1. International Congress of Women`s Studies Çukurova

Transkript

1. International Congress of Women`s Studies Çukurova
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
9-11 NİSAN 2015 ADANA
Bu kitap Ç.Ü BAP SBT-2015-3873 nolu proje kapsamında basılmıştır.
KONGRE BİLDİRİ ÖZETLERİ KİTABI
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
1.ULUSLARARASI ÇUKUROVA
KADIN ÇALIŞMALARI
KONGRE KİTABI
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
KADIN SORUNLARI ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ (KADAUM)
[email protected]
2
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
İÇİNDEKİLER
DÜZENLEME
BİLİM
Sayfa No
KURULU ................................................................................... 4
KURULU ................................................................................................5
KONGRE
PROGRAMI ..................................................................................... 6
KONGRE
AÇILIŞ KONUŞMASI ..................................................................... 13
DAVETLİ
KONUŞMACI
METİNLERİ ...............................................................15
SÖZLÜ BİLDİRİLER ( Programdaki Oturum
sırasına göre)............................ 65
3
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
ONUR KURULU
Prof.Dr. Mustafa Kibar
Prof.Dr. Ülkü Köymen
Prof.Dr. Gaye Erbatur
Doç.Dr. Refia Yıldırım
DÜZENLEME KURULU
Prof.Dr. Gülseren Ağrıdağ
Doç.Dr. Müge Kantar Davran
Doç.Dr. Filiz Yurtal
Doç.Dr. Elife Hatun Kılıçbeyli
Doç.Dr. Nüket Elpeze Ergeç
Yard.Doç.Dr.Metehan Çelik
Öğr.Gör. Münire Akgül
SEKRETERYA
Doç.Dr. Elife Hatun Kılıçbeyli
Öğr.Gör. Münire Akgül
Elif Telsiz
Şeyda Özçelik
Yasemen Özfındık Koti
Engin Esendemir
4
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
BİLİMSEL KURUL
Prof.Dr. Adnan Gümüş- Çukurova Üniversitesi
Prof.Dr. Asım Yapıcı- Çukurova Üniversitesi
Prof.Dr. Ayşe Gül Yılgör- Mersin Üniversitesi
Prof.Dr. Birnur Eraldemir- Çukurova Üniversitesi
Prof.Dr. Deniz Abik- Çukurova Üniversitesi
Prof.Dr. Dilek Batislam- Çukurova Üniversitesi
Prof.Dr. Dolunay Şenol- Kırıkkale Üniversitesi
Prof.Dr. Esra İbanoğlu- Gaziantep Üniversitesi
Prof.Dr. Gülseren Ağrıdağ- Çukurova Üniversitesi
Prof.Dr. H. Yıldız Dasgan- Çukurova Üniversitesi
Prof.Dr. Hatice Çubukçu- Çukurova Üniversitesi
Prof.Dr. Hatice Korkmaz Güvenmez- Çukurova Üniversitesi
Prof.Dr. Hatice Sofu- Çukurova Üniversitesi
Prof.Dr. M. Ali Kirman- Sütçü İmam Üniversitesi
Prof.Dr. Mete Korkut Gülmen- Çukurova Üniversitesi
Prof.Dr. Nazan Alparslan- Çukurova Üniversitesi
Prof.Dr. Nazan Koluman- Çukurova Üniversitesi
Prof.Dr. Nilüfer Pembecioğlu- İstanbul Üniversitesi
Prof.Dr. N. Yeşim Yalçın Mendi- Çukurova Üniversitesi
Prof.Dr. Nurcay Türkoğlu- Çukurova Üniversitesi
Prof.Dr. Nurgül Keser- Sakarya Üniversitesi
Prof.Dr. Nüket Örnek Büken- Hacettepe Üniversitesi
Prof.Dr. Sevinç Gülseçen- İstanbul Üniversitesi
Prof.Dr. Sonay Güçray- Çukurova Üniversitesi
Prof.Dr. Suat Gezgin- İstanbul Üniversitesi
Prof.Dr. Yaşare Arnas Aktaş- Çukurova Üniversitesi
Doç.Dr. Aslı Davas- Ege Üniversitesi
Doç.Dr. Beyhan Cengiz Özyurt- Celal Bayar Üniversitesi
Doç.Dr. Bezen Coşkun- Zirve Üniversitesi
Doç.Dr. Elif Hatun Kılıçbeyli- Çukurova Üniversitesi
Doç.Dr. Feride Önal- Yıldız Teknik Üniversitesi
Doç.Dr. Filiz Yurtal- Çukurova Üniversitesi
Doç.Dr. Gözde Yirmibeşoğlu- Akdeniz Üniversitesi
Doç.Dr. Hatice Kurdak- Çukurova Üniversitesi
Doç.Dr. Hatice Palaz Erdemir- Celal Bayar Üniversitesi
Doç.Dr. Işıl Var- Çukurova Üniversitesi
Doç.Dr. Kamuran Tarım- Çukurova Üniversitesi
Doç.Dr. Mediha Sarı- Çukurova Üniversitesi
Doç.Dr. Muzaffer Sümbül- Çukurova Üniversitesi
Doç.Dr. Müge K. Davran- Çukurova Üniversitesi
Doç.Dr. Nuran Öztürk- Çukurova Üniversitesi
Doç.Dr. Nüket Elpeze Ergeç- Çukurova Üniversitesi
Doç.Dr. Oya Yüreğir- Çukurova Üniversitesi
Doç.Dr. Perihan Dinç- Artut- Çukurova Üniversitesi
Doç.Dr. Serdar İskit- Çukurova Üniversitesi
Y.Doç.Dr Gülbahtiyar Demirel- Cumhuriyet Üniversitesi
Y.Doç.Dr.Metehan Çelik- Çukurova üniversitesi
Öğr.Gör. Münire Akgül- Çukurova Üniversitesi
Öğr.Gör. Sema Sancak- Yüzüncüyıl Üniversitesi
5
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
I.ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARIKONGRESİ
9-11 Nisan 2015
BALCALI-ADANA
Kongre Yeri: Devlet Su İşleri (DSİ) Seyhan Sami Kayahan Eğitim Tesisleri–Adnan Kahveci Blv. Baraj İçi Çukurova/Adana
9 NİSAN 2015 Perşembe
08.00-09.00 Ka yıt
09.00-10.00 Açıl ış ve Konuşmalar
10.00-10.10 ‘Ya şa mdan Umutlar’ - Dans Gösterisi; Öğr.Gör.Münire Akgül Yönetiminde.
10.10-10.30
ARA
10.30-12.30
İki li Konferans
Ana Salon
12.30-13.30
Ana Salon
2. Sa l on
13.45-15.15
3. Salon
(Sa ğlık)
4. Sa l on
(Medya)
Oturum Ba şkanı: Prof. Dr. Gülseren Ağrıdağ, Prof. Dr. Bahar Taner
Konuşmacılar
 Prof. Dr. Ya kın Ertürk “Ka dının İnsan Hakları Mücadelesi:
Ul usal ve Uluslararası Perspektif”
 Prof. Dr. Fa tma gül Berktay “Türkiye'de Ka dınların Özgürleşme
Müca delesi: Bitmeyen Bir Yolculuk”
ÖĞLE YEMEĞİ ARASI - DSİ Sosyal Tesisleri
DİA Gös terisi: Doç. Dr. Deniz Dülgeroğlu “Savaşın Hayatlarını Cehenneme Çevirdiği
Ka dınlar”
Pa nel: Ça lışma Yaşamında Kadın
Oturum Ba şkanı: Prof. Dr. Seyhan Tükel, Prof. Dr. Ya kın Ertürk
Konuşmacılar
 Prof. Dr. Şevka t Ba har Özvarış “Toplumsal Ci nsiyet ve Ça lışan Ka dın “
 Prof. Dr. Ga mze Yücesan Özdemir “Ekmek ve Gül: Muhafazakar –
Li beral Dönemde Ka dın Emeği’
 Doç. Dr. Müge Ka ntar Davran “Kırsalda Kadın”
 Dr. Buha ra Önal “Ka dın Ça lışanların İş Sağlığı ve Güvenliği Sorunları”
Woma n in the World
Oturum Ba şkanı: Prof. Dr. Z. Na zan Al parslan, Doç. Dr. Özkan Özgün
Konuşmacılar:
 Prof. Dr. Ra phaela Averkorn ‘’ Women i n 19th Century i n Europe’’
 Prof. Dr. El çi n Kürşat ‘‘Socio-cultural progress i n the Ottoman Times’’
 Dr. Li l l y Seidler-Fall “Women Roles on the Casamance-Gambia Civil Role:
‘Pea ce Woods’ Project”
 Dr.Ma rti na Palli ‘’ Women in Italian Media in the 19th Century’’
Oturum Ba şkanı: Prof.Dr. Mete Korkut Gülmen
 Ra bia Sohbet, Firdevs Gür ‘’Ka dına Yönelik Şiddetin Ka dına
Veri len Sosyal Haklarla İlişkisi’’
 Ül kü Özer, Fatma Gözükara ‘’ Şa nlıurfa’da Menopoza Girmiş
Ka dınların, Menopoza İlişkin Sorunlarının, Baş Etme Yollarının ve Bakış
Açıl a rının Belirlenmesi’’
 Fa tma Gözükara, İbrahim Koruk, Ayşegül Kılıçlı, Özlem Güner, Sibel
Ayha n, Si dar Aytekin, Deniz Al tun ‘’ Şanlıurfa’da Ça lışan Ka dın Sağlık
Profes yonellerinin Doğurganlık Özellikleri ve Doğurganlığa Bakış Açıları’’
 Ahs en Şirin, Özl em Gül ‘’Gebeliklerinin İsteğe Bağlı Sonlandıran
Ka dınların Psikososyal-Ekonomik Özelliklerinin Yaşadıkları Anksiyete
Durumuna Etkisinin İncelenmesi’’
 Sa re Mıhçıokur, Ci hangir Özca n, Ü.Nihal Bilgili Aykut ‘’ 1978-2013 Türkiye
Nüfus ve Sağlık Ara ştırmaları Sonuçlarına Göre Doğurganlık Eğilimlerinin
Deği şimi’’
 Demet Akarçay , Arzu Koça k Uya roğlu, Doğa Başer‘’Sağlık Bilimleri Fakültesi
Öğrenci lerinin Toplumsal Ci nsiyet Ka vramının Sağlık Üzerine Etkilerine
İl i şkin Görüşleri’’
Oturum Ba şkanı: Prof.Dr. Suat Gezgin
 H. Ha l e Künüçen “Nuri Bilge Ceylan Filmlerinde Ka dın Oyuncular”
 Ha ti ce P. Erdemir, Ta nsu Özbaysal ‘’Ka dın- Medya ve İletişim’’
 Tül â y Ata y Avşar, Selen Doğan ‘’ Ka dınların Güçlenmesi Ve Yurttaş
Ga zeteciliği Ekseninde Toplumsal Ci nsiyet Odaklı Medya - Bi r STK Deneyimi:
6
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
‘Uça n Süpürge Yerel Ka dın Muhabirler Ağı’’
Neri man Açıkalın, Burak Şahin ‘’ Ka dına Yönelik Şiddetin
Görünmeyen Yüzünün Türk Sinemasındaki Tasviri: Vesikalı Yarim’’
 Tuğba Aksakal, Suat Gezgin “Yerel Alandaki Kadın
Ha klarının Savunulmasında Medyanın Rolü ve Ara cılık
İşlşkanı:
evi ” Prof.Dr. Hatice Kurdak
Oturum Ba
 Ceza i r Ça ytaş ‘’Toplumsal Cinsiyet ve Ka dınların Toplumsal Hayatta
Ka rşıl aştıkları Zorluklar ve Çözüm Önerileri’’
 Veda Bilican Gökkaya ‘’Küçük Ka lplerin, Büyük Yükleri: Çocukluktan
Ka dınlığa’’
 Şa fa k Ka ypak ‘’ Toplumsal Cinsiyet Bakış Açısından Ka dın ve Kentli Hakları”
 Fa ti h Feramuz Yıldız “Küresel Toplumsal Ci nsiyet Uçurum Raporu
Ana l izleri, Türkiye İçin Değerlendirmeler ve İş’te Eşitlik Platformu”
 Di l ek Bilgiç, Şule Gökyıldız, Semiha Aydın Özkan, Gülseren Dağlar,
Ha ndan Güler, Hülya Demirci, Zekiye Turan, Ayten Dinç, Tuba Uçar,
Eyl em Toker, Saadet Gonca Ma vi, Havva Özkan, Neşe Çelik, Özgür
Al pa rslan “Ebelik Öğrencilerinin Toplumsal Ci nsiyet Rollerine İlişkin Algı
ve Tutuml arı: Çok Merkezli Çalışma”
 Ha l ime Yüceer Ars lan, Gülşah Polat “Kadın Pantolon Giyi mine Cinsiyet
Fa ktörünün Etkisi”
Oturum Ba şkanı: Prof. Dr. Di lek Batislam
 Sel in La fçı ‘’ Os manlıca İki Kadın Dergisi: Hanım ve Hanımlar”
 Aynur Ga za nferkızı ‘’Bir Kadın Çalışması Feminizm: Lilit ve Albaslının
Fol klordaki Kadın İmgesine Etkisi’’
 Mevl üde Zengin ‘’ Ka dın ve Delilik: Charlotte Perkins Gilman’ın
‘Sa rı Duva r Ka ğıdı’ Başlıklı Öyküsü’’
 E. Funda Seçal “Moda Fotoğrafçılığında Ka dının Metalaşması
ve Ka dın Ki mliğinin Oluşmasına Etkisi”
ÇAY/KAHVE ARA
İki li Konferans
Oturum Ba şkanı: Prof. Dr. Ha tice Sofu, Doç. Dr. Filiz Yurtal
Konuşmacılar
 Prof. Dr. Adna n Gümüş, “Eğitimde Toplumsal Ci nsiyet ve Güncel Sorunlar”
 Prof. Dr. Ayşe Azma n, “Devamlılık ve Kopuş Ekseninde
Türk Modernleşmesi ve Ka dın Hareketi”
Oturum Ba şkanı: Doç. Dr. Erta n Kara
 Ra bia Sohbet, Firdevs Gür ‘’Genç Kızların Meme Kanserine Bakışı’’
 Ba nu Ka raöz, Ahsen Şirin ‘’Perinatal Hemşirelikte Karşılaşılan Etik
İki lemler ve Ya sal Sorunlar’’
 Özge İpek, Fatih Özden, Banu Baya r, Kılıçhan Baya r ‘’ Sa ğlık Alanında
Ça l ışan Ka dınların İş Doyumlarının Depresyon Düzeyine Etkisinin
Bel irlenmesi’’
 Özge Ka ya , Özge Mıhcı, Zeynep Türkmen, Oğuzer Usta, Merve Genç,
Di l han Ka raca, Ali Rıza Keklikçi, Ebru Korkmaz, Nüket Pa ksoy Erba ydar,
Nes rin Çilingiroğlu ‘’Tıp Öğrencilerinin Homofobi İle İmtihanı LGBTİ
Bi reyl erin Sağlık Hakkı’’
 Fa tma Ersin, Sibel Ceylan Gür, Medine Tatar ‘’Bir Aile Sağlığı Merkezi
Böl gesi’nde Ka dınların Meme Ka nseri Ka dercilik Algısı ve Etkileyen Faktörler’’
 Pına r Sökülmez Kaya, Serap Sezgin “Kadın ve Beslenme”
 Fera y Ka balcıoğlu, Fügen Özcanarslan “Şanlıurfa İl Merkezinde Yaşayan
Gebelerde Anemi Görülme Sıklığı ve İlişkili Faktörler”
 Fera y Ka balcıoğlu, Eyl em Toker “Terapötik Abortus Uygulanan Kadınların
Oturum Ba şkanı: Prof. Dr. Nurça y Türkoğlu
 Ni l üfer Pembecioğlu, Uğur Gündüz “Doğu ve Batının Afet
Ha berlerinde Ka dın Değeri: Titanik Örneği”
 Eda Sezerer Al bayrak “TV Reklamlarında Ka dın İmgesi Kullanımı”
 Ayşe Ça ta lcalı “Ma gazin Haberlerinde Toplumsal Ci nsiyet Temsili:
Âl em, Haftasonu ve Şamdan Plus Dergilerinin Anlambilimsel Analizi”
 Zül fiye Acar, Aynur Sarısakaloğlu “Ga zetecilik Mesleğine Ka dınların
Ba kışı”
 Ferra h Nur Dündar “Reklamda Kadın Olgusu ve Biskolata Reklam İletisi

5. Sa l on
(Toplumsal
Ci ns iyet)
6. Sa l on (SanatEdebiyat)
15.15-15.30
Ana Salon
2. Sa l on (Sağlık)
15.30-17.30
3. Sa l on (Medya)
7
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Örneği ”
Oturum Ba şkanı: Prof. Dr. Mera l Atıcı
 Fa tma Kırman ‘’ Ps ikolojik Açıdan Ça lışan Annelerde Stres ve Çeşitleri
4. Sa l on
Üzeri ne Bir Alan Araştırması’’
(Ps i koloji Es ra Burcu, Filiz Yıldırım, Çiğdem Sema Sırma, Seçil Sanıyaman “Erken
Sos yolji-Felsefe)
Evl i liği Deneyimleyen Kadınların Gözünden “Erken Evliliğin Nedenleri”
 Yel da Sevim, Burcu Gezer Şen “Kadınların Evl ilik Algısı: Nitel Bir Araştırma”
 Defne Erzene Bürgin ‘’Türkiye’de Feminist İdeoloji Neden Gelişemedi?”
 Fa ti h Balkaya “Toplumsal Ekoloji İle Eko-Feminizm Ekseninde Kadın-Doğa
İl i şkisi”
 Fa ti h Balkaya “HES (Hidroelektrik Santral) Eylemleri ve Eko-Feminizm”
Oturum Ba şkanı: Doç.Dr.Faruk Yıldırım
 Di dem Delice ‘’Kadını Özgürleştiren Varoluş Arayışı’’
5. Sa l on (Sanat Şi ri n Bayram, Güven Şener ‘’Mi mari Es erlerde Fiğür Olarak “Kadın’ın
Edebiyat
Yeri ve Anlamı 19.yy Pera Örneği-‘’
 Meta net Va hidova ‘’Ça ğdaş Türk (Azerbaycan) Edebiyat
Kontekstinde Ka dın Nesri’’
 Zel iha Öztürk ‘’ 1980-2000 Dönemi Türk Romanında
Ka dının Özgürleşme Çabaları’’
 Beki r Zengin ‘’Ata erkil Sistemin Yapısökümü Olarak Meltem Arıkan’ın
‘Yeter Tenimi Acıtmayın’ Başlıklı Romanı’’
17.30-17.40
ARA
17.40-18.00 Fua ye Kısa Film Gösterimi: Halet Ça mbel – ‘Ka ra tepe’de Bir Efsane’
18.30
KOKTEYL DSİ Sosyal Tesisleri
10 Nisan 2015 Cuma
09.00-09.20
Di a Gösterisi: Hekimin Objektifinden Çalışan Kadınlar. Dr. Al i İhsan Ökten
Pa nel: Ka dın ve Sağlık
Oturum Ba şkanı: Prof.Dr. F. Tuncay Özgünen, Dr.Lale Tırtıl
Ana Salon
Konuşmacılar:
 Prof.Dr.Ni lay Etiler ”Neoliberal Politikaların Kadın Sağlığına Etkisi”
 Dr.Müge Yetener “Ka dın-Erkek Eşitsizliği Bağlamında Kürtaj“
 Yrd.Doç.Dr.Hafize Öztürk Türkmen “Ka dınlar Dünyasında Ka nayan
Bi r Ya ra : Çocuk Evlilikler”
Oturum Ba şkanı: Yrd.Doç.Dr. Murat Erta n Doğan
 Pına r Özgökbel Bilis; Seda Sünbül Olgundeniz “Alman Sinemasında Türk
Ka dın Ka rakterlerinin Temsil Biçimleri”

Nüket E. Ergeç, İbrahim Zateri “Ka mu Spotu Örnekleminde Medyada
2. Sa l on
Ka dına Şiddetin Alımlanması”
09.30-11.00 (Medya)
 Ni l üfer Pembecioğlu “Televizyon Dizilerinde Ka dın Temsili:
Ka ra gül Dizisi Ka dınları Örnek İncelemesi”
 Es i n Çınar “Bir Görsel Medya Aracı Olarak Televizyonda
Ka dınların Temsil Biçimleri”
 Tül a y Ca ndemir, A. Seranay Özmen, Tülin Ca ndemir “Benetton ve
Ca l vi n Kl ein Reklamlarında Kadın İmgesi”
Oturum Ba şkanı: Yrd. Doç. Dr. Na ciye Tok
 Emi ne Bakır, Ahsen Şirin “Töre ve Namus Cinayetleri”
3. Sa l on
 Recep Özkan “Evli Bireylerin Kadın Olgusuna İlişkin Al gılarının Belirlenmesi”
(Toplumsal
 Fa tma Kalpaklı “Schrödinger’in Kedisi’nde Kadın İmgeleri”
Ci ns iyet)
 Müge K. Da vra n, Aykut Gül, Fazilet Badan “Yerel Yönetimlerin
Ka l kınmaya Katkısı Ve Toplumsal Ci nsiyet: Adana-Seymer Örneği”
 Özge Sa nem Özateş Gelmez “Devl et Lütfu Değil, Kurumsal Ata erki:
Ba kım Politikalarında Muhafazakâr Ci nsiyetçi Devletin İzini Sürmek”
Oturum Ba şkanı: Prof.Dr. Deniz Abik
4. Sa l on (Sanat Ü.Il gaz Özgen Topcuoğlu “Kathe Kolwitz ve Ma rcel
Edebiyat
Ducha mp’da Kadın İmgesi”
8
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ

5. Sa l on (STKGi ri şimcilik)
11.00-11.15
Ana Salon
2. Sa l on (Medya)
11.15-12.45
3. Sa l on (Eğitim)
4. Sa l on
(Kentl eşme-GöçKırs a l)
5. Sa l on (Tarih)
Ca nda n Tervi el, Burcu Ö. Ka rabey “Seramik Sanatçısı Hamiye
Çol a koğlu ve Sanatı Üzerine”
 Es ra Sağlık “Estetik’ten Yeni Anlatımlara: Heykelde Ka dın
Bedeninin Dönüşen Anlamı”
 Es ra Ka vasoğlu Pa rlak “Dede Korkut Kitabı’na Feminist
Edebiyat El eştirisi Bağlamında Bir Ba kış Denemesi”
Oturum Ba şkanı: Doç.Dr.Elife Hatun Kılıçbeyli
 Mel tem Keskin Köylü “Türkiye Ekonomisinde Kadın Girişimciliğinin
Yeri ve Etkisi”
 Mehmet Ça vuşoğlu “Gökçeada Kadın Girişimci Elektronik Ticaret Projesi”
 As l ıhan Yaldız, Al i Şükrü Çetinkaya “Kadın Girişimcilerin İş
Ta tmi nine Yönelik Amprik Bir Ça lışma: Mersin ve Konya
Ka rşıl aştırması”
 Gül şen Sarı Gerşil,Yusuf Zeytun “Ka dın Gi rişimciliği ve
İşgücü Pi yasaları Açısından Perspektifi”
 Ca na ni Ka ygusuz, Erkan Al kan, Merve Ökten “Sığınma
Evl eri ndeki Kadınlar: ARA
Öz Ya şam Öyküleri Üzerinden Bir Anlama
Denemesi”
İki li Konferans:
Oturum Ba şkanı: Prof.Dr.H. Neslihan Önenli Mungan, Prof.Dr. Gülseren Ağrıdağ
Konuşmacılar:
 Yrd.Doç.Dr.Melda Yaman Öztürk “Ata erkil Kapitalist Tahakküm
Al tında Ka dın Emeği ve Ka dın Bedeni”
 Gül Ditsch “Al manya Sosyal Koruma Sistemi: Siegen Kenti Uygulama Örneği”
Oturum Ba şkanı: Prof.Dr.Nilüfer Pembecioğlu
 Gül bahtiyar Demirel, Nilüfer Tuğut, Dilek Bilgiç “Kadın
Sa ğl ığını Geliştirmede Medya nın Etkisi”
 As l ıhan Doğan Topçu “2000 Sonrası Türkiye Sineması’nda Kadınlararası
Arka daşlık ve Dayanışma”
 Seda Sünbül Olgundeniz, Pınar Özgökbel Bilis “Televizyon
Reklamlarında Çocuk Temsilleri Üzerinden Toplumsal
Ci ns iyetin Yeniden İnşası”
 Y.Gürha n Topçu “Ka dın Yönetmen, Eril Bakış, The
Ba badook’da Bastırılanın Dönüşü”
 Ca na ni Ka ygusuz, Erkan Al kan, Merve Ökten “Ka dın Ci nayetlerini Yazılı
Oturum Ba şkanı: Doç.Dr.Perihan Dinç Artut
 Ha l il Erdemir-Gözde Aşkıner “Özverili Ça lışma ve Ka dında Meslek Aşkı”
 Ayten İfl azoğlu Saban “Ci nsiyete Dayalı Zeka Düzeyi
Al gı Ça l ışmalarının Değerlendirilmesi”
 Nura n Aytemur Sağıroğlu “Eğitimin Görme Engelli Kadınların Toplumsal Ve
Si ya sal Katılımı Üzerindeki Etkisi”
 Fi l iz Yurtal, M.Sencer Bulut Özsezer “Evdeki Görev ve
Soruml ulukların Ci nsiyet Açıs ından Değerlendirilmesi: Çocukların
Oturum Ba şkanı: Prof.Dr.Faruk Emeksiz
 Feri de Önal “Ka dının Değişen Rolünün ‘Ev’i n
Meka nsal Organizasyonuna Etkisi”
 Müge K. Da vra n, Püren Veziroğlu, Ayşe Öyküm Biberli, Tuğba Oğuz,
Neşe Menderes “Kırsal Kesimde Aile İçi Şiddet”
 Mehmet Reşit Sevinç, Müge K. Da vra n “Kırsal Ka dınların Mi ras
Ha kkı: Şanlıurfa Örneği”
 Müge K.Da vra n, Burhan Özalp, Zübeyde Ekmekçi “Kırsal Kesimde
Topl umsal Değişmenin Toplumsal Cinsiyet Açısından İncelenmesi”
Oturum Ba şkanı: Prof. Dr. Ayşe Azman
 El vi ra Latifova “XIX-XX. Yüzyılın Başlarında Azerbayca n’da
Ka dın Eğitimi Tarihinden”
 Ha ti ce P. Erdemir, Nurcan Barman “Augustus Döneminde
Roma Hukukunun Konusu Olarak Kadın”
 Aynur Durmuş “Sultan Raziye, Tarihteki İlk ‘Türkçe Divan’a Sahip, Aynı
Za ma nda Dört Yıl Dehli Türk Hükümdarlığı Ya pmış (1236-1240) Bi r Türk
Ka dını”
 Onur Ya maner “Savaşın Ka dınları: İkinci Dünya Savaşı’nda
İngiliz Ka dınının Hayatı, Sorunları ve Değişen Sosyal Statüsü”
9
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
6. Sa l on (Bilim
Si ya set)
12.45-13.45
Ana Salon
2. Sa l on
13.45-15.15
3. Salon
(s a ğlık)
4. Sa l on
(Toplumsal
Ci ns iyet)
5. Sa l on
(Gel enekModernite)
6. Sa l on (Din)
Oturum Ba şkanı: Doç.Dr.Bezen Balamir Coşkun
 Yurda nur Ural Uslan, Ahmet Tunç “Türkiye’de Ka dınların
Yerel Yönetimlerde Temsili”
 Leyl a Ka hraman “2000 Sonrası Türkiye’sinde Kadınların Siyasal
Al a nda Eşitliği Mümkün Müdür ?”
 Ahmet Tunç, Yurdanur Ural Uslan, Ali Fuat Gökçe “Türk Ka mu
Yönetiminde Personel ve Yönetici Olarak “Ka dının Varlığı”: Ai le Ve Sosyal
Pol i tikalar Bakanlığı Örneği”
 El i fe Hatun Kılıçbeyli “Siyasal Dönüşüm olarak Devri m, Emek ve Kadın
Özgürl üğü: Sosyalizm ve Neo-Liberalizm Yaklaşımlarında incelenmesi”
ÖĞLE YEMEĞİ ARASI – DSİ Sosyal Tesisleri
Pa nel: Ka dına İlişkin Mevzuatın İrdelenmesi
Oturum Ba şkanı: Yrd.Doç.Dr.Günal Kurşun, Av.Zehra Bulut
Konuşmacılar
 Neşe Menderes “Mevzuatta Kadın İstihdamı”
 Ül kü Tolunay “Ka dın ve Siyaset”
 Özl em Ka ra “Türkiye’de Engelli Kadın Sorunlarına Yönelik Algılar”
 Kübra Özbiçer “Ka dının Medeni Hakları”
İki li Konferans:
Oturum Ba şkanı: Prof.Dr.Nurçay Türkoğlu, Yrd.Doç.Dr.Metehan Çelik
Konuşmacılar:
 Prof.Dr.Belkıs Kümbetoğlu “Ka dın Örgütleri ve Aktivizm”
 Doç.Dr.İnci User “Women’s Experiences With And Responses to
Tra uma. A Cri ti cal Review”
Oturum Ba şkanı: Doç.Dr.Işıl Var
 Özge İpek, Fatih Özden, Banu Baya r, Kılıçhan Baya r “Sağlık
Ça l ışanlarında Tükenmişlik Seviyesi İle Yaşam Kalitesi Arasındaki
İl i şkinin İncelenmesi”
 İbra him Orta nca, D. Sümeyra Demirkıran, Na zan Sava ş, Evri m Arslan,
Mus ta fa Ars lan, Elif Durmaz “Ya ş Büyütme Davaları: Reşit Ol mayan Kadın
Evl i likleri”
 Ta ner Kasapoğlu, Bahar Güçiz Doğan “İki Hastanenin Ka dın Hastalıkları ve
Doğum Polikliniğine Başvuran Ka dınların Doğum Şekline İlişkin Özellikler
ve Terci h Nedenleri”
 Sera p Sezgin, Pınar Sökülmez Kaya “Samsun İli Gençlik ve
Spor İl Müdürlüğüne Bağlı Bayan Atletlerde Ortoreksiya
Nervoza ”
 Ba
Ahs
en Şirin,
Nilgün Ulutaşdemir,
Emine Bakır, Emine Özdemir “Bir
Oturum
şkanı:
Prof.Dr.Yaşare
Arnas Aktaş
 Ba nu Ka raöz, Ferda Özbaşaran “Toplumsal Ci nsiyet Bakış Açısıyla Kadın
Sa ğl ığında ve Toplumun Bilinçlendirilmesinde Hemşirenin Rolü”
 Yıl dız Sınmaz Uzgan, Püren Veziroğlu “Kadın ve Mühendislik”
 Ci ha n Ardili “26 Ka lkınma Ajansı’nın Bölge Planlarında (2014-2023) Toplumsal
Ci ns iyet Eşitliğinin Ele Alınışı”
 Ra na Ca n, Rabiye Erenoğlu, Hatice Tambağ “Hemşirelik
Öğrenci lerinin Ci nsiyet Eşitliğine Bakışı”
 Ka mura n Elbeyoğlu “Modern Toplumun Eşitlik İdeali Karşısında Kadın”
Oturum Ba şkanı: Prof.Dr.Hatice Korkmaz Güvenmez
 Özge İpek, Fatih Özden, Banu Baya r, Kılıçhan Baya r “Ka dınların Tamamlayıcı
ve Al ternatif Tıp Yöntemlerine Bakışı”
 Ceren İrem Ka ya “Akademilerde, Ka dın Sayısındaki Artış, Bi r
Ba şa rı mı, Eşitsizliğin Görünmeyen Yüzü mü?”
 H. Fa tma Şener, As lı Dursun “Geleneksel Ka dın
Gi ys ilerinden Şalvarların Karşılaştırılmalı Ol arak
İncelenmesi”
 Hi l al Onur İnce, Ays un Ya ralı Akkaya “Atasözleri ve Deyimlerde
Engelli Ka dına Bakış”
 Özl em Uslu “Cumhuriyet Dönemi İlk Yıllarında Türk Kadınının Değişen
Sos
yal Konumu
ve Modaya
Oturum Ba
şkanı:
Doç.Dr.Nuran
ÖztürkYön Veren Etmenler”
 Zoza n Çetin “Ka dınlar ve Taşlar Recm Edilen Küçük Kadınlar”
 Mehmet Ali Ki rman, Harun Tunç “Toplumsal Ci nsiyet Bağlamında
Di n ve Ka dın”
10
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ



15.15-15.30
Ana Salon
2.Sa l on
(Toplumsal
15.30-17.30 Ci ns iyet)
3. Sa l on
(STK-Gi rişimcilik)
4. Sa l on
(Kentl eşme-GöçKırs a l)
5. Sa l on (Tarih)
15.30-17.30
6. Sa l on
(İngilizce
Oturum)
16.00-17.00
19.00-22.00
Jovi ta Sakalauskaite Kurnaz “Baltık Pa ganizm ve Mi tolojisi, Ka dının Önemi
ve Ba l tık Ka dın Arketipi”
Yel da Ci koğlu “Kuramın Yeni Yüzü: İslami Feminizm”
ARA
İki li Konferans:
Oturum Ba şkanı: Doç.Dr.Oya H. Yüregir
Konuşmacılar
 Prof. Dr. As ım Ya pıcı “Din Ve Toplumsal Ci nsiyet Kıs kacında
Deği şen Kadın Algıları: Bir Ti poloji Denemesi”
 Prof.Dr.Sevi nç Gülseçen “Bilişim ve Kadın”
Oturum Ba şkanı: Doç.Dr. Fulya Cenkseven
 Seda Şahin, M. Sencer Bulut Özsezer, Ayşegül Karabay
“Öğretmen Adaylarının Kadın-Erkek Ol gusuna İlişkin Metaforları”
 Metehan Çelik, Filiz Yurtal “Formasyon Grubu Öğretmen Adaylarının
Topl umsal Ci nsiyet Rollerine İlişkin Tutumları”
 Ya şa r Subaşı Direk “Üniversitede Kadın Olmak Üzerine Bir Ara ştırma: Van YYÜ
Örneği ”
 Sera p Sezgin “Flört Şiddeti ve Ka dın”
Oturum Ba şkanı: Prof.Dr. Serap Çabuk
 Gül en Özdemir, Emine Yılmaz Funda Er Ül ker “Ka dının
Ekonomiye Ka zandırılmasında Ka dın Kooperatiflerinin Katkısı”
 Neşe Yılmaz “6331 No ‘l u İş Sağlığı ve Güvenliği Yasasının
Ka dının Ça lışma Yaşamındaki Yerine Katkısı”
 Oya H. Yüregi r, Filiz Afacan “İşletmelerde Performans
yöneti minde Kadınların Öncelikli Kri terleri”
 Emi ne Uruk, Fatma Yenilmez “Adana İl Gıda, Ta rım Ve
Ha yva ncılık Müdürlüğünde Kadın İstihdamı”
 Mel is Çelik, Figen Yıldız,Ayşen Bulancak “Çukurova Bölgesi
Ta vukçuluk İşletmesinde Bulunan Ka dınların Refah Düzeyleri”
Oturum Ba şkanı: Doç.Dr.Müge K. Davra n
 Müge K. Da vra n-Faruk Emeksiz-Emine K. Duvan “Ta rımsal
Pa za rlama Sürecinde Ka dın: Ka dirli İli Turp İşletmeleri Örneği”
 Fa tma Ersin, Zeynep Şimşek “Gap Bölgesinde Tarımda
Ça l ışan Ka dınların Gebelik Kayıpları ve İlişkili Faktörler”
 Ebru Dığra k “Kırsal Bir Bölgede Yaşayan Ka dınların Ruhsal
Durumlarının Belirlenmesi”
 Emi ne Yıl maz Gülen Özdemir Funda Er Ül ker “Kırsal
Kes i mdeki Kadının Sorunları ve Çözüm Önerileri”
 Sera p Göncü, Nazan Koluman, Ercan Mevliya oğulları,Derya Önder “Adana İli
Kırs a lındaki Kadın Yetiştiricilerin Sürdürülebilir Hayvancılık Faaliyetlerindeki
Rol ü”
Oturum Ba şkanı: Prof.Dr. Hasan Kayıklık
 Şeyda Özçelik “Osmanlı Devleti’nin Pa triarkal Sisteminde Kadın Kimliği”
 Es ra Verim Ahsen Şirin Emine Bakır “Li lith’ten Umay
Ana ya Mi tolojide Doğurganlık”
 Ahmet Çelik “Cumhuriyet Dönemi Modern Türk Kadını: Keriman
Ha l is Ece Örneği”
 Upa gul Rakhmanova “Kırgızistan Siyasi Tarihinde Ka dın'ın Yeri”
 Muza ffer Sümbül “Çukurovalı İki Kadın: Hasibe Ramazanoğlu ve Puduhepa”
Oturum Ba şkanı: Prof.Dr.Hatice Sofu
 Ays un Ya vuz “Female Issues in American and British Li terature:
Sel ections From 4th Year ELT Students’ Presentations”
 Erca n Ka çmaz “A New Historicist Reading of “An English woman in a
Turki sh Harem”
 Emel Filiz, A. Said Bodur “Does Pregnancy Affect Health Literacy of Women?”
 Sel in Akyüz, Bezen Coşkun “Gendered (in)Securities: Refugee Ca mps
i n Southeastern Turkey”
Merkez Müdürleri ve Ul uslararası Kongre Ortakları Toplantısı
Gala Akşam Yemeği
11 Nisan 2015 Cumartesi
11
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
09.30-11.15
1. Salon
(Hukuk)
2. Sa l on (STKGi ri şimcilik
Ekonomi)
3. Sa l on
(Toplumsal
Ci ns iyet)
4. Sa l on (FelsefePs i koloji
Sos yoloji)
5. Sa l on (Eğitim)
11.15-11.30
Oturum Ba şkanı: Doç.Dr. Muzaffer Sümbül
 Ümmügülsüm Kılıç, Fethi Kıl ıç “Öjeni Teorisinin Modern
Vers iyonuna Ka dının Alet Edilmesi: TCK 99/2”
 Fethi Kılıç, Ümmügülsüm Kıl ıç “İnsan Hakları Bağlamında
Devl etlerin Hukuksal Sorumlulukları“
 Ha ti ce Tolunay Oza nemre Yayla “Anayasa Ma hkemesinin ve Avrupa
İns an Hakları Ma hkemesinin Kararları Işığında Türk Hukukunda Ka dının
Soya dı”
 Ba
Özge
Tuçe
Gökalp “KaYalçın
dına KaMendi
rşı Dijital Şiddet”
Oturum
şkanı:
Prof.Dr.Yeşim
 Mus ta fa Ca n Güripek “Liberal Feminizm ve Türkiye’de Ka dın Hareketi”
 Zeynep Gökalp, Bahar Taner “İŞKUR Bünyesinde Açılan
Mes l eki Eğitim Kurslarını Bitiren Ka dınların İstihdam
Durumları”
 Remzi Bulut “Rusya Federasyonu’nda Çarlık Döneminden
Günümüze Ka dın İşgücü İstihdamı ve Ekonomiye Katkısı”
 Sema Sancak “Va n İlinde Ka dınların Aktif İşgücüne
Ka tıl ımını Etkileyen Faktörler”
 Şenol Yaprak “Türkiye’de Ka dınların İş Yaşamındaki Durumunun Analizi”
 Pına r Sökülmez Kaya “Ça lışan ve Çalışmayan Kadınların Evde
Bes
in Hazırlama
ve Hazır
Gıda Tüketim Durumları”
Oturum Ba
şkanı:
Prof.Dr. Sonay
Güçray
 Ba har Ara bacı “Toplumsal Ci nsiyet Rolleri Bağlamında
Ci ns iyete Dayalı İşbölümü ve Ça lışan Kadın”
 Ha yri yem Zeynep Altan “Ka dın Cinsel Ki mliğinin Toplumsal
İnşasında Kadın Edebiyatı ve Dil”
 Ezgi Ka rmaz “Pa noptikonu Feminist Bakış Açısıyla Okumak”
 Mus ta fa Ka le, Özkan Özgün, Şule Erden, Münire Aydilek Çi ftçi “Farklı
Ci ns el Yönelimi Olan Bireyler İle İlgili Lisansüstü Tezlerde Kuram
Kul l anımı: Meta Analiz Bir İnceleme”
 Ya ğmur Ul usoy, S.Sonay Güçray ‘’ Ps i kodrama Teknikleri İle
Bütünleştirilmiş Etkileşim Grubunun Ka dınların Ka rşılıklı Bağımlılıkları
Oturum Ba şkanı: Prof.Dr.Adnan Gümüş
 Ha l il Ça kır “#yerimişgaletme Kampanyası Örneğinde Ci nsiyet
ve Mekâ n İlişkisinin Biyopolitik Yeniden-Üretimi”
 Ca na n Gönüllü Taşkesen, Mustafa Özcan Taşkesen “Ça lışan
Ka ngurular: Bebek Bakım Sorunuyla İlgili Sosyolojik Bir İnceleme”
 Engi n Delice “Ci nsiyetçi Akıl ya da Kadının Feslefeden Sürgünü”
 İl ker Özdemir ‘’ Toplumsal Ci nsiyet ve Kül türlerarası İletişim’’
 Fa toş Bulut Ateş, İsmail Sanberk ‘’Çocuğu Okul Öncesine Devam Eden
Ka dınların Anneliğe İlişkin Algılarının Bazı Değişkenler Açısından İncelenmesi’’
Oturum Ba şkanı: Doç.Dr.Özkan Özgün
 Ha bibe Aldağ, Mehmet Tekdal “Bilgisayar Kullanımı ve Programlama
Öğreti minde Ci nsiyet Farklılıkları”
 Mus ta fa Ya şar, İrem Ka vasoğlu “Öğretmen Adaylarının Ka dın-Erkek
İl i şkilerine ve Ka dına Uygulanan Şiddete Yönelik Algılarının İncelenmesi”
 Seydi Aktuğ, Mehmet Yapıcı “Ergenlik Döneminde
Ci ns iyet Rolü Yüklemesinde Ebeveyn Tutumları Ve
Ya ns ımalar”
 Bi rs el Aybek, Tuğçe Ka rataş “Türkiye’de Ka dın Eğitimi ve İstihdamı”
 İs mail Sanberk, Fatoş Bulut Ateş “Çukurova Üniversitesinde Öğrenim Gören
Ka dın Öğrencilerin Bir Ka dın Olarak Öz-Değerlerinin Repertuar Ağı Tekniği İle
İncelenmesi”
KAPANIŞ
12
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
KONGRE AÇILIŞ KONUŞMASI
Prof Dr. Gülseren AĞRIDAĞ
Çukurova Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkez Müdürü
Sayın Vali, Belediye Başkanı, Rektör, Değerli Meslektaşlarım, ve Kadının eşit birey olması için emek
veren Konuklar
I.Uluslararası Çukurova Kadın Çalışmaları Kongresi’ne hoş geldiniz. Hepinize kongremize katılımınız
ve Kadın Çalışmalarına sağladığınız destek için teşekkür ediyor, saygı ve sevgi ileselamlıyorum.
Değerli katılımcılar, öncelikle bu kongrenin hazırlanmasında emeğini esirgemeyen düzenleme kurulu
üyeleri Doç. Dr. Müge Kantar Davran, Doç. Dr. Filiz Yurtal, Doç. Dr. Elife Hatun Kılıçbeyli, Doç. Dr.
Nüket Ergerç, Yard. Doç. Dr. Mete Çelik ve Öğ. Gör. Münire Akgül’e ve sekreteyada çalışan Elif
Telsiz’e, Kongrede konuşmacı olarak katkı sunan değerli konuklarımıza, Kongre düzenleme aşamasında
bizi yüreklendiren Rektörümüz Prof. Dr. Mustafa Kibar’a, maddi ve manevi destek sunan Adana
Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü’ye, Türk Tabipleri Birliği Kadın Komisyonuna ve
İSAGEM’e şükran duygularımı sunarak sözlerime başlamak istiyorum. Ayrıca Kongre’ye renk katmak
amacı ile dans gösterileri hazırlayan öğrencilerimize ve emekleri ile katkı sunan öğrencilerimize de
teşekkürlerimizi sunuyorum.
Sevgili Meslektaşlarım, Değerli Katılımcılar; kamuoyunda ve politika yapıcılar tarafından sıkça dile
getirilen kadın haklarının uygulamaya geçirilmesinde karşılaşılan sorunları hepimiz ya yaşıyoruz ya da
izleyerek etkileniyoruz. Yasalarda önemli bir kısmı yer almakla birlikte Kadın Haklarının kullanımın
uygulamalarda yeterince gerçekleşmediği hepimizin bildiği bir konudur. Tüm sektörlerde ve sosyal
yaşamda kadını eşit birey olarak görünür kılma gerçekleşmemiştir. Siyasetten iş gücüne katılma, yasal
hakların kullanımından yönetimde yer almaya, tüm alanlarda hala kadın ikinci plana itilmekte, hak ettiği
görevlerde yer alamamaktadır. Hatta yaşam hakkı çerçevesinden bakıldığında, öldürüldüklerinde kendi
cinayetlerinden bile sorumlu sayılmakta, yaşadıkları her olumsuzlukta kabahatleri olduğu var
sayılmaktadır. Toplumun hakim yönetimi, bakışı, kadınları kollayıp korumayı kadın için bir şeyler
yapmış olarak düşünmekte, böyle davranmayı pozitif ayrımcılık olarak algılamaktadır. Bu yaklaşımın
değişmesi daha uzun bir süre uğraş konularımızdan olacak gibi görünmektedir.
Kongreyi böyle bir ortamda gerçekleştiriyoruz. Konularımız kadının yer aldığı her alanı kapsayan konu
başlıklarını çok geniş bir alana yayılmış 20 ana başlığı içermektedir. Biraz kongre hakkında bilgi vermek
istiyorum. Kongre yapma kararını aldığımızda katılımı sağlamada gönüllülüğün öncelikli olmasını
istedik. Hakemli olmasını planladığımız kongre için olabildiğince geniş bir duyurma çalışması yaptık.
Bilimsel kurul ve hakemlik için gönüllü başvuru yolu sürecini başlattık. Bu aşamada 47 akademisyen
başvuru formu doldurarak değerlendirmeler için gönüllü oldu. Gelen her tebliğ iki hakeme gönderildi,
eleştiri ve önerileri tebliğ sahipleri ile paylaşıldı ve öneriler yönünde gelen düzeltmeler yapıldıktan sonra
kabul edildi.
Kongreye 183 bildiri başvurusu oldu. Bu başvuruların 153 ü bugün başlayan kongrede sunulacaktır.
Kongreye davetli olarak çağrılan 10 kısa konferans ve 15 panel sunumu vardır. Ayrıca Kongre sürecine
renk katacağını düşündüğümüz 3 dia ve film gösterisi de sunulacaktır. Sonuçta 175 araştırmacı tebliğ
sunumu ile 7 tebliğsiz izleyici, 28 davetli konuşmacı ile toplamda 9 yabancı olmak üzere 207 katılımcı
ile gerçekleşmektedir.
13
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Tebliğler geldikçe Kongrenin bir işlevi daha görünür oldu. O da tahmin edileceği üzere eğitim görevi
idi. Özellikle hakem eleştirilerinin tebliğ sahiplerine ulaşmasından sonra, hem tebliğ içeriklerinde
olumlu değişmeler oldu, hem de eleştirilere gelen olumlu tepkiler eğitimin önemine işaret etti. Bu
gözlemi sizlerle paylaşmama neden oldu.
Kongre etkinliğimiz içerisinde kalıcılığı sağlamak ve kadın çalışmalarda teşvik edici olması düşüncesi
ile kongrede sunulan bildirilerin bazılarını, hakemlerin önerileri doğrultusunda tam metinlerini makale
formatında bir kitapta toplamaya karar verdik. Bu konudaki ön çalışmalarımız ve kitabın finansmanı
aşağı yukarı şekillenmiş durumdadır. Bu bilgiyi de sizlerle paylaşmak istedim.
Tüm bunlar bize konunun önemini ve bu tür bilimsel etkinliklere ne denli çok ihtiyaç duyulduğunu
göstermektedir. Bu talepler hazırlık sürecinde ihtiyacını hissettiğimiz motivasyonu bizlere sağladı.
Ayrıca bir diğer beklentimiz oluştu. Umuyoruz ki gelecek yıllarda bir çok kadın çalışmaları merkezinin
bu tür bilimsel toplantılarda görev alması ile kongre etkinlikleri düzenli bir sürekliliğe ulaşır.
Kadın olmanın zor olduğu bir zamanda ve bir toplumda gerçekleştirdiğimiz bu kongrede kadın hakları
konusunda emekleri geçmiş olanları ve sadece kadın oldukları için yaşamını kaybeden tüm kadınları bu
vesile ile anmak istiyorum.
Kongrede sunulacak tebliğlerin sonuçlarının yaşama yansıması, katılımcılara, kadın çalışmaları
merkezlerine ve Üniversitemize yararlı olması dileklerimle, bize bu Kongrede verdiğiniz destek ve bilgi
ve deneyimlerinizi paylaştığınız için hepinize teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarım.
14
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
DAVETLİ KONUŞMACI METİNLERİ






















Prof. Dr. Yakın Ertürk “Kadının İnsan Hakları Mücadelesi: Ulusal ve Uluslararası Perspektif”
Prof. Dr. Fatmagül Berktay “Türkiye'de Kadınların Özgürleşme Mücadelesi
Prof. Dr. Şevkat Bahar Özvarış “Toplumsal Cinsiyet ve Çalışan Kadın “
Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir “Ekmek ve Gül: Muhafazakar –Liberal Dönemde Kadın
Emeği’
Prof. Dr. Raphaela Averkorn ‘’ Women in 19th Century in Europe’’
Prof. Dr. Asım Yapıcı “Din Ve Toplumsal Cinsiyet Kıskacında Değişen Kadın Algıları: Bir
Tipoloji Denemesi”
Prof.Dr.Sevinç Gülseçen “Bilişim ve Kadın”
Prof. Dr. Belkıs Kümbetoğlu “Kadın Örgütleri ve Aktivizm”
Prof. Dr. Adnan Gümüş, “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet ve Güncel Sorunlar”
Prof. Dr. Ayşe Azman, “Devamlılık ve Kopuş Ekseninde Türk Modernleşmesi
Prof. Dr. Nilay Etiler, “Neoliberal Politikaların Kadın Sağlığına Etkisi”
Doç. Dr. Müge Kantar Davran “Kırsalda Kadın”
Doç. Dr. İnci User “Women’s Experiences With And Responses to Trauma. A Critical
Yrd. Doç. Dr. Hafize Öztürk Türkmen “Kadınlar Dünyasında Kanayan Bir Yara: Çocuk
Evlilikler”
Yrd.Doç.Dr.Melda Yaman Öztürk “Ataerkil Kapitalist Tahakküm Altında Kadın Emeği ve
Kadın Bedeni”
Dr. Buhara Önal “Kadın Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği Sorunları”
Prof. Lilly Seidler-Fall “Women Roles on the Casamance-Gambia Civil Role: ‘Peace Woods’
Project”
Gül Ditsch “Almanya Sosyal Koruma Sistemi: Siegen Kenti Uygulama Örneği”
Neşe Menderes “Mevzuatta Kadın İstihdamı”
Ülkü Tolunay “Kadın ve Siyaset”
Özlem Kara “Türkiye’de Engelli Kadın Sorunlarına Yönelik Algılar”
Kübra Özbiçer “Kadının Medeni Hakları”
DİA Gösterisi: Doç. Dr. Deniz Dülgeroğlu “Savaşın Hayatlarını Cehenneme Çevirdiği Kadınlar”
Dia Gösterisi: Dr. Ali İhsan Ökten “Hekimin Objektifinden Çalışan Kadınlar”
Kısa Film Gösterimi: Halet Çambel- “Karatepe’de Bir Efsane”
15
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Kadınların İnsan Hakları Mücadelesi: Ulusal ve Uluslararası Perspektif
1
Prof. Dr. Yakın Ertürk 1
Ortadoğu Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi-Sosyoloji Bölümü
Bu bildiri,yakın tarihte kadın hakları konusundaki kazanım ve sorunları ulusal ve uluslararası bir
perspektifle ele almayı amaçlamaktadır. Homojen bir grup olmayan kadınlar, evrensel ataerkil kültürden
kaynaklanan ayrımcılık ve baskı karşısında ortak bir mücadele alanı etrafında örgütlenerek günümüzün
en etkili küresel hareketi olmuşlardır. Küresel kadın hareketinin çok taraflı diyalog platformu olan
Birleşmiş Milletler sistemiyle etkileşimi sonucu kapsamlı bir kadın-erkek eşitliği rejimi meydana
gelmiştir. Bu bağlamdaki kazanımlar yerelden küresele uzanan kadın hareketinin bir başarısıdır.
Dolayısıyla, kadın-erkek eşitliğine dair uluslararası normatif ve kurumsal çerçevenin gelişim tarihi, bir
anlamda kadın hareketinin de tarihidir. Ancak, günümüz neoliberal ekonomi-politik ortamı kadın hakları
açısından açık bir tehdit oluşturan muhafazakar, hatta gerici, siyasi eğilimleri güçlendirerek kadının
insan hakları mücadelesini kuşatma altına almış bulunmaktadır. Bu çelişki bağlamında bildiri şu soruya
yanıt arayacaktır: Kadınları bölen kimlik politikaları, neoliberalizm, güvenlik gündemi, normalleşen
şiddet ortamı ve kadın haklarında kat edilen başarıların kamçıladığı geri tepkiler karşısında, kadın hakları
mücadelesi ileriye nasıl taşınacaktır?
Türkiye’de Kadinlarin Özgürleşme Mücadelesi:
Bitmeyen Bir Yolculuk
1
Prof. Dr. Fatmagül Berktay1
İstanbul Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin önemli bir nedeni kadınların çok uzun bir sure kamusal alandan
dışlanmış olmalarıdır.Kadını doğurgan bedeni dolayısıyla doğaya, duygulara ve özel Alana (aileye) ait
sayan bu ataerkil önyargı sonucunda kadınlar yönetmeye değil, yönetilmeye uygun sayılmış ve kamusal
alandan, yurttaşlık haklarından dışlanmışlardır. Dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de
daha Osmanlı döneminden itibaren kadınlar gerçek bir mahrumiyet ve ikincilleştirilmeyi ifade eden bu
sınırlamayı aşmaya çalıştılar ve görünür olup kendilerini tarihe yazabilmek için çeşitli stratejiler
geliştirdiler. Bu çabanın erken ipuçlarını şairelerin hayatlarında ve eserlerinde gördüğümüz gibi
kadınların yaptırttığı mimari eserlerde, kurdukları vakıflarda vb. görebiliyoruz. 19. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren ise kamusal alanın sınırlarını iyice zorlamaya başladıklarını, eşitlik ve özgürlük
mücadelesinde somut adımlar attıklarını biliyoruz. Nitekim bu mücadele Cumhuriyet döneminde
meyvelerini verdi ve kadınlar eşit yurttaşlık hakkına kavuştular. Buna rağmen kadınların yaşadığı
sınırlamalar, eşitsizlikler varlığını ve yakıcılığını bugün de sürdürüyor; dolayısıyla eşitlik ve özgürleşme
peşindeki yolculukları da bitmeden devamediyor.
16
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Toplumsal Cinsiyet ve Çalışan Kadın
1
Prof. Dr. Şevkat Bahar Özvarış 1
Hacettepe Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (HÜKSAM) Müdürü
Dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınlar,çalışan nüfusun üçte birine, dünya gelirinin onda birine,
yeryüzündeki mal varlığının yüzde birine sahiptir. Ekonomik alanda, çalışma yaşamı olarak tanımlanan
alanlarda, özne olarak “örtülü bir şekilde” erkek cinsiyeti ele alınmaktadır. Ücretli işgücü piyasalarında,
aynı mesleği yürüten kadın ve erkekten, erkek olan tercih edilmektedir. Kadın ve erkeğe ait işlerin ne
olduğuna dair toplumsal cinsiyet kalıp yargıları, kadın ve erkek işgücünün farklı mesleklere yönelmesine
ülkeden ülkeye ve işten işe değişebilen “mesleki cinsiyet ayrımcılığına” yol açmakta, kadınların “yatay”
ve “dikey” ayrımcılığa uğramalarına neden olmaktadır. İşgücü piyasasında yer alan kadınlar için,
gebelik ve doğum, işsiz kalma riskini beraberinde getirebilmektedir. Türkiye’de, temel eğitim
olanaklarından yararlanmada kadınların erkeklere göre eşitsiz konumları ve toplumsal cinsiyet
ayrımcılığı nedeniyle, kadınların büyük bir çoğunluğunun işgücü piyasasının dışında kaldığı, işgücüne
katılanların önemli bir kısmının ise gelir getirmeyen çalışma biçimleri içinde olduğu görülmektedir.
Halen kadınların işgücüne katılma oranı çok düşük olup, bunların da üçte ikisi aile işçisi olarak ücret
dışı çalışmaktadır. Kırsal kesimde kadınların işgücüne katılımı daha yüksek, kentlerde ise daha düşüktür.
Sektörler açısından bakıldığında ise kadınların büyük bir çoğunluğu tarımda, çok azı sanayide ve bundan
biraz daha fazlası hizmet sektöründe çalışmaktadır. İşgücüne katılan kadınların kayıt dışı, sigortasız ve
sendikasız oldukları bilinmektedir.
Çalışma yaşamındaki kadınların sağlık sorunları incelendiğinde üç grupta ele almak mümkündür;
birincisi işle bağlantılı olmayan, toplumun genelini ilgilendiren yaygın sağlık sorunları ve hastalıkları,
ikincisi, kadınların istihdam edildiği sektörlere göre işle ilgili olan hastalıklar, üçüncüsü ise, doğrudan
çalışma ortamındaki risklerden kaynaklanan sağlık sorunları (meslek hastalıkları ve iş kazaları) olabilir.
Bu sorunlar içerisinde çalışan kadınların üreme sağlığına ilişkin sorunları ayrıca ele alınmalıdır.
Ülkemizde çalışma yaşamında çalışan kadınlarla ilgili olarak cinsiyete özel kayıtların tutulmaması en
önemli sorun alanlarından biridir.
Ekmek ve Gül: Muhafazakar-Liberal Dönemde Kadın Emeği
Prof. Dr.Gamze Yücesan-Özdemir1
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi
1
Son yıllarda, diğer bir deyişle, AKP’li yıllarda, kadın emeğine yönelik şiddet, işyerlerinde, ev içlerinde,
polis karakollarında, mahkemelerde ve sokaklarda artmaktadır. Kadın emeği üzerine araştırmalarda, “ne
oluyor?”a dair saptamalar yapılmaktadır ama üzerinde düşünmek gereken soru, “neden oluyor?”dur. Bu
soruya cevap ararken ise, Türkiye’de AKP’li yılları sınıf temelli ve toplumsal cinsiyet temelli
değerlendirmek önemlidir. Bu çalışma, AKP’li yılların sınıf temelli ve toplumsal cinsiyet temelli bir
değerlendirmesinin şu sonucu ortaya koyduğunu iddia etmektedir: Kadına yönelik muhafazakar-liberal
bir emek rejimi inşa edilmektedir. Muhafazakar-liberal emek rejimi kavramsallaştırması, kadınların
işyerinde ve işyeri dışında gündelik hayat deneyimlerini birlikte
17
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
açıklayabilmek için önemlidir. Diğer bir deyişle, kadınların işyerlerinde ürettiği ve yeniden ürettiği
toplumsal ilişkileri ve işyeri dışındaki iktisadi, siyasi ve ideolojik yapıları birlikte anlamayı sağlar.
Ayrıca bu kavramsallaştırma, rejime ilişkin kabul, red ve/veya başkaldırı gibi tartışmaları da mümkün
kılar. Bu çalışmada şu sorulara yanıtlar üretilecektir: Kadınlara yönelik muhafazakar-liberal emek
rejimini nasıl açıklayabiliriz? Bu rejimin muhafazakar unsurları nelerdir? Bu rejimin liberal unsurları
nelerdir?
Chair of Medieval and Modern History Jean Monnet Chair ad personam
Prof. Dr. Raphaela Averkorn1
1
University of Siegen, Germany
The importance of education. Women and their role in transnational and transcultural politics in Europe
and Latin America (19th and 20th centuries)
In the 19th and early 20th centuries several learned European women discovered Latin America as
travellers, scientists or even as persons involved in politics. They were influenced by the ideas of
Enlightment and revolutions in Europe. They were open minded and started to discover the "other" in
various Latin American countries. The special social and cultural prerequisites in those "young" and
"emerging" societies allowed those women to pass gender borders easier than in Europe. At the same
time they were influenced by the social, political and cultural ideas of the indigenous societies. Some of
them brought those ideas back to Europe and developed a new vision of Europeaness and started an
inter-cultural public dialogue. These effects and results can still be seen in the 21stcentury.
Din Ve Toplumsal Cinsiyet Kıskacında Değişen Kadın Algıları: Bir Tipoloji Denemesi
1
Prof. Dr. Asım Yapıcı1
Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe Ve Din Bilimleri Bölümü Din Psikolojisi Anabilim
Dalı
Geleneksellikten moderniteye doğru evrilen, ancak ne eskisi kadar geleneksel ne de istendik düzeyde
modern olabilen Türk toplumunda kadın konusu hemen her alanda canlılığını ve önemini korumaya
devam etmektedir. Gerek gündelik hayatın dili içinde gerekse akademik çevrelerde kadın-erkek
ilişkilerinin genellikle ataerkil kültür kodlarının baskın etkisiyle şekillendiği, kadına yönelik pozitif
ayrımcılık yapılması, dahası hem hukukî düzenlemelerle hem de bilinçlendirme ile sorunların
çözümlenmesi gerektiği sıklıkla vurgulanmaktadır.
Modernizm ve sekülarizmin taşıyıcı gücü kabul edilen üniversiteler pozitivist eğitim süreciyle hem
geleneği eleştiren hem de düşünme, algılama ve yaşama biçimlerini çağdaş yaşamın beklentileri
doğrultusunda şekillendiren bir özelliğe sahiptir. İşte bu noktada: “Ataerkil yapıda kadına ve erkeğe
biçilen roller, kadının statüsü, İslam dininde ve günümüz Müslüman toplumunda kadının yeri ve değeri
meselesi yükseköğretim gençliğinde nasıl anlaşılmakta ve anlamlandırılmaktadır?” sorusuna cevap
aramak istiyoruz. Bu soru, yükseköğretim sürecinin İslam kültürünün hâkim olduğu bir coğrafyada
büyüyen bireylerin kadın konusundaki düşüncelerini nasıl etkilediğini anlama hususunda oldukça
önemlidir.
Dinde kadının yeri ve değeri meselesi tartışılırken genellikle ön yargılı bir tutum sergilenmektedir.
Akademik anlamda ilahiyat bünyesinde olsun ya da olmasın dini hassasiyetleri daha yüksek olanlar kesin
bir yargıyla “İslam kadını yüceltmiştir.” derken seküler yaşam tarzını benimsemiş olanlar genellikle
“Tüm dinlerde olduğu gibi İslam’da kadın ikinci sınıf bir varlık konumundadır” görüşünü
18
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
örtük ya da açık bir biçimde dillendirmektedir. Bu araştırma ise her iki yaklaşımın ötesinde bir tutum
takınmak istemektedir. Bu nedenle İslam’da kadının konumu meselesi ne dini savunucu bir perspektifle
ne de din karşıtı bir yaklaşımla alınmaktadır. Aksine sosyal psikolojik bir bakış açısından hareketle kadın
meselesinin –dinle ilişkisi ne düzeyde olursa olsun- Müslüman kültürde yetişen bireylerin anlam
dünyasında nasıl çözümlendiği tespite çalışılmıştır.
Bu araştırma genel tarama modelinde, betimsel türde bir çalışmadır. Uygulama kesit alma yaklaşımıyla
yapılmıştır. Serbest çağrışıma dayalı açık uçlu sorular kullanılmıştır. Böylece gençlerin kadın ve erkek
algıları ile birlikte İslam’da ve günümüzde kadının yeri ve değerini nasıl algılandıkları tespit ve analize
çalışılmıştır. Böylece bir yandan nitel verilerin içinde gömülü olan teorik yapı öznel bir şekilde ortaya
çıkarılırken öte yandan yeni kavramlar ve tiplemeler geliştirilmeye gayret edilmiştir.
Araştırmada“İslam’da kadının yeri ve değeri konusunda gençler ne/neler düşünmektedir?” “Günümüzde
kadının durumu nasıl anlaşılmakta ve nasıl değerlendirilmektedir?” sorularına cevap aranmaktadır.
Yapılan çözümlemeler ve oluşturulan tiplemelerde öğrencilerin “inanç”, “dinsel kimlik” ve “mezhep”
farklılıkları dikkate alınmıştır.
Araştırmaya Çukurova Üniversitesine bağlı sekiz farklı fakültede öğrenim gören gençlerden rastlantısal
yöntemle seçilmiş, toplam 374 öğrenci katılmıştır. Örneklemin % 51.9’u (n: 194) kadın; % 48.1’i (n:
180) erkektir. Yaş aralığı 17-29; yaş ortalaması 20.88’dir.
Ulaşılan bulgulara göre üniversiteli gençler kadın konusunda sekiz farklı duruş sergilemektedir.
1- Taklidî-Teslimiyetçiler: İslam’da kadının konumunun iyi ve değerli olduğunu söyleyen, ancak
düşüncelerini gerekçelendirmeyenler bu kategoridedir.
2- TahkikîTasdikçiler: Üniversiteli gençler arasında İslam’da kadın konusunu kendilerini ikna edecek
düzeyde araştıran, buradan hareketle “İşte bundan dolayı kadın yüksek bir statüye sahiptir.” diyenler
tahkiki tasdikçiler grubuna girmektedir.
3- Dinin Özü ile Geleneği Farklı Algılayanlar: Bu kategoride yer alanlar İslam dini ile İslam’ın tarihini
farklı değerlendirmektedir.
4- İnançlı Sorgulayıcılar: Dini kimlik ve inançlarıyla modernite ve seküler yaşam biçimi arasında
sıkışmışlık yaşan inançlı sorgulayıcılar, son tahlilde inançları lehine bir tutum ve kanaat
oluşturmuşlardır. Bunlar kendi içinde mahcup inançlılar ve dargın inançlılar olmak üzere iki kategoride
değerlendirilebilir.
5- Suskunlar: İslam’da kadının yeri ve statüsü hakkında hiçbir açıklama yapmayanlardır.
6- Kararsızlık ve Çelişki Yaşayanlar: İslam’da kadının yeri ve değeri konusundahenüz tam bir kanaate
ulaşamamış, hâlâ yoğun arayış içinde olanlardır.
7- Taklidi Eleştiriciler: Herhangi açıklama ve gerekçe göstermeden “İslam’da kadın ikinci sınıftır”,
“geri plandadır”, “ezilmiştir” vb. görüşleri dile getirenlerdir.
8- Tahkiki Eleştiriciler: İslam’da erkeğin kadından açıkça üstün olduğu, her iki cinsiyet arasında
eşitliğin olmadığı, kadının ezildiği ve sömürüldüğü delilleriyle izahaçalışanlardır.
Bilişim ve Kadın İlişkisini Etkileyen Faktörler – Dünya’ya ve Türkiye’ye Bakış
1
Prof. Dr. Sevinç Gülseçen1
İstanbul Üniversitesi Enformatik Bölümü
Bilişim Teknolojisi, 20. yy’ın son çeyreğinde önem kazanmaya başlayan nispeten yeni bir sektördür.
Üstelik bu sektörde çalışanlar, geleneksel sektörlerde görülenin aksine, kıdeme değil performansa bağlı
olarak ilerleme kaydetmektedir. Dolayısıyla, kadın-erkek eşitsizliğine bu alanda daha az rastlanması
beklenen bir durum olmasına rağmen, gerçek durum böyle değildir. Günümüzde çokça üzerinde durulan
ve hükümetlerin de programlarına aldığı bilişimle dönüşüm (e-dönüşüm) projelerine baktığımızda
ağırlıklı olarak teknolojiye değinildiğini, çok sınırlı olarak insan faktöründen bahsedildiğini, özellikle
de kadının bilişim tabanlı çalışmalara kazandıracağı katma değerden ise hemen hiç söz edilmediğini
görmekteyiz. Bilişimle ilgili alanlarda öğrenim görmeye ya da kariyer
19
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
yapmaya çalışan kadınların oranındaki azlık, yapılan istatistiklerle de ortaya konulmaktadır. Oysa
gittikçe globalleşen dünyada kadının bilişim iş gücündeki yeri günden güne önem kazanmaktadır. Bu
çalışmada, dünyada ve Türkiye’de kadının toplumsal kimlik tanımına değinilmiş, kadın istihdamına
kısaca değinilmiş ve kadınların bilişim işgücüne katılımlarını etkileyen faktörler üzerinde durulmuştur.
Ayrıca bilişim alanında kadın sayısını arttırmak için öneriler getirilmiştir.
1.Giriş
Bilişim toplumu tartışmaları Türkiye’de özellikle 1990’lı yılların başından itibaren artış göstermeye
başlamıştır. Ekonomi, iletişim, siyaset bilimi, sosyoloji, sosyal psikoloji gibi çeşitli disiplinler tarafından
ele alınan bu konu daha çok ekonomik ve teknolojik yönü ile tartışılmış, sınıfsal, etnik, toplumsal
cinsiyetle ilgili boyutları üzerinde yeterince çalışılmamıştır. Gerek doğrudan bilişim sektöründe, gerekse
farklı sektörlerin bilişim bölümlerindeki kadın istihdamı her geçen yıl artmaktadır. Ancak genel olarak
teknoloji ve kadın ilişkisindeki sorunlar, aynı biçimde, bir alt alan olarak bilişim ve kadın ilişkisinde de
gözlemlenmeye devam etmektedir. Kadın geleneksel olarak teknolojiye ‘yakın’ ve ‘yatkın’
görülmemekte daha çok teknoloji ürünlerinin kullanıcısı/tüketicisi olarak önem kazanmaktadır. Ancak
bu önem kadına biçilen annelik, ev kadınlığı gibi roller etrafında şekillenmektedir.
Liesbeth van Zoonen, bu cinsiyetçi bakış açısının günlük yaşamdaki yansımasını şöyle açıklamaktadır
(van Zoonen’dan aktaran Binark 1995:5):
“Sağduyu, bizi kadın ve erkeklerin teknolojiyle ilişkilerinin farklı olduğuna inanmaya yönlendirir.
Kadınlar araba sürer, erkekler o arabaları tamir eder; kadınlar evde yaşarlar, erkekler o evleri inşa
ederler; kadınlar çamaşır makinası kullanırlar, erkekler ise o makinaları keşfederler; kadınlar doğum
kontrol hapı alırlar, erkekler bu hapı arıtırlar...Telekomünikasyon ve bilgisayar teknolojileri de benzer
bir tablo sunarlar: erkekler radyoyu parçalarına ayırırken, kızlar radyo dinler; kadınlar video izlerler,
erkekler ise zamanlayıcıyı kurarlar; kadınlar bilgisayar kullanır; erkekler ise onu deneyimler ve onunla
oynarlar”.
Kadın ve teknoloji ilişkisi tarih boyunca hep sorunlu olagelmiştir. Çünkü teknolojiye ‘yakın’ ve
‘yatkın’ olmadığı düşünülen kadın, ‘duygusal’, ‘doğaya ait’ gibi özelliklerle birlikte tanımlanagelmiştir.
Buna karşın erkek, “akıl”, “kültür”, “bilim” ve “teknoloji” kavramlarını temsil etmiştir. Dolayısıyla,
egemen toplumsal cinsiyet örüntülerinde kadınların toplumsal kimlik tanımları ‘teknolojik olarak
yetersiz oldukları’ şeklindedir. Bu anlayış toplumsallaşma süreciyle birlikte ailede başlamakta, eğitim
kurumlarında devam ettirilmekte ve kitle iletişim araçları tarafından pekiştirilmektedir (Timisi, 1996).
Kadınlar ev içi teknolojilerinin tüketicisi oldukları sürece, bu ilişki içerisinde varolmaktadırlar.
Teknolojiyle zaten sınırlı olan bağları, teknolojinin “üretim” boyutunun neredeyse tamamen erkeklere
bırakılmasıyla ya da bırakılmış gibi görünmesiyle biçimlenmektedir. Dolayısıyla görece teknolojiden
uzak olan kadınlık kültürü ve kadınların her türlü üretimi, ikincil ve ‘daha az değerli’ şeklinde
konumlanmaktadır.
Teknolojinin egemen toplumsal cinsiyet rolleri ile ilişkisi 1970’li yıllarda feministler tarafından
irdelenmeye başlanmış ve bu durum aşağıdaki çalışmaların yapılmaya başlanmasına katkı sağlamıştır
(Binark, 1999):
- bilimsel ve teknolojik keşiflerde bilim kadınlarının katkılarını gün ışığınaçıkarma,
- kadınların bilim eğitimi alarak profesyonel olarak çalışmaları,
- bilim ve teknoloji alanında çalışma süresince kadınlık, dişillik ve cinsiyet farklılığının
kurumsallaştırılması.
Herhangi bir teknolojik araç üretilirken ideal bir kullanıcı hedeflenir ve bu ideal kullanıcının kim olduğu
önemlidir. Kullanımına yüksek prestij atfedilen araçların ideal kullanıcıları da erkek olarak
düşünülmektedir. Özellikle yeni bilişim teknolojileri açısından bu araçların kullanımı erkeklerin ilgi ve
yetenek alanı olarak görülmektedir. Böylece var olan cinsiyet eşitsizlikleri yeni bilişim araçları
kullanımında da bir kez daha pekiştirilir. Bilişim teknolojilerinin kadın ve erkekler tarafından kullanım
pratiklerine ilişkin yapılan birçok araştırma, bu teknolojilerin gündelik yaşamdaki cinsiyetçilik ve kadın
erkek arasındaki güç ilişkilerini koruduğunu ve sürdürdüğünü öne sürmektedir. Kadınlar hem
teknolojiye erişim sorunları yaşadıkları ve teknoloji okuryazarı olmamaları, hem de erkek egemen
kültürün bilişim teknolojilerindeki baskın yansımaları nedeniyle egemen cinsiyet rejiminden özgürleşme
olanağını kullanamamaktadır (Demiray, 2009).
20
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
2. Dünyada Bilişim ve Kadın İlişkisi
Yaratıcılığın ve çevikliğin - ki bu özelliklerin kadınlarda daha fazla olduğu iddia edilir - hayli önemli
olduğu bilişim sektöründe, kadının yerinin neden daha az olduğunu sorgulayan çalışmalar her geçen gün
artmaktadır. Catalyst’in, bu amaçla yaptığı araştırmada, kadınların bu sektörde dört temel engel ile
karşılaştığı belirlenmiştir (Catalyst, 2003):
1. Birçok yüksek teknoloji şirketinde, kurumsal kültür kadınları dışlayıcıdır ve bu durum
kadınların yükselmesini desteklememektedir.
2. Aile ve iş dengesi ve bu ikisi arasında yaşanan çelişkiler burada da kendini göstermektedir.
3. Kadınlar, yükselmeleri için onlara yol gösterecek rol model yöneticilerin eksikliğini
hissetmektedir.
4. Kadınlar, erkeklerin sahip olduğu kadar geniş iş çevrelerine sahip değildir.
5. Şirketler, çalışanların yetkinliklerinin saptanması, kariyer planlamasının yapılması ve
çalışanların geliştirilmesi konusunda stratejik davranmamaktadır.
Bilişim işgücünde çalışan ve bilişim ile ilgili disiplinlerde kayıtlı olan kadın sayısının yetersizliği, çoğu
ülkede yapılan araştırmalarla kanıtlanmıştır (Ecevit ve diğ., 2003; Morris, 2002). Göker (2003)’e göre
kadının “doğaya yakın” ve “duygusal” olanı, erkeğin ise “akli”, “teknik ve bilimsel” olanı temsil ettiği
ataerkil toplumsal cinsiyet ideolojisi yaşamın her alanında yeniden üretilmektedir. Kadın kültürü ve
kadınlık bilgileri, kadınların ev içi üretim ve emeklerine benzer şekilde erkek egemen ideoloji tarafından
ikincilleştirilmektedir. Buna bağlı olarak kadınların teknolojiyi deneyimleme, üretme ve tasarlama
pratikleri de önemsizleştirilmektedir. Trauth ve diğ. (2008) demografik ve kişisel özellikleri yönünden
farklılık gösteren kadınlar arasında yaptıkları geniş kapsamlı çalışmalarıyla, bilişim alanında kadınların
kariyer seçimlerinin şu faktörlerden etkilendiğini bulmuşlardır: kadının toplumdaki rol algıları, annelik,
çocuk bakımı ebeveyn bakımı, ev dışında çalışma, cinsiyete göre kariyer normları, sosyal sınıf,
ekonomik fırsatlar, yetenekle ilgili cinsiyet klişeleri. Aynı araştırmada kadınların bilişim kariyer
seçimindeki farklılıkların bir ülkedeki kültürden, bir ülkedeki çoklu kültürlerden ve birden çok ülke
arasındaki kültür farklılıklarından etkilendiği de bulunmuştur.
Morris (2002) ve Mederios (2005), kadınların bilişim alanında işe girmesini etkileyen faktörlerin, erişim,
kadınların ilgisinin çekilmesi, teknolojinin rahatlığı, üniversite öncesi başarı, kariyer kararını verme,
tutumlar, ilgiler, kişilik faktörleri, bilişim alanı hakkında olumsuz klişelerin üstesinden gelme ve aile
desteği olduğunu vurgulamaktadır. Bununla birlikte yazar, kadınların bilşim kariyerlerine devamlılığını
etkileyen faktörlerin de kariyer memnuniyetsizliği, erkek egemen kültür; kadınların üst kademelere
ulaşımın sınırlandıran “cam tavan”, danışmanlık ve destek, analitik beceri, uyum sağlamak, iletişim
becerileri, yaratıcılık, takım kurma becerileri, kararlılık, vizyon ve sağlam bir özgeçmişe sahip olmayı
içeren kişisel başarı faktörleri; iletişim becerileri eksikliği, iş amaçlarını karşılamada yetersizlik,
düşünmeye odaklanamama, kararsızlık, stratejik vizyon eksikliği, yaratıcı olmama, yönetmede
yetersizlik ve duygusallık; iş statüsü, sorumluluk, işe ilgi, çalışma ortamı, işverenin ünü, iş güvenliği, iş
tipi, sektör, maaş, maaş dışında işçiye sağlanan faydalar (sigorta, emeklilik planı), yer, kariyer saygınlığı,
mücadele, devam eden eğitimler gibi kariyer seçimi faktörleri ve kadınların aile ve kariyeri dengeleme
ihtiyacı olduğunu bulmuştur.
Çoğu farklı araştırmacı, aile dinamikleri ve ebeveynlik rolünün, kadınlar ve onların bilişim ile ilişkiler i
üzerinde önemli bir kültürel bileşen olduğu sonucuna varmışlardır. İrlandalılar üzerinde yapılan bir
çalışmada toplanan bilgilerden, “anne olan kadınlar ev dışında çalışmamalı” gibi ortak bir bulgu ortaya
çıkmıştır. Bunun nedeninin toplumun gelenekçi olması ve İrlanda’da evli kadınların çalışmasını çok zor
duruma getiren 1980’lerdeki evlilik vergisi olduğu tespit edilmiştir. Evlilik vergisine göre eşler bu
vergiden muafken, kadınların böyle bir hakkı yoktur ve her saatlik maaş yüksek orandan
vergilendirilmektedir. Bununla birlikte bilişim işgücüne katılımın, Brezilya’da ebeveynlik etkisi ve
benlik bilinci nedeniyle az (Galpin, 2002), Mauritius’ta bilişim kariyerine sahip kadınlara yüksek değer
veren aile görüşü, tek cinsiyete sahip okul sistemi nedeniyle daha fazla (Adams ve diğ., 2003),
Türkiye’de cinsiyet eşitliğini benimseyen sosyal ve politik ideolojiler, aile teşviki nedeniyle daha fazla
olduğu saptanmıştır (Ecevit ve diğ., 2003). Öyle ki, istatistikler Türkiye’deki bu durumun, bilişim ile
ilgili mesleklerde çalışan kadın sayısının Birleşmiş Milletler ve Hollanda’ya göre oldukça yüksek
olduğunu göstermiştir. Buna karşılık Bosna Hersek’li bir katılımcıdan alınan görüşlere göre kapitalist
ideolojilerin aksine, komünist ve sosyalist ideolojilerde, tipik olarak kadın istihdamına farklı bir bakış
21
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
açısı olduğu tespit edilmiştir. Eski Sovyetler Birliği’nin ve diğer komünist ülkelerin cinsiyet eşitliği
sorunlarına önem verdiklerinden dolayı yüksek gelirli kariyerlerde çok az cinsiyet ayrımcılığının var
olduğu belirlenmiştir (Morris, 2002).
Araştırmalar, kadınları ve onların bilişim ile ilişkilerini, bulunulan coğrafyanın, sosyal sınıfın, ırkın, işe
yerleştirilme beklentisinin, din ve etnik kimliğin etkilediğini belirlemiştir. Shen ve Ge (2006) Çin’de
internet kullanan kadın sayısının arttığını belirtmekte ancak yaşa, bölgeye ve mesleğe göre paralel giden
bir dağılım görülmediği de vurgulanmaktadır. Örneğin internet kullanan kadınların çoğu daha genç
yaşlardadır (15-30 yaş arası), kentsel bölgelerdedir, yüksek eğitimlidir ve belirli bir uzmanlık
sahibidirler (Trauth ve diğ., 2008).
Clarke ve Teage (1994a, 1994b) kadınların bilişim ile olan ilişkilerinde ırkın da etkili olduğunu tespit
etmişlerdir. Avustralya’da Asyalı ve Kafkasyalı (Caucasian) mühendislik ve bilgisayar bilimler i
öğrencileri ile ilgili verileri analiz ettiklerinde Kafkasyalı kızlara göre, Asyalı kız öğrencilerin bilgisayarı
erkeklerin alanı olarak görmediklerini bulmuşlardır (Trauth ve diğ., 2008). Ayrıca araştırmacılar, din ve
etnik kimlik özelliklerinin de kadınları ve onların bilişim ile ilişkilerini etkileyen birer faktör olduklarını
tespit etmişlerdir. Eidelmen ve Hazzan (2005, 2006) İsrail’de Arap ve Yahudi kökenli farklı öğrencilerin
bilişim ile ilişkilerinin nasıl farklı şekillenebildiğini incelemişler ve ileri düzeyde bilgisayar bilimler i
üzerinde öğrenim gören kız öğrenci yüzdesinin Araplar arasında, Yahudi olan kız öğrencilere kıyasla
çok daha fazla olduğu sonucuna varmışlardır. Yazarlar özellikle Arap toplum kültüründe, güçlü bir aile
merkezci karakteristiğin olduğunu ve Arapların sosyal statülerini geliştirmek için Yahudi akranlarının
skolastik başarılarının baskısından etkilendiğini savunmuşlardır. Diğer taraftan yazarlar Yahudilik
kültüründe aile ve akranların etkilerinin daha az olduğunu da bulmuşlardır (Trauth ve diğ., 2008).
Moreno Minguez (2005) politik ideolojilerin kadınların bilişim ile ilişkilerini etkileyen bir faktör
olduğunu tespit etmiş ve çoğu Avrupa ülkeleri arasında bilgisayar ve internet kullanımı istatistiklerini
karşılaştırarak, bilişim teknolojilerine erişimin cinsiyete bağlı olarak eşit olmadığını bulmuştur. Bu
durumun Güney Avrupa ülkelerinde, özellikle İspanya’da, daha belirgin olduğu da tespit edilmiştir.
Yazar bunu Fransız Rejimine dayandırmıştır çünkü bu rejimde geleneksel aile modelinde evi geçindiren
kişinin birincil olarak erkek olduğu kabul edilir. Böyle olunca yazar, bu ideolojinin kadınların işgücüne
katılma fırsatlarını kısıtladığı görüşüne varmıştır (Trauth ve diğ., 2008).
Bilişimde toplumsal cinsiyet ayrımcılığı reklam ve pazarlamalarda da ön plana çıkmaktadır. Bir
bilgisayar markası olan Dell’in sadece kadınlara özel ancak kısa ömürlü olan laptop pazarlama çabası,
bu duruma en iyi örneklerden biridir. Bu şirket 2009 yılında kendi “Della Web” sitesinde bir kampanya
başlatmış ve sitesinde sadece kalori hesaplamanın ipuçları, bilgisayar aksesuarları, renkler ve yemek
tarifleri üzerinde durulmuştur. Sonuçta bu siteyi “parlak ama sinir bozucu” ve “hor gören” olarak
tanımlayan kadınlar, internetteki blog köşelerinden bu şirketin “kadınlar için çok özel sitesi”ne yoğun
eleştirilerde bulunmuşlardır. Hatta The New York Times gazetesi, Dell’in “pazarlamanın ana okuluna
gitmesi” gerektiğini öne sürmüştür. Piyasaya sürüldükten sonraki birkaç hafta içinde Dell, sitesinin adını
ve içeriğini değiştirmek zorunda kalmıştır (Silverstein ve Sayre, 2009). Kitle iletişim araçlarının
toplumsal cinsiyet kalıpyargılarına etkisi kadar, öğretmenlerin kız ve erkek öğrencilere bakış açıları da
etkilidir ve bu, okullarda cinsiyet eşitliği yaratan önemli bir faktör olabilir. Ayrıca okullarda öğrencilere
verilen kitaplar da toplumsal cinsiyet kalıpyargılarını güçlendiren ya da zayıflatan bir etkendir.
Müfredat, rehberlik ve okul ortamları cinsiyet kalıpyargıları ile mücadele etmelidir (Eurydice, 2009).
3. Türkiye’de Bilişim ve Kadın İlişkisi
3.1. Tarihsel Süreç içinde Türk Kadını
Doğramacı (1992) bir eserinde tarih süreci içinde Türk kadınının geçtiği evrelerdeki durumunu
incelemiştir. Orta Asya’da Hun hakimiyetinin süregeldiği devirlerde, Hun devletini başkan (hakan) ile
karısı (hatun) birlikte temsil etmekteymiş. Halktan olan Hun kadınları, erkeklerin yanında dövüşebilmek
için iyice eğitilirler, tepeden tırnağa silahlandırılırlarmış. Yazarın belirttiğine göre, çeşitli kaynaklar
incelendiğinde Orhun kitabelerinde şu iki cümle daima birlikte yer almaktadır: “Devleti idare eden Han”
ve “Devleti bilen Hatun”. Geleneklere göre sadece “Han emreder” sözleri ile başlayan bir emirname
çıkarılırsa geçerli sayılmaz, ancak “Han ve Hatun emreder” şeklinde başlarsa geçerli olurmuş. Gerçek
anlamda türk olan yörük kabileleri içinde, kadının durumu bazı yönleri ile Batı feminizmini etkileyecek
özelliktedir. Erkek-kadın ilişkilerinde tam bir eşitlik vardır. Bu kabileler,
22
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
kadını da erkek gibi, aynı karakter sağlamlığı ve doğruluk esasına göre değerlendirir. Bugün bile Türk
eğer bir kadını övmek isterse, onu erkeğe benzetir.
Osmanlı devletinde eğitime önem vermek hatta çağın hemen hemen tüm İslam ülkelerindeki görünümün
tersine kız çocuklarına bile okuma-yazma belletmek, onlar için eğitim kurumları açtırmak eski Türk
törelerinin bir ürünü sayılabilir. Şaman Türklerinde kadına erkek yanında, hatta onun üstünde verilen
yerin Osmanlıları da etkilediği bir gerçektir ve bunu sadece eğitimle değil, pek çok sosyal kurumda da
görmek olanağı vardır. 1926 Medeni Kanunu ile Harp Okulları dışındaki diğer tüm okulların kapıları kız
öğrencilere açılmış ve böylece Cumhuriyet’in ilk on yılında Türkiye kadın hakları konusunda birçok batı
ülkesini geride bırakmıştır. Ülkemizde 1935’den sonra 1991 yılına kadar 125 kadın parlamentoya
girebilmiş ancak hükümetlerde çok az sayıda kadın görev almıştır. Oysa ABD’de 1917-1946 döneminde
Kongreye ancak 75 kadın girebilmiş ve yine sadece 2 bakan hükümette görev alabilmiştir (Saygılıgil,
2010).
TÜİK’in hazırladığı İstatistik Göstergeler 1923-2008 adlı kitabından alınan verilere göre, 15 ve üzeri
yaştaki nüfusun okuryazarlık oranı 1935 yılından 2000 yılına kadar hızla artış göstermiştir. Ancak
cinsiyete göre artış oranı yine kadınlardaki artışın daha az olması şeklinde farklılık göstermiştir. 1935
yılında okur-yazarlık oranı toplamda %19,25 iken 2000 yılında bu oran %87,32’ye yükselmiştir. Bu artış
sevindirici olmakla birlikte cinsiyete göre incelendiğinde yine kadınlardaki artışın erkeklerden daha az
olduğu gözlenmektedir. Öyle ki 1935 yılında okuryazar oranı erkeklerde
%29,35’ten
%93,86’ya yükselmiştir. Kadınlarda ise 1935 yılında %9,81 olan okuryazar oranı 2000 yılında
%80,64’e yükselebilmiştir (İstatistik Göstergeler 1923-2008, 2010). TÜİK’in hazırladığı İstatistik
Yıllığı 2009 kitabından alınan bilgilere göre 2009 yılında erkeklerde okuryazar oranı %97,03, kadınlarda
%87,88’e yükselmiştir.
3.2. Türkiye’de Cinsiyet Kalıpyargıları ve Kadınların Bilişim Alanında İstihdamı
Dökmen ve diğerleri (1997, 2004)’nin belirttiğine göre kadınlara sosyalleşme sürecinde empoze edilen
cinsiyet rolü, kadınların çalışma yaşamına girmesini ve ileriye yönelik beklenti geliştirmesini
zorlaştırmaktadır. Gündüz Kalan (2010) ’a göre belli bir toplumsal cinsiyet ideolojisinin altında yetişen,
yaşayan ve çalışan erkeklerin ve kadınların özellikleri ve davranışları bu ideolojinin beklentilerinden
etkilenir. Cinsiyet kalıpyargıları genellikle tüm dünyada ortaksa da toplumun eğitim düzeyine ve kültüre
göre değişiklik göstermektedir. Örneğin Türk toplumunda erkekle ilgili cinsiyet kalıpyargıları baba,
ağabey, eş ve erkek çocuk olarak; namus bekçisidir, güçlüdür, ailenin reisidir, erkeğe has işlerde çalışır,
ev işlerinden anlamaz, futbol sever, teknolojiden hoşlanır, erkek giysileri giyer, serttir, “kız gibi”
ağlamaz, cesurdur, korumacıdır, patrondur. Kadın korunmak ve denetlenmek ihtiyacında görülür.
Kadınla ilgili cinsiyet kalıpyargıları, anne, kız çocuk, eş ve kardeş olarak; ev içine odaklı olarak erkeğin
korumasına ihtiyaç duyar, çalışma hayatında kadına uygun görülen işlerde çalışır, kadına uygun giysiler
giyer, yemek yapar, bebek ve çocuk sever, duygusaldır, narindir, güzeldir, temizdir, düzenlidir, futbol
sevmez, teknolojiden anlamaz. Bu çalışmada da katılımcılar iş için gerekli kişilik özellikler ine
(dayanıklılık gibi) ve iş için gerekli yeteneklere sahip olmadıklarını (analitik düşünme, yaratıcılık gibi),
bilişim ile ilgili konulara yatkın olmadıklarını düşünmektedirler ve işverenlerin kendileri hakkında
teknolojik konulara yatkın olmadığını düşündüklerine inanmaktadırlar.
Ülkemizde 2000’li yılların başlarında üniversitelerde kadın öğretim elemanı oranı yaklaşık %
41.6 olup, toplam profesörler içinde kadın oranı % 27.8’e ulaşmıştır. Ayrıca, 132 üniversitenin 13’ünde
kadın rektör görev yapmaktadır. Mimarların %38’i, avukatların %37’i ve bankacıların
%50,2’i kadındır. Akademik personelde ise kadının durumuna bakıldığında Profesör, Doçent, Yardımcı
Doçent, Öğretim Görevlisi, Araştırma Görevlisi ve Okutman kadroları içinde kadın oranının birçok
ülkeden daha yüksek olduğu (yaklaşık %40) görülmektedir. Bu, çok önemli bir oran olmakla birlikte
rektör (%9,8) ve dekanlık (%15,3) gibi üst pozisyonlarda erkek egemenliği devam etmektedir (BKSGM,
2010).
Araştırmalar, Türkiye’de bilişim işgücünde çalışan kadın sayısının gelişmiş bazı ülkelere kıyasla daha
yüksek olduğunu ancak genel işgücünün içinde hala düşük oranda seyrettiğini göstermektedir (TÜİK,
2010; Ecevit ve diğ., 2003). Ülkemizde sistem analistlerinin % 39’u ve bilgisayar programcılarının %
44’ü kadınlardan oluşurken, aynı oranlar Hollanda’da % 20 ve % 15 civarındadır. Kadınların bilişim ile
ilişkili alanlara teşvik edildiği Amerika’da bile sistem analistlerinin ve bilgisayar programcılarının
oranları sırası ile %34 ve % 36’da kalmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’de bu alanlarda kadınların
23
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Amerika ve Hollanda’ya göre daha iyi durumda oldukları söylenebilir. İstihdam edilen kadınların
faaliyet kollarına bakıldığında (bkz. Tablo 1) ise bilişim alanında çalışan kadın sayısının az olduğunu,
diğer alanlarda daha fazla istihdam edildiklerini bir kez daha vurgulanabilir (TÜİK, 2010).
Tablo 1: 2010 Yılında İstihdam Edilenlerin Cinsiyete Göre İktisadi Faaliyet
Kadın
Bilişim ve İletişim
388
Eğitim
3798
Tarım, Ormancılık ve Balıkçılık
21.822
Finans ve Sigorta
932
Mesleki, Bilimsel ve Teknik Faaliyetler
1086
Kamu Yönetimi ve Savunma
1529
İnsan Sağlığı ve Sosyal Hizmet Faaliyetleri
2708
Kültür, Sanat, Eğlence, Dinlence ve Spor
150
Kolları (Bin kişi, 15+ yaş)
Erkek
Toplam
1176
1564
4193
7691
23.601
45.421
1283
2212
2383
3469
8853
10382
2105
4813
706
856
Tablo 1’de görüldüğü gibi bilişim ve iletişim ile kamu yönetimi ve savunma alanlarında
istihdam edilen kadın sayısı erkeklere oranla oldukça azdır. Daha açık ifade etmek gerekirse bilişim ve
iletişim alanında istihdam edilenlerin sadece % 24.8’i, kamu yönetimi ve savunma alanında istihdam
edilenlerin sadece %14.72’si kadındır. Kadınların oranının yüksek olduğu alanların ise insan sağlığı ve
sosyal hizmet faaliyet alanları olduğu görülmektedir. Öyle ki, bu alanlarda istihdam edilenlerin %56’sı
kadındır.
3.2. Kadınların Bilişim ile İlgili Kariyer Gelişimlerini Etkileyen Faktörler: Tespitler,
Değerlendirmeler ve Çözüm Önerileri
Türkiye’de bilişim ile ilgili alanlarda çalışan kadınların kariyer gelişimlerini etkileyen faktörlerin analiz
edilmesi ve bulunan sonuçlar doğrultusunda bu alanlarda çalışan kadınların katılımının teşvik edilmesi
yönünde öneriler getirmek amacıyla İstanbul Üniversitesi Enformatik Bölümü tarafından bir yüksek
lisans tez çalışması yürütülmüştür (Hatipoğlu, 2011). Araştırmanın çalışma evrenini, Türkiye’de bilişim
ile ilgili alanlarda çalışan kadınlar oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemi ise basit rassal örnekleme
yöntemi ile belirlenmiş olup Marmara, Ege, İç Anadolu, Akdeniz ve Karadeniz bölgelerinden gönüllü
olarak katılan 170 kadın oluşturmaktadır. Bu araştırma kapsamında katılımcılara “Kariyer Engelleri
Ölçeği-Revize (KEÖ-R)”, “Kariyer Sonuç Beklenti Ölçeği (KSBÖ)” ve “Demografik Bilgi Formu
(DBF)” olmak üzere 3 veri toplama aracı uygulanmıştır. Araştırmada yapılan faktör analizi sonucunda
7 faktör tespit edilmiştir. Bunlar “karar verme/yetersiz hazırlık”, “kişisel teknoloji yargıları”, “cinsiyet
ayrımcılığı”, “sınırlamalar/sosyalleşme sorunları”, “aile”, “çevresel teknoloji yargıları” ve “iş piyasası
güçlükleri” dir.
Araştırmadan elde edilen bazı sonuçlar ve bunlarla ilgili değerlendirmeler aşağıdaverilmiştir:
 Katılımcılar çalışma hayatına başlarken, devam ederken ve terfilerde engellerle
karşılaştıklarına güçlü bir şekilde inanmaktadırlar.
 Katılımcılar kariyer yönlerini nasıl belirleyeceklerinden, hangi işten hoşlandıklarından ve
kariyer hedeflerinden emin olamamaktadırlar.
Bu sonuçlar doğrultusunda okul yıllarında, kadınlara bilişim ile ilgili meslekler ve bu alanda kariyer
yapma ile ilgili bilgiler verilmeli, kariyer alternatifleri konusunda bilinçlenmeleri sağlanmalıdır. Ayrıca
okullarda “kariyer danışmanlığı” birimleri oluşturulabilir.
 Katılımcılar kariyer planlarında sürekli değişiklik yapmaktadırlar. Bunun da ötesinde, aileleri
tarafından engellenmekte olduklarını ve desteklenmediklerini düşünmektedirler.
Bu sonuç kişinin kararsız olmasının dışında, ailevi sebepler, evlilik, ekonomik sebepler, zamanla
ortaya çıkan beklenmedik olaylar gibi pek çok faktöre dayalı olabilir. Kişinin kendi kararsızlığının
giderilmesi için yapılacak bilinçlendirme çalışmalarının yanında, özellikle aile içinde kadına desteğin,
iş paylaşımının yaygınlaştırılması için erkeklerin ve onları yetiştiren ebeveynlerin bilinçlendirilmeler i
yönünde çalışmalara ağırlık verilebilir, ev işi, çocuk bakımı gibi görevlerde rol sahibinin sadece kadın
olması engellenebilir. Ecevit ve diğerleri de (2003) araştırmaları sonucunda bilişim alanında çalışan
profesyonel kadınların çoğunluğunun bekar ya da boşanmış olduklarını bulmuşlardır. Bunun sebebini,
kadınların kariyerlerini ve işlerini aileleri için tehlikeye atmak ve geleneksel rollerin baskın olduğu
24
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
toplumda evlilik yüzünden işteki başarılarını yok etmek istememeleri olarak belirtmişlerdir. Batı
ülkelerinde de evlilerle kıyaslandığında bekar profesyonel kadınların daha üretken ve başarılı olarak
göze çarptığını ayrıca profosyonel evli kadınlar arasında boşanma ve ayrılığın çok olduğunu
belirtmişlerdir.
 Katılımcılar iş için gerekli kişilik özelliklerine (dayanıklılık gibi) ve iş için gerekli yeteneklere
(analitik düşünme, yaratıcılık gibi) sahip olmadıklarını, bilişim ile ilgili konulara yatkın
olmadıklarını düşünmektedirler ve işverenlerin kendileri hakkında teknolojik konulara yatkın
olmadığını düşündüklerine inanmaktadırlar.
Kadınların bu düşünceleri toplumsal cinsiyet kalıpyargılarından etkilenmiş olabilir. Dolayısıyla
kadınlara bu mesleklerde uygulama fırsatları verilmeli ve kadının bu alanlarda kendine olan güveni
pekiştirilmelidir. Örneğin dönemlik çalışma grupları oluşturularak projelerde yer almaları sağlanabilir,
bilişim ile ilgili alanlarda staj için kadınlara öncelik verilebilir. Ayrıca kadınları teknolojiden
uzaklaştıran, bu konularda kadınları aşağılayan ve kadınları teknolojiden soğutup, kendilerine
güvenlerini olumsuz etkileyen, kalıpyargılar oluşturan reklam ve yayınların engellenmesisağlanabilir.
 Katılımcılar teknoljik gelişmeleri ve bilişim ile ilgili gelişmeleri takip etmediklerini
belirtmişlerdir.
Bunun için kadınların ilgilerini teknolojiye çekebilecek çalışmalara ağırlık verilebilir, cinsiyet
ayrımcılığı yapmayan ve eril olmayan yazılımlara ağırlık verilebilir. Brown (2001) da teknoloji ile ilgili
alanlarda kadınların azınlığını, erişim imkansızlığına bağlamış ve okulların her cinsiyete, ırka ve
ekonomik gruba açık bilgisayar laboratuarları sağlamasını ve cinsiyet ya da etnik özellikleri olmayan
yazılımları önermiştir. Brunner ve Bennett (1998), sunulmakta olan teknolojinin kadınlara göre
olmadığını ve bilginin tekrar elden geçirilmesi yerine daha çok insan iletişimi sağlanarak, kadının daha
ilgili hale getirilebilir olduğunu söylemişlerdir.
 Katılımcılar iş yerinde bir rol modeli ya da mentora sahip olmadıklarını düşünmektedirler.
Bunun için bilişim ile ilgili alanlarda kadın bilişimci bulundurulması zorunlututulabilir.
 Katılımcılar işe girerken cinsel ayrımcılık yaşadıklarını, aynı işi yapan erkek çalışanlara göre
daha düşük maaş aldıklarını düşünmektedirler.
 Katılımcıların engellere olan inançları, medeni durumlarına, gelir düzeylerine, eğitim
düzeylerine ve yaşadıkları bölgelere göre farklılık göstermemekte, sadece yaşlarına göre
farklılık göstermektedir.
Bu farklılık 21-30 yaş grubunda olan katılımcıların engellere olan inançlarının , 31-40 ve 41-50 yaş
grubunda olan katılımcılardan daha fazla olduğu şeklindedir. Yaşlara göre değişen bu engel inançları
daha çok tecrübeyle ilgili olabilir. Yine de katılımcıların tüm bu engellerin olduğuna inanmaları,
kariyerlerinden olumlu beklentilerini ve kendi kararlarına olan güvenlerini etkilememektedir.
 Katılımcılar kariyer planlarının kendilerine tatmin edici bir gelecek sağlayacağına,
kariyerlerinde başarılı olacaklarına, parlak bir gelecekleri olduklarına inanmaktadırlar.
 Katılımcıların kariyerlerinden olumlu beklentileri ve kendilerine güvenleri, medeni
durumlarına, gelir düzeylerine, yaşlarına ve yaşadıkları bölgeye göre farklılık göstermemekte,
sadece eğitim düzeylerine göre farklılık göstermektedir.
Bu farklılık Lisanüstü eğitim düzeyine sahip katılımcıların inançlarının ve güvenlerinin, Lisans ve
Önlisans eğitimine sahip katılımcılardan daha fazla olduğu yönündedir.
4. Sonuç
Türkiye’de çeşitli sektörlerde görev alan kadın oranının AB ülkelerindekinden yüksek olması (Kırlıdoğ
vd., 2009) ülkemiz açısından sevindiricidir. Bilişim işgücündeki kadın oranları Türkiye’de diğer ülkelere
kıyasla daha fazla olsa da kendi işgücünün içinde hala düşüktür. 9 Mart 2015 tarihli Hürriyet
Gazetesi’nde yer alan bir habere göre, Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu’nun 2012’den
beri yürüttüğü “Bağımsız Kadın Direktörler” (BKD) projesi ekibi, Danışma Kurulu’nun “Halka açık
şirket yönetim kurullarında kadın üye oranı 2023’te %23’e çıkmalı” kampanyası kararını Başbakan
Yardımcısı Ali Babacan’a iletmiştir. Şu anda bu oran 11.7! Oysa Siemens’in yönetiminde kadın oranı
%30 (Vahap Munyar, “Kadınlar yönetime girsin, ekonomi ve şirketler kazansın”, Hürriyet Gazetesi, 9
Mart 2015, sf.15).
Dünya çapında, bilişim işgücünde çalışan kadın sayısı üzerine yapılmış araştırmalar, kadınların bilişim
işgücüne katılımlarının ülkeden ülkeye çeşitli kültürel ve sosyal faktörlerden etkilendiğini ortaya
çıkarmıştır. Bu faktörlerin ülke bazında incelenmesi ve bilişim alanında çalışan kadın sayısının
25
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
arttırılması için bunların analiz edilmesi bir gereklilik olmuştur. Pek çok araştırmada dünyada bilişim
alanında çalışan kadın oranının azaldığına dikkat çekilirken, bu azalmanın hızının Türkiye’de daha
yüksek rakamları işaret etmekte olduğu tespit edilmiştir. Türkiye’de insanlar genel olarak sosyal hayat
düzenine önem vermektedir. Özellikle kadınlar için aile çok önemlidir. Aile düzenine bu derece bağlılık
da kadınların iş hayatına yön vermesine sebep olmaktadır. Yine, ‘Bilgi Teknolojileri ve Kadın
Çalışanlar’ konulu bir araştırmaya göre, evlenen ve çocuk sahibi olan kadınların bilişim sektörü içinde
alan değiştirdiklerini ortaya çıkarmıştır. Ayrıca ülkemizde bilişim alanında akademik kariyer yapan
kadın oranlarının akademik derece yükseldikçe azaldığı da tespit edilmiştir. Çeşitli kadın grupları
tarafından kullanılan e-grupların sayısının arttırılması ve içeriklerinin zenginleştirilerek, tartışma
konularının çeşitlendirilmesi katılımcı kadın sayısını arttırdığı gibi, varolan grupların da
hareketlenmesini, renklenmesini sağlayacaktır. Sivil toplum örgütleri, sayıları çok az olan toplumsal
cinsiyet-teknoloji ilişkisini irdeleyen proje ve araştırmalara destek vererek bu konuda Türkiye’ye ait
bilgi birikiminin artmasına katkıda bulunabilirler. Bilişim alanında kadın araştırmacılarının, bilişim
işgücünün çeşitliliği ile ilgili konuyu geniş çapta tekrar incelemeleri önemlidir. Bilişim sektöründe
toplumsal cinsiyet üzerine daha fazla odaklanmış deneysel çalışmalara ihtiyaç vardır.
KAYNAKLAR
Adams, J.C., Bauer, V.,&Baichoo, S, 2003, An Expanding P ipeline: Gender in Mauritius, In P roceedings of ACM SIGCSE Conference , s.50-63,New York:
ACM P ress
Binark, M., (1999). Enformasyon Teknolojilerinin Toplumsal Cinsiyete Bağlı Kullanımı: Japonya ve Türkiye Örneği. Yayınlanmamış Doktora Tezi.Ankara
Üniversitesi S.B.E.
Brunner, C. and Bennett, D., 1998, Technology P erceptions By Gender, The Education Digest, 63,56-58.
Brown, B. L., 2001, W omen and Minorities in High-Tech Careers.Eric Digest No.226, Columbus, Ohio: Eric Clearingshouse on Adult, Carreer and Vocational
Education.
BKSGM. Basbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlügü. (b.t). Haziran, 2010, http://www.ksgm.gov.tr
CATALYST, Bit by Bit: Catalyst’s Guide to Advancing Women in High Tech Companies, 2003
Clarke, V. A. and Teague, G. J., 1994 b, Encouraging Girls To Study Computer Science - Should We Even Try? , Australian Educational Computing, 9 (1), 1722.
Clarke, V. A. and Teague, G. J., 1994 a, A P sychological Perspective On Gender Differences in Computing P articipation, Proceedings of the ACM SIGCSE
Conference, 1 March 1994 USA, New York: ACM P ress, 258-262.
Demiray, E. “ Information Technologies and Women” International Journal of Instructional Technology & Distance Learning, September 2009, ISSN:15506908, Volume 6, No:9, p:49-6
Doğramacı, E., 1992, Türkiye’ de Kadının Dünü ve Bugünü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara.
Dökmen, Z. Y., Hellinger, B. and Hövel, T. G., 2004, Toplumsal Cinsiyet: Sosyal Psikolojik Açıklamalar , Sistem Yayıncılık, İstanbul, 9753223307
EURYDICE, 2009, Gender Differences in Educational Outcomes: Study on the Measures Taken and the Current Situation in Europe, Education, Audiovisual
and Culture Executive Agency, Bruksel, 978-92-9201-080-5
Eidelman, L. and Hazzan, O., 2005, Factors İnfluencing The Shrinking P ipeline İn High Schools: A Sector -Based Analysis For The Israeli High School System,
22-24 Mayıs USA, Proceedings of the ACM SIGCSE Conference, New York: ACMP ress, 406-410.
Ecevit, Y., Gündüz-Hoşgőr, A., & Tokluoğlu, 2003, Professional Women İn Computer P rogramming Occupations: The Case Of Turkey. Career Development
International, 8(2), s.78-87.
Galpin, V. , 2002, Women in Computing Around The World. ACM SIGSCE Bulletin, 34(2), s. 94-100
Göker, G., 2003, “ Bilişim Teknolojileri Süreli Yayınlarının Reklam Metinlerinde Toplumsal Cinsiyet Örüntüleri: Bt Haber Örneğ i” Tezi, Ankara
Hatipoğlu, M., 2011, Türkiye’ de Bilişim Teknolojileri Alanında Çalışan Kadınların Kariyer Gelişimlerini Etkileyen Faktörlerin Analizi, Yüksek Lisa ns tezi
(yayınlanmamış), Istanbul, 70 sf.
Kırlıdoğ, M., Aykol, M., Gülseçen, S. (2009) “ Interpersonal Communication and Gender in t he ICT P rofession”, IEEE Technology and Society Magazine, Vol.
28 No 1, pp. 48-56.
Mederios, C. B., 2005, From Subject of Change-Women and IT in Brazil, In P roceedings of the International Symposium on Women and ICT: Creating Global
Transformation, New York: ACM P res
Moreno Minguez, A., 2005, “ Empleo de la mujer y familia en los regimenes de bienestar del sur de Europa en perspectiva compar ada. P ermanencia del modelo
de varon sustentador”, REIS, no 112, pp. 127-159.
Morris, L. K., 2002, Women in Information Technology Literature Review: Recruitment, Retention and P ersistence Factors, Prepared for P resentation at the
Annual Meeting ofthe Mid-South Educational Resarch Association Chattanooga, Tennessee
Saygılıgil, F., 2010, Kainatta bir Nokta: Nüzhet Gökdoğan, İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları, İstanbul.
Silverstein, J. M. and Sayre, K., 2009, Dişi Ekonomisi, Capital, 10, 178-180.
Shen, C. Y. and Ge, J., 2006, Women and ICT: From the Chinese P erspective, Proceedings of the International Symposium on Women and ICT: Creating Global
Transformation, June 12-14 2006, Baltimore. New York: ACM P ress.
Timisi, N., 1996, Medyada Cinsiyetçilik,Ankara
Trauth, E. M., Quesenberry, J., Huang, H., A, 2008, Multicultural Analysis of Factors Influencing Career Choice for Women in the Information Technology
Workforce, Journal of GlabalInformation Management, Volume 16, Issue 4
Türkiye İstatistik Kurumu http://www.tuik.gov.tr [Ziyaret Tarihi: 10.09.2009].
Kadın Örgütleri ve Aktivizm
1
F. Belkıs Kümbetoğlu1
Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Antropoloji Bölümü
26
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Kadın örgütlerinin Doğu Marmara Bölgesi için durum analizini kapsayacak bu sunum niteliksel bir alan
araştırmasının verilerine dayanacaktır. Kadın örgütlerinin içinde yer aldığı bağlamın, içinden geçtikleri
tarihsel dönemin ve toplumsal gündemin ışığında aktivizm potansiyellerini, meşruiyet ve temsil
güçlerini ve gelecek taleplerini değerlendirmek STK’lara dışarıdan yüklenen rollerin tartışılmasına
olanak sağlayacaktır.
Kadın örgütlerinin 2015 itibari ile belirgin özellikleri nedir?
Kadın örgütlerinin, ‘çalışanları’,’görünenleri’, finansörleri, ortakları, işbirlikleri, kurumsallaşma,
profesyonelleşme süreçleri, yeni mücadele biçimleri, açısından benzerlik ve farklılıkları nelerdir?
Kadın örgütleri bağlamında açık, örtük bağlantılar, bunların empoze ettikleri konular, bakış açıları,
kavramlar nelerdir?
Kadın örgütlerinde yükselişe geçme, güçlenme veya yaygınlaşamama nasıl süreçler olarak
yaşanmaktadır?
Bir sivil aktörler grubu olarak kadın politikalarına etkileri nasıldır?
Kadın örgütleri, daha geniş bir toplumsal çerçeveden bakıldığında yönetimlerin bir siyasal mekanizma
aracı olarak kolektif eylemlerinin kanalize edildiği bir küresel yapısal gerçeklikle mi yüz yüze
kalmaktadırlar, soruları sunumun eksenini oluşturacaktır.
Bu sorular 2014 yılında geçekleştirilen bir alan araştırmasının nitel bulgularına (kadın anlatılarına)
dayanarak cevaplandırılmaya çalışılacaktır. Niteliksel araştırma Doğu Marmara Bölgesindeki (Kocaeli,
Sakarya, Düzce) 54 kadın merkezli STK’yı kapsamaktadır ve seçilen yöntem gereği veri oluşturma
tekniği olarak derinlemesine görüşme ve odak grup kullanılmıştır.
Tartışılacak bulgular:
 STK’lar arası yetersiz koordinasyon ve işbirliği,
 Gönüllüler sayısında azalma veya düşük sayıda gönüllü katılımı (din ve kadın odaklı gruplar
hariç), üye sayısında azalma,
 Proje üretimi, belgeleme, yasal işlemlerle baş etmede zorluluklar,
 STK’larda liderlik, başkanlık sorunları, güç ilişkileri, ‘karizma’nın kötü veya aşırıkullanımı,
 Politik ve sosyal yapıdan kaynaklanan sorunlar(‘Kadın gündemi, ülke gündeminden bağımsız
olamaz’)
 Katılım sorunları; geniş katılımlı bir hareket ve örgüt olamama, üye ve gönüllüler sayısında
azalma veya düşük sayıda gönüllü katılımı (din ve kadın odaklı gruplar hariç).
 Kadın örgütlerinin kompozisyonu; ‘belirli bir kesim kadını’ kapsaması, katılımın kentsel
yoksulları, çalışan kadınları istendik düzeyde kapsayamaması,
 STK’lara kişisel çıkarlara bağlı olarak katılım; stratejik ihtiyaçlar doğrultusunda değil, pratik
ve temel ihtiyaçlara cevap bulmak için katılım,
 STK’ları faaliyetlerini gerçekleştirme konusundaki maddi yetersizlikler (Bir vakıf ya da
merkeze bağlı olmadan çalışan her STK’nın belirttiği bir husus).
 Bazı illerde kadın örgütleri yerine yerel yönetimlerin açmış olduğu merkezlere katılımın
artması.
 Yerel yönetim, valilik gibi kuruluşlardan gereken desteği, izni alamamak, bazı konularda
uyarılmak.
Anahtar sözcükler:Kadın örgütleri, kadın anlatıları, kolektif eylem, aktivizm
Eğitimde Toplumsal Cinsiyetin Dinle Temellenmesi ve Güncel Sorunlar
1
Prof. Dr. Adnan Gümüş 1
Ç.Ü. Eğitim Fakültesi Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü
27
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Eğitimde, özellikle de formel eğitime denk düşen okullarda cinsiyet ayrıştırması, bunun pratiğini
oluşturan “tek cinsli” (same sex) okul modeli başarı, disiplin ve kimlik oluşumu açısından, sosyal
uyarlanma ve uyum açısından önemli bir tartışma konusudur. Türkiye’de daha çok “türban” (başörtüsü)
üzerinden gündeme gelen dini kılık kıyafet ve sembollerin okul ve üniversitelerde taşınıp
taşınamayacağı da bu tartışmanın bir başka boyutunu oluşturmaktadır. Üçüncüsü müfredatlarla
(derslerle) ilişkili olup zorunlu ve seçmeli din dersleri, bunlarla da yetinilmeyip (dördüncüsü) öne
çıkarılan “değerler eğitimi” söz konusudur ki, Batı’da temel değer ve normların kaynağı olarak başta din
sayılmakta, Türkiye’de Millî Eğitim bunu tümden Kur’an, Siyer ve İlmihal (Temel Dini Bilgiler) dersleri
ile sınırlandırmaktadır. Beşincisi İmam Hatip Okullarının hem farklı seviyelerde hem de sayısal olarak
yaygınlaştırılmaya çalışılmasıdır. Din ve cinsiyetçi yaklaşımlar bunlarla da sınırlı değildir. Tarikat ve
cemaat okulları, yurtları, evleri, Kur’an Kursları, sürekli dini gün ve kutlamaların artırılması, dini
yayınların artması, politik söylemlerin giderek daha fazla dini jargonlara gönderme yapması gibi daha
pek çok boyutu bulunmaktadır. Tüm bunlar bir yandan eğitimi, okulları, öğrencileri, aileleri, toplumu
formatlarken en görünür kısmını patriarkal, din temelli cinsiyetçi bakış ve uygulamalar oluşturmaktadır.
Dünya ve Türkiye, Osmanlı ve Cumhuriyet bir yandan sınıf-sömürü ilişkileriyle belirlenirken ideolojik
boyutu otorite, din, akıl, bilim arasındaki denge ve çatışmalar üzerinde şekillenmekte; bunlar en çok da
din temelli kadın-erkek formatlaması üzerinden somutlaşmaktadır.
Başta “değerler eğitimi” ve “karma eğitim” olmak üzere bu konular Aralık 2014’te gerçekleştirilen
19.Millî Eğitim Şurasının da dayatmalı gündemlerini oluşturmuş olup okullarda cinsiyet temelli kurgu
ve ayrıştırmalar, toplumsal cinsiyet kurgusunda sınıf ve dinin etkisi, bunun okul ve müfredatlara
yansıması bilimsel ve pedagojik bakışla değerlendirilmeye çalışılacaktır.
Anahtar sözcükler: Eğitim, Değerler Eğitimi, Dini Eğitim, Okul, Üniversite, Kadın, Toplumsal
Cinsiyet, Tek Cinsli Sınıf, Tek Cinsli Okul, Başörtüsü, Ayrımcılık, Eğitim Şurası
Süreklilik ve Kopuş Ekseninde Türk Modernleşmesi ve Kadın Hareketi
1
Prof.Dr. Ayşe Azman1
Mersin Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü
Bu çalışmanın temel amacı 1980 sonrası kadın hareketini Türk modernleşme sürecinin temel
karakteristikleri bağlamında incelemektir. Türk modernleşmesi kavramını Osmanlının izlediği Batıcı
siyasetin uzantısı olarak Cumhuriyet Türkiye’sinin benimsediği bir değişim perspektifi olarak
değerlendiriyoruz. Türkiye’deki kadın hareketinin de kazandığı karakterin bu eksende biçimlendiği ön
kabulünden yola çıkıyoruz. Bu bağlamda Türkiye’de kadın hareketi için saptanabilecek ilk özellik,
Batıcı siyaset ve bu siyasetin ortaya çıkardığı siyasi ayrışma ve gerilimlerden beslendiğidir.
Diğer bir özellik ise kadın sorununda devletin belirleyici tutumudur. Son yıllarda “devlet feminizmi”
olarak kavramsallaştırılan bu tutum, daha ziyade eleştirel bir bağlamda dillendirilmektedir. 1980 sonrası
kadın hareketinin kadın sorununda devletin Cumhuriyet tarihi boyunca benimsediği tutum, artık kadın
hareketi açısından bir engel olarak görülmeye başlandığı gözlemlenmektedir.
Türk modernleşme sürecinde kurucu Cumhuriyet kadrolarının benimsediği tutumun toplumsal düzeyde
yeniden gözden geçirilmesi, modernleşme çizgisinde ortaya çıkan farklı eğilimlerde Türkiye’de kadın
hareketinin yönelimi belirleyen bir başka dinamik olmuştur. Marksist politik eğilim başta olmak üzere,
başlangıcı 1950’li yıllara dayandırılabilecek ancak asıl çerçevesini 1980 sonrasında kazanan
muhafazakâr siyasi yönelim ilk akla gelen örneklerdir. Bu nedenle çalışmanın başlığını süreklilik ve
kopuş ekseni olarak belirledik. Süreklilik ve kopuş bağlamlarını ise siyasi ayrışma ve gerilimler
üzerinden düşündük. Çalışmada ilk olarak 12 Eylül askeri müdahalesi sonrası süreç
28
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
değerlendirilecektir. Müdahale sonrasında devletin Batıcı siyasetindeki farklılaşmanın Kadın
hareketindeki değişimi üzerindeki etkisi ve kadın hareketinin özellikle devletle ilişkisi bağlamındaki
değişen söylemine dikkat çekilecektir.
12 Eylül ve Sonrası: Kadın Hareketinde Yeni Yönelimler
12 Eylül askeri müdahale sonrasını kapsayan süreç Türkiye açısından toplumsal değişmenin farklı bir
evreye geçiş dönemi olarak kabul edilmektedir. 12 Eylül’ün getirmiş olduğu 82 Anayasası ve yeni
kurumsal yapılar sivil siyasi yaşama geçildiğinde de önemli ölçüde devam etmiş, ideolojik açıdan ise
muhafazakâr siyasi yönelim ve sol hareketin liberalleşme süreci birlikte süregelmiştir. Kadın hareketi
bağlamında da yeni bir döneme girildiği yönünde yaygın bir kabul ( Çaha, 2010, Tekeli, 1995) söz
konusudur. 80’li yılların sonunda kadın hareketinin eylemlilik süreci ve düşünsel arayışların ilk ipuçları
kendini göstermeye başladığında askeri müdahale öncesi döneme eleştirel bir yaklaşımın söz konusu
olduğu gözlemlenmektedir. Özellikle Marksist eğilimli düşünsel yaklaşım sadece politik düzeyde değil,
kadın sorununa bakış ekseninde de eleştiri-suçlama geriliminde tartışma konusu yapılmaya başlanmıştır.
1989 yılında İstanbul Beşiktaş’ta toplanan Kadın Kurultayında kadın sorununa bakıştaki farklı
yaklaşımlar ayrışarak kendi yollarını çizmiştir. Türk solu içindeki Marksist perspektifli kadınlarla ikinci
dalga feminist yaklaşımdan beslenen kadınların gerilimi Türkiye’deki kadın hareketinin değişim
çizgisini de belirlemiştir.
Dünyada yükselen neo-liberal ve muhafazakâr rüzgârlar Türkiye’de etkisini yaşamın farklı alanlarında
etkisini hissettirmeye başlamıştır. Dünyada Marksizmin çöküşü, küreselleşme ve post-modernizm
tartışmalarının Türkiye’yi etkilemesi aynı döneme denk gelmektedir. 1960 sonrası Batı’da hız kazanan
ikinci ve üçüncü dalga feminist hareketin önermeleri Türkiye’deki entelektüel çevrelerde
dillendirilmeye başlanmıştır. Hatta temel savlardan birisi de şudur: 12 Eylül’ün yarattığı toplumsal
suskunluğu kadın hareketinin bozmuş, dayağa ve şiddette karşı ilk eylemliliklerin kadınlar tarafından
gerçekleştirilmiş, ilk toplumsal muhalefetin kadınlar tarafından yükseltilmiştir ( Çaha, 2010). Bir
anlamda doğru olan bu iddialar aslında aslın da Türkiye’deki kadın hareketinin Batı’ya açık etkisini
kanıtlar niteliktedir. Sadece kadın hareketi değil, Türkiye’deki siyasal yaşamında Batı yönelimli
tutumunu bu bağlamda izlemek mümkündür.
Kadın hareketinin değişim çizgisinin diğer yönünü ise Türk modernleşme sürecinin ürünü olan “ kadın
hakları” meselesinin devletle olan ilişkisi oluşturmaktadır. Cumhuriyet rejiminin temel savı olarak
ortaya çıkan, kadın haklarının devlet eliyle verilmiş olması, Batılı pek çok ülkeden çok daha erken
dönemde kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmış olması, meslek sahibi kadınların rejimin
kurucuları tarafından teşvik görmesi gibi hususlar kadın hareketi açısından övgü konusu olmaktan çok
eleştiri ve yetersizlik unsuru olarak değerlendirilmeye başlanmıştır (Üşür,2011, Üşür, 2014) Bu çıkış
noktası kadın hareketinde ikinci bir ayrışma ve farklılaşma yönüne işaret etmektedir. Cumhuriyet
rejiminin modernleşme pratiklerini savunan ve bu pratiklere eleştirel bir gözle bakanlar arasındaki
ayrışmaya işaret eden bu yönelim Kemalist ideolojinin genel eleştirisinden beslenmektedir. Bu eleştiriler
özellikle de üniversite kadrolarında yer alan akademisyen kadınlar tarafından dile getirilen iddialarla da
teorik bir zemine oturtturulmaya çalışılmıştır.
Kadın hareketindeki yeni yönelimlerin analizi için Türk modernleşmesinin karakteri ve kadın hakları
meselesinin modernleşme süreci içindeki yerinin açıklanması gerekmektedir. Bu bağlamda çalışmanın
ilk savını şöyle açıklayabiliriz: Türkiye’deki kadın hareketi Batı yönelimli siyasi tercihin sonucunda
şekillendiğini belirtmiştik. Bu eğilim Osmanlıdan başlayan toplumsal değişim sürecinde ortaya çıkmış
ve günümüze kadar devam etmiştir. 12 Eylül sonrası Türkiye’de ortaya çıkan ideolojik-siyasal yeni
eğilim ve yönelimler de Batı yönelimli siyasi tercihin etkisin de gelişmiştir. Devlet her durumda siyasetin
merkezinde ve Batıdan gelen etkilere açık bir pozisyondadır (Arat, 1995). Cumhuriyet döneminin
kuruluş ideolojisi bağlamında kadın hakları bir ulus inşası projesi bağlamında modernleşmenin tam
merkezinde bulunurken, devletin Batı ile olan ilişkilerinde yeni yönelimler ortaya çıktığında kadın
hakları ve kadın hareketinin çizgisinde de yine Batı yönelimli eğilimler ortaya çıkmıştır. Kadın sorununa
dair Marksist eksenli okumalar akla ilk gelen örnektir.
Türkiye’deki kadın hareketinin 80 sonrasında geldiği nokta da devletle olan ilişkisi yeni bir bağlamda
şekillendiği iddia edilmektedir. Sivil toplumculuk anlayışından beslenen bu yaklaşım, Cumhuriyet’in
pratiklerini “devlet feminizmi” olarak kavramsallaştırarak kadın hareketine yeni bir yönelim
kazandırmıştır. Kadını kendi başına bir sorun olarak tanımlama ve devletle olan ilişkisinde aktif bir
29
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
özne olarak kurgulayan bu yaklaşım, aslında devletten tamamen bağını koparmış değildir. Ülke içinde
yükselişe geçen İslami ve muhafazakâr siyasi yönelim, devlet katında da etkili olmaya başladığında
kadın hareketinin devlete yönelik eleştirileri de yükselişe geçmiştir.
Kadın hareketinin yeni yönelimleri arasında sivil toplumcu örgütlenme ve mücadele tarzı ön plana
çıkmaktadır. Daha Osmanlıdan itibaren cemiyet ve dernek tarzında örgütlenen (Çakır, 2010) Marksist
ideolojiyi benimsediğinde demokratik kitle örgütü ismi ile örgütlenen sol eğilimli kadınlar da aslında
dernekçilik faaliyetlerinin sınırlarının dışına çıkamamıştır. 80 sonrasında da yeni tip bir örgütlenme
modeli benimseyen- başlangıçta örgütsüzlük eğilimine karşı- kendi örgütlenme biçimlerini ortaya koyan
kadınlar bu örgütsel yapılara sivil toplum örgütleri adını vermiştir. Hatta Cumhuriyet tarihi boyunca
farklı dönemlerde hep aynı isimle karşımıza çıkan Türk Kadınlar Birliği dahi artık kendisini sivil toplum
kuruluşu olarak adlandırmaktadır. Sivil toplumculuk Marksizm sonrası Batı dünyasında vatandaşın
devletle olan ilişkisini açıklayan bir kavramdır. Devletle toplum arasında görece özerk yapılar olarak
ortaya çıkan sivil toplum kuruluşları, devletin vatandaşlara ilişkin politikalarını eleştiren, yeniden
düzenlemesini sağlamaya çalışan kuruluşlar olarak karşımıza çıkar. Bizde ise devlet kapısının dışında
kalmış, yapmak istediklerini devlet üzerinde etkili olmaya hatta devlet kapısında söz sahibi olmak
isteyen kesimlerin konumlandıkları yerler olarak biçimlenmiş yapılar söz konusudur. Devletin kadına
yönelik politikaları yetersiz bulan sivil toplum kuruluşları, CEDAW gibi öncülüğünü Batılı ülkelerin
yaptığı girişimlerde etkili olmaya çalışarak devletin taraf olduğu sözleşmeleri uygulaması için etkili
olmaya çalışmaktadır
Modernizmin Eleştirisinden Muhafazakâr Yapılara: Kadın Ayrışma ve Farklılaşmalar
Batıda modernizmin eleştirisi 1960’lı yılların başlarında gittikçe güçlenmeye başlamıştır. Bu eleştiriler
salt Batı içi eleştiriler değil, aynı zamanda Batının dünyadaki egemenlik biçiminin ortaya çıkardığı
sorunlara yönelik eleştirilerdir. Amerikan kaynaklı Neo-liberal ve muhafazakâr siyasetin yükselişini de
beraberinde getiren bu eleştiriler, Avrupa’da ise post-modernist yaklaşımların, yükselişi ve aynı
zamanda da liberal feminizmin yeni bir gözle değerlendirilmesiyle sonuçlanmıştır. İkinci Dalga
Feminizm Marksizm’e ve liberal feminizme karşı biçimlenirken Üçünü Dalga Feminizm ise liberal
Feminizmin tüm dünya kadınlarının kızkardeşlik bağlamında eşit olduğu iddiasına karşılık farklı kadın
kimliklerine yönelik meşrulaştırıcı tutumu ile ön palan çıkmıştır. Siyahi kadınlar, Müslüman kadınlar,
farklı kültürel zeminlerdenbeslenen kadınların farklılıkları meşru bir zemine taşınmaya çalışılmıştır.
1980’lerin ülkemizde toplumsal değişme ve siyasal dönüşüm açısında yeni bir dönemin başlangıcı
olarak kabul edildiğini vurgulamıştık. 12 Eylül askeri müdahalesinin toplumsal ve siyasal sonuçları
derinleşerek günümüze kadar süregelmektedir. Siyasal yaşamın dış dinamikleri ve iç dinamikleri
arasındaki bağlar da bu değişimin izlerini taşımaktadır. 12 Eylül askeri müdahalesine yönelik analizlerde
bu müdahalenin 27 Mayıs ve 12 Mart Muhtırasından farklı yapısına dair değerlendirmeler yaygındır.
Hatta çoğunlukla bir karşı devrim hareketi olarak dahi nitelendirmelere rastlanmaktadır ( Velidedeoğlu,
2007). Gerçekten de müdahaleye destek veren toplumsal aktörlere bakıldığında bu savı destekler
göstergeler mevcuttur. Örneğin Aydınlar Ocağı’nın Türk-İslam sentezine dayalı yaklaşımı askeri
müdahalenin ideolojik payandası görünümündedir. Fakat bu ittifak aktüel siyaset ve eğilimlerle açıklık
kazanabilir. Müdahale öncesi dönemde gerek ordu içindeki müdahale yanlısı gurupların radikal sol
hareketlere olan yakınlığı anti-komünist çizgide bir Atatürkçülük anlayışını benimseyen ordu
mensupları için Soğuk Savaş’ın doğasına da uygun olarak Türk-İslam Sentezi yaklaşımı ile
yakınlaşmayı getirmiştir. Nitekim müdahaleden kısa bir süre sonra Soğuk Savaş’ın yumuşaması ve
Sovyetlerin tasfiyesi bu ittifakın kopuşu ile sonuçlanmıştır. Sivil siyasete geçildiğinde ortaya çıkan
manzara da Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası koşullarına uyumunu sağlamaya yönelik eğilimi
gözlemlemek mümkündür. Ekonomik anlamdaki neo-liberal söylem, Marksist kuramın geldiği nokta,
Sosyal Teorideki post-modernist yaklaşım sadece Türkiye değil, tüm dünyada etkisini daha güçlü olarak
hissedilmesini sağlamıştır. İkinci Dalga Feminist yaklaşım da sosyal teorideki değişime paralel olarak
yeni savları ile güçlenmiş, bizim ülkemizde ise etkisini ancak müdahale sonrası ortamda hissettirmeye
başlamıştır.
İkinci Dalga Feminizmin Marksist kurama ve Marksizmin kadın sorununa yaklaşımına dair getirdiği
eleştirel yaklaşım Batıda genel olarak Marksizm’e yöneltilen eleştirilerle birlikte anlam kazanmaktadır.
