Sosyal Polİtİka - Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanlığı

Transkript

Sosyal Polİtİka - Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanlığı
Sosyal Polİtİka
Ç a l ı ş m a l a r ı
Journal of Social Policies
T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Hakemli Araştırma Dergisi • Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak-Haziran 2013
Aile Yılmazlığı: Bir Engele Rağmen Birlikte Güçlenen Aile
Prof. Dr. Yaşar Özbay, Arş. Gör. Didem Aydoğan
Aile’nin Psiko-Sosyal Destek İhtiyacını Karşılamada Yeni Bir Model Önerisi:
Aile Sağlığı Merkezlerinde Aile Psiko-Sosyal Destek Birimi
Prof.Dr. Yasemin Özkan, Esra Kılıç
Farklı Sosyo-Ekonomik Düzeydeki Beş-Altı Yaş Çocuklarının Erken Öğrenme
Becerilerinin İncelenmesi
Doç. Dr. Adalet Kandır, Öğrt. Gör. N. Bilge KOÇAK TÜMER
İİT Ülkeleri Ve Türkiye’ye Ait Sosyal Göstergeler ile İnsani Gelişim Göstergeleri Arasındaki İlişkinin Karşılaştırmalı Analizi
Münir Tireli, Doç. Dr. Selim Çoşkun, Dr. Nevzat Fırat Kunduracı
Kadın Cinayetleri: Kavramsallaştırma ve Sorunlu Yaklaşımlar
Yrd. Doç. Dr Elif Gazioğlu
Multivariate Time Series Modeling Of The Number Of Applicants For Conditional Cash Transfer Program in Turkey
Ahmet Fatih Ortakaya, Asst. Prof. Dr. Ceylan Talu Yozgatlıgil
Namusu/nu Kanla Temizleyenler: Mardin Cezaevi’nde Namus Davası Nedeniyle Yatan Mahkûmlar Üzerine Bir Araştırma
Yrd. Doç. Dr. Musa Öztürk, Arş. Grv. Memet Ali Demirdağ
Sa
yı
:
ISSN: 1303-0256
30
Sosyal Polİtİka
Ç a l ı ş m a l a r ı
Journal of Social Policies
T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Hakemli Araştırma Dergisi • Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak-Haziran 2013
Hakemli Araştırma Dergisi
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Adına Sahibi
Amber Türkmen
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Faruk Nafiz Fazlıoğlu
[email protected]
Yönetim ve İletişim
Eskişehir Yolu Söğütözü Mahallesi
2177. Sokak No: 10/A
Çankaya-ANKARA
e-posta: [email protected]
web: http://eydb.aile.gov.tr/tr/html/21493
Yayın Türü
Yaygın süreli yayın
ISSN
1303-0256
Grafik-Tasarım
Rıhtım Ajans • 0312 441 61 31
Baskı-Cilt
Özel Ofset • 0312 395 06 08
Baskı Adedi
3.000
Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi’nde yayımlanan yazılardaki görüşler yazarına aittir.
© Her hakkı saklıdır. Dergide yer alan yazı, makale, fotoğraf ve illüstrasyonların elektronik ortamlar da dâhil olmak üzere
kullanma ve çoğaltılma hakları sadece Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'na aittir. Yazılı ön izin olmaksızın yazıların tamamının
ya da bir bölümünün çoğaltılması yasaktır.
Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi altı (6) ayda bir yayımlanır. Mülga Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü tarafından
yayımlanan AİLE VE TOPLUM Dergisi'nin devamıdır.
TÜBİTAK-Ulakbim veritabanında taranmaktadır.
ASOS Index tarafından taranmaktadır.
Sosyal Polİtİka
Ç a l ı ş m a l a r ı
Journal of Social Policies
T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Hakemli Araştırma Dergisi • Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı:30 Ocak-Haziran 2013
YAYIN KURULU
DANIŞMA KURULU
BU SAYININ HAKEMLERİ
Dr. Dursun Ayan
Doç. Dr. Aşkın Asan
Prof. Dr. Aliye Mavili Aktaş
Dr. Sermet Başaran
Dr. Nail Abdulgazi Alataş
Prof. Dr. Aylin Görgün Baran
Dr. Selim Coşkun
Doç. Dr. Mustafa Can
Prof. Dr. Aysel Köksal Akyol
Pınar Çağlayan
Prof. Dr. Mustafa Acar
Prof. Dr. Aytül Kasapoğlu
Prof. Dr. Nagehan Talat Arslan
Prof. Dr. Hüseyin Gül
Prof. Dr. Ahmet Hamdi Aydın
Prof. Dr. Jülide Y. Öcal
Prof. Dr. Ömer Çaha
Prof. Dr. Metin Toprak
Prof. Dr. Sibel Kalaycıoğlu
Doç. Dr. Aynur Bütün Ayhan
Prof. Dr. Jülide Yıldırım Öcal
Doç. Dr. Ayşe Sezen Bayoğlu
Prof. Dr. Ferhunde Öktem
Doç. Dr. Dolunay Şenol
Prof. Dr. Emine Özmete
Doç. Dr. Eda Purutçuoğlu
Prof. Dr. Metin Toprak
Doç. Dr. Fatime Güneş
Prof. Dr. Zeynep Bengi Semerci
Doç. Dr. Mualla Kavuncu
Prof. Dr. Metin Yerebakan
Doç. Dr. Suna Başak
Yrd. Doç. Dr. Ali Çiftçi
Dergimizin diğer hakemleri
http://eydb.aile.gov.tr/tr/html/21493
adresinde sürekli güncellenerek yer alacaklardır.
BİLİMSEL YAZIŞMA
Makaleler ile ilgili tüm soru ve yazışmalarınız için;
Faruk Nafiz Fazlıoğlu
Tel: 0312 705 57 32
e-posta: [email protected]
Editörden
Faruk Nafiz FAZLIOĞLU
Değerli Okurlar,
Bu sayı ile birlikte Sosyal Politika Çalışmaları adı altında çıkardığımız dergimizin 3., Aile ve
Toplum dergisinden bu yana ise 30. sayımızı çıkarmış bulunuyoruz. Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığının faaliyet alanlarına ilişkin akademik çalışmaları yayınladığımız dergimizin bu sayısında da ilginizi çekeceğini umduğumuz 7 çalışma bulunuyor.
“Aile Yılmazlığı: Bir Engele Rağmen Birlikte Güçlenen Aile” adlı çalışma Prof. Dr. Yaşar Özbay
ve Arş. Gör. Didem Aydoğan’ın bir ortak çalışması. Yetişkinlerin zor ya da beklenmeyen yaşam
olaylarıyla başa çıkma yollarını açıklamak için kullanılan “Yılmazlık” bu çalışmada, engelli bir
çocuğa sahip olan ailelerde inceleniyor.
“Aile’nin Psiko-Sosyal Destek İhtiyacını Karşılamada Yeni Bir Model Önerisi: Aile Sağlığı Merkezlerinde Aile Psiko-Sosyal Destek Birimi” adlı çalışma ise yine bir ortak makale. Prof.Dr. Yasemin Özkan ve Esra Kılıç’ın birlikte kaleme aldıkları bu çalışmada ailenin özellikleri düşünüldüğünde, ailenin ihtiyaç duyduğu destek hizmetlerinin içinde yer alan aile tedavisi yaklaşımı,
bu tedavinin içeriği, ulaşılabilirliği ve amaca uygun hizmet etmesi konuları ele alınmaktadır.
Doç. Dr. Adalet Kandır ve Uzman Bilge Koçak’ın çalışması “Farklı Sosyo-Ekonomik Düzeydeki
Beş-Altı Yaş Çocuklarının Erken Öğrenme Becerilerinin İncelenmesi” ise üçüncü makalemiz.
Samsun il merkezinde Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı 16 ilköğretim okulunun anasınıfına devam eden beş-altı yaşlarındaki 150 çocuk ve bu çocukların anne-babaları dâhil edilerek çalışılmış makale çocukların erken öğrenme becerilerinin incelenmesi amacını taşıyor.
“İİT Ülkeleri Ve Türkiye’ye Ait Sosyal Göstergeler İle İnsani Gelişim Göstergeleri Arasındaki
İlişkinin Karşılaştırmalı Analizi”nin ise üç yazarı bulunuyor. Münir Tireli, Doç. Dr. Selim Çoşkun ve Dr. Nevzat Fırat Kunduracı. Bu çalışmada, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üyesi ülkelerin
istihdam, eğitim ve sağlık verileriyle, UNDP İnsani Kalkınma Endeksi verileri arasındaki ilişki
incelenmektedir.
“Kadın Cinayetleri: Kavramsallaştırma Ve Sorunlu Yaklaşımlar” ise Yrd. Doç. Dr Elif Gazioğlu’nun
bir çalışması. Çalışma, Türkiye’deki kadına yönelik şiddet eylemlerini ve özelde cinayetleri durdurmak için girişilen kurumsal çabaların beslendiği klasik bakış açılarının eleştirmekte ve kadın
cinayetleriyle mücadelede başarılı olabilmek için, bu soruna dair “hakim yaklaşımları” tartışmaktadır.
Sayının tek İngilizce makalesi olan “Multivariate Time Series Modeling Of The Number Of Applicants For Conditional Cash Transfer Program In Turkey”adlı makalemizin yazarları ise Ahmet
Fatih Ortakaya ve Yrd. Doç. Dr. Ceylan Talu Yozgatlıgil. Makale, yoksulluk riski altında bulunan
ailelerin çocuklarının düzenli olarak eğitim ve sağlık hizmetlerine erişiminin sağlanması ile bu
ailelerin beşeri sermayelerini desteklemeyi amaçlayan bir sosyal yardım programı olan Şartlı
Nakit Transferi ve bu programa olan talebi incelemektedir.
Son makalemiz ise Yrd. Doç. Dr. Musa Öztürk ve Arş. Grv. Memet Ali Demirdağ’a ait olan “Namusunu Kanla Temizleyenler: Mardin Cezaevi’nde Namus Davası Nedeniyle Yatan Mahkûmlar
Üzerine Bir Araştırma” adlı çalışma. Çalışma Mardin Cezaevinde “namus davası” nedeniyle
hüküm giymiş mahkûmlarla yapılmış görüşmelerden yola çıkarak konu üzerinde bir değerlendirme yapmaktadır.
Sayımızı beğeniyle okumanızı umuyor, eleştiri, görüş ve çalışmalarınızla bizi desteklemeye devam etmenizi diliyoruz.
İçindekiler
Aile Yılmazlığı: Bir Engele Rağmen Birlikte Güçlenen Aile..................................................... 9
Prof. Dr. Yaşar Özbay, Arş. Gör. Didem Aydoğan
Aile’nin Psiko-Sosyal Destek İhtiyacını Karşılamada Yeni Bir Model Önerisi: Aile Sağlığı
Merkezlerinde Aile Psiko-Sosyal Destek Birimi..................................................................... 25
Prof.Dr. Yasemin Özkan, Esra Kılıç
Farklı Sosyo-Ekonomik Düzeydeki Beş-Altı Yaş Çocuklarının Erken Öğrenme Becerilerinin
İncelenmesi.......................................................................................................................... 45
Doç. Dr. Adalet Kandır, Öğrt. Gör. N. Bilge KOÇAK TÜMER
İİT Ülkeleri ve Türkiye’ye Ait Sosyal Göstergeler ile İnsani Gelişim Göstergeleri Arasındaki
İlişkinin Karşılaştırmalı Analizi............................................................................................ 61
Münir Tireli, Doç. Dr. Selim Çoşkun, Dr. Nevzat Fırat Kunduracı
Kadın Cinayetleri: Kavramsallaştırma ve Sorunlu Yaklaşımlar............................................. 89
Yrd. Doç. Dr Elif Gazioğlu
Multivariate Time Series Modeling Of The Number Of Applicants For Conditional Cash
Transfer Program In Turkey................................................................................................ 101
Ahmet Fatih Ortakaya, Asst. Prof. Dr. Ceylan Talu Yozgatlıgil
Namusunu Kanla Temizleyenler: Mardin Cezaevi’nde Namus Davası Nedeniyle Yatan
Mahkûmlar Üzerine Bir Araştırma...................................................................................... 117
Yrd. Doç. Dr. Musa Öztürk, Arş. Grv. Memet Ali Demirdağ
1
AİLE YILMAZLIĞI: BİR ENGELE RAĞMEN
BİRLİKTE GÜÇLENEN AİLE
Prof. Dr. Yaşar Özbay*
Arş. Gör. Didem Aydoğan**
Özet
Bu araştırmada, engelli çocuğa sahip olan ailelerde, aile yılmazlığının incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırma, nitel bir çalışma
olup, çalışma 6 çift olmak üzere 12 anne-baba ile görüşme yöntemi kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Araştırmaya ilişkin veriler
Walsh (1998) Aile Yılmazlık Modeli ve araştırmacılar tarafından geliştirilen Özgünlük Sistemi Modeli temel alınarak yapılandırılan
“Aile Yılmazlık Görüşme Formu” aracılığıyla toplanmıştır. Veriler, içerik analizi kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgulara göre,
ailelerin yılmazlıklarına katkı sağlayan en önemli etkenlerin sosyal destek, maneviyat, sahip oldukları pozitif bakış açısı, aile
içerisindeki birbirlerine bağlılıkları, esnek olmaları ve özgünlük / ilişkisel özgünlük olduğu belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Aile Yılmazlığı, Pozitif Aile Gelişimi, Engelli bir çocuğa sahip olma
Abstract
In this study, it is aimed to investigate the family resilience in families with an exceptional child. This study is qualitative in nature
and it is conducted on 6 married couples with parental interviewing method. Qualitative data were collected with the Family
Resilience Interviewing Form based on Walsh’s (1998) Family Resilience Model and Authenticity System Model developed
by the authors. Qualitative data were analyzed with content analysis. Major findings of the study appears to be that the most
significant contributors of family resilience are social support, spirituality, maintaining positive view, intrafamily connectedness,
flexibility and relational authenticity.
Keywords: Family Resilience, Positive Family Growth, Having a child with dissabilities
*
Prof.Dr.,Gazi Üniversitesi, Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü
**
Arş.Gör.,Gazi Üniversitesi, Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü
9
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
1. GİRİŞ
Yılmazlık, yetişkinlerin zor ya da beklenmeyen yaşam olaylarıyla başa çıkma yollarını açıklamak için kullanılmaktadır. Yılmazlık çalışmalarının başlangıcı 1954 yılında
Werner ve Smiths’in (1989) Kauia’daki zorluk ya da risklerle karşı karşıya kalan çocukların başarılı bir şekilde bu durumun üstesinden gelmelerine odaklanan boylamsal çalışmalarına dayanmaktadır. Yılmazlığa ilişkin yapılan ilk çalışmalar daha çok
çeşitli stres durumlarına uyum sağlayanlar için gerekli olan bireysel özellikleri tanımlamaya çalışmışlardır. Bunun yanında son zamanlarda yapılan çalışmalar yılmazlıkta
sadece bireysel süreçlerin değil aynı zamanda belirli sosyo-kültürel bağlamında ele
alınması gerektiğini ileri sürmektedir (McCubbin, Thompson, Thompson ve Futrell,
1999). Bu açıdan bakıldığında yılmazlık içsel ve dışsal kaynakları başarılı bir şekilde
kullanmayı kapsamaktadır.
Yılmazlık sadece bireysel bir olgu olmayıp, aile ve toplumsal bağlamda da yılmazlık süreci yaşanmaktadır. Aile araştırmacıları, olumsuzluklarla/zorluklarla (adversity)
karşı karşıya kalan ailelerden bazılarının bununla iyi bir şekilde başa çıkabildiklerini
ve daha da güçlendikleriyle ilgilenmişlerdir (McCubbin ve McCubbin, 1988;Patterson, 2002; Walsh, 1996). Sağlıklı bir aile; bir bütün olarak ailenin optimal (en üst
düzeyde) gelişim, fonksiyon ve iyi oluş için etkileşimsel özellikler sergilemesi olarak
tanımlanır (Black ve Lobo, 2008). Pozitif psikoloji insanların yaşadıkları olumsuzluklara odaklanma yerine bu olumsuzluklara rağmen sağlıklı bir şekilde başa çıkmalarına ve gelişimlerini sürdürmelerine odaklanmaktadır. Bir kriz durumu içerisinde
ailenin iyi bir şekilde işlevsel olmasını sağlayan faktörler ve aile yılmazlık kavramı,
pozitif psikoloji kapsamında ele alınan konulardan biridir (Seligman ve Csikszentmihalyi, 2000). Aile yılmazlık kavramı; bireysel yılmazlık kavramının ötesinde işlevsel
bir birlik olarak aile içerisinde “ilişkisel yılmazlığa” odaklanarak, aile sistemine ilişkin
değerlendirme ve müdahale ile ilgili bir kavram olarak ele alınmıştır (Walsh, 1996).
Aile içerisinde emeklilik, boşanma, yeniden evlenme, ani iş kaybı ve aile üyelerinin
beklenmeyen ölümü ya da sürekli yaşanan göç normal yaşam döngüsü içerisinde
karşılaşılabilecek risklerdir (Walsh, 1996). Risk, patoloji ya da uyumsuzluğa doğrudan neden olan bir değişken olarak tanımlanmaktadır (Rutter, 1987). Aile içerisinde
bedensel/zihinsel engeli olan bir bireyin varlığı, aile için bir risktir. Pek çok çalışma
içerisinde engelli çocuğa sahip olan ailelerin ya da kronik rahatsızlığı olan çocukların
bulunduğu ailelerin yılmazlıkları incelenmiştir (Bayat, 2000; Kerry-Jan Van Der Walt,
2006; Klerk ve Greeff, 2011; Lee, Lee, Kim, Park, Song& Park, 2004; Plumb, 2011). Bu
risk durumuyla karşı karşıya kalan ailelerden bazıları bu durumla sağlıklı bir şekilde
başa çıkıp, pozitif atmosferi aile içerisinde koruyabiliyorken; bazı aileler için tam
tersi bir durum olmaktadır. Aile yılmazlığı (family resilience), yaşamın zorluklarına
ve risklerine karşı başarılı bir şekilde uyum ve sağlıklı aile işleyişini sürdürme ya da
geliştirmede aile sisteminin gücü olarak değerlendirilir (Patterson, 2002).
10
AİLE YILMAZLIĞI:
BİR ENGELE RAĞMEN BİRLİKTE GÜÇLENEN AİLE
Prof. Dr. Yaşar Özbay, Arş. Gör. Didem Aydoğan
McCbubbin, McCubbin ve Thompson (1993), bir kriz durumuyla karşı karşıya kalan
ailelerin bu durumun yönetimi için paylaşılan inançlar, standartlar, öncelikler ve
beklentileri içeren bir aile şemasına sahip olduğunu belirtmişlerdir. Bu aile şeması
ailenin bu kriz durumunu değerlendirmesini sağlamaktadır.
Aile yılmazlık kavramı aynı zamanda stres, başa çıkma ve uyum ile ilgili kuramlarla
da şekillendirilmiştir (Walsh, 1996). Figley (1989), 11 işlevsel aile başa çıkma özelliği tanımlamıştır: (1) stresörün açık bir şekilde kabulü, (2) probleme aile merkezli
odaklanma, (3) problemi çözmede çözüm odaklı yaklaşım, (4) yüksek tolerans, (5)
sevgi ve bağlılığın açık ve net bir şekilde ifade edilmesi, (6) açık ve etkili iletişim, (7)
yüksek aile bağlılığı, (8) esnek aile rolleri, (9) etkili kaynakların kullanımı, (10) şiddetin olmayışı, ve (11) çok nadir madde kullanımı. McCubbin, Thompson ve McCubbin’inin (1996) Stres, Uyum ve Uyarlama Yılmazlık Modeli aile yılmazlığını açıklayıcı
bir modeldir. Bu model içerisinde geçen temel varsayım; stres, bir bütün olarak aile
birliğinin gelişimini teşvik eden ailenin yeteneklerini geliştiren yaşamın doğal bir
parçasıdır. Aileler bu kriz dönemi içerisinde kendi yaşamlarını yeniden düzenlemeye
çalışırlar. Yaşam döngüsü içerisindeki her bir dönemde ailenin normatif geçişleri ve
stresli yaşam olaylarına uyumda yetenekleri dört faktör tarafından etkilenmektedir
(McCubbin ve McCubbin, 1988). Bunlar; (1) Aile üyelerinin kişisel yılmazlık kaynakları (örneğin pozitif benlik saygısı ve benlik yılmazlığı gibi), (2) Aile inanç sistemi, ailenin kültürel mirası, zorluğa verdikleri anlam, (3) Aile, arkadaşlardan ve daha büyük
gruplardan/ toplumdan alınan sosyal destek, ve (4) Ailenin başa çıkma stratejileri,
problem çözme teknikleri ve aile bütünlüğünü devam ettirmesidir.
Walsh (1998) aile yılmazlığının, ailenin başa çıkma ve fonksiyonel bir birlik olarak
ailede uyum sürecini ifade ettiğini belirtmiştir.Walsh (1998, 2002, 2006), aile yılmazlığının aile inanç sistemleri, yönetim şekilleri ve iletişim süreçleri olmak üzere üç
boyutu kapsamaktadır. Aile inanç sistemleri alanı içerisinde; (a) İyileşme, acı, krizi
değerlendirme, bağlılık hissi, birleştirici değerler için kullanılan olumsuzluğa anlam
verme, (b) Azim, cesaret, iyimserlik, güce odaklanan pozitif bakış açısı, (c) Genişletilmiş değerlendirme, cinsellik, inanç, dinsel törenler ve dönüşümü içeren üstünlük ve
maneviyat yer almaktadır. Yönetim şekillerinde; (a) Kararlılığı dengeleyecek değişim
yeteneği olan esneklik, (b) Yakınlık, güçlü liderlik, bireylerin ihtiyaçlarına karşılıklı
saygı göstermek için kullanılan bağlanmışlık, (c) Finansal güvenlik, iletişim ağları ve
çeşitli sosyal desteği içeren sosyal ve ekonomik kaynaklar. İletişim Süreçleri; (a) Belirsiz durumları açıklama, uygun mesaj ve açıklık, (b) Duygu, karşılıklı empati ve espriyi
içeren açık duygusal ifade, (c) Yapıcı problem çözme, karar almaya katılma, yaratıcı
beyin fırtınasını içeren işbirlikçi problem çözme.
McCubbin ve McCubbin (1993), kriz ve zorluklar karşısında etkili olan koruyucu
ve iyileştirici faktörler tanımlamışlardır. Aile yapısı, ritüelleri ve uygulamaları farklı
olmasına rağmen, yılmaz aileleri tanımlayan kültürel ve etnik gruplar arasında yay-
11
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
gın faktörler görünmektedir (Patterson, 2002). McCubbin ve McCubbin (1988) aile
içerisinde koruyucu faktörleri uzlaşma, önemli günlerdeki kutlamalar, açık iletişim,
ekonomik durum, dayanıklılık, aile üyelerinin fiziksel ve psikolojik sağlığı, aile üyelerinin boş zaman faaliyetleri, aile üyelerinin kişilik özellikleri, destekleyici iletişim ağı,
ailenin gelenekleri ve alışkanlıkları olarak belirlemişlerdir. Aile koruyucu faktörlerinden biri de aile içerisinde birlikte paylaşılan/yapılan aktivitelerdir. Hutchinson, Afifi
ve Krause (2007) yaptıkları araştırmada paylaşılan aile aktiviteleri boşanma sonrası
stresle başa çıkmada ve pozitif duyguların oluşmasında etkili olduğunu bulmuşlardır.
Walsh’ın (1996) aile yılmazlığını kavramsallaştırması, sistematik ve ilişkisel olup,
ekolojik ve gelişimsel bağlamda etkileşimsel süreçleri de içerir. Bu çalışma içerisinde Walsh (1998) tarafından önerilen Aile Yılmazlık Modeli temel alınarak görüşme
formu hazırlanmıştır. Ancak, Aile Yılmazlık Modeline katkı sağlayacağı düşünülen
Özgün Olma ve İlişkisel Özgünlük kavramlarından oluşan Özgünlük Sistemleri de
modele ek olarak sunulmuştur. Özgünlük kişinin günlük yaşamında kendi gerçek ya
da öz benliğine göre sürdürebilmesi olarak tanımlamıştır (Kernis ve Goldman, 2006).
Özgünlüğün ilişkisel süreci ise kişinin yakın ilişkileri içerisinde açıklığı, samimiyeti,
dürüstlüğü, sadakat/gerçekliği (truthfulness) için çaba göstermesi ve değer vermesini
içerir (Goldman ve Kernis, 2002; Kernis ve Goldman, 2006). İlişki içerisinde özgünlük, dürüstlük, kişinin tam olarak kendini açmasıdır (Lopez ve Rice, 2006). Kernis
ve Goldman (2006), yüksek düzeyde özgünlüğe sahip olan bireylerin daha uyumlu
başa çıkma stratejileri kullandıklarını ve düşük düzeyde özgünlüğe sahip olan bireylere göre daha az savunmacı olduklarını bulmuşlardır. Dolayısıyla, özgünlüğe ilişkin
teoriler ve araştırma bulguları dikkate alındığında, aile yılmazlık sürecinde özgünlük
aile üyelerinin sahip olduğu içsel koruyucu faktörler içerisinde yer almaktadır. Aile
içerisinde üyelerin sahip oldukları özgünlükleri ve ilişkileri içerisinde özgün olmaları,
kendilerini açık bir şekilde ifade etmelerinde, içinde bulundukları durumu kabullenip daha sağlıklı bir şekilde başa çıkacakları düşünülmektedir.
Yukarıda belirtilen tüm kuramsal ve ampirik değerlendirmeler ışığında aile yılmazlığına ilişkin teoriler ve araştırmalar, kriz durumunda ya da bir risk durumuyla karşı
karşıya kalan aileleri bir arada tutan ve tüm bunlara rağmen birlikte yol alabilen ailelerin özelliklerine ilişkin geniş açıklamalar sunmaktadır. Her aile kendine özgüdür ve
her ailenin başa çıkma kaynakları, gelişim gösterme süreci farklıdır. Özellikle de risk
durumuyla karşı karşıya kalan aileler içerisinde bu durum daha da farklılaşmaktadır.
Bu çalışma kapsamında engelli çocuğa sahip olan ailelerin yılmazlık kaynaklarının
araştırılması amaçlanmıştır. Engelli çocuğa sahip olan ailelerin yılmazlık kaynaklarının araştırılması, bu ailelere sunulacak olan aile danışmanlığı uygulamaları açısından önemlidir. Ayrıca, spesifik bir grup üzerinde çalışılmasına rağmen Türk kültürü
içerisinde aile yılmazlık kaynaklarının anlaşılabilmesi açısından da bu araştırmanın
önemli olduğu görülmektedir.
12
AİLE YILMAZLIĞI:
BİR ENGELE RAĞMEN BİRLİKTE GÜÇLENEN AİLE
Prof. Dr. Yaşar Özbay, Arş. Gör. Didem Aydoğan
2. YÖNTEM
Araştırma nitel bir çalışma olarak desenlenmiştir. Nitel bir çalışma olarak desenlenmesinin nedeni, aile yılmazlığını derinlemesine ele almak ihtiyacından dolayıdır.
Yılmaz ve Şimşek’in (2006) belirttiği gibi, nitel araştırma olguyu ilgili bireylerin bakış
açıklarından görebilmeyi ve bu bakış açılarını oluşturan sosyal yapıyı ve süreçleri
ortaya koymaya olanak vermektedir. Alan literatürü incelendiğinde, Türkiye’de aile
araştırmalarında nitel yöntemlerin kullanımının yok denecek kadar az olduğu görülmüştür. O yüzden bu çalışmada nitel bir çalışma desenlenmesiyle, aile danışmanlığı
kapsamında yapılacak araştırmalar için bir yenilik getirmesi beklenmektedir. Ayrıca,
yılmazlık kaynaklarının görüşme yöntemiyle ele alınmasının söz konusu kavrama
ilişkin daha derinlemesine bilgiler elde edilmesi açısından da önemlidir. McCubbin ve arkadaşları (1999) nitel çalışmanın yılmazlık sürecini anlamak için en uygun
yöntem olduğunu belirtmişlerdir. Böylelikle, aile danışmanlığı alanı içerisinde bu
çalışma ailelerin zor koşullar altında başa çıkmada sahip olduğu pozitif kaynakların
derinlemesine belirlenmesi aynı zamanda araştırma yöntemleri açısından yenilik getirmesi açısından önemlidir.
Araştırmada veriler nitel araştırma yöntemi içerisinde sık kullanılan görüşme yöntemiyle gerçekleştirilmiştir (Yıldırım ve Şimşek, 2006).Görüşmeler, bireysel görüşmeler
ve odak grup görüşmeleriyle gerçekleştirilmiştir. Araştırmada bireysel görüşmelerin
yanında odak grup görüşmesi yapılma nedeni, odak grup görüşmesi farklı insanlardan eş zamanlı olarak veri toplamaya olanak sağlamasıdır. Bu şekilde grup dinamiğinden grup etkileşimiyle bireysel görüşmelerden farklı olarak yeni verilerde sağlanmıştır.
2.1. Araştırma Grubu
Araştırma grubunda yer alan ailelere, Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir
Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezin’den izin alınarak ulaşılmıştır. Araştırmaya
gönüllü olarak katılmak isteyen aileler dahil edilmiştir. Araştırma grubunda toplam
12 kişi, 6 çift bulunmaktadır. Araştırmaya katılan anne-babaların yaş ortalamaları
38.83 (Ss=9.74). Ortalama olarak evlilik süreleri 10 (Ss= 6.96) yıldır. Anne-babalardan
7’si lise mezunu, 2’si üniversite mezunu ve 3’ü ise yüksekokul mezunudur. Araştırma
grubunda yer alan annelerden biri hariç, diğer anneler çalışmamaktadır. Babaların
ise düzenli olarak kazanç elde ettikleri bir işleri vardır. Ailelerin %58.3’ü aileye giren
kazançların aile geçimi için yeterli olmadığını belirtmişlerdir. Araştırma grubunda
yer alan ailelerden 2’si otizm, 1 aile epilepsi, 2 aile serabral palsi ve bir ailede görme
engelli çocuğa sahiptir. Ayrıca ailelerden ikisi ikiz çocuğa sahiptir fakat diğer bir kardeşte herhangi bir engel türü yoktur. Ayrıca araştırma grubunda yer alan aileler, bu
zamana kadar profesyonel bir psikolojik yardım almamışlardır
13
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
2.2. Veri Toplama Araçları
Aile Yılmazlık Görüşme Formu: Araştırmacılar tarafından, engelli çocuğa sahip
olan ailelerin yılmazlık kaynaklarını ortaya koymak amacıyla geliştirilmiştir. Yarı-yapılandırılmış bir görüşme formudur. Aile Yılmazlık Görüşme Formunun geliştirilme
sürecinde aşağıdaki işlem basamakları gerçekleştirilmiştir.
I.İlgili literatür incelemesi sonrasında Walsh (1996) tarafından geliştirilen aile yılmazlık yaklaşımındaki aile inanç sistemleri, yönetim şekilleri ve iletişim süreçleri
bileşenlerini temel alan açık-uçlu sorular hazırlanmıştır. Ayrıca Walsh (1996)’ın
önerdiği aile yılmazlık yaklaşımına ek olarak, ilgili literatür temel alınarak araştırmacılar tarafından özgünlük/ilişkisel özgünlüğü de içeren açık-uçlu sorular eklenmiştir.
II. Hazırlanan taslak görüşme formundaki sorular, Psikolojik Danışma ve Rehberlik
alanında aile ve yılmazlıkla ilgili araştırmaları bulunan üç alan uzmanı tarafından
içerik açısından uygunluğu ele alınmıştır.
III. Uzman görüşlerinden sonra soru ifadelerinin görüşme formatına uygun olup olmadığını değerlendirmek üzere nitel araştırma konusunda uzman iki kişiden hazırlanan formun nitel araştırmada kullanılabilirliği açısından ele alınmıştır.
IV. Görüşme formuna ilişkin görüşlerden sonra, ailelerin görüşme öncesinde cevaplamaları için “Aile Bilgi Formu” eklendikten sonra 9 sorudan oluşan “Aile Yılmazlık
Görüşme Formu”nun son hali verilmiştir.
2.3. İşlem Yolu
Araştırmada görüşmeler ikinci araştırmacı tarafından gerçekleştirilmiştir. Görüşmeler odak grup görüşmeleri ve bireysel görüşmeler şeklinde yapılmıştır. Görüşmelere
başlanılmadan önce, araştırma etiği kapsamında ailelerden görüşme sonuçlarının
araştırma için kullanılacağına dair izin alınmıştır. Görüşme esnasında elde edilen
cevapların kaydedilmesinde, ses kayıt cihazı kullanılmıştır. Odak grup görüşmeleri
ortalama olarak bir saat, bireysel görüşmeler ise 30 dk sürmüştür. Odak grup görüşmeleri iki kez, dörder kişilik oluşan bir grup üzerinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmadan elde edilen görüşme kayıtlarının analizi için içerik analizi yapılmıştır.
3. BULGULAR
Araştırmada, görüşmeler yoluyla elde edilen verilerin analiz süreci üç aşamada gerçekleştirilmiştir:
*İlk olarak bireysel ve odak grup görüşmelerinden elde edilen görüşme kayıtlarının
ikinci araştırmacı tarafından transkripleri bilgisayar ortamında çıkarılmıştır ve 12
anne-babaya ait yaklaşık 40 sayfalık bir veri seti elde edilmiştir.
14
AİLE YILMAZLIĞI:
BİR ENGELE RAĞMEN BİRLİKTE GÜÇLENEN AİLE
Prof. Dr. Yaşar Özbay, Arş. Gör. Didem Aydoğan
*İkinci olarak, Walsh (1996) Aile Yılmazlık Modeli ve araştırmacılar tarafından eklenen Özgünlük Sistemi içerisinde bulunan kategorilere göre transkirip içerisinden
içerik analizi yapılmıştır. Bireysel ve odak grup görüşmeleri birlikte analiz edilmiştir.
O yüzden görüşmeden elde edilen veriler ayrı bir şekilde tekrardan kodlanıp, kategori
yapılmamıştır, çünkü görüşme formu geliştirme süreci belirli model ve bu model
içerisinde geçen kategoriler temel alınarak geliştirilmiştir. Temalar ve kategorilere
göre Microsoft Excell programı yardımı ile içerik analizi yapılmıştır. Her bir tema ve
kategorilerinin frekansları çıkartılmıştır.
*Son olarak NVIVO programı kullanılarak elde edilen modele ilişkin, ailelerin yılmazlık kaynaklarında içsel ve dışsal koruyucu faktörler ve frekanslarıyla birlikte
verilmiştir.
*Nitel araştırmada güvenirlikte, ortamda meydana gelen her şeyi veri olarak kaydetmek önemlidir. Bu nedenle görüşme esnasında ses kayıt cihazı ile detaylı kaydın
alınması güvenirliği sağlama yollarından biri olarak kullanılmıştır. Aynı zamanda,
araştırma sürecinin detaylı olarak tanımlanması ve kaydedilen verilerin analiz sürecinde birden fazla uzmanın görüşleri alınarak, güvenirlik sağlanmaya gidilmiştir.
Bu aşamada belirli kategorilere yapılan içerik analizi için uzman görüşleri alınmıştır.
Görüşme yoluyla elde edilen veriler, 4 kategori ve 11 alt kategori içerisinde tanımlanmıştır. Aşağıda Tablo 1’de kategoriler ve alt kategoriler verilmiştir.
Tablo 1: Aile Yılmazlığına İlişkin Kategoriler ve Alt Kategoriler
Kategoriler
Alt Kategoriler
Olumsuzluğa Anlam Verme
Aile İnanç Sistemleri
Pozitif Bakış Açısı
Değerler ve Maneviyat
Esneklik
Yönetim Şekilleri
Bağlılık
Sosyal Destek
Açıklık
Aile İçi İletişim Süreçleri
Duyguları İfade Etme
İşbirlikçi Problem Çözme
Özgünlük Sistemleri
Özgün Olma
İlişkisel Özgünlük
15
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Aile içerisinde birlikte yapılan aile aktiviteleri,aile yılmazlığı için koruyucu faktörlerdir. Aile aktivitelerine ilişkin veriler, görüşmeye başlanılmadan önce aileler için hazırlanmış olan demografik bilgi formundan elde edilmiştir. Ailelerin birlikte yaptıkları
aktivitelerin betimsel sonuçları Tablo 2’de verilmiştir.
Tablo 2: Aile Aktiviteleri
Etkinlikler
Frekans
%
Birlikte dini bayramlarda akrabaları ve komşuları ziyaret etme
12
100
Akşamları birlikte televizyon izleme
11
91.7
Aile üyelerinin doğum günlerini kutlama
10
83.3
Misafirliğe gitme
10
83.3
Birlikte akşam yemeği yeme
9
75
Birlikte haftasonu kahvaltı yapma
9
75
Alışveriş yapma
9
75
Birlikte çocuğun eğitimiyle ilgili toplantılara katılma
8
66.7
Sinemaya gitme
1
8.3
Tablo 2’de verilen aile aktiviteleri dışında, ailelerin %16.6'sı birlikte pikniğe gitme,
seyahat etme, yine ailelerin %16.6’sı birlikte yürüyüş yapma ve bir kişide %8.3’ü de
şarbone eğitimine katıldıklarını belirtmişlerdir. Bununla birlikte ailelerin birlikte en
çok yaptıkları aktivitelere bakıldığında bunların sırasıyla, (1) birlikte dini bayramlarda akrabaları ve komşuları ziyaret etme, (2) akşamları birlikte televizyon izleme, (3)
aile üyelerinin doğum günlerini kutlama-misafirliğe gitme, (4) birlikte akşam yemeği
yeme, birlikte haftasonu kahvaltı yapma ve alışveriş yapma gelmektedir.
Yapılan içerik analizi sonucuna göre, aile yılmazlığına ilişkin içsel ve dışsal koruyucu
faktörler Şekil 1’deki model içerisinde tanımlanmıştır. Aile Yılmazlık Modeli içerisinde araştırmacılar tarafından modele eklenen özgünlük sistemleri de aile yılmazlık
sürecine katkı sağladığı görülmektedir.
16
AİLE YILMAZLIĞI:
BİR ENGELE RAĞMEN BİRLİKTE GÜÇLENEN AİLE
Prof. Dr. Yaşar Özbay, Arş. Gör. Didem Aydoğan
Şekil 1: Pozitif Aile Yılmazlık Modeli
AİLE YILMAZLIĞI
Dışsal Destek
İçsel Destek
28
Sosyal Destek
ve Ekonomik
Kolaylık
6
14
Yönetim Şekilleri
Özgünlük Sistemleri
17
Aile İnanç
Sistemleri
2
3
Komşu Toplum
4
5
Aile
Eş
5
Aile İçi İletişim Süreçleri
7
7
Yakınlık
Bağlılık
3
İlişkisel
Özgünlük
Esneklik
1
Olumsuzluğa
Anlam
Verme
3
9
Pozitif
Bakış
Açısı
7
Değerler
Maneviyat
2
Açıklılık
1
Duyguları İfade
Etme
Özgün
Olma
2
İşbirlikçi
Problem
Çözme
Şekil 1’de görüldüğü üzere, aile yılmazlık sürecine Walsh (1996) tarafından önerilen
Aile Yılmazlık Modeli’ne dayalı olarak geliştirilen model içerisinde aile yönetim şekilleri, aile inanç sistemleri ve aile içi iletişim süreçleri aile yılmazlığına katkı sağlamaktadır. Ayrıca bu çalışma içerisinde aile içi ilişki süreçlerine, yönetim şekillerine,
aile inanç sistemlerine katkı sağlayacağı düşünülen Özgünlük Sistemleri eklenmiştir.
Özgünlük sisteminin yani aile içerisindeki üyelerin sahip oldukları kendi özgünlükleri ve ilişki içerisindeki özgünlükleri karşılaştıkları kriz durumuyla başa çıkmalarına
katkı sağlamaktadır. Aile içerisinde yılmazlığa katkı sağlayan içsel ve dışsal koruyucu
faktörlere bakıldığında Şekil 1’de gösterilen frekans dağılımı ve kategorilere göre aile
yılmazlık sürecinde en çok (1) yönetim şekilleri, (2) aile inanç sistemleri, (3) özgünlük sistemleri, (4) aile içi iletişim süreçleridir. Kategoriler içerisinde yer alan temalar
dikkate alındığında aile yılmazlık sürecinde en fazla katkı dışsal koruyucu faktör olan
sosyal destek olduğu görülmektedir. Bunu takiben ailelerin sahip oldukları pozitif
bakış açısı gelmektedir. Sonrasında ise, ailenin sahip olduğu değerler / maneviyat, yakınlık/bağlılık ve esnekliktir. Aşağıda her bir kategori ve alt temalara ilişkin bulgular
verilmiştir.
17
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Kategori 1: Aile İnanç Sistemleri
Katılımcılara, aile içerisinde zor durumlarla baş etmede sahip oldukları bakış açısı
ve bu başa çıkmada var olan maneviyatın etkisi sorulduğunda, olumsuzluğa anlam
verme, pozitif bakış açısı, değerler ve maneviyata ilişkin cevaplar aile inanç sistemleri
kategorisi içerisinde değerlendirilmiştir.
Aileler sahip oldukları pozitif bakış açısını yaşadıkları kriz durumundan güçlenip,
yaşamlarına bunu yansıtmaya çalışmaktadır. Katılımcılardan yaşadıkları bu duruma
ilişkin iyimser (n=4) ve geleceğe ilişkin umuta (n=5) sahip olduklarını belirtmişlerdir.
Katılımcı annelerden biri yaşadığı bu duruma ilişkin iyimser bakış açısını şu şekilde
değerlendirmiştir. A2: Ben hep artısını görmeye çalışıyorum. Eksi tarafından baktığımda
işin içinden çıkamadım. O yüzden hep artısını görmeye çalışırım. Ben eşimle de çok paylaşırım. Biliyormusun şunu yaptı, bunu yaptı. Şunu söyledi. Böyle böyle oyunlar oynadı. Artısını görmeye çalışıyorum. Bir de çocuğu ben getiriyorum. Derslerine giriyorum başka hasta
olan çocukları gördüğümde bakıyorum içlerinden en sağlıklısı bizimki bana göre. Gördüğüm
zamanda daha çok halime şükrediyorum. Bu ifade, ailenin sahip olduğu iyimser bakış
açısında inancının da bir etkisinin olduğunu göstermektedir. Katılımcı annenin belirttiği bu ifade, annenin sahip olduğu iyimser bakış açısı sahip olduğu maneviyatla
beraber yaşadıkları bu durumla başa çıkmalarında beraber katkı sağlamaktadır. Yine
annelerden biri bu duruma ilişkin şu şekilde bir cevap vermiştir. A3: Yani böyle bir
şey var, umutla yaşıyorum. Umut olmadan değiştiremiyorsunuz ki. Ben azmediyorum. Geleceğe dair umut, bireylerin içlerinde bulundukları zor koşulları daha iyi üstesinden
gelmelerinde oldukça önemlidir. Annenin sahip olduğu bu geleceğe dair umut, onun
azmetmesine katkı sağlayan bir süreçtir aynı zamanda.
Katılımcıların (n=7) sahip oldukları dini inançların, özellikle engelli çocuğa sahip
olmalarından kaynaklanan yaşadıkları bu durumla başa çıkmada oldukça etkili olduğunu belirtmişlerdir. Sahip olunan maneviyata ilişkin katılımcı babalardan, B1: Evet..
o konuda biraz manevi olarak yani inançsız biri olsa biraz daha farklı olurdu. Çocuğa zarar
bile verebilirdi. Allah korusun tabi öyle bişey söz konusu bile olmaz. Bir anne ise; A1: Allah
bize gerçekten. Bu kadar bu sürecimize. Yani biz sebeplere müracat ediyoruz. Çünkü cenabı
allahta demiş. Sebeplere müracat edin ki ben vereyim. Elimizden geleni veriyoruz. Cenabı
haktan gerçekten bizim için veriyor. Yavaş yavaş adımlarla da olsa onu görüyorum. Yani
benim çoçuğumla ilk başta kasılmaları falan yoktu. Sonraları çıktı bazı problemlerimiz.
Ben ona göre yol katediyoruz. Eşimin dediği gibi inanç olmasa olmaz yani. Katılımcıların
sahip oldukları maneviyat duygusu onların bu durumu kabullenmelerine katkı sağlamaktadır. Çünkü, engelli bir çocuğa sahip olan aileler bu durumu kabullenmekte
zorlanmaktadır. Kabullenme sağlandıkça başa çıkmada daha sağlıklı olabilmektedir.
Olumsuzluğa anlam verme aile yılmazlığı için önemli bir durumdur. Pozitif gelişim
gösteren aileler, yaşadıkları olumsuzluklara rağmen buna ilişkin olumlu anlamlandırmalarda bulunmaktadırlar. Bu çalışma içerisinde, katılımcı babalardan biri yaşa18
AİLE YILMAZLIĞI:
BİR ENGELE RAĞMEN BİRLİKTE GÜÇLENEN AİLE
Prof. Dr. Yaşar Özbay, Arş. Gör. Didem Aydoğan
dıkları bu duruma ilişkin,B2: İnsanlar güçlü olacaklar. Güçlü ve sabırlı olacaklar. Şeklinde
bir cevap vermiştir. Aileler, sahip oldukları kendi güçlerine odaklanarak yaşadıkları bu
olumsuz durumu değerlendirmeyi olumlu duruma dönüştürmeye çalıştıklarının da
bir göstergesidir.
Kategori 2: Yönetim Şekilleri
Ailenin sahip olduğu sosyal destek ve ekonomik kaynaklar, eşlerin birbirlerine yakınlık ve bağlılığı aynı zamanda yaşanan bu duruma olan esneklik, yılmaz aileye katkı
sağlayan durumlardır. Ailelerin yaşadıkları bu durumla başa çıkmada çevresindekilerin ve toplumun destek sistemleri ve engelli çocuğun aile hayatına katılımıyla birlikte eşlerin birbirlerine olan yakınlıkları yada uzaklıklarına ilişkin cevaplar yönetim
şekilleri kategorisi içerisinde değerlendirilmiştir.
Bu çalışma içerisinde sosyal desteğin aile yılmazlığına çok fazla katkısı olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Sosyal destek kapsamında aileler, eşlerin birbirine olan desteklerinden (n=4), komşularının desteklerinden (n=2), toplumdaki kurum ve kuruluşların
desteklerinden (n=3) ve akrabalarının desteklerinden (n=5) bahsetmişlerdir. Sosyal
destek, aile yılmazlığını sağlayan dışsal koruyucu faktörler içerisindedir. Akrabalarından ve komşulardan daha çok çocuklarına bakım konusunda destek aldıklarını
belirtmişlerdir. Alınan bakım konusunda destek bile anne-babaların komşuları ve
akrabaları tarafından engelli çocuklarının kabul edildiğini düşünmektedirler. Aileler
en çok diğerleri tarafından kabul edilmemekten dolayı üzüntü ve kaygı yaşamaktadırlar. Ancak yakın çevredekilerin kabulü ailelerin bu durumla daha olumlu başa
çıkmalarında etkili olduğunu göstermiştir. Bir anne, ailelerinden aldığı sosyal desteği
şu şekilde ifade etmiştir. A2: Evet, bakım konusunda yardımcı oluyorlar. Ya bizim ikiz
olduğu için şöyle bir desteği oldu. Benim kendi ailem için. Birini anneme ya da kızkardeşime
bırakıp eylülün doktor işleriyle ya da özel işleriyle. Komşularının desteğinden ise bir baba
şöyle bahsetmiştir, B1: Eylülü seven komşularımız çok fazla. Gelip alıp gidiyorlar. Oynayıp
geri getiren çok fazla veya işim olduğunda onu alıp gidiyorlar. Yani bir iki saat acıktığında
getirirler.
Ailelerin, toplum tarafından aldıkları destek daha çok çocuklarına sağlanan eğitim
olanaklarıyla ilgilidir. Babalardan biri bu durumu şöyle belirtmiştir: B4: Yani. Ben emniyet personeliyim. Yaklaşık işte haftada iki saatte emniyet karşılıyor. 4 saate çıkıyor. Mesela
sorduk daha önce. Devlet iki saat veriyor. İki saat kendim özel olarak almak istediğimde
baya bir külfetti. En kötü ihtimalle 500 aylık. Bunu da her aile karşılayamaz. 4 saat bunun
için yeterli oluyor. Hem mesleğimden dolayı dört saat haftada eğitim vermiş oluyorlar. Bu da
çocuğumu çok iyi yere getireceğine inanıyorum. Toplum tarafından alınan destek engelli
çocuğa sağlanan olanaklar, ailelerin çocuklarının gelişimi için bir umut kaynağı olmaktadır bu durumda ailelerde pozitif bir inanç oluşmasını sağlamaktadır.
19
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Eşlerin birbirlerine olan desteği ve durum karşısında birbirlerinden uzaklaşmayıp
yakınlıklarını, bağlılıklarını korumaları aile yılmazlığı için önemlidir. Ailelerin yaşadıkları bu durum karşısında birbirlerine bağlılıkları ve yakınlıkları (n=7) onların
bu durumun üstesinden gelmelerinde yardımcı olmuştur. Babalardan eşiyle arasında bağlılığını yaşadıkları bu durum karşısında arttığını şu şekilde ifade etmiştir: B4:
Uzaklaştırdığını sanmıyorum da. Daha çok bağladı. Sonuçta ortak noktamız oldu. Ortak
paylaşımımız oldu. Aynı sıkıntıyı beraber yaşadığımız için daha çok bağladığını düşünüyorum. Yine eşlerden biri birbirlerinden aldıkları desteği ise şöyle ifade etmişlerdir: B3:
Tabi. Yani birbirimize destek olmaya çalışıyoruz. Ben olmadığım zaman o, o olmadığı zaman ben üzerine düşmeye veya destek olmaya çalışıyoruz. Hem birbirimize hem de çocuğa.
Katılımcıların vermiş olduğu cevaplar, eşlerin birbirlerine olan destekleri bağlılıkları
ve yakınlıklarını artırmış olduğu ve yaşadıkları bu olumsuzluğun üstesinden gelip
pozitif gelişim göstermeleri açısından önemli olduğu görülmektedir.
Uyum yeteneği, değişim için aile sisteminin yeteneğini ve esnekliğini yansıtır. Bu
elementler bu alan içerisinde: kendine güveni, kontrol, disiplin ve görüşme tarzını
ifade eder. Aile içerisindeki üyelerin yaşadıkları bu duruma ilişkin birbirlerine karşı
esneklikleri, kendilerini kontrol etmeleri yılmazlık sürecine katkı sağlamaktadır. Katılımcı babalardan biri yaşadıkları bu durumun üstesinden gelmede sahip oldukları
kişisel kontrolü şu şekilde ifade etmiştir: B5: Oto-kontrollerimiz daha fazla kendimize
karşı. Yine aile içerisinde katılımcı babaların hepsi yaşadıkları bu duruma ilişkin aile
içerisinde annenin daha kolay uyum sağladığını belirtmişlerdir. Böylelikle annenin
uyum sağlaması, onların da bu durumla daha rahat başa çıkmasında katkı sağladığını
da düşünmektedirler.
Kategori 3: Aile İçi İletişim Süreçleri
Ailenin yaşadığı kriz durumu, aile içerisindeki iletişim süreçlerinin bu durumu zorlaştırması ya da kolaylaştırması açısından önemlidir. Bir engel durumu karşısında
eşlerin ve ailedeki diğer üyelerin birbirlerine açıklıkları, olumlu olumsuz yaşanan
duyguların ifade edilmesi ve kriz durumlarında birlikte işbirliği içerisinde problem
çözmeleri ve karar vermeleri önemlidir ve bunlar aile içi iletişim süreçleri içerisinde
değerlendirilir. Eşler birbirlerine karşı açık, net ve duygularını ifade edebildiklerini
belirtmişlerdir (n=2). Örneğin katılımcı annelerden biri bu durumu; A5: Biz eşimle
her şeyi konuşarak hallediyoruz. Sürekli birbirimize destek oluyoruz. Çocuğumun problemlerini çözmeye çalışan biziz. Eşimin ailesi problemlerden çok bir haberdar değil. Ailelerimiz
farklı şehirlerde. Dediğim gibi en çok birbirimize destek olarak, konuşarak.. birbirimize nasıl
diyim, geçecek, halledeceğiz, yapıcaz diyerek… Annenin vermiş olduğu bu cevaptan da
anlaşılabileceği gibi, eşlerin birbirlerine duygularının açık ve net olması, birbirlerini
anlamaları yaşadıkları olumsuzluk karşısında birbirlerine destek olmalarına da neden
olmaktadır.
20
AİLE YILMAZLIĞI:
BİR ENGELE RAĞMEN BİRLİKTE GÜÇLENEN AİLE
Prof. Dr. Yaşar Özbay, Arş. Gör. Didem Aydoğan
Yılmaz aileler, zor zamanlarda aile içerisinde pozitif tutumu korumaya devam ederler.
Yaratıcı bir şekilde problemlerini çözerler ve kendi yaşamlarındaki zorluklarla etkili
bir şekilde başa çıkarlar. Katılımcılar, aile içerisinde birbirlerine destek olduklarında,
yaşanılan bu duruma daha uyumlu bir şekilde yaklaştıklarında ve sahip oldukları
pozitif bakış açıları onların aile içerisinde daha fazla işbirliği içerisinde problem çözmelerine katkı sağlamaktadır.
Kategori 4: Özgünlük Sistemleri
Bireylerin sahip oldukları özgün benlik durumları ve eşlerin ilişki içerisindeki özgünlükleri yılmazlık sürecine katkıda bulunmaktadır. Bireyin gerçekten sahip olduğu
duygu, düşünce ve değer yargılarına göre davranışta bulunması ve kendiliğini koruyarak ilişkisini sürdürmesi önemlidir. Babalardan biri çocuklarının kendi aile yaşamlarına katılımıyla birlikte ilişki içerisinde kendileri olmaya devam ettiğini şöyle belirmişlerdir: B2:Biz kendimizdik. Bu varken de kendimizdik. Özümüz aynıydı. Bundan
sonra da değişmedi. Bir baba ise kendi özgünlüğünü şu şekilde ifade etmiştir: B3:
Valla ben….Olduğum gibiyim hiç Eylül’den önce nasılsam Eylül’den sonra da.
