sınır aşan sular kullanımı ve türkiye- suriye ilişkileri

Transkript

sınır aşan sular kullanımı ve türkiye- suriye ilişkileri
TMMOB Su Politikaları Kongresi
SINIR AŞAN SULAR KULLANIMI VE TÜRKİYE- SURİYE
İLİŞKİLERİ
Levent Aytemiz
Y. Doç. Dr.
Süleyman Demirel Üniversitesi
İİBF - İktisat Bölümü
Isparta, Türkiye
Timuçin Kodaman
Y. Doç. Dr.
Süleyman Demirel Üniversitesi
İİBF-Uluslararası İlişkiler Bölümü
Isparta, Türkiye
ÖZET
Su kıtlığı ve su çatışmaları arasındaki ilişki Orta Doğu bölgesinde ki en önemli tehditlerden
biridir. Devamlı nüfus artışı, gelişen sanayi, yiyecek olan bağımlılık orta doğuda su ve toprak
talebindeki artışın nedeni olmuştur. Bölgedeki su kullanımının sürdürülebilir ve etkin olmayan
bir dağıtım ve yönetimin mevcudiyeti nedeniyle, bu çalışma Türkiye ve Suriye’nin su
çatışmasını bu iki ülkenin Fırat Nehri üzerindeki tarım ve hidroelektrik amaçlı büyük yatırım
projeleri açısından değerlendirmektedir. Taraflar arasındaki eşgüdüm eksikliği altında
gerçekleştirilen su kaynaklarının kullanımı diğer ülke için pozitif bir dışsallıklar (externalities)
yaratabilmektedir. Yukarı ülkenin (Memba) büyük su rezervlerine sahip olması Aşağı ülkeye
(Mansap) kurak sezonlarda gerekli miktarda su sağlaması imkanı vermektedir. Bu açıdan, sınır
aşan suların dağıtımında ekonomik yapı ile uyumlu politik, stratejik ve ekonomik faktörlerin
etkileri doğru belirlenmeli ve etkin ekonomik çözüme olaşabilmek içinde ortak bir komite
olabileceği gibi, bir kurum veya mekanizmanın oluşturulması gerekir.
I. GİRİŞ
Tüm doğal kaynaklar içerisinde su, yaşamın sürdürülmesinde ve bir ulusun hayatta kalabilmesi
için en önemli faktörlerin başında gelir. Uygarlık tarihi boyunca da ulusların refahı, suya
düzenli olarak ulaşabilmek ve suyu kontrol edebilme yetilerine bağlı kalmıştır. Nil nehri ile
Mısır medeniyeti, İndus nehri ile Hint medeniyeti, Huang (Sarı nehir) nehri ile Çin medeniyeti
ve insanlığın ilk yerleşim bölgesi olan Orta Doğuda Fırat ve Dicle nehirleri ile Mezopotamya
medeniyetleri, tarım sulama sistemleri geliştirilip toprak verimliliği artırılarak söz konusu
medeniyetlerin oluşması ve gelişmesinde önemli rol oynamıştır. (1)
Özellikle kapitalizmin gelişimi ile suya olan ihtiyaç dramatik bir şekilde artmış; tarım
üretiminden, elektrik üretimine, taşımacılıktan sosyal eğlence alanları yaratılmasına
(recreation) kadar bir çok ticari ve üretim aşamalarında su kullanım talebi yükselmiştir.
1900’lü yılların başında dünya nüfusu 1,6 milyar iken su talebi kişi başına 360m3/ yıl olmasına
rağmen, 1990 da dünya nüfusu 5,3 milyar iken kişi başına su tüketimi 570m3/ yıl olarak tespit
- 527 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
edilmektedir. 20. yüzyılda toplam su talebi, nüfus artış hızından daha büyük olmuştur. Bu da
suyun ne kadar farklı alanlarda talebi olduğunu göstermektedir. Endüstri devrimi ve artan
şehirleşme ile su artık sadece tarım sektörü için bir girdi olmaktan çok endüstri için bir girdi
olmaya başlamıştır. Bu kullanım oranlarındaki değişme ülkenin gelişmişlik seviyesine göre
farklılık göstermektedir. Endüstrileşmiş batı Avrupa ülkelerinde toplam su kullanımının % 49
ve Kuzey Amerika ülkelerinde %47 si endüstride kullanılırken sırası ile %37 ve % 3 ‘u tarım
sektöründe kalanı ise diğer amaçlar için kullanılmaktadır. Ancak, daha az endüstrileşmiş olan
Ortadoğu ülkelerinde toplam su kullanımının % 89, Latin Amerika ülkelerinde ise % 76’sı
tarım sektöründe olmaktadır (2).
