TSK`nin PKK`ye savaş açmasından ve Rusya müdahalesinden
Transkript
TSK`nin PKK`ye savaş açmasından ve Rusya müdahalesinden
TSK’nin PKK’ye savaş açmasından ve Rusya müdahalesinden sonra Ortadoğu’da neler oluyor? Osman Başıbüyük E.Hv.Plt.Kur.Alb. 25 Ekim 2015 2011 yılından beri komşumuz Suriye’de bir iç savaş devam ediyor. Geçtiğimiz ay da Rusya önemli bir hava gücünü bu ülkeye intikal ettirerek savaşa müdahil oldu. Suriye’de yaşanan iç savaşın nedeni, ne Beşar Esad’ın diktatörlüğü, ne de Alevi-Sünni kavgasıdır. Suriye küresel güç mücadelesinin cereyan ettiği bir kesişim noktasıdır. Türkiye’nin geleceğini de çok yakından ilgilendiren bu küresel mücadelenin anlaşılabilmesi için önce sürecin tarihi gelişimi özetlenecek, sonra günümüze gelinerek yaşanan gelişmelerin perde arkası ve oyuncuların pozisyonları analiz edilecektir. 1. Ortadoğu’ya ilişkin bütün oyunlar enerji kaynakları üzerine kurulur Suriye dâhil, Ortadoğu’daki devletler ve sınırları, 1. Dünya Savaşından sonra Osmanlı Devletinin parçalanmasıyla, İngiliz General Mark Sykes ile Fransız General François Georges-Picot’un hazırladığı haritayla belirlendi. 1. Dünya Savaşının asıl amacı sömürge paylaşımıydı. Savaş sonrasında Irak İngiliz sömürgesi, Suriye Fransız sömürgesi oldu. En stratejik sömürge, o tarihlerde bilinen en önemli petrol bölgesi Musul-Kerkük’e sahip olan Irak’tı. Musul-Kerkük petrollerini Avrupa’ya taşımak için Irak petrol şirketi vasıtasıyla bir boru hattı inşa edildi. 1935 yılında devreye giren petrol boru hattının bir ucu o zaman için 1 İngiltere’nin kontrolünde olan Filistin topraklarında Hayfa’dan, diğer ucu ise Fransız mandasında olan Lübnan’ın Tripoli şehrinden Akdeniz’e çıkıyordu. Özellikle Hayfa’daki tesisler 2. Dünya Savaşı müddetince Amerikan ve İngiliz birlikleri tarafından yakıt ikmali için kullanıldı. 1948 yılında Arap-İsrail savaşının patlak vermesi ve sonrasında 1 Bir Filistin şehri olan Hayfa, Filistin toprakları üzerinde bir İsrail devleti kurulurken (Mayıs 1948) İsrail’e bırakılan topraklar içinde kalmıştır. 1 İsrail devletinin kurulmasına bir tepki olarak Irak tarafından kapatıldı. Ve o günden sonra kullanılmaz hale geldi. Harita 1: Kerkük-Hayfa Petrol Boru Hattı (1935) Bu hattın yerine Musul-Kerkük petrollerini Akdeniz’e ulaştırmak için Türkiye üzerinden yeni bir boru hattı inşa edildi. Harita 2: Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı Kerkük'ten çıkıp Türkiye'nin Yumurtalık limanına kadar uzanan ham petrol taşıma hatlarından birincisi 1977'de, ikincisi de 1987'de devreye girdi. İlk hattın yapımına başlandıktan (1974) kısa süre sonra PKK, “Apocular örgütü” adıyla sahneye çıktı. 2 Apocular solcu bir görünüm taşıyorlardı; ilk hat işletmeye açıldıktan (1977) 1 yıl sonra, bölgeyi kendi kontrolleri altına almak üzere Güneydoğu’daki diğer sol örgütlere saldırmaya başladılar. Kapasitenin genişletilmesi için ikinci hattın yapımına başlandığı yıllarda, yani 1984’de de PKK, Eruh ve Şemdinli’de askeri karakolları basarak bugün de süren silahlı mücadeleyi başlattı. PKK; o yıllardan başlayarak, bölgeden geçecek petrol boru hatlarını kontrol altına almak üzere bölgeyi istikrarsızlaştırmak için Batılı istihbarat örgütleri tarafından kullanılmaya başladı. 1991 yılında, 1. Körfez Savaşı ile Saddam Kuveyt’ten çıkartıldı. Irak’ın kuzeyinde yaşayan Kürtleri koruma adı altında 36. paralelin kuzeyinde “uçuşa yasak bölge” oluşturuldu. 1 yıl sonra 1992’de Erbil’de Kürt parlamentosu kuruldu ve bu parlamento Kürt devletinin bağımsızlığını ilan etti. Bağımsızlık ilanına Türkiye’nin tepkisi sert oldu. Ankara, Kürt Parlamentosunu Kuzey Irak’a olan sınırını kapatmakla tehdit etti. Musul-Kerkük petrolü dünya pazarına Yumurtalık boru hattından ulaşıyordu. O tarihlerde Irak’a uygulanan ambargo kapsamında hat çalışmıyordu, ama gelecekte Kerkük’teki petrolün dünya pazarına ulaşmasının tek yolu Türkiye’ydi. Bir Kürt devleti kurulabilmesi için Barzani’ye verilmesi planlanan buradaki petrolün Sünni ve Şii Arap bölgelerini geçerek Basra körfezine ulaşması neredeyse imkânsızdı. Kürt devletiçiği daha kurulma aşamasındayken Türkiye’yi karşıya almamak için, devlet ilanından hemen vazgeçildi ama devletçiğin oluşturulması çabaları tüm hızıyla devam etti. Devlet ilanı konusunda 1992’de Türkiye ile yaşanan kriz 2 gerçeği göstermişti: 1) Kürt devletinin kurulabilmesi için petrole sahip olması gerekiyordu 2) Bu petrolü dünya pazarına ulaştıracak üçüncü bir yol bulunmalıydı. 2003 yılında ABD Irak’a bir kez daha müdahale etti ve Saddam yönetimi devrildi. Ülkenin iç savaşa sürüklenmesiyle doğan boşluktan yararlanan Kürtler, Kerkük petrolünü ele geçirdiler. Böylece biraz önce saydığımız Kürt devletini kurmanın ilk aşaması gerçekleşmiş oldu; yani petrole sahip oldular. Sonra ikinci aşamaya geçildi. Az önce belirttiğimiz üzere, ele geçirilmiş olan Kerkük petrolü, Sünni ve Şii Arapların karşı çıkması sebebiyle, Basra körfezi üzerinden pazara taşınamazdı. Boru hattının kuzeyden, Türkiye üzerinden geçmesi de güvenli değildi. Bir Kürt devletinin kurulması, Türkiye’yi bölmekle tehdit edeceği için Ankara bu boru hattını istediği zaman kapatabilirdi. Türkiye bölünerek, güneydoğu koparılıp buradan İskenderun körfezine ulaşmak da mümkün değildi. Çünkü Şanlı Urfa’dan itibaren demografik yapı buna müsaade etmiyordu. O zaman geriye tek çare olarak, Suriye’yi kuzeyinden bölüp, Irak kuzeyinden Akdeniz’e uzanan bir “Kürt koridoru” yaratarak, Kerkük petrollerini Akdeniz’e ulaştırma seçeneği kalmıştı. 3 2003 yılında Saddam’ın devrilmesinden hemen sonra İsrail Altyapı Bakanı Joseph Paritzky Suriye’nin bölünerek Kerkük petrolünü tekrar Hayfa’ya getirecek bir boru hattı inşasını açık açık dillendirmeye başladı. Paritzk’e göre bu boru hattı İsrail’in 2 enerji sorunlarını çözmek için gerekliydi. İsrail için bu boru hattına, enerjinin yanında bir başka amaç için daha gerek vardı: Kürt devletinin kurulmasının ekonomik şartını yaratmak… Yeni bir devlet kurulduğunda, toprakları bölünen komşularla çıkacak kaçınılmaz toprak kavgası, bütün bölgeyi istikrarsızlaştıracaktı. Bu durum, İsrail’in güvenliğine hizmet edeceği gibi, ortaya çıkacak yeni devleti, yıllardan beri ABD ve İngiltere’nin bölgedeki çıkarlarının bekçisi olarak bölgeyi istikrarsızlaştırma işinde çok yıpranmış olan bu devletin yüküne de ortak edecekti. Bu yüzden, bölgede yaratılacak bir Kürt devletinin en büyük destekçisi İsrail’di. Örneğin, İsrailli stratejist Oded Yinon, İsrail için bölgede etnik ve mezhep kökenlerine dayalı yeni devletçikler kurulması ihtiyacını, 1982 yılında yayınladığı “1980’ler için İsrail Stratejisi (A Strategy for Israel in the Nineteen Eighties)” başlıklı çalışmasında açık açık vurguluyordu. Yinon’a göre, mevcut durumda İsrail “Arap denizi içinde küçük bir ada” idi ve güvenliği kendisini çevreleyen bu denizin istikrarsızlığına bağlıydı. Osmanlı Devletinin yıkılmasından sonra Ortadoğu’da kurulan devletlerin sınırları yapay olarak çizilmişti ve her bir devletin içinde etnik ve mezhep farklılıkları vardı. Bu farklılıklar kullanılarak, örneğin Irak 3’e, Suriye 4’e bölünebilirdi ve bu bölünmelerle 3 İsrail’in kaderini paylaşacak yeni “ortaklar” yaratılabilirdi. İşte Suriye’nin bölünme projesi sıralanan bu temeller üzerinde, 2003 yılından itibaren uygulamaya kondu. İsrail Altyapı Bakanının Suriye’nin bölünmesini dillendirdiği 2003 yılından bir yıl sonra 2004 Ağustos ayında, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleeza Rice Washington Post gazetesinde yazdığı “Ortadoğu’yu Dönüştürmek (Transforming The Middle East)” başlıklı makalesinde 22 ülkenin sınırlarının değişeceğini söyleyerek Büyük Ortadoğu Projesini dünyaya duyurdu. 