Sovyetlerin çöküşü, sosyalizme duyulan inancın zayıflaması, proletaryanın devrim yapacağına dair
dünyanın herhangi bir yerinde bir ipucu bulunmaması, geleceğin artık büyük anlatılar
30
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
aracılığıyla inşa edilemeyeceği savının güçlenmesi, kadın hareketinin yönelimini de değiştirmiş
durumdadır. İkinci Dalga Feminizmin uzantısı olan Radikal Feminizmin ve Üçüncü Dalga Feminizmin
uzantısı olan Kültürel Feminizmin Yeni Sosyal Teori ve Post-modernizm ile ilişkisi açıktır. Modernizm
eleştirisi sadece Batı içi bir eleştiri değildir. Aynı zamanda Batının dünya üzerindeki varlığına ve
uygarlık kuruculuğuna bir tepkidir. Ama bu eleştiriler Batının kendi kimliğinden vazgeçmesi olarak
düşünülmemelidir. Dünyada derinleşen Batı egemenliğinin ortaya çıkardığı sonuçlara dair bir eleştiri
yumağıdır
Batıdaki bu yeni eğilimler Türkiye’de iktidara aday olan farklı siyasal yapıları da etkilemeye başlamıştır.
Modernizm eleştirileri bir yandan Kemalist devrimlerin dışta bıraktığı, devlet dışında kalmış toplumsal
aktörlere söz söyleme ve siyaset sahnesinde yer bulma şansı tanırken, diğer taraftan Batı referanslı –
Marksist yönelimli aktörler- ama toplumsal taban içinde geniş yer bulamamış toplumsal aktörlere de
Kemalizm’i eleştirme ve aşındırma olanağı tanımıştır. Liberal sol eğilim olarak da adlandırabileceğimiz
bu yaklaşım sivil toplumcu bir örgütlenme modeli üzerinden yine devlet üzerinde etki de bulunma
eğiliminde olmuştur. Kadın hareketine bakıldığında da benzer eğilimleri gözlemlemek mümkündür.
Mesele Türk modernleşmesi bağlamında düşünüldüğünde modernleşme süreci içinde tek çizgili bir
yönelimin söz konusu olmadığını söylemek mümkündür. Devletin Batı ile ilişkileri tek çizgili olmadığı
için toplumsal aktörler açısından da Batı ile ilişkiler bağlamında devletin yönelimlerine göre tutumlar
alındığı gözlemlenmiştir. Modernleşme süreci içinde Batı referanslı ideolojik eğilimi benimseyen farklı
taraflar devletin politik tercihi olduğu kadar kadın sorunundaki tavrını yetersiz bularak eleştirmiş ve
kendi önerilerini yine devlet aracılığı ile geçerli kılmaya çalışmıştır. Türkiye’deki Marksist hareketin
kadın konusundaki tutumu da bundan farklı olmamıştır. Cumhuriyet devrimleri ile birlikte yürüyen
kadın hakları konusunda alınan yol sosyalizm çizgisi ile aşılabilecek bir sorun olarak düşünülmüştür. 12
Eylül askeri müdahalesinin ardından yeniden biçimlenen iç ve dış siyaset koşulları kadın hareketindeki
söylem farklılaşmasını, eleştirel tutumu ve devletle olan ilişkiyi belirlemiştir.
80 sonrasında ülkemizdeki kadın hareketin de bazı karakteristik çizgiler söz konusudur. Örneğin kadının
Cumhuriyet Türkiye’sinde ulus-devletin merkezinde bulunması ve ideolojik olarak da ulus kimliğini
inşa etmede merkezi bir aktör olarak kurgulanması, liberal yönelimli ulus devlet eleştirileri bağlamında
anlam kazanmaktadır. Ulus devletin sınırlarının aşıldığı iddiası ve ulus altı etnik kimliklerin meşruluk
kazanması Türk modernleşmesi sürecinde kadına yüklenen toplumsal rollerin yeniden gözden
geçirilmesiyle sonuçlanmıştır. Yine aynı şekilde Kemalist rejimin devrimi gerçekleştirme biçiminin yaygın kabulle yukarıdan aşağıya- eleştirilmesi kadın haklarının yaygın olarak benimsenmemesi,
kullanılamaması sonuçlarını getirmekle itham edilmiştir (Göle, 2002), Daha da ileriye gidecek olursak
kadınların kendilerine ait süreçlerde karar ve söz sahibi olamaması da kadının “özneleşmesini”
engellediği savının yaygınlaşmasına hizmet etmiştir. Böyle bir savın altında post-modern bilgi
anlayışının yattığı aşikârdır. Ulus altı tüm toplumsal aktörleri kendi öznellikleri ile kamusal alana çağıran
post-modern söylem, kadın hareketinde de özne-aktör olmayı öncelemektedir.
Türkiye’de kadın hareketinin devletle olan ilişkisinde en önemli değişim, siyasal iktidarın son yıllarda
benimsediği muhafazakâr dünya görüşü nedeniyle gerçekleşmiştir. 1950 sonrası süreçte başladığı ileri
sürülen bu muhafazakârlaşma eğilimi 12 Eylül sonrasında ortaya çıkan siyasal gelişmelerle daha da
belirgin hale gelmiştir. Bir yandan küreselleşen dünyada ekonomik gereklilikleri yerine getirerek siyasal
iktidarını da sağlamlaştıran muhafazakâr yönelimli siyasi eğilim, kadın meselesi konusunda ülke içinde
ve dışında çeşitli eleştirilere maruz kalmaktadır. Kadın bedeninin kontrolüne dayalı söylem ve
uygulamalar Türkiye’deki kadın hareketinin hedefindedir. Çalışma yaşamından başlayarak, kadına
yönelik şiddet, kürtaj, annelik gibi konularda Türkiye’deki siyasal ayrışmaya denk gelecek şekilde
toplumsal ve siyasal gerilimlerle sık sık karşılaşmaktayız. Modern siyasal yöntemi benimseyerek
iktidara gelen hükümet, bir yandan kadına karşı ayırımcılığı kaldırmak üzere çeşitli yasal düzenlemeleri
yaptığını iddia ederken diğer yandan kadını aile içinde tanımlamaya çalışarak kadın üzerinden toplumsal
kontrolü sağlayacak yönelimler sergilemektedir. Devletin Batıcı temelde şekillenen ama dünyada da
yükselişe geçen muhafazakâr eğilimleri de bünyesinde barındıran siyasal iktidar modern dünyanın insan
bedenini kontrole yönelik tutumunu da muhafazakâr çerçeve de yorumlayarak kadın üzerinden toplumu
yönlendirmeye çalışmaktadır. Kadın hareketinin devletle olan
31
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
ilişkisinde de iktidar dışı yapıların tutumu belirleyici olmaktadır. Söylemler farklı olsa bile kadınlar
devleti hedef alan eylemlilik ve söylemlerle kendi yönlerini çizmeye çalışmaktadır.
Batıda ortaya çıkan modernizm eleştirisi Türkiye’de Kemalist- devletçi ideolojinin eleştirisi ile
eklemlenmiştir. Bu eleştiriler siyasi İslam ve muhafazakâr söylem için uygun bir zemin oluşturmuştur.
Laiklik temelinde biçimlenen devlet ideolojisinde aşınmalar özellikle de kadın kimliği üzerinden
belirlenmiş, Kadınların dindarlaşması ve İslami kimlikleri ile kamusal alanda kendilerini ifade etmesi
siyasal ayrışmada önemli bir gösterge olarak ortaya çıkmıştır. Kadın hareketi merkezi hale gelen
muhafazakâr ideoloji ve iktidar biçimine karşı Kemalist ideolojinin temel noktalarını referans alarak
mücadelesini sürdürmüştür. Başlangıçta laik, katı bir Kemalizm’e karşı İslami kimlikli kadınlarla
yakınlaşma sergileyen kadın hareketi, yeni durum karşısında laiklik ilkesinden kopmadan
muhafazakârlığın yükselişinin yarattığı söylem ve politika farklılaşmasına karşı mücadele perspektifini
benimsemiş durumdadır. Özellikle kadının aile içinde tanımlayarak “hak” kavramını geleneksel kadın
kimliğinin ön kabulleri çerçevesinde inşa etmeye çalışan hükümet ve devlet politikaları kadın
hareketinin hedefindedir. Çalışma yaşamı, eğitim ve sağlık politikaları, yasal düzenlemeler sık sık
gündelik politika içinde de gündeme gelmekte siyasal kutuplaşmanın bir göstergesi olarak tüm yaşamda
etkisini hissettirmektedir.
Sonuç Yerine
Türkiye’de kadın hareketinin ve kadın hakları sorununun bu gün geldiği nokta siyasal yaşamın geldiği
nokta ile yakından ilişkilidir. Özellikle muhafazakâr dünya görüşünün merkezi bir siyasal yapıya
kavuşması ve kitleselleşmesi diğer yandan siyasal iktidar üzerinde etkili olabilme olanaklarının
sınırlanması kadın hareketinin de olanaklarını daraltmaktadır. Devletin neo-liberal dünya ekonomik
yapısıyla uyumlu yapısı, sürerken toplumsal kimliğin en önemli bileşeni olarak kadın sorunu
tartışıldığında muhafazakâr bir eğilim sergilenmesi paradoksal görünümler yaratmaktadır. Toplumun
geleceği konusunda benimsenen “dindar nesil yetiştirme” tutumu siyasal ve toplumsal gerilimleri daha
fazla açığa çıkartmaktadır. Türk modernleşme sürecinin aldığı bu yeni biçim yine kadın üzerinden inşa
edilmeye çalışılmakta, kadınlar farklı toplum projelerinin nesneleri olarak kendi kimlikleri üzerine söz
söyleme mücadelesini vermeye çalışmaktadır.
KAYNAKÇA
Arat, Y. (1995) 1980’ler T ürkiye’sin de Kadın Hareketi: Liberal Kemalizm’in Radikal Uzantısı, Türkiye’de Kadın Olgusu içinde ss. 7591(Yayın. Haz. Necla Arat)İstanbul: Say Yayınları
1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, (1995) (Yayın Haz. Şirin T ekeli), İstanbul: İletişim Yayınları
Çakır, S.( 2010) Osmanlı Kadın Hareketi, İstanbul: Metis Yayıncılık
Çaha, Ö. (2010) Sivil Kadın, Ankara: Savaş Yayınları
Göle, N. (2002)Melez Desenler, İstanbul: Metis Yayıncılık
Üşür Sancar, S. (2011) Birkaç Arpa Boyu, İstanbul: KoçÜniversitesi
Üşür Sancar, S.(2014) T ürk Modernleşmesinin Cinsiyeti, İstanbul: İletişim Yayınları, 3.Baskı
Neoliberal Politikaların Kadın Sağlığına Etkisi
Prof. Dr. Nilay Etiler1
1
Kocaeli Üniversitesi
1980’lerden itibaren egemen hale gelen neoliberalizmin temel hedefi, en genel tanımıyla sermayenin
önündeki engelleri kaldırmaktır. Bu noktada en temel neoliberal söylem olan devletin küçülmesi,
devletin kontrolündeki alanların piyasaya açılması, böylelikle sermayeye yeni alanlar yaratılması
anlamına gelmektedir. Diğer yönüyle bu yaklaşımın, devletin kamusal/sosyal harcamalarının azalması
ile bütçenin rahatlatılmasının da formülü olduğu ileri sürülmektedir. Böylece neoliberal devletin, tüm
32
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
kamu hizmetlerini piyasalaştırdığı, özelleştirmeler yaptığı ve sosyal politikalarda yeni bir dönemi
başlattığı görülmektedir.
Neoliberal politikaların kadın sağlığı üzerine etkileri farklı biçimlerde olabilmektedir. Bunlardan ilki
eğitim ve gelir eşitsizliği, istihdam vb kapsayan sağlığın toplumsal arka planıdır. Neoliberal politikaların
neden olduğu yoksulluk, kadınları daha fazla etkilemektedir. Yine kadınların işgücüne katılım oranları
düşüktür ve de emek piyasasında düşük ücretli, güvencesiz, sendikasız çalışma kadınlar arasında daha
yaygındır. Tüm bunlar sağlığın belirleyicileri olarak işlev görmektedir.
Kadınlar, gerek doğurganlık özelliği gerekse toplumsal cinsiyet yükü nedeniyle sağlık hizmetlerinde bir
risk grubudur. Sağlık hizmetleri toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sonuçlarını hafifleten bir işleve sahiptir.
Kadın sağlığı hizmetlerinin ağırlıklı olarak koruyucu sağlık uygulamaları olması, bu hizmetin entegre
bir biçimde sunulmasını, ayrıca her kadına ulaşılabilen bir tarzda olmasını gerektirmektedir. Sağlık
hizmetlerinde yaşanan neoliberal dönüşüm sonucu, gerek birinci basamak sağlık hizmetlerinin sunumu
gerekse sağlığın finansmanında köklü değişimler olmuştur. Bu dönüşüm temel niteliği sağlık
hizmetlerinin özelleştirilmesi ve piyasalaşmasıdır. Sağlığın toplumsallıktan bireyselliğe doğru
evrilmesiyle bireysel sorumluluklar ön plana çıkarılmış, sağlıksızlık kişisel sorun olarak muamele
görmeye başlamıştır. Birinci basamak sağlık hizmetleri herkese ulaşma hedefinden uzaklaşmış, kişilerin
başvurusu esasına dayanan bir hale dönüşmüştür. Bu noktada yaşamın her döneminde, koruyucu
hizmetler başta olmak üzere sağlık hizmeti gereksinimi daha fazla olan kadınlar çeşitli biçimlerde
etkilenmiştir.
Özelleştirmeler sonucunda sağlık hizmetlerinin kâr alanı olması, sezaryen doğumlarında olduğu gibi
bazı hizmetlerde talep yaratma, talebin kışkırtılması gibi sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda
koruyucu sağlık hizmetleri başta olmak üzere bir kısım hizmet özel sektöre çekici gelmediği için sunumu
azalmış, bunların bazıları kamu hizmetleri kapsamında yeniden tanımlanmıştır. Ancak sağlık sisteminin
entegre yapısını da bozan bu yaklaşımın olumsuz sonuçları ortaya çıkmaktadır.
Neoliberal politikaların kadın sağlığı üzerine diğer bir etkisi de mevcut toplumsal cinsiyet rollerinden
fayda sağlamak olmuştur. Neoliberal devletin sosyal sorumluluklarından sıyrılma çabasında olduğu, bu
anlamda yerine kadın emeğini ikame ettiği izlenmektedir. Giderek daha çok çocukların, yaşlıların ve
hastaların bakımı gibi toplumsal yeniden üretim süreçlerinde kadınların ücretsiz emeğinden
yararlanılmaktadır. Bu durum kadınların, toplumsal cinsiyet rolleri gereği yürüttükleri işlerin artmasına,
böylece fiziksel ve ruhsal tükenmişliğe neden olmaktadır. Bu tükenmişlik, başta kas-iskelet sistemi
hastalıkları, ruhsal sorunların artmasıyla kendini göstermektedir.
Neoliberal politikaların toplumsal kabulünü sağlamak adına muhafazakar söylemlere başvurulduğu
görülmektedir. Kadın bedenini hedef alan bu söylemlerin dolaylı sonuçları da kadın sağlığını
etkilemektedir. Bu durumun en tipik örneği kürtaj karşıtlığı olmuştur. İstenmeyen gebeliklerin sona
erdirilmesi noktasında bir sağlık hizmeti olarak sunulması gereken kürtaj hizmetine günümüzde çok
kısıtlı olarak erişilebilmektedir. Nüfus politikasında değişimi de göz önünde bulundurduğumuzda, aile
planlaması hizmetlerinin daraldığı, istenmeyen gebeliklerin ise sonlandırılamadığı bir tablo ortaya
çıkmaktadır. Muhafazakar söylemin diğer bir sonucu, kadına yönelik şiddetin artışıdır. Bu hem şiddet
olgularını hem de kadın cinayeti ve kadın intiharlarını artırmıştır.
Sonuç olarak neoliberal politikaların, kadınların sağlığı üzerine çeşitli şekillerde etkileri söz konusudur.
Giderek artan sosyoekonomik eşitsizliklerden kadınlar daha fazla etkilenmektedir. Diğer yandan
eşitsizliklerin hafifletilmesi işlevi görecek sağlık hizmetleri de yine neoliberal dönüşüm nedeniyle
yetersiz kalmaktadır.
33
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Çalışma Yaşamında Kadın: Kırsal Kesimde Çalışan Kadınlar
Doç Dr. Müge Kantar Davran1
1
Çukurova Üniversitesi
Bu çalışma kırsal kesimde yaşayan kadınları çalışma yaşamı açısından ele almaktadır. Çalışma yaşamı
ile ilgili olarak istihdam, örgütlenme ve sosyal güvenlik konuları incelenmiş ve öneriler yapılmıştır.
Kırsal kadınların çalışma yaşamında karşılaştıkları sorunların ana kaynağı çoğunlukla toplumsal cinsiyet
eşitsizliğinden kaynaklanmaktadır. Sorunların çözümü için, konuyla ilgili tüm paydaşların birlikte
çalışması ve bu çalışmaların sürdürebilir olması gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler:Kırsal Kadın, Çalışma Yaşamı, İstihdam, Örgütlenme, Sosyal Güvenlik.
1. GİRİŞ VE AMAÇ
Ülkemizin kalkınmasında ve nüfusun önemli bir bölümünün geçiminin sağlanmasında etkisi olan tarım
sektöründe istihdamın yarıya yakınını kadın nüfusu oluşturmaktadır. Tarım sektöründe özellikle ücretsiz
aile işçisi ve gezici olarak çalışan kadınların sosyal, ekonomik ve çalışma koşullarına ilişkin çeşitli
sorunları bulunmaktadır. Tarımda çalışan kadınların gerek istihdamı gerekse ekonomik yaşama
sağladıkları katkıya paralel bir biçimde önemsendiklerini söyleyebilmek zordur. Kadınlar tarımsal
işlerde üreten, değerlendiren, pazarlayan ve ev içi rolleri açısından da tüketen bireyler olarak önemli
konuma sahiptir. Gerek işletme yönetiminde gerekse diğer işlerde kadın çok önemli işlevler
yüklenmiştir. Çalışma yaşamında özel olarak ele alınması gereken grupların başında da bunlardan dolayı
tarımda çalışan kadın ve kırsalda yaşayan kadınlar gelmektedir (http://www.trabzontarim.gov.tr)
Kırsal kadınların çalışma yaşamındaki sorunları:
a. Ekonomik şiddet (elde ettiği gelirde söz sahibi olamama)
b. Sosyal güvencesizlik (ücretli çalışmadığı için SGK’na kayıtlı olamama)
c. Örgütlenememe (İşsizliğe ve toplumsal yapıya bağlı olarak örgütlenememe)
d. Emeğinin karşılığını alamama (toplumsal cinsiyet ayrımı nedeniyle daha düşük ücretle
çalışma)
e. Ücretsiz aile işgücü olarak tanımlanma (tarımsal üretime katılmasına rağmen ev kadını
olarak görülme ve kazanılan geliri erkeğin yönetmesi)
f. Kimlik sorunu (kendi çiftçi olarak tanımlamaması) ve
g. Eğitimsizlik olarak özetlenebilir.
Özellikle eğitim açısından, okur-yazar olmayan kadın nüfus erkeklerden 5 kat fazladır ve 25 yaş
üstünde okuma yazma bilmeyen kadın nüfus oranı %9.4; erkek nüfus oranı ise %1.9’dur (TÜİK,2013).
Ayrıca, işgücüne dahil olmayan kadın nüfusun %57.6’sı ev işleri nedeniyle çalışamamaktadır
(www.tuik.gov.tr)
Kırsal kadının çalışma yaşamındaki sorunlarından hareketle bu bildiride, kırsal kesimde yaşayan
kadınlar çalışma yaşamı açısından incelenmiş ve sorunlarının ortaya konmasına çalışılmıştır.
2. Materyal ve Yöntem
Kırsal kadınlar, kırsal olarak nitelendirilen yerlerde yaşayan, ağırlıklı olarak tarımsal
faaliyetlerle uğraşan, eğitim, sağlık, istihdam, örgütlenme, sosyal güvenlik gibi temel konularda kentli
hemcinslerinin ve genel olarak tüm erkek nüfusun gerisinde kalan kadınlardır. Kırsal kadınlar homojen
bir grup değildir. Bu gruplar:
a. Kırda yaşayan kırsal kadınlar
b. Mevsimlik tarım işçisi kadınlar (gezici ve geçiçi)
34
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
c. Kırdan kente göçle gelen kırsal kökenli kadınlar
d. Gecekonduda yaşayan kırsal kökenli kadınlar
olmak üzere 4 grup altında ele alınabilir. Kırsal kadınlar homojen bir grup olmamakla birlikte yaşadıkları
sorunlar açısısından homojen bir grup olarak ele alınabilirler. Genel olarak tüm kırsal kadınlar için
istihdam, örgütlenme, sosyal güvenlik, sağlık, eğitim, miras , kaynak kullanımı vb. konularda sorunlar
vardır. Bu sorunların yoğunluğu bölgeden bölgeye değişmekle beraber hemen her kısal kesimde
gözlenmektedir.
Bu çalışma ikincil verilere ve yazarın uzun süre kırsal kesimde yapmış olduğu gözlemlere bağlı
olarak ele alınmıştır. Panelin ana konusu çalışma yaşamı olduğu için, çalışma kavramı ile bağlantılı
olarak istihdam, örgütlenme ve sosyal güvenlik konuları incelenmiştir 1 . Bu konular tüm kırsal kadınlar
için tartışılmış; ayrıca Akdeniz Bölgesi de aynı sorunlar açısından kısacaincelenmiştir.
3.
3.1.
ARAŞTIRMA BULGULARI VE TARTIŞMA
TARIMSAL İSTİHDAM VE KIRSAL KADIN
İstihdam, bir ülkedeki işgücünün üretime katılan ve gelir elde eden kısmını ifade eder (Emiroğlu
ve ark.,2006). Tarımsal istihdam da bu tanımdan hareketle, kırsal kesimde tarımsal faaliyetlere katılan
ve gelir elde eden kesim olarak tanımlanabilir. Bu tanımlar ekonomik açıdan istihdam tanımı olup; kayıt
altına alınmış, ücretli, sürekliliği olan ve sosyal güvenlik kapsamında ele alınması gereken işgücünü
ifade etmektedir.
Bunun dışında istihdam türleri/statüleri hukuksal olarak ücretli veya kendi hesabına çalışan
şeklinde yapılmaktadır (Marshall,1999). İstihdam statüleri pratik olarak kırsal kadınlar için aşağıdaki
şekilde ele alınabilir:
● Ücretsiz aile işgücü kadın
• Gezici/geçici tarım işçisi kadın (yevmiye usulü çalışma)
• Ücretli tarım işçisikadın
• Kendi hesabına çalışan kadın
• İşveren kadın ve
• Çırak, stajyer vb. şekilde çalışan kadın.
Kadının kırsal alanda üstlendiği en önemli rol, tarımsal üretimdir. Tarımsal üretimin yaklaşık
%50’sini gerçekleştiren kadınlar aynı zamanda Türkiye’de kadın istihdamının yarısını oluşturmaktadır.
Üretimin külfetine katılan kadınlar ne yazık ki, nimetlerinden yararlanamamaktadır. Kırsal alanda tarım
kesiminde istihdam edilen kadınların çoğunluğu marjinal işlerde yoğunlaşmakta ve ücretsiz aile işçisi
konumunda yer almaktadır (www.tarim.gov.tr )
Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kırdan kente göç arttıkça ve makineleşme düzeyi
yükseldikçe tarımsal üretimde statüsü yüksek, sermaye-yoğun, teknoloji-yoğun işler erkekler tarafından
yapılırken, statüsü düşük, emek-yoğun işler çoğunlukla kadınlara kalmaktadır. Tarım kesimindeki
kadınların üretime katılım düzeyleri, ailenin sahip olduğu arazi ve hayvan varlığına, gelire ve ürün
desenine göre değişmektedir. Ancak, tarımda mekanizasyon düzeyi artıkça kadın tarımsal üretimden
kopmakta ve çalışma potansiyeli ev kadınlığına yönelmektedir. Az topraklı ve topraksız ailelerde
kadınlar mevsimlik işçilik başta olmak üzere bitkisel ve hayvansal üretimin her aşamasına katılmaktadır
(www.tarim.gov.tr)
Kırsal alanda kadının emek yoğunluğu sadece tarımsal üretimde değil, aynı zamanda hane içinde
de çok yüksektir. Tarımda iş gücünü gelire dönüştürebilen kadın oranı oldukça sınırlıdır. Gelire
dönüştürülebilen işgücü, ev kadınları arasında bağ-bahçe ve tarlada çalışılarak elde edilen ürünün
pazarlanması şeklindedir. Geleneksel bakış açısı ve egemen toplumsal baskı nedeniyle kadın ve genç
kızlar arasında bir işyerinde emeğini kiralama olgusu neredeyse yok gibidir. Bu kategoriye giren
1
Örgütlenme ve İstihdam konularında kullanılan ikincil veriler, yazarın katıldığı “Ulusal ve Bölgesel Kırsal Kadın
Çalıştayları”ndan derlenmiştir. Yazar 2009 ve 2011 yıllarında katıldığı bu çalıştaylarda “İstihdam ve Örgütlenme”
ile “Doğal Kaynakların Kullanımı ve Yönetimi” konusunda moderatörlük ve raportörlü k yapmıştır (Kaynak:
Anonim,2011). Sosyal Güvenlik ve Akdeniz Bölgesi konusunda ise 9 adet bölgesel kırsal kadın çalıştayından
yararlanılarak hazırlanan “Kırsal Alanda Kadının Güçlendirilmesi Ulusal Eylem Planı 2012- 2016’dan
yararlanılmıştır (Kaynak.www.tarim.gov.tr).
35
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
kiralama şekli, hanesi ile mevsimlik işçiliğe giden kadınlar, dul kalması nedeniyle ev geçimini üstlenen
kadınlarda ve göç sebebiyle kente gelmiş hanelerin genç kızları arasında gözlenmektedir
(www.tarim.gov.tr).
Kadınların üretime katkıları yadsınamayacak oranlarda gerçekleşirken, toplumsal ve ekonomik
kalkınmanın olanaklarından yararlanmaları sınırlı kalmaktadır. İstihdamındaki azalışa rağmen tarım,
kadınların hala en çok istihdam edildiği sektör olma özelliği sürdürmektedir. Kadınların kırsalda
işgücüne katılım oranı kente göre daha yüksektir (www.tarim.gov.tr).
Kırsal kesimde kadının işgücüne katılım oranı, tarımda ücretsiz aile işçisi olarak çalışması
nedeniyle yüksek olsa da Türkiye’de tarım istihdamındaki azalma, kadın istihdamının da giderek
düşmesine yol açmaktadır. Tarımda çalışan kadınlar, tarım dışına çıktıklarında veya göç ettiklerinde
işgücüne katılamamakta ya da zorluk çekmektedirler. İşgücüne katılan kadınlar ise daha çok statüsü
düşük, kalifiye olmayan işlerde güvenceden yoksun bir biçimde çalışmaktadır. Bu ise kadının çalışma
ve toplum hayatının dışında kalmasına neden olabilmektedir (www.tarim.gov.tr)
Günümüzde gelişmiş ülkeler de dahil olmak üzere, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde işsizlik
oranları artmaktadır. Türkiye’de işsizliğin önemli bir sorun olmasının yanı sıra, kadın ve özellikle kırsal
kadın istihdamı açısından da konunun üzerinde dikkatle durulması gerekmektedir. 2014 yılı TÜİK
işgücü kayıtlarına göre Türkiye’de genel işsizlik oranı %9.9 olup, bu oran kadınlarda
%11.9’dur (Tablo 1).
Tablo 1. Cinsiyete Göre İşgücü, İstihdam ve İşsizlik Rakamları (15+ Yaş/2014)
Kadın
Erkek
Türkiye
Göstergeler
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
8729
30.3
20057
71.3
28786
50.5
Işgücü ve İşgücüne Katılma Oranı
İstihdam Edilenler ve İstihdam
7689
26.7 18244
64.8
25933
45.5
Oranı
1040
11.9
1813
9.0
2853
9.9
İşsizler ve işsizlik Oranı
Genç nüfusta işsizlik oranı (15-24
-20.4
-16.6
-17.9
yaş)
Kaynak: www.tuik.gov.tr
Bununla birlikte kırsal kadınlar ele alındığında işsizlik oranı %4.5’e düşmektedir
(www.tuik.gov.tr). Bu rakam, kırsal kesimdeki kadınların daha çok üretime katıldığını göstermekle
birlikte, kırsal kadın istihdamı önemli ölçüde ücretsiz aile işgücü statüsünde olduğu için çelişki
yaratmaktadır. Nitekim, Türkiye’de istihdamın sektörel dağılımı incelendiğinde, genel tarımsal istihdam
oranı %21.1’dir (Tablo 2). Kadın istihdamının sektörel dağılımı incelendiğinde ise, kadınların %32.9’u
tarımda istihdam edilmekle beraber (Tablo 2), tarımda istihdam edilen kadınların
%81.0’ı ücretsiz aile işgücü olarak çalışmaktadır (www.tuik.gov.tr).
Tablo 2. İstihdamın İktisadi Faaliyet Kollarına ve Cinsiyete Göre Dağılımı (15+ Yaş/2014)
Kadın
Erkek
Toplam
Iktisadi Faaliyet
Kolları
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
2533
2937
5470
21.1
Tarım
32.9
16.1
1235
16.1
4079
22.4
5315
20.5
Sanayi
3842
50.0
9396
51.5
13236
51.0
Hizmetler
79
1.0
1832
10.0
1912
7.4
Inşaat
7689
100.0
18244
100.0
25933
100.0
Toplam
Kaynak: www.tuik.gov.tr
3.1.1.
TARIMSAL İSTİHDAMIN SORUNLARI VE KAYNAKLARI
36
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Tarımsal istihdamın sorunları ve kaynakları tüm kırsal kadınlar için aynı özellikte değildir. Özellikle
mevsimlik tarım işçisi olan kadınlar için sorunlar ve kaynaklar farklılaşmaktadır. Bu nedenle konu tüm
kırsal kadınlar ve mevsimlik tarım işçisi kadınlar için ayrı ayrı ele alınmıştır.
a. Kırsal kesimde çalışan tüm kadınlar
• Geleneksel (ataerkil) yapı
• Cinsiyete Dayalı İşbölümü
• Sosyal yapıdaki zihniyet dönüşüm sürecinin yavaşlığı
• Karar mekanizmalarına ve süreçlerine sınırlı katılım (muhtarların erkeklerden seçilmesi, ihtiyar
heyetinin kadınlardan oluşmaması gibi)
• Kamu kurum ve kuruluşlarına ulaşım ve erişim sıkıntısı
• Nüfus artışı
• Eğitim yetersizliği, yaygın (mesleki) - örgün eğitim sorunları
• Örgütlenememe
• Kadınların finansal ekonomik ve bilgi kaynaklarına erişiminde yaşanan sorunlar
• Kadınların miras hakkını kullanamaması
• Kazanılan para üzerinde kadının söz sahibi ol(a)maması
• Sosyal güvence yoksunluğu
• Sosyal hakların yeterince bilinmemesi ve kullanılmaması
• Kente göçün yoğunlaşması, kadının eve hapsedilmesi ve kayıt dışı ekonomiye dâhil olması
• Bölgeler arası eşitsizlik (toplumsal yapı özellikleri, yaş yapısı, cinsiyet dağılımı vb.)
• Kadına yönelik yasal düzenlemelerin yetersizliği ve günlük yaşamdaki etkilerinin izleme ve
değerlendirilmesinin yapılmaması
• Kırsal alanda yaşayan/çalışan kadınların sorunlarını çözmeye dönük stratejiler geliştirmede var
olan kurum ve kuruluşlar arasındaki koordinasyon eksikliği
• Kırsal alandaki kadına dair (nicel) istatistikî ve güncel bilgi eksikliği
• Kadın işgücünün tercih edilmemesi
• Kalifiye kadın personel eksikliği
• Gelenekler nedeniyle kadınların çalışması ve erkeklerin kahvehanede oturması
• Kadının ücretli işlerde çalıştırılmasının toplum tarafından ayıplanması
• Erkeklerin eşlerini kıskanması
• Kadınla ilgili program hazırlayan kamu birimlerinin çoğunlukla tarımsal üretim konularında kadını
hedef olarak ele alması
• Genç kızların tarımsal faaliyetlerle uğraşmak istememesi
• Yazılı ve görsel medyanın toplumsal yapıdaki olumsuz etkisi
• Kadınlarla ilgili olarak açılan kursların kadınların ilgisiniçekmemesi
b. Gezici ve geçici tarım işçisi kadınlar
• Gezici ve geçici tarım işçileriyle ilgili yasal düzenlemelerin yetersizliği
• Gezici ve geçici tarım işçilerinin barınma, sağlık, eğitim, ulaşım gibi temel sorunlarının
çözümlenememesi ve bunlardan en fazla kadın ve çocukların etkilenmesi
• Sosyal güvenlikten yoksun çalışma
• Elcilerin denetlenmemesi ve sonuçta kadınların ücretlerini zamanında alamamaları, haklarının
korunmaması
• Genelde tarımsal üretim aile işletmeciliği şeklinde yapıldığı için, özellikle küçük ve orta ölçekli
işletmelerde, ücretli işgücüne ihtiyaç duyulmaması
• Çocuklarının eğitimden yoksun kalmaları ve sonuçta bu kısır döngünün devam etmesi
• Toplumsal dışlanma
• Yapılan işe bağlı yaşanan sağlık sorunları
• Yetersiz ücret
• İŞKUR kayıtlarının yetersizliği nedeniyle çalışan kadın sayısının bilinmemesi ve bu kadınlara
projeler, eğitim çalışmaları vb. amaçla yapılacak olan uygulamalar için istenildiği zaman ulaşılamaması.
37
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
3.2. TARIMSAL ÖRGÜTLENME VE KIRSAL KADIN
İstihdamla birlikte ele alınması gereken diğer önemli konu ise örgütlenememe sorunudur.
Kırsal kesimde erkekler açısından da yeterli ve nitelikli örgütlenememe önemli bir sorun iken; kadınlar
için de durum parlak değildir. Bununla birlikte kadınların informel örgütlenmeleri kırsal kesimde
oldukça yaygın ve etkili olup, bunun harekete geçirilmesi ve formel yapıya dönüştürülmesi kadın
istihdamı ve sonuçta kırsal kalkıma açısından önemli avantajlar sağlayacaktır.Örgütlenme sadece
ekonomik yönüyle değil aksine sosyal yönüyle de ele alınan bir kavramdır.
Örgütlenme kısaca birlikte iş yapabilme durumudur. Örgütlenmeler kamuya dayalı ve tabana
dayalı olmak üzere 2’ye ayrılır. Kırsal alanda en fazla bilinen örgütlenmeler kooperatif tipi
örgütlenmelerdir. Bunun dışında birlikler, dernekler, vakıflar ve odalar da diğer önemli örgütlenme
tipleridir.
Kırsal kesimde kadınlar açısından özellikle kooperatifler ve informel örgütlenmeler daha
yaygındır. Kadınlar örgütlenmeye yatkın olmakla birlikte genel olarak Türkiye’de ve kırsal kesimde
örgütlenme sorunu bulunmaktadır. Kadınların sahip olduğu örgütlenme sorunları bireysel (özgüven
eksikliği, eğitim düzeyinin düşüklüğü, tek başına iş yapamama vb.) ve toplumsal (geleneksel toplumsal
yapı, kadının ikinci planda olması, erkek işi olarak görülmesi vb.) olmak üzere genelde iki şekilde ortaya
çıkmaktadır. Bununla birlikte değişik konularda (üretim, sosyal dayanışma, meslek edinme vb) başarılı
örgütlenme örnekleri (ÇATOM, kadın kooperatifleri vb.) de bulunmaktadır.
KIRSAL KADIN ÖRGÜTLENMESİNDE SORUNLAR VE KAYNAKLAR
Kırsal kadınların örgütlenmesinde yaşanan sorunlar ve kaynaklar daha çok toplumsal cinsiyet
eşitsizliğinden kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte kadınlar örgütlenme açısından erkeklerden daha
başarılıdırlar. Örgütlenme sorunları ve kaynakları aşağıda maddeler halinde özetlenmiş; örgütlenmede
kırsal kadınlar açısından güçlü ve zayıf yönler yine maddeler halinde özetlenmiştir.
 Toplumsal yapının (bireycilik, husumet, birlikte iş yapamama, bencillik, güvensizlik vb.)
örgütlenme kavramına uzak olması
 Kadınların girişimciliğinin yeterince desteklenmemesi
 Kadınların eğitim düzeylerinin düşüklüğü ve mevcut eğitim bilgilerinin örgütlenmeyeyetmemesi
 Mevcut kadın örgütlenmelerinde sürdürülebilirliğin sağlanmasında uzman kişilerineksikliği
 Kırsal alandaki mevcut örgütlenmelerin çoğunun güçlü olmaması ve örnek teşkil edememesi
 Örgütlenme kavramından sadece kooperatiflerin anlaşılması
 İmece, keşikleme, değişik yapma, köycek gibi yerel isimler alan ve kadınlar arasındaki dayanışma ve
işbirliğinin önemli göstergesi olan İnformel örgüt modellerinin (veya yerel örgütlenmelerin)
yaygınlaştırılamaması/ geliştirilememesi
 Mevcut örgütlenmeler içinde kadınların sayıca azlığı ve fırsat verilmemesi
 İstatistikî bilgi eksikliği
 Göç nedeniyle tarımsal arazilerin boş kalması ve sonuçta örgütlenmeye neden olacak tarımsal
üretimin olmaması
 Kadınların satış ve pazarlamada etkin rol oynamaması; bu işin erkek işi olarak kabul edilmesi
 Kırsal alanda çalışan kamu görevlilerinin örgütlenme konusunda gerekli yönlendirici rolü
oynayamaması
 Tarım Gıda ve Hayvancılık Bakanlığı'nın kooperatif ve birliklerin geliştirilmesine ve
sürekliliğinin sağlanmasına yönelik izleme ve denetleme komitesinin etkin çalışmaması
 Paydaş kurumlar arasındaki koordinasyon eksikliği
 Örgütlenmelerde siyasi görüş farklıkları ve buna bağlı düşük katılım düzeyi
 Aşiret yapılanmasının olumsuz etkisi
 Kooperatife üye olmanın önündeki yasal engeller (mal varlığı vb.)
 Kooperatif para kazanmaya başlayınca erkeklerin devreye girmesi
 Toplumsal yapı özelliklerinin bilinmemesi
 Yayım elemanlarının teknik konulardaki yetersizlikleri ve uygulamalarda bunun dikkate
alınmaması
 Tarım danışmanlarının yetersizliği ve kırsal kesimde çalışmaya uygun kişilerin seçilmemesi
 Kırsal toplumsal yapı sorunlarını ortaya koyan kırsal sosyolojiyi disiplininin dikkate alınmadan
3.2.1.
38
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
yapılan tarımsal yayım çalışmalarının yetersiz kalması ve örgütlenmede başarı sağlanamaması
 Pazarlama sürecinin yetersiz kalması ve kooperatiflerin bu kapsamda başarısız algılanması
3.2.2.











KIRSAL KADIN ÖRGÜTLENMESİNDE GÜÇLÜ YÖNLER
Kadınlardaki örgütlenme isteği ve sürekliliği
Birlikte iş yapabilme ve uzlaşı yetenekleri
Dünyadaki önemli örnekler (SEWA, mikro kredi uygulamaları vb.)
Kadınların liderlik özelliklerinin güçlü olması
Kadın kooperatiflerine olan ilgi
Kadınların sosyalleşmesine imkân vermesi
Yöresel ürünlerin devamlılığı ve talebinin artması
İnformel örgütlenmenin devam ediyor olması
Kadına pozitif ayrımcılığın olması
Yasaların kadın açısından önemli ayrıcalıklara sahip olması
Başarılı örneklerin olması
3.2.3.











KIRSAL KADIN ÖRGÜTLENMESİNDE ZAYIF YÖNLER
Toplumsal yapının kısa sürede değişememesi ve örgütlenmeye önem verilmemesi
Örgütlenme kavramının toplumda benimsenmemiş olması
Örgütleme ve özellikle kooperatif tipi örgütlenmede başarısız örneklerin çokluğu
Örgütlenme eğitimine yeterince önem verilmemesi
Kadınların ikincil planda olması
Eğitimlerin sürekli olmaması ve erkelerin ilgisizliği
Kamunun ilgisizliği ve verilen desteklerin örgütlenme odaklı olmaması
Kadının mülkiyet hakkının olmaması nedeniyle ziraat odalarına üye olmamaları
Kadınların eğitim düzeylerinin düşüklüğü ve çocukların okutulmaması
Ekolojik ürünler için sertifika alınmasının zor olması
Doğal ürünlerin pazarlanmasında hijyen ve satış yönetmelikleri açısından sıkıntıların olması
3.3. SOSYAL GÜVENLİK VE KIRSAL KADIN
Ülkemizde sosyal güvenlik kapsamında olmayanların en yoğun olduğu sektör tarımdır. Kırsal
alanda istihdam edilen kadınların çoğunluğu tarım sektöründe istihdam edilmekle birlikte; yaklaşık
dörtte üçü (%81.0) sosyal güvenlik sistemine kayıtlı değildir (Tablo 3).
Tablo 3. Sosyal Güvenlik Kuruluşuna Kayıtlı Olmayanların Sektöre ve Cinsiyete Göre İşgücü
Durumu (Bin kişi/15+ Yaş/2014)
Kadın
Erkek
Toplam
Sektörler
Sayı
%
Sayı
%
Sayı
%
Tarım
Ücretli/Yevmiyeli
193
8.1
256
12.1
450
10.0
İşveren
3
0.1
23
1.1
26
0.6
Kendi hesabına
259
10.8
1298
61.5
1557
34.6
Ücretsiz aile işgücü
1935
533
25.3
2468
54.8
81.0
Toplam
2390
100.0
2110
100.0
4500
100.0
Tarım Dışı
Ücretli/Yevmiyeli
822
61.6
2077
64.2
2899
63.5
39
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
İşveren
Kendi hesabına
Ücretsiz aile işgücü
Toplam
Genel Toplam
Ücretli/Yevmiyeli
İşveren
Kendi hesabına
Ücretsiz aile işgücü
Genel Toplam
Kaynak: www.tuik.gov.tr
9
352
152
1334
0.7
26.4
11.3
100.0
138
822
197
3234
4.3
25.4
6.1
100.0
147
1174
349
4568
3.2
25.7
7.6
100.0
1015
12
611
2087
27.3
0.3
16.4
56.0
2333
161
2121
730
43.6
3.0
39.7
13.7
3348
173
2731
2816
36.9
1.9
30.1
31.1
3724
100.0
5344
100.0
9069
100.0
Kırsal alanda sosyal güvenlik denildiği zaman akla gelen sosyal sigorta içinde sağlık ve
emeklilik hakkıdır. Oysa kırsal alana baktığımızda sosyal güvenlik çok daha geniş boyutları önemli bir
sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Her şeyden önce kırsal alanda kadın için sosyal güvenlik birey
olabilmenin en önemli unsurlarından birini oluşturmaktadır. Türkiye’de sosyal güvenlik kapsamında
olmayan vatandaşların en yoğun olduğu sektör tarımdır. Genelde tarım sektöründe çalışanların gelir
düzeyi düşüktür. Bu durum özelikle kadınların sosyal güvenlik primlerini ödemelerini güçleştirmekte,
sigortadan yararlanma ve hak kazanma koşullarını sağlamaktan uzak ve sağlık hizmetlerine katılım
paylarını ödeme gücünden yoksundur. Zira, tarımda istihdam edilen kadınların %90’ından fazlası
herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna kayıtlı değildir. Kadınlar ancak, eşlerinin sosyal güvencesi
olduğu takdirde bağımlı olarak sisteme dâhil olmaktadır.
Kırsal alanda ve tarımsal üretimde kadın emeği önemlidir. 1990’lı yıllardan bu yana tarım
istihdamında azalma olmasına rağmen Türkiye’de halen tarım kadınların en önemli istihdam sektörü
olma özelliğini devam ettirmektedir. Tarımda çalışan kadınlar kayıt dışı çalışmakta ve/veya çoğunlukla
ücretsiz aile işgücü olarak çalışmaktadır. Bu ise kadının sosyal güvenlikten ve dolayısıyla gelecek
güvencesinden bir anlamda yoksun olmasına da neden olmaktadır. Bu durum kırsalda birey olarak
kadının kararlara katılımını ve toplumsal ilişkiler sistemindeki yerini de doğrudan etkilemektedir.
3.4. AKDENİZ BÖLGESİ
Akdeniz Bölgesi’nde yaşayan kırsal alan kadınlarının en önemli sorunlarından birisi
yoksulluktur.Eğitim seviyesi düşük, ücretli işte erkeklerle rekabet edemeyen, genellikle mirastan daha
az yararlanan, düşük gelirli, ücretsiz aile işçisi olarak sosyal güvenceden yoksun olan kadınlar, çeşitli
kurumların proje ve kredi desteklerine de ulaşamamaktadır.
Tarımsal üretimin büyük çoğunluğu Akdeniz Bölgesi’nde de kadınlar tarafından
gerçekleştirilmektedir. Akdeniz Bölgesi kırsal alanında tarımsal üretime katkı açısından çiftçi kadınların
kredi kullanımında teminat gösterme zorunluluğu kredi olanaklarından yeterince yararlanamama
durumunu ortaya çıkarmaktadır. Hayvancılık faaliyetlerinde de yoğun olarak yer alan kadınların eğitimyayım uygulamalarındaki yetersizlikler nedeniyle bakım-besleme konusunda bilgi eksikliği
bulunmaktadır. Özellikle kadınlar tarımsal yayım ve danışmanlık hizmetlerinden yeterince
yararlanamamaktadır. Tarımsal işlerin yoğunluğu ayını zamanda kadınların aile ve çocuklarına yeterli
zaman ayıramamalarına da neden olmaktadır.
Akdeniz Bölgesi’nde kadın girişimciliği ve pazarlama alanında kadının rolünü etkileyen en
önemli sorunların eğitimin yetersizliği ve girişimci kadına yönelik toplumun olumsuz bakış açısı olduğu
ortaya konulmuştur. Girişimcilik ve pazarlama konusunda Bölge’nin güçlü yönlerinin iklim ve coğrafi
konumunun olduğu, öne çıkan en zayıf yönünün ise toplumda kadına yönelik cinsiyetçi yaklaşımlar
olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır.
Kırsal alanda yaşayan ve çalışan kadın, gelir seviyesinin düşük olması nedeni ile bağımsız olarak
sosyal güvenlik sistemine dahil olmada ve prim ödemede zorluk yaşamaktadır. Yaklaşık %42’si tarımda
istihdam edilen kadınların %85’i ücretsiz aile iş gücü olarak çalışmaktadır. Bölgesel olarak bakılınca
Akdeniz Bölgesi’nde de kırsal alanda kadın istihdamının önemi, gerek kayıtlı gerek kayıt
40
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
dışı istihdam açısından daha da artmaktadır. Örgütlenme ise sadece ekonomik yönüyle değil sosyal
yönüyle de ele alınması gerekli bir kavramdır. Kadınlar örgütlenmeye yatkın olmakla birlikte, genel
olarak kırsal kesimde örgütlenme sorunu bulunmaktadır. Akdeniz Bölgesi’nde kırsaldaki kadınlar
açısından örgütlülük yaygın değildir. Var olan örgütlülük ise daha çok informal örgütlenmeler
biçimindedir. Kadınların örgütlenme sorunlarında geleneksel ataerkil yapının baskınlığı, kadının ikinci
planda olması, eğitim olanaklarına erişiminin sınırlılığı, örgütlenmenin erkek işi olarak görülmesi vb.
toplumsal faktörler öne çıkmaktadır. Mülkiyet, sosyal güvenlik, örgütlere aktif üye olamama, sınırlı
yöneticilik gibi sorunların çözülmesi kadınların aktif örgütlenmeleri açısından önemtaşımaktadır.
4. SONUÇ VE ÖNERİLER
Türkiye gerek BM gerekse AB’nin kadın-erkek eşitliğini hedefleyen sözleşme ve
düzenlemelerine taraf olmuş, toplumsal cinsiyet eşitliğini temel politikalarına dahil etmeyi taahhüt eden
bir ülkedir. Türkiye’de ilgili yasalarda kadın-erkek eşitliği sağlanmış ve birçok alanda politika
geliştirilmesine rağmen kadın istihdamına ve sosyal güvenlik uygulamalarına yönelik belirgin bir kamu
politikası gündeminden ve kadın sorunlarına bütüncül bir çözüm arayışından söz etmek mümkün
değildir. Kadın istihdamına salt iş bulma biçiminde bakma ve kırsal alan kadınını sadece içinde
bulunduğu öznel koşullarla el almak sorunları çözmemektedir. Sorun, statüsü yüksek, kendine yetebilen,
üretebilen, sosyal güvenlik kapsamında olan istihdamın yaratılamamasıdır (www.tarim.gov.tr).
Kırsal kesimde yaşayan kadınlar çalışma yaşamında istihdam, örgütlenme ve sosyal güvenlik
açısından önemli sorunlarla karşı karşıyadırlar. Gerek çalışma yaşamı gerekse diğer toplumsal yaşamları
açısından karşılaştıkları sorunları çözebilmek için değişik kişi ve kurumlar tarafından çalışmalar
yapılmaktadır. Bunlar:
 Bireysel çalışmalar (Üniversite, STK vb. tarafından yürütülen proje, araştırma vb.)
 Kamu tarafından yürütülen çalışmalar (Proje, plan, araştırma, çalıştay vb.)
 Uluslararası çalışmalar (FAO, BM... tarafından yürütülen proje, araştırma vb.) ve
 Entegre çalışmalar (Kamu, STK, Bireysel, Uluslararası kurumların ortaklığı ile yürütülen
araştırma, proje vb.) olarak özetlenebilir.
Kırsal alanda yaşayan kadınların çok yönlü ve birbiri içerisine giren sorunlarını çözebilmek ve
kırsal alanda yaşayan kadınları güçlendirebilmek amacıyla son yıllarda yapılan en önemli çalışma
T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı koordinatörlüğünde hazırlanan “Ulusal Eylem Planı”dır. Bu
plan Kısa (2012-2013), Orta (2012-2014) ve Uzun (2012-2016 ve sonrası) olmak üzere üç uygulama
dönemini kapsamaktadır. Bu planın hazırlanabilmesi için ilk olarak Türkiye bazında daha sonra bölge
bazında kırsal alanda kadın çalıştayları düzenlenmiş ve sonuçta eylem planı hazırlanmıştır. Eylem Planı
4 Stratejik Alan, 9 Gelişme Ekseni ve 24 Amaçtan oluşmaktadır. Bu stratejik alanlar aşağıda verilmiştir :
I- Kırsal Alan Ve Kadın
1. Yoksulluk
2. Eğitim (örgün ve yaygın)
3. Sağlık (birey olarak- aile olarak)
II-Kırsal Alanda Kadının Tarımsal Üretim Ve Pazarlamadaki Rolü
1. Tarımsal Üretim
2. Girişimcilik ve Pazarlama
III- Kadın Ve Doğal Kaynaklar
1. Doğal Kaynakların Kullanımı ve Yönetimi
2. Doğal Kaynakların Korunması
IV- Kırsal Alanda Kadınının İstihdamı Ve Örgütlenmesi
1. Tarımsal İstihdam ve Örgütlenme
2. Sosyal Güvenlik
Doğrudan kırsal kadını ele aldığı için oldukça önemli olan bu eylem planında, kırsal
kesimde yaşayan kadınlar ve sahip oldukları sorunlar tüm yönleriyle ve ilgili tüm paydaşların
41
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
katılımı ile ele alınmış, tartışılmış ve raporlanmıştır. 9 farklı bölgede düzenlenen bölgesel çalıştaylar
sonucunda her bölge için ayrı ayrı çalıştay raporu hazırlanmış ve bunların biraraya getirilmesi ile
Türkiye raporu (Eylem Planı) oluşturulmuştur.
Bununla birlikte bu çalışmada elde edilen çıktıların hayat geçirilmesi çok kısa sürede
gerçekleşebilecek konular değildir. Sadece ekonomik boyutuyla görülen çalışma yaşamı sorunları
aslında kırsal kadın açısından daha çok toplumsal boyutu olan ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden
kaynaklanan bir sorun olarak görülmelidir. Buna bağlı olarak aşağıda maddeler halinde özetlenen
konular, sorunların çözümü için katkı sağlayabilecektir.
 Kadınların ekonomik yaşama katılabilmeleri için kadın girişimciliği desteklenmeli ve bu konuda
yaşam boyu eğitim programları verilerek ücretsiz danışmanlık hizmetleri geliştirilmelidir.
Özellikle kırsal bölgelerdeki yoksulluğun kentsel kesimden yüksek olduğu ve kırsal bölgede
yaşayan kadınların da erkeklerden daha yoksul oldukları düşünülürse konunun ne kadar önemli
olduğu görülecektir.
 Özellikle mevsimlik tarım işçiliği yapan kadınlar için yasal mevzuat tekrar gözden geçirilmeli
ve sosyal güvenlik açısından kadınlara pozitif ayrımcılık yapılmalıdır. Özellikle mevsimlik,
gezici ve geçici tarım işçilerinin kayıt altına alınmasındaki zorluklar ve bunların nasıl sigorta
kapsamına alınacağı sosyal güvenlik yasalarımızda yer almamaktadır. Sosyal güvenlik
uygulaması bir vatandaşlık hakkı olarak görülmemekte ve bu konulardaki politikalar ise bu
anlamda istikrarlı olmamaktadır ( www.tarim.gov.tr).
 Kırsal alanda yaşayan kadınların yoksullukla mücadele edebilmesinde yerel kalkınmaya öncelik
verilmeli, kadınlar sadece tarımsal faaliyetlerde değil yaşadıkları bölgeye gore turizm, el
sanatları vb konular ışığında ele alınmalıdır.
 Kırsal kadınlarla ilgili olarak yapılan projlerde, proje süresi bitse de mutlaka
izleme/kontrol/danışmanlık yapılarak sürdürülebilirlik sağlanmalıdır.
 Tarımsal yayım hizmetleri kadınların toplumsal ihtiyaçlarına göre düzenlenmeli ve süreklilik
göstermelidir.
 Yapılacak çalışmalar konuyla ilgili tüm paydaşların işbirliğinde gerçekleştirilmelidir.
 Özellikle ziraat fakültelerinden mezun öğrencilerde farkındalık yaratmak amacıyla kırsal
sosyoloji ve toplumsal cinsiyet içerikli dersler lisans ve sonrasında mutlakaverilmelidir.
 Kırsal refahın artmasında oldukça önemli olan örgütlenmede odak noktası doğrudan erkekler
değil, erkeklerler birlikte kırsal kadınlar da olmalıdır. Özellikle kadınların informel
örgütlenmelerdeki başarısı ve bazı kooperatif örgütlenmelerdeki süreklilikleri dikkate
alındığında kadınların önemli ölçüde başarılı olacakları söylenebilir.
Kaynaklar
Anonim, 2011. “ Bölgesel Kırsal Alanda kadın Çalıştayı: Akdeniz Bölgesi 12 -14 Ekim Gaziantep”, GT HB Eğitim ve Yayınlar Dairesi
Başkanlığı, Ankara.
Emiroğlu, K., Danışoğlu, B., Berberoğlu, B.,2006. Ekonomi Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara,1101 sayfa.
Marshall,G.,1999. Sosyoloji Sözlüğü (Çevirenler: Osman Akınhay, Derya Kömürcü), Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 917 sayfa.
www.tuik.gov.tr “İşgücü İstatistikleri” (Erişim:3/13/2015).
www.tarim.gov.tr, “Kırsal Alanda Kadının Güçlendirilmesi Ulusal Eylem Planı:2012-2016, Gıda T arım ve Hayvancılık Bakanlığı, Ankara.
https://www.tarim.gov.tr/EYYDB/Belgeler/Egitim/ulusal_eylem_kirsal.pdf
T ÜİK,2013. www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18619 (Erişim: 3/13/2015).
www.trabzontarim.gov.tr(http://www.trabzontarim.gov.tr/yenisite/calistay/gerekce.html)
42
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Women’s Experiences with and Responses to Trauma. A Critical Review,
1
İnci User1
Marmara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
Introduction
This presentation will be based upon a critical review of literature on trauma and gender. The literature
reveals two fundamental weaknesses of mental health research concerned with trauma: 1. In many
research reports regarding the effects of traumatic experiences the term gender is being used in such a
way as if it were synonymous with the term sex. This constitutes a significant difficulty in the
understanding of how gender shapes the impact of and responses to traumatic events. 2. Research on
trauma has certain methodological problems which delimit the possibility of comparing theresults.
Gender is not an alternative nomination for the physiological differences between males and females. It
refers to the culturally generated meanings of femininity and masculinity which allocate different values,
statuses and role requirements to men and women in a given society at a given time. Men and women
internalize these differences in the course of socialization and they construct their identities accordingly.
Being a social construct, gender intersects with other social determinants of identity such as class,
ethnicity and age. As a result there are multiple genders enjoying varying shares in the collective
resources of any society.
The relationship between gender and mental health is poorly understood. Mental health researchers often
appear to overlook the importance of the interactions of biological sex with socio-demographic factors
such as class, age, ethnicity, marital status, education or occupation. Research results indicate global
differences between men and women but analyses revealing differences between specific groups of
women or men are hardly available.
Results of the Literature Review
A significant part of injury-related deaths in the world are due to intentional violence. The number of
both the victims and the survivors of violence and disasters increased considerably during the last
century. There is a growing need to understand traumatic experiences and trauma-related mental health
problems.
The gender dimension has to be taken into consideration when trying to understand trauma. Different
types of trauma may happen to both sexes in varying frequency, and there may be gender specific
sensitivities toward trauma. Gender sensitive research can better inform primary and secondary
prevention measures as well as therapeutic and rehabilitative models implemented for trauma victims.
Even though there is a vast amount of research considering trauma, the comparability of the results is
questionable: There are great differences in the types of trauma, the cultural contexts of the traumatic
events and sample characteristics. Clinical assessments and community surveys based on self report
supply data of very different nature which are hard to compare. Another methodological problem is
that, in the majority of studies instruments of quantitative measurement are used that operationalize
concepts, narrowing down the boundaries within which phenomena will be observed. Hence,
qualitative research is required to gain a deeper understanding of traumatic experiences.
Conclusions
The available evidence indicates that, men and women have different risks and vulnerabilities in the face
of traumatic events. Their coping styles and their chances for posttraumatic growth are also different.
Although these differences are very poorly analyzed with respect to gender as socio-cultural status, some
studies give at least partial information about how age, class, ethinicity or level of education affect the
impact of trauma, which may enable future researchers to be more sensitive to differences not only
between men and women, but also between different groups within one sex. Such an approach will
enable scientists as well as decision makers to see how social inequalities create vulnerabilities, and
policy measures can be taken in order to empower people and communities against traumatic events.
For a comprehensive understanding of the relationship between trauma and gender qualitative studies
and multi-sited epidemiological research in different cultures may be veryuseful.
Key terms:Trauma, PTSD, Post-Traumatic Growth, gend
43
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Kadınlar Dünyasında Kanayan Bir Yara: Çocuk Evlilikler ve Annelikler
1
Yrd. Doç. Dr. Hafize Öztürk Türkmen1
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Ve Etik Ad Morfoloji
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşayan kadınların gündeminde yer alan çocuk evlilikler ve
çocuk annelikler, geniş kapsamlı kamuoyu tartışmalarına ve kimi önlemlere karşın önemli bir sorun
olmaya devam etmektedir. Aralık 2014’te açıklanan Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2013 verileri,
ülke genelinde 15-49 yaş grubundaki kadınların % 26’sının çocuk yaşta evlendirildiğini, 15- 19 yaş
grubundaki kadınların % 7’sinin araştırma sırasında evli olduğunu ortaya çıkarmıştır. “Ergen Gebeliği”
başlıklı 2012 yılı TÜİK istatistikleri ise, anne ve çocuk ölümlerinin nedenlerinden biri olan çocuk yaşta
annelik sayısının 91.114 olduğunu göstermektedir.
Çocuk evlilikler ve erken yaş gebelikler, eşler arası yaş farkının büyüklüğüne bağlı psiko-sosyal sorunlar
yanı sıra, anne ve bebek sağlığını olumsuz etkileyen pek çok komplikasyona yol açmaktadır. Bunlar
arasında en sık rastlananlar kanama, düşük, erken doğum, güvenli olmayan kürtaja bağlı anne ölüm riski,
prematüre ve düşük doğum ağırlıklı çocuk doğurma riski ve yenidoğan ölümleridir.
Yaygın olarak erkek egemen patriyarkaya dayalı kültürel pratiklerle ve kapitalist üreme politikalarıyla
sürdürülen çocuk yaşta evlilikler, başta BM Çocuk Hakları Sözleşmesi olmak üzere insan hakları ve
kadın haklarına ilişkin uluslararası düzenlemelerin ihlali anlamına gelmektedir. Bu bağlamda BM Genel
Kurulu’nun Kasım 2014’te kabul ettiği çocuk yaşta, erken ve zorla evliliklerin yasaklanmasına ilişkin
önerge tarihsel bir önem taşımaktadır. Önerge, üye devletlerin çocuk evliliklerini yasaklayan yasalar
çıkarmasını ve kız çocukların yaşamını etkileyen bu pratiklerin sonlandırılması için etkin önlemler
almasını hükme bağlamaktadır.
Bu sunumda kadınlar için yaşamsal önem taşıyan çocuk evlilikler ve çocuk annelikler konusunun
tarihsel – kültürel temelleri, başta sağlık olmak üzere ortaya çıkardığı toplumsal-politik sorunlar, konuya
ilişkin dünya ve Türkiye deneyimleri ile çözüm önerilerinin tartışılması amaçlanmıştır.
Anahtar Sözcükler: Kadınlar, çocuk evlilik, çocuk annelik
An Open Sore in Women’s World: Chıld Marrıages And Mothers
Child marriages and child mothers, a hot topic in the agenda of women living in less developed and
developing countries, yet continues to be a crucial issue despite all the popular arguments and
precautions. 2013 Turkey’s Population and Health Research data, that has been announced in 2014
indicates that countrywide 26% of women between the age of 15-49 are lead to marriage at a child’s
age, and 7% of women among 15-19 years of age are already married during the research. 2012 TUIK
statistics, with the topic “Adolescence Pregnancy”, points out that the figure for one of the reasons of
mother and child deaths due to child mothership is 91.114.
Child marriages and pregnancy at early ages, causes not only psychosocial problems occuring from
age differences among couples; but also ends up in a number of complications regarding mother and
child health.The most common among these are, bleeding, miscarriage, premature birth, risk of
mothers’ death due to unsafe abortion, risk of premature babies or miscarriages and new born deaths.
Commonly, child marriages continued with cultures dependant on men dominated patriarchy and
capitalist reproduction politics, means contravention of primarily UN Child Rights Contract and also
international rules regarding women rights. In this respect, the declaration prohibiting child marriages
at early ages and by force, that has been accepted by UN General Assembly in November 2014 has a
historically important significance. The declaration decrees the member countries to put into force
regulations forbidding child marriages and ending up such practices that affects the young girls’ lifes.
This presentation aims at discussion of solutions to child marriages and child mothers, in the light of
experiences, both global and in Turkey; in perspective of the subject’s historical-cultural roots, and
primarily but not only limited with health and all the social and political problems arising as a result.
Key Words: Women, child marriage, child mother
44
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Ataerkil Kapitalist Tahakküm Altında Kadın Emeği ve Kadın Bedeni
Yrd. Doç Dr. Melda Yaman1
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Günümüz toplumlarında emek süreçlerinin, bedenlerinin, doğurganlıklarının, giyiniş ve görünüş
biçimlerinin, hareket kabiliyetleri ve bedensel ve/veya cinsel etkinliklerinin denetlenmesi yoluyla,
kadınlar üzerindeki ataerkil kapitalist tahakküm yeniden üretilir. Ataerkil tahakküm kapitalist üretim ve
tüketim süreçleriyle, yasalar ve toplumsal normlarla dolayımlanarak kadınları baskılarken; kapitalistler,
ataerkil eşitsizliklerin sağladığı elverişli koşullar sayesinde kadınların emek süreçlerini ve bedenlerini
özgül biçimlerde sömürürler. Kadınların özgül sömürülmesini koşullayan başlıca mekanizma ise
cinsiyete dayalı işbölümüdür. Kadınlar emek güçlerinin, bedenlerinin veya -şefkatlilik gibi- toplumsal
cinsiyet rollerinin metalaşmasıyla, sermaye için değer yaratıcı hale gelirler. Kadınların çoğu, sağlıksız
ve hijyenik olmayan koşullar altında, enformel işlerde, düşük ücretlerle çalıştırılırlar. Kadınların emek
süreçlerinin denetlenmesi ise bedenlerinin denetlenmesiyle birlikte yürür. Aynı zamanda kadınlardan
hane içinde çocuklara, sevgili ve kocalara, yaşlı ve hastalara karşılıksız bakım hizmeti vermesi beklenir.
Cinsiyete dayalı işbölümü teknik, yansız bir olgu değildir; erkeklerin toplumsal, politik ve iktisadi gücü
ellerinde tutarken, kadınların karar alma süreçlerinden dışlanması, seslerinin kesilmesiyle bağlantılıdır.
Erkekler gelir getiren, karar alma mekanizmalarında yer almalarını sağlayan, onlara toplumsal statü ve
prestij kazandıran işleri üstlenirken; kadınlar hane içine kapatılmakta, olumsuz koşullarda çalışmak
zorunda bırakılmakta, bedenlerinin dolaylı yahut dolaysız biçimlerde sömürülmesine açık hale
getirilmektedir. Bu nedenle, kadınların özgürlük mücadelesi, verili –ataerkil kapitalist- işbölümünü
dönüştürmeyi, yani emekleri ile bedenlerini tahakküm altına alan ataerkil kapitalizmle mücadeleyi şart
koşar.
Kadın Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği Sorunları
1
Dr. Buhara Önal1
İsagem İSG Eğitim Merkezi
Tarihsel süreçte kadının ilk kez çalışma hayatına girmesi ve üretimde yer alması, tarımsal üretime
başlanması ile gerçekleşmiştir. Daha sonra gerçekleştirilen sanayi devrimini takiben kadınlar sanayide
ucuz işgücü olarak çalışma hayatında daha fazla yer almaya başlamıştır.
Sonraki yıllarda çalışma hayatına ilişkin yapılan birçok uluslararası düzenlemede, özellikle kadın
çalışanların korunmasına yönelik hususlar yer almış olup, I. Dünya Savaşı bitiminde imzalanan Paris
Antlaşması ile başlayan bu süreç, ILO’nun ilk kabul ettiği sözleşmeler, Avrupa Sosyal Şartı ve AB
direktifleri gibi düzenlemelerle devam etmiştir.
ILO verilerine göre; dünyada genel olarak 15-64 yaş grubunda çalışan 10 erkeğe karşılık 6 kadın çalışan
olduğu görülmektedir. Dünya ölçeğinde, erkeklerin işgücüne katılım oranları ülkeler arasında büyük
farklılıklar göstermezken, kadınların işgücüne katılımı ile ilgili olarak hem bölgeler arasında hem ülkeler
arasında hem de ülkelerin içinde önemli farklılıklar bulunmaktadır. Son yıllarda özellikle gelişmiş
ülkelerde çalışan kadın sayısında artış olduğu belirlenmiş olup; halen kadınların en fazla istihdam
edildiği ülkelerin başında, Norveç, Hollanda, Avustralya, ABD, Yeni Zelanda ve Kanada
45
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
gelmektedir. Ayrıca gelişmiş ülkelerde ve Doğu Avrupa ülkelerinde, 15 yaş ve üzeri kadınların
yarısından çoğu işgücüne katılırken, Asya ve Afrika’da ancak 3-5 kadından birisi katılabilmektedir.
Son yıllarda hizmet sektörünün ağırlığının giderek artmasıyla bu sektördeki kadın istihdamı da buna
paralel olarak artmaya başlamıştır; bununla birlikte kadın istihdamının en fazla olduğu alan halen tarım
sektörü olarak gözlenmektedir. Sanayi sektöründe ise; kadınların çoğunlukla tekstil, gıda ve montaj
işlerinde çalıştıkları tespit edilmiştir.
Çalışan kadınların iş sağlığı ve güvenliği sorunları ile ilgili olarak, genel olarak tüm çalışanların iş sağlığı
ve güvenliği sorunlarının yanısıra doğurgan niteliği ve fiziksel ve fizyolojik farklılıkları nedeniyle
çalışma ortamındaki risklerden daha fazla etkilendikleri bilinmektedir. Bu yüzden, çalışma hayatında
kadınların korunması amacıyla daha az riskli işlerde ve sektörlerde çalıştırılması sonucunda iş kazaları
ve meslek hastalıkları erkek çalışanlara göre daha az görülmektedir.
Ülkemizde ise, uzun yıllardır yoğun olarak tarım sektöründe istihdam edilen kadın çalışanların yanısıra
son yıllarda hizmet sektöründeki istihdamı da artmaya başlamıştır. Özellikle ticaret, eğitim, sağlık, gıda
ve tekstil sektörlerindeki kadın istihdamı ağırlığını sürdürmektedir.
Uluslararası düzenlemelere paralel olarak ulusal düzeyde de kadın çalışanlar ile ilgili ayrıntılı
düzenlemeler mevcuttur. Anayasa’dan başlayarak İş Kanunu, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, Sosyal
Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu gibi önemli Kanunlarda ve ilgili Yönetmeliklerde çalışma
hayatında kadının korunmasına ilişkin çeşitli hükümler yer almaktadır.
Bununla birlikte söz konusu düzenlemelerin uygulanmasında çok büyük sorunların olduğu
bilinmektedir. Bu nedenle öncelikli olarak çalışan kadınların korunması ile ilgili yasal düzenlemelerin
etkin bir şekilde uygulanmasına yönelik çalışmaların, Devlet, işçi ve işveren üçlü yapısına ek olarak
meslek kuruluşları ve sivil toplum kuruluşlarının katılımının sağlanarak ivedilikle başlatılması büyük
önem taşımaktadır.
Senegal-Gambia Sınır Bölgesindeki Sivil Eylemlerde Kadın’ın Rolü : ‘Barış Ormanı’ Projesi
1
Lilly Seidler Fall1
Heilderberg Universitat
Kadınların yüzyıllardır dünya barışına etkisi bilinmektedir. Bu etki özellikle Birinci ve İkinci Dünya
Savaşlarından sonra Avrupa ülkelerin kalkınmalarında önemli derecede hissedildi.
Ancak Afrika ülkeleri Avrupa ülkeleri sivil halkı gibi ‘hızlı etkinlik’ süreci yaşamadı. Afrika’daki sivil
savaşlardan sonraki barış süreçlerinde kalkınma konusunda yerellikte kadınların rolü yeterince
önemsenmedi ve bu olumsuz durum halen süregitmektedir. Bu çalışmanın ve sunumun amacı,
Senegal’ın Casamance bölgesinde 1982 den 2013 e kadar süren sivil savaşından sonraki barış sürecinde
kadın kooperatiflerin rolünün, etkisinin ve başarısının gösterilmesidir.
Çalışmamız bir ‘örnek olay (case study)’ yöntemiyle düzenlenmiştir. Örneğimiz Senegal’ın Casamance
Bölgesinde Ziguinchor İlinde Bignona ilçesinde Kataba 1 yönetim bölgesindeki Kouram köyü’ündeki
kadın kooperatiflerinin varlığı ve durumudur. Bilgiler ‘araştırma eylemi (action research) ile ve grup
anket halinde toplan(ıl)mıştır. 2006 ile 2012 arasında Kouram köyü güvenlik gerekçeleriyle
boşaltılmıştır . Buranın halkı ise Gambia’daki komşu köy olan Bulock’a sığınmıştır. 2012’den itibaren
ise Kouram halkı kendi köyüne dönmeye başladı, güvenlik gerekçesiyle boşaltılan köy yerle bir edilmiş
ve iskan edilemez hale getirilmiştir. Geri dönen Kouram halkı ise yok edilen evlerini yeniden inşa
etmeye ve ziraat faaliyetlerine tekrar başlamıştır. Yok edilen sadece yerleşim yeri değil, aynı zamanda
ormanlık alandı. Yok edilen ormanın yeniden oluşturulması amacıyla Kouram ve Bulock köy halkları
‘Barış Ormanı Projesine’ beraberce dahil oldular. Bu çalışma esnasında, 2- 8 Ağustos 2014
46
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
tarihlerindeki proje sürecinde Kouram’ın 4 kadın kooperatifinin rolü incelenmiştir. Ayrıca 2015 şubat
ayında her kooperatifin yöneticileriyle bir grup anketi gercekleştirilmiştir.
Bulgular:
Kadın kooperatiflerinin Kouram Köyüne yeniden yerleşmesindeki rolü çok önemlidir. Amaçları gelir
kaynaklarının yaratılması, çocukların eğitim olanaklarının genişletmesi ve başarılarının yükseltmesi ise
barışçıl gelişme talepleri ve hedefleridir.Kooperatiflerin üyeleri ortak pirinç ve sebze yetiştirilmekle
yetinmemektedir. Aynı zaman kadınların bilinçlendirmesi konusunda büyük katkılar sağlayan
çalışmalara girişmişlerdir. Çoğu okul eğitimi görmemiş ve Fransızca’yı pek iyi bilmeyen kadınlar
kooperatiflerın sayesinde önemli kazanımlar elde etmişlerdir. Örneğin: biyolojik tarım ve sürdürebilir
kalkınma gibi konularda uzmanlaşmışlar. Barış Ormanı gibi değerli bir girişime dahil olmuşlardır; bu
projedeki katkıları özellikle 3 öğeye bağlı:
1. Dayanışmaları ( ortak çıkarları kişisel çıkarlarına göre daha fazla önemsemeleri ),
2. Tarım ve sebzecilikle ilgili yeni bilgileri edinerek, üretim yöntemi üzerine çalışmalar
yapmaktadırlar.
3.Bugünden geleceği planlayarak ona göre yönelik hareket etmeleridir
Sonuç : Senegal Gambia bölgesindeki yerinden edilmiş toplumların içinden ‘kadın’figürünün ve
öğesinin durumunu tartışarak toplumu etkilemeleri ve çabalarının barışçıl olmasıdır. Barış sürecinin ne
kadar süreceği ise kadınların çabalarına karşı, savaşma isteği olan erkeklerin karşılıklı
çatışma/kaynaşma/barışma durumlarına bağlıdır.
Almanya`da Sosyal Koruma Sistemleri / KRV - Siegen
1
Gül Ditsch1
Sosyal Pedagoji - Siegen Üniversitesi
Toplumda zayıfları koruyucu sosyal sistemler Almanya’da, sanayileşmenin başlarına kadar uzanan bir
geleneğe sahip. Otto von Bismarck 19. Yüzyılın sonlarına doğru devlet bünyesindeki sosyal sigorta
sisteminin temellerini attı; Bismarck’ın ağırlığını koymasıyla kaza ve hastalık sigortası ile engelli ve
yaşlılık sigortasını düzenleyen yasa çıkarıldı. O dönemde Almanya’da halkın sadece onda biri sosyal
koruma yasalarından yararlanırken bu oran bugün yüzde 90 in üzerindedir. Sonraki yüzyıllarda sosyal
koruma ağı daha genişletildi, örnegin 1927 yılında işsizliğin maddi etkilerine karşı işsizlik sigortası,
1995 yılında ise bakıma muhtaçlara yönelik bakım sigortası buna eklendi.
Siegen 100.000 nüfusu ile Köln-Dortmund-Frankfurt üçgeninin ortasında yer alan büyük şehir
kategorisinde dağlık bir bölgede topraklarının 4/5 ini ormanların oluşturduğu, demir çelik sektörünün
ağırlıklı olduğu bir şehirdir. Siegen in dahil olduğu Wittgenstein bölgesi ile birlikte nüfusu 300.000 dir.
Wittgenstein bölgesinin tek üniversitesi olan Siegen Üniversitesinde öğrenci sayısı 20.000 civarıdır.
Almanya ya Türkiye den gelenlerin yerleşimi 1961 yılında Türkiye ve Federal Almanya arasında
imzalanan göçmen işçi kabulü anlaşması ile başlamıştır. 1973 “ stop to recruitment” göçmen işçi alımı
sonlandırılmasından sonra eş ve çocukların Almanya ya getirilmesinde artış olmuştur. 2000 li yıllardan
itibaren de “Establishment” yerleşim dönemi başlamıştır diyebiliriz. Şehirde yabancı pasaportlu ikamet
eden kişi sayısı Almanya genelinin biraz üzerinde % 11 gibidir. Bu sayiya bir o kadarda yabancı kökenli
Alman vatandaşlarını ilave edersek şehir nüfusun 1/5 ini oluşturmaktadır. 110 farklı devletten gelmiş
olan bu çok uluslu grubun % 25 in üstündeki bölümünü tek bir devletten gelen
47
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
insanlardan oluşmaktadır, bu da Türkiye dir. Şehirdeki işsizlik oranı %6 ya yakındır. Göçmenlerin
işsizlik oranı ise %10 u aşmaktadır. Ve bu oran göçmen kadınlarda iki misline yakındır.
Almanya, Avrupa Birliği ülkeleri arasında en yüksek nüfusa sahip, bugün 80 Milyon nüfusu ve sivil
toplum kuruluşlarının çeşitliliği ve vatandaşlarının buna yüksek katılımı ile Avrupa da en üst
sıralardadır. Almanya’da her üç kişiden biri derneklerde toplum yararına çalışmalara katılır. Bu görüntü
yabancı dernekleri içinde de hissedilir. Siegen kenti belediyesinde kayıtlı 120 üzerindeki yabancı
derneklerin içinde sayısal olarak en aktif grup Türkiye den gelenlerin kurduklarıdır; bu derneklerin
ilgilendikleri alanlara göre dağılımına bakacak olursak çoğunlukla spor(futbol), inanç(cami içinde veya
etrafındaki sosyal etkinlikleri) ve politik dernekler olarak görülür! Almanya Kuzey Ren Vestfalya
Eyaleti Siegen şehrindeki Türk Alman Veliler Derneği (TÜDEV) Türkçe konusan aktif göçmen kadınlar
tarafından 2002 yılında kurulmuştur. Yönetim Kurulunun ¾ ünün kadınlardan oluştuğu, etkin yeri olan
bir sivil toplum kuruluşudur. Özellikle evlilik nedeniyle Türkiye den Almanya ya göç etmiş kadınlara
yaşadıkları bu yeni toplumla bütünleşmelerini destekleyen, sosyal katılımlarını güçlendiren ve meslek
edindirmeyi amaçlayan AB Projeleri oluşturur ve uygular. ‘Parität’ adli bir vakıf üyesidir, bu şekilde
devlet destekli fonlardan faydalanabilmektedir. Proje içeriği ve planlamasını hazırladığı AB Göçmen
Kadın Projelerinde protestan kilisesi vakfı olan Diakonie ile yedi yıldır ortaklık yürütmektedir. 2010
yılında Cumhurbaşkanı adına verilen “Almanya - yenilikçi fikirler ülkesi“ ödülü, “Uçan Gelinler”
göçmen kadının meslek edindirmesi projesine verilerek ortak çalışma başarıya ulaşmıştır. Türkiye den
gelip “Misafir işçi” diye adlandırılan 1. Nesil emekçiler, artık emekli olmuştur. Şu anda Alman sağlık
ve yaşlılıkta bakım yardım sistemlerinden yeterince faydalanamamaktadırlar. Almanca dil bilgisinin
olmaması onları halen olumsuz olarak etkilemektedir. Emekli maaşları düşüktür, Almanya da kalanlar
için ayrıca yaşlı sosyal yardımı almadan geçinmeleri zordur. Onların çocukları ile evlenip buraya gelen
erkek veya kadın göçmenler çoğunlukla mesleki diplomalarının kabul olmaması nedeniyle işe girişte
zorluklar yaşamaktadırlar. Bu kişiler eğitim-öğretime uzak sınıfın bireyleri olarak, dil öğrenimi ve
meslek eğitimine ağırlık vermemektedirler. Kadınlar genelde temizlik işlerinde, tezgahtar veya
yardımcı meslek gruplarında çalışabilmektedirler. Kısacası gelir düzeyi düşük mesleklerde görülürler.
İşsizlik ise ilk olarak bu insanların kapısını çalar. Evlendikleri aileler özellikle kadınlar icin yoğun
feodal nitelikler nedeniyle sosyal katılıma, kendilerini geliştirmeye, öğrenime açık değildir. Çocuk
eğitimlerinde annelerin kendine güvensizlikleri hissedilir, çok geç saatte yatırılan çocukların okulda
derse ilgisinin olamaması ve başarısızlıkları, her iki dilde hakimiyetlerinin olmaması (doppelte
Halbsprachigkeit), 3-5 yaşlarındaki çocuklarda görülen “feinmotorik” bozukluklar, ayakkabısını
giyememek, ceketinin düğmelerini ilikleyememek ve obezite yolunda çocuklar gibi. 2. veya 3. Nesil
göçmen ailelerin Almanya doğumlu, özellikle erkek çocuklarında uyuşturucu ve kumar bağımlılık
problemleri önemsenecek sayıdadır. Bu gençlerle yapılan (hazırlanan) Türkiye den aile içi bazen de
zorla yapılan evlilikler dramlara sebep olmakta, aile içi şiddet polis kayıtlarında ön sırayı almakta.
Yeterince Türkçe konuşamayan damat ve Almanca bilmeyen gelinin bir birliktelik oluşturmaları kolay
olmasa gerek. Bu nedenle kadınlara yapılacak her türlü koruma, destek ve güçlendirme, onları aktif
haline getirme çalışmaları önce çocuklara, sonrada tüm aile fertlerine olumlu etkisini göstermekte.
Kurslarımıza katılan kadınlar çocukları ile aynı masada ders çalışınca, aldıkları olumlu tepki, örnek
olmak adına çok kıymetli anlar ve hatta eşlerinin övgüsü onları kanatlandırmakta. Ilk ve orta okul
mezunlarına uyarlanan yaşlı bakım yardımcısı kursları, özellikle emekli kesimin yaşlı bakım yurdu
ihtiyaçlarında çok dilli personel ihtiyacını karşılamayı hedefler.
Kadına sosyal koruma, resmi ve yarı resmi kurumlardan birer örnek:
Alman Anayasası 2. Madde. “Her insan yaşama ve bedenine zarar verilmemesi hakkına sahiptir” . Bu
maddede yer alan ‘insanın yaşama ve bedenini zarardan koruma’hakkına uygun olarak, fiziksel veya
psikolojik şiddete maruz kalan kadınlar ve onların çocukları kamu yönetimi tarafından yapılandırılan,
tasnif ve tahsis edilen ‘sığınma evi’, Siegen de de mevcuttur. Almanya genelinde yılda takriben 50.000
kadın ve çocuk Almanya’da bulunan 400’e yakın kadın sığınma evinden birine koruma altına alınır.
Siegen ve 50 km lik çevresi içinde bir tek kadın sığınma evi ve danışmanlık servisi bulunmaktadır. Eyalet
ve şehir destek fonlarından sağlanan finansal destek , yıllık sözleşmelerle ve ilgili uzmanlar tarafından
sağlanmaktadır. Adresi anonimdir ve sadece telefonla ulaşmak da mümkün olabilmektedir.
48
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Yardım talebi, günün veya gecenin herhangi bir saatinde olabilmektedir: Kadın sığınma evine bürokratik
işlem uygulanmadan ‘doğrudan kabul edilme’ günün ve gecenin her anında mümkündür. Sığınma evinde
yaşayan kadınlar ve/veya çocuklar, kendi kararlarıyla belirleyeceği şiddetsiz bir hayatın sağlanması için
kişileri sağlık-psikososyal yönlerden güçlendiren destek eğitimleri yine bedelsiz olarak alabilme
olanakları vardır. Belediyelerin bünyesinde yer olan Aile Sosyal Hizmet Bürosu Siegen de Kadınlara
hamilelik dönemininde yardım ile ilgili bilgi, kreş yeri veya evde bakıcı yetkili adres listeleri, devlet
maddi destek imkanları v.b. konularda kadınlar için önemli bakıcı bilgi merkezidir.
Kadın - İstihdam – Şiddet
Av. Neşe Menderes 1
1
İzmir Barosu
Türkiye’de Ki Cinsiyet Eşitliği Açısından Genel Görünüm;
Türkiye’ de yaklaşık otuz dokuz milyon kadın yaşamaktadır. Türkiye sınırları içerisinde ise bu oran
%51’dir. Toplumlar, yasalar, din, örf ve adetler, ahlak kuralları ile idare edilmektedir. Yasaları diğer
toplum kurallarından ayıran en belirgin özelliği müeyyidelerinin olmasıdır. Bu müeyyideler nedeniyle
devletler, hukuk kuralları ve yasalar ile yönetilirler. Demokratik toplumlarda; din kuralları, örf ve adet
vb. kurallar toplum düzenin sağlanmasında ve yasaların uygulanışında kolaylaştırıcı ve yardımcı rol
oynamaktadır. Yasaların yaptırım gücünün olması; toplumların düzenli ve güvenli bir ortamda birlikt e
yaşayarak, insan yaşamının kalitesinin artırılmasını sağladığı sabittir.
Türk hukuk sisteminde, Cumhuriyetin kurulması ve Atatürk devrimleri ile kadına bakış açısında değişim
yaşanmaya başlamıştır. Ancak buna rağmen kadın yaşamı konusunda iki sorun vardır.
Birincisi, toplumun idaresinde ve ihtiyaç duyulan alanlarda cinsiyet yönünden yasal düzenlemeler
yetersiz ve karışıktır. İkincisi ise, mevcut yasal düzenlemeleri hak sahipleri bilmemekte
(öğretilmemekte) uygulayıcılar bu yasal düzenlemelerin gerekçelerini anlamakta ve uygulamakta direniş
göstermektedirler. Var olan yasaların ve hukuk kurallarının uygulanması ne yazık ki uygulayıcılar ın
bakış açısı, ataerkil yapısı ve algılayışı ile doğrudanbağlantılıdır.
Türkiye’ De Kadın Cinsiyeti İle İlgili Hukuk Kurallarının Uygulanması;
Bazen toplumun uyguladığı kurallar (örf ve adet vb.) yasal mevzuat haline getirilerek düzenleme
yapılmakta veya kadın hak ve sorumlulukları alanında ki kadının işlevleri, toplum tarafından kabulü
yapılmış olan eylemleri yasal mevzuat haline getirilmektedir. (Örneğin; Yaşlı bakımı vb.) Bazen de
doğru yasal düzenlemeler başka toplumlardan alınarak ve tespit edilerek kanun haline getirilmektedir.
Ancak uygulamaya dönüştüğünde bireylerin kabulü yönünde zor bir süreç yaşanmaktadır. Nitekim
Türkiye’ de kadın hakları ve kadına bakış açısının insan haklarına uygun olması için yapılan
düzenlemelerin bireylerce anlaşılmasında ve kabulünde yaşanılan zorluklarda olduğu gibi… (Örneğin;
aynı işte çalışan kadınların daha düşük ücret alması vb.) Yaşadığımız bu topraklarda Kurtuluş
Savaşı’nda kadın ve erkek ayrımı söz konusu olmamıştır. Her savaşta olduğu gibi cinsiyet ayrımı
olmadan topyekûn savaş içerisinde olunmuştur. Tüm toplumlarda olduğu gibi, savaşta en çok zarar
görenler yine kadınlar olmuştur.
İstiklal Savaşı’nın kazanılması ile Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş birçok alanda inkılâplar
gerçekleştirilmiştir. Bu coğrafyada yaşayan ve birlikte bir millet olan ve bu milletin devamını isteyen
insanların cinsiyet farkını önemsemeden ortak hedef ve amaçları için bir arada mücadele edebilmesinin
sonucu Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile de ispatlanmıştır. Kurtuluş Savaşı göstermiştir ki,
Türkiye sınırları içerisinde yaşayan halk istediğinde cinsiyet, ırk, din ve dil farkı gözetmeden ortak hedef
belirleyebilmektedir. Ancak cumhuriyetin kurulması sonrası cinsiyet eşitliğini
49
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
sağlama yönünden ise ortak hedef belirlenmemiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ ün medeniyetler
konusundaki kararlılığı doğrultusunda kanunlarımızın ve inkılâpların tamamlanma süreci de
değerlendirildiğinde, geç olmakla birlikte kadınların hakları yönünden birçok dünya ülkesinden önce 5
Aralık 1934 yılında seçme ve seçilme hakkı elde edilmesi övgüye değer bir durumdur. Kadın
ayrımcılığının ortadan kaldırılması için farkındalığın, 1924 Anayasası’ nda getirilen 1934 yılında
yapılan değişiklik ile 10. Maddede “Milletvekili seçmek, yirmi iki yaşını bitiren kadın, erkek her Türk’
ün hakkıdır”, 11. maddede ise “Otuz yaşını bitiren kadın, erkek her Türk milletvekili seçilebilir”
düzenlemeleri bunun sonucudur. Toplumun geleneksel öğrenmişliklerinin değişimi olan iş bu yasal
mevzuatta ki, seçme ve seçilme hakkı ile ilgili kadın - erkek arasındaki ayrımcılığın giderilmesine
yönelik değişiklik önemli bir adımdır.
Toplumun yönetimi ve sosyal hayat için cinsiyet eşitliği adına yapılan bu seçme ve seçilme alanındaki
yasal düzenleme konusunda ne yazık ki geç kalınmıştır. Aile hayatına, kadın erkek eşitliğini yansıtmakta
Türkiye Devleti olarak geç kalınınca görüldüğü gibi bugün ülkede keskin hatları ile kadın erkek ayrımı
ve dolayısıyla güç farkı sonucu kadın şiddetinin her şekli görülmektedir.
Kadına şiddet; fiziksel, ekonomik, psikolojik, duygusal, cinsel ve sosyal, bilişim ve medya yolu ile
olmak üzere ülkemizde ne yazık ki sınırsızca vardır. Bunu her gün basın yayın organlarında ve
çevremize baktığımızda görebiliriz. İnsan haklarının gelişimi için; gelişen dünya ile birlikte toplumların
öğrenmişlikleri ile ulusların insanlık adına çalışmalarının sonucu uluslararası sözleşmeler insan
yaşamına artı katmayı hedeflemiştir. Bu doğrultuda Türkiye’ nin kısmen imzalamış olduğu uluslararası
sözleşmelerin varlığının ve uygulamalarının, insan hakları olarak Türkiye vatandaşına katkı sağladığı
gerçekliği yadsınamaz.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi,
Çocuk Hakları Sözleşmesi, İLO Sözleşmeleri, Helsinki Sözleşmeleri vb. birçok Birleşmiş Milletler ve
Avrupa Birliği Sözleşmeleri insan haklarını öğretir ve uygulanmasını ister. Uluslararası Sözleşmelerin
toplum düzenine katkısı genel kabul ile devletimiz tarafından kabul edildiğinde şu an ki anayasa olan
1982 Anayasası’ nın yetersiz kaldığı anlaşılmış ve buna bağlı olarak yapılan anayasa ve kanun
değişiklikleri tartışmasız olarak kabul görmüştür. Uluslararası sözleşmelerin kabulü ile birlikte Türkiye’
de, öğrenmişliklere bağlı toplumsal talepler artmış ve yasal mevzuatın devletlerin kabul ettiği
uluslararası sözleşmelere bağlı olması gerekliliğinden, Türkiye’ de cinsiyet eşitliği kavramı yönünden
yasal mevzuat değişiklikleri gündeme gelmiştir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi önce kanunların
düzenlenip daha sonra uygulamanın değiştirilme zorunluluğu kadın cinsiyeti yönünden toplumun refahı
ve mutluluğu için gereklilik ve zorunluluk arz etmiştir. Türkiye’ de yapılan en son yasal mevzuat
değişiklikleri Uluslararası Sözleşmelerin katkısı ile gerçekleşmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (10 Aralık 1984 ), Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi
Sözleşmeleri (CEDAV-14 Ekim 1985)ve Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi’nin (1 Ağustos 2014)
kabulü ve resmi gazetede yayınlanması sonucu Türkiye tarafından yasal süreç anlamında cinsiyet eşitliği
ve kadına karşı şiddetin önlenmesi açısından Türkiye’ de uygulamalar gündemdir. Bu sözleşmeler
uluslararası bağlayıcılığı olan sözleşmeler olup kadın erkek eşitliğinin sağlanması için devlete
yükümlülük- zorunluluk getirmiştir. Bu sözleşmelere güvenle sivil toplum örgütlerinin ” kadın hakları”
yönünden talepleri artmış ve yasal mevzuat değişikliklerinde etkin olmuştur. Medeni haklar ve aile
düzeninde ki kadın erkek ayrımcılığı ile ilgili kadın hakları aleyhine olan yasal düzenlemeler 2002
yılında Türk Medeni Kanunu’ nun kabulü ile ortadan kaldırılmıştır. Ancak bu yasal düzenlemeler
yönünden, Türk Medeni Kanunu’ nda (TMK) eşitlik söz konusu olsa da, kadın erkek eşitliği, kanun
koyucular (TBMM) tarafından sağlanmış ise de uygulayıcıların ataerkil bakış açısı ve cinsiyet eşitliğine
karşı direniş göstermeleri ile kadın erkek eşitliği anlamında istenilen eşitlik sağlanamamaktadır. TMK’
da mevcut yasal düzenlemelerin sonucu kadın erkek eşitliğinin niçin uygulayıcılar ve toplumda bazı
bireyler tarafından ( ki bu çoğunluktur) uygulanmadığının sebeplerinin bir kısmı aşağıda açıklanmıştır.
Kadın lehine olan cinsiyet eşitliği anlam ve gerekçesi yasal mevzuatların içerisinde olması gerekli iken
uygulamada kabul görmemesinin bir sebebi de ekonomik güç ve buna bağlı kadının istihdam alanındaki
yerinin tam olarak belirlenememesi ve bu konuda ortak dil oluşturulmamasıdır.
50
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Kadının emek ve işgücünün, istihdam alanında yer almamasının ve istihdam edilerek bu alanda yer alır
iken “şiddetin her şekline” maruz kalmasının başka bir nedeni kanaatimce Türkiye’ de “Aile Hukuku”
alanında kadın erkek eşitliğinin çok geç yasal mevzuatlara yansıması ( 2002 ) ile toplumun bu konuda
ki eğitimsizliğidir.Türkiye’ de, kadın açısından İstihdam alanına girmek, yer bulmak ayrı bir sorun, bu
alanda insan haklarına ve İLO Sözleşmeleri’ ne uygun çalışmak ayrı bir sorundur. Kadının istihdam
edilmesi ve istihdam edildiği alanda eşit haklara sahip olması, kabul görmesi ve bu konuda uluslararası
sözleşmelerin düzenlenmesi ile birlikte devletlerin kabul süreci her alanda olduğu gibi zaman
almaktadır. Ancak bu konuda yapılan çalışmalar yeterli değildir. İstihdam - işgücü - iş hayatı ile ilgili
1919 yılında kurulan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), sosyal adaletin ve uluslararası insan ve çalışma
haklarının iyileştirilmesi yönünde ve bu amaçlı sözleşmeleri düzenlemiştir. ILO Sözleşmeleri birçok
çalışma şart ve alanlarını düzenlemiştir. Bu sözleşmelerden ilki 1951 yılında Türkiye tarafından kabul
edilmiştir. Halen ILO sözleşmeleri kapsamında Türkiye tarafından kabul edilen ve edilmeyen birçok
sözleşme mevcuttur.2
2004 ve 2010 yıllarında cinsiyet eşitliğini sağlamak adına 1982 Anayasası’ nın 10. Maddesinde yapılan
değişiklikler ile “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. (Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve
erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. (Ek cümle:
12/9/2010-5982/1 md.) Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz. (Ek
fıkra: 12/9/2010-5982/1 md.) Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri
ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye
veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde
eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. (* )9/2/2008 tarihli ve 5735 sayılı Kanunun 1
inci maddesiyle; bu fıkraya “bütün işlemlerinde” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve her türlü kamu
hizmetlerinden yararlanılmasında” ibaresi eklenmiş ve bu ibare Anayasa Mahkemesinin 5/6/2008
tarihli ve E.: 2008/16, K.: 2008/116 sayılı Kararı ile iptal edilmiştir. (R.G.: 22/10/2008, 27032)” şeklinde
düzenleme yapılmış olması; ne yazık ki özel kanunlardaki düzenlemelere yansıtılamamış, değişim
gerçekleşmemiş ve kadın - erkek eşitliği iş alanları ve iş gücünde var olamamıştır. Birçok istatistik veri
bunu göstermektedir. ( TÜİK 2013 ve 2014 verileri )
2
Temel İnsan Hakları ve Kadın İstihdamını Doğrudan veya Dolaylı Etkileyen ILO Sözleşme leri ve
Tavsiye Kararları ILO Kabul tarihi Türkiye’nin onaylama tarihi Sözleşme 29 No’ lu Zorla Çalıştırma
Sözleşmesi 1930 1998 Sözleşme 87 No’ lu Sendika Özgürlüğü ve Sendikalaşma Hakkının
Korunması Sözleşmesi 1948 1993 Sözleşme 98 No’ lu Örgütlenmeve Top lu Pazarlık Hakkı
Sözleşmesi 1949 1951 Tavsiye kararı 91 No’ lu Toplu Anlaşma Tavsiye Kararı, 1951 Sözleşme 100
No’ lu Eşit Ücret Sözleşmesi 1951 1966 Tavsiye kararı 90 No’ lu Eşit Ücret Tavsiye Kararı, 1951
Sözleşme 105 No’ lu Zorla Çalıştırmanın Kaldırılması Sözleşmesi 1957 1960 Sözleşme 111 No’ lu
Ayırımcılık (İş ve Meslek) Sözleşmesi 1958 1966 Tavsiye kararı 111 No’ lu Ayırımcılık (İş ve
Meslek) Tavsiye Kararı, 1958 Sözleşme 122 No’ lu İstihdam Politikası Sözleşmesi 1964 1976
Tavsiye kararı 122 No’ lu İstihdam Politikası Tavsiye Kararı, 1964 Sözleşme 156 No’ lu Aile
Sorumlulukları Olan İşçiler Sözleşmesi 1981 Türkiye onaylamadı Tavsiye kararları 123 No’ lu
İstihdam (Aile Sorumlulukları Olan Kadınlar) Tavsiye Kararı, 1965 165 No’ lu – Aile Sorumlulukları
Olan İşçiler Tavsiye Kararı, 1981 Sözleşme 138 No’ lu Asgari Yaş Sözleşmesi 1973 1998 Tavsiye
kararı 146 No’ lu Asgari Yaş Tavsiye Kararı, 1973 Sözleşme 175 No’ lu Kısmi Süreli Çalışma
Sözleşmesi 1994 Türkiye onaylamadı Tavsiye kararı 182 No’ lu Kısmi Sür eli Çalışma Tavsiye
Kararı, 1994 Sözleşme 177 No’ lu Ev-eksenli Çalışma Sözleşmesi 1996 Türkiye onaylamadı
Tavsiye kararı 184 No ’lu Ev-eksenli Çalışma Tavsiye Kararı, 1996 Sözleşme 182 No’ lu En Kötü
Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem
Sözleşmesi 1999 2001 Tavsiye kararı 190 No’ lu En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliği Tavsiye Kararı,
1999 Sözleşme 183 No’ lu Analığın Korunması Sözleşmesi 2000 Türkiye onaylamadı Tavsiye
kararı 191 No’ lu Analığın Korunması Tavsiye Kararı, 2000
51
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Yeterli olmayan mevzuat değişikliğine rağmen, iş bu anayasa değişikliği ile cinsiyet ayrımcılığının
farkındalığı oluşturulmaya çalışılmasına rağmen, uygulayıcıların ve yasa koyucuların, toplumun bakış
açısı değişmediğinden pozitif ayrımcılık oluşturan 2010 yılı itibarı ile getirilen değişiklik ile bile
“devletin bazı tedbirler alması gerektiği” yönündeki düzenlemeye uygun yeni yasal mevzuatlar kabul
edilememiştir. Yukarıda da belirtildiği gibi Anayasa’ da ki 2010 yılı değişikliği; kadının eşitliğini
sağlamak adına yapılan bazı yasal düzenlemelerden sonra uygulayıcıların farkındalıklarının
değişmemesi sorununa çözüm arayışı olup, pozitif ayrımcılık olarak kabul edilen “eşitler arasında gerçek
eşitlik sağlanana kadar“ devletin her türlü tedbiri olması gerekliliğinin sonucudur. Tüm bu yasal kadın
-erkek eşitliği adına anayasal değişiklikler, özel yasal düzenlemelere yansımadığından ne yazık ki
cinsiyet eşitliğinin kabulü, aile - eşler arasına, toplumda bireyler arasına ve ekonomik - istihdam alanına
geçmesi halen sağlanamamıştır. Bu alanda yeni ve ek yasal düzenlemeler getirilmesi zorunluluğu vardır.
Halen bu zorunluluk çözüm beklemektedir.
Türkiye’ nin medeni haklar yönünden ve aile hukuku yönünden ataerkil yapısı göz önünde
bulundurulduğunda ( aşağıda TMK’ dan bahsedilecektir), aile kavramı ve kadına bakış açısını
değiştirmek için yapılan yasal mevzuat değişikliği yeterli değildir. Ülkemizde erkeğin ve kadının, kadın
bakış açısındaki insan hakları ihlallerini değiştirmek, kadını – erkeği birey olarak eşit konuma getirmek
zordur. Türkiye’ nin bölgesel olarak aile – kadın – erkek – çocuk vb. farklı bakış ve değerlendirmeleri
ortak bir dilin olmaması bu zorluğa zorluk katmaktadır. Türk Medeni Kanunu’nda aile; çekirdek
aile olarak düzenlenmiştir. Literatür incelendiğinde ailenin kurulması ve devamı için ortak olan nokta,
hane paylaşımı ile ekonomik işbirliği ve eşlerin gelecekten beklentinin aile için önemli olduğu
yönündedir. İş bu kaynaklar İncelendiğinde; G.P. Murdack’ın aile kavramı konusunda 250 toplum
üzerinde yaptığı araştırmalar sonucu, çekirdek ailenin ya tek başına, ya da ailenin bileşik tiplerinden
birini oluşturan temel birim olarak bütün toplumlarda görüldüğünü ortaya koymuştur. Murdack çekirdek
ailenin her zaman ve her yerde, her hangi bir insan topluluğunun varlığını sürdürebilmesini sağlayan
dört temel görevi olduğunu belirtmiş olup bunları da;
_ Cinsel ihtiyaçlarının karşılanması,
_ Ekonomik işbirliği,
_ Üreme ve çoğalma ortamının sağlanması,
_ Çocuk bakımı-eğitimi (sosyalleşme) olarak tanımlamıştır.
Postmodern aile görüşünde ise; aile ile ortak bir geçmişi, şimdiki zamanı ve gelecekten beklentileri
paylaşan bir grup insanın karşılıklı ilişkilerinin oluşturduğu bir sistemdir aile… Yani post modern
anlayışa göre aile; kan bağı, hane paylaşımı ya da yasal sözleşmeler yerine, aileyi oluşturan bireyler
arasındaki kişisel ve psikolojik bağları vurgulamaktadır. Bu durum da göstermektedir ki; literatürde ki
aile kavramı anlayışının yanında Türkiye’ de yerleşmiş bölgesel aile kavramı anlayışı ile Türk Medeni
Kanunu’nun çekirdek aile kavramı aynı değildir. Bu inceleme ile aile kavramı görüşünde ki, her iki
görüşte de aile anlayışında ortak nokta da bireyler önemli olup, emek, ekonomi ve gelecek olgusu her
zaman zorunluluktur.
Aile olmak, bireylerden ve ihtiyaçlardan oluşmaktadır. Bireyin ihtiyaçların ekonomik olarak
karşılanması için emek ve fiziksel olarak iş gücüne ihtiyaç vardır. Aile içerisinde iş gücünü yok saymak
mümkün değildir. Bu iş gücü emek, istihdam olarak nasıl değerlendirilir bunu tartışmamız
gerekmektedir. Burada bakış açımız, ailede ki bireylerin sosyolojik ve psikolojik, fiziksel ve maddesel
ihtiyaçlarının karşılanması sırasında ortaya çıkan durumun da tespitini gerektirmektedir. Bireylerin aile
içerisindeki ihtiyaçlarının karşılanması sırasında kadın erkek ayrımcılığının varlığı, aile içi şiddetin
olağan karşılanması, aile içindeki kadın ve erkeğin emek – iş gücü ve üretiminin değersizliği, kadınşiddet ve istihdama ne şekilde yansımaktadır değerlendirmesi yaptığımızda;
Aile içi şiddetin varlığı kesindir. Türkiye’de kadınların yaşadığı şiddetin varlığı devlet tarafından da
kabul edilmiştir. Bu durumda şiddeti önleyici birçok politikalar üzerinden ne yapılabileceğini konuşmak,
tartışmak ve stratejiler belirlemek, yasa koyucuların ve yöneticilerin görevidir. Cinsiyet ayrımcılığı
sonucu doğan aile içi şiddet ile ilgili, önleyici yasalar ve buna bağlı sosyal politikalar geliştirilmeye
çalışılmaktadır. Bu alanda koruma kararları ve sosyal devlet anlayışı ile ( sığınma evleri vb. ) önlemler
alınmaya çalışılmaktadır. Aile içi şiddetin toplumda çok yaygın olması ve ataerkil
52
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
yapıda onaylanmasının doğurduğu sonuçların vahametinin bir parça kaldırılması için ilk yasal
düzenleme yukarıda belirttiğimiz uluslararası sözleşmeler gereği 1998 yılında “aile içi şiddetin
önlenmesi” için 4320 sayılı yasa kabul edilmiş ancak yeterli olmadığı ve uygulamaya yansımadığı
anlaşılarak yine sivil toplum örgütlerinin talepleri ile en son 20/3/2012 tarihli Resmi Gazete’ de
yayımlanarak yürürlüğe giren 6284 sayılı Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi
Hakkında Kanun ile ülkemizde mevcut şiddete karşı önlem alınmaya çalışılmıştır.
İmza attığımız Uluslararası sözleşmelerin ve anayasa değişikliğinin cinsiyet eşitliğin i sağlamak adına
aile içinde kadının emeği ile ekonomik şiddeti önlemek gereğince Türk Medeni Kanunu’ na getirilen
yeni düzenlemeler; kadının aile içerisindeki emeğinin değerlendirilmesi olan “ mal rejimi ” ile ilgili 2002
yılı değişiklikleridir. Bu değişiklikler aile içerisinde kadının emeğine değer yüklemek ve aile içi eşlerin
eşitliği adınadır. Toplumların oluşumunda ilk ayak olan ailede eşler arasında eşitliği ve aile içerisindeki
emeğin (daha çok kadının emeği) değerinin ekonomik katkı olarak kabul edilmesi ile “ edinilmiş mallara
katılma rejimi ” yasal mal rejimi Medeni haklar yönünden cinsiyet eşitliğinin aile içerisine yansıması
sonucunu doğurur. Bu yasal düzenlemeye sadece aile hukuku yönünden - kadın erkek eşitliği açısından
bir kazanım olarak bakmayıp, eşlerin ev içerisindeki istihdamının getirdiği emeğin de değer kazanması
ile iş gücünün değerlendirilmesi olarak bakmak gerektiği kanaatim söz konusudur.Yukarıda insan
hakları yönünden belirttiğim gibi Türkiye’ de kadın açısından en büyük sorun şiddet olmakla birlikte
ayrıca istihdam alanı olarak hane işçiliğinin, yasal korumasının olmaması ile milli gelirde ekonomik
değerinin olmaması da devletin bir şiddet türüdür. Aile içi şiddet sorunun ve ülke genelinde kadına
şiddetin çözülememesinin en önemli sebeplerinden birisi, ataerkil anlayışa bağlı eğitimsizliğin yanında
kadının emeğinin ekonomik gelirinin yoksayılmasıdır.
Şiddetin her şekli en büyük sorundur. Bu sorunların giderilmesi ve şiddetin azalması için, kadının
emeğinin istihdam ve iş gücü olarak kabulü ile kişilerin eğitim düzeyinin yükseltilmesinin yanında,
öğrenmişliklerin insan haklarına uygun olarak değiştirilmesi ve erkek cinsiyetinin bu değişimi kabulünü
sağlamak gerekmektedir. Burada cinsiyet ayrımcılığının önlenmesinin en önemli etkeni kadının istihdam
alanında varlığının kabul edilmesidir. İstihdamın sözlük anlamı; bir görevde, bir işte kullanma; göreve
yerleştirmedir. Emek istihdamı doğurur. İstihdam ülkedeki mevcut iş gücünün ekonomik faaliyetler
içerisinde sürekli biçimde çalıştırılması şeklinde ayrıca tanımlanmaktadır. İş gücü seviyesinin iktisadi
faktörlerle birlikte üretimde kullanılması halini değerlendirirken, aile içi emek istihdam veya aile
dışındaki emek istihdamını kesin çizgilerle ayırarak çözüm aranamaz. Kadın - erkek eşitliği sorununa
çözüm için ekonomik ve istihdam alanlarının genişletilmesi gerekmektedir. Eşitliği sağlamakta samimi
isek kadın güçlendirilmelidir. Kadının güçlendirilmesinde; kişisel gelişim, eğitim, kaynaklara erişim,
katılımcılık, cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesi ve kalkınma sürecinde, ekonomi ve istihdam edilmede
aktif rol alması önemli aşamalardır. Gerçekte kadının emek yoğunluğu, ülkesel yapı ile kırsal kesim de
değerlendirildiğinde sadece tarımsal üretimde değil, aynı zamanda hane içinde de çok yüksektir.
Her şeyden önce kırsal alanda kadın için sosyal güvence birey olabilmenin en önemli unsurlarından
birini oluşturmaktadır. Ülkemizde ki kadının mevcut durumuna göre ev içi ve kırsal kesimde ki emeğini
değerlendirmede, stratejik hedeflerini belirlemek, gerek Birleşmiş Milletler gerekse Avrupa Birliği’nin
kadın-erkek eşitliğini hedefleyen sözleşme ve düzenlemelerine taraf olmuş bir ülke olan Türkiye’ nin
amacı olmalıdır. Bu kadının her alandaki emeğinin istihdam alanına yansımasında ve stratejik hedefleri
belirleme de Sivil Toplum Kuruluşları, Meslek Kuruluşları, Üniversiteler, Medya, Uluslararası
Kuruluşlar vb. ile işbirliği yapılması uygulamaların etkinliği ve yaygınlaşmasında destek alınması
önemlidir.
Birbirinden ayrılmaz ancak birbirinden farklı işlem ve sonuç bekleyen alanlar olan aile hayatı ve iş
hayatının hem ayrı hem de toplumların yapısına göre birlikte değerlendirilerek kadın emeğinin tespitini
yapmak ve ekonomik güç olan istihdam alanlarına haklar tanıyarak yasal çözüm aramak gerekir
kanaatindeyim. Nasıl ki aile hayatındaki emek; 2002 yılındaki düzenleme ile Türk Medeni Kanunu’nda,
aile yaşamında farklı cinsiyetin ( Ülkemizde kadının) ev yaşamı içerisindeki iş gücünü “yemek pişirmesi,
çamaşır yıkaması, evde kapıyı açması, kırsal kesimde toprakta çalışması, çocuklarına bakması, insan
yaşamı ve sosyal yaşamın devamı için gerekli işlerin yapımı, ev içi
53
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
sorumluluk paylaşımı, eşlerin birbirinin hayatını kolaylaştırması, sürekli çalıştırma ve kazanç elde
etmek” olarak değerlendirilmiştir. Aynı değerlendirmenin, devlet tarafından, TMK’ da yasal mal
rejimlerinin düzenlenmesi özellikle de edinilmiş mallara katılma rejimi ile kadının aile içerisindeki
emeği doğrudan parasal kazanç getirmese de söz konusu emeğin kazanç şekline dönüşmesi gerektiği
kabul edilmiştir. Bu emek ve kazancın, ekonomi ( Milli Gelir ) , İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku
yönünden de iş gücü, emek ve ekonomik faaliyet olarak değerlendirilmesinin Türkiye’ de tartışılması
gerekmektedir. Türkiye’de Medeni Kanun yönünden ev içerisindeki işgücünün kabulü ve bu emeğine
ekonomik değer arz etmesi kabul edilmişken ne yazık ki ekonomi alanına, sosyal güvenlik hukukuna ve
iş hukuku ve istihdam alanında değer ve anlam ifade etmemesi sorundur. Bu durum kadının cinsiyet
olarak aşağılanmasına sebep olmaktadır.
Ülkemizde erkek, kadını 2. sınıf vatandaş, kadın ise kendi cinsiyetini yetersiz görmektedir. Yıllarca
tarım ülkesi olan ülkemizde, aile içerisinde ev işçiliğinin, hane işçiliğinin ve günlük işçilikler in,
ekonomik faaliyetler içerisinde sürekli şekilde çalıştırılma unsuru taşımadığı gerekçesi ile ekonomik
değerinin olmaması, istihdam olarak kabul edilmemesi kadının eşitsizliğinin ve şiddet görmesinin
nedenlerinden biridir.
Kadınların emeği ile ilgili durum değerlendirmesi yapıldığında; aşağıdaki iki mektup kadının
çalışmasının, emeğinin sorunları ve sonuçları açısından incelenmeye değerdir.
Kadın Gözüyle Anlatım;
Köyde Yaşayan Tarım İşçisi Kadının Mektubu;
Sayın yetkililer;
“Karpuzlu İlçesi Abak Köyü’nde oturuyorum. 20 yıldır evliyim, biri kız biri oğlan Allah bağışlarsa
çocuklarım var. 200 metre bahçesi olan evimiz kocamın üzerine, evlendiğimde evimizde elektrik, su
yoktu. Sabahleyin saat 6’da kalkarım, önce bahçeye çıkar, ineğin sağılması ve hayvanın bakımını
gerçekleştiririm. Sonra kahvaltıyı hazırlarım. Hayvanın bakım işlerini eşim yapar. Kahvaltıdan sonra
tarlamıza gideriz. Öğlene kadar tarlada çalışırız. Öğlen yemeğini ben koyarım, eşimle oturur yeriz. Sonra
yine çalışırız. Akşam eve gelirim. Eşim hayvanları yerleştirir ben ise mutfağa girerim. Yemek yapar,
çamaşır yıkar ve sofrayı hazırlarım. Bu arada eşim oturur veya kahveye gider. Benim işleri bitirmeme
yakın eşim gelir yemek yeriz. Daha sonra bulaşık, evin düzeni, çocukların ihtiyaçlarının görülmesi
hepsini ben yaparım. Eşim çay içmek isterse benden ister. Çocuklarım yemek yemek isterlerse benden
isterler, banyoya gitseler suyun ısıtılması, banyo da giyecekleri benim sorumluluğumdadır. Eşim pazara
gider iken benden kıyafetlerini ister. Bu arada misafir ağırlama, ayrıca çalan kapıları açma görevi
benimdir. Hastalanan birisi olursa ben bakarım, ben hastalandığımda akraba bir kadın gelir bana bakar.
Kocam bilemez. Onun sosyal hayatı vardır. Kahveye gider, akrabalarına gitmek için benden izin istemez
ancak ben her nereye gitsem izin almak zorundayım. Ailemden birileri geldiğinde suratı asılır. Süt satsak
parası onundur. Ürün yetiştirsek parası onundur. O bir yerlerde geçici olarak çalışırsa parası onundur.
Benim üzerime herhangi bir gayrimenkul yoktur. Para talebim olduğunda “karı kocanın ayrı malı olmaz”
der. Ancak ekonomik güç hep ondadır.
Gün içerisinde bazen çalıştığım saatleri hesaplarım. Ben 18 saat çalışan işçiyim, bunun 8 saati aile hayatı
için geri kalan 10 saati devlete ve millete ekonomik katkı içindir. Para kazanmak içindir. Emektir. SGK
yoktur. Sosyal güvencem yoktur. Duydum ki evde çalışan kadınlara sosyal güvence sağlanacakmış, ben
kendi evimde çalışıyorum. Hani sosyal güvencem, hani benim emeğime toplumun ve devletin verdiği
güvence? Kadın güçsüzmüş, her işi yapamazmış, narinmiş, çocuğuna bakması gerekiyormuş. Hiç de
narin falan değilim! Kimse de bunun farkında değil. Erkek güçlü de sanki yorulunca dinlenmiyor mu?
Devlet baba ona az sorumluluk vermiş, çocuğa anne bakar, ana babaya kadın-gelin-kız bakar, sen daha
çok bak, cennet anaların ayağının altında, evi dişi kuş yapar… Niye, çünkü sen sorumluluk al, erkek
yorulmasın, kadını erkek daha çok sevsin... Sevmesinler kadınları!!! Sevgi, ilgi değil eşitlik istiyorum.
İnsanca merhamet istiyorum. İşyerlerinde 2 saat çalışana 15 dakika izin veriliyormuş Aile işçiliğinde
izin yok! İyi eş, iyi kadın, iyi anne, iyi gelin vb. olmak…Ben aile
54
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
işçisiyim. Evlenmeden önce devlet babamın işçisiydim, şimdi aile kurumunun, kocamın işçisiyim.
Kadına şiddet bu ülkede olmasında hangi ülkede olsun? Bilenlere soruyorum, diyorum ki; ben devletin
tarımsal üretimine, toplumun yararına uygun olarak artırılmasını sağlamak için, toprağı işleyerek
kaybolmasını önleyerek tarım ürünlerini insanların ihtiyaçlarını karşılamak için üretiyorum. Ben de
toplumun bir ferdiyim. Devlet benim için, emeğimi değerlendirmek için ne tür tedbirler alıyor, yasal
düzenlemeler yapıyor? Bu sorunun cevabını bekliyorum. Saygılarımla.”
SGK’lı Çalışan Bir Kadının Mektubu;
“Ben Ceylan,
Evlenmeden önce bir çiçekçi de çalışıyordum. Aşık oldum, ailemin izni ile evlendim. Annem gündelik
temizliklere giden, para kazanan ancak ev içi fiziksel, ekonomik vb. her türlü şiddete uğramış bir
kadın...Evlendikten sonra eşimin giydiğim kıyafete karışma, pişirdiğim yemeği beğenmeme vb. türden
psikolojik şiddetine uğradım, ben de şiddet gören bir aile de büyüdüğümden istemesemde bunlar
yaşanarak evlilik sürdürülebilir geldi… Sadece fark bende şiddete karşılık veren ve kaybeden de olsa,
daha fazla şiddet gören de olsa şiddet uygulayan biriyim. Ancak yine de aile kurumunu bir arada tutmak
isteğimiz, birbirimizi sevdiğimiz ve sevgiyi bu şekilde öğrendiğimiz için evliliğimiz devam ediyor.
Ekonomik sıkıntılar nedeni ile kayınvalidemin de desteği ile bir işyerinde önce hizmetli olarak başladım
sonra sekreterliğe ve en sonunda yönetici asistanlığına kadar yükseldim. Asgari ücret üzerinde maaş
aldım, burada öğrendiklerim ile aile içi fiziksel şiddeti bırakmaya çalıştık şu anda ailemizde fiziksel
şiddet yok. İkinci çocuğuma hamile kalmam ile şartların değişeceği belli imiş ama ben anlayamamışım.
Çalışma hayatında biraz değiştiğimizi, eşimin bana bakış açısının değiştiğini düşünmüştüm. İkinci
çocuğumun doğumuna eşim karşı çıktı. Ancak inançlarım ve erkek çocuk doğurma isteğim ile onu ikna
ettim.İş yeri patronum çocuğun doğumuna birlikte karar verilmesi gerektiğini, bunun yanında çocuğun
bakımı ve çalışma konusunda erkeğin de sorumluluk alması gerektiğini anlattı ve iş hayatından
uzaklaşmamam gerektiğini, bunun çözümünün iki tarafça düşünülmesi gerektiğini defalarca anlattı. Ben
de işimi çok sevdiğimden dört aylık doğum iznimi kullandıktan sonra işe döneceğimi düşündüm. Ancak
gelişen olaylar aynen şu şekilde oldu: Biri beş yaşında, diğeri dört aylık iki çocuğum var. Benim
çocuklarım ile ilgili kararlarda kocam “baba” olarak yetkili ancak iş sorumluluklara gelince bu çocuklar
sanki kocam olan erkeğin çocukları değil. “Çalışmak istiyorum” dediğimde maddi katkım için
çalışmama sıcak bakan eşim eğer çocuklar ile ilgili bir olumsuzluk olursa, çocukların başına bir şey
gelirse vb. durumlarda sorumlu sensin diyerek sürekli beni korkutuyor. Tüm bunlara rağmen, ev ve iş
ile birlikte 18-20 saat çalışmayı göze aldığım ve çalışabilecek gücü kendimde hissettiğim halde, evde
yemeği yapan, temizliği yapan, çayı, kahveyi yapan ben olsam da, işe gidip eve ekonomik katkı
sağlamam çok güzel olsa da, tüm bunlara ek olarak çocuk bakımını iş saatleri ile birlikte yürütmem ve
iş saatlerinde çocukları yalnız bırakmam mümkün olamayacağından ailemden yardım istemem söz
konusu oldu, annem çocuklarıma bakmayı kabul etti. Ancak eşim annemin bizim evde olmasına ve
babamın torunlarını sevmek için ayda bir kere gelip bizde kalmasına tahammül edemedi. Zaten annem
varken eşimin, annemin olduğu odaya girmeme, konuşmama ve kapıları çarpma gibi davranışları var
idi. En son babam geldi ve yine bir gün kalmak istedi diye eşim annemi ve ailemi istemediğini ve bu
yüzden çalışmamam gerektiğini söyledi ve evde kavga çıkarttı, annemde bu olaylara dayanamadı ve
kocamın bana eziyet ettiğini, bu yüzden beni kendi evine götürmek istediğini söyledi. Ben ise iki
çocuğumu düşünerek annesi ve ailesi yüzünden boşanmış dedirtmemek için evi terk etmedim. Çok
sevdiğim işim ve sosyal hayatımdan eşimin bencilce istekleri yüzünden vazgeçtim ve maalesef işimden
istifa ettim. Şimdi çalışmıyorum. Evimde çocuklarıma bakıyorum. Sanki bir yerim eksikmiş gibi, bir
yere gitmem gerekiyormuş gibi hissediyorum. Ekonomik zorluk çekiyoruz. Keşke kazancımın tamamını
bakıcıya verseydim ama çalışsaydım diyorum. Ancak o zaman da eşimin bayan akrabaları çocuklarını
ellere teslim edeceksin, iyi bir anne olamazsın. Hem eşine karşı çıkma diye telkinde bulunuyorlar
Kocamla ve onun gibi düşünen binlerce insan ile mücadele etmem mümkün değil. Şimdi çocuklarım
büyüdüğünde çalışabilirim diye hayal etmekle yetiniyorum. Ama o zaman sadece para için mi
çalışacağım veya hangi şartlarda çalışacağım belli değil, kariyerim ne olur ya da bir kariyerim olabilir
mi bilemiyorum…İşyeri patronum, “bir kadın sadece para için değil, sosyal hayatı, görgüsü, bilgisi,
55
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
mutluluklarının artması için çalışır… Mutlu insan ailesine ve çocuklarına, çevresine daha çok katkı
sağlayan insandır” diyor. Mücadele etmemi istiyor. Ancak o güç bende yok… Ya çocuklarım iyi
yetişmezse, bakıcı da başlarına bir şey gelirse, akşamları yorgun olduğum için kocama hizmette kusur
edersem, yine kavga olursa vb. binlerce düşünce, bir sürü sebep sayabilirim. Kocamın ailesini istememe
gibi bir hakkım hiç olmadı. Benim ailemi istememe egosunu bu erkeğe kim verdi bilmek istiyorum. Bu
egoları yüzünden çocuklarla ilgili tüm sorumlulukları bana yüklemesine devletin izin vermesini
istemiyorum. Erkeğin bu düşünce yapısını devlet değiştirmek zorunda…Ben şimdi evde para
kazanmayan kişiyim, çocuklarım ve ben muhtacız. Birçok şey düşünüyorum… Çözümler üretiyorum...
Neden o sosyal hayatın çalışma hayatının içinde de ben evdeyim, aradaki fark ne? Erkek de çocuk
bakabilir… Eli var, kolu var, aklı var…Kocamda sigortalı olarak bir işyerinde çalışıyor. Onun SGK’ sı
var, emeklilik süresinden sayılacak, maaşı var benim evde çalışmamın değeri ne? Maaşının yarısının
benim banka hesabıma veya ortak hesaba yatırılmasını istiyorum. Çünkü o, ben evde çalıştığım için
maaşının yarısını hak ediyorum. Benim emeğimi görmüyor. Keşke kocamın bakış acısı değişse… Keşke
devlet tüm küçük çocuklara kreş yardımı verse…
Ülkemizde ne işle meşgulsün denildiğinde “Ev hanımıyım” denilen meslek istihdam ve iş kolu olarak
görülse… Bu işi yapanlar ayrıca değer görse… Her emeğin toplumda bir değeri ve buna bağlı saygısı
olsa… Daha bir sürü şeyler hangisi anlatayım… Saygılar “
Türkiye’deki mevzuat;
Türkiye de çalışmayan insan yoktur. Emeği, beden ve fikir çalışmaları paraya dönüşmeyen kişiler vardır.
Devlet bu emeğe işkolları ve sosyal haklar olarak sahip çıkmadığından bu insanlar işsiz olarak gözükür.
Burada hane içerisindeki çalışmayı “ev hanımlığı” veya “aile işçiliği” söylemleri ile isimlendirerek
ekonomiye hiçbir katkısının olmadığını söylemek ve işsiz demek doğru değildir. Bu tespitlerden
anlaşılacağı gibi çalışma hakkı ile ilgili 4857 sayılı İş Kanunu, 6098 sayılı Borçlar Kanunu, 5510 sayılı
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu iş Sözleşmesi
Kanunu kapsamındaki ev işçileri olanları (kadınları) ilgilendiren düzenlemeler yetersiz olup,
uygulayıcılar tarafından bile tam bir açıklıkla tartışılmamaktadır.
1982 Anayasası’nın 49. Maddesinde “çalışma hakkı” güvence altına alınmıştır. Anılan madde de
“Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir.(Değişik: 3.10.2001-4709/19 md.) Devlet, çalışanların hayat
seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı
desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için
gerekli tedbirleri alır.” düzenlemesi yer almaktadır. Bu madde gereğince devlet bu ev işçiliği ve hane
halkı işçiliğini ve kırsal kesimde ki tarım işçiliğini vb. kayıt dışı çalışmayı ortadan kaldırmak ve gerekli
tedbirleri almak zorundadır. Devletin tarımsal üretiminin, toplumun yararına uygun olarak artırılmasını
sağlamak için, toprağı işleyerek kaybolmasını önleyerek tarım ürünlerini insanların ihtiyaçlarını
karşılamak için üreten emek harcayan bireylerin emeğini değerlendirmek için tedbirler alması gerektiği
açıktır.Türkiye’de kadının cinsiyet olarak devamlı şiddet ile karşı karşıya kalmasının en önemli nedeni
kadının emeğinin ekonomik olarak değersiz olması, kadının emeğinin yoğun olduğu alanların istihdam
alanları olarak kabul edilmemesi, eğitimden tam olarak yararlanamamalarının yanında, insan hakları
algısı ve öğrenmişliğinin yanlış olmasıdır. Kadının emeğinin aile içerisinde, zorunluluk ve gereklilik
kabul edilerek devlet – toplum ve aile üçgeninde değersizleştirilmiş olması cinsiyet eşitliğini engelleyen
sebeptir.
2013 yılında Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı’nca Ankara’da düzenlenen İstihdamda ve Sosyal
Güvenlikte Cinsiyet Eşitliği Paneli ve Çalıştay Bildirileri konulu kurultay çalışmaları incelemeye ışık
tutacaktır. Ev işçiliği, ücretsiz aile işçiliği ve hane halkı işçiliği kadının şiddet görmesinde ve
istihdamında bu işkollarının “iş kolu” olarak düzenlemesinin yapılmamasından ve ekonomik değer arz
etmemesinden çok etkilenmektedir.Devlet tarafından kadının emeğinin aile dışında ekonomik olarak
kabul edilmemesi ve bunun istihdam olarak değerlendirilmemesi, kadın üzerinde, emeğin değersizliği
şiddetin en ağırıdır. İstihdam alanları belirlenirken Türkiye’deki bireylerin üretim ve iş gücünü nerede
kullandığı değerlendirilmelidir. Devletin, kadının emeğinin, iş gücü - istihdam, gelir kaynakları ve
56
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
sosyal güvenlik olarak çözüm üretmemesi yönünde ki eksiklikleri ekonomik ve sosyal güvenceler
yönünden yokluklar kadının şiddet görmesini artırmaktadır.
Ekonomik ve sosyal güvencelerin olmadığı ülkelerde psikolojik ve fiziksel şiddetin bireyler arasında
daha fazla olduğu sabittir. Ülkemizde bu durumun örneklerini medyada her gün görmekteyiz.
Kısaca kanunlarımıza bakacak olur isek; İş Kanunu; kadın istihdamını sağlamaya yönelik yasal
düzenlemesi yeterli değildir. Alanı dardır ve salt çalışma yaşantısını düzenleyen genel bir mevzuattır.
Ancak kadın istihdamını İş Kanunu’nun bugünkü düzenlenmesi ile sağlamak mümkün değildir
4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu ise; Türkiye’nin ekonomik ve sosyal yapısına uygun değildir.
Sosyal adalet anlayışı içerisinde bireyleri istihdama kazandırmamaktadır. Kadınları ise hiç
kazandırmamaktadır. TÜİK verilerinde de görüldüğü üzere bu işsizlik sigortası ile ilgili düzenlemeler
toplumsal bir kabul görmemektedir. Kadının istihdama katılımı yönünde son yıllarda ki birbirinden ayrı
birçok sosyal politikalar, torba yasa düzenlemeleri kadına destek olmakla birlikte kadının istihdama
katılımına ve insan haklarını kullanmasına olanak sağlamamaktadır. Sosyal güvenlik yasaları ve sosyal
haklar anlamındaki yasal düzenlemeler ise; sosyal devlet anlayışı içerisinde Anayasa md.10/3 gereği
değerlendirilmekle birlikte istihdam alanı olmayıp, sosyal yardımdır. Ev işçiliğinde ve hane halkı
işçiliğinde kadın hakları ve cinsiyet eşitliği olarak herhangi bir kazanım değildir. İstihdam alanı
yaratmamaktadır.
Kayıtsız işkollarının olması ülkemizdeki istihdam alanlarını daraltmaktadır. İş Kanunu, Ticaret Odası
Ve Esnaf Odaları, Sosyal Güvenlik Hukukundaki vb. iş kollarına baktığımızda ülkemizde kadınların en
fazla istihdam edildiği alanlarda; yani ev hanımlığı ve ev işçiliği, ücretsiz aile işçiliği, işçinin isteği ile
çalışılan günlük yevmiyeli işçilik, kendi hesabına vergiye tabi olmayan işçilik vs. “işkolu” olarak
yasalarca kabul görmediği anlaşılmaktadır.
19 Aralık 2012 tarihli Resmi Gazete’de 28502 sayı İle yayınlanan İş Yönetmeliği’nin 10. maddesinde
“97.00 kodlu ev içi çalışan personelin işverenleri olarak hane haklarının faaliyetleri ve 98.10 kodlu hane
halkları tarafından kendi kullanımlarına yönelik olarak üretilen ayrım yapılmamış mallar, 98.20 kodlu
hane halkları tarafından kendi kullanımlarına yönelik olarak üretilen ayrım yapılmamış hizmetler”
düzenlemeleri yetersiz, açıklayıcı ve istihdam edici değildir. Ve kadın emeğine değer katmamaktadır.
Çocuk bakımı ve ev hizmetlerinde kısmen düzenleme yapılmaya çalışılmış ise de uygulamada ki eğitim
seviyesi ve bürokratik bazı zorluklar nedeni ile istenilen istihdam edici katkıyı sağlamamaktadır. Kadın
işçilerin en çok çalıştığı alanlar olan ev işçiliği ve hane halkı işçiliği olarak iş kolları düzenlenmeli ve
bu düzenlemelerde;
Aileler, işveren ve işçi statüsünde bürokratik sıkıntılar yaşamamalı, vergi vb. yükümlülükler
yüklenmeden işkolu olarak ve üretim olarak ekonomik değer atfedilmelidir. Her ne kadar sosyal
politikalarda konuşulsa da; Devletin istihdam alanı yaratmaktaki amacının iyi belirlenmesi
gerekmektedir. Bu istihdam alanları vergi geliri, prim vb. harç vs. olarak değerlendirilmesi halinde
toplumsal kabul görmemektedir. İş bu ev işçiliği, hane halkı işçiliği vb. işkollarından devlet olarak
beklenti içerisine girmesi söz konusu olduğu sürece aile bu iş kollarını yok sayacaktır.
Nasıl ki Devlet aile içi şiddeti önlemek için yasal düzenlemeler yapmanın yanında kişileri eğiterek ve
ataerkil yapıyı kırarak şiddet olgusunu ortadan kaldırmak zorunda ise aynı şekilde ataerkil yapı ile
birlikte cinsiyetçi bakış açısıyla mücadele ederek kadın emeğinin yok sayılmasını engellemek ve kadın
emeğinin, hizmet akdi olan ve işgücü olan hane içerisinde ki emeği kabul etmek zorundadır. Bu şekilde
“kadın erkek eşitliğini” sağlaması ve “şiddeti” ortadan kaldırması mümkün olacaktır. Aksi halde kadının
emeğini istihdam ve ekonomik değer olarak görmediği sürece kadına karşı cinsiyetçi bakış açısını ve
bunun doğurduğu şiddeti ortadan kaldırması mümkün olmayacaktır.
