sayi 32 k - Sağlik Ve insan Dergisi
Transkript
sayi 32 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ Prof. Dr. Ahmet Oğul ARAMAN İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet SERPER Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi ve Çocuk Ürolojisi Klinik Başkanı Bülent AKARCALI Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı Prof. Dr. Bülent ZÜLFIKAR İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı Başkanı / Türkiye Hemofili Derneği Başkanı Prof. Dr. Cevdet ERDÖL Ankara Milletvekili Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN Sağlık Editörü / Yazar / Yayıncı Prof. Dr. Hasan Fevzi BATIREL Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haydar SUR Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İskender PALA Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Metin DOĞAN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. Murat TUNCER Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa SOLAK Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana Milletvekili Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi Osman GÜZELGÖZ Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü Öznur ÇALIK TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı Malatya Milletvekili Prof. Dr. Sabahattin AYDIN Medipol Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi, Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı Prof. Dr. Tuncay DELİBAŞI Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi Prof. Dr. Uğur DİLMEN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yunus SÖYLET İstanbul Üniversitesi Rektörü Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Üyesi Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı EDİTÖRDEN Sağlıkta Kalite ve Akreditasyonun Önemi Artıyor Ülkemizde 2003 yılında uygulanmaya konulan ve başarıyla sürdürülen “Sağlıkta Dönüşüm Programı” ile hedeflenen en önemli noktalardan biri de “sağlıkta kalite ve akreditasyon”du. Sağlık hizmetlerinin en iyi şekilde, nitelikli sunumu ve sunulan hizmetlerin sağlıklı bir biçimde sürdürülmesi için Sağlık Bakanlığı harekete geçti ve bu kapsamda Strateji Geliştirme Başkanlığı bünyesinde Performans Yönetimi ve Kalite Geliştirme Daire Başkanlığı kuruldu. Daha sonra yeni yapılanmayla Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde yeniden oluşturulan ve “Sağlıkta Kalite ve Akreditasyon Daire Başkanlığı” adını alan birim sağlıkta kalite standartlarını yükseltme, geliştirme ve sağlık kurumlarının akreditasyonları faaliyetlerini başarıyla sürdürüyor. Sağlıkta en temel adımlardan olan hizmet sunumu hem sağlığın insanlarını hem de insanımızın sağlığını yakından ilgilendiren bir konu. Bu nedenle “Kalite ve Akreditasyon” her geçen gün daha fazla önem kazanıyor. Buradan yola çıkarak biz de Ağustos sayımızda kapak konumuzu “Sağlıkta Kalite ve Akreditasyon” olarak belirledik ve Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünden konunun uzmanlarıyla birlikte hazırladığımız kapsamlı dosyamızı sizlere sunduk. Bu sayımızda hazırladığımız bir diğer dosyamız da “sağlıklı beslenme” oldu. Bilgilendirici yazılarla sizlere sunduğumuz dosyamızda özellikle içinde bulunduğumuz yaz aylarında daha fazla dikkat çeken sağlıklı beslenme konusunda merak ettiklerinizi bulabileceksiniz. Sağlığın insanı ve insanın sağlığı için hazırladığımız Sağlık ve İnsan Dergimizin bu sayısında yine hem sağlık profesyonellerinin hem de sağlığa ilgi duyan ve sağlığına önem veren herkesin dikkatini çekecek konularla dolu dolu bir sayı hazırladık. İlgiyle okuyacağınızı umuyor sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz… Ayşe Aydın AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ /saglikinsandrg Yıl: 3 Sayı: 32 • AĞUSTOS 2014 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR. EsasMedya Ltd. Şti. adına /saglikveinsandergisi