Eşit olmayan su dağılımı ve artan su kullanım alanları (tarım, endüstri ve domestic) dünyanın
bir çok bölgesinde su kıtlığı yaratmaktadır. Dünya nüfusunun %40’ı ciddi bir su kıtlığı
sıkıntısındadır. Birleşmiş Milletlerin Çalışmasına göre dünyada 214 uluslararası nehir
mevcuttur. Bunların 69’u Amerika’da 48 Avrupa’da 57 ‘si Afrika’da ve 40 tanesi de Asya
kıtalarında bulunmaktadır. Bu nehirlerin 53 tanesi ise 3 ve daha fazla ülke tarafından
kullanılmakta ve yaklaşık olarak dünya nüfusunun %40 ‘ı bu nehirlerin bulunduğu bölgelerde
yaşamaktadır. Birden fazla ülke tarafından paylaşılan bu tip nehirlerde, kullanım hakkına sahip
bir ülkenin ( Riparian) ekonomik gelişimi için su kullanımı, nehrin aktığı diğer aşağı komşu
ülkelerin kullanımına uygun olmayan veya tamamen zıt durumlar yaratabilmektedir. Bu
şekilde birbirlerine bağımlı olan ülkeler arasında hem su kullanım maliyetlerinin yükselmesi
hem de sınır aşan suların kullanımındaki rekabetin artması, nehirlerin aktığı ülkeler arasında
çatışmalar yaratmaktadır. Bu nedenle suyun sadece ekonomik sektörler arasında paylaşımı
değil, aynı zamanda kullanıcı ülkeler arasında dağıtımı da önemli bir sorundur. Bu doğal
kaynağın akışkan yapısından dolayı açık bir kullanım hakkı ( Property Right) tesis etmek çok
zor olmakta ve birbirine bağımlı olan ülkeler arasında suyun kullanımı dışsallıklar
(externalities) yaratmakta veya suyun kullanımının değişmesi üçüncü tarafları etkilemektedir.
Sınır aşan suların kullanım hakları üzerine de iki karşıt doktrin vardır. Birinci doktrin ülkenin
ulusal sınırları içinde bulunan tüm su kaynakları üzerinde tam mülkiyet hakkı tanıyarak diğer
tarafları dikkate almadan kullanım hakkı verirken, karşıt doktrin bir ülkenin diğer ülkelerin
nicel ve nitel su miktarlarını değiştirme veya etkileme hakkı vermemektedir. Bu doktrin yukarı
ülkenin suyu nasıl kullanması gerektiği konusunda aşağı ülkelerin gereklerini dikkate alması
zorunluluğunu getirmekte ve yukarı ülkelerin su kullanımını kontrol etmeyi hedeflemektedir.
İkinci doktrini yukarı ülkeler mülkiyet haklarına müdahale olarak değerlendirmekte ve kabul
etmemekte, buna karşılık ise aşağı ülkeler birinci doktrinin kendi kullanım kararlarını
etkilemesi yüzünden reddetmektedirler (3). Bu nedenle de sınır aşan sularda taraflar arasında
kesin bir kullanım hakkı tesisi zorlaşmakta ve ülkeler arası ilişkiler de savaşlara kadar
gidebilen sorunlar yaratmaktadır. Sınır aşan sular sorununu çözmek ve komşu devletler arası
ilişkileri düzenlemek amacıyla uluslararası yaklaşım, 1966 Uluslar arası Hukuk Derneğinin
Helsinki kurallarıyla “hakça ve makul kullanım” ve “başkalarına önemli zarar vermeme”
esasları tavsiye edilmiştir. Böylece, iki aşırı uç doktrinden taraflar için daha eşit ve adil bir
kullanım sağlayacak bir yaklaşıma doğru hareket etmeye başlamış ve 1997’de Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu’nda “başkasına önemli zarar vermeden, hakça ve makul yararlanma”
esasına dayanan bir karar oylanarak kabul edilmiştir (4).
Günümüzde dünya doğal kaynaklarının merkezi görünümünde olan Ortadoğu bölgesi, bir çok
uluslar arası sorunlar yaşarken, halen ve gelecekte su kaynaklarının kullanımı ve paylaşımı
- 528 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
konusunda da tartışmaların odağı olmaktadır.Bu çerçevede Ortadoğu bölgesinin önemli su
potansiyeline sahip olan Türkiye, uluslar arası ilişkilerde su paylaşımı merkezli politik,
ekonomik ve stratejik sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Özellikle Fırat ve Dicle havzası,
Türkiye’nin sadece Suriye ve Irak’la olan ilişkilerinde değil bölgeye odaklanan bölgesel ve
küresel güçlerle de olan ilişkilerinde de belirleyici konumdadır.
II. AMAÇ
Özellikle Irak, son dönemlerde dünya politikasının merkezi olma konumu nedeniyle, Türkiye
ile olan ilişkilerinde belirleyici unsur komşuluk ilişkisi yerine küresel parametreler önem
kazanmıştır. Bu sebeple daha çok ikili sorun yaşadığımız, Fırat nehri ve Türkiye- Suriye
ilişkileri bu çalışmanın temel çerçevesini belirlemektedir. Çalışmamız, sınır aşan suların
uluslararası ilişkilerde politik, ekonomik ve stratejik merkezli belirleyiciliği çerçevesinde, Fırat
Nehri ve Türk-Suriye ilişkileri değerlendirilecektir.Birinci kısımda, sınır aşan sular sorunu ile
ilgili teorik yaklaşımlar tanımlandıktan sonra ikinci bölümde, Fırat Nehri ve Türk-Suriye
ilişkilerinin tarihsel boyutu ortaya konulacaktır. Son bölümde ise, tarafların suyun kullanım
amaçlarının belirlediği stratejik ve ekonomik önemi çerçevesinde gelecekte soruna küresel
aktörlerle mi yoksa sorunun muhatabı olan bölgesel aktörlerle mi bir çözüme ulaşılıp
ulaşılmayacağı, uluslararası hukuk kuralları açısından irdelemeye çalışılacaktır.
