Sosyal Polİtİka - Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanlığı
Transkript
Sosyal Polİtİka - Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanlığı
Sosyal Polİtİka Ç a l ı ş m a l a r ı Journal of Social Policies T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Hakemli Araştırma Dergisi • Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak-Haziran 2013 Aile Yılmazlığı: Bir Engele Rağmen Birlikte Güçlenen Aile Prof. Dr. Yaşar Özbay, Arş. Gör. Didem Aydoğan Aile’nin Psiko-Sosyal Destek İhtiyacını Karşılamada Yeni Bir Model Önerisi: Aile Sağlığı Merkezlerinde Aile Psiko-Sosyal Destek Birimi Prof.Dr. Yasemin Özkan, Esra Kılıç Farklı Sosyo-Ekonomik Düzeydeki Beş-Altı Yaş Çocuklarının Erken Öğrenme Becerilerinin İncelenmesi Doç. Dr. Adalet Kandır, Öğrt. Gör. N. Bilge KOÇAK TÜMER İİT Ülkeleri Ve Türkiye’ye Ait Sosyal Göstergeler ile İnsani Gelişim Göstergeleri Arasındaki İlişkinin Karşılaştırmalı Analizi Münir Tireli, Doç. Dr. Selim Çoşkun, Dr. Nevzat Fırat Kunduracı Kadın Cinayetleri: Kavramsallaştırma ve Sorunlu Yaklaşımlar Yrd. Doç. Dr Elif Gazioğlu Multivariate Time Series Modeling Of The Number Of Applicants For Conditional Cash Transfer Program in Turkey Ahmet Fatih Ortakaya, Asst. Prof. Dr. Ceylan Talu Yozgatlıgil Namusu/nu Kanla Temizleyenler: Mardin Cezaevi’nde Namus Davası Nedeniyle Yatan Mahkûmlar Üzerine Bir Araştırma Yrd. Doç. Dr. Musa Öztürk, Arş. Grv. Memet Ali Demirdağ Sa yı : ISSN: 1303-0256 30 Sosyal Polİtİka Ç a l ı ş m a l a r ı Journal of Social Policies T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Hakemli Araştırma Dergisi • Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak-Haziran 2013 Hakemli Araştırma Dergisi Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Adına Sahibi Amber Türkmen Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Faruk Nafiz Fazlıoğlu [email protected] Yönetim ve İletişim Eskişehir Yolu Söğütözü Mahallesi 2177. Sokak No: 10/A Çankaya-ANKARA e-posta: [email protected] web: http://eydb.aile.gov.tr/tr/html/21493 Yayın Türü Yaygın süreli yayın ISSN 1303-0256 Grafik-Tasarım Rıhtım Ajans • 0312 441 61 31 Baskı-Cilt Özel Ofset • 0312 395 06 08 Baskı Adedi 3.000 Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi’nde yayımlanan yazılardaki görüşler yazarına aittir. © Her hakkı saklıdır. Dergide yer alan yazı, makale, fotoğraf ve illüstrasyonların elektronik ortamlar da dâhil olmak üzere kullanma ve çoğaltılma hakları sadece Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'na aittir. Yazılı ön izin olmaksızın yazıların tamamının ya da bir bölümünün çoğaltılması yasaktır. Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi altı (6) ayda bir yayımlanır. Mülga Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü tarafından yayımlanan AİLE VE TOPLUM Dergisi'nin devamıdır. TÜBİTAK-Ulakbim veritabanında taranmaktadır. ASOS Index tarafından taranmaktadır. Sosyal Polİtİka Ç a l ı ş m a l a r ı Journal of Social Policies T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Hakemli Araştırma Dergisi • Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı:30 Ocak-Haziran 2013 YAYIN KURULU DANIŞMA KURULU BU SAYININ HAKEMLERİ Dr. Dursun Ayan Doç. Dr. Aşkın Asan Prof. Dr. Aliye Mavili Aktaş Dr. Sermet Başaran Dr. Nail Abdulgazi Alataş Prof. Dr. Aylin Görgün Baran Dr. Selim Coşkun Doç. Dr. Mustafa Can Prof. Dr. Aysel Köksal Akyol Pınar Çağlayan Prof. Dr. Mustafa Acar Prof. Dr. Aytül Kasapoğlu Prof. Dr. Nagehan Talat Arslan Prof. Dr. Hüseyin Gül Prof. Dr. Ahmet Hamdi Aydın Prof. Dr. Jülide Y. Öcal Prof. Dr. Ömer Çaha Prof. Dr. Metin Toprak Prof. Dr. Sibel Kalaycıoğlu Doç. Dr. Aynur Bütün Ayhan Prof. Dr. Jülide Yıldırım Öcal Doç. Dr. Ayşe Sezen Bayoğlu Prof. Dr. Ferhunde Öktem Doç. Dr. Dolunay Şenol Prof. Dr. Emine Özmete Doç. Dr. Eda Purutçuoğlu Prof. Dr. Metin Toprak Doç. Dr. Fatime Güneş Prof. Dr. Zeynep Bengi Semerci Doç. Dr. Mualla Kavuncu Prof. Dr. Metin Yerebakan Doç. Dr. Suna Başak Yrd. Doç. Dr. Ali Çiftçi Dergimizin diğer hakemleri http://eydb.aile.gov.tr/tr/html/21493 adresinde sürekli güncellenerek yer alacaklardır. BİLİMSEL YAZIŞMA Makaleler ile ilgili tüm soru ve yazışmalarınız için; Faruk Nafiz Fazlıoğlu Tel: 0312 705 57 32 e-posta: [email protected] Editörden Faruk Nafiz FAZLIOĞLU Değerli Okurlar, Bu sayı ile birlikte Sosyal Politika Çalışmaları adı altında çıkardığımız dergimizin 3., Aile ve Toplum dergisinden bu yana ise 30. sayımızı çıkarmış bulunuyoruz. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının faaliyet alanlarına ilişkin akademik çalışmaları yayınladığımız dergimizin bu sayısında da ilginizi çekeceğini umduğumuz 7 çalışma bulunuyor. “Aile Yılmazlığı: Bir Engele Rağmen Birlikte Güçlenen Aile” adlı çalışma Prof. Dr. Yaşar Özbay ve Arş. Gör. Didem Aydoğan’ın bir ortak çalışması. Yetişkinlerin zor ya da beklenmeyen yaşam olaylarıyla başa çıkma yollarını açıklamak için kullanılan “Yılmazlık” bu çalışmada, engelli bir çocuğa sahip olan ailelerde inceleniyor. “Aile’nin Psiko-Sosyal Destek İhtiyacını Karşılamada Yeni Bir Model Önerisi: Aile Sağlığı Merkezlerinde Aile Psiko-Sosyal Destek Birimi” adlı çalışma ise yine bir ortak makale. Prof.Dr. Yasemin Özkan ve Esra Kılıç’ın birlikte kaleme aldıkları bu çalışmada ailenin özellikleri düşünüldüğünde, ailenin ihtiyaç duyduğu destek hizmetlerinin içinde yer alan aile tedavisi yaklaşımı, bu tedavinin içeriği, ulaşılabilirliği ve amaca uygun hizmet etmesi konuları ele alınmaktadır. Doç. Dr. Adalet Kandır ve Uzman Bilge Koçak’ın çalışması “Farklı Sosyo-Ekonomik Düzeydeki Beş-Altı Yaş Çocuklarının Erken Öğrenme Becerilerinin İncelenmesi” ise üçüncü makalemiz. Samsun il merkezinde Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı 16 ilköğretim okulunun anasınıfına devam eden beş-altı yaşlarındaki 150 çocuk ve bu çocukların anne-babaları dâhil edilerek çalışılmış makale çocukların erken öğrenme becerilerinin incelenmesi amacını taşıyor. “İİT Ülkeleri Ve Türkiye’ye Ait Sosyal Göstergeler İle İnsani Gelişim Göstergeleri Arasındaki İlişkinin Karşılaştırmalı Analizi”nin ise üç yazarı bulunuyor. Münir Tireli, Doç. Dr. Selim Çoşkun ve Dr. Nevzat Fırat Kunduracı. Bu çalışmada, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üyesi ülkelerin istihdam, eğitim ve sağlık verileriyle, UNDP İnsani Kalkınma Endeksi verileri arasındaki ilişki incelenmektedir. “Kadın Cinayetleri: Kavramsallaştırma Ve Sorunlu Yaklaşımlar” ise Yrd. Doç. Dr Elif Gazioğlu’nun bir çalışması. Çalışma, Türkiye’deki kadına yönelik şiddet eylemlerini ve özelde cinayetleri durdurmak için girişilen kurumsal çabaların beslendiği klasik bakış açılarının eleştirmekte ve kadın cinayetleriyle mücadelede başarılı olabilmek için, bu soruna dair “hakim yaklaşımları” tartışmaktadır. Sayının tek İngilizce makalesi olan “Multivariate Time Series Modeling Of The Number Of Applicants For Conditional Cash Transfer Program In Turkey”adlı makalemizin yazarları ise Ahmet Fatih Ortakaya ve Yrd. Doç. Dr. Ceylan Talu Yozgatlıgil. Makale, yoksulluk riski altında bulunan ailelerin çocuklarının düzenli olarak eğitim ve sağlık hizmetlerine erişiminin sağlanması ile bu ailelerin beşeri sermayelerini desteklemeyi amaçlayan bir sosyal yardım programı olan Şartlı Nakit Transferi ve bu programa olan talebi incelemektedir. Son makalemiz ise Yrd. Doç. Dr. Musa Öztürk ve Arş. Grv. Memet Ali Demirdağ’a ait olan “Namusunu Kanla Temizleyenler: Mardin Cezaevi’nde Namus Davası Nedeniyle Yatan Mahkûmlar Üzerine Bir Araştırma” adlı çalışma. Çalışma Mardin Cezaevinde “namus davası” nedeniyle hüküm giymiş mahkûmlarla yapılmış görüşmelerden yola çıkarak konu üzerinde bir değerlendirme yapmaktadır. Sayımızı beğeniyle okumanızı umuyor, eleştiri, görüş ve çalışmalarınızla bizi desteklemeye devam etmenizi diliyoruz. İçindekiler Aile Yılmazlığı: Bir Engele Rağmen Birlikte Güçlenen Aile..................................................... 9 Prof. Dr. Yaşar Özbay, Arş. Gör. Didem Aydoğan Aile’nin Psiko-Sosyal Destek İhtiyacını Karşılamada Yeni Bir Model Önerisi: Aile Sağlığı Merkezlerinde Aile Psiko-Sosyal Destek Birimi..................................................................... 25 Prof.Dr. Yasemin Özkan, Esra Kılıç Farklı Sosyo-Ekonomik Düzeydeki Beş-Altı Yaş Çocuklarının Erken Öğrenme Becerilerinin İncelenmesi.......................................................................................................................... 45 Doç. Dr. Adalet Kandır, Öğrt. Gör. N. Bilge KOÇAK TÜMER İİT Ülkeleri ve Türkiye’ye Ait Sosyal Göstergeler ile İnsani Gelişim Göstergeleri Arasındaki İlişkinin Karşılaştırmalı Analizi............................................................................................ 61 Münir Tireli, Doç. Dr. Selim Çoşkun, Dr. Nevzat Fırat Kunduracı Kadın Cinayetleri: Kavramsallaştırma ve Sorunlu Yaklaşımlar............................................. 89 Yrd. Doç. Dr Elif Gazioğlu Multivariate Time Series Modeling Of The Number Of Applicants For Conditional Cash Transfer Program In Turkey................................................................................................ 101 Ahmet Fatih Ortakaya, Asst. Prof. Dr. Ceylan Talu Yozgatlıgil Namusunu Kanla Temizleyenler: Mardin Cezaevi’nde Namus Davası Nedeniyle Yatan Mahkûmlar Üzerine Bir Araştırma...................................................................................... 117 Yrd. Doç. Dr. Musa Öztürk, Arş. Grv. Memet Ali Demirdağ 1 AİLE YILMAZLIĞI: BİR ENGELE RAĞMEN BİRLİKTE GÜÇLENEN AİLE Prof. Dr. Yaşar Özbay* Arş. Gör. Didem Aydoğan** Özet Bu araştırmada, engelli çocuğa sahip olan ailelerde, aile yılmazlığının incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırma, nitel bir çalışma olup, çalışma 6 çift olmak üzere 12 anne-baba ile görüşme yöntemi kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Araştırmaya ilişkin veriler Walsh (1998) Aile Yılmazlık Modeli ve araştırmacılar tarafından geliştirilen Özgünlük Sistemi Modeli temel alınarak yapılandırılan “Aile Yılmazlık Görüşme Formu” aracılığıyla toplanmıştır. Veriler, içerik analizi kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgulara göre, ailelerin yılmazlıklarına katkı sağlayan en önemli etkenlerin sosyal destek, maneviyat, sahip oldukları pozitif bakış açısı, aile içerisindeki birbirlerine bağlılıkları, esnek olmaları ve özgünlük / ilişkisel özgünlük olduğu belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Aile Yılmazlığı, Pozitif Aile Gelişimi, Engelli bir çocuğa sahip olma Abstract In this study, it is aimed to investigate the family resilience in families with an exceptional child. This study is qualitative in nature and it is conducted on 6 married couples with parental interviewing method. Qualitative data were collected with the Family Resilience Interviewing Form based on Walsh’s (1998) Family Resilience Model and Authenticity System Model developed by the authors. Qualitative data were analyzed with content analysis. Major findings of the study appears to be that the most significant contributors of family resilience are social support, spirituality, maintaining positive view, intrafamily connectedness, flexibility and relational authenticity. Keywords: Family Resilience, Positive Family Growth, Having a child with dissabilities * Prof.Dr.,Gazi Üniversitesi, Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü ** Arş.Gör.,Gazi Üniversitesi, Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü 9 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 1. GİRİŞ Yılmazlık, yetişkinlerin zor ya da beklenmeyen yaşam olaylarıyla başa çıkma yollarını açıklamak için kullanılmaktadır. Yılmazlık çalışmalarının başlangıcı 1954 yılında Werner ve Smiths’in (1989) Kauia’daki zorluk ya da risklerle karşı karşıya kalan çocukların başarılı bir şekilde bu durumun üstesinden gelmelerine odaklanan boylamsal çalışmalarına dayanmaktadır. Yılmazlığa ilişkin yapılan ilk çalışmalar daha çok çeşitli stres durumlarına uyum sağlayanlar için gerekli olan bireysel özellikleri tanımlamaya çalışmışlardır. Bunun yanında son zamanlarda yapılan çalışmalar yılmazlıkta sadece bireysel süreçlerin değil aynı zamanda belirli sosyo-kültürel bağlamında ele alınması gerektiğini ileri sürmektedir (McCubbin, Thompson, Thompson ve Futrell, 1999). Bu açıdan bakıldığında yılmazlık içsel ve dışsal kaynakları başarılı bir şekilde kullanmayı kapsamaktadır. Yılmazlık sadece bireysel bir olgu olmayıp, aile ve toplumsal bağlamda da yılmazlık süreci yaşanmaktadır. Aile araştırmacıları, olumsuzluklarla/zorluklarla (adversity) karşı karşıya kalan ailelerden bazılarının bununla iyi bir şekilde başa çıkabildiklerini ve daha da güçlendikleriyle ilgilenmişlerdir (McCubbin ve McCubbin, 1988;Patterson, 2002; Walsh, 1996). Sağlıklı bir aile; bir bütün olarak ailenin optimal (en üst düzeyde) gelişim, fonksiyon ve iyi oluş için etkileşimsel özellikler sergilemesi olarak tanımlanır (Black ve Lobo, 2008). Pozitif psikoloji insanların yaşadıkları olumsuzluklara odaklanma yerine bu olumsuzluklara rağmen sağlıklı bir şekilde başa çıkmalarına ve gelişimlerini sürdürmelerine odaklanmaktadır. Bir kriz durumu içerisinde ailenin iyi bir şekilde işlevsel olmasını sağlayan faktörler ve aile yılmazlık kavramı, pozitif psikoloji kapsamında ele alınan konulardan biridir (Seligman ve Csikszentmihalyi, 2000). Aile yılmazlık kavramı; bireysel yılmazlık kavramının ötesinde işlevsel bir birlik olarak aile içerisinde “ilişkisel yılmazlığa” odaklanarak, aile sistemine ilişkin değerlendirme ve müdahale ile ilgili bir kavram olarak ele alınmıştır (Walsh, 1996). Aile içerisinde emeklilik, boşanma, yeniden evlenme, ani iş kaybı ve aile üyelerinin beklenmeyen ölümü ya da sürekli yaşanan göç normal yaşam döngüsü içerisinde karşılaşılabilecek risklerdir (Walsh, 1996). Risk, patoloji ya da uyumsuzluğa doğrudan neden olan bir değişken olarak tanımlanmaktadır (Rutter, 1987). Aile içerisinde bedensel/zihinsel engeli olan bir bireyin varlığı, aile için bir risktir. Pek çok çalışma içerisinde engelli çocuğa sahip olan ailelerin ya da kronik rahatsızlığı olan çocukların bulunduğu ailelerin yılmazlıkları incelenmiştir (Bayat, 2000; Kerry-Jan Van Der Walt, 2006; Klerk ve Greeff, 2011; Lee, Lee, Kim, Park, Song& Park, 2004; Plumb, 2011). Bu risk durumuyla karşı karşıya kalan ailelerden bazıları bu durumla sağlıklı bir şekilde başa çıkıp, pozitif atmosferi aile içerisinde koruyabiliyorken; bazı aileler için tam tersi bir durum olmaktadır. Aile yılmazlığı (family resilience), yaşamın zorluklarına ve risklerine karşı başarılı bir şekilde uyum ve sağlıklı aile işleyişini sürdürme ya da geliştirmede aile sisteminin gücü olarak değerlendirilir (Patterson, 2002). 10 AİLE YILMAZLIĞI: BİR ENGELE RAĞMEN BİRLİKTE GÜÇLENEN AİLE Prof. Dr. Yaşar Özbay, Arş. Gör. Didem Aydoğan McCbubbin, McCubbin ve Thompson (1993), bir kriz durumuyla karşı karşıya kalan ailelerin bu durumun yönetimi için paylaşılan inançlar, standartlar, öncelikler ve beklentileri içeren bir aile şemasına sahip olduğunu belirtmişlerdir. Bu aile şeması ailenin bu kriz durumunu değerlendirmesini sağlamaktadır. Aile yılmazlık kavramı aynı zamanda stres, başa çıkma ve uyum ile ilgili kuramlarla da şekillendirilmiştir (Walsh, 1996). Figley (1989), 11 işlevsel aile başa çıkma özelliği tanımlamıştır: (1) stresörün açık bir şekilde kabulü, (2) probleme aile merkezli odaklanma, (3) problemi çözmede çözüm odaklı yaklaşım, (4) yüksek tolerans, (5) sevgi ve bağlılığın açık ve net bir şekilde ifade edilmesi, (6) açık ve etkili iletişim, (7) yüksek aile bağlılığı, (8) esnek aile rolleri, (9) etkili kaynakların kullanımı, (10) şiddetin olmayışı, ve (11) çok nadir madde kullanımı. McCubbin, Thompson ve McCubbin’inin (1996) Stres, Uyum ve Uyarlama Yılmazlık Modeli aile yılmazlığını açıklayıcı bir modeldir. Bu model içerisinde geçen temel varsayım; stres, bir bütün olarak aile birliğinin gelişimini teşvik eden ailenin yeteneklerini geliştiren yaşamın doğal bir parçasıdır. Aileler bu kriz dönemi içerisinde kendi yaşamlarını yeniden düzenlemeye çalışırlar. Yaşam döngüsü içerisindeki her bir dönemde ailenin normatif geçişleri ve stresli yaşam olaylarına uyumda yetenekleri dört faktör tarafından etkilenmektedir (McCubbin ve McCubbin, 1988). Bunlar; (1) Aile üyelerinin kişisel yılmazlık kaynakları (örneğin pozitif benlik saygısı ve benlik yılmazlığı gibi), (2) Aile inanç sistemi, ailenin kültürel mirası, zorluğa verdikleri anlam, (3) Aile, arkadaşlardan ve daha büyük gruplardan/ toplumdan alınan sosyal destek, ve (4) Ailenin başa çıkma stratejileri, problem çözme teknikleri ve aile bütünlüğünü devam ettirmesidir. Walsh (1998) aile yılmazlığının, ailenin başa çıkma ve fonksiyonel bir birlik olarak ailede uyum sürecini ifade ettiğini belirtmiştir.Walsh (1998, 2002, 2006), aile yılmazlığının aile inanç sistemleri, yönetim şekilleri ve iletişim süreçleri olmak üzere üç boyutu kapsamaktadır. Aile inanç sistemleri alanı içerisinde; (a) İyileşme, acı, krizi değerlendirme, bağlılık hissi, birleştirici değerler için kullanılan olumsuzluğa anlam verme, (b) Azim, cesaret, iyimserlik, güce odaklanan pozitif bakış açısı, (c) Genişletilmiş değerlendirme, cinsellik, inanç, dinsel törenler ve dönüşümü içeren üstünlük ve maneviyat yer almaktadır. Yönetim şekillerinde; (a) Kararlılığı dengeleyecek değişim yeteneği olan esneklik, (b) Yakınlık, güçlü liderlik, bireylerin ihtiyaçlarına karşılıklı saygı göstermek için kullanılan bağlanmışlık, (c) Finansal güvenlik, iletişim ağları ve çeşitli sosyal desteği içeren sosyal ve ekonomik kaynaklar. İletişim Süreçleri; (a) Belirsiz durumları açıklama, uygun mesaj ve açıklık, (b) Duygu, karşılıklı empati ve espriyi içeren açık duygusal ifade, (c) Yapıcı problem çözme, karar almaya katılma, yaratıcı beyin fırtınasını içeren işbirlikçi problem çözme. McCubbin ve McCubbin (1993), kriz ve zorluklar karşısında etkili olan koruyucu ve iyileştirici faktörler tanımlamışlardır. Aile yapısı, ritüelleri ve uygulamaları farklı olmasına rağmen, yılmaz aileleri tanımlayan kültürel ve etnik gruplar arasında yay- 11 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 gın faktörler görünmektedir (Patterson, 2002). McCubbin ve McCubbin (1988) aile içerisinde koruyucu faktörleri uzlaşma, önemli günlerdeki kutlamalar, açık iletişim, ekonomik durum, dayanıklılık, aile üyelerinin fiziksel ve psikolojik sağlığı, aile üyelerinin boş zaman faaliyetleri, aile üyelerinin kişilik özellikleri, destekleyici iletişim ağı, ailenin gelenekleri ve alışkanlıkları olarak belirlemişlerdir. Aile koruyucu faktörlerinden biri de aile içerisinde birlikte paylaşılan/yapılan aktivitelerdir. Hutchinson, Afifi ve Krause (2007) yaptıkları araştırmada paylaşılan aile aktiviteleri boşanma sonrası stresle başa çıkmada ve pozitif duyguların oluşmasında etkili olduğunu bulmuşlardır. Walsh’ın (1996) aile yılmazlığını kavramsallaştırması, sistematik ve ilişkisel olup, ekolojik ve gelişimsel bağlamda etkileşimsel süreçleri de içerir. Bu çalışma içerisinde Walsh (1998) tarafından önerilen Aile Yılmazlık Modeli temel alınarak görüşme formu hazırlanmıştır. Ancak, Aile Yılmazlık Modeline katkı sağlayacağı düşünülen Özgün Olma ve İlişkisel Özgünlük kavramlarından oluşan Özgünlük Sistemleri de modele ek olarak sunulmuştur. Özgünlük kişinin günlük yaşamında kendi gerçek ya da öz benliğine göre sürdürebilmesi olarak tanımlamıştır (Kernis ve Goldman, 2006). Özgünlüğün ilişkisel süreci ise kişinin yakın ilişkileri içerisinde açıklığı, samimiyeti, dürüstlüğü, sadakat/gerçekliği (truthfulness) için çaba göstermesi ve değer vermesini içerir (Goldman ve Kernis, 2002; Kernis ve Goldman, 2006). İlişki içerisinde özgünlük, dürüstlük, kişinin tam olarak kendini açmasıdır (Lopez ve Rice, 2006). Kernis ve Goldman (2006), yüksek düzeyde özgünlüğe sahip olan bireylerin daha uyumlu başa çıkma stratejileri kullandıklarını ve düşük düzeyde özgünlüğe sahip olan bireylere göre daha az savunmacı olduklarını bulmuşlardır. Dolayısıyla, özgünlüğe ilişkin teoriler ve araştırma bulguları dikkate alındığında, aile yılmazlık sürecinde özgünlük aile üyelerinin sahip olduğu içsel koruyucu faktörler içerisinde yer almaktadır. Aile içerisinde üyelerin sahip oldukları özgünlükleri ve ilişkileri içerisinde özgün olmaları, kendilerini açık bir şekilde ifade etmelerinde, içinde bulundukları durumu kabullenip daha sağlıklı bir şekilde başa çıkacakları düşünülmektedir. Yukarıda belirtilen tüm kuramsal ve ampirik değerlendirmeler ışığında aile yılmazlığına ilişkin teoriler ve araştırmalar, kriz durumunda ya da bir risk durumuyla karşı karşıya kalan aileleri bir arada tutan ve tüm bunlara rağmen birlikte yol alabilen ailelerin özelliklerine ilişkin geniş açıklamalar sunmaktadır. Her aile kendine özgüdür ve her ailenin başa çıkma kaynakları, gelişim gösterme süreci farklıdır. Özellikle de risk durumuyla karşı karşıya kalan aileler içerisinde bu durum daha da farklılaşmaktadır. Bu çalışma kapsamında engelli çocuğa sahip olan ailelerin yılmazlık kaynaklarının araştırılması amaçlanmıştır. Engelli çocuğa sahip olan ailelerin yılmazlık kaynaklarının araştırılması, bu ailelere sunulacak olan aile danışmanlığı uygulamaları açısından önemlidir. Ayrıca, spesifik bir grup üzerinde çalışılmasına rağmen Türk kültürü içerisinde aile yılmazlık kaynaklarının anlaşılabilmesi açısından da bu araştırmanın önemli olduğu görülmektedir. 12 AİLE YILMAZLIĞI: BİR ENGELE RAĞMEN BİRLİKTE GÜÇLENEN AİLE Prof. Dr. Yaşar Özbay, Arş. Gör. Didem Aydoğan 2. YÖNTEM Araştırma nitel bir çalışma olarak desenlenmiştir. Nitel bir çalışma olarak desenlenmesinin nedeni, aile yılmazlığını derinlemesine ele almak ihtiyacından dolayıdır. Yılmaz ve Şimşek’in (2006) belirttiği gibi, nitel araştırma olguyu ilgili bireylerin bakış açıklarından görebilmeyi ve bu bakış açılarını oluşturan sosyal yapıyı ve süreçleri ortaya koymaya olanak vermektedir. Alan literatürü incelendiğinde, Türkiye’de aile araştırmalarında nitel yöntemlerin kullanımının yok denecek kadar az olduğu görülmüştür. O yüzden bu çalışmada nitel bir çalışma desenlenmesiyle, aile danışmanlığı kapsamında yapılacak araştırmalar için bir yenilik getirmesi beklenmektedir. Ayrıca, yılmazlık kaynaklarının görüşme yöntemiyle ele alınmasının söz konusu kavrama ilişkin daha derinlemesine bilgiler elde edilmesi açısından da önemlidir. McCubbin ve arkadaşları (1999) nitel çalışmanın yılmazlık sürecini anlamak için en uygun yöntem olduğunu belirtmişlerdir. Böylelikle, aile danışmanlığı alanı içerisinde bu çalışma ailelerin zor koşullar altında başa çıkmada sahip olduğu pozitif kaynakların derinlemesine belirlenmesi aynı zamanda araştırma yöntemleri açısından yenilik getirmesi açısından önemlidir. Araştırmada veriler nitel araştırma yöntemi içerisinde sık kullanılan görüşme yöntemiyle gerçekleştirilmiştir (Yıldırım ve Şimşek, 2006).Görüşmeler, bireysel görüşmeler ve odak grup görüşmeleriyle gerçekleştirilmiştir. Araştırmada bireysel görüşmelerin yanında odak grup görüşmesi yapılma nedeni, odak grup görüşmesi farklı insanlardan eş zamanlı olarak veri toplamaya olanak sağlamasıdır. Bu şekilde grup dinamiğinden grup etkileşimiyle bireysel görüşmelerden farklı olarak yeni verilerde sağlanmıştır. 2.1. Araştırma Grubu Araştırma grubunda yer alan ailelere, Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezin’den izin alınarak ulaşılmıştır. Araştırmaya gönüllü olarak katılmak isteyen aileler dahil edilmiştir. Araştırma grubunda toplam 12 kişi, 6 çift bulunmaktadır. Araştırmaya katılan anne-babaların yaş ortalamaları 38.83 (Ss=9.74). Ortalama olarak evlilik süreleri 10 (Ss= 6.96) yıldır. Anne-babalardan 7’si lise mezunu, 2’si üniversite mezunu ve 3’ü ise yüksekokul mezunudur. Araştırma grubunda yer alan annelerden biri hariç, diğer anneler çalışmamaktadır. Babaların ise düzenli olarak kazanç elde ettikleri bir işleri vardır. Ailelerin %58.3’ü aileye giren kazançların aile geçimi için yeterli olmadığını belirtmişlerdir. Araştırma grubunda yer alan ailelerden 2’si otizm, 1 aile epilepsi, 2 aile serabral palsi ve bir ailede görme engelli çocuğa sahiptir. Ayrıca ailelerden ikisi ikiz çocuğa sahiptir fakat diğer bir kardeşte herhangi bir engel türü yoktur. Ayrıca araştırma grubunda yer alan aileler, bu zamana kadar profesyonel bir psikolojik yardım almamışlardır 13 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 2.2. Veri Toplama Araçları Aile Yılmazlık Görüşme Formu: Araştırmacılar tarafından, engelli çocuğa sahip olan ailelerin yılmazlık kaynaklarını ortaya koymak amacıyla geliştirilmiştir. Yarı-yapılandırılmış bir görüşme formudur. Aile Yılmazlık Görüşme Formunun geliştirilme sürecinde aşağıdaki işlem basamakları gerçekleştirilmiştir. I.İlgili literatür incelemesi sonrasında Walsh (1996) tarafından geliştirilen aile yılmazlık yaklaşımındaki aile inanç sistemleri, yönetim şekilleri ve iletişim süreçleri bileşenlerini temel alan açık-uçlu sorular hazırlanmıştır. Ayrıca Walsh (1996)’ın önerdiği aile yılmazlık yaklaşımına ek olarak, ilgili literatür temel alınarak araştırmacılar tarafından özgünlük/ilişkisel özgünlüğü de içeren açık-uçlu sorular eklenmiştir. II. Hazırlanan taslak görüşme formundaki sorular, Psikolojik Danışma ve Rehberlik alanında aile ve yılmazlıkla ilgili araştırmaları bulunan üç alan uzmanı tarafından içerik açısından uygunluğu ele alınmıştır. III. Uzman görüşlerinden sonra soru ifadelerinin görüşme formatına uygun olup olmadığını değerlendirmek üzere nitel araştırma konusunda uzman iki kişiden hazırlanan formun nitel araştırmada kullanılabilirliği açısından ele alınmıştır. IV. Görüşme formuna ilişkin görüşlerden sonra, ailelerin görüşme öncesinde cevaplamaları için “Aile Bilgi Formu” eklendikten sonra 9 sorudan oluşan “Aile Yılmazlık Görüşme Formu”nun son hali verilmiştir. 2.3. İşlem Yolu Araştırmada görüşmeler ikinci araştırmacı tarafından gerçekleştirilmiştir. Görüşmeler odak grup görüşmeleri ve bireysel görüşmeler şeklinde yapılmıştır. Görüşmelere başlanılmadan önce, araştırma etiği kapsamında ailelerden görüşme sonuçlarının araştırma için kullanılacağına dair izin alınmıştır. Görüşme esnasında elde edilen cevapların kaydedilmesinde, ses kayıt cihazı kullanılmıştır. Odak grup görüşmeleri ortalama olarak bir saat, bireysel görüşmeler ise 30 dk sürmüştür. Odak grup görüşmeleri iki kez, dörder kişilik oluşan bir grup üzerinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmadan elde edilen görüşme kayıtlarının analizi için içerik analizi yapılmıştır. 3. BULGULAR Araştırmada, görüşmeler yoluyla elde edilen verilerin analiz süreci üç aşamada gerçekleştirilmiştir: *İlk olarak bireysel ve odak grup görüşmelerinden elde edilen görüşme kayıtlarının ikinci araştırmacı tarafından transkripleri bilgisayar ortamında çıkarılmıştır ve 12 anne-babaya ait yaklaşık 40 sayfalık bir veri seti elde edilmiştir. 14 AİLE YILMAZLIĞI: BİR ENGELE RAĞMEN BİRLİKTE GÜÇLENEN AİLE Prof. Dr. Yaşar Özbay, Arş. Gör. Didem Aydoğan *İkinci olarak, Walsh (1996) Aile Yılmazlık Modeli ve araştırmacılar tarafından eklenen Özgünlük Sistemi içerisinde bulunan kategorilere göre transkirip içerisinden içerik analizi yapılmıştır. Bireysel ve odak grup görüşmeleri birlikte analiz edilmiştir. O yüzden görüşmeden elde edilen veriler ayrı bir şekilde tekrardan kodlanıp, kategori yapılmamıştır, çünkü görüşme formu geliştirme süreci belirli model ve bu model içerisinde geçen kategoriler temel alınarak geliştirilmiştir. Temalar ve kategorilere göre Microsoft Excell programı yardımı ile içerik analizi yapılmıştır. Her bir tema ve kategorilerinin frekansları çıkartılmıştır. *Son olarak NVIVO programı kullanılarak elde edilen modele ilişkin, ailelerin yılmazlık kaynaklarında içsel ve dışsal koruyucu faktörler ve frekanslarıyla birlikte verilmiştir. *Nitel araştırmada güvenirlikte, ortamda meydana gelen her şeyi veri olarak kaydetmek önemlidir. Bu nedenle görüşme esnasında ses kayıt cihazı ile detaylı kaydın alınması güvenirliği sağlama yollarından biri olarak kullanılmıştır. Aynı zamanda, araştırma sürecinin detaylı olarak tanımlanması ve kaydedilen verilerin analiz sürecinde birden fazla uzmanın görüşleri alınarak, güvenirlik sağlanmaya gidilmiştir. Bu aşamada belirli kategorilere yapılan içerik analizi için uzman görüşleri alınmıştır. Görüşme yoluyla elde edilen veriler, 4 kategori ve 11 alt kategori içerisinde tanımlanmıştır. Aşağıda Tablo 1’de kategoriler ve alt kategoriler verilmiştir. Tablo 1: Aile Yılmazlığına İlişkin Kategoriler ve Alt Kategoriler Kategoriler Alt Kategoriler Olumsuzluğa Anlam Verme Aile İnanç Sistemleri Pozitif Bakış Açısı Değerler ve Maneviyat Esneklik Yönetim Şekilleri Bağlılık Sosyal Destek Açıklık Aile İçi İletişim Süreçleri Duyguları İfade Etme İşbirlikçi Problem Çözme Özgünlük Sistemleri Özgün Olma İlişkisel Özgünlük 15 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Aile içerisinde birlikte yapılan aile aktiviteleri,aile yılmazlığı için koruyucu faktörlerdir. Aile aktivitelerine ilişkin veriler, görüşmeye başlanılmadan önce aileler için hazırlanmış olan demografik bilgi formundan elde edilmiştir. Ailelerin birlikte yaptıkları aktivitelerin betimsel sonuçları Tablo 2’de verilmiştir. Tablo 2: Aile Aktiviteleri Etkinlikler Frekans % Birlikte dini bayramlarda akrabaları ve komşuları ziyaret etme 12 100 Akşamları birlikte televizyon izleme 11 91.7 Aile üyelerinin doğum günlerini kutlama 10 83.3 Misafirliğe gitme 10 83.3 Birlikte akşam yemeği yeme 9 75 Birlikte haftasonu kahvaltı yapma 9 75 Alışveriş yapma 9 75 Birlikte çocuğun eğitimiyle ilgili toplantılara katılma 8 66.7 Sinemaya gitme 1 8.3 Tablo 2’de verilen aile aktiviteleri dışında, ailelerin %16.6'sı birlikte pikniğe gitme, seyahat etme, yine ailelerin %16.6’sı birlikte yürüyüş yapma ve bir kişide %8.3’ü de şarbone eğitimine katıldıklarını belirtmişlerdir. Bununla birlikte ailelerin birlikte en çok yaptıkları aktivitelere bakıldığında bunların sırasıyla, (1) birlikte dini bayramlarda akrabaları ve komşuları ziyaret etme, (2) akşamları birlikte televizyon izleme, (3) aile üyelerinin doğum günlerini kutlama-misafirliğe gitme, (4) birlikte akşam yemeği yeme, birlikte haftasonu kahvaltı yapma ve alışveriş yapma gelmektedir. Yapılan içerik analizi sonucuna göre, aile yılmazlığına ilişkin içsel ve dışsal koruyucu faktörler Şekil 1’deki model içerisinde tanımlanmıştır. Aile Yılmazlık Modeli içerisinde araştırmacılar tarafından modele eklenen özgünlük sistemleri de aile yılmazlık sürecine katkı sağladığı görülmektedir. 16 AİLE YILMAZLIĞI: BİR ENGELE RAĞMEN BİRLİKTE GÜÇLENEN AİLE Prof. Dr. Yaşar Özbay, Arş. Gör. Didem Aydoğan Şekil 1: Pozitif Aile Yılmazlık Modeli AİLE YILMAZLIĞI Dışsal Destek İçsel Destek 28 Sosyal Destek ve Ekonomik Kolaylık 6 14 Yönetim Şekilleri Özgünlük Sistemleri 17 Aile İnanç Sistemleri 2 3 Komşu Toplum 4 5 Aile Eş 5 Aile İçi İletişim Süreçleri 7 7 Yakınlık Bağlılık 3 İlişkisel Özgünlük Esneklik 1 Olumsuzluğa Anlam Verme 3 9 Pozitif Bakış Açısı 7 Değerler Maneviyat 2 Açıklılık 1 Duyguları İfade Etme Özgün Olma 2 İşbirlikçi Problem Çözme Şekil 1’de görüldüğü üzere, aile yılmazlık sürecine Walsh (1996) tarafından önerilen Aile Yılmazlık Modeli’ne dayalı olarak geliştirilen model içerisinde aile yönetim şekilleri, aile inanç sistemleri ve aile içi iletişim süreçleri aile yılmazlığına katkı sağlamaktadır. Ayrıca bu çalışma içerisinde aile içi ilişki süreçlerine, yönetim şekillerine, aile inanç sistemlerine katkı sağlayacağı düşünülen Özgünlük Sistemleri eklenmiştir. Özgünlük sisteminin yani aile içerisindeki üyelerin sahip oldukları kendi özgünlükleri ve ilişki içerisindeki özgünlükleri karşılaştıkları kriz durumuyla başa çıkmalarına katkı sağlamaktadır. Aile içerisinde yılmazlığa katkı sağlayan içsel ve dışsal koruyucu faktörlere bakıldığında Şekil 1’de gösterilen frekans dağılımı ve kategorilere göre aile yılmazlık sürecinde en çok (1) yönetim şekilleri, (2) aile inanç sistemleri, (3) özgünlük sistemleri, (4) aile içi iletişim süreçleridir. Kategoriler içerisinde yer alan temalar dikkate alındığında aile yılmazlık sürecinde en fazla katkı dışsal koruyucu faktör olan sosyal destek olduğu görülmektedir. Bunu takiben ailelerin sahip oldukları pozitif bakış açısı gelmektedir. Sonrasında ise, ailenin sahip olduğu değerler / maneviyat, yakınlık/bağlılık ve esnekliktir. Aşağıda her bir kategori ve alt temalara ilişkin bulgular verilmiştir. 17 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Kategori 1: Aile İnanç Sistemleri Katılımcılara, aile içerisinde zor durumlarla baş etmede sahip oldukları bakış açısı ve bu başa çıkmada var olan maneviyatın etkisi sorulduğunda, olumsuzluğa anlam verme, pozitif bakış açısı, değerler ve maneviyata ilişkin cevaplar aile inanç sistemleri kategorisi içerisinde değerlendirilmiştir. Aileler sahip oldukları pozitif bakış açısını yaşadıkları kriz durumundan güçlenip, yaşamlarına bunu yansıtmaya çalışmaktadır. Katılımcılardan yaşadıkları bu duruma ilişkin iyimser (n=4) ve geleceğe ilişkin umuta (n=5) sahip olduklarını belirtmişlerdir. Katılımcı annelerden biri yaşadığı bu duruma ilişkin iyimser bakış açısını şu şekilde değerlendirmiştir. A2: Ben hep artısını görmeye çalışıyorum. Eksi tarafından baktığımda işin içinden çıkamadım. O yüzden hep artısını görmeye çalışırım. Ben eşimle de çok paylaşırım. Biliyormusun şunu yaptı, bunu yaptı. Şunu söyledi. Böyle böyle oyunlar oynadı. Artısını görmeye çalışıyorum. Bir de çocuğu ben getiriyorum. Derslerine giriyorum başka hasta olan çocukları gördüğümde bakıyorum içlerinden en sağlıklısı bizimki bana göre. Gördüğüm zamanda daha çok halime şükrediyorum. Bu ifade, ailenin sahip olduğu iyimser bakış açısında inancının da bir etkisinin olduğunu göstermektedir. Katılımcı annenin belirttiği bu ifade, annenin sahip olduğu iyimser bakış açısı sahip olduğu maneviyatla beraber yaşadıkları bu durumla başa çıkmalarında beraber katkı sağlamaktadır. Yine annelerden biri bu duruma ilişkin şu şekilde bir cevap vermiştir. A3: Yani böyle bir şey var, umutla yaşıyorum. Umut olmadan değiştiremiyorsunuz ki. Ben azmediyorum. Geleceğe dair umut, bireylerin içlerinde bulundukları zor koşulları daha iyi üstesinden gelmelerinde oldukça önemlidir. Annenin sahip olduğu bu geleceğe dair umut, onun azmetmesine katkı sağlayan bir süreçtir aynı zamanda. Katılımcıların (n=7) sahip oldukları dini inançların, özellikle engelli çocuğa sahip olmalarından kaynaklanan yaşadıkları bu durumla başa çıkmada oldukça etkili olduğunu belirtmişlerdir. Sahip olunan maneviyata ilişkin katılımcı babalardan, B1: Evet.. o konuda biraz manevi olarak yani inançsız biri olsa biraz daha farklı olurdu. Çocuğa zarar bile verebilirdi. Allah korusun tabi öyle bişey söz konusu bile olmaz. Bir anne ise; A1: Allah bize gerçekten. Bu kadar bu sürecimize. Yani biz sebeplere müracat ediyoruz. Çünkü cenabı allahta demiş. Sebeplere müracat edin ki ben vereyim. Elimizden geleni veriyoruz. Cenabı haktan gerçekten bizim için veriyor. Yavaş yavaş adımlarla da olsa onu görüyorum. Yani benim çoçuğumla ilk başta kasılmaları falan yoktu. Sonraları çıktı bazı problemlerimiz. Ben ona göre yol katediyoruz. Eşimin dediği gibi inanç olmasa olmaz yani. Katılımcıların sahip oldukları maneviyat duygusu onların bu durumu kabullenmelerine katkı sağlamaktadır. Çünkü, engelli bir çocuğa sahip olan aileler bu durumu kabullenmekte zorlanmaktadır. Kabullenme sağlandıkça başa çıkmada daha sağlıklı olabilmektedir. Olumsuzluğa anlam verme aile yılmazlığı için önemli bir durumdur. Pozitif gelişim gösteren aileler, yaşadıkları olumsuzluklara rağmen buna ilişkin olumlu anlamlandırmalarda bulunmaktadırlar. Bu çalışma içerisinde, katılımcı babalardan biri yaşa18 AİLE YILMAZLIĞI: BİR ENGELE RAĞMEN BİRLİKTE GÜÇLENEN AİLE Prof. Dr. Yaşar Özbay, Arş. Gör. Didem Aydoğan dıkları bu duruma ilişkin,B2: İnsanlar güçlü olacaklar. Güçlü ve sabırlı olacaklar. Şeklinde bir cevap vermiştir. Aileler, sahip oldukları kendi güçlerine odaklanarak yaşadıkları bu olumsuz durumu değerlendirmeyi olumlu duruma dönüştürmeye çalıştıklarının da bir göstergesidir. Kategori 2: Yönetim Şekilleri Ailenin sahip olduğu sosyal destek ve ekonomik kaynaklar, eşlerin birbirlerine yakınlık ve bağlılığı aynı zamanda yaşanan bu duruma olan esneklik, yılmaz aileye katkı sağlayan durumlardır. Ailelerin yaşadıkları bu durumla başa çıkmada çevresindekilerin ve toplumun destek sistemleri ve engelli çocuğun aile hayatına katılımıyla birlikte eşlerin birbirlerine olan yakınlıkları yada uzaklıklarına ilişkin cevaplar yönetim şekilleri kategorisi içerisinde değerlendirilmiştir. Bu çalışma içerisinde sosyal desteğin aile yılmazlığına çok fazla katkısı olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Sosyal destek kapsamında aileler, eşlerin birbirine olan desteklerinden (n=4), komşularının desteklerinden (n=2), toplumdaki kurum ve kuruluşların desteklerinden (n=3) ve akrabalarının desteklerinden (n=5) bahsetmişlerdir. Sosyal destek, aile yılmazlığını sağlayan dışsal koruyucu faktörler içerisindedir. Akrabalarından ve komşulardan daha çok çocuklarına bakım konusunda destek aldıklarını belirtmişlerdir. Alınan bakım konusunda destek bile anne-babaların komşuları ve akrabaları tarafından engelli çocuklarının kabul edildiğini düşünmektedirler. Aileler en çok diğerleri tarafından kabul edilmemekten dolayı üzüntü ve kaygı yaşamaktadırlar. Ancak yakın çevredekilerin kabulü ailelerin bu durumla daha olumlu başa çıkmalarında etkili olduğunu göstermiştir. Bir anne, ailelerinden aldığı sosyal desteği şu şekilde ifade etmiştir. A2: Evet, bakım konusunda yardımcı oluyorlar. Ya bizim ikiz olduğu için şöyle bir desteği oldu. Benim kendi ailem için. Birini anneme ya da kızkardeşime bırakıp eylülün doktor işleriyle ya da özel işleriyle. Komşularının desteğinden ise bir baba şöyle bahsetmiştir, B1: Eylülü seven komşularımız çok fazla. Gelip alıp gidiyorlar. Oynayıp geri getiren çok fazla veya işim olduğunda onu alıp gidiyorlar. Yani bir iki saat acıktığında getirirler. Ailelerin, toplum tarafından aldıkları destek daha çok çocuklarına sağlanan eğitim olanaklarıyla ilgilidir. Babalardan biri bu durumu şöyle belirtmiştir: B4: Yani. Ben emniyet personeliyim. Yaklaşık işte haftada iki saatte emniyet karşılıyor. 4 saate çıkıyor. Mesela sorduk daha önce. Devlet iki saat veriyor. İki saat kendim özel olarak almak istediğimde baya bir külfetti. En kötü ihtimalle 500 aylık. Bunu da her aile karşılayamaz. 4 saat bunun için yeterli oluyor. Hem mesleğimden dolayı dört saat haftada eğitim vermiş oluyorlar. Bu da çocuğumu çok iyi yere getireceğine inanıyorum. Toplum tarafından alınan destek engelli çocuğa sağlanan olanaklar, ailelerin çocuklarının gelişimi için bir umut kaynağı olmaktadır bu durumda ailelerde pozitif bir inanç oluşmasını sağlamaktadır. 19 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Eşlerin birbirlerine olan desteği ve durum karşısında birbirlerinden uzaklaşmayıp yakınlıklarını, bağlılıklarını korumaları aile yılmazlığı için önemlidir. Ailelerin yaşadıkları bu durum karşısında birbirlerine bağlılıkları ve yakınlıkları (n=7) onların bu durumun üstesinden gelmelerinde yardımcı olmuştur. Babalardan eşiyle arasında bağlılığını yaşadıkları bu durum karşısında arttığını şu şekilde ifade etmiştir: B4: Uzaklaştırdığını sanmıyorum da. Daha çok bağladı. Sonuçta ortak noktamız oldu. Ortak paylaşımımız oldu. Aynı sıkıntıyı beraber yaşadığımız için daha çok bağladığını düşünüyorum. Yine eşlerden biri birbirlerinden aldıkları desteği ise şöyle ifade etmişlerdir: B3: Tabi. Yani birbirimize destek olmaya çalışıyoruz. Ben olmadığım zaman o, o olmadığı zaman ben üzerine düşmeye veya destek olmaya çalışıyoruz. Hem birbirimize hem de çocuğa. Katılımcıların vermiş olduğu cevaplar, eşlerin birbirlerine olan destekleri bağlılıkları ve yakınlıklarını artırmış olduğu ve yaşadıkları bu olumsuzluğun üstesinden gelip pozitif gelişim göstermeleri açısından önemli olduğu görülmektedir. Uyum yeteneği, değişim için aile sisteminin yeteneğini ve esnekliğini yansıtır. Bu elementler bu alan içerisinde: kendine güveni, kontrol, disiplin ve görüşme tarzını ifade eder. Aile içerisindeki üyelerin yaşadıkları bu duruma ilişkin birbirlerine karşı esneklikleri, kendilerini kontrol etmeleri yılmazlık sürecine katkı sağlamaktadır. Katılımcı babalardan biri yaşadıkları bu durumun üstesinden gelmede sahip oldukları kişisel kontrolü şu şekilde ifade etmiştir: B5: Oto-kontrollerimiz daha fazla kendimize karşı. Yine aile içerisinde katılımcı babaların hepsi yaşadıkları bu duruma ilişkin aile içerisinde annenin daha kolay uyum sağladığını belirtmişlerdir. Böylelikle annenin uyum sağlaması, onların da bu durumla daha rahat başa çıkmasında katkı sağladığını da düşünmektedirler. Kategori 3: Aile İçi İletişim Süreçleri Ailenin yaşadığı kriz durumu, aile içerisindeki iletişim süreçlerinin bu durumu zorlaştırması ya da kolaylaştırması açısından önemlidir. Bir engel durumu karşısında eşlerin ve ailedeki diğer üyelerin birbirlerine açıklıkları, olumlu olumsuz yaşanan duyguların ifade edilmesi ve kriz durumlarında birlikte işbirliği içerisinde problem çözmeleri ve karar vermeleri önemlidir ve bunlar aile içi iletişim süreçleri içerisinde değerlendirilir. Eşler birbirlerine karşı açık, net ve duygularını ifade edebildiklerini belirtmişlerdir (n=2). Örneğin katılımcı annelerden biri bu durumu; A5: Biz eşimle her şeyi konuşarak hallediyoruz. Sürekli birbirimize destek oluyoruz. Çocuğumun problemlerini çözmeye çalışan biziz. Eşimin ailesi problemlerden çok bir haberdar değil. Ailelerimiz farklı şehirlerde. Dediğim gibi en çok birbirimize destek olarak, konuşarak.. birbirimize nasıl diyim, geçecek, halledeceğiz, yapıcaz diyerek… Annenin vermiş olduğu bu cevaptan da anlaşılabileceği gibi, eşlerin birbirlerine duygularının açık ve net olması, birbirlerini anlamaları yaşadıkları olumsuzluk karşısında birbirlerine destek olmalarına da neden olmaktadır. 20 AİLE YILMAZLIĞI: BİR ENGELE RAĞMEN BİRLİKTE GÜÇLENEN AİLE Prof. Dr. Yaşar Özbay, Arş. Gör. Didem Aydoğan Yılmaz aileler, zor zamanlarda aile içerisinde pozitif tutumu korumaya devam ederler. Yaratıcı bir şekilde problemlerini çözerler ve kendi yaşamlarındaki zorluklarla etkili bir şekilde başa çıkarlar. Katılımcılar, aile içerisinde birbirlerine destek olduklarında, yaşanılan bu duruma daha uyumlu bir şekilde yaklaştıklarında ve sahip oldukları pozitif bakış açıları onların aile içerisinde daha fazla işbirliği içerisinde problem çözmelerine katkı sağlamaktadır. Kategori 4: Özgünlük Sistemleri Bireylerin sahip oldukları özgün benlik durumları ve eşlerin ilişki içerisindeki özgünlükleri yılmazlık sürecine katkıda bulunmaktadır. Bireyin gerçekten sahip olduğu duygu, düşünce ve değer yargılarına göre davranışta bulunması ve kendiliğini koruyarak ilişkisini sürdürmesi önemlidir. Babalardan biri çocuklarının kendi aile yaşamlarına katılımıyla birlikte ilişki içerisinde kendileri olmaya devam ettiğini şöyle belirmişlerdir: B2:Biz kendimizdik. Bu varken de kendimizdik. Özümüz aynıydı. Bundan sonra da değişmedi. Bir baba ise kendi özgünlüğünü şu şekilde ifade etmiştir: B3: Valla ben….Olduğum gibiyim hiç Eylül’den önce nasılsam Eylül’den sonra da. 4. SONUÇ VE TARTIŞMA Aile kendisini çevreleyen toplumsal sistemden etkilenen ve bu etkileri aile bireylerine yansıtan bir kurumdur. Böylece toplumsal kurumlar, aile ve ailede yaşayan her bireyi birbiri ile etkileşimde bulunan sistemlerdir. Aile sisteminde genellikle kuşaklararası çatışma kavramı ile ifade edilen ebeveyn ve çocuk arasında ortaya çıkan sorunlar ve çatışmalar ailenin yaşam kalitesini, aile bireylerinin verimliliğini düşüren unsurlardır. Bu çalışmada, 2006 Aile Yapısı Araştırması’nın mikro verisi kullanılarak Türkiye’de ailelerde 18-25 yaş grubundaki genç bireyler ve ebeveynleri arasında yaşanan sorunlar ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda özellikle genç bireylerin bakışı ve ebeveynlerin bakışı ile sorun yaşanan konular ayrı ayrı irdelenmiştir. Gençlerin ebeveynleri ile sorun yaşama durumunu belirleyen faktörler ise genç bireylerin yaşadıkları hanenin özellikleri, aile içi ilişkileri ve bireysel özellikleri bağlamında incelenmiştir. Türkiye’de ebeveynler ve 18-25 yaş grubundaki çocukları arasında en çok sorun yaşanan konuların; gençlerin harcama ve tüketim alışkanlıkları, arkadaş seçimleri ve kılık-kıyafet biçimleri olduğu bulunmuştur. Sorunların daha çok bu konularda yaşandığı hem ebeveynler hem de gençler tarafından belirtilmiştir. Böylece ebeveynlerin çocuklarının harcama ve tüketim alışkanlıkları, arkadaş seçimleri ve kılık kıyafet biçimleri ile doğrudan ilgilendikleri, daha çok ev ortamı dışında gerçekleştirdikleri bu davranışları üzerinde özellikle kontrol sağlamaya çalıştıkları anlaşılmaktadır. Oysa bir yaşam dönemi olarak gençliğin son aşaması olan 18-25 yaş grubundaki bireylerin kişisel gelişim açısından bağımsız karar verme ve seçimler yapma düzeyinde oldukları 21 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 çoğu zaman ebeveynlerin dikkatinden kaçabilmektedir. Hem genç bireylerin hem de ebeveynlerin bakışı ile ailede en çok sorun yaşanan konuların aynı olmasının nedeni bu olabilmektedir. Ayrıca özellikle arkadaş seçimi ve kılık kıyafet biçimi konusundaki tartışmalar, gençlerin sosyalizasyon sürecinde aile dışında arkadaşlardan ve aileyi çevreleyen diğer sosyokültürel sistemlerden-kurumlardan fazlasıyla etkilendiklerini göstermektedir. Harcama ve tüketim alışkanlıkları konusundaki yaşanan sorunlar ise ailenin gelir düzeyi ile doğrudan ilişkili olabilmektedir. 