sayi 32 k - Sağlik Ve insan Dergisi

Transkript

sayi 32 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ
Prof. Dr. Ahmet Oğul ARAMAN
İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Ahmet SERPER
Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi ve Çocuk
Ürolojisi Klinik Başkanı
Bülent AKARCALI
Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı
Prof. Dr. Bülent ZÜLFIKAR
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı Başkanı / Türkiye Hemofili Derneği Başkanı
Prof. Dr. Cevdet ERDÖL
Ankara Milletvekili
Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN
Sağlık Editörü / Yazar / Yayıncı
Prof. Dr. Hasan Fevzi BATIREL
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Haydar SUR
Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. İskender PALA
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi
Prof. Dr. Metin DOĞAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN
Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı
Prof. Dr. Murat TUNCER
Hacettepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Mustafa SOLAK
Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR
TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana
Milletvekili
Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ
Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi
Osman GÜZELGÖZ
Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü
Öznur ÇALIK
TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı Malatya Milletvekili
Prof. Dr. Sabahattin AYDIN
Medipol Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi,
Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı
Prof. Dr. Tuncay DELİBAŞI
Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi
Prof. Dr. Uğur DİLMEN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Yunus SÖYLET
İstanbul Üniversitesi Rektörü Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Üyesi
Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı
EDİTÖRDEN
Sağlıkta Kalite
ve Akreditasyonun Önemi Artıyor
Ülkemizde 2003 yılında uygulanmaya konulan ve başarıyla sürdürülen
“Sağlıkta Dönüşüm Programı” ile hedeflenen en önemli noktalardan biri
de “sağlıkta kalite ve akreditasyon”du. Sağlık hizmetlerinin en iyi şekilde,
nitelikli sunumu ve sunulan hizmetlerin sağlıklı bir biçimde sürdürülmesi
için Sağlık Bakanlığı harekete geçti ve bu kapsamda Strateji Geliştirme
Başkanlığı bünyesinde Performans Yönetimi ve Kalite Geliştirme Daire
Başkanlığı kuruldu.
Daha sonra yeni yapılanmayla Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel
Müdürlüğü bünyesinde yeniden oluşturulan ve “Sağlıkta Kalite ve
Akreditasyon Daire Başkanlığı” adını alan birim sağlıkta kalite standartlarını
yükseltme, geliştirme ve sağlık kurumlarının akreditasyonları faaliyetlerini
başarıyla sürdürüyor. Sağlıkta en temel adımlardan olan hizmet sunumu hem sağlığın insanlarını
hem de insanımızın sağlığını yakından ilgilendiren bir konu. Bu nedenle
“Kalite ve Akreditasyon” her geçen gün daha fazla önem kazanıyor. Buradan
yola çıkarak biz de Ağustos sayımızda kapak konumuzu “Sağlıkta Kalite ve
Akreditasyon” olarak belirledik ve Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel
Müdürlüğünden konunun uzmanlarıyla birlikte hazırladığımız kapsamlı
dosyamızı sizlere sunduk. Bu sayımızda hazırladığımız bir diğer dosyamız da “sağlıklı beslenme” oldu.
Bilgilendirici yazılarla sizlere sunduğumuz dosyamızda özellikle içinde
bulunduğumuz yaz aylarında daha fazla dikkat çeken sağlıklı beslenme
konusunda merak ettiklerinizi bulabileceksiniz.
Sağlığın insanı ve insanın sağlığı için hazırladığımız Sağlık ve İnsan
Dergimizin bu sayısında yine hem sağlık profesyonellerinin hem de sağlığa
ilgi duyan ve sağlığına önem veren herkesin dikkatini çekecek konularla
dolu dolu bir sayı hazırladık.
İlgiyle okuyacağınızı umuyor sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz…
Ayşe Aydın
AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ
/saglikinsandrg
Yıl: 3 Sayı: 32 • AĞUSTOS 2014 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR.
EsasMedya Ltd. Şti. adına
/saglikveinsandergisi
www.saglikveinsandergisi.com
www.saglikveinsandergisi.com
[email protected]
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: M. Suat GÜZELGÖZ Yayın Koordinatörü: Ayşe AYDIN Hukuk Danışmanı: Av. Bekir EREN
Kurumsal İletişim ve Reklam: Ensar ÜSTÜN Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım: EsasMedya Tasarım
Yayın İdare Merkezi: Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83
Yayın Türü: Yaygın Süreli Basım Yeri: İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş. Macun Mah. 3. cad. No: 2 (A Girişi) İstanbul Yolu 6. km. Yenimahalle /
ANKARA Tel : 0312 397 91 40 Basım Tarihi: Ağustos 2014, ANKARA
Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.
Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir.
06
Sağlıkta Kalitenin
Hasta Güvenliğine Katkıları
12
30 Kimyasal Maddeler Kısırlık Nedeni Olabilir
44
Bebek Beslenmesinde
Dikkat Edilmesi Gerekenler
Sağlıkta Kalite ve Performans
34
Mobil Sağlık Uygulamaları
Ne Kadar Güvenli?
70
Türkiye’de 19. ve 20 Yüzyıllarda
Tıp Tarihinin Ana Hatları (1827-1923)
76
Kuzeyin Nostaljik Kenti: EDINBURGH
haber
İKİ DENİZ NAKİL ARACI
HİZMETE ALINDI
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Adalar’da hizmete alınan deniz nakil araçlarının en büyük
özelliğinin sarsmaması olduğunu ifade ederek, “İki sedye, iki hastayı aynı anda taşıyabiliyor.
Acil müdahale edilebilecek ekipmanları var. 24 saat devamlı hizmet verebiliyoruz” dedi.
Sağlık
Bakanı
Müezzinoğlu,
Büyükada’da düzenlenen törenle 2
deniz nakil aracını hizmete soktu.
Araçta gazetecilere açıklamalarda
bulunan Müezzinoğlu, deniz araçlarının 4 adadaki vakaları, 24 saat kesintisiniz anakaraya 8-9 dakika içerisinde ulaştırabileceğini söyledi.
Bu kapsamda 4 adayı ziyaret ettiğini
belirten Müezzinoğlu, “Onlardan da
yanılmıyorsam son bir ayda 111 vaka
transferi olmuş. Hatta Kınalıada’da ilk
vaka transferini de buradan uğurlamış olduk” dedi.
Bakanlık olarak acil hizmetlerde
Türkiye’nin hangi noktasında olursa
olsun tüm kör noktaları çözebilecek
tedbirleri almaya çalıştıklarını belirten Bakan Müezzinoğlu, İstanbul’un
incisi olan adalara ve halkına modern
ve hızlı teknolojiyi sunduklarını dile
getirdi.
Bakan Müezzinoğlu, nakil araçlarda
bulunan özellikleri şöyle anlattı:
“Deniz aracının en büyük özelliği;
sarsmaması. Yani denize oturma şekliyle sarsmadan transfer ediyor. İki
sedye, iki hastayı aynı anda taşıyabiliyor. Acil müdahale edilebilecek ekipmanları var. 24 saat devamlı hizmet
verebiliyoruz. Çok olağanüstü hava
koşulları, zaman zaman sis ve fırtınada deniz seferleri iptal gibi durumlar
haricinde, 24 saat kesintisiz hizmet
4
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
verecek bu modern araçlarımız. Oksijen, monitör takipleri gibi araçlar var.
Araçlar, hastayı hemen eğitim araştırma hastanemize ulaştırabilecek. Ortalama deniz trafiği 7-8 dakika ama
hasta alındıktan sonra hastaneye
ulaşımı 20-25 dakika. Şu anda ilave
iki araç. Önceki araçlarımız hizmete
devam ediyor. Toplam 4 oluyor. Belediyenin de iki aracı var ama onlar galiba şu anda hizmet dışı kalmış. Sağlık
Bakanlığı olarak 4 hasta transfer aracımız oldu. 4 odaya 4 tane.”
Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, bu hizmetlerin maliyetinin hesaplanmayacağını belirterek, belirli bir rakamı
olduğunu, verilen hizmete ve mile
göre ilave ücretin alınacağını ifade
etti.
Bir gazetecinin, “İnşallah mazotları
bitmez” sözleri üzerine Müezzinoğlu, “Bizim öyle bir sıkıntımız olmaz.
7-24 bizde öyle bir sıkıntı olmaz.
Daha önce belediyenin ve Deniz
Kuvvetleri’nde, o araçlarda öyle bir
ters durum yaşadık. İnşallah bizler
öyle bir sıkıntı yaşamayacağız. Tek
korkumuz olağanüstü hava koşulları”
diye konuştu.
Deniz nakil araçları hakkında
Deniz nakil araçları, karayolu trafik
şartlarının yoğun olduğu zamanlarda geciken acil sağlık hizmetlerini
hızlandırmak ve sürekliliğini sağlamak için çok ciddi vakalar dışındaki
vakaların anakaraya ulaştırılmasını
sağlayacak.
İstanbul’da, deniz ambulans hizmetleri, bakım, onarım, yakıt giderleri
ve personel özlük hakları Türkiye
Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğüne ait olmak üzere Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nce
sevk ve idare edilen, Büyükada ve
Büyükdere’de konuşlu 2 deniz ambulansı ile yürütülüyor.
Sahil Güvenlik Komutanlığı, Türkiye
Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü ile Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü arasında imzalanan
Acil Durumlarda Türk Arama Kurtarma Bölgesi İçerisinde Tıbbi Tahliye Faaliyetlerinin Yürütülmesine Dair İşbirliği Protokolü gereğince İstanbul’da
deniz ambulansının hizmet veremediği veya görevli olduğu durumlarda, Sahil Güvenlik Komutanlığı’na
ait botlar, adalar ve gemilerden tıbbi
tahliye faaliyetlerini yürütüyor. Arama Kurtarma Yönetmeliği’ne göre
Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü botları zorunlu durumlarda adalardan
vakaların tıbbi tahliyesinde görev
yapıyor.
İki deniz nakil aracının, biri Heybeliada, diğeri de Kınalıada ve
Burgazada’da konuşlandırılarak, faaliyete geçirilecek.
37,500’ü
• Son on yılda yıllık ortalama %5.1’lik nominal GSYİH • Avrupa, Kafkaslar, Orta Asya, Orta Doğu ve
artışı ile Avrupa’nın en hızlı büyüyen ekonomisi ve
Kuzey Afrika’ya erişim
dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri
(2004-2013)
• Kamu- özel sektör işbirliğinde 1.1 trilyon $ GSYİH
ile dünyanın 16. büyük ekonomisi (IMF 2013)
• Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD)
ülkeleri arasında %5.2 ortalama yıllık büyüme
beklentisiyle en hızlı büyüyen ekonomi
(OECD 2012-2017)
• Yüksek rekabete dayalı yatırım teşvikleri ve özel
Ar-Ge desteği
• Yarısı 30.4 yaşın altında olan 76.6 miyonluk nüfus
• Yılda yaklaşık 610.000 üniversite mezunu
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
5
kapakkonusu
SAĞLIKTA KALİTENİN
HASTA GÜVENLİĞİNE KATKILARI
Bayram DEMİR
Sağlık Bakanlığı
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Sağlıkta Kalite ve Akreditasyon
Daire Başkanlığı
Ülke yönetimlerinin sağlık sektörü
için önem sıralamasının başında sağlık hizmetlerine erişim gelmektedir.
Sağlık hizmetlerine erişim gibi temel
parametreyi göreli olarak da olsa
yerine getiren sağlık sistemlerinin
gündemine diğer birkaç başlığın yanında “kaliteli sağlık hizmetleri” dahil
olmaktadır. Böylelikle, kalite çalışmalarının günümüzde gelişmiş sağlık
sistemlerinde sistematik bir çalışma
alanı olması bu bakış açısından daha
anlamlı görünmektedir.
Sağlık sistemleri içerisinde niceliksel
olarak sağlık hizmet arzını artırmak
başlı başına sağlık hizmetlerinde
6
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
yaşanan sorunları azaltmamaktadır.
Bunun yanında, verilen hizmetleri
niteliksel açıdan standardize etmek
gereği ortaya çıkmaktadır. Sağlık hizmetlerinde kalite, sunulan hizmetin
iyileştirilerek
standardizasyonunu
öngörmektedir. Sağlık hizmetlerinde
iyileştirme ve standardizasyon tedavi
ve bakım hizmetinin tabiatında var
olan bir hususiyettir ancak hastane
organizasyonunun tümüne sirayeti
kalite çalışmalarıyla mümkün olmaktadır.
Sağlık kurumlarında kalite çalışmaları, hizmet sunumunda yaşanan
sorunları aşmak için kalite çözümleri üretmeye ve kalite çözümleri için
ar-ge çalışmalarına odaklanmış bulunmaktadır. 20. yüzyılın ürünü olan
sağlıkta kalite çalışmaları son 20 yılda
ise farklı bir çehre kazanmaya başlamıştır. Hizmetlerde iyileştirme esaslı
standardizasyonun yanına “hasta
güvenliği” konsepti yerleştirilmeye
başlanmıştır.
Hastane hizmetlerinden yararlanan
kişi sayısının artması, sunulan hizmetlerin artması ve sağlık hizmetinin
daha karmaşık hale gelmesi sağlık
hizmetinde “güvenlik” yaklaşımını
zorunu olarak ortaya çıkarmıştır. Sağlık hizmetinin en önemli paydaşı
olan hastanın, hastanede bulunduğu
sürede hastalığından gayrı herhangi
bir olumsuzluğa maruz kalmasını önleme üzerine kurulu “hasta güvenliği”
kavramı bu yönüyle sağlık hizmetlerinde ana eksenlerden biri haline
gelmiştir. Kalitenin ayrılmaz parçası
olarak “hasta güvenliği” ülkeler düzeyinde geniş bir alan bulması yanı
sıra Dünya Sağlık Örgütü nezdinde
de küresel bir inisiyatif olarak hayata
geçmiştir.
Sağlık kurumlarında gerek kalite çalışmaları ve gerekse hasta güvenliği
çalışmalarının uygulanmasını sağlayan birkaç kaynak ve araç bulunmaktadır; Yasal düzenlemeler, akreditasyon çalışmaları, hasta güvenliği
kalite/performans indikatörleri gibi
kaynaklar bu araçlar arasında sayılabilir. Yasal düzenlemeler tüm kurumların uygulamakta zorunlu olduğu
kuralları içerirken diğerleri kurumsal
gelişim açısından büyük öneme sahip güdüleyici etkenlerdir.
Yasal düzenlemeler, kurum ve çalışanları asgari gereklilikler noktasında
kalite ve hasta güvenliğinde önlemler almakla yükümlü kılarken, akreditasyon, öz değerlendirme ve diğer
kalite iyileştirme çalışmaları ise muhatap kurumların diğer organizasyonlardan ayırt edici yönlerini ortaya
koymaktadır. Her insan hata yapabilir
ve insan tabiatında hata yapma olasılığı her zaman için bulunmaktadır.
Bunu değiştirmek mümkün olamamaktadır. Ancak, insanların hata yapmasına zemin teşkil eden çalışma
koşullarını değiştirmek ve daha iyiye
doğru geliştirmek mümkündür. Sağlık hizmetlerinde ise, sağlık personelinin çalışma sürecindeki hatalarını
azaltma üzerine temellendirilmiş sistem kurgusu doğrudan hasta güvenliğini geliştirmektedir. Kalite çalışmaları da tam olarak bunu sağlayacak
şekilde tasarlanmaktadır.
Çalışma şartlarının ve çalışma sürecinin değiştirilmesini de içeren kalite
çalışmaları hasta güvenliğini geliştirmektedir. Hasta güvenliği kültürü
birdenbire gelişmemekte ve daha
ötesi kalite kültürü içerisinden doğmaktadır. Bu yönüyle, kalite çalışmalarının hasta güvenliğine katkılarını
kısaca sıralayacak olursak;
• Kurumların hasta güvenliği çalışmalarına hazır bulunmasını sağlar.
• Kurumlarda bütün paydaşları dikkate alan sistematik çalışma anlayışının hasta güvenliği çerçevesinden gelişimini sağlar.
• Hasta güvenliği anlayışının geliştirilmesi için meşru bir zemin oluşturur.
• Hasta güvenliği çözümlerinin yaygınlaşmasını ve uygulanmasını kolaylaştırır.
• Akreditasyon ve diğer kalite sis-
temleri içinde hasta güvenliğine
önemli bir yer ayrılmaktadır.
• Hasta
güvenliğinin geliştirilmesi için kalite uygulamaları içinde
hasta güvenliği indikatörleri oluşturulmaktadır.
Sonuç olarak, kalite uygulamalarının
adeta mütemmim cüzü sayılabilecek
hale gelen “hasta güvenliği” yaklaşımı, sağlık hizmetlerinde sonuç odaklı
hasta tedavisinde ihmal edilmeyecek
denli yasal ve sosyal zemine kavuşmuştur. Dünyanın gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinde kendisine
zemin bulan hasta güvenliği kültürünün çoğunlukla Devletin rehberliğinde geliştiği görülmektedir. Bu
çerçeveden bakıldığında, ülkemiz
kamu sağlık teşkilatının yani Sağlık
Bakanlığı’nın yasal olarak başlattığı
sağlıkta kalite çalışmalarının ülkedeki
hasta güvenliği kültürünün oluşmasına önemli katkı sağladığı ve dünya ile aynı zaman diliminde, ortak
bir hizmet dili üzerinden gelişimine
devam ettiği düşünülmektedir. Ülkemizde sağlık turizmi olgusunun gelişiminde de dünya ortak hizmet dili
etkisi bulunmaktadır. Dolayısıyla, ülkedeki Sağlıkta Kalite Standartlarının
ve diğer kalite çalışmalarının periyodik olarak tüm sağlık kurumlarında
gerçekleştirilmesi ve değerlendirme
çalışmalarının yapılması “Hasta Güvenliği” olgusunu kurumsal öğrenme
sürecinin de ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir.
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
7
kapakkonusu
DÜNYADAN ÖRNEKLERLE
SAĞLIKTA ULUSAL KALİTE SİSTEMLERİ
Dr. Hasan GÜLER
Sağlık Bakanlığı
Sağlık Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı
Sağlıkta kalite denince akla gelen
farklı yapılanmalar bulunsa da mevcut ulusal ve uluslar arası tüm kalite
sistemlerinin buluştuğu ortak bir
payda olduğu aşikârdır. Bu noktadan
hareketle, sağlıkta kalitenin sağlanması amacı ile oluşturulmuş programların ortak ve temel birtakım unsurları vardır.
Öncelikle; her kalite sisteminin ana
yapı taşlarından biri “Standartlar”dır.
Yetkili bir otorite tarafından önceden
belirlenmiş, bir kuruluş veya bireyin
kabul edilebilir performans düzeyini
tarif eden kriterlerden oluşan standartlar, uluslar arası kabul edilmiş
8
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
setlerin ülkeye entegre edilmiş biçimi ya da ülke kaynakları ile oluşturulmuş özgün setler şeklinde olabilir.
Sağlık kurumlarının standartlar çerçevesinde gözetim ve denetimini yapan bir birimin bulunması, sistemin
diğer bir önemli yapı taşıdır. Gözetim
ve denetimden sorumlu birim ya da
kurum standartların kurumlardaki
uygulamalarını değerlendiren profesyoneller ile birlikte çalışmaktadır.
Bütün bunların yanında, programlar,
kalite sistemlerinin bir gereği olarak
sürekli kendini ve sorumluluk alanındaki kurumları ve hizmetleri geliştirmek üzerine kurgulanmıştır.
Son 20 yılda Sağlık hizmetlerinde kalite ve akreditasyona yönelik gittikçe
artan uluslar arası bir ilgi vardır. Bu ilginin arkasındaki nedenler çeşitlidir:
• Bütün dünyada sağlık bakım profesyonellerinin gelişme isteği
• Halk sağlığını iyileştirme isteği
• Sağlık hizmetlerinin artan maliyet-
leri göz önüne alındığında, sağlık
bakım harcamalarıyla elde edilen
değere ilişkin endişeler
• İnternet aracılığıyla, bakımın kalitesiyle ilgili konulardaki bilginin
artan erişilebilirliği
• Çok
uluslu şirketlerin dünyanın
birçok ülkesinde bulunan çalışanları için güvenli ve etkili sağlık hizmetleri sunulması konusundaki
ilgileri
Dünyada özellikle 1990’dan beri kalite alanına ilgi yoğunlaşmıştır. Çeşitli
ülkelerde profesyonellerin ve hastanelerin kalite ve kalite güvencesi
konusunda sorumluluk almalarını
gerektiren kanunlar çıkartılmış ya
da düzenlemeler yapılmıştır. Birçok devlet, profesyonel derneklerin
ve diğer örgütlerin finansal olarak
desteklenmesi ve bağımsız ulusal
kalite örgütlerinin kurulması yoluy-
la kaliteyle ilgili faaliyetleri teşvik
etmektedir. Hollanda’daki Ulusal
Kalite Güvencesi Örgütü, Belçika, Almanya, İtalya, Fransa ve İspanya’daki
bu tür örgütler için bir model teşkil
etmiştir. Aynı şekilde ABD, kanda ve
Avustralya gibi gelişmiş bazı ülkelerin geliştirdiği standart setleri ve kurumsal yapılanmalar diğer örnekler
için kaynak ve örnek teşkil etmiştir.
Devletler, halkın sağlık hizmetlerini
eleştirmesine, maksimum bekleme
süreleri gibi hizmet garantileri önererek ve hasta haklarını belgeleyerek
cevap vermeye çalışmaktadırlar. Kaliteyi iyileştirirken maliyetleri azaltma
yaklaşımlarının da gelişmesi ile kalite
yönetimi anlayışına ilgi gün geçtikçe
artmaktadır.
Aşağıda bazı gelişmiş ülkelerdeki
ulusal kalite sistemlerinin mevcut
durumu ile ilgili kısa bilgiler bulunmaktadır.
Fransa
Fransa’da
Sağlık
Hizmetlerinde
Akreditasyon ve Değerlendirme
Ulusal Kurumu (Agence Nationale
D’accréditation Et D’evaluation En
Santé (ANAES)), kısmen hükümet tarafından finanse edilmektedir ve bir
parlamento organı tarafından yönetilmektedir. 1997 yılında başlatılan
program ikincil ve üçüncül sağlık bakımı alanlarında faaliyet göstermektedir.
Fransa’daki bütün hastaneler akreditasyon programından yararlanabilmektedir. Fransa Sağlık Bakanlığı
akreditasyon standartlarını web sitesi üzerinden ulaşılabilir hale getirmiştir. Akreditasyon standartlarının
geliştirilmesi aşamasında Amerika
ve Kanada’nın standart setlerinden
yararlanılmıştır. Kurum tetkik sonuçlarını internet üzerinden yayınlamaktadır. Kurumun gelirleri tetkik sonucu
hastanelerden gelen ücretlerle, hükümetin desteklediği fonlar yoluyla
sağlanır.
Fransa’da özel hastanelerin (kar
amaçlı olan-olmayan) ödemeleri hizmet başı temelinde gerçekleşmektedir. Hastaneler ve bölgesel finansman
kuruluşları bir sonraki yılın ödemeleri
için sabit bütçeler üzerinde anlaşmakta; fona bağlı hastalar için belli
sayıda yatış günü ve hastane başvurusu bu kapsamda karşılanmaktadır.
Otelcilik hizmetleri ve medikal olmayan personel hizmetlerinin ödenmesi için saptanacak olan günlük ücretlerin hesaplanmasında hastanelerin
uzmanlık alanı ve kalitesine dayalı
bir hastane sınıflama sistemi kullanılmaktadır. Bu sınıflama sistemi ile
1973’den bu yana her hastaneye; tıbbi hizmetler, tıbbi olmayan çalışanlar,
otelcilik hizmetleri, teknik ekipman
alanlarındaki özelliklerine göre puanlar verilmektedir. Toplamda alınan
puanlara göre her hastane A, B, C, D
veya E sınıfına alınmakta ve her sınıfta farklı umanlık alanlarına göre gündemlik ücretler saptanmaktadır.
Bu sınıflama sistemi ile hastaneler
hizmetlerini iyileştirmeye teknolojiye, ekipmana ve uzman çalışanlara
yatırım yaparak puanlarını artırmaya
ve günlük ücretlerini yükseltmeye
teşvik edilmektedirler.
Birleşik Krallık
Birleşik Krallıkta sağlıkta kalite yapılanması için üç önemli yapı incelenbilir.
• Health Quality Services (Sağlıkta
Kalite Hizmetleri) Kraliyet Fonuna
bağlı olarak 1990 yılında akreditasyon faaliyetlerine başlamıştır.
1991 yılında akreditasyon sürecine
yönelik ilk tetkik gerçekleştirilmiştir. Organizasyon bütün sağlık bakım alanlarına odaklanmaktadır.
Sahip olduğu standartların bazı
bölümlerini yayınlamaktadır.
• Kullanılan
derecelendirme sisteminde aşağıdaki kriterler değerlendirilmektedir:
• Zayıf, orta, iyi ve mükemmel ola-
rak derecelendirilen genel kriterler; hizmet kalitesi, kaynak kullanımı, temel standartları sağlama
durumu, ulusal hedefleri karşılama durumu
• Puanlanan alt kriterler; güvenlik
ve temizlik durumu, bakım standartları, bekleme süreleri, itibar
ve saygınlık, kamu sağlığı, iyi yönetim
• Özel hizmetlerin değerlendirilmesi; çocuklara yönelik, annelere yönelik hizmetler
• Hastane
Akreditasyon Programı
(Hospital Accreditation Programme (HAP)) 1986 yılında gelişmeye
başlayan bir organizasyondur. İlk
tetkiki 1990 yılında gerçekleştirmiştir. Sağlık bakımında birincil ve
ikincil basamağa odaklanmaktadır. Kanuna tabi zorunlu bir uygulama değildir.
• Klinik Standartlar Kurulu (Clinical
Standarts Board (CSB)) İskoçya’da
oluşturulan bir akreditasyon programıdır. NHS Act İskoçya 1998
kanunu İskoçya’da akreditasyon
ile ilintili bir kanundur. Bağımsız
bir kuruluş olmasına rağmen hükümet tarafından desteklenmektedir. Program 1999 yılında gelişmeye başlamış ve ilk tetkik 2000
yılında gerçekleştirilmiştir. Başlangıçta koroner kalp hastalıkları,
akıl sağlığı ve kanser programına
odaklanmış daha sonra sağlık bakımının bütün alanlarına geçiş
yapmıştır. Kurumun standartları
farklı ülkelerin uygulamalarının
kombinasyonu olarak görülebilir.
Kurum sahip olduğu standartları yayınlamaktadır. Akreditasyon
tetkik süreci sonundaki rapor web
sitesinde yayınlanmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri
Tıp Enstitüsü (IOM (Institute of Medicine)) tarafından ortaya konulan
6 iyileştirme aracı (Güvenlik, Etkililik, Hasta-merkezlilik, Zamanında,
Verimlilik, Eşitlik) çerçevesinde şekillenen bir yapı ortaya konulmakla
birlikte farklı eyaletlerde kullanılan
farklı kayıt metodolojileri ve çeşitli
örgütler Medicare ve Medicaid sistemine (CMS) bilgi sağlamaktadır.
Veterans Affairs Sağlık Sistemi Departmanı, Sağlık Bakım Araştırmaları
ve Kalite Kuruluşu (AHRQ) ile JCAHO,
NQF, AHA gibi diğer ulusal hastane
dernekleriyle işbirliği içindedir. Hizmet sunuculara sadece hizmet başına değil kaliteye göre ödeme yapmaya önem verilmektedir. ABD’de
bu şekilde eyalet içi ve ulusal düzeyde farklı derecelendirme sistemleri
bulunmaktadır.
Bunlar arasında en kapsamlı bilgi
sağlayanlardan biri HealthGrades
Sistemidir. HealthGrades, 1999 yılında kurulan ülkedeki 750.000 hekim,
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
9
5.000 hastane ve 16.000 bakımevine
ilişkin değerlendirmeler yapan bağımsız bir kuruluştur.
Kayıtlı hastanelerin gönüllü olarak
sağladığı verilerle oluşturulan ve internette ulaşılabilen Hastane Kalite
Raporlarında yer alan bilgiler şu başlıklarda yer almaktadır:
• Hastane Bilgileri
• Kazanılan Ödüller
• Genel Hizmet Puanları
• Hasta Güvenliği Puanları
• Güvenli Uygulamalar
• Tıbbi alandaki Puanlar
Danimarka
Danimarka’da hastaneler; fiziksel
özellikler (oda başı yatak sayısı gibi),
hasta güvenliği (tıbbi hata düzeyleri),
enfeksiyon düzeyleri, yatan ve ayaktan hasta memnuniyeti, bekleme
süreleri ve bazı spesifik hastalık oranları ile değerlendirilerek puanlandırılmaktadır. Danimarka’da kullanılan
bu hastane derecelendirme sistemi
Avrupa Sağlık Tüketici Dizini 2008
raporunda en başarılı kullanıcı katalogu olarak değerlendirilmiştir.
Finlandiya
Finlandiya akreditasyon sistemi 1994
yılında oluşturulmaya başlanmış ve
1995 yılında ilk tetkikini gerçekleştirmiştir. Program sağlık hizmetlerinin
bütün boyutlarını ve sosyal hizmetleri de içine almaktadır. Sağlık bakım
organizasyonları programı uygulama
konusunda zorunlu değildirler.
Program bütün genel sağlık organizasyonlarında uygulanabilmektedir.
Standartların gelişiminde İngiltere
Akreditasyon sisteminden yoğun bir
şekilde etkilenmiştir. Akreditasyon
sistemi tetkiklerden elde ettiği gelirlerle kendini finanse etmektedir.
Almanya
Almanya’da, 1997’de başlayan akreditasyon çalışmaları “Hastanelerde
Kalite ve Şeffaflık Kurulu” (Koopera10
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
tion für Transparenz und Qualität im
Krankenhaus (KTQ)) tarafından yürütülmektedir. Ülkede akreditasyon
çalışmaları zorunlu tutulmamaktadır.
Üçüncül sağlık bakımına odaklanan
kurulun masrafları kısmi olarak Sağlık
Bakanlığından ve akredite çalışmaları sürdürülen kurumlardan alınan
ücretlerden sağlanmaktadır. Tetkik
raporlarının bazı bölümleri açıklanabilmektedir.
İrlanda
İrlanda’da akreditasyon çalışmaları
hakkında herhangi bir kanun bulunmamaktadır. 1999 yılında çalışmalarına başlayan Genel Akademik Eğitim
Hastaneleri Akreditasyon Projeleri
(Major Academıc Teachıng Hospıtals (MATHs)Accredıtatıon Project)
önceleri hükümet tarafından masrafları karşılanmaktayken günümüzde sürece katılan kurumlardan elde
ettiği gelirlerle faaliyetlerini sürdürmektedir. Kanada akreditasyon sisteminden etkilenerek oluşturduğu
standartlarının gelişimi için hala çalışmaları devam ettirmektedir. Uygulamalarını daha çok ikincil, üçüncül
ve acil bakım hizmeti veren sağlık
kurumlarına yönelik olarak sürdürmektedir.
İspanya
Başlangıcı 1994 yılına dayanan kurum 1980 ve 1986 yılında çıkan kanunlarla bağlantılıdır. Uluslar Arası
Akreditasyon Ortak Kurumu – Avedis Donabedian Vakfı (Acreditación
Internacional Joint CommissionFundación Avedis Donabedian (JCIFAD)) 1996 yılında ilk tetkikini gerçekleştirmiştir. Devletten bağımsız
olarak faaliyet gösteren akreditasyon
kurumu bünyesinde sağlık bakanlığından bir temsilci bulunmaktadır.
Daha çok ayaktan sağlık bakım hizmeti veren kurumlara yönelik çalışmalar vardır. JCI (ABD) standartlarından etkilenerek ulusal akreditasyon
standartlarını oluşturmuştur.
İsviçre
İsviçre’de genel olarak kalite güven-
cesinin sağlanması ile ilgili yasalar
mevcuttur. 1994 yılında başlayan
akreditasyon çalışmaları başlangıçta devlet tarafından finansal olarak
desteklenmesine rağmen günümüzde kalite kuruluna devlet desteği söz
konusu değildir. İsviçre Sağlık Hizmetlerinde Kalite Kurulu (Vereinigung für
Qualitätsförderung im Gesundheitswesen (VQG): Akkreditierung) herhangi bir hükümet kaynağından bağımsız olarak ilk tetkikini 1998 yılında
gerçekleştirmiştir. Ulusal akreditasyon standartlarını yayınlamaktadır.
İkinci ve üçüncül hasta bakımına
odaklanarak tüm hastanelerde faaliyet göstermektedir.
Sonuç olarak; sağlık reformunu desteklemek, hizmet yönetim kalitesini
geliştirmek ve sürekli kalite gelişimini teşvik etmek amacıyla hükümetler,
sağlıkta kalitenin izlenmesi ve akreditasyona önem vermektedirler. Uluslar arası deneyim göstermektedir ki.;
hastanelerin performansını değerlendirmekte kullanılan göstergeler
altyapı, süreç ve sonuç göstergeleri
olarak ayrı ayrı ele alınmaktadır. Bu
göstergeler, hizmet ve klinik standartları belirlemekte olabildiğince
standart, ölçülebilir, karşılaştırmalara
uygun özeliklerde saptanmakta ve
izlenmektedir.
Türkiye’de ikinci ve üçüncü basamakta sağlık hizmeti sunan kuruluşların
hizmet kalitesini değerlendirmek
için Sağlık Bakanlığınca geliştirilmiş
bir yapı olan Ulusal Kalite Sistemi ile
alt yapısı henüz oluşturulan Sağlıkta
Akreditasyon Sisteminde uluslar arası sistemlerin farklı özelliklerinden
yararlanılmıştır. Gönüllü ve zorunlu
değerlendirme sistemlerinin bir arada kurgulandığı Türkiye modelinde
bundan sonraki süreçte klinik sonuç
göstergeleri, tıbbi hata oranları, belli
tanılar için klinik süreçlerin uygunluğu, klinik rehberlerin kullanımı
üzerine daha fazla odaklanılacaktır.
Model doğası gereği sürekli gelişime
açık ve dinamik bir yapıda kurgulanmıştır. Bu kurgu nihai hedef olan
sağlık hizmet kalitesinin izlenebilir
ve sürekli iyileştirilebilir olmasının
temel şartıdır.
kapakkonusu
SAĞLIKTA KALİTE VE PERFORMANS
Dilaver TENGİLİMOĞLU
Atılım Üniversitesi, İşletme Fakültesi,
İşletme Bölümü Öğretim Üyesi
Necati KOCAKOÇ
Sağlık Bakanlığı
Denetim Hizmetleri Başkanlığı
GİRİŞ
Bireylerin memnuniyeti ve mutluluğu kaliteyi ve başarıyı beraberinde
getirecektir. Bu bilinç ve anlayışla
insana değer veren ve yatırım yapan
her kurum mutlaka başarıya ulaşacaktır.
Türkiye’de tüm sektörlerde olduğu
gibi sağlık sektöründe de kaynakların
dağılımında dengesizlikler, hastane
ve sağlık personeli sayısının yetersizliği, çalışma koşullarının zorluğu ve
hasta sayısının fazlalığı, sağlık sektöründe çalışanların aldıkları eğitime
uygun alanlarda çalıştırılmamaları,
çalışanların takdir edilmemesi ve
bireysel performanslarına gereken
önemin verilmemesi, hakkaniyete
uygun ek ödemelerin yapılmaması
gibi sorunlar bulunmaktadır.
12
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
Ayrıca sağlık hizmetlerinin örgütlenmesi ile ilgili yasal düzenlemeler
dağınık, birbirinden kopuk ve yetersiz durumda olup; yürürlükteki yasal
düzenlemeler bugünün ihtiyaçlarına
cevap vermekten uzaktır. Bu nedenle
de gerek çalışanlara, gerekse sağlık
hizmetini alan bireylere yeterli düzeyde haklar ve imkânlar sunulamamaktadır.
Hizmet kalitesi ve performans kavramları özellikle 20. yy’dan itibaren
önemsenmeye başlanmış, birbiri ile
çok yakın ilişkili ve birçok araştırma
ve bilimsel çalışmaya konu olmuş
kavramlardır. Hizmet kalitesi; sunulan hizmetin hizmet alıcısı tarafından
algılanan memnuniyeti ve hizmet
alıcısının tatmini olarak ifade edilebilir. Performans ise, bir örgütün veya
kurumun amaçlarına ulaşması için
çalışanların göstereceği başarı olarak
tanımlanabilir. Performans kavramı
beraberinde motivasyon (güdüleme)
kavramını getirmektedir, motivasyon
ise bir bireyin yeteneklerini ve çabalarını örgüt amaçlarına yönlendirilmesi için teşvik edilmesidir.
Gelişmiş bazı ülkelerde sağlık sistem-
leri performans ve kalite yönünden
izlenmekte, bu konuda bazı standartlar geliştirilmektedir. Ülkemizde ise
sağlık sisteminin fonksiyonel yönden
kendisinden bekleneni verebilmesi
için önemli bazı yapısal düzenlemelere gidilmektedir.
