken gittiğim maçları hatırlıyorum.. Ahmet Çiğdem: Bu durumda Unakıtan’a tam olarak, nasıl hitab edeceğiz? Erkan Goloğlu: Uygun bir şekilde hitap etmiş oluruz!... Ahmet Çiğdem: Sayın Akkaya, Erkan Goloğlu anılarını anlatarak beni eziyor. Böyle olmaz! Kendisinden rica ediyorum. Lütfen… Erkan Goloğlu: İhtiyarlar öyledir. Dün yediği yemeği bile hatırlamaz! Ahmet Çiğdem: Hayatımızı anlatmayalım lütfen. Bizim öyle bir sportif geçmişimiz yok.!.. Y. Akkaya, A. Çiğdem, T. Bora, E. Goloğlu 329 Erkan Goloğlu: Eee… Şimdi buna kayıtsız kalamıyorsun. Ortadaki futbol yirmi iki kişinin, dört tane de hakemin, hadi otuz bin de seyircinin izlediği bir işten ibaret değil ki, onun için bu türlü yazılarda, birilerinin bu konuda yazmasına gerek var tabi. Ama artık kayıtsız kalamayacağın bir noktaya geliyor sorun. Sen de oturuyorsun futbolun içinde bunları da yazar bir hale geliyorsun. Ben unutmuşum, Bağış’ın böyle bir laf ettiğini bilmiyordum! Ahmet Çiğdem: Sormak lazım!... Erkan Goloğlu: Kesinlikle! Yüksel Akkaya: Giriş paragrafında var. Erkan Goloğlu: Şimdi, böyle bir şey oluyor yani, bak bu bir tür okumuş adam tavrı, bunlar filan yazılınca biz de bir cevap buluyoruz ve tavır geliştiriyoruz ve birilerini beğenmemeye, birilerini dışlamaya çalışıyoruz. Hocam ‘öteki’ filan diyor buna da.. Ahmet Çiğdem: Estağfurullah. (Gülüşmeler) Erkan Goloğlu: Burada da iyi olmayan aslında bu; bırakın herkes istediği gibi yazsın, istediği gibi konuşsun.. Tanıl Bora: Bir de -büyük politik tabirler kullanarak abartmak etmek istemiyorum ama- bir tür demokratikleştirici bir etki var bunda.Yani hep vardır ya, futbol yazanlara “bengay kokusu bilir misin, ayağını topa değdin mi?” diye çıkışırlar. Bu söylem karşısında herkes kendi durduğu yerden, kendi güzellediği yerden bir şey söyleyebilir; herkesin sözü bir şekilde muhteremdir yani. Ahmet Çiğdem: Genellikle vardır bir bengay kokusu, aslında herkes ilgilenmiş aslında. Tanıl Bora: Tabii herkes tahattür ediyor, kendine bir geçmiş icat ediyor ama bir geçmiş şart da değil, hakikaten. Yazıdan söz ediyoruz, üzerine düşünmekten söz ediyoruz, anlamlandırmaktan söz ediyoruz. Bu kendi nesnesinden özerk bir faaliyet olarak da değerlidir. Biraz da bunu sezdiren yanı var futbol literatürünün, bu da çok olumlu bir şeydir bence. Yüksel Akkaya: İki dakikada toparlıyorsunuz!.. Zira, yeni konulara geçeceğiz! Tabii, espiri anlamında söylüyorum.!... Ahmet Çiğdem: Şöyle bakmak lazım. Benden önceki değerli konuşmacılar Erkan Goloğlu ve Tanıl Bora son derece isabetli bir konuya değindiler. 80’lerden sonra aslında böyle bir sözde öznelliğin yükselişi gibi bir şey görüyoruz. Özellikle köşe yazarlığı bağlamında, köşe yazarının kendisinin anlattığı şeyler olarak. Böyle bir sahte öznelliğin yükselişine tanık 330 Futbol üzerine konuşmak oluyoruz ve aslında bu sizin sözünü ettiğiniz ilginin bir boyutu da bu sahte öznelliğin yükselişine denk düşüyor. Futbol da bu sahte öznelliğin dile getirilmesinin bir yan anlamı olarak ortaya çıktı ve sizin de belirttiğiniz gibi aslında eleştirilecek bir şey. Ama onun dışında mesela bir taraftan futbol üzerine düşünen futbol üzerine konuşan metinlerin -ister akademik olsun ister akademi dışından olsun- bunların sayısının arttığı filan, söylenildiği gibi… Evet öyle ama bir taraftan da şöyle bakın giderek spor basınında aslında başka türlü yavanlaşma, sıradanlaşma, lümpenleşme falan diyebileceğimiz başka eğilimler son derece baskın. Yani işte çoğunlukla futbola yer veren spor gazeteleri çok satıyor filan ve bunların arasında kastettiğimiz anlamda yazı yazan çok az yazar var. Ben şunu önemsiyorum, bu sahte öznellik sözde öznelliğin yükselişinin kendisini temellendirme biçimlerinden birisi olarak futbolun kullanıldığını düşünüyorum. Çünkü bu öznelliğin kendisini ifade etme alanları sadece futbol değil, yemek konusu olduğu zaman da, giyim kuşam söz konusu olduğunda, şarap kültürü söz konusu olduğunda kendisini ön plana çıkartabiliyor. Sizin sözünü ettiğiniz daha doğrusu kimin sözünü ettiği şimdi hatırlamıyorum, herkesin kendi içerisindeki futbol sevgisi, o topa 90 dakikada voleyi çakıp doksana atan adamı aynı algılamıyor; sözde öznelliğin yükselişi ile ilgili bir şey o da tek başına futbol bilgisi değil aslında. Dolayısıyla ona da başka türlü bakmak gerekiyor. Yüksel Akkaya: Craig McGill, “Futbolun Kârhanesi” kitabında 5 diyor ki “Spor ve siyaset potasyum ve su gibidir bir araya geldiklerinde sadece sorun doğurur”. Unakıtan ile Eskişehirspor arasındaki bir şeyden başladık… Bir başka durum bu. Ama belki biraz da Malatyaspor’un bir maçında ‘Hepimiz Ogün Samastız’ diyenler ile bir de Adana Demir Spor’un Hrant Dink’i anma isteği taşıyanlar vardı… Erkan Goloğlu: Anacaktı, anamadı… Yüksel Akkaya: Biraz da futbol ve siyaset ilişkisi üzerinden konuşabilir miyiz? Çok yakın dönemde artık cemaatlerin futbol kulüplerine el attığı filan söyleniyor, hatta kimi cemaatlerin, futbolcuların bazı futbol takımlarını yapılandırdığı gibi filan bir takım şeyler söyleniyor. Bu futbolun başka mecraya yönlendirildiğini gösteren bir durum, biraz bunun üzerine konuşabilir miyiz? 5 C. McGill, Futbolun Kârhanesi, İthaki Yayınları, İstanbul, 2006. Y. Akkaya, A. Çiğdem, T. Bora, E. Goloğlu 331 Erkan Goloğlu: Bu aslında yeni bir şey değil, mesela çocukluğumun Fenerbahçe’sinin başkanı Faruk Ilgaz’dı. Faruk Ilgaz Adalet Partisi’nin, “mümtaz şahsiyetlerinden” biriydi. Yüksel Akkaya: Eski Galatasaray başkanlarından biri de etkili ANAP milletvekili idi... Erkan Goloğlu: Ama ben şöyle diyorum: 70’li yılların başından söz ediyorum. Hatta yani bu siyaset kitlelerle yapılan bir şey. Futbol da, bu ülkede etrafına en çok karıncanın toplandığı bir şeker, çok değerli bir şeker. Dolayısıyla insanlar bir şekilde bunu kullanacaklar. Ama bunun kullanılması ile istismar edilmesi arasındaki ilişki hiçbir zaman net olmamıştır. Bunun değerlendirilmesi, bunun çok iyi şekilde kullanılmasıyla istismar edilmesi.. Şimdi mesela futbolun bir aktörü olarak seyirci, Çarşı seyircisi -benim çok hoşuma gidiyor- Çarşı seyircisi ne yapıyor, tepki koyuyor bir şeyler oluyor. Ne bileyim ben, yıllar önce Ankara’da Gençler tribününde ‘Savaşa Hayır’ sloganı atıldı. Şimdi bunlar tribünün spontan tepkisi veya tribün içindeki bazı kanaat önderlerinin bu işi örgütlemesi. Bunlar işin aslında çok güzel ve eğlenceli yanı ama futbol gibi bir mesele eğer hayatın bu kadar çok içindeyse kirlenecektir de, birileri bunun üzerine çullanacaktır da. Yüksel Akkaya: Yararlanmak isteyeceklerdir. Erkan Goloğlu: Evet, evet.. Önemli olan buna karşı direniş. Yani şimdi “bize ne, biz bunları niye yazacağız ve niye bir şeyleri göstereceğiz” diyemeyiz. Biz gidelim başka şeyler yapalım. Ne bileyim işte sınıfın içinde örgütlenelim. İşçi sınıfında, sendikada bilmem ne falan filan diye öyle büyük laflar edince ne oluyor? Yüksel Akkaya: İşçinin olduğu yerde siz yoksanız nasıl örgütleyeceksiniz… Erkan Goloğlu: Doğru, futbolla siyaset arasında bir ilişki kurulmasından rahatsız değilim, bu ilişki olacaktır. Bu ilişkiye senin nasıl baktığın, ne kadar direndiğin ve nasıl bir tarzın olduğu önemli. Yani biz orada beş bin kişiysek, on bin kişiysek, benim orada bir lafımla eğer bütün tribün ayaklanacaksa eğer, ben orada çıkarım ve şunu yaparım; ‘Hepimiz Hrant’ız hepimiz Ermeni’yiz’ diye bağırırım. Orada on bin kişi bağıracaksa, bu tepkiye katılacaksa ya ben linç edilirim, ya bağırmaya çalışırım arkadaş. Buna böyle bakacağız. Unakıtan ve Eskişehirspor meselesini söylediğim zaman, Unakıtan’ın zaten Eskişehir ile kurduğu ilişkiye münhasıran Eskişehirspor ile kurduğu ilişkiye karşı değilim. Bu adamın benim okuduğum kadarıyla yumurtacı olduğundan bilmem kime kadar, bu kapkaççı hikayenin kendisine karşıyım. Bu adam 332 Futbol üzerine konuşmak burada sürpriz bir şey yapmıyor. Türkiye’de bunun örnekleri çok. Tanıl Bora’nın yazdığı gibi Saint Pauli gibi yönetilen bir kulüp yok. İdealim de o yani, öyle bir şey olsun bende orada yönetici olayım. Tanıl Bora: Tamamen aynı fikirdeyim. Futbol ortamıyla siyaset arasında bir ilişki hem zaten var, hem de bunu önlemenin bir manası yok. Burada bence düşünülmesi gereken bunun şeffaf ve doğru düzgün bir ilişki olması. Kışlaya, okula, camiye siyaseti sokmamak gibi bir resmi şiar vardır ya, spor alanları da bununla beraber anılır. Sözümona tribünlere siyaset girmemelidir gibi bir kabul var futbol ortamımızda. Ama resmi ideolojik kampanyalar doğrultusunda, özellikle de işte son 15-20 yıldır malum düşük yoğunluklu, gayri nizami harp ortamında belirli vesilelerle birtakım sloganlar sistemli olarak bağırttırılıyor yıllardır ve bu siyasetten sayılmıyor örneğin. Ya da yabancı takımlarla Türkiye takımları maç yaptığında ırkçı, şoven sloganlar atıldığında bu siyasetten sayılmıyor ya da ırkçılıktan sayılmıyor. Sonra işte Diyarbakırsporlular sahaya çıktığında; ‘Kahrolsun PKK, PKK dışarı’ diye bağırılınca bu siyasi slogan sayılmıyor. Ama bu resmi kampanyalar dışında bir slogan atılacak olduğunda bu siyasetten sayılıyor ve “tribüne siyaset sokuldu” oluyor. Bu çifte standartlı, riyakar tutum çok büyük bir kirlilik. Keza örneğin Kemal Unakıtan’ın Eskişehirspor için kulis yapması, adam transfer etmesi, ağırlığını koyması, para aktarması, vs. her ne yapıyorsa, bu siyaset değil de hobi gibi düşünülebiliyor. İnsanlığa karşı suç, ırkçılık, faşizm niteliği taşımadığı ölçüde tribünde siyasal çıkışlar meşrudur bence. Bence en önemlisi tribünlerde ve futbol ortamı üzerinde bu faşizan basıncın kalkması. Tekrar edersem... Irkçı, şovenist, gayri medeni bir kampanya basbayağı teşvik ediliyor bir taraftan; diğer taraftan sadece onun dışındaki çıkışlar, eğilimler “siyasi” olarak damgalanıyor. Öncelikle bu çifte standart teşhir edilmeli, bunun farkında olunmalı. Bence en önemli mesele bu.. Ahmet Çiğdem: Büyük oranda konuşulanlara katılıyorum ama değerli konuşmacıların ifade ettiği boyutlara ek olarak burada bir şeyin altını çizmek gerekiyor. Esas olarak kamusal kaynakların kullanımı konusunda çok titiz olunması gerekiyor. Bu açıdan Kemal Unakıtan ya da (ben adını kullanmayacağım) Maliye Bakanı ve Eskişehirspor hakkında esas olarak itirazım bu. Diğer kulüplere baktığımız zaman -onların mali yapısına- yıllarca üç büyükler olarak tabir edilen kulüplerin hep kamu bankalarından alınan reklamlarla finanse edilmesi, vergi borçlarının affedilmesi daha büyük ayıplar var. Siyaset bölümünde de Türkiye’nin benzer eğilimleri görebilmek mümkün. Ben dolayısıyla Türkiye’de siyaset alanında hangi direniş, hangi Y. Akkaya, A. Çiğdem, T. Bora, E. Goloğlu 333 kendini ifade etme mekanizmalarının hayata geçirilmesini talep ediyorsak bunun futbol sahalarında da, stadta da mücadelesi verilmeli. O açıdan, “Aaaa!” denilebilecek bir şey değil. Ama şöyle bakılabilir belki, biraz pozitif bir tarafı da var; yani aslında bu stadyumlarda atılan her türlü slogan vs çok kristalize oluyor. Yani biz Türkiye’deki faşist söylemi, dışlayıcı söylemi, Erkan Goloğlu’nun öteki dediği -ben kullandım o kelimeyi- ötekileştirici eğilimleri mesela bunlar çok kristalize oluyor futbol sahalarında, stadyumlarda bir de öyle bir şey var. Tanıl Bora: Kimileri sübap işlevi gördüğünü söylüyor ki, o da boş bir sav değil. Ahmet Çiğdem: O da hoş bir şey değil ama kristalize oluyor ve bizim bugün ki tutumu özdeşleştirmemize önayak oluyor. Bunu istemeyiz ama öyle oluyor, tanımlanabilir bir şey oluyor o artık. Yoksa o duracak bir yerde yani linç olarak kendisini ifade ediyor bir taraftan, bir taraftan da kristalize oluyor. Ama şunu da söyleyeyim hakikaten egemen söylem açısından hem de futbolu, futbol sahalarını temizleyici, stabilize edici eğilimlerini futbol ve siyaset üzerine kurdurursa o düşünce biçimi işimize yaramaz bizim, onu terk etmek gerekir diye düşünüyorum. Teşekkür ediyorum ben size Yüksel Bey. Yüksel Akkaya: Tanıl Bey’e bir şey sormak istiyorum, kendisinin uzmanlık alanı.. Tanıl Bora: Estağfurullah, uzmanlık yok, hep bir arada konuşuyoruz burada.. Yüksel Akkaya: Dersimi çalıştım ya! O açıdan söylüyorum. Tanıl Bora: Uzmanlık sorusu yani? Yüksel Akkaya: Evet. Tribünlerde son yıllarda özellikle artan bir ırkçılık ve milliyetçilikten söz edebilir miyiz? Biraz bunun üzerine konuşmak iyi olur. Ne dersiniz? Erkan Goloğlu: Toplumda artıyorsa, tribünde de artıyordur. Tanıl Bora: Doğru, pratik ifadesi budur… Ahmet Çiğdem: Bak, adama uzman dedin, bu pat diye cevabını verdi, o kadar işte. Sen niye küçümsüyorsun bu adamları kardeşim. Yüksel Akkaya: Bunu not ettik hocam.!.. (Gülüşmeler) Erkan Goloğlu: Bir de çalışmış, o yüzden söylemiş, Çalışmasa kim bilir ne laflar edecek… Tanıl Bora: Hakikaten öyle, toplumun her yerinde su seviyesi yükseliyorsa orada da yükselir. Dünyanın her yerinde çok uzun yıllardır, 334 Futbol üzerine konuşmak sadece son 10-15 yıldır değil, yıllardır tribünlerde organize milliyetçi, faşizan, ırkçı gruplar var. Ama bir çok ülkede bunlara karşı organize olan gruplar da var. Mesela bugün Avrupa’da, hem UEFA’nın, futbol federasyonlarının, kimisi yarım ağız da olsa yürüttüğü ırkçılık karşıtı ya da anti faşist kampanyalar var; hem de bunu öyle yarım ağız ya da usulen filan değil canı gönülde yürüten taraftar grupları var. Hatta onlar daha baskın… Ahmet Çiğdem: Daha baskınlar, doğru… Tanıl Bora: İtalya’yı örnek verelim. İtalya bu faşizan grupların en güçlü olduğu yerlerdendir. İtalya’da bunun karşısında anti faşist tribün grupları da yeterince güçlü ve onların etkinliği meşru sayılıyor. Türkiye’de hiç görmediğimiz şey bu. Lağım gibi ırkçı sloganların bağırılmasından edilmesinden rahatsız olan, illa buna politik bir nedenle karşı çıkması gerekmez, buna gıcık olan bir çok futbolsever var. Ama o futbolseverlerin inisiyatifini destekleyen, onların bu ‘sivil, medeni’ rahatsızlığına bir kapı açan, hiçbir şey yok, tersine, böylesi girişimlerin ‘siyaset karıştırıyorlar’ diye damgalanması riski var. Dolayısıyla, evet, ırkçı faşizan yapılanmalar, eğilimler var ama bunlara karşı tepki de yeterince güçlü dünya futbol ortamında. Ahmet Çiğdem: Benim bu konuda sayın Bora’ya ekleyecek bir sözüm yok. Erkan bey’i dinleyelim… Erkan Goloğlu: Yani şimdi şöyle milliyetçilik, ırkçılık tribünde en kolay patlayabilecek şey. Çünkü milliyetçilik, ırkçılık kalabalıkları sever, yani kitleleri sever, o temaşayı, o bağırıp çağırmayı sever. Buna tribünler bir mekan olarak esas itibariyle daha yatkındır yani. Ama bundan dolayı kalkıp tribünü suçlamanın, futbolu suçlamanın bir manası yok, ben bunu söylüyorum. Tanıl Bora: Elverişli bir araç yani… Erkan Goloğlu: Şimdi en baştaki soruya dönüyorum. Be kardeşim Marxist aydınlar iyi ki yazıyor. Bu ülkede bir aydın olarak sen bir aydını niye aşağılıyorsun, bu ülkeyi Kenan Evren yıllardır aşağıladı, yani o aşağılar aydını da sen niye aşağılıyorsun. Bir kere Marxist aydınlar bu işi yazdığı için bazı insanlar da buna başka türlü bakabilelim diyorlar. Güzel Kardeşim şimdi ben yıllar önce daha İstiklal Marşı resmen başlamamış bir halde, ben bir maçta ayağa kalkmadım, ben kalkmayınca 4-5 kişi daha kalkmadı, emekli albay görünümüm var baktılar bu abi bu işi yapıyorsa bir bildiği vardır diye. Polis geldi beni götürmeye kalktı, götüremezsin dedim, bilmem kanun manun bir Y. Akkaya, A. Çiğdem, T. Bora, E. Goloğlu 335 şeylerden bahsettim –bildiğimden de değil de- nerden çıkıyor esas bu İstaklal Marşı’na saygısızlık dedim, beni götüremediler….. Yüksel Akkaya: Madem siyasetten bahsettik, biraz da bu artan Belediyesporlardan konuşalım o zaman. Turkcell Süper Ligi’nde Bank Asya Ligi’nde ve alt kümelerde çok sayıda belediyespor var… Tanıl Bora: Sizi de Aytaç Durak destekliyor (Adana Demir Spor’u kastediyor). Yüksel Akkaya: Evet. Bizim ikinci başkan olarak. Şimdi araştırmalara göre, sanırım 2000 – 2001 yılı verileri bunlar, toplam 203 futbol takımının 45’i belediye başkanları tarafından, ikinci başkan olarak yönetiliyor; tabii, Belediyespor olarak!... Anadolu kaplanları, filan… Böyle harmanlarsak ne söyleyebiliriz Ahmet hocam? Ahmet Çiğdem: Son söylediğiz yerden başlayalım. Mesela bu Anadolu kaplanları filan dediniz ya, bu aslında çok aydınlatıcı bir şey. Sağ ve solun ya da yerel burjuvazi ile daha muhafazakar burjuvazinin toplumla ve siyasetle ilişki kurma biçimi ile diğerlerinin ilişki kurma biçimi arasındaki farklılığı da yansıtan bir şey. Mesela Kayseri’de sizin sözünü ettiğiniz, oradaki sermaye birikimi popüler bir şeyi kullanmaya, toplumsal talebi karşılamayı da içeren bir şey aynı zamanda. Buna karşılık daha, tırnak içerisinde, sosyal demokrat – nasıl oluyorsa- diyebileceğimiz bir burjuvazinin toplumsal talebi karşılamaya dönük bir projesi yok… Yüksel Akkaya: İzmir de belki bu açıdan oldukça anlamlı… Erkan Goloğlu: Çok lazımdı Tanıl Bora: Lazım diye değil ama Ahmet hocam şimdi söylüyor ya sonuçta popülizm bu. Erkan Goloğlu: Popüler bir talebe cevap.. Ahmet Çiğdem: Ya bu Belediye takımlarına filan girince, eskiden şöyle düşünüyordum ben “küçük ölçekli ya da büyük ölçekli desteklemeler.” Ama , bugün bu tablo artık hakikaten içinden çıkılamaz bir hale geldi. Kamusal kaynakların kötüye kullanıldığı filan, artık bunun lamı cimi yok, bunun engellenmesi lazım bu bitti artık savunulacak hiç bir tarafı yok, çok şiddetli tepkilerle engellenmesi… Yüksel Akkaya: Eskiden kamu kuruluşlarının takımları olurdu. Neredeyse her KİT’e bir takım düşerdi. Yasa gereği olsa gerek, 1940’lı yıllarda… Ahmet Çiğdem: Belediyeler filan çok göz önünde olduğu için biz çok kolay hayır diyebileceğimiz bir şey ama hakikaten ben şeyi çok düşünüyorum; 336 Futbol üzerine konuşmak özelikle bu üç büyükler diye tabir ettiğimiz takımların 1980 ve 2000 yılları arasında -2001 belki- kullandığı kamusal kaynaklar, vergi borçlarının affedilmesi filan gibi hakikaten çok daha gözden kaçırdığımız başka şeyler de var, vergi borçları, vs. Bunlara hakikaten bir dur demek lazım. Bu futbol sermayesini çok denetlenebilir, şeffaf bir hale getirmek lazım. Futbolun bundan sonraki örgütlenmesinde sizin bahsettiğiniz uygunsuz hallerin tekrar edilmemesinin çok etkili olacağını düşünüyorum. Bu nedenle mesela Belediyelerin fiilen futbola kaynak ayırması gibi çok şey bir yerden gitmenin yanı sıra, hakikaten ülke olarak futbol sermayesinin çok denetlenebilir, şeffaf hale getirilebilmesi gerekiyor. Diğer taraftan şöyle düşünebiliriz aslında, Türkiye’nin başta da sözünü ettiğimiz gibi bir aydın tepkisi, falan diyoruz ama öyle değil işte yani, öyle değil. Toplum cebinden futbola para vermek istemiyor bir taraftan, bu takımların büyük bir kısmı kendi kendisine ayakta duracak durumda değil. Hani toplum, futbol filan diyorum ya, öyle değil işte. Belki 25 kuruşa bir gazete alıyor ama 5 lira verip kulübün maçına gitmek istemiyor. Bu hakikaten kabul edilebilecek gibi bir şey değil. Bu açıdan daha sıkı, daha kesin kurallar koyulmalı diye düşünüyorum. Bu da çok etkili bir siyaset biçimi, kamusal kaynakların bu tür faaliyet alanlarına ayrılmamasını savunmak da bence çok önemli bir siyaset biçimi. Çünkü bu tür kamusal kaynakların kullanılması, kamusal kaynakları kullanan insanların sadece kamunun parasını çar çur etmesi değil kamu dediğimiz şeyden gayet irrasyonel ve denetlenebilir bir birikimle elde ettiği bir kaynaktır aynı zamanda. Tanıl Bora: Ahmet Hocam özellikle gariban yerleri ima etti ya, hakikaten taşrada kalmış, iktisadiyatı olmayan, Türkiye sahnesinde yeri olmayan bir çok küçük yer var. İkinci liglerin kurulmasıyla birlikte boy gösteren il takımlarının hepsi aslında 1960’ların başında oluşmuş yapay kulüpler. Köklü geleneklere sahip yerel amatör kulüpler birleştirilerek oluşturulmuş il takımları... Bunlar illerin milli takımları gibiydiler hakikaten. Sivas’ın adını duyuracak, Türkiye’nin her yerindeki Sivaslıları temsil edecek, Sivaslılık bağını güçlendireceklerdi, bu bekleniyordu. Bunların arkasında o zaman da belediyeler vardı. Ama Ahmet Hocam’ın dediği gibi o zamanlar futbol ekonomisi çok daha cılız bir ekonomiydi. Kamu kaynaklarının çar çur edilmesi gibi bir şeyden söz etmek mümkün değildi o zaman için. Bugün hakikaten başka bir ekonomik gerçeklik var. Fakirliğin bu kadar diz boyu olduğu bir memlekette şimdi bu destekler meşru değil. Özellikle İstanbul ve Ankara Büyükşehir belediyelerine bence özel bir yer ayırmak gerekir. İstanbul Y. Akkaya, A. Çiğdem, T. Bora, E. Goloğlu 337 ve Ankara’da hepsi de köklü geleneklere sahip sebil gibi futbol takımı var. Böyle bir yerde Büyükşehir belediyelerinin futbol takımı kurup dünyanın parasını pompalaması gerçekten başlı başına ele alınması gereken bir skandal. Bunun içinde özellikle Ankara Büyükşehir Belediyesi ayrıca ele alınması gereken bir skandal. Çünkü orada şeffaflığa karşı ikinci bir cinayet var. Sözümona bu kulüp özerkleşti şimdi. Yani inanılmaz paralar pompalanarak belirli bir düzeye getirildi, sonra kağıt üzerindeki bir takım düzenlemelerle artık kendi yağıyla kavrulan bir kulüp makyajı yapılarak bize sunulmaya çalışılıyor. Büyükşehir kulüpleri vahim, özellikle İstanbul, Ankara vahim; özellikle Ankara vahim kere vahim. Erkan Goloğlu: Tabii canım, belediyenin, bir ilin, ilçenin takımının arkasında olma meselesi son derece şefkat, himaye, koruma, sevgi üzerine kurulmuş bir bağdır. Otobüsünüz yoktur, deplasmana belediyenin otobüsüyle gidip gelirsiniz, ama bu öyle bir şey değil. Çünkü aşağı yukarı biz aynı şeyleri düşünüyoruz. Ben bu konudaki her türden yasakçılığa karşıyım, yasaklamakla bir ilgisi yok benim söylediğimin, algıyla ilgisi var. Radikal her sene sorar, sezon başlarken: “Kim düşsün filan” diye. Ben Ankara’da yaşayan bir adam olarak Ankaraspor’un düşmesini istiyorum. Belediyeler aslında alt yapıyla ilgilensin, bir altyapı takımı kursun, daha mütevazı ölçülerde bir şey olsun.. Yani bu Ankaraspor’un durumu inanılmaz bir olay, bir de leopar koymuşlar, leoparı nereden buldunuz hay allahım ya rabbim, Ankara’da bu leoparı nereden buldunuz? Gidin Atatürk Orman Çiftliğinde hayvanat bahçesi var, orada dahi yoktur bu leopar.. Ahmet Çiğdem: Bir konu daha ekleyebilir miyim? Aslında burada söylendi, belediyelerin kaynaklarını daha amatör sporlara kullanması gerekir diye. Bu tür Belediye hizmetlerinden faydalanmak genellikle daha çok orta ve üst sınıfın işi oluyor. Belediyenin bir futbolcuya çok para vermesi, alt sınıflarının işine gelen, kullanabileceği bir durum olmasından çıktığı anlamına geliyor. Yüksel Akkaya: Daha da zorlaşıyor. Ahmet Çiğdem: Orada da aslında bu tip yatırımlara bakıldığında, aslında bu tip hizmetleri başka türlü de satın alabilecek insanlara dönük yapıldığını görüyoruz.. Satın almadan mahrum olmayan insanlar için yapılıyor bu yatırım. Erkan Goloğlu: Bırakın bu eski Sosyalist ayakları!.. Bu ayaklardan konuşuyorsunuz, hayat öyle değil. Bırakın hocam!.. 338 Futbol üzerine konuşmak Yüksel Akkaya: Futbol artık eski, amatör naif görüntüsünden çıktı, profesyonelleşerek bir endüstriye dönüştü. Endüstrinin futbola yansımasını bir parça değerlendirmek gerekirse, bunun faydalı yanları da oldu, güzel bir alt yapı oluştu ama öte taraftan futbolun seyrini, vesairesini örseleyen yanlar da oluştu.. Taraftarı müşteriye indirgeyen… Bu konuyla ilgili neler söylemek istersiniz. Ahmet Çiğdem: Ben başlayabilir miyim? Tanıl Bora: Buyurun hocam, bu konuda siz güzel şeyler söylüyorsunuz. Ahmet Çiğdem: Estağfurullah, Yüksel Akkaya: Hocam siz buzu kırın yolu açın, biz devam edelim. Ahmet Çiğdem: Endüstriyel futbol, futbolla ilgili insanların şikayet ettikleri bir durum, hakikatten hepimiz şikayetçiyiz falan. Ama diğer taraftan bu çok engellenebilir bir şey değil. Sermaye yatırım yapmıştır ve karşılığını istemektedir. Bunu engelleyemeyiz. Bunun hakikaten, futbolseverler açısından çok olumsuz sonuçlar doğurduğunu, kulüpler arası dengeleri bozduğunu falan söyleyebiliriz. Ama diğer taraftan bu aslında bir meydan okumadır. Dünyadaki örneklerine baktığımızda, mesela Chelsea için söz konusu. Tamam belki olumlanacak bir durum değil ama, iyi müşterilerin, yani futbola gelen sermaye aracılığıyla taraftar olmaktan iyi müşteriliğe dönüştürülmeye çalışılan insanların aynı zamanda taraftarlık algılarını da değiştiriyorlar. Bu hepsinin olumlayarak kabul ettikleri bir şey değil ama bunun üzerine düşünüp kulüple ilişkilerini daha rasyonel bir şekilde inşa etmeye çalışıyorlar. Böyle bir süreci de yaşıyoruz diğer taraftan. Bayern Münih, Chelsea, Manchester United, Liverpool olsun. Sözgelimi Manchester United, Chelsea gibi gözle görülür bir patron tarafından yönetilmiyor ama diğer taraftan bu sözünü ettiğimiz sürecin en çok somutlaştığı bir yer. Hakikatten bir açıdan bakıldığında çok tiksindirici bir şey. Ama oraya baktığımızda da, taraftar algısının, takımı sevme biçimlerinin başka türlü geliştiğini gözlemleyebiliyoruz. Bir taraftan bilet fiyatları artıyor ama seyirci sayısı da artıyor. Sadece dünyada değil, İngiltere içinde, hatta Manchester içinde de taraftar sayısı artıyor United’ın. Söylediğim başka bir şey var aslında, bir taraftan United taraftarları böyle davranırken, diğer taratan City taraftarları da başka türlü bağlılık geliştirmeye başladılar. United’ın yaşadığı değişim, City taraftarını da etkiledi, onlar da başka türlü bir bağlılık içine girdiler. Dolayısıyla ben şöyle bakıyorum Yüksel, değerli arkadaşım, sözünü ettiğin bütün çekincelere, bütün bu çekincelerin ima ettiği, açıkça söylediği kötülüklere, olumsuzluklara, çirkefliklere rağmen bunun da kendi içinde bazı Y. Akkaya, A. Çiğdem, T. Bora, E. Goloğlu 339 pozitif dönüşümlere yol açtığını görüyoruz, ama bu çok belirgin değil. Sürecin temel belirleyicisi bu değil. Sonuçta daha önce değindiğimiz gibi kulüplerin sermaye yapısının şeffaflaşmasının, denetlenebilir olmasının vesairenin altında da bunun bir şekilde geriye alınmasının yattığını düşünüyorum. Yoksa nostaljik bir ağız tüm bu söylenenleri içinden çıkılmaz bir hale getirecektir. Elbette geleneksel futbol kültürünün içinde bunu değerli buluyorum ama dediğim gibi, bunu bir hayıflanma vesilesi olarak değil de, belki rasyonel müşteriler, tüketiciler olarak, kulüplerin örgütlenme yapısına, bilet fiyatlarına, kulüplerin kuracakları iktisadi ilişkilere müdahale yetkisinin artması olarak da, başka müdahale imkânlarının hazırlanması bakımından değerlendirilmesi gereğini düşünüyorum. Onun dışında, geleneksel nostaljiye yenik düşmemek gerektiğini düşünüyorum. Tanıl Bora: Ben iki kısa şey söyleyeceğim. Ahmet Hoca’nın dediği gibi, Foucault’cu bir perspektifle söylersek: “Tahakkümün olduğu yerde direniş de vardır.” Evet, kapitalizm genişliyor, bir müşterileşme süreci söz konusu ama taraftarlar ve futbolu bu saf haliyle sevenler de bir şeyler yapmaya çalışıyorlar ve kendilerine bir takım patikalar buluyorlar. Bu gerçekten önemli. Buna ek olarak Türkiye’de bizim şöyle bir feci durumumuz var. Andre Gunder Frank’ın kadim kavramını kullanırsak; lumpen burjuvazi, lumpen kapitalizm, lumpen gelişme. Türkiye’de bir yandan endüstrileşme, kapitalistleşme süreci yürüyor fakat eksik kurumlaşma ve sıfır şeffaflık olduğu için lumpen burjuvazi, lumpen kapitalizm çerçevesinde yürüyor. Örneğin futbol endüstrisinin gelişmesine bağlı olarak güvenlik paranoyası gelişiyor diyoruz, evet, fakat bir yandan da Türkiye’de statlar zinhar güvenli falan değil. Konfor, müşterileşme falan diyoruz, doğru, böyle bir ideoloji var fakat stadlar zinhar konforlu değil. Müşteri memnuniyeti ilkesi zinhar gözetilmiyor; yani hem pahalanıyor, endüstrileşiyor sözümona ama seyircileri asla memnuniyeti gözetilmesi gereken reşit müşteriler olarak görmeyen, çakalca bir yapı söz konusu. Yüksel Akkaya: Nispeten Fenerbahçe… Tanıl Bora: Evet, orada nispeten böyle bir şeyin varlığından söz ediliyor. Görmedik, bilmiyoruz, bahsediyorlar. Türkiye’de berbat bir sentez söz konusu. Futbolseverleri kapitalistleşmenin ‘nimetlerinden’ bile yararlandırmayan lumpen bir yapı söz konusu. Erkan Goloğlu: Taraftarın kulüp idaresinde sözü olabileceğine dair bir talebi yok. 340 Futbol üzerine konuşmak Tanıl Bora: Güngören atmış, çok üzgünüm, Demir Spor gol yemiş. Uzatma oynanıyor… (Ki bu bir kara haber olmanın ötesinde başka bir şeydir! Söyleşi mecburen bundan sonra daha mutsuz sürecektir, etmesin çabalarına rağmen!..) Yüksel Akkaya: Gol ofsayt mı hocam? Son bir çare! Futbolda çamura yatmak vardır hani. Bir fani taraftar olarak, hani uzatmadaki gol ofsayttı filan diyip bir sezon daha oyalanabilirdik. Lakin, bu lig Demir Sporsuz olmayacak. Öyleyse orda kalalım (mı). Sorunun cevabını böyle iç dünyamızda arayalım.. Tanıl Bora: Golü görmedim, sonucu gördüm, uzatmalar oynanıyor, üzgünüm, söylemek zorundaydım… Erkan Goloğlu: Taraftar, “ben bu işin bir parçasıyım, tamam sen benim etimden, sütümden faydalan ama ben de bu işin bir parçasıyım” diye topa girmiyor. Örgütlü taraftar gruplarının istediği tek şey var, onlar da kendi içinde iktidar ilişkisini bilet, deplasmana götürme üzerinden kurmuş. Taraftar, hakikatten adı üstünde futbolla kurduğu ilişkiyi seyirlik bir ilişki olarak görüyor. Yani bu denklemi önemli ölçüde çözecek olan aslında yine taraftarın kendisi. Bu tür faaliyetler, kapitalizmin, pazar endüstrisinin olduğu her yerde olacaktır. Daha doğmamış çocuğuna Fenerium’lardan tulum alan anne-babalar olacaktır, her zaman var olmuştur da.. Hangisi, hangisini üretiyor, bu çok manalı bir tartışma değil. Yüksel Akkaya: Madem taraftarlığa geldi konu, taraftarlık üzerinden devam edelim: Futbol’un Karhanesi’nden bir paragraf okuyayım: “Ne olursa olsun taraftarın çilesi artarak devam edecek gibi görünüyor. Ekonomik ilerleme açısından futbolcular daha çok kazanmaya devam edecekler. Reklamcılık şirketleri gelirlerini artırmaya devam edecek. Ama birileri buna çok fazla güvenmesin. Şirketler para yatırmaya devam ettiği sürece taraftar da buna para yatırmaya devam edecek”… Tanıl Bora: Burada ‘reşit olma’ ve ‘özne olma’ meselesi var. Taraftarların aktör ve özne olması gerekiyor. Son zamanlarda “taraftarlar kulüplerin önüne geçmesin” uyarısına çok başvuruluyor ya... Taraftarlar elbette her yerde kurum kimliğinin çok önemli bir parçasıdır. Bugün futbol endüstrisi kendi mantıki uç noktasına vardıkça, bir bakıma taraftarı gereksizleştiriyor. Ama bir taraftan da onsuz olamaz, çünkü temaşada rolü çok belirgin. Televizyonda maç seyreden adamın tribünleri dolu ve şenlikli görmesi lazım. Şenlik duygusunu yaratacak adamlar da, kendilerini aktör konumunda görürlerse o temaşayı yaratabilirler, coşarlar, bir gösteri sunarlar. Bu, işin o mantıki uç noktasına varmasını engelleyen hayırlı bir paradoks. Y. Akkaya, A. Çiğdem, T. Bora, E. Goloğlu 341 Erkan Goloğlu’nun vurguladığı ve Ahmet Çiğdem’in de ima ettiği gibi, taraftar gruplarının bilinçli bir insiyatif geliştirmesi bu işin tek çaresi. Onların ufak tefek lokmalara razı olmaması; kendisine saygısı olan bir tutumla, futbola olan sevgilerine sahip çıkan bir aktör bilinci geliştirmeleri bence işin anahtarı. Yoksa, diğer bütün önlemler ve yakınmalar bir şey getirmez… Tutunacak tek halka orası bence. Ahmet Çiğdem: Şöyle bakmak lazım, bu sözünü ettiğimiz süreçlerde, taraftar olmaktan çok takım ve spor sevgisini daha çok önemsiyorum. Futbolun daha çok kendisini sevmeye yönelik falan. Diğer taraftan şöyle bakalım işte futbola paranın girmesi, şirketleşme falanla beraber futboldaki başarı algısının da değişmesi gerekecek.. Çünkü her yede bir tane şampiyon çıkıyor, iki tane şampiyon çıkmıyor. Alın işte Chelsea bile şampiyon olamıyor o kadar paraya; şampiyonlar liginde de şampiyon olamıyor; taman Manchester da ondan aşağı değil ama , olamıyor işte. Ama hakikatten en son şu Hull City’nin Premier Lige yükselmesi, hem de 39 yaşındaki bir adamın golüyle yükselmesi, inanılmaz bir şey. Tarihte pek çok direniş, başarı öyküsü var, Zapatistler falan ama 103 yıl sonra, Birinci lige yükselmesi… Onun için taraftarın kendi bağlılıklarını yeniden üretebilmesi, hikayelerini kurabilmesi, kendi aidiyetlerini öne çıkarması gerekiyor. Zaman zaman taraftarın da endüstriye uyum sağladığı, müşteriye dönüştüğü yazılıp çiziliyor ama bu eninde sonunda bir temaşa sporu. Futbol olduğu sürece, taraftar dediğimiz şey de, biçim değiştirse de var olmak zorunda. Ön sıraları çok pahalı satarsınız ama arkalarda mutlaka birileri olacaktır ve siz de o insanlara muhtaçsınız. Ben ayrıca, sayın Goloğlu da belirtti, yeni doğmuş çocuklara takım forması almayı önemsiyorum. Erkan Goloğlu: Bırak kendi seçsin abi ya. Kendi istesin, kendi seçimini kendisini yapsın. Yüksel Akkaya: Ama bir ata sözü var: “Kızı kendi haline bırakırsan ya davulcuya gider, ya da zurnacıya”… Tanıl da oğluna alıyor… Erkan Goloğlu: Ama herkes Tanıl gibi değil. Taraftarlık mezar teslimi alınır. Adam Galatasaraylıydı, Gençlerbirliği’li oldu. Ama herkes öyle olamaz, bırakın çocuklar kendi seçsin. Çünkü seçtiği zaman bir daha dönemiyor. Ahmet Çiğdem: Aslında esas tehlike çocukların hepsinin, Spiderman, Actionman, Süpermen sevmek yerine anneleri, babaları almış olsa da forma giymelerinin daha değerli bir şey olduğuna inanıyorum. Ben bu konuda sayın Goloğlu gibi düşünmüyorum. 342 Futbol üzerine konuşmak Yüksel Akkaya: Ahmet Hocam 2000 yılındaki karamsarlığınızı devam ettiriyor musunuz? Şöyle demişsiniz: “Türkiye’de taraftar denilen kitle ne yazık ki hep kendine taraftar olan, takım sevgisini, ancak takım kendisini tatmin ettirdikçe sürdüren bir günahtan ibaret”. 6 Ahmet Çiğdem: Bütün bunlar bir yana, biz futbolseverler olarak kendi aramızda kaldığımızda bir futbosever olarak tartışacağımız çok şey var. Tanıl Bey’in dediği gibi stadyumların maddi olarak düzenlenmesinden tutun da, rakip takımı yok sayma, takımı futboldan daha çok sevme, şampiyonluk, vesaire gibi başarı ölçütlerinin sorgulanması, artık bir sürü insanın futbolu sevmesi veya nefret etmesi, ben kendi adıma bu kadar çok insanın futbol sevmesini istemem genel olarak. Ortam pek ümitkar değil ama genel olarak karalar bağlamanın aracı olarak futbolu koymamak gerektiğini düşünüyorum. Karalar bağlamak için elimizde çok başka şeyler var ama futbol da bu karalar bağlamamız gereken evrenin bir parçası. O yüzden bu karamsar tutumumu devam ettiriyorum. Erkan Goloğlu: Genel olarak çok farklı düşünmüyorum, başka bir bahis varsa geçelim. Yüksel Akkaya: O zaman başka bir bahse geçelim. Futbolcu kimdir, modern bir köle midir, yoksa bu temaşa oyunun modern gladyötörü müdür? Ne dersiniz? Erkan Goloğlu: Bu sizin nasıl baktığınıza, futbolu nasıl algıladığınıza bağlı. Topçuların aldığı paralar hep konuşulur. 40’lı yıllarda da iyi topçular bu ülkede iyi kazanırlardı. Hayat standartlarına falan baktığımız zaman yüzüne gözüne bakılacak paralar alıyorlardı. Şimdi de iyi paralar alıyorlar. Bunlar öyle çok tartışılacak şeyler değil. “Zenginin malı, züğürdün çenesi” misali. Bu çok para kazanıyor dediğimiz topçular bu paralarını zaten Türkiye’de iyi yönetemiyorlar. Bu onların sorunu diyeceksiniz ama, bunların etrafında babaları var, sakalcısı var, yani onların kazandığı para üzerinden topçulara husumet üretmemek lazım. Onlar daha çok kazansınlar, yani onlar daha fazla kazandığı için ben daha az kazanıyor değilim. Onlar daha az kazansa, bu ülkede yoksulların dertleri hallolur gibi bir şey de yok. Bu bileşik kap hadisesi bu kadar basit değil. Bu futbolcular futbolu bıraktıktan sonra ailelerine bakmak durumunda. Bunlar doğum kontrolünden de pek anlamazlar; 6 Tanıl Bora (Der.), Takımdan Ayrı Düz Koşu, İletişim Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2004. Y. Akkaya, A. Çiğdem, T. Bora, E. Goloğlu 343 topçuların alayının Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi en az üç çocuğu var. Hakikatten hayatları iyi yürümüyor bu arkadaşların. Yüksel Akkaya: Çok yoruluyorlar, çok yıpranıyorlar… Erkan Goloğlu: Tabii, bunlar yapacak iş de bulamıyorlar, 35 yaşında bitiyor bunların hayatları. 35 yaşından sonra gidip bir benzinci açamıyorlar, hepsi de Tanju Çolak değil ki.. Ahmet Çiğdem: O da batırdı galiba… Erkan Goloğlu: O bile olamadı. Antrenörlük yapmaya başlıyorlar. Ya da bu sektörün içinde kalıp antrenör oluyorlar. Ama baktığın zaman haklısın, bu bir tür endüstriyse, bunlar da bu endüstrinin çalışanlarıdır ve çalışma kurallarına uymak zorundadırlar. Ama bu bir kölelik midir, bence burada bir kölelik yok. Yüksel Akkaya: Sözleşmesi bitmeden başka kulübe gidemez, vesaire o anlamda söyledim ben… Erkan Goloğlu: O işler çok kırılmaya başladı, iyi ki de kırıldı. Ben yıllardır şunu söylerim: Bunların kazandığı parada kimsenin gözü olmasın kardeşim. Biz orda oynayan 22 topçu var diye bugün konuşuyoruz. Tanıl Bora: Beyaz yakalılar, mavi yakalılar ve bir de altın yakalılardan söz edilir ya. Çok üst düzeyde kazanan, özel yetenekli, özel liyakatlı, kalifiye çalışanlar zümresi... Altın yakalılar büyük çoğunlukla örgütsüzdür. Ve altın yakalıların örgütlendiği, hak talebinde bulunduğu durumlar rejimin en fazla tedirgin olacağı durumlardır. Bu genellikle bilgisayarcılar, vs. için söylenmiş bir sözdür ama bunun futbolculara da isabet eden bir tarafı var. Bir tür altın yakalı proletarya gibi bunlar. Buradaki kilit kavram bence yine reşit olmak. Bu insanların, profesyonel futbolcuların soyadlarıyla anılmaya yeni başladığını biliyoruz. Yakın zamana kadar sırf ön adlarıyla anılıyorlardı. Bu alanda işçi haklarından söz edilebilir mi, bir sendika gündeme gelebilir mi konusunu, tıpkı işçiler için de söz konusu olduğu gibi insan ve reşit olmalarıyla beraber düşünmeliyiz. Yüksel Akkaya: Bir Metin Kurt deneyimi yaşadık biliyorsunuz.. Tanıl Bora: Çok doğru. Bu meslek erbabı, altyapılardan itibaren örselenerek, paternalist ilişkiler içerisinde kişilikleri rendelenerek büyüyor. Dolayısıyla bu insanlara reşit insan muamelesi yapan bir yapı bence çığır açıcı olur. Ahmet Çiğdem: Ben şunu söylemek istiyorum. Futbol federasyonu da onaylasın. Onların da kabul ettiği bir dernekleşmeye ihtiyaç var bence. En azından sözleşme hükümlerinin yerine getirilip getirilmediği falan 344 Futbol üzerine konuşmak sorgulanabilir böylesine bir kaotik durumda, çünkü pek çok sözleşmeye kulüplerin riayet etmediğini görüyoruz. Bu alanda, yetkileri olacak bir kuruluş pek çok şeyi değiştirebilir. Ücretlere bir standart getirilebilir. Diğer taraftan şöyle bakalım, dünyanın en çok para kazanan oyuncusu olabilirsin ama diğer taraftan maçın 89. dakikasında Gentile senin futbol hayatını bitirebilir. Kazanılan para çok tabii ama diğer taraftan risk de çok büyük. Bu çocukların parasına da çok göz koymamak lazım. Biliyoruz, kapitalist sistem içinde popüler ikonlar hep çok para kazanır Yüksel Akkaya: Kazandırttıklarını düşündüğümüzde, kazanılan para çok değil hakikatten. Ahmet Çiğdem: Profosyonel futbolculuk hakikatten ağır işçiliktir. Bugün Avrupa’daki liglere bakalım, buralarda oynayabilmek kolay değildir. Yüksel Akkaya: Her an şiddete maruz kalabilirler. Ahmet Çiğdem: Şöyle de bakalım, bugün şampiyonlar liginde oynayan bir oyuncunun yoksul olmasını bekleyebilir miyiz? Ama şu da var, zorlayıcı bir eşit ücret politikası uygulatmak yerine, kulüplerin genel olarak gelir-gider dengelerinin şeffaflaştırılması ve denetim altına alınması daha doğru bence. Ayrıca şunu söyleyeyim, futbolcuların informal de olsa örgütlenmelerini çok önemli buluyorum. Tanıl Bora: Bence, sırf akçalı konularda değil, örneğin futbolcuların haysiyetlerini ayaklar altına alan yorumların hedefi olabiliyorlar. Bunlarla ilgili gerçekten etkili, söylediğini, söyleyene pişman edecek bir takım önlemler, protestolar gerçekleştirilebilir. Bu alanda güçlü bir örgütlerinin olmasının çok medenileştirici olacağını düşünüyorum ben. Yüksel Akkaya: Son olarak hakemler konusuna değinelim. Erkan Goloğlu’nun uzmanlık alanı olarak… Bu temaşanın olmazsa olmazlarından biri olan hakemler hakkında neler söylemek istersiniz? Kimseye yaranamayan, kellesi hep tehdit altında olan; aslında hep muzaffer olması gereken… Ahmet Çiğdem: Erkan bey, hakemler konusuna geldik, siz bu konuda “i… hakem” tezahüratının kaldırılmasını protesto eden yazarlardan birisiniz. Erkan Goloğlu: Hakikatten çok üzülüyorum o söylemin kaldırılmasından!... Çocukluğumdan bir parça gitti sanki. Çok geleneksel bir yeri vardı o tezahüratın. Şu Ordulu hakem kim, Ali Aydın, “zenci kardeşlerimiz” dedi, orada da bir ayrımcılık vardı. Tanıl Bora: Kötü bir şey kastetmedi. Y. Akkaya, A. Çiğdem, T. Bora, E. Goloğlu 345 Erkan Goloğlu: Bu anlamda, bu ülkedeki eşcinsellere yapılan ayrım bağlamında, “i… hakem” bağlamından kopmuş durumdadır. Orada homofobik bir bakış yok aslında. İçerik sözü aşmış durumda. Ben bunun örneklerini eşcinsel arkadaşlarımla da konuştum Tanıl Bora: Hakemlerle mi? Erkan Goloğlu: Yani bundan hakemler niye alınsın ki. Bu ülkede hakem olmak hakikatten çok önemli bir şey. Zaten bu oyunda hakem olmak o kadar olağanüstü bir şey ki, hakem bir şey üzerine karar veriyor ve o karar üzerinden devam ediyor her şey. Doğru ya da yanlış. Yüksel Akkaya: Ben yine burada bir şey eklemek istiyorum: “Şimdiye kadar 3 puanı kimsenin hakemlere armağan edildiği ne görülmüştür, ne de duyulmuştur” deniyor. Gerçekten de 90 dakika koşuyor, mücadele ediyor , doğmamış çocuğa, taraftara armağan ediliyor, ama hakeme hiç armağan edilmiyor. Tanıl Bora: Bence Erkan Goloğlu hakemlerle ilgili geçenlerdeki yazısında muhteşem bir katkıda bulundu: Önemli bir maçı yönetmeye bir yere geldiklerinde, “şehrin kaderiyle oynamaya geldik” gibisinden demeçler verseler, tartışmalı bir golü verdiklerinde coşkuyla santraya doğru koşup yüzüklerini öpseler... diyordu! Erkan Goloğlu: Doğru (Gülüşmeler) Tanıl Bora: “Biz buraya puan veya puanları gasp etmeye geldik” deseler mesela!... Şaka bir yana, unutmamalı, hakem temaşanın da bir parçasıdır. Jestleriyle, hal ve tavırlarıyla, kararlarıyla… Ahmet Çiğdem: Schmittci bir bakışla karar veriyor ve o karar üzerinde devam ediyor, burası çok önemli.. Tanıl Bora: Bu kadar belirgin. Erkan Goloğlu: Olağanüstü hale karar verebiliyor. Tanıl Bora: Türk hakemlerinde endişe verici husus şudur ki, istisna yaratma erkini çok istismar ediyorlar. Bu kadar çok istisna olmaz yani.. Ahmet Çiğdem: Hakemlerin futbolculara karşı biraz daha hoşgörülü olmaları, biraz daha insancıl olmaları gerekiyor. Esas önemli olan şudur: Bizim tüm konuşma boyunca vurguladığımız gibi, biz futbolun daha eşitlikçi, daha adilâne olmasını istiyoruz. Hakemlerin de bu futbol ortamına katkıda bulunmalarını istiyoruz. Tanıl Bora: Daha eşitlikçi kesinlikle ve daha neşeli. Tabii yine reşitlik meselesine geliyoruz. Sporcularla münasebetlerinde onlara reşit insan 346 Futbol üzerine konuşmak muamelesi eden bir hakem sahici anlamda otoriterliğinden bir şey kaybetmez, tersine saygın bir otorite olur. Yüksel Akkaya: Taraf değil ama bağımsız olsun. Erkan Goloğlu: Zaten bağımsız olmak tarafsızlığı da içerir. Tanıl Bora: Bir hakem arkadaşım hem sempati uyandırmak, hem de iyi ilişki kurabilmek için ertesi gün yöneteceği maçtan önce, takımlarda yer alan yabancı oyuncuların ana dilinde birkaç kelime öğreniyormuş, “yapma”, “sakin” gibi. Böylelikle onların sempatisini, güvenini kazandığını söylemişti. Erkan Goloğlu: Kodum mu oturturum! (Gülüşmeler) Erkan Goloğlu: Bir de şöyle derler ya en sonunda, “sizi bilmiyorum ama benim için çok lezzetli bir söyleşi oldu…” Yüksel Akkaya: Tadından yenmez… Tanıl Bora: Şu Güngören maçı kötü oldu ama. Hakikaten kötü oldu, bak bir belediye daha geldi! Yüksel Akkaya: Makus talihimiz, ne yapalım?!.. Çok teşekkür ederiz, değerli vaktinizi ve fikriyatınızı bizimle paylaştığınız için. İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 26 Kış-Bahar 2008, s. 347-352 Forum Taraftar mı, müşteri mi? Tuğrul Akşar 1 Seyirci, taraftar günümüz futbolunun vazgeçilmez aktörlerinden. Daha doğrusu parasallaşan futbolun altın yumurtlayan tavuğu. Her ne kadar son zamanlarda parasına göre muamele görüyorsa da, o bir taraftar. Yağmurda, çamurda beraber yürür takımıyla kolkola. Bazen destek, bazen istemese de köstek olur, gönül verdiği takımına. Bir cefekar, bir vefakardır o. Tribünde de olsa, televizyon başında da değişmez bu. Zengini, fakiri farketmez. Sınıf farkı ve sosyal statü farkı gözetmez. Aynı tepkiyi, aynı etkiyi birlikte yaşar. Beraber hüzünlenir, beraber sevinir. Doksan dakikayı izlerken, aklını ve beynini dışarıda tutacak kadar “mani’’ seviyesinde bir bağlılık ve tutkuyla takımına yoldaşlık yapar. Yeri gelir teknik direktör olur takım yapar, yeri gelir başkan olur milyonlar akıtır, transfer yapar. Endüstrileşmeyle değişen futbol Taraftarın müşteriye doğru evrilmesi son zamanlarda çok tartışılan bir konu haline geldi. Taraftar bugün desteklediği takımına ayırdığı ciddi büt çelerle, bir tüketici de aynı zamanda. İşte taraftarın müşteri taraftara değişimi ve dönüşümüne neden olan koşullara kısaca değinmemiz gerekiyor. Endüstriyel futbolun temel genel geçer özelliklerine dikkat ettiğimizde, endüstriyelleşme süreci; 1) Seyirci profilinin, 2) Gelir kaynaklarının yapısının, 3) Taraftarın davranış kalıplarının değişmesi sürecidir. Bu süreç içinde yetmişli ve seksenli yılların ortalama seyirci profili yerini artık, yıllık gelirinin belirli bir kısmını ‘’taraftar tüketici’’ olarak, ‘’bağlılık körlüğü’’ temelinde, kulübüne harcayan, gelir düzeyi daha yüksek, konforlu localarında ve yıllık ciddi tutarda harcamayla kombine kart alan, orta ve üst gelir grubu seyirci 1 Ekonomist, araştırmacı e-posta: [email protected] 348 Taraftar mı, müşteri mi? almıştır. Bu bağlamda, seyirci müşteriye dönüşürken; kulübün arz ettiği her türlü mal ve/veya hizmete yönelik talepte de, karakteristik bir değişiklik yaşanılarak, klasik tüketici profilinin yerini ’’taraftar tüketici’’ almıştır. Taraftardan müşteriye Endüstriyel anlamda ifade edersek, taraftar: kulübünün logolu ürünlerini satın alan, maçlara giderek önemli tutarda kulübüne maç günü geliri bırakan, evlerine aldığı decoderlarla takımına naklen yayın geliri yaratan, ilgisi ve heyacanı kulüpçe paraya tahvil olunan bir gelir kaynağıdır o. Gerçekten de yaşantısınımıza yön veren, tüketim kalıplarımızı belirleyen özelliğiyle, diğer endüstriyel iş kollarından farklı bir mecrada yoluna devam ediyor endüstriyel futbol. Bu değişim ve gelişim çizgisinde aslında taraftarın da sosyolojik ve iktisadi anlamda farklılaşmaya başladığını gözlemliyoruz. Taraftarı, artık kulüpler birer müşteri olarak görüyor ve buna göre taraftarını konumlandıyor. Ve trend de bu yönde devam ediyor. Kısacası futbolun giderek parasallaşması, taraftarın da yapısını değiştirdi. Taraftar bugün artık gerçek anlamda bir müşteri olarak algılanmaya başlandı. Taraftardan müşteriye doğru evrilen bu dönüşüm sürecinde taraftar kulüpler için bir “velinimet” oldu. Şimdi tüm kulüpler bu velinimeti memnun edebilmenin yolunu arıyorlar. Yaptığımız araştırmalar orta üstü gelir grubunda yer alan taraftarın takımına yıllık 1.500 dolar civarında bütçe ayırdığını ortaya koyuyor. Bu konuya birazdan daha detaylıca değineceğiz. Yani taraftar müşteriye evrilirken, ortaya çıkan yeni gereksinimler, taraftarın tüketim kalıplarını da değiştiriyor, yeni gereksinimler doğuruyor. En basitinden evde maç izleyebilme ihtiyacını karşılamanın yolu bir decodera sahip olmaktan geçiyor. Şifreli bir yayının taraftar tüketiciye maliyeti ise minumum 300 dolar civarında. Daha bunun gibi onlarca ürünü futbol aracılığıyla tüketmeye başlıyoruz. Çünkü artık futbol zaten bu ürünleri pazarlayan en önemli araçlardan birisi olarak karşımıza çıkyor. İşte farkında olmadan endüstriyelleşen futbol, taraftarın tüketim kalıplarını değiştirmeye devam ediyor. Artık taraftar, “müşteri taraftar”a dönüşmüş oluyor. Kulüplerin değişen yönetsel ve endüstriyel anlayışları Taraftarın yapısı değişir ve yeni tüketim kalıpları oluşurken, diğer yandan da kulüplerin organizasyonel yapıları değişime uğruyor. Bu değişimin dinamiğini değişen ve çeşitlenen gelir kaynakları oluşturuyor. Endüstrileşme Tuğrul Akşar 349 beraberinde “sponsorluk gelirleri”, “naklen yayın gelirleri”, “merchandising gelirleri” gibi gelir kalemlerini de beraberinde getirdi. Deloitte’un 2006 raporuna göre en zengin 20 kulübün toplam gelirleri içinde bu kalemlerin payı %75 civarında. Bu anlamda Avrupa futbolunun yıllık yarattığı pasta 13 milyar dolara ulaşmış durumda. İşte bu parasal büyüklük ve ortadaki pasta kulüplerin yönetsel anlayış ve yapılanışlarını değiştiriyor. İşte bu gelişime bağlı olarak pastadan en fazla payı alabilmek için kulüplerin taraftar müşteriye daha kolay ve daha çok ulaşmalarını zorunlu kılıyor. Daha doğrusu taraftarı bir müşteri olarak görme alışkanlığı kendiliğinden filizleniyor. Bu durumda da futbol pastasından daha fazla pay alabilmenin yolu müşteri odaklı olmaktan ve ona daha çok ürün satmaktan geçiyor. İşte bu endüstriyel ve yönetsel dönüşüm, kulüpleri yüz milyon dolarlık gelirlere taşıyor ve onları salt sportif organizasyonlar olmaktan çıkartıp, birer ekonomik organizasyonlara dönüştürüyor. Bugün Avrupalı zengin kulüplere bakıldığında yıllık ticari gelirleri yüzmilyon dolarlara ulaşan devasa bütçelere sahip kulüpleri görüyoruz. Ticarileşen ve giderek endüstriyelleşen Avrupa’nın önde gelen kulüpleri, bu değişimi önceden farkederek, rakiplerine ekonomik anlamda da fark atacak yapılanmaya gidiyor. Gelirlerini daha da büyütebilmenin yolunu arıyorlar. İşte bu bağlamda bugün çoğu zengin Avrupalı kulüp taraftarını bir müşteri olarak algılayıp , ona göre aksiyom alıyor. Müşteri İlişkileri Yönetimini (Customer Relationship Management-CRM) bünyelerinde kurarak, taraftar müşterilere daha fazla satış yapabilmenin yolunu arıyor. Bu amaçla Çağrı Merkezleri (Call Centre) aracılığıyla yoğun bir satış ve pazarlama faaliyetlerine de başlamış durumdalar. Kolay değil Avrupa’nın en üst düzey kulüplerinin yıllık ticari gelirleri daha şimdiden yüz milyon dolarlara ulaşmış durumda. Bugün ne yazık ki bizim kulüplerimiz bu yapılanmayı hala gerçekleştirebilmiş değiller. Seyirci tribünden kaçıyor mu? Futbol pastasından pay alabilmenin bir başka önemli ve klasik yolu da tribüne daha fazla taraftar müşteriyi çekmekten geçiyor. Oysa son zamanlarda başta Premiership olmak üzere, Serie-A’da da önemli sayılabilecek oranlarda seyirci kaybı var. Bu oran geçen yıl itibariyle Premiership’te yüzde beş civarındayken; SerieA’da yüzde sekize kadar yükselmiş. Bu nedenle kulüpler taraftarını bir şekilde tribünde de tutmayı önlerine temel amaç olarak koymuş durumdalar. 