57
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
İş bu mevcut durumun vahimliği karşısında yasalarca kabul ve ekonomik değer taşımayan çalışma
alanlarının her geçen gün artmasının önlenmesi için kadının gizli istihdam edildiği iş kollarında bir takım
yasal haklar tanınması gereklidir.
Sonuç Olarak;
Tüm bu değerlendirmeler ışığında baktığımızda;
Kadının ev işçiliğinin ve ev dışındaki işçiliğinin sömürülmesi, bunun herhangi bir değer taşımaması
ekonomik şiddettir, istismardır. Bu, hem aile içinde hem toplumun kadına uyguladığı ataerkil ayrımcı
bakış açısının sonucudur veya göstergesidir. Bunun giderilmesi için öncelikle yasal düzenlemeler
yeniden gözden geçirilmeli ve yeni yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Sosyal Güvenlik Hukuku yönünden
yasa çokluğu ve farklı uygulamalar ortadan kaldırılmalı ve basitleştirilmelidir.
Türkiye’nin coğrafi yapısı ile ülke gerçeklerine uygun üretim biçimleri, emek ve üretim doğrultusunda
iş kolları düzenlenmeli ve devlet bu düzenlemeleri ile vergi ve prim vb. gelir elde etmeyi
amaçlamamalıdır. Bu şekilde toplumdaki insanların yaşam standartlarını belirlemede sosyal güvenceleri
ve soysal hakları elde etmesinde etken olarak değerlendirilmelidir. Ev içi işçiliği yapan kadınları sosyal
yardımlar ile desteklemek yerine, kişilerin ekonomik seviyesini yükseltmek, kadınların zorunlu
ekonomik ihtiyaçlarını kendilerinin karşılamalarını sağlamak esas alınmalıdır. Ülke ekonomisine katkı
sağlayan hane içi bu iş kollarının tanınması devlet tarafından yasal düzenlemelerinin yapılması ile
mümkündür.
İşveren sıfatı ev işçiliği ve hane halkı işçiliği, kırsal kesim işçiliğinde yeniden düzenlenmeli ve bu
düzenlemede kişilerin devlete karşı vergi zorunluluğu olmamalıdır. Bireysel işverenin, ticari kazanç elde
eden normal bir işveren gibi değerlendirilerek, aynı yükümlülüklere (bildirim yükümlülükleri, her ay
aylık prim ve hizmet belgesi verilmesi, işyeri kayıtlarının tutulması, primlerin ödenmesi gibi) tabi
tutulması, yüksek primler, sigorta edimlerine hak kazanmak için gereken prim gün sürelerinin
uzunluğunun aranması halinde gizli işsiz sayısını arttığından bu konuda kadın lehine pozitif ayrımcılık
hükümlerinden faydalanmalıdır. Aynı şekilde bu düzenlemeler içerisinde sosyal güvence kapsamına
alınan kişilerin ilk 5-6 yıl sosyal güvence primini ortadan kaldırmalıdır. Bunun karşılığı olarak toplumsal
eğitim programlarına katılma ve her türlü şiddet olarak tanımlanan davranışlardan uzak durma şartı
getirilmelidir.
Ataerkil aile kavramı ile birlikte ve buna bağlı “Ataerkil Devlet” anlayışı ile erkeğin üstünlüğü hang i
gerekçe ile olursa olsun kabul edildiği sürece çözüm üretilemez. Birey bakış açısını değiştirmek, bireye
değer katmak ile mümkündür. Kadına istihdam olanakları sağlamakla mümkün olacağı kanaatimdir. Bu
şekilde aile içi şiddetin engelleneceği kanaatindeyiz. Sosyal devlet anlayışı doğrultusunda yasal
düzenlemelerin kadına desteğin kadın istihdamı ile eşleştirilmesi halinde kadın bugünkü durumundan
daha vahim cinsiyetçi ayrımcılıkla karşı karşıya kalacaktır. Bu nedenle bu ince çizgiyi çok iyi belirleyip
cinsiyet eşitliğini ve cinsler arası şiddeti önlemenin kadına değerde ki ataerkil bakış acısından
uzaklaştırılarak (yaşlı bakımı, özürlü bakımı vb) birey kazancı hizmet ve üretim kazancı olarak
tasniflenmesi gerekmektedir. Kadının istihdam alanlarındaki değeri dolayısıyla cinsiyet eşitliğini
sağlayacak olup, kadının şiddet görmesini ve bireylerin psikolojik olarak kendini değerli hissetmesini
sağlayacak ve aynı zamanda canlıların doğasında mevcut olan şiddet duygularının ortadan kalkmasına
da sağlayacaktır. Dolayısıyla yasal düzenlemeler ile kadının sadece içinde bulunduğu istihdam alanının
tanımlanması bile kadına bir değer katacak ve toplumsal şiddet eğilimi ortadan kaldıracaktır
kanaatindeyim.
Kaynakça;
1- 1924, 1961, 1982 anayasaları
2- İş Kanunu
3- T MK
4- Ulusal gazeteler
5- T .C. Gıda T arım ve Hayvancılık Bakanlığı Kırsal Alanda Kadının Güçlendirilmesi Ulusal Eylem Planı (2012 - 2016) Çalıştayı
6- (T UİK) Türkiye İstatistik Kurumu verilerinin genel değerlendirilmesi
7- Uluslararası Sözleşmeler
8- T ürkiye’de Kadına Yönelik Ekonomik Şiddet Veli Bilican Gökkaya
9- İstihdamda Ve Sosyal Güvelikte Cinsiyet Eşitliği Paneli Ve Çalıştay Bildirileri
10- T ürkiye’de Kadın Emeği Ve İstihdamına Yönelik Politikalar 12 ilde Değerlendirilmesi Keig Platformu
11- Kadınların Görünmeyen Emeğinin Görünen Yüzü T ürkiye’de Ev İşçileri.
58
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Seyhan Erdoğdu- Gülay T oksöz
12- Ev İşçiliği, Derin Mevzuu- Serpil Kemalbay
13-Kadın Emeğini Farklı Boyutlarıyla Düşünmek Aslıcan Kalfa-T OPAT EŞ
14- T ürkiye'de Kadın İstihdamı: Ülke Ve Bölge Düzeyinde Sektörel Analiz Prof. Dr. Metin Berber -. Burçin Yılmaz Eser
15-Psikolog Dilara Kazancı ( Şiddet )
16- Cinsiyet Ayrımcılığı Ve Kadın: İstihdam, Şiddet Ve Siyaset 07.03. 2011 tarihinde Atılım Üniversitesi Çalışması
17- ODT Ü Sosyoloji Bölümü Kadın Çalışmaları Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Yıldız Ecevit, Orta Doğu T eknik Üniversitesi Sosyoloji
Bölümünde makale ve sunumları
Kadına Şiddetin Önlenmesi
1
Av. Ülkü Tolunay1
Adana Baroru Kadın Komisyonu
Konu başlığına gelebilmek için şiddetin tanımına kısaca bir göz atmak gerekir;
Dünya Sağlık Örgütü tarafından şiddet; yaralanma, ölüm, psikolojik zarar veya kayıp ile sonuçlanan
veya bunlarla sonuçlanması muhtemel olan, kişinin kendisine, başka bir kişiye, bir gruba veya topluluğa
karşı fiziksel şiddet ve gücün tehdit veya fiili olarak kasıtlı kullanımı şeklinde tanımlanmıştır.
Erken yaşta fiziksel ya da cinsel olarak kötüye kullanılmış olanlarda, çocukluğunda aile içi şiddet
olgularında olduğu gibi şiddete tanıklık edenlerde, erken ebeveyn kayıp yaşayanlarda şiddet davranışının
arttığı gözlemlenmektedir. Temel gereksinimlerin karşılanmaması, yalnız yaşama, aile içi sorunların
bulunması, alkol-madde kullanma sorunu, düşük sosyo-ekonomik/kültürel durum ve özellikle işsizlik
şiddetin nedenleri arasında yer almaktadır.
Yazılı ve görsel basında şiddet içeren görüntüler, çocuklarda özellikle erkek çocuklar üzerinde daha
fazla etkili olduğu görülmektedir.
Aile İçi ve Kadına Yönelik Şiddet
Yine Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına göre kadına yönelik şiddet, cinsiyete dayanan, kadını inciten,
ona zarar veren, fiziksel, cinsel, ruhsal hasarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içerisinde ya da
özel yaşamında ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan her
türlü davranıştır.
Kadına yönelik şiddet, doğumdan öncesinde başlamakta ve tüm yaşamı boyunce devam etmektedir.
Erkek çocuk tercihi,kız bebeklerin öldürülmesi, kız çocuklarının cinsel istismarı, dövülmesi, çeyiz,
başlık parası, namus cinayetleri, flörtte şiddet, evlilikte hırpalanma, dayak tecavüz, ekonomik ve
psikolojik baskı, genital muayene ve diğer cinsel organlara zarar verici uygulamalar işyerinde cinsel ve
psikolojik şiddet (taciz, mobbing), kadın ticareti, fahişeliğe zorlama, yaşlılıkta fiziksel, cinsel ve
psikolojik saldırıya uğrama, cinayete kurban gitme şeklinde gelişmektedir.
Çocuklukta Yaşanan Şiddetin Etkileri
Aile içi şiddet kuşaktan kuşağa geçmekte ve yalnızca şiddet gören kişiyi değil, tanık olan kişilerin
psikolojik durumlarını, özellikle çocukların psikosoyal gelişimini etkilemektedir. Çocuklukta aile içi
şiddete maruz kalanların ya da tanık olanların kendi yetişkinlik ailelerinde, şiddeti daha yüksek oranda
saptayan çalışmalar vardır. Türkiye’de kadın sığınma evlerinde yapılan bir çalışmada, şiddet gören
kadınların tamamına yakınının çocukken de şiddet gördüğü ve sonradan kendi çocuklarını dövdüğü
saptanmıştır.
59
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Görüldüğü üzere şiddetin bir döngü olduğu, bu döngünün kırılabilmesi için, meydana gelmiş
olaylarda çözümler üretmenin yanı sıra, eş zamanlı olarak koruyucu önlem çalışmalarının da
öncelikle ve ivedilikle yapılması gerektiği çok açık ortadadır.
Bu açıklamadan sonra kadına yönelik şiddetin önlenmesi için yapılan çalışmalar,yasal
düzenlemeler ve uluslar arası sözleşmelere değinmek istiyorum:
Eski Ceza Kanununda Kadın birey olarak görülmüyordu. Kadının bedeni bir anlamda eşinin, ailenin ve
toplumun malı sayılarak Ceza Kanunu’nun “toplum ve aile düzenine ve genel ahlaka zarar veren
davranışlar” başlığı altında yer alıyordu. Yani bir kadın tecavüze uğradığında bundan zarar gören
toplum, aile düzeni ve genel ahlak oluyordu. Asıl mağdur olan kadının kimliği,kişiliği kanunda yer
almıyor, “esamesi okunmuyordu” Yeni Ceza kanununda bu suçlar “cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar”
başlığı altına alınarak işlenen suçun bir birey ve cinsel kimlik olarak kadına yöneldiği kabul edilmiş
oldu.
Eski yasaların yetersizliği nedeniyle şiddetin önlenmesi bir yana, "kocadır sever de döver de diyerek"
dayak atan kocasıylabirlikte aynı eve yollanıyordu. Bugün yeni yasal düzenlemeler yapılmış olmasına
rağmen şiddetin önlenmediği, giderek artarak devam ettiğini söyleyebiliriz.
Kadına yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla yapılan Kadın hakları çalışmalarında, aile içinde uygulanan
şiddetin başka bir şey olduğunu, sokaktaki iki insanın kavgası ile eş tutulamayacağı anlatıldı. Erkeğin
fiziksel olarak kendinden daha güçsüz, ekonomik olarak da kendisine muhtaç olan kadına uyguladığı
şiddetin niteliğinin çok farklı olduğunu bunun için özel önlemler olması gerektiği vurgulandı. Dayakçı
kocası ile aynı eve yolladığınız kadının bedeninin yanında ruhunun da ağır yaralar aldığını anlatıldı.
Bu çalışmalar sonucunda 14.01.1998 yılında4320 sayılı Ailenin korunması yasası yürürlüğe girdi. Bu
yasa ile kadına yönelik şiddetin varlığını resmen kabul edilmiş oldu. Ve yasa hükümleri eski anlayışa
göre çok yeni şeyler içeriyordu. Ancak uygulamada yaşanan sıkıntılar bu yasada değişiklik taleplerimizi
gündeme getirdi. Bunun üzerine 6284 sayılı AİLENİN KORUNMASI VE KADINA KARŞI
ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUN yürürlüğe girdi.
6284 sayılı yasa ev içi şiddeti, kadına yönelik şiddeti önleyemese de, şiddet gören kadını korumak için
bir dizi önlemi yaşama geçirmeye çalıştı, çalışıyor. Ancak ne kadar etkili olduğu gözlerönünde.
Kadına yönelik şiddetin önlenmesindeki son ve en önemli metin yazılı metin İSTANBUL
SÖZLEŞMESİ
Kadına yönelik şiddetle ilgili yaptırım gücü olan ilk uluslar arası metin yine İSTANBUL SÖZLEŞMESİ
dir.
SÖZLEŞMENİN TAM ADI:
KADINLARA YÖNELİK ŞİDDET VE AİLE İÇİ ŞİDDETİN ÖNLENMESİ VE BUNLARLA
MÜCADELEYE İLİŞKİN AVRUPA KONSEYİ SÖZLEŞMESİ.
Sözleşme, Mayıs 2011’de Avrupa Konseyi ülkelerince İstanbul’da imzaya açılması nedeniyle bu adı
taşıyor. Türkiye, Kasım 2011’de sözleşmeye parlamentosunda onay veren ilk ülke oldu. Üç yıllık süre
içinde gerekli olan en az imza sayısı 10’a ulaşıldı.
Bu ülkeler şöyle: Türkiye, Arnavutluk, Avusturya, Bosna-Hersek, Danimarka, İtalya, Karadağ, Portekiz,
Sırbistan ve Andora
Sözleşme’nin temel amacı, kadınları her türlü şiddetten korumak, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti
önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak. Sözleşme’de yer alan hükümler özetle şöyle:
-Kadınların güvenliği Avrupa Konseyi merkezli 4 yıl süreyle görev yapan bir birim tarafından uluslar
arası düzeyde denetlenecek. GREVIO adı verilen bu birim 6 ay içinde Avrupa Konseyi Bakanlar
Komitesi tarafından belirlenecek.
- Sözleşme’ye taraf devletler, şiddet gören kadınlara da mülteci olma hakkı verebilecek. Bu anlamda
sözleşme küresel ölçekte kadına şiddetle mücadeleyi öngörüyor.
- Devletce, ölüm riski ve durumun aciliyeti göz önüne alınarak her türlü önlem alınacak. Kolluk
kuvvetlerinin, mağdurlara yönelik her türlü şiddete acil ve yerinde müdahale etmesi için çok daha etkin
önlem almaları sağlanacak. Emniyet, savcı ve mahkeme arasında etkin bir işbirliği oluşturulacak.
- İhbar mekanizmasının işleyişi hızlandırılacak. Yargı, polis ve sağlık birimlerinin eğitimine bütçe ve
zaman ayrılacak.
60
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
- Şiddet mağduruna ikametini değiştirmesi için destek verilecek. Mağdur korunacak ve psikolojik
destek alacak. Mağdurun faille temas etmemesi sağlanacak. Şiddet mağduru kadına asgari ücretin
günlük tutarına göre devlet tarafından geçici maddi destek verilecek.
- Kadına yönelik şiddete yataklık edenler de cezalandırılacak.
- Devlet radyo ve televizyonlarında her ay en az 90 dakika toplumsal cinsiyet eşitliğine dair yayın
yapılacak.
- İlk ve Ortaöğretim müfredatına, kadının insan hakları ve kadın erkek eşitliği konusunda eğitime
yönelik dersler konulacak.
-Zorla evlendirmelerin suç sayılması için gereken hukuki, idari ve cezai önlemler alınacak.
-Şiddet üreten geleneksel rol modellerinin değişmesi için çalışılacak.
- Mağdurların faillerden tazminat talep etmesi konusunda gerekli yasal düzenlemeler yapılacak.
Madde 5 ve 6 da taraf devletlere, toplumsal cinsiyet bakış açısı katmak, devlet adına hareket eden
aktörlerin ( kamu görevlilerinin) sözleşme hükümlerine uygun davranmasını sağlamak ve bu politikaları
yaygınlaştırmak gibi görevi yüklemekte,
Madde 7 şiddet karşısında koordineli ve bütüncül bir yaklaşım önermektedir.
Madde 12 deki genel yükümlülüklerin 1.fıkrasında;
Taraflar kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal
olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün
kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine
yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır.
5.fıkrasında ise;
Özellikle verilecek kararlarda “sözde namus” kavramı gerekçe gösterilerek cezalarda indirim
yapılamayacak. Taraf devletler bu konudaki uygulamaları denetleyecekler. Ancak ceza usul
uygulamalarımızda cezanın indirimi yada artırılması hakimin takdirine bağlı bulunmaktadır. Bu nedenle
bana göre uygulama birliği sağlanması açısından bu konuyu hakimin takdirine bırakmaksızın yasal
düzenleme yapılması ve ceza kanununa bu konuda açık hüküm getirilmesi acil ve zorunludur.
14.madde de eğitim;
Taraflar, yerine göre, tüm eğitim seviyelerinde resmi müfredata, kadın erkek eşitliği, toplumsal
klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde çatışmaların şiddete
başvurmadan çözüme kavuşturulması, kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişilik
bütünlüğüne saygı gibi konuların, öğrencilerin zaman içinde değişen öğrenme kapasitelerine uyarlanmış
bir biçimde dahil edilmesi için gerekli tedbirleri alacaklardır.
Madde 16 – Önleyici müdahale ve tedavi programları
1 Taraflar ileride meydana gelecek şiddet olaylarını önleme ve şiddete dayalı davranış kalıplarını
değiştirme amacıyla, aile içi şiddet girişiminde bulunanlar için, kişisel ilişkilerde şiddete başvurmayan
davranışlar benimsemeyi öğretmeye yönelik eğitim programları oluşturulmasını veya desteklenmesini
mümkün kılacak gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.
Görüldüğü üzere sözleşme, kadına şiddetin önlenmesi için hem sonuca yönelik hem de önleyici
tedbirlere yönelik olarak, önemli saptamalar yapmış ve taraf devletlere ağır sorumluluklar yüklemiş
bulunmaktadır.
Yüzyıllardır erkek egemen anlayış ve dini temellere dayalı politikalarla yoğrulmuş ülkemde kadına
şiddetin önlenmesi mücadelesi uzun ve meşakkatli bir yolda taşlar ve dikenler arasında yalınayak
yürümeyi gerektiriyor. Biz kadın avukatlar yanımıza bizim gibi düşünen erkekleri de alarak bu yolda
yürüyoruz. Kanayan yaralarımız var. Ve onların birer isimleri de var. Güldünya Tören, Ayşe Paşalı,
Özgecan Aslan ve onlarcası. Anılarına saygıyla.
61
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Türkiye’de Engelli Kadın Sorunlarına Yönelik Algolar
1
Özlem Kara1
Mersin Üniversitesi
Beden ve iktidar arasında kurulan ilişki, gücü elinde bulunduran taraf olarak iktidarlar tarafından
şekillendirilmektedir.
Mükemmel insan arayışı, kusursuz ve çekici, güzel kadın bedeni kurgusu, engelli kadında özgüven
sorunlarına yol açtığı gibi engelli kadının sosyalleşmesi önünde de önemli bir engel yaratmaktadır.
Geleneksel toplumsal cinsiyetçi tutumlar, kadını ideal eş ve anne olarak tanımlar. Engeli nedeniyle bu
tanıma da giremeyen engelli kadınlar ön yargılı bu tutumlarla mücadele ederken yaşamları güçleşmekte
ve özgüven yitimine uğramaktadırlar.
Tespit edilen olgular, engelli kadınların flört ve cinsellik deneyimlerini sınırlandırmakta, engelli kadın
bedeninden uzaklaşmaktadır.
Nihayetinde katılımcı engelli kadınlar, toplumun kendilerine yönelik önyargı ve tutumlarından rahatsız
olmaktadırlar. Engeli olmayan kadınların yapabileceği şeyleri onların yapamayacağı düşünüldüğünden
“ideal sevgili” ideal eş” ve “ideal anne” olmaları olanaklı görülmemektedir.
Özellikle, aileleri onlara çeşitli endişelerle daha korumacı yaklaşmakta ve bu tutum onların sosyal ve
kültürel yaşama katılmalarına engel olmaktadır.
Genel anlamda, mevcut önyargı ve tutumlar engelli kadınların engellerini saklayacak kıyafetler tercih
etmelerine neden olmaktadır.
Toplum içinde engelli erkekler engelli kadınlara oranla daha rahat ve öz güvenli görülmektedir.
Öneriler
Gerek devlet ve gerekse de toplum özelinde ayrımcılıkla mücadele politikaları çerçevesinde zihinsel bir
dönüşüm gerçekleşmesine olanak sağlayacak politikalar üretilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Engelli kadın bedeni cinsiyetsiz ve yetersiz değildir. Bu tanımlamadan hareketle, engelli kadının
görünürlüğünün sağlanması amacıyla kadınlar ve engelliler için üretilen politikaların engelli kadınların
ihtiyaç ve istemleri doğrultusunda şekillenmesi gerekmektedir.
“Bu çalışma her ne kadar, beden ve iktidar ilişkisi ile geleneksel toplumsal cinsiyetçi yaklaşımların
engelli kadının beden algısı üzerindeki etkilerini araştırma konusu olarak seçmiş ise de, daha kapsamlı
bir araştırma yoluyla beden ve iktidar ilişkileri ile geleneksel toplumsal cinsiyetçi yaklaşımların engeli
olmayan kadınların beden algılarını nasıl etkilediği üzerine karşılaştırmalı bir çalışma yapılabilir.
Kadının Medeni Hakları
1
Av. Kübra Özbiçer1
Adana Barosu Kadın Komisyonu
Kadın ve kadın hakları konusunda en büyük ve köklü değişime endüstri devrimi sebep oldu. Buharın
endüstride kullanılmaya başlanması ile kadın işgücü olarak fabrikalarda çalışmaya başladı . Böylece
kadınlara da o zamana kadar verilmemiş bazı haklar tanındı. 20. yüzyıla gelindiğinde bazı feminist
akımların da sayesinde Batı ülkelerinin birçoğunda kadınlara toplumsal ve siyasal anlamda eşit haklar
getirildi. Kuzey Avrupa ülkelerinde (Finlandiya, İsveç, Norveç) kadınlar 1900 lü yıllardan itibaren
siyasal hayata katılmaya başladılar. İngiltere’de kadınlar 1. Dünya savaşı sonunda siyasi haklarını
kazanırken, bu hareket daha sonra Amerika Birleşik devletlerinde kendini göstermiş ve Amerikan
kadınları da 1919 yılında seçme ve seçilme hakkına sahip olmuşlardır. Kadınlara siyasi hakların
62
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
tanınması toplumda siyasi katılımının sağlanması açısından temel teşkil etmektedir. Bu sayede kadınlar
yukarıda sözünü ettiğimiz toplu tarafından biçilen rollerin dışına çıkarak kamusal alanda varlık
gösterebilmiştir. Kamusal alanda kadınların varlığı ise anayasa ve uluslararası belgelerde yer alan eşitlik
ilkesinin sağlanması açısından önem taşımaktadır.
Eski Türklerden başlayarak Türk kadınının siyasi hakları nasıl kazandığını açıklamak gerekirse,
elimizde bulunan yazılı ve sözlü kaynaklara dayanarak Orta Asya’da kadının erkekle her alanda eşit
olduğunu söyleyebiliriz. Orhun Kitabelerinde hakanın karısının kocası ile birlikte Türk toplumunun
başına indiği anlatılır. Türk hükümdarları yabancı elçileri kabul ettikleri zaman eşleri de resmi olarak
kabulde hazır bulunur. M.S. 981’de Çin imparatorunun Güney Uygur hükümdarı Aslan Han a yolladığı
elçinin kabulünde Hanın eşi ve çocukları da hazır bulunmuştur. Kadın aile içinde erkek ile eşit haklara
sahipti. Bu devirde kadının kocası Hakan yanında devlet idaresine katıldığı hatta bazen devleti tek başına
yönettiği bile olmuştur. Kadına Türkan veya Bilge Hatun sıfatları verilmiştir. Emirnameler fermanlar
“Hakan ve Hatun buyuruyor ki” şeklinde çıkarılırdı.7 Yine tarihte ilk olarak Türk kadınlarının devlet
başkanlığı yaptığını biliyoruz. Cengiz yasalarında senelik kurultaylarda kadınların da yer aldığı
yazmaktadır. VII. yüzyılda, Uygur Hakanının annesi Uluğ Hatun, davalara bakıyor, anlaşmazlıkları
çözüyordu. Ziya Gökalp eski Türk toplumlarında kadının durumunu” eski kavimler arasında hiçbir
kavim Türkler kadar kadın cinsiyetine hak vermemiş ve saygı göstermemiştir” cümlesiyle özetlemiştir.
Türk kadınının siyasi hakları kazanması her ne kadar Cumhuriyetin ilanından sonra Meclis tarafından
1934 yılında seçme ve seçilmehakkının kadınlara verilmesi ile mümkün olsa da, Osmanlı
İmparatorluğu’nda özellikle Tanzimatın ilanından sonra gelen süreçteverilen mücadele ve gelişimi çok
önemlidir. Tanzimat’a kadar olan dönemde çıkarılan bazı fermanlarla kadınların toplumsal yaşamlarına
kısıtlamalar getirildiğini de görmekteyiz. Örneğin 1610 yılında kadınların erkeklerle aynı sandala
binmeleri yasaklandı. 1603’te kaymakçı dükkanlarına girmeleri, 1787 de mesire yerlerine gitmeleri yine
1828 yılında ince kumaştan ferace giymeleri yasaklanmıştı. Bu örnekler kadınların hangi baskılar
altından gelerek günümüzdeki statüsünü elde ettiğine ışık tutmaktadır.
Osmanlı devletinde zaten Meşrutiyetin ilanına kadar temsil sistemi ve meclis yoktu. Siyasi egemenlik
Osmanlı soyuna ait olduğundan egemenliği Osmanlı ulusu adına Osmanlı erkekleri kullanmıştır.
1876’da Meşrutiyetin ilanı ile ilk kez meclis oluşturulmuş ve mebusan meclisinin Seçimi kanuni Esasiye
göre ( 65. Maddesi) belirlenmişti. Buna göre, her 50.000 erkek için bir mebus seçilecekti. Yani, oy
hakkı sadece erkeklere tanınmış, servet ve vergi esası getirilmişti, nüfus sayımlarında sadece erkeklerin
sayılırdı. Toplumsal hayatta eve kapanan kadınlar sadece sosyal hayatta olmadıkları gibi resmi kayıtlara
bile geçmiyordu.
Kadınların nüfus sayımlarında sayılmaları ilk olarak 1882 de olmuş. Bu yıla kadar kadınlar hiç
sayılmamış. 1882 yılında kadınların sayılma nedeni ise, devletin mali krizde olması nedeniyle
kaynakların kullanımı ve tüketiminde kadınların yerini de saptamak açısındandı. Meşrutiyet döneminde
kadınların sayısı 40’a ulaşan dergi ve gazete çıkardıklarını biliyoruz. Kadınlar da erkekler gibi basında
seslerini duyurmaya ve gazeteler dergilerle haklarını aramaya başladılar. Bunlar arasında en çok
tanınanlardan biri olan Terakki gazetesinde Batıdaki kadınların haklarından ve siyasi hak talep
etmelerinden söz edilerek Osmanlı kadınlarının da artık bu talepte bulunmaları isteniyordu. Yapılan
yayınlarda kadının toplumdaki yeri ve öneminden edebiyata, siyasi hak arayışından modaya, ekonomik
bağımsızlıktan tek eşliliğe varana kadar geniş bir yelpazede kadınlar aydınlatılmaya ve
bilinçlendirilmeye çalışılıyordu. İttihat ve Terakki partisinin politikası sayesinde dernek faaliyetlerinde
bulunup, çalışma hayatına atılan kadınlar kurdukları dernekler aracılığıyla yardım amaçlı paralar
toplayarak bu paraları daha çok kadınların eğitiminde ve kadın haklarını savunma yolunda
kullanmışlardı. Bu dernekler yardım, eğitim, kültür amaçlı dernekler olabildiği gibi, içlerinde ülke
savunmasına katkıda bulunan derneklerle siyasal partilerin kadın dernekleri de vardı. Bu derneklerden
farklı olarak 1913 yılında kurulan “Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti” (Osmanlı
Kadınının Hakkını Savunma Derneği) kadınlar Dünyası adıyla yayınladığı dergide kadın sorunlarına
63
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
değinerek Osmanlı kadınının toplumsal hayatta etkin rol oynaması için çaba göstermiştir. Özellikle 1921
yılında kadınların seçme ve seçilme hakkını gündeme aldığını bilinmekte.
Haziran 1923 Nezihe Muhittin’in başkanlığında ilk kadın partisi olan Kadınlar Halk Fırkası’nın
kurulması girişiminde bulunuldu, kadınlara oy hakkı tanımayan 1909 tarihli Seçim Kanunu gereğince
valilikçe partinin kuruluşuna onay verilmediğinden dernekleşmeye gidildi. 29 Ekim 1923 Cumhuriyet
ilan edildi. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte kadınların kamusal alana girmesini sağlayan yasal ve yapısal
reformlar hızlandı.
3 Mart 1924 Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğrenim Birliği) çıkarıldı. Böylece eğitim laikleştirilerek tüm
eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Kız ve erkekler eşit haklarla eğitim görmeye
başladı.
17 Şubat 1926 Türk Medeni Kanunu’nu kabul edildi. Kanun ile erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı
boşanmasına ilişkin düzenlemeler kaldırıldı, kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde
tasarruf hakkı tanındı. 4 Nisan 1926 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan kanun 4 Ekim 1926 tarihinde
yürürlüğe girdi.
1930 Belediye yasası çıkarıldı. Yasa ile kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı.
Belki belirtmekte fayda olacaktır, 1934 yılında, dünya genelinde kadınların milletvekili seçme ve
seçilme hakkının bulunduğu ülke sayısı 28. Türk Kadını çağdaşlarından pek önce siyasi haklar elde etmiş
olmasına rağmen bunu kullanmakta dünya sıralamasında maalesef bugün bile etkin bir yere sahip
olamamıştır.
Türk kadını, Orta Asyada geniş oranda siyasi haklarına sahip iken, İslamiyetin kabulünden sonra
Özellikle Osmanlı Devletinde Tanzimat Dönemine kadar olan zaman diliminde siyasi haklar açısından
geri plana itilmişti. Ancak Tanzimat döneminde başlayan ve Meşrutiyet döneminde ivme kazanan
kadın hareketleri sayesinde Osmanlı kadını kadın hakları konusunda mücadeleler vermiş özellikle
kurmuş oldukları kadın dernekleri ile bazı hak taleplerinde bulunmaya başlamıştı. Yukarıda da
değindiğimiz gibi önceleri siyasi hak talebinden öte, kadınların eğitimi ve sosyal hayata kazandırılması
şeklinde gelen talepler sonradan siyasi hak talebini de beraberindegetirmişti.
2010 yılı Dünya Ekonomik Formunun yıllık raporuna göre Türkiye siyasetteki eşitlikte dünyada 99.
Sıradadır. Ruanda bu rapora göre % 56 oranıyla, bu konuda İskandinav ülkelerinin bile önünde
yeralırken. 2. Sırada% 46 ile İsveç, 3. Sırada Kosta Rika bulunmaktadır. Yine rapora göre İskandinav
ülkelerini ortalaması % 42, Avrupa ülkelerinin genel ortalanması ise % 20’dir. Türkiye ise % 9.1 ile
Arap ülkelerinin dahi( Arap ülkelerinin ortalaması % 10) altında kalmaktadır. Kadınlarımıza siyasi
hakların tanınmasından bu yana 76 yıl geçmesine rağmen siyasete ilgi duymaktan başlamak üzere, oy
verme, siyasal örgütlere üye olma, temsilcilik gibi tüm siyasal etkinlik türlerinde kadınlarımızın kamusal
etkinlikleri olması gereken düzeyde değildir. Siyasi eşitliğin hukuki çerçevesinin kurulmuş olması,
değerler sistemi değişmedikçe tek başına etkili olamamaktadır.
Türkiye özeline baktığımızda 1935’ten 2009’a kadar 9174 erkek vekile karşın, 236 kadın vekil Meclise
girebilmiş. Yani Cumhuriyet tarihi boyunca Meclisin sadece % 2,6 sını kadınlar oluşturmuştur.
Bütün bu bilgiler bize demokrasimizin gücü hakkında bilgi vermektedir.
64
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
9 Nisan Perşembe
I. Oturum 13.45-15.15
Kadına Yönelik Şiddetin Kadına Verilen Sosyal Haklarla İlişkisi
1
Rabia Sohbet1 , Firdevs Gür2
Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
2
Halk Sağlığı Hemşireliği Ana Bilim Dalı
GİRİŞ-AMAÇ: Kadına yönelik şiddet, bütün dünyada en yaygın insan hakkı ihlalleri arasında yer
almaktadır. Şiddet, gerek ülkemizde gerekse dünya genelinde her geçen gün tırmanmakta olan ve bu
nedenle de hem hükümetlerin hem sivil toplum kuruluşlarının hem de sosyal sorumluluk projelerinin
öncelikli gündemini oluşturmaktadır. Araştırma; Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
Hemşirelik 1. ve 2. sınıf öğrencilerinin kadına yönelik şiddet konusunda bilgisi olup olmadığının ve
erkeklerin kadına uyguladığı şiddetin nedenlerini araştırmak amacıyla yapılmıştır.
METOD-MATERYAL: Çalışma tanımlayıcı olarak Gaziantep Üniversitesi Hemşirelik bölümü 1. ve
2.sınıf öğrencilerinden ankete katılmayı kabul eden toplam 216 öğrenciye uygulanmıştır.Anketler yüz
yüze görüşme tekniğiyle ve katılımcıların sözel onamları alınarak uygulanmıştır. Ankette 24 tane kapalı
uçlu soru yer almış, veriler SPSS 16.0 analiz programında değerlendirilmiştir.
BULGULAR:Çalışmaya katılanların %51'i 19-20 yaş grubunda, %37’si 17-18 yaş grubunda,
katılanların %68,7’sini bayanlar,%24'ünü erkekler, %99’unu bekarlar oluşturmaktadır. Kadınlara
verilen sosyal haklar konusunda bilgisi olan %52’lik kısmı oluşturmakta, %74’ü verilen sosyal hakların
yetersiz olduğunu,% 66'sı kadınların çalışma hayatında olmasının sosyal haklarını etkilediğini, %64’ü
varolan haklarını yeterince kullanmadığını, %17'si şiddete maruz kaldığını, %83’ü şiddete maruz
kalmadığını, %17'si şiddetin herhangi bir türüne(fiziksel %4,sözel %5 gibi) maruz kaldığını, %87’si
şiddetin sağlık problemi olduğunu düşündüğünü,%73'ü kadına yönelik şiddete yeterince müdahele
edilmediğini, %73’ü bilgi alma gereksinimi duyduğunu %39’u şiddete maruz kalan kişiyle konuşup,
gerekli yerlere başvurması konusunda yönlendireceğini, %48'i kadının şiddete uğrama sebebinin
kadından kaynaklandığını, %70’i şiddet uygulayan kişilerin ruh halinin bozuk olduğunu, %84’ü başka
birine şiddet uygulama hakkının olmadığını, %60’ı şiddetin öğrenilmiş bir davranış olduğunu, %78’i
ekonomik yetersizliğin şiddete yönelteceğini, %80’i kadının vücüdunda morluk gördüğünde bunun
şiddete bağlı olduğunu düşündüğünü, %47’si, psikolojik yakınması olan kişilerin depresyonda
olduğunu, %55’i kadının maddi durumunun iyi olmasının şiddete maruz kalmasına neden olmayacağını,
%89’u hatalı namus anlayışının şiddete neden olduğunu, %95’i çocuklukta yaşanan problemlerin kişileri
şiddete yönelttiğini, %78’i ülkenin gelişmişliğinin şiddeti etkilediğini ifade etmiştir.
TARTIŞMA: Kadının mesleğinin ve gelirinin daha iyi olması şiddete sebep midir?sorusuna %55'i
evet,ekonomik yetersizlikler nedeniyle %78'inin şiddete yöneldiği sonucuna ulaşılmıştır. Çalışmamız,
kadınlara verilen sosyal hakların erkekler üzerinde büyük bir baskı uyandırdığını ve fiziksel şiddete
yönelttiğini göstermektedir.
SONUÇ-ÖNERİLER: Kadınlara verilen sosyal haklar arttıkça kadınlara uygulanan şiddet oranı
artmaktadır.Şiddetin önlenmesine yönelik olarak eğitimlerin planlanması,şiddete maruz kalan kadınlara
destek sağlanması için özellikle sosyal kurum ve kuruluşların işbirliği yapması gerektiği önerilir.
ANAHTAR KELİMELER:Kadın Hakları, Şiddet, Erkekler,Şiddeti Algılama
65
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Şanlıurfa’da Menopoza Girmiş Kadınların, Menopoza İlişkin Sorunlarının, Baş Etme Yollarının
Ve Bakış Açılarının Belirlenmesi
Ülkü Özer1 , Fatma Gözükara2
Harran Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Hemşirelik Anabilim Dalı
2
Harran Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Doğum Ve Kadın Sağlığı Hemşireliği Anabilim Dalı
1
Giriş ve Amaç:Menstruasyonun bitişi olarak kabul edilen menopoz; kadınların hormonal, fizyolojik ve
psikolojik değişiklikler yaşadığı bir dönemdir. Günümüzde sağlık hizmetlerinin gelişmesine paralel
olarak kadınların yaşam süresinin artması ile menopoz sonrası dönem de giderek uzamakta, kadınların
yaşam sürelerinin yaklaşık 1/3' ü menopoz döneminde geçmektedir. Döneme özgü değişimlere uyum
sağlanabildiğinde sorunsuz olarak atlatılabilmesine karşın, hormonal değişikliklerden kaynaklanan
fizyolojik ve psikolojik değişimler nedeniyle sorunlar yaşanabilmekte ve kadınların yaşam kalitesini
olumsuz etkileyebilmektedir.
Menopoz dönemindeki kadınların, bu döneme ait sorunlarını, baş etme yöntemlerini belirlemek, onların
bakış açılarını anlamak, menopoz dönemini sağlıklı geçirebilmelerini ve sosyal hayata uyum
sağlamalarını kolaylaştıracak hemşirelik hizmeti sunabilmek açısından önemlidir. Aynı zamanda
hemşireye düşen görevlerin belirlenmesine, hatalı alışkanlıkların ve tutumların değişmesine, kadının ve
çevresinin dönemsel olarak kendisini algılayış biçiminin farklılaşmasına, yetişkin eğitimi plan ve
uygulamalarına yön verecek ve böylece kadınlara sağlık bilincinin kazandırılması, bu dönemde
yaşanabilecek sorunlarla başa çıkabilmesini sağlamak açısından yararlı olacaktır. Bu nedenle çalışma
Şanlıurfa İli’nde menopoz dönemindeki kadınların hangi sorunları ne düzeyde yaşadıklarını, başa
çıkmak için ne tür girişimlerde bulunduklarını ve bakış açılarını belirlemek amacıylayapılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Araştırma tanımlayıcı tiptedir. Araştırmanın evrenini, Şanlıurfa İli Bağlarbaşı
Mahallesi’nde yaşayan 45-88 yaş arası grubundaki 1001 kadın oluşturmaktadır.
Araştırmaya, menopoza girmiş (en az son bir yıldır adet görmeyen) kadınlar alınmıştır.
Örneklem seçimi, 30 küme örneklem tekniği kullanılarak yapılmıştır. Her kümede 10 kişi olmak üzere
toplamda 300 kişiye ulaşılmıştır. Başlangıç noktası olarak basit rasgele yöntemle 30 sokak belirlenmiş,
seçilen her sokakta başlangıç noktası olarak sokak başındaki üçüncü haneden başlanılmış ve 10 kişi
tamamlanıncaya kadar sağ taraftan devam edilmiştir.
Çalışmanın verisi araştırmacılar tarafından literatür taranarak hazırlanmış olan yapılandırılmış bir anket
formu kullanılarak, yüz yüze görüşme yöntemi ile toplanmıştır. Veri toplama formu üç bölümden
oluşmaktadır. Birinci bölümde kadınların bireysel özelliklerini tanımlayan onbeş adet soru, ikinci
bölümde menopoza ilişkin bakış açılarını belirleyen dört soru ve üçüncü bölümde menopozda yaşanan
sağlık sorunlarıyla baş etme yollarını belirleyen kırkdört soru yer almaktadır.
Araştırmanın uygulanabilmesi için Harran Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Etik Kurulu’ndan,
ayrıca İl Halk Sağlığı Müdürlüğü’nden yazılı izin ve araştırmaya katılmayı kabul eden kadınlardan
bilgilendirilmiş yazılı onam alınmıştır.
Verilerin değerlendirilmesinde, yüzdelik hesaplaması yapılmıştır.
Bulgular:Araştırma kapsamına alınan kadınların % 38’inin 55-64 yaş grubunda olduğu, %89.7’sinin
okur-yazar olmadığı, % 99’unun çalışmadığı, % 56.7’sinin evli olmadığı, evli olanların % 46.3’ünün
eşinin okur-yazar olmadığı, % 97.7’sinin sağlık güvencesi olduğu, % 97’sinin çocuk sahibi olduğu ve
% 87.3’ünün çocuk sayısının 5 ve üzerinde olduğu belirlenmiştir.
Çalışmada kadınların % 56’sının 10 yıl ve daha uzun süredir menopozda olduğu belirlenmiştir.
Kadınların menopoza yönelik en sık yaşadıkları sorunların el ve ayaklarda uyuşma ve karıncalanma
(%76.3), baş ağrısı (%70.3) ve dikkat dağınıklığı (%63.3) olduğu; bu sorunlarla baş etmek için
kadınların en çok tercih ettikleri yöntemlerin; el ve ayaklarda uyuşma ve karıncalanma için doktora
gitme (%52.2); baş ağrısı için ağrı kesici ilaç almak (%96.2); dikkat toplayamama için ise herhangi bir
uygulama yapmamak olduğu belirlenmiştir. Çalışmada kadınların menopozu nasıl algıladıkları
sorgulanmıştır. Kadınların % 76.7’sinin menopozu “adet kesilmesi” olarak algıladıkları, % 31.3’ünün
menopozu “çocuk doğurmama” olarak algıladıkları, % 7’sinin menopozu “yaşlanma” olarak
algıladıkları belirlenmiştir. Ayrıca kadınların % 60.3’ü menopozun hayatlarını olumlu ya da olumsuz
olarak etkilediğini ifade etmiştir. Kadınların tarafından menopozun algılanan olumlu yönleri
66
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
sorgulandığında en çok çocuk doğurmaktan kurtulma (% 96.7); olumsuz yönleri ise en çok
hastalıkların artması (% 51.2), kilo alma (%22.2), şişkinliğin olması(%20.4) olarak ifade edilmiştir
Sonuç ve Öneriler: Çalışma sonuçlarına göre, kadınların menopoz döneminde pek çok sisteme
yönelik sorun yaşadığı, ancak yaşanan sorunlara ilişkin yeterli bilgiye sahip olmadıkları, bundan
dolayı sorunlarla etkin baş edemedikleri belirlenmiştir. Bu nedenle; hemşireler başta olmak üzere,
sağlık çalışanlarının menopoza yönelik eğitim ve danışmanlık hizmetlerinin etkinliğinin arttırılması ve
düzenli eğitim programlarının uygulanması önerilebilir.
Anahtar Kelimeler: Menopoz, kadın, hemşirelik.
Şanlıurfa’ Da Çalışan Kadın Sağlık Profesyonellerinin Doğurganlık Özellikleri Ve Doğurganlığa
Bakış Açıları
Fatma Gözükara1 , İbrahim Koruk 2 , Ayşegül Kılıçlı3 , Özlem Güner3 , Sibel Ayhan3 , Sidar
Aytekin3 Deniz Altun4
1
Harran Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu, Doğum Ve Kadın Sağlığı Hemşireliği Anabilim Dalı
2
Harran Üniversitesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı
3
Harran Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Hemşirelik Anabilim Dalı
4
Şanlıurfa Halk Sağlığı Müdürlüğü
Giriş ve Amaç: Doğurganlık özellikleri kadın sağlığının düzeyini gösteren ölçütlerden birisidir.
Doğurganlık hızının yüksek olması beraberinde riskli gebelik ve doğumları getirmekte, dolayısıyla annebebek ölüm risklerini artırmaktadır. Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması 2008 sonuçlarına göre Türkiye’de
genel doğurganlık hızı 2.16, herhangi bir aile planlaması yöntemi kullanım hızı %73’tür. Ancak
doğurganlık düzeyi ülkenin doğusuna doğru gidildikçe değişim göstermektedir. Şanlıurfa’nın da yer
aldığı Güney Doğu Anadolu Bölgesi’nde genel doğurganlık hızı 3.47’ye yükselirken, herhangi bir aile
planlaması kullanma düzeyi %58'e düşmektedir. Bu veriler Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde aile
planlaması hizmetlerine ağırlık ve öncelik verilmesi, kadının doğurganlığının düzenlenmesi konusunda
toplumun bilinçlendirilmesi ve danışmanlık hizmetlerinin daha etkin verilmesinin sağlanması
gerektiğini göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Bu hizmetlerin etkili sunumunda, sağlık
profesyonellerinin bilgi ve uygulamaları oldukça önemlidir. Sağlık profesyonellerinin mesleki eğitimleri
boyunca almış oldukları bilgileri kendi yaşamlarına ve davranışlarına aktarmaları, hizmet verdikleri
topluma rol model olmaları açısından da oldukça gereklidir
Bu çalışma Şanlıurfa ilinde çalışan kadın sağlık profesyonellerinin doğurganlık özelliklerini ve
doğurganlığa bakış açılarını belirlenmek amacıyla yapılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Araştırma kesitsel tiptedir.Araştırmanın evrenini, Şanlıurfa Kamu Hastaneleri
Birliği Genel Sekreterliği'ne bağlı hastanelerdeki 1129 kadın sağlık çalışanı oluşturmuştur.
Örnek seçiminde küme örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Hastanelerde yer alan birimler dikkate
alınarak 224 küme içinde seçim yapılmış ve toplam 40 küme örneğe alınmıştır. Toplam 174 kişi
araştırmaya dahil edilmiştir.Verilerin toplanmasında sağlık çalışanlarının sosyo-demografik
özelliklerini, doğurganlık özelliklerini vedoğurganlığa bakış açılarını belirlemeye yönelik 32 soru içeren
bir anket kullanılmıştır.
Araştırmanın uygulanabilmesi için Harran Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Etik
Kurulu’ndanyazılı izin ve araştırmaya katılmayı kabul eden kadınlardan bilgilendirilmiş yazılı onam
alınmıştır.
Araştırmanın bağımlı değişkeni gebelik sayısıdır.
Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler, ki kare testi, mann-whitney u testi ve çok
değişkenli değerlendirme için lojistik regresyon analizi kullanılmıştır.
67
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Bulgular: Çalışmaya katılan kadın sağlık çalışanlarının yaş ortancası34 (21-56)'dür. Çalışanların
%20.1’i poliklinikte, %40.2’si serviste, %12.6’sı yoğunbakımda, %5.2’si ameliyathanede, %16.1’i
laboratuvarda ve %5.7’si tanı ve tedavi ünitelerinde çalışmaktadırlar.
Çalışmada kadın sağlık çalışanlarının ilk evlilik yaş ortancasının 24, ilk gebelik yaş ortancasının 25,
gebelik sayısıortancasının 2 ve yaşayan çocuk sayısı ortancasının 2 olduğu;
%23.6’sının en az bir kez düşük; %4.0’nün en az bir kez kürtaj; %2.9’nun en az bir kez ölü doğum;
%20.1’nin plansız/istemeden gebelik ve %10.9’nun iki yıldan daha kısaaralarla doğum öyküsü olduğu;
%25.9’nun gebeliği önleyici yöntem kullanmadığı, gebeliği önleyici yöntem kullananların ise sırası ile
en fazla kondom (%29.3), RİA (%28.7) ve OKS (%12.6) kullandığı belirlenmiştir.
Kadınlara göre; ideal ilk evlilik yaş ortancasının 25, ideal çocuk sayısı ortancasının 3, ideal ilk gebelik
yaş ortancasının 25, ideal son gebelik yaş ortancasının 35, ideal iki gebelik arasındaki süre ortancasının
3, bir kadının doğurabileceği en fazla çocuk sayısı ortancasının 4, ideal doğum şeklinin ise normal
vajinal doğum olduğu (%93.7) belirlenmiştir.
Kadın sağlık çalışanlarından2 ve üstünde gebeliği olanlar, doğum yeri Güneydoğu Anadolu Bölgesi
olanlarda (%72.3), kronik hastalığı olanlarda (%86.2) daha fazladır (p<0.05).Kadının ve eşinin eğitim
durumunun ve mesleğinin gebelik sayısına etkisi gösterilmemiştir (p>0.05). Ayrıca 2 ve üstünde gebeliği
olanlarda yaş ve çalışma süresi ortancalarının daha fazla olduğu belirlenmiştir. (p<0.05). İdeal toplam
çocuk sayısı açısından gebelik sayısı açısından farklılık istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır
(p>0.05).
Kadın sağlık çalışanlarının toplam gebelik sayısıüzerine bağımsız değişkenlerin etkisinin birlikte
değerlendirildiği lojistik regresyon analiz sonuçlarına göre; kadın sağlık çalışanlarında 2 ve üzerinde
gebe kalmayı yaş 4.4 kat, çalışma süresi 0.5 kat artırmaktadır.
Sonuç ve Öneriler: Araştırma sonuçlarına göre, kadın sağlık çalışanlarının ilk evlilik ve ilk gebelik
yaşları ortancasının riskli sınırlarda olmadığı, etkili doğum kontrol yöntemlerini kullandıkları, küretaj,
ölü doğum gibi olumsuz sonuçlarla karşılaşma durumlarının düşük olduğu ve doğurganlıkları ile karar
verici durumda oldukları belirlenmiştir.
Bu olumlu tabloda sağlık bilgisine sahip olmaları, yüksek eğitimli olmaları ve ekonomik olarak
hayatlarını kazanabilme yeteneklerinin olması muhtemel belirleyicilerdir. Tüm kadınların bu olanaklara
ulaşması hayatlarına yön vermeleri açısından gereklidir.
Anahtar Kelimeler: Sağlık çalışanı, doğurganlık, kadın.
68
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Gebeliklerini İsteğe Bağlı Sonlandıran Kadınların Psikososyal-Ekonomik Özelliklerinin
Yaşadıkları Anksiyete Durumuna Etkisinin İncelenmesi
1
Ahsen Şirin1 , Özlem Gül2
Zirve Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü
2
Ataşehir Memorial Hastanesi, Kadın Doğum Servisi
Bu çalışma gebeliklerini isteğe bağlı sonlandıran kadınların psikososyal –ekonomik bazı özelliklerinin
yaşadıkları anksiyeteye etkisini incelemek amacıyla tanımlayıcı-kesitsel tipte planlandı. Araştırma
İstanbul'da iki vakıf üniversitesi hastanesi, bir özel hastane olmak üzere üç hastanede gebeliklerini
sonlandırmak için başvuran kadınlara ,işlemin hemen sonrasında uygulandı. Veri toplama araçları olarak
“Anket Formu” ve “BeckAnksiyete Ölçeği” kullanıldı. Gerekli kurum izinleri alındı. Verilerin
istatistiksel analizi SPSS 11 programı kullanılarak gerçekleştirildi. Kadınların yaş ortalaması 29,23 ±
7,66 bulundu. Kadınların BeckAnksiyete Ölçeğine göre "anksiyete" düzeyi ortalaması 22,356 ± 11,063
olarak ,orta düzeyde anksiyetelerinin olduğu saptandı.
Çalışma sonucunda kadınların öğrenim durumları ile eşlerinin öğrenim durumları ,düşük sayısı,daha
önceki gebelikleriyle şimdiki gebelikleri arasındaki geçen süre, gebelikten korunma yollarının
bilinmesine göre anksiyete düzeyi arasındaki fark anlamlı bulunmuştur.
Bu araştırma doğrultusunda aile planlaması yöntemlerinin kullanımının yaygınlaştırılmasının, küretajın
bir aile planlaması yöntemi olmadığı konusunda kadınlara ve eşlerine eğitim hizmetlerinin verilmesinin
yararlı olacağı düşünülmektedir.
Anahtar kelime: İstenmeyen gebelik, anksiyete, küretaj
1978-2013 TÜRKİYE NÜFUS VE SAĞLIK ARAŞTIRMALARI SONUÇLARINA GÖRE
DOĞURGANLIK EĞİLİMLERİNİN DEĞİŞİMİ
1
Sare Mıhçıokur1 , Cihangir Özcan1 , Ü.Nihal Bilgili Aykut1
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Giriş
Toplam Doğurganlık Hızı (TDH) nüfus değişiminin önemli bir göstergesidir. Doğurganlık çağının
sonunda bir kadına düşen canlı doğum sayısını göstermektedir. Sağlık hizmetlerinin planlanmasında
nüfusun artış hızı, doğurganlık hızları ve ölüm hızları dikkate alınması gereken ölçütlerdir.
Türkiye’de 1968 yıllarından itibaren beş yılda bir yapılan Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması (TNSA)
sonuçlarına göre son 45 yıl içersinde doğurganlık hızları düşme eğilimi göstermektedir. TDH kadının
yaşı, yaşadığı yer (kent–kır, bölge) ve eğitim düzeyinden etkilenmektedir.
Bu araştırmanın amacı TNSA’ların doğurganlıkla ilgili sonuçlarını inceleyerek, zaman dilimler i
arasındaki doğurganlığın değişimini ve etkileyen faktörlerin düzeyinitanımlamaktır.
Gereç ve Yöntem
Bu çalışma geriye dönük tanımlayıcı bir araştırma olup 1978-2013 TNSA’larının sonuçları incelenerek
Türkiye’de yıllara göre doğurganlığın değişiminin ve dolaylı olarak etkileyen faktörlerin düzeyinin
zaman periyotlarına göre değerlendirmesi yapılmıştır.
TNSA’lar demografik araştırmalardır. Her biri ortalama 10 bin hane ve 15-49 yaş evlenmiş 7 bin kadın
görüşmeleri ile yapılmıştır. Bu araştırmalarda örnekleme çıkan kadına uygulanan anketlerle ilk evlilik
yaşı, gebeliği önleyici yöntem kullanımı, ilk doğum yaşı,
doğan ve ortalama yaşayan çocuk
69
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
sayısı, doğum aralığı ile düşük sayıları tespit edilmektedir. Kadının yaşı, eğitim durumu, sosyoekonomik durumu, yaşadığı yerleşim yer gibi değişkenler dikkate alınarak demografik hızlar ve
eğilimler belirlenmektedir.
Bulgular ve Tartışma
Cumhuriyet kurulduğunda 5,6 olan TDH önce 7,1’e kadar yükselmiş ve 1960’lı yılların ortalarında 6
çocuk civarında kalmıştır. Bu durum Türkiye’de doğurganlık dönüşümünün demografik açıdan “Erken
Geçiş” aşamasını oluşturmuştur. Dönemin pronatalist hükümet politikası da TDH’nin artışına neden
olmuştur.
1960-1988 dönemi “Orta Geçiş” aşaması olup TDH 6’dan 3’e kadar gerilemiştir. Bu dönemde
antinatalist bir nüfus politikası uygulanmış ve ilk Nüfus Planlaması Hakkındaki Kanun yürürlüğe
girmiştir. 1982 Anayasasında ananın sağlığının korunması öne çıkarılmış ve aile planlaması eğitim ve
hizmetlerinin halka sunulması bir devlet görevi olarak tanımlanmıştır. 1983 yılında Nüfus Planlaması
Hakkındaki Kanununda yapılan değişiklerle haklar açısından en çağdaş bir yasaya sahip olunmuştur.
1988-2013 dönemi “Geç Geçiş” aşaması olup TDH 3’den 2,2’e kadar gerilemiş ve son beş yılda aynı
hızda kalmıştır. Bu dönemde ana-çocuk sağlığı programları etkin olarak yürütülmüş ve ölüm hızlarının
azaltılması da çiftlerin doğurganlığını planlamasında etkili olmuştur.
Türkiye’de 1970’lerin sonunda 4 doğumun üzerinde olan TDH, 1980’lerin sonunda 3 doğuma düşmüş;
1990’lı yıllarda ise 2,6 düzeyinde durağanlaşmış ve TNSA-2008 döneminde 2,16 düzeyine kadar
gerilemiştir. Her ne kadar, TNSA-2013’de TDH’nin 2,26 olduğu saptanmış ise de, istatistiksel olarak
aradaki farkın anlamlı olmadığı belirlenmiştir. 1978-2013 döneminde, TDH’nin yaklaşık olarak yarı
yarıya azaldığı görülmektedir.
1978-1988 döneminde tüm yaş gruplarında doğurganlık hızlarında azalma saptanmıştır. TNSA-2003’e
kadar doğurganlığın en yüksek olduğu yaş grubu 20-24 iken TNSA-2003 ve sonrasında 20-34 yaş
grubunda daha eşit dağılmaya başladığı belirlenmiştir.
1978-2013 döneminde doğurganlıktaki düşüşün kırsal alanlarda daha fazla olduğu gözlenmektedir.
1978’de kentsel alanda TDH 3,67’den 2013’de 2,16’a düşmüş iken kırsal alanda 1978’de 5,06’dan
2013’de 2,73’e düşmüştür. Batı Anadolu Bölgesi’nde toplam doğurganlık hızı 1993’de yenilenme
düzeyine inerken (2,0), Orta (1,86) ve Kuzey (1,94) Anadolu Bölgeleri 2003’de; Güney Anadolu Bölgesi
ise 2008’de 2,09’a ulaşmışlardır. Doğu Anadolu Bölgesi’nde ise toplam doğurganlık hızı 2013’de 3,41
olup Türkiye genelinin ve diğer bölgelerin gerisinde kalmıştır.
TDH eğitim düzeyiyle ters orantılıdır; eğitimi olmayan veya ilkokulu bitirmemiş kadınlarda 1993’de 4,2
iken 2013’de 3,76 ve lise veya üzeri eğitimi olan kadınlarda 1993’de 1,7 iken 2013’de 1,66 olduğu
belirlenmiştir.
Sonuç
Türkiye’de, TDH 1990’lı yıllara kadar düşüş göstermiş ve son 10 yılda ise aynı seviyede kalmıştır.
Doğurganlık batıdan doğuya, kadının eğitim seviyesine, yerleşim yerine ve yaşına göre değişim
göstermektedir. Kentleşme, eğitim seviyelerinin yükselmesi ve aile planlaması hizmetlerinin
doğurganlığın düşüşünde pozitif etkisi olmuştur.
Öneri
Bilgiye dayalı yeni sağlık politikaların oluşturulabilmesi, mevcutların izlenmesi ve değerlendirilmesi
önemli olup, TNSA’ların düzenli bir periyotta yapılmasına devam edilmelidir. Kadın sağlığı ve sorunları
ile ilgili Sivil Toplum Kuruluşları ve aile sağlığı merkezlerinin sağlık personeli, doğurganlığın yüksek
olduğu bölgelerde farkındalık yaratma, yönlendirme ve sağlık hizmeti sunumunda aktif rol almalıdırlar.
Anahtar kelimeler: Türkiye, Doğurganlık değişimi, Toplam Doğurganlık Hızı, Türkiye Nüfus ve
Sağlık Araştırması
70
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğrencilerinin Toplumsal
Cinsiyet Kavramının Sağlık Üzerine Etkilerine İlişkin Görüşleri
1
Demet Akarçay1 , Arzu Koçak Uyaroğlu2 Doğa Başer
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Hizmet AD
2
Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik AD
Kadın ve erkeği tanımlamada biyolojik faktörler kadar önemli olan bir diğer kavram da kadın ve erkeğin
farklı kültür ve toplumlardaki tanımlamasıdır. Toplumun kadın olmaya ilişkin belirlediği roller kadının
temel hak ve hürriyetlerini kısıtlayabilmektedir. Önemli bir hak olan sağlığın hakkının kullanım şekli,
toplumsal tanımlaması toplumsal cinsiyet kavramıyla yakından ilişkili olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu
bağlamda toplumsal cinsiyet ayrımcılığı sağlık kavramı içinde ele alınması gereken önemli bir kavram
olması fikriyle planlanan bu çalışma nitel bir araştırma olarak tasarlanmış olup Konya’da bir
üniversitenin Sağlık Bilimleri Fakültesi öğrencilerinin toplumsal cinsiyet kavramının sağlık üzerine
etkilerine ilişkin görüşlerini ortaya koymayı amaçladığından olgubilim (fenomonolojik) desende
planlanmıştır. Toplumsal cinsiyet kavramının sağlık üzerine etkileri ile ilgili sorular yazarlar tarafından
literatür taraması (Ersoy, 2009; Pınar, Taşkın, & Eroğlu, 2008; Şavran, 2014; Zastrow, 2013) yapılarak
oluşturulan havuzdan çekilmiş ve birbiri ile benzerlik gösteren, anlaşılamayan ifadeler düzeltilerek 10
sorudan oluşan tam yapılandırılmış görüşme formu aracılığıyla görüşler elde edilmeye çalışılmıştır. Bu
çerçevede, 30 öğrenci ile yüz yüze görüşme yapılarak sorulara yanıt aranmıştır. Veri seti incelendiğinde,
katılımcılar toplumsal cinsiyet rolleri kapsamında, kadını anne, korunmaya muhtaç bir varlık, çocuk
bakımını ve ev işlerini sorumlu birey, erkeği ise güçlü, yöneten, ailenin geçimini sağlayan ve ailesini
koruyan birey olarak tanımlamışlar ve bu rollerin değiştirilmemesi gerektiğini savunmuşlardır. Kadın,
kız, hanım, bayan gibi kavramların tanımlanması noktasında ise katılımcıların büyük bir çoğunluğu
evlenmiş olma ile kadın statüsü kazanıldığını, bekaretin temsilinin kız olduğunu, hanım ve bayan
ifadelerini kendilerinden yaşça büyük, statüsü yüksek, resmi kurumlarda çalışan, tanımadıkları bireyler
için kullandıklarını belirtmişlerdir. Toplumsal cinsiyet bağlamında bireylerin sağlık hizmetlerine
ulaşımına ilişkin katılımcıların büyük çoğunluğu kadın ve erkek olmanın ulaşımı temelde etkilemediğini,
ancak farklılıkların eğitimsizlik ve yoksulluktan ileri geldiğini ifade etmişlerdir. Toplumun kadına olan
bakış açısının ruhsal ve fiziksel etkisine yönelik soruya katılımcılar yoğunluklu olarak, kadınların
toplumda mahalle baskısına maruz kaldıklarını, özgürlerinin olmadığını belirterek ruhsal açıdan bu
sürecin depresyon, stres, kaygı bozukluğu, tükenmişlik gibi hastalıklara ve kadına özgü üreme sağlığı
sorunlarına, yaralanma, yorgunluk hissi gibi fiziksel etkilere sahip olduğunu ifade etmişlerdir. Cinsiyet
ayrımcılığına bağlı kadın sağlığında yaşanan sorunları önlemeye yönelik sunulan öneriler ise toplumun
ve özellikle erkeklerin bilinçlendirilmesi, bu kapsamda toplum liderlerinin de ortak mesajı vermesi,
konuyla ilgili eğitimin bireylere çocukluktan itibaren okul sürecinde adalet, eşitlik, insan hakları,
ayrımcılığın önlenmesi şeklinde belirlenecek bir çerçeveyle verilmesi, özellikle çocukların toplumsal
cinsiyet rollerine ilişkin kalıplara sokulmaması, kadının toplum içindeki statüsünün güçlendirilmes i,
erken yaşta evliliğin önüne geçilmesi şeklinde olduğu gözlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Kadın, Erkek, Toplumsal Cinsiyet, Sağlık
71
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
“NURİ BİLGE CEYLAN FİLMLERİNDE KADIN OYUNCULAR”
1
H.Hale Künüçen1
Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi
Sinemada bir film ile aktarılmak istenilen her şeyin seyircide yaratması gereken algı, gerçeklik
ve inandırıcılık olmalıdır. Her ne anlatılırsa anlatılsın ortaya çıkan sonuç ‘gerçek’ hakkında bir şeyler
anlatmak zorundadır. Sinemayı oluşturan anlatım araçlarından birisi olan oyunculuk ile seyirciye gerçek
nasıl aktarılmak/geçirilmek isteniyorsa, yönetmen buna göre görselleştirme ve görüntüleme sürecinde
amacına uygun bir biçimde müdahale edebilir, istediğini yapabilir. İşte bu bakımdan sinema dilinde
içeriğin anlatımında biçim çok önemlidir ve her zaman ön plandadır. Çünkü sinemada görüntüler
aracılığıyla gerçeğin sunuş-aktarılma biçimi anlamı belirlemektedir. Diğer bir deyişle, sinemada biçim
içeriği belirlemekte ve etkilemektedir.
Sinemaya ilişkin bilinen standartların dışında bir anlatım tarzı olan yani, klasik anlatım dilinin
dışında farklı-ayrıcalıklı bir film diline sahip olan Nuri Bilge Ceylan'ın biçime özel önem veren bir
yönetmen olduğu yaptığı filmlerden anlaşılmaktadır. Bu çalışmada, Türkiye’de sinema dilinin anlatım
öğelerini uyumlu kullanarak içeriğin sunumu, görüntü estetiği ve düzenlemesi, mekân seçimi gibi tüm
estetik unsurlar ve teknik bakımdan seyircisine anlatmak istediğini başarılı bir biçimde aktaran yönetmen
Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinde kadın oyuncuların oyunculukları ile filmin gerçekliğine katkıları
incelenecektir. Oyunculuk sanatında ilk yöntem çalışması ve aynı zamanda sinemaya da uyarlanan ilk
oyunculuk kuramına göre kadın oyuncuların oyunculukları ile yer aldıkları filme katkısı nasıl olmuştur,
sorusuna cevaplar aranacaktır. Bu amaçla, yönetmenin 2000’li yıllarda çektiği son beş filminde rol alan
ve mesleği oyunculuk olan kadın oyuncuların yer aldığı filmlerdeki oyunculuklar “Oyunculuğun Doğası
Modeli” ve derin gözlem yöntemiyle çözümlenecektir. Çalışmada belirlenen beş filmde: Uzak'ta (2002)
Zühal Gencer; İklimler (2006) filminde Nazan Kırılmış; Üç Maymun (2008) filminde Hatice Aslan; Bir
Zamanlar Anadolu’da (2011) filminde Cansu Demirci ve Nihan Okutucu; Kış Uykusu’nda (2014) Demet
Akbağ ve Melisa Sözen’in duygunun en yoğun aktarıldığı yakın çekimlerde doğal-gerçekçi oyunculuk
anlayışına uygun oynayıp oynamadıkları çözümlenecektir. Bu yolla, kadın oyuncuların hem filmin
hikâyesinde nasıl konumlandırıldıkları hem de filmin anlatım diline katkıları saptanmaya çalışılacaktır.
Böylece, özellikle
kadının
konumlanışı-filmin
hikâyesinde
yer alma
biçimi
ve
oyunculuklarıyla/canlandırdıkları rol kişi ile filmin gerçekliğine anlatım dilinin bir öğesi olarak katkıları
ortaya konmaya çalışılacaktır.
Çalışma, sinemaya uyarlanan ilk oyunculuk kuramından üretilen bir modele göre Türk
sinemasında oyunculuk alanında yapılan akademik çalışmalar arasındaki ilk çalışmadır. Zira yönetmen
Nuri Bilge Ceylan'ın filmlerinde daha önce kadın oyuncuların oyunculuklarına ilişkin bir çözümleme
yapılmamıştır. Bu bakımdan alanda yapılan ilk ve özgün bir çalışma olma özelliğine sahiptir.
Çalışmanın, yönetmenin ulusal ve uluslara arası sinema ortamlarında akademisyenler, sinema yazarları
ve eleştirmenler tarafından en başarılı filmleri arasında gösterilen beş filminde rol alan kadın
oyuncuların ilk kez bir oyunculuk kuramına dayanarak oyunculuk çözümlemesi yapılarak özgün
yorumlar getirmesiyle yöntem bakımından da alana önemli katkılarda bulunacağı inancı taşınmaktadır.
Çalışmanın sonucunda, Türk sinemasında ilk kez sadece kadın oyunculara yönelik oyunculuk
çözümlemesi yapılarak yakın dönem (2000-2014) filmlerinde artık profesyonel oyuncularla çalışmaya
başlayan ve belirli bir üslubu olan yönetmen Nuri Bilge Ceylan'ın film dilinde kadına yer veriş biçimi,
kadını konumlandırışı ile oyunculukların gerçekliğinin filme katkısı hakkında saptamalar yapılmış
olacaktır.
Anahtar kelimeler: Nuri Bilge Ceylan sineması, kadın oyuncu,“Oyunculuğun Doğası Modeli"
gerçekçi-doğal oyunculuk.
72
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Kadın- Medya ve İletişim
1
Hatice P. Erdemir1 ,Tansu Özbaysal1
Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
İletişim araçları, yaygın kullanımıyla medya; düşüncelerin, davranışların, değer yargılarının
oluşmasında, toplumu kültürel ve sosyal yapısını belirlemesinde en güçlü araçlardır. Medya toplumun
kültürel ve sosyal yapısının belirlenmesinde, toplumsal yargıların olumlu yönde değişmesi işlevine sahip
olabileceği gibi, haber ve yorumları aracılığıyla mevcut toplumsal yargıları yeniden de üretebilir. Kitle
iletişim araçlarında kadın ya hiç yer almamakta, görmezden gelinmekte ya da ataerkil bakış açısı ile
erkeğin gözüyle karşımıza çıkarılmaktadır. Medya, haber ve yorumları aracılığıyla toplumsal önyargıları
yeniden üretmekte, geleneksel kadın imgesini pekiştirmektedir. Medya kadınları öncelikle “bedene”
indirgemekte ve sömürmektedir. Farklı kadınlık durumları ve yaşamları medyada temsil edilmemekte,
kadın çoğu zaman erkeğin görmek istediği roller içerisine sıkıştırılmakta, genellikle ev ile bağlantılı
olarak gösterilmekte, kadının kimliği eşi ve çocukları ile kurulmaktadır.
Erkek egemenliğini pekiştiren, kadını şiddet gören, ihanete uğrayan, kadını cinsel meta olarak kullanan,
kadınlara üretici bireylerden çok, tüketici birey imajının verildiği programlar yaygın olarak
yayınlanmaktadır. Pek çok başarılı işleri icra etmelerine rağmen kadınlar meslekleri ve becerileriyle
medyada çok az yer bulmakta, yer aldıklarında ise başarılarından ziyade daha çok kişisel yaşamları,
görünüşleri ve aileleri ile öne çıkarılmaktadırlar.
Özetle medya, bireyin kadınlar ve erkekler için uygun görülen tutum, davranış, duygu ve bireysel
özelliklerini somutlaştırarak bunları içselleştirilebileceği bir ortam hazırlamaktadır. Sorunun kaynağı
medya değildir; insanın belirlediği, değerli hale getirdiği ölçülerdir. Çözüm, kadını birey olarak
görmekten kaçınan ve erkek lehine geliştirilen yapıda aranmalıdır. Kadının cinselliği gibi erkeğin de
cinselliği vardır ancak zayıf olan ve savunma yapmayan, yaptırılmayan kadınların cinselliği ve bunun
üzerinden yapılan çalışmaların bu şartlarda değişmesi bir ütopyadır. Kadının, erkeğin ev içerisine ve
hayal dünyasında baloncuklar içerisine yerleştirdiği belli beden ölçülerindeki cinsel meta anlayışından
uzaklaşılarak gerçek hayattaki rolü ve üstlenmiş olduğu görevlerin zorluğu ortaya konulmalıdır. Bu
idealize edilen söylemlerin kısa vadede gerçekleşmesi hayal gibi görünse de kadının medya ve iletişim
alanında hak ettiği değere kavuşması için yapılacak olan uzun vadeli planlamalar gelecek kuşaklarda
istenilen sonucu verebilecektir.
Anahtar Kelimeler: Kadın, Toplum, Medya, İletişim, Değerler.
Kadınların Güçlenmesi ve Yurttaş Gazeteciliği Ekseninde Toplumsal Cinsiyet Odaklı Medya Bir Stk Deneyimi: ‘Uçan Süpürge Yerel Kadın Muhabirler Ağı’
Tülây Atay Avşar1 , Selen Doğan1
1
Mustafa Kemal Üniversitesi Antakya MYO, Gazetecilik ve Habercilik Bölümü
Disiplinlerarasılık, ‘kadın çalışmaları’ bilimsel alanının en önemli özelliklerindendir. Bu çerçevede ele
alınan ‘kadınların güçlenmesi’ konusunda sivil toplum örgütlerinin yaşadığımız bu ülkede - Türkiye’de
ve dünya genelinde kayda değer çabaları olmuştur ve olmaktadır. Medya, bu çabaları desteklemesi
gereken bir aygıt olarak vardır. Medyanın etki gücü kadınların güçlenmesi için gereklidir. Ancak, medya
kadınlar için eşitlik mücadelesinde bir araç olmakla birlikte, medya ürünlerinin cinsiyetçi içeriği
düşünüldüğünde medyanın kadınlar için bir mücadele alanı olduğu da unutulmamalıdır. Kimi
araştırmacılara göre, medya -‘sosyal’ veya ‘geleneksel’ hiç fark etmez- ‘tehlikeli bir araç’ olma özelliği
(Walsh, 2014) taşısa da, medyanın literatürde ‘dördüncü kuvvet’ (Gackowski, 2014) olarak
dillendirilmesi ya da STK’ler ile beraber ‘üçüncü sektör’ (Najam, 2000)
73
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
olarak yansıtılması ya da ‘öteki hükümet’ (Rivers, 1982) olarak adlandırılması söz konusudur.
Günümüzde, 'alternatif medyaya’ duyulan gereksinim, bu önemli aracın, -yaygınlaşır ve genişlerkenkadınları ve ihmal edilmiş tüm diğer toplulukları da 'görmesi' beklentisiyle ilgilidir. Tam da bu noktada,
toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısıyla 2003 yılında alternatif bir haber ağı olarak ‘Yerel Kadın
Muhabirler Ağı’nı kuran ve ‘iyi uygulama’ (goodoperatingpractice) olarak ses getiren Uçan Süpürge
Kadın İletişim ve Araştırma Derneği bu alandaki boşluğu doldurmayı başarmış görünmektedir.
Hâlihazırda Türkiye’de 50'ye yakın şehirden, dünyada 9 ayrı ülkeden birbirinden farklı deneyimlerden
gelen 650 gönüllü kadın muhabir, yereldeki haberlerini Uçan Süpürge ile paylaşarak kitlelerle
buluşturmaktadır. Bu çalışma, TristanMattelart’ın 2014 yılı Kasım ayında Portekiz’in başkenti
Lizbon’da gerçekleşen ECREA (European Communication Researchand Education Association)
Konferansı’nda yapmış olduğu toplantı açılış konuşmasında değindiği ‘güçlenme kavramının ikircikliği’
ve Jay Rosen’ın ‘eski zamanlarda seyirci olarak bildiğimiz insanların günümüzde sahip oldukları medya
araçları ile
birbirlerini
bilgilendirmeleri’
olarak nitelendirdiği
‘yurttaş gazeteciliği’
(http://www.youtube.com/watch?v=QcYSmRZuep4) çerçevesinde konuyu tartışmayı ve irdelemeyi
amaçlar. Bir STK olarak Uçan Süpürge’nin kadın çalışmalarına kadın muhabirler aracılığı ile
kazandırdığı ivme, vanZoonen’in ‘kadınların medya üretim sürecini değiştirebileceklerine muktedir
olabilmelerinin ne denli mümkün olduğunu’ da destekler içeriktedir (vanZoonen, 1994).
Anahtar kelimeler: Kadınların Güçlenmesi, Yurttaş Gazeteciliği, STK, Uçan Süpürge, Toplumsal
Cinsiyet Odaklı /Feminist Medya Çalışmaları
Kadına Yönelik Şiddetin Görünmeyen Yüzünün Türk Sinemasındaki Tasviri: Vesikalı Yarim
1
Neriman Açıkalın1 , Burak Şahin1
Mersin Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü
Ömer Lütfi Akad’ın yönetmenliğini yaptığı 1968 tarihli “Vesikalı Yarim”, eşitsiz toplumsal cinsiyet
kurgusunu, kadınlara ilişkin olarak çifte standartlı bir biçimde tanımlayan “namus” kavramı üzerinden
işleyen bir film olma özelliği taşımaktadır.
Filmde işlenmeye çalışılan “imkansızaşk”ın arkasındaki ataerkil ideoloji, erkeklik tanımını
güçlendirmekte, yeniden üretmekte, kadının ikincilliğini doğallaştırmakta ve kadına yönelik sözel,
sembolik, duygusal, fiziksel tüm şiddet biçimlerini erkeği “mazlumlaştırarak” kamufle etmektedir.
Ayrıca, namuslu/namussuz kadın kategorileri net bir şekilde ayrılmaktadır; namuslu, sabırlı, uysal kadın
sonunda “ödülünü” alırken, “namussuz” kadın tam da “hak ettiği” yaşamın içinde kalmaya mahkum
edilmektedir. Bu bağlamda, bu çalışmanın amacı, eril tahakküm araçlarının, hükmeden ve hükmedilen
tüm aktörler arasında baskı, dayatma ya da gönüllülük yoluyla yeniden üretilme biçimlerini filmin
analizi yoluyla tartışmaktır.
Toplumsal cinsiyet kültürünün en can alıcı kavramlarından biri olan “namus” kavramının “vesikalı”
kimliğiyle işlendiği filmde, “vesikalı” olmak ve bunun getirdiği tüm dışlayıcı pratikleri sineye çekmek
zorunda olan “kadınlık” durumu ile “yar” olgusu, “erkeklik” durumu için, “hayatta her şeyin görülüp
geçirilmesi”, “hevesin alınması”, “eğlenip”, hayata ilişkin “olmazsa olmaz erkekçe bir deneyim”
biçiminde sunulmaktadır.
Filmde yer alan karakterler, eşitsiz toplumsal cinsiyet kültürünün yeniden üretilmesinde, zımnen ya da
açıkça kabul edilmiş ve ortaklaşa sahip olunan “tanıma araçları” ile diğerleriyle ilişki içine
girmektedirler. Bir taraftan, filmin baş erkek karakteri Halil, babası, erkek arkadaşları, pavyon patronu,
çalışanları ve müşterileri; Sabiha, Sabiha’ın pavyonda çalışan kadın arkadaşları ve öte yanda tüm
sessizliği ve görünmezliğiyle Halil’in annesi, karısı ve çocukları yer almaktadır.
74
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Helal kazancıyla evini geçindiren, evine bağlı Halil, “meyhane macerası” sırasında Sabiha ile karşılaştığı
anda, “sessiz, uysal, namuslu” karısı ile “boyalı, küpeli, kokulu” konsomatris arasında, “zihni dağılmış,
aklı gitmiş, hem istekli hem ürkek” bir “kurban” durumuna gelmiştir. Halil’i bu macerasında
cesaretlendiren arkadaşları ve tüm olan biteni bilen ve zımni bir oydaşma içinde izleyen babası ortak bir
paydada buluşarak hegemonik erkekliğin kadınlar üzerindeki iktidarını yeniden üretmektedirler.
Babanın oğlunun “kaçamağına anlayış göstermesi”, arkadaşlarının “başı bağlı olmadıkları için”
istedikleri kadınla “gönül eğlendirme haklarını” kullanmaları, Halil’in Sabiha’yla olan macerasında,
kendisine ilişkin, hiçbir açıklama yapmama ve istediği zaman “kullanma bırakma” hakkını yürürlüğe
koyması, karşımıza farklı erkeklik stratejileriyle işleyen hegemonik erkeklik olgusunun sunduğu
ayrıcalıkları çıkarmaktadır.
Konsomatris Sabiha’nın, Halil’in evli ve çocuk sahibi olduğunu öğrendiğinde, Halil’le yüzleşmekten
alıkoyan, suçluluk, çekingenlik ve utanç duygusu Sabiha’nın kendisini değersizleştirmesine ve hatta
aşağılamasına yol açmıştır. Sabiha’nın söz konusu “boyun eğmesi”, eril tahakkümün yeniden
üretilmesini sağlamıştır. Diğer yandan, Halil’in karısının tahakküme gösterdiği koşulsuz bağlılık, eril
tahakkümün hükmedilenlerin hükmedene verdiği katkı ile pekiştiği fikrini kuvvetlendirmektedir. Halil
ile Sabiha’nın rastlaşmasını son derece duygu yüklü ama imkansız bir aşk hikayesi biçiminde sunan
film, seyirciye “keşke daha önce rastlaşsalardı” hayalini vermeye çalışarak, aslında Halil’in eve
dönüşünü “kendini kurban ediş” olarak sunmaktadır.
Filmin sonunda, Sabiha aile kurumuna yenilmektedir. Sabiha, artık temizlenmesi ve geri dönüşü
olanaksız bir yolda hayatına yol alırken, aslında “hak ettiği” yeri de bulmaktadır. Zımni erkek oydaşması
ile oğlunun kısa süreli “çapkınlığına” göz yuman baba, oğlunu aileye tekrar kazandırmıştır. Halil’in
karısı “nikâha” ve “çocuğa” sahip olarak ve sessiz, uysal sabredişi ile “ödülünü” almış, Sabiha, aile ve
çocukla mücadele etmenin imkânsızlığını anlamıştır. Halil’in eve dönüşü ise tam bir “sessiz çile” olarak
sunulmaktadır. Böylece, “aşkından fedakârlık eden” Halil, kendini aile ve çocuğa kurban etmiş gibi
sunulmakta, tüm toplumu boyunduruğu altına alan eril zihniyet, seyirciye de dayatılmaya çalışılmakta,
seyircilere eril tahakkümün yeniden üretilmesine katkı sağlayacak suç ortaklığı rolü teklif edilmektedir.
Türk sinema tarihinin en sevilen filmlerinden birisi olarak kabul edilen “Vesikalı Yarim”in günümüze
bıraktığı en önemli miras ya da mesajlar, çifte standartlı erkeklik ve kadınlık tanımlarının ve eşitsiz
toplumsal cinsiyet kültürünün yeniden üretilmesine katkı sağlama özelliği taşımaktadır. Film, kadın için
namus kavramını, bir kere “düştükten” sonra “temiz” kalmayı olanaksız kılan bir değer ve norm olarak
sunarken, kadının erkek için “eteğine elinin silinip geçileceği” bir macera olduğu biçimindeki bir görsel
malzeme mirası bırakmaktadır. Kadına yönelik fiziksel şiddet, “sevmese vurmazdı” repliğiyle meşru ve
hatta olumlu bir anlam yüklenmek suretiyle neredeyse mutlu olunacak bir durummuş gibi aktarılırken,
bir diğer kadın karaktere, yani eşe yönelik olarak kadını yok saymak, dilsiz, sağır, görmez ilan etmek
sembolik şiddetin en açık unsurlarını içinde barındırmaktadır. Bununla beraber, kadınlara yalnızca
maruz kaldıkları tüm şiddete karşın sabrederlerse “mükâfatlandırılacakları” mesajını vermektedir.
Kadınlar için bu “zaferi” kazanmanın yolu, yani aileyi kurtarmanın, ya da “kocayı eve bağlamanın” yolu
“çocuk sahibi” olmaktan geçmekte, “çocuk yuvayı kurtaran bir araç” haline getirilmektedir.
Başkahraman Halil’in macera yaşayıp evine dönme sürecine kadar, sahip oldukları iki çocuk, geniş aile
içinde anne tarafından korunup gözetilmektedir. Halil’in karısı ile birlikte çocuklarını da yok saymasının
getirdiği çocuğa yönelik duygusal şiddetin yanında, çocukların aile içinde eşitsiz cinsiyet kültürünü
yeniden üretmesinin getireceği sonuçlar da gelecek kuşaklara miras olarak devredilmektedir. Sonuç
olarak, Vesikalı Yarim, geleneksel aile kurumunun kutsallığını, bu kurumun her koşulda korunması
gerektiğini, tüm toplumsal kurumların ve aktörlerin açık ya da örtük işbirliği ile erkek egemen zihniyetin
devamlılığının sağlanmasında tüm aktörlere düşen roller üzerine gelecek kuşaklara reçete sunan bir film
olma özelliği taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler: Vesikalı Yarim, Şiddet, Eril Tahakküm
75
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Yerel Alandaki Kadın Haklarının Savunulmasında Medyanın Rolü ve Aracılık İşlevi
Tuğba Aksakal1 , Suat Gezgin2
1
İstanbul Kavram Meslek Yüksekokulu
2
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi
21. yüzyılda demokratikleşme adına verilen mücadelelerin çoğu hala kadın erkek eşitliği, kadının
toplumsal konumunun güçlendirilmesi ve kadın haklarının savunulmasına yöneliktir. Sanayileşme,
kentleşme, eğitim-sağlık olanaklarındaki gelişme ve iletişim teknolojilerindeki ilerlemeler sayesinde
kadının toplumsal statülerinde iyileşme ve cinsiyet ayrımına dayalı rol dağılımı yaklaşımında bilinç
gelişimi sağlanabilmiştir. Ancak modernleşmeyle geleneksel yapı arasında gidip gelen ülkelerde kadının
iş hayatına atılması, birey olarak sahip olduğu haklarını kullanabilmesi, eğitim ve sağlık gibi
olanaklardan yararlanabilme ve toplumsal olarak sahip olduğu roller hususunda cinsiyet eşitsizliğini
öngören geleneksel ataerkil düzene sıkıştığı görülmektedir. Özellikle Kırsal alanlarda kendini çokça
hissettiren bu sorunlarla birlikte yereldeki kadın ayrıca ikinci plana atılma, çoğunlukla görmezden
gelinme, ücretsiz işçi olarak çalıştırılma, küçük yaşta evlendirilme gibi sorunlarla baş etme noktasında
da yeterli bilince, cesarete ve olanaklara da sahip olamamaktadır. Bu noktada yerel yönetimler, sivil
toplum kuruluşları ve medyanın işbirliği büyük bir önem taşımaktadır. Ancak işbirliği çerçevesinde
yapılan çalışmaların kırsal kesimdeki insanlara tanıtılması, benimsetilmesi ve bu doğrultuda bilinç
gelişiminin sağlanması hususlarında hem ulusal hem de yerel medyaya önemli sorumluluklar
düşmektedir.
Çalışmada medyanın demokratikleşme adına taşıdığı sorumluluklar ve roller doğrultusunda kadın
hakları ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği konularında nasıl bir tutum sergilemesi gerektiği ve gerçekte ne
olduğuyla ilgili durum ve öneriler yer almaktadır. Özellikle kırsal alanda kadının toplumsal statüsünün
güçlendirilmesi konusunda medya yayınlarının önemi çalışmanın asıl temasını oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kadın, Demokrasi, Cinsiyetçilik, Kadın Hakları, Medya
The Role Of Media In Defense Of Women's Rights In The Local Area And Its Function As A
Mediator
Most of the struggle on behalf of democracy in the 21st century is still directed to gender equality,
empowerment of the social status of women and for the defense of women's rights. Thanks to the
development of industrialization, urbanization, education and health facilities and the progress of
communication and technology, an improvement has been achieved in terms of consciousness on
women's social status and role distribution approach based on gender. However, in countries that
oscillate between modernization and traditional structures woman seems to get stuck in the traditional
patriarchal order with gender disparity in terms of her employment and of capacity to use her individua l
rights, education and health services she can get. In rural areas, women who are regarded as inferior,
neglected, forced to work as free labor and subject to underage marriage have no opportunities and
confidence to deal with these problems. In the local areas where the female literacy rate, paticipation in
economical, political and social life and benefit ration of health facilities are low, the concept of
democracy should be founded on male-female equality. From this point of view, the cooperation of
organizations become on important issue. However, both national and local media have important
responsibilities in terms of introducing, adopting and stream of consciousness for the poeple in
contryside within the framework of the collaboration of the work.
The study contains conditions and suggestions about the kind of attitude media has to have
regarding women’s rights and social gender inequality in accordance with the responsibilities it has in
the name of democratization, and about the real state of the media. The importance of the media
publications that are about the strengthening of women’s social status in especially rural areas consists
the main theme of the study.
Key Words: Women, Democracy, Sexism, Women’s Right, Media
76
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Toplumsal Cinsiyet ve Kadınların Toplumsal Hayatta Karşılaştıkları
Zorluklar ve çözüm önerileri
1
Cezair Çaytaş 1
Bingöl Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü
Kadınların erkekler ile ile eşit statüde olması gerekliliğini savunan doktrinler son yüzyılda büyük
mesafeler kat etmiştir. Ataerkil egemen sistemin tahakkümü altında yüzyıllar boyu ezilen ve
kimliksizleştirilen kadın doğası ve bedeni, post modernleşme ile beraber kendin ifade etme olanağı
bulmuştur.. Eşitlikçi ve çoğulcu bir sosyal yapının dinamik inşası ve var olma süreci olarak
adlandırılabileceğimiz post modernleşme ile beraber kadınların haklarını savunma ve kadınların karar
alma mekanizmalarına) aktif katılımları konularında toplumsal duyarlılıkoluşmuştur.
Toplumsal cinsiyet biyolojik özeliklere atfedilen rollerdir. Bu rollerle genellikle toplumsal statüler,
erkeklerin daha egemen olacağı bir biçimde şekillenmektedir. Kadınlar toplumsal cinsiyete rol
dağılımının adil ve hakkaniyetlikten uzak bir sistem ağları ile örülmesi sonucu dezavantajlı ve mağdur
duruma düşürüldükleri görülmektedir.
Siyasete etkin katılım ve politika yapım süreçlerinde, kadınların katılım oranlarının sayısal olarak
erkeklere oranla çok az olmaları, kadına yönelik şiddet olgular, eğitim süreçlerinde kadınların
akademide yer alma ve bilimsel çalışmaları yürütme de yer alma oranların azlığı ile birlikte ekonomik
girişimcilik ve istihdam hususlarında kadınların erkekler karşısında arka planda kalmaları, ataerkil
arkaik(erkek egemen zihniyet) toplumda kadınlara yönelik sosyal kurumlarda dezavantajlılık, fırsat
eşitsizliği ve cinsiyet eşitsizliğin bariz örnekleridir.
Sosyal ve siyasal alanda kadın doğası ve kimliğine yönelik tahammülsüzlük beraberinde kadınların
toplumsal hayata zorluklar yaşamasına yol açmaktadır. Toplumsal cinsiyete eşitsizliği ile geri plana
itilen ve sadece cinsel bir obje olarak rol biçilen kadınların, kapitalizm le birlikte sanayi de ucuz iş gücü
anlayışı ile kar amaçlı kullanıldığı görülmektedir. Kadınlar, ataerkil Ortadoğu ve Türkiye toplumunda
erkeğe göre, psikolojik ve biyolojik anlamda daha zayıf olarak görülmekle beraber kamusal ve siyasal
alanda var olması da kısıtlanmaktadır..
Kadın hakları mücadelesinin görünür kılınması ve kadın hareketinin mücadelesi sonucu elde edilen
temel haklar ile başta Türkiye’ toplumunda görülmek üzere ataerkil yapının çözülmeye başlandığı
görülmektedir. Bu hususta kadın haklarının etkin bir şekilde sorunsallaştırılması, bazı siyasal partilerde
kadınlara yönelik fırsat önceliklerinin tanınması ve cinsiyet eşitliğine yöneylik mikro düzeyde siyasal
yönetimlerde eş başkanlık uygulamalarının görülmesi, Ataerkil yapının çözülmeye başlandığının verileri
olarak gösterilebilir. Ancak bu çalışmalar kapsamlı ve toplumsal boyutta bir sosyal değişmeyi
gerçekleştirme boyutunda yetersiz kalmakla beraber geliştirilmesi gereken nitelikli, cins eşitliğine dayalı
cinsiyet eşitliği çalışmaları olarak ele alınabilir.
Günümüzde de var olan bir takım engelleyici kısıtlayıcı ataerkil yapı ve kurumlar ile kadınların
kamusal, siyasal ve sosyal mekanizmalarda ifade edilmeleri kısıtlanmakta ve kadın kimliğine yönelik
tahammülsüzlük devam etmektedir.
Kadınların toplumsal hayata karşılaştıkları zorlukların minimize edilmesine yönelik olarak kadın eksenli
ve hak temelli çalışmalar odağında düzenlemelerin yapılması hususu göz ardı edilmemelidir.
Kadınların insan olmasından dolayı temel hak ve özgürlükleri olduğu unutulmamalıdır. Bu bağlamda
yapılan çalışmada toplumsal cinsiyet irdelenerek kadınların toplumsal hayatta karşılaştığı zorluklar ele
alınıp çözüm önerileri sunulacaktır.
77
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
KÜÇÜK KALPLERİN, BÜYÜK YÜKLERİ: ÇOCUKLUKTAN KADINLIĞA
1
Veda Bilican Gökkaya1
Cumhuriyet Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü
On sekiz yaşın altında evlendirilen kız çocukları olarak tanımlanan çocuk gelinler, hem ülkemizde hem
de dünyanın birçok ülkesinde yaşanan önemli toplumsal sorunlardan biridir. Özellikle ataerkil ilişkilerin
baskın ve etkin olduğu az gelişmiş ya da gelişmekte olan toplumlarda, kız çocuklarının yapmış olduğu
erken evlilikler, “fiziksel, fizyolojik ve psikolojik açılardan evlilik ve çocuk doğurma sorumluluğu
taşımaya hazır olmadan ve genellikle 18 yaşından önce gerçekleşen evliliklerdir” (Yüksel ve
diğ.,2012:131). Yaptığımız bu çalışmanın amacı da, sözü edilen erken evliliklerin nedenlerini,
sakıncalarını ve çözüm önerilerini ortaya koymaktır.
Bireylerin, doğru düşünebilmesi, karar verebilmesi ve verdiği kararların sorumluluğunu taşıyabilmesi
için belirli bir olgunluğa erişmiş olması gerekmektedir. Ancak olanla olması gereken arasında derin
uçurumlar göze çarpmaktadır. Pek çok toplumda biyopsikososyal gelişimlerini tamamlayamamış
çocuklar, özellikle de kız çocukları, sözü edilen olgunluğa erişemeden evlendirilerek, ihmal ve istismara
uğramaktadırlar.
Dünyadaki ve ülkemizdeki verilere bakıldığında “erken yaşta evlilikler dünyanın her bölgesinde
gözlenmekle birlikte, özellikle azgelişmiş veya Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde çok daha
yaygındır. Dünyada, erken yaşta evlilikler, Güney-Doğu ve Orta-Batı Afrika ile Güney Asya ülkelerinde
daha yüksek orandadır. Türkiye’de ise halen her dört evlilikten birinin, bazı bölgelerimizde ise her üç
evlilikten birinin çocuk evliliği olduğu bilinmektedir. 2008 yılında yapılan Türkiye Nüfus ve Sağlık
Araştırması (TNSA) 20-49 yaşlarındaki kadınların %40.3’ünün 20 yaşından önce, %22.2’inin 18 yaşına
kadar, %4.4’ünün de 15. yaş gününden önce evlendiklerini ortaya koymuştur. TNSA sonuçlarına göre,
1998’de %7.6 olan 15 yaşından küçük evlilikler,2003’te %5.0 ve 2008’de %4.4 olarak saptanmıştır.
Genel eğilim, 15 yaşından küçük evliliklerde azalma yönündedir” (Soylu ve Ayaz,2013:137). Konuyla
ilgili olarak Çoban’da benzer görüşler ileri sürmüştür. Ona göre, “dünyadaki verilere bakıldığında erken
yaşta yapılan evliliklerin daha çok doğu kültürlerinde ve gelişmekte olan toplumlarda yaygın biçimde
gözlendiği görülebilir. Birleşmiş Milletler’in verilerine göre Mali, Hindistan, Etiyopya, Bangledeş’te
çocukların %40’ı, 15 yaşından önce evlenmektedir. Bu ülkelerde erkekler arasında erken yaşta evlenme
oranları kızlara göre daha az yaygındır” (Çoban,2009:38).
Çocuk gelinler, çocuk evlilikler olarak da tanımlanan erken evliliklerin, boyut ve biçimleri ülkeden
ülkeye, kültürden kültüre değişse de nedenlerine bakıldığında sosyo-ekonomik ve kültürel nedenler göze
çarpmaktadır. “Ekonomik olanların başında yoksulluk ve kız çocuklarının evlilik pazarı içindeki
değerini tespit ve bu bağlamda kız çocuklarının paraya dönüştürülmesi (başlık parası olgusu), mirasın
bölünmesinin önlenmesi arzusu, ailenin malvarlığının korunması düşünceleri sayılabilir. …Sosyo
kültürel sebepler ise, henüz tek evlilik olgusunun ülkemizde yerleşmemiş olması ve çoklu evliliklerdeki
ebeveynlerin eğitimsizliği, kız çocuğu namusunun korunmasının onun biran önce evlendirilmesi
gerektiği düşüncesi, kadınların fedakarlık timsalli olarak algılanması, en iyi anne, en iyi eş, en iyi aşçı
olduğu yolundaki abartılı beklentiler, kadının ne yazık ki hala meta olarak algılanması gibi sayıları
artırılabilecek birçok hususu içermektedir” (Özkan,2013:2179). Diğer bir çalışma ise yapılan bu
evliliklerin sebeplerini “ekonomik yetersizlikler, eğitim eksikliği, geleneksellik ve dini inanışlar,
savaşlar, felaketler, aile içi, şiddet ve toplumsal baskı gibi çeşitli sebepler” (Özcebe ve Biçer:2013:89)
olarak belirtmektedir.
Toplumsal bir gerçek olan erken evlilikler, özellikle kız çocukları için birçok sakıncayı da beraberinde
getirmekte, içerisinde barındırmaktadır. Erken yapılan evlilikler, kız çocuklarının eğitim alamamasına
ya da eğitimlerini yarıda kesmeleriyle tamamlayamamalarına neden olmakta, dolayısıyla eğitimini
tamamlayamadığı için ekonomik anlamda eşe ve onun ailesine bağımlı olmaktadır. Diğer yandan kız
çocuklarının ev içindeki yükümlülükleri ve sorumlulukları artmaktadır. Gebelikten korunma yöntemleri
hakkında yeterince bilgi sahibi olmayan kız çocukları, istenmeyen gebelikler yaşamakta, çocuk yaşta
anne olmaktadırlar. Beden sağlığına zararlı olan (hatta ölümlere bile neden olan) bu
78
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
gebelikler sonucu, doğan çocuğun bakım ve sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalan kız çocukları,
annelik rollerini de tam anlamıyla gerçekleştirememektedirler.
Toplumsal ve bireysel pek çok sakıncaları olan erken evliliklerin, biran önce engellenmesi,
sebeplerinin ortadan kaldırılması ve çözümekavuşturulması gerekmektedir. Bunun için öncelikle kız
çocuklarının eğitim almaları sağlanarak bilinçlendirilmeleri, toplumsal yaşam alanlarına (ekonomi,
siyaset, sağlık, hukuk vb.) aktif olarak katılmaları, toplumdaki geleneksel kalıp yargıların yeniden
yapılandırılması, hukuksal anlamda eşitsizliklerin giderilerek, kadınları destekleyici yasaların
yapılması sağlanmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, çocuk gelin, erken evlilikler
Toplumsal Cinsiyet Bakış Açısından Kadın ve Kentli Hakları
1
Şafak Kaypak 1
Mustafa Kemal Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Kentleşme Ve Çevre Sorunları AD
Bu çalışma, toplumsal cinsiyet bakış açısından kente bakmakta ve kentte kadın olgusunu kentli hakları
bağlamında incelemeyi konu almaktadır. Toplumsal cinsiyet, bir cinsiyet kavramı olarak, biyolojik
farklılıklardan dolayı değil, kadın ve erkek olarak toplumun bizi nasıl gördüğü ve nasıl davranmamızı
beklediği ile ilgili bir tanımlamadır. Birçok toplumda kadın ve erkek farklı varlıklar olarak görülmekte
ve kendilerine ait olanakları, rolleri ve sorumlulukları olduğu kabul edilmektedir. Günümüzde, yaşanan
süreçlerle sosyal, ekonomik ve mekânsal açılardan değişim geçiren kentleşme hareketinin, kadına yeni
olanaklar sağladığı; aile, din ve siyasal düşünce üzerinde etkili olduğubilinmektedir.
Kentte yaşayan bireylerin, kentte yaşamaktan kaynaklanan haklara sahip olması gerektiği düşüncesi
“kentli hakları”nı gündeme getirmiştir. Kentte yaşayanların birbirleri ve kentsel çevreleriyle olan
ilişkileri kentli haklarının yaşama geçirilmesinin temelini oluşturmaktadır. Ne var ki, değişen dünya
koşulları içerisinde, eğitim, sağlık, ulaşım ve teknolojideki gelişmelerle kadınların toplumsal rolleri, aile
ilişkileri, kararlara katılımları değişse de; erkeklere oranla siyasal, sosyal, ekonomik ve kentsel
kazanımlardan daha az yararlanmakta;kentsel hakları kullanmada daha geride kalmaktadırlar. Kadınlar,
kente ilişkin karar mekanizmalarında yer almada ve güç paylaşımında dezavantajlı durumdadırlar.
Kentsel yaşamın tüm etkinlik alanlarını belirleyen kentsel politikalar, yerel yöneticiler, kadın erkek
kentte yaşayan tüm kentlilerin işbirliği ile oluşturulmalı ve uygulanmalıdır. Bu bağlamda, kadınlar, artık
daha aktif olmak, daha çok kentlerin yönetimine katılmak istemektedirler. Bu yüzden, kentli hakları ile
kadın olgusunun birbirinden ayrı düşünülmemesi gerekmektedir. Çalışma, konu ile ilgili kaynakların
taranması yöntemine dayanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Toplumsal Cinsiyet, Kent, Kadın, Kadının İnsan Hakları, Kentli Hakları
79
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporu Analizleri, Türkiye İçin Değerlendirmeler ve İş’te
Eşitlik Platformu
1
Fatih Feramuz Yıldız1
Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
Kurumsal Temel
Toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyet kavramlarının ötesinde olan, tüm cinsiyet algılarının toplum
tarafından belirlendiği bir kavramdır. Dünya Ekonomik Forumunca (DEF) hazırlanan Küresel
Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporunda ise ülkelerin toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlikleri
değerlendirilmektedir. Rapordaki endeksler, ülkelerin gelişmişlik düzeylerine bakılmaksızın toplumsal
cinsiyet uçurumlarının sıralanmasıyla oluşturulmaktadır. Sıralama, kaynakların toplam düzeyine göre
değil, kaynaklara erişimde kadın – erkek oranına göredir. Bu durum, eleştirilere kapı aralamaktadır.
Problem
Uçurum raporu ile ilgili olarak ulusal basındaki haberlerin çoğu akademik eleştiriden uzak ve rapor
içeriğinden ilgisizdir. Raporun nasıl hazırlandığına dair yeterli bilginin olmadığı bu yayınlar,
kamuoyunu aydınlatmak yerine yönlendirici ve manipüle edicidir.
Amaç
Çalışmanın amacı uçurum raporuna ilişkin bilgilerden hareketle daha sağlıklı eleştirilerin yapılmasıdır.
Raporun analiz edilerek Türkiye’ye yönelik değerlendirmelerin ve İş’te Eşitlik Platformu ile sonraki
araştırmalar için öneriler getirilmesi de hedeflenmektedir.
Yöntem
Yayınlanan tüm uçurum raporları incelenerek detaylı analizler ve özellikle Türkiye için
değerlendirmeler yapılmıştır. Uçurumun endeks yapısı da araştırılarak hesaplama yöntemi incelenmiştir.
Ülke analizlerinin yanı sıra dönemsel, bölgesel ve gelir gruplarına dayalı analizler yapılmıştır.
Bulgular
Son uçurum raporunda bölgelerin ortalamaları karşılaştırıldığında uçurumu kapatmada en başarılı
bölgenin 0,7464 skor ortalaması ile Kuzey Amerika bölgesi, uçurumu en yüksek olan bölgenin ise
ortalaması 0,6128’de kalan Ortadoğu ve Kuzey Afrika olduğu görülmektedir.
2006 – 2014 yılları arasında, uçurumu kapatmada en başarılı bölgen %4,06 ile Latin Amerika ve Karayip
ülkeleri iken Asya ve Pasifik bölgesindeki uçurum ise %3,15 artmıştır.
Ülkelerin gelir düzeyleri ile uçurumu kapatmadaki başarıları arasında paralellik vardır. Yüksek gelirli
ülkelerinin puanları yüksek iken, düşük gelirli ülkelerin skorları ise düşüktür. Orta-yüksek gelir
grubundaki Türkiye 40 ülke içinden 36.sıradadır.
2006’da politik güçlendirme alt endeksinde uçurum kapatma ortalaması %14 iken, 2014 yılında bu oran
%21’e çıkmıştır. Aynı dönemde uçurum kapatma ortalaması, ekonomik katılım ve fırsatlar alt
endeksinde %56’dan %60’a ve eğitime erişim alt endeksinde %92’den %94’e çıkmıştır. Sağlık ve yaşam
alt endeksinde ise %97’den %96’ya düşmüştür.
2006 – 2014 yıllarında ekonomik katılım ve fırsatlar alt endeksindeki uçurumu en fazla kapatan bölge
%7,2 ile Latin Amerika ve Karayipler olmuştur. Aynı dönemde eğitime erişim başlığında en fazla
kapatılan uçurum %4,6 ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da olmuştur. Sağlık ve yaşam alt endeksinde
uçurumu azalan tek bölge %0,01 ile Latin Amerika ve Karayipler olmuştur. Aynı dönemde politik
güçlendirme başlığında Kuzey Amerika’daki uçurum %8,6 oranında kapanmıştır.
Türkiye’nin, rapordaki sıralaması dalgalanmalar göstermektedir. Ancak, ülke sıralamaları yanıltıcı olup
esas değerlendirme puanlara göre yapılmalıdır. Her sene raporda yer alan ülke sayısı değişmekte ve aynı
sırayı paylaşan ülke sayısı bazen 35’i bulmaktadır. Türkiye’nin genel puanlarının seyrine bakıldığında
ise 2009’dan itibaren Türkiye’nin genel puanını artmış ve son 7 yılda Türkiye’nin toplumsal cinsiyet
eşitliği uçurumu %7,1 azalmıştır.
2012 yılında DEF tarafından pilot ülkeler olarak seçilen Meksika, Türkiye ve Japonya’da Cinsiyet
Eşitliği Görev Gücü kurulmuş olup “ekonomik katılım ve fırsatlar alt endeksinde” %10’a kadar ilerleme
hedefi kararlaştırılmıştır. Türkiye’nin 2012’de 0,414 olan ilgili alt endeks skoru 2013’te 0,427
80
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
ve 2014’te ise 0,453 olmuştur. Türkiye, görev gücünü İş’te Eşitlik Platformu şeklinde örgütleyerek
hedefin %94’ünü başarmıştır. Aynı dönemde Meksika hedefin sadece %26’sını ve Japonya ise
%73’ünü sağlayabilmiştir. Görev gücünü 2014’te kuran Güney Kore, 2013’teki uçurumunu %1,6
düzeyinde kapatmıştır. İlgili alt endeks uçurumunu kapatmada başta Türkiye’de olmak üzere sağlanan
bu başarılar, Pakistan ve Hindistan gibi ülkelere de örnek olmuş ve bu ülkelerde de görev gücü kurulması
çalışmalarına başlanmıştır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Uçurum raporunun detaylı incelenmesine göre sıralamadan daha çok ülke puanı önemlidir. Rapora
getirilen eleştirilerin en belirgini, endekslerin ülkelerin gelişmişliklerine göre değil de, toplumsal
cinsiyet uçurumlarının sıralanmasıyla oluşturulmasıdır. Sıralama yapılırken ülkelerin toplam kaynakları
ihmal edilmekte olup kaynaklara erişimde kadın – erkek ayrımı az olan ülke öne çıkmaktadır. Ancak,
sadece kadın – erkek oranına bakılması yanıltıcıdır. Öte yandan, sadece ülkenin genel kaynaklarına
odaklanmak da sakıncalı olabilir. Bu bağlamda, her iki temel yaklaşıma eşlik eden başka göstergeler
geliştirerek ve kümülatif bir anlayışla raporun oluşturulması gerektiği değerlendirilmektedir. Raporda
kadınların erkekleri geçtiği oranlara fazladan puan verilmesi veya puan eksiltilmesi gibi teknikler
varken, tek yönlü skala yapılması da eleştirilmektedir. Uçurum raporları genellikle birkaç yıl öncesine
ait verilerle hazırlandığı için son durumu göstermemesi de eleştiri konusudur.
Son rapordaki 142 ülkenin ortalamalarına bakıldığında eğitim uçurumu %94 kapanmış iken ekonomik
katılım ve fırsatlar alanında %60 düzeyinde kalınması, kadınların işgücüne katılımı için olanak
sunulmasına rağmen bu yatırımın karşılığının alınmadığını göstermektedir. Dolayısıyla ülkeler “işe
alımdaki cinsiyet ayrımcılığını önleyen, ebeveyn izinlerinin yeniden düzenleyen, kadın istihdamına
vergi indirimi getiren, çocuk bakımına destek veren ve iş – aile yaşamını uyumlaştıran” mekanizmalar
geliştirmelidirler.
Politik güçlendirme, ülke skorunun en kolay artırılabileceği alt endekstir. Türkiye’de olması gereken ilk
şey 2015 genel seçimlerinde parlamentoya girecek kadın milletvekili sayısının artırılmasıdır. Ayrıca,
seçimler sonrası oluşacak yeni hükümette kadın bakan sayısının artması da çok etkili olacaktır.
Türkiye’nin ekonomik katılım ve fırsatlar başlığındaki puanını yükseltmek için kadın yönetici ve yasa
koyucu kadınların sayılarının artması gerekmektedir. Hükümetlerin, kadın vali ile kadın rektör
sayılarının artması gibi yöntemlerle yönetimde kadınları desteklemesi gerekmektedir. Üniversite
mezunu kadınların artması ve profesyonel, teknik işlerde çalışmaları gerekmektedir.
İş’te Eşitlik Platformu için “üye firma anketlerinin analizi, üyelerin başkalarına gönüllü liderliği,
taahhütlerini gerçekleştirenlerin ödüllendirilmesi, tedarik zincirlerinde üyeliğin benimsetilmesi, iyi
uygulama örneklerinin duyurulması ve rol modeli kadınların öne çıkartılması” tavsiye edilebilir. Bu
önerilerin gerçekleştirilmesi, ilgili alt endekste puan artışını sağlamasa bile kadınlar için değerli
kazanımlar olacaktır. Platform kapsamındaki çalışmalara hükümetin, siyasetçilerin ve özel sektörün de
destek vermesi şarttır.
Tüm eleştirilere rağmen uçurum raporunun önemli bir veri kaynağı olduğu kabul edilmelidir. Ülke
kıyaslamalarını sadece bu rapora bakarak yapmak sakıncalı olsa da, ülkeler hakkında fikir edinmek ve
yıllara göre değişimi görmek açısından faydalı bir belgedir. Bundan sonraki çalışmalarda ise uçurum
raporunun, diğer toplumsal cinsiyet endeksleriyle karşılaştırmalı analizlerinin yapılması önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Toplumsal Cinsiyet Uçurumu, İş’te Eşitlik Platformu
81
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Ebelik Öğrencilerinin Toplumsal Cinsiyet Rollerine İlişkin Algı ve Tutumları: Çok Merkezli
Çalışma
Dilek Bilgiç 1 , Şule Gökyıldız2 ,, Semiha Aydın Özkan3 , Gülseren Dağlar1 , Handan Güler1 , Hülya
Demirci4 , Zekiye Turan5 , Ayten Dinç 6 , Tuba Uçar7 , Eylem Toker8 , Saadet Gonca Mavi9 , Havva
10
Özkan
, Neşe Çelik 11 , Özgür Alparslan12
1
Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
2
Çukurova Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulu
3
Adıyaman Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulu
4
Celal Bayar Üniversitesi, Manisa Sağlık Yüksekokulu
5
Sakarya Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulu
6
Onsekiz Mart Üniversitesi Çanakkale Sağlık Yüksek Okulu,
7
İnönü Üniversitesi Malatya Sağlık Yüksek Okulu
8
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulu,
9
Amasya Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulu, Amasya, T ürkiye
10
Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü,
11
Osmangazi Üniversitesi, Eskişehir Sağlık Yüksek Okulu
12
Gazi Osman Paşa Üniversitesi, Sağlık Yüksek Okulu
Giriş ve amaç: Toplumsal yaşamda kadına ve erkeğe yüklenen roller, kadınlar aleyhine bir ayrımcılık
yaratarak, toplum yaşantısında sıklıkla kadınların ikinci plana atılmalarına ve erkeğe kadından daha fazla
değer veren bir eşitsizlik modelinin devam etmesine neden olmaktadır. Bu eşitsizlik modeli özellikle
çalışma/fırsat eşitliği, kararlara katılım, seçme özgürlüğü, sağlık hizmetlerinden faydalanma, eşit işe eşit
ücret, eğitim, meslek seçiminde ve üreme sağlığı alanında göze çarpmaktadır. Sonuç olarak toplumsal
cinsiyet eşitsizliği, biyolojik farklılıklar ile açıklanamayacak kadar derin sorunlar yaratmakta, kadını
ötekileştirip ikinci plana itmektedir.
Ebe toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin kalıp yargıların ve tutumların eşitlikçi bir biçimde
şekillendirilmesinde, topluma benimsetilmesinde anahtar kişidir. Toplumsallaşma süreci içerisinde belli
kalıp yargılar, düşünceler, tutumlar ve algılarla yetişen bireylerin ebelik mesleğine adım atma sürecinde
toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin öncelikle kendi tutum ve algılarının farkına varmaları, toplumsal
cinsiyet rollerine ilişkin eşitlikçi tutumlara sahip olmaları ve sonrasında da hizmet verdiği bireylerin
eşitlikçi bakış açısına sahip olmaları açısından son derece önemlidir.
Bu kapsamda çalışmanın amacı Türkiye genelindeki üniversitelerde ebelik eğitimi veren bölümlerin
birinci sınıfında öğrenim gören öğrencilerin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin algı ve tutumlarını
belirlemektir.
Materyal ve metod; Kesitsel tanımlayıcı tipte olan çalışma, Ocak-Mart 2015 tarihleri arasında Sivas,
Adıyaman, Amasya, Manisa, Çanakkale, Sakarya, Tokat, Malatya, Eskişehir, Kahramanmaraş ve
Erzurum olmak üzere11 ilin ebelik bölümlerinde yapıldı. Kurumsal etik komiteden etik kurul onayı
alındı. Çalışmaya katılmayı kabul eden fakülte ve yüksekokulların Ebelik bölümlerinde araştırmaya
katılmayı kabul eden 1. Sınıf öğrencilere “Gönüllü Olur Formu” okutularak yazılı onamları alındıkt an
sonra toplam 632 öğrenci tarafından “Kişisel Bilgi Formu”, “Toplumsal Cinsiyet Algısı Ölçeği” ve
“Toplumsal Cinsiyet Rolleri Tutum Ölçeği” (TCRTÖ) dolduruldu.
Araştırmanın istatistiksel analizi bilgisayar ortamında SPSS 16.0 for Windows bilgisayar paket
programları ile değerlendirildi. Araştırma bulgularının değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistik
ölçütlerinin (ortalama, standart sapma, minimum ve maksimum değerler ve yüzdelik sayılar) yanı sıra
ölçek puanlarının karşılaştırılmasında t-testi (independent samples t-testi) ve Varyans analizi kullanıldı.
Bulgular; Araştırmaya katılan ebelik birinci sınıf öğrencilerin yaş ortalaması 18,89±1,28 dir.
Öğrencilerin annelerinin (%58,7) ve babalarının (%44,4) en fazla ilkokul mezunu olduğu ve öğrencilerin
ortalama 3,72±1,98 (Min 1- Max 13) kardeşe sahip olduğu saptandı. Öğrencilerin
%53,5’inin ebelik mesleğini kendi istekleri ile tercih ettiği ve ebelik mesleğini tercih etmede en önemli
sebeplerinin iş bulma sorununun olmaması (%46,6) olduğu belirlendi.
Öğrencilerin toplumsal cinsiyet algı puan ortalaması 97,65±13,06 (Min 52 – Max 125) olup olumlu bir
toplumsal cinsiyet algısına sahip oldukları ve toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin tutum puan ortalaması
106,69±11,73 (Min 54 – Max 160) olup toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin eşitlikçi tutuma sahip
oldukları saptandı. Toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeğinin alt boyutları incelendiğinde; eşitlikçi
cinsiyet rolü ortalaması 35,40±4,92 (Min 8- Max 40), kadın cinsiyet rolü ortalaması 24,89±3,63 (Min
82
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
11- Max 37), evlilikte cinsiyet rolü ortalaması 14,34±3,19 (Min 8- Max 36), geleneksel cinsiyet rolü
ortalaması 20,11±5,31 (Min 8- Max 37), erkek cinsiyet rolü ortalaması 12,02±3,83 (Min 6- Max 25)’dir.
Tartışma ve sonuç; Araştırmaya katılan ebelik birinci sınıf öğrencileri olumlu bir toplumsal cinsiyet
algısına sahiptirler. Öğrencilerin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin tutumları eşitlikçi olmakla
beraber, toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin tutum ölçeğinin alt boyutlarından öğrenciler eşitlikçi
cinsiyet rolüne ve kadın cinsiyet rolüne ilişkin eşitlikçi tutuma; evlilikte cinsiyet rolü, geleneksel
cinsiyet rolü ve erkek cinsiyet rolüne ilişkin ise geleneksel bakış açısına sahip oldukları saptanmıştır.
Kadının cinsiyeti nedeniyle toplumun çeşitli alanlarında yaşadığı üreme sağlığı da dahil çeşitli
eşitsizliklerin yarattığı sorunların azaltılmasında ve önlenmesinde kadının güçlendirilmesinde ve
konumunun geliştirilmesinde, toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısının politika, strateji ve
uygulamalara yansıtılmasında sağlık ekibi içerisinde yer alan ebelerin önemli sorumlulukları
bulunmaktadır. Dolayısıyla ebelik mesleğine adım atacak bireylerin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin
sahip oldukları algı ve tutumların belirlenmesi, bu konuda farkındalık geliştirilebilmeleri için ebelik
eğitiminde toplumsal cinsiyete ilişkin eşitlikçi bakış açısı bilincini geliştirecek düzenlenmelere yer
verilmesi önerilmektedir.
Anahtar kelimeler; Cinsiyet rolleri, Toplumsal cinsiyet; Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, Ebelik
OSMANLICA İKİ KADIN DERGİSİ: HANIM VE HANIMLAR
1
Selin Lafcı1
TC İstanbul Kültür ÜniversitesiSosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Yüksek Lisans
Giriş
Osmanlı’da kadınların kendilerini ifade etmeleri, tanıtmaları ve faaliyetlerini duyurmaları ilk kez basın
aracılığıyla gerçekleşmiştir. Kadınlara toplum içinde layık oldukları değerin verilmesi ve kadınların
biliçlenmesi amacıyla çeşitli süreli yayınlar çıkarılmıştır. Basında kadınlara ait imzalara, dönem
gazetelerinde, bazı gazetelerin çıkardıkları kadına ait sayfa ve eklerde, özellikle de kadın dergilerinde
rastlamak mümkündür. Türkiye’de kadın araştırmaları alanındaki ilk girişimler, Tanzimat Dönemi’nde
gerçekleşmiştir. Kadın dergileri, Tanzimat’la başlayan modernleşme ve yenileşme sürecinde, “kadın”
konusunda yaşanan sosyal ve kültürel gelişmelerin bir sonucudur.
Tanzimat'la başlayan kadın dergilerinin Osmanlı ve Cumhuriyet sonrası yıllarda kapladıkları yer küçük
olmakla birlikte özet olarak dünya kadınına, ayrıntılı bir bakış açısıyla da kendi kadın tarihimize
doğrudan kaynaklık etmeleri açısından önemli bir yer tutuyor. Harf devrimi nedeniyle süreli
yayınlardaki önemli isimlerin çoğu unutulup gitseler de son dönem kadın araştırmacıları bu kopuşun
nedenlerini sorgulamakla birlikte eski harfli yayınları yeniden Türkçeleştirme projelerine de ilk adım
olarak bibliyografyalar oluşturarak başladılar. Dergilerin tespit edilmesinde bugün düne göre işimiz çok
daha kolaydır. Çalışılacak derginin tespitinde yaralanılacak ilk kaynak yayımlanmış kataloglardır.
Dergilerin inceleniş evrelerinde Tanzimat'tan 2. Abdülhamit'in tahta çıkışı, 2. Meşrutiyet ve
Cumhuriyet'in ilanı, Latin harflerinin kabulü gibi birtakım toplumsal değişimler belirleyici rol
oynamaktadır.
Dönem gazetelerinde, özellikle pek çok kadın dergisinde sorunlarını ve beklentilerini yazarak, toplumu,
dolayısıyla hemcinslerini bilinçlendirmeye ve istekleri doğrultusunda değişime hazırlamaya çaba
gösteren kadınlar ayrıca konferanslar düzenleyip çeşitli dernekler kurmuşlar ve bu derneklerde etkin
görevler üstlenmişlerdir. Yeni bir kadın tipi ortaya çıkarmak dönemin kadın hakları savunucusu
dernekler ve yayınların ortak amacını oluşturmaktaydı. Bu kadın tipinin belirlenmesinde de daha çok
batılılaşma taraftarı kişilerin örnek olarak belirlediği tip olmuş ve yeni bir imaj yaratılan kadın tipi, kılık
ve kıyafetin kendisini sosyal hayattan mahrum etmeyecek, çalışan, eğitimli, vatansever, aydın, gelenek
ve kısıtlayıcı kurallara karşı mücadele edecek batılı kadın şeklinde simgeleştirilmişti.
83
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Osmanlı kadın dergilerinin yeni harflere aktarımı, bu dergilerin gün yüzüne çıkması ve kadın
araştırmaları açısından son derece önem taşımaktadır. Metinlerin yeni harflere aktarımında yapılacak ilk
iş, dergileri kütüphaneden temin etmektir. Öncelikle çalışmamda rol oynayan kütüphanelere değinmek
istiyorum. Hanım dergisini Beyazıt Kütüphanesi’den, Hanımlar dergisini Taksim’de bulunan Atatürk
Kitaplığı’ndan temin etmiş bulunuyorum.
Osmanlı’da kadın örgütlemelerinin başlamasıyla birlikte yayınlanan 40’ın üzerinde kadın dergisi vardır.
Bu dergilerde kadının içinde bulunduğu durum eleştirilmiş, Avrupadaki feminist hareket hakkında bilgi
verilmiştir. Bu dergilerin çoğunun kurucusu erkeklerdir. Kadın imzasıyla yazı yazan erkekler de
olmuştur. Sahibi kadın ve tüm yazarlarının kadın olduğu ilk dergi Şukufezar'dır ve Arife Hanım
önderliğinde çıkmıştır.
Hanım dergisi 1337 (1921) yılında yayımlanmıştır. İstanbul’un işgal altında olması ve Anadolu’da
devam eden milli mücâdele nedeniyle karamsar bir içeriğe sahiptir. Her ay intişâr eder. Kadın, salon ve
âile gazetesidir. Hanım dergisi, gazete olarak isimlendirilmesine rağmen dergi hüviyetindedir. Bol
resimli moda haberlerinin yanında kadınlara giyim biçimleri, süslenme sanatıyla ilgili de bilgiler
verilmiş ve dergi sayfalarında Batılı ülkelerin moda akımlarına değinilmiştir. Dergi içerisinde ilânlar
ihtiva etmektedir. Bunun yanında kadın mektupları, hikâyeleri ve yemek tarifleri sayfalarında yer
almıştır. İdeal kadın tipi, âile hayatı, kadının eşine ve çocuklarına karşı sorumlulukları işlenmiştir. Emine
Seniya, Rauf Ahmed, Ebu Ebuziyazâde Velid, Falih Rıfkı, Ercümend Ekrem, Salahattin Enis en meşhur
muharrire ve muharrirlerin en güzel yazıları mevcûddur. Koleksiyon yapanlar bu mecmuanın zengin
sayfalarında şahane eserler bulacaklardır.
Hanımlar dergisi, İstanbul’da 1300 (1882-1883) yılında çıkmaya başlamış aylık kadın dergisinde kadın
imzaları artmaya başlamıştır. Öyle ki yaşlı kadınlar bile derginin çıkışına ilgisiz kalmadıklarını
göstermek için mektuplar yazmışlardır. ‘Bir Kocakarı’ imzasıyla yayımlanan mektup da derginin
çıkışından duyulan memnuniyet ifâde edilmiştir.
Dergide, fikrî ve edebi yazılar, şiirler, takvim sistemleri, tarih, hikâyeler, pratik bilgilere yer verilmiştir.
En önemlisi bir kadın için yabancı dil öğrenmenin önemine dikkat çekilmiştir. Fıkra, tekerleme ve üç
perdelik evlilik konusunun işlendiği bir tiyatroya yer verilmiştir. Derginin içeriğinde kadınların ihtiyaç
duyduğu bir takım güzellik ve bakım hakkında faydalı bilgiler yer almaktadır. Mecmuanın yazar
kadrosu; Said Bey, Yeni Leyla Hanım, Hamza, Yeni Fıtnat, Vâsıf gibi yazar ve şairlerden oluşmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kadın, Kadın Dergileri, Kadın Çalışmalar, Kadın Hareketi
Bir kadın çalışması Feminizm: Lilit ve Albaslının Folklordaki Kadin Imgesine Etkisi
Aynur Gazanferkızı1
1
Azerbaycan
Günümüzde
kadınların
bir
kısmını
etkisi
altına
alabilmiş
olan
feminizmin
temeli,1785’teHollanda’nıngüneyindeki Middelburg kasabasında düzenlenen bir toplantıda atılır. Lady
Mary Wortley Montagu ve Marquis de Condorcet gibi özgür düşünürlerin kadınlar için ilk bilimsel
toplantısından sonra feminizm bir hareket halinde ortaya çıkar. Bu düşüncenin ise Yunan tanrıçası,
Zeus’un ikinci eşi Femida’dan geldiği düşünülür. Aslında isim oradan alınsa da düşünce olarak onun
tarihi daha eski çağların mitlerine dayanır.
Şöyle ki; Tevrat’taki yaratılış mitinde Lilith’ten söz edilir. Miti incelediğimiz zaman Lilith’in Femida’ya
etkisini açıkca görebiliriz. Lilith mitlerinde de Sümer metinlerinin izlerini bulmamız mümkündür.
Sümer ve Judaist mitlerindeki kadın özgürlüğü düşüncesi yalnız Yunan mitlerinde yaşamamıştır, Yakın
ve Orta Doğu’daki halklar de onu kendi mitlerine transfer etmişlerdir. Biz ise bildirimizde Lilith’in Türk
halklarının folklorundaki yansımasını ele alacağız.
84
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Türk halklarının mitlerindeki Lilith ile Judaist ve Hristiyanlıktaki Lilith arasında az da olsa farklılıklar
vardır. Bu farklar da eski motiflerin bir kısmının birinde olup da diğerinde unutulmasından
kaynaklanmaktadır.
Feministler, Femida gibi adaletin ve doğruların temsilcileri olduklarını ve bu yüzden de kadınların kendi
haklarını bilmeleri gerektiği düşüncesini savunmaktadırlar. Halbuki son iki asırda bu düşüncenin
etkisinde kalan ülkelerde kadın-erkek ilişkilerine kısaca gözattığımızda öncesinden farklı olarak son
dönemlerde boşanmaların çoğaldığını, hatta sıradan bir hal aldığını, neredeyse çoğu kadının yalnız
başına yaşlanarak öldüğünü görmekteyiz. Bütün bunları incelediğimizde karşımıza Femida değil,evlilik
ve mutluluk düşmanı Lilith çıkmaktadır. Lilith kaynaklarda Adem’in ilk eşi olarak geçmektedir.
Rivayete göre Allah önce Adem’i sonra da Lilith’i torpaktan yaratır. Lilith’e de, Adem’e boyun eğmesini
emreder. Ancak Lilith, Adem ile aynı hakka sahip olduğunu düşünerek Adem’e boyun eğmek istemez.
Nihayet Lilith bir yolunu bulur ve kaçar. Allah, Lilith’i geri getirmeleri için meleklerini yollar. Lilith’i
bulduklarında onun Kızıldeniz ile birlikte olduğunu görürler. Bunların yüzden fazla cin çocukları olur.
Melekler, Lilith’in geri dönmediği takdirde her gün bir cin çocuğunu öldüreceklerini söyler ve
söylediklerini yaparlar. Çünkü Lilith hiç bir zaman Adem’e boyun eğmeyeceğinisöyler vegeri dönmez.
Bundan sonra Allah Havva’yı Adem’in kaburgasından yaratır ve Havva Adem’e tabi olduğundan
onların soyu artar. Bunların saadetini kıskanan ve öldürülmüş cin çocuklarının intikamını almak
isteyen Lilith hamile ve lohusa kadınlara musallat olacağına dair yemin eder. Sadece onun adı yazılmış
muskalı anne ve çocuklara bulaşmayacağına sözverir. Bu lanet kadın imgesi neredeyse dünyanın bütün
mitolojilerinde yer alır. Bunlardan biri de Türk mitolojisindeki Al karısı, albastıdır. Albastı,Türk
folklorunda en eski iyelerden biri olarak kabul edilir. Türk mitolojisinde mevcut olan albastının
Tevrat’ta ismi geçen, aslında ise Sümer metinlerinden gelen Lilith ile benzerliği dikkati çekmektedir.
“Almastı” da (Karaçay-Malkar mitinde) hem görünüşce Lilithe benzer, hem de Lilith gibierkekleri
baştan çıkarır. Aynı zamanda lohusa kadınlara musallat olur.
Lilith dünyada yaratılmış ilk kadın olarak gösterilir. İlginçtir ki, Kumuk Türklerinin folklorundaki
Ağhatun (Akhatun) sözündeki “hatun” bugün “kadın” anlamında kullanılır. Lakin eski Türkçede “katun”
insanların anası, büyük, ulu ana sayılırdı. Bizce “Ağxatun” adındaki “katun” da ikinci anlamda
kullanılmaktadır. Buradan da “Albastı”nın Türk mitolojisinde, yaratılmış ilk kadın olduğu sonucunu
çıkarabiliriz.
Sümer metinlerinde Lilith kutsaldır. O, Tanrı’ya kadar uzanan ağaçta kendine ev yapma ve orada yaşama
yetkisine sahiptir. Bu da Lilith’in Tanrı katında ne kadar önemli ve kutsal olduğunu gösterir. Çünkü
kutsal ağaçta Tanrı’ya yakın olan, ona hizmet eden, belirli bir kutsallık taşıyanlar yaşayabilir. Ayrıca
İnanna’nın Lilith’in korkusundan onun oturduğu ağacı kesememesi de Lilith’in kutsallığını ve önemini
vurgular. Aslında Albastı da Tanrı’nın iyesidir, yani kutsaldır. Ancak zamanla o da Lilith gibi insanların
düşüncesinde -neredeyse- lanetli birine dönüşmüştür. Başlangıçta kutsal olarak kabul edilen her iki
imgenin sonunun böyle lanetli bir varlığa dönüşmesinin en temel sebebi Lilith’in eşine boyun eğmemesi,
onun isteklerini yapmamasıdır. Çünkü ister bizi yaratan güçlerin, isterse de çoğunluk insanların arzu
ettikleri durum Havva’nın seçtiği yoldur. Lilith’in yolu ise sonunda sadece nefret ve lanet doğurur. Bu
yüzden de feminizm adı altında mücadele eden kadınların yaptıkları işin sonunda Lilit’e olan nefret ve
kin bir şekilde onlara da yönelebileceğini anlamaları gerekir. Bu yüzden de Lilith değil de Havva olmak
lazımdır. Çünkü dünyanın gidişatına bakıldığı zaman gerçekten de özgürlüğünü kazanmak adı altında
pek çok kadının yuvasının yıkıldığını, mutsuz olduğunu ve daha çok erkekler tarafından sömürüldüğünü
görmekteyiz.Bu bakımdan bildirimizde iki ayrı mitolojinin benzer imgeleri Lilith ve Albastı
karşılaştırılacak, feminizm hareketının kadınlar üzerindeki doğru ve yanlış etkileri gösterilerek günümüz
dünyasında Batılı ve Doğulu kadın kavramları arasındaki farklar elealınarak araştırılacaktır.