1. SAĞLIKTA KALİTE
Günlük hayatta çok sık karşılaşılan
kavramlardan birisi olan kalite, insanların ve sistemlerin “hata yapması” ve
“mükemmele ulaşma isteği” gerçeğinden ortaya çıkmıştır. Kaliteyi; Gilmore (1974) ”Belli ürünün, belli müşterinin ihtiyacını giderme derecesi”,
Juran (1988) “Kullanıma uygunluk”,
Broh (1982) “Kabul edilebilir bir maliyeti bulunan mükemmellik derecesi”
şeklinde tanımlamaktadırlar.
Sağlık sunumlarında kaliteli hizmet sunmanın geçmişi Hammurabi
Kanunları’na kadar dayanmaktadır. Hammurabi Kanunları’nın bazı
maddelerinin, özellikle doktor-hasta
ilişkileri kapsamında yapılan tıbbi
müdahalenin başarılı ya da başarısız
olma durumları ile ilgili uygulanacak
birtakım yasal düzenlemeleri kapsadığı görülmektedir. Hammurabi
Kanunları’nın 215 ve 220. maddeleri
arasında yer alan bir maddede “eğer
bir cerrah bronz bıçağı ile özgür bir
adamda kesik yapar, adamın yaşamını kurtarır ya da apsesini açıp iyileştirirse, bronz bıçağı ile girişimde
bulunup özgür adamın gözünü iyileştirirse ona 10 gümüş şekel verilecektir” ifadesi yer almaktadır. (Kaya,
2005: 18)
Donabedian, sağlık hizmetlerinde
kalitenin üç yöne sahip olduğundan
bahsetmektedir; teknik yönü, kişiler
arası iletişim yönü ve sağlık hizmetinin konfor yönü. Teknik yön, tıbbi bilim ve bilginin sağlık probleminin belirlenmesinde ve tedavi edilmesinde
ne derece iyi uygulandığını gösterir.
Kalitenin kişiler arası iletişim yönü;
hasta ile iletişim içine giren doktor,
hemşire gibi sağlık hizmeti sunan
kişilerin yardımseverlik, dostça yaklaşım gibi özelliklerini ifade etmektedir. Konfor yönü ise, hastanede
sunulan olanaklar ve bu olanakların
rahatlığı gibi konuları kapsamaktadır
(Varinli ve Çakır, 2004: 34-35).
Sağlık hizmetlerinde kalitenin 3 boyutu Şekil 1’deki gibidir.
Sağlık hizmetlerinde kalitenin boyutlarının sınıflandırılmasında Omachonu, sağlık hizmetlerinde kaliteyi
sanatsal ve teknik boyutlarda ele
almıştır. Sağlık hizmet sunumunda
sağlık kurumlarının verdikleri hizmet
kalitesinin tespit edilmesi ve kaliteli,
hatasız sağlık hizmetlerinin arz edilmesi temini ve devamlı geliştirilmesi,
amaçlanan hedef olmalıdır. Sağlık
hizmetleri sektöründe etkin bir kalite
yaklaşımı programı açısından, teşhis
ve tedavi faaliyetlerinin devamlı incelenmesi ve izlenmesi, hastane enfeksiyon, hasta yaralanma ve kaza sayısının minimuma indirilmesi yoluyla
hasta bakım kalitesi arttırılabilir. Bu
yaklaşım kapsamında teknik kalite ve
tedavi sanatı (uygulama sanatı) tarafından saptanmaktadır.
Yüksek kaliteli sağlık hizmetinin
sunulmasına ilişkin bazı özellikler
Amerikan Tıp Konseyi tarafından bir
raporla belirlenmiştir. Yüksek kalitedeki tıbbi bakımın taşıması gereken
özellikler şu şekilde sıralanmaktadır
(Devebakan, 2005: 19-20):
manda optimal gelişme sağlamalı,
• Sağlık durumu yükseltilmeli, has-
talık ve bunun gibi durumlar erken teşhis edilip tedavisi sağlanmalıdır,
• Tıbbi bakım zamanında sunulmalı, bir başka ifadeyle, bakım zamanında verilmeli, sürekli olmalı,
hastaya uygun olmayan tedavi verilmemeli ve tedavi süresi gereksiz
bir şekilde uzatılmamalı,
• Bakım aşamasında ve bu aşamada
ilgili kararlarda hasta ile bilinçli bir
biçimde işbirliği yapılmalı ve hastanın bakım aşamasına katılımını
sağlamanın yolları aranmalı,
• Bakım, tıp biliminin kabul edilmiş
ilkelerine, uygun teknolojik ve
profesyonel kaynakların verimli
kullanımına dayanmalı,
• Hastalığın meydana getirebileceği
stres ve endişeye karşı duyarlılıkla
yaklaşılmalı ve hastanın tam anlamıyla iyi olması düşüncesiyle hizmet sunulmalı,
• Tıbbi bakım, hastanın psikolojisi- • İstenilen tedavi çıktısına ulaşabilne ilişkin, fiziksel fonksiyonunda,
ruhsal ve entelektüel faaliyetlerinde ve rahatında, hastanın ilgileriyle tutarlı mümkün olan en kısa za-
mek adına gereksinim duyulan
teknoloji ve diğer sağlık sistemi
kaynakları etkili bir biçimde kullanılmalı,
Şekil 1. Sağlık Hizmetlerinde Kalitenin 3 Boyutu
Kaynak: Varinli ve Çakır, 2004: 34-35
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
13
• Bakımda devamlılık sağlanmalı ve
aynı mesleğe mensup kişilerin de
değerlendirilebilmesi için hastanın tıbbi kayıtları yeterince iyi bir
şekilde sağlanmalıdır.
• Kaliteli sağlık hizmetleri sunmak
ve sunulan bu kalitenin devamlılığını sağlamak için çeşitli hedeflerin ortaya konması gerekir. Bu hedeflerden bazıları şunlardır (Aydın
2008);
• Güvenli bir sağlık hizmeti: Hastaya
yararlı olabilme amacıyla bilerek
sunulan hizmetin hastaya verecek
olası zararının önlenmesi.
• Etkili bir sağlık hizmeti: Bilimsel
bilgi doğrultusunda şekillendirilmiş hizmet seçeneklerinin yararlanacak olan tüm insanlara sunulması, yarar sağlamayacak olanlara
hizmetlerin sunumundan kaçınılması (hizmetlerdeki noksan ve fazla kullanımının önüne geçilmesi).
• Hasta merkezli bir sağlık hizmeti:
Hastanın hizmet esnasında odakta olmasıdır. Hastanın bireysel
tercihlerine, kişilik özelliklerine,
ihtiyaçlarına ve özel değerlerine
saygı duyan hizmetin verilmesi
ve hastanın değerlerinin alınacak
olan bütün klinik kararlarda belirleyici rol oynaması.
• Vaktinde sağlık hizmeti (tam za-
manında): Bekleme sürelerinin
düşürülmesi ve hizmet sunucusuna ve alıcısına zararlı olma ihtimali
bulunan gecikmelerin önüne geçilmesi.
• Yeterli bir sağlık hizmeti: Cihaz,
sını içermektedir. TKY kaliteye yönelik olarak örgütün bütününü kapsayan bir yaklaşımdır ve iyileştirmenin
örgütteki herkes tarafından sürekli
bir şekilde gerçekleştirilmesini amaçlamaktadır.
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde
de kendini gösteren hizmet sunumu doğrultusundaki kalite anlayışı,
1990’lı yıllardan itibaren gündeme
gelerek modern yönetim uygulamaları çerçevesinde özel sektörden başlayarak, kamuda da kendini hissettirmeye başlamıştır. Sağlıkta dönüşüm
programı ile birlikte hastaneler tek
çatı altında birleştirilmiştir. Daha
kompleks olan sağlık hizmetleri böylece biraz daha yalın hale getirilmiştir..
Sağlık hizmetlerinde kalitenin, maliyet-fayda ve etkinlik yönünün ön
plana çıkması ile ülkemizde 1995 yılından sonra bilhassa Sosyal Sigortalar Kurumuna (SSK) bağlı hastanelerde kalite yönetim sistemi KYS ile ilgili
önemli ve gelişen faaliyetler başlatıldı. Bunu Sağlık Bakanlığı’na bağlı
hastaneler de örnek aldı. Bu dönemde ve sonraki zamanlarda hastaneler
kalite çalışmalarını Kalite Yönetim
Sistemleri ile belgelendirmeye teşvik
edildi. En çok tercih edilen KYS ISO
9001:2000 standartları oldu (Çıraklı,
Sayım:2009).
Günümüzde çalışanların motivasyonu, müşterinin tam memnuniyeti,
hizmetlerin plan çerçevesinde yerine
getirilmesi, izlenmesi, ölçülmesi, elde
edilen sonuçların dikkate alınması,
hasta hakları, etik, kaliteyi içeren hizmetlerin değerlendirilmesinin yanı
sıra; yeri geldiğinde personelin ve
yönetimin ortaya çıkan aksaklıklar ve
yaşanan memnuniyetsizlikler doğrultusunda uyarılması, teşvik edilmesi ve bu konuda eğitilmeleri önem
kazanmıştır. Artık dünyanın her yerinde ve ülkemizde ortaya çıkan bu
yenilik ve değişimleri reddetmek ya
da görmezden gelmek olanaksızdır.
Yapmamız gereken tek şey gelişmelere ayak uydurmak ve TKY’nin tüm
fonksiyonlara, tüm kademelere, tüm
süreçlere uygulanmasını sağlamaktır.
bir sağlık hizmeti:
Cinsiyet, ırk, bölgesel yerleşim ve
sosyo-ekonomik statü gibi kişisel
özelliklere bağlı olarak ayrım yapmamak ve kişiler arasında kalite
farklılaşması olmayan hizmetin
sunulması.
Gelişen uluslararası rekabet, yeni iş
ve yönetim anlayışları ve değişen
müşteri istekleri, örgütleri mükemmeli aramaya yöneltmiştir. Günümüzde kalite konusunda yaşanan
gelişmeler, kalitenin denetlenmesi,
güvence altına alınması yerine bunların hepsini içeren kalitenin yönetilmesi gerektiğin, konusunu gündeme
getirmiştir. Bu arayış ve gelişmeler
sonucunda mükemmelleğe yolculuk
olan TKY anlayışını ortaya çıkartmıştır.
Hastanelerde toplam kalite uygulamasının gerçekleştirilmesinin, hastanelerin sahip oldukları özellikler
açısından son derece güç olduğu
görülmektedir. Uluslararası stan-
Kalite anlayışındaki en yüksek nokta
olan TKY; kalite yönetim ilkelerinin,
müşteriler ve tedarikçiler de dahil olmak üzere örgütün her yerinde, her
düzeyde ve her birimde uygulanma-
kaynak, düşünce ve enerji tüketiminde aşırılığın önlenmesi ve israfın önüne geçilmesi. İnsan gücü,
malzeme ve fiziksel imkânların yeterli bir şekilde bulunması.
• Hakkaniyetli
14
dartlarda olan tanı, tedavi ve bakım
hizmetlerinin yanında bütün hizmet
süreçleri içinde hastaların gereksinim
ve beklentilerinin tam anlamıyla karşılanması biçiminde ifade edilmektedir.
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
Kalite belgelendirme sürecinde uluslararası düzeyde JCI Akreditasyonu
denkliği son 10 yılın en çok kabul gören değerlendirme modeli olmuştur.
JCI Akreditasyonu kapsamı; hasta bakımını ve organizasyon idaresini belirleyen standartlardır.
“Sağlık Bakanlığına bağlı hastane ve
diğer sağlık kuruluşlarında hizmet kalitesinin artırılması kapsamında faaliyetler gerçekleştirilmiş, bu faaliyetler
Hizmet Kalite Standartları (HKS) olarak adlandırılmıştır” (Güler, 2009:1).
Nitekim Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmeti Kalitesinin Geliştirilmesi ve Değerlendirilmesine Dair Yönetmeliği
6 Ağustos 2013 tarihinde 28730
sayılı resmi gazetede yayımlayarak
yürürlüğe sokmuştur. “Bu yönetmelik
kapsamında, sağlık kurum ve kuruluşlarında kaliteli hizmet sunumunun
sağlanması amacıyla, hasta güvenliği,
çalışan güvenliği, hasta memnuniyeti
ve çalışan memnuniyetini esas alan
sağlık hizmet kalite standartları ile bu
standartların uygulanmasına ilişkin
usul ve esasları düzenlemektir” http://
www.kalite.saglik.gov.tr
Ülkemizde sağlıkta dönüşüm programı sonrasında sağlıkta kalite uygulamaları konsunda önemli bir
mesafe kat edilmesine rağmen henüz istendik düzeyde istenen başarının yakalandığını söylemek mümkün değildir. Sağlık Bakanlığında
hem merkez teşkilatında (Yönetim
Hizmetleri Genel Müdürlüğü bün-
yesinde), hem Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumunda, hem de hastane
düzeyinde oluşturulan kalite ekip ve
birimlerin büyük bir özveri ile çalıştığı görülmektedir. Sağlık kuruluşlarında yapılan kalite çalışma sonuçlarının “Uluslararası Sağlıkta Performans
ve Kalite Kongreleri”nde sunulması
ekiplerin motivasyonu ve kurumlar
arası bilgi paylaşımı, bencmarking
açısından önemli bir gelişmedir. Ancak kalite çalışmalarına henüz hekimlerin yeterince katılmadığı söylenebilir. Hekimlerin desteği olmadan ise
klinik kalite yanında genel anlamda
kalitede istenen başarıyı yakalamak
zordur.
TKY nin temel amaçlarına henüz yeterince ulaşıldığını söyleyemeyiz. Bu
amaçlar (Fredman;1994:157);
• Müşteri ihtiyaçlarına ulaşma,
• Tüm alanlarda en iyi kalite performansına ulaşma,
• Kaliteye ulaşmak için prosedürler
oluşturma,
• İsrafı önlemek için sürekli gözden
geçirme,
• Başarı ölçümünü gerçekleştirme,
• Rekabeti anlama ve yaşama,
• Etkin bir haberleşme ağı ve prosedürü meydan getirme,
• Sürekli
iyileştirme ve gelişmeyi
sürdürme.
Yukarıda sıralanan amaçlarından
bazılarında önemli gelişmeler sağlanmış (örneğin, prosedürlerin oluşturulması, başarı ölçütlerinin belirlenmesi vb.), ancak bazı amaçlara
(tüm alanlarda en iyi kalite performansına ulaşma, rekabeti anlama ve
yaşama vb.) henüz yeterince anlaşılamamıştır.
Kalite, sağlık hizmetlerinde önemli
performans göstergelerinden birisini
oluşturmaktadır. Aynı şekilde kalite
çalışmalarının başarısında ise mevcut
sistemin performansının ölçülmesi
ve değerlendirilmesi büyük önem
taşımaktadır. Çünkü ölçemediğiniz
bir şeyi kontrol edemezsiniz. Dolayısı
ile kalite ve performans birbirini tamamlayan iki temel kavramdır.
2. SAĞLIKTA PERFORMAS
Performans, bir işi yerine getiren bir
bireyin, bir grubun ya da bir örgütün
o işle ulaşılması istenen hedefe yönelik nelere ulaşabildiğinin ve neyi ortaya çıkarabildiğinin nitel ya da nicel
bir karşılığı yani ifadesidir (Karakaş
ve Ak, 2003: 338). Fransızca “performance” kelimesinden dilimize geçen
performansın Türk Dil Kurumu’ndaki
karşılığı “başarım”dır. Kişinin veya
nesnenin başarısı olarak da sözlüklerde geçmektedir.
Diğer bir tanımda performans belirli
şartlar çerçevesinde işin başarılma
düzeyi ve çalışanın davranış şekli olarak geçmektedir. Performans, çalışanın belli bir süre zarfında işi ile alakalı
olarak elde ettiği sonuçlardır. Performans genel olarak plana ve amaca
yönelik bir etkinlik neticesinde ele
geçeni, nicel ya da nitel olarak belirleyen bir kavramdır (Akal, 2000: 1).
Performans yönetimindeki esas
amaç, kendi beceri ve katkıları ile
örgütün etkinliklerini devamlı olarak
iyileştirmeleri için, kişilerin ve toplulukların sorumluluk alabildikleri bir
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
15
Sağlık yönetiminde performans her
zaman tartışılan bir konu olmuştur.
Sağlık işletmeleri açısından performansın tanımına baktığımızda;
insan gücü, malzeme, sermaye ve
teknolojinin oluşturduğu kaynaklar
kullanılarak toplumun sağlık düzeyinin yükseltilmeye çalışılmasının
değerlendirilmesidir. Burada girdi,
süreç ve çıktı uyumu söz konusudur.
Kullanılan insan gücü, malzeme, sermaye ve teknoloji girdi, bu kaynakların kullanılması süreç ve toplumun
sağlık durumunun iyileştirilmesi ise
çıktı olarak değerlendirilmektedir.
Sağlık kuruluşlarının geçerli ve iyi
seviyede bir planlamaya ihtiyacı olduğu açıktır. Bunun en önemli nedeni ise sağlık kuruluşlarının mevcut
kıt kaynakları kullanarak görevlerini
en etkili ve en verimli şekilde tam
anlamıyla gerçekleştirebilme istekleridir. Bu aşamada maliyet, etkililik
ve performans analizleri planlamaya
veri sağlamaktadır. Hastaneler ve diğer sağlık hizmeti veren kuruluşlara
kaynakların nasıl dağıtılacağının belirlenmesi açısından da önem taşıyan performansların en iyi şekilde
belirlenmesi gerekmektedir (Tarım,
2004:234).
Güvenlik
Hasta merkezlilik
Şekil 2. Hastane Performansı için PATH Teorik Modeli
Kaynak: Veillard, 2005.
16
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
Cevap Veren Yönetim
Verimlilik
Klinik Etkililik
Sağlıkta performans yönetimlerine
ağırlık verilmesindeki en önemli faktör, sağlık hizmetlerinde etkinliği, verimi ve kaliteyi arttırmak ve bunlara
bağlı olarak daha iyi sağlık çıktıları
elde etmektir. Tüm dünya ülkelerinde bu konu ile ilgili arayışlar sürmekte ve değişik uygulama modelleri
önerilmektedir. Bu konuyu bir örnekle açıklamak gerekirse Kanada’da uygulanan yöntem dikkat çekici olacağı
için kısaca bahsedelim. Ülkedeki Ontario hükümeti sağlıkta performans
ile ilgili uygulama sistemi için hükümetin yerel sağlık idarecileri ve hükümet hastane derneğinin bir araya
gelerek geliştirdikleri projede, hastaneler arası derecelendirme sistemi
ve birbirleri ile karşılaştırmak amacıyla dört alanda kapsamları geniş
bir performans belirleyicileri seti yer
almaktadır. Bu performans ölçme ve
değerlendirme alanları, finansal performans, hasta memnuniyeti, klinik
uygulamalar ve çıktılar ile sistemin
genel bütünlüğünü ve değişkenliğini
kapsamaktadır. Bu alanlarda performanslar ölçülerek ve değerlendirilerek yıllık baz da raporlar hazırlanmakta ve hazırlanan bu raporlar kamuoyu
ile paylaşılmaktadır. Bu uygulama ile
hastanelerin performans yönetimine
geçişi ve hastanelerin organizasyon
ve yönetim açısından iyileştirilerek
kaliteyi yakalamak amaçlanmaktadır.
(Hospital Report, (2004).
Çalışanlar
kültür oluşturmaktır. Verim, kalite ve
insan ilişkileri bu kültürün içeriğinde
mevcuttur (Canman, 1995: 122).
Hastane Performans Ölçüm Modeli
(PATH)
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Ofisi 2003 yılında 52 üye ülkesinin yararlanması için, hastane performansının
değerlendirilmesini
geliştirmeye ve esnekliği yaygınlaştırmaya yardımcı olan kapsamlı bir
yapının geliştirilmesi için yeni bir
proje başlattı. Projeyi Hastanelerde
Kapsamlı Bir Kalite Geliştirmek İçin
Performans Değerlendirme Aracı
(Performance Assessment Tool for
Quality Improvement in Hospitals
(PATH)) olarak isimlendirdi (Veillard,
2005: 487-488).
PATH projesinin amacı, hastanelerin
kendi sonuçlarını sorgulamak için
performans değerlendirmesini ve
bunları kalite geliştirme hareketlerine dönüştürmeyi desteklemektedir.
Bu projede performans değerlendirme hastane yöneticilerinin hastane
hizmetlerini değerlendirmek ve geliştirmek için kullandıkları bir kalite
yönetimi aracı olarak tasarlanmaktadır. Kısa dönemde, PATH projesi yalnızca ulusal veya ulusal düzeyin altında data karşılaştırmalarına yardım
eder. Bununla birlikte, performans
değerleme yoluyla kalite geliştirmedeki tecrübeler, katılan hastaneler
arasında uluslararası düzeyde de
paylaşılabilir. Orta dönemde, data
standardizasyonu uluslararası karşılaştırmaların yapılmasına izin verebilir.
DSÖ stratejik yönlendirmesi PATH
kavramsal modelinin klinik etkinlikler, güvenlik, hasta merkezlilik, cevap
vermeye hazır yönetim, personel
yönlendirme ve verimlilik olarak adlandırılan altı ilişkili boyutla çevrelenmiştir.
Klinik Etkililik: Klinik etkililik hastanelerde kendine has bir şekilde
mevcut bilgi durumu ile hastaneyi
kaplayan ve klinik bakım veya hizmetlerin dağıtılması (sunulması) ve
bütün hastalara olası en büyük yararı sağlamak için arzulanan çıktılara
ulaşılmasını sağlayan bir performans
boyutudur. Alt boyutlarını ise, hizmet süreçlerine uyum, bakım süreçlerinin çıktıları, bakımın uygunluğu
oluşturmaktadır.
Verimlilik: Verimlilik belirlenmiş
elde edilebilir kaynaklardan maksimal çıktı sağlamak için bir hastanenin girdileri optimal kullanmasıdır.
Alt boyutları ise, hizmetlerin uygunluğu, bakımın çıktılarıyla ilişkili girdiler, mümkün olan en iyi bakımın
sağlanması için mevcut teknolojinin
kullanılması oluşturmaktadır.
Personel Yönlendirme: Personel
yönlendirme, hastane çalışanlarının
sunulan hasta bakımı için gerekli vasıfta gelişimlerini sürdürmeleri için
olumlu koşularda sahip oldukları, iş
öğrenme ve eğitimlerini sürdürme
fırsatları ve kendi işlerinden memnuniyet düzeyleridir. Alt boyutları ise,
çevre uygulaması, bakış açılarının
ve bireysel ihtiyaçların kabul edilmesi, sağlığı destekleyici aktiviteler
ve güvenlik inisiyatifleri, davranışsal
karşılıklar ve sağlık konumu oluşturmaktadır.
Cevap Veren Yönetim: Karşılık veren yönetim hastanenin toplumun
ihtiyaçlarına göre yenilikçi bir anlayışla ve bütün vatandaşlara ırksal,
fiziksel, kültürel, sosyal, demografik
veya ekonomik karakteristiklerine
bakılmaksızın hizmet sağlayarak sağlığın geliştirilmesine yardımcı olması
için güvenli bakımı sürdürmesi ve koordine etme derecesidir. Alt boyutları ise, sistem/toplum entegrasyonu,
toplum sağlığını yönlendirme oluşturmaktadır.
Güvenlik: Güvenlik, hastanenin hastalara, sağlık hizmeti sunucularına ve
çevreye zarar veren veya risk altına
sokan unsurları ölçülebilir bir şekilde azaltma veya önlemeye ve farklı
görüşleri de desteklemeye uygun
bir yapı ve hizmet sunum sürecini
kullandığı performans boyutudur.
Alt boyutlarını ise, Hasta güvenliği,
çalışan güvenliği ve çevre güvenliği
oluşturmaktadır.
Hasta Merkezlilik: Hasta merkezlilik
bir performans boyutudur. Hastanenin hastaları bakımın merkezine
yerleştirmesi ve hasta ve ailelerinin
ihtiyaçlarına, beklentilerine, özerkliklerine, hastaneye girmeleri için
destek ağlara, iletişime, mahremiyetlerine, değerlerine, hizmet sunucu seçimlerine ve zamanında bakım
arzularına özel dikkat vererek hizmet
sunulmasını içine alan bir performans boyutudur. Alt boyutunu ise
müşteri yönlendirme ve hastalsonelara saygı duyma oluşturmaktadır(
Tengilimoğlu, Işık ve Akbolat, 2014:
404).
Uygulanan performans yönetimi ne
olursa olsun her zaman için avantaj
ve dezavantajlara sahiptir. Önemli
olan performansın belirlenmesindeki
ölçütlerin iyi bir şekilde belirlenmesidir. Bu ölçütler değişik yazarlar tarafından farklı şekillerde gruplandırıldığı görülmektedir. Bu boyutlardan en
çok bahsedilenler (Reinhardt, 2005);
• İnsanın Mutluluğunun Sağlanması (Hasta Memnuniyeti),
• Sağlıkta İyi Bir Düzeye Erişilmesi
(Sağlık Çıktıları),
• Hizmette
Geçen Sürecin Değerlendirilerek Ödüllendirilmesi (Süreç Ölçümü),
• Alt Yapının Uygunluğu ve Girdilerin Kalitesi (Girdi Analizi),
İnsanın Mutluluğunun Sağlanması
(Hasta Memnuniyeti)
Sağlık hizmeti alanında insan mutluluğu hasta memnuniyeti ile sağlanmaktadır Sağlık sistemi kalitesini
çıktılar ile belirleme eğilimindedir. Bu
ölçüt, sağlık hizmeti alanların tıbbi
ve klinik bulgulardan veya hizmetin
sunulduğu ortamdan ne kadar mutluluk duyulduğudur. Hasta memnuniyeti, performansı ödüllendirme
ölçütlerinin belirlenmesinde mutlak
suretle göz ardı edilmemelidir.
Daha İyi Bir Sağlık Düzeyine Erişilmesi
(Sağlık Çıktıları)
Hizmet alan bireylerin, aldıkları bu
hizmet neticesinde daha iyi bir sağlık düzeyine erişmeleri sağlık çıktısı
olarak kabul edilebilir. Sağlık çıktısı
hastanın daha iyi bir sağlık düzeyine erişmesi olarak kabul edildiğine
göre, hasta memnuniyeti ile birlikte ele alınması gereken bir ölçüttür.
Performansa göre ödemenin en uygun yöntemi yüksek kalitedeki çıktıların karşılığının ödenmesi gibi görünmektedir
Hizmet Sunum Sürecinin Ödüllendirilmesi
(Süreç Ölçümü)
Hizmet sunum sürecinin belirleyici
ölçüt olarak kullanılmasındaki temel
hedef, sürecin denetlenerek değerlendirilmesidir. Burada normlar ve
etkin kanıta dayalı tanı ve tedavi hizmet rehberleri doğrultusunda işlem
yapmak gibi sağlık hizmetinin üretilmesi söz konusudur. Performansa
göre ödeme sistemi için belki de en
mantıklı yaklaşım, sağlık bakım hizmetinin verilmesi sürecine yoğunlaşarak kanıta dayalı iyi klinik uygulamalarını ödüllendirmektir.
Alt Yapının ve Girdilerin Kalitesi
(Girdi Analizi)
Bu yaklaşım doktor kayıt ve orderlarının bilgisayar aracılığıyla yapılması,
yoğun bakımda görev verilen sağlık
personeli ile doktor sayısı ve hastaneye kanıta dayalı sevk yapılması
gibi kalite artırıcı girdilere dikkat etmektedir. Verilere göre ödeme gerçekleştirmektedir (Galvin, R.S., vd.,
2005).
Ülkemizde de hastanelerde performans ölçümü ile ilgili kurum, birim
ve işgören bazında performans göstergeleri oluşturulmaktadır.
Sağlık Bakanlığı, hastanelerde ölçme
ve değerlendirmeyi aşağıdaki başlıklara göre gerçekleştirmektedir (Tarcan vd., 2009:19);
• Sağlık hizmetlerine erişim,
• Hizmet sunumu kalite standartları,
• Hasta memnuniyet ölçümü,
• Sağlık hizmetlerinde verimlilik
göstergeleri.
Bu ölçütlerin aritmetik ortalaması da
ilgili dönemin performans katsayısını
vermektedir.
Sağlık Bakanlığında uygulanan Performans Yönetim Sistemi kısaca şekil
3 de aşağıda özetlenmiştir.
Kurumsal performans ölçümü ve
kalite geliştirme uygulaması, sağlık
kurumlarının Bakanlık tarafından belirlenen hedeflere ulaşıp ulaşamadıklarını görmede sağlayacağı faydanın
yanı sıra sağlık kurumlarının her dönem birbirleriyle kıyaslanabilmesine
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
17
imkân tanıyacaktır. Ayrıca bu süreç
sayesinde, kurumlar diğer kurumlarda gördükleri iyi uygulamaları kendi
kurumlarına uyarlayabileceklerdir.
Kurumsal performans ölçümü ve
kalite geliştirme uygulaması, hastanelerde, ADSM’lerde ve 1. Basamak Sağlık Kuruluşlarında ölçme
ve değerlendirmeyi kapsamaktadır.
Söz konusu uygulamalar Sağlık Müdürlüklerinde İl Performans ve Kalite Koordinatörlüğü, hastanelerde
ise Performans ve kalite Birimleri
aracılığı ile yürütülmektedir. Ayrıca bakanlık tarafından oluşturulan
bağımsız ekipler de hastanelerde
değerlendirme
yapabilmektedir.
Sonuç olarak bakanlığa bağlı kurumlardaki kurumsal performans değerlendirmeleri; İl Performans ve Kalite
Koordinatörlükleri veya bakanlık
değerlendiricileri tarafından 4 aylık
üç dönem halinde yapılmakta ve yapılan değerlendirmeler sonucunda
[0] ile [1] arasında bir katsayı ortaya
çıkmaktadır. Ancak, 2012 yılı Kasım
ayında çıkartılan 663 Sayılı Kanun
hükmündeki kararname ile Türkiye
Kamu Hastaneleri Kurumu kuruldu.
İllerde oluşturulan genel sekreterlikler ve bunlara bağlı faaliyet gösteren
hastaneler için her yıl kurumsal karne düzenlenecek ve karne skoru üst
üst 2 yıl düşük olan yöneticilerin sözleşmesi feshedilecektir.
İş gören performansını ölçmek ve iş
gören performansını artırmak, sağlık kurum ve kuruluşlarında sağlık
hizmetlerinin iyileştirilmesini, kalite
ve verimli hizmet sunumunun teşvik
edilmesini sağlamak amacıyla “ görevli personele dönersermaye gelirlerinden ek ödeme yapılmasına dair
yönerge “ Sağlık Bakanlığının 09-022014 tarih ve 417 sayılı makam oluru
ile yürürlüğe girmiştir. Performansa
dayalı ek ödeme sistemi olarak da
bilinen bu sistem özendirici ücret sistemi de denilebilir. “Özendirici ücret
sistemleri, temel olarak personel verimliliğinin artırılmasını amaçlamaktadır. Bu sistemlerin üç önemli dayanağı bulunmaktadır (ILO, 1982: 44):
1.Çok çalışarak iyi iş yapan personelin ödüllendirilmesi gereklidir;
personelin buna hakkı vardır.
2. Fazla çabanın gösterilmesi yönünde özendirildiğinde, personel, ana
ücret sistemlerine göre daha fazla
gelir elde etmektedir
3.Üretimin artırılması ile işverenin
daha fazla ücret ödeme gücü de
artmakta ve maliyetler ve fiyatlar
düşürülmekte, bunun sonucunda
da örgütün rekabet gücü artmakta ve personelin istihdam durumu
süreklilik ve kararlılık göstermektedir.
Performans Yönetim
Sistemi
Verimlilik Göstergeleri
Memnuniyet Ölçümü
1. Basamak Sağlık
Kuruluşlarında Ölçme
ve Değerlendirme
Hizmet Kalite
Standartları
Verimlilik Göstergeleri
Memnuniyet Ölçümü
Hizmet Kalite
Standartları
Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi
(ADSM)’lerde Ölçme ve
Değerlendirme
Muayeneye Erişim
Verimlilik Göstergeleri
Memnuniyet Ölçümü
Hizmet Kalite
Standartları
Muayeneye Erişim
Hastanelerde Ölçme ve
Değerlendirme
Kurumsal Performans Ölçümü ve
Kalite Geliştirme Uygulaması
Muayeneye Erişim
Performansa Dayalı Ek
Ödeme Uygulaması
Şekil.3: Sağlık Bakanlığınca Uygulanan Entegre Model.
Kaynak: Aydın ve diğ., 2009: 14.
Kaynak: Aydın ve diğ., 2009: 14.
Şekil.3: Sağlık Bakanlığınca Uygulanan Entegre Model.
18
Kurumsal performans ölçümü ve kalite geliştirme uygulaması, sağlık kurumlarının Bakanlık tarafından
belirlenen hedeflere ulaşıp ulaşamadıklarını görmede sağlayacağı faydanın yanı sıra sağlık kurumlarının
her dönem birbirleriyle kıyaslanabilmesine imkân tanıyacaktır. Ayrıca bu süreç sayesinde, kurumlar diğer
SAĞLIK
ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
kurumlarda gördükleri iyi uygulamaları kendi kurumlarına uyarlayabileceklerdir.
Kurumsal performans ölçümü ve kalite geliştirme uygulaması, hastanelerde, ADSM’lerde ve 1. Basamak
Sağlık Bakanlığınca uygulanan performansa dayalı ek ödeme sistemi
uygulamaya konulduktan bir süre
sonra gerek sağlık çalışanları ve gerekse kamuoyu tarafından bazı eleştirilere neden olmuştur. Bu eleştirilerin başında sağlık çalışanları arasında
performans ödemelerinde yeterince
adil olunmadığı, performansın yalnızca sayısal göstergelerle ölçülmesi,
kalitenin göz ardı edilmesi ve gereksiz kullanımı teşvik ederek etik dışı
uygulamalara yol açtığı ve sağlık harcamaları artırdığı yöndedir. Sonraki
yıllarda söz konusu düzenlemelerde
bazı değişiklikler getirilmiş ve performans gösterge ve kriterlerinde bazı
değişiklikler yapılarak kamuoyunda
oluşan tepkiler azaltılmaya çalışmış
ve sistemin daha adil ve hakkaniyetçi
olması konuusnda çaba sarf edilmiştir. Ancak halen sağlık çalışanları arasında performansa dayalı ödemeden
kaynaklanan haksızlık ve adaletsizliklerin devam ettiği yönünde eleştiriler
mevcuttur.
Performansa dayalı ek ödemeden
kaynaklanan eleştirilerin azaltılması
için performansa dayalı ödeme ile
yapılan tutarın personelin toplam
geliri üzerindeki payının çok yüksek
olmamasında yarar vardır.
Mevcut sistemde sağlık personelinin özellikle hekimlerin aylık toplam
gelirlerinin yüzde elliden fazlasını
performans geliri oluşturmakta. Bunun yerine sabit ücretlerde yapılacak
iyileştirme ile performans gelirlerinin
oranı düşürülerek örneğin, toplam
gelirler içerisindeki payı yüzde 2530 lara düşürülerek kamuoyunda
oluşan eleştirilerin büyük bir kısmı
kesilecektir. Böylece sabit ödemede
yapılacak iyileştirme ile sağlık personelinin emekliliğine de olumlu yansıma olacaktır.
Performansın örgüt açısından faydasına bakıldığında, kalite ve verimlilikle beraber karlılığı da artırmasıdır.
Bu fayda da sistemin uygulanma tercihlerinde en önemlilerinde birisidir.
Kurum açısından bakıldığında bireysel performansın önemli olması
ücret açısından örgüte esneklik kazandırmasıdır. (T.C. Sağlık Bakanlığı,
2007).
SONUÇ
KAYNAKÇA
Kaliteyi fiziksel donanımla birlikte
hastanenin her düzeyindeki personel
belirlemektedir. Bir hastanenin kalite
düzeyi, personelin özverili ve işinde donanımlı olmasıyla doğrudan
ilişkilidir. Personel memnuniyetinin
yüksek olması hasta memnuniyetine
doğrudan yansımaktadır. Personel
memnuniyeti ve yönetimin kaliteyi
destekleyici bir duruş sergilemesi
Hizmet Kalite Standartlarının algılanmasıyla direkt orantılıdır.
1. Aydın, .S., (2008), “Sağlık Sisteminde Kalite
ve Güvenlik”, 17.Kalite Kongresi, 24–26 Kasım, İstanbul.
Sağlık işletmelerinde Hizmet Kalite
Standartlarının başarıya ulaşmasında
kilit rol oynayan sağlık çalışanlarının
HKS’ye ilişkin algılarının değerlendirilmesi, Sağlık Bakanlığı’nın HKS
politikalarının şekillendirilmesinde
stratejik öneme sahiptir.
Sağlık kurumlarında görev alan yöneticiler kalite ve performans gelişmeleri ve yenilikleri verecekleri eğitimlerle çalışanlarına aktarmalıdırlar.
Verilen eğitimler belli zaman aralıklarında yinelenmeli ve böylece çalışanların zihinleri sürekli olarak tazelenmelidir. Sağlık hizmetleri sunumu
gerçekleştirenlere TKY felsefesi ve
süreci konularında eğitimlerin sunulması felsefenin hayata geçmesi bakımından son derece önemli bir konu
olmaktadır.
