2015 Eğitim ve Öğretim Yılı

Transkript

2015 Eğitim ve Öğretim Yılı
HAZİRAN 2015
SAYI: 16
c
ELMA AGACI
ODTÜ GELİŞTİRME VAKFI ÖZEL LİSESİ
TEKNOLOJİ NEREYE GİDİYOR?
KAPAK KONUSU
Teknoloji Nereye Gidiyor?
Geçen
sayımızda
teknolojiye
biraz giriş yapmıştık. Gördük ki;
teknolojinin gidişatı başlı başına
incelenmesi gereken bir konu. Bu
nedenle bu sayımızı teknolojinin
gidişatına ayırdık. Neden teknoloji
değil de, gidişatı, diye sorulabilir.
Teknoloji zaten sürekli olarak
gelişiyor ve her gün yeni teknolojik
ürünler piyasaya sürülüyor. Bu
süreçte temel bilimlerin teknolojiye
etkisi nedir? Teknolojiyi nasıl
yönlendiriyor? Bunları ele alalım
istedik. Arada bizlerin de ilgisini
çeken teknolojilere ve ürünlere yer
verdik. Zevkle okuyacağınız bir dergi
ile sizleri başbaşa bırakıyoruz. Yeni
sayılarda buluşmak üzere..
ELMA AĞACI
ODTÜ GELİŞTİRME VAKFI ÖZEL LİSESİ
ODTÜ GELİŞTİRME VAKFI
EĞİTİM HİZMETLERİ A.Ş. ADINA
Deniz Keskin
Kurucu Temsilcisi
ANKARA OKULLARI GENEL MÜDÜRÜ
Dr. Nevzat Adil
OKUL MÜDÜRÜ
Sema Aydın Keykan
YAYIN KURULU
Kimya Zümresi
GRAFİK, TASARIM
Burhan Acarsoy
YAZIM İNCELEME KURULU
Burhan Acarsoy
Hayriye Topçuoğlu
Bu dergi 2140 sayılı Tebliğler Dergisi’nde belirlenen
esaslara göre hazırlanmıştır.
Haziran 2015
“Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız,
şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır ya da
esaret ve sefalete terk eder.”
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
İÇİNDEKİLER
KAPAK KONUSU:TEKNOLOJİ NEREYE?
EMİNE AYBALA DENİZ, “BİZİ BEKLEYEN TEKNOLOJİ”..............................................6
KEREM AYDIN, “TEKNOLOJİ HAYATIMIZA NELER KATAR?” .............................10
DORA TÜTÜNCÜ, “ELMANIN İKİ YARISI – FİZİK VE TEKNOLOJİ“......................11
İLKEM ŞAHİN, “KİMYA VE TEKNOLOJİ”.................................................................12
BERİL BÜYÜKHATİPOĞLU, “LENSLERE SON“.........................................................15
CEYDA ELÇİN KAYA, “BİYOLOJİ VE MICROARRAY TEKNOLOJİSİ”.......................16
ALPER TANRISEVER, “ORTAÇAĞDAN GÜNÜMÜZE TIBBIN EVRİMİ”............ 18
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
EGE YÜCESOY, “NÜKLEER ENERJİ”.............................................................................................22
CEYDA ELÇİN KAYA, “TEKNOLOJİ NEREYE GİDİYOR?”..........................................................24
MERT MOLU, “ÇAĞLAR BOYU KULLANILMIŞ BİYOLOJİK SİLAHLAR”...............................28
DORUK GERÇEL, “KİMYA, TEKNOLOJİ, GELECEK VE ÖTESİ”..................................................30
GREEN TEAM, “KARBON AYAK İZİ”................................................................................32
GREEN TEAM, “GREEEN - AVRUPA ÇEVRE EĞİTİMİ AĞI”..............................................34
AKILLI ELLER TAKIMI, “11. BULUŞ ŞENLİĞİ ”.........................................................................36
KARİKATÜR: (ARKA KAPAK)
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
BİZİ BEKLEYEN TEKNOLOJİ
Aybala Deniz 10-C
Bu gelişmelerden ilki derinin altına
yerleştirilen çipler. Çipler ilk olarak İsveçli
bir şirket tarafından çalışanlarının işe giriş
çıkışlarını takip edebilmek amacıyla Şubat
2015’te kullanılmaya başlandı. Ellerine
yerleştirilen pirinç tanesi büyüklüğündeki
çipler yardımıyla çalışanlar iş merkezindeki
güvenlik kapılarından bir kart gerekmeksizin
geçebiliyor, kantinden alışveriş yapabiliyor
ve fotokopi makinelerini kullanabiliyorlar.
Çip, kredi ve metro kartlarında da kullanılan
radyo-frekans tanımlama sistemi ile çalışıyor.
Çipli sistem bu haliyle oldukça işlevsel ve
yaşamlarımızı kolaylaştıracak bir buluş gibi
görünüyor, tabi doğru şekilde kullanılırsa.
Ve sırada, geri dönüştürülebilir materyallerden
yapılan teknolojik aletler var. Güney Kore’nin
lider cep telefonu üreticisi Samsung’un 10
Haziran 2012’de satışa sunduğu “Galaxy
Exhilarate”,
bu
kategoriye
en
güzel
Teknoloji, bugün hayatlarımızda çok
önemli bir yere sahip ve bu sonu gelmeyen
bilim dalı çok kısa bir zamanda çok büyük
bir hızla gelişiyor. Bundan elli yıl öncesini,
bilgisayarların yeni yeni tarih sahnesine
çıktığı yılları düşünelim. O yıllarda yaşamış
bir insana bilgisayarların yardımıyla evden
bile çıkmadan alışveriş yapabileceğini,
arkadaş edinebileceğini, sınırsız bilgiye
ulaşabileceğini söyleseydiniz size inanır
mıydı? Elbette ki hayır. Oysa yalnızca elli yıl
kadar kısa bir süre içerisinde bilgisayarların
dahil olmadığı bir alan kalmadı. Üstüne üstlük
bu araçlar ceplerimize sığabilecek kadar da
küçüldü. Ben de bu yazımda bugün hayal
bile edemeyeceğimiz teknolojik gelişmelerden
yalnızca
birkaçını
kısaca
tanıtacağım.
6
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
örneklerden biri. Bu çevre dostu akıllı
telefonun diğerlerinden farkı, yapımında %80
oranında geri dönüşümlü materyal kullanılmış
olması. Böyle bir telefon şu an alanında bir
ilk. Umarım Samsung’un bu hareketi geri
dönüşümlü materyallerin daha çok elektronik
aletin yapımında kullanılmasına öncü olur.
Bir de nanoteknoloji ve akıllı materyaller
var tabi. Gerçi biz artık çok yabancı değiliz
bu terimlere, hayatlarımıza gireli yıllar oldu.
Hemen hemen her alanda etkilerini görmek
mümkün. Marmara Üniversitesi Nanoteknoloji
ve Biyomalzemeler Araştırma ve Uygulama
Merkezi’nde planlanan ve “tekstil yüzeylerinde
elektromanyetik kalkanlama” adı verilen bir
proje başlatıldı. Projenin amacı, giysilerin
üstünü borlu materyal ile kaplayarak,
vücudumuzu manyetik alanlara karşı korumak.
Yani
böyle
bir
kıyafet giydiğinizde
çevrenizdeki
elektronik
aletlerin
yaydığı radyasyona
maruz kalmayacak,
bu
dalgaların
vücudunuza
uzun
vadede
verdiği
zararlardan
ve
bu sebeple ortaya
çıkan
alzheimer,
katarakt,
kanser
gibi
hastalıklardan
da büyük ölçüde
korunabileceksiniz.
Kanser demişken, yine aynı üniversitede
başlatılan bir çalışma ile vücudumuza
aldığımız ilaçlar istenilen organ ve dokulara
yönlendirilebilecek. Bu, kanser hastalığının
ortadan kaldırılması yolunda devasa bir adım.
Ayrıca kemoterapinin hastanın vücuduna
verdiği zararlar de engellenmiş olacak; çünkü
kemoterapide
verilen
ilaç
bütün
vücudu
etkileyip birçok sağlıklı
hücrenin de kanserli
hücrelerle
birlikte
ölmesine yol açarken,
bu sistem sayesinde
ilaç doğrudan kanserli
hücreleri
etkileyecek.
Nanotıptaki bu yeni
yöntem şöyle işleyecek:
Damarlarımızın içinde
dolaşabilecek
kadar
küçük bir baloncuğun
içine ilaç ve altın
partikülleri yüklenecek, baloncuk istenen
yere damarlardan kan yoluyla hareket
ettirilecek. Baloncuğun kontrolü ultrason
yardımıyla sağlanacak. Altının konmasının
nedeni ilacın ultrason yardımıyla vücutta
istenilen şekilde hareket ettirilmesinin en
kolay yolunun yanında bir de metal bulunuşu
olması. Zaten altının vücudumuza hiçbir
zararı yok, diş kaplamalarında da kullanılıyor.
7
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
Teknolojiden bahsedip Tesla’yı anmamak olmaz. Gelmiş geçmiş en büyük dahilerden
olan, Nikola Tesla tarafından, yapımı çok önceden düşünülmüş, yapılırsa yeni bir çağ
bile açabilecek bir teknolojiden bahsetmek istiyorum: Dünya çapında bir telsiz sistemi
aracılığıyla bol ve ucuz elektrik iletimi. Büyük mucit ve bilim adamı, alternatif akımla üretilen
elektromanyetik dalgaların enerji iletmekte kullanılabileceğini savunuyordu. Kendisi bu
icadının büyüklüğünü açıklamak için şu ifadeleri kullanmıştı: “Bana böyle bir tesis kurarsanız,
İngiltere’den ABD’nin ışıklarını yakabilirim.” Ancak böyle bir proje için çok büyük ve pahalı
bir tesis gerekliydi ve maalesef o zamanlar Tesla’nın fikirlerine gereken önem verilmedi.
Son olarak, “üç boyutlu yazıcılar”da unutmamak gerek. Üç boyutlu yazıcılar, bilgisayarda
oluşturulan üç boyutlu bir çizim dosyasından üç boyutlu katı bir cisim yapan araçlardır. Bu
8
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
işlem sırasında yazıcı, çizimdeki nesneyi
tabanından başlayarak plastik katmanlar
halinde oluşturur. Günümüzde bu tip yazıcılar
mimarlıktan kuyumculuğa, sanayiden protez
ve alçılara birçok alanda kullanılıyor, hatta
bu tip yazıcılarla hücre bile üretilebiliyor.
Ancak bu konuda en önemli adım geçen
sene İngiltere’deki Edinburgh Üniversitesi
araştırmacıları tarafından atıldı: İlk defa bir
üç boyutlu yazıcıyla kök hücre üretildi. Kök
hücreler insan vücudundaki ana hücrelerdir.
Henüz farklılaşmamış olan bu hücre
grubu, her türlü organ ve yapıyı oluşturma
yeteneğine sahiptir. İleride kök hücreler
yardımıyla organ bile üretilebilecek; yani
bu buluş sayesinde organ nakli tarih olacak.
Başta da söylediğim gibi, teknolojinin
başlangıcını bilmiyoruz, sonunu da hiçbir zaman
bilemeyeceğiz. Ancak o, iyiye kullanılabileceği
gibi kötü emeller için de kullanılabiliyor.
Ben
sadece
iyiye
kullanılabileceği
alanlardan bahsetmeyi tercih ettim. Umarım
gelecekte, teknolojinin sadece hayatlarımızı
kolaylaştırması ve yaşam kalitemizi yükseltmesi
amacıyla kullanıldığı bir dünyada yaşarız.