4 2 Akiva Eldar, “Infrastructure Minister Paritzky Dreams of Iraqi Oil Flowing to Haifa”, Mar 31, 2003; http://www.haaretz.com/print-edition/news/infrastructure-minister-paritzky-dreams-of-iraqi-oil-flowing-tohaifa-1.14449 3 Michel Chossudovsky, “The Infamous ‘Oded Yinon Plan’: ‘Greater Israel’: The Zionist Plan for the Middle East”, April 29, 2013; http://www.globalresearch.ca/greater-israel-the-zionist-plan-for-the-middle-east/5324815 4 By Condoleezza Rice, “Transforming the Middle East”, August 7, 2003; https://www.washingtonpost.com/archive/opinions/2003/08/07/transforming-the-middle-east/2a267aac4136-45ad-972f-106ac91e5acd/ 4 3. BOP’tan Suriye’nin payına düşenler Büyük Ortadoğu Projesi, “Ilımlı İslamcılar” kullanılarak bölgedeki “diktatörlerin devrilmesini” ve bölgenin demokrasiye kavuşturulması adı altında istikrarsızlaştırılması öngörüyordu. Bölge, istikrarsızlaştırılarak bölünecek ve “demokratikleştirilecekti”. ABD “Wikileaks belgeleri” olarak açıklanan Dışişleri Bakanlığı yazışmalarında, bu amaç ve hedef açıkça belirtilmektedir. Örneğin; ABD Şam Büyükelçisi, 2006 Aralık ayında Washington’a çektiği bir kriptoda, Suriye’yi istikrarsızlaştırmak için Suudi Arabistan ve Mısır üzerinden Müslüman Kardeşler kullanılarak Alevi-Sünni çatışmasının körüklenmesi gerektiğini tavsiye etmektedir. 5 Suriye’nin istikrarsızlaştırılması çabalarına Lübnan eski başbakanı Refik el-Harriri’nin 14 Şubat 2005 tarihinde bombalı suikast ile öldürülmesinden sonra hız verildi. Suikastın, Suriye’nin üzerine yıkılmasıyla Hafız Esad yönetimi üzerinde büyük bir baskı oluşturuldu ve Mart 2005’den itibaren Suriye Lübnan’daki 14 bin askerini çekmek zorunda kaldı. Suriye ve İran, iki yakın müttefikti. Lübnan’da konuşlu Şii Hizbullah, bu iki ülkenin desteğiyle İsrail’e tehdit oluşturuyordu. Bu desteğin kesilmesi için Suriye’nin Lübnan’ı terk etmesi gerekiyordu. Hariri’nin öldürülmesi ve bu suikasttan Suriye yönetiminin sorumlu tutulması, bu amaca yönelikti. Aynı yıllarda ABD Şam Büyükelçisinin tavsiye ettiği şekilde Suriye’deki Müslüman Kardeşler örgütü, Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri üzerinden desteklenmeye ve 2011’de patlatılacak ayaklanmanın alt yapısı hazırlanmaya başlandı. 2007 yılına geldiğimizde Washington bağlantılı çeşitli düşünce kuruluşları ABD’de Kürt gruplarla bir dizi toplantı yaptı. Toplantılarda İran, Irak, Suriye ve Türkiye’deki Kürtlerin öncelikle federal yapıda özerklik kazanmaları hedeflendi. Daha sonra bu federal yapılar birleşebilirdi. Ayrıca bu toplantılardan sonra Kürt devletinin denize Suriye üzerinden ulaşabileceği, hatta Musul-Kerkük petrolünün dünya pazarına bu yolla taşınabileceği fikri doğdu. Olası Kürt devleti, Suriye bölünerek kuzeyinde oluşacak bir Kürt koridorundan Akdeniz’e ulaşacaktı. 2008 Ağustos ayında Beşar Esad eşiyle birlikte bir haftalık tatil için Türkiye’ye geldi. Erdoğan ve Esad aileleri basına sarmaş dolaş fotoğraflar veriyordu. Batı, AKP Hükümetinden reformları kabul etmesi için Esad’a baskı yapmasını istemişti. Esad, reformları ABD ve AB’nin arzu ettiği şekilde yürürlüğe koyduğunda, ülkede Batı manipülasyonuna açık “demokratik” seçimler yapılacak, böylece Müslüman Kardeşler iktidara taşınacaktı. Bu, Esad rejiminin yıkılması anlamına geliyordu. Esad, Erdoğan’ın bütün ısrarlarına rağmen reformları reddetti. 5 The WikiLeaks Files: The World According to US Empire, Verso Books, ISBN: 9781781688748 31 August 2015’ten aktaran: By Janani Ganesan, “Decoding the current war in Syria: The WikiLeaks Files”, http://www.globalresearch.ca/decoding-the-current-war-in-syria-the-wikileaks-files/5473909 5 Aslında Suriye’de Esad rejimini devirmenin arkasında başka bir proje yatıyordu: Katar doğalgazının boru hattı ile Avrupa’ya taşınması. Harita 3: Pars Doğalgaz Havzası İran körfezinde Katar ile İran arasında kalan Pars adı verilen bölgede dünyanın en büyük gaz rezervi keşfedilmişti. Bu rezerv, tek başına Avrupa’nın bütün ihtiyacını karşılayacak kapasitedeydi. Projeye göre, Katar’ın doğal gazı, Suudi Arabistan, Ürdün, Suriye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınacaktı. 6 Harita 4 – Katar Türkiye Doğalgaz Boru Hattı 6 By F. William Engdahl, “The Secret Stupid Saudi-US Deal on Syria. Oil Gas Pipeline War”, October 26, 2014; http://www.globalresearch.ca/the-secret-stupid-saudi-us-deal-on-syria/5410130 6 Avrupa’nın en büyük gaz tedarikçisi Rusya’ydı. Katar doğalgazının Avrupa’ya ulaşması Rusya tekelini kıracaktı. Dolayısıyla Avrupa’nın tükettiği gazın fiyatları düşecekti. Diğer yandan Rusya, Avrupa’ya yaptığı gaz ihracatından eskiye oranla daha az para kazanacaktı. 2009 yılına gelindiğinde Katar, Avrupa’ya ulaşacak gaz boru hattı için Esad’a resmi teklif götürdü. Bu teklifi Esad kabul etse en büyük müttefiki Rusya’yı kaybedecekti. Çünkü bu hat Rusya’nın çıkarlarını baltalıyordu. Zaten Suriye bölünmek istenilen bir ülkeydi. Esad’ın Rusya gibi çok önemli bir müttefiki kaybetmesi, rejimin devrilmesi anlamına gelirdi. Sonuçta Esad, teklifi reddetti. Bunun üzerine ABD, İngiltere ve Fransa, Esad’ı devirmek için çalışmalarına hız verdiler. Örneğin Fransa ve İngiltere, Arap Baharı rüzgârları esmeye başlamadan hemen önce, 2 Kasım 2010 tarihinde, Lancaster Hause Agreements adı altında, savunma ve güvenlik alanında işbirliğini öngören bir dizi anlaşma imzaladılar. İddialara göre bu anlaşmaların gizli bölümlerinde Libya ve Suriye’ye beraber saldırma maddesi de vardı. Hatırlanacağı üzere Libya’ya saldırıyı Fransa ve İngiltere beraber başlatmıştı. 