III. FIRAT NEHRİ SORUNU
Su kıtlığı ile şiddet arasındaki bağlantı Ortadoğu bölgesinde bir tehdit olarak varlığını sürdüre
gelmiştir (5). Fırat havzasındaki tansiyon bir taraftan uluslararası boyutta bir problem olarak
uluslararası kurumların gündeminde yer almaya başlarken, diğer taraftan da kullanıcılar
arasındaki koordinasyon eksikliğinin yaratığı gerginlik ile potansiyel bir çatışma bölgesi haline
gelmiştir. Dünya Bankası başkan yardımcısı İsmail Serageldin 1995 yılında “Bu yüzyılın
savaşları petrol üzerine olmuştur, ama gelecek yüzyılın savaşları su yüzünden çıkacaktır”
tahmini ile bölgedeki tehdidin önemini ve boyutlarını ifade etmektedir ( 6). Temmuz 1992 de,
dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel “ ne Suriye nede Irak, Ankara’nın onların
petrol kaynakları üzerindeki iddialarından daha fazla Türkiye’nin nehirleri hakkında iddiada
bulunmaya hakları yoktur… bizim istediğimizi yapmaya hakkımız vardır. Su kaynakları
Türkiye’nin, petrol kaynakları ise onlarındır. Biz onların petrol kaynaklarını paylaşmayı
söyleyemeyeceğimiz gibi onlarda bizim su kaynaklarını paylaşmayı söyleyemezler” (7) ifadesi
ile bölgede oluşacak gerginliğin sinyallerini vermektedir.
1997 Mayısında Birleşmiş Milletler Genel Konseyinde “Uluslararası Su Yollarının Ulaşım Dışı
Kullanılmasına İlişkin Hukuk Sözleşmesi”ne,Türkiye, kendisini su paylaşım anlaşmasına
sürükleyebileceği için “uluslararası su yolu” kavramı yerine “sınıraşan su” kavramını tercih
ettiği için, red oyu veren 3 ülkeden biri olmuştur.Böylece aşağı ülkelerle bir uzlaşmaya varma
zorunluluğundan kendisini,sözleşmeye taraf olmadığı için kurtarmış olmaktadır. Suriye 1992
den beri Türkiye’yi Fırat nehri üzerinde incelemeler yapacak ortak komite toplantılarına
katılmamakla ve sorunların çözümüne yardımcı olmamakla suçlamaktadır. Çünkü Suriye
nehrin kirliliğinin daha önce oluşmamış hastalıklara neden olacağını ve suyun çok tuzlu olması
nedeniylede sulamada kullanmanın imkansızlığını iddia etmektedir. Böylece Fırat nehrinin
stratejik, jeopolitik ve ekonomik değerlendirmeleri yanına birde hidrolojik faktörler eklenerek
sorunun boyutları genişlemektedir.
- 529 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
Su, rakip ülkeler arasında gerginlik yaratan ekonomik bir mal olarak kalırken, hayati bir
kaynak olarak ta ülkelerin milli çıkarlarını tehdit eden bir unsur olmaya devam etmektedir.
Bundan dolayı, eğer gelecekte doğabilecek felaketlerden sakınmak için rasyonel ve planlı bir
su kullanım modelinin şimdiden geliştirilmesi gerekir. Bu ise öncelikle Fırat nehrinin
ekonomik ve politik sorununun doğru anlaşılması ve taraflar açısından sorunun açık bir şekilde
ortaya koyulması ile olabilecektir. Bu nedenle Fırat nehrinin coğrafik ve hidrolojik boyutlarının
da incelenmesi gerekir.
2. Fırat Nehri
Fırat Nehri, Türkiye’den başlayıp iki mansap ülke olan Suriye ve Irak’tan geçmektedir. Kilgour
ve Dinar’ın (8) çalışmasında yaptığı sınır aşan suların coğrafik modellemesine göre ÜçDevletli I tipi coğrafik modeline uymaktadır. Bu model de üç ülke mevcuttur, nehrin başladığı
ve kaynaklık ettiği ülkeye Yukarı-Ülke (menba), nehrin içinden akıp gittiği ülkeye Orta-Ülke
ve nehrin sona erdiği ülke ise Aşağı-Ülke (mansap) olarak adlandırmaktadır. Türkiye Fırat
nehri için Yukarı-Ülke pozisyonunda olup suyu kesebilme gücüne sahiptir. Suriye ise
Türkiye’ye göre Aşağı-Ülke ama Irak’a göre ise Yukarı-Ülke pozisyonunda bulunduğundan,
Suriye’ye Orta-Ülke ve Irak ise Aşağı-Ülke olarak tanımlanmaktadır.