Performans değerlendirme sisteminin yürürlüğe girmesi ile birlikte hastanelerin kapasitelerini daha etkin ve
verimli kullanmaları imkânı ortaya
çıkmıştır ancak halen mevcut performans sisteminden kaynaklanan
şikayetlerin azaltılması ve adaletsizliklerin giderilmesi yanı sıra nicel
ölçütlere ilave olarak nitel ölçütlere,
klinik ve teknik kaliteye ilişkin göstergelere daha ağırlık verilme ve
doktorların muayene sürecinde hastalara daha fazla vakit ayırmaları sağlanmalıdır.
Kamu Hastaneler Birliğine bağlı hastanelerin performans ölçümünde
Bakanlığın kendi birimleri yanı sıra
gerektiğinde bağımsız ve tarafsız kurum ve kuruluşlarca da performans
ölçümleri gerçekleştirilerek daha objektif bir sonuç elde edilebilir.
2. Aydın, S., Demir, M., Güler H., Tarhan, D.,
Demir, B. ve Kapan S.H., (2009), Sağlıkta Kurumsal Performans ve Kalite Uygulamaları,
Lazer Ofset Matbaa Tesisleri, Ankara.
3. Aydın, S., Demir, M., Güler H., Tarhan, D.,
Demir, B. ve Kapan S.H., (2009), Sağlıkta Kurumsal Performans ve Kalite Uygulamaları,
Lazer Ofset Matbaa Tesisleri, Ankara.
4. Aktan, C. C., (1999), Yeni Yönetim Tekniklerinin Kamu Yönetiminde Uygulanması,
Türk İdare Dergisi, Yıl 71, Sayı 425, Ay Aralık,
s. 1-13.
5. Canman, D., (1995), Çağdaş Personel Yönetimi, (Birinci Basım), Ankara: TODAİ Yayınları.
6. Çalık, T., (2003), Performans Yönetimi: Tanımlar, Kavramlar, İlkeler, Ankara: Gündüz
Eğitim ve Yayıncılık.
7. Dünya Sağlık Örgütü, (2000), Dünya Sağlık
Raporu 2000: Sağlık Sistemleri Performansın İyileştirilmesi, Cenevre.
8. Devebakan, N., (2005) Sağlık İşletmelerinde Algılanan Hizmet Kalitesi ve Ölçümü,
Dokuz Eylül Üniversitesi, Sağlık Bilimleri
Enstitüsü, Yüksek lisans Tezi, İzmir.
9. Freedman, R., (1994), Quality Assurance in
Trainning and Education, (2 nd e-Edition)
London, Kagan Page.
10.Galvin, R.S.,Delbanco, S., Millstein, A. ve
Belden, G., (2005), Has theLeapfrogGroup
had an Impact on theHealthCare Market?,
HealthAffairs 24(1), January/February, p.
228-33.
11.Gökmen, C.,t.y. Toplam Kalite Yönetimi Felsefesi.
http://www.saglik.gov.tr/TR/belge/1-2841/
toplam-kalite-yonetimi-tky-dokumanlari.
html, internet sitesinden 12.11.2013 tarihinde edinilmiştir.
12.Gökmen, C., (2001), Sağlık Hizmetlerinde
Kalite Yönetimi, T.C. Sağlık Bakanlığı Tedavi
Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Ankara.
13.Güler, H. (2009). Hizmet Kalite Standartları
Rehberi, Ankara, Sağlık Bakanlığı Yayınları.
14.İLO, (1982), Introductıon to Work Study,
Geneva: I İnternational Labor Office.
15.Karakaş, B. ve Ak, R., (2003), Kamu Yönetiminde Performans Yönetimi Önemli midir?, Kamu Yönetiminde Kalite 3. Ulusal
Kongresi Bildirileri, (ss. 337-351), Ankara:
TODAİE Yayınları No: 319.
16.Kaya, S., Sağlık Hizmetlerinde Sürekli Kalite
İyileştirme, Pelikan Yayıncılık, Ankara, 2005.
17.OECD (2009), Sağlık Sistemi İncelemeleri
Türkiye, OECD andthe International Bank
forReconstructionand Development/The
World Bank.
18.Ökem, Z. G., (2008), Maliye Politikaları Analiz Ve Değerlendirme Modellerinin Geliştirilmesi Projesi, Sağlık Sektörü Çalıştayı.
http://kamag.etu.edu.tr/S8EkonomikDegerle
ndirme_12KasimCarsamba.pdf , İnternet
sitesinden 11.11.2013 tarihinde edinilmiştir.
19.Tarcan, M., Tekingündüz, S., Ertong, G., Kavak, D. G., Karatas, S. T., Gül,
Y. ve Mercan, F., (2009), Sağlıkta Kurumsal Performans ve Kalite Uygulamaları, Ankara:
Sağlık Bakanlığı Performans Yönetimi ve
Kalite Geliştirme Daire Başkanlığı Yayını.
20.Tarım, M., (2004), Sağlık Organizasyonlarında Performans Ölçme ve Dengeli Puan Cetveli, Hacettepe Sağlık İdaresi Dergisi, Cilt 7,
Sayı 2, s.233-248.
21.Tengilimoğlu, D., Işık, O. ve Akbolat, M.,
(2012), Sağlık İşletmeleri Yönetimi (5. Basım), Ankara, Nobel Yayınları.
22.Reinhardt UE, (2005), Payingthe Providers
of HealthCare, RewardingSuperiorQuality, International Symposium, Toward an
Equitable, Efficient,and High QualityNationalHealthInsuranc, March 18-19, Taipei,
Taiwan.
23.Akal, Z., (2000), İşletmelerde Performans
Ölçümü ve Denetimi, (Dördüncü Basım),
Ankara: Mert Matbaası.
24.Tarcan, M.,Tekingündüz, S., Ertong, G., Kavak, D. G., Karatas, S. T., Gül, Y. ve Mercan,
F., (2009), Sağlıkta Kurumsal Performans ve
Kalite Uygulamaları, Ankara: Sağlık Bakanlığı Performans Yönetimi ve Kalite Geliştirme Daire Başkanlığı Yayını.
25.Hospital Report, (2004), AcuteCare. Ottawa: CanadianInstituteforHealth Information.
26.Varinli, İ ve Çakır, A., (2004) “Hizmet Kalitesi, Değer, Hasta Tatmini ve Davranışsal Niyetler Arasındaki İlişki -Kayseri’de Poliklinik
Hastalarına Yönelik Bir Araştırma”, Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı17, s. 34-35
27.Gökmen, C.,t.y. Toplam Kalite Yönetimi Felsefesi.
http://www.saglik.gov.tr/TR/belge/1-2841/
toplam-kalite-yonetimi-tky-dokumanlari.
html, internet sitesinden 12.11.2013 tarihinde edinilmiştir.
28.Galvin, R.S.,Delbanco, S., Millstein, A. ve
Belden, G., (2005), Has theLeapfrogGroup
had an Impact on theHealthCare Market?,
HealthAffairs 24(1), January/February, p.
228-33.
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
19
kapakkonusu
SAĞLIKTA PERFORMANSTA
YENİ UFUKLAR
Dr. Ş. Abdullah ŞEKER
Sağlık Bakanlığı
Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu
Ek Ödeme Daire Başkanı
Performans, bir işin sonucunun nicelik veya nitelik açısından ölçümü
olup, performans derecesi aynı zamanda amaç ya da görevin gerçekleştirilme durumunun da göstergesidir.
Sağlıkta performans sistemi, zaman
içinde artan sağlık hizmeti talebinin
daha verimli karşılanması ve sağlık
çalışanlarına emeklerinin ölçülebilir
niceliği göz önüne alınarak performanslarıyla orantılı bir gelir sağlanması amacıyla 2004 yılından itibaren
hayata geçirilmiştir. Sağlık çalışanlarına hizmet sunum şartları ve kriterleri
dikkate alınmak suretiyle personelin
unvanı, görevi, çalışma şartları, hizmete katkısı, eğitim, öğretim ve araştırma faaliyetleri, yapılan muayene,
ameliyat, anestezi ve girişimsel işlemler ile özellik arz eden birimlerde
çalışma gibi unsurlar esas alınarak,
sağlık tesisi döner sermayesinden ek
ödeme yapılmaktadır.
Sağlık hizmetinde performansın ölçümü için gerekli kriterleri belirleme20
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
nin, farklı birim ve branşlarda görev
yapan hekimlerin hizmetlerini emek,
risk, süre ve görecelilik esaslarına
dayalı kıyaslayıp puanlandırarak bir
arada değerlendirilmesinin güçlüğü
ortadadır. Bu nedenle sistemi oluşturan hesaplama formülleri birçok değişkenden oluşmaktadır.
Performansa dayalı ek ödeme sistemi, değişen personel durumu, finansal koşullar, maliyetler, tıp bilimindeki
yenilikler gibi konulardan etkilenebilir olması nedeniyle dinamik bir yapıdadır. Başlangıcından günümüze
zaman içinde sistemin işleyişi ile ilgili
oluşan ihtiyaçlar, ilgili yönetmelik ve
mevzuatın güncellenmesi ve yeni
düzenlemelerle karşılanmıştır.
Performansa dayalı ek ödeme sistemi, Sağlık çalışanlarının potansiyelinin hizmete dönüşmesini motive
ederek artan sağlık hizmet talebinin
karşılanmasına önemli katkı sağlamıştır.
Performansa dayalı ek ödeme sistemi
ile hekimler tarafından gerçekleştirilen tüm muayene ve tıbbi işlemler
elektronik ortamda kayıt altına alınmış ve tıbbi kayıtların daha sağlıklı ve
eksiksiz olmasına katkı sağlanmıştır.
Puanlandırılan tıbbi işlemlerin açıklayıcı bilgi ve kuralları tanımlanırken
güncel tıbbi bilgiler ve etik uygula-
malar göz önüne alınmıştır.
Sistemin getirdiği kriterler sağlık tesislerinde alt yapı imkânlarının ve
hizmet kalite standartlarının geliştirilmesini hızlandırmıştır.
Sistemin uygulama sonuçlarının Kurum tarafından düzenli ve sürekli değerlendirildiği, hesaplamaların daha
doğru ve merkezi yapılabildiği bir ortamda yönetilmesinin gerekli olduğu öngörülerek verilerin toplanarak
analiz ve raporlanabilmesi doğrultusunda planlama ve çalışmalar devam
etmektedir.
Mevcut performans sistemi içinde
uzmanlık branşları ve sağlık tesisleri
arasında veya aynı branş içinde ek
ödeme tutarlarında farklılıklar oluşabilmektedir. Her bir sağlık çalışanının
emeği çok önemli ve değerlidir. Performans sistemini koruyarak büyük
farklılıkları giderebilmek amacıyla,
her bir branşın kendi içinde işlem
sayılarının yanında ortalama performansının ölçülebilirliğini sağlamaya
yönelik bir sistem için çalışmalar sürdürülmektedir. Böylece söz konusu
farklılıklar en aza indirilerek, branşında ortalama hacimde hizmet gerçekleştiren hekimlere, branşlar arasında
uçuruma yol açmayacak, birbirine
yakın ek ödeme tutarları sağlanması
öngörülmektedir.
Hastanelerinizin
daha etkin
yönetimi ve
verimliliği için...
kapakkonusu
TÜRKİYE İÇİN
SAĞLIKTA KALİTE VE GELECEK
Uz. Dr. Dilek TARHAN
Sağlık Bakanlığı
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Sağlıkta Kalite ve Akreditasyon
Daire Başkanlığı
Bu yazıda, sağlığın paydaşları olarak
hepimizin özellikle son 10 yılda birlikte tanık olduğumuz heyecan verici
bir süreci ve bu süreçle ilgili gelecekten beklentilerimizi dile getirmeye
çalışacağız. Pek çoğumuz yakından
ya da dolaylı olarak “Sağlıkta Kalite”
kavramının ülkemizdeki gelişimini
ve bu kavramın sağlık çalışanlarınca
adım adım içselleştirilmesini izleme
fırsatı bulduk. Sağlıkta Dönüşüm
Programı ile birlikte başlayan ve
zamanla sağlık hizmeti sunan tüm
sağlık kurumlarını kapsayan kalite
çalışmaları, ülke genelinde bu alanda
hem ciddi bir bilgi ve deneyim biriki22
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
mi ile vücut buldu, hem de Bakanlık
merkezinden en uçtaki sağlık çalışanına kadar sirayet eden önemli bir
farkındalık oluşturdu. Bakanlıkla sahanın birlikte çalışarak, inanarak geliştirdiği ve ikame ettiği bir çalışmaydı bu ve bugüne kadar kamuya ilişkin
çalışmalarda alışık olmadığımız bir
merkez ve taşra sinerjisi oluşturdu.
“Bu inanç ve sinerjiyi besleyen sebepler nelerdi?” “Bu güçlü yapıya
zemin hazırlayan faktörler nedir?”
soruları üzerinden bir beyin jimnastiği yapmak mümkün. Öncelikle,
sağlık sistemi iyi bir koordinasyon
ve ekip çalışması gerektirdiği halde,
bugüne kadar kullanılan organizasyonel yapılarda bu koordinasyonu
sağlayacak, özellikle birimlerin ve
sağlık çalışanlarının birbirleri ile ilişkilerini tanımlayacak etkin bir yapının olmayışı ve kalitenin tam da bu
ihtiyaç üzerinde yap-bozun parçaları
gibi yer bulması en aşikâr sebeptir.
Ayrıca kalitenin gönüllülük esası ile
hareket etmesi ancak bunun yanında sürekli gelişim için verdiği ipuçları
ile sistemi gün geçtikçe daha iyiye
yönlendirmesi, sağlık çalışanlarında
bitmeyen bir motivasyon kaynağı
oluşturmaktadır.
Kalite; değişimin, gelişimin ve kurumlardaki inovatif düşünce yapısının gelişmesi için bir anahtar rolü
üstlenmektedir.
Kalitenin doğasında var olan bu pozitif yaklaşımın yanında, Bakanlık
merkezinin konuyu ele alış biçimi ve
ülke genelinde izlediği politikanın
da sürecin gelişimine önemli katkılar
sağladığını söylemek mümkündür.
Bakanlık, son 10 yılda ülkemiz sağlık
kurumlarının hizmet sunumu açısından kalitesinin iyileştirilmesi adına
oldukça geniş kapsamlı kalite geliştirme faaliyetleri gerçekleştirmiştir.
Bunun yanında sağlık sektörünün
tüm paydaşlarına faaliyetlerinde
rehberlik yapmayı da ihmal etmemiştir. Ayrıca, kalite geliştirme, kalite
standartları oluşturulması ve uluslar
arası emsallerinde olduğu gibi insan
kapasitesi noktasında “kalite değerlendiricisi” yetiştirilmesi hususunu
da çalışmasının ana başlıkları arasına oturtmuştur. Bu hizmetleri standardize etmek adına ana hatlarıyla
aşağıdaki gibi bir faaliyet çerçevesi
oluşturmuştur.
• Sağlıkta
kaliteye ilişkin yapılan
tüm çalışmalara sağlık sektörünün
tüm paydaşlarını yani sahayı da
dâhil etmiş, bu alanda gerçekleştirilen kongre, sempozyum, bilimsel
dergiler, ödüllü yarışmalar, kaynak
doküman ve rehberlerin oluşturulması gibi bilgi ve tecrübe paylaşım ortamlarını önemsemiş ve
sürekli teşvik etmiştir.
• Kalite iyileştirme faaliyetleri kap-
samında hizmet kalitesinin ölçümü için geliştirilen standart setlerinin taslak metinleri hakkında
ilgili paydaşların geribildirimlerinin alınmasına önem verilmiş ve
gerek ilgili uzmanlarla yapılan çalıştaylar vasıtası ile gerekse internet üzerinden herkese açık şekilde yapılan paylaşımlarla sahanın
görüş ve önerileri doğrultusunda
standartların son şekli verilmiştir.
• Kalite değerlendiricisi havuzu sa-
hada hâlihazırda görev yapan sağlık çalışanlarından oluşturulmuş,
bu şekilde uygulayıcıların aynı
zamanda kalite değerlendiricisi
olması sağlanmıştır.
• Kalite değerlendirmeleri aynı za-
manda sahayı güçlendirmek, kalite konusunda rehberlik sağlamak
ve ilgili çalışanlara yerinde eğitimler vermek üzere bir araç olarak
kullanılmıştır.
• Kalite
değerlendirmeleri ve değerlendiriciler hakkında sahanın
ve ekip sorumlularının geri bildirimlerini almak amacı ile her bir
değerlendirme sonrası anketler
uygulanmış, değerlendirici ve Bakanlık merkezinin süreçteki performansı izlenerek, dinamik ve sürekli kendini geliştiren bir sistem
ortaya konulması sağlanmıştır.
• Sistem ve standartların zorluk de- • Özellikle klinik sonuçlara ilişkin izrecesi tedrici olarak artırılmak sureti ile geliştirilmiş ve bu şekilde
10 yıl öncesinde kalite konusunda
çok az bilgi ve farkındalık düzeyine sahip olan sağlık kurumlarının
konuya adaptasyonu zamana yayılmıştır. Örneğin standartların revizyonu ile ilgili her aşamada yeni
standartlar eklenerek izlenmesi
gereken yeni indikatörler belirlenip sağlık kurumları için ortaya
konan hedefler bir üst basamağa
taşınmış ve bu şekilde sahanın sürekli motivasyonu sağlanmıştır.
lenen indikatör sayısının artırılması, klinik rehberlerin kullanımının
teşvik edilmesi ile ölçüm ve izleme
kültürünün daha da geliştirilmesi
sistemin önemli açılımları olarak
yer bulacaktır.
• Kalite geliştirme faaliyetleri değer-
lendirme sistematiğinin önemli
bir bileşeni olan değerlendirici
havuzunun niteliksel ve de niceliksel olarak geliştirilmesi vasıtası ile
kalite değerlendirmelerinin ve sonuçların daha etkin ve objektif şekilde elde edilmesi sağlanacaktır.
Bakanlık merkez teşkilatının kalite
geliştirme konusunda yukarıda bahsedilen bu yaklaşımı sağlık kurum ve
kuruluşları ile birlikte ekip ruhu oluşturulmasını sağlamıştır.
• Kalite değerlendirme sonuçlarının
Bunun yanında, içinde özel sağlık
sektörünün de bulunduğu sağlıkta
kalite alanında öncülük eden çeşitli
kurumlarımızın, Bakanlık kalite çalışmalarına verdikleri destekleri de
burada ifade etmek gerekir. Özellikle
uluslar arası düzeyde elde ettikleri
deneyimi gerek diğer kurumlar ile
gerekse politika üreticileri ile paylaşan ve çalışmaları ile örnek teşkil
eden kurumlarımızın sürece önemli
katkıları olmuştur. Zira sağlıkta etkin
ve güvenilir bir ulusal kalite sisteminin oluşturulması özel sektör, kamu,
üniversite olmak üzere tüm paydaşların ortak dileğidir. Çünkü kalite ülke
genelinde sağlık sisteminin iyi bir
noktaya gelmesi için önemli operasyonel araçlardan birisidir.
• Gelişmiş ve gelişmekte olan ülke-
Sağlıkta kalite için Türkiye’nin bundan sonraki yol haritası üzerinden
hareketle;
• “Ulusal
Kalite Sistemi Türkiye
Modeli”nin dinamik ve sürekli gelişime açık yapısının korunarak
emek ve enerjinin yapının güçlenmesi yönünde harcanması esas
noktalardandır.
• Birinci basamak sağlık hizmetle-
ri, toplum sağlığı hizmetleri ile
laboratuar, diyaliz, poliklinik, görüntüleme hizmeti veren müstakil
sağlık kuruluşlarının da standartlarının oluşturularak kalite sistemine dâhil edilmesi ve periyodik
olarak değerlendirmelerinin sağlanması gerekmektedir.
kamuoyu ile paylaşılması ve kurumlara yönelik çeşitli teşvik unsurları için kullanılması söz konusu
olacaktır.
lerin sağlık kurumlarında tedavi
hizmetlerinde kullanılan cihazların türü ve fonksiyonu açısından
ve de teknolojik açıdan hergün
kendi sınırlarını zorladığı; ayrıca
neredeyse hizmet sunumundaki insan unsuru dışında her şeyin
otomasyon sistemi içinde yer aldığı düşünülürse beşeri faaliyetleri odağına alan kalite geliştirme
sistemlerinin münhasıran ilgi ve
emek gerektirdiği açıktır. Dolayısıyla, sağlık hizmetleri açısından
kurumların sunduğu hizmetlerin
bir alâmetifarikası da kalite düzeyidir. Bu nedenlerle, kalite faaliyetleri ve sistemleri ulusak ölçekte
politika yapıcılarının gündeminde
ön sıralarda bulunması ve gelecek
hedeflerinin odağında yer alması
gerekmektedir. Öyle ki; sağlık sisteminde köklü yapısal değişiklikler
gerçekleştirilse bile bu yaklaşımın
zarar görmemesi için gerekli tedbirler alınmalıdır. Bu çerçevede,
güçlü ve tarafsız kurumsal yapılanmaların oluşturulmasının, kalite çalışmalarının geleceğini şekillendirecek en önemli adımlardan
birisi olduğu düşünülmektedir.
Sağlık hizmetinden yararlanan tüm
bireylerin ve gelecek nesillerin yaşamında gözle görünür etkiler bırakmak için kaliteli sağlık hizmeti sunma
arayışlarına ara vermeden devam
edilmelidir.
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
23
kapakkonusu
AKREDİTASYON
VE TÜRKİYE SAĞLIK AKREDİTASYON SİSTEMİ
Dr. Abdullah ÖZTÜRK
Sağlık Bakanlığı
Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Sağlıkta Kalite ve Akreditasyon
Daire Başkanlığı
Küreselleşme olgusu gerek olumsuz
ve gerekse olumlu anlamda hayatımızın tüm alanlarına nüfuz etmiş durumdadır. İnsanın dâhil olduğu her
şeyin içinde yer alan sağlık olgusu da
24
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
başta finansal düzlemde olmak üzere
hizmet sunumu ve hizmetin sürdürülmesi açısından da küresel cereyanları bünyesinde taşır hale gelmiştir.
Hizmet sunumunda küresel düzeyde
standart yakalama çabalarının sağlık
hizmetinin doğasına uygun şekilde
standardizasyon yakalama çabalarının bir adı da sağlık hizmetlerinde
akreditasyondur. Bu çabalar gelişmiş
ve gelişmekte olan ülkelerde son 20
yıl içinde oldukça hız kazanmıştır.
Dünyanın bu konudaki küresel birikimi de küresel etkileşimin artmasıyla
paralel olmuştur.
Dünyanın gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkeleri, hizmet sunumunun
standardizasyonunda ortak dili yakalamak adına sağlık hizmet akreditasyonu çalışmalarını sağlık sistemlerinin gelişimi içinde gündem
maddelerinden birisi haline getirmiştir. Ülkeler sağlık akreditasyonunda
farklı politik tutumları tercih edebi-
lirler. İlki ithal ikame yaklaşımlar, bir
diğeri de ülkenin kaynakları ve sağlık
ihtiyaçlarının standardizasyonundaki
optimum kesişme noktaları dikkate
alınarak geliştirilen akreditasyon sistemleridir.
Ülkemiz açısından bakıldığında 2003
yılından bugüne sağlıkta kalite alanında ortaya konulan çalışmalar neticesinde sağlık kurumları temel bir
kalite düzeyini yakalamış bulunmaktadır. Bu kurumları yakından incelediğimizde; tamamının kalite kültüründe ortak bir düzeyi yakaladıkları,
bazılarının ise uluslararası gelişmeler,
sağlık teknolojilerindeki yenilikler,
sağlık turizmi vb. birçok unsura bağlı
olarak daha ileri düzeyde, inovasyona açık, yenilikçi ve girişimci bir temelde hareket etme potansiyelinde
oldukları görülmektedir.
Ülkemizde gelinen bu nokta, uluslar
arası sistemle entegrasyon ve dahi
sistem ihracı olasılığını da içinde taşıdığından sağlıkta kalite çalışmalarının uluslararası düzeyde kabul gören
standartlar çerçevesinde akredite
edilmesi ihtiyacını da ortaya çıkarmaktadır.
Dünyada Akreditasyon Çalışmaları
Dünya’da akreditasyon sistemleri
incelendiğinde; bu sistemlerin, bir
sağlık kuruluşu tarafından hasta bakımının kalitesini iyileştirmek, güvenli bir çevre sağlamak, hastalara ve
personele yönelik riskleri azaltmak
için, sürekli çalışmak ve iyileştirmelerde bulunmak üzere görünür bir
taahhüdü temsil ettiği ve bunu belli
bir sistematik içinde tescil ettikleri
görülmektedir. Farklı ülke örnekleri
akreditasyon sistemleri açısından değerlendirildiğinde ise, ülkelerin kendi
ulusal ve uluslararası ihtiyaçları doğrultusunda hareket ettikleri, her ülkenin kendine özgü bir yapıda ancak
uluslararası düzeyde kabul görecek
şekilde akreditasyon standartlarına
ve sistemlerine sahip oldukları görülmektedir. Bu sistemler, sağlıkta etkili
bir kalite değerlendirme ve yönetim
aracı olarak kullanılmaktadır.
Türkiye’de Sağlıkta Akreditasyon
Ülkemiz özelinde değerlendirildiğinde, sağlıkta kalite alanında oluşan
birikim ve dünya çapında yürütülen
ulusal akreditasyon faaliyetleri, ülkemizde de bu alandaki ihtiyacın biran
önce giderilmesi sorumluluğunu ortaya çıkarmaktadır.
Farklı ülkelerin ülkemizde sağlıkta
akreditasyon alanında faaliyet gösterdikleri ya da bu çalışmalar için
çeşitli girişimlerde bulunmakta olduğu biliniyor. Ancak kurumlarımızın bir akreditasyon belgesi almak
ve bu belgenin sürekli yenilenmesi
için aldıkları hizmetler karşılığında
ödedikleri ücretler, bir açıdan milli
kaynaklarımızın yurtdışına transferi
anlamına gelmektedir. Bu çerçevede 2003 yılında Sağlıkta Dönüşüm
programında dile getirilen Türkiye’de
Sağlıkta Akreditasyon Sisteminin
oluşturulmasına yönelik ilk adımlar 2012 yılı Mayıs ayında atılmıştır. Akreditörlerin akreditörü ISQua
(International Society for Quality in
Healthcare) ile görüşmeler yapılarak,
çalışmalar sonucunda 20 Mart 2013
tarihinde resmi olarak işbirliği süreci
başlatılmıştır.
Uluslararası düzeyde başlatılan bu
ortaklık ve çalışmalara paralel olarak;
hitap edilen sağlık kurumlarının ihtiyaçlarını gözeten, inovasyona açık,
uygulanabilir bir standart setinin
çalışmalarına başlanmış ve Sağlıkta
Akreditasyon Standartları (SAS) Hastane Seti ortaya konulmuştur.
İlerleyen süreçte, ISQua tarafından
gerekli inceleme ve değerlendirmeler yapılarak Sağlıkta Akreditasyon
Standartları-Hastane Seti 09 Ocak
2014 tarihinde uluslararası düzeyde
akredite edilmiştir. Bu başarı, ABD,
Avustralya, İngiltere, Kanada, Fransa, Dubai, İsviçre, Japonya, Almanya
gibi pek çok ülkenin sahip olduğu ve
verilen sağlık hizmetinin kalitesinin
uluslar arası düzeyde güvencesi olma
özelliği taşıyan akreditasyon sisteminin ülkemizde kurulmasına yönelik
önemli bir aşamanın da tamamlanması demektir.
Bölge Ülkeleri için Türkiye Modeli
Jeopolitik açıdan değerlendirildiğinde ise hem Türkçe konuşan ülkeler,
hem de Ortadoğu ülkelerinde sunulan sağlık hizmetlerine örnek oluşturabilecek özgün bir akreditasyon
sistemi, sağlık alanında bu konudaki
ihtiyaca cevap verebilecektir. Öte
yandan, adı geçen coğrafyada bu
düzeyde bilgi birikimi ve akredite
edilmiş sistemlerin bulunmayışı yakın coğrafyamızda bir milyara yakın
insana sunulan sağlık hizmetlerinin
geliştirilmesi ve bu alanda faaliyet
gösteren kurumlara kendi kalite ve
akreditasyon süreçlerini oluşturulmalarında rehberlik etme durumu da
mevzu bahis olmaktadır.
Ülkemize ait Uluslararası Bir Marka:
Sağlıkta Akreditasyon Standartları (SAS)
Ülkemizde akreditasyon çalışmaları
çerçevesinde çalışmalar devam etmektedir. Akreditasyon çalışmaları
meşakkatli ve zaman alıcı olabilmektedir. Aynı anda birçok aşama birlikte
yürütülememkte, olgunlaşan bir şamadan sonradiğerine devam etmek
mümkün olmaktadır. Bu aşamaların
geçilmesi de ülkenin bu konudaki birikiminden bağımsız değildir.
Ülkemizde, Sağlıkta Akreditasyon
Standartları’nın akreditasyonundan
sonraki aşamada; bu standartların
belli bir sistematik dâhilinde, profesyonel bilgi, beceri, yeterli teknik
deneyime sahip, SAS kültürünü ve
ilkelerini benimsemiş profesyoneller tarafından değerlendirilmesine
yönelik çalışmalar başlatılmıştır. Bu
bakış açısıyla SAS Değerlendiricilerinin yetiştirilmesi için uluslararası
standartlara sahip bir Değerlendirici
Eğitim Programı ortaya konulmuş ve
bu programında ISQua tarafından
akredite edilmesine yönelik çalışmalar tamamlanmıştır.
Sonuç olarak, SAS sadece bir standart seti değil aynı zamanda onu
oluşturan tüm altyapı ile de ülkemize
ait bir markadır. Bu marka, standart
setlerinin yanında akreditasyon sistemlerinin gerekliliklerini yerine getirecek bir değerlendirme sistematiği
ve kurumsallaşmayı da barındırmaktadır. Uluslararası arenadan, ulusal
yapıya, teorik gerekliliklerden pratik
gerçeklere kadar yukarıda özetlenen tüm bu parametrelerin bir arada
doğru bir kurgu ve sistem ile ortaya
konulması hem ülkemiz adına önemli bir değer yaratacak, hem de sağlık
hizmetlerinde kalite çıtasını daha üst
seviyelere çekecektir.
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
25
haber
KLİMA GÖZ KURULUĞUNA
NEDEN OLUYOR
Klimalı ortamlarda uzun zaman geçirenler göz kuruluğu riskiyle karşı karşıya kalıyor.
Basit bir hastalık olduğu sanılan göz kuruluğu erken teşhis edilmezse görme kaybına
bile yol açabiliyor.
Opr. Dr. Ersin Kutluçınar, yaz döneminde alışveriş merkezleri, ofis, ev
ve otomobillerde klimanın yoğun
kullanıldığını ve çok bilinmese de bu
ortamların göz kuruluğu riskine neden olduğunu belirtti. Opr. Dr. Ersin
Kutluçınar, gözün çabuk yorulması,
yanma, yabancı bir cisim hissi, batma, kızarma, kaşıntı gibi şikâyetlerle
kendini gösteren göz kuruluğunun,
erken dönemde tedavi edilmediği
takdirde görme kayıplarına bile neden olabileceğine dikkat çekti.
Gözyaşı Eksikliği
Görme Kaybına Yol Açabilir
Opr. Dr. Ersin Kutluçınar, gözün kalkanı olarak tanımladığı gözyaşının,
gözün şeffaf ön yüzeyi olan kornea
Opr. Dr. Ersin Kutluçınar
26
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
sinirlerinin tahriş olmasını engellediğini, gözün daha net ve rahat görmesini sağladığını ifade etti. Gözyaşının
gözün oksijen almasına ve beslenmesine yardımcı olduğunu belirten
Opr. Dr. Ersin Kutluçınar, “Gözyaşı, yapısında bulunan maddeler sayesinde dışarıdan gelen hastalıklara karşı
gözün savunma bariyeri görevini görür. Yabancı maddelerin göze teması
durumunda gözü yıkayarak temizler.
Gözyaşı eksikliği gözde uzun vadede
ciddi problemlere hatta körlüğe bile
neden olabilecek durumlara yol açabilir” dedi.
Düzenli Aralıklarla
Göz Kontrolünüzü Yaptırın
Opr. Dr. Ersin Kutluçınar, klimalı ortamlarda uzun süre bulunanların
özellikle plaza çalışanlarının düzenli
aralıklarla göz kontrolü yaptırmaları
gerektiği konusunda uyardı. Göz kuruluğu olanların doktorunun verdiği
tedaviyi düzgün bir şekilde uygulaması gerektiğini önemli olduğuna
dikkat çeken Opr. Dr. Ersin Kutluçınar,
göz kuruluğu tedavisinde ilk olarak
suni gözyaşı tedavisinin uygulandığını ifade etti. Az ya da orta dereceli
göz kuruluğu tedavisinde göz yüzeyini ıslatmaya yönelik tedavilerin yeterli olduğunu belirten Opr. Dr. Ersin
Kutluçınar, daha ileri durumlarda ise
‘punktum tıkacı’ denilen bir yöntemin gündeme geldiğini bildirdi. Opr.
Dr. Ersin Kutluçınar bu yöntemde
gözyaşı kanalına tıkaç takılarak gözyaşının kanala akmasının engellendiğini ve böylelikle gözyaşının gözde
daha uzun süre kalmasının mümkün
olduğunu açıkladı.
Hastalığın daha ileri evrelerinde
kanser ve vücudun savunma mekanizmasının dengesini bozan (otoimmun) hastalıklarda kullanılan Siklosporin A’nın sulandırılmasıyla elde
edilen ilaca başvurduklarını söyleyen
Opr. Dr. Ersin Kutluçınar, “Göz kuruluğunun tedavisinde kullanılan bu ilaç
ciddi anlamda olumlu sonuçlar sağlıyor. İlaç şu an başarıyla ileri derece
göz kuruluklarında ve göz kuruluğu
ile oluşan sistemik hastalıklarda kullanılıyor” diye konuştu.
Klimalı Ortamlardan Kaçının
Opr. Dr. Ersin Kutluçınar, klimalı ortamlarda uzun süre vakit geçirenlere
zaman zaman pencerelerin açılması
ve hava nemlendiricileri kullanılması
önerilerinde bulundu. Ayrıca Opr. Dr.
Ersin Kutluçınar, masada ve etrafta
sulanabilecek bitkilerin bulundurulmasının da faydalı olabileceğini bildirdi.
haber
SAHTE İLAÇLA MÜCADELEDE
YENİ STRATEJİ
Halkın sağlığıyla oynayan sahte ilaçlarla mücadelede yeni stratejileri
devreye sokma kararı alan Sağlık
Bakanlığı, sahte ilaçlara ilişkin oluşturulacak linkten güncel bilgileri halka
ulaştıracak.
Halkın sağlığıyla oynayan sahte ilaçla
mücadelede yeni stratejileri devreye
sokma kararı alan Sağlık Bakanlığı,
sahte ilaçlara ilişkin oluşturulacak
linkten güncel bilgileri halka ulaştıracak, şüphe durumunda hazırlanacak
bir format doğrultusunda direkt başvuru yapılmasını sağlayacak.
Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi
Cihaz Kurumunca hazırlanan 2014
yılı Kurumsal Mali Durum ve Beklentiler Raporu’nun temmuz-aralık
döneminde yürütülecek faaliyetler
arasında birçok yeni uygulamanın
hayata geçirilmesi planlanıyor.
Rapora göre bu dönemde İlaç Takip
Sistemi’nin geliştirilmesi, sahte ilaçla
mücadele, tıbbi cihaz ve kozmetik
alanda yapılacak düzenlemeler şöyle:
kapsamında oluşturulan alt çalışma gruplarıyla proje takvimindeki modül ve yazılım çalışmalarına
devam edilecek, eylülde kamu
kurumları, sektör temsilcileri gibi
tüm paydaşlarla geniş kapsamlı
çalıştay düzenlenecek.
• Klinik Araştırmalara İlişkin Veri Tabanı oluşturulacak.
• Gümrük
ve Ticaret Bakanlığı ile
yürütülen ortak çalışma çerçevesinde ilaç, tıbbi cihaz ve kozmetik
ürünlerin yasal tedarikleri ve kaçak/sahte ilaçların ülkeye giriş ve
çıkışlarının önlenmesi amacıyla
gümrük müdürlüklerine eğitimlere devam edilecek.
• AB ülkelerinin sağlık otoritelerinin
sitesinde yer aldığı gibi, sahte ilaçlara ilişkin bir link oluşturularak bu
linkten güncel bilgiler halka ulaştırılacak, şüphe durumunda hazırlanacak bir format doğrultusunda
direkt olarak Kuruma başvuru yapılması sağlanacak.
• Ürün Takip Sistemi (ÜTS) projesi • Kaçak veya sahte ürünlerin yasal
28
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
tedarik zincirine girmesinin engellenebilmesi amacıyla gerek ulusal
gerekse uluslararası taraflarca ortak projeler doğrultusunda çalışmalar yapılacak.
• Kaçak veya sahte ürünlerle ilgili
halkın bilgilendirilmesi amacıyla
kamu spotları hazırlanacak.
• İyi Eczacılık Uygulamaları Kılavuzu
yayınlanacak.