Anahtar kelimeler: Lilith,Albastı, feminizm, kadın çalışmaları, mitoloji
85
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Kadın ve Delilik: Charlotte Perkins Gilman’ın “Sarı Duvar Kâğıdı” Başlıklı Öyküsü
1
Mevlüde Zengin1
Cumhuriyet Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü
Edebiyat, özellikle de kurgusal edebiyat feminist düşüncenin vücut bulmasında önemli bir alan olarak
karşımıza çıkmaktadır. Amerikan feminist yazar ve sosyolog Charlotte Perkins Gilman’ın 1892’de
yayınlanan “Sarı Duvar Kâğıdı” adlı kısa öyküsü, yazarın aslında doğum sonrası depresyonu (postpartum depression) yaşayan fakat histeri ve nevrasteni teşhisi konarak tedavi edilmeye çalışılması
sonrasında yazdığı bir öyküdür. Gilman yarı otobiyografik öyküsünü doktorları teşhis ve tedavinin
yanlışlığı konusunda uyarmak ve kadınları olası tehlikelerden korumak amacıyla yazmıştır. Gilman’ın
adsız kadın anlatıcısının günlüğüne yazdıklarının bir toplamı olan öykü, aynı Gilman gibi doğum sonrası
depresyonu yaşayan ama histeri ya da nevrasteni teşhisi konan bir kadının doktor kocası tarafından
uygulanan tedaviye karşı direnme çabalarını yansıtmaktadır. Yazarın gerçek yaşamında kendisine
uygulanan okuma-yazma veya herhangi bir zihinsel aktiviteyi yasaklayan istirahat tedavisinin (rest cure)
bir benzerini gördüğümüz öyküde kadın kahramanın bu tedaviye boyun eğişi sonucunda halüsinasyonlar
görerek delirme süreci resmedilmektedir. Bu çalışma öyküyü öncelikle yaşamöyküsel bağlam içine
koyarak Gilman’ın öyküyü yazma amacı ve sonuçlarını göstermektedir. Daha sonra ise öyküde deliliğin
nasıl yansıtıldığı, toplumca algılanış şekli, tıbbi bir söylem olan histeri veya delilik söyleminde kadının
sesi, deliliğe giden yoldaki etkenler, kadının erkek egemen sistem içinde delilikten kurtulma ve kendi
benliğini oluşturma aşamasında ne gibi güçlükler yaşadığı araştırılacaktır. Araştırmada vurgulanan diğer
bir nokta ise Gilman’ın “Sarı Duvar Kâğıdı” öyküsünün kadının toplumdaki rolü ya da rolleri, kadının
kendi sahip olmak istediği rol(ler), kadının erkek egemen sistemde baskı ve kısıtlamalara direnişi ve
kendi kişiliğini oluşturma çabaları gibi diğer feminist konularla ilgili olduğudur. Çalışma tüm bu
konuların öyküden alınan ilgili referanslarla bir analizini sunmaktadır. Öykünün biyografik bağlam
içinde okunması sonucunda ulaşılan düşünce “Sarı Duvar Kâğıdı”nın 19. yüzyıl sonları Amerika’sındaki
kadın deliliği ile ilgili tıbbi söylemleri yıkan bir metin olduğudur. Çünkü Gilman öyküsünde kadının bir
birey, insan ve bir kişilik olarak özelliklerini, istek ve ihtiyaçlarını, daha da önemlisi iç dünyasını
görmezden gelen tedavinin depresyon yaşayan kadını tedavi etmek bir tarafa onu deliliğe sürüklediğini
göstermektedir. O dönemlerde Amerika’da ünlü bir nörolog olan Silas Weir Mitchell’in tedavisine
maruz kalan Gilman’ın tedaviyi (hastalık temelde psikolojik değil fiziksel bir bozukluk gibi tedavi
edilmeye çalışılmaktaydı) reddedip kendi normal yaşamına dönerek delirmekten kurtulduğu, ayrıca
öyküyü okuyan Mitchell’in tedavi yollarını değiştirdiği bilinmektedir. Bu tedavi, kadına istediği kimliğe
ve role sahip olması için özgürleştirmekten çok onun baskı ve kontrol altına alındığı, hapsedildiği,
gözlem altında tutulduğu, sessizleştirildiği, marjinalleştirildiği ve “öteki” konumuna getirildiği her alan
ve her türlü durumun bir sembolü kabul edilebilir. Çalışma öykünün özellikle kadın anlatıcının yaşadığı
topluma yabancılaştığı, kişilik bölünmesi yaşadığı sahnelerle birlikte kendi kimlik ve kişiliğini
oluşturma çabalarının görüldüğü sahnelere odaklanmaktadır. Bu aşamada kadının gördüğü
halüsinasyonların da bir sonucu olarak kapatıldığı odanın sarı duvar kâğıdında daha sonra kendini
özdeşleştirdiği bir kadın olduğu yolunda bir takınç (obsession) geliştirdiği görülmektedir. Öykünün
sonunu çalışmamızın amacına uygun olacak şekilde feminist bir bakış açısıyla yorumlamayı uygun
bulduk: Kadının deliliği pahasına da olsa özgürleşebilmesi onun erkek egemen toplumda kazandığı bir
zaferdir. Bu anlamda Gilman’ın öyküsü bizi başka düşüncelere de sevk etmektedir. Bir yazar olarak
Gilman ve öyküsündeki adsız kadın anlatıcının seslerini duyurdukları gibi her kadın da sesini
duyurabilir. Gilman sesini insancıl ve feminist görüşlerini vermek üzere yazdığı böyle bir öykü ile
duyurmakta; benzer şekilde öyküdeki kadın da delilik aşamasını günlüğüne gizlice yazarak (çünkü öykü
olarak okuduğumuz şey kadının günlüğüne parça parça yazdıklarıdır) sessizlikten kurtulmaktadır.
Öykünün sonunda kadının hapsedildiği tavan arasındaki odanın sarı duvar kâğıdını yırtması özgürlüğünü
ilan etmesi ve kişiliğini bulmasıdır. Araştırmanın sonucunda ulaşılan diğer bir düşünce, Gilman’ın “Sarı
Duvar Kâğıdı” adlı öyküsünün kadının erkek egemen toplumda maruz kaldığı baskı dolu yaşamını ve
kadının boyun eğişini kadın deliliğinin nedeni olarak gösteren feminist bir metin olduğudur.
Anahtar Kelimeler: “Sarı Duvar Kâğıdı”, Charlotte Perkins Gilman, Kadın, Delilik.
86
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Moda Fotoğrafçılığında Kadının Metalaşması ve Kadın Kimliğinin Oluşmasına Etkisi
E. Funda Seçal1
Gaziemir /İzmir
1
İnsanoğlunun vucudunu doğanın etkilerinden koruma düşüncesi ile ortaya çıkan ‘giyinme ‘ kavramı,
güzel görünme ve dikkat çekme arzuları ile daha iyi ve güzel olanı aramaya sebeb olmuş, farklı
görünmek isteği ile ‘moda’ kavramının oluşmasını sağlamıştır. Korunmak amaçlı başlayan giyim
toplumsal bir nitelik kazanmış insanların toplumsal durumunu sembolize eder hale gelmiştir. Zamanla
kişiliği ve stili yansıtan evrensel bir dil haline gelmiştir. Tarihi boyunca moda; akımlar, toplumsal ve
ekonomik değişimler, teknolojik gelişimler gibi faktörlerin etkisiyle ve kendi doğası gereği değişmeye
devam etmiştir.(AYDOĞAN;2011) Moda bir çok düşünür tarafından farklı tanımlanmıştır. Thornstein
Veblen “gereksiz ve nedensiz tüketim sembolü” olarak değerlendirmiş, Kant ise modayı ahlak açısından
ele alarak “[…] temeli bencillik, kendini beğenme olan bir taklit türü” şeklinde sınıflandırırken belirli
bir toplumsal işlevinin bulunduğunu da kabul etmiş, moda sürecinin çok çeşitli toplumsal işlevlere
olumlu yönde hizmet ettiğini öne sürmüştür. Güngör Başer ise “[...] sürekli bir değişim süreci” olarak
tanımladığı modayı, sosyal ya da ekonomik statü kazanmada toplumsal bir nitelik olarak
değerlendirmiştir. (KARABULUT;2006) Fotoğraf makinesinin buluşuyla birlikte modadaki bu değişim
belgelenebilir hale gelmiştir.
Fotoğraf modanın evrenselleşmesi için önemli bir araç haline gelmiştir. Modayı belgelemekle beraber,
bulunduğu dönemin ruhunu , toplumsal olayların etkilerinide göstermektedir. Moda ve fotoğraf
birbirinden beslenen iki kavram haline gelmiştir. Fotoğraf sayesinde modanın ifade edilmesi
kolaylaşmıştır.
Modanın bu değişken yapısında, modayı görselleştirmek ve daha anlaşılır kılmak, moda fotoğrafçılığını
beslemiş ve moda kavramı gibi hızlı ve değişken yapmıştır. Moda fotoğrafçılığı modanın
belgelenmesine olan hizmetinin yanı sıra evrenselleşmesini sağlamıştır. Fotoğraf bilinç arttırıcı bir
modernleşme olgusu olarak ele alınmaktadır.(ORAL;2009) Modanın yayılımı üzerine savunulan
kuramlardan biri olan ‘Kitle Pazarı Kuramı’ kitle üretiminin kitle iletişim araçları ile birleşip yeni
tarzların bütün sosyoekonomik sınıflar tarafından bilinir hale geldiğini savunur.(ERTÜRK;2011) Bu
bağlamda moda fotoğrafı toplumun moda bilincini arttıran ve tüm sosyoekonomik sınıflara yayılmasını
sağlayan kitle iletişim aracıdır.
Etkili bir kitle iletişim aracı olan moda fotoğrafı görselleri ile rutin yaşamın her alanında
karşılaşılaşılabilir hale gelmiştir. Moda dergilerinde, reklamlarda, bilboardlarda, duraklar gibi bir çok
yerde karşılaşılır olmuştur. Amacı ürünü satmak olan moda fotoğrafları sanatsal açıdan zevk verici hale
gelmiştir. İnsanları doğrudan etkilemekte, güzellik, beğeni, moda gibi algılarını değiştirebilmektedir.
“İyi bir moda fotoğrafı, modanın fotoğrafından daha fazlasıdır.”(SONTAG;1978) bu noktadan yola
çıkarak, moda fotoğrafının iletilerini anlamak ve dünya moda fotoğrafçıları ile Türkiye deki moda
fotoğrafçılarının stilleri üzerinden kadının metalaşma sürecinin incelenmesi hedeflenmektedir.
Moda fotoğrafının anlatım biçimi modanın değişiminden etkilendiği gibi moda fotoğrafını çeken
fotoğrafçının tarzından da etkilenmektedir. Genellikle moda fotoğrafçıları, fotoğraflarında kadın ve
kadın vucudunu kullanmıştır. Temelde amaç ürünü satmak olduğu için kadın vucudunun çekiciliği ve
estetiğinden yararlanılmıştır. Böylelikle tüketim toplumu için kadın bir satış unsuru olmuştur. Kimi
fotoğrafçı kadını romantik bir atmosfer içinde erişilmez bir zerafet içinde göstermiş, kimi dişiliğinin
gücünden yararlanıp, vucudununun çıplaklığını göstererek seksi, çekici bir algı oluşturmuştur.
Böylelikle kadın kimliğinin toplumda var olmasında etkileri olmuştur. Kadınların giyimleri ile kişilikleri
arasındaki güçlü bağı ortaya koymuştur. Moda fotoğrafında izleyicide oluşuracağı etkiye daha çok önem
verilmektedir. Bu nedenle kıyafetin detayından çok fotoğrafın izleyiciye verdiği ruh hali, imaj önemli
olmuştur.
87
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Moda fotoğrafçılarının kadın imgeleri değişkenlik göstermiştir. Başlarda kadını idealize edip
ulaşılmaz, zerafetli göstermiş , stüdyoda fotoğraf çekmişlerdir. Daha sonra gerçekçilik adına doğal
ortamlarda, dış çekimler yapmışlardır. Toplumsal olaylar, savaşlarında etkileri ile fotoğrafçılıktaki
anlatımlarıda zaman içinde değişmiştir. 1960 lardaki cinsel devrimden etkilenilmiş ve moda
fotoğrafçılığında cinsellik temalarıda görülmeye başlanmıştır. 1920 lerin sıradanlaşmış kadınlık
imgesinden sıyrılınmıştır. Erkeklerin cinsel arzuları üzerine yoğunlaşılmış, fetişizm kavramı moda
fotoğrafına girmiştir. Moda fotoğrafçısı Man Ray bu akımın öncülerindendir. Fotoğrafçı fetiş nesler
kullanmıştır.
Moda fotoğrafı modanın yarattığı kadın imgesini görsellik ile desteklemekte ve güzellik kavramının
moda akımları çerçevesinde değişimini sağlayabilmektedir. bu değişimi sağlayabilmek için temelinin
mitolojik güzellik algısına dayanan duruşlar ile sağlayabilmektedir. Moda fotoğrafçılığındaki
duruşlarının nasıl mesajlar içerdiğini açıklayabilmek için , moda fotoğrafçılarının çektikleri
fotoğraflardaki kadın durularını gruplandırarak incelenecek ve çıkan sonuçlar yorumlanacaktır.
Dünyadaki moda fotoğrafçıları incelenip kadını moda fotoğraflarında nasıl gördükleri analiz edilecektir.
Bu analiz türk moda fotoğrafçıları içinde tekrarlanacaktır. Bu analiz sonucunda moda fotoğrafçılarının
kadını metalaştırma süreci incelenmiş olunacak.
Moda fotoğrafçılığında kadının metalaştırılması hakkında yapılan bu araştırma moda fotoğrafçılığının
gelişim sürecine ve kadının moda fotoğrafçılığındaki konumuna ışık tutmayı hedeflemiştir. Türkiyedeki
ve dünyadaki moda fotoğrafçılarının moda fotoğrafındaki eğilimlerinin analizlerini ortaya koyacaktır.
Moda fotoğrafının modanın evrenselleşmesindeki etkilerinin araştırılabilmesine katkıda bulunacaktır.
Moda fotoğrafının moda alıcılarının seçimlerine etkilerinin araştırılmasına katkıda bulunacaktır.Bu
araştırma sonucunda, moda fotoğrafçılığnın kadın ve kadın vucudunu görsel olarak kullanarak moda
algısını nasıl etkilediğinden bahsedilecektir. Moda fotoğrafı ve moda fotoğrafçılarının kadın kimliğini
nasıl etkilediğine ve kadını nasıl tüketim unsuru haline getirdiğine değinilecektir.
Anahtar Kelimeler : Moda Fotoğrafçılığı, Moda, Kadın Kimliği
88
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
9 Nisan Perşembe
II. Oturum 15.30 – 17.30
Genç Kızların Meme Kanserine Bakışı
1
Rabia Sohbet1 , Firdevs Gür1
Gaziantep Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Halk Sağlığı Hemşireliği Ana Bilim Dalı
GİRİŞ-AMAÇ:Kanser, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de önemli bir sağlık sorunudur.Tüm
dünyada, meme kanseri kadınlar arasında halen en sık görülen kanser türlerinden biridir. Bu çalışma
genç kızların meme kanserine bakışı ve bilgi düzeylerini ölçmek, aynı zaman da kendi kendine meme
muayenesi yapıp yapmadığını değerlendirmek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır.
METOT-MATERYAL: Bu çalışma, Gaziantep Üniversitesi KYK kız öğrenci yurdunda kalan
öğrencilere Kasım 2014 tarihin de uygulanmıştır.Evren 600, örneklem 250 kişidir.Veriler çalışmaya
katılmayı kabul edenlerin sözel izinleri alınarak yüz yüze görüşme tekniğiyle toplanmıştır. Çalışmada
elde edilen veriler SPSS 16.0 veri analiz programında değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Çalışmaya katılanların %29,2'si 20 yaş ,% 22,0'si 21 yaş, %12,0'si 22 yaş, %8,8'i 18
yaş,% 3,2'si 23 yaş ,%1,2'si 17 yaş, % 80'i çekirdek aile, %18,4'ü geniş aile, %1,6'sı da parçalanmış aile
tipine sahiptir. %55,6 ' sı SGK, % 18,8 'i yeşil kart, %18.8'si Bağ-kur, %6,8'ninde güvencesi yok,
%60,8'i adetinin düzenli, %17,6 'sının bazen düzensiz , % 21,6 'sının düzensiz olduğunu %95,2 'si meme
muayenesi için gitmediğini, % 4,8'i daha önce kontrol için doktora gittiklerini, % 53.6 'sı KKMM
yaptığını, %46,4 'ünü kendi kendine meme muayenesi yapmadığını belirtmiştir.
TARTIŞMA: Genç kızların %53,6'sının KKMM 'sini uyguladığı ,bu uygulamada kendi kendine meme
muayenesine nereden başladıkları ve ne sıklıkla uyguladıkları tespit edilmiştir.
SONUÇ-ÖNERİLER:Türk kadınlarının meme sağlığına yaklaşımları, bilgi, davranış ve tutumları pek
bilinmemektedir. Elde edilen sonuçlar doğrultusun da kadınlara ve öğrencilere yönelik kendi kendine
meme muayenesi eğitim programlarının planlanıp uygulanması önerilebilir. KKMM yapanlarda ise
devamlılığının sürdürülebilmesi için eğitim verilmesi gereklidir. Böylece genç kızların sağlıklarını
koruma ve sürdürebilmelerine katkı sağlanabilir.
Anahtar Kelimeler :Meme kanseri,Bilinçlilik düzeyi,Genç kızlar
Perinatal Hemşirelikte Karşılaşılan Etik İkilemler Ve Yasal Sorunlar
Banu Karaöz1 , Ahsen Şirin2
İzmir Üniversitesi, Sağlık Yüksek Okulu
2
Zirve Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi
1
Giriş ve Amaç: Bu derlemenin amacı; perinatal hemşirelikte karşılaşılan etik ikilemler ve yasal sorunlara
ışık tutmaktır.
Bu derlemede; doğum kontrol yöntemi olarak kürtaj ve etik, prenatal tanı yöntemlerinin uygulanması ve
etik, HIV enfeksiyonu olan gebe ve etik, gebelikte cinsiyet seçimi ve etik, çoğul gebelik ve etik,
beklenmeyen ani maternal ölümlerle ilişkili gebeliklerin yönetimi ve etik, tıbbi olmayan nedenlerle
89
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
yapılan sezaryen doğumlar ve etik, kordon kanı toplanması ve etik, antiprogestinlerin kullanımı ve
etik, tıbbi olmayan nedenlerle indüklenmiş abortus ve etik, ciddi malformasyonlu fetüslerin yönetimi ve
etik, prenatal tanıyı takiben gebeliğin sonlandırılması ve etik, anensefalikinfantların organ
transplantasyonu ve etik, şiddetli malformasyonları olan yenidoğanın yönetimi ve etik, perinatal
hemşirelikte görülen yasal sorunlar başlıklarından oluşan kıymetli konulardan sözedilecektir.
Perinatalperiyot, gebeliğin 20. haftasında başlayan ve yenidoğanın yaşamının ilk haftasına kadar geçen
süreyi kapsar. Bu dönemdeki bakım hizmetlerinden yararlanacak olan hedef kitle, sağlıklı/ hasta gebe,
fetüs, loğusa ve yenidoğan ile birlikte yaşadıkları aile üyeleridir.
Perinatal hemşirelik yaklaşımı, gebe/loğusa ve ailesinin yeni duruma fiziksel ve psikososyal yönden
uyum sağlayabilmesi için bakım ve eğitim gereksinimlerinin karşılanmasına yardım etmek ve rehber
olmaktır. Bu tanımdan da anlaşıldığı gibi perinatal döneme ilişkin bakım gereksinimleri çok çeşitlidir
ve karşılanabilmesi için multidisipliner yaklaşımlı bir ekip çalışmasını gerektirir. Hekim, hemşire, ebe,
psikolog, biyolog, sosyal hizmet uzmanı, diyetisyen, genetik danışman ve fizyoterapist gibi farklı
disiplin üyelerinden oluşan ekipte, her bir meslek üyesinin kendine özgü fakat birbirini tamamlayan
eşgüdümlü hizmet vermesi beklenir.
Gebelik, biyolojik olarak normal bir süreç olmasına karşın kadın yaşamında çok sık deneyimlenen bir
durum değildir. Gebenin kendi ve fetüsün sağlığını yükseltmek için bu yeni duruma özel adaptasyonu
gerekir. Ayrıca bebeğin doğumu sadece anne üzerinde değil, baba, kardeşler, büyükanne ve büyükbaba
üzerinde de etkiler yapar ve onların tüm rollerinde, ilişkilerinde önemli değişikliklere yol açar. Bu
nedenle perinatoloji hemşiresi, yenidoğanın da dahil olduğu bu yeni aile ünitesini bütünsel bir
yaklaşımla ele alıp gereksinimlerini değerlendirmelidir. Perinatal döneme ilişkin bakım gereksinimleri
şöyle sıralanabilir
• Sağlıklı ve güvenli ebeveynliğe hazırlık
• Gebelikten korunma ya da gebe kalma
• Gebelik ve doğuma anatomik, fizyolojik ve psikososyal adaptasyon
• Gebeliği sürdürme ve izleme
• Prenatal tanı yöntemlerine destek
• Önceden var olan ya da gebelikle birlikte oluşan sağlık sorunları
• Doğum eylemine yardım ve eyleme ilişkin sağlık sorunları
• Sağlıklı yenidoğan bakımı
• Yenidoğana ilişkin sağlık sorunları
• Loğusa bakımı ve sağlık sorunları
• Aile üyelerinin gebelik, doğum ve yenidoğana olumlu adaptasyon
Perinatal süreçte hemşire bakımı; gebe/lohusa ve ailesinin yeni duruma fiziksel ve psikososyal yönden
uyum sağlayabilmesi, eğitim gereksinimlerinin karşılanması ve rehber olmayı kapsar. “Ruhani Ebelik”
kitabının yazarı Ina May Gaskin ‘’Doğumda bir kadın tanrıça gibi görülmüyorsa, birileri ona yeterince
destek vermiyordur’’ diyerek desteğin önemini vurgulamıştır.
Etik ise; insanların nasıl yaşamaları gerektiğini ve niçinoşekilde yaşamaları gerektiğini, sebeplerinin
incelenmesiolarak tanımlanabilir.
Hemşireler günlük meslekiuygulamalarında
birbirinden
oldukçafarklı bireysel doğru veyanlış kriterleresahip hastalarla, ailelerle,meslektaşlarla ve
toplumlailetişim halindedir. Geçen 20yılda doğum vekadın sağlığı alanında etik, bilimsel ve
yasalaçıdan dramatikbir değişim olmuştur. Doğum vekadın sağlığı hemşireleri günlük etik
güçlüklerleyüzleşmek zorundakalmışlardır. Yeterli bilgi, iyigelişmiş kişiler arası yeteneklerve kişisel
tutumdaki anlayış, etkili profesyonelbakım ve etik kararverme için gereklidir. Hemşireler yapılan işin
şekli hakkında ikilemedüştüklerinde, bakım veren ekip ve hasta ileişbirliği içindeçalışarak etik karar
vermelidir. Bireylerin değer ve ilkelerinde farklılık varsa etik ikilemden söz edilmektedir. Etik ikilem
bir eylem sırasında karar verilmesi gereken bir durumda iki değer arasındaki karmaşadan kaynaklanır.
Anahtar Kelimeler: Perinatal Hemşirelik, Etik İkilemler, Yasal Sorunlar
90
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Sağlık Alanında Çalışan Kadınların İş Doyumlarının Depresyon Düzeyine Etkisinin
Belirlenmesi
1
Özge İpek 1 , Fatih Özden1 ,Banu Bayar1 , Kılıçhan Bayar1
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Fizyoterapi Ve Rehabilitasyon Bölümü
İş, hayatın önemli ve vazgeçilmez bir bölümüdür. Çalışanlar yaklaşık 25-30 yıllık bir süre boyunca,
gününün büyük bir kısmını iş yerinde geçirmektedir.İş doyumu 1940’lı yıllardan bu yana yönetim
alanında en çok konuşulan konulardan biri olmuştur. İş doyumu veya iş tatmini; çalışan bireyin yaptığı
işi, iş çevresini ve iş yerindeki çalışma yaşamını değerlendirmesi sonucu oluşan duygusal bir yanıt
niteliğindedir. İş görenin işine karşı tutumunun olumlu olması öncelikli olarak iş görenin mutluluğunu
arttırmakla birlikte, yeterli iş doyumu düzeyinin olması iş görenin işine bağlanması, verimli çalışması
gibi olumlu sonuçların gerçekleşmesine olanak sağlayacaktır. Dolayısıyla çalışanın işinden doyum
sağlaması psikolojik, duygusal ve fiziksel sağlığı açısından son derece önemlidir. Sağlık alanı; hasta
bireylere hizmet vermenin güçlüğünün yanı sıra, bu alanda görev yapanların günlük çalışmalarında pek
çok stresörle karşılaşması gibi nedenlerle diğer iş ortamlarından farklılık göstermektedir Bu nedenle
çalışmamızın amacı sağlık alanında çalışan kadınların iş doyum seviyelerinin depresyon düzeylerine
etkisinin incelenmesi olarak belirlenmiştir.
METOT: Çalışmaya sağlık alanından 55 gönüllü kadın çalışan katılmıştır. Çalışmaya katılanların
sosyodemografik özelliklerini belirlemek amacıyla kişisel bilgi formu hazırlanmıştır. İş doyumu
değerlendirmesinde Minnesota İş Doyum Ölçeği’nin kısa formu kullanılmıştır. İçsel ve dışsal iş doyumu
etkenlerini ortaya çıkarıcı özelliklere sahip 20 maddeden oluşan beşli Likert ile skorlanan bir ölçektir.
Ölçeğin nötr doyum puanı 3’tür. Ölçekten alınan puan 3’ten küçük ise iş doyumu düşük, 3’ten büyük
ise iş doyumu yüksek olarak değerlendirilmektedir. Ölçek 1-5 arasında puanlanan beşli likertli ve 20
sorudan oluşmaktadır Depresyon düzeyinin değerlendirilmesi için Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ)
kullanılmıştır. BDÖ, depresyonda görülen bedensel, duygusal, bilişsel belirtileri ölçmektedir. 21
maddeden oluşan, 0-3 arasında değişen puanlamaya sahip kendini değerlendirme ölçeğidir. Ölçekten
alınacak en yüksek puan 63, en düşük puan 0’dır. BDÖ’nden 17 ve üzerinde alınan puanlar olası
depresyon olarak sınıflandırılmaktadır.
SONUÇLAR: Çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalaması 38,30±11,24 yıldır. Meslek çeşitliliği
açısından bakıldığında %43.6’sının hemşire, %16.4’ünün fizyoterapist olduğu görülmektedir.
Katılımcıların meslekteki hizmet yılı ortalaması 8,71±0,79 yıl, Minnesota İş Doyum skoru 3.24±0.7,
BDÖ skoru 11.41±8.19’dur. Minnesota İş Doyum Ölçeği skoru ile BDÖ skoru arasında negatif
korelasyon bulunmuştur (p<0,05). Meslek grupları fizyoterapist, hemşire ve diğer sağlık çalışanları
olarak gruplandırılıp, karşılaştırıldığında Minnesota iş doyum ölçeği ve Beck depresyon skorları
açısından gruplar arasında anlamlı fark yoktur (p<0,05). İşinden memnun olan bireylerin Minnesota iş
doyum skoru daha yüksek çıkmıştır. İşinden memnun olanlar ile olmayanlar arasında Minnesota iş
doyum skoru açısından anlamlı fark bulunmuştur (p<0,05).
TARTIŞMA: Çalışmanın sonucunda iş doyumunun arttıkça depresyonun azaldığı gözlenmektedir. Bu
sonuç bize meslek doygunluğuna ulaşmış bireylerde depresyon sıklığının daha az olduğunu
göstermektedir. Hekimler üzerinde yapılan bir çalışmada üniversite hastanesinde çalışan hekimlerde iş
doyumu düşük olanların, cerrahi bilimlerde çalışanların ve asistan konumunda çalışanların depresyon
riskinin yüksek olduğu gösterilmiştir. İş doyumu düşük olanlarda depresyon sıklığı oldukça yüksek
bulunmuştur. Ankara ilinde yapılan başka bir çalışmada, çalışan 870 birey değerlendirilmiş ve ortalama
depresyon puanı en yüksek olan grubun iş doyumu düzeyi en düşük olan grup olduğu saptanmıştır.
Depresyon ve iş doyumu açısından mesleksel farkın gözlenmemesi, sağlık sektöründe çalışan kadınlarda
depresyon ve meslekte tatmin duygusunun benzer nitelikte yaşandığını göstermektedir. Ayrıca işinden
memnun olan bireylerin meslekte doygunluğa ulaşmış olan bireyler oluşu, depresyon düzeyinin az
oluşunu destekler niteliktedir.
Anahtar kelimeler: Kadın, sağlık, iş doyumu, depresyon.
91
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Tıp Öğrencilerinin Homofobi İle İmtihani Lgbtli Bireylerin Sağlik Hakkı
Özge Kaya1 , Özge Mıhcı1 , Zeynep Türkmen1, Oğuzer Usta1 , Merve Genç1 , Dilhan Karaca1 , Ali
Rıza Keklikçi1 , Ebru Korkmaz1 , Nüket Paksoy Erbaydar1 , Nesrin Çilingiroğlu1
1 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Heteroseksist ideolojinin ürünü olan homofobi, heteroseksüel olmayanların kimliklerinin yok
edilmesini ya da gizli kalmasını dayatmaktadır. Homofobi, heteroseksüellik dışında cinsel yönelimi ya
da cinsiyet kimliği olanlara sahip oldukları kimlikleri nedeniyle yöneltilen her türlü ayrımcılık, olumsuz
davranış ve tutumu içerir. Hem heteroseksüel hem de eşcinsel kişilerde farklı derecelerde bulunabilir.
Heteroseksüel olmayan kimliklerin gizlenmesi talebi cinsel bir pratiğin gizlenmesiyle sınırlı değildir ve
kişilerin kendilerini sahte bir kimlikle heteroseksüel olarak takdim etmesini dayatır. Bu kendini inkâra
dayanan, benlik duygusunu olumsuz etkileyen değerler anlayışının hakim olduğu toplumlarda yetişen
lezbiyen, gey, biseksüel ve trans, interseks (LGBT) kişiler de erken yaşlardan, sıklıkla önergenlikten
itibaren, kendi cinsine yakınlık duyma korkusu taşıyabilir, homofobik anlayışı içselleştirebilir.
Psikiyatri eşcinselliği hastalık olarak tanımlamaktan 1973’te vazgeçmiştir ancak homofobi, tıbbın
heteroseksüel doğası içerisinde derinlere yuvalanmış olup farklı tezahürlerde LGBT bireylerin karşısına
çıkmaktadır. LGBT bireylerin sağlık hizmet gereksinimlerine körlüğün ötesinde, tıbbın içindeki
Ayrımcılık ve damgalama LGBT bireylerin sağlık hakkına erişimlerine engellemekte, sağlık
hizmetlerinden yararlanmada eşitsizlik yaşamalarına yol açmaktadır. LGBT bireyler bu koşullar
karşısında heteroseksüellere göre daha az sağlık hizmeti arayışına girmekte, sağlık hizmetlerini daha az
kullanmaktadır. LGBT bireyler için bu alandaki önemli konulardan biri de sağlık profesyonelleriyle
iletişimde yaşadıkları olumsuz tecrübelerdir. Sağlık profesyonellerinin temel mesleki düsturu
ayrımcılık yapmamak ise de bazı olumsuz tutum ve düşüncelerin tıbbi uygulamalara sızdığı
görülmektedir.
Bu araştırmanın amacı bir tıp fakültesinin dördüncü ve altıncı sınıf öğrencilerinin, LGBT bireylerle olan
ilişkilerini ve yaşam deneyimlerini incelemek, tıp eğitimi kapsamındaki deneyimlerini saptamak, LGBT
bireylere yönelik tutumlarını ve LGBT bireylere sunulan sağlık hizmetleriyle ilgili düşüncelerini
belirlemektir.
Gereç ve Yöntem
Niceliksel ve tanımlayıcı tipteki bu araştırma, 2014-2015 öğretim yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp
Fakültesi dördüncü ve altıncı sınıf öğrencileri arasında yürütülmüştür. Veriler hazırlanan anket formu
aracılığıyla internet ortamında toplanmıştır. Formda sosyodemografik özellikler, LGBT bireylerle olan
yaşamsal ve mesleksel deneyimler, Hudson-RickettsHomofobi Ölçeği (HRHÖ) ve araştırmacılar
tarafından geliştirilen LGBT bireylerin sağlık hizmetlerinden yararlanma durumuna yönelik önermeler
seti (SHÖS) yer almıştır. HRHÖ’nin Türkçe versiyonu 24 önermeden oluşmaktadır ve Türkçe geçerlilik
ve güvenilirlik çalışması 2001 yılında yapılmıştır. Türkçe ölçeğin cronbach alfa katsayısı 0,94 olup
ölçekten alınabilecek puanlar 24 ile 144 arasındadır. Yüksek puanlar artan homofobiyi göstermektedir.
Yedi soruluk SHÖS beşli likert tipinde olup cronbach alfa katsayısı 0,81 olup alınabilecek puanlar 7 ile
35 arasındadır. Analizde tanımlayıcı istatistiklerin yanı sıra değişkenler arası ilişkiler Mann-Whitney U
ve Kruskal Wallis testleri ile değerlendirilmiş, HRHÖ ve SHÖS için Pearsonkorelasyon katsayısı
hesaplanmıştır. P değeri 0,05’ten küçük ise istatistiksel açıdan anlamlı kabul edilmiştir.
Bulgular
Katılımcılar, 802 öğrencidenoluşanikisınıfın %28,9’udur (n=209), %56,0’ı altıncısınıftadır. Yaş
ortalamaları dönemlere göre 22,0±0,9, ve 24,0±1,0’dır. Kadın öğrenciler iki dönemde sırasıyla grubun
%47,8 ve %50,4’üdür.
Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği konusunda öğrencilerin %52,8’i kitap okumuş, %62,7’si film
izlemiş, %53,6’sı eğitim almıştır. Ailesinde LBGT birey olan öğrenciler katılımcıların %3,3’ünü,
arkadaşları arasında LGBT birey bulunanlar ise %43,4’ünü oluşturmaktadır. Üç öğrencinin cinsel
yönelim ve cinsiyet kimliği LGBT’dir.
92
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Öğrencilerin HRHÖ ve SHÖS puan ortalamas ısırasıyla 81,06±30,6 ve 16,22±5,20’dir. Sınıfa göre
HRHÖ ve SHÖS puan ortancalar ıarasında fark yoktur. Kadınların HRHÖ puan ortancaları erkeklerden
daha düşükken (p<0,001), SHÖS puan ortancaları arasında farkyoktur (p>0,05). Öğrencilerin %36,4’ü
LGBT hastalarla iletişim yeterlilikleri konusunda kararsız olup %45,9’u sağlık hizmeti sunarken
düşüncelerinin hizmetini etkilemeyeceğini söylemiştir. Geleneklere hiç bağlı olmadığını söyleyen,
LGBT arkadaşları olan, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ile ilgili film izlemiş, kitap okumuş olanlarla
diğerlerinin SHÖS puanlar ıarasında fark vardır (p<0,001). Öğrencilerin HRHÖ puanları medyan
değerine göre iki gruba ayrıldığında SHÖS puanlarının ortancaları arasında fark bulunmuştur (p<0,05).
Sonuç
Homofobi, kadın olmakla, LGBT bireylerle ilgili konularla tanışık olmakla azalmakta, geleneklere
bağlılıkla artmaktadır. Homofobik katılımcıların LGBT bireylere kaliteli ve eşit sağlık hizmeti vermede
yetersiz olmaları olasıdır.
Öneriler
Tıp öğrencileri LGBT bireylerin sağlık haklarına saygı duyma, sağlık hizmetine erişimde eşitlik ilkesiyle
hizmet sunma doğrultusunda eğitim almalıdır. Öğrenci topluluklarının cinsel yönelim ve cinsiyet
kimliğiyle ilgili etkinlikleri desteklenmelidir. Hudson Rickettshomofobi ölçeği revize edilmeli, yeni
ölçekler geliştirilmelidir.
Bir Aile Sağlığı Merkezi Bölgesi’nde Kadınların Meme Kanseri Kadercilik Algısı ve Etkileyen
Faktörler
Fatma Ersin1 , Sibel Ceylan Gür2 , Medine Tatar3
1
Harran Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu
2
Şanlıurfa Gülsüm Çavuş ASM
3
Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Giriş: Meme kanseri dünyada hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde kadınlar arasında en sık
görülen kanser türüdür. Toplam kanser vakalarının %23’ünü ve kanserden ölümlerin %14’ünü
oluşturmaktadır. Dünyada ortalama insidansı yüz binde 38-40 iken, Avrupa’da bu oran yüz binde 6667, Türkiye’de ise ortalama yüzbinde 40 civarındadır. Meme kanserinin erken tanısında tarama
davranışları oldukça etkilidir. Önemli bir halk sağlığı sorunu olan meme kanserinin erken tanısında
tarama davranışlarına katılımı engelleyen birçok faktör vardır ve bunların en önemlilerinden birisi
kadercilik algısıdır. Kadercilik kişinin günlük yaşamında özgürlüğünü elinden almakta, istenmedik
sonuçlar ortaya çıkaracak olan davranışları ve olayları işlevsel hale getirmektedir. Ayrıca kişiler in
yaptıkları işlerin sonuçlarını ne ölçüde kontrol edip edemeyeceklerine ilişkin görüşlerini yansıtmaktadır.
Yapılan çalışmalarda kadercilik sağlığı geliştirme davranışlarını engelleyici bir faktör olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Amaç: Bu çalışma kadınların kadercilik algıları ve bu algılarını etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla
yapılmıştır.
Yöntem: Çalışma tanımlayıcı – kesitsel tipte bir araştırma olup, Ocak-Mart 2015 tarihleri arasında bir
aile sağlığı merkezi bölgesi’nde gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın örneklemini belirtilen tarihlerde aile
sağlığı merkezi bölgesi’nde yaşayan, çalışmaya katılmayı kabul eden 363 kadın oluşturmuştur. Veriler
yüz yüze görüşme yöntemiyle toplanmıştır. Verilerin toplanmasında araştırmacılar tarafından literatür
taranarak oluşturulan anket formu ve Powe Meme Kanseri Kadercilik Ölçeği kullanılmıştır. Ölçeğin
Türkiye’de gerçerlik güvenirliği 2014 yılında Ersin ve arkadaşları tarafından yapılmıştır. Ölçek
maddeleri 0 “hayır”, 1 “evet” şeklinde puanlandırılmıştır. Ölçekten alınabilecek en düşük puan 0, en
93
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
yüksek puan 11’dir. Ölçekten alınan puanın artması kaderciliğin arttığını göstermektedir. Ölçek
chronbach alfa değeri. 797’dir. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 16.0 paket programı kullanılmışt ır.
Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistikler, iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi (bağımsız
gruplarda t testi), varyans analizi yapılmıştır. Çalışmanın gerçekleştirilmesi için Etik Kurul’dan, ilgili
kurumdan ve çalışmaya katılacak olan bireylerden izin alınmıştır.
Bulgular: Çalışmaya katılan kadınların yaş ortalaması 30.18±10.01 olup %24’ü okuryazar değil,
%11.6’sı ilkokul, %15.7’si lise, %32’si üniversite ve üstü eğitim almıştır. Kadınların %70’i evli,
%74.7’sinin sağlık güvencesi bulunmaktadır. Ayrıca kadınların %43.5’i gelirlerinin giderlerinden az,
%47.4’ü gelirlerinin giderlerine eşit, %9.1’ gelirlerinin giderlerinden fazla olduğunu ifade etmiştir.
Çalışmaya katılan kadınların %15.7’si ailede/akrabada meme kanserinin olduğunu belirtmiştir.
Kadınların %6.9’u meme kanseri dışında herhangi bir meme hastalığının olduğunu ifade etmiştir. Ölçek
alınan ortalama puan 5.52±2.39 olarak saptanmıştır. Meme kanseri kadercilik ölçeği puan ortalaması ile
medeni durum, sağlık güvencesi, eğitim durumu arasında anlamlı bir fark saptanmıştır (p<0.05). Meme
kanseri kadercilik ölçeği puan ortalaması ile ailede meme kanseri olma durumu, gelir durumu, meme
kanseri dışında herhangi bir meme hastalığı olma durumu arasında anlamlı bir fark saptanmamıştır
(p>0.05). Sonuç ve Öneriler: Çalışma sonucunda elde edilen veriler kadınların davranışlarında kaderci
yaklaşımda bulunma eğiliminde olduklarını göstermektedir. Ayrıca medeni durum, sağlık güvencesinin
olması ve eğitim durumu meme kanseri kadercilik algısını etkilemektedir. Kaderciliğin sağlıklı yaşam
biçimi davranışlarını gerçekleştirmede önemli engellerden bir tanesi olduğu düşünüldüğünde daha geniş
örneklemde, girişimsel hemşirelik çalışmaların yapılması önerilebilir.
Anahtar Kelimeler: Meme Kanseri, Kadercilik.
Kadın ve Beslenme
Pınar SÖKÜLMEZ KAYA 1 , Serap SEZGİN2
1
Ondokuzmayıs Üniversitesi, Samsun Sağlık Yüksekokulu Beslenme ve Diyetetik Bölümü
2
Ondokuzmayıs Üniversitesi, Samsun Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü
Beslenme; büyüme, gelişme, yaşamın sürdürülebilmesi ve sağlığın korunması için besinlerin
kullanılmasıdır. Yeterli beslenme; organizmanın yaşamını sürdürebilmesi için gereken enerjinin
beslenme ile karşılanması demektir. Dengeli beslenme; enerjinin yanı sıra, vücudumuzun gereksinim
duyduğu diğer tüm besin öğelerinin de gerektiği kadar alınmasıdır.
Beslenme sorunları gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde farklı seyretmekte olup sorunların görülme
sıklıkları yaşa ve cinsiyete göre değişir. Gelişmekte olan ülkelerde en sık görülen beslenme problemleri
intrauterin büyüme geriliği, beden kitle indeksinin düşüklüğü, zayıflık, anemi, iyot yetersizliği, A
vitamini eksikliği ve diğer mikronutrient yetersizlikleri olarak kabul edilmektedir. Bu sorunlar daha çok
çocukluk yaş döneminde görülmektedir. Ayrıca beslenme sorunlarını pek çoğu, risk grubu olarak kabul
edilen kadınları, gebelik, emziklilik ve doğum dönemlerinde ölümle karşı karşıya bırakabilmektedir.
Kadının sağlık ve beslenme durumu genel olarak ulusal ve bireysel refah düzeyi ile çok yakından
ilişkilidir. Öğrenim durumu, gelir düzeyi, kalkınma ve karar verme sürecine katılım, kadın ve erkeğin
aile içi statülerinin eşit olması, sağlık hizmetlerine ulaşılabilirlik, beslenme durumu, kadın cinsiyetine
özel bazı koşullar kişilerin sağlıklı olup olmamalarını belirlemektedir.
94
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Yaşamın ilk birkaç yılı, sağlığın temellerinin atıldığı son derece önemli bir dönemdir. Bu kritik
dönemde çocukların yaşaması, sağlıklı büyümesi ve gelişmelerinde yeterli ve dengeli beslenmesi
önemlidir. Ülkemizde bebek (0-1 yaş) ve 1-5 yaş çocuk ölümlerinin başında solunum yolları enfeksiyon
hastalıkları ile ishalli hastalıklar gelmektedir. Beslenme yetersizliği ve dengesizliği ise bu sağlık
sorunlarının sıklıkla ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bebeklik ve çocukluk döneminde beslenme
sorunları kızlarda erkeklere göre daha fazla görülmektedir. Bu yaş gruplarının anne sütü almamaları ve
gıdalara ulaşmadaki yetersizlikleri gelişmiş ülkelerde her iki cinsiyet için sorun alanı olarak
tanımlanırken kız çocuklarının statüsünün erkeklere göre daha geride olduğu gelişmekte olan
toplumlarda kızlar için erkeklere göre önemli bir problemdir. Sosyo- kültürel yapı ve toplumsal cinsiyet
bakış açısı zayıf ise benzeri olgulara daha sık rastlanmaktadır.
Menarşın başlamasıyla adölesan dönemden itibaren kız çocuğunun besin gereksinimi artar. Özellikle
demir ihtiyacı erkeğe göre daha fazladır. Bu dönemde yetersiz beslenme onların gelişimini etkiler.
Adölesan gebelikler de aynı şekilde sık görülen bir problem olup, yeterli besin alınmazsa bireyin kemik
gelişimi ve genel sağlık durumunu olumsuz etkiler. Gelişmekte olan ülkelerde yaşayan gebelerin hemen
hemen yarısında anemi görülmektedir. Protein enerji malnutrisyonunun bu dönemde önemli sorun
olması kadının kendi sağlık sorunları yanısıra doğacak bebeğinin de çeşitli sağlık sorunları ile karşı
karşıya kalmasına neden olmaktadır. Kadının gebelik döneminde sağlıksız olması ve doğacak
çocuğunun sağlığı üzerine de olumsuz etki yapmaktadır. Örneğin kadının demir, iyot, folik asit
eksiklikleri intrauterin dönemde büyüme geriliği, mental retardasyon ve konjenital hastalıklara neden
olabilir.
Üreme çağındaki kadınlarda tüm bu sorunların yanısıra cinsel yolla bulaşan hastalıklar, istenmeyen
gebelikler, gebeliğe bağlı gelişen başka sağlık sorunları da gelişebilir. Beslenme durumunda görülen
yetersizlikler görülen diğer sağlık sorunlarını da olumsuz etkilemektedir. Örneğin kadında anemi olması
preterm doğum ve düşük doğum ağırlıklı bebek doğumu ile ilişkilidir. 45 yaş sonrası menepozla birlikte
kronik hastalıklar (kalp damar hastalıkları, serebrovasküler hastalıklar, kadın cinsiyetine özgü jinkolojik
kanserler, diabet, osteoporoz, yetersiz beslenme) kadın sağlığını olumsuz etkilemektedir.
Kadınların tüm sorunlardan etkilenmesini önlemek için yeterli temel sağlık hizmetlerinden
yararlanması, eğitilmesi, bilinç düzeyinin arttırılması; beslenme bilgisinin arttırılmasının hem kendi hem
de ailesi açısında önem taşımaktadır.
Şanlıurfa İl Merkezinde Yaşayan Gebelerde Anemi Görülme Sıklığı ve İlişkili Faktörler
Feray Kabalcıoğlu1 , Fügen Özcanarslan1
1
Harran Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü
GİRİŞ VE AMAÇ
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre dünya genelinde ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde
yaygın olarak görülen beslenme yetersizliği nedeniyle gelişen anemiden en çok etkilenenler arasında
gebeler yer almaktadır. Bu çalışma Şanlıurfa’da yaşayan gebelerde anemi görülme sıklığı ve arasındaki
ilişkili faktörlerin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM
Çalışma Şanlıurfa’da doğumların büyük bir çoğunluğunun gerçekleştiği Kadın Hastalıkları ve Doğum
Hastanesinin gebe polikliniklerine doğum öncesi hizmet almak için başvuran gebelerde tanımlayıcı ve
95
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
kesitsel olarak planlanmıştır. Ocak – Mart 2013 tarihlerinde çalışmaya katılmayı kabul eden 873 gebe
çalışmanın örneklemini oluşturmuştur. Gebelere literatür ışığında hazırlanan soru formu yüz yüze
görüşme tekniği kullanılarak araştırmacı tarafından uygulanıp doldurulmuştur. Laboratuar sonuçlarının
elde edilebilmesi için poliklinik sekreteri ile işbirliği yapılmıştır.
BULGULAR:
Araştırma kapsamına alınan gebelerin yaş ortalaması; 26.793 ± 5.97’dir. ( Min: 15 – Max:48) Gebelerin
eğitim durumu incelendiğinde, %44’ünün okur yazar olmadığı, % 43.5’inin ilköğretim ve üzeri mezunu
ve % 85’inin gelir getiren bir işte çalışmadığı, çalışanların ise % 92.4’ünün mevsimlik tarım işçisi olduğu
görülmüştür. Gebelerin %6.9’unun sosyal güvencesinin olmadığı ortaya çıkmıştır. Gebelerin
%68.4’ünün çekirdek ailede, %31.6’sının geniş ailede yaşadığı görülmüştür. Araştırmada gebelerin
%42.7’sinin 1-4 kişilik, %38’inin 5 – 8 kişilik ailelerde yaşadığı saptanmıştır. Gebelerin
%64.6’sının orta düzeyde gelire sahip olduğu tespit edilmiştir. Araştırmada gebelerin % 39.6’sının ilk
doğumlarını 19 yaş altında, % 60.1’inin 20-34 yaşlar arasında yaptığı ortaya çıkmıştır. Gebelerin %
70.3’ünün 1 -3 çocuk sahibi olduğu, % 73.3’ünün 1-4 gebeliği, % 26.7’sinin 5 ve üzeri gebeliğinin
bulunduğu tespit edilmiştir. Gebelerin % 25.1’inde düşük öyküsünün olduğu ve % 71.2’sinin 1 defa
düşük yaptığı, % 9.3’ünün küretaj öyküsü olduğu ve % 82.7’sine 1 defa küretaj uygulandığı, % 8.2’sinin
en az 1 defa ölü doğum yaptığı saptanmıştır. Gebelerin % 62.8’inin en son gebeliği şimdiki gebeliği
arasında geçen sürenin 2 yıldan az olduğu saptanmıştır. Ayrıca gebelerin % 62.8’i iki yıldan az ara ile
doğum yaptığı saptanmıştır. Araştırma kapsamına alınan gebelerin % 23,3’ünün anemik olduğu
saptanmıştır.
Gebelerin % 76.7’sinin hemoglobin değerinin 11 mg/dl üzerinde, % 15.3’ünün hemoglobin değerinin
10.0 - 10.9 mg/dl aralığında ve % 7.9’unun hemoglobin değerinin 7.0 - 9.9 mg/dl aralığında olduğu
saptanmıştır. Gebelerin en son gebelikleri ile şimdiki gebelik arasında geçen süre ( p=0.039, χ 2 : 4.371
) ve iki yıldan az süre ile gerçekleşen doğum sayısı ( p=0.014, χ 2 : 6.092 ) ile anemi arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir ilişki saptanmıştır. Çalışmada anemi ile gebelik haftası arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanırken ( p= 0.024, χ 2 : 5.084 ), sağlık personelinden doğum
öncesi bakım alma, gebelikte demir desteği alma, demir desteğin süresi, gebelikte demir preparatı
kullanım zamanı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır ( p > 0.05 ). Gebelerin
gebelik öncesi mevcut olan anemi durumu ( p = 0.008, χ 2 : 9.727 ), anemi tedavisi alması ( p=0.008, χ 2 :
7.144 ), önceki gebeliklerinde / doğum sonrasında kanamaya bağlı anemi tanısı alması ( p= 0.043, χ 2
: 4.077 ), bu güne kadar ilaç ya da kan nakli gerektirecek kanamaya bağlı anemi tanısı alma durumuna
göre ( p = 0.042, χ 2 : 4.132 ) istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Gebelerin şimdiki gebeliğinde
sigara içme, günlük öğün sayısı, günlük tüketilen çay miktarı, yemekle birlikte çay tüketimi, yemekten
sonra çay tüketimi, tüketilen ekmek çeşidi, mayalı ekmek tüketimi, mayasız ekmek tüketimi ile anemi
arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır (p > 0.05). Gebede pika alışkanlığının varlığı (p=0.011, χ 2:
6.525) ve kahvaltıda çay tüketimi (p=0.044, χ 2 : 4.072) ile anemi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
ilişkinin olduğu saptanmıştır. Pika alışkanlığı olan gebelerin, pika alışkanlığı olmayanlara göre anemi
görülme riski 1.542 kat daha fazla olduğu ve bu değerin istatistiksel olarak anlamlı olduğu görülmektedir
(p=0.041).
SONUÇ:
Gebelerde aneminin gelişmesini engellemek veya anemi gelişmeden demir eksikliği saptanan vakaların
en kısa sürede tespit edilip tedavi edilebilmesi için demir eksikliğine yönelik durum tespiti yapılması ve
toplumdaki sıklığının belirlenmesi gerekir. Bu aşamada toplumla iç içe olan ebe ve hemşirelere daha
fazla görev düşmektedir.
ANAHTAR KELİME: Anemi, Gebelik, Doğum öncesi bakım
96
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Terapötik Abortus Uygulanan Kadınların Durumluk – Sürekli Kaygı Düzeyleri
Feray Kabalcıoğlu1 , Eylem Toker2
Harran Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü
2
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Ebelik Bölümü
1
GİRİŞ VE AMAÇ
Terapötik abortuslar tıbbi zorunluluk nedeniyle yapılmaktadır. Terapötik abortus kadınlarda hem fiziksel
hem de psikolojik sağlığını etkileyen bir süreçtir. Terapötik abortusa karar verildikten sonra kadınların
yaşamında yarattığı travma kızgınlık, öfke, korku, kaygı, suçluluk ve kayıp duyguları yaşayabilmektedir.
Bu araştırmanın amacı, Şanlıurfa Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesine terapötik abortus nedeniyle
yatırılan kadınların yaşadıkları durumluk – süreklik kaygı düzeylerinin belirlenmesidir.
YÖNTEM
Araştırmamızda verilerin toplanmasında kadınların sosyo-demografik ve obstetrik özellikler ini
sorgulayan 40 sorudan oluşan kişisel bilgi formu ile Spielberger ve arkadaşları tarafından geliştirilmiş
olan Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri kullanılmıştır. Veriler katılımcılarla birebir yüzyüze görüşme
yöntemi ile elde edilmiştir.
Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri:1970 yılında Spielberger ve arkadaşları tarafından Durumluk ve
Sürekli kaygı düzeyini ölçmek için geliştirilmiş, Öner ve Le Compte tarafından Türkçe’ye uyarlanarak
geçerlik ve güvenirlik çalışmaları yapılmıştır. Ölçek, likert tipinde, 20’si durumluluk, 20’si de sürekli
kaygı ölçmeye yönelik toplam 40 maddeden oluşan iki ayrı ölçekten meydana gelmektedir.
Durumluk Kaygı Ölçeği (STAI TX-I): Bireyin belirli bir alanda ve belirli bir koşulda kendini nasıl
hissettiğini belirler.
Sürekli Kaygı Ölçeği (STAI TX-II): Bireyin içinde bulunduğu durum ve koşullardan bağımsız olarak
kendini nasıl hissettiğini belirler.
Araştırmada istatistiki yöntemler olarak, tanımlayıcı istatistikler, t testi, Anova testi, Pearson korelasyon
testi ve diğer uygun testler kullanılmıştır. Anlamlılık p<0,05 ve p<0,01 düzeyinde değerlendirilmiştir.
BULGULAR
Araştırmamızda terapötik abortus yapılan kadınların durumluk anksiyete puan ortalaması 55,77±9,62
bulunurken, sürekli anksiyete puan ortalamaları 48,11±7,20 olarak bulunmuştur.
Sosyo-demografik özellikleri incelendiğinde çalışmada katılımcıların ortalama 28,99±7,04 yaşında,
eşlerinin 33,05±7,75 yaşında olduğu, kadınların %44,2’sinin okur-yazar olmadığı, %36,7’sinin ilkokul
mezunu olduğu, eşlerinin ise %57,5 oranında okur-yazar/ilkokul mezunu olduğu, kadınların
%84.2’sinin çalışmadığı, eşlerinin ise %24,2’sinin işsiz olduğu, %42,5’inin il merkezinde, %77,5
oranında çekirdek aile tipi şeklinde yaşadığı belirlenmiştir. Katılımcıların en çok kullandığı
dilin
%38,3 oranında arapça, %33,3 oranında kürtçe olduğu ifade edilmiştir.
Katılımcıların obstetrik özellikleri incelendiğinde; kadınların ilk gebelik yaşlarının 20,6±2,71 olduğu,
ortalama gebelik sayılarının 4,83±2,78 olduğu saptanmış olup; gebelerin %10,0’unun ilk gebeliği iken,
%62,5’inin gebelik sayısının ≥4 olduğu saptanmıştır. Yaşayan çocuk sayılarının ortalaması 2,98±2,19,
kürtaj sayısı ortalaması 1,20±0,62 iken, %25,8’inin ölü doğum yaptığı, %59,2’sinin düşük öyküsünün
olduğu gözlenmiştir. Ayrıca iki gebelik süresi arasında ortalama 1,30±0,62 yıl olduğu, %53,3’ünün iki
yıldan az süre ile gebe kaldığı, %12,5’inin küretaj öyküsü olduğu belirlenmiştir.
Durumluk anksiyete puanı ile kadınların çalışma durumu arasındaki ilişki incelendiğinde; anlamlı bir
ilişki bulunmuştur (p=0,006; p<0,01). Çalışan kadınlarda anksiyete puanı ortalaması (50,21±10,2),
çalışmayan kadınlara (56,81±9,20) oranla daha düşük bulunmuştur. Öte yandan sürekli anksiyete
puanları incelendiğinde çalışan kadınların anksiyete puanı ortalaması (47,37±7,74) ile çalışmayan
97
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
kadınların (48,26±7,12) puanları arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p=0,623; p>0,05). Ancak
eşlerinin çalışma durumu kadınlarda gözlenen durumluk ve süreklik anksiyete düzeylerini
etkilememiştir (p>0,05).
Benzer şekilde durumluk anksiyete puanı ile eğitim düzeyi arasındaki ilişki incelendiğinde de anlamlı
bir ilişki bulunmuştur (p=0,005; p<0,01). En yüksek anksiyete puanının okur-yazar olmayan grupta
olduğu gözlenmektedir (58,21±7,65). Yine yapılan analizde okur-yazar olmayan grupla üniversite ve
üstü eğitim alan grup arasında anlamlı fark bulunmuştur (p=0,02). İlkokul mezunu ile üniversite ve üstü
eğitim alan grup arasında da anlamlı fark bulunmuştur (p=0,31). Öte yandan, Süreklik anksiyete puanı
ile eğitim düzeyi arasındaki ilişki incelendiğinde ise anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p=0,478; p>0,05).
Yine durumluk anksiyete puanı ile konuştukları dil arasındaki ilişki incelendiğinde; anlamlı bir ilişki
bulunmuştur (p=0,014; p<0,05). En yüksek anksiyete puanının zazaca konuşan grupta olduğu
gözlenmektedir (65,00±5,57). Yine yapılan analizde Türkçe konuşan grupla arapça konuşan grup
arasında anlamlı fark bulunmuştur (p=0,037). Öte yandan, Süreklik anksiyete puanı ile konuştukları dil
arasındaki ilişki incelendiğinde; anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p=0,951; p>0,05).
Süreklik anksiyete puanı ile gebelik süresince herhangi bir sağlık sorunu yaşama durumu arasındaki
ilişki incelendiğinde; anlamlı bir ilişki bulunmuştur (p=0,007; p<0,01). Gebeliğinde herhangi bir sağlık
sorunu yaşayan kadınlarda anksiyete puanı ortalaması (51,63±6,94), yaşamayan kadınlara (47,24±7,02)
oranla daha yüksek bulunmuştur. Ancak bu durum durumluk anksiyete puanını etkilememiştir (p=0,456;
p>0,05).
Öte yandan, durumluk anksiyete puanı ile kadınların yaşı (p=0,952; p>0,05), Süreklik anksiyete puanı
ile kadınların yaşı (p=0,694; p>0,05) arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Benzer durum eşlerin
yaşlarında da görülmektedir.
Diğer taraftan, durumluk anksiyete puanı ile kadınların kürtaj sayısı arasındaki ilişki incelendiğinde;
anlamlı bir ilişki bulunmaz (p=0,743; p>0,05) iken, süreklik anksiyete puanı ile kadınların kürtaj sayısı
arasındaki ilişki incelendiğinde anlamlı bir ilişki bulunmuştur (p=0,009; p<0,01). Bir kez kürtaj olanların
(47,48±7,22) ile iki ve daha fazla sayıda (52,60±5,29) kürtaj olanlara oranla süreklik anksiyete puanı
daha anlamlı ölçüde daha düşük bulunmuştur.
Araştırmamızda ayrıca, STAI TX-I ve II puanları ile kişilerin ve eşlerinin yaşları arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir korelasyon bulunmamıştır (p>0,05). Ancak Durumluk anksiyete puanı ile Süreklik
anksiyete puanları arasında %36,4 düzeyinde pozitif yönde bir anlamlı ilişki bulunmuştur (p<0,01).
SONUÇ
Araştırmamızda terapötük abortus olan kadınların orta düzeyde anksiyete yaşadıkları, durumluk
anksiyete puanlarının süreklik anksiyete puanlarına oranla daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Sosyodemografik özelliklerden çalışma durumu ile eğitim durumunun kadının durumluk anksiyete düzeyine,
gebelik boyunca sorun yaşama ile kürtaj sayılarının süreklik anksiyete düzeyine etki ettiği
görülmüştür. Elde edilen bu sonuçlar kadınların toplumdaki statüsünün, ekonomik durumunun
iyileştirilmesinin yaşadıkları anksiyeteyi düşürmede etkili olabileceği görüşünüuyandırmaktadır.
Ayrıca gebelerin ve özellikle obstetrik girişim uygulanan kadınların anksiyetesini gidermede
müzikoterapi gibi tamamlayıcı yöntemlerin kullanılması sonucunda yaşanılan ankiyetenin azaltılacağı
da göz önünde bulundurulmalıdır. Bu doğrultuda ebe/hemşirelere büyük görev düşmektedir.
98
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Doğu ve Batının Afet Haberlerinde Kadın Değeri: Titanik Örneği
1
Nilüfer Pembecioğlu1 , Uğur Gündüz2
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Sinema Bölümü
2
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü
Toplumsal haberler veren günlük gazetelerin düzenli çıkmaya başladığı tarihe dek olan süreçte, amaç
yalnızca haberlerin yayılması iken, basının kadın imgesi ya da kadın ya da erkek gibi kavramlar söz
konusu değildi. Medya iletilerinde ya da medyanın yaydığı diğer metinlerde kendilerini konumlandıran
ya da şartlandıranlar yalnızca bireyler değil ayrıca yüzyıllardır taşımakta oldukları değerler nedeniyle
toplumlardır da. Yerel ve küresel bakış açısı ile ve bu anlatıların uzun süremli karar verme süreçleri
değerlendirildiğinde, anlatıların kadın ve erkek imgelerinin sıradan olmadığı görülmektedir. Küresel
anlamda, kadın imgesi, ele alınan olaya bağlı olarak konuyu daha önemli, etkin, ikna edici ya da masum
boyuta taşıyan bir temsil niteliği taşımaktadır. Bu yumuşak ve zarif görünüşler yalnızca kadın için değil,
toplum için de oldukça fazla şey ifade etmektedir. Yine de, kadınların basındaki temsillerinin zaman
içinde değiştiğini değiştirildiğini görmekteyiz. Kadınlar daha çok mağdur, ezilen, acı çeken ya da
kurbanlaştırılan bir sınıf oluşturmaya başlamıştır. İzleyiciler ise, onların nasıl acı çektiğini ve nasıl
kurbanlaştırıldıklarını haberler yardımıyla izlemeye alıştırılmışlardır.
Özellikle 1900’lerin ilk yarısında, kadın imgesine bakış halen karakalem çizgilerin ya da siyah beyaz
silik fotoğrafların eşlik ettiği bir gözle bakarken, sonraları bunların nasıl da farklılaşarak başka imgelerle
yer değiştirdiğini görebilmekteyiz. Bu ilk ortaya çıkan basın görünümlerinde bile isimleri, fotoğrafları
son derece özenle sunulan kadınların, sosyal anlamda zarar görmemeleri için büyük çaba
sarfedilmekteydi. Sonraları ise, kadın, tümüyle sansasyonel bir bakış kazanacak ve gitgide daha çok
dikkati çekecek şekilde teşhir edilmeye başlanacak, izleyicinin gözünde sıradanlaşarak, yalnızca çok
satan bir metaya dönüştürülecekti.
Bu çalışma çerçevesinde kadın özellikle afet haberleri çerçevesinde ele alınmaktadır. Çalışma basındaki
kadın imgesinin sorgulanması, özellikle de gazetelerdeki kadın imgesini ele almayı amaçlamaktadır.
Bunun nedeni, kadının toplumda sosyal ortamda konumlandırılmasından, kadınların toplumsal
olaylardan haberdar edilmesinden ya da toplumun kadınların başına gelenlerden haberdar olmasından
öte, kadının gazetelerdeki varlığının bunu genellikle satın alınacak bir neden olarak gören toplumdan
kaynaklanmaktadır.
Çalışma çerçevesinde, doğu ve batının kadın imgesi değerlendirilecek ve karşılaştırılacaktır. Bu
çerçevede, haberlerin nasıl değerlendirildiği ve kadınların haberlerde nasıl konumlandırıldığı üzerinde
durulacaktır. 1912 yılında batan Titanik transatlantiği çerçevesinde çıkan haberler bazında Titanik
gazete haberlerini ‘doğu’ ve ‘batı’ ekseninde haber verme biçimi üzerinden sınıflayarak
değerlendirildiğinde, ne gibi benzerlik ve farklılıklar ortaya çıkabileceğini araştırmayı hedefleyen bu
çalışma, kadının görselleştirme aşamalarında, şiddet ve afet gibi kavramlarla içiçeliğini ve değerler
dizgesindeki yerini sorgulamayı amaçlamaktadır. Çalışma ekseninde, Titanik faciası ile ilgili küresel
görseller taranacak ve bu taramalardaki kadın imgeleri ile zamanın Osmanlı gazetelerindeki kadın
imgeleri karşılaştırılacaktır. Çalışma, 1912’de batan Titanik transatlantiği bağlamında ‘kadın’ olgusunun
nasıl ele alınıp farklı ülkelerde nasıl farklı görselleştirildiği üzerinde durulmaktadır. Titanik
transatlantiğinin 1912 yılında batışı küresel anlamda basında çok yankı bulmuş, haberi veren zamanın
küresel basınındakigazete haberleri çerçevesinde pek çok kadın figürü yer almıştır. Çalışma, dünya
basınının saygın gazetelerinde yayınlanan Titanik haberlerindeki kadın imajlarının ve sergilenen
toplumsal durumlarının üzerine odaklanmaktadır ve olay olduğu zaman haberi veren,günümüzde de
erişilebilirliği mümkün olan gazeteler (20 dolayında) ile kısıtlıdır. Zaman zaman gazeteler bu konuyu
tekrar tekrar gündeme taşıyabildiği için inceleme yapılan tarih aralığını 1912’den günümüze olarak
tanımlamak gereklidir.
Gazetelerin ön sayfalarında yayınlanan ve afet haberlerinde yer alan kadın profilleri açısından kadının
toplumsal konumlandırılmasına odaklanan haberler, yapılan haber taraması çerçevesinde biçimsel ve
işlevsel olarak çözümlenecektir. Aynı haberler ayrıca “Doğu” ve “Batı” ekseninde içerik ve söylem
çözümlemesine tabi tutulacaktır.
99
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
AnahtarSözcükler: Kurbanlaştırma, Kadın İmgesi, Basın, Titanik, Afet,
Abstract
Up to the dates when the daily press occurred in the past, when the aim was just to deliver news, the
press never had a concept such as the women image or female vs. male images in the media.
Not only the individuals are positioning and conditioning the ‘self’ mainly depending upon the media
messages or other texts disseminated through the media but also the societies are positioning themselves
mainly depending upon the values they have for centuries. The local and global aspects the narratives
and the long term decision making processes make it possible when the issue comes to male and female
representation. In its global sense, the female image is seen as something to make the issues more
important, effective, convincing or innocent depending upon the event occurred. These smooth and
elegant appearances would mean a lot for the women as well as men in the society. However, the
meanings attributed to the press appearances of women changed a lot throughout the time. The women
were put into a position of the aggrieved, oppressed, suffering or victimized more than any other class
in the society. The audience thus witnessed more closely how they suffer and victimized through the
news in the press.
When, specifically in the first half of the 1900’s, the woman image was still looked at in clusters
requiring the pencil sketches or blurred photos at the beginning of the visual ages they begin to be
replaced by photographs of black and white . Even at these first occurings, the names and the images
were given with great care, not to cause the social outrages. Later on more sensational photos and
scenes would be delivered to the newspapers just to create more audience participation and better sell.
In the paper, global news axis will be considered for focusing on women specifically in disaster news.
The image of women is always questioned in news, specifically in newspapers, press. The reason for
that is mainly the selling rate of the newspapers rather than the socializing the women with the news or
informing the society about their issues.
Throughout the paper, the image of women in East and West will be compared and contrasted. How the
news is valued and how the women are positioned in the piece of news would be focused on. The paper
concentrates on the women images portrayed in the global press in 1912 within the framework of the
Titanic news and how the women images in different countries reflect their position in the society. The
Titanic ocean liner sunk in 1912 as a disaster questioned in a global perspective. The event caused many
reflections in different countries and in different press in different ways. The paper concentrates on the
data collected throughout the first pages of the world press concentrating on the news. This study is
limited with the number of accessible newspapersof the time (around 20) allocating the specific
information as a piece of news in 1912. Since different media at different time clusters puts forward
ongoing discussions on the issue into the front pages, the analysis would be limited between 1912 up to
the date.
These images were analyzed depending upon the social perspectives as well as the percentage of the
media coverage. Even if the event occurred in the West, the world press showed much interest to the
disaster for many years. As the data, the newspaper articles having the Titanic news are classified as the
‘East’ and ‘West’. After a discourse analysis the texts are classified and evaluated regarding the social
classes over the hundreds of photographs to notify the women image. The similarities and differences
between the images are analyzed as well as the visualization stage questioning the interleaving concepts
such as violence, disaster and value systems positioning the women in the core. In the study a specific
case is questioned about the Titanic disaster and global images of the world wide newspapers were
scanned to filter the image of women of the time to be compared with the female image in the Ottoman
time newspapers.
Key Words: Victimizing, Women Image, Press, Titanic, Disaster,
100
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Televizyon Reklamlarında Kadın İmgesi Kullanımı
1
Eda Sezerer Albayrak 1
KTO Karatay Üniversitesi
Televizyon reklamı, mal ve hizmetlerin satışını sağlamak amacıyla kullanılan ekonomik faaliyetin bir
parçası olmakla birlikte, izleyicilere yani tüketicilere içeriğiyle belli anlamlar aktaran kültürel medya
metni özelliği taşıyan bir pazarlama iletişimi türüdür. Bir dizi ya da filmde olduğu gibi senaryolar
üzerinden hazırlanan bir program niteliğindeki televizyon reklamları, toplumsal değerleri ve kültürel
öğeleri kullanarak mevcut toplumsal yapıyı devam ettirmekte ve yeniden üretmektedir. Televizyon
reklamlarında bir toplumsal yapı olarak toplumsal cinsiyetin izlerine de rastlanmaktadır. Televizyon
reklamları, kadınlığın ve erkekliğin egemen söyleme bağlı olarak yeniden üretildiği, devamlılığının
sağlandığı ve cinsiyet rollerinin toplumsal cinsiyet rollerine dönüştüğü bir alan olarak, toplumsal cinsiyet
algısının oluşmasında, toplumsal cinsiyet rollerine dair beklenti ve davranış modellerinin iletilmesinde
ve böylece toplum tarafından bu geleneksel rollerin öğrenilmesinde önemli bir işleve sahiptir. (Çimen,
201:143)
Reklamlar büyülü, şatafatlı yaşamlar sunarak insanları başka dünyaya çekmeye çalışırlar. Bu dünyaya
açılan pencere, ister yazılı, ister görsel olsun iletiler kadınlara, erkeklere ya da her ikisine birden
yöneliktir. Reklamlar, çağrışım yoluyla kendisini izleyen kadın ya da erkekteki duygulara hitap ederek
kendisinden haberdar olmasını sağlarlar. Böylelikle reklamlar insandaki ilgi ve beğeni uyandırma
dürtüsünü kamçılar. Özellikle günümüzde televizyon reklamlarında birçok teknik olanağın
kullanılmasıyla görsel çekicilik de önemli bir unsur haline gelmiştir. (Sever ve Uztuğ, 1996:442)
Reklamın kişiye bir takım roller, değerler, davranış ve düşünceler benimsetmesi dıştan gelen bir etki
olduğundan bireyin iradesizliği ve edilgenliği sorunu ortaya çıkmaktadır. Birey benliğinin inşasında
bir takım referanslara başvuracaktır ancak birey iletişimleri sonucunda edindiği enformasyonu olduğu
gibi benimsemek yerine belli bir işleme tabi tutup değerlendirmek durumundadır. Ancak reklamın her
zaman ve her yerde bireylerin karşısına çıka bilirliği, sürekliliğe sahip oluşu, kullandığı dil, görüntü,
biçim ve renkle taşıdığı mesajı daha çekici ve etkileyici hale getirebilmektedir. (Özsoy, 2006:36)
Cinsiyetin, insanların en derin ve önemli özelliklerinden biri olması ve uzlaşılmış cinsiyet kodları
sayesinde cinsiyet mesajlarıyla kısa sürede iletişim kurulabilmesi sebeplerinden ötürü cinsiyet,
reklamlarda sıkça kullanılmaktadır. (Özsoy, 2006: 37)
Günlük yaşamın geçerliliği alanlarda da toplumsal cinsiyet söz konusudur. Kamusal alanlar erkeğin,
özel alanlar kadının yaşamını geçirdiği yerler olmaktadır. Cinsler arası eşitlik yerine birbirlerini
tamamlama ilkesi geçerlidir. Cinslere özgü mekânsal ayrıma ek olarak cinslerin birlikteliğini meşru bir
çerçeveye kavuşturan aile düzeni de eşitsiz bir kurallar bütünü içinde düzenlenmiş ve bireysel tercihlere,
eğilimlere hemen hemen hiç olanak tanınmamıştır. (aktaran Dökmen, 2010: 82)Kadınlar ve erkekler
kenti farklı şekilde kullanmakta ve yaşamaktadırlar. Cinsiyet temelindeki iş bölümüne göre, bu farklılık
özellikle iş piyasasındaki, kaynak ve imkanlara ulaşmada belirginleşmektedir. Toplumsal cinsiyet
rollerinin kentin mekan ve organizasyon boyutunda da yansımaları görülür. Kadınların talepleri
çoğunlukla “yeri evi” olarak düşünüldüğünden yerel yönetimlerce mahalle bazında ve hane ile ilgili
sorunlar olarak ele alınması, erkeklerin daha çok iş piyasası, ulaşım, iş yerleri konularındaki sorunlarının
öncelikle değerlendirilmesinde bunu görmek mümkündür. (Akdoğan, 2004: 53)
Kadın ile erkek arasındaki farkların toplumsal düzlemdeki yansımalarına dikkat çeken toplumsal
cinsiyetin izlerine özellikle geniş kitlelere iletilen mesajlarda rastlamak mümkündür. Yani kitle iletişim
araçlarında, toplumsal cinsiyet rollerinin temsilini görmek mümkündür. Kitle iletişim araçlarından
televizyonlarda, kadının ve erkeğin toplumdaki yeri ve algısına dair pek çok ipucu bulmak
mümkündür.Özellikle televizyon reklamlarında, hem hedef kitle olması hem de hedef kitleyi
etkileyebilmesinden ötürü kadınlar fazlaca kullanılmaktadır.
Bu çalışmada toplumsal cinsiyet kavramı çatısı altında kadının ele alınış biçimleri ve reklamlarda kadın
imgesinin kullanımı incelenmektedir. Bu çalışma ulusal televizyon kanallarında yayınlanan bazı
reklamları ele almakta ve anne olarak kadın, güzel ve çekici kadın, çalışan kadın, yaşlı kadın olarak
incelenmektedir.
101
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Bu çalışmada “Toplumsal Cinsiyet ve Reklam İlişkisi”’ne değinilecektir. 2014 yılında HaziranAğustos ayları arasında Youtube sosyal paylaşım sitesinden çeşitli ulusal kanallarda yayınlanmış
reklamlar incelenmiştir. İncelenen televizyon reklamları arasından beş görsel gösterimdetaylı anlatımı
ve çözümlemeleri ile sunulacak ve belirlenen reklamlarda cinsellik yönünden kadın imgesi kullanımı ve
bu imgelerin anne ve eş olarak, güzel ve çekici olarak, çalışan olarak ve yaşlı kadın olarak dört dalda
incelenecektir.
Magazin Haberlerinde Toplumsal Cinsiyet Temsili: Âlem, Haftasonu ve Şamdan Plus
Dergilerinin Anlambilimsel Analizi
1
Ayşe Çatalcalı1
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü
Toplumsal değişim süreciyle birlikte, Medya endüstrileri yoluyla yayılan modern ve postmodern
değerler, sunulan haber ve fotoğraflar ile üretilen söylemler, kadın ve erkek kimliği üzerinden yeniden
pekiştirilmektedir.
Geleneksel toplumlarda erkeğin gerisine düşen, modern toplumlarda ise “süper kadın kimliği”nin
ardında sorumluluk alan kadını, kitle iletişim araçları, yarattığı “eril ve dişil sunumlar” ile günümüzün
postmodern gerçekliği içinde ve toplumsal cinsiyet ayrımını pekiştirir yönde kullanmaktadır. Medya,
haber ve fotoğraflarıyla kullandığı dilin, toplumsal yapıyla bir bağlantısı bulunmakta ve incelenmesi
gerekmektedir. Kitle iletişim araçlarından biri olan dergiler de toplumsal cinsiyet temsillerini gerek
haberler gerek fotoğraflar gerekse de derginin bütün evreni içinde, yarattığı cinsiyete ait metaforlar
doğrultusunda söz konusu cinsiyet ayrımcılığını desteklemektedir.
Bu araştırmanın amacı, magazin dergileri Alem, Haftasonu ve Şamdan Plus dergilerinde toplumsal
cinsiyet temsillerinin nasıl ele alındığı üzerinedir. Söz konusu dergilerdeki kadın ve erkek kimliğinin
temsil ediliş şekli ve beklenen roller incelenmektedir.
Dergilerin yayın politikaları kapak, editör sayfaları, okuyucu sayfaları, haber metinleri ve fotoğraf
kullanımlarına yansımaktadır. Dergiler yayın politikaları doğrultusunda, kadının ve erkeğin içinde
bulunduğu geleneksel, modern ve postmodern yapının izlerini taşıyan mesajlar ulaştırmaktadırlar.
Bu araştırmanın yöntemi,anlambilimsel çözümleme tekniğidir. Magazin dergilerinde toplumsal
cinsiyet rollerinin nasıl örüldüğünü ve klişeleşen kadın ve erkek kimliklerinin nasıl sunulduğunu
incelemek için, Alem dergisinin 30 Ekim 2013 tarihli ve 1064 numaralı sayısı, Haftasonu dergisinin 30
Ekim - 5 Kasım 2013 tarihli ve 2013/44 sayılı baskısı, Şamdan Plus dergisinin 30 Ekim 2013 tarihli 489
sayılı yayını anlambilimsel çözümlemeyle incelenmekte ve değerlendirmeye varılmaktadır.
Bu araştırmanın özgünlüğü, bulgular ve sonuç çerçevesinde şu sonuçlara genel olarak varılmaktadır.
Yapılan taramalara göre söz konusu dergiler üzerinden özellikle magazin dergiciliği üzerinde bir çalışma
yapılmadığı gözlenmekte ve bu durum araştırmanın özgünlüğünü ortaya çıkarmaktadır. Araştırmanın
bulgularına bakıldığında ise; Alem Dergisi'nde genel olarak kadın "anne, eş, çalışan kadın" rollerinde
sunulmaktadır. Haberlerde yer alan eş rollerinde kadın, erkeğin arkasında ikinci planda tutulan ve
kadının varlığının erkek üzerinden olduğu bir birey olarak aktarılmaktadır. Kadının mutluğu aşık
olmasına ve çocuk sahibi olmasına bağlanmakta ve çocukların bakımı kadının en önemli göreviymiş
gibi sunulmaktadır. Kadın çalışmasına rağmen çocuklarının bakımını aksatmayan ve sürekli onlarla
vakit geçiren, “modern kadın”kimliğinde sunulmaktadır. Dergi içeriklerinde, annelik toplumsal rollerin
en değerlisi olarak aktarılmakta ve erkek kimliği ise, genel olarak iş adamı rolünde sunulmaktadır. Erkek
genç yaştan itibaren çalışan ve kariyer yapan bir birey olarak vurgulanmaktadır.
Şamdan Plus Dergisi'nin haberlerinde kadın "anne, eş, fedakar anne, genç, güzel, bakımlı” ve kimi
verilerde ise, “başarılı ve çalışan kadın” rollerinde sunulmaktadır. Bunun yanı sıra, kadının fiziksel
görünüşü ön plana çıkartılmakta ve bu bağlamda kadın metalaştırılmaktadır. Dergide aile, anne, baba
102
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
ve çocuklardan oluşan “modern aile” yapısında verilmektedir. Şamdan Plus dergisinde erkek genel
olarak iş adamı rollünde verilmekte ve erkek çalışan ve para kazanan bir birey olarak sunulmaktadır.
Hafta Sonu Dergisi'nin haberlerinde ise, kadın stereotipleri (kalıpyargılar) "anne, eş, çalışan kadın,
bakımlı güzel kadın" rollerinde sunulmaktadır. Dergide kadın, çalışan ve kendi ayaklarının üstünde
durabilen modern bir yapıda aktarılmaktadır. Dergideki kadınlar bakımlı, güzel ve fiziki bakımdan
ideal kadın formlarında sunulmakta ve bu bağlamda kadın metalaştırılmaktadır. Haber içeriklerinde,
erkek ise "baba, eş ve iş adamı" rollerinde sunulmaktadır. Erkek çalışan ve eşi ve çocuklarının geçimi
için para kazanan bir birey olarak kamusal alanda yer almaktadır. Hafta Sonu dergisinin haberlerinde
ailelerin mutluluğu çocuk sahibi olmalarına dayandırılmakta ve çocuk bakımı kadının sorumluluğunda
sunulmaktadır.
Çalışmada araştırmanın hipotezini oluşturan "Magazin içeriğine sahip dergiler, çeşitli fotoğraf, haber ve
diğer içeriklerinde toplumsal cinsiyet ayrımına yönelik kadın ve erkek imajlarını geleneksel, modern ve
postmodern yapı çerçevesinde farklı konumlarda yansıtmaktadır. Böylelikle
dergilerin yayın
politikalarına göre kadın ve erkek temsilleri ön plana çıkmaktadır" söylemi doğrulanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Magazin, kadın, toplumsal cinsiyet, dergiler
Gazetecilik Mesleğine Kadınların Bakışı
1
Zülfiye Acar1 , Aynur Sarısakaloğlu1
Gaziantep Üniversitesiİletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü
Gazetecilik mesleği son yıllarda hemen hemen her şehirde bulunan üniversitelerde açılan iletişim
fakültelerine paralel olarak kız öğrenciler tarafından daha çok tercih edilir olmuştur. Gazetecilik
mesleğinin daha çok ofis dışında gerçekleşen bir iş olması, mesai saatinin olmaması, haber için gidilen
mekanların çoğu kez tehlikeli olması, ekonomik olarak diğer mesleklere göre sorunlu olması, iş
güvencesinin sürekli olmaması gibi nedenlerle daha az tercih edilmekte ve daha çok erkeklerin yaptığı
bir meslek olarak algılanmasına neden olduğunu söylemek mümkündür.
Liberal feminist kuramdan hareketle, kadınların da gazetecilik mesleğinde başarılı olabilecekleriyle ilgili
olarak kendilerinin ne düşündüğünü öğrenebilmek amacıyla bu çalışma yapılmıştır. Bu yaklaşımda
kadınlar erkeklerle eşit haklara sahip değillerdir ve kamusal alanda yer almaları ya da bu yöndeki
çabaları engellenmektedir. Liberal siyasal düşünceden erkek ve kadınların aynı oldukları düşüncesini
alan liberal feminizme göre; erkekler ve kadınlar düşünce ve eylemlerinde eşit kapasitelere sahiptir.
Aynı kapasiteye sahip olmaları nedeniyle erkeklerin yaptıkları işleri kadınlar da yapabilir, onların söz
sahibi olduğu alanlarda kadınlar da söyleyecek birşeyler bulabilir.
Gaziantep Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde öğrenci olan kız öğrencilerle görüşme
yapılarak bölümü seçme nedenleri ve gazetecilik mesleği ile ilgili düşünceleri öğrenilmeye çalışılmışt ır.
Her sınıftan rastgele seçilen dört ve toplam 16 öğrenci ile gerçekleştirilen görüşmede her öğrenciye bir
saat ayrılmıştır. Öğrencilerden A. K., annesinin “öğretmen ol, gecen gündüzün belli olsun” ikazlarına
rağmen bu bölüme geldiğini belirtiyor. Hareketli bir hayatı sevdiğini, gazeteciliğin temposunun tam
kendisine göre olduğunu söylüyor.
Bir diğer öğrenci ise, küçük yaşından beri çevresinde kadınlarla ilgili anlatılan hikayeleri dinlediğini,
memleketindeki kadınların seslerini duyurmak için gazeteci olmak istediğini belirtiyor.
S. N. kendi isteğiyle gelmemiş, tercihini abisi yapmış. “Çok içine kapanık biriyim, bu iş için
ayaklarımın yere sağlam basması gerektiğini ve mücadeleci olmam gerektiğini biliyorum. Her gün
gazeteci olmaya bir gün daha yaklaştığımı düşünüp mutlu oluyorum” diyor.
Bu bölümü seçen kız öğrenciler mesleğin zorluğunun, güç yanlarının, erkeklere göre daha dezavantajlı
olduklarının, muhabirlik yaptıklarında gardroplarını ya da saçlarını düzeltmeye zamanları
103
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
olmayacağını, bunun yerine haber düzelteceklerini, fotoğraf makinelerine gözü gibi bakacaklarını
ifade ediyorlar.
Gazeteciliğin yaratıcılığı ve üretkenliği ön planda tutmasının kendilerine keyif verdiğini belirten
öğrenciler rutin işlerin bireyi kendisi olmaktan uzaklaştıracağını da ekliyorlar.
Öğrencilerden N.E.’nin babasının isteğiyle bu bölme gelmesi dikkat çekici. “Konuşmayı çok sevdiğim
için belki de” diyor. Babası “sen gazeteci olsan her konudan haber çıkarırsın” demiş. Babasına bu
konuda verdiği sözü yerine getirmek ve olanı biteni en iyi şekilde kitlelere aktarmak istediğini de
belirtiyor Gazeteciliği seçmelerindeki ortak neden kadınların sesini duyurmak, kadının da başarılı
olabileceğini göstermek ve mesleğin kendilerini canlı ve dinamik tutacağına inanmakdiyebiliriz.
Çevrelerinde oluşan “gazetecilik size göre değil” anlayışını yıkmak istiyorlar. Bu ifadenin aksini ispat
etmek için “gazetecilik tam da bize göre” imiş aslında cümlesini kurmak gibi hedefleri var. Düşünsenize
diyor öğrencilerden biri “kendimi geliştirip çok başarılı olursam belki bir gün bir ödülle anılırım, başarı
ya da başarısız olmak bizim elimizde, başarılı olmayı istemek seçilecek en iyi yol” diyor.
Gazeteciliğin bilmek ve aktarmak olduğunu düşünüyorlar. “İnsan ne kadar öğrenmek isterse o kadar
öğrenir. Baktığımız her yerde, işittiğimiz her seste bizim hayatımıza anlam katacak mesajlar var, biz de
bu mesajları daha anlamlı bir şekilde başkalarına aktarabiliriz” diyen “olaylara tanıklık etmek olayın
canlı şahidi olmak” heyecanlı olmalı şeklinde görüşlerini belirtiyor.
Öğrencilerden Z. Ç. yazmayı çok sevdiğini söylüyor. Belki bir gün kendi köşeme sahip olurum ve hep
yazarım diyor.
özetlemek gerekirse görüşme yapılan öğrencilerin bu mesleği seçmek için farklı nedenleri olsa da bu işi
yapabileceklerine inanmaları, yapamazsın denilen bir mesleği en iyi şekilde yapmak istemeleri,
birilerinin onlara bu konuda az da olsa güvenmeleri, okumayı-yazmayı sevmeleri, işin yaratıcılık ve
dinamizmi gerektirmesi gibi nedenlerle bu bölümdeler.
İşin zorluğunun, sıkıntılarının farkındalar. Ama kendilerini gerçekleştirme ve kendilerini gerçekleştirme
çabaları olan kadınların sesi olmak için de bu işi yapmaları gerektiğine olan inançları sonsuz.
Anahtar kelimeler: Gazetecilik, Kadın, Toplumsal Cinsiyet
Reklamda Kadın Olgusu ve Biskolata Reklam İletisi Örneği
1
Ferrah Nur Dündar1
Kırklareli Üniversitesi Lüleburgaz Meslek Yüksekokulu
Geleneksel toplumda kadın ataerkil ideoloji dahilinde özel alanla tanımlanırken, çağdaş top-lum
yapısının oluşumuyla kamusal alanda yerini almaya başlamıştır. Kadının kamusal alanda elde ettiği güç
ve statü yeniden yapılandırılan kadın kimliğini ortaya koymaktadır.
Yazılı ve görsel basında ve reklamlarda kadına yüklenen özellikler ona herhangi bir güç ve statü ilişkisi
kazandırmak bir yana günümüz reklam iletilerinde kadın imgesini geleneksel cinsel rollerle öne
çıkarıldığına sıkça rastlanılmaktadır.
Feminizmin yükselişinden sonra 1980 sonrası refah ve lüks konusundaki değişiklikler, yeni kadın
imgesinde etkili olmuştur. Yaşamdan keyif almayı hedefleyen, anne olmayı yadsımayan ancak
yaşamında kendi ile ilgili zamanı da kadın tipleri, değişen kadın imgesini oluşturmuştur. Kültürel
değişiklikler, kültürel ideolojilerdeki yenilikleri,bireyselliği, , özgürlüğü ve kadının cinselliği
konusundaki ahlâki tabuların yıkılmasını ön plana çıkarmış, kadın-erkek imgelerinin daha eşitlikçi bir
biçimde vermeye başlamıştır.
104
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Toplumsal yapıdaki değişimle birlikte reklamların da değişime uğradığı bir gerçektir. Yani değişen
değerler ve yaşam tarzları reklamların yeniden düşünülmesine yol açmıştır. Toplumsal gerçeklikler
değiştikçe yeniyaşam biçimlerini oluşturmuş dolayısıyla bu şablonların da hedef kitleye reklamlar
yoluyla benimsenmesi sağlanmıştır. Kadınların çalışma hayatında yer almaları ile kadın imgesi de
değişikliğe uğramıştır.Reklamlarda yeni kadın tipi iyi bir eş bir anne olan olmanın yanı sıra ‘‘çocuk da
yaparım kariyer de’’ deyimini kendisiyle bütünleştirmiştir
Biskolata markasının bisküvi reklamlarında kadın imgesi, geleneksel reklamdan ayrılarak, izlenen seyir
edilen ve cinsel olarak algılanan obje algısının aksine, seçilmeyi beklemeyen, seçen, hayatına kendi
istediği gibi yön veren kadın imgesi şeklinde verilmiştir. Sonuç olarak reklam sadece ürünleri satmanın
yanısıra toplumsal değerleri ve idealleri de değiştirirkendönüştürürken yeni yaşam biçimleri de
oluşturmaktadır.Böylece reklamındönüştürücü gücü kültürel kodlar ve rollerin üzerinde de kendini
göstermektedir.
Anahtar Sözcükler: Kadın, Kadın olgusu, reklam.
Psikolojik Açıdan Çalışan Annelerde Stres Ve Çeşitleri Üzerine Bir Alan Araştırması
1
Fatma Kırman1
Kahramanmaraş Anadolu Lisesi
Günümüzde kadınların çalışma hayatına atılmasıyla birlikte olumlu gelişme ve değişmeler olmasına
rağmen bir takım sorunları da beraberinde gelmiştir. Bunların başında sıkıntı, stres ve depresyon
gelmektedir.
Çalışan annelerin iş dünyasındaki görevlerinin yanında aile içinde anne ve eş olarak da farklı rol ve
kimlikleri üstlenmiş olmalarından dolayı psikolojik yük ve sorumlulukları artmıştır. Bu kadar çok
sorumluluk ve görevi yerine getirebilmek için ekstra çaba sarf etmek zorunda kalan anneler, işlerinin bir
kısmını yetiştirirken, tüm çaba ve fedakarlığa rağmen bir kısmı da ister istemez aksamaktadır. Böylece
sorun ve çatışmalar baş göstermeye başlamaktadır. Eş ve çocukların istek ve beklentileri tam olarak
karşılanmadığı için şikayet etmeye, çevredekiler ise onu yetersiz kadın olarak nitelendirmeye bu da
kadının özgüvenini kaybetmesine ve çalışma ortamında daha çok strese girmesine neden olmaktadır.
Araştırmanın amacını, çalışan annelerde stresin derecesi ve çalışan annelerin ne tür stres yaşadıklarını
bir alan araştırması çerçevesinde araştırılması oluşturmaktadır. Nitel araştırma metodolojisine göre
yürütülen bu çalışmada 25 çalışan anne ve 25 de çalışmayan anne olmak üzere toplam 50 kişiyle
görüşme tekniği kullanarak varsayımlar test edilmiştir.
Sonuç olarak çalışan annelerin çalışmayan annelere göre daha stresli oldukları, çalışan annelerin rolleri
arasında denge kurulamamasının çatışma yaşanmasına yol açtığı şeklindeki varsayımlar doğrulanmıştır.
Bu çatışmaları çözümlemenin yolu ise, kadın kimliğine karşı geliştirilen bakış açısı, eş ve annelik
rollerinin bizler için ne anlama geldiğini, önceliklerin neler olduğunu analiz etmektir.
Anahtar Kelimeler: Stres, stres çeşitleri, çalışan anneler
105
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Erken Evliliği Deneyimleyen Kadınların Gözünden “Erken Evliliğin Nedenleri”
Esra Burcu1 , Filiz Yıldırım2 , Çiğdem Sema Sırma1 , Seçil Sanıyaman1
1
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü
2
Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü
Çocuk ihmalinin ve istismarının yoğun olarak tartışıldığı ülkemizde kız çocuklarının ve kadınların
yaşamını tehdit eden en önemli sorunlardan biri erken evliliklerdir.
Erken evlilik bu sorunu yaşayan, ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan hakları ihlal edilen sadece
kadınların sorunu değildir. Bu sorun fiziksel, psikolojik ve sosyal gelişimini tamamlayamayan kız
çocuklarının erken yaşta evlen(diril)mesi ile yaşamsal riskleri de berberinde getirmektedir. Son yıllarda
pek çok kız çocuğunun erken evlilik riskiyle karşı karşıya olduğunu gösteren sessiz çığlıkları daha
görünür hale gelmiştir. Bu nedenledir ki, erken evlilik yaşamsal, sosyal, kültürel ve ekonomik boyutları
ile toplumsal açıdan tartışılarak küresel bir boyut kazanmıştır.
Bu araştırmanın amacı; Türkiye’de erken evliliğin nedenlerini, 18 yaşın altında evlilik yapmış olan
kadınlarla yapılan görüşme ve araştırmacıların gözlemlerinden hareketle ortaya koymaktır.
Araştırmanın verileri, erken evliliği deneyimlemiş olan kadınlarla iki yıl boyunca yapılan derinlemesine
görüşmelerle elde edilmiştir. Kadınların erken evliliklerine ilişkin hikayeleri üç kadın araştırmacı
tarafından farklı zamanlarda ve mekanlarda kadınlarla yüz yüze görüşülerek toplanmıştır. Katılımcılarla
yüz yüze yapılan derinlemesine görüşmelerde onlara yapılandırılmamış ya da yarı- yapılandırılmış
sorular yöneltilerek kadınların erken evlilik hikayelerine ulaşılmıştır. Araştırmada elde edilen verilerin
çözümlenmesi için anlatı analizi kullanılmıştır.
Özellikle belirtilmelidir ki bu araştırmada belirli bir teoriyi test etmek ya da doğrulamak
amaçlanmamıştır. Gömülü teori kullanılarak elde edilen bulgulardan, teorik çıkarımlara ulaşılması
hedeflenmiştir. Diğer bir ifade ile bu araştırmadaki kadınların erken evlilik deneyimlerini aktardığı kendi
ifadelerinde gömülü olan gerçeklikler analiz edilerek kavramsallaştırılmaya ve bu deneyimler içindeki
örüntülerden hareketle erken evliliğin nedenleri keşfedilmeye çalışılmıştır.
Bu araştırma, erken evliliğin varlık göstermesinde ve sürdürülmesinde kültüre bağlı uygulamaların
önemli rolü olduğunu açık bir biçimde ortaya çıkarmıştır. Etnik köken, mezhep, coğrafik bölge,
ekonomik durum fark etmeksizin baskın ataerkil kültürel yapı içinde kadınlardan beklenen toplumsal
cinsiyet rollerinin, erken yaşta evliliği hem kadınlar hem de kültürel sistemin parçası olan diğerleri için
normalleştirdiği ve hatta bu geleneğin kabul görmesini meşrulaştırdığı belirlenmiştir. Böyle bir yapı
içinde kadınları erken evliliğe götüren karar; babanın, dedenin, ağabeyin, amcanın yani ailedeki otoriter
erkeğin ve hatta diğer kadınlarındır. “Namusun korunması”, “kaderci ve kısmetçi bir yaklaşım”, “evde
kalma”, “baba evinden gelinlikle çıkma” gibi aile, akraba ve patriarkal sistemin diğer aktörlerinin
beklentilerine bağlı olarak kadınların kimi zaman evliliğe hazır bulundukları, çaresizce kabullendikleri,
bugün ve gelecekte neler getireceğini düşünmeden erken yaşta evlendikleri bulunmuştur.
Türkiye’de kültürün erken evlilikleri meşru kılarak varlık göstermesini ve sürdürülmesini teşvik eden
geleneksel uygulamalara ilişkin farkındalık oluşturma ve özellikle yetişkinlerin (otoriter erkek ya da
kadın) erken evliliklerdeki rolünü belirleme konusunda bilim insanlarının daha nitelikli araştırma
yapmaları gerekmektedir. Türkiye’de erken evlilik konusu her ne kadar tartışılsa da konuyu, sosyolojik
açıdan tartışan çalışmalar (Burcu ve arkadaşları, 2015) yok denecek kadar azdır. Bu anlamda bu
araştırmanın alandaki boşluğu doldurma çabası içinde olduğunu söylemek mümkündür. Böylece erken
evliliğin sonlandırılmasına ilişkin girişimlere rehber olabilecek ve bu konuda sessiz kalan sosyal
politikalara yön verebilecek bulgu ve sonuçlara ulaşma potansiyeli taşıması açısından bu araştırma
sonuçlarının paylaşılması önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Erken evlilik nedenleri, kadın
106
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Kadınların Evlilik Algısı: Nitel Bir Araştırma
Yelda SEVİM 1 , Burcu GEZER ŞEN1
1
Fırat Üniversitesi
Eski ya da yeni bütün toplumlarda ailenin kaynağını, bir kadın ile bir erkeğin evlilik bağıyla hayatlarını
birleştirmeleri oluşturmaktadır. Karşı cinsten iki kişinin paylaşımına ve etkileşimine dayanan evlilik
hayatıyla ilgili ölçütler, ailenin içinde bulunduğu kültüre, coğrafi özelliklere ve evlilik kurumunun
üyelerinin kişiliklerine göre biçimlenir. Evlilik hayatının sağlıklı bir biçimde yürümesi eşlerin iletişim
becerileri ile ilişkilidir. Problem çözme evlilikte önemli bir iletişim becerisidir. Sağlıklı bir toplum,
ancak sağlıklı aileler sayesinde oluşmaktadır. Aile kurumunda yaşanan yapısal değişimler, problemler,
dengesizlikler toplumun ekonomik, kültürel ve sosyal yapısında da olumsuzluklar yaşanmasına neden
olmaktadır.
Bu araştırmada, 2015 yılında Elazığ Belediyesi ve Fırat Üniversitesi tarafından ortaklaşa olarak
yürütülen Anne Üniversitesi Projesi’ne dâhil olan 70 evli katılımcının aile hayatı ve evlilikle ilgili
görüşlerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Veri toplama aracı olarak anket formu uygulanmıştır.
Araştırmanın amacı doğrultusunda katılımcıların, eşlerini seçmelerindeki en önemli etken, evliliğin en
çok niçin önemli olduğuyla ilgili düşünceleri, eşleriyle yaşadıkları en önemli problem grubu, eşlerinin
hoşlanmadıkları davranışları olması durumunda gösterdikleri tepki, eşleriyle anlaşmazlık yaşamaları
durumunda gösterdikleri tepki ve boşanmaya neden olabilecek en önemli sorun hakkındaki düşünceleri
tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Evlilik, Evlilik Algısı, Kadın, Aile.
Türkiye’de Feminist İdeoloji Neden Gelişemedi?
1
Defne Erzene Bürgin1
İzmir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
Feminizm altmışlardan itibaren Batı dünyasında bağımsız kitle hareketlerine dönüştüğü
halde, Türkiye’de benzer bir değişim ve süreç yaşanmadı. Türkiye, cumhuriyetin kurulduğu
ilk yıllarda toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama yolunda o dönem için çok ileri bazı
hukuksal düzenlemeler ve uygulamalar yapmış olmasına rağmen, bugün, bu eşitliğin
sağlanması açısından ülkeler arasında yapılan sıralamada (Global Gender Gap Report,
2013) 135 ülke arasında 120. sırada yer almaktadır. Avrupa Konseyi’ne tam üye, Avrupa
Birliği’ne aday olan bir ülke olan Türkiye’nin dünya sıralamasında sonlarda yer almış
olması, ülkede toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda ciddi sorunların olduğunu yansıtır.
Kamboçya, Nijerya, Zambiya, Etiyopya gibi birçok Afrika ülkesi sıralamada Türkiye’den
daha üst yerlerdedir. Bu durum Türkiye’de kadın-erkek eşitliği açısından çok düşündürücü
ve endişe vericidir. Bu noktaya nasıl gelindi? Türkiye’de yaşayan kadınlar haklarını
yeterince savunmadılar mı, yoksa savunmalarına mı izin verilmedi? Feminist ideolojinin
çıkış noktası olan Avrupa’ya bu kadar yakın, AB’ye aday olan Türkiye’de feminist
ideolojinin gelişememesinin önündeki temel engeller nelerdir? Türkiye’de Feminizmin
tarihsel bir analizini yapmak, bu soruların olası cevaplarını bulmak açısından faydalı
olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Feminizm, Türkiye, Tarihsel süreç, İdeoloji, Toplumsal Cinsiyet.
107
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
The obstacles of development of feminist ideology in Turkey
While feminism has been an independent social movement in the Western World since the
1960s, Turkey did not experience similar social changes and processes. In the early years
of the Turkish Republic, the ensuring of the respect of gender equality has been pursued,
legally and also in practice. However, nowadays Turkey ranks only 120th (out of 135
countries) in the Global Gender Gap Report of 2013, behind many African countries such
as Cambodia, Nigeria, Zambia, and Ethiopia. This situation in terms of equality between
men and women is alarming, in particular in a country which is full member of the Council
of Europe and an official candidate of the European Union. Based on a historical analysis,
this article aims at illustrating the explaining factors for this poor ranking. Following
questions are addressed: Why did feminist ideology develop only slowly in Turkey? Are
Turkish women rather not able/willing or not allowed to defend their rights effectively?
Key Words: Feminism, Turkey, History, Ideology, Gender.
Toplumsal Ekoloji İle Eko-Feminizm Ekseninde Kadın-Doğa İlişkisi
1
Fatih Balkaya1
Kahramanmaraş Sütçüimam Üniversitesi
Toplumsal ekoloji, Murray Bookchin tarafından kuramsal temelleri oluşturulan bir çevre etiği
yaklaşımıdır.Bu düşünce akımı, ekolojik yaklaşım ile anarşizm arasında bir köprü kurmayı
amaçlamaktadır.”Tahakküm”, “birinci doğa-ikinci doğa ayrımı”, “hiyerarşi”, “doğrudan demokrasi”
gibi kavramlar toplumsal ekolojinin temel yapı taşlarını oluşturmaktadır.
Çevrecilik veya çevreci düşünce, bazen “eko”- ön ekiyle birlikte var olan ideolojilerle
eklemlenmiştir.Eko-anarşizm, eko-sosyalizm, eko-faşizm gibi.Eko-feminizm ise bunlardan
birisidir.Feminist düşüncede, kadın erkek egemen kültüre karşı çıkmakta, ataerkilliği
sorgulamaktadır.Mevcut düzenin ataerkil yapısını eleştiren feminizm, “eşitlikçi” ve “farklılığa” vurgu
yapan bir söylem geliştirir.
Eko-feminizm ise, aynı noktadan hareketle Batı’nın rasyonalist anlayışına karşı çıkarak,doğanın insan
tarafından sömürülmesi ile kadının erkek tarafından sömürülmesini eşdeğerde görmektedir.Görüldüğü
gibi bu çerçevede dişilik ile doğa, insanlık ile de erkeklik arasında bağlantı kurulmuştur.Eko-feminizm
bu noktadan hareketle,Batılı rasyonalist düşüncenin düalist yanına eleştirel bir gözle yaklaşmıştır.
Murray Bookchin’in toplumsal ekoloji yaklaşımı da bazı noktalardan eko-feminist görüşe
yaklaşmaktadır.Murray Bookchin’e göre çevre sorunları temelde toplumsal bir nitelik
taşımaktadır.Bookchin’in “birinci doğa” anlayışında eşitlikçi, farklılıklardan çok benzerlikleri
vurgulayan bir söylem hakimdir.Bookchin’e göre organik toplumlar “farklılıkların birliği” ya da
“çeşitliliğin birliği” olarak görülmektedir.Ancak;kültürel gelişme ile birlikte hiyerarşinin ortaya çıkışı
“ikinci doğa” ortaya çıkmıştır.İkinci doğada Bookchin, yaşlıların gençler,erkeklerin kadınlar,bir etnik
grubun başka bir etnik grup,bürokratların kitleler,kentin kır,bedenin ruh,toplum ve teknolojinin doğa
üzerindeki tahakkümü söz konusudur.Tahakküme dayanan bu ilişkiler,sınıfsız ya da devletsiz bir
toplumda da mevcut olabilir.
Toplumsal ekoloji yaklaşımı ile eko-feminizm arasında nasıl bir ilişki bulunmaktadır?Eko-feminizm ile
toplumsal ekolojiyi doğuran koşullar hangi noktalarda birbirlerine benzemekte veya hangi
108
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
noktalarda birbirlerinden farklılaşmaktadır? Kadın temelli veya feminist görüş, her iki yaklaşımın da
kesişim noktasında mı yer almaktadır? Her iki yaklaşımın kadın-doğa etkileşimine bakışı hangi
noktalarda birbirlerine benzemekte ve hangi noktalarda birbirlerinden farklılaşmaktadır?Çalışmanın
temel izlek noktaları bu sorulardan oluşmaktadır.
Bu çalışma, toplumsal ekoloji ile eko-feminizmin birbirlerine benzer ya da birbirlerinden farklı
özellikleri çerçevesinde,kadın-doğa ilişkisini iki yaklaşımın felsefi görüşleri ekseninde incelenmesi
amacını taşımaktadır.
Literatür taramasına dayanan bu çalışma,betimleyici bir nitelik taşımakta olup,dökümental analize
dayanmaktadır.
Çalışma sonucunda, her iki yaklaşımın da birbirlerine benzer ya da farklı yönlerinin bulunduğu
belirtilerek, kadın-doğa ekseninde her iki düşünceyi birbirlerine yaklaştıran olgunun “tahakküm” ve
“hiyerarşi” unsuru olduğu vurgulanacaktır.Ancak; eko-feminizmin” kadın bireyi” ön plana çıkaran
yönüne karşın, toplumsal ekolojinin “toplumu” ön plana çıkarması, kadın-doğa ilişkilerinde her iki
yaklaşımın farklılaştığı noktanın “birey-toplum” çelişkisi olduğu ileri sürülecektir.
Anahtar Kelimeler:Eko-feminizm,toplumsal ekoloji,hiyerarşi,tahakküm
HES(Hidroelektrik Santral) Eylemleri Ve Eko-Feminizm
1
Fatih Balkaya1
Kahramanmaraş Sütçüimam Üniversitesi
Siyaset alanında belirginleşen tartışmalardan biri, siyasetin bir “uzlaşma” mı yoksa bir çatışma mı
olduğudur? Başka bir anlamda siyaset mevcut çıkarların uzlaştırılmasından doğan yepyeni bir sürecin
bir adı mıdır? Demokrasi siyasetin uzlaşmaya dayanan bir örneğini oluştururken 1789 Fransız Devrimi
ile Rusya’da işçi sınıfının önderliğinde gerçekleşen 1917 Ekim Devrimi siyasetin çatışmacı yüzünün bir
örneğini oluşturmaktadır.Şöyle de denilebilir ki, siyasetin çatışmacı alandaki yüzünü toplumsal
hareketler oluşturmaktadır.
İşçi sınıfı hareketleri ile üçüncü dünya bağımsızlık hareketleri eski toplumsal hareketler içerisinde yer
alırken ,kadın hareketleri, çevre hareketleri ve barış hareketleri yeni toplumsal hareketler içerisinde
değerlendirilmektedir.
Çevreci hareketler, küreselleşmenin yerelleşmeyi
hızlandırdığı,modernizmin yerini post-modernist söylemlerin aldığı, ulus-devletin gücünü çok uluslu
şirketler ve küresel örgütler ile paylaştığı bir sürecin ürünü olarak ortaya çıkmıştır.Yeni toplumsal
hareketler içerisinde değerlendirilen çevreci hareketler, insan-doğa arasındaki eşit olmayan ilişkiler i
kendisine temel referans noktası olarak almıştır.Çevreci hareketler, insanın doğaya olan müdahalesinin
ciddi boyutlara vardığını iddia etmiş ve yeni bir toplum modeli önermiştir.
Çevreci hareketlerin kuramsal alt yapısını oluşturan çevreciliğin apayrı bir ideoloji olduğu tezi ileri
sürülebilmektedir.Doğrudan demokrasi, büyüme karşıtlığı, yerelleşme, çevre dostu teknolojilerin
kullanımı, sürdürülebilirlik gibi unsurlar “çevreci ideolojinin” bileşenlerini oluşturmakta iken onu diğer
ideolojilere de yakınlaştırmaktadır.Bunun yanında çevrecilik, bazen var olan ideolojilere
eklemlenmiştir.Buna örnek olarak;ekofeminizm, doğanın sömürüsü ile kadın bedeninin sömürüsü
arasında bağlantı kuran felsefi bir yaklaşımdır.Batı’nın rasyonalist anlayışına karşı çıkan eko- feminizm,
bu anlayışın doğa ve kadın bedeni üzerinde hakimiyet kurduğunu ve bu hakimiyetin bir sömürü ile
sonuçlandığını iddia etmiştir.Başka bir deyişle; kadının erkek tarafından sömürülmesi ile doğanın
boyunduruk altına alınması eşdeğer bir süreç olarak yorumlanmıştır.
109
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Eko-feministler, yukarıdaki süreci tersine çevirmek için, daha geniş kapsamlı toplumsal, kişisel ve
ekolojik bir bağlamda sorunların üzerine gidebilecek,katılımcı, barışsever ve daha az hiyerarşik yapıda
bir toplum modeli önermişlerdir.
HES(Hidroelektrik Santral) eylemlerinde genellikle kadınların ön planda olması, eylemlere katılan
kadınların “eko-feminist” bir bilince sahip olduğunu kanıtlayabilir mi? Çalışmanın temel ekseni bu
sorunsal etrafında biçimlenecektir.
Araştırmada belirli bir ideoloji(eko-feminizm) ile bu ideolojinin bireyleri ne ölçüde etkilediği, ortaya
çıkan eylemin bu ideolojiye ne kadar uyduğu analiz edilecektir.Başka bir deyişle araştırmanın amacı,
ideolojinin hareket ile örtüşüp örtüşmediğinin analiz edilmesidir.
Araştırma,Rize-Uzundere ile Tunceli-Munzur vadisinde yer alan HES’ler çevresinde bulunan köylerde
yaşamını sürdüren kadınlarla yapılan derinlemesine mülakat, anket ve gözlem tekniklerine
dayanmaktadır.
Çalışmada ulaşılan sonuçlar şu şekildedir:


Kadınlar doğa ile kendileri arasında bir bağlantı kurmuştur.
Hes’ler doğal hayata zarar vermiş ve bundan dolayı oradaki halkın geçim kaynakları olumsuz
yönde etkilenmiştir.
 Hes’ler çoğunlukla kadınların gündelik hayatını olumsuz yönde etkilemiştir.
 Tüm yukarıda ortaya çıkan sonuçlara rağmen kadınların eko-feminist bir mantıktan çok kendi
yaşam alanlarının zarar görmesinden kaynaklanan bir tepki vermişlerdir.Yani kadınların tepkisi
ideolojik olmaktan çok gündelik yaşam ile ilgilidir.
Anahtar Kelimeler:Hidroelektrik Santraller, çevrecilik, eko-feminizm,çevreci hareketler
Kadını Özgürleştirici Etik Varoluş Arayışı
1
Didem Delice 1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen-Edebiyat FakültesiFelsefe Bölümü
Kadın özelinde yapılan tartışmaların, en iyi niyetle düşünüldüğünde, onun özgürleşmesi bağlamında
yürütüldüğü varsayılabilir. Kadının özgürleşmesinden ne anlaşılmalıdır? Siyasal ya da iktisadi
bağlamdaki tartışmalar, özgürleşme sorununa ilişkin çözümlemelerin olgu düzeyinde düşünüldüğünü
göstermektedir. Oysa özgürlük bağlamında yapılan felsefi tartışmaların cinsiyet temelinde değil de,
teorik olarak insan temelinde yürütüldüğü açıktır. Bu da, felsefi bağlamda tartışılan özgürlük ile kadının
özgürleşmesi bağlamında yapılan tartışmalar arasında içeriksel bir bağın olmadığı anlamına gelir.
“Kadının özgürlüğü” düşüncesini, özgürlük probleminin felsefi niteliği bağlamında değerlendirmek
olanaklı mıdır? Felsefe, özgürlüğü bir kavram olarak çözümler; onu bir ilke olarak temellendirir ve bütün
bir etik evreni bu ilke üzerinde kurar.Oysa kadının özgürleşmesi sorununa sadece olgudan bakan bir
yaklaşım, konun derinliği yerine gündelik yanına bakmakla sınırlıdır. Konuya olgu düzeyinde yaklaşan
bir bakışın metodolojisi, sonunda çözüm olarak ya hukuksal belirlemeleri ya da çalışma hayatının
düzenlenmesi gibi önerileri dillendirmektedir. Oysa hukuksal düzenlemelere rağmen kadına yönelik
şiddetin varlığı, ya da kadın çalışanlarının niceliksel artışına rağmen kadınıntoplumsal belirlemelerdeki
etkisinin zayıflığı, kadın kimliği bağlamındaki sorunun sadece hukuksal ya da iktisadi bir olgu
olmadığını doğrulamaktadır. Bu türden yaklaşımlar, kadına ilişkin temel sorunun, olgusal yanından daha
fazla, varoluşsal bir yanının olduğunu görememektedirler.Felsefe, “kadın” ve onun “özgürleşmesi”
bağına yeniden bakabilir ve bu bağın kurulmasına katkıda bulunabilir. Özellikle de felsefe tarihindeki
etik teorilerin sunduğu olanaklar bu çözümlemeye katkı sağlayacak türdendir. Sorumluluk, seçim ve
özgürlük gibi etik kavramlar ile
110
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
gerçekleşenler açısından bakıldığında (Kant’tan Sartre’a kadar olan etik teoriler), felsefe kadının
varoluşsal dönüşümünün koşulları kadar bu koşulların engelleyici faktörlerini de aydınlatabilir. Bu
çözümleme, kadını özgürleştirici eylemlerin geleneksel yaşamın karşısında geçerlilik bulabilmesi için
hukuksal formlardan önce ve daha etkili olarak etik dayanaklara gereksinim olduğu varsayımına
dayanmaktadır. Geleneksel ahlakın “yapmalısın” buyruğu karşısında “neden” sorusu için ilke
aranmalıdır. Edebiyat eselerlerindeki “örnek olay”lar, bu bağlamdaki tartışma için önemli bir kaynak
sağlar. Leyla Erbil’in romanlarındaki kahramanlarının yaşamları, özgürleştirici etik varoluş tartışması
için, örnek olayolarak görülecektir.
Anahtar Kelimeler:Felsefe, Edebiyat, Etik, Özgürlük,Kadın, Leyla Erbil
Mimari Eserlerde Fiğür Olarak “Kadın’ın Yeri Ve Anlamı -19.Yy Pera Örneği
1
Güven Şener1 , Şirin Bayram2
Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü
2
Trakya Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü
Mimaride kadına özgü bulunan ve onunla özleştirilen kimi biçim, duygu ve davranışları yansıtan
tasarımlar veya ikincil elemanlar bugüne sembolik mesajlar tanımlamaktadır.
Kadın, geçmişten günümüze sanatın değişik dallarını ve mimariyi, üslup ve fonksiyon olarak etkilemiş
ve etkilemektedir. Bu etkilemede, farklı kültürlerin kadına bakış açıları ve kadının toplum yaşamında ki
yerinin büyük payı vardır. Mimari elemanların ölçü, oran ve biçim olarak şekillenmesinde de kadın ve
erkek vücutlarından esinlenilmiştir. M.Ö. 1. yüzyılda yaşamış, Romalı yazar, mimar ve mühendis olan
Vitruvius İyonik sütunun kadını, Dor sütunun erkeği temsilettiğini yazmaktadır. VitruviusKorint
sütunlardan da bir genç kızın narinliğinde biçimlendiğini tıpkı onlar gibi zarif ve ince olduklarınından
bahsetmekte bu her iki sütun tarifinde de taşıyıcı mimari bir eleman olan sütunlarda kadınların narinliği,
süsü ve oranlarından esinlenildiğinden bahseder.
19.yy batı etkisiyle biçimlenen Beyoğlu- Pera’sı, geleneksel Osmanlı mimarisini ret eden bir duruşun
temsilcisidir ve yaşanan kültürel değişiminde izlerini taşımaktadır. Geleneksel mimariden uzak
şekillenen bu bölgede, “kadın ve kadını temsil eden öğeler” yapıların cephelerinde kimi zaman tek
başlarına kimi zaman küçük bir detay ya da büyük bir mimari kompozisyonun parçası olarak
kullanılmıştır.
Geçmişten günümüze kadının mimari içinde var oluşu, toplumsal yapı ve kadının yeri hakkında da bize
sayısız ipuçları verirken aynı şekilde bu mimari elemanların biçimlenişlerine bakarak dönem hakkında
da fikir sahibi olabiliriz. Örneğin; Yunan toplumunda aile içinde, kadın ile erkek arasındaki fark çok
belirgindi ve bu sanata da yansımıştı. Helenizm’e kadar kadının çıplak olmaması onların, baskı altında
tutulduklarının simgesi olmuş ve bunun için bir araç olarak kullanılmıştır. Sanatta kadınların çıplaklığı,
kendilerini aşmalarını, bir çeşit özgürlüğü temsil ediyordu. Bir göğsü açık kadın heykellerindeyse
kompozisyonun genelinde asimetri oluşmakta, bu da toplumun kadın için eşit olmadığını hatırlatıyordu.
Mimaride kadın figürleri üzerinden kadına uygulanan baskı ve şiddetin figüratifsembollerini
Karyetid’ler de görebilmekteyiz.Antik Yunan’da Perslerin yanında saf tutan ve sonrada yenilen
Karyalıların eşlerini esir alan Yunanlılar, Karyalıların erkeklerini öldürür kadınlarını da üstlerindeki
evlilik sembollerini çıkartmalarına izin vermeden esir olarak zafer alayının önünde kendi şehirlerine
sokarlar.
Daha sonra bu utancı ve yükü taşıdıklarının sembolü kadın formunda sütunlar Akropolde bir mimari
eleman olarak kullanılmıştır. Bu sütunlar eşlerini yitirmiş, evlerinden kaçırılmış, ailelerinden yaşadıkları
topraklardan kopartılmış türlü işkenceye maruz kalan Karyalı esir kadınlara aittir.
111
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
“Kadın” figürü Beyoğlu bölgesinde de mimari kompozisyon içinde oldukça sık karşımıza
çıkmaktadır.Onlar Pera’ nın girişlerinde üstlerindeki yükü taşıyan yapı elemanları olarak. Ya da bereket
boynuzlarının arasından sıyrılmış güzel ve zarif bir kadın rölyefidir. Demirden yapılmış ağır ve güçlü
bir sokak kapısında dökme demirden yapılmış kapı tokmağında, zarif bir kadın eli olarak ta karşımıza
çıkabilmektedir. Tüm görkemleri, hikayeleri ve gizemleriyle ve kimi yerde çıplaklıklarıyla aslında
antikiten yapıldıkları döneme kadar günümüze sayısız mesajlar taşımaktadırlar. Bereket, Şefkat ve
hoşgörünün temsilcisi kadın figürü aynı zamanda tehdit eden ve ürkütücü görüntüsüyle de koruyucu da
olabilmektedir.
Beyoğlu-Pera’da bahsi geçen kadın figürlerine ise, yapıların cephelerinde, kapı, pencere ve girişlerde ve
balkonlarda “Karyatid” formuyla rastlamaktayız.
İstiklal Caddesi-Pera ve yan paralel sokakları da içine alan çalışma orijinalliğini korumuş 19.yy yapı
cephelerindeki ve girişlerindeki bire bir kadın figürlerinin, kadın temalı mimari elemanların ve
bezemelerin biçimlenişlerine, konumlanmalarına ve taşıdıkları anlamları kapsamaktadır.
Sonuç olarak kadın; diğer sanatlarda örneğine rastladığımız gibi mimarlıkta da bir figür ve bezeme
olarak kullanılmış, bazen bu figürlerde kadın yüceltilirken bazen de gördüğü şiddetin ve çektiği acıların
bir yansıması olarak ortaya çıkmıştır. Fakat mimarlıkta sadece bir figür olmanın ötesine gitmiş, Karyatid
örneğinde olduğu gibi yapısal bir öğe olarakta kullanılmıştır.
Anahtar Kelime: Kadın, Mimari, Bezeme
Çağdaş Türk (Azerbaycan) Edebiyati Kontekstinde Kadin Nesri
Metanet Vahidova1
1
Azerbaycan
Artık uzun yıllardır dünya edebiyatşünaslığında bize ilk bakışta, belki de, absürd etkisi bağışlayan “kadın
yazısı”, “kadın okusu”, “kadın eleştirisi” gibi terimler oluşmuştur.Dünya ülkelerinin deneyimlerine
baktığımızda, görürüz ki, ABD, Batı Avrupa ülkeleri ve Rusyada kadın nesri (prozası), genellikle, kadın
yaratıcılığı konusunu oldukça geniş müzakere ederler.Hatta bu ülkelerin birçoklarının yüksek
okullarında mutlaka kadın yaratıcılığı ve edebi yaratıcılıqda cinsiyet sorunları üzere kurslar yapılır.Bizde
ise kadın yaratıcılığını ayrıca bir alan olarak kabul etmeyenler hakimdir. İlginçtir ki, kadın yaratıcılığını
ayrıca bir alan olarak kabul etmeyenler de "kadın yazar", "edebiyatcı hanım", "kadın eleştirmen" gibi
isimlerle yazarın cinsini özel vurgulamayı gereklibilirler.
Edebiyatşünaslığımızda ayrı-ayrı kadın yazarların yaratıcılığı hakkında araştırmalar yazılsa da,
dünyaedebiyatşünaslığında işlenme derecesine nazaran bizde bu konu etrafındaki tetkikler yeterli
sayılamaz.Kadın şiiri, kadın nesri ile ilgili yazılar bu konuyu tamamen kapsayamamış, fraqmental
nitelikte olmuştur. Biz ise bildirimizde kadın nesrinin çağdaş Azerbaycan edebiyatı kontekstinde yerini
ve rolünü belirleyeceğiz.Geçen yüzyılın ikinci yarısından, özellikle, 80-90-cı yıllarından daha çok
dikkate çarpmaya başlayan kadın nesri bağımsızlık dönemi Azerbaycan edebiyatında aktif faaliyet
dönemine girdi, çağdaş nesrimizde kadın yazarların sayısı hayli arttı.Fakat kalite hiç de her zaman
kemiyyete orantılı değildir. Buna rağmen kadın yazarlarımız var, çokluk teşkil ediyor ve hakkında
konuşulacak kadar iyi metinler de yazılır. Ancak ister metin analizleri, gerekirse de edebi prosses
tamamen değerlendirildiği zaman kadın nesri nedense ikinci planda kalıyor.
Kadın yaratıcılığının esas özelliyi konu seçimidir: kadınların en çok kendilerini yazdığı söylenilir –
kadının ailede, toplumda yeri, ebeveyn-çocuk, karı-koca ilişkileri, sevgi, yalnızlık vb. – dolayısı ile yine
de kadın. Belki de, toplumun baskısından, gerçekte cinsiyet sorunlarının önemli yer tutduğundandır ki,
kadın nesrinde "kadının yeri" meselesi daim kabartılır, dolayısıyla, buna cinsel taassupkeşlik
dediyebiliriz.Çağdaş nesrde bu sosyal planda olduğu kadar hem de psikolojik planda yer
112
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
alır. Kadın nesri için küresel kataklizmleri, beşeri sorunları yansıtan sosyel motif lider değil, onların
topluma, çevreye, zamana... yaklaşımı daha çok kendisinin fonunda meydana çıkıyor.
Genel olarak bağımsızlık dönemi Azerbaycan edebiyatında yazarların, özellikle de, genç yazarların
konu, tehkiye itibariyle kompleksleri kırdığını görüyoruz, bu özellik, aynı zamanda, kadın nesrine de ait
olabilir.Bağımsızlık yılları kadın edebiyatında konu açıdan novatorluq keskin şekilde duyulmaktadır:
şöyle ki, Sovyet dönemi kadın literatüründe dokunulmaz olan konular - gebelik, doğum, kürtaj konuları
özel olarak kabartıldı.
Çağdaş edebiyatımızda ayrı-ayrı yazarların yaratıcılığında feminizm temsil olunsa da, onu bütünüyle
Azerbaycan kadın nesri için xarakteristik kabul edemeyiz – bizde kadın nesri radikal feminizmden
uzaktır ve bununla dünya kadın yaratıcılığından farklıdır. Fakat kadının kaderi, payına düşen acılar kadın
yazarları her zaman düşündürüyor. Onların kahramanları mentalitetin, erkek ve kadın ayırımının
kurbanlarına dönüşüyor, ölmese de, manevi yaralar alıyor, darbelere katlanıyor – sadece kadın olduğu
sebebi ile. Buna rağmen kadın yazarların hikayelerinde çoğu zaman erkek karakteri de var – eserde
olmasa bile, hayal edilen, arzu edilen erkek ile kadın karakteri birbirini tamamlayan taraflar olarak
görülüyor ve böyle de tarif ediliyor. Kadın nesrinde daim güvenilecek, sevecek, kendinden bir boy üstün
görülecek bir erkeye ihtiyaç duyan kadın imgeleri ile karşılaşıyoruz. Bu kadın kendiliyinde güçlü, zeki,
özgüvenli olduğu zaman bile, sevdiği erkeyin fiziksel ve daha çok manevi güçü ile huzur bulmayı arzu
ediyor. Bu açıdan bu kadınları tipik Azerbaycan kadınları diye isimlendirmezdik, çünkü milliyetinden,
ırkından bağımsız olarak genellikle kadının doğasında sevdiğine güvenmek arzusu var. Bu, sadece
radikal feminizmde farklıdır.
Genellikle, Azerbaycan edebiyatında kadın yaratıcılığından bahsederken daha çok şiir ve hikaye yazan
yazarlar dikkati çekmektedir. Roman ve anlatı yazarları tek tek görülüyorsa da, dramaturji alanında
kadın imzası yok derecesindedir. Kadınlar daha çok küçük formlara üstünlük verir, nesrde yaratıcı
deneyler için hikayeyi en uygun janr olarak kabul ederler.Böylece çağdaş edebiyatımızda kadın
nesrinden bahsederken dikkat göstermeli olduğumuz özellikler, esasen, konu, biçim, tarz, karakter
seçimi ve feminizme münasebet olacaktır.
Anahtar kelimeler: kadın nesri, feminizm, çağdaş edebiyat, kadın imgesi.
1980-2000 Dönemi Türk Romanında Kadının Özgürleşme Çabaları
Zeliha Öztürk 1
1
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili Ve Edebiyatı
Kadının, toplumdaki konumunun en çok sorguladığı yıllar 1980 ve sonrası yıllar olmuştur. Bu konumun
tartışılan ve dönüştürülmeye çalışılan ilk aşaması kadınların konumunun kendi dışındaki etkenler
tarafından belirlenmiş olmasıdır. Dönemin sosyo-kültürel hayatı üzerinde büyük etkisi olan “feminizm”,
roman üzerinde de etkisini göstermiş; hem düşünce hem de hareket olarak bu yeni açılımlara destek
olmuştur. Sosyal alanda “feminizm”in üzerinde durduğu ve dikkat çekmeye çalıştığı konular ve sorunlar,
romanların da başlıca temaları olmuştur. 1980 sonrası dönemin kadın açısından en önemli mücadelesi
özgürlük alanında ortaya çıkmıştır. Bu düşüncenin de etkisiyle romanda, kadının toplumdaki yeri
sorgulanmaya başlanmış ve toplumun “kadın”la ilgili algısından kaynaklanan aksaklıklar
dönüştürülmeye çalışılmıştır. Kadının sınırlandırılmas ı ve özgürlüğünü elinde bulunduramaması, 19802000 dönemi romanlarının kadın kahramanları tarafından derinden hissedilen bir durum olmuş ve bu
kahramanlar toplumsal hayat içerisinde özgürlüklerinin kısıtlandığını dile getirerek bu durumu
değiştirmek için uğraş vermişlerdir. Dönem romanlarında kadının özgürlüğünün önünde hem bireysel
hem de toplumsal engellerden bahsedilmiştir.
113
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Bu yönde bir çalışma için, bahsi geçen dönemin konu üzerinde en çarpıcı içerikler ve örnekler
barındıran romanları seçilmiştir. Henüz yakın bir dönem sayılabilecek 1980-2000 dönemi Türk romanı
üzerinde, feminist akımların yükseldiği ve ardından kadının “toplumsal ve bireysel etkiler” karşısında
özgürlüğünü aradığı sosyal etkinin yansımaları üzerine genel bir çalışma yapılmamıştır. Bildirimizde
feminist çalışma yöntemi ile edebiyat biliminin oluşturduğu disiplinlerarası bir inceleme yöntemi olan
“feminist edebiyat eleştirisi” ile dönemin seçilen romanları incelenecek olup, bu inceleme neticesinde
“özgürlük” etrafındaki içerikler ortaya koyulacak ve dönemin “özgürlük” algısı ile şekilleri (yazma,
boşanma, intihar, sonsuz/bilinmez bir yola çıkış, vb.) tartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Kadın, edebiyat, toplum, özgürlük
Ataerkil Sistemin Yapısökümü olarak Meltem Arıkan'ın "Yeter Tenimi Acıtmayın" Başlıklı
Romanı
1
Bekir Zengin1
Cumhuriyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü
Bu çalışmanın kuramsal temelini, JacquesDerrida’nınyapısöküm kavramı oluşturmaktadır. Derrida’nın
çalışmalarında, yapısöküme uğratılan Batı düşünce sisteminin, toplumda yerleşik hale getirdiği değerler
dizgesinin kurgusallığı vurgulanır ve bunların doğal olmayışları nedeniyle, yapısöküme çok elverişli
hale geldikleri gözler önüne serilir. Bu haliyle, yapısöküm feminizm için ataerkil sistemi eleştirme
yolunda çok uygun bir araç haline dönüşür. Edebiyat, bu düşüncelerin en güzel ifade edilebileceği bir
alan olarak öne çıkar. Biz de burada, teorik olarak yapısöküm üzerine durduktan sonra, bunu Meltem
Arıkan’ın “Yeter Tenimi Acıtmayın” başlıklı romanında nasıl uygulandığını göstermek istiyoruz.