350 Taraftar mı, müşteri mi? Avrupa’nın beş büyük ligindeki seyirci sayısının gelişimi üzerine yapılan bir araştırmaya göre 35.000 seyirci ortalamasıyla Premiership’in seyirci gelişim eğrisinin 2003-4 sezonundan itibaren hafif te olsa bir düşüş trendine girdiği görülüyor. Bu düşüş özellikle 2005’te biraz daha hızlanmış ve 2005’te bir önceki yıla göre yüzde beş civarında bir düşüş yaşanmıştır. İtalyan serie-A ise 1999-2000 sezonundan bu yana kan kaybetmeye devam ediyor. Bir ara 40.000 ortalamasını yakalamasına karşın, Serie-A’nın seyirci ortalaması 2005 itibariyle 23.000 düzeyine kadar gerilemiştir. Bu dönemde seyirci ortalamasını yükselten iki lig karşımıza çıkıyor. Onlar da Alman Bundesliga ve İspanyol La Liga. Avrupa’nın üst düzey kulüplerindeki seyirci gelişimini de aşağıdaki tablo göstermektedir. Ortalama seyirci sayısı en yüksek kulüplerin aynı zamanda en geniş müşteri taraftar tabanına da sahip kulüpler olduğunu biliyoruz. Bu kulüpler içinde Barcelona yıllık 73.225 ortalama seyirciye maçlarını oynarken; bu tablo içinde en düşük seyirci ortalamasına sahip kulüp olarak 43.055 ortalama ile Benfica’yı görüyoruz. Taraftar müşteriyi tribüne çekmede en başarılı lig olarak Alman Bundesliga’yı görüyoruz. Bu durumu tablodaki 7 Alman kulübü de destekliyor zaten. Ülkemizde bu konuda ne yazık ki sağlıklı bir veriye ulaşabilme şansımız olmuyor. Ama yine de derleyebildiğimiz aşağıdaki verileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Ülkemizde Taraftar Kulübüne Ne Kadar Bütçe Ayırıyor? 2004 yılında taraftarın kulübüne ayırdığı bütçenin belirlenebilmesine yönelik yaptığımız bir araştırmaya e-maille katılan toplam 1025 kişinin verdiği yanıtları değerlendirdiğimizde; • Taraftarın gerçek anlamda kulübüne önemli ölçüde finansal ve ekonomik katkı sağladığını, • Ülkemizde bu anlamda kulüplerine en büyük desteği Fenerbahçeli taraftarın verdiğini, • Ülkemiz koşullarında ortalama kişi başına düşen gelirin 4000-4500 dolar olduğu düşünüldüğünde, taraftarın gelirinin önemli bir kısmını kulübüne ayırarak, büyük bir özveride bulunduğunu, • Özetle, kulübüne yıllık ortalama en yüksek harcamayı 1.738 dolarla Fenerbahçeli taraftarın yaptığını; bunu 1070 dolar ile Galatasaraylı taraftarın izlediğini; Galatasaraylı taraftarın hemen arkasından da 875 dolarla Beşiktaşlı Tuğrul Akşar 351 taraftarın geldiğini görüyoruz. Kulübüne kendi olanakları içerisinde en az katkıyı ise yıllık 556 dolarlık harcamayla Trabzonspor’un sağladığını görmekteyiz. Şampiyon olmuş ve önemli taraftar potansiyeline sahip dört büyük kulübümüzün taraftarlarından (diğer kulüplere ilişkin veriler, çok yeterli olmadığından dikkate alınmamıştır); • 1000 ile 1500 dolar arasında geliri olan bir taraftarın kulübüne yıllık ayırdığı ortalama bütçe Fenerbahçe’de 450 dolar iken, bu rakam Galatasaray’da 330; Beşiktaş’ta 325; Trabzonspor da ise 175 dolar civarındadır. • 1500 ile 3000 dolar arasında gelir sahibi taraftar ise Fenerbahçe’ye 750 dolar fon ayırırken; bu tutar Galatasaray için 450 dolar; Beşiktaş ve Trabzospor için sırayla 375 ve 250 dolar düzeyindedir. • 3.000 ile 10.000 dolar arasında gelir sahibi taraftarın kulübüne ayırdığı bütçe Fenerbahçe’de 2150; sırasıyla Galatasaray’da 2250; Beşiktaş’ta 1750 ve Trabzonspor’da 1050 dolar düzeyindedir. • 10.000 dolar üzerinde gelir sahibi taraftarın kulübüne ayırdığı bütçe Fenerbahçe’de 3600 dolar civarındayken, Galatasaray’da bu tutar 2250 dolara yükselmektedir. Beşiktaş’ta ise 1.750 dolar olan bu tutar Trabzonspor’da 1050 dolar düzeyindedir. Dört büyük kulübün değişik gelir gruplarından oluşan bu taraftar kitlesi, yıllık gelirlerinin önemli bir bölümünü kulüplerine ayırarak, gerçek anlamda kulüpler için müşteri konumuna yükselmiş durumda. Aslında taraftar sadece desteklediği takımına gönül bağı ile bağlıyken, müşteri taraftar takımına önemli ölçüde finansal destek de sağlamaktadır. Yine Avrupa’nın en zengin kulüplerinden Chelsea’nin orta üstü gelir grubunda yer alan taraftarları, kulüpleri için yıllık gelirlerinin 25.000 dolarlık kısmını kulüplerinin emrine veriyor. Sonuçta bugün taraftar, desteklediği takımına yıllık ayırdığı ciddi bütçe ile “taraftar tüketici” konumuna yükselmiş durumda. Olaya kulüp açısından bakıldığında da taraftar, kulübün yıllık gelirine önemli katkıda bulunan “taraftar müşteri”ye evrilmiş vaziyette. Hal böyle olunca, bu dönüşümü daha önceden gören ve kavrayan kulüpler, “velinimetini” mutlu ederek, daha fazla ürün satıp, daha çok para kazanmanın yolunu bulmuşlar ve rakiplerine çok önemli iktisadi ve mali farklar atmışlar. Buradan gelen rekabet üstünlüğünü de yeşil sahalara taşıyabilmiş; kalıcı sportif performans üstünlüğüne 352 Taraftar mı, müşteri mi? ulaşmışlar. Henüz bu gelişimin ve dönüşümün farkına varamayan kulüpler ise daha şimdiden rekabette geri kalmamanın yolunun arayışı içindeler. Kulüplerin En önemli Aktifi olarak Taraftar-Müşteri Oluşumları Bugün kulüplerin en önemli varlıklarının başında taraftar geliyor. Daha doğrusu futbolun endüstriyel dinamikleri içinde konuyu ele alırsak, bugünün devasa bütçeli kulüplerinin aktiflerinde yer alan en önemli aktif varlığı olarak karşımıza taraftar-müşteri çıkıyor. Kulüp açısından gerçek anlamda bir müşteri konumunda bulunan taraftarın, destekledikleri kulüplerine yıllık ayırmış olduğu bütçeyi yukarıda detaylıca ele aldık. Bu bağlamda taraftar kendi açısından bir tüketici konumundayken, kulüp bazında milyon dolar gelirlerin elde olunduğu müşteri olarak algılanmakta ve buna göre kulüp satış ve pazarlama politikaları oluşturulmaktadır. Özellikle futboldaki ticarileşmenin giderek, endüstriyel bir mutasyona uğraması kulüp ve taraftar arasında farklı ve parasal bir ilişkinin de gelişimine neden olmuştur. Kulüp taraftarını açıkça ifade etmese de gerçek anlamda bir müşteri olarak görmekte ve buna göre kendisini konumlandırmaktadır. Başta statların reorganizasyonundan tutun da forma dizaynlarına varıncaya kadar yapılan her türlü etkinliğin altında, taraftarın gereksinimlerinin ticari boyuta taşınması amacaı yatar. Bu kendi dinamiklerinde yatsınacak ve ayıplanack bir konu değildir. Gelişim böylesi bir değişimi zorunlu hale getirmiştir. Bu değişimi gerçekleştiremeyen kulüpler, finansal rekabette zorlanmakta ve geride kalmaktadırlar. Ancak olayın bir diğer boyutu da kulüp taraftarını müşteri olarak görüp değerlendirip, buna göre aksiyom alırken, taraftar cephesinde de farklı oluşumlar gündeme gelmektedir. Taraftar tüm saf ve içten duygularıyla tuttuğu takımına gönülden destek vermeye devam ederken, diğer taraftan da kulüp yönetiminde etkin olmak, gidişata yön vermek istemektedir. Bu amaçla özellikle İngiltere’de Supporters’ Trusts diye bilinen taraftar dernekleri oluşturuluyor. “Supporters’ Trusts’ların hareketlerinin ardındaki ana felsefe kulüplerin birkaç kişi değil, tüm camia tarafından yönetilmesidir. Supporters’ Trusts’ların sıradan taraftar oluşumlarından en önemli farkı, toplu halde organize olmuş olmaları, kuruluş amaçları, organizasyonel yapıları ve dayanışmalarıdır. İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 26 Kış-Bahar 2008, s. 353-362 Forum Futbol üretiminin ideolojisi: strateji, taktik, organizasyon Tolga Tellan 1 İlk satırdan ifade etmek lazım ki, okuyanlar şaşırmasın! Materyal ve mental bakımdan üretilmiş olan tüm değerler bir ideoloji barındırdığı gibi, üretim biçimleri de ürettikleri ideolojilerden asla soyutlanamazlar. Bu bağlamda, futbol müsabakaları ve bu müsabakaların neden olduğu bütün ekonomik, siyasi, kültürel, sosyolojik ve psikolojik sonuçların bir ideolojiklik taşıdığını ifade etmenin ötesine geçerek; futbol üretiminin kendisinin (profesyonel sporcuların sahaya çıkıp belirlenmiş kurallar çerçevesinde yerel, ulusal hatta uluslararası düzeyde müsabakalar gerçekleştirmelerinden amatör düzeyde futbol icra edenlerin mahalle arasındaki arsalarda ya da sokaklarda maç yapmalarına dek uzanan bütün bir yelpazede, pas alışverişinden korner atışına, serbest vuruşlardan penaltıya, çalımlayarak adam eksiltmeden taç atışına, kalecinin kurtarışından yedek kulübesindeki oyuncuların davranışına kısacası santra vuruşundan hakemin bitiş düdüğüne –yer yer bu zaman kesitinin öncesine ve sonrasına– değin gerçekleşen tüm eylemlerin) bir ideoloji barındırdığı iddiasını açıkça tartışmamız gerekiyor. İdeolojiyi, bir yanılgılar bütünü ya da belirli çıkar, tarih ve ittifak kümelerine sabitlenmiş gerçeklikler şeklinde görmenin ötesine geçerek, ‘bireyin yaşam biçimini kendi çıkarları doğrultusunda sistemli biçimde anlamlandırma çabası’ şeklinde tanımladığımızda; sporun (özelde de futbolun) gerek sporcuların (futbolcuların) gerek sporseverlerin (futbol izleyicileri, taraftarlar, holiganlar vd.) gerekse de spor işi ile uğraşanların (futbol malzemesi üreticilerinin, 1 Doktora öğrencisi, Atatürk Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Tarım Ekonomisi ve İşletmeciliği ABD. e-posta: [email protected] 354 Futbol üretiminin ideolojisi futbol kulübü yöneticilerinin, ulusal-uluslararası futbol kurumlarının idarecilerinin, futbolcu menajerlerinin, futbol müsabakalarını yayımlayan radyo ve televizyon kanallarının sahiplerinin, finansal piyasalarda ve menkul kıymet borsalarında futbol şirketlerine yatırım yapmış spekülatörlerin, futbolcular ve kulüpler ile reklam anlaşmaları yapmış çokuluslu şirketlerin, futbol kulüpleri ya da futbol organizasyonları ile sponsorluk anlaşması yapmış ulusal-uluslararası şirket topluluklarının, futbol müsabakalarının sonuçlarına odaklanmış ve üretim ilişkilerindeki konumunun dışında ‘bilişsel kaçışlar’ yaşayan bir toplumu yönetmek isteyen siyasi aktörlerin vd.) yaşamlarını anlamlandırmada önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Örgütlenmenin Anlamı Futbol üretiminde ideoloji üç olgu üzerinden işlemektedir: Strateji, taktik ve organizasyon. Oyunun organizasyonu, farklılaşma ve yakınlaşma ikileminin dengede tutulduğu tarihsel bir geçmişe sahiptir. Futbol (soccer), American futbolu ya da rugby olarak da adlandıran oyundan 1800’lerin ikinci çeyreğinde hızla kendini ayrıştırmış ve oyun sürecinde belli koşullar ve kısıtlılıklar dışında elin kullanımını yasaklamıştır. 1863’de İngiltere Futbol Federasyonu’nun oluşması ve ardından oyunun kurallarının ilan edilmesini takiben kulüpleşme hızla artmış, sanayileşmede Kıta Avrupası’na kıyasla çok hızlı bir yol almış olan İngiltere’de 1871’de Federasyon Kupası düzenlenmeye başlamış, 1872’de de ilk uluslararası karşılaşma (30 Kasım 1872’de İskoçya-İngiltere milli maçı) gerçekleştirilmiştir. Dünyanın diğer bölgelerinden hızla farklılaşan “Adalılar”, 1882’de Manchester’da toplanarak, futbol müsabakalarının kural, kaide ve yorumlama tarzı üzerinde tahakküm kuracak olan “International Board” organizasyonuna biçim vermişlerdir. İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda futbol federasyonlarının bir araya gelmelerinden oluşan bu organizasyon, kuralların belirlenmesi ve yorumlanması konusunda halen 1904’de Paris’te kurulan FIFA (Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği) ve 1954’de Bern’de kurulan UEFA (Avrupa Futbol Federasyonları Birliği)’dan daha etkili konumdadır. FIFA ve UEFA’nın ulusal liglerin tescilinden uluslararası müsabakalar organize etmeye, sponsorluk sözleşmeleri imzalamaktan sporcu sağlığı ve sosyal hakları ile ilgili çok sayıda karar verme ve denetim mekanizması bulunmasına karşın, kurallar ve kuralların hakemler tarafından nasıl yorumlanacağı konusunda halen en yetkili merci International Board’dır. Dönemin sanayileşmiş ve sömürge imparatorluğu kurmuş ekonomik güçlerinin Tolga Tellan 355 yakınsaması, günümüze değin süren örgütsel güç birliğinin anlamına dikkat çekmektedir (ABD’nin bütün ekonomik, siyasi ve kültürel baskılarına ve FIFA, CONCACAF üzerindeki etkisine rağmen futbol sporunda halen ‘oyunun kurallarını koyan’ ya da ‘oyun üzerinde etkili olan’ bir güç olamaması ile örgütsel yapının temelleri arasında bir bağ olduğu açıkça görülmektedir. Futbol, ABD’de uzun yıllar Avrupa’dan ya da Latin Amerika’dan gelen göçmenlerin oynadığı bir spor ve ‘melting pot’un önündeki bir engel olarak görülmüş ve kitleler ‘basketbol’, ‘beyzbol’, ‘rugby’ gibi ‘ulusal’ (?!) branşlara yöneltilmişlerdir). En önemli kural değişiklikleri olarak görülen, hakemlerin yetki ve sorumluluklarının belirlenmesi (1890), ceza sahası içinde gerçekleşen 9 kusurlu hareketin penaltı olarak yorumlanması (1891), takımların 11 oyuncu ile müsabakalarını gerçekleştirmeleri ve resmi müsabakaların gerçekleştirileceği sahaların ölçülerinin tespit edilmesi (1899), futbol topunun ağırlığı (1900) ve ofsayt kuralının değiştirilmesi (1925), International Board’ın oyun stratejisi üzerindeki rolüne dikkat çekmektedir. Sanayileşmenin buhar gücünden elektrifikasyona dayalı bir yapıya doğru dönüşüm geçirdiği yarım yüzyıllık dönemde (1875-1925), Board, insan gücünün teknoloji parkı ile ikame edildiği fordist üretim/taylorist yönetim sürecinin etkilerini doğru okuyarak; futbolu, rekabeti profesyonelleştiren ve bedenleri antrenman bilgisi, fizik kondisyon çalışmaları ve mental propaganda süreçleriyle emtiaya dönüştüren bir içeriğe kavuşturmuştur. Board’ın futbol kurallarını belirleme ve yorumlama gücünü, FIFA’nın belirlenmiş kurallar ve kaideler dahilinde müsabakalar gerçekleştirme ve bu müsabakaları tescil etme gücü takip etmektedir. 1904’de Paris’te kurulan FIFA, Kurthan Fişek’in yönetim bilimsel açıdan ‘ters düşer görünen’ organizasyonlar olarak tanımladığı (1980:149-153) yapılanmaların örneğidir. Her ülkede sadece bir ulusal federasyonu resmen tanıyan, tanıdığı ulusal federasyonun ülke içindeki müsabakalarını tescil eden (onaylayan) ve bu federasyonlar arasında kulüpler-milletler arası düzeyde müsabakaların nerede, ne zaman ve hangi koşullarda gerçekleştirileceğine karar veren FIFA, işleyiş mekanizmasıyla hükümetler üstü ve yukarıdan aşağıya doğru yapılanmış bir örgütsel karaktere sahiptir. FIFA, üyesi olan federasyonların bazılarından daha eski ve hatta ulusal federasyonların kurulmalarının destekleyicisi bir konuma ve sivil toplum kuruluşlarının taşıdığı hukuki normlara sahiptir. Merkezi İsviçre’nin Zürih kentinde olan FIFA, amacını “futbolun gelişmesini sağlamak ve işleyişin, kuruluş tüzüğü ve mevzuatlara uygun olup olmadığını 356 Futbol üretiminin ideolojisi denetlemek” şeklinde ifade etmiştir. Hukuken kâr amacı gütmeyen 207 ulusal organizasyonun katılımındaki uluslararası bir organizasyon olarak, düzenlediği organizasyonların yayın hakkı ve reklam gelirlerinden yüksek meblağlarda kazanç elde eden ve organizasyonların nerede düzenleneceğinden, hangi şirketlerin sponsorluğunda gerçekleşeceğine, güvenliğinden logolu ürün satışına değin çok geniş bir alanda kararlar veren ekonomik çıkar temelli bir yapılanmadır. FIFA, salt futbol sektöründe faaliyetler gerçekleştiren sivil toplum kuruluşları, sportif malzeme üreticisi uluslararası şirketler, bahis şirketleri, tarih ve istatistik dernekleri gibi yapılanmaları da destekleyerek/kurdurarak, futbol stratejisi üzerindeki örgütsel tahakkümün sonuçlarını açıkça göstermektedir. Futbol stratejisinin ideolojisini Pascal Boniface şu sözlerle özetlemektedir (2007:47): 1959-1974 yılları arasında Liverpool’un teknik direktörlüğünü yapan Bill Shankly şöyle demiştir: ‘Futbol bir ölüm kalım meselesi değildir. Daha da önemlidir!’ Liverpool teknik direktörü, bu keskin ifadesiyle futbolun, sportif amaçların, taraftarların coşku ve heyecanlarının, hatta ekonomik çıkarlarının ötesinde stratejik bir amaç olabileceğini mi belirtmiştir; bu net değildir. Bununla birlikte durum tam da budur. Futbol –artık– hem kitlelerle hem de yüksek çevrelerle ilgisi olan bir spor olarak kalmamakta, ‘küresel bir tutku’ olmaktadır. Futbol stratejisinin bütünüyle ekonomik çıkar temelli bir organizasyon doğurması Aralık 1995’de Avrupa Adalet Divanı’nın aldığı ‘Bosman Kararları’ sonrasına dayanmaktadır. Futbolcuların Avrupa Birliği sınırları içerisinde serbest dolaşım hakkı kazanmaları, hızla herhangi bir kulübün AB üyesi ülkelerin vatandaşı olan sınırsız sayıda futbolcuyla sözleşme yapma hakkına dönüşmüştür. Avrupa kulüplerinin çokuluslu hale gelen oyuncu kadroları, naklen yayın haklarındaki artışa paralel yüksek transfer ücretleriyle bir araya gelmiş ‘paralı ordulara’ dönüşmüş; yıldız oyuncuların kişisel reklam sözleşmeleri ile kulüplerin reklam gelirleri ve sponsorluk sözleşmeleri ise sektörün finansal yatırımcıların spekülasyon sahasına dönüşmesine neden olmuştur. Küreselleşen ve sembolik anlatılarla sanallaşan futbol, forma aşkıyla oynayan oyunculardan, farklı kültürlere ve psikolojik özelliklere sahip genç insanlardan karakter ve kişilik sahibi birer futbolcu biçimlendirmeye çalışan antrenörlerden, sloganları ve taşkınlıklarıyla tarihsel bir birikimin gerçek anlatıcıları olan seyircilerden ve bir kulüple ortak yazgıya, paylaşılmış bir geçmişe sahip amatör yöneticilerden arındırılmaya çalışılmaktadır. Tolga Tellan 357 Taktik okumanın çözümlenmesi Futbol üretim sürecinin örgütlenme tarzına bağlı olarak açığa çıkan ideolojiklik, üretimin taktik bileşenleri içerisinde kendini gizlemeye çalışan önemli bir unsur olarak anlam kazanmaktadır. Futbolun karakteristik yapısı, müsabakaların hem amatör hem de profesyonel düzeyde gerçekleştirildiği koşullarda (mahalle maçından Dünya Kupası’na değin her türden karşılaşmayı düşünebiliriz), katılımcıların (futbolcuların) bir sonuca ulaşmak (galip gelmek ya da daha fazla fayda sağlayacağı düşünüldüğü durumlarda berabere kalmak veya mağlup olmak) için belli bir taktik plan ve yapı doğrultusunda saha içerisinde örgütlenmelerine dayanmaktadır. Futbolda, kurumsallaşma ve bir organizasyon stratejisi belirleme gibi saha dışı örgütlenmelerin nihai amacı, saha içi örgütlenmenin (takımın) istenilen başarıya (şampiyonluk, kupa, TV gelirleri ve reklam paylarında artış, siyasal propaganda vb.) ulaşmasını sağlamaktır. Saha içi örgütlenmede, sporcular belli pozisyonlarla (kaleci, defans, orta saha, hücum) eşleştirilerek, teknik yönetimin denetiminde ve saha dışı organizasyonun yönlendiriciliğinde fiziksel aktiviteler icra etmekte; kendilerine biçilen görev doğrultusunda bedensel emeklerini sağlık sınırlarını zorlayacak biçimde kullanırlarken zihinsel (düşünsel) emeklerini de bu sürece ekleyebildikleri ölçüde yıldızlaştırılmakta ve kurallar dizisine (taktiğe) uydukları için başarılı oldukları medya tarafından ifade edilmektedir. Futbol oyununda top sürme, paslaşma, çalım, şut gibi temel vücut becerilerinin zamanla geliştirilebilir ve sistemleştirilebilir olmasına karşın, oyuncuların sadece teknik özellikleriyle sürdürülebilir bir başarıya ulaşmaları (bir tek maçta galip gelmek yerine bir sezonu ya da bir organizasyonu şampiyonlukla tamamlamaları) mümkün değildir. “Bu nedenle oyuncular giderek çeşitli taktik manevralar geliştirmeye başladılar. Hücum oyuncuları taktik hareket varyasyonlarıyla (yatay ve dikey olarak yer değiştirerek, boş saha yaratarak vs.) savunma oyuncularını pasif konumlara çekmeye çalıştılar. Doğal olarak bu hücum eylemleri savunma oyuncularını da taktik manevralara itti (değişik markaj biçimleri, adam ‘tutmak’, kademe vs.) (Elsner, 2001:29-30). 1800’lerin başında 1 kaleci ve 10 hücumcu’dan oluşan saha içi organizasyon, müsabaka sürecinde saha dışı organizasyonun saha içine yeterince müdahale edememesi, buna karşın sahanın içini kontrol ihtiyacının belirginleşmesi nedeniyle 1 kaleci, 2 savunmacı (bek) ve 8 hücumcu (forvet)’dan oluşan bir yapıya dönüşmüştür. Kulüpleşme ve lig tarzı organizasyonların inşa edilmesi süreciyle (kaybedilecek şeylerin çok fazla 358 Futbol üretiminin ideolojisi olmaya başlamasıyla) birlikte, oyuncuların fiziksel sınırlılıklarını dengeleyecek ve hem savunmaya hem de hücuma yardımcı olarak saha içini örgütleyecek orta saha poziyonları geliştirilmiş ve ‘2-3-5’ olarak özetlenen klasik taktik diziliş açığa çıkmıştır. Son olarak 1930 yılında Dünya Kupası’nı kazanan Uruguay tarafından kullanılan bu saha içi dağılış, 1925 yılında ofsayt kuralında değişiklik yapılmasının ardından yerini Arsenal takımının menajeri Herbert Chapman tarafından geliştirilen ‘WM’ dizilişi ile Avusturyalı teknik adam Karl Rappan tarafından icat edilen ‘Sürgü’ sistemine bırakmıştır. Defans organizasyonunun güçlendirildiği bu yeni dizilişlerde günümüze değin varlığını koruyacak olan pozisyonlar belirginlik kazanmış ve takımların sahaya çıkardıkları 11’lerinde ‘Kaleci-Sağbek-Stoper-Solbek-Sağhaf-SağiçSoliç-Solhaf-Sağaçık-Santrafor-Solaçık’ pozisyonlarında görev yapabilecek özelliklerde oyuncular aranmaya başlamıştır. 1930’ların ilk yarısında Arsenal’a üst üste dört şampiyonluk getiren ve Avusturya’nın 1934 Dünya Kupası’nda dördüncü, 1936 Berlin Olimpiyatları’nda ikinci olmasını sağlayan ‘WM’ ile ‘WM’nin Kıta Avrupası versiyonu ‘Sürgü’ tarzı taktik dizilişler (örneğin Diyagonal, Mezzo, Catenaccio gibi dizilişler de WM’nin farklı varyantlarıdır), II. Dünya Savaşı sonrasına değin geçerliliğini korumuştur. Ancak 1953 yılında İngiltere’nin Wembley’de Macaristan’a 6-3 gibi net bir skorla mağlup olmasının ardından taktik dizilişler yeniden gözden geçirilmiştir. Sanayileşme ve kalkınma dinamiklerinin dünya genelinde hakimiyet kurduğu bu dönemde, gerek Avrupa (Batı’sı ve Doğu’suyla) gerekse Güney Amerika, oyunu ‘yıldız futbolcular aracılığıyla makineleştiren’ bir yapıda kurgulamışlardır. Bu dönemde Macaristan ‘3-3-4’ dizilişiyle dört yıl boyunca yenilmemiş ve bir Olimpiyat Şampiyonluğu (1952) ile bir Dünya İkinciliği (1954) dereceleri elde etmiş; Brezilya ise ‘4-2-4’ dizilişi ile 1952 ve 1956 yıllarında iki Panamerican Oyunları Şampiyonluğu, Pele’li forvet hattıyla da 1958-19621970 yıllarında üç Dünya Şampiyonluğu kazanmıştır. İngiltere menajeri Alf Ramsey’in 1966’da kurguladığı ‘4-3-3’ dizilişi İngiltere’ye tek dünya şampiyonluğunu kazandırmasına karşın, bu dizilişin savunma yönü kuvvetlendirilmiş olan ‘4-4-2’ versiyonu 1980’lerin başına değin geçerliliğini korumuş ve İngiliz takımlarının 1965-1985 döneminde 8 kez Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nı, 4 kez Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nı ve 9 kez de UEFA Kupası’nı kazanmasını sağlamıştır (Bu dönem 1985 ‘Heysel Faciası’ nedeniyle İngiliz futbol takımlarının uluslararası müsabakalardan men edildiği ve yabancı kısıtlamasının kaldırıldığı sürecin öncesidir). Tolga Tellan 359 İngiliz futbolunun ‘kontrollü savunma-dengeli hücum’ taktiğine dayanan altın çağına, Kıta Avrupası 1970’lerde teorik bir hamleyle yanıt vermeye çalışmıştır. Bu hamle, 1970’lerde Ajax (Hollanda) takımının antrenörlüğünü yapan Rumen Stefan Kovacs tarafından geliştirilen ve Hollanda Milli Takımı Teknik Direktörü Rinus Michels tarafından sistemleştirilen ‘Total Futbol’ taktiğidir. ‘Total Futbol’da kaleci hariç tüm futbolcuların belli bir pozisyona bağlı kalmaksızın, karşılaşmanın gidişatına göre, sahanın her yerinde her pozisyonda oynayabilecek vasıflara sahip olmaları gerektiği savunulmaktadır. ‘Herkes, her zaman, her yerde’ ilkesi ile özetlenen ‘Total Futbol’a, Hollanda’nın dışında Almanya ve Doğu Blok’u ülkeleri sahip çıkmış; 19701980 döneminde Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nı Hollanda kulüpleri dört kez Alman kulüpleri üç kez, Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nı Batı Alman kulüpleri bir kez Doğu Blok’u takımları iki kez ve UEFA Kupası’nı da Hollanda kulüpleri 2 kez Batı Alman kulüpleri üç kez kazanmışlardır. Yine bu dönemde Batı Almanya bir Dünya Kupası Şampiyonluğu (1974), bir Dünya Kupası İkinciliği (1982), iki Avrupa Şampiyonluğu (1972-1980); Hollanda iki Dünya Kupası İkinciliği (1974-1978); Doğu Blok’u ülkeleri de üç Olimpiyat Şampiyonluğu (Polonya-1972, D. Almanya-1976, Çekoslovakya-1980) ile bir Avrupa Şampiyonluğu (Çekoslovakya-1976) kazanmışlardır. ‘Total Futbol’ teorisini (ve bu teorinin 1980’lerde Valeri Lobanovski tarafından Dinamo Kiev ve SSCB Milli Takımı üzerinde güncelleştirilen varyantını) yakından incelediğimizde, dünya ekonomisinde 1970’lerde yaşanan üretim maliyetleri artışı ile enerji krizlerine çözüm olarak geliştirilmeye çalışan ‘post-fordist’ üretim tarzının etkileri açıkça görülmektedir. Sanayileşmenin ve fordist üretim tarzının getirdiği insan emeğini üretim mekanı ile ilişkilendirme (futbolcuyu pozisyonun gerektirdiği özelliklerle bağlantılandırma) yaklaşımı, post-fordist üretim tarzı ile birlikte yerini emeğin mekandan koparılarak zaman ve esneklik unsurları ile ilişkilendirilmesine (futbolcunun her yerde her zaman oynayabilir hale getirilmesine) bırakmıştır. ‘Total Futbol’ sanılanın aksine ilerici bir taktik yorum olmayıp, kazanmak için futbolcuların performansının azamileştirilmesine (sporcunun fiziksel ve zihinsel emeğinin aşırı sömürülmesine) dayanan bir yaklaşımdır. Futbolcuların müsabaka boyunca farklı pozisyonlar arasında sürekli yer değiştirerek görev yapmaları ve kendi beden kompozisyonları (boy, kilo, yaş, antropometrik özellikler, bilişsel kapasite) ile gerçekleştirebilecekleri sınırlı sportif etkinliklerin ötesine geçerek bir makinenin zaman içerisinde yer değiştiren farklı dişlileri olmalarının beklendiği ‘Total Futbol’un en başarılı uygulayıcısı olan 360 Futbol üretiminin ideolojisi Hollanda’nın, 1974 Dünya Kupası’nda ‘Mekanik Portakallar’ olarak adlandırılması durumun bir diğer açık göstergesidir. Fordist üretim tarzının insan yaşamını kısıtlayan, sınırlandıran ve kalıplaştıran özellikleri, postfordizmle birlikte esnemiş ve farklılaşmış; ancak futbolcular açısından saha içi ve dışı sömürü derinleşmiştir. Futbolun pozisyonlara dayalı ideolojisi, son çeyrek yüzyılda yerini bir bütün olarak kapitalist spor ideolojisine bırakmış durumdadır. ‘Total Futbol’un gereksinim duyduğu özelliklere sahip futbolcu sayısının azlığı 1980’lerde saha içi taktik örgütlenmede yeni bir yapılanmaya neden olmuştur. ‘4-4-2’nin getirdiği savunma üstünlüklerini ‘Total Futbol’ ile harmanlayan teknik yönetimler, 1980’lerin ikinci yarısından itibaren ‘3-5-2’ dizilişi ile sahaya çıkmaya başlamışlar ve ‘rakip orta sahadan bir fazla orta saha’ ve ‘rakip forvetten bir fazla defans’ formülünün getirdiği taktik avantajları kullanmaya çalışmışlardır. Müsabakaların gerçekleştirildiği saha ölçülerinin (uzunluk 100-110 m ve genişlik de 64-75 m arasında) orta beşlideki kanat oyuncularına 90 dakikada yaklaşık 9000-12.000 metre koşmayı, defans üçlüsünün orta sahaya yaklaştırılarak rakip üzerinde baskı kurulmasının ‘1 libero ve 2 Stoper’den oluşan savunma oyuncularının yaklaşık 1600 m2’lik bir bölgeyi kontrol etmelerini (hatta bu kontrolün yetersiz kaldığı durumlarda kalecilerin hızlı çıkışlarla ceza sahası dışındaki tehlikelere müdahale etmesini) ve forvet oyuncularından birisi kanatlara deplase olduğundan santraforların da rakip ceza sahası içerinde üç defans oyuncusuyla mücadele edebilecek fizik kondisyonda olmalarını gerektirdiği ‘3-5-2’ , 1990’ların sonuna değin geçerliliğini korumuştur. Bedensel performans esaslı bu taktik dizilişin aynı saha içi kurguya sahip iki takım arasındaki karşılaşmalarda işlevsiz hale geldiğini gören saha dışı yönetimler, 1998 yılında Fransa’nın Dünya Şampiyonu, 2000 yılında da Avrupa Şampiyonu olmasını sağlayan ‘3-4-1-2’ dizilişini geliştirmişlerdir. Benzer biçimde 2002 Dünya Şampiyonu Brezilya ile 2006 Dünya Şampiyonu İtalya da ‘4-1-3-2’ ve ‘3-2-4-2’ tarzı yeni saha içi diziliş versiyonları geliştirerek milli takımlar ve kulüpler bazında başarıya ulaşmışlardır. Orta sahanın kilit bölge olarak tanımlandığı ve orta saha ile defans ve forvet hatları arasına ara kademeler oluşturarak saha içi iletişimin kuvvetlendirilmeye ve yüksek tempolu prese dayalı savunma anlayışları karşısında hazırlık paslarını çoğaltarak rakibin konsantrasyonunun kırılmaya çalışıldığı bu yeni taktik dizilişler bireysel yeteneklerin saha içinde kontrolüne dayalı stratejilerdir. Futbol müsabakalarında gözlemlenen yeni stratejinin açık bir ifadesi İngiltere Tolga Tellan 361 Milli takımının ve Liverpool’un kaptanı Steven Gerrard tarafından şu sözlerle reklam sloganı haline getirilmiştir: “Don’t Visualise Beating the Keeper, Visualise Destroying the Keeper!’ (Şutunla sadece kaleciyi geçmeyi değil, onu yok etmeyi düşün!). Günümüzde kapitalizmin spor içerisinde yapılanmış ideolojisi, organizasyonel ve taktik amaçların ötesinde, insan özgürlüğünü yok edici bir stratejiye sahip çıkmakta, stratejiyi korumakta ve geliştirmektedir. Şaşırtıcı olan ise –ki asıl üzücü olan bu duruma artık pek de şaşırmamamızdır– bu yok edici stratejinin, özgürlüğe en çok ihtiyaç duyan bedenler üzerinden kurgulanmasıdır. KAYNAKÇA Alpman, C. (2002). 1-10’dan 3-5-2’ye. İçinde: B. Erten (ed.). Dünya Kupası. (s. 7080). İstanbul: İletişim. Authier, C. (2002). Futbol A.Ş. (çev: A. Berktay). İstanbul: Kitap. Belgin, K. (1999). Tarih Öldü, Yaşasın Yeni Sistem. Düşünen Siyaset. Yıl: 1 Sayı: 2. (s. 157-161). Boniface, P. (2007). Futbol ve Küreselleşme (çev: İ. Yerguz). İstanbul: NTV Elsner, B. (2001). Teknik, taktik, sistem: Futbol oyununun karakteristiği üzerine. İçinde: R. Horak, W. Reiter, & T. Bora (der.). Futbol ve Kültürü. ( s. 27-37). İstanbul: İletişim. Fişek, K. (1980). Devlet Politikası ve Toplumsal Yapıyla İlişkileri Açısından Spor Yönetimi. Ankara: A.Ü. SBF Yayınları. Kılıç, G., Aykaç. E. ve Özarı, C. (1962). Futbol Bizim Dünyamız. İstanbul: Doğan Kardeş. 362 Futbol üretiminin ideolojisi İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 26 Kış-Bahar 2008, s. 363-372 Forum Kitlelerin afyonu futbol Kaan Arslanoğlu 1 Okuduğunuz bu makaleyi yazdığım sıralarda futbola duyduğum ilgi altı yaş altı dönemimdekine yakın düzeye inmişti. Avrupa Şampiyonası başlamış, Türkiye ilk yenilgisini almış, bense tek maçı canlı yayından izlememiştim. Futbola yönelik söz konusu güdü kaybımın nedenlerini tek tek sıralayıp sizi sıkacak değilim. Yeri geldikçe bazılarına aşağıda değineceğim. Şu yaşımda hala düzenli futbol oynuyorum, o hevesim pek azalmadı, azalan şevkim seyirciliğe. Nedenlerini sıralamayacağımı belirttim ya, birini hemen ima edebilirim. Beşiktaş taraftarıyım desem… Son yıllardaki durumumuz itibariyle benim gibilere sık rastlıyorsunuzdur. Öte yandan milli takım taraftarlığım da genellikle içindeki Beşiktaşlı oranına göre artar azalır. Devam eden turnuvada mavimsi formalıları, pek de canı gönülden alkışlamayacağımı tahmin edersiniz. İnsanı bir takımla, kulüple bu derece özdeşleştiren şey nedir? Tüm ülkelerde durum aynıdır: Genellikle çocuk yaşta bir takım seçilir. Seçimde en yaygın rol oynayanlar, sırasıyla babalar, aileden başka birileri, yaşanılan kentler, seçimin yapıldığı dönemde büyük başarılar elde eden takımlar veya o dönemin parlak futbolcuları gibi etmenlerdir. Taraftarı olunacak bir takım seçilir ve ömür boyu ona bağlı kalınır. Artık o kulüp kişinin kimliğinin önemli bir parçası haline gelmiştir. Takım değiştirmeye neredeyse din değiştirmek kadar seyrek rastlanır. 1 Yazar e-posta: [email protected] 364 Kitlelerin afyonu Din dedik ya. Ateistler ve deistleri bir yana bırakırsak, dini algılayış insanların kişilik özelliklerine göre ne kadar farklılıklar, ne kadar benzerlikler gösteriyorsa taraftarlık deneyimleri de o kadar benzerlikler, farklılıklar gösterir. Bazısı tribünlerde daima yerini alır, bazısı ara sıra maçları televizyondan izler, bazısı sonuçları gazetelerden takip eder. Özdeşleşme düzeyleriyse çoğun bu fanatiklik düzeyine koşuttur, bazen de hiç koşut değildir. Karşılaşma sonuçlarını kulağına çalındıkça öğrenen biri, yeri gelir bir şampiyonluğun kaçmasına, bir derbinin kaybedilmesine ötekilerden fazla üzülebilir. İnsan garip bir mahluktur. FUTBOL YENİ BİR DİN Mİ? Bazı düşünürler futbolun dinin yerine geçtiğini ileri sürerler modern toplumda. Dindarlarla takım taraftarları arasındaki davranış benzerliklerini sıralarlar. Kuşkusuz benzer yön çoktur, ne ki, futbol dinin yerine geçmiş olsa dinin etkisi toplumlarda zayıflardı. Evet, biraz zayıflamıştır, ama sadece biraz. Boşluğu gerçekten futbol mu doldurmuştur? Başka bir açıdan şunu sorabiliriz: Futbol olmasaydı bu denli geniş yığınları oyalayacak ne uyduracaktı birileri? Bir şeyler uyduracaklardı elbet, insanlık binlerce yıl, asla hayati önemde bulunmasa da kendilerini oyalayacak, eğlendirecek, etrafında birleşecekleri, durmadan sözünü edecekleri çeşitli meşguliyetler bulabilmişler. Ne ki, tüm dünyada bu denli yaygın ve eş zamanlı yaşanan bir oyalanma konusu, geçtiğimiz çağlarda ne yaşanmış, ne duyulmuştu. İzleyicilikle taraftarlık olgunun iki ayrı yönü. Taraftar olmayan izleyiciler bulunsa da, taraftarlık olmasa izleyicilik kesinlikle bu denli yaygınlaşamazdı. Peki nedir bu çağdaş tutkumuzun içimizdeki gerçek kaynağı? Belki de yüz binlerce yıl sürmüş sürü yaşamımızın, kabile yaşamımızın genlerimize dek işlemiş izleridir neden. İlla bir kabileye ait olmak istiyoruzdur. Bir kabileye aidiz ve başka kabile üyeleriyle birlikte yaşıyoruz. Bu da gerilimimizi artırıyor. Yenildiğimizde öbür kabileye esir düşmüş hissediyoruz kendimizi. Yengimizin bize verdiği en büyük tatmin de kendi kabile üyelerimizle zaferi kutlamanın ötesinde ve üstünde başka bir gerçek: Ötekileri bozguna uğratmış oluyoruz, onları öldürmüş, esir almış oluyoruz. Zaferimiz, başkalarının yenilgisiyle daha da anlam kazanıyor. Beyin kabuğumuzun bir fiskeyle soyulan en üst tabakasının emirleriyle bazen takımımızı yenenleri kutluyoruz. Onlar da karşılık olarak “Bu sefer biz iyiydik, bir dahakine şansınızı tekrar 365 Kaan Arslanoğlu denersiniz” diyorlar, sevecenlik göbeklerinden taşmış gururlarıyla. maskesiyle örtmeye çalıştıkları, YANIP SÖNEN YILDIZLAR Futbolun hoş bir özelliği mi, yoksa nankörlüğü mü? Değerlendirme kişiden kişiye değişiyor. Sözü futbol yıldızlarının giderek artan bir hızda birbirlerinin yerini alması olgusuna getireceğim. Futbolu bırakma yaşı aslında yükseliyor, ne ki tepedeki yıldızların parlayıp sönme döngüsü de ivme kazanıyor. Geçmişin en büyük yıldızlarından bazılarının isimlerini günümüzün gençleri, çocukları da az çok duymuşlardır. Pele’yi, Maradona’yı… Fakat Neeskens’i, Overhath’ı, Butragueno’yu anımsatmaya çalıştığınızda yenilerin aval aval suratınıza bakması insanı garipsetiyor. Bu aynı zamanda yaşlandığımızı da gösteriyor. Mamafih, fazla ötelere gitmeyelim, beş-on yıl öncenin büyük yıldızları nerede? Hele bizim kulüplerimizde kadrolar fanatiklerin bile aklını karıştıracak kadar çabuk yenileniyor. Daha iki yıl önce takımınızdaki en güvendiğiniz adamlar başka başka takımlarda oynuyorlar, sizin sahanıza geldiklerinde yuhalanıyorlar. Üç yıl önceki kadronuzu düşünüp birinden söz ettiğinizde, en koyu taraftar arkadaşınız dahi “Öyle biri mi vardı bizde?” diye soruyor, oyuncunun bir özelliğini söylediğinizde, “Ha, evet, tamam tamam, hatırladım” diye kahkahayı basabiliyor. Evet, aktörlerin bu denli sık yenilenmesi bazılarına göre sektörü renklendiriyor, heyecanı artırıyor; ama belli ki tutucu bir yanımız var, o derece nankörlük benim gibileri rahatsız ediyor. Yıllar içinde kimi izleyicinin futboldan soğumasına endüstrinin bu nankör yönü de sebep oluyor. Taraftar ve izleyici olarak yıldızların durmadan yanıp sönmesi bazılarımızın keyfini kaçırmaya yetiyor da, o yıldızlar ne yapsın! Uluslararası veya ulusal futbol piyasasının en üstünde yer alan binlerce, evet binlerce seçkin sporcunun kaliteleri birbirine o kadar yakın ki artık, herhangi bir “süperstar” yüz üzerinden birkaç puanlık bir form düşüklüğü yaşadığında hemen sıradanlaşıyor, bu sıradanlığını üç dört ay sürdürürse, hiç gözünün yaşına bakılmıyor, seçilmiyor milli takıma, hatta bir süre sonra alt kademe takımlardan birine postalanıveriyor. Fevkalade teknik özellikleri yoksa eğer, bir futbolcu artık en üstün fiziksel güçte bulunduğu iki üç yıl zirvede kalıyor, ardından inmeye başlıyor. Modern zamanın gladyatörleri işte böyle canlıyken, oynarken öldürülüyor. Ne büyük bir ruhsal yıkımdır, gelin siz hesap edin. Futbol oynama yaşı her ne kadar artmış olsa da sayılı yıllar çarçabuk geçiyor. 366 Kitlelerin afyonu Gerçi emekli futbolcu daha sonra futbol adamı olabilir. Galiba en çok tatmin edeni teknik direktörlük. O bile oynamanın yanında ne kadar sıkıcı. Neden futbolcu olamadım diye içinde ukte kalmış futbolseverler hiç boşuna hayıflanmasınlar. Bir şeyi bulup da yitirmek bir bakıma daha zordur. Tabii, ben şuralarda oynadım, şöyle başarıların içinde bulundum, demek de bir keyif, lakin pür sevinçli bir keyif değil. İşin sakatlığı da var. Kendini en güçlü hissettiğin bir an, tek saniye içinde iki ay, üç ay ya da tüm sezon sahadan uzak kalabilirsin. Sakatlandıktan sonra bir daha eski günlerine dönemeyen binlerce sporcunun acıklı hikayeleri duyulmuştur, okunmuştur. Duyulmuştur, okunmuştur da, keyif kaçırdığı için çoğu unutulmuştur. Sıradan izleyicinin bilinç altında tatsız bir pürüz olarak durur, çoğu kez de süpürülüp atılır. Öte yandan, her sakatlık başka bir oyuncunun önünü açar, o yüzden gizli bir neşe doğurur. Yine de aynı akıbete uğrama korkusu tüm oyuncuların tepesinde yıldırımlar sallayan kara bir bulut gibi dolaşır durur. SİYASİ GERİCİLİK BESİYERİ OLARAK FUTBOL Yine taraftarlığa ve toplumlardaki genel etkilerine dönelim. Futbolun topluma daha çok olumlu katkılarının dokunduğunu söyleyemeyiz, bunun tam tersini ise rahatlıkla ileri sürebiliriz. Kabahat burada futbolda mıdır, yoksa futbolun temiz özünü bozan yine toplumun kendisinde mi? Düşünen birçok insana göre futbol savaşın devamıdır ya da barışçıl yürümesi öngörülen bir savaştır. Milliyetçilik içinde eriyor, ıslah mı oluyor; yoksa azdırılıyor mu? Her ikisini de söyleyebiliriz. Ne ki yine düşünen kafalar için ikincisi ağır basıyor. Düşünmeyen ezici çoğunluğun kafaları içinse zaten hiçbir şey sorun değil. Milliyetçilik toplumda nasıl yaşanıyorsa futbolda da öyle yaşanıyor. Abartılı, gösterişe, öz tatmine dönük, tuhaf. Ulusal çıkarlarla hiç mi hiç ilgilenmeyen, ülkenin ilerlemesine, doğru ve onurlu bir toplumsal yaşama hiç mi hiç katkı sunmayan, çoğu kez bunun tam tersini yapan geniş yığınlar pek çok kolay alanda görüldüğü üzere milli onur, vatan, millet aşığı kesiliyorlar maçlar vesilesiyle. Çoğu kez kuralları hiçe sayan saldırgan duygu ve davranışlara, kışkırtılmış düşmanlıklara yarıyor spordaki milli çekişmeler. Tuhaf milliyetçilik dedik. Birçok ülkenin kulüp takımları geniş bir ulusal destek topluyorlar arkalarında, fakat bazen tamamı yabancılardan oluşan bir kadroyla sahaya çıkabiliyorlar. Ulusal takımlar ise, devşirme futbolcularla dolu. Bir Kaan Arslanoğlu 367 zaman gelir Türkiye Milli Takımı içindeki Türklerin daha fazla sayıda olduğu yabancı takımlarla karşılaşırsa hiç şaşmayın. Bunun da milliyetçiliği törpülediği iddia ediliyor kimi entelektüellerimizce. Acaba? Yoksa ulusları yok ettiği iddiasında bulunan, fakat bazı ulusları aksine iyice güçlendirip despotlaştıran kapitalizm, yabancılardan oluşan paralı askerleri çarpıştıran ortaçağ beylerinin dönemine mi geriletiyor Avrupa’yı. Karamsar bakış diyeceksiniz. Biraz öyle, yine de yabana atmayın. Futbolun eşliğinde, Avrupa’da yalnızca milliyetçi söylem değil, ırkçılık da yaygınlaşıyor. Şimdi bir de siyasal dincilik çıktı. Takımlarda çete oluşturan tarikat bağlantılı futbolcular, teknik adamlar… İnsanı futboldan soğutan gelişmeler. Başka bir olumsuz gelişme de, futbolun lümpenlik kültürüne her geçen gün daha da büyük katkı sağlaması. Delikanlılık, mertlik gibi her kesime hitap etmesi gereken alt değerleri bile yere, kenara koymuş, ağızlarına küfür, yüreklerine sevgisizlik doldurmuş milyonlarca insan nefretlerini, tüm kötücül duygularını futbolun pek müsait ortamında rahat rahat besliyorlar. Biraz dolaşın internetin futbol forum sayfalarını, kuburu bile pisletecek ne kadar çok yaratık bulunduğunu görürsünüz. O güruhla aynı zevkleri paylaşıyoruz ne yazık ki, aynı takımları tutuyoruz. Çarşı gibi bir efsaneyi bile yedi bitirdi lümpenlik. Televizyonlardaki spor yorumcularının önemli bir bölümü de aynı kültürden geliyor ve o yüzden tutuluyorlar. O kadar çok “geyik muhabbeti” yapılıyor ki ekranlarda, ister istemez bolca teknik hatalar da sergileniyor. Mikrofonun kapalı olduğunu sanıp gerçek konuşma adaplarının sansürsüz yansıtılması gibi. Biz futbol yorumcularının beyni sulanmışını, hantalını, aynı zamanda ahlakın kenarından köşesinden geçmemişini severiz! Yorumculara geçtik, birazcık daha onlardan devam edelim. Medyada taraftar sayısıyla asla açıklanamaz bir Fenerbahçeli müdür, yazar, yorumcu baskınlığı görülüyor. Galatasaylıların oranı taraftar sayısıyla uyum içinde. Beşiktaşlılar yüzde on barajının altında kalıyor. Veya şöyle diyebiliriz. Galatasaray’a yüzde otuzluk bir kontenjan ayrılmış, geri kalanı Fenerbahçe camiasınca belirleniyor, yani hangi Beşiktaşlı yazar öne çıkarılacak, onu bile Fenerbahçeliler saptıyor. İroni yaptığımı, abarttığımı düşünmeyin, gerçek aynen böyle. Futbolseverlerin yüzde doksanı ise muhakkak üç büyüklerden birinin taraftarı. Böyle bir garabet dünyanın başka bir ülkesinde yoktur. Garabet mi güzellik mi? 1980 öncesinde belki güzellik yanı ağır basıyordu, ama darbeden sonra iyice değişen ahlak yapımızla, toplumsal değersizliklerimizle üç büyükçülük tam bir yozlaşmaya dönüştü. Beşiktaş da 368 Kitlelerin afyonu yavaş yavaş büyüklerin içinden siliniyor. Silinmeyi çokça hak ettiğini bir Beşiktaşlı olarak sakınmasızca söyleyebilirim. Bizim kulüpte bu denli kendini küçük düşüren bir yönetim anlayışı tarihi boyunca görülmemişti. Geriye iki takım kalıyor. Fener ve Cimbom. Aslında ikili rekabete ne gerek, birleşseler ve Türkiye halkı tek yürek tek nefes tek takımı tutsa. Bütün galibiyet sevinçleri bu büyük çoğunluğun dışında kalan küçük azınlık karşısında, onlardan yakalananlar meydanlarda kurşuna dizilerek kutlansa! Hep sormuşumdur Fenerbahçelilere, Galatasaraylılara, on milyonlarcasınız, nasıl bir keyif vermektedir bu kadar kalabalık yığınların tuttuğu bir takımı tutmak. Nasıl bir özgünlüktür bu, yoksa kendini denizde damla gibi hissetmenin, özgünsüzlüğün zevki mi? Yoksa tam tersi, kendini yirmi milyonluk bir dev gibi görmenin, ayaklarının altında kendinden olmayanları ezmenin hazzı mı? Anadolu şehirlerinden birinden olup kent takımını tutmanın da toplumbilimde bir özgünlüğü bulunmuyor. Lakin devamlı kaybeden zayıf bir takımı inatla tutmayı sürdürmenin hem şerefi, hem de bilimsel anlamda incelenmeye değer bir yanı var. Başka ülkelerde böyle bir haslet gösteren (yoksa bir tür mazoşizm mi?) çok sayıda insan bulmak mümkün. Türkiye’de öyleleri parmakla gösterilecek kadar az. Bizde emek vermeden, sıkıntıya girmeden kolay başarılar arzulanıyor. Saygı duyulacak bir karakter özelliği diyemeyiz buna. BAŞARILI FUTBOLCU KİŞİLİĞİ Yine futbolcuya dönelim. Teknik adamlara da şöyle bir değinelim. Yüklemleme diye bir şey duydunuz mu? Bu kavram psikolojide bir kişinin başarısının veya başarısızlığının başka deyişle sonucun hangi etmenlere bağlı olarak gerçekleştiğinin o kişi tarafından yorumlanmasıdır. Nasıl bir yüklemleme alışkanlığınız olduğu ve bu yüklemlemenin ne gibi sonuçlara yol açtığı sporda önemlidir. Bizim aklı keskin yorumcularımız tıpkı sıradan taraftarlar gibi isterler ki, yenilmiş bir takımın başarısız oyuncusu mikrofon kendine uzatılınca şunu itiraf etsin: “Aslında kazmanın tekiyim. Bu takımda ne işim var. Çıktım, ama hiçbir şey beceremedim. Beni bu takıma koyan hocanın ….” Teknik direktörden de şöyle bir dürüstlük umarlar: “Takımı ben kurdum, ama size bir şey söyleyeyim mi, bu kadro beş para etmez. Bir taktik tutturmaya çalıştım, onu da beceremedim. Gerçeği bilmek istiyor musun dostum, ben bu işten hiç anlamıyorum…” Gerçi oyuncularını suçlayan antrenörlere sık rastlanır, ama kendileriyle ilgili itirafları hiçbir zaman Kaan Arslanoğlu 369 onlardan duyamazsınız. Zaten duymamanız gerekir, çünkü bu, o sporcunun, o spor adamının bitişi anlamına gelir. Yüklemlemede püf noktası hiçbir sporcunun kendi yeteneksizliğine, kendi temel niteliklerine toz kondurmamasıdır. Öyle düşünmeleri doğrudur. Yüklemleme alışkanlıklarına göre sporcuları ikiye ayırabiliriz. İç denetim odaklı yüklemleme yapan tipler, başarı veya başarısızlıktan ağırlıklı olarak kendini sorumlu tutar. Dış denetim odaklı sporcu ise genelde başarıyı ya da başarısızlığı dış etkenlere bağlı olarak düşünür. Yenildiği zaman saha şartlarını veya hakemi suçlayan futbolcu dış denetim odaklı bir yüklemleme yapıyor demektir. Bu tutum pek makbul sayılmaz. Ancak yenilgiden kendi yeteneksizliğini sorumlu tutan sporcunun yaptığından çok daha iyidir, çünkü öylesi tam bir yıkım anlamına gelir. En iyisi iç denetim odaklı olmak ve kendine güvenini, yeteneklerine olan inancını kaybetmeden başarısızlıktan kendini sorumlu tutmaktır. Başka deyişle yenilgiden sonra şöyle konuşan bir futbolcu veya teknik adam doğrusunu yapıyor demektir: “Biz rakipten kötü değiliz, hatta artılarımız daha çok. Ama yeteri kadar yoğunlaşamadık maça. Hazırlanamadık. Şimdi daha çok çalışıp, daha çok yoğunlaşıp kaybımızı telafi edeceğiz…” Birçok yorumcuya göre böyle bir yaklaşım samimiyetsizliktir, oysa sporcu samimi bir şekilde aynen böyle düşünüyorsa ilerde başarı şansı bulunur, yoksa bulunmaz. “Futbolun Psikiyatrisi” adlı bir kitap yazdım, birçok insan kitabın sadece futbolla, sporla ilişkili olduğunu sandı ve yalnızca bu alanlara ilgi duyanlar okudu. Oysa sporcu başarısının veya başarısızlığının, sporcu ruh halinin, sporcu kişiliğinin incelenmesi spor dışındaki tüm alanlarla ilgili önemli ipuçları verir. Hayatın tüm alanlarında benzer bir mücadele yaşanmaktadır çünkü. Sporda başarının, sporda ilerlemenin ruhsal yolarını öğrenmek, iş ortamında, ailede, sosyal yaşamda başarı ve ilerlemenin yollarını öğrenmektir aynı zamanda. Örneğin başarılı sporcunun kişiliği nasıl bir kişiliktir? Her şeyden önce büyük sporcular motivasyonlarını hiçbir zaman kaybetmeyen insanlardır. Kişiler motivasyon yönelimlerine göre ikiye ayrılırlar. Görev yönelimliler, benlik yönelimliler. Görev yönelimliler öncelikle yaptıkları işten zevk alırlar, en iyisini yapma isteği dış koşullar bunu desteklese de desteklemese de baskın ve güçlü bir istektir. Benlik yönelimliler ise ancak takdir edildikleri zaman, sevildikleri, desteklendikleri zaman güdülenirler. Futbolcu için dış destek demek hakkında iyi yorumlar duymak, ün ve para kazanmaktır. Büyük sporcularda büyük bir genellikle birinci tür motivasyon bulunur. Onlar 370 Kitlelerin afyonu pohpohlanmadıklarında da azimle çalışmayı sürdürürler. Evet, söyledik, büyük sporcular iradeli, çalışkan insanlardır. Çalışma olmadan, irade olmadan en büyük yetenekler bile kısa zamanda ötekiler arasında silinir gider. Büyük sporcular heyecanlarını, duygularını iyi denetim altında bulundururlar. Büyük bir genellikle iddiacı yapıdadırlar, mücadelecidirler, hatta belli ölçüler içinde saldırgan... Ama bu saldırganlıklarını iyi denetlerler, sözlü veya fiili saldırılara başvurmak yerine o duyguyu mücadele azmini artırmakta kullanırlar. Hem antrenman sırasında, hem de maçta. Sergen Yalçın’ı ele alalım misal. Konunun hem olumlu hem olumsuz örneğidir aynı anda. Biraz ilgisiz bir kişilik taşımasa, özel yaşamına, dinlenmesine, yediğine içtiğine dikkat etse dünyanın parmakla gösterilen futbolcularından biri olurdu, Türkiye’nin büyük yıldızı olarak kaldı. Ama bunu büsbütün yatarak mı sağladı? Yaptığı antrenmanları tribünde onu eleştirenlerin yüzde doksan dokuzu göze bile alamaz. Sporculuk çok ağır bir iştir. Tüm sakin görünümüne karşın Sergen Yalçın’ın maçlardaki hırsı pek çok maçı koparıp almıştır. Sergen saldırganlığını topa yöneltmeyi bilen futbolculardan biridir. Her neyse Sergen Yalçın belki güzel bir örnek olmadı, ama bir noktayı daha belirterek konuyu kapatabiliriz. Başarılı sporcu hata yaptığı zaman oyundan düşmez, ne kendinin ayıplamasından, ne tribünün ıslığından etkilenir. Üst üste hata yapsa da karşılaşma boyunca birçok telafisi imkânı çıkabileceği bilinciyle hareket eder ve karşılaşma bitene dek yoğunlaşmasını, kendine güvenini korur. Hayat ve hayattaki her sınav bir çeşit karşılaşmadır aslında ve hepimizin böyle yapması gerekir. HAYRANLIK UYANDIRAN GEREKSİZLİKLER Padişahın huzuruna büyük hüner sahibi olduğu söylenen birini çıkarmışlar. Adam yere bir dikiş iğnesi saplamış, on bir adım uzaklaşmış, elindeki ipliği fırlatmış, iğnenin deliğinden geçirmiş. Padişah buyurmuş: Şuna kırk altın verin hemen ve kırk sopa vurun. Altınlar bu müthiş ustalık için, sopalar da ustalığını böyle lüzumsuz bir işte geliştirdiği için. Futbol da böyle bir şey aslında. Asla küçümsemiyorum, insanın bazı eğlencelere, rekabetli seyirlere de ihtiyacı var. Ama itiraf da etmeliyiz, bazen düşündüğümüzde (ne kadar seyrek başvurduğumuz bir şey şu düşünme işi) futbol büyük bir gereksizlik duygusu veriyor. Adamlar kırk altın değil dudak uçuklatan paralar kazanıyorlar. Televizyonlarda o abuk sabuk yorumları yapan şahsiyetler bile o kadar çok kazanıyor ki insanın aklı şaşıyor. Onca açlık, onca yoksulluk içinde Kaan Arslanoğlu 371 ve dünyanın hızla küresel felakete gittiği gerçeği ortada dururken. Evet, futbol kitlelerin afyonu. Keyif verdiğini, insanı geçici olarak hoşnut ettiğini kimse inkar etmiyor. Ama asıl gerçeği değiştirmek şöyle dursun problemler üstüne kafa yormamızı da engelliyor. Keyif verirken uğrattığı zararlar cabası. Futbol gerçeğini yadsıyalım ve veya ondan uzaklaşalım demiyorum. Ama en azından bu haliyle onun ağır bir alkollü içki, bir afyon, hatta eroin işlevi gördüğünü kabul edelim. Bunu yinelemekten, zaman zaman tartışmaktan kaçınmayalım. Bugün çoğu entelektüel futbola kendilerini fena kaptırmış görünüyorlar. Ama futbol içi çirkinlikleri bile pek azı gündeme getiriyor. İnsan böyle zayıf bir yaratık. Entelektüel bir yeteneği, birikimi varsa, adalet duygusu, bilimsel düşünme alışkanlığı varsa onu bile idareli harcıyor, tek bir alana hapsediyor, gelişmiş bilincini (Hüsnü kuruntum mu yoksa?) o alan dışında kullanmaktan kaçınıyor. Başka bir sorunsa futbolda tutuculuk. Futbolun tekdüzeliği açıkçası birçok insanı sıkmaya başladı. Tüm başka spor dallarında kurallar radikal ölçülerde değiştiriliyor, futbolda neden değiştirilmiyor? Örneğin ofsayt kuralı. Bir insan olarak hakem gözünün ofsayt durumlarının hızla değişen ince ayrımlarını saptayamayacağı bilimsel olarak defalarca kanıtlandı. Hakemlere çok fazla yorum hakkı veriliyor ve artık tuvaletlerde bile kullanılan ileri teknoloji olanaklarından, milyar dolarlarla oynanan futbol sektöründe yararlanılmıyor. Kesin durum saptamalarının hakemlerin kaypak yorum hakkını sınırlamasından korkuluyor. Bir nedeni, hakemler üstünden büyük sermaye güçlerinin futbolu daha sıkı denetlemesini sağlamak. Ama sanırım tek neden bu değil. Tam tersine bazen de güçlü takımın galibiyetinin kolaylaşmamasına çalışılıyor. Örneğin hücum eden takımı kollayıcı önlemler almıyor oyun kuralları, futbolu çirkinleştiren zayıf takımı kollayıcı yönde işliyor. Belki de futbolu yönetenler futbolun sürprizli özelliğinin kaybolmasını istemiyorlar. Ama o da oyun içi hakkaniyet duygusunu zedelemekle kalmıyor, seyir zevkini azaltıyor. Kadın erkek karışık futbol hala uçuk sayılan bir ütopyam örneğin. Neden hiç destek bulmuyor? Belki tepede futbolu yönetenler tüm kural ve düzen değişikliklerinin getireceklerinin götüreceklerinin hesabını yapmışlardır. Ama yöneten kafaların her zaman en iyisini düşündükleri de safça bir yanılsama. Futbol gerçek hayatın dar bir alanda tekrarı, onun bir kopyası mı? Hem evet, hem hayır diyebiliriz. Yaşamda ne güzellik varsa futbolda yoğunlaştırılmış biçimde var. Mücadele, takım ruhu, yenginin sarhoşluğu, yenilgiyi kabullenmenin büyüklüğü, estetik, sağlık, düzen, kural bilinci, 372 Kitlelerin afyonu uygarlık, hoşgörü, sevgi, sevecenlik vs. vs. Yaşamda ne kötülük varsa futbolda da var. Acımasızlık, başkasının üzüntüsünden zevk alma, haksızlık, adaletsizlik, şanssızlık, düşmanlık, hatta cinayet. Özellikle bizimki gibi ülkelerde kirlilik, şike, hakem oyunları saklanamaz boyutta. Fakat futboldaki adaletsizliğin yaşamdaki düzeyde bulunduğunu söylersek hem haksızlık yapmış, hem de gerçeğe saygısız yaklaşmış oluruz. Sporda her türlü kirlilik mevcut, saha dışı oyunlar, bin bir türlü çirkinlik… Ne ki yine de kurallar içinde. Sporun çalışan ve yetenekli sporcuyu her zaman değil, ama çoğunlukla taçlandırma gibi bir özelliği yitirilmemiş hiç değilse. İnanın sporun bu eksik adaleti ne sanatta, edebiyatta, ne bilimde, ne de tabii ki siyasette geçerli. Futbola da tüm olumsuzlukları ve olumluluklarıyla hakkaniyetli yaklaşmalı. İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 26 Kış-Bahar 2008, s. 373-396 Forum Türkiye’de futbolun kurumsallaşması Sebahattin Devecioğlu 1 Milattan önce ayakla ve/veya topla oynanan oyunlar için belgelendirilebilen çeşitli efsane, mit ve rivayetler arasında, bugünkü futbol kökeni olarak Eski Yunan’da “Episkyros, eski Roma’da Harpastum ve Pila paganika ya da eski Çin’de Tsuh-küh gibi oyunlar gösterilmekte, Türk boylarının da bu oyunlarda maharetli olduğu zikredilmekte, Kaşgarlı Mahmud’un XI. Yüzyıla ait Divanü Lûgat-it Türk adlı eserinde Tepük, Çögen, Top yuvarlaşmak gibi oyun ve oyun kavramlarından bahsedilmektedir (Yıldıran,1997:54- 62 ). Ortaçağ'da Romalı askerler ve Fransızlar tarafından oynanan Le Souie olarak adlandırılan bir oyunun da bugünkü futbolla büyük benzerlikleri bulunmaktadır (T.F.F, 1992: 7-18). İngiltere’de de bilinip, XII. yüzyıldan beri oynanan futbol, Kral II. Edward tarafından 1314 yılında tamamen yasaklanıp, unutulan bu oyunu XVII’nci yüzyılda, Kral II. Charles ile beraberindekiler ‘Giuocco del Calcio’ adıyla İtalya’da görmüş ve Britanya adalarında da oynatmak ve yaymak için özel bir çaba harcamışlardır(T.F.F, 1992: 7-18). Tarihsel süreç içerisinde oldukça önemli aşamalar kaydeden futbol, tüm dünyada güncelliğini koruduğu gibi gündem de tayin edebilmektedir. Küreselleşmiş yapısı itibariyle siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmeleri etkileyip yönlendirebilen futbol, Türk spor örgütlenmesinin başlangıcından itibaren birçok yapısal değişime öncülük etmesi bakımından da Türkiye’de futbol önemli bir yere sahiptir. bilimsel araştırmalara konu olmaktadır. 