• Kozmetik sektörü ve paydaş ku-
rumlara eğitim düzenlenerek kişisel temizlik ve bakım ürünleri
olan kozmetik ürünlerin mevzuata
uygun üretimi ve satılması, yerli
sanayinin gelişmesi, tüketicinin
bilgilendirilmesi konularındaki çalışmalar sürecek.
• Hızla büyüyen ve gelişen global
kozmetik pazarının takibi ve doğal-organik kozmetik pazarının
yeşil kimyasallar, sürdürülebilirlik,
nanoteknoloji gibi alanlarda ülkeye kazandırılabilecek artılar tespit
edilecek.
• Eczacı ve serbest eczane kayıtla- • İlaç Kısa Vadeli Eylem Planı hazırrının da tutulduğu bir veri tabanı
kullanıma açılacak.
• Avrupa Birliği Kozmetik Tüzüğü’ne
uyum amacıyla “Kozmetik Kanunu
Taslağı, Kozmetik Yönetmeliği’nde
Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Taslağı, Kozmetik İyi İmalat
Uygulamaları Kılavuzu Taslağı,
Kozmetik Ürünlerde Yapılan Etkinlik Testlerine İlişkin Kılavuz Taslağı
ve Kozmetik Klinik Araştırmaları
Hakkında Yönetmelik” hazırlama
çalışmaları sürecek.
lanacak.
• Akılcı İlaç Kullanımı () kampanyası
ile ilgili çalışmalar devam edecek.
• Psikiyatri alanında uzman Bilimsel
Danışma Kurulu üyeleri ve akademisyenlerin katılımıyla psikiyatri
ilaçlarının akılcı kullanımının değerlendirilmesi amacıyla “Psikiyatri Çalıştayı” düzenlenecek.
• Beşeri Tıbbi
Ürünlerin İmalathaneleri Hakkında Yönetmelik güncelleme ve karşılaştırma tabloları
çalışmaları sürecek.
• Türk Eczacıları Birliği ile yeni yönetmelik hakkında ve muvazaa ile
mücadelede konularında eczacı
odalarıyla çalıştay düzenlenecek.
• ”Beşeri Tıbbi Ürünlerin Kullanımı-
na Yönelik Hasta Destek Programları Hakkında Yönetmelik” hazırlanacak.
• Reçete Bilgi Sistemi (RBS) verileri • İlaç Takip Sistemi (İTS) Karar Desesas alınarak 81 ile ait “2013 Yılı
Antibiyotik Reçeteleme Raporu”
hazırlanacak.
• Tıbbi cihazların satış sonrası hiz- • ”Sağlık
metlerine ve garanti hükümlerine
dair mevzuat tamamlanacak.
Kılavuzu, “Bilimsel ve Eğitsel Faaliyet Toplantı Başvuru Kılavuzu”
ve “Ürün Tanıtım Elemanlarının
Eğitimine İlişkin Usul ve Esaslar ile
Uygulama Takvimi Kılavuzu” güncellenecek.
Beyanı ile Satışa Sunulan Ürünlerin Sağlık Beyanlarına
İzin Verilmesi Hakkında Başvuru
Kılavuzu”nun duyurusu yapılacak.
Ayrıca “Sağlık Beyanlı Ürünlerin
Değerlendirilmesi” amacıyla komisyon oluşturulacak ve başvurusu yapılan dosyaların kabulüne
başlanacak.
• ”Bedelsiz Tanıtım Numunesi Dağıtım ve Basın Duyurusu Başvuru
tek Sistemi oluşturulacak.
• İlaç Takip Sistemi ve güvenli ilaca
erişim konularında farkındalığı
artırmak ve ilaç tedarik zincirinin
güçlendirilmesi çalışmalarına devam edilecek.
• Mobil İlaç Sorgulama uygulamasının ve İTS portalının geliştirilmesi
ve içeriklerin zenginleştirilmesine
devam edilecek.
• Cilt bakım ve bebek ürünlerine yönelik sektörel piyasa gözetim denetim planlanması yapılacak.
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
29
KİMYASAL MADDELER
KISIRLIK NEDENİ OLABİLİR
Oyuncak, temizlik maddesi, şampuan, ambalaj ve günlük yaşamda sık
kullandığımız pek çok üründe yer
alan kimyevi maddeler çocuklarda
gelişme geriliği, hiperaktivite, obezite; yetişkinlerde ise kısırlık ve çeşitli
kanser türlerine neden olabiliyor.
Bunun başlıca nedenleri arasında
içeriklerindeki “endokrin karıştırıcı/
jammer” olarak adlandırılabilecek
hormon bozucu maddeler yer alıyor.
Endokrinoloji Bölümünden Doç. Dr.
Gökhan Özışık, endokrin bozucular
ve korunma yöntemleri hakkında bilgi verdi.
Tüm vücut dengesini alt üst ediyor
İnsan sağlığı ve neslinin devamı metabolizma, büyüme-gelişme, zihinsel
fonksiyonlar, bağışıklık sistemi ve
üreme için hayati rolleri bulunan hormon ve benzeri sinyal taşıyıcı maddelerin kusursuz çalışmasına bağlıdır.
Endokrin ve nöroendokrin sistemler
olarak bilinen ve vücut içinde bir
noktadan diğerine sinyal ileten ağlarda herhangi bir sebeple karışıklığa
yol açan kimyasal maddelere ise “endokrin karıştırıcı” adı verilmektedir.
Doç. Dr. Gökhan Özışık
30
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
Radyofrekans iletiminin bozulmasına
yol açan “jammer”lara benzetebilecek bu maddeler moleküler düzeyde
sinyal taşıyıcı maddeleri algılayan sabit sensörleri geçici olarak köreltmek
ya da bu sensörleri kandırarak aşırı
uyarmak suretiyle etki gösterir.
Yaşamsal kodları yani DNA’yı etkiler
Hormon ve benzeri moleküller dolaşımda genellikle bir kargo proteinine bağlı halde taşındıklarından
bu proteinlerin yapısını ve miktarını
değiştiren kimyasal maddeler de sinyal iletimini bozabilir. Diğer taraftan,
bazı kimyasal maddeler ise hormonların üretimi ya da aktive/deaktive
olmasına karışarak endokrin sistemlerde arızaya yol açabilmektedir.
Bazı sensörler ise sabit değil de
hareketli olduğundan bağladıkları hormonları (sensör-hormon
ilişkisi birleşen lego parçalarına
benzer) doğrudan DNA’ya taşımak suretiyle bu moleküllerin
yaşamsal kodlara erişmesini sağlayabilmektedir.
Günlük yaşamda sıkça karşılaşıyoruz
Bir hayvana ait hormon başka bir
hayvan türüne toksik etki gösterebileceği gibi bitkisel hormonlar da
farklı yollardan insan ve hayvanlara
ulaşarak istenmeyen etkilere yol açabilir. İlaç endüstrisince üretilen sentetik hormonlar, kimya endüstrisinde
kullanılan kimyasal ajanlar ve yan
ürünler de endokrin sistemleri bozabilmektedir. Gelişme geriliği, dikkat
dağınıklığı, hiperaktivite, entellektüel becerilerde azalma, erken ya da
geç ergenliğe girme, obezite, iştahsızlık gibi yeme davranış bozuklukları, sperm sayı ve kalitesinde bozukluk-kısırlık, tiroid hormon yetersizliği,
iskelet anormallikleri, yorgunluk, sık
hasta olma, erken yaşlanma ve hatta bazı tür kanserlerle ilişkili oldu-
ğundan neredeyse çoğu
bilim adamının şüphe
duymadığı bu kimyasal
ajanlara akla gelebilecek
her ortamda, kullanılan
çoğu malzemede (ambalaj, boya, oyuncak
vs) ve hatta gıda maddelerinde (zirai kalıntılar, katkı maddeleri
vs) rastlamamak/maruz
kalmamak neredeyse imkansızdır.
Bu maddelere dikkat!
Alınması gereken önlemler
7) Cam şişede sular tercih edilmeli
Tanımlanmış bine yakın
endokrin bozucu arasında; ev ortamında bulunanlar aletler, yapı/
izolasyon malzemeleri,
mefruşat, mobilya ve
temizlik ürünleri, kozmetikler, şampuan,
losyon ve sabun gibi
kişisel bakım ürünleri,
gıda katkı maddeleri,
plastik ve lastik ürünleri, haşere ve böcek
öldürücüler, dezenfektanlar ve antimikrobik
ürünler, tutkal, boya, ahşap ürünlerinde kullanılan
yüzey koruyucular, çözücüler, alev almayı önleyecek
kimyasallar, metalurjide kullanılan ürünler, fitoöstrojenler,
flavinoidler, fenolik asitler
ve hastane ortamında
özellikle laboratuvarda
kullanılan kimyasallar
sayılabilir.
1) Bu kimyasal maddelere karşı bilinç
daha çocukluk döneminde verilecek eğitimle artırılmalı
8) Kaynağı ve içeriği bilinmeyen bitkisel karışımlar sağlık profesyoneline danışılmadan tüketilmemeli,
bilinmeyen mantarlar toplanıp
yenmemeli
2) Hava, su kaynakları, bitki örtüsü ve
yaşam alanlarımızdan uzakta dahi
olsalar başka canlıların doğal ortamlarının korunmasına (endüstriyel atıkların filtrelenmesi gibi)
özen gösterilmeli
9) Bebek ve çocukların normal gelişim gösterip göstermedikleri mutlaka izlenmeli
3) Çocuk sahibi olmayı planlayan
çiftlere, hamileler ve yeni annelere
eğitim verilmeli
10)Erken veya geç ergenlik belirtisi
gösteren, hızla ve aşırı kilo alan
çocuklar hekim muayenesinden
geçirilmeli
4) Dayanıklı tüketim malzemeleri, ev
ortamında kullanılan ürünler alınırken bilinçli davranılmalı
11)Şüpheli gölet ve su birikintilerine
yüzmek ve serinlemek amacıyla
girilmemeli
5)
Sebze ve meyvelerin tarımsal
ilaçlardan arınmış olmasına özen
gösterilmeli, gerekli durumlarda
evdeki musluklarda filtre kullanılmalı
12)Kullanılmayan deterjan, temizlik
sıvıları ve ilaçlar (Örneğin doğum
kontrol hapları, hormon içeren
ilaçlar) lavabo, klozet gibi alanlara
dökülmemeli
6) Gıda maddeleri ile temas halinde
olan plastik ve benzeri petrokimyasallardan üretilmiş kaplar, ambalajlar bilinçli seçilmeli
13)Sinek kovucu olarak doğal uçucu
yağlar (lavanta, okaliptus, limon,
nane gibi) tercih edilmeli
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
31
haber
ORGAN NAKLİNDE
SEVİNDİRİCİ ARTIŞ
Türkiye’de organ nakilleri arttı. Geçen
yıl 7 bin 188 nakil yapıldı. 2014’ün
yarısında bu sayı 4 bin 317’ye çıktı.
Yılsonuna dek sayının 8 bin 500’ü
bulması bekleniyor. Nakiller daha çok
canlı vericilerden yapılıyor.
32
Türkiye’de 28 bin 278 hasta organ
nakli bekliyor. Bu yılın ilk altı ayında 4
bin 317 nakil gerçekleşti. Geçen yıl 7
bin 188 nakilin, 3 bin 365’ü nakil canlı bağıştan, 379 nakil ise kadavradan
gerçekleşti.
çekleşen 3 bin 163 bağıştan bin 846’sı
canlı vericiden oldu. 893 hastanın beyin ölümü gerçekleşirken, 203 hastanın ailesi organların bağışlanmasına
izin verdi. 207 ithal kornea, 907 ise
hastadan kornea alındı. Geçen yıla
göre önemli bir artışın olduğunu vurgulayan Sağlık Bakanlığı Organ Doku
Nakli Ve Diyaliz Hizmetleri Daire Başkanı Dr. Arif Kapuağası, organ bağışındaki en önemli sıkıntının bağış
yetersizliğinden olduğunu söyledi.
KORNEA İLK SIRADA
YÜZDE 80’İ CANLIDAN NAKİL
Nakillerde ilk sırayı bin 976 ile kornea
aldı. Onu bin 628 ile böbrek nakli takip etti. Nakiller sırasıyla 644 karaciğer, 43 kalp, 17 akciğer, 5 pankreas, 2
ince bağırsak, 2 kalın bağırsak olarak
gerçekleşti. Bu yılın ilk altı ayında ger-
Kapuağası, “Merkezlerimiz şu an ortalama yüzde 50 kapasiteyle çalışıyor.
Bağış olmayınca maalesef canlıdan
bağışa yöneliyoruz. Yüzde 80’e yakın
canlıdan nakil, kalanı kadavradan. Aileler ölen yakınları için izin vermiyor.
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
Yanlış dini inanışlar ve mahalle baskısı yüzünden insanlar kadavradan organların bağışlanmasında tereddüt
ediyor. Canlıdan organ naklinde dünyanın en tecrübeli ülkesiyiz” dedi.
KALP VE AKCİĞER ZİRVEDE
Toplamda bağışçı sayısı 68 bin 893
olarak kaydedildi. En çok bağışlanan
organlar ise şöyle:
Böbrek: 67 bin 965
Karaciğer: 67 bin 165
Kalp: 66 bin 628
Akciğer: 66 bin 437
Kalp Kapağı: 63 bin 649
Kornea: 63 bin 376
Yüz ve saçlı deri: 43 bin 820
haber
MOBİL SAĞLIK UYGULAMALARI
NE KADAR GÜVENLİ?
Dr. Sertaç DOĞANAY
Tek Doz Dijital ve Social Touch Kurucusu
Mevcut sağlık politikaları, yaşlanan
nüfus ve yükselen küresel enflasyon
gibi faktörlerle daha düşük maliyetlerle çok daha fazla hastaya ulaşmayı hedeflemektedir. Sağlık hizmeti
sunucuları da geleneksel metotlarla
birlikte, teknoloji ile gelişen mobil
uygulamalara da yönelerek düşük
maliyetle çok daha geniş bir kitleye
ulaşmayı hedeflemektedir.
Samsung, Apple ve Google pek çok
sağlık uygulamasının arkasında yer
almaktadır. Amaçları; tüketicilerin
sağlık verilerini ve tutumlarını analiz
edebilecek anlamlı verileri toplamak.
Detaylı hasta profillerinin yer aldığı
verileri toplamak isteyen ilaç firmaları ve hastaneler de, bu çıktıları güvenli bir süzgeçten geçirerek kendi
stratejilerini ve kaynaklarını planlama niyetindedir.
Bu hevesi gören büyük teknoloji
firmaları da ürünlerini sağlık sektö-
34
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
rünün bir parçası haline getirerek
HealthKit ve Google Fit gibi uygulamaları piyasaya sürdü. Piyasaya sürülen bu uygulamalar, kişisel sağlık
kayıtlarının dijitalleşmesi ve mobil
hale getirilmesi adına basit örnekler
denilebilir.
Ancak bu uygulamalarda tüketicilerin kafasını karıştıran çok önemli bir
soru var: Bu uygulamalar güvenli mi?
Apple, kullanıcılarının gizlilik bilgilerini koruma altına aldığını ve App
Store’da bulunan uygulamaların da
kullanıcı gizliliğine uygun davranma
koşulu ile yer aldıklarını net bir dil
ile belirtmektedir. Ancak Google’ın
bu konu hakkındaki şeffaflığı tartışılmaktadır. Çünkü Google, gizli tuttuğu özel algoritması ve iş stratejilerini
şirketin uygulama mağazası olan,
Google Play’de de uygulamaktadır.
Ayrıca Google’ın, tüm bilgilerin herkese açık olması gerektiği fikrini savunduğunu da hatırlatmam gerekir.
Ancak konu doğrudan sağlık ile ilgili
olunca, mobil uygulama mağazasına
sahip her iki şirket de HIPPA (Sağlık
Sigortası Taşınabilirlik ve Erişilebilirlik Yasası) gereğince gizlilik ilkelerini
dikkate almak zorundadır. Bu sebep-
le de, uygulama geliştiriciler ve kullanıcıya hizmet sunan diğer tüm aracılar bu kurallara uymalıdır.
Sağlık uygulamaları için net bir şekilde konulan konular olsa da; iki şirketin de sağlık uygulamalarına ve kullanıcı gizliliğine bakış açısının farklı
olduğu belirtilebilir.
Apple; sağlık uygulamalarını, sağlık
sunucuları ve uygulama geliştiricileri tarafından dikkate alınan EPIC
EMR yazılımlarını içeren uygulamaları kabul ediyor. Google ise; kullanıcı
bilgilerine, uygulama geliştiricilerin
erişmesine izin verirken, uygulama
içinde de kendilerine özgü yazılımları kullanmasına izin vermektedir.
olabilir? Dijital sağlık uygulamaları
ile elde edilen kullanıcı bilgilerinin
izinsiz yayılması konusunda nasıl bir
hukuki işlem başlatılabilir? Uygulama
mağazaları sadece aracı oldukları uygulamalardan da sorumlu tutulabilecek mi ya da “aracı olmak” bu şirketlerin sorumluluğunu hafifletecek mi?
Asıl soru ise, dijital sağlık uygulamalarını kullanan kişiler hangi şirketin
uygulama mağazasına güvenecek?
ceği ve güvenliği konusunda hala iç
rahatlatıcı, somut bir mekanizmanın
olmadığını söyleyebilirim. Ancak
mevcut sistem, sağlık uygulaması
kullanıcılarının güvenliğinden yana.
FDA – Apple görüşmesinden örnekle, Apple’ın bu işi ciddiye aldığı
kesin. Öte yandan, Google Play içerisinde, tüm uygulamalar genelinde,
%97 oranında kötü amaçlı uygulama
bulunmaktadır. Google Play’de yer
alan uygulamalardan kaynaklanan
herhangi bir gizlilik ihlali belirlenirse HIPPA tarafından açılacak davalar
Google’ın mobil uygulama pazarındaki en büyük tehlikesidir.
Tüm bu belirttiğim durumlara dayanarak; şu an kullanıcı güvenliği
ve veri gizliliği konusunda Apple’ın
uygulama mağazası olan App Store,
Google’ın Google Play’inden birkaç
gömlek üstün gibi görünüyor. Eğer
gizlilik sizin için önemli değilse ve
net bir güvenlikten bahsedilmiyorsa
da, App Store’da bulunan dijital sağlık uygulamalarını kullanabilirsiniz.
Geçtiğimiz günlerde, dijital sağlık
uygulamaları kullanıcılarının verileri
ile ilgili FDA ile görüşen Apple’ın bu
konu ile ilgili çalışmaya devam ettiği ve bu konuyu çok daha iyi yerlere
getirmeye hevesli olduğu görülmektedir.
Her iki firma da doğrudan dijital sağlık uygulamalarına
bizzat müdahale ediyor ve
belli standartların oluşturulabilmesi için uygulama
geliştiricilerle birebir temasa geçiyor. Ancak gelecekte
şirketlerin sahip olduğu uygulama mağazaları, diğer
uygulamalarda olduğu
gibi, sadece aracı konuma geçebilir ve dijital
sağlık uygulamalarının
denetiminden ellerini çekebilirler.
Peki, bu durumda neler
Dijital sağlık uygulamalarının gele-
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
35
haber
ERGENLİK DÖNEMİNDE BESLENME
VE HAREKETLİ YAŞAM
Sağlık Bakanlığı
Türkiye Halk Sağlığı Kurumu
rehber olması amacıyla dört yapraklı
yonca simgesi kullanılmaktadır.
Obezite Diyabet
ve Metabolik Hastalıklar Dairesi Başkanlığı
Ergenlik döneminde gençler ailenin
beslenmesinde daha etkin olmakta
ve ev dışında daha çok beslenmektedirler. Gençler besin seçimi ve aktivitelerin önemi ile ilgili gerçekleri
bilmelerine karşın beslenme ve aktivitelerine bunu yansıtmamaktadırlar.
Bu dönem çocukluktan sonra en hızlı
büyüme dönemidir. Sağlıklı besin
seçimi büyüme ve gelişmeyi olumlu
yönde etkilemektedir. Örneğin; kemik gelişimi için kalsiyum, kas gelişimi için protein, enerji için yağ ve bu
metabolik olayların gerçekleşmesi
için vitamin ve minerallere gereksinim duyulmaktadır.
Bu besin öğelerini vücuda sağlayabilmek ve yeterli ve dengeli beslenmek için her gün dört temel besin
grubunda yer alan besinlerden önerilen miktarlarda tüketilmelidir. Ülkemizde yeterli ve dengeli beslenmede
36
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
Besin Seçimi Konusunda Öneriler
• Gençler,
besleyici değeri düşük,
yüksek enerjili, fazla yağlı ve tuz
içeren yiyecekler yerine, evde hazırlanan çiğ sebze, salata, yoğurt,
sütlü tatlıları tercih etmelidirler.
• Ev
dışında yedikleri yiyeceklerin
seçimi için öneri getirilebilir. Bu
yolla kilo kontrolü yolu da öğretilmiş olur.
• Sağlıklı yaşam tarzı için düzenli eg-
zersiz, düşük yağlı yiyecek, sebze
meyve tüketimini artırma, sigara
içmeme, alkol kullanmama konularında çocuklarınızı bilinçlendirebilirsiniz. Bunun için de sizin iyi
örnek olmanız gerekmektedir
• Eğer
çocuğunuzun kilo sorunu
varsa onu eleştirmeden, yaşam
tarzını değiştirmesine yardımcı olmalı ve bir diyetisyenden yardım
istemelisiniz. Bu denemede oluşabilecek duygusal sorunları iyi iletişim ile çözmeye çalışmalı, bunun
abur cubur beslenmeye yol aç-
masına engel olmalısınız. Evinizde
sağlıklı yiyecekler bulundurmaya
özen göstermelisiniz
• Genç kızlar çekici bir vücuda sahip
olma güdüsüyle çoğu kez hatalı
diyet yapmakta, bunun sonucunda yeme davranışı bozuklukları
gelişebilmektedir. Erkekler ise egzersiz yapmaya, vücut geliştirmeye önem vermektedir. Bunun için
de proteinden zengin beslenmeye
çalışmaktadırlar. Oysa ki fazla protein tüketimi gerekli değildir
• Gençler için aktivite kendini ener-
jik hissetme, güven, iyi bir görünüm, okul başarısı, yaşam boyu
doğru bir alışkanlık kazanma, kronik hastalık risklerini azaltmak için
önemlidir. Ancak bu yaş grubunda
aktiviteyi azaltan en önemli nedenler; sınavlar, hazırlık kursları,
TV, bilgisayar oyunlarına fazla ayrılan zamandır.
• Gençlere 16 yaşa kadar haftada
3 veya daha fazla 20-25 dakika
egzersiz önerilmekte, 16 yaş üzerindekilere 30 dakika/her gün egzersiz veya 3-5 kez, 30-60 dakika
aerobik egzersiz önerilmektedir.
Çocuklarda ve Ergenlerde Obezite ve
Komplikasyonları
Obezite çocukluk ve ergenlik dönemindeki en sık görülen kronik hastalıktır. Özellikle endüstrileşmiş bazı
toplumlarda, çocukluk ve ergenlik
döneminde obezite sıklığı astım ve
egzema gibi allerjik hastalıkların
bile önüne geçmiştir. Çocukluk ve
ergenlik obezitesi beraberinde yüksek riskli morbiditeyi taşır ve geç
sekelleri önemlidir. Ergen obezlerin,
uygun rehabilitasyon programları
uygulanmadıkça, %7580’inin obez
yetişkinler olduğu bilinmektedir. Bu
konuda yapılan uzun süreli çalışmalarda tombul ve fazla kilolu adolesanların ergenlik döneminden sonra kilo
verseler bile, obezitenin morbidite ve
mortalitesini erişkin hayata taşıdıkları gösterilmiştir.Terlemenin arttığı
ve solunumun zorlaştığı egzersizler
veya haftada 3 gün 30 dk yürüme ile
başlanabilir. 4 hafta sonra haftada 5
veya daha fazla gün 4560 dk ya çıkarılarak program devam edebilir.
Obez ergenlere yönelik beslenme,
egzersiz ve medikal izlem gibi rehabilitasyon programlarının zaman
kaybedilmeden ergenlik döneminde
başlatılması önem taşımaktadır. Obezite basit bir hastalık olmayıp heterojen bir gruptur. Çocukluk ve adolesan
obezitelerinin % 5’inden daha azında
spesifik bir neden gösterilebilir. Obez
ergenlerin yaklaşık % 3’ünden daha
azında altta yatan endokrin bir neden gösterilebilirken, çeşitli sendromlara bağlı obeziteler bu grubun
% 2’sinden daha azdır. Bu rakamlardan da anlaşılacağı gibi ergenlik dönemindeki obezite, “eksojen obezite” adı ile ele aldığımız aşırı yemeye
bağlıdır. Ancak eksojen obezitede de
sadece beslenme değil genetik, çevre, fiziksel aktivite, çocuğun besini tüketme şekli, enerjisini nasıl harcadığı
gibi pek çok faktör rol oynamaktadır.
Puberte, özellikle de kızlarda, obezite gelişimi açısından yüksek riskli bir
dönemdir. Puberte sırasında erkek
ergenlerde daha çok yağsız vücut
kitlesi artarken, kızlarda daha belirgin bir yağ depolanması gerçekleşir.
Her iki cinsiyette de bu süreç boyunca santral yağlanma artarken, periferal yani ekstremite yağlanması azalır.
Ayrıca pubertenin enerji harcanması
üzerine etkileri de cinsiyetler arasında farklılıklar gösterir.
Erişkin hayattaki vücut ağırlığımızın
yaklaşık %50’sinin puberte sırasında
kazanıldığını biliyoruz. Üç dört yıl
kadar kısa bir sürede gerçekleşen bu
fizyolojik vücut ağırlığı artışı; dengesiz ve aşırı beslenme, yetersiz fiziksel
aktivite gibi nedenlerle gereğinden
daha fazla ivmelenebilir. Sonuç olarak, puberte döneminde fizyolojik
olan bu değişiklik, sınırları belirlenmediğinde patolojik bir durum olan
obeziteye yol açabilir.Obeziteyi değerlendirmede kullanılabilecek çeşitli metotlar vardır. Bunlar arasında en
sık kullanılan vücut kitle indeksinin
belirlenmesidir. Deri kıvrım kalınlığı
ve cilt altı yağ dokusu ölçümleri özellikle vücut kitle indeksi yüksek, ancak yağ dokusu az olan sporcularda
anlamlıdır. Vücut kitle indeksi (vücut
ağırlığı (kg) / boy (m2)) yaşa ve cinsiyete göre 95 persentilin üstünde
olan ergenler obez, 8595 persentil
arasında olan ergenler ise tombul
(overweight) olarak tanımlanırlar.
Çocukluk ve adolesan döneminde
iskelet ve kardiovasküler sisteme ait
veya psikolojik bir çok komplikasyon obeziteye bağlı gelişebilir. Obez
olanların, toplumda ayrımcılığa uğradıkları, kendi güvenlerini ve zeka
yeteneklerini geliştirirmede ve sosyal
olarak iletişim kurmada zorlandıkları
belirlenir.Obezitenin büyüme üzerine bir çok etkisi vardır. Obez çocukların daha uzun olmaları beklenir ve de
onların kemik yaşları daha ilerdedir.
Fakat ergenliğin daha ileri yıllarında
bu gruptakilerin epifizleri daha önce
kapandığı için boyları obez olmayan
gruba göre daha kısa kalır. Obezlerin
yağsız vücut kitlesi de artar ve obez
olmayanlara göre daha erken menarş olurlar. Artan boy, ileri kemik
yaşı ve erken menarş fazlalaşan gıda
alımının ototrofik etkisi iledir. Halbuki artan kas kitlesi sonucu fazlalaşan
yağsız vücut kitlesi hem ağırlığı hem
de adipositlerin çekirdek kitlesini
arttırarak bu süreci destekler. Artan
ağırlık iskelet sisteminde, tibianın
eğrilmesine (Blount hastalığı) veya
femur başı epifiz kaymasına neden
olur. Kardiovasküler risk faktörleri
olarak, artan kan basıncı, bozulan
lipid düzeyi ve glukoz toleransı görülür. Çocukların %60’ı 5 ile 10 yaş
arasında bunlardan en az birine %20
sinden fazlası ise en az ikisine sahip
olur. Karaciğer enzimlerinin yüksel-
mesi obez çocukların %510 nun da
görülür. Adolesan kızlarda polikistik
over sendromu da sık görülen problemlerden biridir.
Ergenlik Döneminde Yaklaşım
Adolesanlarda belirgin olarak fiziksel, cinsel, bilişsel, sosyal ve ruhsal
değişiklikler olur ve bunlar adolesanlarda, ailelerde, sağlık personelinde,
öğretmenlerde ve toplumda çeşitli
zorluklar oluşturur. Bu yaş grubuna
hizmet verenler için en büyük zorluk,
bu değişikliklerin hepsinin eş zamanlı olmamasıdır. Örneğin, pubertesi
daha erken yaşlarda başlayan, fiziksel
ve cinsel gelişimi neredeyse tamamlanmak üzere olan bir ergen, bilişsel
ve ruhsal açıdan hala bir çocuk gibi
davranabilir. Tam tersine, pubertesi
daha geç yaşlarda başlayan bir ergen
bilişsel ve ruhsal açıdan daha olgunken, cinsel gelişimi henüz başlangıç
evrelerinde olabilir. Ayrıca aynı yaştaki ergenlerin hepsi aynı gelişim basamaklarında olmazlar. Pubertenin
başlangıcı ve ilerlemesinde belirgin
varyasyonlar olabilir. Bu nedenle ergenlerle çalışan meslek gruplarının
ve ailelerin bu gibi bireysel farklılıkların bilincinde olmaları gerekmektedir.
Adolesanlara verilen sağlık hizmetleri de, yaş ve gelişimsel düzeye uygun
olmalıdır. Sosyokültürel farklılıklara ve bireyselliğe duyarlı olmalıdır.
Adolesanlar ile ilgilenen doktorlar,
görüşme ve muayenelerindeki gizlilik ilkesini sağlamalıdırlar. Ergenle ve
ailesi ile mutlaka ayrı ayrı görüşme
ortamı sağlanmalı ve ailesinin yanında konuşmak istemeyeceği problemleri de sorgulanmalıdır. Öykü alırken,
konuşmaya en az kişisel sorular ile
başlanmalı, yeterli diyalog sağlandıktan sonra benzer soruların diğer
ergenlere de sorulduğu açıklanarak
kişisel sorunları ve riskli davranışları
gündeme getirilmelidir.Bütün bunların yapılabilmesi için ergen görüşmelerine daha uzun süre ayrılmasının
gerekliliği açıktır.
Ergenlerin ihtiyaç duydukları güven
ve saygı ortamının sağlanması, ergenin hekime açılmasının ve başvuru
şikayeti yanında, gizli gündeminin
ortaya konulmasının ön koşuludur.
Ergene bir çocuk gibi yaklaşılmamalı,
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
37
onun kendisini bir erişkin gibi görüyor olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle görüşme sırasında, açık uçlu
sorular sorulmalı, gerekli yönlendirmeler yapılmalı ama iyi bir dinleyici
olmaya da dikkat edilmelidir. Önerilerde bulunurken emir kipi asla kullanılmamalı, hatta eğitici rolü üstlenilmemeli, çözüm önerileri getirerek
birlikte tartışılmalı ve ergene kendi
kararlarını kendisinin vermesi için danışmanlık yapılmalıdır. Sorumluluklarını üstlenebilmesi için fırsat verilmelidir. Adolesana söz hakkı vermeden,
katılımını sağlamadan sağlık hizmeti
yürütmek genellikle olanaksızdır.
Ergenle yapılan görüşme sırasında
önemli noktalardan biri de ergeni
değil, hatalı davranışını eleştirmeye
dikkat edilmesidir. Ergene hatalısın
demek yerine, önce olumlu geri bildirim ile yaklaşarak iyi davranışları
övülmeli, ardından hatalı davranışı
eleştirilmelidir.Bu yaş döneminde
arkadaş ilişkileri çok önemli olduğundan, benzer şekilde arkadaşlarını
değil de, arkadaşlarının hatalı davranışlarını eleştirmek doğru olacaktır.
Cinsel gelişimin başlaması ve büyüme hızının artması ile birlikte gencin
dikkati vücudundaki bu değişime
çevrilir. Adolesanda bedensel ve cinsel açıdan hoşnut olunacak bir beden algısına sahip olmak ve korumak
en önemli ihtiyaçlardan birisidir. Bu
38
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
aynı zamanda benlik saygısının (self
esteem) oluşması ve kimlik (identity)
gelişimi bakımından da önem taşımaktadır. Ergenlerin bu konulardaki
duyarlılıkları dikkate alınmalı ve ailelerine de, ergenlerin bedenleriyle
aşırı uğraşmalarına anlayışlı olmaları
ve bunun yaşlarının gereği olduğu
mesajı vurgulanmalıdır.
Gençlerin çoğu, fiziksel olarak büyümüş ve cinsel bakımdan gelişmekte
oluşlarının kendilerine psikososyal
bakımdan da birkaç yıl gibi kısa sürede, bir erişkinin matürasyon ve becerisini kazandırdığı inancı ve iddiasında olabilirler. Bu nedenle, ergenler
bir anda ve her alanda bağımsızlık
beklentisi içinde olabilirler.Bağımsızlık çabalarının aile tarafından isyan
olarak yorumlanmaması ve psikososyal gelişme düzeyleri ile orantılı
olarak gittikçe artan bağımsızlık tanınması, aile ile yaşanabilecek çatışmaların önlenmesi açısından önemlidir. Ancak bu bağımsızlık; ailenin ve
toplumun değer yargılarına uygun,
karşılıklı görev ve sorumluluklar ile
ters düşmeyecek, aile düzeni ve imkanlarını zorlamayacak ölçülerde olmalıdır.Sağlıklı psikososyal gelişmenin en önemli şartlarından birisi de
ergenin çevresinde örnek alacağı bir
erişkin bulabilmesidir.
Anne ya da baba iyi bir rol model olmadığı sürece sadece söylediklerinin
ergen için bir anlamı olmayacaktır.
Kendisi sigara içen bir babanın, oğluna sigaranın zararlı olduğunu söylemesi ve sigarayı yasaklamasının hiçbir etkinliği yoktur. Benzer biçimde
ailede, anne ve babanın birbirlerine
ve çocuklarına sevgi ve saygıya dayalı bir davranış modeli içinde olmaları,
ergenin de davranışlarını olumlu etkileyecektir. Sürekli tartışma ortamı
içinde olan ergenlerin bundan etkilenmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle
psikososyal risk faktörlerinin değerlendirilmesinde mutlaka aile ile olan
ilişkiler sorgulanmalıdır. Hekim de iyi
bir rol model olmalı ve gerektiğinde
koçluk görevini üstlenebilmelidir.
Adolesan kendini kanıtlama, kabul
ettirme, beğeni toplama, popüler
olma arzu ve ihtiyacının çok büyük
olduğu bir dönemdir. Gençler sadece ailenin değil, akran gruplarının da
üyesidirler ve onlarla bütünleşmek
zorundadırlar. Gencin kendi kendini
bulma ve toplumla kaynaşma deneyimleri için aile tarafından fırsat
tanınmalı fakat tamamen sınırsız ve
denetimsiz bırakılmamalıdır. Prensip olarak yalnızca hastalığa değil,
ergenin bizzat kendisine de eğilerek
yaklaşılmalıdır. Böyle bir yaklaşımın,
ergene yardım için yapılacak tanı ve
tedavi planlamaları ve girişimlerinde,
hastalığın özellik ve ihtiyaçları kadar
önemli olduğu unutulmamalıdır.
ŞİŞMANLIK:
GENETİK MİRAS MI
YAŞAM TARZI MI?*
Prof. Dr. Yüksel ALTUNTAŞ
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Endokrinoloji ve Metabolizma Klinik Şefi
Kronik bir hastalık olan obezite basitçe yağ dokusunun artışı olarak
tanımlanabilir. Bu tanım yetişkinler
için pratik olarak vücut kitle indeksi (VKİ) üzerine kurulmuştur. Dünya
Sağlık Örgütü (WHO) Obezite Danışma Kurulu hastalığı VKİ’ine (vücut
ağırlığının metrekare cinsinden boy
uzunluğuna bölünmesi) göre sınıflandırma sistemi geliştirmiştir. Buna
göre, VKİ 25-29.9 kg/m2 arası olanlar
kilolu, 30kg/m2 ya da daha yüksek
olanlar ise obezite olarak değerlendirilir. Obezite global olarak epidemik
oranlara ulaşmıştır ve tüm dünyada
prevalansı son 15 yılda giderek artmaktadır. Gelişmiş sanayi ülkelerinde
kilolu ve obez oranı %35-45 arasıdır.
Sonuçta büyük bir halk sağlığı ve aynı
zamanda ekonomik bir sorundur.
Obezite şu anda tüm dünyada insan sağlığını tehdit eden en ciddi
sorunlardan biri olarak gündem
oluşturmuştur. Artık bir salgın gibi
değerlendirilen şeker hastalığı gelişmesinde de çok önemli rol oynamaktadır. Obezite giderek hem sağlık
hem de sosyoekonomik olarak ciddi
tehdit oluşturacak düzeye gelmiştir.