4. SONUÇ VE TARTIŞMA
Aile kendisini çevreleyen toplumsal sistemden etkilenen ve bu etkileri aile bireylerine
yansıtan bir kurumdur. Böylece toplumsal kurumlar, aile ve ailede yaşayan her bireyi
birbiri ile etkileşimde bulunan sistemlerdir. Aile sisteminde genellikle kuşaklararası
çatışma kavramı ile ifade edilen ebeveyn ve çocuk arasında ortaya çıkan sorunlar ve
çatışmalar ailenin yaşam kalitesini, aile bireylerinin verimliliğini düşüren unsurlardır.
Bu çalışmada, 2006 Aile Yapısı Araştırması’nın mikro verisi kullanılarak Türkiye’de ailelerde 18-25 yaş grubundaki genç bireyler ve ebeveynleri arasında yaşanan sorunlar
ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda özellikle genç bireylerin bakışı ve ebeveynlerin bakışı ile sorun yaşanan konular ayrı ayrı irdelenmiştir. Gençlerin ebeveynleri ile sorun yaşama durumunu belirleyen faktörler ise genç bireylerin yaşadıkları
hanenin özellikleri, aile içi ilişkileri ve bireysel özellikleri bağlamında incelenmiştir.
Türkiye’de ebeveynler ve 18-25 yaş grubundaki çocukları arasında en çok sorun yaşanan konuların; gençlerin harcama ve tüketim alışkanlıkları, arkadaş seçimleri ve
kılık-kıyafet biçimleri olduğu bulunmuştur. Sorunların daha çok bu konularda yaşandığı hem ebeveynler hem de gençler tarafından belirtilmiştir. Böylece ebeveynlerin
çocuklarının harcama ve tüketim alışkanlıkları, arkadaş seçimleri ve kılık kıyafet biçimleri ile doğrudan ilgilendikleri, daha çok ev ortamı dışında gerçekleştirdikleri bu
davranışları üzerinde özellikle kontrol sağlamaya çalıştıkları anlaşılmaktadır. Oysa
bir yaşam dönemi olarak gençliğin son aşaması olan 18-25 yaş grubundaki bireylerin
kişisel gelişim açısından bağımsız karar verme ve seçimler yapma düzeyinde oldukları
21
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
çoğu zaman ebeveynlerin dikkatinden kaçabilmektedir. Hem genç bireylerin hem de
ebeveynlerin bakışı ile ailede en çok sorun yaşanan konuların aynı olmasının nedeni
bu olabilmektedir. Ayrıca özellikle arkadaş seçimi ve kılık kıyafet biçimi konusundaki tartışmalar, gençlerin sosyalizasyon sürecinde aile dışında arkadaşlardan ve aileyi
çevreleyen diğer sosyokültürel sistemlerden-kurumlardan fazlasıyla etkilendiklerini
göstermektedir. Harcama ve tüketim alışkanlıkları konusundaki yaşanan sorunlar ise
ailenin gelir düzeyi ile doğrudan ilişkili olabilmektedir.
18-25 yaş grubundaki gençlerin ebeveynleri ile sorun yaşama eğilimini belirleyen
faktörlere bakıldığında; refah düzeyi yüksek olan hanelerde yaşayan gençlerin ebeveynleri ile sorun yaşama eğilimlerinin de daha yüksek olduğu görülmüştür. Refah
düzeyi daha yüksek olan hanelerde yaşayan gençlerin aile dışı ortamlara daha çok
bulunabilmeleri, bu ortamlarda harcama yapabilmeleri ve yeni arkadaşlarla tanışma
deneyimini daha sık yaşayabilmeleri, ebeveynleri ile sorun yaşama ihtimalini artırabilmektedir. Aile içi ilişkilerin ve özellikle baba ile olan ilişkilerin niteliği çocukların
ebeveynleri ile yaşamasında önemli bir belirleyicidir. Ailesini mutlu olarak gören,
babası ile olan ilişkilerini olumlu olarak niteleyen gençlerin ebeveynleri ile sorun
yaşama eğilimleri daha düşüktür. Bu bulgu, Türkiye gibi gelişmekte olan; ancak geleneksel kültürün egemen olduğu toplumlarda annenin ve babanın aile içindeki farklılaşan rolleri ile ilişkili olarak ortaya çıkabilir.
Gençlerin eğitim düzeyinin yüksek olması, ebeveynleri ile sorun yaşama eğilimlerini artıran bir unsurdur. Bu durum, eğitim düzeyi yüksek olan gençlerin bağımsız
karar verme, kendi yaşamlarını kontrol edebilme -otonomi-, özgüven ve özsaygı gibi
özelliklerinin daha fazla gelişmiş olması nedeniyle ebeveynleri ile daha fazla tartıştıklarını düşündürebilir. Gencin kendisine ait bir gelirinin olması ve hatta bu gelirin
yüksek düzeyde olması gencin ebeveynleri ile sorun yaşama ihtimalini azaltmaktadır.
Bu araştırmanın sonucunda hem gençlerin hem de ebeveynlerin bakış açısı ile en çok
sorun yaşanan konunun “ harcama ve tüketim alışkanlıkları” olduğu düşünüldüğünde; ekonomik bir kaynak olarak paranın genç için kim tarafından temin edildiği de
önemli hale gelmektedir. Eğer anne ya da baba sınırlı ekonomik kaynaklar ile aile
geçimini sağlamaya çalışıyorsa genç bireyin temel ihtiyaçları dışındaki harcamaları
ebeveyn tarafından bir zorunluluk değil de lüks olarak algılanabilecektir. Bu nedenle
gencin kendi kazancı olması harcamalarını çoğunlukla kendi karşılayacağı anlamına
gelebilmektedir. Böylece en çok yaşanan soruna bir çözüm olarak; genç birey harcamalarını kendi kazancı ile karşılayabilmesi ve tüketim alışkanlıklarını kendi yönetebilecek durumda olması önemli hale gelmektedir.
22
AİLE YILMAZLIĞI:
BİR ENGELE RAĞMEN BİRLİKTE GÜÇLENEN AİLE
Prof. Dr. Yaşar Özbay, Arş. Gör. Didem Aydoğan
KAYNAKLAR
Bayat, M. (2007). Evidence of resilience in families of childrenwithautism. Journal of IntellectualDisabilityResearchç. 51(9), 702-714.
Black, K. andLobo, M. (2008). A ConceptualReview Of FamilyResilienceFactors. Journal of FamilyNursing. 14(1); 33-55.
Bowen, G. L., Richman, J. M. &Bowen, N. K. (2000). Families in thecontext of communitiesacross time. In S. J. Price, P.C.McKenry, &M.J.Murphy (Eds), Familiesacross time: A life
courseperspective (pp.117-128). Los Angeles, CA: RoxburyPublishers.
Bristol, M.M. (1984). Familyresourcesandsuccesfuladaptationtoautisticchildren. In E. Schopler& G.B. Mesibov (Eds.), Theeffects of autism on thefamily (pp. 289-310). New York:
Plenum.
Cohen, O., Slonim, I., Finzi, R., Leichtentritt, R. D. (2002). FamilyResilience: IsraeliMothers’
Perspectives. TheAmericanJournal of FamilyTherapy, 30, 173-182.
DeFrain, J. (1999). Strongfamiliesaroundtheworld. FamilyMatters, 53, 6-13.
Figley, C. R. (1989). Helpingtraumatizedfamilies. San Francisco: Jossey-BassHenderson, D.
&Vandenberg, B. (1992). Factorsinfluencingadjustment in thefamilies of autisticchildren. PsychologicalReports, 71, 167-171.
Germain, C., &Bloom, M. (1999) Human behavior in thesocialenvironment: An ecologicalview.
New York: Columbia UniversityPress.
Goldman, B. M., &Kernis, M. H. (2002). The role of authenticity in healthypsychologicalfun
ctioningandsubjectivewell-being. Annals of theAmericanPsychotherapyAssociation,
5(6), 18–20.
Hutchinson, S.L., Afifi, T., Krause, S. (2007). TheFamilythatPlaysTogetherFaresBetter: ExaminingtheContribution of SharedFamily Time toFamilyResilienceFollowingDivorce.
Journal of Divorce&Remarriage, 46(3), 21-48.
Kernis, M. H., &Goldman, B. M. (2006). A multicomponentconceptualization of authenticity:
Researchandtheory. In M. P. Zanna (Ed.), Advances in ExperimentalSocialPsychology
(Vol. 38, pp. 284-357). San Diego, CA: AcademicPress.
Klerk, H. &Greeff, P. A. (2011). Resilience in Parents of YoungAdultswith Visual Impairments.
Journal of VisiualImpairment&Blindness, 414-424.
Lee, I. Lee, E. O., Kim H.S., Park, Y. S., Song, M. & Park, Y. H. (2004). Conceptdevelopment of
familyresilience: a study of Koreanfamilieswith a chronicallyillchild. Journal of ClinicalNursing, 13, 636-645.
Lopez, F.G. ve Rice, K. G. (2006). Preleminary Development andValidation of a Measure of RelationshipAuthenticitiy. Journal of CounselingPsychology, 53(3), 362-371
Mahoney, A., Pargament, K. I., Tarakeshwar, N., &Swank, A. B. (2001). Religion in thehome in
the 1980s and 90s: A meta-analyticreviewandconceptualanalyses of linksbetweenreligion, marriageandparenting. Journal of FamilyPsychology, 15(4), 559-596.
McCubbin, H. I., &McCubbin, M. A. (1988). Typologies of resilientfamilies: Emergingroles of
socialclassandethnicity. FamilyRelations, 37, 247–254
23
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
McCubbin, M. A., &McCubbin, H. I. (1993). Familiescopingwithillness: Theresiliency
model of familystress, adjustment, andadaptation. In C. B. Danielson, B. Hamel-Bissell, &
P. Winstead-Fry (Eds.), Families, health, &illness: Perspectives on copingandintervention
(pp. 21-61). St. Louis, MO: Mosby
McCubbin, H. I., Thompson, A. I., &McCubbin, M. A. (1996). Familyassessment: Resiliency,
copingandadaptation: Inventoriesforresearchandpractice. Madison: University ofWisconsin Publishers
McCubbin, H. I., McCubbin, M. A. &Thompson, A. I. (1993). Resiliency in families: The role of
familyschemaandappraisal in familyadaptationtocrisis. In T. H. Brubaker (Ed.), Familyrelations: Challenges fort he future (pp:153-177). Newbury Park, CA: Sage.
McCubbin, M.A., Thompson,A.E., Thompson, A.I. &Futrell, J. A. (1999). The Dynamics of Resilient. – ThousandOaks, CA: Sage.
Mullin, J. W., Arce, M. (2008). Resilience of FamiliesLiving in Poverty. Journal of FamilySocialWork, 11:4, 424-440.
Olson, D. H. (1993). Circumplex model of maritalandfamilysystems: Assessingfamilyfunctioning. In F. Walsh (Ed.), Normal familyprocesses(pp. 104–137). New York: GuilfordPress.
Patterson, J. M. (2002). IntegratingFamilyResilienceandFamilyStressTheory. Journal of Marriageand Family.64, 349-360.
Plumb, Jennifer C., “TheImpact of theSocialSupportandFamilyResilience on parental stres in
Familieswith a Child Diagnosedwith an AutismSpectrumDisordes” (2011). Doctorate
in SocialWork(DSW) Dissertations. Paper 14.
Rutter, M. (1987). PsychosocialResilienceandProtectiveMechanisms. AmericanJournal of Orthopsychiatry, 57, 316-331.
Seligman, M. &Csikzentmihalyi, M. (2000). Positivepsychology: An introductionAmericanPsychologist, 55, 5-14.
Walsh, F. (1996). Theconcept of familyresilience: Crisisandchallenge. FamilyProcess, 35, 261281
Walsh, F. (1998). Strengtheningfamilyresilience. New York, NY: GuilfordPress.
Walsh, F. (2002). A familyresilienceframework: Innovativepracticeapplications.
Walsh, F. (2006). Strengtheningfamilyresilience(2nd ed.). New York: Guilford Publications.
Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2006). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. (6. Baskı). Ankara: Seçkin Yayıncılık
Werner, E . E ., & Smith, R . S . (1989) Vulnerable but invincible : A longitudinalstudy of resilientchildrenandyouth . New York: Adams, Bannister, Cox .
24
2
AİLE’NİN PSİKO-SOSYAL DESTEK
İHTİYACINI KARŞILAMADA YENİ BİR MODEL
ÖNERİSİ: AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE
AİLE PSİKO-SOSYAL DESTEK BİRİMİ
Prof.Dr. Yasemin ÖZKAN*
Esra KILIÇ**
Özet
Ekolojik sistemde mikro- mezzo- makro çevreler tarafından kuşatılan aile, toplumda meydana gelebilecek sosyal, psikolojik,
ekonomik olan tüm durumlardan etkilenerek değişim ve gelişim yaşamaktadır. Karmaşıklaşan yaşam koşullarında stres,
rol çatışması, aile formunun değişmesi (parçalanmış, tek ebeveynli, vb.), geleneksel rollerden modern hatta postmodern
ilişki kalıplarına geçiş, sosyo- ekonomik (kır- kent) durum, her tür yapıdaki (çekirdek, geniş özelliğine sahip) aileyi derinden
etkilemektedir. Bu durumda normal, normal dışı gelişimleri içeren pek çok süreçte aile sistemi dışarıdan desteğe ihtiyaç
duymaktadır. Bu makalede ailenin özellikleri düşünülüğünde, ailenin ihtiyaç duyduğu bu destek hizmetlerinin içinde yer
alan aile tedavisi yaklaşımı, bu tedavinin içeriği, ulaşılabilirliği ve amaca uygun hizmet etmesi konuları ele alınarak mevcut
uygulamalardan bahsedilerek aileye daha kaliteli ve yeterli hizmet sunumu için aile sağlığı merkezlerinde aile psiko-sosyal
destek birimi modeli önerilmektedir. Ayrıca sağlığın göz ardı edilen psiko-sosyal boyutuna vurgu yapılarak sağlığa bütüncül
yaklaşım hedeflenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Aile destek hizmetleri, Ailenin psiko-sosyal destek ihtiyacı, Aile sağlığı merkezleri
SUGGESTION OF A NEW MODEL FOR MEETING THE PSYCHO-SOCIAL NEEDS OF A FAMILY:
FAMILY PSYCHO-SOCIAL SUPPORT UNIT IN FAMILY HEALTH CENTERS
Abstract
In ecologic system, the family surrounded by micro-mezzo-macro environments undergoes changes and developments as a
result of changing social, psychological and economic states. In living conditions getting more complex role conflicts, changing
family structures (split family, single parent family etc.), transition from traditional roles to modern and even postmodern relation
patterns, socio-economic situation (rural-urban) profoundly affect the family of every form (nucleus or extended family). Hence,
the family needs external support throughout many processes including normal and abnormal developments. In this line, the
present study deals with one of the support services needed by the family; that is, the approach to family treatment, the content
of this treatment, its availability and the extent to which it achieves its objectives. The study will discuss the existing practices
and suggest a model for family psycho-social support unit to be located in family health centers. Moreover, psycho-social
dimension of general health which is usually overlooked will be emphasized and in this way, a holistic approach to health will
be adopted.
Keywords: Family support services, Family in need of psychosocial support, Family health center
*
Ankara Üniv. Sağlık Bilimleri Fak. Sosyal Hizmet Böl. Öğretim Üyesi
*
Sosyal Hizmet Uzmanı
25
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
GİRİŞ
Olgun ve sağlıklı bir yetişkin olmada, çocukluktaki yaşam deneyimlerinin önemli
etkisi olduğu bilinmektedir. Gelişim süreci boyunca kişiliğin biçimlenmesinde, çocuğun toplumsal ve ruhsal ortamını oluşturan ailenin katkısı büyüktür. Aile, çocuğun yakın toplumsal ve ruhsal ortamını sağlayan sosyal bir kurumdur (Haktanır ve
diğerleri, a.g.e., Akt: Önal, 2006). Aile, bir yandan çocuğun en temel psikolojik ihtiyacı olan sevgiyi karşılarken, diğer yandan bir gruba ait olma, aile içinde ve dışında
güvenlik içinde olma, saygı görme, değer verilme gibi sosyal ihtiyaçlarının karşılanmasında koruyucu, destekleyici, eğitici ve öğretici fonksiyonu ile sağlıklı bir ortam
oluşturmaktadır. Aile bireyleri, bu ortam içinde hem aileye bağlı hem de bağımsız bir
birey olarak kendini ifade etme ve gerçekleştirme fırsatını elde etmektedir.
Ailenin en önemli fonksiyonu olan üreme (biyolojik) fonksiyonun yanı sıra; ekonomik (en az üyelerinin temel gereksinimlerini giderecek kadar üretme); duygusal
(özellikle küçük çocuklara sevgi ve bakım); koruma (güvenlik, sağlık), toplumsallaşma (kültürel değerleri ve sosyal kodları çocuklara aktarma); eğitim (yeni kuşakları
eğitme) ve rekreasyon fonksiyonları mevcuttur(Gülerce, 1996). Tüm bu fonksiyonlar
sosyal yapıda çekirdek özelliği taşıyan ailede evrensel değerlerdir.
Böylece aile, sosyal, psikolojik ve ekonomik fonksiyonları ile pek çok bilimin konusu
olmakla birlikte genel olarak sosyal bilimlerde de sistem yaklaşımı çerçevesinde ele
alınmaktadır. Bu yaklaşımda aile, üyelerinin etkileşiminden doğan sistemi ifade eder.
Aile sistemi içerisinde her birey, diğer üyeleri etkiler ve onlardan etkilenir. Sistem
olarak aileyi anlayabilmek için üyeleri tek tek ele almak yerine, üyeler arasındaki
etkileşime ve diğer sistemlerle kurulan ilişkiler üzerinde odaklanmak gerekir. Bu noktadan hareketle; ilişki içindeki bireyler birbirinden bağımsız olarak değerlendirilmemeli, bu bireylerin karşılıklı etkileşim içinde olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla
aile üyelerinden birinde meydana gelen değişim diğer üyelere ve aile sisteminin bütününe yansımaktadır. Aile sistemi çeşitli alt sistemlerden meydana gelmekte, bu alt
sistemler de; ebeveyn, kardeş ve ebeveyn-çocuk gibi şekillerden oluşmaktadır. Bu alt
sistemler birbiriyle etkileşim içerisindedir ve sistemin bütününü etkilemektedir.
Aileler toplumların kalkınmasında en önemli birimleri oluşturur. Aile üyeleri ve sistemi, içinde yaşadığı toplumun tüm öğelerinden etkilenir. Aynı zamanda bu birim
gerek kendi üyeleri gerekse bir bütün olarak toplumu şekillendirmektedir. Dolayısıyla ailenin gelişiminin sağlıklı olup olmaması önemli bir kriterdir. Ailenin refahı,
toplumun refahı anlamına gelir ve kalkınma programlarında aile bir bütün olarak
öncelikli hedefler arasındadır. Ailenin normal fonksiyonlarını sürdürmesinde kuşkusuz, ekosistemin bir parçası olarak, diğer sistemler ile doğru ve etkili iletişimi esastır.
Toplumun temel birimi olan aile, toplumda meydana gelebilecek sosyal, psikolojik,
ekonomik olan tüm durumlardan etkilenerek değişim ve gelişim yaşamaktadır. Ekolojik sistemde, aileyi kuşatan mikro- mezzo- makro çevreler (okul, sağlık kurumları,
26
AİLE’NİN PSİKO-SOSYAL DESTEK İHTİYACINI KARŞILAMADA YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ:
AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE PSİKO-SOSYAL DESTEK BİRİMİ
Prof.Dr. Yasemin ÖZKAN, Esra KILIÇ
komşuluk ilişkileri, iş yaşamı vb.) sürekli olarak bu sistemin sürdürülebilirliğini desteklemektedir. Günümüz koşullarında aile, sürekli olarak çeşitli dış uyaranlara maruz
kalmaktadır. Bilgi ve teknolojinin ilerlemesi, modern ve kentli yaşam biçimleri, zaman, enerji, mekan ve para gibi kaynakların kullanımını giderek zorlaştırmaktadır.
Psiko-sosyal bir birim özelliği taşıyan ailenin üyelerine koruma ve güvenlik dışında
sosyalleşme ve kültürleşme açısından sağladığı katkılar bilinmektedir. Karmaşıklaşan
yaşam koşullarında stres, rol çatışması, aile formunun değişmesi (parçalanmış, tek
ebeveynli, vb.), geleneksel rollerden modern hatta postmodern ilişki kalıplarına geçiş, sosyo- ekonomik (kır- kent) durum, her tür yapıdaki (çekirdek, geniş özelliğine
sahip) aileyi derinden etkilemektedir. Bu durumda normal, normal dışı gelişimleri
içeren pek çok süreçte aile sistemi dışarıdan desteğe ihtiyaç duymaktadır. Ailenin sağlıklı gelişimi ve sürdürülebilirliğinin sağlanmasında, ihtiyaç duyduğu desteklerin niteliği, ailenin bunlara erişimi (hizmetlerin ulaştırılması), hizmetlerin istikrarı (sorun
ya da pozitif gelişme oluşturmak için sonuca ulaşılması), destek verecek personelin
nitelikleri ve sonuç olarak elde edilen tatmin önemli belirleyicilerdir.
Bu makalede, ailenin özellikleri düşünüldüğünde, ailenin ihtiyaç duyduğu destek
hizmetlerinin içinde yer alan aile tedavisi yaklaşımı, bu tedavinin içeriği, ulaşılabilirliği ve amaca uygun hizmet etmesi konuları ele alınarak mevcut uygulamalardan
bahsedilecek ve aileye daha kaliteli ve yeterli hizmet sunumu için yeni bir model
önerilecektir.
1. AİLE DESTEK HİZMETLERİ
Aile destek hizmetleri birçok hizmetin bir arada verildiği ve oldukça kapsamlı programların yürütüldüğü bir sosyal hizmet alanı olduğundan tanımlanması oldukça
güçtür. Bu hizmetler, temelde ailenin ya da bireyin gelişiminde ortaya çıkan sorunların çözülmesi ve ihtiyaçlarının karşılanması için danışmanlık verme, eğitici faaliyetlerde bulunma ve ailenin haklarını savunma gibi etkinliklerin tümünü kapsamaktadır. Örneğin, Amerika’ da 1970’li yıllarda dahi önemli sayıdaki aile hizmet
kurumlarının yürüttükleri faaliyetler incelendiğinde, “bireyle ve grupla çalışma, aile
danışmanlığı, aile yaşam eğitimi, ailenin savunuculuğu ve bunun gibi birçok program” dikkatleri çekmektedir. Bu kurumların programlarında, bazı farklılıklar olmakla birlikte, kurumların amaçları, örgütlenme biçimleri, personel durumları ve temel
bazı programlar açısından birbirlerine benzerlikleri görülmüştür. Bunun yanında aile
hizmet kurumlarının ulusal düzeyde organize oldukları, çok güvenilir istatistiksel bilgi ve veriye sahip oldukları da ifade edilmektedir. Ekonomik krizlerin hemen sonrasında yoksullaşan ailelerin sıkıntı ve sosyal sorunlarının çözümünde yardım eden ve
1800’lü yılların sonlarında ortaya çıkan “Yoksullara Yardım Dernekleri” aslında aile
hizmetlerinin başlangıcı olarak değerlendirilmektedir (Erickson, 1987; Güran, 1983;
Duman, 2001).
27
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Diğer taraftan ailelerin ve toplulukların önleyici ve pozitif bir yaklaşım ile güçlendirmesi şeklinde karakterize edilen aile desteği, New Jersey Çocuk İhmal ve İstismarı
Görev Gücü’ne (NJTFCAN) (2003) göre, başta çocuk ihmal ve istismarı olmak üzere
aile sorunlarını önlemek için tasarlanmış toplum tabanlı bir program olarak kabul
edilmiştir. (Tilbury, 2005; NJTFCAN, 2003; Akt: Scerra, 2010).
Başlangıçta çocuk odaklı programların görüldüğü aile destek hizmetlerinin odak
noktasında zaman içerisinde değişiklik meydana gelmiştir. Bu değişim, çocukların
büyümesinde, gelişmesinde, doğru tutum ve davranış kazanmasında, kimliğinin
oluşumunda kısaca sosyalleşmesinde ailenin etkili olması nedeniyle aileye dönük
yön değişmiştir. Özetle; doğrudan çocuk ile çalışarak sunulan hizmetlerin çocuklar
üzerinde kalıcı bir değişim oluşturmadığı görülerek ebeveynlerin bilgi ve desteğine
ihtiyaç duyulmuş; böylelikle “çocuk odaklı” programlardan “aile odaklı ya da aile
merkezli yaklaşımlara” doğru yönelim olmuştur (Scerra, 2010).
Bu yönelimin nedenleri, ailenin yıllar içerisindeki değişimi ile açıklanabilir. Örneğin;
ailenin demografik değişimleri, ailenin ilişkiler ağında (eşler arasında, ebeveyn- çocuk arasında, bütün aile birlikte) yapısal değişimlere neden olmuştur. Geçmiş yıllarla
kıyaslandığında boşanma ve yeniden evlenme oranlarının artışı dolayısıyla parçalanmış aileler, özellikle çocuklar açısından riskleri doğurmuştur. Tek ebeveynli (kadının
aile reisi olduğu) aileler, boşanmalar ve birlikte yaşamalardan kaynaklanan formlardır. Bu form da çocuk yoksulluğu ve çocuklar açısından potansiyel riskleri artıran
nedenler arasındadır. Birlikte yaşama durumunun artması, karma evlilikler (farklı
milliyetlerde) batı toplumlarında çoğalan gay, lezbiyen ilişkiler de aile yapısındaki
diğer değişimleri göstermektedir. Değişen aile yapıları, ailelerin “aile destek ve tedavi
hizmetleri” ne duydukları ihtiyacın önemini ortaya koymaktadır.
Bugün ülkemizde özellikle geleneksel aile yapısının devam etmesi, akraba evliliklerinin sürmesi, akraba evlilikleri sonucunda engelli çocukların dünyaya gelmesi, çocukların sağlıksız büyümeleri, erken yaşta evliliklerin devam etmesi gibi konular aileleri
tedavi ve danışmanlık konusunda müdahaleye hazır hale getirmektedir. Batıda “ergen hamileliği- ebeveynliği” olarak adlandırılan bizim ülkemizde de çocuk gelinler
olarak varlık gösteren durum acilen ele alınması gereken bir başka boyuttur. Aslında bu durum ülkemizde yasal açıdan uygun olmamakla birlikte maalesef toplumsal
açıdan kabul görmektedir. Bu çarpıcı sorun dışında pek çok toplumsal sorun, karma
özellikler (geleneksel- modern) gösteren Türkiye’deki ailelerde de aileye yönelik tedavi ve danışmanlık hizmetini gerektirmektedir.
Aile destek hizmetleri kapsamında yer alan aile merkezli hizmetler, ailelere çeşitli
alanlarda yardım etme konusunda geniş bir yaklaşımı temsil etmektedir. Bu hizmetler, ailenin güçlendirilmesi, alınacak kararlarda ailenin tercihlerine önem verilmesi
ve fon akışına erişebilmeyi basitleştirmek şeklinde sunulan geniş kapsamlı hizmetleri
içerir. Aile merkezli hizmetlerin çok çeşitli tanımları olmakla birlikte genel olarak
28
AİLE’NİN PSİKO-SOSYAL DESTEK İHTİYACINI KARŞILAMADA YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ:
AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE PSİKO-SOSYAL DESTEK BİRİMİ
Prof.Dr. Yasemin ÖZKAN, Esra KILIÇ
güçlendirme ve aile odaklı, kültürel duyarlılığı benimseyen ve işbirlikçi ortaklığın söz
konusu olduğu bir yaklaşım şeklinde ifade edilebilir (Madsen, 2009).
Aile merkezli hizmetler, pratik ve terapötik olmak üzere iki boyutta ele alınabilir.
Pratik müdahaleler, yiyecek ve giyecek temini, tıbbi yardım ve iş sağlama gibi temel
ihtiyaçları kapsamaktadır. Terapötik müdahaleler ise ailelerin ihtiyaçlarına göre değişmekle birlikte bilişsel gelişim, çevresel değişimler, yaşam koşulları ve çeşitli problemlerle ilgili bireylerarası stratejileri oluşturmayı içerir (Thleman ve Dail, 1992).
Aile merkezli uygulamalar; yerel ve erişilebilir hizmetlerin sunulması, kaynak temelli
yaklaşımların uygulanması (hizmet tabanlı yaklaşımların aksine) ve bu uygulamaları
değerlendirme şeklindedir. Bailey,McWilliam, Winton, ve Simeonsson (1992), aile
merkezli uygulamada temel teşkil eden dokuz öğeden bahsetmektedir. Bu öğeler;
aile üzerine odaklanan hizmetler, ekolojik yaklaşım, bireysellik, kültürel duyarlılık,
güçlendirme, temel ihtiyaçlar, koordinasyon, normalleştirme (ailenin ve çocuğun
toplum içinde entegrasyonunu sağlayacak programlar geliştirmek) ve işbirliğidir.
(Wright ve diğerleri, 2010). Çoğu ülkede var olan uygulamalar incelendiğinde aile
destek programları genellikle çocuğun refahını artırmak amacıyla sağlık, eğitim, çocuk bakımı ya da gelir desteği ile ilgili hizmetler sunmaktadır (Scerra, 2010).
Aile destek hizmetleri, aile üyelerinin gelişiminin içinde yaşadıkları toplumdan bağımsız düşünülemeyeceği anlayışını benimseyen ekolojik yaklaşım temeline dayanır.
Ayrıca, ailelerin değişim ve gelişim potansiyellerini artırmak için güçlendirme temelli
yaklaşımları benimsemektedir. Güçlendirme temelli yaklaşım, ailelerin ihtiyaçlarını
karşılayarak hedeflerini gerçekleştirebilmeleri için sahip oldukları güç ve kapasiteleri
anlamak gerektiği anlayışı üzerine kurulmuştur (Powell et al., 1997; Tomison, 2002;
Scerra; 2010).
Weiss, temelde önleyici etkilere sahip aile destek programlarının, önleme fonksiyonunun yanı sıra ailede çocuk gelişimi ve ana- baba rolleri üzerinde çalışma yoluyla
aileyi güçlendirdiğini ortaya koymuştur (ASAGM, 2008). Bu kurumların ana felsefesi
olan aileyi güçlendirme yaklaşımından hareketle aile hizmet kurumlarında, “aileye
tedavi ve danışmanlık verme” adeta çekirdek program olurken, koruyucu ve önleyici
hizmetler de önemli bir yer almıştır. Aile hizmet kurumlarında bu hizmetlerin yanı
sıra ailenin toplumdaki çeşitli kurumlarla ilişkilerini düzenleme ve savunuculuğunu
yapmaya yönelik bir takım etkinliklerde de bulunulmaktadır (Erickson, 1987; Gürcan, 1983; Duman, 2001).
Akut risk tespit edilen aileler için tasarlanmış programların hizmetleri şunları içermektedir: ailelerin karşılaştıkları en acil ihtiyaçları sunmak (para, gıda, tıbbi yardım
vb.), tutarlı ve kolay hizmetleri sunmak, ailelerin ihtiyaçlarına cevap vermek, bire bir
yardımda dahil olmak üzere ailelere doğrudan hizmet sunmak, ailelerin kendi kendilerine dile getirdiği ihtiyaçlarına cevap vermek (ailelerin yaşamları üzerinde kontrol
29
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
duygusuna sahip olmaları açısından önemlidir) ve en önemlisi aileleri toplumsal ve
sosyal destek ağlarına bağlı tutmaktır (Thleman ve Dail, 1992).
Aile hizmetlerinde pek çok disiplin çeşitli müdahale yöntemleriyle varlıklarını göstermektedir. Bu disiplinlerden biri uygulamalı bir bilim olan sosyal hizmettir. Aile
üyeleri ve aileye bu hizmeti sunan sosyal hizmet uzmanları, aile destek müdahale
sürecinde farklı işlevlere sahiptir ve aralarında bir işbirliği söz konusudur. Ebeveynler, aile üyelerinin geçmiş yaşantıları, ailenin güçlü yanları ve hedefleri konusunda
bilgileri verirken; sosyal hizmet uzmanları ise aileyi destekleyici müdahale ve hizmetleri yapılandırır. Campbell and Mitchell (2007), aileyi güçlendirmek ve karşılaştığı
güçlüklerin üstesinden gelmek için ev ziyaretleri yaparak güçlendirme yaklaşımını
kullanmanın önemine dikkat çekmiştir (Scerra, 2010).
Aile destek hizmet müdahaleleri çeşitli konuları kapsar ve çeşitli şekillerde uygulanabilir (Tomison & Poole, 2000). Bunlar, genel olarak; erken müdahale, ebeveyn eğitimi, ev ziyaretleri ve oyun gruplarıyla destekleme şeklinde müdahale biçimlerini
kapsamaktadır (Scerra, 2010).
Erken müdahale yöntemleri; ev ziyaretleri, merkez tabanlı programlar, grup çalışmaları ve atölye çalışmalarını içermektedir. Diğer bir müdahale yöntemi olan ev ziyaretleri ile ebeveynlik becerileri, çocuk gelişimi, ebeveyn-çocuk ilişkisi, ruh sağlığı sorunları, ekonomik sorunlar, eğitim ve istihdam, sağlık bakımı ve sosyal destek eksikliği
hakkında eğitim gibi konularda aileyi bulunduğu çevrede gözlemleyerek müdahale
planı oluşturma amaçlanır. Ebeveyn eğitimi ile ebeveyn- çocuk ilişkisini güçlendirmek ve ebeveynlerin streslerini azaltmak ve bilgi düzeylerini artırmak yoluyla ailenin
güçlendirilmesi amaçlanmaktadır. Oyun gruplarıyla aileyi destekleme programları ise
okul çağına gelmemiş çocuğa sahip ebeveynlerin çocuklarıyla ilişkilerini güçlendirmeyi amaçlar (Scerra, 2010).
Değişen sosyal ve yasal yapı ile ortaya çıkan ihtiyaçlar sonucu aile destek hizmetleri alanındaki çalışmaların kayıt altına alınması yani yayına dönüştürülmesi ve bu
çalışmalara süpervizyon verilmesine doğru giden bir takım gelişmeler söz konusu
olmuştur. Bu durumda “aile hizmet kurumları”, ailenin sorunlarını bilimsel yönden
inceleyen, değerlendiren ve profesyonel hizmet veren kuruluşlar” haline gelmiştir
(Erickson, 1987; Güran, 1983; Duman, 2001). Bu kuruluşlar araştırma bilgisine dayalı, teoriden ziyade kanıta dayalı veriler oluşturan kurumlar olmuşlardır.
Görüldüğü gibi, aile temelli hizmetlere yönelik bakış açısı, ailedeki sorunu tanımlama ve çözüm getirmeye yönelik çalışmalardan; ailede yaşanan sorunları tüm aile
üyeleri bağlamında sistem perspektifinde değerlendirme ve aileyi güçlendirmeye
doğru yön değişmiştir (ASAGM, 2008).
30
AİLE’NİN PSİKO-SOSYAL DESTEK İHTİYACINI KARŞILAMADA YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ:
AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE PSİKO-SOSYAL DESTEK BİRİMİ
Prof.Dr. Yasemin ÖZKAN, Esra KILIÇ
Konu ile ilgili literatüre bakıldığında aile destek hizmetlerini destekleyen çeşitli araştırma bulgularına rastlanmıştır. Bu bulgular incelendiğinde, aile-merkezli uygulamaların ailelere hizmet sağlamada etkili ve kaliteli bir uygulama olduğu tespit edilmiştir.
Aile merkezli uygulamanın sonuçlarından da ebeveynlerin memnuniyeti araştırma
bulgularıyla da kanıtlanmıştır. Birey ve aile düzeyinde yardım arayanların bu hizmetler sayesinde refahlarında artış olduğu saptanmıştır. Ayrıca bu hizmetler ile ebeveyn
streslerinin azaldığı gözlenmiştir. Özellikle ebeveynler, hizmet veren kişilerle görüşme süresi ve sayısı arttıkça kişisel kontrollerini sağlamada olumlu sonuçlar kazandıklarını belirtmişlerdir. Son araştırmalarda ise ailelere bu hizmeti sağlayan, duygusal destek ve bilgi veren, aile ihtiyaçlarını tanımlayan, savunuculuk ve hizmetlerin
koordinasyonunu yapan uzmanlar ile ailelerin daha fazla görüşme yapmasının aile
bireyleri üzerinde güven ve olumlu etki doğurduğunu ortaya konulmuştur (Wright
ve diğerleri, 2010). Önemli bir başka sonuç da, aile merkezli hizmet koordinasyonlarının ailenin psiko-sosyal destek kaynakları konusunda duyduğu ihtiyacı karşılamasıdır (Hiebert-Murphy, Trute, and Wright, 2008; Akt: Wright ve diğerleri, 2010).
Bu gün aileyi koruma ya da aileye destek olma çok çeşitli etkinlik programlarıyla gerçekleştirilmektedir. Bunlar, aile tedavisini oluşturan aile danışmanlığı, aile terapisi,
aile rehberliği olmakla birlikte; bu başlıklar özellikle aile danışmanlığı altında evlat
edinme, öfke yönetimi, kaygı ya da korkuyla baş etme, dikkat eksikliği, çocukluk ve
ergenlik sorunları, kronik hastalıklar, yas ya da kayıplar, yeme bozuklukları, obsesifkompulsif bozukluklar, ebeveynlik, cinsel terapi, maneviyat, travma ve sonrası ile
baş etme, mental sağlık sorunları, yaşlılık, kişilik bozuklukları, psikozlar, düşünce
bozuklukları, eşcinsel (gay- lezbiyen) ilişkiler, aile içi şiddet ve cinsel istismar şeklinde
ele alınmaktadır.
1.1. Aile Tedavisi Yaklaşımı ve Amacı
Aile tedavisi, aile destek hizmetleri kapsamında yer alan temel bir yaklaşım ve uygulama biçimidir. Aile tedavisi kavramı, 1950’lerden itibaren mesleki literatürde, aileye
özgün ve değişik yapıdaki yeni bir sorun çözme sürecini ifade etmek amacıyla kullanılmıştır (Turan, 2009). Süreç içerisinde ailenin, bireyin yaşamında oynadığı önemli
rolün ve psiko-sosyal fonksiyonlarına olan katkısının anlaşılmasıyla aile tedavisi yaklaşımı önem kazanmıştır. Aile tedavisinde çeşitli meslek grupları yer almaktadır. Mesleki bilgisi ve uygulama tecrübesiyle bu alanda faaliyet gösteren meslek gruplarından
biri de sosyal hizmet uzmanlarıdır. Birey, grup ve toplum düzeyinde müdahaleler
gerçekleştiren sosyal hizmet uzmanları, mesleğe özgü teorik bilgilerinin yanı sıra (sistem, ekolojik ve güçlendirme yaklaşımları vb.); sosyal ve davranış bilimlerinden uygulamaya aktardıkları yeni bilgiler ve diğer meslek elemanlarıyla görüş alışverişinde
bulunmaları sayesinde, ailenin karşılaştığı güçlükleri daha geniş bir perspektif içinde
değerlendirip çözümleme fırsatı bulmuşlardır.
31
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Bilindiği gibi aile ortamı, birbirlerine biyolojik, psikolojik ve sosyal ilişkilerle bağlı
duygusal etkileşim içinde olan bireylerden oluşur. Ancak bireyin davranışları yalnız aileden değil içinde bulunduğu çevre tarafından da etkilenmektedir (Özgüven,
2000). Diğer taraftan toplumu oluşturan ve toplumsal sorunları yaratan bireylerin
yetişme ortamı olarak bilinen ailenin ve bu kurumun bireylerini sosyalleştirme sürecinin, mercek altına alınması gerekliliği tartışılmaktadır. Dolayısıyla burada toplum
aileyi etkilemekte, toplumu oluşturan aile de doğal olarak toplumu etkilemektedir.
Aile tedavisi de sosyal çevresi içindeki birey kavramından hareketle, bireyin için de
bulunduğu sosyal ilişkiler ve bu ilişkilerin bireyin yaşadıklarına katkısı üzerinde durmaktadır (Duman, 2001).
Aile tedavisi, sorun çözme sürecine tüm aileyi katmayı amaçlayan oldukça yeni bir
yaklaşımdır. Daha önceki yaklaşımlar hedef olarak bireyin davranışlarını değiştirmeyi ele almışlar ve sorunların nedenlerini bireyin kişilik yapısında aramışlardır. Oysa ki
davranış değişikliği yaratmak ya da pozitif davranış geliştirmek, bireyin kişiliğinden
ziyade çoğu zaman sonuçlarının maliyetini bilmediği davranışları üzerinde odaklanmalıdır. Aile tedavisinde de, sorunu çözümlerken doğrudan aile üyeleri arasındaki
etkileşimlerin incelenmesi ve bu ilişkilerin soruna katkısının değerlendirilmesi, kullanılan bir uygulama biçimidir. Aile içi etkileşimlerinin yanı sıra birbirini tamamlaması
açısından aile üyelerinin rolleri, bu yapı içindeki rol dağılımı ve rol beklentilerinin
sorunla ilişkisini ortaya koyma gereği de duyulmuştur. Bu konuda Sherman “bireyi
tedavi etmenin en iyi yolu ailesini tedavi etmektir” düşüncesini ileri sürmektedir
(Sherman, 1959; Turan, 2009).
Aile tedavisi, ailenin karşılaştığı güçlüklerle bir bütün olarak baş edebilmesi için ailenin psiko-sosyal yönden desteklenmesi esasına dayalı bir tedavi yaklaşımıdır. Bu
yaklaşım ailede bireyi güçlendirerek, sosyal çevresi ile olan sorunlarını çözümlemesinde bireye yardımcı olmaktadır. Aile tedavisi yaklaşımı, sistem teorisi ile küçük grup
teorisinin bir uzantısı olarak aileyi bir sistem şeklinde ele almaktadır. Ailedeki etkileşim kalıplarının değiştirilmesi ile bireyin uyumsuz davranışlarının ortadan kaldırılması esasına dayanmaktadır. Bu yaklaşım sayesinde küçük grup, sistem ve iletişim
teorilerini çalışmalarında kullanan psikiyatri, psikoloji ve sosyal hizmet meslekleri
arasında yakın bir işbirliği ve disiplinler arası uygulamalar ortaya çıkmıştır (Akyürek,
1990; Özgüven, 2000; Duman, 2001).
Aile tedavisi yaklaşımında temel birim “aile” dir. Bireysel tedavidekinin aksine bu
tedavi biçiminde sorun çözme sürecine aile üyelerini de katarak, sorunun ortaya çıkmasında oynadıkları rolü görmelerine yardım etmek ve sorunun çözümü yönünde
çaba sarf etmeye teşvik etmek amacı önde gelir. Aile üyeleriyle görüşmek, meslek
elemanına soruna neden olan etkileşimleri gözleme fırsatı verir. Tek bir üye ile görüşmek sorunun yalnızca onun bakış açısı içinde kalarak incelenmesidir ve daha sınırlı
bir ele alış biçimini yansıtır. (Turan, 2009).
32
AİLE’NİN PSİKO-SOSYAL DESTEK İHTİYACINI KARŞILAMADA YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ:
AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE PSİKO-SOSYAL DESTEK BİRİMİ
Prof.Dr. Yasemin ÖZKAN, Esra KILIÇ
Aile tedavisinin temeldeki amacı, “aile üyelerinin ruhsal sağlıklarını düzeltmek, heyecansal bozukluklarını iyileştirmek, böylece aile sisteminin aile içinde ve çevresinde
uyumunu sağlayarak işlerliğini” devam ettirmektir. Aile tedavisi sürecinin ayrıntılı
olarak amacı ise şu şekilde özetlenebilir (Özgüven, 2000):
*
Dinleyici, konuşanın amacını anlayamaz. Bilgileri, yanlış ya da eksik edinir.
*
Ailedeki kişiler arası ilişkilerin altında yatan kaygı ve çatışmaları gidermek ve onarmak,
*
Aile bireyleri arası anlayış ve hoşgörünün artırılması ve duygusal olarak ilişki ve
işbirliğinin oluşturmak,
*
Aile içi ve dışı krizlere karşı, ailenin dayanıklılığının ve aile üyeleri arası işbirliğinin
artırmak,
*
Ailedeki farklı kuşaklar ve cinsler arasındaki rol çatışmalarının giderilmesi, uygun
rol davranış ve becerilerinin kazandırılması ve ilişkilerin artırmak ve
*
Aile sisteminde özgürlük, sorumluluk ve toplumsal değerler arasında bir denge kurmaktır.
*
Aile tedavisinde kullanılacak stratejiler ise şu başlıklar altında özetlenebilir (Byran
Karasu, 1984, Kut, 1986; Turan, 1992; Bulut, 1999):
*
Bilgi toplama- Farklı aile üyelerinden aileye ilişkin farklı bilgiler elde edilebilir.
*
Şimdi ve Burada’ ya odaklaşma- Aile üyelerinin halihazırda nasıl bir etkileşim
içinde oldukları önemlidir.
*
Duyguları ve Davranışları Değiştirme- Üyelerin duygu, düşünce ve davranışlarının soruna etkisi açısından bilinçlendirilmesi öncelik taşır.
*
Ailenin Çevresi ile Olumlu İlişkiler Kurmasını Sağlama- Ailenin içinde bulunduğu diğer sistemler, aileler, arkadaşlar, resmi ve sosyal kurumlar olabilir.
*
Aile Üyeleri Arasındaki İletişimi Düzenleme- Tedavinin gerçekleşmesi için
aile üyelerinin birbirleriyle sağlıklı iletişim içinde olmaları gerekir. Çözüm önerilerinin tartışılması ve kullanılacak kaynakların gözden geçirilmesi aile üyeleri arasındaki sağlıklı iletişimle olanaklıdır.
*
Aile Yapısını Güçlendirme- Sorun çözümünde her aile üyesinin görev üstlendiği
ve birlikte çaba göstererek sorunun çözülebileceğine ilişkin inancın geliştirildiği bir
aile yapısının oluşturulması gerekir.
33
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
*
Mesafeyi ayarlama- Üyeler arası sosyal mesafe sıcak, samimi; ancak birbirini
engellemeyen, ortama göre esneklik gösterebilen bir özelliğe sahip olmalıdır.
Aile tedavisinin amaç ve stratejilerinden sonra genel olarak içeriğine değinildiğinde
bu tedavinin iki veya daha çok aile üyesiyle yapılan görüşmeler şeklinde yürütüldüğü görülmektedir. Tüm ailenin görüşmelere katılması şart değildir. Ailenin yaşadığı
ortamı görmek için 1-2 görüşme evde de yapılabilir. Aile üyelerinin görüşmelere ve
sorun çözme sürecine katılımları önem taşımaktadır. Ancak; bu konuda dirençlerle
karşılaşılabilmektedir. Bu nedenle çalışmaya başlarken tedavi süreci hakkında ailenin bilgilendirilmesi gerekmektedir (Turan, 1992; Duman, 2001). Aile tedavisinde
kullanılan teknikler arasında ulaşılmak istenen hedefe yönelik olarak ev ortamında
uygulanabilecek bazı ev ödevlerinin verilmesi, aile üyelerinin çeşitli etkinliklere yöneltilmeleri, ailede yaşanılanların yeniden yaşatılması, ailenin ilişkilerinde kuşaktan
kuşağa aktarılan kültürün etkisini ortaya koyabilmek için genogram oluşturulması ve
ilişkilerde sorun yaratan davranışların değiştirilmesi gibi teknikler sıralanabilir (Duman, 2001).
1.2. Aile Tedavisinde Hizmet Veren Meslek Elemanları
Ailenin karşılaştığı güçlüklerle bir bütün olarak baş edebilmesi için ailenin psiko-sosyal yönden desteklenmesi esasına dayalı bir tedavi yaklaşımı olan aile tedavisi “aile
rehberlik, danışmanlık ve terapisi” kavramlarını içinde barındırır.
Bu alana ilişkin literatür de dikkate alınarak bu kavramlar şu şekilde tanımlanabilir
(ASAGM, 2008):
Aile Rehberliği: Rehberliğin bilgi verici, öğretici/eğitici ve yönlendirici işlevi bulunmaktadır. Bu bağlamda, aile rehberliği; ebeveynlerle bireysel ya da gruplar halinde
çocuk eğitimi, ana- baba tutumları ve sağlıklı iletişim gibi konularda bilgi verme hizmetidir.
Aile Danışmanlığı: Danışmanlığın, iç görü ve farkındalık kazandırma, yeniden yapılandırma ve geliştirme işlevleri bulunmaktadır. Bu bağlamda aile danışmanlığı; sağlıklı bir iletişim ortamının yaratılması için tüm aile bireylerine yapılan psikolojik
yardım hizmetidir. Ailenin yapısal, işlevsel ve gelişimsel özellikleri bakımından aile
içi ve çevre ilişkilerinde karşılaştığı psiko-sosyal işlevsellikle ilgili sorunların çözümüne yönelik uzmanlık gerektiren hizmetler bütünüdür.
Aile Terapisi: Aile terapisinin biyopsikososyal açıdan iyileştirici ve tedavi edici özellikleri bulunmaktadır. Bu bağlamda, aile terapisi, sağlıklı bir ortamının yaratılması için
gerektiğinde ruhsal hastalık tanısı koyma ve tedavi etme işlevlerini de içeren biyopsikososyal bir tedavi hizmetidir.
Aile rehberliği ve aile danışmanlığı hizmeti, gerekli eğitimi aldıktan sonra, psikolojik danışma ve rehberlik bölümü, psikoloji bölümü, sosyal hizmet bölümü ve ço34
AİLE’NİN PSİKO-SOSYAL DESTEK İHTİYACINI KARŞILAMADA YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ:
AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE PSİKO-SOSYAL DESTEK BİRİMİ
Prof.Dr. Yasemin ÖZKAN, Esra KILIÇ
cuk gelişimi bölümü mezunları, psikiyatri ve çocuk psikiyatrisi uzmanları tarafından
standardize bir şekilde verilmektedir. Aile terapisi hizmeti ise, ruhsal hastalık tanısı
koyabilme ve klinik yetkinlik gerektirdiğinden; ancak bu yetkinliği kazandıracak eğitimi almış multi-disipliner bir ortamda çalışabilecek meslek elemanlarının çalışabilecekleri bir alandır. Bu meslek elemanları psikiyatri ve çocuk psikiyatrisi uzmanları ile
psikolojik danışma ve rehberlik bölümü, psikoloji bölümü ve sosyal hizmet bölümü
mezunlarını kapsamaktadır.
Aile destek hizmetleri ve bu kapsamda yer alan aile tedavisi yaklaşımını irdeledikten
sonra Dünya’da ve Türkiye’de mevcut durumda yer alan uygulamalardan bahsedilecektir:
1.3. Dünya’da Aile Destek Hizmetleri Örnekleri
Bernardi (1995), İsveç’te ailelere sunulan hizmetlerin Avrupa’da en başta gelen sosyal
demokrasi modellerinden biri olduğuna değinerek aile destek sisteminin ruhsal ve
sosyolojik özelliklerinin yanında, sağlıkla ve özellikle çocuklarla ilgili olmak üzere vatandaşların gereksinimini karşıladığını işaret etmiştir. Bernardi, bu destek sistemini;
çocuk sağlığı bakım programı (çocuğun ve annenin sağlıkla ilgili gereksinimleri karşılanmaktadır), ruh sağlığı klinikleri, aile danışmanlığı ve engellilere yönelik hizmetler
başlıkları altında tartışmıştır. (ASAGM, 2008).
Avustralya’da 2000 yılı Aile Destek Hizmetleri raporuna göre, aile destek hizmetleri;
ailelerin çocukların bakım verme kapasitelerini geliştirmek ve aile ilişkilerini güçlendirmek amacıyla verildiğini açıklanmıştır. (Family Support Services in Australia
2000, 2001). Aile destek hizmetleri, doğrudan toplum hizmetleri ya da sivil toplum
kuruluşları tarafından sunulan spesifik programların yer aldığı hizmetler olarak ele
alınmış olup kategoride toplanmıştır: Aile bilgilendirme, eğitim ve beceri geliştirme,
danışma, meditasyon ve terapi, yatılı ve ev temelli destek ile savunuculuğu kapsamaktadır (kendine yardım grupları vb.) (ASAGM, 2008)
İsviçre’de aile danışma ve yardım hizmetleri, aile uzmanlığı/danışmanlığı, birey- çift
ve aileler için psikoterapi muayenehanesi, sosyopedogojik aile danışmanlığı ve okul
psikoloji hizmeti şeklinde sunulmaktadır.