Bu üç kullanım hakkına sahip ülke, temelde Fırat nehrini tarım ve hidroelektrik üretiminde
kullanmakta ve bu amaçla bazı projeleri geliştirmiş veya geliştirmektedirler. Türkiye, FıratDicle havzasındaki 1 250 000 hektar alanı 21,5 milyar metreküp su talebi ile sulu tarım için
kullanmayı planlamaktadır. Bu talebin 18.42 milyar metreküp’ü sadece Fırat Nehrinden
karşılama talebi içindedir. Suriye, Fırat nehrinden 11,30 milyar metreküp su talebinde
bulunurken, Irak’ın talebi 23 milyar metreküp ile üç kullanıcı arasında en yüksek taleptir. Bu
üç ülkede endüstrilerinin geliştirilmesi için gerekli olan enerji kaynağını sağlamak amacı ile
hidroelektrik santralarını kurmuş ve yenilerini inşaa etmeye devam etmektedirler. Özellikle
Türkiye ve Suriye için Hidroelektrik santralleri enerji kaynakları açısından hayati önem
taşımaktadır. Tarım ve sanayi sektörleri gelişmekte olan bu üç ülkenin ekonomisi
kalkınmalarında önemli yere sahiptir.
3. Fırat Havzasının Coğrafi ve Hidrografik Durumu
Fırat nehri Türkiye’nin doğusundan başlayıp İran Körfezine akan 2700 km uzunluğu ve 35,6
milyar metreküplük yıllık akım miktarı ile Güney Batı Asya’nın en uzun nehridir. Fırat nehri ,
Murat ve Karasu adında iki koldan oluşmakta ve bu kolların buluşma noktasında nehir
üzerindeki ilk baraj olan Keban barajı yer almaktadır. Keban barajından sonra doğu Toros
dağlarını aşarak Kargamış noktasından Suriye’ye geçmektedir. Suriye tarafında Fırat nehrine
300 km uzunluğunda Habur ve 160 km uzunluğunda Sacır kolları bağlanmaktadır. Bu iki kolda
Türkiye sınırları içinde doğup, Habur ırmağının yüzde 13’ü ile Sacır ırmağının yüzde 50
uzunlukları Türkiye sınırları içinde kaldıktan sonra Suriye sınırları içinde Fırat nehrine
akmaktadır. Bu nedenle de Türkiye Fırat suyunun yüzde 90’ına yakın bir kısmını sağlamakta
ve kontrol edebilme gücüne de sahip bulunmaktadır. Bu kollardan başka Fırat nehrine eklenen
başka bir kol olmadan , nehir Irak sınırlarına girerek Irak sınırları içinde Kurma şehri
yakınlarında Dicle Irmağı ile birleşip birlikte İran-Irak sınırı boyunda Şattül Arap denen
noktadan İran körfezine akmaktadır(9).
- 530 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
Tablo I de görüldüğü üzere, Fırat nehrinin yıllık akım miktarı 35 milyar m3 olup üç
kullanıcının da taleplerini karşılamaktan çok uzaktır. Türkiye bu toplam miktarın 31 milyar m3
sağlayarak toplam akım miktarının yüzde 88.7 sine sahiptir. Geriye kalan yüzde 11.3’lük akım
miktarı Suriye tarafından sağlanmakta ama bu katkının yüzde 10’u Habur ve Balik
ırmaklarından olmaktadır ki bu ırmaklarda Türkiye sınırları içinde doğmaktadır. Bu iki kolun
katkılarıda göz önüne alındığında Türkiye’nin Fırat nehrine olan toplam katkısı yüzde 90’ları
aşmaktadır. Irak’ın katkısı ise hiç yoktur (10).
Tablo I - Türkiye, Suriye ve Irak’ın Fırat nehrine katkıları ve Su Talepleri (11)
Ülkeler
Su Katkısı
Milyar m3 %
Su Talebi
Milyar m3 %
Türkiye
31.58
88.7
18.42
34.94
Suriye
4.00
11.3
11.30
21.43
Irak
0.00
0.0
23.00
43.63
Total
35.58
100.0
52.72
100.00
Fırat nehrinin başlangıç noktası olan Keban ölçüm noktasında tutulan kayıtlara (12) göre 19372000 yılları arasında ortalama yıllık akım miktarı 20,223 milyar m3, Atatürk Barajında bu
rakam 26,781 milyar m3 olurken Türkiye-Suriye Sınırında Kargamış noktasında 30,777 milyar
m3 e ulaşmaktadır (13). Doğal olarak Fırat Nehrinin kapasitesi yıllara göre yağış ve sulamasüzülme miktarlarına göre değişiklik göstermektedir. 1961 yılında Keban barajı akım miktarı
yıllık 9,981 milyar m3 olup ortalamanın yarısına kadar düşmüştür. Bu nedenle de 1956-1963
yılları “İlk kritik sezon” olarak adlandırılmaktadır. 1970-1975 ve 1989-1992 dönemleri de Fırat
nehrinin akım miktarlarını tanımlayıcı dönemlerdir. Örneğin1988 yılı 36 milyar m3 ile şimdiye
kadar olan en yüksek dönem olarak tanımlanmaktadır. Aylık dalgalanmalarda da Fırat nehrinin
akım miktarları 28 kat değişim göstermektedir. Akım miktarı aşırı değişen bu nehirden
kullanıcılar tarafından yararlanma için gerekli su taleplerinin düzenli sağlamakta teknik bir
problemdir.
4. Fırat Nehri Kullanım Projeleri
Türkiye 1980’ler de ivme kazandırdığı Güney Doğu Anadolu Projesi (GAP) isimli bölgesel
kalkınma projesi ile hem Fırat hem de Dicle nehirlerinin kullanım kapasitelerini hedeflemiştir.
