emre çelik - Hayatım Futbol
Transkript
emre çelik - Hayatım Futbol
1 4ŞUBAT2 01 4-SAYI 1 1 7 HAY ALi Ni N PEŞi NDE Al me i da ’ nı nRüy as ı Ni y eT r ans f e r Y apmadı l ar ? Moy e s NeDüş ünüy or ? At hl e t i c ’ t e Val v e r deDe v r i mi Yayın Koordinatörü İlker Yılmaz Editör Cantürk Temelli Yazarlar Emre Çelik Emre Özcan Güner Çalış Mustafa Demirtaş Rıdvan Erdem Orhan Uluca Salih Demirci Hayalinin peşinde koşan adam Beşiktaş kötü gidişe dur dedi ve adım adım zirveye koşuyor. Şüphesiz Kartal’ın bu başarısında Hugo Almeida da büyük rol oynuyor. Öyle ki 29 yaşındaki forvet bu sezon rakip ağlara 11 gol bırakarak kariyer rekorunu egale etti. Tabii hükmen 3-0 tescil edilen Galatasaray derbisindeki golünü de sayarsak yıldız futbolcu aslında siyah-beyazlı formayla kişisel bir rekorun altına imza attı. İşte bu durum da onu yıllardır hayalini kurduğu Portekiz Milli Takımı’nda “birinci forvet” olmaya yaklaştırıyor. 2008’de, 2010’da ve 2012’deki turnuvalarda ilk tercih olarak düşünülmeyen, geri planda kalan Almeida’nın bugünlerde Portekiz’in 9 numarası olma yolundaki rakipsiz koşuşu Hayatım Futbol’un 117. sayısında sizlerle... Semih Şentürk’ten “nöbetçi golcü” unvanını alacak gibi gözüken Ömer Şişmanoğlu’nun kendi filelerini sarsacak kadar golü düşünmesinin de ilginç hikayesini bu sayıda bulabileceksiniz. İngiltere’de taraftarlarına saç baş yoldurtan ve her geçen hafta zirveden biraz daha uzaklaşan Manchester United’da menajer David Moyes ne yapmak istiyor diye sorduk ve yanıtladık. Ara transfer dönemini oyuncu almadan kapatan takımların sebeplerini de araştırdığımız bu sayımızda İspanya’da yeniden şaha kalkan Athletic Club’u de tüm detaylarıyla masaya yatırdık. Ve tabii unutmadan Şampiyonlar Ligi’nde ara bitti... Bu hafta 2. tur heyecanı başlıyor. İlk etapta sahaya çıkacak 8 takımla ilgili tüm detaylar Hayatım Futbol’da... Keyifli okumalar, Cantürk Temelli [email protected] [email protected] #117 BU SAYIDA Almeida Brezilya Aşkına Hugo Almeida, Kasımpaşa ağlarına bu sezonki 11. lig golünü bırakırken bu yıl bir hayal üzerine oynuyor. Golü Koklayan Adam Futbolun nasıl oynandığını bile bilmeden yalnızca gol atmak için yola koyulan bir adamın hikayesi. Moyes Ne Düşünüyor? Alex Ferguson sonrası Manchester United’da göreve gelen David Moyes’un tekdüze taktikleri fazlasıyla can sıkmaya başladı. Yani Neden Transfer Yapmıyorlar? Ara transfer döneminde Avrupa’da birçok takım sessiz kalmayı tercih etti. Valverde Devrimi 2011/12 sezonunda güzel günler geçiren Athletic Club, Ernesto Valverde önderliğinde yeniden o zamanlara göz kırptı. Ara Bitti Şampiyonlar Ligi’nde heyecan dönüyor. 2. turda bu hafta içi 4 karşılaşma oynanacak. Salih Demirci Profil HF117 BREZiLYA AŞKINA Sezonun yıldızlarından Hugo Almeida, hafta içi Kasımpaşa ağlarına bu sezonki 11. lig golünü bırakırken bu yıl bir hayal üzerine oynuyor. Yılgın görünüşlü santrfor, Brezilya aşkına bu sezon bambaşka… Topun topu ittiği Kasımpaşa karşılaşması yok hükmünde sayılınca Hugo Almeida’nın bir golü de maçla birlikte buhar olmuştu. Kasımpaşa Stadı’nı seviyordu, daha önce burada bir maç kazandıran gol atmıştı ama bu sefer biraz başka; çünkü bu sezon Hugo Almeida çok farklı. Kariyerinde bir sezonda en fazla 11 lig golü atabilen Portekizli santrfor ve bu sezon henüz 19 maçta aynı sayıya ulaştı. Geçtiğimiz salı günü Kasımpaşa ile oynanan tekrar maçında da iptal edilen müsabakada attığı golün telafisini yaptı, 0-3’lük skorun açılış golünü kaydetti. Olcay’ın ikramını boş çevirmeyip topu ağlara gönderirken yine geri geri koşarak seviniyordu. Bu sezon farklı, çünkü etrafında onu tamamlayan ve onun tamamladığı oyuncular var. Kulübün daha iyi bir organizasyonu var, Slaven Bilic var ve daha pek çok şey sayılabilir. Fakat tüm bunların en önemli olanı ancak kelebek etkisi yaratabilirken, aslında Hugo Almeida’nın bu sezon bir hayali var. Önümüzdeki Mayıs ayında 30’unu bitirecek olan Portekizli, o günleri Milli Takım kampında geçirmenin rüyasını görüyor. Üstelik bu sefer eskisi gibi değil, el üstünde tutulan bir santrfor olarak… Nitekim onun milli takım kariyeri, hep birilerinin gölgesinde geçti ve azmedip formayı kapsa bile geçmişte asla muradına eremedi. Euro 2008’de Nuno Gomes ve Helder Postiga’nın ardından üçüncü tercih olarak kadroda bulunan Almeida, turnuvada yalnızca iki maçta ve toplam 27 dakika süre almıştı. Hâlbuki şampiyonayla biten sezonu Werder Bremen formasıyla çıktığı 23 maçta 11 gol atarak tamamlamış ve kariyer zirvesini görmüştü. 2010 Dünya Kupası’nda bu kez Nuno Gomes’in yerine Liedson ilk tercih oldu. Helder Postiga artık geride kaldı, ama bundan böyle bir de Cristiano Ronaldo vardı. Yıllar yılı golcüden yana kıtlık yaşayan Portekiz için orijinal bir seçenek ortaya çıkmıştı. Brezilya karşısında bunu denediler, öncesinde ise Kuzey Kore’ye karşı Hugo Almeida sahadaydı. Sonra ikinci turda İspanya karşısında sahaya ilk 11’de çıktı, fakat turnuvada yolun sonu gelmişti. Euro 2012’deki hikâye ise öncekilerden kötü başladı. Süper Lig’in play-off oynanan sezonunda yine sık sık sakatlanan, güven kazanmaktan uzak görüntüsüyle ümit vermeyen bir oyuncuydu, biraz da alternatifsizlikten ötürü Portekiz Milli Takımı ile birlikte turnuvaya gitti. Ancak Helder Postiga formayı almıştı ve bir de yeni isim, Nelson Oliveira ikinci seçenek olarak kadroya girmişti. Grup maçlarında tek bir dakika dahi süre alamayan Hugo Almeida, çeyrek final maçında sakatlanan Postiga’nın yerine oyuna girdi ve yarı finalde -yineİspanya karşısına ilk 11’de çıktı. Sonuç değişmedi, Almeida’nın formayı kaptığı maçta Portekiz turnuvadan elendi. Hugo Almeida Portekiz milli formasıyla gollerini atsa da bir türlü forvet tercihinde ilk sırada kendine yer bulamıyordu. Bu adam ne iş yapar? Dalyan ve yılgın santrfor, kendini anlatmak için çaba sarf etse de mesele her zaman bir noktada tıkandı. İş bitirici bir santrfordan, hakiki bir golcüden ziyade etrafındakileri tamamlayan adamdı; gol de atıyordu ama bunlar asla bir takımın yükünü çekecek boyutta değil. Öyle bir oyuncuydu ki sürekli yerine ve yanına mutlaka transfer bakılırdı, bu eski kulüpleri ve milli takımda olduğu gibi Beşiktaş’ta da böyle. Hele ki geçen sezonlarda asla taraftarın favorisi olamadı. Yeri geldi karşı karşıya kaçırdığı goller alay konusu oldu; zira 2010/11 sezonunda Dolmabahçe’de oynanan Fenerbahçe maçında gol yapamadığı pozisyon hala akıllardadır. Hugo Almeida malum anda teke tek kaldığı Volkan’ı geçemedi, dönüşünde Matteo Ferrari oyundan atıldı ve maç Fenerbahçe’ye gitti. Bir zaman takımdaki verimsiz Portekiz çetesinin üyesi olarak kötü anıldı, hem fon ile transfer edilmiş olması da onu biraz karanlık biri yapıyordu. Zaman zaman istikrarsız görüntü çizen Almeida, oldukça sert eleştirilere maruz kaldı. Nihayetinde tüm tartışmalar gelip aynı noktaya dayanıyordu. Sezonun yarısını adale sakatlıklarıyla geçiren bu adam, yeterince gol de atamıyorsa ne yapıyordu? Verimsiz günler Vatandaşları Simao ve Quaresma varken hiçbir şey onun için uygun değildi. Kaleden uzak oynayan, ceza sahasına koşu yapmayan iki kanat adamı ile birlikte oynuyordu ve onların hazırladıklarını atması gerekiyordu. Fakat o iş bitirici adam değildi, bir süre sonra yapabildiği en iyi iş olan arka direk koşularının müptelası oldu. Sadece uzak direkte kafayla gol atabiliyordu, pivot niteliği ve asist becerisi hiç kullanılmıyordu. Zaten üç maç oynasa dördüncüsünde kasığına buz sarılması gerekiyordu ve bir sakatlık sonrası fit olması epey vakit alıyordu. Sezon Takım Gol 2002/03 Uniao Leiria 3 2003/04 Uniao Leiria 2 2003/04 Porto - Bir sen varsın Olcay… 2004/05 Porto - Nitekim geçmişi de farklı değil, hiçbir takımda ligde 30 maçı göremedi. 