Avrupa Birliğinin Sosyo-Ekonomik Geleceği Lizbon Stratejisi ve

Transkript

Avrupa Birliğinin Sosyo-Ekonomik Geleceği Lizbon Stratejisi ve
T.C.
MALĐYE BAKANLIĞI
AVRUPA BĐRLĐĞĐ VE DIŞ ĐLĐŞKĐLER
DAĐRESĐ BAŞKANLIĞI
AVRUPA BĐRLĐĞĐ’NĐN SOSYO-EKONOMĐK
GELECEĞĐ:
LĐZBON STRATEJĐSĐ VE KÜRESELLEŞME
Avrupa Birliği Uzmanlık Tezi
Latif YILMAZ
AB Uzman Yardımcısı
Ankara
Ekim 2008
YAZARIN ÖZGEÇMĐŞĐ
Latif YILMAZ
1979 yılında Gaziantep’te dünyaya geldi. Đlkokul, ortaokul ve lise eğitimini
Gaziantep’te tamamladı. 2003 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Đktisat Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl ODTÜ Đktisat Bölümü’nde yüksek lisans
çalışmalarına başladı. 2005 yılının Mayıs ayında açılan sınavla Maliye Bakanlığı
Avrupa Birliği ve Dış Đlişkiler Dairesi Başkanlığı’nda Avrupa Birliği Uzman
Yardımcısı olarak göreve başladı. AB Uzman Yardımcılığı süresince Avrupa
Birliği’ne katılım müzakereleri çerçevesinde Sermayenin Serbest Dolaşımı, Yargı ve
Temel Haklar ile Adalet, Özgürlük ve Güvenlik konularında çalıştı. Ankara
Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM) tarafından 2007 yılında
düzenlenen “Avrupa Birliği Uzmanlık Eğitimi” kursuna katılım sağladı. Đngilizce ve
Fransızca bilen yazar, ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde Doktora çalışmasını
sürdürmektedir.
i
KISALTMALAR
AB
Avrupa Birliği (European Union - EU)
ABD
Amerika Birleşik Devletleri (United States of America- USA)
AGP
Avrupa Gençlik Paktı (European Youth Pact - EYP)
AĐS
Avrupa Đstihdam Stratejisi (European Employment Strategy - EES)
AKM
Açık Koordinasyon Metodu (Open Coordination Method – OCM)
ASF
Avrupa Sosyal Fonu (European Social Fund - ESF)
AYB
Avrupa Yatırım Bankası (European Investment Bank - EIB)
AYTE
Avrupa Yenilik ve Teknoloji Enstitüsü
(The European Institute of Innovation and Technology - EIT)
BĐT
Bilgi ve Đletişim Teknolojileri
DTÖ
Dünya Ticaret Örgütü (World Trade Organization - WTO)
GSYĐH
Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (Gross Domestic Product - GDP)
KOBĐ
Küçük ve Orta Büyüklükte Đşletme
OTP
Ortak Tarım Politikası (Common Agricultural Policy - CAP)
URP
Ulusal Reform Programları (National Reform Programmes - NRPs)
ii
ĐÇĐNDEKĐLER
YAZARIN ÖZGEÇMĐŞĐ.............................................................................................. i
KISALTMALAR ......................................................................................................... ii
ĐÇĐNDEKĐLER ...........................................................................................................iii
TABLOLAR ............................................................................................................... vi
GĐRĐŞ ........................................................................................................................... 1
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
DÜNYA EKONOMĐSĐNDE YAPISAL DÖNÜŞÜM VE KÜRESELLEŞME
1.1
KÜRESELLEŞME NEDĐR?................................................................................ 6
1.2
ĐKĐNCĐ DÜNYA SAVAŞI SONRASI EKONOMĐK DÜZEN VE DÜNYA
EKONOMĐSĐNDE KRĐZ .............................................................................................. 13
1.2.1
Yeni Smithçi Kuram: Esnek Uzmanlaşma.............................................. 15
1.2.2
Yeni Schumpeterci Yaklaşım: Tekno-Ekonomik Paradigma.................. 17
1.2.3
Yeni-Marksist Yaklaşım: Düzenleme Okulu........................................... 20
1.3
DÜNYA EKONOMĐSĐNDE DÖNÜŞÜM VE YENĐ EKONOMĐ .............................. 24
1.3.1 Artan Küresel Ticaret ve Üretimin Mekansal Olarak Parçalanması .... 26
1.3.2 Đletişim ve Ulaşım Teknolojilerinde Değişim ve Yeni Bilgi Ekonomisi.. 33
1.3.3 Mali Piyasaların Küreselleşmesi ........................................................... 34
1.3.4 Hizmet Sektörü, Tüketim ve Turizm ....................................................... 35
1.3.5
Üretimin Küresel Ölçekte Parçalanmasının Đstihdam ve Ücretler
Üzerindeki Etkisi ................................................................................................ 36
1.3.6 Küreselleşme ve Avrupa Birliği ............................................................. 37
1.3.7
Genel Karakteristikler............................................................................ 39
iii
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
SAVAŞ SONRASI AVRUPA BĐRLĐĞĐ’NĐN
SOSYO-EKONOMĐK PERFORMANSI
2.1
AVRUPA EKONOMĐSĐ VE SORUNLARI: ABD ĐLE KARŞILAŞTIRMA ............... 42
2.2
AVRUPA BĐRLĐĞĐ’NDE ĐŞSĐZLĐK SORUNU ..................................................... 57
2.3
AVRUPA BĐRLĐĞĐ’NDE SOSYAL GÜVENLĐK SORUNU .................................... 62
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
EKONOMĐK BÜYÜME VE KAYNAKLARI
3.1
SMITH, RICARDO, MALTHUS VE MARX ...................................................... 65
3.2
SOLOW BÜYÜME MODELĐ ........................................................................... 67
3.3
YENĐ BÜYÜME TEORĐLERĐ: ĐÇSEL BÜYÜME TEORĐLERĐ ............................... 68
3.4
KURUMSALCI BÜYÜME TEORĐLERĐ ............................................................. 72
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
LĐZBON STRATEJĐSĐ: DOĞUŞU VE GELĐŞĐMĐ
4.1
LĐZBON STRATEJĐSĐ’NĐN DOĞUŞU ................................................................ 78
4.2
LĐZBON STRATEJĐSĐ’NĐN SORUNLARI VE REVĐZYON .................................... 83
4.3
LĐZBON STRATEJĐSĐ : TEŞHĐSLER, ÇÖZÜM YOLLARI VE HEDEFLER .............. 90
4.3.1 Lizbon Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 23 - 24 Mart 2000 ........ 91
4.3.2
Stockholm Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 23 - 24 Mart 2001 103
4.3.3 Barselona Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 15 - 16 Mart 2002. 108
4.3.4 Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 20 - 21 Mart 2003..... 112
4.3.5
Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 25 - 26 Mart 2004..... 112
4.3.6 Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 22 - 23 Mart 2005..... 115
4.3.7 Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 23 – 24 Mart 2006 .... 120
4.3.8 Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 8 – 9 Mart 2007 ........ 123
4.3.9 Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 13 – 14 Mart 2008 .... 124
4.3.10 2008-2010 Büyüme ve Đstihdam Đçin Bütünleştirilmiş Rehber............. 133
iv
BEŞĐNCĐ BÖLÜM
LĐZBON STRATEJĐSĐ’NE ELEŞTĐRĐLER
LĐZBON STRATEJĐSĐ’NE ELEŞTĐRĐLER............................................................ 141
SONUÇ .................................................................................................................... 157
KAYNAKÇA........................................................................................................... 161
v
TABLOLAR
Tablo 1.1
ABD Ekonomisi 1950-1980 Verileri
Tablo 2.1
Avrupa’da GSYĐH Büyümesi (%)
Tablo 2.2
ABD ve AB’nin Karşılaştırılması (ABD=100)
Tablo 2.3
Avrupa’da Đşsizlik Oranları 1950-1998 (Đşgücünün Yüzdesi Olarak)
Tablo 2.4
Avrupa’da Đşsizlik ve AĐS Hedefi (Đşgücünün Yüzdesi Olarak)
Tablo 2.5
Avrupa’da Đstihdam Oranları
Tablo 5.1
Đşgücü Verimliliği Seviyesi 1997-2007 (AB 27=100)
Tablo 5.2
Ar&Ge Harcamaları 1997-2007 (% GSYĐH)
Tablo 5.3
Avrupa Birliğinde Đşsizlik Oranları 1997-2007
vi
GĐRĐŞ
Dünya ekonomisi özellikle 1980’lerden bu yana çok önemli yapısal değişiklikler
geçirmiştir. Bu dönem içerisinde yenilik üretimi, teknolojik gelişme, rekabetçilik,
verimlilik, küreselleşme, ülkelerin karşılaştırmalı rekabet güçleri, bilgisayar, iletişim
ve bilgi teknolojileri, genetik araştırmaları, biyo-teknoloji, eko-teknoloji, eko-enerji
ve alternatif enerji kaynakları sıkça duyduğumuz kavramlar arasına girmiştir. Ülkeler
arası rekabet, artan ticari ve mali ilişkilere bağlı olarak daha da şiddetlenmiş ve
sağlıklı bir büyüme sürecinin yakalanması ve sürdürülmesi ekonomilerin sürekli
yenilik üretmelerine ve yeni teknolojiler geliştirmelerine bağlı olmuştur. Bugünün
dünyasında, herhangi bir ülkenin herhangi bir ticari ürününde rekabet gücünü ilelebet
koruyacağını düşünmek zordur. Ülkelerin rekabet güçleri çok daha dinamik bir hal
almıştır. Ülkeler izledikleri ekonomi politikalarına ve yapısal reformlara bağlı olarak
artık daha dinamik bir yapıya sahip olma şansı edinmişler ve daha önce rekabet
gücüne sahip olmadıkları ürünlerde söz sahibi olmaya başlamışlardır. Hindistan ve
Çin ekonomileri bunun en iyi örnekleri durumundadırlar. Çin son 30 yılda izlediği
politikalar sayesinde, daha önce başka ülkelerce üretilen bir çok üründe rekabet
gücünü arttırmış ve dünya piyasalarında söz sahibi olmuştur. Hindistan bu noktada
daha önemli bir başarı yakalamış, yeni dünya ekonomisinin üzerine kurulu olduğu
bilgisayar teknolojileri ve yazılım alanlarında önemli atılımlar yaparak bu alanlarda
dünyanın önemli ülkelerinden biri haline gelmiştir.
Ancak bu sürece her ülke aynı şekilde adapte olmayı başaramamıştır. Başarı
hikayelerinin yanında çok sayıda başarısızlık hikayesi de mevcuttur. Bir takım
ülkeler bu süreçten tamamen koparak bir kısır döngü içerisine girmişken, gelişmekte
olan bir çok ülke ise bu yapıya adapte olma çabası içerisindedir. Yeni sisteme adapte
olmakta sadece az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler sorun yaşamamışlardır. Đkinci
Dünya Savaşı sonrası kurulan ekonomik düzenin en başarılı örneklerini sergileyen
Avrupa ülkeleri de son 30 yılda ortaya çıkan ve hızla yayılan yeni ekonomiye ve
onun ekonomik ve sosyal sistemine adapte olmakta yeterince başarılı olamamışlardır.
Avrupa ülkeleri arasında, özellikle Đrlanda ve Đngiltere gibi ülkeler bu sisteme görece
kolay adapte olurken, Fransa ve Almanya gibi Avrupa ekonomisinin ve Avrupa
1
Birliği (AB)’nin
motoru olan ülkeler yeni sürece adapte olmakta oldukça
zorlanmışlardır. Olaya AB genelinde baktığımızda, AB ülkeleri yeni ekonomik
sisteme ve onun unsurlarına adapte olmakta Japonya ve Amerika Birleşik
Devletleri’nin oldukça gerisinde kalmışlardır.
80’li ve 90’lı yıllara gelindiğinde, Avrupa ekonomileri 1950-1970 yılları arasında
yakalamış oldukları ekonomik momentumun çok gerisinde bulunuyorlardı. 1950-70
yılları arasında hem ekonomik büyüme hem de refah devleti bağlamında - sosyal
politika alanında - yakalanan başarı yerini düşük büyüme, işsizlik ve enflasyon
sarmalına bırakmış durumundaydı. Özellikle işsizlik ve bunun sonucunda yaşanan
sosyal güvenlik sorunları Avrupa ekonomilerini uzunca bir süre meşgul etmiştir. Bu
dönemde önemli adımlar atılmaya çalışıldıysa da Đngiltere ve Đrlanda dışında pek bir
başarı hikayesi ortaya çıkmamıştır. Avrupa’nın iki önemli ekonomisi olan Fransa ve
Almanya işsizlik ve sosyal güvenlik sorunlarıyla uzun süre uğraşmak zorunda kalmış
ve halen bugün de bu alanda yaşanan sorunlar ekonomi ve sosyal politikanın birinci
maddeleri durumundadır.
Bu çalışmada, Avrupa Birliği ülkelerinin 1980’lerden sonra belirginleşen bilgi
tabanlı yeni ekonomiye ve bunun önemli bir taşıyıcısı olan küreselleşmeye adapte
olma çabalarına Lizbon Stratejisi bağlamında değinilmeye çalışılacaktır. Birlik 2000
yılında kabul ettiği Lizbon Stratejisi’nden bu yana büyüme, yenilik yaratma, yeni
teknolojiler üretme ve sosyal güvenlik alanlarında önemli çabalar sergileyerek bir
çok alanda dikkate değer adımlar atmıştır. Bu çalışmanın konusu bu çaba ve politika
önlemlerine yaşanan yeni ekonomik süreç ve büyüme modelleri bağlamında
değinilmesidir.
Çalışmanın birinci bölümünde, öncelikle Đkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan ve
işleyen ekonomik sisteme, sonrasında bu sitemin 1974 petrol krizi ile birlikte krize
girmesine ve kriz sonrasında dünya ekonomisindeki yeniden yapılanmaya
değinilecektir. Bu dönemlerde öne çıkan ekonomi ve maliye politikaları çerçeveleri,
üretim ve tüketimin almış olduğu şekil, teknoloji ve ekonomik büyüme arasındaki
ilişkiler, sosyal devlet uygulamaları ve ülkelerin büyüme performansları ele alınan
2
konular arasında olacaktır. Özellikle 1970-80 yılları arasında orta çıkan krizin
sebepleri ve sonuçları ile kriz sonrası yeni ekonomik sistemin kurulması üzerinde
durulacaktır. Bu bölümün son kısmında ise dünya ekonomisinde yaşanan, ekonomik,
sosyal ve teknolojik dönüşümü tasvir etmeye ve bu dönüşümün saydığımız alanlarda
ne gibi yenilikler, fırsatlar ve tehditler doğurduğuna değinilmeye çalışılacaktır.
Çalışmanın ikinci bölümünde, bir önceki bölümde dünya ekonomisi bağlamında
anlatılanlar Avrupa ekonomisi bağlamında değerlendirilecektir. Bu bölümde savaş
sonrası dönemden bugüne kadar Avrupa ekonomisinin genel görünümünü ortaya
konulacaktır.
Üçüncü bölümde, bugünkü ekonomik yapıda ekonomik büyüme ve gelişmenin nasıl
sağlandığını anlamak açısından ekonomik büyüme literatürüne göz atılacaktır.
Öncelikle Solow büyüme modeline değinildikten sonra, 1980 sonrası ekonomik
büyümeyi ve kaynaklarını daha güçlü bir şekilde açıklama kapasitesine sahip olan
içsel büyüme teorilerine ve kurumsalcı yaklaşıma değinilecektir. Solow modeli,
sermaye birikimi, işgücü miktarı ve verimliliği merkeze oturturken, içsel büyüme
teorileri bu modelleri daha da ileri taşımakta ve modellere beşeri sermaye, beşeri
altyapı, teknoloji geliştirme, Araştırma ve Geliştirme (Ar&Ge) faaliyetleri gibi
unsurları eklemektedir. Kurumsalcı bakış işe ekonomik büyümede kurumların
önemine değinmektedir. Bir sonraki bölümde ayrıntılarıyla incelenecek olan Lizbon
Stratejisi’nin bileşenleri tam da bu yeni büyüme modellerine ve kurumsalcı analize
uygun bir yapıya sahiptir. Strateji’de en fazla vurgulanan unsurlar, içsel büyüme
teorilerinde olduğu gibi beşeri sermayenin geliştirilmesi, yenilik üretilmesi ve
Ar&Ge faaliyetlerine ağırlık verilmesi iken, kurumcu yaklaşıma uygun olarak da
Avrupa Birliği (AB) kurumlarının yeniden yapılandırılmasıdır.
Çalışmanın dördüncü bölümünde, Lizbon Stratejisi ortaya çıktığı ilk günden bugüne
kadar ayrıntılarıyla değerlendirilecektir. Öncelikle Strateji’nin geçirmiş olduğu süreç
hakkında genel ve özet bir bilgi verilip sonrasında ise 2000 yılında kabul edilen ilk
Lizbon Stratejisi’ne ve 2005 yılında revize edilen haline değinilecektir. Bu
kısımlarda, Lizbon Stratejisi’nde öne çıkan ekonomi ve sosyal politika önlemleri ve
3
araçları üzerinde durulacaktır. Bunlara ek olarak, süreç içerisinde Strateji bağlamında
nelerin başarılıp başarılmadığı ve revize ihtiyacının neden ortaya çıktığı ele
alınacaktır. Strateji incelenirken faydalanılacak temel kaynaklar Avrupa Konseyi
Başkanlık
Bildirileri
olacaktır.
Bilindiği
üzere
2000
yılında
Lizbon’da
gerçekleştirilen Avrupa Konseyi Toplantısında Strateji kabul edilmiş ve ondan sonra
her yıl Mart ayında yapılan Konsey Toplantılarında Strateji gözden geçirilerek hem
Strateji’nin kat ettiği yol değerlendirilmiş hem de ilerisi için politika önerilerinde
bulunulmuştur. Bu bildiriler Strateji’nin temel politika bileşenlerini anlamak
açısından oldukça önemlidir.
Beşinci bölümde, Strateji’nin zayıf ve güçlü yanları ekonomi ve sosyal politika
bağlamında değerlendirilerek, Strateji’ye yöneltilen eleştiriler tartışılacaktır. Bu
bağlamda, Strateji’nin ne kadar etkin politikalar ve araçlar içerdiği, bunların
uygulanabilirliği ve gerçekçiliği üzerinde durulacaktır.
Çalışmanın son bölümü olan altıncı bölümde ise Lizbon Stratejisi genel bir
değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Buna ek olarak, bu çalışmada yeterince
değinilemeyen fakat başka çalışmalarda daha da geliştirilebilecek olan hususlar ele
alınacaktır.
4
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
DÜNYA EKONOMĐSĐNDE YAPISAL DÖNÜŞÜM VE
KÜRESELLEŞME
Bu bölümde küreselleşme olarak adlandırılan olgunun veya sürecin üzerinde
yoğunlaşarak özellikle ekonomik alanda bunun nasıl bir duruma karşılık geldiğini
tasvir etmeye çalışacağız. Öncelikle küreselleşme olgusunun tarifi üzerine hiper
küreselleşmeci (The Hyperglobalist Thesis), şüpheci (The Sceptical Thesis) ve
transformasyonist (The Transformationalist Thesis) tezler arasında geçen tartışmaya1
değinmeye çalışacağız. Bu üç grup, küreselleşme olgusunun ortaya çıkışı ve gelişimi
ile ilgili olarak ayrı pozisyonlara sahiptir. Bu tartışmadan sonraki başlıklarda ise
küreselleşme olgusunun veya sürecinin ortaya çıkmasını hazırlayan veya bugün çok
tartışılmasına neden olan koşullar üzerine yoğunlaşmaya çalışacağız. Đlk olarak
Đkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan ekonomik yapıya göz atıp daha sonra dünya
ekonomisinde 1970’lerle beraber yaşanan krize değinip buradan da ortaya çıkan ve
krizin aşılmasını sağlayan yeni ekonomik düzene göz atacağız. Her ne kadar
küreselleşme ile ortaya çıkan değişim toplumsal ve siyasal alan üzerinde etkisini
göstermiş olsa da esas olarak yaşanan değişimin ekonomi üzerindeki etkileriyle
ilgilenip, çok önemli gördüğümüz durumlarda konunun siyasal ve toplumsal
boyutlarını ele alacağız. Bu bölümün son başlığı olan “Dünya Ekonomisinde
Dönüşüm ve Yeni Ekonomi” ise tezimizin esas konusu olan Lizbon Stratejisi’ni
anlamak açısından oldukça kritik bir öneme sahiptir. Bu dönüşüm ve değişimin temel
karakteristiklerini ortaya çıkarmadan Lizbon Stratejisi’nin bileşenlerini anlamak çok
da mümkün değildir. Stratejiyi anlamak açısından bir diğer kritik kısım ise içsel
büyüme teorilerini ve kurumsalcı analizi tartışacağımız kısımdır. Bu üç kısım bir
arada ele alındığında Lizbon Stratejisi’nin hem bileşenlerini anlamak kolaylaşmakta
1
Bu tartışma ve küreselleşmenin bütün boyutları hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. David Held ve
diğerleri, Global Transformations: Politics, Economics and Culture, Stanford University Press:
Stanford, California, 1999. Yazarlar sürecin sadece ekonomik boyutunu ele almamışlar, ekonominin
yanında küreselleşmenin kültür, politika ve sosyal yapı üzerindeki etkilerine de değinmişlerdir. Dahası
kitap sadece küreselleşme olgusunun yoğun olarak tartışıldığı 1970 sonrası döneme odaklanmamış,
konuları çok daha uzun bir tarihsel perspektif içinden ve karşılaştırmalı olarak ele almıştır.
5
hem de Strateji’nin ekonomik büyümenin sağlanmasına ne kadar yardımcı olup
olmayacağı ortaya çıkmaktadır.
1.1 Küreselleşme Nedir?
Bugün gerek ekonomi gerekse de ekonomi dışındaki sosyal bilimler alanında en fazla
tartışılan kavram ve olgulardan bir tanesi küreselleşmedir. Bu tartışma özellikle 1980
sonrası dönemde alevlenmiş ve bugüne kadar sürmüştür. Küreselleşme olgusu ve
kavramı üzerinde tam bir uzlaşma sağlanmamış olsa da genel olarak küreselleşme ile
dünyanın ekonomik, sosyal ve siyasal anlamda teknolojik gelişmelerin de yardımıyla
daha fazla entegre olması kastedilmektedir.2 Başka bir tanıma göre ise küreselleşme,
ekonomik ve toplumsal yapıları zaman geçtikçe daha fazla entegre eden, daha fazla
birbirine bağımlı kılan ve benzer hale getiren dünya genelinde işleyen bir süreçtir.3
Küreselleşme ulaşım ve bilişim teknolojilerindeki gelişme ve maliyetlere bağlı olarak
dünyayı gün geçtikçe zamansal ve mekansal anlamda küçülten bir süreç olarak da
tanımlanabilir. Bu süreç beraberinde hem homojenleşmeyi hem de heterojenleşmeyi
getirmektedir. Küresel ekonomik entegrasyonun bir sonucu olarak dünyada benzer
mallar üretilmekte ve tüketilmekte, bu da beraberinde bir homojenleşmeyi
getirmektedir. Diğer taraftan da bir heterojenleşme süreci yaşanmaktadır.
Heterojenleşmenin ilk ayağı küresel sürece tepkilerle ilgilidir, küresel sistemin
beraberinde getirdiği benzeşmeye bir tepki olarak farklılıklar korunmaya ve yeniden
üretilmeye çalışılmaktadır. Bir diğer boyutta ise, küreselleşmenin kendisi bu
farklılıkları uluslararası sisteme pazarlayarak, farklılıkların uluslararası düzlemde
yeniden üretilmesini sağlamaktadır. Yerel giyisilerin ve yiyeceklerin farklı formlarda
üretilerek dünya pazarına sunulması bu tür bir sürece işaret etmektedir. Ancak bu
farklılıklar daha çok yeniden üretime tabi tutulmakta ve melezleştirilmektedir.
2
Ibid., ss. 1-3.
Frederick P. Stutz ve Barney Worf, The World Economy: Resources, Location, Trade and
Development, Pearson Prentice Hall: New Jersey, 2007. s. 6.
3
6
Bir başka açıdan, kürselleşmeyi kısaca global iletişim, ulaşım ve etkileşim ağlarının
hızlanması, genişlemesi ve derinleşmesi olarak tanımlayabiliriz.4 Küreselleşme
konsepti en başta, sınırlar arası ekonomik, politik ve sosyal aktivitelerin
yoğunlaşması ve herhangi bir coğrafyada meydana gelen bir olayın başka coğrafyalar
ve bu coğrafyalarda yaşayan insanlar ve topluluklar üzerinde hızla etkisini
göstermesine gönderme yapmaktadır.5 Giddens, küreselleşmeyi bir yerdeki olayın
başka yerler üzerinde etkili olmasını ifade eden “action at distance” kavramıyla
açıklamakta ve küreselleşme ile beraber bir mekan-zaman baskılanması (time-space
compression) veya daralması yaşandığını ifade etmektedir.6 Bu da kısaca, zamansal
ve coğrafi uzaklığın daralması veya azalması anlamına gelmektedir.7 Küreselleşme
olgusu düşünülürken lokalizasyon veya yerelleşme, uluslaşma, bölgeselleşme ve
uluslararasılaşma kavramlarını da tartışmak gerekmektedir. Lokalizasyon ve
bölgeselleşme küreselleşmenin zıddı olarak düşünülmemelidir. Örneğin bir
bölgeselleşme eğilimi örneği olarak gösterilebilecek AB küreselleşmeyi engellemek
yerine onu daha da hızlandırmakta ve derinleştirmektedir. Hatta birçok yazar bugün,
bölgesel işbirliği çabalarının veya bölgesel entegrasyonların küreselleşmeyi daha da
beslediğini ileri sürmektedirler. Aslında bu tez doğru gibidir. Ülkelerin entegrasyona
gitmeleri ve aralarındaki ticari ve ekonomik engelleri kaldırmaları hem kendi
aralarındaki ticareti ve etkileşimi arttırmakta hem de artan ticaretle beraber ölçek
ekonomileri
kaynaklı
verimlilik
kazançlarından
dolayı
kendi
dışlarındaki
ekonomilerle de olan ilişkilerini derinleştirmektedir. Ayrıca bu tür bölgeselleşme
çabaları, küreselleşmenin ortaya çıkardığı belirsizliklere karşı ülkelere daha güvenli
alanlar yaratmakta ve onlara bir tür koruma sağlamaktadır. Ancak, bölgesel otarşik
ekonomilerin oluşmasının aynı şekilde faydalı olduğunu söylemek zordur.
Bölgeselleşme ile beraber dünyaya açılma ekonomik etkinlik açısından daha verimli
gözükmektedir. Bunun en güzel örneği, AB entegrasyon sürecidir. Bir yandan AB
ülkeleri kendi aralarındaki ekonomik entegrasyonu derinleştirirken diğer yandan ise,
AB dışındaki ülkelerle olan ekonomik, toplumsal ve siyasal bağları güçlendirmeye
4
Held ve diğerleri, op. cit., s. 14.
Ibid., s. 15.
6
Ibid., s. 15
7
Giddens’ın bu terimlerle esas olarak anlatmak istediği gelişen teknoloji sayesinde mekanlar arası
uzaklıkların bu mekanlara ulaşım zamanı açısından daha da azalmasıdır. Bu ulaşım fiziki olabileceği
gibi bugün sıkça kullandığımız iletişim teknolojileri sayesinde farklı mekanlarda bulunanlarla daha
hızlı bir şekilde iletişime geçmek şeklinde de olabilir.
5
7
çalışmaktadırlar. Buna örnek olarak da son zamanlarda gündeme getirilen “Akdeniz
için Birlik” oluşumu örnek verilebilir.
Küreselleşmenin nasıl ortaya çıktığına yönelik iki farklı görüş bulunmaktadır.
Bunlardan birincisi kapitalist ekonomik sistemi ve teknolojiyi belirleyici öğe olarak
ortaya korken, diğer açıklama bunların yanına siyaseti, ideolojiyi ve piyasa güçlerini
de katmaktadır. Bazıları da Giddens gibi bu sürecin modernliğin bir devamı
olduğunu ve modernlik sürecinin derinleşmesine denk düştüğünü ifade etmektedir.8
Küreselleşmenin devlet, ekonomi, siyaset ve toplum üzerindeki etkisi oldukça
önemlidir. Tartışmaların büyük kısmı da küreselleşmenin bu olgular üzerindeki
etkilerine yoğunlaşmaktadır. Küreselleşmenin siyasal yapılar üzerindeki etkisi her ne
kadar ekonomik etkilerinden ayrıymış gibi dursa da böyle bir ayrım yapmak zordur.
Ekonomi ve siyaset arasındaki ciddi ilişki, siyasal yapılardaki değişikliklerin
ekonomik yapıyı da etkilemesini beraberinde getirmektedir. Bunun tersi de doğrudur.
Ekonomik değişimler zamanla siyasal yapıların da değişimini beraberinde
getirmektedir. Küreselleşme ile ortaya çıkan esnek ekonomik yapılar zamanla
devletin de esnekleşmesini kaçınılmaz hale getirmiştir. Bugün her ne kadar
devletlerin doğrudan ekonomik üretime müdahil olmaları pek istenmese de, devletin
düzenleyicilik ve rehberlik açısından daha aktif bir rol alması savunulmaktadır.9
Bunun yanında, idari yapının değişen yapılara hızlı cevap verecek şekilde
esnekleştirilmesi, kamu-özel sektör ortaklığının ortaya çıkması, devletin beşeri ve
fiziki sermayeyi daha çok geliştirmeye çalışması, bürokratik hantallığın ortadan
kaldırılması, yatırımlar için uygun ortamın ve daha sağlıklı bir iklimin sağlanması
hep bu doğrultuda düşünülebilir.
8
Ibid. , s. 15
Devletin küreselleşme ile beraber değişen rolu, kurumların önemi ve bunun kalkınma ile ilgisi
hakkında tarışma için 23-24 Mayıs 2002 tarihinde Dani Rodrik tarafından Neoliberizme Alternatifler
Konferansında sunulan çalışma için bkz. Dani Rodrik (2002), “After Neoliberalism, What?”,
[11.05.2008], <http://www.new-rules.org/Docs/afterneolib/rodrik.pdf>. Devlet’in ekonomideki yeni
rolünü tarışan daha ayrıntılı bir çalışma için bkz. Meredith Woo-Cumings, The Developmental
State, Cornell University Press:New York, 1999.
9
8
Kimi yazarlar, küreselleşmeyi geçmiş ekonomik, sosyal ve siyasal yapılardan kesin
bir kopuş ve yeni bir düzene geçiş olarak değerlendirirken, kimileri ise bu sürecin
geçmişteki gelişmelerle olan ilişkisini göz önünde bulundurarak yaşananları
geçmişin bir devamı ve ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkilerin daha da derinleşmesi
olarak ele almaktadır. Paul Hirst ve Grahame Thompson gibileri ise bu sürecin yeni
olmadığını, dahası bu sürecin ekonomik anlamda daha yoğununun 19. yüzyılda
yaşandığını savunmaktadırlar.10
Küreselleşmenin etkileri ve küreselleşmeye karşı izlenecek politikalar konusu da en
az konuyu tanımlamak kadar ateşli tartışmalara sahne olmuştur. Bir yandan, sürecin
getireceği önemli faydalara dikkat çeken yazarlar sürecin desteklenmesini ve bu
sürecin karşısında durulmamasını ifade ederken, diğer yandan sürecin beraberinde
getirdiği ekonomik, siyasal ve sosyal değişimleri farklı açılardan zararlı bulan
yazarlar sürece karşı durulmasını veya sürecin daha da derinleşmesinin önlenmesini
önermektedirler. Bu iki karşıt grubun tam ortasında ise, küreselleşmeyi bazı
açılardan faydalı bazı açılardan ise zararlı bulan ve küreselleşme olgusunun
yönetilmesini öne çıkaran yazarlar bulunmaktadır. Özellikle Joseph E. Stiglitz ve
Keith Griffin bu yazarların başta gelenleri arasındadır.11 Bu yazarlara göre,
küreselleşme ile beraber hem kazananlar hem de kaybedenler oluşmakta ve
kaybedenlerin başında ise azgelişmiş ülkeler, fakir ve savunmasız gruplar
10
Daha ayrıntılı bilgi içib bkz., Paul Q. Hirst and Grahame Thompson, Globalization in Question:
The International Economy and the Possibilities of Governance, Polity Press: Cambridge, 1999.
Bu çalışmada temel olarak küreselleşmenin yeni bir süreç olduğu ve geçmişten bir kopuşu ifade ettiği
hakkında üretilen fikirler eleştirilmekte ve ticaret, yabancı yatırımlar gibi veriler ışığında bunun hiç de
böyle olmadığı belirtilerek, bugün yaşanan sürecin daha yoğun bir halinin 19.yüzyılda yaşandığı ifade
edilmektedir. Bu konudaki farklı bir tartışma için bkz. P.Bairoch and R.Kozul-Wright, “Globalization
Myths: Some Historical Reflections on Integration, Industrialization and Growth in the World
Economy”, UNCTAD Discussion Papers, No.113, Mart 1996.
11
Küreselleşmenin ancak etkin bir şekilde yönetildiği ve uluslararası sistemin demokratik temellere
oturtulduğu durumda faydalı olacağını belirten Keith Griffin, küreselleşmenin yönetilmesi gerektiğini
kapsamlı bir şekilde ortaya koyan ilk kişilerden biridir. Küreselleşmenin yönetilmesi konusunda
yazdığı ve tartışma yaratan makalesi için bkz. Keith Griffin, “Economic Globalization and Institutions
of Global Governance”, Development and Change, 34 (5), 2003, ss. 789-907. Küreselleşmenin
yönetilmesi gerektiğini savunan bir diğer kişi ise Joseph E. Stiglitz’dir. Stiglitz kısaca mevcut
küreselleşmenin gerisinde politik bir tercihin bulunduğunu söylemekte ve bu haliyle küreselleşmenin
savunmasız grupları oldukça kötü etkilediğini ifade etmektedir. Küreselleşmenin bu zararlarının
ortadan kaldırılması için savunmasız grupları da dikkate alan bir politik gündemin oluşturulmasından
bahsetmektedir. Konu hakkında daha kapsamlı bilgi için bkz. Joseph E. Stiglitz, Globalization and
Its Discontents, W. W. Norton & Company, 2003.
9
gelmektedir.12 Küreselleşme ile beraber artan ticari ve mali ilişkiler yeni bir
ekonomik yapı oluşturmakta, talep ve arz yapıları değişmekte dolayısıyla işgücüne
olan talepte veya işgücünün kazancında ciddi farklılaşmalar meydana gelmektedir.
Özellikle vasıfsız işgücü ile vasıflı işgücü arasındaki uçurum gün geçtikçe daha fazla
artmakta ve nüfusun önemli bir kısmı ekonomik, sosyal ve siyasal anlamda
savunmasız hale gelmektedir. Bu yazarlara göre, her ne kadar küreselleşme inkar
edilemeyecek ve karşısında durulamayacak bir olgu ise de, küreselleşmenin nasıl bir
yol izleyeceği, onun nasıl yönetilip yönetilmediğine bağlıdır. Sürecin, risklerin göz
önünde bulundurularak daha iyi bir şekilde yönetilmeye çalışılması olası zararları en
aza indirecektir.
Küreselleşmeyi Anlamlandırmak: Şüpheciler, Transformasyonistler ve Hiper
Küreselleşmeciler
Bu girişten sonra küreselleşme hakkında üretilen yazında öne çıkan temel eğilimlere
bakabiliriz. Küreselleşme olgusu hakkında üretilen fikirleri üç önemli bakış açısı
altında toplayabiliriz. Bunlar hiper küreselleşmeci, şüpheci ve transformasyonist
(dönüşümcü) bakış açılarıdır.13 Hiper küreselleşmecilere göre dünya ekonomik,
sosyal, kültürel ve toplumsal açıdan küreselleşme denilen olguyla beraber yeni bir
çağa girmiş ve bu çağ geçmiş ekonomik, siyasal ve toplumsal düzenden kesin bir
kopuşu, bir sonraki aşamaya geçişi ve bir muhteva değişikliğini ifade etmektedir.
Şüphecilere göre ise, sözü edilen bu dönüşüm abartılmaktadır. Bu bakış açısına göre
tarihsel anlamda bu dönüşümün üzerine oturduğu gelişmelerin bir çoğu daha derin
12
Fakir ve savunmasız grupların küreselleşmeden ve son yaşanan teknolojik gelişmelerden olumsuz
etkilendikleri hakkında bir çok tartışma yapılmıştır. Gerçekten de, teknolojik gelişme ve küreselleşme
ile birlikte genel olarak düşük nitelikli işgücüne sahip gruplara yönelik işgücü talebi azalmıştır.
Teknolojik gelişme beraberinde, yeni teknolojileri kullanabilecek işgücüne olan talebi arttırmıştır. Bu
da daha az yetenekli işgücünün gelir elde etmesini oldukça zorlaştırmıştır. Küreselleşme ile birlikte
fakirliğin ve eşitsizliklerin azaldığına dair argümana karşı eleştirilerin yöneltildiği bir tartışma için
bkz., Robert Hunter Wade, “Is Globalization Reducing Poverty and Inequality?” World
Development, Vol. 32, No. 4, 2004. ss. 567-89. Ayrıca küreselleşme ve teknolojik değişimin işgücü
üzerindeki etkileri hakkında ayrıntılı bir çalışma için bkz. Dani Rodrik, Has Globalization Gone Too
Far, Institute for International Economics, 1 Mart 1997. Kitaba elektronik ortamda ulaşmak için bkz.
[10.04.2008], <http://bookstore.petersoninstitute.org/book-store/57.html>. Bu konu hakkındaki başka
bir tartışma için bkz. Robert C. Feenstra, “Integration of Trade and Disintegration of Production in the
Global Economy”, Journal of Economic Perspectives, Vol. 12, No. 4, Fall 1998, ss. 31–50
13
Held ve diğerleri, op. cit., s. 3.
10
bir şekilde geçmişte yaşanmıştır.14 Bugün küreselleşme olgusunun dayandırıldığı
artan ekonomik ve mali ilişkilerin daha da yoğun hali 19. yy’da yaşanmıştır.
Özellikle ekonomik anlamda 19. yüzyıl dünya genelinde çok daha fazla yabancı
yatırımlara, ticarete ve ekonomik entegrasyona sahne olmuştur.15 Transformasyonist
teze göre ise küreselleşme olgusu nihayete ermiş bir olgudan çok halen yaşanan ve
dönüşüme uğrayan bir süreçtir. Bu süreç aynı zamanda diğer iki tezin aksine ortada
bazı belirsizliklerin olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla, yaşanan sürecin ne
şekilde yoluna devam edeceği tam olarak bilinemez. Bu görüşün aksine, ilk iki görüş
küreselleşmenin mevcut formu ve gelecekte alacağı hal hakkında daha kesin bir
duruşa sahiptir. Şüphecilerin hiper küreselleşmecilerden ayrıldıkları en önemli nokta
yaşanan olgunun yeni olup olmadığı hakkındadır.16
Hiper küreselleşmeciler, ekonominin ulusal özelliğini kaybettiğini, üretimde, finansta
ve ticarette uluslar aşırı ağların oluşmuş olduğunu ve artık ekonomik hayatın bunlar
tarafından belirlenmeye başladığını ifade etmektedirler.17 Bu görüşü savunanlara
göre ortaya çıkan sert rekabet koşulları ve yeni ekonomik yapı hiçbir şekilde
ekonomik ve toplumsal anlamda sosyal demokratik modellere yer bırakmamaktadır.
Tezin takipçileri, sosyal demokratik modellerin ekonomilerin rekabet gücünü ve
dinamizmini azalttığını belirtmektedirler. Artan rekabet, ister istemez maliyetlerin
aşağıya çekilmesini ve verimlilik artışlarını zorunlu kılmakta, buna karşın sosyal
modeller hem maliyetleri arttırmakta hem de ekonomik verimliliği negatif şekilde
etkilemektedir.18 Aslında, tam bu nokta Avrupa ekonomilerinin yaşadıkları ikileme
dikkatlerimizi çekmektedir. Eğer bu tezi savunanların bakış açısıyla bakarsak,
Avrupa ekonomilerinin bugün yaşadıkları sorunların büyük bir kısmı sosyal
14
Bu tez doğrultusunda hazırlanan çalışmalara en iyi örnek için bkz. Hirst ve Thompson, 1999.
Held ve diğerleri, op. cit., ss. 5-7.
16
Ibid., ss. 2-3.
17
Ibid., s. 3.
18
AB politika yapıcıları ise bunun tam tersini düşünmektedirler. Her ne kadar Lizbon Stratejisi’nin en
önemli ayaklarından bir tanesi Avrupa Sosyal Modelini reforme etmek olsa da, bununla kast edilen
şey sosyal modeli tamamen ortadan kaldırmak değildir. Birlik politika metinlerinde ekonomik
büyüme ve sosyal koruma arasında pozitif bir ilişki olduğu kabul edilmektedir. Bunun gerisindeki
mantık ise, sosyal koruma altında vatandaşların daha kolay risk alabilecekleri ve kendilerine daha
fazla güvenerek girişimci hale gelecekleridir. Birliğin amacı, reformla daha aktif bir refah devleti
oluşturmaktır. Bu konu hakkında daha ayrıntılı bilgi için dördüncü bölümde ele aldığımız Lizbon
Stratejisine bakınız.
15
11
demokratik modelle yeni ekonomik yapı arasındaki çatışmadan ortaya çıkmaktadır.
Ancak bu konunun oldukça tartışmalı olduğunu da belirtmeliyiz.
Şüphecilere göre bugünkü ekonomik entegrasyonun ve bağımlılığın seviyesi hiç de
tarihsel olarak eşsiz bir noktaya tekabül etmemektedir. Şüpheciler ayrıca ulus
devletin hala ekonomik kararlar üzerinde ciddi bir ağırlığının olduğundan ve
piyasaların tamamen serbestleşmesine dayanan neoliberal ekonomik politikalar için
ulus
devletin
elzem
olduğundan
bahsetmektedirler.19
Ekonomide
yaşanan
küreselleşmenin abartılmaması gerektiğini söyleyen şüpheciler, yaşananların dünya
genelinde bir entegrasyondan çok bir bölgeselleşme süreci olduğunu ifade etmekte
ve Avrupa, Asya-Pasifik ve Kuzey Amerika gibi ayrı üç bölgesel blokun oluştuğunu
söylemektedirler. Şüpheciler ayrıca yabancı yatırımlar konusunun da abartılmaması
gerektiğini, yabancı yatırım akımlarının büyük kısmının daha çok gelişmiş ülkeler
arasında meydana geldiğini ifade etmektedirler.20
Transformasyonistler’e göre ise, bugün yaşanılan hızlı sosyal, politik ve ekonomik
değişimlerin gerisinde küreselleşme olgusu bulunmakta ve bu gelişmeler modern
toplumları ve dünya düzenini yeniden şekillendirirken, içerisinde bir takım
belirsizlikleri de barındırmaktadır.21 Bu tez etrafında düşünenler, ulusal olanla
uluslararası olan arasındaki sınırların zayıflamaya başladığını söylemektelerse de, bu
grup küreselleşme hakkında tam ve kesin bir resim vermekten kaçınmaktadır. Başta
da belirttiğimiz gibi, bu grup yaşananları bir süreç olarak okumakta ve bu sürecin ne
19
Liberal politikaların da ciddi bir devlet müdahalesi gerektirdiği yönünde ortaya atılan fikirleri ilk
dile getiren Karl Polanyi’dir. Polanyi’ye göre etkin bir devlet müdahalesi olmadan piyasa sisteminin
oluşturulması imkansızdır. Bu konu hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. Karl Polanyi, The Great
Transformation: The Political and Economic Origins of Our Time, Beacon Press:Boston,
Massachusetts, 2001.
20
Held ve diğerleri, op. cit., s.5-6. Aslında küreselleşme ile beraber yabancı yatırımların ve ticaretin
arttığı doğrudur. Ancak ekonomik verilere bakıldığında artan yabancı sermaye akımları ve ticaret
hacmi gelişmiş ülkelere doğru sapmıştır. Özellikle endüstri içi ticaret sayesinde gelişmekte olan
ülkeler arası ticaret hacmi muazzam derecede artmıştır. Yabancı yatırım verileri de aynı sapmayı
doğrulamaktadır. Gelişmiş ülkeler arası yabacı yatırım hareketleri toplam hareketlerin büyük bir
kısmını oluşturmaktadır. Bu konu hakkında daha ayrntılı bilgi için bkz. Held ve diğerleri (1999),
özellikle Bölüm 3, Global Trade, Global Markets ve Bölüm 4, Shifting Patterns of Global Finance.
21
Anthony Giddens, The consequences of modernity, Polity Press: Cambridge,UK, 1990; Manuel
Castells, The rise of the network society, Blackwell Publishers: Cambridge, Mass, 1996; Jan Aart
Scholte, International Relations of Social Change, Taylor & Francis Group: London, 1993, aktaran
Held ve diğerleri, op. cit., s. 7. bu teze uygun bir tartışma için bkz. Göran Therborn, “Globalizations:
Dimensions, Historical Waves, Regional Effects and Normative Governance”, International
Sociology, Vol.15(2), 2000. ss. 151-179.
12
tarafa gideceğinin kesin olmadığını, içerisinde bir takım belirsizlikler taşıdığını ifade
etmektedir. Transformasyonistler küreselleşmeye daha çok kendi çelişkileri olan bir
olgu
olarak
bakarken,
önemsemektedirler.
ortaya
çıkabilecek
Transformasyonistler
konjonktürel
küreselleşme
ile
faktörleri
beraber
de
dünya
hiyerarşisinin yeniden belirlenmekte olduğunu, bu süreçten bazı ülkelerin kazançlı
çıkarken bazı ülkelerinse zararlı çıktığını ve zararlı çıkan ülkelerin sistemden
uzaklaşarak daha da marjinalleşmeye başladıklarını ifade etmektedirler. Bu tez
etrafında toplananlara göre artık birinci dünya ve üçüncü dünya her yerdedir. Üçüncü
dünya ülkelerinde birinci dünya ülkelerinde yaşayanlara benzer grupların, birinci
dünya ülkelerinde ise üçüncü dünya ülkelerinde yaşayanlara benzer grupların ve
insanların olduğunu ifade etmektedirler. Kısacası küreselleşme beraberinde
kazananlar kadar marjinaller de yaratmaktadır. Hem kazananlara hem de
kaybendenlere veya marjinallere artık her yerde rastlayabilmekteyiz. Bu grup ulus
devletin varlığını korumasına rağmen alınan kararlar üzerinde artık eskisi kadar
güçlü bir otoritesinin olmadığını, devletin bitmediğini ancak yeni stratejilerle
donatıldığını ifade etmektedir.22
1.2 Đkinci Dünya Savaşı Sonrası Ekonomik Düzen ve Dünya Ekonomisinde Kriz
Küreselleşme olgusunun anlamlandırılması tartışmalarına değindikten sonra bu
bölümde Đkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan küresel ekonomik yapının üzerine
oturduğu segmentlere üretim, tüketim, yatırım, ticaret ve teknoloji gibi parametreler
ışığında değinmeye çalışacağız. Kısacası, küreselleşme olgusunun gündemimizin
merkezine oturmasına sebep olan süreçlere ve gelişmelere değineceğiz. Savaş sonrası
dönemin temel ekonomik karakteristiklerini ortaya koyup, sistemin nasıl olup da bir
krize girdiğini ele almaya çalışacağız.
Dünya ekonomisinde 1970’lerle beraber ortaya çıkan ve bugüne kadar süren
ekonomik ve sosyal değişimin gerisindeki önemli faktörlerden bir tanesi 1973-74
yılları arasında yaşanan petrol krizidir. Krizle beraber savaş sonrası ekonomideki
sorunlar kendisini iyice hissettirmeye başlamış ve dünya ekonomisinde düşük
22
Held ve diğerleri, op. cit., s. 9.
13
büyüme ve enflasyon süreci olarak adlandırılan stagflasyon dönemi yaşanmıştır.
Krizi sadece bir petrol krizi olarak görmek yanıltıcı olur. Eğer öyle olsaydı, petrol
fiyatlarındaki düzelme krizin ortadan kalkması için yeterli olurdu. Ancak bu
dönemde genel olarak üretim, tüketim ve verimlilik krizi gibi daha yapısal krizler
ortaya çıkmıştır. Đşgücü maliyetlerindeki artışın verimlilik artışlarının gerisinde
kalması ve devlet harcamalarındaki artışlar enflasyonu, tüketim talebinde meydana
gelen azalma ise düşük ekonomik büyümeyi beraberinde getirmiştir. Kriz öncesinin
kitlesel üretim ve tüketim paradigması bu dönemde bir kriz içerisine girmiştir. Bütün
bunlar ışığında, krizin nedenleri ve ekonomik yeniden yapılanma üzerindeki etkileri
oldukça önemli görünmektedir.
Kriz sürecinde ortaya çıkan en önemli olgu başta ABD olmak üzere, gelişmiş
ekonomilerdeki üretkenlik oranlarındaki ve üretimde yaşanan düşüştür.23 Ekonomik
durgunluk ve enflasyon sonucu ortaya çıkan stagflasyon süreci ekonomik üretim ve
istihdam üzerinde önemli negatif etkileri de ortaya çıkarmıştır. Tablo 1.1’deki
üretim, emek üretkenliği ve enflasyon oranlarına bakıldığında ABD ekonomisinin
bariz bir şekilde kötüye gittiği, sınai üretim ve emek üretkenliği artış oranlarının
azalmakta olduğu, enflasyonun ise artmakta olduğu görülmektedir. 24
Tablo 1.1 ABD Ekonomisi 1950-1980 Verileri
Dönem
Sinai Üretim Artış
Emek Verimliliği
Oranı
Büyümesi
1950-65
5.4
3.4
1965-73
5.1
2.4
1973-81
2.8
0.8
Đşsizlik
Oranı
4.8
4.5
6.7
Enflasyon
Oranı
2.3
4.7
8.1
Kaynak: Erol Taymaz, “Kriz ve Teknoloji”, Toplum ve Bilim, Bahar, 1993, s.7.
Ekonomi literatüründe Đkinci Dünya Savaşı’ndan petrol krizine kadar geçen süreçteki
üretim süreçlerini adlandırmak için daha çok kitlesel üretime ve bant üzerinde
üretime gönderme yapan Fordizm kavramı kullanılmaktadır.25 Kriz de bir ölçüde
23
Erol Taymaz, “Kriz ve Teknoloji”, Toplum ve Bilim, Bahar, 1993, s. 6
Ibid., s. 6.
25
Fordizm kavramı ilk olarak Đtalyan düşünür Antonio Gramsci tarafından Amerika’daki üretim
sistemini tanımlamak üzerine kullanmıştır. Kavram daha sonra birçok sosyal bilimci tarafından çok
daha geniş bir anlamla, savaş sonrası dönemin ekonomik ve sosyal örgütlenmesini tasvir etmek
24
14
fordizm kavramıyla ifade edilen üretim ve tüketim yapısının ve bunları organize eden
kurumsal düzenlemelerin krizi olarak ele alınmaktadır. Her ne kadar krizin sebep ve
sonuçları üzerine birçok çalışma yapılmış ve farklı tartışmalar ortaya çıkmış olsa da,
dönemin analiz edilmesinde üç önemli ekol veya kuram öne çıkmaktadır. Bunlar,
Yeni Smithçi Kuram, Yeni Schumpeterci Yaklaşım ve Yeni Marksist Yaklaşım:
Düzenleme Okuludur.26 Şimdi bu ekollerin krizin çıkmasının nedenleri üzerine
geliştirdikleri argümanlara bakacağız.27
1.2.1
Yeni Smithçi Kuram: Esnek Uzmanlaşma
Bu kuram kriz öncesini kitlesel üretim, kriz sonrası yeniden yapılanmayı ise esnek
uzmanlaşma üzerinden ele almaktadır. Kitlesel üretimde, standart ürün, niteliksiz
işgücü, özel amaçlı makineler (başka ürünlerin üretimi için kullanılamayan
makineler) varken kriz sonrasında ortaya çıkan esnek uzmanlaşma ise daha çok
kalifiye işgücüne, esnek üretime, genel amaçlı makinelere ve çeşitli ürünlerin küçük
ölçekte üretilmesine bağlıdır. Kitlesel üretimin yaygın olduğu süreçte en önemli şey
arz ve talebin kontrol altına alınması ve arz ve talep arasında bir dengenin
sağlanmasıdır. Esnek üretimde ise, firmalar arası işbirliğinin sağlanması ve rekabete
karşı kaynakların yenilik üretimi için seferber edilerek kullanılması önemlidir.28 Bu
okula göre, Đkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Keynesçi refah devleti kitlesel
üretim sisteminin arz ve talep dengesinin sağlanması problemini çözmek için ortaya
çıkmış ve bir ölçüde de bunda başarılı olmuştur. Ancak, daha sonra ortaya çıkan
esnek uzmanlaşma süreci bu okula göre daha az makro düzenlemeye ihtiyaç
duymaktadır. Esnek uzmanlaşma sürecinde en fazla ihtiyaç duyulan şey firmalar
arası işbirliği ve yenilik üretilmesidir.29
amacıyla kullanılmıştır. Konu hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. David Harvey, Postmodernliğin
Durumu, Metis Yayınları: Đstanbul, 1997. ss.141-224.
26
Taymaz, op. cit., s. 6
27
Bu kuramların daha ayrıntılı bir tartışması için bkz., Taymaz, Ibid., ss. 8-25.
28
Ibid., ss. 8-14.
29
Esnek uzmanlaşma ile beraber üretim süreçlerinin mekansal olarak parçalandığını
düşündüğümüzde, yani bir malın üretiminin çeşitli kısımlarının ülkeler arasında dağıtıldığını
düşündüğümüzde, malın farklı parçalarının üretime zamanında yönlendirilmesi önem arz etmekte bu
da malın farklı bölümlerini üreten firmalar arası işbirliğini önemli kılmaktadır.
15
Bu okula göre ekonomik üretim süreçlerinin alacağı şekil, egemen teknolojik
paradigma tarafından belirlenmektedir.30 Burada öne çıkan konu ise Adam Smith’in
işbölümü argümanıdır. 31 Đşbölümü sayesinde daha az faaliyete yoğunlaşan işçilerin
kabiliyetleri gelişir. Bir faaliyetten diğer bir faaliyete geçiş için gereken zaman azalır
ve üretimin sadece belli bir sürecine yoğunlaşan işçiler yenilik yaratabilirler.32
Yeni Smithçi kurama göre, kitlesel üretim beraberinde büyük tekelci firmaları ve
refah devletini getirmekte ve her iki yapı da temelde arz talep dengesini korumak
üzere çalışmaktadır. Devlet refah sistemi yoluyla talebi kontrol etmekte, firmalar ise
büyük ölçeklerde faaliyet gösterip, örgütlenerek arzı kontrol etmektedirler. Bu bakış
açısına göre kriz kitlesel üretimin çelişkileri sonucu ortaya çıkan bir krizdir. Bunun
gerisinde ise şunlar yatmaktadır:33
•
Otomobil ve beyaz eşya gibi kitlesel üretim yapan sektörlerde piyasanın
doyuma ulaşması;
•
Geliri ve refahı artan tüketicilerin standart mallardan ziyade daha farklı veya
farklılaştırılmış mallara yönelik taleplerinin artması;
•
Ekonomilerin uluslararasılaşması sebebiyle rekabetin küresel ölçekte artması
ve petrol şokuyla beraber piyasalarda istikrarsızlıkların baş göstermesidir.
Bütün bu yaşananlar Yeni Smithçi kurama göre kitlesel üretimi bir krize sokmuştur.
Gelişmiş ülkelerde krize verilen ilk tepki mevcut kitlesel üretimin ve düzenleme
30
Teknolojik paradigmadan kast edilen ise, genel anlamda üretim süreçlerinde kullanılan genel
teknolojik imkanlardır. Sanayileşme ile beraber buhar makinesinin, 20. yüzyılda içten yanmalı
motorların ve bugün kullanılan elektronik devreler sözü edilen teknolojik paradigmanın farklı
veçhelerine karşılık gelmektedir.