1.4. Türkiye’de Aile Destek Hizmetleri
Aile üyelerinin kendi başlarına halledemedikleri ruhsal, sosyal, ekonomik ve yasal
sorunlara çözüm bulmalarında etkili olan aile danışma hizmetleri Portekiz ve Yunanistan dışındaki Avrupa Birliği ülkelerinde iyi organize edilmiş ve geliştirilmiştir
(Tuncay, 2010). Türkiye’de ise ailelere verilen danışmanlık hizmetleri aşağıda sıralanmıştır:
35
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
1.4.1. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı:
Aile Danışma Merkezleri ve Toplum Merkezleri’nde koruyucu- önleyici, eğitici- geliştirici, rehberlik- rehabilite edici hizmetler verilmektedir. Aile Danışma Merkezleri;
evliliğe hazırlık, eşler arası uyumsuzluk, tek ebeveynlik, ebeveyn- çocuk ilişkisinden
doğan sorunlar, aile içi rol ve sorumlulukların dağılımı gibi konularda ailelere hizmet
vermektedir. Toplum Merkezleri ise yoğun göç alan, gecekondu bölgelerinde birey,
grup, aile ve toplumun karşılaştığı güçlüklerle baş edebilmelerini sağlamaya yönelik
hizmet veren merkezlerdir (http://www.shcek.gov.tr/). Nitekim bu merkezlerin sayısı
yetersiz, verilen hizmetler sınırlı ve toplumun hizmetlere ulaşabilirliği sınırlıdır. Toplum merkezlerinin sayısı ülke genelinde 97 iken, Aile Danışma Merkezlerinin sayısı
ülke genelinde 49’dur.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Toplum Merkezi hizmetlerinin tüm ihtiyaç grupları için daha ulaşılabilir olması amacıyla Kırıkkale ve Karabük illerinde pilot uygulamasını başlattığı Aile Sosyal Destek Programı (ASDEP)’na 2011 Faaliyet Raporunda
şu şekilde yer verilmiştir:
Hizmetlerin tüm ihtiyaç grupları için ulaşılabilir olması, sosyal hizmete ihtiyaç duyan bireylerin öncelikle yaşadıkları ortamda kendilerine yeterli hale gelmesi, sosyal
hizmet ve yardıma ihtiyaç duyan aileye yerinde etkili ve yaygın bir hizmet verilmesi
amacıyla Bakanlık bünyesinde aile sosyal destek programı başlatılmış olup, aile sosyal
destek danışmanları görevlendirilmiştir. Aile sosyal destek programı; sosyal yardım
ve hizmetlere ihtiyacı olan aile ve bireylerin objektif kriterlere göre tespiti, bilgilendirilmesi, sosyal yardım ve hizmetlerden yararlandırılması, diğer kamu hizmetlerinden
yararlanmalarının sağlanması ve bu suretle yaşam şartlarının iyileştirilmesi ve refah
seviyelerinin yükseltilmesini amaçlayan ve bu sürecin tüm aşamalarında kendilerine
rehberlik edilmesini öngören bir programdır.
Aile Sosyal Destek Danışmanı ise; bu amaçları gerçekleştirmek üzere Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı tarafından atanan uzman personeli ifade eder. Bu danışmanlar,
ailelerin mevcut durumunu tespit edecek, tüm ihtiyaçlarını belirleyecek, sorunların
çözümü için ilgili birimlere aileleri yönlendirecek, bağlantıları sağlayacak, ailelerin
sorunlarının çözümünü ve ilerleme durumlarını takip edecek ve tüm bu süreçleri
raporlayarak ailelere yönelik danışmanlık hizmeti yürütecektir.
1.4.2. Milli Eğitim Bakanlığı:
Ülkemizde ilk ve ortaöğretim kurumlarında öğrencilere yönelik psikolojik danışma
ve rehberlik hizmetleri kapsamında ailelere yönelik “aile rehberliği ve danışmanlığı”
hizmetleri yürütülmektedir. Bu kapsamdaki hizmetler doğrudan öğrenciye ve dolaylı
olarak aileler aracılığıyla öğrencinin gelişimini ve uyumunu hedef alan aile destek
hizmetleridir. 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu, 5395 sayılı Çocuk Koruma Ka-
36
AİLE’NİN PSİKO-SOSYAL DESTEK İHTİYACINI KARŞILAMADA YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ:
AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE PSİKO-SOSYAL DESTEK BİRİMİ
Prof.Dr. Yasemin ÖZKAN, Esra KILIÇ
nunu, Rehberlik ve Psikolojik Danışma Hizmetleri Yönetmeliği kapsamında aile eğitimleri ile rehberlik ve danışmanlık hizmetleri sürdürülmektedir. Bu hizmetler Rehberlik ve Araştırma Merkezi Müdürlükleri ile ilk ve orta dereceli okulların Psikolojik
Danışma ve Rehberlik Servisleri tarafından yerine getirilmektedir (ASAGM, 2008).
1.4.3. Diyanet İşleri Başkanlığı
Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde Aile İrşat ve Rehberlik Büroları’nda ailelere yönelik dini danışmanlık ve rehberlik hizmetleri yürütülmekte; bu alanda elde edilen
veriler istatistiksel olarak değerlendirilmektedir. Bu verilerden hareketle bürolar halka yönelik eğitim çalışmalarında bulunmaktadır. Ayrıca, ulusal ve yerel ölçekte hutbe, vaaz gibi irşat hizmetlerinde aile bütünlüğünün ve yapısının güçlendirilmesine
çalışılmakta; bildirge, basın açıklaması ve dini yayınlar aracılığı ile toplumsal cinsiyet
eşitliği, aile içi şiddet gibi güncel konularda dinin olumlu referanslarıyla kamuoyuna
yönelik bilgilendirme yapılmaktadır (ASAGM, 2008).
1.4.4. Belediyeler
2004 tarihli 5216 sayılı Büyükşehir Kanunu ve 2005 tarihli 5393 sayılı Belediye kanunu kapsamında sosyal belediyecilik uygulamaları dayanak ve önem kazanmıştır. Sosyal belediyecilik anlayışına sahip Zeytinburnu ve Kadıköy Belediyeleri ailenin güçlendirilmesi, aile bireylerini bilinçlendirmek, aile içi problemleri çözmek amacıyla
aile danışma birimleri oluşturmuşlardır. Fakat bu anlayışa sahip olan çok az örnekler
vardır (ASAGM, 2008).
2. TÜRKİYE’DE AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNİN YAPISI VE İŞLEYİŞİ
Aile sağlığı merkezi, bir veya daha fazla aile hekimi ile aile sağlığı elemanları tarafından aile hekimliği hizmetinin verildiği sağlık kuruluşlarına denir. Bu merkezler,
nüfusun ve ulaşımın uygun olduğu yerlerde oluşturularak topluma birinci basamak
sağlık hizmetlerini sunmaktadır. Bu merkezlerde aile hekimleri ve sağlık hizmetlerine
yardımcı olmak amacıyla ebe, hemşire, sağlık memuru, tıbbi sekreter gibi yardımcı
sağlık personeli güvenlik, temizlik, kalorifer, sekretarya vb. hizmetler satın alınabilir.
Aile hekiminin görevi ve tanımı şu şekildedir: Aile hekimi; yaş veya cinsiyeti ne olursa olsun, kişiyi bir bütün olarak incelemek için eğitilmiştir. Aile hekimi, kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile birinci basamak teşhis, tedavi ve rehabilite edici
sağlık hizmetlerini kapsamlı ve devamlı olarak belli bir mekanda hizmet vermek, aile
sağlığı merkezini yönetmek, birlikte çalıştığı ekibi denetlemek ve hizmet içi eğitimlerini sağlamak, Bakanlıkça yürütülen özel sağlık programlarının gerektirdiği kişiye
yönelik sağlık hizmetlerini yürütmekle yükümlüdür (Belek, 2012). Akut ve kronik
hastalıkların tedavi edilmesine ek olarak, hastalıkların gelişmesini önlemek amacıyla
düzenli sağlık taramalarını gerçekleştirir ve sağlıkla ilgili konularda danışmanlık hizmetini sağlar. Aile hekimi tarafından tespit edilen sağlık sorununun tedavisi, başka
37
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
bir uzmanlık dalını ilgilendiriyor ve spesifik tedavi gerektiriyorsa, kişinin bu hizmete
ulaşmasında koordinasyonun sağlanması da aile hekiminin görevidir (http://www.
ailehekimligi.gov.tr).
Ülkemizde son verilere göre 6.330 aile sağlığı merkezi ve 20.183 aile hekimi bulunmaktadır. Bu sayı Ankara ili için 315 aile sağlığı merkezi ve 1247 aile hekimi şeklindedir (http://www.ailehekimligi.gov.tr/).
3. YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ: AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE
PSİKOSOSYAL DESTEK BİRİMİ
Türkiye’de Sağlıkta Dönüşüm Programı ile 2005 yılından itibaren Aile Hekimliği uygulaması başlamıştır ve bugün itibariyle 81 ilimizde bu uygulama devam etmektedir. Aile hekimi ve aile sağlığı elemanlarınca “Aile Sağlığı Merkezleri” çatısı altında
sürdürülen sağlık hizmetleri ile öncelikle tüm bireylere coğrafi açıdan dengeli şekilde hizmetlerin ulaştırılması amaçlanmakta ve birinci basamak sağlık hizmetlerinin
toplumun katılımını sağlayacak şekilde bireylerin yaşadıkları ve çalıştıkları yerlerde
koruyucu, tanı koyucu, tedavi ve rehabilite edici yönleriyle sunulması hedeflenmektedir (http://www.ailehekimligi.gov.tr/). Birinci basamak sağlık hizmeti sunan ve havale hizmetini gerçekleştiren mevcut yapıda “sağlığın psiko-sosyal boyutunun” ele
alınmadığı görülmektedir. Oysaki Dünya Sağlık Örgütü (WHO) sağlığı (1958) “Yalnızca hastalık veya sakatlığın olmaması değil, fiziksel, zihinsel ve toplumsal olarak
tam bir iyilik halidir” şeklinde tanımlamaktadır. Aynı biçimde 224 sayılı 12.01.1961
tarihli “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun”da da “sağlık; yalnız
hastalık ve malüliyetin yokluğu olmayıp bedenen, ruhen ve sosyal bakımdan tam
iyilik halidir” tanımı yer almaktadır. Bu tanımlardan yola çıkarak ülkemizde faaliyet gösteren “Aile Sağlığı Merkezleri” nin çatısı altında ailelere yönelik psiko-sosyal
destek verecek bir birimin olmayışı topluma götürülen sağlık hizmetlerinin eksikliği
olarak görülmektedir.
Diğer taraftan Türkiye’de ailelere yapılan çeşitli destek hizmetleri değerlendirildiğinde bu hizmetlerin yetersiz, sınırlı, dağınık bir yapıda ve görünür olmadığı gerçeği ortaya çıkmaktadır. Nicel verileri dikkate aldığımızda ülkemizde ailelere yönelik
hizmet veren kurumlardan olan aile danışma merkezlerinin sayısı ülke genelinde
49, Ankara’da ise 1 tane olduğu görülmektedir. Nüfusu 4.762.116 metropolitan
Ankara’da dahi bir tane aile danışma merkezinin olması oldukça düşündürücüdür
(TÜİK). Nicel açıdan yetersiz görülen bu merkezler içerik açısından değerlendirildiğinde; bu merkezlerin ücretsiz hizmet verse de toplum tarafından görünürlüğü ve
hizmetin kullanımı oldukça düşük düzeydedir. Ayrıca sadece sosyo- ekonomik düzeyi yüksek olan aileler sorunlarının çözülmesi amacıyla bu hizmetleri para karşılığı
özel kuruluşlara başvurarak satın alabilmektedir. Ailelerin ve toplumun güçlendirilmesini hedef alan diğer bir kurum olan toplum merkezleri ise göç alan, gecekondu
38
AİLE’NİN PSİKO-SOSYAL DESTEK İHTİYACINI KARŞILAMADA YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ:
AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE PSİKO-SOSYAL DESTEK BİRİMİ
Prof.Dr. Yasemin ÖZKAN, Esra KILIÇ
bölgelerinde kurulmakta ve yine, sınırlı bir hizmet vererek, dezavantajlı gruplarla
çalışmayı hedeflemektedir. Bu durum, hizmetin sadece toplumun belli bir kesimine
ulaştığını göstermektedir. Diğer taraftan Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Rehberlik ve
Araştırma Merkezi Müdürlükleri ile ilk ve orta dereceli okulların Psikolojik Danışma
ve Rehberlik Servislerinin birlikte yürütmüş oldukları aile danışmanlık hizmetleri de
yetersizdir. Aile destek hizmetleri içinde yer alan Diyanet İşleri’ne bağlı Aile İrşat ve
Rehberlik Büro’ları ise konuya çok boyutlu bakış açısından uzak bir yaklaşım içerisindedir. Sosyal belediyecilik anlayışıyla harekete eden yerel yönetimlerin de aile odaklı çalışma örnekleri oldukça sınırlıdır. Toplum kalkınması ve birey- aile refahını ele
alan çeşitli sivil toplum kuruluşları olmakla birlikte ailelere danışmanlık, rehberlik
ve terapi hizmetlerini bütün olarak veren bir kuruluşa rastlanmamaktadır. Bu kuruluşların çeşitli sosyal sorumluluk projeleri kapsamında genel anlamda aileye destek
konusunda çeşitli faaliyetler gerçekleştirdiği; fakat sınırlı konuları ele aldığı ve bu
projelerin belli tarihler içerisinde gerçekleşmesi nedeniyle kalıcı çözümler üretilmediği görülmektedir.
Öte yandan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın geliştirmiş olduğu Aile Sosyal
Destek Programına yönelik birçok eleştiri söz konusudur. Öncelikle şunu belirtmek
gerekir ki; “aile sosyal destek danışmanı” tanımı bu konuda yeterli eğitimi almamış
çok farklı disiplinlerden meslek elemanlarını (iletişim, iktisat, psikoloji, sosyoloji,
öğretmenlik mezunları) kapsamaktadır. Birey, grup ve toplum ruh sağlığı ile ilgili
meslek gruplarının aile danışmanlığı yapmadan önce özel bir eğitime gereksinim duyulmaktadır. Bu nedenle bu program için istihdam edilecek meslek gruplarına hem
teorik hem pratik hizmet içi eğitimlerin verilmesi/ mevcut programların güncellenmesi gerekmektedir.
Bu programla ilgili diğer bir sorun ise pilot uygulaması başlatılan iki ilde aile destek
uzmanlarının yerleştirildiği kurumlardaki belirsizliktir. Örneğin bir ilimizde Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nda sunulan bu faaliyet, diğer bir ilimizde Toplum
Merkezi’nde gerçekleşmektedir.
Tüm bu bilgiler ışığında ailelere yönelik verilecek olan psiko-sosyal hizmetlerin tek
bir çatı altında toplanması, aile sağlığının psiko-sosyal boyutunun göz önüne alınması ve bu konuda verilecek hizmetlerin topluma ulaşılabilirliğini artırmak amacıyla
“Aile Sağlığı Merkezleri” çatısı altında kurulacak olan “Aile Psiko-sosyal Destek Birimi” gerekliliği önem arz etmektedir.
Aile destek hizmetleri ve aile tedavisi yaklaşımları göz önüne alındığında aile sağlığı
merkezlerinde oluşturulacak psikososyal destek birimlerinin yürüteceği faaliyetleri şu
şekilde özetlemek mümkündür;
39
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
*Bu birim, aile merkezli hizmet sunumu yaparak, disiplinler ve kurumlar arası çalışacaktır.
*Hizmet sunumunda ailelerin gereksinimleri belirlenerek, kendi kararını alması sağlanacak, kapasite ve güçleri vurgulanarak güçlenmeleri sağlanacaktır.
*Hizmet sunumunda aile üyeleriyle “birey” ve “aile görüşmeleri” gerçekleştirilerek rehberlik, danışmanlık ve terapi hizmetleri verilecek ve gerektiğinde ev ziyaretleri gerçekleştirilecektir.
*Ailede mevcut üyeler arası çatışmalar altında yatan sebepler konusunda aile üyelerinin farkındalık kazanmaları sağlanacak ve bu sorunlar giderilmeye çalışılacaktır.
*Ailede anne- baba tutumları ve çocuk ilişkisi, ergenlik dönemi sorunları ve ergenlerle iletişim konularında aile üyelerinin farkındalık kazanmaları sağlanacak ve bu
sorunlara çözüm aranacaktır.
*Aile üyelerinin sağlıklı iletişim kalıpları oluşturması için bireyler arası anlayış ve
hoşgörüye vurgu yapılarak, duygusal ilişki ve işbirliği artırılacaktır.
*Ailelerin belirlenen ortak sorun ve ihtiyaçları doğrultusunda ihtiyaç sahibi bireylere
yönelik “grup çalışmaları” yapılacaktır (Örneğin; ergen sorunlarıyla baş etmeye çalışan annelere yönelik bir grup çalışması).
*Aile sağlığı merkezlerinin bulunduğu bölgedeki okul ve Rehberlik Araştırma Merkezleriyle işbirliği halinde çalışılarak ailelerin ihtiyaç ve sorunlarını tespit etmede çok
yönlü bir bakış açısı benimsenecektir.
*İhtiyaç sahibi aile üyeleri, meslek edindirilmeleri için sahip oldukları bilgi ve beceriler analiz edilerek gelir getirici bir iş kurma ya da işe girme konusunda yönlendirilecektir.
*Ruh sağlığı bozuk olan aile bireyleri psikiyatri kliniklerine yönlendirilecektir.
*Engelli, yaşlı, madde bağımlısı vb. gruplara yönelik çalışmalar yapılacak ve gerekirse bu bireyler ilgili kuruluşlara havale edilecektir.
*Kronik hastalıklara sahip bireylerin hastalığa uyum ve hastalıkla mücadele etmede
güçlendirilmesine yönelik çalışmalar yapılacaktır.
*Ekonomik yoksunluk içindeki aileler, kurum ve kuruluşlarla (belediye, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları) işbirliğine girilerek desteklenecektir.
40
AİLE’NİN PSİKO-SOSYAL DESTEK İHTİYACINI KARŞILAMADA YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ:
AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE PSİKO-SOSYAL DESTEK BİRİMİ
Prof.Dr. Yasemin ÖZKAN, Esra KILIÇ
Aile Sağlığı
Merkezleri
Birinci Basamak Psiko-sosyal
Destek Birimi
Aile Psiko-sosyal
Destek Birimi
Ailenin en acil ihtiyaçlarını
karşılama (para, gıda, tıbbı
yardım vb.)
Aile Destek
Hizmetleri
Ailenin doğrudan ihtiyaç
duyduğu psiko-sosyal desteğin
sunulması
Aile Tedavi
Hizmetleri (Danışmanlık, Rehberlik,
Terapi)
• Üyeler arası çatışmayı azaltmak.
Havale Hizmetleri (Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı,
Belediyeler, Hastaneler vb.)
• Sağlıklı iletişim kalıpları oluşturmak.
• (Evlilik, çocuk- ebeveyn iletişim kalıpları)
• Ailenin güçlü yanlarına vurgu yapmak.
• Ailenin kendi içinde ve çevresiyle uyumlu ilişkiler kurmasını sağlamak.
• Çocukların normal gelişimlerini incelemek ve
pozitif davranış geliştirmek (Okul ve RAM’larla
işbirliği)
• Ergen sorunlarıyla baş etme (Gençlik Merkezleriyle işbirliği).
• Ruh sağlığı bozuk bireylerle çalışma (Toplum
Ruh Sağlığı Merkezlerine havale)
• Kronik Hastalıklara sahip bireylerin hastalığa
uyum ve hastalıkla mücadele etmesinde güçlendirme.
• Engelli ve yaşlı sorunları (ASPB, Belediyeler ve
STK’larla işbirliği).
• Madde bağımlısı bireylerle çalışma (AMATEM’e
havale)
• Krize müdahale etmek.
Aile Destek
Müdahaleleri
Erken Müdahale Yöntemleri: Merkez tabanlı programlar, grup çalışmaları,
atölye çalışmaları
Ev Ziyaretleri: Ebeveynlik
becerileri, çocuk gelişimi,
ebeveyn- çocuk ilişkisi, ruh
sağlığı sorunları, eğitim ve
istihdam konularında aileyi yerinde gözlemlemek.
Ebeveyn Eğitimi: Ebeveynçocuk ilişkisini güçlendirme, ebeveyn streslerini
azaltma, bilgi düzeylerini
artırma.
Oyun Grupları: Okul çağına gelmemiş çocuğa sahip
ebeveynlerin çocuklarıyla
ilişkilerini güçlendirmek.
Veri Bankası Oluşturma
Ailelerin ihtiyaç ve sorunlarını tespit etmek.
Kanıta dayalı uygulama
gerçekleştirmek (Teori ve
uygulama arasında bütünlük sağlamak).
Üniversitelerle işbirliği yapmak.
• Cinsel yönelimlerle ilgili danışmanlık ve terapi
hizmetleri.
Şekil 1. Aile Psiko-sosyal Destek Birim Modeli
4. SONUÇ ve ÖNERİLER
Makalede şimdiye kadar ele alınanlar ve mevcut yapıda da görüldüğü üzere“Aile Sağlığı Merkezleri” çatısı altında ailelere yönelik psiko-sosyal destek verecek bir birimin
olmayışı topluma götürülen sağlık hizmetlerinin bir boyutunun göz ardı edildiğini
ve aile sağlığına bütüncül yaklaşılmadığını göstermektedir.
Diğer taraftan Türkiye’de bugün aileye politikalar özellikle dezavantajlı grupları (yoksul, engelli, yaşlı, vb.) ve ailelerini güçlendirmeye yöneliktir. Aile sorunları ise ev
içi şiddet, kadının güçlendirilmesi, yoksulluk vb. olarak görülmekte ve düzenlemeler bunlara yönelik yapılmaya çalışılmaktadır. Bu grup ve sorunlar öncelikli olsa da
kamuoyuna sadece bu durumun yansıtılması diğer aile sorunlarının görünür hale
gelmesini engellemektedir. Oysaki değişen yaşam koşullarından etkilenen toplumun
en küçük birimi olan aile, kendi içinde ve toplumla iletişime girdiği noktalarda artan
sayıda sorunla baş etmeye çalışmaktadır. Normal standartlarda yaşayan ailelerin bile
41
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
bu sorunlarla baş etmede danışmanlık ve rehberlik hizmetlerine ihtiyaç duyduğu aşikardır. Fakat ne yazık ki aile üyeleri karşılaştıkları sorunlar karşısında başvurabilecekleri bir kurum ya da kuruluşa ulaşamamaktadır. Çünkü, ailelere yönelik psiko-sosyal
destek hizmet sunan mevcut kurumlar yetersiz, hizmetlerin ulaşılabilirliği ve görünürlüğü sınırlıdır. Öte yandan topluma bu hizmetleri belli bir para karşılığında sunan
özel kurum ve kuruluşlar ise ticari bir bakış açısına sahiptir. Bu kurumlarda konuyla
ilgili yeterli eğitim almamış kişiler kamu yararından ziyade (rehberlik ve danışmanlık
etmek, krize müdahale, rehabilite, terapi hizmetleri) göz boyayan, tüketim kültürünün ürünü olan müracaatçılar açısından maliyetli olan kurumlardır. Bir taraftan
devletin yeterli olmadığı durumlarda STK ve özel girişimciler boşluğu doldurmakta,
fakat diğer taraftan bu hizmetlerin kontrol altında olması gerekmektedir. Böylelikle
müracaatçı/ tüketiciye daha kaliteli hizmetler sunulabilir. Sorun odaklı bakmanın
dışında bu aile üyelerinin normal gelişimlerini sağlama ve sürdürülmesinde gereken
pozitif davranış geliştirme eğitimine ihtiyaç duyduğu da bilinmektedir.
Bu sorun ve ihtiyaçlardan hareketle mahalle düzeyinde bulunan Aile Sağlığı Merkezleri çatısında oluşturulacak birimler ile toplumun her kesiminde yaşayan ailelere
psikososyal destek hizmetleri götürülebilecek; böylelikle aile sağlığına bütüncül yaklaşılarak, sorunlarına çözümler üretilebilecektir.
Aile sağlığı merkezleri uygulaması, her ailenin bir hekiminin olması, sağlığın düzenli
kontrolü ve bu alanla ilgili verilerin bir çatı altında toplanması açısından önemli bir
uygulamadır. Fakat, bu uygulamanın sağlığın göz ardı edilen psiko-sosyal boyutunu
da kapsaması gerekmektedir. Aile hekimleri, bu uygulamayla aile bireylerine yönelik birinci basamak sağlık hizmetlerini sunmaktadır. Aile sağlığı merkezlerinde aile
psikososyal destek birimlerinin oluşturulması önerisinde ise ailelere birinci basamak
psikososyal destek hizmetlerinin, bu biriminde yer alan uzmanlar tarafından gerçekleştirilmesi düşüncesi ileri sürülmektedir. Bu uygulamayla aile psikososyal destek birimine başvuran aileye gerek yerinde müdahale yapılabilecek gerekse başka kurumlara
havale edilebilecektir.
Aile Sağlığı Merkezileri çatısı altında kurulacak olan Aile Psiko-sosyal Destek Birimlerinde, ailelere bu hizmeti götürecek farklı meslek gruplarından (psikiyatrist, sosyal hizmet uzmanı, psikolog, çocuk gelişim uzmanı, vb.) uzmanların yer alması ve
oluşturulacak bu ekibin, ailelere daha bütüncül, yeterli ve ulaşılabilir danışmanlık,
rehberlik, terapi, havale etme, arabuluculuk ve kaynak sağlama hizmetlerini sunulabilmesi beklenmektedir.
Kısaca bu model önerisi, aile sağlığı merkezlerinde sağlığın psikososyal boyutunun
göz ardı edildiği gerçeğinden hareketle aile sağlığına bütüncül yaklaşılması gerektiğini vurgulamaktadır. Ayrıca, psikososyal destek hizmetleri konusunda ailelere birinci
basamak hizmet sunumu önerilmektedir. Bu model önerisinin uygulanması duru-
42
AİLE’NİN PSİKO-SOSYAL DESTEK İHTİYACINI KARŞILAMADA YENİ BİR MODEL ÖNERİSİ:
AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE AİLE PSİKO-SOSYAL DESTEK BİRİMİ
Prof.Dr. Yasemin ÖZKAN, Esra KILIÇ
munda ailelerin ihtiyaç ve sorunları konusunda mahalle düzeyinde başvurabilecekleri bir birim ile ailelerin refah düzeylerinin artacağı öngörülmektedir.
Diğer taraftan bu model önerisinin bir başka yararı da, bu birimler vasıtasıyla toplumun temel taşı olan ailelerin ihtiyaç ve sorunlarının tespit edilmesi noktasında
bir veri bankası oluşturabilmesi; böylelikle karşılıklı olarak etkileşim içinde olan aile
ve toplumun değişim ve gelişiminin sağlıklı bir biçimde sağlanması hedeflenmektedir. Veri bankalarının oluşumu ile birlikte uygulamadan elde edilen bilgiler ile teori
bilgisi arasında karşılıklı etkileşim oluşturulabilecek; dolayısıyla teori ve uygulama
arasında bir bütünlük sağlanabilecektir. Kanıta dayalı uygulama olarak adlandırılan
bu yöntemle aileye götürülen hizmetlerin kalitesi artırılabilecektir.
KAYNAKLAR
ASAGM (Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü), (2008), 5. Aile Şurası “Aile Destek Hizmetleri Bildirileri”, Ankara
ASAGM (Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü), (2008) “Türkiye’de Aile Destek Hizmetlerinin Değerlendirilmesi ve Kalite Standartları”, Ankara
BELEK, İ.(2012) “Sağlıkta Dönüşüm”, İstanbul, Yazılama yay.
BİLEN, M. (1978) “Ailede Sağlıklı İlişkiler”, Ankara, Mars matbaası.
CAMPBELL L. ve MITCHELL. (2007) “Victorian Family- Support Services in Retrospect: Three
Decades of Investment, Challenge and Achievement”, Australian Social Work, Vol.
60, No. 3
DUMAN, N. (2001) “Aileye Yönelik Hizmetler İçinde Aile Tedavisinin Önemi” 1. Ulusal Aile
Hizmetleri Sempozyumu, Ankara
FLANAGAN K. ve FORBES, A. “Family Services Policy into Action”, Connections UnitingCare
GÖKÇE, B. (1991) “Aile Ve Aile Tipleri Üzerine Bir İnceleme”, Aile Yazıları I, Temel Kavramlar
Yapı ve Tarihi Süreç, Bilim Serisi 5/1, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları,
Ankara
GÜLERCE, A. (1996) “Türkiye’de Ailelerin Psikolojik Örüntüleri”, Boğaziçi Üniversitesi yay.
KÖNEZOĞLU, B. (2006) “Aile ve Ailenin Korunması”, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Özel Hukuk (Medeni Hukuk) Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
MADSEN, C.W. (2009) “Collaborative Helping: A Practice Framework for Family- Centered Services”, Family Process, Vol. 48, No. 1.
MILLS, D.S ve SPRENKLE, H.D. (1995) “Family Threapy in the Postmodern Era”, National Council on Family Relations, Vol. 44, No. 4.
ÖNAL, S. (2006) “Ailenin Korunması Yönünden İdarenin Anayasal Sorumluluğu”, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Hukuku Anabilim Dalı, Anayasa Hukuku,
Master Tezi, Ankara.
ÖZGÜVEN, İ. E. (2000) “Evlilik ve Aile Terapisi”, PDREM yay., Ankara.
43
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
SCERRA, N. (2010) “Effective Practice in Family Support Services”, UnitingCare Children, Young People and Families, Research Paper.
THLEMAN, A.A ve DAIL, W. P. (1992) “Family Preservantion Services of Measurement and Assesment of Risk, National Council on Family Relations, Vol. 41, No: 2.
TUNCAY, T. (2010). “Avrupa Birliği Ülkelerinde Aile Politikaları ve Türkiye”, Sosyal Hizmet,
Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği Yayını, Haziran, Ankara, ss.1-8
TURAN, N. (2009) “Sosyal Kişisel Çalışma”, Aydınlar Matbaacılık, Ankara.
YILMAZ, V. (2004) “Annelerin Çocuk Yetiştirme Tutumlarına Anneannelerinin Etkilerinin İncelenmesi”, Gazi Üniversitesi (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara.
WRIGHT A., MURPHY D., TRUTE B. (2010) Perspectives on Organizational Factors That Support
or Hinder the Successful Implementation of Family-Centered Practice, Journal of Family Social Work, 13:2, 114-130
(http://www.ailehekimligi.gov.tr/) Erişim tarihi: 02.05.2012
(http://www.shcek.gov.tr/) Erişim tarihi: 12.05.2012
(http://rapor.tuik.gov.tr/) Erişim tarihi: 14.05.2012
44
3
FARKLI SOSYO-EKONOMİK DÜZEYDEKİ
BEŞ-ALTI YAŞ ÇOCUKLARININ
4
ERKEN ÖĞRENME BECERİLERİNİN
İNCELENMESİ
Doç Dr. Adalet KANDIR *
Öğrt. Gör. N. Bilge KOÇAK TÜMER **
Özet
Bu araştırma farklı sosyo-ekonomik düzeydeki anasınıflarına devam eden beş-altı yaş çocuklarının Erken Öğrenme Becerilerinin
İncelenmesi amacıyla yapılmıştır. Araştırmaya Samsun il merkezinde Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı 16 ilköğretim okulunun
anasınıfına devam eden beş-altı yaşlarındaki 150 çocuk ve bu çocukların anne-babaları dâhil edilmiştir. Araştırmada veri
toplama aracı olarak çocuklara ve çocukların anne babalarına yönelik soruları içeren “Genel Bilgi Formu” ile anne babaların
sosyo-ekonomik düzeylerini belirlemek için “Sosyo-Ekonomik Düzeyi Belirleyici Ölçek” ile çocukların erken öğrenme becerilerini
belirlemek için ise “Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği” uygulanmıştır. Sonuç olarak; ailelerin sosyo-ekonomik düzeylerinin beşaltı yaş çocuklarının erken öğrenme becerilerinde etkili olduğu bulunmuştur.
Anahtar Sözcükler: Erken Öğrenme Becerileri, Sosyo- Ekonomik Düzey, Okul Öncesi Eğitim.
Abstract
This study was performed to analyze the early learning abilities of the children of the families with different socio-economical
status who attend pre-school education institutions. The sample of the research consisted of 150, five-six year old children
of the upper, middle, higher socio-economical status families attending to the National Education 16 pre-school education
institutions in Samsun province. To optain data, “ General İnformation Form” including the questions relared to the children
and their parents was used. “ Socio-Economic Level Determination Scale” including the questions relared to the childrens
parents was used . “The Evaluation Scale for Early Learning Skills” was applied to the children enrolled in study. Consequently;
it is found out that socio-economic levels of the parents have influence on the learning ability of the five-six year old children.
Key Words: Şartlı Nakit Early Learning Skills, Socio-Economical Status, Pre-School Education
*
Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi
**
Gazi Üniversitesi Ankara Meslek Yüksek Okulu
45
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
GİRİŞ
Erken öğrenme becerilerinin kazanımı, çocukların gelişimi için kritik bir dönem olan
okul öncesi dönemde gerçekleşir. Hızlı bir gelişim ve değişiminin yaşandığı okul öncesi dönemde temel beceriler kazanılmakta ve kişiliğin temeli oluşmaktadır, kişinin
yaşamı boyunca onu etkileyeceğinden bu dönem oldukça önemlidir (Yavuzer, 1997:
151; Kurtuluş, 1999: 18; Orçan, 2009; Dehart vd, 2004; Yıldız ve Perihanoğlu, 2004).
Okul öncesi dönemde kazanılan erken öğrenme becerileri düşünme, dil ve sayı becerilerini kapsamaktadır (Orçan, 2009). Benzerlik, karşılaştırma, görme, hatırlama,
problem çözme, sınıflandırma, sıraya koyma, benzerlik tamamlama gibi durumları
içeren düşünme becerileri; sözcük anlama, zamir, zarf, fiil kullanma, sözcük işlevini
anlama, cümleyi yorumlama, soru sorma gibi dil etkinliklerini içeren dil becerileri ile
sınıflama becerisi, sıralama becerisi, eşleme becerisi, korunum kazanımı ile yakından
ilgili olan sayı becerilerini kapsayan erken öğrenme becerileri bireyin yaşam boyu
kullandığı temel becerileri oluşturmaktadır (Fisher, 1990; Aktaş, 2002; Doğru ve Yıldırım, 2002; Koç, 2002; Güven, 2004; Dehart vd, 2004).
Erken öğrenme becerilerinden olan düşünme becerisi, çocuğun dünyayı anlamasında ve öğrenmesinde nesnel, sosyal çevresi ile ilgili bilgileri edinmesini ve edindiği bilgileri kullanmasını sağlayan tüm süreçleri içermektedir (Cohen ve Cenedella,
1988; Demirel ve Şahinel, 1999; Güven, 2004; Orçan, 2009). Düşünme becerileri fen,
matematik gibi alanlarda öğrenmeyi kolaylaştıran, çocukların aktif katılımını sağlayan, kendi öğrenmelerinde sorumluluk alma duygusunu geliştiren, öğrenmenin
kalıcılığını sağlayan, araştırma yöntemlerini kazandıran temel becerilerdir. Düşünme
becerileri, bilgiyi oluşturma, problemler oluşturma ve bilgiyi formüle etmede kullanılır. Bu önemli becerileri çocuklara kazandırmak, onların kendi dünyalarını anlamalarına olanak sağlayacağından ayrıca önemlidir (Campell, 2001; Kandır, 2004;
Dağlıoğlu, 2006). Gelişiminin başlangıcından bu yana sonsuz ifade olanağı sağlayan
bir araç olan, kazanımı doğuştan hızlı ve kolay olan dil, erken öğrenme becerilerinin
birisinin dil becerileri olduğu ifade edilmektedir (Olson ve Torrance, 1996; Aydın,
2000). Gelişimi zihin gelişiminin bir parçası olan, düşünme için kullanılan dil, zihinsel bir araçtır. Dil, hafıza, duygular ve problem çözme gibi birçok zihinsel işlevin
hâkimiyetini kazanmak için stratejiler yaratmakta kullanılabilir (Bodrova ve Leong,
1996; Kandır, 2004). Dil, düşünme ile birlikte, bellek, muhakeme, problem çözme
ve planlama gibi bilişsel süreçleri içermektedir. Dil düşüncenin hem alanını hem de
kazanımını arttırır. Çocuk çevreyle iletişim sonucu ister bilişsel süreçler, ister taklit,
isterse model alma gibi yollarla dil kazanımını elde eder (Aral vd, 2001; Dağabakan ve
Dağabakan, 2007; Erdoğan, 2005). Günlük hayatta çocukların çok sık karşılaştıkları
matematiksel kavramlar erken öğrenme becerilerinden bir diğeri sayı becerileri ile
ilişkilidir. Okul öncesi dönemdeki çocuklar, birçok kavramı oluşturmaya başlar ve bu
kavramları matematikteki problem çözme çalışmalarında ve diğer alanlarda kullanır
46
FARKLI SOSYO-EKONOMİK DÜZEYDEKİ BEŞ-ALTI YAŞ ÇOCUKLARININ
ERKEN ÖĞRENME BECERİLERİNİN İNCELENMESİ
Doç Dr. Adalet KANDIR, Öğrt. Gör. N. Bilge KOÇAK TÜMER
(Orçan, 2009). Okul öncesinde matematik, sayı sayma, ölçme, şekil, zaman ve mekan
kavramları gibi bir dizi kavramlardan oluşmaktadır. Bu kavramlarla çocuğun zihinsel
süreçleri gelişmekte, matematik eğitiminin temelleri atılmaktadır (Dinçer ve Ulutaş,
1999; Yıldız, 2003). Çocuk günlük yaşamında sıklıkla matematikler karşılaşmaktadır
(Fischer, 1990). Matematik düşünme, keşfetme, problem çözme ve öğrenme için fırsat sağlar (Taylor, 1999).
Çocuk büyüme ve gelişme de ilk kez karşılaştığı sosyal çevre olan aileden büyük ölçüde etkilenmektedir. Bir okul öncesi eğitim kurumuna gidene kadar geçen sürede
birçok beceriyi kazanmış olduğundan, kuruma gidene kadar aile ile geçirdiği süreçte kazanılan düşünme becerilerin gelişimi, ailenin çocuğa sağladığı çevre koşulları
ve çocuğa gösterilen ilgi ile şekillenmektedir (Çeçen, 2007; Başaran, 2006; Benson,
2008). Üstün ve arkadaşlarının (2004), farklı sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların
bilişsel gelişimlerinin değerlendirilmesi amacıyla dört yaşındaki çocuklarla yaptığı çalışmada sosyo-ekonomik düzey farklılıklarından kaynaklanan dezavantajların
niteliksel okul öncesi eğitim programı ile giderilebileceği sonucuna varılmıştır. Sosyo-ekonomik yönden dezavantajlı çocukların uyarıcı çevreden yoksun olmaları, bu
çocukların düşünce becerilerinin gelişim sürecinde geri kalmalarını ve sosyo-ekonomik yönden daha avantajlı çocuklara göre düşünce becerilerinin gelişiminde daha
alt seviyede kalmalarına neden olmaktadır (Gingsburg vd, 2008). Dil becerilerini de
sosyo-ekonomik düzeyin yanı sıra aile ilişkileri, çocuğun konuşmaya teşvik edilmesi,
cinsiyet, zekâ, sağlık, kardeş sayısı, aile yapısı, aile tutumları gibi birçok faktör etkilemektedir (Bilginer, 2002; Demirezen, 2003; Yayla, 2003). Ailede kullanılan dilin niteliği sosyo-ekonomik düzey düştükçe azalmaktadır. Sosyo-ekonomik yönden avantajlı
aileye sahip olan çocuklar düzgün kelime telaffuzu ve geniş bir kelime bilgisine sahiptir (Gingsburg vd, 2008). Yayla (2003) tarafından yapılan araştırmada alt sosyoekonomik düzeydeki ailelerin çocuklarının, orta ve üst düzeydeki ailelerden gelen
çocuklara oranla daha az sözlü iletişim kurdukları sonucuna ulaşmıştır. Özellikle beşaltı yaşlarında çocuklar, yakın ilişkide olduğu anne ve babasını model alarak ve taklit
ederek öğrenir. Bu durum dil gelişimini doğrudan etkiler. Çocuklarını dinleyen, daha
çok kitap okuyan, onlarla konuşan, onlara cevap veren ailelerin çocuklarında dil gelişimi daha iyidir. Ebeveynlerin çocuk ile düzenli konuşmaları ve onları dinlemeleri
dil gelişiminde önemli rol oynamaktadır (Miller, 1996; Bodrova ve Leong, 1999; Aral
vd. 2001; Demirezen, 2003; Şimşek, 2004; Erdoğan vd, 2005; Dağabakan ve Dağabakan, 2007). Ailenin sosyo-ekonomik düzeyi çocukların sayı becerileri üzerinde de
etkilidir. Crane (1996), ev ortamı, sosyo-ekonomik düzey ve annenin bilişsel düzeyinin beş-dokuz yaşlarındaki çocukların matematik becerileri üzerinde önemli etkiye
sahip olduğu sonucuna varmıştır. Ayrıca araştırmada evdeki duyusal destek ve bilişsel
etkileşimin birbirinden bağımsız olarak çocukların üzerinde önemli etkilere sahip
olduğu ortaya konmuştur. Alt sosyo-ekonomik yetersizlikler nedeniyle, çocukların
erken öğrenme becerilerini destekleyici materyaller ve yaklaşımlar sergileyemedikleri
47
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
düşünülebilir. Maddi problemler çocukların gelişimiyle yakından ilgilenilmesini ve
gelişimlerinin desteklenmesini olumsuz etkiliyor olabilir.
Bu noktadan hareketle bu araştırma, çevre koşullarının çocukların erken öğrenme
becerileri üzerindeki etkisinden yola çıkılarak, sosyo-ekonomik düzeyin anasınıfına
giden beş-altı yaş çocuklarının erken öğrenme becerileri üzerindeki etkisini incelemek amacıyla yapılmıştır.
Yöntem
Çalışma Grubu
Çalışma grubunu Samsun il merkezinde dört merkez belediyenin, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı 16 ilköğretim okulu anasınıflarına devam eden 150
çocuk (α= 0,95 ve 0,05 % 5 sapma miktarı ile) ve bu çocukların anne babaları oluşturmuştur. Zaman, ulaşım ve kontrol güçlükleri nedeni ile evrenin
tamamı yerine onu temsilen yansız bir örneklem üzerinde çalışılması uygun
olduğuna karar verilmiştir (Çıngı, 1994). Çalışma grubuna ilköğretim anasınıflarına devam eden ve tesadüfi örneklem yöntemi ile seçilmiş ve çalışmaya
katılmaya istekli çocuklar, anne ve babalar dahil edilmiştir. Buna göre çalışma grubu alt, orta, üst sosyo-ekonomik düzeyden 50’şer olmak üzere toplam
150 anne baba ve bu anne babaların çocuklarından oluşmuştur.
Veri Toplama Araçları
Bu araştırmada veri toplama aracı olarak; çocuklar ve çocukların anne babaları ile
ilgili bilgi elde etmek amacıyla bu çocukların anne babalarına “Genel Bilgi Formu”
ve anne babaların sosyo-ekonomik düzeylerini belirlemek için anne babalara “Sosyoekonomik Düzeyi Belirleyici Ölçek” ile çocukların erken öğrenme becerilerini değerlendirmek amacıyla “Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği” kullanılmıştır.
Genel Bilgi Formu
Genel Bilgi Formunda çocukların; okul öncesi eğitim kurumuna devam etme süresi
ve anne baba yaşlarına ilişkin sorular yer almıştır.
Sosyo-Ekonomik Düzeyi Belirleyici Ölçek
Çalışma grubuna dâhil edilen ailelerin sosyo-ekonomik düzeyini belirlemek amacıyla
araştırmacı tarafından geliştirilen ölçekte; ölçeğin uygulandığı ebeveynin ve eşinin
öğrenim durumları, meslekleri, sahip oldukları gayrimenkuller, evlerinde bulunan
araç gereçler, aylık ortalama gelirleri, otomobilleri olup olmadığı, gazete, dergi ve
kitap okuma sıklıkları, sanat-kültür etkinlikleri ve bireysel gelişim programlarına katılma durumları ile ilgili bilgiler yer almıştır. Geliştirilen ölçekte bazı maddeler ayırt
edici olmadığı için çıkarılmıştır. Sosyo-ekonomik Düzeyi Belirleyici Ölçek temel bi48
FARKLI SOSYO-EKONOMİK DÜZEYDEKİ BEŞ-ALTI YAŞ ÇOCUKLARININ
ERKEN ÖĞRENME BECERİLERİNİN İNCELENMESİ
Doç Dr. Adalet KANDIR, Öğrt. Gör. N. Bilge KOÇAK TÜMER
leşenler analizi kullanılarak değerlendirilmiştir. Analiz sonuçlarının ortalaması 0 ve
standart sapması 1’dir. Değerler incelendiğinde, -0.5 ve altında kalan grup alt sosyo
ekonomik düzey, 0.5 ve yukarı değerler alan grup üst sosyo-ekonomik düzey, -0.5 ile
0.5 arasında delerler alan grup orta sosyo ekonomik düzey olarak kabul edilmiştir.
Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği
Araştırmada çocukların erken öğrenme becerilerini değerlendirmek amacıyla Erken
Öğrenme Becerileri Ölçeği kullanılmıştır. Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği (Test of
Early Learning Skills-TELS), Dr. Somwari tarafından 1977’de geliştirilmiş ve ilk kez
ABD ve Canada’ da 20.088 çocuğun katıldığı (rasgele seçilmiş) bir gruba uygulanmıştır.
Somwari, tarafından geliştirilen “Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği”; Düşünme Becerileri, Dil Becerileri ve Sayı Becerileri alt bölümlerinden oluşmaktadır. Ölçek üç ile
beş yaş arasında olan her çocuğa bireysel olarak uygulanmaktadır. Ölçeğin içinde her
biri 18’er maddeden oluşmuş toplam 54 madde bulunmaktadır. Ölçekteki maddeler
2120 maddelik geniş bir listeden seçilmiştir. Ölçeğin geçerlilik ve güvenilirlik çalışmaları Kanada ve Amerika’da yapılmıştır. Ölçeğin maddelerinin üç-beş yaş arasındaki
çocukların düzeyine uygun olduğu görülmüştür. Aynı ölçeğin 1978 yılında 36–67 ayı
kapsayan 545 çocukla norm çalışması yapılmıştır.
Erken Öğrenme Becerileri (Test of Early Learning Skills-TELS) Ölçeği’nin Türk çocukları için geçerlilik ve güvenilirlik çalışması Başaran (2006) tarafından yapılmış
ve Türkçe’ye uyarlanmıştır. Ölçeğin uyarlama çalışması sonucunda Erken Öğrenme
Becerileri Ölçeği düşünme, dil ve sayı becerileri olmak üzere üç alt ölçekten oluştuğu
belirlenmiştir. Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği güvenilirlik analizi sonuçları; Erken
Öğrenme Becerileri Ölçeği tüm ölçek için hesaplanan tek uygulamaya dayalı güvenilirlik katsayılarında α = .86, KR-20= .90, Spearman Browvn iki yarı test korelasyonu.
80’dir. İki uygulamaya dayalı test-tekrar test korelasyonu ise. 89’dur. Tüm beceriler
açısından güvenilirlik katsayılarının birbirine yakın değerlerden oluştuğu görülmüştür. Buradan tüm ölçeğin becerilerinin iç tutarlılığının genel olarak uyumlu olduğu
ve ölçekten elde edilen ölçümlerin (puanların) kararlılık gösterdiği belirlenmiştir. Ölçeğin tüm becerilerinin öğretmen görüşlerine göre oluşturulan zayıf ve iyi çocuklar
yönünden karşılaştırılmıştır. Karşılaştırma sonucunda, (zayıf) grupla üst (iyi) grubun
ortalamaları arasındaki fark incelendiğinde [t 7.27; sd=85 p<.000], üst grubun lehine
anlamlı bir fark bulunmuştur. Buradan üst gruptaki öğrencilerin düşünme, dil ve sayı
becerilerinin, alt gruptaki öğrencilerin düşünme, dil ve sayı becerilerinden daha iyi
olduğu ve bunu da öğretmen görüşlerinin desteklediği belirlenmiştir. Ayrıca Erken
Öğrenme Becerileri Ölçeği’nde bulunan düşünme, dil ve sayı becerilerinin öğretmenlerin alt ve üst grupta yer alacak çocukları ayırmakta oldukça başarılı olduğu görülmüştür (Başaran, 2006).
49
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Geçerlik güvenirlik yapıldıktan sonra ölçekteki bazı maddeler çıkarılmış ve ölçeğe
son hali verilmiştir. Benzerlik, karşılaştırma, görme ve hatırlama, el ve göz koordinasyonu, sınıflandırma, sıraya koyma, uyuşmazlıkları teşhis etme, kural koyma
sonuç çıkarma, benzerlik tamamlamadan oluşan düşünme becerileri alt ölçeği 8, sözcükleri anlama, zamir, zarf ve sıfatları kullanma, fiilleri kullanma (yedek ve bileşik
fiiller), sözcük işlevlerini anlama, cümleyi yorumlama, bir soru sormadan oluşan dil
becerileri alt ölçeği 6 ve sayı değerlerini anlama, sayma, rakamları bilme, sayı değerlerini karşılaştırma, uygun rakamları birleştirme, daha çok daha az daha uzun
gibi ölçüm ilişkilerini anlama, para değerlerini bilme, uzunluk karşılaştırma, sayıları
hafızada tutma ve toplama-çıkarma bölme içeren problemleri anlama maddelerini
içeren sayı becerileri alt ölçeği 7 olmak üzere Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği toplam
21 maddeden oluşmaktadır (Başaran, 2006). Ölçek maddelerinde çocuklar verdikleri
her doğru cevap için bir puan, her yanlış cevap için sıfır puan alırlar. Puanlar önce
her alt ölçek için ayrı ayrı toplanır ve alt ölçek puanları elde edilir. Daha sonra her üç
alt ölçeğin puanları birleştirilerek Erken Öğrenme Becerileri toplam puanı elde edilir
(Başaran, 2006).
Verilerin Toplanması
Samsun İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden alınan izinler doğrultusunda, 2007–2008
eğitim-öğretim yılının ilk yarısında Samsun ili Büyük Şehir Belediyesi’ne bağlı dört
ayrı belediye sınırları içerisinde, ilköğretim anasınıflarına devam eden ve çalışma
grubunda yer alması düşünülen çocukların çalışmaya katılmaya istekli olan anne
babalarına Genel Bilgi Formu ve Sosyo-ekonomik Düzeyi Belirleyici Ölçek bizzat araştırmacı tarafından uygulanmıştır. Çocuğun verdiği her doğru cevabı için puanlama
cetvelindeki sorunun karşısına bir puan, her yanlış cevabı içinse sıfır puan yazılmıştır. Yanlış verilen cevaptan sonra soru tekrarlanmamıştır. Ölçeğin sonunda her alt
ölçek için ayrı ayrı doğru cevaplar sayılarak toplam puanlar puanlama cetvelinin üst
köşesine yazılmıştır. Daha sonra her alt ölçeğin puanları ayrı ayrı toplanarak birleşik
puanlar elde edilmiştir.
Verilerin İstatistiksel Analizi
Anne babaların sosyo-ekonomik düzeylerini belirlemek amacıyla kullanılan Sosyoekonomik Düzeyi Belirleyici Ölçek temel bileşenler analizi kullanılarak oluşturulmuştur. Temel bileşenler analizi sonuçlarının ortalaması 0 ve standart sapması 1’dir.
Ölçek sonuçlarına göre, -0.5 ve altında kalan grup alt sosyo-ekonomik düzey, 0.5
ve yukarı değerler alan grup üst sosyo-ekonomik düzey, -0.5 ile 0.5 arasında değer
alan grup orta sosyo-ekonomik düzey olarak kabul edilmiştir. Yapılan normallik analizleri sonucunda verilerin normal dağılmaması ve üç grubun yer alması sebebiyle,
anne babaların sosyo-ekonomik düzeylerinin çocukların Erken Öğrenme Becerileri
ve Düşünme, Dil ve Sayı alt becerilerine etkisi Kruskall Wallis Testi kullanılarak analiz
edilmiştir.
50
FARKLI SOSYO-EKONOMİK DÜZEYDEKİ BEŞ-ALTI YAŞ ÇOCUKLARININ
ERKEN ÖĞRENME BECERİLERİNİN İNCELENMESİ
Doç Dr. Adalet KANDIR, Öğrt. Gör. N. Bilge KOÇAK TÜMER
Anlamlılık düzeyi olarak 0.05 kullanılmış olup, p>0.05 olması durumunda gruplar
arasında anlamlı farklılığın olmadığı, p<0.05 olması durumunda gruplar arasında anlamlı farklılığın olduğu belirtilmiştir.
Bulgular ve Tartışma
Farklı sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerin anasınıfına giden beş-altı yaş çocuklarının
erken öğrenme becerilerinin incelenmesi amacıyla yapılan bu araştırmanın bulguları
iki bölümde verilmiştir.
Çocukların anne ve babalarının genel bilgileri incelendiğinde, çocukların %
61.3’ünün erkek, %38.7’sinin ise kız olduğu; çocukların % 88.7’sinin beş yaşından
beri, % 6.0’ının dört yaşından beri, % 5.3’ünün ise üç yaş ve öncesinden beri bir
okul öncesi eğitim kurumuna devam ettiği belirlenmiştir. Çocukların annelerinin, %
66.7’sinin 26–35 yaş arasında, % 20.7’sinin 36–45 yaş arasında, % 11.3’ünün 20–25
yaş arasında, % 1.3’ünün ise 45 yaş ve üzeri grupta olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca; babaların % 66.7’sinin 26–35 yaş arasında, % 20.7’sinin 36–45 yaş arasında, %
11.3’ünün 20–25 yaş arasında, % 1.3’ünün ise 45 yaş üzeri grupta olduğu bulunmuştur.
Sosyo-ekonomik düzeyin Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği puanlarına ilişkin sonuçlar Tablo1 ve Tablo 4 arasında verilmiştir.
Tablo 1. Çocukların Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği Düşünme Alt Ölçeği Puan
Ortalamalarının Sosyo-Ekonomik Düzeye Göre Kruskall – Wallis Testi
Sonuçlarının Dağılımı
EÖB
Düşünme
Becerileri
SED
n
x
Ortanca
ss
Min
Mak
Sıra
ort.
Alt
50
9.4
9
2.3
4
15
62.16
Orta
50
10
10
2.5
4
15
74.5
Üst
50
11.3
11.5
3.2
4
22
90.29
Kruskall
Wallis
sd
P
İkili
Karşılaştırma
10.70
2
0.005
*1–3
Araştırmaya dahil edilen çocukların düşünme becerileri puan ortalamalarında sosyoekonomik düzeyin anlamlı farklılık yarattığı belirlenmiştir. Farklılığın hangi gruptan kaynaklandığını belirlemek amacı ile yapılan ikili karşılaştırma testi sonucunda
farklılığın alt ve üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların puanlarındaki farklılıktan
kaynaklandığı belirlenmiştir.