www.saglikveinsandergisi.com www.saglikveinsandergisi.com [email protected] Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: M. Suat GÜZELGÖZ Yayın Koordinatörü: Ayşe AYDIN Hukuk Danışmanı: Av. Bekir EREN Kurumsal İletişim ve Reklam: Ensar ÜSTÜN Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım: EsasMedya Tasarım Yayın İdare Merkezi: Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83 Yayın Türü: Yaygın Süreli Basım Yeri: İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş. Macun Mah. 3. cad. No: 2 (A Girişi) İstanbul Yolu 6. km. Yenimahalle / ANKARA Tel : 0312 397 91 40 Basım Tarihi: Ağustos 2014, ANKARA Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir. Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir. 06 Sağlıkta Kalitenin Hasta Güvenliğine Katkıları 12 30 Kimyasal Maddeler Kısırlık Nedeni Olabilir 44 Bebek Beslenmesinde Dikkat Edilmesi Gerekenler Sağlıkta Kalite ve Performans 34 Mobil Sağlık Uygulamaları Ne Kadar Güvenli? 70 Türkiye’de 19. ve 20 Yüzyıllarda Tıp Tarihinin Ana Hatları (1827-1923) 76 Kuzeyin Nostaljik Kenti: EDINBURGH haber İKİ DENİZ NAKİL ARACI HİZMETE ALINDI Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Adalar’da hizmete alınan deniz nakil araçlarının en büyük özelliğinin sarsmaması olduğunu ifade ederek, “İki sedye, iki hastayı aynı anda taşıyabiliyor. Acil müdahale edilebilecek ekipmanları var. 24 saat devamlı hizmet verebiliyoruz” dedi. Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, Büyükada’da düzenlenen törenle 2 deniz nakil aracını hizmete soktu. Araçta gazetecilere açıklamalarda bulunan Müezzinoğlu, deniz araçlarının 4 adadaki vakaları, 24 saat kesintisiniz anakaraya 8-9 dakika içerisinde ulaştırabileceğini söyledi. Bu kapsamda 4 adayı ziyaret ettiğini belirten Müezzinoğlu, “Onlardan da yanılmıyorsam son bir ayda 111 vaka transferi olmuş. Hatta Kınalıada’da ilk vaka transferini de buradan uğurlamış olduk” dedi. Bakanlık olarak acil hizmetlerde Türkiye’nin hangi noktasında olursa olsun tüm kör noktaları çözebilecek tedbirleri almaya çalıştıklarını belirten Bakan Müezzinoğlu, İstanbul’un incisi olan adalara ve halkına modern ve hızlı teknolojiyi sunduklarını dile getirdi. Bakan Müezzinoğlu, nakil araçlarda bulunan özellikleri şöyle anlattı: “Deniz aracının en büyük özelliği; sarsmaması. Yani denize oturma şekliyle sarsmadan transfer ediyor. İki sedye, iki hastayı aynı anda taşıyabiliyor. Acil müdahale edilebilecek ekipmanları var. 24 saat devamlı hizmet verebiliyoruz. Çok olağanüstü hava koşulları, zaman zaman sis ve fırtınada deniz seferleri iptal gibi durumlar haricinde, 24 saat kesintisiz hizmet 4 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 verecek bu modern araçlarımız. Oksijen, monitör takipleri gibi araçlar var. Araçlar, hastayı hemen eğitim araştırma hastanemize ulaştırabilecek. Ortalama deniz trafiği 7-8 dakika ama hasta alındıktan sonra hastaneye ulaşımı 20-25 dakika. Şu anda ilave iki araç. Önceki araçlarımız hizmete devam ediyor. Toplam 4 oluyor. Belediyenin de iki aracı var ama onlar galiba şu anda hizmet dışı kalmış. Sağlık Bakanlığı olarak 4 hasta transfer aracımız oldu. 4 odaya 4 tane.” Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, bu hizmetlerin maliyetinin hesaplanmayacağını belirterek, belirli bir rakamı olduğunu, verilen hizmete ve mile göre ilave ücretin alınacağını ifade etti. Bir gazetecinin, “İnşallah mazotları bitmez” sözleri üzerine Müezzinoğlu, “Bizim öyle bir sıkıntımız olmaz. 