31
Adam Smith ekonomideki işbölümünün sınırının piyasaların büyüklüğü ile belirleneceğini
söylemektedir. Dolayısıyla işbölümünden ne kadar verimlilik kazancı elde edileceği, üretimin ne
kadar büyük bir piyasa için yapıldığına bağlıdır. Smith’in bu konda yazdıkları için bkz. Adam Smith,
Ulusların Zenginliği, Çevirenler: Ayşe Yunus ve Mehmey Bakırcı, Alan Yayıncılık: Đstanbul, 2001.
ss. 19-31.
32
1970 sonrası yaşanan dönüşümde ölçek ekonomileri yine önemli bir rol oynamıştır. Bu süreçte
verimliliğin arttırılması için üretim, ölçek ekonomilerinden faydalanılmak üzere yeniden
örgütlenmiştir diyebiliriz.
33
Taymaz, op. cit., ss. 8-14.
16
mekanizmalarının güçlendirilmesi olmuştur.34 Bunun sonucu olarak, devletler işçi ve
işverenlerle beraber fiyat ve ücret düzeyini düzenlemeye, firmalar ise kitlesel üretimi
daha
da
arttırarak
maliyetleri
düşürmeye
çalışmış
ve
ürünler
daha
da
standartlaştırılmıştır. Ancak bunların yaşanan krizi çözmek yerine daha da
derinleştirmesi ister istemez firmaları ve devletleri yeni stratejilere sürüklemiştir.
Bunun sonucu olarak ise, üretim yeniden örgütlenmeye çalışılmış ve emek yoğun
süreçler genel anlamda faktör maliyetlerinin daha düşük olduğu ülkelere
kaydırılmıştır. Üretimin daha fazla beceri isteyen pazarlama, ürün geliştirme ve
farklılaştırma gibi kısımları ise yine esas ülkede kalmıştır.35 Firmalar arası rekabet
ücretler üzerinden daha çok yenilik üretmeyle yapılmaya başlanmış ve esnek
üretimle beraber talep değişimlerine göre yeni ürünler üretmek için kaynakları
organize etme, ürün çeşitliliği ve hızlı teknolojik yenilik yaratma kolaylaşmıştır.36
1.2.2
Yeni Schumpeterci Yaklaşım: Tekno-Ekonomik Paradigma
Savaş sonrası dönemdeki ekonomik yapıyı ve bu yapının krize girmesini analiz eden
bir diğer ekol ise Yeni Schumpeterci Yaklaşımdır. Yeni Smithçi Yaklaşıma
benzemekle birlikte ekonomik yapının oluşmasında ve krize girmesinde teknolojiye
daha fazla ağırlık vermekte, kriz sürecini ve yeniden yapılanmayı açıklamak için
Tekno-Ekonomik Paradigma kavramını kullanmaktadır. Teknolojik yenilikler bu
yaklaşım açısından oldukça önemli olup, teknolojik değişim muhtevasına göre dört
gruba ayrılmaktadır. Bunlar:37
•
Küçük ve sürekli yenilikler: bunlar üretim ve verimlilikte önemli değişiklikler
yaratmayan daha çok küçük çaplı olan değişikliklerdir.
34
Sabel, C.F., "Flexible Specialisation and the Re-emergence of Regional Economies", Reversing
Industrial Decline? Industrial Structure and Policy in Britain and Her Competitors içinde, (der.)
P.Hirst ve J.Zeitlin, Oxford: Berg Publishers, 1989, ss. 17-70, aktaran Taymaz, op. cit., s. 11.
35
Taymaz, op. cit., s. 12.
36
Ibid., s. 11.
37
Ibid., ss. 14-17.
17
•
Radikal yenilikler: bu tür yenilikler alanına firmaların Ar&Ge ile
geliştirdikleri yenilikler girer.
•
Teknoloji sisteminde değişiklik yapan yenilikler: bu değişimlerden ekonomi
genelinde birçok sektör etkilenir, yeni kar imkanları ortaya çıkar ancak
teknolojik değişim bir sıçramayı ifade etmez.
•
Tekno-ekonomik paradigmanın değişmesi: bütün ekonomik yapı etkilenir,
yeni yatırım ve kar olanakları ortaya çıkar. Bu yenilikler aynı zamanda uzun
dönemli ekonomik dalgalanmaların da yükselme kısmına denk gelir. Bu süreç
içerisinde yeni girişimciler ve yeni zengin sınıflar ortaya çıkar. Bu yeni
teknoloji zamanla tüketilir ve ekonomi tekrar bir durgunluk devresine ve
sonrasında ise bir gerileme devresine girer.38
Bu analize göre savaş sonrası dönemde ekonomik canlanmayı 1950-70 yılları
arasında dayanıklı tüketim mallarına olan talep artışı sağlamaktadır. Savaş sonrası
dönemde, Keynesyen refah devleti modelinin yardımıyla ekonomide alım gücü
yükselmiş, bu da dayanıklı tüketim mallarına olan talebi arttırmıştır. Ayrıca bu
dönem içerisinde, mali kesim de kredi olanaklarını bu talebi canlı tutacak şekilde
kullanmış ve dayanıklı tüketim mallarının alınması için kredi sisteminde genişleme
yaşanmıştır. Bu dönemde ekonomik canlanmayı sağlayan bir diğer faktör ise, yapılan
büyük altyapı yatırımlarıdır. Bu yatırımlar sayesinde, firmaların üretim ve dağıtım
38
Teknolojik değişim, yenilikler, kriz ve ve girişimciler hakkında önemli bir tartışma için bkz. Joseph
A. Schumpeter, Capitalism, Socialism, and Democracy, Unwin University Books: London, 1974.
Schumpeter bu kitabında kısaca ekonomik büyümenin yeni teknoloji geliştirmeye veya verimlilikte
önemli ölçüde artış sağlayacak yenilikler üretmeye bağlı olduğunu söyler. Schumpeter’e göre bu
yenilikleri ortaya çıkaranlar girişimcilerdir. Girişimciler bu yenilikler sayesinde önemli verimlilik
kazançları sağlarlar veya daha önce piyasada olmayan bir malı piyasaya sunarak önemli miktarda rant
elde ederler. Bu süreç içerisinde, çok önemli kârlar elde edilir. Ancak zamanla, yenilik taklit edilir ve
kârlar düşmeye başlar. Bu süreç girişimcileri de kapitalistleşmeye doğru sürükler. Girişimciler artık
yeniliklerden dolayı değil elde ettikleri kârlardan ve sermayeden dolayı kazanç sağlarlar.
Girişimcilerin yenilik üreterek ortaya çıktıkları dönem ekonomik genişlemeye, karların azalmaya
başladığı ve yenilikten çok bulunan bir yeniliğin taklit edildiği süreç ise ekonomide daralmaya karşılık
gelir. Bu süreç her önemli yenilikte ve teknolojik değişimde kendisini tekrar eder ve ekonomide ardı
ardına genişleme ve daralma dönemleri yaşanır. Buradan da anlaşılacağı üzere, Schumpeter için
teknoloji ve yenilik üretimi ekonomik büyümenin ve genişlme sürecinin en önemli belirleyicisidir.
18
maliyetleri azalmış ayrıca üretim faktörlerine etkin bir şekilde ulaşmaları
kolaylaşmıştır.39
Peki nasıl olmuş da bu süreç bir krizle noktalanmıştır. Bu yaklaşım krizin nedenleri
olarak şunları saymaktadır:40
•
Teknoloji bir süre sonra kendini tüketir ve doğal sınırlarına varır. Bu süreçten
sonra verimlilik artışları yaşanmaz ve büyüme durağanlaşır.
•
Teknolojinin sınırlarına varmasıyla beraber üretim de sınırlarına varır.
•
Verimlilik kazançlarının en önemli kaynaklarından biri olan ölçek
ekonomileri sona erer. Bunun gerisindeki en önemli neden ise, artık standart
mallara olan talebin bir doyuma ulaşması ve talebin azalmasıdır. Bu talep
azalması üretimin daha küçük ölçeklerde yapılmasını zorunlu kılar ve bu da
ölçek ekonomilerinden elde edilen kazançları azaltır.
•
Bir diğer neden ise Montaj hattının katılığıdır. Montaj hattı işçinin ürün
üzerinde herhangi bir denetiminin olmadığı ve üretime minimum katkı
sağladığı bir üretim sitemidir. Bu katılık bir süre sonra işçilerde
yabancılaşmaya sebep olmakta ve bu da verimliliği ve üretkenliği
düşürmektedir.
•
Yeni tekno-ekonomik paradigma ile mevcut ulusal ve uluslararası düzenleme
rejimi arasında sıkıntı çıkmıştır. Bu süreç yaşanırken aslında aynı zamanda
ortaya çıkmakta olan yeni teknolojiler de kendilerini belli etmeye başlarlar.
Ancak eski sistem ile yeni sitem arasındaki uyumsuzluklar mevcut düzenleme
kurumları tarafından ortadan kaldırılamaz.
39
Dahası bir de bütün bunlara, savaşla gelen yıkım sonrası toparlanmanın ekonomide yarattığı talep
canlanması düşünülürse sürecin anlaşılması daha kolay olur. ABD büyük ölçüde bu saikle, Marshall
yardımlarını kullanarak Avrupa ekonomilerinin kendilerini toparlamalarına yardımcı olmuştur.
40
Taymaz, op. cit., s. 16.
19
Bu ekole göre, krizden çıkış yeni tekno-ekonomik paradigmanın yaygınlık kazanması
ve buna uygun kurumsal yapılanmanın oluşmasıyla olur. 1980 sonrası süreçte kriz
ancak enformasyon ve iletişim teknolojilerindeki radikal değişmelerle ortadan
kalkmıştır. Bu süreçte mevcut uyumsuzlukların ortadan kaldırılması ve ekonomik
büyümenin yeniden sağlanması için şu adımlar atılmıştır:41
•
Esnek çalışma koşulları ve süreleri getirilmiş;
•
Eğitim sistemi yeni ekonomik gerekliliklere göre düzenlenmeye çalışılmış;
•
Bilgi ve iletişim teknolojisine uygun koşullar hazırlayan bölgesel politikalar
uygulanmış;
•
Yeni mali araçlar ve kurumlar ortaya çıkmış;
•
Devlet ve şirket yönetiminde hiyerarşik ve katı yönetim azalmış ve daha
esnek bir örgütlenme benimsenmiştir.
Bu değişimlerle beraber ekonomik büyüme yeniden yakalanmış ve Schumpeter’in
öngörülerine uygun olarak yeni sektörler ve bu sektörleri sürükleyen yeni sınıflar
ortaya çıkmıştır. Bilgisiyar, elektronik, yazılım, iletişim araçları imalatı, optik kablo,
robot, veri bankaları, ve yongalar (chips) esnek üretim ve yeni teknolojik
paradigmanın sürükleyici sektörleri olmuşlardır.
1.2.3
Yeni-Marksist Yaklaşım: Düzenleme Okulu
Krizin ortaya çıkması ve dünya ekonomisinde yeniden yapılanma üzerine en etkili
açıklamalar Yeni-Marksist Okul olarak adlandırılan Fransız Düzenleme Okulu
tarafından ortaya atılmıştır. Okul öncelikle savaş sonrası sistemi üretim, tüketim ve
ekonomik ve sosyal kurumlar bağlamında incelemiş ve burada ortaya çıkan
41
Ibid., ss. 14-17.
20
çelişkilerden krizin analizini yapmış, daha sonra ise ortaya çıkmakta olan ekonomik
yapının üretim, tüketim ve kurumsal yapısını ortaya çıkarmaya çalışmıştır.42
Bu okul sermaye birikim sürecini merkeze alıp, birikim rejimi ve düzenleme tarzı
kavramlarını kullanarak süreci analiz etmeye çalışmaktadır. “Düzenleme kuramına
göre, sermaye birikiminin mantığı kapitalist ekonomilerin merkezinde yer alır. Bu
nedenle, sermaye birikim sürecinin incelenmesi, kapitalist gelişim dinamiklerinin
incelenmesi için başlangıç noktasını teşkil eder.”43 Birikim rejimi sermaye birikim
süreçleriyle ilgilili olup, “... sermaye birikim sürecinin oldukça uzun bir dönem
boyunca istikrarlı bir şekilde sürmesini sağlayacak şekilde toplumsal ürünün tüketim
ve birikim arasında paylaşılması olarak tanımlanmaktadır.”44 Düzenleme tarzı ise
birikim rejimini düzenleyen kurumsal yapıyla ilgilidir.
Düzenleme okulu, sermaye birikim rejimini analiz ederken şu hususlara
bakmaktadır:
•
Üretimin örgütlenmesi;
•
Yatırım planları;
•
Ücret, kar ve vergi arası paylaşım;
•
Talep yönetimi;
•
Farklı üretim tarzları arasındaki ilişkiler;
Birikim rejimine karşılık gelen düzenleme tarzı analiz edilirken ise;
•
Para kredi ilişkilerine;
•
Ücret-emek ilişkilerine;
42
Fransız Düzenleme Okulu olarak bilinen bu ekol, kriz sonrası ekonomik yeniden yapılanma
tartışmalarında oldukça önemli bir literatür yaratmış ve bir çok ülkede ekolün temel teorik çerçevesi
bağlamında o ülke akademisyenlerince araştırmalar yapılmıştır. Türkiye’de bu ekolü takip ederek
akademik araştırma yapanlardan bir tanesi de Ahmet Alpay Dikmen’dir. Dikmen “Global Commodity
Production and Ideologies of Work: Cases of Textiles Production in Turkey,” adlı doktora tezinde bu
ekolü takip etmiştir. Ayrıca Dikmen bir diğer çalışması için bkz. Ahmet Alpay Dikmen, “Küresel
Üretim, Moda Ekonomileri ve Yeni Dünya Hiyerarşisi”, Toplum ve Bilim, Güz, sayı: 86, 2000. ss.
281-302.
43
Taymaz, op. cit., s. 18.
44
Ibid., s. 18.
21
•
Rekabet tipine;
•
ve devletin müdahale biçimlerine bakılır.
Başta da belirttiğimiz üzere Okul birikim rejimlerini yaygın ve yoğun birikim
rejimleri olarak ikiye ayırır. Yoğun birikim rejiminde genel olarak mevcut teknolojik
yapı kullanılıp, işgücü, makine ve ekipman miktarı arttırılarak büyüme sağlanır.
Kısacası ekonomik büyüme daha çok mevcut ölçeğin büyütülmesine bağlı olarak
sağlanır.
Yaygın birikim rejiminde ise ölçek arttırımı yine önemli olmakla beraber, ekonomik
büyüme ve sermaye birikimi esas olarak teknolojik gelişmeye ve verimliliğin
arttırılmasına bağlıdır. Burada artık ölçek arttırımı temel belirleyen değildir. Firmalar
sürekli teknolojik yenilikler üreterek farklı ölçek düzeylerinde daha fazla kar ve
birikim yapmaya çalışırlar.
Düzenleme okulu Đkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan birikim rejimi ve
düzenleme tarzını fordizm olarak adlandırır. Bu ekole göre, fordist birikim rejimi ise
şu temel olgulardan oluşur.
•
Yarı otomatik montaj hattı üretimi;
•
Yoğun birikim rejimi;
•
Standart mal üretimi;
•
Emeğin daha yoğun kullanımı;
•
Kafa ve kol emeği arası ayrım;
•
Toplu sözleşmeler;
•
Sosyal güvenlik;
•
Đşsizlik sigortası;
Düzenleme okuluna göre mevcut birikim rejimi ile düzenleme tarzı arasında ortaya
çıkan çelişkiler krizin temel nedenleri arasındadır. “Yeni birikim rejiminin gelişimi
eskimiş düzenleme tarzı tarafından engelleniyorsa veya mevcut düzenleme tarzı veri
iken mevcut birikim rejiminin potansiyelleri tüketilmişse yapısal, "büyük krizler"
22
oluşur. Bu durumda düzenleme tarzı ve/veya birikim rejimi değişecektir.”45 1950-70
yılları arasında birikim rejimi ile düzenleme tarzı arasında bir uyum varken, birikim
rejimin zamanla değişmeye başlaması, fakat düzenleme tarzının hala eski birikim
rejimine ait olması krizin gerisindeki temel nedendir. Okul bu dönemde, kar
oranlarındaki düşüşü, emeğin üretkenliğinde artışın sağlanamamasını, aşırı
işbölümünün bir noktadan sonra üretkenliği azaltmasını, üretim sistemindeki
esnekliğini yitirilmesini ve işçilerin üretim sürecine yabacılaşmasını krizin temel
nedeni olarak gösterir. Sistem krizden çıkmak için bir takım yeni stratejiler
geliştirmiştir. Bunlar, ürün farklılaştırması, taşeronlaşma, sendikal örgütlenmenin
azaltılması, üretimde hareket serbestisinin arttırılması, emek esnekliğinin arttırılması
ve part-time çalışma süreçlerinin sisteme getirilmesidir.46
Bütün bu sayılan ekoller kriz öncesi ve sonrası analizlerinin güçlülüğüne rağmen
kendilerini eleştirilerden de kurtaramamışlardır. Öncelikle kriz öncesi dönemin bütün
unsurlarının özünde sadece bant üzerinde kitlesel üretimi anlatan fordizm kavramıyla
anlatılması bir talihsizlik olarak görülmektedir. 47
Đkinci eleştiri noktası ise, fordist olarak adlandırılan sürecin gerçekte ne kadar fordist
olduğuyla ilgilidir. Kısacası, bu eleştiri savaş sonrası ekonomik düzenin tam olarak
fordist üretim süreciyle anlatılan özelliklere uyup uymadığıyla ilgilidir. Bu eleştiriyi
yapanlara göre hem kriz öncesi dönemde hem de kriz sonrası dönemde kitlesel
tüketim ve üretim coğrafi olarak parçalanmıştır. Bugün sürekli teknolojik gelişmeye
ve farklı talep yapılarına rağmen hala kitlesel üretim önemini korumaktadır. Üçüncü
bir eleştiri ise, kriz öncesi dönemde büyük ölçekli olup ancak kitlesel üretim
yapmayan ve ekonomik büyümede önemli payları olan uçak ve gemi üretim
sanayilerinin durumuyla ilgilidir. Dördüncü bir eleştiri ise, ekonomik büyüme
açısından oldukça önemli olan teknoloji büyük oranda bugün kitlesel olarak
üretilmektedir. Son olarak yapılan eleştiri ise, hem fordizm kavramının hem de
postfordizm kavramının ekonomik örgütlenmeyi homojenleştirdiği ve basitleştirdiği
45
Ibid., ss. 19-20.
Ibid., s. 32.
47
Ibid., s. 32.
46
23
yönündedir.48 Bütün bu eleştirilerin amacı, bir dönemin salt fordizm veya
postfordizmle açıklanamayacağı üzerinedir.
1.3 Dünya Ekonomisinde Dönüşüm ve Yeni Ekonomi
Bundan önceki bölümlerde kısaca, Đkinci Dünya Savaşı sonrası ekonomik düzene, bu
düzenin krize girmesine ve bu krizi açıklayan yaklaşımlara değinmeye çalıştık. Bu
bölümde ise, kriz sonrası dönemde ortaya çıkan ve 1980’lerden bu yana etkisini
sürdüren ekonomik değişimlere küreselleşme tartışmaları bağlamında değinmeye
çalışacağız. Küreselleşme olgusu özellikle son 30 yılda gittikçe daha fazla önem
kazanmaya başlamıştır. Đletişim, ulaşım ve bilgisayar teknolojilerindeki yaşanan hızlı
gelişmeler küreselleşmeyi önemli bir olgu olarak gündemimize getirmiştir. Son 30
yılda yaşanan bu değişimin gerisinde nasıl bir sürecin olduğunu ortaya çıkarmak ve
dünya ekonomisindeki bu yeniden yapılanmayı kavramak için özellikle Đkinci Dünya
Savaşı sonrasındaki ekonomik ve siyasal gelişmeleri anlamak gerekmektedir. Daha
önce de belirttiğimiz gibi yeni ekonomik yapı, 1973-1974 yılları arasında yaşanan
petrol kriziyle ortaya çıkan yapısal krizle oldukça ilgilidir. Bu dönemde kar oranları
önemli miktarda düşmüş ve ekonomik üretimde önemli daralmalarla beraber yüksek
enflasyon oranları yaşanmıştır.
Bu kriz ortamından, ancak verimliliğin artmasını sağlayan ve kar oranlarını tekrar
yüksek seviyelere çeken teknolojik değişim, rekabet ve iş organizasyonunda yeniden
yapılanmayla çıkılmıştır. Bu dönemde hem şirketler hem de devletler etkinliğin ve
verimliliğin arttırılması gayesiyle yeniden organize olmaya başlamıştır. Worf ve
Stutz’un belirttiği gibi “[D]ünya ekonomisi bugün jeopolitik ve teknolojik güçlerin
birleşiminin etkisiyle sürekli kendisini yenilemekte ve yeni bir yapıya kavuşmaktadır.
Bu eğilimler, dünyada kültürün, siyasetin, ekonominin ve çevresel sorunların
küreselleşmesini de beraberinde getirmektedir.”49
48
49
Ibid., s. 29.
Stutz ve Worf, op. cit., s. 6. [Çeviri bana ait].
24
Her ne kadar, bir önceki bölümde ele aldığımız okullar eleştiriye tabi tutulsa bile,
kriz sonrasında yeni bir ekonomik düzenin ortaya çıktığı bir gerçektir.
Küreselleşmenin de teknolojik gelişmelere paralel olarak hızlanmasıyla beraber,
dünya ekonomisi hem daha fazla entegre olmaya başlamış hem de üretim ve tüketim
kalıpları bir değişime uğramıştır.
Bu dönemin önemli özelliklerinden bir tanesi de yükselen piyasalar olarak
adlandırılan Doğu Asya ekonomilerinin hızla dünya ekonomisine entegre olarak,
önemli kalkınma hamleleri gerçekleştirmiş olmalarıdır. Bu dönemde, Çin ve
Hindistan’la beraber dünya ekonomisinde ağırlıklarını hissettirmeye başlayan diğer
gelişmekte olan ülkeler bu değişimin ortaya çıkmasına katkıda bulunarak, küresel
ekonomik işbölümünü büyük oranda değiştirmişlerdir. Bu değişim daha önce de
belirttiğimiz gibi bir takım belirsizlikleri beraberinde getirmiştir. Bazı ülkeler bu
değişimden korkarak sisteme adapte olmakta katılık göstermişler, bazı ülkeler ise
hızla sisteme adapte olmaya çalışıp yeni sitemin ortaya çıkardığı fırsatlardan
faydalanmaya çalışmışlardır.
Yaşanan küreselleşme sürecinin bir diğer etkisi de devlet üzerinde olmuştur. Bu
süreçte özellikle devlet eski kontrol gücünü kaybederek, bu gücü hem sivil toplum
hem de firmalarla paylaşmak zorunda kalmıştır. Özellikle çok uluslu şirketlerin ticari
işlemlerinde yaşanan artış bunun en önemli sebeplerinden biridir. Bu artış
beraberinde çok uluslu şirketlerin pazarlık gücünü arttırarak, karar alma süreçleri
üzerinde etkili olmalarını sağlamıştır. Sivil toplum için de aynı şey söylenebilir.
Devletler bu dönemde karar alma süreçlerini hem özel sektörle hem de üçüncü sektör
olarak adlandırılan sivil toplumla paylaşmak zorunda kalmışlardır. Kamu özel-sektör
ortaklığı ve sivil toplum diyaloğu gibi çabaları bu eksende okumak gerekmektedir.50
50
Her ne kadar bu gelişmeler yaşanan süreçte yer alan aktörlerin pazarlık güçlerinin artmasından
kaynaklanmış olsa da, devlet gücünün farklı kesimlerle paylaşılmasının gerisinde bir zihniyet değişimi
de vardır. Küresel ekonominin esneklik üzerine yeniden organize olması ve bu yolla ciddi verimlilik
artışları yakalaması, siyasal yapıları da esnek olmaya ve elindeki gücü farklı aktörlerle paylaşmaya
yöneltmiştir. Özellikle kamu özel sektör ortaklığı ve sivil toplum diyaloğu gibi adımlar bu zihniyet
değişiminin bir sonucudur. Marx’tan ödünç alarak ifade edersek, bir nevi “katı olan herşey
buharlaşmaya başlamıştır” bu süreçte.
25
Üretim, tüketim, ulaştırma ve dağıtım meseleleri küreselleşme bağlamında önemli
konular arasında bulunmaktadır. Küreselleşme ile birlikte bunların nasıl bir hal
aldıkları ve ne şekilde bir yapıya kavuştukları konumuz açısından oldukça önemlidir.
Bu konularda ortaya çıkan değişim ve onun gelişmekte ve gelişmiş ülkeler
üzerindeki etkileri Lizbon Stratejsi’ni de anlamak açısından hayatidir.
1.3.1
Artan Küresel Ticaret ve Üretimin Mekansal Olarak Parçalanması
Dünya ekonomisinin kısa bir tarihine baktığımızda, 1913 öncesinde üretim ve
yatırımda altın bir çağ yakalanmış, bu dönem Birinci ve Đkinci Dünya Savaşları’yla
önemli ölçüde kesintiye uğramış ve bu zaman zarfında ekonomik genişleme önemli
ölçüde durmuştur. Ancak Đkinci Dünya Savaşı sonrasında, Amerika öncülüğünde
dünya politik ve ekonomik sistemi yeniden düzenlenmeye çalışılmış ve bunda da
başarılı olunmuştur. Đkinci Dünya Savaşı’nın sonundan 1970’lere kadar hem gelişmiş
ülkelerde hem de gelişmekte olan ülkelerde önemli ekonomik büyüme oranları
yakalanmış ve ülkeler arası ticaret artmıştır. Ancak bu tarihten sonra kendisini
göstermeye başlayan ekonomik durgunluk, artan enflasyon ve petrol krizi ile birlikte
dünya ekonomisi tekrar bir durgunluk dönemine girmiş, bu sefer de teknolojik
gelişme sayesinde ekonomik üretimin yeniden örgütlenmesiyle dünya ekonomisi
yeni bir büyüme trendi yakalamıştır.
Özellikle 1970’lerden bu yana dünya ekonomisinde yaşanan önemli değişimlerden
bir tanesi ticaret ve üretim alanlarında yaşanmış ve bu süreçte dünya ekonomisi
ticaret yoluyla önemli ölçüde entegre olmuştur. Ancak, bu entegrasyonun derecesi
gelişmekte olan ülkelere nazaran gelişmiş ülkeler arasında daha ileri boyutlara
ulaşmıştır. Özellikle endüstri içi ticaret yoluyla gelişmiş ülke ekonomileri zaman
geçtikçe daha fazla entegre olmuşlar ve büyük ticaret hacimlerine ulaşmışlardır.51
Feenstra’nın emtia ticaretinde üretilen katma değere baktığı verilerde, 1913 yılından
bu yana bu verilerde hemen hemen bütün ülkeler için artış kaydedildiği
51
P.Bairoch and R.Kozul-Wright, op. cit., ss. 14-26.
26
gözlenmektedir.52 Bu da ülklerin bu tarihten bu yana sürekli daha fazla ticaret
yaptıklarını göstermektedir. Yazara göre bunun gerisinde ticarette meydana gelen
liberalleşme ve ulaşım maliyetlerinin azalması gibi faktörler etkili olmuş olsa da, bu
faktörler bu artışın sadece 2/5’ini açıklamakta, artışın 3/5’i ise bu faktörlerle
açıklanamamaktadır. Bu konudaki diğer bir açıklama ekonomilerin toplam hasıla
miktarları birbirine yaklaştıkça ticaret imkanının da artmasıdır. Örneğin A, B ve C
ülkelerinin hasılaları sırasıyla 100, 10 ve 10 olsun bu durumda yapılabilecek toplam
ticaret hacmi sadece 40 olacaktır. Aynı ekonomilerin hasılalarının 40 olduğu
durumda ise yapılabilecek toplam ticaret hacmi 120 olacaktır.53 Görüldüğü üzere
ülke hasılaları arasında meydana gelecek olan bir yakınsama teorik olarak
beraberinde ticaret hacminin de artmasını getirmektedir. Bu konudaki diğer bir
açıklama ise, üretimin parçalanmasına yani coğrafi olarak bölünmesine atıfta
bulunmakta ve bu parçalanmanın da ticaret olanağını arttırdığını söylemektedir.
Sonuç olarak denilebilir ki, ekonomik liberalleşme, ulaşım ve iletişim maliyetlerin
düşmesini sağlayan teknolojik gelişme, ülke ekonomilerinin hasılalarının birbirine
yakınsaması ve üretimin parçalanması dünya ticaretinde yaşanan bu muazzam artışın
gerisinde yatan faktörler arasındadır.
Kriz sonrası dönemde ortaya çıkan belki de en önemli husus, üretim ve tüketimin
küresel bir boyut kazanmış olması ve firmaların üretimlerinin değişik aşamalarını
maliyet avantajlarına göre dünyanın farklı bölgelerine kaydırmalarıdır. Kısaca
üretimin mekansal olarak parçalanması olarak adlandırılan bu süreç bu dönemin en
önemli karakteristiği olmuş, beraberinde hem yeni fırsatları hem de yeni tehditleri
getirmiştir.54 Firmaların üretiminin yeri konusundaki tek belirleyici husus işgücü
52
Feenstra, op. cit., ss. 33-35.
Ibid., s. 34.
54
Bu tehditler ve fırsatlar bu dönemde asimetrik bir hal almıştır. Örneğin, gelişmiş ülkelerdeki üretim
süreçlerinin gelişmekte olan ülkelere kayması, gelişmiş ülke işgücü piyasaları için tehditler yaratırken,
gelişmekte olan ülke işgücü piyasaları için yeni fırsatlar ortaya çıkarmıştır. Ancak, bununla birlikte,
geişmekte olan ülkeler için de yeni tehditler ortaya çıkmıştır. O da, daha önce bu ülkelerde üretilen
bazı üretim süreçlerinin, maliyetler açısından daha avantajlı olan bölgelere kaymış olmasıdır. Bugün
Çin ve Hindistan gibi ülkeler gelişmiş ekonomilerden çok gelişmekte olan ekonomiler için tehdit
üretmektedir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, bu tehditler beraberinde yeni fırsatları da
getirmektedir, Çin’in rekabetçi tehdidi bir çok ülkeyi daha fazla yenilik üretmeye ve üretim
süreçlerinde verimliliği arttırmaya, işgücünün niteliklerini geliştirmeye ve daha fazla katma değer
yaratan ürünler üretmeye sevk etmiştir. Dolayısıyla bu süreç dünyada sürekli değişime açık ve daha
dinamik bir ekonomik iklim yaratmıştır. Ancak bu dinamizm ve değişikliğe açıklık her ülke veya her
toplumsal grup için faydalı sonuçlar üretmiştir diyemeyiz.
53
27
maliyetleri olmamıştır. Üretim sürecinin basit kısımları için bu öğe önemli olsa da
daha karmaşık üretim süreçleri için işgücü maliyetlerinin yanında, lojistik, işgücünün
eğitimi, dışsal ekonomiler, altyapı, firmalar arası işbirliği ve iletişim, idari
düzenleyici çerçeve, ekonomik ve politik istikrar ve güçlü kurumsal yapı55 gibi
etkenler de önemli olmuştur. Bu sebepledir ki, üretimin basit kısımları gelişmekte
olan ülkelere kayarken, daha kompleks kısımlar gelişmiş ülkeler arasında
paylaşılmıştır.
Dünya piyasalarında entegrasyonun artması ve ticaretin gelişmesi beraberinde
üretimin de mekansal olarak parçalanmasını getirmiştir. Bu konuda tersi de doğru
olup, üretimin mekansal olarak parçalanması beraberinde ülkeler arası ticaretin de
artmasını getirmiştir diyebiliriz. Bugün artık bir malın nihai olarak ortaya çıkmasını
sağlayan üretim süreçleri farklı coğrafi bölgeler tarafından paylaşılmış olup, imalat,
sanayi ve hizmet sektörlerinde ortaya konan artı değerin bir kısmı ülke dışında, bir
kısmı da ülke içinde üretilmekte ve şirketler faaliyet gösterirken büyük oranda
outsourcing (dış alım-dış kaynak kullanımı) yöntemini kullanmaktadırlar.56 Bunun
gerisinde yatan en önemli faktör ise, şirketlerin üretim maliyetlerini aşağı çekme
çabalarıdır. Dünya ekonomisinde yaşanan entegrasyon rekabeti de artırmış bu ise
piyasa payı yarışında maliyetleri belirleyen önemli bir etken haline getirmiştir.
Daha önce de belirttiğimiz üzere, üretimde yaşanan bu dönüşüm süreci literatürde
fordist
üretim
sürecinden
postfordist
üretim
sürecine
geçiş
olarak
tanımlanmaktadır.57 En iyi örneğini Amerikan otomobil sektöründe bulan fordizm
temel olarak, üretimin belli parçalara ayrılarak montaj hattı üzerinde örgütlenmesi
55
Son dönem ekonomik büyüme ve kalkınma literatüründe tartışılan en önemli konulardan bir tanesi
de kurumsal yapının büyüme ve kalkınma üzerine etkisiyle ilgilidir. Douglas North’un başını çektiği
kurumsal iktisatçılar kurumsal yapının, ki bunun en önemli öğesi hukuk kurumlardır, ekonomik
büyümenin ve kalkınmanın temel belirleyicisi olduğunu ifade etmektedirler. Bu konuda özet iki
çalışma için bkz. Rodrik (2002) ve Daron Acemoğlu, “Root Causes: A Historical Approach to
Assessing the Role Of Institutions in Economic Development”, Finance & Development, Haziran
2003. Daha ayrıntılı bilgi içinse bkz. Douglas North, Institutions, Institutional Change and
Economic Performance, Cambridge University Press: Cambridge, 1990. Türkçe çevirisi için bkz.
Douglas North, Kurumlar, Kurumsal Değişim ve Ekonomik Performans, Sabancı Üniversitesi
Yayınları: Đstanbul (Çeviren: Gül Çağalı Güven), 2002.
55
Feenstra, op. cit., ss. 36-41.
56
Ibid., ss. 33-35.
57
Bu konuda ayrıntılı bir tartışma için bkz. Harvey op. cit. Harvey’in kitabının ikinci kısmı tamamen
bu tartışmaya ayrılmıştır.
28
anlamına gelmektedir. Üretimin bütün süreçlerinin az çok bir üretim kompleksinde
yapılması, tek tip model üretimi, dizayn ve basit işçilik süreçlerinin birbirinden
ayrılması ve yüksek miktarda kitlesel üretim fordist üretimin temel karakteristikleri
arasındadır. Fordizmin temel mantığı kitle üretimi yoluyla ölçek ekonomilerinden
faydalanarak maliyetlerin aşağıya çekilmesine dayanmaktadır.
Postfordizm ise, fordizme göre üretim süreçlerinin daha da esnekleştirilmesine
karşılık gelmekte ve bu üretim tipinde kitlesel üretimin yerini küçük miktarlarda
farklılaştırılmış üretim almaktadır.58 Ayrıca, üretim fordizm de olduğu gibi büyük bir
komplekste baştan sona yapılmak yerine coğrafi olarak dağıtılmaktadır. Üretim
süreçlerinin coğrafi anlamda yeniden örgütlenmesinin belirleyeni ise işgücü ve
işgücü dışındaki maliyet koşulları olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde işçi maliyetlerinin
ve hükümet düzenlemelerinin artmasıyla beraber üretimin daha az kompleks olan
süreçleri maliyetlerin daha düşük ve düzenlemelerin ise daha az olduğu gelişmekte
olan ülkelere kaydırılmıştır. Her ne kadar işgücü maliyetlerinin önemli bir belirleyen
olduğu yönünde bir genel kanı varsa da, bu her durumda doğru değildir. Đşgücü
maliyetlerinin toplam maliyetler içinde önemli bir paya sahip olduğu ve genelde daha
az nitelikli işgücüne ihtiyaç duyan ürünler için doğru olan bu analiz, daha karmaşık
işgücü süreçlerini gerektiren ve üretimde işgücü dışındaki faktörlerin daha önemli
olduğu ürünler için doğru değildir. Dahası, bugün altyapı hizmetleri, pazara erişim,
nitelikli işgücü, kurumsal altyapı, Ar&Ge faaliyetleri ve dışsal ekonomiler üretim
maliyetlerinin belirlenmesinde oldukça önemlidir. Bu sebepledir ki, üretimin
parçalanmasıyla beraber üretim süreçleri sadece gelişmekte olan ülkelere kaymamış
gelişmiş ülkeler arasında da ciddi mekansal hareketlenmeler yaşanmıştır.59
58
Postfordizm ile birlikte kitle üretim ve tüketim süreçlerinin sona erdiğini söylemek çok da doğru
olmaz. Kitle üretim ve tüketimi bugün hala önemini korumaktadır. Ancak, bu üretim ve tüketim
süreçlerinin artık daha esnek hale geldiğini söylemek daha doğru olur.
59
Bu sürecin gelişmiş ülkelerdeki tezahürü daha çok belli sektörlerin belli coğrafyalarda kümelenmesi
şeklinde olmaktadır. “Conglomarates” ve “Clusters” terimleriyle anlatılan bu su süreçte, firmalar
altyapı hizmetlerinden daha fazla faydalanmak, nitelikli işgücüne daha kolay ulaşmak ve dışsal
ekonomilerden daha fazla faydalanmak için belli bir mekanda yoğunlaşmaktadırlar. Bu yoğunlaşma
daha çok yüksek teknoloji kullanan ve önemli katma değer yaratan sektörlerde görülmektedir.
Konuyla ilgili bir çalışma için bkz. Piero Morosini, “Industrial Clusters, Knowledge Integration, and
Performance”, World Development, Vol. 32, No. 2, 2004. ss. 305–326.
29
Daha öncede belirttiğimiz üzere 1970’li yıllardan bu yana üretim süreçlerinin
organizasyonunda önemli değişimler yaşanmış ve üretim süreçleri coğrafi olarak tek
merkezlilikten çıkarak dünya ölçeğine dağılmıştır. Bugün özellikle dünyadaki bir çok
marka, kaynaklarını farklı ülkelerden temin etmekte, bir malın farklı parçalarını
farklı ülkelerde üretmekte, bu üretilen parçaların montajını başka bir ülkede
yapmakta, ürün geliştirme ve dizaynı ise daha farklı bir ülkede yapılmaktadır. Üretim
sürecinde yaşanan bu parçalanma, beraberinde büyük firmalar için önemli maliyet ve
pazar fırsatları doğurmuş ve karlılığı arttırarak bu firmaların daha da büyümelerini
sağlamıştır. Bugün bu üretim organizasyonunu en etkin kullanan şirketlerin ülkeleri
önemli bir katma değer üretmektedirler.
Bu üretim sürecinin tipik örneklerinden iki tanesi Barbie bebek üreten Mattel firması
ve spor giyim üreten Nike’tır. Barbie bebeklerin üretiminde, plastik ve saçlar Tayvan
ve Japonya’dan sağlanmakta, montaj bu ülkelerin yanında Filipinler, Endenozya,
Malezya ve Çin gibi ülkelerde yapılmakta, bebeklerin dekorasyonunda kullanılan
boya gibi bir takım maddeler ise ABD’den getirilmektedir.60 Daha sonra üretilen
bebekler, 2 dolara ABD’ye gitmekte (bunun 3 senti emek, 65 senti kullanılan girdiler
geri kalan ise ulaştırma maliyetleri) ve burada 10 dolara piyasaya sunulmaktadır.
Yaratılan katma değerin en az 1 doları üretici şirkete ve geri kalanı ABD’deki
pazarlama, satış ve nakliye gibi alanlara gitmekte, dolayısıyla 8 dolarlık katma değer
ABD’de kalmaktadır. 61
Diğer bir örnek ise Nike’tır. Asya’da 75 000 kişiye yakın istihdam yaratan bu marka,
sadece bu işçilerden birkaç yüzünü kendisi istihdam etmekte, diğerleri ile ise aracı
şirketler aracılığıyla çalışmaktadır. Nike ABD’de toplam 2500 çalışana sahiptir ve bu
şirketin 1993 yılında 360 milyon ABD doları kar yaptığı raporlanmıştır.62 Hem
Barbie bebeklerin üreticisi olan Mattel hem de Nike genel olarak tasarım ve
pazarlama işlerini ABD’de yapmaktadırlar.63 Kısacası yüksek nitelik isteyen işler
yine bu ülkelerde kalırken görece vasıfsız emek gerektiren üretim süreçleri de
60
Feenstra, op. cit., ss. 35-36.
Ibid., ss. 35-36.
62
Ibid., ss. 35-36.
63
Ibid., ss. 35-36.
61
30
maliyetlerin daha düşük ve piyasa düzenlemelerinin daha az olduğu ülkelere
kaymaktadır. 64
Feenstra’ya göre üretim süreci tamamlanmış mamüllerin ABD ithalatındaki payı
1970’lerden bugüne artmakta, bu malların bir kısmı doğrudan, bir kısmı ise katma
değer katılarak piyasaya sürülmektedir.65 Genel olarak ise ithal edilen ürünlerin çoğu
son aşamaya yakın veya son aşamada gelmektedir. Bu da üretimin başka bölgelere
dağıtıldığını ifade etmektedir. Feenstra’ya göre, bugün birçok şirket ithalatı, üretimi
maliyetlerin düşük olduğu bölgelere kaydırmanın bir aracı olarak görmektedir.66
Üretimin parçalanması olarak adlandırdığımız bu olguya dikey uzmanlaşma da
diyebiliriz. Bu uzmanlaşma sürecinde her coğrafi bölge üretimin belli aşamasında
veya belli katma değer zincirlerinde uzmanlaşmakta, bu da maliyetlerin daha aşağı
çekilmesini sağlamakta ve üretimin verimliliğini arttırmaktadır.67 Aslında tüm
ürünün üretilmesi postfordist bir sürece karşılık gelmesine rağmen, üretimin belli
süreçlerinin organizasyonu hala fordist bir üretim sürecine tekabül etmektedir.68
Kürselleşme ile beraber iyice belirgin hale gelen üretimin coğrafi olarak
parçalanması beraberinde ulus aşırı şirketlerin (çok uluslu şirket - ÇUŞ) önem
kazanmasını da getirmiştir. 2000 yılında ulus aşırı şirketler ABD, Kanada, Batı
Avrupa ve Japonya’da yaklaşık 100 milyon kişiyi istihdam ederken, 20 milyon
işgücünü de diğer ülkelerde istihdam etmekteydiler. “Bugün dünyada yaklaşık olarak
53 000 çok uluslu şirket faaliyet göstermektedir. Bu şirketler dünyadaki tüm özel
sektörün sahip olduğu varlıkların %40’ını kontrol etmekte ve dünya piyasaları için
üretilen ürünlerin de üçte birini üretmektedir.69” Bugün bazı büyük ÇUŞ’ların yıllık
toplam satış hasılatları birçok ülkenin yıllık ekonomik hasılalarından fazladır. Bir
bakış açısına göre ÇUŞ’ların aldığı bu hal onları uluslararası ekonominin baş
64
Ibid. ss. 35-36
Ibid., ss. 37-38
66
Ibid., s. 39.
67
David Hummels, Dana Rapoport, and Kei-MuYi, ‘‘Globalization and the Changing Nature of
World Trade,’’ University of Chicago, Federal Reserve Bank of New York and Rice University,
December 1997, aktaran Feenstra, ibid., s.39.
68
Taymaz, op. cit., s. 29.
69
Stutz ve Worf, op. cit., s. 13.
65
31
aktörleri haline getirmiştir ve bugün uluslararası ticaret devletlerden çok şirketler
tarafından yönlendirilmektedir.70
Küreselleşme sürecinin bir diğer önemli tarafı ise, yatırımlarda görülen küreselleşme
olgusudur. Merkez ülkelerde maliyetlerin artmasıyla beraber, üretim sürecinin bir
kısmı daha az gelişmiş çevre ülkelere kaymıştır. Burada hem faktör fiyatlarının daha
ucuz olması hem de işgücü maliyetlerinin düşük olması yatırımların bu ülkelere
kaymasında önemli olmuştur. Örneğin birçok Amerikan spor giyim şirketi üretim
merkezlerini New York ve Los Angeles gibi merkezlerden Asya ülkelerine
taşımışlardır.71
Dünya ekonomisinde meydana gelen bu değişimlerin gerisinde iletişim ve ulaşım
teknolojilerindeki devrimsel gelişmeler etkili olmuştur. Đletişim ve ulaşım
teknolojilerindeki hızlı değişim, ülkeler arası mesafeleri zamansal ve mekansal
anlamda azaltarak, ticaretin önündeki doğal engelleri neredeyse ortadan kaldırmıştır.
Bu doğal engellerin etkilerini azaltmasıyla beraber, ticari ilişkiler artmış ve bu da
üretimin ve tüketimin yapısında değişimi beraberinde getirmiştir.72 Bu doğal
engellerin yanında uluslararası ekonomik ilişkilerden kaynaklanan tarife ve kota gibi
diğer engellerin de yavaş yavaş anlaşmalarla ortadan kaldırılması oldukça önemlidir.
Özellikle 1980 sonrasında ve bilhassa da Sovyetlerin 1990 sonrasında dağılmasıyla
beraber serbest ticareti önceleyen yeni bir ekonomik paradigma ortaya çıkmış ve bu
da ekonomik entegrasyonun daha da derinleşmesini beraberinde getirmiştir. Bu
paradigmanın bir sonucu olarak, yatırım ve ticaret önündeki ticari ve kurumsal
engeller yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştır.73
Üretimin mekansal örgütlenmesinde yaşanan bu değişim işgücünün de mekansal
olarak bölünmesini getirmiş ve bu da belli bölgelerin belli ekonomik üretim
süreçlerinde uzmanlaşmalarını sağlamıştır. Bugün ÇUŞ’lar üretimin mekanına karar
70
Ibid., s. 13.
Ibid., s. 13.
72
Ülkeler arası ticari ilişkilerin gelişmesiyle beraber hem daha büyük piyasalara yönelik üretim
yapılmış, ölçek ekonomileri ve yine bununla ilişkili olan endüstri içi ticaret sayesinde çok önemli
verimlilik ve maliyet avantajları yakalanmıştır. Verimliliğin artması ve maliyetlerin azalmasıyla
beraber tüketicilerin de daha ucuz mallara ulaşmaları kolaylaşmıştır.
73
Ibid., s. 6.
71
32
verirken, yerel işgücünün özelliklerine, yeteneklerine, maliyet koşullarına, ülkedeki
ticaret tarifelerine, altyapı ve teknoloji hizmetlerine bakmaktadırlar. 74
1.3.2
Đletişim ve Ulaşım Teknolojilerinde Değişim ve Yeni Bilgi Ekonomisi
Dünya ekonomisindeki değişimi anlarken teknolojik gelişmelerden kaynaklanan
boyutları da göz önünde bulundurmak gerekmektedir.75 Teknoloji alanında, özellikle
mikro elektronik teknolojisinin verimlilik ve rekabet üzerinde yarattığı etkiler önemli
gözükmektedir.76
Uydu
teknolojisini
ve
fiber-optik
ağları
kapsayan
telekomünikasyon teknolojisindeki değişim, bilgi alışverişinin miktar, kalite ve
kolaylık bakımından hızlı bir şekilde artmasını ve gelişmesini sağlamış, bu da ülkeler
arası ekonomik ve ticari ilişkileri kolaylaştırmıştır. Dahası, bu alanların kendileri de
bizzat ekonomik büyümenin önemli belirleyenleri arasına girmişleredir. 1970
sonrasında ortaya çıkan küreselleşme sürecinin en temel iticisi bilgi ve iletişim
teknolojilerinde yaşanan dönüşüm olmuştur diyebiliriz. Gerçek zamanlı bilgi
sistemleri, yavaş ve hızlı toplumlar, bilgisayar teknolojisi ve bilgisayar aracılığıyla
yapılan iletişim devrimi çok fazla tartışılan konular olmuştur. Bu dönemin
ekonomisinde bilgi ve teknoloji sadece üretim verimliliğini etkileyen alanlar olarak
ortaya çıkmamıştır. Bizzat bilgi ve teknolojinin kendileri ekonomik üretimin konuları
olarak önemli bir sektör oluşturmuşlardır.77
74
Ibid., s. 14.
Ibid., s. 6.
76
Ibid., s. 2.
77
Çoğu yazar bilginin ekonomide oynadığı rolü tam olarak ortaya koyamamaktadır. Genel eğilim,
bilgi sayesinde hızlı teknolojik gelişimin oluştuğu ve bunun da verimlilik kanalıyla üretimi ve
büyümeyi arttırdığı yönündedir. Halbuki bu dönemde bizzat bilginin kendisi üretimin ve büyümenin
kaynağı olmuştur. Bilginin daha çok ve etkin bir şekilde üretilmesi ve bu bilginin diğer alanlara
transfer edilmesi bilgi ekonomisinin temel karakteristiği durumundadır. Bilgi ekonomisinin bugünün
dünyasında oynadığı devrimci rol için bkz. Manuel Castells, The Information Age: Economy
Society and Cultre Volume 1, The Rise of Network Society, Blackwell Publishing, 2000. Kitabın
Türkçe çevirisi için bkz. Manuel Castells, Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür
Cilt 1, Ağ Toplumunun Yükselişi, Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları: Đstanbul, 2005. Castells’in
Bilgi Çağı üçlemesi temel olarak 1970’lerden bugüne yaşanan değişimlerin ekonomik, sosyal ve
kültürel alanda yarattığı etkiler ve oluşturduğu yeni yapılar ve formlarla ilgilidir. Üçlemenin ilk kitabı
olan ve Ağ Toplumunun Yükselişi olarak çevrilebilecek eser, bilginin ve bilgiye dayalı yeni
teknolojilerin ekonomide oynadığı rol üzerinedir. Castells’e göre dünya bugün tarım ve sanayi
devriminden sonra bilgi devrimi ile karşı karşıyadır. Nasıl her teknolojik devrim üretimin ve tüketimin
şeklini değitirdiyse, bilgi devrimi de bizleri yeni bir üretim ve tüketim sürecine sokmuştur. Bilgi artık
bizzat üretimin konusu olmuş ve bu alanda verimliliğin sağlanması birincil öncelik olmuştur. Üçleme
oluşmakta olan yeni toplumu her yönüyle incelemesi bakımından önemli bir çalışma olup,
yayımlanmasından bugüne bir çok önemli tartışma yaratmıştır.
75
33
Bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan bu gelişme bizzat bilginin kendisini bir
ekonomik mal haline getirmiş ve bilgi piyasada alınıp satılan ve önemli miktarda
katma değer yaratan bir nesne haline gelmiştir. Kablolu televizyon hizmetleri,
bilgisayar yazılım ve donanımı, uluslararası ve yerel danışmanlık hizmetleri, dizayn,
ürün geliştirme ve pazarlama stratejileri ortaya çıkan yeni ekonomik yapının temel
parçalarıdır.78
Özelikle teknolojik gelişmenin bir sonucu olarak ulaşım ve iletişim maliyetlerinde
meydana gelen azalma, daha önce yerel ölçekte piyasaya sunulan malların küresel
piyasalara sunulmalarını imkanlı kılmıştır. Küresel piyasalara ulaşım, ölçek
ekonomileri yardımıyla maliyetlerin daha da azalmasını sağlayarak uluslararası
ticaretin daha da canlanmasını beraberinde getirmiştir. Dünyadaki yaygın iletişim
ağı, şirketlerin maliyetlerin daha düşük olduğu bölgelerdeki şirketlerle alım
anlaşmaları yapmalarını kolaylaştırmış ve bu da beraberinde üretimin dünya ölçeğine
yayılmasını getirmiştir.79
1.3.3
Mali Piyasaların Küreselleşmesi
1980 sonrası dönemde sadece, reel sektör önemli değişikler yaşamamıştır. En çarpıcı
değişim reel sektörden ziyade mali sektörde yaşanmıştır. “Mali piyasalar hem
küreselleşmiş hem de bilgisayar teknolojisine dayanır hale gelmiştir. Bugün mali
piyasalarda dolaşan mali araçlar tamamen küresel bir özellik göstermekte olup, bu
pazarda baş döndürücü bir işlem hacmi yakalanmıştır.”80 Küresel mali piyasalar
1980 sonrası dönemde hızla değişmiş ve bu piyasalardaki günlük işlem hacmi çok
önemli boyutlara varmıştır.81 Mali piyasaların bu kadar gelişmesinin arkasında
uygulanan ekonomik politikaların etkisi de oldukça önemlidir. 1980 öncesinde
devletler tarafından genel anlamda kontrol altında tutulan bu piyasalar, zamanla
deregüle edilmiş ve sermaye hareketlerinin önündeki birçok engel kaldırılmıştır. Faiz
78
Stutz ve Worf, op. cit., s. 6.
Ibid., s. 6.
80
Ibid. s. 6, [Çeviri bana ait].
81
Küresel mali sitemde meydana gelen değişikler için bkz. Held ve diğerleri, op. cit. Bu kitabın
“Shifting Patterns of Global Finance” başlıklı dördüncü bölümü tarihsel olarak mali piyasaların
gelişimine ayrılmıştır.
79
34
ve döviz kurlarının serbest bırakılması, kısa vadeli ve uzun vadeli yatırımlar
önündeki engellerin kaldırılması, ulusal borsaların oluşturulması ve uluslararası mali
araçlara erişim kolaylıklarının sağlanması bunlardan sadece bir kaçıdır.
1.3.4
Hizmet Sektörü, Tüketim ve Turizm
Bu dönemin önemli karakteristiklerinden biri de hizmet sektörünün dünya genelinde
öne çıkmaya başlaması ve ekonomik hasılanın önemli bir bileşeni haline
gelmesidir.82 Feenstra’ya göre bunun gerisinde gelirin artmasıyla beraber insanların
lüks mallara olan talebinin artması bulunmaktadır. Gelirin artması beraberinde
görece lüks mal olarak algılanabilecek hizmet sektörüne olan talebi arttırmıştır. Bu
konuyla ilgili olarak Feenstra’nın verdiği diğer bir açıklama ise devlet
harcamalarında meydana gelen artışın, hizmet sektöründeki büyümeyi teşvik etmiş
olmasıdır.83 Sonuç olarak, hizmet sektörü bugünkü ekonomik yapının en önemli
bileşenlerinden biri haline gelmiştir.84
Uluslararası
turizm,
yurtdışı
eğitim
hizmeti,
eğlence,
televizyon,
müzik
prodüksiyonları ve sinema sektörü son dönemlerde özellikle önem kazanan ve
gittikçe ekonomide ağırlığı artan hizmet sektörünün temel parçaları arasında yer
almaktadır. Bunlara ek olarak ayrıca, danışmanlık ve muhasebe hizmetleri, bilgisayar
hizmetleri ve hukuki danışmanlık sayılabilir.85
Turizm küreselleşme ve yeni ekonimiyle beraber oldukça önemli bir sektör haline
gelmiştir. Bugün birçok ülke daha fazla turist çekmek için adeta yarış halindedir.
Özellikle kültür turizmi açısından, Paris, Londra ve Đstanbul gibi şehirler sürekli yeni
turist çekmeye çalışmaktadırlar. 2000 yılında yaklaşık 200 milyon kişinin istihdam
edildiği bu sektörde, dünya hasılasının %12’si üretilmektedir.86
82
Bkz. Feenstra, op. cit., ss. 31-31.
Ibid., ss. 33-35.
84
Ibid., s. 33-35.
85
Stutz ve Worf, op. cit., s. 14
86
Ibid., s. 14.
83
35
Tüketimin küreselleşmesi olgusuna bakınca, benzer ürünlerin dünya genelinde
tüketilmesi önemli bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugün dünyanın bir çok
yerinde standart ürünler tüketilmektedir. Coca-Cola, Levi’s Jeans, Marlboro sigara,
McDonalds vs. gibi ürünler bunların en önde gelenlerindendir. Küreselleşme ile
birlikte tüketim olgusu daha dinamik bir hal almış ve bu da ülkeler arası ticaretin
daha da artmasına sebep olmuştur.