Gelişmiş ülkelerdeki toplam sağlık
hizmetleri tüketiminin yaklaşık %48’inin obeziteye bağlı olduğu ileri
sürülmektedir. Obezlerde vücut ağırlığındaki her 1 kg artış, diyabet sıklığını %5 artırmaktadır. Günümüzde
diyabet ise dünyanın her yerinde en
önemli sağlık sorunlarından biridir
ve beşinci ölüm nedenidir. Dünya
Diyabet Federasyonu (IDF) ve Ulus40
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
lararası Obezite Çalışma Birliği’ne
(IASO) göre dünyada 1 milyar erişkin
fazla kilolu olup bunların 300 milyonu şişmandır ve 1.7 milyar kişi Tip 2
Diyabet gibi fazla kiloyla ilişkili kronik
hastalık riski altındadır.
Tüm dünyada 1 milyarın üzerinde
kilolu erişkinin olduğu ileri sürülmektedir. Bunun 300 milyonu obezdir.
Avrupa Birliği’nde 200 milyonun üzerinde kilolu veya obez erişkin olduğu hesaplanmaktadır. Yine 3 milyon
okul çocuğunun obez olduğu ileri
sürülmektedir. Dünya çapında 200
milyon kişi diyabetiktir ve bu sayı
önümüzdeki 30 yıl içinde büyük olasılıkla iki katına çıkacaktır. Ülkemizde
12 milyon obez, 17 milyon da kilolu
bireyin olduğu tahmin edilmektedir.
Obezitenin salgın halinde artış göstermesi ve yaşamı kısaltması kronik
bir hastalık olarak kabul edilmesini
ve de tedavi edilmesini zorunlu kılmıştır.
Ağırlık atışı, genetik zemin ve çevresel faktörler arasındaki karmaşık
etkileşime bağlıdır. Genetik eğilimli
bireylerde modern çevresel faktörler
obezite oluşmasına yol açmaktadır.
Artan refah seviyesinin, hayatın kolaylaşmasını sağlayacak her gelişmenin bedeli az veya çok kilo artışıdır.
Fast food türü hazır gıdaların fazlaca
tüketilmesi, karbonhidrat açısından
zengin, yüksek glisemik indeksli gıdalar ile beslenme şişmanlamaya yol
açan önemli beslenme faktörlerindendir. Kan şekerini hızla yükselten
karbonhidrat içeriği yüksek gıdalar
yüksek glisemik indeksli gıda olarak
adlandırılır. Bu tür gıdalar hızla insülin hormonunu uyararak kilo alımına
yol açarlar. Bu nedenle kan şekerinin
yavaş olarak yükselmesini sağlayan
düşük glisemik indeksli gıdalar önerilir.
Obezitenin monogenik formları (tek
gene bağlı obezite formları) nadir
olup cinsiyet hormonlarında azalma
ile birliktedir. Bu tür obezite obezitehipogonadizm sendromları olarak
adlandırılır. Tek gene bağlı olmayıp
birden fazla genin etkin olduğu (poligenik) yaygın obezite de ise obezite
ve yağ dağılımı ile ilişkili 40’dan fazla
genetik yapı belirlenmiştir (1).Yaygın
obezite yani poligenik obeziteye sahip insanlarda genetik zeminin vücut
ağırlığındaki değişimin %40’ından
sorumlu olduğu hesaplanmıştır (2).
Nadir görülen obezitenin monogenik formları dışında esas sık görüleni poligenik olanıdır. Bu poligenik
obezite genlerinin araştırılmasında,
iki farklı yaklaşım uygulanmıştır. Birincisi, biyolojik rollerinin temelinde
obezitede rolü olabileceği düşünülen aday gen çalışmaları, diğeri ise
linkage analizleri ile yapılan genom
boyunca taramalardır. Sonuç olarak
bulunan mutasyonlar, obezite olgularının küçük bir kısmını açıklamaktadır. Bu alanda, obezitenin gelişimine ilişkin diğer genlerin bulunduğu
kromozomal bölgeleri ortaya çıkarmak için çok sayıda polimorfik markerlerin kullanıldığı genom tarama
çalışmalarına ihtiyaç vardır. Çevresel
faktörlerden en önemlileri yanlış,
dengesiz beslenme ve hareketsizliktir. Obezitenin oluşmasında, azalmış
enerji harcanmasının artmış gıda
alımından daha önemli bulunmuştur. Hollanda da orta yaşlı erkeklerde
yapılan bir çalışmada azalmış enerji
harcanmasının kilo artışının yarısından sorumlu olduğu gösterilmiştir
(3).
Obezite sıklığında son 25 yıl içerisinde meydana gelen artış, enerji
alımının artışına, fiziksel aktivitenin
azalmasına bağlı olarak çevresel
faktörlerdeki değişikliklerden kaynaklanmaktadır (4). Her türlü hareketsiz yaşamın örneğin televizyon
seyretmenin obezite ve diyabet riskini artırdığı gösterilmiştir. Yapılan bir
çalışmada 2 saatlik televizyon seyretmenin obeziteyi %23 diyabeti ise
%14 oranında artırdığı ileri sürülmüştür (5). Gözden kaçan çevresel faktörlerden biri de psikolojik veya psikososyal streslerdir. Modernite stresi
de beraberinde getirmiştir. Psikolojik
stres iştah mekanizmasını ve metabolizmayı değiştirerek kilo alımına
yol açmaktadır (6). Keza depresyonlu
insanlarda kilo alma sık görülen bir
durumdur. Besinler ile genler arasında ilginç bir etkileşim gözlenmiştir.
Besinlerle alınan bazı yağ bileşimlerinin şişmanlığa yol açan bazı genlerin yapısında değişikliğe yol açtığı
ileri sürülmektedir (7).
Sonuç olarak obezite oluşmasında çevresel faktörler ön planda
sorumludur. Genetik durum %40
oranında sorumludur. Tek başına
genetik elverişlilik şişmanlamaya
yol açmamakta ancak yanlış ve aşırı kalori ile beslenme ve hareketsizlik
gibi olumsuz çevresel faktörlerin eklenmesi şişmanlamaya yol açmaktadır. Fakat fiziksel aktivite veya egzersize karşı isteksizlik eğer genetik
bir miras ise beslenme önlemlerine
rağmen şişmanlamak kaçınılmaz
bir son gibi gözükmektedir.
Kaynaklar
1) Herrera BM et al. Genetics and epigenetics
of obesity . Maturitas
2011; 69:41-9.
2) Bouchard C, Perusse
L. Genetics of obesity.
Annu Rev Nutr 1993;
3:337-354.
3) Prentice AM, Jebb SA.
Obesity in Britain:
gluttony or sloth?
BMJ 1995; 311:437.
4) Kromhout D. Changes
in energy and macronutrients in 871 middle-aged men during
10 years of follow-up
(the Zutphen study).
Am J Clin Nutr 1983;
37:287.
5) Hu FB, Li TY, Colditz GA,
et al. Television watching and other sedentary behaviors in relation
to risk of obesity and type 2
diabetes mellitus in women.
JAMA 2003; 289:1785.
6) Spencer SJ, Tilbrook A. The Glucocorticoid to contribution on
obesity. Stress 2011;14:23346.
7) Stryjecki C, Mutch DM. Fatty
acid-gene interactions, adipokines and obesity. Eur J Clin Nutr.
2011;65:285-97
*Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü
Dergisinden alıntılanmıştır.
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
41
haber
YEŞİLAY’DAN ULUSLARARASI
UYUŞTURUCU SEMPOZYUMU
Türkiye Yeşilay Cemiyeti; Dünya Sağlık Örgütü, Avrupa Konseyi Pompidou Grubu, Sağlık Bakanlığı, Aile
ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, İçişleri Bakanlığıyla birlikte İstanbul’da
“Uluslararası Uyuşturucu ve Halk
Sağlığı Politikaları Sempozyumu” düzenleyecek.
Türkiye Yeşilay Cemiyeti, 29 Eylül – 1
Ekim 2014 tarihlerinde İstanbul’da
düzenlenecek olan “Uluslararası
Uyuşturucu Politikaları ve Halk Sağlığı Sempozyumu”na ev sahipliği yapacak. Yaklaşık 50 ülkeden bin kişinin
katılımının öngörüldüğü sempozyumun yakın tarihte ülkemizde ve
bölgede düzenlenen en büyük uyuşturucu konferansı olması bekleniyor.
Sempozyum, Dünya Sağlık Örgütü,
Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve
Suç Ofisi (UNODC), Avrupa Birliği
Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (EMCDDA), Avrupa Konseyi Pompidou Grubu gibi
uluslararası seviyede uyuşturucu sorunu etrafında 20’den fazla teşkilatı
bir araya getirerek önemli bir koordinasyon işlevi üstlenecek. Avrupa
başta olmak üzere dünyanın farklı
bölgelerinden yaklaşık 50 ülkeden
42
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
200 kişinin katılacağı sempozyumda,
ulusal ve uluslararası alanda politika
değişikliğine dönük önemli çıktılara
ulaşılması hedefleniyor.
Ulusal koordinasyonu güçlendirecek
Sempozyumun ulusal seviyede uyuşturucu politikalarının muhatapları
olan İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
ve ilgili kurumlara bağlı diğer kuruluşları bir araya getirerek ulusal koordinasyonu güçlendirmesi bekleniyor.
Uyuşturucu politikalarında etkin
olan bu teşkilatların dışında uluslararası boyutta faaliyet gösteren çok
sayıda sivil toplum kuruluşu da sempozyuma dahil edilerek, etkin bir sivil
toplum katılımıyla uluslararası uyuşturucu politikaları çerçevesinin yeniden tartışılması sağlanacak.
Ülkemizde uygulanan uyuşturucu ile
mücadele politikalarında bütüncül bir
yaklaşım ve strateji bulunmuyor. Bu
yönüyle sempozyumun, talep azaltımı, arz azaltımı, zarar azaltımı, tedavi
ve rehabilitasyon gibi başlıklarda bütünsel bir mücadele stratejisi oluşturulmasına katkı sağlaması bekleniyor.
Uyuşturucu politikalarıyla ilgili olan
kurumlar başta olmak üzere uyuşturucu sorunu etrafında çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşlarını ve ülke
Yeşilaylarını da sürece dâhil ederek,
bu alanda mücadele eden sivil toplum kuruluşlarının kapasitelerinin
güçlendirilmesi planlanıyor. Ayrıca
uyuşturucu madde kullanım sorununun kriminal bir olgu olarak değil bir
halk sağlığı sorunu olarak ele alınması, bu alanda bilimsel temelli ve kanıta dayalı halk sağlığı politikalarının
geliştirilmesi sağlanacak.
Sonuçları tüm dünyayla paylaşılacak
Sempozyum sonuç kitabı yaklaşık 5
bin adet bastırılarak Türkiye’deki üniversitelere, araştırma merkezlerine,
kütüphanelere ve uzmanlara dağıtılacak. Uyuşturucuyla mücadelede
mevcut ulusal ve uluslararası politikaları değerlendiren, uyuşturucu politikalarındaki tüm süreçleri kapsayan
bir politika metninin oluşturulması
ve bu metnin “İstanbul Deklarasyonu” olarak söz konusu sempozyum
sonuç bildirgesi olarak da tüm dünya
ile paylaşılması hedefleniyor.
Türkiye genelinde sağlık hizmetlerinden memnuniyetin 2003 yılında
yüzde 39 olduğu, bu oranın 2013’de
yüzde 73’e yükseldiği belirtildi.
Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Başkan Yardımcısı Murat Yazıcı, son 12
yılda Türkiye’de çok büyük değişimler ve ilerlemeler kaydedildiğini ifade
ederek, “Gerçekleştirilen Sosyal Güvenlik Reformu bunların belki de en
zoru ve ülkemizin geleceği açısından
en önemlilerinden birisidir.” dedi.
Yazıcı, Türkiye’de SSK, Bağ-Kur ve
Emekli Sandığı ayrımının kalktığını
anımsatarak, şöyle devam etti:
“Tüm vatandaşlarımıza eşit yakınlıkta
duran, herkese aynı kaliteli hizmeti
sunan SGK bu reformun baş aktörü
olarak ortaya çıkmıştır. SGK olarak
hükumetimizin de temel felsefesi
ışığında hiçbir vatandaşımızı ayırt
etmeden, sağlık hizmeti sunmanın,
sosyal sigorta işlemlerini gerçekleştirmenin ve hizmet farklılıkları olmadan işçimizin, işverenimizin ve memurumuzun yanında olmanın uğraşı
içerisindeyiz. SGK kurulduğu günden
bugüne pek çok yeniliği hayata geçirmiştir. Emekli aylıklarının evde
ödenmeye başlamasından, istediğiniz hastaneye gitme ve istediğiniz
eczaneden ilaç alma imkanına kadar
yapılan birçok yenilik, bir çok iyileştirme sayesinde sağlık hizmetleri
memnuniyet oranı 2003 yılında yüzde 39 iken, bugün gelinen noktada
yüzde 73’lere yükselmiştir. Amacımız,
ihtiyaç duyulan kaliteli hizmeti her
daim bir adım öteye götürmektir. Bu
nedenle yüzde 73’lerle yetinmeyeceğiz.”
SGK hizmet binalarının yenilenmesi
amacıyla bugüne kadar yaklaşık 900
milyon lira kaynak kullandıklarını
söyleyen Yazıcı, bu rakamın yılsonunda 1 milyar lirayı aşacağını ifade etti.
Yazıcı, 2006 yılında üç kurumun SGK
çatısı altında birleşmesiyle başlatılan
reform çalışmalarının mevzuatla sınırlı bir süreç olmadığını vurgulayarak, şunları kaydetti:
“Bu reform aynı zamanda zihniyet
haber
SAĞLIK HİZMETLERİNDEN
MEMNUNİYET YÜZDE 73
dönüşümünü de sağlayan düşünsel
ve fiziksel anlamda da bir reformdur.
Ülkemizde vatandaşa hizmet noktasında yaşanan zihniyet dönüşümüne
paralel olarak artık kurumun hizmetlerinin odağında da insan vardır. Yapılacak her işte, atılacak her adımda,
alınacak her kararda ön planda insan
unsuruna yer veriyoruz. Dönüşümü,
reformun fiziksel boyutuyla incelediğimizde ise devasa bir yatırımla karşılaşıyoruz. Öncelikle kolay erişilebilir
hizmet sunma ilkesi çerçevesinde
hizmeti vatandaşımızın ayağına getirebilmek amacıyla Sayın Bakanımız
Faruk Çelik’in talimatıyla 583 adet
SGK merkezi kurulmasına dair SGK
Yönetim Kurulu kararı alınmış ve bu
karar hayata geçirilmek üzere çalışmalara başlanmıştır. Bu sayede vatandaşlarımızın kurumla olan işlemlerini yapabilmek için zaman kaybına
ve maddi külfete katlanma zorunluluğu ortadan kalkmıştır. Gururla ifade edebilirim ki açılma kararı alınan
SGK merkezlerinin 490’ını hizmete
açmış bulunuyoruz.”
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
43
haber
BEBEK BESLENMESİNDE
DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER
Beslenme yaşamın her döneminde
önemlidir. Büyümenin en hızlı olduğu evrelerden bebeklik döneminde
beslenme ayrı bir önem taşımaktadır.
Doğumdan iki yaşın sonuna kadar
devam eden dönem, çocuklarda büyüme-gelişmenin en hızlı olduğu yaşama sağlıklı başlangıç için en kritik
dönemdir. Çocukluk çağı hastalıklarının en önemli ölüm nedenlerinden
biri olan büyüme geriliği, bazı vitamin
ve mineral eksiklikleri ile ishaller en
sık 0-2 yaş grubu çocuklarda görülmektedir. Büyümenin en hızlı olduğu
bu dönemde oluşan büyüme geriliğinin iki yaş sonrasında düzeltilmesi oldukça güçtür. Bu nedenle, süt çocuğu
ve küçük çocukların beslenmesiyle
ilgili alışkanlıkların bu dönemde kazandırılması ve annelerin bu konuda
bilinçlendirilmesi gerekmektedir.
44
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
Anne Sütü
Tamamlayıcı Beslenme
Bir toplumun geleceği sağlıklı bireylerin varlığı ile süreklidir. Çocukların
sağlıklı olarak dünyaya gelmesi ve
yetişmesi için annelerin gebe ve emziklilik döneminde, fetal gelişme, süt
yapımı, besinlere olan gereksinmelerinin artması ve buna bağlı olarak
yeterli ve dengeli beslenmeleri ve
sağlıklarını korumaları konusunda
bilinçlendirilmeleri gereklidir.
Bebeğin sağlıklı büyüme ve gelişmesinin sağlanması uygun besinlerin
verilmesi ile olanaklıdır. Anne sütü ilk
6 ay tek başına yeterli olmaktadır, ancak bu dönemden sonra bebeklerin
gereksinmelerini tek başına karşılayamadığı için bebeklerin beslenme
programlarına bazı eklemeler yapmak gerekmektedir. Anne sütünün
tek başına süt çocuğunun enerji ve
besin öğeleri gereksinmesini tam
olarak karşılamadığı dönemde başlayan ve diğer yiyecek ve içeceklerin
anne sütü ile birlikte verildiği sürece
“tamamlayıcı beslenme” adı verilmektedir. Tamamlayıcı beslenme
anne sütünden erişkin birey beslenmesine geçiş dönemi olarak da
adlandırılmaktadır. Bu dönemde be-
Yenidoğan bir bebek için en uygun
besin anne sütüdür. Anne sütü bebeğin sağlıklı olması, tüm besin öğeleri
gereksinmelerini karşılaması, kolaylıkla sindirilebilmesi ve enfeksiyonlara karşı koruması açısından yeri doldurulamaz bir besindir.
bek değişik tat, lezzet ve yapıda besinlerle tanışır. Tamamlayıcı besinler,
geçiş besinleri (süt çocuğu için özel
hazırlanmış besinler) ve aile yemekleri (ailenin diğer fertlerinin sofrada
tükettiği besinler) olmak üzere iki
grupta incelenmektedir. Tamamlayıcı beslenme ile birlikte emzirmenin sürmesi çocuk sağlığı açısından
önem taşımaktadır. Uygun zamanda
başlatılan ve kurallara uygun şekilde
sürdürülen tamamlayıcı beslenme,
bebeğin bir yaş civarında aile sofrasındaki yiyecekleri tüketebilecek olgunluğa ulaşmasını sağlar.
Tamamlayıcı besinlere zamanında
başlanmalı, besinler yeterli, güvenilir
ve uygun olmalıdır.
Tamamlayıcı Besinlere Başlama Zamanı
Büyüyen ve giderek hareket yeteneği
artan bir süt çocuğunda, altıncı aydan
itibaren sadece anne sütü verilmesi,
enerji ve besin öğeleri gereksinmelerini tek başına karşılayamamaktadır.
Altıncı aydan sonra başlanan geçiş
besinleri, bebeğin anne sütü ile beslenmesinden aile yemeklerine geçişte köprü görevi görür. Tamamlayıcı
beslenmenin uygulanması gereken
dönem 6 aydan sonradır.
Altıncı ayda başlanan geçiş besinleri süt çocuğunun değişik tat, lezzet,
kıvamda besinlere alışmasını sağlarken, aynı zamanda yeme işlevi ile ilgili sinirlerin gelişimine yardımcı olur.
Tamamlayıcı Beslenmeye Geçiş Zamanına
Etki Eden Etmenler Nelerdir?
Bebeklerin katı besinlerle beslenme
yetenekleri, nöromüsküler, sindirim,
boşaltım ve savunma sisteminin olgunlaşması ile ilişkilidir. Altıncı aydan
itibaren bebekler daha güçlü besinleri sindirebilecek mide-barsak ve sinir sistemi gelişimine ulaşmış olurlar.
Tamamlayıcı Beslenmeye Erken ve Geç
Başlamanın Dezavantajları
• Tamamlayıcı besinlere erken başlama ile anne sütü verimi ve anne
sütü verme süresi azalır.
• Tamamlayıcı besinler önemli bir
bulaşma kaynağı olduğu için bu
besinlere erken başlama ile anne
sütündeki koruyucu etmenler
daha az alınır. Bu nedenle bebeklerde hastalık görülme oranı ve bu
hastalıklara bağlı ölüm riski artar.
• Tamamlayıcı besinlerin besin de-
ğerleri anne sütüne göre daha
düşüktür ve anne sütünün yerine
geçemezler.
• Tamamlayıcı besinlere erken baş-
lama sonucunda anne sütü ile
beslenme süresinin kısalması, bebeğin anne sütünden yararlanmamasına neden olur.
• Tamamlayıcı besinlere erken başlanması ve anne sütü ile birlikte
aynı öğünde kullanılması anne
sütündeki demir, çinko gibi birçok
besin öğesinin emilimini azaltır.
• Tamamlayıcı besinlere erken başlanması sonucu atopik hastalıklar,
astım, tip 1 diyabet, alerjik hastalıkların, enfeksiyon hastalıklarının
ve özellikle barsak villus işlevlerinin bozulması riski artar.
• Tamamlayıcı besinlere geç başlanması sonucunda ise bebeğin büyüme ve gelişmesi duraksamakta,
malnütrisyon (kötü beslenme) ve
çeşitli vitamin mineral yetersizlikleri oluşmaktadır.
• Tamamlayıcı besinlere geç başlan-
ması ile demir ve çinko gibi mikro
besin eksiklikleri oluşmaktadır.
Çünkü 6. aya kadar bebeğe yeterli
miktarda demir ve çinko sağlayan
anne sütü, bu süreden sonra tek
başına yetersiz kalmaktadır.
• Ayrıca tamamlayıcı besinlere geç
başlama ile bebeğin çiğneme gibi
yeme işlevlerinin gelişimi ile yeni
tat ve yapıdaki besinlere alışması
gecikir.
• Eğer
ilk 6 aylık dönemde anne
sütü azalıyorsa (yanlış emzirme
tekniği sonucu veya göğüslerdeki
sütün tamamen boşaltılmaması
sonucu), önce anneye anne sütünün arttırılmasına yönelik eğitim
verilmeli, yanlışlar düzeltilmeli ve
tamamlayıcı besinlere gereksiz
yere erken başlanmamalıdır.
Yaşamın ilk 15 haftasından önce tamamlayıcı besinlere geçen çocuklar,
6 aydan sonra tamamlayıcı besinlere
geçen çocuklarla karşılaştırıldıklarında, 7 yaşında solunum sistemi bozukluklarının daha sık olduğu (sırasıyla
% 21 ve % 10) ve vücut yağlanmasının daha yüksek olduğu (sırasıyla %
19 ve % 17) gösterilmiştir.
Tamamlayıcı Besinlerin Güvenilirliği
Zararlı mikroorganizmalarla bulaşmış tamamlayıcı besinler (özellikle
besin hazırlanmasında kullanılan
su), ishal oluşmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle 6 ay süresince
sadece anne sütü alan bebeklerde,
tamamlayıcı besinlerin başlanması
ile ishal oluşum sıklığı artmaktadır.
Dünyada her yıl 1.8 milyon çocuğun
ishalli hastalıklar nedeniyle öldüğü
bilinmektedir. Besin kaynaklı enfeksiyonlar iştahsızlığa neden olmaktadır.
Besin alımının azalması, ishal, kusma
malabsorpsiyon ve ateş nedeniyle
artan besin öğesi kayıpları bebek ve
çocukların immün sistemlerini etkilemekte, büyüme ve gelişmeleri etkilenmektedir. Yapılan çalışmalarda
ishalli hastalıkların ve diğer besin
kaynaklı enfeksiyonların önemli bir
bölümünün ev ortamında besinlerin
hijyenik olmayan koşullarda hazırlanması ile oluştuğu gösterilmiştir.
Besinlerin kontaminasyon kaynakları
çeşitlidir (Şekil 1). Çiğ besinlerin kendileri kontaminasyonun kaynağıdır.
Ayrıca besin hazırlama ve depolama
koşulları çapraz bulaşma riskini arttırmaktadır. Besin kaynaklı enfeksiyon
hastalıklarını önlemek için besinlerin
tüketilmeden en az birkaç saat önce
hazırlanması, patojenlerin üremesine
veya toksinlerin oluşumuna uygun
olmayan sıcaklık ve nem ortamlarında saklanması, besindeki patojenleri
azaltmak için yeterli miktarda ısıtılması gerekmektedir. Besinlerin hazırlanmasından önce annenin ellerinin,
yemekten önce annenin ve bebeğin
ellerinin yıkanması uyulması gereken
en önemli temizlik kuralıdır. Besinlerin hazırlanması ve sunulmasında
temiz kase, bardak, kaşık vs. kullanılmalı, temizlenme güçlüğü nedeni ile
biberon kullanılmamalıdır.
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
45
haber
KAN ÜRÜNLERİ
TÜRKİYE’DE ÜRETİLECEK
Türk Kızılayı ile birlikte yürütülen AB
Projesi’nin tamamlanmasıyla birlikte, güvenilir, izlenebilir kan plazması
temin sürecini tamamlayan Sağlık
Bakanlığı, dışa bağımlı olunan kan
ürünlerinin de Türkiye’de üretilebilmesi için ihaleye çıkacak.
Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı İrfan Şencan, yaptığı açıklamada,
Türkiye’de artık kan ve kan bileşenlerinin Türk Kızılayı tarafından temin
edildiğini belirterek, kandan plazmanın, trombositin ve lökositin ayrıştırıldığını söyledi.
Kan ürünlerinin ise yurt dışından
sağlandığını ifade eden Şencan,
“Plazmadan, fabrikasyon sürecinden sonra albümin, immünglobulin,
faktör 8-9-10 gibi çeşitli kan ürünleri
üretilmektedir. Bunlar, bileşen değil
kan ürünleridir” dedi. Şencan, bunların hepsinin ithal ürünler olduğu
için maliyetinin de yüksek olduğuna
dikkati çekerek, “Dolayısıyla artık kan
ürünlerinin Türkiye’de üretilmesi sağlanacak” dedi.
Ürünlerin temin edilebilmesi için izlenebilir ve güvenilirliği sağlanmış
46
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
plazma elde edilmesi gerektiğinin,
bu sağlanamadığında kan üretiminin
söz konusu olamayacağının altını çizen Şencan, kan bağışı, kanın toplanması ve işlenmesi sürecinin AB standartlarına getirilebilmesine yönelik
proje kapsamında yetkinin sadece
Türk Kızılayına verilmesiyle birlikte
bunun sağlandığını belirtti. Şencan,
bu şekilde kanın kimden alındığının,
kime verildiğinin kayıt altına alınabildiğini ve izlenebilirliğinin sağlandığını anlattı. Şencan, “Bu sayede artık
plazmadan kan ürünü şansını da elde
etmiş oluyoruz” dedi.
Kan ürünlerinin Türkiye’de üretilebilmesi için yürütülen çalışmaların
devam ettiğini ifade eden Şencan,
“Bununla ilgili süreç, devam ediyor.
Bunun için ihaleye çıkılacak. Şu anda
detaylar üzerinde çalışılıyor” dedi.
Şencan, “Artık elimizde güvenli hammaddemiz var. Bunu kan ürünü haline getirecek tesisle ilgili ihale süreci
devam ediyor. İhale tamamlandıktan
ve tesis hizmete girmeye başladıktan
sonra, Türkiye’nin kan ürünlerindeki
dışa bağımlılığı tamamen ortadan
kalkacak” diye konuştu.
“Üretimde yüksek teknoloji kullanılacak”
Kan ürünleri üretiminde yüksek teknolojinin kullanılacağını anlatan Şencan, şunları kaydetti:
“Dünyada bunu yapan yaklaşık on
ülke var. Türkiye’de üretim için hazırlık sürecine başlandı. Yeni teknolojinin ülkeye girmesi önemli bir yatırımdır. Bunun ekonomik boyutları
da var. Ekonomi Bakanlığı ile görüşüyoruz. Şu an henüz ihaleye çıkmadık,
fizibilitesini tamamlamak üzeriyiz.
Üretimin ülkemizde yapılmasıyla birlikte, stratejik özellik taşıyan bu ürünlerin temininde dışa bağımlılıktan
kurtulmuş olacağız. Bunun dışında,
yerli üretim olacağı için bütçe açığının giderilmesine önemli katkı sağlayacak. Ham maddemizi, ülkemizde değerlendirmiş olacağız. Ayrıca,
bunların yapılabilmesi için ülkemize
yüksek teknoloji getirilmiş olunacak.
Ürünlerin, dünyanın saygın otoriteleri tarafından da akredite olmasını
istiyoruz. Çünkü, ürünlerin bazıları,
ihtiyacın fazlası olması halinde dünyaya da satılacak.”
haber
Bebeklerde ve Çocukluk Çağında
Obezite
Obezite enerji alımının, harcanımı
aşması durumunda ortaya çıkan aşırı
yağ depolanması durumudur. Doğru
değerlendirme boya göre kilonun
üst değeri geçmesidir, bunu da doktorunuz belirler. Günümüzde beslenme alışkanlıklarında karbonhidrat
ve yağların gereğinden fazla tüketilmesi ve çocukların ev dışı fiziki aktiviteler yerine evde yoğun televizyon
seyretmeleri ve bilgisayar oyunlarına
yönelmeleri obezitenin çocuklarda
sık görülmesine neden olmaktadır.
Çocukluk dönemindeki şişmanlık
erişkin dönemi için de risk oluşturur.
Çocuk yaşta şişmanlıkta erişkinden
farklı olarak yağ hücrelerinin sayısı
artar. Bu nedenle çocuk yaşta kilolu
olanlar ileriki yıllarda zor zayıflarlar.
Doktorunuza başvurup uygun diyet
programına girmelisiniz. Üç ana
besin grubunu
fazla tüketmemeye dikkat etmelisiniz: Unlu gıdalar (bisküvi, makarna
gibi), şekerli gıdalar(tatlılar, şekerler,
çikolatalar gibi) ve yağlı gıdalar (kızartmalar, börekler gibi). Eğer siz bu
gıdaları fazla yiyorsanız çocuğunuz
da yiyecektir. Şişman bir çocuğa sahipseniz çorba ve sebze türü gıdalar
tüketin. Beyaz ekmek yerine kepek
ekmeği yedirin. Şişman bir çocuğunuz varsa bir diyetisyen yardımıyla
zayıflatmaya çalışın.
Çocuklarda obezite riski ilk 1 yaş içinde, 5-6 yaş arası ve buluğ döneminde
daha yüksektir. Obez çocukların yaklaşık üçte biri ve obez ergenlerin %
80’i yetişkin yaşa geldiklerinde obez
kalırlar.
48
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
Düşük ya da iri doğum ağırlıklı bebeklerin çocukluk ve erişkin döneminde obez olma riskleri yüksektir.
Obezite sıklığı sosyo ekonomik düzeye göre değişim gösterir. Obezite
gelişmiş ülkelerde ve yüksek sosyokültürel düzeylerde daha sık görülmektedir.
Obeziteye yol açan faktörler nelerdir?
Çevresel Nedenler: Annenin eğitim
düzeyinin düşük olması, gebelikte
annenin sigara kullanması obezite
riskini arttırır. Uzun süre televizyon
izlenmesi ve bilgisayar oyunları oynanması sırasında yüksek kalorili
gıdaları tüketme obezite gelişimine
katkıda bulunur. Ekonomik düzeyi
yüksek olan aile çocuklarının yiyece-
ğe kolay ulaşması da obezite gelişimini hızlandırır.
Psikolojik Nedenler: Aile içi huzursuzluklar çocuğun ruhsal dengesini
etkileyerek az veya aşın yemeye sebep olabilir. Buluğ döneminde arkadaş edinememe, özgüvenini kazanamama gibi psikolojik bozukluklar
çocuğun hareketini etkileyerek obeziteye neden olabilir.
Genetik Nedenler: Çeşitli faktörlerle oluşan gen mutasyonları (değişiklikleri) yağ dağılımını etkileyerek
obezite ile sonuçlanabilir. Çocuğun
obez olma ihtimali; her iki ebeveyn
obez ise % 80, sadece biri obez ise %
40, her ikiside obez değilse % 14’tür.
Erişkin çağda obez olma riski de ebeveynlerin sadece birinin ya da her ikisinin obez olması ile ilişkindir.
Beslenme: Bebeklik döneminde
beslenme yöntemi çocuğun daha
sonraki yıllarda beslenme alışkanlıklarını belirler. Anne sütü ile beslenenlerde genetik yatkınlık yoksa obezite
riski oldukça düşüktür. Süt çocuğu
döneminde uygun olmayan mama
ile beslenme, zamanından önce ek
besinlere ve yapay beslenmeye geçilmesi obeziteyi kolaylaştırır. Hızlı
yeme ve az çiğneme, tost, hamburger, tatlı ve hamur işlerinin aşırı tüketimi obezite oluşumunu arttırır.
Obez olup kısa boylu olan hastalarda
hormonal veya genetik bir bozukluk
olma ihtimali daha yüksektir. Çocukluk çağı obezitesi; ileriki yaşlarda
diyabet, hipertansiyon, lipit
yüksekliği, damar sertliği,
solunum sistemi
hastalıklan, ortopedik sorunlar
ve
psikososyal
bozuklukların gelişiminde
önemli rol oynar.
Eğitim, diyet, egzersiz, yaşam şeklini
değiştirme gibi basamakları içerdiği
için tüm aile bireylerinin bu yaklaşıma katkıda bulunmaları gerekir. Çocuğunuz ve tüm aile bireylerinizin bir
arada beslenme eğitimine tabi tutulması gerekir.
Diyet: Öğünlerdeki baklagiller, tahıl,
meyve ve sebzelerin miktarı artırılmalı, kırmızı et miktarı azaltılmalıdır.
İhtiyaç duyulan yağlar zeytinyağı,
fındık yağı gibi yararlı yağlardan
tercih edilmelidir. Beslenme çorba
ağırlıklı olmalı, kepek ekmek kullanılmalıdır.
Egzersiz: Kalori alımında kısıtlama
ile bir arada yapılmayan egzersizin
fazla bir yararı yoktur. Kapsamlı bir
egzersiz programı yerine hareketli
bir yaşam tarzı önerilir. Televizyon
seyretme, bilgisayar oyunları gibi ev
içi aktiviteleri yerine ev dışı aktiviteleri tercih edilir. Çocuğunuzu grup
oyunlarına özendiriniz.
İlaç tedavisi: Çocukluk çağı obezite
tedavisinde ilaç tedavisinin fazla bir
yeri yoktur. Bu nedenle doktorunuzun bilgisi dışında zayıflatıcı ilaç kullanmayınız.
Çocuklara Yiyecek Hazırlanırken Dikkat
Edilmesi Gerekenler
Aileniz için hazırladığınız yemekleri
nasıl pişirdiğiniz, yiyeceklerin besin
değerleri açısından çok önemlidir.
Özellikle bebeğinize mama veya yemek hazırlarken dikkat etmeniz gereken birçok konu vardır. Bebeğiniz
sayesinde siz de sağlıklı pişirme ve
hazırlama yöntemleri ile kendi sağlığınızı koruyabilirsiniz.
Sebze ve meyveleri mümkün olduğunca az pişirin ve böylece tatlarının
daha güzel olmasını ve içlerindeki C
vitamini, B12 vitamini ve folik asitin
kalmasını sağlayın. Pişirme sularını
daha sonra çorba, sos hazırlarken
veya bebeğinizin püresini yumuşatmak için kullanabilirsiniz.
Et pişirirken
Mümkün olduğu kadar yağsız etler
seçin ve pişirmeden önce etin üzerinde görünen bütün yağı temizleyin.
Kızartma
• Konsantre katı yağlar ve sıvıyağlar
eğer az kullanılırsa dengeli bir diyetin parçası olabilirler; bu yüzden
mümkün olduğunca az kızartma
yapın.
• Eğer bebekler fazla tuz alırlarsa,
böbrekleri bunu atamayabilir -ki
bu en kötüsü- ve çok ciddi rahatsızlıklara neden olabilir. Tuzdaki
suçlu, içindeki sodyum mineralidir; bu nedenle bir yaşın altındaki bebeklere tuzsuz ama sodyum
bakımdan zengin yiyecekler de
verilmemelidir.
• En bilindik tuzlu ve sodyum ba-
kımından zengin olan yiyecekler;
sucuk, sosis, füme yiyecekler, çiroz, et/tavuk bulyon, soya sosu,
ketçap, turşular, hazır çorbalar,
dondurulmuş hazır yemekler,
konserve sebzeler, soda ve kabartma tozudur.
Şeker ve şekerli yiyecekler
Yiyeceklere şeker eklemekten kaçının. Çocuklarınıza şeker verirken,
çaylarına şeker katarken iki kere
düşünün. Çok fazla işlenmiş şeker onlar için, özellikle de dişleri için sağlıklı değil.
Sebze ve
meyvelerin hazırlanması
•
Denediğiniz diğer
kek, kurabiye ve tatlı tariflerini de şekeri yarı yarıya
azaltarak yapmayı deneyin.
Azalttığınız işlenmiş şeker
miktarını doğal tatlandırıcı
olan taze veya kuru meyvelerle ya da havuç, pancar ve
tatlı patates gibi kök
Üzerindeki kirin ve böcek
ilacı kalıntılarının iyice temizlenmesi için sebze ve
meyveleri çiğ yiyeceğiniz
ya da kabuğunu soymadan
pişireceğiniz zaman mutlaka
yıkayın. Organik değillerse, havuç ve
diğer kök sebzelerini soyun. Parlak
görünsünler diye çoğunlukla turunçgillerin dış kabukları cilalanır. Eğer
meyveyi dış kabuğuyla birlikte parçalamak veya bütün olarak suyunu
sıkmak istiyorsanız, üzeri parlatılmamış meyvelerden alın. Parlatılmamış
meyve bulamıyorsanız, meyveleri oldukça sıcak sabunlu bir suyla yıkayın.