Not: Bu yazıyı yazmamda büyük emeği geçen
Şafak Açıkgöz’e teşekkür ederim.
Kaynakça:
-
http://www.dunyabulteni.net/m/
gunun-haberleri/321205/isvecte-cipli-insandonemi-basladi
-
www.donanimhaber.com/cep-telefonlari/haberleri/CES-2012-Geri-donusumlumateryaller-kullanilan-akilli-telefon-SamsungExhilarate.htm
-
www.on5yirmi5.com/haber/bilimteknoloji/arastirma/127168/nanoteknolojisayesinde-insan-omru-uzayacak.html
-
www.sabah.com.tr/dunya/2013/02/07/organ-uretecek-3-boyutluyazici
-
CHENEY, Margaret. (2012). Zamanın
ötesindeki deha Tesla. İstanbul: Aykırı
Yayıncılık.
9
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
Teknoloji Hayatımıza Neler Katar?
Kerem Aydın 10-C
Teknoloji insanların hayatlarını kolaylaştırmak
ve doğayı yönetmek için ürettikleri aletlerin
tümüne denir. Buna göre şu an kullandığımız
kalem gibi en basit cihazdan akıllı telefon
gibi ürünlerin hepsi teknolojinin bir
parçası sayılabilir. Teknolojinin olmaması
insanları diğer canlılardan farksız kılacağı
için teknolojisiz bir hayat düşünülemez.
Günümüzde insanlar bilime ve teknolojinin
gelişmesine diğer dönemlere göre daha çok
önem vermektedirler. Bu önem teknolojinin
gelişimini hızlandırmış ve teknolojiyi takip
etmeyi zorlaştırmıştır. Örnek vermek gerekirse
her geçen gün bilgisayarlarımız güçlenmekte
telefonlarımız telefonluklarını yitirmekteler.
Bu durum hayatımızın son on beş yirmi sene
içinde çok hızlı bir şekilde değişmesine sebep
olmuştur. Teknolojinin hayatımıza son yıllarda
neler kattığını günümüzü ve yirmi sene
öncesini kıyaslayarak rahatlıkla anlayabiliriz.
Bence hayatımızı en çok değiştiren cihazlar
telefonlar oldu, 1995 yılında hayatımıza telefon
kavramı daha yeni girmişti ve cep telefonu
denilen cihazlar daha hiç yaygın değildi
ve oldukça kullanışsızdı. Fakat 2015 yılına
gelince telefonların her evde olduğunu, cep
10
telefonlarının “akıllandığını” ve hayatımızın
her alanına girdiğini görüyoruz. Artık
mutfaklarımızda mikrodalga fırın, no-frost
buzdolapları gibi eşyaların bulunduğunu
görüyoruz. Eskiden kendileri kocaman
ekranları küçücük olan tüplü televizyonların
yerini ise yüksek çözünürlüklü kâğıt
inceliğinde televizyonlar aldı. Arabalar
artık daha hızlı ve daha az yakıt tüketiyor
ayrıca çevre dostu olma iddiasında. Tarım
artık eskiden yapılandan çok farklı, fenni
gübreler kullanılıyor, bitkilerin genetikleri
değiştirilerek üstün verim ve kalite alınıyor.
İnternet kocaman dünyamızı iyice küçülttü
ve küçücük dünyamızdaki her şeyi ulaşılabilir
hale getirdi ve bunun gibi binlerce örnek....
Hayat teknoloji sayesinde 20 sene içinde ne
kadar çok değişmiş değil mi? Bu değişim olumlu
mu yoksa olumsuz yönde mi hiçbir zaman kesin
olarak bilemeyiz ama teknolojinin hayatımızı
çok etkilediği açık. Hatta teknoloji hayatımıza
çok şey katmıştan çok “Teknoloji hayatın yani
değişim ve gelişimin kendisidir.” denebilir.
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
ELMANIN İKİ YARISI – FİZİK
VE TEKNOLOJİ
Etrafınıza bakın. Neler görüyorsunuz?
Kuşlar, binalar, arabalar, belki de daha
birçok farklı şey. Ama aslında yakından
baktığınızda, her şeyin fiziğe dayalı
olduğunu görebiliyorsunuz. Dondurmanızın
yere
düşmesi,
kartopu
oynarken
kartopunuzun
arkadaşınızın
kafasına
çarpmasına kadar her şey fiziğe dayalı.
Ve tabii ki günümüz teknolojisinde de.
Teknoloji
fiziksiz
anlamsızdır.
Elektronik aletlerinden ulaşım araçlarına
kadar her şeyde teknoloji ve fizik bilgileri
birleştiriliyor.
Fiziğin
varlığı
olmadığı
düşünülerek araçlar üretilemez. Fizik kuralları
doğrultusunda faydalanan teknoloji kendi
üretimlerini geliştirerek bunlara uyum
sağlar. Teknoloji fiziğin en gelişmiş halidir.
Hayatımızda hareketler, aldığımız nefes,
küresel ısınma, çevre kirliliği, harcadığımız
enerji, bilgisayar, cep telefonu, araçlar her
şey fiziğin temel kuralları içersinde var
olmuştur. Fizik kuralları içersinde teknoloji
kendisini geliştirebilir. Telefonlar için iletişimi
sağlayan uydular dünyamızın çevresinde
dolaşımını fizik kurallarını takiben yapar.
Teknoloji insanlığın ihtiyaçları doğrultusunda
gelişme çabası içine girer ancak hedefe
ulaşabilmek için fizikten yararlanır. Örnek
olarak TV, buzdolabı, klima, ütü, vs gibi
günlük hayatımızda kullandığımız tüm
teknolojik aletlerde fizik kullanılır. Mesela
ütü içerisinde basit devre elemanlarından
dirençler bulunur, bu dirençlerin değeri
çok büyük olduğundan elektrik enerjisi ısı
enerjisine dönüşür, yani günlük hayatta daha
şık olabilmek için bile fizikten yararlanıyoruz. Fizik gün ve gün geliştikçe teknoloji de
gelişti; bilgisayarlar, projeksiyon aletleri, akıllı
tahtalar gelişti ve gelişen bu aletler de fiziğin
öğretiminde etkili yöntemler arasına girdi.
Mesela bilgisayarda kullanılan simülasyonlar
sayesinde yapamadığımız (fotoelektrik olay
da tüp içerisinde gerçekleşen olaylar vs)
Dora Tütüncü 9-B
deneyleri etkileşimli şekilde inceleyerek
daha etkili ve kalıcı öğretimler sağlanılıyor.
Sadece ev aletleri de değil, binalarda,
ulaşımda, enerji elde etmede bile basit fizikten
en karmaşığı bile kullanılıyor. Bir düşünün;
süspansiyonlar, arabanın sadece küçük bir
kısmı ve ivme bilgisi sayesinde arabaya
sistemler yerleştiriyor ve daha rahat bir sürüş
sağlıyoruz. Bazı trenlerde ise manyetizmanın
temel kuralları kullanılıp, sürtünmeyi en aza
indirip 300 km/h in üstüne çıkıyor. Bitmedi;
modern fiziğin bize olan katkıları sayesinde
küçücük bir atomdan aşırı derecede verimli bir
şekilde enerji elde edebiliyor ve kullanıyoruz.
Fizik, her gün bize yeni bir bilgi
edindiriyor, bizi, çevremizi ve kafamızda oluşan
“nasıl” sorularını cevaplamamızı sağlıyor. Ve
zaman geçtikçe bu bilgi, bizim yaşamımızı
kolaylaştırıyor, insanoğlunun yapabilecekleri
kat kat arttırıyor. Kim bilir gelecekte fizik
bize nasıl bilgiler ve icatlar sunacak…
Kaynakça:
Resimli Evren Atlası- Mark A. Garlick
The World Book Encylopedia of Science Vol.2
11
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
KİMYA VE TEKNOLOJİ
İlkem Şahin 11-E
Kimya, birçok alanda teknolojik
gelişime yardımcı olan bir bilim dalıdır. Gıda,
ilaç, boya, sağlık, petrol gibi birçok sektörde
teknolojik gelişmelere ışık tutan önemli
kaynaklardan birisi kimyadır. Kimyanın bu
yönünü fark edip teknolojik inovasyonlarına
kimyayı da katarak çevresel koruma ve
sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştiren
önemli şirketlerden biri ise BASF’dir.
Badische Anilin- und Soda-Fabrik(BASF)
1965 yılında Almanya’da kurulmuş bir
kimya
şirketidir.
Portföyünde
kimyasallar, boya, plastik, gıda,
petrol ve gaz gibi ürünler yer alır.
“Sürdürülebilir bir gelecek için kimya
yaratıyoruz.” sloganıyla yola çıkarak
toplumun ihtiyaçlarını karşılamak
için birçok inovasyon yapmışlardır.
İnovasyonlarında ilk olarak insanların
ihtiyaçlarını belirleyip daha sonra
ise belirledikleri ihtiyacı karşılamak
adına hangi sektörde bir yeniliğe
ihtiyaç olduğunu belirlemişlerdir.
Örneğin “Raw Material Change” adını
verdikleri teknolojik araştırmada
ham petrol yerine kullanılabilecek
yeni
ham
maddeler
üretmeye
çalışmışlardır. Böylelikle uzun vadede
petrol bittiği zaman da kullanılabilecek ham
maddeler üretmeyi hedeflemişlerdir. 2013
yılında başladıkları araştırmada “syngas”
adı verilen ürünün çevre dostu bir şekilde
hidrojen ve oksijenden üretimini sağlamaya
çalışmışlardır. Bunun için de kimyanın da
büyük bir bölümünde kullanılacağı inovatif
bir teknoloji geliştirmeye çalışmışlardır.
Bunun için ise ilk önce yeni üretilen yüksek
sıcaklıkta çalışan bir teknolojik alet kullanarak
12
doğal gazdan karbon ve oksijen üretilecektir.
Bu işlem mümkün olduğunca az masrafa
sebep olacak ve çevre dostu olacaktır.
İkinci aşamada ise CO2 ve hidrojen gazları
kullanılarak syngas üretilecektir. Bu şekilde
üretilen syngas hem çevreye zarar vermemiş
hem de kimya endüstrisi için kullanılabilecek
önemli bir ham madde olacaktır. BASF şirketi
bunun gibi kimyayı kullanarak insanların
ihtiyaçlarını
yeni
teknolojik
aletlerle
karşılamanın yanı sıra aynı zamanda kimya
adına da gelişmelere yardımcı olacak yeni
teknolojik ürünlere de imza atmaktadır.
Aynı zamanda BASF şirketi “Biz
kimya yaratıyoruz” adlı bir kampanyayla da
karşımıza çıkmaktadır. Bu kampanyanın üç
farklı ana başlığı vardır: Kaynaklar, çevre ve
iklim, yaşam kalitesi ve gıda ve beslenme.
Örneğin kaynaklar, çevre ve iklim için “Deniz
suyunu nasıl içme suyuna dönüştürebiliriz?”
gibi bir soru üzerine çalışmışlardır. Bunun için
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
ise kireçlenmeyi kontrol eden Sokalan adında
bir ürün geliştirerek kimya yaratmışlardır.
Yaşam kalitesi başlığı içinde işledikleri bir
sorunda
sivrisineklerdir.