1.3.5
Üretimin Küresel Ölçekte Parçalanmasının Đstihdam ve Ücretler
Üzerindeki Etkisi
Bugün bir çok ülkede, özellikle Avrupa’da tartışılan konulardan bir tanesi küresel
ekonomik gelişmelerin ve yeni uzmanlaşma süreçlerinin istihdam ve genel ekonomi
üzerinde ne gibi etkilerde bulunacağıdır.87 Özellikle gelişmiş ülkelerde bu sürecin
istihdam üzerinde zararlı etkiler doğuracağına yönelik bir kaygı bulunmaktadır. Her
ne kadar katma değerin çoğu bu ülkelerde üretilse bile, istihdamın büyük kısmının
gelişmekte olan ülkelere kayması gelişmiş ülkelerdeki görece daha az vasıflı işgücü
istihdamını tehdit etmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde yine benzer bir kaygı
mevcuttur. Üretimin bu ülkelere kayması, düşük vasıflı işgücünden çok görece
vasıflı işgücünü öne çıkarmaktadır. Bunun da gerisinde, gelişmiş ülkelerde görece
vasıfsız işgücünün yaptığı işlerin, gelişmekte olan ülkelerde ise görece vasıflı işgücü
tarafından yapılmasıdır. Sonuç olarak bu sürecin her iki yakadaki daha az vasıflı
işgücünü tehdit ettiğini söylemek doğru olacaktır.88 Üretimin parçalanması veya
outsourcing olarak adlandırılan bu sürecin yarattığı etki vasıflı işgücü gerektiren
teknolojik gelişmenin istihdam üzerinde yarattığı etkiye benzemektedir. Vasıflı
işgücüne ihtiyaç duyan teknolojik gelişme beraberinde daha az vasıflı işgücünün
piyasadan çekilmesini getirmekte, dolayısıyla bu işgücünün istihdamı oldukça
zorlaşmaktadır.89 Üretimin gelişmekte olan ülkelere kayması, gelişmiş ülkelerde
göreceli olarak düşük vasıflı işgücüne olan talebi azaltmaktadır. Aslında bugün bu
gelişmeler sonucu ortaya çıkan işsizlik konusu Avrupa açısından hayati bir
87
Avrupa Komisyonu, The EU Economy Review 2005: Rasing International Economic
Integration: Opportunities and Challenges, EU Comission: Brüksel, 2005, bkz., ss. 5-11.
88
Feenstra, op. cit., s. 42.
89
Ibid., s. 41
36
konumdadır. Avrupa ekonomileri özellikle 1980’lerden bu yana ciddi anlamda
işsizlik sorunuyla karşı karşıyadır. Bu gerçek, Lizbon Stratejisi’nde de karşılığını
bulmakta ve istihdam yaratılması Strateji’nin en önemli öncelikleri arasına
girmektedir.
1.3.6
Küreselleşme ve Avrupa Birliği
Avrupa Birliği ekonomisinin geleceği ve küreselleşme ile olan ilişkisi bugün AB
içerisinde en fazla tartışılan konulardan biri durumundadır. Küresel rekabetin
artması, Çin’in ve Hindistan’ın dünya ekonomisindeki yükselen konumları, üretimin
“gelişmekte olan piyasalara” kayması ve benzeri bir çok olgu AB içerisinde derin
tartışmaların yaşanmasına neden olmaktadır. Bu resme bir de AB içerisinde yaşanan
işsizlik ve düşük ekonomik büyüme olgularını kattığımızda, AB ekonomisinin
geleceği önemli bir sorun olarak ortada durmaktadır. AB ekonomisinde yaşanacak
olası bir ciddi sorun, AB projesinin de geleceğini tehlikeye atacaktır. Ekonomik
gelişmelerde yaşanacak ciddi aksaklıklar kendisini ilk olarak siyasal entegrasyonda
gösterecektir. Siyasal entegrasyon sürecinde yaşanacak sorunlar, zamanla ülkelerin
baş etmekte zorlanacakları, aşırı siyasal uçların yükselmesi ve sosyal kargaşa gibi
tehlikeleri de beraberinde getirebilecektir.
Küreselleşme sürecinde AB açısından önemli olan nokta mevcut ülkeler arası
işbölümünün değişip değişmeyeceğidir. Daha açık ifade edersek, ülkeler mukayeseli
üstünlüğe sahip oldukları alanlar ile olmadıkları alanlar arasında izledikleri seyre
göre küreselleşmeden etkileneceklerdir. Özellikle AB açısından ifade edersek,
gelişmekte olan ülkelerin ne tür mallar üreterek yollarına devam edecekleri oldukça
önemlidir.90 Buradaki gelişmeler, AB ekonomisinin gelecekte nasıl bir seyir
izleyeceğini bize gösterecektir. Şimdi burada farklı alternatifleri göz önüne alarak
AB açısından oluşabilecek sonuçlara bakalım.
90
Komisyon Raporu (2005), op. cit., ss. 5-11.
37
Mevcut ülkeler arası işbölümünün değişmeyeceğini varsayarsak, gelişmekte olan
ülkelerdeki verimlilik artışları üretimi arttırarak, fiyatları düşürecektir.91 Ayrıca bu
ülkelerdeki refah artışları beraberinde AB mallarına olan talebi arttıracaktır. Sonuç
olarak ticaret hadleri AB lehine değişecek ve AB’nin refahı artacaktır.
Ancak mevcut bir başka görüşe göre, gelişmekte olan ülkelerdeki teknolojik gelişme
sadece mevcut malların daha fazla üretilmesine değil, aynı zamanda farklı malların
da üretilmesine neden olacaktır.92 Önceden AB’nin elinde bulunan pazarlar
gelişmekte olan ülkelere geçecektir. Bu da beraberinde, yatırımların gelişmekte olan
ülkelere kaymasına neden olup AB’deki sermaye derinleşmesini olumsuz
etkileyecektir. Yatırımların azalması beraberinde işgücüne talebi azaltarak, işgücü
gelirinin azalmasına neden olup tüketimin azalmasını beraberinde getirecektir.
Ancak küreselleşme sürecini değerlendirirken hesaba katılması gereken bir diğer
önemli unsur da, küreselleşmeden beklenen dinamik faydalardır. Bu faydaların
başında rekabetin giderek artması ve teknolojinin giderek yayılmasıdır.93 Özellikle
rekabetin artması firmaları daha etkin çalışmaya zorlayacaktır. Bunun sonucunda
yeni ürün ve üretim metodları gelişecektir. Teknolojik gelişme de hızla yayılarak,
üretimin dünya genelinde daha verimli bir şekilde yapılmasını sağlayacaktır. AB
açısından en önemli nokta ise genişleme sürecidir. Genişleme sürecinin beraberinde
getireceği statik ve dinamik ekonomik faydalar, AB ekonomisinin daha dinamik bir
hale gelmesine yardımcı olacaktır.94 Kötümser senaryolarda AB’nin ekonomik
gücünün
yakında yok olacağı ve yerini Çin ve Hindistan’a bırakacağı
söylenmektedir. Bu yorum ABD için de yapılmaktadır. Şüphesiz Çin ve Hindistan
geleceğin önemli aktörleri arasında olacaklardır. Bu ülkelerin ekonomi arenasında
boy göstermeleri AB açısından bir takım dezavantajlar getirse de, avantajlar da
getirecektir. Bu ülkelerin büyümeleri beraberinde dünya talebinde de bir canlanmaya
neden olacaktır. Muhtemel talep canlanmasından en karlı çıkanlar gelişmiş ülkeler,
dolayısıyla ABD ve AB olacaktır.
91
Ibid., ss. 5-11.
Ibid., ss. 5-11.
93
Ibid., ss. 5-11.
94
Ibid., ss. 5-11.
92
38
1.3.7
Genel Karakteristikler
Daha önce de belirttiğimiz üzere, 1980 sonrası tartışmaların odağında küreselleşme
olgusu bulunmaktadır. Küreselleşme çok yönlü bir olgu olmakla beraber bu kısımda
bizim için küreselleşmenin daha çok ekonomik sonuçları önemlidir. Küreselleşmenin
ekonomik sonuçlarını kısaca şöyle özetleyebiliriz:95
•
Üretimin yapısının değişmesi ve küresel uzmanlaşma: bunu üretim
süreçlerinin mekansal parçalanması olarak da adlandırmak mümkündür.
•
Tüketim yapısının değişmesi; standart ürünler yerine farklılaştırılmış
ürünlerin tüketime sunulması;
•
Telekomünikasyon ve bilgi teknolojileri alanında büyük gelişmeler
kaydedilmesi;
•
Uluslararası şirketlerin öneminin artması;
•
Uluslararası finans piyasalarının gelişmesi;
•
Yabancı yatırımların daha da artması;
•
Yeni işgücü süreçlerinin ortaya çıkması; işgücünün üretim sürecine daha
fazla katılmasının sağlanması ve işe yabancılaşmanın azaltılması;
•
Nitelikli işgücüne olan talebin artması;
•
Bazı metropol şehirlerin küresel üretim, dağıtım ve tüketimde öne çıkmaları;
•
Turizmin global bir fenomen haline gelmesi ve önemli bir ekonomik katma
değer sağlaması;
95
Stutz ve Worf, op. cit., s. 6.
39
•
Hizmet sektörünün ekonomilerde daha öne çıkarak küresel bir boyuta
kavuşması olarak sayılabilir.
40
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
SAVAŞ SONRASI AVRUPA BĐRLĐĞĐ’NĐN
SOSYO-EKONOMĐK PERFORMANSI
1945-75 yılları arası savaş sonrası dönem birçok tarihçi ve iktisatçı açısından
Avrupa’nın altın çağı olarak gösterilmektedir. Bu pek de nedensiz bir tanımlama
değildir. Ekonomik ve sosyal göstergelere bakıldığında, bu dönemde Avrupa daha
önce hiç yaşamadığı bir ekonomik ve sosyal refah yaşamıştır. Đşsizlik çok düşük
seviyelere gerilemiş, ekonomik büyüme ve toplam faktör verimliliği artışı istikrarlı
bir şekilde sürdürülebilmiş ve Avrupa vatandaşları sosyal açıdan birçok kazanımlar
elde etmişlerdir. Bu dönemde, Avrupa refah modeliyle dönemin ekonomik
politikaları uyumlu bir şekilde yan yana durabilmiştir. Dönemin Keynesyen ekonomi
politikaları Avrupa’yı adeta yeniden ayağa kaldırmıştır. Đki büyük Dünya Savaşı
sonucunda yerle bir olan, bütün altyapısı ve sosyal sermayesi zarar gören Avrupa, bu
dönemde hızla kendini toparlamıştır. Avrupa’daki bu toparlanmayla beraber,
dönemin istikrarlı havası hem gelişmiş ülkelerin hem de gelişmekte olan ülkelerin bu
süreçten kazançlı çıkmalarını sağlamıştır. Sadece gelişmiş ülkeler değil gelişmekte
olan ülkeler açısından da bu dönem altın bir çağ olmuştur. Bugün hiçbir gelişmekte
olan ülke, bu dönemdeki büyüme performansını yakalayamamıştır. Bu dönem
içerisinde dünya ekonomisinde yıllık kişi başına gelir büyümesi % 2,9 olmuştur. Bu
oran 1913-50 arasında kaydedilen yıllık kişi başına gelir büyümesinin neredeyse üç
katıdır. Aynı dönemde dünya ekonomik hasılası %5 oranında, dünya ihracatı ise %7
oranında yıllık olarak büyümüştür.96 Bu dönemde Avrupa’daki ekonomik büyüme de
aynı trendi izlemiştir.97
96
Angus Maddison, Monitoring The World Economy 1820-1992, OECD: Paris, 1995, ss. 33-57.
Derek H. Aldcroft, The European Economy 1914-2000, dördüncü basım, Newyork: Routledge
Press, 2001, ss. 128-162.
97
41
2.1 Avrupa Ekonomisi ve Sorunları: ABD ile Karşılaştırma
1945 ile 1970’lerin ortasına kadar AB ekonomisi büyüme, istikrar ve sosyal uyum
üzerine kurulu bir yapıya sahip olmuştur. Savaş sonrası Keynesyen uzlaşma
doğrultusunda sosyal koruma için evrensel standartlar getirilmiş, eğitim ve istihdam
için eşit fırsatlar yaratılmaya çalışılmıştır. Böylece, 1950-73 yılları arasında AB-15
%4,6’lık büyüme oranı yakalamış ve bunun sonucunda kişi başına Gayri Safi Yurt
Đçi Hasıla (GSYĐH) yıllık ortalama %3,6 oranında büyümüştür. ABD’yi 100 olarak
kabul ettiğimizde kişi başına gelir seviyesinde AB 1950 yılında 40 seviyesinde iken,
1973 yılında 70 seviyesine varmıştır. Bu dönemde enflasyon oranı %4’ler
seviyesinde, işsizlik ise %2’ler seviyesinde olmuştur.98
Ancak 1970’lerden sonra AB ekonomisinde sorunlar belirmeye başlamış, petrol
şoku, demografik değişim, küreselleşme ve ABD ile AB arasında ortaya çıkan
teknolojik açık bu sorunların gerisinde yatan faktörler arasında olmuştur.99 Bu
sorunların sonucu olarak, AB-15 ülkeleri 1974-85 yılları arasında yıllık ortalama
%2’lik GSYĐH ve %1,7’lik kişi başına GSYĐH büyümesi kaydetmişlerdir.
100
Bu
dönemde enflasyon %11’ler seviyesine yükselmiş, işsizlik ise 1974 yılında %3
civarındayken 1985 yılında %10’lar seviyesine varmıştır.101 Bugün, AB ve ABD’nin
gelecekteki potansiyel büyüme oranlarına baktığımızda ise, AB için %2’lik ve ABD
için %3,5’lik potansiyel büyüme oranlarından söz edilmektedir.102 AB’nin düşük
potansiyel büyüme oranına sahip olmasının gerisinde, Birlik seviyesinde verimlilik
büyümesinin düşmesi, işgücünden daha az faydalanılması ve tek pazarın hala birçok
soruna sahip olması gibi faktörler bulunmaktadır. Bugün tek pazar sadece malların
98
The Sapir Group, “An Agenda for a Growing Europe, The Sapir Report”, Regional Studies, Kasım
2005, Volume 39, 2005. ss. 958-965.
99
AB ekonomisinin bu dönemdeki performansı 1950-1970 yılları arasında gerçekleştirilen
performansın gerisinde kalmıştır. AB-15’te GSYĐH 1971-1980 yılları arasında yıllık %3, 1981-1990
arasında ise yıllık %2,4 oranında büyümüştür. Bu düşük büyüme performansını sadece AB ekonomi
yönetimine bağlamak yanlış olur. Bu dönemde dünya ekonomisi de bir önceki döneme göre daha
yavaş büyümüştür. ABD ile bir karşılaştırma yaptığımızda, ABD’de GSYĐH aynı dönemlerde
sırasıyla %3,2 ve %2,9 oranında büyümüştür. Burada ilginç olan nokta ise şudur: 1950-1970 arasında
AB’deki ekonomik büyüme oranları daima ABD’nin ilerisinde olmuştu. Ancak 1970 sonrasında ve
özellikle de 1980’den sonra ABD ekonomik büyümede AB ile arasındaki farkı açmıştır. Daha fazla
bilgi için bkz. Aldcroft, op. cit., s. 211-244 ve ss. 269-294.
100
The Sapir Group, op. cit., ss. 958-965.
101
Ibid., ss. 958-965.
102
Ibid. ss. 958-965.
42
serbest dolaşımı için tamamlanmışken, hizmet sektöründeki entegrasyon düşük
seviyelerde kalmış ve işgücünün hareketliliği konusunda ise ciddi bir liberalleştirme
sağlanamamıştır.103 1990 sonrası dönemde de, 1980’lerde başlayan süreç devam
etmiştir. AB
bu süreçte bir takım atılımlar yapsa da genel olarak rakiplerinin
gerisinde kalmıştır. 1990 sonrası verilerine bakıldığında, AB’nin 1980’lerle beraber
ivme kazanan küreselleşme sürecinden yeterince faydalanamadığını görmekteyiz.
AB özellikle savaş sonrasında yakaladığı ekonomik büyüme trendini 1990 sonrası
dönemde yakalayamamıştır. 1990-2003 yılları arasında kişi başına gelir ABD’de %
1.8, AB’de % 1.6 ve dünyanın geri kalanında ise % 2.2 oranında artmıştır.104
Avrupa ekonomisinin kısa bir tarihine bakıldığında, 1870 yılında ABD’nin %70’i
olan Avrupa’nın verimlilik seviyesi, 1950 yılında daha öncesinde yaşanan dünya
savaşlarından dolayı %44 seviyesine, savaş sonrası genişleme sayesinde ise 1995
yılında %95 seviyesine varmıştır. Ancak 1995 yılından sonra tekrar bir gerileme
trendi yaşanmış ve bu oran 2003 yılında %85’e düşmüştür.105 Avrupa özellikle
1945’lerden 1970’lerin ortalarına kadar dünya ekonomisindeki uygun konjonktürün
etkisiyle birlikte önemli sayılacak bir ekonomik performans yakalamış ve ABD
ekonomisi ile arasında olan verimlilik ve büyüme açığını zamanla azaltmıştır.
Özellikle verimlilik seviyesindeki yakınsama 1995 yılına kadar devam etmiş ancak
bu tarihten sonra AB, ABD’nin verimlilik seviyesinden uzaklaşmaya başlamıştır.
1995-2003 yılları göz önüne alındığında bu dönemde sadece verimlilik oranlarında
bir kötüleşme olmamış aynı zamanda kişi başına gelir büyümesinde de Avrupa
ekonomisi zayıf bir performans sergilemiştir. Bu dönemde, Avrupa’daki kişi başına
GSYĐH büyümesi sadece ABD’nin yarısı kadar olabilmiştir.
103
Ibid., ss. 958-965.
Komisyon Raporu (2005), op. cit. s. 5-11.
105
Robert J. Gordon (2004a) “Why Was Europe Left at the Station When America’s Productivity
Locomotive Departed?”, NBER Working Paper, 2004, s. 2.
104
43
Tablo 2.1 Avrupa’da GSYĐH Büyümesi (%)
ABD
Avrupa
1870-1913
1.92
1.55
1913-1950
2.48
1.56
1950-1973
2.77
4.77
1973-1995
1.48
2.25
1995-2003
2.33
1.15
ABD-Avrupa
0.37
0.92
-2
-0.77
1.18
Kaynak: Robert J. Gordon, “Why Was Europe Left at the Station When America’s Productivity
Locomotive Departed?”, NBER Working Paper, 2004, s.39.
AB’nin kişi başına GSYĐH’sı birkaç on yıldır ABD’nin kişi başına GSYĐH’nın
%73’ü seviyesinde seyretmekte olup, son verilere göre ise bu oran AB-25/ABD için
%65 civarındadır.106 Grilo ve Koopman’a göre AB’deki düşük verimlilik seviyesi
AB ile ABD arasındaki arasındaki kişi başına gelir farkının en büyük sebebi
durumundadır.107
Şüphesiz AB’nin son birkaç on yılda yaşadığı ve bugün de karşı karşıya kaldığı
problemlerin kökü geçmişe ve demografi gibi yapısal değişimlere de bağlıdır. Kişi
başına çalışma saati son 40 yılda Avrupa’da önemli ölçüde düşmüş ve Avrupalılar
Amerikalılara göre daha çok boş zamana sahip olmuşlardır. Uzun tatiller, yüksek
işsizlik ve düşük işgücü katılımı bu sürecin sonuçları arasında olmuştur. Olivier
Balanchard’a göre Avrupa son 30 yılda verimlilik artışında ABD’den daha iyi bir
performans sergilemiş ancak AB bu verimlilik artışını gelir yaratmak yerine boş
zamanın arttırılması için kullanmıştır.108 Tablo 2.2 kısaca ABD karşısında
Avrupa’daki verimlilik gelişmelerini göstermektedir. Dikkat edilirse saat başına
GSYĐH AB’de, ABD 100 kabul edildiğinde, 1970 yılında 65 iken, 2000 yılında 91
olmuştur. Bu da AB’deki saat başına verimlilik büyümesinin ABD’nin ilerisinde
olduğunu göstermektedir. Ancak tablodaki son sütuna baktığımızda, kişi başına
çalışma saatinde farklı bir trend gözükmektedir. 1970 yılında 101 olan endeks, 2000
yılına gelindiğinde 77 olmuştur. 1970 yılında AB’de kişi başına çalışma saati ile
ABD’deki aynı iken, 2000 yılında AB’de kişi başına çalışma saati ABD’nin
106
Isabel Grilo and Gert Jan Kopman, “Productivity and Microeconomic Reforms: Strengthening EU
Competitiveness” Journal of Industry, Competition and Trade, 2006, ss. 67-84.
107
Ibid. ss. 67-84.
108
Olivier Balanchard, “The Economic Future Of Europe”, NBER Working Paper, 2004, s. 1.
[10.04.2007], <http://www.nber.org/papers/w10310> .
44
gerisinde kalmaktadır. Dolayısıyla AB verimlilik artışlarını gelire çevirmek yerine,
daha fazla boş zaman yaratmaya harcamıştır diyebiliriz.109 Bu analiz AB’de yaşanan
düşük GSYĐH büyümesini daha az çalışma sorunuyla açıklamakta ve ekonomik
büyümenin daha da arttırılması için daha fazla çalışmayı bir çözüm olarak
sunmaktadır.
Tablo 2.2 ABD ve AB’nin Karşılaştırılması (ABD=100)
Kişi Başına GSYĐH
Saat Başına GSYĐH
Kişi Başına Çalışma
Saati
1970
2000
1970
2000
1970
2000
ABD
100
100
100
100
100
100
AB-15
69
70
65
91
101
77
Kaynak: Olivier Balanchard, “The Economic Future Of Europe”, NBER Working Paper, 2004.
Uzun dönemli büyüme oranlarına bakılırsa, 1870-2000 yılları arasında Avrupa’da
ortalama %1,67’lik bir büyüme oranı yakalanmış, ABD’de ise bu oran %1,81
olmuştur.110 Avrupa 1870 yılından bugüne kadar iki dönemde önemli sıkıntılar
yaşamıştır. Bunlardan birincisi Birinci ve Đkinci Dünya savaşları dönemi, ikincisi ise
1970’lerde ortaya çıkan petrol krizinden sonraki dönemdir. Daha öncede
belirttiğimiz üzere, Avrupa özellikle 1973 yılından sonra ABD ile arasındaki refah
açığını kapatmakta zorlanmıştır.111 Avrupa hem 1950-73 arasında hem de 1973-1995
yılları arasında ABD’den daha iyi bir verimlilik büyümesi yakalasa da, ABD ile
arasındaki refah açığını kapatamamıştır. Saat başına çıktı oranlarına bakıldığında
Avrupa/ABD saat başına çıktı oranı 1950 yılında 105 iken 2000 yılında 83
olmuştur.112 Her ne kadar son 40 yılda çalışma saatlerinde bir azalma olsa da,
Avrupalılar 1945-73 yılları arasında ABD’lilerden daha fazla çalışmışlardır. Ancak
bu dönemde elde edilen kazanımların bir çoğu, savaş döneminde oluşan açığın
kapatılmasına harcanmıştır.
109
Ibid., ss. 7-10.
Robert J. Gordon (2004b) “Two Centuries of Economic Growth: Europe Chasing the American
Frontier”, NBER Working Paper, No. 10662, 2004.
111
Ibid., ss. 3-9.
112
Ibid., ss. 3-9.
110
45
Bugün, AB’nin temel sorunları arasında en önemlileri yüksek işsizlik ve düşük
işgücü katılımıdır. Gordon’a göre işsizliğin bir kısmı işçilerin çalışmasını pahalı hale
getiren boş zaman veya tatil süresinin uzamasına sebep olan yasalardan
kaynaklanmaktadır.113 Avrupa’daki bu yasal düzenlemeler yatırımlar üzerinde de
olumsuz etkiler göstermekte ve bugün birçok Alman firması Almanya’da yatırım
yapmak yerine eski Doğu Blok’u ülkelerinde hatta deniz aşırı bölgelerde yatırım
yapmayı tercih etmektedir. Ancak firmaların, üretimin mekanını değiştirme
teşebbüslerini
sadece
AB’deki
yasal
düzenlemelere
bağlamak
yetersizdir.
1980’lerden sonra AB’ye göre daha esnek yasal düzenlemelere sahip olan ABD’deki
birçok firma da aynı seçimde bulunmuş ve üretim süreçlerinin bir kısmını gelişmekte
olan ülkelere kaydırmışlardır.
Şüphesiz AB ve ABD arasındaki ekonomik performans farkı bir çok iktisatçıyı bu
konu üzerinde çalışmaya sevk etmiş ve bu alanda önemli bir literatür oluşmuştur.
Gordon’a göre ABD ile Avrupa arasındaki temel fark Bilgi ve Đletişim Teknolojileri
(BĐT) kullanan sektörlerden kaynaklanmakta olup, söylendiğinin aksine BĐT alanına
yapılan yatırımlardan ve burada geliştirilen teknolojilerden kaynaklanmamaktadır.
Daha doğrusu bunun etkisi olsa bile, esas etki BĐT kullanan sektörlerden
kaynaklanmaktadır. ABD’de yoğun bir şekilde BĐT kullanan toptan ve perakende
satış sektörü ile mali varlık ticareti (securities trade) ile uğraşan mali sektör iki
ekonomi arasındaki performans farkının temel kaynakları arasındadır. Gordon
ABD’de yaşanan 1995 sonrası ekonomik canlanmanın gerisinde çoğunlukla ticari
canlanmanın olduğunu ifade etmekte ve bunun BĐT alanına yapılan yatırımları aşan
bir husus olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla denilebilir ki, BĐT alanında yaşanan
gelişmeler kendi başına büyümede yaşanan bu performansı açıklamamakta, BĐT
kullanımı ve yatırımı büyümeye ve ticari canlanmaya yardımcı olarak ekonomik
büyümeyi tetiklemektedir. Şunu da unutmamak gerekir ki, 1995 yılı sonrasında ABD
sadece yazılım ve donanım alanlarında değil, ilaç ve biyo-teknoloji gibi alanlarda da
önemli atılımlar gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla belki de ABD açısından BĐT’leri aşan
daha geniş bir teknolojik üstünlükten bahsetmek daha doğru olacaktır.
113
Ibid., ss. 9-13.
46
Gordon’un bu fikri bazı ekonomistler tarafından kabul görmekle birlikte, ABD’de
1995 yılı sonrasında meydana gelen canlanmayı teknoloji ve yenilik alanlarına
yatırım yapılmasına bağlayan ekonomistler de bulunmaktadır. Örneğin, Jorgenson ve
diğerlerine göre ABD’de 1995’den sonra yaşanan ekonomik büyümenin gerisinde
BĐT alanında yapılan yatırımlar etkili olmuş ve bunun sonucunda 1995-2000 yılları
arasında ABD’de düşük enflasyon ve yüksek büyüme süreci yaşanmıştır.114 Özellikle
donanım, yazılım ve telekomünikasyon alanlarına yapılan yatırımlarla sermaye
yoğunluğunun arttırılması ekonomik büyümeye diğer birçok sektörden daha fazla
katkı sağlamış ve büyüme ile beraber artan istihdam olanakları çalışma saatleri ve
işgücüne katılımı artmıştır.115 Jorgenson ve diğerleri AB ile ABD arasında ortaya
çıkan ekonomik performans arasındaki farkın gerisinde BĐT yatırımlarını ve AB ile
ABD arasındaki farklı uzmanlaşma eğilimlerini görmektedirler. Barrios ve
Burgelman116’a göre ise AB bir bütün olarak ele alındığında AB ile ABD arasındaki
büyüme farkının üçte biri BĐT yatırımları tarafından açıklanmaktadır.117 Buna karşın,
Van Ark ve diğerleri118 Gordon gibi ABD’de yaşanan ekonomik büyümenin
sürükleyicilerinin toptan ve parekende satış ile mali varlık ticareti olduğunu ifade
etmektedirler. Van Ark ve diğerlerine göre bu sektörler sayesinde, verimlilik artışı
ABD’de 1990-95 yıllarında %1,1 iken 1995-2000 yılları arasında %2,5 olmuştur.119
Aynı dönemde AB ülkelerinde ise verimlilik yavaşlamış ve ortalama işgücü
verimliliği artışı %1,9’dan %1,4’e düşmüştür.120 Yazarlara göre AB ile ABD
arasındaki fark BĐT alanına yapılan yatırımlardan ve BĐT’lerin ekonomi genelinde
farklı sektörlerde kullanımından kaynaklanmaktadır. Bu analize göre, ABD ile AB
arasındaki verimlilik büyümesi farkının büyük kısmı BĐT kullanan sektörlerden
kaynaklanmakta olup, perakende ve toptan satış ile mali varlık ticareti %1,1’lik
büyüme farkının %0,9’unu oluşturmaktadır.121 Grilo ve Koopman’da benzer şekilde
114
Dale W. Jorgenson, Mun S. Ho ve Kevin J. Stiroh, “Lessons for Europe from the US Growth
Resurgence”, CESifo Economic Studies, 49(1), 2003, ss. 27-47.
115
Ibid., ss. 27-47
116
Salvador Barrios and Jean-Claude Burgelman, “Europe Needs More Lisbon to Make the ICT
Investments Effective”, Intereconomics, Mayıs/Haziran 2008, ss. 124-134.
117
Ibid., ss. 124-134.
118
Bart van Ark, Robert Inklaar and Robert H. McGuckin, “ICT and Productivity in Europe and the
United States. Where Do the Differences Come From?”, CESifo Economic Studies, Vol. 49, 3/2003,
ss. 295–318.
119
Ibid., ss. 295–318.
120
Ibid. , ss. 295–318.
121
Ibid. , ss. 295–318.
47
bir sonuca vararak, ABD’deki verimlilik büyümesinin ofis makineleri üretimine,
toptan ve perakende satışa ve bankacılık ve finans hizmetlerine bağlı olduğunu,
bütün bunların ise ABD’deki verimlilik büyümesinin %78’ine karşılık geldiğini
belirtmektedirler.122
Bize göre de esas sürükleyici teknoloji alanında yapılan yatırımlardan çok, burada
yapılan yatırımlar sonucu yaratılan yeniliklerin başarıyla ekonomideki birçok sektöre
uygulanmasındadır. BĐT yatırımları konusunda AB-15’nin son yıllarda önemli
ilerlemeler kaydettiğini kabul etmek gerekir. 2004 yılı Dünya Bankası verilerine
göre, GSYĐH’ya oran olarak yapılan BĐT yatırımları ABD’de %7,2, Japonya’da
%7,5 AB-15’de %6,5 AB-25’de ise %4,1’dir.123 Bu ilerlemeye rağmen AB’nin
ekonomik büyüme için BĐT’lerden yeterince faydalanamadığı bir gerçektir. Bu
teknolojilerin birçok sektöre yayılıp buralarda etkin bir şekilde kullanılmasını
küçümsememek gerekmektedir. Tek bir sektörün ekonomik büyüme üzerinde uzun
vadeli ve kalıcı pozitif bir etki yaratması zorken, bütün sektörleri etkileme
kapasitesine sahip BĐT’lerin başarıyla bütün sektörlere yayılması beraberinde önemli
bir ekonomik canlanma getirme kapasitesine sahiptir. Aksi durumda BĐT alanında
sağlanan gelişmeler büyümeye sadece sınırlı bir katkı yapacaktır. Ancak, yine de
ABD’de BĐT alanında yapılan yatırımların etkisini de azımsamamak gerekir. Aslında
bugünün küreselleşmiş dünyasında, birçok ülke kolayca teknolojiye ve yeniliklere
ulaşabilse de bu yenilikleri ve teknolojileri aynı kolaylıkla ekonomide verimli bir
şekilde kullanamamaktadır. Olaya AB açısından bakıldığında, AB yeni teknolojilere
ulaşım konusunda refah seviyesinden dolayı pek zorluk yaşamamaktadır. Fakat yeni
teknolojilere ulaşımın neden ABD’de olduğu gibi canlı bir ekonomik büyüme süreci
yaratmadığı önemli bir konudur. Bu konuda öne çıkan görüş, AB’deki bazı yapısal
ve kurumsal unsurların yeni teknolojilerden gerektiği kadar yararlanmayı engellemiş
olması ve BĐT’lerin başarıyla bütün sektörlere yaygınlaştırılamamasıdır.124 Barrios
ve Burgelman’a göre bunun temel sebebi, daha az esnek piyasalara sahip ülkelerin
hem daha az BĐT yatırımı yapmaları hem de buralarda BĐT’lerin GSYĐH büyümesine
122
Grilo ve Kopman, op. cit., ss. 67-84.
Daniele Archbugi ve Alberto Coco (2005), “Is Europe Becoming the Most Dynamic Knowledge
Economy in the World?”, JCMS 2005, Vol.43, No.3, ss. 433-459.
124
Grilo ve Kopman, op. cit. , ss. 67-84.
123
48
sınırlı bir katkısının olmasıdır. Sonuç olarak, piyasa düzenlemeleri hem BĐT
yatırımlarını hem de bunların büyümeye katkısını kötü etkilemektedir.125
Dolayısıyla, eski kıtada büyüme ve istihdamın yaratılması AB’nin bilgi yaratmasına,
bunu başarıyla yaymasına ve kullanmasına bağlıdır denilebilir.
Barrios ve Burgelman’a göre Avrupa’daki yüksek piyasa katılıklarından kaynaklanan
kurumsal sorunlar BĐT yatırımlarını ve BĐT’in ekonomik büyümeye katkısını
zayıflatmıştır.126 Avrupa’daki BĐT yayılması ancak yapısal reformlar hızlandırıldığı
ve piyasalarda esneklik sağlandığı takdirde Avrupa’daki büyümeye katkıda
bulunacaktır.127 Bu yapıldığı takdirde, BĐT’lerin özel sektörde kullanılması da
yaygınlaşmış olacak ve piyasanın esnek olması yeni ürün süreçlerini, yeni ekonomik
aktiviteleri ve yeni istihdamları teşvik edecektir.128
Daha önce de belirttiğimiz üzere, bilgi iletişim teknolojileri yatırımı ve bunların
sektörlere yayılmasına bakıldığında AB ile ABD arasında önemli açıklar
bulunmaktadır. Bunun gerisinde yatan faktörler ise temel olarak, AB’deki işgücü
piyasaları ile birlikte mali sektör ve ürün piyasalarındaki katılıklar ve AB’deki
kurumsal yapının yaratıcı yıkımı teşvik etmemesi olarak belirtilmektedir.
Şüphesiz ABD’nin üstünlüğü sadece ekonomik dinamizminden kaynaklanmamakta
olup, ABD’nin ekonomik anlamda tarihsel olarak yakaladığı başarılar sadece BĐT
alanında yaşanan gelişmelere de bağlanamaz. ABD’nin Avrupa’ya göre siyasi ve
ekonomik birliğini çok uzun süre önce tamamlamış olması, ABD’de daha fazla doğal
kaynak ve tarım arazisi olması, tarım arazilerinin AB’ye göre daha büyük ölçekte ve
yoğun sermaye kullanımı ile verimli şekilde değerlendirilmesi ABD ekonomisinin
daha güçlü olmasının diğer nedenleri arasındadır. ABD’nin tek pazardan ve tam
entegrasyondan yüzyıllardır faydalanıyor olması ve AB’de ise bu olgunun son 50 yıl
içerisinde ortaya çıkması ve bu alanda yavaş ilerleme kaydedilmesi oldukça
önemlidir. Ancak zamanla, AB’de ekonomik ve siyasi entegrasyonun derinleşmesi
125
Barrios ve Burgelman, op.cit. , ss. 67-84.
Ibid., ss. 67-84.
127
Ibid., ss. 67-84.
128
Ibid., ss. 67-84.
126
49
olumlu sonuçlarını verecektir.129 Bu konularda AB ile ABD arasında bir
karşılaştırma yapıldığında, AB siyasal anlamda parçalı bir yapıya sahipken ekonomik
entegrasyon da hala tam anlamıyla tamamlanamamıştır. Tarım arazileri konusunda
ise, AB’de daha küçük ölçekli tarım arazileri bulunmakta ve bu da arazilerden daha
verimli
şekilde
faydalanılmasını
ve
daha
yoğun
sermaye
kullanımını
engellemektedir. Bunlara son olarak, ABD’de Đngilizce’nin ortak bir dil olarak
kullanılması, buna karşın AB’nin çok dilli yapısıyla beraber ortak bir dil
geliştirmemiş olması da eklenebilir.130
Açıkçası, ABD hem coğrafi anlamda hem de demografik anlamda Avrupa’ya göre
bir çok üstünlüğe sahip durumdadır. Gordon’a göre BĐT’ler dışında ABD’deki
canlanmada
sanayi
kümelerinin
(Clusters)
oluşturulması,
buralara
altyapı
hizmetlerinin sağlanması, genel olarak ABD’de daha fazla altyapıya yatırım
yapılması ve az gelişmiş bölgelerin desteklenmesi önemli rol oynamıştır. Gordon
ayrıca ABD’nin yenilik ve teknoloji gelişimi için daha uygun bir iklim sağladığını
belirtmekte ve genel olarak ABD üstünlüğünü şu hususlara bağlamaktadır.131
•
Rekabetçi kamu ve özel üniversite sistemi;
•
Üniversitelere devletin destek sağlaması;
•
ABD işletme ve iş okullarının dünya genelinde yakalamış oldukları prestij;
•
Danışman firmaların yaygınlığı;
•
Güçlü patent koruma sistemi;
•
Esnek mali yapı, bunun sonucu olarak risk sermayesinin gelişmesi ve
yatırımların daha kolay finanse edilmesi;
129
Grilo ve Kopman, op. cit., ss. 67-84.
Gordon (2004b), op. cit., s. 20.
131
Ibid., ss. 14-41.
130
50
•
Serbest iç göç ve nüfus hareketleri;
•
Ortak bir dil kullanılması;
•
Yüksek nitelikli göçmenlere uygun iş ve yaşam ortamı sağlanması;
•
Amerika’daki şehir yapılanmasının ve planlamasının ekonomik büyümeyi
teşvik edici yönde olması;
•
Arazi kullanımında AB’ye göre daha etkin olunması;
•
ABD’nin uzun süreden bu yana ekonomik ve politik bir birlik olması;
•
ABD’de güçlü devlet, üniversite ve sanayi işbirliğinin olmasıdır.132
AB’nin daha dinamik bir ekonomiye sahip olması firmalarının daha fazla yenilik
üretmesine ve yenilikleri piyasaya sunmasına bağlıdır. Bu anlamda, ABD ve AB
firmaları arasında yapılacak teknolojik işbirlikleri AB firmalarına dinamizm
kazandırabilir.133 Bunun dışında AB içindeki bölgesel farklılıkların azaltılması kısa
zamanda zor olsa bile üye ülkeler arası ekonomik yakınsamanın temin edilmesi,
ulusal politikalar arasında güçlü koordinasyon ve entegrasyonun sağlanması ve
akademik dünya ile özel sektör arasında işbirliği imkanlarının arttırılması AB’yi
daha dinamik bir ekonomi haline getirebilir. 134
Bu anlamda, Đskandinav ülkelerinin ve Đrlanda’nın nitelikli işgücü, akademi iş alemi
ilişkisi, eğitim, mesleki eğitim, yüksek teknolojiye dayalı endüstriler, Ar&Ge’de
uzmanlaşma, biyoteknoloji ve elektronik gibi alanlarda AB ortalamasına göre daha
iyi durumda olduklarından135 bu ülkelerin tecrübelerinden çok şey öğrenilebilir.
132
Ibid., s. 36.
Archbugi ve Coco, op. cit., ss.433-459.
134
Ibid. , ss. 433-459.
135
Ibid. , ss. 433-459.
133
51
ABD ile AB ekonomisi arasında bulunan ekonomik performans farkının nedenleri
konusunda birçok farklı görüş bulumaktadır. Ancak, genel olarak AB’nin kurumsal
yapısından kaynaklanan sorunlar en önemli neden olarak gösterilmektedir.
McGuckin ve Van Ark (2001) AB’deki ürün ve emek piyasalarında yapısal sorunlar
bulunduğunu ifade etmekte ve bu sorunların BĐT alanına yatırım yapılmasını ve
BĐT’lerin ekonominin geneline yayılmasını engellediğini ve AB’nin daha iyi bir
büyüme performansı yakalamasını önlediğini söylemektedirler.136 Gordon ise bu
konuda farklı düşünmekte ve Avrupa’daki reform çalışmalarının veya bu yönde
atılan adımların dar bir şekilde ürün ve emek piyasalarının deregüle edilmesine
yoğunlaştığını ifade etmektedir. Gordon’a göre burada atılacak adımlar beklenen
sonuçları tek başına vermeyebilirler. Dolayısıyla, AB’nin ekonomik sorunlarına çare
bulunmak isteniyorsa kurumsal düzeyde de önemli atılımlar yapılmalıdır. En
azından, yukarıda ABD için sayılan başarı faktörleri doğrultusunda bazı değişimler
yapılmalıdır.
Gordon’a göre vahşi kapitalizmi düzenlemek üzere işletilen kurumlar bir noktadan
sonra sermaye piyasalarının gelişmesini engellemekte ve Avrupa’daki sosyal
tercihler verimliliği negatif yönde etkilemektedir.137 Kurumsal yapının önemli
olduğunu düşünen bir diğer kişi ise Edmund Phelps’tir. Phelps’e göre AB’nin
yaşadığı ekonomik sorunların gerisinde temel olarak Avrupa’daki korporatist yapı
bulunmaktadır.138 Avrupa’nın temel sorunu Avrupa’da hala geçmişten gelen bazı
korporatist139 kurumların bulunması ve buna karşın modern kapitalist kurumların tam
olarak gelişmemesidir. AB’deki korporatist kurumlar, ABD ile AB arasındaki
kültürel farklılık ve AB’deki refah devleti uygulaması AB’nin başarısızlıklarının
kaynağı durumundadır.140 AB’deki korporatist yapı verimsiz çalışan üreticileri
korurken, piyasaya yeni girişleri engellemekte ve ekonomiye dinamizm kazandıran
yaratıcı yıkım sürecini sekteye uğratmaktadır. Korporatist sistemde amaç piyasada
136
Ark, Inklaar ve McGuckin, op. cit., ss. 295–318.
Gordon (2004a), op. cit., ss. 26-34.
138
Edmund S. Phelps, “The Economic Prosperity of Nations: Prosperity Depends on Dynamism,
Dynamism on Institutions”, CCS Working Paper, No. 2. Ocak 2005.
139
Korporatism, esas olarak farklı toplumsal veya ekonomik gruplardan oluştuğu varsayılan
toplumda, bu gruplar arasında dayanışma ve işbirliğini öne çıkaran sisteme veya analayışa verilen
isimdir. Bu sistemde, sürekli olarak gruplar arasında denge sağlamaya çalışmak, aralarındaki
muhtemel çatışma noktalarını, bazen yok sayarak, asgari seviyelere indirmek hedeflenir.
140
Phelps, op. cit., ss. 7-12.
137
52
yaratıcı yıkım sürecinin çalışmasına izin vermekten çok, ekonomik aktörleri belli bir
konsensüs etrafında korumaktır. Phelps’e göre Avrupa’nın zayıf ekonomik
performansı genel olarak risk sermayesi gibi kapitalist kurumların tam olarak
gelişmemesi ve korporatist yapıların fazla gelişerek rekabetçilik ve yenilik üzerinde
baskı oluşturmasından kaynaklanmaktadır.141 Bu da yaratıcı yıkımı (creative
destruction) engelleyerek, iş kurmayı zorlaştırmaktadır. Phelps ekonomik büyüme
için ekonomide dinamizm sağlanmasını anahtar faktör olarak görmekte ve
dinamizden yoksun ve uzlaşma üzerine kurulu ekonomilerin yeterince güçlü
büyüyemeyeceklerini düşünmektedir. Bu dinamizmin sağlanması da kurumlar
yardımıyla olmakta, iyi işleyen kurumlar ve yasalar sayesinde bir ekonomi dinamizm
kazanmaktadır. Dolayısıyla etkin çalışan kurumların oluşturulması, ekonomide
girişimciliğin gelişmesi ve financiership olarak tarif ettiği etkin mali mekanizmaların
oluşması ekonomide dinamizmin yakalanması açısından önemlidir. Gordon da
Phelps’in belirttiği financiership kavramını önemsemekte ve etkin mali piyasaların
ekonomik büyüme açısından oldukça önemli olduğunu belirtmektedir.142 Buna göre,
ekonomik büyüme için sadece girişimcilik değil aynı zamanda girişimcileri
destekleyecek, yatırımlara fon bulunmasını kolaylaştıracak mali yapı ve kurumların
gelişmesi de önemlidir.143 Bu anlamda ABD’nin temel başarısı etkin bir risk
sermayesi piyasası geliştirmiş olmasıdır. Phelps, Schumpeter’in girişimciliğe verdiği
önemi kabul ederken, bunun etkin mali yapılarla desteklenmesi gerektiğini belirtir.144
Dolayısyla Phelps’e göre mali sektör etkin olarak çalıştırılmadan ve girişimcilik
kültürü geliştirilmeden AB’nin sorunlarını çözmesi oldukça zor gözükmektedir.145
AB ekonomisine yapılan eleştirilerden bir tanesi de Avrupa’daki mağazaların
kapanma saatleriyle ilgilidir. Aslında bu bir şekilde AB ile ABD arasında olan
çalışma saati farkının da bir kısmını açıklamaktadır. Alışveriş saatleri üzerindeki
141
Ibid., ss. 7-12.
Gordon (2004a), op. cit., ss. 26-34.
143
Bu anlamda ABD’nin AB’ye göre daha etkin bir sermaye piyasasına sahip olduğu söylenebilse de,
ABD’de yaşanan son mali kriz bu konuyu sorgulanabilir kılmıştır. Ancak yaşanan son krize rağmen,
ABD’de fonlara erişimin AB’ye göre daha kolay olduğu söylenebilir.
144
Phelps, op. cit., ss. 6-12.
145
Ibid., ss. 6-12.
142
53
limitler, ulaşım düzenlemeleri ve işe alma ve işten çıkarmayla ilgili engeller
üreticilerin üretim süreçlerini yeniden organize etmelerini zorlaştırmaktadır.146
AB ile ABD arasındaki ekonomik performansın farkından sorumlu tutulan bir diğer
öğe ise her iki yakada bulunan farklı yüksek öğretim rejimleridir. Bu farklı rejimler
analizlere göre beraberinde ekonomik büyüme ve istihdam üzerinde farklı etkiler
doğurmaktadır. ABD’de devlet ve özel üniversiteler arasında sağlanan rekabetçi
ortam ve her iki üniversite sistemine devlet tarafından maddi destek sağlanması bazı
ekonomistlere göre ABD’deki üniversite sistemini daha etkin ve dinamik
kılmaktadır.147 Bugün dünyanın en iyi 100 üniversitesinin yaklaşık 60 tanesi
Amerika’da bulunmaktadır.148 Đlk 10 üniversitenin ise 8 tanesi Amerikada’dır. Đlk
100’de 30 Avrupa üniversitesi bulunurken, ilk 10 üniversiteye baktığımızda sadece 2
tane Avrupa üniversitesi göze çarpmaktadır.149 ABD üniversite sisteminde
rekabetçilik ve meritrokrasi öne çıkarken, AB’de elitizm ve akademik starların
ödüllendirilmemesi öne çıkmaktadır.150 Bir diğer husus ise ABD’deki üniversiteli
gençlerin Avrupalılardan daha önce çalışmaya başlamasıdır. ABD’de gençler daha
erken yaşlarda çalışma hayatına atılarak girişimci olabilmekte ve daha kolay risk
alabilmekteyken, buna karşın Avrupa’daki sistem gençleri daha çok bağımlılığa
alıştırmaktadır.151 Avrupa’daki eğitim sistemi ABD ile karşılaştırıldığında oldukça
sıkıntılı durumda gözükmektedir. Avrupa’daki birçok öğrenci yükseköğretim
yaşamları boyunca devletin cömert katkılarından dolayı çalışmayı pek tercih
etmemektedirler.
ABD’nin üstünlüğünün gerisindeki en önemli faktörlerden biri de devletin özel ve
kamu araştırmalarına verdiği destektir. Özellikle devlet Ar&Ge, yüksek öğrenim ve
askeri harcamalar yoluyla teknolojik gelişmeleri muazzam şekilde desteklemektedir.
Buradaki önemli husus ise, bu araştırmalar sonucu geliştirilen teknolojilerin başarıyla
piyasaya adapte edilmesi ve yeni pazarların oluşmasıdır.
146
Ark, Inklaar ve McGuckin, op. cit., ss. 295–318.
Gordon (2004a), op. cit., ss. 21-24.
148
Academic Ranking of World Universities, [16.08.2008], <http://www.arwu.org/>.
149
Ibid.
150
Gordon (2004a), op. cit., s. 24.
151
Ibid., s. 33.
147
54
Dunford’a göre ise AB’deki sorunların kaynağı, Avrupa Merkez Bankasının (AMB)
katı para politikası uygulaması, Maastricht Kriterleri’nden dolayı uygulanan katı
maliye politikası ve Alman birleşmesi’nin AB üzerinde yarattığı mali baskılardır.152
AB açısından bir diğer önemli konu ise demografik değişimlerdir. Belki de AB’nin
yaşadığı birçok sorunun gerisinde demografik değişimler vardır denilebilir. Nüfusun
yaşlanması beraberinde ekonomik ve sosyal dinamizmin azalmasını da getirmektedir.
ABD yaşlanma sorununu aşmak için etkili bir göç yasası uygulamaktadır. Oysa AB
bu konuda henüz etkili adımlar atmış değildir. Dunford da birçok analist gibi nüfusun
yaşlanmasını önemsemekte ve bunun beraberinde hem işgücüne katılım oranını hem
de hane halkının tasarruflarını düşürdüğünü belirtmektedir. Dunford’a göre bunun
sonucunda kuşaklar arası mali bir tansiyon oluşmaktadır.153 AB’de nüfus yaklaşık
olarak 1960’dan bu yana yaşlanmakta ve her geçen gün bağımlılık oranı daha da
artmaktadır.154 1960’dan 2000 yılına kadar ortalama bağımlılık oranı (15-59 yaş
arasındaki 100 kişiye düşen 60 yaş ve üstü nüfus olarak tanımlanmakta) %26’dan
%35’e yükselmiştir. Aynı dönemde ABD’deki bağımlılık oranı %25 civarında
kalmıştır.155 BM hesaplamalarına göre, AB-15’de bağımlılık oranının 2020 yılında
%47 ve 2050 yılında ise %70 olacağı tahmin edilmektedir.156 Bu orandaki artış
beraberinde kamu maliyesi için ciddi bir yük getirecektir. AB ve ABD’nin ortalama
nüfus büyüme oranlarına 1950-1973 ve 1976-2000 dönemleri için baktığımızda, AB
nüfusunun 1950-1973 yılları arasında yıllık ortalama %0,8, ABD nüfusunun ise
yıllık ortalama %1,3 oranında büyüdüğü görülmektedir. 1976-2000 yılları arasında
bu rakamlar AB nüfusu için %0,3 ve ABD nüfusu için %1 olarak gerçekleşmiştir. 157
AB’deki önemli sorunlardan bir tanesi de hizmetler sektörü ile ilgilidir. Hizmetler
sektörü AB’de etkin olarak çalışmamakta ve bunun sonucu olarak verimlilik
açısından zayıf performans sergilemektedir.158 Günümüzde hala AB içerisinde
152
Michael Dunford, “Growth, inequality and cohesion: a comment on the Sapir Report”, Regional
Studies, Kasım 2005, Vol. 39, ss. 972-978.
153
Ibid. , ss. 972-978.
154
The Sapir Group, op. cit., ss. 958-965.
155
Ibid. , ss. 958-965.
156
Ibid. , ss. 958-965.
157
Ibid. , ss. 958-965.
158
Grilo ve Kopman, op. cit., ss. 67-84.
55
hizmet sektöründeki entegrasyon tam olarak sağlanamamış ve dolayısyla buradan
elde edilecek kazançlar realize olamamıştır. Solbes ve daha bir çok iktisatçıya göre
AB’nin ekonomik sorunlarını aşması hizmetler sektörünün liberalleştirilmesine ve
mali sektörde daha fazla entegrasyon sağlanmasına bağlıdır.159 Bu görüş Komisyon
tarafından da sıklıkla dile getirilmekte ve mali sektör ve hizmetler sektöründe önemli
adımların atılmasına ihtiyaç duyulduğu belirtilmektedir. Komisyon’un, 2002 yılında
yaptığı bir araştırmaya göre eğer varlık piyasaları tam olarak entegre edilirse, AB
şirketleri için sermaye maliyeti %0.5 düşecek ve bu da orta vadede büyümeyi
yaklaşık olarak %1 civarında artıracaktır.160 Başka bir çalışmaya göre ise, ABD’deki
mali piyasa koşulları AB’de sağlandığı takdirde imalat sanayindeki katma değer
üretimi yıllık %0.8 artacaktır. 161
Sapir’e göre Avrupa’nın başarısızlığının gerisinde kurumsal yapıdaki sorunlar
bulunmakta olup, AB kurumsal yapısı küreselleşme ve teknolojik değişmenin hız ve
yoğunluğuna yeterince ayak uyduramamaktadır.162 Yine Sapir’e göre AB’nin bir
diğer sorunu ise ekonomik alandaki koordinasyonun sorunlu ve yetersiz olmasıdır.
Mikroekonomi alanına giren işgücü piyasaları düzenlemeleri ulusal düzeyde
yapılırken, ürün ve sermaye piyasaları düzenlemeleri AB düzeyinde yapılmakta,
makroekonomik alanda ise, maliye politikası üye ülkeler seviyesinde yürütülürken
para politikası AB seviyesinde uygulanmaktadır. Sapir’e göre bu iki husus
koordinasyon sorunu yaratmaktadır.163 Sapir özellikle bu sorunu aşmanın bir yolu
olarak bütün politikaların AB seviyesinde yürütülmesi fikrine karşı çıkmakta ve
önemli olanın uygulanan politikalar arasında etkin koordinasyon yaratmak olduğunu
belirtmektedir. Sapir’in belirttiği bir diğer nokta ise, makroekonmik politikalarla
yapısal politikalar arasında da koordinasyon sağlanmasıdır. 164
159
Pedro Solbes, “The Eropean Union: Economic Prospects, Structural Reforms and Enlargement”,
International Economics and Economic Policy (IEEP), (2004) 1, ss. 105-110.
160
Ibid., ss. 105-110.
161
Ibid., ss. 105-110.
162
André Sapir, “Globalization and The Reform of European Social Models”, JCMS 2006, Vol. 44,
No. 2, 2006, ss. 369-90.
163
Ibid., ss. 369-90.
164
Ibid., ss. 369-90.
56
Şüphesiz, ABD AB’ye göre yeni teknolojilerden ve küreselleşmeden daha fazla
faydalanmıştır. Ancak bunun ABD için eşitsizlik faturası olmuştur. Herşeye rağmen
bugün AB ABD’ye göre daha eşitlikçi bir yapıya sahip olup, bu da AB’nin ABD
karşısındaki en güçlü yanı olarak algılanmaktadır.165
2.2 Avrupa Birliği’nde Đşsizlik Sorunu
AB ekonomik performansı söz konusu olduğunda AB’nin uzun süredir yaşamakta
olduğu yüksek orandaki yapısal işsizlik sorunu gündemin ön sıralarına oturmaktadır.
AB’nin neden böyle yüksek oranlarda uzun dönemli yapısal işsizlik yaşadığı tartışma
konusudur. 1980’lerin ortasından itibaren işsizlik Avrupa’da yükselmeye başlamış,
OECD Avrupa ülkelerinde 1970 yılında %2,6 olan işsizlik oranı, 1996 yılına
gelindiğinde %11 olmuştur.166 1970-1996 yılları arasında ABD’de istihdam oranı
%58 artırılarak 47 milyon yeni istihdam yaratılmışken, buna karşılık aynı dönemde
Avrupa’da istihdam sadece %12 artmış ve 18 milyon yeni istihdam yaratılabilmiştir.