Sebze ve meyveleri servis yapmadan
hemen önce soyun. Aksi halde, enzimler havayla temas ederek kesilmiş
yerin kararmasına neden olurlar ve
içindeki C vitamini kaybolur. Brüksel
lahanası ve karnabahar yapraklarını
ekstra lezzet ve besin değerleri açısından güveç ve çorbalarda kullanın.
lezzet katmak için bitkilerden ve
baharatlardan faydalanın.
• Kızartma yaparken ayçiçek, ve mısırözü yağı gibi çoklu doymamış
yağları ve tekli doymamış zeytinyağını tercih edin.
• Kızarmış yiyecekleri fazla pişirme-
yin çünkü çok yüksek ateş, sağlıksız ‘aşırı’ yağların oluşumunu
destekler. Kızartmalar yiyecekleri
gereksiz yere yağlandırır ve çocuklar ortalıktayken yapılabilecek
en tehlikeli pişirme yöntemidir.
Tuz ve tuzlu yiyecekler
Yemek yaparken tuz eklemekten kaçının ve özellikle bir yaşın altındaki
bebeklere tuz vermeyin.
• Tuz kullanmak yerine, yiyeceklere
sebzeleriyle tamamlayabilirsiniz.
• Şekerli
yiyeceklerden sonra çocuklarınızın dişlerini temizlemeyi
asla unutmayın.
Şifalı bitki ve baharatların kullanımı
Küçük çocuklar hayatlarının ilk yıllarında -kısmi olarak ilk bir yılda da- ne
kadar çok değişik lezzeti tanırsa gelecekte de farklı yiyecekleri sevme olasılığı o derece artar. Bu nedenle, onları erken dönemde baharatlarla -çok
sert olanları hariç- ve diğer ilginç
tatlarla tanıştırmak iyi bir fikirdir. Örneğin, bunu ilk başlarda birer tutam
ekleyerek, daha sonra tada alıştıkça
miktarı çoğaltarak yapabilirsiniz.
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
49
BESİN ZEHİRLENMELERİ
VE KORUNMA YOLLARI
Yaşamın sürdürülebilmesi ve sağlığın korunması için
yeterli ve dengeli beslenme gereklidir. Beslenmede
güvenli besin tüketimi de oldukça önemlidir. Oysaki; yaşamımızın temel maddesi olan besinler, satın
almadan tüketime kadar geçen aşamalarda hijyenik koşulların yeterince sağlanamaması nedeniyle
zararlı hale gelebilmekte ve sağlığımız için gizli
bir tehlike oluşturabilmektedir. Sağlığımızı tehdit
eden ve pek çok besin kaynaklı zehirlenmelerin
nedeni olan bakteriler ve onların toksinleri (zehirleri) özellikle sıcaklıkların artmasıyla birlikte üremek
için uygun ortam bulmakta ve yaz aylarında besin
kaynaklı zehirlenmelerin görülme sıklığında artış
olmaktadır. Yaz aylarında, bir yandan çevre ve hijyen
koşullarının iyi olmadığı durumlarda klasik etkenler
yaygın olarak infeksiyon oluşturup ishallere neden
olarak toplum sağlığını ciddi ölçüde tehdit ederken,
öte yandan sağlıksız besin saklama ortamları, besin hazırlanması ve pişirilmesindeki hatalar da besin kaynaklı
hastalıkların yaygınlaşmasına neden olabilmektedir.
Besin kaynaklı zehirlenmelere neden olan etmenler arasında; kimyasal maddeler, doğal
besin toksinleri, parazitler ve mikroorganizmalar sayılabilir. Mikroorganizmalar içerisinde özellikle bakteriler,
besin kaynaklı pek çok hastalıktan sorumludur. Genellikle hijyenik yönden uygun olmayan koşullarda hazırlanan
ve pişirilen besinlerde
üreyen bakteriler, besin zehirlenmelerine
neden olmaktadır.
Besin zehirlenmesi, herhangi bir
yiyecek ya da içeceğin tüketimi sonu-
50
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
cu meydana gelen enfeksiyon veya
zehirlenme durumuna verilen genel
isimdir. Çoğunlukla hafif seyirli ve
kısa süreli hastalıklar olmalarına karşın, zehirlenmeye yol açan besinle ve
kişiyle ilişkili bazı faktörler, hastalığın
zaman zaman daha ağır seyretmesine hatta ölümcül olmasına yol açabilir. Besin kaynaklı hastalığa herkes
yakalanabilir ancak bağışıklık sistemi
zayıf olanlar, bebekler, çocuklar, gebeler ve yaşlılar daha duyarlıdır.
BESİN ZEHİRLENMESİNDEN
KORUNMAK İÇİN...
Yiyecek alırken;
• Pişmemiş yumurta ile yiyecek hazırlamayın.
Pişirirken;
• Donmuş bile olsa pişmemiş besin • Mümkünse et termometresi kullaile yan yana olan pişmiş besinleri
tüketmeyin.
• Hasarlı hiç bir konserve besini almayın.
• Buzdolabında olmayan hiçbir kır-
nın, dana ve kuzu etini 63 derece,
beyaz eti ise 77-82 derece iç sıcaklıkta pişirin.
• Yumurtaları sarısı katılaşana kadar
pişirin.
mızı ve beyaz eti almayın.
Servis yaparken;
Zehirlenme Belirtileri Nelerdir?
Besin zehirlenmelerinin belirtileri
hastalığa neden olan bakteri veya
toksinin özelliği, besinin ne oranda
bakteri veya diğer ajanlar ile kirlendiği, tüketilen miktar ve kişinin bakteriye karşı gösterdiği duyarlılığa göre
değişiklik göstermekle birlikte, pek
çoğunda mide bulantısı, kusma, karın
ağrısı, ishal, karında kramplar şeklindedir. Besin zehirlenmeleri genellikle
ani başlar ve hastalık belirtisi 30 dakika ile 72 saat arasında ortaya çıkabilir.
Saklarken;
Besin Zehirlenmesinden Şüpheleniliyorsa
Ne Yapılmalıdır?
• Balıklar 48 saat buzdolabında sak-
ve ishal vücudun zehire
gösterdiği tepkilerdendir. Bu nedenle şikâyetlerin başlamasını takiben 24 saat içerisinde kesinlikle
bulantı ve ishali önleyici ilaçlar
kullanılmamalıdır.
• Pişirilmiş yiyecekleri 2 saat içinde
• Kusma
• İshal ve kusmayı arttıracak düşün-
cesiyle hiçbir şey yememek yanlış
bir davranıştır. İshal tedavisinin en
iyi şekli dinlenmek ve bol miktarda
sıvı ( temiz içme suyu, ayran, maden suyu, şekersiz çay vb.) tüketmektir.
• İshal geçene kadar yoğurt, pirinç
lapası, haşlanmış patates gibi besinler tüketilmeli, bağırsak hareketliliğini arttıran çiğ sebze, erik,
kayısı, incir, üzüm, karpuz gibi
meyveler tüketilmemelidir.
• Et
ve balıkların diğer besinlerle
temasını plastik kap veya ambalaj
kullanarak önleyin.
• Bozulabilecek
besinlerin alındıktan sonra 1 saat içinde tekrar buzdolabına konması gerekir. Buzdolabı içi 0-4 derece, buzluk ise -18
derecede tutulmalıdır.
• Beyaz ve kırmızı etler, 48 saat için-
de pişirilmeyecek ise dondurulmalıdır.
lanabilir. Yumurtaları buzdolabının kapağında (yeterli soğukluk
olmayabilir) saklamayın.
buzdolabına koyun.
• Yemekleri ikinci kez yerken 74 derecede az ısıtın.
Hazırlarken;
• Yemek hazırlamadan önce ve çiğ
et, balık ve yumurta elledikten
sonra mutlaka ellerinizi sabunla
yıkayın.
• Donmuş et veya balıkları oda sıcaklığı yerine buzdolabında veya
mikrodalgada çözün.
• Marine işlemini de oda sıcaklığı
yerine buzdolabında yapın.
• Meyveler iyice yıkandıktan ve ka- • Çiğ et, balık ve yumurta ile temas
buğu soyulduktan sonra tüketilmelidir.
eden mutfak gereçleri mutlaka
çok iyi yıkanmalıdır.
• Kanlı ishal, boyun sertliği, şiddetli • Pişmiş ve pişmemiş yiyeceklerin
baş ağrısı, ateş varlığında ve süresi
2 günden fazla devam ediyorsa en
yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.
birbirine temasını önleyin.
• Taze sebze ve meyveyi çok iyi yıkayın.
• Gıdaları oda sıcaklığında 2 saatten
fazla, oda sıcaklığı 32 dereceden
yüksek ise 1 saatten fazla bırakmayın.
• Dışarıda yemek yerken yapılabile-
cek tek şey güvendiğiniz ve bildiğiniz restoranlara gitmektir.
Nasıl bir tedavi uygulanır?
Besin zehirlenmesi belirtileri çoğunlukla 2-3 gün içinde kendiliğinden
geriler ve herhangi bir tedavi gerektirmez. Bu süre içinde bol miktarda
su ve yağsız sıvı alınması, ishal ve
kusma ile kaybedilen sıvının yerine
konması için gereklidir. Kusma var ise
bulantı önleyici ilaçlar kullanılabilir.
Ancak çok şiddetli kusma ve çok fazla sıvı kaybı yapacak ishal varsa veya
belirtilerde 2-3 gün içinde gerileme
olmuyor ise doktora başvurmalıdır.
O zaman destekleyici damardan sıvı
tedavisi, zehirlenmenin nedeninin
araştırılması ve gerekirse antibiyotik
tedavisi gündeme gelebilir.
Yanlış tedavi yöntemleri nelerdir?
Bu konuda yapılan en sık hatalardan
birisi ishali kesici ilaçların kullanılmasıdır. Bu durumda mikroorganizma
veya toksinin bağırsaktan atılması
gecikeceği için hastalığın hem seyri
uzayabilir hem de şiddeti artabilir.
İkinci sık görülen yanlış davranış ise
hemen antibiyotik kullanılmasıdır. Bu
yanlışlık ise çok ciddi böbrek yetmezliğine kadar gidebilecek komplikasyonların gelişmesinden, antibiyotiğe
bağlı olabilecek bağırsak problemlerine kadar birçok ilave soruna yol
açabilir.
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
51
haber
NOVARTİS VE GOOGLE’DAN
TEKNOLOJİK İŞBİRLİĞİ
Novartis’in göz sağlığı alanında çalışmakta olan şirketi Alcon, Google’ın “akıllı lens”
teknolojisini göz sağlığında kullanmak üzere lisans sözleşmesi imzaladı.
Novartis’in göz sağlığı alanındaki
şirketi Alcon ile Google Inc. bünyesinde faaliyet gösteren Google[x]
arasında sınırlı lisanslama sözleşmesi imzalandı. Google bünyesinde
özel olarak küresel sorunlara çözüm üretmekle görevlendirilmiş bir
grup olan Google[x] ekibi ile yapılan
bu sözleşme Alcon’a Google’ın ‘akıllı
lens’ teknolojisini tıp alanında geliştirme fırsatı sunarken, Alcon’un gelecek ürün portföyünü ve kontakt lens
ve intraoküler lens alanındaki varlığını da pekiştirme potansiyeli taşıyor.
Google’ın elektronik bileşenlerin
minyatürleştirilmesi
konusundaki
başarısı, Novartis’in ilaç ve tıbbi cihaz konularında sahip olduğu derin
uzmanlığı tamamlayacak. Böylece,
hastalıkların vücut içerisinde haritasının çıkartılmasına, hatta önlenmesine yönelik yeni yöntemlerin
geliştirilmesi mümkün hale gelecek.
Anlaşma, öncelikle diyabet hastalığının takibi ile görme bozukluklarının
tedavisi konusunda yeni uygulamalarda kullanılacak.
52
İlk uygulama alanı diyabet hastalarının hayatını kolaylaştırmaya
yarayacak. Göz yaşı sıvısında ölçüm
yapacak ve mobil bir cihaz ile kablosuz bağlantı kuracak şekilde tasarlanmış ‘akıllı kontakt lens’ yoluyla vücuttaki glukoz seviyesi sürekli
ölçülerek diyabetlilerin hastalıklarını
yönetmelerine yardımcı olunması
hedefleniyor.
Presbiyop, yani yaşlılığa bağlı yakını
görememe sorunu ise bu teknolojinin kullanılacağı diğer alan olacak.
Gözlüksüz okuyamayan presbiyopili
hastalar için geliştirilecek ‘akıllı lens’,
refraktif katarakt tedavisi kapsamında adapte olabilen bir kontakt lens
ya da intraoküler lens yoluyla gözün
yakındaki nesnelere doğal ve otomatik odaklanmasının sağlanması
hedefleniyor. Adapte olabilen görüş
düzeltme yeteneği ile göze görme
yeteneğinin geri kazandırılabilmesi
mümkün olabilecek.
Akıllı kontakt lens glukoz ölçümü yapacak
“Biyoloji ve teknolojiyi
bir araya getiriyoruz”
Novartis, akıllı lens teknolojisiyle öncelikle göz sağlığında iki alana odaklanmayı hedefliyor.
Konuyla ilgili açıklama yapan Novartis Türkiye Ülke Başkanı Güldem
Berkman; “Henüz karşılanmamış tıb-
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
bi ihtiyaçlara çözüm üretmek amacıyla Google’ın ileri teknolojisi ile
Novartis’in biyoloji alanında sahip
olduğu bilgi birikimini bir araya getirmek için sabırsızlanıyoruz. Sağlık
alanında önemli gördüğümüz bu
işbirliğinin biyoloji ve teknolojiyi
daha önce hayal edilmedik şekilde
bir araya getirmesini öngörüyoruz.
Aynı zamanda bu işbirliği, geleneksel
yaklaşımın ötesine geçerek ‘giyilebilir
teknolojilerin’ sağlık ve hastalık yönetimine dair sunduğu avantajlardan
da faydalanmamızı sağlayacak” şeklinde konuştu.
Anlaşma ile ilgili açıklama yapan Alcon Türkiye Genel Müdürü Stephan Eigenmann ise Sağlık alanında
paradigma değişikliği yaratacağına
inandığımız Google ile yaptığımız
bu işbirliğinden büyük heyecan duyuyoruz. Alcon’un göz sağlığı ve
kontakt lens alanındaki tecrübesini
Google’ın yenilikçi “akıllı lens” teknolojisiyle birleştirerek dünya genelinde milyonlarca göz hastasının
cevaplanmamış tıbbi ihtiyaçlarına
müşterek çözümler üretebileceğimiz
yeni bir ufkun önünü açmayı hedefliyoruz” dedi.
sağlığımıziçin
SAĞLIĞIN ALTIN
KURALLARI
Kalbi korumak, alkol ve sigaradan
uzak durmak, beslenmeye özen göstermek ve spor yapmak sağlıklı bir
vücut için önemli ama yeterli değil.
Temizlikten uyku düzenine, cinsel yaşamdan stresten uzak durmaya sağlıklı yaşamın birçok kuralı olduğunu
belirten Dr. Rahşan Turan, hafta da 1
gün de olsa şehirden uzaklaşmayı ve
doğayla baş başa olmayı öneriyor.
Vücudun hasta düşmemesi, esenlik
ve sıhhat durumu iyiliğinin sağlıklı olmayı anlattığını ifade eden Dr. Turan,
“Sağlıklı yaşam ise kişinin temizliğine
ve beslenmesine dikkat etmesi, spor
yapması ile birlikte yaz-kış aylarında
hastalıklara yakalanmadan yaşamını
idame ettirebilmesidir. Sağlıklı yaşam
kişinin olmazsa olmazlarındandır”
diye konuştu.
Sağlık İçin Bunlara Dikkat
Egzersiz, kalp sağlığı ve beslenme
ilişkisinin önemine dikkat çeken Dr.
Turan, sağlıklı bir yaşam için uyulması
gerekenler ve kuralları şöyle sıraladı;
1- Spor yapmaya özen gösterilmeli.
2- Sağlıklı beslenmeli; yağlı yemekler
ve aşırı yemek yenmemeli, sabah
kahvaltısı mutlaka yapılmalı, meyve-sebze tüketimine özen gösterilmeli.
3- Alkol ve sigara tüketilmemeli.
4-Gün içerisinde sürekli oturulmamalı, aktif olunmalı.
5- Kişisel temizliğe ve çevre temizliğine önem verilmeli.
6- Stresten uzak durulmalı.
7- Cinsel yaşama dikkat edilmeli.
8- Uyku düzenine dikkat edilmeli.
9- Haftada bir bile olsa şehrin stresli
yaşamından uzaklaşmanız, doğa
ile baş başa kalmanız size ve sağlığınıza iyi gelecektir.
54
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
Tedbir Alın
KALP SAĞLIĞI VE SPOR
Kalp ve damar hastalıkları, batı ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de en
yaygın ölüm nedenlerinden biridir.
Kalp sağlığını korumanın yolu önceden tedbir almaktan geçmektedir.
Spor yapmanın kalp ve damar sağlığını doğrudan etkilediğini vurgulayan Dr. Turan, her kas gibi kalp
kasının da antrenman yaptıkça daha
güçlü ve verimli çalıştığını ifade etti.
Dr. Turan, sporun vücutta yarattığı
olumlu etkileri şu sözlerle aktardı;
Beslenme
Tansiyonu ve kolesterolü kontrol altına almanın ilk şartı sağlıklı ve dengeli
bir diyet uygulamaktır. Bunun için
doymuş yağlardan ve tuzdan olabildiğince kaçınmak, meyve, sebze ve
lif yönünden zengin besinlere yönelmek gereklidir. Doğru rejimin normal
miktarda protein içermesi, bu proteinin ise balık, kümes hayvanları ve az
yağlı kırmızı etten (dana eti) alınması
önerilmektedir.
Kalbin çok hızlı çarpmasını önler
Antrenmanlı kalp, sıkıntılı bir durumla karşılaştığı zaman sakin bir tepki
verir. Hareketsizliğe alışmış olan kalp
ise kolay telaşa kapılır. Örneğin; otobüse yetişmek için koşarken veya
çok heyecan uyandırıcı bir durumla
karşılaşan kalbin hızı kolayca yükselir, dakikada 180-200’e kadar çıkabilir.
Halbuki bir sporcunun kalbi aynı koşullarda daha yavaş atarak tepki verir
ve en kısa zamanda normale döner.
Kilo
Yüksek tansiyona yol açan nedenlerin başında fazla kilolar gelmektedir.
Fazla kilolu olmak aynı zamanda koroner kalp hastalığı, kalp yetersizliği
ve inme için de risk oluşturmaktadır.
Alkol ve sigara
Günümüzde sigara, önlenebilir ölüm
sebepleri içinde ilk sırayı almaktadır.
Sigara kullanımı, kansere, kalp damarlarının tıkanmasına dolayısıyla
kalp krizine sebep olmaktadır.
Fiziksel egzersiz
Düzenli sporun bizi kalp krizi ve inmenin yanı sıra kemik erimesi, şeker
hastalığı, kalın bağırsak ve meme
kanseri, depresyon ve bunama gibi
ciddi birçok kronik hastalıktan koruduğunu gösteren güçlü kanıtlar
var. Egzersizin hemen her hücremize
olumlu etkisi var desek yanlış olmaz.
Tansiyonu düşürür
Düzenli spor yapanlarda, örneğin
günde yarım saat tempolu olarak yürüyenlerde kan basıncının düştüğü
biliniyor. Özellikle tansiyon tehlikesi
altında olanların her gün yapacakları yürüyüşle bu tehdidi bertaraf etmeleri mümkün. Araştırmalara göre
fiziksel egzersiz, yüksek tansiyonu
olanlarda tansiyonu kontrol altına
almada yardımcı olmakta ve ilaç gereksinimini azaltmaktadır.
Zayıflatır
Düzenli egzersiz sadece spor yapıldığında değil, dinlenme halinde tükettiğimiz enerjiyi de artırdığı için kilo
vermeyi kolaylaştırır. Kilo verdikten
sonra düzenli spor yapmadan ideal
kiloyu korumak çok zordur.
İyi kolesterolü yükseltir
Damar sertliğine karşı koruyucu rol
oynayan HDL kolesterolü yükseltmenin yollarından biri egzersiz yapmaktır. Haftada 3 gün 3 kilometre
yürüyenlerde bile iyi kolesterolün
yükseldiği biliniyor. Egzersizin süresi
ve sıklığı arttıkça olumlu etki de artar.
Kanın aşırı pıhtılaşmasını önler
en az haftada 5 gün yapmanın kalp
ve damarlara yararlı olduğu biliniyor.
Yarım saat sürekli yürüyemezseniz,
günde 3 kere 10 dakika yürüseniz
bile yeterli. Yaptığınız egzersiz ağırlaştıkça sağlığa olumlu etkisi artıyor.
Buna karşılık gezinti yapar gibi yavaş
yürümek aynı yararı sağlamıyor.
Unutulmaması gereken bir diğer önemli nokta da 30 dakikalık yürüyüşün normal günlük
faaliyetlere ek olarak yapılması
gerektiği.
Ölüme Davetiye Çıkarmayın
Isınmadan yapılan spor
ve ani efor sarf
edilme-
si, kalbe ani yük getirerek kalp krizi
ve ani ölümlere davetiye çıkarır. Gerekli ısınma hareketleri yapılmadan
spor yapılması ve böylece kalbe ani
yük getirilmesi, kalp duvarlarının kalınlaşmasına, kalbi besleyen damarların sıkışmasına, ritim bozukluğuna
ve hatta kalbin durmasına neden
olabilir. Doğuştan kalp rahatsızlığı
olanlar, ritim bozukluğu sorunu yaşayanlar ve ailesinde kalp rahatsızlığı bulunanlar, bu konuda daha fazla
risk altındadır. Bu nedenle bu kişilerin düzenli spor yapmaya başlamadan önce mutlaka bir hekim
kontrolünden geçmeleri gerekir.
Düzenli egzersiz kanda pıhtılaşmayı
başlatan ve güçlendiren maddelerin dengede kalmasına yardımcı olur.
Şeker hastalığını önler
Diyabet olma riski yüksek olanların ellerinde sağlıklı beslenmenin yanı sıra çok güçlü bir
silah daha var: düzenli egzersiz.
İlaçlardan çok daha etkin, yan etkisi yok, hem de bedava.
Stresi azaltır
Düzenli spor yapanların hareketsiz
bir yaşam sürenlere göre daha az endişeli olduklarını, uykularının daha
düzenli olduğunu gösteren çalışmalar var.
Gezinti Yerine Hızlı Yürüyüş
Günde 30 dakika hızlı (saatte 5-6 kilometre hızla) yürümenin ve bunu
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
55
sağlığımıziçin
Tatil Dönüşü Depresyonu
Önlenebilir
Tatilin huzurunu ve dinginliğini, dönüşte iş hayatına adapte etmek her zaman kolay olmayabiliyor.
Acıbadem Fulya Hastanesi’nden Uzman Psikolog Nuray Sarp, tatil keyfinin yerini depresyona
bırakmaması için yapılması gerekenleri 10 başlık altında şöyle sıralıyor:
1- Tatile “İş Sorumluluğuyla” Çıkmayın
Tatile çıkmadan önce üzerinizdeki iş yükümlülüklerinin tamamlanmış olması çok büyük önem taşıyor. Hatta tahmin
ettiğinizden de öte. Bu nedenle yöneticinize tatil sürecinde “ben bu işe bakarım, ben onu yaparım” diye taahhütlerde
bulunmayın, sorumluluk almayın. Kendinize sınır koyun. Zira tatilde kişinin kendni ödüllendirmesi önemli. Ödüllendirmeyip fazla sorumluluk alırsanız hem tatilde dinlenemez hem de döndükten sonra depresyona girebilirsiniz.
2- Hedeflerinizi Gözünüzde Canlandırın
İleriye yönelik hedeflerinizin olması ve tatilde bu hedefleri sakin kafa ile gözünüzde canlandırmanız, tatil sonrası size
ışık tutacak bir unsur. Hal böyle olunca tatilde dertleri, sıkıntıları, canınızı sıkan olayları değil de hedeflerinizi gözünüzün önüne getirin, hayalinizde canlandırın. Hayaller ve hedefler aşırıya kaçılmadığı, potansiyelinizi çok da aşmadığı
sürece size yardımcı olacak. Aksi halde tatilde geçmişte yaşadığınız can sıkıcı olayları veya size sıkıntı veren kişileri
düşündüğünüzde, dönüşte anksiyeteye yol açabilir.
3- Arkadaşlarınızla Telefonu Kesmeyin
Tatile çıktım diye işyerindeki arkadaşlarınızla iletişimi kesmeyin, sosyal ilişkileri koparmayın. Tatilde arkadaşlık ilişkilerinden uzaklaşmak “hayat çemberi” diye ifade edilen çemberin dışına çıkmak, kişinin kendini sorgulamasına neden
olabiliyor. “Acaba ben bu hayatta ne yapıyorum” diye düşüncelere kapılan kişide anksiyete belirebiliyor.
56
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
4- Olaylardan Haberdar Olun
Şüphesiz tatilde beyninizin dinlenmesi çok önemli ama bu dünyadan kopacağınız anlamına da gelmesin. Tatilde örneğin her gün bir gazete okumaya dikkat edin. İnternetten ülkedeki ve dünyadaki gelişmeleri takip edin. Olaylardan
haberdar olun. Dönüşünüz için de uyum sürecinizi kolaylaştıracak bir unsur.
5- Yatak Keyfini Uzatmayın
Tatil diye günlük rutin uyku düzenininizin dışına çok da fazla çıkmayın. Uyku düzeni hem tatilde hem de tatil dönüşünde son derece önemli bir nokta. Nasıl olsa iş yok diye gece çok geç yatıp sabahları da yataktan kalkışınızı çok uzatmayın, öğleden sonraya sarkıtmayın. Örneğin iş zamanı güne 08:00’de başlıyorsanız en fazla 2 saat geç kalkın.
6- İşyerinizle İlişkinizi Bıçak Gibi Kesmeyin
Evet tatilde “iş” ve “işyeri” kavramlarını duymak istemiyorsunuz şüphesiz. Ama işyerinizdeki gelişmelerden haberdar
olmak sizin tatil dönüşü adaptasyonunuzu kolaylaştıracak bir unsur. İşyerinizle ilişkinizi bıçak gibi kesmeyin. Acıbadem Fulya Hastanesi’nden Uzman Psikolog Nuray Sarp, “İşlerin nasıl gittiğini takip etmek tatilde sizi olumsuz etkilemeyecek aksine iş dönüşü için uyum sürecinizi kısaltacaktır” diyor.
7- Zinde Hissedin
Tatilde vücudunuzun dinlendiğini fark etmeye çalışın. Vücudunuzdan geri bildirim alın. Normalde egzersiz ve spor
yapıyorsanız, tatilde de bu alışkanlığınızı sürdürün. Vücudunuzu tatil diye salıvermeyin kısacası. Aksi halde iş dönüşü
yeniden yoğun çalışma temposu sizi beklediği için dinlenmemiş ve hamlaşmış bir vücutla işe başlamak sıkıntıları beraberinde getirecek hiç şüphesiz.
8- İçtiklerinize Dikkat
Tatilde bol bol su tüketimi çok ama çok önemli. Ancak sıvı ihtiyacını gazlı ve kolalı içecekler yerine, mümkün olduğunca su ile karşılamaya özen gösterin. En az 10 bardak su için. Alkol tüketiminde ise tatil diye sakın sınırı aşmayın.
Hele de vücudunuz alkole uzaksa, fazla tüketilecek alkol altyapıdaki sorunları, bekleyen depresyon eğiliminizi ortaya
çıkarabiliyor. Alkol tüketiminin dikkatli yapılması şart.
9- Sağlıklı Beslenin
Sağlıklı bir yaşamın temel şartı sağlıklı ve düzenli beslenmekten geçiyor. Tatile çıkmış olmanız, özellikle de her şey
dahil otel ve tatil köylerinde açık büfe karşısında abartıya kaçmanız anlamına gelmemeli. Özellikle şekerli ve karbonhidratlı yiyeceklere dikkat etmeniz şart. Zira yedikleriniz size tatil dönüşü kilo olarak yansıyabilir ve bu kez fazla kilolar
nedeniyle depresyona girebilir hatta diyetisyenin yolunu tutmak zorunda kalabilirsiniz.
10- Sevdiklerinize Daha Fazla Zaman Ayırın
Sevdiğiniz insanlarla her türlü iletişiminiz sizin iç dünyanızda yer buluyor hatta fark etmeden yüz ifadelerinize de yansıyor. Onların bir gülüşü, içten bir bakışı iki tarafta da olumlu duygular oluşturuyor ve aslında fark etmeden duygusal
boşluğu da dolduruyor. Hele de modern hayatın yoğun stresinde ve koşuşturmacasında sevdiklerinize yeteri kadar
vakit ayıramamak suçluluk hissi de oluşturabiliyor. Tatilde sevdiklerinize daha fazla zaman ayırmanız sizi huzurlu
kılacaktır.”
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
57
sağlığımıziçin
ALERJİ
Solunum ya da temas yoluyla kişinin maruz kaldığı çeşitli maddelere karşı bağışıklık sisteminin, aslında bu maddeler zararlı
olmadıkları halde verdiği reaksiyon, aşırı duyarlılık yada Alerji olarak tanımlanır.
Bağışıklık sistemi, yabancı bir maddeyle ilk kez karşılaştığında bu “yabancı maddeye” karşı bir antikor geliştirir ve savunmaya geçer.
Bu maddelerle ileride tekrar karşılaştığında daha önce geliştirmiş olduğu bu antikorlar yeniden devreye girer. Bu nedenle, örneğin
polenlere karşı alerjisi olan biri her polen mevsiminde alerji riski ile karşı karşı kalır.
Alerji Belirtileri, etkilenen organa ve şiddetine göre çok çeşitli olmakla birlikte genel olarak kaşıntı, döküntü, hapşırma, burun
akıntısı, öksürük, hırıltı, nefes darlığı, gözlerde yanma, dudaklarda şişme olarak sayılabilir.
En sık görülen alerji türleri; Saman Nezlesi, Göz Nezlesi, Astım, Egzema ve Kurdeşen’dir.
Alerji Neden Oluşur
Alerjiye neden olan pek çok faktör vardır. Özellikle kalıtımın önemi büyüktür. Bunun yanında alerjinin başlıca nedenleri polenler, evdeki tozlar (akarlar), kedi-köpek gibi hayvanların tüyleri ve küf mantarlarıdır. Ayrıca, sigara dumanı, katkı maddeli gıdalar, deterjan ve parfüm kokusu, hava kirliliği de alerji şikayetlerini tetikleyebilmektedir.
Alerji Tedavisi için ilk yapılması gereken alerjiye neden olan etkenin bulunup, kişiden uzaklaştırılmasının sağlanmalıdır. Alerjinin şiddetine göre ilaç ve aşı tedavisi de kullanılabilir.
Alerjiden Korunmak için alerjisi olan kişinin alerjinin çeşidine göre alerjiye neden olan kedi-köpek gibi hayvanları
ev içinde beslememesi gerekir. Evdeki yatak, çarşaf, nevresim gibi ev eşyaları, içinde akar barındırdığı için, sık sık
yıkanmalı ve ev havalandırılmadır. Polene alejisi olan kişilerin, polen mevsimi olan bahar aylarında mümkün olduğunca çiçek ve ağaç olan yerlerde maskesiz dolaşmaması yararlı olacaktır. Ayrıca, stres de bağışıklık sistemini
etkilediği için stresten de uzak kalmaya çalışılmalıdır.
Yaz alerjilerine dikkat
Yaz aylarında alerjik reaksiyonlarda artış oluyor. Kimyasallar, kozmetikler ve ilaçların yanı sıra bitkiler de alerjiye
neden oluyor. Örneğin incir ağacının yaprağıyla temas edip güneşe çıkmak bile alerjik reaksiyona ve lekelenmelere yol açabiliyor.
Yaz aylarında güneş ışınlarının etkisiyle kimyasallar, ilaçlar, kolonya ve parfüm gibi kozmetikler ile bitkilerin
neden olduğu alerjik reaksiyonların arttığını söyleyen uzmanlar, aşırı terlemenin, ter bezleri henüz gelişmemiş
çocuklarda isilik gelişimine neden olabildiğini belirtiyor. Erişkinlerde de isilik gelişebildiği vurgulanırken yazın en
çok da mantar enfeksiyonlarında artış görüldüğüne dikkat çekiliyor.
Yazın sık görülen alerjiler ve tedavileri hakkında merak edilenler:
58
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
Hangi cilt tipleri alerjik sorunlara daha yatkındır?
Açık tenli, renkli gözlüler güneşe karşı hassastırlar, kolayca güneş yanığı geçirebilirler, bu kişilerin güneşten korunmaya özen göstermeleri gerekmektedir, deniz kenarında şapka, gözlük takmaları, T-shirt giymeleri, 3 saat
aralıklarla güneş koruyucularını tazelemeleri önerilir. Yanı sıra birtakım maddelere karşı alerjik olabilir, bunlar
da testlerle araştırılır. Bazı cilt hastalıkları (örneğin Lupus gibi) güneşe hassasiyet doğurur, bu tür hastalıklar
güneşte alevlenir. Ayrıca bazı kişilerde de güneş alerjileri vardır. Bu gruptaki kişilerin yaz aylarında çok dikkatli
olmaları gerekmektedir.
Cildinde kronik rahatsızlıkları olan kişiler yaz aylarında nelere dikkat etmelidir?
Sedef hastalarında güneş faydalıdır ama ılımlı güneş ışığı olmak kaydıyla öneriliyor. Sistemik ya da Diskoid Lupus hastaları kesinlikle güneş ışını alamaz. Çok sayıda benleri olanlar, ya da displastik nevüs dediğimiz riskli beni
olanlar kesinlikle korunmalıdır. Gebelikte de aşırı güneş ışını önerilmiyor. Çilli veya lekeli cildi olanların güneşe
çıkması sakıncalı oluyor. Güneş alerjisi olanların korunmasında fayda var. Daha önceleri cilt kanseri geçirenler
güneşten kesinlikle uzak durmalı. Ailesinde malign melanom olanlar da riskleri düşünerek güneşten korunmaya
çok dikkat etmeli. Sarışın, renkli gözlü olanlar güneşin zararlarından mutlaka korunmalıdır.
Cilt alerjilerinin tedavisinde neler yapılıyor?
Öncelikle kanıtlanmış alerjenlerden sakınmak önemlidir, cilt alerjilerinin tedavisinde kortizonlu krem-losyonlar,
ağız yoluyla alerji hapları (antihistaminikler), ileri durumlarda sistemik kortizonlar kullanılıyor. Nemlendiriciler
de yardımcı tedavide rol alıyor.
Parfüm kullanmak, güneş ürünleri, vücut losyonları ve vücut spreyleri de alerjiyi artırır mı?
Kişinin kullanılan krem, losyon, parfüm içeriğindeki herhangi bir maddeye alerjisi varsa güneşle ya da güneşsiz
alerji gelişebiliyor. Fakat güneş damarlarda genişleme yaptığı için mevcut alerjenin etkisi daha şiddetli oluyor.
Her gün liflenmek, vücudu ovarak yıkamak doğru mudur, doğru değilse neden?
Bunun yerine ne yapılmalıdır?
Hafif masaj yaparak liflenmek en doğru yaklaşımdır. Terlemenin rahat olabilmesi, gözeneklerin açılması ve kan
dolaşımının hızlandırılması sağlandığı için yapılmalıdır. Fakat sert keselenme cildi tahriş ediyor, kızarıklık ve
ciltte soyulmalara neden olur, bu nedenle sert keselenme doğru değildir. Her gün sabunlanarak liflenmek cildi
kurutuyor, çünkü cildin kendine ait doğal bir salgısı vardır, aşırı temizlik de zarar verebiliyor. Banyo sonrası cilde
uygun bir nemlendirme yapılmalıdır.
Sıcak suyla mı, ılık suyla mı, soğuk suyla mı duş alınmalıdır?
Suyun sıcaklığı vücudun dayanabileceği bir ısı derecesinde olmalıdır, çok sıcak-soğuk suyla yıkanılması uygun
değildir.
Güneş ürünleri de alerji yapar mı, ne sıklıkta kullanılmalıdır?
Güneş ürünleri içeriğindeki herhangi bir ürüne kişinin duyarlılığı varsa alerji yapabilir. Bu alerji tamamen kişiseldir. Güneş ürünlerini yaz-kış açık bölgelerimize güneşe çıkmadan 20 dakika önce, bir tabaka şeklinde, her yere
eşit olarak sürmeli, 3-4 saat aralıklarla yenilemeliyiz. Bununla da yetinmemeli şapka, gözlük takmalı, üzerimize
açık renkte kıyafet giyerek korunmalıyız. Bu arada güneşin oksidatif stresinden korunmak için bol sebze-meyve
tüketmeliyiz, sıvı alınımını artırmalıyız. Beta karotenin de güneş koruma özelliği vardır, sigara içmeyenler tabletlerinden kullanabilir. Ayrıca havuç, kayısı, bal kabağı, kavun, yumurtanın sarısında da beta karoten bol miktarda bulunuyor.