Sivrisineklerin
bazıları özellikle Güney Afrika’da sıtma
hastalığından dolayı birçok insanın hayatını
kaybetmesine sebep olmaktadır. Bunun
için Interceptor adı verilen cibinlikleri
üretmişlerdir. Ve böylelikle orada yaşayan
insanları ve çocukları korumuşlardır. Gıda
ve beslenme için çiftçilerin artan nüfusu nasıl
doyurabileceğini düşünmüş ve yenilikçi
çözümleri ile hastalık ve kuraklık gibi zararlı
etkilerden korurken aynı zamanda ürünlerin
kalitesini de arttırmayı başarmışlardır.
Kısacası BASF kimyanın şu an
günümüzde yaşadığımız birçok sorun için
çözüm üretebileceğini fark etmiş bir şirkettir.
Dünyanın her tarafından milyonlarca insanın
hayatını kolaylaştıran teknolojik inovasyonlara
imza atmışlardır ve bunu kimya sayesinde
yapmışlardır. Yani kendi sloganlarında da
belirttikleri gibi kimya yaratmayı ve bunu
insanların yararı için kullanmayı başarmışlardır.
Teknoloji, insanlığın ilk yıllarından beri
vardır; İnsanların düşünmeye başlamasıyla
beraber ortaya çıkan ve insanların hayatını
kolaylaştıran nesneler ve aletler bütünüdür.
Teknolojik aletlerin gelişimi zaman ilerledikçe
artmıştır ve inceledikleri konular değişim
göstermiştir. Bu teknolojik gelişim; kimya,
fizik ve biyoloji gibi fen bilimlerinde
meydana gelen gelişimler ile sağlanmıştır ve
birbirleriyle sürekli etkileşim içindedirler.
Kimyada; atomun en küçük parçacıklarına
kadar incelenebilmesiyle beraber devrim
niteliğinde gelişmeler sağlanmıştır. Maddelerin
yeniden yapılandırılması ve düzenlenmesi ile
beraber uzay alanında, sağlık alanında ve enerji
alanında büyük gelişmeler meydana gelmiştir.
Uzay çalışmaları:
İnsanlar her zaman sınırlarını geliştirmek
istemiştir. Kimyada ve fizikte beraber
meydan gelen gelişmeler de buna olanak
sağlamıştır. Uzay araştırmaları için bir
sürü uydu hazırlanmış, robot hazırlanmış
ve
gezegenlere
gönderilmiştir.
Bunun
dışında Dünya’nın yerçekimi alanında olan
Uluslararası Uzay İstasyonu’nun (International
Space Station) faliyetleri artmıştır. Bu
uzay istasyonu, dış yüzeyinin Güneş’ten
gelen zararlı ışınlardan etkilenmemesi için
özellikle hazırlanmıştır. Bu dış yüzey ışınları
geçirmemesi için özel kimyasallardan ve
malzemelerden hazırlanmıştır. Ayrıca iç
basıncın ve dış basıncın dengelenmesi, bu
şekilde de astronotların araştırmalarını
rahatlıkla sürdürmesi için fiziksel ve
kimyasal faktörlerden yararlanılmıştır. Bu
uzay istasyonu diğer güneş sistemlerinin
13
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
ve gezegenlerin kimyasal bileşenlerinin
rahatlıkla belirlenmesi ve gözlenmesi için
eşsizdir. Bu şekilde Dünya’ya benzeyen bazı
gezegenler bulunmuştur. Bu gezegenler insan
ırkının
devamlılığının
koloniler
gönderilerek sağlanması için belirlenmektedir.
Sağlık Çalışmaları:
Simyanın en büyük amacı ölümsüzlük
iksirini bulmaktı. Kimyanın ve sistematik
bilginin oluşması ile beraber ölümsüzlüğün
sağlanamayacağı anlaşıldı; lakin insanların en
büyük amaçlarından biri ömürlerini mümkün
olabildiğince
uzatmaktır.
Günümüzde,
ilaçlar ile beraber hastalıklar rahatlıkla tedavi
edilmektedir. Bunun dışında genetik alanında
yapılan gelişmeler insan yaşam kalitesini
arttırdığı gibi ömrünü de uzatmaktadır. Kaza
sonucu meydana gelen derin yaralanmalar
veya doku kayıpları kök hücre teknolojisi
ile onarılabilmektedir. Kulak gibi organlar
yapılandırılmaya başlanmıştır. Kol ve bacak
gibi büyük ve hareketli sistemleri de oluşturma
çalışmaları başlamıştır. Bu çalışmaların
gerçekleşmesi
biyo-kimya
alanındaki
çalışmalar ile sağlanmıştır. Doku uyumunun
sağlanması bu alandaki en zor aşama olduğu
gibi sadece biyo-kimyasal reaksiyonların
kontrol
edilmesi
ile
sağlanmaktadır.
Enerji Çalışmaları:
Atomun parçalanmasıyla beraber nükleer
enerji kullanılmaya başlamıştır. Nükleer
enerji santralleri birçok ülkede kurulmuştur
ve ABD ve Rusya bu konuda öncü
ülkelerdir. Nükleer enerji nüfusu büyük olan
ülkelerin enerji gereksiniminin büyük bir
kısmını karşılamaktadır. NASA’nın yaptığı
araştırmalara göre termik santraller yüzünden
meydana gelecek 64 gigaton karbondioksit
salınımı
1.84
milyon
insan
ölümü
engellenmiştir. Buna karşın bu santrallerin
kontrolleri dikkate alınmalıdır. Açığa çıkan
enerji miktarı fazla olduğundan dolayı açığa
büyük miktar ısı enerjisi çıkmaktadır. Bununla
beraber patlamalar meydana gelmektedir.
Tedbirsizlik ve dikkatsizlik bu kazaların
birincil sebebidir ve yüksek radyasyondan
dolayı büyük zarar vermektedir. Çernobil
kazası bunun en önemli örneğidir.
Kimya’nın ve teknolojinin insanlığa
sağladığı
katkılar
büyüktür
ve
bunlar zaman geçtikçe gelişmektedir.
14
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
LENSLERE SON
Beril Büyükhatipoğlu 10- E
HABER: “Müjde! Artık lenslere son! Kalıcı
olarak göz renginizi değiştirip, mavi gözlü
veya yeşil gözlü olabilirsiniz. “
Acaba bu haber doğru mu veya faydalı mı buna
bir göz atalım.Fakat önce gözün anatomisini
hatırlayalım.
Göz bildiğimiz üzere, ışığı algılayarak
görmemizi sağlayan bir organdır. Gözün iç
tarafında, iris denilen renkli bir tabaka vardır.
Bu tabaka, kişinin genetik yapısına göre
kiminde koyu kahverengi kiminde ela kiminde
yeşil kiminde de mavi olabilmektedir. Bu
tabakada melanin denilen önemli
bir pigment vardır.
Eğer
melanin
çoksa
göz
koyu renkli, melanin
azsa göz açık renkli olur.Ayrıca bu tabaka
fazla ışık ve güneşte, gözün arka tarafına
fazla ışığın geçmemesi için küçülür. Az ya da
loş ışıkta ise, daha fazla ışık alabilmesi için
büyür. Bir grup Amerikalı tıp doktoru 10
yıllık deney ve araştırmalarına dayanarak,
20 saniyede göz rengini kalıcı bir şekilde
değiştirebildiklerini iddia etmektedirler. Bu
kalıcı göz renginin değiştirilmesi uygulaması
ile, gözün iris tabakasına 20 saniyelik bir
frekansa ışık tutuluyor ve koyu renkli göz
oluşumunu sağlayan fazla melanin pigmenti
ortadan kaldırılıyor. Bu lazer uygulamasından
2-3 hafta sonra ise göz rengi kalıcı olarak
maviye dönüşüyor. Fakat bu işlem sadece
kahverengi göz renginden maviye dönüş için
kullanılmaktadır ve bu işlemin geri dönüşümü
bulunmamaktadır. Yani, bir daha rengi geriye
döndürmek veya değiştirmek mümkün
değildir. Bu işlem yaklaşık 5000 dolar
tutmaktadır ve daha Türkiye’de uygulanmaya
başlanmamıştır. Ancak Türkiye’de de 1-2 yıl
içinde bu uygulama aktif hale gelecektir ve
20 saniye içerisinde göz rengi kalıcı olarak
değiştirilebilinecektir.
Bir de bu olaya Prof.Dr. Kadir Büyükhatipoğlu’nun gözünden bakalım.
“Evet,
artık
teknolojinin
ilerlemesiyle
Lumineys yani göz renginin değiştirilmesi ultra
hassas lazerler ile
mümkün. Bu
olayla
lazer
irisin
melanin pigmentlerini yok eder ve göz rengi
daha açık bir hale getirilir. Ancak, gözleri
açık renkli olan arkadaşlarımız daha iyi
anlayacaklar; açık renkli göz, fazla ışıktan
kolaylıkla rahatsız olur, kızarık ve hassastırlar
ve kolay sulanırlar. Bu sağlık açısından yararlı
bir şey olmasa gerek. Sadece estetik kaygısıyla
bu operasyonun yapılmasının doğru olmadığını
düşünüyorum. Başta da söylediğimiz gibi
bu azaltılmış melanin pigmenti nedeniyle
gözün diğer kısımlarının fazla ışıktan rahatsız
olunması pek özenilecek bir özellik değildir.
Demek istediğim şu ki, sağlık açısından bu
operasyonu onaylamıyorum. Eğer estetik çok
önemseniyorsa bu operasyonun yerine, bir göz
hekimine danışılarak kozmetik kontak lens
kullanılabilir ve istenilen göz rengine sağlıklı
ve kolay bir şekilde ulaşılır.”
KAYNAKÇA:
Op.Dr. Kadir Büyükhatipoğlu
GENETİK, William S.Klug & Micheal R.
Cummings, sy.405
15
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
BİYOLOJİ VE MICROARRAY TEKNOLOJİSİ
Ceyda
Teknoloji gün geçtikçe gelişiyor değişiyor.
Moleküler
biyolojinin
bilgisayar
teknolojileriyle paralel olarak ilerlemesi iki
dalı birbirine yaklaştırmış ve harika sonuçlar
ortaya çıkmasına sağlamıştır. Sonunda
biyoteknolojinin ulaşabileceği son noktalardan
biri olan gen çip ya da diğer adıyla mikroarray
teknolojisi ortaya çıkmıştır. Microarray
tekniğinin ilk girişimleri Shalon ve Schena
tarafından gerçekleştirilmiştir.
Elçin
Kaya
10-D
“DNA microarray’i cam, plastik veya silikon
çip gibi katı bir yüzeye tutturularak sıralı bir
şekilde (array) oluşturulmuş mikroskobik DNA
spotlarıdır. Bir microarray’de bu spotlardan
onbinlerce vardır “.
Microarray’lerin üretiminde birçok yöntem
vardır. Cam lamlar üzerine ince uçlu iğnelerle
baskı, önceden hazırlanmış maskelerle
fotolitografi, ink-jet baskı, mikroelektrod
array’lerinde
elektrokimya
gibi... Hepsi alanında uzman
kişiler tarafından yapılır ve
en minik ayrıntısına kadar
incelenir. (NHGRI, 2011)
Herkesin anlayacağı şekilde
mikroarray çiplerini 2 yolla
hazırlayabilirsiniz:
• DNA ya da gen parçalarını
doğrudan
cam
maddenin
üzerinde sentez ederek
• DNA’nın direkt olarak
yüzeye bırakılması tekniğiyle…
Bu teknik kullanılırken genomik
DNA’nın parçaları alınarak
direkt, fiziksel olarak cam
yüzeydeki yerlerine bırakılır.