90 dakikayı tamamlayacak enerjisi de çoğu zaman yok, hatta iki maç üst üste belki de imkânsız. Zira bugüne kadar 181 kez kulüp takımlarında ilk 11 çıkıp, bunların 97’sinde oyundan çıkmış bir oyuncudan söz ediyoruz. Tüm bunlara rağmen hava topu hâkimiyeti ve sol ayağı üst düzeyde, pas becerisi iyi ve hantal görünüşüne karşın prese katılabiliyor. 2004/05 Boavista 3 2005/06 Porto 4 2006/07 Werder Bremen 5 2007/08 Werder Bremen 11 2008/09 Werder Bremen 9 2009/10 Werder Bremen 7 2010/11 Werder Bremen 9 Şimdilerde yanındaki Olcay Şahan onu tamamlıyor, o da bu sezon 7 gol 6 asistle oynayan Olcay’a yardım ediyor. Gökhan Töre, Oğuzhan Özyakup ve Veli Kavlak hazırlıyor; ona da son vuruşu yapmak kalıyor. Tabii sahip olduğunu yüksek motivasyon ve artan özgüvenle birlikte. Eskisi gibi kolay sakatlanmıyor, belli ki kendine iyi bakıyor ve oynamak, daha çok iş yapmak istiyor. 2010/11 Beşiktaş 4 2011/12 Beşiktaş 10 2012/13 Beşiktaş 9 2013/14 Beşiktaş 11 Hugo Almeida zor iyileşiyordu, zor form tutuyordu ama uzun boylu ve kalıbını dolduran fiziğine oranla hareketli bir santrfor olması onu özel yapıyordu. Bir de Brezilya Artık sonuna gelen kontrat bir kenarda duruyor, onun yenisini yapmak kolay ama hayatının son Dünya Kupası fırsatı, üstelik as adam olma hayali ile birlikte onu bekliyor. Kiralık santrforlar Helder Postiga (Lazio) ve Nelson Oliveira (Rennes) şu sıralar onun önünde değil. Eğer Hugo Almeida için işler yolunda gider ve talihsizlik yaşamazsa, bu sezonki Beşiktaş performansıyla Brezilya’da Portekiz Milli Takımı’nın has santrforu olabilir. Onun bu çabası, olur da 30 lig maçı barajını aşar ve 20 gole ulaşırsa Beşiktaş’ı da yükseltecektir. Kasığından olması gereken ameliyat ve yeni sözleşme ise biraz daha bekleyebilir ya da kâğıtlar başka bir kulübün çekmecesindedir; kim bilir? Hugo Almeida’nın bugünlerdeki en büyük hedefi; yazın Brezilya’da düzenlenecek olan Dünya Kupası’nda Portekiz Milli Takımı’nın ilk santrforu olmak. Mustafa Demirtaş Büyüteç HF117 GOLÜ KOKLAYAN ADAM O, futbolun nasıl oynandığını bile bilmeden sadece gol atmak için bu yola koyulmuştu. Öyle ki topu filelerle buluşturma arzusu ona kendi kalesine gol bile attırmıştı. Ancak yıllar geçti, futbol mesleği oldu ama hala değişen çok fazla şey yok, o yine golü aynı istekle kokluyor Sokaklar, aslında her futbolcunun ilk altyapısıdır, profesyonel futbolun da öz kaynağı… Çakıl taşlarıyla süslü boş arsalarda düşüp, dizi yarmamak için ayakta kalmak; adam alışmada ilk seçilen olmak için her zaman en iyisini istemek ve sorumluluk almak öğrenilir. Bugünün futbolcuların mahallelerine gidilse, yine bugüne benzer birçok hikâyeyle karşılaşırlar. Ancak Ömer Şişmanoğlu’nun futbol topuyla ilk buluşması çok farklı. O, bu oyunun nasıl oynandığını bile tam olarak bilmeden; kulübe yazılan kuzeninin peşine takılıp futbola mahallenin çok ötesinde başlıyordu. Tabii, orası Almanya’ydı ve burasıyla en büyük fark da buydu. Bir hevesle futbola atılan 4 yaşındaki Ömer’in bu oyuna dair tek bir fikri vardı: Topu kaleden geçirmesi gerektiğini biliyordu. Ama sadece o kadar… İlk maçına çıkınca gözü bir topta, bir de kaledeydi. Nihayet beklediği an da geldi, top onun önüne düşmüştü ve karşısındaki kale de bomboştu! Topa vurdu ve hayatının ilk golünü attı. Deli gibi seviniyordu Ömer, ama bu biraz ıssız bir sevinçti. Çünkü arkadaşları ona sarılmak için koşmak yerine, ters ters bakmayı tercih etmişlerdi. Evet, Ömer golünü atmıştı ama o kale, kendi kalesiydi… Daha sonra eski bir futbol antrenörü olan babası, oğlunun bu anlattıklarını duyunca kenara çekti, ona futbolu temelinden öğretti. Ancak Ömer için pek bir şey değişmeyecek, bu oyunun sadece gol atma kısmını sevecekti… “Ben aslında her pozisyonda oynadım. Defansta, orta sahada da oynadım hatta kalecilik bile yaptım. Ama forvet oynamayı ve gol atmayı çok sevdim” diyordu Ömer. Bugünlerde ise futbola başlama sebebini, Beşiktaş forması altında da sergiliyor. Her 65 dakikada, 1 gol Beyaz perdeye de uyarlanan Patrick Süskind’in “Koku” romanında kahramanımız, diyarlarca ötedeki gölün üzerinde yüzen ağaç dalına konmuş bir kelebeğin kokusunu alabilirdi. Benzer bir özellik Ömer için de geçerli ama sadece gole duyarlı. Daha ortada pozisyon yokken, birazdan doğacak karmaşıklıktaki golün kokusunu alabiliyor. Vuruş yeteneği ayrı konu, ama onun asıl farkı o müthiş altıncı hissi. Ömer de bunun farkında. “Bence bir forvet oyuncusunun her şeyden önce ‘gözü’ olması lâzım. Yani zeki olmalı, oyunu iyi okumalı ve gücünü akıllıca, ekonomik kullanmayı bilmeli. Her yere deli gibi koşmanın bir anlamı var mı!” Nam-ı diğer Kibar Feyzo ama Beşiktaşlılar için ebedi kral Feyyaz Uçar’a göre bencil bir forvet yoktur. Öz güveni yerinde olan golcü vardır… Ömer’in sezgileri dışında kendisini gole hep yakın tutan bir diğer önemli özelliği de o öz güveni. Her açıdan, her şekilde kaleyi düşünebiliyor ve bu uğurda gol vuruşlarını da sürekli geliştiren bir oyuncu. Hâl böyle olunca, geçtiğimiz sezondan bu yana 65 dakikada 1 gol ortalaması tutturması da sürpriz olmaktan çıkıyor. Kenar forvet yolu Önder Özen’le Beşiktaş üzerine sohbet etme imkânı bulduğumuzda ona “Ömer’i transfer ederken, kenar forvette de (Olcay Şahan bölgesi) oynatabiliriz düşüncesi var mıydı?” diye sormuştum. Ancak Önder Hoca onu, planında sadece santrfor yedeğine yazmıştı. Aslında çok haksız da değildi. Çünkü Ömer’in, birkaç yıl önce Tam Saha’ya verdiği röportajda kendisinin de belirttiği üzere taktik eksiklikleri var. Kenar forvet bölgesinde oyun zekâsını sadece gol için değil, takım resmi için de kullanmak gerekiyor. Top Antalyaspor’dan Beşiktaş’a transfer olan Ömer Şişmanoğlu kenardan gelerek attığı gollerle Türk futbolunda yeni ‘Nöbetçi golcü’ unvanına talip oldu. rakibe geçince bek önündeki yerini almak, yeri geldiği zaman orta sahaya kayıp pas opsiyonu