Đstihdamın nüfusa oranı aynı dönemde AB’de %65’den %60’a düşerken, ABD’de ise
bu oran %75’e yükselmiştir. AB’de işgücü verimliliğindeki büyümeye baktığımızda
ise, 1960-70 yılları arasında %5’ler civarında olan oran, 1980’ler ve 1990’larda
%2’nin altına düştüğünü görebiliriz.167
Tablo 2.3’den de görüleceği üzere 1970’lerden sonra işsizlik oranları bütün Batı
Avrupa ülkelerinde artmıştır. 1950-73 yılları arasında ortalama %2,6 olan işsizlik
oranı, 1974-83 arasında %7,4’e yükselmiş ve bu oran 1994-98 yılları arasında ise
%10,7 olmuştur. Aynı dönem içerisinde ABD ve Japonya’da da işsizliğin artmasına
rağmen, bu artış Avrupa’nın çok gerisinde kalmıştır.
165
Ibid., ss. 369-90.
Horst Siebert, “Labor Market Rigidities: At the Root of Unemployment in Europe”, Journal of
Economic Perspectives, Vol. 11, No. 3, Yaz 1997, ss. 37- 54
167
Ibid., ss. 37- 54.
166
57
Tablo 2.3 Avrupa’da Đşsizlik Oranları 1950-1998 (Đşgücünün Yüzdesi Olarak)
1950-73
1974-83
1984-93
1994-98
Belçika
3
8.2
8.8
9.7
Finlandiya
1.7
4.7
6.9
4.2
Fransa
2
5.7
10
12.1
Almanya
2.5
4.1
6.2
9
Đtalya
5.5
7.2
9.3
11.9
Hollanda
2.2
7.3
7.3
5.9
Norveç
1.9
2.1
4.1
4.6
Đsveç
1.8
2.3
3.4
9.2
Birleşik Krallık
2.8
7
9.7
8
Đrlanda
n.a.
8.8
15.6
11.2
Đspanya
2.9
9.1
19.4
21.8
Batı Avrupa Ortalaması
2.6
6
9.2
10.7
ABD
4.6
7.4
6.7
5.3
Japonya
1.6
2.1
2.3
3.4
Kaynak: Angus Maddison, The World Economy: A Millennial Perspective, OECD: Paris, 2006.
Kimi iktisatçılar bu sonucu AB’nin yeni ekonomiye adapte olamamasına bağlarken,
diğerleri ise bu sonuçtan Avrupa refah sistemini, istihdama yönelik düzenlemeleri ve
AB’nin işgücü piyasalarındaki sorunlarını sorumlu tutmaktadırlar. Balcerowicz
AB’deki sosyal güvenlik sisteminin bütçe üzerinde yarattığı baskılar sonucu hem
büyümeyi hem de istihdamı kötü etkilediğini düşünmektedir. Balcerowicz’e göre
kötü hedeflenmiş sosyal katkılar yapısal işsizliğe neden olabilmekte ve bütçe
harcamalarının etkinliğini de azaltmaktadır.168 Bu anlamda, yazar bütçe disiplinini
çok önemsemekte ve AB’de göreli olarak düşük bütçe açığına sahip olanların
GSYĐH’sinin ortalama %3,2 büyüdüğünü, yüksek bütçe açığına sahip olanların ise
ortalama %2,2 büyüdüğünü belirtmektedir.169 Dolayısıyla Balcerowicz cömert sosyal
güvenlik sistemlerinin bütçe üzerinde baskı yarattığını düşünmekte ve bunun da
ekonomilerin büyüme performansını kötü etkilediğini ifade etmektedir. Bu doğal
olarak istihdamı etkilemektedir.
Genel olarak AB işgücü piyasalarının çok katı olduğu bunun da işgücünü ve
firmaları yeni şartlara adapte olmakta zorladığı belirtilmektedir. Çözüm olarak ise bu
katılıkların ve düzenlemelerin ortadan kaldırılması önerilmektedir. Örneğin Siebert’e
göre Avrupa işgücü piyasalarının zayıf performansının gerisinde 1970 sonrası işgücü
168
Leszek Balcerowicz (2006), “Enlargement, the Lisbon Agenda and Economic Developments of
Member States”, Atlantic Economic Journal, 2006, 34, ss. 261-273.
169
Ibid., ss. 261-273.
58
piyasasını etkileyen kurumsal değişimler etkili olmuştur. Birçok Avrupa ülkesinde
istihdam üzerinde olumsuz etkide bulunan vergiler bu dönemde artmıştır.170
Dolayısıyla istihdam koruma kanunları Avrupa’daki işsizliği çözmek için ilk ele
alınması gereken alanlardır. Siebert kısaca, Avrupa’nın yaşadığı sorunların kaynağı
olarak işgücü piyasalarındaki düzenlemeleri görmektedir.
Nickell’e göre ise Avrupa’da farklı emek piyasaları bulunduğundan tek bir sistemden
bahsetmek zordur. AB emek piyasaları ile ilgili bazı sorunlar bulunsa bile, bütün
sorunların kaynağı olarak düzenlemeleri görmek yanlıştır. AB emek piyasalarına
bakıldığında, evli kadınların işgücüne katılım oranları genel olarak AB’de özel
olarak ise Akdeniz ülkelerinde oldukça düşük durumdadır. Haftalık çalışma saatleri
ABD ile karşılaştırıldığında AB’de daha düşük seviyelerde olup, ABD’ye göre
AB’de daha uzun tatiller bulunmaktadır. Đşgücü hareketliliği konusuna gelince ise
AB’deki hareketlilik ABD’den daha düşük seviyelerdedir.171 Ancak AB’deki bütün
ülkelerin emek piyasaları aynı değildir. Kuzey ülkelerine doğru gidildikçe daha
sağlıklı ve iyi çalışan emek piyasaları ile karşılaşılmaktadır. Üstelik bu ülkelerde de
oldukça önemli miktarda düzenlemenin yanında güçlü bir sosyal model
bulunmaktadır. Dolayısıyla Nickell’in belirttiği üzere, bütün sorunlardan sosyal
devlet uygulamasını ve düzenlemeleri sorumlu tutmak doğru değildir.
Nickell’e göre, önemli olan Avrupa’daki işgücü piyasalarındaki düzenlemelerin
hangilerinin işsizlik yarattığını ve hangilerinin yaratmadığını ortaya çıkarmaktır.
Nickell her türlü düzenlemenin işsizlik ve düşük büyüme yarattığını söylemenin
yanlış olduğunu düşünmektedir.172 Nickell’e göre, cömert işsizlik ödemeleriyle
birlikte işgücüne iş bulması için baskı olmaması, tek taraflı güçlü sendikacılık,
işgücü üzerindeki yüksek vergiler ve işgücünün düşük eğitimi işgücü piyasalarında
etkinsizliğe ve işsizliğe neden olurken, istihdam koruma kanunları, genel işgücü
piyasası düzenlemeleri ve cömert işsizlik ödemeleri ile birlikte iş bulma yönünde
170
Siebert, op. cit., ss. 37- 54.
Stephen Nickell, “Unemployment and Labor Market Rigidities: Europe versus North America”,
Journal of Economic Perspectives, Vol. 11, No. 3, Yaz 1997, ss. 55- 74.
172
Ibid., ss. 55- 74.
171
59
teşviklerin ve baskıların bulunması ve iki taraflı sendikacılık gibi olgular ve yapılar
işsizlik yaratmamaktadır.173
AB istihdam ve işsizlikle ilgili sorunlarına çare bulmak için 1997 yılında Avrupa
Đstihdam Stratejisini (AĐS) - European Employment Strategy (EES) - ortaya
atmıştır.174 1997’de ortaya konan strateji %7 işsizlik hedefi koymuş ancak ulusal
düzeyde beklenen etkiyi gösterememiştir. AĐS 2010 yılı için %70’lik bir istihdam
hedeflemektedir. Bu oran AB-15’de 2005 yılında %65,2 idi. AĐS’de 55-64 yaş arası
için ise %50’lik istihdam hedeflenmekteydi fakat bu oran 2005 yılında %44,1 olarak
gerçekleşti. Kadınlar içinse %60’lık hedef belirlenmiş durumdadır, bu oran ise 2005
yılında % 57,4 olarak hesaplanmıştır.175
Tablo 2.4 Avrupa’da Đşsizlik ve AĐS Hedefi(Đşgücünün Yüzdesi Olarak)
2000
2004
2005
AĐS Hedefi
Toplam Đstihdam Oranı
62
63
65.2
70
Kadınlarda Đstihdam Oranı
54
55
57.4
60
Yaşlılarda Đstihdam Oranı
36
41
44.1
50
Kaynak: Marcel Canoy ve Peter M. Smith, “A Social and Economic Model for Europe”,
Intereconomics, Kasım/Aralık 2006, s. 318 ve Gilles Raveaud,, “The European Employment Strategy:
Towards More and Beter Jobs?”, JCMS 2007, Vol.45, No.2, ss.411-434.
AĐS temel olarak AB emek piyasalarının daha esnek hale getirilmesini ve böylece
daha fazla istihdam yaratılmasını hedeflemektedir. Raveaud’a göre Lizbon
Stratejisi’nin bir parçası olarak da görülebilecek Avrupa Đstihdam Stratejisi Avrupa
sosyal modelinin karşısında durmaktadır.176 Jessop da Raveaud’a benzer düşünmekte
ve AB’de ortaya çıkmakta olan yeni sosyal politika’nın Keynesyen refah devleti
(welfare state) anlayışından çok Schumpeteryen çalışma devleti (workfare state)
anlayışına dayalı olduğunu söylemektedir.177 Bu anlamda Lizbon ve AĐS esnekliği
173
Nickell, op. cit., ss. 55- 74.
Sapir’e göre Avrupa ulusal emek piyasalarını reforme etmek için bir stratejiye hem sahip olamaz
hem de olmamalıdır. Bu konular üye ülkeler tarafından kendi koşullarına uygun olarak
çözümlenmelidir. Bkz. Sapir, op. cit.
175
Gilles Raveaud, “The European Employment Strategy: Towards More and Beter Jobs?”, JCMS
2007, Vol.45, No.2, ss. 411-434.
176
Ibid., s. 413.
177
Bob Jessop, “State-and Regulation-Theoretical Perspectives on the European Union and the Failure
of the Lisbon Agenda”, Competition and Change, Vol.10 No.2, Haziran 2006, ss. 141-161.
174
60
arttırmayı ve sosyal koruma sisteminin reforme edilmesini amaçlayarak işgücünü
daha az maliyetli ve piyasa dostu yapmak istemektedir.178
Reveaud’a göre AĐS zamanla daha iyi işlerden ziyade daha fazla iş yaratılmasına
vurgu yapmış ve bu anlamda, geçici işleri, part-time çalışmayı teşvik etmiş ve
bununla beraber iş kalitesi için anlamlı göstergeler belirlememiştir. Ancak bu tür
politikaların işsizliğe ne kadar çare olacağı tartışmalıdır. Raveaud uzun dönemli
istihdam konusunda istenen hedeflere ulaşılması için iş istikrarının önemli olduğunu
ifade etmekte ve istihdamda istikrar sağlanması ile işsizliğin azaltılması arasında
ilişki olduğunu düşünmektedir.179 Raveaud’a göre istihdamın istikrarsız bir yapıya
sahip olması ve istikrarsız istihdamın ekonomide yaygın hale gelmesi, işgücünün
emek piyasalarına entegre olmasını zorlaştırmakta ve uzun vadede işgücünün bu
piyasadan çekilmesine sebep olabilmektedir. Dolayısıyla esneklik ile daha fazla iş
arasında kesin bir bağ kurmak öyle kolay değildir.180 Raveaud’a göre geçici ve
kalitesiz işler insanların işgücü piyasalarına entegrasyonunu güçleştirebilmekte ve
işsizlik yaşayan veya sabit süreli kontratlarla çalışan işgücü ilerde daha fazla
işsizlikle karşılaşabilmektedir. Hatta bu koşullarda çalışan işgücü bir süre sonra
işgücü piyasasından tamamen çekilmek zorunda kalabilmektedir. Buna karşın
istikrarlı işler ilerde daha az işsizlik tehlikesi yaratmaktadır.181
Çoğu ekonomist emek piyasalarının daha da esnekleştirilmesini ve işgücü
maliyetlerinin bu vesileyle aşağıya çekilmesini yaşanan istihdam ve büyüme
sorunlarına bir çözüm yolu olarak görse de, Raveaud bu konuda farklı
düşünmektedir.
Aslında, Komisyon’un da buna benzer görüşleri bulunmaktadır.
2002 yılında hazırlanan bir raporda Komisyon iş kalitesi ile iş miktarı arasında açık
bir dışlama olmadığını belirtmekte ve iş kalitesinin öneminden bahsetmektedir.182
Dahası, Komisyon ve Konsey her ne kadar sıklıkla emek piyasalarının esnekliğinden
bahsetse de, sosyal güvenliği hiçbir zaman dışlamamaktadırlar. Bunlara ek olarak,
Lizbon Stratejisi’nde sadece daha fazla iş yaratılmasından değil, bunun yanında daha
178
Ibid., ss. 141-161.
Raveaud, op. cit., ss.411-434.
180
Ibid., ss. 411-434.
181
Ibid., ss. 411-434.
182
Ibid., ss. 411-434.
179
61
iyi işler yaratılmasından da bahsedildiğini unutmamak gerekir. Ancak, işsizlik
konusunun kronikleştiği bir Avrupa’da daha fazla iş yaratılması hususunun daha iyi
işler yaratılması hususunun önüne geçebilme ihtimali fazladır. Bu durumda da
Raveaud’un belirttiği iş istikrarı ile uzun dönemli istihdam arasındaki ilişkiye daha
fazla dikkat kesilmek önemlidir.
Tablo 2.5 Avrupa’da Đstihdam Oranları
Avrupa’da Đstihdam Oranları 2005 (15-64 Yaş Arası Nüfusa Oranı, %)
Danimarka
75.9
Hollanda
73.2
Đsveç
72.5
Birleşik Krallık
71.7
Lizbon Hedefi
70
Avusturya
68.6
Finlandiya
68.4
Đrlanda
67.6
Portekiz
67.5
Almanya
65.4
Lüksemburg
63.6
Đspanya
63.3
Fransa
63.1
Belçika
61.1
Yunanistan
60.1
Đtalya
57.6
AB-15
65.2
Kaynak: Avrupa Komisyonu, “Employment in Europe”, Brüksel, 2006, s.5.
2.3 Avrupa Birliği’nde Sosyal Güvenlik Sorunu
AB’deki sosyal güvenlik amaçlı harcamalara baktığımızda, AB-25’de GSYĐH’nın
%28’inin sosyal koruma ile ilgili kamu harcamalarına ayrılmakta olduğu
gözlenmektedir. Bu oran ABD’de %15 ve Japonya’da %17’dir. Yapılan çalışmalara
göre, yaşanan sorunlardan dolayı, Avrupa sosyal modeli gelecekte sağlık hizmetleri
ve emeklilik alanında ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalabilecektir. Bugün bir şekilde
sürdürülen sistemin önümüzdeki yıllarda ne kadar sürdürülebileceği tartışma
konusudur. Bu harcamalara rağmen, AB’de hala ciddi sosyal güvenlik problemleri
olduğunu da kabul etmek gerekir. Yoksulluk ve sosyal dışlama bugün AB için en
büyük tehdit durumundadır. Bugün 65 milyon insandan fazlası, ki bu AB nüfusunun
%15’i kadardır, yoksulluk riski altında yaşamaktadır. Aslında bunun da gerisindeki
62
sorun işsizlik ve buna bağlı oluşan sosyal dışlamadır. Đşsizlik verileri sosyal
dışlamanın en önemli göstergeleri durumundadır.183
Şüphesiz AB’deki sosyal güvenlik sistemi veya refah devleti uygulaması hem işsizlik
konusuyla hem de ekonomik performansla ilgilidir. Đkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
Keynesyen uzlaşma doğrultusunda kurulan bu sistem hem Avrupa’daki ekonomik
büyümeye katkıda bulunmuş hem de Avrupalıları ekonomik belirsizliklerin
karşısında koruyan bir kalkan olmuştur. Ancak sistem bir süre sonra ekonomik
performansın kötüleşmesi ve AB’deki demografik değişimlerin sonucu olarak
sürdürülmesi zor bir hale gelmiştir. Daha önce de belirttiğimiz üzere AB’nin ABD
karşısındaki kötü ekonomik performansını bu sosyal güvenlik sistemine bağlayan
ekonomistler de bulunmaktadır. AB’deki refah devleti uygulamalarıyla ilgili en
önemli araştırmaları Danimarkalı sosyolog Gøsta Esping-Andersen yapmış ve
Avrupa’daki refah devleti uygulamalarını veya modellerini üç grup altında
toplamıştır. Bunlardan birincisi, genel olarak Kuzey ülkelerinde bulunan ve evrensel
erişime ve eşit fırsatlar yaratılmasına dayanan eşitlikçi sosyal demokrat model,
ikincisi daha çok güney Avrupa ve kıta Avrupası ülkelerinde görülen ve cömert
devlet yardımlarına dayanan ve yeterince etkin olmayan korporatist ve muhafazakar
model, üçüncüsü ise Đngiltere ve Đrlanda’da görülen ve piyasanın öncelik kazandığı
ve mütevazı sosyal güvenlik ödemelerinin olduğu liberal modeldir. Sapir’e göre
sosyal modeller içerisinde kıta Avrupası ve Akdeniz modelleri sürdürülebilir
gözükmemekte ve daha fazla etkinlik doğrultusunda geliştirilmeleri gerekmektedir.
Sapir’e göre bu modelde katı istihdam koruma yasaları bulunmakta ve bu da
ekonomik
değişime
ayak
uydurmayı
zorlaştırmaktadır.184
Liberal
modele
baktığımızda ise, burada temel amaç eşitlik yaratmaktan çok sistemin etkin olarak
çalışmasını sağlamaktır. Bu anlamda sistemin etkin olduğunu ancak eşitlikçi
olmadığını söyleyebiliriz.185 Sosyal modeller içerisinde en başarılı olan kuzey
ülkelerinde bulunan eşitlikçi sosyal demokrat modeldir. Bu model hem etkin
çalışmakta hem de sürdürülebilir bir yapıya sahip bulunmaktadır.186 Bunun dışında,
183
Marcel Canoy ve Peter M. Smith, “A Social and Economic Model for Europe”, Intereconomics,
Kasım/Aralık 2006, ss. 314-327.
184
Sapir, op. cit., ss. 369-390.
185
Ibid., ss. 369-390.
186
Ibid., ss. 369-390.
63
diğer modellere göre eşitliği ve eşit fırsat yaratılmasını öne çıkarmaktadır. Buradaki
ilginç nokta, bu ülkelerin aynı zamanda Avrupa geneline göre daha da iyi bir
ekonomik performans sağlamış olmalarıdır. Bu ekonomiler, hem yeni ekonomiye
adapte olmakta zorlanmamışlar hem de bu alanda önemli başarılar yakalamışlardır.
Avrupa’daki ülkelere bakıldığında hem ekonomik performans hem de yenilik üretme
ve Ar&Ge yatırımlarında Đsviçre, Đsveç, Norveç, Finlandiya ve Hollanda gibi kuzey
ülkeleri oldukça iyi durumda gözükmektedirler.
Canoy ve Smith’e göre AB’de çok farklı sosyal sistemler varsa da, ortak yönleri
evrensel erişim, dayanışma ve eşitlik prensipleridir. Şartlara bağlı olmak üzere sosyal
koruma sistemi, işgücü piyasası kurumları ve ekonomik performans arasındaki ilişki
negatif de olabilir pozitif de.187 Canoy ve Smith’e göre AB’deki sosyal modele
bakıldığında, bugünkü sosyal model ve işgücü piyasaları kurumları modern
ekonomik ve sosyal ihtiyaçları karşılamaktan uzaktır. Bu anlamda sistemin tamamen
deregüle edilmesi değilse de, modernize edilmesi gerekmektedir.188 Sistemin
modernize edilmesi tek pazar sisteminden de daha fazla fayda elde edilmesini
beraberinde getirecektir. Bu yazarlara göre, ekonomik ve sosyal politikalar
konusunda bir çelişki bulunmamaktadır. Yani güçlü sosyal politikaların ekonomik
büyümeyi engellediğini söylemek zordur. Önemli olan modeli ekonominin ve
dönemin ihtiyaçları doğrultusunda modernize etmektir. Sistemi modernize ederken
tek bir model almayıp, her ülkenin koşulları farklı olduğundan ülkelerin koşullarına
uygun modeller geliştirilmelidir. AB seviyesinde bu konuda daha aktif rol oynanması
önemlidir.189 Avrupa seviyesindeki ekonomik politika ile ulus devletler seviyesindeki
sosyal politika gün geçtikçe daha da iç içe geçmekte, bu da Avrupa çapında
geleneksel olandan farklı bir rol oynanması gerektiğini göstermektedir.190
187
Canoy ve Smith, op. cit., ss. 314-327.
Ibid., ss. 314-327.
189
Ibid., ss. 314-327.
190
Ibid., ss. 314-327.
188
64
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
EKONOMĐK BÜYÜME VE KAYNAKLARI
Bu bölümde, hem Lizbon Stratejisinin üzerine oturduğu mantığı anlayabilmek hem
de Stratejiyi ekonomik büyüme meselesi hakkında üretilen literatür ışığında
değerlendirebilmek için ekonomik büyüme ve büyümenin kaynakları konusuna
değinmeye çalışacağız. Bu bölümde, kısaca neoklasik Solow büyüme teorisini ele
aldıktan sonra, konumuz açısından daha önemli olan içsel büyüme teorisine ve
büyüme konusundaki kurumsalcı yaklaşıma değinmeye çalışacağız. Đçsel büyüme
teorisine teknolojiye, yaratıcı fikirlere, yenilik üretimine ve Ar&Ge yatırımlarına
verilen önem dolayısıyla, kurumsalcı bakış açısına ise ekonomik büyüme, teknolojik
gelişim ve kalkınma konularında kurumların oynadığı role dikkat çekmesi sebebiyle
değineceğiz.
3.1 Smith, Ricardo, Malthus ve Marx
Ekonomik büyüme ve refahın arttırılması konusu hakkında üretilen düşünceler çok
eskilere uzansa da, esas olarak Adam Smith’in çabaları sonucu iktisadın bir bilim
olarak ortaya çıkmasıyla beraber daha sistematik bir hal almıştır. Smith Ulusların
Zenginliği adlı kitabında sermaye birikimini ve teknik ilerlemeyi ekonomik
büyümenin temel sürükleyicileri olarak görmüş ve bu iki hususu da işbölümü ve
piyasaların büyüklüğü ile ilişkilendirmiştir. Smith’in deyimiyle “...işbölümü, her
zenaate ne ölçüde uygulanabilirse, emeğin üretim gücünün o oranda artmasına yol
açmaktadır.”191
Smith’e göre verimlilik büyümesi işgücünün belli bir konuda
uzmanlaşmasına yani işbölümüne, işbölümünün sınırları ve varacağı boyutlar ise
piyasanın büyüklüğüne bağlıdır.192 Đşbölümü sayesinde işgücünün belli bir alandaki
yetenekleri ve ustalığı artarken, işgücünün bir görevden bir diğer göreve geçmesi için
gereken zamandan da tasarruf edilmiş olunmaktadır. Bu anlamda kritik öneme sahip
191
Adam Smith, op. cit., s. 20.
Pavitt, K. L. R, “Malthus and other economists: some doomsdays revisited”, Models of Doom: A
Critique of the Limits to Growth içinde, (der.) H.S.D. Cole, Christoper Freeman, Marie Jahoda ve
K.L.R. Pavitt, Universe Publishing, 1973, ss. 137-158.
192
65
olan şey ise piyasaların büyüklüğüdür.193 Đletişim ve ulaşım teknolojilerinin yardımı
sonucu ticaretin artmasıyla beraber açılacak yeni piyasalar büyümeyi ve daha yüksek
bir hayat standardını sağlayacaktır. Piyasaların büyümesi beraberinde üretimin daha
büyük piyasalar için yapılmasını, dolayısıyla üretim ölçeğinin büyümesini ve bunun
bir sonucu olarak uzmanlaşmanın daha da derinleşmesini beraberinde getirmektedir.
Uzmanlaşmanın artması ise üretimin bütün süreçlerinin tek bir kişi tarafından değil
de, üretim sürecinin belli parçalara bölünerek her parçanın belli bir kişi tarafından
yapılması sonucunu doğurmaktadır. Smith’in Ulusların Zenginliği adlı kitabında
verdiği toplu iğne üretimi örneği oldukça açıklayıcıdır. Smith bu konuda şunları
ifade etmektedir:
“Böyle ufak manüfaktürlerden olan ve sık sık işbölümünün dikkat çektiği toplu
iğne yapımı işini örnek olarak alalım. Ne bu işte (işbölümünün bağımsız bir işkoluna dönüştürdüğü bu işte) bir eğitimi olan ne de iğne yapımında kullanılan
aletlerle (ki bu aletlerin bulunması da büyük olasılıkla aynı işbölümü sonucunda
gerçekleşmiştir.) daha önce karşılaşmış olan bir işçi tüm gücüyle çalışarak belki
ancak günde bir iğne yapabilir; kesinlikle yirmi iğne yapamaz. Ancak bu işin
şimdiki yürütülüş biçimi sadece ayrı bir iş-kolu yaratmakla kalmamış, toplu iğne
yapımının, her biri bağımsız bir iş-kolu olan çok sayıda alt parçaya ayrılmasını
sağlamıştır. Bir işçi teli gerer, bir başkası düzeltir, bir üçüncüsü keser,
dördüncüsü ucunu sivriltir, beşincisi toplu ucun takılabilmesi için tepesini ezer;
toplu iğne başının yapımı iki veya üç ayrı işlem gerektirir; bunu iğneye takmak
da ayrı bir işlemdir, toplu iğneleri beyazlatmak yine ayrı bir iştir; iğneleri
paketlemek bile ayrı bir iştir; böylece belli bir öneme sahip toplu iğne yapımı işi,
bazı imalathanelerde her birinin ayrı bir işçi tarafından yapıldığı, bazılarında ise,
bir işçinin iki-üç işlemi birden yaptığı, yaklaşık on sekiz ayrı işleme
bölünmüştür. Sadece on işçinin çalıştığı, dolayısıyla da bazı işçilerin bu
işlemlerden ikisini üçünü birden yaptığı bu tip küçük bir imalathane gördüm.
Yoksul bir yer olduğu için gerekli aletleri yetersizdi, ama sıkı çalıştıklarında
günde on iki pound toplu iğne yapabiliyorlardı. Bir pound’da dört bini aşkın orta
boy toplu iğne bulunur. Böylece, o on kişi, birlikte bir günde kırk sekiz bini aşkın
toplu iğne yapabiliyorlardı. Demek ki, bir adam, günde kırk sekiz binin onda biri
dört bin sekiz yüz iğne yapıyor sayılabilir. Oysa ayrı ayrı ve birbirlerinden
bağımsız çalışsalar ve özel olarak bu iş için yetişmemiş olsalar, her biri tek
başına günde kuşkusuz yirmi iğne hatta belki de tek bir iğne bile yapamayacaktı;
yani uygun bir işbölümü ve değişik işlemlerin elverişli birleşimi sonucunda, şu
an başarabildiklerinin iki yüz kırkta biri, belki de dört bin sekiz yüz de birini bile
yapamayacaklardı.”194
Görüldüğü üzere Smith işbölümünün üretimin artması açısından ne kadar kritik
olduğuna değinmekte
193
194
ve dolaylı
olarak
Ibid., s. 138.
Smith, op. cit., s. 19-20.
66
ekonomik büyümeyi
işbölümüne
bağlamaktadır. Başta da belirttiğimiz üzere işbölümünün sınırları ise, piyasanın
büyüklüğü tarafından belirlenmektedir. Piyasalar büyüdükçe, daha fazla üretim
yapılabilmekte ve bu da işbölümünün sınırlarını genişletmektedir. Piyasaların
büyüklüğü Smith açısından oldukça önemli bir konudur. Smith, bu analizinin doğal
bir sonucu olarak uluslararası ticareti, dolayısıyla ithalat ve ihracatta açık bir rejimi,
dönemin merkantalist anlayışına muhalif olarak savunmaktadır. Bu anlamda
ekonomik büyümenin bir diğer sürükleyicisi ise uluslararası ticaret olmaktadır. Son
olarak Smith’in nüfus artışını büyüme için faydalı gördüğünü belirtmek gerekir. Tam
da bu nokta Smith ve Thomas Malthus’un ayrıldıkları noktadır. Malthus Smith’e
göre daha karamsar olup, nüfus artışının büyüme üzerinde olumsuz etkiler
yaratacağını belirtmektedir. Bunun gerisinde ise bulunan mantık ise, gıda üretiminin
uzun vadede nüfus artışından doğacak ihtiyaçları karşılayamayacak olmasıdır.195
Malthus’a göre gıda üretimi aritmetik hızla artarken, nüfus geometrik hızla artmakta
bu da beraberinde kıtlık sorununu getirmektedir. Ekonomik büyümenin kaynakları
meselesinde Ricardo ile beraber Malthus ve Smith teknolojiyi, nüfusu, tarımsal
kaynakları ve sermaye birikimini uzun vadeli ekonomik büyümenin belirleyenleri
olarak farklı açılardan ele almaktadırlar. Marx’a gelince Marx gıda kıtlığı konusunda
Malthus’la aynı düşünmez. Marx’ göre kapitalist sistemin sahip olduğu teknolojik
dinamizm azalan verimler kanunundan dolayı ortaya çıkabilecek kıtlıkları
önleyebilir. Bu anlamda teknolojinin, ekonomik büyüme üzerinde oynadığı rolü derli
toplu olarak ilk fark eden Marx olmuştur. Marx’tan sonra bu konudaki en önemli
tartışmaları Schumpeter yapacak ve teknolojik gelişmeyi ve bunun sürükleyicisi olan
girişimcileri büyümenin temel kaynakları olarak gösterecektir.
3.2 Solow Büyüme Modeli
Robert Solow 1956 yılında kaleme aldığı “Đktisadi Büyüme Teorisine Bir Katkı”196
adlı makalesiyle ekonomik büyüme alanında önemli bir canlılık yaratmış ve bu alana
yaptığı katkılardan dolayı Nobel iktisat ödülü almıştır.197 Solow büyüme teorisine
195
Yahya Sezai Tezel, Đktisadi Büyüme, Ankyra Yayıncılık: Ankara, 1997, ss. 146-150.
Bkz. Robert M. Solow, “A Contribution to the Theory of Economic Growth”, The Quarterly
Journal of Economics, Vol. 70, No. 1, Feb., 1956, ss. 65-94.
197
Charles I. Jones, Đktisadi Büyümeye Giriş, çevirenler: Sanlı Ateş ve Đsmail Tuncer, Literatür
Yayıncılık :Đstanbul, 2001, s. 18.
196
67
göre büyüme, sermaye birikiminin, işgücünün ve verimlilik artışlarının bir
fonksiyonudur.
Solow
teorisi
ekonomik
büyümenin
merkezine
teknolojiyi
yerleştirmekte, ancak bunu dışsal bir değişken olarak kabul edip teknolojiyi
açıklamamaktadır.198 Modelde, teknoloji adeta “cennetten gelen bir meyve” gibidir.
Modele göre, uzun dönemli kalıcı ekonomik büyüme oranı teknolojideki büyüme
oranı tarafından belirlenmektedir.199 Teoriye göre ekonomik büyüme tamamen dışsal
bir faktör olan teknoloji tarafından belirlenmekte ve tasarrufun, dışa açıklığın, ölçek
ekonomilerinin ve bu değişkenler üzerinde etkili olabilecek politikaların uzun
dönemli büyüme üzerinde herhangi bir etkisi bulunmamaktadır. Solow modelinde
uzun dönemli ekonomik büyümenin teknolojiye bağlanması ancak bunun modelde
açıklanmaması bir eksiklik doğurmuş ve bu eksiklik de yeni büyüme teorisi olarak da
adlandırılabilecek içsel büyüme teorisinde (endogenous growth theory) aşılmaya
çalışılmıştır. Solow modeline göre ülkelerin daha yüksek gelir seviyesine sahip
olmalarının gerisinde yatan neden, daha fazla yatırım yapmaları, daha az nüfus artış
hızına sahip olmaları, bunun sonucu olarak bu ekonomilerde daha fazla kişi başına
sermaye birikimi yapılması, daha fazla kişi başına sermaye birikiminin ise daha fazla
verimlilik yaratarak ekonomideki refah seviyesini artırmasıdır. Daha
önce de
belirttiğimiz üzere uzun dönemli ekonomik büyümenin gerisinde ise teknolojik
gelişme bulunmaktadır. Modele göre, “...teknolojik gelişme olmaksızın, kişi başına
büyüme, sermayeye göre azalan getiri durumuna girildiğinden en sonunda
durmaktadır. Teknolojik gelişme, sermayenin marjinal ürünündeki azalmayı ortadan
kaldırabilir ve uzun dönemde ülkeler, teknolojik gelişme oranında büyüme
gösterirler.” 200
3.3 Yeni Büyüme Teorileri: Đçsel Büyüme Teorileri
Esas olarak içsel büyüme teorileri olarak adlandırılan yeni büyüme teorisinde
teknoloji dışsal bir değişken olarak değil içsel bir değişken olarak ele alınmış, hem
teknolojik gelişme hem de bunun büyüme üzerinde ne şekillerde etkili olduğu
198
Dünya Bankası, Economic Growth in the 1990s: Learning from a Decade of Reform, The
World Bank: Washington, 2005, s. 1-3.
199
Xavier Sala-i-Martin, “15 Years of New Growth Economıcs: What Have We Learnt?”, Central
Bank of Chile, Working Papers, No.172, 2002, ss. 2-6.
200
Jones, op. cit., s. 40.
68
açıklanmaya çalışılmıştır. Paul Romer’in “Increasing Returns and Long Run
Growth”201 (Artan Getiriler ve Uzun Dönemli Büyüme) adlı makalesinden sonra
büyüme literatürü oldukça gelişerek, içsel büyüme teorileri alanında önemli bir yazın
oluşmuştur. Bu tartışmalarla ortaya çıkan yeni teorilerde, beşeri sermaye, ülkelerin
sosyal ve siyasal yapılarına yönelik olarak elde edilen değişkenler ve kurumlar gibi
yeni faktörler uzun dönemli büyümenin açıklanmasında kullanılmaya başlanmıştır.202
Özellikle Romer’in makalesi ve bunun etrafında dönen tartışmalarla birlikte
Solow’dan sonra pek itibar görmeyen büyüme teorisi önemli bir prestij kazanmış ve
birçok önemli iktisatçı bu alanda çalışmaya başlamıştır. Bunun bir sonucu olarak,
büyüme ile ilgili yeni veri tabanları oluşturulmuş, teori ve ampirik veriler arasındaki
ilişkiler daha da güçlendirilmiş ve yeni veri tabanları sayesinde büyümenin
kaynaklarına ve büyüme performanslarına yönelik önemli araştırmalar yapılmıştır.
Bu araştırmalar sonucunda, büyümenin tek belirleyeninin olmadığı, başlangıç gelir
seviyesinin oldukça önemli olduğu, yani geliri daha düşük ülkelerin daha hızlı
büyüdükleri203, devletin ekonomideki hacminin çok fazla bir şeyi değiştirmediği,
önemli olanın devletin etkinliği olduğu, kurumların büyüme için oldukça önemli
olduğu ve açık ekonomilerin daha fazla büyüdüğü gibi sonuçlar çıkmıştır.204
Yeni büyüme teorilerinin en büyük katkısı teknolojik gelişmenin açıklanması ve
Ar&Ge ve yenilik yaratımı konularında olmuştur. Eski neo-klasik Solow büyüme
modelinde, daha önce de belirttiğimiz üzere teknolojik gelişme büyümenin en önemli
açıklayıcısı olmuş, ancak teknoloji modele dışsal olarak yerleştirilmiş ve
201
Makale için bkz. Paul M. Romer, “Increasing Returns and Long Run Growth”, The Journal of
Political Economy, Vol. 94, No. 5, Oct., 1986, ss. 1002-1037.
202
Sala-i-Martin, op. cit., ss. 2-19.
203
Büyüme teorisi alanındaki önemli tartışmalardan biri de yakınsama (convergence) konusu ile
ilgilidir. Neoklasik büyüme modelin ortaya çıkardığı sonuçlardan bir tanesi de zengin ve fakir ülkeler
arasında kişi başına gelirde zamanla bir yakınsama olacağı yönündedir. Bu tartışmaya göre, gelir
seviyesi düşük olan ülkeler gelir seviyesi yüksek olan ülkelere göre daha yüksek oranlarda
büyüyeceklerdir. Bunun gerisindeki temel mantık ise, sermayenin marjinal verimliliği ile ilgilidir.
Gelir seviyesi düşük olan ülkelerde sermayenin marjinal verimliliği daha fazla olduğundan bu
ülkelerde büyüme oranları da daha fazla olacaktır. Aslında, neoklasik büyüme modelinin vardığı bu
sonucun gerisinde yatan temel nokta, zengin ve fakir ülkeler arsındaki tek farkın bu ülkelerin
başlangıç gelir düzeyleri olduğudur. Bu anlamda, model ekonomik büyümenin dinamizmini
yakalamamakta ve olaya sadece mekanik bir bakış açısıyla yaklaşmaktadır. Bu konuda ayrıntılı bilgi
için bkz. Huw David Nixon (der.) Controversies in Macroeconomics: Growth, Trade, and Policy,
Blackwell Publishing: Oxford, 2000. (Bölüm 1: On The Convergence and Divergence of Growth
Rates).
204
Sala-i-Martin, op. cit. ss. 2-19.
69
açıklanmadan bırakılmıştır. Bunun gerisinde yatan en büyük neden ise, eski modelin
tam rekabetçilik ve azalan getiriler (diminishing returns) varsayımlarına dayanıyor
olmasıdır. Bu varsayımlar beraberinde, modelde firmalar için Ar&Ge harcamalarını
anlamsız
kılmakta,
dolayısıyla
teknolojik
gelişme
yönünde
bir
itki
oluşturmamaktadır. Bilindiği üzere tam rekabet koşullarında etkinliğin sağlanması
fiyatın marjinal maliyete eşitlenmesiyle olur. Marjinal maliyetin üzerinde bir
fiyatlama yapılması durumunda aşırı kar ortaya çıkar, aşırı kar ise piyasaya yeni
firmaların girmesine sebep olur. Yeni firmaların girmesiyle arz artar ve fiyatlar düşer
ve bu süreç marjinal maliyet fiyatlara eşit oluncaya kadar devam eder. Tam rekabet
koşullarında Ar&Ge ve yenilik yoluyla yaratıcı fikirlerin ortaya çıkması için
herhangi bir itki bulunmamaktadır. Yaratıcı fikirler veya teknolojik buluşlar sadece
bir defa üretilirler ve üretildikten sonra ise doğaları gereği neredeyse serbest mallar
haline gelirler. Teknolojik üretiminin tam rekabet koşularında serbest bir mal haline
gelmesi, bu alana yatırım yapmayan firmaların da kolayca bu gelişmelerden
faydalanmalarını sağlar ve bu durumda Ar&Ge yatırımı yapan bir firma maliyetlerini
arttırarak fiyatını yükseltmek zorunda kaldığından piyasadan çekilmek zorunda kalır.
Örneğin, yeni bir yazılımın üretilmesi en başta oldukça fazla bir maliyet
gerektirirken, üretildikten sonra çok düşük bir maliyete kopyalanarak kullanılabilir.
Dolayısıyla bir yeniliğin tekrar üretilmesi sırasında katlanılan maliyet neredeyse
sıfıra yakındır. Ancak ilk sabit maliyet göz önüne alındığında yeniliğin üretilmesi
oldukça maliyetlidir. Marjinal maliyetin çok düşük seviyelerde olması ve sabit
maliyetin yüksek olması beraberinde ortalama maliyetin daima marjinal maliyetten
yüksek olmasını getirmektedir. Bu durumda tam rekabet ortamında marjinal maliyete
göre fiyatlandırma yapan bir firma, fiyat ortalama maliyetin altında olacağından,
daima zarar eder. Bu sonuç ise, yenilik ve Ar&Ge yatırımlarını anlamsız kılar.
Dahası bu tür yeniliklerin yapıları gereği başka firmalar tarafından tam rekabet
ortamında kolayca elde edilmesi, firmanın yenilikten rant elde etmesini de engeller.
Dolayısıyla, bu yatırımların yapılabilmesi beraberinde eksik rekabeti, fikri mülkiyet
hakları ve patent hakları gibi olguları da getirmektedir. Bu olguların bir arada
olmasıyla ancak yenilik üretimi ve Ar&Ge yatırımları anlamlı olabilmektedir. Bu
sebepledir ki, teknolojik gelişme tam rekabet varsayımına dayanan Solow modeline
dışarıdan yerleştirilmiştir. Yeni büyüme teorisinde ise, bunun tam tersi şekilde
70
teknolojik model içsel bir değişken olarak kabul edilmekte ve modelin içinde
çözülmektedir. Ancak bu yapılırken, tam rekabetçi piyasalar ve azalan getiri
varsayımları bırakılarak bunların yerine artan getiri ve eksik rekabetçi piyasalar
varsayımları kabul edilmektedir. Ar&Ge alanında yapılan yatırımlar artan getiriler
varsayımına bağlı olarak daha fazla verimlilik sağlamaktadır. Eksik rekabet koşulları
ise
firmanın
Ar&Ge
harcamalarına
para
ayırmasının
mantıksal
koşulunu
sağlamaktadır. Esasen, Ar&Ge ve yenilik konusundaki en önemli nokta fikri
mülkiyet haklarının korunmasıdır. Bu hakların korunması, yenilik ve Ar&Ge
faaliyetleri sonucu ortaya konan teknolojik ürünlerin serbest mallar olmalarını
önlemekte ve firmaların burada oluşan ranttan faydalanarak Ar&Ge’ye yatırım
yapmalarını teşvik etmektedir.
“Patent ve fikri haklar sistemi, yatırımcılara keşiflerinin semeresini toplamaları
için, keşifleri üzerinde belli bir süre tekel gücü kurmalarına olanak veren yasal
bir mekanizmadır. Fikri hakların sahipleri yasal sistemi, yaratıcı fikirlerin
dışlanabilirlik derecesini etkilemek için kullanırlar. Patent ve fikri haklar sistemi
olmadığı zaman bir ürünün, “tersine mühendislik” yoluyla kopyalanması
kolaydır ve bu taklitten kaynaklanan rekabet, kâşifin yaratıcı fikirleri üretmesi
için gerekli teşvikleri ortadan kaldırabilir.”205
Nobel ödülü sahibi Douglass North da fikri mülkiyet haklarının korunmasını
ekonomik büyüme için oldukça hayati olarak görür. North’a göre, Sanayi Devriminin
yaklaşık olarak 1760’larda Đngiltere’de ortaya çıkmasının gerisinde yatan en büyük
neden, ancak bu tarihten sonra Đngiltere’de fikri mülkiyet hakları kurumsallaşabilmiş
olmasıdır.206 North fikri mülkiyet hakları konusunda şunları ifade eder:
“Đnsanoğlu geçmişi boyunca sürekli olarak yeni teknikler geliştirmesine karşın,
bu süreç yavaş ve kesikli olmuştur. Bunun en başta gelen nedeni, yeni tekniklerin
geliştirilmesi için gerekli teşviklerin nadiren yerine gelmesidir. Keşifler
genellikle, keşif sahiplerine ya da yenilik üretenlere hiçbir ödül sağlamadan,
başkaları tarafından hiçbir maliyete katlanılmaksızın kopyalanabiliyordu.
Modern dönemlere kadar, keşif ve yeniliklerde sistematik mülkiyet haklarının
geliştirilmesindeki başarısızlıklar, yavaş teknolojik ilerlemenin temel kaynağı
olmuştur.”207
205
Jones, op. cit., s. 81.
Sala-i-Martin, op. cit., ss. 2-19.
207
Douglass C. North, Structure and Change in Economic History, New York: Norton, 1981,
aktaran Jones, op. cit., s. 83.
206
71
Đçsel büyüme teorilerinin teknoloji meselesine önem vermelerine rağmen, Bernard ve
Jones’a göre bu modeller de henüz yeteri derecede teknolojik ilerlemeyi
açıklamamakta olup, teknolojik gelişmenin ekonomik büyümede oynadığı rolü de
tam olarak ortaya çıkaramamışlardır.208 Aslında şu ana kadar, teknolojik gelişim ve
ekonomik büyüme arasındaki ilişkiye en fazla vurgu yapanlar ekonomi tarihçileri
olmuştur.209 Ancak bu konu ekonomik büyüme teorilerine ancak son 30 yılda
girebilmiştir. Teknolojinin ekonomik büyümede oynadığı katkı üzerine en önemli
analizleri yapanlardan biri ekonomi tarihi ile de ilgelenen Schumpeter olmuştur.
Yeni büyüme modeli sonucunda ortaya çıkan sonuçlardan bir tanesi de, Ar&Ge’ye
yönelik yapılacak devlet desteklerinin ekonominin büyüme oranını, ekonomi yeni bir
gelir seviyesinde dengeye varana kadar, arttıracak olmasıdır. Şüphesiz, yenilik
üretiminin yarattığı toplumsal fayda göz önüne alındığında, yenilikler bu yenilikleri
yaratanlara sağladığı faydanın çok ötesinde toplumsal faydalar yaratmaktadır. Her
yenilik hem yeniliğin bulunduğu alanda bir ekonomik dinamizm yaratmakta hem de
başka
sektörlere
de
yayılarak
genel
olarak
ekonomik
büyümeyi
pozitif
etkilemektedir. Esas olarak, en önemli konu da yeniliklerin başarıyla farklı sektörlere
adapte edilmesidir.
3.4 Kurumsalcı Büyüme Teorileri
Ekonomik büyüme konusunda kurumsalcı görüş son dönemde oldukça ağırlık
kazanmıştır. Kurumların önemli olduğu ve ekonomik büyüme performansı üzerinde
etkili olduğu içsel büyüme modellerinin de vardıkları sonuçlardan bir tanesidir.
Douglas North, Dani Rodrik ve Daron Acemoğlu gibi önemli iktisatçılarca temsil
edilen kurumsalcı ekole göre kurumsal kalite ve bu kurumların çalışma
performansları
ekonomik
büyümenin
temel
sürükleyicisi
durumundadır.210
Dolayısıyla iyi kurumlar iyi politikalardan daha önemli olup, iyi politikaların etkin
sonuçlar vermesi kurumsal sisteme bağlanmaktadır. Kurumsal sistemin, ekonomik
208
Andrew B. Bernard ve Charles I. Jones, “Technology and Convergence”, Controversies in
Macroeconomics: Growth, Trade, and Policy içinde, (der.) Huw David Nixon, Blackwell
Publishing: Oxford, 2000, ss. 36-43.
209
Đbid., ss. 36-43.
210
Dünya Bankası, op. cit., ss. 5-7.
72
büyüme ve kalkınmayı sağlayamayacağı durumlarda iyi politikaların izlenmesi
beklenen sonuçları vermeyecektir. Aslında, bu bakış açısı bir çok ülkenin “doğru”
ekonomik politikalar izlemelerine rağmen neden yeterince büyüyemediklerini
açıklamaktadır. Bu model her ülke için geçerli olacak bir kurumsal yapı kılavuzu
vermemekte, aksine her ülkenin kendi koşullarına göre iyi çalışan kurumlarını
yaratması gerektiğini belirtmektedir.211 Ancak kurumsal performans konusu veya
kurumların bizzat kendileri öyle kolayca açıklanacak konular da değildir.
Kurumsalcılar, sadece ekonomiyle doğrudan ilgili olan kurumlardan değil, bir
toplumda mevcut olan bütün sosyal, siyasal, hukuki kurumlardan ve bunların
yanında geleneğe bağlı olarak oluşmuş olan enformel kurumlardan ve bunların
performanslarından bahsetmektedirler.212 Mülkiyet hakkını, hukukun üstünlüğünü,
hukuki sistemi, sosyal barışı barındıran yasa uygulayıcı kurumlar, rekabet
politikasını, piyasa yapılarını, yabancı piyasalara açıklığı barındıran ve temel olarak
piyasaların çalışmasını sağlayan ekonomik kurumlar, sosyal çatışma ve eşitsizliği
azaltmaya çalışan kurumlar, siyasal istikrarı, siyasal özgürlükleri ve demokrasiyi
sağlamaya yönelik siyasal kurumlar, sağlık sistemi kurumları, mali kurumlar ve
devlet kurumları bu bağlamda sayılabilecek temel kurumlar arasındadır.213
Bu bakış açısına göre iyi politikalardan önce lazım gelen şey iyi kurumların
oluşturulması ve bunların etkin şekilde çalıştırılmalarıdır. Kısaca North’a göre, insan
davranışını yönlendiren temelde normlar ve kurallardır.214 Bu anlamda, kurumlar
öncelikle enformel normları ve kuralları içermekte olup norm ve kurallar kişisel ve
toplumsal davranışları yönetirler. Formel kural ve normlar ise, ekonomik, sosyal ve
politik hayatımızı yönetir. Bu anlamda norm ve kurallardan oluşan kurumlar,
toplumun kendisini organize etmesini ve toplumun hayatının merkezinde olan
problemlerin çözülmesini sağlayarak toplumsal yapının performansını belirler.
211
Đbid., ss. 5-7.
Douglass C. North, “Institutions”, The Journal of Economic Perspectives, Vol. 5, No. 1, Kış,
1991, ss. 97-112.
213
Sala-i-Martin, op. cit., ss. 2-19.
214
Douglass C. North, “Economic Performance Through Time”, The American Economic Review,
Vol. 84, No. 3, Haziran 1994, ss. 359-368.
212
73
Kısacası, bir toplumun ekonomik, politik ve toplumsal performansı, kurumlarının
ortaya çıkan problemleri ne kadar etkin çözebildiğine bağlıdır.215
North’a göre kurumlar bir toplumun temel itki yapılarını oluşturmakta ve politik ve
ekonomik kurumlar ekonomik performansın temel belirleyenleri durumundadırlar.216
Ekonomi tarihine bakıldığında, ülkeler ekonomik büyümeyi ancak ekonomi alanında
başarılı kuralları ortaya çıkardıkları zaman, dolayısıyla bu kuralların hem taşıyıcısı
hem de uygulayıcısı kurumları yarattıkları zaman yakalamışlardır.217 Şu ana kadar
neoklasik iktisatçılar ekonomik büyümeyi açıklarken genelde teknolojik gelişmeye
ve son zamanlarda ise beşeri sermaye yatırımlarına dikkati çekmişler ancak
kurumların oynadığı rolü göz ardı etmişlerdir. Bu anlamda, bu analizlerde kurumlar
ve kurumların oluşmasında ve değişmesinde rol oynayan zaman faktörü
önemsenmeyerek iki büyük hata yapılmıştır. 218
Esasen bugün kurumlar olmadan ekonomik mekanizmayı tahayyül etmek neredeyse
imkansızdır. Bunun sebebi ise, piyasaların düzgün bir şekilde çalışmasını sağlayanın
kurumlar vasıtasıyla hayatiyet kazandırılan kurallar olmasıdır. Kurumlar hem
insanlar arasındaki ekonomik mübadele sürecinde var olan belirsizlikleri azaltmakta
hem de bu alandaki oyunun kurallarını belirleyerek219, adeta kaosu bir düzen haline
getirmektedir. North’un ifadesiyle kurumlar bir toplumdaki oyunun kurallarını
belirleyen, toplumsal ilişkiler üzerinde insan yapımı olarak kurulmuş olan
sınırlamalardır.220 Kurumlar ve organizasyonlar arasındaki ilişki ekonomilerin
evrimini belirlemektedir. Eğer kurumlar oyunun kurallarıysa, organizasyonlar ve
onun taşıyıcıları olan girişimciler ise bu oyunun oyuncularıdır.221 Organizasyonlar
benzer hedefleri paylaşan birey gruplarından oluşmakta, bu anlamda siyasal partiler,
firmalar, klüpler, ve okullar gibi somut politik, ekonomik, sosyal ve eğitimsel
215
Đbid., ss. 359-368.
Đbid., ss. 359-368.
217
Douglass C. North, “Institutional Change and Economic Growth” The Journal of Economic
History, Vol. 31, No. 1, Mart 1971, ss. 118-125.
218
North (1994), op. cit., ss. 359-368.
219
Douglass C. North, The New Institutional Economics and Development, 1993, ss. 3-6.
[09.07.2008], <http://www.econ.iastate.edu/tesfatsi/NewInstE.North.pdf> , ayrıca bkz. North (1991),
op.cit.
220
Đbid., ss. 3-5.
221
North (1994), op. cit., ss. 359-368.
216
74
organları içermektedirler.222 Bu haliyle, kurumlar bireylerin önüne tercih sepetleri
koyarken, üretim ve mübadele maliyetlerini ve ekonomik aktivitenin kârlılığını ve
olabilirliğini belirlemektedirler.223 North’un kurumlar yanında önem verdiği bir diğer
konu ise bir toplumda var olan zihniyet kodlarıdır. Zihniyet kodlarının yeni
kurumlarla uyumlu olmaması halinde de, kurumlardan beklenen performans ortaya
çıkmayacaktır. Bu anlamda, gelişmiş Batı ülkelerinin başarılı formel ekonomik ve
politik kurallarının veya kurumlarının azgelişmiş ülkelere kopyalanması bu ülkelerde
iyi bir ekonomik performansın yaratılması için yeterli olmayacaktır. Kurumların
yanında var olan zihniyet kodlarının da değişmesi oldukça önemlidir. North’un
kurumlarla bağlantılı olarak ekonomik büyüme konusunda en fazla önem verdiği
diğer konular ise hukukun üstünlüğü, mülkiyet haklarının garantiye alınması ve sivil
ve politik özgürlüklerin garanti altına alınmasıdır.
Kurumcu iktisatçılar arasındaki bir diğer önemli isim ise Dani Rodrik’tir. Rodrik
ekonomideki kurumları piyasa yaratıcı, piyasa düzenleyici, piyasa istikrarlandırıcı ve
piyasayı meşrulaştırıcı kurumlar olmak üzere dört gruba ayırmaktadır. Bütün bu
kurumlar, mülkiyet haklarının korunması, rekabetin düzenlenmesi, makroekonomik
istikrarın sağlanması, gelir dağılımında adaletin sağlanması, ve yoksulluğun
azaltılmasına yardımcı olmaktadırlar.224 Bu dört kurum grubunun etkin olarak
çalışmasıyla ekonomik büyüme gerçekleşmektedir.
Rodrik ekonomik büyümede kurumlara çok önem vermesine rağmen bu kurumların
nasıl olmaları gerektiği konusunda pek bir bilgi vermemektedir. Bunun temel sebebi
ise, kurumcu bakış açısına uygun olarak, bu konuda evrensel ve herkese uyacak bir
kurumlar dizgesi reçetesi vermek istememesidir. Önemli olan her ülkenin kendi
koşullarına uygun olan etkin kurumsal dizgeleri yaratmasıdır. Bir yerde başarılı olan
bir kurumlar dizgesinin başka bir yerde de başarılı olacağını garantileyen herhangi
222
Đbid., ss. 359-368
North (1991), op.cit., ss. 97-112
224
Bkz. Dani Rodrik, “Development Strategies for the 21st Century”, Annual World Bank
Conference on Development Economics içinde der., B.Pleskovic ve Nicholas Stern, World Bank:
Washington D.C., 2000, ss. 85-108 ve Dani Rodrik ve A. Subramanian, “The Primacy of Institutions”,
Finance and Development, Haziran 2003, ss. 31-34.
223
75
bir veri elimizde bulunmamaktadır. Kurumsal yapılanma bir ölçüde o ülkenin sosyokültürel yapısıyla ilişkili olduğu için, farklılaşmaların olması kaçınılmazdır.