Bu projeye göre sadece Fırat nehri üzerine Keban dışında dört tane daha baraj yapmayı
(Karakaya, Atatürk, Birecik ve Kargamış) hedeflemiş ve bunları da tamamlamıştır.Bu
barajlardan Atatürk ve Birecik Barajları çok amaçlı olup hep elektrik enerjisi üretilmekte hem
de tarım alanlarının sulanması hedeflenmektedir. GAP ile bir milyon hektardan fazla arazinin
sulu tarıma geçmesi hedeflenir iken, Türkiye’nin elektrik talebinin yüzde 60’ının sağlanması
planlanmıştır. Bu amaç içinde Türkiye Fırat nehri su kapasitesinin % 35’ni talep
etmektedir.Türkiye, GAP’ın tüm baraj,hidroelektrik santrali ve sulama projelerini devreye
soktuğunda, Suriye’nin Fırat’tan yararlanma oranı %40 azalabileceği de hesaplanmıştır. (14)
- 531 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
Suriye’de Fırat nehri üzerinde kendi projelerini gerçekleştirmiş ve çok amaçlı üç baraj inşa
etmiştir. Yerleşim sırasına göre bu barajlar Tişrin, Tabka (Fırat), ve Al-Baath isimlerinde olup,
tarım alanlarının sulanması ve elektrik enerjisi üretimi amaçlı planlanmışlardır. Tablo II’de bu
barajların karakteristik özellikleri ve Fırat Havzasındaki işlevleri gösterilmiştir.
Tablo II - Suriye’nin Fırat Nehri Üzerindeki Barajları (15)
Barajlar
Stok Kapasitesi
Hm3
Enerji
Mw
Sulama Alanı
Ha
1410
800
600,000
Al Baath (1990)
90
64
NO
Tishrine (1999)
19
1.6
NO
Tabqa (1978)
14 milyar m3 kapasitesi ile Assad gölünü oluşturan Tabka Barajı mevcut barajların en büyüğü
olup 600 bin hektarlık arazinin sulanması amacı ile 1978 yılında tamamlanmıştır. Ancak 1981
yılında 60 000 haktarlık alan sulu tarıma açılabilmiştir. Kolar ve Mitchell (16) Assad gölü ile
planlanan sulama alanının gerçekçi olmadığını gölün mevcut kapasitesi ile en fazla 345 bin
hektarlık bir bölümü –ki bu orijinalinde planlanın yarısıdan biraz fazla demektir- daha gerçekçi
bir yaklaşım ile de 240 bin hektarlık arazinin sulanabileceğini hesaplamışlardır. Tabka
barajının aşağısına 1990 yılında tamamlanan Al-Baath barajı ise 90 milyon m3 kapasite ile
elektrik üretimi ve yine sulama amaçlı inşa edilmiştir. Türkiye-Suriye sınırına yakın inşa edilen
Tişrin barajı enerji ve su stoku amaçları için gerçekleştirilmiş olup, Ekim 1999’dan beri tam
kapasite ile çalışmaktadır (17).
Suriye’nin de Türkiye gibi petrol ithalatını düşürmek amacı ile Fırat nehrinin elektrik enerjisine
hayati ihtiyacı vardır. Suriye’nin 2 589 mega vatlık elektrik kapasitesinin % 30 u hidroelektrik,
kalan kısmı ise petrol ve doğal gaz kaynaklı enerjisi santralleri oluşturmaktadır. 1990 yılında,
Türkiye’nin Fırat suyunu kısması sonucu Assad Gölünün su seviyesinin düşünce, Tabka barajı
ancak %10 kapasite ile çalışabilmiş ve bu durumda Suriye ekonomisinde ciddi zararlara neden
olmuştur (18). Bu nedenle, ucuz ve sürdürülebilir enerji kaynağı olarak Fırat nehri ekonomik
açıdan, Suriye için hayati önem taşımaktadır. Bunun yanında Suriye GSMH sının yaklaşık %
28’ini , ihracatının %10’nu ve istihdamının %40’nı oluşturan tarım sektörü de gelişmekte olan
bir ülke olarak Suriye ekonomisinde önemli bir yere sahiptir. Ancak % 80’nin yağmura dayalı
olan tarım sektörü azgelişmiş bir sektördür. Normal yağış seviyesi altında yeterli su
kapasitesine sahip olmasına rağmen, temel su kaynakları ile nüfusun yoğunlaştığı bölgeler
arasındaki uzaklık, su dağıtım problemi yaratmaktadır.
IV. TÜRKİYE-SURİYE ÇATIŞMASI
Tarih boyunca Fırat ve Dicle nehirlerinin suladığı bölgeye verilen isim olan Mezopotamya
bölgesi günümüzde,Türkiye, Suriye ve Irak tarafından paylaşılmaktadır ve bu iki nehir
bölgenin hayat damarları olarak nitelendirilmektedir.Söz konusu üç ülke, gelişen teknolojinin
sağlamış olduğu imkanlarla bu nehirlerden daha verimli faydalanabilmek için yeni projeler
üretmişler ve aralarında bazı sorunlar meydana gelmiştir.