7 Bu arada Suriye de boş durmuyordu. Kendisini savunmak için müttefik arayışı içerisindeydi. Haziran 2011’de Suriye, İran ve Irak hükümetleri, Dostluk (FriendshipPipeline) ya da “İslami Boru Hattı” adını verdikleri İran gazını Akdeniz’e 8 çıkaracak doğal gaz boru hattı anlaşmasını imzaladılar. Bu boru hattı, Katar ile İran’ın paylaştığı havzasından doğalgazı tedarik edecekti. Harita 5: İran Irak Suriye Doğalgaz Boru Hattı 7 by Thierry Meyssan, “Why does France want to overthrow the Syrian Arab Republic?”, 12 October 2015; http://www.voltairenet.org/article189006.html 8 By F. William Engdahl, “The Secret Stupid Saudi-US Deal on Syria. Oil Gas Pipeline War-The Kerry-Abdullah Secret Deal-”, October 26, 2014;http://www.globalresearch.ca/the-secret-stupid-saudi-us-deal-on-syria/5410130 7 Aynı yılın Ağustos ayında da Suriye Petrol Bakanı, Humus şehri yakınlarında yeni bir doğalgaz yatağı bulduklarını dünyaya açıkladı. Bu gaz sahasını Rus Gazprom şirketi işletecekti. Humus şehri, Rusların deniz üssü olan Tartus’a yaklaşık 60 km 9 mesafedeydi. İran doğalgazı da, Rusların kontrolündeki Tartus Limanı üzerinden Akdeniz’e ulaşacaktı. Sonuç olarak, Moskova, Tahran ve Şam’ı stratejik müttefik haline getiren bu anlaşma, Katar yani ABD ve Londra’yı devre dışı bırakarak tüm Avrupa pazarının ele geçirilmesi anlamına geliyordu. Suriye, İran, Irak ve Rusya’nın bu hamlesinden sonra Suriye iç savaşının düğmesine basıldı. Suriye’de hazırlıkları devam eden ayaklanma birden bire iç savaşa dönüştü. Tayyip Erdoğan’ın “kardeşim ESAD”ı da, bu plana bağlı olarak, birden bire “ESED” oluverdi! 2. Suriye iç savaşında IŞİD ve PYD’nin destekçileri ve rollleri Suriye’de iç savaş patlak verdikten sonra iki örgüt; Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) ve Demokratik Birlik Partisi (Partiya Yekitiya Demokrat-PYD) ön plana çıktı. Bu iki örgüt de aynı amaç doğrultusunda özellikle ABD ve İngiltere istihbaratı tarafından kullanılmaktadır. Hukukun üstünlüğü, etik kurallar ve şeffaflık çerçevesinde bir anlamda ABD hükümetini denetleme görevini yaptığını ileri süren Judical Watch isimli bir kuruluş, yargı yoluyla elde ettiği ABD Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarının bazı gizli belgelerini 18 Mayıs’ta (2015) yayınladı. Belgeler, 2012 yılında ABD ve NATO’nun El-Kaide ve IŞID’in Suriye ve Irak’taki faaliyetlerini desteklemeye başladığını anlatıyor. Belgelerde Esad’ın kolay devrilmeyeceği ve bunun sonucu ülkenin iç savaşa sürüklenerek bölüneceği öngörülmüş. 10 “El-Kaide’nin 2.0 sürümü” olarak adlandırılan IŞİD, Irak’ın batısında Musul ve Anbar hattı ile Suriye’nin doğusunda Haseki (al Hasaka) ve Deyrizor (Der-ez Zor) hattı arasındaki bölgeyi kontrol etmek için mücadele ediyordu. Aslında bu ABD ve İngiltere’nin planıydı. Bu plan, Irak ve Suriye’den koparılacak bu bölgede IŞİD (Islamic State-Iraq and Sham) adı altında selefi bir din devleti kurulmasını öngörüyordu. 9 F. William Engdahl, agm. 10 By Catherine Herridge, “Military intel predicted rise of ISIS in 2012, detailed arms shipments from Benghazi to Syria”, May 18, 2015; http://www.foxnews.com/politics/2015/05/18/military-intel-predicted-rise-isis-in2012-detailed-arms-shipments.html 8 Harita 6. İslami Devlet Haritası Dokümanlara göre bu planı Batı, Körfez Ülkeleri ve Türkiye destekliyor; Rusya, Çin ve İran ise plana karşı çıkıyordu. Plan çerçevesinde mali desteği Körfez ülkeleri sağlıyor, silah ve mühimmatı Batı tedarik ediyor, silah ve mühimmatın Suriye’ye sokulmasına Türkiye aracılık ediyordu. Bölgede Selefi bir din devleti kurulmasıyla; Irak ve Suriye bölünecek, bölünmenin yaratacağı sorunlar belki 100 yıl bölge ülkelerinin birbiriyle işbirliğini engelleyecekti. Etnik ve mezhep çatışmasının çevre ülkelere yayılması için uygun ortam hazırlanmış olacaktı. Böylece İsrail’in güvenliği de sağlanmış oluyordu. Ama en önemlisi, kurulacak Selefi din devleti, Şii İran’ın doğal gazının Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaşmasına engel olacaktı. Diğer yanda Katar gazının Irak, Suriye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya veya Türkiye’ye gelmeden Suriye üzerinden Akdeniz yoluyla Batı’ya ulaşmasını sağlayacaktı. Suriye’de PYD’nin ön plana çıkarılmasının asıl amacı ise, Musul-Kerkük petrollerinin Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e ulaştırılmasını sağlayacak bir “Kürt koridoru” oluşturmaktı. Bölgede, dört devlet bölünerek oluşturulacak bir Kürt devletini, böyle bir kaynağa kavuşturmadan yaşatmak mümkün olmayacaktır. Petrol de içinde olmak üzere, kurulacak devletin dünya ticaretine katılabilmesi için denize çıkışının olması gerekiyordu. 9 Harita 7: Kürt Koridoru Ama hayal edilen “Kürt koridoru”nda sadece Kürtler yaşamıyordu. Bölgede Kürtlerden daha fazla Arap ve Türkmenler vardı. Koridorun bütünlüğünün sağlanması için Arap ve Türkmenlerin bölgeden uzaklaştırılması gerekiyordu. Bu iş için IŞİD ya da Arapça adıyla DAEŞ 11 kullanıldı ve halen kullanılmaya devam ediyor. Plan şöyle işliyor: Önce IŞİD bir Arap veya Türkmen kasabasına saldırıyor. Yaptığı katliamlarla halkı göçe zorluyor. Halk bölgeden uzaklaştıktan sonra Amerikan uçakları devreye giriyor; IŞİD’i bombalıyor ve kasabadan sürüyor. Bu bombalamalar halkı korkutarak göçe katkıda bulunuyor. Sonra IŞİD’in boşalttığı yeri PYD (PKK) dolduruyor. Daha sonra PYD, bölgeyi terk etmeyen Arap ve Türkmenlerin köylerini yakıp insanları bu bölgeden sürüyor. PYD’nin bu yaptıkları, Uluslararası Af Örgütü gibi batı denetimli ve Kürt ayrılıkçılığına hoşgörülü bir örgütün raporuna bile ve hem de savaş suçu işlediği yönünde girmiş durumda. 12 Anlayacağınız aslında PYD ve IŞİD, birbirini tamamlayan iki müttefiktir. Uluslararası güçlerin ikinci İsrail’i, yani Kürt devleti”ni kurabilmek için kullandıkları iki ayrı alettir. Aynı hedefe ulaşmak için kendilerine verilmiş rolleri oynayan küçük oyunculardır. 3. Türkiye’nin “Kürt koridoru”nu önleme çabaları ve Rusya’nın Suriye’ye gelişinin sonuçları 11 DAEŞ, IŞİD’in Arapça adının (ed-Devletü'l-İslâmiyye fi'l-Irak ve'ş-Şam) İngilizce telaffuza göre yazılışının (adDawlah al-Islamiyah fil-‘Iraq wa ash-Sham) kısaltmasının okunuşu… 12 “Demografik mühendisliğe soyunan PYD savaş suçu işliyor”, http://www.aa.com.tr/tr/dunya/-demografikmuhendislige-soyunan-pyd-savas-sucu-isliyor/445963. 10 IŞİD’in lideri Ebubekir El-Bağdadi 29 Haziran 2014’te İslami devleti kurduklarını ilan etti ve artık bölgede Sykes-Picot düzeninin son bulduğunu söyledi. Ayn el-Arap ya da Kürdistancıların adlandırmasıyla Kobani, 19 Temmuz 2012 tarihinden beri PYD’nin elindeydi. 2014 yılının sonunda IŞİD, Ayn-el Arap’ı geri almak için saldırı başlattı. Uzun süren çatışmalardan sonra uluslararası siyasi ve lojistik destek ve ABD’nin hava gücü desteği sayesinde PYD güçleri, 26 Ocak 2015’te IŞİD’i püskürttü ve şehrin kontrolünü sağladı. Harita 8: Cezire ve Kobani kantonlarının birleşmesi 16 Haziran 2015’te Tel Abyad, PYD tarafından IŞİD’in elinden alınmasıyla Cezire ve Kobani’deki Kürt kantonları birleşerek coğrafi devamlılık sağlandı. Daha sonradan Tel Abyad 3’üncü bir kanton olarak ilan edildi. 