Üst sosyo-ekonomik düzey grubunun Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra ortalaması
90.29, orta sosyo-ekonomik düzey grubunun Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra ortalaması 74.5 ve alt sosyo-ekonomik düzey grubunun Düşünme Becerileri alt ölçeği
51
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
sıra ortalaması 62.16 olarak bulunmuştur. Buna göre; üst sosyo-ekonomik düzey grubunun Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra ortalamasının alt ve orta sosyo-ekonomik
düzey gruplarının Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra ortalamasından yüksek olduğu
görülmektedir. Ayrıca orta sosyo-ekonomik düzey grubunun Düşünme Becerileri alt
ölçeği sıra ortalaması, üst sosyo-ekonomik düzey grubunun Düşünme Becerileri alt
ölçeği sıra ortalamasından düşük, alt sosyo-ekonomik düzey grubun Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra ortalamasından yüksek olduğu görülmektedir. Üst sosyo-ekonomik düzeyin düşünme alt becerilerinin orta ve alt sosyo-ekonomik düzeyin düşünme
alt becerilerinden yüksek olma sebebi, üst sosyo-ekonomik düzeydeki anne babanın
çocuğun gelişimiyle ilgili daha bilinçli olduğu, ev ortamını gelişimi destekleyici olarak düzenleme, erken yaşta çocuğu zengin uyarıcı çevre ile tanıştırma gibi fiziki koşulları sağlamada daha başarılı olmaları düşünülebilir.
Üst ve orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocuklar düşük sosyo-ekonomik düzeydeki
çocuklara göre problem çözme becerileri, benzerlik karşılaştırma, görme hatırlama,
uyuşmazlıkları teşhis etme, sonuç çıkarma, benzerlik tamamlama gibi konularda, bilişsel düşünce açısından daha becerikli olduğu düşünülmektedir (Akt: Ginsburg vd,
2008). Tablo 1’de üst sosyo-ekonomik düzey grubun Düşünme Becerileri alt ölçeği
puanlarının, alt ve orta sosyo-ekonomik düzey grubun Düşünme Becerileri alt ölçeği
puanlarına göre anlamlı derecede yüksek görülmesi sonucunun literatürle örtüştüğü
söylenebilir. Akın ve Önder (2003) tarafından yapılan bir araştırmada sosyo-ekonomik düzey değişkeninin bilişsel bakış açısı alma yeteneği üzerinde farklılık gösterdiği
bulunmuştur. Yani üç sosyo-ekonomik düzey arasında bilişsel bakış açısı alma yeteneği bakımından anlamlı bir farklılık bulunmuştur. Akın ve Önder’in çalışması tablo
1’de üst sosyo-ekonomik düzey grubun Düşünme Becerileri Alt ölçeği puanlarının,
alt ve orta sosyo-ekonomik düzey grubun Düşünme Becerileri alt ölçeği puanlarına göre anlamlı derecede yüksek görüldüğü sonuçlarını destekler niteliktedir. Üst ve
orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocuklar düşük sosyo-ekonomik düzeydeki çocuklara göre problem çözme becerileri, benzerlik karşılaştırma, görme hatırlama, uyuşmazlıkları teşhis etme, sonuç çıkarma, benzerlik tamamlama gibi konularda, bilişsel
düşünce açısından daha becerikli olduğu düşünülmektedir (Akt: Ginsburg vd, 2008).
Tablo 2. Çocukların Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği Dil Alt Ölçeği Puan
Ortalamalarının Sosyo-Ekonomik Düzeye Göre Kruskall- Wallis Testi
Sonuçlarının Dağılımı
EÖB
Dil
Becerileri
52
SED
n
`x
Ortanca
ss
Min
Mak
Sıra
ort.
Alt
50
10.2
10
1.5
5
13
63.43
Orta
50
10.8
11
1.3
7
13
78.57
Üst
50
10.9
11
1.5
8
13
84.5
Kruskall
Wallis
sd
P
İkili Karşılaştırma
6.58
2
0.037
*1-3
FARKLI SOSYO-EKONOMİK DÜZEYDEKİ BEŞ-ALTI YAŞ ÇOCUKLARININ
ERKEN ÖĞRENME BECERİLERİNİN İNCELENMESİ
Doç Dr. Adalet KANDIR, Öğrt. Gör. N. Bilge KOÇAK TÜMER
Üst sosyo-ekonomik düzeyde bulunan çocukların Dil Becerileri alt ölçeği, alt sosyo-ekonomik düzeyde bulunan çocukların Dil Becerileri alt ölçeğine göre anlamlı
derecede yüksek görülmektedir (p= 0.037< 0.05). Yapılan ikili karşılaştırma testi sonucunda Dil Becerileri alt ölçeği açısından sosyo-ekonomik düzey grupları arasında
anlamlı farklılık olduğu belirlenmiştir.
Üst sosyo-ekonomik düzey grubunun Dil Becerileri alt ölçeği sıra ortalaması 84.5,
orta sosyo-ekonomik düzey grubunun Dil Becerileri alt ölçeği sıra ortalaması 78.57 ve
alt sosyo-ekonomik düzey grubunun Dil Becerileri alt ölçeği sıra ortalaması 63.43 olarak bulunmuştur. Buna göre; üst sosyo-ekonomik düzey grubunun Dil Becerileri alt
ölçeği sıra ortalaması, alt ve orta sosyo-ekonomik düzey gruplarının Dil Becerileri alt
ölçeği sıra ortalamalarından anlamlı derecede yüksek olduğu görülmektedir. Ayrıca
orta sosyo-ekonomik düzeyde bulunan çocukların, alt sosyo-ekonomik düzeyde bulunan çocuklardan Dil Becerileri alt ölçeği sıra ortalaması bakımından yüksek olduğu
tespit edilmiştir. Buna göre; sosyo-ekonomik düzey ile çocukların dil becerileri arasında doğru orantılı bir ilişki olduğu düşünülebilir. Alt sosyo-ekonomik düzeye sahip
olmak dil becerilerini olumsuz etkilerken, sosyo-ekonomik düzeyin yükselmesiyle dil
becerilerinin lehine bir sonuç oluştuğu düşünülebilir.
Üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocuklarının dil becerileri puanlarının yüksek olmasında ailelerin çocuklarını, daha erken dönemde kitaplarla tanıştırmaları, dil gelişimini destekleyici eğitim materyallerinden yararlanmaları, Türkçeyi daha iyi kullanmaları ve dil gelişiminin önemi konusunda daha bilinçli olmaları gibi nedenlerin
etkili olduğu düşünülebilir. Ayrıca alt sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerin çocuklarının çevre ve uyarıcı yoksunluğu nedeniyle dil gelişimlerinin olumsuz etkilendiği
düşünülebilir. Kabadayı (2002), çocukların sosyo-ekonomik düzeylerinin, oyunlarda
kullandıkları anadile etkisini incelediği bir araştırma yapmıştır. Bir sahil kasabasında tatilini geçirmekte olan çocuklarla, ekonomik düzeyleri farklı olan ve o yörede
yaşayan, yaşları dört-altı arasında değişen altı çocuk gözlenmiştir. Sonuçta, sosyoekonomik düzeyi “orta” ve “alt” düzeyde olan çocukların, ekonomik düzeyi “üst”
düzeyde olanlardan farklı dil fonksiyonlarına yöneldikleri gözlenmiştir. Dağlı (2007)
okul öncesi eğitim alan ve almayan ilköğretim birinci sınıf öğrencilerinin Türkçe
ve Matematik derslerindeki akademik başarının karşılaştırılması konusunda bir araştırma yapmıştır. Araştırmaya katılan öğrencilerin ailelerinin sosyo-ekonomik düzeylerine göre öğrencilerin Türkçe ve Matematik derslerindeki akademik başarı puan
ortalamalarının farkları incelendiğinde; alt sosyo-ekonomik düzey ve orta sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerin çocuklarının Türkçe ve Matematik derslerindeki akademik
başarı puan ortalamaları arasındaki fark, orta sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerin
çocuklarının lehinedir. Tablo2’de orta sosyo- düzeyde bulunan çocukların Dil Becerileri puanlarının, alt sosyo-ekonomik düzeyde bulunan çocuklardan Dil Becerileri
puanlarından yüksek olduğu sonucu yukarıdaki araştırma bulguları ile paralellik göstermektedir.
53
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Tablo 3. Çocukların Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği Sayı Alt Ölçeği Puan
Ortalamalarının Sosyo-Ekonomik Düzeye Göre Kruskall – Wallis Testi
Sonuçlarının Dağılımı
EÖB
Sayı
Becerileri
SED
n
`x
Ortanca
ss
Min
Mak
Sıra
ort.
Alt
50
10.2
11
3.4
2
15
65.56
Orta
50
9.9
11
3.2
2
15
62.27
Üst
50
12.3
13
2.6
5
15
98.67
Kruskall
Wallis
sd
P
İkili Karşılaştırma
*1-3
21.75
2
0.000
*2-3
Araştırmaya dahil edilen çocukların sayı becerileri puan ortalamalarında sosyo-ekonomik düzeyin istatistiksel anlamlı farklılık yarattığı belirlenmiştir. Farklılığın hangi
gruptan kaynaklandığını belirlemek amacı ile yapılan ikili karşılaştırma testi sonucunda farklılığın alt ve üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların puanlarındaki farklılıktan kaynaklandığı belirlenmiştir (p<0.05).
Üst sosyo-ekonomik düzeyde bulunan çocukların Sayı Becerileri sıra ortalaması 98.67,
alt sosyo-ekonomik düzey grubunun Sayı Becerileri sıra ortalaması 65.56, orta sosyoekonomik düzey grubunun Sayı Becerileri sıra ortalaması 62.27 olarak bulunmuştur.
Buna göre; üst sosyo-ekonomik düzey grubunun Sayı Becerileri sıra ortalaması, alt ve
orta sosyo-ekonomik düzey gruplarının Sayı Becerileri Puanı sıra ortalamalarından
anlamlı derecede yüksek görülmektedir. Ayrıca orta sosyo-ekonomik düzey grubu
Sayı Becerileri sıra ortalaması alt sosyo-ekonomik düzey grubu ve üst sosyo-ekonomik düzey grubundan Sayı Becerileri sıra ortalaması bakımından düşüktür.
Tablo 3’de, alt sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların matematik performanslarının
düşük olmasını; ailelerin çocukları ile yeteri kadar kaliteli zaman geçirememesi, çocuklara yeterli uyarıcı çevre olanakları sağlayamaması, günlük hayatta matematiğe
ilişkin yeterli dikkati çekememesi, çocukların sorularını onların düzeyine uygun olarak cevaplayamaması gibi nedenler etkilemiş olabilir. Starkey ve diğerleri (2004), sosyo-ekonomik düzey çocuğun matematik becerileri ve kavramları öğrenmedeki rolü
üzerine değerlendirmelerde bulunduğu bir araştırma yapmıştır. Alt sosyo-ekonomik
düzeye sahip olan ailelerin çocuklarının, orta sosyo-ekonomik düzeye sahip ailelerin çocuklarına göre daha fazla bilgi edinimlerinin olduğu gözlenmiştir. Okul öncesi
eğitime yeni başlayan çocukların sosyo-ekonomik düzey ile doğrudan bağlantılı olan
matematiksel bilgileri olduğu görülmüştür. Unutkan’ın (2007) okul öncesi çocuklarının matematik becerileri açısından ilköğretime hazır bulunuşluğunun incelenmesi
alanında yaptığı çalışmada, alt sosyo-ekonomik düzey çocuklarının matematik becerileri bakımından ilköğretime yeteri kadar hazır olmadıkları bulunmuştur. Araştırmada çocukların matematik becerileri ortalamaları üst ve orta sosyo-ekonomik
düzeydeki çocuklara göre daha düşük olarak saptanmıştır. Yukarıdaki araştırmaların
sonuçları, Tablo 3’deki üst sosyo-ekonomik düzey grubunun Sayı Becerileri puan54
FARKLI SOSYO-EKONOMİK DÜZEYDEKİ BEŞ-ALTI YAŞ ÇOCUKLARININ
ERKEN ÖĞRENME BECERİLERİNİN İNCELENMESİ
Doç Dr. Adalet KANDIR, Öğrt. Gör. N. Bilge KOÇAK TÜMER
larının alt ve orta sosyo-ekonomik düzey grubunun Sayı Becerileri puanlarına göre
anlamlı derecede yüksek olması sonucuyla uyumludur.
Tablo 4. Çocukların Erken Öğrenme Becerileri Ölçeği Puan Ortalamalarının
Sosyo-Ekonomik Düzeye Göre Kruskall – Wallis Testi Sonuçlarının
Dağılımı
n
`x
Ortanca
ss
Min
Mak
Sıra
ort.
EÖB
SED
TOPLAM
PUAN
Alt
50
29.7
29.5
5.7
13
43
60.09
Orta
50
30.06
31.5
5.5
16
40
68.73
Üst
50
34.5
35
5.9
18
47
97.68
Kruskall
Wallis
sd
P
İkili
Karşılaştırma
20.63
2
0.000
*2-3
*1-3
Üst sosyo-ekonomik düzeyde bulunan çocukların Erken Öğrenme Becerileri, alt ve
orta sosyo-ekonomik düzeyde bulunan çocukların Erken Öğrenme Becerilerine göre
istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek görülmektedir (p<0.05). Erken Öğrenme
Becerileri açısından sosyo-ekonomik düzey grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmektedir (p<0.05).
Üst sosyo-ekonomik düzey grubunun Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalaması
97.68, orta sosyo-ekonomik düzey grubunun Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalaması 68.73, alt sosyo-ekonomik düzey grubunun Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalaması 60.09 olarak bulunmuştur. Buna göre; Üst sosyo-ekonomik düzey grubunun
Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalaması, alt ve orta sosyo-ekonomik düzey gruplarının Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalamaları lehine yüksek görülmektedir. Ayrıca
orta sosyo-ekonomik düzey grubu Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalamasının alt
sosyo-ekonomik düzey grubu Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalamasından yüksek,
üst sosyo-ekonomik düzey grubu Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalamasından düşük olduğu görülmektedir.
Buna göre; alt sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerin sosyo-ekonomik yetersizlikler sebebiyle, çocukların erken öğrenme becerilerini destekleyici materyaller ve yaklaşımlar sergileyemedikleri düşünülebilir. Ayrıca maddi problemler çocukların gelişimiyle
yakından ilgilenilmesini ve gelişimlerinin desteklenmesini olumsuz etkiliyor olabilir.
Arnold ve Doctoroff (2003) tarafından yapılan bir araştırmada, Afrika-Amerikalı ve
Latinlerden oluşan alt sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların akademik başarısının,
orta ve üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların akademik başarısından daha düşük
olduğu görülmüştür. Buna göre; Tablo 4’ün sonucunun alt sosyo-ekonomik düzey
grubundaki anne babaların çocukların gelişim düzeylerine uygun olarak çocuklarıyla
ilgilenemedikleri, çocuklara gelişim düzeylerine uygun uyarıcı çevre imkânları sağlayamadıkları, öğrenim düzeylerine bağlı olarak çocukların okul etkinliklerine, aile
katılım çalışmalarına yeterli önemi veremediklerinden kaynaklandığı söylenebilir.
55
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Sonuç ve Öneriler
Araştırmada elde edilen sonuçlara göre; Erken Öğrenme Becerilerinden olan Düşünme Becerileri alt ölçeği puanları açısından sosyo-ekonomik düzey grupları arasında
farklılık görülmektedir. Üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra ortalamasının alt ve orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların
Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra ortalamasından yüksek olduğu görülmektedir. Ayrıca, orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra ortalaması, üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Düşünme Becerileri alt ölçeği sıra
ortalamasından düşük, alt sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Düşünme Becerileri
alt ölçeği sıra ortalamasından yüksektir. Erken Öğrenme Becerilerinden olan Dil Becerileri alt ölçeği puanları açısından sosyo-ekonomik düzey grupları arasında farklılık
görülmektedir. Üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Dil Becerileri alt ölçeği sıra
ortalaması, alt ve orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Dil Becerileri alt ölçeği
sıra ortalamalarından yüksek, orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların alt sosyoekonomik düzeydeki çocuklardan Dil Becerileri alt ölçeği sıra ortalaması bakımından
yüksek olduğu tespit edilmiştir. Erken Öğrenme Becerilerinden olan Sayı Becerileri
alt ölçeği puanları açısından sosyo-ekonomik düzey grupları arasında farklılık görülmektedir. Üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Sayı Becerileri sıra ortalaması,
alt ve orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Sayı Becerileri Puanı sıra ortalamalarından anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Ayrıca orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Sayı Becerileri sıra ortalaması alt ve üst sosyo-ekonomik düzeydeki
çocukların Sayı Becerileri sıra ortalamasından düşüktür. Erken Öğrenme Becerileri
açısından sosyo-ekonomik düzey grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmuştur (p<0.05). Üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Erken Öğrenme
Becerileri sıra ortalaması, alt ve orta sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalamaları lehine yüksek olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca orta
sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalaması, alt
sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalamasından
yüksek, üst sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların Erken Öğrenme Becerileri sıra ortalamasından düşük olduğu bulunmuştur.
56
FARKLI SOSYO-EKONOMİK DÜZEYDEKİ BEŞ-ALTI YAŞ ÇOCUKLARININ
ERKEN ÖĞRENME BECERİLERİNİN İNCELENMESİ
Doç Dr. Adalet KANDIR, Öğrt. Gör. N. Bilge KOÇAK TÜMER
Araştırma sonuçlarına göre şu öneriler sıralanabilir;
*Özellikle sosyo-ekonomik düzeyi düşük olan ailelerin çocuklarının mümkün olduğunca
okul öncesi eğitim kurumlarından yararlanmaları için mobil anaokulu gibi değişik
eğitim modelleri kullanılabilir.
*Eğitimin yaygınlaştırılması için düşük sosyo-ekonomik düzeydeki ailelere yönelik konferanslar düzenlenebilir ve el broşürleri, kitapçıklar, cd’ler dağıtılabilir.
*Okullarda aile eğitimine verilen önem arttırılabilir. Bu kapsamda okullardaki öğretmen ve yöneticilerin, anne babaları bilinçlendirme konusunu içeren toplantılar
düzenlemeleri sağlanabilir. Bilinçlendirme kapsamında sadece ailelerin okul öncesi eğitimin önemini değil, evde çocuklarının gelişimini destekleyecek etkinlikler ve
davranışların neler olabileceği yer alabilir. Yine bu kapsamda ailelere ulaşmak için
medyadan yararlanılabilir.
*Düşük sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerin çocuklarının Erken Öğrenme Becerileri
yeterince desteklenememektedir. Okul öncesi eğitim kurumları, bu çocukların Erken
Öğrenme Becerilerini desteklemeye yönelik olarak eğitim programlarını düzenleyebilir. Okul öncesi öğretmenlerine Erken Öğrenme Becerilerini desteklemeleri amacıyla,
düzenleyecekleri eğitim programının içeriği ve bu programın uygulanması için sistematik olarak hizmet içi eğitim seminerleri düzenlenebilir.
*Erken Öğrenme Becerileri eğitimi alan çocuklar takip edilerek bu eğitimin çocukların
ileri yıllardaki akademik başarılarını nasıl etkilendiğinin takibi yapılabilir. Erken
Öğrenme Becerileri alan ve almayan çocuklar arasındaki farklılık gözlenebilir.
*Özellikle sosyo-ekonomik düzeyi düşük aileleri desteklemek adına kurulan toplum
merkezlerinde ailelerin okul öncesi eğitim konusunda desteklenmeleri amacıyla toplantılar, kurslar, eğitim seminerleri, televizyon programları düzenlenebilir.
*Bu araştırmada Erken Öğrenme Becerileri ölçeği okul öncesi eğitim kurumuna devam eden çocuklara uygulanmıştır. Başka araştırmalarda okul öncesi eğitim alan ve
almayan çocuklara uygulanabilir.
57
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Kaynaklar
AKIN, Y. ve ÖNDER, A. (2003). The effects of Educational drama Program and Parental Attitude on Perspective Taking Abilities of Six Year-old Preschool Children. OMEP
(World Organization for Early Childhood Education) World Council and Conference. 5–11 Ekim. Kuşadası, Türkiye. Bildiri özetleri Kitabı,183.
AKTAŞ, A. Y. (2002) Okul Öncesi Dönemi Çocuklarında Sayı Kavramının Kazandırılması.
Çoluk Çocuk Dergisi. Kök Yayıncılık. 5, 14-17.
ARAL N. ,BARAN G., BULUT Ş. ve ÇİMEN S. , (2001) Çocuk Gelişimi. Ankara: Ya-Pa Yayınları.
ARNOLD, H. D. ve DOCTROFF, L. G. (2003). The Early Education of Socio Economically
Disavantajed Children. Annu. Rev. Preschool. 54, 517, 45.
AYDIN, A. (2000). Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi. İstanbul: Alfa Yayınları.
BAŞARAN, N. (2006). Erken Öğrenme Becerilerini Değerlendirme Aracının Tokat Örnekleminde 48- 66 Aylık Türk Çocuklarına Uyarlanması, Ankara: Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi.
BENSON, C. «I don’t think I can do it; I can’t work it out for myself» The importance of
providing primary children with thinking skills for their future lives. Faculty of
Education, University of Central England,WestbourneRoad,Edgbaston,Birmingham.
(http://www.unesco.org/education/educprog/ste/pdf_files/connect/ClareBenson.)
PDF Erişim Tarihi: 23. 07. 2008
BİLGİNER, H. (2002) Down Sendromlu Çocuklarda Dil Gelişimi. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi. Cilt: 19(1), 165–179. Ankara.
BODROVA E. ve LEONG J. D (1996). Tools of The Mind, The Vygotskian Approach to Early
Childhood Education. New Jersey.
CAMPELL, N. (2001). Cognifite Development. International Journal of Educational Research. 21 (27), 21–22-34
CRANE, J. (1996). Effects Of Home Environment, Ses and Maternal Test Scores on Mathematics
Achivement. The Journal of Educational Research. 86 (5), 305–313
COHEN, H. D. ve CENEDELLA J. (1988) The Learning Child/ Guide Lines for Parent and
Teachers. Cambridge University Pres. USA
ÇEÇEN, R. (2007). Bilişsel Gelişim ve Dil Gelişimi. Ed: M. Engin Deniz. Maya Akademi Yayınları. Ankara
ÇINGI, H. (1994). Örnekleme Kuramı, Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Yayınları, Ankara:
64, 234.
DAĞABAKAN, Ö. F. ve DAĞABAKAN D. (2007) Dil ve Çocukta Dil Gelişim Kuramları. Milli
Eğitim Dergisi. 36 (174), 155-161.
DAĞLI, A. (2007). Okul Öncesi Eğitim Alan Ve Almayan İlköğretim Birinci Sınıf Öğrencilerinin Türkçe Ve Matematik Derslerindeki Akademik Başarılarının Karşılaştırılması, Konya: Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Çocuk Gelişimi Ve Ev
Yönetimi Anabilim Dalı Çocuk Gelişimi Ve Eğitimi Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi.
DAĞLIOĞLU, H. E. (2006). Üstün Yetenekli Çocuklarda Düşünme Becerileri. Avrupa Birliği
Sürecinde Okul Öncesi Eğitimin Bugünü ve Geleceği Sempozyumu (Uluslar ara58
FARKLI SOSYO-EKONOMİK DÜZEYDEKİ BEŞ-ALTI YAŞ ÇOCUKLARININ
ERKEN ÖĞRENME BECERİLERİNİN İNCELENMESİ
Doç Dr. Adalet KANDIR, Öğrt. Gör. N. Bilge KOÇAK TÜMER
sı Katılımlı). Program ve Bildiri Özetleri Kitabı. İstanbul: Ya-Pa Yayın Pazarlama ve
San Tic. A.Ş.
DEHART, G. B., SROUFE, L. A. ve COOPER, R. G. (2004). Child Development Its Nature and
Course. Cognitive: Development in Early Childhood.Chapter: 9, Part :4, 331-335.
DEMİREL, Ö ve ŞAHİNEL S. (1999). Çoklu zekâ kuramı ve düşünme becerileri ile ilköğretim
dördüncü sınıf Türkçe derslerinde tümleşik dil becerilerinin gelişimi. Dil Dergisi. 80 (6), 19-31.
DEMİREZEN, M. (2003). Yabancı Dil ve Anadil Öğreniminde Kritik Dönemler. Dil Dergisi. 118
(1), 5-15.
DİNÇER, Ç. ve ULUTAŞ, İ. (1999). Yaşamımızdaki Matematiksel Kavramlar ve Materyaller.
Çağdaş Eğitim Dergisi. 25, 23-28.
DOĞRU, Y. S. (2002). Piaget’in Zihin Gelişimi Kuramına Göre Matematik Öğretimi. Erken
Çocukluk Gelişimi ve Eğitimi Sempozyumu Bildiriler. 17- 18 Ekim. Ankara: Kök Yayıncılık.
ERDOĞAN, S., BEKİR, Ş., H. Ve ARAS, E., S., (2005). Alt Sosyo- Ekonomik Bölgelerde Ana Sınıfına Devam Eden 5–6 Yaş Grubundaki Çocukların Dil Gelişim Düzeylerine Bazı
Faktörlerin Etkisinin İncelenmesi. Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi. 14 (1), 231-246.
FISCHER, F. E. (1990). A Part-part-whole Curriculumfor Teaching Number in The Kindergarten.
Journal of Research in Matematics Education. 21 (3), 207–215.
GINGSBURG, H. P., LEE J. S. ve BOYD, J., S. (2008). Mathematics Education for Young Children: What It is and How to Promote It. Social Policy Report. Giving Child and Youth
Development Knowledge Away. 23 (1), 1–24.
GÜVEN, Y. (2004). Erken Çocuklukta Matematiksel Düşünme ve Matematiği Öğrenme. Küçük Adımlar Eğitim Yayınları İstanbul: Aralık.
KABADAYI, A. (2002). Çocukların Sosyo-ekonomik Durumlarının, Oyunlarında Kullandıkları
Anadili Etkinliklerinin Sınıflandırılması, Dil Dergisi, 112, 23–33.
KANDIR, A. (2004). Çocuğum Büyüyor. İstanbul: Morpa Kültür Yayınları
KOÇ, E. (2002). Görsel Algı Becerilerinin Gelişimine Yönelik Örnek Bir Program Modelinin
Hazırlanması Ve Anasınıfı Çocuklarında Görsel Algı Gelişimine Etkisinin İncelenmesi. Yüksek Lisans Tezi. Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
KURTULUŞ, E. (1999). Okul Öncesi Eğitim Kurumlarına Devam Eden Beş- Altı Yaş Grubu
Çocuklarına Yaratıcı Etkinlikler Yoluyla Kavram (Zaman Kavramı) Öğretilmesi.
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.
MILLER, R. (1996). Language and Literacy. The Developmentally Appropriate Inclusive Classroom İn Early Education. 101–107, 260- 263, 350–353.
OLSON, D. R. and TORRANCE N. (1996). Education and Human Development. Padstow,
Cornwall. Printed in Great Britain by T J İnternational
ORÇAN, M. (2009). Anasınıfına Devam Eden 60–72 Aylık Çocukların Erken Öğrenme Becerilerine Destekleyici Eğitim Programlarının İncelenmesi, Doktora Tezi, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çocuk Gelişimi ve Ev Yönetimi Anabilim Dalı,
Konya.
59
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
STARKEY, P., KLEİN A. ve WAKELEY, A. (2004). Big Math For Little Kids. Early Childhood Research Quarterly. 19 (1), 99–120.
ŞİMŞEK, B., H., (2004). Almanya’da Okul Öncesi Eğitim Kurumlarına Devam Eden 5–6 Yaş
Grubu Türk Çocuklarına Uygulanan Dil Eğitim Programının Dil Gelişimine Etkisi, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Çocuk Gelişimi ve
Eğitimi Anabilim Dalı, Ankara.
TAYLOR, B. J. (1999). A Child Goes Forth: A Curriculum Guide For Preschool Children. New
Jersey: Prentice Hall.
TEMEL, F. AVCI N.,YAŞAR, M., C., (1994). Sıfır- Altı Yaş Çocuklarında Dil Gelişimi, Gazi
Üniversitesi Anaokulu- Anasınıfı El Kitabı, Ya-Pa Yayınları Pazarlama Ltd. Şti., İstanbul, 154
UNUTKAN, P. Ö. (2007). Okul Öncesi Dönem Çocuklarının Matematik Becerileri Açısından
İlköğretime Hazır Bulunuşluğunun İncelenmesi, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 32, 243- 254.
ÜSTÜN, E., AKMAN, B. ve Etikan, İ. (2004). Farklı Sosyo- Ekonomik Düzeydeki Çocukların
Bilişsel Gelişimlerinin Değerlendirilmesi. Hacettepe Üniversitesi, Eğitim Fakültesi
Dergisi. (2), 205–210
YAVUZER, H. (1997). Çocuğunuzun İlk Altı Yılı. İstanbul: Remzi Kitapevi.
YAYLA, Ş. (2003). Alt Sosyo-Ekonomik Düzeydeki Ailelerden Gelen 60–72 Aylar Arasındaki
Çocuklara Uygulanan Dil Eğitim Programının Çocukların Dil Gelişimine Etkisinin İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü,
Çocuk Gelişimi Ve Eğitimi Anabilim Dalı, Ankara.
YILDIZ, C. (2003). Anadili Öğretiminin Temel İlkelerine Karşılaştırmalı Bir Bakış. Dil Dergisi.
120, 5-12.
YILDIZ, R. ve PERİHANOĞLU, P. (2004). Okul Öncesi Eğitim Kurumlarının Eğitim Hedeflerini Gerçekleştirme Düzeyi. Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü 12. Eğitim
Bilimleri Kongresi Bildiriler. 3, 1815-1832.
60
5
İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT
SOSYAL GÖSTERGELER İLE İNSANİ GELİŞİM
GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN
KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ
Münir TİRELİ
Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN
Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI
Özet
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üyesi ülkelerin önemli bir kısmı sahip oldukları zengin doğal ve beşeri kaynaklara rağmen dünyanın
geri kalmış ve yoksul ülkeleri arasında yer almaktadırlar. Çalışmada İİT’nin bir alt kuruluşu olan SESRIC tarafından bu alana ışık
tutan veriler olarak tutulan üye ülkelerin istihdam, eğitim ve sağlık verileriyle, UNDP İnsani Kalkınma Endeksi verileri arasındaki
ilişki incelenmiştir. Böylece yoksullukla, eğitim, sağlık ve istihdam arasındaki ilişki ve etkileşim düzeyi, iki uluslararası kuruluşun
verileri üzerinden değerlendirilerek ortaya konulmuştur. Beşeri ve toplumsal kalkınmanın yoksullukla mücadele, eğitim, sağlık ve
istihdam alanındaki izdüşümleri, İİT üyesi ülkeler arası işbirliği konuları olarak çalışmada ön plana çıkmaktadır.
Anahtar Kelimeler: İslam İşbirliği Teşkilatı, SESRIC, UNDP, MENA, İnsani Kalkınma Endeksi.
Abstract
Most of the member countries of Organisation of Islamic Cooperation (OIC) are included in the World underdeveloped and poor
countries, although they have rich natural and human resources. In this study the relation between the SESRIC’s data- about OIC
member countries’ employment, education and health- and UNDP Human Development Index’ data is examined. Thus relation
and interaction between poverty and education, health, employment are put forward via those two international institutes’ data.
In this study the projections of human development and social development on the poverty alleviation, education, health and
employment are loomlarge in as cooperation areas of OIC member countries.
Keywords: Organisation of IslamicCooperation, SESRIC, UNDP, MENA, Human Development Index.
61
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
GİRİŞ
Ülkemiz, 1969 yılından bu yana faal durumda olan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT
veya The Organisation of Islamic Cooperation (OIC))’nın kurucu üyeleri arasında
yer almaktadır. İİT, geçmişe göre çok daha etkin bir rol üstlendiği bir yapıya doğru
evrilmektedir (www.oic-oci.org). İİT üyesi ülkeler demografik, ekonomik ve doğal
kaynaklar bakımından oldukça önemli potansiyellere sahiptirler. Bu ülkeler, dünya nüfusunun % 23’ünü bünyelerinde barındırırken, dünya petrol rezervlerinin %
65’ine ve dünya gaz rezervlerinin de % 55’ine sahiptirler. Üye ülkelerdeki % 53.5
olan genç nüfus oranı da, dünya ortalamasından (% 43.70) ve gelişmiş ülkeler ortalamasından (% 23.15) oldukça yüksektir (SESRIC, 2012:1-4). Ancak bu ülkelerin
bir çoğunda yoksulluğun yüksek oranlarda olduğu, eğitim, sağlık, barınma, temiz su
hizmetlerine erişimin yetersiz olduğu görülmektedir.
Dünyada gıda açığı olan 77 ülkeden 35’inin (IFAD, 2012:5) ve yine en az gelişmiş
48 dünya ülkesinden 22’sinin İİT ülkeleri arasında yer alması (SESRIC, 2010a:52) bu
ülkelerdeki yoksulluk ve geri kalmışlığın düzeylerini ortaya koymaktadır.
Ülkemizin, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler alt kurumları ve Avrupa Birliği gibi
uluslararası kuruluşlarla sosyal politikanın çeşitli alanlarında ortak pek çok çalışması
bulunmaktadır. Ancak benzer çalışmalar ortak tarihi ve kültürel bağlarımızın olduğu
İİT ülkeleri ile ülkemiz arasında geliştirilebilmiş değildir. İİT üyesi ülkelerin insani
gelişmişlik ve yoksulluk verileri ışığında karşılaştırmalı bir analize tabi tutulması
ve iyi örneklerin bu ülkeler arasında paylaşılması konusunda henüz yeterli adımlar
atılmış değildir. Bu anlamda, hâlihazırda bölgesel bir kalkınma stratejisinin ortaya
konulması gibi bir ihtimal mevcut koşullarda mümkün görülmemektedir. Ancak
başlangıç aşaması olarak, İİT bünyesindeki bir alt kuruluş olan ve üye ülkelerin sosyo-ekonomik verilerini tutan SESRIC’in verilerinin kullanımı ve analizi bu alanda
atılacak önemli bir adım olacaktır.
Çalışmada, İİT ülkelerinin önemli sosyal göstergelerine yer verilecektir. Bu kapsamda
SESRIC veri tabanındaki üye ülkelerin demografik verileri, sosyal harcama verileri,
istihdam verileri ile BM alt kuruluşu olan UNDP’nin İnsani Gelişmişlik Endeks Verileri
kullanılarak ülkelerin karşılaştırmalı bir sosyal politika analizi ortaya konulmaya
çalışılacaktır.
1. İİT HAKKINDA TEMEL BİLGİLER
İslam İşbirliği Teşkilatı, Eylül 1969’da Fas’ın başkenti Rabat’ta, Kudüs’teki El Aksa
Camiin Yahudi yerleşimciler tarafından kundaklanması hadisesi üzerine toplanan
İslam Ülkeleri Zirvesinde kurulmuştur. İslam ülkelerini çatısı altında toplamak üzere
25 ülke tarafından kurulan örgüt, bugün 57 üyesi ile dünyanın en büyük uluslararası
örgütleri arasında yer almaktadır.
62
İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE
İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ
Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI
57 üyesiyle teşkilat, Birleşmiş Milletler ve Bağlantısızlar Hareketinden sonra dünyanın en büyük üçüncü hükümetlerarası örgütüdür. İİT’nin Müslüman dünyasının ortak sesi olma ve ortak çıkarları koruma işlevi de bulunmaktadır (www.oic-oci.org).
1970 yılında -o dönemki adıyla- İslam Konferansı Örgütü’nün Dışişleri Bakanları ilk
toplantısı Cidde’de gerçekleşmiş ve bu toplantıda örgütün daimi Genel Sekreterliğinin Cidde’de kurulmasına karar verilmiştir (www.wikipedia.org). Müslüman ülkelerin
temel problemleri, kendi aralarındaki anlaşmazlıkların çözümü ve ortak çıkarları için
faaliyet gösteren örgütün Birleşmiş Milletler ve diğer hükümetlerarası örgütlerle de
danışma ve işbirliği anlamında ilişkileri vardır. İslamın temel değerlerini sahiplenme
iddiasındaki örgütün Müslümanlara karşı her türlü ayrımcılıkla mücadele gibi bir
misyonu da bulunmaktadır (www.oic-oci.org).
21. yüzyılla birlikte gelen tehditler karşısında üye ülkelerce Mekke’de Aralık 2005’te
düzenlenen 3. olağanüstü zirvede 10 Yıllık Eylem Planı belgesi oluşturulmuştur. Eylem Planı’nda hoşgörünün ve modernizasyonun teşviki ve her alanda (bilim, eğitim,
teknoloji, ticaret, iyi yönetişim) reformların desteklenmesi öngörülmektedir. Bunların yanı sıra insan hakları, özellikle de çocuk, kadın ve yaşlı haklarına ilişkin İslami
değerler ön plana çıkarılmıştır.
İİT aşağıdaki organlardan oluşmaktadır:
a. İslami Zirve: Üye ülkelerin kral, devlet başkanı ve hükümetlerinden oluşur.
Örgütün en üst karar merciidir. 3 yılda bir toplanarak politik kararların alınmasını sağlar ve üye ülkeleri ilgilendiren konularda rehberlik sunar (http://
www.islamicsummit.org.sa/en/default.aspx) .
b. Dışişleri Bakanlar Konseyi: Yılda bir toplanır ve örgütün genel politikasının
uygulanması için strateji geliştirirler(http://www.oic-oci.org).
c. Genel Sekreterlik: Genel Sekreterlik, örgütün icracı organıdır. Yukarıda bahsedilen iki organın kararlarının uygulanmasından sorumludur(http://www.oicoci.org). Genel Sekreterliğe doğrudan bağlı birimlerin yanında, uzmanlık komiteleri ve teşkilatın alt kuruluşları da bulunmaktadır (Petersen,2012:45-46).
Örgütün politik, ekonomik, kültürel, sosyal, ruhani ve bilimsel alanlarda
uzmanlaşmış çalışmalar yapmak üzere ihdas ettiği komiteler de bulunmaktadır.
Bakanlar düzeyindeki bu komitelerin bazılarına devlet başkanları başkanlık
etmektedir.
İslam Kalkınma Bankası da (İKB) İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) en önemli alt örgütlerindendir. İKB 1973 yılında İslam Konferansı Örgütü’ne üye 7 ülke tarafından alınan karar doğrultusunda, geri kalmış İslam ülkelerini kalkındırmak amacıyla 1975’te
kurulmuş uluslararası bir kuruluştur. Günümüzde tüm İİT üyesi ülkeler Banka’nın
da üyesidir. Her üye ülke İKB’ye kaynak sağlamakta ve her üye ülke buradan kredi
63
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
almaktadır. İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkeler arasında ticaretin arttırılması İKB’nin
stratejik amaçları arasında yer almakta ve bunun için finansman imkanları sağlamaktadır (IDB, 2012a). Banka’nın amacı, İslami prensipler doğrultusunda, üye ülkelerin
ve Müslüman olmayan ülkelerdeki Müslüman toplumların münferit veya birlikte
ekonomik kalkınmalarına ve sosyal gelişmelerine katkıda bulunmaktır. Banka son
yıllarda yoksul İslam ülkelerinin beşeri sermayelerinin geliştirilmesi amacıyla bu ülkelere yönelik eğitim-sağlık ve istihdam temelli projelere ağırlık vermektedir (IDB,
2012b:3).
İslam Ülkeleri için İstatistiki, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi
(SESRIC) ise İslami İşbirliği Teşkilatı’nın bir alt organı olarak kuruldu. Kuruluş, 1977’de
Trablusgarp’ta düzenlenen 8. Dışişleri Bakanlar Konseyi’nin kararı ile 1978 tarihinde
Ankara’da faaliyetlerine başladı ve halen faaliyetlerini Ankara’da sürdürmektedir
(http://www.sesric.org/). SESRIC’in kuruluş amaçları arasında üye ülkelerin sosyo
ekonomik istatistiklerini ve verilerini toplayıp, değerlendirmek de yer almaktadır.
Bu nedenle söz konusu kuruluş, İİT ülkeleri için istatistiki veri konusunda önemli bir
misyon üstlenmektedir (http://www.sesric.org/).
2. İİT ÜLKELERİNE İLİŞKİN İNSANİ GELİŞMİŞLİK DÜZEYİNİ
ETKİLEYEN VERİLER
İslam İşbirliği Teşkilatına üye ülkeler ortak tarihi ve kültürel değerlere sahip olsalar da
4 kıtada yaygın olmaları, farklı coğrafi, demografik, ekonomik yapılarının bulunması,
doğal kaynak zenginliği açısından da farklılıklar göstermeleriyle homojen bir yapıları
bulunmamaktadır. Bu yönleriyle Genç ve Sayım’ın (2011) doğal kaynakları, ekonomileri ve nüfusları bakımından MENA1 ülkelerini üç grupta toplayan aşağıdaki
sınıflandırmasını, bu ülkeleri de kapsamakta olan İİT ülkeleri için de yapabiliriz:
*Doğal kaynaklar bakımından fakir ve yüksek nüfuslu İİT üyesi ülkeler,
*Doğal kaynaklar bakımından zengin ve yüksek nüfuslu İİT üyesi ülkeler,
*Doğal kaynaklar bakımından zengin ve az nüfuslu İİT üyesi ülkeler.
İİT ülkelerinin sosyo-ekonomik göstergeler ve doğal kaynaklar bakımından homojen bir nitelik göstermemesi, tüm üye ülkelere ilişkin ortalama değerlerin tek tek
ülkelere ilişkin gösterge ve değerleri tam olarak yansıtamamasına da yol açmaktadır.
Bu nedenle çalışmada İİT ülkelerine ilişkin göstergeler, sadece İİT ülkeleri ortalaması
üzerinden incelenmeyecek, bu göstergeler üye ülkeler arası değerlerdeki farklılıkları
da ortaya koyacak biçimde değerlendirilecektir.
1 64
MENA: Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri için kullanılan ve bu iki bölgenin İngilizce ilk harflerinin kısaltması olan ifade.
İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE
İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ
Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI
3. SESRIC İSTATİSTİKLERİ
a. Demografik Analiz
İİT ülkelerindeki ortalama nüfus artışı (% 2) dünya ortalamasının (%1.2) oldukça
üzerindedir ( SESRIC, 2010b: 17; Population Institute, 2011:7). Ancak bu ülkelerin
nüfus miktarları homojen bir yapı göstermemektedir. Nüfusu 150 milyon ve üzerinde olan ve dünyanın en kalabalık ülkeleri arasında bulunan İİT ülkeleri (Endonezya,
Bangladeş, Pakistan ve Nijerya) olduğu gibi nüfusu 1 milyondan az olan ülkeler de
(Brunei, Surinam, Maldivler, Jibuti, Guyana ve Komoros) yer almaktadır.
Nüfusa ilişkin bir başka gösterge olan kadın başına doğurganlıkta ise İİT Ülkeleri
arasında yapılacak bir sıralamada Sahra Altı ülkeleri olarak tabir edilen Nijer, Mali,
Uganda, Çad, Somali, Burkina Faso gibi ülkelerin 4 çocuktan fazla doğurganlık oranı
ile başta oldukları görülmektedir. Ülkemizin de yer aldığı birçok üye ülkede ise bu
oran 2 doğumdan azdır. İran, Kuveyt, Lübnan, Katar, Endonezya gibi ülkelerin bulunduğu bu kategorinin en düşük değerlere sahip ülkeleri ise Arnavutluk ve Birleşik
Arap Emirlikleridir. Ülkemiz ise en düşük doğurganlık oranına sahip ülkeler arasında
10.sıradadır (Grafik 1).
Grafik 1: Ham Doğum Oranı (2007 Yılı) (1000 Kadına Düşen Doğum Miktarı)
6000
5000
4000
3000
2000
1000
Nijer
Mali
Uganda
Çad
Afganistan
Somali
Burkina Faso
Benin
Sierra Leone
Nijerya
Gine
Mozambik
Gambia
Guinea-Bissau
Komor
Yemen
Senegal
Kamerun
Irak
Filistin
Cote d'lvoire
Moritanya
Sudan
Togo
Cibuti
Tacikistan
Pakistan
Gabon
Ürdün
Libya
Suriye
Mısır
Kırgızistan
Özbekistan
Suudi Arabistan
Türkmenistan
Bangladeş
Malezya
Kazakistan
Cezayir
Bahreyn
Brunei
Fas
Endonezya
Surinam
Umman
Guyana
Türkiye
Kuveyt
Azerbaycan
İran
Tunus
Maldivler
Lübnan
Katar
Birleşik Arap Emirlikleri
Arnavutluk
0
Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php
Ham ölüm oranlarına ilişkin Grafik 2’de görüleceği üzere temelde Sahra Altı ülkeleri
olarak bilinen Gine Bissau, Çad, Sierra Leone, Mali, Somali, Mozambik, Nijerya gibi
ülkelerde yoksulluk, iç savaş, temiz suya erişim vb. nedenlerle ölüm oranlarının her
100.000 kişiye düşen miktarının 1800’lere (%1.8) yakınsadığı görülmektedir. Birleşik
Arap Emirlikleri, Katar gibi ülkelerde ise 100.000 kişi başına düşen ölümün 150’den
az (% 0.15) olduğu görülmektedir. Ham ölüm oranları konusunda 18. en düşük değerlere sahip olan ülkemizin bu değerleri İnsani Gelişmişlik Endeksi (İGE) kapsamında değerlendirmeye muhtaçtır.
65
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Grafik: 2 Ham Ölüm Oranı (2010 Yılı) (Her 100.000 Kişiye Düşen Ölüm Oranı)
2000,00
1800,00
1600,00
1400,00
1200,00
1000,00
800,00
600,00
400,00
200,00
Guinea-Bissau
Çad
Sierra Leone
Afganistan
Mali
Somali
Mozambik
Nijerya
Kamerun
Gine
Nijer
Uganda
Cote d’lvoire
Burkina Faso
Benin
Togo
Kazakistan
Cibuti
Moritanya
Gambia
Senegal
Komor
Gabon
Sudan
Kırgızistan
Pakistan
Türkmenistan
Surinam
Azerbaycan
Endonezya
Yemen
Lübnan
Özbekistan
Tacikistan
Bangladeş
Irak
Arnavutluk
Guyana
Fas
Türkiye
Mısır
İran
Tunus
Cezayir
Malezya
Ürdün
Libya
Suudi Arabistan
Maldivler
Umman
Filistin
Suriye
Brunei
Kuveyt
Bahreyn
Katar
Birl. Arap Emirlikleri
0,00
Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php
Grafik 3’te ise ülkemizin yaklaşık % 2 oranında net nüfus artış oranına sahip olduğu görülmektedir. Ülkemiz bu değerleriyle Azerbaycan, Tacikistan, Maldivler gibi
ülkelerle benzer bir nüfus artış oranına sahiptir. Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn
ve Katar gibi ülkelerde ise yüksek bir doğum oranı olmamasına rağmen ham ölüm
oranının düşük olması nedeniyle yüksek nüfus artışı gerçekleşmektedir. Bu konunun
da İGE kapsamında değerlendirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Guyana, Lübnan,
Arnavutluk, Kırgızistan gibi ülkelerde ise çok düşük oranlarda nüfus artışı söz konusudur. Tüm İİT ülkelerinin nüfuslarının artış eğiliminde olması nedeniyle aralarında
bir homojenlik söz konusudur. Nüfusun artış oranları birkaç ülke haricinde birbirine
yakındır. Ayrıca üye ülkelerin çoğunluğunda nüfus artış hızları da geçmiş yıllara göre
genel olarak düşmektedir (http://www.sesric.org/baseind-step5.php ).
66
İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE
İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ
Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI
Grafik 3: Nüfusun Büyüme Oranı (2010 Yılı)
Guyana
Lübnan
Surinam
Endonezya
Bangladeş
İran
Türkiye
Tacikistan
Libya
Malezya
Brunei
Gabon
Cote d’lvoire
Guinea-Bissau
Kamerun
Ürdün
Somali
Suudi Arabistan
Kazakistan
Nijerya
Komor
Filistin
Gambia
Benin
Burkina Faso
Yemen
Kuveyt
Bahreyn
Katar
0,00
200,00
400,00
600,00
800,00
1000,00
1200,00
Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php
Grafik 4’te yer alan veriler incelendiğinde ülkemizde İİT örgütü ülkelerin ortalamasından yüksek bir doğumdan itibaren yaşam beklentisinin ülkemizde söz konusu olduğu (73 yıl) görülmektedir. Bu süre itibariyle ülkemiz, Umman, Ürdün, Suudi
Arabistan, Malezya ve Tunus’la aynı grup içerisinde yer almaktadır. Katar, Brunei,
Arnavutluk, Birleşik Arap Emirlikleri ve Maldivler gibi ülkeler ortalama 75 yaş sınırının üzerinde bir doğumdan itibaren yaşam beklentisine sahiptirler. Ülkemiz en yüksek yaşam süresine sahip ülkeler arasında 13. sıradadır. Doğumdan itibaren yaşam
beklentisi 70 yıl ve üzerinde olan ülkemizle birlikte 22 üye ülke bulunurken, yaşam
beklentisi 55 yıl ve altında olan 15 üye ülkenin de varlığı söz konusudur.
67
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Grafik 4: Doğumdan İtibaren Yaşam Beklentisi (Toplam -Yıl) (2010 Yılı)
Sierra Leone
Guinea-Bissau
Afganistan
Çad
Mozambik
Mali
Kamerun
Somali
Nijerya
Nijer
Uganda
Gine
Cote d’lvoire
Burkina Faso
Benin
Togo
Cibuti
Gambia
Moritanya
Senegal
Komor
Sudan
Gabon
Yemen
Türkmenistan
Pakistan
Kazakistan
Tacikistan
Kırgızistan
Irak
Özbekistan
Bangladeş
Endonezya
Guyana
Surinam
Azerbaycan
Fas
Lübnan
İran
Filistin
Mısır
Cezayir
Umman
Ürdün
Türkiye
Suudi Arabistan
Malezya
Tunus
Libya
Kuveyt
Bahreyn
Suriye
Maldivler
Birl. Arap Emirlikleri
Arnavutluk
Brunei
Katar
46,3
46,8
47,3
48,5
48,8
50
50
50,2
50,3
50,3
52,2
52,4
53
53,9
54,6
55,7
56,6
57,3
57,5
58,2
59,7
60,3
61,3
63,9
64,6
64,6
65,8
66,4
66,7
67,3
67,4
67,8
67,9
68,7
69,6
70,1
71,2
72
72,1
72,2
72,3
72,3
72,6
72,9
73
73,1
73,4
73,9
74
74,2
74,6
75,3
75,5
75,9
76,4
77,5
77,9
0
10
20
30
40
50
Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php
68
60
70
80
90
İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE
İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ
Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI
b. Sağlık Harcamaları
Sağlık harcamalarının GSYİH içerisindeki payı kuşkusuz sosyal politika anlamında
kamunun katılımını da gösteren önemli bir göstergedir. İİT ülkelerinin genelinde
sağlık sektörü karma bir yapıdadır. Kamu ve özel sektörün -ülkeden ülkeye değişen
ağırlıklarda olmak üzere- birlikte faaliyet yürüttüklerini görmekteyiz.
İİT ülkelerinin bu konudaki performansını incelediğimizde 2009 yılı itibari ile iyi bir
performansa sahip oldukları görülmektedir. Guyana, Cibuti gibi ülkelerde bu alandaki en yüksek performansın sergilenmesinin, bu ülkelerin GSYİH miktarlarının düşüklüğünden kaynaklanması nedeniyle bu durum İİT ülkeler arası sıralamada tek başına
anlam taşımamaktadır.
Gine
Suriye
Pakistan
Bangladeş
Cote d’lvoire
Sierra Leone
Türkmenistan
Uganda
Endonezya
Azerbaycan
Yemen
Kamerun
Guinea-Bissau
Togo
Moritanya
Afganistan
Fas
Gabon
Tacikistan
Birl. Arap Emirlikleri
Mısır
Katar
Sudan
Komor
İran
Nijerya
Benin
Malezya
Libya
Umman
Brunei
Özbekistan
Kazakistan
Irak
Mali
Kuveyt
Gambia
Arnavutluk
Tunus
Senegal
Bahreyn
Kırgızistan
Suudi Arabistan
Çad
Nijer
Surinam
Burkina Faso
Cezayir
Lübnan
Mozambik
Cibuti
Türkiye
Ürdün
Maldivler
Guyana
Grafik 5: Sağlık Harcamalarının GSYİH’e Oranı (2009 Yılı)
Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php
Türkiye’nin sağlık harcamaları konusunda ayırdığı payın toplam kamu harcamaları göz önünde bulundurulduğunda yüksekliği bu grafikte de dikkati çekmektedir.
Nitekim, toplam kamu harcama tutarları düşük olan Burkina Faso, Guyana, Nijer,
Surinam ve Cibuti gibi Sahra Altı ülkelerinin harcamalarının oransal yüksekliği ile
karşılaştırıldığında Türkiye’nin söz konusu kalem ile ilgili tutarın yüksekliği anlamlı
bir veri durumuna geçmektedir.
Bu kapsamda en düşük oranlar ise Irak, Pakistan, Afganistan, Gine, Sierra Leone gibi
doğumdan itibaren yaşam beklentisinin düşük olduğu ülkelerde görülmektedir.