1 Yrd.Doç.Dr., Fırat Üniversitesi, Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu e-posta: [email protected] 374 Futbolun kurumsallaşması Bu çalışma; futbolun Türkiye’deki kurumlaşma sürecine ışık tutması amacıyla planlanmış olup, konuyla ilgili birincil ve ikincil kaynaklar “dokümantasyon metodu” kullanılarak incelenmiş; gelişim aşamaları, dönemleri ve yapısal özellikleri, tarihi araştırmalarda kullanılan “retrospektif yöntem” ile değerlendirilmiştir. FUTBOLUN KURUMLAŞMASI İngiltere’de XVII. yüzyılda gerek halk, gerekse soylular arasında ilgi gören futbol, Britanya adalarında hızla yayılırken, XIX. yüzyıla kadar çeşitli olgunlaşma aşamalarından geçerek bugünkü halini almıştır. Örneğin: İngiltere'de 1848 yılına kadar uygulanan değişik futbol kurallarını standart futbol oynanmasını sağlamak amacıyla “Cambridge Kuralları” adı altında birleştirilmesi, Cambridge Üniversitesi öğrencileri arasında yapılan maç, 1857 yılında İngiltere'de resmi ilk futbol örgütü “Sheffield Club” ün açılması, modern futbolun doğuş tarihi olarak kabul edilen 26 Ekim 1863 tarihinde futbolun İngiltere'de uyandırdığı büyük ilgi karşısında 11 kulüp temsilcisinin Londra'da toplanarak futbol dünyasının ilk federasyonu olan “İngiltere Futbol Birliği”ni kurmaları, 1879 yılında para ve parlak iş teklifleriyle futbolcu getirtilmesiyle profesyonellik yolunda ilk adımın atılması ile 1885 yılında bunun resmileştirilmesi, İngiliz kurallarıyla uygulanan futbolun 1889 yılından itibaren Danimarka ve Hollanda'da futbol federasyonları kurulması karşısında 1893 yılında Amerika kıtasında ilk futbol federasyonunun Arjantin'de kurulması, İngiltere’nin şampiyon olduğu 1908 Londra Olimpiyat Oyunlarına futbolun dahil edilmesi, spor tarihinin gelişim aşamaları olarak ifade edilebilir. Dünya futbolunun üst yönetimi olan, “Federation Internationale de Football Association” (F.İ.F.A.), 21 Mayıs 1904 yılında ulusal federasyon kuruluşlarını gerçekleştiren Avrupa ülkelerinden Fransa, Belçika, Danimarka, Hollanda, İsveç ve İsviçre’nin katılımıyla, o güne kadar sadece Britanya adalarında düzenlenen İngiltere, K. İrlanda, Galler ve İskoçya’nın katıldığı uluslararası futbol turnuvasını genişleterek bir dünya turnuvası haline getirmek için Paris’te kurulmuştur (Tercüman Gazetesi,1981: 65-67). F.İ.F.A. hareketinin öncülüğünü, organizasyonun bir süre başkanlığını yapan Fransız futbolcu Rober Guerin ve Hollandalı Hirchman yapmıştır. Kurulduğunda F.I.F.A.da yer almayan Britanya Futbol Federasyonları 1906 yılında bu birliğe katılmışlardır (Durmuş, 1999: 83-84 ). Sebahattin Devecioğlu 375 Dünya Futbolunun yöneticiler kuruluşu olan F.I.F.A. Futbolda kuralların uygulanması, değiştirilmesi, uluslararası maçların ve turnuvaların düzenlenmesi konusunda en yetkili organ olan FIFA’nın merkezi Zürich’te olup, 2002 yılı itibariyle 202 üyesi bulunmakta ve kendisine bağlı 6 konfederasyondan teşekkül etmektedir (Orta, 2000 : 227-239). F.I.F.A. üyesi olarak faaliyetlerini sürdüren bazı Avrupa ülkelerinin Futbol Federasyonlarında görev yapan kişilerden bir kısmı, 1950'li yıllarda, Avrupa Futbol Birliğini (U.E.F.A) kurmayı düşünmüşlerdir. Düşünceyi ortaya atan kişilerin başında, İtalya Futbol Federasyonu eski genel sekreteri ve başkanı Ottorino Barassi ile Fransa Futbol Federasyonu genel sekreteri Henry Delaunay ve Belçika Futbol Federasyonu başkanı Jose Crahay gelmektedir. Bu kişiler daha sonra İngiltere Futbol Federasyonu başkanı Ernst Thommen, genel sekreteri Sir Stanley Rous ve Alman Futbol Federasyonu başkanı Dr. Peco Bauvvens'in de desteğini sağlayarak, U.E.F.A.'nın kuruluşu ile ilgili olarak ilk toplantı Zürich'te, aynı yıl ikincisi Helsinki'de, üçüncüsü 1953 yılında Paris'te yapılmıştır. Bu toplantılar sonunda, Güney Amerika ülkelerinin konfederasyon halinde birleşmeleri örnek alınarak en kısa zamanda U.E.F.A.'nın resmen kurulması için diğer Avrupa ülkeleri ile temasa geçmişlerdir. Merkezi İsviçre'nin Bern şehrinde olan U.E.F.A.’nın ilk kongresi 2 Mart 1955 tarihinde 29 üye ülkenin katılımıyla Viyana'da yapılmıştır. Yönetim kurulu Danimarkalı Ebbe Schwartz başkanlığında belirlenmiştir (Tercüman Gazetesi,1981: 65-67). Türkiye de; Cumhuriyet döneminde kurulan Türkiye Futbol Federasyonu (T.F.F.)’nin tarihi gelişimi içerisinde, hukuki ve idari yapılanması incelenecek olursa, federasyonun oluşumunda dünyanın her yerinde olduğu gibi sporun çekirdek teşkilatı olan spor kulüplerinin önemli bir rol oynadığı görülmektedir ( Fişek, 1985: 52 ). Türk sporunun teşkilatlanma biçimi de birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi futbol kulüplerinin birlikler kurmalarıyla başlamıştır. Türk futbolunun kurumlaşmasına yön veren önemli olay ve dönemleri kronolojik sıraya tabi tutmak mümkündür. Bunları; Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı (T.İ.C.İ) Öncesi Dönem, T.İ.C.İ. Dönemi, Türk Spor Kurumu (T.S.K.) Dönemi, 3530 Sayılı Yasa, 3289 Sayılı Yasa Dönemleri ve Özerk Türkiye Futbol Federasyonu dönemleri olarak sınıflandırabiliriz. 376 Futbolun kurumsallaşması TÜRKİYE İDMAN CEMİYETİ İTTİFAKI (T.İ.C.İ.) ÖNCESİ (1903-1922) Futbol Kulüpleri Birlikleri (1903-1920) Ticaret amacıyla İzmir ve İstanbul'a yerleşen İngiliz askerleri XIX. yüzyılın sonlarında Osmanlı Türk coğrafyasında modern sporların tanınıp yayılmasında önemli rol oynamışlardır. İlk modern spor merakını yayanlar “Kandilli Kriket Kulübü”nü tesis etmiş olan bankacı “Ftansos” ailesidir. Osmanlı Devleti'nin son devrinde ilk modern futbol 1895'de İzmir’in Bornova semtinde ticaretle uğraşan İngiliz gençleri tarafından oynanmıştır. La Fontaine Giraud, Whittall, Charnand, aileleri ilk futbol oynayanlardır. Aynı kişiler Bornova'da olan “Football and Rugby Club” adı altında bir de spor kulübü kurmuşlardır.1899 yılında çoğunluğu Galatasaraylı gençlerden oluşan futbol kulübü “Siyah Çoraplılar” ismiyle kurulmuştur. Kırmızı, Beyaz forma seçen kulüp devlet yönetiminin katı tutumu nedeniyle bir varlık gösteremeden dağılmıştır. 1900 yılında İzmir'de Rumlar “Panaonios” ve “Apollon”, Ermeniler de, “Dork” Kulübünü kurmuşlardır (Somali,1989:48). İstanbul'da 1900 yılında İngilizler tarafından İngiliz elçilik mensuplarına tahsis edilen Imogene asıllı bir yatın mürettebatından kurulu bir takım olan “İmogene”, Rumlar tarafından da “Elpis” kulüpleri kurulmuştur. Daha sonra 1901 yılında “Kadıköy Futbol Kulübü” adıyla Fuat Hüsnü Bey’in önderliğinde kurulan kulübün yaşamı iki ay sürmüştür. Bir yıl sonra aynı ad altında İngiliz ve Rumların kurdukları kulübün çalışmalarına ise izin verilmiştir. Böylece ilk Türk spor örgütü olan “Beşiktaş Basiret Osmanlı Jimnastik Kulübü”nün 1903 yılında doğmasına imkân vermiştir. 1903 yılında Beşiktaş futbol kulübünün kurulmasından sonra aynı yıl İngiliz Kadıköy kulübünden ayrılan bazı İngilizler “Moda Futbol Kulübü”nü hayata geçirmişlerdir. 1905 yılında “Galatasaray” 1907 “Fenerbahçe” Spor kulüpleri kurulmuş, 1908 yılında ülkede meşrutiyetin ilanıyla gelen özgürlük spor alanında da kendini göstermiştir. Bu dönemlerde, gayri resmi olarak faaliyetlerini sürdüren futbol kulüpleri, Meşrutiyet'in ilanı sonunda, “Cemiyetler Kanununun” “Kanûn-ı mahsusuna tebaiyet şartı ile Osmanlılar hakk-ı içtimaa mâliktir. Devlet-i Osmaniyenin temamiyet-i mülkiyesini ihlâl ve şekl-i meşrutiyet ve hükûmeti tağyir ve Kanûn-ı Esâsî ahkâmı hilâfında hareket ve anâsır-ı Osmaniyeyi siyaseten tefrik etmek maksatlarından birine hâdim veya ahlâk ve âdâb-ı umûmiyeye mugayir cemiyetler teşkili memnu’ olduğu gibi alel ıtlat hafî cemiyetler teşkili de memnu’dur”, “Spor kulüplerine Sebahattin Devecioğlu 377 "önceden izin gerektirmeyen özel hukuk, tüzel kişiliği" kazandırmıştır. Cemiyetler Kanunu ile dernek kurulmasına izin verilmesi Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe gibi eski kulüplerin resmen tesciline yol açmıştır. Ayrıca yeni bir çok kulüp de bu kanun hükümlerine göre resmen kurulup tescil edilmiştir. Kanunun çıkmasıyla ilk ruhsat alan Beşiktaş kulübü olmuştur. Bununla beraber hemen aynı aylarda onayını yaptıranlar arasında Altınordu, Galatasaray, Fenerbahçe, Süleymaniye, Vefa, Beykoz, Nişantaşı, Türkgücü, Anadoluhisarı gibi Türk kulüplerinin adı geçmektedir. İlk futbol maçını aileler kendi aralarında iki takım oluşturarak yapmışlardır” (7 Zilhicce Tarihli Kanûn-ı Esâsî’nin Bazı Mevadd-ı Muaddelesine Dair Kanun, 1909: Madde 120, Fişek, 52 : 1985), çıkmasıyla tüzel kişiliğe kavuşmuşlardır (Somali, 1989:49 ). 1910 yılını takip eden senelerde başta İstanbul olmak üzere Anadolu'nun çeşitli kentlerinde Türk sporu, kulüpler bazında belli bir örgüt düzeni içine girmiştir. Hem spor faaliyeti hem de ileride Türk ocaklarının çekirdeğini oluşturmak ve milli mücadeleye çok sayıda vatanperver sağlamak amacıyla “Türk Gücü” spor kulübü kurulmuştur. 14 Mart 1913'de kurulan Türk Gücü Spor Kulübünün özelliği hem kurucusunun, hem de sporcularının Türk olmasıydı. Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe, Vefa, Moda spor gibi kuruluşlarını İttihatçılara kabul ettiren kulüplerin kurucuları Türk olmakla birlikte çoğunun sporcuları azınlıklardan oluşmaktaydı. İstanbul, İzmir ve Selanik'te kurulan kulüpleri, Cumhuriyet'in kuruluşuna kadar 1914 yılında “Altay İdman Yurdu”, 1917 yılında “Eyüp”, 1921 yılında “Kasımpaşa”, aynı yılda “Topkapı”, 1923 yılında “Şişli” ve İzmir “Altınordu”, Ankara “Gençlerbirliği” kulüpleri izlemiştir (Özmaden, 24:1999 ) . Yabancılarla birlikte XIX. Yüzyılın başlarında başlayan kulüpleşme hareketleri sonucu, ikili olarak yapılan futbol maçları, futbola gönül verenleri tatmin etmemeye başlamış ve bir teşkilatlanmaya ihtiyaç duyulması nedeniyle, İstanbul’da kurulmuş olan Moda ve Kadıköy kulüpleri adına, James La Fontaine ve Henry Pears, Elpis kulübü adına Aleko ve İmojen elçilik gemisi takımı adına, Horace Armitage bir araya gelerek, İngiltere'de tatbik edilmekte olan futbol kaideleri ve lig statülerini getirterek bir yönetmelik hazırlamışlar ve 17-Mayıs-1903 tarihinde “İstanbul Futbol Birliği”ni (İ.F.B) kurmuşlardır. Kulüplerin, kendi aralarında bir araya gelerek imzaladıkları bu sözleşme ile kurulan birliğin taşra örgütü olmaması yanında, yasal olarak da bir dayanağı yoktu, birlik 1910 yılında dağılmıştır. İ.F.B.'nin dağılmasından hemen sonra, 1908 tarih 1680 sayılı Cemiyetler Kanununa 378 Futbolun kurumsallaşması göre tescillerini yaptırarak, hukuki statüye kavuşan birçok kulüp faaliyetlerini sürdürerek, organizasyonlarını düzenleyebilecek bir üst kuruluşa ihtiyaç duymuşlardır. Galatasaray, Kadıköy, Fenerbahçe, Progres ve Stugglers kulüpleri bir araya gelerek, 1910 yılında “İstanbul Futbol Kulüpleri Ligi” ni (İ.F.K.L.) kurmuşlardır (Sümer, 1990: 20-27). İ.F.K.L. dışında kalan Anadolu Spor, İstanbul Jimnastik Kulübü, Dar’ülfünun Terbiye-i Bedeniyye Kulübü, Şehremini Mümaresat-ı Bedeniyye Kulübü, Sanayi Mektebi Futbol Kulübü ve Fenerbahçe Spor Kulübü bir araya gelerek “Cuma Ligi”ni kurmuşlardır. “Cuma Birliği” teşkilatının kurulması ve “Türk Fan Birliği”, 1915-1916 futbol sezonunda, “Yeni Pazar Ligi” 1920 yılında teşkil edilmiştir. Cuma Birliği lig çalışmalarına devam ederken, Cuma Birliğine karşı, Altınörs, Beşiktaş, Beylerbeyi, Darüşşafaka, Haliç, Fener, Hilal, Kumkapı, Türk Gücü ve Üsküdar, Vefa kulüpleri bir araya gelerek 1919 yılında “Türk İdman Birliği”ni kurmuşlardır. II. Meşrutiyetle birlikte faaliyetlerine son veren etnik kökenli kulüpler, 1920 yılında faaliyete geçen Rum Elpis, Strugglers, Pera, Ermeni Birlik, Ermeni Dork, Musevi Experance, Musevi Maccabi, İtalyan Stello ile Türk İdman Birliğinden ayrılan Beşiktaş, Üsküdar kulüpleri birlikte 1920'de yeni bir “Pazar Ligi” teşkil etmişlerdir (Tayga, 1990:124.162). İdman İttifakı Heyet-i Muvakkatesi (1920-1922) Her geçen gün artan futbol kulübü sayısı ve aynı anda birden fazla lig bulunması sebebiyle çıkan karışıklıklar bu liglerin birleşmesine rağmen giderememiştir. Bu sebeple kulüpler bir araya gelerek aralarında yeni bir birlik oluşturmanın yollarını aramışlardır. 26 Haziran 1920 tarihinde, demokratik spor örgütlenmesi alanında uzun yıllar etkisini sürdürecek olan “Türkiye İdman Cemiyeti İttifakı”na (T.İ.C.İ) kök olacak geçici bir örgüt olarak ortaya “İdman İttifakı Heyet-i Muvakkatesi” çıkmıştır (Sümer, 1990: 20-105). Altınordu, Beylerbeyi, Darüşşafaka, Anadolu, Bakırköy, Fenerbahçe, Hilal İdmanyurdu, Nişantaşı, Süleymaniye, Türkgücü, Vefa ve Galatasaray spor kulüpleri bu birliğin özünü oluşturmuşlardır (Terekli, 1999: 30). Diğer bütün lig ve birlikler gibi “İdman İttifakı Heyet-i Muvakkatesi” de 22 Mayıs 1922'de, Türkiye'nin ilk ulusal spor kuruluşu olan T.İ.C.İ’nin kurulmasıyla noktalanmıştır(Özmaden, 25:1999 ). Böylece, tüzel kişiliğe kavuşan ve resmileşen spor kulüpleri bir araya gelerek, hem futbol hem de diğer spor branşlarının federasyonlarını kapsayan ilk üst örgütü meydana getirmişlerdir. Sebahattin Devecioğlu 379 Türkiye İdman Cemiyeti İttifakı (T.İ.C.İ.) Dönemi (1922–1936) Türkiye'de sporun, dolayısıyla futbolun istenilen seviyede gelişerek örgütlenmesi, Cumhuriyetin ilanı sonrası dönemine rastlamaktadır. Türkiye’de sporun sevk ve idaresi, 1922 yılında 16 spor kulübünün birleşerek oluşturdukları bağımsız, özerk ve yerinden yönetim anlayışına sahip T.İ.C.İ. ile başlar(Morpa,1997:7). 1924 Anayasası’nda sporun yönetimine dair herhangi bir hüküm bulunmamasına rağmen 1922-36 yılları arası devlet, sporu T.İ.C.İ. vasıtasıyla sevk ve idare etmeye çalışmış, bu amaçla kamu yararı gözeten dernek statüsü edindiğini ve ülkeyi yurt dışında temsil etmeye yetkili tek spor örgütü olduğunu kabul etmiştir (Tayga, 1990: 162-164). Bu yıllarda, spor kulüplerinin sayıca artmaları ve çeşitli isimler altında futbol ligleri oluşturmaları, farklı spor dallarında faaliyet göstermeleri, büyük kargaşalıkları da beraberinde getirmiştir. Türk sporunun bu içinde bulunduğu kargaşadan bir an önce kurtarılması fikrinin ağırlık kazanması, günün spor adamlarının en büyük gayesi haline gelmişti (San,1981: 93). T.İ.C.İ’nin kurulmasıyla birçoğu futbol faaliyeti gösteren spor kulüpleri spor alanında kulüpler üstü ilk teşkilatlanmayı gerçekleştirmişlerdir. T.İ.C.İ. tüzüğü içinde yer alan “Federasyon Nizamnamesi”de; “Federasyonların kurulmaları ya da kaldırılmaları, Genel Merkezin teklifi ve Genel kongrenin kararına bağlıdır” (Sümer,1990: 13-25-126). İlk kurulan federasyonlar, atletizm, güreş ve futboldur (Aydın, 1989: 5457). Bu federasyonlar içinde yer alan futbol federasyonu, 31 Temmuz 1922 günü “Futbol Encümeni“ adıyla kurulan ve T.İ.C.İ.'nin 13 Nisan1923 tarihinde İstanbul'da yapmış olduğu olağanüstü toplantısı sonunda, ilk başkanlığına Yusuf Ziya Öniş Bey seçilerek “Futbol Heyet-i Müttehidesi“ olarak adını alan T.F.F, Dünya futbolunun resmi örgütü olan F.İ.F.A’ya üyelik için başvurmuş ve bu başvurusu T.İ.C.İ.'nin kuruluş yıllarında (Keten, 1993: 67). 21 Mayıs 1923 günü İsviçre'nin Cenevre kentinde yapılan genel kurul toplantısında kabul edilmiş, T.F.F. Futbolun Uluslararası örgütü olan F.İ.F.A.'nın 26. üyesi olmuştur (T.F.F, 1992: 3-11). T.İ.C.İ. VIII. Umumi Kongresinde üyeler, ittifak ile fesih kararı almış ve aynı toplantıda Türk Spor Kurumu (T.S.K.) kurularak, bu kurum tek parti teşkilatına bağlanmıştır (Atabeyoğlu, 1991: 29). 380 Futbolun kurumsallaşması Türk Spor Kurumu (T.S.K.) Dönemi (1936–1938) Gazi Eğitim Enstitüsünün, Beden Terbiyesini 1932 yılında Türkiye'ye gelerek kurmuş olan Alman Beden Eğitimi ve Spor profesörü, Dr.Karl Diem, Atatürk'ün isteği üzerine, tekrar gelerek, T.S.K.'nın kuruluş çalışmalarını yapmıştır.T.S.K.'nın kuruluş tüzüğünün birinci maddesine göre amacı “Türkiye'de sporun milli ve fenni esaslara göre yayılmasına ve yükselmesine çalışır, Türk sporculuğunu yurt içinde ve dışında temsil eder.” şeklinde yer almıştır. T.S.K.'nın merkez yapılanması belirli sporlarla ilgili organları olarak kurulan federasyonların görevleri, Ana Tüzüğün 18 ve 20. maddeleri, Vazife ve Salahiyet Nizamnamesinin 10. ve 15. maddelerine göre: …Alakadar olduğu sporun teknik işlerini görmek, gerekirse yardımcı komiteler kurarak hakem ve lisans işlerini yürütmek, ceza ve mükâfat vererek bölgeler arasında çıkan ihtilafları halletmek, uluslararası federasyonlarla münasebete girerek, yabancı temasları programlamak, takımları seçmek, bütçeleri tanzim etmek, yarışmalar için şartlar ve yarışma takvimini belirlemek ( Akdenk, 1980: 17), şeklinde tanımlanmaktadır. Türk sporu 1936-38 yılları arası, bir miktar merkeziyetçi anlayışın hakim olduğu, geçiş dönemi olarak kabul edilebilecek T.S.K. tarafından sevk ve idare edilmiştir (Ekenci, 1997: 72-80) Bu teşkilatlanma içerisinde faaliyetlerini sürdüren T.F.F. spor ve siyaset ilişkilerinin iç içe bulunduğu ilk örnek olma özelliği taşıması yanında, sporda kulüplerin federatif yönetiminden, Devlet yönetimine geçişinin “Ara Rejimi” olarak tanımlanmaktadır (Gençlik Spor, 2001:25). Bu dönemde futbol diğer federasyonlar gibi işlem görmüş ve futboldaki saha, tribün ve toplum olaylarının, iktidarda bulunan Cumhuriyet Halk Partisi (C.H.P.)’ye mal edilmesi ve partinin suçlanması nedeniyle, sporda devletçi bir yönetim şekli düşünülmeye başlanmıştır” (Sümer,1990: 13-25-126). Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü (BTGM) Dönemi (1938–1986) T.İ.C.İ. ve T.S.K. örneklerinden sonraki dönemde Sporu devlete yönettirmekten başka bir yolun olmadığı düşüncesi ile doğrudan hükümete bağlı bir spor teşkilatı kurmak amacıyla, 3530 sayılı Beden Terbiyesi Kanunu (B.T.K.) çıkarılarak kamu otoritesinden sorumlu, tüzel kişiliğe haiz, katma bütçeli Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü (B.T.G.M.) teşkilatı kurulmuştur. Merkeziyetçi idare anlayışının hakim olduğu bu teşkilat Türk sporunu 1986 yılına kadar sevk ve idare etmiştir (Bayansalduz, 2003: 51-59 ). Sebahattin Devecioğlu 381 Bu kanun çerçevesinde Futbol yönetimi ile ilgili bazı uygulamalar bulunmaktadır. Merkez Danışma Kurulunun 31–5–1939 tarihli toplantısında B.T.K.'nın 7. maddesi hükmüne istinaden futbol federasyonu başta olmak üzere atletizm, güreş, su sporları, bisiklet, atıcılık, dağcılık ve kış sporları, eskrim ve jimnastik ile spor oyunları federasyonları merkezi nitelik taşıyan B.T.G.M.’ye bağlanmıştır. Sözü edilen yasa çerçevesinde, futbolla ilgili taşradaki faaliyetleri yürütmek üzere, her vilayette ajanlıklar kurulmuş; her bölgenin amatör futbol faaliyetlerinin organizesi için “Lig Tertip Heyetleri” ve “Hakem Komiteleri” kurulmuştur ( R.G.,1938: 3961) . B.T.G.M. bünyesindeki federasyonların ana hedefi amatör spor faaliyetleri ile ilgili olmuş; bu nedenle etkinlikler hep amatörlük prensipleri dikkate alınmıştır. Ancak, 1930’lu yılların sonlarında Türk futbolunda başlayan gizli profesyonelliğin, amatör olarak faaliyetlerini sürdüren kulüpler üzerindeki baskısı üzerine, İstanbul 1. lig futbol kulüp (FB, GS, BJK, Beykoz, Vefa, İstanbul spor, Kasımpaşa, Emniyet.) temsilcileri futbol orgizasyonlarının profesyonel bir forma kavuşturulması talebiyle federasyona resmi başvuruda bulunmuşlardır (Morpa,1981: 65–67). Bu girişim sonrasında “Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü”nden Saim Seymener, Fenerbahçe Kulübü yöneticisi, Dr. Rüştü Dağlaroğlu ve Beşiktaş Jimnastik Kulübü yöneticisi Sadun Usoğlu;“Futbol Profesyonellik Talimatnamesi”ni hazırlamışlardır. Hazırlanan bu talimatnamenin B.T.G.M. Merkez Danışma Kurulunca 10 Eylül 1951 tarihinde kabul edilip 24 Eylül 1951 tarihinde yürürlüğe girmesiyle futbolda profesyonellik kabul edilmiş; T.F.F. ligleri 61 maddelik bu talimatname çerçevesinde düzenlenmiş ve 1958–1959 sezonunda Türkiye Profesyone Futbol Ligi oluşturulmuştur. “Profesyonel Futbol Yönetmeliği” nin hukuki statüye kavuşması 29.8.1962 Tarih, 1193 sayılı Resmi Gazetede yayınlanması ile gerçekleşmiştir (Aydın, 1989 : 54-57) Ancak, işlerin nasıl yürütüleceğine dair “Profesyonel Futbol Hizmetleri Yönetmeliği”nin, 11.Mayıs.1966 tarih, 12296 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak uygulamaya sokulması sonrasında gerçek anlamda işlerlik kazana bilmiştir, Böylece, Türk sporunda ilk profesyonelleşme hareketinin, B.T.G.M. bünyesinde yer alan Futbol Federasyonu tarafından gerçekleştirildiği görülmektedir. Spor kulüplerinin profesyonel futbol faaliyetlerinde gerekli kanun, tüzük ve yönetmeliklerin zamanında çıkartılamaması, çıkartılan kanun tüzük ve yönetmeliklerin ise tam anlamıyla ihtiyaca cevap verememesi nedeniyle, büyük kitlelerin ilgi odağı olan futbol sporunda, politikacılar gerçekleştirebilmek amacıyla futbolun içine girmişler 382 Futbolun kurumsallaşması ve futbol sporunda birçok karışıklıkların doğmasına yol açmışlardır. Ulvi Yenal Beyin, 27.2.1978 tarihli Tercüman gazetesinde de yazdığı gibi “Türk futbolunda, profesyonel kulüp enflasyonu ortaya çıkmıştır.” Siyasilerin kadro düzenlemelerinden en çok etkilenen kurumlardan birisi olan T.F.F.,1976-1981 tarihleri arasında on kez federasyon başkanı değişikliğine maruz kalmıştır” (Sümer,1990: 13-25-126). Türkiye Futbol Federasyonunun U.E.F.A.'ya girişi bu döneme rastlamaktadır. 1954 yılında İsviçre'de yapılan F.İ.F.A. kongresi ve dünya kupası maçlarından hemen sonra, 22 Haziran 1954 günü Bern'de bazı Avrupa federasyonlarının temsilcileri bir araya gelerek bu birliği kurmuşlardır. O tarihte Hasan Polat başkanlığında yeni heyetini oluşturan T.F.F.’nu davete olumlu cevap vererek U.E.F.A.’ya kaydımızın yapılmasını istemiştir. Ancak henüz kuruluş halindeki kıta federasyonlarının bünyesinde tescilini yapma yetkisine sahip bulunan F.İ.F.A, 1954 yılında U.E.F.A.'nın kuruluşundan kısa bir süre önce, yapılan kongresinde F.İ.F.A.'nın Asya Grubu'na ait bir icra komitesi üyeliği için Ulvi Yenal'ın adaylığını koyduğunu ileri sürerek, Türkiye'nin Asya Konfederasyonu içinde olduğu görüşüyle itirazda bulunmuştur. Bu engellemeye karşın T.F.F., U.E.F.A.'ya üye olabilmek için çalışmalarını ısrarlı bir şekilde sürdürmüş ve 1955 yılında Viyana'da yapılan ilk genel kurul toplantısında Futbol Federasyonumuzun temsilcisi Eşfak Aykaç, Türk tezini U.E.F.A.'ya sunmuştur.T.F.F.’nun görüşleri genel kurulda büyük anlayışla kabul edilmiş ve F.İ.F.A.'nın tescil edeceği tarihe kadar Türkiye'nin doğal üye olması ve U.E.F.A. tarafından düzenlenecek tüm resmi şampiyonalara katılması kabul edilmiştir. Bu tarihten itibaren T.F.F., U.E.F.A.nın tüm toplantılarına ve şampiyonalarına davet edilmiş ve katılmıştır. Bu arada uzun bir süre direnmesine rağmen F.İ.F.A. İcra Komitesi 1962 yılının Şubat ayında yaptığı toplantıda, T.F.F.’nın Avrupa Konfederasyonu U.E.F.A.'nın tam üyesi olduğunu kabul etmiştir.Bu karardan sonradır ki U.E.F.A., 16 Nisan 1962 tarihinde T.F.F.' ''U.E.F.A.'nın tüm hak ve vecibelerine sahip tam üyesi" olduğunu resmen bildirmiştir.Bu açıklamalardan sonra U.E.F.A.'nın Nisan ayında yaptığı 6. Genel Kurul toplantısına T.F.F.’ yi temsilen Dr. Tarık Özerengin ile Adnan Süvari delege olarak katılmışlar ve ilk kez seçimlerde oy kullanmışlardır, U.E.F.A.'ya yeni seçilen başkan G. Wiederkehr’ de genel kuralda yaptığı konuşmada T.F.F.'nun tam üyeliğini açıklamıştır (T.F.F, 1992: 3-11). Bu yıllar arasında göreve gelen federasyonlar tarafından hazırlanan plan ve programlar kağıt üzerinde kalmış yönetimler süreklilik arz etmediği için, Sebahattin Devecioğlu 383 planlanan programlar ve faaliyetler uygulanamamış kurumlaşma sürecinde önemli mesafeler kat edilememiştir . Bu dönemde Federasyonlarla ilgili çıkarılan kanunlarla birlikte 1982 yılında T.F.F. tarafından çıkartılan yedi ayrı talimatlarla, futbolun yönetimine ve kurumlaşmasına tam anlamıyla işlerlik kazandırılamadığı görülmektedir. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü (GSGM) Dönemi (1986-…. ) Günün ihtiyaçlarına İhtiyaçlara cevap veremez hale gelerek yetersizliği anlaşılan 3530 sayılı B.T. Kanunu, bazı değişikliklerle yürürlükten kaldırılması ile 1986 yılında 3289 sayılı BTGM’nin teşkilat ve görevleri hakkındaki yeni kanun kabul edilmiştir. Amacı, merkezde katma bütçeli ve tüzel kişiliğe sahip B.T.G.M.’nin, taşrada ise özel bütçeli il ve ilçe müdürlüklerinin kurulmasını, teşkilat görev ve yetkilerine ait esas ve usulleri düzenlemek olan bu kanun,1989 yılında ise 356 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile “Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü” (G.S.G.M) adını alarak Başbakanlığa bağlanmıştır. 3289 sayılı Kanuna ait tasarının genel gerekçesinde belirtildiği üzere, bu kanun, teşkilatı, sporcusu, kulüpleri, özel ve kamu tüzel kişileri ile spor ve spor faaliyetlerini bir bütün olarak düzenlemiş spor kanunu niteliğindedir (Üçışık, 1999: 40 ). 3289 Sayılı Kanunun 24. Maddesi ; Profesyonel dallar, B.T.S.G.M.'nün yapacağı teklif üzerine, Merkez Danışma Kurulunun görüşünün de alınması sonunda, M.E.G.S.B. tarafından tespit olunur şeklinde düzenlenirken, Kanunun 2.bölüm 3.kısmında yer alan "Çeşitli Hükümler" başlığı altında, bir veya daha fazla spor dalının teknik ve idari bakımdan bir federasyona bağlanması, amatör federasyonların adedi ile profesyonel dallar, Merkez Danışma Kurulunun görüşü alınarak, B.T.S.G.M. teklifi üzerine, M.E.G.S.B. tarafından tespit olunarak, amatör ve profesyonel futbolun iki ayrı kurul il tarafından yönetilmesine yer verilmiştir. 3289 Sayılı Kanun dönemine kadar, hukuki açıdan hiç bir dayanağı olmayan profesyonel futbolun, 3289 Sayılı Kanunun 24. Maddesi 1.2.3. bentleri ile hukuki bir zemine oturtularak, yasal desteğe kavuştuğu görülmektedir (R.G.,1986: 19120 ). Bu yapılanmaya kavuşan federasyonunun ayrı ve kendine has bir kanuna göre yönetilmesi gerektiği görüşü ağırlık kazanmaya başlamış ve bu yönde çalışmalara başlanılmıştır. 384 Futbolun kurumsallaşması TÜRK FUTBOLUNDA ÖZERK YÖNETİM UYGULAMALARI (1988-2005) 3461 Sayılı Yasa Dönemi (1988-1989) Daha önceki yıllarda olduğu gibi futboldaki başarısızlığın nedeni, teşkilatlanmadaki aksaklıklara bağlanmış ve bunun sonucu olarak da, futbol federasyonunun özerk olarak yönetilmesi düşüncesi, spor kamuoyunun gündemini teşkil eder olmuştur. 18 0cak 1985 tarihinde, devrin Başbakanı, Turgut Özal, kendi başkanlığında “Spor Danışma Toplantısı” adı altında bir toplantı yapmıştır. Toplantıya katılan Tamer Güney, “Profesyonel Futbolun, İngiltere örneğinde olduğu gibi, Lig Komitesi tarzında bir kurul tarafından yönetilmeli ve federasyonun ekonomik ve idari özerkliği olması gerekir” şeklinde görüş belirtmiş, Ulvi Yenal ise “Futbolun, amatör ve profesyonel olarak ikiye ayrılamayacağını” ifade etmiştir. Sonra, “B.T.G.M. Federasyonlarının Kuruluş Görev, Yetki ve Sorumluluk Yönetmeliği”nin 7.Maddesi değiştirilerek, sadece T.F.F. için geçerli olmak koşulu ile, “Profesyonel Futbol Genel Kurulu” oluşturulmuştur (Sümer, 1990: 20-27). Ancak, başkanın değişmesi ile bu kurulunda görevi sona ermiştir. Profesyonel futbolun idaresinin bu teşkilatlanma içerisinde sürdürülemeyeceği gerekçesi ile, 28.Mayıs.1985 tarihinde Gaziantep Milletvekili Ata Aksu, profesyonel futbolun mali ve idari açıdan özerk hale gelmesi ve amatör futbolun da çağdaş seviyeye yükseltilmesi amacıyla, hazırlamış olduğu “T.F.F. kuruluş Kanunu” tasarısını Türkiye Büyük Millet Meclisi (T.B.M.M.) ne teklif etmiştir. T.B.M.M. sunulan, ancak yürürlüğe girme imkanı bulmadan spor tarihine bir belgesel çaba olarak geçen önerilerden birisi olarak hazırlanan tasarıda profesyonel futbola yasal dayanak hazırlanması yanında, futbol işlerinin yönetimine yeni bir şekil verilmek istenerek yeni bir yapılanma içerisinde T.F.F. kurulması planlanmıştır. Aksu’nun 28 Mayıs 1985 tarihinde T.B.M.M. başkanlığına sunduğu “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş Yasa Önerisinde” genel gerekçede; 1951-52 senelerinde Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü, Merkez Danışma Kurulu tarafından benimsenerek uygulamaya konulan ve Danıştayın (Fiilen tatbik edildiği için hukuki fiili durum doğmuştur) şeklindeki içtihat kararıyla hukuki temele oturtulmaya çalışılan profesyonellik bazı küçük değişikliklerle günümüze kadar gelmiştir.Bu itibarla profesyonel futbolun mali ve idari açıdan özerk hale gelmesine imkan tanıyacak, profesyonelliği, dünyadaki Sebahattin Devecioğlu 385 benzerlerine ve milli bünyemize uygun bir yapıya kavuşturacak, böylelikle yalnız profesyonelliğin değil, aynı zamanda amatör futbolunda çağdaş düzeye yükselmesine devletin daha fazla kaynak ve imkan ayırmasını sağlayacak bir yasaya ihtiyaç duyulduğu anlaşılmaktadır (Sümer,1990: 13-25-126), ifadeleri yer almaktadır. “Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı” (M.E.G.S.B.) T.F.F’nun özerkliğine dair bir kanun hazırlamaya başlamış ve sonuçta da hükümet, profesyonel futbolun profesyonelce yönetilmesi ve futbolumuzun daha ileri seviyeye götürülebilmesi maksadıyla 27-05-1988 tarihinde, 3461 Sayılı “Türkiye Futbol Federasyonu Teşkilat ve Görevleri hakkındaki Kanun” kabul edilmiştir. 7-6-1988 gün ve 19835 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren bu kanunla, T.F.F., B.T.S.G.M'den ayrılarak, tüzel kişiliğe sahip, özel hukuk hükümlerine ve Başbakanlığın gözetim ve denetimine tabi olmasını öngörmüştür. (3461 Sayılı Kanun,m.1,m.27). Amatör futbolu da, bu kanun içinde ancak B.T.S.G.M'ye bağlı bir kurulun yönetimine bırakmıştır (Sümer,1990: 13-25-126). Anılan kanunda T.F.F.'nin görevleri, Türkiye'de profesyonel futbol faaliyetlerini milli ve milletlerarası kaidelere göre yürütmek, teşkilatlandırmak, geliştirmek ve Türk futbolunu yurt içinde ve yurt dışında temsil etmek (m.2) olarak belirlenmiştir (R.G.,1988:19835). 3524 Sayılı Yasa Dönemi (1989-1992) Futbol Federasyonu Başkanı ve diğer kurulların Başbakan tarafından atanacağı hakkında 3524 Sayılı kanun teklifi T.B.M.M. Genel kurulunda görüşüldükten sonra 02.03.1989 tarihinde kabul edilmiş, 18.3.1989 tarih 20112 sayılı Resmi Gazete de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir, Bu kanun gereği T.F.F. başkanlarının, Başbakan tarafından dört yıl süreyle atanmaya başladıkları dönem olarak değerlendirilmiştir. 3461 Sayılı Kanunun 26. maddesinde yer alan "Teşkilatın Çalışma Usul ve Esasları ile ilgili Kanun"un uygulanmasına dair diğer hususlar, Yönetim Kurulunca hazırlanacak ve Bakanlar Kurulu tarafından yürürlüğe konulacak Ana Statü ile belirlenir." hükmü doğrultusunda, Ana Statü üzerinde yapılan çalışmalar sonunda, 16.06.1989 tarih, 20197 sayılı Resmi Gazetede yayınlanmış olan “Ana Statü” yürürlüğe girmiş, böylece T.F.F.’nun çalışma usul ve esasları belirlenmiştir . İlgili 3524 Sayılı Kanunun 1.maddesi ile, 27.05.1988 tarihli 3461 Sayılı kanunun 29. Maddesi değiştirilmiş;“5.7.9.11. ve 13. maddelerin seçimle ilgili 386 Futbolun kurumsallaşması hükümleri bu kanununun yayımından dört yıl sonra ,diğer hükümleri yayımı tarihinde yürürlüğe girer.” şeklinde belirtilmiştir. 3461 sayılı kanunun 5.7.9.11. ve 13. Maddelerinin seçimle ilgili hükümleri yürürlüğe girinceye kadar a)Federasyon başkanının Başbakan tarafından seçilir, b) Başkan vekillerini Yönetin Kurulunun, Genel Sekreter ile Federasyon Yan Kurullarını, federasyon Başkanının seçer, c) Denetleme Kurulunun asil ve yedek üyelerini, Genel müdürün teklifi üzerine başbakan seçer d) Tahkim Kurulunun asil ve yedek üyelerini ise, T.F.F. Başkanının teklifi üzerine Başbakanın seçmesi ve seçilenlerin görev sürelerinin dört yıl olması ve bu kanun hükümlerini başbakan yürütür şeklinde değişiklikler 3524 Sayılı kanunun yürürlüğe girmesiyle kabul edilmiştir (R.G. 1989: 20112 ). 3813 Sayılı Yasa Dönemi (1992 -2000) Türkiye Futbol Federasyonunun, tam anlamıyla demokratik ve özerk bir yapıya kavuşturulması, amatör futbolun da T.F.F. yönetimine devredilerek Türk futbolunun iki başlılıktan kurtarılması, Merkez Hakem Kurulu ile ilgili bir teşkilatlanmaya yer verilmesi, kulüplerin futbol ile ilgili televizyon radyo, basılı yayın ve reklam konularında, ticari ve mali haklarının düzenlenmesi ve eksikliklerin giderilmesi amacıyla hazırlanan, 3813 Sayılı “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun” 17.06.1992 tarihinde kabul edilerek 3.7.1992 gün ve 21273 sayılı Resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren bu kanunla, T.F.F'nin özerkliği tam anlamıyla ve açık olarak tanımlanmıştır (Güney, 1991: 8-33). Yapılanma biçimiyle 3461 sayılı kanuna göre kurulan Türkiye Futbol Federasyonu ile farklılık arz etmeyen teşkilat, organlarının teşekkülü ve yetkileri açısından tam özerkleşmeye yönelik önemli farklılıklar göstermektedir. Bunlar, aslında çoğu eksik ve hatalı hükümlerin giderilmesini amaçlayan ve Türk sporu adına çağdaş bir gelişme olarak kabul edilmesi gereken yeniliklerdir (Üçışık, 1999: 72-89). T.F.F. özerk bir teşkilat olduğu İdare anlayışı, hizmet bakımından yerinden yönetim esası üzerine kurulduğu ancak bu günkü idari konumu ile ilgili problemlerinin de olduğu bir çok çalışmada vurgulanmaktadır. Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığının, Başbakanlığın “İlgili Kurulu” olarak görünmesi ve Devlet Bakanları arasında görev bölüşümüne ilişkin Başbakanlık genelgelerinde Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ile beraber bir Devlet Bakanının sorumluluğuna verilmesi de 9-10- 1984 tarih ve 18540 sayılı Resmi gazetede yayınlanan 3046 sayılı Yasanın “ilgili kuruluş” Sebahattin Devecioğlu 387 tanımına göre bir hukuki, idari ve mali statüye sahip hizmet yerinden yönetim kuruluşu kabul edildiğinin bir göstergesidir. Ayrıca; T.F.F. organlarının seçiminde spordan sorumlu Devlet Bakanının gönderdiği “Talimat” ile başkan adaylarının birlikte çalışmak istedikleri Tahkim Kurulu, Denetleme Kurulu ve Merkez Hakem Kurulu listelerini de sunmak zorunda bırakılması bağımsız çalışması gereken kurulları bağımlı hale getirmesi açısından eleştirilmiştir (Gözübüyük, 1998: 137-156). 3461 sayılı Yasadan sonra T.F.F.nin "genel idare dışında yer alan bir özel hukuk tüzelkişiliğine dönüştüğü"nü kabul eden Danıştay'a göre, "özel hukuk hükümlerine tabi olduğunun karara bağlanmasının salt bu nedenle Federasyonca veya Federasyon bünyesinde yer alan kurullarca tesis edilen işlemlerin idari işlem olması niteliğini ortadan kaldırmayacağı ve bazı kurumlar özel hukuk hükümlerine tabi olsalar dahi Anayasa Mahkemesi Kararına göre de “....bu hal onların hukuk rejimi olan idare hukuku ve kamu kanunlarına bağlılık ilkesini ortadan kaldırmaz” ifadelerinden anlaşıldığına göre T.F.F nın bir kamu tüzel kişi olduğu kanun koyucunun taktiriyle özel hukuk alanına tabi olması öngörülmüştür ( Gözübüyük, 1998: 137-156). T.F.F. kamu hizmetine bir tüzel kişilik verilmesi suretiyle bir hizmet yerinden yönetim kuruluşu oluşturulduğu ve her ne kadar özel hukuka tabi olsa da sonuçta bir kamu tüzel kişisi olduğu, personelin ve mali statüsünün diğer kamu tüzel kişilerinden biraz farklı olması sonucu değiştirmediği, bir hizmet yerinden yönetim kuruluşu olarak idari bir kurum olduğu ve idari bir kurum özel hukuk hükümlerine tabi olsa dahi esas bağlı olduğu hukuk düzeni idare hukuku kurallarıdır. T.F.F nın bir organı olarak kurulan, verdiği kararların fedrasyonun bir işlemi sayılan Tahkim Kurulu kararlarına karşı yargı yolunun açılması gerekmektedir. İdari kararlara karşı yargı yolunu kapatmak Anayasa ve hukuk devleti ilkesine ayrılık teşkil etmektedir. Fakat Anayasa mahkemesi ve Yargıtayda Tahkim yolunu kabul ederek bu aykırılığı tanıyarak T.F.F nın klasik bir hizmet yerinden yönetim kuruluşu olmasına rağmen bağımsızlığı güçlendirilmek istenmiştir (Çakmak, 1999: 52 ). 4563 Sayılı Yasa Dönemi (2000-2004) 17-6-1992 tarihli ve 3813 sayılı “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri hakkındaki Kanun” nun bazı madeleri 14-04-2000 tarihinde kabul edilerek 20-4-2000 gün ve 24026 sayılı Resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 4563 sayılı kanunla değiştirilmiştir. 388 Futbolun kurumsallaşması Bu kanuna göre 3813 sayılı kanunun; 5.6.(b),7.,9.,10.(f),15.,20.,29. maddeleri değiştirilmiş 8.(h),(ı),18.,23.,31.maddelerine fıkralar eklenmiştir. Bu düzenlemelerde de öncekine benzer spordan sorumlu Devlet bakanlığının denetimi ve gözetimi ilkesine sadık kalındığı, (m.1,3,9,12,) yurt dışında yeteri kadar personelden oluşan temsilciliklerin açılması ve kapatılması Dişişler bakanlığının görüşü alınarak spordan sorumlu devlet bakanın kararına tabi olması (m.9) federasyonun henüz özerkliğin bir ilkesi olan kesin karar alma yetkisine sahip olmadığının birer göstergeleridir (R.G.,2000:24026). 4563 sayılı yasayla yapılan değişiklikler daha önceki ihtilafları nispeten giderici özellikler taşımaktadır. 5175 Sayılı Yasa Dönemi (2004-2007) 3813 sayılı “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri hakkındaki Kanun” 4563 sayılı kanunla değiştirilmiştir. Aynı kanun tekrar 5175 Sayılı “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş Ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” la birlikte değişime uğramıştır. 25.05.2004 Tarihinde kabul edilerek, 10.06.2004 Tarih ve 25488 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5175 sayılı kanunla birlikte daha önce değişikliğe uğrayan maddeler tekrar değiştirilmiş,yürürlükten kaldırılmış, yeni maddeler eklenmiştir. Bu Kanunda 3813 sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 1 inci maddesinin ikinci fıkrasının sonuna “İdarî birimlerin görev yerleri Yönetim Kurulunca belirlenir”. cümle eklenmiştir. 3813 sayılı Kanunun 5. 6.(b) 22.maddesinin (e) , 10 uncu maddesinin (a) ve (f) bentleri değiştirilmiş, aynı maddeye (o) bendinden sonra gelmek bentler eklenmiş ve maddenin (ö) bendi (u) olarak teselsül ettirilmiştir. 7 ve 9. maddesinin birinci fıkraları, 25 inci maddesinin üçüncü fıkrası değiştirilmiş,. 8.maddesinin (h) ve (ı) bentleri yürürlükten kaldırılmıştır. 21 ve 23. maddeleri ile birlikte 28 inci maddesine “Millî müsabakalarda protokol tribünü Federasyon tarafından düzenlenir” şeklinde fıkralar eklenmiştir. 3813 sayılı Kanunun 12 nci maddesi başlığı ile birlikte Denetleme Kurulunun görev, yetki ve sorumluluklarını belirleyecek şekilde değiştirilmiş ayrıca 13. 15 ve 29 uncu maddeleri değiştirilmiştir (R.G. 2004: 25488). 3813 sayılı yasaya eklenecek ek madde, federasyon başkanı ve yönetim kurulu üyelerinde aranacak şartları düzenleyecek.. Halen 114 olan genel kurul delege sayısı yeni düzenleme ile 225’e çıkacak, kulüp delegelerinin sayısı 154 Sebahattin Devecioğlu 389 olacak, ligde şampiyonluk kazanmış kulüplere ekstradan 2’şer delege verilecek olması demokratik atılımlar olarak nitelendirilebilir. 5175 sayılı yasadaki en önemli değişikliğin halen genel kurulca seçilecek 5 üyeden oluşan kurul, bundan böyle Yargıtay’ın vereceği 2, Danıştay’ın önereceği 1 ve genel kurulun seçeceği 2 üyeden teşkil edilerek, Tahkim Kurulu’nda olması. Tahkimle ilgili tartışmaları azaltacak niteliktedir. Federasyonun denetimi de yeni değişiklik ile sıkı bir şekilde yapılacak olması ile birlikte harcamaların sportif faaliyetler için yapılıp yapılmadığı, verimli kullanımı, bilançolar, mali tablolar, denetim kurulu tarafından rapor edilecek ve bu rapor genel kuruldan asgari 1 ay önce delegelere gönderilecek olması olumlu gelişmeler olarak nitelendirilebilir. Türk Futbolu’nun geleceğine yön verecek, 3813 sayılı “Türkiye Futbol Federasyonu’nun Kuruluş ve Görevleri” hakkındaki yasada yapılacak değişikleri içeren yasa futbolun tüm unsurlarını yakından ilgilendirecek çok önemli değişiklikler getirmiştir. “Merkez Hakem Komitesi” (M.H.K.) ve Tahkim Kurulları’nın oluşumu, genel kurul delege yapısı, başkan ve yönetim kurulu üyelerinde aranacak şartlar, paralı başkan vekilliklerinin kaldırılması, cezaların üst sınırının 500 milyar liraya çıkarılması, federasyon bütçesinin yüzde 2’sinin M.H.K. bütçesine tahsis edilmesi gibi değişiklikler spor kamuoyunda “devrim” niteliğinde reformlar olarak nitelendirilmiştir. Spor Yüksek Kurumu Kanun Tasarısının 31. maddesinde, “Spordan Sorumlu Devlet Bakanı” ibaresi çıkarılarak, “Federasyonun sportif faaliyetler hariç tüm iş ve işlemleri Spor Yüksek Kurumu’nun gözetim ve denetimine tabidir” biçiminde değiştirilmesi öngörülmektedir (Spor Yüksek Kurumu Kanun Tasarısı: 2004). Anayasa Mahkemesi Başkanlığının 05.01.2006 tarihi 2005/5 Esas 2006/3 karar, sayılı yürürlüğü durdurma kararında olduğu gibi tartışmaların ve doğabilecek ihtilafların halen bulunduğu göz önünde tutularak; 28.4.2005 günlü, 5340 sayılı “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un;3. maddesiyle 21.5.1986 günlü, 3289 sayılı Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun’a eklenen Ek Madde 10’un “... bu Kanunda öngörülen veya özerk federasyonlar bünyesinde bulunan kurullarda ...” bölümü, 18. maddesiyle değiştirilen 17.6.1992 günlü, 3813 sayılı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un ek 1. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi,5.1.2006 günlü, E. 2005/55, K, 2006/4 sayılı kararla iptal edildiğinden, bu kuralların uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz 390 Futbolun kurumsallaşması kalmaması için kararın resmî gazete’de yayımlanacağı güne kadar yürürlüklerinin durdurulmasına, 5.1.2006 gününde oybirliğiyle karar verilmiştir (Anayasa Mahkemesi,2006). T.F.F ilgili yasasında bulunan bazı maddelerin “Spor Yüksek Kurumu Yasasına” göre yeniden uyarlanması gerekmektedir. 5719 Sayılı Yasa Dönemi (2007…..) Türkiye Futbol Federasyonunun yapısı ile denetimini, uluslararası federasyonların kurallarına uygun olarak yeniden düzenleyen 5719 sayılı "Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun", 29/11/2007 tarihinde kabul edilerek 4 Aralık 2007 Tarihli ve 26720 Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 17/6/1992 tarihli ve 3813 sayılı “Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun” 1 inci maddesinin sonuna “Türkiye Futbol Federasyonu, Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (FIFA) ve Avrupa Futbol Federasyonları Birliğinin (UEFA) üyesidir.” Şeklinde fıkra eklenmiştir. ( R.G., 2007: 26720 ). 2007 yılında Deloitte Touche “ AB Sürecinde Türk Futbolu” isimli raporunda ; Denetim, Vergi, Kurumsal Finansman Başlıklarında bir rapor hazırlayarak ; Spor, özellikle de futbol, Avrupa kültürünün ayrılmaz bir parçasıdır ve tabanında amatör, tepesinde profesyonel kulüpler olan piramit yapısı içindeki açık sportif rekabetin şekillendirdiği Avrupa Futbol Profesyonel futbolun ekonomik boyutu Topluluk hukukuna tabidir, Artan profesyonelleşme ve ticarileşme, Topluluk hukukunun etkisinin giderek artmasına ve bu da yasal belirsizliğe yol açmıştır ve UEFA ve ulusal federasyonlar gibi düzenleyici kurumların ne kadar özerk olduğu ve öz düzenleme haklarını kullanırken Topluluk hukukunun prensiplerine nereye kadar bağlı oldukları açık değildir, Bu yasal belirsizlik sadece ekonomik koşullarda değil, özellikle futbolun sosyal, kültürel ve eğitsel işlevinde de sorunlara yol açmaktadır. Profesyonel futbol kulüpleri, takımlar arasında dengeli bir sportif rekabet içinde olmak suretiyle ayakta kalabilecekleri için diğer ekonomik sektörlerle aynı piyasa koşullarında faaliyet gösterememektedir, Diğer nedenlerin yanında ulusal yayıncılık pazarlarının büyüklüklerine bağlı olan yayın haklarının giderek artan önemi ve bazı liglerde yayın haklarının bireysel olarak satılması ile Avrupa'da profesyonel futbolun geleceği ekonomik zenginlik ve sportif gücün giderek yoğunlaşması Sebahattin Devecioğlu 391 yüzünden tehdit altına girmiştir, Avrupa sathında farklılıklar gösteren ulusal kurallar, ekonomik ve yasal olarak haksız bir yarışma ortamına yol açmakta ve bu durum ulusal ve Avrupa liglerinde ve bundan dolayı ulusal takımlar arasında da serbest ve adil rekabete ciddi olarak engel olmaktadır. Pek çok istihdam kaynaklı ve sosyal sorun henüz çözüm beklese de, 1995'te çıkarılan Bosman kuralının Avrupa kulüplerinin oyuncularla yaptıkları sözleşmelere yaklaşımında olumlu etkileri olduğu gerçeğine rağmen yan etkileri göz ardı edilemez . Çok sayıda suç faaliyeti (şike, yolsuzluk), harcama ve maaş enflasyonu sarmalı ve bunu takip eden, pek çok kulübün karşılaştığı mali krizin sonucudur; Komisyon resmi kararlarında, yayın haklarının ortak satılmasının, AB rekabet hukuku ile uyumunu sağlamıştır Şeklindeki ilkeleri dikkate alınmadan değerlendirilen yasalar Avrupa Futbol Modeline özgün uyarlanmalıdır(Deloitte: 2007). Şeklinde öneriler geliştirmiştir. Ayrıca Avrupa Birliği Suç faaliyetleri ile mücadele, Futbolun sosyal, kültürel ve eğitsel rolü, İstihdam ve sosyal konular, Rekabet hukuku ve iç Pazar,Yayın haklarının satılması ve rekabet hukuku, Doping vbg. gibi konularda ciddi anlamda teklifleri bulunmaktadır. Avrupa Futbol Modeli; ..Amatör ve profesyonel futbol arasındaki ortak yaşam ilişkisi ile Avrupa Futbol Modeli'ne olan bağlılığını vurgulamaktadır; Heyecanlı yarışmalar, taraftarların kulüpleriyle yüksek düzeyde özdeşleşmeleri ve yarışmalara yaygın kamuoyu erişimi ile profesyonel futbolun geleceğinin olumlu olmasını sağlamak için belli olumsuz gelişmelere karşı AB düzeyinde düzeltici önlem alınması gereğini kabul etmektedir; Profesyonel futbolun Avrupa'daki geleceğinin mahkeme kararları tarafından belirlenmesini önlemek ve daha fazla yasal kesinlik yaratılması için... isteğini dile getirmektedir; Salt spor kurallarının Anlaşmaların kapsamına girmediği temel prensibini kabul etmekte; bununla beraber, Nice Deklarasyon'unda belirlendiği şekliyle sporun özgüllüğünü göz önüne alarak, profesyonel sporun ekonomik hususlarının Anlaşmaların kapsamına girdiğine dikkat çekmektedir; Yasal açıklığın ve profesyonel futbolda eşit şartlarda rekabetin sağlanması için Komisyon'un ilgilenmesi gereken hususları ve kullanılacak enstrümanları belirleyen bir “Avrupa futbolu eylem planı” oluşturmasını istemektedir. (Belet: 2007 ). 3813 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasına bentler eklenmiştir. 4 üncü maddesinin birinci fıkrasına (f) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki bentler eklenmiş, mevcut (g) ve (h) bentleri (ı) ve (i) bentleri olarak teselsül ettirilmiş ve fıkranın sonuna cümleler eklenmiştir. 3813 sayılı Kanu- 392 Futbolun kurumsallaşması nun 5 inci maddesi, 6 ncı maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi, 8 inci maddesinin birinci fıkrası, 9 uncu maddesinin sonu, 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının (l) bendi değiştirilmiş , 12 nci maddesinden sonraya ekleme yapılmıştır. 13 üncü maddesi , 14 üncü maddesi 15 inci maddesi değiştirilmiştir. 