- 532 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
Fırat ve Dicle ile ilgili olarak 1946’da Irak ile yapılan dostluk ve iyi komşuluk anlaşması
çerçevesinde Dicle nehrinin akımı düzenlenmiştir (19). Suriye ile ilgili olarak,1921 tarihli
Türk-Fransız anlaşmasında Kuveik suyuna ilişkin bir düzenleme,ardından 1923 Lozan barış
Antlaşması ve daha sonra başka anlaşmalarla düzenlemeler gerçekleştirilmiştir(20). Bu
anlaşmaların ardından,Suriye ile 1987’ye kadar herhangi bir anlaşma yapılmamıştır.Bu tarihte
Türkiye, imzalanan Ekonomik İşbirliği Protokolü ile Suriye’ye ortalama en az 500 metre
küp/sn Fırat suyu bırakmayı taahhüt etti.(21) Bu anlaşmaların hiç birinde de Türkiye, söz
konusu su kaynaklarını aşağı ülkelerle kesin şekilde paylaşmamıştır.
1954 tarihinde Fırat üzerinde Keban ve Karakaya barajlarının projeleri başlayana kadar Irak,
Türkiye ve Suriye ilişkilerinde su sorunu sebebiyle bir anlaşmazlık olmamıştı. 1964 yılında
Keban’ın yapımına başlanması ile Suriye ve Irak tarafından, Türkiye’ye, suyu koz olarak
kullanıp,kendi üzerlerinde hakimiyet tesis etmeye yönelik suçlamalar da bulunulmaya
başlanmıştır.1980’ler de ivme kazanan GAP ,Suriye ile olan sorunları zirveye çıkarmıştır.Bu
proje ile Fırat ve Dicle’nin kontrolünü sağlayan Türkiye’nin suyu siyasi bir araç olarak
kullanma şansına sahip olması ile beraber Suriye, ayrılıkçı terör örgütü PKK’yı destekleyerek
kontrolü altında olan Beka Vadisinde teröristlerin yetiştirimesi ve barındırılmasına imkan
sağlamıştır.
Suriye ve Irak’ın su sorunu ile ilgili talepleri, Fırat’ın mansap ülkelerin ihtiyaçlarına göre
paylaşımı, Dicle üzerinde ise sadece Irak “müktesep hak iddiası şeklinde kısaca
özetlenebilir.Hedef iki nehri ayrı ayrı değerlendirmektir.Oysa Türkiye,politikasını mutlak ülke
egemenliği doktrini üzerine oturtmaktadır.Bu doktrine göre Türkiye kendi topraklarında
bulunan su kaynaklarından istediği gibi yararlanma hakkına sahiptir. Bu hakka rağmen
Türkiye,aşağı ülkelere önemli zarar vermeme ilkesini gözeterek “Üç Aşamalı Plan” önerisinde
bulunmuştur.İlk aşamada havzanın su kaynaklarının envanteri,ikinci aşamada havzanın toprak
envanteri ve son aşamada ise su verimliliğini maksimum hale getirecek şekilde su kullanımına
çalışılacaktı.Fakat Türkiye’nin bu teklifi diğer iki devlet tarafından reddedilmiştir.(22).
Türkiye’nin uluslararası politika alanında bölge devletlere karşı barışçı politikalarını, komşuları
da iyi değerlendirmelidir. Dicle ve Fırat nehri suları konusundaki anlaşmazlıklar uluslararası
hukuk alanlarında kabul edilen görüşlerin en önemlisi olan, “Sınıraşan Suların Optimum Hakça
Akılcı Kullanımı” Türkiye’nin sınır aşan suları hakkındaki egemenliğini de yukarıdaki görüş
doğrultusunda kabul edilerek çözümlenmeye çalışılması en adilane çözüm araçlarından olacağı
görülmektedir.
SONUÇ
Doğal kaynaklar, insanlık tarihi boyunca uluslararası ilişkilerde önemli bir rekabet unsuru
olması sebebiyle bir çok savaşın nedeni olmuştur. Orta Doğu,özellikle 19.yüzyılın ikinci
yarısından sonra küresel aktörlerin doğal kaynaklar üzerinde hakimiyet kurma mücadelelerinin
merkez noktası durumundadır.Bu rekabetin en önemli unsuru, 20. yy. ve günümüzde petrol
iken gelecekte ise su olacaktır.Zaten bölgede özellikle Arap-İsrail savaşlarında ve Orta Doğu
Barış görüşmelerinde su faktörü şimdiden önemli bir rol oynamaya başlamıştır. Bu
nedenle,kendisinin bir su sorunu olmamasına rağmen Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa
Birliği’nin su konferanslarında etkin rol oynamaya çalışmaları,petrolün yanı sıra stratejik bir
doğal kaynak olan su kaynaklarını da kontrol edebilme çabalarıyla açıklanabilir.
- 533 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
Türkiye uluslararası hukuk açısından kendi egemenlik haklarını kısıtlayacak bir yükümlülük
altında bulunmamaktadır.bununla beraber Türkiye,aşağı ülkelere zarar önemli vermeme
ilkesine de uygun bir politika izlemektedir. Ayrıca Türkiye, diğer bölge ülkelerini de
kapsayacak proje önerilerinde bulunmuştur.(Barış Suyu Projesi ve Manavgat Suyu gibi)Fakat
özellikle Arap ülkeleri bu projelere ırak ve Suriye lehinde itirazda bulunmuşturlar. Suriye ve
Irak’ın Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde Türkiye’nin egemenlik hakkını görmezlikten gelen ve
konuya siyasi bağlamda yaklaşıp özelikle “Fırat” sularının matematiksel paylaşımını öngören
tutumları üç ülke arasındaki ilişkilerin odak noktası haline gelmiştir. Körfez Krizi’nden hemen
önce Irak Türkiye’yi savaşla tehdit etmiş;Suriye ise yukarıda değinildiği gibi terör kozunu
kullanmaya çalışmıştır.