69
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Grafik 6: Sağlık Harcamalarının Toplam Kamu Harcamalarına Oranı (2009 Yılı
(Yüzde)
Irak
Pakistan
Afganistan
Azerbaycan
Guinea-Bissau
Gine
Yemen
Sierra Leone
Cote d’lvoire
Libya
Suriye
Moritanya
Mısır
Kuveyt
Umman
Katar
Nijerya
Tacikistan
Fas
Endonezya
Brunei
Türkmenistan
Malezya
Togo
Maldivler
Bangladeş
Gabon
Komor
Kamerun
Suudi Arabistan
İran
Benin
Arnavutluk
Mali
Birl. Arap Emirlikleri
Tunus
Sudan
Özbekistan
Cezayir
Uganda
Bahreyn
Senegal
Kazakistan
Lübnan
Gambia
Kırgızistan
Çad
Türkiye
Mozambik
Nijer
Cibuti
Surinam
Ürdün
Guyana
Burkina Faso
18,00
16,00
14,00
12,00
10,00
8,00
6,00
4,00
2,00
0,00
Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php
Sağlık harcamalarının toplam kamu harcamalarına ve GSYİH’e oranı her zaman
tek başına sağlıklı bir değerlendirmeye ve özellikle ülkeler arası karşılaştırma yapmaya yeterli görülmemektedir. Bunun yanında kişi başına ortalama sağlık harcamaları
verilerinin de kullanılması gerekmektedir. Toplam kamu harcamaları içindeki kamu
sağlık harcamalarının bilinmesi daha çok ülkeler arasında sosyal devlet uygulamalarının karşılaştırılmasında anlamlı olmaktadır (Sayım, 2011: 155-156). Kişi başına
ortalama sağlık harcaması, ülkelerin ekonomik büyüklüklerinin sağlık harcamaları
üzerindeki etkisinin görülebilmesini sağlar. Sonuçta görece küçük bir ekonomiye
sahip olup da, bu ekonomik düzeyi içerisinde sağlık harcamalarına diğer ülkelerden
daha yüksek oranda pay ayıran ülkeler ile çok daha büyük bir ekonomiye sahip ancak
sağlık harcamalarına görece düşük oranda pay ayıran ülkeler arasında yanıltıcı karşılaştırmalar yapılabilir. Bu nedenlerle sağlık harcamalarının bireye yansımasını görebilmek için kişi başı sağlık harcamalarının bilinmesi gerekmektedir. Ayrıca ülkelerin
ekonomilerinin hacmi yanında nüfusları da sağlık harcamalarına ayrılan pay açısından önem taşımaktadır. Büyük ekonomiye sahip bir ülke nüfusu fazla ise, ekonomiye
ayırdığı kaynak fazla da olsa, bunun vatandaşlarına yansıması nüfusunun çok olması
nedeniyle aynı oranda olmayacaktır.
Kişi başına sağlık harcamaları açısından Ortadoğu ve K. Afrika’daki İİT ülkelerini
incelediğimizde bu ülkeler arasında petrol zengini ve az nüfuslu körfez ülkelerinin
en yüksek değerlere sahip olduğunu görmekteyiz. Katar’da kişi başı yıllık sağlık harcamasının ortalama 1715 dolar, BAE’de 1520 dolar ve Kuveyt’te 1416 dolar iken bu
değerlerin Yemen’de yıllık 64 dolar, Cibuti’de 84 dolar ve Sudan’da 94 dolar olduğunu görmekteyiz. Suudi Arabistan gibi petrol zengini ancak körfez ülkelerinden fazla
nüfusu olan bir ülkenin kişi başı yıllık sağlık harcaması ise 718 Dolar’dır. Bölge ülkelerinin kişi başı yıllık sağlık harcamalarının ortalaması 518 Dolar, Türkiye’nin ise
571 Dolar’dır. Görüldüğü gibi Türkiye bölge ülkeleri ortalamasının biraz üzerindedir.
70
İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE
İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ
Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI
Bölgedeki 20 ülke arasında kişi başı yıllık sağlık harcamasında 7. sırada yer almaktadır. Dünya ortalaması ise 2007 yılı için 802 dolardır. Ülkemiz bu değerleriyle bölge
ortalamasının biraz üzerinde kalırken, dünya ortalamasının altında kalmaktadır (Sayım, 2011:161-164).
c. Eğitim Göstergeleri
Eğitim insani gelişmişliğin temel göstergeleri arasındadır. Eğitim, bireysel anlamda
beşeri sermayenin gelişimine katkıda bulunarak, bireylerin yoksulluktan kurtulmalarını, yoksulluğun nesilden nesile geçen kısır döngüsünün kırılmasını sağlayarak insani gelişmişliğe katkıda bulunmaktadır. Bu özelliğiyle eğitim toplumsal eşitsizliğin ortadan kaldırılmasında da önemli bir politika aracıdır. Eğitim aynı zamanda toplumsal
düzeyde de etkide bulunmaktadır. Bir toplumun eğitim düzeyinin gelişimi, o toplumun kalkınmasına da önemli katkılar sağlamaktadır. Bu yönüyle de eğitim, gelişmekte olan ve en az gelişmiş ülkeler için kalkınma hedeflerine ulaşmada önemli bir araç
olarak kullanılmaktadır. Ancak eğitimin gerek bireysel, gerekse toplumsal kalkınma
için eşitliği sağlayıcı, geri kalmışlığı ve yoksulluğu ortada kaldırıcı etkisi her durumda
ortaya çıkmayabilmektedir (Taş veYenilmez,2008:158-165). Geri kalmış toplumlar ve
yoksul kesimlerin eğitim düzeyinin yeterince geliştirilmediği, gelişmiş toplumların
gelişmekte olan toplumlar aleyhine ve toplumların yüksek gelirli kesimlerinin düşük
gelirli kesimleri aleyhine eğitim hizmetlerinden daha fazla yararlandığı durumlarda
ise eğitim, eşitsizlikleri ve sosyal dışlanmayı artırıcı etkiler doğurabilmektedir (Kunduracı, 2010). Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerin ulusal bir kalkınma hedefi olarak
eğitime özel önem vermesi ve gelişmiş-gelişmekte olan tüm ülkelerin de toplumlarının yoksul kesimlerinin eğitim hizmetlerinden toplumun diğer kesimleri gibi faydalanabilmeleri için gerekli adımları atmaları gerekmektedir.
71
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Grafik 7: İİT Ülkeleri Yetişkin Okur-Yazar Oranı (20072) (Yüzde)
100,00
90,00
80,00
70,00
60,00
50,00
40,00
30,00
20,00
10,00
Yemen
Uganda
United Arab Emirates
Turkey
Tunisia
Turkmenistan
Syria
Tajikistan
Senegal
Suriname
Sierra Leone
Qatar
Saudi Arabia
Oman
Pakistan
Plaestine
Niger
Nigeria
Morocco
Mozambique
Mali
Mauritania
Libya
Malaysia
Maldives
Kuwait
Lebanon
Kyrgyzstan
Kazakhstan
İran
Jordan
Indonesia
Guinea-Bissau
Egypt
Gabon
Comoros
Cameroon
Burkina Faso
Benin
Brunei
Bahrain
Bangladesh
Algeria
Azerbaijan
Albania
0,00
Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php
Yetişkin okur-yazar oranı, 15 yaş üstü insanlar arasındaki okur-yazar oranını göstermektedir. Okur-yazarlık konusunda yalnızca yetişkinlere ilişkin bu istatistiki veri,
ülkenin cari olarak faydalandığı insan gücünün sahip olduğu temel beşeri sermaye
düzeyinin bilinmesini sağlamaktadır. Yetişkin okur-yazarlığında 6 İslam ülkesinde
% 99 gibi oldukça yüksek bir oran söz konusudur. Toplam 16 İslam ülkesinde de yetişkin okur-yazarlık oranı % 90’ın üzerindedir. Türkiye ise, % 88 yetişkin okur-yazar
oranı ile İslam ülkeleri arasında 19. sırada yer almaktadır.
Toplamda 45 İİT üyesi ülkenin bu konuda verisi bulunmaktadır. Yetişkin okur-yazarlık oranının % 99 oranında olduğu İslam ülkelerinin tamamı (Tacikistan, Kazakistan,
Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Arnavutluk) Eski Sovyetler Birliği içerisinde kalan veya doğrudan Doğu Bloku üyesi olan ülkelerdir. Doğu bloku içerisinde
okur-yazarlığa diğer insani gelişmişlik alanlarına görece fazla önem verilmiş olmasının bunda etkili olduğu düşünülmektedir.
Yetişkin okur-yazarlık oranının % 90 ila % 60 arasında olduğu 17 ülke ve % 60 ila %
23 oranları arasında olduğu 12 ülke yer almaktadır. Yetişkin okur-yazarlık oranının
orta düzeyde olduğu (% 90 ila %60 arasında) ülkeler grubunda Türkiye, S. Arabistan,
İran, Tunus, Cezayir, Bahreyn, Komoros, Kamerun Nijerya ve Kamerun gibi ülkeler de yer almaktadır. Yetişkin okur-yazarlık oranının düşük olduğu (% 60 ila %23
oranları arasında) ülkeler grubunda ise Yemen, Moritanya, Fas, Pakistan, Bangladeş,
2 72
İİT ülkelerinin 2007 yılı sonrasındaki yıllara ilişkin de Yetişkin Okur-Yazar Oranı verileri bulunmaktadır. Ancak üye ülkeler her yıl düzenli veri
bildiriminde bulunmadıklarından, bu istatistiki veride en çok sayıda ülkenin veri bildiriminde bulunduğu yıl (2007 yılı) seçilmiştir. Bir üye ülke
eğer 2007 yılında veri bildirmemiş daha sonraki bir yılda (2008,2009,2010 veya 2011 yılları) veri bildiriminde bulunmuşsa söz konusu daha
sonraki yılın verisi o ülke için bu istatistikte kullanılmıştır.
İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE
İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ
Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI
Mozambik, Senegal, Benin, Sierra Leone, Nijer, Burkina Faso ve en sonda da Mali yer
almaktadır.
Grafik 8: İİT Ülkeleri Genç Okur-Yazar Oranı (20073) (Yüzde)
100,00
90,00
80,00
70,00
60,00
50,00
40,00
30,00
20,00
10,00
Egypt
Gabon
Guinea-Bissau
Indonesia
İran
Jordan
Kazakhstan
Kuwait
Kyrgyzstan
Lebanon
Libya
Malaysia
Maldives
Mali
Mauritania
Morocco
Mozambique
Niger
Nigeria
Oman
Pakistan
Plaestine
Qatar
Saudi Arabia
Senegal
Sierra Leone
Suriname
Syria
Tajikistan
Tunisia
Turkey
Turkmenistan
Uganda
United Arab Emirates
Yemen
Albania
Algeria
Azerbaijan
Bahrain
Bangladesh
Benin
Brunei
Burkina Faso
Cameroon
Comoros
0,00
Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php
Genç okur-yazar oranı, 15-24 yaş grubundaki insanlar arasındaki okur-yazar oranını
göstermektedir. Okur-yazarlık konusunda 15-24 yaş grubundaki gençlere ilişkin bu
istatistiki veri, bir ülkenin eğitim alanına yaptığı cari yatırımı ve o ülke halkının eğitime yöneliş düzeyinin bilinmesini sağlamaktadır. Böylece gelecekte o ülkenin sahip
olacağı potansiyel beşeri sermayesinin, bilimsel-teknolojik gelişmesinin, toplumsal
kalkınma düzeyinin öngörülebilmesi sağlanmaktadır.
Bu alanda toplamda 53 İİT ülkesinin verisi bulunmaktadır. Genç okur-yazar oranının
Azerbaycan’da % 100 olduğunu ve yine 10 ülkede (Filistin, Özbekistan, Tacikistan,
Kazakistan, Türkmenistan, Bahreyn, Kırgızistan, Katar, Brunei, ve Arnavutluk) % 99
düzeyinde olduğunu görmekteyiz. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu toplam 29
ülkede Genç okur-yazar oranı % 90’ın üzerindedir. Genç okur-yazar oranının % 90
ila % 60 arasında olduğu ülke sayısı 16 ve bu oranın % 60 ila % 30 arasında olduğu
ülke sayısı ise 8’dir. Genç okur-yazar oranının % 60 ila % 30 arasında olduğu ülkeler
Sierra Leone, Mozambik, Benin, Senegal, Çad, Burkina Faso, Nijer ve yine en sonda
Mali’dir. Bangladeş, Moritanya, Yemen, Fas ve Pakistan’ın yetişkin okur-yazar oranında en düşük orandaki ülkeler grubunda yer almalarına karşın, Genç okur-yazar
3 İİT ülkelerinin 2007 yılı sonrasındaki yıllara ilişkin de Genç Okur-Yazar Oranı verileri bulunmaktadır. Ancak üye ülkeler her yıl düzenli veri
bildiriminde bulunmadıklarından, bu istatistiki veride en çok sayıda ülkenin veri bildiriminde bulunduğu yıl (2007 yılı) seçilmiştir. Bir üye ülke
eğer 2007 yılında veri bildirmemiş ve daha sonraki bir yılda (2008,2009,2010 veya 2011 yılları) veri bildiriminde bulunmuşsa söz konusu
daha sonraki yılın verisi o ülke için bu istatistikte kullanılmıştır.
73
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
oranında orta düzey ülkeler grubunda yükseldiklerini görmekteyiz. Ayrıca hemen her
ülkede yetişkin okur-yazar oranlarına görece genç okur-yazar oranları daha yüksektir.
Grafik 9: İİT Ülkeleri Ortaöğretime Kayıtlı Öğrenci Oranları (2009 Yılı4) (Yüzde)
100
90
80
70
60
50
40
30
20
10
Niger
Mozambique
Burkina Faso
Uganda
Mauritania
Djibouti
Afghanistan
Senegal
Sierra Leone
Mali
Nigeria
Guinea
Pakistan
Iraq
Gambia
Suriname
Bangladesh
Syria
Egypt
Malaysia
Indonesia
Tunisia
Maldives
Iran
Saudi Arabia
Qatar
Lebanon
Oman
Turkey
Azerbaijan
Kyrgyzstan
Jordan
Tajikistan
United Arab Emirates
Palestine
Kazakhstan
Kuwait
Bahrain
Brunei
Uzbekistan
0
Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php
Okur-yazarlık oranları, bir toplumun en temel düzeyde eğitim durumunu görmemizi
sağlarken, ortaöğrenimde eğitim gören öğrenci oranları o toplumdaki daha ileri düzeyde eğitim durumunu ortaya koyarak derinlemesine değerlendirme olanağı sağlamaktadır.
Bu konuda toplamda 40 İİT üyesi ülkenin verisi mevcuttur. Ortaöğretime kayıt oranlarında Brunei % 93,7 ile en ileri düzeydeki ülkedir. Brunei’yi sırasıyla Özbekistan,
Kuveyt, Bahreyn ve Filistin izlemektedir. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu toplamda 16 ülke % 75 ve üzeri oranda Ortaöğretime Kayıtlı Öğrenciye sahiptir (Türkiye
%77,8 oranı ile 14. Sırada yer almaktadır.). 11 ülkenin ise % 75 ila % 40 oranları arasında Ortaöğretime Kayıtlı Öğrencisi bulunmaktadır. Geri kalan 13 ülkede ise
Ortaöğretime Kayıtlı Öğrenci oranı % 40’ın da altındadır. Bu ülkeler arasında Moritanya, Burkina Faso, Mozambik ve Nijer’de Ortaöğretime Kayıtlı Öğrenci oranı %15
ila % 9 arasındadır. Görüldüğü gibi İİT üyesi ülkeler bu konuda homojen olmayan
bir yapıya sahiptirler. En yüksek kayıt oranına sahip ülke (Brunei % 93,7) ile en düşük kayıt oranına sahip ülke (Nijer % 9) arasında oransal olarak 10 katı aşan bir fark
bulunmaktadır.
4 İİT ülkelerinin 2009 yılı sonrasındaki yıllara ilişkin de Ortaöğretime Kayıt Oranı verileri bulunmaktadır. Ancak üye ülkeler her yıl düzenli veri
bildiriminde bulunmadıklarından, bu istatistiki veride en çok sayıda ülkenin veri bildiriminde bulunduğu yıl (2009 yılı) seçilmiştir. Bir üye ülke
eğer 2009 yılında veri bildirmemiş ve daha sonraki iki yılda (2010 veya 2011 yılları) veya daha önceki iki yılda (2007 veya 2008 yılları) veri
bildiriminde bulunmuşsa söz konusu yılın verisi o ülke için bu istatistikte kullanılmıştır.
74
İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE
İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ
Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI
d. İstihdam Göstergeleri
İstihdam, yoksulluğu ve yoksulluğun etkileri üzerinde belirleyici olan bir başka
önemli göstergedir. Bu göstergeyi hem işsizlik üzerinden hem de çalışan nüfus başına
düşen GSYİH bağlamında inceleyerek üye devletlerin sosyal politika alanında mevcut durumları hakkında bilgi sahibi olmak mümkündür.
Grafik 10: İşsizlik Oranı (2010 Yılı) (Yüzde)
16,00
13,73
14,00
13,00 12,50 12,50
11,89
12,00
10,03
10,00
9,20 9,00
8,40
7,14
8,00
6,00
6,20 6,05 5,83
5,83 5,78
4,50
4,00
3,75 3,30
1,64
2,00
0,20
Özbekistan
Kuveyt
Malezya
Brunei
Nijerya
Kazakistan
Lübnan
Kırgızistan
Azerbaycan
Pakistan
Endonezya
Suriye
Fas
Mısır
Cezayir
Türkiye
Ürdün
Arnavutluk
Tunus
Sudan
0,00
Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php
İşsizlik oranları itibari ile yapılan bir karşılaştırmada ülkemizin nispeten yüksek
işsizlik oranlarının görüldüğü ülkeler arasında yer aldığını görmekteyiz. Öte yandan
İİT ülkelerinin önemli bir bölümünün işsizlik verilerinin 2010 yılı itibari ile mevcut
bulunmadığını da not etmemiz gerekmektedir.
İşsizlik konusunda en düşük oranlar Özbekistan, Kuveyt, Malezya, Brunei gibi ülkelerde görülmektedir. Bu ülkeleri Nijerya gibi bir Sahra Altı ülkesinin de izlediğini
belirtmemiz gerekir. En yüksek oranlar ise Sudan, Tunus, Arnavutluk ve Ürdün’de
görülmektedir. Bunu ülkemizde %11,89 gerçekleşen işsizlik oranı takip etmektedir.
Genç ve hızla büyüyen nüfusları ile gelecekte çok daha fazla işgücünün ortaya çıkmasıyla istihdam ihtiyacının da üye ülkelerde artması beklenmektedir. Ayrıca genç
nüfusun toplam nüfus içindeki oranının artışıyla da bağlantılı olarak genç nüfusun
içerisindeki istihdam oranı da azalma eğilimindedir. Bu durum genç nüfus işsizliğinin, toplam işsizlik içerisindeki oranının da artmasına yol açmaktadır. Yalnızca
MENA ülkeleri için 2020 yılında işgücünün 20 yıl öncesine göre % 80 artarak 185
milyona çıkması öngörülmektedir. Bu artış, 2020 yılına kadar 100 milyon yeni istihdamı gerektirmekte, bir başka deyişle son 50 yılda üretilen istihdam miktarı kadar bir
istihdamın 2020 yılına kadar bölge ülkelerince üretilmesini gerektirmektedir (Koçak
ve Kavi, 2011:76).
75
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Grafik 11: İstihdam Edilen Nüfus Başına Düşen GSYİH (USD) (2008 Yılı)
3500
3000
2500
2000
1500
1000
500
Nijer
Uganda
Mali
Burkina Faso
Kamerun
Bangladeş
Cote d’lvoire
Sudan
Senegal
Irak
Nijerya
Tacikistan
Mozambik
Kırgızistan
Cezayir
Türkmenistan
Pakistan
Fas
Yemen
Endonezya
Özbekistan
İran
Mısır
Tunus
Bahreyn
Ürdün
Arnavutluk
Suriye
Kuveyt
Kazakistan
Birl. Arap Emirlikleri
Malezya
Azerbaycan
Uman
Türkiye
Katar
Suudi Arabistan
0
Kaynak: http://www.sesric.org/databases-index.php
İstihdam edilen nüfus başına düşen GSYİH verileri incelendiğinde çalışan nüfusun
eline geçen GSYİH payı itibari ile 4.sırada yer aldığı görülmektedir. İşsizlik oranının
% 0,2 oranında gerçekleştiği Özbekistan’da kişi başına düşen GSYİH 1.500 ABD Dolarından az iken işsizlik oranın nispeten yüksek olduğu ülkemizde 2.500 ABD dolarının
üstünde bir gelirin kişi başına düşüyor olması dikkate değerdir.
Çalışanların GSYİH’den en yüksek payı alabildikleri İİT ülkeleri Katar, Suudi Arabistan, Umman, Türkiye, Malezya ve Azerbaycan’dan oluşuyor. Çalışan nüfusun en az
pay aldığı ülkeler ise Nijer, Uganda, Burkina Faso, Mali ve Kamerun gibi Sahra Altı
ülkeleridir.
İstihdamın yapısına ilişkin de birtakım sorunlar bulunmaktadır. Vasıflı işgücünün
yerinde kullanılamaması, kamunun özel sektörden daha fazla tercih edilmesiyle
özel sektörün verimli bir istihdam rejimine sahip olamaması ekonomiyi dolayısıyla
yeni oluşturulacak istihdamı olumsuz etkilemektedir. Kamunun da vasıflı işgücünü
verimli kullanamaması istihdam piyasasına zarar vermektedir (Koçak ve Kavi, 2011:
84-85).
3.5. İNSANİ GELİŞMİŞLİK ENDEKSLERİ
Yoksulluk ölçümlerinde son zamanlarda yaygın olarak kabul gören bir eğilim yoksulluğun tek bir kıstasla ölçülemeyeceği, bu nedenle gelir ve tüketim harcamalarına
ilişkin verilerin yanı sıra sağlık, eğitim ve diğer sosyo-ekonomik göstergelerin birlikte-bileşik göstergeler halinde kullanılması uygulamasıdır. Bu bağlamda ön plana
çıkan İnsani gelişmişlik endeksinde de gelir ve tüketim harcamaları yanında kullanılan diğer sosyo-ekonomik göstergeler ikincil birer gösterge olarak kullanılmamakta, gelir ve tüketim harcamaları ile eşdeğer olarak insani gelişmişliğin ölçümünde
hesaplanmaktadır (Neumayer, 2001:101).
76
İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE
İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ
Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI
Esasında, gelir ve tüketim göstergelerinin yoksulluğun tanımlanmasında ve yoksulluğa karşı strateji geliştirmede yeterli olmaması nedeniyle daha kapsamlı yoksulluk
göstergeleri bulma çabaları uzunca bir geçmişe sahiptir.
Yaşam beklentisi, ölüm oranı, bebek ölüm oranı, kötü beslenme, kişi başına düşen
toprak alanı, okur-yazarlık oranı gibi göstergeler, refah/yoksulluk göstergesi olarak
kullanılmaya başlanmıştır (Şenses, 2006: 97). Bileşik ölçütler arasında en ilgi çekici
olan ve genel kabul gören Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından
geliştirilen ve 1990’dan bu yana kullanılan İnsanî Gelişme Endeksidir (İGE). Endeks,
iyi ve uzun yaşam, bilgiye erişim ve yüksek hayat standardı esasına dayalı olarak
insanî gelişim tanımından yola çıkarak eğitim, gelir ve sağlık göstergelerinden oluşmaktadır. İGE, sosyo-ekonomik göstergeleri ekonomik büyüme ile ilişkilendirmekte
ve gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkelerin birlikte izlenebilmesine ve kıyaslanabilmesine imkân vermektedir (Şenses, 2006: 100; Coşkun ve Tireli, 2008:28).
İnsanî Gelişme Endeksi’nin kuramsal temelini A.K. Sen’in dilimize “yeterlilikler”
olarak çevirebileceğimiz “capabilities” kavramı oluşturmaktadır. Yeterlilik, var olan
refah düzeyi ve kalkınma sürecinde seçeneklerini genişletebilme, seçenekleri ve bu
seçenekleri artırmak için hayatlarında olabildikleri ve yapabildikleri şeyler toplamı
olarak tanımlanmaktadır. Bu kapasiteler arasında insanî gelişme için uzun ve sağlıklı
yaşama, bilgili olma, iyi bir hayat standardına ulaşmak için gerekli kaynaklara erişim
ve toplumun yaşamına katılma en önemlileri olarak öne çıkmaktadır (Şenses, 2003:
101; UNDP, 2001:9; Coşkun ve Tireli, 2008:28). Sen’in kuramı, insanların maddi gelir
düzeylerine ve servetlerine odaklanılmasından çok yaşadıkları hayata önem vermektedir. Gelir odaklı kalkınma anlayışından insanın kendisini merkez alan kalkınma
anlayışını ön plana çıkarmaktadır (Gürses, 2009:340)
Kalkınma kavramları üzerinden düşünüldüğünde; gelişme meselesine odaklanmamız
gerekmektedir. Gelişme birçok şekilde tanımlanıp ölçülebilir. Gelişmeyi tek bir ölçütle ifade etmek, ülkelerin ekonomik, sosyal ve siyasal yapılarının farklılığı nedeniyle
oldukça zordur. Gelişmişlik ölçütlerinden en çok kullanılanı kişi başına milli gelirdir.
Bunun yanı sıra sağlık ve eğitime ait bir takım göstergeler (okullaşma oranları, kişi
başına düşen doktor vb.) de ölçüt olarak kullanılmaktadır (Demir, 2006).
Ekonomik büyümeden daha fazlasını ifade eden gelişme, ekonomik büyümenin etkilerinin tüm topluma yayılması şeklinde kendisini gösterir. Ekonomik büyümenin
bireyler ve bireysel yaşam üzerinde dönüştürücü etkisi gelişmeyi ifade eder (Kunduracı, 2008:6-8). Bir ülkede milli gelir artışının yüksek oluşu o ülkenin gelişmiş bir
ülke olarak adlandırılabilmesi için yeterli değildir. Ekonomik açıdan kalkınmış birçok ülkede sosyal sorunların çözülemediğinin görülmesi üzerine ekonomik büyüme
ve insani gelişme arasındaki ilişkinin daha iyi kurulması gereği ortaya çıkmıştır. Bu
doğrultuda, ülkelerarası sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeylerinin de ortaya konduğu
İnsani Gelişme Endeksi (İGE), Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafın77
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
dan ilki 1990 yılında yayımlanan “İnsani Gelişme Raporu (İGR)” ile birlikte her yıl
yayınlanmaya başlanmıştır (Demir, 2006).
İGR’ler yıllar itibariyle değişen sayıda ülkeleri içermektedir. Bu raporlarda ülkelerin
insani gelişim düzeyleri karşılaştırmalı olarak analiz edilmeye çalışılmaktadır. Tüm
ülkeleri içeren yıllık küresel İnsani Gelişme Raporlarının yanı sıra 1992’den itibaren
140 ülkede 600’ün üzerinde “Ulusal İnsani Gelişme Raporu” da hazırlanmıştır. Ayrıca
şimdiye kadar dünyanın farklı bölgeleri için kırkın üzerinde “Bölgesel İnsani Gelişme
Raporu” yayınlanmıştır (UNDP,2010). Her yıl insani gelişme alanı farklı bir tema ile
incelenmektedir. Geçmiş yıllardaki Küresel İnsani Gelişme Raporlarında “sürdürülebilirlik ve eşitlik”, “iklim değişikliği”, “göç”, “küreselleşme”, “insan hakları” gibi
temalar, insani gelişmedeki rol ve etkileri kapsamında incelenmiştir.
Grafik 12: İİT Ülkeleri İnsani Gelişme Endeksleri (2011) (Gelir Dahil)
Çad
Nijer
Mozambik
Sierra Leone
Burkina Faso
Mali
Gine
Afganistan
Guinea-Bissau
Cote d2lvoire
Benin
Sudan
Gambia
Togo
Cibuti
Komor
Uganda
Moritanya
Yemen
Nijerya
Senegal
Kamerun
Bangladeş
Fas
Irak
Pakistan
Tacikistan
Suriye
Kırgızistan
Guyana
Endonezya
Mısır
Filistin
Özbekistan
Gabon
Surinam
Maldivler
Türkmenistan
Tunus
Ürdün
Cezayir
Türkiye
İran
Azerbaycan
Lübnan
Umman
Libya
Arnavutluk
Kuveyt
Kazakistan
Malezya
Katar
Suudi Arabistan
Brunei
Bahreyn
Birl. Arap Emirlikleri
0.900
0.800
0.700
0.600
0.500
0.400
0.300
0.200
0.100
0.000
Kaynak: 2011 Human Development Report
Yukarıda yer alan grafikte de görüldüğü üzere gelir unsurunun dikkate alındığı bir
İGE hesaplamasında GSYİH’leri yüksek olan ülkelerin ön sırada yer aldığı görülmektedir. Bu ülkeler petrol kaynakları üzerinde kurulu bulunan Birleşik Arap Emirlikleri,
Brunei, Katar, Bahreyn’dir. Bahsi geçen 4 ülke UNDP’nin 4’lü kategorisi içerisinde
“Çok Yüksek İnsani Gelişmişlik Düzeyi” kapsamında değerlendirilmektedir. Dünya
sıralamalarına bakıldığında Birleşik Arap Emirlikleri 30; Brunei 33; Katar 37 ve Bahreyn 42.sıradadır.
Ülkemiz ise dünyada 92. ve İİT ülkeleri arasında 15.sırada yer almaktadır. Gelir dahil
İGE puanı 0,699, gelir hariç puanı ise 0,704’tür. Bu sıralama “Yüksek İnsani Gelişmişlik Düzeyi”ne tekabül etmektedir. Bu kategori içerisinde; Suudi Arabistan, Malezya,
Kuveyt, Libya, Kazakistan, Arnavutluk, Lübnan, İran, Umman ve Azerbaycan gibi İİT
ülkelerİ yer almaktadır.
İİT bünyesindeki Irak, Filistin, Mısır, Suriye gibi Ortadoğu ülkeleri; Tacikistan, Kırgızistan, Özbekistan gibi eski Sovyet ülkeleri ise “Orta Düzey İnsani Gelişmişlik
Düzeyi”ne sahiptir. Ülkemiz önceki dönemlerde orta düzey insani gelişmişlik düzeyi
endeksi içerisinde yer alırken 2011 Raporu ile birlikte yüksek insani gelişmişlik endeksi kategorisine yükselmiştir.
78
İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE
İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ
Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI
Pakistan’dan başlayıp Nijer’e kadar devam eden 24 İİT5 ülkesi, “Düşük Gelişmişlik
Düzeyi” kapsamında değerlendirilmiştir. Bu ülkelerin önemli bir bölümü Sahra Altı
olarak tanımlanan ülkelerdir.
Grafik 13: İnsan Gelişim Endeksi (2011) Gelir Hariç
Çad
Nijer
Gine
Mozambik
Burkina Faso
Mali
Sierra Leone
Sudan
Guinea-Bissau
Afganistan
Cote d2lvoire
Benin
Cibuti
Nijerya
Gambia
Senegal
Komor
Yemen
Moritanya
Togo
Uganda
Kamerun
Fas
Pakistan
Irak
Bangladeş
Umman
Mısır
Suriye
Endonezya
Gabon
Kuveyt
Türkiye
Guyana
Surinam
Maldivler
İran
Tacikistan
Türkmenistan
Azerbaycan
Tunus
Cezayir
Kırgızistan
Katar
Filistin
Özbekistan
Ürdün
Lübnan
Suudi Arabistan
Libya
Malezya
Kazakistan
Arnavutluk
Brunei
Bahreyn
Birl. Arap Emirlikleri
0.900
0.800
0.700
0.600
0.500
0.400
0.300
0.200
0.100
0.000
Kaynak: 2011 Human Development Report
Gelir hariç İnsani Gelişim Endeksi değerlerine ilişkin olarak yukarıda yer alan tabloda
ülkemizin puanı gelir dâhil endeks tutarına göre daha yüksek olmakla birlikte sıralama olarak daha düşük bir seviyede yer almaktadır. Bu anlamda ülkemiz, orta düzey
insani gelişmişlik değerine sahip Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan Surinam gibi
ülkelerin altında bir gelişmişlik düzeyinde kalmaktadır. Gelirin dahil olduğu ve hariç
olduğu İGE verilerinde Düşük İGE düzeyine sahip ülkelerde bir değişiklik olmadığı görülmektedir. Bu kategoride yer alan ülkelerin yine Sahra Altı Afrika ülkeleri ve
Afganistan gibi yoğun iç savaş içerisinde yer alan ülkeler olduğu görülmektedir. En
düşük insani gelişim düzeyine sahip ülkeler dünya sıralamasında 145-186 aralığında
yer almaktadır.
4. İNSANİ GELİŞİM ENDEKSİ DEĞERLERİ İLE SESRIC DEĞERLERİ
KARŞILAŞTIRMASI
a. Demografik Göstergeler
Ham ölüm oranlarına ilişkin olarak temelde Sahra Altı ülkeleri olarak bilinen Gine
Bissau, Çad, Sierra Leone, Mali, Somali, Mozambik, Nijerya gibi ülkelerde yoksulluk,
iç savaş, temiz suya erişim vb. nedenlerle ölüm oranlarının % 1.8’lere yaklaştığını
Grafik 2’de incelemiştik. Bu ülkeler, İnsani gelişmişlik seviyesi bakımından da düşük
düzeyde yer alan ülkelerdir.
Ülkemizin yer aldığı ölüm oranı dilimi Mısır, İran, Tunus, Cezayir ve Malezya gibi
ülkelerle aynı düzeydedir. Bu ülkeler ise temelde yüksek insani gelişmişlik düzeyine
tekabül etmektedir.
5 Somali’nin verileri hesaplanmadığı için 25 olarak da hesaplanabilir.
79
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Birleşik Arap Emirlikleri, Katar gibi ülkelerde ise ham ölüm oranının % 0.2’den az
olduğu görülmektedir. Ham ölüm oranları ile insani gelişmişlik düzeyi arasında ters
bir korelasyon bulunmakta ve bu ülkeler de “çok yüksek insani gelişim düzeyine”
tekabül etmektedir.
Ham doğum oranlarına ilişkin SESRIC verileri incelendiğinde Sahra Altı ülkeleri olarak tabir edilen Nijer, Mali, Uganda, Çad, Somali, Burkina Faso gibi ülkelerin kadın
başına 4’ten fazla doğum oranına sahip olduğu incelenmişti. Ülkemizin de yer aldığı
kadın başına 2 doğumdan az ülkelerin bulunduğu kategoride yer alan İran, Kuveyt,
Lübnan, Katar, Endonezya gibi ülkeler temelde çok yüksek veya yüksek insani gelişmişlik düzeyine sahip ülkelerdir. En az doğum oranına sahip ülkeler olan Arnavutluk
ve Birleşik Arap Emirlikleri çok yüksek ve yüksek insani gelişmişlik seviyesini temsil
ederken; gelir hariç İGE değerlendirmesinde söz konusu iki ülkenin en yüksek seviyeyi paylaştıkları görülmektedir.
Nüfusun büyüme oranı verilerine bakıldığında çok yüksek ve yüksek insani gelişim
endeks değerlerine sahip olan Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Katar gibi ülkelerin çok yüksek bir nüfus artış oranına sahip oldukları görülmektedir. Öte yandan bu
nüfus artışının nedeninin yüksek doğum oranları değil düşük ham ölüm oranının
olduğunu da belirtmemiz gerekmektedir. Vatandaşlarının uygun sağlık koşullarında
yaşamasını sağlamak da İGE değerinin artışına neden olmaktadır.
Ülkemizin de içinde bulunduğu % 2’den daha az net bir nüfus artışı oranına sahip
ülkeler olan Azerbaycan, Tacikistan, Maldivler gibi ülkelerin de yüksek ve orta düzey
İGE değerlerine sahip olduğunu görmekteyiz. Guyana, Lübnan, Arnavutluk, Kırgızistan gibi ülkelerin nüfus artış oranlarının en düşük seviyelerde seyrettiği görülmektedir. Bu ülkeler de yüksek ve orta İGE değerlerine sahiptir.
Buradan da anlaşılacağı üzere nüfusun büyüme oranı ile İGE arasında doğrudan bir
ilişki olmamakla birlikte bu oranı belirleyen ham ölüm ve ham doğum oranlarının
irdelenmesi gerekmektedir.
Doğumdan itibaren yaşam beklentisi ise İGE değerleri ile bağlantılı bir sonuç doğurmaktadır. Sierra Leone, Gine Bisau, Afganistan, Çad, Mozambik, Mali, Kamerun gibi
ülkelerin nüfuslarının ortalama olarak 50 yaşına dahi ulaşamadıkları görülmektedir.
Bu durum ham ölüm oranı ile de ilişkilidir. Sağlıklı yaşam koşulları oluşmadığı için
hem ham ölüm oranı yüksek, hem yaşam süresi düşük hem de İGE değeri düşük
olarak gerçekleşmektedir.
Ülkemizde de -İİT örgütü ülkelerin ortalamasından yüksek olarak- doğumdan itibaren
yaşam beklentisinin 73 olarak gerçekleştiği görülmektedir. Bu ortalama yaşam beklentisi ile ülkemiz, yüksek insani gelişmişlik seviyesine sahip Umman, Ürdün, Suudi
Arabistan, Malezya ve Tunus ülkelerin bulunduğu grup içerisinde yer almaktadır.
80
İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE
İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ
Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI
Katar, Brunei, Arnavutluk, Birleşik Arap Emirlikleri ve Maldivler gibi ülkelerde bu
değer, ortalama 75 yaşın üzerinde gerçekleşmektedir. Bu ülkeler ise çok yüksek ve
yüksek İGE değerlerine sahiptir. Bu anlamda bu veriler ile İGE arasında anlamlı bir
ilişki bulunmaktadır.
b. Sağlık Harcamaları
İİT ülkelerinin sağlık harcamalarının GSYİH’lerine oranları üzerine performanslarını
izlediğimizde Guyana, Cibuti gibi ülkelerin en yüksek performansı sergilediği görülmektedir. Öte yandan her ne kadar Guyana orta düzey gelişmişlik endeksi değerine
sahip olsa da Cibuti’nin halen düşük insani gelişim endeksine sahip olması, sözkonusu değişkenin İGE ile düşük bir korelasyon sergilediğini göstermektedir.
Türkiye’nin sağlık harcamaları konusunda ayırdığı payın toplam kamu harcamaları göz önünde bulundurulduğunda Burkina Faso, Guyana, Nijer, Surinam ve Cibuti
gibi Sahra Altı ülkelerinin harcamalarının altında yer aldığını görmekteyiz. Ancak
buna karşın bu ülkeler İGE bakımından düşük değerlere sahip ülkelerdir. Bu ülkelerin
temel sorunları GSYİH’in dolayısıyla da toplam kamu harcamalarının düşük olması
olduğu için sağlık harcamalarının kamu harcamalarındaki payının yüksek olmasının
önemli bir değişikliğe neden olmadığı görülmektedir.
c. Eğitim
Eğitim alanında İİT üyesi ülkeler yetişkin okur-yazar oranı, genç okur-yazar oranı ve
ortaokula kayıt oranı bakımından analiz edilmiştir.
Yetişkin okur-yazar oranı konusunda en yüksek değerlere sahip ülkelerin Orta Asya
ülkeleri ve Arnavutluk olduğunu, bu ülkelerin de Eski Doğu Bloku içerisinde yer aldıkları önceki bölümde incelenmişti. Bu ülkelerin İİT üyesi ülkeler arasındaki insani
gelişmişlik sıralamasında daha çok orta sıralarda yer aldıklarını (Arnavutluk 10. Sırada, Kırgızistan 29. sırada) görmekteyiz. Bu ülkeleri-Doğu bloku döneminde okuryazarlığa diğer insani gelişmişlik alanlarına görece fazla önem verilmiş olması nedeniyle- hariç tuttuğumuzda okur-yazarlık oranlarıyla İGE sıralaması arasında daha
uyumlu, yüksek korelasyonlu bir ilişki görmekteyiz. Yetişkin okur-yazarlık oranlarında bu ülkelerden sonra gelen Brunei, Katar, Malezya, Kuveyt gibi ülkeler aynı zamanda yüksek İGE değerlerine de sahiptir. Türkiye, S. Arabistan, İran, Lübnan ve Bahreyn
gibi ülkelerde yetişkin okur-yazarlığında bu ülkeleri takip etmektedir ve yine bu ülkeler İİT ülkeleri arasında yüksek İGE sıralamasında yer almaktadırlar. Bangladeş, Mozambik, Senegal, Benin, Sierra Leone, Nijer, Burkina Faso ve Mali yetişkin okur-yazar
oranlarında en düşük değerlere sahip oldukları gibi İGE sıralamasında da İİT ülkeleri
arasında en son sıralarda yer almaktadırlar.
İİT üyesi ülkeler, genç okur-yazar oranı konusunda yetişkin okur-yazarlık ortalamalarından yaklaşık % 5 oranında daha yüksek değerlere sahiptirler. Ancak hemen her
81
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
ülkenin genç nüfustaki okur-yazar oranı, yetişkin okur-yazar oranından birbirlerine yakın oranlarla daha yüksek olması nedeniyle ülkelerin bu iki istatistikteki sıralamalarında önemli bir değişiklik gözlenmemektedir. Dolayısıyla bir ülke yetişkin
okur-yazarlığına ilişkin istatistikte üst-orta veya alt ülke gruplarından hangisinde yer
alıyorsa, bu istatistikte de aynı ülke grubunda yer almaktadır. Bu nedenle Genç okuryazar oranları ile İGE arasında - eski Doğu blokunda yer alan ülkeler dışında- İİT
ülkeleri için yüksek bir korelasyonun varlığını görmekteyiz.
Ortaokula kayıt oranlarında Eski Doğu bloku içerisindeki ülkelerden Özbekistan ve
Kazakistan’ın en yüksek oranlara sahip ülkeler grubu içerisinde yer aldıklarını görmekteyiz. Bu iki ülke yanında en yüksek Ortaokula kayıt oranlarına sahip ülkeler arasında Brunei, Ürdün, Umman ve Bahreyn gibi yüksek İGE değerlerine sahip ülkeler
de yer almaktadır. Türkiye, Lübnan, İran, Tunus ve S. Arabistan gibi ülkeler de bu ülke
grubunu izlemektedir. Cibuti, Afganistan, Uganda, Moritanya, Burkina Faso, Mozambik ve Nijer Ortaokula kayıt oranlarında en düşük değerlere (% 25’in altında) sahiptirler. Bu ülkeler aynı zamanda İGE sıralamasında en son sıralarda yer almaktadırlar.
Ortaokula kayıt oranlarıyla İGE arasındaki korelasyonun, okur-yazarlık oranlarıyla
İGE arasındaki korelasyona görece daha güçlü olması söz konusudur.
İİT ülkeleri ortaokula kayıt oranları ve okur-yazar oranları verileri içerisinde İGE
değerleriyle ile uyumluluk arz etmeyen eski Doğu bloku ülkeleri yanında bir ülke
daha dikkat çekmektedir. Bu ülke, İİT ülkeleri arasında İGE sıralamasında 6. Sırada
olan “Malezya”dır. Malezya, eski Doğu bloku ülkeleri aksine İGE sıralamasından daha
kötü ortaokula kayıt oranları ve okur-yazar oranları sıralamasına sahiptir. Malezya,
ortaokula kayıt oranlarında İİT ülkeleri arasında 20. sırada, yetişkin okuryazarlığında
14. sırada ve genç okuryazarlığında ise 18. sırada yer almaktadır.
d. İstihdam
Ülkemiz açısından yapılan bir analizde ülkemizin nispeten yüksek işsizlik oranlarının
görüldüğü ülkeler arasında yer aldığı, buna karşılık ülkemizin yüksek insani gelişmişlik değerine sahip olduğu görülmektedir. İşsizlik konusunda en düşük oranların
görüldüğü Özbekistan orta düzey İGE, Kuveyt ve Malezya yüksek İGE, Brunei ise çok
yüksek İGE değerine sahiptir. Hatta bu ülkeleri düşük İGE değerine sahip Nijerya gibi
bir Sahra Altı ülkesi izlemektedir. Öte yandan en yüksek işsizlik oranlarının görüldüğü Sudan, Tunus, Arnavutluk ve Ürdün’ün de yüksekten düşük İGE’ye doğru uzanan
bir skalada yer aldığı görülmektedir. Bu anlamda İGE ile istihdam oranları arasında
anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır.
Öte yandan istihdam edilen nüfus başına düşen GSYİH verileri ile İGE arasındaki
ilişkinin istihdam verileri ve İGE gibi ilgisiz olduğunu söyleyemeyiz. İstihdam Edilen
Nüfus Başına Düşen GSYİH incelendiğinde en yüksek tutara sahip olan Katar’ın çok
yüksek İGE düzeyine tekabül ettiğini görmekteyiz. Yüksek İGE düzeyinin en üstün-
82
İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE
İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ
Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI
de yer alan Suudi Arabistan, Katar’ı takip etmektedir. Umman, Türkiye, Malezya ve
Azerbaycan gibi İstihdam Edilen Nüfus Başına Düşen GSYİH tutarının yüksek olduğu
diğer ülkeler aynı zamanda yüksek İGE değerine de sahiptir. İstihdam Edilen Nüfus
Başına Düşen GSYİH tutarının düşük seyrettiği Nijer, Uganda, Burkina Faso, Mali ve
Kamerun gibi ülkeler aynı zamanda düşük İGE değerine sahip ülkelerdir. Bu anlamda
İstihdam Edilen Nüfus Başına Düşen GSYİH değerleri ile İnsani Gelişmişlik Endeksi
değerleri arasında anlamlı bir ilişki bulunmaktadır.
SONUÇ
Bu çalışmada bir ülkenin çok boyutlu yoksulluk durumu için belirleyici olan değişkenler olan sosyal harcama, istihdam, eğitim ve demografik verileri kullanılmak suretiyle o ülkenin en önemli yoksulluk değişkenlerinden olan insani gelişmişlik endeksi
değerleri karşılaştırılmış ve aralarında anlamlı bir ilişki olup olmadığı irdelenmiştir.
Demografik veriler incelendiğinde; SESRIC’ten temin edilen ham ölüm ve ham doğum oranları ile İGE değerleri arasında tersine bir anlamlı ilişkinin olduğu anlaşılmıştır. Nüfusun büyüme oranı verilerine bakıldığında ise bu oranın tek başına fazla bir
anlamının olmadığı görülmektedir. Nüfus artış oranının en yüksek olduğu ülkelerin
çok yüksek veya yüksek İGE değerlerine sahip oluş nedeninin yüksek doğum oranları
değil bu ülkelerdeki düşük ham ölüm oranları olduğunu da belirtmemiz gerekmektedir. Vatandaşlarının uygun sağlık koşullarında yaşamasını sağlamak da İGE değerinin
artışına neden olmaktadır.
Vatandaşların uygun sağlık ve sosyal içermeye açık bir ortamın sunulması doğumdan
itibaren yaşam beklentisini de etkilemektedir. Ham ölüm oranı ile de ilişkili olan bu
veri ile İGE değeri arasında anlamlı bir ilişki vardır.
Demografik verilerinin incelenmesinde nüfus politikalarının doğumun arttırılmasından öte, dünyaya gelen bireylerin yaşam süresinin arttırılması yönünde olması
gerektiği sonucu çıkartılmaktadır.
Sağlık harcamaları verilerinin ise oransal olarak değerinin İGE açısından belirleyici
bir değişken olmadığı, öte yandan toplam sağlık harcaması tutarının GSYİH ve kamu
harcamaları ile orantılı olarak yüksekliğinin İGE konusunda anlamlı bir değişken
olabileceği düşünülmektedir. Öte yandan toplam GSYİH veya kamu harcamaları bu
çalışmada değerlendirme dışı tutulmuştur.
İstihdam verileri üzerinden yapılacak bir değerlendirmede işsizlik oranı ile İGE
arasında anlamlı bir ilişki bulunmasa bile istihdam edilen nüfus başına düşen GSYİH
verileri ile İGE arasında pozitif bir korelasyon mevcuttur.
83
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Eğitim verileri konusunda da İİT ülkeleri okur-yazar oranları ve ortaokula kayıt oranları ile İGE arasında birkaç ülke (eski Doğu bloku içerisinde yer alan ülkeler ve Malezya) dışında pozitif bir korelasyonun olduğu görülmüştür.
Sonuç olarak çok boyutlu yoksulluk ile ham ölüm, ham doğum, istihdam edilen kişi
başına düşen GSYİH, doğumdan itibaren yaşam beklentisi, okur-yazarlık ve ortaokula kayıt arasında anlamlı bir ilişki olduğu görülmektedir.
KAYNAKLAR
Coşkun, Selim ve Tireli, Münir (2008), Avrupa Birliğinde Yoksullukla Mücadele Stratejileri ve
Türkiye, Nobel, Ankara.
Demir, Sırma (2006), Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı İnsani Gelişme Endeksi ve Türkiye
Açısından Değerlendirme, DPT Uzmanlık Tezleri, Ankara.
Genç, Hamdi (2011), Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkeleri’nin Ekonomik Yapısı, Ed. Genç, Hamdi
ve Sayım Ferhat, MKM Yayınları, Bursa.
Gürses, Didem (2009), İnsani Gelişme ve Türkiye, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 12 Sayı 21, s.339-350.
IDB(2012a), Islamic Development Bank Group in Brief, IDB, Jeddah.
IDB (2012b), 38 YearsInthe Service of Development, IDB, Jeddah.
IFAD (2010), IFAD and OIC MemberStates: WorkingTogetherToEradicatePoverty, IFAD, Rome.
Koçak, Orhan – Kavi Ersin (2011), MENA Bölgesinde Emek Piyasası Ve İstihdam Yapısı, Ed.
Genç, Hamdi ve Sayım Ferhat, MKM Yayınları, Bursa.
Kunduracı, Nevzat Fırat (2008), Küreselleşme Çağında Gelişmekte Olan Ülkelerin Kalkınma Sorunu, Yayınlanmamış Doktora Tezi.
Kunduracı, Nevzat Fırat (2010),Uluslararası Yoksullukla Mücadele Stratejileri Sempozyumu: Deneyimler Ve Yeni Fikirler, İstanbul.
Neumayer,Eric (2001),The Human Development Index And Sustainability: A Constructive Proposal, Ecological Economics, C. 39,London, pp.101–114.
Petersen, Marie Juul(2012),TheOIC’s Independent Permanent Human Rights Commission, DIIS
Report 2012:03, Copenhagen.
Sayım, Ferhat (2011), MENA Bölgesinde Emek Piyasası Ve İstihdam Yapısı, Ed. Genç, Hamdi ve
Sayım Ferhat, MKM Yayınları, Bursa.
SESRIC (2010a),EconomicProblems of the Least-Developed and Land-Locked OIC Countries2009, SESRIC, Ankara.
SESRIC (2010b), Statistical Yearbook OIC Member Countries 2009,SESRIC, Ankara.
SESRIC (2012), Outlook On OIC Member Countries 2012, SESRIC, Ankara.
Şenses, Fikret (2006), Küreselleşmenin Öteki Yüzü: Yoksulluk–Kavramlar,Nedenler, Politikalar
ve Temel Eğilimler, İletişim Yayınları, 4. Baskı, İstanbul.
84
İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE
İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ
Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI
Taş, Umut –Yenilmez, Füsun (2008), Türkiye’de Eğitimin Kalkınma Üzerindeki Rolü Ve Eğitim
Yatırımlarının Geri Dönüş Oranı, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, C.9, S.1, s.155-186.
Tireli, Münir (2009), Küreselleşme ve Yoksulluk: Birleşmiş Milletler (UNDP) ve Dünya Bankası
Göstergeleri Işığında Bir Analiz, SYDGM Uzmanlık Tezleri, Ankara.
UNDP (2010), 2010 Human Development Report:The Real Wealth of Nations:Pathwaysto Human Development, New York.