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
59
haber
BİR NARGİLE
50 SİGARAYA EŞDEĞER
Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, nargilenin en az sigara kadar zararlı olduğunu, bir nargilenin en az
50 sigaraya bedel olduğunu belirterek “Tütünle ilgili tüm yasaklar nargile için de geçerli” dedi.
Tütün ürünü olarak kabul edilen ve
sigara ile benzer olumsuz etkilere
sahip nargile konusunda başta farkındalık artırıcı kamu spotları, eğitim
faaliyetleri olmak üzere gerekli yasal
düzenlemelerle insan sağlığını korumak için mücadele devam ediyor.
“Ucunda Ölüm Var” sloganıyla, nargilenin zararlarına ilişkin farkındalık
artırmaya yönelik kamu spotları televizyonlarda yayımlanırken; bir yandan da konunun tüm paydaşları her
türlü seminer, oturum ve konferans
gibi etkinliklerle halkı bilgilendirmeye çalışıyor.
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, nargile ile mücadele kapsamında
yaptığı açıklamada, nargilenin de
tütünle mücadele içinde yer aldığını
vurgulayarak, “ Nargile için de önümüzdeki dönemde aynı kararlılıkla
mücadele edilecek. Kesinlikle tütünle ilgili tüm yasaklarnargile için de
geçerli olacak” dedi.
60
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
“Bir nargile en az 50 sigaraya bedel”
Bir nargilenin en az 50 sigaraya bedel
olduğunun altını çizen Müezzinoğlu,
nargilenin de sigara ile benzer sağlık
sorunlarından sorumlu olduğunu;
başta kanser olmak üzere kalp damar
hastalıkları gibi birçok hastalığa yol
açtığını söyledi. Tütünle mücadele
kapsamında sigarada olduğu gibi
nargilede de mücadelenin devam
edeceğini, ilgili işletmelere kararlılıkla denetimlerin yapılacağını vurgulayan Bakan Müezzinoğlu, sağlıklı bir
gelecek ve güçlü yarınlar için sigaradan, alkolden, nargileden uzak gençlerin yetişmesi için çalışacaklarını bildirdi. Bir ülkenin en önemli gücünün
sağlıklı genç nüfus olduğuna işaret
eden Müezzinoğlu, tütünle mücadele sonrasında yeni kuşakların sigaraya karşı tepkili olduğunu, aynı tepkinin nargile için de geçerli olabilmesi
için toplumsal bilincin artırılmasının
önemine dikkat çekti.
“Mücadele kapsamında hiçbir şeyden kaçınmayacaklarını” dile getiren
Müezzinoğlu, “gerektiğinde her türlü
yasal düzenlemeye hazır olduklarını”
vurguladı.
Müezzinoğlu, sigara ile mücadele
kapsamında yasakların genişleyeceğini; bu kapsamda hastaneler, alışveriş merkezleri, çocuk parkları ve
yetişkin parklarına yönelik yeni düzenlemelerin hazırlandığını belirtti.
Çocuk parklarında kesinlikle sigare
içilmesine izin verilmeyeceğinin altını çizen Müezzinoğlu, açık alandaki
restoranların açık alanın bir köşesinde sigara içme alanı yapılacağını bildirdi. Her türlü yasal düzenlemenin
nargile için de geçerli olacağını vurgulayan Müezzinoğlu, “Sigara kullanımını en aza indirmeyi, mümkün
olduğunca sıfırlamayı hedefliyoruz.
Nargile de bir tütün ürünüdür ve bu
nedenle tütünle ilgili tüm yasaklar
nargile için de geçerli olacaktır. Kararlılığımız kesindir” diye konuştu.
Yasakları ihlal eden işletmelere
para cezası ve kapatma
Mevcut uygulamaya göre, nargile
içilen işyerlerinde uyulması gerekli
hususlara aykırı davranışlara uygulanacak yaptırımlardan öne çıkanlar
şöyle:
• Nargilelik tütün mamulü içimi ya-
pılan işyerlerinin,Tütün ve Alkol
Piyasası Düzenleme Kurumu’ndan
(TAPDK) uygunluk belgesi alması
zorunlu tutuluyor. Bu belge bulunmayanlara 7 bin 612 TL idari
para cezası veriliyor ve tekrarı halinde bir önceki cezanın iki katı
idari para cezası uygulanıyor.
• Nargilelik tütün mamulü içilen iş-
yerine ait alanların, örgün eğitim
kurumları, dershaneler ve öğrenci
yurtlarına kapıdan kapıya en az
100 metre mesafede bulunması,
okul öncesi eğitim kurumlarının,
dershaneler, özel eğitim ve öğretim kurumları dahil olmak üzere
ilk, orta, lise ve yükseköğretim kurumlarının; kültür ve sosyal hizmet
binalarının; bu binaların müstakil yapıları ile bunların eklentileri
ve bahçelerinin, yerleşke sınırları
içinde faaliyet gösteriliyor ise buraların, kapalı ve açık alanlarında
yer almaması, sağlık, kültür, sosyal
hizmet ve spor hizmeti verilen yerlerin hizmetin ifa edildiği alanların
müstakil yapıları ile bunların eklentileri ve bahçelerinin yerleşke
sınırları içinde faaliyet gösteriliyor
ise buraların, kapalı ve açık alanlarında bulunmaması gerekiyor.
Başbakanlık Genelgesinde belirtilen “kapalı alan” tanımına girmeyen alana sahip olması, zorunlu
tutuluyor. İhlal halinde ise uyarı
yapılarak gerekli düzeltmelerin
yapılması için süre veriliyor. Süre
sonunda aykırılığın devam etmesi
halinde veya aykırılığın giderilmesinin mümkün olmadığı hallerde
süre verilmeksizin Kurumca verilen belgeler iptal ediliyor.
18 yaş altına nargile verilmesi yasak
• Nargile,
18 yaşını doldurmamış
kişilere satılamıyor ve tüketimlerine sunulamıyor. Nargilelik tütün
mamülü, dumanı direkt, nargile
dışında başka araçlarla veya suyun
dışındaki başka bir madde içerisinden geçirilerek tüketime sunulamıyor. Nargilelik tütün mamülü
içiminde kullanılan nargileler,
her kullanımdan sonra içerisinde
bulunan suyun değiştirilerek temizlenmesi, üzerinde bulunan ve
insan ağzıyla temas eden parçasının (sipsi) her kullanımda yenilenmesi, bu parçanın tek kullanımlık,
kullanım sonrası atılan (disposable) cinsinden olması gerekiyor.
Uygun davranmayan iş yerlerine 3
bin 43 TL’den 7 bin 612 TL’ye kadar
idari para cezası veriliyor.
• İçimin
yapıldığı alan/alanlarda
herkes tarafından görülebilecek
şekilde; tütün ürünleri kullanımının tehlikelerini anlatan sağlık ve
yasal uyarı yazılarının bulunması
gerekiyor. Bunun dışında hareket
edenler, mahalli mülki amir tara-
fından bin 520 TL para cezası ile
cezalandırılıyor. Bu maddedeki
cezaları gerektiren fiillerin bir yıllık
dönemde tekerrürü halinde idari
para cezası bir kat; ikinci tekerrürü halinde iki kat artırılarak verilir.
Aynı dönemdeki üçüncü tekerrürde de iş yeri on günden bir aya kadar kapatılıyor.
• Nargilenin
sunulduğu iş yerine
ait alanlarda, bu mamullerin tüketimini özendirici ve teşvik edici
reklam, tanıtım, kampanya, promosyon veya herhangi bir etkinlik
yapılamıyor. Buna aykırı davranılması halinde TAPDK tarafından 76
bin 142 TL’den 380 bin 715 TL’ye
kadar para cezası verilebiliyor. Bu
cezaları gerektiren fiillerin bir yıllık
dönemde tekrarlanması halinde
idari para cezası bir kat; ikinci tekerrürü halinde iki kat artırılarak
verilirken, aynı dönemdeki üçüncü tekerrürde de iş yeri on günden
bir aya kadar kapatılıyor.
• Nargile şişeleri üzerinde, usul ve
esasları Kurumca belirlenen sağlık
uyarılarının da bulunması gerekiyor. Aykırı hareket eden üretici
firmalar, TAPDK bu yükümlülüklere aykırı olarak piyasaya sürülen
malların piyasa değeri kadar idari
para cezası ile cezalandırılıyor. Cezaları gerektiren fiillerin bir yıllık
dönemde tekerrürü halinde idari
para cezası bir kat; ikinci tekerrürü
halinde iki kat artırılarak veriliyor.
Aynı dönemdeki üçüncü tekerrürde de iş yeri on günden bir aya kadar kapatılıyor.
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
61
haber
TÜRKİYE CUMHURBAŞKANINI SEÇTİ
Seçmen ilk kez doğrudan Cumhurbaşkanı seçmek için sandık başındaydı. Seçim sonucunda
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ilk turda Türkiye’nin 12. Cumhurbaşkanı olarak seçildi.
Türkiye, Köşk’ün yeni sahibini belirlemek için 10 Ağustos günü sandık
başına gitti. AK Parti’nin adayı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, CHP ve
MHP’nin ortak adayı olan Ekmeleddin İhsanoğlu ve HDP’nin adayı Selahaddin Demirtaş’ın katıldığı seçim
yurt genelinde sakin geçti.
Sonuçlara göre katılım oranının yüzde 74’te kaldığı seçimin ilk turunda
oyların yüzde 51,8’sini alan Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan, ikinci tura
gerek kalmadan seçimi kazandı. Ekmeleddin İhsanoğlu oyların yüzde
38,5’ini alırken Selahattin Demirtaş’ın
oy oranı yüzde 9,7 oldu.
Seçim sonuçlarının belli olmasından
sonra Ankara’ya gelen Erdoğan AK
Parti Genel Merkezi’nin balkonundan
62
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
halka seslendi. “77 milyonun Cumhurbaşkanı olacağım” diyen Erdoğan
sözlerine şöyle devam etti:
“Hayatım boyunca yaptığım gibi bütün siyasi mücadele sürecimde yaptığım gibi, ülkesi milleti bayrağı için
çalışan bir Cumhurbaşkanı olacağım.
Bugün hiç kimse hüzünlenmesin.
Bugün hiç kimse kaybettiği hissine
lütfen kapılmasın. Türkiye’nin önü
dünden daha çok aydınlıktır.”
Seçimde yüzde 38,5 oy oranına ulaşan Ekmeleddin İhsanoğlu ise, resmi
olmayan sonuçların açıklanmasının
ardından kısa bir açıklama yaptı ve
seçimi kazanan Erdoğan’ı kutladı.
Seçim sonuçlarını Diyarbakır’da değerlendiren Selahattin Demirtaş ise,
seçim sonuçlarının Türkiye’ye barış,
özgürlük ve demokrasi getirmesini
diledi.
haber
SAĞLIK BAKANLIĞI DİYABETE KARŞI
EYLEM PLANI HAZIRLADI
Türkiye’de yılda 60 bin can alan diyabete karşı Sağlık Bakanlığı 5 yıllık eylem planı hazırladı. Buna göre
hastalar, acil durumlarda erken müdahale edilmesi için özel diyabet kimlik kartı taşıyacak.
Sağlık Bakanlığı, Türkiye’de sayısı 7
milyon 43 bine ulaşan diyabet hastası için 2015-2020 Eylem Planı hazırladı. Türkiye’de her yıl 60 bine yakın
ölümün yaşandığı diyabeti önlemek
için önemli projeler hayata geçirilecek. Hayati riski bulunan diyabet hastalarına acil müdahale edilmesi için
‘Diyabet Kimlik Kartı’ hazırlanacak.
328 milyon hasta var!
Planda dünya ve Türkiye’ye özgü rakamlar sunuldu. Dünyada 382 milyon diyabetli hasta yaşarken, 2035
yılında bu sayının 592 milyona ulaşacağı tahmini yapıldı. Dünya diyabet nüfusunun yarısının üç ülkede
(Çin, Hindistan, ABD) yaşadığı ifade
edildi. 2035 yılı tahminlerine göre
Türkiye’nin, diyabetli nüfus itibarı ile
diyabetin dünyada en yüksek olacağı ve ilk 10 ülke arasına gireceği bilgisi verildi. Türkiye’de ise 20-79 yaş
arası 7 milyon 43 bin 290 vaka bulunuyor. Diyabete bağlı ölümler ise 59
bin 786 olarak kayıtlara geçiyor. Kişi
başı ortalama diyabet harcaması 866
dolar olarak belirleniyor. Yaş gruplarına göre de en büyük grubu yüzde
64
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
52 ile 46-54 yaş arası hasta grubu
oluşturuyor.
Adım adım mücadele edilecek
Bakanlığın 5 yılda yapılmasının planladığı 6 önemli adım şöyle:
1-Kimlik Kartı: Hayatı tehdit edebilecek riski olan diyabetliler için acil
durumlarda erken müdahale edilmesini sağlayacak ‘Diyabet Kimlik
Kartı’ hazırlanacak. Kimlik kartları
hasta hakkında bilgiler verecek.
2- İzleme Kartı: ‘Elektronik Sağlık Kaydı’ (ESK) ile hastaların kendi sağlık
durumlarını takip etmelerini teşvik
etmek ve farklı merkezlerde benzer tetkik ve muayenelerin gereksiz tekrarlarını önlemek için Sağlık
Bakanlığı tarafından standart bir
‘Diyabet İzlem Kartı’ oluşturulacak.
Bu kart gereksiz tedavileri ve hastanın hastanelerde dolaşmasını
engelleyecek.
3- Hutbede Diyabet: Camilerde imamların vaazlarında fiziksel aktivite,
sağlıklı yaşam, beslenmenin ve diyabetin önemine yer verilecek.
4-Merkezi Sınavlar: Merkezi sınavlarda diyabetli çocukların özel
durumlarını dikkate alarak gerekli
destek-lerin sağlanacak. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık
Bakanlığı tarafından ortak bir rehber hazırlanacak.
5-Cezaevlerinde Eğitim: Kamu kurumları, ilk ve orta öğretim okulları, üniversiteler, yaşlı bakım evleri,
cezaevleri, aile sağlığı merkezleri,
halk eğitim merkezleri, toplum
merkezleri ve silahlı kuvvetler bünyesindeki kurum ve kuruluşlarda
diyabet eğitimi verilecek. ‘Diyabet
Eğitim Modülleri’ hazırlanarak toplumun farklı kesimlerine eğitimlerin ulaştırılması sağlanacak.
5-Rol Model: Toplumsal farkındalığın artırılması için rol modeller
sahnede yer alacak. Siyasi liderler,
kanaat önderleri, bilim adamları,
sanatçılar, medya mensupları gibi
rol modeller kamu spotlarında oynayarak diyabet hakkında bilgiler
verecek. Toplu taşıma araçları ve
cadde üzerlerindeki reklam panolarında diyabet hakkında bilgilendirici afişler yer alacak.
Sağlık Bakanlığı verilerine göre kansere bağlı ölüm oranı 2012 yılında yüzde
21’e ulaştı. Kanser Erken Teşhis Tarama ve Eğitim Merkezi (KETEM) sayısını
134’e çıkaran bakanlık, kanserle mücadele için özellikle kırsal bölgelerde gezici cihazlar ile ‘Mobil KETEM’ uygulaması başlatmaya hazırlanıyor.
Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu,
Dünya Sağlık Örgütü tahminlerine
göre 2015 yılından itibaren dünya
genelinde en önemli ve birinci sırada ölüm sebebinin kanser olacağına
dikkat çekti.
Türkiye’de de kanser sıklığı ve kansere bağlı ölümlerin dünyadaki artışa paralel ve benzer oranlarda artış
gösterdiğini belirten Müezzinoğlu,
TÜİK verilerine göre kansere bağlı
ölüm oranının 2012 yılında yüzde
21’e ulaştığını açıkladı. Dünya Sağlık
Örgütü’ne göre kanserde görülen
bu artışın üç temel sebebinin yaşlı
nüfusta meydana gelen artış, tütün
kullanımı ve obezite salgını olduğunu anlatan Müezzinoğlu, şöyle devam etti: “Ülkemizde; bunların yanı
sıra, kanser kayıtçılığında yapılan iyileştirmelerle daha önce bilinmeyen
vakaların kayda alınması da kanser
istatistiklerindeki artışın bir diğer sebebidir. Sağlıkta Dönüşüm Programı
ile koruyucu sağlığa özel bir önem
verdik. Bu kapsamda kanserle mücadele politikamızın temelini, birincil
korunma denen kanser yapan etkenin ortadan kaldırılmasına yönelik
mücadele oluşturuyor. Bu amaçla
birincil korunma ile önlenebilen ve
ülkemiz için çok önemli olan akciğer,
mesane, mide ve meme kanserleri gibi pek çok kanserin etkeni olan
tütüne karşı önemli bir mücadele
programı yürüttük. Önce parlamentomuzun bütün üyelerinin desteği
ile ülkemizi dünyanın en kapsamlı
tütün kontrolü kanununu çıkaran 6
ülke arasına kattık. Uygulamalarda
ise dünyada en başarılı mücadeleyi
yürüten ülke unvanını aldık. Yürüttüğümüz bu program Dünya Sağlık Örgütü başta olmak üzere uluslararası
arenada büyük takdir topladı.”
KETEM SAYISI 134’E ULAŞTI
Kanser oluşumunda bir diğer önemli
risk unsurunun ise obezite olduğunu dile getiren Müezzinoğlu, Türkiye
sağlıklı beslenme ve Hareketli Hayat
Programı›nı obezite için uygulamaya
koyduklarını ifade etti. Türkiye›de her
ilde en az bir Kanser Erken Teşhis Tarama ve Eğitim Merkezi (KETEM) açtıklarını belirten Müezzinoğlu, «KETEM
sayımız 134›e ulaştı. Meme, rahim
ağzı ve kolorektal kanserler ile ilgili
toplum temelli tarama ve halk eğitimi programlarını, kanserin erken teşhis ve önlenmesinde aktif görev alan
bu merkezlerde yürütüyoruz. Kanser
erken teşhis, tarama ve tedavisiyle
ilgili hizmetleri halkımıza tamamen
ücretsiz olarak veriyoruz. KETEM sayılarımızı önümüzdeki yıllarda artırmaya devam edeceğimiz gibi, özellikle kırsal bölgelerde gezici cihazlar
ile ‘Mobil KETEM’ uygulamalarını da
başlatacağız. Bildiğiniz gibi artık ailenin bütün fertlerinin sağlığından
sorumlu olan aile hekimlerimiz var.
Ailemize özel bu hekimlerimizin görevleri arasında sorumluluğunu üstlendiği kişinin hastalıklardan korunması için gerekli tedbirleri alması da
mevcuttur. Bu kapsamda kanser erken teşhis ve tarama faaliyetlerinde
aile hekimlerine görev veriyoruz. Bu
uygulamayı geliştirerek sürdüreceğiz.” bilgisini verdi
haber
KANSERLE MÜCADELE İÇİN ‘MOBİL
KETEM’ UYGULAMASI GELİYOR
Ölüm Bildirim Sistemi Hayata Geçti
2012 yılında İstanbul’da 2 adet aktif
kanser kayıt merkezi kurulduğunu
ifade eden Müezzinoğlu, 2012 yılına
ait bakanlık resmi kayıtlarına göre
İstanbul ili Pendik ilçesinde, Türkiye
ortalamasından anlamlı farklılık gösteren bir kanser artışı söz konusu olmadığını kaydetti.
Belediyeye ait veriler ile bakanlık verilerin uyuşmadığına dikkat çeken
Bakan Müezzinoğlu, şunları kaydetti:
“Pendik Belediyesi’ne ait verileri incelemek üzere belediye ile ortak bir
çalışma başlattık. Belediyenin son 6
yıllık ölüm verileri kabaca değerlendirildiğinde kayıtların güvenilirliği
ve bilimselliğinin şüpheli olduğu
görülmektedir. Örneğin dünyada ve
Türkiye’de kalp hastalıkları en önemli
ölüm sebebi iken, belediyenin veri tabanında kalp hastalığına bağlı ölüm
görülmemektedir. Bu konuda belediye başkanlığından 24 Ekim 2013 tarihinde bir basın açıklaması yapılmış
ve ‘Aslında kanserden ölüm oranlan
artmamış, sadece raporlamadan kaynaklanan sistem değişikliği rakamlara yansımıştır’ ifadesi kullanılmıştır.
Ülkemizde ölüm kayıtları 2013 yılına
kadar TÜİK tarafından tutulmakta
olduğundan ölüm sebeplerine ilişkin daha detaylı veriler de TÜİK’ten
temin edilebilir. Ölüm verilerinin
daha kaliteli tutulabilmesi için 2013
yılında bakanlık olarak Ölüm Bildirim Sistemi’ni hayata geçirdik. Ayrıca
yine 2013 yılında 81 ilimizin hepsinde aktif kanser kayıt merkezi kurduk.
Önümüzdeki yıllar içerisinde kayıt
altına alınmış olan kanser ve ölüm
verilerimizin daha kaliteli olacağını
düşünmekteyiz.”
65
haber
ÖKSÜRÜK FITIĞI TETİKLİYOR
Türkiye’de yaklaşık 100 kişiden beşinde fıtık görülüyor. Bu fıtıkları bunların
yüzde 80’e yakını kasık fıtığı. Erkeklerde kadınlara göre 7-8 kat daha fazla görülen kasık fıtıkları kabızlık, kronik öksürük, ani hareketler, ağır yük
kaldırma, şişmanlık gibi nedenlerle
oluşuyor. Genel Cerrahi Uzmanı Prof.
Dr. Adem Dervişoğlu; kasık fıtığıyla
ilgili şu bilgileri verdi:
Fıtık, bir iç organın, normalde içinde
bulunduğu beden bölgesindeki zayıf
bir noktadan dışarı çıkmasıdır. Eğer
bu şişlik kasık bölgesinde görülürse
biz bunları kasık fıtığı diyoruz. Kasık
fıtıkları iki nedenle oluşur. Birincisi
doğumsal nedenlerdir. Erkeklerde,
ana rahminde testisler karın içerisindedir. Doğuma yakın dönemde yer
değiştirerek skrotuma (testis torbası)
inerler. Bu yer değiştirme esnasında,
bu alanda zayıflık ortaya çıkarsa fıtık
olabilir. Kasık fıtıklarının indirekt şekli
bu şekilde oluşur. İkincisi, kasık kanalı, bu bölgenin zayıf bir alanıdır. Kasık
bölgesini zorlanması sonucu oluşan
yırtıklar fıtık oluşumuna neden olabilir.
Kronik Öksürük Fıtık Ediyor
Kasık bölgesini zorlayan nedenler;
kabızlık, kronik öksürük, ani hareketler, ağır yük kaldırma, şişmanlık,
karın içinde sıvı birikmesi (asit) olarak
belirtilebilir. Bunların hepsi kasık bölgesinin anatomik yapısını zorlayarak
fıtıklarının oluşmasına neden olabilir.
Genel cerrahide neredeyse ameliyat
ettiğimiz her üç hastadan biri fıtık
hastasıdır. Genel cerrahi pratiğinde
bizim sık gördüğümüz bir hastalık
grubudur; 100 hastadan 5’inde görülür ve bunların yüzde 80’e yakını
kasık fıtığıdır. Karın duvarı fıtıklarının
yüzde 90’ı kasık fıtığıdır.
En Sık Erkeklerde Görülüyor
Karın duvarı fıtıkları, toplumun yaklaşık yüzde 2-5’inde görülürler. Kasık
fıtıkları erkeklerde kadınlara göre 7-8
66
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
diliğinden yatınca kaybolurken, fıtığın büyümesi ile hasta el ile fıtığı
içeriye iter.
kat daha fazla görülüyor. (yaklaşık
yüzde 10’u da iki taraflı fıtıklardır).
Çünkü erkeklerde kasıklarda potansiyel zayıflık oluşturan kasık kanalı
bulunur. Kadınlarda ise yumurtalıklar
karın içinde oluşuyor. Testisler gibi
karın dışına doğru yer değiştirmiyorlar.
• Ağrı, kasığın zorlanması durumun-
Kasık fıtıkların çeşitleri nelerdir?
• Yürüme zorluğu da ilerleyen dö-
Kasık bölgesinde 3 tip fıtık görülür:
1) İndirekt fıtıklar: Kasık kanalından
geçerek oluşan fıtıklardır. Doğumsal
bir zayıf noktadan çıktıkları için oluş
nedenleri doğumsaldır. Ancak ortaya
çıkmaları her zaman çocukluk döneminde olmayabilir, erişkinlerde de
kanalın bir zorlanma sırasında aniden açılması sonucu ortaya çıkarlar.
2) Direkt fıtıklar: Kasık ön duvarının zorlanma (öksürük, kabızlık vb.)
sonucunda yırtılması ile oluşan fıtıklardır.
3) Femoral fıtık: Bu fıtık türü, kadınlarda, erkeklerde olduğundan fazla
görülür. Fıtık, kasık bağının altındadır
ve aşağı, üst bacak bölgesine doğru
iner.
Kistle Karıştırılıyor
Uzun yürüyüşler yapamaz, oturup
kalkarken ağrıları olabilir. Uzun süre
ayakta kaldığında ağrıları artabilir.
Kasık fıtıklarının tanısı, genellikle fizik
muayene sonucunda konulur. Bazen
şişlik oluşmadan ağrı varsa ultrason
veya MR gerekebilir.
Hem Şişlik Hem Ağrı Yapar
• Kasık fıtığında en sık belirti kasık
bölgesinde oluşan şişliktir. Şişlik
genellikle ayakta veya yürüme sırasında ortaya çıkar, yatınca kaybolur. Şişlik zamanla büyüyerek,
kişinin günlük yaşamını olumsuz
etkiler, hareket etmesini ve aktivitelerini kısıtlar.
• ·Başlangıç döneminde fıtıklar ken-
da ortaya çıkan diğer bir şikayettir.
Bu ağrılar zamanla artar.
• Hareket veya eğilip doğrulma sırasında zorlanma olur.
nemlerde ortaya çıkabilir.
Fıtık Boğulmasına Dikkat
• Kasık fıtığı teşhis edildiği zaman-
da vakit kaybetmeden ameliyat
edilmelidir. Ameliyat zamanındaki
gecikmeler fıtığın büyümesine ve
fıtık boğulmasına yol açabilir.
• Kasık fıtığı olan hastalar şişliğe dik-
kat etmezse ve hekime geç başvurursa fıtık testislere doğru büyüyerek ilerleyebilir. Bu da tedaviyi
güçleştirebilir.
• Karın
duvarı fıtıklarının en korkulan komplikasyonu ‘boğulmuş
fıtık’tır. Daha önceleri, sırt üstü
yatınca veya elle itince karın içine
giren bir fıtığın, uzanmakla veya
el yardımıyla kaybolmaması durumunda ‘boğulmuş’ fıtıktan söz
edilebilir:
• Boğulmuş fıtığın ilk bulgusu, fıtık
şişliğinin artık kaybolmamasıdır.
Hasta bir hekime başvurmadığı takdirde: bağırsakta kangren
sonra delinme ve en sonunda da
ölüm gelişebilir. Böyle bir tehditle karşı karşıya kalmamak için, en
kısa zamanda fıtık ameliyatı olmak
gerekir.
Bunları Yapmayın
• Kasık fıtığınız varsa çok uzun saat-
ler direksiyon başında kalmayın,
sıkıntılarınız artabilir
• Ağır sporlar, ağırlık kaldırma, bas-
ketbol, futbol gibi fazla efor gerektiren sporlar yapmayın.
• Bir saatten fazla yürüyüşe çıkma- • Sporcuların Sinsi Düşmanı: Kasık • Sporcuların yaşamını çok etkileyın.
• Ani eğilip kalkmayın.
• Uzun süre ayakta kalmayın.
Bunları Yapın
• Mümkün olduğunca erken bir dönemde ameliyat olun.
• Yavaş yürüyün.
• Ağır eforlardan kaçının.
• Ağrılarınız olduğunda sırt üstü yatın.
• Ağrınız dinlemeye rağmen geçmiyorsa, acilen hekime başvurun.
• Kasık bağı kullanmayın.
Fıtığı
• Sporcularda, özellikle kasık fıtıkla-
rı sık gözükürler. Aşırı efora bağlı
olarak, futbol gibi sporlarla uğraşanlarda, kasık bölgesi zorlanarak
yırtıklar meydana gelip, fıtık oluşabilir.
• Kasık
fıtığı genellikle ağrı ve
şişlik belirtisi verir. Ancak
bazı durumlarda; özellikle
sporcularda ve gençlerde sadece kasık
ağrısıyla belirti verir, şişlik çok azdır.
Bu nedenle kasık
fıtığı gözden kaçabilir.
yebilir. Sporcularda özellikle kasık
ağrısı şikayetinde kasık fıtığı akla
gelmelidir.
• Sporcularda laparoskopik yöntem
tercih ediyoruz, çünkü bu yöntem spor yaşamlarına daha çabuk
dönmelerini sağlıyor. Ameliyat
sonrasında 2 -3 hafta
sonrasında antrenmanlara başlayabilirler.
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
67
haber
SAĞLIK HEDEFLERİ BELİRLENDİ
Hükümetin pek çok başlığı bir arada toplayan “2014 Yılı Programı”nda
sağlık hedefleri belirlendi. Programda, Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın
en çok konuşulan konularından olan
performans sisteminden sağlık çalışanlarının bölgelere eşit olarak dağıtılmasına, tamamlayıcı tıbbın üniversitelerde okutulmasından randevu
sisteminin yaygınlaştırılmasına kadar
birçok başlık bulunuyor.
Performansa yeni yönetmelik taslağı:
Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastanelerinde performansa dayalı ek
ödeme (PDEÖ) sistemine sağlık hizmetinin kalitesi ve etkinliğine ilişkin
göstergeler eklenecek. Sisteme, verilen hizmetin etkinliğinin ve hizmete
ilişkin algının ölçülebileceği nitel kriterlerin de eklenmesi için yönetmelik
taslağı hazırlanacak.
Kanser kayıt sistemi geliştirilecek: En
sık görülen kanser hastalıklarının taramaları yaygınlaştırılacak ve kanser
hastalığının izlenmesi ve yönetimi
68
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
için kanser kayıt sistemi geliştirilecek.
Vatandaşların taramalara katılmaları
için farkındalığı artıracak kampanyalar düzenlenecek ve aile hekimlerine kanser izleme takip için pozitif
performans uygulaması başlatılacak.
Kanser kayıt sistemi için uygun yazılım altyapısı oluşturulacak.
Bulaşıcı olmayan hastalıklara farkındalık: Bulaşıcı olmayan hastalıklar konusunda toplumsal farkındalık artırılacak, kampanyalar yapılacak. Astım,
KOAH, kalp ve damar hastalıkları ve
böbrek hastalıkları ile ilgili halka ve
sağlık personeline yönelik bilgilendirme materyali hazırlanacak ve dağıtılacak. Sayılan hastalıklara yönelik
standart tanı ve tedavi protokollerini
hayata geçirmek için çekirdek eğitim
müfredat programı hazırlanacak.
Randevu sistemi yaygınlaşacak: Merkezi Hastane Randevu Sisteminin
(MHRS) kullanımında yaşanan sorunların tespiti ve toplumsal algıyı
ölçmek amacıyla bir araştırma projesi
hazırlanacak. Her tür görsel ve basılı
materyal ile MHRS’nin kullanımı tanıtılacak ve yaygınlaştırılacak.
Sağlık personeli dengeli dağıtılacak:
Sağlık personelinin dengeli dağılımına sağlık kuruluşlarının hedef
nüfus, hizmet bölgesi, fiziki yapı ve
hizmet sunum özelliklerini esas alan
ve somut hedefleri içeren personel
dağılım planı güncellenecek ve Sağlık İnsan Kaynakları Stratejik Planı tamamlanacak.
Sülük fakültede: Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği hazırlanacak.
Tamamlayıcı tıbbın, tıp eğitimine
intibakı amacıyla müfredat güncellenmesine yönelik çalışmalar başlatılacak.
Ruh sağlığı merkezleri artacak: Toplum Ruh Sağlığı Merkezlerinin sayısı
artırılacak, ruh sağlığı hizmetleri afet
ve diğer olağanüstü durumlara maruz kalan bireylere yönelik yardım
programlarına entegre edilecek.
haber
TÜRKİYE’DE 19. VE 20 YÜZYILLARDA
TIP TARİHİNİN ANA HATLARI (1827-1923)
Prof. Dr. Yeşim Işıl ÜLMAN
Osmanlı Devletinde Reformlar
ve Tıp Eğitimi
19. yüzyıl; Osmanlı toplumunun hemen her alanında modernleşmeye
doğru bir değişme, dönüşme çağı olmuştur. Önceki yüzyılların toplumsal
anlamda içe dönük yaşama biçimi yerini, Batının çağdaş bilimlerini ve tekniklerini benimseme ve bu bilimlere
uyum sağlama çabasına bırakmıştır.
Modernleşme, Batının önde gelen
toplumlarına her bakımdan yetişebilmek için bir devlet projesi olarak
benimsenmiştir. Osmanlı İmparatorluğu bir yandan sonu gelmeyen savaşlar, askeri yenilgilere bağlı kitlesel
göçler, düşük hayat standardı ile baş
etmeye çalışırken, toplumu ilerideki kuşaklara başarıyla taşıyabilecek
önemli adımlar da bu yüzyılda atılabilmiştir. Bunda devletin bekâsını
70
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
modernleşmenin benimsenmesinde
gören siyasanın büyük payı vardır. Bu
sürecin en önemli göstergesi 1839
yılında ilan edilen reform bildirgesi
“Tanzimat Fermanı”dır. Aynı eğilim
tıp eğitiminin ve öğretiminin yeniden ele alınarak, kurumsal olarak
yeniden düzenlenmesinde de kendini göstermiştir. 19. yüzyıl ve takip
eden dönem tıp tarihimiz açısından,
modern tıp düşüncesinin ve anlayışını kurumsallaştırma çabasına sahne
olmuştur.
Geleneksel usta-çırak usulü eğitimin hakim olduğu darüşşifalardaki
eğitimin çağın gereklerini karşılayamadığının görülerek, modern bir tıp
eğitimi tesis edebilmek için ilk adımlar yüzyılın ilk çeyreğinde atılır. 14
Mart 1827’de, İstanbul’da, Tıphane-i
Amire ve ardından Cerrahhane-i
Mâmure’nin
kurulması,
bugün
Türkiye’de çağdaş tıp eğitiminin başlangıç noktası olarak kabul edilir. Tıp
eğitiminde modernleşmenin zorunlu
hale geldiğini bilen Hekimbaşı Mus-
tafa Behçet Efendi, devrin padişahı II.
Mahmud’a (1808-1838) verdiği raporlarla bu gerekliliğe dikkat çekmiştir.
Mustafa Behçet Efendi (1774-1834),
Buffon, Plenck, Marshall gibi devrinin
Batılı bilim adamlarının çiçek hastalığı, sifilis tedavisi, tabiat tarihi konulu
eserlerinden Türkçeye çeviriler yapmış ve yayınlamıştır. Mustafa Behçet
Efendi’nin çağdaşı, hekim, bilimadamı ve tarihçi Şânizâde Mehmed Ataullah Efendi (1771-1826), yaptığı tercümeler sayesinde, Edward Jenner’ın
(1749-1823) modern çiçek aşısı yöntemini ülkemize getirmiş; anatomi,
fizyoloji, teşhis ve tedavi konularında
birçok kitap yazmıştır.
Bu fikri zeminde doğan Tıphane’de
öğrenciler önce okuma, yazma, Türkçe ve Arapça grameri; İtalyanca ve
Fransızca öğrenirlerdi. Daha sonra
tabiat tarihi, kimya, botanik, tıbbi
bitkiler konularında ders alırlardı.
Bunu anatomi, fizyoloji dersleri izler;
kurşun çıkarma, ampütasyon, kırık ve
çıkıkların yerleştirilmesi, yara pansu-
manı gibi operasyonları öğrenirlerdi.
Kadavra üzerinde diseksiyon yapmak
yasak olup; anatomi derslerini modeller üzerinde görürlerdi. Bu okulda
dördüncü sınıf, ancak kuruluşundan
altı yıl sonra, 1833’te açılabilmişti.
Okula sadece Müslümanlar kaydediliyordu.
Toplumda geniş çaplı reformların uygulamaya konulması anlamına gelen
Tanzimat Fermanı (1839)’nın ilanıyla
eş zamanlı olarak tıp eğitiminde de
yeniden yapılanma ve yenileşme çalışmaları başlatıldı. Tıp Okulu, daha
önce bir Saray Okulu (Enderun Ağaları Mektebi) olarak hizmet vermiş
olan Galatasaray’daki binaya taşındı
(1838). Tıp eğitiminin gereklerine
göre tadil edilen bu bina, Mekteb-i
Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne adını aldı
ve 1839’da öğretime başlandı. Kısaca
Galatasaray Tıbbiyesi olarak da anılan bu okulda yapılan yenilikler ve
tıp eğitimine getirdiği katkılar şöyle
sıralanabilir.