13 Yaratılan Kürt kantonlarının birleştirilmesi üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Suriye’nin kuzeyinde, güneyimizde bir devlet kurulmasına asla müsaade 14 etmeyeceğiz” dedi. tartışılmaya başladı. Bundan sonra medyada Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi 15 7 Haziran seçimleri yeni tamamlanmış daha hükümet kurulmamıştı. Davutoğlu istifasını Cumhurbaşkanına sunmuş ama yeni hükümet kurulana kadar geçici olarak hükümet etme görevi almıştı. Bu geçici hükümet döneminde TSK’dan Suriye’ye müdahale etmek için hazırlık yapması istendi. TSK, direndi ve hükümet tarafından resmi planlama direktifi verilmesini talep etti. Bir harekât planının yapılabilmesi için 13 14 15 “Suriye'de yeni Kanton ilan edildi”, Milliyet, 21 Ekim 2015. Milliyet, 27 Haziran 2015. Cengiz Çandar, “Suriye'de iflâstan maceraperestliğe...”, Hürriyet, 01 Temmuz 2015. 11 harekâtın çerçevesini çizen bir siyasi direktif gerekliydi. Geçici Davutoğlu Hükümeti, bu direktifi yazılı olarak Genelkurmaya verdi ve sonunda bir harekât planı hazırlandı. Hatırlanacağı gibi o dönemde özellikle Hükümete yakın medya organlarında “TSK’nın harekât planları hazır” haberleri yapılıyordu. Azez-Cerablus hattında ve Suriye içine doğru yaklaşık 30 km derinliğinde bir güvenli bölge oluşturulacaktı. Harita 9: Türkiye’nin öngördüğü Güvenli Bölge Amaç Kürt kantonlarının Afrin bölgesi ile birleşmesini önleyerek Akdeniz’e uzanan “Kürt koridoru”nun önünü kesmekti. Kerkük’ten Akdeniz’e ulaşacak bir petrol boru hattının önü kesilince de, denize ulaşan bir Kürt devletinin kurulması önlenmiş olacaktı. Güvenli bölge kurmanın bir diğer amacı ise, Katar’dan gelerek Fırat nehrinin batısından geçecek bir gaz boru hattına alan açmaktı. Plan hazırlandı, ama Genelkurmay, yeni hükümet kurulmadan geçici hükümetle bir maceraya atılmanın doğru olmayacağını düşünüyor ve bu yüzden harekâta yanaşmıyordu. Zaten komuta kademesi, harekâtı sadece hava harekâtı ile sınırlı tutma ve karadan bölgeye girmeme taraftarıydı. Genelkurmayın bu tavrı ile yeni hükümet kurulana kadar Suriye’ye müdahale yapılamayacağı kesinleşmiş oldu. Bu arada seçimden çıkan tablo koalisyonu işaret ediyordu. MHP kesinlikle koalisyon ortağı olmayacağını ilan ederek kendini hükümet planları dışında bıraktı. Geriye AKP’nin CHP ve HDP ile koalisyon hükümeti kurma seçenekleri kaldı. Bir AKP-HDP koalisyonunda ise, Suriye topraklarına “Kürt koridoru”nu önlemeye yönelik bir askeri müdahale yapılamazdı. Ayrıca, AKP’nin HDP ile koalisyon yapması kendisini inanılmaz ölçüde yıpratırdı. Sonuçta kala kala bir tek AKP-CHP koalisyonu ihtimali kaldı. CHP ise, 12 “Kürt korodru”nu hedef alan bir askeri müdahaleye karşı çıkıyordu. Böyle bir müdahaleyi istemeyen Avrupa ve Amerika, “büyük koalisyon” diyerek bir AKP-CHP koalisyonu kurulmasını, Tayyip Erdoğan’ı etkisizleştirme yanında bir de bu amaçla teşvik ediyordu. 1 Kasım seçiminde AKP tek başına hükümet olma gücü kazandı ve dolayısıyla Suriye’ye “güvenli bölge” amaçlı müdahale etmesinin önünde hükümet kaynaklı bir engel kalmadı. Ama Türkiye seçimlerin yenilenmesine giderken, Rusya durumu değerlendirdi ve askeri güç göndererek, Suriye’deki çatışmalara Esad yönetimi lehinde doğrudan katılmaya başladı. Olası bir Türkiye müdahalesi, “Kürt koridoru”nu önlese ve Katar’dan Türkiye’ye uzanacak gaz boru hattının önü açsa bile, kesinlikle Suriye’nin bölünmesine yol açan bir sonuç doğururdu. Üstelik Esad yönetimi de iyice zayıflar, ayakta kalamazdı. Esad’ın devrilmesi ise, Rusya’nın Suriye’deki gücünü ve etkisini yitirmesine yol açardı. Bu hesapları yapan Putin, Türkiye’nin 1 Kasım seçimlerini beklemeden Eylül ayında birliklerini Suriye’ye intikal ettirmeye başladı ve 30 Eylül’de Parlamentonun üst kanadının onayıyla sadece IŞİD’e karşı değil, Esad’ı devirmek isteyen bütün muhaliflere karşı operasyonlara başladı. Rusya, bu hamlesiyle Katar’dan gelerek Suriye üzerinden Avrupa’ya uzanacak gaz boru hattının önünü de kesmiş oldu. Bu arada şunu da belirtmek gerekiyor: Türkiye, esas olarak da AKP yönetimi, Katar doğalgaz boru hattının kendi toprakları üzerinden Avrupa’ya uzanacağını öngörüyor. Ama gerçekte bu hattın, Türkiye devre dışı bırakılarak Akdeniz’in altından Avrupa’ya uzatılması da gözden uzak tutulmayacak bir ihtimaldir. Rusya’nın hamlesi aynı zamanda “Kürt koridoru”nun da önünü kesmiş oldu. Rusya’nın deniz üssü Tartus’daydı; şimdi hava kuvvetleriyle de Lazkiye’ye yerleşmiş oldu. Böylece Suriye’nin Akdeniz kıyısının kontrolü Rusya’nın eline geçti. Esad yönetimi devrilmezse, PYD’nin kontrolüne bıraktığı topraklardaki petrol rezervini sahiplenecektir. Bu çerçevede Esad’ın Kürt bölgesinden gelecek bir petrol boru hattına izin vereceğini düşünmemek gerekir. Ayrıca her yeni boru hattı, petrol fiyatlarının düşmesi anlamına geleceği için, Rusya tarafından da arzu edilmeyecektir. Ancak burada Rusya’nın PYD’yi desteklemesi de ihtimal dâhilindedir. Türkiye sınırına paralel Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt koridorunun bütünlüğünün sağlanması, aynı zamanda Katar’dan gelerek Türkiye üzerinden Avrupa’ya uzanacak bir boru hattının da yolunu kesecektir. 4. Rusya’nın Suriye hamlesi Batılı güçlerin konumlarını nasıl etkiliyor? 13 Suriye’ye Rusya’nın müdahalesine en büyük tepki Türkiye ve Fransa’dan geldi. Suriye’de iç savaş başlar başlamaz Fransa, ÖSO’yu (Özgür Suriye Ordusu’nu) kurdu (29 Temmuz 2011). İşin ilginç yanı Suriyeli subay bulunamadığı için ordunun ilk unsurları Libya’da El-Kaide bağlantılı örgütlerden temin edilmişti. 16 Fransa, Esad rejimini devirmek için niçin bu kadar istekliydi? ABD’nin gaz veya petrol tedariki açısından sıkıntısı yok. Kendi kaynakları kendisine yeterli seviyede. Almanya, Baltık Denizi altından geçen bir boru hattı ile Ukrayna’yı baypas ederek Rusya’dan gaz tedarik edebiliyor. Fransa ise enerji güvenliğini sağlayacak böyle bir boru hattına sahip değil. Almanya, Katar gazının Avrupa’ya gelmesini isterken Rusya’ya rakip yaratarak fiyatın düşmesini istiyor. Fransa ise, fiyatın yanı sıra, enerjiye ulaşım güvenliği peşinde. Bu anlamda hem Katar gazının, hem de Kerkük petrolünün Akdeniz’e çıkması için yanıp tutuşuyor. Bölgedeki en önemli Batılı güç olan ABD’ye gelince; ABD, dünyanın en büyük kara ve hava güceni sahip olmasının yanında, aynı zamanda bir deniz gücü. Dünyanın en büyük donanmasına sahip. 