18-25 yaş grubundaki gençlerin ebeveynleri ile sorun yaşama eğilimini belirleyen faktörlere bakıldığında; refah düzeyi yüksek olan hanelerde yaşayan gençlerin ebeveynleri ile sorun yaşama eğilimlerinin de daha yüksek olduğu görülmüştür. Refah düzeyi daha yüksek olan hanelerde yaşayan gençlerin aile dışı ortamlara daha çok bulunabilmeleri, bu ortamlarda harcama yapabilmeleri ve yeni arkadaşlarla tanışma deneyimini daha sık yaşayabilmeleri, ebeveynleri ile sorun yaşama ihtimalini artırabilmektedir. Aile içi ilişkilerin ve özellikle baba ile olan ilişkilerin niteliği çocukların ebeveynleri ile yaşamasında önemli bir belirleyicidir. Ailesini mutlu olarak gören, babası ile olan ilişkilerini olumlu olarak niteleyen gençlerin ebeveynleri ile sorun yaşama eğilimleri daha düşüktür. Bu bulgu, Türkiye gibi gelişmekte olan; ancak geleneksel kültürün egemen olduğu toplumlarda annenin ve babanın aile içindeki farklılaşan rolleri ile ilişkili olarak ortaya çıkabilir. Gençlerin eğitim düzeyinin yüksek olması, ebeveynleri ile sorun yaşama eğilimlerini artıran bir unsurdur. Bu durum, eğitim düzeyi yüksek olan gençlerin bağımsız karar verme, kendi yaşamlarını kontrol edebilme -otonomi-, özgüven ve özsaygı gibi özelliklerinin daha fazla gelişmiş olması nedeniyle ebeveynleri ile daha fazla tartıştıklarını düşündürebilir. Gencin kendisine ait bir gelirinin olması ve hatta bu gelirin yüksek düzeyde olması gencin ebeveynleri ile sorun yaşama ihtimalini azaltmaktadır. Bu araştırmanın sonucunda hem gençlerin hem de ebeveynlerin bakış açısı ile en çok sorun yaşanan konunun “ harcama ve tüketim alışkanlıkları” olduğu düşünüldüğünde; ekonomik bir kaynak olarak paranın genç için kim tarafından temin edildiği de önemli hale gelmektedir. Eğer anne ya da baba sınırlı ekonomik kaynaklar ile aile geçimini sağlamaya çalışıyorsa genç bireyin temel ihtiyaçları dışındaki harcamaları ebeveyn tarafından bir zorunluluk değil de lüks olarak algılanabilecektir. Bu nedenle gencin kendi kazancı olması harcamalarını çoğunlukla kendi karşılayacağı anlamına gelebilmektedir. Böylece en çok yaşanan soruna bir çözüm olarak; genç birey harcamalarını kendi kazancı ile karşılayabilmesi ve tüketim alışkanlıklarını kendi yönetebilecek durumda olması önemli hale gelmektedir. 22 AİLE YILMAZLIĞI: BİR ENGELE RAĞMEN BİRLİKTE GÜÇLENEN AİLE Prof. Dr. Yaşar Özbay, Arş. Gör. Didem Aydoğan KAYNAKLAR Bayat, M. (2007). Evidence of resilience in families of childrenwithautism. Journal of IntellectualDisabilityResearchç. 51(9), 702-714. Black, K. andLobo, M. (2008). A ConceptualReview Of FamilyResilienceFactors. Journal of FamilyNursing. 14(1); 33-55. Bowen, G. L., Richman, J. M. &Bowen, N. K. (2000). Families in thecontext of communitiesacross time. In S. J. Price, P.C.McKenry, &M.J.Murphy (Eds), Familiesacross time: A life courseperspective (pp.117-128). Los Angeles, CA: RoxburyPublishers. Bristol, M.M. (1984). Familyresourcesandsuccesfuladaptationtoautisticchildren. In E. Schopler& G.B. Mesibov (Eds.), Theeffects of autism on thefamily (pp. 289-310). New York: Plenum. Cohen, O., Slonim, I., Finzi, R., Leichtentritt, R. D. (2002). FamilyResilience: IsraeliMothers’ Perspectives. TheAmericanJournal of FamilyTherapy, 30, 173-182. DeFrain, J. (1999). Strongfamiliesaroundtheworld. FamilyMatters, 53, 6-13. Figley, C. R. (1989). Helpingtraumatizedfamilies. San Francisco: Jossey-BassHenderson, D. &Vandenberg, B. (1992). Factorsinfluencingadjustment in thefamilies of autisticchildren. PsychologicalReports, 71, 167-171. Germain, C., &Bloom, M. (1999) Human behavior in thesocialenvironment: An ecologicalview. New York: Columbia UniversityPress. Goldman, B. M., &Kernis, M. H. (2002). The role of authenticity in healthypsychologicalfun ctioningandsubjectivewell-being. Annals of theAmericanPsychotherapyAssociation, 5(6), 18–20. Hutchinson, S.L., Afifi, T., Krause, S. (2007). TheFamilythatPlaysTogetherFaresBetter: ExaminingtheContribution of SharedFamily Time toFamilyResilienceFollowingDivorce. Journal of Divorce&Remarriage, 46(3), 21-48. Kernis, M. H., &Goldman, B. M. (2006). A multicomponentconceptualization of authenticity: Researchandtheory. In M. P. Zanna (Ed.), Advances in ExperimentalSocialPsychology (Vol. 38, pp. 284-357). San Diego, CA: AcademicPress. Klerk, H. &Greeff, P. A. (2011). Resilience in Parents of YoungAdultswith Visual Impairments. Journal of VisiualImpairment&Blindness, 414-424. Lee, I. Lee, E. O., Kim H.S., Park, Y. S., Song, M. & Park, Y. H. (2004). Conceptdevelopment of familyresilience: a study of Koreanfamilieswith a chronicallyillchild. Journal of ClinicalNursing, 13, 636-645. Lopez, F.G. ve Rice, K. G. (2006). Preleminary Development andValidation of a Measure of RelationshipAuthenticitiy. Journal of CounselingPsychology, 53(3), 362-371 Mahoney, A., Pargament, K. I., Tarakeshwar, N., &Swank, A. B. (2001). Religion in thehome in the 1980s and 90s: A meta-analyticreviewandconceptualanalyses of linksbetweenreligion, marriageandparenting. Journal of FamilyPsychology, 15(4), 559-596. McCubbin, H. I., &McCubbin, M. A. (1988). Typologies of resilientfamilies: Emergingroles of socialclassandethnicity. FamilyRelations, 37, 247–254 23 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 McCubbin, M. A., &McCubbin, H. I. (1993). Familiescopingwithillness: Theresiliency model of familystress, adjustment, andadaptation. In C. B. Danielson, B. Hamel-Bissell, & P. Winstead-Fry (Eds.), Families, health, &illness: Perspectives on copingandintervention (pp. 21-61). St. Louis, MO: Mosby McCubbin, H. I., Thompson, A. I., &McCubbin, M. A. (1996). Familyassessment: Resiliency, copingandadaptation: Inventoriesforresearchandpractice. Madison: University ofWisconsin Publishers McCubbin, H. I., McCubbin, M. A. &Thompson, A. I. (1993). Resiliency in families: The role of familyschemaandappraisal in familyadaptationtocrisis. In T. H. Brubaker (Ed.), Familyrelations: Challenges fort he future (pp:153-177). Newbury Park, CA: Sage. McCubbin, M.A., Thompson,A.E., Thompson, A.I. &Futrell, J. A. (1999). The Dynamics of Resilient. – ThousandOaks, CA: Sage. Mullin, J. W., Arce, M. (2008). Resilience of FamiliesLiving in Poverty. Journal of FamilySocialWork, 11:4, 424-440. Olson, D. H. (1993). Circumplex model of maritalandfamilysystems: Assessingfamilyfunctioning. In F. Walsh (Ed.), Normal familyprocesses(pp. 104–137). New York: GuilfordPress. Patterson, J. M. (2002). IntegratingFamilyResilienceandFamilyStressTheory. Journal of Marriageand Family.64, 349-360. Plumb, Jennifer C., “TheImpact of theSocialSupportandFamilyResilience on parental stres in Familieswith a Child Diagnosedwith an AutismSpectrumDisordes” (2011). Doctorate in SocialWork(DSW) Dissertations. Paper 14. Rutter, M. (1987). PsychosocialResilienceandProtectiveMechanisms. AmericanJournal of Orthopsychiatry, 57, 316-331. Seligman, M. &Csikzentmihalyi, M. (2000). Positivepsychology: An introductionAmericanPsychologist, 55, 5-14. Walsh, F. (1996). Theconcept of familyresilience: Crisisandchallenge. FamilyProcess, 35, 261281 Walsh, F. (1998). Strengtheningfamilyresilience. New York, NY: GuilfordPress. Walsh, F. (2002). A familyresilienceframework: Innovativepracticeapplications. Walsh, F. (2006). Strengtheningfamilyresilience(2nd ed.). New York: Guilford Publications. Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2006). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. (6. Baskı). Ankara: Seçkin Yayıncılık Werner, E . E ., & Smith, R . S . (1989) Vulnerable but invincible : A longitudinalstudy of resilientchildrenandyouth . New York: Adams, Bannister, Cox . 24 2 AİLE’NİN PSİKO-SOSYAL DESTEK İHTİYACINI KARŞILAMADA YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ: AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE PSİKO-SOSYAL DESTEK BİRİMİ Prof.Dr. Yasemin ÖZKAN* Esra KILIÇ** Özet Ekolojik sistemde mikro- mezzo- makro çevreler tarafından kuşatılan aile, toplumda meydana gelebilecek sosyal, psikolojik, ekonomik olan tüm durumlardan etkilenerek değişim ve gelişim yaşamaktadır. Karmaşıklaşan yaşam koşullarında stres, rol çatışması, aile formunun değişmesi (parçalanmış, tek ebeveynli, vb.), geleneksel rollerden modern hatta postmodern ilişki kalıplarına geçiş, sosyo- ekonomik (kır- kent) durum, her tür yapıdaki (çekirdek, geniş özelliğine sahip) aileyi derinden etkilemektedir. Bu durumda normal, normal dışı gelişimleri içeren pek çok süreçte aile sistemi dışarıdan desteğe ihtiyaç duymaktadır. Bu makalede ailenin özellikleri düşünülüğünde, ailenin ihtiyaç duyduğu bu destek hizmetlerinin içinde yer alan aile tedavisi yaklaşımı, bu tedavinin içeriği, ulaşılabilirliği ve amaca uygun hizmet etmesi konuları ele alınarak mevcut uygulamalardan bahsedilerek aileye daha kaliteli ve yeterli hizmet sunumu için aile sağlığı merkezlerinde aile psiko-sosyal destek birimi modeli önerilmektedir. Ayrıca sağlığın göz ardı edilen psiko-sosyal boyutuna vurgu yapılarak sağlığa bütüncül yaklaşım hedeflenmektedir. Anahtar Kelimeler: Aile destek hizmetleri, Ailenin psiko-sosyal destek ihtiyacı, Aile sağlığı merkezleri SUGGESTION OF A NEW MODEL FOR MEETING THE PSYCHO-SOCIAL NEEDS OF A FAMILY: FAMILY PSYCHO-SOCIAL SUPPORT UNIT IN FAMILY HEALTH CENTERS Abstract In ecologic system, the family surrounded by micro-mezzo-macro environments undergoes changes and developments as a result of changing social, psychological and economic states. In living conditions getting more complex role conflicts, changing family structures (split family, single parent family etc.), transition from traditional roles to modern and even postmodern relation patterns, socio-economic situation (rural-urban) profoundly affect the family of every form (nucleus or extended family). Hence, the family needs external support throughout many processes including normal and abnormal developments. In this line, the present study deals with one of the support services needed by the family; that is, the approach to family treatment, the content of this treatment, its availability and the extent to which it achieves its objectives. The study will discuss the existing practices and suggest a model for family psycho-social support unit to be located in family health centers. Moreover, psycho-social dimension of general health which is usually overlooked will be emphasized and in this way, a holistic approach to health will be adopted. Keywords: Family support services, Family in need of psychosocial support, Family health center * Ankara Üniv. Sağlık Bilimleri Fak. Sosyal Hizmet Böl. Öğretim Üyesi * Sosyal Hizmet Uzmanı 25 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 GİRİŞ Olgun ve sağlıklı bir yetişkin olmada, çocukluktaki yaşam deneyimlerinin önemli etkisi olduğu bilinmektedir. Gelişim süreci boyunca kişiliğin biçimlenmesinde, çocuğun toplumsal ve ruhsal ortamını oluşturan ailenin katkısı büyüktür. Aile, çocuğun yakın toplumsal ve ruhsal ortamını sağlayan sosyal bir kurumdur (Haktanır ve diğerleri, a.g.e., Akt: Önal, 2006). Aile, bir yandan çocuğun en temel psikolojik ihtiyacı olan sevgiyi karşılarken, diğer yandan bir gruba ait olma, aile içinde ve dışında güvenlik içinde olma, saygı görme, değer verilme gibi sosyal ihtiyaçlarının karşılanmasında koruyucu, destekleyici, eğitici ve öğretici fonksiyonu ile sağlıklı bir ortam oluşturmaktadır. Aile bireyleri, bu ortam içinde hem aileye bağlı hem de bağımsız bir birey olarak kendini ifade etme ve gerçekleştirme fırsatını elde etmektedir. Ailenin en önemli fonksiyonu olan üreme (biyolojik) fonksiyonun yanı sıra; ekonomik (en az üyelerinin temel gereksinimlerini giderecek kadar üretme); duygusal (özellikle küçük çocuklara sevgi ve bakım); koruma (güvenlik, sağlık), toplumsallaşma (kültürel değerleri ve sosyal kodları çocuklara aktarma); eğitim (yeni kuşakları eğitme) ve rekreasyon fonksiyonları mevcuttur(Gülerce, 1996). Tüm bu fonksiyonlar sosyal yapıda çekirdek özelliği taşıyan ailede evrensel değerlerdir. Böylece aile, sosyal, psikolojik ve ekonomik fonksiyonları ile pek çok bilimin konusu olmakla birlikte genel olarak sosyal bilimlerde de sistem yaklaşımı çerçevesinde ele alınmaktadır. Bu yaklaşımda aile, üyelerinin etkileşiminden doğan sistemi ifade eder. Aile sistemi içerisinde her birey, diğer üyeleri etkiler ve onlardan etkilenir. Sistem olarak aileyi anlayabilmek için üyeleri tek tek ele almak yerine, üyeler arasındaki etkileşime ve diğer sistemlerle kurulan ilişkiler üzerinde odaklanmak gerekir. Bu noktadan hareketle; ilişki içindeki bireyler birbirinden bağımsız olarak değerlendirilmemeli, bu bireylerin karşılıklı etkileşim içinde olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla aile üyelerinden birinde meydana gelen değişim diğer üyelere ve aile sisteminin bütününe yansımaktadır. Aile sistemi çeşitli alt sistemlerden meydana gelmekte, bu alt sistemler de; ebeveyn, kardeş ve ebeveyn-çocuk gibi şekillerden oluşmaktadır. Bu alt sistemler birbiriyle etkileşim içerisindedir ve sistemin bütününü etkilemektedir. Aileler toplumların kalkınmasında en önemli birimleri oluşturur. Aile üyeleri ve sistemi, içinde yaşadığı toplumun tüm öğelerinden etkilenir. Aynı zamanda bu birim gerek kendi üyeleri gerekse bir bütün olarak toplumu şekillendirmektedir. Dolayısıyla ailenin gelişiminin sağlıklı olup olmaması önemli bir kriterdir. Ailenin refahı, toplumun refahı anlamına gelir ve kalkınma programlarında aile bir bütün olarak öncelikli hedefler arasındadır. Ailenin normal fonksiyonlarını sürdürmesinde kuşkusuz, ekosistemin bir parçası olarak, diğer sistemler ile doğru ve etkili iletişimi esastır. Toplumun temel birimi olan aile, toplumda meydana gelebilecek sosyal, psikolojik, ekonomik olan tüm durumlardan etkilenerek değişim ve gelişim yaşamaktadır. Ekolojik sistemde, aileyi kuşatan mikro- mezzo- makro çevreler (okul, sağlık kurumları, 26 AİLE’NİN PSİKO-SOSYAL DESTEK İHTİYACINI KARŞILAMADA YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ: AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE PSİKO-SOSYAL DESTEK BİRİMİ Prof.Dr. Yasemin ÖZKAN, Esra KILIÇ komşuluk ilişkileri, iş yaşamı vb.) sürekli olarak bu sistemin sürdürülebilirliğini desteklemektedir. Günümüz koşullarında aile, sürekli olarak çeşitli dış uyaranlara maruz kalmaktadır. Bilgi ve teknolojinin ilerlemesi, modern ve kentli yaşam biçimleri, zaman, enerji, mekan ve para gibi kaynakların kullanımını giderek zorlaştırmaktadır. Psiko-sosyal bir birim özelliği taşıyan ailenin üyelerine koruma ve güvenlik dışında sosyalleşme ve kültürleşme açısından sağladığı katkılar bilinmektedir. Karmaşıklaşan yaşam koşullarında stres, rol çatışması, aile formunun değişmesi (parçalanmış, tek ebeveynli, vb.), geleneksel rollerden modern hatta postmodern ilişki kalıplarına geçiş, sosyo- ekonomik (kır- kent) durum, her tür yapıdaki (çekirdek, geniş özelliğine sahip) aileyi derinden etkilemektedir. Bu durumda normal, normal dışı gelişimleri içeren pek çok süreçte aile sistemi dışarıdan desteğe ihtiyaç duymaktadır. Ailenin sağlıklı gelişimi ve sürdürülebilirliğinin sağlanmasında, ihtiyaç duyduğu desteklerin niteliği, ailenin bunlara erişimi (hizmetlerin ulaştırılması), hizmetlerin istikrarı (sorun ya da pozitif gelişme oluşturmak için sonuca ulaşılması), destek verecek personelin nitelikleri ve sonuç olarak elde edilen tatmin önemli belirleyicilerdir. Bu makalede, ailenin özellikleri düşünüldüğünde, ailenin ihtiyaç duyduğu destek hizmetlerinin içinde yer alan aile tedavisi yaklaşımı, bu tedavinin içeriği, ulaşılabilirliği ve amaca uygun hizmet etmesi konuları ele alınarak mevcut uygulamalardan bahsedilecek ve aileye daha kaliteli ve yeterli hizmet sunumu için yeni bir model önerilecektir. 1. AİLE DESTEK HİZMETLERİ Aile destek hizmetleri birçok hizmetin bir arada verildiği ve oldukça kapsamlı programların yürütüldüğü bir sosyal hizmet alanı olduğundan tanımlanması oldukça güçtür. Bu hizmetler, temelde ailenin ya da bireyin gelişiminde ortaya çıkan sorunların çözülmesi ve ihtiyaçlarının karşılanması için danışmanlık verme, eğitici faaliyetlerde bulunma ve ailenin haklarını savunma gibi etkinliklerin tümünü kapsamaktadır. Örneğin, Amerika’ da 1970’li yıllarda dahi önemli sayıdaki aile hizmet kurumlarının yürüttükleri faaliyetler incelendiğinde, “bireyle ve grupla çalışma, aile danışmanlığı, aile yaşam eğitimi, ailenin savunuculuğu ve bunun gibi birçok program” dikkatleri çekmektedir. Bu kurumların programlarında, bazı farklılıklar olmakla birlikte, kurumların amaçları, örgütlenme biçimleri, personel durumları ve temel bazı programlar açısından birbirlerine benzerlikleri görülmüştür. Bunun yanında aile hizmet kurumlarının ulusal düzeyde organize oldukları, çok güvenilir istatistiksel bilgi ve veriye sahip oldukları da ifade edilmektedir. Ekonomik krizlerin hemen sonrasında yoksullaşan ailelerin sıkıntı ve sosyal sorunlarının çözümünde yardım eden ve 1800’lü yılların sonlarında ortaya çıkan “Yoksullara Yardım Dernekleri” aslında aile hizmetlerinin başlangıcı olarak değerlendirilmektedir (Erickson, 1987; Güran, 1983; Duman, 2001). 27 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Diğer taraftan ailelerin ve toplulukların önleyici ve pozitif bir yaklaşım ile güçlendirmesi şeklinde karakterize edilen aile desteği, New Jersey Çocuk İhmal ve İstismarı Görev Gücü’ne (NJTFCAN) (2003) göre, başta çocuk ihmal ve istismarı olmak üzere aile sorunlarını önlemek için tasarlanmış toplum tabanlı bir program olarak kabul edilmiştir. (Tilbury, 2005; NJTFCAN, 2003; Akt: Scerra, 2010). Başlangıçta çocuk odaklı programların görüldüğü aile destek hizmetlerinin odak noktasında zaman içerisinde değişiklik meydana gelmiştir. Bu değişim, çocukların büyümesinde, gelişmesinde, doğru tutum ve davranış kazanmasında, kimliğinin oluşumunda kısaca sosyalleşmesinde ailenin etkili olması nedeniyle aileye dönük yön değişmiştir. Özetle; doğrudan çocuk ile çalışarak sunulan hizmetlerin çocuklar üzerinde kalıcı bir değişim oluşturmadığı görülerek ebeveynlerin bilgi ve desteğine ihtiyaç duyulmuş; böylelikle “çocuk odaklı” programlardan “aile odaklı ya da aile merkezli yaklaşımlara” doğru yönelim olmuştur (Scerra, 2010). Bu yönelimin nedenleri, ailenin yıllar içerisindeki değişimi ile açıklanabilir. Örneğin; ailenin demografik değişimleri, ailenin ilişkiler ağında (eşler arasında, ebeveyn- çocuk arasında, bütün aile birlikte) yapısal değişimlere neden olmuştur. Geçmiş yıllarla kıyaslandığında boşanma ve yeniden evlenme oranlarının artışı dolayısıyla parçalanmış aileler, özellikle çocuklar açısından riskleri doğurmuştur. Tek ebeveynli (kadının aile reisi olduğu) aileler, boşanmalar ve birlikte yaşamalardan kaynaklanan formlardır. Bu form da çocuk yoksulluğu ve çocuklar açısından potansiyel riskleri artıran nedenler arasındadır. Birlikte yaşama durumunun artması, karma evlilikler (farklı milliyetlerde) batı toplumlarında çoğalan gay, lezbiyen ilişkiler de aile yapısındaki diğer değişimleri göstermektedir. Değişen aile yapıları, ailelerin “aile destek ve tedavi hizmetleri” ne duydukları ihtiyacın önemini ortaya koymaktadır. Bugün ülkemizde özellikle geleneksel aile yapısının devam etmesi, akraba evliliklerinin sürmesi, akraba evlilikleri sonucunda engelli çocukların dünyaya gelmesi, çocukların sağlıksız büyümeleri, erken yaşta evliliklerin devam etmesi gibi konular aileleri tedavi ve danışmanlık konusunda müdahaleye hazır hale getirmektedir. Batıda “ergen hamileliği- ebeveynliği” olarak adlandırılan bizim ülkemizde de çocuk gelinler olarak varlık gösteren durum acilen ele alınması gereken bir başka boyuttur. Aslında bu durum ülkemizde yasal açıdan uygun olmamakla birlikte maalesef toplumsal açıdan kabul görmektedir. Bu çarpıcı sorun dışında pek çok toplumsal sorun, karma özellikler (geleneksel- modern) gösteren Türkiye’deki ailelerde de aileye yönelik tedavi ve danışmanlık hizmetini gerektirmektedir. Aile destek hizmetleri kapsamında yer alan aile merkezli hizmetler, ailelere çeşitli alanlarda yardım etme konusunda geniş bir yaklaşımı temsil etmektedir. Bu hizmetler, ailenin güçlendirilmesi, alınacak kararlarda ailenin tercihlerine önem verilmesi ve fon akışına erişebilmeyi basitleştirmek şeklinde sunulan geniş kapsamlı hizmetleri içerir. Aile merkezli hizmetlerin çok çeşitli tanımları olmakla birlikte genel olarak 28 AİLE’NİN PSİKO-SOSYAL DESTEK İHTİYACINI KARŞILAMADA YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ: AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE PSİKO-SOSYAL DESTEK BİRİMİ Prof.Dr. Yasemin ÖZKAN, Esra KILIÇ güçlendirme ve aile odaklı, kültürel duyarlılığı benimseyen ve işbirlikçi ortaklığın söz konusu olduğu bir yaklaşım şeklinde ifade edilebilir (Madsen, 2009). Aile merkezli hizmetler, pratik ve terapötik olmak üzere iki boyutta ele alınabilir. Pratik müdahaleler, yiyecek ve giyecek temini, tıbbi yardım ve iş sağlama gibi temel ihtiyaçları kapsamaktadır. Terapötik müdahaleler ise ailelerin ihtiyaçlarına göre değişmekle birlikte bilişsel gelişim, çevresel değişimler, yaşam koşulları ve çeşitli problemlerle ilgili bireylerarası stratejileri oluşturmayı içerir (Thleman ve Dail, 1992). Aile merkezli uygulamalar; yerel ve erişilebilir hizmetlerin sunulması, kaynak temelli yaklaşımların uygulanması (hizmet tabanlı yaklaşımların aksine) ve bu uygulamaları değerlendirme şeklindedir. Bailey,McWilliam, Winton, ve Simeonsson (1992), aile merkezli uygulamada temel teşkil eden dokuz öğeden bahsetmektedir. Bu öğeler; aile üzerine odaklanan hizmetler, ekolojik yaklaşım, bireysellik, kültürel duyarlılık, güçlendirme, temel ihtiyaçlar, koordinasyon, normalleştirme (ailenin ve çocuğun toplum içinde entegrasyonunu sağlayacak programlar geliştirmek) ve işbirliğidir. (Wright ve diğerleri, 2010). Çoğu ülkede var olan uygulamalar incelendiğinde aile destek programları genellikle çocuğun refahını artırmak amacıyla sağlık, eğitim, çocuk bakımı ya da gelir desteği ile ilgili hizmetler sunmaktadır (Scerra, 2010). Aile destek hizmetleri, aile üyelerinin gelişiminin içinde yaşadıkları toplumdan bağımsız düşünülemeyeceği anlayışını benimseyen ekolojik yaklaşım temeline dayanır. Ayrıca, ailelerin değişim ve gelişim potansiyellerini artırmak için güçlendirme temelli yaklaşımları benimsemektedir. Güçlendirme temelli yaklaşım, ailelerin ihtiyaçlarını karşılayarak hedeflerini gerçekleştirebilmeleri için sahip oldukları güç ve kapasiteleri anlamak gerektiği anlayışı üzerine kurulmuştur (Powell et al., 1997; Tomison, 2002; Scerra; 2010). Weiss, temelde önleyici etkilere sahip aile destek programlarının, önleme fonksiyonunun yanı sıra ailede çocuk gelişimi ve ana- baba rolleri üzerinde çalışma yoluyla aileyi güçlendirdiğini ortaya koymuştur (ASAGM, 2008). Bu kurumların ana felsefesi olan aileyi güçlendirme yaklaşımından hareketle aile hizmet kurumlarında, “aileye tedavi ve danışmanlık verme” adeta çekirdek program olurken, koruyucu ve önleyici hizmetler de önemli bir yer almıştır. Aile hizmet kurumlarında bu hizmetlerin yanı sıra ailenin toplumdaki çeşitli kurumlarla ilişkilerini düzenleme ve savunuculuğunu yapmaya yönelik bir takım etkinliklerde de bulunulmaktadır (Erickson, 1987; Gürcan, 1983; Duman, 2001). Akut risk tespit edilen aileler için tasarlanmış programların hizmetleri şunları içermektedir: ailelerin karşılaştıkları en acil ihtiyaçları sunmak (para, gıda, tıbbi yardım vb.), tutarlı ve kolay hizmetleri sunmak, ailelerin ihtiyaçlarına cevap vermek, bire bir yardımda dahil olmak üzere ailelere doğrudan hizmet sunmak, ailelerin kendi kendilerine dile getirdiği ihtiyaçlarına cevap vermek (ailelerin yaşamları üzerinde kontrol 29 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 duygusuna sahip olmaları açısından önemlidir) ve en önemlisi aileleri toplumsal ve sosyal destek ağlarına bağlı tutmaktır (Thleman ve Dail, 1992). Aile hizmetlerinde pek çok disiplin çeşitli müdahale yöntemleriyle varlıklarını göstermektedir. Bu disiplinlerden biri uygulamalı bir bilim olan sosyal hizmettir. Aile üyeleri ve aileye bu hizmeti sunan sosyal hizmet uzmanları, aile destek müdahale sürecinde farklı işlevlere sahiptir ve aralarında bir işbirliği söz konusudur. Ebeveynler, aile üyelerinin geçmiş yaşantıları, ailenin güçlü yanları ve hedefleri konusunda bilgileri verirken; sosyal hizmet uzmanları ise aileyi destekleyici müdahale ve hizmetleri yapılandırır. Campbell and Mitchell (2007), aileyi güçlendirmek ve karşılaştığı güçlüklerin üstesinden gelmek için ev ziyaretleri yaparak güçlendirme yaklaşımını kullanmanın önemine dikkat çekmiştir (Scerra, 2010). Aile destek hizmet müdahaleleri çeşitli konuları kapsar ve çeşitli şekillerde uygulanabilir (Tomison & Poole, 2000). Bunlar, genel olarak; erken müdahale, ebeveyn eğitimi, ev ziyaretleri ve oyun gruplarıyla destekleme şeklinde müdahale biçimlerini kapsamaktadır (Scerra, 2010). Erken müdahale yöntemleri; ev ziyaretleri, merkez tabanlı programlar, grup çalışmaları ve atölye çalışmalarını içermektedir. Diğer bir müdahale yöntemi olan ev ziyaretleri ile ebeveynlik becerileri, çocuk gelişimi, ebeveyn-çocuk ilişkisi, ruh sağlığı sorunları, ekonomik sorunlar, eğitim ve istihdam, sağlık bakımı ve sosyal destek eksikliği hakkında eğitim gibi konularda aileyi bulunduğu çevrede gözlemleyerek müdahale planı oluşturma amaçlanır. Ebeveyn eğitimi ile ebeveyn- çocuk ilişkisini güçlendirmek ve ebeveynlerin streslerini azaltmak ve bilgi düzeylerini artırmak yoluyla ailenin güçlendirilmesi amaçlanmaktadır. Oyun gruplarıyla aileyi destekleme programları ise okul çağına gelmemiş çocuğa sahip ebeveynlerin çocuklarıyla ilişkilerini güçlendirmeyi amaçlar (Scerra, 2010). Değişen sosyal ve yasal yapı ile ortaya çıkan ihtiyaçlar sonucu aile destek hizmetleri alanındaki çalışmaların kayıt altına alınması yani yayına dönüştürülmesi ve bu çalışmalara süpervizyon verilmesine doğru giden bir takım gelişmeler söz konusu olmuştur. Bu durumda “aile hizmet kurumları”, ailenin sorunlarını bilimsel yönden inceleyen, değerlendiren ve profesyonel hizmet veren kuruluşlar” haline gelmiştir (Erickson, 1987; Güran, 1983; Duman, 2001). Bu kuruluşlar araştırma bilgisine dayalı, teoriden ziyade kanıta dayalı veriler oluşturan kurumlar olmuşlardır. Görüldüğü gibi, aile temelli hizmetlere yönelik bakış açısı, ailedeki sorunu tanımlama ve çözüm getirmeye yönelik çalışmalardan; ailede yaşanan sorunları tüm aile üyeleri bağlamında sistem perspektifinde değerlendirme ve aileyi güçlendirmeye doğru yön değişmiştir (ASAGM, 2008). 30 AİLE’NİN PSİKO-SOSYAL DESTEK İHTİYACINI KARŞILAMADA YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ: AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE PSİKO-SOSYAL DESTEK BİRİMİ Prof.Dr. Yasemin ÖZKAN, Esra KILIÇ Konu ile ilgili literatüre bakıldığında aile destek hizmetlerini destekleyen çeşitli araştırma bulgularına rastlanmıştır. Bu bulgular incelendiğinde, aile-merkezli uygulamaların ailelere hizmet sağlamada etkili ve kaliteli bir uygulama olduğu tespit edilmiştir. Aile merkezli uygulamanın sonuçlarından da ebeveynlerin memnuniyeti araştırma bulgularıyla da kanıtlanmıştır. Birey ve aile düzeyinde yardım arayanların bu hizmetler sayesinde refahlarında artış olduğu saptanmıştır. Ayrıca bu hizmetler ile ebeveyn streslerinin azaldığı gözlenmiştir. Özellikle ebeveynler, hizmet veren kişilerle görüşme süresi ve sayısı arttıkça kişisel kontrollerini sağlamada olumlu sonuçlar kazandıklarını belirtmişlerdir. Son araştırmalarda ise ailelere bu hizmeti sağlayan, duygusal destek ve bilgi veren, aile ihtiyaçlarını tanımlayan, savunuculuk ve hizmetlerin koordinasyonunu yapan uzmanlar ile ailelerin daha fazla görüşme yapmasının aile bireyleri üzerinde güven ve olumlu etki doğurduğunu ortaya konulmuştur (Wright ve diğerleri, 2010). Önemli bir başka sonuç da, aile merkezli hizmet koordinasyonlarının ailenin psiko-sosyal destek kaynakları konusunda duyduğu ihtiyacı karşılamasıdır (Hiebert-Murphy, Trute, and Wright, 2008; Akt: Wright ve diğerleri, 2010). Bu gün aileyi koruma ya da aileye destek olma çok çeşitli etkinlik programlarıyla gerçekleştirilmektedir. Bunlar, aile tedavisini oluşturan aile danışmanlığı, aile terapisi, aile rehberliği olmakla birlikte; bu başlıklar özellikle aile danışmanlığı altında evlat edinme, öfke yönetimi, kaygı ya da korkuyla baş etme, dikkat eksikliği, çocukluk ve ergenlik sorunları, kronik hastalıklar, yas ya da kayıplar, yeme bozuklukları, obsesifkompulsif bozukluklar, ebeveynlik, cinsel terapi, maneviyat, travma ve sonrası ile baş etme, mental sağlık sorunları, yaşlılık, kişilik bozuklukları, psikozlar, düşünce bozuklukları, eşcinsel (gay- lezbiyen) ilişkiler, aile içi şiddet ve cinsel istismar şeklinde ele alınmaktadır. 1.1. Aile Tedavisi Yaklaşımı ve Amacı Aile tedavisi, aile destek hizmetleri kapsamında yer alan temel bir yaklaşım ve uygulama biçimidir. Aile tedavisi kavramı, 1950’lerden itibaren mesleki literatürde, aileye özgün ve değişik yapıdaki yeni bir sorun çözme sürecini ifade etmek amacıyla kullanılmıştır (Turan, 2009). Süreç içerisinde ailenin, bireyin yaşamında oynadığı önemli rolün ve psiko-sosyal fonksiyonlarına olan katkısının anlaşılmasıyla aile tedavisi yaklaşımı önem kazanmıştır. Aile tedavisinde çeşitli meslek grupları yer almaktadır. Mesleki bilgisi ve uygulama tecrübesiyle bu alanda faaliyet gösteren meslek gruplarından biri de sosyal hizmet uzmanlarıdır. Birey, grup ve toplum düzeyinde müdahaleler gerçekleştiren sosyal hizmet uzmanları, mesleğe özgü teorik bilgilerinin yanı sıra (sistem, ekolojik ve güçlendirme yaklaşımları vb.); sosyal ve davranış bilimlerinden uygulamaya aktardıkları yeni bilgiler ve diğer meslek elemanlarıyla görüş alışverişinde bulunmaları sayesinde, ailenin karşılaştığı güçlükleri daha geniş bir perspektif içinde değerlendirip çözümleme fırsatı bulmuşlardır. 31 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Bilindiği gibi aile ortamı, birbirlerine biyolojik, psikolojik ve sosyal ilişkilerle bağlı duygusal etkileşim içinde olan bireylerden oluşur. Ancak bireyin davranışları yalnız aileden değil içinde bulunduğu çevre tarafından da etkilenmektedir (Özgüven, 2000). Diğer taraftan toplumu oluşturan ve toplumsal sorunları yaratan bireylerin yetişme ortamı olarak bilinen ailenin ve bu kurumun bireylerini sosyalleştirme sürecinin, mercek altına alınması gerekliliği tartışılmaktadır. Dolayısıyla burada toplum aileyi etkilemekte, toplumu oluşturan aile de doğal olarak toplumu etkilemektedir. Aile tedavisi de sosyal çevresi içindeki birey kavramından hareketle, bireyin için de bulunduğu sosyal ilişkiler ve bu ilişkilerin bireyin yaşadıklarına katkısı üzerinde durmaktadır (Duman, 2001). Aile tedavisi, sorun çözme sürecine tüm aileyi katmayı amaçlayan oldukça yeni bir yaklaşımdır. Daha önceki yaklaşımlar hedef olarak bireyin davranışlarını değiştirmeyi ele almışlar ve sorunların nedenlerini bireyin kişilik yapısında aramışlardır. Oysa ki davranış değişikliği yaratmak ya da pozitif davranış geliştirmek, bireyin kişiliğinden ziyade çoğu zaman sonuçlarının maliyetini bilmediği davranışları üzerinde odaklanmalıdır. Aile tedavisinde de, sorunu çözümlerken doğrudan aile üyeleri arasındaki etkileşimlerin incelenmesi ve bu ilişkilerin soruna katkısının değerlendirilmesi, kullanılan bir uygulama biçimidir. Aile içi etkileşimlerinin yanı sıra birbirini tamamlaması açısından aile üyelerinin rolleri, bu yapı içindeki rol dağılımı ve rol beklentilerinin sorunla ilişkisini ortaya koyma gereği de duyulmuştur. Bu konuda Sherman “bireyi tedavi etmenin en iyi yolu ailesini tedavi etmektir” düşüncesini ileri sürmektedir (Sherman, 1959; Turan, 2009). Aile tedavisi, ailenin karşılaştığı güçlüklerle bir bütün olarak baş edebilmesi için ailenin psiko-sosyal yönden desteklenmesi esasına dayalı bir tedavi yaklaşımıdır. Bu yaklaşım ailede bireyi güçlendirerek, sosyal çevresi ile olan sorunlarını çözümlemesinde bireye yardımcı olmaktadır. Aile tedavisi yaklaşımı, sistem teorisi ile küçük grup teorisinin bir uzantısı olarak aileyi bir sistem şeklinde ele almaktadır. Ailedeki etkileşim kalıplarının değiştirilmesi ile bireyin uyumsuz davranışlarının ortadan kaldırılması esasına dayanmaktadır. Bu yaklaşım sayesinde küçük grup, sistem ve iletişim teorilerini çalışmalarında kullanan psikiyatri, psikoloji ve sosyal hizmet meslekleri arasında yakın bir işbirliği ve disiplinler arası uygulamalar ortaya çıkmıştır (Akyürek, 1990; Özgüven, 2000; Duman, 2001). Aile tedavisi yaklaşımında temel birim “aile” dir. Bireysel tedavidekinin aksine bu tedavi biçiminde sorun çözme sürecine aile üyelerini de katarak, sorunun ortaya çıkmasında oynadıkları rolü görmelerine yardım etmek ve sorunun çözümü yönünde çaba sarf etmeye teşvik etmek amacı önde gelir. Aile üyeleriyle görüşmek, meslek elemanına soruna neden olan etkileşimleri gözleme fırsatı verir. Tek bir üye ile görüşmek sorunun yalnızca onun bakış açısı içinde kalarak incelenmesidir ve daha sınırlı bir ele alış biçimini yansıtır. (Turan, 2009). 32 AİLE’NİN PSİKO-SOSYAL DESTEK İHTİYACINI KARŞILAMADA YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ: AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE PSİKO-SOSYAL DESTEK BİRİMİ Prof.Dr. Yasemin ÖZKAN, Esra KILIÇ Aile tedavisinin temeldeki amacı, “aile üyelerinin ruhsal sağlıklarını düzeltmek, heyecansal bozukluklarını iyileştirmek, böylece aile sisteminin aile içinde ve çevresinde uyumunu sağlayarak işlerliğini” devam ettirmektir. Aile tedavisi sürecinin ayrıntılı olarak amacı ise şu şekilde özetlenebilir (Özgüven, 2000): * Dinleyici, konuşanın amacını anlayamaz. Bilgileri, yanlış ya da eksik edinir. * Ailedeki kişiler arası ilişkilerin altında yatan kaygı ve çatışmaları gidermek ve onarmak, * Aile bireyleri arası anlayış ve hoşgörünün artırılması ve duygusal olarak ilişki ve işbirliğinin oluşturmak, * Aile içi ve dışı krizlere karşı, ailenin dayanıklılığının ve aile üyeleri arası işbirliğinin artırmak, * Ailedeki farklı kuşaklar ve cinsler arasındaki rol çatışmalarının giderilmesi, uygun rol davranış ve becerilerinin kazandırılması ve ilişkilerin artırmak ve * Aile sisteminde özgürlük, sorumluluk ve toplumsal değerler arasında bir denge kurmaktır. * Aile tedavisinde kullanılacak stratejiler ise şu başlıklar altında özetlenebilir (Byran Karasu, 1984, Kut, 1986; Turan, 1992; Bulut, 1999): * Bilgi toplama- Farklı aile üyelerinden aileye ilişkin farklı bilgiler elde edilebilir. * Şimdi ve Burada’ ya odaklaşma- Aile üyelerinin halihazırda nasıl bir etkileşim içinde oldukları önemlidir. * Duyguları ve Davranışları Değiştirme- Üyelerin duygu, düşünce ve davranışlarının soruna etkisi açısından bilinçlendirilmesi öncelik taşır. * Ailenin Çevresi ile Olumlu İlişkiler Kurmasını Sağlama- Ailenin içinde bulunduğu diğer sistemler, aileler, arkadaşlar, resmi ve sosyal kurumlar olabilir. * Aile Üyeleri Arasındaki İletişimi Düzenleme- Tedavinin gerçekleşmesi için aile üyelerinin birbirleriyle sağlıklı iletişim içinde olmaları gerekir. Çözüm önerilerinin tartışılması ve kullanılacak kaynakların gözden geçirilmesi aile üyeleri arasındaki sağlıklı iletişimle olanaklıdır. * Aile Yapısını Güçlendirme- Sorun çözümünde her aile üyesinin görev üstlendiği ve birlikte çaba göstererek sorunun çözülebileceğine ilişkin inancın geliştirildiği bir aile yapısının oluşturulması gerekir. 33 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 * Mesafeyi ayarlama- Üyeler arası sosyal mesafe sıcak, samimi; ancak birbirini engellemeyen, ortama göre esneklik gösterebilen bir özelliğe sahip olmalıdır. Aile tedavisinin amaç ve stratejilerinden sonra genel olarak içeriğine değinildiğinde bu tedavinin iki veya daha çok aile üyesiyle yapılan görüşmeler şeklinde yürütüldüğü görülmektedir. Tüm ailenin görüşmelere katılması şart değildir. Ailenin yaşadığı ortamı görmek için 1-2 görüşme evde de yapılabilir. Aile üyelerinin görüşmelere ve sorun çözme sürecine katılımları önem taşımaktadır. Ancak; bu konuda dirençlerle karşılaşılabilmektedir. Bu nedenle çalışmaya başlarken tedavi süreci hakkında ailenin bilgilendirilmesi gerekmektedir (Turan, 1992; Duman, 2001). Aile tedavisinde kullanılan teknikler arasında ulaşılmak istenen hedefe yönelik olarak ev ortamında uygulanabilecek bazı ev ödevlerinin verilmesi, aile üyelerinin çeşitli etkinliklere yöneltilmeleri, ailede yaşanılanların yeniden yaşatılması, ailenin ilişkilerinde kuşaktan kuşağa aktarılan kültürün etkisini ortaya koyabilmek için genogram oluşturulması ve ilişkilerde sorun yaratan davranışların değiştirilmesi gibi teknikler sıralanabilir (Duman, 2001). 1.2. Aile Tedavisinde Hizmet Veren Meslek Elemanları Ailenin karşılaştığı güçlüklerle bir bütün olarak baş edebilmesi için ailenin psiko-sosyal yönden desteklenmesi esasına dayalı bir tedavi yaklaşımı olan aile tedavisi “aile rehberlik, danışmanlık ve terapisi” kavramlarını içinde barındırır. Bu alana ilişkin literatür de dikkate alınarak bu kavramlar şu şekilde tanımlanabilir (ASAGM, 2008): Aile Rehberliği: Rehberliğin bilgi verici, öğretici/eğitici ve yönlendirici işlevi bulunmaktadır. Bu bağlamda, aile rehberliği; ebeveynlerle bireysel ya da gruplar halinde çocuk eğitimi, ana- baba tutumları ve sağlıklı iletişim gibi konularda bilgi verme hizmetidir. Aile Danışmanlığı: Danışmanlığın, iç görü ve farkındalık kazandırma, yeniden yapılandırma ve geliştirme işlevleri bulunmaktadır. Bu bağlamda aile danışmanlığı; sağlıklı bir iletişim ortamının yaratılması için tüm aile bireylerine yapılan psikolojik yardım hizmetidir. Ailenin yapısal, işlevsel ve gelişimsel özellikleri bakımından aile içi ve çevre ilişkilerinde karşılaştığı psiko-sosyal işlevsellikle ilgili sorunların çözümüne yönelik uzmanlık gerektiren hizmetler bütünüdür. Aile Terapisi: Aile terapisinin biyopsikososyal açıdan iyileştirici ve tedavi edici özellikleri bulunmaktadır. Bu bağlamda, aile terapisi, sağlıklı bir ortamının yaratılması için gerektiğinde ruhsal hastalık tanısı koyma ve tedavi etme işlevlerini de içeren biyopsikososyal bir tedavi hizmetidir. Aile rehberliği ve aile danışmanlığı hizmeti, gerekli eğitimi aldıktan sonra, psikolojik danışma ve rehberlik bölümü, psikoloji bölümü, sosyal hizmet bölümü ve ço34 AİLE’NİN PSİKO-SOSYAL DESTEK İHTİYACINI KARŞILAMADA YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ: AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE PSİKO-SOSYAL DESTEK BİRİMİ Prof.Dr. Yasemin ÖZKAN, Esra KILIÇ cuk gelişimi bölümü mezunları, psikiyatri ve çocuk psikiyatrisi uzmanları tarafından standardize bir şekilde verilmektedir. Aile terapisi hizmeti ise, ruhsal hastalık tanısı koyabilme ve klinik yetkinlik gerektirdiğinden; ancak bu yetkinliği kazandıracak eğitimi almış multi-disipliner bir ortamda çalışabilecek meslek elemanlarının çalışabilecekleri bir alandır. Bu meslek elemanları psikiyatri ve çocuk psikiyatrisi uzmanları ile psikolojik danışma ve rehberlik bölümü, psikoloji bölümü ve sosyal hizmet bölümü mezunlarını kapsamaktadır. Aile destek hizmetleri ve bu kapsamda yer alan aile tedavisi yaklaşımını irdeledikten sonra Dünya’da ve Türkiye’de mevcut durumda yer alan uygulamalardan bahsedilecektir: 1.3. Dünya’da Aile Destek Hizmetleri Örnekleri Bernardi (1995), İsveç’te ailelere sunulan hizmetlerin Avrupa’da en başta gelen sosyal demokrasi modellerinden biri olduğuna değinerek aile destek sisteminin ruhsal ve sosyolojik özelliklerinin yanında, sağlıkla ve özellikle çocuklarla ilgili olmak üzere vatandaşların gereksinimini karşıladığını işaret etmiştir. Bernardi, bu destek sistemini; çocuk sağlığı bakım programı (çocuğun ve annenin sağlıkla ilgili gereksinimleri karşılanmaktadır), ruh sağlığı klinikleri, aile danışmanlığı ve engellilere yönelik hizmetler başlıkları altında tartışmıştır. (ASAGM, 2008). Avustralya’da 2000 yılı Aile Destek Hizmetleri raporuna göre, aile destek hizmetleri; ailelerin çocukların bakım verme kapasitelerini geliştirmek ve aile ilişkilerini güçlendirmek amacıyla verildiğini açıklanmıştır. (Family Support Services in Australia 2000, 2001). Aile destek hizmetleri, doğrudan toplum hizmetleri ya da sivil toplum kuruluşları tarafından sunulan spesifik programların yer aldığı hizmetler olarak ele alınmış olup kategoride toplanmıştır: Aile bilgilendirme, eğitim ve beceri geliştirme, danışma, meditasyon ve terapi, yatılı ve ev temelli destek ile savunuculuğu kapsamaktadır (kendine yardım grupları vb.) (ASAGM, 2008) İsviçre’de aile danışma ve yardım hizmetleri, aile uzmanlığı/danışmanlığı, birey- çift ve aileler için psikoterapi muayenehanesi, sosyopedogojik aile danışmanlığı ve okul psikoloji hizmeti şeklinde sunulmaktadır. 1.4. Türkiye’de Aile Destek Hizmetleri Aile üyelerinin kendi başlarına halledemedikleri ruhsal, sosyal, ekonomik ve yasal sorunlara çözüm bulmalarında etkili olan aile danışma hizmetleri Portekiz ve Yunanistan dışındaki Avrupa Birliği ülkelerinde iyi organize edilmiş ve geliştirilmiştir (Tuncay, 2010). Türkiye’de ise ailelere verilen danışmanlık hizmetleri aşağıda sıralanmıştır: 35 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 1.4.1. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı: Aile Danışma Merkezleri ve Toplum Merkezleri’nde koruyucu- önleyici, eğitici- geliştirici, rehberlik- rehabilite edici hizmetler verilmektedir. Aile Danışma Merkezleri; evliliğe hazırlık, eşler arası uyumsuzluk, tek ebeveynlik, ebeveyn- çocuk ilişkisinden doğan sorunlar, aile içi rol ve sorumlulukların dağılımı gibi konularda ailelere hizmet vermektedir. Toplum Merkezleri ise yoğun göç alan, gecekondu bölgelerinde birey, grup, aile ve toplumun karşılaştığı güçlüklerle baş edebilmelerini sağlamaya yönelik hizmet veren merkezlerdir (http://www.shcek.gov.tr/). Nitekim bu merkezlerin sayısı yetersiz, verilen hizmetler sınırlı ve toplumun hizmetlere ulaşabilirliği sınırlıdır. Toplum merkezlerinin sayısı ülke genelinde 97 iken, Aile Danışma Merkezlerinin sayısı ülke genelinde 49’dur. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Toplum Merkezi hizmetlerinin tüm ihtiyaç grupları için daha ulaşılabilir olması amacıyla Kırıkkale ve Karabük illerinde pilot uygulamasını başlattığı Aile Sosyal Destek Programı (ASDEP)’na 2011 Faaliyet Raporunda şu şekilde yer verilmiştir: Hizmetlerin tüm ihtiyaç grupları için ulaşılabilir olması, sosyal hizmete ihtiyaç duyan bireylerin öncelikle yaşadıkları ortamda kendilerine yeterli hale gelmesi, sosyal hizmet ve yardıma ihtiyaç duyan aileye yerinde etkili ve yaygın bir hizmet verilmesi amacıyla Bakanlık bünyesinde aile sosyal destek programı başlatılmış olup, aile sosyal destek danışmanları görevlendirilmiştir. Aile sosyal destek programı; sosyal yardım ve hizmetlere ihtiyacı olan aile ve bireylerin objektif kriterlere göre tespiti, bilgilendirilmesi, sosyal yardım ve hizmetlerden yararlandırılması, diğer kamu hizmetlerinden yararlanmalarının sağlanması ve bu suretle yaşam şartlarının iyileştirilmesi ve refah seviyelerinin yükseltilmesini amaçlayan ve bu sürecin tüm aşamalarında kendilerine rehberlik edilmesini öngören bir programdır. Aile Sosyal Destek Danışmanı ise; bu amaçları gerçekleştirmek üzere Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından atanan uzman personeli ifade eder. Bu danışmanlar, ailelerin mevcut durumunu tespit edecek, tüm ihtiyaçlarını belirleyecek, sorunların çözümü için ilgili birimlere aileleri yönlendirecek, bağlantıları sağlayacak, ailelerin sorunlarının çözümünü ve ilerleme durumlarını takip edecek ve tüm bu süreçleri raporlayarak ailelere yönelik danışmanlık hizmeti yürütecektir. 1.4.2. Milli Eğitim Bakanlığı: Ülkemizde ilk ve ortaöğretim kurumlarında öğrencilere yönelik psikolojik danışma ve rehberlik hizmetleri kapsamında ailelere yönelik “aile rehberliği ve danışmanlığı” hizmetleri yürütülmektedir. Bu kapsamdaki hizmetler doğrudan öğrenciye ve dolaylı olarak aileler aracılığıyla öğrencinin gelişimini ve uyumunu hedef alan aile destek hizmetleridir. 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu, 5395 sayılı Çocuk Koruma Ka- 36 AİLE’NİN PSİKO-SOSYAL DESTEK İHTİYACINI KARŞILAMADA YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ: AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE PSİKO-SOSYAL DESTEK BİRİMİ Prof.Dr. Yasemin ÖZKAN, Esra KILIÇ nunu, Rehberlik ve Psikolojik Danışma Hizmetleri Yönetmeliği kapsamında aile eğitimleri ile rehberlik ve danışmanlık hizmetleri sürdürülmektedir. Bu hizmetler Rehberlik ve Araştırma Merkezi Müdürlükleri ile ilk ve orta dereceli okulların Psikolojik Danışma ve Rehberlik Servisleri tarafından yerine getirilmektedir (ASAGM, 2008). 