JacquesDerrida’nın sistemden çok, okuma biçimi olarak geliştirdiği yapısöküm, sistem içindeki
çelişkilere, tutarsızlıklara dikkat çeker ve yeni sorular üreterek, birbiriyle ilişkilerinde birincil veya
ikincil olarak adlandırılan şeyler arasındaki derecelendirmeyi ve bu derecelendirmenin temellerini
sorgular. Yapısökümün bir başka hedefi, üstün terimin yarattığı ve kendisini var ettiği sistem içerisinde,
bu ayrımı haklı gösteren kanıtların kendi kendilerini zayıflattığı noktaları saptamak ve bunları tersine
çevirerek sistemi sorunsallaştırmaktır. Heidegger ve Nietzsche’nin etkilerinin belirgin olduğu
Derrida’nın hareket noktası dil olmuştur. Derrida, Saussure’ün tersine gösteren ile gösterilen arasında
doğrudan bir ilişki olmadığını ve buna bağlı olarak, anlamın sürekli değiştiğini, bir göstergenin tek bir
anlamı olamayacağı düşüncesinden hareket eder. Derrida, ses/söz merkezci olarak adlandırdığı Batı
Dünyası’nın düşünce sisteminin temelinde yatan metafizik düşüncenin temellerini eleştirerek işe
koyulur. Bu metafiziğin temelinde bulduğu “söz, düşünce, akıl” gibi sözcüklerden hareketle, sistemin
dayandığı bu kavramların altını oyar. Aslında Derrida’nın eleştirdiği “tümeller”dir. Bunların doğal
olmayıp, otorite tarafından üretilen kavramlar olduğuna dikkat çeken Derrida, Lacan’dan hareketle
zaman zaman “fallusmerkezci” olarak nitelendirdiği bu düşünce sisteminin her şeyi “tek”liğe indirgeyen,
özcü yapısına karşı durur. Bu sistem içerisinde yer alan ikili karşıtlıklardan hareket eden Derrida,
özne/nesne, kural/kaos, kendi/diğeri, erkek/kadın gibi ikili karşıtlıklarda, birinci kavramın kendini salt,
merkezi, biçim veren, üretici güç olarak sunarken, diğer kavramın ikincil derecede, değersiz olmasının
keyfiyetini göstermeye çalışır. Derrida’nın bu çoğulcu yaklaşımı, söz konusu olan kadın olunca farklı
bir şekilde işler. Başlangıçta cinsiyet ayrımı yapısöküme uğratılırken, sonuçta Lacan gibi Derrida da
"kadın yoktur" düşüncesine ulaşır. Derrida, Nietzsche üzerine yaptığı bir konuşmada, cinsiyetler
arasındaki ikiliği aşmaya çalışır. Derrida, kadını kadın/anne olarak “yazı” ile özdeşleştirirken,
erkeği/babayı fallus rolünde olduğunu saptar. Nietzsche’de gördüğü kadın düşmanlığını, metafizik
olmayan bir boyuta taşıyarak aslında, kadını kabul ettiği düşüncesini ileri
114
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
sürerken, bütün düşünce sisteminin kurgusallığına dikkat çeker. Ulaşılan bu sonuç, feministler için,
sistemi eleştirmenin temel hareket noktasını da oluşturur. Bu sonuce ideolojik boyutta bakıldığında,
otorite kendi kurduğu sistemin kurallarını yerleşik hale getirdiği kurumlar aracılığıyla bu sisteme uygun
bireyler yetiştirilmesini sağlar ve sistemin devamını da garanti altına almış olur. Lacan’ın da belirttiği
gibi birey içine doğduğu toplumda öğrendiği anadili ile aynı zamanda toplumun kurallarını
da
içselleştirir. Böylelikle kurallara uygun birey haline gelmenin aracına dönüşmektedir dil. Normlar,
ideolojiler ve ahlaki dogmalar aracılığıyla, otorite mutlaklaştırdığı değerleri yönetimin stratejik bir
aygıtına dönüştürür. Bu durumda, özne ya da bireyselleşme diye bir şeyden bahsetmek mümkün değildir.
1999 yılında yayınlanan “Ve… Veya… Belki…” başlıklı romanıyla okuyucularının karşısına çıkan
Meltem Arıkan, başta cinsellik olmak üzere kendini kadın sorunsalına adamış bir yazar olarak dikkati
çekmiştir. Çoğu zaman medyada haber konusu bile yapılmayan ve edebiyata nadiren konu olan ensest,
cinsel sömürü gibi toplum gerçeklerinin bireysel yaşamda yansımalarını, kişiye yaşattığı travmaları
cesaretle ele alan yazar, bu özelliğiyle de radikal olarak nitelendirilebilir. Kadının toplumdaki ataerkil
sistemin dayattığı rolün dışına çıkamaması konusunda dil konusuna yaptığı göndermelerle Lacan’dan
izler taşıyan Arıkan, eserlerinde ele aldığı cinsellik ve kadının kendi bedenine olan yabancılaşmasını ve
kendini ifadede bedeni eksen olarak ele almasıyla Fransız feministleriyle paralellik göstermektedir.
Özellikle Avrupa'daki kadın hareketinin "Özel olan politiktir" ve "bedenim bana aittir" sloganları,
Meltem Arıkan için de kadının özne olma, kimliğini edinme yolunda belirleyici hareket noktalarıdır.
Bu çalışmada, Meltem Arıkan'ın ilk olarak 2003 yılında yayınlanan eseri "Yeter Tenimi Acıtmayın"
başlıklı romanında uyguladığı yapısöküm yöntemi aracılığıyla toplum için olumlu anlam içeren birçok
kavramın, bireysel düzlemde nasıl tersine çevrilerek başka anlamlar kazandığı ve bireyin gelişimine ket
vuran engellere dönüştüğü örneklerle gösterilecektir.
Anahtar Kelimeler: Yapısöküm, Derrida, Meltem Arıkan, Yeter Canımı Acıtmayın
10 Nisan Cuma
I. Oturum 09.30 – 11.00
Alman Sinemasında Türk Kadın Karakterlerinin Temsil Biçimleri
1
Pınar Özgökbel Bilis 1 , Seda Sünbül Olgundeniz1
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Tv Ve Sinema Bölümü
60 yılı geçen Almanya’ya işçi göçü tarihi sonucunda sosyo-ekonomik, kültür ve siyasi alanlarında köklü
gelişimler kaydedilmiş ve işçi konumunda gelen binlerce Türk, günümüz Almanya’sında birer işveren
konumuna yükselmiştir. Yabancı işçi nüfusunun büyük oranını temsil eden ve bu yüzden en yüksek
tüketim kitlesi olan Türkler, Alman Sinema endüstrisinin ilgisinin onların üzerinde yoğunlaşmasına da
sebep olmuştur. Söz konusu tespitler ışığında şekillenen bu çalışma, Alman Sinemasında 1970-2000
yılları arasında Türk kadın karakterlerinin temsil biçimleri üzerine bir inceleme niteliği taşımaktadır ve
günümüzde hala kuramsal açıdan önem arz eden; sosyo-psikolojik ve
115
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
siyasi alanları itibarıyla geniş bir platformda tartışılan stereotip, yabancı, öteki, kimlik ve temsil gibi
kavramları sinema alanında incelemektedir. Çalışmanın temel amacı ise Alman Sinemasında Türk
kadın kimliğine dair temsil biçimlerini sorgulamak ve sorgulatmaktır.
Çalışmanın sorunsalı, Alman toplumunun en yoğun yabancı nüfusunu oluşturan Türklerin, özel olarak
da Türk kadınının, hangi temsil biçimleriyle ülke sinemasında yer aldıklarıdır. Burada sinemasal ilginin
genellikle gelenekleri ve kültürleri tarafından baskı uygulanan Türk kadını temsilleri üzerinde
yoğunlaştığı göze çarpmaktadır. Söz konusu sorunsaldan yola çıkarak, çalışmada öncelikle stereotip,
yabancı ve öteki gibi temel kavramlar açıklanmakta ve sosyal ile kültürel kimlik kavramları
tartışılmaktadır. Alman Sinemasında Türk kadın temsilleri çalışmanın evrenini, Şirin’in Düğünü
(1975), Sahte Cennete Veda (1986), Yasemin (1988), Korkunun Karanlık Gölgesi (1993), Kısa ve Acısız
(1998), AllesGetürkt (2003) ve Duvara Karşı (2004) filmleri de çalışmanınörneklemini
oluşturmaktadır. Söz konusu filmlerde yer alan Türk kadınının temsilleri niteliksel film analizi
yöntemiyle incelenerek Almanya’ya işçi göçü olarak adlandırılan toplumsal bir hareketin sinemadaki
izdüşümünün tarihsel izi sürülmektedir.
Çalışma kapsamında gerçekleştirilen niteliksel film analizleri sonucunda elde edilen bulgular
doğrultusunda filmlerde 1970 ila 1980 yılları arasında işçi kimliğinde temsil edilen Türk kadın
temsillerine, 1980 ila 1990’lı yıllarda iki kültür arasında sıkışan Türk kadın temsillerine, 2000’li yıllarda
ise özgüveni artık yerine gelen, kadınlığına dair isteklerinin farkına varan bir Türk kadını temsiline
rastlanmaktadır. İşbu bulgular doğrultusunda söz konusu baskı ve dayatma sonucu ilk dönem filmlerde
Türk kadını temsillerinin ezik, bastırılmış ve sessiz azınlık durumunda gösterildiği tespit edilmektedir.
Filmlerde Türk gelenek ve normlarının klişeleştirilmiş bir şekilde sunulmasından ise doksanlı yıllarla
birlikte genç nesil Türklerin sinemaya duydukları ilgi sonucunda yönetmen koltuğuna oturmaları
sayesinde yavaş yavaş vazgeçilmektedir. Söz konusu genç nesil yönetmenlerin eserleri Alman
Sinemasında Türk kadını temsilinin mağdur ve edilgen rollerden sıyrılabilmesinin, etnik kökeninin
merkezi bir konuma getirilmemesinin ve sorunlarının etnik kökene bağlı olduğu klişesinden
vazgeçilmesinin önünü açmaktadır. Türk geleneklerinin içine hapsedilen kadın temsilleri ilk yıllarda
birçok kez filmlerde temalaştırılmış olsa da, günümüz Alman Sinemasında bağımsız ve kendine güvenen
Türk kadını temsillerine de yer verildiği gözlenmektedir.Yapılan bütün tespitlerin ardından
çalışmanın getirdiği öneri ise, Türk kökenli Alman yönetmenlerin Alman Sinemasında kendi
hikayelerini anlatmalarının Türklerle Almanların barışçıl bir şekilde bir arada yaşamalarına yol gösterici
bir işlevi olacağını ve iki kültür arasındaki entegrasyon sürecini kolaylaştıracağı düşüncesidir. Göçmen
kültüründen yetişmiş olan bu filmlerin yönetmenleri Alman Sinemasına özgürleştirici çizgiler getirip,
yenilikçi ve içsel bir perspektif kazandıracaktır. Bununla birlikte kendilerine ait imgelerin temsili, aynı
zamanda kendi yansımalarını görebilmelerine imkân veren psikanalitik gelişim kuramı bağlamında
kimlik oluşumlarını etkileyen bir alan yaratabileceklerdir. Bu bağlamda Alman Sinemasında Türk
kadının sinemasal temsiline dair Ayşe Polat, Seyhan Derin, Buket Alakuş, Yasemin Samdereli ya da
Serap Berrakkarasu gibi yönetmenlerin gelecek yıllarda imza atacakları filmlerin stereotiplerden
sıyrılabilmiş Türk kadını temsillerinin oluşturulmasında kuşkusuz katkı sağlayacağına inanılmaktadır.
Son olarak, Alman Sinemasında klişelerden arınmış Türk kadını temsillerinin inşa edilmesinin yanı sıra,
Türk kadınları ya da kökeni Türk olan kadınların daha fazla kamera önü ve arkasında görev almaları
gerektiği, sinema ve genel anlamda medya alanında da mesleki eğitimlerinin önemi de göz ardı
edilmemelidir.
Anahtar Kelimeler:Kimlik, kadın temsilleri, Alman Sineması, stereotip, öteki
116
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Kamu Spotu Örnekleminde Medyada Kadına Şiddetin alımlanması
1
Nüket E. Ergeç 1 , İbrahim Zateri1
Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo-TV Ve Sinema Bölümü
Cinsiyet temelli şiddet, medyadaki cinsiyet çalışmalarının önde gelen konularından birisidir. Medyada
kadının nesneleştirilmesi, sadece yaygın bir problem olmayıp aynı zamanda kadına karşı şiddetin
dolayımlı olarak söylemsel bir biçimidir. Bu nedenle, cinsiyet temelli şiddetin, medya üzerinden
anlaşılabilmesi için geniş bir bakış açısına ihtiyaç vardır. Alanda medyada görünen şiddet imgesi ile
gerçek dünyadaki etkisi arasındaki nedenselliği ortaya koymaya çalışan deneysel çalışmalar
bulunmaktadır (Mora, 2005; Gencel ve Binark; 2005; Keane 1998). Medyada cinsiyet temelli şiddetin
incelenmesinde yapılan bir diğer çalışma biçimi ise medya görüntülerinin içeriğinin analizi olup, bu
çalışmalar genel bir çerçeve sunar. Bu tip çalışmalar, medya içeriğinde şiddetin biçimleri ve mesaj
içeriklerinin dış dünya ile etkileşimden çok, görüntü ve metinlerin içerik ile anlamının incelendiği
çalışmalardır (Rhode, 1995). Belli dönemlerde farklı medya alanlarında kaç şiddetin yer aldığı ve nasıl
sunulduğuna ilişkin çalışmalar da bulunmaktadır (MEDİZ, 2008).
Bu çalışma, medyada sunulan mesajlardan kamu spotların bağlamında, kadın ve şiddet mesajının
içeriğinden çok, televizyon ve çevrim içi araçlarla iletilen mesajlarda şiddetin nasıl alımlandığını ortaya
koymayı amaçlamaktadır. Feminist teorinin ve feminist araştırmacıların medya ile ilgili yaptıkları
çalışmalar arasında alımlamaçalışmalarıönemli bir yere sahiptir. Medya alanında etki araştırmalarında
aktif izleyici yaklaşımını benimsemiş olan StuartHall’ınöncü çalışması ‘Kodlama- Kodaçımlama’
önemlidir. Hall (1997) “dolaşım ve alımlama, televizyonda ‘üretimsüreci’ anlarıdır ve belli sayıda
yapılanan ve dolayımlanan ‘geribesleme’ yoluyla, kendisi de üretimsürecine yeniden dahil edilir”
der.Gerbner ve arkadaşlarının (Gerbner vd.,1986) oluşturduğu yetiştirme (cultivation) kuramı ise
medyaya maruz kalınması sonucu olabilecekler üzerinde durur. Medyanın ürettiği şiddeti sayma ve
bunun yarattığı etkinin uzun vadeli olabileceği iddiası kuramın temelini oluşturur.
Çalışmada, yöntem olarak StuartHall’ın kuramı temelinde medya içeriğinin izleyiciler üzerinde bir
alımlama çalışması gerçekleştirilmektedir. Alımlama analizi izleyiciyi homojen bir bütün olmaktan çok,
birçok deneyim bir araya gelişiyle oluşan bir farklılıklar zemini olarak kabul eder. Livingstone (2005)
göre, medya içeriklerinin anlamı bir yorumlama meselesidir ve medyaya maruz kalmanın sonuçları
sosyal bağlama bağlı olarak değişir. Bu yöntemde, veri toplama tekniklerinin en önemlisi odak grup
çalışmalarıdır. Feminist bakış açısında odak gruplarda oluşan sinerji, özellikle kadınların yaşadıkları
benzer deneyimleri ortaya çıkarmasında önemli rol oynar (Özuğurlu, 2003).
İzleyiciyi temel alarak yapılan bu araştırmada amaçlı örneklem yöntemi izlenerek“8 Mart ve 8
Kadın”(2013) kamu spotu,kadını şiddetin mağduru olarak konumlandırması nedeniyle seçilmiştir. Bu
kamu spotu, Zeytinburnu Belediyesi'nin, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı himayesinde hayata
geçirdiği bir proje olup, proje çerçevesinde ünlü isimler öldürülen kadınlarla empati kurarak yaşadıkları
şiddeti gösteren makyajla tasvir edilir. Şiddetin anlatım yolu olarak, yeniden şiddet unsurlarının
seçilmesi sorunlu ve tartışmalıdır (AAP, 2001). Bu çalışmada kadına yapılan şiddetin gerçek dünyada
değil, kurgusal dünyada yüz yüze bırakıldığında izlerkitlede oluşturduğu anlam ve medya üzerinden
şiddetin yaygınlaştırılması incelenmiştir. Çalışmada veriler, iki ayrı odak grup çalışması aracılığıyla
toplanmıştır. 6-8 kişiden oluşan iki ayrı odak grup planlanmıştır. 1. odak grup kadınlardan, 2.odak grup
ise erkeklerden oluşacaktır. Her gruba kamu spotu izletilerek çalışmanın amacı kapsamında sorular
sorulmuştur. Bu araştırmanın amacı, şiddete dikkat çekmek için yapılan kamu spotunun alımlamasını ve
izlerkitle tarafından değerlendirmesini ortaya çıkarmak ve aynı zamanda şiddet temasını işleyen bu yayın
içeriğinin şiddet temasının yarattığı anlamları ve kadına şiddeti yeniden üretme potansiyelini
belirlemektir.
Anahtar kelime: kadın, şiddet, alımlama analizi, kamu spotu
117
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Televizyon Dizilerinde Kadın Temsili: Karagül Dizisi Kadınları Örnek İncelemesi
The Representation Of Women In The Television Serials: Karagül Case Study
1
Nilüfer Pembecioğlu1
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Sinema Bölümü
Medya bireyleri ve toplumları yansıtan ve etkileyen bir noktada durmaktadır. Medyanın yansımaları,
bireylerin ve toplumların yaşantılarını, davranışlarını, algı ve değerlendirmelerini değiştirebilen sihirli
bir değnek gibi onlara dokunur ve yeniden biçimlendirir. Bu biçimlendirme kimi zaman kötüden iyiye
doğru, bilgisizlikten bilgiye, çaresizlikten çareye doğru olur, kimi zaman da yansıtılan karakterlere,
durumlara, olaylara bağlı olarak kötünün örnek alınmasına neden olur. 1950’lerden bu yana yapılan
bilimsel çalışmalar, medya ile toplum arasındaki bu ilişkinin ne denli doğrusal ve benzer örnekler
sergilediğini ve medyanın geniş anlamda bir yansıtma görevi üstlendiğini ortaya koymaya çalışmaktadır.
Her ne kadar son zamanlarda yeni medyanın önem kazanmasıyla bu bireyin medyada kendisini
yansıtmasına dönüşüyormuş gibi değerlendirilse de, özellikle televizyon, toplumları biçimlendirmede
oldukça önemli bir rol üstlenmektedir. Bununla birlikte, çocukluktan başlayarak yaşamı biçimlendiren
televizyon izleme alışkanlıkları, izleme sıklığı, izlenileni değerlendirme ve kendine katma süreci,
bireyden bireye hatta bireyin içinde yaşadığı toplumun farklı katmanlarında farklı özellikler
gösterebilmektedir.
Bu çalışma, televizyon dizilerindeki farklı kadın temsillerinin ne denli farklı katman ve görüşteki
kadınları bir araya getirebildiğini sorgulamakta ve ‘Karagül’ dizisi çerçevesinde kadınların temsil edilen
özelliklerini, toplumsal statülerini, bilgi düzeylerini, ele alınan konulara yaklaşımlarını irdelemektedir.
Dizinin kendi içindeki kurgusunun bir sonucu olan bu temsilin, anakım medya temsili çerçevesinde
değerlendirilmesini ve karşılaştırılmasını da içeren çok yönlü bakış açısı, tek bir kuramsal kuram
çerçevesinde ele alınmamaktadır. Her ne kadar medyanın temelde toplumu yansıtma işlevinden yola
çıkıyormuş gibi görünse de, yeniliklerin yayılımından, özdeşleşme kuramına, modellemeden, sistem
kuramına ve gündem belirlemeye kadar farklı kuramsal bakış açıları ile aynı dizinden farklı
değerlendirmeler çıkarılabilmesi mümkündür.
Dizi bağlamında biçimsel bir bakış açısı ile, anlatı dizgesinde dile getirilen sorunlar ve bunlara ilişkin
farklı kadın tiplerinin yorumlamaları ile çözüm yaklaşımları belirlenmektedir. Böylelikle, bir yandan
dizideki kahramanlar çerçevesinde bireysel ve toplumsal uzlaşı konusunda kadınların hangi konuları
öncelikli olarak gördüklerine, diğer yandan da gerçek yaşamdaki izleyicilerin diziden hareketle yaşamın
temel sorunları arasına neleri eklediklerini ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Çalışma, temelde aynı
televizyon dizisinde farklı kadınların nasıl farklı temsil edildiklerine odaklanmaktadır.
Konunun özgünlüğü açısında değerlendirildiğinde, 75 haftadır gündemde olmasına ve oldukça farklı
kadın tiplerini içinde barındırmasına karşın, dizinin bilimsel herhangi bir çalışma için henüz hiç
incelenmemiş olması, çalışmanın özgünlüğünü ortaya koymaktadır. Kadın sayısı açısından en kalabalık
temsil oranına sahip olan bu dizinin içindeki kadın temsilinin incelenmesi oldukça önemli konuları
gündeme getirmektedir. Dizinin temelindeki köylü kentli, modern geleneksel ya ya da eğitimli
eğitimsiz, varsıl yoksul çekişmesi dizinin kadınlarının belli biçimlerde davranmalarına neden olmakta,
genellikle kalıp yargılarla hareket edenlerin zaferi ile sonuçlanmaktadır. Her ne kadar azınlıkta görünse
de erkek egemen toplumun temel değer yargılarına sahip erkek kahramanlar ise, hemen tüm kadınları
sindirme gücüne sahip, dilediklerini gerçekleştirme yolunda muzaffer olarak temsil edilmektedirler. Bu
dizinin özelliklerinden biri kadınların yalnızca erkeklere ya da olanaksızlıklara karşı savaşı değil,
birbirlerine karşı savaşmalarında yatmaktadır.
Araştırma, temelde, Fox televizyon kanalında yayınlanmakta olan Karagül dizisi içinde görünür olan
kadınların birbirlerine olan yakınlığını, uzaklığını, paydaşlığını ya da karşıtlığını irdelemekte, bu amaçla
içerik çözümlemesi ve söylem çözümlemesi ve etki araştırması yöntemlerini kullanarak, temsil edilen
kadınların toplumsal statü, eğitim, yaşama bakış ve diğer konulardaki duruşlarını konumlandırmayı
hedeflemektedir. Dizi, oldukça önemli bir izleyici kitlesine sahip, interaktif ortamda da tartışılan ve
takip edilen bir konumdadır. Diziye gösterilen ilgi, bir yandan kadınların uğradığı farklı tipte şiddetin
görünürlüğünü sağlaması, diğer yandan da bunlara çözüm yolları sunması nedeniyle yüksektir.
118
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Araştırmanın temelinde, dizinin akışında karşılaşılan sorunlara dizi içindeki kadınların nasıl yaklaştığını
ve nasıl çözdüğünü ele almaktan öte, dizideki farklı kadınların aynı soruna nasıl farklı bakış açıları ile
baktığını ele almak yatmaktadır. Bu eylemlerle ilgili görsellerin çözümlemelerini içeren veri tabanı
oluşturulurken, dizinin kahramanlarının karşılaştıkları olaylar, durumlar çerçevesinde karşılarına çıkan
zorluklar, uğradıkları haksızlıklar ve bunlar için üretebildikleri çözümler çerçevesinde toplanan bilgiler
göz önünde bulundurulmaktadır. Dizi içeriğinden içerik çözümlemesi çerçevesinde elde edilen araştırma
verilerinin, daha geniş kitlelerle çalışılmasına öncüller teşkil etmek amacıyla önce küçük gruplarla
araştırma sorularının tartışılması ve araştırmaya son şeklinin verilmesi önemlidir. Bu yüzden, önce beş
kişilik bir odak grupla araştırma soruları gözden geçirilerek araştırmanın ölçmesi gerekenleri ölçüp
ölçmediği, amaçları yerine getirmekte başarılı olup olmadığı denetlenmektedir. Bu amaçla, 5 kişilik bir
odak grup çalışması öngörülmektedir.
Araştırmanın alan çalışması bağlamında, dizinin iletilerine odaklanarak içerik çözümlemesi yardımıyla
kadın kahramanların ne tip sorunlarla karşılaştıklarının ortaya konulması amaçlanmaktadır. Bu yüzden,
içerik çözümlemesinin yanı sıra, yoğun ve sürekli izleyici niteliklerine sahip 20 izleyici kadınla yapılan
yüzyüze ve derinlemesine görüşmeler çerçevesinde dizi ile ilgili algı çözümlemeleri gerçekleştirilmiştir.
Bu bağlamda, dizideki kadın kahramanların sorun çözümleme yöntemleri ele alınmakta ve
tartışılmaktadır. Bu durumda değerlendirmelerin bir bölümü dizi kahramanlarının oyunculuklarına ve
inandırıcılıklarına dayansa da, bu iletilerin görüşme yapılan kişilerin kendi gerçeklik düzleminde nasıl
algılandığı ve yorumlandığı da irdelenmektedir. Böylelikle dizinin anlatısal çözümleri ile gerçek
yaşamdaki gerçek çözümler arasındaki köprülerin ortaya çıkarılabilmesi amaçlanmaktadır. Veri toplama
aşamasında gerçekleştirilen görüşmeler bireysel ve yüzyüze ortamda soru cevap şeklinde
gerçekleştirilmiş olan derinlemesine görüşmeleri içermektedir. Örneklemin oluşturulmasında, dizideki
kahramanların yaş, eğitim ve sosyal durumlarına uygun görüşmeciler seçilmesine özen gösterilmiştir.
Bulgular, genelde dizide üretilen çözümlerin gerçek yaşamdaki çözümlerle karşılaştırılmasını içermekte
ve gerçek yaşamdaki çözümlerin daha gerçekçi ve somut olduğu sonucunu ortaya koymaktadır. Ana
hatları ile bakıldığında, dizinin farklı kahramanları farklı bölümlerde daha önemli roller üstlenmekte ve
ilgiyi üstlerinde toplamayı başarmaktadır. Bu çerçeveden bakıldığında, çocukların, gençlerin ve
kadınların daha yoğun olarak izledikleri bu dizinin kadın temsilinin ne denli gerçekçi ve sağlıklı
işlendiğini ortaya koymayı amaçlamaktadır.
AnahtarSözcükler:Karagül, TelevizyonDizileri, Kadın Temsili
Bir Görsel Medya Aracı Olarak Televizyonda Kadınların Temsil Biçimleri
1
Esin Çınar1
Adnan Menderes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı
Gündelik yaşamda ya da bilimsel alanda çok sık karşımıza çıkan küreselleşme kavramı bugün
yaşantımızın dinamiklerini oluşturan anların temel nedenini oluşturmaktadır. Bu kavramı bilmeden
hayatın içinde yaşanılanları anlamlandırabilmek pek de mümkün görünmüyor. Kavram olarak
küreselleşme yalnızca ekonomik veya siyasal alanda değil hayatın diğer bölümlerinde de hem toplumları
hem de bireyleri etkisi altında bırakmıştır.
Teknoloji alanında yaşanan gelişmelere paralel olarak yeni iletişim araçlarının da devreye girmesiyle
beraber medya toplumsal yaşantının her alanında yer almaktadır. Dünya bu hızlı değişim sürecinden
geçerken kitle iletişim teknolojileri farklı biçim, içerik ve teknolojisi ile insanların görüşlerinin
oluşmasında var olan görüşlerin pekiştirilmesinde ve dünyayı algılamalarında da etkili olmaktadır.
119
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
İletişim araçları yaygın kullanımıyla medya; kimi zaman birtakım gösterge ve kodlarla toplumun
kültürel ve sosyal yapısının belirlenmesinde etkili olurken aynı zamanda büyük kitlelere zihinsel etkinlik
gerektirmeden bir takım bilgilerin kısa sürede ulaşması açısından gündelik hayatın vazgeçilmez parçası
haline gelmeye başlamıştır. Özellikle görsel anlatım, sembolik anlatım ve imgelerin bulunduğu iletişim
aracı olmasından ve hemen her ailenin evinde bulunan, sürekli kullanılan bir araç olmasından dolayı
daha çok tercih edilen televizyon, merkezi bir kültürel kurum niteliği taşımaktadır. Bu bağlamda bir
bireyin toplumsallaşma sürecinde edindiği değer ve geliştirdiği kimlik üzerinde dolayısıyla toplumsal
cinsiyet rollerinin oluşmasında televizyonun basılı iletişim araçlarına göre daha etkili olduğu söylemek
mümkündür.
Değişen toplumsal dinamiklerle birlikte kadınların egemen tanımlamaların aracılığıyla eşitsiz
konumlarının toplumsal işleyişin devam ettiği ve hatta medyada basmakalıp tanımlamaların, özel alanın
içerisine sıkıştırılıp sürdürüldüğü, bu şekilde kadının toplumsal konumunun belirlendiği bilinen bir
gerçektir. Medyanın, yapılandırılmış ve yüklenmiş kimliklere ait rollere ve sorumluluklara dayalı
ilişkilerin tanımlanmasında kullanılan toplumsal rol kalıplarının oluşmasında, cinsiyete dayalı
ayrımcılığın yeniden üretilmesi ve sürdürülmesindeki etkisi özellikle bugünün iletişim çağında
tartışılmazdır.
Toplumun her alanında olduğu gibi medyada da özellikle karar alma mekanizmalarında cinsiyetçi bir
işbölümüne dayanarak çalışanların çoğunluğunun erkek olduğu bilinen bir gerçektir. Böylelikle kadınlar
medyanın çeşitli alanlarında kendi seyredilişlerini seyrederken, aynı zamanda kendilerinden ideal bir
kadının davranış örüntülerini gerçekleştirmesi beklenmektedir.
Açıktırki medyadaki imgeler gerçek yaşamın bir uzantısıdır ve temsil edilen kadın ve erkek figürleri
izleyenlerde yeniden anlam üretmekte ve tekrar eden söylem veya görsellerle anlamın pekiştirilmesine
neden olmaktadır. Kadınların özellikle televizyonda konumlandırılmış biçimi çeşitli haber ve tartışma
programlarına, reklamlara, dizilere, filmlere de yansımaktadır. Toplumsal cinsiyet görünümleri
toplumsal cinsiyet teorisine göre; kültürel olarak üretilir ve medya ile de pekiştirilir. Bu durum gündelik
hayatta kadın ve erkek imajlarına ilişkin kategorilendirmelerin toplumun belleğine yerleşmesi ile
sonuçlanabilirken kadınların kendileri hakkındaki algılamalarını da pekiştireceği göz önünde tutulması
gerekmektedir. Kadınlar ve erkekler arasındaki farklılıkların toplumsal olarak nasıl algılandığına bağlı
olarak dolayısıyla cinsler arasında var olan farklılıkları sadece biyolojik temelli olarak tanımlamanın
dışında kullanılan toplumsal cinsiyet kavramı, her kadın ve erkek için toplumsal olarak oluşturulmuş
roller, öğrenilmiş davranış ve beklentilere işaret etmek için kullanılmaktadır. Buna dayanarak medya
üzerinden yapılan araştırmalar gösteriyor ki kadın genellikle geleneksel rollerle örneğin; anne, kız
kardeş veya hemşire, sekreter gibi geleneksel-standart meslek gruplarında çalışırken ya da bir güzellik
objesi olarak sergilenirken bunun dışında farklı kadınlık durumu ve yaşamları ise medya metinlerinde
temsil edil(e)memektedir. Yine kadının haber programlarında çeşitli türden şiddete maruz kalan ve
dolayısıyla mağdur olarak nitelendirilirken, kendi bedeni üzerinde söz hakkı bulunmadığından namus
ve töre cinayetlerine konu olurken dahi çoğu zaman bedenlerinin acizce sergilendiğini görmek
mümkündür.
Hal böyle olunca geleneksel ideolojiye hizmet eden medyada kadın, sadece tüketilen ya da tüketilmek
üzere üretilen bir beden, bazen bir sermaye grubunun lansman aracı, bazen geleneksel rollerin pekiştireci
hatta bazen tüm bunların dışında sadece doğuran bir özne olarak sergilenmektedir. Bu durumun
toplumsal düzlemde varolan ve medya aracılığıyla üretilen ve yeniden üretilen kadınının bağımlılığını
ve ikincil konumunu pekiştiren bir anlayış olduğunu söylemek mümkün olacaktır.
Gelişmekte olan bir toplum olarak Türkiye’nin; teknoloji alanında yakalamış olduğu ilerlemeyi,
geleneksel toplum yapısının değişmesinde ve kurumsal yapılarının işleyişinde henüz yakalayamamış
olması, kadınların büyük çoğunluğunun ailede ve toplumsal yaşamda erkek egemen kurumlara
bağımlılığını sürdürmesine neden olmaktadır.
Bu çalışmada görsel medya aracı olan televizyonda kadınların yer alış biçimleri irdelenirken, kadına
yüklenen özellikler üzerinden oluşturulan temsillerin, toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerine etkisi
tartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Toplumsal Cinsiyet, Kadın, Medya, Temsil Dili
120
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
“Benetton Ve Calvin Klein Reklamlarında Kadın İmgesi”
1
Tülay Candemir1 , A. Seranay Özmen1 , Tülin Candemir1
Pamukkale Üniversitesi Denizli Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu
İnsanın yaşamına ilişkin detaylar sembollerin, göstergelerin ve imgelerin sırlarının yorumlanması ile
insanoğlunun kültürel evriminin algılanması anlamına gelmektedir. Bu çalışmada iletişim tarihinde
özellikle reklamlarda kadın imgesine farklı anlamlar yüklenerek oluşturulan kimlikler incelenecektir.
Ele alınan iki marka verilmek istenen imajın tasarlanan kadın imgesi ile birleştirerek reklamı yapılan
ürünlerin satışını sağlamak amacını gütmektedir. Markaların ortak özellikleri, kadın imgesinin verilmek
istenen mesaj – imaj konsepti ile toplumsal konular da kadın veya ideal kadını genel reklamlar anlayışı
dışına çıkararak bir gösterge oluşturmaktır. Markaların reklam kampanyası örneklerinde yapım - tasarım
tarihleri ve yapıldığı dönemin genel özellikleri göz önüne alınarak sunulan, farklı kimlikleriyle karşımıza
çıkan kadın imgesi, bu çalışmada karşılaştırmalı olarak değerlendirilecektir.
Çalışmanın amacı reklam tasarımında kadın imgesini alışılmışın dışında yorumlayan iki markanın
kışkırtıcı ve şok edici yaklaşımıyla kadın imgelerini irdelemektir. Toscani’nin Jesus Jeans için
hazırladığı ‘Chi mi ama mi segua’ -‘Beni seven arkamdan gelsin’- sloganlı reklam kampanyası, reklam
dünyasını sarsan ve kendine özgü bir üslup taşıyan anlayışını gündeme getiren ilk kampanyadır. 1973
tarihli bu kampanya; kışkırtıcı ve şok edici yaklaşımıyla dönemin İtalya’sında büyük tartışmalara neden
olmuş, Vatikan tarafından kınanmıştır. Toscani’nin Jesus Jeans için hazırladığı ‘Chi mi ama mi segua’
reklam toplumsal cinsiyet açısından değerlendirildiğinde özel alana ait olan, seyredilen ve edilgen kadın
imgesini, kamusal alana, seyredene, etken, üreten ve özgür olana dönüştürmüştür diyebiliriz. Reklamın
yayınlandığı dönem de düşünülecek olursa, toplumsal yapının erkek egemen bakış açısının
egemenliğiyle reklamlardaki kadın kimliklerini geleneksel rollerinin dışına taşımasının çok önemli
olduğu düşünülmektedir. Toscani’nin Benetton için yapmış olduğu reklam kampanya tasarımlarında ele
aldığı konuların çoğu sosyal içeriklidir. Irkçılığa karşı kullandığı üslup elbette ki pek çoklarımızın alışık
olmadığı bir biçimdi. Ancak Benetton’ın “United Colors of Benetton” sloganıyla da ilintili olarak ister
siyah, ister beyaz isterse sarı olsun herkesin sadece insan olduğunu belirtmek istemiştir. İnsanların
yaptığı siyah beyaz ayrımının, yani ırkçılığın, ne kadar gereksiz ve acımasız bir şey olduğunu gözler
önüne sererek kadın imgesini toplumsal sorunlar içerisindeki kimlikleriyle ele almıştır denilebilir.
Benetton reklamlarında kadın bir cinsel tabu olmaktan çıkıp doğal bir yaşamın bir parçası olmuştur.
Tüketicilerin dikkatlerini çekebilmek için reklamlar daha yaratıcı ve daha sanatsal bir görünüme sahip
olmalıdır. Reklamcılıkta başarılı olmanın sırrı, ürünle reklam mesajının bağını koparmakta ve her şeyi
tek tipleştirmeye çalışan pazarlama anlayışından uzak durmakta yatmaktadır. Benetton için yapılan
reklamlar insanlıkla ilgili çeşitli problemlere odaklanmaktadır ve söz konusu reklamların başarılı olması,
bu tarz bir reklam anlayışıyla da para kazanılabileceğini göstermiştir. İnsanlarda tüketicilerde şüphe
uyandırarak ve onları provoke ederek mesaj ileten
Toscani “Benim için yol açılan tartışmaların yoğunluğu, coşkusu, zaten kampanyaların ne denli güçlü
olduğunun yeterli bir kanıtı sayılırdı” ifadesiyle, her şeyin ve herkesin birbirine benzediği çağcıl
dünyada zihinlerde uyandırdığı soru işaretleriyle, yalın ve zaman zaman acı gerçeği konu alan üslubuyla
yeni bir reklam anlayışının gelişmesini sağlamıştır.
2008 yılında rafları süslemeye başlayan Calvin Klein imzalı Secret Obsession parfüm, popüler markanın
en çok satan parfümlerinden biri. Son derece kadınsı bir koku yönüne sahip Calvin Klein Secret
Obsession parfüm bayan, pek çok iddialı kadının da vazgeçilmez kokusu. Hayatlarında tutku ve şehvet
isteyen bayanlara hitap eden bu Calvin Klein kokusu bayanların içinde, tıpkı ismindeki gibi tam
anlamıyla gizli bir takıntının uyanmasına neden oluyor. Bu kadar kadınsı, bu kadar seksi ve bu kadar
tutkulu bir parfümün reklam yüzünün ünlü Latin kökenli Amerikalı oyuncu Eva Mendes’dir. Calvin
Klein Secret Obsession parfümün temasının aşk ve delilik arasındaki tutku, dolayısıyla parfümün
reklamı da çekici güzel Eva Mendes’in ateşi ve seksapalitesiyle pekiştirildi. Eva Mendes’in rol aldığı
kampanyanın reklam filmi, ABD televizyonları için fazla açık bulundu Calvin Klein , bu tarz parfüm
121
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
reklamlarında, Klasik, erkek-kadın ayırt etmeksizin, özendirici, giyin işte böyle seksi olursunuz, sürün
şöyle karşı konulmaz hale gelirsiniz mesajları… vermektedir.
Calvin Klein Benetton reklamlarının tam tersine kadını kendi bedenine ve ruhuna da yabancılaştırmıştır
denilebilir. Sonuç olarak Benetton reklamlarındaki kadın imgesi ne kadar toplumsal sorunların duygusu
yüklüyse, Calvin Klein reklamlarındaki kadın imgesi hem bedeninden, hem de duygularından uzaktır.
Ancak bu tasarımda kadın beden olarak devingen bir makine olarak algılanırken, kadının toplumdaki
yerini bulması için şok etkisi yaratan reklam tasarımları ile farkındalığın arttırılması sağlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: İletişim, Reklam, Toplumsal Cinsiyet, Kadın İmgesi, Benetton, Calvin Klein
Töre ve Namus Cinayetleri
1
Emine Bakır1 , Ahsen Şirin1
Zirve Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü
Töre ve namus kavramları; zamana, mekana, hatta aynı zaman ve mekanda bulunan kişilere göre
değişmektedir. Ahlak kuralları, gelenek ve göreneklerden etkilenmekle birlikte, aynı zamanda sadece
bireylerin değil yaşadıkları çevrelerinde etkisi altında şekillenmekte ve ad bulmaktadır. Türkiye’nin
doğusunda “ töre cinayeti”, batısında “aşk adına namus cinayeti” olarak tanımlanmaktadır. Kadına
yönelik şiddetin ön plana çıktığı, sadece ülkemizde değil tüm dünyada kadınların bu çerçeveye
dayanarak öldürüldüğü gerçek olup, erkek egemen toplumlarda kısmi bir kabul gördüğü bilinmektedir.
Türkiye’de görülen namus cinayetlerinin yoğun olarak ortaya çıktığı bölgelerdeki sosyal sorunlar, farklı
bölgelerdeki sosyal yapının namus cinayetlerini nasıl etkilediği, toplumda nasıl yansıma bulduğu ve
özellikle kadınlar tarafından nasıl algılandığı konusu önem kazanmaktadır. Namus cinayetlerinin temel
nedeni olarak, kollektif bilinç ya da mekanik dayanışma; female grup üyelerinin seksüel tatmin aracı
olarak sınırlı varlık oluşu; toplumun female grup üyelerindeki rol beklentisi ve kadının aile içerisindeki
statüsü; itaat ve yoksulluk kültürü; namus ve şerefin üstün toplumsal bir değer olarak algılanması ve
eğitim yetersizliği ön plana çıkmaktadır.. Ülkemizde her yıl yaklaşık 200'üaşkın insanımızın öldüğü ve
son beş yılda töre ve namus cinayetlerinden ölenlerin sayısının 1100'ü aştığı belirlenmiştir, 2000-2006
yılları arasında gerçekleşen cinayetlerin 1091'inin töre/namus cinayeti nedeni ile işlendiği ve 1190
kişinin öldüğü, ölenlerin 710'unun erkek, 480'inin kadın olduğu belirlenmiştir Töre ve namus
cinayetlerinin azaltılması ve hatta tamamen ortadan kaldırılması için; devlet kurum ve kuruluşlarının,
özel kamu ve kuruluşlarının töre ve namus cinayetlerinin azaltılmasında etkili olması gerekmektedir.
Bunun başarılabilmesi için yasal düzenlemelerin yanı sıra özellikle eğitimin önemi yadsınamaz.
Anahtar Kelimeler: Töre, Namus, Kadına Şiddet
122
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Evli Bireylerin Kadın Olgusuna İlişkin Algılarının Belirlenmesi
1
Recep Özkan1
Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü
Evli olan bireylerin kadın olgusuna ilişkin sahip oldukları zihinsel imgelerinin belirlenmesinin
amaçlandığı bu çalışmada; evli kadın ve erkeklerin kadın olgusuna ilişkin sahip oldukları metaforları
belirlemek, belirlenen metaforların ortak özellikleri bakımından hangi kavramsal kategoriler altında
toplandığı ve metaforların cinsiyet düzeyi bakımından farklılık gösterip göstermediği belirlenmeye
çalışılmıştır. Araştırma, 138 erkek, 114 kadın olmak üzere toplam 252 kişinin katılımıyla
gerçekleştirilmiştir. Toplamda 183 metafor üretilmiştir. Araştırma sonucunda elde edilen metaforlar;
“canlı, otorite, tabiat, nesne, soyut ve niteleme” kategorilerine ayrılmıştır. Kadınlar 86 farklı metafor
üretirken, erkekler ise 97 farklı metafor üretmişlerdir. Canlı kategorisinde kadınlar sadece 1, erkekler 8,
otorite kategorisinde kadınlar 6, erkekler ise 4 metafor üretmiştir. Tabiat kategorisinde kadınlar 15,
erkekler 12 metafor üretmişlerdir. Nesne kategorisinde kadınlar 15, erkekler ise 17 metafor
üretmişlerdir. Sadece “ayna” metaforu ortak olup diğer metaforlarda ortaklık yoktur. Niteleme kategorisi
diğer kategoriler içerisinde en çok metafor üretilen kategoridir. Soyut kategorisinde, kadınların 20,
erkeklerin ise 22 metafor ürettikleri, bunlardan “gelecek, şeytan kutsal ve her şey” metaforlarının ortak
üretildiği görülmektedir.
Erkeklerin ürettikleri metaforlara bakıldığında genel olarak ya anne ya da eş anlamında bir benzetmenin
ortaya çıktığı söylenebilir. Canlı kategorisinde erkeklerin daha çok olumsuzluk çağrıştıracak metaforlar
ürettikleri ve gerekçelerinde de çoğunlukla olumsuz açıklamalara yer verdikleri görülmektedir. Otorite
kategorisinde ise hem erkek, hem de kadınlar “direk” metaforunu öne çıkarmaktadırlar. Kadın olmadan
evin birliğinin sağlanamayacağını belirtmektedirler. Tabiat kategorisi fazla metafor üretilen
kategorilerdendir. Erkeklerde kadınlarda çiçek metaforunda yoğunlaşmaktadırlar. Fakat ilk bakışta
olumlu anlam çağrıştıran çiçek metaforunun duruma göre olumlu ya da olumsuz olabileceğini
belirtmektedirler.
Anahtar kelimeler: Kadın, Metafor, Eğitim Fakültesi, Niğde,
Abstract
In this study which aims at determination of married individuals’ perception on mental images as regards
female phenomenon; determination of married men’ and women’ metaphors as regards female
phenomenon and under which conceptual categories these metaphors are gathered in line with common
characteristics and whether metaphors differentiate as regards their sex have been examined. This study
has been carried out with the participation of 138 males and 114 females which correspond 252 in total.
183 metaphors have been generated in total. Metaphors obtained from this study have been categorized
as “living being, authority, nature, object, abstract and qualification”. While females have generated 86
different metaphors, males have generated 97 different metaphors. Within the living being category,
while females have generated bird metaphors, males have generated 8 metaphors. When it comes to
authority category, while females have generated 6 metaphors, males have generated 4 metaphors. In
nature category, while women have generated 15 metaphors, males have generated 12 metaphors. In
object category, women have generated 15 and males have generated 17 metaphors. Within these
metaphors, solely mirror metaphor is common and there is not another metaphor in common.
Qualification category is the one in which metaphors have been generated the most. Within abstract
category, females have been generated 20 and males have been generated 11 metaphors. In these
metaphors, metaphors such as future, divine, devil and everything have been generated in common.
When it comes to metaphors males have been generated, it can be stated that similes which, in some
ways, mean mother and wife have been generated in general. Within living being category, it is observed
that males have mostly generated metaphors with negative connotations and they also make negative
statements mostly in their reasons. In authority category, both males and females have highlighted pole
metaphor. They state that union of home is not possible without women. Nature category is also one
of the most metaphor generated category. Both males and females have
123
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
concentrated on flower metaphor. However, they also stated that flower metaphor which has positively
associated at first sight can be positive or negative according to circumstance.
Keywords: Woman, Metaphor, Faculty of Education, Nigde.
Schrödinger’in Kedisi’nde Kadın İmgeleri
1
Fatma Kalpaklı1
Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı
Alev Alatlı’nın Kâbus ve Rüya adlı iki ciltten oluşan Schrödinger’in Kedisi romanında genel olarak
bakıldığında, köylü kadın, modern şehirli kadın, kolejli genç kız, fettan kadın, işkolik kadın, anaç kadın
vb. gibi birçok kadın karakter tasvir edilmektedir. Romanda, ülkemizde ve dünyada sosyo- ekonomik
değişimlere paralel olarak kadınlığın ve kadın imgelerinin de nasıl değiştiğigözler önüne serilmektedir.
Tabi bu esnada kadın, kadınlık, dişilik, annelik, bilim kadınlığı gibi kavramlar da sorgulanmakta ve bu
kavramlar romanın postmodern unsurlar taşıması sebebiyle de çok değişik bakış açılarından Kâbus’da
ve Rüya’da aynı karakterlerin farklı farklı tutumlar sergileme ihtimallerinden yola çıkılarak ve tek bir
doğrunun olmaması ve zamanın kronolojik olmaması gibi postmodernöğelerle yoğurularak, romanın
sonu ve böylelikle son söz yine okuyucuya bırakılmaktadır.
Romanın ana kadın karakteri olan İmre Kadızade iyi eğitim almış, aydın, insancıl bir psikoterapist, bilim
kadınıdır. Ancak, onun mesleki kimliği, özel kişisel hayatında kadınlığa ve dişiliğe yer bırakmayacak
kadar tüm hayatını öyle doldurmuştur ki, işin ucu “kadınlığını inkâra”, diğer bir deyişle cinselliği
yadsımaya kadar gitmektedir, ta ki Kara Kalpaklı Adamla karşılaşana kadar. İmre Kadızade’yi kadınlığı
inkâra götüren toplumsal düzen ve toplumsal cinsiyet adaleti de bu bağlamda sorgulanacaktır.
Romandaki Kadızade ailesinin diğer kadınları da bu çalışma kapsamına alınarak, Alev Alatlı’nın
Schrödinger’in Kedisi romanındaki kadın imgeleri bu çalışmada incelenmeye çalışılarak değişen sosyokültürel yapılar ile toplumsal cinsel kimlikteki değişimler arasındaki bağ mercek altına alınacaktır.
Alev Alatlı’nınSchrödinger’in Kedisiromanının gerek toplumsal cinsel kimlik, gerekse postmodern
roman unsurları açısından zengin olması, kadının bugünkü toplumdaki yeri ve rolü ve ayrıca ileriye
yönelik potansiyelini anlatma açısından hem konu hem de format açısından paralel gittiğinden ve bu
romanın, kadın konusu açısından irdelenmesinin Türk edebiyatında kadın çalışmalarına katkıda
bulunacağı ümidiyle seçilmiştir.
Anahtar Sözcükler: Alev Alatlı, Schrödinger’in Kedisi, Kâbus, Rüya, toplumsal cinsel kimlik,
toplumsal cinsiyet adaleti, kadın imgeleri, kadınlık, dişilik, kadınlığı inkâr, postmodern roman.
124
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Yerel Yönetimlerin Kalkınmaya Katkısı Ve Toplumsal Cinsiyet: Adana-Seymer Örneği
1
Müge K. Davran1 , Aykut Gül1 , Fazilet Badan2
Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü
2
Seyhan Belediyesi. Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü
Türkiye’de 1990’lı yılların ortalarına kadar birkaç Büyükşehir belediyesi dışındaki belediyeler, kentlerin
ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasında çok sınırlı bir etkiye sahip olabilmişlerdir. Diğer bir
ifadeyle, eğitim alanında, sağlık hizmetlerinin yerine getirilmesinde, yoksulluk ve işsizlikle mücadelede
önemli bir rol üstlenememişlerdir. Ancak, 1990’lı yılların ortalarından itibaren özellikle Büyükşehir
belediyelerinin görev ve fonksiyonlarında büyük bir artış meydana gelmeye başlamıştır. Herhangi bir
yasal değişikliğe veya belediye gelirlerinde büyük bir artışa dayanmayan bu değişiklik, belediye
yönetimlerine 1994 yılındaki mahalli idareler seçimlerinden sonra gelen başkanların, kişisel hizmet
anlayışından kaynaklanmıştır. Bu dönemde temelleri atılan belediyecilik anlayışı, 2000’li yılların
başlarında yeni bir ivme kazanmış ve belediyeler tarafından sunulan hizmet paketi daha da genişlemiştir.
(http://ismek.ibb.gov.tr).Sosyal belediyecilik olarak nitelenen bu anlayışın özü yetişkin eğitimidir.
Yetişkin eğitimi “kırdan kente yeni göç edenlerin ve kentlilerin kentsel mesleklere yöneltilmeleri,
eğitilmeleri, iş edindirilmeleri, kentle bütünleşebilmeleri ve dolayısıyla kent kültürünü benimseyerek
kentlileşebilmeleri, kısaca kentsel yaşama uyumda karşılaştıkları sorunların çözümlenebilmesine
yönelik tüm girişimler” olarak tanımlanmaktadır. Görüldüğü gibi, belediyeler tarafından yerine getirilen
yetişkin eğitimi kentlileşme, kente uyum ve entegrasyondan, kente karşılaşılan tüm sorunların çözümüne
yönelik girişimleri kapsayan oldukça geniş amaçlar taşımaktadır (http://ismek.ibb.gov.tr).
Bu kapsamda belediyeler tarafından dezavantajlı gruplara, özellikle kadınlara dönük hizmetler
uygulanmaya başlamıştır. İlk olarak İstanbul Büyükşehir Belediye tarafından başlatılan bu anlayış
birçok il ve ilçe belediyesi tarafından da benimsenmiş ve günümüzde çok geniş bir faaliyet konusuna
sahip olarak uygulanmaya devam etmektedir.
Adana İlinde Seyhan İlçe Belediyesi tarafından SEYMER (Seyhan Belediyesi Meslek Edindirme
Merkezi) ismi altında açılan kurslar veya yetişkin eğitimleri de genelde bölge kalkınmasına ve özelde
dezavantajlı gruplara destek sağlayan önemli bir eğitim merkezi olmuştur. Çalışmalar kapsamında
Çukurova Üniversitesi, İŞKUR, Milli Eğitim Müdürlüğü, AÇEV vb birçok kamu kurumu ve STK ile
işbirliği yapılmıştır. Bu kurslarda okuma-yazma, mantar yetiştiriciliği, kuaförlük, ahşap boyama,
bilgisayar, aşçılık, muhasebe, satranç, sekreterlik, cam boyama vb. birçok konudaeğitim verilmekte;
ayrıca kursiyerlere işyeri açma konusunda da maddi ve manevi destek sağlanmaktadır. SEYMER’lerde,
yetişkin
eğitimi
olarak adlandırabileceğimiz
bu kurslara ağırlıklı
olarak kadınlar
katılmaktadır.Mezunların birçoğu kendi işlerini kurma başarısını göstermiştir.
Bu çalışmada, Adana İli Seyhan İlçesinde SEYMER adı altında açılan kurslar, kalkınma ve toplumsal
cinsiyet bağlamında incelenmiş; bu amaçla kurslara katılan kadın ve erkeklerle bireysel görüşmeler
yapılmıştır. SEYMER’lere bağlı toplam 10 merkez bulunmaktadır.Araştırmaya tüm merkezler dahil
edilmiş ve 374 kadın, 116 erkek olmak üzere toplam 490 bireysel görüşme yapılmıştır.Görüşmelerde
doğru cevaplar alabilmek amacıyla kursiyerlerin gönüllü olarak katılması tercih edilmiştir.Bireysel
görüşmelerde kullanılan anket formlarının içeriği 3 ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde sosyoekonomik özellikler (yaş, cinsiyet, eğitim, doğum yeri, meslek yapılanması, çocuk sayısı vb.)
incelenmiş; ikinci bölümde göç yapılanmasına (ikamet, göç durumu, nedenleri vb.) yer verilmiş; üçüncü
bölümde ise SEYMER’lerle ilgili sorular (katılma ndeni, fikirler, eleştiriler, beklentiler vb.) ele
alınmıştır. Araştırma alanında elde edilen veriler bilgisayar ortamında SPSS ve Excell Programı
kullanılarak analiz edilmiştir.
Araştırma alanında görüşülen kadın kursiyerlerin ortalama yaşları 27.41; erkek kursiyerlerin ise
28.82’dir. Kursiyerlerin yaklaşık olarak üçte biri Adana’ya göçle gelmişlerdir. Kurslara katılma
125
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
nedenleri arasında erkekler için ekonomik nedenler; kadınlar içinse, eğitimsizlik, sosyalleşme ve hobi
edinme yer almaktadır.Kadın ve erkeklerin yaklaşık dörtte üçü katıldıkları kurslardan memnundur.
Kurslar piyasanın talebine göre şekillenmekte ve kurs türünde toplumsal cinsiyet etkisi bulunmaktadır.
Kadın kursiyerlerin çoğunlukta olması ve bunların önemli bir bölümünün mezun olması SEYMER’lerin
hedefine ulaştığını göstermektedir. Bununla birlikte iş sahibi olan kursiyer oranları oldukça
düşüktür.Araştırmayagöre, yerel yönetimlerin bölge ve kadın kalkınması açısından önemli işleve sahip
oldukları söylenebilir.
Devlet Lütfu Değil, Kurumsal Ataerki:Bakım Politikalarında Muhafazakâr Cinsiyetçi Devletin
İzini Sürmek
1
Özge Sanem Özateş Gelmez1
Hacettepe Üniversitesi İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü
Bakım politikalarının toplumsal cinsiyetli analizi, yalnızca kadın ile erkek arasındaki güç ilişkiler inin
biçimlenmesinde politika ve hizmetlerin rolünü görünür kılmakla kalmaz, aynı zamanda refah
devletlerinin yapılarına dair önemli ipuçları sağlar. Nitekim sosyal politika ve hizmetlerin, cinsiyetçi
işbölümünün pekiştirilmesi ya da sönümlenmesine hizmet etmesi üzerinden değerlendirilmesi, kadının
toplumsal ve özel alandaki konumuna ve görevlerine dair refah devleti tarafından benimsenen kabulleri
de ortaya çıkartmaktadır.
Cinsiyetçi kabullerin açık ya da örtük olarak benimsendiği refah devletlerinde, bakım işlerinin, kadın işi
olduğu algısı hâkimdir ve bakım ihtiyacının karşılanması, gerek özel alanda gerekse kamusal alanda
kadından beklenir. Söz konusu bu beklentiye muhafazakâr anlayışın eklemlenmesiyle ortaya çıkan
somut durum ise bakım işlerinin özel alana özgü değerler olarak sunulmasıyla, kamusal bakım
kuruluşlarının sorumluluğunun mümkün olduğunca ailelere devredilmesidir. Bu süreçte geleneksel
bağları güçlü ailelere yapılan vurgunun temelinde, bakım işlerinin aile üyeleri arasında eşit paylaşılması
gerekliliği değil, bakımın–geleneksel rolü gereği- kadınlar tarafından yapılması anlayışı yer alır.
Ekonomik yoksunluk içinde yaşayan ve ‘ağır engelli’ raporu bulunan bireylerin yedi gün yirmi dört saat
süresinde bakım ihtiyaçlarının akrabaları tarafından karşılanması koşuluyla net asgari ücret tutarında
yapılan ödemeolarak özetlenebilecek evde bakım uygulaması da,bir bakım politikası olarak yukarıdaki
çekincelerden azade değildir. Zira kadının ev içindeki yoğun bakım emeğine dayanan evde bakım
uygulaması,bakım işini aile içinde paylaşımsız bir biçimde kadının sırtına yüklemeye devam ederekhem
bakımın, bir kamu hizmeti olduğu kabulünü ortadan kaldırmakta hem de cinsiyetçi işbölümünü
pekiştirmektedir.
Amaç
Evde bakım uygulamasının kadınlar üzerindeki somut çıktılarının ortaya koyulması amacıyla
gerçekleştirilen alan araştırmasının sonuçları üzerinden oluşturulan bu bildiri metninde çalışmanın
amaçları şöyle sıralanabilir:
Evde bakım uygulaması kapsamında;
 kadın ve erkeğin ücretli ve ücretsiz çalışma ile kişisel bakım, ilgi ve gelişim etkinliklerine
ayırdıkları zamanın niceliksel olarak farklarının,
 bakım veren kadınların bir hizmet modeli olarak evde bakım uygulamasını nasıl
değerlendirdikleri ve deneyimlediklerinin
ortaya çıkartılmasıamaçlanmaktadır.
Yöntem
Karma yöntemle gerçekleştirilen bu alan araştırmasının niceliksel boyutunda Ankara ili Mamak
ilçesinde evde bakım uygulamasından yararlanan haneler arasından %95 güvenilirlik aralığında, 0.05
anlamlılık düzeyinde ve %20 cevapsızlık oranı eklenerek belirlenen örneklemden (403 hane) zaman
126
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
kullanımı verileri toplanmıştır. Buna göre ulaşılan 354 hanede evde bakım uygulaması kapsamında
bakım veren 354 kadın ile görüşülmüştür. Ayrıca cinsiyet temelinde zaman kullanımı farklılıklarının
ortaya çıkartılabilmesi için aynı hanede yaşayan 18 yaşını doldurmuş, erkek hane üyesi de
araştırmayadahil edilmiş ve 238 erkek için zaman kullanımı verileri alınmıştır.
Araştırmanın niceliksel boyutunda zaman kullanımı anketlerinin yanı sıra hanehalkı ve birey soru
formları ile cevapsızlık soru formu da kullanılmıştır. Niceliksel verilerin analizi için Excel ve SPSS 20
programları kullanılmıştır.
Araştırmanın niteliksel boyutundaise evde bakım uygulaması kapsamında bakım veren ve niceliksel
araştırmaya katılan35 kadınla derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Niteliksel verilerin analizi
için NVivo 9 programı kullanılmıştır.
Bulgular
Evde bakım uygulamasından yararlanan hanelerde bakım veriyor olmanın kadının yaşamındaki pratik
karşılığı, kendi zamanı üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunamamasıdır. Söz konusu zaman
yoksulluğu, uygulama kapsamında bakım veren kadınların kaçınılmaz olarak başka türden
yoksunluklarla karşı karşıya kalmasına neden olmaktadır. Destek, hareket, sağlık, uyku, özel ve sosyal
yaşam yoksunlukları ile ücretli çalışmadan kopma ya da hiç katılamama olarak ortaya çıkan ekonomik
yoksunluk, evde bakım uygulamasının kadınların yaşam pratiklerine somut yansımaları olarak ortaya
çıkmaktadır. Kadınların varoluşlarını ve yaşamlarını kontrol altına alan bu yoksunluklar, zaman
kullanımı bakımından olduğu kadar, deneyim aktarımları üzerinden de açıkça ortaya çıkmıştır.
Sonuç ve Öneriler
Bir bakım politikası olarak evde bakımdan yararlanan hanelerde‘bakım veren’ olarak belirlenmek, çok
yönlü yoksunluklara maruz kalmayı beraberinde getirmektedir. Ancak kadınların rızası ve istekleri
dışında gelişen bu belirlenme hali, bir refah devleti politika uygulaması olarak sürdürülebilir değildir.
Bu nedenle bakım politikalarında alternatiflerin oluşturulması gerekmektedir. Hane içi ve hane dışı
olarak oluşturulabilecekalternatif uygulamalarıntemelinde bakımın toplumsal yararı göz önünde
bulundurularak kamusal bir hizmet modeli olarak sunulması ve bakımın kadın ile erkek arasında eşitlikçi
yeniden paylaşılması hedefinin gözetilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Anahtar kelimeler
Bakım emeği, evde bakım uygulaması, cinsiyetçi işbölümü, zaman
“Käthe Kollwitzve Marcel Duchamp’da Kadın İmgesi. ”
1
Ü. Ilgaz (Özgen) Topcuoğlu1
Akdeniz Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim Bölümü
Genel olarak baktığımızda içinde yaşanılan çağla da ilintili olarak farklı kadın imgeleriyle
karşılaşmaktayız. Bu çalışmada sanat tarihinde kadın imgesine farklı yaklaşımlarıyla çığır açan iki
sanatçının yapıtlarındaki kadın kimlikleri irdelenecektir.Her iki sanatçı da kadın imgesini ele alış
biçimleriyle sanat tarihinde ayrı bir yere ve öneme sahiptirler. Sanatçılardaki ortak özellik, kadın
imgesini dönemlerinin estetik değerlerinin ve geleneksel algılama biçimlerinin dışında ele almalarıdır .
Sanatçıların yaşadığı çağa ve anlayışabağlı olarak yapıtlarında farklı kimlikleriyle karşımıza çıkan kadın
imgesi,bu çalışmadakarşılaştırmalı olarak değerlendirilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın amacı plastik
sanatlarda kadın imgesini alışılmışın dışında yorumlayan iki sanatçının kadın imgelerini
irdelemektir.KätheKollwitz’in yapıtlarıtoplumsal cinsiyet açısındandeğerlendirildiğindeözel alana ait
olan, seyredilen ve edilgen kadın imgesini, erkek imgesiyle birlikte kamusal alana, seyredene, etken,
üreten ve özgür olana dönüştürmüştür diyebiliriz. KätheKollwitz’inyaşadığı dönem de düşünülecek
127
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
olursa, sanat tarihinde erkek egemen bakış açısının egemenliğiyleyapıtlarındaki kadın kimliklerini
geleneksel rollerinin dışına taşımasının çok önemli olduğu düşünülmektedir.
Sanatçının yapıtlarında ele aldığı konuların çoğu sosyal içeriklidir. Almanya’nın o dönemdeki
olumsuzluklarını, toplumsal acımasızlıkları tüm gerçekliğiyle yansıtmıştır. Bu açıdan hem sanatçı
olarak, hem de kadın olarak KätheKollwitz, kadınimgesini toplumsal sorunlar içerisindeki kimlikleriyle
ele almıştır denilebilir. Onun çalışmalarında kadın, ev gibi bir iç mekân yerine çoğu kez kamusal
alandaki erkeklerle birlikte mücadele eden ve aynı zamanda kadın haklarının savunucusu olan kimliklere
sahiptir. Kadın hareketlerinin aydınlanma dönemi olarak değerlendirilen Weimer Dönemi’nde yaşayan
Kollwitz, çalışmalarındaayrıca kadına yönelik ayrımları da ele almıştır. Ayrıca sanatçının oğlu, savaş
sırasında ölmüştür. Bu nedenle de savaşta oğlunun ölümünü yaşayan bir anne olmasının duyarlılığını
izleyici olarak bizlere yaşatır. Kollwitz’deki kadın imgesi bazen erkeklerle birlikte mücadele eden
kimlikle karşımıza çıkar, bazen de çocuğuyla birlikte tüm sıkıntıları yaşayan bir anne kimliğiyle
karşımıza çıkar. Yaptığı baskı resimlerle savaşın, ölümün, yokluğun içindeki kadını hem anne, hem de
bir insan olarak verdiği mücadeleyi çok iyi ifade eden en önemli dışavurumcu sanatçılar arasındadır.
Örnek verebileceğimiz Saldırı,Gönüllüler, Ölmüş Çocukla Kadın isimli yapıtlarıyla birlikte tüm
yapıtlarındaki kadın imgeleri, geleneksel rollerinin dışındaki rollerinin yanı sıra duygu yüklüdür.
Yüksek sanat bağlamında estetik değerlerin yıkıcısı olarak sanat tarihinde adı anılan MarcelDuchamp’ın
çalışmalarındakikadın imgesi isebazen kendisiyle özdeşleşmiş, bazen beden olarak makineye dönüşmüş,
bazen de sadece arzu nesnesi olarak erotik bir makineye dönüştürmüştür denilebilir.
MarcelDuchampçağının en önemli biricik sanat nesnelerinden olan biri olan kadın imgesini görsel
algıdan uzaklaştırmış ve ironik bir biçimde ele almıştır. Hatta kadını Kolwitz’in yapıtlarının tam tersine
kendi bedenine ve ruhuna da yabancılaştırmıştır denilebilir. Özellikle 60 sonrası sanat hareketlerine
öncülük eden ve bu açıdan da yıkıcı olarak değerlendirilen Duchamp, sanat tarihinde diğer imgelerle
birlikte kadın imgesindeki retinaya dayalı estetik algıyı bir bakıma yerle bir etmiştir. Örneğin
Merdivenden İnen Çıplak adlı yapıtında kadın, bir tür makineleşmiştir. Bu yapıttaki kadın imgesi,
devinen bir makineye dönüşerek mekanik ve duygudan uzak bir şekilde merdivenden inmektedir. Sonuç
olarak Kolwittz’deki kadın imgesi ne kadar duygu yüklüyse, Duchamp’daki kadın imgesi de hem
bedeninden, hem de duygularından uzaktır. Ancak bu yapıtta kadın beden olarak devingen bir makine
olarak algılanırken, başka çalışmalarında kadın tuval ve boyanın dışına çıkarak, hazır malzemelerle
kavramsal sanata öncülük edebilecek farklı ifade biçimlerine dönüşmüştür. Sanatçının Bekarları
Tarafından Çırılçıplak Soyulan Gelin, Eşit (Büyük Cam) adlı çalışması bu bağlamda sanatçının en
önemli çalışmaları arasındadır.
Seramik Sanatçısı Hamiye Çolakoğlu Ve Sanatı Üzerine
Candan Terviel1 , Burcu Ö. Karabey2
Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü
2
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Bodrum Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü
1
Toplumların uygarlıkları, alt kültür katmanlarını da kapsayarak, çağlar boyu biriken bilim ve sanat
kısaca kültür alanlarındaki üretimlerini içererek oluşmaktadır. Bu araştırma içerisinde kültür, sanat ve
uygarlık ilişkisi bağlamında, çağdaş Türk seramik sanatının biçimlenmesinde önemli katkıları olan
seramik sanatçılarından birisi, duayenlerinden olan, hakkında yazılmış bir kitap ve sayısız yayınların
olduğu Hamiye Çolakoğlu’nun yaşamı ve sanatı üzerine ayrı bir inceleme yapılarak; sürekli değişim
içerisinde olan sanatta eserlerinin yeri ve etkisi, gelenek ve modernite bağlamında yorumlanmaya
çalışılmaktadır. Böylece kalıcı eserleri ile ülkemiz sanatına ve evrensel kültüre izlerini bırakan
sanatçının, kuşaktan kuşağa aktarılan bir değer olarak önemi bir kez daha vurgulanmaktadır.
Araştırmada Hamiye Çolakoğlu’nun sanatçı kişiliği ve uygulamaları irdelenerek sanatçı hakkında
yapılmış her türlü yayın ve belgenin literatür olarak taranması sağlanmaya çalışılmış ve sanatçının
yaşadığı döneme ilişkin koşulların, ülkemiz
seramik sanatının gelişiminde yeri ve önemi
128
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
vurgulanmıştır. Bu çalışma ile Hamiye Çolakoğlu sadece sanatçı ve yaratıcı bir kişilik olarak değil,
aynı zamanda seramik geleneğini oluşturan ve geliştiren üretimlerin yapıldığı, güzel sanatlar eğitimine
yön veren bir kurumsal yapı olan üniversite ile ve ülkemizde büyük bir sektör olarak seramik alanını
eğitimle buluşturan aydın bir eğitimci olarak da ele alınmakta; böylece tarihin derinliklerinden çağdaş
sanatın öncülüğüne varana dek seramik sanatında gelinen çizgide, genel olarak sanatçının rolünün
sorgulanması da açıklanmaya çalışılmaktadır.
Sanat ve kültür organik bir bağa sahiptir. Çolakoğlu’nun sanatsal çalışmaları incelendiğinde; gelenekle
olan etki de gözlemlenmektedir. Gelenekle olan bağı, modern bir çizgiye taşıdığı eserlerinde çoğunlukla
hissedilir. Çağdaş Türk seramik sanatında sanatçılığının yanı sıra eğitimci yanı ile rol modeli olmuş olan
Çolakoğlu’nun sanatçı duyarlılığı, toplumsal konulara, kültüre verdiği değer ve eserleri,sadece yaşadığı
Ankara’da değil, ülkemizin her köşesinde değer görecek niteliktedir. Anadolu’yu tüm yaşamı boyunca
karış karış gezmiş ve yöreselden evrensele ulaşmanın yollarını yaptığı eserleri ile kanıtlamış,
Cumhuriyet döneminin aydınlanmacı düşüncelerini kişiliğinde ve eserlerinde özgürce yansıtan sanatçı,
çok yönlülüğü ile de kadının toplumsal yaşamda yer alışına önemli bir örnek teşkil eder. Toprak ana
Hamiye Çolakoğlu’nda seramiğin hammaddesini oluşturan toprak ve doğurganlığı ile yaşamın
merkezini oluşturan kadın, kadın ve Anadolu buluşmasının seramik sanatıyla bir sonucu olarak
görülebilir. Kendisini tanımlarken “ben toprak anayım” demesinde yatan temel düşünce seramik ve
kadının birlikteliğinde aranmalıdır. Kendinden sonraki kuşaklar için yaşamı süresince örnek olmuş,
sanatta iz bırakan kadın sanatçılarımızdan Hamiye Çolakoğlu; aramızdan ayrılışından sonra da genç
sanatçı adaylarına ve topluma eserleri ve hümanist yaklaşımı ile ışık tutmaya devam edecektir. Sanatın
evrensel yanı ile zamanlar üstü olma durumu, Hamiye Çolakoğlu örneğinde daima irdelenmeye değer
görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Seramik, Sanat, Hamiye Çolakoğlu, Çağdaş, Gelenek, Modernite.
‘Estetik’ten Yeni Anlatımlara: Heykelde Kadın Bedeninin Dönüşen Anlamı
1
Esra Sağlık 1
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü
İnsanın fiziksel boyutuyla yani bedenle ilgili bilgi ve anlamın sanattaki figürlere yansıması ile onun
sanatsal izdüşümü, tarihsel süreçte hem üslup hem anlatım olarak değişimler göstermiştir.
Sanatın vazgeçilmez bir estetik nesnesi olma durumunu daima koruyan kadın bedeni, arkaik insan
formundan çağdaş sanatın kavramsal yönelimler amacıyla kullandığı beden algılayışına kadar olan
sanatsal üretim sürecinde, düşüncemizin izini sürmüştür. Bu iz sürmede tanık olduğumuz kadın
bedeninin değişen tasvirlerinde esas olan, malzeme ya da formun dönüşümü değil, bunların sanat yapma
sürecindeki değişen ve dönüşen anlamları olmuştur.
Rönesans ressamları, Giotto'danbaşlayarak çeşitli portreleri resmetmişler, çalışmalarını ‘mimesis’
(öykünme, taklit etme) üstüne inşa etmişlerdir ve onlar için ‘benzetme’ ulaşılması gereken asıl amaç
olmuştur. Bu anlamda insan bedeni,sanat tarihinde bu inşanın ve aynı zamanda güzellik olgusunun
başlıca unsuru haline gelmiştir. Bu güzellik olgusunun sanata yansıdığı biçimlerin başında gelen kadın
bedeni, nesnenin değişen algısıile zamanla değişen anlamlar kazanmıştır. Rönesans’ta nesne, aklın bir
uzantısı ve somut bir değer olarak kendi gerçekliğiyle birlikte algılanırken zaman içinde değişiklik
129
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
gösteren bu algı aynı zamanda sanatın ve sanatçının tanımlanmasında da
rol
oynamıştır.Kavramsalcılar’a göre, “sanat nesnede değildir, sanatçının sanat anlayışındadır, nesneler de
bu anlayışa boyun eğmek zorundadır” (Kuspit 2006:197). Hatta Kosuth’a göre, kavram ön plandadır,
nesne ötelenmiştir; sanat ancak kavramsal olarak var olabilmektedir.
Yunan estetiği bize ideal güzelliği sunmaktaydı. Platon, asıl bilgi ve güzelliğin idealar dünyasında
olduğu fikrini savunuyordu, ona göre sanat eserleri güzellik ideasının yaşadığımız dünyadaki
yansımalarıydı. Buna göre sanatçının yaptığı her nesne, bu ideanın birer taklidi olmuştur.Antik Yunan’ın
önemli heykellerinden biri sayılan Milo Venüsü buna önemli bir örnektir, o, Afrodit’in aşkın
güzelliğinin somut bir karşılığıdır. Burada varolan form ile formun anlatmak istediği şey, yani form ve
anlam arasındaki ilişki aynıdır.İnsanın ve insan aklının ön plana çıkmasıyla, kadın bedeninin temsil
biçimleri de değişmeye başlamıştır. 19. yüzyılla beraber, sanatın ve nesnenin değişen anlamıyla birlikte
bu güzellik algısının da değiştiğini görürüz. Aydınlanmanın ardından yaşanan büyük toplumsal olaylar,
savaşlar, bilimsel, düşünsel ve toplumsal devrimler, kadın hareketleri, tüm bunlar modernizmle birlikte
öznenin ve nesnenin anlamını değiştirmiş, dolayısıyla sanatçının sanat eserini ifade yolları da
farklılaşmıştır. Öncesinde nesnel gerçekliği birebir yansıtan ve kadın bedenini bir estetik olgu olarak
işleyen sanat eseri, özellikle son elli yılda, biraz daha ‘kişiselleşmiş’, sanatçının kendi mitini yarattığı ve
dünyasını efsaneleştirdiği, öznel anlatım ve dışavuruma dayanan bir çeşit dönüşüme uğramıştır. Bu
dönüşüm esas olarak, ona bu biçimsel yaklaşım farkını veren kavramsal ve öznel temelinden
kaynaklanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Beden, Kadın, Estetik, Anlam, Dönüş
Dede Korkut Kitabı'na Feminist Edebiyat Eleştirisi Bağlamında Bir Bakış Denemesi
Esra Kavasoğlu Parlak 1
Akdeniz Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Kadın Çalışmaları ve Toplumsal Cinsiyet Anabilim Dalı,
Yüksek Lisans Öğrencisi
1
Dede Korkut Kitabı, Oğuzların günümüze ulaşan tek yazılı destanıdır ve eser, Türklerin eski yaşantısına
dair izlerin, mitsel kökenlerin yer aldığı hem edebi hem tarihî hem de sosyolojik bir kaynaktır. Bu önemli
özellikleri nedeniyle birçok araştırmanın konusu olan eseri 'kadın' açısından inceleyen de pek çok
çalışma mevcuttur. Ancak bu çalışmalar, genellikle birbirini takip eder ve aynı sınıflandırmaları içerir
niteliktedir. Ayrıca çalışmalar; 'ataerkil' bir söylemle ve eserdeki kadın karakterleri, toplumsal cinsiyet
kalıp yargılarına göre idealize etmeye yönelik olarak hazırlanmıştır. Bu söylem; yazıya, üretiminden çok
sonra geçirilen bir destan metnini eleştirel gözle okumaktan uzaktır ve ataerkil yapıyı yeniden üretmeye
yöneliktir. Hâlbuki metin, bir geçiş dönemi eseri olması ve sözlü dilde üretilmesi nedeniyle çok daha
eski dönemlere belki de ana-erkil dönemlere ait kalıntıların takip edilebilmesine imkân sağlayabilecek
niteliktedir.
Araştırmanın amacı; Dede Korkut Kitabı’nı 'feminist' bir bakış açısıyla bir yeniden okumaya tabi
tutmaya çalışmaktır. Bu yeniden okuma süreci iki aşamalıdır. Metin üzerinden yapılacak olan yeniden
okumanın temel amacını; destanların önemli ölçülerde ana-erkil dönemin
özelliklerini
130
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
yansıtabileceğine dair düşüncemiz oluşturmaktadır. Bu tezin geçerlilik kazanması
hâlinde;
gelenekselleşmiş ‘kadın’ rolünün temelinde gösterilen unsurların, geleneğin ta kendisi olarak sunulan
bir eserde dahi bugün algılandığı biçimde olmadığını ortaya koyacaktır. Ve aslında Türk toplumunda
kadının erk ya da eşit olduğu döneme ait yeni bir geleneğin varlığı tartışmaya açılacaktır. Metindeki
kadın kahramanlar üzerine yapılan çalışmalar ile ilgili yeniden okumanın temel amacını ise;
çalışmalardaki ataerkil söylemin ortaya çıkarılması ve feminist bakış açısı bağlamında eleştirilmesidir.
Ancak bu şekilde var olan pratiklerin ve kavramların eleştirilmesi ve dönüştürülmesi, ayrıca yenilerinin
yaratılmasının söz konusu olabileceği düşünülmektedir.
Bu okuma denemesinde edebi çerçeve; modern edebiyat eleştirisi kuramlarından feminist edebiyat
eleştirisi yöntemi olarak belirlenmiştir. Araştırmada ayrıca sosyal tarihçiliğin ve sosyal tarihçilikle iç içe
gelişim gösteren feminist tarihçiliğin bakış açısı ve yöntemleri, edebi çözümlemeye eklemlenecektir.
Çalışmamızın sonuçları şu şekilde sıralanabilir:
Dede Korkut Kitabı’nda kadın ile ilgili çalışmaların neredeyse tamamında, destandaki kadın karakterler
'ideal' sıfatlı üçlü bir tasnife (anne, sevgili, yardımcı) sokulmuştur. Bilimsel çalışmalardaki bu ideal
anne/eş/sevgili yorumu feminist bakış açısınca oldukça sorunludur. Kadının bireysel kimliğini ortadan
kaldıran ve kadını sadece anne ve eş gibi normların içerisinde düşünebilen algının tezahürüdür. Bu
nedenle öncelikle destandaki kadın karakterlerin özelliklerinin ortaya çıkarıldığı çalışmaların yapılması
gerekmektedir. Bu bağlamda aşağıdaki sonuçlara ulaşılmaktadır:
1. İdeal Eş ve Anne Tipi ya da Kurgunun Ataerkil İdeolojisi ve Erkin İkiyüzlü Tercihi: Annenin
Namusu: Boylar feminist bir yaklaşımla yeniden incelendiğinde tek bir annelik formundan
bahsedilemeyeceği ve bazı durumlarda anne karakterinin 'ideal' ile kastedilen ataerkil cinsiyet rollerine
uygun olmadığı görülmektedir.
2. İdeal Sevgili Tipi ya da Özgür Kadın Masalının Tutsak Gerçeği: Araştırmaların ideal sevgili tipi
başlığında verdikleri örnekler daha çok kadın kahramanların 'ideal alp tipi' kadın olmaları ve
evlenecekleri kişiyi kendilerinin seçmesi nedenleriyle kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi
açısından idealleştirilmişlerdir. Destana feminist bir bakış açı ile yaklaşıldığında ise özellikle 'kendi
kaderini tayin' ile ilgili yorumlarda önemli sorunlar olduğu göze çarpmaktadır.
3. Yardımcı Kadın ya da Kadının Görünmezliğinin Alışılmış Yorumu: Çalışmalarda bu ifade ile
hikâyelere katılımı ve yönlendirmeleri az olan kadınları belirtilmeye çalışılsa da özellikle sosyal
tarihçilik açısından bakıldığında da bu özelliğin yanlışlığı ortaya çıkacaktır. Çünkü sosyal tarih bu
zümrelerin ele alınmasıyla tam bir tarihsel kurgu oluşabileceğini öne sürmektedir.
Dede Korkut Kitabı’nın epizotlarında, özellikle kadın karakterlerin yer aldığı bölümlerde çeşitli
tutarsızlıkların ve tezatlıkların olduğu tespit edilmiştir. Kurtarıcı rolünde anlatılan kadının epizotun
sonunda, metinde yer almaması ve zaferin erkeğe yüklenmesi; bir epizotta ‘anneliğin’, diğerinde‘eş
olmanın’ üstün tutulması ve bu üstünlüğün erkek karakterin işine geldiği şekilde kurgulanması; aynı
sayfada erkeğin karısını hem yücelten hem de öldürmek istediğini belirten ifadelerin olması gibi
özellikler bahsi geçen tutarsızlıklara örnek olarak gösterilebilir. Bu unsurlar bizce ataerkilliğin, kadının
erkekle eşit olduğu bir toplumsal dönemin izlerini silmeye yönelik sansürleri olarak yorumlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Dede Korkut Kitabı, Feminist Edebiyat Eleştirisi, Kadın Karakter.
131
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Türkiye EkonomisindeKadın Girişimciliğinin Yeri Ve Etkisi
1
Meltem Keskin Köylü1
Aksaray Üniversitesi Şereflikoçhisar Uygulamalı Teknoloji Ve İşletmecilik Yüksekokulu
Uluslararası Ticarete Ve Lojistik Yönetimi Bölümü
Ülke ekonomilerinin ve kalkınma süreçlerinin aktörleri olan girişimciler, toplumların olmazsa
olmazlarıdır. Girişimci; riskleri üstlenerek, yeni kaynakları ve yeni teknolojileri kullanarak topluma
değer katan kişiler olmanın yanı sıra, ülkelerin sosyo-kültürel, politik, düşünsel değişimlerinde de rol
almaktadırlar. Ekonomiye kazandırılan her işletme ile kaynaklar üretime girmekte, hem üretim hem de
istihdam artarak iktisadi kalkınma hızlanmaktadır. Daha da önemlisi, her sosyal tabakadan ve cinsiyetten
bireyleri ekonomik sisteme dâhil eden girişimcilik olgusu, ekonomik ve sosyolojik önem taşıyan bir
unsurdur. Ekonomik gelişme sağlayan toplumlarda, ülkedeki girişimci sayısı ile ekonomik kalkınma
arasında da pozitif bir ilişkinin varlığından söz edilebilir.
Küreselleşmeye bağlı olarak teknolojideki hızlı gelişim ile üretim ve toplumlar dönüşmektedirler.
Teknolojik yeniliklerin hayata geçme süreleri giderek kısalarak, sosyal yapıdaki farklılaşmalar
girişimcileri, üreticileri ve rekabet koşullarını da hızla değiştirmektedir. Teknoloji ve endüstrileşme ile
birlikte her geçen gün, çalışma hayatına katılan kadın sayısı artmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin
genelinde olduğu gibi ülkemizde, kadınlarımız iş sahibi olma çabalarında hâlâ pek çok engele
karşılaşmaktadırlar. Bu engeller ekonomik ve sosyal yapıda bazı aksaklıklara sebep olmaktadır.
Kadınlar, kendilerini iş hayatında kabul ettirebilmek için uzun ve zor bir süreçten geçmektedir. Bu
aşamalardan geçerken özel ve iş hayatına dair beceriler kazanmaya devam etmişlerdir. Güçlüklerle,
risklerle ve önyargılarla baş edebilmek için karşı cinslerinden daha fazla çaba göstermeleri gerekmiştir,
bu sayede sorun çözme becerileri artmıştır. Kadınların toplum içindeki yeri güçlenirken, istihdamdaki
payları da artış göstermiştir. Bu artışa rağmen, ülkemiz nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturan
kadınlarımızdan, erkeklere oranla, çok daha az girişimci çıktığı bilinmektedir. Bu sorunun temelini
finansal koşullardan eğitime, sosyal yapıdan toplumsal rollere kadar çeşitli nedenler oluşturmaktadır.
Bütün bunlara karşın kadının çalışma hayatında üstlendiği roller, hem kendi hem de ülke ekonomisi için
önemlidir. Kadınların iyi eğitim almaları, ekonomik bağımsızlıklarının ve toplumsal statülerinin
güçlenmesini sağlar. Genlerinde bulunan girişimcilik özelliğini ekonomik hayata taşıması ile birlikte
kadın maddi, manevi kazanımlar elde edebilir. Kadının aleyhine olan finansal fırsatlar, iş güvenliği,
istihdam, cinsel ayrımcılık, toplumun genelinde kadınlarla ilgili olan fikirler; algılar ve inanışlarından
kaynaklanan yargılar, kadının lehine döndürülebilir.
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ekonomik ve toplumsal hayata kadınlarımız önemli faydalar
sağlamaktadır. Kadınların iş hayatında artarak yer almaları, cinsiyet ayrımcılığını ortadan kaldırarak,
herkesin insan olduğu olgusuna dikkat çekmektedir.
Bu çalışmanın amacı, kadın girişimcilerin kendilerine özgü bakış açıları ve enerjileri ile ekonomik
sorunları çözme becerileri ve Türkiye ekonomisine yaptıkları katkıları belirlemektir. Bu doğrultuda,
kadın girişimciliğinin ekonomideki yeri ve etkisini belirleyebilmek için ikincil veriler ışığında ampirik
çalışma yapılmıştır. Bunlara ek olarak, kadın girişimcilere finans, girişimcilik eğitimi, organizasyon ve
pazarlama gibi konularda destek olabilecek kurum ve kuruluşlar da mercek altına alınmıştır.
Çalışmanın literatür incelemesi sırasında, TÜYİK 2012 verilerine göreişveren olarak kadınların,
Türkiye istihdam piyasasından % 1,3’lük bir pay almakta olduğu verilerine ulaşılmıştır. Bu oranın
içerisinde eğitim seviyesinin yetersizliği nedeniyle iş bulamayıp girişimci olmayı tercih eden kadınların
sayısı da hayli yüksektir. Bu bulgulara göre,kadınların girişimci olarak finansal piyasalarda sağlam
tutunabilmelerinin önemli unsurları eğitim ve finansal destekleridir. Kadın girişimcilerin kendilerini
geliştirebilecekleri eğitim faaliyetlerine katılmaları ve özellikle vergi, bürokrasiye ilişkin pozitif
ayrımcılıktan yararlanmaları, hem kadınların kendilerine, hem de Türkiye ekonomisine katkılarını
artıracak unsurlar olarak tespit edilmişlerdir. Ayrıca, kadın girişimcilerin hem ulusal ve hem de
uluslararası kuruluşlarla ilişkilerini uyumlu bir şekilde devam ettirmeleri gerekmektedir.
Kadınlar geçmişten günümüze kadar Türk ekonomik hayatına birçok açıdan faydalı olmuşlardır. Kadın
girişimciliğin, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal kalkınması açısından da önemi oldukça
132
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
büyüktür. Olay bu boyutuyla değerlendirildiğinde, ülkemizde kadın girişimciliğin yaygınlaştırılmasını
sağlayacak proje, çalışma ve politikalar öncelik olarak değerlendirilmelidir.
Kadın girişimciliğinin harekete geçirilmesi, hem kadınlar hem erkekler için daha demokratik ve refah
içinde bir Türkiye’nin oluşumuna katkı sağlar. Aksi takdirde dünyanın gerisinde kalmak kaçınılmazdır.
Anahtar kelimeler: Kadın Girişimciliği, Ekonomik Büyüme, Türkiye Ekonomisi.
ABSTRACT
Entrepreneurs, who are actors of economic development, are vital for societies. They are a group of
people that take risks to introduce economic values to the society by using new resources, technologies
and they also take part in the conversion of socio-culture, ideology and politics. Each corporation that
is included in the economic system enables the usage of resources apart from increasing employment to
aid economic development. Also, entrepreneurship that enables participation of individuals regardless
of their social status or gender is very important. A direct proportion can be stated to exist between
economic development and number of entrepreneurs in developing countries.
Societies and production types are changing due to the rapid development that arises from globalization.
Technological advancements happen very frequently to change social structure, which gradually
changes entrepreneurs, producers and competition conditions rapidly. With these changes, there is an
increasing number of women participating in business life. As it is the case in developing countries,
women are having difficulties in business life. These difficulties create undesirable conditions in social
and economic life. Women have been passing through a long and hard process to be accepted in the
business life. During this process, they managed to gain vital knowledge for their private and
professional lives. While trying to cope with obstacles, risks and prejudices by working harder than
men, they became more familiar with problem solving techniques. Thus, their status in the society
became stronger alongside with the increase of their share in employment. In spite of these events, it is
known that the number of woman entrepreneurs in our country is much lesser than men, although women
form approximately half of the society. The basis of this problem leads to financial status, education,
social configuration and roles of women in the society. However, possible roles that women take in
business life are important for both their economy and the country’s economy. Educating women well
earns them their economic independence to strengthen their stature. Women can also obtain material
and moral advantages with activating their potential in entrepreneurship. Odds that are against women
can be turned into their favor.
Women provide important benefits to the society and economy. Increasing number of woman in
business disables the effects of gender discrimination and draws attention to the sole fact of being
human.
The aim of this study is to determine women’s usage of their unique skills in solving the problems they
encounter in economic life and their contributions to business life, the economy of Turkey. In that
respect, positions of woman entrepreneurs in market conditions were investigated empirically with
secondary data. Additionally, organizations that can aid woman entrepreneurs in the areas of finance,
entrepreneurship and marketing were examined.
During the literature survey of the study, TUYİK 2012 data that indicates women are taking a 1.3%
share from the Turkey’s employment market as employers has been reached. Women that became
entrepreneurs because they cannot find an occupation due to lack of education are also included in that
portion, with an important share. According to these results, the most important elements to enable the
continuity of women’s presence in financial markets as entrepreneurs are education and financial
support. Participation of the woman entrepreneurs in educational activities that they can benefit and
especially their benefitting from positive discrimination in areas like tax and bureaucracy will aid both
their and Turkey’s economy. Additionally, woman entrepreneurshipmust resume their relationships
with national and international unions in a coherent manner.
Women have been very advantageous for Turkish economic activities in a number of ways.
Development of woman entrepreneurship is very important for economic and social development of
133
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Turkey. This fact illustrates the need for studies, projects and policies for spreading
woman
entrepreneurship.
Activating entrepreneurship in woman leads to a more democratic and peaceful Turkey, not only for
women, but also for men. Otherwise, it is impossible to catch up with the rest of the world.
KEY WORDS: Woman Entrepreneurship, Economic Growth, Turkey Economy.
Gökçeada Kadın Girişimci Elektronik Ticaret Projesi
1
Mehmet Çavuşoğlu1
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Gökçeada Meslek Yüksekokulu
Ekonomik sistemlerin erkek egemen yapısını değiştirmek, evlerinde günlük işleriyle meşgul
kadınlarımızı ekonomik sistem içerisine çekmek, Gökçeada’da yaşayan potansiyel girişimci kadınları
teşvik etmek için bu çalışmayı yapmış bulunuyoruz.
Çalışmamızın ilk bölümde kadın girişimci tanımı, kadın girişimcilerin özellikleri, sorunlarını, sosyoekonomik sisteme katkıları ve kadınların girişimci olma nedenlerini açıkladık. Çalışmanın ikinci
bölümünde, elektronik ticaretin tanımı, elektronik ticaretin avantajları ve Karekod uygulaması hakkında
bilgiler yer almaktadır. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise “Gökçeada Kadın Girişimci Elektronik
Ticaret Projesinin” detaylı açıklaması ve proje safhaları yer almaktadır.
Çalışmanın sonuç bölümünde ise, projenin Gökçeada turizm ve ekonomisine yapacağı katkılar
özetlenmiştir. Bu proje Gökçeada özelinde tasarlanmış bir çalışma olmasına rağmen, çalışmanın ülke
çapında da yapılabilir olması açısından önemli olduğunu düşüncesindeyiz.
Anahtar Kelimeler: Gökçeada, Girişimcilik, Elektronik Ticaret, Turizm
Kadın Girişimcilerin İş Tatminine Yönelik Amprik Bir Çalışma: Mersin Ve Konya
Karşılaştırması
Aslıhan Yaldız1 , Ali Şükrü Çetinkaya1
1
Selçuk Üniversitesi, İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası Ticaret Bölümü
GİRİŞ VE AMAÇ
Çağımızın gelişen ve daha da karmaşık hale gelen küresel dünyası kadının ekonomik hayatta ki yerini
değiştirmekte bu da kadınların iş yaşamlarında ki rekabet gücünü etkilemektedir. Önceleri kadına
toplum tarafından biçilmiş rol ve girişimciliğin eril olarak değerlendirilmesi kadınların iş yaşamlarında
geri planda kalmalarına sebep olmuş ancak sosyal, ekonomik ve teknolojik alandaki hızlı değişmeler
kadınların iş hayatında daha sık görülmesini etkilemiştir. Son yirmi yıllık düzeyde girişimci sayısında
ki artış sevindirici olmakla beraber kadın nüfusuna oranlandığında bunun çok düşük düzeyde kaldığı
apaçık görülmektedir (Çakıcı,2004:1; Güney,2006: 26).
Devlet tarafından kadın girişimciliğine destek amacıyla gerçekleştirilen ilk programın 1994 yılında Halk
Bankasının ‘Kadın Girişimci Kredisi’ olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu konuda ki geç
kalınmışlık daha iyi anlaşılabilir. Bununla birlikte kadınların aktif bir şekilde iş hayatında yer alması
için son yıllar da çeşitli kurum ve kuruluşlarda gerçekleştirilen bazı çalışmalar da vardır. Örneğin; 2007
yılında Gelir Vergisi Kanunun da yapılan değişiklikle ev içi üretimden elde edilen gelirde vergi
muafiyeti getirilmiştir. 2007-2013 dönemindi kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planında kadın
134
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
girişimciliğinin desteklenmesi amacıyla bankalar kredi programını daha etkin hale getirmişlerdir.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Kadın Girişimciler Derneğini kurmuştur (Kansız ve Acuner,
2008: 15; Soysal, 2010: 96). Bu çalışma kadınların ekonomik özgürlüklerini kazanmalarını sağlayan,
günümüzün yükselen trendi olan girişimcilikten memnun olup olmadıklarını iki farklı ilde ölçerek, kadın
girişimcilerin iş tatmini konusundaki çalışmalara katkı sağlamayı hedeflemektedir. Çalışma, kendi iş
yerine sahip kadınların yaş, işletme süresi, eğitim durumları, daha önce girişimcilik için eğitim alıp
almadıklarının yanı sıra kendi işini kurmayı düşünen diğer kadın girişimcilere, iş hayatını tavsiye edip
etmediklerini iki ilde karşılaştırmalı olarak değerlendir-meyi amaçlanmıştır.
MATERYAL VE METOD
Araştırmanın örneklemi Mersin ve Konya Esnaf ve Sanatkârlar odasına kayıtlı kadın girişimcilerden
oluşmaktadır. Anket yöntemi ile ve yüz yüze görüşme yapılarak veriler toplanmış ve 80 geçerli geri
dönüş elde edilmiştir. Anket formu iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm demografik özellikleri
belirlemeye yöneliktir. İkinci kısım kadınların iş tatminini ölçmeye yöneliktir. İş tatmini ölçmek üzere
Paul E. Spector’un (2015) iş tatmini ölçeğinden yararlanılmıştır.
BULGULAR
Mersin ve Konya’da ki kadın girişimcilerin kendilerini girişimci olarak tanımlama oranları %82,5 olarak
tespit edilmiş iken, diğer kadınlara girişimciliği önerme yüzdeleri Mersin’de %72,5 iken Konya‘da bu
oran %80’dir. Mersin’de kadın girişimcilerin iş tatmini sorularına verdikleri cevapların ortalaması 3,43
iken Konya’da bu ortalama 3,32 olarak bulunmuştur.
TARTIŞMA VE SONUÇ
Çalışmada, ortalamalar dikkate alındığında, yaş bakımından iki il arasında önemli bir fark olduğu
görülmüştür. Mersin’de kadın girişimci nüfusunun çoğunluğunu gençler oluştururken, bu rakam
Konya’da anket yapılan tüm kadın girişimcilerin yarısına bile denk gelmemektedir. Bu Mersin’de ki
girişimci gençlerin daha fazla risk almaları ve kültür farklılıklarına bağlanabilir. Aynı zamanda
Mersin’de ailesin de daha önce girişimci bulunanların sayısı az olması kadınların daha fazla risk
almalarının bir işaretidir.
Önemli bir fark ta işletmelerin sektör dağılımda görülmüştür. Mersin’de sektörler hemen hemen eşit
dağılırken, Konya’da hizmet sektöründe kadın girişimcilerin sayısı oldukça azdır. Bu farkı Konya’da
genelde bu sektörün erkek egemen olması ve kadınların bu alanı stresli ve belirsiz olarak
değerlendirmeleri ile açıklanabilir.
Olumlu bir gelişme olarak, literatür incelendiğinde, 2000’ler de kadın girişimcilerin nerdeyse %70’i
ortaöğretim mezunu iken bu oranın % 55’lere kadar gerileyip eğitim seviyesinin yükselmiş olmasını
gösterilebilir.
Araştırma, 80 işletmeden sadece üç işletmenin 10 yıldan daha fazla sektörde olduğunu, bunların hepsinin
de girişimcilik eğitimi aldığını ortaya koymuştur. Kadınların eğitim konusunda teşvik edilip devlet ve
özel sektör katkılarıyla eğitim çalışmalarının artırılmasının önemli olduğu ve bu durumun işletmelerin
olumsuz entropi kabiliyetlerini de gelişeceği düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Girişimcilik, kadın girişimci, iş tatmini, Mersin, Konya
135
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
KADIN GİRİŞİMCİLİĞİ VE İŞGÜCÜ PİYASALARI AÇISINDAN PERSPEKTİFİ
Gülşen Sarı Gerşil1 , Yusuf Zeytun2
1
Celal Bayar Üniversitesi / İİBF
2
Adnan Menderes Üniversitesi / İİBF
İşgücü piyasasında en önemli sorunlar arasında işsizlik ve buna bağlı istihdam alanlarının yaratılması
gelmektedir. Bir ülkenin ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmesi, çalışma çağı nüfusunun istihdamının
sağlanmasıyla mümkün olabilir. Bu bağlamda, kadınların istihdama dahil olmadığı bir ülkenin ekonomik
kalkınmayı gerçekleştirmesi mümkün değildir. Türkiye’de küreselleşme süreciyle birlikte kadınların
işgücüne katılımı konusunda aktif bir süreç başlamıştır. Bu sürece ilişkin en etkili yöntemler arasında,
girişimcilik yoluyla kadın istihdamının arttırılması yer almaktadır. Kadın girişimciliği, genel olarak
istihdam ve kadın istihdamının etkili bir şeklidir.
Kadınların, çalışma hayatına katılımları ve girişimcilik faaliyetlerinde bulunmaları, gelişmekte olan
ülkeler için “stratejik” bir öneme sahiptir. Büyük bir işgücü potansiyeline sahip olan kadınların
işletmeler tarafından etkili kullanımı sonucunda yeni iş alanlarının yaratılması kadın girişimciliğinin
teşvik edilmesiyle mümkün olabilir.
Bu çalışmada, girişimciliğin oldukça önem kazandığı günümüzde genel olarak girişimcilik kavramı ele
alınacak ve kadın girişimciliğinin önemine değinilecektir. Daha sonra kadın girişimcilerin kişisel
karakteristikleri; dinamik, bağımsız, özgüvenli, rekabetçi ve amaç yönelimli olmalarından kaynaklanan
potansiyellerinin çalışma hayatında erkeklerle eşit fırsat verildiği takdirde, ekonomik ve sosyal
gelişmeye önemli katkılarının mümkün olacağı verilen örneklerle açıklanacaktır. Buna ilişkin,
Türkiye’de kadın girişimciliği çalışmaları, ulusal ve AB, OECD, BM gibi uluslararası kuruluşlar
tarafından da farklı projelerle desteklenmektedir. Son olarak gelişmiş ülkelerde kadın girişimciliği
uluslararası kuruluşlar tarafından yayınlaman verilerle tespit edilerek Türkiye ile genel bir
karşılaştırılması yapılacaktır. Bütün bu açıklamaların ışığında bu gelişmelerin işgücü piyasalarını nasıl
etkilediği değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Girişimcilik, kadın girişimciliği, İstihdam, işgücü piyasaları
Sığınma Evlerindeki Kadınlar: Öz Yaşam Öyküleri Üzerinden Bir Anlama Denemesi
1
Canani Kaygusuz1 , Erkan Alkan1 , Merve Ökten1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Rehberlik Ve Psikolojik Danışmanlık Anabilim Dalı
Türkiye çok yönlü bir şiddet sarmalına girmiş durumda. Giderek vahşet görünümü alan şiddet haberleri
her gün medyanın manşetine taşınıyor ve bu vahşet karşısında toplumsal öfke giderek derinleşiyor.
Özellikle kadına yönelik şiddetin boyutlarında hem niceliksel hem niteliksel sıçrama var. Son on yılda
kadın cinayetlerinde yüzde 1400 oranında artmış, bu cinayetlerin çoğu kadınların yakınlarında olan
(koca, baba, erkek kardeş, işyerinde bir tanıdık, sevgili gibi) erkekler tarafından gerçekleştirilmiştir.
Kadına yönelik şiddet üzerine yapılan çalışmaların çoğunda, bölgeler arası küçük farklar olsa da
Türkiye’nin her yerinde yaşayan kadınların sıklıkla ev içi şiddete maruz kaldıklarını raporlaştırılmışt ır
(Childress, 2013; Pirinççioğlu, 2014; Urhan, 2013 ). Eviçi şiddete maruz kalan kadınların bu şiddetle
nasıl başa çıktıkları konusunda fazla çalışma olmasa da, bu başa çıkma biçimlerinden birinin evden
uzaklaşıp sığınma evlerinde yaşama olduğu bilinmektedir. Ancak sığınma evleri Türkiye’de sorunlu bir
alandır ve özellikle sayısal olarak yetersiz olduğu bilinmektedir. Yasaya göre, nüfusu 100.000’i aşan
şehirlerde en az bir tane sığınma evi bulunması ve bu bağlamda en az 372 sığınma evi gerekirken, bugün
Türkiye’de 120 civarında sığınma evi bulunmaktadır (TÜİK, 2013) Türkiye’de sığınma evlerinin önemli
bir kısmı belediyeler tarafından açılmaktadır. Az sayıda kitle
136
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
örgütü de (mor çatı gibi) sığınma evi açmıştır, ancak bu sığınma evlerinin Aile ve Sosyal Politikalar
Bakanlığı bünyesine alınması gündemdedir. Üç büyük belediyede, toplam kent içi nüfus yirmi beş
milyon iken (Istanbul, Ankara ve İzmir) toplam sığınma evi sayısı 5’tir. Dolayısıyla şiddete ve istismara
maruz bırakılan kadınların bununla başaçıkmak için başvurdukları yollardan biri olan evden uzaklaşma
davranışlarının yolu daha başından önemli oranda kapatılmıştır.
Sığınma evlerinde kalan kadınların stigmaya maruz bırakılması, yakın çevrelerinden dışlanması, evdeki
erkeklerin sığınma evine giden kadınlara çok daha düşmanca davranması kadınların sığınma evlerine
gitmelerinin önünde önemli bir kültürel etken olarak durmaktadır. Gerek sayı yetersizliği gerek bu
türden kültürel etkiler kadınların sığınma evlerinde de en azından başlangıçta rahat bir yaşam
kuramamalarına kaynaklık etmektedir. Türkiye’de sığınma evlerindeki kadınların yaşadıkları güçlükleri
anlamaya yönelmiş araştırmalar oldukça eksiktir. Bu konuda yapılan çalışmalarda veriler, kadınların
daha çok ruhsallığı üzerine standardize edilmiş testler aracılığı ile toplandığından kadınların özgül
sorunlarını açıklama gücünden yoksundur. Bu nedenle, bu çalışma, öncelikle sığınma evlerinin
Türkiye’deki görünümünü anlamayı hedeflemekte; bu bağlamda konuya ilişkin yapılan çalışmaların
sonuçlarına odaklanmaktadır. İkinci olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığından izin alınabildiği
takdirde (izin işlemleri halen bitmemiştir)kadınlara yüzyüze görüşmeler yoluyla, onların sığınma
evlerinde karşılaştıkları güçlükleri, gelecek beklentilerini, yaşamı yeniden kurma umut yada
umutsuzluklarını anlamayı amaçlamaktadır. Bu bağlamdaözyaşam öyküleri aracılığı ile şiddet mağduru
kadınların hayat mücadelelerini görünür kılmayı hedeflemektedir.
Materyal Metot:Çalışmada, ilk aşamada, geniş bir literatür taramasından yola çıkılarak, Türkiye’de
sığınma evlerinin durumu gözden geçirilmiştir. İkinci aşamada yarı yapılandırılmış görüşme formları
hazırlanmıştır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığından bu formların Samsun Kadın Sığınma evinde
kalan kadınların 15’ine uygulanması konusunda yazışma başlatılmış izin verildiği takdirde sığınma
evinde yaşayan kadınların görüşlerinden yola çıkılarak sığınma evlerini içerden anlamaya yönelinmişt ir.
Hazırlana yarı yapılandırılmış görüşme formlarında bazı demografik değişkenlerin (yaş, eğitim, medeni
hal, çocuğun olup olmaması, doğum yeri ve ne kadar süre orada kaldığı, evlenme biçimi vs…) yanısıra,
katılımcıların geçmişlerinde yaşadıkları travmatize olayları, sığınma evlerinde yaşadıkları avantaj ve
dezavantajları, gelecek beklentilerini, topluma yeniden katılmak için neler tasarladıklarını anlamak
üzere sorular sorulmuştur
Bulgular:Çalışmanın verileri analiz edilmeye devam edildiğinden bulgulara bu özet metinde yer
verilmemiştir.
Tartışma ve SonuçÇalışmanın verileri analiz edilmeye devam edildiğinden tartışma ve sonuç kısmına
bu özet metinde yer verilmemiştir.
Anahtar Kelimeler : Kadın sığınma evi, travma, ev-içi şiddet
10 Nisan Cuma
II. Oturum 11.15 – 12.45
Kadın Sağlığını Geliştirmede Medyanın Etkisi
Gülbahtiyar Demirel1 , Nilüfer Tuğut2 , DilekBilgiç
Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü
2
Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü
1
Giriş ve Amaç: Günümüzde çok yaygın kullanılan ve birçok insanı etkileyen medya ile sağlığı geliştirme
arasında çok büyük bir ilişki bulunmaktadır. Sağlık profesyonelleri arasında medyanın sağlığa olumlu
etkileri olduğunu savunanların yanında olumsuz etkileri olduğunu savunanlar da vardır. Bu nedenle
medyanın kadın sağlığı üzerine olan etkisi de tartışmalıdır. Ayrıca ülkemizde medyanın
137
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
kadın sağlığını geliştirip geliştirmediği ile doğrudan ilgili yeterli yayın bulunmamaktadır. Bu nedenle
çalışma kadın sağlığını geliştirmede medyanın etkisini incelemek amacıyla yapılmıştır.
Materyal Metot: Tanımlayıcı araştırma modeli kullanılan araştırmanın örneklemini 01.03.201531.05.2015 tarihleri arasında Sivas’taki Aile Sağlığı Merkez’ine başvuran ve kriterleri (18-65 yaş
grubunda olan, görme veya duyma problemi olmayan) karşılayan kadınlar oluşturmuştur. Araştırmanın
verileri araştırmacılar tarafında oluşturulan anket formu ile toplanmıştır. Anket iki bölümden
oluşmaktadır. Birinci bölümde yaş, çocuk sayısı, eğitim düzeyi, yaşadığı yer, çalışma durumu gibi sosyodemografik özelliklere yönelik 8 soru yer almaktadır. İkinci bölümde ise, kadın sağlığı üzerine medyanın
etkilerini belirlemeye yönelik 10 soru bulunmaktadır. Araştırmaya başlamadan önce ilgili kurumdan
yazılı izin, çalışmaya katılanlardan da yazılı ve sözel onam alınmış ve anket formu araştırmacı
tarafından karşılıklı görüşme yöntemiyle uygulanmıştır. Elde edilen veriler bilgisayarda SPSS (14.0)
paket programına yüklenerek, verilerin değerlendirmesinde bağımsız iki örnek t testi, tek yönlü varyans
analizi, ki kare testleri kullanılmıştır. İstatistiksel anlamlılık p<0.05 olarak kabul edilmiştir.
Bulgular: Kadınların; %84.1’inin 19-49 yaş aralığında, %81.6’sının evli, %68.1’inin herhangi bir işte
çalışmadığı, %75.3’ünün şehirde yaşadığı, %66’sının aile tipinin çekirdek, %44.5’inin eğitim düzeyinin
üniversite ve %63.9’unun gelirinin giderine denk olduğu belirlenmiştir. Kadınların %49.9’u
gazete/dergiyi, %52.6’sı interneti ve %100’ü televizyonu evde medya aracı olarak kullanmaktadır.
Kadınların %33.2’si gazete/dergiyi, %41.6’sı interneti ve %100’ü televizyonu her gün takip etmektedir.
Medyayı takip eden kadınların sağlıkla ilgili programlarından/sayfalarından yararlanma durumlarına
bakıldığında ise sırası ile televizyon (%83.7), internet (%36.1), gazete/dergi (%31.5) olduğu
görülmektedir.
Kadınların
çoğu
(%94.4’ü)
medya
araçlarının
sağlıkla
ilgili
programlarından/sayfalarından etkilendiklerini belirtmişlerdir. Medya araçlarından etkilenen kadınların
%66’sı en çok televizyonun (%87.4) etkili ve güvenilir (%75.3) olduğunu düşünmektedir. Kadınların
%74.6’sı bilgi sahibi olmak için, %48.7’si boş zamanlarını değerlendirmek için medya araçlarının
sağlıkla ilgili programlarını/sayfalarını takip ettiklerini belirtmişlerdir. Kadınların medyadan takip
ettikleri sağlıkla ilgili konular sırasıyla beslenme ve yemek (%65), şifalı bitkiler (%63.9), kadın sorunları
ve hakları (%55.5), zayıflama, egzersiz (%43.6), stresle başetme, kendini gerçekleştirme (%39.6), çocuk
bakımı (%34), cinsellik (%27.3) ve aile planlamasıdır (%23.8).
Medya araçlarından edinilen sağlıkla ilgili bilgilerle kadınlar zayıflama rejimlerini uyguladıklarını
(%53.8), şiddette başvurulması gereken merkezleri fark ettiklerini (%53.6), genel hijyen kurallarını
(%49.9) ve şifalı bitkileri öğrendiklerini ve uyguladıklarını (%49.4), çocuk hastalıklarını erken fark
ettiklerini (%36.4), herhangi bir aile planlaması yöntemi seçtiklerini (%27.5) ve cinsel sorunlara çözüm
(%23.5) bulduklarını belirtmişleridir.
Eğitim seviyesi yüksek, evli ve gelir düzeyi iyi olan kadınların sağlıkla ilgili programları/sayfaları
gazeteden/dergiden, internetten takip ettikleri saptanırken (p<0.05), herhangi bir işte çalışmayanların
televizyondan takip ettikleri bulunmuştur (p<0.05). Sağlıkla ilgili programları/sayfaları medya
araçlarıyla takip etmek için; şehirde yaşayan, az çocuğa sahip kadınlar internet ve televizyonda,
çalışmayan, gelir ve eğitim düzeyi düşük olan kadınlar televizyonda, gelir düzeyi iyi, çalışanlar kadınlar
internette günlük daha fazla zaman harcamaktadır (p<0.05).
Tartışma ve Sonuç: Çalışmada en çok kullanılan, takip edilen ve güvenilen medya aracının televizyon
olduğu sonucuna varılmıştır. Medya araçlarından edinilen sağlıkla ilgili bilgilerin kadınların davranış
kazanmasına ve gelişmesine en çok yardımcı olduğu konuların başında beslenme, diyet, kadın sorunları
ve mücadele, genel hijyen kurallarının geldiği görülmektedir. Medyanın sağlığa olumlu ve olumsuz
etkileri düşünüldüğünde medyadaki programların içeriklerinin tekrar gözden geçirilmesi
düşünülmelidir. Medyada yer alan her bilginin doğru olmadığı düşünülürse kadınların sağlığı koruma
ve geliştirme açısından riskte olduğu söylenebilir.
Anahtar Kelimeler: Kadın, Medya, Sağlık
138
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Türkiye Sinemasında Kadınlararsı Arkadaşlık ve Dayanışma: Kurtuluş Son Durak’ta İnen
Erkekler
1
Aslıhan Doğan Topçu1
Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi
“Birbirlerine karşı sevgi ve anlayış gösteren kimselerden her biri” olarak tanımlanan arkadaş ve bununla
bağlantılı olarak arkadaşlık kavramı, gündelik hayattan kalkarak farklı bilimsel disiplinlerin konusu
olmuş, edebiyatta, tiyatroda ve sinemada çokça işlenmiştir. Sinema tarihine bakıldığında kavramı
içerisinde var olan ve “bir topluluğu oluşturanların duygu, düşünce ve ortak çıkarlarda birbirlerine
karşılıklı bağlanması” olarak tanımlanan dayanışmanın, çoğunlukla erkek arkadaşlığı, dostluğu,
dayanışması üzerinden işlendiğini söylemek mümkündür. Hollywood’da olduğu gibi Yeşilçam
sinemasında da dayanışma, arkadaşlık, dostluk kavramları daha çok erkekliğin bir erdemi olarak erkek
karakterler üzerinden verilir. Genellikle popüler sinema anlatılarında kadınlar ikincil konumlarda
bulunurlar. Bu metinlerde kadınlar, popüler anlatıların geleneksel ataerkil yapısına uygun şekilde
erkeğin arkasında ve ona tabi konumda gösterilirler. Ataerkil bakış açısıyla şekillenmiş geleneksel
sinemada, kadın karakterler anlatının merkezinde yer almışlarsa ya erkeğe özgü nitelik ve özelliklerle
donatılmış kahramanlardır ya da kadınlara atfedilen olumsuz özelliklerle (entrika, şehvet, cazibe) o
konumu elde etmiş gösterilirler. Bu tür filmlerde kadınlar çoğunlukla diğer kadınlara karşı rekabet, hırs
ve ihanet içinde olan kötücül varlıklar olarak sergilenir. Bu egemen yaklaşımın dışında kalan yani
kadının diğer kadınlarla arkadaşlık ve dayanışma duygusu içinde hareket ettiği filmler ise sayıca çok
daha azdır ve bu nedenle dikkat edilmesi gereken bir özelliktedirler.
Türkiye’de de etkin kadın karakterlerin ve kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmanın yer aldığı filmler
daha çok 1980’lerden sonra artmıştır. Türk sinemasında kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma, kimi
zaman erkeklere karşı farklı sınıflardan gelen kadınların arkadaşlık ve dayanışması yoluyla bir güçbirliği
oluşturma şeklinde (Şalvar Davası, 1973 - K.Tibet) görülürken kimi zaman da örneğin Atıf Yılmaz’ın
yönettiği ve daha çok kentli orta sınıf kadınların sorunları üzerine odaklanan ve kadın filmleri olarak
bilinen filmlerde de görülür. (Dağınık Yatak, 1984; Dul Bir Kadın, 1985; Kadının Adı Yok, 1987) . Türk
sinemasında kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma hallerine odaklanan filmler, zanman içinde
değişerek, Türkiye toplumunun kadınlar ile birlikte “ötekiler”ini oluşturan kesimlerinin birbirleri ile
dayanıştıkları öykülere de evrilmiştir. 2000’lere gelindiğinde sinemamızda yeniden kadın karakterlerin
öyküde etkin olduğu filmleri görmeye başlarız. K. Ataman’ın yönettiği İki Genç Kız (2005), E. Kıral’ın
çektiği Vicdan (2008) ve Y. Ustaoğlu’nun Araf’ı (2012) ile Y.Pirhasan’ın yönettiği Kurtuluş Son Durak
(2012) bu filmlerdendir. Bu filmlerde kadınlar geleneksel ataerkil kalıplara uygun çizilmiş rollerinin
dışında görece bağımsız davranabilmekte, sisteme ve gerektiğinde erkeklere karşı birlikte, omuz omuza
güçlü biçimde durabilmektedirler. Tasker’ın belirttiği gibi bu güç, birbirlerine rağmen değil,
birbirlerinin desteğiyle ve dayanışarakgerçekleşmektedir.
Bu çalışmada kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma içeren “Kurtuluş Son Durak” filminde yer alan
kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma, farklı sınıfsal konumlardan gelen kadınların arkadaşlık ve
dayanışmasını içeren özel bir örnek olarak kuramsal açıdan Pat O’Connor ve J. Block, D. Greenberg’in
kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma konusunda öne sürdükleri tanımlar ve kategorilendirme üzerinden
değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Sinema, Kadınlararası Arkadaşlık, Türk Sinemasında Kadın Arkadaşlık ve
Dayanışma, Kurtuluş Son Durak
139
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Televizyon ReklamlarındaÇocuk Temsilleri Üzerinden Toplumsal Cinsiyetin Yeniden İnşası
1
Seda Sünbül Olgundeniz1 , Pınar Özgökbel Bilis 1
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Tv Ve Sinema Bölümü
Görselliğin son derece etkili olarak kullanıldığı televizyon, kurguladığı dünyalarla izleyici tarafından en
çok tercih edilen kitle iletişim araçlarından birisi olarak yer almaya devam etmektedir. Televizyon, gerek
programlarda gerekse reklamlarda biçimlendirdiği temsillerle, gerçek dünyadaki birçok kişi için referans
oluşturması açısından ayrıca önem taşımaktadır. Bu noktadan bakıldığında, televizyon yayınları
aracılığıyla dişilik ve erillik modellerinin, kurmaca dünyanın penceresinden, izleyiciye sunulduğu
görülmektedir. Bu bağlamda televizyon yayınlarının, toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin mesajların
aktarılmasında önemli bir araç olduğu dikkat çekmektedir. Özellikle cinsiyet rollerine ilişkin algının tam
olarak yerleşmediği çocukluk dönemlerinde, kitle iletişim araçlarından aktarılan rol modelleri, çocuğun
toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin algısının şekillenmesinde önemli bir konumda yer almaktadır.
Televizyon reklamlarında bazen ürünün direkt tüketicisi, bazen de ürünün tüketimi ile ilgili doğrudan
bağlantıları olmadığı halde, ürünle ilişkilendirilen çocukların, reklam filmlerinde sıklıkla yer alan
karakterler olduğu görülmektedir. Bu tür reklam filmlerinde amaç, çocuk ve aile kavramları üzerinden
manevi değerleri ön plana çıkararak ürünün satışını arttırmaktır. Reklamlar genellikle ürünün faydası,
markası, fiyat politikası gibi stratejiler üzerinden kurgulanmakta, aynı zamanda izleyiciye ürünü
tüketerek sahip olabileceği yaşam biçimleri de sunulmaktadır. Dolayısıyla ürün, burada gerçek işlevinin
çok daha ötesinde konumlandırılmaktadır. Son derece güzel ve lüks mekanların içerisinde temsil edilen,
modern, bakımlı, güzel anne figürleri, yemek yapan ve çocuğuna bakan modern babalar, akıllı, güzel ve
hareketli çocuklar bu dünyanın içinde yer alan karakterlerden bazılarıdır. Bu açıdan bakıldığında
televizyon reklamlarında yer alan bu temsiller, toplumsal yapı içerisinde kadına ve erkeğe yüklenen
toplumsal cinsiyet rolleri açısından da önem taşımaktadır.
Bu çalışmada, televizyonda yayınlanan reklamlarda yer alan çocuk temsilleri araştırmanın odağına
alınmıştır. Ancak yayın yapan kanalların hepsine ulaşmak ve çocuk temsillerin sıklıkla yer aldığı
reklamların tümünü analiz etmek evrenin genişliği açısından mümkün olmamaktadır. Bu nedenle
araştırma kapsamına uydudan yayın yapan 5 büyük ulusal kanal alınmıştır. Çalışmada “çocukların daha
sık yer aldığı” reklamlar evren olarak düşünülmüştür. Bu evren içerisinden rastlantısal örneklem yoluyla,
analiz edilecek olan reklamlar belirlenmiştir. Belirlenen reklamlar niteliksel içerik analizi tekniği ile
incelenerek, toplumsal cinsiyet rollerinin çocuklar üzerinden nasıl inşa edildiği açıklanmaya
çalışılmıştır.
Toplumsal cinsiyet rolleri, bireyin toplum içindeki konumunu belirlemekle birlikte, bireyin
davranışlarını da biçimlendir-mektedir. Toplum içerisinde, başarı, bağımsızlık, rekabet, güç, hırs gibi
kavramlar erkeklerle ilişkilendirilmekteyken, duygusallık, şefkatli olmak, kırılganlık, sadakat, güzellik
gibi kavramların, kadınlarla ilişkilendirildiği görülmektedir. Çalışmada yer alan reklam filmlerine
toplumsal cinsiyet rolleri açısından bakıldığında, televizyon reklamlarında çocukların anne ve babalık
rolünü benimseme eğilimi oldukça dikkat çekicidir. Reklamlarda kadınlar sıklıkla, evi ile ilgilenen,
kocası ve çocuklarının mutluluğu için fedakarlık gösteren kusursuz eşler, mutlu anneler, ideal bedene
sahip genç ve güzel kadınlardır. Kadın bir yandan geleneksel roller içerisinde temsil edilmekle birlikte,
bir yandan da her alanda başarılı olması istenen modern kadınlar olarak da temsil edilmektedir. Bu
temsiller çerçevesinde, annesi gibi bakımlı, zarif, kendisine özen gösteren duygusal kız çocuklar, ya da
babası gibi güçlü, becerikli, toplumsal ilişkilerde aktif, kendine güveni olan maceracı yapıya sahip erkek
çocuklar, reklamlarda yer alan çocuk sunumları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sonuç olarak, araştırma kapsamında elde edilen bulgular doğrultusunda analiz edilen reklam filmlerinde
yer alan çocuk temsillerine bakıldığında, tüketim kültürü ve toplumsal cinsiyet kalıplarının yeniden
inşası üzerinden, çocuk kimliklerinin tanımlandığı görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Televizyon, reklam, toplumsal cinsiyet, çocuk
140
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Kadın Yönetmen, Eril Bakış, The Babadook’da Bastırılanın Dönüşü
1
Y.Gürhan Topçu1
Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi
Sinemada kadının temsili, özellikle 1970 sonrasında başta Laura Mulvey olmak üzere feminist
kuramcılar tarafından yoğun bir şekilde incelenmiş ve erkek egemen popüler sinemanın kültürel
temsiller aracılığıyla ataerkil ideolojiyi yeniden üreterek kadını ataerkil bilinçaltını yansıtacak şekilde
stereotipler halinde sunduğu ortaya konmuştur. Bu bakış açısıyla popüler sinemanın kalıplaşmış
formüller ve stereotiplerle işleyen türler (genre) aracılığıyla kadını, erkeğin bakış açısı ile, onun arzu ve
korkularını yansıtacak şekilde sunduğunu söylemek mümkündür. Popüler sinemanın hemen her türü bu
açıdan incelenebilirse de özellikle korku filmleri ataerkil yapının kadına yönelik kuşku, korku ve
öfkesini daha net bir şekilde gözlemleyebildiğimiz bir türdür.
Özellikle kadın hareketinin hız kazandığı 1960 sonrası sayısal bir patlama yapan korku filmlerinde kadın
iki şekilde sunulur; kurban ve canavar. Neale’a göre korku sinemasında kadını hem arzulanır hem de
korkutucu kılan onun cinselliğidir. İster canavarın kurbanı olarak kadın olsun, isterse de erkekte
uyandırdığı korkuyla canavar kadın olsun, her iki temsil de kadının erkek açısından çift yönlülüğünü
simgeler: Arzulanan ama aynı zamanda korkulan kadın cinselliği (1992:60,61). Kadının kurban olarak
sunulduğu filmlerde anlatı, cinselliği ile canavarı/katili vb. cezbeden ve hem erkek seyircinin, hem de
erkek kahramanın bakışının nesnesi olan kadını cezalandırarak erkek seyirciye gizli bir haz yaşatır.
Böylelikle kadın hareketinin doğurduğu eril kaygılar yatıştırılırken kadının cezalandırılmasında
kullanılan şiddetin pornografisi ve bu şiddetin sunumunda kadın vücudunun bir nesneye indirgenmesi
ile sinemanın başlangıcından bu yana süregelen ataerkil yaklaşım yinelenir.
Korku sinemasında kadının sunumuna bir diğer yaklaşım da, kadının sadece kurban değil, iğdişlik
endişesini temsil eden bir canavar olarak sunulduğunu iddia eden yaklaşımdır. Bu kadın temsilleri her
ne kadar korkutucu olsalar da sonuçta tehdit ettikleri ataerkil düzen tarafından yok edilirler. Wood’a
göre (1997:72) korku filmlerinin hepsi öteki kavramı ile ilgilidir. Öteki, ataerkil ideolojinin kabul
edemediği, bastırmaya çalıştığı güdüler ve dürtülerdir. “Öteki” yalnızca kültür tarafından dışlanan
şeyleri değil, kültür içinde bastırılan ama yok edilemeyip, yadsınan şeyleri de temsil eder. Kadın da
“öteki” olarak ataerkil ideolojiyi ve onun kurumlarını tehdit etmektedir. Kadın canavarların genellikle
cinsellikleri ön plandadır. Erkeği cinselliklerini kullanarak ağlarına düşürdükten sonra vampire, yaratığa,
canavara vs. dönüşerek onu yok ederler. Bu da kadın cinselliğinin erkek açısından çift yönlülüğüne işaret
eder. Kadın cinselliği erkek için hem çekici hem de ürkütücüdür. Bu nedenle ya bastırılmalı ya da yok
edilmelidir. Bu filmlerin sonunda kadın canavar mutlaka yok edilir. Ataerkil düzene yönelik tehdit
savuşturulur, eril kaygılar yatıştırılır. Sonuçta kadın ister kurban olsun, ister tehdit kaynağı ataerkil
düzeni, sistemi tehdit eder ve kadının yok edilmesiyle bu endişeleryatıştırılır.
Kadına bu şekilde yaklaşan korku filmlerinin hemen hepsi erkek yönetmenler tarafından çekilmiştir ve
erkek bakış açısını, ataerkil bilinçaltını yansıtmaları doğal kabul edilebilir. Oysa Jennifer Kent
tarafından 2014 yılında çekilen The Babadook bir kadın yönetmen tarafından çekilmesine rağmen eril
bir bakış açısına sahip, kadın cinselliğini düzeni tehdit eden, bu nedenle bastırılması gereken bir
canavar olarak sunan bir filmdir. The Babadook’un başkahramanı Amelia kocasını bir kazada
kaybetmiş, tek başına bir erkek çocuğu büyütmeye çalışan bir kadındır. Evde bulduğu bir çocuk
kitabındaki Babadook adlı yaratık, Amelia kitabı oğluna okuduktan sonra hayatlarına girip onları
tehdit etmeye başlar. Amelia Babadook ile mücadele ederken adım adım çıldırmanın eşiğine gelir.
Filmin sonunda Amelia mücadeleyi kazanır, Babadook bodruma hapsedilir ve düzen yeniden kurulur.
Bu çalışmada The Babadook filminde Amelia ve oğlunu tehdit eden yaratığın aslında kadının
bastırmaya çalıştığı cinselliği olduğu savı, psikanalitik kuramdan yararlanarak feminist eleştirel
yöntemle ortaya konulmaya çalışılacaktır. Filmin, düzenin ancak kadının cinsel arzularını
bastırmasıyla sağlanabileceği vurgusu, genelde popüler sinemada, özelde ise korku sinemasında
sürekli karşılaşılan bir mesajdır. Aynı mesajın kadın hareketinin çok yol aldığı, sinemada kadın
yönetmenlerin ve feminist sinema pratiklerinin kendilerini kabul ettirdiği 2014 yılında bir kadın
yönetmenin filminde karşımıza çıkması ataerkil düşüncenin kolektif bilinçaltında ne kadar
içselleştirildiğinin bir göstergesidir.
Anahtar Kelimeler: Sinema, Korku Sineması, Korku Sinemasında Kadın
141
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Kadın Cinayetlerini Yazılı Basın Nasıl Görüyor ? Üç Gazete (Evrensel, Milliyet Ve Yeni Şafak)
Örneği
1
Canani Kaygusuz1 , Erkan Alkan1 , Merve Ökten1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Rehberlik Ve Psikolojik Danışmanlık Anabilim Dalı
Türkiye’de kadınlara yönelik erkek şiddeti her zaman gündemde oldu. Ancak son bir yıldır bu gündem
giderek daha yakıcı hale geldi, çünkü kadın cinayetleri vahşet boyutlarına ulaştı. Kadın cinayetlerine
yönelik birçok şey söylendi, çeşitli biçimlerde bu cinayetler kınandı ve yasa koyucuların bu cinayetlerin
önlenmesinde harekete geçmesi pek çok defa dile getirildi. Birçok kitle örgütü konuyu kamuoyunun
gündemine taşımak için sokak mücadelesine başvurdu. Ancak tüm bunlar kadın cinayetlerinin önüne
geçmeye yetmedi. Dahası bazen katledilen kadınlara ilişkin medyatik kişilerin açıklamaları veya bazı
basın yayın organlarında veya sosyal medyada öne sürülen görüşler aslında kadın cinayetleriyle
mücadele etmenin bir “zihniyetle” mücadele etmek olduğu konusunu da daha sert bir biçimde tartışmaya
açtı.
İnsan Hakları Derneği (İHD, 2015), 2015 Ocak ve Şubat ayında öldürülen kadın sayısı 52 ye, kadına
yönelik şiddet nedeniyle yaralanan kadın sayısı ise 55 olduğunu rapor etmiştir. Aynı rapor, 8 kadının
kendilerine yönelik şiddet nedeniyle intihar ettiğine vurgu yapmış ve 2015 yılı başındaki kadına yönelik
şiddetin bir önceki yıla kıyasla artış gösterdiğini gözler önüne sermiştir. İHD 2014 raporuna göre, 2014
yılında 296 kadın, şiddet, taciz ve tecavüze uğrayıp yaşamını yitirmiş, 191 i taciz/tecavüz ve 585 i şiddet
olmak üzere toplam 776 kadın yaralanmıştır.
İHD raporlarının çarpıcı açıklamalarına rağmen, kadın cinayetlerine hemen her gün bir yenisinin daha
eklendiği 2015 yılı içinde, yazılı basının cinayetlere yönelik farklı açıklamaları konunun anlaşılmasını
zorlaştırmakta ve bu açıklamalar bazen kurbanın suçlanmasına kadar taşınarak, kadına yönelik nefret
söylemine dönüşebilmektedir. Tüm bu süreçte kimin ne dediği çoğu kez karanlıkta bırakılarak sorun
daha karmaşık bir hale getirilmektedir. Bu çalışmanın en temel niyeti, 2015 yılının ilk iki ayında cinayete
kurban verilmiş 52 kadının çeşitli basın organlarında nasıl ele alındığını, olayın nasıl işlenip kamuoyuna
sunulduğunu görünür kılmaktır. Bu amaçla, Türkiye’ de muhafazakar, liberal ve sosyalist/sol olduğu
düşünülen/kabul edilen üç gazetenin seçili cinayet kurbanlarını “nereden ve nasıl gördükleri”
anlaşılmaya çalışılmıştır.
Materyal Metot:Tarama yöntemiyle gerçekleştirilen çalışmada, başlıkların ve köşe yazıları içerik
analiziyle çözümlenmiştir.Bu bağlamda muhafazakar basından “yeni şafak”, liberal basından “milliyet”
ve sosyalist/sol basından “evrensel” gazetesinin bu cinayetlere verdiği yer (manşet veya küçük sayfa
haberi), cinayeti görmede kullandığı dil (kurbanla ilişkiyi nasıl bir dil üzerinden kurduğu), köşe
yazılarına bu cinayetleri taşıyıp taşımadığı ve köşe yazılarında ana tema olarak neleri öne çıkardığı
incelenmiştir.
Bulgular:Veriler çözümlenmekte olup, ilk verilerin gazetelerin cinayetler karşısında farklı tutum
takındıklarına ilişkin bulgular olduğunu göstermiştir.
Tartışma ve Sonuç:Çalışmanın verileri analiz edilmeye devam edildiğinden tartışma ve sonuç kısmına
bu özet metinde yer verilmemiştir.
Anahtar Kelimeler Kadına yönelik şiddet, kurban algısı, yazılı basın
142
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Özverili Çalışma Ve Kadında Meslek Aşkı
1
Halil Erdemir1 , Gözde Aşkıner1
Celal Bayar Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu
Özveri gerçekleştirilmesi istenen herhangi bir şey için kendi çıkarlarından vazgeçme, fedakârlık olarak
tanımlanır. Genel bir karakteristik olarak, kadınlar bir şeyi severse onun için fedakârlık yapmaktan
kaçınmazlar. Bütün sınırları zorlar bütün yardımcı olabilecek kapıları çalarlar. Sonunda bu çalışma,
imkan verilir ve ortam bulunabilirse dal budak salar ve tüm topluma fayda sağlar. Çünkü kadın, ele
aldığı işe motive olmada ve başarma isteğinde kararlıdır, takipçidir, iddialıdır. Bir öğretmen ve kadın
bir toplum gönüllüsü olarak Dilek LİVANELİ de bu çizdiğimiz özverili, ideal model kadın tipine
uymaktadır.