Rodrik’e göre bugün her ne kadar kurumların oynadıkları önemli roller kabul edilse
bile, piyasa meşrulaştırıcı kurumların önemi yeterince kavranmamaktadır. Sosyal
yardımlar, sosyal güvenlik sistemi, işsizlik ödenekleri, yoksullukla mücadele, sağlık
hizmetleri, eğitim fırsatlarının sağlanması, gelir dağılımının düzeltilmesi gibi
hususlar piyasa meşrulaştırıcı kurumların görevleri arasındadır. Sosyal güvenliği
olduğu bir ortamda, sosyal barış sağlanacak ve bireyler kapasitelerini geliştirmek için
daha fazla şansa sahip olacaklar ve dolayısıyla da ekonomik dinamizm artacaktır.225
Dünya Bankası, World Development Report 2005: A Better Investment Climate for Everyone,
Ekonomik büyümeyle ilgili olarak kurumsalcı görüşle ilişkilendirilebilecek bir diğer
görüş ise sosyal ve fiziki sermayeye vurgu yapan analizdir. Bu analize göre, ülkeler
arasında uzun dönemde kişi başına üretimde ortaya çıkan farkların ve uzun dönemli
ekonomik performans farklarının gerisinde ülkelerin farklı sosyal sermayeye ve
sosyal altyapıya sahip olmaları yatmaktadır. Sosyal altyapıyla kastedilen ise,
ekonomideki bireyler ve firmalar için gerekli ortamı yaratan kurumlar ve
politikalardır. Yaratılan bu ortam, yeni tekniklerin ve ürünlerin geliştirilmesini ve
işgücünün daha yetenekli hale gelmesini sağlayarak ekonomik anlamda verimli
aktiviteleri teşvik edebileceği gibi, tam tersi olan yolsuzluk, rant kovalama, ve
etkinsizlik gibi sonuçları da verebilir. Hangi sonucun ortaya çıkacağı, kurumların ve
politikaların kalitesine bağlıdır. Bu anlamda iyi bir sosyal altyapıda, beşeri ve fiziksel
sermayeye yatırım, yeni fikirlerin yaratılmasının teşviki, dışardan teknoloji
transferinin kolayca yapılabilmesi, ve yolsuzluğun asgari seviyelerde bulunması
gerekmektedir.226 Sosyal altyapı meselesiyle ilişkilendirilebilecek hususlardan bir
tanesi de yatırım ortamının iyileştirilmesiyle ilgilidir. Bu anlamda, yatırımcılara ve
diğer ekonomik aktörlere öngörülebilir bir ortam sağlamak ekonomik büyüme
225
Rodrik (2002), op. cit., ss. 5-7.
Sosyal altyapının ekonomik büyüme açısından önemi üzerinde duran önemli bir makale için bkz.
Robert E. Hall ve Charles I. Jones, “Why Do Some Countries Produce So Much More Output per
Worker than Others?”, Quarterly Journal of Economics, Şubat 1999, No. 114, s. 83-116.
226
76
açısından oldukça önemlidir.227 Ekonomik büyümenin gerçekleştirilmesi sadece
kaynakların etkin kullanımına değil, bunun yanında yapısal dönüşüme, üretimin
farklılaştırılmasına, değişime ve yeni süreçlere adapte olmaya, üreticilerin risk alma
kapasitelerine, piyasa ve kamu aksaklıklarının giderilmesine, kurumlarda ve
politikalarda yapılacak değişikliklere de bağlıdır. Büyüme alanında başarı kaydeden
ülkelere baktığımızda, hızlı sermaye birikimi, kaynakların etkin dağılımı, teknolojik
ilerleme ve büyümenin faydalarının paylaşılması ortak gözükmektedir. Son olarak,
mali kırılganlıkların azaltılması, etkin bir sermaye piyasasının oluşturulması ve mali
piyasaların daha güçlü hale gelmesi ekonomik büyüme açısından oldukça
önemsenmektedir.228
Sonuç olarak diyebiliriz ki, teknolojik gelişim, yeni fikirlerin yaratılması, yenilik
üretilmesi, Ar&Ge yatırımları, sağlıklı mali piyasalar, dışa açık ekonomi politikaları,
teknoloji transferi ve bütün bunları teşvik edecek kurumsal yapıların oluşturulması
ekonomik büyümenin temel kaynaklarını oluşturmaktadır. Dolayısıyla AB’de
yaşanan ekonomik ve sosyal sorunların gerisinde, bu saydıklarımızda yaşanan
sorunların etkisi bulunmaktadır.
227
Dünya Bankası, World Development Report 2005: A Better Investment Climate for Everyone,
World Bank:Washington DC, 2004, ss. 1-15.
228
Đbid., ss. 1-15.
77
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
LĐZBON STRATEJĐSĐ: DOĞUŞU VE GELĐŞĐMĐ
4.1 Lizbon Stratejisi’nin Doğuşu
1945-1975 yılları arasında önemli bir ekonomik performans gösteren Avrupa
ekonomileri, aynı performansı 1980 sonrası dönemde gösterememişlerdir. Dahası
zamanla, özellikle 1995 sonrasında, ABD ve Japon ekonomilerinin daha da gerisine
düşmüşlerdir. Bunun bir sonucu olarak da Avrupa ekonomileri ekonomik büyüme ve
refah artışını daha iyi seviyelere getirmek için çözüm arayışına girmişlerdir.
Avrupa’nın ekonomik ve sosyal performansını iyileştirmek amacıyla hedeflenen
dönüşümün ilk işareti 1993 yılında Komisyon tarafından hazırlanan White Paper on
Growth, Competitiveness, Employment (1993) - Büyüme, Rekabetçilik ve Đstihdam
Üzerine Beyaz Kitap - metni olmuştur. Bu metin Avrupa’da sürdürülebilir ekonomik
büyümeyi sağlamayı, daha fazla ve daha iyi istihdam yaratmayı ve AB
rekabetçiliğini etkileyen faktörleri ortaya çıkarmayı amaçlamakta ve makroekonomi,
çevre, altyapı, eğitim, iş ve sosyal politika alanlarında ABD ve Japonya merkezli,
önerilerde bulunmaktadır.229 Önerilerin temel kaynağı olarak ABD ekonomisi örnek
alınmıştır. Ancak zaman geçtikçe AB ekonomileri ile ABD ve Japonya ekonomileri
arasında bulunan ekonomik açık kapanmamış, hatta artmaya başlamıştır.
Küreselleşmenin getirdiği fırsatlar ve tehditler, iklim değişikliği, çevresel sorunlar,
Avrupa Birliği’nde yaşanan işsizlik, nüfusun yaşlanması, artan sosyal güvenlik
harcamaları, ekonomik büyümenin durağan bir seyir izlemesi, teknolojide ABD ve
Japonya’nın gerisinde kalınması, AB ülkeleri için geleceğe yönelik bir stratejik
politika yapılmasını kaçınılmaz hale getirmiştir. Bu ise, AB politika yapıcılarını AB
ekonomisini yeniden yapılandıracak bir strateji oluşturulmasına yönlendirmiş ve bu
anlamda AB çapında atılan ilk kapsamlı adım Lizbon Stratejisi olmuştur.
AB ekonomisi savaş sonrası dönemden bugüne kötü performans göstermese bile
gelir seviyesi açısından rakiplerinin gerisinde kalmıştır. ABD 1980’lerden sonra bilgi
229
Jessop, op. cit., ss. 141-161.
78
ve iletişim teknolojilerine dayanarak ve üretim ve işgücü süreçlerini yeniden
organize ederek AB ile arasındaki mesafeyi açmaya başlamış ve bu açık özellikle
1995’den sonra daha da belirgin hale gelmiştir. AB’de gençler arasındaki işsizlik
ürkütücü noktalara varmış, bu da beraberinde sosyal dışlanma ve yabancılaşmayı
getirmiştir. Birçok ülkede işsizlik oranları iki haneli seviyeleri bulmuş hatta bu
seviyeleri aşmaya başlamıştır. 2007 yılı Eurostat verilerine göre AB’nin işgücünün
yaklaşık %7’si işsiz durumdadır. Bu oran aynı yıl için ABD’de %4.5, Japonya’da ise
%4 civarındadır. Yine Eurostat tahminlerine göre AB-27 içinde yaklaşık 17.2 milyon
kişi, ki bunun 11 milyonu Avro bölgesinde bulumakta, işsiz durumundadır.230
AB’de nüfusun yaşlanması hem sosyal güvenlik sistemi üzerinde yük oluşturmuş
hem de ekonominin dinamizmini kaybetmesine sebep olmuştur. Bütün bunlara
küresel işbölümünde meydana gelen gelişmeleri ve üretim süreçlerinin bir kısmının
gelişmekte olan ülkelere kaymasını eklediğimizde, AB açısından durum daha da
sorunlu hale gelmiştir. Sapir’in de belirttiği üzere, bütün bu sorunlar en başta AB’nin
derinleşme ve genişleme dinamiğini tehdit etmektedir.231 Dolayısıyla mevcut
sorunların üstesinden gelinmesi ve AB içindeki refahın arttırılması en çok da
entegrasyon sürecinin daha sorunsuz ilerlemesine ve genişleme ile derinleşme
politikalarının hayata geçirilmesine yarayacaktır.
Bunun bilincinde olan AB politika yapıcıları, 23-24 Mart 2000 tarihinde Portekiz’in
dönem başkanlığında Lizbon’da bir araya gelerek, geleceğin Avrupa’sını nasıl daha
iyi yönetecekleri üzerine politika oluşturmaya çalışmışlardır. Lizbon süreci olarak
bilinen adım temel olarak AB’nin karşı karşıya olduğu ekonomik, sosyal ve çevresel
olumsuzluklara karşı nasıl etkili önlemler alınabileceği üzerine kurulmuştur.232 Temel
hedef, 2010 yılında AB’nin sürdürülebilir bir ekonomik büyüme ortamında, dünyanın
230
Euro-indicators, news relaese, 47/2007 - 30 Mart 2007, Eurostat.
Sapir, op. cit., ss.369-90.
232
Aslında çevre konusu ilk strateji metninde değinilen bir konu olsada esas ağırlığını, 2005 yılından
sonra kabul edilen Yenilenmiş Lizbon Stratejisi’nde ortaya koyacaktır. Bu tarihten sonra politika
yapıcılar hem çevre konusuna, hem enerji arzı konusuna hem de dünya ekonomisindeki konjonktörel
değişimlere karşı daha duyarlı olacaklardır. Şüphesiz bu konular oldukça önemlidir. Lizbon Stratejisi
ne kadar etkin araçlar ve politikalar ortaya koyarsa koysun, ekonomik alanda yakalanacak başarı
büyük ölçüde dünya ekonomisindeki konjonktüre de bağlıdır. Bu anlamda, küresel ekonomideki
sorunlara yönelik uluslararası adımların atılması ve bu sorunların çözülmesi AB’nin kendi ekonomik
ve sosyal hedeflerine ulaşması için de hayatidir.
231
79
en rekabetçi ekonomik bloğu haline getirilmesidir.233 Amaç sadece ekonomik
büyümeyi hızlandırmak değil aynı zamanda AB’nin karşı karşıya olduğu sosyal ve
çevresel sorunlara da faydalı reçeteler üretebilmektir. Sürdürülebilir ekonomik
büyüme, tam istihdam ve sosyal uyum ilk stratejinin üç temel hedefidir.234
Stratejide 2010 yılı için hedeflenen amaçlara ulaşabilmek için, özellikle bazı
alanlarda ekonomik ve sosyal gelişmeyi engelleyen sorunların acil bir şekilde
çözülmesi istenmiştir. Bu sorunlar; ekonomik alandaki cinsiyet ayrımcılığı, hizmetler
sektöründeki yetersiz entegrasyon, bölgeler arası ekonomik ve sosyal farklılıklar,
işgücünün niteliklerindeki açıklar, bilgi ve iletişim teknolojilerinden yeterince
faydalanılmaması, yetersiz Ar&Ge yatırımları, uzun süredir var olan yapısal işsizlik,
nüfusun yaşlanması ve ABD ve Japonya ile AB arasında bulunan teknolojik açıktır.
Strateji’ye bakıldığında, AB vatandaşlarının daha güvenli bir sosyal ortamda
yaşamaları, sosyal dışlanma ve yabancılaşmanın asgari seviyelere indirilmesi,
gençlerin çağın gerekleri doğrultusunda becerilerle donatılması suretiyle işgücü
piyasasının daha etkin hale getirilmesi ve işsizliğin azaltılması, ekonomik ve sosyal
amaçlı politikaların en başında gelmektedir. Bunlara ek olarak, kadınların iş
yaşamına daha fazla katılımlarının sağlanması üstesinden gelinmesi gereken diğer
önemli bir sorun olarak belirtilmiştir. ABD’de kadın işgücünün %65’i çalışırken bu
oran AB gibi kadın-erkek eşitliğinin oldukça önemli görüldüğü bir bölgede %50’ler
civarında bulunmaktadır. Strateji’de, çevre ile uyumlu bir ekonomik yapının
oluşturulması ve çevresel felaketlerin önlenmesi çevre ile ilgili politikaların temel
çerçevesini oluşturmaktadır.
Şüphesiz politikacılar açısından en önemli konu ekonomik büyüme ve istihdam
olmuştur. Bunun gerisinde yatan mantık ise, ekonomik büyüme ile beraber AB’nin
233
Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Lisbon Avrupa Konseyi, 23 ve 24 Mart 2000, ss. 1-2.
Lizbon Stratejisi Avrupa’daki ekonomik ve sosyal sorunların üstesinden gelmek için gösterilen
çabaların en yenisi ve sonuncusudur.
234
80
diğer problemlerinin çözülmesinin daha kolay hale geleceğinin düşünülmesidir.235
Bu anlamda özellikle ekonomik büyümenin hızlandırılması ve AB’nin rekabetçi
gücünün dünya ölçeğinde arttırılması amacıyla birtakım tavsiyeler ön plana
çıkarılmıştır. Bunlar;
•
AB genelinde girişimciliğin ve girişim kültürünün arttırılması;
•
Đş kurma süreçlerinin basitleştirilmesi;
•
Rekabetçiliğin
arttırılması
ve
bu
anlamda
rekabeti
bozan
devlet
yardımlarının azaltılması;
•
Ekonomik entegrasyonun, özellikle mali kesim ve hizmet sektörü
entegrasyonun, daha da derinleştirilmesi;
•
Bilim ve Teknoloji üretimi alanlarında Birlik seviyesinde bazı adımların
atılması;
•
Devletin Ar&Ge faaliyetlerine daha fazla destek vermesi;
•
Özel sektör Ar&Ge faaliyetlerinin ve yenilik üretiminin teşvik edilmesi;
•
Küçük ve Orta Büyüklükte Đşletme (KOBĐ)’lerin teknolojik altyapılarının
güçlendirilmesi;
•
Bilgi ve iletişim teknolojilerinin AB genelinde daha da yaygınlaştırılması;
•
AB genelinde ucuz internet erişiminin sağlanması;
235
Ancak Strateji’nin ilk halinde büyüme ve istihdam yanında bir çok başka hedef de belirlenmiştir.
Đlerde de göreceğimiz gibi, yeni strateji yapılırken çok hedeflilik konusu eleştirilecek ve sadece
Strateji’nin büyüme ve istihdam konusuna yoğunlaşması istenecektir.
81
•
Gençlerin eğitimine özel ilgi gösterilmesi ve ekonominin gerekleri
doğrultusunda gençlere yetenek kazandırılması;
•
Đşgücüne katılımın arttırılması gibi hususlardır.
Đlk Strateji’de rekabetçilik ve ekonomik büyüme ile bağlantılı olarak ekonomik
reçetelerin öne çıkan unsurlarından iki tanesi hizmet sektöründe entegrasyonun
hızlandırılması ile Bilgi ve Đletişim Teknolojileri’nin AB genelinde daha yaygın bir
şekilde kullanılmasıdır. Aslında hizmetler sektörü söylendiği gibi sorunlu bir alan
durumundaydı, ki hizmet sektöründeki entegrasyon sorunlarının hala devam ettiği
söylenebilir.
Hizmet
sektöründeki
entegrasyon
özellikle
sermaye
ve
mal
piyasalarında sağlanmış olan entegrasyonun oldukça gerisinde kalıyordu. Bu da bu
sektörden sağlanacak ekonomik büyüme ve istihdam artışı gibi faydaların
gerçekleşmesini önlüyordu. Bu sektörün daha dinamik hale gelmesi yaşlı ve genç
nüfus için önemli iş olanakları da sağlayabilirdi.
Strateji açısından ekonomik sorunların önemli bir kaynağı AB’de üretilen
teknolojinin diğer rakip ülkelerin gerisinde kalması ve bilgi ağırlıklı sanayinin
ekonomik büyümeye ve istihdama olan katkısının yeterli derecede olmamasıydı.
Örneğin, BĐT’lerin ekonomik büyümeye ve istihdama katkısı ABD ve Japonya’da
AB ülkelerinden çok daha fazla olmuştu. Özellikle işgücünün daha nitelikli hale
getirilmesi ve ileri teknolojiye dayalı sanayiye verilecek destek beraberinde ciddi
ekonomik faydalar getirebilirdi. Uzun yıllar boyunca varlığını sürdüren yapısal
işsizlikle mücadele açısından ileri teknoloji ve bilgi ağırlıklı sanayinin desteklenmesi
son derece önemli gözüküyordu. Bu anlamda Strateji’de, önceki politikalara ek
olarak şu politikalar öne çıkmıştır.
•
Rekabetçilik ile bağlantılı olarak bilgi ekonomisinin oluşturulması için risk
sermayesi gibi yeni mali araçların oluşturulması ve geliştirilmesi;
82
•
Topluluk genelinde patent uygulanması ve fikri mülkiyet haklarının hukuki
altyapısının daha da güçlendirilmesi;
•
Finansal sistemin güçlendirilmesi, mali araçların çeşitlendirilmesi;
•
Đç pazar entegrasyonunun daha da derinleştirilmesi;
•
Avrupa Araştırma Alanı’nın oluşturulması;
•
ve insan kaynaklarına daha fazla yatırım yapılması belirlenen politikalar
arasında bulunmaktadır.
4.2 Lizbon Stratejisi’nin Sorunları ve Revizyon
Lizbon Stratejisi’nin ilk halinin beklenen sonuçları vermemesi üzerine Strateji yeni
araçlarla donatılarak yenilenmek zorunda kalınmıştır. Lizbon Stratejisi’nin 2000
yılında çıkarılan ilk halinde çok fazla amacın bir arada bulunması bir yandan olumlu
diğer yandan ise olumsuz olarak değerlendirilmiştir.236 Olumlu yanı, Strateji’nin
sadece ekonomik konuları değil çevre ve sosyal politika gibi alanları da içeren
kapsamlı bir paket sunuyor ve dahası AB çapında küreselleşme ile değişen sosyal ve
ekonomik yapıya uygun olacak yeni bir AB’nin yaratılmasını hedefliyor olmasıdır.
AB’nin küreselleşme ile yaşanan sürece adapte olmasına sadece klasik ekonomik
bakış açısıyla yaklaşılmamış olması Strateji’nin en güçlü noktası durumundaydı.
Olumsuz
olan yanı ise, bu kadar çok hedefin bir arada gerçekleştirilmesinin
zorluğuydu. Öyle ki, bu kadar çok hedefin konulması konulan hedeflere nasıl
ulaşılacağı ile ilgili olarak daha uygulanabilir bir stratejinin oluşturulmasını
engellemiştir. Bir an için engellemediğini varsaysak bile, her hedef için Birlik
düzeyinde ayrıntılı strateji metinlerinin oluşturulması ve politikaların uygulamaya
konulması gerekliliğinin beraberinde ciddi bir bürokratik yığılma tehlikesi getireceği
ve bizzat bu bürokratik yapının söz konusu stratejilerin hayata geçirilmesi yönünde
236
Lizbon Stratejisi’nin değerlendirilmesi ve Stratejiye yöneltilen eleştiriler daha geniş olarak beşinci
bölümde ele alınacaktır.
83
önemli bir engel teşkil edebileceği ihtimali dikkat çekmektedir. Hem eski hem de
yeni Strateji’ye yönelik eleştirilere ayrı bir bölümde değineceğimiz için, bu kısımda
ilk Strateji’nin hem etkin bir şekilde işleyememesi hem de bir takım çelişki ve
sorunları içerisinde barındırıyor olmasını belirtip Stratejinin
yenilenmesini
kaçınılmaz kılan bazı temel sorunlara değinmekle yetineceğiz.
Bahis konusu olan çelişki ve çok hedeflilik gibi sorunlar Lizbon Stratejisi’nin 20002005 yılları arasında işlevselleşememesini beraberinde getirmiştir. Öyle ki 2005
yılına gelindiğinde 2010 yılı için konulan hedefler hala çok uzaktaydı. Söz konusu
hedeflere 2010 yılında ulaşmak pek olası görünmüyordu. Bu nedenlerden dolayı
Komisyon 2005 yılında Lizbon Stratejisi’ni gözden geçirmiştir. Gözden geçirmede,
üzerinde durulan en önemli konu bu kadar çok hedef belirlemenin aslında hedefsizlik
olacağı, dolayısıyla Strateji’nin sadece işsizlik ve ekonomik büyümeye odaklanması
gerektiği ve etkin bir koordinasyon mekanizmasına ihtiyaç duyulduğudur. Yeni
Lizbon Stratejisi’nde, Lizbon hedefleri konusunda koordinasyon ve daha iyi bir
yönetişim mekanizması oluşturmak ve hedeflere yönelik politika araçlarını açıklığa
kavuşturmak için Entegre Edilmiş Rehberler (Integrated Guidelines) ve Ulusal
Reform Programları (URP) - (National Reform Programs) - gibi yeni araçlar ortaya
konmuştur.237
Đlk Strateji hedef ve araçlardan değil daha çok karmaşıklıktan dolayı başarısız olmuş
ve politik sahiplenme ve katılım yeteri derecede sağlanamamıştır.238 Bu anlamda,
yeni Strateji’de ulusal sahiplenmeye vurgu yapılmakta ve yukarıdan aşağıya değil de
aşağıdan yukarıya bir bakış açısı ortaya konmaktadır. Yeni Strateji’de üzerinde en
fazla durulan husus koordinasyon meselesidir. Đki Strateji ile arasında amaçlar
açısından ciddi farklar bulunmamaktadır.239 Strateji yenilenirken temel olarak iki
raporun önerileri doğrultusunda hareket edilmiştir. Bunlar Sapir ve Kok
Raporları’dır.
237
Jean Pisani-Ferry ve André Sapir, “Last exit to Lisbon, Bruquel Policy Contribution”, Mart 2006,
ss. 1-5, [10.08.2008],
<http://www.bruegel.org/Files/media/PDF/Publications/Papers/EN_LastExitToLisbon_Paper_Electro
nicDistribution.pdf>.
238
Ibid., ss. 1-5.
239
Ibid., ss. 1-5.
84
2000 yılında yürürlüğe konan Lizbon Stratejisi’nin beklenen sonuçları vermemesi
üzerine hem Strateji’yi daha etkin hale getirmek hem de AB çapında ekonomik
büyümeyi sağlayacak faktörleri ortaya çıkarmak için André Sapir’in başkanlık ettiği
bir grup tarafından Sapir Raporu (2003) olarak bilinen bir rapor hazırlanmıştır. Sapir
Raporu genel olarak Avrupa’nın bilgi tabanlı bir ekonomi yaratması, Ar&Ge,
teknoloji ve beşeri sermaye alanlarında atılım yapılması için bir dizi kurumsal reform
uygulaması lazım geldiğini belirtmektedir. Rapor’a göre reformların yapılmaması ve
AB’de büyümenin sağlanmaması durumunda hem genişleme hem de derinleşme
tehlikeye düşecektir.240 Rapor temel olarak üç bölümden oluşmaktadır. Birinci
bölümde, büyüme, istikrar ve uyum (cohesion) konularında ekonomik performansın
değerlendirilmesi, ikinci bölümde Birliğin karşı karşıya olduğu sorunlar ve bunların
tarifi ve son bölümde ise AB’nin sosyal ve ekonomik sorunlarına yönelik çözüm
önerileri yer almaktadır.
Rapora göre AB büyüme performansında hayal kırıklığı yaratmış ve bilgi tabanlı bir
ekonomi kurma konusunda başarısız olmuştur.241 Bugün artık mevcut teknolojilerin
kullanımına, bu teknolojilerin yeni malların üretimi için asimile edilmesine, ölçek
ekonomileri yaratan kitle üretimine, uzun dönemli istihdama, istikrarlı piyasalara ve
büyük firmalara dayanan ekonomik yapı yeterince büyüme sağlamamaktadır. Rapora
göre günümüzde ekonomilerinin büyümesini sağlıklı bir şekilde sağlamak ve
vatandaşlarının refahını arttırmak isteyen devletler küreselleşme ve güçlü rekabet
ortamını göz önünde bulundurmak zorundadırlar.242 Rapora göre bugün Avrupa
çapında ihtiyaç duyulan şey daha az dikey olarak entegre olmuş firmalar, firmalar
içinde ve arasında daha fazla hareketlilik243, işgücünün ve genel olarak vatandaşların
daha fazla eğitimi, daha fazla işgücü piyasaları esnekliği, daha fazla dış mali kaynak
yaratılması, daha fazla Ar&Ge yatırımıdır.
240
Sapir, op. cit. ss. 369-90.
Dunford, op. cit., ss. 972-978
242
André Sapir et al., “An Agenda For A Growing Europe: Making the EU Economic System
Deliver”, 2003, (Sapir Report), ss. 1-6.
243
Bu konu oldukça önemlidir. Hem eski Strateji hem de yeni Strateji bugünkü ekonomide firmaların
bireysel olarak oynadıkları rolü göz ardı etmektedir. Halbuki küreselleşme ve yeni ekonomi
bölümünde anlattığımız gibi, bugünkü dinamik yapının gerisinde firmaların yarattıkları yeni varoluş
stratejileri etkili olmuştur. Üretimin farklı bölgelere kaydırılması, yenilik yaratılması, firmalar arası
güçlü arz bağlarının kurulması bu dönemin temel karakteristikleri arasındadır.
241
85
Sapir grubuna göre AB’nin temel problemini büyük bir iç pazar oluşturarak ölçek
ekonomilerinden faydalanmak olarak gören Tek Pazar Programı’nın dayandığı
mantık artık günümüz koşullarında demode olmuştur. Halbuki bugün AB’nin temel
sorunu AB firmalarının yeni pazarlar yaratabilmeleri ve bu pazarlara giriş
yapabilmeleri, işgücünün daha fazla eğitilmesi, etkin bir mali sisteme sahip olunması
ve Ar&Ge alanında daha fazla yatırım yapılmasıdır.244 Bu anlamda, rapor özellikle
AB çapında yatırımlar için uygun ortamın yaratılmasına ve beşeri sermayenin daha
da geliştirilmesine vurgu yapmaktadır.
Daha öncede belirttiğimiz üzere Sapir Raporu’nun ikinci bölümü AB’nin karşı
karşıya olduğu problemlere ayrılmış ve bu bölümde sürdürülebilir bir ekonomik ve
sosyal sistemin oluşturulmasına ve genişleme sürecinden kaynaklanan hususlara
dikkat çekilmiştir.245 Sürdürebilirlik konusunda raporda, AB genelindeki yaşlanma
sorununa, düşük büyüme ve yüksek kamu harcamalarından kaynaklanan sorunlara
değinilmiş ve bu sorunların mevcut ekonomik ve sosyal sistemin sürdürülebilirliğini
tehlikeye soktuğu belirtilmiştir. Bunlara ek olarak, meydana gelen hızlı teknolojik
gelişmenin düşük nitelikli işgücüne olan talebi azalttığına değinilmiş ve bu grubun
tehlike altında olduğu belirtilmiştir. Genişleme konusuyla ilgili olarak ise, genişleme
ile birlikte AB içerisinde zamanla daha fazla heterojenlik oluşmakta olduğu
belirtilmiş ve bunun da Birlik çapında politika uygulamayı zorlaştırdığı ifade
edilmiştir.
Rapor bu sorunlara değindikten sonra AB için şu önerilerde bulunmaktadır:246
•
AB genelinde mikro reformlara öncelik verilmesi, bu anlamda uygun piyasa
düzenlemelerinin
geliştirilmesi
ve
AB
uyum
politikasının
yeniden
düzenlenmesi;
•
Etkin çalışan ve rekabetçi bir yapıya sahip olan işgücü, ürün ve sermaye
piyasalarının oluşturulması;
244
The Sapir Group, op. cit., ss. 958-965.
Sapir et al. (2003), ss. 1-6.
246
Ibid., ss. 1-6.
245
86
•
Her politika aracına sadece bir politik amacın tahsis edilmesi;247
•
Üye ülkeler arasında ve üye ülkelerle Birlik arasında daha fazla koordinasyon
sağlanması;
•
Etkin politika uygulaması;
•
Tek pazarın daha dinamik hale getirilmesi;
•
Bilgi alanına daha fazla ve etkin yatırımların yapılması;
•
Avro’ya geçilmesinden daha fazla fayda edinmek için makroekonomik
politika ikliminin daha da iyileştirilmesi;
•
Ekonomik yakınsama ve yeniden yapılandırma için politikaların yeniden
dizayn edilmesi;
•
Düzenleme ve karar alma süreçlerinde daha fazla etkinliğin sağlanması;
•
AB bütçesi üzerine yeniden eğilinmesi ve bütçenin Lizbon Stratejisi’yle
uyumlu hale getirilmesi;
Bütçeyle ilişkili olarak, harcama noktasında, Sapir Raporu Ortak Tarım Politikası’nın
(OTP) bırakılmasını ve fonlar için yeni üç araç yaratılmasını istemektedir. Bunlar:248
1. Büyüme Fonu (Growth Fund) (GSYĐH’nın %0,45’i kadar), bu fon Ar&Ge
alanında teşvikler verilmesi, yenilik, eğitim, mesleki eğitim ve ulusal
piyasaları birleştirecek altyapı yatırımları için önerilmektedir.
247
Bu konu Lizbon Stratejisi açısından oldukça önemlidir. Strateji’de çok fazla hedefe yer verilirken,
bu hedeflere nasıl ulaşılacağına dair yeterli bilgi verilmemekte ve bu hedefler için yeterince politika
aracı ortaya konmamaktadır. Bazen bir politika aracıyla bir çok hedefe ulaşılmak istenmektedir.
248
Dunford, op. cit., ss. 972-978.
87
2. Yakınsama Fonu (Convergence Fund) (GSYĐH’nın %0,35’i kadar), fonun
özellikle yeni üye ülkeler için kurumsal yapılanmanın finansmanı ve fiziki ve
beşeri sermaye arttırımı için kullanılması önerilmektedir.
3. Yeniden Yapılandırma Fonu (Restructuring Fund) (GSYĐH’nın %0,20’si
kadar), fonun işgücünün yeniden eğitimi, yeni firmaların kurulması veya bazı
firmaların kapanması sırasında oluşan ve kaynak dağılımında meydana gelen
değişikliklerden kaynaklanan maliyetlerin karşılanması için kullanılması
önerilmektedir.
Sapir Raporu’nun güçlü yanları yanında bazı zayıf ve eleştiriye açık yanları da
bulunmaktadır. Dunford’a göre Sapir Raporu uygulanacak politikalar sonucu ortaya
çıkacak eşitsizliklere ve maliyetlere çok değinmemektedir.249 Dahası, Rapor AB’de
şu ana kadar uygulanan eşitsizlikleri azaltıcı politikaların büyümeyi azaltabileceğini
ifade etmektedir. Ancak Dunford’a göre böyle bir ilişki kurmak kolay olmayıp, son
yapılan çalışmalarda büyüme ile eşitsizliğin azalması arasında pozitif ilişkiler ortaya
çıkmaktadır. Dunford’a göre eşitsizlik hem önemli bir sosyal problemdir hem de ülke
refahını da kötü şekilde etkilemektedir. Dolayısıyla eşitsizliğin azaltılması da politika
yapıcıları tarafından bir hedef olarak seçilmelidir. Bu sebeple Dunford Raporun
büyümeden çok refaha odaklanmasının ve sosyal ve coğrafik gelir dağılımına vurgu
yapmasının gerektiğini ifade etmektedir.250 Şüphesiz Rapor sonrasında Lizbon
Stratejisinde bir takım değişiklikler yapılmıştır. Ancak bu değişikliklere rağmen yeni
Strateji de 2010 yılı için konulan hedeflere ulaşılmasını garanti altına almamıştır.
Strateji’nin yenilenmesinde etkili olan bir diğer rapor ise 2004 yılında hazırlanan
Kok Raporu’dur.251 Aslında bu rapor, Sapir Raporundan farklı olarak, doğrudan
Lizbon Stratejisi’nin yenilenmesine yönelik hazırlanmıştır.252 Bilgi toplumunun
kurulması, iç pazarın özellikle mali sektör ve hizmetler sektörü açısından daha
249
Ibid., ss. 972-978.
Ibid., ss. 972-978.
251
Report from the High Level Group chaired by Wim Kok (2004), Facing the Challenge: The Lisbon
Strategy for Growth and Employment, [23.08.2008],
<http://www.grad.ac.uk/downloads/documents/Reports/European%20reports/Wim%20Kok.pdf>.
252
Sapir Raporu da bu doğrultuda ve dahası Lizbon Stratejisi’ni de aşan daha genel bir çerçevede
hazırlanmış ve temel olarak AB ekonomisinin sorunlarına ve atılması gereken adımlara değinmiştir.
250
88
etkinleştirilmesi, yatırım ve iş ortamının iyileştirilmesi, işgücü piyasalarında
reformlar yapılması ve çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması Raporun ele aldığı
temel konulardır. Raporda AB’nin ve üye ülkelerin Lizbon Stratejisi’ni
uygulayamadıklarına, bu konuda yönetişim eksikliği olduğuna ve fazla yüklenmiş bir
gündem yaratıldığına değinilerek istihdam ve büyümeye öncelik tanınması istenmiş
ve bu doğrultuda üç tane öneri dile getirilmiştir.253
1. Üye ülkelerin Strateji’ye daha fazla sahip çıkmalarının sağlanması ve bu
anlamda Ulusal reform programlarının hazırlanması;
2. Açık
Koordinasyon
Metodunun254
Komisyon
tarafından
daha
da
geliştirilmesi;
3. AB ortak politikaları, bütçe ve Lizbon Stratejisi arasında uyum sağlanması.
Kok raporu Ulusal Reform Programlarının etkin işlemesinin, hükümetler tarafından
gösterilen ilgiye ve ulusal parlamentoların, diğer paydaşların ve medyanın katkısına
bağlı olduğunu belirtmiştir.255 Bunlar dışında raporda öne çıkan bir diğer husus ise,
Lizbon Stratejisi’ne her seviyede sahip çıkılması gerektiği yönündeki görüştür. Buna
göre, Avrupa Konseyi Strateji’yi daha ileriye götürme konusunda liderlik yapmalı,
üye ülkeler Ulusal Reform Programları hazırlamalı ve vatandaşların ve kurumların
sürece katılması sağlanmalı, Komisyon raporlar hazırlayarak ilerlemeler konusunda
bilgi vermeli, Parlemento Strateji’ye yönelik uygulama performansını daha proaktif
bir şekilde izlemeli ve AB’deki diğer sosyal aktörler ise Strateji’ye aktif şekilde
katılmalı ve uygulanmasına yardımcı olmalıdır.
Strateji’nin yeni biçimi eskiye benzemekle beraber, yeni halinde ekonomi ve
istihdam önemli bir ağırlık kazanmış durumdadır. Artık karşımızda çok boyutlu bir
stratejiden ziyade, ekonomik büyüme ve işsizliği önceleyen bir strateji metni
bulunmaktadır. Yeni metinde eskisinde olduğu gibi rekabetçilik ve teknolojik
253
Ferry ve Sapir, op. cit., ss. 13-14.
Açık Koordinasyon Metodunun amacı üye ülkelerin politikalarını Birlik politikaları ekseninde
mobilize etmek ve iki ayrı politika seviyesinde koordinasyon sağlamaktır. Açık Moordinasyon
Metodu (AKM) hakkında daha fazla bilgi için bkz., s. 104, dipnot 269.
255
Ferry ve Sapir, op. cit., ss. 13-14.
254
89
gelişme öne çıkarken, eskisinden farklı olarak sosyal güvenlik ve işgücü
piyasalarının yeniden yapılandırılması ve modernizasyonu öne çıkmaktadır. Ancak,
yeni Stratejinin Büyüme ve Đstihdamı öncelemesi, diğer konuların Stratejiden
çıkarılmasına neden olmamış, esas olarak büyüme ve istihdam üzerindeki vurgu
artmıştır.
Strateji, Sapir ve Kok Raporları doğrultusunda 2005 yılında yenilenmiş ve daha çok
kurumsal önlemler öne çıkarılmıştır. Özellikle Streteji’nin etkin olarak işlemesinin
sağlanması için başta belirttiğimiz yeni bir takım araçlar yaratılmıştır.
4.3 Lizbon Stratejisi : Teşhisler, Çözüm Yolları ve Hedefler
Bu bölümde Lizbon Stratejisi’nin ortaya çıktığı günden bugüne kadar olan seyrini
Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirileri (Presidency Conclusions) bağlamında ele
alacağız. Bilindiği üzere Lizbon Stratejisi ilk olarak 2000 yılında Lizbon’da yapılan
Avrupa Konseyi toplantısı Başkanlık bildirgesinde ortaya koyulmuş ve o tarihten bu
yana Strateji her yıl bahar döneminde yapılan Konsey toplantılarında yeniden ele
alınmıştır. Bu toplantılarda Strateji bağlamında atılan adımlara ve eksikliklere
değilinilerek bir takım yeni öneriler ortaya atılmıştır. 2005 yılına gelindiğinde
Strateji’nin hedeflerinden çok azının gerçekleştirildiği fark edilmiş ve bu sebeple
Strateji’de bir takım revizyonlar yapılmıştır. Genel olarak, bu revizyonda öncelikle
bazı hedeflerden vazgeçilerek daha spesifik hedeflere yoğunlaşılmış ve süreçteki bir
takım karmaşıklıklar azaltılmaya çalışılmıştır.
Bu bölümde ilk olarak Strateji’nin ortaya konduğu ilk metin olan 23-24 Mart 2000
tarihli Avrupa Konseyi başkanlık bildirisinin geniş bir özetini verip daha sonra 2005
yılına kadarki başkanlık bildirilerine değineceğiz. Đkinci bölümde ise, 2005 yılındaki
revizyon çabalarına değinip 2005-2008 yılı dönemine ait Başkanlık bildirilerini ele
alacağız. Özellikle 2008 yılı başkanlık bildirisi diğer bildirilerden farklı olarak, daha
geniş bir çerçeve sunmakta ve 2008-2010 dönemi için bir plan ortaya koymaktadır.
Bu sebeple 2008 başkanlık bildirisine oldukça geniş bir yer ayırmaya çalışacağız.
Son olarak, “2008-2010 Büyüme ve Đstihdam Đçin Bütünleştirilmiş Rehber” olarak
90
çevirebileceğimiz Integrated Guidelines For Growth And Jobs (2008-2010)256 adlı
metinde önemli gördüğümüz bazı konulara değinmeye ve önerilen politikaları
sunmaya çalışacağız. Metin temel olarak, 2008-2010 döneminde izlenecek
politikaların çerçevesini vermektedir.
4.3.1
Lizbon Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 23 - 24 Mart 2000
Lizbon Stratejisi ilk olarak Avrupa Konseyi’nin 23-24 Mart 2000 tarihlerinde
Lizbon’da düzenlediği Konsey toplantısında ele alınmış ve temel olarak bilgi tabanlı
bir ekonomiye geçiş için uygulanacak, istihdamı güçlendirecek, ekonomik reform ve
sosyal uyumu (social cohesion) sağlayacak hedefler ortaya konmuştur.257
23-24 Mart 2000 tarihinde Avrupa Birliği’nin ekonomik ve sosyal geleceğine yön
vermek için düzenlenen Avrupa Konseyi toplantısı ardından ortaya konulan metinde
genel olarak AB’nin yaşanan küreselleşme olgusundan ve bu olgunun yarattığı
ekonomik ve sosyal değişimlerden dolayı hem yeni fırsatlarla hem de yeni tehditlerle
karşı karşıya olduğu belirtilmekte ve bu fırsatlardan faydalanmak tehditlerden ise
korunmak amacıyla bir yol haritası mahiyetinde olan Lizbon Stratejisi kabul
edilmektedir.
Metinde temel olarak AB ekonomisinin rekabet gücünün arttırılması, AB’de yaşanan
işsizlik sorununa çözüm bulunması ve bilgiye dayalı yeni bir ekonomik yapıya
geçilmesi için atılması gerekli adımlara değinilmektedir. Metnin temel mantığı,
küreselleşme ve BĐT’lerde yaşanan gelişmelere AB ekonomisini adapte etmek258 ve
AB’nin güçlü bir ekonomik büyüme patikası yakalamasını sağlayacak politika
256
Avrupa Komisyonu, Communication From The Commission To The Spring European Council,
Integrated Guidelines For Growth And Jobs (2008-2010), Brüksel, 11.12.2007 Com(2007) 803 Final,
Part V, [19.08.2008], <http://ec.europa.eu/growthandjobs/pdf/european-dimension-200712-annualprogress-report/200712-annual-report-integrated-guidelines_en.pdf.>.
257
Avrupa Konseyi (2000), op.cit., ss. 1-3.
258
Đleride de göreceğimiz üzere bütün Başkanlık bildirilerinde bilgi ve iletişim teknolojilerinin yaygın
bir şekilde kullanılmasına bolca atıf yapılmaktadır. Bunun temel nedeni ise, AB’nin yaşadığı
ekonomik sorunların kaynağı olarak kendisini bilgi ekonomisine tam olarak adapte etmemesi olarak
görülmesidir. Aslında bu yanlış bir tespit değildir, bilgi ve iletişim teknolojileri 1980 sonrasında hem
kendi başına önemli bir sektör olmuş ve büyümeye önemli katkılarda bulunmuştur, hem de diğer
sektörlerin büyümesine, ticaretin gelişmesine ve mali hizmetler sektörünün çok hızlı büyümesine
katkıda bulunmuştur. Bilgi ekonomisinin daha ayrıntılı bir analizi için bkz. Castells, op. cit., ss. 1-27.
91
araçlarını ortaya koymaktır. Özellikle işgücünün bu yeni ekonomik koşullara
hazırlanması metnin ana unsurlarından biridir. Diğer bir temel unsur ise, AB
genelinde bilgi ve iletişim teknolojilerinden mümkün olduğunca daha fazla fayda
sağlamak için bu yönde bir altyapının oluşturulmasıdır. Aslında bu iki konu da
AB’nin uzun süredir yaşadığı sorunlardır. AB, 1980 sonrası dönemde önem kazanan
bilgi ve iletişim teknolojilerine dayanan bilgi ekonomisine kendisini adapte etmek
konusunda ABD ve Japonya kadar başarılı olamamış ve bunun sonucunda ortaya
çıkan yapısal nedenlerden dolayı istihdam yaratılması meselesinde ciddi sorunlarla
karşı karşıya kalmıştır. Çok önemli oranlarda istihdam yaratabilecek bilgi ve iletişim
teknolojileri sektörünün AB’de yeterince gelişmemiş olmasının sonucunda hem
büyümeye yeterince destek olunamamış hem de yeterince istihdam yaratılamamıştır.
Yaşanan sorunlardan dolayı, metinde sık sık bilgi ekonomisine atıf yapılmakta, bu
ekonominin yeni istihdam olanakları yaratacağından bahsedilmekte ve işgücünün bu
yeni ekonominin ihtiyaçları doğrultusunda eğitilmesi gerekliliğine değinilmektedir.
Đlk metinde ilginç olan nokta, ileride üzerinde oldukça sık durulacak iklim değişikliği
ve çevre konularına girilmemesidir. Daha sonrada göreceğimiz gibi, Lizbon Stratejisi
temel olarak üç hususu öne çıkarmaktadır. Bunlar, ekonomik büyüme, istihdam
yaratma ve çevreyle uyumlu bir ekonomik yapı oluşturmaktır.
Metnin anlaşılması açısından metinde yer alan başlıklar oldukça fikir vericidir.
Metinde yer alan temel başlıklar ve metnin çerçevesi şu şekildedir.
Önümüzdeki Onyıl Đçin Stratejik Hedefler
•
Yeni tehditler;
•
Birliğin güçlü ve zayıf yanları;
•
Đzlenecek yol;
Rekabetçi, Dinamik ve Bilgi Tabanlı Bir Ekonomiye Geçiş Hazırlıkları
•
Herkes için bilgi toplumu yaratılması;
•
Avrupa Araştırma ve Yenilik Alanının kurulması;
92
•
Đş kurma ve işe başlama için olumlu ortamın hazırlanması ve özellikle
KOBĐ’ler için yenilik üreten alanların geliştirilmesi;
•
Tam olarak işleyen bir iç piyasanın kurulması için yapılacak ekonomik
reformlar;
•
Etkin ve entegre olmuş mali piyasalar;
•
Makroekonomik politikaların koordinasyonu: mali konsolidasyon, kamu
finansmanının kalitesinin arttırılması ve sürdürülebilir bir çerçeveye
oturtulması
Đnsanlara Yatırım Yaparak ve Aktif Bir Refah Devleti Kurarak Avrupa
Sosyal Modelinin Modernleştirilmesi
•
Bilgi toplumunda çalışmak ve yaşamak için genel eğitim ve mesleki eğitimin
kalitesinin arttırılması;
•
Daha fazla ve daha iyi işlerin sağlanması: aktif bir istihdam politikasının
geliştirilmesi;
•
Sosyal koruma sisteminin modernleştirilmesi;
•
Sosyal içermenin (social inclusion) teşvik edilmesi;
Kararların Hayata Geçirilmesi: Daha Tutarlı ve Sistematik Bir Yaklaşım
Yaratılması
•
Mevcut sürecin iyileştirilmesi;
•
Yeni bir açık koordinasyon metodunun (open method of coordination)
uygulanması;
•
Gerekli araçların harekete geçirilmesi;
Metnin genel çerçevesini verdikten sonra metinde yer alan başlıklarla tam olarak ne
ifade edilmek istendiğine bakabiliriz.
i. Önümüzdeki Onyıl Đçin Stratejik Hedefler
AB’nin önündeki tehdit ve fırsatların değerlendirildiği ilk kısımda, Avrupa
Birliği’nin küreselleşmeden ve dünyada bilgi tabanlı bir ekonomiye geçişten
93
kaynaklanan yeni şartlarla karşı karşıya bulunduğu belirtilmekte, bu değişimin bütün
insanların ve toplumların hayatlarını önemli ölçüde değiştirmekte olduğu ifade
edilmekte ve Avrupa Birliği üye ülkeleri için ekonomik ve sosyal alanda radikal bir
dönüşümün gerekli olduğuna işaret edilmektedir. Bildiride, bu radikal dönüşüm
yapılırken, AB’nin hem kendi değerlerini korumasının önemine hem de genişleme
sürecinin dinamiklerinin dikkate alınmasına dikkat çekilmektedir. Yaşanan değişimin
hızı ve kapsamından dolayı AB’nin bu yaşanan değişimlerden fayda sağlaması için
hızla hareket etmesi gerektiği belirtilmektedir. Amaç, kısaca bilgi altyapısının
oluşturulması, yenilik ve ekonomik reformun genişletilmesi ve sosyal koruma
sistemiyle eğitimin modernleştirilmesidir.
Birliğin güçlü ve zayıf yanlarının ele alındığı kısımda ise AB’nin yaşanan
gelişmeler karşısında ona yeni fırsatlar sağlayan güçlü yanlarıyla, gelişmelere adapte
olmasını sorunlu hale getiren zayıf yanlarına değinilmektedir. AB ekonomisinin
güçlü bir konumda olması, enflasyonun ve faiz oranlarının düşük seviyelerde
tutulması, ciddi kamu açıklarının bulunmaması, ücretlerdeki artışların verimlilik
kazançlarından fazla olmaması, AB’nin ödemeler dengesinin sağlıklı bir durumda
olması, Avro para birimine geçilmesi ve bunun başarıyla tamamlanması, Avro’nun
önemli kazançlar getireceğinin tahmin edilmesi, iç pazarın büyük oranda
tamamlanmış olması ve tüketiciler ve iş alemi için faydalarının belirmeye başlamış
olması, gelecekte yaşanacak genişleme dalgasının yeni büyüme ve istihdam
olanakları yaratacak olması ve son olarak Birliğin genel olarak iyi eğitilmiş bir
işgücü kapasitesine sahip olması Birliğin güçlü yönleri arasında dile getirilmektedir.
Ancak, bunlara karşın
Birliğin bazı
alanlarda önemli
eksikliklerinin
ve
zayıflılıklarının da olduğuna değinilmektedir. 15 milyondan fazla kişinin işsiz
olması, istihdam oranlarının düşük seyretmesi, kadınlar ve yaşlıların işgücüne
katılımlarının düşük seviyelerde olması, yaşanan uzun dönemli yapısal işsizlik
sorunu ve bu konuda bölgeler arası farklılıklar, hizmetler sektörünün özellikle
telekomünikasyon ve internet alanlarında yeterince gelişmemiş olması ve hala ciddi
istihdam açığının olduğu bilgi teknolojileri alanında işgücü nitelikleri arasında
yaşanan sorunlar zayıf unsurlar olarak sayılmaktadır.
94
Bildiri AB’nin zayıf ve güçlü yönlerine değindikten sonra sorunların aşılması için
izlenecek yol hakkında bilgiler vermektedir. Bildiride yeni stratejik hedef şöyle ifade
edilmiştir: “dünyada sürdürülebilir ekonomik büyümeyi sağlayan, daha fazla ve daha
iyi istihdam yaratan ve aynı zamanda sosyal yakınlaşmayı sağlamış olan en dinamik
ve rekabetçi bilgiye dayalı ekonomi haline gelmek.”259
Bu yeni stratejik hedefe ulaşmak içinse bütüncül bir strateji çizilmeye çalışılmış ve
bu stratejinin temel ayakları olarak şunlar sayılmıştır:
•
Bilgi toplumuna ve Ar&Ge’ye yönelik daha iyi ve etkili politikalar
aracılığıyla bilgiye dayalı bir ekonomiye ve topluma geçişin sağlanması,
yenilik ve rekabet gücünün arttırılması için yapısal reformların uygulanması;
•
Beşeri sermayeye yatırım yaparak ve sosyal dışlama ile mücadele ederek
Avrupa sosyal modelinin modernize edilmesi;
•
Makroekonomik çerçevenin güçlü bir ekonomik büyümeyi sağlayacak
doğrultuda şekillendirilmesidir.
Bildiride bu politikalar uygulandığı vakit, %3’lük bir ekonomik büyümenin gerçekçi
olacağı ifade edilmektedir. Amaç, AB’de tam istihdamın tekrar yakalanarak bölgesel
ve sosyal uyumun güçlendirilmesidir. Söz konusu hedeflere ulaşılabilmesi içinse
yeni bir Açık Koordinasyon Metodu önerilmektedir.
ii. Rekabetçi, Dinamik ve Bilgi Tabanlı Bir Ekonomiye Geçiş Hazırlıkları
Bu kısmın herkes için bilgi toplumu adlı başlığında dijital ve bilgiye dayalı bir
ekonomiye geçişin yeni istihdam olanakları yaratacağı, büyüme ve rekabetçiliği
arttıracağı ifade edilmekte ve bu yeni ekonominin büyümenin motoru olacağından
bahsedilmektedir. Kapsamlı bir eEurope eylem planının hayata geçirilmesi,
vatandaşların ve iş aleminin ucuz, hızlı ve etkin çalışan dünya standartlarında bir
259
Avrupa Konseyi (2000), op.cit., s. 2. [Çeviri bana ait].
95
iletişim ağına ulaşması hedef olarak ortaya konmaktadır. Avrupa’nın epotansiyelinden tam olarak yararlanmasının sağlanması, elektronik ticaret ve
internetin hızla yayılması ve gelişmesi bu potansiyelin ortaya çıkması için önemli
unsurlar olarak ele alınmaktadır.
E-ticaret, elektronik ve bilgiye dayalı hizmetler için yasal altyapının hazırlanması,
internete ulaşımda maliyetlerin mümkün olduğunca aşağıya çekilmesi, bütün
okulların etkin ve hızlı bir internet ağına kavuşturulması ve öğretmenlerin bu yeni
teknolojiye uygun olarak eğitilmesi başlıca Konsey önerileri arasındadır.260
Avrupa araştırma ve yenilik alanının kurulması adlı alt başlıkta ekonomik
büyüme, istihdam ve sosyal uyum yaratılmasında oynadığı önemli rol göz önüne
alındığında, Ar&Ge konusunda “Avrupa Araştırma Alanına Doğru”261 Komisyon
tebliğinde belirtilen amaçlara yönelik olarak çalışılmasına değinilmekte ve Avrupa
Konseyi bu konuyla ilgili olarak şu önerilerde bulunmaktadır:
•
Ulusal ve ortak araştırma programları için uygun mekanizmaların yaratılması;
•
Özel araştırma ve geliştirme faaliyetleri için uygun ortamın hazırlanması, bu
çerçevede vergi politikasının, risk sermayesi araçlarının geliştirilmesi ve
Avrupa Yatırım Bankası (AYB)’nın bu noktada daha etkin bir şekilde
kullanılması;
•
Ülkeler arası koordinasyonun geliştirilmesi, farklı alanlardaki performans
değerlemesi için göstergelerin ortaya konması;
•
2001 yılı sonuna kadar Trans-Avrupa Elektronik Bilimsel Đletişim Ağının
hızlandırılması ve güçlendirilmesi;
260
261
Ibid., s.4.
Avrupa Komisyonu, Towards a European Research Area, Brüksel, 18 Ocak 2000, COM(2000)6.
96
•
Okulların, araştırma kurumlarının ve kütüphanelerin elektronik ağla
birbirlerine bağlanmaları;
•
2002 itibariyle araştırmacıların ülkeler arasındaki hareketlerini kısıtlayan
engellerin ortadan kaldırılması;
•
Ve son olarak Birlik patentinin 2001 yılına kadar sağlanması.
Đş kurma için olumlu ortamın hazırlanması ve özellikle KOBĐ’ler için yenilik
üreten işlerin geliştirilmesi konusunda, işe başlama maliyetlerinin düşürülmesine
değinilmekte, ekonomide düzenleyici kurumların rollerine atıfta bulunulmakta ve bu
kurumların etkin çalışmalarının sağlanması gerektiği ifade edilmektedir. Dahası bu
organların iş aleminin çalışmalarını destekleyici bir konumda olması gerektiği
belirtilmekte ve işe başlama maliyetlerinin, kırtasiyeciliğin ve bürokratik işlemlerin
azaltılmasına dikkat çekilmektedir.
Bu konuyla ilgili ise şu tavsiyelerde bulunulmaktadır:
•
Bir işyerinin kurulması sırasında harcanan süre ve katlanılan maliyetlere
yönelik kriterler konması ve mümkün olduğunca bu tür maliyetlerin
azaltılması;
•
KOBĐ’lerin iş yapma ortamlarının daha da geliştirilmesi.
Tam ve doludizgin işleyen bir iç piyasasının sağlanması için yapılacak ekonomik
reformlar kısmında ise, Konsey iç pazarın tamamlanmak üzere olduğuna ve bu
sayede önemli ekonomik faydaların ortaya çıktığına değinmekte ancak yapılması
gereken bazı şeyler olduğunu ifade ederek şu tavsiyelerde bulunmaktadır:
•
2000
yılının
sonuna
doğru
hizmetler sektörü
kaldırılmasına yönelik bir stratejinin benimsenmesi;
97
önündeki
engellerin
•
Gaz,
elektrik,
posta
servisi
ve
ulaştırma
alanlarında
ekonomik
liberalleştirmenin hızlandırılması;
•
Kamu alımları kurallarının yenilenmesi, özellikle KOBĐ’lerin kamu
alımlarına katılmalarının kolaylaştırılması;
•
2001 yılı itibariyle, ulusal düzeydeki ve Birlik düzeyindeki kamu idaresi
prosedürlerinin sadeleştirilmesine ve basitleştirilmesine yönelik bir stratejinin
hazırlanması;
•
Rekabetçiliğin arttırılarak, devlet yardımları kapsamının daraltılması.