1.4.3. Diyanet İşleri Başkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde Aile İrşat ve Rehberlik Büroları’nda ailelere yönelik dini danışmanlık ve rehberlik hizmetleri yürütülmekte; bu alanda elde edilen veriler istatistiksel olarak değerlendirilmektedir. Bu verilerden hareketle bürolar halka yönelik eğitim çalışmalarında bulunmaktadır. Ayrıca, ulusal ve yerel ölçekte hutbe, vaaz gibi irşat hizmetlerinde aile bütünlüğünün ve yapısının güçlendirilmesine çalışılmakta; bildirge, basın açıklaması ve dini yayınlar aracılığı ile toplumsal cinsiyet eşitliği, aile içi şiddet gibi güncel konularda dinin olumlu referanslarıyla kamuoyuna yönelik bilgilendirme yapılmaktadır (ASAGM, 2008). 1.4.4. Belediyeler 2004 tarihli 5216 sayılı Büyükşehir Kanunu ve 2005 tarihli 5393 sayılı Belediye kanunu kapsamında sosyal belediyecilik uygulamaları dayanak ve önem kazanmıştır. Sosyal belediyecilik anlayışına sahip Zeytinburnu ve Kadıköy Belediyeleri ailenin güçlendirilmesi, aile bireylerini bilinçlendirmek, aile içi problemleri çözmek amacıyla aile danışma birimleri oluşturmuşlardır. Fakat bu anlayışa sahip olan çok az örnekler vardır (ASAGM, 2008). 2. TÜRKİYE’DE AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNİN YAPISI VE İŞLEYİŞİ Aile sağlığı merkezi, bir veya daha fazla aile hekimi ile aile sağlığı elemanları tarafından aile hekimliği hizmetinin verildiği sağlık kuruluşlarına denir. Bu merkezler, nüfusun ve ulaşımın uygun olduğu yerlerde oluşturularak topluma birinci basamak sağlık hizmetlerini sunmaktadır. Bu merkezlerde aile hekimleri ve sağlık hizmetlerine yardımcı olmak amacıyla ebe, hemşire, sağlık memuru, tıbbi sekreter gibi yardımcı sağlık personeli güvenlik, temizlik, kalorifer, sekretarya vb. hizmetler satın alınabilir. Aile hekiminin görevi ve tanımı şu şekildedir: Aile hekimi; yaş veya cinsiyeti ne olursa olsun, kişiyi bir bütün olarak incelemek için eğitilmiştir. Aile hekimi, kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile birinci basamak teşhis, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerini kapsamlı ve devamlı olarak belli bir mekanda hizmet vermek, aile sağlığı merkezini yönetmek, birlikte çalıştığı ekibi denetlemek ve hizmet içi eğitimlerini sağlamak, Bakanlıkça yürütülen özel sağlık programlarının gerektirdiği kişiye yönelik sağlık hizmetlerini yürütmekle yükümlüdür (Belek, 2012). Akut ve kronik hastalıkların tedavi edilmesine ek olarak, hastalıkların gelişmesini önlemek amacıyla düzenli sağlık taramalarını gerçekleştirir ve sağlıkla ilgili konularda danışmanlık hizmetini sağlar. Aile hekimi tarafından tespit edilen sağlık sorununun tedavisi, başka 37 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 bir uzmanlık dalını ilgilendiriyor ve spesifik tedavi gerektiriyorsa, kişinin bu hizmete ulaşmasında koordinasyonun sağlanması da aile hekiminin görevidir (http://www. ailehekimligi.gov.tr). Ülkemizde son verilere göre 6.330 aile sağlığı merkezi ve 20.183 aile hekimi bulunmaktadır. Bu sayı Ankara ili için 315 aile sağlığı merkezi ve 1247 aile hekimi şeklindedir (http://www.ailehekimligi.gov.tr/). 3. YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ: AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE PSİKOSOSYAL DESTEK BİRİMİ Türkiye’de Sağlıkta Dönüşüm Programı ile 2005 yılından itibaren Aile Hekimliği uygulaması başlamıştır ve bugün itibariyle 81 ilimizde bu uygulama devam etmektedir. Aile hekimi ve aile sağlığı elemanlarınca “Aile Sağlığı Merkezleri” çatısı altında sürdürülen sağlık hizmetleri ile öncelikle tüm bireylere coğrafi açıdan dengeli şekilde hizmetlerin ulaştırılması amaçlanmakta ve birinci basamak sağlık hizmetlerinin toplumun katılımını sağlayacak şekilde bireylerin yaşadıkları ve çalıştıkları yerlerde koruyucu, tanı koyucu, tedavi ve rehabilite edici yönleriyle sunulması hedeflenmektedir (http://www.ailehekimligi.gov.tr/). Birinci basamak sağlık hizmeti sunan ve havale hizmetini gerçekleştiren mevcut yapıda “sağlığın psiko-sosyal boyutunun” ele alınmadığı görülmektedir. Oysaki Dünya Sağlık Örgütü (WHO) sağlığı (1958) “Yalnızca hastalık veya sakatlığın olmaması değil, fiziksel, zihinsel ve toplumsal olarak tam bir iyilik halidir” şeklinde tanımlamaktadır. Aynı biçimde 224 sayılı 12.01.1961 tarihli “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun”da da “sağlık; yalnız hastalık ve malüliyetin yokluğu olmayıp bedenen, ruhen ve sosyal bakımdan tam iyilik halidir” tanımı yer almaktadır. Bu tanımlardan yola çıkarak ülkemizde faaliyet gösteren “Aile Sağlığı Merkezleri” nin çatısı altında ailelere yönelik psiko-sosyal destek verecek bir birimin olmayışı topluma götürülen sağlık hizmetlerinin eksikliği olarak görülmektedir. Diğer taraftan Türkiye’de ailelere yapılan çeşitli destek hizmetleri değerlendirildiğinde bu hizmetlerin yetersiz, sınırlı, dağınık bir yapıda ve görünür olmadığı gerçeği ortaya çıkmaktadır. Nicel verileri dikkate aldığımızda ülkemizde ailelere yönelik hizmet veren kurumlardan olan aile danışma merkezlerinin sayısı ülke genelinde 49, Ankara’da ise 1 tane olduğu görülmektedir. Nüfusu 4.762.116 metropolitan Ankara’da dahi bir tane aile danışma merkezinin olması oldukça düşündürücüdür (TÜİK). Nicel açıdan yetersiz görülen bu merkezler içerik açısından değerlendirildiğinde; bu merkezlerin ücretsiz hizmet verse de toplum tarafından görünürlüğü ve hizmetin kullanımı oldukça düşük düzeydedir. Ayrıca sadece sosyo- ekonomik düzeyi yüksek olan aileler sorunlarının çözülmesi amacıyla bu hizmetleri para karşılığı özel kuruluşlara başvurarak satın alabilmektedir. Ailelerin ve toplumun güçlendirilmesini hedef alan diğer bir kurum olan toplum merkezleri ise göç alan, gecekondu 38 AİLE’NİN PSİKO-SOSYAL DESTEK İHTİYACINI KARŞILAMADA YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ: AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE PSİKO-SOSYAL DESTEK BİRİMİ Prof.Dr. Yasemin ÖZKAN, Esra KILIÇ bölgelerinde kurulmakta ve yine, sınırlı bir hizmet vererek, dezavantajlı gruplarla çalışmayı hedeflemektedir. Bu durum, hizmetin sadece toplumun belli bir kesimine ulaştığını göstermektedir. Diğer taraftan Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Rehberlik ve Araştırma Merkezi Müdürlükleri ile ilk ve orta dereceli okulların Psikolojik Danışma ve Rehberlik Servislerinin birlikte yürütmüş oldukları aile danışmanlık hizmetleri de yetersizdir. Aile destek hizmetleri içinde yer alan Diyanet İşleri’ne bağlı Aile İrşat ve Rehberlik Büro’ları ise konuya çok boyutlu bakış açısından uzak bir yaklaşım içerisindedir. Sosyal belediyecilik anlayışıyla harekete eden yerel yönetimlerin de aile odaklı çalışma örnekleri oldukça sınırlıdır. Toplum kalkınması ve birey- aile refahını ele alan çeşitli sivil toplum kuruluşları olmakla birlikte ailelere danışmanlık, rehberlik ve terapi hizmetlerini bütün olarak veren bir kuruluşa rastlanmamaktadır. Bu kuruluşların çeşitli sosyal sorumluluk projeleri kapsamında genel anlamda aileye destek konusunda çeşitli faaliyetler gerçekleştirdiği; fakat sınırlı konuları ele aldığı ve bu projelerin belli tarihler içerisinde gerçekleşmesi nedeniyle kalıcı çözümler üretilmediği görülmektedir. Öte yandan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın geliştirmiş olduğu Aile Sosyal Destek Programına yönelik birçok eleştiri söz konusudur. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; “aile sosyal destek danışmanı” tanımı bu konuda yeterli eğitimi almamış çok farklı disiplinlerden meslek elemanlarını (iletişim, iktisat, psikoloji, sosyoloji, öğretmenlik mezunları) kapsamaktadır. Birey, grup ve toplum ruh sağlığı ile ilgili meslek gruplarının aile danışmanlığı yapmadan önce özel bir eğitime gereksinim duyulmaktadır. Bu nedenle bu program için istihdam edilecek meslek gruplarına hem teorik hem pratik hizmet içi eğitimlerin verilmesi/ mevcut programların güncellenmesi gerekmektedir. Bu programla ilgili diğer bir sorun ise pilot uygulaması başlatılan iki ilde aile destek uzmanlarının yerleştirildiği kurumlardaki belirsizliktir. Örneğin bir ilimizde Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nda sunulan bu faaliyet, diğer bir ilimizde Toplum Merkezi’nde gerçekleşmektedir. Tüm bu bilgiler ışığında ailelere yönelik verilecek olan psiko-sosyal hizmetlerin tek bir çatı altında toplanması, aile sağlığının psiko-sosyal boyutunun göz önüne alınması ve bu konuda verilecek hizmetlerin topluma ulaşılabilirliğini artırmak amacıyla “Aile Sağlığı Merkezleri” çatısı altında kurulacak olan “Aile Psiko-sosyal Destek Birimi” gerekliliği önem arz etmektedir. Aile destek hizmetleri ve aile tedavisi yaklaşımları göz önüne alındığında aile sağlığı merkezlerinde oluşturulacak psikososyal destek birimlerinin yürüteceği faaliyetleri şu şekilde özetlemek mümkündür; 39 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 *Bu birim, aile merkezli hizmet sunumu yaparak, disiplinler ve kurumlar arası çalışacaktır. *Hizmet sunumunda ailelerin gereksinimleri belirlenerek, kendi kararını alması sağlanacak, kapasite ve güçleri vurgulanarak güçlenmeleri sağlanacaktır. *Hizmet sunumunda aile üyeleriyle “birey” ve “aile görüşmeleri” gerçekleştirilerek rehberlik, danışmanlık ve terapi hizmetleri verilecek ve gerektiğinde ev ziyaretleri gerçekleştirilecektir. *Ailede mevcut üyeler arası çatışmalar altında yatan sebepler konusunda aile üyelerinin farkındalık kazanmaları sağlanacak ve bu sorunlar giderilmeye çalışılacaktır. *Ailede anne- baba tutumları ve çocuk ilişkisi, ergenlik dönemi sorunları ve ergenlerle iletişim konularında aile üyelerinin farkındalık kazanmaları sağlanacak ve bu sorunlara çözüm aranacaktır. *Aile üyelerinin sağlıklı iletişim kalıpları oluşturması için bireyler arası anlayış ve hoşgörüye vurgu yapılarak, duygusal ilişki ve işbirliği artırılacaktır. *Ailelerin belirlenen ortak sorun ve ihtiyaçları doğrultusunda ihtiyaç sahibi bireylere yönelik “grup çalışmaları” yapılacaktır (Örneğin; ergen sorunlarıyla baş etmeye çalışan annelere yönelik bir grup çalışması). *Aile sağlığı merkezlerinin bulunduğu bölgedeki okul ve Rehberlik Araştırma Merkezleriyle işbirliği halinde çalışılarak ailelerin ihtiyaç ve sorunlarını tespit etmede çok yönlü bir bakış açısı benimsenecektir. *İhtiyaç sahibi aile üyeleri, meslek edindirilmeleri için sahip oldukları bilgi ve beceriler analiz edilerek gelir getirici bir iş kurma ya da işe girme konusunda yönlendirilecektir. *Ruh sağlığı bozuk olan aile bireyleri psikiyatri kliniklerine yönlendirilecektir. *Engelli, yaşlı, madde bağımlısı vb. gruplara yönelik çalışmalar yapılacak ve gerekirse bu bireyler ilgili kuruluşlara havale edilecektir. *Kronik hastalıklara sahip bireylerin hastalığa uyum ve hastalıkla mücadele etmede güçlendirilmesine yönelik çalışmalar yapılacaktır. *Ekonomik yoksunluk içindeki aileler, kurum ve kuruluşlarla (belediye, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları) işbirliğine girilerek desteklenecektir. 40 AİLE’NİN PSİKO-SOSYAL DESTEK İHTİYACINI KARŞILAMADA YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ: AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE PSİKO-SOSYAL DESTEK BİRİMİ Prof.Dr. Yasemin ÖZKAN, Esra KILIÇ Aile Sağlığı Merkezleri Birinci Basamak Psiko-sosyal Destek Birimi Aile Psiko-sosyal Destek Birimi Ailenin en acil ihtiyaçlarını karşılama (para, gıda, tıbbı yardım vb.) Aile Destek Hizmetleri Ailenin doğrudan ihtiyaç duyduğu psiko-sosyal desteğin sunulması Aile Tedavi Hizmetleri (Danışmanlık, Rehberlik, Terapi) • Üyeler arası çatışmayı azaltmak. Havale Hizmetleri (Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı, Belediyeler, Hastaneler vb.) • Sağlıklı iletişim kalıpları oluşturmak. • (Evlilik, çocuk- ebeveyn iletişim kalıpları) • Ailenin güçlü yanlarına vurgu yapmak. • Ailenin kendi içinde ve çevresiyle uyumlu ilişkiler kurmasını sağlamak. • Çocukların normal gelişimlerini incelemek ve pozitif davranış geliştirmek (Okul ve RAM’larla işbirliği) • Ergen sorunlarıyla baş etme (Gençlik Merkezleriyle işbirliği). • Ruh sağlığı bozuk bireylerle çalışma (Toplum Ruh Sağlığı Merkezlerine havale) • Kronik Hastalıklara sahip bireylerin hastalığa uyum ve hastalıkla mücadele etmesinde güçlendirme. • Engelli ve yaşlı sorunları (ASPB, Belediyeler ve STK’larla işbirliği). • Madde bağımlısı bireylerle çalışma (AMATEM’e havale) • Krize müdahale etmek. Aile Destek Müdahaleleri Erken Müdahale Yöntemleri: Merkez tabanlı programlar, grup çalışmaları, atölye çalışmaları Ev Ziyaretleri: Ebeveynlik becerileri, çocuk gelişimi, ebeveyn- çocuk ilişkisi, ruh sağlığı sorunları, eğitim ve istihdam konularında aileyi yerinde gözlemlemek. Ebeveyn Eğitimi: Ebeveynçocuk ilişkisini güçlendirme, ebeveyn streslerini azaltma, bilgi düzeylerini artırma. Oyun Grupları: Okul çağına gelmemiş çocuğa sahip ebeveynlerin çocuklarıyla ilişkilerini güçlendirmek. Veri Bankası Oluşturma Ailelerin ihtiyaç ve sorunlarını tespit etmek. Kanıta dayalı uygulama gerçekleştirmek (Teori ve uygulama arasında bütünlük sağlamak). Üniversitelerle işbirliği yapmak. • Cinsel yönelimlerle ilgili danışmanlık ve terapi hizmetleri. Şekil 1. Aile Psiko-sosyal Destek Birim Modeli 4. SONUÇ ve ÖNERİLER Makalede şimdiye kadar ele alınanlar ve mevcut yapıda da görüldüğü üzere“Aile Sağlığı Merkezleri” çatısı altında ailelere yönelik psiko-sosyal destek verecek bir birimin olmayışı topluma götürülen sağlık hizmetlerinin bir boyutunun göz ardı edildiğini ve aile sağlığına bütüncül yaklaşılmadığını göstermektedir. Diğer taraftan Türkiye’de bugün aileye politikalar özellikle dezavantajlı grupları (yoksul, engelli, yaşlı, vb.) ve ailelerini güçlendirmeye yöneliktir. Aile sorunları ise ev içi şiddet, kadının güçlendirilmesi, yoksulluk vb. olarak görülmekte ve düzenlemeler bunlara yönelik yapılmaya çalışılmaktadır. Bu grup ve sorunlar öncelikli olsa da kamuoyuna sadece bu durumun yansıtılması diğer aile sorunlarının görünür hale gelmesini engellemektedir. Oysaki değişen yaşam koşullarından etkilenen toplumun en küçük birimi olan aile, kendi içinde ve toplumla iletişime girdiği noktalarda artan sayıda sorunla baş etmeye çalışmaktadır. Normal standartlarda yaşayan ailelerin bile 41 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 bu sorunlarla baş etmede danışmanlık ve rehberlik hizmetlerine ihtiyaç duyduğu aşikardır. Fakat ne yazık ki aile üyeleri karşılaştıkları sorunlar karşısında başvurabilecekleri bir kurum ya da kuruluşa ulaşamamaktadır. Çünkü, ailelere yönelik psiko-sosyal destek hizmet sunan mevcut kurumlar yetersiz, hizmetlerin ulaşılabilirliği ve görünürlüğü sınırlıdır. Öte yandan topluma bu hizmetleri belli bir para karşılığında sunan özel kurum ve kuruluşlar ise ticari bir bakış açısına sahiptir. Bu kurumlarda konuyla ilgili yeterli eğitim almamış kişiler kamu yararından ziyade (rehberlik ve danışmanlık etmek, krize müdahale, rehabilite, terapi hizmetleri) göz boyayan, tüketim kültürünün ürünü olan müracaatçılar açısından maliyetli olan kurumlardır. Bir taraftan devletin yeterli olmadığı durumlarda STK ve özel girişimciler boşluğu doldurmakta, fakat diğer taraftan bu hizmetlerin kontrol altında olması gerekmektedir. Böylelikle müracaatçı/ tüketiciye daha kaliteli hizmetler sunulabilir. Sorun odaklı bakmanın dışında bu aile üyelerinin normal gelişimlerini sağlama ve sürdürülmesinde gereken pozitif davranış geliştirme eğitimine ihtiyaç duyduğu da bilinmektedir. Bu sorun ve ihtiyaçlardan hareketle mahalle düzeyinde bulunan Aile Sağlığı Merkezleri çatısında oluşturulacak birimler ile toplumun her kesiminde yaşayan ailelere psikososyal destek hizmetleri götürülebilecek; böylelikle aile sağlığına bütüncül yaklaşılarak, sorunlarına çözümler üretilebilecektir. Aile sağlığı merkezleri uygulaması, her ailenin bir hekiminin olması, sağlığın düzenli kontrolü ve bu alanla ilgili verilerin bir çatı altında toplanması açısından önemli bir uygulamadır. Fakat, bu uygulamanın sağlığın göz ardı edilen psiko-sosyal boyutunu da kapsaması gerekmektedir. Aile hekimleri, bu uygulamayla aile bireylerine yönelik birinci basamak sağlık hizmetlerini sunmaktadır. Aile sağlığı merkezlerinde aile psikososyal destek birimlerinin oluşturulması önerisinde ise ailelere birinci basamak psikososyal destek hizmetlerinin, bu biriminde yer alan uzmanlar tarafından gerçekleştirilmesi düşüncesi ileri sürülmektedir. Bu uygulamayla aile psikososyal destek birimine başvuran aileye gerek yerinde müdahale yapılabilecek gerekse başka kurumlara havale edilebilecektir. Aile Sağlığı Merkezileri çatısı altında kurulacak olan Aile Psiko-sosyal Destek Birimlerinde, ailelere bu hizmeti götürecek farklı meslek gruplarından (psikiyatrist, sosyal hizmet uzmanı, psikolog, çocuk gelişim uzmanı, vb.) uzmanların yer alması ve oluşturulacak bu ekibin, ailelere daha bütüncül, yeterli ve ulaşılabilir danışmanlık, rehberlik, terapi, havale etme, arabuluculuk ve kaynak sağlama hizmetlerini sunulabilmesi beklenmektedir. Kısaca bu model önerisi, aile sağlığı merkezlerinde sağlığın psikososyal boyutunun göz ardı edildiği gerçeğinden hareketle aile sağlığına bütüncül yaklaşılması gerektiğini vurgulamaktadır. Ayrıca, psikososyal destek hizmetleri konusunda ailelere birinci basamak hizmet sunumu önerilmektedir. Bu model önerisinin uygulanması duru- 42 AİLE’NİN PSİKO-SOSYAL DESTEK İHTİYACINI KARŞILAMADA YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ: AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE PSİKO-SOSYAL DESTEK BİRİMİ Prof.Dr. Yasemin ÖZKAN, Esra KILIÇ munda ailelerin ihtiyaç ve sorunları konusunda mahalle düzeyinde başvurabilecekleri bir birim ile ailelerin refah düzeylerinin artacağı öngörülmektedir. Diğer taraftan bu model önerisinin bir başka yararı da, bu birimler vasıtasıyla toplumun temel taşı olan ailelerin ihtiyaç ve sorunlarının tespit edilmesi noktasında bir veri bankası oluşturabilmesi; böylelikle karşılıklı olarak etkileşim içinde olan aile ve toplumun değişim ve gelişiminin sağlıklı bir biçimde sağlanması hedeflenmektedir. Veri bankalarının oluşumu ile birlikte uygulamadan elde edilen bilgiler ile teori bilgisi arasında karşılıklı etkileşim oluşturulabilecek; dolayısıyla teori ve uygulama arasında bir bütünlük sağlanabilecektir. Kanıta dayalı uygulama olarak adlandırılan bu yöntemle aileye götürülen hizmetlerin kalitesi artırılabilecektir. KAYNAKLAR ASAGM (Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü), (2008), 5. Aile Şurası “Aile Destek Hizmetleri Bildirileri”, Ankara ASAGM (Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü), (2008) “Türkiye’de Aile Destek Hizmetlerinin Değerlendirilmesi ve Kalite Standartları”, Ankara BELEK, İ.(2012) “Sağlıkta Dönüşüm”, İstanbul, Yazılama yay. BİLEN, M. (1978) “Ailede Sağlıklı İlişkiler”, Ankara, Mars matbaası. CAMPBELL L. ve MITCHELL. (2007) “Victorian Family- Support Services in Retrospect: Three Decades of Investment, Challenge and Achievement”, Australian Social Work, Vol. 60, No. 3 DUMAN, N. (2001) “Aileye Yönelik Hizmetler İçinde Aile Tedavisinin Önemi” 1. Ulusal Aile Hizmetleri Sempozyumu, Ankara FLANAGAN K. ve FORBES, A. “Family Services Policy into Action”, Connections UnitingCare GÖKÇE, B. (1991) “Aile Ve Aile Tipleri Üzerine Bir İnceleme”, Aile Yazıları I, Temel Kavramlar Yapı ve Tarihi Süreç, Bilim Serisi 5/1, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, Ankara GÜLERCE, A. (1996) “Türkiye’de Ailelerin Psikolojik Örüntüleri”, Boğaziçi Üniversitesi yay. KÖNEZOĞLU, B. (2006) “Aile ve Ailenin Korunması”, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Özel Hukuk (Medeni Hukuk) Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara. MADSEN, C.W. (2009) “Collaborative Helping: A Practice Framework for Family- Centered Services”, Family Process, Vol. 48, No. 1. MILLS, D.S ve SPRENKLE, H.D. (1995) “Family Threapy in the Postmodern Era”, National Council on Family Relations, Vol. 44, No. 4. ÖNAL, S. (2006) “Ailenin Korunması Yönünden İdarenin Anayasal Sorumluluğu”, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Hukuku Anabilim Dalı, Anayasa Hukuku, Master Tezi, Ankara. ÖZGÜVEN, İ. E. (2000) “Evlilik ve Aile Terapisi”, PDREM yay., Ankara. 43 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 SCERRA, N. (2010) “Effective Practice in Family Support Services”, UnitingCare Children, Young People and Families, Research Paper. THLEMAN, A.A ve DAIL, W. P. (1992) “Family Preservantion Services of Measurement and Assesment of Risk, National Council on Family Relations, Vol. 41, No: 2. TUNCAY, T. (2010). “Avrupa Birliği Ülkelerinde Aile Politikaları ve Türkiye”, Sosyal Hizmet, Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Yayını, Haziran, Ankara, ss.1-8 TURAN, N. (2009) “Sosyal Kişisel Çalışma”, Aydınlar Matbaacılık, Ankara. YILMAZ, V. (2004) “Annelerin Çocuk Yetiştirme Tutumlarına Anneannelerinin Etkilerinin İncelenmesi”, Gazi Üniversitesi (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara. WRIGHT A., MURPHY D., TRUTE B. (2010) Perspectives on Organizational Factors That Support or Hinder the Successful Implementation of Family-Centered Practice, Journal of Family Social Work, 13:2, 114-130 (http://www.ailehekimligi.gov.tr/) Erişim tarihi: 02.05.2012 (http://www.shcek.gov.tr/) Erişim tarihi: 12.05.2012 (http://rapor.tuik.gov.tr/) Erişim tarihi: 14.05.2012 44 3 FARKLI SOSYO-EKONOMİK DÜZEYDEKİ BEŞ-ALTI YAŞ ÇOCUKLARININ 4 ERKEN ÖĞRENME BECERİLERİNİN İNCELENMESİ Doç Dr. Adalet KANDIR * Öğrt. Gör. N. Bilge KOÇAK TÜMER ** Özet Bu araştırma farklı sosyo-ekonomik düzeydeki anasınıflarına devam eden beş-altı yaş çocuklarının Erken Öğrenme Becerilerinin İncelenmesi amacıyla yapılmıştır. Araştırmaya Samsun il merkezinde Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı 16 ilköğretim okulunun anasınıfına devam eden beş-altı yaşlarındaki 150 çocuk ve bu çocukların anne-babaları dâhil edilmiştir. Araştırmada veri toplama aracı olarak çocuklara ve çocukların anne babalarına yönelik soruları içeren “Genel Bilgi Formu” ile anne babaların sosyo-ekonomik düzeylerini belirlemek için “Sosyo-Ekonomik Düzeyi Belirleyici Ölçek” ile çocukların erken öğrenme becerilerini belirlemek için ise “Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği” uygulanmıştır. Sonuç olarak; ailelerin sosyo-ekonomik düzeylerinin beşaltı yaş çocuklarının erken öğrenme becerilerinde etkili olduğu bulunmuştur. Anahtar Sözcükler: Erken Öğrenme Becerileri, Sosyo- Ekonomik Düzey, Okul Öncesi Eğitim. Abstract This study was performed to analyze the early learning abilities of the children of the families with different socio-economical status who attend pre-school education institutions. The sample of the research consisted of 150, five-six year old children of the upper, middle, higher socio-economical status families attending to the National Education 16 pre-school education institutions in Samsun province. To optain data, “ General İnformation Form” including the questions relared to the children and their parents was used. “ Socio-Economic Level Determination Scale” including the questions relared to the childrens parents was used . “The Evaluation Scale for Early Learning Skills” was applied to the children enrolled in study. Consequently; it is found out that socio-economic levels of the parents have influence on the learning ability of the five-six year old children. Key Words: Şartlı Nakit Early Learning Skills, Socio-Economical Status, Pre-School Education * Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi ** Gazi Üniversitesi Ankara Meslek Yüksek Okulu 45 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 GİRİŞ Erken öğrenme becerilerinin kazanımı, çocukların gelişimi için kritik bir dönem olan okul öncesi dönemde gerçekleşir. Hızlı bir gelişim ve değişiminin yaşandığı okul öncesi dönemde temel beceriler kazanılmakta ve kişiliğin temeli oluşmaktadır, kişinin yaşamı boyunca onu etkileyeceğinden bu dönem oldukça önemlidir (Yavuzer, 1997: 151; Kurtuluş, 1999: 18; Orçan, 2009; Dehart vd, 2004; Yıldız ve Perihanoğlu, 2004). Okul öncesi dönemde kazanılan erken öğrenme becerileri düşünme, dil ve sayı becerilerini kapsamaktadır (Orçan, 2009). Benzerlik, karşılaştırma, görme, hatırlama, problem çözme, sınıflandırma, sıraya koyma, benzerlik tamamlama gibi durumları içeren düşünme becerileri; sözcük anlama, zamir, zarf, fiil kullanma, sözcük işlevini anlama, cümleyi yorumlama, soru sorma gibi dil etkinliklerini içeren dil becerileri ile sınıflama becerisi, sıralama becerisi, eşleme becerisi, korunum kazanımı ile yakından ilgili olan sayı becerilerini kapsayan erken öğrenme becerileri bireyin yaşam boyu kullandığı temel becerileri oluşturmaktadır (Fisher, 1990; Aktaş, 2002; Doğru ve Yıldırım, 2002; Koç, 2002; Güven, 2004; Dehart vd, 2004). Erken öğrenme becerilerinden olan düşünme becerisi, çocuğun dünyayı anlamasında ve öğrenmesinde nesnel, sosyal çevresi ile ilgili bilgileri edinmesini ve edindiği bilgileri kullanmasını sağlayan tüm süreçleri içermektedir (Cohen ve Cenedella, 1988; Demirel ve Şahinel, 1999; Güven, 2004; Orçan, 2009). Düşünme becerileri fen, matematik gibi alanlarda öğrenmeyi kolaylaştıran, çocukların aktif katılımını sağlayan, kendi öğrenmelerinde sorumluluk alma duygusunu geliştiren, öğrenmenin kalıcılığını sağlayan, araştırma yöntemlerini kazandıran temel becerilerdir. Düşünme becerileri, bilgiyi oluşturma, problemler oluşturma ve bilgiyi formüle etmede kullanılır. Bu önemli becerileri çocuklara kazandırmak, onların kendi dünyalarını anlamalarına olanak sağlayacağından ayrıca önemlidir (Campell, 2001; Kandır, 2004; Dağlıoğlu, 2006). Gelişiminin başlangıcından bu yana sonsuz ifade olanağı sağlayan bir araç olan, kazanımı doğuştan hızlı ve kolay olan dil, erken öğrenme becerilerinin birisinin dil becerileri olduğu ifade edilmektedir (Olson ve Torrance, 1996; Aydın, 2000). Gelişimi zihin gelişiminin bir parçası olan, düşünme için kullanılan dil, zihinsel bir araçtır. Dil, hafıza, duygular ve problem çözme gibi birçok zihinsel işlevin hâkimiyetini kazanmak için stratejiler yaratmakta kullanılabilir (Bodrova ve Leong, 1996; Kandır, 2004). Dil, düşünme ile birlikte, bellek, muhakeme, problem çözme ve planlama gibi bilişsel süreçleri içermektedir. Dil düşüncenin hem alanını hem de kazanımını arttırır. Çocuk çevreyle iletişim sonucu ister bilişsel süreçler, ister taklit, isterse model alma gibi yollarla dil kazanımını elde eder (Aral vd, 2001; Dağabakan ve Dağabakan, 2007; Erdoğan, 2005). Günlük hayatta çocukların çok sık karşılaştıkları matematiksel kavramlar erken öğrenme becerilerinden bir diğeri sayı becerileri ile ilişkilidir. Okul öncesi dönemdeki çocuklar, birçok kavramı oluşturmaya başlar ve bu kavramları matematikteki problem çözme çalışmalarında ve diğer alanlarda kullanır 46 FARKLI SOSYO-EKONOMİK DÜZEYDEKİ BEŞ-ALTI YAŞ ÇOCUKLARININ ERKEN ÖĞRENME BECERİLERİNİN İNCELENMESİ Doç Dr. Adalet KANDIR, Öğrt. Gör. N. Bilge KOÇAK TÜMER (Orçan, 2009). Okul öncesinde matematik, sayı sayma, ölçme, şekil, zaman ve mekan kavramları gibi bir dizi kavramlardan oluşmaktadır. Bu kavramlarla çocuğun zihinsel süreçleri gelişmekte, matematik eğitiminin temelleri atılmaktadır (Dinçer ve Ulutaş, 1999; Yıldız, 2003). Çocuk günlük yaşamında sıklıkla matematikler karşılaşmaktadır (Fischer, 1990). Matematik düşünme, keşfetme, problem çözme ve öğrenme için fırsat sağlar (Taylor, 1999). Çocuk büyüme ve gelişme de ilk kez karşılaştığı sosyal çevre olan aileden büyük ölçüde etkilenmektedir. Bir okul öncesi eğitim kurumuna gidene kadar geçen sürede birçok beceriyi kazanmış olduğundan, kuruma gidene kadar aile ile geçirdiği süreçte kazanılan düşünme becerilerin gelişimi, ailenin çocuğa sağladığı çevre koşulları ve çocuğa gösterilen ilgi ile şekillenmektedir (Çeçen, 2007; Başaran, 2006; Benson, 2008). Üstün ve arkadaşlarının (2004), farklı sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların bilişsel gelişimlerinin değerlendirilmesi amacıyla dört yaşındaki çocuklarla yaptığı çalışmada sosyo-ekonomik düzey farklılıklarından kaynaklanan dezavantajların niteliksel okul öncesi eğitim programı ile giderilebileceği sonucuna varılmıştır. Sosyo-ekonomik yönden dezavantajlı çocukların uyarıcı çevreden yoksun olmaları, bu çocukların düşünce becerilerinin gelişim sürecinde geri kalmalarını ve sosyo-ekonomik yönden daha avantajlı çocuklara göre düşünce becerilerinin gelişiminde daha alt seviyede kalmalarına neden olmaktadır (Gingsburg vd, 2008). Dil becerilerini de sosyo-ekonomik düzeyin yanı sıra aile ilişkileri, çocuğun konuşmaya teşvik edilmesi, cinsiyet, zekâ, sağlık, kardeş sayısı, aile yapısı, aile tutumları gibi birçok faktör etkilemektedir (Bilginer, 2002; Demirezen, 2003; Yayla, 2003). Ailede kullanılan dilin niteliği sosyo-ekonomik düzey düştükçe azalmaktadır. Sosyo-ekonomik yönden avantajlı aileye sahip olan çocuklar düzgün kelime telaffuzu ve geniş bir kelime bilgisine sahiptir (Gingsburg vd, 2008). Yayla (2003) tarafından yapılan araştırmada alt sosyoekonomik düzeydeki ailelerin çocuklarının, orta ve üst düzeydeki ailelerden gelen çocuklara oranla daha az sözlü iletişim kurdukları sonucuna ulaşmıştır. Özellikle beşaltı yaşlarında çocuklar, yakın ilişkide olduğu anne ve babasını model alarak ve taklit ederek öğrenir. Bu durum dil gelişimini doğrudan etkiler. Çocuklarını dinleyen, daha çok kitap okuyan, onlarla konuşan, onlara cevap veren ailelerin çocuklarında dil gelişimi daha iyidir. Ebeveynlerin çocuk ile düzenli konuşmaları ve onları dinlemeleri dil gelişiminde önemli rol oynamaktadır (Miller, 1996; Bodrova ve Leong, 1999; Aral vd. 2001; Demirezen, 2003; Şimşek, 2004; Erdoğan vd, 2005; Dağabakan ve Dağabakan, 2007). Ailenin sosyo-ekonomik düzeyi çocukların sayı becerileri üzerinde de etkilidir. Crane (1996), ev ortamı, sosyo-ekonomik düzey ve annenin bilişsel düzeyinin beş-dokuz yaşlarındaki çocukların matematik becerileri üzerinde önemli etkiye sahip olduğu sonucuna varmıştır. Ayrıca araştırmada evdeki duyusal destek ve bilişsel etkileşimin birbirinden bağımsız olarak çocukların üzerinde önemli etkilere sahip olduğu ortaya konmuştur. Alt sosyo-ekonomik yetersizlikler nedeniyle, çocukların erken öğrenme becerilerini destekleyici materyaller ve yaklaşımlar sergileyemedikleri 47 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 düşünülebilir. Maddi problemler çocukların gelişimiyle yakından ilgilenilmesini ve gelişimlerinin desteklenmesini olumsuz etkiliyor olabilir. Bu noktadan hareketle bu araştırma, çevre koşullarının çocukların erken öğrenme becerileri üzerindeki etkisinden yola çıkılarak, sosyo-ekonomik düzeyin anasınıfına giden beş-altı yaş çocuklarının erken öğrenme becerileri üzerindeki etkisini incelemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem Çalışma Grubu Çalışma grubunu Samsun il merkezinde dört merkez belediyenin, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı 16 ilköğretim okulu anasınıflarına devam eden 150 çocuk (α= 0,95 ve 0,05 % 5 sapma miktarı ile) ve bu çocukların anne babaları oluşturmuştur. Zaman, ulaşım ve kontrol güçlükleri nedeni ile evrenin tamamı yerine onu temsilen yansız bir örneklem üzerinde çalışılması uygun olduğuna karar verilmiştir (Çıngı, 1994). Çalışma grubuna ilköğretim anasınıflarına devam eden ve tesadüfi örneklem yöntemi ile seçilmiş ve çalışmaya katılmaya istekli çocuklar, anne ve babalar dahil edilmiştir. Buna göre çalışma grubu alt, orta, üst sosyo-ekonomik düzeyden 50’şer olmak üzere toplam 150 anne baba ve bu anne babaların çocuklarından oluşmuştur. Veri Toplama Araçları Bu araştırmada veri toplama aracı olarak; çocuklar ve çocukların anne babaları ile ilgili bilgi elde etmek amacıyla bu çocukların anne babalarına “Genel Bilgi Formu” ve anne babaların sosyo-ekonomik düzeylerini belirlemek için anne babalara “Sosyoekonomik Düzeyi Belirleyici Ölçek” ile çocukların erken öğrenme becerilerini değerlendirmek amacıyla “Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği” kullanılmıştır. Genel Bilgi Formu Genel Bilgi Formunda çocukların; okul öncesi eğitim kurumuna devam etme süresi ve anne baba yaşlarına ilişkin sorular yer almıştır. Sosyo-Ekonomik Düzeyi Belirleyici Ölçek Çalışma grubuna dâhil edilen ailelerin sosyo-ekonomik düzeyini belirlemek amacıyla araştırmacı tarafından geliştirilen ölçekte; ölçeğin uygulandığı ebeveynin ve eşinin öğrenim durumları, meslekleri, sahip oldukları gayrimenkuller, evlerinde bulunan araç gereçler, aylık ortalama gelirleri, otomobilleri olup olmadığı, gazete, dergi ve kitap okuma sıklıkları, sanat-kültür etkinlikleri ve bireysel gelişim programlarına katılma durumları ile ilgili bilgiler yer almıştır. Geliştirilen ölçekte bazı maddeler ayırt edici olmadığı için çıkarılmıştır. Sosyo-ekonomik Düzeyi Belirleyici Ölçek temel bi48 FARKLI SOSYO-EKONOMİK DÜZEYDEKİ BEŞ-ALTI YAŞ ÇOCUKLARININ ERKEN ÖĞRENME BECERİLERİNİN İNCELENMESİ Doç Dr. Adalet KANDIR, Öğrt. Gör. N. Bilge KOÇAK TÜMER leşenler analizi kullanılarak değerlendirilmiştir. Analiz sonuçlarının ortalaması 0 ve standart sapması 1’dir. Değerler incelendiğinde, -0.5 ve altında kalan grup alt sosyo ekonomik düzey, 0.5 ve yukarı değerler alan grup üst sosyo-ekonomik düzey, -0.5 ile 0.5 arasında delerler alan grup orta sosyo ekonomik düzey olarak kabul edilmiştir. Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği Araştırmada çocukların erken öğrenme becerilerini değerlendirmek amacıyla Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği kullanılmıştır. Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği (Test of Early Learning Skills-TELS), Dr. Somwari tarafından 1977’de geliştirilmiş ve ilk kez ABD ve Canada’ da 20.088 çocuğun katıldığı (rasgele seçilmiş) bir gruba uygulanmıştır. Somwari, tarafından geliştirilen “Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği”; Düşünme Becerileri, Dil Becerileri ve Sayı Becerileri alt bölümlerinden oluşmaktadır. Ölçek üç ile beş yaş arasında olan her çocuğa bireysel olarak uygulanmaktadır. Ölçeğin içinde her biri 18’er maddeden oluşmuş toplam 54 madde bulunmaktadır. Ölçekteki maddeler 2120 maddelik geniş bir listeden seçilmiştir. Ölçeğin geçerlilik ve güvenilirlik çalışmaları Kanada ve Amerika’da yapılmıştır. Ölçeğin maddelerinin üç-beş yaş arasındaki çocukların düzeyine uygun olduğu görülmüştür. Aynı ölçeğin 1978 yılında 36–67 ayı kapsayan 545 çocukla norm çalışması yapılmıştır. Erken Öğrenme Becerileri (Test of Early Learning Skills-TELS) Ölçeği’nin Türk çocukları için geçerlilik ve güvenilirlik çalışması Başaran (2006) tarafından yapılmış ve Türkçe’ye uyarlanmıştır. Ölçeğin uyarlama çalışması sonucunda Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği düşünme, dil ve sayı becerileri olmak üzere üç alt ölçekten oluştuğu belirlenmiştir. Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği güvenilirlik analizi sonuçları; Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği tüm ölçek için hesaplanan tek uygulamaya dayalı güvenilirlik katsayılarında α = .86, KR-20= .90, Spearman Browvn iki yarı test korelasyonu. 80’dir. İki uygulamaya dayalı test-tekrar test korelasyonu ise. 89’dur. Tüm beceriler açısından güvenilirlik katsayılarının birbirine yakın değerlerden oluştuğu görülmüştür. Buradan tüm ölçeğin becerilerinin iç tutarlılığının genel olarak uyumlu olduğu ve ölçekten elde edilen ölçümlerin (puanların) kararlılık gösterdiği belirlenmiştir. Ölçeğin tüm becerilerinin öğretmen görüşlerine göre oluşturulan zayıf ve iyi çocuklar yönünden karşılaştırılmıştır. Karşılaştırma sonucunda, (zayıf) grupla üst (iyi) grubun ortalamaları arasındaki fark incelendiğinde [t 7.27; sd=85 p<.000], üst grubun lehine anlamlı bir fark bulunmuştur. Buradan üst gruptaki öğrencilerin düşünme, dil ve sayı becerilerinin, alt gruptaki öğrencilerin düşünme, dil ve sayı becerilerinden daha iyi olduğu ve bunu da öğretmen görüşlerinin desteklediği belirlenmiştir. Ayrıca Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği’nde bulunan düşünme, dil ve sayı becerilerinin öğretmenlerin alt ve üst grupta yer alacak çocukları ayırmakta oldukça başarılı olduğu görülmüştür (Başaran, 2006). 49 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Geçerlik güvenirlik yapıldıktan sonra ölçekteki bazı maddeler çıkarılmış ve ölçeğe son hali verilmiştir. Benzerlik, karşılaştırma, görme ve hatırlama, el ve göz koordinasyonu, sınıflandırma, sıraya koyma, uyuşmazlıkları teşhis etme, kural koyma sonuç çıkarma, benzerlik tamamlamadan oluşan düşünme becerileri alt ölçeği 8, sözcükleri anlama, zamir, zarf ve sıfatları kullanma, fiilleri kullanma (yedek ve bileşik fiiller), sözcük işlevlerini anlama, cümleyi yorumlama, bir soru sormadan oluşan dil becerileri alt ölçeği 6 ve sayı değerlerini anlama, sayma, rakamları bilme, sayı değerlerini karşılaştırma, uygun rakamları birleştirme, daha çok daha az daha uzun gibi ölçüm ilişkilerini anlama, para değerlerini bilme, uzunluk karşılaştırma, sayıları hafızada tutma ve toplama-çıkarma bölme içeren problemleri anlama maddelerini içeren sayı becerileri alt ölçeği 7 olmak üzere Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği toplam 21 maddeden oluşmaktadır (Başaran, 2006). Ölçek maddelerinde çocuklar verdikleri her doğru cevap için bir puan, her yanlış cevap için sıfır puan alırlar. Puanlar önce her alt ölçek için ayrı ayrı toplanır ve alt ölçek puanları elde edilir. Daha sonra her üç alt ölçeğin puanları birleştirilerek Erken Öğrenme Becerileri toplam puanı elde edilir (Başaran, 2006). Verilerin Toplanması Samsun İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden alınan izinler doğrultusunda, 2007–2008 eğitim-öğretim yılının ilk yarısında Samsun ili Büyük Şehir Belediyesi’ne bağlı dört ayrı belediye sınırları içerisinde, ilköğretim anasınıflarına devam eden ve çalışma grubunda yer alması düşünülen çocukların çalışmaya katılmaya istekli olan anne babalarına Genel Bilgi Formu ve Sosyo-ekonomik Düzeyi Belirleyici Ölçek bizzat araştırmacı tarafından uygulanmıştır. Çocuğun verdiği her doğru cevabı için puanlama cetvelindeki sorunun karşısına bir puan, her yanlış cevabı içinse sıfır puan yazılmıştır. Yanlış verilen cevaptan sonra soru tekrarlanmamıştır. Ölçeğin sonunda her alt ölçek için ayrı ayrı doğru cevaplar sayılarak toplam puanlar puanlama cetvelinin üst köşesine yazılmıştır. Daha sonra her alt ölçeğin puanları ayrı ayrı toplanarak birleşik puanlar elde edilmiştir. Verilerin İstatistiksel Analizi Anne babaların sosyo-ekonomik düzeylerini belirlemek amacıyla kullanılan Sosyoekonomik Düzeyi Belirleyici Ölçek temel bileşenler analizi kullanılarak oluşturulmuştur. Temel bileşenler analizi sonuçlarının ortalaması 0 ve standart sapması 1’dir. Ölçek sonuçlarına göre, -0.5 ve altında kalan grup alt sosyo-ekonomik düzey, 0.5 ve yukarı değerler alan grup üst sosyo-ekonomik düzey, -0.5 ile 0.5 arasında değer alan grup orta sosyo-ekonomik düzey olarak kabul edilmiştir. Yapılan normallik analizleri sonucunda verilerin normal dağılmaması ve üç grubun yer alması sebebiyle, anne babaların sosyo-ekonomik düzeylerinin çocukların Erken Öğrenme Becerileri ve Düşünme, Dil ve Sayı alt becerilerine etkisi Kruskall Wallis Testi kullanılarak analiz edilmiştir. 50 FARKLI SOSYO-EKONOMİK DÜZEYDEKİ BEŞ-ALTI YAŞ ÇOCUKLARININ ERKEN ÖĞRENME BECERİLERİNİN İNCELENMESİ Doç Dr. Adalet KANDIR, Öğrt. Gör. N. Bilge KOÇAK TÜMER Anlamlılık düzeyi olarak 0.05 kullanılmış olup, p>0.05 olması durumunda gruplar arasında anlamlı farklılığın olmadığı, p<0.05 olması durumunda gruplar arasında anlamlı farklılığın olduğu belirtilmiştir. Bulgular ve Tartışma Farklı sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerin anasınıfına giden beş-altı yaş çocuklarının erken öğrenme becerilerinin incelenmesi amacıyla yapılan bu araştırmanın bulguları iki bölümde verilmiştir. Çocukların anne ve babalarının genel bilgileri incelendiğinde, çocukların % 61.3’ünün erkek, %38.7’sinin ise kız olduğu; çocukların % 88.7’sinin beş yaşından beri, % 6.0’ının dört yaşından beri, % 5.3’ünün ise üç yaş ve öncesinden beri bir okul öncesi eğitim kurumuna devam ettiği belirlenmiştir. Çocukların annelerinin, % 66.7’sinin 26–35 yaş arasında, % 20.7’sinin 36–45 yaş arasında, % 11.3’ünün 20–25 yaş arasında, % 1.3’ünün ise 45 yaş ve üzeri grupta olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca; babaların % 66.7’sinin 26–35 yaş arasında, % 20.7’sinin 36–45 yaş arasında, % 11.3’ünün 20–25 yaş arasında, % 1.3’ünün ise 45 yaş üzeri grupta olduğu bulunmuştur. Sosyo-ekonomik düzeyin Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği puanlarına ilişkin sonuçlar Tablo1 ve Tablo 4 arasında verilmiştir. Tablo 1. Çocukların Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği Düşünme Alt Ölçeği Puan Ortalamalarının Sosyo-Ekonomik Düzeye Göre Kruskall – Wallis Testi Sonuçlarının Dağılımı EÖB Düşünme Becerileri SED n x Ortanca ss Min Mak Sıra ort. Alt 50 9.4 9 2.3 4 15 62.16 Orta 50 10 10 2.5 4 15 74.5 Üst 50 11.3 11.5 3.2 4 22 90.29 Kruskall Wallis sd P İkili Karşılaştırma 10.70 2 0.005 *1–3 Araştırmaya dahil edilen çocukların düşünme becerileri puan ortalamalarında sosyoekonomik düzeyin anlamlı farklılık yarattığı belirlenmiştir. Farklılığın hangi gruptan kaynaklandığını belirlemek amacı ile yapılan ikili karşılaştırma testi sonucunda farklılığın alt ve üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların puanlarındaki farklılıktan kaynaklandığı belirlenmiştir. Üst sosyo-ekonomik düzey grubunun Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra ortalaması 90.29, orta sosyo-ekonomik düzey grubunun Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra ortalaması 74.5 ve alt sosyo-ekonomik düzey grubunun Düşünme Becerileri alt ölçeği 51 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 sıra ortalaması 62.16 olarak bulunmuştur. Buna göre; üst sosyo-ekonomik düzey grubunun Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra ortalamasının alt ve orta sosyo-ekonomik düzey gruplarının Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra ortalamasından yüksek olduğu görülmektedir. Ayrıca orta sosyo-ekonomik düzey grubunun Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra ortalaması, üst sosyo-ekonomik düzey grubunun Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra ortalamasından düşük, alt sosyo-ekonomik düzey grubun Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra ortalamasından yüksek olduğu görülmektedir. Üst sosyo-ekonomik düzeyin düşünme alt becerilerinin orta ve alt sosyo-ekonomik düzeyin düşünme alt becerilerinden yüksek olma sebebi, üst sosyo-ekonomik düzeydeki anne babanın çocuğun gelişimiyle ilgili daha bilinçli olduğu, ev ortamını gelişimi destekleyici olarak düzenleme, erken yaşta çocuğu zengin uyarıcı çevre ile tanıştırma gibi fiziki koşulları sağlamada daha başarılı olmaları düşünülebilir. Üst ve orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocuklar düşük sosyo-ekonomik düzeydeki çocuklara göre problem çözme becerileri, benzerlik karşılaştırma, görme hatırlama, uyuşmazlıkları teşhis etme, sonuç çıkarma, benzerlik tamamlama gibi konularda, bilişsel düşünce açısından daha becerikli olduğu düşünülmektedir (Akt: Ginsburg vd, 2008). Tablo 1’de üst sosyo-ekonomik düzey grubun Düşünme Becerileri alt ölçeği puanlarının, alt ve orta sosyo-ekonomik düzey grubun Düşünme Becerileri alt ölçeği puanlarına göre anlamlı derecede yüksek görülmesi sonucunun literatürle örtüştüğü söylenebilir. Akın ve Önder (2003) tarafından yapılan bir araştırmada sosyo-ekonomik düzey değişkeninin bilişsel bakış açısı alma yeteneği üzerinde farklılık gösterdiği bulunmuştur. Yani üç sosyo-ekonomik düzey arasında bilişsel bakış açısı alma yeteneği bakımından anlamlı bir farklılık bulunmuştur. Akın ve Önder’in çalışması tablo 1’de üst sosyo-ekonomik düzey grubun Düşünme Becerileri Alt ölçeği puanlarının, alt ve orta sosyo-ekonomik düzey grubun Düşünme Becerileri alt ölçeği puanlarına göre anlamlı derecede yüksek görüldüğü sonuçlarını destekler niteliktedir. Üst ve orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocuklar düşük sosyo-ekonomik düzeydeki çocuklara göre problem çözme becerileri, benzerlik karşılaştırma, görme hatırlama, uyuşmazlıkları teşhis etme, sonuç çıkarma, benzerlik tamamlama gibi konularda, bilişsel düşünce açısından daha becerikli olduğu düşünülmektedir (Akt: Ginsburg vd, 2008). Tablo 2. Çocukların Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği Dil Alt Ölçeği Puan Ortalamalarının Sosyo-Ekonomik Düzeye Göre Kruskall- Wallis Testi Sonuçlarının Dağılımı EÖB Dil Becerileri 52 SED n `x Ortanca ss Min Mak Sıra ort. Alt 50 10.2 10 1.5 5 13 63.43 Orta 50 10.8 11 1.3 7 13 78.57 Üst 50 10.9 11 1.5 8 13 84.5 Kruskall Wallis sd P İkili Karşılaştırma 6.58 2 0.037 *1-3 FARKLI SOSYO-EKONOMİK DÜZEYDEKİ BEŞ-ALTI YAŞ ÇOCUKLARININ ERKEN ÖĞRENME BECERİLERİNİN İNCELENMESİ Doç Dr. Adalet KANDIR, Öğrt. Gör. N. Bilge KOÇAK TÜMER Üst sosyo-ekonomik düzeyde bulunan çocukların Dil Becerileri alt ölçeği, alt sosyo-ekonomik düzeyde bulunan çocukların Dil Becerileri alt ölçeğine göre anlamlı derecede yüksek görülmektedir (p= 0.037< 0.05). Yapılan ikili karşılaştırma testi sonucunda Dil Becerileri alt ölçeği açısından sosyo-ekonomik düzey grupları arasında anlamlı farklılık olduğu belirlenmiştir. Üst sosyo-ekonomik düzey grubunun Dil Becerileri alt ölçeği sıra ortalaması 84.5, orta sosyo-ekonomik düzey grubunun Dil Becerileri alt ölçeği sıra ortalaması 78.57 ve alt sosyo-ekonomik düzey grubunun Dil Becerileri alt ölçeği sıra ortalaması 63.43 olarak bulunmuştur. Buna göre; üst sosyo-ekonomik düzey grubunun Dil Becerileri alt ölçeği sıra ortalaması, alt ve orta sosyo-ekonomik düzey gruplarının Dil Becerileri alt ölçeği sıra ortalamalarından anlamlı derecede yüksek olduğu görülmektedir. Ayrıca orta sosyo-ekonomik düzeyde bulunan çocukların, alt sosyo-ekonomik düzeyde bulunan çocuklardan Dil Becerileri alt ölçeği sıra ortalaması bakımından yüksek olduğu tespit edilmiştir. Buna göre; sosyo-ekonomik düzey ile çocukların dil becerileri arasında doğru orantılı bir ilişki olduğu düşünülebilir. Alt sosyo-ekonomik düzeye sahip olmak dil becerilerini olumsuz etkilerken, sosyo-ekonomik düzeyin yükselmesiyle dil becerilerinin lehine bir sonuç oluştuğu düşünülebilir. Üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocuklarının dil becerileri puanlarının yüksek olmasında ailelerin çocuklarını, daha erken dönemde kitaplarla tanıştırmaları, dil gelişimini destekleyici eğitim materyallerinden yararlanmaları, Türkçeyi daha iyi kullanmaları ve dil gelişiminin önemi konusunda daha bilinçli olmaları gibi nedenlerin etkili olduğu düşünülebilir. Ayrıca alt sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerin çocuklarının çevre ve uyarıcı yoksunluğu nedeniyle dil gelişimlerinin olumsuz etkilendiği düşünülebilir. Kabadayı (2002), çocukların sosyo-ekonomik düzeylerinin, oyunlarda kullandıkları anadile etkisini incelediği bir araştırma yapmıştır. Bir sahil kasabasında tatilini geçirmekte olan çocuklarla, ekonomik düzeyleri farklı olan ve o yörede yaşayan, yaşları dört-altı arasında değişen altı çocuk gözlenmiştir. Sonuçta, sosyoekonomik düzeyi “orta” ve “alt” düzeyde olan çocukların, ekonomik düzeyi “üst” düzeyde olanlardan farklı dil fonksiyonlarına yöneldikleri gözlenmiştir. Dağlı (2007) okul öncesi eğitim alan ve almayan ilköğretim birinci sınıf öğrencilerinin Türkçe ve Matematik derslerindeki akademik başarının karşılaştırılması konusunda bir araştırma yapmıştır. Araştırmaya katılan öğrencilerin ailelerinin sosyo-ekonomik düzeylerine göre öğrencilerin Türkçe ve Matematik derslerindeki akademik başarı puan ortalamalarının farkları incelendiğinde; alt sosyo-ekonomik düzey ve orta sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerin çocuklarının Türkçe ve Matematik derslerindeki akademik başarı puan ortalamaları arasındaki fark, orta sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerin çocuklarının lehinedir. Tablo2’de orta sosyo- düzeyde bulunan çocukların Dil Becerileri puanlarının, alt sosyo-ekonomik düzeyde bulunan çocuklardan Dil Becerileri puanlarından yüksek olduğu sonucu yukarıdaki araştırma bulguları ile paralellik göstermektedir. 