Gen fonksiyonlarının “bütün resmini” görmek
bilinen, günümüz yöntemleriyle zordur. Gen
çip teknolojisinin büyük bir ilgi görmesinin
nedeni, bütün genomun basit bir çip üzerinde
görüntülenebilmesi ve bu sayede bilim
adamlarının aynı anda
binlerce genin birbirleriyle olan etkileşimlerini
görmesine olanak tanımasıdır.
16
Açık ve her hangi belirli bir
hücrede kapalı olan genlerin
belirlenmesi için, bir araştırmacı öncelikle bu
hücrede bulunan haberci RNA molekülleri
toplamak gerekir. Araştırmacı sonra mRNA’ya
tamamlayıcı cDNA’yı üreten bir ters
transkriptaz enzimi (RT) kullanarak her bir
mRNA molekülü kodlar. Bu işlem sırasında
flüoresan, nükleotid cDNA bağlıdırlar. Tümör
ve normal dokular farklı floresan boyalar
ile etiketlenir. Daha sonra, bir araştırmacı,
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
bir DNA mikro-dizi slayt üzerine etiketli
cDNA’ları yerleştirir. (NHGRI, 2011)
Hücrede mRNA’ları temsil etiketli cDNA lar
sonra hibridize olur ya da microarray üzerindeki
tamamlayıcı DNA’larına üzerlerinde ona ait
florasan işaretini bırakarak bağlanırlar. Daha
sonra bir araştırmacı, mikroarray slayttaki her
nokta ve alanlardaki floresan yoğunluğunu
ölçmek için özel bir tarayıcı kullanması gerekir.
Bir gen aktif ise birçok mRNA molekülü ve
buna bağlı olarak microarray üzerindeki
DNA’yı hibridize eden ve bununla beraber
parlak bir florosan alanı yaratan daha fazla
cDNA üretir. (NHGRI, 2011)
Araştırmacılar sık sık farklı zamanlarda çeşitli
genlerin aktivitesini incelemek için bu tekniği
kullanmıştır.
DNA mikroarray kanser hücrelerindeki gen
ekspresyon
farklılaşmasının
karakterize
edilmesinde oldukça kapsamlı bir şekilde
kullanılır. Örneğin, insan akciğer epitel
hücreleri tarafından ekspresyonu yapılan
yaklaşık 5500 gen, akciğer kanserli doku
genleri ile karşılaştırılabilmektedir. Böylece
kanserleşme sürecinde rol oynayan gen
takımları hakkında bilgi edinmek mümkündür.
En sonunda durdurak bilmeyen teknolojinin de
yardımıyla tüm kalıtsal hastalıkların ve kanser
hücrelerinin microarray
teknolojisi ile açıklığa
kavuşması
hatta
tam
tedavisi mümkün olabilir!
Kanser tedavisindeki bir
diğer önemli rolü, gen
ekspresyon durumlarına
göre kanserleşen hücrelerin
sınıflandırılabilmesidir.
(Shena, Shalon, Davis,
Brown, 1995)
Belki
birkaçımızın
daha
önce
duyduğu,
çoğumuzun
ise
yeni
keşfettiği
microarray
teknolojisi
görüldüğü
üzere kısa sürede ve
oldukça pratik olarak
birkaç bin genin analizini
yapmayı mümkün hale
getirmektedir.
KAYNAKÇA:
1) Schena M, Shalon D,
Davis RW, Brown PO. (1995).
Quantitative monitoring of
gene expression patterns
with a complementary
DNA microarray. Science.
Oct 20; 270 (5235): 467-70.
2) National Human Genome
Research Institute, 2011
17
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
Ortaçağ’dan Günümüze Tıbbın Evrimi
Alper Tanrısever 11-A
Tıbbın babası olarak anılan İyonyalı
hekim Hipokrat; “Bir hekim geçmişi
söyleyebilmeli, anı bilmeli ve geleceği
öngörebilmeli” demiştir. Günümüz tıp
teknolojisi, “geleceği öngörebilen” birçok
doktor ve bilim insanı sayesinde inanılmaz bir
hızla gelişmekte. Bugün birkaç ilaç ve biraz
dinlenmeyle atlatılabilen çoğu hastalık, eskiden
salgınlar halinde binlerce insanın ölümüne yol
açmaktaydı. Örneğin, 1347-1351 yılları arasında
baş gösteren, “Kara Veba” veya “Kara Ölüm”
ismiyle anılan veba salgını; Avrupa nüfusunun
üçte birinin ve dünya genelinde 75 milyon
insanın ölümüne yol açmıştı. Günümüzde, bu
hastalığa yol açan “Yersinia pestis” bakterisi,
birkaç basit antibiyotik yardımıyla tamamen
etkisiz hale getirilebiliyor.
Simyacılıktan
ve
alternatif tıp metodlarından
laboratuvar ortamına geçiş,
deneme-yanılmanın
yerini
akademik
ve
sistematik
çalışmaya
bırakması
ve
modern tıbbın doğuşu; bu
örnekteki gibi çoğu hastalığın
nedeninin ve tedavisinin
bulunmasını böylece tıp
biliminin ilerlemesini sağladı.
Yine de, ilkel tıbbın ve birçok
uygulamasının
günümüz
tıbbının gelişimine yol açtığı
inkar edilemez bir gerçektir.
Ortaçağ’da
tıp,
günümüzde olduğundan çok
daha tehlikeli ve sıradışıydı.
Bilim
üzerindeki
kilise
baskısı
nedeniyle
çoğu
hekim kilisenin onayladığı
klasik tedavi tekniklerini
uygulamaktaydı.
Kilise,
18
çoğu ilacın kullanımını sınırlamaktaydı, bu
yüzden tedaviler acı dolu ve tehlikeliydi.
Ayrıca insan anatomisi hakkındaki bilgisizlik,
batıl inançlar ve kötü koşullar da birçok
yanlış tedavinin ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Maalesef çoğu tedavi amacına
ulaşmaktan çok hastaya zarar vermekteydi.
1. Ameliyatlar
Ameliyatlar hem hasta hem de
doktor için oldukça eziyetliydi. Cerrahların;
insan anatomisi ile ilgili bilgileri sınırlıydı.
Ayrıca anestezi ve antiseptik teknikleri de
gelişmediği için hem hasta acı duyardı,
hem de ameliyat sonrası oluşan yaralar
ve enfeksiyonlar çoğunlukla ölüme yol
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
açardı. Dönemin cerrahları genellikle
keşişlerdi. Bunun temel nedeni, hem bunun
hakkında eğitilmeleri, hem de dönemin
en iyi tıp kaynaklarına ulaşabilmeleriydi.
Ancak 1215 yılında, Papa keşişlerin cerrahi
uygulamalar yapmalarını yasakladı. Bunun
üzerine bu ameliyatları yapanlar, köylüler
ve biyoloji bilgisi hayvanlara doğum
yaptırmaktan daha ileri gitmeyen çiftçiler oldu.
Bu dönemde uygulanan ameliyatlar
gerçekten
sıradışı
ve
tehlikeliydi.
Örneğin, kataraktı olan bir hastanın
gözüne kalın bir iğne sokulur ve korneası
gözün
içine
doğru
itilirdi.
Tahmin
edeceğiniz gibi bu uygulama, çoğunlukla
hastayı iyileştirmek yerine kör ederdi.
Bir başka uygulama da, “trepanasyon”
adı verilen bir uygulamaydı. Bu uygulamanın
amacı, hastanın kafatasından yuvarlak bir kesit
alarak çoğu kafa hastalığını tedavi etmeye
çalışmaktı. Araştırmacılar bunun tam olarak
hangi amaçlarla yapıldığını anlayamamış olsa
da; kırık kemikleri temizlemek veya beyin
basıncını hafifleterek migren, baş ağrısı, epilepsi
gibi hastalıkları tedavi etmek için kullanılmış
olabileceği teorisini ortaya atmışlardır. Hatta
bazıları, bunun bir dini ritüel olabileceğini
ve kötü ruhları beyinden çıkarmak için
yapıldığını düşünmektedir. Bu tedavi yöntemi
bazı vakalarda işe yaramış olsa da, yine de çok
tehlikeli ve ölüm riski yüksek bir uygulamadır.
Ayrıca hemoroid hastalığı da kızgın
demirle tedavi edilirdi. Veya, “hemoroide
karşı koruyan” Aziz Fiacre’nin ünlü kayasına
gidilip orada mucizevi bir şekilde tedavi
olunması beklenirdi. Çünkü Fiacre de bu
hastalıktan şikayetçiydi ve o kayada mucizevi
bir şekilde tedavi olmuştu. Hatta, bu hastalığa
o dönemde “St. Fiacre Hastalığı” denirdi.
Ancak
Ortaçağın
en
popüler
tedavisinin “kan alma” (bloodletting) olduğu
söylenmekte. Dönemin hekimleri neredeyse
tüm hastalıkların nedenini vücutta bulunan
“kötü kana” bağlamaktaydı. Teori; vücutta
kan, balgam, sarı ve siyah safra bulunduğu ve
bunların dengesinin sağlıkla doğrudan ilişkili
olduğu yönündeydi. Bu tedavide basitçe doktor
hastanın bir damarını kesip kan akıtırdı, hatta
19
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
bazen sülükler yardımıyla bu kan emilirdi.
Böylece hastanın iç sıvıları dengelenmiş olurdu.
Bu tedavide de çoğunlukla kan kaybından ve
enfeksiyondan dolayı ölümler yaşanmaktaydı.
2. Savaş Doktorluğu
Ortaçağ; genellikle savaşlarla dolu
olduğundan, doktorlar da çalışmalarını savaş
sahasına odaklamış ve uygulamalarında hız ve
pratiklik hedeflemişti. Bu dönemin en önemli
vakası vücuda saplanan ok ve mızrakların
çıkarılmasıydı. Çoğu okun ucu, sopaya kasten
yapıştırılmazdı ve vücuttan çekildiğinde ucu
içeride kalırdı. Bu nedenle okun vücuttan
çıkarılması zorlaşırdı. Bu noktada doktorun
yeteneği çok önemliydi. Hatta bu işlem için özel
aletler dahi tasarlanmıştı. Genellikle okun ucu
“ok kaşığı” adlı aletle çıkarılır ve çıktığı yere
antiseptik amaçlı kızgın demirle bastırılırdı.
3. Doğum
Ortaçağ’da doğum nedenli kadın
ölümleri çok yaygındı. Doğum süreci ölümcül
bir süreç olarak algılanmıştı. O kadar ki,
Kilise hamile kadınlara doğumdan önce
günahlarını itiraf etmelerini ve ölümden
sonrası için hazırlanmalarını söylemişti. Bu
20
nedenle ebeler kilisede eğitilir ve uygulamaları
Roma Katolik kurallarına göre denetlenirdi.
Hatta, doğum ve sancı sırasında büyücülük
kullanmayacaklarına dair yemin ettirilirler
ve piskopostan onay belgesi alırlardı. Yine de
bu kadar önlem ölümleri azaltmazdı, çünkü
teknikler de bir o kadar kötüydü. Öyle ki, ters
doğacak bir bebeği düzeltmek için yatak ve
hasta ters çevrilerek sallanırdı. Bu koşullarda da
ya çoğu bebek ölü doğardı, ya da anne ölürdü.