Dilek LİVANELİ 24 Kasım 2012 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Samsun’un mesleğinde
fark yaratan öğretmeni seçilerek, Samsun ilimizi Ankara’da yılın öğretmeni ünvanıyla temsil
etmiştir.SunnyVarkey’in kurduğu VarkeyGems Vakfı (Varkey GEMS Foundation) tarafından
düzenlenen ‘Küresel Öğretmen Ödülü Komitesi’nin (The Global Teacher Prize) seçtiği en iyi 50
öğretmen arasında yer almıştır. Livaneli, böylece dünya çapında 5 bin öğretmenin arasından ilk kez son
50’ye kalan tek Türk öğretmen olmuştur.
Dilek LİVANELİ, Ana-Kız okula kampanyası ile okul çıkışlarında velilere okuma yazma kursu vermiş,
2 yıl içinde köyde okuma yazma bilmeyen kalmamıştır. ‘Kadına Emek’ projesi ile Samsun İş- Kur
işbirliği ile köydeki kadınlara iş imkanı sağlamış, okul lojmanını bir ayakkabı atölyesine dönüştürüp köy
kadınlarının meslek edinip üretime geçmelerini bizzat öncülük etmiştir. Bununla da kalmayıp projeyi
daha da geliştirip ciddi yatırımlı sponsorlarla görüşüp 180m2 büyüklüğünde yeni bir meslek edinme
atölyesi inşa ettirilmesini sağlamıştır.
Dilek LİVANELİ her anlamda her yaştan kadın için örnek teşkil etmektedir. Sadece öğretmen sıfatı ile
değil hayatın her alanında başarmak istenen işin yapılabileceğinin en somut kanıtıdır.Günümüz genç
kızlarına ve kadınlarına çalışmalarıyla rehberlik ve önderlik eden Dilek LİVANELİ ve onun gibi
kadınlar gelecekteki kadın kuşağına da büyük bir gurur ve ilham kaynağı olacaktır. Çalışmamızın amacı
kadının
eğitim
konumunda
yaratacağı değişikliğin
gelecek
kuşaklardaki
etkisini
incelemektir.Araştırmamızda Dilek Livaneli ile yapılacak olan röportaj baz alınacaktır. Bu çalışma,
yaşayan bir örnek olarak ele alınan Dilek LİVANELİ ile yapılmış ve yapılacak olan röportajlarla
gerçekleştirilecek ve benzer diğer örneklerle karşılaştırılarak tamamlanacaktır.
Anahtar Kelimeler: Kadın, eğitim, meslek, lider, girişimci.
Cinsiyete Dayalı Zeka Düzeyi Algı Çalışmalarının Değerlendirilmesi
1
Ayten İflazoğlu Saban1
Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Giriş
Zeka kavramı gelişimsel ve tarihsel olarak en çok tartışılan kavramlardan biridir. Zeka kavramının bilim
adamları tarafından farklı şekillerde temellendirilerek tanımlanması, farklı farklı değişkenlerle
ilişkilendirilmesi ve ölçülmesinde izlenen yaklaşımlar bu konuda bir uzlaşmanın olmadığını ortaya
koymaktadır. Uzmanlar arasındaki bu uzlaşmazlığın benzer şekilde zeka ile cinsiyet ilişkileri konusunda
da olduğu görülmektedir. Bazıları (ör: Lynn, 1994, 1997, 1999; Lynn, Irwing, & Cammock, 2002)
cinsiyet açısından zeka puanlarının farklılaşmadığını, bazıları ise erkeklerin IQ testlerinden kadınlardan
daha yüksek puan aldıklarını (ör: Brody, 1992; Halpern & LaMay, 2000;
143
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Jensen, 1998) belirtmişlerdir. Erkekler toplumda eğitim araştırma ve iş bağlamında daha şanslı
konumdadırlar. Bu da “g” faktörü ile tanımlanan karmaşık problemlerle baş edebilme ve problemlere
çözümler üretme becerilerini arttırmaktadır. Dolayısıyla IQ testlerinden kadınlardan daha yüksek bir
puan almaları bununla açıklanabilir. İkincisi Broca, çalışmalarında entelektüel başarıda beyin
büyüklüğünü en önemli kriter olarak benimsemiş ve erkeklerin kadınlardan daha büyük beyne sahip
olduğunu ve dolayısıyla daha zeki olduklarını iddia etmiştir (Rushton ve Ankney, 1996). Ancak bu
durum ampirik olarak kanıtlanmış değildir (Allen, 2003). Dolayısıyla toplumsal cinsiyet açısından zeka
konusunda ayrımcılığın olduğu söylenebilir. Söz konusu ayrımcılık, erkeğe oranla daha dezavantajlı ve
daha düşük toplumsal statüye sahip olan kadınları daha olumsuz etkilenmektedir. Bununla birlikte hem
cinsiyet ayrımı ve zeka arasındaki ilişki, hem de insanların zekayı algılama ve kişileri bu paralelde
değerlendirmeleri hep güncelliğini koruyan bir konudur. İlgili literatür incelendiğinde bu konuda birçok
araştırma yapıldığı görülmüştür. Bu araştırmalardan hareketle kadınların ve erkeklerin toplumda
kendilerini ve çevrelerindeki insanları zeka düzeylerine göre nasıl sınıflandırdıkları, bu durumu nasıl
algıladıklarını ortaya koyan araştırma sonuçlarının derinlemesine incelenmesi önemlidir.
Araştırmanın Amacı
Bu araştırmanın amacı, cinsiyete dayalı zeka düzeyi algılarını belirleme ile ilgili olan ve google
akademik veritabanına kayıtlı ulusal ve uluslar arası hakemli dergilerde yayınlanan makaleleri araştırma
sistematiği ve cinsiyet-zeka ilişkisi bağlamında incelemektir. Bu genel amaç doğrultusunda aşağıdaki
sorulara yanıt aranmıştır:
1) Google akademik veritabanına kayıtlı makalelerin;
a) Yapıldıkları yıllara,
b) Çalışma alanlarına,
c) Kullanılan veri toplama araçlarına
d) Araştırma modellerine,
e) Araştırma amaçlarına ve
f) Araştırma sonuçlarına göre dağılımı nasıldır?
2) Google akademik veritabanına kayıtlı makalelerde cinsiyet-zeka ilişkisi ve cinsiyete dayalı zeka
algısına ilişkin sonuçlar nelerdir?
Yöntem: Araştırma, nitel araştırma metodolojisi kapsamında yürütülmüş betimsel bir çalışmadır.
Araştırmada veriler, doküman analizi yöntemi kullanılarak elde edilmiştir. Google akademik veritabanı
“cinsiyet ve zeka” anahtar kelimesi kullanılarak taranmıştır. Analize dahil edilecek makalelerin 19902015 yılları arasında hakemli ulusal ya da uluslararası bir dergide yayınlanmış olması koşulu aranmıştır.
Ulaşılabilen makaleler araştırma kapsamında ele alınan başlık ve yayın yılı sınırlılığında incelenmiş ve
başlığında zeka hakkında kuramsal bilgi, duygusal zeka, zeka ve yaş, kişilik, akademik başarı vb. ele
alındığı makaleler araştırma kapsamı dışında bırakılmıştır. Sonuç olarak, araştırmada PDF formatında
95 makale incelenmiş bunlardan 73’ünün belirlenen kriterlere uygun olduğuna karar verilmiştir.
Araştırma örneklemini oluşturan “cinsiyet ve zeka” ile ilgili toplam 73 adet çalışmanın analizi
araştırmanın alt amaçları dikkate alınarak gerçekleştirilmiştir. Verilerin analizinde içerik analizi
kullanılmıştır. Bunun için makaleler defalarca okunmuş temalar ve alt temalar oluşturulmuştur (Örneğin;
tema: araştırma modeli, alt temalar: deneysel, betimsel, ilişkisel, içerik analizi, meta-analiz).
Bulgular, Sonuç ve Öneriler
Araştırma sonuçları; zeka düzeyi algısını en çok kültür ve cinsiyetin etkilediğini ortaya koymuştur. Çoğu
kültürde erkekler kendi zekâ düzeylerini bayanlara nazaran daha yüksek tahmin etmişlerdir. Hem
kadınlar hem de erkekler babalarının annelerinden daha zeki olduğunu belirtmişlerdir. Anne- babalar da
erkek çocuklarını kız çocuklarından daha zeki göstermişlerdir. Erkekler çoklu zeka kuramının ortaya
koyduğu kişisel/içsel, matematiksel/mantıksal, doğa, görsel/uzamsal ve sözel/dilsel zeka alanlarında da
kadınlardan daha zeki olduklarını belirtmişlerdir. Bu sonuçlar kadınlar ve erkeklerin hem kendi zeka
düzeyleri hem de farklı cinsiyetlerin zeka düzeyleri konusunda genel bir kabule sahip olduklarını
göstermektedir. Araştırmanın sonuçları toplumsal cinsiyet bağlamında ele alınmalı ve toplumsal cinsiyet
eşitliğinin sağlanması amacıyla yapılacak çalışmalarda ön plana çıkarılmalıdır. Çünkü toplumsal
cinsiyet eşitliği anlayışının yerleştirilmesi sosyo-ekonomik ve siyasal göstergelere yansıyan
eşitsizliklerin giderilmesi açısından son derece önemlidir.
144
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Eğitimin Görme Engelli Kadınların Toplumsal ve Siyasal Katılımı Üzerindeki Etkisi
1
Nuran Aytemur Sağıroğlu1
Abant İzzet Baysal Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Kamu Yönetimi Bölümü
Eğitim, bireylerin kendini gerçekleştirmesine ve insani zenginleşmeye katkıda bulunması açısından
temel insan haklarından birisi olarak kabul edilegelmiştir. Eğitim, aynı zamanda, istihdamla birlikte,
bağımsız ve kendi kendine yeten bir yaşam sürmenin de temeli olarak görülmektedir. Ancak yapılan
araştırmalar, engelli bireylerin, özellikle de engelli kadınların, çok büyük bir kısmının bu haktan
yararlanamadığını ortaya koymaktadır. Bu durum, istihdamla, toplumsal ve siyasal katılımla ilgili
sorunları beraberinde getirmektedir. Engellilik, geleneksel toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü ve
toplumsal cinsiyete ilişkin önyargılar engelli kadınları engelli erkeklere kıyasla daha dezavantajlı bir
konuma sokmakta; engelli kadınların kamusal alandan/yaşamdan dışlanmasına yol açarak toplumsal ve
siyasal katılımını olumsuz yönde etkilemektedir.
Bu çalışma, eğitimin engelli kadınların toplumsal ve siyasal katılımını nasıl etkilediğini üniversite
mezunu ve üniversite öğrencisi görme engelli kadınlarla gerçekleştirilen derinlemesine görüşmeler ve
odak grup tartışmalarına dayanarak incelemeyi amaçlamıştır. Çalışmada, engelliliğin -toplumsal cinsiyet
gibi- “toplumsal bir inşa” olduğu kabulünden hareketle toplumda nasıl temsil edildiğine ve engellilere
yönelik toplumsal önyargılara değinilmiş; ardından katılımcıların deneyimlerine referansla eğitimin
engelli kadınların bağımsız ve kendi kendine yeterli bir yaşam sürmesinde ve toplumsal ve siyasal
katılımında nasıl bir rol oynadığı ele alınmıştır. Çalışmanın bulguları, eğitimin -özellikle de üniversite
eğitiminin- kendine güven duygusunun ve bağımsız hareketin gelişip pekişmesine katkıda bulunarak
görme engelli kadınların toplumsal ve siyasal katılımını olumlu yönde etkilediğini göstermektedir.
Ancak katılımcıların eğitimin “örgün eğitim”le sınırlanmaması ve özellikle görme engellilere yönelik
kursları -bilgisayar kursu gibi- kapsayacak biçimde düşünülmesi gerektiğine işaret etmesi, eğitimin
yanında istihdam edilmenin ve ekonomik bağımsızlığın önemine dikkat çekmesi ve gerek toplumsal
gerekse siyasal düzlemde engellilere yönelik toplumsal önyargılarla mücadele edilerek toplumda
engelliliğe ilişkin bir farkındalık yaratılması gerektiğini vurgulaması, görme engelli kadınların toplumsal
ve siyasal katılımını artırmada eğitimin yanında başka etkenlerin de önemli rol oynadığının göstergeleri
olarak değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Eğitim, Görme Engelli Kadınlar, Toplumsal Katılım, Siyasal Katılım.
Evdeki Görev ve Sorumlulukların Cinsiyet Açısından Değerlendirilmesi: Çocukların Görüşleri
1
Filiz Yurtal1 ,, M.Sencer Bulut Özsezer1
Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakultesi İlköğretim Bölümü Sınıf Öğretmenliği
Giriş
Çocuklar erken yaşlarda aile içinde anne babanın kız ve erkek çocuklardan beklentilerine uygun olarak
kendi cinsiyetine ilişkin rolleri öğrenmeye başlamaktadır. Çocukların cinsiyete ilişkin önyargılar veya
kalıp yargılar olmaksızın büyümeleri zordur. Çocuklar büyüyüp gelişirken evde ortaya çıkan cinsiyete
ilişkin kalıp yargılar, çevredeki diğer faktörler tarafından pekiştirilir ve çocukluktan yetişkinliğe kadar
145
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
sürdürülür (Martin, Wood, & Little, 1990). Sosyalleşme sürecinde cinsel roller küçük yaşlarda
öğrenilir ve yetişkinlikteki cinsel rol yapısının temelini oluşturur (Kağıtçıbaşı ve Kansu, 1976-77).
Kadının iş yaşamına girmesi, sorumluluklarını ve görevlerini değiştirmesine karşılık, toplumun
cinsiyetlere atfettiği değerlerde olan değişmeler daha yavaş gelişmektedir. Çocuk ise içinde bulunduğu
ailede gözledikleri davranışları benimsemekte ve bir müddet sonra bu davranışları kendisi göstermeye
başlamaktadır. Bu araştırmanın amacı 10 ile 14 yaş grubu çocukların ev ile ilgili görev ve sorumluluklar ı
hangi cinsiyete yüklediklerine ilişkin görüşlerini incelemek amacıyla yapılmıştır.
Yöntem
Niceliksel tarama yönteminin kullanıldığı araştırmadır. Uygun örneklem alma yöntemi kullanıldığı
araştırmaya 4. 5. 6. 7. ve 8. sınıfa devam eden 10-14 yaş grubu 245 çocuk alınmıştır. Bu çocukların 53’ü
dördüncü sınıf, 52’i beşinci sınıf, 47’si altıncı sınıf, 42’i yedinci sınıf ve 51’i ise sekizinci sınıfa devam
eden öğrencilerden oluşmaktadır Bunların 121’i kız, 124’ü ise erkek öğrencidir.
Veri toplama Aracı
Bu çalışmada araştırmacılar tarafından geliştirilen “Ev İle İlgili Görev ve Sorumluluklar” anketi
kullanılmıştır. Anket geliştirilirken ilgili literatür temele alınarak ev ile ilgili görev ve sorumluluklara
ilişkin anket maddeleri oluşturulmuştur. Yapı geçerliğini sağlamak için uzman görüşü alınmış ve ankette
yer alan ifadelerin öğrenciler tarafından anlaşılıp anlaşılmadığını kontrol etmek için 40 kişilik bir sınıfa
uygulanarak ön denemesi yapılmıştır. Sonuçta anlaşılmayan ifadeler düzeltilmiş, gerekli görülmeyen
maddeler çıkarılmış ve ankete son şekli verilmiştir. Anket; a) mutfak, b) temizlik, c) tamirat ve bakım,
d) para kazanma ve harcama, e) çocuklarla ilgili görev ve sorumlulukları belirlemeye yönelik 5 bölüm
oluşmuştur.
Bulgular
Araştırmada ev ile ilgili görev ve sorumluluklara ilişkin bulgularda mutfak ve temizlik ile ilgili işlerin
çoğunlukla her iki cinsiyet tarafından da daha çok kadının görev ve sorumluluğu olarak vurgulanmıştır.
Örneğin bulaşık yıkamak konusunda kızlar %66,94 kadının, %30,58 her ikisinin görevi olduğunu
belirtirken; erkeklerin % 78,51’i kadının, % 14,88’i erkeğin görevi olduğunu belirtmiştir. Tamirat ve
bakım, para kazanma ve harcama konusunda hesap ve faturaları ödeme çoğunlukla erkeğin görevi olarak
ifade edilmiştir. Örneğin bozulan makineleri tamir etmek kızlara göre %92,56; erkeklere göre %89,52
erkeğin görevi olarak belirtilmiştir. Çocuklarla ilgili konularda ise ağırlıklı olarak her ikisinin de
yapması gereken görev ve sorumlulukları olduğu belirtilmiştir. Örneğin çocuklarla evin içinde oynamak
konusunda kızlar %76,86 her ikisinin görevi olarak, erkekler ise %23,58 erkeğin, %65,85 her ikisinin
görevi olarak belirtmiştir.
Tartışma ve sonuç
Okul çağındaki çocukların, cinsiyete bağlı olarak evde günlük rutin olarak yapılan yemek yapma ve
temizlik ile ilgili işleri kadınların görevi olarak; daha az sıklıkta yapılan temizlikle ile ilgili boya badana
işlerini ise erkeğin görevi olarak algıladıkları görülmektedir. Tamirat ve bakım, para kazanma ve
harcama konusunda hesap ve faturaları ödemeyi erkeğin görevi olarak algılamaktadırlar. Çocuklarla
ilgili işler ise her iki cinsiyetin de görevi olarak değerlendirmektedirler. Bu durum okul çağında ev ile
ilgili işlerin cinsiyete dayalı olarak sınıflandırıldığını göstermektedir. Ayrıca araştırma sonuçlarına göre
kızlar ev ile ilgili görev ve sorumlulukları genelde her iki cinse atfederken, erkeklerin daha fazla kalıp
yargılara göre değerlendirdikleri görülmüştür. Her iki cins arasında uyumun artması için çocukluktan
itibaren ailede ve okulda eşitliğe dayanan cinsiyet rollerinin benimsetilmesi önem kazanmaktadır.
Anahtar Kelimeler; Cinsiyet rolü, ev işleri, cinsiyete dayalı kalıpyargılar
146
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Kadının Değişen Rolünün ‘Ev’in Mekansal Organizasyonuna Etkisi
1
Feride Önal1
Yıldız Teknik Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü
Ev kavramı; insanların birbirleri ile özellikle aile, yer ve mekân ile ilişkileri hakkında karmaşık, birbirine
bağımlı ve kimi zaman çelişkileri de barındıran, fiziksel bir barınak olabileceği gibi kişilerin nesnelerle
iletişiminin kurulduğu bir ağ, hem ilişkilerin yaşandığı hem de barınma işlevinin gerçekleştiği bir yer
olarak algılanabilir. Bir kavram olarak 'ev'i, birçok zıtlığı bünyesinde barındıran bir olgu olarak da
tanımlamak mümkündür.
İnsanların söylemleri üzerinden “ev‟ kavramı, güvenlik ve kontrol, bireyin fikir ve değerlerinin
yansıması, konut üzerinde etki sahibi olma ve değiştirebilme, kalıcılık ve süreklilik, aile ve arkadaş
ilişkileri, etkinlik mekanı, dış dünyadan kaçıp sığınılan yer, bireysel statü göstergesi, maddi/fiziksel yapı
ve sahip olunan yer olgularına referansla genel bir sınıflandırmaya tabi tutulmuştur İnsanlar içinde
bulundukları koşullar doğrultusunda 'evlerini kendilerine uydurmakta’ ve benzer bir şekilde maruz
kaldıkları mekânsal kısıtlamalar nedeni ile 'kendilerini evlerine uydurmak' durumunda kalmaktadırlar.
Dolayısı ile insanlar ve evleri arasındaki ilişki, çift taraflı bir uyum ve bir diğerine uyma durumunu
içermektedir.
20. yüzyıl kenti, keskin bir biçimde farklılaşmış toplumsal cinsiyet rollerini yansıtıp güçlendiriyordu.
Yüzyıl başından itibaren kadınların işi üretken etkinliklerden giderek daha fazla ayrılarak, hane içi işler
ve hane halkının bakımı etkinlikleriyle sınırlanmış, kadınların mekânı ev ve mahalle ile tanımlanmıştı.
Çoğu insanın kendi yaşam alanlarının üretim sürecinde neredeyse hiçbir rol oynayamadığı yüzyıl
ortalarından itibaren toplumsal ve ekonomik yaşamı biçimlendiren temel etmenlerden biri, toplumsal
cinsiyet rolleri ve tanımlarındaki değişimlerdir.
Modern toplumu karakterize eden kamusal alan/özel alan ayrımının sanayileşme ile ortaya çıkması
sonucunda aile üretim birimi olmaktan çıkarken kadının konumunda önemli değişimler oluşmuştur. Bu
değişimler birçok kadın için, kamusal alanda ekonomik roller üstlenirken aynı zamanda evdeki ve yerel
topluluk içindeki sorumlulukları yerine getirmeyi sürdürmek biçiminde ikili bir yaşam anlamına
geliyordu. Modernleşme olarak isimlendirilen bu süreçte tarihsel olarak yeni bir yaşam biçimi ortaya
çıkmış, kadınlar ve erkekler kendi etkinlik alanlarını dönüştürürken, toplumsal, kurumsal ve kişisel
ilişkilerin tanımlanışı da yeniden biçimlendirilmiştir. Kadınların rollerindeki değişimler ev ve kamusal
alanda yeni kentsel organizasyon yönelik bir gereksinim yaratmıştır.
Ev ve iş yerinin mekânsal ayrışması, kadın ve erkek arasındaki ilişkinin değişiminin yanı sıra hane
halkının değişen rolleri sonucunda yeniden inşa edilecektir. Çalışmada, tarihsel süreç içerisinde kadının
kamusal alandaki yeni konumuna paralel olarak ‘ev’ kavramındaki değişimler, evin mekansal
organizasyonu bağlamında irdelenecektir.
Anahtar Kelimeler: ev, kadın, kamusal alan
147
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Kırsal Kesimde Aile İçi Şiddet
Müge K. Davran1 , Püren Veziroğlu1 , Ayşe Öyküm Biberli1 , Tuğba Oğuz1 , Neşe Menderes2
1
Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü
2
İzmir Barosu
Şiddet kelimesi, bir hareketin, bir gücün derecesi, yeğinlik sertlik gibi anlamları ifade ederken aynı
zamanda kaba güç, duygu veya davranışta aşırılık, karşıt görüşte olana kaba kuvvet kullanma
anlamlarını da taşımaktadır (TDK, 2015).
Literatürdeki çalışmalar incelendiğinde kırsal kadına yönelik şiddet ile ilgili çalışmaların azlığı dikkat
çekmektedir. Genel olarak şiddet çalışmaları kır ve kent ayrımına gidilmeden bütün olarak ele
alınmaktadır. Bununla birlikte kır ve kent arasındaki sosyo-ekonomik ve kültürel yaşam farklılıkları
nedeni ile şiddet konusu kır ve kent için ayrı ayrı ele alınması gereken bir konudur.
Bu çalışmanın amacı, kırsal kesimde yaşayan kadına yönelik aile içi şiddetin mevcut durumunu ortaya
koymak; kısmen de olsa literatürdeki bu eksikliği gidermeye çalışmaktır.
Araştırma farklı kırsal bölgelerdeki kadınlar arasında şiddet açısından farklılık olup olmadığını ortaya
koymak açısından dört farklı bölgede (Ege, Akdeniz, Karadeniz ve Güneydoğu Anadolu) yürütülmüş ve
bu bölgelerden seçilen köylerde basit tesadüfi örnekleme yönetmi ile seçilen kırsal kadınlarla yapılan
bireysel görüşmeler ile tamamlanmıştır.Soru formu 4 bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde
demografik yapı; ikinci bölümde şiddet kavramı hakkında bilgi düzeyi ve şiddetle karşılaşma
durumu;üçüncü bölümde kadınlara yönelik şiddetin nedenleri ve kadınların şiddet karşısındaki
tutumları;dördüncü ve son bölümde ise örnek olaylarla kadınların gündelik yaşamlarında şiddet görüp
görmedikleri incelenmiştir.Araştırmada elde edilen veriler SPSS paket program yardımı ile
değerlendirilmiş ve bölgeler arasında farklılık olup olmadığı ortaya koymak için istatistiki analizler
yapılmıştır. Ayrıca konuyla ilgili öneriler de çalışmada sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Aile İçi Şiddet, Kırsal Kadın, Şiddetin nedenleri, Şiddete Yönelik Tutumlar.
Kırsal Kadınların Miras Hakkı: Şanlıurfa Örneği
1
Mehmet Reşit Sevinç 1 , Müge Kantar Davran1
Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü
Kırsal alanın tanımlanması ve anlaşılması oldukça güçtür. Bazen tanımlamayı yaparken sosyolojik,
ekonomik, kültürel ve siyasal kriterlerin hepsini bir arada kullanma zorunluluğu doğar. Bu kriterler
kullanılarak bir tanımlama yapılmaya çalışılırsa kırsal alan,“ekonomik yapısının çoğunlukla tarımsal
faaliyetlere dayalı olduğu, toplumsal ilişkilerinin geleneksel yapıda, nüfus yoğunluğunun ve kalkınma
düzeyinin genellikle düşük olduğu alanlar” şeklinde tanımlanabilir. Bu şartlar altında kırsalda yaşayan
kadınların yaşam mücadeleleri ise oldukça zordur. Kırsal kadınlar, göç ve göçün etkileri ile mücadele
ederek her dönemde ailesini bir arada tutmaya çalışan arabulucu, erkeklerin yokluğunda ailesinin
başında duran aile reisi, tarımsal faaliyetlerin her aşamasında görev alan ücretsiz işçi,evinde karşılık
beklemeden aile bireylerine hizmet eden kız çocuğu, abla veya annedir. Kısaca kırsalda yaşayan kadının
görev ve sorumlulukları doğumuyla başlar ve her geçen yaşla birlikte artarak devam eder. Tüm bu
faaliyetlerde herhangi bir karşılık beklemeden çalışan, emek sarf eden ve bazen kendi yaşamını bir
kenara bırakarak aile fertleri için yaşayan kırsal kadınlar, kaybettiği babası veya eşinin malvarlığından
(ki bu malvarlığının oluşmasında veya korunmasında kadının payı oldukça yüksektir)
148
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
ya hiç ya da hak ettiği miktarda pay alamamaktadır.Bu durum tüm Türkiye kırsalı için, farklı
derecelerde olmakla birlikte, genel geçerliliği olan bir tablodur.
Bu çalışmanın amacı, gerek hukuksal gerekse toplumsal birçok haktan toplumsal cinsiyet eşitsizliği
nedeniyle yoksun kalan kırsal kadınların, miras haklarının gasp edilmesini birincil verilerle ortaya
koymak ve konuyla ilgili toplumsal farkındalığın artırılmasını sağlamaktır.
Çalışmanın araştırma alanını, Şanlıurfa İli ve buna bağlı köyler oluşturmaktadır. Şanlıurfa, sosyokültürel ve ekonomik olarak daha kapalı bir alan olması, toplumsal cinsiyet eşitliği vb. konularda daha
eşitsiz bir yapılanma göstermesi nedeniyle gayeli olarak seçilmiştir. Bu alanda yaşayan ve bireysel
görüşmeye gönüllü olan69 yaşlı kadından elde edilen bilgiler araştırmanın ana materyalini
oluşturmuştur. Araştırmada geçmişten günümüze mevcut olan miras yapılanmasını ortaya koyabilmek
için yaşlı kadınlar gayeli olarak seçilmiştir. Kadınlarla görüşmelerde kullanılmak üzere soru formları
hazırlanmış ve yüz yüze görüşme yöntemi ile sorularkadınlara yöneltilmiştir. Ayrıca araştırma alanında,
konuyla ilgili birikim sahibi olan bireylerle odak grup görüşmeleri yapılmış ve araştırma alanındaki
gözlemlerdende yararlanılmıştır.
Araştırma sonuçlarına göre kadınların sadece %4.3’ü(3 kişi) babasının malvarlığından mirasa sahip
olabilmiş;bu 3 kadından da sadece 1 tanesi resmi miras hakkını (gerçek değeri) alabilmiştir. Eşlerden
kalan miras durumu incelendiğinde, 61 dul kadının %24.6’sı eşinin vefatından sonra malvarlığından
miras alabilirken;%75.4’ü ise eşinin vefatından sonra miras alamamıştır.
Araştırma sonuçlarına göre konuyla ilgili araştırma alanında farkındalık oluşturmak oldukça önemli
olup; bu amaçla, kamu ve özel sektör kuruluşları tarafından eğitim, seminer vb. çalışmaların yapılması,
bölge üniversitelerinde lisans ve yüksek lisans derslerinde konunun işlenmesi ve hükümet nezdinde
miras uygulamaları ile ilgili yaptırım uygulanmasıönerilmektedir.
Anahtar kelimeler: Miras Hakkı, Kırsal Kadın, Şanlıurfa, Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği.
Kırsal Kesimde Toplumsal Değişmenin Toplumsal Cinsiyet Açısından İncelenmesi
1
Müge Kantar Davran1 , Burhan Özalp1 Zübeyde Ekmekçi1
Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü
Türkiye’de 1950’li yıllarda başlayan kalkınma çalışmaları kırsal kesim üzerinde önemli etkiler
yaratmıştır. Teknolojik yenilikler, sağlık sektöründeki gelişmeler, ulaşım, haberleşme ve iletişim
sektöründeki gelişmeler kırsal kalkınma çalışmalarını olumlu yönde etkileyen ve tetikleyen unsurlar
olmuştur. Bunlara bağlı olarak eğitim düzeyinin yükselmesi, çocuk sayısının azalması, ilk evlilik yaşının
yükselmesi gibi sosyo-demografik göstergelerde ve tarımsal mekanizasyon düzeyi, arazi tasarruf şekli,
tarım dışı gelir kaynaklarının artması gibi tarımsal yapı unsurlarında da bir takım iyileşmeler olmuştur.
Yine kırsal nüfus oranınn azalması, GSMH’da tarımın payının azalması da kırsal yaşamdaki temel
değişim göstergeleridir.
Hızlı değişme ve farklılaşmaların yaşandığı günümüzde teknolojinin ilerlemesi, köyden kente göç ve
küreselleşme gibi olgular nedeniyle toplumsal değerlerin değişmeden kalması ve değişmeden
aktarılması neredeyse imkânsızdır. Aslında toplumsal açıdan böyle bir beklentinin olması da gerçekçi
değildir. Teknolojik gelişmelerin getirdiği değişikliklere uyum sağlamak toplumsal değişmeleri getirir.
Toplumsal değişmeler ise toplumun üyelerinde ve en temel birimi olan ailede, aile bireylerinde gözlenir.
Bazı değerlerin değişmesi zorken bazıları kolay değişir. Örneğin, çok küçük yaşlarda kazanılan tutum
ve davranışlar ve bunların dayandığı değerler kalıp yargılar kolayca değişmezken (Kağıtçıbaşı
1999:133), gündelik yaşantı gündeminin sunduğu maddi içerikli değerler daha kolay değişebilmektedir
(Çopur ve Şafak 2001:313).
149
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Bu değişmeler özellikle üçüncü kuşakta daha net görülebilmektedir. Bununla bilikte toplumsal cinsiyet
açısından kırsal kadınlar kırsal erkeklerden daha dezavantajlı olmaktadır. Özellikle eğitim, meslek
seçimi, ücretli çalışma vb. konularda kadınlar üçüncü kuşakta önemli kazanımlar elde etse de çoğunlukla
erkeklerin gerisinde kalmaktadırlar.
Bu çalışmanın amacı kırsal kesimde yaşayan kadın ve erkek nüfusun, demografik göstergeler ve sosyoekonomik yaşamlarındaki değişmeyi toplumsal cinsiyet bakış açısıyla kuşaklararası düzeyde ortaya
koymaktır.
Araştırma yapısal fonksiyonel yaklaşımla ele alınmıştır. Günümüz toplum bilimcileri, özellikle Birleşik
Amerika’da, toplumun alt sistemlerindeki değişmeleri açıklamaya ve toplumsal değişme dinamiğini
“Yapısal Fonksiyonel” yaklaşımla ortaya koymaya çalışmaktadırlar (Kongar, 1995). Sosyal sistem
içindeki herhangi bir değişkende görülen farklılaşma diğerlerini de doğal olarak etkilemektedir (Gökçe,
1976).
Araştırmanın ana materyalini farklı kırsal bölgelerde yaşayan kadın ve erkeklerden elde edilen veriler
oluşturmaktadır. Araştırma, bireysel görüşme yöntemi kullanılarak 10 köyde yürütülmüş ve 3 kuşak
kadın (anneanne: I. kuşak, kızı: II. kuşak ve torun: III. kuşak) ve erkekle (dede: I. kuşak, oğlu: II. kuşak
ve torun: III. kuşak) yapılan bireysel görüşmeler sonucu veriler toplanmıştır. Demografik göstergeler ve
sosyo-ekonomik yaşamda meydana gelen değişmeyi ortaya koyabilmek için kuşaklararası analiz
yapılmış; tanımlayıcı ve ilişki arayan istatistikler kullanılmıştır. Görüşme formundaki sorular hanehalkı
bilgileri, ekonomik yapı, sağlık bilgileri ve yaşam tarzı (sosyal yapı) olmak üzere dört temel başlıkta ele
alınmıştır.
Araştırma sonucunda genel olaral demografik göstergeler ve sosyo-ekonomik yapı açısından kadın ve
erkeklerde üçüncü kuşakta pozitif değişmeler saptanmış olmakla birlikte, kadınların genel olarak
erkeklerden daha geride oldukları söylenebilir.
Anahtar Kelimeler: toplumsal değişme, toplumsal cinsiyet, kırsal alan, sosyo-ekonomik yapı,
demografik gösterge.
XIX-XX. Yüzyılın Başlarında Azerbaycan’da Kadın Eğitimi Tarihinden
Elvira Latifova1
1
Azerbaycan
Kadın eğitimi sorunu tarihin çeşitli dönemlerinde aciliyet arz ettiğinden her zaman için çeşitli
halklarınöncü temsilcilerini düşündürmüştür.
Azerbaycan'da modern eğitim veren ilk okulların açılması, XIX.yy’ın ilk çeyreğinde görülür. Bu süreç
Rus İmparatorluğu’nun sömürgecilik politikasının bir parçası olarak hayata geçirilmekteydi. İşgalden
sonra çar hükümeti karşısında duran başlıca görev yeni alanlarda kendi yönetiminin güçlendirilmesi
idi.Bu görevin yerine getirilmesi için kullanılan çeşitli yöntemler arasında eğitim politikasına da önemli
yer ayrılıyordu.Eğitimin temel amacı yerel halk arasında Rus dilini yaygınlaştırmak ve Rus hayat tarzını
teşvik etmekti.Çar hükümeti çeşitli okullar açıyordu: Müslüman okulları, kilise okulları, köy okulları
vb.Kilise okullarının açılması Rusya İmparatorluğu'nun Kafkasya Hıristiyanlaştırma politikası ile
doğrudan ilgiliydi.Bu tür okullar özellikle Azerbaycan'ın kuzeybatı bölgesinde açılıyordu.Dönemin
istatistiki verilerine göre, bu bölgenin Gah ve Gorağan köylerinde 1865 yılında iki kilise okulu
açılmıştı.Açıldığı yılında bu okullarda 30 çocuk eğitim alırdısa, gelecek yıl bu rakam 55 'e
ulaşmıştır.Daha sonraki yıllarda biz bu rakamların giderek arttığını gözlemliyoruz.
150
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Müslüman ahalinin çocukları için bile bu okulların açılması aslında : a)Yerli Müslüman
halk
temsilcilerinin evlatlarını Rusya İmparatorluğu'na sadık ruhta yetiştirmek; b)Yerli halkı dini eğitimden
uzaklaştırarak aslında Kuzey Kafkasya’da yayılan müridizm hareketinin etkisinden uzak tutmak
amaçlarını gütmekteydi. Ancak bu okullar genelde erkekler için öngörülüyordu.
XIX-XX.yy’ınbaşlarında sadece Azerbaycan'da, genellikle Müslümanların yaşadığı Doğu'da kadın
eğitiminin seviyesi dönemin koşullarına uygun şekilde gelişme göstermiyordu. Geleneksel kadın eğitim
sistemine göre kızlara okul,medrese ve evlerde öncelikle dinin esasları ve ev işleriyle ilgili dersler
verilmekteydi. Bu tür eğitim sistemi ise artık kendi özelliğini bile kaybetmişti. Hatta eğitimin bu yönü
Azerbaycan'ın tamamında yaygın değildi. Bu bakımdan kadın eğitiminin nispeten yaygın olduğu
bölgelerAzerbaycan'ın kuzey ve kuzeybatı tarafları idi. Örneğin, yaptığımız araştırmalara göre,
kuzeybatı Azerbaycan'da, kendi eğitim gelenekleri ile seçilen tarihi-kültürel merkezlerden biri olmuş
olan İlisu’da XIX.yy’ın sonu – XX.yy’ın başlarında Kamer Hanım'ın kendi evinde düzenlediği kızlar
okulu çok dönem itibariyle kayda değerdir. Araştırdığımız dönemde kadın eğitimi sisteminde köklü
reformların yapılması kaçınılmaz hal almaktaydı. Gelişmiş kamuoyu temsilcileri, gittikçe daha etkin bir
biçimde kadın eğitimi sisteminin zamana göre yenilenmesini ve ona daha gelişmiş modern bir
karakterin verilmesini savunuyorlardı.
İleri görüşlü aydınlarımız Azerbaycan halkının kalkınmasını kadınların eğitiminde görmekteydiler.
Kadınların eğitimi yolunda H.Zerdabi, H.Z.Tağıyevgibi aydınlarımızın büyük rolü olmuştur.XIX.yy’ın
ortalarından başlayarak, Azerbaycan kadınları, kendi milli benliklerini idrak ederek bilinçlenme yolunda
mücadeleye koyulmuşlardır.XIX.yy’ın ilk yarısında Güney Kafkasya'da faaliyet gösteren "Kutsal Nina"
topluluğu’nun Azerbaycan'da aynı adlı kadın eğitim idaresi faaliyete başlamıştır.
Azerbaycan kızları için ilk modern kadın okulunun açılması fikri ise 1896 yılında ortaya çıkmış olup;
Bu düşünceyi ilk kez hayata geçiren ise büyük hayırsever Hacı Zeynelabidin Tağıyev olmuştur. 7 Ekim
1901'de Bakü'de Tağıyev’in girişimi ve mali desteği ile Müslüman Doğu'da ilk modern kız okulu
açılmıştır. H.Z.Tağıyev’in kendisi eğitim görmemiş olmasına karşın kendi halkının özellikle kadınların
eğitimine çok ihtimam göstermiştir. O, konuyla ilgili düşüncelerini şöyle ifade etmekteydi:" Biz bir
erkeğe eğitim vermekle bir eğitimli kişi; bir kıza eğitim vermekle ise eğitimli bir aile kazanabiliriz".
Hacının daha çok okul açmak ve onlara sponsorluk yardımı göstermek teşebbüsü gelecek hakkında ki
kaygılarından ileri gelmekteydi. O, Bakü'de, Gence'de, Şamahı’da, Nahçıvan'da, ayrıca Azerbaycan
dışında - Tiflis'te, Derbendde, Vladikafkas’ta ve diğer şehirlerde eğitim kurumlarının tesis edilmesine
maddi yardım gösteriyordu. Okulun açılması o dönem için gerçek anlamda devrimci adım oldu. Evvela,
bu, Müslüman Doğu'da ilk modern kız okulu idi. Diğer yandan ise, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında
Azerbaycan toplumunda kadın eğitimine bakış net değildi. Bu konuda çok dikkatli davranmak
gerekmekteydi.
H.Z.T ağıyev, İmparatoriçe Aleksandra Fyodorovna adına Bakü Rus-Müslüman Kız Okulu binasının
inşaatına 25 bin ruble bağış yapmayı ve 125 bin ruble ise dokunulmaz özkaynak olarak okul adına
bankaya koymayı taahhüt ediyordu. İlk zamanlarda okula 50 öğrencinin kabulü öngörülüyordu ki,
bunlardan 20 fakir kız, H.Z.Tağıyev’in ianeleri hesabına, 30 kız ise kendi hesaplarına okuyor ve okulun
pansionunda kalıyorlardı. Fakat ücretsiz eğitim almak isteyenlerin sayısı daha fazla olmuştu. Boş yer
olmamasına rağmen, dostlar Konseyi H.Z.Tağıyev’in teklifi ile ek 13 fakir kızın daha kabulüne karar
verdi.Okul, Müslüman geleneklerini Avrupa modernizmi ile beceriyle birleştirerek, Azerbaycan'da
modern kadın eğitiminin bariz örneği rolünde kendini gösteriyordu. Ayrıca hiç bir eğitim almayan, fakat
hayatta en büyük serveti bilgisini değerlendiren girişimci ve hayırsever H.Z.Tağıyev’in uğraşlarının
şaheseri olarak kabul edilebilir.
Bu çalışmamızda Azerbaycan ve Rusya arşivlerinde, tetkik edilen dönemin basınında ve ayrıca
bölgelerinde yaşlı kuşak temsilcilerinden ve çeşitli kişisel arşivlerden elde ettiğimiz malzemeleri
kullanarak, XIX-XX. yy’ın başlarında Azerbaycan'da kadın eğitiminin gelişimi aşamaları ve bu
husustaki meseleleri ele alınmıştır.
Anahtar kelimeler: Azerbaycan, Kadın Eğitimi, Tağıyev, Zerdabi
151
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Augustus Döneminde Roma Hukukunun Konusu Olarak Kadın
1
Hatice P. Erdemir1 , Nurcan Barman2
Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı
2
Celal Bayar Üniversitesi, Eskiçağ Tarihi Tarihi Anabilim Dalı
Tarih sahnesinde genellikle erkeklerin kahramanlıkları, siyasi ve askeri başarıları gibi konular ön plana
çıkartılmıştır. Tarih yazıcıları tarafından unutulan ya da gereksiz görülerek yer verilmeyen kadınların
tarihteki rolünü belirleyebilmek amacıyla, bu çalışmada Augustus döneminde Roma hukukunda
kadınların statüleri incelenmiştir. Roma’da kadınların hukuki durumlarını belirleyebilmek amacıyla bu
çalışmada, genel hatlarıyla Augustus dönemindeki sosyal yaşam, erkeklerin hukuki ve sosyal statüleri
hakkında bilgi verildikten sonra Roma hukukunda kadınların hak ve fiil ehliyeti kavramları ele alınmış
ve konuyla bağlantılı olarak Augustus dönemi hukuki düzenlemeleri incelenerek kadınların hukuki
statüleri karşılaştırmalı olarak ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Bu çalışmayla, Augustus döneminde hazırlanmış olan Lex de MaritandisOrdinibus, LexIulia de
AldulterisCoercendis, LexPapiaPoppea ve bunun gibi kanunların, değişen Roma toplumundaki sosyal
bozukluğun değişen hayat şartlarının değil, kadının ve dolayısıyla toplumun bozulmasından
kaynaklandığı düşüncesiyle çıkarıldığı ve yeterince de etkili olamadığı anlaşılmaktadır. Aile birliğinin
bozulmasında savaşlarla kadınların başıboş kalarak özgürleşmesinin mi, erkeklerin ayrıcalıklı
konumumu, yoksa kadınlara sınırlı hak tanınmasının mı etkili olup olmadığı konusu düşündürücüdür.
Sonuç itibariyle, genel çerçevede Augustus döneminde Roma hukukunda korunmaya muhtaç, zayıf ve
hukuki alanda yeteneksiz ve yetersiz kabul edilen kadınların her zaman erkeğin gölgesinde kalarak
hukuki statülerinin cinsiyet ayrımına ve soyluluğa dayalı olup etkin bir yere sahip olmadıkları
söylenebilir. Diğer taraftan kadınlar sosyal hayatta olduğu gibi hukuk karşısında da çocuk
doğurdukları taktirde ve çocuk sayısınca değerli bulunmuş ve tanınmıştır. Augustus dönemi medeni
kanunları bu anlamda kadını, erkeğin cinsel ihtiyaçlarını karşılamaktan başka bir işe yaramayan
“çocuk doğuran bir makine” olarak görüldüğünün altını çizmiştir. Aynı zamanda kadınların hukuki bir
kişilik ve kimlikten çok, dişilikleri ön plana çıkarılmış, özgür bir erkek Roma vatandaşından farklı
olarak kısıtlı hakları olan ayrı bir sınıf durumuna getirilmiş oldukları görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Roma, Augustus, hukuk, aile, kadın, çocuk
Sultan Raziye, Tarihteki İlk “Türkçe Divan”Asahip, Aynı Zamanda 4 Yıl Dehli Türk
Hükümdarlığı Yapmış (1236-1240) Bir Türk Kadını
Aynur Durmuş 1
1
Muğla
Sultan Raziye’nin hayatına, şiirlerine ve cesaretlerine değinilecek bu çalışmanın, KADAUM arşivine
yararlı olacağı düşünülmektedir.
Dünya tarihinde benzerine rastlanmayan, onur duyulacak ve emsalsiz cesaret örnekleriyle dolu bir Türk
kadını olan ve 4 yıl Dehli Türk Sultanlığı yapmış İlk Kadın Hükümdardır Sultan Raziye(1236- 1240).
“Şeklen kadındır ama, zeka ve basireti erkekten farksızdır“sözleriyle Devlet idaresinde alışılmışın
dışında kararlar aldığı, gerçekçi ve sağlıklı düşünmüş olduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır.
“kadın elbiseleri ve örtüden çıktığı, cüppe giyip, külah örterek ve fil üzerinde açıkça halk arasında
dolaştığı” için eleştirmeye, yıpratılmaya çalışılan bir kadındır aynı zamanda...
152
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Sultan Raziye, Dehli Türk Devleti’nin en büyük hükümdarı olduğu gibi Hind-Türk tarihinin en önemli
şahsiyetlerinden biridir. Hükümdarlık için gerekli pek çok özelliği, babası tarafından da takdir edildiği
gibi, şahsında toplamış bulunuyordu.
Sultan Raziye “saltanatı esnasında kadınsı davranışlar göstermemiştir, her yönden erkek gibi kuvvetli,
hatta erkek bile olduğu rivayet edilen bir Türk kadını olup; hükümdarlığı, harem entrikaları yerine,
halkın arasına girerek onlara güzel bir kadın olduğunu unutturmuştur.
Erkekler arasında bir kadının gösterebileceği davranışları asla yapmayan ve böylelikle ayrı cinsten
olmanın ortaya çıkaracağı olumsuzlukları büyük ölçüde gidermeyi başaran Raziye, aynı zamanda aktif
ve güçlü bir siyaset uygulamaktan da geri kalmamıştır.
Yaşadığı felaketlere rağmen, Sultan Raziye'nin bir özelliği daha vardı, ŞİİR. Şiire karşı büyük bir
yetenek olduğu kayıtlara geçmiş ve ''Şirin-i-Dihlevı'' veya ''Şirin-i Gun'' mahlaslarıyla yazdığı beyitleri,
kendi zamanındaki Türk-Fars edebiyatının en güzel örnekleri olduğu kabul edilmektedir. Ve ilk Türkçe
Divan’ın sahibidir aynı zamanda.
Anahtar kelime: İlk Türkçe Divan, İlk Kadın Sultan, İlk Kadın Şair
Sultan Raziye She Holds The First Turkish Divan Literature With
Dehli Turkish Sultanate For 4 Years (1236-1240), Was The First Woman Ruler Of The World
This study addresses the life, poetry and bravery of Sultan Raziye, and is considered to be useful at the
archives of The KADAUM.
Sultan Raziye, who ruled the Dehli Turkish Sultanate for 4 years (1236-1240), was the first woman ruler
of the world and was cited with her unprecedented and unique examples of bravery.
Records indicate that “She is a woman in appearance, however she is indistinguishable from a man in
terms of intelligence and prudence” as understood from her out of ordinary, realistic and clearly thought
decisions.
She was also a woman who was criticized and dealt to be knocked out just because “she removed her
womanly dresses and covers, and she wore cope, coif and paraded around people by riding on elephant”.
Sultan Raziye is not only the greatest ruler of the Dehli Turkish Sultanate, but also one of the must
important figures of the Hindu-Turkish history. As appreciated by her father, she collected in her
personality many of the characteristics required for a ruler.
Sultan Raziye did not display feminine behavior during her rule, as done six hundred years later by
Elisabeth II, the queen of United Kingdom. She was a Turkish woman who acted like a strong man, it
was even rumored that she was actually a man, and during her rule she wandered among people instead
of plotting harem intrigues, and she caused people to forget that she was a beautifulwoman.
As a woman that never displayed feminine style among men and so succeeded getting rid of the
negativities of being from the other gender, Raziye simultaneously kept up with implementing an active
and powerful policy.
Despite all the mishaps in her life, Sultan Raziye had another peculiarity: POETRY. As confirmed, she
had great talent towards poetry, her verses written under pseudonyms of “Şirin-i Dihlevi” or “Şirin-i
Gun” are considered as the most beautiful examples of the Turkish-Persian literature. As well, she holds
the first Turkish Divan literature.
Keywords: First Turkish Divan Literature, First Women Sultan and First Woman Poetes.
153
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Savaşın Kadınları: İkinci Dünya Savaşı’nda İngiliz Kadınının Hayatı, Sorunları Ve Değişen
Sosyal Statüsü
1
Onur Yamaner1
Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı
İngiliz Kadını Büyük Savaş’tan yirmi yıl sonra bir kez daha seferberlik için evinden çıktı ve yine ilk
seferde olduğu gibi tartışmaların odak noktası haline geldi. İkinci Dünya Savaşı ile birlikte değişen kadın
figürü, gelenekçi ve dolayısıyla erkek egemen bir yapı arz eden İngiliz toplumunda ciddi kaygılara neden
oldu. Savaş zamanı ülkenin giderek artan kadın işgücü ihtiyacına rağmen, Çalışma Bakanlığı’nın çocuk
bakımevlerinde çalışan bakıcı kadınların bir kısmını sanayi ve diğer işlere nakletmek için
bakımevlerinden sorumlu Sağlık Bakanlığı’nı ikna etmek zorunda kalması, İngiliz Hükümeti’nin kadın
konusunda nerede durduğunun bir göstergesiydi. Kadın, İngiltere’nin kapitalist yapısı ve savaş
öncelikleri ile muhafazakâr toplum yapısının çeliştiği ve çekiştiği belki de en önemli konuydu. Bu bakış
açısı, kadınların savaş zamanı işlerinde birçok sorunla boğuşmasının temel sebebiydi. Çalışma saatleri,
aynı işe farklı ücret uygulanması (hem erkek – kadın arasında hem de evli kadın – bekâr kadın arasında),
kadın işi ve erkek işi gibi tanımlarla meslekleri cinsiyetlere göre ayırma eğilimi ve savaş sonrası işsiz
kalma riski kadınların üstesinde gelmek zorunda olduğu temel problemlerdi. Kadınlar Savaş yıllarında
birçok sıkıntı çektilerse de, Savaş’tan sonra, erkeklerin iş sahasına girme, eşit işe eşit maaş ve çocuk
bakımı konularında kalıcı ve elle tutulur kazanımlar da elde etmeyi başardılar. Savaş’ın İngiliz kadınının
hayatına yaptığı belki de en büyük pozitif etki, kadının artık kendine güvenini kazanmış olmasıydı.
Savaş’ın kadının sosyal statüsünü değiştirip değiştirmediği veya ne ölçüde değiştirdiği konusu 1960’lı
yıllardan beri tartışılmaktadır. Konunun çok detaylı ve geniş bir sahası olması, sorunların çıkış
noktalarının incelenmesi ve tatmin edici sonuçlara ulaşabilmek için bu çalışmanın genel çerçevesi, İkinci
Dünya Savaşı’nda İngiliz Hükümeti’nin kadın işçilere yönelik uygulamaları ve politikalarıyla
sınırlandırılmış ve çalışmada ağırlıklı olarak İngiliz arşiv belgelerinden yararlanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: İngiliz Kadını, İkinci Dünya Savaşı, Kadınların Seferberliği ve Sosyal Hayatı.
Türkiye’de Kadınların Yerel Yönetimlerde Temsili
1
Yurdanur Ural Uslan1 , Ahmet Tunç1
Kilis Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü
Türkiye’de kadın haklarının korunmasına ilişkin yaşanan gelişmeler, toplumsal cinsiyet farklılıklarının
yol açtığı eşitsizliği giderememektedir. Kadınların siyasi temsilde yaşadığı sorunlar, toplumsal cinsiyet
eşitsizliğinin sonuçlarından sadece birisidir. Siyasi hayatın parçası olan kadınlar hala siyasi arenada
yeterli düzeyde temsil edilememektedirler. Hâlbuki Türk kadını yerel yönetimlerde seçme ve seçilme
hakkını 3 Nisan 1930’da Belediye Kanunun kabulü ile birçok batılı hemcinsinden önce elde etmiştir.
Ancak aradan 85 yıl geçmesine rağmen, Türk kadınının yerel yönetimlerde ki temsil oranı oldukça az
olduğu görülmektedir. Avrupa’daki ülkelerinde yerel meclislerde kadın oranı ortalaması yüzde 25
civarında iken, Türkiye’de bu oran sadece yüzde 9.9 düzeyindedir. Bu oran kadınların yerel siyasette
eksik temsil edildiğini göstermektedir.
Demokrasinin tam anlamıyla yerleşebilmesi için kadın ve erkeklerin her alanda, karar alma
mekanizmalarında eşit olarak temsil edilmesi gerekmektedir. Siyasette kadın temsili ve katılımı, kadın
sorunlarının çözümü için önem arz etmektedir. Ülkemizde kadınların yerel siyasette temsilinin
154
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
neredeyse yok denecek kadar az olması; kadın sorunlarının ikinci plana atılmasına neden olduğu gibi
kadın odaklı politikaların hayata geçirilmesine de engel olmaktadır.
Yerel yönetimler, demokrasinin gelişmesinde, buna bağlı olarak ekonomi, eğitim gibi alanlardaki kadın
sorunlarının çözümlenmesinde; ayrıca kadınların karar alma mekanizmalarına katılımında önemli bir
role sahiptir. Çünkü yerel nitelikli hizmetlerin çok büyük oranda kadınların gündelik yaşamlarını
doğrudan etkileyen sonuçları vardır. Bu nedenle, kadınların yerel yönetimlerde temsili, yerel
yönetimlerin bu türden işlevlerinin kalitesi üzerinde etkili olacaktır. Böylelikle yerel hizmetler kadın
sorunlarına da cevap verecek şekilde genişleyecek ve kadınların ekonomik ve sosyal hayattaki
kırılganlığını da doğrudan olumlu yönde etkileyebilecektir.
Diğer yandan kadınların yerel siyasette güçlenmeleri, onları ulusal siyasette de güçlü kılacaktır. Bu
nedenle sosyal ve siyasal hayatta kadınların güçlendirilmesine yönelik değişim yerelden başlamalıdır.
Yerelden başlayan değişim yavaş yavaş tüm ülke geneline yayılacak, kadınların ekonomi, eğitim, aile,
gibi toplumun diğer kurumlardaki dezavantajlı konumunu avantajlı konuma dönüştürecektir. Bu açıdan
kadınların yerel yönetimlerde temsili önem arz etmektedir. İşte bu bildiri Türkiye’de toplam nüfusun
yarısını oluşturan kadınların yerel yönetimlerdeki düşük temsiliyet sorununa odaklanarak bu sorunun
çözülmesi için alınması gereken önlemler üzerinde durmaktadır.
Bildirinin amacı, Türkiye’de kadınların yerel siyasette temsilinin önemli olduğunu ancak yeterli düzeyde
olmadığını vurgulamak ve yerel yönetimlerde kadın temsil oranının arttırılmasını sağlayacak olan
araçları incelemektir.
Bildiride, Türkiye’de kadınların siyasete aktif katılımını ya da diğer bir ifade ile temsilinin arttırılması
için neler yapılması gerektiği sorununa cevap aranmakta öneriler ortaya konmaktadır. Toplumsal
cinsiyet eşitsizliğinin sonuçlarından biri olan yerel yönetimlerde temsil sorununun çözülmesi için
uygulanacak en önemli yollardan birisi “kota” uygulamasıdır. Birleşmiş Milletler’in de onayladığı en
azından %30’luk temsil hedef olarak alınmalıdır. Uygulanmak istenen kota uygulamasının anayasa,
seçim yasaları, siyasi parti tüzükleri tarafından güvenceye alınmalıdır. Kota olsa bile uygulamadaki
eksikliklere ve kötü uygulamalara karşıda fermuar yöntemi uygulanabilir. Kota uygulamasının yanında
kadınlar yerel düzeylerden başlayarak örgütlenme bilincine sahip olan bireyler haline getirilmelidir. Bu
açıdan kent konseyleri ve kadın meclisleri önem arz etmektedirler.
Kadınların siyasi arenadaki temsil oranlarının artması yalnızca kadınlar açısından değil aynı zamanda
Türk demokrasisi açısından da yararlı bir gelişmedir.
Anahtar Kelimeler: Toplumsal cinsiyet, kadın temsili, yerel yönetimler.
2000 Sonrası Türkiye’sinde Kadınların Siyasal Alanda Eşitliği Mümkün Müdür?
1
Leyla Kahraman1
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, İİBF Kamu Yönetimi Bölümü,Kadın Çalışmaları Uygulama
ve Araştırma Merkezi
İnsanların hayatlarını düzenleyen genel kuralları yapmak, korumak ve değiştirmek için
gerçekleştirdikleri faaliyetler olan siyaset insanlık durumunun zorunlu bir boyutu olarak toplumlar ve
devletler için büyük önem taşımaktadır. Siyasi faaliyetlerin demokratik kurallara tabi kılınması için
yürütülen mücadele günümüzde de devam etmektedir. Nitekim Lincoln’ün “Halkın halk tarafından halk
için yönetimi” olarak kapsamlı bir biçimde tanımladığı demokrasinin özünü “siyasi eşitlik”
oluşturmaktadır. Yurttaşların siyasal alanda temsili açısından en geçerli çözüm yolu olarak görülmesine
rağmen demokrasi farklı unsurların eşit temsilini sağlamada yeterince başarılı olamamıştır. Siyasi gücün
mümkün olduğunca geniş ve eşit bir şekilde dağıtılmasını içeren bu ilkenin cinsiyet açısından
demokratik ülkeler de dahil olmak üzere hiçbir ülkede tam anlamıyla hayata
155
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
geçirilemediği görülmektedir. Siyasal hakları kullanabilmek; oy vermekten, seçimlerde aday olmaya
dek uzanan geniş bir yelpazeyi içinde barındırmaktadır. Seçme hakkından mahrum bırakılan kadınlar
yüzlerce yıl siyasal karar alma mekanizmalarının dışında kalmış “yurttaş” sayılmamış, yönetilen
çoğunluğun bile birer üyesi olamamıştır.
Kadınlar uzun zamandır hem her alanda eşitlik için hem de aktif bir biçimde siyasal alana dahil
olabilmek ve siyasal alanda eşitliği tam anlamıyla sağlayabilmek için zorlu bir mücadele vermektedir.
Kazanımlara rağmen hala kadınlarla erkekler arasında her alanda özellikle haklar açısından tam eşitliğin
sağlandığını söylemek mümkün değildir. Bu durumu ortaya koyan en önemli kaynak Dünya Ekonomik
Forumu’nun 2006 yılından bu yana yayınlamakta olduğu kadınlar ve erkekler arasındaki farklılıklar ı;
ekonomik katılım ve fırsat eşitliği, eğitim düzeyi, sağlık ve yaşam, siyasi katılım kategorilerinde
incelediği, küresel cinsiyet uçurumu endeksidir. 2014 Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporuna göre hiçbir
ülke cinsiyet eşitliğini sağlayamazken 142 ülkeden 125. sırada olan Türkiye’nin durumu oldukça
kötüdür. Bu rapor kadınların sorunlarının bütünsel bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gerektiğini ortaya
koyan veriler sunmaktadır. Kadınların siyasal alandaki eşitsiz konumu bir sonuçtur ve nedenler ortaya
konmadan sağlıklı bir biçimde bu sorunu çözmek mümkün değildir. Siyasi iktidarların en büyük
yanılgısı da bu gerçeği göz ardı ederek hukuksal düzenlemelerle siyasal hakların kullanılabileceği ve
siyasal eşitliğin sağlanabileceğine inanmalarıolmuştur.
Bulgu; Kadınların siyasal alanda eksik ya da yetersiz bir biçimde yer almaktadırlar. Bunun temel
nedenlerinden biri kadınların sosyo-ekonomik konumlarıdır.
Çözüm; Sosyo-ekonomik açıdan eşitliğin sağlanmasıdır. Cinsiyet temelinde siyasal eşitliğin sağlanması
temsil mekanizmasında her iki cinsin de kendini ifade etme ve siyaset yapma olanaklarından eşit bir
biçimde faydalanması ve siyasal alanda eşit şartlarda mücadele etmesinin sağlanması ile gerçekleşebilir.
Bu ise ancak sosyo-ekonomik konumdaki eşitlikle mümkündür. Fırsatlarda ve koşullarda eşitlik
sağlandığı takdirde ancak demokrasinin de gereği olarak siyasal alanda temsil düzeyinde eşitliğin
sağlanması mümkündür. Kadınları siyaset dışına atan çok ciddi sosyo-ekonomik döngüler mevcuttur ve
bunlar kırılmadığı sürece siyasal alanda eşit şartlarda mücadele etmek için gerekli zemin oluşturulamaz.
Bulgu; Diğer temel sorun siyasal iktidarın kadınlara eşitlikçi olmayan, erkek egemen bakış açısıdır.
Kadının genel ve yerel siyasetteki yokluğu/eksik temsili demokrasinin özüne aykırı olmakla birlikte,
mevcut haliyle “kadınsız demokrasi” olabileceğine inanan siyasi iktidarlar eksik demokrasi
anlayışlarıyla demokrasi idealinden uzaklaşmakta ve mevcut yapıyı bu yönde kurumsallaştırmaktadırlar.
Çözüm; Eşitlikçi bir bakış açısına sahip olan iktidarların hükümet etmesidir.
Bu çalışmada öncelikle Türkiye’de kadınların mevcut durumu, sosyo-ekonomik verilerden hareketle
tespit edilecek, ikinci adımda siyasi iktidarın kadınlara ve kadın sorunlarına bakışı ortaya konulacak,
üçüncü adımda da siyasal alanda kadınların mevcut durumu ortaya konulacaktır. 2000 yılı sonrasında
Türkiye’de kadınların siyasal alanda eşitliğinin mümkün olup olmadığı eldeki bu veriler ışığında üç ana
eksende irdelenecektir.
Bu çalışmanın amacı Türkiye’de kadınların siyasal alanda eksik ya da yetersiz temsilinin temel
nedenlerini ortaya koymaktır. Çözümün ise ancak bu nedenlerin ortadan kaldırılması ile mümkün
olduğuna dikkat çekmektir. Bu nedenler yapısaldır ve bu sorunların çözülmesi ciddi biçimde toplumsal
ve siyasal mutabakat gerektirmektedir. Kadınların sosyo-ekonomik yapı içerisindeki konumu ve siyasi
iktidarın yaklaşımı özellikle iki temel neden olarak ele alınmıştır. Bu çalışma kadın sorunlarını bütünsel
olarak ele alması ve 2000 sonrası sosyo-ekonomik ve siyasal veriler ışığında değerlendirmesiyle, siyasi
iktidarın bakış açısını ortaya koymasıyla özgünlük taşımaktadır. Betimsel araştırma yönteminin
uygulandığı çalışma teorik bir çalışmadır. 2002-2015 arasını kapsamakta olan bu çalışmada bu süreçteki
veriler ele alınacaktır.
156
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Türk Kamu Yönetiminde Personel ve Yönetici Olarak “Kadının Varlığı”: Aile ve Sosyal
Politikalar Bakanlığı Örneği
1
Ahmet Tunç 1 , Yurdanur Ural Uslan1 , Ali Fuat Gökçe 1
Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
İnsanlık tarihi boyunca genellikle dünya nüfusu kadınlar ve erkekler arasında eşit bir dağılım
göstermiştir. Bu noktadan hareketle tarihin her döneminde sosyal, ekonomik ve siyasal yaşamın bir
tarafını kadınlar, diğer tarafını da erkekler oluşturmuştur. Fakat benzer oransal eşitliğin çalışma yaşamı
ve yönetim kadrolarında görülmediği bir gerçektir. Yaşanan bu durum her ne kadar ülkelerin gelişmişlik
seviyeleriyle ilişkilendirilse de, genelde kadınların bütün toplumlarda erkeklerin gerisinde kaldıkları
görülmektedir. Kadınların ekonomik, sosyal ve siyasal alanda ikincil konumda olmalarının çeşitli
sebepleri bulunmaktadır. Bu sebepler toplumların temel yapısal özellikleriyle yakında ilişkili olup,
erkeğin egemenliğinde süregelen toplumsal ayrımcılık, kadınların eğitim imkânlarından az
yararlandırılması, beklenen rollerin farklılığı, mevzuat eksiklikleri gibi sebeplerden kaynaklanmaktadır.
Zaman içerisinde ve özellikle liberal ekonomik anlayışla birlikte dünyada yaşanan sosyo-ekonomik
değişimler, toplumsal bakış açısını da yön vererek, kadına ailede ve toplumda yeni roller yüklemiştir.
Toplumun yüklediği temel görevlerin dışında, kadın, çalışma hayatına adım atmış ve zaman içerisinde
sahip olduğu özelliklerini bu alana yansıtmaya başlamış, fakat “çalışan” pozisyonundan “yönetici”
kademesine gelmesi o kadar kolay olmamıştır.
Dünyada yaşanan bu değişimlerden etkilenen Türkiye, Cumhuriyet ile birlikte gerçekleştirilen
düzenlemelerle, kadınlara toplum içinde önemli haklar vermiştir. Ancak bu haklar, koruma amaçlı
olması sebebiyle, kadınların çalışma yaşamına katılmasını geciktirmiştir. Türkiye’de kadınların çalışma
yaşamına dahil olması 1950’li yıllarla birlikte olmuş, özellikle hizmet sektörü olmak üzere diğer
sektörlerde de, erkeklerin yanı sıra kadınlarda yeni iş olanakları bulmuştur. Türkiye’de kamu görevine
girişte nispeten kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olması ve cinsiyet nedeniyle ayrım gözetme yasağı
bağlamında konu ele alındığında, genel olarak personel alımında yaşanmayan cinsiyet ayırımının,
yönetici konumunda ise farklılaştığı görülmektedir.
Kadına pozitif ayırımcılık söylemleri çerçevesinde seçim dönemlerinde milletvekili aday listelerinde
kadınlara, “öncelik politikaları” siyasal partiler tarafından kullanılmaktadır. Mevcut iktidar bu politikayı
etkili bir biçimde kullanmış, 2011 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını (ASPB) kurmuş ve tepe
yöneticilerini kadınlardan seçmiştir. Bakanlık daha önceleri farklı bakanlıklara bağlı olan sosyal hizmet,
sosyal yardım ve diğer bazı kamu kurumlarını (Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü gibi) kendi bünyesine
katmıştır. Mevcut iktidarın “kadın bakanlığı” olarak da gördüğü ASPB, hâlihazırda görevli kadın
personel ve yönetici sayıları bakımından ele alınarak incelenmeye çalışılmıştır. Bakanlık bünyesinde
kadınlarla ilgili birçok çalışma yapılmakta ve uygulamada kadınları ilgilendiren değişik konulara
(kadına şiddet gibi) müdahil olunmaktadır.
Makalede; mevcut iktidarın kabinesinde tek kadınla temsil edilen ve kadın bakanlığı olarak da görülen
ASPB’nin gerçekte ne kadar kadın personel ve özellikle yönetici tarafından temsil edildiğini veriler
çerçevesinde tespit edilmeye çalışılmıştır. Veriler, bakanlığın yayınlamış olduğu kurumsal yayınlar, web
sayfaları ve Devlet Personel Başkanlığı’nın (DPB) kamu personel sayıları çerçevesinde elde edilmeye
çalışılmıştır. Sayılar bakımından ele alındığında; ASPB’nin ülkemizdeki diğer bakanlıklardan farklı
olmadığı, görevli personelin ve özellikle yöneticilerinin ezici çoğunluğunu, erkelerden oluştuğu
görülmüştür. Türkiye’de “kadın bakan” tarafından yönetilen bakanlığın, geleneksel erkek egemen kamu
yönetimi anlayışının dışına çıkamadığı, bakanlığa yüklenen sembolik “kadının varlığı” vurgusunun bile
gerçekçi olmadığı anlaşılmıştır.
Türk kamu yönetiminde personel alımında çok az miktarda yaşanan cinsiyet ayırımının, yönetici
kadrolarında farklılaştığı, DPB ve çalışmada incelenen ASPB verilerinde de anlaşılmaktadır. Diğer
bakanlıkların verilerinin de farklılık göstermeyeceği sayılar çerçevesinde rahatlıkla söylenebilmektedir.
Bu bağlamda; öncellikle “yönetici” kadrolarına atamalarda ayırımın ortadan kaldırılması, kadın
kotasının getirilmesi (% 40), cinsiyete dayalı kamu personel rejimine yönelik yasal düzenlemelerin ele
alınması, yalnız ASPB değil, diğer bakanlıklarda da kadının sadece yönetilen olmayan, fakat yönetici
157
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
kadrolarında yer alması için tüm engellerin kaldırılması ve cinsiyete dayalı olmayan bir yönetim
anlayışının geliştirilmesi gerekmektedir. Son olarak Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsünde
(TODAİE) kadın yönetici yetiştirme programları geliştirilmesi için çalışmalar yapılmalı, ilgili ve diğer
fakültelerde kadın çalışmaları için dersler ve müfredat düzenlemeleri oluşturulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Kadının Varlığı, Kamu Yönetimi, Personel, Yönetici
Siyasal Dönüşüm olarak ‘Devrim’, ‘Emek’ ve ‘Kadın Özgürlüğü’ : Sosyalizm ve Neo-Liberalizm
Yaklaşımlarında incelenmesi
Elife Hatun Kılıçbeyli1
1
Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
1770’lerde başlamış olan Avrupa merkezli bir Sanayi Devrimi sürecidir. Öncelikle yeni teknik
buluşların üretim sürecine dahil edilerek geleneksel üretim tarzını (manifaktür) dönüştürerek
makineleşme(machinizm) ile birlikte emek / ücret / kapital / hammadde gibi süreç dahilindeki
değerlerin irdelenmesine, sorgulanmasına neden oldu. Burada klasik Liberal yaklaşım, kapital
merkezli yeni sınıfsal düzeni kapital sahibi lehine değerlendirirken; Marksist ideoloji farklı bir bakış
açısı geliştirerek ‘emek-değer’ teorisi gibi emek merkezli ‘sınıfsız bir toplum’ idealigeliştirmiştir.
Marksist yaklaşımı Rusya için uygulamaya dönüştüren V.İ.Lenin , 1917’de ‘sınıfsız toplum idealini’
Rusya Bolşevik Devriminde geniş ölçekte ortaya koyarken; Sovyet kadınının ülke içindeki durumu
koşulsuz eşitlikçi, toplumun mihenk taşı niteliğinde toplumsal ve ekonomik hayata doğrudan tam
zamanlı katılımı, iş ve yaşam koşullarının devlet tarafından üstlenilen merkeziyetçi bir düzende
görülmektedir. ‘Sovyetler iktidarını sosyalizmin, emekçi yığınlar tarafından bulunan yoludur’ diyen
V.İ.Lenin toplumsal yapının düzenlenmesinde C.Zetkin’den, A.Kollontay’dan gibi Rus ve Batılı
sosyalist düşünürlerden ilham, destek ve görüş almıştır.
Bilindiği üzere, SSCB var olduğu 1917 - 1991 yılları arasında ‘toplumsal eşitlikçi’ bir tutumla
Kadın’a devrimin kalıcılığı, ekonomik kalkınmanın gerekliliği nedenleriyle de fiziksel durumu
nedeniyle kolaylıklar sağlayarak özellikle modern hayatta önemli kamusal destekler sağlamıştır.
Kadın’ın da , erkek gibi tek bir ‘proleter’ bütününde tanımlanması Rusya KP Tasarısına eklemiştir.
Kadının durumuna bakıldığında; kadının eşitsizliği, boşanma engelleri, kadını kuşatan toplumsal
formaliteler, evlilik dışı doğan çocukların yasal kabul edilmemesi, babalığın araştırılması gibi
üzerindeki, burjuvazinin ve kapitalizmin baskıcı yapısı ortadan kaldırılmıştır. Kadının gerçek
özgürleşmesi, ancak hakça/eşitliğin paylaşımı ile ve egemen olan sosyalist düşünceyle yönetilen
yığının küçük ev ekonomisine karşı savaşımının büyük bir sosyalist ekonomi durumuna
dönüşümünün başladığı yerde ve başladığı zamanda başlayabilecektir. Sovyet dönemi Kadın
açısından erkeğe göre ek olarak sağlanan destekler:
1 . Kürtaj Hakkı
2 . Çocuk Doğurma Hakkı ( Aile olma şartı olmaksızın )
3 . Boşanma Hakkı ( Kadının talebi önceliklenerek yasal süreç kolaylaştırılmıştır.)
4 . Çocuk için kreş / yuva / okul / yaz kampları/yüksek okul eğitiminin sistemli/düzenli/disiplinli
sağlanmış olması
Ve bunların bugünkü Rusya’daki durumu aktarılacaktır.
158
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Kamusal yemekhaneler, kreşler, çocuk bahçeleri, Çocuk Kültür Eğitim Evi, sağlık evleri(kısa
dönemli gereksinimler için) , hastaneler ve sanatoryumlar (uzun dönemli gereksinimler için) şeklinde
örnekleyerek, sıradan, gösterişten uzak olarak yapılanmıştır. Kapitalist devlet modelinde burjuva
aydınlarının başını çektiği sınıf, genellikle Anayasa yapıcı olmuştur; kadın ve erkek için çoğu kez
‘eşitlikçi’ demokratik haklar yasal olarak tanımlanmıştır. Kadınların ‘yeniden üretim’ nedeniyle
evliliğe ve evliliğin getirdiği ev işleri, ana çalışana destek ve onun tekrar işe hazırlanması işleri
kapitalist dünya gerçeğidir.
Kadının ‘yedek işgücü’ olarak değerlendirilerek, ucuz ücretli emek şeklinde satın alınmıştır. 19171991 dönemi ‘Sovyet sistemindeki Kadın’ ile 1991 sonrası yeni egemen Rusya’da ‘Kapitalist
sistemdeki Kadın’ın toplum içindeki yeri, konumu, hakları karşılaştırmalı olarak açıklandığında
Rusyada kadın’ın yeri ve koşullarının ‘biçareliği’, ‘sınıfsal konumunun ikinciliği’,’toplumsal ve
ekonomik alanda arka sıradaki’ yeri trajik olarak görülmektedir. 1991-1999 yıllarında ‘kendi haline
terk edilen kadın hak ve statüsü’dür. 2000-2014 yıllarında ise doğrudan ‘neo-realist’ anlayışla
devletin sorumluluk alanında bulunan barınma, bayındırlaşma, sağlık, eğitim ve ulaşım
hizmetlerinde göreceli bir ‘düzenleme’ çabası görülmektedir.
Bu çalışmada amaç, Sosyalist ideolojiyle yönetilen devlet ile kapitalist ideoloji döneminde kadın’ın
hak bağlamında kayıp ve kazançlarını karşılaştırmalı olarak ortaya koymaktır. Sovyet sonrası dönemde
açık ve net görülen, kapitalist egemen devlet statüsüne geçen Rusya’daki kadın’ın emeği ve
özgürlüğünün tarihsel süreçteki kaybını görebilmek açısından acı ama gerçek bir örnek olaydır. Sovyet
Kadınından Rusya Kadınına dönüşümün, hazin ve onulmaz yaralı olduğu gerçeğidir.
159
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
10 Nisan Cuma
III. Oturum 13.45 – 15.15
Sağlık Çalışanlarında Tükenmişlik Seviyesi İle Yaşam Kalitesi Arasındaki İlişkinin İncelenmesi
1
Özge İpek 1 , Fatih Özden1 , Banu Bayar1 , Kılıçhan Bayar1
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Fizyoterapi Ve Rehabilitasyon Bölümü
GİRİŞ: İş bireylere toplum içinde belirli bir rol, yer ve ekonomik yarar sağlamaktadır. İş dünyasında
etkinlik ve verimlilik açısından insanın önemli bir yeri olduğu, yaşamının büyük bir bölümünü çalışarak
geçirdiği için işten kaynaklanan pek çok probleminin olduğu bilinmektedir. Sağlık alanındaiş ortamı
çalışma saatleri, yoğun iş yükü, disiplinler arası iletişim, ekonomik sorunlar, hasta yakınları ile etkileşim
gibi pek çok sorunu barındırmaktadır. Sağlıkçalışanlarında iş ortamında yaşanan sorunların fiziksel ve
psikolojik problemlere yol açtığı bilinmektedir. Son yıllarda özellikle tükenmişlik kavramı doğrudan
insana hizmet eden ve hizmetin kalitesinde, hizmet verenin çok önemli bir yere sahip olduğu mesleklerde
popüler hale gelmiştir. Tükenmişlik sendromu, işyerinde karşılaşılan zorluklara karşı bireysel olarak
geliştirilen duygusal olumsuz reaksiyonlardır.Tükenmişlik bireylerde mesleki problemlere, motivasyon
bozukluklarına, çevreye karşı negatif tutuma ve sosyal yaşamdan çekilmeye yol açabilmektedir. Yapılan
çalışmalarda depresyonun sağlık alanında çalışan bireylerde topluma göre daha fazla olduğu
görülmektedir. Çalışmamızın amacı sağlık çalışanlarında tükenmiş seviyesini ile yaşam kalitesi
arasındaki ilişkinin incelenmesi olarak belirlenmiştir.
METOT: Çalışmayasağlık kurumlarından 55 gönüllü kadın sağlık çalışanı katılmıştır. Çalışmaya
katılanların sosyodemografik özelliklerini belirlemek amacıyla kişisel bilgi formu hazırlanmıştır.
Tükenmişlik düzeyinin değerlendirilmesi içinMaslach Tükenmişlik Ölçeği (MTÖ) kullanılmıştır. Ölçek
5’li Likert tipinde, 22 ifadeden oluşmaktadır. Duygusal tükenme, duyarsızlaşma ve kişisel başarı
eksikliği olmak üzere üç boyutu vardır.Tükenmişlik yaşayan bireylerin duygusal tükenme ve
duyarsızlaşma puanlarının yüksek, kişisel başarı puanlarının düşük olması beklenmektedir. Yaşam
kalitesinin değerlendirilmesi için Dünya Sağlık Örgütü Yaşam Kalitesi Ölçeği Kısa Formu (WHOQOLBREF) kullanılmıştır. Bu ölçek Dünya Sağlık Örgütü tarafından geliştirmiştir. Ölçekten alınan puan
arttıkça yaşam kalitesi artmaktadır.
SONUÇLAR: Çalışmaya gönüllü olarak katılan kadın sağlık çalışanlarının yaş ortalaması 38.30±11.24
yıl, Maslachduygusal tükenme puan ortalaması 14.38±6.6, duyarsızlaşma puan ortalaması 9.27±5.34,
kişisel başarı puan ortalaması 10.38±5.56, WHOQOL-BREF ortalaması 85.69’dur. Yapılan korelasyon
analizi sonucunda WHOQOL-BREF ile duygusal tükenme ve duyarsızlaşma arasında negatif kuvvetli
korelasyon bulunmuştur (p<0.01).
TARTIŞMA: Tükenmişlik bireyler açısından olduğu kadar kurum ve kuruluşlar açısından da önemli
sonuçları olan bir kavramdır. Tükenmişliğin ortaya çıkmasına neden olan temel faktör, uzun süreli strese
karşı korunmasız kalmaktır. Rol çatışması, rol belirsizliği, aşırı iş yükü ve sosyal destekten yoksunlukla
uzun süre karşı karşıya kalınması da tükenmişlik sendromunu ortaya çıkarabilir Tükenmişlik nedeniyle
bireylerin önceleri içsel olarak yaşadıkları bazı durumlar bir süre sonra iş yaşamına ve sosyal rollerine
de yansımaktadır. Yapılan çalışmalarda aynı meslekte çalışan kadınların erkeklere göre daha fazla
duygusal tükenmişlik yaşadığı gösterilmiştir. Çalışmamızda kadın sağlık çalışanlarının duygusal
tükenme ve duyarsızlaşma boyutlarında tükenmişlik yaşadığı ve yaşam kalitelerinin çok yüksek
olmadığı sonucuna varılmıştır. Tükenmişliğin hastalara sunulan hizmeti de etkileyebileceği göz önünde
bulundurulduğunda, sağlık çalışanlarının çalışma şartlarının iyileştirilmesi ve toplumsal statülerinin
geliştirilmesi için acil önlemler alınmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Sağlık çalışanı, tükenmişlik, yaşam kalitesi.
160
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Yaş Büyütme Davaları: Reşit Olmayan Kadın Evlilikleri
İbrahim Ortanca1 , D. Sümeyra Demirkıran1 , Nazan Savaş 2 , Evrim Arslan2 Mustafa Arslan1 , Elif
Durmaz2
1
Mkü Tıp Fakültesi, Adli Tıp AD
2
Mkü Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı AD
Amaç: Bu çalışmada reşit olmayan evliliklerde yaş büyütmek için bir üniversite hastanesine gönderilen
ergenlik çağındaki kadın olguların değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Olgu-seri tipinde olan bu çalışmada Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli
tıp polikliniğine 2013 - 2014 yılları arasında mahkeme veya savcılık tarafından evlilik sorumluluğunun
bilincinde olup olmadığı veya kemik yaşı tespiti için gönderilen olguların raporları retrospektif olarak
incelenmiştir. Olguların kimlik yaşı, kemik yaşı, gönderilme nedenleri ve yaşadıkları yerleşim birimleri
ile ilgili veriler analiz edilmiştir.
Bulgular: İki yıl içinde gönderilen olguların sayısının 23 olduğu görülmüştür. Kimlik yaşına göre en
küçüğü 14, en büyüğü 17 yaşın içinde olup ortalama yaş 15.17 olarak bulunmuştur. Olguların 4'ü kendi
istekleri doğrultusunda mahkemeye müracaat ederek Türk Medeni Kanunu (TMK) gereği evlenmek
istedikleri, bu olgularda evlilik sorumluluklarını taşıyıp taşıyamayacağı sorulmuştur. Diğer olguların ise
şikayet üzerine savcılık tarafından gönderildikleri belirlenmiştir. Savcılık aracılığıyla gönderilen
olgularda ise kemik yaşı tespiti istenmiştir. Kemik yaşı ortalaması 17.70 olarak saptanmıştır. Olguların
12'sinin (%52.17) şehir merkezi dışından geldikleribelirlenmiştir.
Tartışma ve Sonuç: TMK'na göre 17 yaş içinde olan olgular ailelerin rızası ve mahkeme kararı ile
evlenebilmektedir. Bu nedenle küçük yaştaki kız çocuklarını erken evlendirmek isteyen aileler yaşlarının
küçük yazıldığını iddia etmektedirler. İddia üzerine savcılık olguları kemik yaşı tespiti için
göndermektedir. Ancak toplumumuzda kemik yaşı kimlik yaşına göre ortalama 2 yıl ileri yaşı
göstermektedir.
Bu olgularda dikkat çeken husus, ailelerin çocukların okula başlaması sırasında dile getirmedikleri yaş
büyüklüğünü ergenlik döneminde ortaya koymaları inandırıcı bulunmamaktadır. Cinsiyet, genetik,
metabolik ve hormonal değişiklikler, beslenme alışkanlığı, coğrafik bölge gibi birçok etken kemiklerin
gelişimini etkileyebilmektedir. Bu nedenle TMK'dan yararlanmak isteyen olguların kemik yaşından
ziyade ruhsal gelişimlerinin yeterliliği ile nüfus kayıtları esas alınmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Erken evlilik, kırsal kesimde kadın, yaş büyütme
İki Hastanenin Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniğine Başvuran Kadınların Doğum Şekline
İlişkin Özellikler ve Tercih Nedenleri
Taner Kasapoğlu1 , Bahar Güçiz Doğan2
Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim Ve Araştırma Hastanesi
2
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı
GİRİŞ ve AMAÇ
Günümüz modern kadın hastalıkları ve doğum hekimliğinde öncelikle karar verilmesi gereken en
önemli hususlardan biri olan doğumun şekline, bütün gebelik süresi boyunca gebe kadın ve fetüs
1
161
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
izlenerek ve aile bilgilendirilerek karar verilmelidir. Kadının doğum şekli yönetiminde söz sahibi olma
hakkı hem obstetrik tedavinin en önemli özelliklerinden biridir, hem de bir kadın hakkıdır. Bu süreçte
sağlık çalışanları gebeyi süreç konusunda yeterli ve doğru biçimde bilgilendirmeli, bütün doğum
seçeneklerini konuşmalı, gebenin doğum şekli tercihinde yönlendirici tutumdan uzak durmalı ve
danışmanlık görevini yerine getirmelidir. Gebe ile etkileşim sırasında, sağlık çalışanının gebe kadının
içinde bulunduğu durumu daha iyi kavrayabilmesi ve gebenin doğum tercihinde rol oynayan sosyodemografik faktörler hakkında yeterli bilgisi olması gereklidir. Bu araştırma, kadınların doğum
tercihleriyle ilişkili faktörler ile doğum şekline ilişkin bilgilerinin ve tercih nedenlerinin saptanması
amacıyla gerçekleştirilmiştir.
MATERYAL METOT
Bu araştırma tanımlayıcı tipte olup, veriler bir üniversite hastanesi ve bir devlet hastanesinin kadın
hastalıkları ve doğum polikliniklerinde, 1-10 Ocak 2014 tarihleri arasında toplanmıştır. Araştırma
süresinde üniversite hastanesinde toplam 522 hastadan 271’i, devlet hastanesinde toplam 615 hastadan
191’i araştırmaya katılmayı kabul etmiştir. Araştırmaya katılım gönüllülük esasına göre olmuş; veriler,
yüz-yüze görüşme şeklinde uygulanan bir anket formu aracılığı ile elde edilmiş; araştırmanın amacı
hakkında kısa bir bilgilendirme yapıldıktan sonra araştırmaya katılmayı kabul eden hastalara
araştırmacılar tarafından geliştirilmiş ve ön denemesi yapılmış olan anket uygulanmıştır. Veriler hekim
olan bir araştırmacı ve uygulama hakkında araştırmacı tarafından eğitim verilmiş olan iki hemşire
tarafından toplanmıştır. Verilerin analizi SPSS 18.0 paket programı kullanılarak yapılmıştır. Bulgular
tek boyutlu ve iki boyutlu tablolar halinde sunulmuş, gözlenen farkların istatistiksel anlamlılığı Ki-Kare
testi ile değerlendirilmiş ve α= 0,05 olarak kabul edilmiştir.
BULGULAR
Çalışmaya katılan kadınların (n= 462) % 61,4’ü 35 yaşın altında; %78,1’i evli, %38,5’i ortaokul veya
altı eğitim düzeyine sahiptir; tamama yakınının bir sağlık güvencesi vardır; %71,4’ü gelir getiren bir işte
çalışmamaktadır; %70,1’i ekonomik durumunu “orta” olarak belirtmiştir. Katılımcıların dörtte biri
yalnız sezaryenle, %65,6’sı yalnız normal doğumla, %9,8’i ise her iki doğum şekli ile de doğum
yaptıklarını belirtmişlerdir. Son doğumlarında grubun %71,4’ünde doğum şekline doktor, %23,6’sında
kendisi, %2,7’sinde eşi ile birlikte karar vermiştir. Kadınların beşte birinden fazlası (%22,7) araştırma
sırasında gebedir (n=105) ve bunların %26,7’si sezaryen ile doğum yapmayı istediğini belirtmiştir.
Sezaryen doğumu tercih eden 28 gebenin 10’u bu doğum şeklini tercih etme nedenini bilmediklerini, 8
kadın daha önce sezaryen doğum yaptığı için, 5 kadın ise normal doğumdan korktuğu için sezaryen
istediğini belirtmiştir. Araştırma sırasında gebe olmayan kadınlara (n=275) “şimdi gebe olsaydınız hangi
doğum şeklini tercih ederdiniz?” sorusu yöneltildiğinde ise %19,0’ı sezaryen doğumu tercih edeceğini
belirtmiş, tercih nedenini bilmeyenler (%33,6) grubun üçte ikisini oluşturmuştur. Kadınların
%93,1’i anne açısından, %79,2’si bebek açısından normal doğumun daha sağlıklı olduğunu ifade
etmiştir. Grubun %39,0’ı normal doğumun, %67,3’ü sezaryen doğumun çeşitli sağlık sorunlarına neden
olabileceğini düşünmektedir. Normal doğumun neden olabileceği sorunlar olarak en sık belirtilenler
“bebekte kalıcı hasar ve bebek ölümü”, “mesane sarkması ve idrar kaçırma”, “aşırı kanama ve anemi”;
sezaryen doğumun neden olabileceği sorunlar olarak ise “kronik ağrı”, “dikişlerin açılması”, “anesteziye
bağlı sorunlar ve ayılamama” belirtilmiştir. Anne isteği ile sezaryen yapılabileceğini grubun %41,6’sı
ifade etmiştir. Öğrenim düzeyi yüksek okul/üniversite olanlar (%46,9), araştırma sırasında gelir getiren
bir işte çalışanlar(%51,2), sağlık güvencesi olanlar (%41,8), ekonomik durumu kötü olanlar (%54,5)
kadının isteği ile sezaryen doğum yapılabileceğini daha yüksek düzeyde düşünmektedir.
TARTIŞMA ve SONUÇ
Gebelik öyküsü olan kadınların önceki doğumları ve en son doğum şekli değerlendirildiğinde yaklaşık
yarısının sezaryen doğum hikâyesi vardır. Araştırma sırasında gebe olan kadınların da 1/4’ünden fazlası
sezaryen doğum planlamaktadır. Türkiye’de genel olarak normal doğumların sıklığında azalma olduğu
ve sezaryene eğilimin arttığı bilinmektedir. Gebelerin doğum şekli ile ilgili kararlara bilinçli ve yeterli
düzeyde katılmalarını sağlamak için sağlık ekibi üyelerinin kadınlara doğum öncesi hizmetler
kapsamında doğum ve doğum şekilleri konusunda yeterli bilgilendirme ve danışmanlık yapmaları
önerilmektedir.
162
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Samsun İli Gençlik ve Spor İl Müdürlüğüne Bağlı Bayan Atletlerde Ortoreksiya Nervoza
Serap Sezgin1 ,, Pınar Sökülmez Kaya2
Ondokuzmayıs Üniversitesi, Samsun Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü
2
Ondokuzmayıs Üniversitesi, Samsun Sağlık Yüksekokulu,Beslenme ve Diyetetikbölümü
1
Amaç: Kültürler, alışkanlıklar, günlük yaşantı biçimi ve dolayısı ile yeme alışkanlıkları hızla değişim
göstermektedir. Bu değişim, şimdiye kadar fark edilmeyen ya da dikkate alınmayan bazı davranış
örüntülerinin patolojik sayılıp sayılmayacağı ya da var olan patolojilerden hangisine yakın olabileceği
ile ilgili bir dizi araştırma ve tartışmaya zemin oluşturmaktadır. Ayrı bir tanı kategorisi olarak resmen
kabul edilmemiş olmakla birlikte, ciddi sonuçları olan diğer yeme bozuklukları ile benzerlik ve
ayrılıklarının olduğu ileri sürülmektedir. Sağlıklı beslenme alışkanlıkları aslında patolojik değildir.
Ancak aşırı uğraşı haline dönüştüğünde, uzun süreli olduğunda, günlük yaşamda olumsuzluklara yol
açtığında kişilik ve davranış boyutlarını da ilgilendiren bir bozukluk olarak değerlendirilebileceği
bildirilmektedir. Obsesif kompulsif bozukluğu olan hastalar gibi vakitlerinin çoğunu katı kurallar ile
ilgili aşırı uğraşı ile geçirdikleri ve zamanla sosyal işlevlerin bu yüzden zarar görebileceği ifade
edilmektedir. Ancak aşırı uğraşı alanının yeme bozukluklarındaki gibi, ayrı bir kategoride tanımlanmayı
hak edecek kadar belirgin ve sadece tüketilen yiyeceğin niteliği ile ilgili olduğu ileri sürülmektedir.
Yöntem: Bu araştırma kadın atletlerin (n=81) Ortereksiya Nervozaya yatkınlıklarını ve yatkınlık varsa
Ortereksiya Nervoza ile Obsesif Kompulsif belirtileri arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla
yapılmıştır. Araştırma betimsel bir çalışma olup tarama modeli kullanılmıştır. Araştırmada Samsun
Gençlik ve Spor Müdürlüğü lisanslı bayan atletleri üzeinde yürütülmüştür. Veri toplama aracı olarak
sosyodemografik bilgi formu , ‘ORTO 15 ‘ ölçeği ve ‘Maudsley Obsesif Kompulsif Envanteri ‘
kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 16.0 programı kullanılmıştır. İstatistiksel yöntem
olarak Anova, t testi ve regresyon analizleri kullanılmıştır.
Bulgular: Araştırmaya Katılan atletlerin yaş ortalaması %54.3’ ü 10-15 yaş arasında, %43. 2 ‘ si 15- 20
yaş arasında, %2.5’i 20 yaş üstü olarak belirlenmiştir. Araştırmaya katılanların, %22. 2 si zayıf ( BKE<
18.5), %65.4’ ü normal (BKE: 18.5 -24.9), %12.5’ i Hafif şişman (BKE: 25-29.9) olarak bulunmuştur.
Araştırmaya katılan bayan atletlerin ORTO 15 Puan Ortalamaları 38.11±4.01 olarak bulunmuştur.
Yapılan çalışma sonuçlarına göre bayan atletlerin yaş ortalaması, kilo, öğün sayısı ara öğün sayısı besin
destek ürünü kullanma, OKB arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. İçilen içecek türü ve MOCI puan
ortalaması karşılaştırıldığında ise sağlıklı içecek tüketimi ile gazlı ve asitli içecek tüketenler arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmuştur.
Sonuç ve Öneriler: Yapılan çalışma bayan atlet olmanın ORTO 15 puanını etkilemediğini
göstermektedir. Bu çalışma sonucu ile literatürdeki diğer çalışmalar arasında paralellik
gösterilememiştir. Bu sonucun kültürel ve bölgesel farklılıklardan, olgu sayısının azlığından
kaynaklandığı söylenebilir.
Anahtar Kelime: Ortoreksiya Nervoza, Obsesif Kompulsif Bozukluk, Atlet
163
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Bir Üniversitedeki Öğrencilerin Yaşadıkları Bölgelerdeki İnfertil Olan Kadınlara Yönelik
Yapılan Geleneksel Uygulamaların Değerlendirilmesi
Ahsen Şirin1 , Nilgün Ulutaşdemir1 , Emine Bakır1 , Emine Özdemir1
1
Zirve Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü
Giriş ve Amaç: Türkiye’de kadınlar çocuk sahibi olabilmek için geleneksel davranışlardan
etkilenmektedir. Kadınların geleneksel inanç ve uygulamaları, kadın sağlığı üzerindeki doğrudan ve
dolaylı etkileri açısından önem taşımaktadır. Bu çalışma, bir üniversitede okuyan öğrencilerin
yaşadıkları bölgelerdeki infertilite bilgisi ile ilgili görüştükleri kadınlara yönelik ,yapılan geleneksel
uygulamaları belirlemek amacıyla yapılmıştır.
Materyal ve Metod: Tanımlayıcı tipte olan çalışmanın evrenini Şubat 2015 ile Mart 2015’ te üniversite
öğrencilerinin yaşadıkları bölgelerdeki görüştükleri kadınlar (116) oluşturmuştur. Her bir öğrencinin
yaşadığı bölgeden bir kadına yapması esas alınarak, 116 kadının tümü araştırma kapsamına alınmıştır
Araştırmanın verileri; sosyo-demografik özellikler ve infertil olan kadınlara yönelik yapılan geleneksel
uygulamalar sorularından oluşan anketin direkt gözlem altında uygulanmasıyla toplanmıştır. Verilerin
analizi t testi, tek yönlü varyans (ANOVA) ve korelasyon analizi kullanılarak yapılmıştır.
Bulgular: Öğrencilerin, infertilite bilgisi ile ilgili görüştükleri kadınların %92.2’si Güneydoğu’da
yaşamakta ve bu kadınların %75.8’i (88 kişi) ailesi, %24.2’si (28 kişi) komşularıdır. Araştırma
kapsamına alınan kadınların yaş ortalaması 38.03±7.22 olup, %28.4’ü okur-yazar değildir. İnfertilite
durumunda çocuk sahibi olabilmek için, kadınların ilk başvurduğu yerler arasında birinci sırada sağlık
kuruluşu (%69.0), ikinci sırada ara ebesi (%19), üçüncü sırada hacı-hoca (%10.3) ve son sırada diplomalı
ebe (%1.7) yer almaktadır. Kadınların %21.6’sı infertilite durumunda uygulanan suyuna buharına
lapasına oturulan maddeler olduğunu bildiğini ve bunun en fazla maydanoz (%8.6) olduğunu ifade
etmiştir. Hazneye bitkiler yerleştirildiğini bilen kadın oranı %5.2, en fazla yerleştirilen bitkileri (çörek
otu ve papatya) bilme oranı ise %3.4’tür. Kadınların %36.2’si infertilite durumunda bitki yendiğini,
yenen bitkinin en fazla keçiboynuzu, zencefil ve soğan (%6.0) olduğunu bildiğini ifade etmiştir.
Kadınların geleneksel uygulamaları bilme oranı %12.1’dir. Bu uygulamalar ise en fazla sırta karasakız
yapıştırma, Hz. Yuşa ziyareti, baklagiller yememek, genital bölgeye sirkeli su dökmek olarak
saptanmıştır. Kadınlara anketi yapan öğrencilerin %91.4’ü geleneksel uygulamaların yapılmamasını,
%54.3’ü hastalığa yol açtığını, %68.1’i ise kendisinin uygulamayacağını ifade etmiştir. Kadınların
eğitim seviyesi yükseldikçe geleneksel uygulamalardan bitki tüketmeyi bilme oranı azalmaktadır
(p<.05). Kadınların yaş ile eğitim (r=-.568, p=.000) ve ilk başvurulan yer (r=-.1.91, p=.039) arasında
negatif yönde anlamlı korelasyonlar görülmüştür.
Tartışma ve Sonuç: Bu araştırmada, infertilite durumunda çocuk sahibi olmak için kadınların geleneksel
uygulamaları bilme oranı %12.1’dir. Kurçer ve arkadaşlarının 1997 yılında Malatya’da yaptığı
çalışmada, modern tıbbın yanı sıra geleneksel halk yöntemleri uygulayan kişilere başvuran kadın oranı
%28.7; Engin ve Pasinlioğlu’nun 1999 yılında Erzurum’da yaptığı çalışmada, ilerleyen dönemde
hocaya/yatıra başvuran kadın oranı %50.6 olarak saptanmıştır. Verilen sağlık eğitiminin, kadınların
bilinçlendirilmesini etkileyebileceği ve doğru sağlık davranışlarını kazandırabileceği söylenebilir. Halka
yönelik uzun vadeli ve özenle kültürel eğitim programları yaygınlaştırılmalı ve özellikle bu eğitim
programlarına erkeklerin ve evdeki büyüklerin de katılımı sağlanmalıdır.
Anahtar Kelimeler: İnfertilite, Geleneksel Uygulama, İnfertil Kadın, Kadın Sağlığı
164
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Toplumsal Cinsiyet Bakış Açısıyla Kadın Sağlığında ve Toplumun Bilinçlendirilmesinde
Hemşirenin Rolü
1
Banu Karaöz1 , Ferda Özbaşaran2
İzmir Üniversitesi İzmir Sağlık Yüksek Okulu Hemşirelik Bölümü
2
Selahaddin Eyyübi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi
Bu derlemenin amacı; toplumsal cinsiyet bakış açısıyla kadın sağlığında ve toplumun
biçimlendirilmesinde hemşirenin rolünden bahsedilecektir.
Kadın sağlığıyla ilgili olarak özellikle üreme sağlığına ilişkin konular cinsiyet ayrımcılığının en çok
yapıldığı alandır. Çünkü kadınların yaşamları boyunca üreme sağlığı ile ilgili sorunları yaşama
olasılıkları erkeklerden daha yüksektir. Gebelik, doğum ve düşüğe bağlı sorunları cinsiyetleri nedeniyle
yalnız kadınlar yaşamaktadır. 15-44 yaş grubunda toplam hastalık yükü içinde üremeye ilişkin hastalık
yükü hesaplandığında, üreme sağlığı yükü kadınlarda (%36.6) erkeklerin (%12.3) üç katı olarak
bulunmuştur. Buna rağmen toplumun cinsiyeti nedeni ile “kadın cinsiyetine” biçtiği rol ve beklentileri
kadının üreme sağlığını olumlu yönde etkileyecek olan haklarından (sağlık hizmetine ulaşma ve
faydalanma) yararlanamamasına neden olmaktadır. Çünkü sağlık hizmetlerine erkekler kadınlara göre
öncelikli olarak ulaşmakta ve faydalanmaktadır.
Ayrıca kadınlar yaşam dönemleri boyunca cinsiyetleri nedeniyle üreme sağlıklarını olumsuz yönde
etkileyen olumsuzluklar yaşamaktadırlar. Bu olumsuzluklar çocukluk döneminde; cinsiyet seçimi,
ihmal/hizmetten yararlanamama, morbidite ve mortalite hızlarının artması vb.,adölesan döneminde;
cinsel taciz/istismar, paralı seks, istenmeyen gebelikler, erişkinlik döneminde; gebelik, doğum/doğum
sonu komplikasyonlar, anne ölümleri, menopoz ve sonrası dönemde; malignensiler, osteporoz, şiddet
vb. olarak kendini göstermektedir.
Kadının cinsiyeti nedeniyle yaşadığı bu üreme sağlığı sorunlarının azaltılmasında ve önlenmesinde
sağlık ekibi içerisinde yer alan hemşirelerin önemli bir rolü bulunmaktadır. Hemşirelerin kadınların
sağlığını korumak, yükseltmek ve hastalıkları önlemek için kadının yaşam dönemleri boyunca kapsamlı
bir sağlık hizmeti sunmaları gerekmektedir. Hemşirelerin kadına yönelik pozitif ayrımcılık bakış
açısıyla, sundukları bakım hizmetlerinde kadınların sağlık bakım ihtiyaçlarına öncelik tanımaları
gerekmektedir. Hemşirelerin bakım verici rollerinin yanı sıra eğitim ve danışmanlık rolleri de
bulunmaktadır. Literatürde kadınların ve erkeklerin toplumsal cinsiyet rolü gelişimde etkili olan
modellerden en önemlisinin anne-babalar olduğu ve çocukların ebeveynlerinden gördükleri rol
modellerini içselleştirdikleri belirtilmektedir. Bu nedenle anne-babanın bilinçlendirilmesinde özellikle
hemşirelere önemli görevler düşmektedir. Çünkü hemşireliğin temel amaçlarından biri bireyin, ailenin
ve toplumun ihtiyaç duyduğu konularda eğitim ve danışmanlık hizmeti vermektir.
Bu açıdan hemşireler, anne ve babaların toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin eşitlikçi bakış açısını
kazanmalarında kritik rol oynamaktadır. Toplumsal cinsiyet rollerinin kazanılmasında anne-babadan
sonra etkili olan bir diğer model okuldur. Geleneksel toplumsal cinsiyet rolleri okulda öğretmenler
tarafından da pekiştirilmektedir. Öğrencilerin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin eşitlikçi bakış açısı
kazanabilmeleri için anne- baba desteğine, kendi düşünce, davranış ve tutumlarını geliştirebilmeleri için
de rehberliğe gereksinimleri vardır. Özellikle sağlık ekibi içerisinde yer alan hemşireler bu konuda
ayrıcalıklı bir role sahiptirler. Bu konuya ilişkin öğrencilere, anne-babalara ve öğretmenlere verilecek
eğitimde ise rehber kişi olarak okul hemşirelerine büyük sorumluluklar düşmektedir. Okul
hemşirelerinin, toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin anne-baba ve öğretmenlerle ortaklaşa çalışmalar ve
eğitimler düzenlemelerinin önemli olduğu düşünülmektedir. Ayrıca hemşirelerin kendilerinin de
toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin eşitlikçi bakış açısına sahip olmaları, hem hemşirelerin hizmet verdiği
bireylerin eşitlikçi bakış açısına sahip olmaları hem de bir kadın mesleği olan hemşireliğin güçlenmesi
yönünde yol gösterici olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Toplumsal Cinsiyet, Kadın, Hemşirelik Rolü
165
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Kadın ve Mühendislik
Yıldız Sınmaz Uzgan1 , Püren Veziroğlu2
1
MMO Kadın Komisyonu Başkanı
2
Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü
Bütün toplumlarda doğuştan gelen biyolojik farklılıklar kültürel olarak yorumlanıp değerlendirilir.
Böylece hangi davranışların, faaliyetlerin kadınlar ve erkekler için uygun olduğuna, bu iki cinsin hangi
haklara, kaynaklara, ve güce ne derecede sahip olduğuna veya olması gerektiğine ilişkin toplumsal
beklentiler geliştirilir. Toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri dünyanın tüm bölgelerinde görülmektedir.
Sosyal, siyasal, ekonomik ve yasal haklar açısından görülen bu eşitsizlikler toplumsal cinsiyet indeksleri
ile ölçülerek somutlaştırılmıştır. Kadınlar; aile reisliği, toprak sahipliği, mülkleri yönetme, iş kurma ve
yürütme gibi konularda erkekler ile eşit değildir (Ecevit, 2003).
İşgücü piyasasında gerek çalışma şartları gerekse işgücüne katılımları açısından kadınların durumu ayrı
bir incelemeyi gerektirmektedir. Sanayi Devrimi’nden itibaren kadın işgücü ucuz emek olarak görülmüş
ve ekonomik krizler kadının işgücüne katılımını arttırsa da çalışma koşullarının iyileşmesini
sağlayamamıştır (Önder, 2013). Toplumsal cinsiyet eşitsizliği kadın bireylerin işgücüne katılma
oranlarını ve meslek seçimlerini etkilemektedir. “Kadın işi, erkek işi” gibi tanımlamalar, kadın ve erkek
bireylerin çocukluklarından itibaren meslek seçimlerini etiketlemekte ve özellikle kadın bireylerin özgür
davranmalarını engellemektedir.
Bu çalışmanın amacı, Türkiye’deki kadın işgücünün tarihsel gelişimini ikincil veriler doğrultusunda
ortaya koymaya çalışarak Türkiye’deki mühendis kadınların erkek egemen olarak kabul edilen
sektördeki durumlarını değerlendirmeye çalışmaktadır. Bu amaç doğrultusunda çalışma, Osmanlı
İmparatorluğu Dönemi ile Cumhuriyet Dönemi ve Sonrası olarak bölümlendirilmiştir. Çalışmada
kullanılacak sayısal veriler, TMMOB ve TUİK’ten elde edilecektir.
Anahtar Kelimeler: Kadın işgücü, Kadın Mühendisler, Türkiye
26 Kalkınma Ajansı’nın Bölge Planlarında (2014-2023) Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Ele
Alınışı
Cihan Ardili1
1
İpekyolu Kalkınma Ajansı
Cinsiyetin topluma göre, toplum için, topluma dair belirlenmesi olarak ifade edilebilecek olan toplumsal
cinsiyet, günlük yaşam pratiklerinden gelecek planlarına ve kararlarına kadar her bir bireyi
etkileyebilecek güce sahiptir.Ulusal kalkınma planları ise toplumun gelecek planlamasını içeren hedef
ve stratejileri belirler. Uygulamalar ve kaynak aktarımı bu planlar dikkate alınarak gerçekleştirilir.
Anayasal haklar görece kadın erkek eşitliğini gözetse de 1960’lı yıllardan günümüze hazırlanan 10
kalkınma planında toplumsal cinsiyet eşitliği yaklaşımının pek de gözetilmediği görülmektedir. Öyle ki
ana planlarda, değişen koşullar ve yapılan antlaşmalar neticesinde toplumsal cinsiyet eşitliğinin
gündeme alınması henüz beklenilen bir etki yaratmamıştır. Söz gelimi Türkiye, kadın ve erkeğin haklar
bakımından eşitliğini teyit eden CEDAW’ı 1979 yılında imzalamış ve 1981 yılında yürürlüğe
koymuştur. Ancak gelinen noktada kadına karşı ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına yönelik sınırlı
gelişmelerin olduğu görülmektedir. Bu ve benzeri uygulamalar/anlaşmalar kadının temsil edilmesine ya
da kadına karşı ayrımcılığın önlenmesine bizzat ve tamamen çözüm getirebilmiş değildir. Bu bağlamda
toplumsal cinsiyet eşitliğinin dayandığı yasal zemin ve düzenlemelerden ziyade nasıl anlamlandırıldığı
önem arz etmektedir.
166
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Sürdürülebilir kalkınmayı merkeze alan, 2014-2018 yıllarını kapsayan Onuncu Kalkınma Planı’nda
kadın erkek fırsat eşitliği özellikle istihdam ve karar alma mekanizmalarına katılım bağlamında ele
alınmıştır. Ayrıca ‘Nitelikli İnsan ve Güçlü Toplum’ gelişme ekseni kapsamında ‘Aile ve Kadın’ başlığı
altında toplumsal cinsiyet eşitliği gözetilerek kadınların sosyal, kültürel ve ekonomik gücünün
yükseltilmesi ve aile kurumunun güçlendirilmesi amaç olarak belirlenmiştir.
Kuruluşu 2006 yılına dayanan, Türkiye’de 26 bölgede hizmet veren ve her yıl büyük miktarlarda yerele
kaynak aktaran Kalkınma Ajanslarının görevlerinden biri de bölge planlarının hazırlanmasıdır. Bölge
planları, Onuncu Kalkınma Planı’ndayer alan Bölgesel Gelişme Ulusal Stratejisi ile yerel planlar olan
çevre düzeni planları arasında, ulusal ve yerel planların bütünlüğünü sağlayacak ara planlardır. Ajanslar
2013 yılında 2014-2023 yıllarını kapsayan bölge planlarını hazırlamış olup planlar 2014 yılında
Bakanlık tarafından onaylanmıştır. Bölge planlarında toplumsal cinsiyet eşitliği genel olarak eğitim,
istihdam ve girişimcilik bağlamlarında ele alınmıştır. Bunun dışında örneğin Doğu Anadolu Kalkınma
Ajansı toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik farkındalık çalışmalarının asıl hedef grubunun erkekler
olduğunu vurgulamıştır. Trakya Kalkınma Ajansı bölgenin kadınlar için göreceli olarak daha yaşanabilir
olduğunu ileri sürmüştür. İzmir Kalkınma Ajansı, Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı ve İpekyolu
Kalkınma Ajansı toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalığın artırılmasına dikkat çekmiştir.
Bu çalışma 26 Kalkınma Ajansının 2014-2023 yıllarını kapsayan bölge planları (ana planlarla ve 81 İl
İçin Toplumsal Cinsiyet Karnesi-TEPAV’ın çalışması ile ilişkilendirilerek) toplumsal cinsiyet eşitliğine
duyarlılık perspektifi ile planların karşılaştırmalı inceleme sonuçlarınıiçermektedir.
Hemşirelik Öğrencilerinin Cinsiyet Eşitliğine Bakışı
1
Rana Can1 , Rabiye Erenoğlu1 , Hatice Tambağ 1
Mustafa Kemal Üniversitesi Hatay Sağlık Yüksekokulu
Giriş ve Amaç: “Toplumsal Cinsiyet” kavramı, kadın ve erkeğin sosyal olarak belirlenmiş kişilik
özelliklerini, rol ve sorumluluklarını ifade etmektedir. Bu kavram içinde biyolojik farklılıklardan ziyade
kadın ve erkek olarak toplumun bireyleri nasıl gördüğü, nasıl algıladığı, nasıl düşündüğü ve nasıl
davranması gerektiği ile ilgili değerler, beklentiler, kalıp yargılar ve roller yer almaktadır. Literatürde,
toplumsal cinsiyet rolleri geleneksel ve eşitlikçi roller olarak sınıflandırılmıştır. Geleneksel olarak
kadına yüklenen roller; ev işlerinden sorumlu olma, iş hayatında aktif olmama gibi sorumluluklar;
erkeklere yüklenen geleneksel roller ise erkeklere; evin geçiminden sorumlu olma, evin reisi olma gibi
sorumluluklardır. Eşitlikçi roller ise; aile, mesleki, evlilik, sosyal ve eğitim yaşamında kadın ve erkeğin
sorumlulukları eşit olarak paylaşmaları olarak belirtilmektedir.
Genç nüfusun geleneksel cinsiyet rolleri ile sosyal eşitlik normlarına ilişkin tutumları, toplumun kadın
ve erkek olarak onları nasıl gördüğü, nasıl algıladığı, nasıl düşündüğü ve nasıl davranılmasını beklediği
üzerine kurulmuştur. Bu çalışma ile sağlık profesyoneli olma yolunda eğitim gören ve uğraş alanı insan
olan hemşirelik öğrencilerinin sahip oldukları toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin tutumların
belirlenmesi, toplumsal cinsiyete ilişkin eşitlikçi bakış açısı geliştirme farkındalığı yaratması
amaçlanmaktadır.
Materyal Metot: Çalışmanın evrenini Mustafa Kemal Üniversitesi Hatay Sağlık Yüksekokulu
Hemşirelik bölümüne kayıtlı 360 öğrenci oluşturmaktadır. Çalışmada örneklem seçimine gidilmemiş
olup dönem kaydını yaptıran, derslere devam eden ve araştırmaya katılmayı kabul eden 303 öğrenci
üzerinde yapılmıştır. İlk bölümde katılımcıların sosyo demografik özelliklerini belirlemeye yönelik 15
soru; ikinci bölümde 24 maddeden oluşan Cinsiyet Eşitliği Ölçeği yer almaktadır. Cinsiyet Eşitliği
Ölçeği Pulerwitz ve Barker tarafından 2008 yılında geliştirilmiş, ülkemizde geçerlik ve güvenirlik
167
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
çalışması Çeber ve arkadaşları tarafından 2009 yılında yapılmıştır. Ölçeğin Cronbach alpha
iç
tutarlılık katsayısı 0. 78 olarak belirlenmiştir. İki alt boyutu olan ölçekte “geleneksel cinsiyet normları”
alt boyutu 17, “eşitlikçi cinsiyet normları” alt boyutu 7 maddeden oluşmaktadır. Ölçekte hesaplanan
toplam puan 1-23 puan düşük eşitlik, 24 - 47 puan orta eşitlik, 48 - 72 puan yüksek eşitliği
göstermektedir. Formun doldurulması yaklaşık 10 dk sürmüştür. Verilerin değerlendirilmesinde frekans
ve yüzde hesaplamaları, ANOVA, t- testi ve Tukey HSD Testi kullanılmıştır.
Bulgular: Katılımcıların yaş ortalaması 20,91’dir. Katılımcıların % 69,3’ü kadın; % 96,7’si bekâr; %
52,1’i Anadolu – fen – süper lise mezunu; % 27,4’ü ikinci sınıf öğrencisidir. Çalışmada Cronbach alpha
iç tutarlılık katsayısı 0. 80 bulunmuştur. Katılımcıların % 46,2’sinin anne eğitimi ilkokul, % 44,7’sinin
baba eğitim düzeyi ilkokuldur. Ailesi ile birlikte yaşayan katılımcı oranı % 32,7’dir. Çalışmada cinsiyet
eşitliği ölçeği puan ortalaması 62,05, ölçeğin alt grupları olan geleneksel cinsiyet normları puan
ortalaması 42,29, eşitlikçi cinsiyet normları puan ortalaması 19,84 bulunmuştur. Çalışmada yaş, cinsiyet,
sınıf, anne eğitim durumu, baba eğitim durumu, kardeş sayısı değişkenleri ile puan ortalamaları arasında
anlamlı fark bulunmuştur.
Tartışma ve Sonuç: Katılımcıların cinsiyet eşitliği puan ortalaması 62,05 olup yüksek cinsiyet eşitliğini
göstermektedir. 18-20 ve 21-23 yaş gruplarında cinsiyet eşitliği toplam puan ortalaması (p= 0.007) ve
geleneksel cinsiyet normları puan ortalaması (p= 0,015) arasında anlamlı fark bulunmuştur. Cinsiyetler
arasında da tüm puan ortalamaları arasında anlamlı fark bulunmuştur (p=0,000). Puan ortalamaları ve
sınıflar arasındaki anlamlı fark bulunmuş olup farkın birinci sınıflarda puan ortalamalarının düşük
olduğundan kaynaklandığı görülmektedir. Anne ve baba okuryazarlığı ile puan ortalamaları arasında
anlamlı fark okuryazar olmayan grubun puan ortalamalarının düşük olmasından kaynaklanmaktadır
(p=0,000). Benzer şekilde kardeş sayısının beş ve üzeri olduğu grupta puan ortalamasının düşük olduğu
saptanmıştır. Çalışmamızın bazı sonuçlarının konu ile ilgili yapılan diğer çalışmalarla benzerlik
gösterdiği saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Toplumsal cinsiyet, cinsiyet eşitliği, hemşirelik
Modern Toplumun Eşitlik İdeali Karşısında Kadın
1
Kamuran Elbeyoğlu1
Toros Üniversitesi İktisadi İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi, Psikoloji Bölümü
İnsanlığın temelde bir olduğu ve insanların eşit olduğu fikri, günümüzün modern insanlık fikrinin eşitlik,
özgürlük, kardeşlik kavramları üzerinde inşa edilmesinin temelini oluşturur. Dolayısıyla Rönesans
döneminin önemli isimlerinden Thomas More Ütopya’sında adaleti aynen Aristoteles gibi eşitlikle
ilişkilendirmekle birlikte, Aristoteles’e karşıt olarak adaletin ancak “mutlak eşitlik” ile sağlanabileceğini
söyler.
Voltaire ise ünlü sözlüğünün Eşitlik (Egalité) maddesine de şöyle başlamaktadır: Köpek köpeğe, at ata
ne borçludur? Hiçbir şey. Hiçbir hayvan ötekinin buyruğu altında değildir. Ama insanoğlu akıl denen
Tanrı ışığına kavuşmuş. Ne kazanmış biliyor musunuz? Dünyanın her yerinde köle olmayı. Voltaire’e
göre hayvanlar akılsız oldukları için özgürdürler. Öyleyse insanlar sadece hayvansal yanlarıyla eşit
olabilirler. Nitekim sözlüğün 1711 baskısında şu parça eklenmiştir: Yaratılışlarına bağlı olan yetiler
bakımından bütün insanlar, eşittirler.
Aydınlanma felsefesinin en önemli temsilcilerinden biri olan Jean Jacques Rousseau da İnsanlar
Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı ve Temeli Üstüne Konuşmaadlı çalışmasında uygar topluma geçiş
sürecindeki özel mülkiyet değişimi ve bunun beraberinde getirdiği eşitsizlik ve özgürlük üzerine olan
etkilerini sert bir üslupla eleştirmiştir. Eşitsizliğin ortaya çıkışında, doğal durumdan uygar topluma
geçişte kaybedilen acıma duygusu ve merhamet gibi bazı değerlerden bahseden Rousseau, uygarlığın
168
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
öne sürdüğü akıl yürütmenin, bu değerleri yok ettiğini vurgular. Özgürlükten vazgeçmenin, insan
olmaktan çıkmak anlamına geldiğini vurgulayan Rousseau, Toplum Sözleşmesi adlı kitabında insanın
ancak toplum içinde özgür olabileceğini savunur. Rousseau'nun düşüncesini bir bütün olarak ele
aldığımızda özgürlükle eşitliğin 'biri diğeri olmadan olmayan' bir bütünlük oluşturduğunu görülür, yani,
özgürlüğün olmadığı eşitlik, eşitliğin olmadığı özgürlük esaslılık kazanamaz. Rousseau İyi düzenlenmiş
bir toplumda özgür, eşit ve insan doğasıyla barışık bir şekilde yaşamak için önerdiği eğitim anlayışını
Emile isimli bir oğlan çocuğunun eğitimini konu edindiği meşhur Emile ya da Eğitim Üzerine adlı
eserinde verir. Rousseau eğer mutlaka bir arada yaşayacaksak, eşit ve özerk bireylerden oluşan, iyi
düzenlenmiş bir toplumda yaşamamızı ister. Yani insanın toplumsallığını reddetmeyen bir insan
doğasına uyum ve insanı köleleştirmeyen bir toplumsallık gereklidir. Emile tam da böylesi, ideal bir
doğallık ve toplumsallık ilişkiselliğini yansıtmaktadır.
Ancak Rousseau Emile’in karısı olarak yetiştirilecek olan Sophie’nin eğitimine geldiğinde başlangıçta
eşitlediği kadın ve erkeği toplumsal birliktelik gereği farklılaştırarak kendisinin önemsemediği türden
bir eşitsizliğe yol açar. Erkek aktif ve güçlü kadın ise pasif ve zayıf olmak durumundadır (Rousseau,
1979:358). Emile ve Sophie’nin yetiştirilmesi tamamen farklıdır. Sophie açıkçası her devre özgü
sayılabilecek bir kadınlık bilgisiyle, erkeğine hizmet etmek üzere yetiştirilmelidir oysa Emile
özgürlüğüne ve eşitliğine düşkün, yargılarının sahibi olan bir özne-bireydir. Modern felsefenin önemli
düşünürlerinden Spinoza da Rousseau’nun görüşlerini destekleyici bir şekilde kadınların doğaları gereği
zayıf oldukları için erkekler tarafından yönetilmeleri gerektiğini savunmuştur.
Bu felsefi değerlendirmelerden de görüldüğü gibi, erkeğin kadın üzerindeki tahakkümüne dayanan
ataerkil toplum yapısı kadının bağımsızlığına ve bireyselliğine önemli bir engel olarak ortaya çıkmakta
ve kadının bir birey olarak kimliğini hem yasal hem de kültürel düzeyde inkar etmektedir. Feminist teori
açısından, aile içinde erkeğin kadına göre üstün konumundan kaynaklanan ve kadın üzerinde egemenliği
ile sonuçlanan mikro iktidar ilişkileri ve bunun toplumsal düzeyde kadının kamusal alandaki konumunu
kısıtlayıcı ve engelleyici politikalara yansımasıyla ortaya çıkan makro iktidar ilişkileri, temelde
toplumsal cinsiyet (gender) ilişkileri açısından ele alınabilir. Toplumsal cinsiyet, bir bireyin davranışının
nasıl yargılanacağına, zamanının ve yaptığı işin ne kadar kıymetli olduğuna yönelik en güçlü
göstergedir. Modern toplumda toplumsal cinsiyet üzerinden kurulan edilgenlik ve etkenlik ideolojis i,
erkeğe, erkekliğe ve erkek cinselliğine etkenliği; kadına, kadınlığa ve kadın cinselliğine ise edilgenliği
atfetmiştir. Modernizmin bu şekilde egemen / bağımlı anlayışıyla temellendirdiği kavramlar aracılığıyla
bütün insanlar için vadettiği özgürlük ve eşitlik ideallerini sağlamasına olanak olmadığı apaçıktır.
Butler Gender Trouble isimli kitabında Foucault’un soykütük yöntemini uygulayarak toplumsal cinsiyet
kategorisini çözümlemeye çalışır. Butler’e göre toplumsal cinsiyet kimliği ve öznellik anlamlandırıcı
uygulamaların içinde ve bu uygulamalar dolayımıyla kurulur. Toplumsal cinsiyet tekrarlanan
eylemlerle, tekrarlanan bedensel eylemlerle oluşturulur. Bu çalışmada Butler’ın Gender Trouble isimli
kitabındaki çözümlemelerine dayanarak eleştirel feminist bakış açısıyla eşitlikçi bir toplumsal cinsiyet
inşasının olanağı irdelenecektir.
Anahtar kelimeler: toplumsal cinsiyet, eşitlik, modernite, Rousseau, Butler
169
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Kadınların Tamamlayıcı Ve Alternatif Tıp Yöntemlerine Bakışı
1
Özge İpek 1 , Fatih Özden1 , Banu Bayar1 , Kılıçhan Bayar1
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Fizyoterapi Ve Rehabilitasyon Bölümü
GİRİŞ: Tamamlayıcı ve alternatif tedaviler insanoğlu var olduğu andan itibaren kullanılmasına rağmen
1990’lı yıllardan sonra yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Dünya Sağlık Örgütü tamamlayıcı ve
alternatif tıbbı, modern tıp dışındaki tedavi yaklaşımları olarak tanımlamaktadır. Alternatif tıp, bilimsel
tıp uygulamalarının yerine etkisi bilimsel olarak kanıtlanmamış başka yöntemlerin kullanılmas ı
anlamında kullanılmaktadır. Alternatif tedavi yöntemleri insan sağlığı ve hastalıkları üzerinde
geleneksel, filozofik ve folklorik tedavi uygulamalarını içerir. Tamamlayıcı tıp ise alternatif tıp ürün ve
yöntemlerinin modern tıbbın tedavi protokollerine ek olarak kullanımıdır. Aslında alternatif ve
tamamlayıcı
tıp
kavramları
birbirinden
farklı
olmakla
beraber sıklıkla
beraber
kullanılmaktadırlar.Günümüzde hastalıkların tanı ve tedavilerinde gözlenen hızlı gelişmelere paralel
olarak hastaların tıbbi müdahalelerin kalitesinde artış, daha insani yaklaşım, güvenli bir ortamda yeterli
bilgiye ulaşma, tedavi süreçleri ile ilgili özgürce seçim yapabilmeyi istedikleri görülmektedir. Hastaların
sağlık sisteminde yer alan çeşitli problemler, semptomları azaltıcı girişimlere ulaşma ve ruhsal olarak
kendilerini daha iyi hissetme isteği gibi nedenlerle tamamlayıcı ve alternatif tedavilere olan ilgisi
artmıştır. Yapılan çalışmalar tamamlayıcı ve alternatif tedaviler ile ilgili birçok faydanın yanında riskler
de olduğunu göstermektedir. Bugün bireyler tamamlayıcı ve alternatif tedavilere geniş bir erişime sahip
olsa da, onları zararlı etkilerden korumayı sağlayacak yeterli bilgiye sahip değildir. Çalışmamızın amacı
kadınların konvansiyonel tıbbi uygulamalar yanında tamamlayıcı ve alternatif tıp yöntemlerine bakışını
saptamaktır.
METOT: Çalışmaya 50 gönüllü yaşlı birey katılmıştır. Araştırma verileri, araştırmacılar tarafından
literatür incelenerek oluşturulan sosyodemografik özellikler ile tamamlayıcı ve alternatif tıp yöntemleri
hakkında bilgi alınmasını sağlayan 10 kapalı uçlu soru içeren anket formu kullanılarak toplanmıştır.
Anket bireylerle yüz yüze görüşme tekniği kullanılarak uygulanmıştır.
BULGULAR: Katılımcıların yaş ortalaması 69.76±5.3 yıldır. Katılımcıların 28’i (%56) kadın, 22’si
(%44) erkektir. Kadınların %60.7’si, erkeklerin %72.7’si tamamlayıcı ve alternatif tıp yöntemlerini
duyduğunu, kadınların %17.9’u, erkeklerin 22.7’si bu yöntemlerden yararlandığını, kadınların
%10.7’sinin akupunktur yaptırdığı belirlenmiştir. Cinsiyete göre destekleyici medikal ürünlerden
kullanım oranlarına bakıldığında kadınların sadece %25’i, erkeklerin %9.1’i yararlanmaktadır.
Kadınların %50’si, erkeklerin %68.2’si sağlık problemi olduğunda hemen doktora gittiğini, Kadınların
%92.9’u, erkeklerin %95.5’i doktorun reçete ettiği ilaçları düzenli olarak kullandığını bildirmişt ir.
Alternatif tıp yöntemlerini duyma ve yararlanma açısından cinsiyetler arasında anlamlı bir fark
gözlenmezken (p>0,05), alternatif tıp yöntemlerinin sadece çaresi olmayan durumlarda kullanılabileceği
yorumu açısından anlamlı fark gözlenmiştir (p<0,05). Kadın bireyler, alternatif tıp yöntemlerinin sadece
çaresi olmayan hastalıklar için kullanılmayacağını ifade etmişlerdir.
TARTIŞMA: Tamamlayıcı ve alternatif tedaviler ile ilgili çalışmalar incelendiğinde; bu tedavileri daha
çok iyi eğitimli, yüksek sosyoekonomik düzeye sahip, kadın ve gençlerin tercih ettiği görülmüştür. Anne
ve babaların çocuklarında uyguladıkları alternatif tıp yöntemlerini araştıran bir çalışmada polikliniğine
başvuran ebeveynlerin alternatif tıp yöntemlerini kullanım oranını %75,8 olarak göstermiştir. Başka bir
çalışmada ayaktan kemoterapi gören kanser hastalarının tamamlayıcı ve alternatif tıp yöntemlerine
başvurma sıklığı %44,8 olarak belirlenmiştir. Bizim çalışmamızın sonucunda yaşlı bireylerin
çoğunluğunun alternatif tıp yöntemlerini duymuş olduğu ancak, bu yöntemlerin faydasını görenlerin
oranının çok daha az olduğu gözlenmektedir. Ayrıca cinsiyetler arasında alternatif tıp yöntemlerinin
yaygınlığı arasında herhangi bir fark görülmemektedir. Alternatif tıp yöntemlerinin sadece terminal
dönemdeki hastalıklar için kullanılır yorumunu kadın bireylerin çoğunluğu reddetmiş, erkek bireylerin
çoğunluğu ise onaylamıştır. Yapılan çalışmalarda alternatif tıp yöntemlerinin genellikle son çare olarak
kullanıldığı göz önüne alındığında, bu konuda bilimsel çalışmaların yapılması, bu yöntemlerin
yararlarının ve olası yan etkilerinin araştırılması, hastalar ve sağlık personelinin bu konuda
bilgilendirilmesi çok önemlidir. Ayrıca tamamlayıcı ve alternatif tıp
170
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
yöntemlerinin cinsiyetler arası kullanım açısından daha kapsamlı çalışmalarla ele
gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kadın, alternatif tıp, tamamlayıcı tıp.
alınması
Akademilerde, Kadın Sayısındaki Artış, Bir Başarı Mı,
Eşitsizliğin Görünmeyen Yüzü Mü?
Ceren İrem Kaya1
Çekmeköy/İstanbul
1
Karanlık Ortaçağ’a ve dogmalara karşılık gelen gelenekselle; aklın ve bireyin özgürleşmesi olarak
düşünülen modernitenin sürekli bir çekişme içinde olduğu varsayılır. İlerlemeci tarih anlayışıyla
açıklanmaya çalışılan bu iki kavramın, benzer sınıf, cinsiyet ve düşünce sistemlerini barındırdığı,
yeniden ürettiği hatta derinleştirdiği göz ardı edilir. Kadının konumu, gelenekselden moderne aktarılan
yeni ve sabit ilişkilerden en önemlisidir. Değişmeyen cinsiyete dayalı toplumsal statü ve rollerin
yanında, yeni olan, kadın erkek ayrımının farklı biyolojilere sahip olma durumuyla ilişkilendirilmesidir.
Bu yeni düşünce, aydınlanmayla başlayan, modernitenin her şeyi bilimle, rasyonel ilkelere dayanarak
açıklayan, araçsal pozitivist anlayışını da yansıtmaktadır. Kadın erkek, omuz omuza savaşarak inşa
edilen modern dünyada, kurucu, yeni toplumsal sözleşme güçsüz, duygusal kadını dışlayarak
oluşturulur.
Kadının hukuki anlamda hayatına sunulan göreceli iyileş(tir)menin, modern dünyanın kurumlarında bir
karşılığı yoktur. Nesnel konumu iyileşmeyen, üretim araçlarından dışlanan, bir anlamda, kapitalizmde
karşılığı olmayan, yeniden üretime mecbur bırakılan kadın, toplumsal, ekonomik ve politik alandan
dışlanarak, özel alana hapsedilir. Kamusal alana dahil olma mücadelesi veren kadını ise zorlu bir yol
beklemektedir; toplumsal cinsiyet rollerine uygun, rutin, sıkıcı, kariyer basamaklarının önünün tıkalı,
özel alana ilişkin görevleriyle birlikte yürütmek zorunda olduğu işler. Geleneksel toplumun baskı ve
zorla denetim altına aldığı kadın, modern dünyada başarı şansı tanındığı halde, kendiyle ilgili karar
almasını sağlayacak, dayatılan rolleri tamamını yerine getirebilecek yeterlilikten uzak olduğu için, kendi
rızasıyla olduğu varsayılarak, toplumdaki ikincil konumuna itilmiş olur.