7-24 bizde öyle bir sıkıntı olmaz. Daha önce belediyenin ve Deniz Kuvvetleri’nde, o araçlarda öyle bir ters durum yaşadık. İnşallah bizler öyle bir sıkıntı yaşamayacağız. Tek korkumuz olağanüstü hava koşulları” diye konuştu. Deniz nakil araçları hakkında Deniz nakil araçları, karayolu trafik şartlarının yoğun olduğu zamanlarda geciken acil sağlık hizmetlerini hızlandırmak ve sürekliliğini sağlamak için çok ciddi vakalar dışındaki vakaların anakaraya ulaştırılmasını sağlayacak. İstanbul’da, deniz ambulans hizmetleri, bakım, onarım, yakıt giderleri ve personel özlük hakları Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğüne ait olmak üzere Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nce sevk ve idare edilen, Büyükada ve Büyükdere’de konuşlu 2 deniz ambulansı ile yürütülüyor. Sahil Güvenlik Komutanlığı, Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü ile Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü arasında imzalanan Acil Durumlarda Türk Arama Kurtarma Bölgesi İçerisinde Tıbbi Tahliye Faaliyetlerinin Yürütülmesine Dair İşbirliği Protokolü gereğince İstanbul’da deniz ambulansının hizmet veremediği veya görevli olduğu durumlarda, Sahil Güvenlik Komutanlığı’na ait botlar, adalar ve gemilerden tıbbi tahliye faaliyetlerini yürütüyor. Arama Kurtarma Yönetmeliği’ne göre Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü botları zorunlu durumlarda adalardan vakaların tıbbi tahliyesinde görev yapıyor. İki deniz nakil aracının, biri Heybeliada, diğeri de Kınalıada ve Burgazada’da konuşlandırılarak, faaliyete geçirilecek. 37,500’ü • Son on yılda yıllık ortalama %5.1’lik nominal GSYİH • Avrupa, Kafkaslar, Orta Asya, Orta Doğu ve artışı ile Avrupa’nın en hızlı büyüyen ekonomisi ve Kuzey Afrika’ya erişim dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri (2004-2013) • Kamu- özel sektör işbirliğinde 1.1 trilyon $ GSYİH ile dünyanın 16. büyük ekonomisi (IMF 2013) • Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ülkeleri arasında %5.2 ortalama yıllık büyüme beklentisiyle en hızlı büyüyen ekonomi (OECD 2012-2017) • Yüksek rekabete dayalı yatırım teşvikleri ve özel Ar-Ge desteği • Yarısı 30.4 yaşın altında olan 76.6 miyonluk nüfus • Yılda yaklaşık 610.000 üniversite mezunu SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 5 kapakkonusu SAĞLIKTA KALİTENİN HASTA GÜVENLİĞİNE KATKILARI Bayram DEMİR Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü Sağlıkta Kalite ve Akreditasyon Daire Başkanlığı Ülke yönetimlerinin sağlık sektörü için önem sıralamasının başında sağlık hizmetlerine erişim gelmektedir. Sağlık hizmetlerine erişim gibi temel parametreyi göreli olarak da olsa yerine getiren sağlık sistemlerinin gündemine diğer birkaç başlığın yanında “kaliteli sağlık hizmetleri” dahil olmaktadır. Böylelikle, kalite çalışmalarının günümüzde gelişmiş sağlık sistemlerinde sistematik bir çalışma alanı olması bu bakış açısından daha anlamlı görünmektedir. Sağlık sistemleri içerisinde niceliksel olarak sağlık hizmet arzını artırmak başlı başına sağlık hizmetlerinde 6 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 yaşanan sorunları azaltmamaktadır. Bunun yanında, verilen hizmetleri niteliksel açıdan standardize etmek gereği ortaya çıkmaktadır. Sağlık hizmetlerinde kalite, sunulan hizmetin iyileştirilerek standardizasyonunu öngörmektedir. Sağlık hizmetlerinde iyileştirme ve standardizasyon tedavi ve bakım hizmetinin tabiatında var olan bir hususiyettir ancak hastane organizasyonunun tümüne sirayeti kalite çalışmalarıyla mümkün olmaktadır. Sağlık kurumlarında kalite çalışmaları, hizmet sunumunda yaşanan sorunları aşmak için kalite çözümleri üretmeye ve kalite çözümleri için ar-ge çalışmalarına odaklanmış bulunmaktadır. 