16 ncı maddesinden sonra gelmek üzere madde eklenmiştir. 17 nci maddesinin ikinci fıkrasına (j ) bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki (k) bendi eklenmiş ve mevcut ( k) bendi (l) bendi olarak teselsül ettirilmiştir. Önemli değişiklik 31 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir ( R.G., 2007: 26720 ). Denetim; Federasyonun hesapları ve malî durumu, uluslararası spor sektöründe denetim tecrübesi bulunan bağımsız denetim kuruluşlarına denetletilir. Denetim raporları kamuoyuna duyurulur. Rapor, Genel Kurul tarihinden en az bir ay önce Genel Kurul üyelerine gönderilir ve ayrıca Genel Kurula sunulur. Aynı şirket aralıksız olarak beş yıldan fazla denetim görevi yapamaz, şeklindeki değişiklikler, “Avrupa Futbol Modeli” ile uyum sağlamaktadır. Ayrıca Türk Spor Yönetiminde çok tartışılan Federasyonların Özerkliği konusu; 14.07.2004. Tarih ve 25522 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren; GSGM Özerk Spor Federasyonları Çerçeve Statüsü”nde; “Federasyonlara idari ve mali özerklik, talepte bulunmaları durumunda GSGM Merkez Danışma Kurulu’nun uygun görüşü, GSGM’nin bağlı olduğu Devlet Bakanı’nın teklifi ve Başbakan’ın onayı ile verilmektedir. Özerklik statüsü verilen federasyonlar; “organları genel kurul tarafından seçimle göreve gelen, her türlü kararlarını kendi organları nezdinde alan, bütçesi genel kurul tarafından onaylanan ve ibra edilen federasyonlar”dır. Özerk federasyonlar, uluslararası federasyonların öngördüğü kurulları oluşturmak zorundadır. Özerk federasyonların; genel kurulların toplanması ve çalışmalarına ilişkin usul ve esaslar ile kimlerin oy kullanabileceği ve GSGM Tahkim Kurulu ile ilişkileri “GSGM Özerk Spor Federasyonları Çerçeve Statüsü ile belirlenmiştir. Özerk federasyonlarca hazırlanacak ana statü, söz konusu Çerçeve Statü’ye aykırı olamaz (R.G. 2004:25522) şeklinde ifadelere yer verilmiştir. 3813 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi ile 17 nci maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi yürürlükten kaldırılmıştır (R.G., 2007: 26720 ). Türkiye Futbol Federasyonunun yapısı ile denetimini, uluslararası federasyonların kurallarına uygun olarak yeniden düzenleyen 5719 sayılı kanunda yapılan değişiklikler ile kısmen de olsa giderilmeye çalışılmıştır. Sebahattin Devecioğlu 393 SONUÇ Dünyada ve Türkiye’de futbolun toplumla iç içe olan yapısı özelliği ile siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmelerle uyum içerisinde hareket ettiği çok yakından incelendiği zaman görülmektedir, futbol yönetimi ve kurumları her alandaki gelişmeleri izlemek ve onlara uyum sağlamak kendini bu gelişmeler karşısında yenilemek ve geliştirmek mecburiyetindedir. T.F.F.’nin kurumlaşma süreci, Türk futbolu yönetiminde bir çok problemi beraberinde getirmiştir. Bu problemleri kronolojik olarak incelediğimizde her dönem kendi içerisinde, siyasi, idari, hukuki ve ekonomik anlamda bir sonraki dönemin veya çıkarılacak olan yasaların zeminini oluşturacak özellikler taşımaktadır. İdari ve hukuki anlamında yasal düzenlemeler çerçevesinde, bir çok düzenlemeye gidilmesine rağmen, Türk futbolu yönetiminde, çözüm bekleyen bir çok problemler bulunmaktadır. Türk futbolunun kurumlaşma sürecinde, yasal düzenlemeler çerçevesinde, T.F.F.’nin Seçim Sistemi, Tahkim Kurulu, Merkez Hakem Kurulu, Amatör ve Profesyonel futbol organizasyonları ve uygulamaları, Yayın Hakları, Bütçe uygulamaları, Reklam, Sponsorluk, Görev, Yetki, Sorumluluk, gibi uygulamalarında henüz arzu edilen aşamaya ulaşılamamıştır. G.S.G.M. tarafından hazırlanan “Spor Yüksek Kurumu” isimli yeni yasa tasarısı Türk sporunda köklü değişiklikleri içermektedir. Türk spor politikalarına, G.S.G.M’nin yerine Başbakanlığa bağlı olarak kurulacak olan “Spor Yüksek Kurumu”nun bir çok uygulaması, spor kurumları ve organizasyonlarını etkilediği gibi T.F.F’nin kurumsal yapısını, organlarını, sportif organizasyon ve uygulamalarını da etkileyerek, yeni tartışmaları da beraberinde getirecektir. Türkiye Futbol Federasyonunun yeniden yapılanması sürecinde Türkiye’deki “Sponsorluk, Şiddet , Türkiye Spor Yüksek Kurulu, Spor Kulüpleri Yasa Tasarısı” gibi yasal düzenlemeler göz ardı edilerek ve aceleye getirilerek çıkarılan “Yeni Futbol Yasası” Modern Futbol Yönetimi anlayışı ile çelişeceği ve önümüzdeki günlerde de, yüzyıldır süren futbola dair tartışmalar, Türkiye gündeminde hiçbir zaman düşmeyecektir. Oysaki; Futbola dair yasaların, Bilimsel Metodlar ışığında, futbol yönetimi uzmanları ve kuruluşları ile birlikte, günümüz şartlarına uygun geniş katılımlı ve paylaşımcı platformlarda ele alınarak “Modern Futbol Yönetimine” uygun planlanıp değerlendirilmesi….Özlenen Türk Futbolunu uluslararası arenada, rekabet şansını artırarak, verimlilik esasına dayalı, 394 Futbolun kurumsallaşması istihdam ve katma değer yaratarak, kitlelere ulaştırılması, Türk Futbolunun Markalaşma şansını artıracaktır. Türk Spor yönetiminde demokratikleşme çabalarında bir adım önde olan futbolun, kurumsal yapısındaki iyileştirme çabalarının, Türk futbolu yönetimindeki idari ve mali problemlerin çözülerek, uygulamaların çağdaş yönetim anlayışı çerçevesinde gerçekleştirilmesi; Türk futbolunun sportif ve organizasyon yapısının gelişmesine önemli ölçüde katkıda bulunacaktır. KAYNAKÇA Akdenk, M. (1980 ), Türkiye’de spor elemanlarının yetiştirilmesi politikası. Türk spor şurası tebliği. Ankara. Atabeyoğlu, C. (1991). Türk spor tarihi ansiklopedisi. İstanbul: An Grafik. Aydın, N. (1989). Futbol 1. Ankara: Başkent. Bayansalduz.M. (2003).Türk spor yönetiminde finansal kaynak sağlama çabalarının değerlendirilmesi. Milli Eğitim Dergisi. 160 (3): 51-59. Belet.I. Avrupa'da profesyonel futbolun geleceği hakkında taslak rapor (çev: K. Merih). http://www.fesam.org, adresinden 2 Nisan 2007’de indirildi. Çakmak, N.M. (1999). Türkiye Futbol Federasyonu’nun hukuki statüsü.Y.Lisans Tezi. Ankara Üniversitesi, Sos.Bil.Enst. Kamu Hukuku A.B.D. Doğan, İ. (1999). Türk futbolunda potansiyel istanbul ruhu ve şiddet, düşünen siyaset. Aylık Düşünce Dergisi, 1 (2): 73-85. Ekenci.G. (1997).Gelişim aşamaları bakımından Türk Spor Teşkilatı değerlendirmesi. Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri Dergisi, (2): 72-80. Avrupa da sporun finansmanı. (2001, 23 Haziran). Fanatik. Fişek, K. (1985). 100 Soruda Türkiye spor tarihi, İstanbul : Gerçek. Genç,D.A. (1999). Futbol kulüplerinin stratejik yönetimi, Beşiktaş örneği. Ankara: Bağırgan. Gençlik Spor (2001). Geçmişten günümüze Spor Toto, 1 (2): 25. Gözübüyük,A.Ş.,Tan,T.(1998). İdare hukuku, genel esaslar,(1). Ankara: Turhan. Güney,T.(1991). Profesyonel futbolda yönetim uygulamaları. İstanbul:Futbol Federasyonu. Keten, M. (1993), Türkiye’de spor , 2. ( s. 67). İstanbul: Polat. Orta, L.(2000). F.İ.F.A. Dünya Kupası finallerinin analitik olarak incelenmesi. 1.Gazi beden eğitimi ve spor bilimleri kongresi, (2): 227-239. Morpa (1997). Spor ansiklopedisi, 3. İstanbul: Kültür. Özmaden, H. (1999). Cumhurriyet dönemi ilk spor teşkilatı Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı (1922-1936)’nın yapılanma sürecinde beden eğitimi ve sporun fonksiyonları, fonksiyonlardaki değişmeler ve toplumsal hayata etkileri. Yayınlanmamış Doktora Tezi, M.Ü.Sağ.Bil.Enst, İstanbul. Beden Eğitimi Ve Spor A.B.D. Sebahattin Devecioğlu 395 San, H.(1981). Belgeleri ile Türk spor tarihinde Atatürk. Ankara: TSV. Somali,V. (1989). Teknik ve taktik yönleriyle futbol tarihi. İstanbul: İnkılap. Sümer, R. (1990). Sporda demokrasi. 2. (s. 20-27). Ankara: Şafak. Sümer,R. (1989). Sporda demokrasi. (2.bas.). (s. 13- 25-269). Ankara: Şafak. Tayga,Y. (1990).Türk spor tarihine genel bakış,87.(s.124,162-164)Ankara : G.S.G.M. Tercüman (1981) Spor ansiklopedisi:Futbol. İstanbul:Tercüman. Türk futbol tarihi (1904-1991),1 (1992). Türkiye Futbol Federasyonu. Türk Futbol Tarihi (1991-1996), 2 (1992). Türkiye Futbol Federasyonu. Üçışık,H.F. (1999). Sporda sorunlar ve çözüm önerileri. İstanbul: Ötüken Neşriyat. Yıldıran,İ. (1997). Tepük futbol mudur?: XI. Yüzyıl Türk spor faaliyetlerinden “tepük” oyununun mahiyeti üzerine bir araştırma. Beden Eğitimi ve Spor Bil. Dergisi 2 (1): 54-62. -Deloitte Touche .AB sürecinde Türk futbolu. http://www.deloitte.com adresinden erişim tarihi 29 Mart 2007’de indirildi. -3530 Sayılı Beden terbiyesi kanunu 16.07.1938 Tarih 3961sayılı Resmi Gazete -3289 Sayılı, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün teşkilat ve görevleri hakkında kanun. 28.5.1986 Tarih 19120 Sayılı Resmi Gazete. -7 Zilhicce Tarihli Kanûn-I Esâsî’nin bazı mevadd-I muaddelesine dair kanun, (Cemiyetler Kanunu) 5 Şaban 1327. 8 Ağustos 1325 (1909). -Profesyonel futbol yönetmeliği, 29.8.1962 Tarih, 1193 Sayılı R.G. -Profesyonel futbol hizmetleri yönetmeliği, 11.Mayıs.1966 Tarih, 12296 Sayılı R.G. -Spor yüksek kurumu kanun tasarısı. (19.03.2004). -G.S.G.M. Özerk spor federasyonları çerçeve statüsü, 14.07.2004. Tarih Ve 25522 Sayılı R.G. -Türkiye Futbol Federasyonu çalışma usul ve esaslarına ilişkin ana statü. 16.06.1989 Tarih, 20197 Sayılı R.G. -3461 Sayılı, Türkiye Futbol Federasyonu teşkilat ve görevleri hakkındaki kanun” 7.6.1988 Tarih,19835 Sayılı R.G. -3524 Sayılı, Türkiye Futbol Federasyonu kuruluş ve görevleri hakkındaki kanunun bazı hükümlerinin değiştirilmesine dair kanun. 18.3.1989 Tarih, 20112 Sayılı R.G. -3813 Sayılı, Türkiye Futbol Federasyonu kuruluş ve görevleri hakkındaki kanun. 3.7.1992 Tarih, 21273 Sayılı R.G. -4563 Sayılı, Türkiye Futbol Federasyonu kuruluş ve görevleri hakkında kanunda değişiklik yapılmasına dair kanun. 20.4.2000 Tarih 24026 Sayılı R.G. -5175 Sayılı, Türkiye Futbol Federasyonu kuruluş ve görevleri hakkında kanunda değişiklik yapılmasına dair kanun. L10.06.2004 Tarih Ve 25488 Sayılı R.G. -5719 Sayılı, Türkiye Futbol Federasyonu kuruluş ve görevleri hakkında kanunda değişiklik yapılmasına dair kanun. 4 Aralık 2007 Tarihli Ve 26720 R.G. 396 Futbolun kurumsallaşması İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 26 Kış-Bahar 2008, s. 397-402 Forum Futbolda (sporda) küreselleşme söylemiyle birlikte yeni bir örgütlenme arayışının düşündürdükleri Metin Kurt Veysel Atayman Yıllarca “spor” söyleminin ideolojikleştirilmiş, siyasallaştırılmış haline vurgu yapıp durduk. “Sporu” Althuser’in popüler tanımıyla “devletin ideolojik aygıtları” arasında işlevselleştiren iktidarların bu çabasını deşifre edebilmek için, hem teorik hem de pratik birçok yazı yazıldı; doğrudan sözlü tartışmalar yapıldı. “Sporu” ideolojik aygıt olarak kullanan aklın yöntemi özetle şuydu: Sporun bir oyun olduğuna hem toplumu hem de sporcuyu inandırmak; sterilleştirmek, ve manipülasyonlarda kullanmak. Çünkü “oyun” sadece oyun olarak anlaşıldığında, kendi amacından başka amacı olmayan tarihsel çizgide, çok çeşitli biçimlere bürünmüş bir “insan faaliyetiydi”. (Elbette oyun sadece bu değildi, ama “sporu” “oyuna” tahvil etmek isteyen yaklaşım, “oyunu” böyle kurguluyordu kendi söyleminde.) Kurallarının hiçbir anlam taşımadığı, uyulması gereken, hatta gerçek hayattaki şiddet mücadelesinin yerini alabilen bir insan buluşu, tarihsel bir kültürel faaliyet, elbette temel insan davranışları gibi, doğal ve amacı kendinde olmalıydı. Dolayısıyla “oyun” fairplay’di; boş zaman değerlendirmesiydi. Dostluğu bozmayan rekabet gösterisiydi vb. Oysa daha Nazi dönemi olimpiyatlarından başlayarak, başta doğrudan yarışma sporları, bireysel müsabakalar olmak üzere, “sporun” nasıl ideolojikleştirilmek ve siyasallaştırılmak istendiğine çarpıcı örnekler verilmişti. 398 Futbolun kurumsallaşması Futbolun burada yaygınlaştırılması 60’lı yıllarda ülkemiz sporu güreş ağırlıklı “iftihar” gösterilerinden futbola doğru kaymaya başladı. Futbol ligleri Anadolu’ya yayılmaya yöneldi. Futbol, iyi kötü bilinçli bir siyasallaştırılmanın, ideolojikleştirilmenin sürecine girdi. 90’lı yıllarda hâlâ “futbol” burada ilk belirleyici sırayı tutan (sözde) “spordu”. Siyaset 1980 darbesiyle tatil edilmiş; özellikle aydın kesimi, göstergebilimin o yıllardaki yaygınlığına bağlı olarak seyircinin, oyunun, bütün bir tribün davranışının “yapısal” analizlerine yönelmişti. Tribündeki seyirci, epey öne çıkmış, göstergeler, semboller, tribünlerde nasıl bir siyasal dil oluşturuyor, bunlar analiz edilmiş durmuştu (Bkz.Birikim tartışmaları, Ümit Kıvanç, Tanıl Bora vb.) Ama 90’lardan itibaren “futbol” Batı’da, küreselleşme adı verilen sermaye hareketleriyle birlikte (aradaki bağ çok dolaylı da olsa) artık öteki “spor” gösterileri arasında belirleyici olma rolünün gelecekte gerileyebileceğinin işaretlerini vermeye başladı. Tarihsel dönüşüm şuydu: Devletlerin ideolojik, siyasal aygıtlarından biri olan “spor”, (başta da futbol) finans kapitalin, piyasa sektörünün en sevilen medyatik-reklam araçları arasına hızla ve daha çok girmeye başladı. Ülkelerin eğilim ve tercihine göre, futbol, basketbol vb. artık çok daha belirgin biçimde pazar mantığının “araçları” olmaya doğru evrilmeye başladılar. Ne “oyun” vurgusu ne de “spor” vurgusu gerekli manipülasyonların gerçekleştirilmesine yetememeye başladı (özellikle son birkaç yılda). Bu dönüşüm, önceki siyasallık-ideolojiklik işlevini de zaten dolaylı içeriyordu; ama “piyasa”, sporu dönüşümsüz bir evrime yönlendirmişti. Sermayenin küresel dolaşımı, yatırım alanlarının dünya çevresine dağılması yönündeki kolaylaştırmalar, spora, en başta futbola da gösterilmeliydi. Ligler (futbol, basketbol) ulusal kimliğini zorlayıcı bir sürece doğru evriliyorlar. Resmen belli bir ulusal alana ait takımlar (ülke takımları), karışımca “küresel” olmaya yöneldiler. Bu dönüşüm süreçleriyle birlikte: • Ülkelerin özel-kültürel yapılarına bağlı olarak futbol dışındaki müsabakalar da hem doğrudan hem medya üzerinden seyircilerin ilgi alanına sokulmaya çalışıldı. Sebahattin Devecioğlu 399 • Futbol, oyun kuralları ile oynanarak, oyuncu sağlığını hiçe sayan mücadelelerin zemini haline getirildi (Ayağa yerden müdahale vb gibi). • Futbol ile gündelik hayatın ekonomisi, özellikle orta-alt sınıflar üzerinden sıkılaştırılmaya çalışıldı: İDDAA, spor toto, vb. Üst gelir grupları ile de BORSA üzerinden kurulan bağlar, • Futbolda “başarının” ölçüsünü küresel düzlemde arama zorunluluğunu getirmeye başladı. • Borsa, kazanç baskısı, ülke takımlarının ve tek tek oyuncuların değer belirleme kriterlerini spekülatif boyutlara taşıdı. Borsa simsarları ile sporcu simsarları bir kazanç sisteminin tamamlayıcı iki parçasına dönüşmeye başladılar. Sporcu da borsa spekülasyonunun parçası olarak yeni bir nitelik daha kazanmaya başladı. (O hâlâ sadece top oynadığını vehmetse de). • Küreselleşmeye bir başka eklemleme olarak, futbol üzerinden oynanabilen bu oyunlar, ülke sınırı engelini yok etmeye yöneldi. • Futbolun ekonomiyle kurduğu bu ilişki, onun özünde içerdiği iddia edilen bütün “özellikleri” (fairplay olma, insan sağlığına yararlı olma, kardeşlik-dostluk bağlarını güçlendirme vb.) tartışılır hale getirebilecek bir sürece yol açtı. Sporcular (başta futbolcular) piyasa ekonomisinin en etkili medyatik aktörleri olarak modern tüketim toplumu insanının imgesine dönüştüler (traş losyonundan, jiletten, cep telefonuna, kredi kartı reklamına kadar) pazarlamanın bütün taleplerinde rol alabileceklerini göstermeye başladılar. Sermaye gibi dolaşım sınırları ortadan kaldırılmış futbolcuların “küresel” hareketi, “ulusal” futbol, ülkeye özgü futbol kimliği vb. tanımları da zorlamaya başladı. Paranın küresel sınır tanımaması gibi, oyuncuların da küresel sınırlar üzerinden harekete sokulması sonucu, işleyen diyalektik, ulusal takım vurgusunu ve arayışını da inandırıcılıktan çıkardı. Bir başka deyişle, devletin ideolojik aygıtları arasında yer alan futbol kurumlaşması, burada da, paranın küresel dönüşümüne bağlı olarak “millilik” özelliğini ancak eski çağrışımlara dayanarak koruyabildi (son Avrupa kupasında olduğu gibi). Paranın küresel hareketi, sadece ucuz emek gücünü bulduğu ve olduğu yerde artı-değer üretme yönünde kullanmayı mümkün kılmıyor; 400 Futbolun kurumsallaşması Sermaye dolaşımının süreçleri, futbola (öteki sporlara da ülke özelinin ilgisine bağlı olarak) yüklenen ideolojik-siyasal manipülasyon görevi, aksama sürecine girdi. Yoksul Üçüncü Dünya ülkelerinde “futbolcu” pazarları kuruluyor; simsarlar 10 binde, 20 binde bir şansın peşinde belli merkezlerde topladıkları insanların sunduğu görünümlerde, futbolun çoktan küresel ve herkesin gönüllü katıldığı bir “oyun” olduğu izlenimini yaratıyorlar. Dahası, yükselmenin, refah toplumlarında bir yer edinmenin aracını sundukları izlenimini vererek, eski köle ticaretine yeni versiyonlar ekliyorlar. Ayrıntılar çoğaltılabilir. Otomobil yarışları parkurlarının öteki ülkelere yayılması; dünya pazarının önemli bir ürünü olan arabaların zihinlerde sürekli canlı tutulması, öte yandan teknolojik çağ denen çağımızın bu doğa ve çevre düşmanı ürünlerinin tüketiminin (sigara ürünleriyle birlikte) özendirilmesi de (Schumacher vb örneği) idol sporcu kimliği üzerinden gerçekleştirilmektedir. NBA gibi bir basketbol ligi, küresel ölçekte oyuncu kullanımına (biçimde) yer vererek, yeni süreçleri kendi düzleminde de işletir görünümü vermektedir: ABD basketbolu dünyanın bütün oyuncularına açıktır. Evet, bugün küreselleşen “futbol”, insan acılarından bir piramit kuran küresel sermaye gibi, futbolcu adaylarından oluşan bir piramit kurmuş, tepedekileri her türlü çıkarın aracı haline getirmiş, altları da hazır ordular olarak bekletmekte, tepeye özendirmektedir. Daha önce 68’lerde, herhangi bir örgütlenmeye çağrı, düzen değişikliği zorunluluğu içinde tanımlanmış, teorik-siyasal tartışmalar da bu odakta düğümlenmiş, buna bağlı olarak bir “amatörlük” hali, profesyonelliğin karşısına çıkartılmak istenmişti (Sosyalist ülkeler modeli olarak). 68’in geleneğinden etkilenen ülkede Türk Solu’nun bu alana da ilgi duymasıyla, “sporcunun” en geniş anlamda aydınlatılması girişimlerinin başını TKP, TİP e TSİP gibi oluşumlar çekmeye başladılar. Vurgu daha çok, futbolun hakim sınıf iktidarlarınca “ideolojik/siyasal kullanılışıyla ilişkiliydi. Profesyonellik ile amatörlüğün de birbirinden kalın çizgilerle ayrılması, bu bağlamda anlaşılır bir model oluşturuyordu. Futbolcu ise, kişisel haklarının bilincine varsın isteniyordu. Artık modern köle olmamalıydılar, ideolojik aygıtın çarklarından kurtulmalı, sporu gerçek kökenine, insan sağlığına, mutluluğuna hizmet eden işlevine geri çekmeye katkıda bulunmalıydılar. Atelitizm Fedarasyonu Başkanı Kurtan Fişek, varını Sebahattin Devecioğlu 401 yoğunu, bu alandaki ilişkilere, karanlıkların aydınlatılması amacına yöneltti. Kitaplar yazdı. Beden terbiyesi Genel Müdürü Fikret Ünlü aynı zamanda Amatör Sporcular Derneği (ASD) genel başkanlığını üslendi. Kısacası: 68’in sonrasındaki nispi özgürlükler ortamında, resmi yapının içinden önemli destekler gelebilmekteydi örgütlenmeye. ASD’nin İstanbul ayağında, Alican Ay, Vural Adamey gibi boksörler, Ankara ayağında milli atletler aktif rol almış, İstanbul İnönü Stadı’nda, “sembolik anlamda” sağlıklı gençlik gösterisi, bir tür mitingler düzenlenmiş, Cüneyet Arkın, Aytekin Kotil, Halil Ergün gibi isimler bu buluşmada yer almışlardı. Milli Cephe hükümetleriyle birlikte sağ saldırılar artınca, resmi kurumlardaki destek unsurlar görevlerinden uzaklaştırılıp etkisizleştirildiler. Spor akademilerinde örgütlenmelere destek veren ulusal sporcular bu kurumlardan atıldılar. Dağıtma adımları, 12 Eylül Cuntası ve sonrasındaki “piyasalaşma” hareketiyle geçen yüzyılın sonuna kadar burada sadece “sporun” değil, öteki kültürel alanların yapılarını da hedef alıp, büyük dönüşümlere yol açtı: Spor, futbol, her türlü siyasal tartışmanın dışında (sözde) yeniden inşa edildi. Bu inşada “medayitkleşen” spor, başta futbol ve basketbol olmak üzere, “eğlence kültürü ürünü” olarak steril bir faaliyet, eğlendirici “oyun” olarak öne çıkartılıp duruldu. Tekvando, basketbol, voleybol, oto yarışları, el topu gibi kimi dallar “futbolun” yanında medyatik tüketime malzeme olarak gecikmiş bir “keşif” yaşadılar. Ancak başta sözünü ettiğimiz “finansın küreselleşmesi” yasaları uyarınca dayatan gelişme, en çok futbolu ve basketbolu belirleyici hale geldi. Örgütlenmenin gereği ve hedefi Bizimki gibi ülkelerde en başta futbol alanındaki bir örgütlenme, artık eskiye göre, çok daha farklı amaçlara dönük olmalıdır: Geçmişin siyasal örgütlerinin sahip çıktığı hareketlerde olduğu gibi, doğrudan yerleşik düzenin temsiline yönelik hak arayışları sürüp gidecektir. Ama asıl yapılması gereken, küresel denen bu yeni kapitalist piyasa koşullarının biçimlendirdiği dünyada “futbolu” tanımlayabilmektir. Örgütlenme, kültürel-teorik birikimin derinleştirilmesi, küresel piyasalaşmanın, futbolun geleneksel manipülasyonlarını zorlaması (milli takım, ülke futbolu vb) borsa eğrileri ile sahadaki başarılar arasındaki bağın 402 Futbolun kurumsallaşması tek tek kişiler (oyuncular, öteki aktörler) bakımından ne anlamlara gelebileceğinin tartışılması vb vb. Sporcunun “insan” olduğunu hatırlaması, kimliğine geri dönebilmesi için, yeni tip bir örgütlenmeye ihtiyacı var. Çünkü bütün sporlar, ülkeden ülkeye değişse de, burada başta futbol, finans kapitalin kölesi olacak yıldızlar yetiştirmek üzere, neredeyse paralı askerler arayışındaki gibi, dünya çapında insan avını sürdürüyor. Siyahlar, Latin Amerikalılar, binlerce aday, on binde birlik bir ihtimalle küreselleşen bu yeni “sporun” emek-gücü kurbanı artık. Evet, bir zamanların siyasal-ideolojik aygıtı, artık küresel sermayenin artı değer aracı… Batı eksenli dünya futbolundaki şaşırtıcı, ama anlaşılır çöküş, ulusal takımların irtifa yitirmesi vb. küreselleşmenin bu anlamadaki kaçınılmaz yıkım etkisinden başka bir şey değil. Futbol, futbolcu, spor, sporcu varolacaksa, kapitalizmin küresel evresinde işlettiği ekonomik- (siyasal-ideolojik) manipülasyonların alanı dışında, yepyeni bir varoluşun şartlarını aramak ve kurmak zorundadır. İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 26 Kış-Bahar 2008, s. 403-410 Forum Futbolda “ultra” taraftar hareketi Hüseyin Özkök İtalya’da Sicilya Adası’nda 2 Şubat 2007 günü oynanan Sicilya derbisi Catania-Palermo maçında ve sonrasında çıkan olayların ciddiyeti ve bir polisin kasten öldürülmesi tüm dünyanın dikkatini yeniden İtalya’ya ve futbolda şiddete çevirmesine neden oldu. Bu olayı yaratanlar Catania kulübünün Ultralar adlı taraftar grubuydu. Futbol dünyasında adı bilinen ancak bu derece ön plana çıkmayan grubu Ultralar böylece bir anda bütün dünyada tanındılar. İşte bu satırlarda artık bir kavram haline gelen Ultra taraftar organizasyonun ortaya çıkış ve gelişim hikayesini okuyacaksınız… ORTAYA ÇIKIŞ Ultra hareketi ilk olarak İtalya’da 50’li yılların sonları ile 60’lı yılların başlarında futbol delisi genç grupların kendi takımlarını organize bir şekilde desteklemek amacı ile bir araya gelmesi ile kuruldu. Ultra adını bu gruplara Torino taraftarlarının bir maç sonrası maçın hakemini hava alanına kadar takip etmesi sonucunda bir İtalyan gazetesi verdi. Ultralar başta çaldıkları korna ve davullarla diğer taraftar gruplarından ayrılıyorlardı. İlk deplasman organizasyonları da bu sıralarda gerçekleşmeye başladı. Bu hareket Avrupa’da da kendine hızlı bir şekilde taraftar buldu ve çeşitli ülkelerdeki grupları etkisi altına aldı. Futbolun ana vatanı İngiltere ise Ultralar’a sıcak bakmayan az sayıdaki ülkelerden biri oldu ve holigan grupların beşiği haline geldi. 404 Ultra taraftar AMAÇ VE AKTİVİTELER Ultralar tamamen fanatik ve ana amaçları takımlarını “her zaman her yerde mümkün olan en iyi şekilde” desteklemek olan taraftarlardan oluşmakta. Ultralar’da stadyumlarda toplu akustik desteğin dışında marşları başlatan bir kişi (amigo) hep bulunur. Bu şarkılara ise davullarla eşlik edilir. Ultralar ayrıca gözle görülen şovlara da çok önem verirler. Konfeti yağmuru, bengal ateşi denen meşaleler ve çok sayıda dev bayrak da tribünlerde hep görülür. Bunun yanında Ultralar masraf ve koreografi gerektiren renkli güzel tribün şovları da organize ederler. Bu şovlar için maç başlamadan önce Ultralar tarafından tüm hazırlıklar yapılır ve hatta bu gruba dahil olmayan seyirciler de bu şovlara katılırlar. Önemli bir nokta da Ultralar’ın bu şovlar için harcadıkları paralar için sponsor veya kulüpten asla yardım kabul etmemeleridir. Bu masrafları kendi üyelik aidatları ve kendi ürettikleri taraftar ürünlerinden sağlanan gelirlerden karşılamaktadırlar. Ultralar’ın bir özelliği de kulüplerine karşı diğer bir gruba bağlı olmayan taraftarların aksine çok daha fazla eleştirel bir bakış getirmeleridir. Özellikle kulübün ekonomisini ilgilendiren kararlar alındığında ya da kulübün taraftar kültürü ile ilgili yaklaşımlarında Ultralar bu kararları alan kişilere karşı eleştirel bir bakış sahibidirler. En önemli konulardan biri ise polisin ve saha içinde güvenliği sağlamakla görevli kişilerin bu taraftar gruplarına yaklaşımını protesto eden bir tavrın hep olmasıdır. Polisleri özellikle hedef alan sloganlar en çok görülenlerdir. Almanya’da ise bu gruplar güvenlik güçlerini “biz taraftarız suçlu değil” şeklinde protesto ederler. Her Ultra grubunun bir bayrağı bulunur ve bu bayrak onların âdeta sancakları gibidir. ULTRALAR İLE HOLİGANLAR ARASINDAKİ FARK Ultralar’ı holiganlardan ayıran en büyük özellik bu oluşumlarda şiddetin değil sporun daima ön planda olmasıdır. Ancak kavga ve mücadele de Ultra kültürünün ayrılmaz bir paçasıdır. Takımları adına kavgadan kaçmazlar. Fakat Almanya’daki gruplar yine de polisin bu konuda taviz vermemesi nedeni ile kavgadan da uzak durmayı tercih etmektedirler. Bu gruplarda son yıllarda rakip taraftarların taşıdıkları ait oldukları kulübün ürünlerini kapıp kaçma daha yaygın hale gelmiştir. Hüseyin Özkök 405 ÜLKELERDE ULTRA HAREKETLERİ Almanya: Ultra hareketi Almanya’ya ilk olarak 80’li yılların sonlarında ulaştı. İlk grup 1986 yılında Fortuna Eagles adı altında Fortuna Köln takımı taraftarlarınca kuruldu. Onu 1989 yılında Leverkusen taraftarlarının kurduğu Soccer Boyz grubu izledi (1994’ten bu yana Mad Boyz). Binding Szene (Eintracht Frankfurt), Blaue Bomber (Stuttgarter Kickers), Promillos Ultras (Freiburg) 1995 yılında kurulan Ultra gruplarıydı. Bir yıl öncesinde ise Nürnberg taraftarları Ultras adlı grubu kurmuşlardı. Şu anda Almanya’da en küçük kasaba takımlarına kadar bütün kulüplerin taraftarları arasında kendisini Ultralar olarak adlandıran gruplar mevcut. Almanya’da bugün taraftarlar arasında kendilerini ön plana çıkaracak ve Ultralar’ı sorgulayacak başka gruplar olmadığı için Ultralar organize taraftar denilince ilk akla gelen gruplardır. İşte tam bu noktada Ultralar ile organize olmamış taraftar grupları arasında, Ultralar’ın özellikle kale arkası tribünlere egemen olma ve taraftarı yönetme çabaları nedeni ile sürekli sorunlar yaşanmaktadır. Almanya’daki Ultra grupların büyük çoğunluğu politikayı futbola karıştırmazlar. İstisna olarak Almanya’da üç sol Ultra grubu, Sankt Pauli (St. Pauli), Filmstadt Inferno 99 (Babelsberg 03), Diablos (Sachsen Leipzig) ve iki sağ görüşlü Inferno Cottbus (Energie Cottbus), Ultras (Lok Leipzig) gösterilebilir. Bunlar içinde özellikle Lok Leipzig takımının aşırı sağcı taraftarlar çıkardıkları olaylarla ön plandadır. Bir süre önce de Lok LeipzigUnion Berlin amatör bölgesel lig maçında büyük olaylar yaşandı. Ancak Alman polisi bu taraftarlara sıfır tolerans göstermekte ve özellikle de maç günleri tüm şehirlerin ana tren istasyonlarında geniş güvenlik önlemleri almakta. Almanya’da Ultralar’ın ana amacı stadyumlarda atmosferi en güzel hale getirmek ve kendi gruplarının gelişimini sağlamaktır. Alman Ultraları kendilerini hiç bir kritik yapmadan stadyumlarda oturup maç seyreden ve para harcayan taraftar gruplarının karşıtı olarak görürler. Almanya’da stadyumlarda meşale yakılması kesinlikle yasak olduğundan Alman Ultraları çok nadiren stadyumlarda meşale yakmaktadırlar. Meşaleler daha çok amatör liglerdeki maçlarda görülmektedir. İtalya: İtalyan Ultraları ünlerini tüm dünyaya 2 Şubat 2007 günü duyurdular. Catania kulübünün Ultraları büyük olaylara neden olurken bir polisi öldürdüler. Ultralar’ın üye sayısını rekor seviyeye ulaştırdıkları yıllar 406 Ultra taraftar İtalya’da 80’li yıllar olmuştur. Ancak şu an hala 10.000’in üzerinde üyesi olan gruplar mevcuttur. İtalya’daki önemli gruplar ise şunlardır. Irriducibili Lazio, Brigate Ressonete Milan, Brescia MU 1911, Curva Nord Bergamo, Ultras Granata. İtalya’daki ünlü Ultra gruplarının Lega-Calcio (Futbol Ligi) ve polisle sürekli bir uyuşmazlık içinde olmaları İtalyan ultra hareketine yönveren en önemli etkenlerden biri olmuştur. Bu gruplardan bazıları, Brigade Gialloblu 71 Verona, Fdl Milan, Bna Atalanta, Commando Ultras Napoli ve Verona Front’tur. Bazı taraftar gruplarının üye sayısının çok yüksek olması bu taraftarların kulüp politikasına karışmaları durumunu ortaya çıkarmıştır. Bunlar içinde en çarpıcı örnek şu an var olmayan Fossa dei Leoni grubudur. Bu grup zamanında oturdukları tribünde kimin ne satacağına kendi grup üyeleri karar vermekteydi. Ayrıca bir çok taraftar grubu kulüpleri şiddetle tehdit edip istediklerini yaptırmakta ve kulüp yöneticileri buna göz yummakta. Son olaylara kadar İtalya’da verilen cezalar stadyum yasağı ile sınırlı kalmaktaydı. Ancak son cereyan eden olaydan sonra artık çok daha radikal önlemlerin alınacağı açık. İtalya’da bu tür grupların yarıya yakını politik tavır içindedirler. Bunlardan %10 kadarı da aşırı sağcı gruplardan oluşmaktadır. Bu gruplar özellikle bazı kulüplerin politik olarak doğrultusunu da belirlemektedir. Örneğin Lazio kulübünün aşırı sağcı taraftarları (Irrıdubicili Lazio) buna en büyük örnek olarak gösterilebilir. Aşırı sağcıların asıl düşman olarak gördükleri hedefleri rakip taraftarların aksine tamamen polislerdir. Sol gruplardan ise en ünlüsü Livorno kulübünün taraftar grubudur. (Brigade Autonome Livornesi) Fransa: İtalya’ya olan yakınlık seksenli yıllarda Fransa’da özellikle de ülkenin güneyinde Ultra hareketinin başlamasında etkili oldu. İlk Ultra grupları Marsilya’da Commando Ultra 84 ve South Winner 87 adları ile kuruldu. Bu iki grup da hala faaliyetlerini sürdürüyor ve Fransa’nın en yaratıcı ve saygı gören grupları olarak anılıyorlar. Özellikle bu iki grup ırkçılığa ve faşizme olan karşıtlıkları ile ön plana çıkıyorlar. Paris’te ise ilk Ultra grubu 1985 yılında Boulogne Boys adı ile kuruldu. Zaman geçtikçe Utra grupları Fransa’nın her yerine yayıldı ve büyük gruplar kulüpler üzerinde etkili olmaya başladılar. Özellikle de Marsilya’da Ultralar kendi tribünlerinin bilet satışını kulüpten aldılar ve Marsilya kulübü üzerinde büyük bir etkiye sahipler. Ülkedeki en etkili gruplar ise Paris ve Marsilya’da bulunuyor. Paris’te Boulogne Boys’un yanı sıra Supras Auteuil, Lutece Falco Hüseyin Özkök 407 ve Tigris Mystic gibi gruplar bulunuyor. Stadyumlarda şiddete meyilli olan Boys grbunun bazı üyeleri ve aşırı sağcılar ise bu gruplardan dışlandılar ve artık stadyumlara alınmıyorlar. İsviçre: İsviçre’ye baktığımızda özellikle son yıllarda çok hızlı bir şekilde Ultra taraftar gruplarının ülkenin her yanında arttığını görüyoruz. Zürih kentinde en ünlü gruplardan biri FC Zürih takımın Ultra taraftar grubu olan Zürcher Südkurve’dir. Aynı şehrin bir başka takımı olan Grasshoppers’ın da iki büyük Ultra taraftar grubu mevcut. Bunlardan en ünlüsü ise Estrade Ost. İsviçre’de kendinden geçen yıl çok bahsettiren Ultra grubu ise FC Basel takımının Inferno Basel isimli Ultra grubu oldu. Ligin son ve şampiyonun belli olacağı maçında rakip FC Zürih takımın 93. dakikada Inferno Basel grubunun oturduğu taraftaki kaleye attığı gol çıkan olayların ateşleyicisi oldu. Inferno Basel taraftarları ayrıca özellikle Zürih takımlarının geldiği her maçta olay çıkarmakla ünlüler. Bundan birkaç yıl önce Baselli Ultralar Grasshoppers’ın stadını ateşe verip büyük zarara yol açtılar. Her gittikleri Zürih deplasmanında mutlaka olay çıkardılar. Ancak 2004 yılında da bu defa Zürih polisi bir skandala imza attı. Zürih’te Grasshoppers ile oynayacakları maç için trenle Zürih’e gelen ve çoğunluğu Ultra olan ancak aralarında çocukların da bulunduğu 650 kişilik Baselli taraftar grubunu polis sardı ve 427’sini gözetim altına aldı. Bazı taraftarlar 24 saat gözetim altında kaldılar. Tuvalete gitmelerine ve telefon etmelerine izin verilmedi. Bu tüm İsviçre’de büyük tepki yarattı. Zürih polisi ve kanton yönetimi ağır eleştiriler aldı. Geçtiğimiz yıldan bu yana ise İsviçre şehir yönetimleri hem Lig yönetimini hem de kulüp yöneticilerini her maç için güvenliği sağlamakta gerekli olan 100.000 Frank’ı ödemedikleri için suçluyorlar. İsviçre’de futbol maçlarında Ultralar ve holiganların yarattığı şiddet son yıllarda oldukça arttı ve bu konu hem medyanın hem de politikanın önemli konularının başında geliyor. Diğer ülkeler: Avrupa’nın diğer ülkelerine baktığımızda Avusturya, Portekiz, Yunanistan, Hırvatistan ve Sırbistan gibi ülkelerde Ultra gruplarına rastlıyoruz. Avusturya’da en etkili ve tanınmış olan grup Ultras Rapid 1988’dir. Bu grup Avrupa’da takımının her maçına koreografi hazırlayan sayılı gruplardan biri ve 2005 yılında T.I.F.O. (Torcida International Fans Organisation) tarafından en iyi koreografi yapan taraftar grubu seçildi. Red Bull tarafından satın alınan Austria Salzburg takımının Ultra taraftar grupları olan Union 408 Ultra taraftar Ultra 99 ve Tough Guys Salzburg 92 kulüplerinin satışına şiddetle karşı çıkmalarına rağmen şu an takımlarını destekliyorlar. Portekiz’e baktığımızda en ünlü iki grubun Benfica kulübünün taraftar grubu olan Diabos Vermelhos ve No Name (NN) Boys olduğunu görüyoruz. Ayrıca Porto ve Sporting kulüplerinin de Ultra taraftar grupları mevcut. Ancak ülkenin diğer taraftar grupları diğer ülkelerdeki kadar aktif değiller. Yunanistan’da başkent Atina’da bulunan Ultra gruplar Avrupa’daki en ateşli gruplardan sayılıyorlar. Atina kentinin üç takımı Panatinaikos, Olympiakos ve AEK maçlarında bu gruplar arasında büyük kavgalar yaşanıyor. Bu nedenle son yıllarda Yunanistan’da Ultra hareketine ait grupların rakip stadyumlarda maçları izlemeleri yasaklanmış durumda. Hırvatistan’da Ultra hareketinin başlangıcı 1950 yılına rastlamakta. O yıl Hajduk Split taraftarları Torcida adı altında ligin şampiyonunu belirleyecek bir maçta Ultralar’ın kullandığı metotlarla bir organizasyon yapmıştı. Ancak Yugoslavya Devleti’nin her türlü örgütlü organizasyonu yasaklamasından sonra Torcida Ultra hareketi ancak seksenli yıllarda tekrar ortaya çıkabildi. Bugün ise en büyük rakipleri Dinamo Zagreb’in taraftar grubu olan Bad Blue Boys. Sırbistan’da ise ülkenin iki büyük kulübü Kızılyıldız ve Partizan’ın Delije ve Grobari adlı Ultra grupları ülkenin en büyük iki taraftar grubu. Bu takımları tutan insanlar otomatik olarak bu gruplardan sayılmakta çünkü taraftarlar bu takımları orijinal adları ile değil bu taraftar gruplarının adları ile anmakta. Bu iki grubun dışında da ülkede sayısız Ultra gruplar bulunmakta. Meşale yakmak tribünlerde günlük olaylardan sayılıyor. Özellikle büyük maçlarda sürekli olay çıkıyor. TÜRKİYE’DE ULTRA HAREKETİ Türkiye’de kendilerini Ultralar olarak tanımlayan tek taraftar grubu Galatasaray taraftarlarınca kurulan ultrAslan grubu. Grubun kuruluş amacı aynen Avrupa’daki Ultralar’da olduğu gibi takımı koşulsuz desteklemek ve stadyumda güzel bir atmosfer yaratmak. Fenerbahçe’nin Genç Fenerbahçeliler ve Beşiktaş’ın Çarşı taraftar grupları aynı amaçlarla faaliyet gösteren gruplar, ama bu gruplar her ne kadar Avrupa’daki Ultralar ile benzerlikler taşısalar da en büyük rakiplerinin Ultra adı ile bir grubu olması nedeni ile bunların kendileri Ultralar olarak tanımlaması olası değil. Hüseyin Özkök 409 Bu üç grubun siyasi yanına baktığımızda hepsinin ortak paydasının milliyetçilik olduğunu görüyoruz. Ancak bu gruplar bazı zamanlarda kendi kulüp ideolojilerini milliyetçiliğin üzerinde görüp örneğin milli maçlarda oynanan stadyuma göre kendi takımları lehine tezahürat yapabiliyorlar. İçlerinde çok sayıda “Milli Takım’dan bana ne ben şu takımlıyım” diyebilen kişiler mevcut. Yine bu grupların içinde siyasi ve sosyal mesajlar vermeyi en çok tercih eden grup Beşiktaş’ın Çarşı’sı. ultrAslanlar ve Genç Fenerbahçeliler’de zaman zaman kendi milliyetçilik görüşleri doğrultusunda siyasi mesajlar veriyorlar. Türkiye’de aynı takımın fanatik taraftar grupları arasında da bölünmüşlük yaşanıyor. Bir grup hiçbir beklentisi olmadan kulübünü destekleyip para harcarken diğer bir grup “biz takımı her koşulda destekliyoruz o zaman kulüp bize bedava bilet versin, seyahat masraflarımızı karşılasın” gibi bir beklenti içinde. Tabii ki en büyük istek de stadyuma hakim olmak yönünde. Tribünlerinde bu konuda en çok bölünmüşlük yaşayan taraftar grubu Fenerbahçe’de yer alıyor. Genç Fenerbahçeliler’in yanında önemli gruplar Kill For You, Cefakar Kanaryalar, Esenler gibi gruplar. Daha irili ufaklı bir çok grup da mevcut. Bunda da stadyum kapasitesinin büyümesi en büyük etken. Her grup kendine ayrıcalık sağlanması ve stadyumda kendi hakimiyetini kurma arayışı içinde. Beşiktaş’ta ise Çarşı grubunun yanında Asya Kartalları ve Karagümrük ön plana çıkan gruplar olarak göze çarpıyor. Bu üç grup da söz sahibi olmak için uzun süre büyük mücadele verdiler. Sonunda kapalının paylaşımı konusunda aralarında anlaşma yapıldı ve anlaşmazlık şimdilik bitti. Bir de kendilerini Eagle Clan olarak adlandıran ve Numaralı tribünde oturan, her türlü kötü yönetime karşı tavrını koyan bir grup da mevcut. Şu anda Türkiye’de Beşiktaş’ın Çarşı grubu adından en çok söz ettiren en etkili taraftar grubu konumunda. Galatasaray’da ultrAslan dışında başka bir oluşum yok. Daha önce Yürüyedur adı altında oluşan üniversiteli grup bir takım başka grupların baskısı ile etkisini kaybetti ve artık bu grup yok. Galatasaray tribünlerinin tek hakimi ultrAslan grubu olarak belirlenmiş durumda. 410 Ultra taraftar . İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 26 Kış-Bahar 2008, s. 411-418 Forum Futbol sektöründe finansal polarizasyona karşı kurumsal yönetişim Kutlu Merih 1 Futbolun ulusal düzeydeki yönetimi konusunda ülkeler arası sistem farklılıkları bulunması, ticarileşemenin de polarizasyon etkileri ile birleşince, sportif sonuçlar üzerinde anlamlı etkiler oluşturuyor. Kulüplerin faaliyet alanı olan farklı yasal ve ekonomik ortamlar oyunda da adaletsizliklere yol açıyor. Daha sıkı regüle edilen ülkelerde daha sağlam finansal yapılar gözlenirken bunlar daha gevşek regüle edilen ülkelere karşı rekabet etmekte güçlük çekiyorlar. Avrupa futbolunun artan önemi ve kulüp rekabeti üzerinde etkili olan farklı düzenleyici sistemler ulusal ver kıtasal düzenleme sistemlerinin yeniden gözden geçirilmesini gerektiriyor. Avrupa çevresinde daha standart bir düzenleme rejiminin gerçekleştirilmesine ihtiyaç duyuluyor ve UEFA bunu gerçekleştirebilecek temel organ olarak görülüyor. Yerel ve kıtasal futbolun düzenlenmesi Avrupa çevresinde spor ver futbol yönetişimi açısından bir çok farklılık gözleniyor. Öncelikle kulüplerin, liglerin ve ulusal federasyonların sistem üzerindeki etkisi ülkeden ülkeye değişebiliyor. Özellikle İngiltere'de Premiyer Lig (FAPL) ile Federasyon (the FA) arasında ilginç bir rekabet ve otorite kavgası var. İtalya'da büyük kulüplerin ligler ve federasyon üzerinde yoğun etkisi söz konusu. Kulüp başkanları ve yöneticileri aynı zamanda federasyonda da görev alabiliyor. Benzer olarak İspanya'da Barcelona ve Real 1 Doç.Dr. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi (emekli), araştırmacı e-posta: [email protected] 412 Kurumsal yönetişim Madrid İspanya futbolu karar mekanizması üzerinde olağanüstü etkinlik sahibi olarak görülüyor. genel olarak Avrupa'daki beş büyük lig içinde TV yayın sözleşmelerinin merkezi olarak yapıldığı (İngiltere, Fransa, Almanya) liglerde federasyonların, kulüpler tarafından yapıldığı liglerde (İspanya, İtalya) kulüplerin kulüplerin daha çok etki sahibi oldukları görülmektedir. Ulusal federasyonlar, ulusal liglerin yönetişimi için stratejik organlardır. Burada düzenleyici bir otorite ile serbest rekabet koşullarının birlikte çalışmasının etkinleştirilmesi gerekir. Federasyonların futbolun üç boyutu olan sportif, yasal ve ekonomik boyutlarının birlikte düzenleme çabaları bazı sorunların da yaşanmasına neden oluyor. Günümüz futbolunda FIFA, UEFA ve Ulusal federasyonlar arasındaki ilişkiler ve yetki paylaşımları bazı sorunların da yaşanmasına neden oluyor. UEFA ile AB arasındaki ilişkiler, UEFA'nın bir düzenleyici kuruluş olarak Avrupa futbolu üzerinde giderek artan bir etki kazanmasına da yol açıyor. Bosman uygulaması ve sınırların Avrupalı futbolculara açılarak futbolun "Avrupalılaştırılması", futbolun geleneksel olan ulusal düzeyde federasyonlar ve küresel düzeyde FIFA tarafından düzenlenmesi kuralı ile çatışmaya başladı. Avrupa futbolundaki dönüşümler, yönetici organların yetkileri ve etkileri konusunun yeniden değerlendirilmesini gerektiriyor. Bosman uygulamaları, yayın teknolojisindeki gelişmelerin yarattığı fırsatlar ve seçkin kulüplerin hem yerli hem de Avrupa kupalarında daha etkin olmayı sürdürmeleri sonucunda kurallar yeniden tartışılır hale geliyor. Şampiyonlar liginin hem sportif hem de finansal olarak artan çekiciliği, futbol sektörünün kontrol ve düzenleme mekanizmalarının özellikle Avrupa ortamında gelişeceğini gösteriyor. Diğer taraftan başarılı ve etkili kulüpler ulusal federasyonların yetki ve otoritelerini tartışma ortamına çekiyorlar. Bu ise futbol için daha etkili düzenleme ve yönetişim kurallarının araştırılmasına yol açıyor. Futbolu yöneten organlar arasındaki ilişkilerin yeniden değerlendirilmesi önümüzdeki yıllarda "futbolun etkin yönetişiminin" temel başlangıç noktasını oluşturacak. Avrupa kulüp futbolunu düzenleme modelinde değişimler Bosman kuralı ile ulusal sınırlar arasında daha yoğun bir futbolcu trafiğinin yaşanması, futbolcu yeteneklerinin saha geniş ve daha güçlü pazarlarda yoğunlaşmasına yol açtı.. Bunun sonucu ise Avrupa kupalarında başarılı olan kulüplerin ve ülkelerin sayısının giderek azalması oldu. Ulusal düzeyde ise Şampiyon Kulüpler kupasını elit kulüplerin monopolize etmesi, sportif ve ekonomik başarının da elit kulüplerde yoğunlaşmasına neden Kutlu Merih 413 oluyor. Matematik olarak olanaksız olamasa bile, diğer kulüplerin elitler arasına katılabilmesi giderek daha zorlaşıyor. Fransız profesyonel ligi kıta düzeyinde fırsat eşitliği için düzenleyici çerçevenin standardize edilmesi gerektiğini ileri sürüyor. Burada UEFA tarafından geliştirilen ve uygulanması istenen "Kulüp Lisans Sistemi" , rekabet koşullarının standardize edilebilmesi için önemli bir adım olarak görülüyor. UEFA Kulüp Lisans Sistemine ulusal düzeyde farklı reaksiyonlar verildi. İtalya olumsuz bir yaklaşım sergilerken diğer ülkeler Fransa başta olmak üzere, sistemin finansal kontrol mekanizmalarının yeterli olmadığını ileri sürdüler. Sistem bazı kurallar getiriyor fakat bunun denetlenmesi için gerekli mekanizmaları önermiyordu. Bir çok ülke liginde bunun bir ilk adım olduğu fakat finansal dengeyi sağlayacak daha ileri tekniklere ihtiyaç olduğu düşüncesi ağırlık kazandı. Sistemin deklare edilen amaçları başlangıçta: kulüplerin ekonomik ve finansal yeteneklerini geliştirmek, şeffaflığı ve kredibiliteyi artırmak ve borç verenler için güvenli bir finansal ortam sağlamak, uluslararası kupaların sürdürülebilirliğini sağlamak ve bu kuplardaki finansal fair playi gözetmek olarak veriliyordu. Sistemin talepleri giderek ağırlaşan bir şekilde idi. Verilen amaçlar ile uygulanan yöntemlerin tutarlı olması gerekirken burada bazı yetersizlikler ve amacı aşan talepler profesyonel gözlerden kaçmıyordu. Fransız ligi uygulanan sistemin UEFA tarafından verilen amaçları karşılayamadığın ileri sürdü. "Uygulamanın ilk fazı oldukça ileri bir dönemle ilgili idi ve kontrol ancak olay gerçekleştirdikten sonra yapılabiliyordu. Bu da beklenen faydayı yok ediyordu." . İkinci faz ise 20087/09 sezonunda başlayacak ve ileriye dönük bütçelemeleri kapsayacak. Bunun da amaca ne faydası olacağı açık değil. Burada önemli olan diğer bir nokta, UEFA Kulüp Lisans Sisteminin fayda sağlayabilmesi için yeterli bir titizlikle uygulanması gerektiği. Bu da sistemin diğer bir zayıf noktası, çünkü uygulama ulusal federasyonlara devredilmiş durumda. Bu federasyonların ise, kulüplerinin Avrupa Kupalarına katılmalarını engelleyecek önlemleri almaları hemen hemen olanaksız gibi. Ayrıca çeşitli farklılıklar gösteren ulusal muhasebe sistemlerinin temelinde finansal standartların nasıl sağlanabileceği de belirsiz. Burada Fransız Liginin bir alternatif önerisi var: "Kulüpler için Avrupa Finansal Kontrol Komitesi". Avrupa liglerinde bu yaklaşımın üzerinde durulmaya değer olduğu düşünülüyor. 414 Kurumsal yönetişim ‘Subsidiarity’ ilkesi ve düzenlemenin sınırları Futbol sektöründe yaşanan ve çözümlenen bazı sorunlar düzenleyici sorumluluğun sınırlarının da tartışılmasını gündeme getirdi. Bunlar arasında Bosman Kuralları, TV yayın teknolojisinin uyarlanması, zenginliğin az sayıdaki ulusal liglerde toplanması ve UEFA Şampiyonlar Liginde gözlenen gelişmelere bulunuyor. Bu olgular yerel ve kıtasal futbol perspektifini radikal bir şekilde değiştirdiler. Bunun sonuçlarının yerel liglerde bozulan rekabet dengeler, yerel liglerin az sayıdaki zengin kulüp tarafından etki altına alınması ve başarı ile zenginliğin Avrupa çapında az sayıda kulüp ve ülke etrafında toplanması olduğu söylenebilir. Diğer taraftan Avrupa perspektifinde futbolun ekonomik, sosyal ve dolayısı ile yasal olarak perspektifinin genişlemesi, futbolun düzenlenmesi konusunda yeni sorumlulukların tanımlanmasını ve genel olarak futbolun yeniden yapılanmasını gerektiriyor. Burada Avrupa hukukunun yerindelik ilkesi olan "subsidiarity" son derecede dikkatli ve mantıklı bir şekilde uygulanmalıdır. Bu düzenlemeyi gerekli hale getiren ve düzenlemenin konusu olacak olan organizasyonlara "yetki devri" olarak anlaşılmamalıdır. Futbolun küresel ve kıtasal organizasyonu düzenleyici organların sorumsuz bir bağımsızlığı yerine sorumlu bir "karşılıklı bağımlılık" ilkesi etrafında oluşmalıdır. Burada subsidiarity ilkesi kararların uygun olan en uygun düzeyde alınmasını gerektirir. UEFAtarafından önerilen "Kulüp Lisans Sistemi" ve "Kulüpte (alt yapıdan) Yetişen Futbolcular" kuralı bu nedenle sadece Avrupa kupaları için değil fakat yerel ligler için de uygulanmalıdır. Buradan Avrupa çapındaki düzenleyici ilkelerin yerel liglerin de harmonizasyonunda önemli bir rol oynayacağı görülebilir. "Altyapıdan yetişen" futbolcu inisyatifi UEFA kupa maçları için uygulanacak yeni, düzenlemeler getirdi. Bunlar: • 25 ile sınırlı takım oyuncusu • Kulüpte yetişmiş minimum oyuncu sayısı. kademeli olarak aşağıdaki gibi uygulanacak i) 2006/07 Sezonu: 4 ‘takımda yetişmiş’ oyuncu ii) 2007/08 Sezonu: 6 ‘takımda yetişmiş’ oyuncu iii) 2008/09 Sezonu: 8 ‘takımda yetişmiş’ oyuncu "Takımda yetişmiş" oyuncular, kulüpte veya aynı ulusal federasyonda lisanslı olacak ve bu oyuncuların yarıdan fazlası federasyon lisanslı tipten olmayacak. Kulüpte yetişmiş oyuncu yanımı, oyuncunun 15 ve 21 yaşları arasında en az üç sezon kulüpte lisanslı olması koşulunu gerektiriyor. Kutlu Merih 415 Federasyon lisanslı oyuncu kavramı ise oyuncunun en az 3 yıl kulüp veya bağlı olduğu federasyona lisanslı olması anlamını taşıyor. Kulüpler 21 yaşın altında olmak ve kulüpte 15 yaşından sonra en az 2 yıl lisanslı olmak koşulu ile 25 kişilik takıma istenildiği kadar genç oyuncu ekleyebilir. Burada UEFA'nın beklentisi genç oyuncuların gelişimini ve eğitimini gerçekleştirebilmek. Burada sadece kulüplere bir katkı değil, gençlerin eğitimi ve sosyalleştirilmesi ile topluma da katkı öngörülüyor. Ayrıca bu yaklaşım Avrupa futbolundaki yetenek havuzunu genişletecek ve ulusal takımlar arasındaki rekabete de katkı sağlayacak. Böylece kulüpler daha fazla kendi oyuncularını yetiştirerek futbolun bir "en iyi oyuncuları satın alma" rekabeti olmayıp "yetenek yetiştirme" rekabeti olması bekleniyor. Buna karşılık bu kurallar UEFA kupalarında rekabet edecek olan kulüpleri ilgilendiriyor. UEFA ulusal federasyonların bu kuralları yerel liglerde zorlamasını beklemiyor. Yine de UEFA bu kuralların bir sportif ilke olarak Avrupa düzeyinde olabildiğince uygulanmaya çalışılmasını öneriyor. UEFA üyesi ülkelerin çoğunluğunda bu kuralları kendi yerel liglerinde hayata geçirme çabası gözleniyor. İngiltere'de ise bu kurallara serbest dolaşımı engellediği ve liglerin kalitesini sulandırdığı gerekçesi ile yoğun bir direniş söz konusu. Burada futbolun bir tek merkezi organ tarafından düzenlenmesindeki zorluklar göze çarpıyor. Yine de yetenek ve servetin az sayıda ülkede yoğunlaşmasını engellemek için bazı yöntemler geliştirmek ve bunları uygulamaya koymak acil bir zorunluluk. Futbol sektöründe "iyi yönetişim" Yeni bir yönetim anlayışını yansıtan "Yönetişim" kavramının futbol sektöründe giderek artan bir ilgi yarattığını görüyoruz. Son on yıl içinde bu kavram politik bilimde, kamu yönetiminde ve uluslararası ilişkilerde yaygın bir kabul görürken futbol yönetimi içinde gündeme getirilir oldu. Bu sözcüğün bu kadar popülerleşmesindeki temel neden, yönetim sürecindeki organlar ve ilişkiler konusunda kapsamlı bir kavram ve açıklama potansiyeli sunmasıdır. Yönetişim, en basit tanımı ile, genel olarak hiyerarşik ve emirkomuta tipinde olmayan yatay organizasyonların yönetim teknikleri ile ilgilidir. Bu ise federatif yapılı futbol yönetim organları için oldukça uyumlu bir modeldir. Buna göre yönetişim olan yapılarda tepede her şeye kadir egemen bir organ bulunmaz. Buna karşılık yönetim süreci yarı otonom birimlerden oluşan yapılar, yerel otoriteler, kamu kurumları, yarı kamusal örgütler ve çeşitli gönüllü organizasyonlar ve federatif yapılar söz konusudur. 