Etkin ve entegre olmuş mali piyasalar bölümünde etkin mali piyasaların büyüme
açısından önemine değinilmekte ve etkin mali piyasaların hem yatırımlar için gerekli
olan fonlara ulaşımı kolaylaştırmakta olduğu hem de bu fonların maliyetini
düşürdüğü dile getirilmektedir. Şüphesiz, bu da yatırımların artmasını ve ekonominin
canlanmasını beraberinde getirmektedir. Bunlarla beraber, yeni teknolojilerin
yaratılmasında, yenilik üretiminde, yeni fikirlerin ortaya çıkmasında ve girişimcilik
kültürünün
yaygınlaşmasında
mali
piyasalar
oldukça
önemli
roller
oynamaktadırlar.262
Bu alanda atılması gereken adımlar için şunlar ifade edilmektedir:
•
2005 yılı itibariyle uygulamaya sokulacak bir mali eylem planının
hazırlanması;
262
•
2003 itibariyle risk sermayesi eylem planının uygulamaya konulması;
•
Mali kurumların yeniden yapılandırılması.
Avrupa Konseyi (2000), op. cit., s. 6
98
Makroekonomik politikaların koordinasyonu: mali konsolidasyon, kamu
finansmanının kalitesi ve sürdürülebilirliği başlıklı bölümde makroekonomik
politikaların istikrara, istihdam yaratımına ve büyümeye odaklandığı kadar bu yeni
bilgiye dayalı ekonomiye geçiş sürecine de odaklanması gerektiği ifade edilmekte ve
adaptasyon sürecinde uygun makroekonomik politikaların adaptasyonu kolaylaştırıcı
bir rol oynayabileceğine değinilerek bu alanda şu tavsiyelerde bulunulmaktadır:
•
Đşgücü ve özellikle düşük nitelikli işgücü üzerindeki vergi yükünün
azaltılması;
•
Kamu harcamalarının daha çok Ar&Ge, yenilik ve bilgi teknolojileri
alanlarına doğru kaydırılması;
•
Kamu finansmanının uzun dönemli sürdürülebilirliğinin sağlanması.
iii. Đnsanlara Yatırım Yaparak ve Aktif Bir Refah Devleti Kurarak Avrupa
Sosyal Modelinin Modernleştirilmesi
Bilgi toplumunda çalışmak ve yaşamak için genel eğitim ve mesleki eğitim
kısmında, Konsey özellikle işgücünün hem genel eğitimine hem de mesleki eğitimine
dikkat çekmekte ve yeni ekonomik yapıya uygun eğitim programlarının
hazırlanmasına değinmektedir. Bu anlamda, aktif refah devleti uygulamalarını
önermektedir.263 Aktif refah devletinden kastedilen şey ise, kişilerin mesleki eğitim
gibi araçlar yoluyla işgücü piyasasına dahil olmalarını sağlamaya çalışmaktır.
Konsey bu alanla ilgili olarak özellikle şu tavsiyelerde bulunmaktadır:
•
Đnsan kaynaklarına harcanan kişi başı yatırımın arttırılması264;
263
Aktif refah devleti uygulaması bildirilerde oldukça önemli yer tutmaktadır. Aktif refah devletinden
kasıt devletin işsizlere ve çalışamayacak durumda olanlara maddi destek sağlaması değil, onların
işgücü piyasalarına katılımlarının kolaylaştırılması, ekonominin ihtiyaçlarına göre bu kişilere
yetenekler kazandırılması ve çalışmayı cazip hale getirecek politikalar uygulanmasıdır.
264
Küreselleşme ile beraber ortaya çıkan bilgi tabanlı ekonomi aynı zamanda bilgiyi üreteni de
oldukça önemli hale getirmiştir. Hem bilginin üretilmesi hem de kullanılması açısından beşeri
99
•
18-24 yaş arası gençlerden sadece ortaokul mezunu olanların sayılarının 2010
yılında yarı yarıya düşürülmesi;
•
Bütün okul ve mesleki eğitim kurumlarının internet ağıyla birbirlerine
bağlanmaları ve bu kurumlar arası ilişkilerin ve ortak çalışmaların teşvik
edilmesi;
•
Yaşam boyu öğrenmenin teşvik edilmesi;
•
Girişimcilik kültürünün kazandırılması, yabancı dil öğrenilmesinin teşvik
edilmesi ve bilgi iletişim teknolojileri alanında kabiliyet kazandırılması;
•
Öğrenci ve öğretmenlerin mekansal hareketlerinin hızlandırılması, farklı
programlarla farklı ülkelere gitmelerinin teşvik edilmesi;
•
Eğitim kurumlarının ders programlarına
yönelik ortak standartların
hazırlanması.
Daha fazla ve daha nitelikli işlerin yaratılması: aktif bir istihdam politikasının
geliştirilmesi adlı kısımda ise Lüksemburg sürecine265 ve bu süreçte alınan kararların
ulusal koşullara adapte edilmesinin işsizliği azalttığına atıf yapılarak, Ulusal
Đstihdam Eylem Planlarının (National Employment Action Plans) hazırlanmasının
önemine değinilmektedir. Bu alanda Konsey şu önerilerde bulunmaktadır:
sermayenin geliştirilmesi oldukça önemlidir. Dahası, yeni içsel büyüme teorilerinde bilgi ve buna
bağlı beşeri sermaye büyümenin itici güçlerinden biri sayılmaktadır. Charles I. Jones bunu genel
olarak beşeri altyapı kavramıyla özetlemekte ve ülkeler arası büyüme farklılıklarını bununla
açıklamaktadır. Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Charles I. Jones (1997), op. cit., ve Charles
I. Jones (1999), op. cit., ss. 83-116.
265
Avrupa Birliği Antlaşması’na (Treaty on European Union) “Đstihdam” başlığının eklenmesinden
sonra AB üyesi ülkelerin devlet ve hükümet başkanları Lüksemburg Çalışma Zirvesi’nde
(Luxembourg Jobs Summit) Avrupa Birliği Đstihdam Stratejisi oluşturmuşlar ve bu Strateji’yle ulusal
istihdam politikalarının koordine edilmesini hedeflemişlerdir. Strateji temel olarak, istihdamın
arttırılmasını, girişimciliğin teşvik edilmesini, işgücünün yeni koşullara adapte edilmesini ve işgücüne
eşit fırsatlar yaratılmasını hedeflemektedir. Konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. The Birth of the
European Employment Strategy: the Luxembourg Process (Kasım 1997), [17.08.2008],
<http://europa.eu/scadplus/leg/en/cha/c11318.htm>
100
•
Đstihdam edilebilirliğin arttırılması;
•
Đşgücü niteliğindeki açıkların kapatılması ve özellikle işsizlere nitelik
kazandıracak ve onları işgücüne dahil edecek eğitim programlarının
hazırlanması;
•
Yaşam boyu öğrenmeye vurgu yapılması;
•
Hizmet sektöründe istihdamın arttırılmaya çalışılması;
•
Özellikle mesleki katmanlaşmanın azaltılması, iş yaşamı ile aile yaşamı
arasında uçurumlar yaratılmaması. 266
Sosyal koruma sisteminin modernleştirilmesi ve sosyal içermenin (social
inclusion) teşvik edilmesi adlı kısımda öncelikle bu alanlardaki teknik altyapı ve
işbirliği koşullarının geliştirilmesine değinilmektedir. Özellikle yoksulluk ve sosyal
dışlamayla sonuna kadar mücadele edilmesi ve buna asla tölerans gösterilmemesi
sıkça tekrarlanan hususlardan bir tanesidir. Çalışamayacak durumda olanlara,
yaşlılara ve azınlıklara yönelik sosyal içerme yollarının bulunması önerilmektedir.
Bu bağlamda Konsey’e göre yeni bilgi ekonomisi sosyal dışlamayla mücadele
alanında önemli fırsatlar sunmaktadır. Bunun da gerisinde, bu alanda yaratılacak
istihdam fırsatlarının dışlanan kesimleri tekrar topluma bağlayacağı yönündeki fikir
yatmaktadır.
Bu alanla ilgili olarak Konsey şu tavsiyelerde bulunmaktadır:
•
Sosyal dışlamayı ortaya çıkaran hususların daha iyi anlaşılması ve analiz
edilmesi;
266
Başkanlık bildirilerinin hemen tümünde aile konusuna özel bir önem verilmektedir. Özellikle aile
ve iş hayatı arasında bir dengenin tutturulması Konsey açısından oldukça önemli görülmektedir.
Bunun da gerisinde, AB’nin nüfusun yaşlanması problemiyle mücadele için aile kurumunu
güçlendirmeyi bir yol olarak görmesi yatmaktadır. Modern toplumların yaşadıkları sorunlar karşısında
aile kurumunun önemine sosyolog Manuel Castells de değinmekte ve bu kurumun korunması
gerektiğini belirtmektedir. Bkz. Castells, op. cit.
101
•
Hedef gruplara yönelik önceliklerin belirlenmesi;
•
Ülkelerin sosyal içerme için kullandıkları araçların standartlaştırılması;
iv. Kararların Hayata Geçirilmesi: Daha Tutarlı ve Sistematik Bir Yaklaşım
Yaratılması
Mevcut sürecin iyileştirilmesi adlı kısımda mevcut süreçlerin korunarak daha etkin
hale getirilmeleri önerilmekte ve önemli olanın bu süreçlerin basitleştirilmesi ve iyi
koordine edilmesi olduğu ifade edilmektedir. Bu anlamda, Lüksemburg, Cardiff267
ve Cologne268 gibi süreçlere atıf yapılmakta ve Konsey her baharda ekonomik ve
sosyal sorunlarla ilgili toplantı yapacağını açıklamaktadır.
267
Đngiltere Dönem Başkanlığı sırasında 1998 yılında Cardiff’te toplanan AB üyesi ülkelerin devlet ve
hükümet başkanları daha fazla istihdamın yaratılması için sürdürülebilir ekonomik büyüme konusuna
dikkat çekmişler ve ekonomik reformlarla ilgili makroekonomik diyaloğun geliştirilmesi ve dinamik
bir AB ekonomisi yaratılması konusunda Cardiff sürecini başlatmışlardır. Sürecin temel amacı,
çevresel sorunlarla ekonomik sorunlar konularında izlenen politikalar arasında uyum sağlamaktır. Şu
ana kadar bu süreçle ilgili olarak iki rapor hazırlanmıştır. Cardiff I raporunda genel olarak, ürün ve
sermaye piyasalarının etkin ve verimli şekilde çalışması, Cardiff II raporunda ise üye ülkelerin Ulusal
Eylem Planları üzerinde durulmuştur. Cardiff II raporu büyümenin ve istihdamın arttırılması için
yapısal reformlar uygulanmasına dikkat çekmiş ve üye ülkelerin farklı piysalarda izledikleri reformlar
arasında uyum yaratmaları gerektiği belirtilmiştir. Daha ayrıntılı ve kapsamlı bilgi için bkz. A strategy
for
integrating
the
environment
into
EU
policies,
[14.08.2008],
<http://europa.eu/scadplus/leg/en/lvb/l28075.htm>, ayrıca bkz. Avrupa Komisyonu, Integrating
environmental considerations into other policy areas- a stocktaking of the Cardiff process,
Commission
Working
Document,
COM(2004)
394
final,
Brüksel,
01.06.2004.
<http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=COM:2004:0394:FIN:EN:PDF>.
268
1999 yılının Haziran ayında Cologne’de yapılan Avrupa Konseyi Toplantısında üye ülke hükümet
ve devlet başkanları Avrupa Đstihdam Stratejisi(AĐS)’ni konsolide etmişler ve Birlik Đstihdam
Politikası’nın temelini atmışlardır. Avrupa Đstihdam Paktı olarak da bilinen Cologne süreci, istihdam
üzerinde etkili olan tüm faktörleri göz önüne almakta ve ekonomi politika yapıcıları arasında diyaloğu
güçlendirerek istihdam ve büyümeyi arttırmayı hedeflemektedir. Süreç temel olarak, makroekonomik
politika yapımında Avrupa Merkez Bankası, Konsey, Komisyon ve diğer ortaklar arasındaki diyaloğu
güçlendirmeyi hedeflemektedir. Amaç ise, sürdürülebilir ve enflasyonist olmayan bir büyüme ve
yüksek istihdam sağlamaktır. Söz konusu pakt genel olarak şunları önermektedir:
- Kamu fonlarının yatırımlara ve rekabetçi işlere yönlendirilmesi;
- Ücretlerin verimlilik kazançlarına paralel olarak yükseltilmesi;
- Para politikasının fiyat istikrarını hedeflemesi.
Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Avrupa Komisyonu, “Co-Ordination of Economic Policies in the EU: A
Presentation of Key Features of the Main Procedures”, European Commission Directorate-General for
Economic and Financial Affairs, Euro Paper 45.
<http://ec.europa.eu/economy_finance/publications/publication1022_en.pdf>
102
Yeni bir Açık Koordinasyon Metodunun269 (Open Method of Coordination)
uygulanması adlı bölümde kısa, orta ve uzun vade için zaman kıstaslarının ve
takvimlerinin belirlenmesine, gerekli olduğu yerlerde niteliksel (kaltitatif) ve
niceliksel (kantitatif) göstergelerin belirlenmesine, Birlik çapındaki politikaların
ulusal ve bölgesel düzeyde tercüme edilmesine ve belli periyodlar dahilinde sürece
yönelik değerlendirme ve izlemelerin yapılmasına değinilmektedir.
Gerekli araçların harekete geçirilmesi adlı kısımda ise kamu-özel sektör
ortaklığına ve özel sektörün sürece etkin bir şekilde dahil edilmesine yer
verilmektedir.
4.3.2
Stockholm Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 23 - 24 Mart 2001270
Lizbon Stratejisi’nin kabul edilmesinden sonra ilk Avrupa Konseyi toplantısı 23 - 24
Mart 2001 tarihlerinde Stockholm’de yapılmıştır. Konsey’in sonuç bildirisinde
öncelikle dikkat çekilen husus AB’nin demografik yapısındaki değişim olmuştur.
AB’nin karşı karşıya bulunduğu demografik sorunlara, özellikle nüfusun yaşlanması
meselesine ve çalışma yaşındaki nüfusun oranında meydana gelen azalmaya dikkat
çekilmiştir.
Đkinci
olarak
ise,
sürdürülebilir
büyümenin
sağlanması
ve
makroekonomik şartların düzeltilmesine değinilmiş, ekonomik büyümenin nasıl
269
Açık Koordinasyon Metodu(AKM) Lüxembourg sürecinin ve AB Đstihdam Politikasının bir
parçası olarak ortaya konmuş olup, Lizbon Stratejisi’nin de önemli bir bileşeni durumundadır.
Hükümetler arası işleyen bu metodun amacı üye ülkelerin politikalarını Birlik politikaları ekseninde
mobilize etmek ve iki ayrı politika seviyesinde koordinasyon sağlamaktır. Metod bağlamında, üye
ülkeler birbirlerinin politikalarını değerlendirmekte, Komisyon ise sadece gözetim fonksiyonu ifaa
etmektedir. Temel koordinasyon alanları, istihdam, sosyal koruma, sosyal içerme, gençlik ve mesleki
eğitimdir.
Metod temel olarak:
- Ulaşılacak amaçların ortak bir şekilde belirlenmesi;
- Amaçlara yönelik araçların (istatistiki, göstergesel veya ilkesel olanların) ortak bir şekilde
belirlenmesi;
- Üye ülkelerin performanslarını karşılaştırmayı, kriterler koymayı ve en iyi uygulamaların
değişimini hedeflemektedir.
Daha fazla bilgi için bkz. Open method of coordination, [14.07.2008],
<http://ec.europa.eu/invest-in-research/coordination/coordination01_en.htm> ve
<http://europa.eu/scadplus/glossary/open_method_coordination_en.htm>
270
Bu bölümde Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Stockholm Avrupa Konseyi, 23 ve 24 Mart
2001
adlı
metinden
faydalanılmıştır.
Elektronik
erişim için bkz.
[19.06.2008],
<http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/00100-r1.%20annr1.en1.html>
103
hızlandırılacağı, nasıl daha fazla ve daha iyi istihdam olanaklarının yaratılacağı ile
Avrupa sosyal modelinin modernleştirilmesi ve yeni teknolojilerden faydalanılması
konuları ele alınmıştır. Değinilen bir diğer konu ise, üye ülkelerin Lizbon hedeflerini
uygulamaları için aktif yol ve araçların geliştirilmesi olmuş ve Konsey’in bu konu
hakkındaki çalışma prosedürlerinin iyileştirilmesine değinilmiştir. Son olarak, bu
bildiride genişleme süreci ile beraber ekonomik büyüme ve istihdamla ilgili olarak
yeni fırsatların ortaya çıkacağı belirtilmiştir.
Bildiride özellikle yaşlanma sorununa dikkat çekilmiş, emekli kadın ve erkeklerin
hızla artmakta olduğuna, buna karşın çalışma yaşında olanların oranının 2010
yılından sonra azalmaya başlayacağına ve bunun da sosyal güvenlik sisteminde ciddi
sorunlar oluşturacağına değinilmiştir. Özellikle bu sorunlarla baş edilmesi, yeni
istihdam olanaklarının yaratılmasına, kamu borcunun düşürülmesine ve sosyal
güvenlik sisteminin revize edilmesine bağlanmıştır.
Bildiride ağır basan hususlar Avrupa Birliği’nde tam istihdamın sağlanmasına
yönelik adımların atılması ve bu hedefe uygun olarak eğitim konusunun gözden
geçirilmesi olmuştur.
Birlik genelinde tam istihdamın sağlanması ile ilgili olarak bir takım öneriler
ortaya atılmış ve bu alanda sağlanacak gelişmelerin yaşlanma ve buna bağlı olarak
yaşanan mali sıkıntıların aşılmasına yardım edeceği belirtilmiştir. Konsey bu alanda
bir takım kararlar almıştır. Bunlar şöyle özetlenebilir:
•
Konsey, öncelikle istihdam oranının arttırılmasına yönelik ara hedefler
belirlemiş ve bu hedeflere göre istihdam oranının AB genelinde 2005 yılında
%67’ye çıkarılmasına karar vermiştir. Kadınlar içinse %57’lik bir hedef
belirlenmiştir. Konsey bu hedeflere ulaşılması için, ilgili ülkelerden ulusal
istihdam planları hazırlamalarını ve bunu hazırlarken de kendi ulusal ve
bölgesel farklılıklarını göz önünde bulundurmalarını talep etmiştir.
104
•
2010 yılı için yaşlı kadın ve erkekler, (55-64) yaş arası nüfus arasındaki
ortalama istihdam oranı için %50’lik bir hedef belirlenmiştir.
•
Đşgücüne
katılım
oranının
nasıl
arttırılabileceği
üzerine
stratejiler
geliştirilmesi tavsiye edilmiştir.
•
Đşgücü piyasalarındaki katılıkların azaltılması ve bu alandaki sorunların
giderilmesi ile kayıt dışı ekonomiyle mücadeleye önem verilmesi istenmiştir.
•
Đnsanların işgücüne katılımının önündeki vergi ve yardım benzeri faktörlerin
azaltılması gereğine dikkat çekilmiştir.
Eğitim konusuyla ilgili olarak bildiride genel eğitim ve mesleki eğitim alanlarında
gelişme sağlanarak, insanlara, yeni ekonomiye uygun vasıfları kazandıracak ve hayat
boyu eğitimi teşvik edecek bir eğitim yapısının oluşturulması ve bunun için de
eğiticilerin bu yönde hazırlanılmasına değinilmiştir. Son olarak, işgücünün
hareketliliği önündeki engellerin kaldırılması ve öğrencilerin daha hareketli hale
getirilmeleri gerektiğine değinilmiştir.
Bildiride yukarıda değindiğimiz konular dışında bazı konulara geniş yer ayrılmıştır.
Şimdi üzerinde önemle durulan konulara daha ayrıntılı bir şekilde değineceğiz.
i. Ekonomik Reformun Hızlandırılması
Bu kısımda özellikle hizmetler sektöründe entegrasyonun derinleştirilmesine ve
girişimcilik kültürünün arttırılmasına değinilmiş ve hizmetler sektörü önündeki
engellerin kaldırılarak, hizmetler alanındaki entegrasyonun tamamlanması konusu
öne çıkarılmıştır. Hizmetler sektöründe entegrasyon ve engellerin kaldırılması,
hizmet sektörü için etkin işleyen bir iç piyasanın sağlanması, gaz ve elektrik
105
sektörlerinde entegrasyon arttırılması ve Tek Avrupa Hava Alanı (Single European
Sky)271 yaratılması konuları öne çıkmıştır.272
Bildiride dikkat çeken bir diğer önemli konu ise mali hizmetler sektörü ve risk
sermayesi ile ilgilidir. Bu sektörün daha etkin hale getirilmesinin hem girişimciliğin
hem de yenilik üretiminin desteklenmesi açısından önemli olduğu belirtilmiştir.
Sonuç bildirisinde ekonomik reformlarla ilgili olarak öne çıkan bir diğer konu ise
rekabetçiliğin arttırılmasıyla ilgili olup, devlet yardımlarının azaltılması ve kamu
alımları prosedürünün reforme edilmesidir.
Bilindiği üzere Lizbon Stratejisi’nin temel ayaklarından bir tanesi de Birlik genelinde
girişimcilik kültürünün arttırılmasıyla ilgilidir. Bu alanda küçük işletmelere yönelik
reformlar yapılması, mikro-kredi ağlarının geliştirilmesi ve iş yapma için daha uygun
bir ortam yaratılmasına önemle değinilmiştir. Bu noktada önem kazanan bir diğer
husus ise, kamu sektöründe etkinliğin arttırılmasıdır. Özellikle kırtasiyeciliğin
azaltılması ile kamu idaresinde etkinliğin arttırılması hedeflenmekte ve bunun da
genel olarak ekonomik etkinliği arttıracağı düşünülmektedir. Daha da önemlisi kamu
idaresinin daha etkin hale getirilmesi yatırım ortamının iyileşmesini273 sağlayacak ve
böylece yeni işlerin kurulmasını teşvik edecektir. Özellikle yeni bir şirketin
kurulması için harcanan zamanın azaltılması çabaları bu anlayışla uyumludur.
271
Tek Avrupa Hava Alanı ile Avrupa Birliği içerisinde hava sınırlarını ortadan kaldırmak ve hava
trafiğinin maliyetini aşağıya çekmek hedeflenmektedir. AB Komisyonu tarafından havacılık
hizmetleri Lizbon Stratejisi hedeflerine ulaşmakta anahtar bir sektör olarak görülmektedir. Bu
anlamda, hem AB içi hem de AB dışı havacılık hizmetlerinin arttırılması oldukça önemsenmektedir.
Bu sektörün hem istihdam yaratılmasına, hem yeni teknolojiler yaratılmasına hem de ekonomik
büyümeye yapacağı katkılar oldukça önemli bulunmaktadır. Lizbon Strateji kapsamında 2001 yılında
gündeme gelen Tek Avrupa Hava Alanı ile ilgili ilk düzenleme 2004 yılında çıkarılabilmiştir. Bu
konuyla ilgili bu kadar geç bir düzenlemenin yapılmasının gerisinde, havacılık hizmetlerinin uzun bir
süre Birlik politikaları dışında tutulmuş olması yatmaktadır. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Report of
The High Level Group For The Future European Aviation Regulatory Framework, July 2007,
[20.08.2008], <http://ec.europa.eu/transport/air_portal/hlg/doc/2007_07_03_hlg_final_report_en.pdf>
272
Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Stockholm Avrupa Konseyi, 23-24 Mart 2001, s.4.
273
Avrupa Birliği bir çok metinde yatırım ortamının iyileştirilmesinin önemine değinmektedir.
Ekonomik büyüme ve kalkınma üzerine yapılan son çalışmalar yatırım ortamının iyileştirilmesinin
büyümeyi pozitif yönde etkilediğini göstermektedir. Özellikle yasal çerçevenin ve kamu algısının
yatırımları destekleyecek şekilde olması yeni iş yerlerinin kurulmasını arttırdığı gibi mevcut
yatırımcıları da yeni yatırımlar hususunda teşvik etmektedir. Yatırım ortamının iyileştirilmesi hem
vergi konularını da kapsayan yasal ve idari çerçevenin hem de fiziki ve beşeri altyapının
güçlendirilmesini gerektirmektedir. Bu konuda hazırlanmış ayrıntılı bir çalışma için bkz. Dünya
Bankası (2004), op. cit., ss. 1-15.
106
ii. Avrupa Sosyal Modelinin Yenileştirilmesi (Modernleştirilmesi)
Daha önce de belirttiğimiz üzere Avrupa sosyal güvenlik sistemindeki bazı unsurlar
AB’nin ekonomik başarısızlığının gerisindeki önemli nedenlerden bir tanesi olarak
görülmektedir. Özellikle sistemin aşırı mali yük oluşturması, bağımlılık oranının
artması, nüfusun yaşlanması, sistemin bazı işler için çalışmaktan çok çalışmamayı
teşvik etmesi önemli sorun alanları arasında sayılmaktadır. Birlik özet olarak bu
sistemi mali açıdan daha sürdürülebilir yapmaya ve çalışmayı teşvik edecek hale
getirmeye
çalışmaktadır.
Bu
başlık
altında
öncelikle
aktif
refah
devleti
uygulamasının öneminden bahsedilmekte ve dinamik bir Birlik için bunun elzem
olduğuna değinilmektedir. Bunun gerisinde yatan temel mantık ise, aktif refah
sisteminin vatandaşlara bir çeşit güvenlik ağı sağlayacağı bunun da onları daha
verimli yapacağı şeklindedir.274 Yeni istihdam olanakları yaratılmasına ve iş
kalitesinin arttırılmasına değinilen bildiride, amacın sadece çok iş yaratmak olmadığı
aynı zamanda kaliteli ve iyi işler yaratmak da olduğu önemle vurgulanmaktadır. Đş
ortamında güvenlik ve sağlığın sağlanması, istihdam süreçlerinde cinsiyet
ayrımcılığının önlenmesi, engellilerin de istihdamdan azami derecede faydalanmaları
öne çıkan konular arasında bulunmaktadır. Bu anlamda üye ülkelerden iş
süreçlerindeki kaliteyi arttırmaları beklenmekte ve özellikle kadın ve erkek
işgücünün aldığı ücretler arasındaki farkların azaltılması ve dolayısıyla ayrımcılığın
ortadan kaldırılmasına atıfta bulunulmaktadır. Bu alanda anılan bir diğer konu ise,
sosyal içermenin teşvik edilmesi, sosyal dışlama ile mücadele, aktif işgücü
piyasaları, kuşaklar arası dayanışmanın güçlendirilmesi ve emeklilik sisteminin mali
açıdan güçlendirilmesidir.
Son olarak yeni teknolojilerden daha fazla faydalanılması meselesine değinilmekte
ve eEurope275 uygulamasının bilgi merkezli bir ekonomiye geçilmesi ve
274
Presidency Conclusions, Stockholm Avrupa Konseyi, 23-24 Mart 2001, s. 6.
Avrupa Komisyonu Avrupa’nın bilgi temelli bir ekonomik yapıya geçiş sağlaması için 2000
yılında eEurope girişimini başlatmıştır. Amaç bilgi ekonomisine geçilerek hem vatandaşlara bilgi
iletişim hizmetlerinin en etkin şekilde ulaştırılmasını hem de bu girişimle büyüme ve istihdamın
arttırılmasını sağlamaktır. Bu girişimin ilk evresi, internetin sunduğu imkanlardan faydalanmayı ve
Avrupa genelinde hızlı etkin bağlantılar kurmayı hedefleyen eEurope 2002 Eylem Planı olmuştur.
Eylem planında, 2002 yılı sonu için toplam 64 tane hedef belirlenmiş ve bu hedeflerin büyük kısmı
gerçekleştirilmiştir. Bu eylem planından sonra ise, 2005 yılından itibaren yeni bir eylem planı hayata
275
107
rekabetçiliğin ve büyümenin arttırılması açısından önemli olduğu kaydedilmektedir.
Bildiride yapılan eleştirilerden bir tanesi, Avrupalıların bu alandaki imkanlardan
yeterince faydalanmadıkları, e-hükümet, e-ticaret gibi uygulamalarda geri kaldıkları
yönündedir. Özellikle kablosuz internet ve üçüncü kuşak mobil iletişim alanındaki
fırsatlardan bahsedilmekte ve bu yeni bilgi tabanlı ekonomide başarılı olmak aynı
zamanda dijital okur yazarlığın arttırılmasına, veri ve mahremiyetin korunmasına
bağlanmaktadır.276
4.3.3
Barselona Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 15 - 16 Mart 2002277
Barselona Başkanlık bildirisinde öne çıkan ilk husus Lizbon Stratejisi yardımıyla
Birliğin önemli gelişmeler kaydettiği ancak bazı alanlarda ilerlemelerin yavaş
kaldığıdır. Bu sebeple, bildiride yavaş ilerlemenin kaydedildiği alanlara ilişkin olarak
Strateji’nin basitleştirilmesine ve uygulanabilir politika araçlarıyla desteklenmesine
değinilmiştir.278
Bildiride öne çıkan önemli bir husus Birliğin sürdürülebilir büyüme üzerine
yoğunlaşmasıyla ilgilidir. Ekonomik, sosyal ve çevresel mülahazaların eşit şekilde
dikkate alınması ve bu alanlarda izlenecek politikaların Birliğin uzun dönemli
politikalarıyla uyumlu olması gerektiğine vurgu yapılmıştır.279 Aslında dikkat
edilirse, Lizbon Stratejisi’nin ilk halinde pek vurgulanmayan çevre, iklim değişikliği
ve sürdürülebilir büyüme gibi konuların zamanla daha fazla vurgulanmaya başlandığı
görülmektedir. Özellikle çevre ile ilgili mülahazaların ekonomik ve sosyal
mülahazalarla
eşit
tutulması,
çevre
meselesine
oldukça
önem
verildiğini
göstermektedir. Dahası bildiride, her türlü politikaya yönelik yapılan etki
değerlendirme analizlerine sürdürülebilir büyümenin de katılması, dolayısıyla
geçirilmiştir. Bu yeni eylem planıyla da genişband teknolojisinin hem kamuya hem de özel sektöre
ulaştırılması amaçlanmıştır. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Before i2010: eEurope initiative,
[23.08.2008], <http://ec.europa.eu/information_society/eeurope/2002/index_en.htm>.
276
Presidency Conclusions, Stockholm Avrupa Konseyi, 23-24 Mart 2001, s. 8.
277
Bu bölüm hazırlanırken büyük ölçüde Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Barcelona
Avrupa Konseyi, 15-16 Mart 2002 adlı metinden faydalanılmıştır. Metin için bkz., [20.06.2008],
<http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/71025.pdf>.
278
Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Barselona Avrupa Konseyi, 15-16 Mart 2002, s. 2.
279
Ibid., s. 4.
108
uygulanacak politikaların ekonomik ve sosyal konular yanında çevre üzerindeki
etkilerinin de ortaya çıkarılması istenmektedir.
i. Girişimcilik ve Rekabetçilik için Daha Elverişli Bir Ortamın Yaratılması
Lizbon Stratejisi’nin ilk halinde üzerinde önemle durulan bu konular her yıl yapılan
değerlendirme toplantılarında tekrar gündeme gelmektedir. Düzenleyici yasal
çerçevenin güçlendirilmesi için, hem üye ülkelerde hem de Birlik düzeyinde idari
yapının daha etkin ve basit hale getirilmesi tavsiye edilmekte ve diğer bildirilerde
olduğu gibi, bu bildiride de, düzenleyici çerçevenin girişimciliği ve yeni iş kurmayı
desteklemesi gerektiği belirtilerek, özellikle internetin tam ve etkin olarak
kullanılmasına atıf yapılmaktadır. Devlet yardımlarının azaltılması ve buradaki
kaynakların herkesin çıkarına olacak şekilde ekonomik ve sosyal uyum gibi daha
yatay konulara yönlendirilmesi ise ele alınan başka bir husustur. 280
Bildiride ek olarak, aktif refah devleti uygulamasına, işgücünün yaşanan ekonomik
ve teknolojik değişiklere karşı daha güçlü hale getirilmesine, iş kalitesinin, iş
sağlığının ve güvenliğinin arttırılmasına, daha çok ve daha iyi işler prensibine uygun
olarak tam istihdamın sağlanmasına, emeklilik sisteminin reforme edilmesine, düşükücret alanlar üzerindeki vergi yüklerinin kaldırılmasına, vergi politikasının istihdamı
teşvik edecek şekilde uygulanmasına, kadınlara yönelik ayrımcılığın kaldırılmasına
ve erken emeklilik uygulamasının azaltılmasına değinilmektedir.
Bildiride ayrıca
Lizbon Stratejisi bağlamında, mali piyasalarda entegrasyonun
derinleştirilmesine, Avrupa enerji, ulaştırma ve iletişim ağlarının entegre
edilmesine281 ve kamu hizmetinde kalitenin arttırılmasına değinilmektedir.282
Bu bildiride öne çıkan en önemli başlık bilgiye dayalı rekabetçi bir ekonomi283
kısmıdır. Bu kısımda, daha önceki hususlar tekrarlanmış olsa da bilgiye dayalı daha
280
Ibid., s. 7.
Ibid., s. 13.
282
Ibid., s. 18.
283
Ibid., s. 18.
281
109
rekabetçi bir ekonominin nasıl yaratılacağıyla ilgili önemli ipuçları bulunmaktadır.
Bilgiye dayalı bir ekonominin yaratılması için özellikle eğitim ve Ar&Ge konuları
öne çıkarılmaktadır. Eğitimle ilgili olarak, genel eğitim ve mesleki eğitim sisteminin
daha da güçlendirilmesi, diplomalarda şeffaflığın sağlanması, öğrencilerin temel
yeteneklerinin geliştirilmesi, erken yaşlarda en az iki yabancı dil öğretilmesi ve
bilgisayar kullanma kabiliyetinin geliştirilmesi konuları üzerinde önemle durulan
hususlardır.
AB’nin rakipleri ile rekabet edebilmek için daha fazla Ar&Ge harcaması yapması
gerektiği vurgulanan metinde, Ar&Ge konusuyla ilgili olarak bir takım hedefler
saptanmıştır.
Bunlar:284
•
2010 yılında Birlik Ar&Ge harcamasının toplam GSYĐH’nın %3’üne varması
ve bu alandaki harcamaların üçte ikisinin özel sektör tarafından yapılmasının
sağlanması;
•
Đş alemi ile bilimsel kurumlar arası ilişkilerin güçlendirilmesi;
•
Risk sermayesinin daha fazla kullanılması;
•
Fikri mülkiyet hakları konusunda ilerleme kaydedilmesidir.
Bildiride istihdam konusu hakkında öne çıkan husus daha önceki bildirilerde de
vurgulanmış olan yaşlanma meselesidir. Avrupa Đstihdam Stratejisi’nin yaşlanma
konusunu dikkate alması gerektiği belirtilen bildiride, bütün vatandaşlara kaliteli
işler sağlanmasına ve işgücü piyasalarında arz ve talebin dengede tutulması gereğine
dikkat çekilmektedir.285 Avrupa Đstihdam Stratejisi’nin hem emek arzını hem de
emek talebini iyileştirecek politikalar geliştirmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Đşgücü
284
285
Ibid., s. 20.
Ibid., s. 45.
110
arz ve talebi arasında bir dengenin sağlanması amacıyla, işgücü piyasalarının reforma
tabi tutulmasının ve modernize edilmesinin önemli olduğu belirtilmektedir. Ayrıca,
bu reformun sosyal güvenlik sistemini daha da güçlendireceği belirtilmektedir. Hayat
boyu öğrenmenin teşvik edilmesi, ki bilgi toplumuna geçiş için oldukça önemli bir
konu olarak ele alınmaktadır, ve bilgiye erişimin kolaylaştırılması öne çıkan diğer
hususlardır. Sonuç olarak bütün bu yapılacaklar hem yeni istihdam olanakları
yaratılmasına katkıda bulunacak, hem sosyal dışlama ve yoksullukla mücadeleye
katkı sağlayacak hem de sosyal güvenlik sistemini güçlendirecektir.286
Başta da belirttiğimiz üzere sürdürülebilir kalkınma veya büyüme konusu bu
bildiride üzerinde önemle durulan konulardan bir tanesi durumundadır. Konunun
Birlikle ilgili yönü önemli olmakla birlikte, bildiride dikkat çekilen bir diğer husus
konunun uluslararası yönüdür. Bu bağlamda, bildiride sürdürülebilir kalkınma ve
küreselleşme konusu beraber ele alınmış, bir takım küresel tehditlere değinilerek
önerilerde bulunulmuştur. 287 Bunlar:
•
Küresel yoksulluğun azaltılması, sosyal gelişmenin ve sağlığın teşvik
edilmesi;
•
Küreselleşmenin sürdürülebilir kalkınmayla uyumlu hale getirilmesi;
•
Üretim ve tüketim de sürdürülebilir bir patika yakalanması;
•
Doğal kaynakların korunması ve sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi;
•
Uluslararası sürdürülebilir kalkınma için adımlar atılması bu alanda yönetime
katılımın sağlanması;
•
Bütün bu alanlarda kapasite geliştirilmesi ve teknoloji paylaşımının
sağlanmasıdır.
286
287
Ibid., s. 46.
Ibid., s. 49.
111
4.3.4
Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 20 - 21 Mart 2003288
Bu bildiride Lizbon’un temel hedefleri olan dünyanın en rekabetçi ve dinamik bilgi
tabanlı ekonomisi olmak, sürdürülebilir ekonomik büyümeyi sağlamak, daha fazla ve
daha iyi iş olanakları yaratmak ve daha fazla sosyal uyum sağlamak konularına
vurgu yapılmaktadır. Çevresel sorunlar dikkate alınmadıkça ve doğal kaynaklar
korumadıkça sürdürülebilir kalkınmanın uzun vadede sağlanmasının imkansız olarak
gösterildiği
bildiride
Göteborg’de
kabul
edilen
Sürdürülebilir
Kalkınma
Stratejisi’ne289 atıf yapılmaktadır.
4.3.5
Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 25 - 26 Mart 2004290
Bildiride öncelikle, 2000 yılında uygulamaya konulan Lizbon Stratejisi’nin
sonuçlarının biraz karışık olduğu ve önemli ilerlemeler sağlanmasına rağmen, halen
ciddi eksikliklerin bulunduğu belirtilerek eğer 2010 yılı için belirlenen hedeflere
ulaşılmak isteniyorsa reformların daha da hızlandırılması gerektiği belirtilmektedir.
Reformların üye ülkeler seviyesinde hızlandırılması, ulusal performansların daha
dikkatlice izlenmesi ve en iyi uygulamalar ve örnekler konusunda bilgi paylaşımı
yapılması vurgulanan noktalar arasındadır. En aciliyetle vurgulanan konu ise, karar
verilen politika önlemlerinin Birlik seviyesinde uygulanabilmesi için bu kararların
kesin hedefler ya da araçlarla desteklenmesi gerektiğidir. Bildiride Lizbon
Stratejisi’nde alınan kararlarla ulusal mevzuatlar arasında hala ciddi açıkların olduğu
288
Bu bölüm hazırlanırken büyük ölçüde Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Brüksel Avrupa
Konseyi, 20-21 Mart 2003 metninden faydalınılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz., [21.06.2008],
<http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/75136.pdf>.
289
Haziran 2001 tarihinde, Göteborg’da toplanan Avrupa Konseyi’nde Komisyon tarafından sunulan
Daha Đyi Bir Dünya Đçin Sürdürülebilir Avrupa: Sürdürülebilir Kalkınma Đçin Avrupa Stratejisi
belgesi tartışılmış ve kabul edilmiştir. Temel amaç, Avrupa vatandaşlarının hayat kalitesini arttırmak,
iklim değişikliği, yoksulluk ve yükselen piyasalardan kaynaklanan tehditlerin ortadan kaldırılması
olmuştur. Bkz., Avrupa Komisyonu, A Sustainable Europe for a Better World: A European Union
Strategy for Sustainable Development (Commission proposal to the Gothenburg European Council)
[COM(2001) 264 final.
290
Bu bölüm hazırlanırken büyük ölçüde Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Brüksel Avrupa
Konseyi, 25-26 Mart 2004 metninden faydalınılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz., [21.06.2008],
<http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/79696.pdf>.
112
belirtilmekte ve üye ülkeler bu açığın kapatılmasına davet edilmektedir.291 Bununla
ilişkili olarak, hem Birlik hem de üye ülkeler bazında yapısal reformlara ihtiyaç
olduğu, bu reformlarla kaynak dağılımının daha etkin yapılarak ekonomik aktörlere
pozitif işaretler ve güven verilmesi gereğine işaret edilmektedir. 292
Bildiride, iç pazardan elde edilecek faydaların hala tam anlamıyla realize
olmadığından bahsedilmekte ve işgücü, sermaye, hizmetler ve ürün piyaslarının daha
da işlevsel hale gelebilmeleri için çaba sarfedilmesi gerektiği belirtilmektedir.
Özellikle, entegrasyonun tam olarak sağlanmadığı hizmetler sektöründe etkinliğin ve
entegrasyonun arttırılması, bu alanlarda daha fazla istihdam yaratılmasına çalışılması
ve
hasılanın
arttırılması
için
daha
fazla
rekabet
ortamı
yaratılmasına
değinilmektedir.293
Bu bildiride de yine diğer bildirilerde olduğu gibi;
•
Mali piyasalar için etkin bir tek Avrupa piyasasasının kurulması ve daha
fazla miktarda ama daha az maliyetli mali kaynakların oluşturulması;
•
Mali Hizmetler Eylem Planının294 eksik kalan yönlerinin tamamlanması;
•
Kurumsal yönetişim ve mali şeffaflık alanlarında ilerleme sağlanması;
•
Avrupa Bilgi Alanının yaratılmasına yönelik çabaların hızlandırılması;
•
Ar&Ge haramalarında özel sektörün veya iş aleminin teşvik edilmesi;
291
Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Brüksel Avrupa Konseyi, 25-26 Mart 2004, s.3.
Ibid., s. 4.
293
Ibid., s. 5.
294
Mali Hizmetler Eylem Planının amacı AB çapında mali hizmetler alanında mevcut engelleri
kaldırarak tek bir piyasa oluşturmaktır. Planın genel amacına paralel olarak, menkul değerler ve türev
varlıklar için ortak bir yasal yapının oluşturulması, AB çapında sermaye arttırımı önündeki engellerin
kaldırılması, sınırlar arası varlık ticaretine yönelik yasal güvencenin sağlanması gibi yan amaçları
bulunmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Financial Services Action Plan (FSAP), [15.08.2008],
<http://europa.eu/scadplus/leg/en/lvb/l24210.htm>.
292
113
•
Sürdürülebilir büyümenin sağlanması; tüketim ve üretimin çevre üzerindeki
olumsuz etkilerinin azaltılması;
•
Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması ve enerjide etkinliğin
sağlanması;295
•
Genel istihdam stratejisi bağlamında daha fazla insanın işgücü piyasalarına
çekilmesi;
•
Beşeri sermayeye yatırım yapılarak işgücünün kalitesinin arttırılması;
•
Ücret dışı işgücü maliyetlerinin azaltılması ve ücretlerle verimlilik arasında
bağ kurulması;
•
Đş güvenliği ve sağlığından taviz verilmeden esnek çalışma formlarına olanak
sağlanması;
•
Đşgücüne daha fazla insanın çekilmesinin sağlanması ve işgücüne dahil
olanların piyasalardan çekilmemesinin sağlanması için vergi ve diğer mali
unsurların çalışmayı teşvik edici hale getirilmesi konularına değinilmektedir.
Bunların dışında raporda; AB’nin ticaret ortaklarıyla arasındaki ilişkilerin
güçlendirilmesi, kamu maliyesinde uzun dönemli sürdürülebilirliğin sağlanması, AB
sanayinin
rekabet
gücünün
arttırılması
ve
sanayisizleşmeyle
mücadele
(deindustrialization) edilmesi hususlarına değinilmektedir.
295
Bu hususun çevre ve rekabet için oldukça önemli olduğu da belirtiliyor ve bu konuda AB çapında
enerji etkinliği hedef göstergelerinin oluşturulması isteniyor.
114
Gözden Geçirilmiş Yeni Lizbon Stratejisi: Başarısızlıklar ve Revizyon
4.3.6
Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 22 - 23 Mart 2005296
Lizbon Stratejisi’nin kabul edilmesinin üzerinden 5 yıl geçmiş olmasına rağmen, AB
genelinde istenilen hedeflere ulaşılamamış, dahası 2010 yılı için belirlenen hedefler
ulaşılması çok zor hale gelmişti. Dolayısıyla, 2005 yılına gelindiğinde Lizbon
Stratejisi ile hedeflenen bir çok amacın gerçekleşmediği görülmüş ve bunun üzerine
Lizbon Stratejisi yenilenerek özellikle büyüme ve istihdam üzerine yoğunlaşılmıştır.
Bildiriye göre, Strateji’den beş yıl sonra ortaya çıkan sonuçlar biraz karışık
gözükmektedir. Bazı alanlarda önemli ilerlemeler sağlanmasına rağmen hala bazı
sıkıntılar, gecikmeler ve eksiklikler bulunmaktadır. Bu sebeple Lizbon Stratejisi’nin
tekrar ele alınarak bazı değişikliklerin yapılması gerekmektedir. Bilindiği üzere
Strateji’nin temel olarak ekonomik, sosyal ve çevresel olmak üzere üç temel ayağı
bulunmaktadır.
Yenilenmiş Lizbon Stratejisi’nin ilk defa ortaya konduğu bu bildiride Lizbon
Stratejisi ile ilgili olarak şu konular tartışılmıştır:
•
Lizbon Stratejisi’nin gözden geçirilmesi;
•
Sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması;
•
Đklim değişikliği;
Bildiride Strateji’nin bundan sonraki aşamasında poltika koordinasyonunun önemli
olduğu belirtilmekte ve parlemento, bölgesel ve yerel idareler ile sivil toplumun
sürece daha aktif olarak dahil edilmeleri tavsiye edilmektedir.
296
Bu bölüm hazırlanırken büyük ölçüde Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Brüksel Avrupa
Konseyi, 22-23 Mart 2005 metninden faydalınılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz.,
<http://ue.eu.int/ueDocs/cms_Data/docs/pressdata/en/ec/84335.pdf >.
115
Yeni Strateji’de %3’lük Ar&Ge hedefi yine korunmakta ve bu hedefin gerçekleşmesi
için çeşitli vergi teşviklerinin sağlanması, araştırma kurumlarının ve üniversitelerin
modernize edilmesi ve kamu yatırımlarının daha çok Ar&Ge alanına kaydırılması
önerilmektedir. Ar&Ge alanında bildiride geçen bir diğer yenilik ise, Avrupa
Araştırma Konseyi’nin297 (European Research Council) kurulması ile ilgilidir. Üye
ülkelere kendi karakteristiklerine göre yenilik politikaları geliştirmeleri tavsiye
edilmektedir.298
Bu alanda Konsey şunları önermektedir:
•
Yenilik üreten KOBĐ’ler için destek mekanizmasının geliştirilmesi;
•
Yüksek teknoloji ile işe başlamaların teşvik edilmesi;
•
Üniversite ve iş alemi arasında güçlü ortaklıkların kurulması;
•
Risk sermayesine ulaşımın kolaylaştırılması;
•
Yenilik üreten merkezler arasında işbirliğinin arttırılması;
•
Avrupa Teknoloji Enstitüsü’nün299 kurulması;
•
Avrupa Yatırım Bankası’nın Ar&Ge faaliyetlerine destek sağlaması;
297
Avrupa Araştırma Konseyi’nin temel amacı bilimsel mükemmeliğin teşvik edilmesi ve bu
bağlamda yaratıcı bilim adamlarının, öğretim görevlilerinin, mühendislerin desteklenmesi ve risk
almalarının sağlanmasıdır. Avrupa Araştırma Konseyi temel olarak ulusal araştırma destek fonlarını
tamamlamak üzere oluşturulmuştur. Avrupa Birliği Yedinci Araştırma Çerçeve Programına dahildir.
Daha ayrıntılı bilgi için bkz. [11.08.2008], <http://erc.europa.eu/index.cfm>.
298
Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Brüksel Avrupa Konseyi, 22-23 Mart 2005, s. 5.
299
Đlk defa 2005 yılında ortaya atılan Avrupa Teknoloji Enstitüsü kurulma fikri ancak 2008 yılında
hayata geçirilebilmiştir. Tam adı Avrupa Yenilik ve Teknoloji Enstitüsü (AYTE) - (The European
Institute of Innovation and Technology - EIT) küreselleşme ile ortaya çıkan tehditlerle mücadele
edebilmek için her türlü yeniliği ve teknolojik gelişimi desteklemeyi amaçlamaktadır. Avrupa Yenilik
ve Teknoloji Enstitüsü Yüksek Öğrenim, Araştırma ve Yenilik Geliştirme’den oluşan ve “Bilgi
Üçgeni” olarak tanımlanan bu üç alan arasında entegre bir yapı oluşturmaya çalışmaktadır. Bunun
dışında iş aleminde yeniliğin teşvik edilmesi, yüksek öğrenimde kalitenin arttırılması, bilgi ve
teknoloji alanında AB için stratejik hedeflerin belirlenmesi gibi yan amaçlara da sahiptir. Daha
ayrıntılı bilgi için bkz. [19.08.2008], <http://ec.europa.eu/eit/backg_en.htm>.
116
•
Teknolojinin mümkün olduğunca her yerde daha fazla kullanılmasının
sağlanması;
Bütün bunların yanında Konsey üretilen yenilik ve teknolojinin çevreyle de uyumlu
olması gerektiğini belirtmekte, eko-yenilik (Eco-innovation) ve eko-teknoloji (Ecotechnology) gibi kavramlardan bahsetmektedir.300 Dahası Konsey eko-yenilik ve
eko-teknoloji gibi alanlarda önemli ihracat pazarlarının bulunduğuna dikkat
çekmekte ve bu pazarın gelişmesinin büyüme ve istihdam üzerinde önemli pozitif
etkilerde bulunacağını belirterek, üye ülkeler ile Komisyon’u bu alanda bir eylem
planı hazırlamaya davet etmektedir.
i.
Çalışma ve Yatırım için Cazip Bir Alan Oluşturulması
Yenilenmiş bildiride öne çıkan hususlardan bir tanesi de çalışma hayatının ve yatırım
ortamının
reforma
tabi
tutulmasıyla
ilgilidir.
Bu
anlamda
Đç
Pazarın
tamamlanmasının hızlandırılması, hizmetler alanında tam entegrasyon için adımlar
atılması, aktif bir rekabet politikası oluşturulması, devlet yardımlarının azaltılması,
buradan elde edilecek fonların daha çok yenilik alanlarına ve beşeri sermayenin
geliştirilmesine harcanması gibi konular öne çıkmıştır. Bilindiği üzere Lizbon
Stratejisi’nde en fazla önem verilen konulardan bir tanesi de KOBĐ’lerin teşvik
edilmesi ve bunların daha fazla yenilik üretmelerinin sağlanmasıdır. Yenilenmiş
Strateji’de de bu konu yine aynı önemini korumakta ve KOBĐ’lerin teşvik edilmesi,
bunların mikro kredilere ulaşımlarının kolaylaştırılması ve bürokraside KOBĐ’lere
yönelik kırtasiyeciliğin azaltılması ele alınan konular arasındadır.
ii.
Sosyal Uyum için Büyüme ve Đstihdamın Sağlanması
Yenilenmiş Stratejide sosyal uyum ve içermenin sağlanması aktif refah devleti
uygulamasına uygun olarak büyüme ve istihdam yaratılmasına bağlanmaktadır.
Bilindiği üzere, aktif refah devleti uygulamasında Birlik işsizlere ve ihtiyacı olanlara
karşılıksız yardım yapmaktan ziyade bu gruplara meslek edindirmeyi, ekonomik
300
Avrupa Konseyi (2005), op. cit., s. 6.
117
gerekliliklere göre bu grupları yetenek sahibi yaparak onlara istihdam sağlamayı
tercih etmektedir. Bu bağlamda Konsey, istihdamın arttırılmasını, çalışma yaşam
süresinin uzatılmasını301, sosyal güvenlik sisteminde reform yapılmasını, herkese iş
sağlanmasını, daha fazla kişinin işgücü piyasalarına çekilmesini, işgücünün değişen
şartlara adapte olmasının kolaylaştırılmasını, AB’nin en önemli serveti olan beşeri
sermayeye yatırım yapılmasını, kadın ve erkek işgücü için eşit fırsat ortamının
yaratılmasını, hem işgücü hem de iş alemi için daha fazla sözleşme çeşitliliğinin
sağlanmasını ve hayat boyu öğrenmenin teşvik edilmesini tavsiye etmektedir.
Bu bildiride öne çıkan önemli hususlardan bir tanesi AB’de yaşanan demografik
değişim ve gençlerin topluma daha fazla entegre edilmesiyle ilgilidir. Bildirinin
eklerinden olan Avrupa Gençlik Paktı (AGP) (European Youth Pact)302 kısmında
AB’de yaşanan yaşlanma sorununun çözümü ve Lizbon Stratejisi’nin daha da
etkinleştirilmesi için gençlere yönelik genel eğitimin ve mesleki eğitimin kalitesinin
arttırılması, gençlerin harketliliklerinin teşviki ve sosyal içermenin daha da
etkinleştirilmesi konularına değinilmektedir.303
Gençler için istihdam, entegrasyon ve sosyal içerme ile ilgili olarak şu tavsiyelerde
bulunulmaktadır:
•
Gençlerin işgücüne entegrasyonunu sağlayacak politikaların geliştirilmesi;
•
Gençlere yönelik istihdam fırsatlarının arttırılması;
301
Çalışma yaşam süresinin uzatılmasından kast edilen şey, işgücü hayatının daha uzun bir kısmının
çalışılarak geçirilmesidir. Burada günlük çalışma süresinin uzatılması kastedilmemektedir.
302
Avrupa Gençlik Paktı (European Youth Pact) 2005 yılında Konsey tarafından ortaya atılmıştır ve
temel olarak gençlerin temel eğitimini ve mesleki eğitimini iyileştirmeyi, hareketliliklerinin
arttırılmasını ve sosyal içermenin sağlanmasını hedeflemektedir. Komisyon tarafından bu konuyla
ilgili olarak 30 Mayıs 2005 tarhinde COM(2005) 206 nolu bir tebliğ çıkarılmış ve tebliğde genel
olarak gençler arasında istihdamın arttırılması, sosyal içermenin sağlanması, gençlerin sosyal
gelişimlerinin arttırılması, genel eğitim ve mesleki eğitim konularında geliştirmeler yapılması,
gençlerin hareketliliklerinin arttırılması ve aile hayatı ile iş hayatı arasında dengenin sağlanması gibi
konular öne çıkarılmıştır. Bu konuda daha arıntılı bilgi için bkz. European Youth Pact, [22.08.2008],
<http://europa.eu/scadplus/leg/en/cha/c11081.htm>. ve Avrupa Komisyonu, Communication from the
Commission to the Council on European Policies Concerning Youth Addressing the Concerns of
Young People in Europe – Implementing the European Youth Pact and Promoting Active Citizenship
COM(2005) 206 final Brüksel, 30.05.2005,
<http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=COM:2005:0206:FIN:EN:PDF>.
303
Avrupa Konseyi (2005), op. cit., s. 16.