Türkiye gibi, modernizmin bir kıyaslama, benzetme sürecini içerdiği ülkelerde ise, aydınlanmanın fitili
kabul edilen özgür, eleştirel düşünce ortamı kısıtlıdır ve bu durum modernitenin aynı zamanda toplumsal
bir krize dönüşmesine neden olur. Modernizmin inşasının ilk örneklerinde görüldüğü gibi, değişim
toplum tarafından talep edilmez, toplumu aydınlatmayı, muasır medeniyet seviyesine ulaştırmayı hedef
kabul eden yeni, devrimci, seçkin bir ekip tarafından dayatılır. Bu durumun bir sonucu olarak, çalışma,
seçme, seçilme, oy kullanma hakkı tüm kadınlara verilmiş olsa da, bu hakkı kullanabilen, sınırlı sayıdaki
seçkin kadınlardır. Bunun yanı sıra, devrimin geniş halk yığınlarında karşılığı, geleneği tehdit eden tüm
girişimlere, kadını simgeleştirerek karşı koyuş ve değişime yıllar süren dirençtir.
Türkiye’de saygın mesleklerde kadınların yer alması, diğer hiçbir alanda olmadığı kadar Avrupa
standartlarına yakındır. Kadınların iş gücüne katılımı ve iş gücü içerisinde yer aldığı sektörlere dağılımı
dikkate alındığında bu çelişkili durumun, Türkiye’de kadınların konumu ve gücüyle ilişkilendirilmesi
mümkün değildir. Bu durum, modern Türkiye’nin inşasında sınıfsal bir çelişkiyi barındıran ve kendi
dinamiğini yaratan bir durumla açıklanabilir mi?
Bu çalışmada, öncelikle gelenekselden moderne paralel olan, kadının ikincil ve edilgen konumu üzerine
tartışılacaktır. Modernizm ile modernizasyon arasında farka değinilerek, Türkiye modernleşme hareketi
içinde, kadın akademisyenlerin konumu açıklanmaya çalışılacaktır. Bu amaçla kadın
171
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
akademisyenlere ilişkin araştırmalar gözden geçirilecektir. Daha önce yapılan çalışmaların ortak
noktası, son on yılda akademilerdeki kadın sayısının artışının, adil bir dağılım taşımadığı, kadın
akademisyenlerin üst düzey olmayan, toplumsal cinsiyete uygun belli unvanlarda yığıldığıdır. Bu
çalışma, mevcut durumu toplumsal cinsiyetle ilişkilendiren araştırmaların temel varsayımını
reddetmeden, farklı ve ek olarak, Türkiye modernizasyonunda diğer saygın mesleklerde olduğu gibi
seçkin kadınlara açık olan akademik hayatın kendi dinamiğini oluşturduğunu varsayar. Son yıllardaki
bu artışı, akademilerin, geleneksel önemini yitirmesiyle, daha az nitelik, çalışma ve araştırma gerektiren
belli unvanların, kadınsılaşmasıyla ilişkilendirir. Çünkü tıpkı geleneksel toplumdan modern topluma
geçişte olduğu gibi, çalışma hayatına kadının sınırlı katılımı sağlanmakta ve belirli iş kolları kadına özgü
hale gelmekte, bir anlamda işgücü cinsiyetle özgüllenmektedir. Genel olarak, erkek akademisyenlerin
kariyer basamaklarında bir adımını yansıtan bu durum, kadın çalışanlar söz konusu olduğunda tepeye
çıktıkça daralan bir piramit şeklini almaktadır.
Kadınların dünyalarını iyileştirmeye yönelik hak arayışları, kadınlık durumunu, kadına yüklenen
cinsiyetçi toplumsal rolleri değiştirmektedir. Kadınlar her şeyden önce bunun geleneksel ya da modern
zihniyetle değil, ataerkillikle verilen uzun soluklu bir mücadele olduğunu unutmamalıdırlar.
Anahtar Kelimeler: Geleneksel, Modernizm, Türkiye Modernizasyonu, Cinsiyet Ayrımcılığı, Kadın
Akademisyenler.
Geleneksel Kadın Giysilerinden Şalvarların Karşılaştırılmalı Olarak İncelenmesi
H. Fatma Şener1 , Aslı Dursun2
Gazi Üniversitesi Sanat Ve Tasarım Fakültesi Moda Tasarımı Ana Bilim Dalı
2
Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Giyim Endüstrisi Ve Giyim Sanatları
1
Giyim genel olarak, bireylerin sosyal durumunu, yaşını, zevkini, karakterini yansıtan bireysel, toplumsal
yada ulusal özellikler sergileyen bir olgudur(Savaş,1996:1). Sosyal antropoloji açısından incelendiğinde
giyim, geleneksel kültürlerde yaşam tarzlarına göre değişiklik gösteren maddi ve manevi bir kültür
ürünüdür (Sürür, 1983:6). Kültürümüzün zenginliği ulusumuzun yaşadığı coğrafyalar ve büyük tarihsel
olaylardan kaynaklanmaktadır. Bize değerlerimizin çoğunu veren kültürümüz kişisel kimliğimizin bir
parçasıdır. Kültürel kimliğin, giyimle olan ilişkisi ise durağan ve değişmez değildir. Giyinme isteği ve
arzusu tarihsel süreç içinde çeşitli değişiklikler göstermiş değişime uğramıştır. İnsanlar da gelenekleri
ve toplumdaki yerine göre neyi, nerede, ne zaman, nasıl giyeceğini yaşayarak öğrenmişlerdir. Böylece
giyim kuşam geleneği kuşaklar arası yaşatılmıştır. Bununla birlikte tarih, coğrafya, ekonomik ve sosyal
durum gibi farklılıklar, giysi özelliklerini de etkilemiş, yörelere özgü tarzların oluşmasında rol
oynamıştır (Sarıoğlu 2006: 202).
Türklerin geleneksel giysi özellikleri incelendiğinde kaftan, üç etek, cepken, yelek, kuşak ve şalvarın
kullanıldığı görülmektedir (Hanilçe, 2011). Türkler göçebe hayatın gereği olarak rahat giysileri tercih
etmişlerdir. Bu giysiler arasında ata daha rahat binilmesini sağlayan şalvarlar kadın ve erkekler
tarafından kullanılmıştır. Ayrıca çeşitli model özelliğindeki şalvarlar hareket rahatlığı sağlaması
nedeniyle tarım ve hayvancılıkla uğraşanlar tarafından da tercih edilmiştir Geleneksel giysilerimizden
şalvarlar düğün ve diğer törenlerde, gelenek ve göreneklerini yaşatmaya çalışan kırsal kesimde aslına
sadık kalma kaygısı olmaksızın kullanılmakta, aile koleksiyonlarında veya müzelerde muhafaza edilerek
geleceğe taşınmaya çalışılmaktadır. Bu konuda yapılan araştırmalar kültürel değerlerimizin geleceğe
aktarılması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu araştırmanın amacı; kaybolmakta olan kültürel
değerlerimizden biri olan yöresel giysilerimizden
şalvarların araştırılarak
172
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
günümüze ulaşabilen örneklerinin karşılaştırmalı olarak incelenmesi ve gelecek kuşaklara
aktarılmasıdır.
Yöntem
Araştırmanın evrenini ülkemizde çeşitli bölgelerde kullanılmış olan kadın şalvarları oluşturmaktadır. Bu
araştırmanın örneklemini Adana, Ankara, Bolu, Burdur, Samsun, Tokat ve Eskişehir illerinde yapılmış
olan araştırmalardan elde edilen şalvar örnekleri oluşturmaktadır. Ulaşılan şalvarlar örnekleri
karşılaştırmalı olarak incelenerek, gözlem fişleri oluşturulmuş ve fotoğrafları ile birlikteverilmiştir.
Bulgular
Şalvarlar, Türklerin tarih boyunca hiçbir zaman vazgeçemediği giysilerinden biridir. Şalvar veya
pantolon giymek savaşçı kavimlere ait bir giyim adetidir. Tipik bir Türk giyimi olan şalvar, üst kısmı
geniş ve büzgülü, paçaları ayrı ve geniş dikilmiş bir giysi çeşididir. Geleneksel giysilerimizden şalvar
örnekleri incelendiğinde, model ve kesim özelliklerinin genellikle birbirine benzediği, ancak giysilerin
kullanım yeri ve amacına göre süsleme ve kullanılan kumaş türlerinde farklılıklar olduğu görülmektedir.
Ulaşılan bilgilere göre kadınların kullandıkları şalvarların çok çeşitleri bulunmaktadır. Dar, büzgülü,
kısa, uzun, bilekten bağlı,düz ve verev olarak (Türk İslam Sanatı: 55).
İnsanların giyim kuşamlarını etkileyen faktörler incelendiğinde, ilk dikkati çeken coğrafi yapı ve iklim
koşullarıdır. Ayrıca geçim kaynağı tarım ve hayvancılıkolan bölgelerde giysiler bu işlerin rahat
yapılabilmesini temin edecek şekilde tercih edilmişitri Bibine yakın bazı yörelerde giysilerin mıdel ve
kumş özelliklerinde etkinlenme ve benzerlikler tespit edilmiştir.
Öneriler
Yöresel giysi araştırma ve belgeleme çalışmalarında, bizzat araştırmacı yörelere gidilerek araştırmalarını
yapmalı doğru bilgilere yerinde ulaşılmaya çalışılmalıdır. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
geleneksel giysiler ile ilgili bilimsel araştırmalara ödenek sağlanmalıdır. Ülkemizde tüm bölgelerin
geleneksel giysileri araştırılarak giyim müzeleri oluşturulmalıdır.
Anahtar Sözcükler: Kültür,Geleneksel kadın giyimi, Şalvar,
Atasözleri Ve Deyimlerde Engelli Kadına Bakış
1
Hilal Onur İnce 1 , Aysun Yaralı Akkaya2
Hacettepe Üniversitesi İibf Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
2
Yüzüncü Yıl Üniversitesi İibf Kamu Yönetimi Bölümü
Kadın bugün dünyada ve Türkiye’de dezavantajlı gruplar arasında yer almaktadır. Benzer bir diğer grup
ise engellilerdir. Engellilik hangi türde olursa olsun, engelli bireyin tek başına yaşama kalitesini
düşürmektedir. Bu durumda diğerlerinden farklı olan engelliler, toplum içerisinde işlevsiz hale
getirilerek yalnızlaştırılmaktadır. Ayrıca engellinin kadın olması ile ise bu dışlanma ve yalnızlaştırılma
daha da artmaktadır. Bu çalışmada engelli kadına yönelik toplumsal algının şekillenmesinde ki
faktörlerden, kültürel etkenler ele alınacaktır. Özellikle dil bir kültürün yaşamasında ve kuşaklar
arasında aktarılmasında ki en etkin faktördür. Dilin aktarım işlevini yerine getiren en önemli
mekanizmalarından biri ise atasözleri ve deyimlerdir. Bu anlamda kültürel ve sosyal boyutta özellikle
atasözleri ve deyimlerin yarattığı sosyo-kültürel dönüşüm engelli kadının toplumsal alandaki algısını
öne çıkarmada etkili bir alandır. Çalışmada bu nedenle engellilik sadece bireysel bir olgu olarak kabul
edilmemektedir. Engellilik içinde yaşanılan toplumun koşullarından da beslenen ve bu koşulların sebebi
ile de tanımlanmaktadır. Sosyal engellilik olarak da ifade edilen toplumun kendi yarattığı engeller
engelli kişileri toplumdan dışlamakta ve ötekileştirmektedir. Ayrıca engellilik doğuştan ya da sonrasında
kazanılsın engelliliğin varlığını sürdüren toplumsal alanda kendisini öne çıkaran ona yönelik davranışlar
ve kültürel bakışla da değişiklik gösterebilmektedir. Özellikle kültürel dokuyu
173
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
oluşturan temeller engelliliğe bakışı değiştirebilmektedir. Bu anlamda engelli kadın içinde toplumsal
ve o toplumun kültürel yansımaları olan atasözleri ve deyimler de beraberinde bir algıyı da ortaya
koymaktadır. Çalışmanın önemi özellikle engelliliğin bir kültürel anlayış modelli olduğunu ortaya
koymaktır.
Toplumsal cinsiyet tartışmalarında üzerinde durulan konular cinsiyeti toplumsal alana bağladığı gibi
engelliliğinde cinsiyet ile birlikte değişen toplumsal yansımaları vardır. Engelli kadının sosyalleşmesi
ve birey olarak toplumsal alana katılımında modern dönemlerle birlikte bir değişim söz konusudur.
Geleneksel dönemlerde daha çok engelliliğin ortak kabuller bulmasına karşılık, modern dönemler de
engellilik toplumsal sorun olarak ayrıştırılarak tartışılmaktadır. Bu açılardan engelli kadınlar için
üretilen atasözleri ve deyimlerde bize toplumsal alandaki bu dönüşümü gösterme açısından oldukça
dikkat çekicidir. Çalışmada Türkçe de yerleşmiş atasözleri ve deyimler eleştirel bir metodoloji ile ele
alınacak ve kategorik olarak değerlendirilecektir. Engelli kadın temasında derlenecek atasözü ve
deyimlerin eleştirel olarak araştırılması ile engelliliğin toplumsal alanda etiketlendiği alanlar ve ondan
beklentilerinde neler olduğunu belirleme imkanına kavuşulacaktır. Böylece Türk kültürü içerisinde hem
cinsiyet temelinde hem de engellilik üzerinden kadına biçilen toplumsal cinsiyetçi rollerin nasıl
şekillendiği tartışılmış olunacaktır.
Cumhuriyet Dönemi İlk Yıllarında Türk Kadınının Değişen Sosyal Konumu Ve
Modaya Yön Veren Etmenler
Özlem Uslu1
1
Çukurova Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil Ve Moda Tasarımı Bölümü
GİRİŞ-AMAÇ:Cumhuriyetin ilk yıllarında, giysilerin üzerlerinde bazı geleneksel Türk işlemelerine
rastlanmasına rağmen geleneksel giyim tarzından uzaklaşıldığı, çağdaş bir giyim tarzının yaygınlaştığı
görülür. Giysilerin model özellikleri çeşitlilik göstermiş, desensiz kumaşlar kullanılırken süslemelere
önem verilmiştir. Avrupa giysi modellerinden esinlenmiş ancak kendine göre yorumlamasını bilmiştir.
Bu araştırmanın amacı; Cumhuriyet döneminde Türk kadınının yaşadığı sosyal reformların giyimine ne
şekilde yansıdığını, diğer bir deyişle toplumsal açıdan Cumhuriyet döneminde Türk kadınının giyimde
moda anlayışını inceleyip, modaya yön veren etmenleri ortaya çıkarmaktır.
Giysi; İnsanların kendilerini ifade ediş biçimidir ve toplumun sosyal, kültürel yapısını, siyasi ve etnik
özelliklerini yansıtır.Toplumsal yünüyle incelendiğinde; “giyimde moda” olgusunun etkileşim sonucu
yaygınlaştığı, toplumun değer yargılarını yansıttığı ve toplumun uygarlık seviyesini simgelediği
görülmüştür.
Cumhuriyetin kurulması ile birlikte ciddi bir biçimde ele alınan kadın hakları 1924’te başlatılan
çalışmalarla hız kazanmıştır. Cumhuriyetle birlikte değişen toplum yapısının, eğitim sistemini de
etkilediği görülür. Kadın eğitimi bu dönemde önem kazanmıştır. Yeni eğitim sistemi Türk Kadınının
hem yaşam tarzını değiştirmiş, hem bilgi dağarcığını geliştirmiştir. Daha öncesinde Osmanlı Devleti’nin
“Müslüman Aile Kadını” algısı yerine “Cumhuriyetçi Çağdaş Kadın” algısının yerleştirilmesine
çabalanmıştır. Türk kadını Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren bazı haklarını kolayca elde etmiş ve
bunu değerlendirmesini bilmiştir. Kendine güvenini giyimine de yansıtmıştır.Çalışkan, mücadeleci,
becerikli, zarif kadın imajı ortaya çıkmıştır.
MATERYAL VE METOT:Bu araştırma nitel araştırma teknikleri ile yürütülmüştür. Literatür
taramalarının yanı sıra, yüz yüze görüşme, gazete ve dergi taraması, müze ziyareti ile yerinde gözlem
gibi araştırma yöntemleri kullanılmıştır. Öncelikle 1923-1963 tarihleri arasında kadın giyiminin
durumunu değerlendiren kaynaklardan yararlanılarak literatür araştırması yapılmıştır. Ayrıca milli
kütüphane başta olmak üzere, birçok üniversitenin ve müzenin arşivlerinden, dergi ve gazete
fotoğraflarından yararlanılmış; bazı resmi mektup ve evraklara ulaşılmış, o dönemin rol modeli olan
174
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
devlet adamı eşleri, politikacı kadınlar ve moda sektöründe yer alan kadınlar ile yüz yüze görüşme
yapılmış ve onların fotoğraf arşivi ve gazete küpürü dosyaları incelenmiştir.
BULGULAR : Araştırmadan net sonuçlar alabilmek için, öncelikle moda, giyim ve toplum arasındaki
sıkı ilişkiye değinilmiştir. Giyimin toplumsal olaylardan ne şekilde etkilendiği örneklerle sunulmuştur.
Tarihi süreç içinde Türk kadınının toplumsal statüsü ve giysi özellikleri incelenerek çeşitlilik gösterdiği
ortaya konmuştur. Araştırmanın bulgularına göre bu dönemde kadınların sosyal statüleri değişmiştir,
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte rejim değişikliği ve hemen ardından kurumsal ve yasal bazı düzenlemeler
yapılmıştır. Latin Alfabesinin kabulü, kadınların eğitimine önem verilmesi, özellikle ilk yıllarda
öğrenim için Avrupa'ya çok sayıda öğrenci gönderilmesi ve sonrasında bu öğrencilerin Anadolu'da
öğretmenlik yapması, Türk Medeni Kanununun kabulü ve Türk kadınına siyasal haklarının verilmesi
önemli etmenlerdendir. Bu dönemde hızla açılan Kız Enstitülerinin ve Avrupa modasını yansıtan moda
mecmualarının bu dönemde modaya yön verdiği ve yayılmasını sağladığı görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Cumhuriyet dönemine geçişle birlikte Türk milleti, Atatürk'ün
gerçekleştirdiği devrimlerle çağdaş toplum seviyesine ulaşma yönünde büyük bir adım atmıştır.Laik
ve demokratik anlayışın ilerlemesi için 1924 yılında Halifelik kaldırılmış ve aynı yıl "Tevhid-i
Tedrisat" kanunu, (öğretim birliği) kabul edilmiştir. 1925'de Tekke ve Türbelerin kapatılmasının
ardından 25 Ağustos 1925 tarihinde Kıyafet Kanunu çıkarılmış, kadına kıyafetle biçim olarakçağdaş
bir görünüm kazandırılmıştır. Meşrutiyet döneminde filizlenmeye başlayan batılılaşma ve
çağdaşlaşma hareketi Cumhuriyetle birlikte farklı bir boyut kazanmıştır.Türk kadınının giyiminin
önemsenmesi ve sosyal alanda yerini bulması, Atatürk'ün çağdaş uygarlık yolunda önderliğini yaptığı
ilk atılımlar arasında yer almıştır. Ülkenin politik, sosyal, kültürel değişim süreci, batılılaşma yönünde
gerçekleştirmiştir. Medeniyet kavramı batılılaşmanın pusulası olarak Fransayı göstermekteydi. Frenk
usulüne uygun giyim ve yaşam tarzının öncelerden; Tanzimattan itibaren Osmanlının ilgisini çektiğini
görüyoruz. Cumhuriyet döneminde kurulan Türk Kadınlar Birliği, sayıları hızla artan Kız Teknik
Okulları, Avrupa modasını bütünüyle yansıtan Moda Albümleri, İstanbul'da Beyoğlu'nda açılan
terzilik okulu gibi bir çok yeni oluşum, kadın giyimini yönlendiren etmenler arasında etkili olmuştur.
1929 yılında ilk Türkiye Güzeli seçilir, 1932 yılında bir Türkiye güzeli, Belçika'da gerçekleştirilen ve
yirmi sekiz ülkenin katıldığı, dönemin en prestijli yarışmasında birinci olarak "Dünya Güzellik
Kraliçesi" seçilir.Türk güzelinin giysileri dönemin ünlü terzileri tarafından hazırlanmıştır ve ilgi
toplamaktadır.
1930'larda, Yurt dışında öğrenim görüp gelen moda-giyim öğretmenleri, Anadolu'ya dağılmış, çok
sayıda kız öğrenciye eğitim vermeye başlamışlardı. Çoğalan okul sayısıyla birlikte, öğrenci sayısı da
giderek artıyordu.5 Aralık 1934’te kadınlara TBMM seçimlerinde seçme-seçilme hakkı tanınmıştır. Bu
dönemde; ilk kadın muhtar seçilmiş, ilk kadın mühendis çalışma hayatına başlamış, Atatürk’ün manevi
kızı ilk kadın pilot olarak iş ve toplum hayatında yerini almıştır.
1940'larda sinema yıldızlarının giyim tarzları son derece etkilemekteydi. 1950'lerde Türkiye'de tekstil
sanayisi hareketlenmeye başlamıştı. Bu dönemde bir çok etmenin Türk kadının giyimi etkilediğinden
söz edilse de, kadının değişen sosyal konumu burada en önemli ana etken olduğu görülür.
Anahtar Kelimeler: Moda, kadın giyimi, modernleşme
Kadınlar Ve Taşlar Recm Edilen Küçük Kadınlar
1
Zozan Çetin1
Dokuz Eylül Üniversitesi
Dünya üzerinde etkisi yüzyıllar öncesine dayanan yönetimde ve her alanda erkek egemenliğinin, kural
koyuculuğunun söz konusu oluşu, bunun toplumsal cinsiyet rollerini meydana getirişi şeklinde
tanımlayabileceğimiz ataerkil sistem, kadının yaşantısını kısıtlamakta, varlığını günümüzde dahi
175
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
sürdürmektedir. Nitekim bu süregeliş içerisinde ataerkillik, kadının kaderini çizme
yetkisini
kendisinde görmüş, onun her türlü davranışının sınırlarını belirlemek istemiştir. Bu belirli sınırlar dışına
çıkan kadınlar ise yine sistemin yaratıcıları tarafından belirlenen ceza sistemiyle karşı karşıya kalmıştır.
Bu düşüncelerin hareket noktası olduğu bildiri, eleştirel teori temeline dayandırılacaktır. Buna göre
çalışmanın verileri kültürel ve tarihsel bağlamda incelenecektir. Bu temelde yapılan inceleme
göstermektedir ki kadınlar ve taşlar arasındaki ilişki kadının her ‘günahına’ karşılık ceza üreten erkeğin
bir ürünüdür. Bireysel olarak erkek, bu konuda çoğu zaman karar mekanizması olamamıştır. Zira
hegemonik davranışlar sergilemeyi kabul etmese de erkek, sisteme zorla entegre edilmekte, kurallara
uymayışının yarattığı dışlanma nedeniyle toplumsal baskının bir sonucu olarak sisteme uymak zorunda
bırakılmaktadır. Böylece kadının yaşantısı ya hukuk kurallarıyla ya da toplumsal baskı yoluyla
kısıtlanmış, erkeğin dünyasında kadın olmak taşlar altında ölümün normal olarak karşılanması ve bu
ölümlere sessiz kalınmasıyla sonuçlanmıştır. Yüzyıllardır süregelen bu durum sayısız kadının hayatına
mal olmuş, pek çok kadın, dünyanın sessiz kaldığı bir ölüme kurban gitmiştir. Günümüzde de varlığını
koruyan recm cezası, küçük kadınların da hayatının sonlandığı bir ceza sistemidir. Çalışmamızda
problem olarak ele alınacak olan recmin sonucu olarak yaşamını yitiren küçük kadınlar, erkek egemen
sistemin uyması için koyduğu kıyafetinden, şarkı söylemesine kadar uzanan kuralların dayatmasına
maruz kalmıştır. Bu dayatmaların dışına çıkan ya da istekler doğrultusunda hareket etmeyen kadınlar ise
recm ile cezalandırılmıştır. Bazen basın ve medyada karşılaşılan recm haberleri kadınların unutulan
ölüm haberleri arasında yer almakta, dünya da tarih de bu sessiz gidişleri çok umursamamaktadır.
Kadınların tarihin arka sayfasına itilen hayatları halen yazılmamaya mahkûm edilmiş durumdadır.
Bildiride bu mahkûm edilmelere karşı durmak amacıyla küçük kadınların yazılmayan hayatlarından
bahsedilecektir. Çalışmamızın bir başka amacı bazen idam bazen recm ile ‘namus’ adı altında öldürülen
kadınların yaş fark etmeksizin yaşadıkları aynı kadere değinmektir. Çalışmanın önemi ve özgünlüğü ilk
kez kayda geçirilecek isimlerin olmasının, önceden kullanılmayan kaynaklardan yararlanılarak
tespitlerin yapılmasının yanı sıra tarihin söz etmediği kadınlardan da bahsedilecek olunmasıdır. Ayrıca
erkeğin tarihinin hiçbir satırında geçmeyen kadınların yaşantılarına yer verilecek olmasıdır. Yazılı
kaynakların taranması yöntemiyle ilerlenecek bildiride, gazete haberlerinden, bazı bülten ve öncesinde
değerlendirilmemiş tarihi verilerden faydalanılacaktır. Çalışmanın kapsamı itibarı ile kaçınılmaz olarak
bellekleri yenilemek adına din ve kadın olgusuna yer verilecek, farklı inanışlardaki kadın algısı üzerine
durulacaktır. Nitekim araştırma yöntemlerinin sonuçlarından ulaşılan bulgulara göre din ve kadın
olgusunun, bu eksendeki algının ortaya çıkardığı bir sorun olan recm, pek çok ölüme sebep olmuştur.
Bulgular incelendiğinde Du’a’nın, Aişa’nın ve çalışmada ayrıntısıyla yer vereceğimiz recm edilen
birçok kadının taşlar altında öldürülüşünün sebebi bu olgunun yarattığı farklı algılar ve bulunulan
coğrafyanın geleneklerinin etkisidir. Fakat günümüz modernitesi içerisinde kadın üzerinde erkeğin
yarattığı gelenek ve kuralların etkili olduğunun ulaşılan bulgular sonucu görülmesi algının
değişmediğinin, kadının modern zaman içinde erkeğin eskimiş kuralları tarafından halen sıkıştırıldığının
belirtisidir. Ayrıca araştırma sonucu ulaşılan bulgulara göre bildiride yer alacak Aişa 13, Du’a 17, Katya
19 yaşında recm edilerek öldürülürken, gerekçe olarak hep benzer söylemlerde bulunulmuştur. Sonuç
olarak ismi geçen ve daha fazla kadının yer alacağı tarihselliğin yanı sıra sosyolojik temele
dayandırılacak çalışma göstermektedir ki tüm sıkıştırılmışlık içinde namus söylemiyle baskılanıp bu
gerekçeyle öldürülen kadınlar hemen unutulmakta ya da sayısı bilinmeyecek kadar saklı tutulmaktadır.
Küçük kadınların kimi zaman şahit olup hayatlarını korkuyla sürdürdüğü kimi zaman kurban edildiği
recm, pek çoğunun yaşamında boyun eğişle etkisini göstermiştir. Sorunun çözüm yollarından biri ise
yaşantıların kayıt altına alınıp belleklerde yer etmesi adına tarih oluşturma çalışmalarının yapılması,
algının değiştirilmesi adına çabalanmasıdır.
Anahtar Kelimeler: Du’a, recm, kadın, Aişa, ataerkillik.
176
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Din Ve Kadın
Mehmet Ali Kirman1 , Harun Tunç1
1
KSÜ İlahiyat Fakültesi
Cinsiyetler ile ilgili algı ve yargılar bir yandan toplumun kültürünü oluştururken diğer taraftan toplumun
kültürel yapısı, bu cinsiyet dinamiklerinin kuşaktan kuşağa taşınmasını sağlamaktadır. Bu bağlamda din
de kültürün ayrılmaz manevi bir öğesi olarak aşkın ve içkin pratikleriyle toplumun kültürel yapısı ve bu
yapının içindeki toplumsal cinsiyet ve bağlamındaki cinsiyetçilik gibi pek çok olay ve olgunun hem
oluşumunda hem de pekişerek ileriye taşınmasında etkili bir araç olmaktadır. Nitekim genelde toplumsal
cinsiyet özelde kadın çalışmaları içinde din boyutunun kendisinden sıkça bahsettirir olduğu ve neredeyse
bağımsız bir alan olma noktasına geldiği rahatlıklasöylenebilir.
Ayrıca bugün dinin kadının özne olması karşısında güçlü bir engel olduğunu, seküler eşitlikçi
feministlerin dine olan isyanlarında, dindar adaletçi feministlerin dine rağmen dindar bocalamalarında
ve bir yönüyle seküler bir yönüyle dindar olan melez feministlerin diyalektik form oluşturma çabalarında
açık veya örtük bir şekilde görmekteyiz. Öte taraftan tarihsel süreç içinde, gerek dinlerin bizzat kutsal
öğretileri, gerekse o dinin mensupları tarafından yapılan yorumlar da kadınlarla ilgili çok boyutlu
tasvirler gözler önüne sermiştir. Çünkü dinsel kültür, bir taraftan kadının toplumsal konumuna kısıtlayıcı
ve zayıflatıcı etkilerde bulunurken diğer taraftan konumunu güçlendirici olumlu bakış açıları içermiştir.
Bu çalışmada da işte bu kompleks olgu sosyolojik açıdan irdelenmeye çalışılacaktır. Öncelikle
geçmişten günümüze dinsel kültürün toplumsal “cinsiyet”çi kalıpların oluşması ve pekişmesindeki
rolünün sosyolojik açıdan değerlendirilerek; bu bağlamda kadınların/feministlerin problemlerinin bazen
sebebi bazen çözümü noktasında olabilen din faktörü sosyolojik açıdan incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Toplumsal Cinsiyet, Din, Kadın
Baltık Paganizm ve Mitolojisi. Kadının Önemi ve Baltık Kadın Arketipi
Jovita Sakalauskaite Kurnaz
Baltıklar; Prusai, Lietuviai (Litvanya), Kursiai, Ziemgaliai, Latgaliai(Letonya) ve Seliai adlandırmak
için 1845 yılından itibaren kullanılan bir addır. Geçmişte bu bölgede yaygın olarak kullanılan Baltık dili
maalesef günümüzde sadece iki ülke – Litvanya ve Letonya – tarafından kullanılmaktadır.
Bu bildirimin amacı Baltık Paganizmini ve mitolojisini alt yapı olarak kullanırken Baltık kadınının
Arketipi, karakterini ve sosyal gelişmesini saflaştırmaktadır. Araştırmada kullanılan yöntemler sırasında
Baltık tanrıçalarının özellikleri; kadın tarafından gerçekleştirilen tılsım ritüellerinin ve şarkılarının,
günümüze kadar taşınmasını ve bu geleneklerin akışı incelenmektedir. Sonuç olarak günümüzdeki
Baltık Kadını ve onun Arketipi arasındaki bağlantıları ve bunların önemi açıklanmaktadır.
Baltık Paganizm çok tanrılı eski Hint-Avrupalı inancın ana özelliğini devam ettirmiş olmasına rağmen
Baltık Paganizmi kadınsı (feminen) tanrıçaların kültü ile farklılık göstermiştir. Baltık Paganizminin
felsefesi kısaca şu şekilde açıklanabilir. Doğadan gelen her şey kutsaldır, toprak ana tanrıça tanrıların
tanrıçası olarak bilinmektedir. Kadının önemini ispatlayan açıklamaları ve kanıtları Baltık folklorunda
ve mitolojisinde bulmak mümkündür.
Farklı Baltık kabileleri aynı bölgede yaşayarak Baltık mitolojisini zenginleştirilmiştir. Baltık Mitolojisi
ve kültürü Baltık kadınının değerini açıklamada önemli rol oynamıştır. Baltık Mitolojisinde kadın
tanrıçalar; ev tanrıçaları, dış dünya/tarım tanrıçaları ve hayat (doğum, evlilik ve ölüm) tanrıçaları olmak
üzere üç gruba ayrılabilir. Fakat en büyük ve en önemli tanrıların tanrıçası Ana Tanrıçası olarak
177
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
tanınmaktadır. Ana Tanrıçası-Ana Toprak (Mother Earth) arkeologlara göre üçgen şekilde sembolize
edilmekteydi. Ayrıca yeni hayat fikri de eski Baltık Paganlar için çok önemtaşımaktaydı.
Baltık kadın arketipi ana tanrıçası olupta, kadınların sosyal statüsünü ve onun görevlerini belirten farklı
tanrıçalar da olmuştur. Baltık Kadınının ana görevi doğurganlık olup büyük ihtimalle doğumun gizliliği
ve gizemi sebebi ile kutsal (ruhani) yönü çok önemlidir. Tüm bu açıklamalardan sonra Baltık Kültürü
içinde kadın-anne figürünün ilk sırada yer aldığı söylenebilir. Ayrıca ataerkil dönemde bile anne kültürü
devam ettiği varsayabilir. Sosyal hayatta da anne statü olarak en yüksek ahlakı değerlere sahiptir.
Baltık folklorunda tanrıçalar için farklı şarkılar, büyüler yada ritüeller olduğu bilinmektedir. Tanrılardan
yardım isterken, onların affetmesini dilerken farklı şarkılar söylenmektedir. Eski Baltık şarkılarının
çoğunu kadınların yazmış ve söylemiş olması ilginç bir detaydır. Tarih boyunca ağızdan ağıza
söylenerek gelen bu şarkılar günümüze kadar gelebilmiştir. Özellikle “sutartines dainos” adı verilenler
mitolojik unsurlar taşımaktadır. Günümüzde toplumsal ve politik yaşam koşulları dolaysı ile eski
tanrıçaların adlarını doğrudan duymamıza nerde ise imkansız; toprak güneş, su, orman, ağaç, çiçek vb.
arketiplerin altında eski Baltık tanrılarının saklandığını söylemek yanlış olmaz. 16 yy. da cadı olduğu
ileri sürülen birçok kadın ateşe atılmıştır. Bunun başlıca nedeni bu kadınların geleneksel şarkıları
söylemeleridir. Tanrıçaların dostluğunu kazanmak için özellikle verimlilik, şans ve korunma amaçlı
farklı ritüeller kullanılmakta idi.
Baltık kabilelerinin tanrı ve tanrıçalarına verdikleri isimleri birbirinden ayırt edebilmek oldukça zordur.
Özellikle geleneksel şarkılarda bu adlar birbirine oldukça karışmıştır. Çeşitli yabancı kaynaklarda yer
alan bilgilere göre 1000 den daha fazla tanrı ve tanrıça adı olduğu bilinmektedir. Ancak tanrı ve tanrıça
sayısının 1000 den fazla olmadığı aynı tanrı ve tanrıçanın birden fazla adı olduğu tahmin edilmektedir.
Bazı tanrı ve tanrıçaların isimleri hem Litvanca, hem Letonca bilinmektedir, fakat doğru bilgi vermek
amaç ile bu bildirimde tanrıçaların adları sadece Litvanca bilinen kullanılmaktadır. Tüm tanrıçalar
arasında sadece en önemli olanlar, etnoloji araştırmacılar tarafından da kabul edilmiş ana tanrıçalar
incelenmektedir; Zemyna, Laima, Gabija, Austeja, Laume, Ragana, Medeina, Žvoruna, Giltine, Jurate,
Mara, Saule. Ana tanrıçaların inancı prehistorik dönemden gelmiştir. Tanrıçaların transformasyonu ve
geleneği; su kuşlarına, yılanlara, ceylana, ayılara dönüşmüş, taş devriminin mirasıdır.
Baltık Paganizmi günümüze kadar varlığını sürdürerek Litvanya ve Letonya da modern bir görünüme
bürünmüştür. Tanrıçaların sahip olduğu ilk Baltık kadın arketipini oluşturan nitelikler kuşaktan kuşağa
aktarılarak günümüze kadar gelmiştir. Günümüz bazı geleneklerinde tanrıçaların mirası devam
etmektedir, kadınların sosyal statüsü ve ahlak kuralları bu değerlere göre şekillenmiştir. Paganizm
Hristiyanlık ile karışsa bile Litvanya ve Letonya’da Meryem Ana ya sanki bir Ana tanrıçaymış gibi bir
yere sahiptir. Özellikle Litvanya kültüründe “büyük ana tanrıça”, “tanrıların tanrıçası” geleneği
yaşatılmaktadır. Pagan kadın gelenekleri sadece kilise ritüellerinde değil, tarihsel-toplumsal
alışkanlıklarda da izlenebilmektedir. Evlenirken gelinin başında süs olarak bulunan sedef otu çıkartılarak
ev sunağını sembolize eden mumlukta yakılır. Baltık kadınlarının doğaya bağlılığı sayesinde zaman
geçse de Paganizm kadınlara özgü ilkeleri şöyle yada böyle sürüp gitmektedir.
Anahtar kelime: Baltık Paganizm, Baltık Tanrıçaları, Baltık Kadınları
Kuramın Yeni Yüzü: İslami Feminizm
1
Yelda Cikoğlu1
Yenişehir/ Mersin
Batı’da hak ve özgürlük temelinde gelişen ve kısa zamanda tüm dünyaya yayılan kadın mücadelesi, son
yıllarda farklı kültürleri etkilemeyi ve kadınları kendi geleneksel- kültürel ataerkil yapılarından
sıyrılmaları için harekete geçirmeyi amaçlamıştır. Feminizm tarihini Batılı teorisyenlerin ‘dalgalarla’
kategorize etmesi, Batı feminizminin Batılı olmayan kadınlar adına konuşarak onları yanlış temsil etmesi
ve İslam toplumlarında yaşayan kadınların ‘üçüncü dünya kadınları’ olarak yaftalanması;
178
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Müslüman toplumlarda yaşayan kadınlara artık kendi seslerini duyurmaları gerektiğini hatırlatmıştır.
Bu girişim önemli ve tartışmalı bir kuram olan “İslami Feminizm”in doğuşuna zemin hazırlamıştır.
Bu çalışmanın amacı İslami feminizmin teorik ve pratik boyutlarına değinerek kuramsal bir tartışma
yaratmaktır. İslam toplumlarında geleneksel ataerkil yapı eleştirisinin gerçekleştirildiği çalışmada,
İslamiyet ve feminizmin farklı bir bakış açısıyla birleşiminden bahsedilmiştir.
Anahtar sözcükler: Feminizm, ataerkillik, İslami Feminizm.
10 Nisan Cuma
IV. Oturum 15.30 – 17.30
Öğretmen Adaylarının Kadın-Erkek Olgusuna İlişkin Metaforları
1
Seda Şahin1 , M. Sencer Bulut Özsezer2 , Ayşegül Karabay2
Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü Okul Öncesi Öğretmenliği AD
2
Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü Sınıf Öğretmenliği AD
Sanayi devriminden sonra toplum yapılarında ve insanların yaşayış biçimlerinde çeşitli değişimler
ortaya çıkmıştır. Bu değişimlerden kadın erkek eşitliği de payını almış ve kadınlar çalışma hayatına giriş
yapmıştır. Bunun yanında birçok toplumda kadınlar yasalarla bazı haklar elde etmişlerdir. Yaşanan bu
gelişmelerle birlikte kadın ve erkek olgusu toplumda tartışılmaya başlamış ve birçok alanda (eğitim,
siyaset, ekonomi vb) çalışma konusu haline gelmiştir.
Her iki cinsiyete atfedilen davranışlar da farklılık göstermektedir. Kız çocuklarına atfedilen tutumlar
toplumdan topluma değişse de genel olarak kızların rolleri fiziksel zayıflık ve duygusallıkla, erkek
çocuğunun ise fiziksel güç ve özgüvenle bağdaştırıldığı yönündeki görüşler önem kazanmıştır. Her iki
cinsiyet arasındaki farklılık, özellikle meslek seçiminde kendini göstermektedir (Günindi Ersöz, 1999).
Kadınların annelik duygusuna yakın, sevecenlik ve şefkat duygularını çağrıştıran meslekleri tercih
ettikleri dikkat çekmektedir. Bunun tam aksine erkekler ise, matematiksel ve mantıksal işlerin ağırlıkta
olduğu, fiziksel olarak güçlerini kullanabilecekleri ve genelde daha fazla ekonomik getirisi olan
meslekleri tercih ettikleri söylenebilir. Topluma yön veren bir meslek olarak öğretmenliğin kadınlara
uygun bir meslek olduğu söylemi yaygın bir görüş olup, özellikle küçük yaş grubunun erkek
öğretmenlerinin mesleklerini icra ederken kısa sürede yönetim kadrosuna geçtikleri gözlenmektedir.
Toplumların eğitilmesi ve bilgilendirilmesinde öğretmenlerin payı büyüktür. Öğretmen adaylarının
cinsiyetleri nasıl algıladıkları, mesleklerini cinsiyetle nasıl bağdaştırdıklarını görmek, öğretmen
yetiştirme programlarında bilinmesi gereken bir durumdur. Durum tespiti niteliğindeki bu çalışma,
öğretmen adaylarının meslek cinsiyet ilişkisinden ziyade, mesleğin gerektirdiği özelliklere
odaklanmaları için bakış açısı kazandırabilir.
Yapılacak olan bu araştırmada, genel anlamda herhangi bir olayın, olgunun ve/veya kavramın başka bir
kavram ya da ifade aracılığıyla anlaşılması ya da deneyimlenmesi (Lakoff& Johnson, 2005) olarak
179
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
tanımlanan metaforlardan yararlanılacaktır. Metaforların; soyut kavramların somuta indirgenmesinde,
karmaşık ve kuramsal olguların anlamlandırılmasında ve ifade edilmesinde, insanların belirli olay ve
olgulara yönelik düşünce ve davranışlarının anlaşılmasında önemli rol oynayan zihinsel araçlar olması;
kişinin kendisini nasıl tanıdığı, anladığı ve çevreyi nasıl algıladığını açıklamaya yönelik çalışmalarda
kullanılması bu çalışmada tercih edilme sebebi olmuştur. Araştırmada metaforlar öğretmen adaylarının
kadın-erkek, kadın öğretmen-erkek öğretmen ifadelerinden yola çıkılarak cinsiyet algısına ilişkin
tanımlamaları araştırmada kullanılacaktır.
Araştırmanın Amacı
Bu araştırma, öğretmen adaylarının kadın- erkek ve kadın öğretmen- erkek öğretmen olgularına ilişkin
zihinsel imgelerini metaforlar aracılığı ile incelemek için yapılacaktır. Bu genel amaç çerçevesinde
aşağıdaki sorulara cevap aranmıştır:
1. Öğretmen adaylarının, “kadın-erkek” olgularına ilişkin sahip oldukları metaforlar nelerdir?
2. Öğretmen adaylarının, “kadın öğretmen” ve “erkek öğretmen” olgularına ilişkin sahip
oldukları metaforlar nelerdir?
3. Bu metaforlar ortak özellikleri bakımından hangi kavramsal kategoriler altında toplanabilir?
Yöntem
Bu araştırmada, öğretmen adaylarının “kadın- erkek” ve “kadın öğretmen- erkek öğretmen” olgusuna
yönelik metaforik düşünme durumlarını belirlemek için nitel araştırma desenlerinden “olgu bilim”
kullanılacaktır. Bu araştırmada metaforlar Yıldırım ve Şimşek’in (2006) belirtmiş olduğu gibi, bir kesit
üzerinde betimleme amacıyla kullanılmıştır.
Çalışma Grubu: Araştırmanın çalışma grubu 2014-2015 eğitim- öğretim yılının bahar yarıyılında
Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nin Fen Bilgisi, Okul Öncesi, Sınıf Öğretmenliği ve Sosyal
Bilgiler Öğretmenliği dördüncü sınıflarına devam eden 200 öğretmen adayındanoluşturulacaktır.
Veri Toplama Aracı: Araştırmaya katılan öğretmen adaylarının “kadın- erkek” ve “kadın öğretmenerkek öğretmen” algılarını metaforlar aracılığıyla incelemek için öncelikle metaforun ne olduğu örnekler
verilerek açıklanacak, daha sonra öğretmen adaylarından “Kadın ... a/e benzer; çünkü, ...”, “Erkek ...a/e
benzer; çünkü ...”, “Kadın öğretmen ... a/e benzer; çünkü,...” “Erkek öğretmen ...a/e benzer; çünkü, ...”
cümlelerini tamamlamaları istenecektir. Ayrıca öğretmen adayları tarafından bireysel bilgi formu da
doldurulmuştur. Öğretmen adaylarına tüm formu doldurmaları için 20-30 dakika süre verilmiştir.
Verilerin Analizi: Katılımcıların ürettikleri metaforlar “içerik analizi” (Yıldırım& Şimşek, 2006)
yoluyla dört aşamada (kodlama ve ayıklama aşaması, örnek metafor imgesi derleme aşaması, kategori
geliştirme aşaması, geçerlik ve güvenirliği sağlama aşaması) analiz edilmiştir. Verilerin toplanması
tamamlandığında bulgular ve sonuç kısmı yazılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Kadın- erkek olgusu, kadın öğretmen, erkek öğretmen, metafor
Formasyon Grubu Öğretmen Adaylarının Toplumsal Cinsiyet Rollerine İlişkin Tutumları
Metehan Çelik 1 , Filiz Yurtal2
Çukurova Üniversitesi Eğitim Fak. Eğitim Bil. Böl.
2
Çukurova Üniversitesi Eğitim Fak. İlköğretim Böl.
1
Giriş
Cinsiyet biyolojik olarak belirlenir, toplumsal cinsiyet kültürel olarak belirlenir (Torgrimson &Minson,
2005). Literatürde toplumsal cinsiyet kavramının temelinde kadın ve erkek olarak toplumun bireyi nasıl
gördüğü, nasıl algıladığı, nasıl düşündüğü ve nasıl davranmasını beklediği ile ilgili değerler, beklentiler,
kalıpyargılar ve rollerin olduğu ifade edilmektedir. Literatürde, toplumsal cinsiyet rolleri kalıpyargıları
açısından kadın ve erkeğin rolleri; geleneksel ve eşitlikçi roller olarak
180
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
sınıflandırılmıştır. Geleneksel roller içerisinde kadına yüklenen roller; ev işlerinden sorumlu olma, iş
hayatında aktif olmama gibi eşitlikçi olmayan sorumlulukları içermektedir. Erkeklere yüklenen
geleneksel roller ise erkeklere; evin geçiminden sorumlu olma, evin reisi olma gibi sorumluluklar
yüklemektedir. Eşitlikçi roller ise; aile, mesleki, evlilik, sosyal ve eğitim yaşamında kadın ve erkeğin
sorumlulukları eşit olarak paylaşmaları olarak belirtilmektedir (Terzioğlu (2008). Yapılan incelemelerde
yirminci yüzyılın sonlarına doğru ve 21. Yüzyılın başlarında genişleyen sosyal ve ekonomik değişimlere
paralel olarak hem kadınların hem de erkeklerin toplumsal cinsiyet rolü tutumları daha eşitlikçi olmaya
başladığı ifade edilmektedir (Sweeting, Bhaskar, Benzeval, Popham, & Hunt, (2014). Toplumsal
cinsiyet rollerinin eşitlikçi tutum kazanmasında öğretmenler önemli bir konuma sahiptir. Bu
araştırmanın amacı formasyon grubundaki öğretmen adaylarının toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin
tutumları cinsiyet ve okudukları bölüme göre incelenmiştir.
Yöntem ve Materyal
Araştırma betimsel tarama modelinde bir çalışmadır. Araştırmanın çalışma grubunu 2014-2015 eğitim
öğretim yılında öğretmenlik formasyonuna devam eden lisans mezunu (n: 143) öğretmen adayı
oluşturmaktadır. Araştırmada Zeyneloğlu ve Terzioğlu (2011) tarafından geliştirilen Toplumsal Cinsiyet
Rolleri Tutum Ölçeği veri toplamada kullanılmıştır. Ölçek beş alt boyuttan oluşmaktadır; Eşitlikçi
Cinsiyet Rolü, Kadın Cinsiyet Rolü, Evlilikte Cinsiyet Rolü, Geleneksel Cinsiyet Rolü ve Erkek Cinsiyet
Rolü. Araştırma verileri, çalışma grubunun normal dağılım değerlerinin özelliğine göre parametrik
testlerden bağımsız gruplar t testi ve tek yönlü varyans analizi (Anova) kullanılarak yapılmıştır.
Bulgular ve Sonuç
Analizler sonucunda toplumsal cinsiyet rolleri tutum ölçeği alt boyutlarına göre cinsiyet açısından kadın
cinsiyet rolü, evlilikte cinsiyet rolü, geleneksel cinsiyet rolü ve erkek cinsiyet rolü puanlarında kadınların
lehine anlamlı farklılıklar bulunmuştur. Katılımcıların okudukları bölümleri dikkate alınarak yapılan
analizlerde toplumsal cinsiyet tutum ölçeği alt boyutlarından eşitlikçi cinsiyet rolü, kadın cinsiyet rolü
ve evlilikte cinsiyet rolü puanlarında hemşirelik bölümü lehine anlamlı farklılıklar bulunmuştur ayrıca
evlilikte cinsiyet rolü alt boyutu puanları dikkate alındığında hemşirelik bölümünün lehine diğer
bölümlere göre anlamlı farklılıklar bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Toplumsal cinsiyet, geleneksel cinsiyet rolü, eşitlikçi cinsiyet rolü
Kadın Pantolon Giyimine Cinsiyet Faktörünün Etkisi
Halime Yüceer Arslan1 , Gülşah Polat2
Gazi Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Giyim Endüstrisi ve Moda Tasarımı Bölümü
2
Gazi Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Giyim Endüstrisi ve Moda Tasarımı Eğitimi Bölümü
1
İnsan kültürünün en önemli unsurlarından biri de giysilerdir. Giyim, kimilerine göre bir örtünmedir,
kimine göre de tabiatın etkilerinden korunmak için vücudu korumadır. Uygarlığın ilerlemesi ile
değişiklik gösteren, insan vücuduna şekil veren, giysilerin tümüne giyim adı verilmektedir. Tarih
boyunca kadınların giyimini, örf ve adetler, cinsiyet, toplumdaki rolü, mesleği gibi birçok olgu
etkilemiştir. Erkek egemen bir toplumda yaşayan kadınlar, bu toplumun belirlediği kodlar doğrultusunda
sıkışmış, ve yaşamını bu kodlar üzerine kurmuştur. Erkek egemenliği her alanda
181
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
kadınları etkilediği gibi giyimlerini de etkilemiştir. Toplumda her iki cinsinde farklı olduğu ve bu
farklılığı giyimlerine de yansıtmaları gerekliliği hakim olmuştur.
Giyimde cinsiyet kavramına değinecek olursak, kadın ve erkek giysileri üzerinde yapılan ayrımlarda,
kadınların özellikle bir alt giyim eşyası olan pantolonu giymeleri uygun görülmemiştir. Kadınlar için
geleneksel giyim etek, erkekler için geleneksel giyim pantolon olmuştur. Kadınların kendilerini
erkeklerle eşit görmeleri, erkekler gibi çalışmaya başlamaları, her alanda aktif olmaları kadına pantolon
giyinme olanağı vermiştir. Kadınlar için, tarih boyunca vermiş oldukları erkeklerle eşitlik
mücadelelerinde pantolon giyinmek bir zafer olarak kabul edilmiştir.
Bu çalışma, kadının pantolon giyimi üzerinde cinsiyetin nasıl etkili olduğunu ve kişilerin bu konudaki
görüşlerini ele almaktadır. Araştırmanın evrenini Ankara ili, örneklem grubunu ise Ankara’da bulunan
random yöntemiyle seçilen 150 kadın ve 150 erkek oluşturmaktadır. Araştırmaya gerekli literatür
taramaları yapılarak başlanmış ve örneklem grubuna sorulmak üzere bir anket geliştirilmiştir. Anketten
elde edilen sonuçlar, SPSS programı ile değerlendirilmiş ve yorumlanmıştır. Sonuç olarak, cinsiyet
faktörünün günümüzde hala kadınların pantolon giyinmelerini etkilemekte olduğu ve erkeklerin
pantolonu kadın giysisi olarak görmedikleri tespit edilmiştir.
Anahtar kelimeler: Kadın, cinsiyet, giyim, kadın pantolonu
Abstract
One of the most important elements of human culture are also clothing. Clothing, Madiran a cover
according to some, is to protect the body from the effects of the naturally protected by whom. Which
varies with the progress of civilization, so that the human body is given to all wear the name of the
clothing. Women's clothing along the history, customs and traditions, sex, role in society has influenced
many cases, such as occupation. Women in a male-dominated society, this society stuck determined in
accordance with the codes, and life is built on these codes. Male domination has also affected the
clothing as it affects women in all areas. Society is different in both sexes, and this difference has been
dominated by the need to reflect in their clothing.
If we refer to the concept of gender, clothing, men and women in the distinction made on the clothes,
especially women wearing trousers with a lower clothing is considered appropriate. Traditional clothing
skirts for women has traditionally wear pants for men. Women see themselves equal with men, men
like to start work, gave the opportunity to be active in all areas of women's dress pants. For women,
dress pants in the struggle for equality with men they have made throughout history has been considered
a victory.
In this study, the gender on women's apparel pants is how effective and considers the views of the people
in this area. The research population of Ankara, the group selected by random sampling method
constitutes 150 men and 150 women in Ankara. The study began the necessary literature and a survey
has been developed to be asked to sample. The results obtained from the survey, analyzed by SPSS
software and interpreted. As a result, the gender factor that affects women today still wear pants and
trousers for men have been identified as they see women's clothes.
Key words: women, pants, clothes, women’s
Üniversitede Kadın Olmak Üzerine Bir Araştırma: Van YYÜ Örneği
1
Yaşar Subaşı Direk 1
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Müh-Mim. Fakültesi, Mimarlık Bölümü
Yaşamın her alanında olduğu gibi bilim, sanat, eğitim, yönetim gibi alanlarda da kadınlar hizmet
vermektedirler. Son dönemlerde özellikle üniversitelerde, çalışan, eğitimci, idareci, yönetici kadınlar
hızla artmaktadır. Bu çalışma, kadınların sayısal açıdan mevcudiyetleri yanında, üniversitelerin ne kadar
kadın dostu olduğuna dair niteliksel ve niceliksel bir araştırma yapılması temeline dayanmakta ve
amaçlanmaktadır. Alan çalışması olarak Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi seçilmiştir. Bu Üniversitenin
seçilmesinin nedeni: yakın tarihte geçirdiği iki büyük deprem sonrası, hızla toparlanarak hem kentin,
hem de bölgenin ilerlemesinde lokomotif görevler üstlenmiş olmasındandır. Kent ve bölge üzerinde
böyle bir etkisi olan Üniversite; konu kadın olunca ne tür çalışmalara imza atmıştır? Acaba
182
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
bu kadar gelişme ve lokomotif güç olmada kadın faktörü var mıdır? En önemlisi Üniversitelerimiz,
özellikle Van YYÜ Kadın dostu bir üniversite midir? Sorularının yanıtlarını almak üzere bu araştırma
yapılmıştır. Bu araştırma yapılırken genel olarak Türkiye’de, özel olarak da YYÜ’de;
*Çalışma hayatı olarak Üniversitelerde: İdari çalışan, Akademik çalışan kadınlar,
*Yaşam alanı olarak üniversitelerde: yurt, lojman, sosyal tesisler, yeşil alanlar ve diğer mekanların
kullanıcıları olarak kadınlar,
*Eğitim eşitliği olarak üniversiteler: Fakülteler, Yüksek okullar ve diğer eğitim kurumlarında okuyan
kadınlar,
*STK olarak üniversitelerde: Gruplar, topluluklar, vb birimlerdeki kadınlar
*Kadınlar için yapılan sosyal çalışmalar: kurslar, projeler vb. yer alan kadınlar,
konularında incelemeler yapılmış ve ilginç sonuçlara ulaşılmıştır. Bu araştırmada Üniversitedeki farklı
kesimlerdeki kadınlarla yüz yüze görüşme tekniği ile küçük anketler yapılmış, ayrıca istatistiki
verilerden de yararlanılmıştır.
Bir genel durum değerlendirmesi ve kullanıcı odaklı çalışma olarak sonuçlarının paylaşılmasının
Türkiye’deki Üniversitelerin özeti olması açısından önemli olduğu düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Üniversitelerde Kadın olmak, Kadın Dostu Üniversite, Üniversite Mekanlarında
Kadın Kullanıcı Memnuniyeti
Toplumsal Cinsiyet ve FLÖRT ŞİDDETİ
1
Serap SEZGİN1 , Pınar SÖKÜLMEZ1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Samsun Sağlık Yüksekokulu
Şiddet geçmişten günümüze, dünyada var olan bir olgu olmasına rağmen içinde bulunduğumuz yüzyıla
kadar ciddi bir sorun olarak algılanmamıştır. Ancak ilk insandan bu yana dünyayı ve insanlığı
etkilemektedir ve bu etkilerin sonuçları olumsuz yöndedir. Şiddet yıllardır bir kadın sorunu olarak
görülmüştür. Ancak bu kültürel, coğrafi, dini, toplumsal ve ekonomik sınırları aşan küresel düzeyde bir
insanlık sorundur. Kişinin şiddete yönelik tutumları aile içinde şekillenmektedir. Aile içi şiddeti üreten
dinamikler, bir toplumun *kültürel *hukuksal *siyasal *ekonomik *geleneksel *eğitimsel yapısı içinde
***kadın ****erkek ayırımına neden olan ve kadını erkeğe bağımlı kılan yapıya bağlanmaktadır.
Latince ‘Violentia’ kelimesinden gelen şiddet, güç kullanarak vurma ve kötü davranma eylemi olarak
tanımlanmaktadır. Dünya sağlık örgütünün tanımına göre şiddet; sahip olunan güç veya kudretin,
yaralanma veya kayıpla sonlanan yada sonlanma olasılığı yüksek bir biçimde bir başka insana, kendine,
bir gruba veya topluma karşı tehdit yoluyla yada bizzat uygulanmasıdır. Şiddet olgusunda, bireyler arası
ilişkilerde birbirini anlamak, çözüm üretmek, ikna etmek ve anlaşmak yerine dayatmacı bir tutum
sergilenmektedir.
ŞİDDET TÜRLERİ
*Kendine yönelik şiddet (özkıyım)
*Kişilerarası şiddet (flört Şiddeti, aile içi şiddet)
*Toplumsal şiddet (medya, azınlıklara yönelik şiddet, terör)
FLÖRT ŞİDDETİ
Flört şiddeti, şiddetin kişilerarası türlerinden biridir. Flört, iki kişinin evleninceye kadar ya da bu
kişilerden birinin veya her ikisinin ilişkiyi bitirmek istemesine kadar, sosyal ilişki ve etkinliklere tam ve
aşikar bir şekilde birlikte katılarak ilişkilerini sürdürmesi olarak tanımlanmaktadır. Flört şiddeti, çiftlerin
flört ilişkisinde birbirlerine karşı fiziksel, duygusal, sözel ve cinsel şiddeti, aleni veya gizli olarak
uygulaması ve sosyal olarak birbirlerine kısıtlamalar getirmesidir. Makepeace tarafından yapılan
çalışmalar sonucu flört şiddeti konusu araştırmacıların dikkatini çekmiştir ve yaptığı araştırma sonuçları
göstermiştir ki flört şiddeti genelde ergenleri ve gençleri etkilemektedir. (1981-1983-1987)
183
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Genel şiddetin kendi içinde türleri olduğu gibi flört şiddetinin de kendi içinde türleri vardır.
**Psikolojik flört şiddeti
**Sözel duygusal flört şiddeti
**Cinsel seksüel flört şiddeti
Fiziksel Flört Şiddeti (Offenhauer&Buchalter)
*tırmalamak
*tokat atmak
*itmek
*ısırmak
*boğmak
*yakmak
*dövmek
*silahla yaralamak
Duygusal/Sözel Flört Şiddeti
*aşağılamak
*sosyal ortam içinde küçük düşürmek
*azarlamak
*görmezden gelme
*terk etme ile tehdit
*yaralama yada öldürme ile tehdit
*kısıtlama getirmek
Seksüel /Cinsel Flört Şiddeti
*tecavüz
*tecavüz girişimi
*doğum kontrol yöntemi kullanmaya zorlamak
*kürtaj
*cinsel ilişkiye zorlamak
*fazla cinsel ilişkiye zorlamak
Flört Şiddeti Neden Görmezden Geliniyor?
Henüz flört aşamasında olan bir ilişkide resmiyet olmadığı için, erkek tarafı kimseye hesap vermek
zorunda olmadığını düşünüyor, istediği gibi hırpalayabiliyor, tehdit edebiliyor, şantaj yapabiiyor veya
her şeyin ötesine gidip fiziksel şiddete başvurabiliyor.
Bunun en büyük sebepleri, erkek egemen zihniyetli toplum ve insanı merkeze almaktan uzak olan kamu
politikalarının neredeyse sadece “aile içi şiddete” yönelik olarak politika geliştirilmesidir. Henüz aile
olmayan her türlü ilişkide yer alan kadınlar, zihniyette ve çoğu zaman da kanun karşısında “şiddete karşı
korunmaya hakları olan bireyler” olarak görülmemektedirler. Yapılan son araştırmalar göstermektedir
ki, flört ilişkilerinde şiddet prevelansı adölesanlar arasında %9-40 arasında değişmektedir. WHO (1996).
Violence againts women, WHO Consultattion, FRH/WHD/96.27, 5-7 february 1996, Amerika’da
yaşanılan bölgenin flört şiddeti üzerine etkilerinin araştırıldığı bir çalışmada, Amerika’nın güneyinde
yaşayan gençlerin diğer bölgelerde yaşayan gençlere göre flört şiddeti oranlarının daha yüksek olduğu
bulunmuştur.*güney %43.8, *batı %27.5,*doğu %22.8’dir.
Flört Şiddetinin Sonuçları:
Yapılan araştırma sonuçlarına göre flört şiddeti sonuçları ;
*madde kullanımı,
*korku,
*yeme ve uyku bozuklukları,
*riskli cinsel davranışlar,
*istenmeyen gebelik,
*anksiyete,
*travma,
*intihar,
*cinayet,
*sosyal izolasyon,
*utanma,
184
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
*suçluluk ve *öfke şeklindedir.
Müdahale
Aile içi şiddet gibi flört şiddeti de müdahalesi zor, kişilerin kendi kendilerine çözmeye çalıştıkları ve
kendi özeli içinde yaşadıkları, çoğu zaman tarafların gizlemeyi tercih ettiği bir şiddet türüdür.
1. Aile eğitimlerinde ailelere de çocuk yetiştirmede cinsiyetçi tutumlar geliştirmesine sebep olan
davranışlardan uzak durmalarını sağlayacak eğitimler verilebilir.
2. Şiddet görenlere yönelik çalışmalar kadar şiddet uygulayanlara da yönelik çalışmaların varlığı önem
taşımaktadır.
3. Şiddete uğrayan genç bireylerin kendilerine destek olacak yetişkinlere ve destek birimlerine
ihtiyaçları vardır. Bu tür destek birimlerinin varlığı önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Flört Şiddeti, Flört, Şiddet
Kadının Ekonomiye Kazandırılmasında Kadın Kooperatiflerinin Katkısı
1
Gülen Özdemir1 , Emine Yılmaz1 , Funda Er Ülker
Namık Kemal Üniversitesi Kadın Sorunları Uygulama Ve Araştırma Merkezi
Genel anlamda dünyada ve ülkemizde kadınların üretime katkıları yadsınamayacak oranlarda
gerçekleşirken, toplumsal ve ekonomik kalkınmanın olanaklarından yararlanmaları sınırlı kalmaktadır.
Kalkınmada kadınların sadece nimetlerden adil yararlanma şeklinde değil, aynı zamanda toplumsal
süreçlere güçlü bir birey olarak katılımı şeklinde olmalıdır. Bu durum kalkınma faaliyetlerinin etkinliğini
artıran bir unsurdur.
Türkiye’de kadınların işgücüne katılmaları büyük oranda Cumhuriyet’ten sonra başlamış ve 1950’lere
kadar sürekli artmıştır. Ancak kırdan kente göçün hızla artmasıyla ters orantılı olarak kadınların işgücüne
katılma oranları da azalmıştır. Kadınların işgücüne katılma oranı 1955’de %72 iken günümüzde
%30’lara kadar düşmüştür. Bu azalmaya neden olarak; kırsal alanda tarımsal üretimde yer alan
kadınların bir çoğunun kentlere göç sonucu -eğitimsiz ve deneyimsiz olmaları nedeniyle- ev kadını
haline gelerek, eğitimsiz işgücü piyasasından çekilmesi, diğerlerinin de genellikle enformel sektörde
çalışması gösterilebilir. Bunların yanında diğer nedenler ise; küçük çocukların bakımı, piyasa
koşullarının elverişli olmayışı, kısmi çalışma olanaklarının sağlanamayışı, çalışmayla ilgili yasal
mevzuattaki eksiklikler biçiminde belirtilebilir.
Kadın istihdamını artırmak için çeşitli programlar izlenmekte ve bu genelde iki şekilde yürütülmektedir:
Birincisi kentsel kadın girişimciliği, ikincisi ise mikro finans uygulamalarıdır. İkinci yaklaşım özellikle
yoksulluğun yüksek oranlara sahip olduğu ülkelerde, kadının konumunu güçlendirmek açısından küçük
düzeyde de olsa girişimcilik faaliyetlerini bir çözüm olarak gündeme getirmektedir. Bütün bu çabalara
rağmen, kadının konumunda ortaya çıkan iyileştirmelerin henüz arzu edilen hedeflere ulaştığını
söylemek mümkün değildir.
Ekonomik güçlenmenin en önemli koşulu olan işgücüne katılım gerek kırda gerekse kentte kadınların
bilinçlendirilmesi, erkeklere verilen eğitim ve donanımın kadınlara da verilmesi ile sağlanabilir.
Türkiye’de ilgili yasalarda kadın-erkek eşitliği sağlanmış olsa da kadın istihdamına yönelik belirgin bir
kamu politikasından ve kadın sorunlarına bütüncül bir çözüm arayışından söz etmek mümkün değildir .
Kadın istihdamına salt iş bulma biçiminde bakma ve tarımda çalışan kadını sadece içinde bulunduğu
koşullarla el almak da sorunları çözmemektedir. Temel sorun kadınlar için statüsü yüksek, kendine
yetebilen, üretebilen, sosyal güvenlik kapsamında olan istihdamın yaratılamamasıdır.
İşgücü piyasasının etkinleştirilmesi programı kapsamında, 10. kalkınma planı, kadınların işgücüne ve
istihdama katılımının artırılması, kadınlara yönelik istihdam teşviklerinin etkinleştirilmesi, çocuk, hasta
ve yaşlı bakımı hizmetlerinin yaygınlaştırılması, kadın girişimcilere özel bütüncül bir destek
programının uygulanması gibi konuları kapsamaktadır. Bu çerçevede kadınların yönetim/organizasyon
185
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
becerisi ve tasarruf/ev ekonomisi deneyimini temel alarak, bilgi ve deneyimlerini etkin hale
getirmelerini ve ekonomik sürece katılımlarını sağlamak üzere eğitim, kredi, danışmanlık ve pazarlama
destekleri verilmelidir. Bu kapsamda kooperatifler kadınlar için önemlidir. Kooperatifler kadınların
ekonomik alanda var olma ihtiyaçlarına cevap verebilmeleri nedeniyle önemli rol üstlenmektedirler.
Kooperatifler, kadın ortaklar ve çalışanlarına uygun iş fırsatları, kredi kolaylıkları, yaşam standartlarını
geliştirme olanakları sağlayan etkin örgütsel ortamlardır. Ayrıca kadınlar kooperatifler içerisinde
özgüven kazanmakta, ekonomik, kültürel ve sosyal durumlarını iyileştirmektedirler.
Bu nedenlerle ülkemizde 1990’lı yıllardan sonra gelişmeye başlayan kadın kooperatifleri girişimi dikkat
çekicidir. Kadın Kooperatifleri günümüzde kısal alanda 43 kentsel alanda ise 118 adet olmak üzere,
ülkemiz ekonomisi ve kadın girişimciliği açısından önemli bir fırsattır. Gelişme seyrine baktığımızda
diğer birçok kooperatiften farklı olarak tabandan gelen bir hareket olması, ulusal ve uluslararası birçok
kuruluşun desteği, gerçek demokratik yapıda ilerlemesi, yoksulluğa çözüm olması ve istihdama katkıları
açısından değerlendirilmelidir. Bu şekilde ülke dinamikleri ortaya çıkarılmış ve daha önce fırsat
verilmemiş bir grup harekete geçirilmiş olur. Böylece kooperatifler yerel güçleri ortaya çıkararak ulusal
hatta uluslararası alanda kadın girişimciliği açısından başarı sağlayabilirler. Bu nedenle kadın
kooperatifleri;
- Yeni şartlara dinamik olarak uyuma gereksinimi olan kadınlar için bir ekonomik modeldir.
- Kadınlar kooperatiflerde para kazanmanın yanı sıra önemli roller, tecrübeler ve bilgiler
edinmekte ve paylaşılmaktadır.
- Toplumun demokratik olarak ilerleyebilmesi için kadın kooperatiflerinin gelişimi önemli bir
adımdır.
Anahtar Kelimeler: Kadın, Kooperatif, Girişimcilik, İstihdam, Kalkınma
6331 No ‘Lu İş Sağlığı Ve Güvenliği Yasasının Kadının Çalışma Yaşamındaki Yerine Katkısı
1
Neşe Yılmaz1
Kırklareli Üniversitesi Lüleburgaz Meslek Yüksekokulu
Eşitlik ilkesi gereği tüm çalışanlara cinsiyet farkı gözetmeksizin eşit davranma zorunluluğu vardır.
Kadınlara ayrımcılık noktasında “ sıfır tolerans” kuralı gereği de çalışma hayatında cinsiyet ayrımı
yapılmaksızın tüm çalışanlar eşit haklara sahip olmalıdır. . Buna rağmen kadınlar için eşit koşullar
yaratılması o kadar kolay değildir. Son yıllarda görülmektedir ki kadının çalışma yaşamındaki payı
giderek artmakta ve daha da artacağı öngörülmektedir. Kadınlar her toplumda farklı zorluklarla
karşılaşmaktadır. Toplumların kültürel degerleri, bakış açıları,sosyo ekonomik düzeyleri, dini inançları
ve daha birçok sebepten dolayı kadına bakış açısının getirdiği zorluklarla belki de en fazla mücadele
etmek zorunda kalan çalışan kadınlardır. Kadın, toplumun değerlerini ve tutumlarını göstermede önemli
bir gösterge olmuştur.Tüm yaşamda olduğu gibi çalışma yaşamında da kadının bu özelliği üzerinde
önemle durmak gerekmektedir. Bu nedenle kadınların çalışma yaşamındaki durumları irdelenmelidir.
Kadınlar çalışma yaşamında çeşitli zorluklarla karşılaşmaktadır. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2014
Küresel Cinsiyet Uçurumu raporuna göre, cinsiyet eşitsizliğinin en az olduğu ülke
186
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
İzlanda. Türkiye ise 142 ülkenin değerlendirildiği raporda 125'inci sırada yer aldı. Raporda
Türkiye'nin durumu ise oldukça dikkat çekici. 2013 yılında 136 ülke arasında 120'nci olan Türkiye 2014
yılında küresel cinsiyet uçurumu raporunda 5 sıra daha gerileyerek 125'nci oldu. Bu tablo Türkiye için
son beş yılın en kötüsüydü. Rapora göre, sağlık ve yaşam kategorisinde 1 tam puan üzerinden 0.953
puan alarak bu alanda neredeyse eşitsizliğin kapandığı Türkiye'de kadınların ekonomiye ve siyasete
katılımı hala çok düşük. Kadınların eğitime katılımında ise Türkiye sadece 105'nci sırada yer aldı.
İş Sağlığı ve Güvenliği açısından da elbette kadının çalışma yaşamındaki yeri sorgulanmalıdır. Kadının
tüm toplumdaki konumu gibi çalışma yaşamındaki konumu da o ülkenin gelişmişlik düzeyi hakkında
önemli bilgiler barındırdığı unutulmamalıdır.Kadın istihdamının sektörel dağılımına baktığımızda;
hizmet sektöründe kadın işgücü oranı % 57 ile en ön sırada yer almaktadır. Kadınlar, bilimsel ve teknik
alanda çalışanların % 24’ünü, üst kademe yöneticisi olarak çalışanların % 1’ini, idari personel olarak
çalışanların % 23’ünü, ticaret ve satış personeli olarak çalışanların % 4’ünü, hizmet işçisi olarak
çalışanların % 13’ünü, tarım sektöründe çalışanların % 9’unu oluşturmaktadır. Tarım dışı üretim işçisi
olarak çalışanların arasında kadınların oranı ise % 25 düzeyinde bulunmaktadır.Türkiye’de kadın
istihdam yapısına bakıldığında halen genel eğitim ve mesleki eğitimin yetersizliği önemli bir faktör
olarak karşımıza çıkmaktadır. 2013 yılında her 5 kadından 1’i okuma yazma bilmemektedir. Bu da bize
açıkça göstermektedir ki kadınların iş sağlığı ve güvenliği bilincini
oluşturmak
çok da
kolay
olmayacaktır. 2013 SGK verilerine göre Türkiye’deki iş
gücünün yüzde 25’ten fazlasını kadınlar oluştururken, meydana gelen iş kazalarında hayatını yitiren bin
360 kişiden 24’ü kadın çalışan olarak kayıtlara geçmiştir. Aynı yılın rakamlarıyla bin 677 kadın iş
kazaları neticesinde sürekli olarak iş göremez raporu almıştır. Bu haritadan da görüyoruz ki kadınların
bilinçlenmesi ve bu alandaki farkındalıkları oldukça önemlidir. Kadınlar yaratılış özellikleriyle fiziksel
olarak daha zayıf ve güçsüzdürler. Bu özellikleri sebebiyle de yasalarla korunmaları gerekmektedir.6331
No’lu İş Sağlığı ve Güvenliği yasasında kadınların çalışma koşullarını iyileştirmeyi hedefleyen maddeler
eklenmiştir. Son yıllarda kadınların çalışma koşullarında gelişme olmuş fakat yeterli değildir. Kadınların
çalışma yaşamına yönelik yapılan çalışmalar iyileştirilmelidir ve geliştirilmelidir.
Anahtar Kelimeler: 6331 No ‘lu İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası- Kadın- Çalışma Hayatı
İşletmelerde performans Yönetiminde Kadınların Öncelikli Kriterleri
Oya H. Yüregir1 , Filiz Afacan1
1
Çukurova Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Endüstri Mühendisliği Bölümü
GİRİŞ-AMAÇ:Günümüzde işletmeler değişime ayak uydurabilmek ve rakiplerine karşı sürdürülebilir
rekabet avantajı sağlayabilmek için yeni yönetim yaklaşımları kullanma çabası içerisindedirler. Bu
yaklaşımlardan birisi de kıyaslama ve performans ölçüm sistemidir. Bu çalışmada bilimsel literatürde
kabul görmüş farklı mükemmellik modellerine (MBNQA, EFQM ve Deming ödülü) esas olan girdi ve
çıktı değişkenlerini birleştirerek ve sübjektif olan değişkenleri sayısallaştırılarak verimlilik ve etkililik
analizlerine baz olabilecek geniş kapsamlı bir mükemmellik modeli oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu
çalışmanın amacı belirlenen 40 kritere kadın bakış açısının önceliklerini ortaya koymak ve bunu
tartışmaktır. Anketi oluşturan sorular liderlik, organizasyon, politikalar-stratejiler, süreç yönetimi,
müşteri memnuniyeti, ölçme analiz, bakım-kontrol, işbirlikleri ve kaynaklar, bilgi yönetimi, insan
kaynakları, standardizasyon, gelecek planları, iyileştirme, kalite gibi ana kriterlerin içeriğinde yer alan
138 adet alt kriterin 40 adet kritere indirgenmesiyle oluşturulmuştur.
MATERYAL VE METOT:Çalışmanın materyalini 1000 kişiye yollanan ve 150 adet dönen ancak 135
adet değerlendirilebilir anket yanıtları oluşturmaktadır. Bu çalışmada farklı mükemmellik modellerini
187
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
incelenerek
kıyaslanmış,
ortak
kriterler
birleştirilerek
anket
soruları hazırlanmıştır.
http://mukemmellik.questionpro.com/ adresinde yayınlanan anketler SPSS 15.00 programı kullanılarak
istatistiksel analize tabi tutulmuştur. Belirlenen hipotezler Ki-kare analizi ile test edilmiştir.
BULGULAR: Çalışmaya katılan kadınlar için en önemli üç kriter: müşteri ilişkileri ve yönetimi, bilgiye
ulaşılabilirlik, bilgiden yararlanma durumu iken; erkekler için ise müşteri ilişkileri, teknolojinin
yönetimi ve ürün/hizmette yenilik önde gelmektedir. Bazı kriterlerin önem derecesi cinsiyete göre fark
göstermektedir. Bu kriterler: bilgiden yararlanma durumu, kişisel farkındalık ve motivasyon, eylem
planı geliştirme gereksinimidir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, kadınlar sistemleri değerlendirmede bilgi yönetimine ve bilgiye
ulaşılabilirliğe daha çok önem verirken erkekler ise teknolojiye ve yeniliğe daha çok öncelik
vermektedir.
Anahtar Kelimeler: İşletmelerde performans değerlendirme, kalite ödülleri, cinsiyet, anket
Adana İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünde Kadın İstihdamı
Emine Uruk 1 , Fatma Yenilmez2
Ziraat Mühendisi, Gıda, Tarım Ve Hayvancılık Müdürlüğü
2
Çukurova Üniversitesi, Tufanbeyli Meslek Yüksek Okulu
1
Kadınların ve erkeklerin hak ve özgürlüklere eşit düzeyde sahip olma durumları, ülkelerin sosyal ve
ekonomik kalkınma düzeylerinin göstergelerinden bir tanesidir. Gelişmiş ülkelerde kadınların eğitimde,
istihdamda, karar alma mekanizmalarında eşit oranda yer aldığı, az gelişmiş ya da gelişmekte olan
ülkelerde ise sosyal ve ekonomik alanlarda eşit oranda yer almadığı gözlenmiştir. Kadınların işgücüne
katılımının
ve istihdamının
artırılması,
bireysel ve toplumsal açıdan kalkınmanın
gerçekleştirilebilmesinde ve gelişmişlik seviyesine erişimde önemli birunsurdur.
Türkiye’de TÜİK 2013 yılı verilerine göre %49,8 kadın ve %50,2 erkek nüfus mevcut olup, istihdam
oranı erkeklerde %65,2, kadınlarda ise %27,1 olmuştur. Kadınların işgücüne katılma oranları %30,8
olurken, kadınların eğitim seviyesi yükseldikçe işgücüne daha fazla katıldıkları görülmüştür. Avrupa
Birliğine üye ülkelerin kadın istihdamı oranı yüzde altmışlara ulaşırken, ülkemizde bu oran oldukça
düşüktür. Bunun nedenleri arasında, kadınların eğitim düzeyinin düşük olması, ev içi sorumlulukların
ve çocuk bakımının kadının üzerinde bulunması, iş ve aile yaşamını birlikte sürdürmede yaşanan
problemler gibi sorunlar nedeniyle kadınların iş dünyasında yeterince yer alamadığı görülmektedir.
Mevcut araştırmada Adana İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünde çalışan toplam personel sayısı,
çalışan personellerin pozisyonları ve bunların ilçelere göre dağılımları ve kadınların bu dağılımdaki
payları araştırılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre toplam 960 çalışan personel bulunduğu, bunlar
içerisinde çalışan kadınların payının %25 olduğu belirlenmiştir. Çalışanlar arasında kadın yöneticilerin,
mühendislerin, veterinerlerin, işçilerin, teknikerlerin, teknisyenlerin, memurların, targel ve 4/C’li
çalışanların yer aldığı tespit edilmiştir. Araştırmada, kadınların erkeklerin çalıştığı tüm pozisyonlarda
görev aldığı belirlenmiştir.
Ülkemiz nüfusunun yarısını oluşturan kadınların iş hayatındaki mevcudiyetinin arttırılması, hem
kişisel ve sosyal gelişim, hem de aile ve ülke ekonomisinin gelişimi açısından oldukça önemlidir.
Gelişmişlik düzeyine ulaşmak isteyen ülkelerin kadın istihdamına yeterli düzeyde önem vermeleri
gerekmektedir.
188
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Çukurova Bölgesi Tavukçuluk İşletmesinde Bulunan Kadınların Refah Düzeyleri
1
Melis Çelik 1 , Figen Yıldız1 , Ayşen Bulancak 1
Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü-Adana
Son yıllarda hayvancılık sektöründeki gelişmelere paralel olarak tavukçuluk sektörü de önemli ilerleme
kaydetmiştir. İç talep ve ihracatta meydana gelen değişmelerle birlikte üretim teknolojisi de gelişmiş,
kanatlı üretimde verim ve pazarlama olanakları artmıştır. Bununla birlikte tavukçuluk sektöründe
istihdam düzeyi de artmıştır. Kırsal alanlarda büyük bir iş gücü payını oluşturan kadınlar, tavukçuluk
sektöründe de yerini almıştır. Çukurova bölgesindeki tavukçuluk işletmelerinin çoğu küçük ve orta
ölçekli aile işletmesi olarak faaliyet göstermektedir. Dolayısıyla kadın emeği, aile içinde kayıt dışı,
üretimde de ücretsiz aile işçisi olduğundan gelir getirici bir faaliyet olarak görülmemekte ve istatistiklere
de yansımamaktadır.
Bu çalışmanın amacı, Çukurova Bölgesinde, tavukçuluk işletmelerinde bulunan kadınların işgücüne ve
üretime katılım düzeyleri, dolayısıyla da verdikleri katkıyı ve refah düzeyini ölçmektir. Çukurova
Bölgesinde bulunan tavukçuluk işletmelerinde çalışan kadınlara anket formu doldurulup, kadınların
eğitim düzeyi, çocuklarının eğitim durumu, sağlık güvenceleri, sosyal ilişkileri gibi bilgiler yapılan
anketteki sorulardan ortaya çıkarılacaktır. Sonuçlar analiz edilip, Çukurova bölgesindeki tavukçuluk
işletmelerinde kadınların refah düzeyleri ortaya konulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Hayvancılık, kadın, tavukçuluk işletmeleri.
Found in the Çukurova Region Poultry Business Women's Welfare Levels
Parallel to the developments in the poultry sector, the livestock sector has also made significant progress
in recent years. Domestic demand and exports also advanced production technology with the changes
occurring in poultry production increased productivity and marketing opportunities. However, the
poultry sector has also increased the level of employment. Constitute a large share of the labor force in
rural areas, women took place in the poultry industry. Most of the poultry business in small and mediumsized Cukurova has been operating as a family business. Thus, women's labor in the family off the record,
they are not seen as an income-generating activities is the production as well as unpaid family workers
and are not reflected in the statistics.
The purpose of this study, the Çukurova region, the labor force participation of women working in the
poultry business and production levels, and thus to measure the contribution they give up. Filled out a
questionnaire to women working in the poultry enterprises in the Çukurova region, women's education,
children's education, health insurance, information such as the social relations of the questions will be
revealed in surveys. Results are analyzed and will be presented, women's welfare in poultry enterprises
in the Çukurova region.
Keywords: Livestock, women, poultry business.
Tarımsal Pazarlama Sürecinde Kadın: Kadirli İli Turp İşletmeleri Örneği
Müge K. Davran1 , Faruk Emeksiz1 , Emine K. Duvan1
1
Çukurova Üniversite Ziraat Fakültesi
Tarımın Türkiye ekonomisindeki önemi nispi olarak azalmakla birlikte, yurtiçi gıda gereksiniminin
karşılanması, sanayi sektörüne girdi temini, ihracat ve yarattığı istihdam olanakları bakımından önemi
büyüktür. Tarım sektörü, yapısal özelliğine bağlı olarak büyük ölçüde işgücüne ihtiyaç duymaktadır.
Gelişmekte olan bir çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de tarımsal işgücünün çoğunluğunu kadınlar
189
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
oluşturmaktadır. Gerek dünyada gerekse Türkiye'de tarımsal üretimin ve kırsal hayatın
sağlanmasında en önemli rolü kırsal kadınlar oynamaktadırlar.
sürekliliğinin
Kadınların sahip oldukları üretim, yeniden üretim ve toplumsal ilişkiler ya da ailenin sosyalizasyonu
olarak özetlenebilen roller, kadına toplum içinde çok büyük bir sorumluluk vermektedir. Bununla
birlikte gerek ekonomik, gerekse sosyal açıdan kadınlar toplumda hak ettikleri konuma
gelememektedirler. Bunun arkasındaki en önemli etmen, kadınların kırsal hayat içerisinde erkekler gibi
üretici veya çiftçi olarak görülmemesidir (Davran,2006).
Özellikle kadının üretim rolü içerisinde çiftçi olarak görülmemesi, ürünlerin pazarlanmasında ve
kazanılan gelirin değerlendirilmesinde kadının söz sahipliğini (katılımını) azaltmaktadır. Yine aile içi
alınan diğer sosyo-ekonomik kararlarda da kadının katılımının erkekler kadar olmaması, kadını
toplumda ikinci plana itmekte ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği ortaya çıkmaktadır. Bu yapılanma ya da
sorun farklı ürünlerde olmak üzere tüm Türkiye’de gözlenebilmektedir. Özellikle pazara dönük üretim
yapılan işletmelerde kadının pazarlama ve gelir yönetimi gibi ekonomik kararlar üzerindeki etkisi yok
denecek kadar azdır.
Bu çalışmadayukarıda bahdsedilen eşitsiz yapılanmaya örnek olarak, Osmaniye’nin Kadirli İlçesi’nde
kırmızı turp üreten işletmelerde çalışan mevsimlik tarım işçisi kadınların tarımsal üretim ve pazarlama
süreçlerine katılımlarınıincelemek ve toplumsal cinsiyet yapılanmasınıanaliz ederek değerlendirmek
amaçlanmıştır.
Çalışmanın ana materyalini turp hasatı ve pazarlama hizmetlerinin (yıkama, dereceleme, paketleme, vd.)
yerine getirilmesinde faaliyet gösteren kadın işçilerle yapılan bireysel görüşmelerden elde edilen birincil
veriler oluşturmuştur. Ayrıca, kadın işçilerle ilgili, işverenlerden de birtakım bilgiler alınmıştır.
Araştırma materyali, bazı kurum ve kuruluşların verilerinden, önceki çalışmalardan ve çeşitli
literatürlerden yararlanılarak genişletilmiştir. Araştırmada kullanılan soru formunda genel olarak
“kadın işçilerin turp üretim ve pazarlamasında yer aldıkları süreçler, çalışma koşulları (iş ortamı, zaman,
ücret, vd.), çalışma nedenleri, ekonomik durumları ve demografik özellikleri, aile içi sosyo-ekonomik
karar süreçlerine katılım ve aile içindeki rollerin tespit edilmesi,mevcut sorunların saptanması vb.
konularla ilgili toplumsal cinsiyet yapılanmasını ortaya koymaya yönelik sorular yer almıştır.
Araştırma alanı Kadirli İlçesi’dir.Geniş arazi varlığı ve uygun iklim özelliği ile tarımsal potansiyele
sahip olan Kadirli, kırmızı turp üretim miktarı büyüklüğü bakımından Türkiye’nin merkezi
durumundadır. Türkiye kırmızı turp üretiminin yaklaşık %74’ü, tek başına ilçe üretiminden
oluşmaktadır. İlçede “Kırmızı Altın” ve “Bacasız Sanayi” olarak nitelendirilen turp üretimiyle
çoğunluğunu kadınların oluşturduğu yaklaşık 5 bin kişiye istihdam olanağı sağlanmaktadır (Duvan,
2014).
Mevsimlik kırmızı turp işçiliğinde çalışanların yaklaşık olarak %70’ini kadınlar oluşturmaktadır. Bu
kadınlar hasat veya paketleme işçiliğinde olmak üzere iki farklı gruptaçalışmaktadır. Bu nedenle
yapılacak bireysel görüşme sayısı iki grup için ayrı ayrı belirlenmiştir. İşletme sahiplerinin ve elcilerin
verdiği bilgilere göre araştırma alanında yaklaşık olarak hasatta 750, paketlemede ise 2250 kadın işçi
çalışmaktadır. Bu kadınlar ikamet ettikleri yer, yaş, aile yapıları, geçim kaynakları vb. özellikler
açısından incelenmiş ve her iki grubun da kendi içerisinde homojen özellik gösterdikleri saptanmıştır.
Bu nedenle her bir gruptan basit tesadüfü örnekleme yöntemi ile seçilen kadınlara anket uygulaması
yapılmıştır. Paketlemede 85, hasatta 175 olmak üzere toplam 260 kadın işçi örneklem kapsamına
alınmıştır.
Kadın işçilerle yüz yüze yapılan anketlerden elde edilen veriler,bilgisayar aracılığyla istatistiksel olarak
analiz edilmiş, ilişki arayan istatistikler kullanılmış ve önerileri yapılmıştır.
Anahtar kelimeler:Kırsal Kadın, Tarımsal Pazarlama, Mevsimlik Tarım İşçiliği, Kırmızı Turp, Kadirli.
190
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Gap Bölgesinde Tarımda Çalışan Kadınların Gebelik Kayıpları ve İlişkili Faktörler
1
Fatma Ersin1 , Zeynep Şimşek 2
Harran Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Halk Sağlığı Hemşireliği AD.
2
Harran Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı AD
Giriş ve Amaç: Düşükler ve ölü doğumlar kadın sağlığını ve sunulan hizmetlerin etkinliği ile biyolojik,
fiziksel, kimyasal ve sosyo-ekonomik etkilenimin boyutunu değerlendirmede önemli göstergelerdir.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre; her yıl 15-19 yaş grubunda 16 milyon adölesan doğum
yapmakta ve 5 milyonu düşükle sonlanmaktadır. 2009 yılında dünya genelinde yaklaşık 2-3 milyon ölü
doğum bildirilmiştir. TNSA 2008’de, (2013 e göre düzenle canım) beş kadından birinin (yüzde 23) en
az bir kez kendiliğinden düşük yaptığı, %14’ünün en az bir kez isteyerek düşük yaptığı, ve yirmide
birinden azının ölü doğumu olduğu görülmektedir. Yaşam boyu yapılan kendiliğinden düşüğün,
isteyerek düşüğün ve ölü doğumun ortalama sayıları 0.33, 0.20 ve 0.04’tür. Birleşmiş Milletler Binyıl
Kalkınma Hedefleri arasında çocuk ölümlerinin azaltılması ve anne sağlığının iyileştirilmesi yer alırken,
hizmet sunumunda anne sağlığını doğrudan etkileyen düşükler ve ölü doğumlar geri plana atılan önemli
halk sağlığı sorunlarındandır. Bu konuda yapılan araştırmalar incelendiğinde; ileri yaş, multiparite,
konjenital anomaliler, beslenme yetersizlikleri, sigara kullanımı, plasental disfonksiyon, fetal büyüme
geriliği, maternal enfeksiyon, diyabet, hipertansiyon ve yoksulluk yer almaktadır. Bu konu ile ilgili
yapılan bir çalışmada pestisit maruziyeti spontan düşükleri 1.52 kat, ölü doğumları 1.90 kat
arttırmaktadır. Gebelik kayıplarını önlemek için ana-çocuk sağlığı programlarının etkili şekilde
yürütülmesi, doğum öncesi bakım ve gebeliği önleyici yöntemlerin etkin sunumu gerekmektedir. Bu
çalışmada, GAP bölgesinde tarımda çalışan kadınların gebelik kayıpları ve ilişkili faktörlerin
araştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Araştırmada çok amaçlı kesitsel tipteki ‘GAP Tarımda Çalışanların Sağlığı
Araştırması 2013’ün düşük, ölü doğum ve engelli doğum ile ilgili soruları analiz edilmiştir. Üniversite
Etik Kurul onayı alınan araştırmanın evrenini, tarımda çalışan nüfusun yoğun olduğu 9 ildeki aileler
oluşturmuştur. Araştırmada %95 güven düzeyinde, %3 güven aralığında 1.1 desen etkisi ve cevapsızlık
oranı dahil edildiğinde örnek büyüklüğü 1200 hedef hane halkı olup, bunlardan sadece 1128’inin tarım
ve hayvancılık ile uğraştığı belirlenmiştir. 1077 hanede (Yanıtlama hızı 95.5) araştırma tamamlanmıştır.
Hanelerde görüşme yapılan kadınların 893’ünün başından evlilik geçmiş ve en az bir kez gebe
kalmıştır. Veri girişi ve analizler SPSS 11.5 paket programı kullanılarak yapılmış, tanımlayıcı
istatistikler, ki-kare testi ve lojistik regresyon kullanılmıştır.
Bulgular: Evli kadınların %96,6’sı en az bir defa gebelik yaşadığını bildirmiştir. Araştırmaya katılan 1549 yaşlarındaki evli kadınların %34.5’inin en az bir kez kendiliğinden düşük yaptığı, %5.6’sının istemli
düşük yaptığı, %6.8’inin en az bir kez ölü doğum yaptığı, %17.6’sının ise hasta /engelli çocuk
doğurduğu ifade edilmiştir. Hasta-engelli çocuk doğurduğunu bildiren annelere sorunun ne olduğu
sorulduğunda, %26.3’ü zihinsel engel, %12.3’ü vücutta şekil bozuklukları, %8.9’u nöral tüp defekti,
diğerleri ise down sendromu, kan hastalığı gibi hastalıklar bildirmişlerdir. Kendiliğinden düşükler, 35
ve üzeri yaşta (%41.5), demir eksikliği anemisi olanlarda (%34.8), B12 vitamini eksikliği olanlarda
(%35.5), beş ve üzeri gebeliği olanlarda (%46.4), ilkokul birinci kademeyi bitirmemiş olanlarda (%37.4)
daha fazla görülmüştür. Kendiliğinden düşük ile yaş, öğrenim durumu, gebelik sayısı, algılanan sağlık
durumu, sigara içme durumu arasında anlamlı bir fark saptanmıştır (p<0.05). İstemli düşükler, 35 ve
üzeri yaşta (%8.4), beş ve üzeri gebeliği olanlarda (%8.4) daha fazla görülmüştür. İstemli düşük ile yaş,
öğrenim durumu arasında anlamlı bir fark saptanmıştır (p<0.05). Ölü doğumlar 35 ve üzeri yaşta (%8.4),
B12 vitamini eksikliği olanlarda (%8.4), beş ve üzeri gebeliği olanlarda (%8.2) daha fazla görülmüştür.
Engelli/hasta bebek doğumları 24 ve altı yaşta olanlarda (%26.8), demir eksikliği anemisi olanlarda
(%22.2), B12 vitamin eksikliği olanlarda (%31.7), mevsimlik tarım işçilerinde daha fazla görülmüştür.
Engelli/hasta bebek doğumları ile yaş ve gebelik sayısı arasında anlamlı bir fark saptanmıştır (p<0.05).
191
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Sonuç ve Öneriler: Sonuç olarak kadınların tamamına yakınının en az 1 defa gebelik kaybı yaşadığı
görülmektedir. Riskli gebeliklerde bu kayıp artmaktadır. Bu nedenle gebelik kayıplarını önlemeye
yönelik programların geliştirilerek, var olan programların işlerliğini arttırmak (güvenli annelik, gebeliği
önleyici yöntemlerin etkin sunumu vb), tarımda çalışma süresinin risk faktörü olarak kabul edilip izlem
sayısının artırılması ve riskleri ortadan kaldırmaya yönelik çalışmaların yapılması yararlı olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Tarım işçiliği, Gebelik kayıpları
Kırsal Bir Bölgede Yaşayan Kadınların Ruhsal Durumlarının Belirlenmesi
1
Ebru Dığrak 1
Etimesgut Asker Hastanesi
GİRİŞ VE AMAÇ: İnsan bedensel, ruhsal ve sosyal boyutu ile bir bütündür, ayrı ayrı düşünülemez, ruh
sağlığı hizmetleri de temel sağlık hizmetlerinin bir parçasıdır. Kadınlar sosyal yaşamlarında güçlüklerle
karşılaşırlar, zorlu yaşantılarında mücadele etmektedir ve tüm yaşam evrelerinin farklı gelişimsel
süreçlerinde kadın cinsiyetine özgü biyolojik ve psikolojik deneyimler yaşarlar. Kadınların psikososyal
ve ruhsal sağlık problemleri, nedenleri, sonuçları ve bu sorunların cinsiyetle olan ilişkisi toplum ruh
sağlığında ayrı bir önem taşımaktadır ve kadınlara verilecek ruh sağlığı hizmetleri üzerinde özellikle
durulması gerekmektedir. Kırsal alanda yaşayan kadınların ruhsal bozuklukların
yaygınlığının
belirlenmesi, her türlü eğitim programının hazırlanmasında ve ruh sağlığı hizmetlerinin planlanmasında
yol gösterici olacaktır. Bu çalışmanın amacı kırsal bir alanda ruhsal sorunların yaygınlığı ve
sosyodemografik değişkenlerle ilişkisini incelemektir.
YÖNTEM: Araştırma, kırsal bir alanda yaşayan 18-65 yaş kadınların ruhsal durumun saptanması ve
ilişkili faktörleri incelemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Konya İli Meram İlçesine bağlı
Kaşınhanı belediyesinde gerçekleştirilmiştir. Örnek büyüklüğü G*Power analiz programında
hesaplanmış olup, örneklem büyüklüğü 90 birey olarak belirlenmiştir. Araştırma basit rastgele
örnekleme yöntemi ile 100 birey üzerinden yürütülmüştür. Bireylerin sosyodemografik ve sağlık
durumu ile ilgili özelliklerini değerlendirmek için bilgi formu ve bireylerin ruhsal durumunu belirlemek
amacıyla “Kısa Semptom Envanteri (KSE)” kullanılmıştır. Ergenler için geçerlik ve güvenirliği Şahin
ve ark tarafından yapılmıştır. Veriler araştırmacı tarafından ev ziyaretleri ile yüz yüze görüşme yöntemi
ile toplanmıştır. Araştırmanın istatistiksel analizleri SPSS 15.0 paket programında yapılmıştır. Araştırma
değerlendirilmesinde ki-kare, t testi, tek yönlü varyans analizi (ANOVA) testinden yaralanılmıştır.
Araştırma için gerekli yazılı izinler alınmış ve bireyden aydınlatılmış onamları alınmıştır.
BULGULAR: Çalışma grubunun sosyodemografik özelliklerinin dağılımına göre, yaş ortalaması
37.74±13.32, % 63,7’si ilkokul mezunu, % 83,7’si evli, %88,5’i ev hanımı, %57,4’ü çekirdek aile, çocuk
sayısı 2.38±1.59, %73,7’si sosyal güvencesine sahip, %43,2’si 500 ve altında aylık gelire sahip ve
%63,2’si ekonomik durumunu orta olarak algılamaktadır. Çalışma grubunun sağlık özelliklerinin
dağılımına göre, %90’nın psikolojik bir rahatsızlığının olmadığını, %84,2’sinin psikiyatri uzmanına
gitmediğini, %53’ü psikojik destek almak istediklerini ve %82,1’i kronik bir rahatsızlığı olmadığını
ifade etmiştir. Çalışma grubunun ruhsal belirtilerinin, genel puan ortalamalarına dağılımına göre, en
yüksek puan ortalamasına sahip olan ruhsal belirtiler sırayla, ek maddeler (uyku-yeme bozukluklarıölüm algısı), paranoid düşünce, obsesif kompulsif bozukluktur. En az puan ortalaması olan ruhsal
belirtiler somatizasyon, psikotizm, fobik anksiyetedir. Global indekslerden rahatsızlık ciddiyet indeksi
192
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
puanı düşük, semptom rahatsızlık indeksi orta düzeye yakın ve belirti toplam indeks puan ortalamaları
orta düzeydedir. Herhangibir psikojik rahatsızlığı olanlarda ve psikolojik destek almak isteyenlerde RCİ,
BTİ ve SRİ olmak üzere üç indekste de yüksektir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kırsal bir alanda yaşayan kadınların KSE ile ruh sağlığı durumları
değerlendirildiği bu çalışma da, bireylerin RCİ puan ortalaması 0,9±0,4 olarak bulunmuştur. Ölçek genel
puanı olan RCİ artış, bireydeki ruhsal belirtilerden duyulan sıkıntının artışına işaret etmektedir ve diğer
çalışmalarla yaklaşık olarak aynıdır. Çalışmamız gelir düzeyi düşüklüğünün ruhsal bozukluklar
açısından diğer faktörlerden bağımsız olarak önemli risk oluşturduğunu ortaya koymuştur. Gelir
düzeyinin düşük olmasının, bu hastaların sağlık kurumlarından ve özellikle ruh sağlığı merkezleri ile
ruh sağlığı profesyonellerinden yeterince yararlanamaması sonucunu doğurabileceği ve bu şekilde
ruhsal bozuklukların artısıyla ilişkili olabileceği düşünülmüştür. Kırsal alanda gerçekleştirdiğimiz
çalışmamıza göre ruhsal hastalıklar beklenilen ve sanılandan çok daha yaygın olarak görülmekte ve
gerek başvurularda yaşanan yetersizlikler gerekse tanısal sorunlar nedeniyle yeterince tanı
konulamamakta ve tedavi edilememektedir. Bu çalışmanın koruyucu ruh sağlığı çalışmalarını
özendirebilmesini ve riskli gruplara yönelik koruyucu politikaların hayata geçirilmesinin yolunun
açılabilmesi açısından önemli olduğu düşünülmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: Kırsal Alan, Kadın, Ruhsal Durum
Kırsal Kesimdeki Kadının Sorunları ve Çözüm Önerileri
1
Emine Yılmaz1 , Gülen Özdemir1 , Funda Erülker1
Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü
Kırsal kadının çalışma hayatına girişi kentte yaşayan kadınlara nazaran daha erken tarihlerde
gerçekleşmiştir. Kırsal yörelerin temel ekonomik faaliyeti ve istihdam kaynağı olan tarımsal üretim,
kırsal alan kadının ev içinde gerçekleştirdiği işlerin yanında çoğu kez birbirinden ayırt edilemeyen,
kadının asli görevleri halini almıştır. Genellikle, ücretsiz aile işçisi konumundaki kırsal kadın sosyal
güvenlik, sağlık ve eğitim gibi sosyal imkânlara, finansal kaynaklara, üretim araçlarının mülkiyetine
sahip olmaksızın çalışarak ekonomiye katkı sağlamasına rağmen, kendi emeği üzerinde söz sahibi
değildir.
Türkiye nüfusu 2013 istatistiklerine göre 76.667.864 kişidir. Nüfusun %50,2’sini erkekler, %49,8’ini ise
kadınlar oluşturmaktadır. Erkeklerin yaklaşık 29 milyonu kadınların ise 30 milyonu 15 yaş üstündedir.
15 yaş üstündeki kadınların sadece üçte biri çalışma yaşamına katılmaktadır. Kadınların işgücüne
katılım oranı ise %30,8’dir. Bu oran kentte %28, kırsal kesimde %36,7’dir. Yani kırsal kesimde kadınlar
çalışma hayatına daha fazla katılmaktadır. Tarımda çalışan kadınların %78’i ücretsiz aile işçisi olarak
çalışmaktadır. Tarımda kendi hesabına çalışan kadın sayısı erkeklerin %18’i kadar, işveren olan kadın
sayısı da erkeklerin %7’si kadardır.
Türkiye’de tarım istihdamındaki azalma, kadın istihdamının da giderek düşmesine yol açmaktadır.
Tarımda çalışan kadınlar, tarım dışına çıktıklarında veya göç ettiklerinde işgücüne katılamamaktadırlar.
İşgücüne katılan kadınlar ise daha çok statüsü düşük ve kalifiye olmayan işlerde, güvenceden yoksun
bir biçimde çalışmaktadırlar.
Kırsal kesimdeki kadınların içinde bulundukları şartları iyileştirmek için öncelikle eğitim düzeyi
yükseltilmeli ve kırsal kesime yönelik yapılan bütün çalışmalarda toplumsal cinsiyet rolleri göz önünde
bulundurularak, yapılacak çalışmaların etkinliğinin artırılması gerekmektedir.
Bu çalışmanın temel amacı kırsal kesimde tarımsal ve tarım dışı üretim faaliyetlerine katılan, bunun
yanında ev işlerini yürüten, annelik görevini yerine getiren kadınların, toplumsal yaşamdaki yerini,
sosyal ve ekonomik durumlarını ortaya koymak, sorunlarını saptamak ve çözüm önerilerinde
bulunmaktır.
Anahtar Kelimeler: Kırsal kadın, kırsal kalkınma, işgücü, eğitim
193
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Adana İli Kırsalındaki Kadın Yetiştiricilerin Sürdürülebilir Hayvancılık Faaliyetlerindeki Rolü
Serap Göncü1 , Nazan Koluman1 , Ercan Mevliyaoğulları1 , Derya Önder1
1
Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü
Kırsal bölge kadınları, tarım sektöründeki rolleri ile hem ailelerin gıda gereksinimlerini sağlamakta, hem
aile bütçesindeKadınlar, tarım ve kırsal alanda üstlendikleri işler ile önce yöresel sonrada küresel
ekonomilere katkıda bulunurlar. Kadınların kırsal alanlardaki bu etkin rolleri, uluslararası arenada da
ulusal gıda güvenliği, sürdürülebilirlik, çevre bilinci oluşturulması, yoksulluğun ortadan kaldırılması,
nüfus kontrolü ve sosyal kalkınmanın sağlanması gibi sürdürülebilir kalkınma konularında önemli bir
avantaj oluşturmuştur. Türk toplumunda, aile sosyal yapının temel unsuru olarak kabul edilmesine ve
kadının her alanda katkılarına rağmen ailede kadının rolü ve önemi çoğunlukla ihmal edilebilmektedir.
Kırsal bölge kadınlarının büyük çoğunluğu birincil görevleri, çocuk bakımı ve ev işleri olarak
tanımlanmaktadır. Ancak, kadınların hane içi görevleri yanında, hane dışında da hem tarımsal üretim
hemde diğer faaliyetlere katılımı oldukça yüksek olduğu bilinen bir gerçektir. Öte yandan, kadınların
sadece% 5'i “kadının ana görevinin gelir getirici faaliyetleri yürütmek” olarak belirtmektedir. Buna
karşın diğer tüm belirtilen sorumlulukları ana görev olarak bildiren kadınların yüzdesi ise % 60’dır. Bu
yüksek oran kadınların büyük oranda aile ihtiyaçlarına bağlı olarak doğrudan veya dolaylı olarak
faaliyetlere katılabildiğini ancak, anne ya da eş olmaktan kaynaklanan sorumlulukları her zaman önceliği
olduğunu göstermektedir. Bu çalışmada, kırsal alanada yaşayan hayvancılıkla uğraşan kadınların güncel
hayat ve hayvancılık faaliyetlerinde ki rolü ve bu faaliyetlere bakış açısı üzerinde durulacaktır.
Anahtar kelimeler: kırsal alan, hayvancılık, kadın, hayvansal üretim
The Role and contribution of Rural Woman of Adana district to Livestock Activities and
Impact on Livestock Sustainability
Rural women everywhere play a key role in supporting their households and communities in achieving
food and nutrition security, generating income, and improving rural livelihoods and overall well- being.
They contribute to agriculture and rural enterprises and local and global economies. For these reasons,
vital role in many rural women to sustainable development matters such as providing food security,
sustainability, environment, poverty eradication, population control and social development for the
international community has been clear. Most important part of rural women are responsible everyday
activities in agriculture, livestock, food processing and marketing of all evidence on the key role of
women in the village. In the Turkish society, family is accepted as the basic element of social structure.
However, the role and importance of women in the family is mostly neglected. Thirty-three percent of
women state that their primary duties are child care and domestic task. Besides duties of women in the
house, the participation of women to both agricultural production and activities outside the house is quite
high. On the other hand, only 5% of women accept income generating activities as the main duty of
women. The percentage of women who accept all above-mentioned responsibilities as women’s duty is
60%. This high ratio shows that a great deal of women can participate indoor or outdoor activities
depending on the family needs, however, their responsibilities stemming from being a mother or wife
always have the priority. In this study the role and contribution of woman to rural livestock activities
will discuss as a general aspect.
Key words: woman, rural, agricultural, livestock activities
194
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Osmanlı Devleti’nin Patriarkal Sisteminde Kadın Kimliği
1
Şeyda Özçelik 1
Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü Sosyal Bilgiler Öğretmenliği AD
Ataerkillik (patriarkallık), insanoğlunun ortaya çıkışından, kabile ve toplum düzenine geçiş sürecinde,
ağırlıklı olarak “aile” yapısı modeli olarak tanımlansa da bu yapının toplumların, kültürlerin hatta
devletlerin oluşup şekillenmesindeki rolü büyüktür. Erkek otoritesine dayanan bir toplumsal örgütlenme
modeli olarak tanımlanan ataerkil (patriarkal) yapı, sağlam temellere dayandırılarak kabul edilmiş bir
sistem haline gelmiştir. Az ya da çok sayıda insanların bir araya gelerek oluşturdukları her çeşit
örgütlenmede “iktidara giden yol, erkek güdümlü olmalıdır” anlayışı tarihin her evresinde karşımıza
çıkmaktadır. Erkek kural koyan, denetleyen, itaat edilen, şekillendiren, pürü pak akıllı grubun temsilcisi,
kadın ise; baskı kurulan, söz dinleyen, aile ve çocuk idarecisidir. Kadın, bazı kadim kültürlerde
üretkenliğe, doğa üssülüğe ve tanrıçalığa simge olarak seçilmişse de kimliği itibariyle erkeğin arkasında
ve gölgesinde yaşamak zorunda bırakılmıştır. Ortaçağ Avrupa’sında cadı olarak görülen kadın, şeytanla
denk tutulmuş, hatta bazı filozoflara göre “kadın olarak doğma” ceza olarak görülmüş, kadın kimliği
sadece anne, eş ve kız kardeş olarak tanımlanmıştır. Kadına bakış açısı, toplumların değer yargılarına
göre de farklılık göstermektedir. AminMaalouf’un “Ölümcül Kimlikler” kitabında geçen “Cinsiyetimizi
belirleyen elbette sosyal çevremiz değil ama bu aidiyetin yönünü belirleyen gene de o; Kabil’de kız
doğmakla Oslo’da kız doğmak aynı anlam taşımıyor; kadınlık aynı biçimde yaşanmıyor …” ifadeleri
kadın kimliğinin oluşumunda toplumsal, coğrafi, demokratik, siyasal ve farklı öğelerin etkili olduğunu
vurgulamaktadır. Ayrıca kadın kimliğinin algılanış biçiminin göreceli olduğunun da bir kanıtıdır.
İçinde yaşadığımız ve bizzat şahit olduğumuz toplumsal dinamiklerimiz, patriarkallığı içselleştirmiş ve
geçirmiş olduğu bütün evrelerde patriarkalın ateşli temsilcisi olmuştur. Yalnızca doğu toplumlarına mal
olmayan patriarkal düzen, XVIII. yüzyıl Fransa’sında, XX. yüzyıl İngiltere’sinde ve daha birçok devlet
yapılanmasında yüzyıllar boyunca işletiledurmuştur. Aktör olarak bulunduğu kıta itibariyle oksidentalist
ve oryantalist bir alaşım olan Osmanlı Devleti’nin yapılanması da tartışmasız ataerkildir. Yazılı
kaynaklar incelendiğinde pek çoğunda görüldüğü gibi, Osmanlı Devleti’nin de resmi tarih yazıcılığı
(vakanüvistlik) erkek tekelinde olmuştur. Ataerkil düzeni açıklayan en belirgin uygulamalardan bir
tanesi şüphesiz budur. Yine, devletin kuruluş aşamasında Bacıyan-ı Rum (ki bu konuyla ilgili görüş
ayrılıkları vardır) kavramından söz edilmişse de, devletin dinsel, geleneksel ve hukuksal normlarında,
“salt egemen erkek profili” ni görebiliriz. Özellikle klasik yapıya geçişle birlikte kentleşme ve
merkezileşmedeki büyüme hızı, kadın kimliğine yüksek oranda yansımıştır. Beylik düzeninde
savaşabilen, üreten, pazarlayan ve söz sahibi olan Osmanlı kadınlarının, şehirleşme ve otokratikleşme
sürecinde, cinsellik ve ev içi yaşamı kapsayan “toplumun iç dünyası” na kilitlendiği bilinmektedir.
Osmanlı kadını, hayatının her aşamasında ataerkil sistemin parçası olan yaptırım ve uygulamalarla
yaşamak zorunda bırakılmıştır. Kadına hangi cemaat ya milletten olduğuna göre bir yaşam tarzı
kurgulanmıştır. Alışveriş yapacağı dükkânlar belirlenmiş, giyeceği kumaşın renk ve dokusu seçilmiş,
kent meydanlarında ne zaman dolaşacağına eril padişah tarafından karar verilmiş, kiminle evleneceği,
nasıl davranacağı, neye ve kime itaat edeceği patriarkal sistemin kanunlarıyla belirlenmiştir. Hatta
zaman zaman ataerkil yapılanmanın güçlendirilerek korunmasına ilişkin sert yasal düzenlemeler
yapılmıştır. Padişah tarafından kanunlaştırılmış, giyim kuşam kurallarına uymayan kadınların
öldürülerek cezalandırıldıkları dahi görülmüştür. Bütün bu uygulamaların ve düzenlemelerin tek nedeni
“erkeklik ruhu” nu ayakta tutmaya çalışan tek cinsli bir topluluk oluşturma arzusudur.
Çalışmanın temel problemi, Osmanlı Devleti’nin patriarkal yapısının neden ve nasıl oluştuğu, bu yapının
kadın kimliğini nasıl şekillendirdiğini incelemektir. Bu kapsamda, patriarkal devlet düzeninde kadının
uymaya mecbur bırakıldığı kurallar, kabullenişler ve dönüşümler analiz edilecektir. Çalışmanın amacı,
devletin patriarkal sistemini, Devlet Arşivlerinden elde edilen “devletin belgeleri” yle kanıtlayıp, bu
sistemin hangi gerekçelerle desteklendiğini ortaya koymaktır. Çalışmada kapsam itibariyle, hukuk,
ekonomi, din, giyim- kuşam, ulaşım, arazi, evlilik, din değiştirme, eğitim vb. alanlarda kadın ve erkek
kimliğine göre şekillenen uygulamalar incelenecektir. Çalışmanın önemi ve özgün yönü ise, Osmanlı
Devleti’nin tartışılagelmiş patriarkal uygulamalarına XIX. yüzyıl arşiv
195
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
belgelerine dayanarak ışık tutmaktır. Çalışmada XIX. yüzyılın seçilme nedeni ise Osmanlı Devleti’nin
moderleşme sürecinin, klasik ataerkil sistemine oranla kadın hayatına etki edip etmediğini belirlemektir.
Ayrıca çalışma yalnızca tarih alanını ilgilendirmemektedir. Farklı disiplinler ile tarih bilimi bir araya
getirilecek ve Osmanlı Devleti’nin “kadın kimliği” ni oluştururken dikkate aldığı faktörler, nitel
araştırma yöntemiyle analiz edilen Osmanlıca belgeler çerçevesinde bütünsel olarak
değerlendirilecektir. Özetle, idari mekanizma ve iktidarın erilin kontrolünde olması kadının yaşayış ve
algılayış biçiminin ne derece etkilendiği, patriarkal sistemin motifleriyle “Osmanlı’da kadın kimliğinin
şekillenişi” niortaya konacaktır.
Anahtar Kelimeler: Patriarkal (ataerkil), Osmanlı Devleti, Kadın, Kimlik.
Lilith’ten Umay Anaya Mitolojide Doğurganlık
Esra Verim1 , Ahsen Şirin2 , Emine Bakır
Gaziantep.Üniv. Sağlık Bil. Fak. Ebelik Bölümü
2
Zirve Üniv. Sağlık Bil. Fak. Hemşirelik Bölümü
1
Giriş: Mitler kutsal hikayelerdir. Her toplumun kendisine özgü bir mitolojisi vardır. Dünyanın
yaratılışını, tanrıların ortaya çıkışını, cennetin ve cehennemin doğasını anlatır. Yüzyıllar öncesinden
günümüze, aynı tazelikle devretmiş mitler, masallar ve farklı kültürlerin efsaneleri unutulmuş görünseler
de mitolojik kahramanlar isimleriyle, heykelleriyle, efsanelerin kültürlere göre yorumlarıyla hep
hayatımızdadır.
Antik çağda kadının toplum içindeki konumu ülkelere ve içinde bulunulan çağagöresürekli olarak
farklılaşmaktadır. Örneğin Antik Yunan mitolojisinde kadın imgesi kimi zaman “Artemis”teolduğu gibi
bilgeliği temsil ederken kimi zamanda güzelliği ve erotizmi çağrıştıran “Venüs” ile temsil edilmektedir.
Venüs, Yunan Mitolojisi’ndeki aşk tanrıçası Afrodit’in Roma Mitolojisi’nde geçen Latince adıdır,
genellikle dişilik organları abartılmıştır.Demeter, Yunan Mitolojisinde tarımın, bereketin, mevsimlerin
ve anne sevgisinin tanrıçasıdır. Homeros'un destanlarında, "güzel saçlı kraliçe" ya da "güzel örgülü
Demeter" diye geçer. Roma mitolojisinde Carmenta doğum tanrısıdır. Carmenta ve diğer doğum
tanrıçalarından önce devreye giren Alemonia’nın da çok önemli bir görevi vardır, o henüz doğmamış
çocukları besleyen tanrıçadır. BonaDea, doğurganlık tanrıçası bekaret ve doğurganlıkla ilgili bir
tanrıçadır. Ayrıca hastalıkları iyileştirici bir tanrıça olduğundan tapınağının bahçesinde şifalı bitkiler
bulunurdu. Sümer mitolojisinde Lilith, güçlendirme, eşitleme, özgürleştirme ve bütünleştirme
tanrıçasıdır. Eski Mısır’da Hekate’nin üçlü bedeni bir kadının yaşam evreleri olan kız çocukluğunu,
anneliğini ve anneanneliğini de sembolize eder.Anadolu’da,Kibele,Analığı, üremeyi, dişiliği, hayatın
sürmesini ve dolayısıyla bereketi simgeleyen tanrıça, eski Türklerde Umay ana Umay’ın bebeklerin ve
çocukların koruyucu ruhu olduğuna inanılırdı.
Sonuç:Mitolojik inançlara göre bazı tanrıçaların doğuma ve bebeğe yardım ettiğine inanılırmış.
Anahtar Kelimeler: Tarih, Kadın, Mitoloji
196
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Cumhuriyet Dönemi Modern Türk Kadını: Keriman Halis Ece Örneği
1
Ahmet Çelik 1
Fırat Üniversitesi, İnsani Ve Sosyal Bilimler Fak. Tarih Bölümü
Bir toplumun gelişebilmesi ve yarınlara daha umutlu bakabilmesi için kadının o toplum içindeki
başarılarını desteklemek en önemli etkenlerden biridir. Eğer toplum kadına özgürlüğünü verir ve
eğitirse, daha eğitimli ve özgür bireylerin yetişmesi anlamına gelir. Cumhuriyet dönemi yönetici kadro
bunu kavramış ve kadınların toplumda olması gereken yerde olmaları için siyasi, hukuksal ve sosyal
atılımlar yapmışlardır.
Kadını topluma kazandırmanın ve topluma faydalı hale getirmenin, ona gereken hakların verilmesinin
yanında, toplumdaki kadınlara örnek olacak, onların cesaretini artıracak öncü kadın bireylerin varlığı
daha da önemlidir. Cumhuriyet dönemi modern kadının öncülerinden biri de Keriman Halis Ece’dir.
Keriman Halis, 1913 yılında İstanbul’da doğmuştur. 31 Temmuz 1932 yılında Belçika’nın Spa kentinde
yapılan Dünya Güzelli Yarışmasında dünya güzeli seçilmiştir. Kendisine yarışmadan sonra Atatürk
tarafından Ece (kraliçe) soyadı verilmiştir. Atatürk bu yarışma sonrasında yaptığı açıklamada,
“Övündüğümüz doğal güzelliğinizi fenni tarzda muhafaza etmenizi biliniz ve bu yolda uyanık bir
tekâmülün mütemadi tahakkuku ihmal etmeyiniz. Bununla beraber asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz
şey, analarınızın ve atalarınızın oldukları gibi yüksek kültürde ve yüksek fazilette dünya birinciliğini
tutmaktır” demiştir.
Keriman Halis’in dünya güzeli seçilmesi basında geniş yer bulmuş ve tüm ulusumuza bildirilmişt ir.
Yüzyıllar boyu geri plana itilen Türk kadının fırsat verildiğinde neler başarabileceğini göstermesi
bakımından Keriman Halis önemli bir örnektir.
1234-
Bildirimiz aşağıdaki soruların cevaplanmasıyla oluşturulacaktır:
Cumhuriyet öncesi kadının toplum içindeki yeri neydi?
Cumhuriyet döneminde kadına verilen haklar nelerdir?
Keriman Halis’in dünya güzeli seçilmesi neyi ifade etmiştir?
Keriman Halis’in başarısı Türk kadınını nasıl etkilemiştir?
Kırgızistan Siyasi Tarihinde Kadın'ın Yeri
1
Upagul Rakhmanova1 , Elife Hatun Kılıçbeyli1
Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler
Sovyetlerin dağılmasıyla bağımsızlığını ve yeniden egemenliğini elde eden Kırgızistan, 1991’de yeni
bir siyasal süreç içerisine girmiştir. İktidarda olan eski Komunist Parti yöneticileri ile elit grubun kendi
çıkarlarını elde etmek amacıyla Anayasa, kararnameler ve yasalar çıkardıkları, değişiklik yaptığı
görülmektedir. Örneğin 1993’te kabul edilmiş Anayasa, 1994, 1996 ve 1998, 2006 ve 2007’de
referandumla düzeltmelere maruz kalmıştır. Yasalar belli bir grubun iktidarı elinde tutması için daha
uygun hale getirilirken parlamentoda kadın milletvekillerinin sayısı 1992’de % 8’i, 2000’li yıllara
geldiğimizde bu %6,7 yi, 2005’te ise tamamen %0’ olmuştur. Başka bir deyişle 2005’te parlamento
%100 erkeklerden oluşuyordu, hükümette 3 kadın bakan, geri kalanı da erkek idi. Bu yüzden, 2007’de
yenilenen seçim kanunu kabul edildi ve ona göre siyasi partiler en az yüzde 30’luk bir kadın kotası
bulundurmak zorunda kaldılar. Bilindiği gibi, Kırgizistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinde
‘cinsiyetlerarası eşitlikçi’ bir yaklaşım vardı. Siyasi işlerle uğraşmak isteyenler öncelikle Komunist
197
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Parti’de görev alıyor ve sonra buradan delege, adaylıklarla siyasal çalışmalara daha aktif olarak
katılabiliyorlardı. Kırgızistan’daki bu son yasal düzenlemeye rağmen meclise baktığımızda, kadın
milletvekili oranının yüzde 23’te kaldığını görülmektedir. Bunun sebebi, seçimler esnasında özellikle
varlıklı kadınlar aday olmaya teşvik edilirken, seçimlerden sonra partilerin hazırladıkları listelere
erkekleri yerleştirmeleriydi. 2012 yerel seçimlerinde ise 7308 milletvekili seçilmiştir, yasalara göre
bunların %30’u (2192,4’ü) kadın olması gerekiyorken, sadece 979’u yani % 13’ü kadındır.
Kadınlar modern devlette yüzyıllardır siyasette söz sahibi olmak için mücadele etmektedir ve en önemli
başarılarından biri de 1979’da Birleşmiş Milletler’in özel bir sözleşme (Kadınlara Karşı Her Türlü
Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi-CEDAW) ile “kadınların insan haklarının özgüllüğünü tanımış
olmasıdır.
Bu çalışmamızın amacı: Kırgızistan’ın bağımsızlığından bu yana ülkenin siyasi geçmişi, siyasal
yaşantısı ve partileşme/örgütlenmesinde ‘Kadın’a ilişkin verileri ortaya koymaktır. Başka bir deyişle
ülke tarihinde siyasi olarak Kadın’ın yeri, siyasi katılımı ve durumunu özetlemektir.
Araştırmamızın önemi ile özgünlüğü ise araştırmamızın sonucunda elde edilen verilerin, tavsiyelerin
gelecekte Kırgızistan vatandaşlarına bir kılavuz haline gelmesi, farkındalığın yaratılması ve diğer ülke
vatandaşlarına ise Kırgız Cumhuriyeti’nde siyasette kadının rolünü, sorunlarını ve elde ettiği başarılarını
tanıtmaktır.
Çalışmamızda sırasıyla Kırgızistan’ın siyasi tarihinde 2 kere gerçekleşen devrimlerde ‘Kadının rolü’,
geçici hükümet zamanında ilk kez Orta Asya cumhuriyetleri arasında bir kadının (Roza Otunbaeva’nın)
Cumhurbaşkanı olması, tek partili sistemden çok partili sisteme geçiş zamanında kadınların yönetimde
ne gibi rolleri üstlendikleri ele alınacaktır. Seçimlere katılmaları, STK’ların yardımıyla kendi seslerini
duyurmaya ve haklarını korumaya çalıştıkları ve Kırgızistan Kadın STK’larının Forumunu
oluşturmalarına yer verilecektir. Ayrıca 1995’te Pekin’de toplanan 4. Dünya Kadın Konferansındaki
taahhütnameleri yerine getirip getirmedikleri, Kadınların siyasal hakları alanında Kırgızistan tarafından
alınan adımlar: yani 1996’da Kadınların siyasal hakları sözleşmesinin onaylaması (20.12.1952), 1997’de
CEDAW’ın (Kadınlara karşı her türlü şiddetin önlenmesi sözleşmesinin) kabul edilmesi, 2002 27
Ağustos Cumhurbaşkanı’nın ‘Kadın-liderlerin yönetimde çalışmalarını teşvik etmek amacıyla personel
politikasını düzeltme’ kararnamesinin çıkması, 2007’de
%30 luk kotanın uygulanması, 2010’da yeni Anayasanın yürürlüğe girmesi, 2011’de Cumhurbaşkanı ve
yerel Milletvekili seçimleriyle ilgili anayasal düzeltmeler ele alınarak sonuç kısmında da önerilere yer
verilecektir.
2005’te Kırgız Cumhuriyeti için tamamen yeni bir kavram olan OBON ortaya çıkmaktadır. Türkçe
anlamı Özel Amaçlı Kadınlar Grubu’dur. Bu grup (OBON) belirli miktar para karşılığında muhalefetin
mitinglerine karşı mücadele eder, gerekirse liderlerini de döverler.
Bir toplum ne zaman bir krize girerse, ya da toplumsal bir kırılma sürecinden geçerse, iktidara kadınları
getirmeye başlar. Bizim ülkede de aynı durum ortaya çıkmıştı. Kırgızistan’ın siyasi tarihinde
kadınlardan en yüksek kademede cumhurbaşkanı olarak çalışmış olan Roza Otunbaeva’nın iktidara
gelmesi, iki kere arka arkaya gerçekleşmiş devrimler ve iki cumhurbaşkanın yurt dışına kaçmaları ile
sonuçlanmıştı. 2010’da eski cumhurbaşkanı Kurmanbek Bakiev yurtdışına kaçtığında onun yerine
iktidara gelebilecek birçok erkek siyasetçi vardı.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki: kadınlar ve erkekler için eşit haklar tesis etmek amacıyla yasal ve
ekonomik kurumların reform edilmesi çağdaşlığın gereğidir; Kırgızistan uygulamakta olduğu ulusal
stratejiye göre ülke 2020’de Cinsel eşitliğe ulaşması amaçlanmaktadır. Fakat günümüzde 2015’tir baş
savcının kadın olması, ya da Yüksek Mahkemede çalışan 25 yargıcı 15’inin kadın olması ve aynı
zamanda sadece 3 kadın bakan olarak çalıştığı hükümette, 5 sene içinde çok büyük reformların
yaşanacağına inanmak çok zordur. Ülkede ulusal bir strateji uygulamış olsa dahi, erkekler ile aynı
imkanlara sahip olmak için “karar alıcıların kadın olması” toplum tarafından normal bir olgu olarak
kabul edilmeli. İktidarda olanın “kim” olduğu, yani erkek ya da kadın olması önemli değildir, önemli
olan yöneticinin “nasıl” yönettiğidir.
Araştırmamızda benimsenen bilimsel yaklaşım, “tümleşik yaklaşım” olmuştur. Temel olarak bu
çalışmada, konunun yönetsel, hukuksal, toplumsal, siyasal ve ekonomik boyutlarıyla incelenmeye ve
konuya bir bütün olarak bakılmaya çalışılmıştır. Gerekli veriler ise, tarama tekniği ile toplanmıştır.
Başvurulan referans kaynaklar ise, temel olarak kitaplar, 1993, 2010 Anayasaları, kararnameler, bilimsel
makaleler, hükümetin, meclisin ve yargı organının, Dünya Bankası’nın, BM’nin, STK’ların
198
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
resmi siteleri ve yayınları kullanılmış ve özellikle güncel veriler için genel ağ ortamından
ve
gazetelerden yararlanılmıştır. Çalışmada ağırlıklı olarak Kırgızistan siyasi tarihinde kadının yerini
gösterebilmek için erkek ile kadının eşit haklara sahip olup olmadıklarına dair tartışmaların yaşandığı
2000’li yıllardan bugüne değin olan yazına başvurulmaktadır.
Anahtar kelimeler: Kırgızistan, siyaset, yönetim, Anayasa, STK, Ayalzat, OBON
Çukurovalı İki Kadın: Hasibe Ramazanoğlu Ve Puduhepa
1
Muzaffer Sümbül1
Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi, İlköğretim Bölümü Sosyal Bilgiler Öğretmenliği
Bu bildiride Puduhepa ve Hasibe Ramazanoğlu’nun yaşamları konu edilmiştir.
Bu bildirinin Puduhepa’ya ilişkin verileri tamamen literatür taraması ile elde edilmiştir. Ancak Hasibe
Ramazanoğlu’na ait veriler ise Literatür verilerinin yansıra; 1993-2011 yılları arasında yapılan katılarak
gözlem, Zeki Nephan ile yapılan derinlemesine mülakat ve belge incelemesi teknikleri kullanılarak elde
edilmiştir.
Puduhepa ve Hasibe Ramazanoğlu; Çukurova’yı yöneten ailelerin bireyleridir. Çukurova bölgesi,
Kizuwuttna, Hatti, Hitit, Pers, Roma Bizans, Selçuklu, Beylikler Dönemi, Mısır, Memluklu, Osmanlı ve
Cumhuriyet dönemine ait siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel kalıtların birer alaşıma dönüşmüş kültür
alanıdır. Dolayısıyla bu durum Çukurova’nın bir çok uygarlığa ev sahipliği yapan bir konalga olma
özelliğinin sonucudur.
Adana başta olmak üzere; Hatay, Osmaniye, Kahramanmaraş ve Mersin illerinin sınırları içerisinde
kalan geniş bir kültürel coğrafya olan Çukurova’da Puduhepa ve Hasibe Ramazanoğlu eski çağlardan
günümüze uzanan tarihsel süreç içinde çeşitli siyasi, toplumsal ve kültürel olaylara tanıklık etmişlerdir.
Bu tanıklar karşılaştırmalı olarak ele alınacaktır. Karşılaştırmalar her iki Adanalı kadının kendi
dönemlerinde yaşanan siyasi ve sosyal olaylara bakışları bağlamında yapılacaktır.
Analizi yapılan konuların ortak buluşma noktası ise Çukurova’da kadın olarak ele alınacaktır.
199
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Female Issues İn American And British Literature: Selections From 4th Year Elt Students’
Presentations
Aysun Yavuz1
1
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Eğitim FakültesiYabancı Diller Eğitimi Bölümü İngiliz Dili Eğitimi Anabilim Dalı
This study aimed at examining female issues raised by ELT students in analysing literary texts such as
short stories and poetry in ‘Selections from Western Literature’ as an Elective Course at a Turkish
university. Qualitative case study methodology was employed for understanding the students’ ideas
about female issues. 97 students who were in the 4th (final) year of their training programme took the
course, however; data were collected through the presentation check lists of 53 students (38 female and
15 male) who selected literary works as presentation topic involving female figures and issues.
Presentation check lists were kept by the lecturer during student presentations which were delivered in
small groups (3-4 students) for both giving and getting feedback and the evaluation purposes about the
content and the process of the student presentations. Content Analysis was employed and the female
issues were analysed in 5 thematic categories of obedient and modest woman; beautiful, seductive or
destructive woman; underappreciated and emotionally trapped woman; woman as an object of love;
female writer expressing her love. The findings demonstrated important issues about female issues such
as gender ineaquality and roles and symbolic attributions of good and evil within wider social and
universal contexts and literary movements such as romanticism, naturalism, Victorian values, American
dream, power abuse, and human rights. Recommendations and implications were suggested in order to
develop more effective ways about how to integrate literature, culture and gender relationship as a tool
of teaching English in order to raise awareness about the topics mentioned above.
Key words: gender roles, gender differences, gender in literary texts
A New Historicist Reading Of
"An Englishwoman In A Turkish Harem"
1
Ercan Kaçmaz1
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi
The writings of travellers, women travellers in particular, have become very popular recently. Harem
literature, on the other hand, as a genre of travel writing goes back to the second half of the eighteenth
century when Lady Mary Wortley Montagu’s accounts of her experiences were published in 1763. Since
then not many words of Ottoman women have been heard, nor have the voices of the foreign travel
writers especially until the end of the nineteenth century. During the last quarter of the nineteenth
century and the firstquarter of the twentieth century the voice of one British woman was fascinating. She
was favourable because not only shewrote about harem literature but she helped two most renowned
Turkish elites print their books, which gave them a big fame. As far as travel writing is concerned,
particularly, if it deals with harem literature, Grace Ellison must be remembered. Therefore, this paper
is based on the text of An Englishwoman in a Turkish Haremby Grace Ellison, who became the voice of
the modern women and wrote about Eastern women early in the twentieth century in the Ottoman
Empire. We aim to read her text in a New Historicist perspective.