UNDP (2011), 2011 Human Development Report:SustainabilityandEquity: A BetterFutureforAll,
http://hdr.undp.org/en/reports/global/hdr2011/download/ (Son Erişim: 22.8.2012)
Internet Kaynakları
www.undp.org(Son Erişim: 22.8.2012)
http://www.islamicsummit.org.sa/en/default.aspx(Son Erişim: 22.8.2012)
http://www.oic-oci.org(Son Erişim: 22.8.2012)
www.sesric.org (Son Erişim: 22.8.2012)
http://www.sesric.org/databases-index.php(Son Erişim: 22.8.2012)
http://www.sesric.org/baseind-step5.php(Son Erişim: 22.10.2012)
EK:1 İİT Ülkelerinin İnsani Gelişim Değeri Sıralaması
UNDP Dünya
Sıralaması
HDI Endex Değeri
(Gelir Hariç)
İİT
Sıralaması
Ülke
1
Birleşik Arap Emirlikleri
30
0,846
0,813
2
Brunei
33
0,838
0,819
3
Katar
37
0,831
0,757
4
Bahreyn
42
0,806
0,806
HDI Endex Değeri
İnsani Gelişmişlik
Düzeyi
Çok Yüksek İnsani
Gelişmişlik
85
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
86
5
Suudi Arabistan
56
0,770
0,765
6
Malezya
61
0,761
0,790
7
Kuveyt
63
0,760
0,705
8
Libya
64
0,760
0,795
9
Kazakistan
68
0,745
0,786
10
Arnavutluk
70
0,739
0,804
11
Lübnan
71
0,739
0,760
12
İran
88
0,707
0,731
13
Umman
89
0,705
0,671
14
Azerbaycan
91
0,700
0,733
15
Türkiye
92
0,699
0,704
16
Tunus
94
0,698
0,745
17
Ürdün
95
0,698
0,773
18
Cezayir
96
0,698
0,739
19
Türkmenistan
102
0,686
0,724
20
Surinam
104
0,680
0,712
21
Gabon
106
0,674
0,687
22
Maldivler
109
0,661
0,714
23
Mısır
113
0,644
0,686
24
Filistin
114
0,641
0,750
25
Özbekistan
115
0,641
0,750
26
Guyana
117
0,633
0,715
27
Suriye
119
0,632
0,686
28
Endonezya
124
0,617
0,674
29
Kırgızistan
126
0,615
0,734
30
Tacikistan
127
0,607
0,726
31
Fas
130
0,582
0,606
32
Irak
132
0,573
0,616
Yüksek İnsani
Gelişmişli
Orta Düzey İnsani
Gelişmişlik
İİT ÜLKELERİ VE TÜRKİYE’YE AİT SOSYAL GÖSTERGELER İLE
İNSANİ GELİŞİM GÖSTERGELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN KARŞILAŞTIRMALI ANALİZİ
Münir TİRELİ, Doç. Dr. Selim ÇOŞKUN, Dr. Nevzat Fırat KUNDURACI
33
Pakistan
145
0,504
0,526
34
Bangladeş
146
0,500
0,566
35
Kamerun
150
0,482
0,509
36
Yemen
154
0,462
0,471
37
Senegal
155
0,459
0,471
38
Nijerya
156
0,459
0,471
39
Moritanya
159
0,453
0,472
40
Uganda
161
0,446
0,506
41
Togo
162
0,435
0,526
42
Komor
163
0,433
0,488
43
Cibuti
165
0,430
0,420
44
Benin
167
0,427
0,456
45
Gambia
168
0,420
0,450
46
Sudan
169
0,408
0,402
47
Coted’Ivoire
170
0,400
0,412
48
Afganistan
172
0,398
0,407
49
Mali
175
0,359
0,366
50
Guinea-Bissau
176
0,353
0,366
51
Gine
178
0,344
0,364
52
Sierra Leone
180
0,336
0,365
53
Burkina Faso
181
0,331
0,323
54
Çad
183
0,328
0,320
55
Mozambik
184
0,322
0,325
56
Nijer
186
0,295
0,311
57
Somali
Hesaplanmamış
Hesaplanmamış
Hesaplanmamış
Düşük İnsani
Gelişmişlik
Düşük İnsani
Gelişmişlik
Hesaplanmamış
87
6
KADIN CİNAYETLERİ:
Kavramsallaştırma ve Sorunlu Yaklaşımlar
Yrd. Doç. Dr Elif Gazioğlu*
Özet
Bu çalışma, Adalet Bakanlığı’nın “yedi yılda yüzde 1,400 artış oranı” ile ilan ettiği hızlı yükselişin işaret ettiği bir toplumsal
olgunun kavramlaştırılmasına, “kadın cinayetleri”nin ad, anlam ve içeriğine dair tartışmalara odaklanmaktadır. Bunu yaparken
çalışma, bu cinayetleri önlemekle görevli kurumlara hakim olan, kadınlara yönelik şiddetin en çok hane içinden geldiği ya da
herhangi bir mekan ve zaman aralığı tanımaksızın gerçekleşmekte olduğu gerçeğinden uzak olan sorunlu klasik yaklaşımları
eleştirmekte ve bu bağlamda, ilgili kurumların çözüm önerilerinin, cinayetleri önlemede etkisiz kalacağına işaret etmeyi
amaçlamaktadır. Çalışmada kadın cinayetlerine yönelik klasik yaklaşımlar Rosemary Gartner ve Bill McCarthy’nin (1991) ilgili
makalelerinin ve konu üzerine yapılmış araştırmaların ışığında eleştirmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kadına yönelik şiddet, Kadın cinayetleri, Klasik yaklaşımlar, Olanaklara Dayalı Perspektif ve Motivasyona
Dayalı Perspektif
FEMICIDE: Conceptualization and Problematic Perspectives
Abstract
This paper centres on the conceptualization of a social phenomenon of homicide against women, namely “femicide”, which
has been announced by the Ministry of Justice with the growth rate of 1,400 percent in seven years. It focuses on the debates
regarding the meaning and the content of the concept “femicide”. Doing this, the paper aims at pointing out the fact that the
dominant classical approaches of the official institutions which are in charge of femicide cases are problematic as they do not
consider the fact that femicides often occur within household. Deriving from Rosemary Gartner and Bill McCarthy’s work (1991)
on the issue, the paper examines and criticizes the classical perspectives which shape the approaches assumed by official
institutions and the public in general.
Keywords: Violence against women, Femicide, Classical perspectives on femicide, Opportunity Perspective, Motivation Perspective
*
Ardahan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
89
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
GİRİŞ
Adalet Bakanlığı, Türkiye’de kadınlara yönelik cinayet oranının 2002 ile 2009 yılları
arasında yüzde 1,400 artış gösterdiğini açıkladı (Ntvmsnbc, 24 Kasım 2009). 2002
yılında 66 kadın öldürülmüş, bu rakam 2009’un ilk yedi ayında 953’e çıkmıştı. Rakamlar, kimine göre önceden görünmez olanın artık görülmeye başlandığına işaret
ederken, kimine göre resmi kurumların kadın haklarıyla ilgili sicilini ortaya çıkarıyordu (Jones, 2011). Diğer taraftan, mecliste sorulan bir soruya yanıt olarak verilen
bu istatistikler ile Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir devlet kurumu, cinayetin
Son yedi yılda 4 bin 190 kadının öldürüldüğünü ortaya koyan Kadına Yönelik Şiddet
Raporu (aktaran Sabah, 23 Eylül 2011) “ülkedeki siyasi, ekonomik ve toplumsal sorunların derinleşmesi, şiddetin meşrulaştırılması gibi nedenlerin cinayetlerin artmasına yol açtığını” söylerken, şiddet eylemlerinin giderek daha fazla oranda kadınlara
yöneldiğini vurgulamaktadır. Son yıllarda, özellikle kadın örgütlerinin çalışmalarıyla
görünürlük kazanan bu gerçeğe bazı devlet kurumlarının ilgisinin, gecikmiş olmakla
ve henüz istatistik düzeyinde ilerlemekle birlikte, umut verici olduğu söylenebilir.
Öte taraftan, kadına yönelik şiddet genelinde ve cinayetler özelinde tartışılan “çözüm/önlem” önerileri, ilgili kurumların1, meselenin kökenine dair hala önemli bir
yanılgı içinde olduğunu göstermektedir. Nitekim, raporun açıklanmasının ardından
tartışılmaya başlanan hadım yasası,2 elektronik kelepçe3 ya da şikayetçi olan kadınların polise zimmetlenmesi gibi uygulama önerileri, söz konusu kurumların, kadına
yönelik şiddetin asıl azmettiricisinin ataerkil anlayış ve yaşam kalıpları olduğu gerçeğini görmeye hala çok uzak bir mesafede durduğunu göstermektedir. Bu anlayış
kalıbını yıkmak/değiştirmek yerine, bu anlayışın taşıyıcılarının cezalandırılmasına
odaklanan; kadınlara yönelik cinayetlerin (ve diğer şiddet eylemlerinin) sistematik
değil, münferit olduğu kabulünden hareket eden uygulamalar, şiddeti gerçekleştirenin ve ona maruz kalanın cinsiyetini görmezden geldiği sürece, beklenen ve istenen
sonuçların ortaya çıkma ihtimalini düşürdüğü söylenebilir. Aynı oranda, kadınların
öldürülmelerini, toplumsal rollerindeki aksamalara bağlayan cinsiyetçi yaklaşımın
önerdiği önlemlerin ortaya çıkaracağı sonuçların tatmin edici olacağını iddia etmek
fazla iyimser bir yaklaşım olacaktır.
1 Bu çalışmadaki “ilgili kurumlar” ifadesine, özellikle Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanmış
olan “Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı 2007-2010” projesinde geçen, mücadelede işbirliği
beklenen kurumları karşılamak üzere başvurulmaktadır. Bu kurumlar, KSGM, İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Adalet
Bakanlığı, SHÇEK, yerel yönetimler ve barolardır.
2 Meclis Adalet Komisyonu tarafından kabul edilen yasa teklifi, taciz ve tecavüz suçundan mahkum olanlara, testosteron
etkisini önemli ölçüde azaltıcı tedavi uygulanmasını öngördüğü için kamuoyunda “hadım yasası” olarak anılıyor. Yasa
teklifine göre, bu suçları ilk kez işleyenlere bu tedavi hakim kararı ile uygulanacak, ancak ikinci kez işlenirse zorunlu
olacak.
3 Bu sistem, eşine şiddet uygulayan ve evden uzaklaştırma cezası alan erkeğin elektronik kelepçe aracılığıyla, teknik izleme
yöntemi ile takibe alınmasını öngörmekte. İlgili yasa tasarısında yer alan bu uygulamaya ek bir uygulama olarak,
şiddet gören kadına takılacak, üzerinde çağrı düğmesi olan bir kolye ya da bileklik de önerilmekte (Bianet, 29 Temmuz
2011).
90
KADIN CİNAYETLERİ: Kavramsallaştırma ve Sorunlu Yaklaşımlar
Yrd. Doç. Dr Elif Gazioğlu
Bugün Türkiye’deki, genelinde kadına yönelik şiddet eylemlerini ve özelinde cinayetleri durdurmak için girişilen kurumsal çabaların beslendiği klasik bakış açılarının
eleştirildiği bu makale, kadın cinayetleriyle mücadelede başarılı olabilmek için, bu
soruna dair hakim yaklaşımların değişmesi gerektiğini tartışmaktadır. Bugünkü yaklaşım, kadınlara yönelik cinayetlerde katilin ve maktulün toplumsal cinsiyetini hesaba katmayarak bunları sıradan cinayetler gibi değerlendirmekte ya da tam tersi bir
bakış açısıyla, kadınların cinayete kurban gitmelerinin nedenlerini kadınların tutum
ve davranışlarında arayan cinsiyetçi bir yaklaşıma bürünmektedir. Yukarıda değinildiği üzere, Türkiye’deki kadına yönelik şiddet olgusuyla muhatap olmak durumundaki kurumların benimsemiş oldukları ve sorunun özü itibariyle problemli olduğu
düşünülen iki yaklaşım, kadın cinayetlerine son verilebilmesi için beklenen etkiyi
ortaya çıkarmaktan uzak görünmektedir.
Bu çalışmanın amacı, öncelikli olarak, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın farklı coğrafyalarından birçok ülkenin sorunu olan, kadına yönelik şiddetin geri dönüşü olmayan son basamağını oluşturan cinayetlerin kavramlaştırılmasıyla ilgili önerileri
tartışmak ve böylesi bir olguya bir isim koymanın önemine değinmektir. Makalenin
bir diğer amacı, uluslararası alanda da yaygın kabul gören, yukarıda özetlenen iki
sorunlu bakış açısına, 1990’larda Kanadalı iki akademisyen, Rosemary Gartner ve Bill
McCarthy (1991), tarafından getirilen eleştirileri revize etmek ve Türkiye’ye uyarlamaktır. Gartner ve McCarthy’nin, kadın cinayetlerine yönelik çalışmalarda başvurulan klasik yaklaşımları eleştirdikleri makalelerinin, kadın cinayetleri oranının yedi
yılda % 1400 oranında arttığı söylenen bir ülkede, Türkiye’de, yeniden gündeme
getirilerek kadın bakış açısından tartışılması, sorunun daha iyi anlaşılması ve etkili
çözüm önerilerinin geliştirilmesi açısından büyük bir öneme sahiptir.
İstatistikler ve Cinayetin Cinsiyeti
20 yıl önce, 1921-1988 yılları arasında Kanada’da işlenen cinayetler üzerine kaleme
aldıkları makalelerinde Rosemary Gartner ve Bill McCarthy, mevcut cinayet istatistiklerinin toplumsal cinsiyet bağlamında pek farklılaşmadığı tespitinde bulunuyor,
kadın ve erkeklerin benzer dönemlerde, benzer nedenlerle öldürüldüğünü söylüyorlardı (1991: 287). Kaynaklar, cinayetlerin toplumsal cinsiyete göre farklılaştığı çok az
noktaya işaret ediyordu ve bunların en önemlisi kadınların öldürülme olasılıklarının
erkeklerden daha az olmasıydı (1991: 287). Gerçekten de Gartner ve McCarthy’nin
elindeki istatistikler, kadın ve erkek cinayetlerinin benzer nedenlerle işlendiğini, cinsiyete göre cinayet oranlarının aynı dönemlerde arttığını ya da azaldığını ve öldürülen erkek sayısının kadın sayısından çok daha fazla olduğunu gösteriyordu. Diğer
taraftan Gartner ve McCarthy, istatistiklerin sağladığı buna benzer verilerin sadece
Kanada özelinde değil, dünya çapında da sorgulanması gerektiğini savunuyordu.
Aradan geçen 20 yıl, Gartner ve McCarthy’nin savunularının oldukça isabetli olduğunu göstermiştir.
91
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
İlgili literatürün 1990lara kadar ağırlıklı olarak başvurduğu kaynakların, kişilerin
ölüm nedenlerinin çoktan seçmeli soru formlarına işaretlendiği polis ve morg kayıtlarından ibaret olması, literatürün metodolojik sorunlarına işaret etmekteydi. Bununla birlikte Gartner ve McCarthy, öldürülen erkek oranı kadınlardan fazla olduğu
için cinayetlere ilişkin adli ve sosyolojik çalışmaların, toplumsal cinsiyet anlamında
“nötr” bir imaj sergilemesine rağmen aslında erkek kurbanlara yoğunlaştığını, dolayısıyla cinayetlere ilişkin tespitlerin kadın cinayetlerini dışladığını söyleyerek literatürün cinsiyetçi perspektifine dikkat çekiyordu. Söz konusu eleştirilere girmeden
önce, Türkçe literatürdeki yerini son yıllarda derinleştiren “kadın cinayetleri” şeklindeki kavramlaştırmanın aslında neyi ifade ettiğine ve böylesi bir kavramlaştırmanın
neden önemli olduğuna bakmak faydalı olacaktır.
“Kadın Cinayetleri”nin Kavramlaştırılması
Diana E. H. Russell (2008: 27) kadın cinayetleri kavramının ilk kez 1801 gibi görece
erken bir tarihte, İngilizce bir yayında “bir kadının öldürülmesi” anlamında kullanılmış olduğunu,4 1848’de de hukuken tanınmış olduğunu aktarır.5 Böylece, adli literatüre hakim olan ve genel olarak cinayetleri adlandırmak için kullanılan, bir insanın
öldürülmesi anlamına gelen homicide kavramının kullanımı kısıtlanmakta, öldürülen kişinin cinsiyetine vurgu yapan femicide literatüre dahil edilmektedir. Kavramın,
sosyal bilimcilerce 1980li ve 1990lı yıllarda irdelenmeye başlayana kadar biyolojik
cinsiyet vurgusuyla kullanıldığını söylemek mümkündür. Toplumsal cinsiyeti karşılayacak bir içeriğe kavuşması ise, feminist akademisyenlerin kadınlara yönelik şiddet
konusunda derinleşen çalışmalarıyla mümkün olmuştur. Örneğin Russell, evlilik içi
kötü muamele, tecavüz ve öldürmeyle tehdit gibi kadına yönelik şiddeti incelediği çalışmasında femicide’ı “kadınların, kadın oldukları için öldürülmeleri” şeklinde
tanımlar (1990: 286-87). Böylece, bu yıllardan itibaren femicide daha çok kadınlara
yüklenen rollerin, toplumların kadınlığa atfettiği anlamların yönlendirdiği kadın cinayetlerini adlandırmak için kullanılmaya başlar.
Kadınların toplumsal cinsiyete dayalı nedenlerle öldürülmeleri olgusunun dünya çapındaki yaygınlığı ve durumun vahameti, kavramın İngilizce dışındaki dillerde de
karşılığını bulmasını hızlandırır. Örneğin, İspanyolca’ya feminicide olarak geçen kavram (Pola, 2008: 49), Türkçe’de kadın cinayetleri olarak adlandırılmaya başlanmıştır.
Kavramın farklı dillerde hızlıca kendine yer bulması, sadece literatürde gerçekleşen
kavramsal bir yaygınlaşmaya değil, olgunun varlığına ilişkin kabulün hızla yayıldığına işaret etmesi anlamında da önemlidir. Bunda, kadın cinayetlerinin toplumsal
cinsiyetle organik bağını görünür kılan ve cinayetlerin “adlandırılması” sürecini inşa
eden ulusal ve uluslararası çaptaki kadın hareketlerinin önemli bir payı vardır. Birçok
sosyal bilimci, kadın hareketlerinin bu konudaki hakkını teslim etmektedir (Pola,
2008: 50).
4 Sözü edilen yayın için bkz. Corry J. (1801)
5 Yazar bu bilgiyi The Oxford English Dictionary’den (1989) alıntılar.
92
KADIN CİNAYETLERİ: Kavramsallaştırma ve Sorunlu Yaklaşımlar
Yrd. Doç. Dr Elif Gazioğlu
Belirtildiği gibi kadın cinayetleri kavramı kadınların, toplumsal rolleriyle bağlantılı nedenlerle öldürülmeleri anlamında kullanılmaktadır. Diğer taraftan tanıma dair
asgari müşterekte fikir birliği olmakla birlikte, kavramın işaret ettiği olgunun gerçekleşme biçimine, diğer bir ifadeyle, cinayetin kim tarafından, nasıl, ne sebeplerle
işlendiğine göre farklılaşan tanımlardan söz etmek mümkün. Örneğin Caputi ve Russell, kadın cinayetlerinin, “kadından nefret etme, küçümseme, tiksinme ya da kadına
sahip olma duygusu”6 gibi nedenlerle erkekler tarafından işlenen cinayetler olduğunu
söylerler (Caputi ve Russell, 1990: 34-35). Namus cinayetleri, tutku cinayetleri, lezbiyenlere yönelik homofobik cinayetler, ırkçı cinayetler, ensest ilişki içerisinde ya da
tecavüz sonucu kadının (ya da kız çocuğunun) ölmesi, bu tür cinayetlere örnektir
(Russell, 2008: 29). Farklı coğrafyalarda yürütülen çalışmalar, kadınların, bunlara ek
olarak, mirastan pay vermeme, ailenin rızası dışında evlilik yapma, aile üyesi olmayan bir erkekle iletişim kurma, gelin gittiği eve çeyiz götürmeme gibi olayların da
cinayet sebepleri arasında sıralandığını gözlemlemiştir (Husseini, 2008). Burada belirleyici olan iki şeyden ilki, cinayetin bir erkek tarafından, ikincisi de kadınlara yönelik
cinsiyetçi duygularla işlenmiş olmasıdır. Diğer taraftan, kadın düşmanı nedenlerle
cinayet işleyenlerin sadece erkekler olmadığı gerçeğini dile getiren de yine Russell’ın
(2008) kendisidir. Kadınların da, tıpkı erkekler gibi, patriarkal aktörler olarak, kadına
yönelik düşmanca hislerle (misojinist) cinayet işlediğini söyler. Bunun en tipik örneklerinden biri olarak da, özellikle Hindistan’ın güney bölgelerinde hala uygulanmakta olan, yeni gelinlerin, damat evine getirmeleri gereken çeyizin az bulunması
sonucu yakılarak öldürülmelerinde (dowry feminicide) kaynanaların oynadığı büyük
role işaret eder (2008: 28). Bununla birlikte Russell, aradaki farkı silikleştirmemek adına, bu tür cinayetleri kadın cinayeti (femicide) olarak değil, “kadının kadını öldürmesi” (female-on-female murder) olarak adlandırmanın daha uygun olacağı görüşündedir
(2008: 28).
Kavramlaştırmada, cinayeti işleyenin cinsiyetinin ve cinayetin kadına yönelik düşmanca hislerle işlenmiş olması gereğinin yanı sıra, tanımın daha geniş tutularak, adli
bağlamda cinayet olarak adlandırılmayan “öldürme”lerin de kadın cinayeti olarak
kabul edilmesi gerektiği savunusu da, kavramlaştırmaya ilişkin tartışmada önemli
yere sahip. Söz konusu savunuya göre, amacı öldürmek olmayan ancak tanımı gereği
(ekonomik, sosyal ya da psikolojik) şiddet içeren eylemler sonucu ölen kadınlar da
bu kapsamda değerlendirilmelidir. Örneğin, Russell (2008: 29-20) AIDS gibi hastalıkların, kadın sünneti ya da zorla kürtaj gibi uygulamaların da kitlesel kadın cinayeti
olarak değerlendirilmesini savunur. Ona göre, özellikle bu durumlardan kadınların
zarar görmeleri, erkeklere korunmasız cinsel ilişkiyi bir norm olarak öğreten cinsiyetçi erkek egemen toplumsal yapının sonucudur. Soledad Rojas Bravo da (2008: 96)
kadın cinayetlerinin, cinsiyetler arası eşitsiz güç ilişkilerinin bir sonucu olduğuna
işaret ederek, cinayetlerin kökeninde yatan nedenlere benzer bir şekilde işaret eder.
6 Çeviriler bana ait.
93
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Kavram tartışmasının bir başka ayağını, yine doğrudan öldürme amacı gütmediği
ama aynı zamanda kadın düşmanlığından da beslenmediği halde gerçekleşen cinayetlerin de kadın cinayeti olarak değerlendirilmesi savunusu oluşturmakta. Örneğin
Ana Carcedo (2008: 40) kadın cinayetlerini, kadınların kadın oldukları için öldürülmeleri olarak tanımlamakla birlikte, bu tanımı, “erkekler tarafından öldürülmeleri”
şeklinde değil de “erkekler yüzünden ölmeleri” olarak tamamlar. Organize suç faaliyetleri ya da suç örgütleri arasında çıkan çatışmalar sonucu kadınların ölmesi buna
örnektir (Carcedo, 2008: 42).
Kadın cinayetleri kavramının bu şekilde genişletilmesi, kadınlara yönelik her türlü
şiddetin cinayet potansiyeli taşıdığı gerçeğine, aynı zamanda olayın vahameti ve büyüklüğüne işaret etmesi bakımından oldukça anlamlı görünmekte. Ancak tanımın
bu kadar geniş tutulmasının sakıncaları yok değil. Örneğin Russell ve Harmes (2001:
78), cinayete kurban giden kişinin cinsiyetinin, cinayetin nedenleriyle bir ilgisi yoksa, buna kadın cinayeti demenin anlamlı olmayacağını söyler. Ayrıca, sonucunda
kadınların öldüğü her eylemi bağlamına bakmaksızın kadın cinayeti olarak adlandırmak, bu cinayetleri toplumsal şiddetin birer sonucu olarak genelleyeceği ve dolayısıyla aslında kadınlara yönelik olduğu gerçeğini görünmez hale getireceği için, kadın cinayetleri özeline eğilmek, bu konuyu araştırmak ve çözüm üretmeye çalışmak
zorlaşacaktır (Carcedo, 2008: 43). Oysa kadın cinayetlerinin altında yatan nedenler,
erkeklerin öldürülme nedenlerinden büyük oranda farklıdır.
Kadın cinayetleri kavramlaştırmasında belirleyici olan faktörlerden biri de, katil ile
maktulün içinde bulunduğu ilişkinin bağlamıdır. Bu bağlam, aile (örneğin baba-kız,
karı-koca, ağabey-kardeş) gibi mikro bir ilişki ağı olabileceği gibi, patriarkal sistemin
yarattığı çok daha geniş bir ağ da olabilir. Dolayısıyla, kavramın tanımını yapma girişimi, katille maktulün arasındaki ilişkiye dikkatle bakmayı gerektirir. Örneğin Bravo
(2008: 95), Şili’de “kadın cinayetleri” kavramının daha çok, kadınların tanımadıkları
erkekler ya da erkek partnerleri, erkek arkadaşları, kendilerini pazarlayan erkekler ya
da eski sevgilileri tarafından öldürülmeleri anlamında kullanıldığını aktarır. Yukarda
değinildiği gibi bu tanım, cinayetlerin iki temel bağlamda işlendiği anlamına gelir.
Bu iki bağlam, kadının, yakını olan (intimate femicide) ya da tanımadığı biri (nonintimate femicide) tarafından öldürüldüğüne işaret eder. Burada, cinayeti işleyen “yakın”, geniş bir ilişki ağı içinde tanımlanmakta ve “mevcut ya da önceki yasal ya da
imam nikahlı eş ya da erkek arkadaş”tan (Dawson ve Gartner, 1998:379), baba, amca,
ağabey gibi akrabalık bağı olanlara kadar geniş bir yelpazede çeşitlilik göstermekte.
Kadının, yakını olmayan birileri tarafından öldürülmesi durumu ise daha çok özellikle kadınları hedef alan seri cinayetler, seks işçilerini hedef alan cinayetler (Quinet,
2011: 74-100) ya da ataerkil toplumsal yapılanmanın sebep olduğu varsayılan kadın
sünneti gibi kültürel pratikler sonucu ölmesi, diğer kategoride değerlendirilmekte
(Widyono, 2008: 10).
94
KADIN CİNAYETLERİ: Kavramsallaştırma ve Sorunlu Yaklaşımlar
Yrd. Doç. Dr Elif Gazioğlu
Tanımlardaki kimi farklılıklara rağmen, konuyla ilgili çalışma yürütenlerin önemli
bir bölümünün, kadın cinayetlerine dair fikir birliğine vardıkları noktalar olduğunu
söylemek mümkün. Bunların en önemlisi, cinayetlerin, kadına yönelik şiddetin bir
uzantısı olduğu, diğer bir ifadeyle münferit değil, sistematik olduğudur. Yalnızca aile
içinde gerçekleşmez, tüm toplumsal kurum ve mekanlarda örneklerine rastlanır ve en
önemlisi, tıpkı ırkçılık gibi, sonradan edinilen, öğrenilen, misojinist motivasyonlardan beslenir. Dolayısıyla toplumsaldır. Bununla birlikte, kadın cinayetleri kavramlaştırmasıyla vurgulanmaya çalışılan önemli bir nokta da cinayetlerden sadece katillerin
değil, öldürülen kadınları koruyamayan, cinayetleri engelleyemeyen devlet ve yargı
organlarının da sorumlu olduğudur.
Kadın cinayetleri kavramına dair tartışmalar böylece özetlendikten sonra, çalışmanın bundan sonraki bölümünde kadın cinayetlerine klasik yaklaşımlar, Gartner ve
McCarthy’nin makalesi ışığında, eleştirilecektir.
Klasik Yaklaşımlar
Yukarıda da değinildiği gibi Gartner ve McCarthy, söz konusu makalelerinde, ilgili literatürün kadın cinayetlerine bakışını eleştirerek, alternatif bir yaklaşım sunmaya girişmişlerdir. Eleştirilerini, Olanaklara Dayalı Perspektif (Opportunity Perspective – bundan sonra OP)7 ve Motivasyona Dayalı Perspektif (Motivational Perspective - bundan
sonra MP) olarak adlandırdıkları iki temel bakış açısına dayandırmaktadırlar.
1. Olanaklara Dayalı Perspektif ve Kadın Cinayetleri
Daha çok iktisadi literatürün tanımladığı ve sahiplendiği düşünülen “olanaklar, olanaklılık” kavramları (Holmén ve Ljungberg, 2009: 3), son dönemlerde sosyolojinin
bir çok dalıyla birlikte, adli vakaların araştırılmasında, özellikle suça yönelik çalışmalarda kendilerine yer bulmakta (örneğin, Benson et.al, 2009; Tegenu, 2011). Böylece
artık disiplinlerarası sahiplenilen “olanak” kavramını çok genel olarak, zaman ve mekan dahil olmak üzere mevcut koşulların ve eldeki araçların belli bir olayın gerçekleşmesinde yeterli olması, olarak açıklamak mümkün. Dolayısıyla Olanaklara Dayalı
Perspektif de, olay ve olguların çözümlenmesinde bu tanımı temel alan bir yaklaşım
olarak karşımıza çıkmakta.
Başta cinayet olmak üzere çeşitli suçların analizinde bu yaklaşımı benimseyen çalışmalar “olanak” olgusuna eğilerek suçlu ve kurbanı bir araya getiren koşulların olanaklılığını, bu koşulların sağladığı olanakların suçun işlenmesinde oynadığı rolü tartışır. Örneğin, kentlerde suç oranları üzerine, bu bakış açısından kaleme alınmış bir
çalışma, mekansal koşulların cinayet işlenmesindeki rolünü tartışır ve suçun en çok
“kullanılmayan, yalıtılmış ve fonksiyonel olmayan alanlarda” ortaya çıktığını savu7 İngilizce’de Opportunity Perspective olarak adlandırılan bu yaklaşımı Türkçe’ye “risk yaklaşımı” olarak
çevirmek de mümkün görünüyor. Ancak kavramın İngilizce anlamına en yakın olması için ve daha önce
de bu yaklaşıma Türkçe’de böyle referans verildiği için “Olanaklar” başlığı daha uygun görünmekte.
95
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
nur (Gruenewald ve diğer., 2006’dan aktaran Ayhan, 2007: 40). Benzer şekilde, OP’ye
göre, cinayet işlenmesi potansiyeli taşıyan zaman dilimlerinden söz etmek mümkündür. Örneğin “gece”, cinayet işlenme olasılığı daha yüksek bir zaman dilimidir.
Dolayısıyla, özellikle geceleri evden uzaklık, izole kamusal mekanlarda vakit geçirme,
aile üyelerinden ve diğer yakınlardan uzakta bulunma gibi durumlar, cinayete kurban gitme olasılığını arttırmaktadır (Gartner, 1990’dan aktaran Gartner ve McCarthy,
1991: 288-89). OP’nin, daha ileri giderek, cinayet işlenme olasılığının yüksek olduğu
günler (Perşembe ve Pazar) ve saatler çizelgesi (akşam 6 ile sabah 6 arası) çıkardığı da
olmuştur (Türk Yılmaz, 2008: 19).
Zaman ve mekâna ek olarak, yaş, medeni hal ve istihdam durumu da, OP’nin kadın
cinayetlerine yönelik analizlerinde değerlendirdiği faktörlerdir (Gartner ve McCarthy,
1991: 295). Buna göre, iş sahibi bir kadının, ev dışında geçirdiği süre artacağı için, bir
cinayete kurban gitme olasılığı da artacaktır (Gartner, p: 295). Buna ek olarak, istihdam edilen kadınların, elde ettikleri gelire bağlı olarak, eğlence, boş vakit geçirme vs
amaçlı ev dışı aktivitelerinin artması, cinayet potansiyelini arttırır.
Yukarıda özetlendiği şekliyle OP’nin sunduğu yaklaşıma göre, kadınlar en çok geceleri, evden uzakta ve ıssız mekanlarda öldürülmektedirler. Başka bir ifadeyle, bir
kadının evin dışında ve yalnız başına geçirdiği vakit arttıkça, bir cinayete kurban
gitme olasılığı da artmaktadır. Bugün Türkiye’deki emniyet teşkilatında hala yaygın
kabul gören bu bakış açısının yansımalarını, polisin “suçtan korunmak için kadınlara
verdiği öğütler”de görmek mümkün (Ntvmsnbc, 2 Mart 2011). Bu öğütler, kadınların
ıssız yerlerde bulunmalarının, yalnız başlarına olmalarının tehlikelerine işaret edip
kadınları, yanlarında tanıdıkları olmadan evlerinden dışarı çıkmamaları konusunda
uyarıyor. OP’nin şekillendirdiği bu yaklaşıma göre, hane dışında ve yeni tanıştıkları
kişilerle geçirdikleri vakit daha fazla olacağından, genç kadınlar ileri yaşlardan kadınlara göre; bekar kadınlar evli kadınlara göre ve de ev dışında çalışan kadınlar ev
kadınlarına göre; daha fazla risk altındadırlar (Gartner ve McCarthy, 1991: 291-95).
Bu anlayış, kadınlara yönelen şiddetin en çok hane içinden, kadınların yakınları olan
erkeklerden geldiği gerçeğini tamamen göz ardı etmekte, kadınlara yönelen şiddetin yalnızca yabancılardan geldiğini varsaymaktadır. Ancak Kadın Dayanışma Vakfı
tarafından 2002 tarihinde yayınlanan rapor, Türkiye’deki kadınların %97’sinin hayatları boyunca, eşi, babası ya da diğer yakınları tarafından en az bir kez şiddete
maruz bırakıldıklarını ortaya koymaktadır (rapordan aktaran Hürriyet, t/y). Yapılan
çalışmalar ulusal sınırlar dışında da benzer bir durumun gözlendiğini göstermektedir.
Nitekim, Avrupa Konseyi’nin konuyla ilgili 2002 tarihli raporu, öldürülen kadınların
% 40 ila 70’inin yakın ilişki içinde oldukları erkekler tarafından öldürülmüş olduğunu ortaya koymaktadır (rapordan aktaran Hürriyet, t/y).
Bekar kadınların evli olanlara nazaran daha yüksek risk altında oldukları varsayımı,
haneiçinden yönelen şiddetin en çok kadınların eşlerinden geldiği gerçeğini yok sa96
KADIN CİNAYETLERİ: Kavramsallaştırma ve Sorunlu Yaklaşımlar
Yrd. Doç. Dr Elif Gazioğlu
yar. Bununla birlikte, Emniyet Teşkilatı’nın uygulamasında vücut bulan, kadını dışarıdan korkutarak ona, “en güvenli yer haneiçidir” mesajını empoze eden klasik
anlayışın, kadınları evlerinden çıkararak kamusal mekanlara ve özellikle istihdam
alanlarına dahil etme çabasındaki ulusal ve global eğilimlerle de çeliştiğini söylemek
mümkün.
2. Motivasyona Dayalı Perspektif ve Kadın Cinayetleri
Gartner ve McCarthy’nin aktardığı üzere, Motivasyona Dayalı Perspektife (MP) göre,
kişi ya da kişiler kendilerini tehdit altında hissettikleri ya da sınırlı veya değerli kaynaklara ulaşmada başkalarıyla rekabet içinde olduklarında, bu durumlarını sonlandırmak için cinayete başvurmaktalar. OP’nin aksine MP’nin, kişiye yakınlarından
yönelen şiddet eylemlerini (intimate violence) açıklamaya daha fazla olanak tanıdığını söylemek mümkün. Kadın cinayetleri söz konusu olduğunda MP, kadınların,
geleneksel-hiyerarşik toplumsal konumlarına ayak dirediklerinde, kamusal ya da özel
ilişkilerinde ataerkil hâkimiyete meydan okuduklarında, şiddet görme risklerinin artacağını öngörmekte (Gartner ve McCarthy, 1991: 289).
Yaş, OP gibi MP’in de kadın cinayetlerine yönelik analizlerinde değerlendirdiği faktörlerden biridir. Buna göre, özellikle kamusal alanda, erkeklerle rekabete girme oranları daha düşük olduğu için ileri yaş gruplarından kadınların öldürülme riski, genç
kadınlara göre daha düşük olacaktır. Diğer taraftan genç kadınlar, istihdam edilme
gibi çeşitli alternatiflerin sağladığı olanaklar dolayısıyla, özellikle yakın ilişkilerinde,
karşı tarafa daha az bağımlı olduklarından öldürülme riskleri yüksek olacaktır. Ayrıca
yakın olmayan ilişkiler içerisinde de, rekabete açık ortamlarda daha fazla bulunacaklarından, şiddet eylemlerinin kendilerine yönelme riski daha yüksek olacaktır (Gartner ve McCarthy, 1991: 291-92).
MP’nin analizlerinde değerlendirilen bir diğer faktör, medeni haldir. MP’ye göre, evli
kadınların ev dışında geçirdikleri vakit, evli olmayan kadınlara göre daha az olduğundan, yabancılar tarafından şiddet eylemlerine maruz kalma riskleri de azalacaktır.
OP’nin öngörülerine benzer şekilde MP de evli olmayan kadınların, kendilerini koruyacak yakınlarından uzakta daha fazla vakit geçirdiklerinden, bu tür olaylarla karşılaşma risklerinin daha yüksek olduğunu söyler (Gartner ve McCarthy, 1991: 293).
Cinayet riski istihdam durumuna göre değerlendirildiğinde ortaya çıkan sonuca
göre, çalışan kadınlar, çalışmayan kadınlara göre daha fazla risk altındadır. Kadının
evin dışında çalışması, yer alacağı ekonomik rekabet ortamları dolayısıyla hem uzak
ilişkilerinden yönelecek şiddet eylemlerini hem de, kadına ev içi roller biçen geleneksel işbölümüne meydan okuması dolayısıyla, yakın ilişkilerinden yönelecek şiddet
eylemlerini arttıracaktır (Gartner ve McCarthy, 1991: 295).
Görüleceği gibi, Motivasyona Dayalı Perspektifin öngörüleri birçok noktada Olanaklara Dayalı Perspektif ile örtüşmekte. Buna göre, çalışan kadınların çalışmayan kadın97
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
lara oranla, bekar kadınların evli kadınlara oranla, genç kadınların da ileri yaşlardan
kadınlara oranla daha fazla risk altındadır. Esasında, kadınlara yönelik şiddet ve cinayet riskinin artışını, kadınların özel ve kamusal alandaki tutum ve davranışlarına
bağlayan bu yaklaşımlara göre, örneğin, evin dışında çalışan kadın sayısı arttıkça,
kadın cinayetleri de artacaktır.
SONUÇ
Türkiye’deki resmi kurumlar ve akademik camianın, kadınların toplumsal cinsiyet
temelli saiklarla öldürülmeleri olgusuna eğilmeleri ancak 2000ler gibi geç bir tarihte
gerçekleşti. Türkiye’ye ait resmi istatistiklerin işaret ettiği vahim durum, esasında,
ekonomik, tarihsel ve kültürel olarak birbirlerinden çok farklı birçok ülkenin ortak
sorununa işaret etmekteydi. Bu çalışma, bu ortak sorunun –kadın cinayetlerinin- toplumsal cinsiyetle bağını görünür kılacak bir kavramsal arayışa dair tartışmaları aktarmakta ve bu tartışmaların söz konusu cinayetlerin görünür kılınmasındaki önemini
teslim etmektedir. Bununla birlikte, kadın cinayetlerinin, kadına yönelik şiddetin bir
uzantısı olduğu gerçeği, bu cinayetlerin münferit değil, sistematik olduğuna işaret
etmektedir.
Türkiye’deki kadınları şiddetten korumaya yönelik uygulamaların büyük oranda bu
yaklaşımlardan beslendiğini söylemek mümkündür. Örneğin elektronik kelepçe gibi
bir uygulama, cinayet işleme potansiyeli tespit edilen kişiye takılacak bir cihaz sayesinde, kişinin takip edilmesine dayanmakla birlikte, takip mesafesinin, tehdit altındaki kadının yaşadığı eve göre ayarlanması öngörüldüğü için, kadının sadece kendi
evinde güvende olduğu anlayışını destekleyecek, dolayısıyla kadını eve hapseden geleneksel toplumsal cinsiyet normlarının derinleşmesine hizmet edecektir. Benzer bir
şekilde, kadın cinayetlerine dair istatistikleri, evli kadınların bekarlara göre, ailesiyle
yaşayan kadınların yalnız yaşayanlara göre ya da ev dışında çalışmayan kadınların
çalışan kadınlara göre çok daha güvende oldukları şeklinde yorumlamak, bu istatistikleri manipüle etmekten öte bir anlam taşımayacaktır. Bu nedenle, Olanaklara
Dayalı ve Motivasyona Dayalı Perspektif gibi, kadınlara yönelik şiddetin en çok hane
içinden geldiği ya da herhangi bir mekan ve zaman aralığı tanımaksızın sürekli gerçekleşmekte olduğu gerçeklerini gizleyen egemen yaklaşımlardan vazgeçilmesi, bu
tür cinayetlerin önlenebilmesinde ilk ve en önemli adımı oluşturacaktır.
Kadın cinayetlerinin toplumsal değil de kişisel bir sorun olduğu kabulü, bir başka ifadeyle, bu olguyu mevcut toplumsal cinsiyet rejiminin bir uzantısı değil de, münferit
vakıa olarak gören yaklaşım, bugün, şiddet suçlarına yönelik mücadele yöntemlerine
yön veren iki sorunlu bakış açısına, Olanaklara Dayalı Perspektif ile Motivasyona
Dayalı Perspektife dayanmaktadır. Bu yaklaşımları eleştiren bu çalışmanın, kadın cinayetlerine yönelik bundan sonra yapılacak olan çalışma ve yeni uygulamalara katkı
sunacağı umulmaktadır.
98
KADIN CİNAYETLERİ: Kavramsallaştırma ve Sorunlu Yaklaşımlar
Yrd. Doç. Dr Elif Gazioğlu
KAYNAKÇA
Ayhan, İrem (2007), Kentte Suç Oranının Ekonomik, Sosyal ve Mekansal Değişkenlerle Modellenmesi,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, İzmir.
Benson, Michael - Simpson, Sally (2009), White Collar Crime: An Opportunity Perspective, Routledge, New York.
Bravo, Soledad Rojas (2008), “Femicide in Chile”, Strengthening Understanding of Femicide: Using
Research to Galvanize Action and Accountability – Conference Papers on Femicide, April
14-16, Washington DC, s. 95-102.
Caputi, Jane – Russell, Diana E.H. (1990), “Femicide: Speaking the Unspeakable”, Ms., Vol. 1(2),
s. 34-37.
Carcedo, Ana (2008), “Femicide in Central America 2000-2006”, Strengthening Understanding of
Femicide: Using Research to Galvanize Action and Accountability – Conference Papers on
Femicide, April 14-16, Washington DC, s. 39-45.
Corry, John (1801), The Satirical Review of London at the Commencement of the Nineteenth Century,
London, G. Kearsley.
Dawson, Myrna – Gartner, Rosemary (1998), “Differences in the Characteristics of Intimate
Femicides: The Role of Reationship State and Relationship Status”, Homicide Studies,
Vol. 2 (4), s. 378-399.
Gartner, Rosemary - McCarthy, Bill (1991), “The Social Distribution of Femicide in Urban Canada, 1921-1988”, Law and Society Review, Vol. 25(2), s. 287-311.
Gruenewald, Paul - Freisthehler, Bridget - Remer, Lillian - LaScala, Elizabeth - Treno, Andrew
(2006), “Ecological Models of Alcohol Outlets and Violent Assaults: Crime Potentials
and Geospatial Analysis”, Addiction, Vol. 101, s. 666-677.
Holmén, Magnus – Ljungberg, Daniel (2009),” What do Academics do?: An Opportunity Perspective on University Literature”, http://www2.druid.dk/conferences/viewpaper.
php?id=5972&cf=32 (12.10.2011).
Husseini, Rana (2008), “Honor-Related Crimes in Jordan”, The Jordan Times, 3 December 2008.
Pola, Maria Jesus (2008), “Feminicide in the Dominican Republic”, Strengthening Understanding
of Femicide: Using Research to Galvanize Action and Accountability – Conference Papers
on Femicide, April 14-16, Washington DC, s. 49-55.
Quinet, Kenna (2011), “Prostitutes as Victims of Serial Homicide: Trends and Case Characteristics from 1970-2009”, Homicide Studies, Vol. 15(1), s. 74-100.
Russell, Diana E. H. (1990), Rape in Marriage, Bloomington, Indiana University Press.
Russell, Diana E. H. – Harmes, Roberta A. (2001), Femicide in Global Perspective, New York, Teachers College Press.
Russell Diana E. H (2008), “Femicide: Politicizing the Killing of Females”, Strengthening Understanding of Femicide: Using Research to Galvanize Action and Accountability – Conference
Papers on Femicide, April 14-16, Washington DC, s. 26-31.
The Oxford English Dictionary (Second Edition, Volume 5) (1989), Oxford, Clarendon Press.
99
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Tegenu, Tsegaye (2006), “Revisiting Youth Bulge Countries, Deprivation Hypothesis and Opportunity Perspective”,
http://www.aigaforum.com/articles/Revisiting_Youth_Bulge.pdf (15.10.2011).
Türk Yılmaz, Burcu (2008), Faili Meçhul Cinayetlerde Mağdur Profili, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü, Sosyal Bilimler Anabilim Dalı, İstanbul.
Widyono, Monique (2008), “Conceptualizing Femicide”, Strengthening Understanding of Femicide: Using Research to Galvanize Action and Accountability – Conference Papers on Femicide, April 14-16, Washington DC, s. 7-25.
Jones, Dorian (2001) “Türkiye’de Kadın Cinayetleri Hızla Artıyor”, http://www.voanews.
com/turkish/news/Turkiyede-Oldurulen-Kadn-Says-Hzla--Artyor-117606393.html
(15.10.2011).
Gazeteler
Bianet (29 Temmuz 2011), “Kadına Karşı Şiddet İçin Kelepçe ve Buton”, http://bianet.org/bianet/bianet/131808-kadina-karsi-siddet-icin-kelepce-ve-buton, 10.05.2013
Hürriyet (t/y), “Yanlış İnanış: Aile İçi Şiddet Sanıldığı Kadar Yaygın Değildir”, http://dosyalar.
hurriyet.com.tr/aileici/aileicisiddet2.asp, 10.05.2013
Ntvmsnbc (2 Mart 2011), “Emniyetten Kadınlara Uyarı”, http://arsiv.ntvmsnbc.com/
news/138462.asp, 12.05.2013
Ntvmsnbc (24 Kasım 2009), “Kadın Cinayetleri Binde 1400 Artış Gösterdi”, http://www.
ntvmsnbc.com/id/25024737/, 11.03.2013
Sabah (23 Eylül 2011), “Ürküten Rapor”, http://www.sabah.com.tr/Yasam/2011/09/23/urkutenrapor, 11.03.2013
100
7
MULTIVARIATE TIME SERIES MODELING OF THE
NUMBER OF APPLICANTS FOR CONDITIONAL CASH
TRANSFER PROGRAM IN TURKEY
Ahmet Fatih ORTAKAYA*
Asst. Prof. Dr. Ceylan TALU YOZGATLIGİL**
Abstract
Conditional Cash Transfer (CCT) is a social assistance program which aims for investing in human capital by enabling families
under risk of poverty to send their children to school and to benefit from health services regularly. CCT program in Turkey was
spread among poor families, and demands for the program were increased. The need for examining these demands scientifically
made this study necessary. In this study, the change of CCT applications over time was modeled by using multivariate time
series modeling namely vector autoregressive models with exogenous variables (VARX) according to geographical regions.
Keywords: Conditional Cash Transfer (CCT), Systems of Dynamic Simultaneous Equations (SEM), Multivariate Time Series
Analysis, VARX models.
TÜRKIYE'DEKİ ŞARTLI NAKIT TRANSFERI PROGRAMI BAŞVURULARININ
ÇOK BOYUTLU ZAMAN SERİLERİ İLE MODELLENMESİ
Özet
Şartlı Nakit Transferi (ŞNT), yoksulluk riski altında bulunan ailelerin çocuklarının düzenli olarak eğitim ve sağlık hizmetlerine
erişiminin sağlanması ile bu ailelerin beşeri sermayelerini desteklemeyi amaçlayan bir sosyal yardım programıdır. Türkiye'deki
ŞNT programı yoksul haneler arasında hızlı bir şekilde yayılmış ve bahse konu yardım programı için talep artmıştır. Yardım
programı için bu talebin bilimsel olarak incelenmesi ihtiyacı bu çalışmayı gerekli kılmıştır. Bu çalışma ile Şartlı Nakit Transferi
Programı için yapılan yardım başvuruları bağımlı değişkenli vektör otoregresif zaman serileri isimli çok boyutlu zaman serileri
analizi ile coğrafi bölgeler temelinde modellenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Şartlı Nakit Transferi (ŞNT), Dinamik Eşzamanlı Denklem Sistemleri, Çok Boyutlu Zaman Serileri Analizi,
VARX modeller.
*
Aile ve Sosyal Politikalar Uzmanı,
**
Orta Doğu Teknik Üniversitesi, İstatistik Bölümü
101
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
1. INTRODUCTION
Being a social assistance program CCT, aims for decreasing poverty by means of cash
transfers in the short run and aims for investing in poor’ human capital by providing
basic preventative health care, regular school attendance and nutrition in the long
run. Under the state of these aims, starting from 1990s more than 20 countries in
the world has implemented their own CCT program by the mediation or leadership
of World Bank. The program in Turkey has started in order to eliminate the negative
effects of economic crisis on poor in 2001 within the Social Risk Mitigation Project.
CCT program is implemented in many countries all over the world. It was started as
a pilot social assistance program in the countries facing global crises such as Kenya
and Pakistan. On the other hand, in countries such as, Colombia, Argentina, Brazil
and Mexico, it is implemented as a large-scale social assistance program. Early experience of CCT program took place in Latin American Countries (LAC) where the
risk of poverty is quite high. With the experience gathered from the implication of
CCT in those countries, more sophisticated programs were introduced in Africa and
Asia as well. As the main goals of the programs are achieved, impact assessments are
done to evaluate the certain effects of the programs by the mediation or leadership
of International Food Policy Research Institute (IFPRI). Although, these impact assessments provide information about the effects of the CCT on beneficiary people or
households covered in the program, they still do not reveal information about when
to reach the desired number of people to benefit from the program.
In our knowledge, almost in all CCT programs in the world, number of people or
households to be covered in the program is determined (or guessed) before the program starts. However, during the implementation step of the CCT, this number is
mostly exceeded and the number of people (or households) to be covered in the
program even in the following weeks or months is mainly unknown. Besides, total
number of people (or households) to apply for the CCT program, in the following
weeks or months in any country where it is implemented, is unknown, as well.
An innovative study for determining the total number of applications and beneficiary households for the CCT program in Turkey was done as an expertise thesis (Ortakaya, 2010a). In thesis study, Autoregressive Conditional Heteroscedastic (ARCH)
and Generalized Autoregressive Conditional Heteroscedastic Models (GARCH) were
used to predict and to forecast the total number of applicants and beneficiary households for CCT program all over Turkey. This was a univariate case study and time
varying applications and beneficiary households according to geographical differences was not taken into account. Besides, the geographical relations for the applicants (whether the application in one region has an increasing or decreasing effect
on the applications of other regions) were not of interest (Ortakaya, 2010a). Hence,
in this updated study, it is aimed to examine the unpredictable demands for the CCT
102
TÜRKIYE'DEKİ ŞARTLI NAKIT TRANSFERI PROGRAMI BAŞVURULARININ ÇOK BOYUTLU ZAMAN SERİLERİ İLE MODELLENMESİ
Ahmet Fatih ORTAKAYA, Asst. Prof. Dr. Ceylan TALU YOZGATLIGİL
program in Turkey according to geographical regions. It is also aimed to show that
the number of applicants for the CCT program in Turkey can be modeled by using
multivariate time series analysis. (Further discussion in multivariate time series modeling can be found in literature see Bollerslev et al., 1988; Engle and Kroner, 1995;
Engle, 2002; Brooks et al., 2003; Comte and Lieberman, 2003). By using this study,
resources to be allocated for the CCT program in Turkey according to geographical
regions and the number of people who are responsible for the implementation of the
CCT can be re-planned. By using the required data, this study can also be extended
for the CCT programs in other countries as well.
In order to obtain the demand for the CCT applications, the multivariate time series
analysis considering all geographic regions in Turkey is used. The change in CCT
applications are modeled by vector autoregressive model with exogenous variable
(VARX) given as the household size. In almost all poverty studies, as the household
size increases the risk of poverty increases. Due to this importance, the change of
household size can provide information for determining the time varying behavior
of applications for the CCT program in Turkey. Hence, household size is included as
an exogenous variable model.
The remainder of this paper is organized as follows: In Section 2, CCT program in
Turkey is described in detail. In Section 3, proposed model is defined. In Section 4,
proposed model is applied to the CCT applications and obtained results are given. In
the final section general evaluations and conclusions were drawn with the help of
data analysis obtained by using the fitted model.
2. CONDITIONAL CASH TRANSFER PROGRAM IN TURKEY
CCT program has been started within the context of Social Risk Mitigation Project
(SRMP) in Turkey. Under the CCT component of the investment portion, a social assistance program has been applied in order to invest in human capital of poor people
and break intergenerational poverty chain by providing education and health supports (SYDGM, 2007). By the termination of SRMP on 31th of March 2007, applications under CCT were delivered to General Directorate of Social Assistances (GDSA).
2.1. The Aim of CCT Program in Turkey
Declared among the recent social assistances programs, CCT is aimed for transferring
cash directly to poor who cannot access to education and health services provided
by the state sufficiently. In a more explicit way, CCT is a social assistance program to
provide cash support for poor families who are under the scope of Social Assistance
and Solidarity Foundation Law and who cannot send their children to school or
who have flunk their children from schools, and who cannot get or afford regular
103
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
health checks for their pre-school children or who cannot give a birth in a health
institution.
The aim of CCT program is to make children of poor to let them continue to their
education and to make poor families have their children aged between 0 - 6 health
checked regularly. In addition, it is aimed for pregnant in poor families to give a birth
in a health centers. The main aim of the CCT program is to create a positive attitude
for poor families towards accessing education and health services by providing direct
cash transfer so that the intergenerational poverty among them will be prevented.
2.2. Target Group, Goals and Components of The Program
Target group of the program is constituted by the families who cannot send their
children to school or who cannot have their children’s health-checked regularly,
who do not belong to any social security institution, who do not have a regular
income and who belong to the poorest community. The goals of the program are as
follows:
*
To enable children of poor to continue their education by meeting education the
costs like text books, school clothing, school fees that prevent children from going to
schools,
*
To enable poor families to benefit from health and nutrition services such as immunization, growth monitoring and troubleshooting in malnutrition disorder after the
birth,
*
To prevent from the birth risks during pregnancy by regular follow-ups before giving
the birth, to have a fully scheduled vaccination after the birth, to avoid possible risk
of anemia during pregnancy and to give a birth in hospitals or in health institutions
(SYDTF, 2005).
In order to achieve the goals of the CCT program by meeting the specific conditions
for each sub-program, education, health and pregnancy supports are provided. Under
the scope of education component, families who belong to the poorest proportion
should register their children to schools and should make them continue their education at 80% attendance rate. Under the scope of health component, families who
belong to the poorest proportion should visit the clinics or health centers regularly
to have their children aged between 0-6 checked and have them vaccinated in schedule. They should also attend the health seminars in those clinics and health centers
regularly. Under the scope of pregnancy support, pregnant women in families having
the same socio-economic status as stated above should have regular health checks
during their pregnancy period, and give birth in a health center.
104
TÜRKIYE'DEKİ ŞARTLI NAKIT TRANSFERI PROGRAMI BAŞVURULARININ ÇOK BOYUTLU ZAMAN SERİLERİ İLE MODELLENMESİ
Ahmet Fatih ORTAKAYA, Asst. Prof. Dr. Ceylan TALU YOZGATLIGİL
2.3. Targeting Mechanism of CCT Program
Generally, different targeting mechanisms are employed in the social assistance programs. By using these mechanisms, poor households or individuals in poor households are targeted. There are other methods used for targeting the poor geographically. Sometimes combinations of these methods are applied. Three different approaches
are used for targeting the poor households or individuals in poor households. These
approaches are: Verified Means Testing (VMT), Unverified Means Testing (UMT) and
Proxy Means Testing (PMT) (Castañeda and Lindert, 2005).