açmak gibi… Ömer’de o bölge için yeterince çabukluk, teknik beceri mevcut. Biraz daha taktik zekâyla, hücumun her bölgesinde düşünülecek bir silaha düşünebilir. Sadece Almeida’nın alternatifi değil, Almeida sahadayken de kenardaki yerini alıp, onu es geçen ortalara, paslara arka direkte cevap verebilir. Yani, onun hayat felsefesi adına çok da bir şey değişmez, belki eskisinden de daha çok gol atar. Bazen en iyi savunma, farkı birden ikiye çıkararak yapılır futbolda. Beşiktaş, bunu uzun zamandır beceremiyordu ama artık “acil telefonlar” listesine Ömer Şişmanoğlu’nu da yazmış durumda. Ona ihtiyaç duyulduğu anda bir kulübe kadar yakınlarda olacaktır. Nasıl olsa artık hangi kaleye gol atacağını da çok iyi biliyor… Güner Çalış İngiltere MOYES NE DÜŞÜNÜYOR? David Moyes’un tekdüze taktikleri fazlasıyla can sıkmaya başladı. Acaba ne kadar zaman daha aynı şeyleri denemeye devam edecek? United’ın sezon başında gösterdiği performans için çok kutuplu bir analize girişmemiz zorunluydu. Görevi Alex Ferguson’dan devralmanın dünyanın en zor devir teslimi olduğunu söyleyerek söze başlayabilirdik. İster istemez, konu oradan kadroya gelecekti. Manchester United, geçen yıl şampiyon olduğunda dahi ligin en güçlü kadrosuna sahip olan takımı değildi. Glazer ailesi, senelerdir hasıraltı edilen tüm meselelerin baş sorumlusuydu ve kulübün kaçınılmaz gerilemesi için belki de en başta onları suçlamak gerekiyordu. Moyes’ın yetersizliği, nispeten alt sıralara itilmişti. Fakat artık öyle değil. Manchester United’daki sorunların David Moyes’a ait olan kısmı son haftalarda öylesine ayyuka çıkmış durumda ki, şu anda başka türlü bir yazı yazabilmek mümkün olmuyor. Görünen o ki, Moyes’un A planı orta açmak üzerine kurulu. B planıysa, daha fazla orta! Bu pazar oynanan Fulham maçı, ne kadar ileri gidebileceklerini görmek açısından ilginç bir deneyimdi. Manchester United, maçı tam 81 ortayla tamamladı! 5 büyük Avrupa ligi baz alındığında, son 5 senedir bir maçta bu kadar fazla orta açan bir takım çıkmamıştı. Daha ilginci, United’ın attığı iki golün de bu şekilde gelmemesi ve Fulham’ın açtığı 4 ortada 2 gol bulması oldu. Bir şeyler ters gidiyor, bu kesin. HF117 Şanssızlık olabilir mi? David Moyes, takımın sonuca gitmeyi başaramadığı maçları istikrarlı şekilde ‘şanssızlık’ olarak yorumluyor. United, bu sene sahiden de kalesinde olağanüstü goller görüyor ama baş suçlu gerçekten bu olabilir mi? Şanssızlık söyleminden daha tatmin edici bazı gerçekler olduğu aşikar. Bu kadar üst üste tekrar ettikten sonra, şans faktörünün kendisinin de sorgulanması gerekiyor. Manchester United, mucizevi gollerden daha fazlasını, kendi savunma kurgusundaki ciddi beceriksizliği neticesinde yiyor. Açıkçası, geçen sene de bu anlamda farklı değildiler. Bir ara Reading’den ilk yarıda 3 gol yedikleri dahi olmuştu. Ama aynı maçın ilk yarı skoru, United lehine 4-3’tü. Manchester United’ın gerideki kırılganlığı ve orta sahadaki kalite eksikliği, yazının başında değinmeye çalıştığımız geçmişten gelen problemler, bunu bir kenara koymak gerek. Fakat artık yediklerinden daha fazlasını atamıyorlar ve gol bulmak için başvurdukları yollara bakılırsa, ilk olarak ‘şans’ı suçlamakta çok da haklı değiller. Şans biraz da sizin elinizde. Bu faktörü tamamen göz ardı edemeyebilirsiniz ama kesinlikle kontrol edebilir ve minimize edebilirsiniz. Bu nedenle ki, üst düzey, proaktif oyun anlayışını takip eden takımlar sorunları öncelikle kendilerinde arıyorlar. Tüm bunları idare edebilecek kadar kontrol sahibi olmaları gerektiğini düşünüyorlar. United’ın tek boyutlu hücum plânıysa, takımın mevcut potansiyelini yansıtmada yetersiz kalıyor, ve kalacak da. Oyunu daha geniş boyutlarıyla kontrol altına almayı başaramadığınızda, şanssızlık elbet daha rahatsız edici hâle geliyor. Ters giden ne? Manchester United artık Old Trafford’da kazanamıyor. Ama bundan daha can sıkıcı bir durum daha var: sebebi hakkında Moyes’un da yaratıcı bir fikri bulunmuyor. Bu kez Old Trafford’da değil, ama yine öyle maçlardan biri. United aslında o kadar da berbat oynamıyor. Lakin hücumda çok vasatlar ve Charlie Adam’ın kendisinin dahi hayal etmediği bir gol atacağı tutuyor. Maçı 2-1 kazanan Stoke City. Maç sonunda mikrofonlar David Moyes’a yöneltiliyor. “Kazanmak için ne yapmamız gerektiğini bilmiyorum” diyor Moyes. “Bence iyi oynadık.” Aslında oynamamışlardı. Pek çok pozisyon yaratıp bunları değerlendirememelerinden bahsediyor. “En azından 8-9 kez çizgiye indiğimizi tahmin ediyorum.” Galiba ters giden kısım burası. Çizgiye inmek mi? Eğer hücumdaki verim parametresi buysa, evet, muhtemelen iyi bir maçtı. Keza United’ın başka şekilde geliştirdiği bir tehlikeli akın olmadı. Biraz sayıların yardımı Bakın, orta-gol oyununu kesinlikle küçümsemiyoruz. Şehrin mavi yakası, Manchester City, şu anda ligin en iyi orta-gol oyunu oynayan takımı. Bu işi gerçekten dünya çapında yapıyorlar. United’ın yaptığı ise verimsizce ve yalnızca bu şekilde gol bulmaya çalışmak. İşte eleştirdiğimiz bu. United’ın bir ay önce Old Trafford’da Tottenham’a kaybettiği maçın ardından bir analiz yapılmış. İstatistikler şu an tam olarak güncel değil ama yine de yol gösterici. Aynı bizim şu an Fulham maçının ardından söylediğimiz gibi, Tottenham maçı da o an için United’ın bir maçta açtığı en fazla ortaya tanık olmuş. United kaybediyordu, rakibi baskı altına almak istemişti ve tercihi daha fazla orta açmak oldu. 47 orta. O sırada 20. lig maçını tamamlayan Manchester United’ın, 533 toplam ortayla ligde birinci sırada yer aldığı yazıyor. Bu arada bu ortaların yalnızca 90 tanesi isabetli olmuş. Ayrıca kanat oyuncularından skor katkısı alınamamasına da bir paragraf açılmış. Tek boyutlu oyunun bir başka sonucu. Bir istatik de henüz geçen haftadan. Manchester United, 2013/14 sezonunda en düşük oranda merkezden akın geliştiren Premier Lig ekibi. Yalnızca %24. Önceki senelerde bu alanda 5., 11., 6. ve 8. olan takım şu anda 20. sırada bulunuyor. Esas soru: Moyes ne yapmak istiyor? David Moyes’un derinliğini kaybettiği konusunda artık hemfikir olduğumuzu düşünüyorum. Ama Moyes da elbet uzun topçu Pulis’in orta takıntılı hâli değil ve bir Stoke City yaratmaya çalışmıyor. Bu oyun plânının ne ifade ettiğini ve en iyi ihtimalle nelerin ortaya çıkabileceğini tartışmak için hocanın Everton’ın günlerine gitmek faydalı olacak. Fazlasıyla titiz ve aşama aşama giden bir hoca olarak, Moyes’un ‘hücum’ oynayan ilk ciddi takımı geçen sene belirmişti. Bunun öncesinde de ligi sürekli ilk 6 sıra içinde bitiren ve bir ara Şampiyonlar Ligi ön elemesi dahi oynayan Everton, fazlasıyla ‘reaktif’, yani rakibe göre kendini belirleyen bir takım olarak biliniyordu. Daha fazlasına doğru ilerlemeye başlayan geçen yılki Everton’ın sorunlarıysa, bu