4. Alternatif Metodlar ve Büyü
Batıl inançların çok yaygın olduğu
bu toplumda, tedavilerin çoğu da büyü
kaynaklıydı. Zaten çoğu psikolojik hastaya
kötü ruhlar tarafından ele geçirilmiş gözüyle
bakılır, bu hastalar çeşitli ritüeller ve ayinler
ile tedavi edilmeye çalışılırdı. Bunun dışında
bazı fiziksel hastalıklar da batıl inanç yolları
izlenerek tedavi edilirdi. Örneğin; hasta odasına
taş bırakılır, sonra geri kaldırıldığında altında
böcek bulunursa hastanın iyileşeceği kanısına
varılırdı. Hatta, “Kara Veba” döneminde
hastalar, günah çıkarıp rahip tarafından “reçete
ile verilmiş” bir ibadet düzeni ile iyileştirilmeye
çalışılırdı.
Sonraki
zamanlarda,
Kilise
baskılarıyla çoğu batıl inanç ortadan kalktı
ve Katolik prensiplerine göre tedavi başladı.
Başka bir batıl inanç da “Yamyamlık
Tedavisi”idi. Yerel hekimler insan kanı ve
eti gibi şeyleri reçetelerine yazmaktaydı.
Romalılar gladyatör kanını epilepsi tedavisi için
kullanırdı. Hatta, 17.yy İngiltere Kralı II.Charles
hastalıkları için kafatası, kan ve alkolden oluşan
karışımlar içmekteydi. Bu tür ilaçların büyülü
özellikleri olduğuna inanılırdı. Ölmüş birinin
artıklarını tüketmek, o kişinin ruhundan bir
parçayı tüketmek demekti. Yani onun enerjisi
ve refahı onu içen kişiye geçecekti. Bu uygulama
da Kilise denetimiyle ortadan kaldırıldı.
Büyü ve batıl inançlar dışında, Ortaçağ
doktorları astrolojiden sıkça yararlanmışlardır.
Astrologlar öyle saygındı ki, sihirbaz ve büyücü
olarak görülürlerdi. Halk, ürün verimini
arttırmak, hava durumunu öğrenmek, doğacak
çocuklarının kişilikleri hakkında bilgi sahibi
olmak için astrologlara danışırdı. Doktorlar
da eşit ölçüde astrologlardan bilgi alırdı.
Bu dönemde doktorlar yıldız haritalarının
bulunduğu takvimlere bakarak teşhislerde
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
bulunabilirdi.
Dönemin
astrolojisine
göre, vücudun her bölgesi Güneş, Ay ve
gezegenlerden etkilenir ve burçlar da buna
göre sınıflandırılırdı. Hatta, 1500’lü yıllarda
her doktor herhangi bir tedaviye başlamadan
önce hastanın burcunu öğrenmek zorundaydı.
Hastanın yıldız haritası iyice incelendikten
sonra,
teşhis
ve
tedavi
belirlenirdi.
Ortaçağ doktorları diğer her alanda
yaptıkları gibi farmakolojide ve ilaç
kullanımında sıradışı olmayı sürdürmüştür.
İnsan hayatına ciddi bir tehdit olan cıva,
doktorlar tarafından sıkça kullanılmaktaydı.
Hatta bazı “üfürükçüler”; cıva, arsenik ve
kükürt gibi maddelerin kullanımıyla ölümsüz
olunabileceği konusunda sözler vermekteydi.
Bu uygulamanın en ünlü örneği, Çin İmparatoru
Qin Shi Huang’ın ısrarcı bir şekilde cıva
içerek ölümsüz olmaya çalışırken ölmesidir.
Ayrıca bahsettiğim gibi insan ve hayvan
salgıları tüketilerek bazı hastalıklar tedavi
edilmeye çalışılmıştır. Bu uygulamaların
sonucu çoğunlukla hastanın tetanoz olması veya
başka enfeksiyonlar kapması olmuştur. Fakat
bu tedavi yöntemi kesinlikle yanlış değildir.
Hayvanlardan gelen bazı mikrofloraların
antibiyotik etkisi olduğu görülmüştür. Ayrıca
idrar da antiseptik olarak kullanılmıştır, ki
içinde amonyak barındırdığından bu da yanlış
değildir. Bunun dışında domuz safrası da
lavman olarak kullanılan maddelerdendir.
Anestezi olarak genellikle alkol ve uyuşturucu
içerikli maddeler kullanılmıştır. Opium,
haşhaş, baldıran suyu, itüzümü gibi maddeler
hastaların ağrısını rahatlattığı ve hissizleştirdiği
için ameliyatlardan önce kullanılmıştır.
Yukarıdaki çoğu örnekte görüldüğü gibi,
teknolojinin gelişmesiyle eskiden yapılan
birçok uygulama şimdi bize komik gelmekte
ve çoğu örnek inanılamayacak kadar sıradışı
görünmekte. Ancak evet, bunların hepsi
gerçek uygulamalar ve
Ortaçağda hasta olsaydınız
büyük ihtimalle size de
uygulanacaktı. Bu yüzden
teknoloji ve bilimin gelişmesi
her alanda olduğu gibi
insan sağlığı ve tıp alanında
da
bizim
yararımıza
olmuş ve hayatımızı ciddi
anlamda kolaylaştırmıştır.
Pozitif düşünce ve bilimin
sayesinde biz göze iğne
sokma
tedavisinden,
lazer
tedavisine
kadar
ilerleyebildik. Ve geleceği
öngören doktorlar sayesinde
daha
da
ilerleyeceğiz.
KAYNAKÇA
http://maggietron.com/
medievalmedicine/healing.php
http://www.oddee.com/item_96620.aspx
http://listverse.com/2013/07/31/10bizarre-medieval-medical-practices/
http://www.medievalists.net/2013/08/04/
medieval-medical-experiments//
http://en.wikipedia.
org/wiki/Yersinia_pestis
http://en.wikipedia.org/wiki/Black_Death
http://en.wikipedia.org/wiki/Hippocrates
21
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
NÜKLEER ENERJİ
Ege Yücesoy 10 - A
Nükleer
Enerji
deyince
bir
çoğumuzun aklına atom ve atom altı
parçacıklar gelir.Bazıları ise Albert Einstein
ile ilişkilendirir bu konuyu.İki düşüncede
doğrudur. Çünkü nükleer enerjinin kaynağı
atom altı parçacıklardır ve Einstein bu
konuyla yakından ilgilenmiştir.Einstein
tamamen bu konun iyi tarafı olan enerji
kısmıyla ilgilenmiştir.Ancak bir çok insan
bilimin kötü yanını seçmiş ve bu enerjiyi bir
silaha çevirmişlerdir.Bu konuya yazımın
sonraki kısımlarında değineceğim.
Her şeyden önce nükleer enerjinin nasıl
çalıştığını açıklamak istiyorum.Nükleer
enerjide yaygın olarak kullanılan element
Uranyumdur.Öncelikle nükleer enerjide
kullanılan iki önemli olay vardır,fisyon ve
füzyon.Füzyon iki hafif element atomunun
birleşerek bir araya gelmesi ve daha ağır
bir element atomunun oluşmasıyla nükleer
enerji açığa çıkar.Fisyon ise bir ağır element
atomunun parçalanarak daha hafif element
atomları oluşturmasına denir.Fisyonda
füzyona göre daha fazla enerji açığa çıkar.Fisyon
nükleer santrallerde ve atom bombalarında
kullanılırken füzyon güneşteki patlamalarda
kullanılır.Fisyonu biraz daha açıklayacak
olursak Uranyum 235 gibi ağır bir elementin
nötron bombardımanına tutulmasıyla başlar
ve zamanla Uranyum’un çekirdeği parçalanıp
Kripton ve Baryum elementlerini oluşturur.
Bu reaksiyon Ekzotermik yani ısı veren bir
tepkime olduğundan parçacıkları soğutmak
için denize ihtiyaç vardır.Bu nedenle genellikle
nükleer santraller deniz kenarlarına kurulur.
Nükleer enerji oldukça temiz bir enerji
kaynağıdır; çünkü Karbon üretmez ve
22
24 saat boyunca elektrik üretebilir.Ancak
bakımı da oldukça zordur.Eğer herhangi bir
hata yapılırsa sonuçları çok ağır kayıplara
yol açabilir.Bu nedenle bu enerji kaynağını
seçen ülkeler bakımına da çok önem vermek
zorundadırlar.Güvenlik önlemlerine önem
verilmediği için 1986 yılının Nisan ayında
Ukrayna’nın Çernobil kentinde çok büyük bir
kaza meydana geldi.Bu kaza sonucu bölgeye
büyük oranda radyasyon yayıldı ve birçok
canlı hayatını kaybetti,ülkenin kanser oranları
tavan yaptı.Bu kazadan yalnızca Ukrayna
değil,bizim de içinde olduğumuz bir çok ülke
etkilendi.Ülkemizin Karadeniz bölgesinde
kanser hastalığına yakalanan kişilerin sayısı
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
arttı ve üretilen çaylara radyasyon bulaştı.
Peki bu kaza neden gerçekleşti?Bu kazanın
gerçekleşmesinin temel nedenlerinden biri,
reaktörlerden birinin dizaynında bir hata
bulunmasıydı ve Rus bilim adamları bir
deney için bu reaktörün güvenliğini devre
dışı bıraktıklarında korkunç kaza gerçekleşti.
Bu olaydan tekrar güvenlik önlemlerinin ne
kadar hayati olduğunu anlıyoruz.En ufak bir
hata bile binlerce insanı öldürebilir.
Nükleer santrallerin bir diğer problemi
de oluşan nükleer atıkların berteraf edilmesi.
Açığa çıkan atıklar yüzyıllar boyu radyasyon
yaymaya devam ettikleri için yaşam
alanlarından uzak tutulmalıdır. Bazı ülkeler
gömme yoluna gitsede oluşabilecek bir deprem
veya sızıntı insanlık adına geri dönülemez
felaketlere yol açabilir.
Şimdi ise yazımın ilk paragrafında bahsettiğim
bilimin kötü yüzünden bahsedeceğim.Bilimin
yüz karası bazı bilim adamları Einstein’ın
icadını bir silaha dönüştürdüler.Bu silah
kitleleri kolaylıkla imha edebiliyordu.Tarihten
örnek vermek gerekirse bu kitle imha silahı
hepinizin de bildiği üzere II.Dünya Savaşı
sırasında ABD tarafından Japonya’nın Nagazaki ve Hiroşima kentleri üzerinde
kullanıldı.Bu silahlar binlerce masum insanın
ölümüne neden olmakla birlikte birçok
hayvanın radyasyonla zehirlenip mutasyon
geçirmelerine
neden
oldu.Mutasyonlar
arasında iki başlı doğumlar bile vardı.Bu
nedenle bilim çok yararlı olabildiği gibi çok
zararlıda olabilir.
Bilim iki uçlu bir mızrağa benzer. Siz
bu mızrağı tutarsınız ve karşınızda cahillik
canavarı vardır.Bu canavarı öldürebilirsiniz
ancak mızrağı kendinize saplayıp ağır yaralar
da alabilirsiniz.
çernobil nükleer santrali - kaza sonrası
23
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
TEKNOLOJİ NEREYE GİDİYOR?
Ceyda Elçin Kaya 10 - D
Hemen her fırsatta kullandığımız teknoloji
sözcüğü, sanat ve beceri anlamına gelen yunanca
“Techne” ile bilim ve çalışma anlamına gelen
“Logia” sözcüklerinin birleşmesinden türetilmiştir.