118
•
Özellikle yoksulluk içinde olan ve savunmasız olan gençlerin sosyal içerme
programları ile entegrasyonlarının teşvik edilmesi;
•
Đş veren ve iş çevrelerinin gençlere yönelik konularda sosyal sorumluluk
almalarının sağlanması ve teşvik edilmesi;
•
Gençlerin girişimci özelliklerinin desteklenmesi ve yeni girişimci gençlerin
ortaya çıkmasının teşvik edilmesi;
Genel eğitim, mesleki eğitim ve mobilite ile ilgili olarak ise şu tavsiyelerde
bulunulmaktadır:
•
Okuldan erken ayrılmaların azaltılması;
•
Gençlerin yeteneklerinin bilgi ekonomisine yönelik olarak geliştirmesi;
•
Gençlerin farklı ülkelerde çalışmalarının desteklenmesi ve teşvik edilmesi;
•
Gençlerin mekansal hareketliliklerinin desteklenmesi;
•
Araştırmacılar için Marie Curie Programının304 hızlandırılması;
•
Gençlere yönelik politikalarda üye ülkeler arası işbirliğinin daha da
geliştirilmesi.
Đş hayatı ve aile hayatı arasında uyum sağlanması konusuyla ilgili olarak ise305
•
Çoçuk bakım ağlarının genişletilmesi;
304
Marie Cure Programı (Marie Curie Actions) bireysel araştırmacılara başka ülkelerdeki bilimsel
araştırma gruplarında yer alma imkanı vermektedir. Programın esas amacı bilimle uğraşan insanların
ülkeler arasında daha mobil hale getirilmeleridir. Program hakkında daha detaylı bilgi ve programın
bileşenleri
için
bkz.,
[15.08.2008],
<http://ec.europa.eu/research/fp6/mariecurieactions/indexhtm_en.html>
305
Presidency Conclusions, Brüksel Avrupa Konseyi, 22-23 Mart 2005, ss. 16-17.
119
•
Çalışma hayatı ile aile hayatı arasında bir dengenin sağlanması ve bu konuyla
ilgili tarafların sorumluluk almalarının sağlanması;
•
4.3.7
Çocuk yapmaya ve yetiştirmeye uygun politikaların oluşturulması;
Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 23 – 24 Mart 2006306
Özellikle Ortadoğu’da yaşanan istikrarsızlıklar sonucu enerji arz güvenliğinin
tehlikeye girmesi AB’yi uluslararası ekonomik konjoktüre daha duyarlı hale
getirmiştir. Her ne kadar Lizbon Stratejesi daha çok AB içinde yapılacak ekonomik
ve sosyal reformlara yoğunlaşmış olsa da küresel koşullar Stratejinin başarıya ulaşıp
ulaşmaması açısından oldukça önemlidir. Bu sebeple, 2006 yılı bildirisinin giriş
kısmında Avrupa Birliği’nin dış kaynaklı yoğunlaşmış rekabet, yaşlanan bir nüfus
yanında bölgesel istikrarsızlıklardan kaynaklanan yüksek enerji fiyatlarıyla karşı
karşıya bulunduğu belirtilmektedir.307
Bildiride, 2005-2007 yıllarını kapsayan dönemde AB’nin 6 milyonluk yeni istihdam
yaratmayı planladığı belirtilmekte, ancak bundan sonra yaratılacak istihdamın daha
çok potansiyel büyümeyi ve verimliliği arttırmaya bağlı olduğuna dikkat
çekilmektedir.308 Bildiride nüfusun yaşlanması, istihdamın ve rekabet gücünün
arttırılması gibi konulara dikkat çekilmekte ve bu alanlarda ilerleme kaydedilmesi
için uygun makroekonomik politikaların ve üretici ve tüketici güveninin arttırılması
konularının önemine değinilmekte ve bu alanda üye ülkelerin hazırladıkları Ulusal
Reform Programlarına (URP)- (National Reform Programmes - NRPs) - dikkat
çekilmektedir. Aslında bu bildiride en fazla öne çıkan husus politika koordinasyonu
ve üye ülkelerin Stratejinin hedeflerine yönelik URP’lere daha fazla önem
vermelerinin sağlanmasıdır. Bu programların, daha ayrıntılı olmaları, belli hedeflere
yoğunlaşmaları ve bir takvim ortaya koymaları gerektiği ifade edilmektedir.309
306
Bu bölüm hazırlanırken büyük ölçüde Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Brüksel Avrupa
Konseyi, 23-24 Mart 2006 metninden faydalanılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. [22.06.2008],
<http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/89013.pdf >.
307
Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Brüksel Avrupa Konseyi, 23-24 Mart 2006, s. 2.
308
Ibid., s. 2.
309
Ibid., s. 3.
120
Avrupa vatandaşlarının Lizbon Stratejisi sürecine daha aktif şekilde katılmalarının
sağlanması amaçlanan bir diğer hedeftir.
Bildiride de, üye ülkelerin kamu harcamalarını daha çok Ar&Ge ve yenilik üretimine
ayırmaları, Avrupa Yatırım Bankası’nın Ar&Ge’yi teşvik etmesi ve bu konuda fon
sağlaması
ve özel sektör Ar&Ge harcamalarının üye ülkeler tarafından teşvik
edilmesi üzerinde önemle durulan hususlar arasındadır.
Bu bildiride, Yenilenmiş Lizbon Stratejisinin hedeflenen amaçlara ulaşması için bir
takım öncelikli eylem alanları belirlenmiş ve öncelikle bu alanlarda ilerlemeler
sağlanması istenmiştir. Bunlar:
i.
Bilgi ve Yeniliğe Daha Fazla Yatırım Yapılması
Bu başlık altında, cazip endüstri ve iş alanları oluşturulmasına310, araştırmacılar için
tek, açık ve rakabetçi bir işgücü piyasası yaratılmasına, araştırmacıların iş
koşullarının iyileştirilmesine, Ar&Ge, yenilik sistemleri ve iş ortamı arasındaki
ilişkilerin
güçlendirilmesine,
genel
eğitim
ve
mesleki
eğitimin
daha
da
geliştirilmesine ve buralara yatırım yapılmasına, üniversitelerin özel fonlara
ulaşımlarının kolaylaştırılmasına ve son olarak kamu özel sektör ortaklığının
önündeki engellerin kaldırılmasına değinilmiştir.
ii.
KOBĐ’ler de Dahil Olmak Üzere Đş Aleminin Potansiyelinin
Arttırılması
Bu kısımda ise, özellikle KOBĐ’ler için yatırımlara uygun bir ortamın yaratılmasına,
KOBĐ’ler için kapsamlı bir destek politikasının oluşturulmasına, önce küçük düşün
310
Cazip iş ve endüstri alanlarının oluşturulması ekonomik büyüme açısından oldukça önemlidir.
Bunun gerisinde ise, bu iş alanları sayesinde yatırımcılara daha iyi alt yapı imkanlarının
sunulabilmesi, iş gücü gibi üretim faktörlerine daha kolay ulaşılabilmesi, yetenekli işgücüne erişimin
kolaylaşması, firmalar arası ilişkilerin gelişmesi, dışsal ekonomilerin ortaya çıkması gibi bir çok unsur
sayılabilir. Yapılan araştırmalarda, belli sektördeki firmaların belli bölgelerde kümelenmelerinin hem
o sektörü büyüttüğü hem de ekonomik büyümeye önemli katkılar sağladığı ortaya konmuştur. Bu
konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Piero Morosini (2004), Industrial Clusters, Knowledge
Integration, and Performance, World Development, Vol. 32, No. 2, ss. 305–326.
121
("think small first") ilkesinin bir rehber haline getirilmesine, özellikle KOBĐ’lere
yönelik olarak, iş kurma süresinin azaltılmaya çalışılmasına, işe başlama
maliyetlerinin mümkün olduğunca aşağıya çekilmesine, tam olarak entegre olmuş bir
mali sistemin kurularak yatırımlar için fonlara ulaşımın kolaylaştırılmasına ve son
olarak özellikle KOBĐ’lerin kredi ağlarına kolayca ulaşmalarının sağlanmasına
değinilmiştir.
iii.
Öncelikli Alanlarda Đstihdamın Arttırılması
Đstihdamla ilgili olarak, daha fazla kişinin işgücü piyasalarına çekilmesine, işgücü
arzının arttırılarak arz ve talep arasında bir denge sağlanmasına, sosyal güvenlik
sisteminin modernize edilmesine, şirketlerin ve işgücünün yeni şartlara kolay adapte
olmalarının sağlanmasına, beşeri sermayeye yatırım yapılmasına, işgücünün
yeteneklerinin geliştirilmesine, iş süreçlerinin daha iyi organize edilmesine ve
çalışma hayatında kalitenin arttırılmasına değinilmektedir.
Bildiride ayrıca gençler ile ilgili konular ele alınmış ve gençler arasında işsizliğin
azaltılmasına yönelik olarak 2010 yılı için şu hedefler ortaya konmuştur:
•
Gençler arasında okuldan erken ayrılmaların %10 seviyesine çekilmesi;
•
22 yaşında olanların %85’inin yüksek tahsil (upper secondary education)
yapmalarının sağlanması;
•
2007’nin sonunda okulu erken yaşta bırakanlara istihdam olanaklarının
sağlanması.
Bildiride bunlara ek olarak, yaşlı işgücünün istihdam edilmesinin teşvik edilmesi,
istihdam süreçlerinde kadın erkek eşitliğinin sağlanması ve rekabetçilik, istihdam ve
sosyal güvenlik arasındaki pozitif bağların iyi değerlendirilmesi gerektiği konularına
değinilmiştir.
122
Bildiride özgün olan husus, Komisyon tarafından önerilen Küreselleşmeye Uyum
Fonu’nun (The European Globalisation Adjustment Fund)311 1 Ocak 2007 tarihinden
itibaren uygulamaya geçirilmesine karar verilmiş olmasıdır. Fon’un amacı
küreselleşme ile ortaya çıkan yapısal dönüşümlere işgücünü ve iş alemini adapte
etmeye çalışmaktır.
Bildiride son olarak enerji tasarrufu, enerji arz güvenliği ve enerji çevre ilişkileri
bağlamında enerji konusuna yer ayrılmış ve enerji arz güvenliğinin sağlanmasına,
enerji piyasasında rekabetçiliğin arttırılmasına ve sürdürülebilir çevre konularına
değinilmiştir.
4.3.8
Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 8 – 9 Mart 2007312
Lizbon Stratejisi’nin ele alındığı bu bildiride, Konsey tarafından şu öneriler
yapılmaktadır:
•
Đç pazarın ve rekabetçiliğin güçlendirilmesi;
•
AR&GE ve yatırım ve yenilik için daha uygun bir ortamın sağlanması;
•
Nitelikli işgücü yetiştirilmesi ve nitelikli istihdam olanaklarının sağlanması;
•
Sosyal uyum konusuna daha fazla önem verilmesi;
•
Sürdürülebilir bir enerji ve iklim politikasının geliştirilmesi;
311
2007’de işlevselleşen bu fon temel olarak küreselleşme kaynaklı dönüşümlerden olumsuz olarak
etkilenen işgücüne yardım etmek için kurulmuştur. Đş bulma yardımları, mesleki rehberlik, işgücünün
bilgi ve iletişim teknolojileri konusunda eğitilmesi, girişimciliğin teşvik edilmesi, kendi işini
kurmanın özendirilmesi, hayat boyu öğrenmenin teşviki, işgücüne iş arama sürecinde yardımlar
yapılması, dezavantajlı veya yaşlı işgücüne destek sağlanması, bu insanların tekrar işgücü piyasalarına
dönüşlerinin sağlanması fonun temel amaçlarıdır. Fon esas olarak ulusal otoriteler tarafından sağlanan
desteğin tamamlayıcısı durumundadır. Fon pasif refah devleti uygulaması içine giren destek çeşitlerini
kullanmamaktadır. Daha ayrıntılı bilgi için bkz., The European Globalisation Adjustment Fund
(EGF), [18.08.2008], <http://ec.europa.eu/employment_social/egf/index_en.html>.
312
Bu bölüm hazırlanırken büyük ölçüde Presidency Conclusions, Brüksel Avrupa Konseyi, 8- 9 Mart
2007 metninden faydalınılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. [21.06.2008],
<http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/93135.pdf>.
123
Bildiride son bildirilerde olduğu gibi enerji konusu öne çıkmakta ve entegre edilmiş
bir iklim ve enerji politikasının geliştirilmesi istenerek şu öneriler yapılmaktadır:
•
Enerji arz güvenliğinin sağlanması;
•
Avrupa ekonomilerinde özellikle enerji sektörüne yönelik olarak rekabet
ortamının korunması ve geliştirilmesi;
•
Çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması ve iklim değişikliği ile mücadele
edilmesi;
Diğer bildirilerde olduğu gibi bu bildiride de emeklilik ve sağlık sistemi açısından
kamu maliyesinin sürdürülebilir bir çerçeveye kavuşturulması, kamu açıklarının
azaltılarak verimlik ve istihdamın arttırılmaya çalışılması, iç pazarın dört
özgürlüğünün güvence altına alınması ve daha da geliştirilmesi, iç pazarın tam ve
etkin çalışması için açık ve uyumlu AB düzenleme kurallarının geliştirilmesi, çok
taraflı ticari ilişkilerin geliştirilmesi, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) – (WTO - World
Trade Organization) sisteminin güçlendirilmesi, hızlı büyüyen yükselen piyasalara
AB firmalarının ulaşımının kolaylaştırılması ve bu piysalardaki ürün sahteciliğiyle
mücadele edilmesi konularına değinilmiştir.
4.3.9
Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 13 – 14 Mart 2008
2005 yılında ortaya konan Yenilenmiş Lizbon Stratejisi’nden sonraki en önemli
Konsey toplantısı 13-14 Mart 2008 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen toplantıdır.
Bu toplantıda hem Lizbon Stratejisi’nde gelinen son noktaya değinilmiş hem de
bundan sonrası için önemli yeni önerilerde bulunulmuştur. Dahası, 2008-2010
yıllarını kapsayan bir program kabul edilmiştir. 2008-2010 dönemini kapsayan
programda öne çıkan en önemli husus üye ülkeler arasında bilgi alışverişinin ve
politika koordinasyonun güçlendirilmesidir.
124
2008-2010 dönemini kapsayan yeni hedeflerin temel önceliğinin uygulamayla ilgili
olacağı belitilmekte ve bu çerçevede Avrupa Konseyi şu önerilerde bulunmaktadır:
•
Üye ülkeler arasında en iyi uygulamalar konusunda bilgi alışverişinde
bulunulması;
•
Avro bölgesinde etkili bir koordinasyonun sağlanması ve Açık Koordinasyon
Metodundan mümkün olduğunca faydalanılması;
•
Sorumlu ortakların Lizbon Strateji’sine katılımının daha da güçlendirilmesi;
•
Yerel ve bölgesel birimlerin sürece daha etkin katılımlarının sağlanması
büyüme ve istihdam yaratılması açısından önemli olup; Lizbon Stratejisi’ne
her seviyede sahip çıkılmasının sağlanması;
•
Ekonomik, sosyal ve bölgesel uyumun daha da güçlendirilmesi;
•
Uzun dönemli kazançların ortaya çıkması için makroekonomik istikrarın
sağlanmasına önem verilmesi;
•
Kamu maliyesinin kalitesinin arttırılması ve bu anlamda kamu gelir ve
harcamalarının etkinlik ve etkililiğinin arttırılması, kamu idaresinin
modernize edilmesi ve kamu harcamalarının verimlilik, yenilik ve istihdamı
teşvik edecek şekilde kullanılması;
•
Avrupa’nın sosyal yönünün ihmal edilmemesi;
Konsey yukarıda sayılan prensipler ışığında, rekabetçilik, çevre, ekonomik ve sosyal
politika ve eğitim konuları ile ilgili olarak ise şu ek tavsiyelerde bulunmaktadır:
125
i.
•
Yenilik ve Bilgiye Yatırım Yapılması
Öncelikle üye ülkeler, AR&GE konusundaki hedeflere nasıl ulaşılacağıyla
ilgili olarak Ulusal Reform Programı hazırlamaya çağrılmaktalar;
•
GALILEO, AYTE (EIT), Avrupa Araştırma Konseyi, Risk Paylaşımlı
Finansal Hizmetler, Ortak Teknoloji Girişimi gibi anahtar projelerin
geliştirilerek etkin bir şekilde uygulanması;
•
Bilimsel elektronik altyapının ve hızlı internete erişimin güçlendirilmesi ve
kullanılması;
•
2010 yılına kadar bütün okullara hızlı internet erişiminin götürülmesi;
•
AB çapında bir risk sermayesi pazarının oluşturulması ve yenilikçi firmaların
mali olarak desteklenmesi; (Avrupa Yatırım Bankası bu noktada anahtar rol
oynayabilir denilmektedir.)
•
Bilim-endüstri arası ilişkilerin güçlendirilmesi, dünya çapında yenilik
bölgelerinin oluşturulması ve bölgesel endüstri alanlarının ve ağlarının
geliştirilmesi (development of regional clusters and networks);
•
Araştırma ve geliştirme alanlarında ortak projelerin desteklenmesi;
•
Üniversitelerin iş alemiyle ortaklıklar geliştirmelerinin sağlanması, bu yönde
atılan adımların kolaylaştırılması ve ayrıca üniversitelerin özel fonlardan da
yararlanmalarının sağlanması;
Modern ve rekabetçi br ekonomi olabilmek için üye ülkelerin, beşinci özgürlük (fifth
freedom) olarak tarif edilen bilginin serbest dolaşımı önündeki engelleri kaldırmaları
gerektiği ifade edilerek, şu hususlara dikkat çekilmektedir:
126
•
Araştırmacıların, bilim insanlarının, eğitim ve öğretim görevlilerinin ve
öğrencilerin sınırlar arası hareketliliklerinin kolaylaştırılması;
•
Avrupa araştırmacıları işgücü piyasasının daha açık ve rekabetçi hale
getirilmesi, araştırmacılara daha iyi kariyer olanaklarının sağlanması;
•
Yüksek öğrenim reformuna devam edilmesi;
•
Kamu araştırma kurumlarında fikri mülkiyet haklarının garantiye alınarak,
mümkün olduğunca sanayiye bilgi akışının kolaylaştırılması;
•
Bilgiye ve yeniliklere ulaşımın kolaylaştırılması;
•
Bilimsel mükemmeliğin teşvik edilmesi;
•
Dünya çapında yeni kuşak araştırma birimlerinin kurulması;
•
Đşgücü niteliklerinin karşılıklı olarak tanınmasının teşvik edimesi;
ii.
Đş Aleminin ve Özellikle KOBĐ’lerin Potansiyellerinin Açığa
Çıkartılması
Bildiride, Tek Pazarın küreselleşen bir dünya ekonomisinde rekabetçiliğin
arttırılması ve AB vatandaşlarının daha iyi hayat koşullarına sahip olması
bakımınından sürükleyci bir güce sahip olduğu belirtilmekte ve Tek Pazarın daha da
geliştirilmesi için şu önerilerde bulunulmaktadır:
•
Sermayenin, işçilerin, malların ve hizmetlerin serbest dolaşımı önündeki
engellerin kaldırılmaya devam edilmesi;
•
Enerji ve elektronik iletişim gibi alanlarda rekabetin arttırılması, uygun ve
yeterli bir düzenleyici çerçevenin oluşturulması;
127
•
Hizmetler alanında Tek Pazarın yaratılması için hizmetler sektörü ile ilgili
direktifin uygulamaya sokulması, bu alanda daha da ileri gidilmesi için
elektronik hizmetlerden daha fazla faydalınılması.
Bildiride hem iş ortamının iyileştirilmesi hem de KOBĐ’ler için daha uygun gelişme
koşullarının yaratılması için tavsiyeler yapılmıştır. KOBĐ’lerin AB ekonomisinin
temel unsurlarından birini oluşturduğu söylenen bildiride bu işletmelerin büyüme ve
istihdama daha fazla kakı yapmalarının sağlanması için şunlar önerilmektedir:313
•
AB mevzuatından kaynaklanan idari maliyetlerin 2012 yılına kadar %25
azaltılması ve daha iyi bir düzenleyici çerçevenin geliştirilmesi;
•
Düzenleyici etki analizi konusunda AB kurumlarının kapasitelerinin
geliştirilmesi;
•
KOBĐ’ler için daha iyi bir düzenleyici çerçevenin sağlanması, önce küçük
düşün mantığının geliştirilmesi ve KOBĐ’lerin rekabetçiliklerinin ve
büyümelerinin teşvik edilmesi;
•
Araştırma yapan, yenilikçi ve özellikle yüksek büyüme potansiyeline sahip
KOBĐ’lerin desteklenmesi;
•
KOBĐ’lerin AB mali araçlarını da içeren, mali kaynaklara ulaşımlarının daha
da kolaylaştırılması;
313
•
KOBĐ’lerin kamu alımlarına katılımlarının desteklenmesi;
•
Yenilikçi KOBĐ’lerin belli bölgelerde kümelenmelerinin teşvik edilmesi.
Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Brüksel Avrupa Konseyi, 8- 9 Mart 2007, ss. 7-8.
128
Bu bildiride dikkat çeken hususlardan birisi de uluslararası ekonomik ortama ve bu
ortamda istikrarın sağlanmasına atıfta bulunuyor olunmasıdır. Aslında, özellikle
2007 yılından bu yana yaşanan küresel mali istikrarsızlık ve bunun dünya ekonomisi
üzerindeki etkisi göz önüne alındığında bu konunun gündeme getirilmesi oldukça
önemlidir. Lizbon Stratejisi’nin hedeflerine ulaşması AB içinde atılan adımlara bağlı
olduğu kadar dünya ekonomisindeki gelişmelere de bağlıdır. Dünya ekonomisinde
yaşanacak uzun süreli bir istikrarsızlık Lizbon hedeflerinin gerçekleştirilmesini de
zorlaştıracaktır şüphesiz.
Bu anlamda açık piyasaların ve sağlıklı bir ortamın büyüme ve istihdama yardımcı
olacağının belirtildiği raporda, uluslararası sistemin daha etkin çalışması için bir
takım önerilerde bulunulmaktadır. Bunlar:314
•
AB’nin hem kendisi hem de ticari ortakları için büyüme ve istihdam
yaratacak serbest ticaretin ve açık ekonominin teşvik edilmesi;
•
Çok taraflı ticari sistemin iyileştirilmesi;
•
Önemli ticari ortaklarla ikili ticari anlaşmaların tamamlanması ve özellikle
komşu
ve
üye
ülkelerle
olan
ekonomik
enregrasyonun
daha
da
güçlendirilmesi;
•
Enerji ve stratejik ham maddelerin arz güvenliğinin sağlanması;
•
Özellikle
yükselen
ekonomilerle
ticari
ve
ekonomik
ortaklıkların
geliştirilerek, karşılıklı faydaya dayanan stratejik ortaklıklar kurulması;
•
Ticari ortaklarla beraber işbirliğinin geliştirilerek hem AB’nin hem de ortak
ülkelerin çıkarına olacak şekilde ortak standartların geliştirilmesi.
314
Ibid., s. 8.
129
iii.
Đşgücü Piysalarının Modernleştirilmesi ve Đnsanlara Yatırım
Yapılması
Bildiride özellikle bilgi tabanlı ekonomiye geçiş tekrar vurgulanmakta ve buna bağlı
olarak araştırma-eğitim-yenilik arasındaki ilişkiye, bunun ekonomik büyüme ve
istihdam üzerindeki etkisine ve bütün bunlarla ilişkili olarak Avrupa sosyal
sisteminin güçlendirilmesine dikkat çekilmekte ve yenilenmiş strateji için bazı
önerilerde bulunulmaktadır.
Bu önerilere geçmeden önce raporun bu kısmında dikkat çekilen hususlara
değinmekte fayda bulunmaktadır. Raporda, diğer raporlarda olduğu gibi fakirlik ve
sosyal dışlama ile mücadeleden bahsedilmekte ve bu gibi sorunlarla mücadelede en
iyi yolun da yine diğer raporlarda olduğu gibi istihdam sağlanması olduğu dile
getirilmektedir. Ayrıca, özellikle teknolojik değişim ve küreselleşme sonucu
meydana gelen yapısal değişimlere karşı işgücünü hazırlamak ve nitelik açıklarını
kapatmak önem verilen diğer konular arasındadır. Bu rapordaki esas farklılık ise göç
ve göçmenlerin entegrasyonuna önem verilmesi konusudur.
Bu kısımda, yenilenmiş strateji için şu öneriler sıralanmaktadır:
•
Yeterince okuma yazma bilmeyen ve okulu erken yaşta terk eden gençlerin
sayılarının azaltılması;
•
Göçmen kökenli olan veya en savunmasız kesimden gelen gençlerin öğrenme
kapasitelerinin geliştirilmesi;
•
Özellikle az yetenekli yetişkinlerin ve yaşlı kişilerin genel eğitim ve mesleki
eğitime teşvik edilmesi ve mekansal ve iş hareketliliklerinin önündeki
engellerin kaldırılması;
•
Đşgücüne katılımın arttırılması ve aktif sosyal içerme politikalarının
uygulanması;
130
•
Ekonomik, sosyal ve istihdam politikaları arasında uyumluluğun sağlanarak
sosyal uyumun geliştirilmesi;
Lizbon Stratejisi’nde genel olarak sosyal politika, sosyal içerme, sosyal dışlama ile
mücadele ve sosyal uyum sıkça değinilen kavramlar arasındadır. Bilindiği gibi
Strateji bir yandan işgücü piyasalarında reformlar yapılmasından, sosyal güvenlik
sisteminin reforme edilmesinden ve esnek çalışma koşullarının getirilmesinden
bahsetmektedir. Bir yandan esnek çalışma koşullarına değinilmesi, diğer yandan ise
iş güvenliğinin sağlanması bir bakıma çelişkili gözükse de, Strateji’de bu ikisi
arasında bir denge tutturulması daima önemli bir öncelik olmuştur. Bu bildiride de
tam bu dengeyi tamımlayan “Flexicurity” yanı hem esnekliğin hem de güvenliğin
sağlanmasını ifade eden bir kavram kullanılmaktadır. Bildiriye göre, bu kavram
işgücü piyasalarında güvenlik ve esneklik arasındaki dengeyi ifade etmektedir.
Güvenlik ve esnekliğin bir arada sağlanması hem işgücünün hem de işverenlerin
küreselleşmeyle beraber değişen ekonomik koşullardan maksimum faydayı elde
edebilmelerini sağlayacaktır. Ancak, Konsey bu konuda tek bir modelin
olamayacağını ülkelerin kendilerine uyan modeller geliştirmeleri gerektiğini ifade
etmektedir.315
Bu bildiride öne çıkan bir diğer husus ise temiz ve sürdürülebilir bir ekonominin
oluşturulmasıdır. Bunun yolu da uygun çevre ve enerji politikaları izlemekten
geçmektedir.316
Bu amaçla şunlar tavsiye edilmektedir:
•
AB ve üye ülkeler çapında uygun AR&GE ve yenilik politikalarının
izlenmesi;
315
316
Ibid., s. 10.
Ibid., s. 10.
131
•
Eko-sanayinin potansiyelinin ortaya çıkmasına yardımcı olma, sürdürülebilir
bir sanayi politikasının benimsenmesi ve enerji ve iklim değişikliği gibi
konuların rekabetçilik üzerindeki etkilerinin göz önünde bulundurulması;
•
Sürdürülebilir bir ulaştırma sisteminin kurulması;
•
AB enerji direktifinin AB’nin enerji ve iklim değişikliği politikalarıyla
uyumlu hale getirilmesi;
•
Enerji ve kaynak kullanımı etkinliğinin arttırılması;
•
Tüketicilerin enerjinin daha etkin kullanılması hakkında bilgilendirilmesi;
•
KDV gibi enstrümanların enerji etkinliğini arttıracak şekilde kullanılması için
yollar aranması.
Bildirinin son kısmında küresel mali istikrarsızlğın yol açtığı sorunlara değinilmekte
ve bir takım adımların atılması önerilmektedir:317
•
Piyasaların, yatırımcıların ve düzenleyici kurumların daha şeffaf olmalarının
sağlanması;
•
Özellikle likid olmayan varklıkların değerleme süreçlerinin geliştirilmesi;
•
Sermaye Yeterliliği Direktifinin yeniden gözden geçirilerek, risk yönetimi ve
mali denetim alanlarında ilerleme kaydedilmesi;
•
Kredi derecelendirme kuruluşlarının rollerinin arttırılması ve piyasaların etkin
çalışmasının sağlanması.
317
Ibid., s. 16.
132
4.3.10 2008-2010 Büyüme ve Đstihdam Đçin Bütünleştirilmiş Rehber
Bu bölümde özellikle 2008-2010 dönemi Lizbon Stratejisi’ni ve politika araçlarını
daha iyi anlamak için bu dönem için hazırlanmış “2008-2010 Büyüme ve Đstihdam
Đçin Bütünleştirilmiş Rehber” olarak çevirebileceğimiz Integrated Guidelines For
Growth And Jobs (2008-2010)318 adlı metinde önemli gördüğümüz bazı konulara ve
önerilen politikaları değinmeye çalışacağız. Metin temel olarak, 2008-2010
döneminde izlenecek politikaların çerçevesini vermektedir. Bilindiği üzere, Lizbon
Stratejisi çerçevesinde konulan hedeflerin ve önerilen politikaların nihai amacı 2010
yılına gelindiğinde AB’yi dünyanın en rekabetçi ekonomik bloğu haline getirmektir.
Metin Stratejinin son üç yılına yönelik hedefler ve politika önerileri ortaya
koyduğundan oldukça önemlidir. Bu politika önerilerinin başarılı olması Lizbon
Stratejisi’nin de başarıyla nihayete ermesini sağlayacaktır. Komisyon tebliğinde
2008-2010 dönemi için toplam 24 rehber ilkeye yer verilmiş olup biz sadece metinde
önemli gördüğümüz rehber ilkelere değineceğiz.
2008-2010 Büyüme ve Đstihdam Đçin Bütünleştirilmiş Rehber
Tebliğ farklı konular hakkında rehber ilkelere geçmeden önce ekonomik konular ile
ilgili olarak şu tavsiyelerde bulunmaktadır:
i.
Makroekonomik Rehber319
(1) Sürüdürülebilir büyüme için ekonomik istikrarın sağlanması;
(2) Đstihdamın daha fazla arttırılmasının temeli olarak ekonomik ve mali
sürdürülebilirliğin korunması;
(3) Büyüme ve istihdamı arttıracak etkin kaynak kullanımının sağlanması;
318
Avrupa Komisyonu, Communication from the Commission to the Spring European Council,
Integrated Guidelines for Growth and Jobs (2008-2010), Brüksel, 11.12.2007 Com(2007) 803 Final,
Part
V,
<http://ec.europa.eu/growthandjobs/pdf/european-dimension-200712-annual-progressreport/200712-annual-report-integrated-guidelines_en.pdf>. Bu kısım hazırlanırken büyük ölçüde bu
tebliğden faydalanılmıştır.
319
Ibid., s. 5-6.
133
(4) Ücretlerdeki gelişmelerin makroekonomik istikrara ve ekonomik büyümeye katkı
yapacak yönde olması;
(5) Makroekonomik politikalar, yapısal politikalar ve istihdam politikaları arasında
uyumun sağlanması;
(6) Avrupa Para Birliği’nin daha dinamik olmasının ve iyi çalışmasının sağlanması.
ii.
Mikroekonomik Rehber
(7) Başta özel sektör olmak üzere, Ar&Ge alanında yatırımların arttırılması ve
geliştirilmesi;
(8) Hertürlü yeniliğin teşviki ve kolaylaştırılması;
(9) Bilgi Đletişim Teknolojilerinin kullanımının yaygınlaştırılması ve tam teşekküllü
bir bilgi toplumunun kurulması;
(10) Sanayinin rekabet gücünün arttırılması;
(11) Büyüme ve çevre arasında olumlu bir sinerjinin yaratılması ve kaynakların etkin
ve sürdürülebilir bir şekilde kullanımının teşvik edilmesi;
(12) Đç pazarın genişletilip daha da derinleştirilmesi;
(13) Küreselleşmenin faydalarından yararlanmak üzere açık ve rekabetçi piyasaların
hem AB içinde hem de AB dışında sağlanması;
(14) Özel girişimciliğin daha da teşvik edilmesi için rekabetçi bir ortamın
yaratılması;
134
(15) Girişimcilik kültürünün desteklenerek KOBĐ’ler için destekleyici bir ortamın
sağlanması;
(16) Avrupa fiziki altyapısının geliştirilmesi ve birbirine bağlanması.
iii.
Đstihdam rehberi
(17) Tam istihdamı gerçekleştirecek, istihdam kalitesini ve verimliliği arttıracak ve
sosyal uyumu güçlendirecek istihdam politikalarının izlenmesi;
(18) Yaşam boyu öğrenmenin teşvik edilmesi;
(19) Çalışmanın daha cazip hale getirilmesi ve işgücü piyasalarına girişin teşvik
edilmesi;
(20) Đşgücü piyasalarının ihtiyaçlarına göre işgücü sağlanması;
(21) Esneklikle beraber istihdam güvenliğinin sağlanması;
(22) Đstihdamı teşvik eden ücret politikaları uygulanması;
(23) Beşeri sermayeye daha fazla yatırım yapılması;
(24) Yeni ihtiyaçlara göre genel eğitim ve mesleki eğitimin yeniden organize
edilmesi.
iv.
Rehber Đlkeler
a) Rehber 7320
Tebliğde yer alan rehberlerden yedincisinde Ar&Ge yatırımlarının arttırılması ve
iyileştirilmesi için bir takım önerilerde bulunulmaktadır. Öncelikle, 2010 yılı için %3
320
Ibid., s. 14.
135
olan hedef korunmakta ve üye ülkelerin bu hedefe uygun olarak kendi politika
karmalarını geliştirmeleri istenmektedir.
1. Şirketler için yeterince rekabetçi ve cazip bir iş ortamının sağlanması;
2. Kamu özel sektör ortaklığının geliştirilmesi ve Ar&Ge üzerine daha etkin ve etkili
kamu harcamalarının yapılması;
3. Üye ülkelerde eğitim ve araştırma kurumlarının geliştirilerek güçlendirilmesi ve
bu kurumlarla özel sektör arasındaki işbirliğinin güçlendirilip, bilgi ve teknoloji
alışverişinin sağlanması;
4. Özel Ar&Ge yatırımlarını teşvik edecek araçların kullanılması;
5. Araştırma kurumlarının ve üniversite idarelerinin modernleştirilmesi;
6. Daha fazla öğrencinin bilimsel alanlara çekilerek araştırma kurumları için kalifiye
araştırmacı sağlanması ve bu kişilerin kariyer fırsatlarının geliştirilmesinin
sağlanması.
b) Rehber 8321
Sekizinci maddede ise her türlü yenilik yaratımının teşvik edilmesine değinilerek şu
önerilerde bulunulmaktadır:
1. Özellikle yenilik ve teknoloji taransferini sağlayacak yenilik destek hizmetlerinin
geliştirilmesi;
2. Bölgeler arası gelişmişlik farklarını kapatacak yenilik alanları yaratılması ve
geliştirilmesi; üniversiteler, araştırma kurumları ve işletmeler arası ağlar kurulması;
321
Ibid., s. 15.
136
3. Yabancı doğrudan sermaye yatırımlarını da kapsayan sınırlar arası bilgi
transferinin kolaylaştırılması ve cesaretlendirilmesi;
4. Yenilikle ilgili ürün ve hizmetlerin kamuya temin edilmesi;
5. Yerel ve uluslararası mali hizmetlere kolay erişimin sağlanması;
6. Fikri Mülkiyet Haklarının korunması.
c) Rehber 9322
Rehber 9’da bilgi iletişim teknolojilerinden daha fazla faydalanılması ve bir bilgi
toplumunun oluşturulması için şu önerilerde bulunulmaktadır:
1. KOBĐ’lerde, evlerde ve kamu hizmetlerinde mümkün olduğunca geniş şekilde
BĐT’lerin kullanılmasının teşvik edilmesi;
2. BĐT’lerin kritik alanlarında güçlü bir Avrupa sanayinin kurulması;
3. BĐT sanayinin gelişiminin teşvik edilmesi ve buna uygun etkin çalışan bir
piyasanın kurulması;
4. Bilgide ve bilgi ağlarında güvenliğin sağlanması;
4. Özellikle BĐT alanında yeterli hizmetlerin ulaşmadığı bölgelerde güçlü BĐT
ağlarının kurulması.
d) Rehber 10323
Rehber 10’da ise sanayinin rekabet gücünün geliştirilmesine değinilmekte, modern
ve aktif bir sanayi sektörü oluşturulması için şu önerilerde bulunulmaktadır:
322
323
Ibid., ss. 15-16.
Ibid., s. 16.
137
1. Küreselleşmeden doğan tehditlerin tespit edilerek, katma değer yaratan ve
rekabetçiliği arttıran faktörlerin analiz edilmesi;
2. Yeni teknolojilerin ve piyasaların yaratılması konusuna odaklanılarak;
(a) Piyasa aksaklıklarının önüne geçecek şekilde, üye ülkeler arasında ve kamu-özel
sektör arasında işbirliği olanaklarının arttırılarak yeni teknolojik inisiyatifler
oluşturulması;
(b) AB çapında ve özellikle de KOBĐ’lerin katılımı sağlanarak bölgesel ve yerel
sanayi bölgeleri arasında ağların yaratılması ve geliştirilmesi.
e) Rehber 12324
Rehber 12 iç pazarın genişletilmesi ve derinleştirilmesi için şunları önermektedir:
1. Đç pazarla ilgili direktiflerin uygulanmasının hızlandırılması;
2. Đç pazar mevzuatının daha etkin şekilde uygulanması;
3. Sınırlararası aktivitelerin önündeki engellerin ortadan kaldırılması;
4. AB Kamu alımları kurallarının etkin bir şekilde uygulanması;
5. Avrupa sosyal modelinin korunarak, hizmetler alanındaki iç pazarın tam olarak
çalışmasının teşvik edilmesi;
6. Mali Hizmetler Eylem Planının uygulanması ile mali piyasalardaki entegrasyonun
hızlandırılması.
324
Ibid., s. 18.
138
f) Rehber 13325
Rehber 13’de ise küreseleşmenin faydalarından yararlanmak üzere hem AB içinde
hem de AB dışında açık ve rekabetçi piyasaların sağlanmasına yönelik bir takım
tavsiyeler sıralanmaktadır. Bunlar:
1. Rekabeti bozan düzenlemelerin yanında ticari ve diğer engellerin ortadan
kaldırılması;
2. Rekabet politikasının daha etkin bir şekilde uygulanması;
3. Piyasaya girişlerin kolaylaştırılması ve rekabet önündeki engellerin düzenleyici
otoriteler yardımıyla ortadan kaldırılması;
4. Rekabeti bozan devlet yardımlarının azaltılması;
5. Birlik çerçevesi içinde, bu yardımların araştırma-geliştirme, yenilik, piyasa
aksaklıklarıyla mücadele ve beşeri sermaye geliştirimi gibi alanlara yönlendirilmesi;
6. Dış ticarete açılmanın çok taraflı ticari sistemde teşvik edilmesi;
g) Rehber 14326
Rehber 14’de daha iyi bir düzenleme çerçevesi oluşturmak, rekabetçi bir iş ortamı
yaratmak ve özel sektör girişimciliğini arttırmak için şu tavsiyeler sıralanmıştır:
1. Özellikle KOBĐ’lerin ve genel olarak bütün iş çevreleri üzerinde baskı yapan idari
yüklerin azaltılması;
325
326
Ibid., s.19.
Ibid., s.21.
139
2. Mevcut ve yeni düzenlemelerin kalitesinin arttırılması ve bu düzenlemelerin
ekonomik, sosyal ve çevresel etkilerinin yanında rekabet üzerindeki etkilerinin de
analize tabi tutulması;
3. Đşletmelerin sosyal sorumluluk almaları yönünde teşvik edilmeleri.
h) Rehber 15327
Rehber 15’de girişimcilik kültürünün teşvik edilmesi ve özellikle KOBĐ’ler için
uygun bir yatırım ortamının oluşturulması için şu tavsiyelerde bulunulmaktadır:
1. Başta mikro krediler ve risk sermayesi olmak üzere, mali kaynaklara ulaşımın
kolaylaştırılması;
2. Vergi sisteminin basitleştirilmesi ve istihdam üzerindeki ücret dışı yüklerin
azaltılırak ekonomik saiklerin güçlendirilmesi;
3. KOBĐ’lerin yenilikçi kapasitelerinin arttırılması;
4. KOBĐ’ler için mesleki eğitim yanında girişimcilik eğitiminin de verilmesi ve
ayrıca belli başlı yerlerde işletmelere yardımcı olacak iletişim noktalarının
kurulması.
327
Ibid., s. 21.
140
BEŞĐNCĐ BÖLÜM
LĐZBON STRATEJĐSĐ’NE ELEŞTĐRĐLER
Birinci, bölümde ele aldığımız küreselleşme ve yeni bilgi ekonomisi ve üçüncü
bölümde ele aldığımız ekonomik büyüme ve büyümenin kaynakları tartışmalarını
dikkate aldığımızda Lizbon Stratejisi’nde ortaya konan amaçlar ve politikalar
oldukça etkili gözükmektedir. Denilebilir ki, teorik anlamda ve tavsiye edilen
politikalar anlamında Lizbon Stratejisi AB için az çok doğru teşhisler ortaya
koymaktadır. Küreselleşme ve yeni ekonomiyle ortaya çıkan bilgi ekonomisinin
önemi, büyüme yazınında sıkça vurgulanan yenilik üretimi, Ar&Ge yatırımları,
beşeri sermaye, güçlü mali piyasalar gibi unsurlarla birlikte kurumsalcı bakışın
üzerinde önemle durduğu etkin kurumsal yapılanma Lizbon Stratejisi’nin sıkça
değindiği konular arasındadır. En azından, metinsel seviyede ve ekonomi teorisi
açısından Strateji oldukça güçlü gözükmektedir. Stratejinin üzerinde yeterince
durmadığı konu AB’nin küresel işbölümünde nerede duracağı ve firmalarının
küreselleşme ortamına ve yeni üretim süreçlerine nasıl adapte edileceğidir. Ancak,
daha önce de belirttiğimiz güçlü yanlarıyla birlikte Strateji hem AB seviyesinde hem
de üye ülkeler
için beklenen sonuçları tam anlamıyla realize edememiştir.
Dolayısıyla Strateji’nin neden yeterince etkin olamadığı konusu açıklanmaya
muhtaçtır. Bunu ortaya çıkarmak içinse Strateji’nin zayıf yanlarına ve eleştiri aldığı
noktalara değinmek gerekmektedir.
Avrupa ekonomisini daha dinamik hale getirmek ve AB sosyal sistemini daha
sürdürülebilir kılmak için uygulamaya konan Lizbon Stratejisi hem içerik hem de
metodolojik olarak bir çok eleştiri almıştır. Strateji çok geniş kapsamlı olmasına ve
yeni ekonomi ve büyüme teorilerine uygun öneriler sunmasına rağmen beklenen
başarıyı yakalayamamıştır. Özellikle 2000-2005 yılları arasında Strateji bağlamında
ortaya konan hedeflerde tatmin edici bir ilerleme sağlanamamış ve bunun üzerine
2005 yılında Strateji’de bir revizyon yapılmıştır. Bu revizyonla hem daha önce konan
hedef sayısı azaltılmış hem de Strateji yeni araçlarla desteklenerek metodolojik
açıdan güçlendirilmeye çalışılmıştır. Ancak bu sefer de, 2000-2005 yılları arasında
141
Dünya ekonomisindeki olumlu koşullar ve beklentiler yerini mali piyasalardan
kaynaklanan sorunlara ve olumsuz beklentilere bırakmıştır.328 Şüphesiz, Lizbon
Stratejisi’nde ortaya konan hedeflerin gerçekleştirilmesi açısından küresel ekonomik
ve mali koşullar oldukça önemlidir. Özellikle küresel ekonomide yaşanan
dalgalanmaların hem ekonomik büyüme hem de yatırımlar üzerinde yaratacağı
olumsuzluklar, AB’nin genel olarak hedeflerine varmasını zorlaştıracak hatta ciddi
bir küresel kriz durumunda şu ana kadar elde edilmiş kazanımlar da tehlikeye
düşecektir. Dolayısıyla, yeni Lizbon Stratejisi’nin etkinliği ve güçlülüğü küresel
ortamda yaşanan istikrarsızlıktan olumsuz etkilenecektir. Bu da yeni Strateji
hakkında daha sağlıklı bir değerlendirme yapılmasını engelleyecektir. Ancak yine de
hem eski Strateji hem de yeni Strateji ekonomi teorisi, içsel tutarlılık ve metodoloji
açısından bir değerlendirmeye tabi tutulabilir. Bu bölümde hem ilk stratejiye hem
yeni stratejiye hem de genel olarak iki stratejiye yöneltilen eleştirilere değinmeye
çalışacağız.
Ancak bu eleştirilere değinmeden önce, bazı veriler ışığında AB’nin 2000 yılı sonrası
performansına değinmek faydalı olacaktır. Özellikle Ar&Ge, işgücü verimliliği ve
işsizlik açısından Lizbon Strateji’sinden sonra gösterilen performans işaret verici
olacaktır. Tablo 5.1 1997 yılından 2007 yılına kadar olan işgücü verimlilik oranlarını
AB-27’nin performansına göre vermektedir. AB-27’nin 100 kabul edilmesiyle
yaratılan endekse göre, 2000 yılında 113.1 olan AB-15 işgücü verimlilik seviyesi,
2007 yılında 110.2 seviyesine düşmüştür. Şüphesiz bunu mutlak anlamda bir düşüş
olarak görmemek gerekir, hareket noktası olarak AB-27 alındığından ve buradaki
işgücü verimliliği yeni üyelerin katkısıyla daha hızlı arttığından, AB-15 gerilemiş
gözükmektedir. Ancak AB-15 ile ABD karşılaştırması daha anlamlıdır. 2000 yılında
140.2 olan ABD işgücü verimlilik seviyesi, 2007 yılında 142.7 olmuştur. ABD bu
328
Küresel piyasalarda son yıllarda yaşanan dalgalanmalar dünya ekonomisi üzerinde oldukça önemli
etkiler yaratmıştır. ABD emlak piyasalarında ortaya çıkan kriz sonrasında ABD mali sistemine
yansımış ve burada oluşan etkiler kısa zamanda küresel mali sistemde önemli sarsıntılara yol açmıştır.
Mali sistem ve reel sektör arasındaki ilişkiyi düşündüğümüzde, önümüzdeki dönemde reel sektörün ve
dolayısyla istahdamın önemli oranda daralacağını söyleyebiliriz. Özellikle 2009 yılı içerisinde reel
sektörde çok önemli daralmaların yaşanacağı ve küresel ekonominin sıkıntıya gireceği tahmin
edilmektedir. Böyle bir durumda, en azından kısa vade için AB açısından Lizbon Stratejisinin
önceliğini kaybedeceğini söylemek mümkündür. Mali krizin küresel ekonomi üzerindeki etkileri için
bkz. IMF, World Economic Outlook 2008, International Monetary Fund: Washington DC, Nisan
2008 ve IMF, Global Financial Stability Report 2008, International Monetary Fund: Washington
DC, Nisan 2008.
142
dönemde işgücü verimliliğini AB-27’den daha hızlı arttırmıştır. Bu husus da oldukça
önemlidir. Dolayısıyla, AB-15 bu dönemde ABD ile arasındaki açığı kapatma şansını
yakalayamamıştır. Olaya sadece mutlak seviyeler üzerinden baktığımızda durum
daha da dramatik olmaktadır. ABD ile AB arasındaki işgücü verimliliği farkı 2000
yılında yaklaşık olarak 27 iken, 2007 yılında bu fark 32.5 olmuştur. AB ülkelerinin
performansına baktığımızda da pek bir farklılık ortaya çıkmamaktadır. Lüksemburg
dışında diğer bütün üye devletlerle ABD arasında önemli verimlilik farkları
bulunmaktadır. Đrlanda ve Lüksemburg dışında hiçbir ülke 2000 yılından 2007 yılına
kadar verimlilik seviyesi açısından önemli bir ilerleme kaydetmemiştir. Đrlanda
ekonomisine baktığımızda, her ne kadar 2007 yılında hala ABD’nin gerisinde olsa
da, son on yıl içerisinde ABD’ye göre çok daha hızlı bir işgücü verimliliği büyümesi
yakalamıştır. 1997 yılında 125.4 olan işgücü verimliliği seviyesi, 2007 yılına
gelindiğinde 135.6 olmuştur. Đrlanda işgücü verimliliği seviyesini bu dönemde 10.6
puan artırmıştır. ABD ise aynı dönem içerisinde işgücü verimliliği seviyesini sadece
3.7 puan arttırmıştır.
GSYĐH’ya yüzde olarak Ar&Ge harcamalarıyla ilgili olan Tablo 5.2’ye baktığımızda
ise, AB-15’de 2000 yılından 2007 yılına kadarki Ar&Ge GSYĐH oranı aynı kalmış,
dolayısıyla ABD ve Japonya ile aradaki açık kapatılmamıştır. Ar&Ge konusunda en
iyi performansı Finlandiya ve Đsveç göstermiş, bu ülkelerin Ar&Ge GSYĐH oranı
ABD ve Japonya’nın da üzerinde olmuştur. Bu ülkeler dışında Almanya, Danimarka
ve Finlandiya’nın da performanslarının iyi olduğu söylenebilir.
Đşsizlik oranlarını veren Tablo 5.3’e baktığımızda, işsizlik oranının azaltılmasında
AB-15’in önemli ilerlemeler kaydettiği görülmektedir. 1997 yılında %10.1 olan
işsizlik oranı, 2007 yılında %7’e düşmüştür. Bu iyileşmeye rağmen, AB’nin işsizlik
oranı bu dönemde ABD ve Japonya’nın oldukça üzerinde kalmıştır. Đşsizlik
konusunda en iyi performansa sahip ülkeler Danimarka, Avusturya, Hollanda ve
Lüksemburg’dur. Bu dört ülkenin de işsizlik oranları 2007 yılında ABD’nin altında
kalmıştır. En sorunlu ülkeler ise Almanya, Đspanya, Portekiz, Fransa ve
Yunanistan’dır. Bu ülkelerde işsizlik %8’ler civarında olmakla beraber, bu ülkeler de
2000 yılından bu yana işsizlik oranlarında önemli düşüşler kaydetmişlerdir. En ilgi
143
çekici performansı Đspanya göstermiştir, 1997 yılında %17,8 olan işsizlik oranı 2007
yılında %8,3’e gerilemiştir.
Sonuç olarak diyebilirizki AB işsizlik konusu dışında, Ar&Ge ve Đşgücü verimliliği
konularında önemli başarılar elde edememiştir. Đşsizlik konusunda önemli ilerlemeler
kaydedilse bile, bu konudaki performans da tatmin edici değildir. Şüphesiz bu veriler
AB performansını yeterince ele vermese de, önemli göstergelerdir.
144
145
114.0
112.4
140.1
122.3
113.1
139.0
120.1
110.8
142.2
1999
100.0
104.8
113.7
116.1
108.7
111.9
125.3
91.1
105.6
125.3
127.5
176.1
111.7
120.7
69.3
113.4
113.4
107.1
138.8
110.6
140.2
2000
100.0
104.8
113.1
114.8
110.6
108.1
127.2
93.8
103.8
125.2
126.1
176.1
114.5
121.5
68.9
114.9
113.6
108.9
136.7
107.0
138.2
2001
100.0
104.6
112.5
113.3
107.7
106.9
128.1
97.2
103.3
125.1
125.6
162.5
113.4
116.2
68.0
112.8
107.7
109.8
131.7
107.5
138.0
2002
100.0
104.5
111.8
112.3
108.6
106.5
133.4
100.4
104.9
125.6
117.8
163.5
113.4
118.0
67.9
111.6
107.8
110.2
135.1
105.7
139.7
2003
100.0
104.4
111.4
111.7
106.4
108.8
135.4
100.3
103.9
121.8
115.7
166.8
111.0
118.8
68.5
109.6
110.2
110.6
142.6
105.2
140.8
2004
100.0
104.2
110.9
110.6
108.8
108.3
134.8
101.8
102.2
120.8
112.2
169.8
112.4
119.0
67.2
112.8
113.5
112.2
145
Kaynak: Eurostat, Structural Indicators, Generel Economic Background, Labour Productivity per Person Employed.
AB-27
AB-25
AB-15
Avro Bölgesi
Danimarka
Almanya
Đrlanda
Yunanistan
Đspanya
Fransa
Đtalya
Lüksemburg
Hollanda
Avusturya
Portekiz
Finlandiya
Đsveç
Birleşik
Krallık
Norveç
Đsviçre
ABD
1998
100.0
104.8
114.5
117.2
109.1
112.5
125.3
90.8
107.7
126.3
130.1
165.5
110.9
121.5
67.8
114.2
112.0
107.4
1997
100.0
104.8
114.7
117.4
109.9
114.1
125.4
93.2
108.3
125.7
128.8
166.2
110.2
120.6
68.1
110.9
113.2
107.1
Tablo 5.1 Đşgücü Verimliliği Seviyesi 1997-2007 (AB 27=100)
155.3
105.2
143.2
2005
100.0
104.0
110.7
110.8
109.2
107.4
133.8
103.5
101.9
123.6
111.0
175.6
114.2
119.9
68.6
110.7
112.9
109.7
158.8
105.8
142.7
2006
100.0
103.8
110.4
110.5
108.3
106.9
134.7
103.8
102.9
124.0
108.8
183.9
113.2
119.8
68.5
112.2
113.8
109.4
154.7
108.2
142.7
2007
100.0
103.8
110.2
110.3
106.0
105.8
135.6
104.9
105.0
124.3
107.9
180.3
112.7
119.9
69.9
111.9
115.3
108.8
146
2000
1.86
1.92
1.84
1.97
2.24
2.45
1.12
:
0.91
2.15
1.05
1.82
1.91
0.76
0.37
3.34
:
1.85
2.67
:
2.73
3.04
2001
1.87
1.93
1.86
2.08
2.39
2.46
1.1
0.58
0.91
2.2
1.09
1.8
2.04
0.8
0.39
3.3
4.18
1.82
2.95
1.59
2.74
3.12
146
Kaynak: Eurostat, Structural Indicators, Science and Technology, Research and Development Data.
Tablo 5.2 Ar&Ge Harcamaları 1997-2007(% GSYĐH)
1996
1997
1998
1999
AB-27
1.76
1.78
1.79
1.84
AB-15
1.8
1.83
1.84
1.9
Avro Bölgesi
:
:
:
:
Belçika
1.77
1.83
1.86
1.94
Danimarka
1.84
1.92
2.04
2.18
Almanya
2.19
2.24
2.27
2.4
Đrlanda
1.3
1.27
1.24
1.18
Yunanistan
:
0.45
:
0.6
Đspanya
0.81
0.8
0.87
0.86
Fransa
2.27
2.19
2.14
2.16
Đtalya
0.99
1.03
1.05
1.02
Hollanda
1.98
1.99
1.9
1.96
Avusturya
1.59
1.69
1.77
1.88
Portekiz
0.57
0.59
0.65
0.71
Romanya
:
:
0.49
0.4
Finlandiya
2.52
2.7
2.86
3.16
Đsveç
:
3.47
3.55
3.57
Birleşik Krallık
1.86
1.8
1.79
1.86
Đzlanda
:
1.83
2
2.3
Norveç
:
1.63
:
1.64
ABD
2.53
2.56
2.61
2.65
Japonya
2.81
2.87
3
3.02
2002
1.88
1.94
1.87
1.94
2.51
2.49
1.1
:
0.99
2.23
1.13
1.72
2.12
0.76
0.38
3.36
:
1.82
2.95
1.66
2.64
3.17
2003
1.87
1.93
1.87
1.88
2.58
2.52
1.17
0.57
1.05
2.17
1.11
1.76
2.23
0.74
0.39
3.43
3.86
1.78
2.82
1.71
2.67
3.2
2004
1.83
1.89
1.85
1.87
2.48
2.49
1.24
0.55
1.06
2.15
1.1
1.78
2.22
0.77
0.39
3.45
3.62
1.71
:
1.59
2.58
3.17
2005
1.84
1.9
1.85
1.84
2.45
2.48
1.26
0.58
1.12
2.12
1.09
1.74
2.43
0.81
0.41
3.48
3.8
1.76
2.77
1.52
2.61
3.32
2006
1.84
1.91
1.86
1.83
2.43
2.53
1.32
0.57
1.2
2.09
:
1.67
2.49
0.83
0.45
3.45
3.73
1.78
:
1.52
2.61
:
147
2001
8.5
8.4
7.2
7.8
6.6
4.5
7.6
4.0
10.7
10.3
8.3
9.1
1.9
2.2
3.6
4.1
9.1
4.9
5.0
3.6
:
4.8
5.0
147
Kaynak: Eurostat, Structural Indicators, Population and Social Conditions, Labour Market Data.