seneki Manchester United’la büyük oranda paralellik gösteriyordu. Çok daha olgun bir takım olarak, fazlasıyla tempolu ve hatta keyif veren bir takımdılar ama maçı koparacak golü atamadıkları için berabere biten maçlar sezonun karakteri hâline gelmişti. Kanatlardan en fazla akın eden takım Everton’dı; sol bek Baines de ligin en çok orta açan oyuncusu. Ama bu takımın yapısında gerçekten ilgi çekici bazı ögeler de vardı. David Moyes, dar alanlar içinde rakipten fazla sayıda oyuncu bulundurarak kombinasyonlar oluşturmak, bu şekilde rakibe üstün gelmek istiyor. Örneğin, sol koridordaki Baines – Pienaar – Fellaini uyumu muazzamdı ve muhtemelen bu seneki Manchester City ile boy ölçüşecek düzeydeydi. Forvet arkası oyuncu olarak başlayan Fellaini, rakibi bozan bir etmen olarak sıklıkla kanatlara açılıp üçüncü oyuncu ve sırtı dönük top tutan kişi oluyor; sol ayağını raket gibi kullanan Baines, durumun uygunluğuna göre ceza sahasındaki koca adama orta açıyor veya yanına yaklaşan Pienaar’la al-ver yapıp merkeze doğru sürüyor; oyun kurucu Pienaar, oyunu ilk aşamada dengeye getiren isim oluyordu. Everton, oyunun büyük kısmında kanatlarda 3’e 2 veya 4’e 3 gibi üstünlükle kuruyordu. Kenarları çoklayanlar arasında merkez orta saha başlayan Leon Osman, hatta stoper Phil Jagielka gibi isimler de vardı. Everton bu şekilde fazlalaşarak rakibin hattının arkasına geçmeyi başarıyordu. Gibson’ın da takıma katılmasıyla, orta sahada aniden topu kanatlara açacak yeni bir isim eklendi ve Everton her şeyi başka bir hızda yapmaya başladı. Hâlâ büyük ölçüde ‘son pas’larını ortalar üzerinden gerçekleştiren takıma ‘boyut’ katan yapı buydu, ne kadar yeterli olabileceği veya Moyes’un ne kadar ileri götürmek isteyebileceğiyse şu ana kadar tam anlamıyla test edilememiş durumda. Belki bir sezon daha izlemek gerekebilirdi. Bu anlayışın Manchester United’a yansımalarını özellikle son Chelsea maçında görebilmek mümkün oldu. Welbeck’in arkasında başlayan Januzaj maç boyu sürekli sola deplase oldu, sürekli bloklar arasına girdi çıktı ve bu şekilde yakalayabildiği birebirlerde çok etkili paslar çıkarmayı başardı. Bu kez de savunma ve orta sahadaki zayıflıklar onları yarıyolda bıraktı. Taktiksel çıkmazları bir yana, Moyes hâlâ United’ın aradığı uzun vadeli, bu ‘işi’ çok yönlü götürebilecek nitelikte bir isim olabilir. Fakat saha içindeki çıkmazlar şu anda gerçekten ciddi bir sorun teşkil ediyor. Transfer HF117 NEYE GÜVENDiLER! Futbolda ara transfer dönemi geride kalırken birçok kulüp kadrosunu güçlendirmek için hamleler yaptı. Bazıları hiç oralı bile olmazken, bazıları da imkanları zorladı, bazıları da kadrodan oyuncu gönderdi. İtalya’da ara transferde sessiz kalan takımın olmaması dikkat çekti. Türkiye’de ise Fenerbahçe dışında her takım transfer yaptı. Transfer yapmayan takımları mercek altına aldık, bunların nedenlerini araştırdık SÜPER LiG Fenerbahçe Avrupa Kupaları’ndan men edilen, Türkiye Kupası’ndan da elenen Fenerbahçe’nin zaten hali hazırda bol alternatifli bir kadrosu mevcut. Tek kulvarda yarışcak sarı-lacivertlilerde defansta Yobo ve sezon başından bu yana kadro dışı bırakılan Semih gönderilirken transferin son günlerinde Emenike ve Webo’nun sakatlıkları bir an santrafor ihtiyacı doğurdu. Alternatif olarak bu bölgeye Cenk Tosun istenmesine karşın Gaziantepspor’un sözleşmesi sezon sonu bitecek olan golcü için yüksek bonservis bedeli istemesi görüşmelerin daha başlamadan bitmesine neden oldu. Sow’un da sakatlanması pişmanlık uyandırsa da Fenerbahçe yine de bu buhranlı dönemi atlatacak kapasitede. iLKER YILMAZ BUNDESLIGA Bayern Münih Devre arası Bundesliga’da transfer yapmayan iki kulüpten birisi lider Bayern Münih odu. Kadrosu öylesine geniş ve nitelikli oyuncuları içerisinde barındırıyor ki yazın dahi transfer yapmadan yoluna devam etse sorun yaşamayabilirler. İlk devre Thiago, Schweinsteiger gibi önemli sakatlıkların olduğu bölgede dahi Javi Martinez gibi bir oyuncu yedek kaldı. En çok gol atan oyuncuları Mandzukic dahi zaman zaman bankta oturtuldu. Dolayısıyla eksikliklerin olduğu bölgelerde dahi yıldız oyuncular yedek bırakılıyorsa devre arası ekstra bir oyuncu alma girişimi olmaması kimseyi şaşırtmadı. Transfere ihtiyacı olmayan kulübün asıl sorunu yıldızı bol kadronun rotasyon sürecinde sızlanmaları en aza indirmek. ORHAN ULUCA Borussia Mönchengladbach İlk devre üst üste 8 maçta aynı 11 oyuncuyu sahaya sürerek 70li yılların efsane kadrosunun rekorunu egale eden Borussia Mönchengladbach devre arası herhangi bir ekleme yapmadığı gibi kulüp tarihinin bonservisine en fazla para verilen oyuncusu olan Luuk de Jong’u da İngiltere’ye gönderdi. Favre kadro istikrarına önem veriyor ve ilk devre kapandığında ideal kadrosuna ulaştığı düşüncesi içerisindeydi. Öyle ki devre arası oynanan maçlarda attığı gollerle dikkat çeken Mlapa kadroda yine de kendisine yer bulamadı. Hatları çekilmiş, çizgileri ka lın bir şekilde çizilmiş kadronun sezon içi tek sorunu oynamayan oyuncuların hoşnutsuzluğu olduğu vakit devre arasında transfer düşünmemelerini anlayabiliyoruz. De Jong’un gitmesine rağmen hücumda alternatifi bol bir kadro olsa da savunma konusunda sıkıntıları mevcut. Korb’un sarı kart cezalısı olduğu maçta defansif orta saha Nordveit sağ bek oynamak zorunda kalıyorsa bu kadronun özellikle savunmasına bir transfer ihtiyacı olduğunun göstergesidir. ORHAN ULUCA PREMIER LEAGUE Manchester City Manchester City her mevki için iki kaliteli alternatifle sezona başladı. Organizasyondaki en önemli dişlileri oluşturan kanat ve forvet pozisyonlarındaki rotasyondan çok iyi verim alarak bugüne geldiler fakat stoper ve özellikle merkez orta sahadaki alternatifler düşündürüyor. Fernandinho’nun sakatlığında orta sahada başlayan Demichelis kimseyi ikna etmeyi başaramadı ve fikstürün kritik dönemlerinde benzer bir sakatlığın nüksetmesi büyük bir pişmanlığa neden olabilir. Ama böyle dediğimize bakmayın, Manchester City hâlâ ligin en güçlü kadrosuna sahip takımı. Belki de bu yüzden, en ufak ters gidişe şüpheyle yaklaşılıyor. GÜNER ÇALIŞ Tottenham geçtiğimiz yaz transfer döneminde 9 oyuncu transfer edip 121.875.000 € bonservis bedeli ödemişti. Tottenham Tim Sherwood yeni transfer istemediğini en başından beri ısrarla söylüyor. Kadro bu sene yapılan transferlerle zaten limitini doldurmuştu ve bu oyuncu grubunun üzerine Villas-Boas’ın ilk 18’e almadığı Adebayor ve altyapıdan Bentaleb gibi gençler de eklendi. Tottenham’ın şu anda en son ihtiyacı olan şey yeni bir transfer, takımın demlenmesi gerekiyor. Jermain Defoe bu sefer geri dönmemek üzere ayrıldı ve Lamela ile Capoue de muhtemelen yaz döneminde ayrılacak. Konu Tottenham olunca uzun vadede bir tahmin yapabilmek çok güç, ama birkaç transfer dönemini daha öncelikle