20. yüzyılın ürünü olan sağlıkta kalite çalışmaları son 20 yılda ise farklı bir çehre kazanmaya başlamıştır. Hizmetlerde iyileştirme esaslı standardizasyonun yanına “hasta güvenliği” konsepti yerleştirilmeye başlanmıştır. Hastane hizmetlerinden yararlanan kişi sayısının artması, sunulan hizmetlerin artması ve sağlık hizmetinin daha karmaşık hale gelmesi sağlık hizmetinde “güvenlik” yaklaşımını zorunu olarak ortaya çıkarmıştır. Sağlık hizmetinin en önemli paydaşı olan hastanın, hastanede bulunduğu sürede hastalığından gayrı herhangi bir olumsuzluğa maruz kalmasını önleme üzerine kurulu “hasta güvenliği” kavramı bu yönüyle sağlık hizmetlerinde ana eksenlerden biri haline gelmiştir. Kalitenin ayrılmaz parçası olarak “hasta güvenliği” ülkeler düzeyinde geniş bir alan bulması yanı sıra Dünya Sağlık Örgütü nezdinde de küresel bir inisiyatif olarak hayata geçmiştir. Sağlık kurumlarında gerek kalite çalışmaları ve gerekse hasta güvenliği çalışmalarının uygulanmasını sağlayan birkaç kaynak ve araç bulunmaktadır; Yasal düzenlemeler, akreditasyon çalışmaları, hasta güvenliği kalite/performans indikatörleri gibi kaynaklar bu araçlar arasında sayılabilir. Yasal düzenlemeler tüm kurumların uygulamakta zorunlu olduğu kuralları içerirken diğerleri kurumsal gelişim açısından büyük öneme sahip güdüleyici etkenlerdir. Yasal düzenlemeler, kurum ve çalışanları asgari gereklilikler noktasında kalite ve hasta güvenliğinde önlemler almakla yükümlü kılarken, akreditasyon, öz değerlendirme ve diğer kalite iyileştirme çalışmaları ise muhatap kurumların diğer organizasyonlardan ayırt edici yönlerini ortaya koymaktadır. Her insan hata yapabilir ve insan tabiatında hata yapma olasılığı her zaman için bulunmaktadır. Bunu değiştirmek mümkün olamamaktadır. Ancak, insanların hata yapmasına zemin teşkil eden çalışma koşullarını değiştirmek ve daha iyiye doğru geliştirmek mümkündür. Sağlık hizmetlerinde ise, sağlık personelinin çalışma sürecindeki hatalarını azaltma üzerine temellendirilmiş sistem kurgusu doğrudan hasta güvenliğini geliştirmektedir. Kalite çalışmaları da tam olarak bunu sağlayacak şekilde tasarlanmaktadır. Çalışma şartlarının ve çalışma sürecinin değiştirilmesini de içeren kalite çalışmaları hasta güvenliğini geliştirmektedir. Hasta güvenliği kültürü birdenbire gelişmemekte ve daha ötesi kalite kültürü içerisinden doğmaktadır. Bu yönüyle, kalite çalışmalarının hasta güvenliğine katkılarını kısaca sıralayacak olursak; • Kurumların hasta güvenliği çalışmalarına hazır bulunmasını sağlar. • Kurumlarda bütün paydaşları dikkate alan sistematik çalışma anlayışının hasta güvenliği çerçevesinden gelişimini sağlar. • Hasta güvenliği anlayışının geliştirilmesi için meşru bir zemin oluşturur. • Hasta güvenliği çözümlerinin yaygınlaşmasını ve uygulanmasını kolaylaştırır. • Akreditasyon ve diğer kalite sis- temleri içinde hasta güvenliğine önemli bir yer ayrılmaktadır. • Hasta güvenliğinin geliştirilmesi için kalite uygulamaları içinde hasta güvenliği indikatörleri oluşturulmaktadır. Sonuç olarak, kalite uygulamalarının adeta mütemmim cüzü sayılabilecek hale gelen “hasta güvenliği” yaklaşımı, sağlık hizmetlerinde sonuç odaklı hasta tedavisinde ihmal edilmeyecek denli yasal ve sosyal zemine kavuşmuştur. Dünyanın gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinde kendisine zemin bulan hasta güvenliği kültürünün çoğunlukla Devletin rehberliğinde geliştiği görülmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında, ülkemiz kamu sağlık teşkilatının yani Sağlık Bakanlığı’nın yasal olarak başlattığı sağlıkta kalite çalışmalarının ülkedeki hasta güvenliği kültürünün oluşmasına önemli katkı sağladığı ve dünya ile aynı zaman diliminde, ortak bir hizmet dili üzerinden gelişimine devam ettiği düşünülmektedir. Ülkemizde sağlık turizmi olgusunun gelişiminde de dünya ortak hizmet dili etkisi bulunmaktadır. Dolayısıyla, ülkedeki Sağlıkta Kalite Standartlarının ve diğer kalite çalışmalarının periyodik olarak tüm sağlık kurumlarında gerçekleştirilmesi ve değerlendirme çalışmalarının yapılması “Hasta Güvenliği” olgusunu kurumsal öğrenme sürecinin de ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir. SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 