Hepimizin bildiği radyo, televizyon, telefon,
bilgisayar artık günümüz teknolojisiyle bilgisayarın
ekranlarının koparılıp biz harika tüketicilere
pazarlanmış hali olan tabletler… Bunlar çoğumuz
için teknoljinin başı gibi gelirken çok çok ama çok
uzun zaman önce efsane Kral Arthur, şovalyelerine
güvercin ile mektup gönderdiği zamanlarda hayat
çok daha farklıydı. Mektuplar savaşların gidişatını
değiştirebilirken, kral ve kraliçelerin ölümüne bile
yol açabiliyordu. Bu dönem ve günümüz arasındaki
15 yüzyıllık “kısacık” zaman içerisinde daha fazla
ne olabilir ki denilen her şey oldu.
Teknoloji
patlaması
yaşanmadan
yani
günümüze çok da fazla olmayan bir süre
önce, telefon sadece bir haberleşme harikası;
bilgisayar ise araştırma çalışmalarında
kullanılan akla hayale sığmayacak ağırlıkta
demir yığınlarıydı. Yıllar geçtikçe makineler
küçüldü,
cebimize
sığacak
boyutlara
indi.
1876 yılında Graham Bell telefonu
icat ettiğinde elinde kendisi için de insanlık
için de büyük bir adım olan iki parçalı metal
kütle, insanlığın deyimiyle telefon, çığır açan
bir değişim oldu. 1973’de Martin Cooper cep
telefonu ile olaya el attığında telefonlar ağırdı
ve elde taşınamayacak kadar büyüktü. Ya da
Alman fizikçi Heinrich Rudolf Herz, 1888
yılında radyo dalgalarını keşfettiğinde bunun
avuç kadar ekranlara sığabileceğini tahmin
eden doğal olarak çıkmamıştı.
Hele ilk bilgisayar ENIAC’ın 30 ton olduğunu
düşündüğümüzde dakikalarca Tablet mi?
24
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
Laptop mı? Sohbeti yaptıran makinelere akıl
sır erdiremiyoruz. 1943’de Penysylvania
Üniversitesi’nden J.P. Erkert ENIAC’ı ilk
kez yarattığında 30 ton ağırlığındaydı ve
167 metrekarelik bir alan kaplıyordu. Bu
dev aleti çalıştırmak için 150 bin vatlık enerji
gerekiyordu. 1951’den 1970’e kadar olan süre
içerisinde veri ve programlar magnetik bilgi
araçlarında saklanmaya başladı. Veriler ve
programlar delgi karları ile yükleniyordu.
Daha sonra üretilen bilgisayarlarda entegre
devreler, düşük maliyetli ve yüksek
güvenilirliği olan çiplerin mikrobilgisayar
yapımında kullanılmasını sağladı.
1970’li yıllardan sonra hem teknoloji hem de
bilgisayarlarda devrim niteliğinde değişimler
oldu.
İlk popüler grafik işletim sistemi 1984’de,
Apple Macintosh’u piyasaya sürdüğünde
ortaya çıktı.
İlk IBM kişisel bilgisayar; şimdiki teknoloji diliyle ister desktop ister laptop ister dizüstü/masaüstü
deyin, 1981 baharında piyasaya sürüldü. Ve günümüzün vazgeçilmez icadının yaşamı başlamış
oldu.
Dev ekran, kıvrık ekran, düz ekran , yamuk ekran… Nam-ı diğer televizyon… John Logie Baird,
1920’lerde “Baird Çorapaltı Çorap” icadının patentini almak için uğraşırken, aklına görüntü ve sesi
elektronik olarak bir yerden bir yere aktarma fikri gelir. Kimsenin tepkilerine aldırmadan çalışmaya
25
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
devam eder ve sonunda ilk modelini sunar. Ortaya çıkardığında ilk
şekli, şimdiki televizyonlara hiç benzemiyordu. Durumdan
fena halde heyecanlanan çılgın bilim adamımız
teknolojik imkanların fazla olduğu
Soho’ya
yerleşerek
1924’te
tarihin
ilk
televizyonunun
patenti aldı: TELEVİSOR. Ünlü
Televisor’un motoru, ev yapımı
Nipkow diskten oluşmaktaydı
(Nipkow disk üzerindeki kare
delikler
sayesinde
önüne
konulduğu
cisimden
gelen
ışıkları yakalayan havalı bir
disktir.) Disk tekeri için şapka
kutusundan kesilen yuvarlak
karton, lambayı yerleştirmek
için bir bisküvi kutusu, mil
yerine bir dikiş iğnesi bu motor
için ideal malzemelerdi. EVDE
DENEYEBİLİRSİNİZ!
21. yüzyılın vazgeçilmez aletlerinden biri olan televizyonun tarihi 75 yıl önce çılgın İskoç mucit
Baird’in icadıyla başladı. O, 21. Yüzyılda insanların saatlerce karşısında oturup izleyebileceği
sihirli kutunun mucidi ve babasıdır. Ama ne yazık ki hala “Çorapaltı Çorap”ın ne işe yaradığı
anlaşılamadı. Herhalde bilim adamımızın hayattaki tek pişmanlığı muhteşem icadı çorabın altına
giyilen çorabın değerinin anlaşılamaması olmuştur.
1876’da Bell’in telefonundan, 1898’de Marconi’nin radyosuna; Cooper’ın cep telefonundan,
yüzyıllar süren çalışmaların 1826 yılında Josephe Niepce tarafından yakalanan manzara
görüntüsüne ve 1850’lerde hepimizin bildiği Kodak firmasının çıkardığı makinelere kadar bugün
bizim için hayatımızın bir parçası haline gelmiş birçok eşya tahmininimizden çok daha uzun zaman
önce farklı ve yaratıcı
beyinler
tarafından
ortaya atılmış.
Teknoloji daha ne
kadar gelişebilir ki?
Bu soruyu sormak için
bulabileceğiniz en kötü
zaman günümüz. Artık
cebimizde 6 cihaza
denk gelen bir cihaz
taşıyoruz. Bu cihaz
hem bir bilgisayar gibi
internette dolaşabiliyor
hem de müzik, video,
kamera,
navigasyon
ve oyun oynama gibi
fonksiyonlara
sahip.
Bilgisayarların yavaş
yavaş
hayatımızdan
çıkacağı söylense de
26
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
hızlanan teknolojiyle beraber eklenenler ve şekil değiştiren modeller en az yarım asırlık yolu
olduğunu gösteriyor. Gelecek 50-60 yıl içinde neler olacağını tahmin edebilmemiz için geçmiş 60 yıla bir göz atmamız
gerekirdi. Geçen yüzyıldan bu yana olan değişimlere ve çığır açan teknolojilere baktığımızda
gelecek 90 yıl için uçan arabalar, başka gezegenlere yolculuk, uzay mekikleri, yapay zekayla çalışan
robotlar ve akıllı ev aletleri ya da hayal
gücümüzün sınırlarını zorlayan evrenin
ve insanların büyük fantazisi zaman
yolculuğu hiç de imkansız görünmüyor.
Şimdiden haberlerde duyduğumuz
Mars’a yolculuk, sanal simulasyonlar
ve Nerve Gear’lar bunların hepsinin
bir hayalden öte olduğuna kanıt! Bana
kalırsa insanlığa hizmet eden robotlar ve
tamamen bizden bağımsız olarak beyin
gücüyle çalışan cep telefonları çok da
uzak bir gelecekte yatmıyor. Bu icatların
ilk varolduğundaki hali ile şuanki
hali arasındaki fark bize teknolojinin
geleceğini sınırlayan tek şeyin hayal
gücümüz olduğunu gösteriyor. Hayaliniz çorabın altına giyilen başka
bir çorap olsa bile vazgeçmeyin Walt
Disney’in dediği gibi:
“Eğer hayal edebilirsen, yapabilirsin.”
Kaynakça: earsiv.anadolu.edu.tr
27
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
ÇAĞLAR BOYU KULLANILMIŞ BİYOLOJİK SİLAHLAR
Mert Molu 11- E
Biyolojik silah denildiği zaman hepimizin
aklına beyaz önlükleriyle labarotuarlarda
çalışan bilim insanları ve hava geçirmez
giysileriyle havalı tüpler taşıyan askerler gelir.
Bugün için bu düşünce doğru olsa da biyolojik
silahlar her zaman böyle değildi. Biyolojik
silah, tanımı itibariyle her türlü organik
canlının (bakteri ve virüslerin) veya organik
canlı salgılarının silahlaştırılması sonucu elde
edilen silahlardır. Biyolojik silahların geçmişi
yazılı tarihin başlarına kadar uzanır.
İlk biyolojik silah örnekleri, M.Ö 1500 -1200
arası yazılmış Hitit yazılarında yer alır.
Tularemi hastaları salgın başlatmaları amacıyla
düşman topraklarına gönderilirlerdi. Asurların
ergot mantarını bildikleri bilinmekte fakat
bunları düşman kuyularını zehirlemek için
kullanıp kullanmadıkları konusunda net bir
bilgi yoktur.
Homeros’un destanları İlyada ve Odessa’ya
göre truva savaşında iki tarafta ucu zehire
batırılmış ok ve mızraklar kullanılmıştır. 1.
Kutsal Savaş esnasında Kirrha şehri kuşatması
esnasında şehrin su kaynakları Helleborus
bitkisi kullanılarak zehirlendi ve kuşatma
başarıya ulaştı. Ayrıca İskitli okçuların oklarını
yaraların enfeksiyon riskini artırmak için
hayvan leşlerine, yılan zehrine ve insan kanına
batırdıkları bilinmektedir.
General Hannibal, Pergamon kralı Eumenes’e
karşı yaptığı bir deniz savaşında, denizcilerine
içi zehirli yılanlarla dolu kil çanakları, düşman
gemilerine atmalarını emrederek savaşı
kazanmıştır. Romalı kumandan Manius
Aquilius düşman şehirlerin kuyularını
zehirletmiştir. Romalıların üzerlerine
akrep dolu çanaklar atılarak uğradıkları
bir yenilgi de tarihte mevcuttur.
Ortaçağ’da Cengiz Han’ın himayesi
altındaki Tatar birlikleri vebadan ölmüş
Moğol askerlerin cesetlerini Kaffa
şehrinin duvarlarından mancınıkla
fırlatmışlardır ve kalenin içinde çıkan
salgın sonucu savunan birlikleri geri
çekilmek zorunda bırakmışlardır. Bir
grup tarihçi, Avrupa popülasyonun
1/3’ünü ortadan kaldıran kara vebanın
çıkışının bu savaş olduğunu idda eder.
Aynı taktik çağ boyunca kullanılmıştır.
18. yüzyılda Yerli Amerikalılara karşı
düzenlenen kampanyada Yerlilerin
çiçek
hastalığına
karşı
dirençsiz
oldukları bilgisi kullanılmıştır. İngilizler
dökümanlarda yazdığı gibi bilinçli bir
28
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
şekilde çiçek hastalığına maruz bırakılmış
battaniyeleri yerli kabilelere dağıtmışlar ve
kızıldereli popülasyonunun büyük kısmını
çiçek hastalığı ile kırmışlardır.
20. yüzyıla gelindiğinde moleküler biyoloji
alanındaki gelişmeler sonucu patojenler
labarotuar koşullarında silahlandırılmaya
başlanmıştır. Alman ordusu Birinci Dünya
Savaş’ında ittifak kuvvetlerine ait besin
stoklarını sabote etmek amacıyla şarbon
kullanmış fakat başarıya ulaşamamıştır. 1925
Genova protokolü ile ilk defa biyolojik silahlar
tanınmış fakat bu anlaşma fazla geçerlilik
kazanamamıştır.