Türkiye, üç aşamalı plan ile uygulamaya çalıştığı su yönetim stratejisi çerçevesinde, aşağı
devletlerin her türlü talebini karşılamak yerine su taleplerinin uygun şekilde değerlendirilerek,
mevcut kısıtlı su kaynaklarının etkili ve verimli bir şekilde kullanılmasına çalışmalıdır. Ayrıca,
suyun ekonomik yönden etkin kullanımını öngören bir esasa oturtularak ve kullanımda sadece
bugünü değil geleceği düşünen sürdürülebilir kaynak kullanımı politikalarının uygulanma
zorunluluğu içinde, inandırıcı , ikna edici, somut ve bilimsel gerekçelerle sınır aşan sular
konusunun gündeme geldiği her uluslararası ortamda tezlerini ortaya koymalıdır.
Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan müzakere sürecinde olduğu şu günlerde, AB
komisyonlarından ve parlamentosundan çıkan ama şu an için bağlayıcılığı olmadığı iddia
edilen raporları da, ciddi bir su politikası oluşturması gereken Türk Hükümetleri,önümüzdeki
dönemde göz önünde bulundurmalıdır. AB ilk olarak 14 Nisan 2003 tarihli Türkiye Katılım
Ortaklığı Belgesi’nde sular konusuna değinerek Türkiye’nin AB Çerçeve Su Direktifi (ÇSD)
ve AB’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler çerçevesinde çözülmesini öngörüyor. Oysa
Türkiye, AB’nin atıfta bulunduğu sulara ilişkin üç sözleşmenin hiçbirine taraf değil. Katılım
Ortaklığı Belgesi temelinde Türkiye’nin hazırladığı Ulusal Program’da sözleşmelerin tam
üyelikle birlikte değerlendirileceği belirtilmişti. Ayrıca, Avrupa Toplulukları Komisyonu'nun
Brüksel'de 6 Ekim 2004'de yayımladığı üç rapordan (İlerleme Raporu, Meseleler Raporu ve
Etkinlik Raporu) üçüncüsünden, sadece bir paragrafı, ilginçtir.Raporun 13. maddesinin 6.
paragrafı şöyle: ”Bölgede önemi bulunan konulardan biri, kalkınma ve sulama için gerekli suya
erişimdir. Ortadoğu'da su konusunun stratejik önemi, önümüzdeki yıllarda artacaktır.
Türkiye'nin katılımıyla birlikte su kaynaklarının ve altyapı projelerinin uluslararası yönetimi
(Fırat ve Dicle havzaları üzerindeki barajlar ve sulama projeleri, İsrail ve komşuları arasında su
alanında sınır ötesi işbirliği) AB açısından önemli bir konu haline gelebilecektir.” Raporun bu
bölümünde iki nokta dikkat çekiyor. Birincisi, Türkiye’nin görüşünün aksine Fırat ve Dicle’nin
ayrı ayrı havzalar olarak gösterilmesi ve bu havzalarda sınır aşan boyutta entegre havza
yönetimi anlayışının benimsenmesi. İkincisi ise bu anlayışın uygulanmasının Türkiye’nin
katılımı ile ilişkilendirilmesidir (23). ABD’nin Irak müdahalesi ile bu ülke yönetimi üzerinde
ki etkinliği ve Suriye üzerindeki baskısını da göz önünde bulundurarak bu güne kadar
savunduğumuz su tezlerimizden vaz mı geçeceğiz yoksa tezlerimizin kabulü için daha yoğun
bir politika mı izleyeceğimizi önümüzdeki günler gösterecektir.
- 534 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
KAYNAKÇA
1.
BISWAS, A. K. vd., Core and Peripery: A Comprehensive Approach to Middle Eastern
Water, Delhi,1997.
2.
UNITED NATIONS, Management of International Water Resources: Institutional and
Legal Aspects, Natural Resources / Water Series No.1 New York 1975 Pg 20.
3.
KUT,Gün,”Ortadoğu’da Su Sorunu ve Türkiye”,Ortadoğu Sorunları ve Türkiye, Ed:Haluk
Ülman,Tüses Vakfı,1991,s:105.
4.
UNITED NATIONS,”Convention on Law of Non-Navigational Uses of International
Watercourses”, http://www.un.org/ga/documents/gares51/ga51-229.htm
5.
BULLOCH, J., DARWİSH, A., Water Wars, London,1993, s: 16.
6.
BUTTS, H., “ The Strategic Importance of Water Parameters,” Journal of the US Army
War College; Carlisle Barracks, Vol. 27, No. 1, Spring 1997, pp. 65-83.
7.
SNYDER, J.W., Hydropolitics in the Tigris-Euphrates Valley: Acase study of the Water
Policies of Turkey, Syria, and Iraq , The University Of Tennessee, Knoxville, May 1995,
pp.2-15
8.
KİLGOUR, D. M., DINAR, A., “Are Stable Agreements for Sharing International River
Waters Now Possible “, Policy Research Working Paper, 1474, The World Bank,
Washington D.C., June 1995.pp 5-10.