7 kapakkonusu DÜNYADAN ÖRNEKLERLE SAĞLIKTA ULUSAL KALİTE SİSTEMLERİ Dr. Hasan GÜLER Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı Sağlıkta kalite denince akla gelen farklı yapılanmalar bulunsa da mevcut ulusal ve uluslar arası tüm kalite sistemlerinin buluştuğu ortak bir payda olduğu aşikârdır. Bu noktadan hareketle, sağlıkta kalitenin sağlanması amacı ile oluşturulmuş programların ortak ve temel birtakım unsurları vardır. Öncelikle; her kalite sisteminin ana yapı taşlarından biri “Standartlar”dır. Yetkili bir otorite tarafından önceden belirlenmiş, bir kuruluş veya bireyin kabul edilebilir performans düzeyini tarif eden kriterlerden oluşan standartlar, uluslar arası kabul edilmiş 8 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 setlerin ülkeye entegre edilmiş biçimi ya da ülke kaynakları ile oluşturulmuş özgün setler şeklinde olabilir. Sağlık kurumlarının standartlar çerçevesinde gözetim ve denetimini yapan bir birimin bulunması, sistemin diğer bir önemli yapı taşıdır. Gözetim ve denetimden sorumlu birim ya da kurum standartların kurumlardaki uygulamalarını değerlendiren profesyoneller ile birlikte çalışmaktadır. Bütün bunların yanında, programlar, kalite sistemlerinin bir gereği olarak sürekli kendini ve sorumluluk alanındaki kurumları ve hizmetleri geliştirmek üzerine kurgulanmıştır. Son 20 yılda Sağlık hizmetlerinde kalite ve akreditasyona yönelik gittikçe artan uluslar arası bir ilgi vardır. Bu ilginin arkasındaki nedenler çeşitlidir: • Bütün dünyada sağlık bakım profesyonellerinin gelişme isteği • Halk sağlığını iyileştirme isteği • Sağlık hizmetlerinin artan maliyet- leri göz önüne alındığında, sağlık bakım harcamalarıyla elde edilen değere ilişkin endişeler • İnternet aracılığıyla, bakımın kalitesiyle ilgili konulardaki bilginin artan erişilebilirliği • Çok uluslu şirketlerin dünyanın birçok ülkesinde bulunan çalışanları için güvenli ve etkili sağlık hizmetleri sunulması konusundaki ilgileri Dünyada özellikle 1990’dan beri kalite alanına ilgi yoğunlaşmıştır. Çeşitli ülkelerde profesyonellerin ve hastanelerin kalite ve kalite güvencesi konusunda sorumluluk almalarını gerektiren kanunlar çıkartılmış ya da düzenlemeler yapılmıştır. Birçok devlet, profesyonel derneklerin ve diğer örgütlerin finansal olarak desteklenmesi ve bağımsız ulusal kalite örgütlerinin kurulması yoluy- la kaliteyle ilgili faaliyetleri teşvik etmektedir. Hollanda’daki Ulusal Kalite Güvencesi Örgütü, Belçika, Almanya, İtalya, Fransa ve İspanya’daki bu tür örgütler için bir model teşkil etmiştir. Aynı şekilde ABD, kanda ve Avustralya gibi gelişmiş bazı ülkelerin geliştirdiği standart setleri ve kurumsal yapılanmalar diğer örnekler için kaynak ve örnek teşkil etmiştir. Devletler, halkın sağlık hizmetlerini eleştirmesine, maksimum bekleme süreleri gibi hizmet garantileri önererek ve hasta haklarını belgeleyerek cevap vermeye çalışmaktadırlar. Kaliteyi iyileştirirken maliyetleri azaltma yaklaşımlarının da gelişmesi ile kalite yönetimi anlayışına ilgi gün geçtikçe artmaktadır. Aşağıda bazı gelişmiş ülkelerdeki ulusal kalite sistemlerinin mevcut durumu ile ilgili kısa bilgiler bulunmaktadır. Fransa Fransa’da Sağlık Hizmetlerinde Akreditasyon ve Değerlendirme Ulusal Kurumu (Agence Nationale D’accréditation Et D’evaluation En Santé (ANAES)), kısmen hükümet tarafından finanse edilmektedir ve bir parlamento organı tarafından yönetilmektedir. 