Tablo 5.3 Avrupa Birliğinde Đşsizlik Oranları 1997-2007 (%)
1996
1997
1998
1999
2000
AB-27
:
:
:
:
8.7
AB-25
:
:
9.4
9.1
8.6
AB-15
10.1
9.8
9.3
8.5
7.7
Avro Bölgesi
10.7
10.6
10.0
9.1
8.2
Belçika
9.5
9.2
9.3
8.5
6.9
Danimarka
6.3
5.2
4.9
5.2
4.3
Almanya
8.7
9.4
9.1
8.2
7.5
Đrlanda
11.7
9.9
7.5
5.7
4.3
Yunanistan
:
:
10.8
12.0
11.2
Đspanya
17.8
16.7
15.0
12.5
11.1
Fransa
11.5
11.5
11.0
10.4
9.0
Đtalya
11.2
11.3
11.4
11.0
10.1
Lüksemburg
2.9
2.7
2.7
2.4
2.2
Hollanda
6.0
4.9
3.8
3.2
2.8
Avusturya
4.3
4.4
4.5
3.9
3.6
Portekiz
7.2
6.7
5.0
4.5
4.0
Finlandiya
14.6
12.7
11.4
10.2
9.8
Đsveç
9.6
9.9
8.2
6.7
5.6
Birleşik Krallık
7.9
6.8
6.1
5.9
5.4
Norveç
4.7
4.0
3.2
3.2
3.4
Đsviçre
:
:
:
:
:
ABD
5.4
4.9
4.5
4.2
4.0
Japonya
3.4
3.4
4.1
4.7
4.7
2002
8.9
8.8
7.6
8.3
7.5
4.6
8.4
4.5
10.3
11.1
8.6
8.6
2.6
2.8
4.2
5.1
9.1
4.9
5.1
3.9
:
5.8
5.4
2003
9.0
9.0
7.9
8.7
8.2
5.4
9.3
4.7
9.7
11.1
9.0
8.5
3.8
3.7
4.3
6.4
9.0
5.6
5.0
4.5
:
6.0
5.3
2004
9.0
9.0
8.1
8.8
8.4
5.5
9.8
4.5
10.5
10.6
9.3
8.1
5.0
4.6
4.9
6.7
8.8
6.3
4.7
4.4
:
5.5
4.7
2005
8.9
8.9
8.1
8.9
8.5
4.8
10.7
4.4
9.9
9.2
9.2
7.7
4.6
4.7
5.2
7.7
8.4
7.4 (b)
4.8
4.6
:
5.1
4.4
2006
8.2
8.2
7.7
8.3
8.3
3.9
9.8
4.5
8.9
8.5
9.2
6.8
4.6
3.9
4.8
7.8
7.7
7.0
5.4
3.5
:
4.6
4.1
2007
7.1
7.2
7.0
7.4
7.5
3.8
8.4
4.6
8.3
8.3
8.3
6.1
4.1
3.2
4.4
8.1
6.9
6.1
5.3
2.6
:
4.6
3.9
AB ekonomik ve sosyal performansını ortaya koyan göstergelerden sonra Lizbon
Stratejisi’nin değerlendirilmesine geçebiliriz. Đlk Lizbon Stratejisi’ne yöneltilen
eleştirilerden bir tanesi Strateji’nin ülkeleri homojenmiş gibi varsayarak, etkin
politikaların belirlenmesini ihmal etmiş olmasıdır.329 Bu eleştirye göre, AB Lizbon
amaçlarını her ülke için geçerli saymakta ve ülkeler arası bir ayrıma gitmemektedir.
Aslında bu eleştiri yeni Strateji için de yapılabilir. Yeni Stratejide her ne kadar
ülkelerin farklı koşullarına atıf yapılsa da Ar&Ge gibi alanlarda ortaya konan hedef
ve politikalar farklılıkları pek göz önünde bulundurmamaktadır. AB’nin birçok
açıdan heterojen yapısı göz önüne alındığında, Birlik çapında yukarıdan aşağıya
doğru tek tip politikaların dikte edilmesinin verimli bir sonuç yaratmayacağı
aşikardır. Genişlemeden sonra bugün AB daha da heterojen bir yapıya sahip
olmuştur. Dolayısıyla politikalar yapılırken bu heterojen yapı göz önüne alınarak
seçimler yapılmalıdır. Örneğin her ülke için Ar&Ge alanında aynı hedefler mi
belirlenmeli yoksa farklı hedefler mi ya da işgücü piyasaları ve refah rejimleri
ülkeden ülkeye değişmekte olduğundan burada nasıl politikalar uygulanmalı gibi
sorular oldukça anlamlıdır.330
Đlk Lizbon Stratejisi’ne yöneltilen bir diğer eleştiri ise çok fazla hedefe karşılık bu
hedeflere yönelik yeterli araçların tanımlanmamış olmasıdır. Lizbon Stratejisi’ne en
fazla yöneltilen eleştiri de bu olmuştur. Komisyon ve Konsey de bu eleştiriyi haklı
bulup, yeni Lizbon Stratejisi’nde sadece büyüme ve istihdam yaratılmasını hedef
olarak seçmiştir. Bu konudaki etkili eleştirilerden bir tanesi de Sapir grubundan
gelmektedir. Sapir grubuna göre Lizbon’a baktığımızda çok fazla hedef bulunmasına
rağmen
bu
hedeflerin
gerçekleşmesini
sağlayacak
yeterince
araç
bulunmamaktadır.331 Bu anlamda AB’nin çok fazla hedefi bırakıp daha çok büyüme
üzerine odaklanması ve AB ile üye ülkeler arasında yeni koordinasyon yapıları ve
ortaklıklar kurması gerekmektedir.332 Büyümenin arttırılması içinse, piyasaya giriş
maliyetleri azaltılmalı, bağımsız bir Bilim ve Araştırma Ajansı kurularak yüksek
eğitim ve Ar&Ge’ye daha fazla yatırım yapılmalıdır. Bunların dışında, maliye ve
329
Ferry ve Sapir, op. cit., s. 4.
Ibid., ss. 3-5.
331
The Sapir Group, op. cit., ss. 958-965.
332
Ibid., ss. 958-965.
330
148
para politikaları arasında daha fazla koordinasyonun sağlanması ve AB bütçesinin
reforma tabi tutulması gerekmektedir. Gruba göre, bugün bütçenin yarısı önemi
azalmakta olan sektörlere gitmekte ve bu sektörlerin ekonomik büyümeye katkısı
beklendiği kadar olmamaktadır.
Lizbon Stratejisi’ne yöneltilen diğer bir eleştiri Strateji’de AB’nin rekabetçiliğinin
arttırılmasına vurgu yapılması ile ilgilidir. Özellikle ilk Stratejide vurgulanan bu
hedef, ağırlığını yeni stratejide de sürdürmektedir. Dahası, genel olarak stratejide
ortaya konan politikalar bu amaca yönelik olarak hazırlanmaktadır. Temel amaç
AB’nin blok olarak dünyanın en rekabetçi bölgesi haline getirilmesidir. Bu konuda
yapılan eleştirinin nedeni ise, rekabetçilik kavramının firma dışı alanlarda kullanımı
konusunda iktisatçılar arasında yoğun bir tartışmanın var olması ve bir uzlaşmanın
sağlanmamış olmasıdır. Özellikle Krugman, rekabetçilik kavramının ulusal, bölgesel
veya ulus üstü düzeyde kullanılmasının pek doğru olmadığını belirtmekte ve ancak
bir firmanın rekabetçiliğinden veya rekabet gücünden bahsedebileceğimizi
söylemektedir.333 Bu konuda farklı düşünenler de bulunmaktadır. Örneğin Fagerberg
uluslararası rekabetçilik kavramına çok da olumsuz bakmamakta ve bazı ülkelerin
çeşitli avantajlardan dolayı diğer ülkelere göre rekabetçi bir üstünlüğe sahip
olabileceklerini belirtmektedir.334 Grilo ve Koopman’da bir ülkenin rekabetçiliğinden
vatandaşların refahının arttırılmasını anlamakta ve başka ülkelerle bu anlamda bir
karşılaştırma yapmayı anlamlı bulmaktadırlar.335 Aslında Avrupa Komisyonu da
AB’nin rekabetçiliğini bu doğrultuda anlamakta olup, Komisyon’a göre rekabetçilik
bir ülkede veya ülkeler grubunda yaşayanların yaşam standartlarının yükseltilmesi,
ve mümkün olduğunca gönülsüz işsizliğin sürdürülebilir en düşük seviyelere
çekilmesi olarak anlaşılmaktadır.336 Komisyon AB’nin rekabetçiliğini arttırmakla,
AB’yi yatırımlar için daha elverişli bir ortam haline getirmek, katma değeri daha
yüksek ürünler üretilmesini sağlamak ve beşeri ve fiziki sermayeyi arttırmak gibi
konuları hedeflemektedir.
333
Paul Krugman, “Competitiveness: A Dangerous Obsession”, Foreign Affairs, Mart/Nisan 1994.
Jan Fagerberg, "Technology and Competitiveness," Oxford Review of Economic Policy, Oxford
University Press, vol. 12(3), 1996, ss. 39-51.
335
Grilo ve Kopman, op. cit., ss. 67-84.
336
Ibid., ss. 67-84.
334
149
Lizbon Stratejisi’nin tartışmalı yanları bir tarafa bırakılsa bile, Stratejiye üye
devletlerce yeterince sahip çıkılmadığı ve Lizbon hedefleri doğrultusunda üye
devletlerden beklenen adımların tam anlamıyla atılmadığı da ayrı bir gerçektir. Bu
sorun özellikle yeni stratejide üzerinde en fazla durulan konulardan biri olmuştur.
Dahası
birçok
konu
düşünüldüğünde
ortada
etkili
bir
koordinasyon
da
bulunmamaktadır. Şüphesiz, yeterli sahiplenmenin olmadığı bir durumda etkili bir
koordinasyon olmasını da beklemek doğru değildir. Yeni Stratejinin hazırlanmasında
faydalanılan ve daha önce değindiğimiz Kok ve Sapir raporları da bu sahiplenme
sorunu üzerinde önemle durmuşlardır. Bu konuya örnek olarak Ar&Ge meselesi,
Ulusal Reform Programları, ve bay veya bayan Lizbonların üye devletlerce
atan(ma)ması konuları verilebilir. Komisyon Lizbon Stratejisi’nin daha etkin olarak
işlemesi için hükümet seviyesinde bay veya bayan Lizbonların belirlenmesini ve
yüksek seviyede Ulusal Reform Programlarının hazırlanmasını istemişse de, çok az
ülkede Ulusal Reform Programları hükümetler düzeyinde hazırlanmış ve henüz tam
olarak bay veya bayan Lizbonlar atanmamıştır. Ulusal Reform Programları
hazırlansa bile bu programlarda genel olarak ya Lizbon hedeflerine yönelik bazı
hedefler bulunmamakta ya da programdaki hedef Lizbon hedefinin altında
olmaktadır. Mesela Lizbon Stratejisi’nde belirlenen %3’lük Ar&Ge hedefi çoğu
programda bulunmamakta, bulunduğu durumda ise genelde bu hedeften daha düşük
hedefler konulmaktadır.337
Hem eski hem de yeni stratejide üzerinde en fazla durulan konulardan bir tanesi de
BĐT’lerden daha fazla faydalanılmasının sağlanmasıdır. Yeni Lizbon Stratejisi’ne
baktığımızda BĐT’lerin yapısal reform programını nasıl tamamlayacağı konusunda
sarih bir fikir bulunmadığı göze çarpmaktadır. Her ne kadar BĐT’lerin kullanımının
teşvikine yoğun bir şekilde vurgu yapılsa da bu konuda ayrıntılı bir çerçeve
çizilmemektedir. Dahası, BĐT’lerin çok geniş bir şekilde teşvik edilmesi ve bazı
alanlar ve sektörlere ekonomik analizler doğrultusunda öncelik verilmemesi
sorunludur. Çünkü, her sektörde BĐT kullanımının büyümeye aynı derecede katkı
yapacağını beklemek doğru değildir. Bazı sektörler yapıları itibariyle BĐT kullanımı
sonucu ekonomik büyümeye çok daha fazla katkı yapabilirler. Bu sektörlerin
337
Ferry ve Sapir, op. cit., s. 10.
150
bulunması da yapılacak ekonomik analizlere bağlıdır. Dahası, böyle bir yolun
seçilmesi ekonomik kaynakların verimli kullanılması açısından önemlidir.
Buna benzer bir durum, Strateji’de geçen eğitimin desteklenmesi konusu ile ilgilidir.
Hem eski Strateji hem de yeni Strateji eğitime oldukça fazla yer ayırmaktadır. Ancak
burada da tam olarak hangi eğitim seviyesine nasıl ve ne kadar destek verilmesi
gerektiği açıklanmamakta ve genel olarak eğitimin desteklenmesi prensibine
sığınılmaktadır. Şüphesiz, bugünün yeni ekonomisinde beşeri sermaye oldukça
önemli bir büyüme faktörüdür. Ancak kaynakların sınırlı olduğu hatırlandığında, bu
alanda daha gerçekçi ve etkin hedeflerin belirlenmesi önemlidir.
Lizbon Stratejisi’ne yöneltilen eleştirilerden bir kısmı da Strateji’deki bazı
tutarsızlıklarla ilgilidir. Örneğin Strateji bir yandan yenilik üretimini ve Ar&Ge’yi
hedeflemekte diğer yandan ise rekabetçiliğin artmasını teşvik etmek istemektedir.
Özellikle yenilik ve Ar&Ge konusuyla ilgili olarak yapılan analizlerde bazı
durumlarda
aşırı
rekabetin
yenilik
yaratılmasını
ve
Ar&Ge
faaliyetlerini
engellediğini ortaya koymaktadır. Bilindiği üzere, Ar&Ge faaliyetleri oldukça
maliyetli faaliyetlerdir. Dahası bazı durumlarda çok uzun dönemli araştırmalara
ihtiyaç duyulmaktadır. Büyüme modellerini anlattığımız bölümden de anlaşılacağı
üzere, aşırı rekabet firmaları Ar&Ge yatırımlarına yönelmekten doğal olarak
alıkoyabilir. Aşırı rekabetin büyük ve güçlü firmaların gelişmesini önlediğini
düşündüğümüzde, rekabet ve yenilik geliştirme arasında bir çelişki ortaya
çıkabilmektedir. Ancak böyle bir analizin kesinkes doğru olduğunu söylemek de
güçtür. Bazı ekonomistlere göre, rekabetçilik ile yenilik arasındaki ilişki kesin
değildir. 338
Yeni Strateji’de sosyal güvenlik sisteminin modernizasyonu (nasıl olacağı konusu
yeterince açık olmamakla beraber) ve işgücü piyasalarının esnekleştirilmesi AB’nin
yaşadığı sorunlara çözüm olarak sunulmaktadır. Her ne kadar işgücü piyasalarının
esnekleştirilmesinden kastın sosyal güvenliğin azaltılması olmadığı ve daha aktif
işgücü politikalarının (iş gücünün eğitimi, iş arama ve bulma süreçlerinin
338
Barrios ve Burgelman, op. cit., ss. 124-134.
151
etkinleştirilmesi vs.) kastedildiği söylense de sosyal korumanın azaltılmadan işgücü
piyasalarının esnekleştirilmesi pek olası gözükmemektedir. Strateji’de sosyal
güvenlik ve rekabetçilik konusu yeteri derecede sağlıklı bir şekilde ele alınmamıştır.
Bilindiği gibi 1980’lerden sonra başlayan ekonomik süreç beraberinde işgücü
piyasalarının esnekleştirilmesini ve daha az sosyal korumayı getirmiştir. Birçok ülke
sanayisi rekabetçiliğini arttırmak için ücret dışı maliyetlerin azaltılması, daha esnek
iş sözleşmeleri yapılması, işe alım ve işten çıkarılmaların kolaylaştırılması gibi
adımlar atmıştır. Bu anlamda başı çeken ABD firmaları rekabetçi güçlerinin bir
kısmını bu gelişmelere borçludur. Bundan dolayı, birçok insan AB’de yaşanan
ekonomik durağanlık ve işsizlikten mevcut sosyal koruma sistemini sorumlu
tutmaktadır. Lizbon Stratejisi’nin ilk hali her ne kadar sosyal koruma sisteminin
gevşetilmesini dile getirmese de, örtük olarak sistemin modernizasyonu ile az çok
bunu kastetmektedir. Ancak daha yumuşak bir söylem kullanıldığını söylemek doğru
olacaktır. Çünkü hem Strateji’nin ilk halinde hem de özellikle yenilenmiş halinde
esneklik ve sosyal güvenlik arasında daima bir denge tutturulmasının önemine
değinilmektedir. Şunu hemen belirtmek gerekir ki, Strateji sosyal güvenlik sistemine
zarar verilmeden ve esneklikle güvenlik arasında bir denge tutturarak (Flexicurity)
rekabetçiliğin nasıl arttırılacağı konusunda doyurucu bir yaklaşıma sahip değildir.
Metin bu anlamda çelişkiler içermektedir. Avrupa’daki refah modeline zarar
vermeden rekabetçiliğin arttırılması çok ciddi ve titiz bir yaklaşımı gerektirmektedir.
Dahası, uygulanabilir projelerle desteklenmelidir. Daha önce belirttiğimiz yenilik
yaratılması ve aşırı rekabetçilik arasındaki sorunlar hatırlandığında durum daha da
karışık bir hal almaktadır. Dolayısyla, sosyal güvenlik, yenilik yaratımı ve
rekabetçilik arasındaki konu daha fazla analiz gerektirmektedir.
Lizbon’a yöneltilecek bir diğer eleştiri ise hem Konsey Zirveleri sonucu ortaya
konan Başkanlık bildirgelerinin hem de Komisyon belgelerinin yeterince doyurucu
olmamaları ve aynı şeyi çok fazla tekrarlamalarıdır. 2000 yılından bu yana yapılan
zirvelerde genelde aynı hususlar tekrar edilmekte, iddialı hedefler konulmakta ancak
bu hedeflere nasıl ve ne şekilde ulaşılacağı konusunda yeterli bilgi verilmemektedir.
Dahası zirvelerde alınan kararların ardında güçlü bir ekonomik aklın olduğunu
söylemek de zordur. Daha çok, genel hedefler ortaya konmakta ancak bu hedeflerin
152
ekonomik büyümeye ne şekilde ve ne kadar katkıda bulunacağına dair bir fikir
verilmemektedir. 2000 yılından bu yana kamuoyuna sunulan Konsey Başkanlık
bildirgeleri arasında çok az farklar bulunmakta ve bu bildirilerde yeterince net amaç
ve araçlar ortaya konmamaktadır. Aynı konu, Komisyon’un belgeleri için de
geçerlidir. Bu belgeler derin ekonomik analizlerden, gerçekçi amaç ve etkin
araçlardan çok temel etik ilkeler ortaya koyuyor gibidirler. Şüphesiz ekonomik ve
sosyal konulara yönelik temel ilkelerin benimsenmesi önemlidir. Ancak, ihtiyaç
duyulan şey Komisyon ve Konsey’in bunları sürekli tekrarlaması değil, bu ilkelerin
nasıl ve ne türlü araçlarla gerçekleştirileceğinin ortaya konmasıdır. Daha önce de
belirttiğimiz üzere Strateji metinsel düzeyde ve ekonomi teorisi açısından güçlü
gözükmektedir. Ancak hedefler çok sık tekrarlanmakta, bu hedeflere yönelik araçlara
ise yeterince değinilmemektedir. Örneğin Archbugi ve Coco’ya göre AB zirveleri
ekonomik ve sosyal hedeflere ulaşılmasına yardımcı olacak araçlar konusunda
yeterince açık olamamıştır.339
Örneğin, özel sektörde Ar&Ge yatırımlarının nasıl arttırılacağı, Ar&Ge alanında üye
ülkeler arasında yapılacak yatırımların nasıl dağıtılacağı, üye ülkeler ve AB
kurumlarının hangi rolleri oynamaları gerektiği, hangi alanlarda ortak politikalar,
hangi alanlarda ulusal politikalar veya bölgesel ve yerel politikalar izlenmesi
gerektiği, Avrupa’nın farklı yenilik ve Ar&Ge sistemlerini içerdiği için sahip olduğu
heterojenliğin nasıl yönetileceği, lokal ve ulusal parçaların tek bir yenilik sistemi
içinde nasıl birleştirileceği hakkında doyurucu politika hedefleri ve bunlara
ulaşılmasını sağlayacak etkili araçlar ortaya konamamaktadır.340
Lizbon Stratejisi ile ilgili diğer bir sorun da uygulanacak politikaların hangi seviyede
ele alınacağıyla ilgilidir. Bu konuda da diğer AB konularında olduğu gibi
subsidiarity ilkesinin, yani bir politika en etkin olarak hangi seviyede
uygulanabiliyorsa o seviyede uygulanmalıdır, kullanılması savunulmaktadır. Bu
anlamda, Lizbon Stratejisi ile ilgili olarak hem Birlik seviyesinde hem de üye ülkeler
seviyesinde adımların atılması, hatta yeri geldiğinde bölgesel ve lokal seviyede bazı
339
340
Archbugi ve Coco, op. cit., ss. 433-459.
Ibid., ss. 433-459.
153
adımların
atılması
gerekmektedir.341
Üye
devletler
seviyesinde,
mali
konsolidasyonun tamamlanması ve deregülasyon konuları öne çıkarken,342 Birlik
seviyesinde ise, Büyüme ve Đstikrar Paktı’nın korunması, özellikle hizmetler
sektöründe tek pazarın tamamlanması ve kamu yardımlarına sınır konulması öne
çıkmaktadır.
343
Büyüme ve Đstikrar Paktı’nın korunması ile kast edilen temel öğe,
kamu finansman dengelerinin korunması ve aşırı bütçe açıklarının önlenmesidir.
Balcerowicz’e göre kamu maliyesinde istikrar sağlanması ile ekonomik büyüme ve
istihdam arasında pozitif ilişki bulunmaktadır.344 Mali konsolidasyonun uzun
dönemde büyümeyi pozitif etkilese de kısa dönemde negatif etkileyeceğini ifade
eden Keynesyen etki genel olarak kabul görse de, Balcerowicz bu görüşe
katılmamaktadır.345 Yazara göre, kamu harcamalarında azalma olduğu zaman özel
harcamalardaki artışla bu telafi edilecek dolayısıyla kısa vadede Keynesyen etki
ortaya çıkmayacaktır. 346
Yeni Lizbon Stratejisi eskisine göre bir çok alanda önemli yenilikler getirmiş ve
süreci daha da etkinleştirmeye çalışmıştır. Ancak, 2005-2008’den bu yana yaşanan
gelişmelere baktığımızda AB’nin hala 2010 yılı için koyduğu hedeflerin gerisinde
olduğunu söyleyebiliriz. Şüphesiz, bunun gerisinde son iki yılda dünya ekonomisinde
ve küresel mali piyasalarda yaşanan sıkıntıların da etkisi vardır. Ancak dünya
ekonomisinde yaşanan bu olumsuz havanın Lizbon Stratejisi’nin seyrini ne kadar
etkilediği konusunda kesin bir şey söylemek kolay değildir. Öyle gözüküyor ki,
Strateji 2010 yılından sonra tekrar gözden geçirilip ileri bir tarih için yeni hedefler ve
araçlar belirlenecektir. Pisani-Ferry ve Sapir yeni Lizbon Stratejisi’nin daha da
güçlendirilmesi ve daha etkin bir program oluşturulması için Komisyon’un da ifade
ettiği hususlara yakın bazı önerilerde bulunmaktadırlar. Bu önerileri kısaca şöyle
ifade edebiliriz. 347
341
Leszek Balcerowicz (2006), op. cit., ss. 261-273.
Ibid., ss. 261-273
343
Ibid., ss. 261-273
344
Ibid., ss. 261-273
345
Ibid., ss. 261-273
346
Ibid., ss. 261-273
347
Ferry ve Sapir, op. cit., ss. 12-15.
342
154
•
Lizbon mantığının güçlendirilmesi, daha fazla koordinasyon sağlanması ve
ortak hareket edilmesi;
•
Araçların etkin kullanımının sağlanması ve bu bağlamda;
o AB bütçesinin Lizbon hedefleri doğrultusunda yeniden ele alınması;
o Ar&Ge konusunun yarattığı dışsallıklar göz önünde bulundurularak
konunun AB çapında ele alınması;
o Üye ülkeler arasındaki farklı Ar&Ge rejimlerinden kaynaklanan
etkinliğin azalmasının önlenmesi için bu alanda uyum sağlanması;
•
Lizbon Sürecinin daha da iyileştirilmesi;
o Üye ülkelerin parlamento düzeyinde katkı sağlaması ve bunun için
standartların oluşturularak, uygulanan politikaların etkin bir şekilde
takip edilmesi;
o Ulusal reform programları şu halleriyle yetersiz olduğundan,
Lizbon’un metodolojik parçalarının daha da güçlendirilmesi;348
•
Avro meselesinin göz önünde bulundurulması ve Avro bölgesindeki karşılıklı
bağımlılıkların dikkate alınmasıdır.
Lizbon Stratejisi’ne yönelitilebilecek son bir eleştiri ise, küresel üretim ve tüketim
kalıplarına yeterice vurgu yapılmamasıdır. Daha önce de belirttiğimiz üzere, 1980
sonrası ekonomik dönüşümün temel aktörleri yeni üretim organizasyonuna giden
ulusal ve uluslararası firmalar olmuştur. Bugün uluslararası firmalar ekonomik
hayatın en güçlü aktörleri konumunda olup, ekonomik stratejileri dünya
348
Metodolojik konular göz önüne alındığında AB için örnek gösterilen kurum OECD’dir. PisaniFerry ve Sapir bu konuda OECD’nin metodolojik parçalarından faydalanılması gerektiğini
düşünmektedirler.
155
ekonomisindeki büyüme süreçleri üzerinde etkili olmaktadır. Bu anlamda, Strateji’de
Avrupa firmalarının küresel işbölümünün neresinde olacakları, bu yeni yapıya nasıl
daha etkin şekilde adapte olacakları, küresel ağlara nasıl eklemlenebilecekleri ve
yenilik
üretimini
nasıl
arttıracakları
bulunmamaktadır.
156
konusunda
doyurucu
bir
malzeme
SONUÇ
1970’li yıllara gelindiğinde dünya ekonomisi artık eski dinamizmini kaybetmiş,
birçok gelişmiş ülkede büyüme oranları gerilemiş ve enflasyon oranları artma
eğilimine girmiştir. Kısa bir zaman sonra, 1974 petrol kriziyle beraber dünya
ekonomisi büyük buhrandan sonraki en büyük krizini yaşamış, petrol krizi bir
yandan gelişmiş Batı ekonomilerini zora sokarken, gelişmekte olan ülkeler içinde
ilerde borç krizi olarak adlandırılacak bir sürecin başlangıcı olmuştur.
Küreselleşme süreci ile beraber 1974 petrol krizinden sonra dünya ekonomisi ciddi
bir değişim ile karşı karşıya kalmıştır. 1980’lerle beraber daha önce kitlesel üretime,
emek ve sermayenin arttırılmasına ve refah devleti uygulamalarına bağlı olarak
yaşanan ekonomik büyüme yerini üretimin ülkeler arasında parçalanmasına, beşeri
sermayeye, sosyal altyapıya, güçlü kurumsal yapılanmaya, yenilik ve teknoloji
geliştirmeye, BĐT’lerden azami dereceden faydalanmaya, kitle tüketimi yerine
bireysel ihtiyaçların öne çıkmasına dayanan yeni bir ekonomik büyüme sürecine
bırakmıştır. Bu dönemde, özellikle Amerika ve Japonya öne çıkarak, küreselleşme
sürecinden en fazla yararlanan ülkeler olmuşlardır. Çin, Hindistan ve bazı
Güneydoğu Asya ülkeleri ise bu süreçte öne çıkan gelişmekte olan ülkelerdir.
Gelişmiş ülkelerdeki üretim maliyetlerinin artması beraberinde üretimin kimi
süreçlerinin, özellikle emek yoğun süreçlerin, gelişmekte olan ülkelere kaymasını
beraberinde getirmiştir. Bu dönem aynı zamanda teknolojik gelişmelerin de ivme
kazandığı, iletişim ve ulaşım sektörlerinde ciddi ilerlemelerin olduğu bir zaman
dilimi olmuştur. Ekonomik anlamda ulusal sınırlar yavaş yavaş aşınmış, uluslararası
yatırımlar çığ gibi büyümüş, sermaye hareketleri artmış ve finansal ekonominin
hacmi inanılmaz şekilde genişlemiştir. Bu gelişmeler dünya ülkelerine hem yeni
fırsatlar sunmuş hem de yeni tehditler ortaya çıkarmıştır. Sosyal politika alanında da
benzer bir süreç yaşanmıştır, 1980’lere kadar süren ekonomik büyüme sürecinin
destekleyicisi ve taşıyıcısı olan refah devleti uygulamaları artan küresel rekabet ve
deregülasyonla beraber büyüme üzerinde baskılar oluşturmuş ve bir çok ülke sosyal
güvenlik sistemini farklı ölçülerde revize etmeye çalışmıştır.
157
Bu sorunu en ağır şekilde yaşayan ülkeler doğal olarak AB ülkeleri olmuştur. Sosyal
demokrat uzlaşı sonucunda güçlü bir refah devleti kuran bu ülkeler dıştan gelen
rekabet ve teknoloji baskıları sonucu büyüme ve refah devleti politikaları arasında bir
ikileme düşmüşlerdir. Buna ilaveten, Avrupa ülkelerinde nüfusun yaşlanması da
refah devleti uygulamalarında sorun yaratan bir diğer unsur olmuştur. Yaşlanmaya
paralel olarak çalışan nüfus oranı azalırken bağımlı nüfus oranı artmış bu da mali
dengeler üzerinde önemli baskılar oluşturmuştur. Ekonomik büyümeyi teşvik edecek
alanlara aktarılabilecek fonlar bu yaşanan sorunlar sonucu sosyal güvenlik sistemine
aktarılmıştır. Hem işsizliğin hem de sosyal güvenlik harcamalarının artması Birlik
ülkelerini önemli bir kısır döngüye sokmuştur.349
Ekonomik ve sosyal değişim beraberinde fırsatlar yarattığı gibi tehditler de
yaratmıştır. Süreci yönetmeyi bilen ve bu sürece adapte olabilen ülkeler kazançlı
çıkarken, adapte olmakta zorlanan ve yapısal sorunlara sahip ülkeler süreçten
bekledikleri kadar faydalanamamışlardır. Konuya Avrupa açısından baktığımızda,
bugünün AB ülkelerinin bir kısmı 1945-75 yılları arasında yakalamış oldukları
ekonomik performansı bu dönemde gösterememişler, ABD ve Japonya’nın büyüme
ve verimlilik açısından gerisinde kalmışlardır. Her ne kadar AB’nin şu anki
ekonomik performansı eleştiri konusu olsa da Đkinci Dünya Savaşı sonrasında en
hızlı büyüyen, verimlilik artışının en fazla olduğu ve istihdamın en fazla arttığı yer
Avrupa olmuştur. Ekonomik göstergelere ek olarak sosyal göstergelerde de en fazla
iyileşmenin kaydedildiği yer yine Avrupa olmuştur. Bununla birlikte, bu performansa
rağmen AB gelir seviyesi olarak ABD’nin gerisinde kalmıştır. Bu dönemdeki
kazanımlar daha çok iki dünya savaşı arasında kaybedilenleri telafi etmeye gitmiştir.
Ancak Bretton Woods sisteminin çökmesi ve 1974’de yaşanan ekonomik kriz
sonrasında Avrupa ekonomileri bir türlü eski performanslarını yakalayamamışlardır.
Kişi başına GSYĐH açısından bakıldığında ise AB-15’in kat etmesi gereken çok yol
349
Bugün Birlik bunun bilincinde olarak sosyal politika alanında, en önemli politika önceliği olarak
istihdam yaratılmasını öne çıkarmaktadır. Đstihdam hem Birlik için en iyi sosyal dışlanmayla
mücadele yolu olarak algılanmakta hem de Birliğin ve Birlik ülkelerinin mali kaynakları üzerindeki
baskıyı rahatlatacak bir unsur olarak görülmektedir. Birlik sadece genç nüfusun istihdamına değil,
yaşlı ve kadınların istihdamına da önem vermektedir. Bunun gerisinde ekonomik kaygılar kadar
toplumsal kaygılar da yer almaktadır. Özellikle vatandaşların her alanda eşit hale gelmelerinin
desteklenmesi Birliğin savunduğu evrensel değerlerle de uyumludur.
158
vardır. Hele yeni katılan 12 üyeyi de eklediğimizde, kişi başına GSYĐH açısından
AB’nin durumu ABD’nin çok gerisinde kalmaktadır. Bütün bunlara karşın,
genişleme içerisinde önemli bir ekonomik dinamizm potansiyelini taşımaktadır.
Özellikle ekonomik büyüme açısından AB’nin önünde büyük fırsatlar vardır.
Bugün birçok iktisatçıya göre, AB’nin durgun performansının arkasında AB refah
rejiminin hala korunuyor olması ve katı işgücü yasaları yer almaktadır. Şüphesiz bu
konu daha önce de belirttiğimiz üzere, çok açık değildir ve tartışmalıdır. Ancak AB
ekonomisinin yeterince dinamik olmadığı açıktır ve dinamizm eksikliğinin
sebeplerinin araştırılması ve çözüm yollarının bulunması gerekmektedir.
Bugün birçok AB yetkilisi ve üye ülke politika yapıcısı için Lizbon Stratejisi AB’nin
sorunlarının çözülmesi noktasında önemli bir belge durumundadır. Her yıl düzenli
toplantılarla strateji yeniden ele alınmakta ve üye ülkelerin bu alanda kaydettikleri
gelişmeler takip edilmektedir. AB’nin küresel ve Birlik genelinde oluşan sorunları
çözmesi açısından stratejinin önemli bir adım olduğunu kabul etmek gerekir. Strateji
hem yeni ekonomiye uyum açısından hem de ekonomik büyüme teorisi açısından
oldukça zengin bir metin durumundadır. Đçsel büyüme teorilerinin üzerinde önemle
durdukları yenilik, teknolojik gelişim ve Ar&Ge konularına Strateji’de oldukça
vurgu yapılmaktadır. Kurumsalcı bakış açısına uygun olarak da, Strateji’de AB
kurumlarının
revize
edilmesine
değinilmektedir.
Dolayısıyla
strateji
bazı,
tutarsızlıkları dışarıda tutulursa, teorik anlamda oldukça doyurucu ve geniş
kapsamlıdır. Ancak esas sorunda bu geniş kapsamlılıktan ve genel teorik bakıştan
daha spesifik alanlara inilememesinden kaynaklanmaktadır. Genel konularda
doyurucu olan Strateji genel konulardan spesifik alanlara ve uygulamara inildiğinde
güçlülüğünü ve üzerine oturduğu ekonomik rasyoneliteyi kaybetmektedir. Bu
sebepledir ki, AB’nin sorunlarını çözmek üzere uygulamaya konulan en önemli adım
olan Lizbon Stratejisi 2005 yılında yenilenmesine rağmen geçen zaman zarfında
beklenen sonuçları vermemiştir. Bunun da gerisinde temel olarak, daha çok
uygulama sorunları bulunmaktadır. Dahası, kurumların önemi düşünüldüğünde
kurumsal değişimin yapılması oldukça zaman almaktadır. Stratejinin biraz daha
somutlaştırılması kaçınılmaz gözükmektedir. Amaçlar kadar araçların da önem
159
kazandığı, Strateji’nin ekonomik rasyonelitesinin daha da güçlendirildiği ve sosyal
koruma sistemine zarar verilmeden ekonomik dinamizmin sağlanmasını sağlayacak
daha zengin bir politika metnine ihtiyaç duyulmaktadır. Eleştiri bölümünde
belirttiğimiz, sahiplenme ve koordinasyon eksikliği, Strateji’nin bazı alanlarda
arkasında güçlü bir ekonomik aklın olmayışı, bazı hedefler arasında tutarsızlıkların
olması ve metodolojik araçların yetersiz olması gibi konular oldukça önem arz
etmektedir. Strateji en azından bundan sonra daha etkin kılınmak isteniyorsa bu
alanlarda ciddi şekilde düşünmek gerekmektedir.
Bugün, 2010 yılı için konulan hedeflerin oldukça gerisinde bulunan AB için iki yol
bulunmaktadır. Ya Strateji bırakılıp söz konusu konular piyasaya bırakılacaktır ya da
Strateji tekrar revize edilip daha da güçlendirilecektir. Đlk seçeneğin bir çözüm yolu
olması AB’nin ekonomik ve siyasal anlamda eksiksiz bir şekilde entegre olmasına ve
piyasa aksaklıklarının tamamen ortadan kalkmasına bağlıdır. Entegrasyon zamanla
tamamlansa bile, piyasa aksaklıklarının ortadan kalkması mümkün değildir. Bu da
ister istemez bir programı ve düzenleme rejimini gerektirmektedir. Dahası, ABD
yakaladığı başarıların bir kısmını eşitlik konusunu gözardı ederek elde etmiştir.
AB’de ise eşitlik ve sosyal güvenlik sorunları öyle kolay bırakılacak gibi değildir. Bu
sebeple AB’nin bir stratejiye her daim ihtiyacı olacaktır. Dahası üye ülkeler arasında
uyum sağlanması hedefi de bizzat farklı stratejileri gerektirmektedir. Bu durumda
yapılması gereken Strateji’nin daha da spesifikleştirilerek etkili araçlar ve
metodolojik unsurlarla güçlendirilmesi ve zenginleştirilmesidir. Bunun kadar önemli
bir diğer konu ise, Strateji’nin üye ülkelerle ilgili ayaklarının üzerinde daha fazla
durulması ve URP’lere daha fazla önem verilmesidir. Bu anlamda, Birlik seviyesinde
olduğu kadar üye ülkeler seviyesinde atılacak adımlar da önemlidir.
Bu çalışmamızda Lizbon Stratejisi’ni çok genel hatlarıyla ele almaya çalıştık. Üye
ülkelerin attıkları adımlara, URP’lere ve sektörel bazdaki gelişmelere değinemedik.
Strateji’nin daha iyi anlaşılması ve sonuçlarının değerlendirilmesi açısından bu
konularda
üretilecek
çalışmalar
160
oldukça
faydalı
olabilecektir.
KAYNAKÇA
Kitaplar, Makaleler ve Raporlar
Acemoğlu, Daron, “Root Causes: A Historical Approach to Assessing the Role Of
Institutions in Economic Development”, Finance & Development, Haziran 2003.
Aldcroft, Derek H., The European Economy 1914-2000, Newyork: Routledge
Press, 2001.
Archbugi, Daniele ve Alberto Coco, “Is Europe Becoming the Most Dynamic
Knowledge Economy in the World?”, JCMS 2005, Vol.43, No.3, s.433-59.
Ark, Bart van, Robert Inklaar ve Robert H. McGuckin, “ICT and Productivity in
Europe and the United States. Where Do the Differences Come From?”, CESifo
Economic Studies, Vol. 49, 3/2003, ss. 295–318.
Avrupa Komisyonu, “Towards a European Research Area”, COM(2000)6, 18 Ocak
2000, Brüksel.
Avrupa Komisyonu, “A Sustainable Europe for a Better World: A European Union
Strategy for Sustainable Development (Commission proposal to the Gothenburg
European Council)” COM(2001) 264 final, 15.5.2001, Brüksel.
Avrupa Komisyonu, “Co-Ordination Of Economic Policies in the EU: A Presentation
of Key Features of the Main Procedures”, European Commission DirectorateGeneral for Economic and Financial Affairs, Euro Paper 45, Temmuz 2002.
Avrupa Komisyonu, “Integrating Environmental Considerations into Other Policy
Areas- A Stocktaking of the Cardiff Process, Commission Working Document,
COM(2004) 394 final, 01.06.2004, Brüksel.
Avrupa Komisyonu, “Addressing The Concerns of Young People in Europe –
Implementing the European Youth Pact and Promoting Active Citizenship”,
Communication from the Commission to the Council on European Policies
Concerning Youth, COM(2005) 206 final Brüksel, 30.05.2005.
161
Avrupa Komisyonu, The EU Economy Review 2005: Rasing International
Economic Integration: Opportunities and Challenges, EU Comission: Brüksel,
2005.
Avrupa Komisyonu, “Employment in Europe”, Brüksel, 2006.
Avrupa Komisyonu, “Integrated Guidelines for Growth and Jobs (2008-2010)”,
Communication from the Commission to the Spring European Council, Com(2007)
803 Final, Bölüm V, Brüksel, 11.12.2007.
Avrupa Komisyonu, “Integrated Guidelines for Growth and Jobs (2008-2010)”,
Communication from the Commission to the Spring European Council, Com(2007)
803 Final, Bölüm V, Brüksel, 11.12.2007.
Avrupa Konseyi, “Presidency Conclusions”, Lisbon Avrupa Konseyi, 23-24 Mart
2000.
Avrupa Konseyi, “Presidency Conclusions”, Stockholm Avrupa Konseyi, 23-24 Mart
2001.
Avrupa Konseyi, “Presidency Conclusions”, Barselona Avrupa Konseyi, 15-16 Mart
2002.
Avrupa Konseyi, “Presidency Conclusions”, Brüksel Avrupa Konseyi, 20-21 Mart
2003.
Avrupa Konseyi, “Presidency Conclusions”, Brüksel Avrupa Konseyi, 25-26 Mart
2004.
Avrupa Konseyi, “Presidency Conclusions”, Brüksel Avrupa Konseyi, 22-23 Mart
2005.
Avrupa Konseyi, “Presidency Conclusions”, Brüksel Avrupa Konseyi, 23-24 Mart
2006.
Avrupa Konseyi, “Presidency Conclusions”, Brüksel Avrupa Konseyi, 8-9 Mart
2007.
162
Bairoch, P. ve R.Kozul-Wright, “Globalization Myths: Some Historical Reflections
on Integration, Industrialization and Growth in the World Economy”, UNCTAD
Discussion Papers, No.113, Mart 1996.
Balanchard, Olivier, “The Economic Future Of Europe”, NBER Working Paper,
2004.
Balcerowicz, Leszek (2006), “Enlargement, the Lisbon Agenda and Economic
Developments of Member States”, Atlantic Economic Journal, 2006, 34, ss. 261273.
Barrios, Salvador ve Jean-Claude Burgelman, “Europe Needs More Lisbon to Make
the ICT Investments Effective”, Intereconomics, Mayıs/Haziran 2008.
Bernard, Andrew B. ve Charles I. Jones, “Technology and Convergence”,
Controversies in Macroeconomics: Growth, Trade, and Policy içinde, (der.)
Huw David Nixon, Blackwell Publishing: Oxford, 2000.
Canoy, Marcel ve Peter M. Smith, “A Social and Economic Model for Europe”,
Intereconomics, Kasım/Aralık 2006.
Castells, Manuel, The rise of the network society, Blackwell Publishers:
Cambridge, Mass, 1996.
Castells, Manuel, The Information Age: Economy Society and Cultre Volume 1,
The Rise of Network Society, Blackwell Publishing, 2000. Kitabın Türkçe çevirisi
için bkz. Manuel Castells, Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür, Cilt
1, Ağ Toplumunun Yükselişi, Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları: Đstanbul, 2005.
Dikmen, Ahmet Alpay, “Küresel Üretim, Moda Ekonomileri ve Yeni Dünya
Hiyerarşisi”, Toplum ve Bilim, Güz, sayı: 86, 2000. ss.281-302.
Dunford, Michael, “Growth, Inequality and Cohesion: a Comment on the Sapir
Report”, Regional Studies, Kasım 2005, Vol. 39, ss. 972-978.
Dünya Bankası, Economic Growth in the 1990s: Learning from a Decade of
Reform, The World Bank: Washington, 2005.
Dünya Bankası, World Development Report 2005: A Better Investment Climate
for Everyone, World Bank: Washington DC, 2004.
163
Eurostat, Euro-indicators, News Relaese, 47/2007, 30 Mart 2007.
Fagerberg, Jan, "Technology and Competitiveness," Oxford Review of Economic
Policy, Oxford University Press, vol. 12(3), 1996, ss. 39-51.
Feenstra, Robert C., “Integration of Trade and Disintegration of Production in the
Global Economy”, Journal of Economic Perspectives, Vol. 12, No. 4, Fall 1998, ss.
31–50
Giddens, Anthony, The Consequences of Modernity, Polity Press: Cambridge,UK,
1990.
Gordon, Robert J. (2004a) “Why Was Europe Left at the Station When America’s
Productivity Locomotive Departed?”, NBER Working Paper, 2004.
Gordon, Robert J. (2004b) “Two Centuries of Economic Growth: Europe Chasing
the American Frontier”, NBER Working Paper, 10662, 2004.
Griffin, Keith, “Economic Globalization and Institutions of Global Governance”,
Development and Change, 34 (5), 2003, ss. 789-907.
Grilo, Isabel ve Gert Jan Kopman, “Productivity and Microeconomic Reforms:
Strengthening EU Competitiveness” Journal of Industry, Competition and Trade,
2006. ss. 67-84.
Hall, Robert E. ve Charles I. Jones, “Why Do Some Countries Produce So Much
More Output per Worker than Others?”, The Quarterly Journal of Economics,
Şubat 1999, No. 114, s. 83-116.
Harvey, David, Postmodernliğin Durumu, Metis Yayınları: Đstanbul, 1997.
Held, David ve diğerleri, Global Transformations: Politics, Economics and
Culture, Stanford University Press: Stanford, California, 1999.
Hirst, Paul Q. Ve Grahame Thompson, Globalization in Question: The
International Economy and the Possibilities of Governance, Polity Press:
Cambridge, 1999.
164
Hummels, David, Dana Rapoport, and Kei-MuYi ‘‘Globalization and the Changing
Nature of World Trade,’’ University of Chicago, Federal Reserve Bank of New York
and Rice University, December 1997.
Huw David Nixon (der.), Controversies in Macroeconomics: Growth, Trade, and
Policy, Blackwell Publishing: Oxford, 2000.
IMF (2008a), World Economic Outlook 2008, International Monetary Fund:
Washington DC, Nisan 2008.
IMF (2008b), Global Financial Stability Report 2008, International Monetary
Fund: Washington DC, Nisan 2008.
Jessop, Bob, “State-and Regulation-Theoretical Perspectives on the European Union
and the Failure of the Lisbon Agenda”, Competition and Change, Vol.10 No.2,
Haziran 2006, ss. 141-161.
Jones, Charles I., Đktisadi Büyümeye Giriş, çevirenler: Sanlı Ateş ve Đsmail Tuncer,
Literatür Yayıncılık :Đstanbul, 2001.
Jones, Charles I., Introduction to Economic Growth, W. W. Norton & Company,
Inc.:New York, 1997.
Jones, Charles I., “Why Do Some Countries Produce So Much More Output per
Worker than Others?" ( Robert E. Hall ile), The Quarterly Journal of Economics,
Şubat 1999, Vol. 114, ss. 83-116.
Jorgenson, Dale W., Mun S. Ho ve Kevin J. Stiroh, “Lessons for Europe from the US
Growth Resurgence”, CESifo Economic Studies, 49(1), 2003, ss. 27-47.
Kok, Wim, “Facing the Challenge: The Lisbon Strategy for Growth and
Employment”, Report from the High Level Group chaired by Wim Kok, European
Communities: Belçika, 2004.
Krugman, Paul, “Competitiveness: A Dangerous Obsession”, Foreign Affairs,
Mart/Nisan 1994.
Maddison, Angus, Monitoring The World Economy 1820-1992, OECD: Paris,
1995.
165
Maddison, Angus, The World Economy: A Millennial Perspective, OECD: Paris,
2006.
Morosini, Piero, “Industrial Clusters, Knowledge Integration, and Performance”,
World Development, Vol. 32, No. 2, 2004. ss. 305–326.
Nickell, Stephen, “Unemployment and Labor Market Rigidities: Europe versus North
America”, Journal of Economic Perspectives, Vol. 11, No. 3, Yaz 1997, ss. 55- 74
North, Douglass C., “Institutional Change and Economic Growth”, The Journal of
Economic History, Vol. 31, No. 1, Mart 1971, ss. 118-125.
North, Douglass C., Structure and Change in Economic History, New York:
Norton, 1981.
North, Douglas, Institutions, Institutional Change and Economic Performance,
Cambridge University Press: Cambridge, 1990. (Türkçe çevirisi Douglas North,
Kurumlar, Kurumsal Değişim ve Ekonomik Performans, Sabancı Üniversitesi
Yayınları: Đstanbul (Çeviren: Gül Çağalı Güven), 2002.)
North, Douglass C., “Institutions”, The Journal of Economic Perspectives, Vol. 5,
No. 1, Kış, 1991, ss. 97-112.
North, Douglass C., “Economic Performance Through Time”, The American
Economic Review, Vol. 84, No. 3, Haziran 1994, ss. 359-368.
North, Douglass C., The New Institutional Economics and Development, 1993,
[09.07.2008],<http://www.econ.iastate.edu/tesfatsi/NewInstE.North.pdf>.
Pavitt, K. L. R, “Malthus and other economists: some doomsdays revisited”, Models
of Doom: A Critique of the Limits to Growth içinde, (der.) H.S.D. Cole,
Christoper Freeman, Marie Jahoda ve K.L.R. Pavitt, Universe Publishing, 1973.
ss.137-158.
Phelps, Edmund S., “The Economic Prosperity of Nations: Prosperity Depends on
Dynamism, Dynamism on Institutions”, CCS Working Paper, No. 2. Ocak 2005.
Pisani-Ferry, Jean ve André Sapir, “Last exit to Lisbon”, Bruquel Policy
Contribution, Mart 2006.
166
Polanyi, Karl, The Great Transformation: The Political and Economic Origins of
Our Time, Beacon Press: Boston, Massachusetts, 2001.
Raveaud, Gilles, “The European Employment Strategy: Towards More and Beter
Jobs?”, JCMS 2007, Vol.45, No.2, ss.411-434.
Rodrik, Dani, “Development Strategies for the 21st Century”, Annual World Bank
Conference on Development Economics içinde der., B.Pleskovic ve Nicholas
Stern, World Bank: Washington D.C., 2000.
Rodrik, Dani, “After Neoliberalism, What?”, 2002, [11.05.2008], <http://www.newrules.org/Docs/afterneolib/rodrik.pdf>.
Rodrik, Dani ve A. Subramanian, “The Primacy of Institutions”, Finance and
Development, Haziran 2003.
Rodrik, Dani, Has Globalization Gone Too Far, Institute for International
Economics, 1 Mart 1997.
Romer, Paul M., “Increasing Returns and Long Run Growth”, The Journal of
Political Economy, Vol. 94, No. 5, Oct., 1986, ss. 1002-1037.
Sabel, C.F., "Flexible Specialisation and the Re-emergence of Regional Economies",
Reversing Industrial Decline? Industrial Structure and Policy in Britain and
Her Competitors içinde, (der.) P.Hirst ve J.Zeitlin, Oxford: Berg Publishers, 1989.
Sala-i-Martin, Xavier, “15 Years of New Growth Economics: What Have We
Learnt?”, Central Bank of Chile,Working Papers, No.172, 2002.
Sapir, André et al., “An Agenda For A Growing Europe: Making the EU Economic
System Deliver”, 2003, (Sapir Report).
Sapir, André, “Globalization and The Reform of European Social Models”, JCMS
2006, Vol. 44, No. 2, 2006, ss.369-90.
Scholte, Jan Aart, International Relations of Social Change, Taylor & Francis
Group: London, 1993.
167
Schumpeter, Joseph A., Capitalism, Socialism, and Democracy, Unwin University
Books: London, 1974.
Siebert, Horst, “Labor Market Rigidities: At the Root of Unemployment in Europe”,
Journal of Economic Perspectives, Vol. 11, No. 3, Yaz 1997, ss. 37- 54.
Smith, Adam, Ulusların Zenginliği, Çevirenler: Ayşe Yunus ve Mehmey Bakırcı,
Alan Yayıncılık: Đstanbul, 2001. ss.19-31.
Solbes, Pedro, “The Eropean Union: Economic Prospects, Structural Reforms and
Enlargement”, International Economics and Economic Policy (IEEP) (2004) 1, ss.
105-110.
Solow, Robert M., “A Contribution to the Theory of Economic Growth”, The
Quarterly Journal of Economics, Vol. 70, No. 1, Feb., 1956, ss. 65-94.
Stiglitz, Joseph E., Globalization and Its Discontents, W. W. Norton & Company,
2003.
Stutz, Frederick P. ve Barney Worf, The World Economy: Resources, Location,
Trade and Development, Pearson Prentice Hall:New Jersey, 2007.
Taymaz, Erol, “Kriz ve Teknoloji”, Toplum ve Bilim, Bahar, 1993.
Tezel, Yahya Sezai, Đktisadi Büyüme, Ankyra Yayıncılık: Ankara, 1997.
The Sapir Group, “An agenda for a Growing Europe, The Sapir report”, Regional
Studies, Kasım 2005, Volume 39, 2005. ss. 958-965.
Therborn, Göran “Globalizations: Dimensions, Historical Wawes, Regional Effects
and Normative Governance”, International Sociology, Vol.15(2), 2000. ss. 151-179.
Wade, Robert Hunter, “Is Globalization Reducing Poverty and Inequality?”, World
Development, Vol. 32, No. 4, 2004. ss. 567-89.
168
Woo-Cumings, Meredith , The Developmental State, Cornell University Press:New
York, 1999.
Elektronik Kaynakça
A Strategy for Integrating the Environment into EU Policies, [14.08.2008],
<http://europa.eu/scadplus/leg/en/lvb/l28075.htm>.
Academic Ranking of World Universities, [16.08.2008],
<http://www.arwu.org/>.
Avrupa Birliği Yedinci Araştırma Çerçeve Programı, [11.08.2008],
<http://erc.europa.eu/index.cfm>.
Avrupa Gençlik Paktı (European Youth Pact), [22.08.2008],
<http://europa.eu/scadplus/leg/en/cha/c11081.htm>.
Eurostat Đstatistikleri, [14.08.2008],
<http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page?_pageid=1090,1&_dad=portal&_sche
ma=PORTAL>.
Before i2010: eEurope Initiative, [23.08.2008],
<http://ec.europa.eu/information_society/eeurope/2002/index_en.htm>.
Financial Services Action Plan (FSAP), [15.08.2008],
<http://europa.eu/scadplus/leg/en/lvb/l24210.htm>.
Marie Cure Programı (Marie Curie Actions), [15.08.2008],
<http://ec.europa.eu/research/fp6/mariecurie-actions/indexhtm_en.html>.
Open Method of Coordination, [14.07.2008],
<http://ec.europa.eu/invest-in-research/coordination/coordination01_en.htm> ve
<http://europa.eu/scadplus/glossary/open_method_coordination_en.htm>.
Report of The High Level Group For The Future European Aviation
Regulatory Framework, July 2007, [20.08.2008],
169
<http://ec.europa.eu/transport/air_portal/hlg/doc/2007_07_03_hlg_final_report_en.pd
f>.
The Birth of the European Employment Strategy: the Luxembourg Process,
[17.08.2008],<http://europa.eu/scadplus/leg/en/cha/c11318.htm>.
The European Institute of Innovation and Technology – EIT, [19.08.2008],
<http://ec.europa.eu/eit/backg_en.htm>.
The European Globalisation Adjustment Fund, [18.08.2008],
<(EGF), http://ec.europa.eu/employment_social/egf/index_en.html>.
170