53 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Tablo 3. Çocukların Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği Sayı Alt Ölçeği Puan Ortalamalarının Sosyo-Ekonomik Düzeye Göre Kruskall – Wallis Testi Sonuçlarının Dağılımı EÖB Sayı Becerileri SED n `x Ortanca ss Min Mak Sıra ort. Alt 50 10.2 11 3.4 2 15 65.56 Orta 50 9.9 11 3.2 2 15 62.27 Üst 50 12.3 13 2.6 5 15 98.67 Kruskall Wallis sd P İkili Karşılaştırma *1-3 21.75 2 0.000 *2-3 Araştırmaya dahil edilen çocukların sayı becerileri puan ortalamalarında sosyo-ekonomik düzeyin istatistiksel anlamlı farklılık yarattığı belirlenmiştir. Farklılığın hangi gruptan kaynaklandığını belirlemek amacı ile yapılan ikili karşılaştırma testi sonucunda farklılığın alt ve üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların puanlarındaki farklılıktan kaynaklandığı belirlenmiştir (p<0.05). Üst sosyo-ekonomik düzeyde bulunan çocukların Sayı Becerileri sıra ortalaması 98.67, alt sosyo-ekonomik düzey grubunun Sayı Becerileri sıra ortalaması 65.56, orta sosyoekonomik düzey grubunun Sayı Becerileri sıra ortalaması 62.27 olarak bulunmuştur. Buna göre; üst sosyo-ekonomik düzey grubunun Sayı Becerileri sıra ortalaması, alt ve orta sosyo-ekonomik düzey gruplarının Sayı Becerileri Puanı sıra ortalamalarından anlamlı derecede yüksek görülmektedir. Ayrıca orta sosyo-ekonomik düzey grubu Sayı Becerileri sıra ortalaması alt sosyo-ekonomik düzey grubu ve üst sosyo-ekonomik düzey grubundan Sayı Becerileri sıra ortalaması bakımından düşüktür. Tablo 3’de, alt sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların matematik performanslarının düşük olmasını; ailelerin çocukları ile yeteri kadar kaliteli zaman geçirememesi, çocuklara yeterli uyarıcı çevre olanakları sağlayamaması, günlük hayatta matematiğe ilişkin yeterli dikkati çekememesi, çocukların sorularını onların düzeyine uygun olarak cevaplayamaması gibi nedenler etkilemiş olabilir. Starkey ve diğerleri (2004), sosyo-ekonomik düzey çocuğun matematik becerileri ve kavramları öğrenmedeki rolü üzerine değerlendirmelerde bulunduğu bir araştırma yapmıştır. Alt sosyo-ekonomik düzeye sahip olan ailelerin çocuklarının, orta sosyo-ekonomik düzeye sahip ailelerin çocuklarına göre daha fazla bilgi edinimlerinin olduğu gözlenmiştir. Okul öncesi eğitime yeni başlayan çocukların sosyo-ekonomik düzey ile doğrudan bağlantılı olan matematiksel bilgileri olduğu görülmüştür. Unutkan’ın (2007) okul öncesi çocuklarının matematik becerileri açısından ilköğretime hazır bulunuşluğunun incelenmesi alanında yaptığı çalışmada, alt sosyo-ekonomik düzey çocuklarının matematik becerileri bakımından ilköğretime yeteri kadar hazır olmadıkları bulunmuştur. Araştırmada çocukların matematik becerileri ortalamaları üst ve orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocuklara göre daha düşük olarak saptanmıştır. Yukarıdaki araştırmaların sonuçları, Tablo 3’deki üst sosyo-ekonomik düzey grubunun Sayı Becerileri puan54 FARKLI SOSYO-EKONOMİK DÜZEYDEKİ BEŞ-ALTI YAŞ ÇOCUKLARININ ERKEN ÖĞRENME BECERİLERİNİN İNCELENMESİ Doç Dr. Adalet KANDIR, Öğrt. Gör. N. Bilge KOÇAK TÜMER larının alt ve orta sosyo-ekonomik düzey grubunun Sayı Becerileri puanlarına göre anlamlı derecede yüksek olması sonucuyla uyumludur. Tablo 4. Çocukların Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği Puan Ortalamalarının Sosyo-Ekonomik Düzeye Göre Kruskall – Wallis Testi Sonuçlarının Dağılımı n `x Ortanca ss Min Mak Sıra ort. EÖB SED TOPLAM PUAN Alt 50 29.7 29.5 5.7 13 43 60.09 Orta 50 30.06 31.5 5.5 16 40 68.73 Üst 50 34.5 35 5.9 18 47 97.68 Kruskall Wallis sd P İkili Karşılaştırma 20.63 2 0.000 *2-3 *1-3 Üst sosyo-ekonomik düzeyde bulunan çocukların Erken Öğrenme Becerileri, alt ve orta sosyo-ekonomik düzeyde bulunan çocukların Erken Öğrenme Becerilerine göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek görülmektedir (p<0.05). Erken Öğrenme Becerileri açısından sosyo-ekonomik düzey grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmektedir (p<0.05). Üst sosyo-ekonomik düzey grubunun Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalaması 97.68, orta sosyo-ekonomik düzey grubunun Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalaması 68.73, alt sosyo-ekonomik düzey grubunun Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalaması 60.09 olarak bulunmuştur. Buna göre; Üst sosyo-ekonomik düzey grubunun Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalaması, alt ve orta sosyo-ekonomik düzey gruplarının Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalamaları lehine yüksek görülmektedir. Ayrıca orta sosyo-ekonomik düzey grubu Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalamasının alt sosyo-ekonomik düzey grubu Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalamasından yüksek, üst sosyo-ekonomik düzey grubu Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalamasından düşük olduğu görülmektedir. Buna göre; alt sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerin sosyo-ekonomik yetersizlikler sebebiyle, çocukların erken öğrenme becerilerini destekleyici materyaller ve yaklaşımlar sergileyemedikleri düşünülebilir. Ayrıca maddi problemler çocukların gelişimiyle yakından ilgilenilmesini ve gelişimlerinin desteklenmesini olumsuz etkiliyor olabilir. Arnold ve Doctoroff (2003) tarafından yapılan bir araştırmada, Afrika-Amerikalı ve Latinlerden oluşan alt sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların akademik başarısının, orta ve üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların akademik başarısından daha düşük olduğu görülmüştür. Buna göre; Tablo 4’ün sonucunun alt sosyo-ekonomik düzey grubundaki anne babaların çocukların gelişim düzeylerine uygun olarak çocuklarıyla ilgilenemedikleri, çocuklara gelişim düzeylerine uygun uyarıcı çevre imkânları sağlayamadıkları, öğrenim düzeylerine bağlı olarak çocukların okul etkinliklerine, aile katılım çalışmalarına yeterli önemi veremediklerinden kaynaklandığı söylenebilir. 55 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Sonuç ve Öneriler Araştırmada elde edilen sonuçlara göre; Erken Öğrenme Becerilerinden olan Düşünme Becerileri alt ölçeği puanları açısından sosyo-ekonomik düzey grupları arasında farklılık görülmektedir. Üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra ortalamasının alt ve orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra ortalamasından yüksek olduğu görülmektedir. Ayrıca, orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra ortalaması, üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra ortalamasından düşük, alt sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra ortalamasından yüksektir. Erken Öğrenme Becerilerinden olan Dil Becerileri alt ölçeği puanları açısından sosyo-ekonomik düzey grupları arasında farklılık görülmektedir. Üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Dil Becerileri alt ölçeği sıra ortalaması, alt ve orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Dil Becerileri alt ölçeği sıra ortalamalarından yüksek, orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların alt sosyoekonomik düzeydeki çocuklardan Dil Becerileri alt ölçeği sıra ortalaması bakımından yüksek olduğu tespit edilmiştir. Erken Öğrenme Becerilerinden olan Sayı Becerileri alt ölçeği puanları açısından sosyo-ekonomik düzey grupları arasında farklılık görülmektedir. Üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Sayı Becerileri sıra ortalaması, alt ve orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Sayı Becerileri Puanı sıra ortalamalarından anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Ayrıca orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Sayı Becerileri sıra ortalaması alt ve üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Sayı Becerileri sıra ortalamasından düşüktür. Erken Öğrenme Becerileri açısından sosyo-ekonomik düzey grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmuştur (p<0.05). Üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalaması, alt ve orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalamaları lehine yüksek olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalaması, alt sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalamasından yüksek, üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalamasından düşük olduğu bulunmuştur. 56 FARKLI SOSYO-EKONOMİK DÜZEYDEKİ BEŞ-ALTI YAŞ ÇOCUKLARININ ERKEN ÖĞRENME BECERİLERİNİN İNCELENMESİ Doç Dr. Adalet KANDIR, Öğrt. Gör. N. Bilge KOÇAK TÜMER Araştırma sonuçlarına göre şu öneriler sıralanabilir; *Özellikle sosyo-ekonomik düzeyi düşük olan ailelerin çocuklarının mümkün olduğunca okul öncesi eğitim kurumlarından yararlanmaları için mobil anaokulu gibi değişik eğitim modelleri kullanılabilir. *Eğitimin yaygınlaştırılması için düşük sosyo-ekonomik düzeydeki ailelere yönelik konferanslar düzenlenebilir ve el broşürleri, kitapçıklar, cd’ler dağıtılabilir. *Okullarda aile eğitimine verilen önem arttırılabilir. Bu kapsamda okullardaki öğretmen ve yöneticilerin, anne babaları bilinçlendirme konusunu içeren toplantılar düzenlemeleri sağlanabilir. Bilinçlendirme kapsamında sadece ailelerin okul öncesi eğitimin önemini değil, evde çocuklarının gelişimini destekleyecek etkinlikler ve davranışların neler olabileceği yer alabilir. Yine bu kapsamda ailelere ulaşmak için medyadan yararlanılabilir. *Düşük sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerin çocuklarının Erken Öğrenme Becerileri yeterince desteklenememektedir. Okul öncesi eğitim kurumları, bu çocukların Erken Öğrenme Becerilerini desteklemeye yönelik olarak eğitim programlarını düzenleyebilir. Okul öncesi öğretmenlerine Erken Öğrenme Becerilerini desteklemeleri amacıyla, düzenleyecekleri eğitim programının içeriği ve bu programın uygulanması için sistematik olarak hizmet içi eğitim seminerleri düzenlenebilir. *Erken Öğrenme Becerileri eğitimi alan çocuklar takip edilerek bu eğitimin çocukların ileri yıllardaki akademik başarılarını nasıl etkilendiğinin takibi yapılabilir. Erken Öğrenme Becerileri alan ve almayan çocuklar arasındaki farklılık gözlenebilir. *Özellikle sosyo-ekonomik düzeyi düşük aileleri desteklemek adına kurulan toplum merkezlerinde ailelerin okul öncesi eğitim konusunda desteklenmeleri amacıyla toplantılar, kurslar, eğitim seminerleri, televizyon programları düzenlenebilir. *Bu araştırmada Erken Öğrenme Becerileri ölçeği okul öncesi eğitim kurumuna devam eden çocuklara uygulanmıştır. Başka araştırmalarda okul öncesi eğitim alan ve almayan çocuklara uygulanabilir. 57 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Kaynaklar AKIN, Y. ve ÖNDER, A. (2003). The effects of Educational drama Program and Parental Attitude on Perspective Taking Abilities of Six Year-old Preschool Children. OMEP (World Organization for Early Childhood Education) World Council and Conference. 5–11 Ekim. Kuşadası, Türkiye. Bildiri özetleri Kitabı,183. AKTAŞ, A. Y. (2002) Okul Öncesi Dönemi Çocuklarında Sayı Kavramının Kazandırılması. Çoluk Çocuk Dergisi. Kök Yayıncılık. 5, 14-17. ARAL N. ,BARAN G., BULUT Ş. ve ÇİMEN S. , (2001) Çocuk Gelişimi. Ankara: Ya-Pa Yayınları. ARNOLD, H. D. ve DOCTROFF, L. G. (2003). The Early Education of Socio Economically Disavantajed Children. Annu. Rev. Preschool. 54, 517, 45. AYDIN, A. (2000). Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi. İstanbul: Alfa Yayınları. BAŞARAN, N. (2006). Erken Öğrenme Becerilerini Değerlendirme Aracının Tokat Örnekleminde 48- 66 Aylık Türk Çocuklarına Uyarlanması, Ankara: Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi. BENSON, C. «I don’t think I can do it; I can’t work it out for myself» The importance of providing primary children with thinking skills for their future lives. Faculty of Education, University of Central England,WestbourneRoad,Edgbaston,Birmingham. (http://www.unesco.org/education/educprog/ste/pdf_files/connect/ClareBenson.) PDF Erişim Tarihi: 23. 07. 2008 BİLGİNER, H. (2002) Down Sendromlu Çocuklarda Dil Gelişimi. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi. Cilt: 19(1), 165–179. Ankara. BODROVA E. ve LEONG J. D (1996). Tools of The Mind, The Vygotskian Approach to Early Childhood Education. New Jersey. CAMPELL, N. (2001). Cognifite Development. International Journal of Educational Research. 21 (27), 21–22-34 CRANE, J. (1996). Effects Of Home Environment, Ses and Maternal Test Scores on Mathematics Achivement. The Journal of Educational Research. 86 (5), 305–313 COHEN, H. D. ve CENEDELLA J. (1988) The Learning Child/ Guide Lines for Parent and Teachers. Cambridge University Pres. USA ÇEÇEN, R. (2007). Bilişsel Gelişim ve Dil Gelişimi. Ed: M. Engin Deniz. Maya Akademi Yayınları. Ankara ÇINGI, H. (1994). Örnekleme Kuramı, Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Yayınları, Ankara: 64, 234. DAĞABAKAN, Ö. F. ve DAĞABAKAN D. (2007) Dil ve Çocukta Dil Gelişim Kuramları. Milli Eğitim Dergisi. 36 (174), 155-161. DAĞLI, A. (2007). Okul Öncesi Eğitim Alan Ve Almayan İlköğretim Birinci Sınıf Öğrencilerinin Türkçe Ve Matematik Derslerindeki Akademik Başarılarının Karşılaştırılması, Konya: Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çocuk Gelişimi Ve Ev Yönetimi Anabilim Dalı Çocuk Gelişimi Ve Eğitimi Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi. DAĞLIOĞLU, H. E. (2006). Üstün Yetenekli Çocuklarda Düşünme Becerileri. Avrupa Birliği Sürecinde Okul Öncesi Eğitimin Bugünü ve Geleceği Sempozyumu (Uluslar ara58 FARKLI SOSYO-EKONOMİK DÜZEYDEKİ BEŞ-ALTI YAŞ ÇOCUKLARININ ERKEN ÖĞRENME BECERİLERİNİN İNCELENMESİ Doç Dr. Adalet KANDIR, Öğrt. Gör. N. Bilge KOÇAK TÜMER sı Katılımlı). Program ve Bildiri Özetleri Kitabı. İstanbul: Ya-Pa Yayın Pazarlama ve San Tic. A.Ş. DEHART, G. B., SROUFE, L. A. ve COOPER, R. G. (2004). Child Development Its Nature and Course. Cognitive: Development in Early Childhood.Chapter: 9, Part :4, 331-335. DEMİREL, Ö ve ŞAHİNEL S. (1999). Çoklu zekâ kuramı ve düşünme becerileri ile ilköğretim dördüncü sınıf Türkçe derslerinde tümleşik dil becerilerinin gelişimi. Dil Dergisi. 80 (6), 19-31. DEMİREZEN, M. (2003). Yabancı Dil ve Anadil Öğreniminde Kritik Dönemler. Dil Dergisi. 118 (1), 5-15. DİNÇER, Ç. ve ULUTAŞ, İ. (1999). Yaşamımızdaki Matematiksel Kavramlar ve Materyaller. Çağdaş Eğitim Dergisi. 25, 23-28. DOĞRU, Y. S. (2002). Piaget’in Zihin Gelişimi Kuramına Göre Matematik Öğretimi. Erken Çocukluk Gelişimi ve Eğitimi Sempozyumu Bildiriler. 17- 18 Ekim. Ankara: Kök Yayıncılık. ERDOĞAN, S., BEKİR, Ş., H. Ve ARAS, E., S., (2005). Alt Sosyo- Ekonomik Bölgelerde Ana Sınıfına Devam Eden 5–6 Yaş Grubundaki Çocukların Dil Gelişim Düzeylerine Bazı Faktörlerin Etkisinin İncelenmesi. Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 14 (1), 231-246. FISCHER, F. E. (1990). A Part-part-whole Curriculumfor Teaching Number in The Kindergarten. Journal of Research in Matematics Education. 21 (3), 207–215. GINGSBURG, H. P., LEE J. S. ve BOYD, J., S. (2008). Mathematics Education for Young Children: What It is and How to Promote It. Social Policy Report. Giving Child and Youth Development Knowledge Away. 23 (1), 1–24. GÜVEN, Y. (2004). Erken Çocuklukta Matematiksel Düşünme ve Matematiği Öğrenme. Küçük Adımlar Eğitim Yayınları İstanbul: Aralık. KABADAYI, A. (2002). Çocukların Sosyo-ekonomik Durumlarının, Oyunlarında Kullandıkları Anadili Etkinliklerinin Sınıflandırılması, Dil Dergisi, 112, 23–33. KANDIR, A. (2004). Çocuğum Büyüyor. İstanbul: Morpa Kültür Yayınları KOÇ, E. (2002). Görsel Algı Becerilerinin Gelişimine Yönelik Örnek Bir Program Modelinin Hazırlanması Ve Anasınıfı Çocuklarında Görsel Algı Gelişimine Etkisinin İncelenmesi. Yüksek Lisans Tezi. Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara. KURTULUŞ, E. (1999). Okul Öncesi Eğitim Kurumlarına Devam Eden Beş- Altı Yaş Grubu Çocuklarına Yaratıcı Etkinlikler Yoluyla Kavram (Zaman Kavramı) Öğretilmesi. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul. MILLER, R. (1996). Language and Literacy. The Developmentally Appropriate Inclusive Classroom İn Early Education. 101–107, 260- 263, 350–353. OLSON, D. R. and TORRANCE N. (1996). Education and Human Development. Padstow, Cornwall. Printed in Great Britain by T J İnternational ORÇAN, M. (2009). Anasınıfına Devam Eden 60–72 Aylık Çocukların Erken Öğrenme Becerilerine Destekleyici Eğitim Programlarının İncelenmesi, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çocuk Gelişimi ve Ev Yönetimi Anabilim Dalı, Konya. 59 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 STARKEY, P., KLEİN A. ve WAKELEY, A. (2004). Big Math For Little Kids. Early Childhood Research Quarterly. 19 (1), 99–120. ŞİMŞEK, B., H., (2004). Almanya’da Okul Öncesi Eğitim Kurumlarına Devam Eden 5–6 Yaş Grubu Türk Çocuklarına Uygulanan Dil Eğitim Programının Dil Gelişimine Etkisi, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Anabilim Dalı, Ankara. TAYLOR, B. J. (1999). A Child Goes Forth: A Curriculum Guide For Preschool Children. New Jersey: Prentice Hall. TEMEL, F. AVCI N.,YAŞAR, M., C., (1994). Sıfır- Altı Yaş Çocuklarında Dil Gelişimi, Gazi Üniversitesi Anaokulu- Anasınıfı El Kitabı, Ya-Pa Yayınları Pazarlama Ltd. Şti., İstanbul, 154 UNUTKAN, P. Ö. (2007). Okul Öncesi Dönem Çocuklarının Matematik Becerileri Açısından İlköğretime Hazır Bulunuşluğunun İncelenmesi, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 32, 243- 254. ÜSTÜN, E., AKMAN, B. ve Etikan, İ. (2004). Farklı Sosyo- Ekonomik Düzeydeki Çocukların Bilişsel Gelişimlerinin Değerlendirilmesi. Hacettepe Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi. (2), 205–210 YAVUZER, H. (1997). Çocuğunuzun İlk Altı Yılı. İstanbul: Remzi Kitapevi. YAYLA, Ş. (2003). Alt Sosyo-Ekonomik Düzeydeki Ailelerden Gelen 60–72 Aylar Arasındaki Çocuklara Uygulanan Dil Eğitim Programının Çocukların Dil Gelişimine Etkisinin İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Gelişimi Ve Eğitimi Anabilim Dalı, Ankara. YILDIZ, C. (2003). Anadili Öğretiminin Temel İlkelerine Karşılaştırmalı Bir Bakış. Dil Dergisi. 120, 5-12. YILDIZ, R. ve PERİHANOĞLU, P. (2004). Okul Öncesi Eğitim Kurumlarının Eğitim Hedeflerini Gerçekleştirme Düzeyi. Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü 12. Eğitim Bilimleri Kongresi Bildiriler. 3, 1815-1832. 60 5 İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ Münir TİRELİ Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI Özet İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üyesi ülkelerin önemli bir kısmı sahip oldukları zengin doğal ve beşeri kaynaklara rağmen dünyanın geri kalmış ve yoksul ülkeleri arasında yer almaktadırlar. Çalışmada İİT’nin bir alt kuruluşu olan SESRIC tarafından bu alana ışık tutan veriler olarak tutulan üye ülkelerin istihdam, eğitim ve sağlık verileriyle, UNDP İnsani Kalkınma Endeksi verileri arasındaki ilişki incelenmiştir. Böylece yoksullukla, eğitim, sağlık ve istihdam arasındaki ilişki ve etkileşim düzeyi, iki uluslararası kuruluşun verileri üzerinden değerlendirilerek ortaya konulmuştur. Beşeri ve toplumsal kalkınmanın yoksullukla mücadele, eğitim, sağlık ve istihdam alanındaki izdüşümleri, İİT üyesi ülkeler arası işbirliği konuları olarak çalışmada ön plana çıkmaktadır. Anahtar Kelimeler: İslam İşbirliği Teşkilatı, SESRIC, UNDP, MENA, İnsani Kalkınma Endeksi. Abstract Most of the member countries of Organisation of Islamic Cooperation (OIC) are included in the World underdeveloped and poor countries, although they have rich natural and human resources. In this study the relation between the SESRIC’s data- about OIC member countries’ employment, education and health- and UNDP Human Development Index’ data is examined. Thus relation and interaction between poverty and education, health, employment are put forward via those two international institutes’ data. In this study the projections of human development and social development on the poverty alleviation, education, health and employment are loomlarge in as cooperation areas of OIC member countries. Keywords: Organisation of IslamicCooperation, SESRIC, UNDP, MENA, Human Development Index. 61 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 GİRİŞ Ülkemiz, 1969 yılından bu yana faal durumda olan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT veya The Organisation of Islamic Cooperation (OIC))’nın kurucu üyeleri arasında yer almaktadır. İİT, geçmişe göre çok daha etkin bir rol üstlendiği bir yapıya doğru evrilmektedir (www.oic-oci.org). İİT üyesi ülkeler demografik, ekonomik ve doğal kaynaklar bakımından oldukça önemli potansiyellere sahiptirler. Bu ülkeler, dünya nüfusunun % 23’ünü bünyelerinde barındırırken, dünya petrol rezervlerinin % 65’ine ve dünya gaz rezervlerinin de % 55’ine sahiptirler. Üye ülkelerdeki % 53.5 olan genç nüfus oranı da, dünya ortalamasından (% 43.70) ve gelişmiş ülkeler ortalamasından (% 23.15) oldukça yüksektir (SESRIC, 2012:1-4). Ancak bu ülkelerin bir çoğunda yoksulluğun yüksek oranlarda olduğu, eğitim, sağlık, barınma, temiz su hizmetlerine erişimin yetersiz olduğu görülmektedir. Dünyada gıda açığı olan 77 ülkeden 35’inin (IFAD, 2012:5) ve yine en az gelişmiş 48 dünya ülkesinden 22’sinin İİT ülkeleri arasında yer alması (SESRIC, 2010a:52) bu ülkelerdeki yoksulluk ve geri kalmışlığın düzeylerini ortaya koymaktadır. Ülkemizin, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler alt kurumları ve Avrupa Birliği gibi uluslararası kuruluşlarla sosyal politikanın çeşitli alanlarında ortak pek çok çalışması bulunmaktadır. Ancak benzer çalışmalar ortak tarihi ve kültürel bağlarımızın olduğu İİT ülkeleri ile ülkemiz arasında geliştirilebilmiş değildir. İİT üyesi ülkelerin insani gelişmişlik ve yoksulluk verileri ışığında karşılaştırmalı bir analize tabi tutulması ve iyi örneklerin bu ülkeler arasında paylaşılması konusunda henüz yeterli adımlar atılmış değildir. Bu anlamda, hâlihazırda bölgesel bir kalkınma stratejisinin ortaya konulması gibi bir ihtimal mevcut koşullarda mümkün görülmemektedir. Ancak başlangıç aşaması olarak, İİT bünyesindeki bir alt kuruluş olan ve üye ülkelerin sosyo-ekonomik verilerini tutan SESRIC’in verilerinin kullanımı ve analizi bu alanda atılacak önemli bir adım olacaktır. Çalışmada, İİT ülkelerinin önemli sosyal göstergelerine yer verilecektir. Bu kapsamda SESRIC veri tabanındaki üye ülkelerin demografik verileri, sosyal harcama verileri, istihdam verileri ile BM alt kuruluşu olan UNDP’nin İnsani Gelişmişlik Endeks Verileri kullanılarak ülkelerin karşılaştırmalı bir sosyal politika analizi ortaya konulmaya çalışılacaktır. 1. İİT HAKKINDA TEMEL BİLGİLER İslam İşbirliği Teşkilatı, Eylül 1969’da Fas’ın başkenti Rabat’ta, Kudüs’teki El Aksa Camiin Yahudi yerleşimciler tarafından kundaklanması hadisesi üzerine toplanan İslam Ülkeleri Zirvesinde kurulmuştur. İslam ülkelerini çatısı altında toplamak üzere 25 ülke tarafından kurulan örgüt, bugün 57 üyesi ile dünyanın en büyük uluslararası örgütleri arasında yer almaktadır. 62 İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI 57 üyesiyle teşkilat, Birleşmiş Milletler ve Bağlantısızlar Hareketinden sonra dünyanın en büyük üçüncü hükümetlerarası örgütüdür. İİT’nin Müslüman dünyasının ortak sesi olma ve ortak çıkarları koruma işlevi de bulunmaktadır (www.oic-oci.org). 1970 yılında -o dönemki adıyla- İslam Konferansı Örgütü’nün Dışişleri Bakanları ilk toplantısı Cidde’de gerçekleşmiş ve bu toplantıda örgütün daimi Genel Sekreterliğinin Cidde’de kurulmasına karar verilmiştir (www.wikipedia.org). Müslüman ülkelerin temel problemleri, kendi aralarındaki anlaşmazlıkların çözümü ve ortak çıkarları için faaliyet gösteren örgütün Birleşmiş Milletler ve diğer hükümetlerarası örgütlerle de danışma ve işbirliği anlamında ilişkileri vardır. İslamın temel değerlerini sahiplenme iddiasındaki örgütün Müslümanlara karşı her türlü ayrımcılıkla mücadele gibi bir misyonu da bulunmaktadır (www.oic-oci.org). 21. yüzyılla birlikte gelen tehditler karşısında üye ülkelerce Mekke’de Aralık 2005’te düzenlenen 3. olağanüstü zirvede 10 Yıllık Eylem Planı belgesi oluşturulmuştur. Eylem Planı’nda hoşgörünün ve modernizasyonun teşviki ve her alanda (bilim, eğitim, teknoloji, ticaret, iyi yönetişim) reformların desteklenmesi öngörülmektedir. Bunların yanı sıra insan hakları, özellikle de çocuk, kadın ve yaşlı haklarına ilişkin İslami değerler ön plana çıkarılmıştır. İİT aşağıdaki organlardan oluşmaktadır: a. İslami Zirve: Üye ülkelerin kral, devlet başkanı ve hükümetlerinden oluşur. Örgütün en üst karar merciidir. 3 yılda bir toplanarak politik kararların alınmasını sağlar ve üye ülkeleri ilgilendiren konularda rehberlik sunar (http:// www.islamicsummit.org.sa/en/default.aspx) . b. Dışişleri Bakanlar Konseyi: Yılda bir toplanır ve örgütün genel politikasının uygulanması için strateji geliştirirler(http://www.oic-oci.org). c. Genel Sekreterlik: Genel Sekreterlik, örgütün icracı organıdır. Yukarıda bahsedilen iki organın kararlarının uygulanmasından sorumludur(http://www.oicoci.org). Genel Sekreterliğe doğrudan bağlı birimlerin yanında, uzmanlık komiteleri ve teşkilatın alt kuruluşları da bulunmaktadır (Petersen,2012:45-46). Örgütün politik, ekonomik, kültürel, sosyal, ruhani ve bilimsel alanlarda uzmanlaşmış çalışmalar yapmak üzere ihdas ettiği komiteler de bulunmaktadır. Bakanlar düzeyindeki bu komitelerin bazılarına devlet başkanları başkanlık etmektedir. İslam Kalkınma Bankası da (İKB) İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) en önemli alt örgütlerindendir. İKB 1973 yılında İslam Konferansı Örgütü’ne üye 7 ülke tarafından alınan karar doğrultusunda, geri kalmış İslam ülkelerini kalkındırmak amacıyla 1975’te kurulmuş uluslararası bir kuruluştur. Günümüzde tüm İİT üyesi ülkeler Banka’nın da üyesidir. Her üye ülke İKB’ye kaynak sağlamakta ve her üye ülke buradan kredi 63 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 almaktadır. İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkeler arasında ticaretin arttırılması İKB’nin stratejik amaçları arasında yer almakta ve bunun için finansman imkanları sağlamaktadır (IDB, 2012a). Banka’nın amacı, İslami prensipler doğrultusunda, üye ülkelerin ve Müslüman olmayan ülkelerdeki Müslüman toplumların münferit veya birlikte ekonomik kalkınmalarına ve sosyal gelişmelerine katkıda bulunmaktır. Banka son yıllarda yoksul İslam ülkelerinin beşeri sermayelerinin geliştirilmesi amacıyla bu ülkelere yönelik eğitim-sağlık ve istihdam temelli projelere ağırlık vermektedir (IDB, 2012b:3). İslam Ülkeleri için İstatistiki, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (SESRIC) ise İslami İşbirliği Teşkilatı’nın bir alt organı olarak kuruldu. Kuruluş, 1977’de Trablusgarp’ta düzenlenen 8. Dışişleri Bakanlar Konseyi’nin kararı ile 1978 tarihinde Ankara’da faaliyetlerine başladı ve halen faaliyetlerini Ankara’da sürdürmektedir (http://www.sesric.org/). SESRIC’in kuruluş amaçları arasında üye ülkelerin sosyo ekonomik istatistiklerini ve verilerini toplayıp, değerlendirmek de yer almaktadır. Bu nedenle söz konusu kuruluş, İİT ülkeleri için istatistiki veri konusunda önemli bir misyon üstlenmektedir (http://www.sesric.org/). 2. İİT ÜLKELERİNE İLİŞKİN İNSANİ GELİŞMİŞLİK DÜZEYİNİ ETKİLEYEN VERİLER İslam İşbirliği Teşkilatına üye ülkeler ortak tarihi ve kültürel değerlere sahip olsalar da 4 kıtada yaygın olmaları, farklı coğrafi, demografik, ekonomik yapılarının bulunması, doğal kaynak zenginliği açısından da farklılıklar göstermeleriyle homojen bir yapıları bulunmamaktadır. Bu yönleriyle Genç ve Sayım’ın (2011) doğal kaynakları, ekonomileri ve nüfusları bakımından MENA1 ülkelerini üç grupta toplayan aşağıdaki sınıflandırmasını, bu ülkeleri de kapsamakta olan İİT ülkeleri için de yapabiliriz: *Doğal kaynaklar bakımından fakir ve yüksek nüfuslu İİT üyesi ülkeler, *Doğal kaynaklar bakımından zengin ve yüksek nüfuslu İİT üyesi ülkeler, *Doğal kaynaklar bakımından zengin ve az nüfuslu İİT üyesi ülkeler. İİT ülkelerinin sosyo-ekonomik göstergeler ve doğal kaynaklar bakımından homojen bir nitelik göstermemesi, tüm üye ülkelere ilişkin ortalama değerlerin tek tek ülkelere ilişkin gösterge ve değerleri tam olarak yansıtamamasına da yol açmaktadır. Bu nedenle çalışmada İİT ülkelerine ilişkin göstergeler, sadece İİT ülkeleri ortalaması üzerinden incelenmeyecek, bu göstergeler üye ülkeler arası değerlerdeki farklılıkları da ortaya koyacak biçimde değerlendirilecektir. 1 64 MENA: Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri için kullanılan ve bu iki bölgenin İngilizce ilk harflerinin kısaltması olan ifade. İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI 3. SESRIC İSTATİSTİKLERİ a. Demografik Analiz İİT ülkelerindeki ortalama nüfus artışı (% 2) dünya ortalamasının (%1.2) oldukça üzerindedir ( SESRIC, 2010b: 17; Population Institute, 2011:7). Ancak bu ülkelerin nüfus miktarları homojen bir yapı göstermemektedir. Nüfusu 150 milyon ve üzerinde olan ve dünyanın en kalabalık ülkeleri arasında bulunan İİT ülkeleri (Endonezya, Bangladeş, Pakistan ve Nijerya) olduğu gibi nüfusu 1 milyondan az olan ülkeler de (Brunei, Surinam, Maldivler, Jibuti, Guyana ve Komoros) yer almaktadır. Nüfusa ilişkin bir başka gösterge olan kadın başına doğurganlıkta ise İİT Ülkeleri arasında yapılacak bir sıralamada Sahra Altı ülkeleri olarak tabir edilen Nijer, Mali, Uganda, Çad, Somali, Burkina Faso gibi ülkelerin 4 çocuktan fazla doğurganlık oranı ile başta oldukları görülmektedir. Ülkemizin de yer aldığı birçok üye ülkede ise bu oran 2 doğumdan azdır. İran, Kuveyt, Lübnan, Katar, Endonezya gibi ülkelerin bulunduğu bu kategorinin en düşük değerlere sahip ülkeleri ise Arnavutluk ve Birleşik Arap Emirlikleridir. Ülkemiz ise en düşük doğurganlık oranına sahip ülkeler arasında 10.sıradadır (Grafik 1). Grafik 1: Ham Doğum Oranı (2007 Yılı) (1000 Kadına Düşen Doğum Miktarı) 6000 5000 4000 3000 2000 1000 Nijer Mali Uganda Çad Afganistan Somali Burkina Faso Benin Sierra Leone Nijerya Gine Mozambik Gambia Guinea-Bissau Komor Yemen Senegal Kamerun Irak Filistin Cote d'lvoire Moritanya Sudan Togo Cibuti Tacikistan Pakistan Gabon Ürdün Libya Suriye Mısır Kırgızistan Özbekistan Suudi Arabistan Türkmenistan Bangladeş Malezya Kazakistan Cezayir Bahreyn Brunei Fas Endonezya Surinam Umman Guyana Türkiye Kuveyt Azerbaycan İran Tunus Maldivler Lübnan Katar Birleşik Arap Emirlikleri Arnavutluk 0 Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php Ham ölüm oranlarına ilişkin Grafik 2’de görüleceği üzere temelde Sahra Altı ülkeleri olarak bilinen Gine Bissau, Çad, Sierra Leone, Mali, Somali, Mozambik, Nijerya gibi ülkelerde yoksulluk, iç savaş, temiz suya erişim vb. nedenlerle ölüm oranlarının her 100.000 kişiye düşen miktarının 1800’lere (%1.8) yakınsadığı görülmektedir. Birleşik Arap Emirlikleri, Katar gibi ülkelerde ise 100.000 kişi başına düşen ölümün 150’den az (% 0.15) olduğu görülmektedir. Ham ölüm oranları konusunda 18. en düşük değerlere sahip olan ülkemizin bu değerleri İnsani Gelişmişlik Endeksi (İGE) kapsamında değerlendirmeye muhtaçtır. 65 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Grafik: 2 Ham Ölüm Oranı (2010 Yılı) (Her 100.000 Kişiye Düşen Ölüm Oranı) 2000,00 1800,00 1600,00 1400,00 1200,00 1000,00 800,00 600,00 400,00 200,00 Guinea-Bissau Çad Sierra Leone Afganistan Mali Somali Mozambik Nijerya Kamerun Gine Nijer Uganda Cote d’lvoire Burkina Faso Benin Togo Kazakistan Cibuti Moritanya Gambia Senegal Komor Gabon Sudan Kırgızistan Pakistan Türkmenistan Surinam Azerbaycan Endonezya Yemen Lübnan Özbekistan Tacikistan Bangladeş Irak Arnavutluk Guyana Fas Türkiye Mısır İran Tunus Cezayir Malezya Ürdün Libya Suudi Arabistan Maldivler Umman Filistin Suriye Brunei Kuveyt Bahreyn Katar Birl. Arap Emirlikleri 0,00 Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php Grafik 3’te ise ülkemizin yaklaşık % 2 oranında net nüfus artış oranına sahip olduğu görülmektedir. Ülkemiz bu değerleriyle Azerbaycan, Tacikistan, Maldivler gibi ülkelerle benzer bir nüfus artış oranına sahiptir. Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Katar gibi ülkelerde ise yüksek bir doğum oranı olmamasına rağmen ham ölüm oranının düşük olması nedeniyle yüksek nüfus artışı gerçekleşmektedir. Bu konunun da İGE kapsamında değerlendirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Guyana, Lübnan, Arnavutluk, Kırgızistan gibi ülkelerde ise çok düşük oranlarda nüfus artışı söz konusudur. Tüm İİT ülkelerinin nüfuslarının artış eğiliminde olması nedeniyle aralarında bir homojenlik söz konusudur. Nüfusun artış oranları birkaç ülke haricinde birbirine yakındır. Ayrıca üye ülkelerin çoğunluğunda nüfus artış hızları da geçmiş yıllara göre genel olarak düşmektedir (http://www.sesric.org/baseind-step5.php ). 66 İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI Grafik 3: Nüfusun Büyüme Oranı (2010 Yılı) Guyana Lübnan Surinam Endonezya Bangladeş İran Türkiye Tacikistan Libya Malezya Brunei Gabon Cote d’lvoire Guinea-Bissau Kamerun Ürdün Somali Suudi Arabistan Kazakistan Nijerya Komor Filistin Gambia Benin Burkina Faso Yemen Kuveyt Bahreyn Katar 0,00 200,00 400,00 600,00 800,00 1000,00 1200,00 Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php Grafik 4’te yer alan veriler incelendiğinde ülkemizde İİT örgütü ülkelerin ortalamasından yüksek bir doğumdan itibaren yaşam beklentisinin ülkemizde söz konusu olduğu (73 yıl) görülmektedir. Bu süre itibariyle ülkemiz, Umman, Ürdün, Suudi Arabistan, Malezya ve Tunus’la aynı grup içerisinde yer almaktadır. Katar, Brunei, Arnavutluk, Birleşik Arap Emirlikleri ve Maldivler gibi ülkeler ortalama 75 yaş sınırının üzerinde bir doğumdan itibaren yaşam beklentisine sahiptirler. Ülkemiz en yüksek yaşam süresine sahip ülkeler arasında 13. sıradadır. Doğumdan itibaren yaşam beklentisi 70 yıl ve üzerinde olan ülkemizle birlikte 22 üye ülke bulunurken, yaşam beklentisi 55 yıl ve altında olan 15 üye ülkenin de varlığı söz konusudur. 67 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Grafik 4: Doğumdan İtibaren Yaşam Beklentisi (Toplam -Yıl) (2010 Yılı) Sierra Leone Guinea-Bissau Afganistan Çad Mozambik Mali Kamerun Somali Nijerya Nijer Uganda Gine Cote d’lvoire Burkina Faso Benin Togo Cibuti Gambia Moritanya Senegal Komor Sudan Gabon Yemen Türkmenistan Pakistan Kazakistan Tacikistan Kırgızistan Irak Özbekistan Bangladeş Endonezya Guyana Surinam Azerbaycan Fas Lübnan İran Filistin Mısır Cezayir Umman Ürdün Türkiye Suudi Arabistan Malezya Tunus Libya Kuveyt Bahreyn Suriye Maldivler Birl. Arap Emirlikleri Arnavutluk Brunei Katar 46,3 46,8 47,3 48,5 48,8 50 50 50,2 50,3 50,3 52,2 52,4 53 53,9 54,6 55,7 56,6 57,3 57,5 58,2 59,7 60,3 61,3 63,9 64,6 64,6 65,8 66,4 66,7 67,3 67,4 67,8 67,9 68,7 69,6 70,1 71,2 72 72,1 72,2 72,3 72,3 72,6 72,9 73 73,1 73,4 73,9 74 74,2 74,6 75,3 75,5 75,9 76,4 77,5 77,9 0 10 20 30 40 50 Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php 68 60 70 80 90 İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI b. Sağlık Harcamaları Sağlık harcamalarının GSYİH içerisindeki payı kuşkusuz sosyal politika anlamında kamunun katılımını da gösteren önemli bir göstergedir. İİT ülkelerinin genelinde sağlık sektörü karma bir yapıdadır. Kamu ve özel sektörün -ülkeden ülkeye değişen ağırlıklarda olmak üzere- birlikte faaliyet yürüttüklerini görmekteyiz. İİT ülkelerinin bu konudaki performansını incelediğimizde 2009 yılı itibari ile iyi bir performansa sahip oldukları görülmektedir. Guyana, Cibuti gibi ülkelerde bu alandaki en yüksek performansın sergilenmesinin, bu ülkelerin GSYİH miktarlarının düşüklüğünden kaynaklanması nedeniyle bu durum İİT ülkeler arası sıralamada tek başına anlam taşımamaktadır. Gine Suriye Pakistan Bangladeş Cote d’lvoire Sierra Leone Türkmenistan Uganda Endonezya Azerbaycan Yemen Kamerun Guinea-Bissau Togo Moritanya Afganistan Fas Gabon Tacikistan Birl. Arap Emirlikleri Mısır Katar Sudan Komor İran Nijerya Benin Malezya Libya Umman Brunei Özbekistan Kazakistan Irak Mali Kuveyt Gambia Arnavutluk Tunus Senegal Bahreyn Kırgızistan Suudi Arabistan Çad Nijer Surinam Burkina Faso Cezayir Lübnan Mozambik Cibuti Türkiye Ürdün Maldivler Guyana Grafik 5: Sağlık Harcamalarının GSYİH’e Oranı (2009 Yılı) Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php Türkiye’nin sağlık harcamaları konusunda ayırdığı payın toplam kamu harcamaları göz önünde bulundurulduğunda yüksekliği bu grafikte de dikkati çekmektedir. Nitekim, toplam kamu harcama tutarları düşük olan Burkina Faso, Guyana, Nijer, Surinam ve Cibuti gibi Sahra Altı ülkelerinin harcamalarının oransal yüksekliği ile karşılaştırıldığında Türkiye’nin söz konusu kalem ile ilgili tutarın yüksekliği anlamlı bir veri durumuna geçmektedir. Bu kapsamda en düşük oranlar ise Irak, Pakistan, Afganistan, Gine, Sierra Leone gibi doğumdan itibaren yaşam beklentisinin düşük olduğu ülkelerde görülmektedir. 69 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Grafik 6: Sağlık Harcamalarının Toplam Kamu Harcamalarına Oranı (2009 Yılı (Yüzde) Irak Pakistan Afganistan Azerbaycan Guinea-Bissau Gine Yemen Sierra Leone Cote d’lvoire Libya Suriye Moritanya Mısır Kuveyt Umman Katar Nijerya Tacikistan Fas Endonezya Brunei Türkmenistan Malezya Togo Maldivler Bangladeş Gabon Komor Kamerun Suudi Arabistan İran Benin Arnavutluk Mali Birl. Arap Emirlikleri Tunus Sudan Özbekistan Cezayir Uganda Bahreyn Senegal Kazakistan Lübnan Gambia Kırgızistan Çad Türkiye Mozambik Nijer Cibuti Surinam Ürdün Guyana Burkina Faso 18,00 16,00 14,00 12,00 10,00 8,00 6,00 4,00 2,00 0,00 Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php Sağlık harcamalarının toplam kamu harcamalarına ve GSYİH’e oranı her zaman tek başına sağlıklı bir değerlendirmeye ve özellikle ülkeler arası karşılaştırma yapmaya yeterli görülmemektedir. Bunun yanında kişi başına ortalama sağlık harcamaları verilerinin de kullanılması gerekmektedir. Toplam kamu harcamaları içindeki kamu sağlık harcamalarının bilinmesi daha çok ülkeler arasında sosyal devlet uygulamalarının karşılaştırılmasında anlamlı olmaktadır (Sayım, 2011: 155-156). Kişi başına ortalama sağlık harcaması, ülkelerin ekonomik büyüklüklerinin sağlık harcamaları üzerindeki etkisinin görülebilmesini sağlar. Sonuçta görece küçük bir ekonomiye sahip olup da, bu ekonomik düzeyi içerisinde sağlık harcamalarına diğer ülkelerden daha yüksek oranda pay ayıran ülkeler ile çok daha büyük bir ekonomiye sahip ancak sağlık harcamalarına görece düşük oranda pay ayıran ülkeler arasında yanıltıcı karşılaştırmalar yapılabilir. Bu nedenlerle sağlık harcamalarının bireye yansımasını görebilmek için kişi başı sağlık harcamalarının bilinmesi gerekmektedir. Ayrıca ülkelerin ekonomilerinin hacmi yanında nüfusları da sağlık harcamalarına ayrılan pay açısından önem taşımaktadır. Büyük ekonomiye sahip bir ülke nüfusu fazla ise, ekonomiye ayırdığı kaynak fazla da olsa, bunun vatandaşlarına yansıması nüfusunun çok olması nedeniyle aynı oranda olmayacaktır. Kişi başına sağlık harcamaları açısından Ortadoğu ve K. Afrika’daki İİT ülkelerini incelediğimizde bu ülkeler arasında petrol zengini ve az nüfuslu körfez ülkelerinin en yüksek değerlere sahip olduğunu görmekteyiz. Katar’da kişi başı yıllık sağlık harcamasının ortalama 1715 dolar, BAE’de 1520 dolar ve Kuveyt’te 1416 dolar iken bu değerlerin Yemen’de yıllık 64 dolar, Cibuti’de 84 dolar ve Sudan’da 94 dolar olduğunu görmekteyiz. Suudi Arabistan gibi petrol zengini ancak körfez ülkelerinden fazla nüfusu olan bir ülkenin kişi başı yıllık sağlık harcaması ise 718 Dolar’dır. Bölge ülkelerinin kişi başı yıllık sağlık harcamalarının ortalaması 518 Dolar, Türkiye’nin ise 571 Dolar’dır. Görüldüğü gibi Türkiye bölge ülkeleri ortalamasının biraz üzerindedir. 70 İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI Bölgedeki 20 ülke arasında kişi başı yıllık sağlık harcamasında 7. sırada yer almaktadır. Dünya ortalaması ise 2007 yılı için 802 dolardır. Ülkemiz bu değerleriyle bölge ortalamasının biraz üzerinde kalırken, dünya ortalamasının altında kalmaktadır (Sayım, 2011:161-164). c. Eğitim Göstergeleri Eğitim insani gelişmişliğin temel göstergeleri arasındadır. Eğitim, bireysel anlamda beşeri sermayenin gelişimine katkıda bulunarak, bireylerin yoksulluktan kurtulmalarını, yoksulluğun nesilden nesile geçen kısır döngüsünün kırılmasını sağlayarak insani gelişmişliğe katkıda bulunmaktadır. Bu özelliğiyle eğitim toplumsal eşitsizliğin ortadan kaldırılmasında da önemli bir politika aracıdır. Eğitim aynı zamanda toplumsal düzeyde de etkide bulunmaktadır. Bir toplumun eğitim düzeyinin gelişimi, o toplumun kalkınmasına da önemli katkılar sağlamaktadır. Bu yönüyle de eğitim, gelişmekte olan ve en az gelişmiş ülkeler için kalkınma hedeflerine ulaşmada önemli bir araç olarak kullanılmaktadır. Ancak eğitimin gerek bireysel, gerekse toplumsal kalkınma için eşitliği sağlayıcı, geri kalmışlığı ve yoksulluğu ortada kaldırıcı etkisi her durumda ortaya çıkmayabilmektedir (Taş veYenilmez,2008:158-165). Geri kalmış toplumlar ve yoksul kesimlerin eğitim düzeyinin yeterince geliştirilmediği, gelişmiş toplumların gelişmekte olan toplumlar aleyhine ve toplumların yüksek gelirli kesimlerinin düşük gelirli kesimleri aleyhine eğitim hizmetlerinden daha fazla yararlandığı durumlarda ise eğitim, eşitsizlikleri ve sosyal dışlanmayı artırıcı etkiler doğurabilmektedir (Kunduracı, 2010). Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerin ulusal bir kalkınma hedefi olarak eğitime özel önem vermesi ve gelişmiş-gelişmekte olan tüm ülkelerin de toplumlarının yoksul kesimlerinin eğitim hizmetlerinden toplumun diğer kesimleri gibi faydalanabilmeleri için gerekli adımları atmaları gerekmektedir. 