1997 yılında başlatılan program ikincil ve üçüncül sağlık bakımı alanlarında faaliyet göstermektedir. Fransa’daki bütün hastaneler akreditasyon programından yararlanabilmektedir. Fransa Sağlık Bakanlığı akreditasyon standartlarını web sitesi üzerinden ulaşılabilir hale getirmiştir. Akreditasyon standartlarının geliştirilmesi aşamasında Amerika ve Kanada’nın standart setlerinden yararlanılmıştır. Kurum tetkik sonuçlarını internet üzerinden yayınlamaktadır. Kurumun gelirleri tetkik sonucu hastanelerden gelen ücretlerle, hükümetin desteklediği fonlar yoluyla sağlanır. Fransa’da özel hastanelerin (kar amaçlı olan-olmayan) ödemeleri hizmet başı temelinde gerçekleşmektedir. Hastaneler ve bölgesel finansman kuruluşları bir sonraki yılın ödemeleri için sabit bütçeler üzerinde anlaşmakta; fona bağlı hastalar için belli sayıda yatış günü ve hastane başvurusu bu kapsamda karşılanmaktadır. Otelcilik hizmetleri ve medikal olmayan personel hizmetlerinin ödenmesi için saptanacak olan günlük ücretlerin hesaplanmasında hastanelerin uzmanlık alanı ve kalitesine dayalı bir hastane sınıflama sistemi kullanılmaktadır. Bu sınıflama sistemi ile 1973’den bu yana her hastaneye; tıbbi hizmetler, tıbbi olmayan çalışanlar, otelcilik hizmetleri, teknik ekipman alanlarındaki özelliklerine göre puanlar verilmektedir. Toplamda alınan puanlara göre her hastane A, B, C, D veya E sınıfına alınmakta ve her sınıfta farklı umanlık alanlarına göre gündemlik ücretler saptanmaktadır. Bu sınıflama sistemi ile hastaneler hizmetlerini iyileştirmeye teknolojiye, ekipmana ve uzman çalışanlara yatırım yaparak puanlarını artırmaya ve günlük ücretlerini yükseltmeye teşvik edilmektedirler. Birleşik Krallık Birleşik Krallıkta sağlıkta kalite yapılanması için üç önemli yapı incelenbilir. • Health Quality Services (Sağlıkta Kalite Hizmetleri) Kraliyet Fonuna bağlı olarak 1990 yılında akreditasyon faaliyetlerine başlamıştır. 1991 yılında akreditasyon sürecine yönelik ilk tetkik gerçekleştirilmiştir. Organizasyon bütün sağlık bakım alanlarına odaklanmaktadır. Sahip olduğu standartların bazı bölümlerini yayınlamaktadır. • Kullanılan derecelendirme sisteminde aşağıdaki kriterler değerlendirilmektedir: • Zayıf, orta, iyi ve mükemmel ola- rak derecelendirilen genel kriterler; hizmet kalitesi, kaynak kullanımı, temel standartları sağlama durumu, ulusal hedefleri karşılama durumu • Puanlanan alt kriterler; güvenlik ve temizlik durumu, bakım standartları, bekleme süreleri, itibar ve saygınlık, kamu sağlığı, iyi yönetim • Özel hizmetlerin değerlendirilmesi; çocuklara yönelik, annelere yönelik hizmetler • Hastane Akreditasyon Programı (Hospital Accreditation Programme (HAP)) 1986 yılında gelişmeye başlayan bir organizasyondur. İlk tetkiki 1990 yılında gerçekleştirmiştir. Sağlık bakımında birincil ve ikincil basamağa odaklanmaktadır. Kanuna tabi zorunlu bir uygulama değildir. • Klinik Standartlar Kurulu (Clinical Standarts Board (CSB)) İskoçya’da oluşturulan bir akreditasyon programıdır. NHS Act İskoçya 1998 kanunu İskoçya’da akreditasyon ile ilintili bir kanundur. Bağımsız bir kuruluş olmasına rağmen hükümet tarafından desteklenmektedir. Program 1999 yılında gelişmeye başlamış ve ilk tetkik 2000 yılında gerçekleştirilmiştir. Başlangıçta koroner kalp hastalıkları, akıl sağlığı ve kanser programına odaklanmış daha sonra sağlık bakımının bütün alanlarına geçiş yapmıştır. Kurumun standartları farklı ülkelerin uygulamalarının kombinasyonu olarak görülebilir. Kurum sahip olduğu standartları yayınlamaktadır. Akreditasyon tetkik süreci sonundaki rapor web sitesinde yayınlanmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri Tıp Enstitüsü (IOM (Institute of Medicine)) tarafından ortaya konulan 6 iyileştirme aracı (Güvenlik, Etkililik, Hasta-merkezlilik, Zamanında, Verimlilik, Eşitlik) çerçevesinde şekillenen bir yapı ortaya konulmakla birlikte farklı eyaletlerde kullanılan farklı kayıt metodolojileri ve çeşitli örgütler Medicare ve Medicaid sistemine (CMS) bilgi sağlamaktadır. Veterans Affairs Sağlık Sistemi Departmanı, Sağlık Bakım Araştırmaları ve Kalite Kuruluşu (AHRQ) ile JCAHO, NQF, AHA gibi diğer ulusal hastane dernekleriyle işbirliği