İki savaşın arasında tüm büyük devletler
biyolojik silah araştırmaları yapmışlardır. Bu
araştırmaları yapan ekiplerden en tanınmışı
Japonların 731’inci birimidir. Başında askeri
cerrah Shiro İshii olan bu birim Çin üzerindeki
tesislerinde savaş esirlerini ve civar köyleri
kullanarak biyolojik silah deneyleri yapmıştır.
Deneylerde
insanlar
üzerinde
hastalık
etkilerini araştırmak için viviseksiyon ( canlı
bir şekilde organlarını ayırma) ve bulaştırma
tekniklerini araştırmak için civar köylere
hastalık bulaştırılmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrası Birleşmiş Milletler
“Kimyasal ve Biyolojik Silahlar Kongresi”
ile tüm saldırı amaçlı biyolojik silahları
yasaklamış ve imzalayan ülkelere sadece
savunma amaçlı araştırma izni vermiştir. Bu
gün biyolojik silah üretmek yeterli parası ve
kararlılığı olan herkesin yapabileceği bir iştir
ve en basit laboratuarlarda bile üretilebilir. Bu
durum, sivil halk için büyük tehlike yaratabilir.
Bunun farkına varan ilk ülke olan ABD, New
York metrosunda zararsız bakteri ile yaptığı
tatbikatta tehlikenin varlığını kanıtlamıştır.
Tarih boyunca birbirimizi öldürmenin hep
daha etkili yollarını arayan biz insanlar bu işin
içine doğayı katmayı da eksik etmemişiz.
Kaynakça:
www.ncbi.nlm.nih.gov
www.emedicinehealth.com
29
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
Kimya, Teknoloji,
Gelecek ve Ötesi
Doruk Gerçel 10- F
İnsanlığın ilk yıllarından beri varolan Teknoloji, insanların düşünmeye başlamasıyla beraber
ortaya çıkan ve insanların hayatını kolaylaştıran nesneler ve aletler bütünüdür. Teknolojik aletlerin
gelişimi zaman ilerledikçe artmıştır ve inceledikleri konular değişim göstermiştir. Bu teknolojik
gelişim; kimya, fizik ve biyoloji gibi fen bilimlerinde meydana gelen gelişimler ile sağlanmıştır ve
birbirleriyle sürekli etkileşim içindedirler.
Kimyada; atomun en küçük parçacıklarına kadar incelenebilmesiyle beraber devrim niteliğinde
gelişmeler sağlanmıştır. Maddelerin yeniden yapılandırılması ve düzenlenmesi ile beraber uzay
alanında, sağlık alanında ve enerji alanında büyük gelişmeler
meydana gelmiştir.
Uzay Çalışmaları
İnsanlar her zaman sınırlarını geliştirmek istemiştir.
Kimyada ve fizikte beraber meydan gelen gelişmeler
de buna olanak sağlamıştır. Uzay araştırmaları için bir
sürü uydu hazırlanmış, robot hazırlanmış ve gezegenlere
gönderilmiştir. Bunun dışında Dünya’nın yerçekimi
alanında olan Uluslararası Uzay İstasyonu’nun (International
Space Station) faliyetleri artmıştır. Bu
uzay istasyonu, dış yüzeyinin
Güneş’ten gelen zararlı
ışınlardan
etkilenmemesi
için
özellikle hazırlanmıştır. Dış
yüzey, ışınları geçirmemesi için
özel kimyasallardan ve malzemelerden hazırlanmıştır.
Ayrıca iç basıncın ve dış basıncın dengelenmesi, bu şekilde
de astronotların araştırmalarını rahatlıkla sürdürmesi için fiziksel
ve kimyasal faktörlerden yararlanılmıştır. Bu uzay istasyonu diğer Güneş
Sistemleri’nin ve gezegenlerin kimyasal bileşenlerinin rahatlıkla belirlenmesi ve
gözlenmesi için eşsizdir. Bu şekilde Dünya’ya benzeyen bazı gezegenler bulunmuştur. Bu
gezegenler insan ırkının devamlılığının koloniler gönderilerek sağlanması için belirlenmektedir.
Sağlık Çalışmaları:
Simyanın en büyük amacı ölümsüzlük iksirini olmaktı. Kimya’nın ve sistematik bilginin oluşması
30
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
ile beraber ölümsüzlüğün
sağlanamayacağı
anlaşıldı; lakin insanların
en büyük amaçlarından
biri ömürlerini mümkün
olabildiğince uzatmaktır.
Günümüzde,
ilaçlar
ile beraber hastalıklar
rahatlıkla
tedavi
edilmektedir.
Bunun
dışında genetik alanında
yapılan
gelişmeler
insan yaşam kalitesini
arttırdığı gibi ömrünü
de uzatmaktadır. Kaza
sonucu meydana gelen
derin
yaralanmalar
veya doku kayıpları
kök hücre teknolojisi
ile
onarılabilmektedir.
Kulak
gibi
organlar
yapılandırılmaya
başlanmıştır. Kol ve bacak
gibi büyük ve hareketli
sistemleri de oluşturma
çalışmaları başlamıştır.
Bu
çalışmaların
gerçekleşmesi biyo-kimya
alanındaki
çalışmalar
ile sağlanmıştır. Doku
uyumunun sağlanması
bu alandaki en zor aşama olduğu gibi sadece biyo-kimyasal reaksiyonların kontrol edilmesi ile
sağlanmaktadır.
Enerji Çalışmaları:
Atomun parçalanmasıyla beraber nükleer enerji kullanılmaya başlamıştır. Nükleer enerji
santralleri birçok ülkede kurulmuştur ve ABD ve Rusya bu konuda öncü ülkelerdir.
Nükleer enerji nüfusu büyük olan ülkelerin enerji gereksiniminin büyük bir kısmını
karşılamaktadır. NASA’nın yaptığı araştırmalara göre termik santraller yüzünden
meydana gelecek 64 gigaton karbondioksit salınımı 1.84 milyon insan ölümü
engellenmiştir. Buna karşın bu santrallerin kontrolleri dikkate alınmalıdır. Açığa
çıkan enerji miktarı fazla olduğundan dolayı açığa büyük miktar ısı enerjisi çıkmaktadır.
Bununla beraber patlamalar meydana gelmektedir. Tedbirsizlik ve dikkatsizlik bu kazaların
birincil sebebidir ve yüksek radyasyondan dolayı büyük zarar vermektedir. Çernobil kazası
bunun en önemli örneğidir.
Kimyanın ve teknolojinin insanlığa sağladığı katkılar büyüktür ve bunlar zaman geçtikçe
gelişmektedir.
31
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
Karbon Ayak İzi
Arabayla/uçakla/gemiyle seyahat
ederken, uzak bir ülkeden gelen giysi/gıda
alırken ve doğal gaz kullanırken dünyaya
bir iz bıraktığınızı biliyor muydunuz? Peki
ya bıraktığınız bu iz yüzünden Dünya’nın
sonuna bir adım daha yaklaştığınızı? Çoğu
insanın’’Hayır’’ cevabı verdiği bu sorular,
aslında günümüzün önemli bir çevre sorununu
ortaya çıkarıyor. İklim değişikliği ve küresel
ısınmanın baş nedeni olan karbon salınımı gün
geçtikçe kontrol edilemez bir boyuta ulaşmakta
ve Dünya’yı felakete sürüklemektedir.
Hepimizin bildiği gibi, atmosferdeki
karbondioksit ve metan oranlarındaki artış
dünya yüzeyinin sıcaklığını yükseltmektedir.
CO2 oranındaki bu artış, dünyanın yüzeyini
ısıtmakta ve kutuplara yakın buzların
erimesine yol açmaktadır. Bu durum buzların
yerlerini kara veya suların almasına ve kara ve
suların buza oranla daha az yansıtıcı olması
nedeniyle, güneş ışığı emiliminin artmasına
neden oluyor. Karbon salınımının ölçüsü olan
karbon ayak izi, bu durumu kontrol altına
almak için ortaya çıkmış bir kavramdır.
Peki, karbon ayak izi ne demek? Karbon ayak izi, her insanın ulaşım, ısınma,
enerji tüketimi veya satın aldığı her türlü ürün
neticesinde atmosfere yayılmasına neden
olduğu karbon miktarını anlatmak üzere
kullanılan bir terimdir. Bir başka deyişle,
aldığımız her ürün ve ya gerçekleştirdiğimiz
her faaliyet için gerekli olan enerjinin
üretilmesi sırasında atmosfere salınan karbon
gazı toplamını ifade etmektedir. Hayatımızın
her alanında karşımıza çıkan bu kavram, iki
ana parçadan oluşur:
“Birincil ayak izi”, evsel enerji tüketimi
ve ulaşım (araba, uçak, vs.) dâhil olmak üzere
fosil yakıtların yanmasından ortaya çıkan
doğrudan CO2 emisyonlarının ölçüsüdür.
“İkincil ayak izi”, kullandığımız
ürünlerin tüm yaşam döngüsünden bu
32
ürünlerin imalatı ve en sonunda bozulmalarıyla
ilgili olan dolaylı CO2 emisyonlarının
ölçüsüdür.
Problemleri çözebilmek için, önce
sorunun kaynağına bakmamız gerekir. Böylece
ne yapmamız gerektiğini, nasıl bir plan
izleyeceğimizi analiz edebiliriz. İşte karbon ayak
izini belirlemek de bu işe yarar. İster birincil,
ister ikincil olsun karbon ayak izini belirlemek,
küresel ısınma ve iklim değişikliği sorununu
çözmek için atılacak ilk adımdır. Bu ölçümü
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
yapmak için işe kendinizden başlayabilirsiniz.
Kullanılan elektrik, doğalgaz, arabayla yıllık
katedilen mesafe, yemek( vejeteryanlık gibi),
giyim ve geri dönüşüm tercihiniz gibi birçok
değerin alınmasıyla ortaya çıkan rakam, karbon
ayak izinizi verir. Böylece karbon telafinizi
nasıl ve ne kadar yapmanız gerektiğine
karar verir ve bir plan ortaya çıkarırsınız.
Hepimiz günlük faaliyetlerimiz neticesinde
atmosferdeki sera gazlarını artmasına az
veya çok sebep oluyoruz. Bu, mevcut yaşam
standartlarımız sonucu önüne geçemediğimiz
bir durum. Ancak bunu azaltabiliriz. Elektrik,
karbon emisyonlarına en fazla katkıda bulunan
faktördür. Bu yüzden öncelikle gereksiz
yere açık bırakılan veya kullanılan elektrikli
aletlerden işe başlamalısınız. Örneğin, hepimiz
şarja taktığımız telefonu bir süre sonra unutur
ve belki de saatler sonra şarjdan çıkarırız. Ancak
en doğru olan, telefon şarj olur olmaz şarjdan
almaktır. Araba yerine toplu taşıma araçlarına
binmek, güneşten mümkün olduğunca çok
yararlanmak ve elektrik tasarruflu ampul
kullanmak karbon ayak izimizin azalmasını
sağlayacaktır. İkincil ayak izini ise mevsimi
dışında taze meyve ve sebze satın almayarak,
kendi bölgenize yakın yerlerde yapılmış
ürünleri tercih ederek ve geri dönüşümle en
aza indirgeyebilirsiniz.