71 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Grafik 7: İİT Ülkeleri Yetişkin Okur-Yazar Oranı (20072) (Yüzde) 100,00 90,00 80,00 70,00 60,00 50,00 40,00 30,00 20,00 10,00 Yemen Uganda United Arab Emirates Turkey Tunisia Turkmenistan Syria Tajikistan Senegal Suriname Sierra Leone Qatar Saudi Arabia Oman Pakistan Plaestine Niger Nigeria Morocco Mozambique Mali Mauritania Libya Malaysia Maldives Kuwait Lebanon Kyrgyzstan Kazakhstan İran Jordan Indonesia Guinea-Bissau Egypt Gabon Comoros Cameroon Burkina Faso Benin Brunei Bahrain Bangladesh Algeria Azerbaijan Albania 0,00 Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php Yetişkin okur-yazar oranı, 15 yaş üstü insanlar arasındaki okur-yazar oranını göstermektedir. Okur-yazarlık konusunda yalnızca yetişkinlere ilişkin bu istatistiki veri, ülkenin cari olarak faydalandığı insan gücünün sahip olduğu temel beşeri sermaye düzeyinin bilinmesini sağlamaktadır. Yetişkin okur-yazarlığında 6 İslam ülkesinde % 99 gibi oldukça yüksek bir oran söz konusudur. Toplam 16 İslam ülkesinde de yetişkin okur-yazarlık oranı % 90’ın üzerindedir. Türkiye ise, % 88 yetişkin okur-yazar oranı ile İslam ülkeleri arasında 19. sırada yer almaktadır. Toplamda 45 İİT üyesi ülkenin bu konuda verisi bulunmaktadır. Yetişkin okur-yazarlık oranının % 99 oranında olduğu İslam ülkelerinin tamamı (Tacikistan, Kazakistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Arnavutluk) Eski Sovyetler Birliği içerisinde kalan veya doğrudan Doğu Bloku üyesi olan ülkelerdir. Doğu bloku içerisinde okur-yazarlığa diğer insani gelişmişlik alanlarına görece fazla önem verilmiş olmasının bunda etkili olduğu düşünülmektedir. Yetişkin okur-yazarlık oranının % 90 ila % 60 arasında olduğu 17 ülke ve % 60 ila % 23 oranları arasında olduğu 12 ülke yer almaktadır. Yetişkin okur-yazarlık oranının orta düzeyde olduğu (% 90 ila %60 arasında) ülkeler grubunda Türkiye, S. Arabistan, İran, Tunus, Cezayir, Bahreyn, Komoros, Kamerun Nijerya ve Kamerun gibi ülkeler de yer almaktadır. Yetişkin okur-yazarlık oranının düşük olduğu (% 60 ila %23 oranları arasında) ülkeler grubunda ise Yemen, Moritanya, Fas, Pakistan, Bangladeş, 2 72 İİT ülkelerinin 2007 yılı sonrasındaki yıllara ilişkin de Yetişkin Okur-Yazar Oranı verileri bulunmaktadır. Ancak üye ülkeler her yıl düzenli veri bildiriminde bulunmadıklarından, bu istatistiki veride en çok sayıda ülkenin veri bildiriminde bulunduğu yıl (2007 yılı) seçilmiştir. Bir üye ülke eğer 2007 yılında veri bildirmemiş daha sonraki bir yılda (2008,2009,2010 veya 2011 yılları) veri bildiriminde bulunmuşsa söz konusu daha sonraki yılın verisi o ülke için bu istatistikte kullanılmıştır. İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI Mozambik, Senegal, Benin, Sierra Leone, Nijer, Burkina Faso ve en sonda da Mali yer almaktadır. Grafik 8: İİT Ülkeleri Genç Okur-Yazar Oranı (20073) (Yüzde) 100,00 90,00 80,00 70,00 60,00 50,00 40,00 30,00 20,00 10,00 Egypt Gabon Guinea-Bissau Indonesia İran Jordan Kazakhstan Kuwait Kyrgyzstan Lebanon Libya Malaysia Maldives Mali Mauritania Morocco Mozambique Niger Nigeria Oman Pakistan Plaestine Qatar Saudi Arabia Senegal Sierra Leone Suriname Syria Tajikistan Tunisia Turkey Turkmenistan Uganda United Arab Emirates Yemen Albania Algeria Azerbaijan Bahrain Bangladesh Benin Brunei Burkina Faso Cameroon Comoros 0,00 Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php Genç okur-yazar oranı, 15-24 yaş grubundaki insanlar arasındaki okur-yazar oranını göstermektedir. Okur-yazarlık konusunda 15-24 yaş grubundaki gençlere ilişkin bu istatistiki veri, bir ülkenin eğitim alanına yaptığı cari yatırımı ve o ülke halkının eğitime yöneliş düzeyinin bilinmesini sağlamaktadır. Böylece gelecekte o ülkenin sahip olacağı potansiyel beşeri sermayesinin, bilimsel-teknolojik gelişmesinin, toplumsal kalkınma düzeyinin öngörülebilmesi sağlanmaktadır. Bu alanda toplamda 53 İİT ülkesinin verisi bulunmaktadır. Genç okur-yazar oranının Azerbaycan’da % 100 olduğunu ve yine 10 ülkede (Filistin, Özbekistan, Tacikistan, Kazakistan, Türkmenistan, Bahreyn, Kırgızistan, Katar, Brunei, ve Arnavutluk) % 99 düzeyinde olduğunu görmekteyiz. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu toplam 29 ülkede Genç okur-yazar oranı % 90’ın üzerindedir. Genç okur-yazar oranının % 90 ila % 60 arasında olduğu ülke sayısı 16 ve bu oranın % 60 ila % 30 arasında olduğu ülke sayısı ise 8’dir. Genç okur-yazar oranının % 60 ila % 30 arasında olduğu ülkeler Sierra Leone, Mozambik, Benin, Senegal, Çad, Burkina Faso, Nijer ve yine en sonda Mali’dir. Bangladeş, Moritanya, Yemen, Fas ve Pakistan’ın yetişkin okur-yazar oranında en düşük orandaki ülkeler grubunda yer almalarına karşın, Genç okur-yazar 3 İİT ülkelerinin 2007 yılı sonrasındaki yıllara ilişkin de Genç Okur-Yazar Oranı verileri bulunmaktadır. Ancak üye ülkeler her yıl düzenli veri bildiriminde bulunmadıklarından, bu istatistiki veride en çok sayıda ülkenin veri bildiriminde bulunduğu yıl (2007 yılı) seçilmiştir. Bir üye ülke eğer 2007 yılında veri bildirmemiş ve daha sonraki bir yılda (2008,2009,2010 veya 2011 yılları) veri bildiriminde bulunmuşsa söz konusu daha sonraki yılın verisi o ülke için bu istatistikte kullanılmıştır. 73 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 oranında orta düzey ülkeler grubunda yükseldiklerini görmekteyiz. Ayrıca hemen her ülkede yetişkin okur-yazar oranlarına görece genç okur-yazar oranları daha yüksektir. Grafik 9: İİT Ülkeleri Ortaöğretime Kayıtlı Öğrenci Oranları (2009 Yılı4) (Yüzde) 100 90 80 70 60 50 40 30 20 10 Niger Mozambique Burkina Faso Uganda Mauritania Djibouti Afghanistan Senegal Sierra Leone Mali Nigeria Guinea Pakistan Iraq Gambia Suriname Bangladesh Syria Egypt Malaysia Indonesia Tunisia Maldives Iran Saudi Arabia Qatar Lebanon Oman Turkey Azerbaijan Kyrgyzstan Jordan Tajikistan United Arab Emirates Palestine Kazakhstan Kuwait Bahrain Brunei Uzbekistan 0 Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php Okur-yazarlık oranları, bir toplumun en temel düzeyde eğitim durumunu görmemizi sağlarken, ortaöğrenimde eğitim gören öğrenci oranları o toplumdaki daha ileri düzeyde eğitim durumunu ortaya koyarak derinlemesine değerlendirme olanağı sağlamaktadır. Bu konuda toplamda 40 İİT üyesi ülkenin verisi mevcuttur. Ortaöğretime kayıt oranlarında Brunei % 93,7 ile en ileri düzeydeki ülkedir. Brunei’yi sırasıyla Özbekistan, Kuveyt, Bahreyn ve Filistin izlemektedir. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu toplamda 16 ülke % 75 ve üzeri oranda Ortaöğretime Kayıtlı Öğrenciye sahiptir (Türkiye %77,8 oranı ile 14. Sırada yer almaktadır.). 11 ülkenin ise % 75 ila % 40 oranları arasında Ortaöğretime Kayıtlı Öğrencisi bulunmaktadır. Geri kalan 13 ülkede ise Ortaöğretime Kayıtlı Öğrenci oranı % 40’ın da altındadır. Bu ülkeler arasında Moritanya, Burkina Faso, Mozambik ve Nijer’de Ortaöğretime Kayıtlı Öğrenci oranı %15 ila % 9 arasındadır. Görüldüğü gibi İİT üyesi ülkeler bu konuda homojen olmayan bir yapıya sahiptirler. En yüksek kayıt oranına sahip ülke (Brunei % 93,7) ile en düşük kayıt oranına sahip ülke (Nijer % 9) arasında oransal olarak 10 katı aşan bir fark bulunmaktadır. 4 İİT ülkelerinin 2009 yılı sonrasındaki yıllara ilişkin de Ortaöğretime Kayıt Oranı verileri bulunmaktadır. Ancak üye ülkeler her yıl düzenli veri bildiriminde bulunmadıklarından, bu istatistiki veride en çok sayıda ülkenin veri bildiriminde bulunduğu yıl (2009 yılı) seçilmiştir. Bir üye ülke eğer 2009 yılında veri bildirmemiş ve daha sonraki iki yılda (2010 veya 2011 yılları) veya daha önceki iki yılda (2007 veya 2008 yılları) veri bildiriminde bulunmuşsa söz konusu yılın verisi o ülke için bu istatistikte kullanılmıştır. 74 İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI d. İstihdam Göstergeleri İstihdam, yoksulluğu ve yoksulluğun etkileri üzerinde belirleyici olan bir başka önemli göstergedir. Bu göstergeyi hem işsizlik üzerinden hem de çalışan nüfus başına düşen GSYİH bağlamında inceleyerek üye devletlerin sosyal politika alanında mevcut durumları hakkında bilgi sahibi olmak mümkündür. Grafik 10: İşsizlik Oranı (2010 Yılı) (Yüzde) 16,00 13,73 14,00 13,00 12,50 12,50 11,89 12,00 10,03 10,00 9,20 9,00 8,40 7,14 8,00 6,00 6,20 6,05 5,83 5,83 5,78 4,50 4,00 3,75 3,30 1,64 2,00 0,20 Özbekistan Kuveyt Malezya Brunei Nijerya Kazakistan Lübnan Kırgızistan Azerbaycan Pakistan Endonezya Suriye Fas Mısır Cezayir Türkiye Ürdün Arnavutluk Tunus Sudan 0,00 Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php İşsizlik oranları itibari ile yapılan bir karşılaştırmada ülkemizin nispeten yüksek işsizlik oranlarının görüldüğü ülkeler arasında yer aldığını görmekteyiz. Öte yandan İİT ülkelerinin önemli bir bölümünün işsizlik verilerinin 2010 yılı itibari ile mevcut bulunmadığını da not etmemiz gerekmektedir. İşsizlik konusunda en düşük oranlar Özbekistan, Kuveyt, Malezya, Brunei gibi ülkelerde görülmektedir. Bu ülkeleri Nijerya gibi bir Sahra Altı ülkesinin de izlediğini belirtmemiz gerekir. En yüksek oranlar ise Sudan, Tunus, Arnavutluk ve Ürdün’de görülmektedir. Bunu ülkemizde %11,89 gerçekleşen işsizlik oranı takip etmektedir. Genç ve hızla büyüyen nüfusları ile gelecekte çok daha fazla işgücünün ortaya çıkmasıyla istihdam ihtiyacının da üye ülkelerde artması beklenmektedir. Ayrıca genç nüfusun toplam nüfus içindeki oranının artışıyla da bağlantılı olarak genç nüfusun içerisindeki istihdam oranı da azalma eğilimindedir. Bu durum genç nüfus işsizliğinin, toplam işsizlik içerisindeki oranının da artmasına yol açmaktadır. Yalnızca MENA ülkeleri için 2020 yılında işgücünün 20 yıl öncesine göre % 80 artarak 185 milyona çıkması öngörülmektedir. Bu artış, 2020 yılına kadar 100 milyon yeni istihdamı gerektirmekte, bir başka deyişle son 50 yılda üretilen istihdam miktarı kadar bir istihdamın 2020 yılına kadar bölge ülkelerince üretilmesini gerektirmektedir (Koçak ve Kavi, 2011:76). 75 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Grafik 11: İstihdam Edilen Nüfus Başına Düşen GSYİH (USD) (2008 Yılı) 3500 3000 2500 2000 1500 1000 500 Nijer Uganda Mali Burkina Faso Kamerun Bangladeş Cote d’lvoire Sudan Senegal Irak Nijerya Tacikistan Mozambik Kırgızistan Cezayir Türkmenistan Pakistan Fas Yemen Endonezya Özbekistan İran Mısır Tunus Bahreyn Ürdün Arnavutluk Suriye Kuveyt Kazakistan Birl. Arap Emirlikleri Malezya Azerbaycan Uman Türkiye Katar Suudi Arabistan 0 Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php İstihdam edilen nüfus başına düşen GSYİH verileri incelendiğinde çalışan nüfusun eline geçen GSYİH payı itibari ile 4.sırada yer aldığı görülmektedir. İşsizlik oranının % 0,2 oranında gerçekleştiği Özbekistan’da kişi başına düşen GSYİH 1.500 ABD Dolarından az iken işsizlik oranın nispeten yüksek olduğu ülkemizde 2.500 ABD dolarının üstünde bir gelirin kişi başına düşüyor olması dikkate değerdir. Çalışanların GSYİH’den en yüksek payı alabildikleri İİT ülkeleri Katar, Suudi Arabistan, Umman, Türkiye, Malezya ve Azerbaycan’dan oluşuyor. Çalışan nüfusun en az pay aldığı ülkeler ise Nijer, Uganda, Burkina Faso, Mali ve Kamerun gibi Sahra Altı ülkeleridir. İstihdamın yapısına ilişkin de birtakım sorunlar bulunmaktadır. Vasıflı işgücünün yerinde kullanılamaması, kamunun özel sektörden daha fazla tercih edilmesiyle özel sektörün verimli bir istihdam rejimine sahip olamaması ekonomiyi dolayısıyla yeni oluşturulacak istihdamı olumsuz etkilemektedir. Kamunun da vasıflı işgücünü verimli kullanamaması istihdam piyasasına zarar vermektedir (Koçak ve Kavi, 2011: 84-85). 3.5. İNSANİ GELİŞMİŞLİK ENDEKSLERİ Yoksulluk ölçümlerinde son zamanlarda yaygın olarak kabul gören bir eğilim yoksulluğun tek bir kıstasla ölçülemeyeceği, bu nedenle gelir ve tüketim harcamalarına ilişkin verilerin yanı sıra sağlık, eğitim ve diğer sosyo-ekonomik göstergelerin birlikte-bileşik göstergeler halinde kullanılması uygulamasıdır. Bu bağlamda ön plana çıkan İnsani gelişmişlik endeksinde de gelir ve tüketim harcamaları yanında kullanılan diğer sosyo-ekonomik göstergeler ikincil birer gösterge olarak kullanılmamakta, gelir ve tüketim harcamaları ile eşdeğer olarak insani gelişmişliğin ölçümünde hesaplanmaktadır (Neumayer, 2001:101). 76 İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI Esasında, gelir ve tüketim göstergelerinin yoksulluğun tanımlanmasında ve yoksulluğa karşı strateji geliştirmede yeterli olmaması nedeniyle daha kapsamlı yoksulluk göstergeleri bulma çabaları uzunca bir geçmişe sahiptir. Yaşam beklentisi, ölüm oranı, bebek ölüm oranı, kötü beslenme, kişi başına düşen toprak alanı, okur-yazarlık oranı gibi göstergeler, refah/yoksulluk göstergesi olarak kullanılmaya başlanmıştır (Şenses, 2006: 97). Bileşik ölçütler arasında en ilgi çekici olan ve genel kabul gören Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından geliştirilen ve 1990’dan bu yana kullanılan İnsanî Gelişme Endeksidir (İGE). Endeks, iyi ve uzun yaşam, bilgiye erişim ve yüksek hayat standardı esasına dayalı olarak insanî gelişim tanımından yola çıkarak eğitim, gelir ve sağlık göstergelerinden oluşmaktadır. İGE, sosyo-ekonomik göstergeleri ekonomik büyüme ile ilişkilendirmekte ve gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkelerin birlikte izlenebilmesine ve kıyaslanabilmesine imkân vermektedir (Şenses, 2006: 100; Coşkun ve Tireli, 2008:28). İnsanî Gelişme Endeksi’nin kuramsal temelini A.K. Sen’in dilimize “yeterlilikler” olarak çevirebileceğimiz “capabilities” kavramı oluşturmaktadır. Yeterlilik, var olan refah düzeyi ve kalkınma sürecinde seçeneklerini genişletebilme, seçenekleri ve bu seçenekleri artırmak için hayatlarında olabildikleri ve yapabildikleri şeyler toplamı olarak tanımlanmaktadır. Bu kapasiteler arasında insanî gelişme için uzun ve sağlıklı yaşama, bilgili olma, iyi bir hayat standardına ulaşmak için gerekli kaynaklara erişim ve toplumun yaşamına katılma en önemlileri olarak öne çıkmaktadır (Şenses, 2003: 101; UNDP, 2001:9; Coşkun ve Tireli, 2008:28). Sen’in kuramı, insanların maddi gelir düzeylerine ve servetlerine odaklanılmasından çok yaşadıkları hayata önem vermektedir. Gelir odaklı kalkınma anlayışından insanın kendisini merkez alan kalkınma anlayışını ön plana çıkarmaktadır (Gürses, 2009:340) Kalkınma kavramları üzerinden düşünüldüğünde; gelişme meselesine odaklanmamız gerekmektedir. Gelişme birçok şekilde tanımlanıp ölçülebilir. Gelişmeyi tek bir ölçütle ifade etmek, ülkelerin ekonomik, sosyal ve siyasal yapılarının farklılığı nedeniyle oldukça zordur. Gelişmişlik ölçütlerinden en çok kullanılanı kişi başına milli gelirdir. Bunun yanı sıra sağlık ve eğitime ait bir takım göstergeler (okullaşma oranları, kişi başına düşen doktor vb.) de ölçüt olarak kullanılmaktadır (Demir, 2006). Ekonomik büyümeden daha fazlasını ifade eden gelişme, ekonomik büyümenin etkilerinin tüm topluma yayılması şeklinde kendisini gösterir. Ekonomik büyümenin bireyler ve bireysel yaşam üzerinde dönüştürücü etkisi gelişmeyi ifade eder (Kunduracı, 2008:6-8). Bir ülkede milli gelir artışının yüksek oluşu o ülkenin gelişmiş bir ülke olarak adlandırılabilmesi için yeterli değildir. Ekonomik açıdan kalkınmış birçok ülkede sosyal sorunların çözülemediğinin görülmesi üzerine ekonomik büyüme ve insani gelişme arasındaki ilişkinin daha iyi kurulması gereği ortaya çıkmıştır. Bu doğrultuda, ülkelerarası sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeylerinin de ortaya konduğu İnsani Gelişme Endeksi (İGE), Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafın77 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 dan ilki 1990 yılında yayımlanan “İnsani Gelişme Raporu (İGR)” ile birlikte her yıl yayınlanmaya başlanmıştır (Demir, 2006). İGR’ler yıllar itibariyle değişen sayıda ülkeleri içermektedir. Bu raporlarda ülkelerin insani gelişim düzeyleri karşılaştırmalı olarak analiz edilmeye çalışılmaktadır. Tüm ülkeleri içeren yıllık küresel İnsani Gelişme Raporlarının yanı sıra 1992’den itibaren 140 ülkede 600’ün üzerinde “Ulusal İnsani Gelişme Raporu” da hazırlanmıştır. Ayrıca şimdiye kadar dünyanın farklı bölgeleri için kırkın üzerinde “Bölgesel İnsani Gelişme Raporu” yayınlanmıştır (UNDP,2010). Her yıl insani gelişme alanı farklı bir tema ile incelenmektedir. Geçmiş yıllardaki Küresel İnsani Gelişme Raporlarında “sürdürülebilirlik ve eşitlik”, “iklim değişikliği”, “göç”, “küreselleşme”, “insan hakları” gibi temalar, insani gelişmedeki rol ve etkileri kapsamında incelenmiştir. Grafik 12: İİT Ülkeleri İnsani Gelişme Endeksleri (2011) (Gelir Dahil) Çad Nijer Mozambik Sierra Leone Burkina Faso Mali Gine Afganistan Guinea-Bissau Cote d2lvoire Benin Sudan Gambia Togo Cibuti Komor Uganda Moritanya Yemen Nijerya Senegal Kamerun Bangladeş Fas Irak Pakistan Tacikistan Suriye Kırgızistan Guyana Endonezya Mısır Filistin Özbekistan Gabon Surinam Maldivler Türkmenistan Tunus Ürdün Cezayir Türkiye İran Azerbaycan Lübnan Umman Libya Arnavutluk Kuveyt Kazakistan Malezya Katar Suudi Arabistan Brunei Bahreyn Birl. Arap Emirlikleri 0.900 0.800 0.700 0.600 0.500 0.400 0.300 0.200 0.100 0.000 Kaynak: 2011 Human Development Report Yukarıda yer alan grafikte de görüldüğü üzere gelir unsurunun dikkate alındığı bir İGE hesaplamasında GSYİH’leri yüksek olan ülkelerin ön sırada yer aldığı görülmektedir. Bu ülkeler petrol kaynakları üzerinde kurulu bulunan Birleşik Arap Emirlikleri, Brunei, Katar, Bahreyn’dir. Bahsi geçen 4 ülke UNDP’nin 4’lü kategorisi içerisinde “Çok Yüksek İnsani Gelişmişlik Düzeyi” kapsamında değerlendirilmektedir. Dünya sıralamalarına bakıldığında Birleşik Arap Emirlikleri 30; Brunei 33; Katar 37 ve Bahreyn 42.sıradadır. Ülkemiz ise dünyada 92. ve İİT ülkeleri arasında 15.sırada yer almaktadır. Gelir dahil İGE puanı 0,699, gelir hariç puanı ise 0,704’tür. Bu sıralama “Yüksek İnsani Gelişmişlik Düzeyi”ne tekabül etmektedir. Bu kategori içerisinde; Suudi Arabistan, Malezya, Kuveyt, Libya, Kazakistan, Arnavutluk, Lübnan, İran, Umman ve Azerbaycan gibi İİT ülkelerİ yer almaktadır. İİT bünyesindeki Irak, Filistin, Mısır, Suriye gibi Ortadoğu ülkeleri; Tacikistan, Kırgızistan, Özbekistan gibi eski Sovyet ülkeleri ise “Orta Düzey İnsani Gelişmişlik Düzeyi”ne sahiptir. Ülkemiz önceki dönemlerde orta düzey insani gelişmişlik düzeyi endeksi içerisinde yer alırken 2011 Raporu ile birlikte yüksek insani gelişmişlik endeksi kategorisine yükselmiştir. 78 İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI Pakistan’dan başlayıp Nijer’e kadar devam eden 24 İİT5 ülkesi, “Düşük Gelişmişlik Düzeyi” kapsamında değerlendirilmiştir. Bu ülkelerin önemli bir bölümü Sahra Altı olarak tanımlanan ülkelerdir. Grafik 13: İnsan Gelişim Endeksi (2011) Gelir Hariç Çad Nijer Gine Mozambik Burkina Faso Mali Sierra Leone Sudan Guinea-Bissau Afganistan Cote d2lvoire Benin Cibuti Nijerya Gambia Senegal Komor Yemen Moritanya Togo Uganda Kamerun Fas Pakistan Irak Bangladeş Umman Mısır Suriye Endonezya Gabon Kuveyt Türkiye Guyana Surinam Maldivler İran Tacikistan Türkmenistan Azerbaycan Tunus Cezayir Kırgızistan Katar Filistin Özbekistan Ürdün Lübnan Suudi Arabistan Libya Malezya Kazakistan Arnavutluk Brunei Bahreyn Birl. Arap Emirlikleri 0.900 0.800 0.700 0.600 0.500 0.400 0.300 0.200 0.100 0.000 Kaynak: 2011 Human Development Report Gelir hariç İnsani Gelişim Endeksi değerlerine ilişkin olarak yukarıda yer alan tabloda ülkemizin puanı gelir dâhil endeks tutarına göre daha yüksek olmakla birlikte sıralama olarak daha düşük bir seviyede yer almaktadır. Bu anlamda ülkemiz, orta düzey insani gelişmişlik değerine sahip Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan Surinam gibi ülkelerin altında bir gelişmişlik düzeyinde kalmaktadır. Gelirin dahil olduğu ve hariç olduğu İGE verilerinde Düşük İGE düzeyine sahip ülkelerde bir değişiklik olmadığı görülmektedir. Bu kategoride yer alan ülkelerin yine Sahra Altı Afrika ülkeleri ve Afganistan gibi yoğun iç savaş içerisinde yer alan ülkeler olduğu görülmektedir. En düşük insani gelişim düzeyine sahip ülkeler dünya sıralamasında 145-186 aralığında yer almaktadır. 4. İNSANİ GELİŞİM ENDEKSİ DEĞERLERİ İLE SESRIC DEĞERLERİ KARŞILAŞTIRMASI a. Demografik Göstergeler Ham ölüm oranlarına ilişkin olarak temelde Sahra Altı ülkeleri olarak bilinen Gine Bissau, Çad, Sierra Leone, Mali, Somali, Mozambik, Nijerya gibi ülkelerde yoksulluk, iç savaş, temiz suya erişim vb. nedenlerle ölüm oranlarının % 1.8’lere yaklaştığını Grafik 2’de incelemiştik. Bu ülkeler, İnsani gelişmişlik seviyesi bakımından da düşük düzeyde yer alan ülkelerdir. Ülkemizin yer aldığı ölüm oranı dilimi Mısır, İran, Tunus, Cezayir ve Malezya gibi ülkelerle aynı düzeydedir. Bu ülkeler ise temelde yüksek insani gelişmişlik düzeyine tekabül etmektedir. 5 Somali’nin verileri hesaplanmadığı için 25 olarak da hesaplanabilir. 79 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Birleşik Arap Emirlikleri, Katar gibi ülkelerde ise ham ölüm oranının % 0.2’den az olduğu görülmektedir. Ham ölüm oranları ile insani gelişmişlik düzeyi arasında ters bir korelasyon bulunmakta ve bu ülkeler de “çok yüksek insani gelişim düzeyine” tekabül etmektedir. Ham doğum oranlarına ilişkin SESRIC verileri incelendiğinde Sahra Altı ülkeleri olarak tabir edilen Nijer, Mali, Uganda, Çad, Somali, Burkina Faso gibi ülkelerin kadın başına 4’ten fazla doğum oranına sahip olduğu incelenmişti. Ülkemizin de yer aldığı kadın başına 2 doğumdan az ülkelerin bulunduğu kategoride yer alan İran, Kuveyt, Lübnan, Katar, Endonezya gibi ülkeler temelde çok yüksek veya yüksek insani gelişmişlik düzeyine sahip ülkelerdir. En az doğum oranına sahip ülkeler olan Arnavutluk ve Birleşik Arap Emirlikleri çok yüksek ve yüksek insani gelişmişlik seviyesini temsil ederken; gelir hariç İGE değerlendirmesinde söz konusu iki ülkenin en yüksek seviyeyi paylaştıkları görülmektedir. Nüfusun büyüme oranı verilerine bakıldığında çok yüksek ve yüksek insani gelişim endeks değerlerine sahip olan Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Katar gibi ülkelerin çok yüksek bir nüfus artış oranına sahip oldukları görülmektedir. Öte yandan bu nüfus artışının nedeninin yüksek doğum oranları değil düşük ham ölüm oranının olduğunu da belirtmemiz gerekmektedir. Vatandaşlarının uygun sağlık koşullarında yaşamasını sağlamak da İGE değerinin artışına neden olmaktadır. Ülkemizin de içinde bulunduğu % 2’den daha az net bir nüfus artışı oranına sahip ülkeler olan Azerbaycan, Tacikistan, Maldivler gibi ülkelerin de yüksek ve orta düzey İGE değerlerine sahip olduğunu görmekteyiz. Guyana, Lübnan, Arnavutluk, Kırgızistan gibi ülkelerin nüfus artış oranlarının en düşük seviyelerde seyrettiği görülmektedir. Bu ülkeler de yüksek ve orta İGE değerlerine sahiptir. Buradan da anlaşılacağı üzere nüfusun büyüme oranı ile İGE arasında doğrudan bir ilişki olmamakla birlikte bu oranı belirleyen ham ölüm ve ham doğum oranlarının irdelenmesi gerekmektedir. Doğumdan itibaren yaşam beklentisi ise İGE değerleri ile bağlantılı bir sonuç doğurmaktadır. Sierra Leone, Gine Bisau, Afganistan, Çad, Mozambik, Mali, Kamerun gibi ülkelerin nüfuslarının ortalama olarak 50 yaşına dahi ulaşamadıkları görülmektedir. Bu durum ham ölüm oranı ile de ilişkilidir. Sağlıklı yaşam koşulları oluşmadığı için hem ham ölüm oranı yüksek, hem yaşam süresi düşük hem de İGE değeri düşük olarak gerçekleşmektedir. Ülkemizde de -İİT örgütü ülkelerin ortalamasından yüksek olarak- doğumdan itibaren yaşam beklentisinin 73 olarak gerçekleştiği görülmektedir. Bu ortalama yaşam beklentisi ile ülkemiz, yüksek insani gelişmişlik seviyesine sahip Umman, Ürdün, Suudi Arabistan, Malezya ve Tunus ülkelerin bulunduğu grup içerisinde yer almaktadır. 80 İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI Katar, Brunei, Arnavutluk, Birleşik Arap Emirlikleri ve Maldivler gibi ülkelerde bu değer, ortalama 75 yaşın üzerinde gerçekleşmektedir. Bu ülkeler ise çok yüksek ve yüksek İGE değerlerine sahiptir. Bu anlamda bu veriler ile İGE arasında anlamlı bir ilişki bulunmaktadır. b. Sağlık Harcamaları İİT ülkelerinin sağlık harcamalarının GSYİH’lerine oranları üzerine performanslarını izlediğimizde Guyana, Cibuti gibi ülkelerin en yüksek performansı sergilediği görülmektedir. Öte yandan her ne kadar Guyana orta düzey gelişmişlik endeksi değerine sahip olsa da Cibuti’nin halen düşük insani gelişim endeksine sahip olması, sözkonusu değişkenin İGE ile düşük bir korelasyon sergilediğini göstermektedir. Türkiye’nin sağlık harcamaları konusunda ayırdığı payın toplam kamu harcamaları göz önünde bulundurulduğunda Burkina Faso, Guyana, Nijer, Surinam ve Cibuti gibi Sahra Altı ülkelerinin harcamalarının altında yer aldığını görmekteyiz. Ancak buna karşın bu ülkeler İGE bakımından düşük değerlere sahip ülkelerdir. Bu ülkelerin temel sorunları GSYİH’in dolayısıyla da toplam kamu harcamalarının düşük olması olduğu için sağlık harcamalarının kamu harcamalarındaki payının yüksek olmasının önemli bir değişikliğe neden olmadığı görülmektedir. c. Eğitim Eğitim alanında İİT üyesi ülkeler yetişkin okur-yazar oranı, genç okur-yazar oranı ve ortaokula kayıt oranı bakımından analiz edilmiştir. Yetişkin okur-yazar oranı konusunda en yüksek değerlere sahip ülkelerin Orta Asya ülkeleri ve Arnavutluk olduğunu, bu ülkelerin de Eski Doğu Bloku içerisinde yer aldıkları önceki bölümde incelenmişti. Bu ülkelerin İİT üyesi ülkeler arasındaki insani gelişmişlik sıralamasında daha çok orta sıralarda yer aldıklarını (Arnavutluk 10. Sırada, Kırgızistan 29. sırada) görmekteyiz. Bu ülkeleri-Doğu bloku döneminde okuryazarlığa diğer insani gelişmişlik alanlarına görece fazla önem verilmiş olması nedeniyle- hariç tuttuğumuzda okur-yazarlık oranlarıyla İGE sıralaması arasında daha uyumlu, yüksek korelasyonlu bir ilişki görmekteyiz. Yetişkin okur-yazarlık oranlarında bu ülkelerden sonra gelen Brunei, Katar, Malezya, Kuveyt gibi ülkeler aynı zamanda yüksek İGE değerlerine de sahiptir. Türkiye, S. Arabistan, İran, Lübnan ve Bahreyn gibi ülkelerde yetişkin okur-yazarlığında bu ülkeleri takip etmektedir ve yine bu ülkeler İİT ülkeleri arasında yüksek İGE sıralamasında yer almaktadırlar. Bangladeş, Mozambik, Senegal, Benin, Sierra Leone, Nijer, Burkina Faso ve Mali yetişkin okur-yazar oranlarında en düşük değerlere sahip oldukları gibi İGE sıralamasında da İİT ülkeleri arasında en son sıralarda yer almaktadırlar. İİT üyesi ülkeler, genç okur-yazar oranı konusunda yetişkin okur-yazarlık ortalamalarından yaklaşık % 5 oranında daha yüksek değerlere sahiptirler. Ancak hemen her 81 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 ülkenin genç nüfustaki okur-yazar oranı, yetişkin okur-yazar oranından birbirlerine yakın oranlarla daha yüksek olması nedeniyle ülkelerin bu iki istatistikteki sıralamalarında önemli bir değişiklik gözlenmemektedir. Dolayısıyla bir ülke yetişkin okur-yazarlığına ilişkin istatistikte üst-orta veya alt ülke gruplarından hangisinde yer alıyorsa, bu istatistikte de aynı ülke grubunda yer almaktadır. Bu nedenle Genç okuryazar oranları ile İGE arasında - eski Doğu blokunda yer alan ülkeler dışında- İİT ülkeleri için yüksek bir korelasyonun varlığını görmekteyiz. Ortaokula kayıt oranlarında Eski Doğu bloku içerisindeki ülkelerden Özbekistan ve Kazakistan’ın en yüksek oranlara sahip ülkeler grubu içerisinde yer aldıklarını görmekteyiz. Bu iki ülke yanında en yüksek Ortaokula kayıt oranlarına sahip ülkeler arasında Brunei, Ürdün, Umman ve Bahreyn gibi yüksek İGE değerlerine sahip ülkeler de yer almaktadır. Türkiye, Lübnan, İran, Tunus ve S. Arabistan gibi ülkeler de bu ülke grubunu izlemektedir. Cibuti, Afganistan, Uganda, Moritanya, Burkina Faso, Mozambik ve Nijer Ortaokula kayıt oranlarında en düşük değerlere (% 25’in altında) sahiptirler. Bu ülkeler aynı zamanda İGE sıralamasında en son sıralarda yer almaktadırlar. Ortaokula kayıt oranlarıyla İGE arasındaki korelasyonun, okur-yazarlık oranlarıyla İGE arasındaki korelasyona görece daha güçlü olması söz konusudur. İİT ülkeleri ortaokula kayıt oranları ve okur-yazar oranları verileri içerisinde İGE değerleriyle ile uyumluluk arz etmeyen eski Doğu bloku ülkeleri yanında bir ülke daha dikkat çekmektedir. Bu ülke, İİT ülkeleri arasında İGE sıralamasında 6. Sırada olan “Malezya”dır. Malezya, eski Doğu bloku ülkeleri aksine İGE sıralamasından daha kötü ortaokula kayıt oranları ve okur-yazar oranları sıralamasına sahiptir. Malezya, ortaokula kayıt oranlarında İİT ülkeleri arasında 20. sırada, yetişkin okuryazarlığında 14. sırada ve genç okuryazarlığında ise 18. sırada yer almaktadır. d. İstihdam Ülkemiz açısından yapılan bir analizde ülkemizin nispeten yüksek işsizlik oranlarının görüldüğü ülkeler arasında yer aldığı, buna karşılık ülkemizin yüksek insani gelişmişlik değerine sahip olduğu görülmektedir. İşsizlik konusunda en düşük oranların görüldüğü Özbekistan orta düzey İGE, Kuveyt ve Malezya yüksek İGE, Brunei ise çok yüksek İGE değerine sahiptir. Hatta bu ülkeleri düşük İGE değerine sahip Nijerya gibi bir Sahra Altı ülkesi izlemektedir. Öte yandan en yüksek işsizlik oranlarının görüldüğü Sudan, Tunus, Arnavutluk ve Ürdün’ün de yüksekten düşük İGE’ye doğru uzanan bir skalada yer aldığı görülmektedir. Bu anlamda İGE ile istihdam oranları arasında anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır. Öte yandan istihdam edilen nüfus başına düşen GSYİH verileri ile İGE arasındaki ilişkinin istihdam verileri ve İGE gibi ilgisiz olduğunu söyleyemeyiz. İstihdam Edilen Nüfus Başına Düşen GSYİH incelendiğinde en yüksek tutara sahip olan Katar’ın çok yüksek İGE düzeyine tekabül ettiğini görmekteyiz. Yüksek İGE düzeyinin en üstün- 82 İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI de yer alan Suudi Arabistan, Katar’ı takip etmektedir. Umman, Türkiye, Malezya ve Azerbaycan gibi İstihdam Edilen Nüfus Başına Düşen GSYİH tutarının yüksek olduğu diğer ülkeler aynı zamanda yüksek İGE değerine de sahiptir. İstihdam Edilen Nüfus Başına Düşen GSYİH tutarının düşük seyrettiği Nijer, Uganda, Burkina Faso, Mali ve Kamerun gibi ülkeler aynı zamanda düşük İGE değerine sahip ülkelerdir. Bu anlamda İstihdam Edilen Nüfus Başına Düşen GSYİH değerleri ile İnsani Gelişmişlik Endeksi değerleri arasında anlamlı bir ilişki bulunmaktadır. SONUÇ Bu çalışmada bir ülkenin çok boyutlu yoksulluk durumu için belirleyici olan değişkenler olan sosyal harcama, istihdam, eğitim ve demografik verileri kullanılmak suretiyle o ülkenin en önemli yoksulluk değişkenlerinden olan insani gelişmişlik endeksi değerleri karşılaştırılmış ve aralarında anlamlı bir ilişki olup olmadığı irdelenmiştir. Demografik veriler incelendiğinde; SESRIC’ten temin edilen ham ölüm ve ham doğum oranları ile İGE değerleri arasında tersine bir anlamlı ilişkinin olduğu anlaşılmıştır. Nüfusun büyüme oranı verilerine bakıldığında ise bu oranın tek başına fazla bir anlamının olmadığı görülmektedir. Nüfus artış oranının en yüksek olduğu ülkelerin çok yüksek veya yüksek İGE değerlerine sahip oluş nedeninin yüksek doğum oranları değil bu ülkelerdeki düşük ham ölüm oranları olduğunu da belirtmemiz gerekmektedir. Vatandaşlarının uygun sağlık koşullarında yaşamasını sağlamak da İGE değerinin artışına neden olmaktadır. Vatandaşların uygun sağlık ve sosyal içermeye açık bir ortamın sunulması doğumdan itibaren yaşam beklentisini de etkilemektedir. Ham ölüm oranı ile de ilişkili olan bu veri ile İGE değeri arasında anlamlı bir ilişki vardır. Demografik verilerinin incelenmesinde nüfus politikalarının doğumun arttırılmasından öte, dünyaya gelen bireylerin yaşam süresinin arttırılması yönünde olması gerektiği sonucu çıkartılmaktadır. Sağlık harcamaları verilerinin ise oransal olarak değerinin İGE açısından belirleyici bir değişken olmadığı, öte yandan toplam sağlık harcaması tutarının GSYİH ve kamu harcamaları ile orantılı olarak yüksekliğinin İGE konusunda anlamlı bir değişken olabileceği düşünülmektedir. Öte yandan toplam GSYİH veya kamu harcamaları bu çalışmada değerlendirme dışı tutulmuştur. İstihdam verileri üzerinden yapılacak bir değerlendirmede işsizlik oranı ile İGE arasında anlamlı bir ilişki bulunmasa bile istihdam edilen nüfus başına düşen GSYİH verileri ile İGE arasında pozitif bir korelasyon mevcuttur. 83 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Eğitim verileri konusunda da İİT ülkeleri okur-yazar oranları ve ortaokula kayıt oranları ile İGE arasında birkaç ülke (eski Doğu bloku içerisinde yer alan ülkeler ve Malezya) dışında pozitif bir korelasyonun olduğu görülmüştür. Sonuç olarak çok boyutlu yoksulluk ile ham ölüm, ham doğum, istihdam edilen kişi başına düşen GSYİH, doğumdan itibaren yaşam beklentisi, okur-yazarlık ve ortaokula kayıt arasında anlamlı bir ilişki olduğu görülmektedir. KAYNAKLAR Coşkun, Selim ve Tireli, Münir (2008), Avrupa Birliğinde Yoksullukla Mücadele Stratejileri ve Türkiye, Nobel, Ankara. Demir, Sırma (2006), Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı İnsani Gelişme Endeksi ve Türkiye Açısından Değerlendirme, DPT Uzmanlık Tezleri, Ankara. Genç, Hamdi (2011), Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkeleri’nin Ekonomik Yapısı, Ed. Genç, Hamdi ve Sayım Ferhat, MKM Yayınları, Bursa. Gürses, Didem (2009), İnsani Gelişme ve Türkiye, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 12 Sayı 21, s.339-350. IDB(2012a), Islamic Development Bank Group in Brief, IDB, Jeddah. IDB (2012b), 38 YearsInthe Service of Development, IDB, Jeddah. IFAD (2010), IFAD and OIC MemberStates: WorkingTogetherToEradicatePoverty, IFAD, Rome. Koçak, Orhan – Kavi Ersin (2011), MENA Bölgesinde Emek Piyasası Ve İstihdam Yapısı, Ed. Genç, Hamdi ve Sayım Ferhat, MKM Yayınları, Bursa. Kunduracı, Nevzat Fırat (2008), Küreselleşme Çağında Gelişmekte Olan Ülkelerin Kalkınma Sorunu, Yayınlanmamış Doktora Tezi. Kunduracı, Nevzat Fırat (2010),Uluslararası Yoksullukla Mücadele Stratejileri Sempozyumu: Deneyimler Ve Yeni Fikirler, İstanbul. Neumayer,Eric (2001),The Human Development Index And Sustainability: A Constructive Proposal, Ecological Economics, C. 39,London, pp.101–114. Petersen, Marie Juul(2012),TheOIC’s Independent Permanent Human Rights Commission, DIIS Report 2012:03, Copenhagen. Sayım, Ferhat (2011), MENA Bölgesinde Emek Piyasası Ve İstihdam Yapısı, Ed. Genç, Hamdi ve Sayım Ferhat, MKM Yayınları, Bursa. SESRIC (2010a),EconomicProblems of the Least-Developed and Land-Locked OIC Countries2009, SESRIC, Ankara. SESRIC (2010b), Statistical Yearbook OIC Member Countries 2009,SESRIC, Ankara. SESRIC (2012), Outlook On OIC Member Countries 2012, SESRIC, Ankara. Şenses, Fikret (2006), Küreselleşmenin Öteki Yüzü: Yoksulluk–Kavramlar,Nedenler, Politikalar ve Temel Eğilimler, İletişim Yayınları, 4. Baskı, İstanbul. 84 İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI Taş, Umut –Yenilmez, Füsun (2008), Türkiye’de Eğitimin Kalkınma Üzerindeki Rolü Ve Eğitim Yatırımlarının Geri Dönüş Oranı, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.9, S.1, s.155-186. Tireli, Münir (2009), Küreselleşme ve Yoksulluk: Birleşmiş Milletler (UNDP) ve Dünya Bankası Göstergeleri Işığında Bir Analiz, SYDGM Uzmanlık Tezleri, Ankara. UNDP (2010), 2010 Human Development Report:The Real Wealth of Nations:Pathwaysto Human Development, New York. UNDP (2011), 2011 Human Development Report:SustainabilityandEquity: A BetterFutureforAll, http://hdr.undp.org/en/reports/global/hdr2011/download/ (Son Erişim: 22.8.2012) Internet Kaynakları www.undp.org(Son Erişim: 22.8.2012) http://www.islamicsummit.org.sa/en/default.aspx(Son Erişim: 22.8.2012) http://www.oic-oci.org(Son Erişim: 22.8.2012) www.sesric.org (Son Erişim: 22.8.2012) http://www.sesric.org/databases-index.php(Son Erişim: 22.8.2012) http://www.sesric.org/baseind-step5.php(Son Erişim: 22.10.2012) EK:1 İİT Ülkelerinin İnsani Gelişim Değeri Sıralaması UNDP Dünya Sıralaması HDI Endex Değeri (Gelir Hariç) İİT Sıralaması Ülke 1 Birleşik Arap Emirlikleri 30 0,846 0,813 2 Brunei 33 0,838 0,819 3 Katar 37 0,831 0,757 4 Bahreyn 42 0,806 0,806 HDI Endex Değeri İnsani Gelişmişlik Düzeyi Çok Yüksek İnsani Gelişmişlik 85 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 86 5 Suudi Arabistan 56 0,770 0,765 6 Malezya 61 0,761 0,790 7 Kuveyt 63 0,760 0,705 8 Libya 64 0,760 0,795 9 Kazakistan 68 0,745 0,786 10 Arnavutluk 70 0,739 0,804 11 Lübnan 71 0,739 0,760 12 İran 88 0,707 0,731 13 Umman 89 0,705 0,671 14 Azerbaycan 91 0,700 0,733 15 Türkiye 92 0,699 0,704 16 Tunus 94 0,698 0,745 17 Ürdün 95 0,698 0,773 18 Cezayir 96 0,698 0,739 19 Türkmenistan 102 0,686 0,724 20 Surinam 104 0,680 0,712 21 Gabon 106 0,674 0,687 22 Maldivler 109 0,661 0,714 23 Mısır 113 0,644 0,686 24 Filistin 114 0,641 0,750 25 Özbekistan 115 0,641 0,750 26 Guyana 117 0,633 0,715 27 Suriye 119 0,632 0,686 28 Endonezya 124 0,617 0,674 29 Kırgızistan 126 0,615 0,734 30 Tacikistan 127 0,607 0,726 31 Fas 130 0,582 0,606 32 Irak 132 0,573 0,616 Yüksek İnsani Gelişmişli Orta Düzey İnsani Gelişmişlik İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI 33 Pakistan 145 0,504 0,526 34 Bangladeş 146 0,500 0,566 35 Kamerun 150 0,482 0,509 36 Yemen 154 0,462 0,471 37 Senegal 155 0,459 0,471 38 Nijerya 156 0,459 0,471 39 Moritanya 159 0,453 0,472 40 Uganda 161 0,446 0,506 41 Togo 162 0,435 0,526 42 Komor 163 0,433 0,488 43 Cibuti 165 0,430 0,420 44 Benin 167 0,427 0,456 45 Gambia 168 0,420 0,450 46 Sudan 169 0,408 0,402 47 Coted’Ivoire 170 0,400 0,412 48 Afganistan 172 0,398 0,407 49 Mali 175 0,359 0,366 50 Guinea-Bissau 176 0,353 0,366 51 Gine 178 0,344 0,364 52 Sierra Leone 180 0,336 0,365 53 Burkina Faso 181 0,331 0,323 54 Çad 183 0,328 0,320 55 Mozambik 184 0,322 0,325 56 Nijer 186 0,295 0,311 57 Somali Hesaplanmamış Hesaplanmamış Hesaplanmamış Düşük İnsani Gelişmişlik Düşük İnsani Gelişmişlik Hesaplanmamış 87 6 KADIN CİNAYETLERİ: Kavramsallaştırma ve Sorunlu Yaklaşımlar Yrd. Doç. Dr Elif Gazioğlu* Özet Bu çalışma, Adalet Bakanlığı’nın “yedi yılda yüzde 1,400 artış oranı” ile ilan ettiği hızlı yükselişin işaret ettiği bir toplumsal olgunun kavramlaştırılmasına, “kadın cinayetleri”nin ad, anlam ve içeriğine dair tartışmalara odaklanmaktadır. Bunu yaparken çalışma, bu cinayetleri önlemekle görevli kurumlara hakim olan, kadınlara yönelik şiddetin en çok hane içinden geldiği ya da herhangi bir mekan ve zaman aralığı tanımaksızın gerçekleşmekte olduğu gerçeğinden uzak olan sorunlu klasik yaklaşımları eleştirmekte ve bu bağlamda, ilgili kurumların çözüm önerilerinin, cinayetleri önlemede etkisiz kalacağına işaret etmeyi amaçlamaktadır. Çalışmada kadın cinayetlerine yönelik klasik yaklaşımlar Rosemary Gartner ve Bill McCarthy’nin (1991) ilgili makalelerinin ve konu üzerine yapılmış araştırmaların ışığında eleştirmektedir. Anahtar Kelimeler: Kadına yönelik şiddet, Kadın cinayetleri, Klasik yaklaşımlar, Olanaklara Dayalı Perspektif ve Motivasyona Dayalı Perspektif FEMICIDE: Conceptualization and Problematic Perspectives Abstract This paper centres on the conceptualization of a social phenomenon of homicide against women, namely “femicide”, which has been announced by the Ministry of Justice with the growth rate of 1,400 percent in seven years. It focuses on the debates regarding the meaning and the content of the concept “femicide”. Doing this, the paper aims at pointing out the fact that the dominant classical approaches of the official institutions which are in charge of femicide cases are problematic as they do not consider the fact that femicides often occur within household. Deriving from Rosemary Gartner and Bill McCarthy’s work (1991) on the issue, the paper examines and criticizes the classical perspectives which shape the approaches assumed by official institutions and the public in general. Keywords: Violence against women, Femicide, Classical perspectives on femicide, Opportunity Perspective, Motivation Perspective * Ardahan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 89 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 GİRİŞ Adalet Bakanlığı, Türkiye’de kadınlara yönelik cinayet oranının 2002 ile 2009 yılları arasında yüzde 1,400 artış gösterdiğini açıkladı (Ntvmsnbc, 24 Kasım 2009). 2002 yılında 66 kadın öldürülmüş, bu rakam 2009’un ilk yedi ayında 953’e çıkmıştı. Rakamlar, kimine göre önceden görünmez olanın artık görülmeye başlandığına işaret ederken, kimine göre resmi kurumların kadın haklarıyla ilgili sicilini ortaya çıkarıyordu (Jones, 2011). Diğer taraftan, mecliste sorulan bir soruya yanıt olarak verilen bu istatistikler ile Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir devlet kurumu, cinayetin Son yedi yılda 4 bin 190 kadının öldürüldüğünü ortaya koyan Kadına Yönelik Şiddet Raporu (aktaran Sabah, 23 Eylül 2011) “ülkedeki siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunların derinleşmesi, şiddetin meşrulaştırılması gibi nedenlerin cinayetlerin artmasına yol açtığını” söylerken, şiddet eylemlerinin giderek daha fazla oranda kadınlara yöneldiğini vurgulamaktadır. Son yıllarda, özellikle kadın örgütlerinin çalışmalarıyla görünürlük kazanan bu gerçeğe bazı devlet kurumlarının ilgisinin, gecikmiş olmakla ve henüz istatistik düzeyinde ilerlemekle birlikte, umut verici olduğu söylenebilir. Öte taraftan, kadına yönelik şiddet genelinde ve cinayetler özelinde tartışılan “çözüm/önlem” önerileri, ilgili kurumların1, meselenin kökenine dair hala önemli bir yanılgı içinde olduğunu göstermektedir. Nitekim, raporun açıklanmasının ardından tartışılmaya başlanan hadım yasası,2 elektronik kelepçe3 ya da şikayetçi olan kadınların polise zimmetlenmesi gibi uygulama önerileri, söz konusu kurumların, kadına yönelik şiddetin asıl azmettiricisinin ataerkil anlayış ve yaşam kalıpları olduğu gerçeğini görmeye hala çok uzak bir mesafede durduğunu göstermektedir. Bu anlayış kalıbını yıkmak/değiştirmek yerine, bu anlayışın taşıyıcılarının cezalandırılmasına odaklanan; kadınlara yönelik cinayetlerin (ve diğer şiddet eylemlerinin) sistematik değil, münferit olduğu kabulünden hareket eden uygulamalar, şiddeti gerçekleştirenin ve ona maruz kalanın cinsiyetini görmezden geldiği sürece, beklenen ve istenen sonuçların ortaya çıkma ihtimalini düşürdüğü söylenebilir. Aynı oranda, kadınların öldürülmelerini, toplumsal rollerindeki aksamalara bağlayan cinsiyetçi yaklaşımın önerdiği önlemlerin ortaya çıkaracağı sonuçların tatmin edici olacağını iddia etmek fazla iyimser bir yaklaşım olacaktır. 1 Bu çalışmadaki “ilgili kurumlar” ifadesine, özellikle Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanmış olan “Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı 2007-2010” projesinde geçen, mücadelede işbirliği beklenen kurumları karşılamak üzere başvurulmaktadır. Bu kurumlar, KSGM, İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, SHÇEK, yerel yönetimler ve barolardır. 2 Meclis Adalet Komisyonu tarafından kabul edilen yasa teklifi, taciz ve tecavüz suçundan mahkum olanlara, testosteron etkisini önemli ölçüde azaltıcı tedavi uygulanmasını öngördüğü için kamuoyunda “hadım yasası” olarak anılıyor. Yasa teklifine göre, bu suçları ilk kez işleyenlere bu tedavi hakim kararı ile uygulanacak, ancak ikinci kez işlenirse zorunlu olacak. 3 Bu sistem, eşine şiddet uygulayan ve evden uzaklaştırma cezası alan erkeğin elektronik kelepçe aracılığıyla, teknik izleme yöntemi ile takibe alınmasını öngörmekte. İlgili yasa tasarısında yer alan bu uygulamaya ek bir uygulama olarak, şiddet gören kadına takılacak, üzerinde çağrı düğmesi olan bir kolye ya da bileklik de önerilmekte (Bianet, 29 Temmuz 2011). 90 KADIN CİNAYETLERİ: Kavramsallaştırma ve Sorunlu Yaklaşımlar Yrd. Doç. Dr Elif Gazioğlu Bugün Türkiye’deki, genelinde kadına yönelik şiddet eylemlerini ve özelinde cinayetleri durdurmak için girişilen kurumsal çabaların beslendiği klasik bakış açılarının eleştirildiği bu makale, kadın cinayetleriyle mücadelede başarılı olabilmek için, bu soruna dair hakim yaklaşımların değişmesi gerektiğini tartışmaktadır. Bugünkü yaklaşım, kadınlara yönelik cinayetlerde katilin ve maktulün toplumsal cinsiyetini hesaba katmayarak bunları sıradan cinayetler gibi değerlendirmekte ya da tam tersi bir bakış açısıyla, kadınların cinayete kurban gitmelerinin nedenlerini kadınların tutum ve davranışlarında arayan cinsiyetçi bir yaklaşıma bürünmektedir. Yukarıda değinildiği üzere, Türkiye’deki kadına yönelik şiddet olgusuyla muhatap olmak durumundaki kurumların benimsemiş oldukları ve sorunun özü itibariyle problemli olduğu düşünülen iki yaklaşım, kadın cinayetlerine son verilebilmesi için beklenen etkiyi ortaya çıkarmaktan uzak görünmektedir. Bu çalışmanın amacı, öncelikli olarak, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın farklı coğrafyalarından birçok ülkenin sorunu olan, kadına yönelik şiddetin geri dönüşü olmayan son basamağını oluşturan cinayetlerin kavramlaştırılmasıyla ilgili önerileri tartışmak ve böylesi bir olguya bir isim koymanın önemine değinmektir. Makalenin bir diğer amacı, uluslararası alanda da yaygın kabul gören, yukarıda özetlenen iki sorunlu bakış açısına, 1990’larda Kanadalı iki akademisyen, Rosemary Gartner ve Bill McCarthy (1991), tarafından getirilen eleştirileri revize etmek ve Türkiye’ye uyarlamaktır. Gartner ve McCarthy’nin, kadın cinayetlerine yönelik çalışmalarda başvurulan klasik yaklaşımları eleştirdikleri makalelerinin, kadın cinayetleri oranının yedi yılda % 1400 oranında arttığı söylenen bir ülkede, Türkiye’de, yeniden gündeme getirilerek kadın bakış açısından tartışılması, sorunun daha iyi anlaşılması ve etkili çözüm önerilerinin geliştirilmesi açısından büyük bir öneme sahiptir. İstatistikler ve Cinayetin Cinsiyeti 20 yıl önce, 1921-1988 yılları arasında Kanada’da işlenen cinayetler üzerine kaleme aldıkları makalelerinde Rosemary Gartner ve Bill McCarthy, mevcut cinayet istatistiklerinin toplumsal cinsiyet bağlamında pek farklılaşmadığı tespitinde bulunuyor, kadın ve erkeklerin benzer dönemlerde, benzer nedenlerle öldürüldüğünü söylüyorlardı (1991: 287). Kaynaklar, cinayetlerin toplumsal cinsiyete göre farklılaştığı çok az noktaya işaret ediyordu ve bunların en önemlisi kadınların öldürülme olasılıklarının erkeklerden daha az olmasıydı (1991: 287). Gerçekten de Gartner ve McCarthy’nin elindeki istatistikler, kadın ve erkek cinayetlerinin benzer nedenlerle işlendiğini, cinsiyete göre cinayet oranlarının aynı dönemlerde arttığını ya da azaldığını ve öldürülen erkek sayısının kadın sayısından çok daha fazla olduğunu gösteriyordu. Diğer taraftan Gartner ve McCarthy, istatistiklerin sağladığı buna benzer verilerin sadece Kanada özelinde değil, dünya çapında da sorgulanması gerektiğini savunuyordu. Aradan geçen 20 yıl, Gartner ve McCarthy’nin savunularının oldukça isabetli olduğunu göstermiştir. 