416 Kurumsal yönetişim Buna karşılık Yönetişim bir çok durumda akıl karıştıran karmaşık anlamlar da yüklenebilir. Bazı durumlarda hiyerarşik yapıda olmayan organizasyonların nasıl yönetildiği ile ilgili iken, başka durumlarda değişime uğrayan yapıların nasıl yönetilmesi gerektiğine ışık tutabilir. Biz burada bu kavramı futbolun yönetim yapısını anlamak ve bunu olması gibi değiştirmek süreci ile ilintili olarak kullanacağız. Bu hedefe ulaşmak için yönetişim, networklerin yönetişimi ve doğrudan "İyi Yönetişim - Good Governance" anlamlarına da gelecektir. Burada yönetişimin üç farklı anlamı söz konusudur: Bir strateji olarak yönetişim, bir analitik araç olarak yönetişim ve bir normatif model olarak yönetişim. Bunları açarsak; strateji olarak yönetişim bir kurum veya yapının stratejik hedeflere ulaşmak için yönlendirilmesi anlaşılmalıdır. Bu genel olarak modern demokratik hükümetlerin uygulamalarıdır. Hükümetler burada olanaklar yaratır ve koordine ederler, yönetmekten çok yönlendiricidirler. Yönlendirmek üzerindeki vurgu, yönetim organındaki iktidarın mümkün olduğunca yaygınlaştırılarak daha fazla organın iktidar sahibi olmasını sağlamaktır. Böylece sistemin yaratma ve yönetme kapasitesi artacaktır. Böylece hükümet içi ve hükümet dışı aktörler arasındaki kontrol ve koordinasyon yönetimin verimini arttıracaktır. İkinci kavram - networklerin yönetişimi - esas olarak ortaklık, işbirliği ve dayanışma kavramlarına dayanır ve hiyerarşik otorite kavramına bir alternatif sunar. Network yaklaşımı örgütler arası ilişkilerin etkilerine yoğunlaşır. Örgüt içinde ise bu bölümler ve organlar arasındaki yatay ilişkiler anlamına gelecektir. Bu süreçler tek bir tepe organın hakimiyetine dayanan otoriter karar verme süreçleri yerine pazarlık ve uzlaşmanın öne çıkmasına yol açar. Böylece yönetişim yaklaşımı ile örgütler veya organlar arası politika oluşumlarının doğasını açıklayan bir analitik araç elde ederiz. Yönetişim kavramının üçüncü uygulanışı ise bunun, "İyi Yönetişim Good Governance" uygulaması ile eş anlamlı kullanılmasıdır. Bu uygulama, örgütler ile bunlara kaynak sağlayan paydaşları arasındaki ilişkileri tanımlayan deontolojik ilkeleri, örgütlerarası ilişkileri düzenleyen yöntem ve teknikleri ve paydaşların birbirine karşı olan hak ve yetkilerini düzenler. Gerçekte "İyi Yönetişimi" gerçekleştiren belirgin bir yöntem olmamasına karşılık, deyim bir kaç temel kavramdan oluşan, oldukça açık bir anlama sahiptir. Bunlar; şeffaflık, hesap verilebilirlik, paydaş katılımı ve net yasal ve deontolojik çerçeve olarak özetlenebilir. Şimdi bu üç boyutla tanımlamayı esas alırsak aşağıdaki soruları nasıl cevaplandırabileceğimizi görebiliriz. Kutlu Merih 417 • Bu üç yönetişim anlayışı ile bir analitik model oluşturabilirmiyiz? • Bir spor politikasının "yürütülmesi" ile ne anlamalıyız? • Spor için bir politik cemaat veya bir network söz konusumudur? ve bir yönetişim networkü ile ne anlamalıyız.? • Birbirleri ile ilintili "iyi yönetişim" ve "kurumsal yönetişim corporate governance" deyimleri, sporda yönetici organlar ve birincil/ikincil paydaşlar arasındaki ilişkiler tanımlamamızda nasıl yardımcı olabilir? Yönetişim üzerine oldukça yoğun bir literatür bulunmasına karşılık, bur terimin spor organizasyonlarının örgütlenmesi, idaresi ve yönetimi açısından ne anlama geldiğini açıklayan çok az çalışma bulunmaktadır. Sporun ve futbolun yönetilme tekniklerinin araştırılması ve özellikle bu tekniklerin yetersizliğinin görülmesi yönetişim olgusunun da gündeme gelmesine neden oldu. Sporun ve futbolun tarihi gelişimi ve kurumlaşması genellikle ticari rekabet kurallarına değil de sportif rekabet kurallarına uygun olması ve günümüzde ticari boyut beklenmedik şekilde gelişmesi tarihi yapıların yetersizliklerinin de görülmesini sağladı. Geleneksel yapılanma sporun ve futbolun stratejik yönetimi ve sektörün iç dengelerinin sağlanması açısından yeterli kontrol olanaklarını sunamıyordu. Stadyum yapımı, genç ve yetenekli futbolcuların yetiştirilmesi ve sektörde gelirlerin dengesiz bir şekilde yoğunlaşması gibi sorunlar geleneksel yönetim tekniklerinin yetersizliğini açıkça ortaya koyuyordu. Sporun ve futbolun "Yönetişimi" konularına giderek artan ilgi, sportif organların amatör gönüllüler tarafından yönetilmesi yerine yönetim fonksiyonlarında uzmanlaşmış profesyonel yöneticiler tarafından yönetilmesi doğrultusunda önemli açılımlar yarattı. Artık sporun ve futbolun oldukça gelişmiş aktifleri üzerinde yönetici iktidarının kötüye kullanılmasını engelleyecek ve yönetimde verimliliği sağlayacak teknikler önem kazanmaya başlamıştı. Bu da ancak "iyi yönetişim" için temel ilkeler olan şeffaflık, açıklık, hesap verilebilirlik ve paydaşların katılımı ile sağlanabiliyordu. Bu yaklaşım diğer taraftan paydaşların kim olduğu ve spor organizasyonlarının mülkiyeti gibi sorunların da gündeme gelmesine neden oldu. Bu çerçevede geleneksel taraftarlık organlarının yanında sporun ve futbolun sorunlarına yönelik organlar da oluşmaya başladı. İngiltere'de Manchester United in Glazer ailesi tarafından satın alınarak sahipliğinin el değiştirmesi, taraftarların da mülkiyet üzerinde hak iddia eden organlar oluşturmalarına neden oldu. Manchester United Supporters Trust (MUST) taraftar organizasyonu, Manchester United yönetişim sistemi içinde bir yer 418 Kurumsal yönetişim sağlamak için yoğun bir kampanyayı yürütüyor. Bu kampanya taraftarlar tarafından bir yarı-profesyonel futbol kulübü FC United of Manchester (FCUM) kurulmasına kadar ilerledi. Tarihi kulüplerin taraftarları da kulüpleri üzerinde tarihi hakları olduğunu iddia ediyorlar ve bu hakkı talep ediyorlar. Benzer bir taraftar ilgisi ve katkısı Barcelona Kulübü taraftarlarının "Blue Elephant - Mavi Fil" örgütlenmesinde de gözlenebiliyor. Bu ve benzerleri hareketler taraftarların da futbolun ekonomi-politiği içinde anlamlı bir yer alma isteklerini yansıtıyor. İngiltere, Galler ve İskoçya bölgelerinde şimdi kulüp yönetişiminde yer almak amacı ile oluşturulmuş yüzün üzerinde taraftar organizasyonu görülüyor. Bu örgütler kulüp hisselerini toplayarak yönetimde temsil edilme olanağı sağlamaya çalışıyorlar. Sonuç: Futbola uygun “iyi yönetişim” modeli gerekiyor İyi yönetişim kavramı, genellikle içine kapalı, şeffaflıktan uzak futbol kulüpleri ve hesap vermek ve şeffaf olmak istemeyen futbol yönetim organları dünyasında özellikle önem taşıyan bir kavramdır. Futbol yönetim organlarının kulüplerdeki yönetişim sistemlerinin geliştirilmesine destek olmak için için daha fazla çaba göstermeleri gerekiyor. iyi yönetişim kulüplerim kendi başlarına başarabilecekleri bir uygulama olmaktan uzak görünüyor. Bu sürece taraftar örgütlerinin de katılmaları gerekiyor. Bu anlayış uygulamaya geçmeden bütün dünyada futbolum geleceği çok parlak görünmüyor. Otoriteler aynı zamanda futbol gelirlerinin dağılımındaki adaletsizlikleri giderecek çareleri de geliştirmelidir. Yayın gelirleri daha adaletli dağıtılabilir. Gerçekte bu gelirlerin daha önemli bir kısmı alt ligler ve futbol alt yapısının geliştirilmesi için pay olarak ayrılmalıdır. Diğer taraftan maç günü gelirlerinin ve diğer ticari gelirlerin de yeniden dağılımı için teknikler geliştirilmelidir. Bu yaklaşıma önemli bir itiraz, kötü yönetilen kulüplerin neden iyi olanlar sırtından finanse edilmeleri gerektiğidir. Buna cevap iyi yönetişimin bütün kulüplere yaygınlaştırılmasının etkinliği arttıracağıdır. İki temel stratejik hedef; gelirlerin daha adil dağılımı ve kulüplerin etkin yönetimi birbirleri ile tutarlıdır. Futbol yönetim otoriteleri gelirleri daha dengeli dağılan ve daha etkin yönetilen bir futbol modeli üzerinde ısrarlı olmalıdır. Burada taraftar dernekleri ve bunların federasyonları da iyi yönetişim modeline dahil edilmelidir. Taraftarların kulüp yönetimindeki etkinlikleri bir çok Avrupa liginde görülebilmektedir. Taraftarların yönetimle ilgilendikleri kulüplerde finansal yönetimini daha sağlıklı işlediği gözlenebiliyor. İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 26 Kış-Bahar 2008, s. 419-434 Forum Mafya Ligi: Türkiye’de futbol-mafya ilişkileri Ruhdan Uzun 1 Futbolun sadece futbol olmadığı artık herkesin malumu. Ancak, futbolun artık futbol olup olmadığı tartışma götürür. Her toplumsal etkinlik gibi futbol da içinden çıktığı ve içinde işlediği toplumun güç ilişkilerinin örgütlenmesinin bir yansımasıdır. İletişim, ekonomi ve siyaset alanlarını ilgilendiren bir toplumsal etkinlik olarak giderek önem kazanan futbolun tarihi, bir yerde kapitalizmin de tarihidir. Kapitalizmin iş örgütlenmesi ve zaman düzenlemesi, günümüzde futbolu büyük bir endüstriye dönüştürmüştür. Modern sanayi burjuva topluluğunun gelişmesiyle birlikte metalaştırılan futbol, içinde geliştiği toplumun bütün özelliklerini de yeniden üretmektedir: Rekabet, başarı kazanma hırsı, zayıf olanı altetmek, itaat, disiplin, profesyonellik, verimlilik, işlevsellik, otoriteye saygı gibi neoliberal kapitalizmin değerlerini futbolda görmek mümkündür. Türkiye’de de 1980’lere doğru futbol, sermayenin dolayımsız denetimine girerek, yavaş yavaş endüstrileşmeye başladı. 1980’lerde ise kapitalizmin izlediği strateji ve ortaya çıkan yeni olanaklar futbola da yansıdı. Neoliberal ekonomi ve politika yasaları ile uyumlu kullanım olanakları sunan futbol, 12 Eylül sonrası yeni kuşağı depolitize etmekte önemli bir rol üstlendi. Emperyalist kapitalist entegrasyon gereği, futbolun da dışa açılması, sektörün teşvik edilmesi ve güçlendirilmesi gündeme geldi. Neoliberal piyasa yasaları gereği sermaye hareketlerine getirilen tüm kolaylaştırıcı düzenlemeler futbolda da karşılığını buldu, sermaye ve futbolcu akışı kolaylaştı. Yapılan 1 Doç. Dr., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü e-posta: [email protected] 420 Futbol mafya ilişkisi düzenlemelerle gelişen borsa, futbolun şirketleşmesine ve yeni kaynaklara kavuşmasına yol açarken, TRT’nin yayın tekeli kaldırıldı ve özel televizyonlar naklen yayın gelirleri konusunda önemli bir rant ve rekabete neden oldu. Diğer yandan, 1990’lar boyunca medyanın etkisiyle kitlelerin kışkırtılan ilgisinin genişleyip derinleşmesine koşut olarak yükselen bilet fiyatlarından elde edilen kaynak da büyük boyutlara ulaştı. Reklam, sponsor paraları, logoların kullanımından alınan telif hakları, borsada işlem gören hisse gelirleri, hediyelik eşya satışlarından elde edilen gelirler vb. daha birçok olanakla futbol sektörü gerçek bir rekabet alanı haline geldi. Futbol, dünyada 200 milyar dolarlık büyük bir ekonomiye sahip ve bu rakam Türkiye’nin milli hasılasının yaklaşık yarısına denk gelmektedir. Türkiye'de futbol kulüplerin gelirleri toplam 500-600 milyon dolar, toplam futbol ekonomisi ise 5 milyar dolardır ((Milliyet, 17 Aralık 2006)). Futbol basınının sayfalarına çok sınırlı olarak yansısa da böylesine büyük paraların döndüğü bir sektörün mafyöz ilişkilerden uzak kaldığı düşünülemez. Gerçekte, endüstriyel futbol nasıl kapitalizmin bir ürünüyse mafya da kapitalizmin bir ürünüdür. Kâr ve sermaye birikimi, kapitalistler arasında rekabeti körüklerken, rekabet de gerektiğinde gayrimeşru araçları ve silahları kullanmayı gerektirir. Bunu bazen bizzat kapitalistler talep eder, bazen de mafya kapitalistleri baştan çıkarır, kendisine müşteri olarak kapitalistleri, işbirlikçi olarak siyasetçileri ve bürokratları bulur. Zaten mafya, bizzat ulaştığı etkinlik ve sermaye birikimi gücü ile kendisi bizatihi bir kapitalist fraksiyon durumundadır. İştigal ettiği alandaki işlerini, olabildiği ölçüde meşru, olmadığı yerde gayrimeşru yollarla icra etmeye devam etmekte, hatta küresel boyutta faaliyet göstermektedir.” (Sönmez, 2004). Susurluk’taki kazanın ardından Gladio’nun Türkiye’deki uzantılarının ortaya çıkmasıyla mafya ve devletin kurumları arasındaki ilişkiler konusunda da önemli ipuçları ortaya çıkmıştır. Söz konusu ilişkilerin görülebileceği alanlardan biri de futboldur. Eski hakemlerden Ahmet Çakar, bunu şöyle ifade etmektedir: “Mafyayla ilişki sadece futbolda yok. Her sektörde mafyayla münasebet var. Eğer bir ülkede ekonomi bozuksa, kayıt dışı paralar varsa, para ve güç çok çabuk el değiştiriyorsa, burada mafyanın olması kaçınılmazdır.” (Çakar, 2004). Türkiye'de 1980 sonrası dönemde, futbolun popülaritesinin artması ve futbol sektörünün gelişmesi, bir yandan Emniyet teşkilatının ilgisini çekerken Ruhdan Uzun 421 diğer yandan da yeraltı dünyasının, amaçlarına ulaşmada futboldan yararlanmaya çalışmasına yol açmıştır. 1980 sonrasında Türkiye’de baskı aygıtının güçlenmesi sonucu, polis, toplum üzerindeki eylemlerini ve etkinliğini artırma yoluyla devlet aygıtı üzerinde özerkliğini artırmıştır. Böylece, emniyet teşkilatı, 1980 sonrasında, iktidarın milliyetçi-muhafazakar kanadının en önemli kadrolaşma mekanlarından biri haline gelmiştir. Polisin, bir yandan devletin baskı aygıtı olması dolayısıyla propaganda gereksinimi artarken diğer yandan ordunun yanı sıra devletin asli sahiplerinden biri konumuna gelme sürecinde meşruiyet gereksinimi artmıştır. Polisin bu gereksinimlerini karşılamada başvurduğu yöntemlerden biri de sporla kurduğu ilişkiler olmuştur. MC döneminde Beden Terbiyesi Genel Müdürü İsmail Hakkı Güngör'ün görevden alınarak yerine Emniyet Genel Müdürlüğü görevini vekaleten yürüten Mehmet Akzambak'ın getirilmesi gibi örnekler görülse de polis teşkilatının kulüplerle ilgilenmesi 1980 sonrasına, Özal dönemine rastlamaktadır. Bu dönemde, Affan Keçili Beşiktaş yönetim kuruluna girmiş, Ünal Erkan kulüpte etkili olmuş, Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Ağar da Galatasaray içinde çok etkili bir isim haline gelmiştir. Susurluk'taki kazada ölen Hüseyin Kocadağ, Fenerbahçe'de yöneticilik yapmıştır. İstanbul Çevik Kuvvet Müdürü Necmettin Yıldırım da Karagümrük başkanlığına seçilmiştir. 1980 sonrası dönemde, yalnızca emniyet teşkilatı değil, yeraltı dünyasının tanınmış isimleri de meşruiyetlerini sporda aramaya başlamışlardır. 1972 yılının son aylarında İstanbulspor, Fenerbahçe'de oynamak isteyen oyuncusu Cemil Turan'ı Galatasaray'a satmıştı. Bunun öğrenen İstanbul'un o dönemdeki ünlü kabadayılarından Fenerbahçe taraftarı Sultan Demircan, Cemil Turan'ı kaçırarak Fenerbahçe'ye getirdi. Fenerbahçe ile anlaşma imzalandı. Ancak, Sultan Demircan bu olaydan sonra sık sık Fenerbahçe'den para istemeye başladı. Fenerbahçe'nin Ankara'da oynayacağı bir maç için Kızılcahamam'da kampta olduğu bir gece de Demircan, Fenerbahçe kampını adamlarıyla sararak para verilmezse Cemil Turan’ı kaçıracağını söyledi. Fenerbahçeli yöneticiler, durumu Orgeneral Muhsin Batur'a ilettiler. Batur, kampa iki jip dolusu asker gönderdi. Askerlerin yaklaştığını fark eden Demircan ve adamları kaçtılar. Bu olaydan sonra, kabadayılar, uzun zaman kulüplere yanaşamadılar (Doğan, 1989:177). Ancak, bu sefer de kulüpler maddi gelir elde etmek için kendi babalarını veya kabadayılarını takımın başına geçirmek istediler. Bu süreçte Dündar Kılıç'ın Sarıyerspor'un, Behçet Cantürk'ün Licespor'un başına geçmesi gibi örnekler yaşansa da mafyanın Türk futboluna 422 Futbol mafya ilişkisi girmesi, 1980'li yılların sonuna rastlamaktadır (Bayatlı, 1998:105). Bu yıllarda, hayali ihracat skandalları ve kaçakçılık olaylarına karışan Hasbi Menteşoğlu Samsunspor’un, Kırmızı Bülten’le aranan eroin kaçakçısı Nurettin Güven ise Malatyaspor’un başkanlıklarını yaptı. 1980'li yıllardan itibaren mafya, kongrelere müdahale ederek kulüp üzerindeki etkinliğini, yöneticileri seçtirerek sağladı. Örneğin, 1984'teki Beşiktaş Kongresinde güvenliği Alaattin Çakıcı sağladı ve Süleyman Seba'nın başkan seçilmesine yardımcı oldu. 1980’li yılların sonunda, Türkiye’de yeni sağ iktidar tarzında devletin dönüşümünün, devlet aygıtının iç tutarlığı olan bütünsel ve rasyonel bir aygıt olarak değil, kendi içinde çok bölünmüş ve çatışmalı bir zemin olarak kurulması belirginleşmiştir. 1990’lı yıllar da devlet içindeki çatışmaların gündemi belirlediği bir dönem olmuştur. Kontrgerilla içinde görev almış ülkücüler bu dönemde PKK’ya karşı örgütlenmede devletin yanında yer alırlarken bir kısmı Gladio finansmanında kullanılmak bir kısmı da şahsi hesaplarına geçmek üzere, bazı devlet görevlilerinin de bilgisi dahilinde, uyuşturucu trafiğinde önemli roller oynamışlardır. Kamuoyunda “derin devlet” olarak anılan özel örgüt, denetimden çıktıkça mafyöz ekonomik ilişkiler de üstü örtülerek sürmüştür. Susurluk olayında görüleceği gibi bu yapı, devlet içinde devlet biçimine dönüşmüştür. Söz konusu yapının gözlerden saklanamayacak bir hale geldiği, 1990'lı yıllarda ise yeraltı dünyasının isimleri ve cinayet sanıkları, futbolla açıkça ilgilenmeye başladılar. Malatyaspor’un 1998 yılı Mayıs ayında yapılan olağan genel kurulunda, Abdi İpekçi suikastı davasında idamla yargılanırken delil yetersizliğinden beraat eden Oral Çelik oybirliğiyle kulüp başkanlığına seçildi. Sonucun açıklanmasından sonra, siyasal parti liderleri Oral Çelik'e kutlama telgrafı çektiler. Yine aynı yıl, 21 haftadır yenilmeyen Pursaklar Belediyespor, hakemin gösterdiği 4 sarı, 2 kırmızı karta sinirlenip sahadan çekilince, Özsahrayıcedidspor, Türkiye 3. Ligine terfi etti. Özsahrayıcedidspor Kulübünün başkanı, Ömer Lüfti Topal cinayeti sanıklarından Ali Fevzi Bir, taraftarlarca ve futbolcularca omuzlarda taşındı. Susurluk davası sanıklarından Sami Hoştan, Ayhan Çarkın ve Oğuz Yorulmaz ise kulübün yönetim kurulu üyeleri arasında yer alıyordu. Öte yandan eski Bayrampaşa Spor Kulübü Başkanı Muhammet Kurtuluş, 1997 yılında eroinle yakalanarak hüküm giydi (Radikal, 9 Nisan 2000). FB eski Başkanı Ali Şen’in ise 1970’te Danimarka’da önemli miktarda esrarla Ruhdan Uzun 423 yakalanarak bir buçuk yıl hapis cezasına çarptırıldığı ve 5 yıl süreyle Danimarka’ya girişi yasaklandı (Hürriyet, 10 Ağustos 1986). Geçmiş yıllarda Fenerbahçe’nin kulüp başkanlığını yapmış olan Güven Sazak da Kutlu Savaş’ın hazırladığı Susurluk Raporu’nda Abdullah Çatlı ile birlikte Baysa adlı şirketin ortağı olarak görünmektedir. Alaattin Çakıcı’nın kardeşi Gencay Çakıcı, 2000 Haziranı’nda yapılan kongrede Arsinspor’un başkanlığına seçildi. Sedat Peker’in kardeşi Vedat Peker, Çaykur Rizespor’un başkan yardımcılığı görevini üstlendi. Bu arada, Fethullahçılara yakın bir mafya babası olduğu bilinen Sedat Peker de bir televizyon programında ünlü futbolcuları yakından tanıdığını, onlarla arkadaşlık kurup bazı sorunlarını çözdüğünü açıklayarak, futbol-tarikat-mafya ilişkileri konusunda ipucu verdi (Çetinkaya, 1999). Futbol ve mafya ilişkileri konusunda eski hakem Erman Toroğlu, “Türkiye’de her yerde mafya var, sporda niye olmasın. Sporda epey para var ya, nasıl olmaz mafya. Paranın olduğu yerde mafya vardır.” derken, Ahmet Çakar, söz konusu ilişkilere şöyle tanıklık etmektedir: “1997 federasyon seçimlerinde, ben Ankara Sheraton Otelinde, mafya gruplarının, gencecik çocukların silahla katlarda dolaştığı, bizlere silah gösterdiklerini birebir yaşadım; duydum demiyorum, yaşadım. Yani, 20-25 yaşlarında çocuklar, maksimum 30 yaşlarında çocuklar, biri sapsarı, mavi gözlü bir çocuk, bir tanesi esmer, siyah bir çocuk… Hani, Karadeniz mafyası ile doğu mafyası gibi. Yani, onlar belli oluyor. Kim kimin adamı olduğu belli olacak kadar mizahi bir durum. Bir kısmının belinde silah görüyorum, bir kısmı baha silah gösteriyor.” (Rapor:118) MAFYA FUTBOLU NASIL KULLANIYOR Mafya-futbol ilişkilerini incelemenin zorluğu, ilişkilerin yasal olmayan yollardan gelişmesi ve kayıtdışı ekonomi alanında kalması nedeniyle somut kanıtlara, belge ve bilgiye ulaşmanın güçlüğüdür. Ancak, çoğu tanıklıklara dayansa ve yalnızca iddia olarak kalsa da bazı ampirik veriler, mafya-futbol ilişkileri konusunda ipuçları vermektedir. 1980 öncesi mafyanın spora ilgisi, daha çok semtlerin spor kulüplerine gelir olsun diye kiralanan çay bahçelerini, otoparkları adam saklamakta ve uyuşturucu ticaretinde kullanmakla sınırlı kalmıştır. 1980 sonrasında ise futbolun gösterdiği gelişmeye koşut olarak, mafyanın futbolla bağlantıları artmıştır. 1982-84 yıllarında yapılan Fenerbahçe-Beşiktaş kongreleriyle birlikte mafya ile birebir ilişkisi olanlar, 424 Futbol mafya ilişkisi hatta mafya üyeleri kulüplerin yönetimlerine girmeye başladılar. Bu süreçte futbol, mafyaya ikili bir olanak sağlıyordu. Bir yandan mafya liderleri futbolun giderek artan popülerliğinden yararlanarak prestij ve meşruluk kazanmaya çalışıyorlar, bir yandan da futbol aracılığıyla yasa dışı etkinliklerini yürütebilecekleri olanaklara kavuşuyorlardı. Bu olanaklar kara para aklama ve futbolcular aracılığıyla uyuşturucu kaçırma olaylarında belirginleşmektedir. Mafya futboldan para kazanmakta, bu bağlamda kumar ve bahis mekanizmasını kullanarak elindeki parayı aklamaktadır. Spor kulüplerini ve adamlarını kullanarak kendisini ve elemanlarını meşrulaştırmaya çalışan mafya, bahis oynatarak da futboldan para toplamaktadır. Bu noktada maçlar ayarlanmakta ve para kazanılmaktadır. Mafya, spor kulüplerinin altyapı teşkilatını, kulüplerin organizasyonlarını gerçekleştiren gençleri ele geçirerek de militan kadrolarını oluşturmaktadır. Futbol-mafya ilişkisinde zaman zaman mafya futbolu kullanırken, kulüp yöneticileri de mafya örgütlerini kullanmıştır. Kulüpler mafya liderleri sayesinde transfer yapabilmekte, maddi yardım alabilmekte, hatta maç kazanmada mafyanın gücünden yararlanabilmektedir. Mafya da futbol sayesinde para kazanmakta, popülerleşmekte, dokunulmazlık kazanmakta, ihalelere girebilmekte, bankalardan yüksek meblağlarda kredi alabilmektedir. UYUŞTURUCU KAÇIRMA Galatasaray UEFA şampiyonluğu için gittiği Leeds United deplasmanında, daha uçaktan inmeden futbolcular dahil bütün kafile İngiliz polisinin sıkı bir uyuşturucu aramasına tabi tutuldu. Bu olay, batılıların Türk futbol takımlarını bile potansiyel uyuşturucu taşıyıcısı olarak gördüğünün bir kanıtıdır. Fenerbahçe’de kongre üyesi olan, altyapı konularında da takıma hizmet eden, adının açıklanmasını istemeyen bir işadamı, “Futbol camiasında malzemeyle mal kaçırılır. Bu normaldir. Havaalanlarında güvenlikçiler, malzemeleri görünce, ‘ooo bizim takımın malzemeleri, verin biz taşıyalım’ diyorlar” ifadesini kullanmaktadır (Güner, 2000). Bayrampaşaspor Başkanı Muhammet Kurtuluş’un 1997 yılında eroinle yakalanarak hüküm giymesi, FB eski Başkanı Ali Şen’in ise 1970’te Danimarka’da önemli miktarda esrarla yakalanarak bir buçuk yıl hapis cezasına çarptırılması, Malatyaspor Başkanı Nurettin Güven’in sadece hayali ihracatla yetinmeyip İtalyan polisinin 1989’daki bir raporuna göre Ruhdan Uzun 425 Türkiye’deki uyuşturucu trafiğinin en büyük şefi olması, yine Malatyaspor Başkanı ve hayali ihracatçı Turan Çevik’in 16 Aralık 1988’de Atina’da uyuşturucuyla yakalanması yasadışı işlerin yürütülmesinde kulüp başkanlığının önemini göstermektedir. KARA PARA AKLAMA Türkiye, 24 Ocak 1980 tarihinden itibaren neo-klasik ya da neo-ortodoks ekonominin öngördüğü liberal politikaları kararlılıkla uygulamaya başlamıştır. 1980 sonrasında döviz ve para piyasalarının serbestleştirilmesi ile rant olanakları azalınca mafya, bu kez de ihracata verilen “vergi iadesi”ni yeni bir rant alanı olarak kullanmaya başladı. Birçok mafya mensubu vergi iadesinin kaldırıldığı 1988’e kadar hayali ihracat yoluyla devasa vergi iadeleri aldı. Hayali ihracat patlaması yaşandıktan sonra, futbolcular üzerinden kara para aklama operasyonları başladı. Kara para aklama oyuncunun fiyatının, gerçek değerinden, yani anlaşılan değerinden farklı gösterilmesiyle gerçekleştirilmektedir. Örneğin, futbolcu bir milyon dolara alınıyor, ancak futbolcu ve kulüp anlaşarak bu rakamı on milyon dolar gösteriyorlar, para kulübe girdikten sonra, bir milyon dolar futbolcuya veriliyor, dokuz milyon dolar da böylelikle aklanıyordu. Bu sistemde yıldız futbolcuların çoğu kara para operasyonunun bir parçası haline geldi. Örneğin, 2000 Temmuzunda Fenerbahçe Asbaşkanı Atilla Kıyat, Jet-Pa Holding Yönetim Kurulu Başkanı Fadıl Akgündüz’ü suçlayarak, Alpay’ın Siirt Jet-Pa Spor’dan FB’ye transferi sırasında kara para aklama teklifinde bulunulduğunu, kabul edilmeyince de futbolcunun Aston Villa’ya transfer edildiğini açıkladı. Diğer yandan, hayali ihracatçı Nurettin Güven, Malatyaspor’un başına geçtikten sonra, Brezilya’nın dünyaca tanınmış oyuncuları Eder, Carlos ve Serginho’yu aldı. Üç futbolcuya ödediği yüksek rakam para akladığı kuşkusu doğurunca Maliye ve Gümrük Bakanlığı 19 Temmuz 1988’de Güven hakkında soruşturma başlattı. Transfer parasını İsviçre’den getirdiği 7 milyar liralık kara paradan verdiği iddia edildi. Bu olay, futbolda kara para aklandığı iddiasının lehine bugüne kadar ortaya çıkan en önemli bulgu niteliğini taşımaya devam etmektedir. 426 Futbol mafya ilişkisi YASADIŞI BAHİS VE ŞİKE Danışıklı yarışma anlamına gelen şike, sporcuların, spor kulüplerinin yöneticilerinin veya diğer mensuplarının sporun özüne aykırı olarak belli bir ekonomik çıkar karşılığı ya da başka güdülerle anlaşarak maçları önceden belirledikleri sonuca uygun olarak bitirmeleri durumudur. Şike, karşılaşmanın tarafı olan kulüpler arasında, oyuncular arasında ya da hakemin dahil olması ile yapılabilmektedir. Günümüzde futbolun endüstrileşmesi ile birlikte başarısızlıkların hem kulüpler hem de oyuncular açısından büyük maddi kayıplara yol açması şikeyi önemli bir sorun haline getirmektedir. Bahis oyunlarının tüm dünyada yaygınlaşması ise spor karşılaşmalarının sonuçlarıyla sadece kulüpler ve taraftarlarının değil mafyanın da doğrudan ilgilenmesine yol açmıştır. Bahis sonuçlarını manipüle etmek isteyen mafya, sporcular, kulüpler, hakemlerle maddi çıkar ilişkisine girmekte, kimi zaman da baskı ve tehdit gibi yollara başvurabilmektedir. Maç sonuçlarının yönlendirilmesinde kullanılan bir diğer yöntem de teşvik primi uygulamasıdır. Teşvik primi bir kişi ya da kuruluşun, sonucundan kendisinin ya da taraftarı olduğu kulübün doğrudan etkilendiği bir karşılaşmada, kendi lehine sonuç doğuracak tarafa maddi çıkar vaat etmesi veya sunmasıdır. Türk Sporunda Şiddet, Şike, Rüşvet ve Haksız Rekabet İddialarının Araştırmak üzere kurulan Meclis Araştırma Komisyonu raporunda, şike ve teşvik primi konusunda aşağıdaki ifadelere yer verilmektedir: “Şike ve teşvik primi ile ilgili olarak Komisyonumuza gelen belgeler ile bu konularda Komisyonumuza bilgi verenlerin ifadelerini birlikte değerlendirdiğimizde, Türkiye Profesyonel Futbol Ligleri ile Amatör Futbol Liglerinde teşvik primi ve şike olayının (özellikle hatır şikesinin) her dönemde var olduğu anlaşılmıştır. Ancak ne yazık ki Türkiye Profesyonel ve Amatör Futbol Liglerinde gerçekleşen teşvik primi ve şike olaylarının çok az bir bölümü cezalandırılabilmiş, büyük bir bölümü ise kanaat oluşturacak yeterli delil olmadığı gerekçesi ile cezasız bırakılmıştır. Bu da birçok takımın hak etmediği halde küme düşmesine ya da şampiyon olmasına neden olmuştur. Federasyon yönetiminin ve Tahkim Kurulu’nun ağırlıklı olarak üst liglerde mücadele eden takımların temsilcileri tarafından seçilmiş olması nedeniyle şike ve teşvik primi konusunda üst liglerde cesur kararlar alınmasında zorlanıldığı, Komisyona gelen beyanlarda bildirilmiştir.” (Rapor, s:128). Ruhdan Uzun 427 Futboldaki şike olaylarını artıran olgulardan biri de yasadışı bahistir. Sanal ortamda spor karşılaşmaları üzerine oynanan müşterek bahislere katılım, Türkiye’de 2001 yılından itibaren büyük bir artış göstermiştir. Sabit getirili oyun türlerine ilginin artması üzerine çoğunluğu internet üzerinden düzenlenen yasadışı organizasyonlar aracılığıyla yıllık 600-750 milyon Amerikan Doları tutarında kaynak, vergilendirilemeden yurtdışına aktarılmaktadır (Rapor:181). Söz konusu sitelerin engellenmesi ancak uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde mümkün olmaktadır. Oldukça uzun bir süreci içeren bu çalışmalarda sonuç alınsa ya da filtreleme, engelleme, perdeleme gibi yöntemlerle internet üzerindeki etkinlikleri durdurulsa bile başka bir internet sitesi kurarak ya da birkaç dakika içerisinde başka isimlerle online oldukları için etkinliklerini kesintisiz olarak sürdürebilmektedirler. Türkiye’de bu yasadışı internet sitelerinden ve son dönemde sıklıkla rastlanan korsan bayiler aracılığıyla bahis oynama konusunda birinci sırayı Diyarbakır, Batman, Şırnak ve Mardin gibi Güneydoğu Anadolu illeri almakta, yalnızca bu bölgelerde haftada ortalama 3 milyon YTL yasadışı bahis oynanmaktadır (Rapor:181). Korsan bayiler (fiziksel) İnternet üzerinden iletişime geçerek acentalık almaktadır. Acenta, bahisten yüzde 7-10 arasında ciro üzerinden komisyon alır. Online (İnternet Bayii), ciro üzerinden yüzde 7-10 ve kâr üzerinden yüzde 30’lara varan komisyon almaktadır (Rapor:182). Yasadışı bahis organizasyonları hiçbir vergi ve kesintileri olmadığı için topladıkları cironun yüzde 70-80’lik bölümünü ikramiye olarak ayırabilmekte ve belirledikleri yüksek ikramiye oranlarıyla iştirakçileri çekmektedirler. Yasadışı bahis oyunları şike, rüşvet, şiddet gibi olayları da beraberinde getirmektedir. AMİGOLAR VE ŞİDDET Futbol örgütlenmesinin bir parçası olan amigolar, mafyöz ilişkilerde de önemli rol oynamaktadır. Klüp yöneticileri tarafından finanse edilen amigolar, medya tarafından kışkırtılmakta ve mafya tarafından tetiklenmektedir. Futbol kulüpleri bazı amaçlarına ulaşmada şiddet yoluna başvurmakta burada da amigoları kullanmaktadır. Galatasaray Kulübü yöneticilerinden Adnan Polat, kulüp yönetimlerinin fanatik taraftarlara desteğini şöyle açıklamaktadır: “Stadlarda her kulübün kendine ait olan 300-500 taraftarı vardır. Bunlar olayı renklendiren kişiler. Ama işin boyutu çılgınlık düzeyine gelince iş 428 Futbol mafya ilişkisi kontrol dışına çıkıyor ve zarar veriyor. Bunda açıkçası yöneticilerin de katkısı oluyor(...) Örneğin; meşaleler çok pahalıdır. Taraftarlar, yöneticiler tarafından desteklenmeseler bunları her maçta alabilecek güçte değiller. Bu taraftarlara yönetimler, belli özelliği olan maçlarda destek veriyorlar.” (Cumhuriyet, 11 Ekim 1999). 1997 yılında İstanbul Emniyeti tarafından 1700 holigan fişlendi. Yapılan araştırma ve istihbaratta ise bazı kulüplerin kimi yöneticilerinin, çok pahalı olan patlayıcı ve havai fişeklerin alınmasında amigolara ve kullanan şahıslara para yardımı yaptıkları belirlendi. Mehmet Altan, bir yazısında amigoların mafyayla kurdukları ilişkileri şöyle anlatmaktadır: “... Ferdi Aslan, Çarşı’daki genç oluşumun liderlerinden biriydi. Sinan Engin’e karşı olan grupta yer alıyordu. Fenerbahçelilerle karıştığı kavgaların sonucunda tribünde nam salmıştı. Bazı illegal işlere karıştığı öne sürülüyordu. ...Bu kişilerden biri, Ferdi Aslan’ı öldürdüğü öne sürülen Alpay K.’ydı. Alpay K., Ferdi Aslan’dan daha uzun süredir tribünlerde etkili olan bir kişiydi. Alpay K. bir süre tribünlerden uzaklaştı. Bu sırada mafya örgütlenmeleri içine girdiği kulaktan kulağa yayılmıştı. O ise Sinan Engin’e karşı tepkileri dindirmeye çalışanlar arasında yer alıyordu. Ferdi Aslan ile Alpay K.’nın bu tartışmalar sırasında karşı karşıya gelen grupların başında yer aldığı öne sürüldü. ... Tartışmanın bir diğer boyutu, tribünlerde oluşturulan iktidarın, ranta dönüştürülmesiydi.... Tribünde kavgalarla ün sağlayanlar daha sonra semtlerde bunu kazanca dönüştürüyordu... Arkalarındaki kalabalığın gücünü kullanarak çeşitli işletmeleri ele geçiriyorlardı.” (Altan, 2007). 2002 yılında, İstanbul Emniyet Müdürlüğünce; Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş taraftar derneklerinin ileri gelenlerinden, sorguya alınan 36 kişiden 24 kişinin; işsiz olduklarını, kulüplerin yöneticilerinden destek gördüklerini, futbol ve taraftarlara baskı kurarak rant elde ettiklerini itiraf etmeleri; 2002-2003 yılı profesyonel futbol disiplin kurulu tarafından ceza verilen kişiler arasında; 8 başkan ve 131 yöneticinin yer alması, (Rapor:46) yöneticilerin eylemleri ile taraftar-mafya ilişkisinin ip uçlarını vermektedir. FUTBOLCU GÜVENLİĞİ Futbol-mafya ilişkileri yalnızca Türkiye’ye özgü bir sorun değildir. Kapitalizmin mafyöz yüzünün daha görünür olduğu, ekonomik sıkıntıyla boğuşan Latin Amerika ülkelerinde özellikle yıldız futbolcular, mafyanın tehdidi altındadır. Örneğin Kolombiya mafyası, 1993’te bazı oyuncuların Ruhdan Uzun 429 mafya ile işbirliği yaptığını açıklayan Omor Canos isimli futbolcuyu ölümle cezalandırdı. 1994 yılında ise milli takımın defans oyuncusu Adres Escobar’ı öldürerek futbol dünyasındaki gücünü gösterdi. Meksika’nın futbol kulüplerinden Cruz Azul’un Arjantinli teknik direktörü Omar Romano ise kimliği belirsiz kişilerce kaçırılarak 65 gün mafyanın elinde rehin kaldı. Futbol mafyası 2002 Dünya Kupası öncesinde de Kosta Rika’nın teknik direktörü Fabio Garnier Nieto’nun oğlu Fernandez’i kaçırmış, 117 bin dolar fidye istemiş, ancak başarısız olmuştu. Brezilya’da, özellikle yıldız futbolcuların yakınlarının mafya tarafından fidye amacıyla kaçırılması ise sıkça rastlanan bir durumdur. Robinho, Grafite, Luis Fabiano gibi futbolcuların anneleri fidyecilerin hedefi oldu. Futbolcu yakınlarının kaçırıldığı diğer ülke de Arjantin’dir. Arjantin ekonomisinin yaşadığı kaos ortamında fidye için 20 futbolcunun yakını kaçırılmıştır. Türk futbolunda fidye amacıyla kaçırma olayları görülmese de futbolcuların güvenliği önemli bir sorun olarak durmaktadır. Futbolcuların güvenliği konusu Trabzonspor’da Gökdeniz Karadeniz ve Fatih Tekke’nin mafya kurşunlarına hedef olmasıyla gündeme gelse de birçok futbolcunun saldırıya uğradığı bilinmektedir. GAZETECİ GÜVENLİĞİ Futbol mafya ilişkilerinin açığa çıkarılmasında basın önemli bir rol oynadığı halde, gazetecilerin can güvenliğinin sağlanamaması, söz konusu ilişkilerin üzerine gidilememesine neden olmaktadır. Birkaç örnek vermek gerekirse Hıncal Uluç silahlı saldırı sonucu bacağından vuruldu. Engin Verel, çalıştığı gazetede silahlı saldırıya uğradı. Abdullah Çevrim katıldığı bir televizyon programından sonra feci şekilde dövüldü. Osman Tamburacı, Feridun Niğdelioğlu, Kazım Kanat da saldırıya uğrayan gazeteciler arasındadır. 25 Şubat 2004’te faili meçhul bir saldırıda yaralanan Ahmet Çakar, kulüplerle ilgili gerçekleri açıklamanın “yüzde yüz” tehlikeli olduğunu belirtmektedir: “Bundan sonra kimsenin bunları dile getirebileceğine, spor basınının futboldaki kirlilikleri toplumun önüne gerçek anlamda koyabileceğine ihtimal vermiyorum. Bu camianın yüzde 90'ı temiz insan... Susmakta haksız değiller. 'Adam beş kurşun yedi, ben niye yiyeyim' diyor. Bundan sonrası devletin kolluk kuvvetlerinin ve yargının görevidir.” (Çakar, 2004). 430 Futbol mafya ilişkisi Eski İstanbul Emniyet Müdürlüğü Şube Müdürü Adil Serdar Saçan ise güvenlik güçlerinin karşılaştığı durumu şöyle anlatmaktadır: “Kulüp başkanları gidip yurtdışında mafya üyelerini ziyaret etme gereği duyuyor; yani olmadık işler Türkiye’de oluyor; ama bunların çözüme kavuşabilmesi için, mafyayla mücadele edebilmek için temel unsur, şu milletin üzerindeki korkuyu atıp şikayetçi yapabilmek; ama, hiç kimseyi şikayetçi yapamıyoruz, hiç kimseyi konuşturamıyoruz.” (Rapor:125). Hıncal Uluç da mafyanın son dönemde gözdağı vermek ve korkutmak amacıyla bir “sindirme” politikası yürüttüğünü belirtmektedir: "Bu eylemler bilinçli yapılıyor. Yoksa 60 yaşındaki Hıncal Uluç'u kim niye vursun? Vuranların amacına dikkat! Beni vurmaları sadece beni susturmak için değil, aynı zamanda bu meslekteki genç gazetecilere gözdağı vermek içindir." (Rapor:231). FUTBOL MAFYA İLİŞKİLERİNİN ARAŞTIRILMASI Türkiye'de futbol-mafya bağlantısı somut olarak, Trabzonsporlu Gökdeniz Karadeniz'in karıştığı bahis çetesi skandalı ile gündeme gelmiştir. Akçaabat Cumhuriyet Savcılığı ve Futbol Federasyonu Şike Tahkik Kurulu'nun yaptığı soruşturma kapsamında, 2004-2005 sezonunun 27. haftasında oynanan Akçaabat Sebat-Kayseri maçında bir şike olayı yaşanmadığı, acemice düzenlenmeye çalışılan ve haksız menfaat edinmeye çalışan bir bahis çetesi organizasyonu olduğu kanaatine varıldı. Akçaabat Cumhuriyet Savcılığı'nın yürüttüğü soruşturmada, bahis organizasyonunun içinde Balkan mafyasının olduğuna ilişkin bulgular edinilse de bu konunun üzerine gidilmedi. Daha sonra Gökdeniz Karadeniz, eşi Serra Karadeniz ve Trabzonsporlu Fatih Tekke'nin, yine bu olayla bağlantılı olarak özel otomobilleri ve işyerleri kurşunlandı. İki futbolcu Trabzon Cumhuriyet Savcılığı'na verdikleri ifadelerde, kendilerinden haraç istendiğini, vermedikleri için tehdit edildiklerini açıkladı. Türkiye'de karanlık güçlerin sporla ilişkisi daha çok futbolcularla kurulan dostluk ilişkileri ile gündeme geldi. Mafya liderleriyle, Türk Milli Takımı'na kadar yükselmiş futbolcuların yan yana çekilmiş samimi fotoğrafları, gazete sayfalarında yer aldı. İddialara göre ünlü yıldızlar, yeraltı dünyasının güçlü isimleri ile kurdukları dostluklar karşılığında, kendilerini güvenceye aldı. Çete liderleri onları her türlü tehdide karşı, koruma şemsiyesi altına aldı. Yurt dışına çıkış yasağı olan mafya liderlerinin kulüpler üzerinden sahte pasaportla Ruhdan Uzun 431 vize aldığı ortaya çıktı. Bununla beraber mafyanın Türkiye'deki şampiyonluk ve küme düşme yarışını güçlerini kullanarak tayin ettiği konuşuldu. Bununla ilgili bazı şahısların, hakemler ve futbolcularla yaptığı telefon görüşmeleri ile ilgili kayıtlar ortaya çıkmış ve bu kayıtlar gazetelerde de yayınlanmıştır. Ancak yetkili makamlar telefon kayıtları dışında kanıtlara ulaşamadığı için soruşturma dosyalarının üzeri kapatılmıştır. 2004 yılındaki Türkiye Futbol Federasyonu başkanlık seçimlerinde Sedat Peker, kız kardeşinin eşi olan Sivasspor Başkanı Mecnun Otyakmaz'la yaptığı telefon konuşmasında, "Davut benimle görüşmek istemiş. Bu seçimlerle ilgili mi, hayırdır?" deyince, "Yarın öğleden sonra birlikte olacağız. Oradan size geliriz, görüşürüz" karşılığını alıyor. Peker ise, "Bu seçim konularından dolayı... Benim organize ettiğimi biliyor mu, seçim konularını o şeyleri filan?" diyor. Şikeyle ilgili telefon kayıtları, İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen 2004/402 numaralı dosyada yer almaktadır. • Çaykur Rizespor maçı öncesi, Vedat Peker'in 'X şahıs'la yaptığı, "Canlı para getir, sorumlusu benim" dediği telefon kaydı 17 no'lu klasörün 280. sayfasında... • Vedat Peker'in maça saatler kala Sergen'e ait olduğu öğrenilen hattı arayarak, "Sen oynamayacakmışsın, haberin olsun" dediği telefon kaydı, 17 no'lu klasörün 275. sayfasında. • Vedat Peker'in maç günü 'X şahıs'la yaptığı ve "Sergen'le konuş, hepsine teşekkür et" dediği telefon kaydı, dosyanın 17 no'lu klasörünün 273. sayfasında. • Maç akşamı Yaşar Durmuşoğlu'nun "Hasan" isimli şahısla yaptığı ve "Reis olmasa bu takım küme düşerdi" dediği telefon kaydı, 17 no'lu klasörün 133'üncü sayfasında. • Vedat Peker'in, 'X şahıs' olarak belirtilen bir gazeteciyle yaptığı ve "Nasıl konuşacak? Yılmaz Vural'ın bir şeyden haberi yok" dediği telefon kaydı, 17 no'lu klasörün 292'nci sayfasında. • Eski TFF Yönetim Kurulu Üyesi Hüsnü Hayali'nin, Sivasspor Başkanı Mecnun Otyakmaz'la yaptığı "Devreye gireriz artık canım. Yaslarsın ona (Erciyesspor) aslan gibi" dediği telefon kaydı, 17 no'lu klasörün 249'uncu sayfasında yer almaktadır (Milliyet, 2 Ağustos 2006). 2002-2003 sezonu Türkiye 1. Süper Liginin son haftalarında oynanan maçlar Türk spor kamuoyunda, ilgili kulüp ve kurumlarda alınan sonuçlar ve oynan futbol açısından kuşku uyandırdı. Elazığspor-İstanbulspor maçında İstanbulspor oyuncularının hiç mücadele etmedikleri ve rakip kaleye 432 Futbol mafya ilişkisi gitmekteki isteksizlikleri kamuoyunun dikkatini çekerken, DiyarbakırsporElazığspor maçında şike iddiaları gündeme geldi. Adından İstanbulspor-Altay maçı da şike ve teşvik primi iddiaları ile gölgelendi. Bu olaylar sonucu 2004 yılında 23 Kasım 2004 tarihinde, TBMM’de Türk Sporunda Şiddet, Şike, Rüşvet ve Haksız Rekabet İddialarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Meclis Araştırması Komisyonu kuruldu. Komisyon raporunda gerek 'spora kural dışı müdahaleler' başlığı altında gerekse buna ilişkin 'karşı oy' yazısında spora mafyanın müdahale ettiği açık bir şekilde belirtildi: “Ne yazık ki Türk sporunda şike, hatır şikesi, teşvik primi ve mafya vardır” (Rapor:266). Raporun sonunda yer alan CHP'li dört üyenin "Karşı Oy" yazısında "Mafya" başlığıyla şu ifadelere yer verilmektedir: "Naklen yayın ihalesi ve buradan doğacak maddi kazanç nedeniyle mafya, federasyon seçimlerine ve kararlarına kadar müdahil olmuş, Futbol Federasyonu üyelerini, Tahkim Kurulu üyelerini istifa ettirmiş ve hatta Federasyon Başkanını belirleme yetkisini kendisinde görebilmiştir." Diğer yandan da 2004 yılında Başbakanlık Teftiş Kurulu, Futbol Federasyonu'nun yapısının futbol-mafya ilişkilerine yol açabilecek tehlikelere açık olduğuna karar verdi. Teftiş Kurulu tarafından Başbakan Recep Tayip Erdoğan'a sunulan inceleme raporu, federasyon yasasının ve işleyişinin önemli riskler içerdiğine, yapı değişmediği takdirde bugün iddia olarak gündeme gelen konuların hayata geçmesinin zor olmayacağına dikkati çekti. Resmi raporlara ve bazı kanıtlara rağmen, futbol-mafya ilişkilerinin ürünü olan yasadışı faaliyetlerin cezalandırılmaması, söz konusu ilişkilerin sistemin aksayan ve düzeltilmesi gereken bir unsuru olmayıp yapısal bir özelliği olduğunu göstermektedir. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olduğu dönemde Abdüllatif Şener ve Peker çetesiyle bağlantılı olan suçlarla ilgili defalarca gözaltına alınan Mecnun Otyakmaz’ın Sivasspor başkanı olduğu dönemde, Şener’in Otyakmaz’ın düzenlediği yardım gecelerine katılması, maçlarda ikisinin yan yana oturması, Otyakmaz’ın törenle Şener’e Sivasspor forması hediye etmesi gibi olaylar, bu olgunun göstergeleridir. Şener de bankalardan sorumlu bakan olarak Sivasspor’a hazineden kaynak aktarımında cömert davranmıştır. Bankaların Kredi aktarımı bir yana Şener’e bağlı İstanbul Menkul Kıymetler Borsası bile Sivasspor’a para yardımı yapmıştır (Kılıç, 2006:103). Ruhdan Uzun 433 SONUÇ Sporun toplumsal yapısı, farklı toplumsal kesimlerden gelen ve farklı çıkarlara sahip sporcular, teknik adamlar, spor takımı sahipleri, sponsorlar, medya temsilcileri, reklamcılar, yasa koyucular, siyasetçiler ve seyirciler arasındaki etkileşim aracılığıyla biçimlendirilir. Bu etkileşimin dinamikleri, toplumdaki mevcut iktidar yapısı temelinde yükselir ve farklı zamanlarda farklı toplumsal kesimler tarafından elde tutulan kaynaklar tarafından yönlendirilir. Türkiye’de de 1980 sonrasında, dünyadaki gelişmelere paralel olarak futbolun eğlence endüstrisinin büyük bir sektörü haline gelmesi, siyasetçilerden işadamlarına, emniyet mensuplarından mafyaya kadar toplumun birçok kesiminin ilgisini futbola çekmiştir. Futbol, 1980 sonrası Türkiye'de yapısal dönüşümler sonucu ortaya çıkan meşruiyet krizlerini aşmada popüler bir araca dönüşürken, mafya için de eklemlenebileceği bir kayıtdışı ekonomi olanağı sunmuştur. Gelinen aşamada, futbolun asla masum olmadığını bilmek önemlidir. Çünkü endüstrileşmiş futbolu hâlâ sportif bir oyun gibi gösteren yazılar, incelemeler ve araştırmalar ideolojik bilinç yönlendirmenin araçları olarak işlev görmeye devam etmektedir. KAYNAKÇA Küfrün kökü kazınacak.(1997, 20 Nisan). Radikal. Medyaya giren dokunulmazlık kazanıyor. Söyleşi.( 1999, 11 Ekim).Cumhuriyet. Ali Şen çifte sabıkalı. (1986, 10 Ağustos). Hürriyet. Belgeler adliyede top Federasyon’da. ( 2006, 2 Ağustos). Milliyet. Federasyon seçimi 'reis'ten sorulur. (2006, 1 Ağustos). Milliyet. Futbol ekonomisi 5 milyar dolar. ( 2006, 17 Aralık). Milliyet. Mafya asıl şimdi futbola girecek. Neşe Düzel, Ahmet Çakar Röportajı ( 2004, 29 Kasım). Radikal. Altan, M. (2007, 5 Eylül). Mafyanın sporu, sporun mafyası. Star. Bayatlı, T. (1998). Cumhuriyet'in 75. yılında spor medyası semineri içinde, TSYD. Çetinkaya, H. (1999, 24 Mayıs). Spor mafya tarikat. Cumhuriyet. Doğan, Y. (1989). Fenerbahçe cumhuriyeti. 2. Basım, İstanbul: Tekin. Güner, A. (2000, 29 Temmuz). Babalar sahaya indi. Aksiyon, 295. Kılıç, E. (2006). Politik goller. İstanbul: Güncel. Türk sporunda şiddet, şike, rüşvet ve haksız rekabet iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/63, 113, 138, 179, 228) esas numaralı Meclis araştırması komisyonu raporu. 434 Futbol mafya ilişkisi İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 26 Kış-Bahar 2008, s.435-440 Forum Yeşil sahalardan Yeşilçam’a: Futbol ve sinema… Barbaros Gürçay 1 “İnsanoğlunun yeryüzü yolculuğundaki tüm güçlü duyguları beyazperdede ya da yeşil sahalarda yaşanabilir. Büyük acılar, sevinçler, ihanet, korku, kaygı, mutluluk, güven, intikam, öfke, aşk, pişmanlık, yalnızlık… Yaşam denen oyunu kavramak için müthiş ikili…” ‘Futbol ve Sinema’ adlı kitabında futbolun sinemayla olan ilişkisini irdeleyen Tunca Arslan’ın bu saptamasına katılmamak mümkün değil. “Futbol ve sinema; çağımızın en büyük ve en kitlesel görsel şovları.” Lumière kardeşler, 28 Aralık 1895’te Paris’teki Grand Café’de küçük bir topluluğa sinematograf gösterimi yaparken bunun ileride bir çığa dönüşecek olan küçük bir kartopu olduğunu bilemezlerdi. 20. yüzyıl boyunca sürekli gelişim gösteren sinema bir yandan ‘yedinci sanat’ adını alırken diğer yandan da sağladığı görsel etkiyle çağa damgasını vurdu. Sinemaya koşut bir çizgi üzerinde ilerleyen futbol ise 20. yüzyılın en önemli aktörlerinden bir diğeri oldu. Yaşam biçimleri, görüşleri, inançları birbirinden çok farklı olan insanları stadyumlarda bir araya getiren, ortak bir amaç için omuz omuza vermelerini sağlayan futbol, kitlelerin üzerinde oluşturduğu etkiyle herhangi bir spor olmanın oldukça ötesine geçti. Sinema ile futbolu örtüştüren ise her ikisinin de bir sanat ve spor olarak her şeyin ötesinde ama hayatın tam anlamıyla içinde olmasıdır. Bu nedenledir ki Serdar Akar, hayatı fena halde futbola benzetir ve bunu anlatmanın en etkili yolu olarak sinemayı seçer, ‘Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’ filmiyle. 1 Öğr. Gör., Gazi Üniversitesi iletişim Fakültesi e-posta: [email protected] 436 Futbol ve sinema Zafer İlbars, futbol maçlarının dayandıkları taktikleri filmlerin senaryoları ile örtüştürürken filmleri futbol maçına benzeten Stanley Kubrick ise “Bir genel taktik vardır. Ama topun düştüğü yer ve oyuncuların o anda bulundukları noktalar, eğer kullanabilirseniz, daha iyi olmanızı sağlar.” diyerek İlbars’ın saptamasını bir sinemacı olarak daha da zenginleştirir. Tüm benzerliklerinin ve ortak noktalarının yanı sıra bu ikilinin bir başka ilişkisi ise sinemanın futboldan yeri geldikçe beslenmesidir. 1920 yılında İngiltere’de çekilen ‘The Winning Goal’ adlı film dünya sinema tarihine futbolla ilgili ilk film olarak girerken bu beslenmenin de ilk örneğini oluşturur. Başrolünde bir yıldız futbolcunun, Galatasaraylı Bülent Eken’in yer aldığı ‘Ölünceye Kadar Seninim’ (Y:Kani Kıpçak, S:Kani Kıpçak, GY:Kriton İlyadis, O:Bülent Eken, Müfit Kiper, Gülistan Güzey, Gülen Kıpçak, Yp:Namık Kılıçoğlu, YY:1949) adlı film, Türk sinemasının futbol bağlantılı ilk büyük ürünüdür. Dönemin en sevilen futbolcularından biri olan Bülent Eken, Galatasaray ve milli takımın yanı sıra İtalya’da Salernita ve Palermo takımlarında da oynayarak taraftarların büyük sevgisini kazanmış, düzgün fiziğinin de etkisiyle sinemaya geçmiştir. Bununla birlikte Galatasaray-Fenerbahçe maçından çeşitli görüntülerin de yer aldığı ‘Ölünceye Kadar Seninim’, Bülent Eken’in tek filmi olarak kalacak, yıldız futbolcu kendi mesleğine dönecektir. Bülent’ten bir yıl önce yani 1948 yılında sinemaya geçen ama onun kadar ünlü olmayan bir başka futbolcu ise kendisine meslek olarak yedinci sanatı seçecektir. Bugün Türk sinemasının en önemli yönetmenlerinden biri olan Memduh Ün, o günlerde Turhan Ün adıyla bilinmektedir. Bir yandan parasızlık diğer yandan da futbol tutkusu nedeniyle tıp fakültesini üçüncü sınıfta bırakmak zorunda kalan ve çeşitli işlerde çalışan Turhan (Memduh) Ün, Beşiktaş’ın 1940-1941 şampiyonluğunda emeği olan futbolculardan biridir. Atilla Dorsay’la yaptığı bir söyleşide futbol tutkusunu hâlâ yitirmediğini vurgulayan Memduh Ün, sinemaya oyuncu olarak Damga (YS:Seyfi Havaeri, GY:Coni Kurteşoğlu, O:Sezer Sezin, Turhan (Memduh) Ün, Arşavir Alyanak, Hasan Taşdelen, Rafet Gülerman, Yp:Erman Film/Hürrem Erman, YY:1948) filminde başlar ve bir daha da asla kopamaz. 