satarak geçecekler gibi duruyor. GÜNER ÇALIŞ Liverpool Takımın olağanüstü hücum gücünü oluşturan Suarez, Sturridge ve Coutinho’nun üçü de kış transfer döneminde alınmıştı ve Brendan Rodgers’ın takıma yeni bir yaratıcı güç katma isteği epeydir biliniyordu. Ukrayna’dan Konoplyanka’yı almak sandıkları kadar kolay olmayınca bu kez boş geçtiler. Bu muhtemel transfer, takımın hücum gücüne yeni bir patlayıcılık katmasının yanında Philippe Coutinho’yu da merkeze kaydırması açısından çok değerli olacaktı. Arsenal ve Everton maçlarının Konoplyanka için Dnipro 20 milyon euro bedel isteyince Liverpool bu transferi yapmaktan vazgeçti. gösterdiği üzere, bu değişim hayati olabilir. Sterling’in kanada geçip Coutinho’nun orta üçlüye kaydırıldığı düzende, Liverpool’un sınırsız pres gücü ve dikey oynama arzusu en üst düzeydeki rakipler karşısında bile 15 dakikada maçı bitirmeye yeterli oluyor. Artık yaza kaldı. GÜNER ÇALIŞ LA LIGA Barcelona Basında yaklaşık 6 ay boyunca Barcelona’nın ara transferde Klose, Berbatov gibi tecrübeli ve klasik bir santrfor ve gerekli şartlar oluşursa bir de stoper alacağı konuşuldu. Fakat Katalan ekibi beklentilerin aksine son derece sessiz bir dönem geçirerek devre arasını transfer yapmadan tamamladı. Bunda ise en büyük etken hiç şüphesiz kulüpte yaşanan mini-kriz, yani Sandro Rosell’in istifa etmek zorunda kalması ve göreve Josep Maria Bartomeu’nun geçmesi oldu. Bir başka ifadeyle Katalanlar, iç sorunlarıyla uğraşmaktan kafalarını kaldırıp transfer yapacak vakit bulamadılar. Kritik soru ise Barcelona’nın transfer yapmamasının doğru veya yanlış oluşu. Mevcut kadro, La Liga’da bir şekilde yarışın içerisinde olacak, hatta belki de sezonu zirvede bitirecektir ama Şampiyonlar Ligi için yeterli değil. Özellikle üst düzey ve kapanan takımların karşısında bütün yük Messi’nin omuzlarında ve Arjantinli yıldızı rahatlatmak için santrfor transferi elzemdi. Elde bu tip bir oyuncunun olmaması da Barça’yı alternatifsiz kılıyor. Kritik haftalarda Bartra, Mascherano, Puyol ve Pique’yi hazır tutarak 6 ay savunma sorununu bir şekilde idare edebilir ama hücumda hâlâ etkili bir B planı yok. EMRE ÇELİK Real Madrid Real Madrid ise Barcelona’ya kıyasla hem Ocak ayına kadar hem de ara transfer döneminde transfer haberleri açısından daha sakin bir periyot geçirdi. Real Madrid için en fazla ihtiyaç hissedilen bölge olarak santrfor eksikliği öne çıkıyor ama Ronaldo-BaleJese-Di Maria dörtlüsünün performansları şimdilik Benzema’nın istikrarsızlığını örtmeye yetiyor. Onlar için devreyi bir şekilde bitirip yeni sezona büyük bir yıldız golcü transferiyle girecekler denebilir. Ayrıca takımın Aralık başından bu yana sergilediği yükselen performans da Real Madrid’in mevcut kadrosuyla sezon sonuna kadar hedeflerini sonuna kadar zorlayabileceği algısı yarattı fakat Real Madrid de tıpkı Barcelona gibi özellikle Şampiyonlar Ligi’nin kritik periyotlarında sessiz geçen transfer döneminin etkilerini olumsuz anlamda hissedebilir. EMRE ÇELİK Sevilla Sevilla için ise transfer yapılmamasının ise tamamen takımın yeterliliğinden kaynaklanıyor. Ekonomik olarak herhangi bir problemi olmayan Endülüs ekibi, Unai Emery’nin planlamaları doğrultusunda 2013/14 sezonuna giderken kiralıklar da dahil olmak üzere 14 oyuncuyu kadrosuna katmıştı.Geniş bir rotasyonla oynamayı seçen Emery, şimdilik bu isimlerle bir düzen oturtmaya çalışıyor ve bunda da başarılı. Muhtemelen yaz transfer döneminde de büyük bir kayıp yaşamazsa yine hareketsiz bir transfer dönemi geçireceklerdir. EMRE ÇELİK Espanyol Bulgar golcü Berbatov’un ismi Barcelona ile geçse de Katalanlar kendi dertlerine daldı, Berbatov da Monaco’nun yolunu tuttu. La Liga’da ara transferde hamle yapmayan bir diğer ekip ise Espanyol oldu. Espanyol kısmen de olsa İspanya’daki maddi güçlüklerden dolayı hamle yapmadılar. “Diğer takımlar da bu problemle uğraşıyor ama transfer yaptılar” sorusu akla gelebilir elbet fakat Espanyol’da yönetim diğer takımlara kıyasla daha uzun vadeli planlar içerisinde ve kriz yaşamadıkça da gelecekte bir süre kiralık-düşük bonservisli isimlerle idare edeceklerdir. Mevcut kadroları ligi ortalama bir yerde bitirebilecek kapasitede olduğundan da transfer dönemini tamamen sessiz kapattılar. EMRE ÇELİK LIGUE 1 Ajaccio Ligde kalma açısından pek bir ümidi kalmayan AC Ajaccio ara transfer döneminde kimseyi almadı. Ligue 2’ye hazırlık yapan kulüp, bununla yetinmeyip bir de kadrosunda “fazlalık” olarak gördüğü isimlerle yollarını ayırdı. Sezon başında Roma’dan kiralanan stoper Alessandro Crescenzi geri gönderilirken, Juventus’tan kiralanan Mbaye Diagne’nin akıbeti de aynı oldu. Yıldız oyuncularından Adrian Mutu’nun sözleşmesini karşılıklı anlaşarak fesheden kulüp, Marsilya’dan aldığı Stefan Popescu’yu da Bolton’a gönderdi. Takımda bekleneni veremeyen bir diğer isim JeanBaptiste Pierazzi ise MLS’in yolunu tuttu ve San José Earthquakes takımıyla anlaşmaya vardı. RIDVAN ERDEM Lyon Devre arasının bir diğer sessiz takımı Olympique Lyon oldu. Dar kadrosu yüzünden transfer yapacağına kesin gözle bakılan Jean Michel Aulas’ın kulübü kimseyi almadı. Oyuncularından Maxime Gonalons’a Napoli’nin teklif ettiği 12 milyon euroyu reddeden Olympique Lyon, mevcut kadrosuyla sezonu bitirme kararı aldı. Hedefini Şampiyonlar Ligi ön elemelerine katılmak olarak sabitleyen takım yavaş yavaş oturmaya başlayan kadrosuna yeni eleman katmamayı tercih etti. RIDVAN ERDEM debre arasını boş geçti. Kulübün içinde bulunduğu maddi koşullar kaliteli bir oyuncu almalarını engelledi. Kamel Ghilas’ı Charleroi’ya gönderen takım ligi bu sezon iyi bir noktada bitirip elde edeceği gelirlerle yazın kadrosunu güçlendirmeyi planlıyor. RIDVAN ERDEM Lorient Sezon başında hareketli bir transfer dönemi geçiren Lorient ise bu kış kadrosunu koruyan iki takımdan biri oldu. Transfer yapmayan ve oyuncu göndermeyen diğer takım ise Lille OSC. Sochaux’dan almak istedikleri Sebastien Corchia’nın kontratı DNCG kurulu tarafından onaylanmayınca bu transferi gerçekleştiremeyen Lille, kadrosunda bulunan hiç bir oyuncusuyla da yollarını ayırmadı ve sezonu mevcut ekibiyle bitirmeye karar verdi. RIDVAN ERDEM OGC Nice Kadrosuna güvenen bir diğer takım ise OGC Nice oldu. Sağ beki Diacko Fofana ile yollarını ayıran kulüp, stoperlerinden Kévin Gomis’i de Nottingham Forest’a uğurladı. Elindeki malzemeyle sezon sonunu getirme kararı alan teknik direktör Claude Puel’in şimdiden yazın transfer edeceği oyuncular için maddi kaynak ayırdığı konuşuluyor. RIDVAN ERDEM Stade de Reims Deplasmanların kralı lakabını alan Stade de Reims Ligin ilk devresini oldukça kötü sonuçlarla geçiren Lyon, son haftalarda toparlanma emaresi gösterince transferden vazgeçerek büyük bir risk aldı. Emre Çelik İspanya HF117 VALVERDE DEVRiMi