20 civarında uçak gemisi var. Bir savaş durumunda dünya denizlerinin hangi noktasında olursa olsun deniz trafiğini kesme gücüne sahip. Örneğin Çin ile ABD’nin savaş senaryosunu düşünelim. Çin’in denizden yaptığı petrol ve gaz ithalatının tamamı ABD tarafından birkaç hafta içinde durdurulacaktır. Bu durumda savaşın akıbetini tahmin etmek güç olmaz. Bu açıdan devletler petrol ve gaz ithalatını deniz taşımacılığı yoluyla değil, boru hatlarıyla, özellikle karadan geçen boru hatlarıyla yapmak istemektedir. Çünkü deniz altından geçen boru hatları da savaş zamanında sabotajlara açıktır. Aynı zamanda boru hatları üzerinden yapılan ithalat taşıma maliyetleri, dolayısıyla petrol ve gazın fiyatını da düşürmektedir. Bu anlamda Washington, Çin istikametine giden enerji boru hatlarına karşıdır. Bu yüzden Afganistan’a operasyon yapmıştır. Washington’un asli amacı boru hatlarının geçeceği bölgeleri istikrarsızlaştırmaktır. Örneğin Ukrayna’da, Kafkaslarda, Pakistan’da, Afganistan’da, Çin’in Urumçi bölgesinde istikrarsızlık olması doğal gaz ve petrol boru hatlarının geçişi için problem yaratmaktadır. İstikrarsız bölgelerden boru hattı geçirmek neredeyse imkânsızdır. Bir başka deyişle, birbiriyle anlaşamayan veya iç savaş yaşayan ülkeler boru hattı geçişine müsait değildir. Bu anlamda ABD, Suriye veya Türkiye üzerinden geçecek boru hatlarını da karşıdır. ABD, Katar doğalgaz boru hattının Türkiye üzerinden geçmesini de istememektedir. Washington’un, bu hattan ekonomik bir çıkarı yoktur. Hatta ekonomik zarara uğrayabileceği bile söylenebilir. Şöyle ki; ABD 2012 yılından beri AB’yi “Trans Atlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı” adı altında yeni bir gümrük birliği anlaşmasına 16 by Thierry Meyssan, “Why does France want to overthrow the Syrian Arab Republic?”, 12 October 2015, http://www.voltairenet.org/article189006.html 14 zorlamaktadır. AB, özellikle Almanya ve Fransa, ABD’ye büyük avantaj sağlayacak bu anlaşmadan kaçınmaktadır. Ekim 2015 içinde Berlin’de 10 binlerce kişi bu anlaşma karşıtı bir gösteri yapmıştır. Bu anlaşma imzalanamadığı müddetçe ABD ve AB ekonomik alanda birbirinin rakibidir. AB’nin doğalgazı daha pahalıya mal etmesi, ekonomik rekabet açısından Washington’un işine gelir. Yani ABD, Rusya’nın Suriye’ye önleyemediği müdahalesinden bu anlamda yararlanmak da istemektedir. Washington Rusya müdahalesini önleyememiştir ve Rus müdahalesi hiç şüphesiz ki bölgedeki ABD denetimini bugünden yarına zayıflatacaktır. Ama o aleyhine olan bu gelişmeyi iki hedefini gerçekleştirmede bir araç olarak kullanarak lehine çevirmek istemektedir. Birincisi, Suriye’den geçecek gaz boru hattını tıkama görevini Moskova’ya havale etmiştir. Böylece Avrupa’yı Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı anlaşmasına zorlayabilecektir. İkincisi ve en önemlisi; Rusya’yı Şii-Sünni ekseninde gerçekleşen yeni bir din savaşının içine çekerek yıpratmak için fırsat olarak değerlendirme peşindedir. 5. ABD, Rusya’yı bir mezhep/din savaşının içine çekmek istiyor Bu noktada 1979 yaşanan Sovyetler Birliğinin Afganistan’ı işgali hatırlanmalıdır. Sovyetler Birliği Afganistan’da bir din savaşının içine çekilmiştir. Planın mimarı ABD Başkanı Jimmy Carter'ın Ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski’dir. Soğuk Savaşın en cafcaflı zamanında Afganistan’da Sovyetler Birliği yanlısı bir hükümet iktidara gelmişti. ABD bu hükümeti devirmek için dinci bir muhalefet örgütlenmesini ve muhalefetin silahlı mücadeleyle yapılmasını var gücüyle destekledi. Sovyet yanlısı hükümet devrilmemek için Moskova’yı yardıma çağırdı. Moskova, yardıma gidip gitmemek konusunda çok tereddüt geçirdi; sonunda 1979 yılında müdahale kararı aldılar. Washington, bu müdahale konusunda büyük gürültü koparırken, Moskova’yı bir din savaşının içine çekme fırsatı yakaladığı için de ellerini ovuşturuyordu. Sovyetlerin Afganistan’a komşu Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Kazakistan gibi özerk cumhuriyetlerindeki Müslüman halk, bu savaşa tepki duyacak ve zamanla Sovyetler Birliği dağılacaktı. 10 yıl gibi çok uzun bir süre devam eden yıpratma savaşı sonrasında Sovyetler Birliği dağıldı. Şimdi ABD Rusya’yı Suriye’de bu kez de bir Şii-Sünni savaşında Şiilerin tarafında olacağı bir mezhep savaşının içine çekme tuzakları kuruyor. Bu savaş içinde yıpranmasını istiyor. Bu arada Rusya’daki Müslümanların Sünni kökenli olduğunu hatırlamak gerekir. Zaten Washington’un; “Suriye meselesi daha 10 yıl devam edecek” demesi bu yüzdendir. Afganistan örneğine atıfta bulunulmaktadır. Bu süreçte Suriye’de önümüzdeki dönemde IŞİD’in zayıflaması beklenir. Tahminen Suriye’deki IŞİD liderleri birer birer öldürülecektir! Kurbanlarına turuncu üniforma giydiren, kendileri siyahlara bürünen ve İngiliz aksanıyla hatasız İngilizce konuşarak propaganda yaptıktan sonra kafa kesen IŞİD’ci görüntülerini muhtemelen bir daha 15 görmeyeceğiz. Çünkü, Rusya’nın gelmesi ve IŞİD’i vurması ile birlikte, Suriye’de artık IŞİD’e ihtiyaç kalmamaktadır. O mükemmel İngiliz İngilizcesi konuşan, çektikleri profesyonel çekimlerle insanları dehşete düşüren IŞİD’ciler, Batı istihbarat örgütleri tarafından, nüfus hareketleri yaratarak demografik yapıyı değiştirmek işinde kullanılıyordu. Bugün artık IŞİD’in varlığı Rusya’nın eline, IŞİD ile mücadele etmek için Suriye’ye gelme şeklinde önemli bir koz vermeye yarıyor. Bu durumda IŞİD’in ortadan kalkması gerekir ki, Rusya’nın üzerine daha iyi gidilebilsin. Bu anlamda çok yakında Suriye’deki IŞİD’in yok edilmesini ve “ılımlı muhalefet”e dönüştürülmesini yaşamaya hazır olmalıyız. Böylece Batı artık, Suriye muhalefetini de daha rahat destekleyebilecektir. Bu koşullarda şekillenen Rusya’nın siyaset ve taktiklerinin şunlar olacağı görülmektedir: Moskova, Suriye’ye sadece olası gaz ve petrol boru hatlarının önüne geçmek için gelmemiştir. Kremlinin diğer bir önemli gerekçesi güvenliktir. Tekrar Afganistan örneğini hatırlayalım. 1979 yılından sonra Afganistan’a, Sovyetleri bu ülkeden atmak için mücahitlerle birlikte savaşmak adına Suudi Arabistan, Mısır, Yemen gibi birçok Müslüman ülkeden savaşçılar gelmişti. Sovyet-Afgan savaşındaki gönüllü “mücahitlik” (İslam savaşçılığı) desteğinin ikinci örneği yine Rusya’ya karşı 1991’den sonra yaşanmıştı. Sovyetler Birliği dağılıp özerk cumhuriyetlerin bir kısmı bağımsızlığını kazanınca, bu kervana Çeçenistan’da katılmak istemiş ve bağımsızlığını ilan etmişti. Bunun üzerine 1994 yılında çıkan çatışmalarda Ruslara kaşı Çeçenlerin yanında savaşmak üzere Suudi Arabistan ve Afganistan gibi birçok Müslüman ülkeden yine yabancı savaşçılar bölgeye akın etmişti. Hatta Vahabi savaşçıların etkisiyle Çeçenistan’da Emirlik bile ilan edilmişti. Rusya Federasyonunda 20 milyonun civarında Müslüman yaşamaktadır. Putin, köktendinci İslamcıların Suriye’de başarılı olması durumunda Rusya’ya gelip Çeçenistan, Dağıstan, Tataristan veya Başkurdistan gibi Müslümanların yaşadığı bölgelerde Moskova’ya karşı yine ayaklanma çıkaracaklarını öngörmektedir. ABD’nin köktendinci terör gruplarıyla ilişkisindeki sabıkaları hatırlandığında, bu beklentinin yanlış olmadığını söylemek gerek. Daha yakın zamanda Libya’da rejimi devirmeyi başaran “mücahit” yabancı savaşçıların Türkiye üzerinden Suriye’ye sokulduğunun da daha mürekkebi kurumadı. Bunların Suriye’de “işleri” bittiğinde gönderilecekleri en önemli bölgenin enerji hatlarının kesilmesine çalışılan Kafkaslar veya Orta Asya olacağı da gün gibi açıktır. Rus kaynaklarına göre dünyada hâlihazırda 70 bin civarında IŞİD savaşçısı vardır. Bunların yaklaşık 40 bini Suriye ve Irak’ta bulunmaktadır. Geri kalanlar Afganistan ve Libya gibi ülkelerdedir. Bu 70 bin savaşçıdan 5 bini Rusça konuşmaktadır. Yani Çeçenistan gibi Rus Cumhuriyetlerinden ve Türki Cumhuriyetlerden devşirilmiştir. Rus istihbaratına göre halen Afganistan’da IŞİD’in eğitim kampları bulunmaktadır. Bu kamplarda Pakistan, ABD ve İngiliz kökenli eğitmenler tarafından Rusya ve Orta Asya kökenli savaşçılar yetiştirilmektedir. Burada yetiştirilen 3500 civarındaki savaşçı halen 16 Suriye’de savaşmaktadır. Moskova devlet üniversitesinden Prof. Dr. Andrey Sushentsov, Rusya’nın Suriye’ye gelerek gelecekte kendi topraklarında yaşanabilecek savaşı Suriye topraklarında def etmeyi amaçladığını söylemektedir. Sushentsov Moskova’nın Suriye’de köktendinci İslamcılarla mücadele ederken temelde iki strateji izleyebileceğini belirtmektedir. Birincisi, mücadeleyi uzatarak mümkün olabildiğince fazla sayıda köktendinci İslamcının Suriye topraklarında ölmesini sağlamak; ikinci seçenek ise, bir an önce Suriye’yi köktendinci İslamcılardan temizleyerek aşırı uçların barınamayacağı istikrarlı bir ülke konumuna getirmek... ikinci seçeneği seçmiş görünmektedir. 