VMT is used in OECD countries where the households or the individual’s income
and expenditure can be measured, can be held in sophisticated databases and can
be verified by using cross-checks from other national databases. VMT is accepted to
be the most effective targeting mechanism in identifying the poor due to countries’
low level of informal economy rate, existence of integrated database of assets, social
insurance, banking and taxing systems (Castañeda and Lindert, 2005). However, this
method cannot be widely used in developing countries. The main reasons are that
administration, infrastructure and implementation costs are high. And the systems
used in VMT are not commonly applicable in developing countries.
In the assessment of VMT method, conditions to benefit from the social assistance
programs are determined. After that households apply for the desired social assistance program and the information they provide during application is verified and
checked both by field visits and from the databases. The ones meeting the necessary
requirements are considered to be eligible for the program. On the other hand, in
the assessment of UMT method, the applicant household’s or individuals’ income is
received according to their statements and these statements are not verified or only
a limited number of them are verified by field visits. To measure the socio-economic level of households in local level, surveys are conducted and the gathered data
are registered to central databases whenever possible. Different kinds of analysis are
made using this unverified information, and the applicants are determined as beneficiary if they meet the conditions to benefit from a given social assistance program.
Compared to the VMT method, UMT method is more economical and easy to apply.
However, this method has disadvantages such as being inaccurate in measuring income and socio-economic level, becoming far from transparency and accountability,
and letting some households or individuals to benefit from social assistance programs longer than they can (Adato 2000; Adato et al., 2000).
Due to the difficulty in measuring the income in an efficiently, in some LAC countries and in Turkey, PMT method is used for identifying the poor. In this method,
poverty is considered as a multidimensional phenomenon. To apply this method,
a statistical approach is used. First, households are selected by using various sampling techniques all over the country. After the sampling is done, questions are asked
105
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
to determine the socio-economic status of these households. Using the data gathered, regression models are fitted by using explanatory variables obtained from the
questionnaires. When there are correlated variables, principle component analysis is
mostly applied and smaller numbers of independent and uncorrelated variables are
obtained.
Variables like; the development status of the residence area where the applicant’s
house is settled, the number of people living in the house, education level of each
household, the number of children continuing in education in the house, working
status and income of the total family members, the quality and quantity of goods in
the house, etc. are included in the regression models so as to create a scoring formula
for determining the household’s socio-economic level. According to the result of
analysis made, households or individuals who have a smaller score than the desired
threshold point become eligible for the social assistance program (Ortakaya, 2010b).
PMT is considered as an effective targeting method for detection of extreme poor
households and enabling them benefit from social assistance programs in the longterm. (Castañeda and Lindert, 2005). In order to use PMT for determining the poor
households in CCT Program in Turkey, different indicators implying the socio-economic status of the family had to be determined. To obtain these indicators, “Beneficiary Assessment Research” was conducted (Özcan and Ayata, 2001).
The formula used in the beneficiary selection system of CCT is being updated. A new
study on developing a scoring formula was started by GDSA. This study is carried out
with the cooperation of The Scientific and Technological Research Council of Turkey
(STRCT), Turkish Statistical Institute (TSI) and State Planning Organization (SPO).
The aim of the study is to determine the poor households that apply for any of the
social assistance programs as well as CCT. The differences in Nomenclature of Units
for Territorial (NUTS) Statistics in Turkey, consumption and income per capita households and the applicants’ socio-economic status are taken into account in within the
developing steps of the new formula (Ortakaya, 2010b).
2.4. The Process of Application and Becoming Beneficiary in CCT
In order to benefit from CCT program, one should apply the SAS foundation in his/
her district. First investigation is done by using the Integrated Information System for
Social Assistance Services. Within this first investigation information like; addresses, copies of civil-family registration, employment status, unemployment insurance,
short-time working allowance and job loss compensation, social assistance received
including (CCT and Project Supports), home care allowance received, existence of
social security, benefiting from health services and receiving allowance (assistance)
according to the law no.2022, benefiting from green card services, owning property
or planted area and owning a motor vehicle, being registered to tax system and run106
TÜRKIYE'DEKİ ŞARTLI NAKIT TRANSFERI PROGRAMI BAŞVURULARININ ÇOK BOYUTLU ZAMAN SERİLERİ İLE MODELLENMESİ
Ahmet Fatih ORTAKAYA, Asst. Prof. Dr. Ceylan TALU YOZGATLIGİL
ning a business, getting a scholarship obtained by just providing a Turkish Identity
Number for the applicants in few seconds (Ortakaya, 2010b).
Second investigation consists of home visits of applicant households by the social
workers in SAS Foundations. They check whether the information that temporary
beneficiaries has provided during the application is correct or not (SYDTF, 2005).
The applicants’ information is verified by the social workers by social investigation
report. All these information and social investigation reports are presented to board
of trustees of the desired SAS Foundation and final decision whether the applicant
become beneficiary or not is given by them.
2.5. Monitoring System of CCT
In order to check whether the aims of the CCT program are satisfied, there should be
a strong co-ordination and co-operation between the state institution that runs the
CCT program, and health and education services that the state provides. The conditions that the beneficiaries should satisfy during the program are monitored by the
help of Integrated Information System for Social Assistance Services.
Payments in CCT program are maintained depending on the beneficiaries’ permanence in the program. In order households to continue benefiting from the CCT
program, they should bring their children aged between 0-6 to clinics for their health
checks and vaccinations where it was scheduled by the ministry of health. They
should also make their children continue their education. Tracking of these both
processes are held by feedbacks from e-school for education tracks and from Family
Medicine Information System for health tracks.
Under the scope of education support sub-program of CCT, the children of beneficiary household should attend the school with 80% of attendance rate and s/he should
not repeat the same term more than once.
Under the scope of health support sub-program of CCT, the beneficiary household
should bring their children aged between 0-6 to clinics for health checks regularly.
The schedule of the health visits are;
*
Children between 0-6 months old should be brought to clinics monthly for health
checks,
*
Children between 7-18 months old should be brought to clinics within every two
months for health checks,
*
Children between 19-72 months old should be brought to clinics within every six
months for health checks.
107
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
To benefit from pregnancy support of CCT program, the pregnant mother within the
program should keep visiting the health clinics for health check on schedule where
the visiting times are determined by the ministry of health. In order to benefit from
this program pregnant mother should visit the health centers or clinics every month
till birth and 2 months after the birth.
3. METHODOLOGY AND ANALYTICAL FRAMEWORK
In this study, the change in CCT applications in Turkey according to seven geographical regions is of interest. In time series modeling of applicants, household size is
thought to provide additional information about the past and future observations.
Hence, numbers of applications are modeled by VARX given as the household size.
Moreover, a dynamic relationship between applicants according to geographical regions is of interest. Therefore, Systems of Dynamic Simultaneous Equations (SEM)
model is used in this study.
3.1. Systems of Dynamic Simultaneous Equations
In practice, the generation processes are not affected only by the variables in the
system. In fact, they are affected by the variables both within the system and as well
as outside of the system. The variables within the system are called as endogenous
and the ones outside the system are called as exogenous or unmodelled (Lütkepohl,
2005). A model with exogenous variables can have the structural form:
Ayt=A*1yt1+...+A*pytp+B*0xt+ B*1xt1+...+B*sxts+wt
3.1.1
where yt=(y1t,...,yKt)' is a K-dimensional vector of endogenous variables and xt=(x,...,xMt)' is an M-dimensional vector of exogenous variables. A is a (KxK) matrix
1t
and shows the relations between the endogenous variables, B*i‘s are (KxK) and B*i‘s
are (KxM) coefficient matrices, respectively and wt is a K-dimensional error vector.
When the error term is white noise, the model described in (3.1.1) is named as Vector
Autoregressive Model with Exogenous Variables VARX(p,s), where p is the order of
Autoregressive (AR) term and s is the order of exogenous variable. Generally, these
models are called as dynamic simultaneous equations (SEM). (For more details in
SEM see Doornik and Hansen, 1997).
3.2. Unconditional and Conditional Forecasts
To predict future values of the endogenous variables in dynamic SEM, corresponding
values of exogenous variables should be known. In practice, however, those unmodelled variables are generally unknown. If the endogenous variables are generated by
the reduced form then the optimal -step forecast can be obtained as given below:
108
TÜRKIYE'DEKİ ŞARTLI NAKIT TRANSFERI PROGRAMI BAŞVURULARININ ÇOK BOYUTLU ZAMAN SERİLERİ İLE MODELLENMESİ
Ahmet Fatih ORTAKAYA, Asst. Prof. Dr. Ceylan TALU YOZGATLIGİL
yt(h)=A1yt(h1)+...+Apyt(hp)+B0xt(h)+...+Bsxt(hs),
3.2.1
where yt(j):=yt+j and xt(j):=xt+j for j≤0, and the for =1,2,… can be obtained in that manner since the forecasts are based on the forecasts of the exogenous variables for the
forecast period. In this type of forecast, future values of exogenous variable should
be estimated and they should be included in the forecasts of endogenous variable.
Hence, the forecast error caused by the exogenous variable effects the forecasts of
endogenous variable. (i.e. forecast errors of exogenous variable increases the forecast
errors of endogenous variable.)
In some cases the future values of exogenous variables are known or can be controlled and the forecast of yt is of interest. This type of forecast is called as .
3.3. Wald Test for Granger Causality
A former definition of causality can be expressed shortly as a cause cannot come after
the effect (Granger, 1969). In other words, if a variable affects a variable , then should
contribute improving the predictions of . Let Ω be the information set containing all
relevant information up to and including period . Let zt(h|Ωt) be the optimal -step
predictor of the process zt at origin on the basis of the information in Ωt. The forecast
MSE can be denoted by ∑u(h|Ωt). The process xt is set to cause zt in Granger’s sense if
∑u(h|Ωt)<∑z (h|Ωt/{xs|s≤t}) for at least one=1,2,...,
3.3.1
If (3.3.1) holds, then xt is Granger-causes or simply causes zt. Moreover zt can be predicted more efficiently if the information in xt process taken into account in addition
to all other information in the universe, then xt is causal for zt (Lütkepohl, 2005).
4. DATA COLLECTION AND DATA ANALYSIS
Data for modeling the total number of applicants (demands) changing over time
were taken from CCT Program’s database. By using this data, time-varying demands
were examined and modeled with respect to geographical regions. For modeling the
number of the applicants, data from May 2003 to June 2009 were used. Total number
of CCT program applicants and the total household size of those applicants were
grouped weekly according to geographical regions. Here the endogenous variable
is the total number of applicants and the exogenous variable is the total number of
people living in the house. For modeling the number of applicants, a total of 317
weekly data obtained between May 24, 2003 and June 20, 2009 was used and the
possible number of applicants for the future observations was forecasted.
109
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Medit
E. Anatolia
Aegean
C. Anatolia
Blacksea
Marmara
S.E. Anatolia
Figure 1: Time Series Plot of Weekly Total CCT Program Applicants According to
Geographical Regions
As it can be seen in Figure 1, during the pilot stage of the program in 2003, average
number of applicants all over Turkey was around 2,000. After 2004, by spreading out
the program all over the country, the total number of applicants rose up quickly. Especially in May of 2004 in Southeastern Anatolia Region, the corresponding number
increased through 30,000. Due to increase in the awareness of CCT program all over
Turkey, the number of applicants during the time period March 2003 through January 2006 were higher in number than the other time periods. It can also be inferred
from the Figure 1 that, after the July 2006, the volatility of the number applicants
with respect to geographical regions has decreased.
In this part of the study our concern is to investigate the relationship between total
the number of applicants in each regions. In other words, our aim is to learn if the
increase or decrease in demand for the CCT program in one region affects the demand for the program in other regions. Due to socio-economic levels, geographical
distance and migration within the neighborhood regions, we may expect to discover
certain relations on the demands for the CCT program in a couple of regions. Especially, because of high ratio of migration rate in Mediterranean Region, demands in
there can be affected from demands in the other regions such as, Eastern and Southeastern Anatolia.
Before starting to model the number of applicants for CCT program with respect
to geographical regions, checking the linear association between the endogenous
110
TÜRKIYE'DEKİ ŞARTLI NAKIT TRANSFERI PROGRAMI BAŞVURULARININ ÇOK BOYUTLU ZAMAN SERİLERİ İLE MODELLENMESİ
Ahmet Fatih ORTAKAYA, Asst. Prof. Dr. Ceylan TALU YOZGATLIGİL
variable (total number of weekly applicants) and exogenous variable (weekly total
household size) would be necessary. Hence, to detect this relation, a scatter plot of
endogenous variable versus exogenous variables according to seven regions is used
and strong positive linear association found between them.
In order to stabilize the variation in the endogenous variable Box-Cox transformation method is used. After trying several lambda values for each regions, 0.35 for
Mediterranean, Central Anatolia and Blacksea Regions, 0.32 for Aegean and Marmara
Regions, 0.42 for Eastern Anatolia Region and 0.39 for Southeastern Anatolia Region
found to be applicable (For the lambda values of those series, the smallest AIC and
SBC values are obtained). In order to keep the linear association between endogenous
and exogenous variables the same transformation is applied to exogenous variable
as well.
After the transformation is completed Augmented Dickey-Fuller (ADF) test is applied
for both endogenous and exogenous variables for applicants in each region. According to test result there are no regular unit roots but there exist seasonal unit root. In
order to get rid of seasonal unit root, seasonal differences for both endogenous and
exogenous variables are taken and a VARX(p,s) model was fitted to the data. Since the
data is differenced at lag seven (i.e. seasonally differenced), values including seven
for p and s was tried. The smallest finite-population corrected Akaike Information
Criteria (AICC) obtained when p=(1,7) and s=2 without the constant term. Here, p
shows the Ylag values and s shows the Xlag values. A more explicit form of the fitted
VARX(7,2) model is given below:
yt=A1yt1+A2yt7+B0xt+B1xt1+B2xt2+wt,
4.1
where yt=(y1t,...,y7t)'is a seven-dimensional vector of endogenous variables (number of applicants for CCT program with respect to geographical regions) and xt=(x,...,x7t)' is a seven-dimensional vector of exogenous variables (household size of the
1t
applicants with respect to geographical regions).A1 and A2 are (77) and B0,B1,B2 are
(77) coefficient matrices, respectively, and wt is a seven-dimensional error vector. According to significant model parameters by LSE of VARX(7,2), this model seems to fit
reasonably good. DW statistics are closer to two for each individual variable. Besides,
normality of the residuals for Aegean, Central Anatolia and Marmara Regions seem
to be satisfied. The residuals from Eastern Anatolia and Blacksea Regions do not seem
normal according to Normality Chi-square values obtained by SAS. However, p-values in Anderson Darling (AD) test statistics for checking the normality of residuals
from Eastern Anatolia Region was found to be 0.103 and those for Blacksea Region
was found to be 0.02 in MINITAB.
111
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
MED. RES
-4
-3
-2
-1
0
1
2
0
3
15
-0,8
-0,4
Frequency
M.RES
0,0
0,4
0,8
1,2
B.RES
0
-1,2
-0,8
-0,4
0,0
0,4
0,8
1,2
3
4
E.RES
80
40
40
40
20
20
0
C.RES
30
15
50
0
A.RES
30
100
-1,2
-0,6
0,0
0,6
1,2
0
1,8
-1,3 -0,9
-0,4
0,0
0,4
0,9
1,3
0
-3
-2
-1
0
1
2
S.E.RES
40
20
0
-6
-4
-2
0
2
4
6
Figure 2: Histogram of the Residuals from Applicant Series According to
Geographical Regions (Checked Distribution: Normal)
Now each of the fitted series and 10 forecasted values from the models above are
plotted against the observed values for each geographical region. In order to obtain
the forecasts, 10 last observations of the exogenous variables are used. (Since the
exogenous variables are the total household size, it is not meaningful to have rapid
changes in them). Besides, using unconditional forecasts results in higher forecast
errors, so conditional forecast is used.
Table 1: Granger-Causality Wald Test for the Applicant Series
VARIABLES
TEST
DF
CHI-SQUARE
PR> CHI-SQUARE
dbast
1
2
4.9
0.0863
abast
gbast
2
2
8.74
0.0127
mbast
dbast
3
2
0.84
0.6581
mbast
gbast
4
2
7.29
0.0262
GROUP 1
GROUP 2
abast
According to Wald Test presented in Table 1, the p-values for test two and test four
are significant. Also p-value for the first test is closer to 0.05. This means that the to-
112
TÜRKIYE'DEKİ ŞARTLI NAKIT TRANSFERI PROGRAMI BAŞVURULARININ ÇOK BOYUTLU ZAMAN SERİLERİ İLE MODELLENMESİ
Ahmet Fatih ORTAKAYA, Asst. Prof. Dr. Ceylan TALU YOZGATLIGİL
tal number of weekly CCT program applicants from Eastern Anatolia Region affects
positively the total number of weekly CCT program applicants from Mediterranean
Region (using the 10% significance level). Also, applicant series from Southeastern
Anatolia Region affects positively the Marmara and Mediterranean Regions as well.
In fact, Southeastern Anatolia Region, which has the highest number of applicants
and beneficiary households in CCT program, has crucial importance on the behavior
of applicants all over Turkey. It was also checked if the applicant series in Marmara
and Mediterranean Regions have an effect on the applicant series Southeastern Anatolia Region and Eastern Anatolia Region. The applicant series in other regions was
also checked if they have relation with any other applicant series of each region, and
they were found to be insignificant by Wald Test at 10% of significance level.
5. CONCLUSION
CCT is a social assistance program which aims for increasing the accessibility to
health and education services of poor families by enabling them to send their children to schools and making those families to visit health services regularly. In this
program, the poorest people is targeted and their basic needs like education, health
and nutrition are met so that, they tend to create a positive behavior on accessing
health and education services. Thus, intergenerational poverty transfer among them
is to be prevented.
There are two fundamental aims of the CCT program. It is aimed to decrease poverty by means of cash transfers directly in the short run, and it is aimed to invest in
children’s human capital by providing basic preventative health care, regular school
attendance and nutrition in the long run. Under the state of these aims, countries
implemented/implementing their own CCT programs considering the regional and
local differences.
The CCT program in Turkey was started in order to decrease the adverse effects of
economic crisis in 2001 within the SRMP which was financially supported by the
World Bank, and was constituted under the SASF. Started as a pilot program in 2003,
CCT has rolled-out all over the country and it was adopted by poor families within a
short period. The demands for the program have increased significantly over years.
To examine these demands over time geographically, multivariate time series models
were used and future demands for the CCT program were forecasted.
In the pilot stage of the CCT program in 2003 weekly average number of applicants
all over the Turkey was around 2,000. However, after 2004, by rolling out of the
program all over the country, the total number of applications rose up quickly. It
reached 30,000 in Southeastern Anatolia Region during May 2004. Considering the
settlements of the applicants, 55% of them live in urban areas, whereas 45% of them
live in rural areas. According to Address Based Population Registration System 2008
113
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Population Census Results, proportion of population living in province and district
centers is 75%, whereas proportion of the population living in rural areas is only
25%. According to this fact, the demand for CCT program in rural areas is almost
twice of those in urban areas. This result can be verified by the TSI’s poverty study
revealing that the risk of poverty in rural areas is higher than that in urban areas.
Especially with a higher family size, family size being equal or greater than seven, in
rural areas the risk of poverty goes up to 50.26% whereas it is 33.14% in urban areas
(TUIK, 2008). This surely explains why the tendency to apply for the CCT program
in Eastern and Southeastern Anatolia Regions are higher when compared to other regions. Since, the average household size in Integrated Information System for Social
Assistance Services for Eastern Anatolia Regions is greater than six, and it is greater
than seven in Southeastern Anatolia Region.
In order to model the total number of weekly applicants from each geographical
region for the CCT program, a VARX(7,2) model was fitted to data. After the insignificant parameters were removed from the model a restricted VARX(7,2) was obtained.
Considering the significant parameters in restricted VARX(7,2) model for the applicants, it can be inferred that the time-varying applicants in regions have an effect on
the applicants in neighborhood of the corresponding regions. For example, applicant
series in Mediterranean Region is highly affected and explained by household size
of that region, its past values and applicants in Eastern and Southeastern Anatolia
Regions. According to Wald Test for Granger Causality results for those three regions,
applicant series in Eastern and Southeastern Anatolia Regions have a positive effect
on the applicants of Mediterranean Region. This is meaningful under the scope of
migration phenomenon. Poor families in Eastern and Southeastern Anatolia Regions
move/immigrate to Mediterranean Region for a possibility of job and a better standard of living conditions. This results in an increase in the poor population of Mediterranean Region. Besides, these families have high number of household size which
makes them vulnerable to decent shocks, economic crises, and these factors increase
their risk of poverty. Due to problems that they may face, after they have migrated
to a new city or region, it is inevitable for them to apply for the CCT program where
they have moved or migrated. In other words, they use the past information about
CCT program that they have gathered where they have moved from. This explains
the positive relation between applicant series in Mediterranean Region and applicant
series in Eastern and Southeastern Anatolia Regions.
Migration discussion can be extended for the regions in the neighborhood of the
other regions as well. But the main interest in this study is to analyze the effects of
high number of applicants (more than 885,000 applicants) for CCT Program in Eastern and Southeastern Anatolia Regions on the other regions. For example, Marmara
Region having the highest density of population in Turkey should be affected by the
migrants from other regions in terms of applicants of the CCT program. However
114
TÜRKIYE'DEKİ ŞARTLI NAKIT TRANSFERI PROGRAMI BAŞVURULARININ ÇOK BOYUTLU ZAMAN SERİLERİ İLE MODELLENMESİ
Ahmet Fatih ORTAKAYA, Asst. Prof. Dr. Ceylan TALU YOZGATLIGİL
it was not the case according to our VARX(7,2) model. This can be explained due
to structural form of scoring formula used in the CCT program for determining the
poorest in that region. Household size for the migrants are important to increase the
chance of being beneficiary, but the parameter weight of Marmara Region in scoring
formula is not as high as Mediterranean, Eastern or Southeastern Anatolia Regions.
So, poor migrants from Southeastern or Eastern Anatolia Regions may not become
beneficiary easily in the CCT program when they apply it in Marmara Region compared to the applicants in Eastern or Southeastern Anatolia Regions.
Considering the recent economic crises in Turkey that broke out in the middle of
2008, one may expect that application for the CCT program tend to increase after
that period. However, it was not the case. As seen in Figure 1, the tendency to apply
for the CCT program in 2007 is similar to those in 2008. The highest application rate
in those years is observed between time period August and December which seem to
follow a seasonal behavior.
To conclude, CCT is a large-scaled social assistance program in Turkey, as well as in
many countries in the world. Most of the CCT Programs in the world was started
by recent shocks or economic crises by the mediation or leadership of World Bank.
These programs are implemented by the help of experience (impact assessments,
fieldworks and academic studies) and evidence in the prior programs of CCT. These
studies are quite helpful in the implementation period of CCT programs in candidate
countries that may start a new CCT program. As it is mentioned in introduction part
such studies do not reveal information about when to reach the desired number
of people to benefit from the program and whether number of applicants tend to
change in specified periods (such as in specified months or weeks). This study is quite
helpful to show that demands for the CCT programs can be modeled and predicted
by using scientific approaches given the necessary data. Also this study can be extended for the other CCT programs in other countries as well.
115
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
REFERENCES
Adato, M. (2000), “The Impact of PROGRESA on Community Social Relationships”, International Food Policy Research Institute, Washington, D.C.
Adato, M., Coady, D., and Ruel, M. (2000), “Final Report: An Operations Evaluation of PROGRESA
from the Perspective of Beneficiaries, Promotoras, School Directors, and Health Staff”, International Food Policy Research Institute, Washington, D.C.
Bollerslev, T., Engle, R.F., and Wooldridge, J.M. (1988), “A Capital Asset Pricing Model with
Time-varying Covariances”, Journel of Political Economy, 96, 116-31.
Brooks, C., Burke, S., and Persan, G. (2003), “Multivariate GARCH models: Software Choice and
Estimation Issues”, ISMA Center Discussion Papers in Finance 2003-07, The University of Reading.
Castañeda, T., and Lindert, K. (2005), “Designing and Implementing Household Targeting Systems: Lessons from Latin America and the United States”, The World Bank, Social
Protection Discussion Paper, 526, Washington, D.C.
Comte, F., and Lieberman, O. (2003), “Asymptotic theory for multivariate GARCH process”,
Journal of Multivariate Analysis, 21, 535-557.
Doornik, J.A., and Hansen, H. (1997), Modeling Dynamic systems Using PcFiml 9.0 for Windows, International Thomson Business Press, London.
Engle, R.F. (2002), “Dynamic conditional correlation: A simple class of multivariate generalized
autoregressive conditional heteroscedasticity models”, Journal of Business and Economic Statistics, 20: 339-350.
Engle, R.F., and Kroner, K.F. (1995), “Multivariate simultaneous Generalized GARCH”, Econometric Theory, 11: 122-150.
Granger, C. W. J. (1969), “Investigating Causal Relations by Econometric Models and Cross-Spectral Methods”. Econometrica, 37: 424-438.
Lütkephol, H. (2005), New Introduction to Multiple Time Series Analysis, Springer Berlin: Hedielberg, Germany.
Ortakaya, A. F. (2010a), “ŞNT Programı İçin Yapılan Başvuruların Zaman Serileri İle Modellenmesi”, SYDGM, Published Expertise Thesis, Ankara, ISBN:978-975-19-4794-9
Ortakaya, A. F. (2010b), “Sosyal Yardım Yararlanıcılarının Belirlenmesine Yönelik Olarak Kullanılan Hedefleme Yöntemleri: Latin Amerika ve Türkiye Örnekleri”, Journal of Social
Assistance and Solidarity,1: January-June 2010: 69-79. ISSN:1309-6702
Özcan, Y. Z., and Ayata S., (2001), “Final Report: Assessment of Social Solidarity Fund Beneficiaries”, Middle East Technical University Department of Sociology, Ankara.
SYDGM, (2007), Social Risk Mitigation Project, SYDGM, Ankara.
SYDTF, (2005), Handbook of Conditional Cash Transfer Program, SYDTF, Ankara.
TUIK, (2008), Results of Poverty Study in 2007, TUIK, News Bulletin: 192: 5 December 2008. Turkish Statistical Institute, Ankara.
116
8
NAMUSU/NU KANLA TEMİZLEYENLER:
9
MARDİN CEZAEVİ’NDE NAMUS DAVASI
NEDENİYLE YATAN MAHKÛMLAR ÜZERİNE
BİR ARAŞTIRMA*
Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZTÜRK**
Arş. Grv. Memet Ali DEMİRDAĞ***
Özet
Toplum, toplumsal normlar ve değerler etrafında ete-kemiğe bürünen farklı unsurların bir araya gelerek oluşturmuş oldukları
ahenkli bir bütündür. Bu yapı içerinde asalet ve şeref gibi kavramlarla da bağlantılandırılan “namus” olgusuna ters düşen
davranışlara karşı öldürme de dâhil değişik yaptırımlar geliştirilmiştir. Bu çalışmada Mardin Cezaevinde namus davası nedeniyle
hüküm giymiş mahkûmlarla yarı yapılandırılmış mülakat tekniği vasıtasıyla yapılan görüşmeler sonucu elde edilen verilerden
hareketle; mahkûmlar tarafından namusun nasıl algılandığı, aileden veya çevreden herhangi bir baskı görüp görmedikleri,
işlemiş oldukları suçtan dolayı pişman olup olmadıkları, hukukun bu tür olayları önlemede ne derece caydırıcı olduğu ve
namuslarını niçin kanla temizleme yolunu tercih ettikleri üzerinde durulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Namus, Beden, Toplumsal Gözaltı, Meşruiyet, Adalet, Kentleşme,
THE ONES WHO RESTORED HIS HONOUR WITH BLOOD:
A SOCIOLOGICAL RESEARCH ON THE PRISONERS CONVICTED OF HONOUR ISSUE IN MARDIN JAILHOUSE
Abstract
Society is a harmonious whole that different elements which come to existence around the social norms and values have built
by coming together. Inside this structure various sanctions including killing have been developed for the crimes committed
against ‘honour’ conception that includes values such as nobility, dignity and esteem. In this study, why they have opted to
restore their honour with blood will be analysed with the guidance of the data obtained via the semi-structured interview
method applied to the prisoners convicted of honour issue in Mardin jailhouse and with the assistance of questions such as
how the honour is perceived by the prisoners, whether their family or the neighbourhood put them under pressure, if they regret
the crime they have committed and how much the law is deterrent in preventing this kind of events.
Keywords: Honour, Body, Social Probation, Legitimacy, Justice, Urbanization.
*
Bu çalışma, Uludağ Üniversitesi, Polis Akademisi ve Bursa Emniyet Müdürlüğü’nün 07-08 Ekim 2011 tarihleri arasında
Bursa’da ortaklaşa gerçekleştirdikleri, ‘Suç Önleme Sempozyumu’nda sunulan ‘Namusun Gölgesinde Yatmak: Mardin
Cezaevi Mahkûmlarının Namus Algısı Üzerine Bir Araştırma’ başlıklı tebliğin gözden geçirilmiş ve geliştirilmiş halidir.
**
Mardin Artuklu Üniv. Edeb. Fak. Sosyoloji Böl.
***
Mardin Artuklu Üniv. Edeb. Fak. Sosyoloji Böl.
117
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
GİRİŞ
İnsanın çevresinde gördüklerine nasıl bir anlam atfedeceği, etrafındaki olaylar karşısında nasıl bir tutum takınacağı büyük ölçüde yaşadığı kültürel çevre tarafından
tayin edilmektedir. Kişi; eşyayla, tabiatla ve insanlarla bu çevrenin kendisine tevlit
etmiş olduğu bakış açısına göre ilişki kurmakta ve bir anlamda dünyayı kültürel çevrenin kendisine tayin etmiş olduğu bakış açısından izlemektedir. Dolayısıyla, insanın
algıları, tutumları ve değer yargıları üzerinde yaşadığı çevrenin büyük etkisi vardır.
İnsan, sosyal bir dünya içinde gözlerini hayata açar ve ölünceye kadar da bu sosyal
hayatın diyalektiğine iştirak etmek mecburiyetinde kalır. Üyelerinden uyum bekleyen toplum, olası sapmalara karşı, cezai müeyyideler içeren normlarla onlar üzerinde baskı uygulayarak onları denetlemektedir. Korkuların çoğunun öğrenilmiş olması gibi neye sevinileceği, neye nasıl tepki gösterileceği ya da neden nefret edileceği
de toplumda öğrenilmekte ve bütün bunlar kültürel çevreye göre farklılık arz eder.
Toplum, sapmanın sosyal istikrarı bozma ihtimaline karşı caydırıcılığın uyumluluğu
arttıracağı düşüncesinden hareketle norm ihlalinin çeşidine göre sapkın davranışta
bulunan failin şiddetle cezalandırılması yönünde güçlü bir baskı uygular. Hatta bazı
durumlarda toplum, kolektif baskı üzerinden bireylerin ölmelerini veya öldürülmelerini isteyebilmekte ve bunu da kendi içinde meşrulaştırmaktadır. Bu açıdan düşünüldüğünde namus cinayetleri de bu kategoride değerlendirilebilir.
Töre, gelenek, kültür vb. açılardan “namus” olarak tanımlanan ya da kabul edilen
“şeye” karşı işlenen suçların bir kısmının, suçlunun öldürülmesiyle sonuçlanması
bu olayın faillerinin ve yaşadıkları sosyo-kültürel çevrenin namus algısı üzerinde
düşünülmesini zorunlu kılmaktadır. Namus nedir, hangi durumlarda kirlenir, olası bir kirlenme durumunda nasıl veya neyle temizlenir gibi sorulara etkin yanıtlar
verilmelidir. Bizzat faillerin kendi beyanlarından hareketle cinayetlerin işlenmesinde ailelerin rolü, çevrenin baskısı, toplumun olaya bakışı, kişilerin hangi sosyal ve
psikolojik saiklerle bu suçu işledikleri, hukuki yaptırımların caydırıcılığı gibi olgular
üzerinden durumun anlaşılmaya çalışılması sorununun çözülmesine önemli katkılar
sağlayacaktır.
Suç ve kalkınmışlık düzeyi arasında ne tür bir ilişkinin olduğu ayrı bir çalışmanın konusu olmakla birlikte endüstriyel açıdan gelişmiş bazı ülkelerle mukayese edildiğinde
Türkiye’nin bazı suç türleri ile ilgili henüz zengin bir veri tabanı oluşturamadığı görülmektedir. E-devlet üzerinden gasp, cinayet, hırsızlık, uyuşturucu vb. suç türleriyle
ilgili bazı sayısal veriler ve istatistikler elde edilebilse de bunun henüz bütün suç
türlerini kapsadığı söylenemez. Şöyle ki; araştırma kapsamında Mardin Cumhuriyet
Savcılığı vasıtasıyla Adalet Bakanlığı’ndan gerekli izin alındıktan sonra Mardin Kapalı Cezaevi’ne gidildi. Ancak cezaevi yetkilileri bize; özel olarak namus cinayetinden
dolayı hükümlü ve tutuklularla ilgili elektronik ortamda herhangi bir veri bulunmadığını ve bunun ancak tek tek bütün mahkûmların şahsi dosyaları incelenmek
118
NAMUSU/NU KANLA TEMİZLEYENLER:
MARDİN CEZAEVİ’NDE NAMUS DAVASI NEDENİYLE YATAN MAHKÛMLAR ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZTÜRK, Arş. Grv. Memet Ali DEMİRDAĞ
suretiyle tespit edilebileceğini ifade ettiler. Bu, işlerin hem uzun zaman alması hem
de dosyalardan bazı belgelerin kaybolması gibi bir kısım sınırlılıkları ve riskleri beraberinde getirmektedir. Bütün bunların etkilerini minimize etmek için araştırma kapsamında görüşülen görüşmecilerin tespitinde şöyle bir yol izlenmiştir:
Görüşmecilerin bir kısmı kurum amir(ler)inin ve infaz koruma memurlarının durumunu yakından bildikleri bazı mahkûmların dosyalarının incelenmesiyle tespit edildi. Diğer bir kısmı ise “kartopu tekniği” ile tespit edildi. Görüşülen mahkûmlardan
bazılarının farklı suçlardan hüküm giymiş olmalarından, bazılarının ise konu hakkında görüşmeyi kabul etmemesinden dolayı araştırma ancak 12 (oniki) kişi ile gerçekleştirilebilmiştir. Yarı yapılandırılmış mülakat tekniğinin kullanıldığı görüşmelerde öncelikli olarak görüşmecilere araştırmanın amacı, elde edilen verilerin hangi
amaca matuf olarak kullanılacağı, kimliklerinin kesinlikle deşifre edilmeyeceği gibi
hususlar açık bir şekilde ifade edilmiş ve güven ortamı oluşturulmaya çalışılmıştır.
Görüşmeler, Ağustos-Eylül 2011’de infaz koruma memurlarının gözetiminde bize
tahsis edilen idare odalarında gerçekleştirilmiştir. Görüşmelerde ses kayıt cihazı kullanılmamış fakat her bir görüşmede her iki araştırmacı da hazır bulunmuşlardır. Araştırmacılardan biri belli sorular istikametinde görüşme sürecini yönlendirirken diğeri
de çok hızlı bir şekilde bunları kayda geçirmiştir. Çalışmada her bir görüşmeci bir harf
veya simgeyle ifade edilme yoluna gidilmiştir.
1. DARALAN ANLAM GENİŞLEYEN SORUMLULUK: BEDEN KİMİN
NAMUSU?
Gündelik hayatta yaşamımıza yön veren, sosyal ilişkilerimizi tanzim eden pek çok
değer/ler ve bunları tanımlamaya yönelik olarak üretilmiş çok sayıda kavram vardır.
Bu kavramların delalet ettiği manalar üzerinden bireysel ve toplumsal ilişkiler inşa
edilmektedir. Kültür ve değerler de bu sosyal ilişkiler ağı içerisinde oluşturulmakta
ve anlam kazanmaktadır. Bu bağlamda “namus” da toplumun büyük değer ve hatta
yer yer kutsallık atfettiği olgulardan biridir. Dolayısıyla namusun ne olduğu, insanlar
tarafından nasıl algılandığı, kim tarafından nasıl tanımlandığı, kimin kimin namusundan sorumlu olduğu gibi hususların açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Türkçeye Arapça üzerinden geçen namus kavramı etimolojik açıdan, çoğulu nomos
olan Yunanca “nomo” sözcüğünden gelmekte ve “yasa, töre” anlamında kullanılmaktadır (Nişanyan, 2011). Namus olgusunu tanımlamaya yönelik olarak geliştirilen
yaklaşımlar genel olarak iki gruba ayrılabilir: Bazı çalışmalarda namus, oldukça geniş
bir anlama gelebilecek şekilde tanımlanmakta ve meselenin ahlaki yönü ön plana çıkarılmaktadır. Örneğin; Tezcan (2003: 1)’a göre namus, “iffet, onur, dürüstlük, ahlak
ve şeref” gibi anlamlara sahiptir. Namus, geniş anlamda toplumda gördüğü işlevden
hareketle tanımlanmaktadır ki, Peristiany (1966: 173)’nin ifadesiyle namus; ilkin,
sosyal değerler ve davranış biçimi arasında psikolojik bir köprü oluşturmasından hareketle insanları, üyesi bulundukları topluluğun idealleriyle uyum içinde davranma119
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
ya ve ikinci olarak ise, statükoyu meşrulaştırmaya ve kültürün belirlediği öncelik
hakları arasında uyum sağlamaya yaramaktadır. Uyuşturucu bağımlısı olan dayısının
oğlunu dayılarının azmettirmesiyle öldüren ve 36 yıl hapis cezasına çarptırılan X’in
yaklaşımının bu tanımlamaya uygun düştüğünü söyleyebiliriz.
“Öldürdüğüm akrabam, aile şerefimizi beş paralık etmişti. Uyuşturucu kullanıyordu, hep
paraya ihtiyacı vardı. Tüm akraba ve tanıdıklarımıza musallat olmuştu. Örneğin bir akrabasının evine giriyor ve kalkmıyor, sürekli kendisiyle konuşulmasını istiyor. Kim ki ona 50,
100, 150 lira para verse kalkıp gidiyordu. Öyle bir hal almıştı ki onu evden çıkarmak için
bir miktar para vermek gerekiyordu… Daha sonra kendisi gibi uyuşturucu kullananlardan
oluşan bir çevre edindi ve arkadaşlarını eve getirmeye başladı. Başta ailesi ve bizim ailemiz
olmak üzere bundan ciddi derecede rahatsız olmaya başladık. Çevredeki insanlar bunu temizleseniz iyi olur, ileride başınıza bela olur gibi laflar etmeye başladılar… Amcam ve dayım beni ona karşı doldurdular… Ya öleceksin ya da öldüreceksin. Ben öldürmesem de çevre
onu bana yaptırır.” (Erkek, Lise, 28)
Bir başka görüşmeci ise namusu;“Namus hayatımızın sebebidir, namus olmazsa hayatımızın anlamı olmaz, insan başka niçin yaşar?” (Erkek, Lise, 29) şeklinde tanımlayarak
namusu, hayatı anlamlandıran varoluşsal bir olgu olarak nitelendirmiştir.
Namusla ilgili yapılan pek çok çalışmada namus, dar anlamda dişilik, kadınlık, kıskançlık, cinsellik ve kadın bedeni üzerinden tanımlanmaktadır. Kardam (2002: 2)
cinsellik temelli namus algısının sosyalleşme sürecinde kızlara cinsiyet rollerinin benimsetilmesi yoluyla kadınlar tarafından yeniden üretildiğine işaret etmektedir. Lale
Yalçın-Heckmann (2002: 292) ise erkek egemen sosyal yapıya ve erkeklerle/erkeklikle
namus arasındaki sorumluluk ilişkisine vurgu yapmaktadır: “Genç kızlar daha küçük
yaşlardan itibaren erkeklerin gözetiminde tutulur. Kadının namusunu koruma görevi
evlenene kadar babasına ve erkek kardeşlerine, gerektiğinde amcası ve amcaoğullarına düşer. Evlenmesinden sonra cinselliğinin kontrolü tamamen kocasına geçer.
Koca evliliğe son verme yoluyla bu sorumluluğa son verebilecekken, baba ve erkek
kardeşin sorumluluğu sona ermez.” Mernissi (2003: 62)’nin de konuya yaklaşımının
buna paralel olduğu söylenilebilir: “Bir erkek saygınlığını, doğayı dize getirerek ya da
dağları nehirleri fethederek değil de, kendisiyle kan ya da evlilik bağı olan kadınların
hareketlerini kontrol ederek ve bu kadınlara yabancı erkeklerle görüşmeyi yasaklayarak korur.”
Namus cinayetleri bekâret, aldatma gibi normların ihlal edildiği durumlarda ortaya
çıkmakta olup muhtemel bir şiddet türüdür (Yıldız, 2009: 10). Toplumda, ataerkil
zihniyet yapılarında zaman içinde dönüşüm yaşansa da namus olgusu etrafında toplanan değer ve kuralların tesisinde şiddetin değişen biçim ve yoğunlukta varlığını
sürdürdüğü (Pervizat, 2005: 41) görülmektedir. Bu tanım ve yaklaşımlardan da anlaşılacağı üzere namus, eril bir bakış açısıyla kadının/kadın cinselliğinin ve bedeninin
denetimi üzerinden tanımlanmaktadır.
120
NAMUSU/NU KANLA TEMİZLEYENLER:
MARDİN CEZAEVİ’NDE NAMUS DAVASI NEDENİYLE YATAN MAHKÛMLAR ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZTÜRK, Arş. Grv. Memet Ali DEMİRDAĞ
Bölgenin sosyal yapısı dikkate alındığında bu algının kadının dul kalması durumunu
da kapsadığı görülmektedir. Babasının ölmesiyle dul kalan annesinin evli bir erkekle
kaçması sonucu, erkeği öldüren, oğlunu yaralayan ve 36 yıl hapis cezasına çarptırılan
Y, namusun toplumdaki herkes tarafından bilinen bir şey olduğunu ve bu yüzden
kimsenin bu konuda hata yapma hakkının olmadığına dikkati çekmektedir.
“O işi yapan insan toplumun nasıl bir tepki göstereceğini biliyor. O kişi, o hatayı yaparak
kendi kararını zaten vermiş. Benim anlamadığım nokta şu: Bu tür insanlar neye güvenerek,
dayanarak bu işe kalkışıyorlar. Bence bunun cehaletle de bir alakası yok. Yapılan şeyin affedilecek bir tarafı yok. Namus kavramı çerçevesinde bunun haklı kabul edilecek bir tarafı
yok” (Erkek, Lise, 29).
Evlilik öncesinde yaşamış olduğu gayrı meşru ilişkiden dolayı hamile kalan ve anne
babasının rızası olmamasına rağmen aile meclisi kararıyla öldürülen kızın annesi Z;
“Kocam ve ben öldürmeyi düşünmüyorduk… Ama amcası ile dayısı kızın öldürülmesine karar vermişler. Kızımı kimin öldürdüğünü bilmiyorum. Ama öldürme kararını
amcası ile dayısının verdiğini biliyorum.” (Kadın, 53)
Namusun toplumsallaşmasında bölgenin sosyal yapısının ve sosyal organizasyon tiplerinin büyük bir etkisinin olduğu söylenilebilir. Bölge insanının yakın zamanlara
kadar ağırlıklı olarak kırsalda yaşadıkları ve büyük ölçüde aşiretler etrafında örgütlendikleri görülmektedir. Bu tip yapılarda merkezi hükümetle veya civardaki sosyal
gruplarla reisler vasıtasıyla ilişki kurulmaktadır. Bruinessen (2006: 82)’in ifadesiyle;
“Bütün Kürtler aşiretli değillerdir. Aslında bazı bölgelerde aşiretsiz Kürtler nüfusun
çoğunluğunu oluştururlar… Fakat hemen hemen her zaman aşiretsizler politik ve/
veya ekonomik bakımdan aşiret olarak örgütlenmiş olan Kürtlere tabidirler (ya da
pek kısa bir zaman öncesine kadar böyleydiler).” Dolayısıyla bazı istisnalar hariç olmak üzere herkes belli bir aşirete tabi ya da onun himayesi altındadır. Fakat aşiretin
lider kadrosu ya da çekirdek ekip aynı soydan gelse de aşiretin siyasal etkinliğine
bağlı olarak himayesine giren grupların sayısı artmakta veya azalabilmektedir (Bruinessen, 2006: 94 - 96).
Bölgede hem kırsal yaşamanın hem de belli bir sosyal organizasyon ağına bağlı olmanın beraberinde getirdiği bazı zorunluluklardan dolayı akraba ve grup içi evlilikler oldukça yaygındır. Aşiret sisteminde her bir aşiret sürekli olarak çevre üzerindeki
nüfuzunu arttırma mücadelesi vermekte, başarılı olduğu oranda da nüfuz alanını
genişletmektedir. Bu suretle daha yüksek şeref, prestij ve asalete sahip olan aşiretlerin
çevrede kabul görmesi kolaylaşmaktadır. Grup, varlığını bu değerler üzerinden inşa
ettiğinden gruba bağlı alt gruplar da aynı değerleri içselleştirmekte, böylece bunlar
en önemli toplumsal değerler haline gelmektedir. Aynı şekilde bireysellikten çıkarak
toplumsal bir olguya dönüşen namusun korunması ve temizlenmesi de toplumsal
bir görev olarak algılanmaktadır. Çünkü bu noktadan sonra artık bireyin değil, onun
121
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
bağlı olduğu toplumsal zümrenin, “ailenin, sülalenin ve hatta aşiretin” kolektif namusu söz konusu olmaktadır (Tillion, 2006: 22 - 27). Biz duygusu ve bu duygu çerçevesinde gelişen aidiyet bilinci, insanların yaşamlarına belli sınırlar çizmekte ve grup
varlığını bu sınırlar üzerinden devam ettirmektedir.
2. TOPLUMSAL GÖZALTI: NAMUSUNU TEMİZLE!
“Toplumsal cinsiyet ile toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin anlayışlar, büyük ölçüde toplumsal etkenler tarafından etkilenmekte ve genel nitelikteki, toplumsal güç
ve konum sorunlarıyla ilişkili olmaktadır” (Giddens, 2008: 171). Fenomenolojik
açıdan düşünüldüğünde her öldürme olayının kendine özgü bir gerekçesinin ya da
hikâyesinin olduğu ve bunun üzerinden mevcut durumun meşrulaştırılma yoluna
gidildiği görülmektedir. Mülakat yaptığımız mahkûmların cinayet işleme sebeplerinin büyük ölçüde Kardam, Alpar, Yüksel ve Ergün (2005: 28 - 42)’ün yapmış olduğu
tasnife uyduğu görülmektedir: Kardam ve arkadaşları, ‘Türkiye’de Namus Cinayetlerinin Dinamikleri’ adlı çalışmalarında muhtemel sebepleri a) Evli bir kadının gayrimeşru bir ilişkisi, b) Evli bir kadının başka bir erkekle kaçması, c) Bekâr bir kızın, özellikle evli bir erkekle kaçması, d) Evli bir kadının kaçırılması, e) Bekâr bir kadının zorla
kaçırılması, f) Kızın evlilik öncesi hamile kalıp gayrimeşru bebek doğurması, şeklinde
tasnif etmektedir. Saha araştırmasında, ayrıca bu tasnifte zikredilmeyen, “namusunu/şerefini koruyamayan akrabasını öldürme” vakasına da rastlanılmaktadır.
Toplumsal olgular doğası gereği dışa ait olduklarından bireye ve bireysel bilince dışarıdan baskı yapmaktadırlar. Durkheim (1994: 45) toplumsal olgunun bireyler üzerinde zorlayıcı güçle kendisini göstermektedir. Ona göre bu gücün varlığı, belirli bir yaptırımın varlığı ya da olgunun onu ihlale yeltenen her bireysel girişime karşı gösterdiği
dirençle kendisini belli etmektedir. Sosyalleşme sürecinden itibaren bireyin kimliği
ve kişiliği kolektif baskı altında şekillendiğinden bu normalize edilmektedir. Tıpkı
hava basıncını üzerimizde hissetmemiz gibi toplumsal baskı da doğallaştırılmaktadır.
Yapılan görüşmelerden birinde Y tarafından bu durum şöyle ifade edilmiştir:
“Toplumun baskısı çok yüksek ama yaptığımdan pişman değilim. Uzayda da olsam yapardım. Aynı haltı sen yapmışsın gibi müthiş bir baskı görüyorsun… Bu tür bir durumda
yabancı bir ülkeye de gitseniz o baskıyı üzerinizde hissedersiniz. Şöyle ki; sanki oradaki herkes senin o namussuzluğu kabullendiğini biliyor gibi hissedersin. En ufak bir ters bakıştan
hemen şüphelenirsin” (Erkek, Lise, 29).
“Ailemin yapmam (öldürme) yönünde bir telkini olmadı ve hatta bazı yakınlarım böyle bir
şey yapmamam yönünde telkinde bulundular… Aile meclisinde herhangi bir öldürme kararı
da almadık. Öldürme kararını bireysel olarak ben kendim verdim. Toplumun seni yönlendirmesine gerek yok. Çünkü kendini bilen bir insan için meselenin özü şu: Sen ne yapacağını
zaten biliyorsun” (Erkek, Okur-Yazar, 26).
122
NAMUSU/NU KANLA TEMİZLEYENLER:
MARDİN CEZAEVİ’NDE NAMUS DAVASI NEDENİYLE YATAN MAHKÛMLAR ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZTÜRK, Arş. Grv. Memet Ali DEMİRDAĞ
Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere namus cinayetlerinin işlenmesinde çevre ve özellikle de toplumun birey üzerinde yoğun bir baskı kurmaktadır.
Namus meselesinin çözümünde öldürme seçeneklerden sadece bir tanesidir. Çoğu
zaman olay çevrede duyulmadan aileler arasında çözülebilmektedir. Fakat bazı durumlarda taraflar arasındaki eşitsiz güç ilişkilerinden dolayı baskının tersine döndüğü
veya yön değiştirdiği görülmektedir. Normal şartlar altında suçu işleyenin cezalandırılması gerekirken tam tersi bir durumun yaşandığı ve namusu kirlenen kişinin kendi
ailesi tarafından öldürüldüğü vakıalar da görülmektedir. Bu durum bir anlamda Ergil
(1980: 193 - 196)’in namus algısının zamanla sınıfsallaştığı şeklindeki tespitini doğrular mahiyettedir. Bu yaklaşıma göre; “namusum kirlendi” diyen aile, nispeten alt
sınıftansa ve mesele de alternatif yollarla çözülemiyorsa, son çare olarak kızın öldürülmesi yoluna gidilmektedir.
Anne ve babanın şiddetle karşı çıkmasına rağmen aile meclisi kararıyla kızı öldürülen, olay sonrasında hem kendisi hem de kocası cinayete azmettirmekten 24’er yıl
hapis cezasına çarptırılan (baba firarda), ailenin baskısıyla oğlu suçu üstlenmekten
anne de cinayete azmettirmekten tutuklanan, hapse düştüğü esnada 15 yaşından
küçük 8 çocuğunun ortada kaldığını belirten kadın olayı şöyle hikâye etmiştir:
“Olay toplumun ve çevrenin baskısıyla oldu. Kızın dayısı ile amcası bu kararı verdi. Biz
öldürmeyi düşünmüyorduk. Kızı Adana’ya götürüp çocuğu doğurtturup yuvaya vermek istiyorduk. Biz olayın duyulmasını istemedik. Kızı Adana’ya doktora götürdük ve almadı.
Kızın hamile olduğu anlaşılınca babası kıza, ‘Oğlana telefon et, gelsin seninle evlensin, bir
iş kuruncaya kadar sizi 6 ay idare edecek para da vereceğim.’ dedi. Kızımı hamile bırakan
çocuğa haber verdik fakat gelmedi, kızıma sahip çıkmadı.”
Olay çevrede duyulunca eşim evi terk etti. Amcası ile dayısı kızın öldürülmesine karar vermişler… Kızımı kimin öldürdüğünü bilmiyorum. Ama öldürme kararını amcası ile dayısının
verdiğini biliyorum. Kız silahla öldürülmüş. Normalde bizim evde hiç silah olmazdı. Ama
kızın amcasının silahının olduğunu biliyorum. Kızımın öldürüldüğünü duyunca ben şok
oldum. Hastanede 2 gün yoğun bakımda yattım.
Kızın amcası ile dayısı, bizi bu işe karıştırmadılar. Olayın dışarıya sızmaması için bizi
ölümle tehdit ettiler. Bu iş aile içinde kalacak dediler. Beyim kardeşlerine ve kızın dayısına
bir şey diyemiyor. Kendinden endişeleniyor. Çünkü hem beni hem de kızı öldürürler diye
korkuyor.
Suçu üstlenmesi için çocuğumun beynini yıkamışlar, tehdit etmişler. Senin yaşın küçük 3-5
yıl ceza alırsın demişler. Hapse düştüğünde 15 yaşında olan oğlum beş yıl yattıktan sonra
tahliye oldu. Şu anda 22 yaşında. Amcaları ve dayıları ona hiç yardımcı olmuyorlarmış.
Arada bir Irak’a sefere gidiyormuş.
123
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
Mahkemede düzgün bir ifade veremedik. Kızın amcası, dayısı hepsi mahkemedeydi. Aile
meclisinin baskısını orada da hissettik. Mahkemede amcalarının ve dayılarının ismini verdim fakat Türkçe bilmediğimden derdimi tam olarak anlatamadım. Amca ve dayıları zengin
olduğu için birkaç kez Ankara’ya gidip geldiler ve olayı kapattılar. Zengin olduklarından
olaydan kendileri ceza almadan kurtuldular.
Namus cinayeti işlemedeki temel sebeplerden biri lekelenen, kötüye çıkan ailenin
adını temizlemektir. Cinsellik; şeref ve namus olgusunun en önemli kurucu unsurlardan biri olarak kabul edildiğinden namusun temizlenmesi üzerinden kaybedilen bu
saygınlığın onurun geri kazanılması amaçlanmaktadır. Bundan dolayı cinsel kimliği
hedef alan her tutum ağır bir biçimde cezalandırılma yoluna gidilmektedir. Kirlenen/
kirletilen namusu temizlemek için gerekirse adam öldürmek, namusun yitirilmesini
engellemek ve onu yeniden kazanmak için bir çözüm yolu olarak sunulmakta ve toplum tarafından da onaylanmaktadır. Bu durum zaman zaman kendi aile bireylerini
de kapsamaktadır (Kızmaz, 2002: 324).