Geçtiğimiz sezon bir ara küme düşme korkusunu bile yaşayan Athletic Club, Valverde ile birlikte tekrar La Liga’nın en fazla keyif veren takımlarından birine dönüştü 2011/12 sezonunda Marcelo Bielsa yönetiminde tozu dumana katan ve hem Copa del Rey’de hem de Avrupa Ligi’nde finale çıkma başarısı gösteren Athletic Club için tam da her şey yolunda giderken El Loco lâkaplı hocanın yönetimle kapışmasıyla tablo bir anda tersine dönmüştü. Sezonun tamamını alt sıralarda geçiren Bask ekibi, Avrupa Ligi I Grubu’nda da oynadığı 6 maçta sadece 5 puan toplayarak Lyon ve Sparta Prag’ın arkasında kalıp elenmişti. Takım, La Liga’da sezonu 12’nci sırada tamamladığında Bielsa ile yolların ayrılacağı çoktan kesinleşmişti. Başkan Urrutia’nın atacağı hamle, takımın geleceğini doğrudan belirleyecek en kritik karar olacaktı. Urrutia, tam 1 sene önce Bielsa’nın istifasını kabul etmeyerek ne kadar yanlış bir karar verdiyse 20 Haziran 2013’te Valverde’nin 8 sene sonra kulübe döndüğünü açıklayarak deyim yerindeyse nokta atışı yapıp neredeyse ölmüş durumda olan Bask Aslanlarını diriltmek için ilk adımı atmış oldu. İşte La Liga’da bu sezon geride kalan 23 haftada topladığı 44 puanla dördüncü sırada yer alan ve Şampiyonlar Ligi ön elemesine katılma adına İspanya’daki en büyük favori olan Athletic’in çıkışı böyle başladı. 2011/12’deki beyaz tablonun ardından, 2012/13 sezonunda kapkara bir görüntü çizen Athletic’in yeniden ligin üst sıralarına dönmesini sağlayan, yeni evi San Mames’te bileği bükülmeyen bir takıma dönüştüren ve belki de en önemlisi takımın Bielsa’nın en iyi döneminden bile çok daha göze hoş gelen bir futbol sergiletmesini sağlayan Ernesto Valverde’den başkası değildi. Ernesto Valverde’nin Athletic’i tekrar ligin üst sıralarına taşımasını sağlayan en büyük faktör hiç şüphesiz maceradan kaçınması oldu. Daha 21 Haziran’daki ilk basın toplantısında “Oyun sistemini değiştirmeyeceğim. Topa ve oyuna hakim olan bir takım yaratmayı planlıyorum. Tek ihtiyacımız olan attığımız gol sayısını artırmak ve daha az gol yemek.” diyen Valverde, daha 1 sene takımın Avrupa arenasında Manchester United, Schalke ve Sporting gibi takımları dize getirmesini sağlayan Bielsa’nın çok konuşulan sistemini ufak rötüşların ardından uygulayacağını açıkça belirtti. İşe de istikrarlı bir 11 oluşturarak başladı. 2012/13 sezonunda savunmada bir türlü ideal dörtlüsünü bulamayan ve Borja Ekiza, Mikel San Jose, Fernando Amorebieta, Aymeric Laporte, Carlos Gurpegi arasından stoper ikilisini seçemediği için sezonu en fazla gol yiyen dördüncü takım olarak tamamlayan Athletic’te savunmanın göbeğine Laporte-Gurpegi ikilisini yerleştirdi. Bir önceki sezonu Valladolid’de geçiren Balenziaga’yı da sola yerleştiren Valverde, savunmanın önünde ise beklentilerin aksine Iturraspe’nin partneri olarak Benat’tan ofansa sadece paslarıyla değil koşularıyla da katılan ve savunmada da daha fazla katkı veren Mikel Rico’yu tercih etti. Bu akılcı hamleleriyle de daha sert bir takım yaratmayı başardı. Geçen sezon 38 maçta 65 gol yiyen Athletic, bu sezon 23 maçta rakiplerinin 28 gol atmasına izin verirken tüm sezon boyunca 44 gol atan takım şimdiden 42 gole ulaştı. Bundaki en önemli etkenlerden biri ise Bielsa dönemindeki adam adama tam saha presin Valverde tarafından da uygulanması ve pozisyon temelli oyunun Balenziaga ve Iraola gibi iki önemli hücumcu kanat bekinin kullanılarak alternatifli bir hale dönüştürülmesi oldu. Barcelona ve Real Madrid’in dâhil olduğu birçok rakibini bu presle bunaltmayı başaran Athletic, çoğu kez rakiplerini daha topu oyuna süremeden ve sahaya yerleşemeden hataya zorladı. La Liga’da rakiplerinden en fazla top çalmayı başaran takım olmaları ise bunu ne kadar başarılı uyguladıklarının bir göstergesi. Ayrıca Valverde’nin hücumda başka bir akılcı hamlesi de Llorente ile kıyaslanamayacak olan Aduriz’i doğru bir rolde kullanmak oldu. Mikel Rico’nun da ileri çıkışlarıyla Aduriz’in arkasında hareketli bir dörtlü kurmayı başaran (Munian-Susaeta-Herrera-Rico) Valverde, Aduriz’i saf bir santrfor olarak değil daha çok etrafına top indiren bir yardımcı forvet Sezon başında Athletic’te göreve gelen Ernesto Valverde takımıyla çıktığı 23 maçta 13 galibiyet, 5 beraberlik ve 5 mağlubiyet aldı. gibi kullanarak bu isimleri sürekli besledi. Daha sezonun bitimine 15 kala Aduriz’in La Liga’daki asist rekorunu kırması ise Valverde’nin oyun yapısının takır takır işediğini açıkça ortaya koyuyor. Süper yedek Ibai Gomez Son derece tempolu, baskılı ve önceliği rakibi bozma üzerine kuran Athletic, 90 dakika boyunca bu oyunu sürdürmeyi çoğu zaman başarıyor. Bu başarı da doğal olarak takımın ligde iyi sonuçlar almasını sağlıyor ama Valverde’nin başarısını sadece taktiksel açıdan değerlendirmek fazlasıyla yetersiz olacaktır. Eldeki malzemeyi çok iyi tanıyan ve geçtiğimiz sezon büyük bir düşüş yaşayan Muniain’e ne kadar fazla ihtiyaç duyacağını bilen Valverde, takımın başına geçer geçmez kendisine yöneltilen sorulara “Onun formsuzluğu beni korkutmuyor. Elimde onun gibi bir oyuncu olmasaydı o zaman kaygılanırdım.” cevabını vererek ilk dakikada Munian’i kazandı. Genç yıldız da kendisine olan güveni boşa çıkarmayarak sahadaki performansını bir anda 2-3 gömlek yükseltti. Daha da önemlisi, Bielsa döneminde kızağa çekildiği zamanlar sesini yükselten Munian, Valverde döneminde ilk 11 başladığı maçların neredeyse yarısında 90 dakikayı tamamlayamamasına rağmen her seferde takımın başarısının daha önemli olduğunu vurgulayarak rolünü benimsediğini ortaya koydu. Muniain gibi rolünü benimseyen bir diğer isim ise son olarak Real Madrid’e enfes bir gol kaydeden süper yedek Ibai Gomez’den başkası değil. Sezonun geri kalan bölümünde oynadığı 17 maçın 12’sinde oyuna sonradan dâhil olan ve bu maçların birçoğunda oyunun gidişatına doğrudan etki eden Ibai Gomez, maç başına 35 dakika süre bulsa da 8 gol atmayı başardı. Daha da önemlisi tıpkı Munian gibi her fırsatta rolünü benimsediğini ve takımın başarısının çok daha önemli olduğunu vurgulamasıydı. Bu sözleri yalandan söylemediğini ise normalde bu sezon sonu bitecek olan sözleşmesini yenileyerek kanıtladı. Avrupa’da bir çok takımda doğrudan 11 oyuncusu olacak kapasitedeki 24 yaşındaki Ibai, sözleşmesini 2017’ye kadar uzattı ve bir bakıma takımdaki büyük çoğunluğun rolleri ne olursa olsun başarıya inandığının bir göstergesi oldu. Athletic formasıyla bu sezon 17 maça çıkan 24 yaşındaki İbai Gomez rakip ağlara bıraktığı 8 golle takımının başarısında önemli rol oynuyor. Aslanların kalesi: San Mames Zaten sahada iştahlı bir oyun sergileyen Athletic’in bu sezon en fazla fark yarattığı nokta ise taraftarıyla da bütünleştiği iç saha maçları oldu. Bask ekibi, 16 Eylül 2013’te oynanan Celta Vigo maçıyla açılan yeni