1960’lı yıllarda özel hayatındaki skandallarla da öne çıkan Varol Ürkmez, sinemacıların da dikkatini çeker ve iki filmde rol alır; ‘Kavgasız Yaşayalım’, ‘Şekerli misin Vay Vay’. Altay, Beşiktaş ve Galatasaray’da forma giyen Varol, bir yandan “Panter Kaleci” olarak adlandırılırken diğer yandan “Şikeci Barbaros Gürçay 437 Varol” olarak da ün yapar. Tüm bu özellikler Yeşilçam’ın dikkatini çeker ve sinemanın kapıları Varol Ürkmez’e sonuna kadar açılır. Varol, bu açıdan tek örnek sayılabilir. Ondan hemen sonra beyaz perdede gördüğümüz Galatasaray’ın efsanevi kralı Metin Oktay ile Beşiktaş’ın golcüleri Birol Peker-Şenol Birol ikilisini Yeşilçam’a taşıyan güç; Bülent Eken’de olduğu gibi futboldaki başarıları ve taraftarların kalbindeki sevgileridir. Metin Oktay, kendi hayatından yansımaların da yer aldığı ‘Taçsız Kral’ (Y:Atıf Yılmaz, S:Safa Önal, GY:Mahmut Demir, O:Metin Oktay, Gönül Yazar, Ayten Gökçer, Ajda Pekkan, Erol Taş, Can Tengizman, Müşerref Çapın, Renan Fosforluoğlu, Gündüz Kılıç, Yp:Ertem Eğilmez, YY:1965) filminde dönemin birçok ünlü sanatçısıyla birlikte başrolü paylaşır. Filmin futbol açısından ilginç noktalarından bir diğeri ise yardımcı rollerden birinde Galatasaraylı eski futbolculardan Gündüz Kılıç’ın oynamasıdır. Beşiktaşlı futbolcular Birol Peker ile Şenol Birol ise adını o günlerin oldukça sevilen tezahüratlarından birinden alan ‘Şenol, Birol Gool’ (YS:Nejat Saydam, GY:Orhan Kapkı, O:Fatma Girik, Birol Peker, Şenol Birol, Gülsün Kamu, Sevda Ferdağ, Yp:Ak-Ün Film, YY:1965) adlı filmin başrolünü paylaşırlar. O yıllarda futbol dünyasından sinema dünyasına Hasan Kazankaya (Beyoğluspor), Önder Somer, Orhan Günşıray, Müjdat Gezen (Vefa) gibi isimler geçse de bir daha hiçbir futbol yıldızı başrolde oynamaz. Son olarak 2001 yılında çekilen ve Serdar Akar’ın imzasını taşıyan ‘Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’ adlı filmde Tanju Çolak ile Rıdvan Dilmen rol alırlar. Futbol yıldızları Yeşilçam’dan uzak dursa da Yeşilçam futboldan asla uzak kalamaz: ‘İstanbul Çiçekleri’ (Y-S:Muammer Çubukçu, M:Nedim Otyam, GY:Hayrettin Işık O:Halide Pişkin, Tevhit Bilge, İhsan Balkır, Rauf Ulukut, Sadri Alışık, Müşerrev Taylan, Feridun Çölgeçen, Nubar Terziyan, Celal İnce, Türkan Can, Dursune Şirin, Yp:Atlas Film/Nazif Duru, YY:1951) ‘İstanbul Yıldızları’ (Y:Mehmet Muhtar-Orhan Atadeniz O:Muammer Karaca, Toto Karaca, Muzaffer Hepgüler, Celal Sururi, YY:1952) ‘Gol Kralı Cafer’ (Y-S:Hulki Saner, GY: Kosta Psaros, O:Suphi Kaner, Serpil Gül, Vahi Öz, İsmail Dümbüllü, Yp:Erman-Saner Film/Hulki SanerHürrem Erman, GY:Kosta Psaros, YY:1962 438 Futbol ve sinema ‘Sokak Kızı’ (Y:Osman F. Seden, S:Bülent Oran, GY:Necati İlktaç, O:Fikret Hakan, Fatma Girik, Ahmet Tarık, Öztürk Serengil, Özcan Tekgül, Nubar Terziyan, Ali Şen, İlhan Hemşehri, Yp:Kemal Film/Osman F. Seden, YY:1962) ‘Aşk Yarışı’ (Y:Ahmet Dinler, S:Osman F. Seden-Fuat Özlüer, O:Türkan Şoray, Hüseyin Peyda, Hulusi Kentmen, Fikret Hakan, Hüseyin Baradan, Uğur Kıvılcım, Mualla Sürer, Semra Sar, Efkan Efekan, Tevhid Bilge, Yapım Yılı: 1962) ‘Şepkemin Altındayım’ (Y:Ülkü Erakalın, S:Bülent Oran, GY:Kenan Kurt, O:Hulusi Kentmen, Uğur Kıvılcım, Vahi Öz, Yusuf Sezgin, Öztürk Serengil, Sami Hazinses, Ajda Pekkan, Esen Püsküllü, Yp:Ülkü Erakalın, YY:1965) ‘Ne Hakem’ (Y-S:Oksal Pekmezoğlu, GY:İzzet Akay, O:Sadri Alışık, Sevda Ferdağ, Zeyno Çilem, Çolpan İlhan, Aykut Bora, Salih Kırmızı, Ferdağ Büyükgüneş, Müjgân Ağralı, İlhan Daner, Mine Sun, Yp:As Prodüksiyon/Aziz Sarıkaya, YY:1974) ‘Uyanık Kardeşler’ (Y:Hulki Saner, GY:Nahit Çifteeoğlu, O:Müjdat Gezen, Arzu Okay, Kadir İnanır, Hulusi Kentmen, Adile Naşit, Yp:Saner Film/Hulki Saner, YY:1974) ‘Pembe Panter’ (Y:Hulki Saner, S:Adnan Saner, GY:Rafet Şiriner, O:Müjdat Gezen, Ceyda Karahan, Esen Püsküllü, Anne Marie David, Mete İnselel, Altan Günbay, Adile Naşit, Yp: Saner Film/Hulki Saner, YY:1975) ‘Biyonik Futbolcu’ (Y: Yılmaz Atadeniz, S:Işık Toraman, GY:Sertaç Karan, O:Aydemir Akbaş, Meral Deniz, Yüksel Gözen, Renan Fosforroğlu, Funda Gürkan, Yp:Metin Film/Işık Toraman, YY:1978) ‘İnek Şaban’ (Y:Osman F. Seden, GY: Cahit Engin, O:Kemal Sunal, Defne Yalnız, Saadet Gürses, Yavuz Karakaş, Dinçer Çekmez, Yp: Can Film/Fatma Girik-Kemal Sunal, YY:1978) ‘Doktor’ (Y-S:Zeki Alaysa, GY:İzzet Akay, O:Kadir İnanır, Yalçın Gülhan, Oya Aydoğan, Adile Naşit, Ayşen Gruda, Necdet Yakın, Ali Yavaş, Yp:Özer Film/Enver Özer, YY:1979) ‘Gol Kralı’ (Y:Kartal Tibet, GY:Orhan Oğuz, O:Kemal Sunal, Suna Yıldızoğlu, Gölge Başar, Reha Yurdakul, Mürüvvet Sim, Mete Sezer, Suzan Avcı, Yavuz Şimşek, Eser: Aziz Nesin, Yp: Uğur Film/Memduh Ün, YY:1980) ‘Futboliye’ (Y-S:Osman F. Seden, GY:Kaya Ererez, O: Aydemir Akbaş, Bülent Kayabaş, Bahar Öztan, Ali Şen, Hüseyin Kutman, İbrahim Tatlıses, Yp:Mine Film, YY:1983 Barbaros Gürçay 439 ‘Ya Ya Ya Şa Şa Şa’ (Y:Ümit Efekan, O: İlyas Salman, Deniz Akbulut, Münir Özkul, Erdal Özyağcılar,YY:1985) ‘Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’ (Y: Serdar Akar, S:Önder Çakar-Serdar Akar, SY:Yavuz Fazlıoğlu, K:Mehmet Aksın, O:Savaş Dinçel, Müjde Ar, Erkan Can, Münir Özkul, Rafet El Roman, Müşfik Kenter, Uğur Polat, Şahnaz Çakıralp, Sezai Aydın, Tanju Çolak, Rıdvan Dilmen, Turgay Tanülkü, Fatih Akyol, Yp:Nida Karabol-Üstün Karabol, M:Fahir Atakoğlu, YY:2001) Futbol ile Yeşilçam’ın ilişkilerini irdelediğimizde aşağıdaki temel noktalar çıkıyor karşımıza: Bir dönem futbol oynayan ama yeterince ünlü olmadan sinemaya geçen futbolcu kökenli sinemacılar (Memduh Ün, Hasan Kazankaya, Önder Somer, Orhan Günşıray vd.). Futbol oynadıkları dönemde yıldızlaşan ve bir ya da birkaç filmde başrol oynayan futbolcular (Bülent Eken, Varol Ürkmez, Metin Oktay, Birol Peker, Şenol Birol) Oyuncu kadrosunda futbolcu bulunmayan ama konusu bütünüyle ya da kısmen futbola filmler (İstanbul Çiçekleri, İstanbul Yıldızları, Sokak Kızı, Aşk Yarışı, Şepkemin Altındayım, Ne Hakem, Uyanık Kardeşler, Pembe Panter, Biyonik Futbolcu, İnek Şaban, Doktor, Gol Kralı, Futboliye, Ya Ya Ya Şa Şa Şa, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar). Bu filmler türlerine göre incelendiğinde ise güldürü filmlerinin öne çıktığı bununla birlikte gerçek yaşama dayalı biyografi tarzında bir filmin olmadığı görülüyor. Futbol ile ilgili filmlerin 1960’lı ve 1970’li yıllarda yoğunluk kazanırken 1980’lerde azalmaya başlaması, 1990’lı ve 2000’li yıllarda ise yalnızca tek filmle temsil edilmesi dikkat çekicidir. Bu noktada Türk sineması ile Türk futbolunun özellikle 1980’lerin sonlarından itibaren birbirinden uzaklaştığı ve artık koşut gitmediği görülüyor. Türk futbolunda Galatasaray’la başlayan değişim ve gelişimin 2000’lerden itibaren diğer takımlara da yansıması sonucunda hem teknik ve taktik anlayışı hem de altyapı ve yönetim anlayışı olarak Türkiye’de büyük ilerlemeler sağlanmıştır. Buna bağlı olarak aynı dönemde birbirinden değerli ve yetenekli birçok futbolcu yetişmiştir. Ama bu futbolcuların hiçbiri bir sinema yıldızı olamamıştır. Yeşilçam futbola ve futbolculara uzak dururken gerek reklam dünyası gerekse televizyon yeşil sahalara kapılarını ardına kadar açtılar. İlhan Mansız 440 Futbol ve sinema televizyon dizilerinde (Doktorlar) ve yarışmalarda (Buzda Dans) kendini gösterirken, birçok futbolcu da reklam filmlerinde rol aldılar. Yeşilçam’ın futboldan uzaklaşmasının temel nedeni, “beyaz perde”nin “ekran”la rekabet edecek gücünün olmaması olabilir mi? Ne dersiniz? İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 26 Kış-Bahar 2008, s. 441-448 Forum Fenerbahçeli, Galatasaraylı ve Beşiktaşlı olmak: “Üç büyükler” arasındaki kutuplaşma Volkan İpek 1 Türk futbol tarihinde ezeli bir rekabet içinde bulunan Galatasaray SK, Fenerbahçe SK ve Beşiktaş JK, taraftarlarınca benimsenen üç kalkınmış spor kulübüdür. 2000’li yıllardan itibaren bu kulüplerin taraftar söylemlerinde belli değişiklikler gözlemlenmiş ve bu değişiklikler kulüplerarası bir kutuplaşmaya neden olmuştur. 2000 yılından önce günümüzdeki kadar sivri ve sert olmayan taraftarlar arasındaki bu kutuplaşmanın en önemli nedeni bu üç kulübün 2000 yılından sonra yaşadıkları kendilerine özgü gelişmelerdir. Taraftarlar bu üç kulübü sözü edilen gelişmelerden sonra kimliklerinin bir parçası olarak algılamaya başlamış ve bu da taraftar söylemlerinin değişerek kulüplerarası kutuplaşmaya yol açmasına neden olmuştur. Türk spor kültürünün erken Cumhuriyet döneminden itibaren ata sporu olarak nitelendirdiği güreşten sonraki en önemli yapıtaşlarından futbol,oynandığı saha içi teknik-taktik açılarının yanısıra oluşturduğu sosyoekonomik boyutlarla da incelenmeye aday bir spor dalıdır. Dünyada ve Türkiye’de pek çok kesim tarafından izlenen futbol, gelişmekte olan serbest pazar ekonomisiyle birlikte spor kulüplerinin sadece sportif rekabet gösterdikleri değil; tesisleşme, reklam, şirketleşme gibi çeşitli alanlarda da birbirleriyle yarıştığı ve kitlelerin takip ettiği bir olay haline gelmiştir. 1 Doktora Öğrencisi, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü e-posta: [email protected] 442 FB, GS ve BJK’li olmak Futboldaki sportif rekabet alanının genişleyerek yukarıda sayılan alanları da kapsamaya başlaması toplumlarda kuşkusuz futbol kültürünün ve bilgisinin yayılmasını sağlamıştır. Ne var ki bu genişleme, özellikle kurumsal olarak gelişmiş spor kulüplerinin futbol takımları taraftarları arasında yerine göre fanatizm de diyebileceğimiz bir kutuplaşmanın oluşmasına engel olamamıştır. Normal koşullarda, taraftarların tuttukları takımlara duyulan aşırı sevgisinden türeyen bu kutuplaşma, söz konusu spor kulüpleri arasındaki rekabete taraftar söylemlerini de eklemiştir. Rakip takımlara sözlü ve fiziksel saldırı, yönetim düzeyinde yapılan karşılıklı suçlamalar ve takımların yetenek olarak küçümsenmesi bilinen taraftar söylemlerinden sayılırken,destek verilen takımın aşırı yüceltilmesi ve takım içindeki eleştiriye açık noktaların sevgiden kaynaklı taraflılık nedeniyle görmezden gelinmesi bu söylemlere fazladan örnek oluşturabilir. Günümüzde çok az çalışma ilk başta sportif olarak başlayan ve daha sonra çeşitli alanlara da yayılan futboldaki bu rekabetin neden bir kutuplaşma yarattığı konusuna futbol dışı bir çerçeve içinde eğilmiştir. Özellikle birçok spor yorumcusuna göre bu kutuplaşmanın kaynağında yöneticiler,futbol federasyonlarının siyasaları, disiplin kurulu gibi futbolun içinde yer alan unsurların dikkatsizliği yatmaktadır. Oysa ki kutuplaşmanın nedenini futbol kurumları ve aktörleri içinde aramanın şimdiye kadar pek verimli bir getirisi olmamıştır. Taraftarlar arasındaki sözlü ve fiziksel kavgalar devam ederken, saha içinde oynayan oyuncuların sağlığı tribünlerce büyük tehditler altında kalmaya devam etmektedir. Bu nedenle, söz konusu kutuplaşmanın nedenlerini futbol içi değil sosyo-ekonomik boyutlarda araştırmak daha elverişli olabilir. Türk spor kamuoyundan edinilen gözlemler yardımıyla yapılacak; dünya futbolunun bir parçası olan Türk futbolundaki taraftarlar arası kutuplaşmanın hangi sosyo-ekonomik noktada temellendiğinin değerlendirmesi bu çalışmanın ana konusunu oluşturacaktır. Bu yolda ise, Türk futbolunun üç büyükleri sayılan Fenerbahçe Spor Kulübü’nün, Galatasaray Spor Kulübü’nün ve Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün kendi içlerinde yaşadıkları birtakım gelişmelerden sonra taraftarları üzerinde bir kimlik yarattığını söylemek yanlış olmaz. Diğer bir deyişle, bu üç spor kulübü taraftar söylemlerinin bir kutuplaşma yaratmasının en temel nedeni, bu taraftarların 2000 yılından sonra belli gelişmeler göstermiş futbol takımlarını kimliklerinin birer parçası gibi algılamaya başlamaları ve taraftar söylemlerinin bu gelişmelerden etkilenmesinden kaynaklanmaktadır. Söz konusu gelişmeler ise Volkan İpek 443 Galatasaray’ın 2000 yılında UEFA Kupası’nı kazanması, Fenerbahçe’nin Aziz Yıldırım döneminde yakaladığı ekonomik büyümenin futbol takımına yansımaları, Beşiktaş’ın ise yüzüncü yılında kazandığı şampiyonluk ve son yıllarda Türkiye’de popüler kültürün bir temsilcisi haline gelmiş FenerbahçeGalatasaray rekabetinin gölgesinde kalmaya karşı gösterdiği direniş sayılabilir. Bu gelişmeler, Fenerbahçeliliği, Galatasaraylılığı ve Beşiktaşlılığı taraftarlarına birer kimlik olarak aşılamış ve sonuçta taraftar söylemlerinin etkilenmesine ve takımlar arasında bir kutuplaşma oluşmasına neden olmuştur. GALATASARAY SK Resmi olarak 1905 yılında kurulan Galatasaray Spor Kulübü, herşeyden önce, futbola olan derin ilgisiyle ön plana çıkmaktadır. Ekonomi biliminde kullanılan “comparative advantage” ifadesinde olduğu gibi, Galatasaray Spor Kulübü bünyesinde en verimli üretilen spor futboldur diyebiliriz. Bu nedenle, Galatasaray aslında futbol ligine her zaman bir adım önde başlamaktadır. Kulüpte son yıllarda ortaya çıkan ekonomik sıkıntılara, yönetimsel tartışmalara ve zaman zaman yaşanılan teknik kadro sıkıntılarına rağmen oynanan iyi oyun, aslında Galatasaray’ın futbolu bir kültür olarak benimsemesine bağlanabilir. O nedenledir ki, en zor zamanlarda bile Galatasaray her zaman liderliğe oynamış, şampiyonayı birinci tamamlayamasa bile çoğu zaman ilk üç sıradaki takımlar arasında yerini almıştır. Galatasaray’ın çeşitli sıkıntılarla boğuşurken Türkiye futbol liginde istikrarlı sonuçlar alması aslında bir tesadüf sayılmamalı, son derece doğal karşılanmalıdır. Futbol takımında oynayan futbolcuların da görevlerini profesyonelce yapmaları ve özellikle futbolu çok sevmeleri,Galatasaray takımı için olumlu noktalardır. İşte bu olumlu noktalar, Galatasaray’ın 1990lı yıllarda UEFA Kupası’nda yarı final oynamasında pay sahibi olmuştur. Futbolun çok sevildiği Türkiye’de Galatasaray kulübünün de futbolu sevmesi, taraftarı üzerinde büyük etki yaratmıştır. Ancak asıl büyük etki, Galatasaray’ın 2000 yılında kazandığı UEFA Kupası’ndan sonra oluşmuştur. İşte o noktada kendilerini her zaman Galatasaray yandaşı olarak algılayan taraftarlar, Galatasaraylılık kimliklerini de kazanmışlardır. Fatih Terim’in takımın başında çalıştığı ilk döneminde gelen bu kupadan sonra Galatasaray taraftarı için Galatasaraylı olmak artık bir kimlik haline dönüşmüş ve Galatasaraylılık oluşmuştur. Kazanılan UEFA 444 FB, GS ve BJK’li olmak kupasının lige de olumlu yansıması ve takımın birçok yerel kupayı da müzesine götürmesiyle pekişen Galatasaraylılık kimliği, taraftarlar için büyük önem taşımaya başlamıştır. Tüm bu başarılardan sonra, Galatasaray taraftarları Galatasaraylıklarını somut olarak daha çok alanda göstermeye başlamışlardır. Yukarıda sözü edilen taraftar söylemleri de tam bu noktada değişmeye başlamıştır. Özellikle ezeli rakip Fenerbahçe’ye karşı geliştirilen taraftar söylemlerinde, Galatasaraylılık hep ağır basmış ve kazanılan UEFA kupası Fenerbahçe’yle olan rekabette her zaman önemli bir koz olarak benimsenmiştir. Ayrıca, Galatasaray takımının bu kupayı müzesine götürmesi Galatasaray’ı taraftarları gözünde Türkiye’nin en başarılı futbol takımı haline de getirmiştir. Bu nedenlerle, Galatasaray taraftarı takımına elverişsiz koşullar yaşatan unsurlara sert tepkiler göstermeye başlamıştır. Galatasaray, taraftarları için artık derinleşmiş bir duygu ve bir kimlik haline gelmiştir. Takımlarının başına gelen mağlubiyet, para ve disiplin cezaları gibi olumsuz olaylara karşı daha da hassaslaşmış bir kitle belirmiştir ki bu kitle Fenerbahçe ve Beşiktaş taraftarları arasında da meydana gelmiştir. Yukarıda da değinildiği üzere, Galatasaray futbol takımı taraftarlarının söylemlerindeki değişim takımın UEFA Kupasını müzesine götürmesiyle boy göstermiştir. Bu başarılarla taraftarları üzerinde kimlikleşen Galatasaraylılık olgusu, takım başarısız olduğunda da ortaya çıkmıştır. Taraftarların takımı yönetimsel sorunları nedeniyle protesto ettiği günler, ezeli rakibi Fenerbahçeyle oynanan bir maçta sahayı pet şişelerle suladıkları maçlar olmuştur. UEFA Kupası Galatasaray taraftarları arasında öyle bir etki yaratmıştır ki, hem Galatasaraylılık bir kimlik olmuş, hem başarısızlıklara karşı duygusal ve yoğun tepkiler verilmiş, hem de Galatasaray aleyhine giden her durum soğukkanlı olmayan tutumlarla değerlendirilmeye başlanmıştır. Tüm bu sebeplerle de Türk futbolundaki üç büyük takım arasındaki kutuplaşma güçlenmişir. Galatasaray taraftarları, her yerde olmasa bile, özellikle stadyumlarında Galatasaray’ın en büyük sözcüsü haline gelmiştir. FENERBAHÇE SK Resmi olarak 1907 de kurulan Fenerbahçe Spor kulübü, bir spor kulübü olmasının yanında Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesine yaptığı katkılarla ön plana çıkmıştır. Özellikle İstanbul’un işgal yıllarında müttefiklerin futbol takımlarıyla oynadığı maçları kazanmış olan Fenerbahçe, Türk toplumuna moral vermiş ve kurumsal bir nitelik kazanmaya başlamıştır. Volkan İpek 445 O tarihten günümüze içinde barındırdığı pekçok spor dalında özellikle atletizmde- kazandığı başarılarla önemli bir spor kulübü haline gelmiş Fenerbahçe’nin taraftarları, Fenerbahçelilik kimliklerini aslında Başkan Ali Şen döneminin sonlarında kazanmaya başlamışlardır. Teknik Direktör Parreira ile gelen lig şampiyonluğu, Fenerbahçe futbol takımı için bir dönüm noktası olmuştur. Başkan Ali Şen’in görevine devam etmeme kararıyla onun yerine geçen Aziz Yıldırım ve Yönetim Kurulu Fenerbahçe Spor Kulübü’nün çehresini değiştirmiş ve özellikle tesisleşme konusunda kulübe büyük zenginlikler katmıştır. Ancak en büyük değişim,Yıldırım’ın geride bıraktığı on yılda da görüleceği üzere, yaşanılan büyük ekonomik dönüşümün futbol takımı üstündeki etkileridir. Fenerbahçe futbol takımı, bu ekonomik dönüşümle birçok sportif başarı elde etmiş ve bunları yaparken futbol takımı kadrosuna dünyaca ünlü isimleri eklemeyi başarmıştır. Tüm bunların üstüne inşaatı bitirilen ve şimdi de üstü kapanacak olan 52.000 seyirci kapasiteli Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumu, Fenerbahçe taraftarının üzerinde derin etkiler bırakmıştır. Bu derin etki, tıpkı Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı kazanmasında olduğu gibi, taraftarlar üzerinde bir kimlik oluşturmaya yetmiştir. Fenerbahçelilik kimliğini kazanan Fenerbahçe taraftarı söylemleri de, bu etkiler sonucu yeniden oluşmaya başlamıştır. Galatasaray’ın Fenerbahçe’yle olan ezeli rekabetinde üstünlük kozu olarak ön plana sürdüğü UEFA Kupası ve Süper Kupa başarıları, Fenerbahçe taraftarlarının Galatasaray’a karşı oluşturduğu söylemde büyük pay sahibidir. Fenerbahçe taraftarı için çok önemli olan Galatasaray galibiyetleri, Galatasaray’ın 2000 yılındaki Avrupa başarısından sonra daha da önem kazanmıştır. Kazandığı iki Avrupa kupasıyla taraftarlarınca Türkiye’nin en başarılı futbol kulübü gibi görülen Galatasaray’a karşı elde edilen başarılar, Fenerbahçe futbol takımı taraftarları için rekabetteki üstünlükte bir karşı koz olarak kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle 2002 yılındaki 6-0 lık galibiyet, Fenerbahçe taraftarının Galatasaray söylemine büyük şekil vermiştir. O galibiyetin yankıları hala sürmektedir. Bunun yanında, Fenerbahçe taraftarının söylemine yön veren bir başka gelişme ise, ezeli rakipler Galatasaray ve Beşiktaş’ın yöneticilerinin ortak mekanlarda görülmesiyle ilgili medyada yer alan haberlerdir. Yıldırım döneminde elde edilen ekonomik büyümenin ezeli rekipler arasında bir birleşmeyle durdurulabileceğini düşünen Fenerbahçe taraftarları, söylemlerini bu tip olaylarla çok şekillendirmişlerdir. Beşiktaş ve Galatasaray 446 FB, GS ve BJK’li olmak yöneticilerinin ortak yaptığı basın açıklamaları da Fenerbahçe taraftar söylemlerini etkilemiştir. Fenerbahçe Spor Kulubünün gösterdiği ekonomik büyüme ve bunun Fenerbahçe taraftarlarına Fenerbahçelilik kimliği aşılamasından sonra, Fenerbahçe taraftarları yurtdışında da örgütlenmeye başlamıştır. Pek çok Avrupa kentinde taraftar dernekleri kurulmuş ve Fenerbahçe’nin yurtdışında oynadığı maçlara büyük taraftar desteği verilmiştir. Destek konusunda Galatasaray ve Beşiktaş taraftar söylemlerinden farklılık gösteren Fenerbahçe’de, “Fenerbahçe Cumhuriyeti” gibi düşünce biçimleri de taraftar söylemlerini etkilemiştir. Fenerbahçe taraftarı söylemlerinin bir parçasını da futbol takımının iki sezon önce son maçta kaybettiği şampiyonluk oluşturmaktadır. Bu maçla belki bir şampiyonluğu kaybetmiş olan Fenerbahçe, buna rağmen taraftarının gösterdiği yoğun destekle bir sonraki sezon kendine gelmiş ve yüzüncü yılını yaşadığı sezonu şampiyonlukla kapatmıştır. BEŞİKTAŞ JK Galatasaray ve Fenerbahçe’nin aksine bir spor kulübü olarak değil, 1903 yılında bir jimnastik kulubü olarak kurulan Beşiktaş’ın iki rakibine göre tarihsel bir farklılığı daha bulunmaktadır. Logosunda Türk bayrağı taşıyan tek İstanbul büyüğü olan Beşiktaş, yıllar önceki bir maçta Türkiye’yi Türk milli takımının yerine temsil ederek o bayrağı logosuna eklemiştir. İlk olarak Katalan Barcelona ekibinin formasına yazdırdığı “1899-1999” ifadesi sonucu “Futbolda yüzüncü yıl” kavramıyla tanışan Türkiye, Beşiktaş’ın yüzüncü yılını kutlayan ilk Türk spor kulübü olmasına da tanıklık etmiştir. O yıl önemli başarılar kazanmış olan Beşiktaş futbol takımı, 1980li yılların sonlarında yaşadığı parlak günlerini tekrar yaşamıştır. Bu şampiyonluk, Beşiktaş taraftarını çok sevindirmiş, kendilerinde bir Beşiktaşlılık kimliği yaratmıştır. Daha sonradan Beşiktaş futbol takımı tarihine eklenen ve Beşiktaş’ın şampiyonluk sayısını 9’dan 11e yükselten iki şampiyonluk da Beşiktaş taraftarını ezeli rakipleri Galatasaray’la ve Fenerbahçe’yle olan rekabette rahatlatmıştır. Yüzüncü yılda gelen şampiyonlukla Beşiktaş taraftarlarında oluşan Beşiktaşlılık kimliği taraftar söylemine büyük ölçüde yansımıştır. Taraftarların “Kimse yokken Beşiktaş vardı” gibi tarihsel çözümlemelerine, özel bir Beşiktaş seyirci topluluğu olan Çarşı grubunun kurumsallaşması da Volkan İpek 447 eklenince, Beşiktaş taraftarı takımının başarısız olmasını asla istemeyen ve ona yürekten bağlı bir kitle olmuştur. Bu oluşum sınırlarını bazen zorlamış ve Beşiktaş futbol takımında oynayan bazı oyuncuların bile takımdan ayrılmak istemelerine neden olmuştur. Beşiktaş taraftarının takımına olan bu aşırı sevgisi kendisini inanılmaz güzellikteki tribün programlarında gösterdiği gibi, takımının üzerinde zaman zaman baskı da oluşturmuştur. Bu baskı, pek çok futbolcu tarafından da dile getirilmiştir. Beşiktaş taraftar söyleminin bir başka boyutunda ise, Türk futbolunda bir popüler kültür mevzusu haline gelmiş Fenerbahçe-Galatasaray rekabeti yatmaktadır.Beşiktaş taraftarları, Türk futbolunda biricik rekabetin sadece bu iki takım tarafından oluşturulduğu görüntüsüne karşı başarıyla direnmiştir. Ancak özellikle Fenerbahçe’ye geliştirilen sivri taraftar söylemleri, futbol takımına da olumsuz yansımaktadır. Beşiktaş futbol takımının her Fenerbahçe maçına yüzüncü yıl formasıyla çıkması, takımdaki Fenerbahçe hırsının bir göstergesi olmakta, ancak bu Fenerbahçe’nin işine yarayarak 2003’ten beri İnönü Stadı’ndaki maçlarda bile sarı lacivertlilerin başarılı olmalarını sağlamaktadır. Beşiktaş’ın yönetici söylemlerinde de bir Fenerbahçe antipatisi oluşmaya başlamış ve bu iki kulüp arasındaki ilişkileri gerginleştirmiştir. Yüzüncü yılda gelen şampiyonlukla oluşan Beşiktaşlılık kimliğinin Beşiktaş taraftar söylemlerine bir etkisi de İstanbul’da oynanan Avrupa Kupası maçlarında ortaya çıkmıştır. Takımına büyük destek vermek için stadyumda bulunan taraftarların yaptığı şov niteliğindeki destekler, Avrupa medyasında ön plana çıkmıştır. Ayrıca, Çarşı grubu sadece bir taraftar grubu olmakla kalmamış, kurumsallaşarak küresel ısınma, terör, nükleer santraller gibi sosyal konularda da görüş bildiren bir sivil toplum derneğine de dönüşmüştür. SONUÇ Türk futbolunun üç büyüğü sayılan Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın taraftarlarınca ne kadar çok sevildiği açıktır. Bu sevginin boyutları yerine göre bireysel olabilirken, yerine göre bilinçli,yerine göre de fanatizm derecelerinde görülmektedir. Fanatizm derecesinde görülen sevgi, değerlendirmemin başında da belirttiğim üzere bu kulüpler arasında bir kutuplaşmaya yol açmıştır. Söz konusu bu kutuplaşma ise, taraftarların tuttukları bu üç takımı 2000’li yılların başından itibaren yaşadıkları kendilerine özgü gelişmelerle bir kimlik olarak algılamalarından 448 FB, GS ve BJK’li olmak kaynaklanmaktadır. Galatasaray’ın Avrupa Kupaları’ndaki başarısı Galatasaraylılığı, Fenerbahçe’nin Yıldırım dönemindeki ekonomik büyümesi Fenerbahçeliliği, Beşiktaş’ın ise Yüzüncü yılında kazandığı şampiyonluk ve Fenerbahçe-Galatasaray rekabetine karşı direnişi Beşiktaşlılığı birer kimlik olarak taraftarlarına vermiştir. Bu kimliksel algılamalar sonrasında ise taraftar söylemleri etkilenmiş ve kulüpler arasındaki arasındaki kutuplaşmayı arttırmıştır. İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 26 Kış-Bahar 2008, s. 449-460 Forum Spor gazetelerinin daimi içeriği: erotik ve pornografik reklamlar Gülcan Seçkin 1 Futbol ekonomisinin ana ortağı medya-eğlence sektörünün bu pazardan tüm olanaklarıyla pay alma mücadelesinin sayısız ürünlerinden biri olan ve özel olarak sadece erkek okura seslenen futbol odaklı spor gazetelerinin (Fanatik, Pas Fotomaç, Efsane Fotospor, FotoGol 12.Adam) ilan ve reklam özellikleri, geleneksel hale gelmiş günlük erotik, pornografik ilan ve reklam içeriği ve 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası öncesi tirajla birlikte artan, erkek okura yönelik reklam yoğunluğu üzerine bir değerlendirme yapılacaktır. Bunun için dört gazete 7-10 gün arasında takip edilmiştir. Tek kesintisiz ilan ve reklamın seks ürünlerine ve seks hizmeti veren hatlara ait olduğu, bunun yanında en fazla hafta sonlarında ve tirajların çok yükseldiği futbol şampiyonaları, büyük lig maçları esnasında sayısı artan erkek okuru hedefleyen ilan ve reklamların çoğaldığı izlenmiştir. Büyük puntolu manşetlere ve çok büyük fotoğraflara boğulmuş, az haberli, az köşe yazılı, az sayfalı, az maliyetli, dönemsel olarak erkek okura yönelik çok reklam alan, daima erotik ilanlı, kolay okunan, yarış ve iddaa ekleriyleriyle ilgi gören, içerik ve baskı kalitesi düşük, ancak kolay tüketilen, yüksek tirajlar yakalayan ürünler olarak günlük spor gazeteciğinde önemli bir piyasa aktörüdürler. SPOR GAZETELERİNİN ORTAK ÖZELLİKLERİ Spor gazetelerinin tarihi epeyce eskiye dayanır. Ancak bugün mevcut olan gazeteler futbola ilginin hem normal günlük gazetelerde, hem de özel televizyonlarda patladığı yılların ürünüdür. 4 Eylül 1989’da Asil Nadir’in 1 Araş. Gör. Dr., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi; e-posta: [email protected] 450 Spor gazetelerinde erotik ve porno içerik oğlu fanatik Galatasaraylı olarak anılan Birol Nadir’in sahibi olduğu günlük Fotospor gazetesi yayımlanır (Altunterim,7.1.2006,www.turkspor.net). O’nu 1990’da Sabah grubunun günlük spor gazetesi Fotomaç izler. Sabah’ın spor sorumlusu aynı zamanda spor gazetesinin yönetimini de üstlenir. 1980’ler ve sonrası Türkiye’sinin yeni çizgilerinde futbola ilgi giderek artmış, bu popüler kültürel formun ticari olanaklarını kavramış olan medya gelişen endüstriden hızla pay almaya yönelmiştir. 1993’de bu kez Hürriyet grubu Spor isimli günlük bir gazete çıkarmıştır. Kısa sürede ilgi gören gazete pazardan önemli bir pay almıştır. Ekonomik, siyasi krizlerin derinleşerek devam ettiği, diğer yandan popüler kültürün hazlarına topyekun koşu tutturulduğu ve futbolun çok konuşulduğu bu yıllarda promosyon yarışı, maç yayınlarına, futbol programlarına ağırlık veren özel televizyonların rekabeti, ana gazetelerin futbola geniş yer vermesi gibi koşullar bir birini izleyen az sayıdaki spor gazetesi için ciddi tiraj kayıplarına neden olmamıştır. Basının da spor gazete ve dergilerine ilgisi sürmüştür. Gazetelerin dergi grupları örneğin, Sabah dergi grubu, Galasaraylılar için (Sabah,10.9.1994) ‘Cimbomum’ dergisini, Fener taraftarları için de Sarı Kanaryam’ı, haftalık, 32 sayfa ve renkli çıkarmıştır (Sabah, 10.8.1994). Hürriyet 6 bin liraya verdiği Taraftarın Sesi Spor gazetesini ücretsiz ek olarak verir. Kasım 1995‘de Doğan Yayın Grubu tarafından alanın dördüncü spor/futbol gazetesi “Fanatik” (aynı adlı bir de haftalık basketbol gazetesi) yayımlanır. Sabah grubu ikinci bir spor gazetesi “Taraftar”ı yayımlar. Sabah grubu çıkardığı iki spor gazetesini “Taraftar Fotomaç” adıyla birleştirir. Günaydın çatısı altında çıkan Fotospor gazetesi bir kaç kez el değiştirmesine rağmen başarılı olamayınca yayın hayatına ara verir. 1996 sonunda günlük spor gazetesi sayısı üçe inmiştir. Hürriyet’in çıkardığı Spor gazetesi de bir süre sonra kapatılmıştır. 2004’de günlük spor gazetesi olarak sadece Pas ve Fotomaç’ın birleşmesiyle PasFotomaç ve Fanatik mevcuttur (www.bedenegitimi.gen.tr /forum). 5. 12. 2005’de günlük spor gazetesi Fotospor, ABC Medya Ajansı tarafından Efsane Fotospor olarak yeniden çıkarılmıştır. Futbol gazetelerine en son katılan Estetik yayıncılığın 2007’de çıkardığı Fotogol 12. Adam’dır. 90’larda, ard arda açılan özel radyo, televizyonlar izleyici ve reklam vereni çekebilmek için yayınlarında Süper Lig maçlarına yer verebilme yarışına girişmişlerdir. Gazetelerin spor servislerinden tecrübeli muhabir ve köşe yazarlarının destek verdiği çok sayıda futbol programı, şifreli ve şifresiz kanalların maç yayınları futbol medyasını yoğun bir rekabete yöneltmiştir. Medya grupları yayıncılık ve ana gazeteler yanında futbol içeriği yoğun Gülcan Seçkin 451 haftalık ücretsiz spor ekleri, yayımlanan günlük futbol/spor gazeteleri ile de çok çeşitli gelirler üretme niteliği durmadan geliştirilen endüstriden daha fazla pay alma mücadelesine devam etmiştir. Futbol endüstrisinin seyri, gördüğü ilgi tüm piyasaları, ekonomiyi hareketlendirirken, bol içerik, müşteri, abone, reklam, izlenme ve tiraj elde eden medyayı da doğrudan etkilemiştir. Büyüklü küçüklü medya grupları gelir elde etme mekanizmalarını ve mecralarını her an geliştirmektedir. Dijital platformlardaki spor kanalları, yer verilen kulüp televizyonları, radyoları, kulüp resmi dergileri, sayıları son yıllarda çoğalan yerli ya da lisanslı futbol dergileri, sayısız web sitesi, ana kanallardan yapılan program ve maç yayınları, şifreli kanallar, günlük gazeteler, ekler yoluyla elde edilen gelirleri; diğer yandan basın sponsoru, iletişim sponsoru, ana sponsor gibi reklam, marka pazarlama faaliyetleri yordamıyla (dolaylı) elde edilen çeşitli gelirleri çoğaltma arayışları sürerken futbolu günlük hayatında her an yakından takip eden genç erkek okur kitlesini ve bu kitleyle ilgilenen reklam vereni çekmek üzere hemen tümüyle futbol içerikli günlük spor/futbol gazeteleri de çıkarılmaya devam edilmiştir: Fanatik yayın hayatının 13., Pas Fotomaç 5., Efsane Fotospor 3., Fotogol 2. yılındadır. Pazarda bir yeri ve çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu belli bir okur kitlesi olan çok sayfalı, çok ekli, günlük gazetelere yakın bir fiyata (30 kuruşa) satılan, gün boyunca her an, her yerde, kolay okunan, yüzeysel, rahatlatıcı olması arzu edilen, oynayanlar için iddaa, bahis ekleri veren gazetelerdir. Güçlü ve etkileyici futbol dünyası, yerli, yabancı popüler figürleri, takımlar, oyuncular, yöneticiler, maçlar, transferler gibi futbolun heyecanına odaklanan aralıksız aksiyon, heyecan taşıyan az yazılı fotoğraf yoğun içerikleri ile oyalayıcı ve eğlendirici gündelik tüketilip atılan popüler ürünlerdir. Futbolun hareketli, mücadeleci, gösteriyle bezeli dünyasını izlemenin yanı sıra iddaa ya da at yarışı oynayan okura da tahminler, tüyolar içeren periyodik ücretsiz ekler vermeleri nedeniyle de geniş bir okur kitlesinden ilgi görmektedir. 12 sayfa ile sınırlı spor gazetelerinin eklerinin her biri genellikle 4-8 sayfadır, futbolun canlı dönemlerinde ise belli günler 16-24-32 sayfaya kadar çıkarılmaktadır. Gazete bayiilerinin belirttiğine göre, at yarışı ve iddaa ekleri veren bu gazetelerin yanında, diğer müstakil iddaa, at yarışı gazeteleri de ayrıca yoğun ilgi görmektedir. Bu kulvarda rekabet, tirajları birbirine çok yakın, zaman zaman aynı olabilen iki büyük medya grubunun çıkardığı Fanatik ve Fotomaç arasında yoğunlaşmaktadır. Doğan Yayın Holding’in çıkardığı “Gerçek Spor Gazetesi” ibaresi ile sunulan (20 452 Spor gazetelerinde erotik ve porno içerik Kasım 1995) Fanatik’in 10. yılında Genel Yayın Yönetmeni’nin söylediğine göre: Türkiye’nin günlük ilk spor gazetesi ünvanına sahiptir ve her yaştan sporsevere seslenmektedir. Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu sadık bir okuyucu kitlesi olan Fanatik, yurtdışında yaşayan Türk vatandaşları arasında da oldukça yüksek bir okuyucu yüzdesine sahip. Basın İzleyici Araştırma Kurulu (BİAK) tarafından koordine edilen 5. Türkiye Basın Okurluk Araştırması sonuçlarına göre, 1.34 milyon kişiye ulaşan Fanatik en çok okunan spor gazetesi ve Türkiye’nin en çok okunan beşinci gazetesi durumundadır. Ayrıca grupdaşları Posta ve Hürriyet’ten sonra erkek okura en yüksek erişimi sağlayan gazete olduğu ortaya çıkmaktadır. Onuncu yılında, 1.220.000 erkek okur, hergün Fanatik okumaktadır (kurumsal.milliyet.com.tr/yayinlarimiz _fanatik.asp). Rakiplerinin olduğu gibi dört büyük futbol takımı üzerine odaklanan Fanatik tiraj getiren en büyük kitlesi genç erkek okurları için ÖSS ekleri de çıkarmıştır. 10. Yılında Alman spor dergisi Kıcker’la Türkiye Süper Lig ve İkinci Lig A Kategorisi takımlarını konu alan bir almanak çıkarmıştır. Fanatik Genel Yayın Yönetmeni’nin hesabına göre yaklaşık 20 milyon tüketici taraftarın olduğu Türkiye’de 1. Lig takımlarının yanı sıra 2. ve 3. Lig takımlarına yönelik haberler sunarak tiraj çoğaltmak olasılığı değerlendirilir. 2.Lig eki çıkarılarak tiraj getirebilecek ilaveler arayışı sürdürülür. Fanatik, web sayfasından da yayın yapmaktadır. Doğan Media İnternational sayfasında Avrupa’da her gelir diliminden okura seslenebildiği, okurların alım gücünün yüksek olduğu ve reklam verenlerin bu kitleye ulaşmasını sağlayan bir mecra olduğu vurgulanır (www.doganmedia.de/c/ilan.asp?secim=2&urun=fanatik). Futbolla ilgili diğer mecraları da takip eden (ana kanallardan futbol maçlarını takip eden, olanağı varsa şifreli kanalları izleyen) erkek tüketiciyi ve ona yönelen reklam verenleri hedefleyen Fanatik’in pazardaki en önemli rakibi PasFotomaç da (2007’de TMSF’den Merkez medya grubunu satın alan) Çalık grubu olarak tanınan Turkuvaz grubuna geçmiştir. Tirajları birbirine çok yakın seyreden bu iki spor/futbol gazetesi ve pazardaki diğer iki gazete benzer biçimde abartılı fotoğraf kalabalığına boğulan, iri puntolu az yazılı içeriklerle donatılmaktadır. Genel yayın yönetmeni Pas Fotomaç’ı “transfer haberciliğinde bir numara, en uzman ve rekortmen at yarışı otoritelerine, en iyi maç tahmincisi, en çok kazandıran iddaaa uzmanlarına sahip, iddaanın tescilli kralı, iddacıların ilk tercihi, daima kazandıran spor gazetesi” ilan eder (Uzundurukan, Pas Fotomaç, 1.16.2006). “2006 yaz döneminde en fazla büyüyen, en çok tiraj alan, marka değerini en fazla yükselten, Türkiye’nin 5. Gülcan Seçkin 453 büyük gazetesi” haline geldiğini belirtirken satışını artırmak için promosyon ve reklamlara büyük bütçeler ayıran dev gazetelerin iki katı satış rakamlarına ulaştıklarını vurgular (Uzundurukan, PasFotomaç, 3.8 2006). Futbol gazeteleri, özellikle önemli tirajlar yakalayan Fanatik ve Pas Fotomaç reklamın artmasıyla sayfa sayısını çoğaltmakta, tirajı yükseltmek için haftanın her günü 4-8, belli günler 16-24 sayfaya varan iddaa eki, 4-8 sayfalık at yarışı ilavesi vermektedir. Pazardan pay almaya çalışan, yayın hayatının 3. Yılındaki Efsane Fotospor ve yayın hayatının 2. Yılındaki Fotogol de tiraj getirecek aynı ilaveleri uzman yazarlarına hazırlatarak okura sunduğunu ilan etmektedir. Her biri “dev kadrolarıyla iddaacılara çok para kazandırma”yı hedeflemektedir. Hafif, rahatlatıcı, yüzeysel futbol içerikleri ve para kazandırmayı vaadeden ücretsiz iddaa ve yarış ilaveleri önemli bir ilgi görme nedenidir. Üst başlıklarında ‘spor gazetesi’ ibaresi yer alsa da futbol gazetesi sayılacak kadar futbol odaklıdırlar. Genellikle üç büyüklerle ilgili abartılı fotoğraflar, abartılı başlıklardan kurulu ana sayfa tasarımı, birbirinin kopyası sayılabilecek içerikleri, baskı kalitesi ana gazetelerin çok gerisindedir. Belirli bir profili olan futbol okur kitlesinin muhtemel düzeyini tasarımlamak ve tiraja dönüştürmek stratejisine uygun ürünler olarak çok yormayan, kolay alımlanır kısa haberleriyle, dürülüp arka cepte taşınır az sayfasıyla iddaa ve at yarışı ilaveleriyle sunulur. Lig maçlarının yapıldığı futbol sezonunda önemli tirajlar alan, öyle günlerde iadesiz, yok satan futbol gazeteleri kulüplerin karşılaşmaları, büyük takımların galibiyetleri ve bitip tükenmeyen transfer hikayeleri ile tiraj (ve reklam) yakalarken büyük gazetelerin satış düzeyine ulaşmakta, bazen bazılarını geride bırakmaktadır. 7 Haziran’da başlayan Avrupa Futbol Şampiyonası EURO 2008’de Fenerbahçe’nin çeyrek final başarısı gazete satışlarını etkilerken en yüksek tirajı spor/futbol gazeteleri almıştır. Fanatik, Fotomaç ve Fotospor pek çok bayiide tükenecek şekilde iyi satışlar yakalamıştır. Ayrıca F.Bahçe’nin başarısını birinci sayfalarından veren normal günlük gazeteler de satışlarını önemli ölçüde arttırmıştır (5.3.2008, 6.3.2008, http: //www. medyatava.net). Böylece yaz sezonunda çoğu günlük gazetenin satışları düşerken EURO 2008’le birlikte futbol gazeteleri en çok olmak üzere hemen tüm gazeteler tiraj almıştır. Spor/futbol gazetelerinin önceki yıllara ait satış düzeylerine ilişkin örnekler verilirse kendi alanlarında ciddi tirajlar yakaladıkları, çok sayfalı, çok ekli normal günlük gazetelerin yanında az sayfalı, tek tip ekleriyle bu gazetelerin azımsanmayacak tirajlar aldığı, önemli bir okur kitlesine sahip olduğu gözlenecektir: 454 Spor gazetelerinde erotik ve porno içerik 2002’de spor gazetesi olarak sadece Fanatik ve Taraftar Fotomaç vardır, 9-15 Aralık 2002’deki tirajları: (9.sırada) 182.523 ve (10.) 139.915’dir. Tüm gazetelerin toplam tirajı, 3.634.004’dir. Hemen aynı günlerde yeni bir spor gazetesi Pas çıkar. 5 Aralık 2005’de spor gazetelerinin rekabetine yeni çıkarılan EfsaneFotospor da katılır. Normal günlük gazetelerle birlikte toplam tiraj da 5.021.584’dir. Aynı tarihlerde Pas ve Taraftar Fotomaç birleşerek PasFotomaç olarak çıkarılır. 10 Eylül 2007’de spor gazeteleri piyasasına Fotogol 12. Adam katılır. 2-8 Haziran 2008 ‘de Avrupa Futbol Şampiyonası 7 Haziran’da başlamıştır. Bu iki grup gazetesinin tirajlarına yansır: P.Fotomaç (5.)258.858, Fanatik (6.)232.312, EfsaneFotospor (18.)62.383, Fotogol (19.)59.159, toplam tiraj 5.004.049’dir (http://www.medyatava.net/tiraj.asp?). Küçümsenemeyecek yüksek tirajlar spor gazetelerinin erkek okuruna yönelen reklam verenlerin de ilgisini çekmektedir. Erkek okuru hedefleyen ürün ve hizmetlerin ilginç bir listesi ortaya çıkmaktadır. ERKEK OKURU HEDEFLEYEN REKLAMLAR Tiraj gelirleri küçümsenmeyecek düzeye ulaşan, kolay ulaşılır kolay taşınır, az yazılı, kolay tüketilir genç erkek okurun gözdesi spor gazeteleri ligler başladığında, büyük takımların katıldığı şampiyonalarda, yine büyük takımların galibiyet günlerinde, futbol sezonunun canlı olduğu dönemlerde, kulüplerin transfer dönemlerinde, yarış, iddaa oynatan ilaveleri ile önemli tirajlara ulaşmaktadırlar. İlan ve reklam gelirleri almak bakımından diğer günlük gazetelerden farklı özellikler göstermektedirler. Normal gazetelerin aldığı her türlü ilan ve reklamları alabilen, tüm reklam verenlerin tüm ürünleriyle her an yöneldiği gazeteler durumunda değildir mevcut spor gazeteleri. Daha çok, genç ya da genç erişkin erkek okura seslenen, erkek tüketici kitlesinin ilgi duyacağı ürün ve hizmetlerin reklam ve ilanları yer almaktadır. Bu ilan ve reklamlar da en çok Avrupa Şampiyonası gibi, Süper Lig maçlarındaki önemli karşılaşmalar gibi sponsorluk faaliyetlerinin çoğaldığı, tirajların yükseldiği günlerde, ve hafta sonlarında artmaktadır. Reklam verenlerin spor gazetelerine genellikle, diğer gazetelere verdikleri yoğunlukta ve çeşitlilikte reklam, ilan verdikleri söylenemez. Liglerin tatile girdiği yaz ayları gibi dönemlerde tirajlar düşmekte ve reklam kaybı da görece artabilmektedir. Fanatik, Pas Fotomaç, Efsane Fotospor ve Fotogol’ün 21-24, 26-27, 30 Mayıs 2008 tarihlerinde (Avrupa Şampiyonası’na sayılı günler kalmış, Milli Gülcan Seçkin 455 Takım sponsorlarının spor gazetelerine ilgisi had safhada iken) hangi reklamları aldıkları, erkek okura seslenen hangi ürün ve hizmetlerin reklamının yapıldığı sıralanmakla spor gazetelerinde erkek okur odaklı, (çeşitli dönemlerde çoğalan) ilan ve reklamlara ilişkin anlamlı bir bilginin oluşması sağlanabilecektir. Fanatik: Kendisini ‘gerçek spor gazetesi’ üst başlığı ve başında Türk bayrağı ile “Bu vatan hepimizin” ifadesiyle ile sunan Fanatik’de ilgili hafta şu ilan ve reklamlar yer almıştır: (Ümit Millilerin maçlarını yayınlayan) Kanal 1 ilanı, Spor Toto Teşkilatı’nın “Futbol İddaadır” reklamı / Play Off maç biletlerini satan Biletix’in reklamı/Akbank’ın “Kredi ve kredi kartı reklamı/“Forma sponsoru” olduğu Eskişehirspor’a Süper Liğ’de başarılar dileyen Eti’nin reklamı/ Fanatik iddaa, Hipodrom eki reklamı/Bir markanın erkek reyonu indirim reklamı / Fortis Bank faiz oranları reklamı / Euro 2008’e gönderme ile “Haydi Türkiye Televizyon başına!” coşturumu ile bir hiper marketin LCD televizyon ve spor malzemesi, fotoğraf makinesi, vb. ürün reklamları /ticari araç reklamı /Vodafone’un sms reklamı /Beko, Ülker, Türk Telekom ve F.Bahçe’nin! Beko Basketbol Liği Playoff Final Serisinde başarılar diler! ilanı/Kiğılı erkek gömleklerinin reklamı/ “Renault Açık Kapı Festivali “ kampanya ilanı / grupdaş Kanal D’nin yeni dizi reklamı (D Smart adresi) /“Aşkın Frekansı Slow Türk” reklamı /Peugeot’un ticari araç reklamı/ Michelin lastikleri reklamı/ Türk Milli Futbol Takımları Ana Sponsorlarından Efes Pilsen’in Avrupa’da futbol heyecanı başlıyor. AKLIM FİKRİM FUT BOL” ilanı /ticari araç reklamı /Crisp. magazasının erkek reyonunda indirim reklamı /bir erkek giyim markasının kampanya reklamı /Erotik fotoğraflar eşiliğinde erkek okura “Çok özel sohbete var mısın?”, “Canlı ve kıpır kıpır”, “Aradığın herşey bu numarada”, “Daha fazlasını istiyorsan ara beni”, “Ateşli bir sohbet için hemen ara”, “Seni bekliyorum!”, “Kışkırtıcı, sıradışı, alışılmadık”, “Benimle oynar mısın?” mesajlarıyla ”çok özel”, “sıcak”, “ıslak sohbet”e çağıran fotoğraflı seks hatlarının 13 ilanı ki, tüm spor gazetelerinin değişmezidir. Sayfanın 1/3’ünü kaplayan ve hergün aralıksız yer alan (muhtemelen yabancı erotik sitelerden indirilmiş) genç kadınların erotik, pornografik fotoğraflarıyla bezenmiş telefonda seks sohbetine davet (seks hatları) ilanları ve çeşitli seks ürünlerini tanıtan ve adrese teslim edilmek üzere pazarlayan ilanlar düzenli yer alır. Belirli bir erkek okuru kitlesini hedefleyen bu tür reklamlar spor gazeterinin ortak değişmez içeriği haline gelmiştir. Birbirinin aynı ilanlar dört gazetede her gün yerini alır (yabancı spor gazetelerinin bir kısmında da benzer biçimde satışları düşük de olsa seks 456 Spor gazetelerinde erotik ve porno içerik ürünleri pazarlanmakta, seks partilerinin ilanları, ilgili kulüplerin üyelik ilanları yer bulmaktadır) / “İddaa” ve “Hipodrom” eklerinin reklamları... PasFotomaç: “Ümit Milliler Kanal 1’de “ ilanı/ Spor Toto teşkilatının “Tek maça tahmin” iddaa ilanı/Türk Milli Futbol Takımları Ana Sponsoru bira markası Efes Pilsen’in “Avrupa’da Futbol heyecanı başlıyor”ilanı/ Uniroyal lastik indirim reklamı/ Crisp. marka-mağazanın erkek reyonu indirim reklamı/ C&A markasının erkek çocuk, genç erkek t-shirtlerindeki kampanyası (kırmızı beyaz Türkiye haritalı, Türkiye yazan, ay yıldızlı t-shirtleriyle gençler futbol sahasında)/ Beko Basketbol Liği Playoff Final Serisindeki takımlara sponsorlar Ülker, F. Bahçe, Türk Telekom ve Beko’nun başarı dileyen ilanı/ bir otomobilin yaz kampanya reklamı /Fortis’in “Özel faiz oranları”nın ilanı/“Türk Sporu Sponsorlarla Buluşuyor” başlıklı Marketing Türkiye ilanı (Ana Sponsor, Resmi Sponsorlar, Seromoni Sponsoru, Oturum Sponsorları, Branş Sponsoru, Teknoloji Sponsoru, Medya Sponsoru, Basın Sponsoru, Destekleyenler, Türk Sporunu Destekleyenler şeklinde firmaların logoları)/ (Milli Takım görselleri üzerine) grupdaş ATV’nin futbol yayınları reklamı:“Euro 2008 ATV’de”(tekrarlı) /4x4 araç reklamı /Eskişehirspor’un forma sponsoru Eti’nin “Süper Lig’de başarılar” ilanı/ticari araç kampanya reklamı /dijital platform Digiturk ve şifreli spor kanalı Lig TV’nin EURO 2008’le ilgili yayın reklamı/ erkeklerin saç dökülmesine yönelik bir şampuan ve serum reklamı /Grupdaş dergi “Erkeğin Ağırlık Merkezi Esquire”dergisinin yeni sayısının reklamı (tekrarlı) /Futbol sahası fonunda, Avrupa Şampiyonası’nın logosu etrafına spor malzemeleri saat, cep telefonu, lcd tv, lap top, vb. serpiştirilmiş bir alışveriş sitesi weblebi.com reklamı/“damat” erkek giyim markası indirim reklamı/ erkeklerde “Nova ile saçsızlığa veda”reklamı/ web adreslerini de sunan seks hatlarının erotik fotoğraflarla davet eden reklamları, seks ürünleri pazarlayan marketler ve kampanyalarının içiçe reklamları/ Çok sayıda ‘Sex Shop”, “Erotik Market”,“Sex Showroom” ilanları (seks marketlerin her birinin eve teslim seks ürünleri çoğunlukla zor okunan büyük harfli ama küçük puntolu yazılmıştır) :“90-60-90 1.70 Boyunda, Gerçek İnsan Yüzlü, Saçlı, Titreşimli, Silikon Göğüs, Silikon Dudaklı, Sarışın, Esmer, Kumral, Zenci Seçenekleri ile Yeni Hayat Arkadaşları. Şişme Manken Brenda, 300 Kg Basınca Dayanıklı 90-60-90 Ölçülerinde 3 İşlevli Saçlı, Silikon Göğüs, Silikon Dudaklı, Dolgun Kalçalı Bakire Şişme Manken. Erkeklere Özel Penis Büyütücü, Süper Bayan Uyarıcı: İstediğiniz Kadını Elde Etmek Artık Çok Kolay Avrupadan İthal 6 Saat Etkisi Süren Süper Uyarıcı. Erkeklere Özel Büyütücü Full Dijital Göstergeli Çift Gülcan Seçkin 457 Motorlu Otomatik Özel Set. Porno Film Yıldızlarının Kullandığı Geciktirici. Geciktirici Ve Kaldırıcı, Bayan Azdırıcı Ve Uyarıcı, Büyütücü Ve Kalınlaştırıcı Set. Titreşimli, Silikonlu Şişme Manken, Bağlamalı Ve Düz Vibratörler, Kayganlaştırıcı. 2008 Yapımı 15 Cd Orjinal, 2008 Yapımı 25 Cd Türkçe Dublajlı. 90-60-90 3 İşlevli, Saçlı, Titreşimli, Et Teninde İnsan Yüzüne Sahip Şişme Manken, Erkeklere Özel Büyütücüler, Dev Kampanya: Şişme Manken+Geciktirici+Büyütücü+ Bayan Uyarıcı+ Dikleştirici. Evli Çiftlere Özel Set: Kaldırıcı +Geciktirici+Bayan Uyarıcı. Şişme Manken. Şeffaf Uzatmalı. Şişme Erkek. Doğal Vibratör, ve daha başkaca özel işlevli pek çok ürün sıralanmıştır. “Dev kampanya”ları da olan, kargo ile eve teslim ve cep telefonundan da sipariş olanaklarını sıralayan, açık adresleri verilen seks marketlerinin reklamları erotik fotoğraflı seks hatlarının arasına serpiştirilir/ “Tempocu” ve “İddaalıyız” eklerinin reklamları (ana sayfada). Efsane Fotospor: “Sporseverin dürüst ve bağımsız gazetesi” ibaresiyle çıkan gazetede bakılan tarihlerdeki ilan ve reklamlar: “Şirketler Futbol Ligi”nin 41 sponsorunun logolu ilanı/Radyo Klas’ın “Hop Dedik Show”unun minik reklamları / ticari araç reklamı / Fortis bank faiz oranı reklamı/ lastik kampanya reklamı/ çerçeveleri büyüyen erotik fotoğraflarıyla seks hatları, ve (içerikleri yukarda da sıralanan) seks ürünlerinin reklamları /Radyo Klas’ın futbol programı reklamı/Digiturk ve LigTV’nin “Euro 2008” yayınlarının reklamı /Fox’da başlayan bir dizinin reklamı/ Çok sayıda erotik, yarı pornografik fotoğraflarla “ En ateşli videolar ve Duvar kağıtları Cebinde, SMS Gönder ” başlıklı (hergün yer alan ) erotik reklamlar/ düzenli çıkarılan iddaa ve at yarışı eklerinin reklamları... Fotogol 12.Adam: Spor Toto’nun, iddaaa ilanı / seks hatları ve seks ürünleri reklamı (diğer gazetelerdekilerle aynı ölçü ve içeriklerde)/ İddaa ve Ganyancı ekleri reklamı/ GSM firması ve Cep telefeon markası ortak reklamı./Digitürk, LigTV ‘nin Euro 2008 yayın reklamı yer almıştır. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası’na gönderme ile bir reklamda söylendiği gibi “yılın en kârlı haftası”. Şampiyona nedeniyle tirajı artan futbol gazetelerinde özellikle Fanatik ve Pas Fotomaç’da daha çok, üçüncü sırada Fotospor’da, yok denecek kadar Fotogol’de reklam yer aldığı görülmektedir. Gazeteler sonraki günler de izlenmiş ve Şampiyona yaklaştıkça ‘Milli Takım’ sponsoru da olan alkollü içeçek, gıda, otomobil, akaryakıt, teknoloji, gsm vb. ürün ve hizmeti sunan firmaların spor gazetelerine heyecanlı başarı dilekleri eşliğinde ürünlerini ve markalarını sergiledikleri yarım sayfalık ilanlar verdiği gözlenmiştir: “Türkiye’nin Gururu TÜRKO Garanti’nin Onuru.”Çek”İl 458 Spor gazetelerinde erotik ve porno içerik Turko Geliyor.” Rakip Çekler’e mesaj verdikten sonra, farklı bir reklamda devamı gelir. Garanti Turko’ların Flexi’sini, dört çeşit kredi kartını sunar. Efe Rakı Fanatik’in ön sayfasının en üstünde, fonda kırmızı beyaz forma giymiş seksi kadınların sıralandığı “Yeşil sahalar hiç bu kadar terletmedi. www.millioluyoruz.com“ yazan reklamı ile kızlara gol atma üzerine kurulu advergame sitesine yollar. Sponsor Ülker “wwwbununicindogdunuz.com” sitesi açar. Milli Takımı destekleyen videolar yağar. Fanatik ilk galibiyet sonrası logosunun alt kenarına, “Çılgın Türkler” yazılı kırmızı beyaz formalı sert hatlı bir futbolcu çizer). Futbol gazetelerinden ayrı olarak büyük popüler kitle gazeteleri de tiraj ve reklam getirebilecek bu dönemleri kaçırmamıştır. Hürriyet hemen “2008 Avrupa Futbol Şampiyonası’ndan Hürriyet tarih yazıyor!” başlığı ile günler öncesinden Hürriyet Spor ekinde tamamı renkli gazete boyutlarında Hürriyet EURO 2008 gazetesini çıkaracağını ilan eder. Şampiyona, öncesindeki hazırlıklar, hazırlık maçları haber, tiraj ve çeşitli reklamlar, ilanlar almak için hayati önemdedir. Her zaman aynı oranda reklam alamayan ve her reklam için uygun bir mecra olmayan spor/futbol gazeteleri (ve reklam verenler) bu dönemleri iyi değerlendirmeye çalışır. Tirajları yükseltebilecek iddaaa eklerine de daha çok ağırlık verilir. Bundan sadece gazete değil Spor Toto da fazlasıyla yararlanır. Avrupa Kupası yaklaşırken Spor Toto Teşkilat Başkanlığı gazetelere reklamlar vermiştir: Kulüp renklerine boyanmış vücutları, renkli perukları, şapkaları ile rio karnavalından kaçmış gelmiş görünen erkek taraftarların maçtan çok önce başlayan şiddetli eğlenme hazırlıklarına ait dünyadan bir sahne, Spor Toto Teşkilat Başkanlığı’nın (www.iddaa.com) gazeteye verdiği reklamda öne fırlar, üzerinde büyük harflerle tek bir cümle yazar: “ Futbol Şovdur.” Belli belirsiz küçük harflerle dev fotografın altında: “Futbol kimine göre şovdur! Kimisi için tutkudur, heyecandır; bazen cennettir. Bazıları futbol deyince ‘kardeşlik’ der, bazısı ‘futbol 90 dakikadır’ deyip geçer. Aslında futbol biraz da bunların hepsidir. Ama hepsinden de önce, futbol iddaadır.”(Cumhuriyet, 6.4 2008). İddaa’ya Türkiye’de liglerin bitmesi ilgiyi azaltırken Euro-2008 finalleri de iddaa kapsamına alınınca ilgi yeniden artar, iddaa eklerinin sayfaları belli günlerde 16-24 sayfaya çıkarılır. Diğer yandan 7 Haziran’da başlayacak Şampiyona heyecanından yararlanmak isteyen LCD televizyon markaları, teknoloji mağazaları, erkek giyim, erkek saat, parfüm, cep telefonu, lap top, traş makinesi, motosiklet, oto yağı, otomobil, spor giyim markaları, alkollü içeçek firmaları, şampiyonada içerik sağlayıcı olan gsm firmaları, tekonoloji firmaları, futbol yayını yapan şifreli kanallar, radyolar, kredi kartı, oto bakım Gülcan Seçkin 459 servisi, ticari araç firmaları (arada kuruyemişçi ve kebap kolantısının reklam ve ilanı) okuru artan spor gazetelerinin erkek okur kitlesine yönelmiş, maç heyecanının doğurduğu atmosferi vurgulayan mesajlar eşliğinde ürün ve hizmet reklamlarına ağırlık vermişlerdir. Şampiyonaya özel ürünler, kampanyalar, indirimler vb. marka güçlendirme ve pazarlayım stratejileri bu gazetelerde futbol heyecanı üzerinden seferber edilmiştir. Bu dönemlerde artan ve erkek okuru hedefleyen reklam ve ilanların, normal günlerde aynı yoğunlukta olmadığı, seyrekleştiği gözlenmiştir. İki büyük medya grubunun çıkardığı Fanatik ve Fotomaç Şampiyona öncesi en çok reklamın yöneldiği mecralar olarak öne çıkmaktadır. Bazı günler, reklam alan iki-üç gazetenin günlük 12 sayfa olan sayfa sayısı iki katına ulaşmıştır. Fanatik, Fotomaç onları izleyen Fotospor erkek okura seslenen reklam verenlerin en çok yöneldiği gazeteler olurken, Fotogol yok denecek kadar az reklam almıştır. Süper Lig ya da bu tür şampiyonalar sonrası özellikle liglerin sona erdiği dönemlerde spor gazetelerinin tirajları azalır, reklamlar da seyrekleşir. Ancak spor/futbol gazetelerinin daimi reklam içeriği erotik, yarı pornografik fotoğraflarla sunulan seks hatları, çok çeşitli seks shopların, çok çeşitli ürün reklamları yarım sayfa halinde futbol düşkünü genç erkek okura sunulmak üzere hergün yerini almaktadır. Bu ürün ve hizmetlere talep olup olmadığını bilme olanağı yoktur. Ancak futbolu hergün izleyen genç erkek okurun mahrem alanı haline gelen (iddaa ve bahis ilaveli) popüler futbol gazetelerinde erotik reklamlar (reklam veren) daha kolay yer bulmaktadır. Reklama ve tiraja ihtiyacı olan ve genç futbol okurunu memnun etmek isteyen spor gazetelerinin de bir taraftan alışılmış, olağan, olmazsa olmaz, yeri dolmaz bir içeriğine dönüşmüştür. Fiyatı daha çok sayfalı, ilaveli günlük gazetelere yakın olan az sayfalı ancak yüksek tirajlar yakalayan spor/futbol gazeteleri, nitelikleri okurlarınca çok eleştirilse de, bu pazardan aldıkları payı korumayı bir bakıma tematik oluşları ve keyifli bulunabilen yüzeysellikleri, iddaa ve bahis ilaveleriyle başarmaktadırlar. KAYNAKÇA Altay, Ö. Sporvizyon’u nasıl bilirdiniz? Sporvizyon.zaman.com.tr/?bl=90&hn= 13298. Basında Fener bereketi, spor gazeteleri yok satıyor. Http://www.medyatava.net/ haber.asp?id=43475, 5.3.2008. İsviçre galibiyeti hangi gazeteye ne kadar tiraj getirdi? Http://www.medyatava.net/ haber.asp?id=45316, 13.6.2008. 