içindedir. Hizmet sunuculara sadece hizmet başına değil kaliteye göre ödeme yapmaya önem verilmektedir. ABD’de bu şekilde eyalet içi ve ulusal düzeyde farklı derecelendirme sistemleri bulunmaktadır. Bunlar arasında en kapsamlı bilgi sağlayanlardan biri HealthGrades Sistemidir. HealthGrades, 1999 yılında kurulan ülkedeki 750.000 hekim, SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 9 5.000 hastane ve 16.000 bakımevine ilişkin değerlendirmeler yapan bağımsız bir kuruluştur. Kayıtlı hastanelerin gönüllü olarak sağladığı verilerle oluşturulan ve internette ulaşılabilen Hastane Kalite Raporlarında yer alan bilgiler şu başlıklarda yer almaktadır: • Hastane Bilgileri • Kazanılan Ödüller • Genel Hizmet Puanları • Hasta Güvenliği Puanları • Güvenli Uygulamalar • Tıbbi alandaki Puanlar Danimarka Danimarka’da hastaneler; fiziksel özellikler (oda başı yatak sayısı gibi), hasta güvenliği (tıbbi hata düzeyleri), enfeksiyon düzeyleri, yatan ve ayaktan hasta memnuniyeti, bekleme süreleri ve bazı spesifik hastalık oranları ile değerlendirilerek puanlandırılmaktadır. Danimarka’da kullanılan bu hastane derecelendirme sistemi Avrupa Sağlık Tüketici Dizini 2008 raporunda en başarılı kullanıcı katalogu olarak değerlendirilmiştir. Finlandiya Finlandiya akreditasyon sistemi 1994 yılında oluşturulmaya başlanmış ve 1995 yılında ilk tetkikini gerçekleştirmiştir. Program sağlık hizmetlerinin bütün boyutlarını ve sosyal hizmetleri de içine almaktadır. Sağlık bakım organizasyonları programı uygulama konusunda zorunlu değildirler. Program bütün genel sağlık organizasyonlarında uygulanabilmektedir. Standartların gelişiminde İngiltere Akreditasyon sisteminden yoğun bir şekilde etkilenmiştir. Akreditasyon sistemi tetkiklerden elde ettiği gelirlerle kendini finanse etmektedir. Almanya Almanya’da, 1997’de başlayan akreditasyon çalışmaları “Hastanelerde Kalite ve Şeffaflık Kurulu” (Koopera10 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 tion für Transparenz und Qualität im Krankenhaus (KTQ)) tarafından yürütülmektedir. Ülkede akreditasyon çalışmaları zorunlu tutulmamaktadır. Üçüncül sağlık bakımına odaklanan kurulun masrafları kısmi olarak Sağlık Bakanlığından ve akredite çalışmaları sürdürülen kurumlardan alınan ücretlerden sağlanmaktadır. Tetkik raporlarının bazı bölümleri açıklanabilmektedir. İrlanda İrlanda’da akreditasyon çalışmaları hakkında herhangi bir kanun bulunmamaktadır. 1999 yılında çalışmalarına başlayan Genel Akademik Eğitim Hastaneleri Akreditasyon Projeleri (Major Academıc Teachıng Hospıtals (MATHs)Accredıtatıon Project) önceleri hükümet tarafından masrafları karşılanmaktayken günümüzde sürece katılan kurumlardan elde ettiği gelirlerle faaliyetlerini sürdürmektedir. Kanada akreditasyon sisteminden etkilenerek oluşturduğu standartlarının gelişimi için hala çalışmaları devam ettirmektedir. Uygulamalarını daha çok ikincil, üçüncül ve acil bakım hizmeti veren sağlık kurumlarına yönelik olarak sürdürmektedir. İspanya Başlangıcı 1994 yılına dayanan kurum 1980 ve 1986 yılında çıkan kanunlarla bağlantılıdır. Uluslar Arası Akreditasyon Ortak Kurumu – Avedis Donabedian Vakfı (Acreditación Internacional Joint CommissionFundación Avedis Donabedian (JCIFAD)) 1996 yılında ilk tetkikini gerçekleştirmiştir. Devletten bağımsız olarak faaliyet gösteren akreditasyon kurumu bünyesinde sağlık bakanlığından bir temsilci bulunmaktadır. Daha çok ayaktan sağlık bakım hizmeti veren kurumlara yönelik çalışmalar vardır. JCI (ABD) standartlarından etkilenerek ulusal akreditasyon standartlarını oluşturmuştur. İsviçre İsviçre’de genel olarak kalite güven- cesinin sağlanması ile ilgili yasalar mevcuttur. 