San Mames’te oynadığı 11 lig maçında 9 galibiyet ve 2 beraberlik elde ederek 29 puan toplamayı başardı. Aralarında Barcelona, Real Madrid ve Villarreal’in de bulunduğu rakiplerin hepsinden iç sahada puan almayı başaran Athletic, ligi iyi bir yerde bitirme konusunda son derece önemli olan iç saha maçlarının avantajını son derece iyi kullanıyor ve görünen o ki geri kalan haftalarda da içeride kolay kolay puan kaybetmeyecekler. Başarının sürdürülebilirliği Söz konusu Athletic ve başarı olunca hiç şüphesiz akla ilk gelen soru bu güzel günlerin ne kadar Athletic her maç taraftarının desteğini hissediyor. Öyle ki Bask Aslanları, 16 Eylül 2013’ten bu yana kendi evinde oynadığı 11 maçta 9 galibiyet 2 beraberlik alarak oldukça başarılı bir grafiğe imza attı. devam edeceği oluyor. Geri kalan 9 yılda bile 3 kez Avrupa bileti almasına rağmen ertesi sezonlarda çok büyük düşüşler gösteren Athletic için bu başarı yine mi geçici? Hiç şüphesiz bu dengesiz sezonların en büyük sebebi Athletic’in gelenekleri icabı sadece Bask oyuncu havuzunu kullanması. Son 2012 yılında hem Kral Kupası hem de UEFA Avrupa Ligi’nde final oynayan Athletic takip eden sezonda La Liga’yı 12’nci sırada tamamlamış, Avrupa Ligi grubundan da çıkamamıştı. yıllarda Venezuela doğumlu Amorebieta, Fransız Baskı Aymeric Laporte, Angolalı bir babanın oğlu ve Athletic’te oynayan ilk siyahi oyuncu olan Jonas Ramalho ile bu katı kuralı kısmen gevşetseler de sonuçta yaklaşık 2.500.000 nüfuslu bir bölgeden seçim yapabiliyorlar ve rakiplerine kıyasla son derece dezavantajlı konumdalar. La Liga’da ekonomik açıdan sıkıntı çekmeyen bir kulüp olsalar da tıpkı Javi Martinez ve Fernando Llorente örneklerindeki gibi kontrat bitim tarihleri ve serbest kalma bedellerinin önüne geçemiyorlar. Havuzun darlığından da takımı bırakıp daha üst seviyeye atlayan isimlerin yerlerini doldurmak kolay olmuyor. Başarı da oyuncularını parlatınca Athletic kendini kısır bir döngüde buluyor. Fakat şunu da eklemek gerekir ki Bielsa dönemindeki gibi birden çözülmeyeceklerdir. Her ne kadar taktiksel bilgi birikimi ve yetenekleri tartışılmayacak olsa da başına buyruk hareketleri ve inatçılığı yüzünden kulübü adeta kaosa sürükleyen Bielsa’nın aksine, daha önce toplamda 10 sene kulüpte görev alan ve Bask halkını çok daha yakından tanıyan Valverde’nin, hem de takım böyle giderken bir anda kendi ayağına sıkmayacağı kesin. Valverde’nin aslı sınavı ise muhtemelen başarılı bir biçimde tamamlanacak sezonun ardından oyuncuları takımda kalıp Avrupa’da da başarılı olacaklarına iknâ etmek olacak. Eğer bunu da başarırsa Athletic, önümüzdeki 2-3 yılda İspanya’nın en fazla heyecan veren kulüplerinden biri olmaya devam edecektir. Şampiyonlar Ligi Şampiyonlar Ligi Top 16 #1 Futbolun kulüpler düzeyindeki en büyük organizasyonunda heyecan yeniden başlıyor. 16 takımın mücadele edeceği Şampiyonlar Ligi 2. turunda ilk etabın startı bu hafta verilecek. 4 karşılaşmanın oynanacağı 18/19 Şubat günlerinde Manchester CityBarcelona, Arsenal-Bayern Münih, Milan-Atletico Madrid ve PSG-Leverkusen ikinci maçlar öncesi avantaj elde etmek için sahaya çıkacak. Temsilcimiz Galatasaray’ın da yer aldığı bu turda diğer 4 müsabaka ise 25/26 Şubat günlerinde oynanacak. 18 Şubat Salı 21.45 Manchester City-Barcelona (NTV Spor Smart) 21.45 Leverkusen-PSG (Smart Spor HD) 19 Şubat Çarşamba 21.45 Arsenal-Bayern Münih (Smart Spor HD) 21.45 Milan-Atletico Madrid (Smart Spor 2 HD) HF117 MANCHESTER CITY BARCELONA Anahtar: Kontrollü oyun En iyi dikine oynayan takım İngiltere’ye 4-4-2 dizilişini başka bir formda sunan Manchester City, rakiplerini yenmekle kalmıyor, onları rezil de ediyor. Sezonun daha bu aşamasında 100 golü aşmayı başaran maviler, özellikle kanat organizasyonları üzerinden sade fakat bir o kadar da etkili akınlar geliştiriyor. 4-4-2’nin bu Latin Amerika varyantında, kanatlardaki oyun kurucuların sürekli ve tahmin edilemez dinamik oyun yapısı, her fırsatta çizgiye inen hücumcu bek oyuncuları için sınırsız pozisyon yaratıyor. Ceza sahasında her daim iki nitelikli golcünün bulunmasıyla da, City’nin gollerinin önemli bir kısmı basit ceza sahası içi tek vuruşlarla gerçekleşebiliyor. Kusursuz görünen bu oyunlarına tek eleştiri, takımın omurgasını oluşturan Yaya Toure - Fernandinho ikilisinin ve özellikle de Yaya’nın zaman zaman geride bıraktığı boşluklar üzerinden gelişiyor. Manchester City, şu anda dünyada en iyi dikine oynayan takımlardan biri. Tata Martino yönetimindeki Barcelona’nın özellikle bu anlamda çok kırılgan olması, ilgi çekici bir eşleşme ortaya çıkarıyor. Diğer yandan, deplasman performanslarıyla hâlâ çok ciddi soru işaretleri bulunduruyorlar ve Barcelona’daki maçta üçüncü orta saha kullanımı gibi sistem değişikliklerine gitmeleri şaşırtıcı olmayabilir. GÜNER ÇALIŞ Sezona Gerardo Martino ve getirdiği değişikliklerle giren Barcelona, Şampiyonlar Ligi’nde grup aşamasını geçip ligde de liderliği elinde tutmasına rağmen değişimin getirdiği sancıları fazlasıyla hisseden ve bundan dolayı da dönem dönem eleştirilen bir takım. Katalanlar’da gözlemlenen en büyük değişim ise hücumda bir B planı alternatifi üretme girişimi. Eskiye nazaran kitlenen başlarda kenarları ve uzun topları daha fazla kullanma yoluna gidiyor. Aslında bu şekilde kayda değer sayıda gol bulduklarını da söylemek mümkün ama klasik santrfor eksikliği ve takımın boy ortalamasından dolayı yüzdeleri fazlasıyla düşük. City eşleşmesinde ise Messi’nin yükünü hafifletmek adına alternatif yaratması beklenen ve bu konudaki en büyük koz olarak öne çıkan isim ise hiç şüphesiz Neymar olacak. Barcelona adına turu geçmek için en fazla belirleyici olacak faktör deplasmanda oynanacak maç olacak. Kısa süre de olsa Song-Busques ikilisini bir arada oynatan Martino, tıpkı Guardiola’nın vaktinde Keita-Busquets ikilisini kullanarak yaptığı gibi ‘double pivot’ seçeneğini tercih etmeli; bunun yanı sıra topa %60’ın üzerinde sahip olduğu maçlarda bile ligde de zaman zaman denediği kontrollü bir oyunla kontra-atak opsiyonlarını da kullanmalı. EMRE ÇELİK ARSENAL BAYERN MÜNiH Kusursuz fırtına Takım savunması Arsenal, birbirini çok iyi tamamlayan oyunculardan oluşan, Wenger’in kafasındakine her geçen gün daha fazla yaklaşan çok güçlü bir takım. Golü kimin attığının bir önemi olmuyor, her gün bir başkası sahneye çıkıyor. Ama Liverpool yenilgisinin de gösterdiği gibi, hâlâ belli oyunculara diğerlerinden daha çok ihtiyaç duyuyorlar. Bu tip kritik maçlarda, taktik ve teknik açıdan olduğu kadar karakteriyle da fark yaratan Ramsey, Flamini, Rosicky gibilerin değeri bir kat daha artıyor. Arsenal, bu sene savunmadaki sağlam duruşu ve kendi sahasındaki aldığı 2-0’lık galibiyetlerle nam salmış olabilir ama ‘pas’ hâlâ en büyük kozları. Liverpool’un 15 