91 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 İlgili literatürün 1990lara kadar ağırlıklı olarak başvurduğu kaynakların, kişilerin ölüm nedenlerinin çoktan seçmeli soru formlarına işaretlendiği polis ve morg kayıtlarından ibaret olması, literatürün metodolojik sorunlarına işaret etmekteydi. Bununla birlikte Gartner ve McCarthy, öldürülen erkek oranı kadınlardan fazla olduğu için cinayetlere ilişkin adli ve sosyolojik çalışmaların, toplumsal cinsiyet anlamında “nötr” bir imaj sergilemesine rağmen aslında erkek kurbanlara yoğunlaştığını, dolayısıyla cinayetlere ilişkin tespitlerin kadın cinayetlerini dışladığını söyleyerek literatürün cinsiyetçi perspektifine dikkat çekiyordu. Söz konusu eleştirilere girmeden önce, Türkçe literatürdeki yerini son yıllarda derinleştiren “kadın cinayetleri” şeklindeki kavramlaştırmanın aslında neyi ifade ettiğine ve böylesi bir kavramlaştırmanın neden önemli olduğuna bakmak faydalı olacaktır. “Kadın Cinayetleri”nin Kavramlaştırılması Diana E. H. Russell (2008: 27) kadın cinayetleri kavramının ilk kez 1801 gibi görece erken bir tarihte, İngilizce bir yayında “bir kadının öldürülmesi” anlamında kullanılmış olduğunu,4 1848’de de hukuken tanınmış olduğunu aktarır.5 Böylece, adli literatüre hakim olan ve genel olarak cinayetleri adlandırmak için kullanılan, bir insanın öldürülmesi anlamına gelen homicide kavramının kullanımı kısıtlanmakta, öldürülen kişinin cinsiyetine vurgu yapan femicide literatüre dahil edilmektedir. Kavramın, sosyal bilimcilerce 1980li ve 1990lı yıllarda irdelenmeye başlayana kadar biyolojik cinsiyet vurgusuyla kullanıldığını söylemek mümkündür. Toplumsal cinsiyeti karşılayacak bir içeriğe kavuşması ise, feminist akademisyenlerin kadınlara yönelik şiddet konusunda derinleşen çalışmalarıyla mümkün olmuştur. Örneğin Russell, evlilik içi kötü muamele, tecavüz ve öldürmeyle tehdit gibi kadına yönelik şiddeti incelediği çalışmasında femicide’ı “kadınların, kadın oldukları için öldürülmeleri” şeklinde tanımlar (1990: 286-87). Böylece, bu yıllardan itibaren femicide daha çok kadınlara yüklenen rollerin, toplumların kadınlığa atfettiği anlamların yönlendirdiği kadın cinayetlerini adlandırmak için kullanılmaya başlar. Kadınların toplumsal cinsiyete dayalı nedenlerle öldürülmeleri olgusunun dünya çapındaki yaygınlığı ve durumun vahameti, kavramın İngilizce dışındaki dillerde de karşılığını bulmasını hızlandırır. Örneğin, İspanyolca’ya feminicide olarak geçen kavram (Pola, 2008: 49), Türkçe’de kadın cinayetleri olarak adlandırılmaya başlanmıştır. Kavramın farklı dillerde hızlıca kendine yer bulması, sadece literatürde gerçekleşen kavramsal bir yaygınlaşmaya değil, olgunun varlığına ilişkin kabulün hızla yayıldığına işaret etmesi anlamında da önemlidir. Bunda, kadın cinayetlerinin toplumsal cinsiyetle organik bağını görünür kılan ve cinayetlerin “adlandırılması” sürecini inşa eden ulusal ve uluslararası çaptaki kadın hareketlerinin önemli bir payı vardır. Birçok sosyal bilimci, kadın hareketlerinin bu konudaki hakkını teslim etmektedir (Pola, 2008: 50). 4 Sözü edilen yayın için bkz. Corry J. (1801) 5 Yazar bu bilgiyi The Oxford English Dictionary’den (1989) alıntılar. 92 KADIN CİNAYETLERİ: Kavramsallaştırma ve Sorunlu Yaklaşımlar Yrd. Doç. Dr Elif Gazioğlu Belirtildiği gibi kadın cinayetleri kavramı kadınların, toplumsal rolleriyle bağlantılı nedenlerle öldürülmeleri anlamında kullanılmaktadır. Diğer taraftan tanıma dair asgari müşterekte fikir birliği olmakla birlikte, kavramın işaret ettiği olgunun gerçekleşme biçimine, diğer bir ifadeyle, cinayetin kim tarafından, nasıl, ne sebeplerle işlendiğine göre farklılaşan tanımlardan söz etmek mümkün. Örneğin Caputi ve Russell, kadın cinayetlerinin, “kadından nefret etme, küçümseme, tiksinme ya da kadına sahip olma duygusu”6 gibi nedenlerle erkekler tarafından işlenen cinayetler olduğunu söylerler (Caputi ve Russell, 1990: 34-35). Namus cinayetleri, tutku cinayetleri, lezbiyenlere yönelik homofobik cinayetler, ırkçı cinayetler, ensest ilişki içerisinde ya da tecavüz sonucu kadının (ya da kız çocuğunun) ölmesi, bu tür cinayetlere örnektir (Russell, 2008: 29). Farklı coğrafyalarda yürütülen çalışmalar, kadınların, bunlara ek olarak, mirastan pay vermeme, ailenin rızası dışında evlilik yapma, aile üyesi olmayan bir erkekle iletişim kurma, gelin gittiği eve çeyiz götürmeme gibi olayların da cinayet sebepleri arasında sıralandığını gözlemlemiştir (Husseini, 2008). Burada belirleyici olan iki şeyden ilki, cinayetin bir erkek tarafından, ikincisi de kadınlara yönelik cinsiyetçi duygularla işlenmiş olmasıdır. Diğer taraftan, kadın düşmanı nedenlerle cinayet işleyenlerin sadece erkekler olmadığı gerçeğini dile getiren de yine Russell’ın (2008) kendisidir. Kadınların da, tıpkı erkekler gibi, patriarkal aktörler olarak, kadına yönelik düşmanca hislerle (misojinist) cinayet işlediğini söyler. Bunun en tipik örneklerinden biri olarak da, özellikle Hindistan’ın güney bölgelerinde hala uygulanmakta olan, yeni gelinlerin, damat evine getirmeleri gereken çeyizin az bulunması sonucu yakılarak öldürülmelerinde (dowry feminicide) kaynanaların oynadığı büyük role işaret eder (2008: 28). Bununla birlikte Russell, aradaki farkı silikleştirmemek adına, bu tür cinayetleri kadın cinayeti (femicide) olarak değil, “kadının kadını öldürmesi” (female-on-female murder) olarak adlandırmanın daha uygun olacağı görüşündedir (2008: 28). Kavramlaştırmada, cinayeti işleyenin cinsiyetinin ve cinayetin kadına yönelik düşmanca hislerle işlenmiş olması gereğinin yanı sıra, tanımın daha geniş tutularak, adli bağlamda cinayet olarak adlandırılmayan “öldürme”lerin de kadın cinayeti olarak kabul edilmesi gerektiği savunusu da, kavramlaştırmaya ilişkin tartışmada önemli yere sahip. Söz konusu savunuya göre, amacı öldürmek olmayan ancak tanımı gereği (ekonomik, sosyal ya da psikolojik) şiddet içeren eylemler sonucu ölen kadınlar da bu kapsamda değerlendirilmelidir. Örneğin, Russell (2008: 29-20) AIDS gibi hastalıkların, kadın sünneti ya da zorla kürtaj gibi uygulamaların da kitlesel kadın cinayeti olarak değerlendirilmesini savunur. Ona göre, özellikle bu durumlardan kadınların zarar görmeleri, erkeklere korunmasız cinsel ilişkiyi bir norm olarak öğreten cinsiyetçi erkek egemen toplumsal yapının sonucudur. Soledad Rojas Bravo da (2008: 96) kadın cinayetlerinin, cinsiyetler arası eşitsiz güç ilişkilerinin bir sonucu olduğuna işaret ederek, cinayetlerin kökeninde yatan nedenlere benzer bir şekilde işaret eder. 6 Çeviriler bana ait. 93 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Kavram tartışmasının bir başka ayağını, yine doğrudan öldürme amacı gütmediği ama aynı zamanda kadın düşmanlığından da beslenmediği halde gerçekleşen cinayetlerin de kadın cinayeti olarak değerlendirilmesi savunusu oluşturmakta. Örneğin Ana Carcedo (2008: 40) kadın cinayetlerini, kadınların kadın oldukları için öldürülmeleri olarak tanımlamakla birlikte, bu tanımı, “erkekler tarafından öldürülmeleri” şeklinde değil de “erkekler yüzünden ölmeleri” olarak tamamlar. Organize suç faaliyetleri ya da suç örgütleri arasında çıkan çatışmalar sonucu kadınların ölmesi buna örnektir (Carcedo, 2008: 42). Kadın cinayetleri kavramının bu şekilde genişletilmesi, kadınlara yönelik her türlü şiddetin cinayet potansiyeli taşıdığı gerçeğine, aynı zamanda olayın vahameti ve büyüklüğüne işaret etmesi bakımından oldukça anlamlı görünmekte. Ancak tanımın bu kadar geniş tutulmasının sakıncaları yok değil. Örneğin Russell ve Harmes (2001: 78), cinayete kurban giden kişinin cinsiyetinin, cinayetin nedenleriyle bir ilgisi yoksa, buna kadın cinayeti demenin anlamlı olmayacağını söyler. Ayrıca, sonucunda kadınların öldüğü her eylemi bağlamına bakmaksızın kadın cinayeti olarak adlandırmak, bu cinayetleri toplumsal şiddetin birer sonucu olarak genelleyeceği ve dolayısıyla aslında kadınlara yönelik olduğu gerçeğini görünmez hale getireceği için, kadın cinayetleri özeline eğilmek, bu konuyu araştırmak ve çözüm üretmeye çalışmak zorlaşacaktır (Carcedo, 2008: 43). Oysa kadın cinayetlerinin altında yatan nedenler, erkeklerin öldürülme nedenlerinden büyük oranda farklıdır. Kadın cinayetleri kavramlaştırmasında belirleyici olan faktörlerden biri de, katil ile maktulün içinde bulunduğu ilişkinin bağlamıdır. Bu bağlam, aile (örneğin baba-kız, karı-koca, ağabey-kardeş) gibi mikro bir ilişki ağı olabileceği gibi, patriarkal sistemin yarattığı çok daha geniş bir ağ da olabilir. Dolayısıyla, kavramın tanımını yapma girişimi, katille maktulün arasındaki ilişkiye dikkatle bakmayı gerektirir. Örneğin Bravo (2008: 95), Şili’de “kadın cinayetleri” kavramının daha çok, kadınların tanımadıkları erkekler ya da erkek partnerleri, erkek arkadaşları, kendilerini pazarlayan erkekler ya da eski sevgilileri tarafından öldürülmeleri anlamında kullanıldığını aktarır. Yukarda değinildiği gibi bu tanım, cinayetlerin iki temel bağlamda işlendiği anlamına gelir. Bu iki bağlam, kadının, yakını olan (intimate femicide) ya da tanımadığı biri (nonintimate femicide) tarafından öldürüldüğüne işaret eder. Burada, cinayeti işleyen “yakın”, geniş bir ilişki ağı içinde tanımlanmakta ve “mevcut ya da önceki yasal ya da imam nikahlı eş ya da erkek arkadaş”tan (Dawson ve Gartner, 1998:379), baba, amca, ağabey gibi akrabalık bağı olanlara kadar geniş bir yelpazede çeşitlilik göstermekte. Kadının, yakını olmayan birileri tarafından öldürülmesi durumu ise daha çok özellikle kadınları hedef alan seri cinayetler, seks işçilerini hedef alan cinayetler (Quinet, 2011: 74-100) ya da ataerkil toplumsal yapılanmanın sebep olduğu varsayılan kadın sünneti gibi kültürel pratikler sonucu ölmesi, diğer kategoride değerlendirilmekte (Widyono, 2008: 10). 94 KADIN CİNAYETLERİ: Kavramsallaştırma ve Sorunlu Yaklaşımlar Yrd. Doç. Dr Elif Gazioğlu Tanımlardaki kimi farklılıklara rağmen, konuyla ilgili çalışma yürütenlerin önemli bir bölümünün, kadın cinayetlerine dair fikir birliğine vardıkları noktalar olduğunu söylemek mümkün. Bunların en önemlisi, cinayetlerin, kadına yönelik şiddetin bir uzantısı olduğu, diğer bir ifadeyle münferit değil, sistematik olduğudur. Yalnızca aile içinde gerçekleşmez, tüm toplumsal kurum ve mekanlarda örneklerine rastlanır ve en önemlisi, tıpkı ırkçılık gibi, sonradan edinilen, öğrenilen, misojinist motivasyonlardan beslenir. Dolayısıyla toplumsaldır. Bununla birlikte, kadın cinayetleri kavramlaştırmasıyla vurgulanmaya çalışılan önemli bir nokta da cinayetlerden sadece katillerin değil, öldürülen kadınları koruyamayan, cinayetleri engelleyemeyen devlet ve yargı organlarının da sorumlu olduğudur. Kadın cinayetleri kavramına dair tartışmalar böylece özetlendikten sonra, çalışmanın bundan sonraki bölümünde kadın cinayetlerine klasik yaklaşımlar, Gartner ve McCarthy’nin makalesi ışığında, eleştirilecektir. Klasik Yaklaşımlar Yukarıda da değinildiği gibi Gartner ve McCarthy, söz konusu makalelerinde, ilgili literatürün kadın cinayetlerine bakışını eleştirerek, alternatif bir yaklaşım sunmaya girişmişlerdir. Eleştirilerini, Olanaklara Dayalı Perspektif (Opportunity Perspective – bundan sonra OP)7 ve Motivasyona Dayalı Perspektif (Motivational Perspective - bundan sonra MP) olarak adlandırdıkları iki temel bakış açısına dayandırmaktadırlar. 1. Olanaklara Dayalı Perspektif ve Kadın Cinayetleri Daha çok iktisadi literatürün tanımladığı ve sahiplendiği düşünülen “olanaklar, olanaklılık” kavramları (Holmén ve Ljungberg, 2009: 3), son dönemlerde sosyolojinin bir çok dalıyla birlikte, adli vakaların araştırılmasında, özellikle suça yönelik çalışmalarda kendilerine yer bulmakta (örneğin, Benson et.al, 2009; Tegenu, 2011). Böylece artık disiplinlerarası sahiplenilen “olanak” kavramını çok genel olarak, zaman ve mekan dahil olmak üzere mevcut koşulların ve eldeki araçların belli bir olayın gerçekleşmesinde yeterli olması, olarak açıklamak mümkün. Dolayısıyla Olanaklara Dayalı Perspektif de, olay ve olguların çözümlenmesinde bu tanımı temel alan bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmakta. Başta cinayet olmak üzere çeşitli suçların analizinde bu yaklaşımı benimseyen çalışmalar “olanak” olgusuna eğilerek suçlu ve kurbanı bir araya getiren koşulların olanaklılığını, bu koşulların sağladığı olanakların suçun işlenmesinde oynadığı rolü tartışır. Örneğin, kentlerde suç oranları üzerine, bu bakış açısından kaleme alınmış bir çalışma, mekansal koşulların cinayet işlenmesindeki rolünü tartışır ve suçun en çok “kullanılmayan, yalıtılmış ve fonksiyonel olmayan alanlarda” ortaya çıktığını savu7 İngilizce’de Opportunity Perspective olarak adlandırılan bu yaklaşımı Türkçe’ye “risk yaklaşımı” olarak çevirmek de mümkün görünüyor. Ancak kavramın İngilizce anlamına en yakın olması için ve daha önce de bu yaklaşıma Türkçe’de böyle referans verildiği için “Olanaklar” başlığı daha uygun görünmekte. 95 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 nur (Gruenewald ve diğer., 2006’dan aktaran Ayhan, 2007: 40). Benzer şekilde, OP’ye göre, cinayet işlenmesi potansiyeli taşıyan zaman dilimlerinden söz etmek mümkündür. Örneğin “gece”, cinayet işlenme olasılığı daha yüksek bir zaman dilimidir. Dolayısıyla, özellikle geceleri evden uzaklık, izole kamusal mekanlarda vakit geçirme, aile üyelerinden ve diğer yakınlardan uzakta bulunma gibi durumlar, cinayete kurban gitme olasılığını arttırmaktadır (Gartner, 1990’dan aktaran Gartner ve McCarthy, 1991: 288-89). OP’nin, daha ileri giderek, cinayet işlenme olasılığının yüksek olduğu günler (Perşembe ve Pazar) ve saatler çizelgesi (akşam 6 ile sabah 6 arası) çıkardığı da olmuştur (Türk Yılmaz, 2008: 19). Zaman ve mekâna ek olarak, yaş, medeni hal ve istihdam durumu da, OP’nin kadın cinayetlerine yönelik analizlerinde değerlendirdiği faktörlerdir (Gartner ve McCarthy, 1991: 295). Buna göre, iş sahibi bir kadının, ev dışında geçirdiği süre artacağı için, bir cinayete kurban gitme olasılığı da artacaktır (Gartner, p: 295). Buna ek olarak, istihdam edilen kadınların, elde ettikleri gelire bağlı olarak, eğlence, boş vakit geçirme vs amaçlı ev dışı aktivitelerinin artması, cinayet potansiyelini arttırır. Yukarıda özetlendiği şekliyle OP’nin sunduğu yaklaşıma göre, kadınlar en çok geceleri, evden uzakta ve ıssız mekanlarda öldürülmektedirler. Başka bir ifadeyle, bir kadının evin dışında ve yalnız başına geçirdiği vakit arttıkça, bir cinayete kurban gitme olasılığı da artmaktadır. Bugün Türkiye’deki emniyet teşkilatında hala yaygın kabul gören bu bakış açısının yansımalarını, polisin “suçtan korunmak için kadınlara verdiği öğütler”de görmek mümkün (Ntvmsnbc, 2 Mart 2011). Bu öğütler, kadınların ıssız yerlerde bulunmalarının, yalnız başlarına olmalarının tehlikelerine işaret edip kadınları, yanlarında tanıdıkları olmadan evlerinden dışarı çıkmamaları konusunda uyarıyor. OP’nin şekillendirdiği bu yaklaşıma göre, hane dışında ve yeni tanıştıkları kişilerle geçirdikleri vakit daha fazla olacağından, genç kadınlar ileri yaşlardan kadınlara göre; bekar kadınlar evli kadınlara göre ve de ev dışında çalışan kadınlar ev kadınlarına göre; daha fazla risk altındadırlar (Gartner ve McCarthy, 1991: 291-95). Bu anlayış, kadınlara yönelen şiddetin en çok hane içinden, kadınların yakınları olan erkeklerden geldiği gerçeğini tamamen göz ardı etmekte, kadınlara yönelen şiddetin yalnızca yabancılardan geldiğini varsaymaktadır. Ancak Kadın Dayanışma Vakfı tarafından 2002 tarihinde yayınlanan rapor, Türkiye’deki kadınların %97’sinin hayatları boyunca, eşi, babası ya da diğer yakınları tarafından en az bir kez şiddete maruz bırakıldıklarını ortaya koymaktadır (rapordan aktaran Hürriyet, t/y). Yapılan çalışmalar ulusal sınırlar dışında da benzer bir durumun gözlendiğini göstermektedir. Nitekim, Avrupa Konseyi’nin konuyla ilgili 2002 tarihli raporu, öldürülen kadınların % 40 ila 70’inin yakın ilişki içinde oldukları erkekler tarafından öldürülmüş olduğunu ortaya koymaktadır (rapordan aktaran Hürriyet, t/y). Bekar kadınların evli olanlara nazaran daha yüksek risk altında oldukları varsayımı, haneiçinden yönelen şiddetin en çok kadınların eşlerinden geldiği gerçeğini yok sa96 KADIN CİNAYETLERİ: Kavramsallaştırma ve Sorunlu Yaklaşımlar Yrd. Doç. Dr Elif Gazioğlu yar. Bununla birlikte, Emniyet Teşkilatı’nın uygulamasında vücut bulan, kadını dışarıdan korkutarak ona, “en güvenli yer haneiçidir” mesajını empoze eden klasik anlayışın, kadınları evlerinden çıkararak kamusal mekanlara ve özellikle istihdam alanlarına dahil etme çabasındaki ulusal ve global eğilimlerle de çeliştiğini söylemek mümkün. 2. Motivasyona Dayalı Perspektif ve Kadın Cinayetleri Gartner ve McCarthy’nin aktardığı üzere, Motivasyona Dayalı Perspektife (MP) göre, kişi ya da kişiler kendilerini tehdit altında hissettikleri ya da sınırlı veya değerli kaynaklara ulaşmada başkalarıyla rekabet içinde olduklarında, bu durumlarını sonlandırmak için cinayete başvurmaktalar. OP’nin aksine MP’nin, kişiye yakınlarından yönelen şiddet eylemlerini (intimate violence) açıklamaya daha fazla olanak tanıdığını söylemek mümkün. Kadın cinayetleri söz konusu olduğunda MP, kadınların, geleneksel-hiyerarşik toplumsal konumlarına ayak dirediklerinde, kamusal ya da özel ilişkilerinde ataerkil hâkimiyete meydan okuduklarında, şiddet görme risklerinin artacağını öngörmekte (Gartner ve McCarthy, 1991: 289). Yaş, OP gibi MP’in de kadın cinayetlerine yönelik analizlerinde değerlendirdiği faktörlerden biridir. Buna göre, özellikle kamusal alanda, erkeklerle rekabete girme oranları daha düşük olduğu için ileri yaş gruplarından kadınların öldürülme riski, genç kadınlara göre daha düşük olacaktır. Diğer taraftan genç kadınlar, istihdam edilme gibi çeşitli alternatiflerin sağladığı olanaklar dolayısıyla, özellikle yakın ilişkilerinde, karşı tarafa daha az bağımlı olduklarından öldürülme riskleri yüksek olacaktır. Ayrıca yakın olmayan ilişkiler içerisinde de, rekabete açık ortamlarda daha fazla bulunacaklarından, şiddet eylemlerinin kendilerine yönelme riski daha yüksek olacaktır (Gartner ve McCarthy, 1991: 291-92). MP’nin analizlerinde değerlendirilen bir diğer faktör, medeni haldir. MP’ye göre, evli kadınların ev dışında geçirdikleri vakit, evli olmayan kadınlara göre daha az olduğundan, yabancılar tarafından şiddet eylemlerine maruz kalma riskleri de azalacaktır. OP’nin öngörülerine benzer şekilde MP de evli olmayan kadınların, kendilerini koruyacak yakınlarından uzakta daha fazla vakit geçirdiklerinden, bu tür olaylarla karşılaşma risklerinin daha yüksek olduğunu söyler (Gartner ve McCarthy, 1991: 293). Cinayet riski istihdam durumuna göre değerlendirildiğinde ortaya çıkan sonuca göre, çalışan kadınlar, çalışmayan kadınlara göre daha fazla risk altındadır. Kadının evin dışında çalışması, yer alacağı ekonomik rekabet ortamları dolayısıyla hem uzak ilişkilerinden yönelecek şiddet eylemlerini hem de, kadına ev içi roller biçen geleneksel işbölümüne meydan okuması dolayısıyla, yakın ilişkilerinden yönelecek şiddet eylemlerini arttıracaktır (Gartner ve McCarthy, 1991: 295). Görüleceği gibi, Motivasyona Dayalı Perspektifin öngörüleri birçok noktada Olanaklara Dayalı Perspektif ile örtüşmekte. Buna göre, çalışan kadınların çalışmayan kadın97 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 lara oranla, bekar kadınların evli kadınlara oranla, genç kadınların da ileri yaşlardan kadınlara oranla daha fazla risk altındadır. Esasında, kadınlara yönelik şiddet ve cinayet riskinin artışını, kadınların özel ve kamusal alandaki tutum ve davranışlarına bağlayan bu yaklaşımlara göre, örneğin, evin dışında çalışan kadın sayısı arttıkça, kadın cinayetleri de artacaktır. SONUÇ Türkiye’deki resmi kurumlar ve akademik camianın, kadınların toplumsal cinsiyet temelli saiklarla öldürülmeleri olgusuna eğilmeleri ancak 2000ler gibi geç bir tarihte gerçekleşti. Türkiye’ye ait resmi istatistiklerin işaret ettiği vahim durum, esasında, ekonomik, tarihsel ve kültürel olarak birbirlerinden çok farklı birçok ülkenin ortak sorununa işaret etmekteydi. Bu çalışma, bu ortak sorunun –kadın cinayetlerinin- toplumsal cinsiyetle bağını görünür kılacak bir kavramsal arayışa dair tartışmaları aktarmakta ve bu tartışmaların söz konusu cinayetlerin görünür kılınmasındaki önemini teslim etmektedir. Bununla birlikte, kadın cinayetlerinin, kadına yönelik şiddetin bir uzantısı olduğu gerçeği, bu cinayetlerin münferit değil, sistematik olduğuna işaret etmektedir. Türkiye’deki kadınları şiddetten korumaya yönelik uygulamaların büyük oranda bu yaklaşımlardan beslendiğini söylemek mümkündür. Örneğin elektronik kelepçe gibi bir uygulama, cinayet işleme potansiyeli tespit edilen kişiye takılacak bir cihaz sayesinde, kişinin takip edilmesine dayanmakla birlikte, takip mesafesinin, tehdit altındaki kadının yaşadığı eve göre ayarlanması öngörüldüğü için, kadının sadece kendi evinde güvende olduğu anlayışını destekleyecek, dolayısıyla kadını eve hapseden geleneksel toplumsal cinsiyet normlarının derinleşmesine hizmet edecektir. Benzer bir şekilde, kadın cinayetlerine dair istatistikleri, evli kadınların bekarlara göre, ailesiyle yaşayan kadınların yalnız yaşayanlara göre ya da ev dışında çalışmayan kadınların çalışan kadınlara göre çok daha güvende oldukları şeklinde yorumlamak, bu istatistikleri manipüle etmekten öte bir anlam taşımayacaktır. Bu nedenle, Olanaklara Dayalı ve Motivasyona Dayalı Perspektif gibi, kadınlara yönelik şiddetin en çok hane içinden geldiği ya da herhangi bir mekan ve zaman aralığı tanımaksızın sürekli gerçekleşmekte olduğu gerçeklerini gizleyen egemen yaklaşımlardan vazgeçilmesi, bu tür cinayetlerin önlenebilmesinde ilk ve en önemli adımı oluşturacaktır. Kadın cinayetlerinin toplumsal değil de kişisel bir sorun olduğu kabulü, bir başka ifadeyle, bu olguyu mevcut toplumsal cinsiyet rejiminin bir uzantısı değil de, münferit vakıa olarak gören yaklaşım, bugün, şiddet suçlarına yönelik mücadele yöntemlerine yön veren iki sorunlu bakış açısına, Olanaklara Dayalı Perspektif ile Motivasyona Dayalı Perspektife dayanmaktadır. Bu yaklaşımları eleştiren bu çalışmanın, kadın cinayetlerine yönelik bundan sonra yapılacak olan çalışma ve yeni uygulamalara katkı sunacağı umulmaktadır. 98 KADIN CİNAYETLERİ: Kavramsallaştırma ve Sorunlu Yaklaşımlar Yrd. Doç. Dr Elif Gazioğlu KAYNAKÇA Ayhan, İrem (2007), Kentte Suç Oranının Ekonomik, Sosyal ve Mekansal Değişkenlerle Modellenmesi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, İzmir. Benson, Michael - Simpson, Sally (2009), White Collar Crime: An Opportunity Perspective, Routledge, New York. Bravo, Soledad Rojas (2008), “Femicide in Chile”, Strengthening Understanding of Femicide: Using Research to Galvanize Action and Accountability – Conference Papers on Femicide, April 14-16, Washington DC, s. 95-102. Caputi, Jane – Russell, Diana E.H. (1990), “Femicide: Speaking the Unspeakable”, Ms., Vol. 1(2), s. 34-37. Carcedo, Ana (2008), “Femicide in Central America 2000-2006”, Strengthening Understanding of Femicide: Using Research to Galvanize Action and Accountability – Conference Papers on Femicide, April 14-16, Washington DC, s. 39-45. Corry, John (1801), The Satirical Review of London at the Commencement of the Nineteenth Century, London, G. Kearsley. Dawson, Myrna – Gartner, Rosemary (1998), “Differences in the Characteristics of Intimate Femicides: The Role of Reationship State and Relationship Status”, Homicide Studies, Vol. 2 (4), s. 378-399. Gartner, Rosemary - McCarthy, Bill (1991), “The Social Distribution of Femicide in Urban Canada, 1921-1988”, Law and Society Review, Vol. 25(2), s. 287-311. Gruenewald, Paul - Freisthehler, Bridget - Remer, Lillian - LaScala, Elizabeth - Treno, Andrew (2006), “Ecological Models of Alcohol Outlets and Violent Assaults: Crime Potentials and Geospatial Analysis”, Addiction, Vol. 101, s. 666-677. Holmén, Magnus – Ljungberg, Daniel (2009),” What do Academics do?: An Opportunity Perspective on University Literature”, http://www2.druid.dk/conferences/viewpaper. php?id=5972&cf=32 (12.10.2011). Husseini, Rana (2008), “Honor-Related Crimes in Jordan”, The Jordan Times, 3 December 2008. Pola, Maria Jesus (2008), “Feminicide in the Dominican Republic”, Strengthening Understanding of Femicide: Using Research to Galvanize Action and Accountability – Conference Papers on Femicide, April 14-16, Washington DC, s. 49-55. Quinet, Kenna (2011), “Prostitutes as Victims of Serial Homicide: Trends and Case Characteristics from 1970-2009”, Homicide Studies, Vol. 15(1), s. 74-100. Russell, Diana E. H. (1990), Rape in Marriage, Bloomington, Indiana University Press. Russell, Diana E. H. – Harmes, Roberta A. (2001), Femicide in Global Perspective, New York, Teachers College Press. Russell Diana E. H (2008), “Femicide: Politicizing the Killing of Females”, Strengthening Understanding of Femicide: Using Research to Galvanize Action and Accountability – Conference Papers on Femicide, April 14-16, Washington DC, s. 26-31. The Oxford English Dictionary (Second Edition, Volume 5) (1989), Oxford, Clarendon Press. 99 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Tegenu, Tsegaye (2006), “Revisiting Youth Bulge Countries, Deprivation Hypothesis and Opportunity Perspective”, http://www.aigaforum.com/articles/Revisiting_Youth_Bulge.pdf (15.10.2011). Türk Yılmaz, Burcu (2008), Faili Meçhul Cinayetlerde Mağdur Profili, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü, Sosyal Bilimler Anabilim Dalı, İstanbul. Widyono, Monique (2008), “Conceptualizing Femicide”, Strengthening Understanding of Femicide: Using Research to Galvanize Action and Accountability – Conference Papers on Femicide, April 14-16, Washington DC, s. 7-25. Jones, Dorian (2001) “Türkiye’de Kadın Cinayetleri Hızla Artıyor”, http://www.voanews. com/turkish/news/Turkiyede-Oldurulen-Kadn-Says-Hzla--Artyor-117606393.html (15.10.2011). Gazeteler Bianet (29 Temmuz 2011), “Kadına Karşı Şiddet İçin Kelepçe ve Buton”, http://bianet.org/bianet/bianet/131808-kadina-karsi-siddet-icin-kelepce-ve-buton, 10.05.2013 Hürriyet (t/y), “Yanlış İnanış: Aile İçi Şiddet Sanıldığı Kadar Yaygın Değildir”, http://dosyalar. hurriyet.com.tr/aileici/aileicisiddet2.asp, 10.05.2013 Ntvmsnbc (2 Mart 2011), “Emniyetten Kadınlara Uyarı”, http://arsiv.ntvmsnbc.com/ news/138462.asp, 12.05.2013 Ntvmsnbc (24 Kasım 2009), “Kadın Cinayetleri Binde 1400 Artış Gösterdi”, http://www. ntvmsnbc.com/id/25024737/, 11.03.2013 Sabah (23 Eylül 2011), “Ürküten Rapor”, http://www.sabah.com.tr/Yasam/2011/09/23/urkutenrapor, 11.03.2013 100 7 MULTIVARIATE TIME SERIES MODELING OF THE NUMBER OF APPLICANTS FOR CONDITIONAL CASH TRANSFER PROGRAM IN TURKEY Ahmet Fatih ORTAKAYA* Asst. Prof. Dr. Ceylan TALU YOZGATLIGİL** Abstract Conditional Cash Transfer (CCT) is a social assistance program which aims for investing in human capital by enabling families under risk of poverty to send their children to school and to benefit from health services regularly. CCT program in Turkey was spread among poor families, and demands for the program were increased. The need for examining these demands scientifically made this study necessary. In this study, the change of CCT applications over time was modeled by using multivariate time series modeling namely vector autoregressive models with exogenous variables (VARX) according to geographical regions. Keywords: Conditional Cash Transfer (CCT), Systems of Dynamic Simultaneous Equations (SEM), Multivariate Time Series Analysis, VARX models. TÜRKIYE'DEKİ ŞARTLI NAKIT TRANSFERI PROGRAMI BAŞVURULARININ ÇOK BOYUTLU ZAMAN SERİLERİ İLE MODELLENMESİ Özet Şartlı Nakit Transferi (ŞNT), yoksulluk riski altında bulunan ailelerin çocuklarının düzenli olarak eğitim ve sağlık hizmetlerine erişiminin sağlanması ile bu ailelerin beşeri sermayelerini desteklemeyi amaçlayan bir sosyal yardım programıdır. Türkiye'deki ŞNT programı yoksul haneler arasında hızlı bir şekilde yayılmış ve bahse konu yardım programı için talep artmıştır. Yardım programı için bu talebin bilimsel olarak incelenmesi ihtiyacı bu çalışmayı gerekli kılmıştır. Bu çalışma ile Şartlı Nakit Transferi Programı için yapılan yardım başvuruları bağımlı değişkenli vektör otoregresif zaman serileri isimli çok boyutlu zaman serileri analizi ile coğrafi bölgeler temelinde modellenmiştir. Anahtar Kelimeler: Şartlı Nakit Transferi (ŞNT), Dinamik Eşzamanlı Denklem Sistemleri, Çok Boyutlu Zaman Serileri Analizi, VARX modeller. * Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanı, ** Orta Doğu Teknik Üniversitesi, İstatistik Bölümü 101 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 1. INTRODUCTION Being a social assistance program CCT, aims for decreasing poverty by means of cash transfers in the short run and aims for investing in poor’ human capital by providing basic preventative health care, regular school attendance and nutrition in the long run. Under the state of these aims, starting from 1990s more than 20 countries in the world has implemented their own CCT program by the mediation or leadership of World Bank. The program in Turkey has started in order to eliminate the negative effects of economic crisis on poor in 2001 within the Social Risk Mitigation Project. CCT program is implemented in many countries all over the world. It was started as a pilot social assistance program in the countries facing global crises such as Kenya and Pakistan. On the other hand, in countries such as, Colombia, Argentina, Brazil and Mexico, it is implemented as a large-scale social assistance program. Early experience of CCT program took place in Latin American Countries (LAC) where the risk of poverty is quite high. With the experience gathered from the implication of CCT in those countries, more sophisticated programs were introduced in Africa and Asia as well. As the main goals of the programs are achieved, impact assessments are done to evaluate the certain effects of the programs by the mediation or leadership of International Food Policy Research Institute (IFPRI). Although, these impact assessments provide information about the effects of the CCT on beneficiary people or households covered in the program, they still do not reveal information about when to reach the desired number of people to benefit from the program. In our knowledge, almost in all CCT programs in the world, number of people or households to be covered in the program is determined (or guessed) before the program starts. However, during the implementation step of the CCT, this number is mostly exceeded and the number of people (or households) to be covered in the program even in the following weeks or months is mainly unknown. Besides, total number of people (or households) to apply for the CCT program, in the following weeks or months in any country where it is implemented, is unknown, as well. An innovative study for determining the total number of applications and beneficiary households for the CCT program in Turkey was done as an expertise thesis (Ortakaya, 2010a). In thesis study, Autoregressive Conditional Heteroscedastic (ARCH) and Generalized Autoregressive Conditional Heteroscedastic Models (GARCH) were used to predict and to forecast the total number of applicants and beneficiary households for CCT program all over Turkey. This was a univariate case study and time varying applications and beneficiary households according to geographical differences was not taken into account. Besides, the geographical relations for the applicants (whether the application in one region has an increasing or decreasing effect on the applications of other regions) were not of interest (Ortakaya, 2010a). Hence, in this updated study, it is aimed to examine the unpredictable demands for the CCT 102 TÜRKIYE'DEKİ ŞARTLI NAKIT TRANSFERI PROGRAMI BAŞVURULARININ ÇOK BOYUTLU ZAMAN SERİLERİ İLE MODELLENMESİ Ahmet Fatih ORTAKAYA, Asst. Prof. Dr. Ceylan TALU YOZGATLIGİL program in Turkey according to geographical regions. It is also aimed to show that the number of applicants for the CCT program in Turkey can be modeled by using multivariate time series analysis. (Further discussion in multivariate time series modeling can be found in literature see Bollerslev et al., 1988; Engle and Kroner, 1995; Engle, 2002; Brooks et al., 2003; Comte and Lieberman, 2003). By using this study, resources to be allocated for the CCT program in Turkey according to geographical regions and the number of people who are responsible for the implementation of the CCT can be re-planned. By using the required data, this study can also be extended for the CCT programs in other countries as well. In order to obtain the demand for the CCT applications, the multivariate time series analysis considering all geographic regions in Turkey is used. The change in CCT applications are modeled by vector autoregressive model with exogenous variable (VARX) given as the household size. In almost all poverty studies, as the household size increases the risk of poverty increases. Due to this importance, the change of household size can provide information for determining the time varying behavior of applications for the CCT program in Turkey. Hence, household size is included as an exogenous variable model. The remainder of this paper is organized as follows: In Section 2, CCT program in Turkey is described in detail. In Section 3, proposed model is defined. In Section 4, proposed model is applied to the CCT applications and obtained results are given. In the final section general evaluations and conclusions were drawn with the help of data analysis obtained by using the fitted model. 2. CONDITIONAL CASH TRANSFER PROGRAM IN TURKEY CCT program has been started within the context of Social Risk Mitigation Project (SRMP) in Turkey. Under the CCT component of the investment portion, a social assistance program has been applied in order to invest in human capital of poor people and break intergenerational poverty chain by providing education and health supports (SYDGM, 2007). By the termination of SRMP on 31th of March 2007, applications under CCT were delivered to General Directorate of Social Assistances (GDSA). 2.1. The Aim of CCT Program in Turkey Declared among the recent social assistances programs, CCT is aimed for transferring cash directly to poor who cannot access to education and health services provided by the state sufficiently. In a more explicit way, CCT is a social assistance program to provide cash support for poor families who are under the scope of Social Assistance and Solidarity Foundation Law and who cannot send their children to school or who have flunk their children from schools, and who cannot get or afford regular 103 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 health checks for their pre-school children or who cannot give a birth in a health institution. The aim of CCT program is to make children of poor to let them continue to their education and to make poor families have their children aged between 0 - 6 health checked regularly. In addition, it is aimed for pregnant in poor families to give a birth in a health centers. The main aim of the CCT program is to create a positive attitude for poor families towards accessing education and health services by providing direct cash transfer so that the intergenerational poverty among them will be prevented. 2.2. Target Group, Goals and Components of The Program Target group of the program is constituted by the families who cannot send their children to school or who cannot have their children’s health-checked regularly, who do not belong to any social security institution, who do not have a regular income and who belong to the poorest community. The goals of the program are as follows: * To enable children of poor to continue their education by meeting education the costs like text books, school clothing, school fees that prevent children from going to schools, * To enable poor families to benefit from health and nutrition services such as immunization, growth monitoring and troubleshooting in malnutrition disorder after the birth, * To prevent from the birth risks during pregnancy by regular follow-ups before giving the birth, to have a fully scheduled vaccination after the birth, to avoid possible risk of anemia during pregnancy and to give a birth in hospitals or in health institutions (SYDTF, 2005). In order to achieve the goals of the CCT program by meeting the specific conditions for each sub-program, education, health and pregnancy supports are provided. Under the scope of education component, families who belong to the poorest proportion should register their children to schools and should make them continue their education at 80% attendance rate. Under the scope of health component, families who belong to the poorest proportion should visit the clinics or health centers regularly to have their children aged between 0-6 checked and have them vaccinated in schedule. They should also attend the health seminars in those clinics and health centers regularly. Under the scope of pregnancy support, pregnant women in families having the same socio-economic status as stated above should have regular health checks during their pregnancy period, and give birth in a health center. 104 TÜRKIYE'DEKİ ŞARTLI NAKIT TRANSFERI PROGRAMI BAŞVURULARININ ÇOK BOYUTLU ZAMAN SERİLERİ İLE MODELLENMESİ Ahmet Fatih ORTAKAYA, Asst. Prof. Dr. Ceylan TALU YOZGATLIGİL 2.3. Targeting Mechanism of CCT Program Generally, different targeting mechanisms are employed in the social assistance programs. By using these mechanisms, poor households or individuals in poor households are targeted. There are other methods used for targeting the poor geographically. Sometimes combinations of these methods are applied. Three different approaches are used for targeting the poor households or individuals in poor households. These approaches are: Verified Means Testing (VMT), Unverified Means Testing (UMT) and Proxy Means Testing (PMT) (Castañeda and Lindert, 2005). VMT is used in OECD countries where the households or the individual’s income and expenditure can be measured, can be held in sophisticated databases and can be verified by using cross-checks from other national databases. VMT is accepted to be the most effective targeting mechanism in identifying the poor due to countries’ low level of informal economy rate, existence of integrated database of assets, social insurance, banking and taxing systems (Castañeda and Lindert, 2005). However, this method cannot be widely used in developing countries. The main reasons are that administration, infrastructure and implementation costs are high. And the systems used in VMT are not commonly applicable in developing countries. In the assessment of VMT method, conditions to benefit from the social assistance programs are determined. After that households apply for the desired social assistance program and the information they provide during application is verified and checked both by field visits and from the databases. The ones meeting the necessary requirements are considered to be eligible for the program. On the other hand, in the assessment of UMT method, the applicant household’s or individuals’ income is received according to their statements and these statements are not verified or only a limited number of them are verified by field visits. To measure the socio-economic level of households in local level, surveys are conducted and the gathered data are registered to central databases whenever possible. Different kinds of analysis are made using this unverified information, and the applicants are determined as beneficiary if they meet the conditions to benefit from a given social assistance program. Compared to the VMT method, UMT method is more economical and easy to apply. However, this method has disadvantages such as being inaccurate in measuring income and socio-economic level, becoming far from transparency and accountability, and letting some households or individuals to benefit from social assistance programs longer than they can (Adato 2000; Adato et al., 2000). Due to the difficulty in measuring the income in an efficiently, in some LAC countries and in Turkey, PMT method is used for identifying the poor. In this method, poverty is considered as a multidimensional phenomenon. To apply this method, a statistical approach is used. First, households are selected by using various sampling techniques all over the country. After the sampling is done, questions are asked 105 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 to determine the socio-economic status of these households. Using the data gathered, regression models are fitted by using explanatory variables obtained from the questionnaires. When there are correlated variables, principle component analysis is mostly applied and smaller numbers of independent and uncorrelated variables are obtained. Variables like; the development status of the residence area where the applicant’s house is settled, the number of people living in the house, education level of each household, the number of children continuing in education in the house, working status and income of the total family members, the quality and quantity of goods in the house, etc. are included in the regression models so as to create a scoring formula for determining the household’s socio-economic level. According to the result of analysis made, households or individuals who have a smaller score than the desired threshold point become eligible for the social assistance program (Ortakaya, 2010b). PMT is considered as an effective targeting method for detection of extreme poor households and enabling them benefit from social assistance programs in the longterm. (Castañeda and Lindert, 2005). In order to use PMT for determining the poor households in CCT Program in Turkey, different indicators implying the socio-economic status of the family had to be determined. To obtain these indicators, “Beneficiary Assessment Research” was conducted (Özcan and Ayata, 2001). The formula used in the beneficiary selection system of CCT is being updated. A new study on developing a scoring formula was started by GDSA. This study is carried out with the cooperation of The Scientific and Technological Research Council of Turkey (STRCT), Turkish Statistical Institute (TSI) and State Planning Organization (SPO). The aim of the study is to determine the poor households that apply for any of the social assistance programs as well as CCT. The differences in Nomenclature of Units for Territorial (NUTS) Statistics in Turkey, consumption and income per capita households and the applicants’ socio-economic status are taken into account in within the developing steps of the new formula (Ortakaya, 2010b). 