Namusu geleneksel içeriğiyle benimseyen ve namus cinayeti işleyenlerin çoğunun
köyde ya da kentlerin kenar mahallelerinde yaşadıkları ve sosyo-ekonomik açıdan
alt tabakaya mensup oldukları görülmektedir. Orta sınıfta ya da ortanın altında yaşayanlarda ise cinayet işleme eğiliminin zayıfladığını, namus kavramının genellikle
geleneksel ilişki ağları içinde bu derece önemsendiğini söyleyebiliriz.
Araştırma kapsamında görüşülen kişilerin hepsinin Müslüman olması şöyle bir soruyu akla getirebilir? Acaba insanlar dindar oldukları için mi bu cinayetleri işliyorlar?
Dindarlık; zamana, zemine, kişinin dini algılama biçimine ve yaşadığı sosyo-kültürel
çevreye göre oldukça değişkenlik gösterdiğinden kimin ne kadar dindar olduğunu
tam olarak tespit etmek hemen hemen imkânsızdır. Dolayısıyla kişilerin kendi dindarlık durumlarını ifade eden beyanlarından hareketle bir değerlendirmede bulunmak daha gerçekçi olacaktır. Örneğin; annesinin kaçtığı evli adamı öldüren Y,
“Bir insanı öldürmeye karar vermek çok basit bir şey değildir. Bence bu tür işlerde merhamet,
vicdan bir kenara atılır... Kendimi dindar bir insan olarak görüyorum. Orucumu tutuyorum,
namazımı kılıyorum, Kur’an’ımı okuyorum” (Erkek, Lise, 29).
Aile meclisi kararıyla kızı öldürülen ve Türkçe bilmediğinden kendisini yeterince savunamadığından cinayete azmettirmekten tutuklanan Z,
“Namazımı kılar, orucumu tutarım, fakat kardeşlerim ve kayınbiraderlerim ‘gavur’ gibiler,
ne namaz ne de oruçları var. Vicdanları da yok onların, olsaydı günahsız kızımı öldürmezlerdi.” (Kadın, 53)
İnsan bir suç işlediği zaman ilk etapta ekonomik, sosyal veya psikolojik bir doyum
elde etse de süreç içerisinde genel olarak vicdanen kendini rahatsız hisseder ve piş-
124
NAMUSU/NU KANLA TEMİZLEYENLER:
MARDİN CEZAEVİ’NDE NAMUS DAVASI NEDENİYLE YATAN MAHKÛMLAR ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZTÜRK, Arş. Grv. Memet Ali DEMİRDAĞ
manlık duyar. Hatta çoğu insan sırf bu vicdan azabından dolayı suçunu bizzat kendisi itiraf eder. Fakat yukarıda da belirttiğimiz gibi mahkûmların bir kısmı yaptıklarının doğru bir şey olduğunu ve pişman olmadıklarını belirtirlerken bir kısmı da
yaptıklarından dolayı pişman olduklarını ve vicdan azabı çektiklerini belirtmiştirler.
Örneğin; ailenin şerefini korumak için dayılarının azmettirmesiyle dayısının oğlunu
öldüren X pişmanlığını şöyle ifade etmektedir:
“Mahkûmiyetimin 5’nci yılına girdim. Cezalar çok ağır, insanı psikolojik olarak çökertiyor.
İnsan ailesinin yanına gelmesini istemiyor. Eşimi, babamı, abimi 5 yıldır göremiyorum.
Cezaevinden çıkınca kendimi, kör sağır ve dilsiz gibi hissedeceğim herhalde. Çünkü her şeye
sıfırdan başlıyorsun” (Erkek, Lise, 28).
Üvey ağabeyini bıçaklayarak öldüren T ise olaydan duyduğu pişmanlığı ve yaşadığı
psikolojik durumu şöyle ifade etmektedir:
“Yaptığıma pişmanım, sürekli vicdan azabı çekiyorum. Geceleyin kendi kendime ağlıyorum.
Öldürdüğüm kişi rüyama girdi ve ‘Kendi hayatını da beni de mahvettin.’ dedi.” (Erkek, Lise
terk, 22)
Kişinin günlük ibadetlerini yerine getirip getirmemesi dindarlık kriteri olarak alındığında bazı mahkûmlar kendilerini dindar olarak tanımlamaktadırlar. Genel olarak
dinin, ahlaki değerlerin içselleştirilmesi ve sosyal normların özümsenmesi suretiyle
ferdin topluma uyum ve bağlılığını arttırmaya yönelik güçlü bir etkiye sahip olduğu düşünüldüğünde sapmayı engelleyici bir işlev gördüğünü söyleyebiliriz. Sosyal
kontrol teorisi, insan davranışının denetimiyle ilintili kurumsal süreç ve unsurlardan hareketle suç ve suçluluğu açıklamaktadır. Bireylerin toplumdaki değer, norm ve
kurumlara olan bağlılığı üzerinden toplumsal denetim sağlanmaktadır. Söz konusu
değerlerin zayıflaması başarısızlığa ve yetersizliğe ve dolayısıyla suça yol açan davranışın ortaya çıkmasına yol açmaktadır (Kızmaz, 2005: 192).
İslam dininin çok özel durumlar hariç öldürmeyi gerektiren açık bir emri bulunmamasına rağmen bazı mahkûmlar işledikleri cinayetlerden dolayı pişmanlık duymak bir yana gurur duymaktadırlar. Dahası, ramazan ayı olmasına rağmen pek çoğu
görüşmeler esnasında yeme-içmeye devam ettikleri müşahede edilmiştir. Psikolojik
açıdan insanı inanmaya zorlayan en önemli şey acziyettir. Normal şartlarda altında
acz içinde olması gereken bu insanların dindarlık durumlarının ve din algılarının oldukça problemli olduğu söylenilebilir. Mahkûmların, dinin bir emri olmaktan ziyade
“kutsal olan namusları” için cinayet işlediklerini ve bunun da dinle çelişmediğini,
dindarlıklarına bir halel getirmediğini belirterek durumu meşrulaştırma yoluna gittikleri söylenilebilir.
125
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
3. BEDENSEL İMHADAN TOPLUMSAL İNŞAYA: CİNAYETLERİN
MEŞRULAŞTIRILMASI
Namus, eril bir bakış açısıyla kadın bedeni üzerinden tanımlandığından kirlenen beden toplumsal bütünleşmeyi tehdit eden bir risk olarak algılanmaktadır. Sosyal istikrarı tehdit eden risk unsurunun imha edilerek ortadan kaldırılmasının uyumluluğu
beraberinde getireceği varsayılmaktadır. Mülakat yapılan mahkûmların hemen hepsi
tarafından namus, “insan hayatının en önemli unsuru” olarak tanımlansa da bazıları
namus için cinayet işlenmeyebileceğini dile getirmişlerdir. Bazılarının ilk etapta durumu “Allah’a havale edip yeni bir hayat kurmaya” çalışmak yönünde bir eğilimleri
olsa da süreç içerisinde hem karşı tarafın provakatif tutumu hem de çevrenin baskısından dolayı cinayet işledikleri görülmektedir. Dindar bir aileden geldiği belirten ve
hanımının başka bir erkekle gayrı meşru ilişkisini tespit ettikten sonra erkeği öldürmekten 21 yıl hapis cezasına çarptırılan Q;
“Ailemin bana öldürme yönünde herhangi bir telkini olmadı. Ailem bana; ‘Allah’a havale
et, Allah’ın verdiği canı Allah’tan başkası alamaz.’ dedi. Ben ailemi dinledim ve zor olmasına rağmen 6-7 ay sabrettim. Yoksa olay akşamı ikisini de öldürecektim… Keşke kaçsaydı,
onu bulamasaydım da vurmasaydım.” (Erkek, Okur-yazar, 26)
Namus cinayetleri, kadının kendi bedeni ve cinselliği üzerinde ailesinin denetimini
hafife alması veya kendi başına buyruk hareket etmesi durumunda uygulanmaktadır.
Gerçekte kurumsal yapı bireye, neyin nasıl çözüleceğine dair bir yol haritası sunmaktadır. Geleneksel yapılarda sorumluluğun kolektif yönü ağır bastığından bireysel
davranışlar ve keyfi uygulamalar toplumsal baskıyla engellenmektedir. Öldürme, bu
yapı içerisinde geliştirilen çözüm mekanizmalarından en son ve sert olanıdır. Öldürmeden önce tazminat, berdel, sürülme, göç, vb. seçenekler de vardır. Ablasının
çayına uyuşturucu atarak bayıltıp tecavüz eden, olay duyulmadan onunla resmi olarak evlenen ve daha sonra da bu olayı çevresine anlatan amcaoğlunu (eniştesini) ve
ablasını öldürmekten 36 yıl hapis cezasına çarptırılan W’nin ifadesiyle;
“Annem olayı duyar duymaz bizden gizli olarak amcama, al oğlunla gelinini buralardan
kaçır, uzak bir şehre gönder, yoksa oğlunu öldürürler. Bunları kaçır göz önünde kalmasınlar
diye birkaç kez uyarmış… Öldürme dışında bir cezalandırmayı düşündürecek bir hal, yol
bırakmadı. Şimdi ziyaretime gelenlerden bazıları, ‘Biz bunu daha önce biliyorduk fakat size
söylemedik.’ diyorlar. Ben onlara çok kızıyorum. Madem biliyordunuz kardeşim bunları gözümüzün önünden neden kaçırtmadınız. Belki böyle olsaydı bu olay olmayabilirdi. Çocuğun
babası ve köyün ileri gelenleri ellerini taşın altına koyup bu meseleyi kapatabilirdi.” (Erkek,
İlköğretim, 29)
Bu olayda ortaya çıkan ilginç sonuçlardan biri de maktulün/ maktulenin ailesinden
veya yakınlarından hemen hiç kimsenin mahkemede katilden davacı olmamasıdır.
Kim kimin namusunu kirlettiyse ve bazı durumlarda da kimin namusu kirletildiyse
126
NAMUSU/NU KANLA TEMİZLEYENLER:
MARDİN CEZAEVİ’NDE NAMUS DAVASI NEDENİYLE YATAN MAHKÛMLAR ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZTÜRK, Arş. Grv. Memet Ali DEMİRDAĞ
suçlu o olduğu için toplumun baskısı onun yok edilmesi veya ortadan kaldırılması
üzerinde odaklanmaktadır. Kızın bir suçunun olmadığı W’nin bu olayında kızının
mezarı başında ağlayan anneye köyün yaşlı kadınlarından birinin, “Gömdüğüne değil, hapishaneye gönderdiğine ağla.” demesi toplumun bakış açısının öldürenden
yana olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Nitekim Kardam ve arkadaşlarının
(2005: 48 - 49) yürüttükleri çalışmada da bu yönde bazı bulgular elde edilmiştir. Hatta
bazı durumlarda karşı tarafın davaya müdahil olmak bir yana zaman zaman katil lehine şahitlik yapması (ya da gerçek durumu bildiğinden aleyhte şahitlik yapmaması)
bu cinayetlerin onandığını göstermektedir. Örneğin; W’nin ifadesiyle
Biz o bölgede tanınan, bilinen bir aileyiz. Ben bu olayı yaptıktan sonra çevre benim haklı
olduğuma kanaat getirmiş. Hatta eniştemin kardeşi bile, milletin içine gittiği zaman abim
bunu hak etmişti demiş. Yani benim haklı olduğumu teyit etmiş. Taziyeye gelenlerin çoğu
ölene değil bana ağlamışlar. Şanlıurfaya’ya bağlı bir köyde oturan amcamın kızı, namusumu temizlediğim için köyde artık başı dik yürüdüğünü söylüyormuş… Mahkemede eşim
(öldürülenin kız kardeşi) ve amcam (öldürülenin babası) benim lehime şahitlik ettiler…
Karşı taraf davacı olmadı. Ben onları düşman olarak görmüyorum.” (Erkek, İlköğretim, 29)
Aynı konuda Q’nun yaklaşımı ise;
“Onların büyükleri bizim onu öldürmemize ses çıkarmama kararı almışlar. Ne b.. yemişse
cezasını çeksin demişler.”
Namus cinayetleri, daha önce planlanıp uygulanan cinayetlerdir. Failin zamanı
ve mekânı gelişigüzel seçmediği düşünüldüğünde toplumda bütün bunlar üzerinden karşı tarafa bir mesaj verilmektedir. Medyanın, farkında olarak veya olmayarak
olayın bu yönünü öne çıkarmasının, cinayetlerin etkisini azaltmak bir yana zaman
içinde buna niyetlenenleri cesaretlendirdiği söylenilebilir. Cinayetlerin uluorta, ibret
olsun diye işlenmesinin arka planında bu tutum ve davranışların yattığını söyleyebiliriz. Örneğin; Y’nin ifadesi bu yaklaşımı doğrular mahiyettedir. “Öldürmemin amacı cezanın ibret olması ve toplum nezdinde caydırıcı olmasıdır.” Y’nin bu olayında 20’li
yaşlardaki oğul olay esnasında kendisini babasına siper yaptığından, kasıt olmadan
yaralanmış ve sakat kalmış. Y, çocuğun yaralanmasına, sakat kalmasına üzülmesine
rağmen şu çıkarımda da bulunuyor: “Sevindiğim taraf şu; çocuğun ölmemesi ve toplumun
bundan ibret alması, örnek alması.” (Erkek, Lise, 29)
Nasıl ki toplum içerisinde ve akrabalar arasında “namusunu temizleyen” adeta bir
kahraman olarak görülüyorsa benzer bir havanın içeriye de yansıdığı görülmektedir. Gerçek anlamda namus cinayetinden yatan mahkûmlarla yapılan görüşmelerde
mahkûmların pişmanlık duymadıkları tespit edilmiştir. Örneğin; Y bu durumu şöyle
ifade etmiştir:
127
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
“Bütün mahkûmlar tarafından bu işlediğim suç el üstünde tutuluyor. Nereye giderseniz gidin, hatta öldürülen tarafın çevresi bile, seni gizliden gizliye takdir eder. Çünkü benzer durumda onlar da aynı tepkiyi göstereceklerdir.” (Erkek, Lise, 29)
Mahkûmların beyanlarından ailelerinin ve çevrenin beklentilerine uygun bir davranış sergiledikleri ve kendilerince yapılması gerekeni yaptıkları yönünde bir anlam
çıkmaktadır. Bu davranışlarından dolayı aileleri ve toplumdan dışlanmayıp, aksine
hem toplum hem de aileleri tarafından ödüllendirildikleri anlaşılmaktadır. Zira ailelerin gerek maddi ve gerekse de manevi her hususta mahkûmları sahiplenmeleri,
sık sık görüşlerine gelmeleri bu tür davranışların toplum nezdinde onandığını göstermektedir.
Namus cinayeti denilince genel kanı kadınların öldürülmesidir. Fakat sanılanın aksine her namus davası kadının öldürülmesi ile sonuçlanmamaktadır. Bu çalışmada
kurbanların çoğunlukla erkek olduğu ve çoğu zaman kadına dokunulmayarak sadece
erkeklerin cezalandırıldığı tespit edilmiştir. Bu durum yapılan görüşmelerde Q tarafından şöyle ifade edilmiştir:
“Biz erkek tarafı olarak üzerimize düşeni yaptık. Suçlu olan erkeğimizi öldürdük. Karşı tarafın haysiyeti, şerefi yok ki, kızını o haliyle kabullendiler. Bize, ‘Bizim peşimizi bırakın, biz
bu olayı kapatıyoruz. Biz öldürmeyiz, birisinin altında da görsek öldürmeyiz, çekip alırız.’
dediler. Sonradan duyduğuma göre kadının aile tarafında daha önce de böyle benzer
şeyler olmuş.” (Erkek, Okur-Yazar, 26)
Kadın, her zaman öldürülmemekte ve bazen farklı şekillerde kendisine yaptırım uygulanmaktadır. Örneğin; Y’nin vakıasında erkek öldürülmüş fakat kadın (anne) ise
kendi çocukları tarafından dışlanmıştır:
“Annemle olaydan sonra hiç görüşmedim... Ne kardeşlerim ne de aileden hiç kimse onunla
irtibat halinde değil. O artık bizim aileden biri değil.” (Erkek, Lise, 29)
Kadın örgütlerinin yıllık raporlarındaki yüksek rakamlar, bölgenin genelinde olduğu
gibi Mardin’de de erkeklerin kadınlara şiddet uyguladıklarını ortaya koymaktadır.
STK’ların, raporlarında şiddet uygulayanların erkek olması, kamuoyunda kurbanların kadın olduğu izlenimine yol açmaktadır. Ancak resmi veriler1 namus cinayetle1 Örneğin; İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Birimi Öğretim Üyesi Osman Celbiş’in yapmış olduğu araştırmaya göre töre ve namus cinayeti
sebebiyle 2001-2004 yılları arasında 1507 kişi öldürülmüştür. Öldürülenlerin 288’i kadındır (Celbiş, 2008:3). Celbiş, O. Ozdemir, B.
Egri, M., (2008), “Evaluation of Honour Killings in Malatya Province, Turkey, Between 2000 and 2004” Journal
of Family Violence (için hazırlanmış ve henüz yayınlanmamış makale). Emniyet Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre
2000-2005 yılları arasındaki öldürme olaylarında toplam 10964 vakadan 1876’sı kadına yöneliktir. Toplam 1091 vaka namus ve töre
saikiyle işlenirken, bunlardan 322’si kadınlara yöneliktir. Bu vakalarda toplam 1190 kişi cinayete kurban gitmiş ve bunların 710’u erkek,
480’i kadındır. 2006 yılında tamamlanan TBMM Araştırma Komisyonu Raporuna göre ise; Jandarma Bölgesinde meydana gelen toplam
5925 olaydan 1502 tanesi kadın ve çocuklara gerisi kalanı erkeklere yöneliktir (TBMM Raporu, 2006:119). T.C. Başbakanlık Kadının
Statüsü Genel Müdürlüğü, Töre ve Namus Cinayetleri İle Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin
Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu.
Ankara: Aralık 2006.
128
NAMUSU/NU KANLA TEMİZLEYENLER:
MARDİN CEZAEVİ’NDE NAMUS DAVASI NEDENİYLE YATAN MAHKÛMLAR ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZTÜRK, Arş. Grv. Memet Ali DEMİRDAĞ
rine kurban giden erkeklerin kadınlardan çok daha fazla olduğunu göstermektedir.
Araştırma kapsamındaki vakalarda, erkek kurban sayısının kadınlara nispetle daha
yüksek olması daha önceki araştırma sonuçlarıyla örtüşmektedir. Diğer bir ifadeyle
erkekler kadınlardan farklı olarak sadece mağdur olmayıp, aynı zamanda fail olarak
da işin içinde bulunmaktadırlar. Araştırma kapsamında ele alınan toplam 12 öldürülme vakasının 7’si erkek, 5’i kadınken, katillerinin tamamı erkektir. Ancak şunun
belirtilmesinde fayda vardır. İki mahkûm asıl hedeflerinin farklı olduğunu -birinin
kız kardeşi, diğerinin ise eniştesi- ancak silahı ateşlediklerinde 2 kadının kendilerini bu kişilere siper ettikleri için -biri gelinine, diğeri ise kocasına-öldüklerini ifade
etmişlerdir. Yani kazara ölen bu iki kadın çıkarılırsa namus davasından üç kadının
öldürüldüğü anlaşılmaktadır.
4. MAHKÛM ADALET Mİ GECİKEN HUKUK MU?
Sosyoloji toplumu bir gerçeklik olarak ele alırken hukuk, bu sosyal gerçekliğe bir düzen vermeye, toplumsal gereksinimleri karşılayarak adaleti tesis etmeye çalışır (Can,
1992: 1 - 2). Hukukun temel işlevi toplumda adaletin tesis edilmesidir. Bu açıdan
hukuk, toplumda huzur ve istikrarı sağlamaya yönelik olarak uyuşmazlıkların barışçıl
yollardan çözülerek toplumsal güvenin, eşitliğin ve özgürlüğün sağlanmasına katkıda bulunur (Türkkahraman, 2006: 85 - 86). Hukuk, toplumların özelliklerine göre
değişmekle birlikte değişmeye açık, dinamik bir karaktere sahiptir.
Türkiye’de, son yıllarda töre ve namus cinayetleriyle ilgili ciddi hukuki düzenlemelerin yapıldığı görülmektedir. Eski ceza kanununda özel ağır tahrik hali kapsamında
olan töre cinayetlerine indirim sağlayan 462. Madde2 Avrupa Birliği 6. Uyum Paketi
ile Türk Ceza Kanunu metninden çıkarılmıştır. Bu tür cinayetleri işleyenler 1 Haziran 2005’ten önce 462. Madde kapsamında ceza indiriminden yararlandıkları halde
yeni düzenlemeyle töre saikiyle adam öldürme suçu, yeni TCK’da “nitelikli haller”
dâhilinde “kasten adam öldürme” bölümüne alınmış ve cezası da ağırlaştırılmış hapis cezası olarak yeniden düzenlenmiştir. Yeni yasa, kadınların cinsel ve bedensel
haklarının güvence altına alınmasını ve kadın erkek ayrımcılığının ortadan kaldırılmasını amaçlamaktadır.
Gasp, cinayet, hırsızlık, nitelikli dolandırıcılık, zimmet, vb. suçlar için cezaların
ağırlaştırılmasının caydırıcı bir etkiye sahip olsa da toplumun son derece hassas olduğu “namus” konusunda minimum düzeyde tolerans gösterilmektedir. Cezaların
arttırılmasının ve hatta bazı durumlarda suçun kapsamının değiştirilmesinin yeterince caydırıcı olmadığı görülmektedir. Bazı mahkûmlar, meselenin sadece hukuki
2 Avrupa Birliği 6. Uyum Paketi gereğince 1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunundan çıkarılan 462. madde: “Yukarda geçen iki fasılda
beyan olunan fiiller, zinayı icra halinde veya gayrimeşru cinsi münasebette bulunduğu esnada meşhuden yakalanan veya zina yapmak veya
gayrimeşru cinsi münasebette bulunmak üzere yahut henüz zina yapmış veya gayrimeşru cinsi münasebette bulunmuş olduğunda zevahire
göre şüphe edilmeyecek surette görünen bir koca veya karı yahut kız kardeş veya fürudan biri yahut bunların müşterek faili veya her ikisi
aleyhine karı veya koca yahut usulden biri veya erkek veya kız kardeş tarafından işlenmiş olursa fiilin muayyen olan cezası sekizde bire indirilir
ve ağır hapis cezası hapis cezasına tahvil olunur. Müebbet ağır hapis cezası yerine dört seneden sekiz seneye ve idam cezası yerine de beş
seneden on seneye kadar hapis cezası verilir.”
129
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
düzenlemelerle çözülemeyecek kadar karmaşık olduğunu belirtmektedirler. Bağlı
(2008: 102)’nın ifadesiyle; “Söz gelimi töre ve namus dolayısıyla mahkûm olanların
hiç birisi cezai yaptırımların onlar için caydırıcı olabileceğini düşünmüyor. Nitekim
görüşmecilerden cezai yaptırımların caydırıcı olacağını düşünenlerin oranı sadece
% 30 civarındadır. Kaldı ki bunların önemli bir kısmı da ancak kısmen olabileceğini
düşünenlerdir. Kısaca cezai yaptırım ne kadar ağırlaştırılsa da toplumsal baskı var
olduğu sürece caydırıcı olmamaktadır.” Bizim araştırmamızda da genel olarak benzer
yaklaşımların sergilendiği tespit edilmiştir. Örneğin; Y’nin ifadesiyle;
“Ceza kanununda yapılan değişiklikler namusun önemini azaltıyor. Yapılan hukuksal düzenlemeler AB sevdasıyla yapılan reformlar namusu değersizleştiriyor, itibarsızlaştırıyor.
Devletin yapmış olduğu hukuksal düzenlemeler namusu değersizleştiriyor. Ama hangi düzenleme yapılırsa yapılsın bir şeyin değişmeyeceğine inanıyorum. Namussuzluk devam ettiği
sürece bu böyle devam edecek. Benim için önemli olan bulunduğum ortam, çevre ve bölge.
Devlet hangi düzenlemeyi yaparsa yapsın bu iş önlenmez. Kanun bundan çok daha ağır
cezalar da verse yine de yapardım. Ceza çok da caydırıcı olmaz.” (Erkek, Lise, 29)
Bölgenin dinamikleri göz önüne alındığında insanların namusa ilişkin meselelerde
çok hassas oldukları görülmektedir. Dolayısıyla emniyet, jandarma, savcılık, vb. devlet kurumlarının bu hassasiyeti göz önünde bulundurması durumunda yine de bazı
olayların öldürme aşamasına varmadan önlenebileceği söylenilebilir. Örneğin; bir
ensest vakıasında, aile bireyleri olarak emniyete ve savcılığa defalarca dilekçe vermelerine rağmen gerekli önlemlerin alınmadığını ve hatta bir defasında savcının
kendilerine, “kız zaten evlenmiş, babanızdır, şikâyette bulunmayın” dediğini ve dosyayı
kapattığını belirterek “adalete” tepkisini şöyle dile getirdi:
“Adalet hiçbir zaman çözüm üretmiyor” (Erkek, Üniversite, 27).
Dışarıdan okumayla, kamuoyunda yaygın olan genel kanı; namus cinayetlerinin töre
saikiyle aile meclislerinin kararıyla işlendiğidir. Medya tarafından adeta bir ayin havasında verilen “aile meclisi” sahneleri gibi somut bir organizasyonun varlığı Sirman
(Arlı, Akar ve Bulut 2008: 321) tarafından kesinlikle reddedilmektedir. Elbette ki aileler
ciddi bir sorunla karşılaştıkları zaman otururlar, konuşurlar. Bu hemen tüm topluluklarda böyledir. Görüşmelerimizde de benzer veriler elde edilmiştir, ancak bu veriler,
Bağlı (2008:106) ve Sirman’ın ifade ettikleri “kesinlik” ile uyuşmamaktadır. Toplam
10 mahkûmdan 5’i zayıf da olsa aile içi bir karar mekanizmasından bahsetmişlerdir.
Fakat hiçbiri, aile meclisinin kurulup infazı kimin, nasıl ve ne şekilde yapacağı gibi
ayrıntılarıyla görüşüldüğü fikrine katılmamışlardır. Böyle bir şeyin varlığının itiraf
edilmesi durumunda ilgili meclise katılan bireylerin cinayete azmettirmekten tutuklanacağı ve bunun da zincirleme olarak mağduriyetleri arttıracağı düşünüldüğünden
olay bireyselleştirilerek suç şahsileştirilme yoluna gidilmiştir denilebilir.
Hukuki açıdan diğer suç türleriyle mukayese edildiğinde namus meselesinden dolayı
işlenen cinayetlerin oranı daha düşüktür. Fakat namus adına işlenen cinayetler diğer
130
NAMUSU/NU KANLA TEMİZLEYENLER:
MARDİN CEZAEVİ’NDE NAMUS DAVASI NEDENİYLE YATAN MAHKÛMLAR ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZTÜRK, Arş. Grv. Memet Ali DEMİRDAĞ
öldürme vakıalarına göre daha fazla dikkat çekmektedir. Bunun en önemli sosyolojik nedenlerinden biri hukukun meşruluğunu ve meşruiyetini tehdit ederek şahısları
kendi hukuklarını uygulamaya teşvik etmesinde yatmaktadır. Namus cinayetlerinin
eskisi kadar olmasa da bazı yörelerde hala devam ediyor olması, bize toplumsal yaşamı düzenleyen devlet hukuku ile bilfiil yaşayan hukuk arasındaki örtüşmenin bir
türlü sağlanamadığını göstermektedir. Medyanın olaylara abartılı bir biçimde yer vermesi popülerleşmesine ve dolaylı bir biçimde yeni cinayetlerin işlenmesine katkıda
bulunmaktadır.
Aile ve Sosyal Politikalardan sorumlu Devlet Bakanı Fatma Şahin, Töre/Namus Cinayetleri Araştırma Komisyonu Başkanı sıfatıyla verdiği bir mülakatta (Durukan, 2005)
kendisine yöneltilen “Töre / namus cinayetlerinin önleneceğine ilişkin bir umudunuz var mı?” yönündeki bir soruya cevaben; son 5 yılda töre cinayetlerindeki azalışa
dikkati çekmekte ve toplumun zihinsel bir dönüşüm geçirdiğinin altını çizmektedir.
Ona göre; devletin/idari birimlerin mevcut yasaları uygulaması, kadınların bilinçlendirilmesi, ekonomik açıdan güçlendirilmesi gibi durumlar bir çarpan etkisi yaratacağından zihniyet dönüşümünü hızlandıracaktır. Bu durum uzun vadede sorunun esaslı bir şekilde çözüme kavuşturulmasına imkân sağlaması açısından oldukça
önemli olsa da sosyolojik açıdan düşünüldüğünde bu bakış açısının ilerlemeci bir
söylem dilini içerdiği görülmektedir. Sirman bu yaklaşımı bilimsel bulmamakta ve
“namus, eski bir toplumsal örgütlenmeden geriye kalan bir “ayrıntı”, dahası “artık”
olduğundan toplum değiştikçe, modernleştikçe bu artıktan da eser kalmayacaktır”
(2001: 251) yönünde örtük bir kabulü içerdiği gerekçesiyle eleştirmektedir.
KAMER (2005: 16) namus adı altında, miras ve kadının ekonomik özgürlüğüne karşı cinayetler işlendiğine ve olayın “namus” kapsamına alınarak cinayete meşruiyet
kazandırıldığına dikkati çekmektedir. Bölgenin yapısı gereği kadınlara mirastan pay
verilmemesi bilinen bir olgu olmakla birlikte araştırma esnasında sırf bu nedenden
dolayı gerçekleşen herhangi bir öldürme vakıasına rastlanılmamıştır.
Geleneksel toplum yapısında arabulucu rolünü üstlenen şahısların yerini, günümüzde STK’ların aldığı görülmektedir. Yapılan araştırmalara göre özellikle kadın eksenli
örgütlerin, sosyo-ekonomik durumu düşük olan ailelere, maddi-manevi destek verdiklerinde veya olaya müdahil olup arabuluculuk yaptıklarında, ailenin toplumsal
baskıya direnebildiği ve çoğu zaman kadının hayatının kurtarıldığı görülmektedir
(KAMER, 2006: 27; 2011: 47). Bu bağlamda resmi kurum ve kuruluşların kadınların
özellikle can güvenliklerinin sağlanmasında etkin önlemler alması gerekmektedir.
Sosyolojik açıdan hukuk, ödül ve ceza esasına göre işleyen mekanik bir sistem değildir. Suçun kapsamının değiştirilerek cezaların arttırılması suretiyle resmi olarak
namus cinayetlerinde bir azalmanın olduğu görülse de bunun yeterince gerçeği yansıtmadığı söylenebilir. Çünkü gerek araştırma kapsamında görüşülen görüşmecilerden bir kısmının ve gerekse de bazı cezaevi görevlilerinin beyanlarına göre namus
131
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
cinayetleri azalmıyor fakat yön değiştiriyor. Gerçek neden namus olmakla birlikte
ailenin itibarı, cezaların ağırlığı gibi hususlar dikkate alınarak mesele alacak-verecek,
arazi davası gibi nedenlere indirgenerek cezanın hafifletilme yoluna gidildiği iddia
edilmektedir. Örneğin; X’e göre;
“Bana soracak olursanız bölgemizdeki cinayetlerin % 40’ı namus yüzünden işlenmekte,
ama dışarıya başka sebepler anlatılıyor. Her iki taraf da olayı bilir ama dışarı sızdıramazlar.
Dedikodu konusu yapılmasın diye yabancıların duyması istenmiyor.” (Erkek, Lise, 28).
“… Misal verirsem, A köyünden olduğumu bilmeyen B, alacak-verecek meselesi yüzünden
çıkan bir kavgada adamı öldürdüğünü söylemişti ama B’nin ailesini tanıyan bir akrabam
açık görüşte B’nin kız kardeşine sarkıntılık yaptığı için adamı öldürdüğünü anlattı. Onun,
meselenin aslını bildiğimden haberi yok.”
Olayın dedikodu nesnesi haline gelerek duyulması çevrede, aile üzerindeki sosyal
baskıyı arttırmaktadır. Kırsal kesimde dedikodunun bir sosyal baskı unsuru olarak
nasıl işlev gördüğünü ise W’nin şu ifadesi gayet iyi özetlemektedir.
“Ben onu öldürmedim, o kendisini öldürdü. Silahı sıkan öldürmüyor, o fesadı çıkaran, fesatçılığı yapan kendini öldürüyor… Ta Şanlıurfa’nın köyündeki amcakızı bile bu olayı duymuştu.” (Erkek, İlköğretim, 29)
KAMER (2005: 16)’de çalışmalarında; “cinayetlerin mal paylaşımını, ensest vakasını”
gizlemek gibi nedenlerle işlenmiş olabileceğine ve namusun “kisve” olarak kullanılabileceğine dikkati çekmektedir. 04.05.2009 tarihinde Mardin’de 44 (kırkdört) kişinin ölümüyle sonuçlanan Bilge Köyü olayının da perde arkasında “ensest” ilişkisinin
olduğu yönünde bazı söylentilerin olduğu dikkate alınırsa bazı cinayetlerin gerçek
nedeninin namus olgusu olduğu görülmektedir.
Örneğin; ▼’in vakıasında, “Olay çevrede duyulunca ninemin çözümü, kız öldürülsün, olay
kapansındı. Böylece olay örtbas edilmek isteniyordu. Biz ninemin önerisine sıcak bakmadık.
Çünkü kızın bir suçu yok. Babam yine devam edecekti. Bana göre babamla amcamın yeryüzünde yaşamaya hakları yok.” (Erkek, İlköğretim, 24)
Cezaevinde mahkûmlar her ne kadar uzun yıllar aynı koğuş ortamında kalsalar da
bazı şeylerin sır olarak kalmaya ve gizemini korumaya devam ettiği görülmektedir.
Gerek araştırma kapsamında görüştüğümüz mahkûmlar ve gerekse de kurum yetkilileri çoğu durumda olayın gerçek neden/nedenlerinin gizlenme yoluna gidildiğinin altını çizmektedirler. Görüşmecilerin bazılarının beyanlarına göre mahkûmların
çoğu psikolojik açıdan rahatlamak için olayın iç yüzünü ancak sırdaş olarak kabul
ettikleri arkadaşlarına anlatmaktadırlar. Meselelerinin farklı yorumlanabileceği endişesi, mahkûmların gerçeği saklamalarının en önemli sebebi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bazen mahkûmlar, “namusuna sahip çıkamamış/erkeklik gururu ayaklar
altına alınmış” birinin pozisyonuna düşmemek için konuşmamayı veya olayı farklı
132
NAMUSU/NU KANLA TEMİZLEYENLER:
MARDİN CEZAEVİ’NDE NAMUS DAVASI NEDENİYLE YATAN MAHKÛMLAR ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZTÜRK, Arş. Grv. Memet Ali DEMİRDAĞ
bir şekilde hikâye etmeyi tercih etmektedirler. Ceza Kanununda yapılan yeni düzenlemelerle kadına yönelik şiddet içeren davalarda indirim yapılmamasının da bir
anlamda buna yol açtığını söyleyebiliriz. Bu durumda bireyin mahkûmiyet sebebini
anlatmasının temel gerekçelerinden biri de ortadan kalkmış olmaktadır. Dolayısıyla yorumsamacı bir bakış açısıyla ifade edecek olursak bu beyanların incelenmesi
durumunda görünürde değişik sebeplere indirgenmiş birçok örtük namus davasının
bulunduğu sonucuna ulaşılabilir.
SONUÇ
Namus cinayetleri tek bir nedenden hareketle açıklanamaz. Bireyler; ailenin, yakın
çevrenin ve özelliklede toplumun yoğun baskısından dolayı zaman zaman namuslarını kanla temizleme yoluna gitmektedirler. Bu tür durumlarda ilk etapta öldürmeye
teşebbüs edilmemekte aksine öldürme dışındaki seçenekler tükendiğinde, toplumun
yoğun baskısından dolayı mesele olaya sebebiyet veren kişi/kişilerin öldürülmesi suretiyle çözülme yoluna gidilmektedir. Araştırma sonucunda elde edilen bulgulardan
anlaşıldığı kadarıyla sorunu erkeklerin kendi aralarında çözmeye çalıştıkları ve gerekli görülmesi durumunda kadınların da olaya müdahil oldukları görülmektedir. Namus olgusuna yönelik erkek egemen bakış açısı değişmediği sürece bu sorunun kısa
vadede çözülmesi pek mümkün görülmemektedir. Dolayısıyla sorunun çözülmesi
için geleneksel erkek egemen bakış açısı dışında; olaya temel insan hakları ekseninde
yaklaşan yeni, özgürlükçü ve sivil bir bakış açısıyla yaklaşılmasının gerektiği ön plana
çıkmaktadır.
Sorunun erkeklerin tek başlarına çözemeyecekleri kadar büyük bir insanlık sorunu
olduğu kabul edilmelidir. Meseleyi bu yönüyle ele alan çalışmalara ağırlık verilmeli
ve gerek kamu kurum ve kuruluşları ve gerekse de sivil toplum örgütleri tarafından
yapılan çalışmalar (desteklenme) değişik platformlar tarafından desteklenme yoluna gidilmelidir. Çünkü soruna erkek egemen bir bakış açısıyla yaklaşılarak olayın
belli bir yönünün dikkate alınması diğer bir ifadeyle kadınlarla ilgili bir meselede
kadınların fikrinin alınmaması, kadınların tartışmaya eşit düzeyde katılımının sağlanmaması nihayetinde çözüme giden en önemli yollardan birini tıkamak anlamına
gelmektedir.
Namus cinayetleriyle ilgilenen hemen herkesin üzerinde uzlaştığı çözüm, namusun
kolektif kimliğinden sıyrılması, yani bireyselleştirilmesidir. Kadın, kendi namusu
üzerinde tek söz sahibi olduğunda, çevreden gelebilecek her türlü baskıya direnebilecektir. Bunun mutlak anlamda erkeklerin vehmettiği gibi daha fazla namussuzluğa
sebep olacağı söylenemez. Hatta bunun erkekler üzerindeki ailevi ve toplumsal baskıyı ciddi oranda azaltacağı hesaba katılırsa pozitif bir işlev göreceği söylenebilir.
Genel olarak herkesin birbirini tanıdığı, yüz yüze sosyal ilişkilerin egemen olduğu
küçük yerleşim birimlerinde toplumsal baskı çok güçlü olsa da şehirleşmeyle birlikte
133
Yıl: 13 Cilt: 7 Sayı: 30 Ocak- Haziran 2013
bunun azalacağı muhakkaktır. Fakat bölgede kırsaldan göçün il dışı veya yurt dışı
yerine bağlı bulunduğu il veya ilçe merkezlerine ve buralarda da çoğunlukla tanıdıkların oturdukları semt ve mahallere olduğu dikkate alındığında kültürel anlamda pek
fazla bir şeyin değişmediği söylenilebilir. Çünkü aynı çevre ve onun ürünü olan baskı, göç yoluyla blok halinde şehre taşınmaktadır. Birey bu çevrenin içinde yaşamaya
devam ettiği sürece benzer bir vakıayla karşılaşması durumunda yanıtı bu çevrenin
beklentilerine uygun olacaktır. Bizim araştırmamızda da cinayet işleyenlerin çoğunun şehirde ikamet etmesi bunu doğrulamaktadır.
Kentler, fiziksel rekabetten ziyade zihinsel rekabetin ön plana çıktığı ve bireyselleşmenin boy verdiği kozmopolit yerleşim birimleridir. Benzer çevreden gelen bireylerden oluşan kentlerde insanlar benzer zihin yapılarına sahiptirler. Bu tür durumlarda
yaşanılan yer kent olsa da birey kendini yine de büyük bir baskı altında hissedecektir.
Gerek yapılan araştırmalarda ve gerekse de bizim araştırmamızda tespit edebildiğimiz
kadarıyla bu tür durumlarda il dışına göç etmenin ölüm vakıalarını engelleyebileceği
söylenilebilir. Hukuki anlamda sorunun insan hakları bağlamında ele alınması yönünde bir anlayışın gelişmesinin yanında, kentleşmenin beraberinde getireceği rasyonelleşmenin namus cinayetlerini azaltacağını söyleyebiliriz.
KAYNAKLAR
Arlı, A., Akar, Ş.K. ve Bulut Y. (2008). “Nükhet Sirman ile Türkiye’de Sosyoloji ve Antropoloji
Yapmak Üzerine”. Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 6 (11), 303-326.
Bağlı, M. (2008). Töre ve/veya Namus Adına Cinayet İşleyen Suçlu ve Zanlıların Sahip Oldukları
Toplumsal Değer Yapıları, Aile İlişkileri ve Kişilik Özellikleri ile Bunların Sosyo-Ekonomik Analizine İlişkin Bir Araştırma. TÜBİTAK Projesi. Proje No: 106K360. Diyarbakır.
Bruinessen, M. V. (2006). Ağa, Şeyh, Devlet. (çev. B. Yakut). İstanbul: İletişim Yayınları.
Can, C. (1992). Oluşum Süreci İçerisinde Hukuk Sosyolojisi. Ankara: Savaş Yayınları.
Durkheim, E. (1994). Sosyolojik Metodun Kuralları. (çev. E. Aytekin). İstanbul: Sosyal Yayınlar.
Durukan, A. (2005, 18 Kasım). 81 İlin Namus Cinayeti Haritası Çıkarılıyor. <http://eski.bianet.
org/2005/11/18/70367.htm> (10 Temmuz 2012).
Ergil, D. (1980). Türkiye’de Terör ve Şiddet: Yapısal ve Kültürel Kaynakları. Ankara: Turhan Kitabevi.
Giddens, A. (2008). Sosyoloji. (yay. haz. C. Güzel). İstanbul: Kırmızı Yayınları.
KAMER (2005). Suçlu Kim? Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerinde Namus Kisvesi Altında
İşlenen Cinayetler İle Mücadelede Kalıcı Yöntemler Geliştirme Projesi. 2005 Raporu.
Diyarbakır: Kamer Vakfı.
KAMER (2006). İstersek Biter: Namus Adına İşlenen Cinayetler. 2006 Raporu. Diyarbakır: Kamer
Vakfı.
KAMER (2011). İstersek Biter. 2011 Raporu (yay. haz. A. Bora). Diyarbakır: Kamer Vakfı.
134
NAMUSU/NU KANLA TEMİZLEYENLER:
MARDİN CEZAEVİ’NDE NAMUS DAVASI NEDENİYLE YATAN MAHKÛMLAR ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
Yrd. Doç. Dr. Musa ÖZTÜRK, Arş. Grv. Memet Ali DEMİRDAĞ
Kardam, F. (2002). Namus Gerekçesiyle Öldürülme ya da Kendi Canına Kıyma: Kadın Cinselliği
Üzerinde Baskıların Benzer Koşullarda Farklı Sonuçları mı?. <http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/Turkce/SayfaDosya/namus_ger_oldurme.pdf> (10 Temmuz 2012).
Kardam, F., Alpar Z., Yüksel, İ., Ergün, E. (2005, Kasım). Türkiye’deki Namus Cinayetlerinin Dinamikleri: Eylem Programı İçin Öneriler Sonuç Raporu. Ankara: Koza Yayın. <http://
www.undp.org.tr/TRaboutUsDocvuments/NamusCinayetleri.pdf>
(10
Temmuz
2012).
Kızmaz, Z. (2002). Bazı Sosyal Değişkenler Bağlamında Doğu Anadolu Bölgesinde Suç ve Suçluluk. Yayımlanmamış Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi: Elazığ.
Kızmaz, Z. (2005). “Din ve Suçluluk: Suç Teorileri Açısından Kuramsal Bir Yaklaşım”. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 15 (1), 189-215.
Mernissi, F. (2003). Kadınların İsyanı ve İslami Hafıza. Ankara: Epos Yayınları.
Nişanyan, S. (2011, 01 Ocak). Sözlerin Soyağacı: Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü. <http://
www.nisanyansozluk.com/?k=namus> (10 Temmuz 2012).
Peristiany, J. G. (1966). Honor and Shame in a Cypriot Highland Village. In J. G. Peristiany (Ed.).
Honour and Shame: The Values of the Mediterranean Society (ss. 171-190). Chicago:
University of Chicago Press.
Pervizat, L. (2005). Uluslararası İnsan Hakları Bağlamında Namus Cinayetleri: Kavramsal ve
Hukuksal Boyutu ve Türkiye Özelinin Değerlendirilmesi. Yayımlanmamış Doktora
Tezi, Marmara Üniversitesi: İstanbul.
Sirman, N. (2001). Sosyal Bilimlerde Gelişmecilik ve Köy Çalışmaları. Toplum ve Bilim, (88),
251-254.
Sirman, N. (2006). Akrabalık, Siyaset ve Sevgi: Sömürge Sonrası Koşullarda Namus-Türkiye Örneği. Mojab, S. ve Abdo N. (Ed.) içinde, Namus Adına Şiddet Kuramsal ve Siyasal
Yaklaşımlar, (ss. 43-63). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Sirman, N. (2008, 12 Nisan). Nükhet Sirman ve Dicle Koğacıoğlu ile “Namus”u Tartışıyoruz.
<http://feminisite.net/news.php?act=details&nid=559> (10 Temmuz 2012).
Tezcan, M. (2003). Türkiye’de Töre (Namus) Cinayetleri. Ankara: Naturel Kitap.
Tillion, G. (2006). Harem ve Kuzenler. (çev. Ş. Tekeli ve N. Sirman). İstanbul: Metis Yayınları.
Türkkahraman, M. (2006). Toplum ve Temel Toplumsal Kurumlar. Ankara: Alp Yayınevi.
Yalçın-Heckman, L. (2002). Kürtlerde Aşiret ve Akrabalık İlişkileri. (çev. G. Erkaya). İstanbul:
İletişim Yayınları.
Yıldız, A. N. (2009). Kadın Cinselliğinin Söylemsel İnşası ve Namus Cinayetleri: Şanlıurfa Örneği. Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi: Ankara.
TBMM Raporu (2006). Töre ve Namus Cinayetleri İle Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin
Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu. Ankara. <http://www.kadininstatusu.
gov.tr/upload/mce/eski_site/Pdf/tbmmkom-bolum1.pdf> ve <http://www.kadininstatusu.gov.tr/upload/mce/eski_site/Pdf/tbmmkom-bolum2.pdf> (10 Temmuz 2012).
135
Yayın İlkeleri
1. Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından altı ayda bir yayımlanır.
2. Dergide telif ve tercüme makaleler, araştırma makaleleri, bildiriler, yayın değerlendirme tartışma yazıları,
Türkçe ya da İngilizce yer alır.
3. Dergi, “Hakemli” bir yayındır. Dergiye gönderilen yazı, konusu ile ilgili iki akademisyen ve Yayın
Kurulu tarafından incelendikten sonra yayımlanabilir. Dergiye gönderilen yazıların başka bir dergide
yayınlanmamış ya da yayınlanmak üzere gönderilmemiş olması gerekir.
4. Gönderilen yazıların yayımlanma zorunluluğu yoktur. Dergiye gelen yazılar yayımlansın ya da
yayımlanmasın geri gönderilmez.
5. Dergide yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir.
6. Makaleler 4000-8000 kelime arasında olmalıdır. Bu uzunluk sonnotları, referansları ve ekleri
kapsamaktadır.
7. Makale yazımında Microsoft Office Word programı kullanılmalıdır. Yapılacak çalışmaların elektronik
posta yoluyla gönderilmesi yeterlidir.
8. Metinlerinin tamamı 12 punto Times New Roman yazı tipi kullanılarak yazılacak ve satır aralığı 1,5
olacaktır.
9. Yazının kapak sayfasında; çalışmanın adı, yazar/yazarların (Birden fazla yazar varsa sıralama yapılarak)
adı, soyadı, unvanları, çalıştıkları kurumlar belirtilmeli, Türkçe ve İngilizce özetler yer almalıdır.
10. Makalenizin 150 kelimeyi aşmayacak bir özeti (Türkçe ve İngilizce) bulunmalı, özetler italik olarak
yazılmalıdır. Ayrıca makale için 5 İngilizce 5 Türkçe anahtar sözcüğe yer verilmelidir.
11. Yazının kapak sayfasında, çalışmanın adı yazar/yazarların (Birden fazla yazar varsa sıralama yapılarak)
adı, soyadı, unvanları, çalıştıkları kurumlar belirtilmelidir.
Çalışmalar, [email protected] adresine gönderilmelidir.
ATIFLAR
Metin içinde atıf yapılmasına yönelik Geleneksel Anglo-Sakson Sistemi veya dipnot ile atıf yapılan Geleneksel
Kıta-Avrupa’sı Sistemi tercih edilebilir.
Geleneksel Anglo-Sakson Sistemi tercih ediliyorsa aşağıdaki örneklerde olduğu gibi gönderme yapılır.
i)
Tek Kaynak-Tek Yazar: (Güler,1998: 192)
ii) Tek Kaynak-İki Yazar: (Ergun ve Polatoğlu, 1992: 58-67)
iii) Aynı kaynağa farklı sayfalarda göndermelerde bulunuluyorsa: T. Tan, 1984, s.25.
iv) Yazarın aynı yıl içinde yayımladığı birden fazla eserine atıfta metin içindeki atıf sırasına göre yılın
yanına alfabetik, a, b, c harfleri konulur: (Aslan, 2007a: 23), (Aslan, 2007b: 125).
Geleneksel Kıta-Avrupası Sistemi tercih ediliyorsa; aşağıdaki örneklerde olduğu gibi gönderme yapılır.
i)
Kitaplarda: Turgut Tan, Ekonomik Kamu Hukuku, TODAİE Yayını, Ankara, 1984, s. 24.
ii) Aynı kaynağa arka arkaya göndermede bulunuluyorsa : a.g.e., s. 24.
iii) Çoklu kaynaktan atıf: (Şaylan, 1998; Çitçi, 1989)
iv) Aynı yazarın aynı yıl yayınlanan eserlerine gönderme yapılıyorsa:
-Mesut Gülmez, İnsan Hakları Eğitimi Hakkı, TODAİE Yayını, Ankara, 1996a, s. 34.
-Mesut Gülmez, Dünyada Memurlar ve Sendikal Haklar, TODAİE Yayını, Ankara, 1996b, s. 55.
v) Makalelerde;Korkut Boratav, Oktar Türel, Erinç Yeldan, “The Turkish Economy in 1981-92: A Balance
Sheet, Problems and Prospects”, ODTÜ Gelişme Dergisi, Cilt 22, Sayı:1, 1995, s. 9.
vi) Aynı kaynağa arka arkaya göndermede bulunuluyorsa : a.g.m., s. 9.
vii) Aynı kaynağa farklı sayfalarda göndermelerde bulunuluyorsa :K. Boratav, O. Türel, E. Yeldan,
1995, s. 10.
KAYNAKÇA
Kaynakça aşağıdaki örnekler gibi hazırlanmalıdır.
i)
Tek yazarlı kitap: Bumin, Tülin (2005). Hegel, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
ii) Çift yazarlı kitap: Coşkun, Dr. Selim, Tireli, Münir (2008), Avrupa Birliğinde Yoksullukla Mücadele
Stratejileri ve Türkiye, Nobel Yayınları, Ankara
iii) Makale: Tsakloglou, P. ve Papadopoulos, F. (2002), “Aggregate Level and Determinig Factors of Social
Exclusion in Twelve European Countries”, Journal of European Social Policy, 12(3), pp.211-225
iv) Internet: http://www.unctad.org/en/docs/wir2006overview_en.doc Erişim Tarihi: 2 Ocak 2012
Sosyal Polİtİka
Sosyal Polİtİka
Ç a l ı ş m a l a r ı
Bakanlığımızın kuruluşu ile birlikte ortaya çıkan yapısal ihtiyaçlar ve hizmet alanımıza ilişkin yol haritasının belirlenmesi aşamasında doğru, güvenilir veriye ulaşmak, elde
edilen verileri yorumlamak hayati bir öneme sahip ve bilimsel yöntemle üretilmiş bilginin olmadığı bir ortamda kaliteli sosyal politika üretim sürecinden bahsetmek mümkün
değil.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak köklü bir akademik dergi geleneğinin mirasçısı
olduk. “Aile ve Toplum”, “Özveri”, “Yardım ve Dayanışma” bütünleşik yapımızla yola
çıkarken yayın hayatını sürdüren akademik dergilerimizdi. Akademik yayınlarımızın sürekliliğinin sağlanması ve taahhüt edilen yayın periyodu içerisinde düzenli olabilmesi
için tek ve istikrarlı bir dergi ile yayın hayatımızı sürdürmemiz gerektiğine inandık ve
ülkemizin en muteber sosyal bilimler veritabanı TÜBİTAK ULAKBİM tarafından da taranmakta olan “Aile ve Toplum” dergisinin “Sosyal Politika Çalışmaları” adı altında devam
etmesi yönünde karar verdik.
‘Sosyal Politika Çalışmaları’nı, tıpkı ‘Aile ve Toplum’ dergisinde olduğu gibi aile penceresinden toplumumuzun nirengi noktalarını bilimsel yöntem ve anlayışla değerlendiren
bir yayın olarak tasarladık. Bakanlığımızın misyon ve vizyonundan hareketle; insanı
tüm yönleri ile merkeze alan bir çerçevede özürlüye, çocuğa, yaşlıya, kadına ve diğer
sosyal politika konularına dokunan geniş bir yelpaze içerebilmeyi istiyoruz.
Sizleri Türkçe ve İngilizce makale, çeviri ve kitap tanıtımlarınızı bizlerle paylaşmaya davet ediyoruz. Bilimsel ve titiz bir çalışmanın ürünü olarak bizlerle paylaşacağınız çalışmalarınız yayın kurulu ve iki hakemin bilimsel denetiminden geçtikten sonra dergimizin sayfalarında yerini bulacak ve inanıyoruz ki ülkemizdeki sosyal politika çalışmalarına
önemli bir katkı sağlayacaktır.
w w w. a i l e . g o v. t r
ISSN: 1303-0256

Benzer belgeler