17 Anlaşıldığı kadarıyla Rus 7. Suriye topraklarına terör “ihracatı”nın “ithalat”a dönüşmesi Rus basınında İran’ın Suriye’ye binlerce asker gönderdiği haberleri yer almaktadır. Esad yönetiminin, İran ve Hizbullah güçlerini yanına alarak Rus uçakları desteğinde kuzeye doğru muhaliflerin kontrolünde bulunan İdlip ve Halep bölgelerine doğru harekâta başladığı anlaşılıyor. Harita 10: Şam-Halep hattının birleştirilmesi Şam ve Halep’i birbirine bağlayan stratejik yol ve etrafı Esad güçleri tarafından kontrol altına alındığında, Suriye de kontrol altına alınmış olacaktır. Ülkedeki nüfusun çok büyük kısmı Akdeniz kıyısına paralel bu hat üzerinde yaşamaktadır. Nüfusun az bir kısmı Türkiye sınırına paralel, yine az bir kısmı da Fırat nehrinin geçtiği hatta yaşamaktadır. Ülkenin geri kalanı çöldür. Eğer İdlib ve Halep bölgesi kontrol edilirse, Esad muhaliflerinin direnişi de kırılacaktır. Çünkü muhalifler çatışmayı Suriye içlerinde, çölde devam ettiremezler. 17 by Andrey Sushentsov, “A Great Explanation of Russian Strategy in Syria by a Top Russian Scholar”, Oct 12, 2015; http://russia-insider.com/en/politics/great-explanation-russian-strategy-syria-top-russianscholar/ri10404 17 Türkiye’ye İdlip ve Halep çevresinin Esad güçlerinin eline geçmesiyle yeni bir göç dalgası yaşamaktan korkmaktadır. Bu korkusunda da haklıdır. Gerçekten de bir göç dalgası yaşanabilir. Zaten Almanya Başbakanı Merkel’in Türkiye ziyaretinin asli sebebi de beklenen bu göç dalgasına karşı Türkiye’nin almasını istedikleri tedbirleri konuşmaktı. Suriye’deki çatışmaların son bulması için sınırların kontrol edilmesi gerekir. Esad rejiminin mevcut gücü, ülkenin binlerce kilometreyi bulan Türkiye, Irak, Ürdün, İsrail ve Lübnan sınırlarını kontrol etmeye yetmez. Bu anlamda sınırlar geçirgen olduğu ve muhaliflere dış destek devam ettiği müddetçe, çatışmaların sona ermeyeceği açıktır. Bu noktada Rusya akıllı davranarak kara kuvvetlerini Suriye’ye sokmayacağını söylemiş, hava kuvvetleri ile asker kaybetmeden mücadele yolunu seçmiştir. Ama aynı şeyi İran için söylemek mümkün değildir. İran, kara birliklerini göndererek bir anlamda uzun sürecek yıpratma savaşında asker kaybını göze almış görünmektedir. 8. Ortadoğu savaşında büyük güç Çin’in konumu Çin’in, IŞİD ile savaşmak için Rusya’nın yanında operasyonuna katılacağı yönünde bazı haberler çeşitli internet sitelerinde yer aldı. 2014 yılında IŞİD lideri Ebubekir ElBağdadi Çin yönetimini Uygur bölgesindeki Müslümanlara baskı yapmakla suçlayarak tehdit ettiğinde, Pekin’de bu terör örgütüne yönelik endişeler başlamıştı. IŞİD yayınladığı bir dokümanda Çin’i, 2020 yılında işgal edilecek ülkeler listesinde gösteriyordu. Pekin’in en önemli endişesi, terör örgütünün Sincan-Uygur bölgesine yerleşerek buradan geçen ve geçmesi planlanan petrol ve doğalgaz boru hatlarını tehdit etmesidir. 18 Pekin, Sincan bölgesinde örgütlenmeye çalışan “Doğu Türkistan İslami Hareketi”ne ait bazı militanların Suriye ve Irak’ta aşırı İslamcı gruplardan eğitim aldığını iddia etmektedir. 07 Ekim 2015’de Çin Halk Cumhuriyeti Genelkurmay Başkan Yardımcısı Sun Jianguo’nun Moskova ziyaretinde, Rus yetkililer tarafından kendisine, Suriye’de icra edilen hava harekâtı neticesinde Doğu Türkistan İslami Hareketi mensubu 82 militanın öldürüldüğü yönünde bilgiler verilmesi, Pekin’in bu yöndeki endişelerini güçlendirmektedir. 19 Diğer yandan Çin Ulusal Petrol Şirketi, IŞİD sebebiyle Suriye’de işlettiği petrol sahasından çekilmek zorunda kalmıştır. Musul’un IŞİD’in eline geçmesinden sonra Çin’in Irak’taki petrol sahaları da tehlikeye girmiş bulunmaktadır. 18 by Rob Virtue, “Putin's boost in battle against ISIS: China preparing to team up with Russia in Syria”, Oct 8, 2015; http://www.express.co.uk/news/world/610286/China-preparing-to-team-up-with-Russia-in-SyriaBoost-for-Putin-in-battle-against-ISIS 19 by South Front, “China Develops Relations with Iran Syria, Russia”, Oct 20, 2015; http://thesaker.is/chinadevelops-relations-with-iran-syria-russia/ 18 Çin uzun yıllardır uluslararası ilişkilerde açık rekabet ve çatışmadan kaçınan bir tavır izlemektedir. Ancak kendi toprak bütünlüğü ve ekonomik kaynakları köktendinci örgütler tarafından açıkça tehdit edilmeye başlanmıştır. Rus kaynaklarına göre Çin’in bir uçak gemisi ve füze destroyeri Akdeniz’e girmiştir. Ve 20 hali hazırda Çinli askeri danışmanlar Suriye’de görev yapmaktadır. Pekin yönetimi, Suriye Politika ve Basın Danışmanı Büseyna Şaban’a, 12 Ekim 2015’te gerçekleştirdiği 21 ziyarette 35 milyon Yuan insani yardım yapma sözü vermiştir. Bütün bu gelişmeler Çin’in Suriye operasyonunda Rusya ve İran’ın yanında olduğunu, ama en önemlisi de gerekirse çatışmaya katılabileceğini açık bir şekilde göstermektedir. 9. Rusya’nın Hazar Denizinden “Seyir (Cruise) Füzeleri” fırlatması ne anlama geliyor? Rusya’nın Hazar Denizindeki gemilerden Suriye’ye füze fırlatması stratejik seviyede bir güç gösterisidir. Harita 11: Füze rotaları 20 by Rob Virtue, “Putin's boost in battle against ISIS: China preparing to team up with Russia in Syria”, Oct 8, 2015; http://www.express.co.uk/news/world/610286/China-preparing-to-team-up-with-Russia-in-SyriaBoost-for-Putin-in-battle-against-ISIS 21 by South Front, “China Develops Relations with Iran Syria, Russia”, Oct 20, 2015; http://thesaker.is/chinadevelops-relations-with-iran-syria-russia/ 19 Füzelerin rotalarına bakarsak, Suriye’deki hedeflerine, İran ve Irak hava sahasını kat ederek ulaştıkları görülmektedir. Yani İran ve Irak hükümetleri, hava sahalarını kullandırma izni vererek, Rusya’nın yanında yer aldıklarını göstermiş oldular. Ama asıl önemli olan bu füzelerin verdiği stratejik mesajdır. Bu füzelerin taşıdığı harp başlığından çok daha güçlülerini Rusya’nın Suriye’de konuşlu uçakları hedeflere atabilir. 1500 km mesafe kat eden seyir füzeleri çok pahalı silahlardır. Uçaktan çok daha ucuz ve daha etkili bombalar atmak varken Rusya niçin Hazar Denizindeki gemilerinden seyir füzeleri fırlatmıştır? Öncelikle şunu hatırlamak gerekir: Bu füzeler konvansiyonel başlık taşıdığı gibi nükleer başlıklarda taşıyabilmektedir. 