460 Spor gazetelerinde erotik ve porno içerik Spor gazeteciliği. www.bedenegitimi.gen.tr/forum/RSS_post_feed.asp?TID=3522, 1.4.2008. Uzundurukan, Zeki. Suda ateş yakmak.(2006, 26 Ocak). PasFotomaç. Uzundurukan, Zeki. Devler liğindeyiz. (2006, 8 Mart). PasFotomaç. Uzundurukan, Zeki, Yüzde bin büyüdük.(2006, 10 Mayıs). PasFotomaç. Futbol şovdur. Spor Toto Teşkilatı reklamı. (2008, 6 Nisan) Cumhuriyet. Fanatik, 21- 24, 26-27, 30. 5.2008. Pas Fotomaç, 21-24, 26-27, 30. 5.2008. Efsane Fotospor, 21-24, 26-27, 30. 5.2008. Fotogol 12. Adam, 21-24, 26-27, 30. 5.2008. Http://www.sporx.com/detail.php?Type=1&kategori=134&go=17458 Http://www.bedenegitimi.gen.tr www.turkspor.net Http: //www.jurnal.net/anasayfa/tiraj.htm) Http://www.kurumsal.milliyet.com.tr/yayinlarimiz_fanatik.asp Http://www.doganmedia.de/c/ilan.asp?secim=2&urun=fanatik Http://www.medyatava.net/tiraj.asp?TARIH=19.5.2008-25.5.2008 Http://www.medyatava.net/tiraj.asp?TARIH=26.5.2008-1.6.2008 Http://www.medyatava.net/tiraj.asp?TARIH=2.6.2008-8.6.2008 Http://www.medyatava.net/tiraj.asp?TARIH=9.6.2008-15.6.2008 İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 26 Kış-Bahar 2008, s.461-476 Forum Futbol oyun kurallarının evrimi (1863 – 2008) Lale Orta 1 GİRİŞ Bu çalışmada; spor dalları içinde önemli bir yer tutan futbolun, “oyun kuralları” araştırılarak, tarihsel gelişimi incelenmektedir. Futbol; kuralları, ekonomisi, kültürü, ulusal ve uluslararası kupaları, görsel ve estetik zevki, mücadelesi, transferleri ve heyecanıyla onbinlerce insanı statlara; milyarlarca insanı radyo ve televizyon başına toplamayı başarmaktadır. Kanaatimizce; yüzyılın sporunun futbol olmasının temelinde oyun kurallarının şekillendirdiği değişim yatmaktadır. Futbol, kurallara bağlanıp bir oyun olarak ortaya çıkışından sonra gelişme göstermektedir. İlk basit futbol kurallarının 1863 yılında kurulan İngiltere Futbol Federasyonu tarafından oluşturulduğunu ve aynı tarihte de modern futbolun başladığını tespit ediyoruz. Oyun kuralları ile ilgili değişiklikler 19. yüzyılın ikinci yarısında şekillenmeye başlamıştır. 1863 yılında oluşturulan oyun kurallarına göre; topun ilerisinde olan tüm oyuncular ofsayt olarak değerlendiriliyordu. 1866 yılında bu kural “kale ve top arasında 3 rakip oyuncu varsa oyuncular ofsayt sayılmaz” olarak değiştirildi. Aynı yıl kalelerin yüksekliği de yeniden düzenlendi. Buna göre; yaklaşık 5 metre olan kale yükseklikleri 1.80 metreye indirildi. Bilindiği gibi şimdi bu yükseklik 2.44 metredir. 1869 yılında kale atışı kuralı kondu. 1870’de hava toplarının elle tutulması kuralı kaldırıldı. 1871 yılında ilk kez kalecilerden bahsedilmiş ve 1 Yrd. Doç.Dr. 18 Mart Üniversitesi, hakem e-posta: Futbol oyun kurallarının evrimi 462 topu elle tutma hakkı sadece kalecilere verilmiştir. 1872’de topun ölçüleri değiştirilmiştir ve korner kuralı kabul edilmiştir. 1875 yılında, kalelerin devreler itibariyle değiştirilmesi kuralı konulmuştur. 1878 yılında bir hakemin ilk kez düdük kullandığını tespit ediyoruz. 1881 yılında hakem kurallarda yazılı olarak yer almıştır. 1883’te taç atışları el ile atılmaya başlanmıştır. 1884 yılında karşılaşmalarda hakemlerin kayıtsız şartsız tek yetkili olmaları kararı alınmıştır. 1891’de penaltı vuruşu getirilmiş ve kale ağlarından bahsedilmiştir. 1896 yılında futbol oyun kuralları ilk kez yayınlanmıştır. 1930 yılında, 14 maddeden oluşan oyun kuralları 17’ye çıkarılmıştır. Futbol oyun kuralları kolay anlaşılabilir ve yorumlanabilir olmasından da dolayı, toplumların ilgi odağı olmuş ve çağımıza damgasını vurmuştur. Futbolun olağanüstü popülaritesine karşın, 1980’li yılların sonlarında, futbolu çirkinleştiren, pozitif oyunu ve golü engelleyen, seyirciler arasında şiddeti körükleyen “savunmaya dayalı taktikler” yüzünden oyun kurallarına iyi bir düzenleme yapılmasıyla ilgili ortak bir görüş ortaya çıkmıştır. 1990 yılında “bariz gol şansı” ve “ciddi faullü oyun” kavramları futbol oyun kurallarının içine girmiştir. “Bariz gol şansına sahip” oyunculara yapılan faul sonrasında, yapan oyuncuların ihraç edilme kararı alınmıştır. Aynı yıl ofsayt kuralında değişiklik yapılarak hücum yapan takıma avantaj sağlanmıştır. Sondan ikinci oyuncuyla aynı hizada olan oyuncunun ofsayt olarak değerlendirilmemesi kararlaştırıldı. Yapılan bu değişikliklere karşın, 1990 FIFA Dünya Kupası’nda özellikle zaman çalmayı önleyici bazı değişikliklerin yapılması gerektiği anlaşılması üzerine; 1991 yılında “Bir kaleci topa elleri ile veya kollarının herhangi bir kısmı ile dokunarak sahip olduğu anda topu kontrolü altına almış sayılacaktır. Topa sahip olmak kalecinin topu kasten önüne itmesi durumunu kapsayacak, hakemin kanaatine göre topun kaleciden geri dönmesi durumlarını kapsamayacaktır” değişiklikleri getirilmiştir. 1992 yılında ise; “Kaleciye Pas: Kendi oyuncusu tarafından bilerek ayakla pas verilen bir topa kaleci elleriyle dokunur veya tutarsa endirekt serbest vuruş verilecektir” maddeleri 12. kurala eklenmiştir. 1995 yılında kamuoyunda “dokuz kusurlu hareket” olarak bilinen 9 maddelik fauller ve fena hareketlerdeki kasıt kelimesi; “bir oyuncu hakemin kanaatine göre ihlallerden birini dikkatsiz, kontrolsüz veya orantısız güç kullanarak yaparsa” olarak değiştirilmiştir. Ayrıca 9 olan madde sayısı 10’a çıkarılarak “topu kazanmak için ayakla müdahale ederken (tackle) topa dokunmadan önce rakibe dokunursa” maddesi eklenmiştir. Lale Orta 463 1997 yılında, kaleciler için topa sahip oldukları andan itibaren 5–6 saniye içinde topu elinden çıkarmaları kuralı kondu. Ceza alanı içindeki hakemi aldatmaya yönelik yapıldığı tespit edilen her türlü hareket sportmenlik dışı olarak değerlendirilirken, 1999 yılından itibaren bu kural “oyun alanı üzerinde herhangi bir yer” olarak değiştirilmiştir. Burada amaç, sportmenlik dışı davranışları engelleyerek, oyunun ve hakemlerin saygınlığını korumak ve takımların haksız kazanç elde etmelerini önlemektir. Futbol Oyun Kurallarına 1998 yılında tekrar etkili değişiklikler getirilmiştir. Bunların en önemlisi rakip takımın oyuncusunun sağlığını tehlikeye sokan “arkadan müdahaleler”in “ciddi faullü oyun” olarak değerlendirilmesidir. Bir futbol maçının güzel, heyecan verici, fair play ilkeleri içersinde, bol gollü geçmesinde ve bitmesinde kuralların rolü son derece önemlidir. Oyun kurallarının değiştirilmesiyle, son yıllarda daha da süratlenen futbol; “FairPlay”, “Pozitif oyun”, “Gole gitme”, “Hücum futbolu”, “Defansif taktikler”, “Bariz gol şansı”, “Profesyonel faul”, “Ciddi faullü oyun”, “Taktik faul”, “Hücum faul”, “Arkadan müdahale” vb kavramlarla birlikte gelişimini ve önemini, artan bir ivmeyle 21. yüzyılda da sürdürmeye devam edeceği düşünülmektedir. Futbol oyun kuralları, Uluslararası Futbol Birliği Kurulu (IFABInternational Football Association Board) tarafından değiştirilmektedir. IFAB oyun kurallarında önerilen değişiklikleri veya futbolla ilgili diğer konuları görüşmek ve karar vermek için, yılda 2 kez toplanır. Toplantının yapılabilmesi için biri FIFA olmak üzere, en az 4 Federasyonun katılımı gerekmektedir. Oyun Kurallarındaki herhangi bir değişiklik, Kurul’un ıllık genel toplantısında ve toplantıya katılanların en az dörtte üçünün kabulü ile yapılabilir. IFAB’ın delegeleri ve oy hakları aşağıda belirtilmiştir (1): Futbol Federasyonu (İngiltere) ..........................................(Bir oy) İskoçya Futbol Federasyonu............................................. (Bir oy) Galler Futbol Federasyonu ............................................. (Bir oy) İrlanda Futbol Federasyonu ............................................. (Bir oy) Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (FIFA) ........... (Dört oy) Oyun Kurallarında yapılan değişiklikler IFAB’ın yıllık genel toplantısını takip eden 1 Temmuz tarihinden itibaren uygulanır. Sezonları 1 Temmuz tarihine kadar bitmeyen konfederasyonlar veya ulusal federasyonlar oyun kurallarında yapılan değişiklikleri yeni sezonlarının başlangıcına kadar Futbol oyun kurallarının evrimi 464 erteleyebilirler. Hiç bir konfederasyon veya ulusal federasyon, Kurul’un onaylamadığı herhangi bir oyun kuralları değişikliği yapamaz. Futbol oyun kuralları 17 maddeden oluşmaktadır (1): 1-Oyun alanı 2- Top 3-Oyuncuların sayısı 4-Oyuncuların giysi ve gereçleri 5-Hakem 6-Yardımcı hakemler 7-Oyunun süresi 8- Oyunun başlaması ve tekrardan başlaması 9- Topun oyunda ve oyun dışı olması 10- Gol yapma yöntemi 11- Ofsayt 12- Fauller ve fena hareketler 13- Serbest vuruşlar 14- Penaltı 15- Taç atışı 16- Kale atışı 17- Köşe atışı Ulusal Federasyonun anlaşmasına bağlı olarak; 16 yaş altı, bayan futbolcular, veteran futbolcular (35 yaş üstü) ve engelli futbolcular için aşağıdaki değişikliklerden birinin veya tamamının uygulanmasına izin verilmektedir: Oyun alanının ölçüleri, Topun büyüklüğü, ağırlığı ve malzemesi, Kalenin ölçüleri, Oyunun süresi, Yedek oyuncuların sayıları (1). GEÇMİŞTEN ŞİMDİYE KURALLAR Bugünkü futbol oyun kurallarının temelinin 1848 yılında İngiltere’nin Cambridge Üniversitesi’nde atıldığını (2, 3), futbol ile rugby oyununun birbirinden ayrılmasıyla birlikte ilk futbol oyun kurallarının 1863 yılında kurulan İngiltere Futbol Federasyonu tarafından oluşturulduğunu tespit ediyoruz (4). Buna göre: Zeminin maksimum uzunluğu 200 yarda (183 m.), maksimum genişliği 100 yarda (91,5 m.) olabilir, uzunluk ve genişlik bayraklarla işaretlenmiş olmalıdır ve kale birbirinden 8 yarda (7.32) mesafede (aralarında bar veya bağ olmayan) iki direkle belirtilecektir. Lale Orta 465 Oyun, alanın ortasından kurayı kazanan takımca yapılacak bir vuruşla başlayacaktır, diğer takım başlama vuruşu yapılıncaya kadar topa 10 yardadan ( 9.15 m.) fazla yaklaşamaz. Bir gol yapıldıktan sonra, golü yiyen taraf başlama vuruşu yapacaktır. İki takım, her atılan golden sonra kaleleri değişecektir. Bir gol, ancak top kale direkleri arasından (hangi yükseklikten olursa olsun) taçtan atılmadığı, taşınmadığı takdirde yapılacaktır. Top taça çıktığında, topa dokunan ilk oyuncu, topun alanı terk ettiği noktadan, alana dik açı ile atışı kullanacaktır. Bir oyuncu topun önüne geçtiği anda oyun dışı kalır ve mümkün olduğunca çabuk topun arkasına geçmelidir. Eğer top kendi takımından bir oyuncu tarafından pas olarak atılmışsa, rakip takımdan biri ya da kendi takımından topun gerisinde herhangi bir takım arkadaşı dokunana kadar topa dokunamaz. Topun kale çizgisini geçmesi durumunda, eğer kaleyi savunan takımdan biri topa önce değerse, bu takımdan biri kale çizgisinden diğer tarafa doğru bir serbest vuruş kullanacaktır. Eğer diğer taraftan bir oyuncu önce dokunursa, bu takımdan biri kale çizgisinin 15 yarda ( 13.75 m.) dışından topun dokunulduğu yere doğru bir vuruş yapar. Eğer bir oyuncu topu uygun bir şekilde yakalarsa, topuğu ile bir işaret yaptığı anda bir serbest vuruş yapma hakkına sahip olur ve vuruş yapılana kadar hiç bir rakip oyuncu bu işaretten sonra ilerleyemez. Bir oyuncu top ile rakip kaleye doğru ancak uygun şekilde topu yakalarsa, ya da top ilk vuruştan ona gelirse koşabilir; fakat uygun bir yakalama anında eğer topuğu ile işaret yaparsa daha fazla koşmamalıdır. Rakip kaleye doğru top ile koşan bir oyuncunun rakipleri şarj yapma, çekme, çelmeleme ve topu alabilmek için mücadele edebilme hakkına sahiptirler; fakat hiç bir oyuncu aynı anda hem çekilip hem de çelmelenemez. Kural 10 da belirtilen kıstaslar dışında, hiç bir oyuncu ellerini ve dirseklerini kullanarak rakiplerine müdahale edemez ve ne çelme takmaya ne de çekiştirmeye müsaade edilmez. Bir oyuncu diğerine, ikisi de aktif oyunda ise şarj yapabilir. Bir oyuncu oyun dışı olsa bile şarj yapılabilir. Bir oyuncu, ancak doğru bir şekilde topu yakalarsa veya ilk vuruşta top kendisine gelirse başka birine pas verebilir ya da vurabilir. Hiç bir oyuncu koruyucu tabakalar, demir plakalarla botlarını takviye edemez (2). Futbol oyun kurallarının evrimi 466 Futbol oyun kurallarında sonraki yıllarda yapılan önemli bazı değişiklikler ise şöyledir: 1866: Ofsayt kuralı değiştirildi. 1963 yılında oluşturulan oyun kurallarına göre; topun ilerisinde olan tüm oyuncular ofsayt olarak değerlendiriliyordu. Kale ve top arasında 3 rakip oyuncu varsa oyuncular ofsayt sayılmayacaklar. Aynı yıl kalelerin yüksekliği de yeniden düzenlenmiştir. Buna göre; yaklaşık 5 metre olan kale yükseklikleri 1.80 metreye indirilmiştir. Bilindiği gibi şimdi bu yükseklik 2.44 metredir (4). 1870: Hava toplarının elle tutulması kuralı kaldırılmıştır (4). 1871: İlk kez kalecilerden bahsedilmiş ve topu elle tutma hakkı sadece kalecilere verilmiştir 1872 : Topun ölçüleri belirlenmiştir ve korner kuralı kabul edilmiştir (4). 1875: Kalelerin devreler itibariyle değiştirilmesi kuralı konulmuştur ((5). 1878: İlk kez maçta düdük kullanılmıştır. 1881: Oyun kurallarında hakemden söz edilmiştir (5). 1883: Taç atışları el ile yapılmaya başlanmıştır (5). 1884: Karşılaşmalarda hakemlerin kayıtsız şartsız tek yetkili olmaları kararı alınmıştır (5). 1891: Penaltı vuruşu getirilmiş ve kale ağlarından bahsedilmiştir (4,6). 1896: Futbol oyun kuralları ilk kez yayınlanmıştır (4,6). 1905: Penaltı atışları sırasında kalecilerin kale çizgisi üzerinde durması kuralı eklenmiştir (4,6) 1912: Kalecilerin topu elleriyle oynamaları, yalnızca ceza alanı içi ile sınırlandırılmıştır (6). 1913: FIFA, IFAB’ın üyesi olmuştur (6). 1925: Ofsayt kuralında oyuncu şartı 2’ye indirilmiştir (6). 1929: Penaltı atışları sırasında kalecilerin kale çizgisi üzerinde durması kuralı; kaleci, penaltı vuruşu yapılana kadar çizgi üzerinde durmalıdır şeklinde değiştirilmiştir (4, 6). 1937/1938 yıllarında oyun kuralları, önceki kurallar esas alınarak maddeler haline getirilmiş ve daha kolay anlaşılması için yeniden yazılmıştır (6). 20. yüzyılın son çeyreğinde önemli bir toplumsal ve ekonomik güç haline gelen futbolda, ilgiyi daha da artırmak için futbol oyun kurallarının daha sık değiştirildiğini tespit ediyoruz: 1970: İlk defa sarı ve kırmızı kartlar 1970 Meksika Dünya Kupası’nda kullanılmaya başlanılmıştır. İlk sarı kart 31 mayısta Mexico Aztek Lale Orta 467 Stadı'ndaki, Meksika-SSCB maçında hakem Tschenscher tarafından Sovyetler Birliğinden Asatiani'ye gösterilmiştir. 45 sarı kartın gösterildiği Meksika 1970'de tek kırmızı gösterilmemiştir (6). 1981: Kural 3: Oyuncuların Sayısı: Yedek oyuncular oynasınlar veya oynamasınlar hakemin otoritesine tabidirler. Kural 12: Fauller ve Fena Hareketler: Hakemin kanaatine göre eğer bir oyuncu: Şiddetli hareketten veya ciddi faullü oyundan suçluysa (sert ve şiddetli tarzda hareket eder veya çok ağır faul yaparsa); kötü, onur kırıcı veya küfürbaz konuşursa; bir ihtar aldıktan sonra fena hareketlerine devam ederse ihraç edilecektir (2). 1982: Kural 6: Yan Hakem: Yan Hakemler, topun oyun dışı olduğu zamanları, korner, aut ve taç atışlarının yönünü, oyuncu değişikliklerini işaret edeceklerdir. Kural 12: Fauller ve Fena Hareketler: Dört adım kuralına giriş: Kaleci topu kontrol ettikten sonra topu elinden bırakmadan dört adımdan fazla adım atarsa veya topu bıraktıktan sonra başka oyuncular tarafından oynanmadan veya topa dokunulmadan tekrar eli ile oynarsa takımı aleyhine endirekt serbest vuruş cezası verilir (2). 1983: Kural 12: Fauller ve Fena Hareketler: Dört adım kuralında değişiklik yapılmıştır. Buna göre; dört adım öncesinde, esnasında ve sonrasında topu elleri ile kontrol altına aldığı sırada onu tutarak, zıplatarak veya havaya atıp tutarak ve topu bırakarak oyuna atmadan önce herhangi bir yöne doğru dört adımdan fazla atarsa, diğer oyuncular tarafından oynanmadan veya dokunulmadan önce elleriyle tekrar topa dokunursa takımı aleyhine endirekt serbest vuruş cezası verilir (2). 1985 ve 2000 arasında Oyuna ek süre, penaltı vuruşu, yedek oyuncu sayısı, oyuncuların giysileri, ofsayt, fauller ve fena Hareketler,serbest vuruşlar ile ilgili değişiklikler getirildi. Bu değişiklikler 2000’lerde de devam etti: 2000: Kural 6: Yardımcı Hakemler: Yardımcı hakemler pozisyona hakemden daha yakın olduklarında meydana gelen ihlalleri (bu bazı özel durumlarda, ceza alanı içersinde meydana gelen ihlalleri de kapsar), penaltı vuruşlarında kalecinin topa vurulmadan önce ileri hareket ettiğini ve topun gol çizgisini geçtiğini hakeme bildireceklerdir. Bazı durumlarda 9.15 metre mesafenin kontrolü için oyun alanına girebilirler. Kural 12: Fauller ve Fena Hareketler: Kaleci, topu eliyle kontrol ettikten sonra altı saniye içinde oyuna bırakmazsa endirekt serbest vuruş verilir. Futbol oyun kurallarının evrimi 468 Oyuncular uygunsuz el-kol hareketleri yaparsa ihraç edilecektir. Penaltı Noktasından Yapılan Vuruşlar: Penaltı noktasından yapılan vuruşlarda: bir takım rakibine göre daha fazla sayıda oyuncuyla maçı tamamladığında, rakibinin oyuncu sayısı ile eşit olması için kendi takımının oyuncu sayısını rakip takımın oyuncu sayısına indirecek ve çıkartılan oyuncuların isimlerini hakeme bildireceklerdir (17) . 2001: Kural 12: Fauller ve Fena Hareketler: İhraç edilen bir oyuncu teknik alanı ve oyun alanının çevresini terk etmelidir. Bir maçın galibini belirleme yöntemleri: Müsabaka yönetmeliğine göre; berabere biten bir maçtan sonra, hangi takımın galip sayılacağını altın gol ve penaltı noktasından yapılan vuruşlar belirler (18) . 2002: Kural 4: Oyuncuların Giysi ve Gereçleri: Oyuncuların sadece formalarında reklam bulundurmalarına izin verilmiştir. Şort, çorap ve ayakkabılarda reklam bulundurulamaz. Formasını çıkararak slogan veya reklam gösteren oyuncular müsabakaları organize eden kuruluşlar tarafından cezalandırılırlar. Formaların kolları olması şarttır. Kural 5: Hakem: Hakem bir oyuncunun ciddi sakatlandığı kanısına varırsa oyunu durdurur ve o oyuncunun oyun alanından çıkarılmasını sağlar, sakatlanan futbolcu oyun sahasına ancak oyun yeniden başladıktan sonra girebilir (19). Kural 12: Fauller ve Fena Hareketler: Kaleci, kendi ceza sahasında dört ihlalden birini yaparsa, rakip takım lehine bir endirekt serbest vuruş verilir. Topu eliyle kontrol ettikten sonra 6 saniye içinde oyuna bırakmazsa, topu oyuna bıraktıktan sonra, top başka bir oyuncuya değmeden önce, topa tekrar eliyle dokunursa, takım arkadaşı tarafından ayakla bilerek kendisine verilen topa eliyle dokunursa, takım arkadaşının kullandığı taç atışından doğrudan gelen topa eliyle dokunursa. 2003: Kural 4: Oyuncuların Giysi ve Gereçleri: Oyuncuların iç çamaşırları reklam veya slogan içeriyorsa göstermeyeceklerdir. Bir Maçın Galibini Belirleme Yöntemi: Hakem para atışı yapar ve atışı kazanan kaptanın takımı ilk vuruşu veya ikinci vuruşu yapmaya karar verir. Dördüncü Hakem: Dördüncü hakem her durumda hakeme yardımcı olur. Hakemler, Yardımcı Hakemler ve Dördüncü Hakemler için İlave Talimat: Penaltı Vuruşunda vuruş yapılmadan önce ceza alanına girmek bir ihlaldir. Kaleci topa vurulmadan önce gol çizgisinden öne çıkarsa kuralı ihlal eder. Futbolcular bu kuralı ihlal ettiğinde, hakem bu tür ihlallere karşı uygun önlemin alınmasını sağlamalıdır (20). Lale Orta 469 2004: Kural 1: Oyun Alanı: Maçlar, müsabaka talimatlarına göre doğal veya yapay yüzeylerde oynanabilir. Gerek FIFA’ya üye Federasyonların ulusal takımları arasındaki maçlarda, gerekse uluslararası kulüp müsabakalarında yapay yüzeylerin kullanıldığı sahaların FIFA tarafından özel izin verilmedikçe, FIFA yapay çim kalite koşullarına veya uluslararası yapay çim standartına uygun olmalıdır. Teknik alanın bulunduğu sahalarda, bu alanın Uluslararası Futbol Birliği (IFAB) tarafından kabul edilen koşullara uygun olması gerekir. Kural 3: Oyuncuların Sayısı: Özel maçlarda en çok 6 oyuncu değiştirilebilir. Kural 5: Hakem: Görev aldığı turnuva ve atandığı maçlarda, dördüncü hakemin rolü ve görevleri Futbol Oyun Kuralları kitabında gösterilen ve IFAB’ın onayladığı esaslara uygun olmalıdır. Kural 10: Gol Yapma Yöntemi: Müsabaka yönetmelikleri bir maçın berabere bitmesinden sonra galip takımın belirlenmesini şart koşuyorsa, yalnızca IFAB tarafından onaylanan aşağıdaki yöntemlerin uygulanmasına izin verilir: Deplasmanda atılan goller yöntemi, uzatma devreleri, penaltı vuruşları. Kural 12: Fauller ve Fena Hareketler: Gol kutlaması sırasında formasını çıkaran bir oyuncu, sportmenliğe aykırı davranıştan dolayı ihtar alacaktır . Maçın galibini belirleme Yöntemleri: Bir maçın galibini belirlemek için müsabaka kurallarında yalnızca IFAB tarafından onaylanan ve oyun kuralları kitabında yer alan yöntemlere izin verilir. Maçın Galibini Belirleme Yöntemleri: Deplasmanda atılan gol sayısı, uzatma devreleri ve penaltı noktasından yapılan vuruşlar, müsabaka yönetmeliklerinin bir maçın berabere bitmesinden sonra galip takımın belirlenmesi için öngördüğü yöntemlerdir. Deplasmanda atılan goller: Müsabaka yönetmelikleri takımların birbiriyle kendi evinde ve deplasmanda oynamalarını şart koştuğunda, ikinci maçtan sonra atılan gollerin eşit olması halinde, rakip takımın sahasında atılan her bir golün iki gol sayılmasını şart koşabilir. Uzatma Devreleri: Müsabaka yönetmelikleri, 15 dakikayı geçmemek üzere iki eşit uzatma devresinin oynanmasını şart koşabilir. Bu durumda Kural 8’in hükümleri dikkate alınır. Telsiz iletişim sistemi teknolojisinin maçın kontrolüne olumlu katkıda bulunabileceği kabul edilmiştir. Ancak böyle bir sistemin sadece maç Futbol oyun kurallarının evrimi 470 görevlileri tarafından kullanılması ve yayın amacıyla bundan yararlanılması kabul edilmemiştir (21). 2005: Kural 3: Oyuncuların Sayısı: Özel Ulusal A takım maçlarında en fazla 6 oyuncu değişikliği yapılabilir. Diğer tüm maçlarda, takımlar maksimum sayı üzerinde anlaşırlarsa ve hakeme müsabakadan önce bilgi verirlerse daha fazla sayıda oyuncu değişikliği yapabilirler. Bir yedek oyuncu oyun alanına hakemin izni olmaksızın girerse; oyun durdurulduğu anda topun bulunduğu yerden rakip takım bir endirekt serbest vuruşla tekrar başlar. Kural 5: Hakem: Hakem verdiği bir kararı, ancak doğru olmadığını anladığı durumlarda veya gerekli görürse, yardımcı hakemin verdiği bilgiye göre, oyunu tekrar başlatmamış veya müsabakayı bitirmemiş olmak koşulu ile değiştirebilir. Kural 11: Ofsayt: Ofsayt pozisyonu tanımında, “rakip kale çizgisine daha yakın” ifadesi, o oyuncunun kafasının, vücudunun veya ayağının herhangi bir bölümünün rakip kale çizgisine toptan ve ikinci savunma oyuncusundan daha yakın olduğu anlamına gelmektedir. Kollar bu tanıma dâhil edilmemiştir. Kural 12: Fauller ve Fena Hareketler: Hakem, oyun alanına girdiği andan bitiş düdüğü sonrasında oyun alanını terk edinceye kadar disiplin cezası verme yetkisine sahiptir. Rakip takım oyuncusunun sağlığını tehlikeye sokan müdahaleler ciddi faullü oyun olarak değerlendirilecektir. Kural 14: Penaltı Vuruşu: Penaltı vuruşunda, eğer hakem bir penaltının atılması için işaret verdikten sonra ve top oyunda girmeden önce vuruşu yapan oyuncu oyun kurallarını ihlal ederse: top kaleye girmezse hakem oyunu durdurur ve savunma yapan takım lehine bir endirekt serbest vuruşla oyunu tekrar başlatır. Vuruşu yapanın takım arkadaşı ceza alanına girer veya penaltı noktasının ilerisine geçerse veya penaltı noktasına 9.15 metreden daha yakına gelirse: top kaleye girmezse hakem oyunu durdurur ve savunma yapan takım lehine bir endirekt serbest vuruşla oyunu tekrar başlatır. Kural 15: taç Atışı: Taç atışlarında, tüm rakip oyuncular taç atışının yapıldığı noktadan en az 2 metre geride durmalıdırlar (22). 2006: Kural 4: Oyuncuların Giysi ve Gereçleri: Bir oyuncunun giymek zorunda olduğu temel giysiler ayrı parçalardan oluşur. Bir forma veya gömlek, şort (tayt giyilirse, taytın rengi şortun esas renginde olmalıdır), tozluklar, tekmelikler, futbol ayakkabıları. Lale Orta 471 Kural 12: Fauller ve Fena Hareketler: İhtar Verilecek Durumlar: Eğer bir oyuncu aşağıdaki 7 ihlalden birini yaparsa ihtar verilip sarı kart gösterilir: Sportmenliğe aykırı davranıştan suçlu ise, Hakeme veya hakemin kararlarına sözle veya hareketle itiraz ederse, Oyunun kurallarını devamlı ihlal ederse, Oyunun tekrar başlamasını geciktirirse, Oyun bir köşe vuruşu, serbest vuruş veya taç atışı ile tekrar başlarken gerekli mesafeye açılmaz ise, Hakemin izni olmaksızın oyun alanına ilk kez girer veya tekrar girerse, Hakemin izni olmaksızın oyun alanını kasıtlı olarak terk ederse. Yedek bir oyuncu ya da yedek oyuncu konumuna geçmiş bir oyuncu, aşağıdaki ihlallerden birini yaparsa, hakem tarafından ihtar verilip sarı kart gösterilir. Sportmenlik dışı davranışlarda bulunursa, sözlü ya da fiili olarak itiraz ederse, oyunun başlamasını geciktirirse. İhraç Verilecek Durumlar: Eğer bir oyuncu, yedek bir oyuncu ya da yedek oyuncu konumuna geçmiş bir oyuncu, ihraç verilecek 7 ihlalden birini yaparsa, hakem tarafından kırmızı kart gösterilip oyundan ihraç edilir: Ciddi faullü oyundan suçlu ise, Şiddetli hareketten suçlu ise, Rakibe veya bir başkasına tükürürse, Topu bilerek elle oynayıp rakibin bariz golünü veya gol atma şansını önlerse (kendi ceza alanındaki kaleci hariç), Kaleye doğru ilerleyen rakibin bariz gol atma şansını serbest vuruş veya penaltı vuruşu gerektiren bir ihlal ile önlerse, Saldırgan, hakaret edici veya küfürlü bir şekilde konuşursa, Aynı maçta ikinci bir ihtar alırsa. Kırmızı kart görerek oyundan ihraç edilen oyuncu, yedek oyuncu ya da yedek oyuncu konumuna geçmiş oyuncu, oyun alanı çevresini ve teknik alanı terk etmelidir. Kural 14: Penaltı Vuruşu: Hakem bir penaltının atılması için işaret verdikten sonra ve top oyuna girmeden önce vuruşu yapan oyuncu oyun kurallarını ihlal ederse: Hakem vuruşa izin verir, Top kaleye girerse vuruş tekrarlanır, Top kaleye girmezse hakem oyunu durdurur ve savunma yapan takım lehine ihlalin olduğu yerden bir endirekt serbest vuruşla oyunu tekrar başlatır. Hakem bir penaltının atılması için işaret verdikten sonra ve top oyuna girmeden önce vuruşu yapanın takım arkadaşı oyun kurallarını ihlal ederse: Hakem vuruşa izin verir, Top kaleye girerse vuruş tekrarlanır, Top kaleye girmezse hakem oyunu durdurur ve savunma yapan takım lehine ihlalin olduğu yerden bir endirekt serbest vuruşla oyunu tekrar başlatır. Futbol oyun kurallarının evrimi 472 Kural 17: Köşe Vuruşu: Köşe vuruşu sırasında, rakip oyuncular, top oyuna girinceye kadar, köşe yayından en az 9.15 m.(10 yarda) uzakta bulunmalıdırlar (23). 2007/2008: Kural 1: Oyun Alanı: Futbol alanı üzerine veya taç çizgisinden bir metrelik mesafede hiçbir reklam bulunmamalıdır. Ayrıca, gol çizgisiyle kale ağları arasındaki bölgeye reklam konulmasına izin verilemez. Kural 4: Oyuncuların Giysi ve Gereçleri: Bir oyuncunun giymek zorunda olduğu, forma veya gömlek ile iç çamaşır kolunun rengi aynı olmalıdır. Taytın rengi de şortuyla aynı olmalıdır. Oyuncular, slogan veya reklam içeriyorsa formalarının altındaki iç çamaşırlarını gösteremezler. Giysileri herhangi bir politik, dini veya kişisel ifadeler içermemelidir. Formasını çıkararak slogan veya reklam gösteren oyuncular, müsabakayı organize eden kuruluş tarafından cezalandırılacaktır. Giysilerinde politik, dini veya kişisel sloganlar veya ifadeler taşıyan oyuncunun takımı müsabakayı organize eden kuruluş veya FIFA tarafından cezalandırılacaktır. SONUÇ Bugünkü futbol oyun kurallarının temeli 1848 yılında İngiltere’nin Cambridge Üniversitesi’nde atılmıştır. İlk futbol oyun kuralları; 1863 yılında kurulan İngiltere Futbol Federasyonu tarafından, futbol ile rugby oyununun birbirinden ayrılmasıyla birlikte oluşturulmuştur. Futbol; bu tarihten önce ilkel, kuralsız ve kaba bir şekilde oynanıyordu (24). Futbol oyun kurallarının yayınlanması 1896 yılında gerçekleşmiş ve böylelikle tüm dünyada ortak bir uygulama sağlanabilmiştir. Futbol oyun kurallarını daha kolay anlaşılır ve uygulanabilir hale getirmek için, yayınlandığı tarihten itibaren hemen her yıl düzenlemeler yapılmıştır. Futbol oyununun istikrar kazanması, öncelikle kuralların istikrar kazanmasına, kuralların istikrar kazanması da onların yazılı hale getirilmesi ile sağlanmıştır. 1937/1938 yıllarında oyun kuralları, daha önceki kurallar esas alınarak maddeler haline getirilmiş ve basitleştirilerek yeniden yazılmıştır (25). İlk futbol oyun kurallarında (1863); oyun alanının ölçüleri maksimum 183 x 91.5 metre olarak ifade edilirken, günümüzde bu ölçülerin en alt sınırları da belirtilmektedir. Buna göre; oyun alanının uzunluğu 90-120 metre, genişliği ise 45-90 metre aralığında olmak zorundadır. Ayrıca uluslararası maçlar için Lale Orta 473 daha az aralıklı ölçüler belirtilmiştir. Buna göre; uzunluk 100-110 metre, genişlik ise 64-75 metre arasında olmak zorundadır. Kale direkleri arasındaki mesafe ise değişmemiştir (7.32 m). İlk oyun kurallarında üst direk kullanılmazken, günümüzde yerden yüksekliği 2.44 metre olan üst direk kullanılmaktadır. 1863 yılında oyun; kurayı kazanan takımın, alanın ortasından yapacağı bir vuruşla başlıyordu ve takımlar her atılan golden sonra kaleleri değişiyorlardı. Bugünse; kurayı kaybeden takım oyuna başlarken, takımlar kalelerini maçın ikinci yarısında değiştirmektedir. “Rakip takım başlama vuruşu yapılıncaya kadar topun 9.15 metre uzağında olmalıdır” ve “Bir gol atıldıktan sonra, golü yiyen taraf başlama vuruşu yapmalıdır” maddeleri aynen korunmaktadır. Ayrıca; 1863 yılında top taca çıktığında; topa dokunan ilk oyuncu taç atışını kullanırken, günümüzde; taç atışı topa son dokunan oyuncunun rakibi tarafından kullanılmaktadır. Taç atışından doğrudan doğruya bir gol yapılamaması kuralı ilk kurallardan bugüne kadar devam etmektedir. 1863 yılında; topun kale çizgisini geçmesi durumunda, topa önce dokunan oyuncunun takımı bir vuruş hakkı kazanırken, günümüzde kale atışı veya köşe vuruşu ile oyuna başlanmaktadır. Ayrıca; bir oyuncu kurallara uygun bir şekilde topu yakaladığında, topuğu ile işaret yaparsa, bir serbest vuruş yapma hakkına sahipti. Bu kural günümüzde uygulanmamaktadır. Yine 1863 yılında oluşturulan kurala göre; rakip kaleye doğru top ile koşan bir oyuncuya, rakiplerinin topu alabilmek için; şarj yapma, çekme, çelmeleme ve mücadele etme hakkı tanınmıştı. Günümüzde ise, bu hareketlerin dikkatsiz, kontrolsüz veya aşırı güç kullanarak yapılması ihlal sayılmaktadır. Yine o yılda konan kurala göre; oyuncu, topun önüne geçtiği anda oyun dışında sayılıyordu. 1866 yılında getirilen ofsayt kuralına göre; bir oyuncunun ofsayt olmaması için, rakip kale hattı ile kendisi arasında üç rakip oyuncu bulunması gerekiyordu. 1925 yılında bu kuraldaki “üç” oyuncu şartı “iki” olarak değiştirilmiş ve o zamana kadar bir satranç oyununa benzetilen futbol böylece; kuvvet, sürat, teknik ve becerilerin de yer aldığı bir oyuna dönüşmesinin başlangıcını oluşturmuştur. Ofsayt kuralı, 1990 yılında tekrar değiştirilerek, hücum oyuncularını avantajlı duruma getirmiş ve kale önlerindeki bire-bir mücadele sayısını arttırmıştır. 1995 yılında ofsayt kuralının yorumu daha da genişletilerek aktifpasif ayrımı getirilmiş ve hücum futbolunun daha da geliştirilmesi sağlanmıştır. 2005 yılında yeniden yorumlanan ofsayt tanımında, “rakip kale çizgisine daha yakın” ifadesi, o oyuncunun kafasının, vücudunun veya Futbol oyun kurallarının evrimi 474 ayağının herhangi bir bölümünün rakip kale çizgisine toptan ve ikinci savunma oyuncusundan daha yakın olduğu anlamına gelmektedir. Kollar bu tanıma dahil edilmemiştir. 1980’li yılların sonlarında, kasıtlı olarak yapılan savunmaya dayalı taktik fauller yüzünden; pozitif oyun oynanması ve goller engellenmiş, buna tepki olarak seyirciler arasında şiddetin artmasıyla futbol çirkinleşmeye başladığı için, oyun kurallarında yeni düzenlemeler yapılması kaçınılmaz olmuştur. Bu gelişmeler üzerine, 1990 yılında “bariz gol şansı” ve “ciddi faullü oyun” kavramları futbol oyun kurallarının içine girmiştir. Aynı yıl ofsayt kuralında değişiklik yapılarak hücum yapan takıma avantaj sağlanmıştır. Yapılan bu değişikliklere karşın, 1990 FIFA Dünya Kupası’nda zaman çalmayı önleyici bazı değişikliklerin daha yapılması gerektiği anlaşılmış, bunun üzerine; 1991 yılında kalecilerin topa sahip olma kriterleri değiştirilmiştir. 1992 yılında da, kaleciye pas kuralı getirilerek, kendi arkadaşından gelen pasla elle oynaması yasaklanmış ve böylece topla oynama süresinin artırılması amaçlanmıştır. Oyun kurallarının sık değiştirilmesi ile birlikte hakem hatalarının artması, futbolun en önemli unsurunu oluşturan hakemlere gereken önemin verilmediği sonucunu ortaya çıkarmıştır. Bu noktadan hareketle, 1990 yılından itibaren FIFA ve IFAB konu üzerinde çalışarak çeşitli adımlar atmışlardır. Buna göre; Hakemliğin Profesyonelleşmesi, Uzmanlaşmış Yardımcı Hakemlik, Hakem Eğitiminin Önemi, Dördüncü Hakem ve Yedek Yardımcı Hakem”in resmi olarak kurallarda yer alması bunlardan bazılarıdır. 1995 yılında kurallara ilave olarak “hakemler, verdikleri kararlar sonucunda oluşacak durumlardan hiçbir koşulda sorumlu tutulamayacaklardır” maddesi eklenerek, yönettikleri maçlarla ilgili hukuki bir yaptırımın olmaması için korunmaya alınmışlardır. Kamuoyunda “9 kusurlu hareket” olarak bilinen ve 9 maddeden oluşan fauller ve fena hareketler, kasıtlı olarak yapılması durumunda cezalandırılıyordu. 1995 yılında “kasıt” kelimesi kaldırılarak “bir oyuncu hakemin kanaatine göre ihlallerden birini dikkatsiz, kontrolsüz veya orantısız güç kullanarak yaparsa” şeklinde değiştirilmiştir. Buna göre; bir oyuncunun istemeden (kasıtsız) yaptığı bir hareketinden bile cezalandırılması söz konusu olmuştur. Kurallara göre: her oyuncu; dikkatli, kontrollü ve orantılı güç kullanarak oynamalıdır. Ayrıca 9 olan madde sayısı 10’a çıkarılarak “topu kazanmak için ayakla müdahale ederken (tackle) topa dokunmadan önce rakibe dokunursa” maddesi eklenmiştir. Lale Orta 475 1997 yılında, hakemler tarafından farklı yorumlanan ve uygulanan, “kalecilerin en fazla 4 adım atabilme kuralı” kaldırılarak, “sahip oldukları andan itibaren, 5-6 saniye içinde topu elinden çıkarmaları” şeklinde değiştirilmiş ve böylece kalecilerin zaman geçirmeleri önlenmiştir. 1998 yılında, Futbol Oyun Kurallarına tekrar etkili değişiklikler getirilmiştir. Bunların en önemlisi rakip takımın oyuncusunun sağlığını tehlikeye sokan arkadan müdahalelerin ciddi faullü oyun olarak değerlendirilmesidir. 1999 yılında, oyun alanı üzerinde herhangi bir yerde hakemi aldatmaya yönelik yapıldığı tespit edilen, her türlü hareketler sportmenlik dışı olarak değerlendirilmiştir. Burada amaç, sportmenlik dışı davranışları engelleyerek, oyunun ve hakemlerin saygınlığını korumak ve takımların haksız kazanç elde etmelerini önlemektir. 2001 yılında, “altın gol kuralı” getirilmiş, fakat uzatmalarda yaşanan kargaşa ve telaş nedeniyle takımlar tarafından istenmeyince, 2004 yılında uygulamadan kaldırılmıştır. 2002 yılında, taç atışlarından gelen topa kendi kalecilerinin elleriyle dokunmaları durumunda cezai yaptırım getirilmiştir. 2003 yılında formaların kollarının olması şartı koşulurken, 2004 yılında gol kutlaması sırasında formasını çıkartan oyuncuya sportmenlik dışı davranışından dolayı ihtarla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Futbol oyun kurallarında yapılan değişiklikler futbolu daha da çekici hale getirmiştir. Görselliği ve gol sayısını artırmaya, topun daha çok oyunda kalmasını sağlamaya, zaman çalmayı engellemeye, kasti ve sert oyunu, buna bağlı sakatlanmaları önlemeye yönelik değişiklikler, kurallar içersinde yapılan en önemli değişikliklerden bazılarıdır. Kanaatimizce; yüzyılın sporunun futbol olmasının temelinde oyun kurallarının tarihi gelişimi yatmaktadır. Futbol, oyun kuralları kolay anlaşılabilir ve yorumlanabilir olmasından dolayı, toplumların ilgi odağı olmuş ve çağımıza damgasını vurmuştur. Bir futbol maçının güzel, heyecan verici, Fair Play ilkeleri içersinde, bol gollü geçmesinde ve bitmesinde kuralların rolü son derece önemlidir. Oyun kurallarının değiştirilmesiyle, son yıllarda daha da süratlenen futbol; Fair-Play, Pozitif oyun, Gole gitme, Hücum futbolu, Defansif taktikler, Bariz gol şansı, Profesyonel faul, Ciddi faullü oyun, Taktik faul, Hücum faul, Arkadan müdahale” vb kavramlarla birlikte futbol; gelişimini ve önemini 21. yüzyılda da sürdürmeye devam etmektedir. Futbol oyun kurallarının evrimi 476 KAYNAKÇA Laws of the game 2007/2008, (2007). Federation Internatıonale de Football Association, July, Zurich. FIFA Magazine (1997). Federation Internatıonale de Football Association, June, Zurich, 1997. San, H., Ünsi, T., &Var, S. (1963). Futbol ansiklopedisi. İstanbul. Radnedge, K. (1994). The Ultimate encyclopedia of soccer. London. Oral, M.A. (1954). Türkiye futbol tarihi, İstanbul. FIFA Magazine (1997). Federation Internatıonale de Football Association, August, Zurich, 1997. Beynelmilel futbol oyun kuralları ve hakemler için rehber (1987). Türkiye Futbol Federasyonu. F.I.F.A. Ankara. Futbol oyun kuralları ve müsabaka yönetmeliği (1990). Türkiye Amatör Spor Kulüpleri Konfederasyonu. Ankara. Futbol oyun kuralları ve hakemler için rehber (1992). Türkiye Futbol Federasyonu, Ankara. Futbol oyun kuralları ve hakemler için rehber (1993). Türkiye Futbol Federasyonu, Ankara. Futbol oyun kuralları (1994). Türkiye Futbol Federasyonu. Ankara. Futbol oyun kuralları ( 1995). Türkiye Futbol Federasyonu. Ankara. Laws of the game (1996). Federation Internationale de Football Association. Zurich. Laws of the game (1997). Federation Internationale de Football Association. Zurich. Laws of the game (1998). Federation Internationale de Football Association. Zurich. Laws of the game (1999). Federation Internationale de Football Association. Zurich. Laws of the game (2000). Federation Internationale de Football Association. Zurich. Laws of the game (2001). Federation Internationale de Football Association. Zurich. Laws of the game (2002). Federation Internationale de Football Association. Zurich. Laws of the game (2003). Federation Internationale de Football Association. Zurich. Laws of the game (2004). Federation Internationale de Football Association. Zurich. Laws of the game (2005). Federation Internationale de Football Association. Zurich. Laws of the game(2006). Federation Internationale de Football Association. Zurich. Orta, L. (2000). Dünyada ve Türkiye’de futbol organizasyonları. Analitik bir yaklaşım. Doktora Tezi. İstanbul. Orta, L. (1993). Türk Spor Teşkilatı içinde futbol hakemliği statüsü. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul. İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 26 Kış-Bahar 2008, s. 477-484 Forum Fethi Heper ile futbol üzerine söyleşi Şule Yüksel Öztürk 1 Anadolu Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümü, Bölüm Başkanı Prof. Dr. Fethi HEPER, Türkiye’de profesyonel futbolculuktan bilim adamlığına doğru ilerleyen uzun bir yolculuğu başarıyla tamamlamış önemli bir spor insanı. Eskişehirspor’un efsanevi golcüsü olan Prof. Dr. Fethi Heper, 1969-1970 ve 1971-1972 yıllarında attığı 13 ve 20 golle Türkiye Birinci Futbol Ligi’nde 2 kez gol krallığı tacını takmış büyük bir yıldız. 4 kez A Milli Takım formasını giyen Heper, Finlandiya’nın FC Mikkelin Palloilijat takımı ile oynanan maçta attığı 4 golle kulüpler düzeyinde uluslararası bir müsabakada en fazla gol atan Türk oyuncusu unvanına da sahip. Avrupa Birliği Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn’in 2005 yılında yaptığı ziyarette de “Türkiye’yi 1971 yılında Finlandiya’nın FC Mikkelin Palloilijat ile Eskişehirspor karşılaşmasında 4 gol birden atan Fethi Heper sayesinde tanıdım” yönündeki sözleriyle de hafızalara kazınmış bir isim Prof. Dr. Heper. Profesyonel futbol hayatını sürdürürken bir yandan akademik eğitimine de devam eden Heper, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ndeki lisans eğitimini 1967 yılında tamamladı. 1974’de aynı akademide Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başladı. Doktorasını 1978’de tamamlayan Prof. Heper, 1981’de Doçent 1988’de Profesör unvanlarını aldı. Anadolu Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu’nu kurup 9 yıl kurucu müdür olarak görev yapan Prof. Dr. Heper, 2003 yılından beri AÜ. İİBF Maliye Bölümü, Bölüm Başkanlığı görevini yürütüyor. Prof. Dr. Fethi Heper ile Türk futbolunun dünü, bugünü ve izleyici profili üzerine konuştuk. 1 Araş. Gör., Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü e-posta: [email protected] Fethi Heper ile söyleşi 478 Öztürk: Sayın Hocam, Türk futbolunun bugün geldiği noktayı, sizin futbol oynadığınız dönemle kıyaslayarak bizlere aktarır mısınız? Hakeminden futbol yazarına, yorumcusundan taraftarına, taraftar gruplarından futbolcu ve yöneticisine kadar sizin oynadığınız dönemden bu güne değin geçen süreçte karşılaştığımız farklılıkların neler olduğunu söyleyebilir misiniz? Prof. Heper: Şimdi tabi ki olaya farklı bir açıdan bakmak lazım. Bizim futbol oynadığımız dönemde Brezilya ekolü hakimdi dünyaya. Çünkü her dünya kupasında Brezilya şampiyon oluyordu. Brezilya da show futbolu oynuyordu. Güzel paslar, çalımlar, şutlar ve goller ile oyunu süslüyorlardı. Ve biz 60’lı, 70’li yıllarda bu sistemi daha çok benimsemiştik. Yani göze hoş gelen bir futbol söz konusuydu. Fakat bugünkü futbol tamamen farklı bir futbol: Mücadeleye dayalı, rakiple didişen ve oyun alanı bırakmayan bir futbol var. Bizim zamanımızda bireysel futbola dayalı bir oyun oynandığı için yıldızlar yetişiyordu. Fakat şimdi takımlarda sayamazsınız yıldız futbolcu. Çünkü artık bütünüyle takım oyununa dönüldü. Seyirciye gelelim. Seyircimiz bir kere çok kültürlüydü. Seyirci çok yoğun biçimde takımını desteklerdi. Yenilgiyi de hazmederdi. Mesela biz Fenerbahçe’yi İstanbul’da yenerdik ancak hiçbir olay çıkmazdı. Galatasaray’ı yenerdik hiçbir olay çıkmazdı. Hatta bir maç hatırlıyorum. Fenerbahçe’yle oynuyoruz. Ali Sami Yen’de bizden önce de Beşiktaş’ın Samsunspor’la maçı var. 10.000 Beşiktaşlı gelmiş, 15.000 Galatasaraylı, 15.000 Eskişehirsporlu, 3-4 bin İstanbulsporlu, 15.000 de Fenerbahçeli gelmiş. Yaklaşık 10.000 kişi de saha dışında kalmış. Bunlar kapıları kırdılar. Peki nereye girdiler? Sahanın içine girdiler. Kale çizgisinin yanından bir yarım ay çizdiler. Korner bayraklarından bütün kale arkasına! Öbür kalenin arkasına da benzer biçimde 3-5 bin kişi yerleşti. Maç sırasında korner atmak için bile izin istiyorduk seyirciden. Korner atıyorduk ve maça devam ediyorduk. Maç 0-0 berabere bitti. Ki önemli bir puan aldık Fenerbahçe’den. Bütün taraftar sahaya indi. Tribünlerdekiler de sahaya indi. İki takımın futbolcuları omuzlara alındı ve tünele kadar taşındı ve alkışlandılar çünkü gözlerine hoş gelen bir oyun seyrettiler. Şimdi böyle bir şey olsa en az 40 ölü, 500 yaralı ile karşı karşıya kalırız. O dönemde seyircide de bir kalite vardı. Galip gelirdik, yine de Beşiktaş seyircisi bizi alkışlardı; hem de İstanbul’da alkışlardı. Eskişehirliler tebrik edilirdi. O tribün senin, bu tribün benim diye bir şey yoktu. Beşiktaşlı, Fenerli, Galatasaraylı, Eskişehirsporlu hepsi iç içe otururdu. O dönemin seyircisinde belli bir kültür vardı, bir spor kültürü vardı. Adam oraya zevk alarak maç izlemeye gelmiş. Şimdi ise kavga etmeye geliyor. Bu taraftarlık değil, fair play değil! Taraftar Şule Yüksel Öztürk 479 profilinde çok büyük bir değişim var. Geçmişin taraftarları artık fanatik oldular ve kendi takımlarının dışında hiçbir takımı gözleri görmez oldu. Spor artık günümüzde bir sanayi olmuştur. Çünkü büyük paraların döndüğü, büyük paraların konuşulduğu bir olay oldu. Bu olayın içinde de spor yazarları, köşe yazarları, televizyon programcılarının her biri konuştukça, eleştirdikçe çok büyük meblağlar kazanıyorlar. Bekliyorlar ki bir olay olsun, daha çok konuşalım. Dolayısıyla futbol sanayi olduysa, aynı zamanda spor basını da bir sanayi oldu. Tam doğruyu bulmak zor oluyor. Artık taraflı konuşmak gerekiyor. Beşiktaş yorumcusu varsa onun hakkında konuşuyor, onun haklarını savunuyor. Fenerbahçe maçının spikeri Fenerbahçe’nin haklarını savunuyor. Galatasaray yorumcusu varsa Galatasaray’ın haklarını savunuyor. Ve bu yorumlarda da genellikle hedef hakemler. Yenilen takım mutlaka kabahati hakemde bulacak. Hep hakem kötü ve günah keçileri hakemler. Sürekli hakemlere yükleniyorlar; zavallılar bir hata yapıyorlar, 80 tane doğru karar veriyorlar, bu bir hatayla onlara yükleniliyor. Mesela son GalatasarayFenerbahçe maçında hakem Cüneyt Çakır, 20 tane sarı kart gösterdi. 18 tanesinde haklıydı. Ama en kötü hakem olarak ilan edildi. Bütün bunlar, kırmızı kart gösterdiği için ve de eleştirenlere karşı yalnız başına. Biz koruyamıyoruz. Ben MHK’de görev yaptığım zaman bir parça koruyabildik. Fakat fazla da koruyamadık çünkü bütün basın size saldırıyor. Sizin söylediklerinizi de yazmıyorlar, kendi yorumlarını, doğrularını yazıyorlar, sizin söylediğiniz doğruları asla yazmıyorlar. İşte böyle bir ortamda seyirci bozuk, hakem bozuk, takımlar bozuk çünkü iyi niyet yok. Medya bozuk, peki o zaman spor nerede? Spor artık bugün para kazanmak için yapılan bir olay haline gelmiştir; geçmişte ise zevk için yapılan bir olaydı. Öztürk: Futbolun insan hayatında bu kadar çok yer almasının ve büyük kitleleri peşinden sürüklemesinin nedeni nedir? Bu konuda bizlere ne söyleyebilirsiniz? Prof. Heper: Bunun nedeni deşarj olmak, psikolojik baskılardan kurtulmak. Çünkü futbolu seyretmeye gittiğiniz zaman, amirinize kızdıysanız, hanımınıza kızdıysanız ya da herhangi bir şekilde içiniz dolduysa; stada gidip büyük bir taraftar kitlesiyle beraber içinizi boşaltıyorsunuz. Takımınız galip gelirse mutlu oluyorsunuz, sesiniz kısılıyor ve bütün dertlerinizden, düşüncelerinizden, borçlarınızdan arınmış olarak stadın dışına çıkıyorsunuz. Ama orada hayat tekrar başlıyor. Öztürk: Futbol için modern çağın dini, statlar için de bu dinin mabetleri deniliyor. Futbol izlemek ise bir nevi, modern çağ ayinlerinin seküler Fethi Heper ile söyleşi 480 tapınağında yer almak. Futbolun oluşturduğu coşkuya ve taşkınlığa bir nevi kendinden geçme gözüyle bakılmakta. Buna katılıyor musunuz? Futbol, profan içerikli bir sahte kutsallığa mı yol açıyor? Prof. Heper: Evet öyle. Gidin Fenerbahçe stadına, Beşiktaş stadına orada 40 bin kişinin aynı anda aynı duaları okuduğunu görürsünüz. Artık taraftarlar da modernleşti. Amigolar var, bütün yapılacakları ayarlıyorlar; bir elini kaldırırsa bir grup alkışlıyor, diğer elini kaldırırsa diğer grup alkışlıyor. Öyle bir durum ki bu futbol sevgisi, şimdi siz futbolu yasak ediyorum deyin, millet çıldırır sokaklara dökülür. Bu denli futbol seviliyor. Basketbol için aynı şeyi söyleyemeyiz. O da çok yaygın bir spor branşı ama futbol bambaşka bir olay! Çünkü Türkiye’de 70 milyon insan yaşıyorsa, bunun en az 50 milyonu, çocukları ve yaşlıları bir kenara koyun, ki onlar da bir takım tutar- bütünüyle fanatik taraftar. Bir takımın mutlak taraftarıdırlar. Kimi kendi şehrinin takımını kimi Fenerbahçe, Beşiktaş, Trabzon, Galatasaray, Eskişehir’i… Ama mutlaka bir takımı tutar. Statlar artık 30-40 bin kişinin aynı sesle âdeta ilahi okuduğu bir yer haline gelmiş durumdadır. Öztürk: Futbolun kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla birlikte modanın öznesi, futbolcuların da birer popüler kültür öznesi olduğunu görüyoruz. Bu durum geçmişte de böyle miydi? Ümit Davala stili saç kesimi, İlhan Mansız tarzı giyim gibi… Sizin futbol oynadığınız dönemde de bir futbolcu tarzı ile kitleleri etkileyebiliyor, futbolcunun tarzını benimseyen çok kişi oluyor muydu? Prof. Heper: Evet, bizim zamanımızda da aynı şeyler vardı. Beatles modası vardı. Beatles üyelerinin saç tarzları gibi favoriler ve saçlar uzundu. Herkesin saçları o şekilde kesilmişti. O zamanki formalar bu günden farklıydı kısa şort modası vardı. Şimdi bakıyorum ne kadar da seksiymişiz diyorum. Şimdi baktığımda bu kısa şortlar bana çok ters geliyor. Şimdi şortlar kısalsa ters gelir. 