dakikalık muazzam presine karşı koyamayan takım bir anda darmadağın oldu ve o arada bloklar arası verilen boşluklar gerçekten korkutucuydu. Arsenal, ‘savunma pozisyonu’na geçtiği vakit geçmiş yıllardan çok daha iyi savunma yapıyor, ancak öncelikle bu pozisyona geçebilmeliler. Liverpool’un yaptığını Bayern de kuşkusuz deneyecektir. Flamini - Ramsey, hem rakibi presi delip geçebilen hem de savunmada sert duran en ideal ikiliydi; sakatlığın zamanlaması bilhassa talihsiz. GÜNER ÇALIŞ Bayern Münih’in kusursuzluğa doğru yolculuğu devam ediyor. İsabetli ve çok sayıda pas yaparak oyun içerisinde kontrolü her zaman elinde tutmak isteyen Bavyera ekibi gole gidiş konusunda çeşitliliğini günden güne arttırıyor. Mandzukic ve Müller tercihleri Bayern Münih’in hücum anlayışını değiştirdiği gibi herhangi bir maç öncesi hangisinin oynayacağını önceden kestirmek de mümkün değil. Hırvat golcü ile beraber yüksek top sayısı artarken Müller ya da Götze ile oluşturulan sahte dokuzlu formasyonda ise kenar aksiyonları ve yerden paslar revaçta oluyor. Sorun yaşadığı maçları kazanmasının içeriği ise Guardiola’nın oyunu okuma becerisi oldu. Ligin en fazla “Joker” golüne sahip olması geriye düştüğü pek çok maçı yapılan değişiklikler nedeniyle kazanılmasının sonucudur. Ribery olmasa da Bayern favori. Arsenal’in şansı var mı? Bayern Münih deplasmanda oynayacağı bu ilk maçta iyi bir sonuç almazsa kendi evinde daha fazla zorlanacağını söyleyebiliriz. Arsene Wenger’in hem Dortmund hem de Bayern’e karşı içeride kaybedip dış sahada kazandığını hatırlatmak gerekir. Nürnberg’in deneyip başarılı olduğu, Mourinho’nun Barça’da turu geçtiği 4-3-3 ön alan presi ise Wenger’in görünen tek şansı. ORHAN ULUCA BAYER LEVERKUSEN PSG Topa sahip olmalı Paris Saint Germain iki sezondur çift forvet oynuyordu fakat bu yıl takımın başına Laurent Blanc’ın geçmesiyle birlikte savunmayı daha sağlama alan bir sistem oturtuldu. 4-3-3 gibi görünen fakat maç içinde Frank De Boer’un da ifade ettiği gibi 4-5-1 veya 3-4-3’e kayabilen bir formasyon bu. Başkent ekibi Cabaye transferi ile de ort sahada ciddi bir rotasyon şansına sahip oldu. Motta’yı kullanmak istediği maçlarda Blanc, Milli takımda da birlikte oynama alışkanlığı olan Cabaye ile Matuidi’yi Brezilyalının önünde kullanabilir. Cavani’nin eksikliği Marjinal dizilim Kenar on numaraları Finli teknik adam yönetiminde ilk günden bu yana istikrarlı bir şekilde korudukları oyun felsefelerinin etkileyici kısmı. Takım evinde oynadığı zaman bu on numaralar topu içeriye taşır, geriden gelen bekler çizgiye iner ve Stefan Kiessling çevresinde muazzam bir baskı ile oynar iç saha maçlarını. Çam ağacı olarak dillendirilen 4-3-2-1 sistemini Bundesliga’da Leverkusen dışında benimseyen olmadı. Özellikle 4-2-3-1 dizilimi ile rakip olan takımlara karşı 3 orta sahanın sayısal üstünlüğünü gol yemek istemedikleri maçta sonuna kadar kullanıyorlar. Bu yüzden Leverkusen kendi evinde fazlasıyla ofansif bir oyun ortaya koyup gollü sonuçlar alırken deplasmanda sıklıkla kalesinde gol görmeden tek farklı sonuçlarla üç puanı defansif bir oyun anlayışıyla topluyor. İki farklı stratejiyi kusursuz uygulayan bu sistemin vazgeçilmezi ise 9 numara pozisyonunda oynayan Stefan Kiessling. PSG’ye karşı ne yapar? En büyük dezavantajı ilk maçı içeride oynamak zorunda kalmaları. Bir başka sorun kendisinden daha güçlü bir kadroya saldırmak zorunda kaldıklarında savunmada verdiği açıklar. Gol yemeden iç sahadan çıkarsa Leverkusen’in tur şansı yüzde 51’e ulaşır. ORHAN ULUCA Edinson Cavani Paris Saint Germain’in sisteminin işlemesi için anahtar oyuncuların başında geliyordu. Bayer Leverkusen karşısında Cavani’nin yokluğunda Laurent Blanc ilk tercih olarak yavaş yavaş form tutan Pastore ile Lucas’ı değerlendirecektir. Turu geçmek için Paris Saint Germain ligde yaptığı gibi rakibine oranla topa daha çok sahip olmalı, zira sisteminin işleyişinde bu unsur büyük bir önem arz ediyor. Ilk maçta Cavani’nin yokluğunda Pastore’nin performansı belirleyici bir etken olacaktır. Monaco deplasmanında yaptıkları gibi lakayıt tavırlar sergileyeceklerini sanmıyorum. Üst düzey bir oyun konsantrasyonu Paris’e turu getirecektir. RIDVAN ERDEM AC MiLAN ATLETiCO MADRiD İspanyolların üçüncü büyüğü? Milan kötü ama yolu doğru Clarence Seedorf’un göreve gelişiyle birlikte farklı bir yapı içine girmeye çalışan Milan’da işler yoluna giriyor. Son maçlarında deplasmanda Napoli’ye 3-1 mağlup oldular fakat içinde bulundukları durum itibarıyla bu çok da anormal bir sonuç değil. Ocak ayı transfer döneminde takıma dahil olan Keisuke Honda, Adil Rami, Adel Taarabt ve Michael Essien gibi oyuncularla kadro profilini bir hayli yukarı çekmeyi ve rotasyonu genişletmeyi başardılar. Seedorf’un iş başı yapmasıyla birlikte Hollandalı hocanın yeni sistemi 4-2-3-1 olarak açıklaması Kaka’nın takımın merkezinde ön plana çıkmasını sağladı ve kenarlardaki Robinho-Honda ikilisiyle birbirini tamamlayan parçalara da sahip oldular. Seedorf’un top hakimiyetini ve sürekli hücumu isteyen yeni yapısı içinde ön alandaki yetenekli dörtlüyle birlikte hücumdaki akıcılıkları arttı ve daha iyi bir takım olma yoluna da çabuk girdiler. Atletico Madrid önünde underdog görünmeleri de Milan için bir avantaj olacak. İspanyollar her ne kadar Avrupa’da sezonun flaş takımı olsalar da Milan, kadrosu itibarıyla Atletico’dan hala daha yüksek profile sahip. Şampiyonlar Ligi’nde bu seviyede mücadele etmeye de daha alışkınlar ve kulüp tecrübeleri bu anlamda fazlasıyla üst düzey. İşleri kolay olmayacak ama şansları varsayılandan çok daha fazla olabilir. EMRE ÖZCAN Sadece İspanya’da değil, Avrupa’da da bu sezonun en fazla sükse yapan takımlarından birisi hiç şüphesiz Atletico Madrid. Ligde geride kalan 23 haftada Barcelona ile Real Madrid ikilisine kafa tutmayı başaran Colchoneros, Porto ve Zenit’in olduğu gruptan namağlup şekilde çıkmayı başardı. Herhangi bir büyük takım profilinin aksine rakip kim olursa olsun son derece kontrollü ve savunmadaki beceri/ sertliğiyle buraya gelen bir takım olduğunu söylemek yanlış olmaz. Rakibi boğarcasına alan daraltan zaten 16 takım arasında en az topa sahip olan 3’üncü takım. Önemli olan nokta ise bunun Atletico Madrid’in zorunluluktan yaptığı bir faktör değil ana oyun planı olması. GabiKoke-Arda üçlüsünün yönettiği hızlı gelişen ve öldürücü ataklar ise Atletico Madrid’in en büyük silahı. Ayrıca Atletico Madrid için öne çıkan bir diğer faktör de duran toplardaki başarıları. Atletico Madrid için turu şekillendirecek iki faktör var. İlki “Real ve Barcelona’ya direnen savunma futbolu mu yoksa Copa del Rey’de 3-0’lık Real mağlubiyetine sebep olan cesur oyun mu?”. İkincisi ise “Diego ile 4-2-3-1 mi yoksa Diego olmadan 4-4-2 mi?”. soruları olacak. EMRE ÇELİK