Her faaliyetin farklı karbon ayak izi
olduğu düşünülecek olursa, kişisel veya
kurumsal ölçüm etkenlerinin birbirinden farklı
olması gerekir. Kurumlar, yasal zorunluluk ve
sosyal sorumluluk gereği karbon ayak izini
analiz etmek ve bir rapor haline getirmek
zorundadır. Bu çerçevede, Kyoto Protokolü ile
ticareti yapılmaya başlanan karbon emisyonu,
şirketlerin yakından ilgilenmesi gereken bir
konudur. Bu protokole göre, gelişmiş ülkelerin
karbondioksit salınımlarını belli bir seviyenin
altında tutmalarını gerektirmektedir. Belirtilen
bu değeri aşarlarsa, aştıkları miktar kadar
salınım hakkını, gelişmekte olan ülkelerden
alabilirler. 1 ton karbondioksit eşdeğeri sera
gazının fiyatı 20 Euro civarında olduğunu
düşünürsek bu durumdan gelir elde etmenin
zor olmadığını da görmüş oluruz. Böylece,
küresel ısınmaya yol açan sera gazlarının
atmosfere salımı azaltılmayı amaçlayan
protokol, kurumların yatırımlarını finanse
etmesini de sağlıyor.
Karbon ayak izimizin dünya üzerindeki
diğer canlıları olumsuz etkilediğini, bu izi
arttırmanın Ozon tabakasının incelmesine,
kentsel ve bölgesel hava kirliliğine, çölleşmeye,
toprak kalitesinin bozulması ve gıda üretiminde
azalmaya neden olacağını bilmeli ve bu
farkındalıkla hareket etmeliyiz. Çocuklarımıza
daha iyi bir dünya bırakmak istediğimiz gibi,
dünyaya da daha iyi çocuklar bırakmalı, yeni
nesillere çevre sorumluğunu öğretmeliyiz.
Unutmayalım ki, yarınlara borcumuz var.
33
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
GREEEN – Avrupa Çevre Eğitimi Ağı
Biyoloji Zümresi öğretmenlerimiz tarafından
yürütülen ve 10 Avrupa ülkesinden 16
kuruluşun ortak çalışmalarını kapsayan
GREEEN (Green Environment Education
European Network) adlı proje 2013 yılı
Aralık ayında başlayan ve 3 yıl sürecek olan
bir Avrupa Birliği projesidir. Aşağıdaki yazı
projenin başlıca amaç ve etkinlikleri hakkında
bilgi vermek amacıyla hazırlanmıştır.
“İklim değişikliği eğitimi, öğrencilerin
küresel ısınmanın günümüzdeki etkilerini
anlayabilmelerine yardımcı olmakla birlikte,
dünyamızın daha sürdürülebilir bir yol
izleyebilmesi için gerekli tutum ve davranışları
edinmelerini de sağlar. “ (UNESCO ve İklim
Değişikliği Eğitimi Genel Direktörü Koichiro
Matsuura, 2009)
İklim değişikliği, gezegenimizin karşılaştığı
en büyük çevresel, sosyal ve ekonomik
tehditlerden biridir. Bu tehdit yıllardır dünya
benimsemek durumundadırlar. Bu bağlamda
okullar, gençlerin iklim değişikliği ile ilgili bilgi
ve becerileri en hızlı şekilde edinebilecekleri
kurumlar olarak önemli bir rol oynamaktadır.
Okul eğitimi öğrencilere hem güncel sorunlarla
hem de uzun vadede karşılaşabilecekleri
sorunlarla baş edebilmeye yönelik yeterlilikleri
kazandırabilecek; bir taraftan da onları bilinçli
tüketiciler olmaya yönlendirecek en önemli
araçtır.
GREEEN, iklim değişikliği eğitiminin var olan
eğitsel programlara ve müfredata etkili bir
şekilde entegre edilerek, yaratıcılığı teşvik eden
yöntemlerle fen eğitimini gençler için daha ilgi
çekici hale getirmeyi amaçlamaktadır.
GREEEN’in başlıca amaçları:
politikası gündeminde önemli yer tutmaktadır
ve pek çok ülkenin bu konuda farkındalık
yaratma, iklim değişikliğinin etkilerini azaltma
ve bu etkilere uyum sağlamaya yönelik
eylemleri bilinmektedir. İklim değişikliğinin
beraberinde getirdiği çevre sorunlarını
bizlerden daha fazla yaşayacak olan günümüz
gençleri, bu sorunlarla baş edebilmek için,
sürdürülebilir bir yaşam biçimini daha iyi
34
•
Okullardaki iklim değişikliği eğitiminin
müfredatta etkin bir şekilde yer almasını
sağlamak
•
İklim değişikliği ile ilgili temel
kavramlar,
sorunlar,
eğilimler,
eğitim
alanındaki uygulamalar vb. konularında
öğretmen eğitimlerini yaygınlaştırmak
•
Avrupa ülkelerindeki eğitim kurumları,
öğretmenler, öğretmen eğitmenleri, gençler ve
sivil toplum örgütleri arasında iklim değişikliği
eğitimi ile ilgili deneyim ve iyi örneklerin
paylaşımını sağlamak
•
İklim değişikliği eğitimi ile ilgili materyal
ve öğretim tekniklerini belirlenmek ve GREEEN
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
platformu aracılığıyla yaygınlaştırmak
•
İklim değişikliği ve sürdürülebilir
kalkınma eğitimi ile ilgili bilgi ve yenilikçi
yaklaşımların artışını sağlamak
•
Fen eğitimi ve fen alanıyla ilgili meslek
dallarında yükselen değerler ve fırsatlar
arasında ilişki kurmak
•
İklim değişikliği eğitimi konusunun
okul müfredatına dahil edilmesi için rehberlik
çalışmaları yapılması
•
Başlıca yerel, ulusal ve Avrupa
sınırlarındaki ağların projeye dahil edilmesiyle
konunun stratejik önemini vurgulanması
GREEEN Etkinlikleri:
Bu etkinlikler kapsamında düzenli olarak
gerçekleştirilen uluslararası toplantılardan biri
de 20-21 Nisan 2015 tarihlerinde okulumuzda
gerçekleştirilmiştir. İki günlük etkinlikte
ortaklar proje başlangıcından beri geçen
sürecin verimliliğini değerlendirmiş ve gelecek
etkinliklerin
planlamasını
yapmışlardır.
Toplantının ikinci günü okulumuzun da
aralarında bulunduğu 4 okul çevre eğitimiyle
ilgili yaptıkları örnek uygulamaları sunmuş,
ardından WWF Türkiye Ofisi’nden Mustafa
Özgür Berke iklim değişikliği ve enerji ile
ilgili bir sunum yapmıştır. Biyoloji Zümresi
tarafından uygulanan iklim değişikliği video
performans ödevi, Eymir ekosistem projesi
ve geri dönüştürülebilir atıklardan hücre
modeli ödevi gibi çalışmalar GREEEN projesi
kapsamında iklim değişikliği eğitimine hizmet
etmek üzere planlanan çalışmalardır.
•
Proje paydaşı olan ülkelerde iklim
değişikliği eğitiminin güncel durumunun
belirlenmesi
•
İyi örneklerin ve yeni yaklaşımların
paydaşlar arasında alışverişine olanak
sağlanması
•
Avrupa GREEEN ödülü yarışması,
internet
seminerleri,
eğitimler,
uzman
söyleşileri, ulusal ve uluslararası konferanslar
vb. etkinlikler düzenlenmesi
•
İklim değişikliği ve uyum sürecindeki
sorunlar ile başa çıkabilmek amacıyla müfredat
içi ve müfredat dışı düzeylerde uygulanabilecek
modüler bir konsept oluşturulması
•
Avrupa ağını genişletmek amacıyla
konuyla ilgili paydaşların (farklı disiplinlerden
öğrenciler, öğretmenler, örgütler ve diğer
eğitsel paydaşlar) ağa dahil edilmesi
35
ELMA AĞACI | SAYI: 16 | HAZİRAN 2015
NASA INVENTION CHALLENGE
11. BULUŞ ŞENLİĞİ
Akıllı Eller Takımı
Sene başında aranıyor ilanını gördüğümüzde çok şaşırmıştık. Acaba ne arıyorladı? Sonradan
afişin buluş şenliği ile ilgili olduğunu öğrendik ve buluş şenliği ile ilgili bilgiler topladık. Bizlerde
bu olayın içinde yer almalıydık. Bir şeyler tasarlayıp hemen ismimizi yazdırdık. Hayalin sonu
yok.... Tasarımlarımızı Burhan Hoca’ya götürdüğümüzde bu nasıl olacak? Neden böyle yaptınız?
Bunu nasıl sağlarsınız gibi sorularla karşılaştığımızda hayallerimiz yıkılıyor gibi oldu. Ama
bir taraftan da soruların cevaplarını veremediğimizden sesimiz çıkmıyordu. Zaman azalmaya
başladıkça yarışmaya katılacak sağlam bir grup ortaya çıkmadığı belli oldu. Bunun üzerine bu işle
uğraşan kişiler olarak bir araya gelmeye karar verdik. Ayrıca Burhan Hoca’yla beraber çalışırken,
hayallerimizin mümkün olduğunu ancak, en iyi şeyin en basit olan olduğunu da öğrendik.
Tasarımlar denenmeye başlandı. Hatalarımızı gidermek için küçük değişikler yaparak cihazımızı
son haline getirdik. Buradaki denemelerimizde de artık çok iyi sonuçlarelde etmeye beşlamıştık.
Artık yola çıkabilirdik. Hepimiz çok heyecanlıydık. Ekip halinde İstanbul’a doğru bir gece
yolculuğu başladı. Kendi aramızda heyacanımızı bastırmak için şakalaşıyor sohbet ediyorduk.
36
Yarışma alanına çok erken vardık. Biraz gezinip
kahvaltı yaptıktan sonra, yarışmanın yapılacağı
binaya cihazımızı taşıdık. Diğer cihazlar da
çok ilginçti. Toplam 40 civarında farklı okul
gelmişti. Her bir cihaz hakkında konuşup yorum
yapıyorduk. Heyacan iyice artmaya başladı..
Yarışma başlamış ve sıra bize gelmişti. Cihazımızı
yarışma alanına kurduk ve hakem komutunu
beklemeye başladık. Hazırlık sırasında cihazı okul
içinde farklı yerlere kurarak zaten bu işin provasını
yapmıştık. Düdük çaldı ve topu gönderdik. Son
balon patlama sesini duyduğumuzda biz 20.06
saniye ölçtük. Artık birinciyiz diyorduk. Ama yine
de bize yakın sonuç alanlar vardı ve kesin sonuçlar
yarışmalar tamamlandıktan sonra açıklanacaktı.
“Artık yemek yeme zamanı!” dedik, hem
heyacanımızın yatışması hem de açlığımızın
giderilmesi için yemek yemeye karar verdik.
Sonunda sonuçlar açıklanmaya başlamıştı. 3.
okul, 2. okul, derken 1. okul “ODTÜ Geliştirme
Vakfı Özel Lisesi” çok mutluyduk. Nasıl anlatılır
bilmiyorum. Ama çok mutluyduk. Kupamızı
aldık. Artık dönebilirdik. Dönüş yolunda sohbet
daha keyifli oldu.
Şimdi artık bir an önce 2015 problemi açıklansa
diye bekliyoruz.

Benzer belgeler

2014 Eğitim ve Öğretim Yılı

2014 Eğitim ve Öğretim Yılı verdik. Zevkle okuyacağınız bir dergi ile sizleri başbaşa bırakıyoruz. Yeni sayılarda buluşmak üzere..

Detaylı