1970’lerde de futbolcu modanın öznesiydi. O zamandan bugüne değin tek fark, futbolcular bu denli popüler değillerdi. İnsanlar futbolcuyu ancak gazetelerde okuduğu kadarıyla, fotbol, maç dergilerinde gördüğü kadarıyla tanırdı. Bu nedenle futbolcunun özel hayatına fazla girilmezdi, paparazziler de yoktu. Futbolcuyu takip etsinler, özel yaşamını fotoğraflasınlar yok. Bu konulara pek girilmiyordu. Televizyon olmadığı için, daha doğrusu basın görsellik esaslı olmadığı için, yazılı basında ne kadar sunuluyorsa futbolcular o kadar gündemdeydi. Buna rağmen de bütün futbolcular tanınıyordu. Şule Yüksel Öztürk 481 Öztürk: Peki, bugün olduğu gibi birer popüler kültür nesnesi oluyorlar mıydı? Prof. Heper: Hayır, olmuyorlardı. Futbolcular birer moda nesnesi olmuyordu. Fethi Heper gibi giyineyim, Ahmet gibi saçımı kestireyim, ötekisi gibi sakalımı bırakayım yoktu. Futbolculara bugün bakıyorum bir karış sakalla çıkıyorlar, bu bence seyirciye saygısızlık. Bu tür takımca sakal bırakıp çıkmayı falan uğur olarak söylüyorlar. Uğur böyle şeylerle olmaz. Saçlarını dazlak yapmak, takımca saçlarını sarıya boyamak gibi… Tertemiz çıkarsın sakal tıraşını olursun ve çıkar futbolunu oynarsın. Öztürk: Günümüzde futbol sınıf atlama hayallerinin de bir aracı gibi… Prof. Heper: Her zaman öyleydi. Öztürk: Ama eskiden aileler çocuklarının futbolcu olmasını istemezlerdi, peki ya bugün? Prof. Heper: Evet aileler eskiden çocuklarının futbolcu olmasını istemezdi. Ama bugün ellerinden tutup futbolcu yapmaya çalıyorlar. Bunun nedeni, günümüzde parasal açıdan en iyi meslek futbolculuk. Bugün sıradan bir profesyonel futbolcu, yılda hiç kazanmıyorsa 200.000 YTL para kazanıyor. Ben profesörüm ne kadar kazanıyorum, yılda yaklaşık 25.00030.000 YTL. Bir futbolcu bir profesörden 10 kat daha fazla yüksek ücret alıyor. Dolayısıyla, gençler profesör mü olmak ister, futbolcu mu olmak isterler? Uzun dönemli tercih yaparlarsa profesör olurlar ama kısa dönemli düşünürlerse futbolcu olurlar. Öztürk: Karşılaştırırsanız sizin futbol oynadığınız dönemde de bugün olduğu gibi önemli bir politik malzeme miydi futbol? Prof. Heper: Bu kadar politize olmamıştı futbol. Futbol, spor için yapılırdı. Mutlaka politik etkileri vardı, politikanın dışında hiçbir zaman kalmadı ama bugünkü gibi de değildi. Daha nezihti. Politikacılar maçlara gelip takım tutarlardı ki bu gayet doğaldı. Ama bugün artık, kulüp kuruyor, kurtarıyor politikacılar. Belediyeler takım kuruyor ve liglerde mücadele ediyorlar. Bu ne demektir? Futbol Federasyonu Başkanı âdeta Başbakan tarafından atanıyor. Futbol Federasyonu Başkanı’nı devirmek için hükümet kanun çıkarıyor. Dünyanın neresinde böyle bir şey var! Bu tam politize olmaktır. Son seçimlerde aşırı baskı yapıldı, bunları görüyoruz. Öztürk: Büyük bir tüketim pazarı artık futbol, insanlar kendini takımlarıyla ifade ediyorlar bunun da artık en büyük göstergesi kulüp armalı ürünleri satın almak. Futbol için tüketimin taraftara yönelik en büyük kapısı diyebilir miyiz? Fethi Heper ile söyleşi 482 Prof. Heper: 1996 yılında Spor Yazarları Derneği’nin daveti üzerine bir toplantıya gittim. Antalya’da bir konuşma yaptım. Konuşmanın içeriği kulüplerin şirketleşmesi ve gelirlerini çeşitlendirmesi üzerineydi. O tarihlerde spor kulüplerinin en büyük gelirleri federasyonun havuzundan paylarına düşen 1-2 milyon ABD Doları parayı almak, artı seyirci hâsılatı, bağışlar vb. şeyler. Katıldığım uluslararası bir kongrede bir makale dikkatimi çekmişti: Manchester United örneğiyle ilgili. Türkiye’deki kulüplerin 1990’lı yıllardaki gelir düzeylerine baktığınız zaman, % 75’i havuzdan gelen para, % 10-15’i stat gelirleri, bilet satışı vs. geri kalanlar da bağış ve yardımlar. Şimdi Manchester United’ın o dönemde 120 milyon Pound civarında geliri var. Bunun 10 milyon Poundu stat hâsılatından elde ediyor. 13-14 milyon Poundunu spor yayınlarından, maç yayınlarından elde ediyor. Ama 60-70 milyon Poundu lisanslı ürün satış gelirlerinden elde ediyor. Dedim ki, takımların marka olmaları lazım, kendilerini dünyaya tanıtmaları lazım, başarılı olmaları lazım ki ürün satış gelirlerini artırabilsinler. Bugün Roberto Carlos’un forması satışa çıkarıldı ve elde edilen gelirle onun transfer maliyetleri karşılandı. Yarın 50 milyon ABD Doları verin Ronaldinho’yu getirin, iki hafta sonra forma satışıyla 50 milyon ABD Dolarını ödersiniz. Futbol artık bu noktaya geldi. Bütün kulüpler aynı şeyi yapıyor. Endüstriyel futbol dedikleri nokta işte bu! Şimdi maça giderken, herkes takımının eşofmanını giyiyor, takımının kaşkolünü takıyor, takımının kazağını giyiyor, eline takımının düdüğünü alıyor, şapkasını alıyor. Bunların aynısından çocuğuna satın alıyor, karısına satın alıyor. Arkadaşına takımının renklerinde hediyeler alıyor. Bunların her biri bir üretim, pazarlama ve tüketimdir. 5 YTL’lik ürünü sadece takımınızın renklerini taşıyor diye 10 YTL’ye alıyorsunuz, takımıza destek olmak için. Bundan daha güzel bir endüstri var mı? Öztürk: Futbol endüstrisinin en büyük gücü kulüplerin taraftar kitlesi. Tüketen kitle taraftarlar çünkü. Eskişehirspor da geçmişten bugüne değin taraftarıyla ün salmış bir spor külübümüz… Prof. Heper: Eskişehirspor Kulübü taraftar kitlesi ile ün salmış ama biz fakir bir kentteyiz. İşçinin memurun çok olduğu bir kent burası. Taraftarın tüketme potansiyeli var ama o kadar yüksek değil! Eskişehirspor’lu taraftarın gelirini yeterli görmüyorum. Çünkü adam cebindeki 3-5 kuruş harçlığını ayırıp maça geliyor. Maç parasını bulmakta bile zorlanıyor, ki bırak takımının eşofmanını alıp giysin. Ama İstanbul’da 20 milyon kişi yaşıyor, bunun 40 bini stada geliyor. Bu 40 bin kişinin içinde 30 bini zengin kitle. Kombine biletini Şule Yüksel Öztürk 483 satın alıyor, yemeğini yiyor, arkadaşlarıyla beraber eğleniyor ve 5-10 dakika kala da maça giriyor. Maçını seyrediyor ve gidiyor. Ama Eskişehir’de 600.000 nüfus var. Bunun 20.000’i tribünlere geliyor. Bu 20.000’in 19.000’i yoksul ve fakir. Öztürk: Türkiye’deki taraftar gruplarının kültürel-tarihi bir altyapısı var mı? Bizdeki taraftar gruplarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Prof. Heper: Taraftar kulüple doğar, büyür ve kulüple birlikte yok olur. Türkiye’de kulübün tarihi ne kadar eskiyse o kadar çok taraftarı vardır. Bakın 1900’lerin başında kurulan 3 tane büyük takım var. Türkiye’ye sorun bakalım kim Eskişehirspor’u tutuyor. Herkes Fenerbahçe, Galatasaray ya da Beşiktaş taraftarıdır. Bu kulüplerin tarihi köklü, maddi açıdan güçlüler, iyi futbol oynuyorlar ve iyi reklam yapıyorlar. Bu yüzden bunların seyirci profili de farklı oluyor. Büyük takımların taraftar profillerini, onların daha eski tarihte kurulmuş olmaları ve az önce saydığımız etmenler belirliyor. 1960’lı yıllarda Eskişehirspor maçlarına 5.000’e yakın bayan taraftar gelirdi. 5.000 bayan seyirci gelince de o statta küfür olmazdı. 70 yaşında teyzeler, 18 yaşında kızlar gelirdi. Anneler, nineler gelir hem örgü örer hem maç seyrederlerdi. Eskişehir’de böyle bir kültür vardı ve biz bunu dış sahalarda pek göremiyorduk. Büyük kulüplerde bugün adam karısını almış, çocuğunu, arkadaşını almış, stada gelmiş, hep beraber seviniyor ve hep beraber üzülüyorlar. Kadın taraftarın girdiği yerde bana göre kalite artıyor. Öztürk: Futbol geçmişte bir alt kültür ürünü olarak görülürken günümüzde toplumun tamamına, her kesime hitap eder hale gelmiştir. Bunun oluşmasında sizce kitle iletişim araçlarının rolü nedir? Prof. Heper: Her kesime hitap etmesinde medyanın büyük etkisi var. Akşamları televizyonu açın 10 saat spor yayını var. Aç Digitürk’ü Lig TV’de sabahtan akşama kadar futbol yayını var. Aç diğer kanalları her birinde en azından 3-4 saat futbol tartışılıyor. Futbol artık sadece statta değil, stattan çıktı televizyonlar aracılığıyla her yere girdi. Her kanalda spor programı özellikle de futbol programı. Bir kanala bakıyorsunuz hakemler, bir kanala bakıyorsunuz eski futbolcular, bir kanala bakıyorsunuz kulüp yöneticileri. Futbol televizyonla evin içine hatta yatak odalarına kadar girdi. Maç seyretmek artık kolaylaştı. Eğer maç yayını varsa stada gitmeyip evde oturduğu yerden seyrediyor insanlar. Eskiden sadece gazetelerin arka sayfasında ve sadece bir sayfa spor haberi olurdu. O sayfanın da ne kadarını ayırırlarsa o kadar futbol haberi olurdu. Şimdi her gazetenin dört sayfası Fethi Heper ile söyleşi 484 takımlara, haftanın müsabakalarına ayrılıyor. Televizyon programların büyük bir kısmı maç günlerinde futbola ayrılıyor. Öztürk: Kulüplere vergi affı yani vergi prim ve borçlarının ertelenmesi, milli takım teknik direktörü ve futbolcularına yönelik vergi indirimi konusunda kamu maliyesi alanında uzman bir kişi olarak görüşlerinizi alabilir miyim? Prof. Heper: Bu düzenlemenin yanlış olduğunu düşünüyorum. Şimdi bugün asgari ücretli bir kişi % 15 oranında vergi öderken, yılda 1-2 milyon ABD Doları gelir elde eden bir kişi de % 15 oranında vergi öderse, asgari ücretliye haksızlık yapılıyor demektir. Tamam futbolcudur, profesyonel sporcudur, alsın parasını versin vergisini. Ama futbolcu vergi ödemez. Stopajı dahi kendi ödemez, hepsini kulüplere ödetir. Kulüplerin kavgası bu nedenledir. Mesela bir gelir vergisi çıksa; 2 milyon ABD Doları gelir elde eden bir futbolcu bunun en az % 35’ini vergi olarak ödeyecek. Hadi % 30’unu ödedi diyelim. Ortalama ne yapar 600.000 ABD Doları, yaklaşık 800.000 YTL yapar. O zaman futbolcu transfer sırasında 2 milyon ABD Doları değil, 2.5 milyon Dolar istiyorum diyecek. Vergiyi geriye doğru yansıtacak. Ama bence normal tarifeden vergilendirilmeleri gerekir diye düşünüyorum. İster spor kulübü olsun, ister şu olsun ister bu olsun normal tarifeden vergilendirilmelidir. Vergi adaleti zedelenemez. Ne diyor Anayasa, “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür”. Birinin yıllık kazancı 1.5-2 milyon dolar, öbürünün ki 6.000 YTL ve ikisi de aynı oranda vergi veriyor, işte bu olmaz. Öztürk: Son olarak futbol sadece futbol mudur? Prof. Heper: Bence futbol sadece futboldur. Futbol dostluk, arkadaşlık, kültürel bağlantıları sağlamak amacıyla yapılan bir spordur. Bütün sporlar ise, kaynaşmayı, birleşmeyi, topluma yarar sağlamayı hedef alan birer olgudur. Dolayısıyla futbolu farklı bir şekilde düşünmemek lazım. Şu an bir sanayi, bir endüstri ama futbol her zaman özünde bir spordur. Hem de geniş kitleleri kaynaştıran bir spor dalı. Bu arada kulüplerde gelirlerini artırsınlar, bu onların problemi ama topluma mesaj vermeleri lazım. Bakın huzur içinde hiçbir zaman yaşayamıyoruz. Bir maç olduğu zaman anne-baba maça çocuğunu zor gönderiyor. Acaba dayak mı yiyecek, bıçaklanacak mı, öldürülecek mi diye endişesi var. Bizim zamanımızda yoktu. Spor para makinesi haline geldiğinden dolayı bu olaylar ortaya çıkmaya başladı. Başka nedenden değil! Öztürk: Değerli görüşlerinizi sunduğunuz ve zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 26 Kış-Bahar 2008, s.485-494 Forum Demirsporlar geleneğinin lokomotifi: Adana Demirspor Yavuz Yıldırım 1 Türkiye topraklarında futbolun başlangıcı, 1900’lerin başına kadar götürülebilir. Kökleri Osmanlı’ya ve onun çeşitli kademelerde görevli yabancı konuklarının öncülüğüne dayanan ilk kulüplerinin yanı sıra, çeşitli şehirlerde İdmanyurdu/İdmangücü ve Türkocağı/Türkgücü gibi isimlerle futbol kulüpleri bulunmaktaydı. Bununla birlikte, memleket futbolunun ana damarlarından birini de kurum takımları oluşturur. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki sanayi hamlesine bağlı olarak gelişen kurumlar, memleketin sosyo-ekonomik gelişim çizgisini büyük ölçüde belirlemekteydi ve sportif alan da bu durumun dışında kalmadı. Bir yanda askeri eğitim kurumlarının –Havagücü, Karagücü- spor kulüpleri, diğer taraftan yeni yeni kurulan kamu kurumların (müesseselerin) çalışanlarından ve yetiştirdiği gençlerden oluşan spor kulüpleri Anadolu’nun çeşitli yörelerinde İkinci Dünya Savaşı öncesinde sportif faaliyetleri geliştiriyordu. Milli Mensucat, Şeker Fabrikaları, Sümerbank, Tekel, Demiryolları spor faaliyetlerine el atan bu kurumların başında geliyordu. Dönemin siyasi çizgisinin temelinde yer alan Devletçilik ilkesinin bir yansıması olarak görülebilecek bu durum, her alanda olduğu gibi, devlet eliyle kalkınmanın temel düşüncelerini içeriyordu: Kaynaşmış bir ulus, zinde ve güçlü bireyler, ortak amaçlar etrafında örgütlenmiş dayanışma içindeki kitle, kamusal gönencin artırılması ve Batı standartlarında kurumsal gelişimin sağlanması. Cumhuriyet ilkeleri ve yeni Türk Devleti’nin hedefleri doğrultusunda, kamunun sağlığı hassas bir konuyu oluşturmaktaydı. Bu 1 Araş.Gör., Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi e-mail: [email protected] 486 Demirsporlar geleneği çerçevede, sportif faaliyetler ve beden sağlığı da önemli bir unsur olarak devlet politikaları içinde yer almıştı. 1922’de Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı olarak örgütlenen kulüplerin spor yönetimine dair gösterdikleri gelişme, 1938’te 3530 sayılı yasayla Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü’ne evrilmiştir. Beden Terbiyesi Kanunu çerçevesinde, 500’den fazla memur ve işçi çalıştıran kurumların spor kulübü kurmasına yönelik, kimi kaynaklarda (Oktan, 1986) “Sivil Savunma Mükellefiyeti” olarak anılan bir kanun çıkartılır . Kanunun, yaklaşan savaş tehlikesine karşı, sivil savunma ve asker ihtiyacına yönelik olarak, gençleri zinde ve kuvvetli tutma amaçları taşıdığı söylenebilir. Bu kanun çerçevesinde, kamu kurumlarının bünyelerinden spor kulüpleri oluşturmaya başlanır. Böylece yurt çapında bir yandan askeri kurumların, bir yandan kamu kurumlarının bir yandan da İdman Yurtlarının ve İdman Yurtlarından kopan sporcuların kurduğu yerel takımların oluşturduğu bir futbol dünyası oluşmaya başlar. Bu yazının konusu oluşturan Demirsporlar da, bu kanun maddesi çerçevesinde kuruluyor. Burada istisna olarak Eskişehir Demirspor ve Ankara Demirspor gösterilebilir; çünkü bu iki takımın kuruluşu sırayla 1930 ve 1932’lere dayanır. Eskişehir ve Ankara’nın, Kurtuluş Savaşı çerçevesinde, özellikle demiryolu ağları açısından önemi hatırlanacak olursa, bu iki şehrin Demiryolu örgütlerinin de diğer kentlerden daha gelişmiş olduğu anlaşılabilir. Diğer Demirsporların kuruluş tarihleri, kanunun çıkarılmasını takip ederek, 1940’lı yıllara denk gelir. 1944 ile 1946 yılları arasında artan asker ihtiyacı ile yurdun birçok spor kulübünde olduğu gibi, Demirsporlarda da sporcu eksikliği hissedilmiş ve faaliyetler bir süreliğine durmuştur. DEMİRSPORLARIN SOSYAL VE KÜLTÜREL ROLÜ Demirspor kulüplerinin, demiryollarının memleketin dört bir köşesine Cumhuriyet standartlarını taşımasına paralel olarak, çağdaş spor yapma tekniklerini ve kamusal sağlığın korunmasıa yönelik çalışmaları taşıdığı söylenebilir. “Demir ağlarla örülen” yurt, dönemin en ileri teknolojilerinden olan demiryolu ve tren taşımacılığı ile, yeni dönemin farklılığını hissetmeye başlamıştı. Ekonomik ve sosyal kalkınmanın, artan ticaretin ve iletişimin, yurt gezilerinin sembolü haline gelen demiryolları, yeni Türkiye’nin gelişim çizgisini de simgelemekteydi. Demirspor kulüpleri de, Cumhuriyet’in “gürbüz ve yavuz evlatlar” yetiştirmek hedefine uygun olarak bir yandan gençlerin Yavuz Yıldırım 487 zihnen ve bedenen “muvaffakiyetlerinde” aracı olurken diğer taraftan bulundukları yörenin sosyal ve kültürel canlanmasının öncüsü olmaya başlamıştı. Demirspor kulüplerinin açtığı lokaller, salonlar ve sundukları hizmetlerle, sadece sporcuların değil yöre halkının da ihtiyaçlarını karşılamaktaydı. Örneğin Eskişehir Demirspor kulübünün “bando ve caz takımı”, kulübün salonunda haftanın belli günlerinde performans sergilemekteydi (Sanat ve Spor, 1950). Yine Adana Demirspor bünyesinde kurulan kütüphane ve başarılı öğrencilere burs sistemi, bu durumun örneklerindendir. Demirspor lokallerinde satranç ve briç gibi sporların oynanması da teşvik edilirken, Demirspor adına şiir-edebiyat yarışmaları da düzenlendiği anlatılmaktadır (Yıldırım-Uçar, 2006). Demirspor kulüpleri, öncelikle kendi işçilerinden kurulan takımlarla mücadele etmekteydi. Yine Eskişehir Demirspor’un çıkardığı Sanat ve Spor (1950) dergisinden aktarmak gerekirse, “bir amatör ruhu ile kendi zevkleri ve camianın şerefli mevkii için spor yapan gençler atelyedeki iş hayatında da muvaffak olmakta sporculuktan faydalanarak iş ve vazife disiplinini kat’iyyen bozmamaktadırlar. Bu hareket bizim için bütün yurttaki kulüplere örnek olacak bir inkilaptır”. Takımın “vazifeyi vazife sporu spor olarak kabul eden gençler”den oluştuğunun gururla kaydedildiği yazıda Eskişehir Demirspor’un parolasının “önce iş sonra spor” olduğu kaydedilir. Kulüp yönetimleri de TCDD bölge veya il müdürlüklerinin yöneticilerinden oluşmaktaydı. Bu gelenek halen, Adana Demirspor dışında, diğer tüm Demirsporlar için devam etmektedir. Adana Demirspor, 1969 yılından bu yana kurum dışından seçilen kişiler tarafından yönetilmektedir (Oktan,1986:18). Demirspor kulüpleri, Türk futbol liglerinin ilk takımları arasında yer alırken önemli başarılara da imza atmışlardır. Bölgelerinde gösterdikleri başarılarla Milli Liglerde oynama hakkı kazanan Demirsporların başında Ankara ve Eskişehir Demirspor kulüpleri gelir. Eskişehir Demirspor, 19391940 sezonunda İstanbul, Ankara ve İzmir temsilcilerini geride bırakıp Türkiye Şampiyonu olmuştur. Eskişehir ekibi, Fahri Adanır, Gündüz Kılıç gibi Türk futbol tarihinin önemli isimler kazandırmıştır. Yine Ankara Demirspor, 1959’da kurulan Birinci Lig’te 13 sezon mücadele etmiştir; 19611962 sezonunda ise Fikri Elma ile bünyesinden gol kralı çıkarmıştır. Demirspor kulüpleri futbol dışında bir çok branşta daha faaliyet gösterip milli sporcular yetiştirmiştir. Özellikle güreş, atletizm, bisiklet gibi alanlarda önemli isimler çıkarmış ve milli takımlara seçilmiş oyuncuları bulunan Demirsporlar bulunmaktadır. Örneğin, güreşte olimpiyat şampiyonları Nasuh 488 Demirsporlar geleneği Akar, Ali Özdemir Eskişehir Demirspor’dan, Taner Sağır Ankara Demirspor’dan, Hamza Yerlikaya İstanbul Demirspor’dan; atletizmde 1500 metre Balkan şampiyonu Zeki Öztürk Sivas Demirspor’dan yetişmişlerdi. FAALİYETTEKİ DEMİRSPORLAR Ülkenin demiryolları geçen neredeye her yöresinde Demirspor kulüpleri kurulup kapanmış durumda. Türkiye Futbol Federasyonu’nun resmi websitesindeki “bilgi bankası” bölümünde, “kulüp adına göre” yapılan taramada, Demirspor veya Demir spor adlarıyla tescilli takımların listesi şu şekilde oluşmaktadır (http://www.tff.org.tr/Default.aspx?pageID=119): 1) 2) 3) 4) 5) 6) 7) 8) 9) 10) 11) 12) 13) 14) 15) 16) 17) 18) 19) 20) 21) 22) Adana Demirspor Adana Toros Demirspor Afyon Demirspor Ankara Demirspor Antalya Demirspor Akhisar Demirspor Aksöğüt Demirspor Balıkesir Demirspor Bandırma Demirspor Batman Demirspor Bayrampaşa Demirspor Bitlis Demirspor Ceylanpınar Demirspor Çatalağzı Bld. Demirspor Çankırı Demirspor Erzurum Demirspor Eskişehir Demirspor Gaziantep Demirspor Gökler Demirspor Hatay Demirspor Haydarpaşa Demirspor Işıklı Demirspor 23) 24) 25) 26) 27) 28) 29) 30) 31) 32) 33) 34) 35) 36) 37) 38) 39) 40) 41) 42) 43) 44) İstanbul Demirspor İzmir Demirspor Karabük Demirspor Kars Demirspor Kayseri Demirspor Kıralan Demirspor Kırşehir Demirspor Kuşdilli Demirspor Kocaeli Demirspor Konya Demirspor Kütahya Demirspor Malatya Demirspor Mersin Demirspor Nusaybin Demirspor Sakarya Demirspor Samsun Demirspor Sivas Demirspor Tatvan Demirspor Tavşanlı Demirspor Ova Demirspor Yalova Demirspor Zile Demirspor Çoğunlukla mavi-lacivert renklere sahip Demirsporların logoları da birbiriyle benzeşiyor. Logolarda demiryollarını simgeleyen “demir kanatlar”ın farklı versiyonları bulunmakta. Renk konusunda ise mavi-lacivert dışında kırmızı-lacivert (Eskişehir Demirspor) ve kırmızı-beyaz (Kayseri Demirspor) gibi istisnalar da var. Halen 3 Demirspor -Ankara, Adana ve Nusaybin Demirspor kulüpleri- futbol alanında profesyonel olarak çalışıyor. Ankara ve Yavuz Yıldırım 489 Nusaybin Demirspor 3. ligte; Adana Demirspor ise 2.lig’te mücadele ediyor. Diğer Demirspor kulüpleri ise amatör branşlarda faaliyet gösteriyor. Bir çok kulüp, 1960’lardaki şehir takımları oluşturma furyasında takım birleşmelerine feda edildi. Bir kısmı da yeterli ödenek olmadığı için, altyapı hizmeti sunmaya başladı. Bugün bir çok Demirspor futbol takımı yörelerinin amatör kümelerinde mücadele ediyor. Eskişehir Demirspor, 2007-2008 sezonunda 3.lige yükselmeye en yakın aday görünümünde; play-off mücadelesi veriyor. Listedeki takımlardan, Aksöğüt Demirspor (Gümüşhane) ve Antalya Demirspor’ların, demiryolu güzergahı kapsamında olmadıkları için, yazıda sözü edilen Demirsporlar geleneğinden olmadığı söylenebilir. Benzer şekilde, Gökler Demir Spor, Kütahya Valiliği kayıtlarına göre (http://www. kutahya.gov.tr/dernekler.asp), kırmızı-yeşil renkleri ve kulüp iletişim bilgilerinin TCDD bağlantılı olmaması nedeniyle, Bayrampaşa Demirspor da kırmızı-yeşil renkleri, 1971 olan kuruluş tarihi ve farklı logosuyla bu gelenekteki takımlardan değildir (www.bayrampasademirspor.com). Ayrıca yine Federasyon kayıtlarına göre, Bitlis Demirspor fesh edilmiş durumda bulunuyor. Bu kulüplerin bir çoğu altyapı desteği sağladığı için, sağlıklı iletişim bilgilerine erişmek oldukça güç. Bu konuda yayınlanan bir çalışmada, Demirsporların sayısı 38 olarak görünüyor ancak bunların faaliyet durumları hakkında bilgi verilmiyor (Yılmaz, 2007). Kuruluş yıllarında Demirspor kulüplerinin kendi aralarında turnuvalar yaptıkları, oluşturdukları karma takımlarla yurtdışında karşılaşmalar gittiklerine dair kimi gazete haberleri bulunsa da bu konuda da net bir arşiv bilgisi bulunmamakta. “CENUP YILDIZI” ADANA DEMİRSPOR Adana Demirspor, ilk dönemlerde Eskişehir ve Ankara Demirsporların elde ettiği başarıları daha uzun soluklu yaşayabilmiş ve bu geleneği başarıyla temsil etmiş bir ekip olarak öne çıkıyor. Bu başarısında, TCDD’den kurumsal olarak ayrılmış olmasının etkisi büyük. Demiryollarına yapılan yatırımların, ayrılan ödeneklerin azalması ve karayolları karşısında ikincil bir duruma düşürülmesi neticesinde Demirsporlar da ilk günlerindeki başarılı günlerini koruyamadı. Buna bağlı olarak bir çok kurum takımının yaşadığı düşüşleri, Demirsporlar da yaşadı ve çoğunlukla amatör branşlara çekildi. Adana Demirspor ise hem şehrin sosyo-ekonomik gücü hem de kişisel olarak sarf edilen emeklerin gücüyle, geleneği halen taşıyabilme gücünü göstermekte. Kulübün tarihini anlatmak, bir makalenin sınırlarını oldukça aşıyor. 490 Demirsporlar geleneği Dolayısıyla burada ancak bir özet olarak kimi noktalara değinerek, yazının ana konusu olan Demirsporlar geleneğinin etkisine dair önemini vurgulamak gerekiyor. Adana Demirspor, kurulduğu yıllardan itibaren bir çok branşta (futbol,yüzme, su topu, bisiklet ve güreş) faaliyet gösterdi. Kulüp sosyal amaçlı bir kuruluş olarak, daha ilk yıllarında Erzincan’da depremden zarar gören felaketzedeler için yapılan turnuvaya katılmıştı. Adana Demirspor’un en başarılı olduğu branş hiç kuşkusuz yüzme ve su topudur. Su topunda Hasan Sime, Halil Dalhan, Mahmut Dalhan, Muharrem Gülergin, Recai Çelik, Sefa Aydın, Ahmet Güçlüoğlu, Şükrü Ağcaoğlu, Faruk Suvar ve Halil Yüksel’den oluşna efsanevi kadrosuyla, 17 yılı yenilgisiz olmak üzere 29 yıl şampiyon olarak, Adana Demirspor takımı “Yenilmez Armada” ünvanını kazandı. Her ne kadar baraj bağlantılı sulama kanalları, Adanalı gençlerin yüzme sporu ile erken yaşlarda tanışmasına olanak tanısa da Yenilmez Armada’nın yaratılmasında 1930’ların sonunda Türkiye’nin ilk olimpik havuzunun Adana’da açılmasının büyük etkisi oldu. Burada Halil Dalhan’nın öncülüğünde yapılan çalışmaların etkisini de unutmamak gerekiyor. Dalhan’ın ardından Ruhi Polisci bu geleneği yaşatmayı başarsa da bu başarı kurumsallaşamadı ve altın kuşağın ertesinde kısa sürede Adana’nın sutopu alanındaki etkisi kayboldu. Mavi-lacivertli Demirspor’un futbol geçmişine baktığımız zaman öne çıkan noktalar ise şöyle: Kulübün en büyük başarısı, 1954 yılında kazanılan Türkiye Şampiyonluğu. 1950-51 sezonunda tükiye üçüncüsü olan Demirspor, 1953-54 sezonunda Adana Şampiyonu olduktan sonra, İstanbul, Ankara ve İzmir takımlarının katılmadığı Türkiye Gruplararası Futbol Şampiyonluğu’nda da birinci olur. Takım, daha sonra İstanbul-Ankara-İzmir takımlarının kendi aralarında oynadıkları maçların birincisi olan Hacettepe ile Ankara’da final oynar; bu maçı da 1-0 kazanarak Türkiye Futbol Şampiyonu olur. Bu önemli başarının ilk 11’i şu isimlerden oluşur: (kaleci)Haşim Palandöken, Raif Yonga, Burhan Yakıcı, Oğuz Dolunay, (met) Ahmet Arıboğan, Tarsuslu Ali, Muharrem Gülergin, Keklik Ramazan, Selami Tekkazancı, Kaptan Bedri, (sarı) Yaşar Ergin. 1960-1961’de Federasyon tarafından Milli Lig’e alınan Adana Demirspor, böylece İstanbul-Ankara-İzmir takımlarından sonra 1. Lig’te oynayan ilk Anadolu kulübü olur. Ancak bu başarı, federasyon tarafından iç saha maçlarını Ankara’da oynama şartı konunca daimi olmuyor ve o yıl takım Yavuz Yıldırım 491 küme düşüp mahalli lige geri dönüyor, daha sonra, 1965-66 sezonunda Türkiye ikinci ligine alınıyor. Yedi yıl birinci lige çıkma uğraşı veren kulüp, 1972-73 sezonunda Adana’da Uşakspor'u Fatih Terim ve Bektaş’ın golleriyle 2-0 yenerek ilk kez 1.Lig’e çıktı. 10 yıl üst üste birinci ligde barınan ve orta sıralarda yerler edinen Adana Demirspor 1983-84 sezonunda 2.Lig’e düştü. 1986-87 sezonunda yeniden 1. Lig’e yükseldi. O yıllardan sonra, “asansör takım” hüviyetine bürünen mavi-lacivertliler, birinci ve ikinci lig arasında birer ikişer sezon aralıklarla gidip geldi. “Mavi Şimşekler”, mali ve yönetsel krizlerin en üst seviyeye çıktığı 90’lı yılların sonu itibariyle büyük bir düşüş içine girdiler. Takım, 1998-99 sezonunun son maçında İstanbul’da Bakırköyspor’a 4-0 yenilerek tarihinde ilk kez 3. Lig’e düştü; 2001-2002 sezonunda 2.Lig B kategorisinde grubunu birincilikle bitirip ekstra-play off maçları sonunda 2.Lig A kategorisine yükseldi. Demirspor 2003-2004 sezonunda tekrar 2.Lig B Kategorisine düştü. Geçen yıl bu kategoride yükselme grubunu averajla üçüncü sırada bitirip ekstra play-off’lara kalan takım, son maçta Giresunspor’a 5-1 yenilerek bir üst lig özlemini bir yıl daha uzattı. DEMİRSPOR’UN KENTTEKİ ETKİSİ Adana Demirspor’un anıldığı herhangi bir yerde Muharrem Gülergin adının geçmesi ise bir zorunluluk teşkil eder. Demiryolcu bir aileden gelen Gülergin, Adana Demirspor’un kuruluş dönemlerinden başlayarak 1995’teki vefatına kadar sürekli camianın içinde bulunmuş, sporcu-teknik adam ve yönetici pozisyonlarında görevler almıştır. Ekibin kurumsallaşarak sağlam bir sisteme sahip olmasını sağlayan en önemli isimlerden olan Gülergin, sadece futbolda değil, yüzme, su topu, atletizm branşlarında da Demirspor’u temsil etmiş ve önemli dereceler elde etmiştir. Türkiye’de ilk liberolu sistemi de, 1954’teki şampiyonluk maçında Muharrem Gülergin’in uyguladığı belirtilir (Oktan, 1986:15). Bunun yanı sıra kulüp lokalinin işletilmesi, sporculara burs verilmesi gibi sosyal faaliyetlerde de Gülergin etkisi ön plana çıkar. Gülergin’le beraber, Füze Selami, Kartal Yaşar, Met Ahmet, Kaptan Bedri gibi isimler, Adana Demirspor’un 1940’ların sonunda başlayıp 1960’lerin sonuna kadar uzanan en başarılı dönemlerinde önemli söz sahibi olup Demirspor’un ününün ülke sathına yayılmasında katkıda bulunmuşlardır. 492 Demirsporlar geleneği Adana Demirspor’un sistemli oyunu, daha ilk yıllardan itibaren övgü almaya başlamıştır. 1951 tarihli Çukurova Spor Postası dergisinde şu satırlara yer veriliyor: “[Demirspor], Adana Futbolu’nun bir varlık olduğunu Türkiye’ye de ispat etmiştir. Demirspor, kuvvetli bir varlık olan Karagücü, Havagücü, Ankara Demirspor’u gibi Türkiye’nin en acar takımlarıyle futbolda boy ölçüşebildiği gibi İstanbul ve Mersin’de 4 temas yapan Suriye karmasına karşı çıkarttığı üstün oyunu ile bölgemizin sporun komşu memleketlerde tanıtmıştır. (…) W.M. sistemini tatbik eden Demirspor şuurlu ve metotlu oyunuyla yıllarca fasılasız olarak Bölge Birincisi olduğu gibi bu sezon da grubunun şampiyonluğunu kazanmıştır” (imzasız, sayı 6). Yine aynı derginin 21. sayısında, takımın başarıları sporcuların kişiliklerine bağlanmaktadır: “(…) Bu başarıların esas amili, kendi kabiliyetleri, kendi spor terbiyeleri, vefakarlıkları ve Çukurova’ya mahsus mizaca uygun olarak dürüst sporcu olmalarıdır. (…) Bu şeref sadece Demirsporlularındır, bizzat oyuncularına ondan sonra da kendi kulüp idarecilerine aittir” (imzasız, syf 7). Eskişehir Demirspor’un yayın organı olan Sanat ve Spor dergisinin, 1950 yılı Haziran ayındaki sayısında da Fahri Adanır, Adana Demirspor’dan övgüyle söz etmektedir: “Suriye’deki dört maçını kazanan ancak birinde berabere kalan bu güzide takımımız hakkında bütün Suriye gazeteleri sitayişkar yazılar yazmakta ve şimdiye kadar bu memelekti ziyaret etmiş olan Türk takımlarının en mükemmeli olarak Adan Demirsporunu göstermektedir. Ecnebi topraklarında evvel emirde Türk, saniyen de Demiryolcu oldukları için göstermiş oldukları başarıdan kıvanç duymaktayız. 1944’ten bu tarafa daima muvaffak olan, Türkiye birinciliklerinde temayüz eden ve derece alan Adanalı kardeşlerimizle her an iftihar etmekteyiz” (sayı 14: 31-32) Kısa sürede gösterdiği başarılarla önce Adana’da sonra bölgesinde ve tüm ülkede sevilmeye başlanan Adana Demirspor’un ilk yıllarından başlayarak çeşitli spor dallarında simge isimler yetiştirmesinin, kulübün bünyesinde yer almayı da karizmatik bir hale dönüştürdüğü söylenebilir. Öyle ki, hangi branşında olursa olsun, Demirspor kulübü bünyesinde yer alan sporcular, yörede el üstünde tutulur hale gelmiştir. O dönemleri yaşayanlar ve Demirspor’da görev almış isimler, Demirsporluluğun bir gurur objesi olarak gösterildiğini anlatır. Demirspor maçları bir karnaval havasında geçerken, TCDD binası yanındaki kulüp binasından antreman sahasına kadar çalışmaları Yavuz Yıldırım 493 izlemek için gelen kitleyle beraber yüründüğü söylenir. Belki de bu tarihsel arka planının neticesinde, kulüp yöre halkı tarafından halen daha farklı duygularla sahiplenilir (Yıldırım-Uçar, 2006). Öte yandan 2. ve 3.liglerin kuruluş kararının alınmasının ardından Orhan Şeref Apak’ın çalışmaları ile hayata geçen, şehir takımları oluşturmak hedefiyle, 1960’lı yılların sonlarından itibaren, eski takımların birleştirilerek tek bir takım haline getirilmeye başlanması Adana’da da etkisini göstermiştir. Adana Demirspor’un gittikçe büyüyen hacmi, sporcu ve yöneticilerin takım içerisinde yer alma çabaları, yeni kurulması gündeme gelen takımların etkisiyle adres değiştirir. Adana’da kökleri 1930’lu yıllara dayanan Torosspor ve Seyhanspor’un birleştirilmesiyle oluşturulan Adanaspor, böylece yeni cazibe merkezi olarak, Demirspor’un yereldeki en büyük rakibi olur. Adanasporluluğu yüceltmenin teme argümanı, Demirspor’un Ankara merkezli bir devlet takımı olmasına karşın, Adanaspor’un yörenin renklerini ve özgünlüğünü içeren “sivil” bir takım olduğu düşüncesine dayanır. Oysa ki belirtildiği gibi, şehir takımları oluşturulma emrinin Federasyon kaynaklı olması, hatta bu çalışmaları başlatan Orhan Şeref Apak’ın Adanaspor’un başkanlığını dahi yapması, bu argümanı zayıflatan en önemli unsurdur. Demirspor ve Adanaspor arasındaki rekabet, şehrin elitlerinin pozisyonlarını belirlemesi ve yerel siyasi mücadelesi açısından da önem taşır. Adanaspor’un, Demirspor’da yeterli etki gücüne erişemeyen kesimlerin cazibe merkezi olmaya başlamasıyla, işadamları ve politikacıların kentin her iki takımına verdiği ya da vermediği destek onları etkilemeye başlamıştır. Bu noktada, Adanaspor, Demirspor’a göre daha az mali sorun yaşamıştır. Her ne kadar siyasi, etnik veya kültürel açıdan keskin ayrımlara dayanmasa da Adanasporluluk ile Demirsporluluk, 1970’lerle birlikte birbirinden ayrılmaya başlar. Adanaspor’un ligteki başarılarının artmasıyla, Adanaspor sempatisi bu yıllarda daha yüksektir. Demirsporlular, 1980’den sonra , özellikle organize taraftar grubunun oluşmaya başlaması ile birlikte daha muhalif bir çizgiye gelirken, Adanaspor’un Uzanlar’a satılması ve şirketleşmesi ile bu ayrım keskinleşmiştir. SONUÇ Bu yazıda, Türk futbolundaki Demirsporlar geleneği ve bu geleneğin en simge isimlerinden olan Adana Demirspor genel hatlarıyla ele alınmıştır. Ülkede futbolun sistemli bir şekilde yerleşmesi, sportfi alanın sosyo- 494 Demirsporlar geleneği ekonomik diğer alanlarla birleşmesi gibi konularda Demirspor kulüpleri kuruldukları yörelerde önemli görevler üstlenmiştir. Halen bir çoğu amatör olarak farklı branşlarda ülke gençliğine hizmet etmekte olan Demirsporların ülke sathında önemli başarıları bulunmaktadır. Bu geleneğin güçlü taşıyıcısı Adana Demirspor da profesyonel alandaki en başarılı ve sürekliliği olan takım olarak dikkat çeker. Ancak eski başarılı günlerinden uzak olsa da Demirspor’un Adana kenti ve sporu için kritik bir önem taşıdığını vurgulamamız gerekir. Adana’nın bir bütün olarak ekonomik gücünü yitirmeye başlaması, tarımın etkisini azaltması ile birlikte Çukurova’nın eski ihtişamlı günlerini yitirmesi ve kentin zenginlerinin yatırımlarını ve gelirlerini diğer şehirlerde, özellikle İstanbul’da kullanmaya başlaması ile birlikte Adana’nın her iki takımı da bir başarısızlık ve “sahipsizlik” girdabına girmiştir. Ülke futbolunun da İstanbul’ endekslenmesi bu olumsuz durumun etkisini artırmıştır. Ancak Adana Demirspor halen, yıllardır alt liglerde mücadele etmesine karşın, eski simge isimlerinin, yarattığı futbol kültürünün ve demiryolcu geleneğinin etkisiyle kentte farklı bir konumda bulunmaktadır. KAYNAKÇA Adanır, Fahri (1950) Demirsporlar Turnuvası’na umumi bir bakış. Sanat ve Spor,14: 31-32. Eskişehir:Eskişehir Demirspor Kulübü. Çukurova Spor Postası Dergisi (1951). Adana. Oktan, Sabit (1986) Dünden Bugüne Adana Demirspor. Üstün Yayıncılık, Adana. Yıldırım, Y., Uçar, M. (2006). Memleket Futbolunun İki Paralel Aynası: Adana Demirspor-Adanaspor. İçinde : B. Çelik (der.). Adana Kar Yağmış. (s. 431-445). İstanbul :İletişim Yayınları. Yılmaz, M. (2007, 15 Ağustos). İçinden demiryolu geçen kulüpler:Demirsporlar. Zaman Sporvizyon eki. (s. 4). İstanbul. http://www.bayrampasademirspor.com, Nisan 2008 http://www.eskisehirdemirspor.com, Nisan 2008. http://www.kutahya.gov.tr/dernekler.asp, Nisan 2008 http://www.tff.org.tr/Default.aspx?pageID=119, Nisan 2008. İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 26 Kış-Bahar 2008, s. 495-500 Forum Ah şu futbol! Lütfü Özel 1 Söylenecek ne kadar çok şey var hakkında ama bir spor gazetecisi ne diyebilir ki? Ülkede 70 milyon teknik direktör düzeyinde “futbol otoritesinin” varlığı dikkate alındığında sözlerin “sıradanlaşması” kaçınılmazdır. Bu durumda o kadar uzmanın karşısında dile getirdikleriyle “haksız çıkma” bir yana, “işi bilmeme” gibi pekçok “değerlendirmeye” maruz kalabilir gazeteci.. Herkesin “bildiği” konuda “ahkâm” kesmek zordur da denebilir böyle bir tabloya… Dakka bir: O zaman futbol pekala “farklılık”la özdeş bir durumdur. Böyle bir bakış açısından ele alınırsa sadece bir maçta bir pozisyona binlerce farklı yorumun getirilmesi de doğal yani. İyi niyeti elden bırakmadan denemeye devam; “Elbette doğal; denebilir ki, futbol düşünce farklılığının dolayısıyla zenginliğinin günışığına korkusuzca çıkabildiği yegâne alandır!!!” Demokrasinin anasıdır diyelim gitsin şuna öyleyse. Futbol yüzünden yaşanan arbedeleri nasıl tanımlamak gerekir peki? Farklılıkla tahammülsüzlüğün birleşmesinden ne çıkarsa o. Atış serbest. Demokasinin anası bellendi gitti o zaman. Hay Allah! Açalım: Çok konuşturur insanı futbol. 90 dakikalık bir sürecin önü, ardı, günlerce dile, kaleme dolanabilir. 1 Gazeteci, yazar e-posta: [email protected] 496 Ah şu futbol FIFA’nın eski başkanı demiş zaten “Futbol ölüm kalım meselesi değildir, ondan daha önemli bir hadisedir” diye. O zaman görüş farklıkların olması işin doğası. İnsan o zaman sormadan edemiyor. Neden hayatın başka alanlarındaki görüş farklılıkları bu kadar basit şekilde kabul göremiyor? Başka bir deyişle ifade edersek bu alanlar acaba spordan yararlansalar fena olmaz mı? Ama futbolda da kavga var! Şiddet, mafya, çete gibi taraftar grupları… adam vurma, bıçaklama, yaralama, ölüm hatta… Ama gördük işte. Avrupa Futbol Şampiyonası yapıldı daha “dün”. Bütün hepsi bir yana, şu Almanya ile Türkiye’nin yaptığı yarı final maçı öncesi ve sonrasında iki ülkenin yöneticilerinden vatandaşlarına kadar ortaya çıkan tablo şaşırtıcı değil miydi? Tek kaşkolda iki ülkenin bayrağı bir arada değil miydi? İki ülkenin vatandaşları kolkola, bir arada, hem sahada, hem sokakta dostluk, barış mesajları vermemişler miydi? Neredeyse o esnada da ülkeler arasındaki ilişkiler aynen o görüntülerde olduğu gibi yürüse ne güzel olurdu diye düşünmemiş miydik? Abartalım biraz... Hani futbol dünya barışının temeli olamaz mı yani? Ama pekala kavga nedeni de olabilir, çok örneği var. Bizim cumhurbaşkanlarımızdan biri demişti galiba, bir törende konuşurken; “Eskiden zafer kaleye bayrak dikmek demekti. Şimdi kaleye gol atmak zaferle eş anlamlı.” Birden ne karmaşık hale geliverdi durum. Gazetecilikten bahsediyorduk oysa. Futbol bu! Savurur insanı. Genelkurmay Başkanı’na forma giydirerek maç seyrettirir, odasındaki bütün eşyaları tuttuğu takımın rengine boyatabilir. Başbakanı çocuklar gibi golle yerinden sıçratabilir. Cumhurbaşkanını sarılacak kimse bulamadığı bir durumda çocuk sevinci yüzüyle ne yapacağını şaşırmış vaziyette bırakabilir. “Kültürleri” normal şartlarda uluorta sarılmaya “engel” bir karı-koca tv ekranlarından milyonlarca insanın gözü önünde genç aşıklar gibi sarmaş dolaş olabilir, bir golün mutluluğuyla. “Ağır abla” bir Başbakan ayağa fırlatıp birden çocuk yüzle gülümseyebilir. Futbol ne kadar güzel bir olay değil mi? Lütfü Özel 497 Bir Kral ülkesini şampiyonluğa taşımış milli takımın kaptanını “oğul tadında” göğsüne bastırabilir. Ama insanlar çoğu zaman da sahip oldukları “titr”e bakmadan birbirlerine sadece ama sadece bir “faul”e verilen hakem kararı yüzünden girebilir, tekme tokat saldırabilir, silah çekecek hale gelebilir de. Hatta ne bir yasa ne başka güç bu duruma engel olabilir. Öyle kerli ferli adamları gören “yığınlar” da “cesaret” alarak işi daha kötü boyutlara götürebilir. Bu şimdi spor mu? Futbol böyle bir şey mi? Hangi baba çocuğuyla birlikte formasını giyerek maça gitme cesareti gösterebilir o görüntülerden sonra? Çocuğunun yanında tuttuğu takımın formasını giydiği için dayak diyen bir babanın travmasını hangi futbol duygusu, ruhu izah edebilir? Çok kötü… Ama gerçekten çok kötü… Ama peki Türkiye Çek’leri, Hırvat’ları, İsviçre’lileri yendiğinde sokakta “ezeli” rakip 3 kulübün taraftarları sırtlarında kendi takımlarının formaları birlikte göbek atmadılar mı? Bu futbol ne kafa karıştırıcı bir şey! Neden aynı “malzeme” iki farklı durum doğuruyor? E futbol bu… O gün neyse o yaşanır, yarına; bakarız artık… Yani… Portekiz’e yeniliriz, teknik direktör ve futbolcuları yerin dibine sokarız. Ertesi gün İsviçre’yi dize getiririz, dünkü sefil yaratıklar ülke nezdine cumhurbaşkanından da öte gelir bir anda. Yenil, saçındaki biryantine, diline, konuşmana kadar didik didik edilsin. Ama sonra kazanıp, dünya üçüncüsü ol, halk sokağa dökülüp ilah yapsın seni… Şampiyon olunduğunda yeryüzünde tanrıdan sonra ilk sırayı teknik direktör, sonrasını futbolcular alabilir pekala!!! “Kaybedene” hayat tanımayan bir iştir futbol. Oynadığı takımda taraftar baskısından evinde ışıklar kapalı oturmak zorunda kalan bir futbolcunun yurt dışına transferi sonrasında yaşadığı hayrette gizlidir bu durum: “Eşimin, kızımın artık hayatından endişe eder hale geldiğim bir şehirden, maç bittiğinde hadi iyi akşamlar denilerek herkesin ayrıldığı, yenilgi ardından normal hayatın stattan çıktıktan sonra hemen başlayıp, devam ettiği bir yere geldim. Yabancı diye burun kıvırdığımız insanlardan adeta insanlık görüyoruz” 498 Ah şu futbol Futbol çok şaşırtıcı da bir şeydir böyle bir durumda. Ama haksızlık da etmemeli. Holiganizmin doğuş yeri Türkiye değil elbette. Farklı kılan, bunu çıkaranlar kendilerini “tedavi” ettiler de biz bu işin “aşısını” daha bulamadık. Bulabilmemiz de zor görünüyor. Yakalıyor polis, “hatırlı kişiler” devreye giriyor, vali, emniyet müdürü “naçar” bir şey yapamıyor. Yapsa, “şiddetle dehşet saçan”, mutlaka birileri aracılığıyla “milletvekiline” bile ulaşıyor, ülkenin bakanına kadar gidiyor iş; mazaallah “makam” sallanıyor. Bu durumda futbol ne ola ki? Siyasetin ta kendisi!! Her maçta tribünleri doldurmaz mı “onlar?” Hele bir de maç başladıktan 5 dakika sonra gelirler ki, “yalaka takımı” harekletlenince neredeyse bütün stat ne oluyor diye sahayı bırakır, “oraya” bakmaz mı? Bu sıradan hatta en masum tarafı. Futbolu bizzat yönetmek ister. Başkan “benden olsun” der ve elinden ne geliyorsa yapar. Bütün kuralları, teamülleri ve hatta kendi çıkardığı yasaları çiğner gerekirse siyaset. Birgün futbolun asıl patronu “FIFA” Türkiye’ye gelip genel kurulu basıp, sömürge ülkesi gibi yaptıklarını kontrol etmeye kalkınca “sesi çıkmaz” ama, “Tamam onların dediği gibi olsun, futbol artık özerk” der ama genel kurul öncesi bütün gece kulüp başkanlarını tek tek arayarak müdahalesini “dikte” ettiririr siyaset. Milli Takım Teknik Direktörü’nün aldığı maaşı kendisiyle kıyaslar, hatta hakaret ederek aşağılar onu, ama onun mimarı olduğu bir büyük başarının da sahibi kendisiymiş gibi uçaklara doluşup maç seyretmeye gider, “milli takım futbolcularıyla olur da bir kare yan yana düşerse havasını atmak ister. Bahis oynamaya “günah” diye karşı çıkar, spor teşkilatı büyük yatırımlarını, uluslararası organizasyonları oradan gelen paralarla halletmeye başlayınca, parasızlıktan kıvrılan amatör kulüpler yine oradan gelen paralarla ayağa kalkınca, “unutur günahı, sevabı”, “ biz yaptık” diye hava atar siyaset. Hatta ne yapar, bütün ülke futbolun peşine takılmış giderken, dikkatler sıfırlandığı bir durumda araya yüzde 21 “elektrik zammını” sıkıştırıverir. Futboldan yararlanıp… Hay Allah! Şimdi yine çok kötü bir şey oldu futbol... Lütfü Özel 499 Siyaset her yeri bu kadar mı bozar? Aslında istenir ki onlardan, gençliğe hizmet etsinler, semt sahaları yapsınlar her yere. Çocuklar, gençler futbol oynasınlar. Yaparken de sadece spora, gençliğe, futbola hizmet kaygısı duysunlar. Yasalar çıkarsınlar. Futbolu ruhuna aykırı davranmak isteyenler olursa engel olsunlar. Ama bir bakarsınız mafya mensubu kulüp başkanları türemiş, protokolde devlet adamlarının yanında poz vererek “aklanırlar” kamu vicdanında. Silahlı genel kurul basarlar. 5 kurşun sıkarlar benzinlikte, yumruk atarlar, ölümle tehdit ederler. Federasyon başkan adayı çıkarırlar, tehdit salarlar. “100 koyun kesmezsen başkan olamazsın” dedikleri ortaya çıkar. Naklen yayın havuzundaki pastayı yutmak için babayı oğluna düşman ederler. Bütün bunlar olurken “siyaset ” çıkar, hesap sorar. Rapor hazırlar. Raporlarında futbolda bırakın mafya lafını “organize suç örgütü” vardır demeye bile “güçleri” yetmez. İnsan sormadan edemez kendi kendine bu nasıl iştir, diye. Sonra derine indikçe bildiklerinden korkmaya başlar. Hay Allah. Hay Allah, sadece futbolu anlatmaya çalışıyorduk, nerelere geldik böyle? Nedir futbol Allah aşkına? Neden peşinde bu kadar karanlık var? “Rant” la mı alakalı? Eskiden böyle miydi? İlk defa 2008 Avrupa Şampiyonasında dikkat çeken bir farklı boyut yok muydu? Bütün gazeteler, televizyonlar, şampiyonanın ekonomik boyutundan bahsedip duruyorlardı. Milyar euroluk bir olay bu diye. Sponsorlardan, turizm hareketliliğine kadar geniş bir alanda büyük parasal dönüşüm anlatılıyordu durmadan. Türkiye’nin UEFA’dan 15 milyon euroya yakın para aldığına dikkat çekiliyordu. Futbolcularımıza da elde ettikleri başarıdan 600 biner YTL prim verildiğinden... Yani ekonomi işi sarıp sarmalamış. Bu durumda rant kelimesi yerine denebilir ki, futbol herhalde paranın da bizzat kendisi. 500 Ah şu futbol Hele şu transferler… Kimsenin aklından geçiremeyeceği miktarları, tanrı vergisi yetenekleriyle kazanmayı başaran genç insanların ortaya koyduğu durum. Onlar bir yerden bir yere gidiyorlar; “ayaklanıyoruz” futbol şovdur diye. Onlar paraları alıyor, vergiyi kaçırıyor “canımız sıkılıyor” futbola hırsızlık damgasını vurmaktan. Futbol işte! Ne kadar çok “tanımlama” yolu, yönetimi “denedik”. Futbol aslında çok güzel bir şey. Bütün benzetmeleri ortaya çıkaran bizleriz. Biz futbola nasıl bakıyorsak futbol o’dur belki de… Belki de yaşamın bizzat kendisi… Mücadele, hırs, kaybetmeye direnç, hoşgörü, centilmenlik... 90 dakika savaş gibi oyun… Bitiminde rakibini kutlama… Taraftarınla kucaklaşma, nasıl büyük bir mutluluk… Renk, forma sevgisi, aşkı... Böyle işte! Geride kalan ülke çapındaki diğer “teknik direktörler” fazla üzülmemiştir herhalde. Futbolu 90 dakikanın biraz önü biraz ardından yorumlama hakkına elbette herkes sahiptir. “Allah Allah bunlar da mı oluyor” diyenler varsa eğer bu da “bize” farklılık olarak geri döner elbette. Siz bakmayın, asıl işi “başka” olan ama futbolu bazen “nefret ettirir” hale getiren yorumcu taifesinin dediklerine. Onlar yayında futbolcuya “yeni evlendin, akşam kaç gol attın bilmeyiz ama, bugün sahada ne yapacaksın” diye sorar “renk katarlar” futbola. İddiaya girer “bikini” giymekle varlıklarını hatırlatırlar. İşi gazetecilik olanlar biraz daha farklı duruş içinde yer almaya gayret ederler. Ama onlar da yani “bizler” de, çok “yalan transfer haberleri yazarak” karizma çizdiririz. Çok kızdırırız insanları doğru olmayan işlerin altına imza atarak. Bir kelimeyi öğrenmek için hiç yorulmadan günlerce çaba göstermek zorunda da kalırız. Yağmur, çamur demeden, soğuk havada donarak belki, görev yapmaya çalışırız. Bir kare fotoğraf için saatlerce beklemeyi göze alırız..Bir güzel enstantane için... Ya da biri çıkar sadece işimizi yaptığımız için “utanmazlar” der, gıkımız çıkmaz. İşte böyle bir şey şu futbol! Ne arasan var. Ya da Hiçbir şey yok! İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 26 Kış-Bahar 2008, s.501-503 Forum Bir tuhaf oyun Itır Ersoy 1 “Şunu öğrendim ki top insana hiçbir zaman beklediği yönden gelmiyor. Bu bana hayatta çok yardımcı oldu.” Albert Camus Futbol! ‘İki ayak-bir top’ kadar düz anlamlı olmayı hiç becerememiş, hatta denememiş, zaten de hak etmemiş bir tuhaf oyun… Tuhaftır; çünkü onca yalınlığına rağmen tanımlaması zordur. Tuhaftır; içinde bulunmayan duygu neredeyse yoktur, kavgası çoktur, tutkusu boldur. Tuhaftır; tuhaftır ki her karesi yaşama göndermelerle doludur. ‘Ters açı’dan bakarsak, yaşamın pek çok anında futboldan çalınmış ‘enstantane’ler bulunur. Bazen güzelim ‘muz orta’lar ıskalanır, ya beklenmedik olmasından ya becerisizlikten ya da cesaretsizlikten… Bazen de ortayı ıskalamayan ‘rakibe’ karşı ‘planjon’ yapmakta geç kalınır. Bazen öyle dönemler yaşanır ki, ülkenin kaderi ‘takımın kaderi’ne benzer; dahası o kader son dakikada, hatta uzatmada döner. Teknik ayrıntılar, taktik kaygılar, planlar dizi dizi sıralansa da, yöneten ya da yönlendirenler tüm güçleriyle çabalasa da fark etmez; futbolun ‘sürpriz merakı’ndan yaşama da hatırı sayılır paylar düşer. Hadi biraz daha ileri gidelim, Eduardo Galeano’nun sözlerine kadar: “top döndükçe dünya da döner, tüm dünya dönen topun etrafında dört döner.” 1 Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi e-posta: [email protected] 502 Bir tuhaf oyun Futbol, kimine göre kendini bulma ve ifade etmenin, kimine göre hayattan kaçabilmenin, ‘bir nefes alabilme’nin çaresi, hatta kimileri için AB’ye girmenin garantili reçetesidir. Daha genel bir kabulle ‘futbol sosyal bir olgudur.’ Kimi ülkelerde ya da yörelerde ise güç sahibi olmanın en geçerli, galiba da en ‘kestirme’ yoludur. Farklı alanlar, farklı disiplinler -hafifsemiş gibi yaparlar ama- futboldan esinlenirler de, yararlanırlar da… Bazen sınırsızca, hatta oburca… ‘Top’ saklamaya, ayakta tutulmaya çalışılır, gol atmaya uğraşılır. Atamayınca kendilerinden başka her şeye, herkese kusur bulma, her fırsatta ‘tribüne oynama’, uzatmalara bel bağlama çabaları da işin şanındandır. Ara sıra ofsayta düşülse de, ‘arkadan müdahale’ kartsız geçiştirilse de… ‘Hakem faktörü’, ‘yorumcu kavgası’ hiç eksilmese de… Hangi alanlardır bunlar? Örneğin kimi sanat dalları; örneğin iş yaşamı, ticaret, ille de medya; örneğin özellikle de siyaset… İletişim diliyle ‘etkileşim’ diyelim, yerini bulsun! Futbolsa, birkaçını başka alanlardan aşırmış olsa da, barındırdığı tüm kavramları cömertlikle salıverir ortalığa. Dayanışma, paylaşma, emek ve çabayı… Takım ruhu, sorumluluk, mücadele, hırs ve direnci… Yüreklilik, bağlılık, sabır ve gururu… Eşitlik, birleştiricilik ve gücü… Sevinci, hüznü, umudu, coşkuyu… Estetiği, keyfi, zevk almayı… Elbette ki stratejiyi, taktiği… Hiç şüphesiz akla dayalı, bilgiye dayalı olmayı… Kavgayı da, ne yazık ki bağnazlığa varan tavırları da… Ama ille de sevgiyi… Ve aşkı… ‘3 korner 1 penaltı’ dönemimizin ‘iki taşın arası kale’lerinden, önce toprak sonra yeşil sahalara gelene kadar; ‘yenildik, ama ezilmedik’ söylemlerinden uluslararası şampiyona kupalarını hedeflemeye erişene kadar, epey zaman geçti. Şimdilerde, bir yandan kendi oyuncularımızın futbol borsasındaki değerlerini tartışıyor, öte yandan ‘önümüz-arkamız, sağımız-solumuz dünya yıldızları’ halimizle öğünüyoruz. Bazıları ‘eski yıldız’mış, ülkemize ‘kariyer’, futbol ya da takım aşkından daha öncelikli nedenlerle geliyorlarmış vs. vs… Itır Ersoy 503 Ne gam! İyisi de kötüsü de, genci de yaşlısı da, sağlamı da sakatı da başımızın tacı… Hele ki hak edenleri… Yine şimdilerde, haritadaki yerimizi bilmeyenler bile as oyuncularımızın isimlerini bir avazda sıralayabiliyorlar; ‘keyif almak, heyecan duymak’ adına bizim takımımızı ‘ikinci takım’ı olarak tutabiliyorlar. Futbolun beşiğindekiler bile… Daha da ötesi, düşlerimizin takımlarından Milan, Van’ın Erciş İlçesi’nden çıkan 11 yaşında bir çocuğu alt yapısına seçiyor; ‘Türkiye seninle gurur duyuyor’ diye sokaklara dökülmeye gerek bile görmüyoruz artık. Bir yanda, ta 1974’de “Buraya futbol adı verilen ürünü pazarlamaya geldim” diyen FIFA Başkanı, devasa bir sanayi haline gelen uluslararası futbol sektörü, rekabet koşulları, profesyonellik… Öte yanda, başına neler geldiğini anlayamayan ‘bir tuhaf oyun’ futbol… Seyir zevkiyle, duygudaşlığıyla, yaşamımıza kattıklarıyla futbol… Karıncaezmez Şevki’nin karıncayı bile incitmeyen, naif figürüyle, Paşalı Birol’un yaratıcılığıyla, ‘her şeye karşı’ Çarşı’nın imrendirici organizasyon becerileriyle renklenmiş futbol… Hamburg Takımı’nın ‘taraftarına özel mezarlık’ projesini nereye koymalı, yoruma açık bırakıyorum. Nereden bakarsak bakalım, her açıdan çok özel bir’ iletişim ortamı’dır futbol. İletişimin neredeyse tüm unsurlarını, tüm alt başlıklarını, tekniklerini, yöntemlerini, araçlarını kapsar, yaşatır. Ama başı da sonu da ‘oyun’dur işte! Oyun gibi oynanmalıdır. Keyif alınmalı, mutlu olunmalıdır; ‘ölmeye, ölmeye, ölmeye geldik’ yerine ‘yensen, yenilsen kalbim hep senle’ ezgileriyle paylaşılmalıdır. Son sözü, Ali Kırca’nın ‘Her Şeyin Başı Futbol’ başlıklı yazısından alıntılayalım: “Futbolu yabana, hayatı taca atmayın.”