Keywords: Grace Ellison, New Historicism, Harem Literature, Travel Writing
200
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Does Pregnancy Affect Health Literacy Of Women?
Emel Filiz1 , A. Said Bodur2
Selçuk Üniversitesi,Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü
2
Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı
1
Introduction and Objective
Literacy of pregnant women is important for the baby’s health as well as their own. In Turkey literacy
of women is still an important problem. 2013 results of Demographic and Health Survey (TDHS)
indicate that infant and child deaths are related to education level of mothers.
Health literacy is defined as “the cognitive and social skills which determine the motivation and ability
of individuals to gain access to, understand and use information in ways which promote and maintain
good health”. It was determined that women with high health literacy level used prenatal care earlier
during pregnancy and more frequently, gave birth to less premature and low birth weight babies. Lesser
infant deaths and rate of breast feeding was determined to be much higher in case of such women.
Women are key individuals in the development of health in a community since, healthy behaviors and
habits of women have an important effect on the family members. The objective of this study was to
determine public health literacy level of pregnant women and factors affecting it.
Materials and Methods
This was a cross sectional field research. The population of the study comprised of primipara pregnant
women within 20-29 years of age in their last trimester and non-pregnant married women within the
same age group who had not experienced pregnancies, living in Konya metropolitan. Six family health
centres were selected randomly from metropolitan area and each family centre was selected as a cluster.
The experimental sample consisted of 133 pregnant and 133 non-pregnant women. The data was
collected by Demograhic information forms and Public Health Literacy Knowledge Scale (PHLNS).
PHLNS evaluates the health literacy from the perspective of public health.
Results
The mean age of non-pregnant women was 24,0±2,7 and for pregant women the value was found to be
23,9±2,9 years. Of the questions evaluated from the PHLS score, the maximum correct answer given
were in the following order; “Smoking leads to lung cancer” (non-pregnant % 100,0 and pregnant %
99,2), and “Pregnant women must have their check-up by health personnels prior to birth for a healthy
pregnancy and birth” (non-pregnant % 97,7 and pregnant % 100,0). The lowest correct answere were
provided in the order “Antibiotics kill viruses similarly as they do to bacteria” (non-pregnant % 39,1 and
pregnant % 26,3 (P<0,05)), and “most of the accidents and injuries cannot be prevented” (non- pregnant
% 51,9 and pregnant % 51,1). No relation (P>0,05)was found between mean PHLNS scores of nonpregnant women (13,8±2,0) and pregnant women (13,6±2,1). Relation was found between some of the
demographic charecteristics of pregnant and non-pregnant women and the PHLNS scores (P<0,05).
Discussion
Public health literacy level of pregnant women is related to socio-demographic charecteristics. Health
literacy is reported to be related to several demographic and socio-economic factors in the literature.
Education level is the most important among. Higher education level leads to employment in a good
position and a decent income. However, a high education level may not mean a high health literacy level
in every case. An individual showing adequate literacy skills at home or work place may not show the
same literacy ability in health related field.
Conclusion and Recommendation
Public health literacy level was low in pregnant women and found to be similar to non-pregnant women.
Women were found to use health service more frequently during pregnancy. Each time a pregnant
woman applies for a check-up, it must be used as an opportunity for evaluation of general health status
and for providing health education.
Key Words: Woman, pregnancy, public health literacy
201
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Gendered (In)Securities: Refugee Camps in Southeastern Turkey
Selin Akyüz1 , Bezen Coşkun2
1
Zirve Üniversitesi
2
Oxford University
The literature on security and securitization has been criticized for failing to include gender as a
significant dimension through which to investigate security. Whether in the West or in Turkey,
mainstream academia has neglected to engage in the analyses of women’s and men’s unique, gendered
experiences of (in)securities. Whereas identity shapes “individual and collective security needs,” gender
is a critical dimension, revealing particularities and enabling the researcher to capture a multilayered
framework. Analyzing security through gender enables a more comprehensive understanding and will
contribute to productive analyses for studies on migration, in general, as well as the issue of refugees,
in particular. In this framework, this article seeks to explore the conditions of Syrian refugee camps in
the Turkish cities of Kilis and Gaziantep with a focus on considerations of gender. It will question how
bureaucratic procedures, networks and discourses reproduce gendered (in)securities in these camps.
With the worsening of the Syrian civil war, and the growing numbers of Syrian refugees in Turkey, it is
critical to understand the gender-specific social, economic and cultural barriers that produce insecurities
for refugees. This study attempts to provide a broader picture of gendered insecurities. Existing gradients
of gender inequality have predominantly affected women, as field reports have proven. However, a
gendered analysis of human insecurities should not replicate existing readings of women as victims and
men as violators. The parochial framing of gender in general, and women in particular, in such
representations determines how we engage with them and denies the agency of women. This article will
also examine the discourses produced by experts on the conditions of refugee camps, the proliferation
of a particular image of the refugee as well as the roles played by such representations within our
understanding of state policies for dealing with refugees as they intersect with gendered identities.
Experts from a diverse range of international, national and local agencies and non-governmental
organizations (NGOs) based in Gaziantep, a city in southeast Turkey, were interviewed. An examination
of how these experts approach gender is critical in tracking how the various structures of refugee camps
and bureaucratic regimes are produced and reproduced. As this study examines gendered implications
of refugees and the camps through the experts’ understanding, it only interviews those elites who have
lead the process. Interviews were conducted with consenting staff from among the Gaziantep branches
of state agencies and NGOs. To complement the data gathered from formal interviews with these
experts, an additional interview was conducted with an academic consultant specializing in the Syrian
refugee crisis and who was conducting trauma trainings for Syrian refugees. Within this framework,
seven open ended in-depth interviews were conducted with leading experts working on the plight of
Syrian refugees and who aim to apply a human security perspective to negotiate the challenges of
migration flow and present a more nuanced image of the woman refugee. This study first offers an
analysis of the intersections of gender and human (in)securities. The second part discusses the refugee
question in Turkey. The final part critically examines the data collected from in-depth and semistructured interviews with experts from local units, as well as national and international nongovernmental organizations (NGOs and INGOs).
202
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
11 Nisan Cumartesi
I. Oturum 09.30 – 11.15
Öjeni Teorisinin Modern Versiyonuna Kadının Alet Edilmesi: Tck 99/2
1
Ümmügülsüm Kılıç 1 , Fethi Kılıç2
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Bolu Meslek Yüksekokulu
2
Abant İzzet Baysal Üniversitesi . İkt. Ve İd.Bil. Fak
Kişinin vücut bütünlüğü üzerindeki hakları temel haklardan biri olup Anayasa'da,tıbbi zorunluluklar ve
kanunda yazılı haller dışında,vücut bütünlüğüne dokunulamayacağı ve rızası olmaksızın bilimsel ve
tıbbi deneylere tabi tutulamayacağı hükme bağlanmıştır.Ancak kişinin sağlığı ve beden bütünlüğü
üzerindeki tasarruf hakkı,gerek kendisi gerekse üçüncü kişilerin müdahalesi yönünden mutlak ve sınırsız
değildir.
Türk hukukunda kadın vücudunun üreme sistemine gebeliğin reddi amacıyla müdahale edilmesine
imkan veren düzenlemeler bulunmaktadır.Bu müdahaleler sterilizasyon(tüp ligasyonu),kastrasyon ve
rahim
tahliyesi
olup
kadının
vücudu
üzerindeki
tasarruf
hakkını
sınırlayan
düzenlemelerdir.Çalışmamızda bu müdahalelerden yanlızca rahim tahliyesi ve tıbbi zorunluluk
hallerinde gebelik haftasına bakılmaksızın rahmin tahliyesi halinde kadının rızasının aranıp
aranmayacağı üzerinde durulacak ve bilhassa bu düzenlemenin insan ırkını ıslah amacı ile
kullanılabilmesi ihtimali üzerinde yoğunlaşılacaktır.
Öjeni teorisi, sakat ve hasta insanların ayıklanmasının ve sağlıklı bireylerin çoğaltılması yoluyla bir
insan ırkının “ıslah edilmesi”ni amaçlayan bir anlayıştır. 20. yüzyılda çok sayıda taraftar bulan bu teoriye
göre insan ırkı ıslah edilerek önceden belirlenen ihtiyaçlara göre yeniden oluşturulabilir. Buna göre akıl
hastaları, sakatlar, doğuştan körler ve kalıtsal hastalıklara sahip olanlar ayıklanarak insanlar biyolojik
olarak ıslah edilecektir. Böylece toplumdan sağlıksız unsurlar elenerek azaltılacak ve sağlıklı ögeler
çoğaltıldığı için toplum daha güçlü olacaktır.
Bu düşünce yapısı çok eskilerde kalmış gibi gözükse de bugün Nüfus Planlaması Hakkında Kanun’un
5/2. maddesi ve Türk Ceza Kanunu’nun 99/2. maddesi birlikte değerlendirildiğinde aynı sonuca gidildiği
görülecektir. Nüfus Planlaması Hakkında Kanun’un 5/2. maddesi gebeliğe son verilebilecek tıbbi
zorunluluk hallerini şöyle sıralamıştır:
a)Gebelik, annenin yaşamını veya yaşamsal organlardan birini tehdit eder hale gelmişse,
b)Gebelik ilerleyen süreçte annenin yaşamını veya yaşamsal organlardan birini tehdit edecek ise,
c)Gebelik, doğacak çocuk ile onu takip edecek nesiller için ağır maluliyete neden olacak ise.
Türk Ceza Kanunu’nun 99/2. maddesinde yer alan “ tıbbi zorunluluk bulunmadığı halde, rızaya dayalı
olsa bile” ifadesinin tersinden tıbbı zorunluluk bulunduğu hallerde gebe kadının rızası bulunmasa dahi
gebelik sonlandırılabilecektir. Rahim Tahliyesi ve Sterilizasyon Hizmetlerinin Yürütülmesi ve
Denetlenmesine İlişkin Tüzük’te (14.11.1983, No:83/7395) yer alan (2) sayılı listede on haftanın
üzerindeki gebeliklerde rahim tahliyesini gerektiren, kadının hayatını ya da hayati organlarından birini
tehdit eden ya da çocuk için tehlikeli olan hastalıklar ve durumlar sayılmıştır. Bu listeye göre konjenital
nedenler rahim tahliyesinin gerektiren hastalıklar ve durumlar arasında yer almıştır. Genetik süreklilik
taşıyabilen veya taşımayan özürlü doğacak ceninlerin varlığına son verme olanağı veren bu
düzenlemenin Öjeni Teorisinden çok farklı olduğunu söylemek zordur. Çünkü bu düzenleme ile isteği
halinde gebe kadın herhangi bir süre sınırı konulmaksızın Down Sendromlu veya Marphan Sendromlu
bir gebeliğe son verilmesini isteyebilecektir. Henüz anne karnında Down Sendromu teşhisi konulan bir
bebeğin yaşama hakkı hangi geçerli nedene dayanarak yok edilecektir? İnsanlar doğmadan önce kalite
kontrolünden mi geçirilecektir? Kalite kontrolünde onaylanma kriterleri nasıl belirlenecektir? Özürlü
bebeklerin topluma yük olacakları ,ailelerinin yaşamlarını sınırlayacakları
203
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
bahaneleri bir yaşama hakkını yok etme açısından yeterli sayılabilir mi? Ayrıca bu düzenleme
gebeliğin doğacak çocuk ile onu takip edecek nesiller için ağır maluliyete neden olması durumunda
rızaya dayanmasa bile sonlandırılması halinde ceza sorumluluğunu gerektirmeyecektir. Yani eleme usul
kürtaja imkan tanınmaktadır.
Sağlıklı ceninin doğmasına izin verilmesi, sağlıksız olanların doğmasına izin verilmeme imkanının
yaratılması Öjeni Teorisinin kadın üzerinden yeniden yaşatılmaya çalışılmasından başka bir şey değildir.
Özürlü doğup topluma yük olacak bireyleri doğmadan yok etmek gibi kabul edilemez bir mantığı kadın
bedeni üzerinden uygulamaya çalışmak en başta kadına karşı bir haksızlık ve acımasızlıktır. Hem kadını
böyle bir karar verme durumunda bırakmak hem de bu kararın uygulandığı ana vasıta yapmak kadına
yapılabilecek en büyük adaletsizliktir. Eleme yoluyla kürtaj toplumsal ayıklamaya hizmet eden, insanları
biyolojik ıslahına destek veren bir yoldur. Kadının canlı soyunu iyileştirme oyununda alet olarak
kullanılmaması gerekmektedir. Aksi halde gün geçtikçe insanlığı utandıran uygulamalara yol açılacaktır.
İnsan Hakları Bağlamında Devletlerin Hukuksal Sorumlulukları
Fethi Kılıç 1 , Ümmügülsüm Kılıç2
1
A.İ.B.Ü. İkt. Ve İd.Bil. Fak.
2
A.İ.B.Ü. Bolu Meslek Yüksekokulu
İnsanlığın tarihi hak arayışları ve üstünlük tartışmaları ile günümüze gelen çatışmalarla doludur.
İnsanlık durumunun devamlı bir çatışma durumu olarak okunmasını mümkün kılan temel özellik hem
doğa hem de diğer insanlar karşısında kendi varlığını koruma isteğidir. İnsanlar ve meydana
getirdikleri gruplar doğaya teknik bilgisini ilerleterek; diğer insan topluluklarına karşı ise bu teknik
bilgiyi kullanarak tahakküm kurmuşlardır.
Lakin bu durum teorik düzeyde şu sorunun sorulmasını her zaman meşru kılmıştır: Güç Hakk’ı yapar
mı ya da meşru kılar mı? Modernliğin insanlık tarihi açısından bakıldığında doğa karşısında
karşılaştırılamayacak derecede sunduğu teknik üstünlük,1648 Westfalya düzeninin devletlere sağladığı
sınırsız, bölünmez, Mutlak Klasik Egemenlik Doktrini ile birleşince devletler kendi varlıklarını korumak
adına başka insan topluluklarını sömürgeleştirmeye ve fethetmeye başladılar.
Gücün Hakk’ı yapma noktasında insanlık tarihinde emsali bulunmayacak olan bu “Güç İstemi” I. ve
II. Dünya Savaşları’nın açmış olduğu büyük yıkımla sonuçlandı. Uluslararası toplum II. Dünya Savaşı
sonrasında oluşturulan Birleşmiş Milletler “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” ile devletlerin klasik
egemenlik iddiasına son vermiştir. Sonraki adım olarak “İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi” imzalanmış,
ertesinde de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesini oluşturup yargı yetkisini tanımıştır.
Bu sözleşmeler ile insan haklarının pozitif hukuklarca tanınması ve gerçekleştirilmesi için devletlere bir
takım yükümlülükler getirilmiştir. Bu yükümlülükler insan haklarının a) tanınması, b) dokunulmaması,
c) korunması ve d) tanıma ve tedarik edilmesi şeklinde gelişmiştir.
Çalışmamızda genel olarak devletlerin hukuki sorumluluklarını özel olarak ise Türk pozitif hukukunda
yer alan insan hakları düzenlemelerini inceleyeceğiz.
204
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Anayasa Mahkemesinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Kararları Işığında Türk
Hukukunda Kadının Soyadı
1
Hatice Tolunay Ozanemre Yayla1
Çankaya Üniversitesi (Balgat Kampüsü) Hukuk Fakültesi
Soyadı, önadla birlikte kişinin toplumda ayırt edilmesini, bilinmesini mümkün kılan kişilik haklarından
biridir. Her kişilik hakkı gibi soyadı üzerindeki hak da herkese karşı ileri sürülebilen mutlak bir haktır.
Kişi olan herkes günümüzde bir soyadına sahiptir. Ancak tarihsel gelişimine bakıldığında soyadının
daha ziyade belli bir soydan gelen erkekleri belirlemekte kullanıldığı, kadının ise, babasına, kocasına ve
esas itibariyle bir erkeğe bağlı olarak belli bir soyadına sahip olduğu görülmektedir.
Türk Hukuku açısından soyadına ilişkin hükümler 1926 tarih ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nde
düzenlenmiş olmakla birlikte, esas itibariyle soyadı taşıma zorunluluğu 1934 sayılı Soyadı Kanunu ile
getirilmiş bulunmaktadır. Bu şekilde soyadı ülkemizde kişinin varlığının en temel unsurlarından biri
haline gelmiştir. Ancak erkek bakımından sorun teşkil etmeyen bu unsur kadın için her kişisel hal
değişiminde tekrar değişen ve kadının toplumsal yansımasının sürekli parçalanmasına neden olan bir
unsurdur. Öyle ki, evlendiğinde önceki soyadını bırakarak kocasının soyadını almaya mahkûm bırakılan
kadın, bu evlenme sona erdiğinde yine erkeği kollayan ve kadının sona ermiş olan bu evlilikteki soyadını
taşımasını onun menfaatlerinin zedelenmemesi koşuluna bağlayan istisnai durum dışında yine eski
soyadıyla hayatına devam etmeye mecbur bırakılmaktadır. Kadın tekrar evlendiğinde ise bu döngü tekrar
hayata geçmekte bu şekilde maalesef soyadı kadının varlığının değişmez ve vazgeçilemez bir unsuru
olmaktan çıkmaktadır.
1926 tarihli Türk Kanunu Medenisi’nin 2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile yürürlükten
kalkması ve bu şekilde yeni Kanun’da yer alan yeni düzenlemenin yürürlüğe girmesi de kadının durumu
açısından önemli bir değişiklik yaratmamıştır. Yürürlükteki Kanun’un 187. maddesi şu ifadeyi
taşımaktadır: “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak, evlendirme memuruna veya daha sonra
nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuru ile, kocasının soyadı önünde, kendisinin önceki soyadını da
kullanabilir. Daha evvel iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir.” Buna
göre kadın daha öncesinde babasının soyadını taşımakta ise, kocasının soyadı önünde bu soyadını
kullanabilecek, eğer evlenme öncesinde istisnai olarak sona eren evlenmedeki soyadını taşımaktaysa
yeni evlenme ile aldığı kocasının soyadının önünde önceki kocasının soyadını kullanabilecektir. Eğer
bu evlenme de sona ererse, kadın sonraki evliliği bakımından bu soyadlarından sadece birini seçerek
yeni evlenmedeki kocasının soyadının önünde kullanabilecektir.
Nüfus kütüklerinin ve kişisel durumun artık Türkiye Cumhuriyeti Kimlik Numarasını tuşlamak kadar
yakın olduğu bir çağda kadının maruz bırakıldığı bu durumu anlamak son derece güçlük arz etmektedir.
Ailenin ancak ortak soyadı üzerinden anlaşılabildiği önceki dönemlerden farklı bir çağda yaşamakta
olduğumuzdan, kadının soyadı üzerinden kişiliğine devlet eliyle yapılan bu müdahalenin farklı bir
düzene oturtulması gereği açıktır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yapılan bir bireysel başvuru üzerine 28.05.2013 tarihinde verdiği bir
kararla Türkiye’yi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “özel hayatın ve aile hayatını korunması”
başlıklı 8. maddeyle bağlantılı olarak “ayrımcılık yasağını” düzenleyen 14. maddesini ihlalden suçlu
bulmuş ve kararında, “yalnızca evli erkeklerin evlendikten sonra da ailesinin soyadını taşıyabilmesinin
ayrımcılık olduğunu” belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi de daha önce kadının evlenmeden önceki
soyadını tek başına kullanmasının TMK m. 187 maddesi çerçevesinde hukuken mümkün olmadığına ve
ilgili 187 maddenin Anayasa’ya aykı olmadığına karar vermişken, daha sonra 19.12.2013 tarihinde
vermiş olduğu bir kararla kadının soyadı olarak evlenmeden önceki soyadını tek soyadı olarak
kullanamamasının Anayasa’nın 17. maddesine aykırı olduğuna hükmetmiştir. Buna göre kadının
evlendikten sonra tek başına kendi soyadını kullanamaması manevi varlığın korunması ve geliştirilmes i
hakkını ihlal etmektedir.
Öte yandan evli kadının kişisel halinin değişmesine rağmen evlenmeden önceki soyadını kullanmaya
devam etmesi özellikle çocuğun soyadının nasıl belirleneceği noktasında bazı kesimler ve yazarlarca
eleştirilmekte ve kabul edilemez bulunmaktadır.
Çalışmamızda kadının soyadı bu çerçevede incelenecek ve tartışmalı hususlar değerlendirilmeye
çalışacaktır. Anahtar Kelimeler: Soyadı, Kadın, Kadının Soyadı, Kişilik Hakkı, Ad
205
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Kadına Karşı Dijital Şiddet
1
Özge Tuçe GÖKALP1
Kırklareli Üniversitesi Lüleburgaz Meslek Yüksekokulu, Hukuk Bölümü
Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle sonuçlanan veya
sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfi
engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel,
psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışları 6284 sayılı Ailenin Korunması ve
Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’da şiddet olarak tanımlanmıştır. Şiddet, kadının insan
hakkını ihlal eden bir davranıştır. Zira en temel insan hakkı olan yaşama hakkı şiddet eylemi sonucu
tehdit edilmektedir. Kadına karşı şiddete “ sıfır tolerans” tanıma prensibini benimseyen hukuk
sistemimizde; Tokat atmak, tekmelemek, tartaklamak, yaralamak şeklinde fiziksel şiddet içeren
davranışlar; kadını cinsel ilişkiye zorlamak, çocuk doğurmaya ya da doğurmamaya zorlamak, fuhuşa,
ters ve/veya ensest ilişkiye zorlamak, kadın sünneti gibi cinsel organlarına zarar verici davranışlarda
bulunmak, taciz etmek gibi cinsel şiddet içeren davranışlar; küsmek, intihar etmekle tehdit etmek,
çocukları göstermemekle tehdit etmek, kıskançlık, kadını ailesi ile görüştürmemek şeklinde psikolojik
şiddet içeren davranışlar; kadının para harcamasını kısıtlamak, kadının parasını elinden almak, eve para
bırakmamak veya çok az bırakmak, zorla çalıştırmak ya da çalışmasına izin vermemek şeklinde
ekonomik şiddet içeren davranışlar; sürekli eleştirmek, küçümsemek, lakap takmak, bağırmak, alay
etmek, aşağılamak, suçlamak gibi sözel şiddet içeren davranışlar kadına karşı uygulanan en yaygın
şiddet davranışları olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu bu şiddet türleri Yasamızda tahdidi değil
tadadi olarak sayılmıştır.
Bu tadadi sayımın verdiği imkan sebebiyle yasada açıkça zikredilmemekle beraber gelişen teknolojinin
olumsuz kullanımının bir sonucu, yeni bir şiddet türünün hayatımıza girmesine sebep olmuştur. Bu
bağlamda dijital şiddet olarak adlandırılan, kadının cep telefonuna taciz mesajları yollamak, kadını eposta şifresini vermeye zorlamak, vermezse fiziksel şiddet kullanmak ile tehdit etmek ve hatta fiziki
şiddet uygulamak, kadının özel konuşma ve görüntülerini yayma hususunda şantaj yapmak, kadının
arkadaş bağlantılarına ulaşarak, kadını arkadaşlarına rezil edeceği hususunda tehdit etmek, kadını
sosyal medyada taciz etmek, kadına bu alanda hakaret etmek ve
iftira atmak şeklinde
sıralanabilmektedir.
Kadına yönelik fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik şiddetin yanı sıra dijital şiddetin de arttığına dikkat
çekmek amacıyla çalışmamızda dijital şiddet kavramı tanımlanmış, dijital şiddet karşısında 6284 sayılı
Yasanın kadını şiddetten koruyan hükümlerine ve 6284 sayılı Yasa uyarınca şiddet halinde
başvurulabilecek kurumlara kısaca değinilmeye çalışılmıştır. Sonuç kısmında da konuya iliş kin
adliyeye intikal etmiş yerel mahkeme kararlarına örnek kabilinden ve tahdidi olarak yer verilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Kadına Karşı Dijital Şiddet – Şiddet Türleri - 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve
Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Yasa
206
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Liberal Feminizm Ve Türkiye’de Kadın Hareketi
1
Mustafa Can Güripek 1
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi
Ataerkil aile yapısının egemen olduğu Türkiye’de, erkek egemen yapı siyasi hayatla birlikte sosyal ve
ekonomik hayatta da belirleyici konumda olmuştur. Erkek egemen yapının kadını ve kadının doğasını
arka planda tutması yüzyıllar boyunca karşımıza çıkan bir sorundur. Eşitlik , özgürlük , kardeşlik
sloganlarının yüksek bir sesle haykırıldığı Fransız Devrimi’nde bile Kadın’ın konumunda herhangi bir
değişiklik olmamıştır.
Devrimin getirdiği sosyo-kültürel normlar sadece eşit Erkekler , özgür Erkekler, kardeş Erkekler
arasında geçerli olmuştur. Sanayileşme pratiklerinin sosyal hayata yansımasıyla birlikte Kadının
ekonominin bir parçası haline geldiği görülmektedir. İktisat ilminin temel teorilerinden biri olan
liberalizmin kadınlara biçtiği rol günümüze kadar en geçerli teori olmakla birlikte en tartışılanıdır. 18.
ve 19.yüzyıllarda ekonomik parametrelerin kadınların istihdamını içermeye başlamasıyla ivme kazanan
Liberal Feminist hareket daha sonra muhtelif zamanlarda ve mekanlarda gelişecek, farklı kollara
ayrılacak , farklı talepleri dile getirecek olan Femizinm anlayışlarına köklü bir miras bırakmıştır.
20.yüzyılın ilk yarısında yaşanan Dünya savaşlarıyla birlikte Feminizm belirli paradigmalar üzerine
yoğunlaşan eskiye göre çok daha sistemli bir hal almıştır. Bıraktığı mirası devralan , kendi ülkesinde
sistemli bir hareket oluşturmaya çalışan Türk hanımları 20.yüzyılın ilk çeyreğinde kadının doğasını
erkeklerin doğasından ayırmaya çalışacaktır. Liberal Feminizm ve Türkiye Kadın Hareketlerinin ortaya
çıktıkları zamandaki dinamiklerine bakacak olursak bir çok benzerlik görmemiz Türk Kadınlarının bu
mirası kullandığının en önemli göstergesidir. Ekonomik taleplerin ve sosyal hayata yansımalarının
yoğun bir propaganda faaliyetine dönüştürüldüğü bu dönemde kadınların organize çalışmaları ;
*İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler büyük bir kırılmanın
yaşandığı bir dönemde örnek teşkil etmektedir. 1916 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu faal olarak savaş
içindeyken Türk kadınları bir yandan cephe gerisi ekonomik faaliyetlerinde bir yandan da kendi
geleceklerinin belirleyicisi olmak için çalışmaktadırlar. Büyük bir tarihi kırılmanın yaşanmasıyla birlikte
kadınlar ekonomik rollerinin onlara verdiği özgüvenle siyasi hayatta boy göstermişlerdir. Bu çalışma
içerisinde Liberal Feminizm öğretisinin ortaya çıkmasında katkısı bulunan başlıca düşünürlerin ana
fikirlerini , hangisosyo-kültürel , ekonomik, siyası koşullarda ortaya çıktığını, kadın olmakla beraber
gelen kadın doğası kavramının ekonomik parametrelerle nasıl iç içe geçtiğini ortaya konmaya
çalışacaktır. Ayrıca bütün bu farkındalığın patriarkal dünyada nasıl karşılandığı , tarafların
reaksiyonlarının hangi yönde olduğunu ve Tük kadın hareketine nasıl bir düşünce ortamı sağladığını
aydınlatmaya çalışacağız . Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kadınlarına Liberal Feminizm öğretisinin ne
şekilde tezahür ettiği , bu harekete hayatını adamış çok değerli hanımefendiler tarafından nasıl
algılandığı ve kullanıldığı günümüzde ki kadın hareketlerinin anlaşılmasında şüphesiz bir mihenk
taşıdır. (Not: Feminizm ve kadın hareketleri bu bildiri metninde ve tarafımız tarafından yapılan
akademik çalışmalarda katiyen ayrı tutulmaktadır. Her kadın hareketinin Feminizm olarak
algılanmaması gerektiği gibi Feminist harekete sadece Kadınların destek vermediğini unutmamak
gerekir. Zira J.S.Mill gibi önemli bir düşünür erkek olduğu halde Feminizmin ideolojik anlamda bir
taraftarıdır.)
Anahtar Kelimeler ; Liberalizm, Liberal Feminizm , Savaş dönemleri, Türkiye Cumhuriyeti
207
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
İŞKUR Bünyesinde Açılan Mesleki Eğitim Kurslarını Bitiren Kadınların İstihdam Durumları
Zeynep Gökalp1 , Bahar Taner1
1
Mersin Üniversitesi
Bu çalışma İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kurslarını bitiren kadınların istihdam durumlarını
ortaya koymayı amaçlamaktadır. Eğitim düzeyi düştükçe kadınların işgücüne katılımlarının azaldığı
bilinen bir durumdur. Bu nedenle çalışmada mesleki eğitim kursları ile kadın istihdamı arasındaki ilişkiyi
sorgulamak ve bu ilişkinin kadınların istihdam edilebilirliği üzerindeki etkisini ortaya koymak
çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Bu çalışma günümüz işgücü piyasasının mevcut politikalarını ve
beklentilerini değerlendirmesi açısından ve kursların kadınların istihdam edilebilirlikleri üzerindeki
etkisini sorgulaması açısından güncel ve önemli birçalışmadır.
Materyal Metot
Araştırmada yapılandırılmamış mülakat tekniği kullanılarak ve açık uçlu sorular sorularak on beş kadın
kursiyerden alınan veriler analiz edilmiştir. Araştırma genellenmemekte ve nitel araştırma kategorisine
girmektedir. Araştırma verileri yüz yüze görüşme yöntemiyle 15 kadın kursiyerle görüşülerek
gerçekleştirilmiştir. Görüşmelerde ses kayıt cihazı kullanılmış ve veriler analiz edildikten sonra metin
haline getirilmiştir..
Bulgular
Görüşme yapılan 15 kadın kursiyerden on ikisinin istihdam garantisiz kurstan, üçünün ise istihdam
garantili kurstan mezun olduğu görülmektedir. Kursların süresine bakıldığında ise en uzun süren kursun
yönetici asistanlık kursu, en kısa süren kursun ise ütücülük kursu olduğu görülmektedir.
*Mersin Üniversitesi, Kadın Araştırmaları Ana Bilim Dalı
Görüşme yapılan 15 kadın kursiyere genel sigorta yapıldığı, cep harçlığı ücreti olan 20 TL’nin ödendiği
tespit edilmiştir. Görüşme yapılan 15 kadın kursiyerden sadece bir kursiyerin kurstan memnun
kalmadığı tespit edilmiştir. Görüşmeye katılan 15 kadın kursiyerden sadece altısının işe yerleştiği
görülmektedir. İşe yerleşen bu altı kadın kursiyerden sadece birisi kurs bitiminden sonra beklemeden
kendi bulduğu işe yerleşmiştir. Diğer beşi ise uzun bir dönem işe yerleşmek için beklemişlerdir. İşe
yerleşen altı kadın kursiyerin aldıkları eğitim ile yaptıkları mesleğin aynı olmadığı tespit edilmiştir.
Görüşme yapılan 15 kadın kursiyerden sekizinin işe girmediği tespit edilmiştir. İşe girmeyen bu sekiz
kadın kursiyerden üçünün işgücüne katılmama nedenlerinin başında çocuk ve yaşlı bakımı gelmektedir.
İşe girmeyen sekiz kadın kursiyerden dördünün hiçbir sebep belirtmeden sadece şu an için çalışmak
istemedikleri, bir kadın kursiyerin eğitim ihtiyacı nedeniyle yani öğrenci olduğu için işgücüne
katılmadığı tespit edilmiştir.
Tartışma ve Sonuç
Çalışma sonucunda Kurumun mevcut kaynaklarını kadın kursiyerleri için kullandığı, ancak mesleki
eğitim kurslarını bitiren kadınların istihdam edilebilirlikleri üzerinde dolaylı etkisi olduğu tespit
edilmiştir. Çalışma sonuçları çerçevesinde şu önerilerde bulunulabilir:
Öncelikle Mersin İŞKUR kurs hizmeti verirken aynı zamanda kadın kursiyerlere danışmanlık hizmeti
de vermeli ve iş arayan kadınlara yardım etmelidir. Bu noktada Mersin İŞKUR İl Müdürlüğü İşgücü
Yetiştirme Servisindeki personelin mesleki eğitim ve meslek danışmanlığı konusunda farkındalıkları
artırılmalıdır.
Kurum tarafından kadın kursiyerleri takip için mesleki eğitim kursları izleme çizelgesi oluşturulmalı,
kursların bitişinden itibaren belirli periyotlarda yapılan izlemeler çizelgeye yansıtılmalıdır. Böyle bir
yapılanma sayesinde Mersin ilinde belirlenmiş olan mesleklere göre kurs açmanın mı yoksa firmaların
ihtiyaçları doğrultusunda kurs açmanın mı kadın istihdamına fayda sağlayacağı tespit edilebilir.
Mesleki eğitim kurslarından mezun olan kadınların istihdama katılımları önündeki en büyük engel çocuk
ve yaşlı bakımı olduğu için Mersin İŞKUR İl Müdürlüğü yerel yönetimlerle işbirliği yaparak ücretsiz
kreş ve yaşlı bakımı hizmeti vermelidir. Mersin İŞKUR İl Müdürlüğü dünyada kadın
208
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
istihdamını artırmaya yönelik olarak yapılan mesleki eğitim çalışmalarını ve bunların istihdama
etkisini araştırmalı, ilimiz için en uygun olan modeli uygulama yoluna gitmelidir.
İŞKUR bünyesinde açılan kurslar ve bu kurslara katılan kadın kursiyerlerin istihdam durumları ile ilgili
araştırmalar kısıtlıdır. Konuyla ilgili daha çok çalışma yapılması, sorunun ortaya çıkartılması ve
çözümler üretilmesi açısından önemlidir. İŞKUR bünyesinde açılan kursları bitiren kadın kursiyerlerin
istihdam durumları konusunda yapılacak araştırmalarda diğer gelişmiş ülkelerde kadın istihdamını
artırmaya yönelik yapılan mesleki eğitim çalışmalarına yer verilmesi önerilebilir. Bunun yanı sıra
Mersin ili dışında başka illerdeki İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kurslarının ve mezun olan
kadın kursiyerlerin istihdam durumlarının da incelenmesi ve iller arasında mesleki kursların kadın
istihdamı üzerindeki etkisi ile ilgili karşılaştırmalı araştırmalar da bu alanda yarar sağlayacak çalışmalar
olabilir.
Anahtar Kelimeler: İstihdam, İŞKUR, mesleki eğitim kursları
Rusya Federasyonu’nda Çarlık Döneminden Günümüze Kadın İşgücü İstihdamı Ve
Ekonomiye Katkısı
1
Remzi Bulut1
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi
Rusya Federasyonu, yüzölçümü olarak dünyanın en büyük ülkesidir. Asya ve Avrupa kıtalarında yer
alan ülke çeşitli etnik yapı, din, dil, millet ve kültürlerden oluşmaktadır. Ülkede birçok özerk cumhuriyet
ve özerk bölge bulunmaktadır. Ekonomik olarak dünyanın sekizinci büyük ekonomisine sahip olan
Rusya Federasyonu, G–8 ülkeleri olarak adlandırılan gelişmiş ilk sekiz ülke içinde yer almaktadır. G-8
dışında birçok uluslararası kuruluşlara üye olan Rusya Federasyonu Türkiye içinde büyük önemarz
etmektedir. Bu önem doğal sınırlarla komşu olması, eskilere dayanan tarihi ilişkilerin varlığı ve karşılıklı
vizelerin kaldırılmasıyla iki ülke halkının birbirlerini daha yakından tanımasına sebep olmuştur.
Özellikle Rusya Federasyonu’ndan gelen turistler ülkemizi daha yakından tanırken, ülkemiz vatandaşları
da eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği dağıldıktan sonra bağımsız olan ülkelere yapmış
oldukları seyahatlerle Türk akraba toplulukları ve Ruslarla daha yakından tanışmıştır. Özellikle 1990’lı
yıllarda ülkemiz insanları, Rusya Federasyonu vatandaşlarını (özellikler kadınlarını) yanlış tanısa da bu
ve benzeri olgular zamanla ve artan ilişkilerle yerini olumlu izlenimlere bırakmıştır. Mustafa Kemal
Atatürk’ün özellikle dış devletlerdeki Türklere sahip çıkma adına söylediği sözleri unutmamak gerekir.
“Özellikle Rusya Federasyonu’nda dilimizin bir, kültürümüzün bir ve dinimizin bir olduğu
kardeşlerimiz ve soydaşlarımız mevcuttur. Bunlara sahip çıkmak ve tanımak büyük önem arz
etmektedir.” şeklinde ifadeleri tarihteki yerini almıştır.
Rusya’da Büyük Bolşevik Devrimi olarak adlandırılan 1917 Ekim devriminde, St. Petersburg şehrinde
bir tekstil fabrikasında çalışmakta olan kadın işçilerin ayaklanmaları Çarlık Rusya’nın yıkılışına zemin
hazırlamıştır. Çarlık Rusya’nın yıkılışında büyük rol oynayan kadın hareketleri ve grevleri, Çarlık
Rusya’sında kadın işgücü ve emeğinin ne kadar büyük öneme sahip olduğunu göstermiştir. Rusya’daki
kadınlar devrimden hemen sonra 1918 yılında kapitalist ülkelerdeki kadınların bile sahip olamadıkları
hak ve hürriyetleri elde etmişlerdir. Bu hak ve hürriyetler Sovyetler Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
anayasası ile sağlam temellere oturtulmuş ve teminat altına alınmıştır.
Tüm dünyada ve Türkiye’de olduğu gibi Rusya Federasyonu’nda da kadın işgücü ve istihdamı konusu
ekonominin tüm alanında büyük önem arz etmektedir. SSCB döneminde ve Rusya Federasyonu’nda son
70 yılın istatistiksel verilerini incelediğimizde kadın işgücünün arttığı anlaşılmaktadır. Ekonominin ve
günlük hayatın bütün dallarında çoğunlukta kadınların çalıştığı görülmektedir. Hatta erkeklerin yapması
gereken tramvay şoförlüğü, erkek berberliği, maden işçiliği gibi alanlarda bile
209
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
kadın işgücünün fazlasıyla istihdam edildiği bilinmektedir. Ekonomide kadın istihdamının 1990’lı
yıllarda zirve yapmasında, 1985 yılında iktidara gelen Mihail Gorbaçov’un uygulamaya koyduğu
“perestroyka” ve “glasnost” reform ve politikaları etkili olduğu söylenebilir.
Bu çalışmada ilk olarak Rusya Federasyonu’nun ekonomisi hakkında genel bilgilere yer verilmiştir.
Ayrıca Sovyetler döneminde kadın istihdamı, sorunları ve hareketleri incelenmiştir. Yine Rusya
Federasyonu’nda kadın işgücünün üretim sektörlerine göre dağılımı, yıllara göre istihdam oranları ve
doğum oranları araştırılmıştır. Neticede kadın istihdamı ile doğum oranı arasında ters yönlü bir orantının
olduğu görülmektedir. Bir de Çarlık Rusya, SSCB ve Rusya Federasyonu’na ait kadın istihdamı, doğum
oranları, etnik bilgiler, nüfus sayımı gibi istatistiki verilerden yararlanılarak Rusça kaynaklara ağırlık
verilmiştir. Sonuç kısmında ise ekonomide kadın istihdamının pozitif ve negatif yönleri yorumlanmıştır.
Ulaşılan bulgular neticesinde,istihdamın ağır ekonomik şartlarda çalışan kadınlarda, doğum ve kadın
sağlığını tehdit eden unsurlar ortaya çıkmıştır. Kadının ekonomik hayata katkısı olarak ise üretimi
artırdığı, pazarlamanın daha değişik bir hal aldığı, estetik ve kalitenin yükseldiği gözlenmiştir.
Dolaysıyla kadınların ekonominin tüm alanlarında çalışabileceği sonucuna varılmıştır.
Yine bu çalışmada kadın erkek eşitliğine, hak ve hürriyetlerine ve toplumdaki statüsüne değinilmişt ir.
Karşılaştırmalı olarak ülke gruplarına göre demografik yapı incelenmiş ve son zamanlardaki kadın
işgücü göçüne yer verilmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra göç olayları istatistiki verilere
dayanarak ele alınmıştır. Göç neticesinde özellikle Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkelerinde
yaşanan sorunlara kısaca değinilmiştir. Bu sorunlar Moldova ve Gagavuz Türkleri örnekleri ile de
açıklanmaya çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kadın, İstihdam, Emek Piyasası, Çarlık Rusya, SSCB ve Rusya Federasyonu.
Van İlinde Kadınların Aktif İşgücüne Katılımını Etkileyen Faktörler
1
Sema Sancak 1
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Kadın Sorunları Araştırma Ve Uygulama Merkezi
Kadınların işgücüne katılımı ülke kalkınması açısından önemli görülmektedir. Türkiye’de kadınların
işgücüne katılım oranları düşüktür. Kadınların Kanunlardaki eşitlikçi yapıya rağmen, kadının niteliksel
gelişimini ve işgücü piyasasına girişini sağlayacak gerekli mekanizmaların oluşamaması bu düşüşün
önemli nedenlerinden biridir ve Türkiye’de kadın istihdamı temel sorun alanlarından biri olarak
varlığını sürdürmektedir (KSGM, 2010). Kadınların işgücüne katılma oranı 2004 yılında
%23,3, 2008 yılında %24,5’tir. 2009 yılında %26.0, 2013 yılında %29,5 olarak
belirlenmiştir(CEDAW Raporu 2014:26).
Türkiye’de de kadınların işgücüne katılım oranlarının düşük olması gerçeğinden hareketle kadın
istihdamının artırılmasına yönelik aktif işgücü piyasası politikaların oluşturulabilmesi için öncelikli
olarak kadın istihdamını etkileyen faktörlerin analiz edilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda yapılan bu
çalışmanın amacı, Van il düzeyinde, kadın işgücü ve talebini etkileyen faktörleri, ilin kendine özgü
sorunlarını tespit etmek ve bu doğrultuda oluşturulacak politikalara katkıdabulunabilmektir.
Van İlinde yaşayan göçle gelen 20 kadın ve 20 erkekle hem odak grup görüşmeler hem de yüz yüze
derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Kadınların ve erkeklerin sosyal hayatları incelenmiştir. Çalışma
hayatının niteliğini belirleyen sosyo-kültürel nitelikli değişkenlerin, kadın istihdamını nasıl etkilediği
toplumun, ailenin, akraba ve çevrenin kadın çalışmasına nasıl baktığını ve nasıl direnç gösterdiğini tek
tek görüştüğümüz kadınların ifadelerine dayanarak söyleyebiliriz.
Sonuç olarak; kadınların bazıları çalışmaya istekli görünmekle beraber (20 kişiden 3'çü daha önce
çalışmış) diğerleri iş başvurusu dahi yapmamışlardır. Katılımcı kadınların üçte biri çalışmanın ayıp ve
210
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
günah olduğunu düşündüklerini, bu yüzden çalışmak istemediklerini belirtmişlerdir. Çalışma
imkanları olsa kadın ve erkek yan yana olmasın, tek kadınların çalışacağı yerler olsun isteğinde
bulunulmaktadır.Erkek katılımcıların tamamı kadının çalışmasını doğal karşıladıklarını, ancak eşlerinin
çalışmasına izin vermeyeceklerini belirtmişlerdir. Kadın eğitimli öğretmen, hemşire ise devlet
kurumunda çalışabileceğini ancak düşük vasfı olmayan işlerde kadının çalışmasına karşı olduklarını
belirtmişlerdir. Kırdan kente göç, yetersiz eğitim, niteliksiz işgücü, toplumsal baskılar, kadın
çalışmasına ilişkin var olan kültürel faktörler, kadınların çalışamama nedenlerinden bazılarıdır.Katılımc ı
kadın ve erkeğin önerisi; zihniyet değişimine yönelik faaliyetlerin yapılması, erkek bakış açısının
değiştirilmesi, devletin iş imkanları yaratması, çeşitli kursların açılması ve iş garantisinin verilmesi,
fabrikaların açılması öneriler arasında yer almamaktadır.
Anahtar kelime : Van, Kadın, İstihdam, Kadın işgücü, Toplumsal cinsiyet,
Türkiye’de Kadınların İş Yaşamındaki Durumunun Analizi
1
Şenol Yaprak 1
Polis Akademisi Başkanlığı Güvenlik Bilimleri Enstitüsü
Son yıllarda Türkiye’de kadınların yaşamın her alanında daha fazla yer aldıkları görülmekle birlikte
yaşanan gelişmelere karşılık henüz istenilen düzeyden çok gerilerde bulunulduğu rahatlıkla söylenebilir.
Özellikle işgücüne katılım ve çalışma hayatında temsil konusunda kadınların gelişmiş ülkelerle
kıyaslandığında olumsuz göstergelerle karşılaşılmaktadır.
Son yayınlanan istatistiklerde çalışma çağındaki nüfus içerisinde genel olarak istihdam oranı % 46, erkek
istihdam oranı % 65, kadın istihdam oranı ise %27 olarak ölçülmüştür. Kadınların yıllar itibarı ile eğitim
düzeyindeki olumlu gelişmeler ve çalışma eğilimlerindeki artışa karşılık ne yazık ki çalışma çağındaki
kadınların ancak nerede ise dörtte biri istihdama katılmaktadır. Erkeklerin istihdam oranı gelişmiş ülke
ortalamalarına yakın iken kadınların oranı gelişmiş ülkelerdeki oranın yarısı kadardır. Kadınların
istihdama katılmaları çok düşük olduğundan dolayı genel istihdam oranı da düşük çıkmaktadır.
Kadınların işgücüne katılımları yıllar itibari ile incelendiğinde eğitim durumlarına göre değişiklik
gösterdiği görülmektedir. Kadınların eğitim düzeyi yükseldikçe işgücüne daha fazla katıldıkları
görülmektedir. İleriki yıllarda eğitim durumlarındaki olumlu gelişmelere bağlı olarak işgücüne katılma
oranları da daha hızlı artacaktır. Zira ne yazık ki hala okur yazar olmayan kadın oranı
% 10’a yakın bir düzeydedir. Genç nesille birlikte bu durumda önümüzdeki süreçte olumlu yönde
değişecektir.
Kadınların istihdam oranları düşük olmasına karşılık özellikle bazı meslek gruplarında kadın oranı
gelişmiş ülkelerdeki oranlarla aynı yada daha iyi durumdadır. Örneğin kadın profesör oranı yaklaşık %
29, kadın hakim oranı da % 37 civarındadır. Bunun gibi öğretmenlik, eczacılık, doktorluk gibi meslek
gruplarında da kadın oranının yüksek olduğu görülmektedir. Ancak kadınların yönetim kademelerinde
yeterince temsil edildiklerini söylemek güçtür. Devlet Personel Başkanlığı verilerine göre yönetici
tanımına uygun kamu görevlerinde erkeklerin temsil oranı % 90 iken, kadın yönetici oranı ancak % 10
dolaylarındadır. Kadınların iş yaşamında daha fazla yer almaları için politikalar ve teşvikler üretilmesi
yanında, çalışanların da daha yüksek oranda yönetim ve karar organlarında yer almaları için de çaba
gösterilmelidir.
Kadınların milletvekili olarak Mecliste temsil oranı 1935’te %4.5 iken bugün gelinen noktada ancak
% 14.4 olmuştur. Seçmenin yarısının kadın olduğu ülkemizde kadınların politikada da çok düşük
211
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
oranda yer aldıkları ve aradan geçen bu kadar yıla rağmen önemli bir artış yaşanmadığı
anlaşılmaktadır.Kadınların politikaya daha yoğun ve daha etkin katılabilmeleri için yasal olarak bir
engel bulunmamasına rağmen sosyo kültürel nedenler ve diğer bazı faktörlerin etkisi ile bu alanda da
kadınlar lehine hızlı bir iyileşme yaşanamamıştır.
Bu çalışmada yukarıda kısaca değinilen konular etraflıca analiz edilerek kadınların iş yaşamındaki
görünümü ortaya konmakta, bu tablonun neden ve sonuçları açıklanmaya çalışılmaktadır.
Çalışan ve Çalışmayan Kadınların Evde Besin Hazırlama ve Hazır Gıda Tüketim Durumları
1
Pınar Sökülmez Kaya1
Ondokuzmayıs Üniversitesi, Samsun Sağlık Yüksekokulu, Beslenme Ve Diyetetik Bölümü
Amaç: Samsun ilindeki çalışan ve çalışmayan kadınların evde besin hazırlama ve hazır gıda tüketim
farklılıklarını saptamaktır.
Yöntem: Çalışmada 20-50 yaş arası, 76 çalışmayan, 91 çalışan olmak üzere toplam 167 kadına besin
hazırlama, pişirme, saklama durumlarını sorgulayan anket uygulanmıştır. Sonuçlar SPSS 21.0 ile
değerlendirilmiştir. Kategorik verilerin analizi sayı, yüzde olarak; çapraz tablolarda Chi-Square testi
değerlendirilmiştir. Tüm istatistiksel analizlerde P<0.05 anlamlı kabul edilmiştir.
Bulgular: Çalışan kadınların %67'si üniversite mezunu, %34.2 si lise, %7.7si ilköğretim düzeyinde
eğitime sahip ve %1.1 inin hiç eğitimi yok; çalışmayan kadınların %65.8'i
ilköğretim, %28.9 lise ,
%5.3 düzeyinde eğitime sahiptir. Çalışan ve çalışmayan kadınların aylık gıdaya ayrılan bütçesi yaklaşık
%60’ı 250-500 TL ayırmaktadır.
Tablo 1: Çalışan ve çalışmayan kadınların bazı besinleri evde hazırlama, saklama durumları
Besinler
Kendi yapıyor
Hazır alıyor
P
n
%
n
%
Salça
Çalışan
9
9.9
82
90.1
P<0.01
Çalışmayan
30
39.5
46
60.5
Tarhana
Çalışan
24
26.4
67
73.6
P<0.05
Çalışmayan
39
51.3
37
48.7
Ketçap/mayonez
Çalışan
1
1.1
90
98.9
P<0.05
Çalışmayan
9
11.8
67
88.2
Konserve
Çalışan
46
50.5
45
49.9
P>0.05
Çalışmayan
46
60.5
30
39.5
Sebze kurutması
Çalışan
28
30.8
63
69.2
P<0.05
Çalışmayan
42
55.3
34
44.7
Sebze dondurulmuş
Çalışan
59
64.8
32
35.2
P>0.05
Çalışmayan
60
78.9
16
21.1
212
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Çalışan ve çalışmayan kadınların sırasıyla %9.9 ve %39.5’i salçasını (p<0.01); %26.4 ve %51.3’ü
tarhanayı (p<0.05); %1.1 ve %11.8’i ketçap/ mayonezi (p<0.05); %30.8 ve %55.3’i sebze kurutmasını
(p<0.05) kendi evinde yapıyor.
Dondurulmuş et, dondurulmuş sebze, kurutulmuş sebze, konserve gıda, et suyu tableti, hazır pasta, kek,
hazır sütlü tatlıların tüketim sıklığı açısından çalışan ve çalışmayan kadınlar arasında istatistiksel olarak
bir fark saptanmamıştır (p>0.05). Çalışan kadınların %56.1’i, çalışmayan kadınların %50'si
dondurulmuş et/tavuk/balık ve ürünlerini tüketim sıklığı ayda bir kez veya daha azdır.
Çalışan ve çalışmayan kadınların sırasıyla %19.8 ve %14.5’inin dondurulmuş sebzeleri; %52.7 ve
%36.8’inin kurutulmuş sebzeleri; %23.1 ve %27.6’sının konserve gıdaları; %53.8 ve %64.5'inin
et/tavuk suyu tabletlerini; %41.8 ve %59.2'sinin hazır kek ve pastaları, %52.7 ve %59.2’sinin hazır sütlü
tatlıları hiç tüketmedikleri saptanmıştır
Tablo 2: Çalışan ve çalışmayan kadınların dışarıda yemek yeme tercih durumları
Besinler
Dışarıda yeme
Çalışan
Çalışmayan
Her gün
bir kez
n
%
3
3.3
1
1.3
Haftada 23 kez
n
%
22
24.2
6
7.9
15 günde Ayda
bir
bir
kez
n
%
n
%
29
31.9 28
30.8
12
15.8 40
52.6
Hiç
n
9
17
p
%
9.9
22.4
<0.01
Çalışan kadınların %24.2'si, çalışmayan kadınların %7.9'u haftada 2-3 kez; yine sırasıyla çalışan ve
çalışmayan kadınların %62.7 ve %68.4 ü iki haftada bir ya da ayda bir kez sıklıkla dışarıda yemek
yedikleri saptanmıştır (p<0.05) (Tablo4).
Sonuç: Çalışma hayatı kadınların evde besin hazırlama yöntemlerinden uzaklaşmaya; ev dışında toplu
beslenme hizmeti veren yerlerden tüketmeye itmiştir. Çalışma hayatı olsa bile hala ailesinin
beslenmesinden birinci derecede sorumlu olduğu gerçeği değişmemiş olan, kadınların, sağlıklı besin
hazırlama, saklama, pişirme, hazır gıda tüketimi, besin ögeleri ve oluşabilecek kayıplarla ilgili konulara
eğitim alması önemi ortaya çıkmıştır. Yeterli ve dengeli beslenme sadece sağlıklı besinler yiyerek değil
sağlıklı besinleri sağlığa uygun koşullarda hazırlayarak ve sağlıklı pişirme yöntemleri ile pişirerek,
güvenilir gıdaya ulaşmakla mümkün olmaktadır.
Anahtar kelimeler: evde besin hazırlama, besin saklama, ev dışında yemek yeme
213
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Toplumsal Cinsiyet Rolleri BağlamındaCinsiyete Dayalı İşbölümü Ve Çalışan Kadın
1
Bahar ARABACI1
Kırklareli Üniversitesi, Lüleburgaz Meslek Yüksekokulu, Pazarlama Bölümü
Toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyetten farklı olarak özel yaşamda ve kamusal alanda içinde bulunulan
kültürle ilişkili olarak kadın ve erkeğin toplumdaki statüsü ve buna uygun biçimde toplumun
cinsiyetlere yüklediği roller, duygu, tutum ve davranışlar şeklinde ifade edilmektedir. Bu durumda
toplumsal cinsiyet rolleri, kadın ve erkeğin toplum tarafından nasıl algılandığına bağlı olarak
farklılıklarını ortaya koyan, toplumsal kimliğin ve aidiyetin ayrılmaz bir parçası halinialmıştır.
Bu çalışmada, cinsiyetlerin sosyalleşmesi sürecinde yaratılan farklılıklara aile, okul, medya ve din gibi
toplumsal kurumların etkileri ve bu etkilerin sonucunda kadınların işgücü piyasasındaki meslek
seçimleri, çalışma hayatında yer alma/almama nedenleri ve işgücü piyasasında karşılaştıkları sorunların
ortaya konulması amaçlanmaktadır. Yapılan araştırmada, bireylerin sosyalleşme sürecinde cinsiyetlere
atfedilen ve toplumsal kurumların da etkisi ile özel yaşamda kendilerinden beklenen toplumsal cinsiyet
rollerine uygun dişil ve eril özelliklerin işgücü piyasasında meslek seçimlerinde ve işgücü piyasasına
katılıp katılmama kararlarında etkili olduğu görülmektedir. Erkeğin ailesine bakmakla sorumlu aile reisi,
kadının ise anne ve eş rolüne vurgu yapılması kadınların çalışma hayatına bakış açılarını olumsuz
etkilemekte ve kadının işgücü piyasasına girmesine engel olmaktadır. İşgücü piyasasına katılan
kadınların ise ikinci planda kalmalarına ya da meslek seçiminde cinsiyetlerine uygun olarak belirlenmiş
mesleklere yönelmelerine, cinsiyete özgü mesleklerdeki çalışma koşullarına uygun becerileri
kazanmalarına ve kadınların bu mesleklerde yoğunlaşmalarına neden olmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Toplumsal Cinsiyet, Cinsiyete Dayalı İşbölümü, Çalışan Kadın
Kadın Cinsel Kimliğinin Toplumsal İnşasında Kadın Edebiyatı ve Dil
1
Hayriyem Zeynep Altan1
Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi
Kadının cinselliği ve kadın olmanın anlamı ilk toplumsallaşma başladığından bugüne bir sorun olmayı
sürdürür. İnsanlık tarihine baktığımızda; Ana Tanrıça Kültü'nün egemenliğindeki kısa bir dönemin
haricinde, tüm toplumsallaşma biçimleri kaynağını erkeğin eyleminden alır. Ataerkil bu yapı, o
toplumun kültür yapma biçimlerine ve demokrasinin niteliğine göre değişse de; ortak bir özellik göze
çarpar: Kadının cinsel kimliği, onu saran toplumsal bağlam içinde, çoğu zaman kadına rağmen inşa
edilir. Bu çalışmanın iki amacı vardır; öncelikle, söz konusu inşa sürecinde kadını olumsuzlayan ataerkil
düzeni ve ona süreklilik kazandıran yapıyı ortaya koyabilmek ve ikincil olarak, bu yapıyı tersine
çevirebilmenin bir imkânı olarak kadın edebiyatının ve feminizmin etkililiğini değerlendirmektir.
Problem, kadının kendi varoluşunun merkezi olan cinsel kimliğine doğrudan sahip çıkamayışıdır. Dahası
kadının kendi varlığını erkeğinkinden bağımsız düşünebilmesi ve varoluşunun tek başına olumlu bir
değeri olduğunu dillendirebilmesi için kimi toplumsal şartların ortaya çıkması gerekmiştir. Endüstri
Devrimi, Fransız Devrimi, modernizmin en nihayetinde kapitalizmi doğuracak biçimde olgunlaşması ve
yaygınlaşması, ardından gelen küresel post-modern dünya düzeni. Dünya tarihinin sayfaları
çevrildiğinde; Batı'nın ve Aydınlanma geleneğinin hâkimiyeti ve etkileri ayrıcalıklı biçimde görülür.
Kadının varlığı tüm bu süreçler boyunca ikircikli bir konumda yer almıştır. Kutsal metinlerde melek,
saf-temiz varlık olarak yer verilirken ve anneliğiyle yüceltilirken; gündelik yaşamda
214
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
tezahür eden dişil farklılıklar şeytan, cadı vb. adlandırmalarla yok edilmeye çalışılmıştır. Özgürlük
denildiğinde hemen akla gelen, Fransız Devrimi bile kadına haklarını teslim etmemiştir. Günümüzde ise
insan hakları alanındaki gelişmelere, demokratik düzenlemelere rağmen kadına uygulanan şiddet, acil
olarak çözüm bekleyen bir toplumsal sorundur. Ülkemizde, son 4 yıl içinde gerçekleşen, fiziksel şiddet
sonucunda oluşan kadın ölümlerinin çokluğu; kadının kimliğinin yok sayıldığının en açık göstergesidir.
Hukuksal mücadeleler tek başına yeterli değildir. Toplumsal bilincin ve vicdanın, yönetimler değişse de
değişmeyecek biçimde kök salması sağlanmalıdır. Bu çalışmanın önemi de buradan kaynaklanır. Kadın
cinsel kimliğinin toplumsal inşasında bizzat kadının kendisi yer almalıdır. Toplumlarda kök salmış,
binlerce yıldır mevcut klişe kadın rollerini alaşağı etmenin; kadının gerçek varoluşunu kuran rolleri inşa
etmenin kaynaklarından biri de kadın yazınıdır ve özneleri de öncelikle kadın yazarlardır. Feminist
Eleştiri Kuramı'nı merkez alan bu çalışmanın yöntemi, kuramsal tartışmadır ve çalışma, 19.yy'da ortaya
çıkan kadın yazınının cinsel kimliğe yaklaşımları bağlamında ana hatlarını çizmeye çalışmasıyla
betimleyicidir: Öncelikle kadın kimliğini saran toplumsal bağlam olarak moderniteyi sorgular, ardından
feminizmin farklı ülkelerde farklı odaklarla çalışarak açtığı yolda "kadınlık" kavramını inceler ve
nihayetinde "feminist eleştiri kuramı"nın "yazar olarak kadına yönelik feminist eleştiri" kanadında kadın
cinsel kimliğini kurmanın anahtarı olarak dile ulaşır. İngiliz Kadın Yazını'nın 1840'larda başlayan
macerası, üç evre geçirerek sonunda kadına ait bir dilin egemenliğinde günümüze dek ulaşır. Bu evreler,
ufak zaman kaymalarıyla dünya toplumlarındaki tüm kadın yazarlara açılan bir sürece karşılık gelir. Son
evre, 20.yy'ın başıdır ve kadın yazarların kadınlara özgü bir estetiği araştırdığı, merkeze kendilerini
koydukları bir süreci başlatır. 1960'lar ise bu sürece bilimselliğin eklendiği, feminist eleştirinin kültürel
ve siyasal etkiler uyandırdığı ve kadın yazınında radikal deneylere girişildiği, daha çok Fransız ekolünün
başı çektiği bir dönemdir. Bu çalışma göstermiştir ki, bazı yazınsal türler diğerlerine göre kanonlaşmaya
daha uygundur ve kadın cinsel kimliğinin kuruluşunda etken olan bu türlerin başında günlük,
otobiyografi ve roman gelmektedir. Dahası yazınsal türlerin hiyerarşisi dikkate alındığında, kadın
varoluşunun dolaysız biçimde dillendirilmesi günlüklerle mümkün olur. Kanonsal bir eserin iki özelliği
vardır: Tekinsizlik/tuhaflık ve özgünlük. Bu nedenle V. Woolf gibi yazarların kanona dâhil olması
kaçınılmazdır. Kadın yazınının evrensel başarısından söz edilebilmesinin nedeni, toplumsal onayın
dışında kalan marjinal söylemler ve marjinal estetik deneylerdir aslında. Bu bağlamda, aşırı düşünceler
ürettikleri ve farklı yaşam biçimlerine dikkat çektikleri için toplum tarafından ötekileştirilen radikal sivil
toplum kuruluşlarına, feministlere, sanatçılara, alternatif yaşam biçimleri uygulayıcılarına ihtiyaç
olduğu açıktır. Çünkü bir sanatçı ve eleştirmen olma özgürlüğü mutlaka toplumsal çatışmadan ortaya
çıkar. Toplumsal çatışmanın mümkün olmadığı bir kamusal alanda ise demokrasiyi ve kadın haklarını
savunmak olanaksızdır.
Anahtar Kelimeler: Kadın, Cinsel Kimlik, Feminist Eleştiri, Edebiyat, Dil
Panoptikonu Feminist Bakış Açısıyla Okumak
1
Ezgi Karmaz1
Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü
Yaşadığımız ataerkil toplum içinde toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin kadına ve erkeğe biçilmiş olan
roller, her iki cinsin hayatlarında bazı kısıtlamalar yapmasına neden olmaktadır. Ancak, toplum yapısının
eril bakış açısı ile şekillenen bir nitelikte olması ve yaşam tarzı olarak tüm bireyler tarafından kabul
görmesinin amaçlanması, belli bir grubun avantajlı konuma geçmesine diğerlerinin ise ikincil konumda
bulunmalarında neden olmaktadır. Erkeklere atfedilen aktif ve sosyal tutumun tam karşıtı kadınlar için
uygun olarak kabul görmektedir. Bu durum erkek bireylerin sosyal yaşam içinde
215
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
iktidar sahibi olmasına ve neredeyse her bir pratiğin onların bakış açısıyla yoğrulmasına neden
olmaktadır.
Bu durum kadınların yaşam alanını daraltmakla kalmamakta, onların gündelik faaliyetlerini,
düşüncelerini, davranışlarını etkilemektedir. Sosyal hayatın neredeyse her kısmını kaplamış olan eril
bakış, sosyalizasyon sürecinde kadınlar tarafından içselleştirilmektedir. Bu durum, kadınların kendi
davranışlarını ve düşüncelerini erkek bakış açısıyla pratiğe dökmelerine neden olmaktadır ki ataerkil
toplumda istenilen de budur. Erkek gözünün kadının davranışlarında vücut bulması kadının kendine
yabancılaşarak, ikinci bir bilinç yaratmasına neden olmaktadır. Bu bilinç tamamen erkek gözüyle
(bakışıyla) oluşmuş bir bilinçtir ve kadınların bireysel istek, amaç, düşünce ve davranışlarının
oluşumunda büyük rol oynamaktadır. Bunlardan yola çıkarak, bu çalışmadaki amaç, Panoptikon ile
başlayan gözetleme serüveninin nasıl bir erkek gözü (bakışı) haline geldiği feminist tartışmalar
üzerinden değerlendirilecektir.
Jeremy Benrham’ın oluşturduğu Panoptikondan yola çıkan Foucault disiplin toplumunun özünün burada
olduğunu ileri sürmüş ve bu kavramı geliştirmiştir. Tek bir kuleden tüm mahkumları gözetleme imkanı
veren, mahkumlar tarafından gözetleyenin görülmediği ancak gözetlemenin gerçekliğiyle kendilerini
kontrol altına alıp, disiplin etmeye başlayan bireylerin oluşumuna neden olan panoptikon kavramı,
hapishanelerden taşarak sosyal hayata sirayet etmiştir. Toplumsal yaşamda ezen ezilen ikiliğine katkı
sunan bu oluşum, toplumsal cinsiyet rolleriyle birlikte değerlendirildiğinde kadınların ne şekilde –tıpkı
hapishanedeki mahkumlar gibi- kendilerini baskı altına aldıklarını ve kendi kendilerini gözetleyen
bireyler haline geldiklerini göstermektedir. Bu bağlamda, panoptikon, sadece toplumu değil bireyleri de
dönüştürmeye başlamış, sürekli kendini kontrol altında tutup izole etmeye çalışan öznelerin oluşumuna
neden olmuştur.
Erkeklerin gözetleyici bakışları, kadınların bedenlerinde bu bakışların vücut bulmasını sağlayacak işleve
sahiptir. Sürekli kendini izleme, kadında ikili bilincin oluşmasına, ikiye bölünmesine neden olmaktadır;
görünme ve görünüşünü izleme. Bu ikili bilinç panoptikon yapısıyla paralellik göstermektedir.
Dişi bedeninin disipline edilmesi çok etkili bir sosyal kontrol stratejisi olagelmiştir. Bu yüzden,
(panoptik gözetlenme nedeniyle) kendini denetleyen ve öz disiplin sahibi edilgen bedenlerin üretimi,
var olan normlara bedenlerini, kendilerini alıştırmasına ve bu normların devamlılığının sağlanmasına
neden olduğu ileri sürülmektedir.
Kontrol edici bakışlara maruz kalan bedenler, sürekli denetleyici ve disipline edici bakışları
deneyimlemektedirler. Bu durum, cinsiyetli sosyal sistem içinde daima bakan ve gözetleyen taraf olan
erkeklerin bu pratikleri tekrarlamasıyla devir daim etmektedir. Hapishanede mahkumları gözetleyen
gardiyanın yaptığı gibi “bakmak” (gözetleyici, dik dik bakmak), tam olarak erillikle ilişkilendirilecek
bir olgu değildir ancak buna sahip olan ve pratiğe dökenin erkek olduğunu, bu yüzden, farkında olmadan
bilinçaltına ve dile yerleşen bu kavramın erkeğe has bir konum olduğunu belirtmek gerekmektedir. Bu
bağlamda, panoptikon, toplumsal cinsiyet temelinde kadın ve erkek arasında ciddi bir eşitsizliğe neden
olmaktadır.
Panoptikon aracılığıyla iktidarın bir parçası haline gelen beden kolayca şekillendirebilir bir hale
gelmekte, çeşitli ve değişen iktidar biçimlerine uyarlanabilecek özellikler taşımaktadır. Bu yaklaşım,
doğuştan gelen cinsiyetin bireysel benliklerini belirlediğine ve sosyal eşitsizlikleri inşa ettiğine karşı
çıkan, toplumsal cinsiyet kimliklerinin durağan olmadığını, sürekli değişen ve kırılmalar yaşayan bir
yapıda olduğunu savunan feministler tarafından kabul görmektedir. Bu yüzden panoptikonun toplumsal
cinsiyet temelli, sosyal hayatta kadınları dezavantajlı olarak konumlandıran eşitsizliklere neden olduğu
ve kadınların kendi bedenlerine ve davranışlarına yabancılaştığı konuyla ilgili incelenen yaklaşımlar
doğrultusunda ortaya çıkmaktadır.
216
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Farklı Cinsel Yönelimi Olan Bireyler İle İlgili Lisansüstü Tezlerde Kuram Kullanımı: Meta
Analiz Bir İnceleme
Mustafa Kale 1 , Özkan Özgün1 , Şule Erden1, Münire Aydilek Çiftçi1
1
Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü
Eşcinsellik, tarihin ilk çağlarından itibaren var olmuş bir cinsel eğilim olmasına, Antik Yunandan
itibaren Aristophanes’in tiyatro eserlerinde ve Platon’un Symposium adlı eserinde eşcinsellikle ilgili
ifadeler yer almasına rağmen (Dover,1989), bu konunun bilimsel araştırma konusu olarak ele alınması
oldukça yenidir. Kadınların yaşamış olduğu dışlanma, metalaştırılma ve ötekileştirmenin benzerini ve
bazen çok daha katı bir halini eşcinsel bireyler de yaşamış; günümüzde de yaşamaya devam etmektedir.
Eski çağlardan bu yana bilinmesine rağmen, eşcinsel bireyler erkek cinsiyeti dışındaki bireyler gibi
ikincil konumda görülmeye, bazı durumlarda ise yok sayılmaya devam edilmiştir.
Herhangi bir kültürel, dinsel, etnik, cinsel veya toplumsal grubun, toplum içindeki görünürlüğü ile
bilimsel çalışmalarda temsil edilmesi arasında paralellik olduğu bilinmektedir (Lee,1993)). Kadın
çalışmalarına benzer bir şekilde eşcinsellik ile ilgili çalışmaların da bilimsel araştırma konusu olarak
literatüre geç girmesinde egemen dinsel, toplumsal ve politik anlayışların etkili olduğu düşünülmektedir.
Toplumsal, dinsel ve politik baskılar eşcinselliğin ve eşcinsel bireylerin bilimsel çalışmalarda daha az
temsil edilmesinde rol oynamıştır. Bu nedenle, heteroseksüel birey ve aileler ile ilgili yeterli bilgi
birikimine sahip olduğumuz halde, eşcinsel bireyler ile ilgili bilgimiz hâlâ oldukça sınırlı düzeyde, bazı
durumlarda ise yanıltıcıdır (Weeks, 1977). İktidar ve güç dengesinin de etkisiyle eşcinsel bireyleri konu
alan ilk bilimsel çalışmalar uzun bir dönem boyunca bu var oluş biçimine yanlı yaklaşmış ve cinsel
kimlik bozukluğu kategorisi altında ele alarak normal dışı bir durum olarak yansıtmıştır (Amerikan
Psikiyatri Birliği (APA),1994; Mandimore, 1999). Toplumsal baskılara ek olarak ilk bilimsel
çalışmalarda bir bozukluk türü olarak ele alınmasından dolayı, eşcinsel kimliğin açık bir şekilde ifade
edilmesi engellenmiş ve eşcinsel bireyler uzun dönemler boyunca baskı altında yaşamak zorunda
bırakılmıştır.
Herhangi bir alanda ulaşılan araştırma bulgularının incelenen konunun farklı boyutlarını
aydınlatabilmesi ve bilimsel ilerlemeye katkı sunabilmesi için belli bir kuram çerçevesinde sistematik
olarak değerlendirilmesi ve belli bir anlam ağı içerisinde sunulması gerekir. Dolayısıyla görgül
araştırmaların açık bir şekilde kuramlara dayalı olarak formüle edilmesi ve bulgularının da söz konusu
kuramlar çerçevesinde tartışılması bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak çalışılmaya yeni
başlanan araştırma alanlarında ulaşılan bilimsel bulguların kuramsal bir çerçevede sunulmasında
eksiklikler olduğu dikkat çekmektedir. Akademik alanda ülkemizde eşcinsellikle ilgili yapılan ilk lisans
üstü tezin, Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Ulusal Tez Merkezi veri tabanından elde edilen bilgiler
sonucunda 1994 yılında çalışıldığı anlaşılmıştır. Bu durumun, eşcinsel bireyleri inceleyen araştırmalarda
kuram kullanımını ne yönde etkilediği bilinmemektedir. Bundan dolayı, eşcinsel bireyleri konu alan
lisansüstü tezler formüle edilirken veya bulguları tartışılırken belli bir kurama dayanıp dayanmadığını
incelemek önem arz etmektedir. Sosyal bilimler alanında yürütülen araştırmalarda genel itibariyle kuram
kullanımının yeterli olmadığı bilinmekle birlikte, eşcinsel bireylerle ilgili çalışmalarda durumla ilgili
bilgiye sahip değiliz.
Bu çalışmanın amacı, Türkiye’de yüksek lisans ve doktora düzeyinde üretilen tezlerin içerik analizine
tâbi tutularak ne oranda eşcinsel bireyleri araştırma kapsamına dâhil ettiği ve bu tezlerde ulaşılan
bulgular tartışılırken tartışmanın açık veya örtük bir biçimde belirli bir kurama dayandırılıp
dayandırılmadığını meta analiz yöntemi kullanılarak incelemektir. Meta analiz, aynı konuda yapılmış
fakat birbiriyle bağlantılı olmayan, birçok çalışmanın sonuçlarının birleştirilmesi sonucunda elde edilen
verilen niceliksel olarak analiz edilmesidir (Akgöz, Ercan ve Kan, 2004). Eşcinsel bireylerle ilgili
yapılan bilimsel çalışmaların yıllar itibariyle sıklığı ve bu çalışmaları yürüten araştırmacıların
cinsiyetlere göre dağılımı da ele alınacaktır.
Eşcinsellikle ilgili olarak hazırlanmış yüksek lisans ve doktora tezleri, YÖK Ulusal Tez Merkezi ver
tabanında “eşcinsel” “gey”, “lezbiyen”, “LGBT” ve “homoseksüel” anahtar kelimeleri kullanılarak
taranmıştır. Yapılan tarama sonucunda 1994 ile 2015 tarihleri arasında farklı anabilim dallarınca
hazırlanmış toplam 25 lisansüstü teze ulaşılmıştır. Bu tezlerden beş tanesine YÖK tez tarama veri
217
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
tabanındaki kısıtlama nedeniyle ulaşılamadığı için analizler 20 lisans üstü tez
üzerinden
yürütülmüştür.
Araştırma kapsamında incelenen tezlerin ağırlıklı olarak toplumsal cinsiyet kuramları çerçevesinde
formüle edildiği ve bulguların bu çerçevede ele alındığı görülmüştür. İlk olarak 1980’ler itibariyle ortaya
çıkan ve 1990’larda hızla gelişim gösteren Queer kuramının, lisansüstü tezlerde daha çok LGBT
(lezbiyen, gey, biseksüel, transgender) örgütlenmeleriyle ilgili olarak ele alındığı görülmektedir. LGBT
örgütlenmeleri ile ilgili olarak, ilk tez ülkemizde 2004 yılında yapıldığı saptanmıştır. Kuramsal açıdan
Queer kuramın ve hareketinin ülkemiz bilimsel literatüründe çok geç ele alındığı görülmektedir. Ayrıca
bu kuram, 2013-2014 eğitim–öğretim döneminde, Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları anabilim
dalında ders olarak ele alınmaya başlamıştır.
Konuları itibariyle tezlerde, Türkiye’de eşcinsel örgütler, eşcinsellere yönelik algı ve tutumlar,
eşcinsellere yönelik şiddet, eşcinselliğin medyada ve sanatta sunumu, Türkiye’deki erkeklik imgesi, gibi
konulara yer verilmiştir.
Tezler genel olarak, 8’i erkek,17’si kadın yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Anabilim dalı olarak ise;
Sosyoloji, Edebiyat, Güzel Sanatlar, Sağlık Bilimleri, Eğitim ve Psikoloji, Antropoloji, Radyo ve
Televizyon, Felsefe ve Din Bilimleri olarak yer almaktadır.
Bu çalışma sonucunda elde edilen ve yukarıda kısaca rapor edilen bulgular ile daha ayrıntılı bir inceleme
sonucu ulaşılan bulgular, Queer kuramı çerçevesinde ele alınaraktartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Eşcinsellik, Meta Analiz, Kuram Kullanımı, Queer Kuramı.
Psikodrama teknikleri ile bütünleştirilmiş etkileşim grubunun kadınların karşılıklı
bağımlılıkları üzerindeki etkisi
Yağmur Ulusoy1 , S.Sonay Güçray2
1
İnönü Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü, Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık
AD
2
Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü, Rehberlik ve Psikolojik
Danışmanlık AD
Kadınlar ile erkekleri birbirinden ayıran görünen en belirgin özelliğin cinsiyet olduğu söylenebilir.
Cinsiyet, kadın ve erkek olmanın biyolojik yönünü temsil etmesine rağmen, toplumun ve kültürün
yüklediği anlam ve beklentileri temsil eden yeni bir kavram ortaya atılmıştır: Toplumsal cinsiyet
(Dökmen, 2012). Toplumsal cinsiyet, erkeklerin ve kadınların öznel kimliklerinin sadece toplumsal
kökenini belirgin kılmanın bir yoludur (Scott, 2007, s.11). Gilligan (2003), ilişkilerin, özellikle
bağımlılık konularında, kadın ve erkekler tarafından farklı yaşandığını ve erkek cinsiyet kimliği için
yakınlığın; kadın cinsiyet kimliği içinse ayrılmanın tehdit edici olduğunu ileri sürmektedir. Anderson
(1994) ve Strakes’e (1997) göre kadınlar diğerlerine bağlı olduğunu hissetmek için kendi iyilik hallerini
yok sayarak, kendilerini feda ederek ve diğerlerine kul köle olacak şekilde davranarak sosyalleşirler.
Kadınların uyumluluk adına yaptığı memnun etme, ödün verme ve teslim olma davranışları (Horney,
2010) ile diğerlerini yaşamının merkezine koyma, diğerlerinin aklından geçenleri okuma, diğerlerinin
isteklerini yerine getirmek için aşırı özen gösterme ve ilişkinin refahını korumak adına ne gerekiyorsa
yapma gibi karşılıklı bağımlı davranışlar (Brown, 1994) birbiriyle örtüşmektedir.
Bir başka kişinin davranışlarının, kendisini etkilemesine izin veren ve o kişinin davranışlarını kontrol
etme saplantısı içinde olan bir kişinin karşılıklı bağımlı bir ilişki kurduğu belirtilmektedir (Beattie,
2006). Teorik olarak erkeklerin de karşılıklı bağımlı olabilme ihtimali söz konusu olmasına rağmen,
218
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
karşılıklı bağımlılık neredeyse yalnızca kadınlara atfedilmektedir (Anderson, 1994). Karşılıklı bağımlı
kişinin, sorunlu olan kişiyle ilişkisi sona erdirdiğinde sıklıkla başka problemli kişiyi bulmaya çalıştığı
ve bağımlı davranışlarını tekrarladığı belirtilmektedir (Beattie, 2012). Bu bilgi karşılıklı bağımlı ilişkiye
müdahale (yardım) edilmediği sürece devam edeceğini göstermektedir. Bu çalışmanın amacı üniversite
eğitimlerini sürdüren kız öğrencilerin psikodrama teknikleri ile bütünleştirilmiş bir etkileşim grubuna
katılmalarının karşılıklı bağımlılık üzerindeki etkisini incelemektir.
Yöntem:Bu araştırma, nicel ve nitel araştırma yöntemleri kullanıldığı karma desenli bir
araştırmadır. Nicel araştırma kapsamında deney kontrol gruplu öntest-sontest modeline dayalı deneysel
bir çalışma yapılmıştır. Çalışmaya 14’ü deney, 14’ü kontrol grubuna atanmak üzere toplam 28 kız
öğrenci katılmıştır. Araştırmada veri toplama aracı olarak Bileşik Karşılıklı Bağımlılık Ölçeği (Marks
ve diğ., 2012) kullanılmıştır. Psikodrama teknikleri ile bütünleştirilmiş etkileşim grubu İnönü
Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde 29.10.2014 ile 09.01.2015 tarihleri arasında haftada en az bir, en fazla
iki kez toplanmıştır. Süreleri 120 dakika ile 210 dakika arasında değişen 14 oturum yapılmıştır. Deney
grubuna katılan öğrencilerden üçü gruptan ayrılmıştır. Kontrol grubuna herhangi bir işlem
uygulanmamıştır. Deney ve Kontrol grubunun ön test ölçümleri arasındaki farka t Testi ile ön test son
test ölçümleri arasındaki farka tekrarlı ölçümler için iki faktörlü ANOVA ile bakılmıştır.
Nitel araştırma kapsamında deney grubu ile 64 dakika süren odak grup görüşmesi yapılmıştır.
Araştırmacılar tarafından geliştirilen beş sorudan oluşan yarı yapılandırılmış görüşme formu
kullanılmıştır. Görüşme kayıtları yazılı metne dönüştürülüp, üzerinde içerik analizi yapılacaktır.
Bulgular:Yapılan analizlerde Bileşik Karşılıklı Bağımlılık Ölçeğinin toplam, Duygusal
Bastırma ve Kendini Feda Etme alt ölçeği ön test son test puan ortalamaları arasında anlamlı bir farklılık
bulunmuştur. Kişilerarası Kontrol alt ölçeği ön test son test puan ortalamaları arasında anlamlı bir
farklılık bulunmamıştır. Sonuç olarak deney grubunun Kişilerarası Kontrol alt ölçeği hariç Bileşik
Karşılıklı Bağımlılık Ölçeğinin toplam, Duygusal Bastırma ve Kendini Feda Etme alt ölçeği ortalama
puanları deneysel işlem öncesi ile karşılaştırıldığında deneysel işlem sonrasında anlamlı düzeyde
azalmıştır.
Tartışma ve sonuç:Psikodrama teknikleri ile bütünleştirilmiş etkileşim grubunun genel olarak
karşılıklı bağımlılığı, kendini feda etmeyi ve duygusal bastırmayı azaltmada anlamlı bir etkisi olduğu
ancak kişilerarası kontrolü azaltmada anlamlı bir etkisinin olmadığı görülmüştür. Karşılık bağımlı
kişilerin kendi işlevselliklerini bozacak kadar abartılmış bir kontrolcülük eğilimi sergilemeleri (Zelvin,
1999) ve kontrolcülüğün ilgilenme anlamına bürünmesi (Forward ve Buck,2014) kişilerarası kontrol
değişkenin hem değişmeye karşı dirençli olabileceğini hem de toplumsal olarak kabul görebileceğini
akla getirmektedir. Uygulamacılara, kişilerarası bağımlılığa müdahale ederken kişilerarası kontrolü
azaltmaya yönelik daha fazla planlama yapmaları önerilebilir.
Anahtar kelimeler: Kadın, karşılıklı bağımlılık, etkileşim grubu, psikodrama teknikleri
#Yerimişgaletme Kampanyası Örneğinde Cinsiyet Ve Mekân İlişkisinin Biyopolitik YenidenÜretimi
1
Halil Çakır1
Mersin Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü
Feminist hareketin teori ve eylem düzeyinde ortaya çıkışından bu yana ulaşmaya çalıştığı en büyük
hedeflerden biri, kadınların kamusal alandaki görünmezliğini yok edebilmektir. Modern toplumun
ataerkil cinsiyet rejiminin nazarında son derece sakıncalı görünen bu devrimci hedef, feminist hareketin
üç dalgasında da kendini gösteren başat taleplerdendir. Ne var ki, tepeden tırnağa heteronormatif bir
kamusallık üzerine kurulu olan tepkisel bir güç olarak modernite, kadınların
219
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
kayıtsız şartsız eşitlik talebini, dispositif olarak işe koştuğu toplumsal cinsiyet normları ve onların
temel konağı olan aile yardımıyla elimine etmektedir.
Mekân ve cinsiyet rejimi arasındaki simbiyotik ilişki için bir bağlam olarak “Toplumsal Cinsiyet Ve
İktidar” adlıçalışmasında R. W. Connell, toplumsal cinsiyet pratiklerini araştırırken kurumlara el atar.
Aile, devlet ve sokağı ele alır. Aile ve devlet, toplumsal cinsiyet politikalarının en yoğun işlediği
kurumlardır. Sokak ise, genellikle bir kurum olarak ele alınmaz. Connell’a göre sokak, oldukça kapsayıcı
bir bağlam olarak, pek çok farklı toplumsal ilişki biçimini barındırdığı“kesin sınırları olan” bir toplumsal
çevredir. Topluma yayılmış cinsiyet düzeninin bir yansıması olarak sokaklar, erkeklerin hâkimiyeti
altındadır. Bu anlamda feminizmin mekâna dair üretmiş olduğu bilgi söz konusu cinsiyetli mekânı da
analize dâhil etmek durumundadır.
Türkiye özelinde cinsiyetli mekânın, kadınların bu mekânda görünürlük kazanmasına oldukça güçlü bir
biçimde direndiği görülmektedir. Sosyo-kültürel tortuların cinsiyet rejimine hâkim olduğu böylesi bir
toplumsal düzlemde Türkiye’deki cinsiyetli mekân tartışmalarının sık sık yerleşik iktidar
mekanizmalarına takılması beklendik bir durumdur. Türkiye’nin bir modernleşme projesi olarak
doğduğu erken Cumhuriyet dönemindeki siyasal katılım tartışmalarından 1960’lardaki kentleşme ve göç
süreçlerine etkisini gösteren bu cinsiyetli mekânın varlığı, çok ilginç bir biçimde Türkiye’deki feminist
hareketin de söylem düzenini kaçınılmaz olarak belirlemektedir. Başlatılan kampanyalar, aile
kurumunun kutsallığıtarafından elimine edilmekte, Deniz Kandiyoti’nin cariyeler, bacılar ve yurttaşlar
olarak formüle ettiği bir kimlikli bastırma tarafından kapılmaktadır. Yeni toplumsal hareketlerin de
sosyolojik olarak Türkiye’de kendini göstermesiyle birlikte üçüncü dalga feminizm, kimlik üzerinde
ısrarcı bir biçimde durmakta, böylelikle cinsiyet rejiminin biyopolitik düzeni, Türkiye’de cinsiyetler
arasındaki karşıtlık üzerinde iktidarını herhangi bir engelle karşılaşmadan sürdürmektedir. Bu durumun
açıkça görülebildiği örnekler, kadın cinayetleri, aile içi şiddet vakaları ve eğitim politikaları ve
uygulamalarında sıklıkla kendini göstermektedir.
Çok yakın bir tarihte bu sorunu yeniden düşündüren bir kampanya, İstanbul Feminist Kolektifi (İFK)
tarafından başlatılan #yerimişgaletme kampanyası, toplu taşıma araçlarında erkeğin baskın toplumsal
zaferini ifade ettiği düşünülen oturma biçimlerini eleştirmek amacıyla sosyal medyada yer almıştır.
Toplu taşıma araçlarında oldukça alışıldık olan bu davranış tarzına dikkat çekmek amacıyla bir etiket
üretme fikriyle doğan kampanya, kısa bir sürede ana akım medyanın ve alternatif medyanın hararetli
tartışmalarına konu olmuştur. Kampanya, hem üçüncü dalga feminizmin Türkiye’deki hareketliliği
konusunda önemli bir örneğe imza atması hem de Cumhuriyet’in erken dönemlerinden günümüze kadar
kamusal mekânın kadın hareketi açısından başat bir varlık alanı olarak süregeldiğini ortaya koyması
bakımından önem taşımaktadır.
Algılanma biçimi olarak değerlendirildiğinde bir feminist hareket organizasyonu tarafından duyurulan
#yerimişgaletme kampanyası, yukarıda sözü edilen cinsiyetler arası farkların ve kutsal aile söylemlerinin
hegemonik dilinde tartışılmıştır ve dahası bu hegemonik dil kampanyanın da ötesine geçmiştir. Bu
çelişkili durumu ortaya koyabilmek amacıyla bu çalışmada sosyal medya üzerinde başlayan ve ana akım
medyanın gündemine girmeyi başaran #yerimişgaletme kampanyasıörneğinde Türkiye’de feminizmin
ve hâlihazırdaki toplumsal cinsiyet rejiminin, kadının kamusal mekândaki yerine ilişkin ürettiği bilgiler
tartışılmaktadır. Bu amaçla internet haberleri ve köşe yazıları karşılaştırmalı bir analize tabi tutularak
söylemsel bağlamda değerlendirilmektedir. Ana akım medyanın ve alternatif medyanın kampanya ile
ilgili sunduğu içeriklerin; düalist bir toplumsal cinsiyet algısını yeniden-ürettiği, politik arka planlarda
yüzeysel bir biçimde tartıştığı ve sorunun nesneleştirme pratiklerine dâhil edilmesine zemin hazırladığı
yönünde ulaşılan sonuçlar, çalışma bağlamında tartışılan bulguların genel çerçevesini oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: #yerimişgaletme, Cinsiyet, Mekân, Medya.
220
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Çalışan Kangurular: Bebek Bakım Sorunuyla İlgili Sosyolojik Bir İnceleme
1
Canan Gönüllü Taşkesen1 , Mustafa Özcan Taşkesen1
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Çavdır Meslek Yüksekokulu, Sosyal Hizmet ve Danışmanlık
Bölümü
Toplumsal cinsiyet ve rollerin en fazla karıştığı ve çatıştığı alanlardan biri şüphesiz ki çalışma yaşamıdır.
Sosyal ilişkiler ağında dönüşen ve değişen roller, özellikle kadının statüsü konusunda ciddi bir muğlaklık
oluşturmaktadır. Kadının; ev hanımlığı, annelik ve kariyerinin arasında sıkışıp kalması ve çalışma
yaşantısındaki etkinliğinden vazgeçmemesi, bir takım durumları beraberinde getirmiştir.
Ev içi işlerin devamlılığının sağlanması için kadınların bir kısmı, ev işleri konusunda yardımcılar bulma
yoluna gitmektedir. Bununla birlikte, kendileri iş hayatında yer aldığı süre boyunca, çocuklarının
bakımını üstlenmesi için anneanne, babaanne gibi aile büyüklerinden yardım istemekte ya da ücret
karşılığı üçüncü şahısları bakıcı sıfatıyla çalıştırmaktadır. Böylece kendileri de iş hayatlarındaki
varlıklarını sürdürebilmektedir.
Bu noktada bir problem ortaya çıkmıştır ki, çocukların evde gün boyu anne ve babalarından uzak
yetişmesi, bakım veren kişilerin ait oldukları kültür ve çocuk yetiştirme tarzları, ebeveynlerin kültür ve
yetiştirme tarzlarıyla paralellik göstermeyebilmektedir. Çocukların günün büyük çoğunluğunu
bakıcılarıyla birlikte geçirip özellikle anneyi gece uykusundan sadece birkaç saat önce görmesi, her ne
kadar literatürümüze “nitelikli zaman” kavramını katmış olsa da çocukların büyürken ailenin yetiştirme
tarzından farklı davranış kalıpları geliştiriyor olması bu durumun en olumsuz çıktılarından biri haline
gelmektedir.
Çeşitli devlet politikalarıyla, çocuklar için “ilk 6 ay sadece anne sütü” uyarısı yapılırken, anne doğumdan
3 ay kadar sonra iş hayatına geri dönmek zorunda kalmakta, dönmek istemediği takdirde de ücretsiz izin
yoluna gitmektedir. Bu durum birbirleriyle çelişen iki olgu olmakla birlikte, bebekle anne arasında
kurulacak olan bağ da bu durumdan etkilenebilmektedir. Yani söz konusu durum; hem çalışan (ve
zaman zaman çalışmak zorunda olan) anne için hem de bebek için bir takım olumsuzluklar ı
barındırabilmektedir. Her ne kadar yeni bir takım yasalarla, annelerin 5 yaşına kadar iş hayatından
uzaklaşarak ya da yarı zamanlı çalışarak bebeğiyle ilgilenmesi için çeşitli fırsatlar yaratılsa da annenin
aldığı ücretin yarısının ya da tamamının kesiliyor olması, bireylerin ekonomik gelir düzeyleri konusunda
olumsuzluklar yaratabilmektedir.
Durumun ekonomik perspektifi, görüldüğü kadar açık ve net değildir. Türkiye’de çalışanların gelir
seviyelerine bakıldığında, kadınların ekonomik özgürlüklerini elde etmelerinin yanında, aileye katkı
amacıyla iş hayatında yer aldığı da görülmektedir. Yasalarla desteklenen ücretin kesilerek bebeğiyle
ilgilenme seçeneğini seçebilecek kadınlar olduğu gibi, ücretinin kesilmesi durumunda ailesinin günlük
temel giderlerini karşılayamayacak durumda olan kadınlar da mevcuttur. Bunlara ek olarak kadın
çalışanlar söz konusu olduğunda özel sektör açmazı da göz önünde bulundurulmalıdır. Özellikle asgari
ücretle çalışmakta olan kadınlar, iş hayatında yer almak istedikleri takdirde, çocuklarına mesai saatleri
içinde baktırabilecekleri birini ücretli çalıştırmak istemeleri durumunda aldıkları ücretin büyük
çoğunluğunu bakıcıya –ki sigorta yapma zorunluluğunu da göz önünde bulundurursak- ödemek zorunda
kalmaktadır. Bununla birlikte, yol, yemek, giyim gibi asgari diğer giderler hesaplandığında da çalışan
kadın, çocuğuna baktırabilmek için çalışıyor gibi bir tablo ortaya çıkmaktadır.
Bahsedilen tüm bu engellere göğüs gerebilmek adına, son zamanlarda çalışan bazı kadınların bebeklerini
beraberlerinde iş hayatına dâhil ettiklerine şahit olunmaktadır. Ancak geliştirilen çözüm önerileri her
zaman sağlıklı birer çözüm olarak karşımıza çıkmamaktadır. Her mesleğin kendi içinde bir işleyişi ve
kurumların bir düzeni bulunmaktadır. Her bebekli kadın çalışan bebeğini beraberinde iş yerine götürerek
aslında büyük bir kaosa sebebiyet verme potansiyeli taşımaktadır. Bu durumun işyeri işleyişi, annenin
iş verimi ve çocuğun sosyal ve gelişimsel durumu gibi çeşitli problematik alanları bulunmaktadır.
Bu çalışmada, çalışan kadının iş hayatı ve sosyal hayatındaki güçlüklere dikkat çekilerek özellikle
bebeği olan çalışan kadınların durumlarına değinilecektir. Yeni bir sosyal çözüm olan bebeklerin iş
hayatına taşınması, örneklerle açıklanarak, beraberinde getirebileceği kaosun boyutları işveren, çalışan
ve çocuk bazında incelenerek farklı bakış açılarıyla ele alınacaktır.
221
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Çalışmada, bilimsel araştırma tekniği olarak örnek olay kullanılacaktır. Veri toplama tekniği olarak
doküman incelemesi yapılacaktır. Güncel yazılı basından edinilen bilgi ve belgeler, araştırma dâhilinde
çözümlenecektir. Araştırmanın özgünlüğü, konunun çok boyutlu olarakincelenmesidir.
Araştırmanın bulguları arasında, çalışan kadınların bebeklerini beraberlerinde iş yerlerine götürmeleri
durumunda karşılaştıkları güçlüklerin, işverenlerin tutumlarının, bebeklerin gelişimlerinin etkilenme
boyutlarının yer alması planlanmaktadır.Tüm bu anlatılanlar ışığında, literatür taraması dahilinde, makul
çözüm önerileri sunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Çalışan Kadınlar, Bebek Bakım Sorunu.
Cinsiyetçi Akıl Ya Da Kadının Felsefeden Sürgünü
1
Engin Delice 1
Ondokuz Mayıs Ün. Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü
Felsefece düşünme, nesnesini karşıtlıkları içinde kavramayı amaçlayan ve bu kavramanın geçerliliğinin
mantıksal koşullarını sunan bir düşünce etkinliğidir. Böylesi bir genellemeden bakılınca felsefenin,
olağan aklın olanakları içindeki “özel” türden bir bilme etkinliği olduğu düşünülebilir. Ancak felsefe
metinlerinde söz konusu edilen “akıl” kavramının niteliğine ve bu kavram ile çözülen problemlere
yakından bakıldığında, kavramın taşıyıcısı konusunda bir sorun olduğu görülebilir. Metinlerde geçen
“logos” kavramı ile söz konusu edilenin “insan aklı” olduğu açıktır. Ancak bu genel ve bağlantısız
tanıma rağmen, yine de felsefenin “logos”unu cinsiyetçi söz ve akıl olarak düşünmek için geçerli kanıtlar
vardır. Felsefe metinlerindeki akıl kavramına ilişkin çözümlemelerden (epistemolojik öğeden) hareketle,
aklın “cinsiyetçi” bir niteliği olduğu varsayımı (birinci dereceden düşünme ile) açıkça gösterilemez.
Ancak, akıl kavramına ilişkin belirlemelerin yapıldığı aynı metinlerdeki (ya da filozofun başka
metinlerindeki) insan ve toplum felsefesi ya da etik teorisi eleştirel çözümlemeye uğratıldığında
görülecektir ki, akıl kavramı saf değildir ve her türden ideleştirmenin gerisinde “erkek tasarımı” vardır.
Bu varsayım, metinlerdeki kadının algılanışı ve ona verilen konum tarafından (ikinci dereceden düşünme
ile) açıkça doğrulanacaktır. Teorik olarak akıl erkekleşirken, tarihsel olarak da kadın felsefeden
uzaklaştırılır. “Kadının felsefeden sürgünü”, felsefe tarihinin açılış sahnesidir. Platon ve Aristoteles’in
metinleri, felsefe tarihinin ilk büyük yazılı düşünce mirasıdır. Bu miras içinde hakikatin aranışı ve dile
getirilişinin bilgi ve metodu kadar, kadının sürgünü ve aklın cinsiyet kazanması da vardır. Felsefe
tarihinde filozoflar, epistemoloji ve ontoloji konusunda ustaların mirasını hoyratça örseleyip yıkmaya
çabalamışlarsa da, anlaşılmaz bir şekilde kadının algılanışı ve aklın erilliği konundaki miraslarını
korumuşlardır. Felsefede aklın duvarları örülürken kadın dışarıda bırakılır.
Anahtar sözcükler: Felsefe, Kadın, Akıl, Cinsiyetçilik, Platon, Aristoteles.
222
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Toplumsal Cinsiyet ve Kültürlerarası İletişim
1
İlker Özdemir1
Çukurova Üniversitesi, İletişim Fakültesi, İletişim Bilimleri Bölümü
Toplumsal cinsiyet (gender) kavramı, toplumsal ve kültürel olarak belirlenmiş cinsiyeti, biyolojik
cinsiyetten ayırmak üzere kullanılan bir kavramdır. Cinsiyet, insanların doğuştan biyolojik olarak
belirlenmiş dişilik ve erillik özelliklerini tanımlar. Toplumsal cinsiyet ise, toplumsallaşma süreci içinde
edinilen kadın ve erkek kimliği özelliklerine işaret eder. Kavram, kadınların ve erkeklerin toplumda
üstlenmiş oldukları rollerin, doğal olmaktan çok kültürel olarak belirlenmiş ve değişebilir olduklarını
göstermeye yarar. Cinsiyete dayalı ayrımcılık ve eşitsizlik, toplumsal cinsiyet çalışmalarının temel
sorunudur. Kültürlerarası iletişim ise farklı kültürlere mensup insanlar arasında etkileşim ve anlam
aktarımları ve iletişimde kültürel farkların gözetilmesi konularını içermekte olup, temel amacı farklı
kültürlere mensup insanların birbirlerini anlaması ve uzlaşı sağlamasıdır. Kültürlerarası farklılıklar ın
iletişime olan etkileri ile önyargılar, basmakalıp değerler ve etnik merkezcilik kültürlerarası iletişimin
temel konularıdır. Basmakalıp yargılara ve ayrımcılığa karşı mücadele, toplumsal cinsiyet ve
kültürlerarası iletişim çalışmalarının temel ortak yönelimidir. Her iki yaklaşım insanı doğal bir varlık
olarak nitelemeyi reddederek kültürel bir varlık olarak ele almakta ve kültürel farklılıklar üzerinde
yoğunlaşmaktadır. Kültürlerarası iletişim dersleri ve toplumsal cinsiyet dersleri üzerine yaptığımız
incelemede ortak sorunlara işaret eden ve birçok noktada benzer eğilimlere sahip olan bu iki öğreti
arasında bugüne dek anlamlı bir ilişki kurulmadığı görülmektedir. Bu bildiri toplumsal cinsiyet ve
kültürlerarası iletişim öğretileri arasında eşitsizlikler ve ayırımcılığa karşı mücadele ekseninde verimli
bir işbirliği kurulabileceğini savunmakta ve böyle bir işbirliğinin imkanlarını analiz etmektedir.
Anahtar Sözcükler: Toplumsal Cinsiyet, iletişim, kültür, kültürlerarası iletişim, ayırımcılık
Çocuğu Okul Öncesine Devam Eden Kadınların Anneliğe İlişkin Algılarının Bazı Değişkenler
Açısından İncelenmesi
Fatoş Bulut Ateş 1 , İsmail Sanberk 1
1
Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Psikolojik Danışma Ve Rehberlik
Anabilim Dalı
GİRİŞ
Annelik ya da ebeveynlik bir kadının yaşamındaki temel değişim ya da gelişim noktalarından biri, bir
dönemeç olarak görülebilir (Solmuş, 2012). Anneliğe geçiş sadece fiziksel bir değişim olarak yaşanmaz
aynı zamanda değişen algıları da içerir. Bunlar kadınların kendilerini nasıl gördüğü ve başkalarının
onları nasıl görüp tepki verdiği ile ilgili olarak etkileşimsel açıdan deneyimlenir (Miller, 2005). MacPhee
ve arkadaşları (1986) ebeveynliğe ilişkin kendilik algısına yönelik annelerle yaptıkları çalışma sonrası
anneliğe ilişkin kendilik algısını belirleyen işlevleri tanımlamıştır. Bu işlevlerden biri; bireyin bakım
veren rolünde kendini ne derece yeterli gördüğüdür (akt: Güler ve Yetim, 2008). Yeterlik duygusu
yüksek olan, bebeğine/çocuğuna bakım verme konusunda kendini güçlü, hazır, yetkin hisseden bir anne
bebeğini her zaman besleyebileceğine, her ihtiyaç duyduğunda onun yanında olabileceğine, ona gerekli
şefkat, sevgi ve ilgiyi gösterebileceğine inanır ve çocuğunu uygun bir biçimde disiplin edebilir
(Solmuş, 2012). İşlevlerden bir diğeri de annelik faaliyetlerine
223
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
duyulan ilgidir. Ebeveynliğe yönelik ilgi, annenin ebeveynliğe yönelik istekliliğini ifade etmekte ve
ebeveynlikle ilgili kendisine düşen tüm görevleri yerine getirebileceğine olan inancını yansıtmaktadır
(Seçer, Çeliköz ve Yaşa, 2008). Anneliğe ilişkin doyum, anneliğe ilişkin kendilik algısını belirleyen
üçüncü işlevdir. Mouton ve Tumo (1988), ebeveyn doyumunu ebeveynin duygularından hoşnutluk veya
çocuğa karşı sorumluluklarına bağlı olarak hissedilen neşe olarak tanımlamaktadır (akt: Güler, 2007).
İlgili literatür incelendiğinde anneliğe ilişkin kendilik algısının çocuk (çocuktaki davranış problemleri,
çocuğun sosyal becerisi, akran ilişkileri…) ve evlilik (evlilik uyumu, evlilik doyumu…) bağlamında
incelendiği görülmektedir (Deniz, 2012; Sarı, 2007; Seçer, Ogelman, Önder ve Berengi, 2012). Bu
araştırmada ise amaç, anneliğe ilişkin kendilik algısı değişkeninin annelerin yaşı, eğitim düzeyi, medeni
durumu ve sahip olduğu çocuk sayısı açısından incelenmesidir. Sonuç olarak bu araştırmanın problem
cümlesi şudur; çocuğu okul öncesine devam eden annelerin kendilik algısı, annelerin yaşına, eğitim
düzeyine, medeni durumuna ve çocuk sayısına göre anlamlı farklılık göstermekte midir?
YÖNTEM
Araştırmanın Modeli: Bu araştırma ilişkisel tarama modelinde betimsel bir araştırmadır. Araştırmanın
bağımlı değişkeni annelerin kendilik algısı, bağımsız değişkenleri ise yaş, eğitim düzeyi, medeni hal ve
çocuk sayısıdır.
Örneklem: Araştırmanın örneklemini Adana ili Seyhan, Çukurova ve Sarıçam ilçelerinde bulunan
devlete bağlı anaokullarına devam eden 3-6 yaş arası çocukların anneleri oluşturmaktadır. Örneklemdeki
toplam anne sayısı 143’ tür.
Veri Toplama Araçları: Bu araştırmada, Gibuad-Wallston ve Wandersman (1978) tarafından geliştirilen
ve uyarlaması Seçer ve arkadaşları (2008) tarafından yapılan “Ebeveynliğe Yönelik Tutum Ölçeği-Anne
Formu” kullanılmıştır. Ölçek 16 maddeden oluşmaktadır. Katılımcılar ölçekte yer alan maddelere 1-5
arası puan vermektedir. Yüksek puanlar ebeveynliğe yönelik tutumun olumlu olduğunu, düşük puanlar
ise olumsuz olduğunu göstermektedir (Seçerve ark., 2008)
BULGULAR: Elde edilen bulgulara göre araştırmaya katılan annelerin Ebeveyn Tutum Ölçeği’nden
aldıkları toplam puan ortalaması X=49.24’ tür.
Kategorik değişken haline dönüştürülen (20-29; 30-39; 40-49 yaş) yaş değişkeni açısından annelerin
kendilik algısını incelemeye yönelik yapılan Tek Yönlü Anova analizi sonucuna göre kendilik algısı
puanları yaşa göre anlamlı farklılık göstermemektedir (F=1,46; p>0,24).
Benzer şekilde eğitim düzeyi açısından annelerin kendilik algısını incelemeye yönelik yapılan Tek
Yönlü Anova analizi sonucuna göre de kendilik algısı puanları anlamlı farklılık göstermemektedir
(F=3,06; p>0,05).
Kendilik algısı puanları çocuk sayısı açısından incelendiğinde ise anlamlı farklılık olduğu görülmektedir
(F=9,87; p<0,05). Farklılaşmanın kaynağını tespit etmek için yapılan Scheffe analizi sonuçlarına göre 3
çocuğa sahip annelerin kendilik algısı puan ortalamalarının (Χ=57,14) tek ve iki çocuğa sahip olan
annelerin puan ortalamalarından (Χ=49,58; X=48,12) daha yüksek olduğu bulunmuştur.
Medeni hal açısından annelerin kendilik algısı puanlarında anlamlı bir farklılaşmaya rastlanmamıştır
(p>0,05).
SONUÇ ve ÖNERİLER: Araştırmadan elde edilen sonuçlara göre annelerin kendilik algısı puanları yaş,
eğitim düzeyi ve medeni hal değişkenleri açısından anlamlı farklılık göstermezken, çocuk sayısı
açısından anlamlı farklılık göstermektedir. Benzer şekilde Seçer ve arkadaşları (2008) annelerin
ebeveynliğe yönelik tutumlarını inceledikleri araştırmalarında toplam puan açısından yaş ve eğitim
düzeyi değişenlerinde anlamlı farklılaşmaya rastlamamışlardır. Sonraki araştırmalarda kendilik algısı
değişkeni anne-çocuk ilişkisi bağlamında incelenebilir.
Anahtar sözcükler: ebeveynlik, kendilik algısı, okul öncesi
224
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Bilgisayar Kullanımı ve Programlama Öğretiminde Cinsiyet Farklılıkları
1
Habibe Aldağ 1 ,Mehmet Tekdal1
Çukurova Üniversitesi, Bilgisayar ve ÖğretimTeknolojileri Eğitimi Bölümü
İkinci dünya savaşı sonrasında bilgisayar bilimleri veya ilgili birimlerde çalışanların cinsiyet açısından
(diğer bilimlerle karşılaştırıldığında) ağırlıklarına bakıldığında bir dengesizlik görülmemektedir. Hatta
bazı kaynaklara göre bilgisayar alanında bugünkü gelinen başarının nedeni kadınların emeğidir. Çünkü
alanda çığır açan pek çok önemli projenin başlatılması ve yürütülmesini kadınlar üstlenmiştir. Ancak
1970’ler sonrasında bu dengenin önce hissedilmeyecek kadar, 1995’lar sonrasında ise alarma geçirecek
ciddiyette, kadınların aleyhine bozulduğu görülmektedir.
Günümüzde bilgisayar bilimleri veya bilgisayar ağırlıklı bölümler genellikle erkek öğrenciler tarafından
tercih edilmektedir. İş hayatında da bilgisayar ile ilgili işlerde çalışanlar baskın ağırlıkla erkeklerden
oluşmaktadır. Öğretmenlik mesleği çoğu kız öğrencinin sıcak baktığı bir meslektir. Türkiye de
Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Bölümü mezunları öğretmen olarak atanmaktadır. Göreli olarak bu
bölüm mezunlarının çoğu bir-iki sene içerisinde alanları ile ilgili sürekli bir işe başlamaktadır. Bu
avantaja rağmen çoğu üniversite de BÖTE bölümlerini seçen öğrencilerin çoğunluğunun erkek
öğrenciler olduğu görülmektedir. Bu nedenle sadece bilgisayar bilimleri değil, bilgisayar ile ilgili alanlar
da giderek erkeklerin sayıca ağırlıklı olduğu alanlar haline gelmiştir. Teknolojinin gelişimi ile serbest
çalışma (freelancing) fırsatlarının da arttığı düşünüldüğünde, dengesiz olan durumun kadınların
aleyhine artacağı öngörülebilir. Erkek-egemen bir toplumda fırsat eşitliğinin sağlanması, sosyoekonomik boyutla sınırlanamayacak kadar çok boyutlu birsorundur.
Çalışmada bilgisayar ve ilgili bölümlerin seçimindeki dengesizliğin temel nedenleri literatür tarama
yoluyla anlaşılmaya çalışılacaktır. Dengesizliğe çözüm olarak öğretimde alınmış ve alınabilecek
önlemlerin açığa çıkarılması hedeflenmektedir. Bu çalışmada temel amaç literatür taraması değildir,
programlama öğretiminde uygun öğretim stratejilerinin veya öğrenme stratejilerinin incelenmesi de
değildir. Bilgisayar kullanımı ve özellikle programlama öğretimi ile ilgili çalışmalar cinsiyet farklılıklar ı
odağı ile incelenerek, kadınların aleyhine gelişmekte olan bu sorunla ilgili yapılan tespitler ve alınanalınabilecek önlemler belirlenecektir.
Ön-analiz çalışmaları sonrasında ana-temalar ve araştırma anahtar kelimeleri belirlenmiştir. Ana tema
cinsiyet farklılıkları temelinde bilgisayar ve ilgili programların seçimi ve öğrenme-öğretim ilişkisidir.
Başlıkta, özette ve anahtar kelimelerinde cinsiyet olan araştırmaların incelenmesine öncelik verilecektir.
Durum tespiti gerektiği için önce uluslararası düzeyde araştırmalar incelenecektir. Türkiye’deki durum
benzerliği karşılaştırmasına sonraki aşamalarda bakılacaktır. Yardımcı sözcükler kadın (female,
women), kız (girls) öğrenci, insan-bilgisayar etkileşimi (Human-computer- interaction), bilgisayar
(computer), online, internet, programlama dilleri (programming, programming language) görsel araçlar
(visual tools) bileşikleri ile taranacaktır. Ön analizde çıkan araştırma sayısı binlerle ifade edilebilir.
Amaç tam bir literatür analizinden ziyade sorunun genel çerçevesinin tespitidir. İncelecek araştırma
sayısını azaltabilmek için bilgisayar bilimleri ile ilgili araştırmaları tarayan veri tabanları ve sorunla ilgili
araştırmaları barındırdığını düşündüğümüz önemli dergileri tarayan veri tabanları araştırılmaktadır.
Ulaşılan araştırmalar, araştırma nedenimizi açığa çıkarmada yardımcı oluyorsa incelemeye alınmaktadır.
Örneğin programlama öğretiminde öğretim stratejilerini ele alan pek çok çalışma vardır ancak bu
çalışmalar arasında cinsiyet temasına değinen çalışmaların sayısı çok azdır. Bu nedenle bu araştırma için
uygun örnekleme kullanılacaktır.
Bu çalışmada bilgisayar kullanımı ve programlama öğretiminde cinsiyet farklılıkları ile ilgili
araştırmalar incelenmeye devam edilerek, sorun-çözüm çerçevesi önerilmeye çalışılacaktır.
225
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
Öğretmen Adaylarının Kadın-Erkek İlişkilerine ve Kadına UygulananŞiddete Yönelik
Algılarının İncelenmesi
Mustafa Yaşar1 , İrem Kavasoğlu2
Çukurova Üniversitesi Eğitim Fa. İlköğretim Böl.
2
Çukurova Üniversitesi Beden Eğitimi Ve Spor Yüksekokulu
1
Kültürel olarak inşa edilen, toplum, iktidar mekanizmaları ve medya boyutları ile “normalleştirilen”
kadına yönelik şiddet olgusuna dikkat çekmek ve öneriler getirmek için var olan algının ortaya
konulması önemlidir. önemli bir noktada bulunan üniversite öğrencilerinin, şiddet konusunda
farkındalık yaratmada yardımcı olacağı açıktır. Bu çalışmanın amacı, Toplumsal kültürün taşınmasında,
sürdürülmesinde ve değiştirilmesinde ve farkındalık oluşturma noktasında önemli bir grup olarak
görülen üniversite öğrencilerinin, kadın-erek ilişkilerini nasıl değerlendirdiklerini ve ülkemizde yaygın
ve çok boyutlu bir sorun olan kadına yönelik şiddet konusundaki algılarını ortaya koymaktır. Bu
kapsamda, Çukurova Üniversitesi’nde Eğitim Fakültesi İlköğretim bölümü ile Beden Eğitimi ve Spor
Yüksek Okulunda okuyan öğrencilere araştırmacılar tarafından oluşturulan bir anket uygulanacaktır.
Katılımcılar; ilköğretim bölümünde okul öncesi, fen eğitimi, sosyal bilimler ve sınıf öğretmenliği
anabilim dallarında okuyan öğrenciler ile Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulunda bulunan formasyon
eğitimi alan beden eğitimi öğretmenliği, antrenörlük eğitimi ve spor yöneticiliği bölümlerinde okuyan
öğrencilerden seçilecektir. Her ana bilim dalından yaklaşık 40 öğrenci seçilerek toplam 280 kişiye
ulaşılması planlanmaktadır. “Kadın-Erkek İlişkilerini Değerlendirme Anketi” 38 maddeden oluşmakta
ve beşli likert tarzındadır. Anket; fiziksel şiddet, cinsel şiddet, sosyal/duygusal şiddet, ekonomik şiddet
ve şiddet sonrasında kadının tepkileri olmak üzere 5 alt bölümden oluşmaktadır. Anket oluşturma
sürecinde önce madde havuzu oluşturulmuş ve iki araştırmacı tarafından bu madde havuzundan tüm
maddeleri temsil edecek şekilde uygun maddeler seçilerek anket uzman görüşüne sunulmuştur. Verilerin
toplanmasının ardından Cronbach-Alfa testi uygulanarak güvenilirlik test edilecektir. Toplanan verilerin
normallik ve eğrilik analizleri yapıldıktan sonra normal dağılım göstermesi durumunda cinsiyet
değişkeni için ve bölümler arası karşılaştırmak için T-testi, anabilim dallarını karşılaştırmak için de
ANOVA uygulanacaktır.
Ergenlik Döneminde Cinsiyet Rolü YüklemesindeEbeveyn Tutumları ve Yansımalar
Seydi Aktuğ 1 , Mehmet Yapıcı2
1 Uşak Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Eğitim B ilimleri B ölümü
2 Amasya Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, İlköğretim B ölümü
Ergenlik; insan yaşamında fiziksel, bilişsel ve duyuşsal değişimlerin bir arada yaşandığı önemli bir
dönemdir. Bireyin kendisine (neredeyse içgüdüsel olarak) “ben kimim” sorusunu sorduğu, aldığı ya da
verebildiği yanıtlar çerçevesinde yaşam ve insan felsefesinin ilk uygulamalarının ortaya çıktığı kritik bir
eşiktir. Bu eşiğin sağlıklı bir şekilde atlatılmasında ve yaşama yansıyan tutumların biçimlenmesinde bir
çok sosyo-kültürel ve sosyo-politik değişken rol oynamaktadır. Ancak bu rollerin en önemlisi
anne/babaya düşmektedir. Anne-baba tutumlarının doğumdan itibaren birey üzerindeki etkisi tartışmaya
açık olmayan bir konudur ve çoğunlukla birey anne-baba tutumları konusunda ergenlik dönemine kadar
pasif bir rol oynamaktadır. Okul yaşantıları ve aile dışındaki ilk sosyal çevre oluşumları da sosyolojik
olarak ailenin bir devamı ve destekleyicisi olarak düşünüldüğünde; bireyin
226
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
gerçek anlamda ontolojik ben'ini ilk göstermeye başladığı dönem ergenlik dönemi olarak
düşünülebilir.
Cinsiyet rollerinin somut yaşantılara dönüştüğü ergenlik döneminde; cinselliğin tabu olarak görüldüğü
toplumlarda cinselliğe yönelik merakın doğal olarak artacağı göz önünde bulundurulduğunda, cinsel
kimliğin sağlıklı bir biçimde şekillenmesinin de zorlaşacağı söylenebilir. Bu bağlamda, cinsel kimliğin
sağlıklı oluşmasında ailenin rolünün belirleyici olduğu düşünüldüğünde, konunun önemi ailevi bir sorun
olmaktan ziyade toplumsal bir soruna dönüşmektedir. Ergenleri, geri dönülemez hatalardan (cinsel
deneyimler, zararlı alışkanlıklar, aileden duygusal kopmalar, içe kapanma, dışsal uyaranlara karşı
korunmasız kalma.. vb.) korumak ve kendilerini bilinçli olarak savunabilme ve koruyabilme
becerilerinin kazanılmasında ve birey olarak kendini değerli görme, kendini gerçekleştirme sürecinde
anne/baba tutum ve söylemleri neler olmalı ya da olmamalıdır? Kuşkusuz bu basit gibi görünen soru,
aslında temel bir toplumsal sorun alanı olan, sağlıklı ve mutlu bireyin en önemli boyutu olan cinsel
kimlik ve statünün temel belirleyicilerinden biridir. Konuya bir diğer açıdan, yani genel bir çerçeveden
bakıldığında toplumdaki önemli sorun alanlarından biri olan cinsel suçların doğasının anlaşılmasında da
sorgulayıcı bir bakış açısının şekillenmesini sağlayacağı söylenebilir. Çünkü, ortalama modern insan,
toplumsal yaşamdaki sorunların kendisinden bağımsız olarak geliştiği algısına sahip görünmektedir.
Oysa, bütün toplumsal sorunların, toplumu oluşturan bireylerin toplamının birer yansıması olarak ortaya
çıktığı söylenebilir. Ne de olsa, modern toplum farklılık, farklılıklar çatışma anlamında düşünülebilir.
Bu çatışmaların da aileden başlayarak dalga dalga büyüyerek toplumsal sorunların kaynağını
oluşturduğu ileri sürülebilir.
Bu çalışmada, anne/baba tutum ve söylemlerinin cinsiyet rollerinin belirlenmesindeki etkisi
betimlenmektedir. Toplumsal yaşantı ve gözlemlerden yola çıkarak literatür desteği ile cinsiyet
rollerinin oluşmasında anne/baba tutum ve söylemlerinin etkisinin kuramsal olarak tartışıldığı bu
çalışmada, örnek olaylar üzerinden betimsel bir analiz yapılmaktadır. Çalışmada kullanılan örnek
olaylar, güncel yaşantıların içinde gözlemlenen olgu ve olaylara dayanmaktadır. Çalışmada, önce örnek
olaylar verilmekte; araştırmacıların literatür destekli yorumu eşliğinde, kadın ve erkek açısından
olay/olgunun birey üzerindeki olası etki ve yansımaları tartışılmaktadır.
Anahtar Kelimeler : Ergenlik, cinsiyet rolleri, ebeveyn, tutum, söylem
Türkiye’de Kadin Eğitimi ve İstihdamı
1
Birsel Aybek1 , Tuğçe Karataş 1
Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü
Bireylerin topluma ve kendisine faydalı birer üye olmasında ve zihinsel, bedensel ve toplumsal
gelişimlerine katkı sağlanmasında eğitim oldukça önemli bir role sahiptir. Schultz (1993,s.68 76;Akt.Özpolat,2009)’a göre eğitim, işgücünün verimliliğini arttırmakta, aile gelirini yükselterek
yoksulluğun azaltılmasını sağlamakta, sağlık ve beslenmeyi geliştirmekte, doğurganlığı azaltmakta,
Berhman ve diğerlerine göre (1997,s.1; Akt.Özpolat,2009) gelecek jenerasyonun beşeri sermaye olma
gücünü kolaylaştırmakta, Tansel (1999,s.3-4; Akt.Özpolat,2009)’a göre kalkınmanın sürdürülebilirliğini
güçlendirmekte ve dolayısıyla bir ülkenin ekonomik ve sosyal gelişimine katkıda bulunmaktadır. Ancak
kadınlar uzun yıllar boyunca eğitimden dışlanmıştır.
21. yüzyılda ülkelerin kalkınabilmek için eğitime katkıda bulunması şarttır. Demiray (2013)’a göre bir
ülkenin gelişmişlik düzeyi o toplumdaki kadınların eğitim düzeyi ile ölçülmektedir. Uzaktan eğitimi
dünyada ve Türkiye’de eğitimden mahrum kalmış kadınların eğitime kazandırılması için bir seçenek
olarak sunan Demiray, evrensel olarak yapılmış çalışmaları araştırmasında sunmuş ve uzaktan eğitimin
kadınlar için etkilerinden söz etmiştir. Kavak (1997), 1970'lerden günümüze dünyanın pek
227
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
çok bölgesinde kadınların işgücüne katılım oranlarının artması ve erkeklerle kadınlar arasındaki açığın
giderek azalmasına karşın, Türkiye'deki eğilimlerin ters yönde olmasının dikkat çekici olduğunu ifade
etmiştir. Ülkemizde, 1970-90 yılları arasında kadınların işgücüne katılım oranları %50,3'den %33,4'e
düşerken, erkeklerin katılım oranları daha yavaş bir düşüşle %79,5'den %73,9'a gerilemiştir. Aynı
dönemde, kadınlarla erkekler arasındaki açık %29,2'den %40,5'e yükselmiştir.
TÜİK’in 6 Mart 2015 tarihli haber bültenine göre ise Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde
işsiz sayısı 2014 yılında 2 milyon 853 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise %9,9 seviyesinde gerçekleşti.
İşsizlik oranı erkeklerde %9 kadınlarda ise %11,9 oldu. İstihdam edilenlerin sayısı ise, 25 milyon 933
bin kişi, istihdam oranı ise %45,5 oldu. Bu oran erkeklerde %64,8, kadınlarda ise %26,7 olarak
gerçekleşti. İşgücü 2014 yılında 28 milyon 786 bin kişi, işgücüne katılma oran3 ı ise %50,5 olarak
gerçekleşti. İşgücüne katılma oranı erkeklerde %71,3 kadınlarda ise %30,3 oldu. İstatistiklerden de
görüldüğü gibi kadınlara verilen istihdam olanakları oldukça kısıtlıdır ve erkeklere oranla daha azdır. En
yüksek işsizlik oranı kadınlarda %15,6 ile İstanbul Bölgesi, en yüksek istihdam oranı %35,8 ile Doğu
Karadeniz Bölgesi, en yüksek işgücüne katılma oranı %38,2 ile Doğu Karadeniz Bölgesi’nde oldu. Yine
TÜİK verilerine göre okuma-yazma bilmeyen kadınların % 19,1’i, ilkokul mezunlarının
%50’si, ilköğretim ve ortaokul mezunlarının % 48,3’ü, genel liselerden mezun olanların %53,3’ü,
meslek liselerinden mezun olanların % 65’i, fakülte veya yüksekokullardan mezun olanların ise
%79,2’si işgücüne katılmıştır. Yani kadınların eğitim seviyeleri arttıkça işgücüne katılma oranları
artmaktadır. Bu nedenle kadınların toplumda yer edinebilmesi için ülkemizde kadın eğitimlerine önem
verilmelidir. Bu amaçla Tunç (2009) Van ilinde kız çocuklarının okula gitmeme nedenlerini araştırıp,
geleneksel cinsiyetçi görüş ve kız çocuklarının düşük konumuna yol açan önyargıların ortadan
kaldırılması yanında eğitim bilincinin kazandırılmasının zorunlu olduğunu belirtmiştir. Merter(2007)
bazı Avrupa Birliği üyesi ülkelerinde ve bazı Asya ülkelerinde; kadın eğitimini, kadınların okullaşma
durumlarını, kadınların okullaşmalarını etkileyen faktörleri, kadınların fakülte tercihlerini ve çalıştıkları
meslekleri Türkiye ile karşılaştırılarak ayrıntılı bir şekilde incelemiştir. Merter’e göre bir kadının
eğitilmesi bir ailenin tüm bireylerinin eğitilmesi demektir. Buna göre kadın eğitiminin ve kadınların
okullaşma oranlarının yükselmesinin toplumsal kalkınmada ve kültürel sermaye birikiminde olumlu
etkilere sahip olduğu ortaya çıkmıştır.
Günümüzde de kadınların eğitimi ve istihdamı çok büyük öneme sahip olup son zamanlarda oldukça
dile getirilen güncel konulardan biri haline gelmiştir. Bu nedenle bu çalışmada, kadınların eğitimi ve
kadın istihdamının yukarıdaki bilgilerden yola çıkılarak mevcut ve geçmiş durumuna yönelik derleme
çalışması yapılarak gelecekteki çalışmalara yol göstermesi amaçlanmıştır. Çalışma alana yönelik
literatür taraması yapılarak oluşturulacaktır. Ortaya çıkacak bu kuramsal çalışmada bulgular Türkiye’de
geçmişte ve günümüzde kadına verilen eğitim ve iş olanakları Türkiye İstatistik Kurumu’nun Nüfus ve
Konut Araştırması güncel verilerinden ve bu alanda akademik olarak yapılmış çalışmalardan
yararlanılarak şekillenecektir. Bütün bu kuramsal bilgilerden yola çıkarak kadın eğitimi ve istihdamına
yönelik önerilerde bulunulacaktır.
Anahtar Sözcükler: Kadın, eğitim, kadın eğitimi, kadın istihdamı
Çukurova Üniversitesinde Öğrenim Gören Kadın Öğrencilerin Bir Kadın Olarak ÖzDeğerlerinin Repertuar Ağı Tekniği İle İncelenmesi
İsmail Sanberk 1 , Fatoş Bulut-Ateş 1
1
Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü PDR AD
Kadın veya erkek olmak, sadece dışsal cinsiyet özellikleri ile betimlenemez. Kadın ve erkeklerin
cinsiyetlerinden kaynaklı olarak toplumda oynadıkları yaygın roller, kadın ve erkeğe ilişkin bakış açısını
biçimlendirmektedir. Kadının cinsiyet rolleri bir yandan toplumsal normlar ve beklentiler
228
1. ULUSLARARASI ÇUKUROVA KADIN ÇALIŞMALARI KONGRESİ
tarafından şekillenmekteyken; o toplumdaki kadınların oynadığı roller de toplumun norm ve
beklentilerini şekillendirmektedir. Yaygın kanı kadının toplumla ilişkisinde, toplumun onu
belirlediğidir. Bu kanı doğru olmakla birlikte eksiktir; çünkü kadının toplum içerisinde üstlendiği roller,
o toplumun kadın ile ilgili imajını belirlemektedir. Dolayısıyla kadının toplumla olan ilişkisi karşılılık
içermektedir. Kuşkusuz kadınların erkekler tarafından nasıl algılandığı veya bilişte ne şekilde temsil
edildiği önemlidir; ancak kadınların bir kadın olarak kendilerini bilişte ne şekilde temsil ettikleri,
erkeklerin kadınlara yönelik imajı kadar önemlidir. Bilişsel temsil kişiliğin şekillenmesinde, benlik ve
kimliğin yapılandırılmasında belirleyici rol oynamaktadır. Kelly’e göre birey dünyayı bilişinde temsil
ettiği şekilde yaşamaktadır. Çevre onun kendine özgü bilişsel temsiller geliştirmesine; bilişsel temsiller
ise onun çevreyi yapılandırması üzerinde rol oynamaktadır. Birey, yaşantıları neticesinde çevreye ve
kendine dair kurgular geliştirmektedir. Sahip olunan bu kurgular bireyin çevresindeki insanlarla ve en
önemlisi kendisi ile olan ilişkisine yön vermektedir. Bireyin belli bir konu ile ilgili kurgularının ne
şekilde ortaya çıkartılacağı Kelly’nin Kişisel Yapılar Kuramı ve bu kuram temelinde geliştirilmiş olan
repertuar ağı tekniği ile mümkün olabilmektedir (Kelly, 1955; Scheer, 1993; Bartholomew, 1993).
Bu araştırmanın genel amacı Çukurova Üniversitesinde öğrenim görmekte olan kadın öğrencilerin bir
kadın olarak kendilerini, ideal ve ideal olmayan kadın bağlamında nasıl değerlendiriyor olduklarını yarı
yapılandırılmış bir görüşme tekniği olan repertuar ağı tekniğiyle ortaya çıkartmaktır. Bu genel amaç
doğrultusunda üniversiteli kadınların bir kadın olarak kendilerini olmayı istedikleri kadın, ideal ve ideal
olmayan kadın imajlarından ne kadar uzak gördükleri tespit edilmeye çalışılmıştır. Bununla birlikte
kadınların bir kadın olarak kendilerine ilişkin öz-imajları ile partnerlerinin bir kadın olarak kendilerine
ilişkin imajları arasındaki uzaklığın ne olduğu belirlenmeye çalışılmıştır. Kadınların bir kadın olarak
kendilerine ilişkin öz-imajları ile olmayı istedikleri kadın imajları arasındaki uzaklık, bireyin bu
konudaki öz-değeri hakkında ipuçları vermektedir. Bu iki imaj arasındaki uzaklık ne kadar fazlaysa
(uzaklık katsayısının 1’in üzerinde olması) bireyin öz-değeri o denli düşüktür. Öz-değerin yüksek olması
‘bir kadın olarak ben’ imajı ile ‘olmayı istediğim kadın’ imajlarının birbirine yakın olmasına bağlıdır.
Bu iki imaj birbirine ne denli yakınsa bireyin öz-değerinin o denli yüksek olduğuna hükmedilir (uzaklık
katsayısının 0’a yakın olması). Her iki imaj arasındaki uzaklık katsayısının 0.5 ila 1 aralığında olması,
öz-değerin orta düzeyde olduğuna işaret etmektedir (Hewstone, Hooper & Millar, 1981; Bartholomew,
1990; 1993).
Araştırmanın modeli çoklu nicel olgu analizi olarak tasarlandığından hedeflenen, genellenebilir
bulgulara ulaşmak değil; iç geçerliği yüksek bilgiye ulaşmaktır. Dolayısıyla her bir olgu kendi içerisinde
değerlendirilmiştir. Araştırma verileri ‘bir kadın olarak ben’, ‘olmayı arzuladığım kadın’, ‘bana göre
ideal bir kadın’, ‘bana göre ideal olmayan bir kadın’ ve ‘partnerime göre bir kadın olarak ben’ konu
başlıkları çerçevesinde yürütülen görüşmeler neticesinde toplanmıştır. Veriler, tümü Çukurova
Üniversitesi öğrencisi olan toplam 15 öğrenciden elde edilmiştir; çalışmaya katılanların yaş ortalaması
23’tür. Elde edilen bulgular olguların büyük bir çoğunluğunun bir kadın olarak öz- değerinin orta
düzeyde olduğunu (toplam 11 olgu) göstermektedir (uzaklık katsayısı: 0.5-1.0). Buna karşın bir olgunun
öz-değeri düşük (uzaklık katsayısı: > 1.0) ve üç kadının öz-değeri yüksek olarak hesaplanmıştır (uzaklık
katsayısı: < 0.5). Olguların büyük bir çoğunluğu ‘bir kadın olarak ben’ ögesi ile ‘partnerime göre bir
kadın olarak ben’ ögesini yakın bir şekilde konumlandırmıştır. Hiçbir olgu partnerini kendisine çok uzak
konumlandırmamıştır. Diğer bir ifadeyle katılımcıların bir kadın olarak kendilerine ilişkin algıları,
partnerlerinin bir kadın olarak kendilerine yönelik algıları ile tutarlı görülmektedir. Bir kadın olarak özdeğeri yüksek olan kadınların, öz-değeri düşük ve orta olan kadınlara göre ‘partnerime göre bir kadın
olarak ben’ ögesini kendisine görece daha yakın konumlandırmıştır. Ayrıca kadınların ağırlıklı bir
çoğunluğu ‘bana göre ideal olmayan kadın’ ögesini, ‘bir kadın olarak ben’ ögesine uzak
konumlandırmıştır.
229

Benzer belgeler