2008 yılında Gürcistan krizinde de Moskova, benzer füzeler kullanarak olaya müdahale etmek isteyen ABD ve NATO’ya taktik nükleer silah kullanabileceği mesajını vererek caydırıcılığını kullanmıştır. Zaten Rusya’nın Ulusal Güvenlik Konsepti ve Askeri Doktrininde, kendisine yönelik silahlı tecavüzü püskürtmek için nükleer silahlar dâhil mevcut tüm insan gücü ve kaynaklarının kullanılacağı yazmaktadır. Ve Rus ordusu tatbikatlarında taktik nükleer silah eğitimleri yapmaktadır. Şimdi yaşanan süreci hatırlayalım. Erdoğan, Putin ile birlikte 23 Eylül’de (2015) Moskova’da cami açılışına katıldığında, Suriye’de Türkiye’nin oluşturmak istediği güvenli bölgenin (tampon bölge) halen geçerli olduğu konusunda ısrarcı olmuştu. Türkiye bu ısrarını, Rus uçakları Suriye’de harekâta başladıktan sonra da devam ettirdi. Hatta AB nezrinden destek aradı. 5 Ekim’de bir Rus uçağının sınır ihlali yapması üzerine Rus Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığına çağrılarak nota verildi. Türkiye bir dahaki sefere sınır ihlali yapan Rus uçaklarını düşürebileceği tehdidinde bulunuyordu. Bunun üzerine Rusya 7 Ekim’de Hazar Denizinde konuşlu gemilerinden Suriye’deki 11 hedefe, 26 füze fırlatarak Türkiye’nin tehdidine tehditle karşılık verdi. Moskova, Ankara’ya, “hem Suriye’de güvenli bölge kurma hayalinin bittiği, hem de uçağımı düşürürsen bedelini ağır ödersin” mesajını veriyordu. Ama Moskova’nın mesajının asıl adresi Washington’du. 04 Ekim 2015 tarihinde Amerikan devletinin derin adamlarından Zbigniew Brzezinski, Financial Times gazetesinde yazdığı makalede, “Rusya’nın Suriye’deki hava ve deniz gücü kendi topraklarından çok uzakta izole bir vaziyettedir. Eğer ABD’yi kışkırtmaya devam 22 ederse imha edilebilirler” diyerek açıkça Moskova’yı tehdit etti. Moskova’nın, seyir füzesi taarruzları asıl bu tehdit sonrasında geldi. Putin, Suriye’deki askeri varlığını tehdit edenlere tehditle karşılık verdi. 22 Zbigniew Brzezinski, “Russia must work with, not against, America in Syria”, Oct 4, 2015; http://www.ft.com/cms/s/0/c1ec2488-6aa8-11e5-8171-ba1968cf791a.html#axzz3sOsd9NzT 20 Moskova’nın mesajı sadece Türkiye ile sınırlı değildi. Kremlin bu füzelerle hem AB, hem de ABD’ye de meydan okuyordu. Nükleer başlık taşıyan balistik füzeler dikine kalkış yaptıktan sonra atmosfer dışına çıkarak, ya da atmosferin üst katmanlarında uçarak doğrusal bir rota izlediklerinden rotaları radarlar tarafından izlenerek aşağı yukarı hangi hedefe yöneldikleri tespit edilebilir. Ancak seyir füzeleri bir müddet yüksek irtifada uçtuktan sonra hedefe yaklaşırken alçak istifaya inmekte ve yeryüzüne yakın uçarak zikzaklar yapan bir rota takip edebilmektedir. Bu anlamda seyir füzeleri ilk fırlatılma anında tespit edilse bile, hedefe yaklaştıklarında füzeleri takip etmek ve nereyi hedef aldıklarını tahmin etmek mümkün olmamaktadır. 23 Rusya bu füzeleri kullanarak ABD’nin NATO kapsamında geliştirdiği füze savunma sistemi ve bunun bir parçası olarak Malatya’ya kurulan radarın bir işe yaramadığını, Karadeniz’den atılacak füzeler ile tüm Avrupa’nın, Hazar’dan atılacak füzelerle bütün Ortadoğu’nun tehdit edilebileceğini göstermiştir. Harita 12: Rus seyir füzeleri kapsama alanı 10. Avrupa’nın en büyük sorunu göç ya da Merkel niçin geldi? Avrupa’ya bir göç akını yaşanmakta. Özellikle Suriye’de olaylar kötüye gitmeye başladıktan sonra Avrupa’ya olan göç akının şiddeti oldukça arttı. Bu göç meselesi Türkiye’nin elindeki en önemli koz ve yaşadığımız PKK ve IŞİD terörüyle de doğrudan bağlantılı. Türkiye’de PKK terörünün, Suruç saldırısı ve sonrasında 2 polisimizin uykuda şehit edilmesinden sonra tırmandığını hatırlıyoruz. 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra 23 by Vladimir Kozin, “KALIBRating the foe: strategic implications of the Russian cruise missiles’ launch” Oct 13, 2015; http://orientalreview.org/2015/10/13/kalibrating-the-foe-political-implications-of-the-russian-cruisemissiles-launch/ 21 Türkiye kanlı bir sürecin içine girdi. Bu dönemde kilit rol oynayan şehirlerden bir tanesi Cizre’ydi. 12 Ağustos’ta Cizre Belediye Başkanı Leyla İmret öz yönetim ilan etti. İmret, 13 yaşında Almanya’ya iltica etmiş, bütün eğitimini Almanya’da tamamladıktan sonra 2014 yerel seçimlerinde belediye başkanı seçilerek Cizre’ye geri dönüş yapmıştı. Cizre, Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattının Türkiye’ye giriş yaptığı noktadaki en önemli yerleşim merkezidir. PKK, hattı bu noktadan keserek Suriye’nin kuzeyindeki “Kürt koridoru”nu teşvik etmek istemektedir. Terörün tırmandığı dönemde PKK’nın İran’dan gelen doğalgaz boru hattı ve Azerbaycan’dan gelen petrol boru hattına sabotajlar yaptığını gördük. Bu sabotajlar PKK’nın gelecekte dış güçler tarafından ülkemizden geçen veya geçecek enerji nakil hatlarını kontrol etmek maksadıyla kullanıldığını ve kullanılacağını göstermektedir. Harita 12: PKK Niçin Cizre’yi İstiyor Cizre’ye dönecek olursak; olayların tırmanması üzerine Valilik, 4 Eylül’de sokağa çıkma yasağı ilan etti. Bu arada Almanya’nın başkenti Berlin’e giden Eş Başkan Selahattin Demirtaş, 5 Eylül’de, "Halk karşısında bütün ordular çaresizdir. İşte Tayyip Erdoğan'ın sarayının ordusu ve polisi de yenildiler, yine yenilecekler”24 diyerek, PKK’nin Cizre’de çıkarmaya çalıştığı ayaklanmaya tam destek veriyordu. Demirtaş aynı gün Brüksel’e gittiğinde ayaklanma söylemlerini orada da tekrar ederek, Avrupa’dan Cizre ayaklanmasına destek istedi. Plana göre Suriye’nin Ayn-el Arap kasabası, nasıl dünyaya “Kobani” adı altında Suriye “Kürt özgürlük hareketi”nin sembolü olarak tanıtıldıysa, bizim Cizre şehri de dünyaya Türkiye’deki “Kürt özgürlük savaşı”nın sembolü olarak tanıtılacaktı. 24 http://haber.star.com.tr, “Demirtaş'tan terör propagandası”, 5 Eylül 2015 22 Aynı günlerde 3 yaşındaki Aylan bebeğin cesedi, Bodrum sahiline vurmuştu. Türkiye’den Avrupa’ya bir göç akını başladı. Suriyeli mülteciler botlarla Yunan adalarına hücum ediyordu. İstanbul’dan yürüyerek yola çıkan mülteciler Edirne üzerinden Avrupa’ya ulaşmaya çalışıyordu. Birbirine kırdırılan insanlar, canlarını kurtarmak adına, gerçek suçlunun kim olduğundan habersiz, “demokrasi” ve “özgürlükler” cenneti(!) Avrupa’ya akmaya başlayınca, AB panikledi. Ülkemizde 2 milyonun üzerinde Suriyeli mülteci vardı. Türkiye’nin de istikrarsızlaşması durumunda Suriyelilere katılacak TC yurttaşı nüfusla birlikte, Avrupa’nın mülteci sorunu çözülemeyecek bir hal alırdı. Göç yolu üzerindeki ülkelerin, “Müslümanları topraklarımızda istemiyoruz” çığlıkları ve zavallı insanları gazeteci müsveddelerinin çelme takarak yere yuvarlama görüntüleri medyaya yansımaya başladığında, “demokrasi ve özgürlükler cenneti Avrupa” imajı sorgulanır hale gelmişti. Bu arada Batı’da hiç kimse Cizre’nin adını ağzına alamadı. Çünkü göç, gerçekten de tehlikeliydi. Anlaşıldığı kadarıyla PKK’nın ayaklanma girişimini devlet önceden haber almış ve 24 Temmuz’da Kandil’i bombalayarak ön almaya çalışmıştı. Kandil’de bazı Almanların öldüğü haberleri internette dolaştı. Devletin aldığı bir diğer tedbirin de Suriyeli göçmenleri Avrupa’ya yönlendirmek olduğu anlaşılıyor. Özellikle Avrupa’ya yönlendirilen “göç problemi” başarılı olmuş, Avrupa’da kapı kapı dolaşan Demirtaş Cizre ayaklanması için beklediği uluslararası desteği bulamamıştı. AB’de karşılaşılan göç problemi üzerine toplantı üzerine toplantı yapıldı. 