9.
KOLARS, J. F., MİTCHELL, W. A., The Euphrates River and the Southeast Development
Project, Southern Illinois University,1991 pp. 196-258.
10. KOLARS, J. F, “Problems of International River Management: The Case of the
Euphrates” (Biswas, A. K.,ed.) International Waters the Middle East: From EuphratesTigris to Nile. İndia; Oxford University Pres, 1994. pp 157-192.
11. TURKEY MINISTER OF FOREIGN AFFAIRS, “ Water Issues Between Turkey, Syria and
Iraq,” Ankara, Turkey: Report Prepared by department of Regional and Trans-Boundary
Waters,1994.
12. AYTEMİZ, L., The Optimal Joint Provision Of Water For Irrigation And Hydropower In
The Euphrates River: The Case Of Conflict Between Turkey And Syria, Oklahoma
StateUniversity, 2001, Basılmamış doktora tezi, sf. 13.
13. BAĞIŞ, A. İ., “Turkey’s Hydropolitics in the Tigris-Euphrates Basin” Water Resources
Development, Vol. 13, No: 4, 1994, pp. 567-581.
14. ERGİL,Doğu,”Ortadoğu’da Su Savaşları mı?” AÜSBF Dergisi, Cilt 45, No:1-4, Aralık
1990, sf. 65.
15. DAOUDY, M., “The Development of the Euphrates & Tigris Basins: An Assessment of
Upstream Development (Turkey) on Downstream Riparians (Syria)” The World
Commission on Dam, serial number ENV108, 2000.Available online at:
http://www.dams.org
- 535 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
16. KOLARS, J. F., MİTCHELL, W. A., age. Sf . 196-258.
17. DAOUDY, M., agm.
18. SOFFER, A., River of Fire: The Conflict over Water in the Middle East, Lanham, MD:
Rowman & Littlefield Publisher Inc., 1999.pp. 51-61.
19. PAZARCI, H. Uluslararası Hukuk Dersleri, Cilt. 2, Ankara, Türkiye 1996, 52.
20. A.KİBAROĞLU, O.ÜNVER,”An Institutional Framework for Facialitating Cooperation in
the Euphrates-Tigris Basin”, International Negotiation, Vol:5, pp:311-330.
21. PAMUKÇU,K., Su Politikaları, İstanbul, Bağlam Yayınevi, 2000. sf.245.
22. TURKİSH MİNİSTRY OF FOREİGN, Water Issues Between Turkey,Syria and Iraq,
Ankara, 1996. sf. 21-22.
23. TÜRKMEN,İ.,”AB ve Sular Meselesi”, Hürriyet Gazetesi, 05-11-2005.
- 536 -
TMMOB Su Politikaları Kongresi
UTILIZATION OF TRANSBOUNDRY WATER AND TURKISH
SYRIAN RELATIONSHIP
Levent Aytemiz
Y. Doç. Dr.
Süleyman Demirel Üniversitesi
İİBF - İktisat Bölümü
Isparta, Türkiye
Timuçin Kodaman
Y. Doç. Dr.
Süleyman Demirel Üniversitesi
İİBF-Uluslararası İlişkiler Bölümü
Isparta, Türkiye
ABSTRACT
The link between water scarcity and violent conflict is a serious threat in the Middle East.
Continuing population growth, increased industrial activities, and dependence on food and
fiber production have caused a critical demand for water and land resources in Middle East.
Therefore, current water use in the region is unsustainable and poorly allocated and/or
managed. Consequently, this study concerns the current water conflict between Turkey and
Syria in the mode of Turkey’s and Syria’s extensive irrigation and hydroelectric power projects
on the Euphrates River. The lack of coordination among the riparian states on the process of
water resources development may provide positive externalities to downstream states. A large
reservoir capacity keeps a ample amount of water and provides water for downstream states
during drought seasons. Therefore, future investigations of international water allocation
should focus on quantifying political, strategical and economical considerations to be
compatible with economic factors. It should also include mechanisms and institutions, such as
joint committees for achieving the proposed economic solution.
- 537 -

Benzer belgeler

sınıraşan su - Toprak Su Enerji

sınıraşan su - Toprak Su Enerji Eşit olmayan su dağılımı ve artan su kullanım alanları (tarım, endüstri ve domestic) dünyanın bir çok bölgesinde su kıtlığı yaratmaktadır. Dünya nüfusunun %40’ı ciddi bir su kıtlığı sıkıntısındadır...

Detaylı

Tez İçin Tıklayınız… - Su Yönetimi Genel Müdürlüğü

Tez İçin Tıklayınız… - Su Yönetimi Genel Müdürlüğü ve nehrin sona erdiği ülke ise Aşağı-Ülke (mansap) olarak adlandırmaktadır. Türkiye Fırat nehri için Yukarı-Ülke pozisyonunda olup suyu kesebilme gücüne sahiptir. Suriye ise Türkiye’ye göre Aşağı-Ü...

Detaylı

Türk Dış Politikası ve Su

Türk Dış Politikası ve Su 28’ini , ihracatının %10’nu ve istihdamının %40’nı oluşturan tarım sektörü de gelişmekte olan bir ülke olarak Suriye ekonomisinde önemli bir yere sahiptir. Ancak % 80’nin yağmura dayalı olan tarım ...

Detaylı