2.4. The Process of Application and Becoming Beneficiary in CCT In order to benefit from CCT program, one should apply the SAS foundation in his/ her district. First investigation is done by using the Integrated Information System for Social Assistance Services. Within this first investigation information like; addresses, copies of civil-family registration, employment status, unemployment insurance, short-time working allowance and job loss compensation, social assistance received including (CCT and Project Supports), home care allowance received, existence of social security, benefiting from health services and receiving allowance (assistance) according to the law no.2022, benefiting from green card services, owning property or planted area and owning a motor vehicle, being registered to tax system and run106 TÜRKIYE'DEKİ ŞARTLI NAKIT TRANSFERI PROGRAMI BAŞVURULARININ ÇOK BOYUTLU ZAMAN SERİLERİ İLE MODELLENMESİ Ahmet Fatih ORTAKAYA, Asst. Prof. Dr. Ceylan TALU YOZGATLIGİL ning a business, getting a scholarship obtained by just providing a Turkish Identity Number for the applicants in few seconds (Ortakaya, 2010b). Second investigation consists of home visits of applicant households by the social workers in SAS Foundations. They check whether the information that temporary beneficiaries has provided during the application is correct or not (SYDTF, 2005). The applicants’ information is verified by the social workers by social investigation report. All these information and social investigation reports are presented to board of trustees of the desired SAS Foundation and final decision whether the applicant become beneficiary or not is given by them. 2.5. Monitoring System of CCT In order to check whether the aims of the CCT program are satisfied, there should be a strong co-ordination and co-operation between the state institution that runs the CCT program, and health and education services that the state provides. The conditions that the beneficiaries should satisfy during the program are monitored by the help of Integrated Information System for Social Assistance Services. Payments in CCT program are maintained depending on the beneficiaries’ permanence in the program. In order households to continue benefiting from the CCT program, they should bring their children aged between 0-6 to clinics for their health checks and vaccinations where it was scheduled by the ministry of health. They should also make their children continue their education. Tracking of these both processes are held by feedbacks from e-school for education tracks and from Family Medicine Information System for health tracks. Under the scope of education support sub-program of CCT, the children of beneficiary household should attend the school with 80% of attendance rate and s/he should not repeat the same term more than once. Under the scope of health support sub-program of CCT, the beneficiary household should bring their children aged between 0-6 to clinics for health checks regularly. The schedule of the health visits are; * Children between 0-6 months old should be brought to clinics monthly for health checks, * Children between 7-18 months old should be brought to clinics within every two months for health checks, * Children between 19-72 months old should be brought to clinics within every six months for health checks. 107 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 To benefit from pregnancy support of CCT program, the pregnant mother within the program should keep visiting the health clinics for health check on schedule where the visiting times are determined by the ministry of health. In order to benefit from this program pregnant mother should visit the health centers or clinics every month till birth and 2 months after the birth. 3. METHODOLOGY AND ANALYTICAL FRAMEWORK In this study, the change in CCT applications in Turkey according to seven geographical regions is of interest. In time series modeling of applicants, household size is thought to provide additional information about the past and future observations. Hence, numbers of applications are modeled by VARX given as the household size. Moreover, a dynamic relationship between applicants according to geographical regions is of interest. Therefore, Systems of Dynamic Simultaneous Equations (SEM) model is used in this study. 3.1. Systems of Dynamic Simultaneous Equations In practice, the generation processes are not affected only by the variables in the system. In fact, they are affected by the variables both within the system and as well as outside of the system. The variables within the system are called as endogenous and the ones outside the system are called as exogenous or unmodelled (Lütkepohl, 2005). A model with exogenous variables can have the structural form: Ayt=A*1yt1+...+A*pytp+B*0xt+ B*1xt1+...+B*sxts+wt 3.1.1 where yt=(y1t,...,yKt)' is a K-dimensional vector of endogenous variables and xt=(x,...,xMt)' is an M-dimensional vector of exogenous variables. A is a (KxK) matrix 1t and shows the relations between the endogenous variables, B*i‘s are (KxK) and B*i‘s are (KxM) coefficient matrices, respectively and wt is a K-dimensional error vector. When the error term is white noise, the model described in (3.1.1) is named as Vector Autoregressive Model with Exogenous Variables VARX(p,s), where p is the order of Autoregressive (AR) term and s is the order of exogenous variable. Generally, these models are called as dynamic simultaneous equations (SEM). (For more details in SEM see Doornik and Hansen, 1997). 3.2. Unconditional and Conditional Forecasts To predict future values of the endogenous variables in dynamic SEM, corresponding values of exogenous variables should be known. In practice, however, those unmodelled variables are generally unknown. If the endogenous variables are generated by the reduced form then the optimal -step forecast can be obtained as given below: 108 TÜRKIYE'DEKİ ŞARTLI NAKIT TRANSFERI PROGRAMI BAŞVURULARININ ÇOK BOYUTLU ZAMAN SERİLERİ İLE MODELLENMESİ Ahmet Fatih ORTAKAYA, Asst. Prof. Dr. Ceylan TALU YOZGATLIGİL yt(h)=A1yt(h1)+...+Apyt(hp)+B0xt(h)+...+Bsxt(hs), 3.2.1 where yt(j):=yt+j and xt(j):=xt+j for j≤0, and the for =1,2,… can be obtained in that manner since the forecasts are based on the forecasts of the exogenous variables for the forecast period. In this type of forecast, future values of exogenous variable should be estimated and they should be included in the forecasts of endogenous variable. Hence, the forecast error caused by the exogenous variable effects the forecasts of endogenous variable. (i.e. forecast errors of exogenous variable increases the forecast errors of endogenous variable.) In some cases the future values of exogenous variables are known or can be controlled and the forecast of yt is of interest. This type of forecast is called as . 3.3. Wald Test for Granger Causality A former definition of causality can be expressed shortly as a cause cannot come after the effect (Granger, 1969). In other words, if a variable affects a variable , then should contribute improving the predictions of . Let Ω be the information set containing all relevant information up to and including period . Let zt(h|Ωt) be the optimal -step predictor of the process zt at origin on the basis of the information in Ωt. The forecast MSE can be denoted by ∑u(h|Ωt). The process xt is set to cause zt in Granger’s sense if ∑u(h|Ωt)<∑z (h|Ωt/{xs|s≤t}) for at least one=1,2,..., 3.3.1 If (3.3.1) holds, then xt is Granger-causes or simply causes zt. Moreover zt can be predicted more efficiently if the information in xt process taken into account in addition to all other information in the universe, then xt is causal for zt (Lütkepohl, 2005). 4. DATA COLLECTION AND DATA ANALYSIS Data for modeling the total number of applicants (demands) changing over time were taken from CCT Program’s database. By using this data, time-varying demands were examined and modeled with respect to geographical regions. For modeling the number of the applicants, data from May 2003 to June 2009 were used. Total number of CCT program applicants and the total household size of those applicants were grouped weekly according to geographical regions. Here the endogenous variable is the total number of applicants and the exogenous variable is the total number of people living in the house. For modeling the number of applicants, a total of 317 weekly data obtained between May 24, 2003 and June 20, 2009 was used and the possible number of applicants for the future observations was forecasted. 109 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Medit E. Anatolia Aegean C. Anatolia Blacksea Marmara S.E. Anatolia Figure 1: Time Series Plot of Weekly Total CCT Program Applicants According to Geographical Regions As it can be seen in Figure 1, during the pilot stage of the program in 2003, average number of applicants all over Turkey was around 2,000. After 2004, by spreading out the program all over the country, the total number of applicants rose up quickly. Especially in May of 2004 in Southeastern Anatolia Region, the corresponding number increased through 30,000. Due to increase in the awareness of CCT program all over Turkey, the number of applicants during the time period March 2003 through January 2006 were higher in number than the other time periods. It can also be inferred from the Figure 1 that, after the July 2006, the volatility of the number applicants with respect to geographical regions has decreased. In this part of the study our concern is to investigate the relationship between total the number of applicants in each regions. In other words, our aim is to learn if the increase or decrease in demand for the CCT program in one region affects the demand for the program in other regions. Due to socio-economic levels, geographical distance and migration within the neighborhood regions, we may expect to discover certain relations on the demands for the CCT program in a couple of regions. Especially, because of high ratio of migration rate in Mediterranean Region, demands in there can be affected from demands in the other regions such as, Eastern and Southeastern Anatolia. Before starting to model the number of applicants for CCT program with respect to geographical regions, checking the linear association between the endogenous 110 TÜRKIYE'DEKİ ŞARTLI NAKIT TRANSFERI PROGRAMI BAŞVURULARININ ÇOK BOYUTLU ZAMAN SERİLERİ İLE MODELLENMESİ Ahmet Fatih ORTAKAYA, Asst. Prof. Dr. Ceylan TALU YOZGATLIGİL variable (total number of weekly applicants) and exogenous variable (weekly total household size) would be necessary. Hence, to detect this relation, a scatter plot of endogenous variable versus exogenous variables according to seven regions is used and strong positive linear association found between them. In order to stabilize the variation in the endogenous variable Box-Cox transformation method is used. After trying several lambda values for each regions, 0.35 for Mediterranean, Central Anatolia and Blacksea Regions, 0.32 for Aegean and Marmara Regions, 0.42 for Eastern Anatolia Region and 0.39 for Southeastern Anatolia Region found to be applicable (For the lambda values of those series, the smallest AIC and SBC values are obtained). In order to keep the linear association between endogenous and exogenous variables the same transformation is applied to exogenous variable as well. After the transformation is completed Augmented Dickey-Fuller (ADF) test is applied for both endogenous and exogenous variables for applicants in each region. According to test result there are no regular unit roots but there exist seasonal unit root. In order to get rid of seasonal unit root, seasonal differences for both endogenous and exogenous variables are taken and a VARX(p,s) model was fitted to the data. Since the data is differenced at lag seven (i.e. seasonally differenced), values including seven for p and s was tried. The smallest finite-population corrected Akaike Information Criteria (AICC) obtained when p=(1,7) and s=2 without the constant term. Here, p shows the Ylag values and s shows the Xlag values. A more explicit form of the fitted VARX(7,2) model is given below: yt=A1yt1+A2yt7+B0xt+B1xt1+B2xt2+wt, 4.1 where yt=(y1t,...,y7t)'is a seven-dimensional vector of endogenous variables (number of applicants for CCT program with respect to geographical regions) and xt=(x,...,x7t)' is a seven-dimensional vector of exogenous variables (household size of the 1t applicants with respect to geographical regions).A1 and A2 are (77) and B0,B1,B2 are (77) coefficient matrices, respectively, and wt is a seven-dimensional error vector. According to significant model parameters by LSE of VARX(7,2), this model seems to fit reasonably good. DW statistics are closer to two for each individual variable. Besides, normality of the residuals for Aegean, Central Anatolia and Marmara Regions seem to be satisfied. The residuals from Eastern Anatolia and Blacksea Regions do not seem normal according to Normality Chi-square values obtained by SAS. However, p-values in Anderson Darling (AD) test statistics for checking the normality of residuals from Eastern Anatolia Region was found to be 0.103 and those for Blacksea Region was found to be 0.02 in MINITAB. 111 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 MED. RES -4 -3 -2 -1 0 1 2 0 3 15 -0,8 -0,4 Frequency M.RES 0,0 0,4 0,8 1,2 B.RES 0 -1,2 -0,8 -0,4 0,0 0,4 0,8 1,2 3 4 E.RES 80 40 40 40 20 20 0 C.RES 30 15 50 0 A.RES 30 100 -1,2 -0,6 0,0 0,6 1,2 0 1,8 -1,3 -0,9 -0,4 0,0 0,4 0,9 1,3 0 -3 -2 -1 0 1 2 S.E.RES 40 20 0 -6 -4 -2 0 2 4 6 Figure 2: Histogram of the Residuals from Applicant Series According to Geographical Regions (Checked Distribution: Normal) Now each of the fitted series and 10 forecasted values from the models above are plotted against the observed values for each geographical region. In order to obtain the forecasts, 10 last observations of the exogenous variables are used. (Since the exogenous variables are the total household size, it is not meaningful to have rapid changes in them). Besides, using unconditional forecasts results in higher forecast errors, so conditional forecast is used. Table 1: Granger-Causality Wald Test for the Applicant Series VARIABLES TEST DF CHI-SQUARE PR> CHI-SQUARE dbast 1 2 4.9 0.0863 abast gbast 2 2 8.74 0.0127 mbast dbast 3 2 0.84 0.6581 mbast gbast 4 2 7.29 0.0262 GROUP 1 GROUP 2 abast According to Wald Test presented in Table 1, the p-values for test two and test four are significant. Also p-value for the first test is closer to 0.05. This means that the to- 112 TÜRKIYE'DEKİ ŞARTLI NAKIT TRANSFERI PROGRAMI BAŞVURULARININ ÇOK BOYUTLU ZAMAN SERİLERİ İLE MODELLENMESİ Ahmet Fatih ORTAKAYA, Asst. Prof. Dr. Ceylan TALU YOZGATLIGİL tal number of weekly CCT program applicants from Eastern Anatolia Region affects positively the total number of weekly CCT program applicants from Mediterranean Region (using the 10% significance level). Also, applicant series from Southeastern Anatolia Region affects positively the Marmara and Mediterranean Regions as well. In fact, Southeastern Anatolia Region, which has the highest number of applicants and beneficiary households in CCT program, has crucial importance on the behavior of applicants all over Turkey. It was also checked if the applicant series in Marmara and Mediterranean Regions have an effect on the applicant series Southeastern Anatolia Region and Eastern Anatolia Region. The applicant series in other regions was also checked if they have relation with any other applicant series of each region, and they were found to be insignificant by Wald Test at 10% of significance level. 5. CONCLUSION CCT is a social assistance program which aims for increasing the accessibility to health and education services of poor families by enabling them to send their children to schools and making those families to visit health services regularly. In this program, the poorest people is targeted and their basic needs like education, health and nutrition are met so that, they tend to create a positive behavior on accessing health and education services. Thus, intergenerational poverty transfer among them is to be prevented. There are two fundamental aims of the CCT program. It is aimed to decrease poverty by means of cash transfers directly in the short run, and it is aimed to invest in children’s human capital by providing basic preventative health care, regular school attendance and nutrition in the long run. Under the state of these aims, countries implemented/implementing their own CCT programs considering the regional and local differences. The CCT program in Turkey was started in order to decrease the adverse effects of economic crisis in 2001 within the SRMP which was financially supported by the World Bank, and was constituted under the SASF. Started as a pilot program in 2003, CCT has rolled-out all over the country and it was adopted by poor families within a short period. The demands for the program have increased significantly over years. To examine these demands over time geographically, multivariate time series models were used and future demands for the CCT program were forecasted. In the pilot stage of the CCT program in 2003 weekly average number of applicants all over the Turkey was around 2,000. However, after 2004, by rolling out of the program all over the country, the total number of applications rose up quickly. It reached 30,000 in Southeastern Anatolia Region during May 2004. Considering the settlements of the applicants, 55% of them live in urban areas, whereas 45% of them live in rural areas. According to Address Based Population Registration System 2008 113 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Population Census Results, proportion of population living in province and district centers is 75%, whereas proportion of the population living in rural areas is only 25%. According to this fact, the demand for CCT program in rural areas is almost twice of those in urban areas. This result can be verified by the TSI’s poverty study revealing that the risk of poverty in rural areas is higher than that in urban areas. Especially with a higher family size, family size being equal or greater than seven, in rural areas the risk of poverty goes up to 50.26% whereas it is 33.14% in urban areas (TUIK, 2008). This surely explains why the tendency to apply for the CCT program in Eastern and Southeastern Anatolia Regions are higher when compared to other regions. Since, the average household size in Integrated Information System for Social Assistance Services for Eastern Anatolia Regions is greater than six, and it is greater than seven in Southeastern Anatolia Region. In order to model the total number of weekly applicants from each geographical region for the CCT program, a VARX(7,2) model was fitted to data. After the insignificant parameters were removed from the model a restricted VARX(7,2) was obtained. Considering the significant parameters in restricted VARX(7,2) model for the applicants, it can be inferred that the time-varying applicants in regions have an effect on the applicants in neighborhood of the corresponding regions. For example, applicant series in Mediterranean Region is highly affected and explained by household size of that region, its past values and applicants in Eastern and Southeastern Anatolia Regions. According to Wald Test for Granger Causality results for those three regions, applicant series in Eastern and Southeastern Anatolia Regions have a positive effect on the applicants of Mediterranean Region. This is meaningful under the scope of migration phenomenon. Poor families in Eastern and Southeastern Anatolia Regions move/immigrate to Mediterranean Region for a possibility of job and a better standard of living conditions. This results in an increase in the poor population of Mediterranean Region. Besides, these families have high number of household size which makes them vulnerable to decent shocks, economic crises, and these factors increase their risk of poverty. Due to problems that they may face, after they have migrated to a new city or region, it is inevitable for them to apply for the CCT program where they have moved or migrated. In other words, they use the past information about CCT program that they have gathered where they have moved from. This explains the positive relation between applicant series in Mediterranean Region and applicant series in Eastern and Southeastern Anatolia Regions. Migration discussion can be extended for the regions in the neighborhood of the other regions as well. But the main interest in this study is to analyze the effects of high number of applicants (more than 885,000 applicants) for CCT Program in Eastern and Southeastern Anatolia Regions on the other regions. For example, Marmara Region having the highest density of population in Turkey should be affected by the migrants from other regions in terms of applicants of the CCT program. However 114 TÜRKIYE'DEKİ ŞARTLI NAKIT TRANSFERI PROGRAMI BAŞVURULARININ ÇOK BOYUTLU ZAMAN SERİLERİ İLE MODELLENMESİ Ahmet Fatih ORTAKAYA, Asst. Prof. Dr. Ceylan TALU YOZGATLIGİL it was not the case according to our VARX(7,2) model. This can be explained due to structural form of scoring formula used in the CCT program for determining the poorest in that region. Household size for the migrants are important to increase the chance of being beneficiary, but the parameter weight of Marmara Region in scoring formula is not as high as Mediterranean, Eastern or Southeastern Anatolia Regions. So, poor migrants from Southeastern or Eastern Anatolia Regions may not become beneficiary easily in the CCT program when they apply it in Marmara Region compared to the applicants in Eastern or Southeastern Anatolia Regions. Considering the recent economic crises in Turkey that broke out in the middle of 2008, one may expect that application for the CCT program tend to increase after that period. However, it was not the case. As seen in Figure 1, the tendency to apply for the CCT program in 2007 is similar to those in 2008. The highest application rate in those years is observed between time period August and December which seem to follow a seasonal behavior. To conclude, CCT is a large-scaled social assistance program in Turkey, as well as in many countries in the world. Most of the CCT Programs in the world was started by recent shocks or economic crises by the mediation or leadership of World Bank. These programs are implemented by the help of experience (impact assessments, fieldworks and academic studies) and evidence in the prior programs of CCT. These studies are quite helpful in the implementation period of CCT programs in candidate countries that may start a new CCT program. As it is mentioned in introduction part such studies do not reveal information about when to reach the desired number of people to benefit from the program and whether number of applicants tend to change in specified periods (such as in specified months or weeks). This study is quite helpful to show that demands for the CCT programs can be modeled and predicted by using scientific approaches given the necessary data. Also this study can be extended for the other CCT programs in other countries as well. 115 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 REFERENCES Adato, M. (2000), “The Impact of PROGRESA on Community Social Relationships”, International Food Policy Research Institute, Washington, D.C. Adato, M., Coady, D., and Ruel, M. (2000), “Final Report: An Operations Evaluation of PROGRESA from the Perspective of Beneficiaries, Promotoras, School Directors, and Health Staff”, International Food Policy Research Institute, Washington, D.C. Bollerslev, T., Engle, R.F., and Wooldridge, J.M. (1988), “A Capital Asset Pricing Model with Time-varying Covariances”, Journel of Political Economy, 96, 116-31. Brooks, C., Burke, S., and Persan, G. (2003), “Multivariate GARCH models: Software Choice and Estimation Issues”, ISMA Center Discussion Papers in Finance 2003-07, The University of Reading. Castañeda, T., and Lindert, K. (2005), “Designing and Implementing Household Targeting Systems: Lessons from Latin America and the United States”, The World Bank, Social Protection Discussion Paper, 526, Washington, D.C. Comte, F., and Lieberman, O. (2003), “Asymptotic theory for multivariate GARCH process”, Journal of Multivariate Analysis, 21, 535-557. Doornik, J.A., and Hansen, H. (1997), Modeling Dynamic systems Using PcFiml 9.0 for Windows, International Thomson Business Press, London. Engle, R.F. (2002), “Dynamic conditional correlation: A simple class of multivariate generalized autoregressive conditional heteroscedasticity models”, Journal of Business and Economic Statistics, 20: 339-350. Engle, R.F., and Kroner, K.F. (1995), “Multivariate simultaneous Generalized GARCH”, Econometric Theory, 11: 122-150. Granger, C. W. J. (1969), “Investigating Causal Relations by Econometric Models and Cross-Spectral Methods”. Econometrica, 37: 424-438. Lütkephol, H. (2005), New Introduction to Multiple Time Series Analysis, Springer Berlin: Hedielberg, Germany. Ortakaya, A. F. (2010a), “ŞNT Programı İçin Yapılan Başvuruların Zaman Serileri İle Modellenmesi”, SYDGM, Published Expertise Thesis, Ankara, ISBN:978-975-19-4794-9 Ortakaya, A. F. (2010b), “Sosyal Yardım Yararlanıcılarının Belirlenmesine Yönelik Olarak Kullanılan Hedefleme Yöntemleri: Latin Amerika ve Türkiye Örnekleri”, Journal of Social Assistance and Solidarity,1: January-June 2010: 69-79. ISSN:1309-6702 Özcan, Y. Z., and Ayata S., (2001), “Final Report: Assessment of Social Solidarity Fund Beneficiaries”, Middle East Technical University Department of Sociology, Ankara. SYDGM, (2007), Social Risk Mitigation Project, SYDGM, Ankara. SYDTF, (2005), Handbook of Conditional Cash Transfer Program, SYDTF, Ankara. TUIK, (2008), Results of Poverty Study in 2007, TUIK, News Bulletin: 192: 5 December 2008. Turkish Statistical Institute, Ankara. 116 8 NAMUSU/NU KANLA TEMİZLEYENLER: 9 MARDİN CEZAEVİ’NDE NAMUS DAVASI NEDENİYLE YATAN MAHKÛMLAR ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA* Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZTÜRK** Arş. Grv. Memet Ali DEMİRDAĞ*** Özet Toplum, toplumsal normlar ve değerler etrafında ete-kemiğe bürünen farklı unsurların bir araya gelerek oluşturmuş oldukları ahenkli bir bütündür. Bu yapı içerinde asalet ve şeref gibi kavramlarla da bağlantılandırılan “namus” olgusuna ters düşen davranışlara karşı öldürme de dâhil değişik yaptırımlar geliştirilmiştir. Bu çalışmada Mardin Cezaevinde namus davası nedeniyle hüküm giymiş mahkûmlarla yarı yapılandırılmış mülakat tekniği vasıtasıyla yapılan görüşmeler sonucu elde edilen verilerden hareketle; mahkûmlar tarafından namusun nasıl algılandığı, aileden veya çevreden herhangi bir baskı görüp görmedikleri, işlemiş oldukları suçtan dolayı pişman olup olmadıkları, hukukun bu tür olayları önlemede ne derece caydırıcı olduğu ve namuslarını niçin kanla temizleme yolunu tercih ettikleri üzerinde durulacaktır. Anahtar Kelimeler: Namus, Beden, Toplumsal Gözaltı, Meşruiyet, Adalet, Kentleşme, THE ONES WHO RESTORED HIS HONOUR WITH BLOOD: A SOCIOLOGICAL RESEARCH ON THE PRISONERS CONVICTED OF HONOUR ISSUE IN MARDIN JAILHOUSE Abstract Society is a harmonious whole that different elements which come to existence around the social norms and values have built by coming together. Inside this structure various sanctions including killing have been developed for the crimes committed against ‘honour’ conception that includes values such as nobility, dignity and esteem. In this study, why they have opted to restore their honour with blood will be analysed with the guidance of the data obtained via the semi-structured interview method applied to the prisoners convicted of honour issue in Mardin jailhouse and with the assistance of questions such as how the honour is perceived by the prisoners, whether their family or the neighbourhood put them under pressure, if they regret the crime they have committed and how much the law is deterrent in preventing this kind of events. Keywords: Honour, Body, Social Probation, Legitimacy, Justice, Urbanization. * Bu çalışma, Uludağ Üniversitesi, Polis Akademisi ve Bursa Emniyet Müdürlüğü’nün 07-08 Ekim 2011 tarihleri arasında Bursa’da ortaklaşa gerçekleştirdikleri, ‘Suç Önleme Sempozyumu’nda sunulan ‘Namusun Gölgesinde Yatmak: Mardin Cezaevi Mahkûmlarının Namus Algısı Üzerine Bir Araştırma’ başlıklı tebliğin gözden geçirilmiş ve geliştirilmiş halidir. ** Mardin Artuklu Üniv. Edeb. Fak. Sosyoloji Böl. *** Mardin Artuklu Üniv. Edeb. Fak. Sosyoloji Böl. 117 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 GİRİŞ İnsanın çevresinde gördüklerine nasıl bir anlam atfedeceği, etrafındaki olaylar karşısında nasıl bir tutum takınacağı büyük ölçüde yaşadığı kültürel çevre tarafından tayin edilmektedir. Kişi; eşyayla, tabiatla ve insanlarla bu çevrenin kendisine tevlit etmiş olduğu bakış açısına göre ilişki kurmakta ve bir anlamda dünyayı kültürel çevrenin kendisine tayin etmiş olduğu bakış açısından izlemektedir. Dolayısıyla, insanın algıları, tutumları ve değer yargıları üzerinde yaşadığı çevrenin büyük etkisi vardır. İnsan, sosyal bir dünya içinde gözlerini hayata açar ve ölünceye kadar da bu sosyal hayatın diyalektiğine iştirak etmek mecburiyetinde kalır. Üyelerinden uyum bekleyen toplum, olası sapmalara karşı, cezai müeyyideler içeren normlarla onlar üzerinde baskı uygulayarak onları denetlemektedir. Korkuların çoğunun öğrenilmiş olması gibi neye sevinileceği, neye nasıl tepki gösterileceği ya da neden nefret edileceği de toplumda öğrenilmekte ve bütün bunlar kültürel çevreye göre farklılık arz eder. Toplum, sapmanın sosyal istikrarı bozma ihtimaline karşı caydırıcılığın uyumluluğu arttıracağı düşüncesinden hareketle norm ihlalinin çeşidine göre sapkın davranışta bulunan failin şiddetle cezalandırılması yönünde güçlü bir baskı uygular. Hatta bazı durumlarda toplum, kolektif baskı üzerinden bireylerin ölmelerini veya öldürülmelerini isteyebilmekte ve bunu da kendi içinde meşrulaştırmaktadır. Bu açıdan düşünüldüğünde namus cinayetleri de bu kategoride değerlendirilebilir. Töre, gelenek, kültür vb. açılardan “namus” olarak tanımlanan ya da kabul edilen “şeye” karşı işlenen suçların bir kısmının, suçlunun öldürülmesiyle sonuçlanması bu olayın faillerinin ve yaşadıkları sosyo-kültürel çevrenin namus algısı üzerinde düşünülmesini zorunlu kılmaktadır. Namus nedir, hangi durumlarda kirlenir, olası bir kirlenme durumunda nasıl veya neyle temizlenir gibi sorulara etkin yanıtlar verilmelidir. Bizzat faillerin kendi beyanlarından hareketle cinayetlerin işlenmesinde ailelerin rolü, çevrenin baskısı, toplumun olaya bakışı, kişilerin hangi sosyal ve psikolojik saiklerle bu suçu işledikleri, hukuki yaptırımların caydırıcılığı gibi olgular üzerinden durumun anlaşılmaya çalışılması sorununun çözülmesine önemli katkılar sağlayacaktır. Suç ve kalkınmışlık düzeyi arasında ne tür bir ilişkinin olduğu ayrı bir çalışmanın konusu olmakla birlikte endüstriyel açıdan gelişmiş bazı ülkelerle mukayese edildiğinde Türkiye’nin bazı suç türleri ile ilgili henüz zengin bir veri tabanı oluşturamadığı görülmektedir. E-devlet üzerinden gasp, cinayet, hırsızlık, uyuşturucu vb. suç türleriyle ilgili bazı sayısal veriler ve istatistikler elde edilebilse de bunun henüz bütün suç türlerini kapsadığı söylenemez. Şöyle ki; araştırma kapsamında Mardin Cumhuriyet Savcılığı vasıtasıyla Adalet Bakanlığı’ndan gerekli izin alındıktan sonra Mardin Kapalı Cezaevi’ne gidildi. Ancak cezaevi yetkilileri bize; özel olarak namus cinayetinden dolayı hükümlü ve tutuklularla ilgili elektronik ortamda herhangi bir veri bulunmadığını ve bunun ancak tek tek bütün mahkûmların şahsi dosyaları incelenmek 118 NAMUSU/NU KANLA TEMİZLEYENLER: MARDİN CEZAEVİ’NDE NAMUS DAVASI NEDENİYLE YATAN MAHKÛMLAR ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZTÜRK, Arş. Grv. Memet Ali DEMİRDAĞ suretiyle tespit edilebileceğini ifade ettiler. Bu, işlerin hem uzun zaman alması hem de dosyalardan bazı belgelerin kaybolması gibi bir kısım sınırlılıkları ve riskleri beraberinde getirmektedir. Bütün bunların etkilerini minimize etmek için araştırma kapsamında görüşülen görüşmecilerin tespitinde şöyle bir yol izlenmiştir: Görüşmecilerin bir kısmı kurum amir(ler)inin ve infaz koruma memurlarının durumunu yakından bildikleri bazı mahkûmların dosyalarının incelenmesiyle tespit edildi. Diğer bir kısmı ise “kartopu tekniği” ile tespit edildi. Görüşülen mahkûmlardan bazılarının farklı suçlardan hüküm giymiş olmalarından, bazılarının ise konu hakkında görüşmeyi kabul etmemesinden dolayı araştırma ancak 12 (oniki) kişi ile gerçekleştirilebilmiştir. Yarı yapılandırılmış mülakat tekniğinin kullanıldığı görüşmelerde öncelikli olarak görüşmecilere araştırmanın amacı, elde edilen verilerin hangi amaca matuf olarak kullanılacağı, kimliklerinin kesinlikle deşifre edilmeyeceği gibi hususlar açık bir şekilde ifade edilmiş ve güven ortamı oluşturulmaya çalışılmıştır. Görüşmeler, Ağustos-Eylül 2011’de infaz koruma memurlarının gözetiminde bize tahsis edilen idare odalarında gerçekleştirilmiştir. Görüşmelerde ses kayıt cihazı kullanılmamış fakat her bir görüşmede her iki araştırmacı da hazır bulunmuşlardır. Araştırmacılardan biri belli sorular istikametinde görüşme sürecini yönlendirirken diğeri de çok hızlı bir şekilde bunları kayda geçirmiştir. Çalışmada her bir görüşmeci bir harf veya simgeyle ifade edilme yoluna gidilmiştir. 1. DARALAN ANLAM GENİŞLEYEN SORUMLULUK: BEDEN KİMİN NAMUSU? Gündelik hayatta yaşamımıza yön veren, sosyal ilişkilerimizi tanzim eden pek çok değer/ler ve bunları tanımlamaya yönelik olarak üretilmiş çok sayıda kavram vardır. Bu kavramların delalet ettiği manalar üzerinden bireysel ve toplumsal ilişkiler inşa edilmektedir. Kültür ve değerler de bu sosyal ilişkiler ağı içerisinde oluşturulmakta ve anlam kazanmaktadır. Bu bağlamda “namus” da toplumun büyük değer ve hatta yer yer kutsallık atfettiği olgulardan biridir. Dolayısıyla namusun ne olduğu, insanlar tarafından nasıl algılandığı, kim tarafından nasıl tanımlandığı, kimin kimin namusundan sorumlu olduğu gibi hususların açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Türkçeye Arapça üzerinden geçen namus kavramı etimolojik açıdan, çoğulu nomos olan Yunanca “nomo” sözcüğünden gelmekte ve “yasa, töre” anlamında kullanılmaktadır (Nişanyan, 2011). Namus olgusunu tanımlamaya yönelik olarak geliştirilen yaklaşımlar genel olarak iki gruba ayrılabilir: Bazı çalışmalarda namus, oldukça geniş bir anlama gelebilecek şekilde tanımlanmakta ve meselenin ahlaki yönü ön plana çıkarılmaktadır. Örneğin; Tezcan (2003: 1)’a göre namus, “iffet, onur, dürüstlük, ahlak ve şeref” gibi anlamlara sahiptir. Namus, geniş anlamda toplumda gördüğü işlevden hareketle tanımlanmaktadır ki, Peristiany (1966: 173)’nin ifadesiyle namus; ilkin, sosyal değerler ve davranış biçimi arasında psikolojik bir köprü oluşturmasından hareketle insanları, üyesi bulundukları topluluğun idealleriyle uyum içinde davranma119 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 ya ve ikinci olarak ise, statükoyu meşrulaştırmaya ve kültürün belirlediği öncelik hakları arasında uyum sağlamaya yaramaktadır. Uyuşturucu bağımlısı olan dayısının oğlunu dayılarının azmettirmesiyle öldüren ve 36 yıl hapis cezasına çarptırılan X’in yaklaşımının bu tanımlamaya uygun düştüğünü söyleyebiliriz. “Öldürdüğüm akrabam, aile şerefimizi beş paralık etmişti. Uyuşturucu kullanıyordu, hep paraya ihtiyacı vardı. Tüm akraba ve tanıdıklarımıza musallat olmuştu. Örneğin bir akrabasının evine giriyor ve kalkmıyor, sürekli kendisiyle konuşulmasını istiyor. Kim ki ona 50, 100, 150 lira para verse kalkıp gidiyordu. Öyle bir hal almıştı ki onu evden çıkarmak için bir miktar para vermek gerekiyordu… Daha sonra kendisi gibi uyuşturucu kullananlardan oluşan bir çevre edindi ve arkadaşlarını eve getirmeye başladı. Başta ailesi ve bizim ailemiz olmak üzere bundan ciddi derecede rahatsız olmaya başladık. Çevredeki insanlar bunu temizleseniz iyi olur, ileride başınıza bela olur gibi laflar etmeye başladılar… Amcam ve dayım beni ona karşı doldurdular… Ya öleceksin ya da öldüreceksin. Ben öldürmesem de çevre onu bana yaptırır.” (Erkek, Lise, 28) Bir başka görüşmeci ise namusu;“Namus hayatımızın sebebidir, namus olmazsa hayatımızın anlamı olmaz, insan başka niçin yaşar?” (Erkek, Lise, 29) şeklinde tanımlayarak namusu, hayatı anlamlandıran varoluşsal bir olgu olarak nitelendirmiştir. Namusla ilgili yapılan pek çok çalışmada namus, dar anlamda dişilik, kadınlık, kıskançlık, cinsellik ve kadın bedeni üzerinden tanımlanmaktadır. Kardam (2002: 2) cinsellik temelli namus algısının sosyalleşme sürecinde kızlara cinsiyet rollerinin benimsetilmesi yoluyla kadınlar tarafından yeniden üretildiğine işaret etmektedir. Lale Yalçın-Heckmann (2002: 292) ise erkek egemen sosyal yapıya ve erkeklerle/erkeklikle namus arasındaki sorumluluk ilişkisine vurgu yapmaktadır: “Genç kızlar daha küçük yaşlardan itibaren erkeklerin gözetiminde tutulur. Kadının namusunu koruma görevi evlenene kadar babasına ve erkek kardeşlerine, gerektiğinde amcası ve amcaoğullarına düşer. Evlenmesinden sonra cinselliğinin kontrolü tamamen kocasına geçer. Koca evliliğe son verme yoluyla bu sorumluluğa son verebilecekken, baba ve erkek kardeşin sorumluluğu sona ermez.” Mernissi (2003: 62)’nin de konuya yaklaşımının buna paralel olduğu söylenilebilir: “Bir erkek saygınlığını, doğayı dize getirerek ya da dağları nehirleri fethederek değil de, kendisiyle kan ya da evlilik bağı olan kadınların hareketlerini kontrol ederek ve bu kadınlara yabancı erkeklerle görüşmeyi yasaklayarak korur.” Namus cinayetleri bekâret, aldatma gibi normların ihlal edildiği durumlarda ortaya çıkmakta olup muhtemel bir şiddet türüdür (Yıldız, 2009: 10). Toplumda, ataerkil zihniyet yapılarında zaman içinde dönüşüm yaşansa da namus olgusu etrafında toplanan değer ve kuralların tesisinde şiddetin değişen biçim ve yoğunlukta varlığını sürdürdüğü (Pervizat, 2005: 41) görülmektedir. Bu tanım ve yaklaşımlardan da anlaşılacağı üzere namus, eril bir bakış açısıyla kadının/kadın cinselliğinin ve bedeninin denetimi üzerinden tanımlanmaktadır. 120 NAMUSU/NU KANLA TEMİZLEYENLER: MARDİN CEZAEVİ’NDE NAMUS DAVASI NEDENİYLE YATAN MAHKÛMLAR ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZTÜRK, Arş. Grv. Memet Ali DEMİRDAĞ Bölgenin sosyal yapısı dikkate alındığında bu algının kadının dul kalması durumunu da kapsadığı görülmektedir. Babasının ölmesiyle dul kalan annesinin evli bir erkekle kaçması sonucu, erkeği öldüren, oğlunu yaralayan ve 36 yıl hapis cezasına çarptırılan Y, namusun toplumdaki herkes tarafından bilinen bir şey olduğunu ve bu yüzden kimsenin bu konuda hata yapma hakkının olmadığına dikkati çekmektedir. “O işi yapan insan toplumun nasıl bir tepki göstereceğini biliyor. O kişi, o hatayı yaparak kendi kararını zaten vermiş. Benim anlamadığım nokta şu: Bu tür insanlar neye güvenerek, dayanarak bu işe kalkışıyorlar. Bence bunun cehaletle de bir alakası yok. Yapılan şeyin affedilecek bir tarafı yok. Namus kavramı çerçevesinde bunun haklı kabul edilecek bir tarafı yok” (Erkek, Lise, 29). Evlilik öncesinde yaşamış olduğu gayrı meşru ilişkiden dolayı hamile kalan ve anne babasının rızası olmamasına rağmen aile meclisi kararıyla öldürülen kızın annesi Z; “Kocam ve ben öldürmeyi düşünmüyorduk… Ama amcası ile dayısı kızın öldürülmesine karar vermişler. Kızımı kimin öldürdüğünü bilmiyorum. Ama öldürme kararını amcası ile dayısının verdiğini biliyorum.” (Kadın, 53) Namusun toplumsallaşmasında bölgenin sosyal yapısının ve sosyal organizasyon tiplerinin büyük bir etkisinin olduğu söylenilebilir. Bölge insanının yakın zamanlara kadar ağırlıklı olarak kırsalda yaşadıkları ve büyük ölçüde aşiretler etrafında örgütlendikleri görülmektedir. Bu tip yapılarda merkezi hükümetle veya civardaki sosyal gruplarla reisler vasıtasıyla ilişki kurulmaktadır. Bruinessen (2006: 82)’in ifadesiyle; “Bütün Kürtler aşiretli değillerdir. Aslında bazı bölgelerde aşiretsiz Kürtler nüfusun çoğunluğunu oluştururlar… Fakat hemen hemen her zaman aşiretsizler politik ve/ veya ekonomik bakımdan aşiret olarak örgütlenmiş olan Kürtlere tabidirler (ya da pek kısa bir zaman öncesine kadar böyleydiler).” Dolayısıyla bazı istisnalar hariç olmak üzere herkes belli bir aşirete tabi ya da onun himayesi altındadır. Fakat aşiretin lider kadrosu ya da çekirdek ekip aynı soydan gelse de aşiretin siyasal etkinliğine bağlı olarak himayesine giren grupların sayısı artmakta veya azalabilmektedir (Bruinessen, 2006: 94 - 96). Bölgede hem kırsal yaşamanın hem de belli bir sosyal organizasyon ağına bağlı olmanın beraberinde getirdiği bazı zorunluluklardan dolayı akraba ve grup içi evlilikler oldukça yaygındır. Aşiret sisteminde her bir aşiret sürekli olarak çevre üzerindeki nüfuzunu arttırma mücadelesi vermekte, başarılı olduğu oranda da nüfuz alanını genişletmektedir. Bu suretle daha yüksek şeref, prestij ve asalete sahip olan aşiretlerin çevrede kabul görmesi kolaylaşmaktadır. Grup, varlığını bu değerler üzerinden inşa ettiğinden gruba bağlı alt gruplar da aynı değerleri içselleştirmekte, böylece bunlar en önemli toplumsal değerler haline gelmektedir. Aynı şekilde bireysellikten çıkarak toplumsal bir olguya dönüşen namusun korunması ve temizlenmesi de toplumsal bir görev olarak algılanmaktadır. Çünkü bu noktadan sonra artık bireyin değil, onun 121 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 bağlı olduğu toplumsal zümrenin, “ailenin, sülalenin ve hatta aşiretin” kolektif namusu söz konusu olmaktadır (Tillion, 2006: 22 - 27). Biz duygusu ve bu duygu çerçevesinde gelişen aidiyet bilinci, insanların yaşamlarına belli sınırlar çizmekte ve grup varlığını bu sınırlar üzerinden devam ettirmektedir. 2. TOPLUMSAL GÖZALTI: NAMUSUNU TEMİZLE! “Toplumsal cinsiyet ile toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin anlayışlar, büyük ölçüde toplumsal etkenler tarafından etkilenmekte ve genel nitelikteki, toplumsal güç ve konum sorunlarıyla ilişkili olmaktadır” (Giddens, 2008: 171). Fenomenolojik açıdan düşünüldüğünde her öldürme olayının kendine özgü bir gerekçesinin ya da hikâyesinin olduğu ve bunun üzerinden mevcut durumun meşrulaştırılma yoluna gidildiği görülmektedir. Mülakat yaptığımız mahkûmların cinayet işleme sebeplerinin büyük ölçüde Kardam, Alpar, Yüksel ve Ergün (2005: 28 - 42)’ün yapmış olduğu tasnife uyduğu görülmektedir: Kardam ve arkadaşları, ‘Türkiye’de Namus Cinayetlerinin Dinamikleri’ adlı çalışmalarında muhtemel sebepleri a) Evli bir kadının gayrimeşru bir ilişkisi, b) Evli bir kadının başka bir erkekle kaçması, c) Bekâr bir kızın, özellikle evli bir erkekle kaçması, d) Evli bir kadının kaçırılması, e) Bekâr bir kadının zorla kaçırılması, f) Kızın evlilik öncesi hamile kalıp gayrimeşru bebek doğurması, şeklinde tasnif etmektedir. Saha araştırmasında, ayrıca bu tasnifte zikredilmeyen, “namusunu/şerefini koruyamayan akrabasını öldürme” vakasına da rastlanılmaktadır. Toplumsal olgular doğası gereği dışa ait olduklarından bireye ve bireysel bilince dışarıdan baskı yapmaktadırlar. Durkheim (1994: 45) toplumsal olgunun bireyler üzerinde zorlayıcı güçle kendisini göstermektedir. Ona göre bu gücün varlığı, belirli bir yaptırımın varlığı ya da olgunun onu ihlale yeltenen her bireysel girişime karşı gösterdiği dirençle kendisini belli etmektedir. Sosyalleşme sürecinden itibaren bireyin kimliği ve kişiliği kolektif baskı altında şekillendiğinden bu normalize edilmektedir. Tıpkı hava basıncını üzerimizde hissetmemiz gibi toplumsal baskı da doğallaştırılmaktadır. Yapılan görüşmelerden birinde Y tarafından bu durum şöyle ifade edilmiştir: “Toplumun baskısı çok yüksek ama yaptığımdan pişman değilim. Uzayda da olsam yapardım. Aynı haltı sen yapmışsın gibi müthiş bir baskı görüyorsun… Bu tür bir durumda yabancı bir ülkeye de gitseniz o baskıyı üzerinizde hissedersiniz. Şöyle ki; sanki oradaki herkes senin o namussuzluğu kabullendiğini biliyor gibi hissedersin. En ufak bir ters bakıştan hemen şüphelenirsin” (Erkek, Lise, 29). “Ailemin yapmam (öldürme) yönünde bir telkini olmadı ve hatta bazı yakınlarım böyle bir şey yapmamam yönünde telkinde bulundular… Aile meclisinde herhangi bir öldürme kararı da almadık. Öldürme kararını bireysel olarak ben kendim verdim. Toplumun seni yönlendirmesine gerek yok. Çünkü kendini bilen bir insan için meselenin özü şu: Sen ne yapacağını zaten biliyorsun” (Erkek, Okur-Yazar, 26). 122 NAMUSU/NU KANLA TEMİZLEYENLER: MARDİN CEZAEVİ’NDE NAMUS DAVASI NEDENİYLE YATAN MAHKÛMLAR ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZTÜRK, Arş. Grv. Memet Ali DEMİRDAĞ Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere namus cinayetlerinin işlenmesinde çevre ve özellikle de toplumun birey üzerinde yoğun bir baskı kurmaktadır. Namus meselesinin çözümünde öldürme seçeneklerden sadece bir tanesidir. Çoğu zaman olay çevrede duyulmadan aileler arasında çözülebilmektedir. Fakat bazı durumlarda taraflar arasındaki eşitsiz güç ilişkilerinden dolayı baskının tersine döndüğü veya yön değiştirdiği görülmektedir. Normal şartlar altında suçu işleyenin cezalandırılması gerekirken tam tersi bir durumun yaşandığı ve namusu kirlenen kişinin kendi ailesi tarafından öldürüldüğü vakıalar da görülmektedir. Bu durum bir anlamda Ergil (1980: 193 - 196)’in namus algısının zamanla sınıfsallaştığı şeklindeki tespitini doğrular mahiyettedir. Bu yaklaşıma göre; “namusum kirlendi” diyen aile, nispeten alt sınıftansa ve mesele de alternatif yollarla çözülemiyorsa, son çare olarak kızın öldürülmesi yoluna gidilmektedir. Anne ve babanın şiddetle karşı çıkmasına rağmen aile meclisi kararıyla kızı öldürülen, olay sonrasında hem kendisi hem de kocası cinayete azmettirmekten 24’er yıl hapis cezasına çarptırılan (baba firarda), ailenin baskısıyla oğlu suçu üstlenmekten anne de cinayete azmettirmekten tutuklanan, hapse düştüğü esnada 15 yaşından küçük 8 çocuğunun ortada kaldığını belirten kadın olayı şöyle hikâye etmiştir: “Olay toplumun ve çevrenin baskısıyla oldu. Kızın dayısı ile amcası bu kararı verdi. Biz öldürmeyi düşünmüyorduk. Kızı Adana’ya götürüp çocuğu doğurtturup yuvaya vermek istiyorduk. Biz olayın duyulmasını istemedik. Kızı Adana’ya doktora götürdük ve almadı. Kızın hamile olduğu anlaşılınca babası kıza, ‘Oğlana telefon et, gelsin seninle evlensin, bir iş kuruncaya kadar sizi 6 ay idare edecek para da vereceğim.’ dedi. Kızımı hamile bırakan çocuğa haber verdik fakat gelmedi, kızıma sahip çıkmadı.” Olay çevrede duyulunca eşim evi terk etti. Amcası ile dayısı kızın öldürülmesine karar vermişler… Kızımı kimin öldürdüğünü bilmiyorum. Ama öldürme kararını amcası ile dayısının verdiğini biliyorum. Kız silahla öldürülmüş. Normalde bizim evde hiç silah olmazdı. Ama kızın amcasının silahının olduğunu biliyorum. Kızımın öldürüldüğünü duyunca ben şok oldum. Hastanede 2 gün yoğun bakımda yattım. Kızın amcası ile dayısı, bizi bu işe karıştırmadılar. Olayın dışarıya sızmaması için bizi ölümle tehdit ettiler. Bu iş aile içinde kalacak dediler. Beyim kardeşlerine ve kızın dayısına bir şey diyemiyor. Kendinden endişeleniyor. Çünkü hem beni hem de kızı öldürürler diye korkuyor. Suçu üstlenmesi için çocuğumun beynini yıkamışlar, tehdit etmişler. Senin yaşın küçük 3-5 yıl ceza alırsın demişler. Hapse düştüğünde 15 yaşında olan oğlum beş yıl yattıktan sonra tahliye oldu. Şu anda 22 yaşında. Amcaları ve dayıları ona hiç yardımcı olmuyorlarmış. Arada bir Irak’a sefere gidiyormuş. 123 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 Mahkemede düzgün bir ifade veremedik. Kızın amcası, dayısı hepsi mahkemedeydi. Aile meclisinin baskısını orada da hissettik. Mahkemede amcalarının ve dayılarının ismini verdim fakat Türkçe bilmediğimden derdimi tam olarak anlatamadım. Amca ve dayıları zengin olduğu için birkaç kez Ankara’ya gidip geldiler ve olayı kapattılar. Zengin olduklarından olaydan kendileri ceza almadan kurtuldular. Namus cinayeti işlemedeki temel sebeplerden biri lekelenen, kötüye çıkan ailenin adını temizlemektir. Cinsellik; şeref ve namus olgusunun en önemli kurucu unsurlardan biri olarak kabul edildiğinden namusun temizlenmesi üzerinden kaybedilen bu saygınlığın onurun geri kazanılması amaçlanmaktadır. Bundan dolayı cinsel kimliği hedef alan her tutum ağır bir biçimde cezalandırılma yoluna gidilmektedir. Kirlenen/ kirletilen namusu temizlemek için gerekirse adam öldürmek, namusun yitirilmesini engellemek ve onu yeniden kazanmak için bir çözüm yolu olarak sunulmakta ve toplum tarafından da onaylanmaktadır. Bu durum zaman zaman kendi aile bireylerini de kapsamaktadır (Kızmaz, 2002: 324). Namusu geleneksel içeriğiyle benimseyen ve namus cinayeti işleyenlerin çoğunun köyde ya da kentlerin kenar mahallelerinde yaşadıkları ve sosyo-ekonomik açıdan alt tabakaya mensup oldukları görülmektedir. Orta sınıfta ya da ortanın altında yaşayanlarda ise cinayet işleme eğiliminin zayıfladığını, namus kavramının genellikle geleneksel ilişki ağları içinde bu derece önemsendiğini söyleyebiliriz. Araştırma kapsamında görüşülen kişilerin hepsinin Müslüman olması şöyle bir soruyu akla getirebilir? Acaba insanlar dindar oldukları için mi bu cinayetleri işliyorlar? Dindarlık; zamana, zemine, kişinin dini algılama biçimine ve yaşadığı sosyo-kültürel çevreye göre oldukça değişkenlik gösterdiğinden kimin ne kadar dindar olduğunu tam olarak tespit etmek hemen hemen imkânsızdır. Dolayısıyla kişilerin kendi dindarlık durumlarını ifade eden beyanlarından hareketle bir değerlendirmede bulunmak daha gerçekçi olacaktır. Örneğin; annesinin kaçtığı evli adamı öldüren Y, “Bir insanı öldürmeye karar vermek çok basit bir şey değildir. Bence bu tür işlerde merhamet, vicdan bir kenara atılır... Kendimi dindar bir insan olarak görüyorum. Orucumu tutuyorum, namazımı kılıyorum, Kur’an’ımı okuyorum” (Erkek, Lise, 29). Aile meclisi kararıyla kızı öldürülen ve Türkçe bilmediğinden kendisini yeterince savunamadığından cinayete azmettirmekten tutuklanan Z, “Namazımı kılar, orucumu tutarım, fakat kardeşlerim ve kayınbiraderlerim ‘gavur’ gibiler, ne namaz ne de oruçları var. Vicdanları da yok onların, olsaydı günahsız kızımı öldürmezlerdi.” (Kadın, 53) İnsan bir suç işlediği zaman ilk etapta ekonomik, sosyal veya psikolojik bir doyum elde etse de süreç içerisinde genel olarak vicdanen kendini rahatsız hisseder ve piş- 124 NAMUSU/NU KANLA TEMİZLEYENLER: MARDİN CEZAEVİ’NDE NAMUS DAVASI NEDENİYLE YATAN MAHKÛMLAR ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZTÜRK, Arş. Grv. Memet Ali DEMİRDAĞ manlık duyar. Hatta çoğu insan sırf bu vicdan azabından dolayı suçunu bizzat kendisi itiraf eder. Fakat yukarıda da belirttiğimiz gibi mahkûmların bir kısmı yaptıklarının doğru bir şey olduğunu ve pişman olmadıklarını belirtirlerken bir kısmı da yaptıklarından dolayı pişman olduklarını ve vicdan azabı çektiklerini belirtmiştirler. Örneğin; ailenin şerefini korumak için dayılarının azmettirmesiyle dayısının oğlunu öldüren X pişmanlığını şöyle ifade etmektedir: “Mahkûmiyetimin 5’nci yılına girdim. Cezalar çok ağır, insanı psikolojik olarak çökertiyor. İnsan ailesinin yanına gelmesini istemiyor. Eşimi, babamı, abimi 5 yıldır göremiyorum. Cezaevinden çıkınca kendimi, kör sağır ve dilsiz gibi hissedeceğim herhalde. Çünkü her şeye sıfırdan başlıyorsun” (Erkek, Lise, 28). Üvey ağabeyini bıçaklayarak öldüren T ise olaydan duyduğu pişmanlığı ve yaşadığı psikolojik durumu şöyle ifade etmektedir: “Yaptığıma pişmanım, sürekli vicdan azabı çekiyorum. Geceleyin kendi kendime ağlıyorum. Öldürdüğüm kişi rüyama girdi ve ‘Kendi hayatını da beni de mahvettin.’ dedi.” (Erkek, Lise terk, 22) Kişinin günlük ibadetlerini yerine getirip getirmemesi dindarlık kriteri olarak alındığında bazı mahkûmlar kendilerini dindar olarak tanımlamaktadırlar. Genel olarak dinin, ahlaki değerlerin içselleştirilmesi ve sosyal normların özümsenmesi suretiyle ferdin topluma uyum ve bağlılığını arttırmaya yönelik güçlü bir etkiye sahip olduğu düşünüldüğünde sapmayı engelleyici bir işlev gördüğünü söyleyebiliriz. Sosyal kontrol teorisi, insan davranışının denetimiyle ilintili kurumsal süreç ve unsurlardan hareketle suç ve suçluluğu açıklamaktadır. Bireylerin toplumdaki değer, norm ve kurumlara olan bağlılığı üzerinden toplumsal denetim sağlanmaktadır. Söz konusu değerlerin zayıflaması başarısızlığa ve yetersizliğe ve dolayısıyla suça yol açan davranışın ortaya çıkmasına yol açmaktadır (Kızmaz, 2005: 192). İslam dininin çok özel durumlar hariç öldürmeyi gerektiren açık bir emri bulunmamasına rağmen bazı mahkûmlar işledikleri cinayetlerden dolayı pişmanlık duymak bir yana gurur duymaktadırlar. Dahası, ramazan ayı olmasına rağmen pek çoğu görüşmeler esnasında yeme-içmeye devam ettikleri müşahede edilmiştir. Psikolojik açıdan insanı inanmaya zorlayan en önemli şey acziyettir. Normal şartlarda altında acz içinde olması gereken bu insanların dindarlık durumlarının ve din algılarının oldukça problemli olduğu söylenilebilir. Mahkûmların, dinin bir emri olmaktan ziyade “kutsal olan namusları” için cinayet işlediklerini ve bunun da dinle çelişmediğini, dindarlıklarına bir halel getirmediğini belirterek durumu meşrulaştırma yoluna gittikleri söylenilebilir. 125 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 3. BEDENSEL İMHADAN TOPLUMSAL İNŞAYA: CİNAYETLERİN MEŞRULAŞTIRILMASI Namus, eril bir bakış açısıyla kadın bedeni üzerinden tanımlandığından kirlenen beden toplumsal bütünleşmeyi tehdit eden bir risk olarak algılanmaktadır. Sosyal istikrarı tehdit eden risk unsurunun imha edilerek ortadan kaldırılmasının uyumluluğu beraberinde getireceği varsayılmaktadır. Mülakat yapılan mahkûmların hemen hepsi tarafından namus, “insan hayatının en önemli unsuru” olarak tanımlansa da bazıları namus için cinayet işlenmeyebileceğini dile getirmişlerdir. Bazılarının ilk etapta durumu “Allah’a havale edip yeni bir hayat kurmaya” çalışmak yönünde bir eğilimleri olsa da süreç içerisinde hem karşı tarafın provakatif tutumu hem de çevrenin baskısından dolayı cinayet işledikleri görülmektedir. Dindar bir aileden geldiği belirten ve hanımının başka bir erkekle gayrı meşru ilişkisini tespit ettikten sonra erkeği öldürmekten 21 yıl hapis cezasına çarptırılan Q; “Ailemin bana öldürme yönünde herhangi bir telkini olmadı. Ailem bana; ‘Allah’a havale et, Allah’ın verdiği canı Allah’tan başkası alamaz.’ dedi. Ben ailemi dinledim ve zor olmasına rağmen 6-7 ay sabrettim. Yoksa olay akşamı ikisini de öldürecektim… Keşke kaçsaydı, onu bulamasaydım da vurmasaydım.” (Erkek, Okur-yazar, 26) Namus cinayetleri, kadının kendi bedeni ve cinselliği üzerinde ailesinin denetimini hafife alması veya kendi başına buyruk hareket etmesi durumunda uygulanmaktadır. Gerçekte kurumsal yapı bireye, neyin nasıl çözüleceğine dair bir yol haritası sunmaktadır. Geleneksel yapılarda sorumluluğun kolektif yönü ağır bastığından bireysel davranışlar ve keyfi uygulamalar toplumsal baskıyla engellenmektedir. Öldürme, bu yapı içerisinde geliştirilen çözüm mekanizmalarından en son ve sert olanıdır. Öldürmeden önce tazminat, berdel, sürülme, göç, vb. seçenekler de vardır. Ablasının çayına uyuşturucu atarak bayıltıp tecavüz eden, olay duyulmadan onunla resmi olarak evlenen ve daha sonra da bu olayı çevresine anlatan amcaoğlunu (eniştesini) ve ablasını öldürmekten 36 yıl hapis cezasına çarptırılan W’nin ifadesiyle; “Annem olayı duyar duymaz bizden gizli olarak amcama, al oğlunla gelinini buralardan kaçır, uzak bir şehre gönder, yoksa oğlunu öldürürler. Bunları kaçır göz önünde kalmasınlar diye birkaç kez uyarmış… Öldürme dışında bir cezalandırmayı düşündürecek bir hal, yol bırakmadı. Şimdi ziyaretime gelenlerden bazıları, ‘Biz bunu daha önce biliyorduk fakat size söylemedik.’ diyorlar. Ben onlara çok kızıyorum. Madem biliyordunuz kardeşim bunları gözümüzün önünden neden kaçırtmadınız. Belki böyle olsaydı bu olay olmayabilirdi. Çocuğun babası ve köyün ileri gelenleri ellerini taşın altına koyup bu meseleyi kapatabilirdi.” (Erkek, İlköğretim, 29) Bu olayda ortaya çıkan ilginç sonuçlardan biri de maktulün/ maktulenin ailesinden veya yakınlarından hemen hiç kimsenin mahkemede katilden davacı olmamasıdır. Kim kimin namusunu kirlettiyse ve bazı durumlarda da kimin namusu kirletildiyse 126 NAMUSU/NU KANLA TEMİZLEYENLER: MARDİN CEZAEVİ’NDE NAMUS DAVASI NEDENİYLE YATAN MAHKÛMLAR ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZTÜRK, Arş. Grv. Memet Ali DEMİRDAĞ suçlu o olduğu için toplumun baskısı onun yok edilmesi veya ortadan kaldırılması üzerinde odaklanmaktadır. Kızın bir suçunun olmadığı W’nin bu olayında kızının mezarı başında ağlayan anneye köyün yaşlı kadınlarından birinin, “Gömdüğüne değil, hapishaneye gönderdiğine ağla.” demesi toplumun bakış açısının öldürenden yana olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Nitekim Kardam ve arkadaşlarının (2005: 48 - 49) yürüttükleri çalışmada da bu yönde bazı bulgular elde edilmiştir. Hatta bazı durumlarda karşı tarafın davaya müdahil olmak bir yana zaman zaman katil lehine şahitlik yapması (ya da gerçek durumu bildiğinden aleyhte şahitlik yapmaması) bu cinayetlerin onandığını göstermektedir. Örneğin; W’nin ifadesiyle Biz o bölgede tanınan, bilinen bir aileyiz. Ben bu olayı yaptıktan sonra çevre benim haklı olduğuma kanaat getirmiş. Hatta eniştemin kardeşi bile, milletin içine gittiği zaman abim bunu hak etmişti demiş. Yani benim haklı olduğumu teyit etmiş. Taziyeye gelenlerin çoğu ölene değil bana ağlamışlar. Şanlıurfaya’ya bağlı bir köyde oturan amcamın kızı, namusumu temizlediğim için köyde artık başı dik yürüdüğünü söylüyormuş… Mahkemede eşim (öldürülenin kız kardeşi) ve amcam (öldürülenin babası) benim lehime şahitlik ettiler… Karşı taraf davacı olmadı. Ben onları düşman olarak görmüyorum.” (Erkek, İlköğretim, 29) Aynı konuda Q’nun yaklaşımı ise; “Onların büyükleri bizim onu öldürmemize ses çıkarmama kararı almışlar. Ne b.. yemişse cezasını çeksin demişler.” Namus cinayetleri, daha önce planlanıp uygulanan cinayetlerdir. Failin zamanı ve mekânı gelişigüzel seçmediği düşünüldüğünde toplumda bütün bunlar üzerinden karşı tarafa bir mesaj verilmektedir. Medyanın, farkında olarak veya olmayarak olayın bu yönünü öne çıkarmasının, cinayetlerin etkisini azaltmak bir yana zaman içinde buna niyetlenenleri cesaretlendirdiği söylenilebilir. Cinayetlerin uluorta, ibret olsun diye işlenmesinin arka planında bu tutum ve davranışların yattığını söyleyebiliriz. Örneğin; Y’nin ifadesi bu yaklaşımı doğrular mahiyettedir. “Öldürmemin amacı cezanın ibret olması ve toplum nezdinde caydırıcı olmasıdır.” Y’nin bu olayında 20’li yaşlardaki oğul olay esnasında kendisini babasına siper yaptığından, kasıt olmadan yaralanmış ve sakat kalmış. Y, çocuğun yaralanmasına, sakat kalmasına üzülmesine rağmen şu çıkarımda da bulunuyor: “Sevindiğim taraf şu; çocuğun ölmemesi ve toplumun bundan ibret alması, örnek alması.” (Erkek, Lise, 29) Nasıl ki toplum içerisinde ve akrabalar arasında “namusunu temizleyen” adeta bir kahraman olarak görülüyorsa benzer bir havanın içeriye de yansıdığı görülmektedir. Gerçek anlamda namus cinayetinden yatan mahkûmlarla yapılan görüşmelerde mahkûmların pişmanlık duymadıkları tespit edilmiştir. Örneğin; Y bu durumu şöyle ifade etmiştir: 127 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 “Bütün mahkûmlar tarafından bu işlediğim suç el üstünde tutuluyor. Nereye giderseniz gidin, hatta öldürülen tarafın çevresi bile, seni gizliden gizliye takdir eder. Çünkü benzer durumda onlar da aynı tepkiyi göstereceklerdir.” (Erkek, Lise, 29) Mahkûmların beyanlarından ailelerinin ve çevrenin beklentilerine uygun bir davranış sergiledikleri ve kendilerince yapılması gerekeni yaptıkları yönünde bir anlam çıkmaktadır. Bu davranışlarından dolayı aileleri ve toplumdan dışlanmayıp, aksine hem toplum hem de aileleri tarafından ödüllendirildikleri anlaşılmaktadır. Zira ailelerin gerek maddi ve gerekse de manevi her hususta mahkûmları sahiplenmeleri, sık sık görüşlerine gelmeleri bu tür davranışların toplum nezdinde onandığını göstermektedir. Namus cinayeti denilince genel kanı kadınların öldürülmesidir. Fakat sanılanın aksine her namus davası kadının öldürülmesi ile sonuçlanmamaktadır. Bu çalışmada kurbanların çoğunlukla erkek olduğu ve çoğu zaman kadına dokunulmayarak sadece erkeklerin cezalandırıldığı tespit edilmiştir. Bu durum yapılan görüşmelerde Q tarafından şöyle ifade edilmiştir: “Biz erkek tarafı olarak üzerimize düşeni yaptık. Suçlu olan erkeğimizi öldürdük. Karşı tarafın haysiyeti, şerefi yok ki, kızını o haliyle kabullendiler. Bize, ‘Bizim peşimizi bırakın, biz bu olayı kapatıyoruz. Biz öldürmeyiz, birisinin altında da görsek öldürmeyiz, çekip alırız.’ dediler. Sonradan duyduğuma göre kadının aile tarafında daha önce de böyle benzer şeyler olmuş.” (Erkek, Okur-Yazar, 26) Kadın, her zaman öldürülmemekte ve bazen farklı şekillerde kendisine yaptırım uygulanmaktadır. Örneğin; Y’nin vakıasında erkek öldürülmüş fakat kadın (anne) ise kendi çocukları tarafından dışlanmıştır: “Annemle olaydan sonra hiç görüşmedim... Ne kardeşlerim ne de aileden hiç kimse onunla irtibat halinde değil. O artık bizim aileden biri değil.” (Erkek, Lise, 29) Kadın örgütlerinin yıllık raporlarındaki yüksek rakamlar, bölgenin genelinde olduğu gibi Mardin’de de erkeklerin kadınlara şiddet uyguladıklarını ortaya koymaktadır. STK’ların, raporlarında şiddet uygulayanların erkek olması, kamuoyunda kurbanların kadın olduğu izlenimine yol açmaktadır. Ancak resmi veriler1 namus cinayetle1 Örneğin; İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Birimi Öğretim Üyesi Osman Celbiş’in yapmış olduğu araştırmaya göre töre ve namus cinayeti sebebiyle 2001-2004 yılları arasında 1507 kişi öldürülmüştür. Öldürülenlerin 288’i kadındır (Celbiş, 2008:3). Celbiş, O. Ozdemir, B. Egri, M., (2008), “Evaluation of Honour Killings in Malatya Province, Turkey, Between 2000 and 2004” Journal of Family Violence (için hazırlanmış ve henüz yayınlanmamış makale). Emniyet Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 2000-2005 yılları arasındaki öldürme olaylarında toplam 10964 vakadan 1876’sı kadına yöneliktir. Toplam 1091 vaka namus ve töre saikiyle işlenirken, bunlardan 322’si kadınlara yöneliktir. Bu vakalarda toplam 1190 kişi cinayete kurban gitmiş ve bunların 710’u erkek, 480’i kadındır. 2006 yılında tamamlanan TBMM Araştırma Komisyonu Raporuna göre ise; Jandarma Bölgesinde meydana gelen toplam 5925 olaydan 1502 tanesi kadın ve çocuklara gerisi kalanı erkeklere yöneliktir (TBMM Raporu, 2006:119). T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Töre ve Namus Cinayetleri İle Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu. Ankara: Aralık 2006. 128 NAMUSU/NU KANLA TEMİZLEYENLER: MARDİN CEZAEVİ’NDE NAMUS DAVASI NEDENİYLE YATAN MAHKÛMLAR ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZTÜRK, Arş. Grv. Memet Ali DEMİRDAĞ rine kurban giden erkeklerin kadınlardan çok daha fazla olduğunu göstermektedir. Araştırma kapsamındaki vakalarda, erkek kurban sayısının kadınlara nispetle daha yüksek olması daha önceki araştırma sonuçlarıyla örtüşmektedir. Diğer bir ifadeyle erkekler kadınlardan farklı olarak sadece mağdur olmayıp, aynı zamanda fail olarak da işin içinde bulunmaktadırlar. Araştırma kapsamında ele alınan toplam 12 öldürülme vakasının 7’si erkek, 5’i kadınken, katillerinin tamamı erkektir. Ancak şunun belirtilmesinde fayda vardır. İki mahkûm asıl hedeflerinin farklı olduğunu -birinin kız kardeşi, diğerinin ise eniştesi- ancak silahı ateşlediklerinde 2 kadının kendilerini bu kişilere siper ettikleri için -biri gelinine, diğeri ise kocasına-öldüklerini ifade etmişlerdir. Yani kazara ölen bu iki kadın çıkarılırsa namus davasından üç kadının öldürüldüğü anlaşılmaktadır. 4. MAHKÛM ADALET Mİ GECİKEN HUKUK MU? Sosyoloji toplumu bir gerçeklik olarak ele alırken hukuk, bu sosyal gerçekliğe bir düzen vermeye, toplumsal gereksinimleri karşılayarak adaleti tesis etmeye çalışır (Can, 1992: 1 - 2). Hukukun temel işlevi toplumda adaletin tesis edilmesidir. Bu açıdan hukuk, toplumda huzur ve istikrarı sağlamaya yönelik olarak uyuşmazlıkların barışçıl yollardan çözülerek toplumsal güvenin, eşitliğin ve özgürlüğün sağlanmasına katkıda bulunur (Türkkahraman, 2006: 85 - 86). Hukuk, toplumların özelliklerine göre değişmekle birlikte değişmeye açık, dinamik bir karaktere sahiptir. Türkiye’de, son yıllarda töre ve namus cinayetleriyle ilgili ciddi hukuki düzenlemelerin yapıldığı görülmektedir. Eski ceza kanununda özel ağır tahrik hali kapsamında olan töre cinayetlerine indirim sağlayan 462. Madde2 Avrupa Birliği 6. Uyum Paketi ile Türk Ceza Kanunu metninden çıkarılmıştır. Bu tür cinayetleri işleyenler 1 Haziran 2005’ten önce 462. Madde kapsamında ceza indiriminden yararlandıkları halde yeni düzenlemeyle töre saikiyle adam öldürme suçu, yeni TCK’da “nitelikli haller” dâhilinde “kasten adam öldürme” bölümüne alınmış ve cezası da ağırlaştırılmış hapis cezası olarak yeniden düzenlenmiştir. Yeni yasa, kadınların cinsel ve bedensel haklarının güvence altına alınmasını ve kadın erkek ayrımcılığının ortadan kaldırılmasını amaçlamaktadır. Gasp, cinayet, hırsızlık, nitelikli dolandırıcılık, zimmet, vb. suçlar için cezaların ağırlaştırılmasının caydırıcı bir etkiye sahip olsa da toplumun son derece hassas olduğu “namus” konusunda minimum düzeyde tolerans gösterilmektedir. Cezaların arttırılmasının ve hatta bazı durumlarda suçun kapsamının değiştirilmesinin yeterince caydırıcı olmadığı görülmektedir. Bazı mahkûmlar, meselenin sadece hukuki 2 Avrupa Birliği 6. Uyum Paketi gereğince 1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunundan çıkarılan 462. madde: “Yukarda geçen iki fasılda beyan olunan fiiller, zinayı icra halinde veya gayrimeşru cinsi münasebette bulunduğu esnada meşhuden yakalanan veya zina yapmak veya gayrimeşru cinsi münasebette bulunmak üzere yahut henüz zina yapmış veya gayrimeşru cinsi münasebette bulunmuş olduğunda zevahire göre şüphe edilmeyecek surette görünen bir koca veya karı yahut kız kardeş veya fürudan biri yahut bunların müşterek faili veya her ikisi aleyhine karı veya koca yahut usulden biri veya erkek veya kız kardeş tarafından işlenmiş olursa fiilin muayyen olan cezası sekizde bire indirilir ve ağır hapis cezası hapis cezasına tahvil olunur. Müebbet ağır hapis cezası yerine dört seneden sekiz seneye ve idam cezası yerine de beş seneden on seneye kadar hapis cezası verilir.” 129 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 düzenlemelerle çözülemeyecek kadar karmaşık olduğunu belirtmektedirler. Bağlı (2008: 102)’nın ifadesiyle; “Söz gelimi töre ve namus dolayısıyla mahkûm olanların hiç birisi cezai yaptırımların onlar için caydırıcı olabileceğini düşünmüyor. Nitekim görüşmecilerden cezai yaptırımların caydırıcı olacağını düşünenlerin oranı sadece % 30 civarındadır. Kaldı ki bunların önemli bir kısmı da ancak kısmen olabileceğini düşünenlerdir. Kısaca cezai yaptırım ne kadar ağırlaştırılsa da toplumsal baskı var olduğu sürece caydırıcı olmamaktadır.” Bizim araştırmamızda da genel olarak benzer yaklaşımların sergilendiği tespit edilmiştir. Örneğin; Y’nin ifadesiyle; “Ceza kanununda yapılan değişiklikler namusun önemini azaltıyor. Yapılan hukuksal düzenlemeler AB sevdasıyla yapılan reformlar namusu değersizleştiriyor, itibarsızlaştırıyor. Devletin yapmış olduğu hukuksal düzenlemeler namusu değersizleştiriyor. Ama hangi düzenleme yapılırsa yapılsın bir şeyin değişmeyeceğine inanıyorum. Namussuzluk devam ettiği sürece bu böyle devam edecek. Benim için önemli olan bulunduğum ortam, çevre ve bölge. Devlet hangi düzenlemeyi yaparsa yapsın bu iş önlenmez. Kanun bundan çok daha ağır cezalar da verse yine de yapardım. Ceza çok da caydırıcı olmaz.” (Erkek, Lise, 29) Bölgenin dinamikleri göz önüne alındığında insanların namusa ilişkin meselelerde çok hassas oldukları görülmektedir. Dolayısıyla emniyet, jandarma, savcılık, vb. devlet kurumlarının bu hassasiyeti göz önünde bulundurması durumunda yine de bazı olayların öldürme aşamasına varmadan önlenebileceği söylenilebilir. Örneğin; bir ensest vakıasında, aile bireyleri olarak emniyete ve savcılığa defalarca dilekçe vermelerine rağmen gerekli önlemlerin alınmadığını ve hatta bir defasında savcının kendilerine, “kız zaten evlenmiş, babanızdır, şikâyette bulunmayın” dediğini ve dosyayı kapattığını belirterek “adalete” tepkisini şöyle dile getirdi: “Adalet hiçbir zaman çözüm üretmiyor” (Erkek, Üniversite, 27). Dışarıdan okumayla, kamuoyunda yaygın olan genel kanı; namus cinayetlerinin töre saikiyle aile meclislerinin kararıyla işlendiğidir. Medya tarafından adeta bir ayin havasında verilen “aile meclisi” sahneleri gibi somut bir organizasyonun varlığı Sirman (Arlı, Akar ve Bulut 2008: 321) tarafından kesinlikle reddedilmektedir. Elbette ki aileler ciddi bir sorunla karşılaştıkları zaman otururlar, konuşurlar. Bu hemen tüm topluluklarda böyledir. Görüşmelerimizde de benzer veriler elde edilmiştir, ancak bu veriler, Bağlı (2008:106) ve Sirman’ın ifade ettikleri “kesinlik” ile uyuşmamaktadır. Toplam 10 mahkûmdan 5’i zayıf da olsa aile içi bir karar mekanizmasından bahsetmişlerdir. Fakat hiçbiri, aile meclisinin kurulup infazı kimin, nasıl ve ne şekilde yapacağı gibi ayrıntılarıyla görüşüldüğü fikrine katılmamışlardır. Böyle bir şeyin varlığının itiraf edilmesi durumunda ilgili meclise katılan bireylerin cinayete azmettirmekten tutuklanacağı ve bunun da zincirleme olarak mağduriyetleri arttıracağı düşünüldüğünden olay bireyselleştirilerek suç şahsileştirilme yoluna gidilmiştir denilebilir. Hukuki açıdan diğer suç türleriyle mukayese edildiğinde namus meselesinden dolayı işlenen cinayetlerin oranı daha düşüktür. Fakat namus adına işlenen cinayetler diğer 130 NAMUSU/NU KANLA TEMİZLEYENLER: MARDİN CEZAEVİ’NDE NAMUS DAVASI NEDENİYLE YATAN MAHKÛMLAR ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZTÜRK, Arş. Grv. Memet Ali DEMİRDAĞ öldürme vakıalarına göre daha fazla dikkat çekmektedir. Bunun en önemli sosyolojik nedenlerinden biri hukukun meşruluğunu ve meşruiyetini tehdit ederek şahısları kendi hukuklarını uygulamaya teşvik etmesinde yatmaktadır. Namus cinayetlerinin eskisi kadar olmasa da bazı yörelerde hala devam ediyor olması, bize toplumsal yaşamı düzenleyen devlet hukuku ile bilfiil yaşayan hukuk arasındaki örtüşmenin bir türlü sağlanamadığını göstermektedir. Medyanın olaylara abartılı bir biçimde yer vermesi popülerleşmesine ve dolaylı bir biçimde yeni cinayetlerin işlenmesine katkıda bulunmaktadır. Aile ve Sosyal Politikalardan sorumlu Devlet Bakanı Fatma Şahin, Töre/Namus Cinayetleri Araştırma Komisyonu Başkanı sıfatıyla verdiği bir mülakatta (Durukan, 2005) kendisine yöneltilen “Töre / namus cinayetlerinin önleneceğine ilişkin bir umudunuz var mı?” yönündeki bir soruya cevaben; son 5 yılda töre cinayetlerindeki azalışa dikkati çekmekte ve toplumun zihinsel bir dönüşüm geçirdiğinin altını çizmektedir. Ona göre; devletin/idari birimlerin mevcut yasaları uygulaması, kadınların bilinçlendirilmesi, ekonomik açıdan güçlendirilmesi gibi durumlar bir çarpan etkisi yaratacağından zihniyet dönüşümünü hızlandıracaktır. Bu durum uzun vadede sorunun esaslı bir şekilde çözüme kavuşturulmasına imkân sağlaması açısından oldukça önemli olsa da sosyolojik açıdan düşünüldüğünde bu bakış açısının ilerlemeci bir söylem dilini içerdiği görülmektedir. Sirman bu yaklaşımı bilimsel bulmamakta ve “namus, eski bir toplumsal örgütlenmeden geriye kalan bir “ayrıntı”, dahası “artık” olduğundan toplum değiştikçe, modernleştikçe bu artıktan da eser kalmayacaktır” (2001: 251) yönünde örtük bir kabulü içerdiği gerekçesiyle eleştirmektedir. KAMER (2005: 16) namus adı altında, miras ve kadının ekonomik özgürlüğüne karşı cinayetler işlendiğine ve olayın “namus” kapsamına alınarak cinayete meşruiyet kazandırıldığına dikkati çekmektedir. Bölgenin yapısı gereği kadınlara mirastan pay verilmemesi bilinen bir olgu olmakla birlikte araştırma esnasında sırf bu nedenden dolayı gerçekleşen herhangi bir öldürme vakıasına rastlanılmamıştır. Geleneksel toplum yapısında arabulucu rolünü üstlenen şahısların yerini, günümüzde STK’ların aldığı görülmektedir. Yapılan araştırmalara göre özellikle kadın eksenli örgütlerin, sosyo-ekonomik durumu düşük olan ailelere, maddi-manevi destek verdiklerinde veya olaya müdahil olup arabuluculuk yaptıklarında, ailenin toplumsal baskıya direnebildiği ve çoğu zaman kadının hayatının kurtarıldığı görülmektedir (KAMER, 2006: 27; 2011: 47). Bu bağlamda resmi kurum ve kuruluşların kadınların özellikle can güvenliklerinin sağlanmasında etkin önlemler alması gerekmektedir. Sosyolojik açıdan hukuk, ödül ve ceza esasına göre işleyen mekanik bir sistem değildir. Suçun kapsamının değiştirilerek cezaların arttırılması suretiyle resmi olarak namus cinayetlerinde bir azalmanın olduğu görülse de bunun yeterince gerçeği yansıtmadığı söylenebilir. Çünkü gerek araştırma kapsamında görüşülen görüşmecilerden bir kısmının ve gerekse de bazı cezaevi görevlilerinin beyanlarına göre namus 131 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 cinayetleri azalmıyor fakat yön değiştiriyor. Gerçek neden namus olmakla birlikte ailenin itibarı, cezaların ağırlığı gibi hususlar dikkate alınarak mesele alacak-verecek, arazi davası gibi nedenlere indirgenerek cezanın hafifletilme yoluna gidildiği iddia edilmektedir. Örneğin; X’e göre; “Bana soracak olursanız bölgemizdeki cinayetlerin % 40’ı namus yüzünden işlenmekte, ama dışarıya başka sebepler anlatılıyor. Her iki taraf da olayı bilir ama dışarı sızdıramazlar. Dedikodu konusu yapılmasın diye yabancıların duyması istenmiyor.” (Erkek, Lise, 28). “… Misal verirsem, A köyünden olduğumu bilmeyen B, alacak-verecek meselesi yüzünden çıkan bir kavgada adamı öldürdüğünü söylemişti ama B’nin ailesini tanıyan bir akrabam açık görüşte B’nin kız kardeşine sarkıntılık yaptığı için adamı öldürdüğünü anlattı. Onun, meselenin aslını bildiğimden haberi yok.” Olayın dedikodu nesnesi haline gelerek duyulması çevrede, aile üzerindeki sosyal baskıyı arttırmaktadır. Kırsal kesimde dedikodunun bir sosyal baskı unsuru olarak nasıl işlev gördüğünü ise W’nin şu ifadesi gayet iyi özetlemektedir. “Ben onu öldürmedim, o kendisini öldürdü. Silahı sıkan öldürmüyor, o fesadı çıkaran, fesatçılığı yapan kendini öldürüyor… Ta Şanlıurfa’nın köyündeki amcakızı bile bu olayı duymuştu.” (Erkek, İlköğretim, 29) KAMER (2005: 16)’de çalışmalarında; “cinayetlerin mal paylaşımını, ensest vakasını” gizlemek gibi nedenlerle işlenmiş olabileceğine ve namusun “kisve” olarak kullanılabileceğine dikkati çekmektedir. 04.05.2009 tarihinde Mardin’de 44 (kırkdört) kişinin ölümüyle sonuçlanan Bilge Köyü olayının da perde arkasında “ensest” ilişkisinin olduğu yönünde bazı söylentilerin olduğu dikkate alınırsa bazı cinayetlerin gerçek nedeninin namus olgusu olduğu görülmektedir. Örneğin; ▼’in vakıasında, “Olay çevrede duyulunca ninemin çözümü, kız öldürülsün, olay kapansındı. Böylece olay örtbas edilmek isteniyordu. Biz ninemin önerisine sıcak bakmadık. Çünkü kızın bir suçu yok. Babam yine devam edecekti. Bana göre babamla amcamın yeryüzünde yaşamaya hakları yok.” (Erkek, İlköğretim, 24) Cezaevinde mahkûmlar her ne kadar uzun yıllar aynı koğuş ortamında kalsalar da bazı şeylerin sır olarak kalmaya ve gizemini korumaya devam ettiği görülmektedir. Gerek araştırma kapsamında görüştüğümüz mahkûmlar ve gerekse de kurum yetkilileri çoğu durumda olayın gerçek neden/nedenlerinin gizlenme yoluna gidildiğinin altını çizmektedirler. Görüşmecilerin bazılarının beyanlarına göre mahkûmların çoğu psikolojik açıdan rahatlamak için olayın iç yüzünü ancak sırdaş olarak kabul ettikleri arkadaşlarına anlatmaktadırlar. Meselelerinin farklı yorumlanabileceği endişesi, mahkûmların gerçeği saklamalarının en önemli sebebi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bazen mahkûmlar, “namusuna sahip çıkamamış/erkeklik gururu ayaklar altına alınmış” birinin pozisyonuna düşmemek için konuşmamayı veya olayı farklı 132 NAMUSU/NU KANLA TEMİZLEYENLER: MARDİN CEZAEVİ’NDE NAMUS DAVASI NEDENİYLE YATAN MAHKÛMLAR ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZTÜRK, Arş. Grv. Memet Ali DEMİRDAĞ bir şekilde hikâye etmeyi tercih etmektedirler. Ceza Kanununda yapılan yeni düzenlemelerle kadına yönelik şiddet içeren davalarda indirim yapılmamasının da bir anlamda buna yol açtığını söyleyebiliriz. Bu durumda bireyin mahkûmiyet sebebini anlatmasının temel gerekçelerinden biri de ortadan kalkmış olmaktadır. Dolayısıyla yorumsamacı bir bakış açısıyla ifade edecek olursak bu beyanların incelenmesi durumunda görünürde değişik sebeplere indirgenmiş birçok örtük namus davasının bulunduğu sonucuna ulaşılabilir. SONUÇ Namus cinayetleri tek bir nedenden hareketle açıklanamaz. Bireyler; ailenin, yakın çevrenin ve özelliklede toplumun yoğun baskısından dolayı zaman zaman namuslarını kanla temizleme yoluna gitmektedirler. Bu tür durumlarda ilk etapta öldürmeye teşebbüs edilmemekte aksine öldürme dışındaki seçenekler tükendiğinde, toplumun yoğun baskısından dolayı mesele olaya sebebiyet veren kişi/kişilerin öldürülmesi suretiyle çözülme yoluna gidilmektedir. Araştırma sonucunda elde edilen bulgulardan anlaşıldığı kadarıyla sorunu erkeklerin kendi aralarında çözmeye çalıştıkları ve gerekli görülmesi durumunda kadınların da olaya müdahil oldukları görülmektedir. Namus olgusuna yönelik erkek egemen bakış açısı değişmediği sürece bu sorunun kısa vadede çözülmesi pek mümkün görülmemektedir. Dolayısıyla sorunun çözülmesi için geleneksel erkek egemen bakış açısı dışında; olaya temel insan hakları ekseninde yaklaşan yeni, özgürlükçü ve sivil bir bakış açısıyla yaklaşılmasının gerektiği ön plana çıkmaktadır. Sorunun erkeklerin tek başlarına çözemeyecekleri kadar büyük bir insanlık sorunu olduğu kabul edilmelidir. Meseleyi bu yönüyle ele alan çalışmalara ağırlık verilmeli ve gerek kamu kurum ve kuruluşları ve gerekse de sivil toplum örgütleri tarafından yapılan çalışmalar (desteklenme) değişik platformlar tarafından desteklenme yoluna gidilmelidir. Çünkü soruna erkek egemen bir bakış açısıyla yaklaşılarak olayın belli bir yönünün dikkate alınması diğer bir ifadeyle kadınlarla ilgili bir meselede kadınların fikrinin alınmaması, kadınların tartışmaya eşit düzeyde katılımının sağlanmaması nihayetinde çözüme giden en önemli yollardan birini tıkamak anlamına gelmektedir. Namus cinayetleriyle ilgilenen hemen herkesin üzerinde uzlaştığı çözüm, namusun kolektif kimliğinden sıyrılması, yani bireyselleştirilmesidir. Kadın, kendi namusu üzerinde tek söz sahibi olduğunda, çevreden gelebilecek her türlü baskıya direnebilecektir. Bunun mutlak anlamda erkeklerin vehmettiği gibi daha fazla namussuzluğa sebep olacağı söylenemez. Hatta bunun erkekler üzerindeki ailevi ve toplumsal baskıyı ciddi oranda azaltacağı hesaba katılırsa pozitif bir işlev göreceği söylenebilir. Genel olarak herkesin birbirini tanıdığı, yüz yüze sosyal ilişkilerin egemen olduğu küçük yerleşim birimlerinde toplumsal baskı çok güçlü olsa da şehirleşmeyle birlikte 133 Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013 bunun azalacağı muhakkaktır. Fakat bölgede kırsaldan göçün il dışı veya yurt dışı yerine bağlı bulunduğu il veya ilçe merkezlerine ve buralarda da çoğunlukla tanıdıkların oturdukları semt ve mahallere olduğu dikkate alındığında kültürel anlamda pek fazla bir şeyin değişmediği söylenilebilir. Çünkü aynı çevre ve onun ürünü olan baskı, göç yoluyla blok halinde şehre taşınmaktadır. Birey bu çevrenin içinde yaşamaya devam ettiği sürece benzer bir vakıayla karşılaşması durumunda yanıtı bu çevrenin beklentilerine uygun olacaktır. Bizim araştırmamızda da cinayet işleyenlerin çoğunun şehirde ikamet etmesi bunu doğrulamaktadır. Kentler, fiziksel rekabetten ziyade zihinsel rekabetin ön plana çıktığı ve bireyselleşmenin boy verdiği kozmopolit yerleşim birimleridir. Benzer çevreden gelen bireylerden oluşan kentlerde insanlar benzer zihin yapılarına sahiptirler. Bu tür durumlarda yaşanılan yer kent olsa da birey kendini yine de büyük bir baskı altında hissedecektir. Gerek yapılan araştırmalarda ve gerekse de bizim araştırmamızda tespit edebildiğimiz kadarıyla bu tür durumlarda il dışına göç etmenin ölüm vakıalarını engelleyebileceği söylenilebilir. Hukuki anlamda sorunun insan hakları bağlamında ele alınması yönünde bir anlayışın gelişmesinin yanında, kentleşmenin beraberinde getireceği rasyonelleşmenin namus cinayetlerini azaltacağını söyleyebiliriz. KAYNAKLAR Arlı, A., Akar, Ş.K. ve Bulut Y. (2008). “Nükhet Sirman ile Türkiye’de Sosyoloji ve Antropoloji Yapmak Üzerine”. Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 6 (11), 303-326. Bağlı, M. (2008). Töre ve/veya Namus Adına Cinayet İşleyen Suçlu ve Zanlıların Sahip Oldukları Toplumsal Değer Yapıları, Aile İlişkileri ve Kişilik Özellikleri ile Bunların Sosyo-Ekonomik Analizine İlişkin Bir Araştırma. TÜBİTAK Projesi. Proje No: 106K360. Diyarbakır. Bruinessen, M. V. (2006). Ağa, Şeyh, Devlet. (çev. B. Yakut). İstanbul: İletişim Yayınları. Can, C. (1992). Oluşum Süreci İçerisinde Hukuk Sosyolojisi. Ankara: Savaş Yayınları. Durkheim, E. (1994). Sosyolojik Metodun Kuralları. (çev. E. Aytekin). İstanbul: Sosyal Yayınlar. Durukan, A. (2005, 18 Kasım). 81 İlin Namus Cinayeti Haritası Çıkarılıyor. <http://eski.bianet. org/2005/11/18/70367.htm> (10 Temmuz 2012). Ergil, D. (1980). Türkiye’de Terör ve Şiddet: Yapısal ve Kültürel Kaynakları. Ankara: Turhan Kitabevi. Giddens, A. (2008). Sosyoloji. (yay. haz. C. Güzel). İstanbul: Kırmızı Yayınları. KAMER (2005). Suçlu Kim? Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerinde Namus Kisvesi Altında İşlenen Cinayetler İle Mücadelede Kalıcı Yöntemler Geliştirme Projesi. 2005 Raporu. Diyarbakır: Kamer Vakfı. KAMER (2006). İstersek Biter: Namus Adına İşlenen Cinayetler. 2006 Raporu. Diyarbakır: Kamer Vakfı. KAMER (2011). İstersek Biter. 2011 Raporu (yay. haz. A. Bora). Diyarbakır: Kamer Vakfı. 134 NAMUSU/NU KANLA TEMİZLEYENLER: MARDİN CEZAEVİ’NDE NAMUS DAVASI NEDENİYLE YATAN MAHKÛMLAR ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZTÜRK, Arş. Grv. Memet Ali DEMİRDAĞ Kardam, F. (2002). Namus Gerekçesiyle Öldürülme ya da Kendi Canına Kıyma: Kadın Cinselliği Üzerinde Baskıların Benzer Koşullarda Farklı Sonuçları mı?. <http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/Turkce/SayfaDosya/namus_ger_oldurme.pdf> (10 Temmuz 2012). Kardam, F., Alpar Z., Yüksel, İ., Ergün, E. (2005, Kasım). Türkiye’deki Namus Cinayetlerinin Dinamikleri: Eylem Programı İçin Öneriler Sonuç Raporu. Ankara: Koza Yayın. <http:// www.undp.org.tr/TRaboutUsDocvuments/NamusCinayetleri.pdf> (10 Temmuz 2012). Kızmaz, Z. (2002). Bazı Sosyal Değişkenler Bağlamında Doğu Anadolu Bölgesinde Suç ve Suçluluk. Yayımlanmamış Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi: Elazığ. Kızmaz, Z. (2005). “Din ve Suçluluk: Suç Teorileri Açısından Kuramsal Bir Yaklaşım”. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 15 (1), 189-215. Mernissi, F. (2003). Kadınların İsyanı ve İslami Hafıza. Ankara: Epos Yayınları. Nişanyan, S. (2011, 01 Ocak). Sözlerin Soyağacı: Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü. <http:// www.nisanyansozluk.com/?k=namus> (10 Temmuz 2012). Peristiany, J. G. (1966). Honor and Shame in a Cypriot Highland Village. In J. G. Peristiany (Ed.). Honour and Shame: The Values of the Mediterranean Society (ss. 171-190). Chicago: University of Chicago Press. Pervizat, L. (2005). Uluslararası İnsan Hakları Bağlamında Namus Cinayetleri: Kavramsal ve Hukuksal Boyutu ve Türkiye Özelinin Değerlendirilmesi. Yayımlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi: İstanbul. Sirman, N. (2001). Sosyal Bilimlerde Gelişmecilik ve Köy Çalışmaları. Toplum ve Bilim, (88), 251-254. Sirman, N. (2006). Akrabalık, Siyaset ve Sevgi: Sömürge Sonrası Koşullarda Namus-Türkiye Örneği. Mojab, S. ve Abdo N. (Ed.) içinde, Namus Adına Şiddet Kuramsal ve Siyasal Yaklaşımlar, (ss. 43-63). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Sirman, N. (2008, 12 Nisan). Nükhet Sirman ve Dicle Koğacıoğlu ile “Namus”u Tartışıyoruz. <http://feminisite.net/news.php?act=details&nid=559> (10 Temmuz 2012). Tezcan, M. (2003). Türkiye’de Töre (Namus) Cinayetleri. Ankara: Naturel Kitap. Tillion, G. (2006). Harem ve Kuzenler. (çev. Ş. Tekeli ve N. Sirman). İstanbul: Metis Yayınları. Türkkahraman, M. (2006). Toplum ve Temel Toplumsal Kurumlar. Ankara: Alp Yayınevi. Yalçın-Heckman, L. (2002). Kürtlerde Aşiret ve Akrabalık İlişkileri. (çev. G. Erkaya). İstanbul: İletişim Yayınları. Yıldız, A. N. (2009). Kadın Cinselliğinin Söylemsel İnşası ve Namus Cinayetleri: Şanlıurfa Örneği. Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi: Ankara. TBMM Raporu (2006). Töre ve Namus Cinayetleri İle Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu. Ankara. <http://www.kadininstatusu. gov.tr/upload/mce/eski_site/Pdf/tbmmkom-bolum1.pdf> ve <http://www.kadininstatusu.gov.tr/upload/mce/eski_site/Pdf/tbmmkom-bolum2.pdf> (10 Temmuz 2012). 135 Yayın İlkeleri 1. Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından altı ayda bir yayımlanır. 2. Dergide telif ve tercüme makaleler, araştırma makaleleri, bildiriler, yayın değerlendirme tartışma yazıları, Türkçe ya da İngilizce yer alır. 3. Dergi, “Hakemli” bir yayındır. Dergiye gönderilen yazı, konusu ile ilgili iki akademisyen ve Yayın Kurulu tarafından incelendikten sonra yayımlanabilir. Dergiye gönderilen yazıların başka bir dergide yayınlanmamış ya da yayınlanmak üzere gönderilmemiş olması gerekir. 4. Gönderilen yazıların yayımlanma zorunluluğu yoktur. Dergiye gelen yazılar yayımlansın ya da yayımlanmasın geri gönderilmez. 5. Dergide yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir. 6. Makaleler 4000-8000 kelime arasında olmalıdır. Bu uzunluk sonnotları, referansları ve ekleri kapsamaktadır. 7. Makale yazımında Microsoft Office Word programı kullanılmalıdır. Yapılacak çalışmaların elektronik posta yoluyla gönderilmesi yeterlidir. 8. Metinlerinin tamamı 12 punto Times New Roman yazı tipi kullanılarak yazılacak ve satır aralığı 1,5 olacaktır. 9. Yazının kapak sayfasında; çalışmanın adı, yazar/yazarların (Birden fazla yazar varsa sıralama yapılarak) adı, soyadı, unvanları, çalıştıkları kurumlar belirtilmeli, Türkçe ve İngilizce özetler yer almalıdır. 10. Makalenizin 150 kelimeyi aşmayacak bir özeti (Türkçe ve İngilizce) bulunmalı, özetler italik olarak yazılmalıdır. Ayrıca makale için 5 İngilizce 5 Türkçe anahtar sözcüğe yer verilmelidir. 11. Yazının kapak sayfasında, çalışmanın adı yazar/yazarların (Birden fazla yazar varsa sıralama yapılarak) adı, soyadı, unvanları, çalıştıkları kurumlar belirtilmelidir. Çalışmalar, [email protected] adresine gönderilmelidir. ATIFLAR Metin içinde atıf yapılmasına yönelik Geleneksel Anglo-Sakson Sistemi veya dipnot ile atıf yapılan Geleneksel Kıta-Avrupa’sı Sistemi tercih edilebilir. Geleneksel Anglo-Sakson Sistemi tercih ediliyorsa aşağıdaki örneklerde olduğu gibi gönderme yapılır. i) Tek Kaynak-Tek Yazar: (Güler,1998: 192) ii) Tek Kaynak-İki Yazar: (Ergun ve Polatoğlu, 1992: 58-67) iii) Aynı kaynağa farklı sayfalarda göndermelerde bulunuluyorsa: T. Tan, 1984, s.25. iv) Yazarın aynı yıl içinde yayımladığı birden fazla eserine atıfta metin içindeki atıf sırasına göre yılın yanına alfabetik, a, b, c harfleri konulur: (Aslan, 2007a: 23), (Aslan, 2007b: 125). Geleneksel Kıta-Avrupası Sistemi tercih ediliyorsa; aşağıdaki örneklerde olduğu gibi gönderme yapılır. i) Kitaplarda: Turgut Tan, Ekonomik Kamu Hukuku, TODAİE Yayını, Ankara, 1984, s. 24. ii) Aynı kaynağa arka arkaya göndermede bulunuluyorsa : a.g.e., s. 24. iii) Çoklu kaynaktan atıf: (Şaylan, 1998; Çitçi, 1989) iv) Aynı yazarın aynı yıl yayınlanan eserlerine gönderme yapılıyorsa: -Mesut Gülmez, İnsan Hakları Eğitimi Hakkı, TODAİE Yayını, Ankara, 1996a, s. 34. -Mesut Gülmez, Dünyada Memurlar ve Sendikal Haklar, TODAİE Yayını, Ankara, 1996b, s. 55. v) Makalelerde;Korkut Boratav, Oktar Türel, Erinç Yeldan, “The Turkish Economy in 1981-92: A Balance Sheet, Problems and Prospects”, ODTÜ Gelişme Dergisi, Cilt 22, Sayı:1, 1995, s. 9. vi) Aynı kaynağa arka arkaya göndermede bulunuluyorsa : a.g.m., s. 9. vii) Aynı kaynağa farklı sayfalarda göndermelerde bulunuluyorsa :K. Boratav, O. Türel, E. Yeldan, 1995, s. 10. KAYNAKÇA Kaynakça aşağıdaki örnekler gibi hazırlanmalıdır. i) Tek yazarlı kitap: Bumin, Tülin (2005). Hegel, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. ii) Çift yazarlı kitap: Coşkun, Dr. Selim, Tireli, Münir (2008), Avrupa Birliğinde Yoksullukla Mücadele Stratejileri ve Türkiye, Nobel Yayınları, Ankara iii) Makale: Tsakloglou, P. ve Papadopoulos, F. (2002), “Aggregate Level and Determinig Factors of Social Exclusion in Twelve European Countries”, Journal of European Social Policy, 12(3), pp.211-225 iv) Internet: http://www.unctad.org/en/docs/wir2006overview_en.doc Erişim Tarihi: 2 Ocak 2012 Sosyal Polİtİka Sosyal Polİtİka Ç a l ı ş m a l a r ı Bakanlığımızın kuruluşu ile birlikte ortaya çıkan yapısal ihtiyaçlar ve hizmet alanımıza ilişkin yol haritasının belirlenmesi aşamasında doğru, güvenilir veriye ulaşmak, elde edilen verileri yorumlamak hayati bir öneme sahip ve bilimsel yöntemle üretilmiş bilginin olmadığı bir ortamda kaliteli sosyal politika üretim sürecinden bahsetmek mümkün değil. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak köklü bir akademik dergi geleneğinin mirasçısı olduk. “Aile ve Toplum”, “Özveri”, “Yardım ve Dayanışma” bütünleşik yapımızla yola çıkarken yayın hayatını sürdüren akademik dergilerimizdi. Akademik yayınlarımızın sürekliliğinin sağlanması ve taahhüt edilen yayın periyodu içerisinde düzenli olabilmesi için tek ve istikrarlı bir dergi ile yayın hayatımızı sürdürmemiz gerektiğine inandık ve ülkemizin en muteber sosyal bilimler veritabanı TÜBİTAK ULAKBİM tarafından da taranmakta olan “Aile ve Toplum” dergisinin “Sosyal Politika Çalışmaları” adı altında devam etmesi yönünde karar verdik. ‘Sosyal Politika Çalışmaları’nı, tıpkı ‘Aile ve Toplum’ dergisinde olduğu gibi aile penceresinden toplumumuzun nirengi noktalarını bilimsel yöntem ve anlayışla değerlendiren bir yayın olarak tasarladık. Bakanlığımızın misyon ve vizyonundan hareketle; insanı tüm yönleri ile merkeze alan bir çerçevede özürlüye, çocuğa, yaşlıya, kadına ve diğer sosyal politika konularına dokunan geniş bir yelpaze içerebilmeyi istiyoruz. Sizleri Türkçe ve İngilizce makale, çeviri ve kitap tanıtımlarınızı bizlerle paylaşmaya davet ediyoruz. Bilimsel ve titiz bir çalışmanın ürünü olarak bizlerle paylaşacağınız çalışmalarınız yayın kurulu ve iki hakemin bilimsel denetiminden geçtikten sonra dergimizin sayfalarında yerini bulacak ve inanıyoruz ki ülkemizdeki sosyal politika çalışmalarına önemli bir katkı sağlayacaktır. w w w. a i l e . g o v. t r ISSN: 1303-0256