Galatasaray Tıbbiyesi (Mekteb-i Tıbbiye-i
Adliye-i Şâhâne)
Öncelikle Osmanlı Devleti’nde mevcut bütün dinlere, mezheplere mensup öğrenciler okula kabul edilmeye
başlandı. Öğretim programı hazırlık
ve tıp bilimleri olarak iki ana bölüme
ayrıldı. Hazırlık (idadi) bölümü, öğrencilere, Türkçe, Arapça, Fransızca
ve genel kültür (tarih, coğrafya, fen
bilimleri) bilgileri kazandıracak şekilde yeniden düzenlendi. Eğitimin
Fransızca yapıldığı Tıp Bilimleri Bölümünde fizyoloji, anatomi, botanik,
tıp müfredatı, dahili bilimler, cerrahi
bilimler dersleri veriliyordu. Öğretim
süresi önce yedi yıldı, daha sonra
onbir yıla kadar çıkarıldı. Öğretim
kadrosu Batı tıp fakülteleri mezunu
hekimler ile zenginleştirildi. Hekimbaşı İsmail Efendi’nin çabaları ile tıbbi diseksiyon yapma izni alındı. Bu
şekilde öğrencilerin anatomik ve patolojik bulgular ile tanı bilgilerini bütünleştirmeleri sağlandı. Talebe okul
kliniğinde hasta başında eğitiliyordu.
İntern öğrenciler, tortikolis, çeşitli
ampütasyonlar, katarakt, litotomi, rinoplasti, tenotomi, tümör ekstirpasyonu, kanseröz oluşumların rezeksiyonu ve benzeri türde ameliyatlar
yapabiliyorlardı. Osmanlı Devleti’nde
eczacılık yapabilmek için Tıbbiye’deki
Eczacılık Okulu’ndan diploma alma
şartı bu dönemde getirildi. Ayrıca ilk
kez Galatasaray Tıbbiyesi’nde kadın
adaylara yönelik Ebelik Okulu açıldı. Yapılan araştırmalar sonucunda,
Batıda uygulamaya konuluşundan
hemen hemen bir yıl sonra (1848),
kloroformun, bir anestezik madde
olarak hayvanlar üzerinde denenerek, cerrahi ameliyatlarda kullanıldığını öğreniyoruz. Osmanlı Devleti
tebaasını temsilen seçilen bir Müslüman, bir Ermeni, bir Rum, bir de
Musevi dört yeni mezun hekim 1848
yılında Viyana Tıp Fakültesi’nde mezuniyet sınavlarına girdiler ve çok
parlak sonuçlar aldılar. Kuruluşu için
büyük emek harcanan bu okul, sahip
olduğu müzeler, laboratuarlar, botanik bahçesi, kütüphane ile birlikte 11
Ekim 1848’deki Beyoğlu yangınında
kül olmuş ve eğitime ertesi yıl, Halıcıoğlu’ndaki Humbarahane Kışlası’nda
devam edilmiştir (1849).
19. yüzyılın ikinci yarısında Tıbbiye
Tıbbiye’nin bu dönemde yeniliklerinden biri okulun kendi matbaasında
hem Türkçe (Vakayi-i Tıbbiye) hem
de Fransızca (Gazette Médicale de
Constantinople) iki bilimsel tıp dergisi çıkarmasıdır. Dergide İstanbul’da
ve İmparatorluğun çeşitli yerlerindeki tıbbi cerrahi uygulamaları ele alan
makaleler, okul kliniklerinden vaka
takdimleri, okulun faaliyet raporu,
yabancı tıp dergilerinden yapılan
çeviriler yer alıyordu. Derginin niteliği açısından dikkati çeken özellik,
otopsi ve diseksiyon uygulamalarını içeren, post mortem inceleme
bulgularıyla desteklenen yazıların
zenginliğidir. Gazette Médicale de
Constantinople’da yer alan postmortem incelemeler ülkemizde türünün
ilk örnekleri arasındadır. Bundan
başka derginin ek sayısında yer alan
otopsi raporu, ülkemiz modern tıp
tarihinde otopsi protokolünün öncülerindendir.
Tıbbıye’nin 1850’li yıllarda okuldaki
önemli bir başka gelişmenin, tıp eğitimini Fransızcadan Türkçeye çevirmek için verilen mücadele olduğunu
görürüz. Mezun adedi hala ordunun
ve toplumun ihtiyacı olan hekim sayısını karşılamaktan uzaktır. Eğitimin
Türkçe yapılması gerektiğini düşünen
Okul Nazırı Cemaleddin Efendi, Türkçe, Arapça ve Farsça eğitimle görevli
özel bir sınıfın (mümtaz sınıf ) açılmasını sağlar. Dr. Kırımlı Aziz Bey, Dr.
Bekir Sıtkı, Dr. Mehmed Emin Fehmi
gibi pek çok hekim bu kanalla Türkçe
tıp literatürü oluşturmak üzere çeviri,
derleme, telif yoluyla pek çok sözlük
ve bilimsel kitabın ortaya çıkmasını sağlarlar. Bu kitaplar yıllarca bu
alanda uğraşanlara hizmet etmiştir.
1867’de Türkçe eğitim veren ilk sivil
tıp okulu, Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye
açılır ve 1870 yılında da Mekteb-i Tıbbiye (Askeri Tıp Mektebi)’de tıp eğitimi Türkçeleştirilir.
Türkiye tarihi açısından 19. yüzyıl, ülkenin bir savaştan ötekine girdiği, bir
yandan da toplumun modernleşerek
bir kabuk değiştirme süreci yaşadığı zorlu bir dönemdir. Bütün zorluklara, mali yoksunluklara rağmen
sağlık alanında çok önemli adımlar
atılmıştır. O dönemde Batıda, Paris’te
Pasteur ve ekibinin, Berlin’de Koch
ve arkadaşlarının bakteriyoloji ve
mikrobiyoloji alanlarında çığır açan
buluşlar gerçekleştiriliyordu. Osmanlı yönetimi mikrobiyoloji ve bakteriyoloji alanlarında çağdaş gelişmeleri
takip etmiş, bu tekniklerin ülkeye
getirilmesi için, Avrupa’ya hekim ve
sağlıkçılardan oluşan ekipler yollamıştır. Paris’te yeni kurulmakta olan
Pasteur Enstitüsü’ne ve Koch’un Berlin’deki kliniğine giden tıp heyetleri,
bu teknikleri yerinde öğrenmişlerdir.
Ülkelerine döndüklerinde bunları
uygulamak üzere açılan kurumlarda
görevlendirilmişlerdir. O zamanlar
Demirkapı’da (Sarayburnu) bulunan
Mekteb-i Tıbbiye içinde 1887’de Kuduz Aşısı Kurumu (Daülkelp Ameliyathanesi),
1889’da Aşı Müessesesi (Telkihhane-i
Şâhâne), 1893’te Bakteriyoloji Laboratuarı (Bakteriyolojihane-i Şâhâne)
ve 1894’te ilk Kadın Doğum Kliniği
(Viladethane) açılır. Yine bu dönemde, Rieder Paşa tarafından, mezuniyet sonrası bir üst eğitim kurumu
olarak faaliyet gösteren Gülhane
Seririyat (Klinikler) Mektebi açılır. Bu
okul, sağlık sisteminde en etkili ve üstün hizmet veren kurumlarından biri
olmuştur. Örneğin ilk aspirin ve kinin
hapları; koruyucu tifo, dizanteri ve
kolera aşıları burada üretilmiştir.
1895’te birleştirilen Sivil ve Askeri
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
71
Tıp okulları, 1909’da Darülfünûn-ı
Osmanî
Tıp
Fakültesi
adıyla
Haydarpaşa’da açılan yeni binaya
taşınmıştır. Okul, Cumhuriyet döneminde Mustafa Kemal Atatürk zamanında gerçekleştirilen Üniversite
Reformu (1933) ile Tıp Fakültesi adını alarak, yeniden Avrupa yakasına
taşınmıştır. 1967 yılında ikiye bölünerek İstanbul Üniversitesi’ne bağlı
İstanbul Tıp Fakültesi ve Cerrahpaşa
Tıp Fakültesi isimleriyle iki ayrı kurum
şeklinde günümüze kadar gelmiştir.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde 1994
yılında Uğur Derman İngilizce Tıp
Eğitimi Programı’nın kurulmasıyla İstanbul Üniversitesi’nin tıp eğitimi veren üçüncü kurumu eğitim yaşamına
katılmıştır.
Halk Sağlığı Alanında Gelişmeler
Geçen yüzyılda Tıbbiye, sadece tıbbı
öğreten ve hekim yetiştiren bir okul
değil, aynı zamanda halk sağlığı ile
ilgili konuları da ele alan bir kurumdu. Toplumu etkisi altına alan şiddetli
veba, çiçek, kolera, tifo salgınlarında
hocalar ve öğrenciler hastalıkla mücadele çalışmalarında canla başla
görev alırlardı. Sultan Abdülmecid
(saltanatı: 1839-1861), halk içinde çiçek aşısının yaygınlaşması ve aşı aley-
72
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
hine ön yargıların kırılması hedefiyle,
maiyetinde Tıbbiye’den hocaların ve
öğrencilerin görevlendirildiği aşılama heyetine bizzat önderlik ederek
ülke içinde geziler düzenlemiştir.
19. yüzyıl başındaki korkunç kolera
epidemisi üzerine, karadan ve denizden Osmanlı İmparatorluğu’na
gelenleri kontrol ederek salgınlara
karşı önlem almak üzere Karantina
Teşkilatı kurulmuştur (1838). Merkezi, İstanbul’da bulunan Karantina
Meclisi olan bu sistemle, payitahtta
ve İmparatorluğun bütün bölgelerinde gerekli stratejik noktalara kurulan
tahaffuzhaneler (karantina istasyonları) aracılığıyla, Asya’dan Avrupa’ya
ölümcül hastalıkların geçişini engellemek için çalışılmıştır. Ağırlıklı olarak
Avrupa ülkelerinin temsilcileri olan
üyelerden oluşan Karantina Meclisi
tarafından yönetilen bu organizasyon 19. yüzyıl boyunca genişleyerek
faaliyetini sürdürmüştür. Ancak, Karantina Organizasyonu’nun Avrupa
devletlerinin Osmanlı Devleti üzerinde nüfuzlarını kullanmak amacıyla da
yararlandıkları bir sistem olduğu da
ifade edilmektedir.
19. yüzyılın ikinci yarısında başarılı
bir başka halk sağlığı organizazyonu dezenfeksiyon sistemi (Tebhirhaneler)dir. Avrupa’da da bakteriyoloji
devrimi öncesi (ve sonrasında da)
işlevsel bir koruma tedbiri olan dezenfeksiyon yöntemi, giysileri, eşyaları, mobilyaları, her türlü iç mekân
unsurunu, sıcak buharla ve çeşitli dezenfektan maddelerle, etüvler içinde
temizleme yöntemiydi. Önceleri yurt
dışından ithal edilen etüv makinaları,
1893’den itibaren ülkemizde de üretilmeye başlamıştır. Ülke sathına yayılan tahaffuzhanelerdeki dezenfeksiyon birimleri 20. yüzyılın başlarında
yeni etüvlerle modernize edilmiş ve
hem savaş dönemlerinde hem de barışta sivil ve askeri kesimin hizmetinde, bulaşıcı hastalıkların yayılmasını
önleyici başarılı ve yaşamsal bir halk
sağlığı uygulaması olmuştur. Kuduz,
tifo, tifüs, tüberküloz gibi bulaşıcı hastalıklar, toplumu tehdit eden
felaketlerdi. Osmanlı yönetimleri
bunlarla mücadele için bütün koruyucu tedbirler ve çabaları desteklemişlerdir. Tecrübeli hekimler, eğitimli
personel, kurumsallaşmış sağlık örgütü sayesinde yürütülen bütün bu
çalışmalar, salgın hastalıklarla etkili
mücadele için önemli yol alınmasını
sağlamış ve 20. yüzyılın ilk yarısında
kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne miras kalmıştır.
Hastaneler ve sosyal yardım kurumları
Hastane mimarisi açısından bakıldığında, 19. yüzyılın Batı tipi geniş
koğuşlu sistemi yerine, (Osmanlı darüşşifalarında da görülen oda sistemi
gibi) pavyon sistemi geliştirilmiştir.
Bunun ilk örnekleri, Bezmialem Vakıf
Gureba (1845), Zeynep Kâmil (1862),
6. Belediye Dairesi (Beyoğlu Belediye
Hastanesi) (1865), Haseki Nisa (Kadınlar) (1892, modern hastane 19. yüzyılda düzenlenmiş olmakla beraber,
Haseki Darüşşifası 16. yüzyılda kurulmuştu), Darülaceze (1896), Hamidiye
(Şişli) Etfal (1898) hastaneleridir.
Osmanlı Devleti’nde sağlık tarihinde
önemli rol oynamış bir başka kurum
savaş yaralılarına yardım etmek üzere oluşturulan Türk Kızılay Derneği
(Hilal-i Ahmer Cemiyeti)’dir (1868).
Ancak Hilal-i Ahmer Cemiyeti sadece
savaş zamanında ordunun yardımına koşan bir kurum değildi. Zaman
içinde sivil hayatta da önemli işlevler
üstlenmiştir. Doğal afetler, kitlesel
göçler, salgın hastalıklarda halkın imdadına yetişen, hatta Kurtuluş Savaşı
esnasında yıldızlaşan, ülkenin sosyal
ve siyasal yapıtaşı niteliğinde bir kurumu olmuştur.
Fakir, muhtaç ve evsiz insanları himaye ederek, tıbbi tedavi veren bir bakımevi olarak planlanan Darülaceze
Müessesesi 1896 yılında kurulmuştur. Bu kurumlar Osmanlı Devri’nden
Cumhuriyet Türkiye’sine kuşaklar boyunca gelişerek günümüze dek gelmişlerdir.
Osmanlı-Türk Tıbbının Bellibaşlı Simaları
Osmanlı-Türk tıbbında çalışmalarıyla önderlik etmiş bazı hekim ve
bilim adamlarının faaliyetlerine kısaca bakalım. Paris’te ünlü hekim ve
araştırmacı Claude Bernard’ın asistanı olmuş Şakir Paşa (1849-1909),
tıpta deneysel yöntemi Türkiye’ye
getirmiş, bu alanda ders vermiş ve
kitaplar yazmış bir akademisyen ve
araştırmacı idi. Paris’teki uzmanlık
döneminde parlak bir öğrenci olarak
göze çarpmış, eğitiminin sonunda
ülkesine dönerek, ömrünü bilimsel
çalışmalara ve Tıbbiye’de öğrenci yetiştirmeye adamıştı.
Çok usta bir cerrah ve yetenekli bir
hekim olan Operatör Dr. Cemil (Topuzlu) Paşa (1866-1958), Paris Tıp
Fakültesi’nde aldığı ihtisasın ardından,
Türkiye’ye dönerek, devrinin asepsi ve
antisepsi yöntemlerini Tıbbiye’de uy-
gulaması ile tanınmıştır. Gayet kritik
ve zor ameliyatları, kendi geliştirdiği
tekniklerden de yararlanarak başarıyla gerçekleştirmesi, çok sayıda cerrahi
aletin tasarımını da yapması, yurt içinde ve dışında yayınladığı pek çok bilimsel makale ona dünya çapında ün
kazandırmıştı. Örneğin Moskova’da
bir meme karsinomu ameliyatında
atardamarı başarıyla dikmesi dünya
literatürüne girmişti.
Batıda X ışınlarının 1895 yılında
keşfedilmesinden hemen sonra,
röntgen tekniğini Fransızca bir tıp
dergisinden öğrenen Dr. Esad Feyzi
(1874-1902), ilk basit röntgen cihazını Tıbbiye’de mütevazi olanaklarla
kurmuş ve ilk radyografileri almayı başarmıştır. O sırada Tesalya’da
patlak veren Türk-Yunan savaşında
(1897) cepheden getirilen yaralı askerler üzerinde röntgen tekniğini
uygulama önerisinde bulunmuştur.
Opr. Dr. Cemil Paşa’nın da desteğiyle,
arkadaşı Dr. Rıfat Osman ile beraber,
Yıldız Hastanesi’nde, bu tekniği yaralı
erlerin vücutlarındaki kırık, çıkık ve
mermi parçalarının radyografiyle tespit edilmesini sağlayan hekim grubu
içinde yer almıştır.
1897’de
Mekteb-i
Tıbbiye-i
Şahane’den mezun olan Dr. Esad Feyzi, Tıbbiye’de asistan olarak, fizik, jeoloji ve mineroloji derslerini vermekle
de görevlendirilir. Esad Feyzi Bey,
X-ışınlarının tıbbi amaçla kullanımını
(radyoloji) ders müfredatına sokulmasını sağlayan hekimdir. Cerrahi
kliniği şefi Cemil (Topuzlu) Paşa’dan
izin alarak burada bir “röntgen ışınları ile muayene” şubesi açılmasını
sağlar ve ömrünün sonuna kadar
bu bölümde çalışır, asistan eğitir. Bir
yandan da radyolojik çalışmalarını
Röntgen Şuâ’âtı ve Tatbikat-ı Tıbbiye
ve Cerrahiyesi (Röntgen ışınlarının
tıbbi ve cerrahi uygulaması) ismiyle
kitap halinde toplar. Önsözü yazan
Cemil Paşa’nın ifadesine göre, 176
sayfalık bu kitap, röntgen konusunda
ülkemizde yazılmış ilk klinik radyoloji
eseridir. Ne yazık ki basılamadığı için
uluslararası literatüre geçememiştir.
Kitap, Esad Feyzi’nin iki yıl boyunca
radyolojik uygulama ve denemelerini, bu konudaki gözlem ve düşüncelerini içerir. Sonunda Dr. Esad Feyzi
tarafından çekilen 12 adet radyografi
yer almaktadır. Esad Feyzi, 1897 TürkYunan harbinde, radyografi ve radyoskopi uygulamalarını, gözlem ve
istatistiklerini yayın haline getiremediğinden, bu öncü uygulama dünya
literatürüne geçememiştir. Ancak
1899’da klinik radyoloji uygulamalarını ve Yıldız Hastanesi’ndeki çalışmalarını kapsayan uzunca bir makaleyi
Nevsal- i Afiyet’te yayınlamıştır. 1902
yılında yüzünde çıkan bir çıbanın erisipelasa dönüşmesi ile menenjitten
genç yaşta hayatını kaybeder.
Tıbbiye’den mezuniyetinin ardından
Paris Tıp Fakültesi’nde göz hastalıkları ihtisası yapan, Viyana ve Berlin’de
de alanında araştırmalar yapan Dr.
Esat (Işık) Paşa (1865-1936) mahir bir
hekimdi. Oftalmaskop üzerinde düz
ve konkav aynalar taşıyan retinoskopi aletini geliştirerek oftalmolojiye
önemli katkıda bulunmuştur. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde
Sağlık Bakanı olarak görev yaptığı
sırada, İstanbul’u işgal eden İngiliz
kuvvetlerince Malta’ya sürgün edilen
aydınlar arasındaydı.
Ömrünün yarısı 19. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde, diğer yarısı ise genç Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilk kuşaklarında geçmiş olan Prof. Dr. Besim Ömer Akalın
(1862-1940), hayatı, yetiştiği ortam,
eğitimi, mesleki, idari görevleri ile örnek bir yaşam sergilemiş; üstlendiği
görevler ve faaliyetleri ile Türk eğitim ve sağlık tarihine önemli katkılar
getirmiş, ülkemizde doğum bilgisi,
çocuk sağlığı ve hastalıkları, kadın
hastalıkları dallarında; ebe, hemşire
ve hastabakıcılık eğitiminde önemli
hizmetlerde bulunmuştu. Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin yeniden canlanmasında, çağdaş ebelerin, hemşirelerin
yetişmesinde, Çocuk Esirgeme Kurumu (o zamanki adıyla Himaye-i Etfal
Cemiyeti)’nun oluşumunda, onun
başarılı organizasyonu ve liderliğinin payı vardır. Ülkesine yaptığı sayısız hizmetlerden biri, tüm 19. yüzyıl
boyunca eksikliği defalarca vurgulanmış olan kadın doğum kliniğinin
(Vilâdethane) Tıp Mektebi içinde açılmasını sağlamasıdır (1894). Üstelik
bu alanlarda yüzlerce akademik ve
popüler kitap ve yazı kaleme almıştı.
Kaynaklar, yaşadığı devirde her annenin ya da anne adayının başucunda
onun yazdığı bir kitabın bulunduğunu kaydeder.
Tıp tarihimize ve sağlık hayatına büyük katkıları olan bir başka hekim de
Akil Muhtar (Özden)’dir. II. Abdülhamid yönetimi muhaliflerinden olduSAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
73
ğu için yurt dışına çıkmak zorunda
kalmış ve İsviçre’de tıp eğitimi almıştır. İttihat ve Terakki yönetiminin
1909’da daveti ile üzerine ülkesine
dönerek, Tıbbiye’de önce halk sağlığı,
daha sonra da asıl uzmanlık dalı olan
farmakoloji derslerini vermişti. Dünyaca ünlü farmakolog Prof. Dr. Akil
Muhtar Özden (1877-1949), geliştirdiği santonin karaciğer testi ile ve kobay deri refleksi, dijital glukozoidlerin
kardiyak etkisi tanımlarıyla da uluslararası bilim literatürüne girmiştir.
Kardeşi Celâl (Muhtar) Bey (18651847) tricophytonun patojen ajanlarını ortaya koymuştur.
Mazhar Osman (Uzman) Bey (18841951) Türkiye’de psikiyatrinin temelini atan hekimdir. Merkezi sinir sistemi sifilisi ve şizofreni üzerine birçok
araştırması yayınlanmıştır. Uzun yıllar
bugünkü Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin (o dönemde
bilinen ismiyle Reşadiye Kışlası) başhekimliğini de yapmış ve modern
psikiyatrik tedavi yöntemlerini uygulamış olan Dr. Mazhar Osman halk tarafından da çok sevilen bir hekimdi.
Çok çalışkan ve kendini mesleğine
vakfetmiş bir hekim olan Dr. Hulusi
Behçet (1889-1948), 1947’de “Behçet Sendromu”nu bularak (morbus
Behçet), dünya tıp literatüründe çok
önemli bir yer kazanmıştır.
Sonuç
Bu öncü hekim ve bilim insanları çalışmalarıyla kendilerinden sonra gelen nesillere önderlik etmişlerdir. Tıp
74
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
tarihimizin 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl
başındaki bu kısa özeti, çağdaşlaşmayı, modernleşmeyi, bilimsel aklı
yaşam kılavuzu olarak seçmiş Türkiye
toplumunun öyküsüdür. Bu seçimi
ve gelişim çizgisi ile hem Batı hem de
Doğu için örnek olmuştur.
Kaynaklar
1. Altıntaş A. Tıphane-i Amire ve 14 Mart Tıp
Bayramı. Tarih ve Toplum, 1993;117:45-56.
2. Esad Feyzi, “Röntgen Şuâ’âtının suret-i istihsali, havassı, mahiyeti, tatbikat-ı tıbbiyesi”
(Röntgen ışınlarının elde edilmesi, özellikleri, tıbbi uygulaması), Nevsal-i Afiyet, yay.
B.Ömer, İstanbul 1315 (1899);1:223-234.
3. Özaydın Z. Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti
salnamesine göre Osmanlı Hilal-i Ahmer
Cemiyeti’nin kuruluşu. Tıp Tarihi Araştırmaları, 1990;4:70-77;
4. Mardin Ş. Türk Modernleşmesi, Der. M Türköne, T. Önder, İletişim yay. 16. Baskı İstanbul
2006.
5. Tucker E. Osmanlı Modernleşmesinde
Kızılay’ın Rolü: Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti. Toplumsal Tarih. 2006:32-37
6. Unat EK. Türk cerrahisinde Dr. K.A. Bernard
ve Muallim Dr. Konstantin Karateodori. Haseki Tıp Bülteni.1986; 24(3): 241-243.
7. Ülman YI. Journal de Constantinople’a Göre
Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne’nin Galatasaray Dönemi. Yüksek lisans tezi.İ.Ü.
Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İstanbul 1994
8.
Ülman YI. Gazette Médicale de
Constantinople’un Tıp Tarihimizdeki Önemi. Doktora Tezi, İ.Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İstanbul 1999.
9. Ülman, YI. Ange guardien des femmes et
des enfants: Prof. Dr. Besim Ömer Pacha (1862-1940). Médecins et Ingénieurs
ottomans à l’âge des nationalismes, ed.:
Méropi Anastassiadou-Dumont, Institut Français d’Etudes Anatoliennes Paris:
Maisoneuve&Larose, 2003: 101-123.
10. Ulman YI, Livadas G, Yildirim N, The Pioneering Steps of Radiology in Turkey (1987-
1923). European Journal of Radiology. Elsevier 2005;55(3):306-310,.
11. Ulman YI. Les premiers pas de l’anesthesie
au chloroforme en Turquie dans l’Empire
Ottoman. Annales Françaises d’Anésthesie
et de Réanimation, Nantes-France, Elsevier
2005;24(4):377-382.
12. Ulman, YI. A pioneering book of pediatrics
on prematural care in Turkey during the
Ottoman Empire. Proceedings of the 40th
International Congress on the History of
Medicine, Budapest-Hungary, August 2630th, 2006; 1:259-260.
13. Ulman YI. The Imperial School of Medicine
of Galatasaray, as an example of Medical
Modernization in Turkey. Proceedings of
the 40th International Congress on the
History of Medicine, Budapest-Hungary,
2006; 2:453-455.
14. Ülman YI, Ülkemiz ve Dünya Radyolojisine Katkılarıyla Dr. Esad Feyzi, Doktor,
2006;6(31):38-41.
15. Yarar NR, Ünver S. Esad Işık Paşa 1865-1936,
İstanbul 1972.
16. Yıldırım N. Türkçe basılı ilk tıp kitaplari. Journal of Turkish Studies, In Memoriam Ali
Nihad Tarlan, ed. S.Tekin, G.A.Tekin, vol. 3,
Cambridge (Britain), 1979: 443.
17. Yıldırım N. Evvel Zaman İstanbul’unda Sağlık. Istanbul İstanbul: Tarih Vakfı yay. 2004:
57-65.
18. Yıldırım N. Kolera salgınlarında alınan karantina önlemleri ve Osmanlı toplumsal
yaşamındaki yansımaları (1831-1918), IX.
Türk Tıp Tarihi Kongresi Bildirileri. ed. E.
Kahya, S. Şar, A. Ataç, M. Mazıcıoğlu, Nobel
yay. Kayseri 2006: 328-341.
19. Yıldırım N. Tersane-i Âmire Fabrikalarında
Tebhir Makinesi/Etüv Üretimi ve Kullanımı.
Dünü ve Bugünü ile Haliç Sempozyumu
Bildirileri, Ed. S.F.Göncüoğlu, Kadir Has Üniversitesi Yay. İstanbul 2004:421-431.
20. Yıldırım N. Darülaceze Müessesesi Tarihi,
İstanbul 1996.
21. Yıldırım N. “Kolera salgınlarında alınan karantina önlemleri ve Osmanlı toplumsal
yaşamındaki yansımaları”, IX. Türk Tıp Tarihi Kongresi bildirileri, ed: E Kahya, S Şar A.
Ataç M. Mazıcıoğlu, Kayseri 2006:328-341.
gezelimgörelim
76
Kuzeyin Nostaljik Kenti
Edinburgh
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
İskoçya’nın başkenti Edinburgh; ana
cadde Royal Mile’ye hâkim şatosu
başta olmak üzere birçok tarihi ve
kültürel zenginliğe ev sahipliği yapan, kayaların üzerine kurulmuş masal gibi bir şehir...
1437 yılından beri başkent olan
şehir, İskoçya›nın doğusunda, kuzey denizine yakın bir konumdadır.
Avrupa’nın en güzel görünümlü
kentlerinden bir olarak kabul edilen
şehir, Ortaçağ ve Georgian dönemlerine ait mimarisiyle bilinmektedir.
Başkent, Edinburgh Üniversitesi ve
İskoç Aydınlanması’nın etkisiyle yükselen kültür düzeyi ile ‘Kuzeyin Atinası’ ünvanını kazanmıştır.
Şehir, eski volkanların ve Doğu ve
Batı Britanya’nın iki kontluğunun düz
manzarasından yükselen ve kuzeye
doğru ilerleyen sığınaklarıyla, yalçın
kayalıkların üzerinde yer alıyor. Tüm
şehir ve civar bölgeler Orta Çağ’dan
kalma yapıların ve buna saygıyla devam eden mimarinin hâkimiyetiyle
eski veya eskitilmiş görünümlü. Tüm
yıl boyunca yağmurun ve sonbahar
serinliğinin hâkim olduğu şehirde taş
binalar her yağmurda daha gri, yeşil
alanlar ise daha iç açıcı bir hale geliyor. Yeşil alanların çokluğu ve nostaljik görünümle Edinburgh, asaletini
ve etkileyiciliğini her geçen gün arttıran nadir yerlerden...
Eski Şehir (Old Town) ve Yeni Şehir
(New Town) olarak ikiye ayrılmış olan
Edinburgh’ta Eski Şehir, 18. yüzyılın
başarısız şehir planlamacılığının izlerini taşımakta. Üst üste kondurulan
ve yolların yapılmasıyla yol altlarında kalan evlerle giderek artan koku,
şehrin ‘yeni’ kısmının yapılması fikrini
ortaya çıkarmış. Yeni Şehir’in Eski’ye
bakan yüzü, alışveriş caddeleri ve
yeşil bahçeleriyle Princess Street Garden, tüm canlılığıyla sizi Edinburgh
Kalesi’ne yolcu edecek.
Princess Street Garden’ın arkasından,
kayaların üstüne inşa edilmiş ve şehrin sembolü olan Edinburgh Kalesi,
her gün 13.00’da atılan ‘One O’Clock
Gun’ adlı topla, 13. yüzyılın izlerini,
Orta Çağ atmosferini hala canlı bir
şekilde taşıyan en iyi korunmuş yapılardan biri. Kaleden inişte karşınıza
çıkan Royal Mile ise sokak sanatçıları
ve dükkânları bir yana, mimarisi ile
hayran olunacak bir başka Edinburgh
güzelliği...
Ağustos ve Eylül aylarında Edinburgh
Festivali kapsamında milyonlarca ziyaretçiyi ağırlayan Edinburgh, tarihi
ve sanatıyla görülmesi gereken yerlerden biri. İskoçya’nın on binlerce
sanat eserini içinde barındıran şehir,
yüzyıllar öncesinden gelen birçok
dokuyu koruyor. Birçok büyük kitap
ve filme konu olan sokakları, yapıları
ve kendi havası serin olsa da insanlarının sıcaklığıyla Edinburgh, şöhretinin hakkını veriyor.
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
77
film
Orijinal Adı: Meu Pé De Laranja Lima
Yönetmen: Marcos Bernstein
Oyuncular: Joao Guilherme Avila, José de Abreu, Caco
Ciocler, Eduardo Dascar, Fernanda Vianna
Tür: Dramatik Komedi
Süre: 1 saat 39 dakika
78
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
Jose Mauro De Vasconcelos’ın çok
satan dünyaca ünlü romanı Şeker
Portakalı’ndan beyazperdeye uyarlanan film Zeze adındaki ufak bir çocuğun acıklı hikâyesini anlatıyor.
Yazarlıkta karar kılıncaya kadar, boks
antrenörlüğünden ressam ve heykeltıraşlara modellik yapmaya, muz
plantasyonlarında hamallıktan gece
kulüplerinde garsonluğa kadar çeşitli işlerde çalışan Jose Mauro de
Vasconcelos’un başyapıtı Şeker Portakalı, “günün birinde acıyı keşfeden
küçük bir çocuğun öyküsü»dür. Çok
yoksul bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen, dokuz yaşında yüzme öğrenirken bir gün yüzme şampiyonu olmanın hayalini kuran Vasconcelos’un
çocukluğundan derin izler taşıyan
Şeker Portakalı, yaşamın beklenmedik değişimleri karşısında büyük
sarsıntılar yaşayan küçük Zeze’nin
başından geçenleri anlatır. Brezilyalı
yazar Vasconcelos’un tam on iki günde yazdığı ve uzun süre çok satanlar
listelerinde kalan bu roman yönetmen Marcos Bernstein ile beyazperdeye taşınıyor.
Zeze fakir bir ailenin çocuklarından
bir tanesidir ve çok yaramaz olduğu
için hem aile içinde hem de mahalle
içinde hiç sevilmez. Fakirlik yüzünden taşınmak zorunda olan ve çok
üzülen Zeze’yi teselli etmek için ona
bir portakal ağacı hediye edilir. Kimse tarafından sevilmeyince portakal
ağacı Zeze’nin en iyi dostu olur ve
zamanla ağaç Zeze ile konuşmaya
başlar.
Zeze’nin en büyük hayali kasabanın
zenginlerinden Portekizlinin arabasına arkadan asılmaktır. Bir gün yine
şeytana uyar ve bunu yapmayı dener. Fakat Portekizli onu yakalar ve
bir güzel döver. Bunun üzerine Zeze
intikam yemini eder ve Portekizliyi
öldürmenin planlarını yapar.
Zeze sürekli Portekizliden kaçarken
bir gün Portekizli Zeze’nin ayağı yaralı olduğu için onu arabasına alır. O
andan sonra ikili birbirlerini tanımaya
başlarlar ve Portekizli Zeze’nin en iyi
arkadaşı olur. Hatta aralarındaki bağ
o kadar güçlenir ki Zeze Portekizlinin onu evlat edinmesini ister. Artık
Zeze’nin hayatı Portekizli ve şeker
portakalı ağacı arasında gidip gelir.
Hayal gücünün zengin ülkelerinde her gün ayrı bir macera yaşayan
Zeze’nin dramatik hikâyesini anlatan
film, izleyenlere nostaljik, hüzünlü ve
düşündürücü anlar yaşatıyor.
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
79
kitap
TÛTÎNÂME
Tûtînâme, Doğu’nun bilgeliği ve ahlaki değerlerinin temsilini üstlenen papağanın anlattığı hikâyeler silsilesinden oluşuyor.
Yazar: Nagihan Gür
Yayınevi: Kapı Yayınları
Yayın Tarihi: 2014
Sayfa Sayısı: 352
Ticaret için sefere çıkmaya niyetlenen Hoca Sâid, karısı Mâhşeker’i akıl hocası olarak gördüğü kıymetli tûtîsine (papağanına) emanet eder. Bir süre sonra
Mâhşeker’i tesadüfen gören bir beyzade, kadına âşık olur. Beyzadenin ona olan
ilgisinden haberdar olan Mâhşeker de yakışıklı adama kavuşma sevdasına düşer. Ancak Hoca Sâid’in nasihati üzerine bu meseleyi tûtîye danışmaya karar
verir. Sahibinin emanetine ihanet etmek istemeyen tûtî, Mâhşeker’in beyzadenin yanına gitmesine engel olmak için ona 30 gece boyunca hikâyeler anlatır.
Tûtînin aldığı bu zekice önlem hem Mâhşeker’in adının kötüye çıkmasına hem
de Hoca Sâid’in itibarının zedelenmesine engel olur.
Günümüz Türkçesiyle tam metin halinde hazırlanan Tûtînâme hikmetli Doğu
zekâsı ve edebiyatının parlak ve ilham verici bir örneği.
KENDİME AİT GÖRÜNMEZ BİR İŞARET
Kitabın kahramanı Mona Gray, sporculuğunu örnek aldığı babası hastalanınca, geleceği parlak bir atlet olmaktan vazgeçer, sevdiği her şeyi bırakıp kendini
matematiğin dünyasına kapatır. Babasının yaklaşan ölümünü zihninde engellemek için organlarını kesmeyi düşünür ve bu amaçla 20. doğum gününde kendine armağan olarak bir balta alır.
Yazar: Aimee Bender
Yayınevi: Can Yayınları
Yayın Tarihi: 2014
Sayfa Sayısı: 256
Matematik öğretmeni olunca, öğrencilerin sayıların ihtişam ve önemini fark
ettiğini görür. Bir süre sonra, Mona’nın girift bir şekilde örülmüş maskesinin altındakileri, bir bakışta gören yeni fen öğretmeni çıkagelir ve Mona’nın özenle
düzenlenmiş dünyası, en yüce düzen olan aşkla sarsılır.
“Bu roman bir meltem kadar hafif ve bir kar tanesi kadar kendine özgü.”
GÖLGENİN RÜYASI
“İnsan yüreği en geniş coğrafyadır, sonu gelmez bir yolculuktur.”
“Belki de hayat yabancısı olduğum bir mecradır. Dünyada öğrendiklerim başka şeyleri unutmam içindir. Ve terk edip giderken dünyayı; bilmediğimi sandığım bir yere gideceğimi sanıyorumdur. ‘Bir şeyleri özlüyorum ama ne olduğunu bilmiyorum.’ dememin nedeni belki de budur...”
Yazar: Yılmaz Şener
Yayınevi: Nemesis Kitap
Yayın Tarihi: 2014
Sayfa Sayısı: 256
80
80
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014
Henüz annesinin karnındayken kendisine anlatılan bir masalın doğduktan
sonra peşine düşen dokuz yaşında bir çocuk... Bir sabah hayatıyla ilgili çok
önemli bir şey öğrenen ve bu yüzden tüm hayatını sorgulamaya başlayan bir
komedyen... Ölmeden önce son bir roman yazmak isteyen ihtiyar bir yazar... Üç
insan, üç hikâye, bir son...

Benzer belgeler