23 Eylül’de Türkiye, Ürdün ve Lübnan gibi mülteci krizinden etkilenen ülkelere para yardımı yapma kararı alındı. Türkiye ile de mülteci akışı konusunu her seviyede görüşülmesi kararlaştırıldı. Almanya Başbakanı Merkel de Türkiye ziyaretinde Ankara’ya 3 milyar Dolar yardım yapma ve Türk vatandaşlarına vize kolaylığı vaatlerinde bulundu. Bu vaatler, İdlip ve Halep’ten Türkiye’ye gelmesi beklenen yeni mülteci akınını Anadolu’da tutmayı ve Ankara’nın elindeki en önemli kozu almayı amaçlayan aldatmacalardır. Almanya, bu göç dalgasının hedefinde kendisi olduğu için PKK’nın ayaklanma denemesini desteklemekten vazgeçmiş gözükmektedir. Fakat İngiltere ve ABD’nin böyle bir göç dalgasından korkuları yoktur. Onlar için belki de Türkiye’nin istikrarsızlaşması daha iyidir. 11. Türkiye’nin istikrarsızlaşmasını kimler istiyor ve Ankara’da bombaları kim patlattı? Komşularımızda iç savaşlar nasıl başladı? Irak, Suriye ve Libya’nın başına neler geldi? Televizyonda seyrettiklerinizi hatırlayın! 23 Çarşı pazarlarda patlayan canlı bombalar, havaya uçurulan kollar bacaklar, dinamitlenen camiler, türbeler, dini mekânlar; topraklarının bir kısmını kontrol etmeye çalışan güvenlik güçleriyle sokaklarda çatışan “halk”; arkasından birbirlerinin kafasını kesen, ciğerini yiyen insanlar... Bugün bizim televizyonlarımıza bakın; ne görüyorsunuz? Biz hangi aşamasındayız bu kanlı tezgâhın. Ülkemize, çocuklarımıza ne yapılmak isteniyor? Irak’ta iç savaşı çıkaran kimlerdi? İngiliz özel kuvvetleri Basra’da Şii camini bombalarken yakalanmadı mı? Wikileaks belgeleri, ABD’nin Suriye’yi bölmek için Alevi-Sünni ekseninde iç savaş çıkarmayı planladığını yazmıyor mu? Libya’yı bombalayanlar kimlerdi? ABD, İngiltere ve Fransa beraber harekât yapmadı mı? 10 Ekim’den beri Ankara’daki bombaları kimin patlattığı tartışılıyor. IŞİD mi patlattı? MİT’in parmağı var mı? Yoksa PKK da mı işin içinde? Bu tartışmalar hedef saptırma gibi gözüküyor. Yabancı basında yer alan Türkiye ile ilgili yazılara bakıldığında Ankara saldırısını yapanların izine ulaşılmaktadır: “Suriye iç savaşı Türkiye’ye geliyor” (Foreign Policy); “Avrupa’nın hasta adamı Batı’ya mikrop bulaştırabilir” (The Times); “Mezhep savaşında Türkiye Suriye’nin peşinden gidiyor”(Financial Times); “Türkiye’nin kendisiyle 10 cepheli savaşı” (The Atlantic); “Türkiye uçurumun kenarından geri dönebilecek mi” (Reuters); “Türkiye’de iç savaş olasılığı ne kadar?” (Open Democracy); “Türkiye etnik-mezhep çatışmalarında Suriye’nin yolundan gidiyor” (The Guardian); “Kutuplaşmanın hain sonucu” (Washington Post); “Tarihinin en kötü şiddet saldırısı: Geliyorum diyen bir felaketti” (Business Insider); “Türkiye bir Abise doğru gidiyor” (Huffington Post), “Suriye Savaşı Türkiye’ye geldi” (The Daily Telegraph); “Ortadoğu’nun gelecek çökmüş devleti 25 Türkiye” (The Asia Times). Batı basınında çıkan bu haberler, tespit değil niyet beyanıdır. Ve saldırıların kimler tarafından yapıldığına işaret etmektedir. Anglosakson menşeli istikrarsızlaştırma operasyonları nasıl işliyor? Saddam, Baba Esad ve Kaddafi hakkındaki propaganda yayınlarını hatırlayalım: 25 “Seçimde koalisyon olmazsa Türkiye'de ordu yönetime el koyacak”, http://odatv.com, 20 Ekim 2015. 24 -Saddam, İran’ın bir kısmı ve Kuveyt’i topraklarına katacak, hatta Suudi Kralını devirip kutsal toprakları özgürleştirecek ve Arapları tek bir çatı altında birleştirecekti. -Baba Esad, Lübnan ve Hatay’ı içine alan büyük Suriye’yi kuracak, sonra Siyonist İsrail’i dize getirecek ve Filistinlere eski topraklarını geri bahşedecekti. -Kaddafi de yüksekten uçuyordu; İtalya’nın başkenti Roma’da çadır kuruyor, Fransa başkan adayı Sarkozy’ye seçim kampanyası için gizlice 20 milyon dolar harçlık veriyor, Çin ile ittifak yapıyordu. Bu liderlerin her biri kendi halklarının önemli bir kısmı tarafından gelmiş geçmiş en iyi lider, büyük kurtarıcı, imparator olarak görülüyordu. Ama belli bir kısmının gözünde de her biri acımasız birer diktatördü. Diktatörden kurtulmadan özgürlüğü tatmak, hatta nefes almak mümkün değildi. Uzun lafın kısası bu ülke halkları liderlere duyulan kin ve sevgi üzerinden birbirini boğazlayacak hale gelmişti. Sonuçta birkaç canlı bomba, iç savaşın ateşini yakmaya yetti. Şimdi bizde ne oldu? 13 yıllık kesintisiz AKP iktidarı nasıl bir sonuç verdi: Valiler devletin değil, artık AKP’nin valisi. Kaymakamlarda öyle. Belediyeler zaten yandaşların rant kapısı. Rektörlerin hepsi tarikat şeyhlerinin elini öper hale geldi. Devlette badem bıyıksız bürokrat kalmadı. Onlardan olmayan, hatta imam hatip mezunu olmayan hiç kimseye bu ülkede ekmek vermiyorlar. AKP’ye oy vermeyen % 55’ten fazla seçmen ötekileştirildi. İnsanlar kendilerini boğulacakmış gibi hissediyor. AKP’nin kendi tabanını konsolide etmek için uyguladığı, karşı tarafı düşman gösterme taktiği, gerçekten de başarılı oldu. Artık bir kesim AKP’lilerden nefret ediyor. AKP’liler de onlardan. İnsanlarımız birbirini düşman görmeye başladı. Din eksenli yürütülen politikalar, beklendiği gibi sonunda halkı kutuplaştırmayı başardı. AKP’ye oy verenlerin büyük bir bölümü, herkesin Tayyip Erdoğan’ı devirmek istediğini düşünüyor. Onlara AKP kurmayları tarafından aşılanan duyguya göre, Erdoğan, Abdülhamit’ten sonra gelen tek gerçek lider. Halife olmayı hak edecek kadar büyük. Yakında Osmanlıyı yeniden hayata geçirecek. O devrildiğinde bütün kazanımlar yok olur; ülke kaosa sürüklenir, parçalanıp bölünür, vb. AKP’nin ötekileştirdiği diğer kesimin gözünde ise, Erdoğan bir diktatör. O iktidardan inmediği takdirde Cumhuriyet yıkılacak, Türkiye Araplaşacak, ortaçağ karanlığına sürüklenecek. Lidere duyulan bu kin ve sevgi üzerinden bizim ülkemizde de insanlar birbirlerini boğazlayacak hale geldi sonunda. Uygun ortam bu şekilde yaratıldıktan sonra kıvılcımı 25 çakan biri mutlaka bulunur. Ankara garında patlayan bombalar işte bu ortamda çıktı karşımıza. ABD’de Obama ölse veya öldürülse, ya da Almanya’da Merkel seçim kaybetse ne olur? Bu ülkelerde düzen değişir mi? Seçmenler kendilerini ölüm kalım savaşı veriyormuş gibi hisseder mi? Bir ülkede insanlar, umutlarını tek bir insanın varlığına veya yokluğuna bağlamışsa, o ülkede sistem (devlet) çökmüş demektir. En kısa sürede yeniden inşası gerekir. Bu ortamı yaratanların kimler ve niyetlerinin neler olduğunu sorgulamak gerekir. 26