1994 yılında başlayan akreditasyon çalışmaları başlangıçta devlet tarafından finansal olarak desteklenmesine rağmen günümüzde kalite kuruluna devlet desteği söz konusu değildir. İsviçre Sağlık Hizmetlerinde Kalite Kurulu (Vereinigung für Qualitätsförderung im Gesundheitswesen (VQG): Akkreditierung) herhangi bir hükümet kaynağından bağımsız olarak ilk tetkikini 1998 yılında gerçekleştirmiştir. Ulusal akreditasyon standartlarını yayınlamaktadır. İkinci ve üçüncül hasta bakımına odaklanarak tüm hastanelerde faaliyet göstermektedir. Sonuç olarak; sağlık reformunu desteklemek, hizmet yönetim kalitesini geliştirmek ve sürekli kalite gelişimini teşvik etmek amacıyla hükümetler, sağlıkta kalitenin izlenmesi ve akreditasyona önem vermektedirler. Uluslar arası deneyim göstermektedir ki.; hastanelerin performansını değerlendirmekte kullanılan göstergeler altyapı, süreç ve sonuç göstergeleri olarak ayrı ayrı ele alınmaktadır. Bu göstergeler, hizmet ve klinik standartları belirlemekte olabildiğince standart, ölçülebilir, karşılaştırmalara uygun özeliklerde saptanmakta ve izlenmektedir. Türkiye’de ikinci ve üçüncü basamakta sağlık hizmeti sunan kuruluşların hizmet kalitesini değerlendirmek için Sağlık Bakanlığınca geliştirilmiş bir yapı olan Ulusal Kalite Sistemi ile alt yapısı henüz oluşturulan Sağlıkta Akreditasyon Sisteminde uluslar arası sistemlerin farklı özelliklerinden yararlanılmıştır. Gönüllü ve zorunlu değerlendirme sistemlerinin bir arada kurgulandığı Türkiye modelinde bundan sonraki süreçte klinik sonuç göstergeleri, tıbbi hata oranları, belli tanılar için klinik süreçlerin uygunluğu, klinik rehberlerin kullanımı üzerine daha fazla odaklanılacaktır. Model doğası gereği sürekli gelişime açık ve dinamik bir yapıda kurgulanmıştır. Bu kurgu nihai hedef olan sağlık hizmet kalitesinin izlenebilir ve sürekli iyileştirilebilir olmasının temel şartıdır. kapakkonusu SAĞLIKTA KALİTE VE PERFORMANS Dilaver TENGİLİMOĞLU Atılım Üniversitesi, İşletme Fakültesi, İşletme Bölümü Öğretim Üyesi Necati KOCAKOÇ Sağlık Bakanlığı Denetim Hizmetleri Başkanlığı GİRİŞ Bireylerin memnuniyeti ve mutluluğu kaliteyi ve başarıyı beraberinde getirecektir. Bu bilinç ve anlayışla insana değer veren ve yatırım yapan her kurum mutlaka başarıya ulaşacaktır. Türkiye’de tüm sektörlerde olduğu gibi sağlık sektöründe de kaynakların dağılımında dengesizlikler, hastane ve sağlık personeli sayısının yetersizliği, çalışma koşullarının zorluğu ve hasta sayısının fazlalığı, sağlık sektöründe çalışanların aldıkları eğitime uygun alanlarda çalıştırılmamaları, çalışanların takdir edilmemesi ve bireysel performanslarına gereken önemin verilmemesi, hakkaniyete uygun ek ödemelerin yapılmaması gibi sorunlar bulunmaktadır. 12 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 Ayrıca sağlık hizmetlerinin örgütlenmesi ile ilgili yasal düzenlemeler dağınık, birbirinden kopuk ve yetersiz durumda olup; yürürlükteki yasal düzenlemeler bugünün ihtiyaçlarına cevap vermekten uzaktır. Bu nedenle de gerek çalışanlara, gerekse sağlık hizmetini alan bireylere yeterli düzeyde haklar ve imkânlar sunulamamaktadır. Hizmet kalitesi ve performans kavramları özellikle 20. yy’dan itibaren önemsenmeye başlanmış, birbiri ile çok yakın ilişkili ve birçok araştırma ve bilimsel çalışmaya konu olmuş kavramlardır. Hizmet kalitesi; sunulan hizmetin hizmet alıcısı tarafından algılanan memnuniyeti ve hizmet alıcısının tatmini olarak ifade edilebilir. Performans ise, bir örgütün veya kurumun amaçlarına ulaşması için çalışanların göstereceği başarı olarak tanımlanabilir. Performans kavramı beraberinde motivasyon (güdüleme) kavramını getirmektedir, motivasyon ise bir bireyin yeteneklerini ve çabalarını örgüt amaçlarına yönlendirilmesi için teşvik edilmesidir. Gelişmiş bazı ülkelerde sağlık sistem- leri performans ve kalite yönünden izlenmekte, bu konuda bazı standartlar geliştirilmektedir. Ülkemizde ise sağlık sisteminin fonksiyonel yönden kendisinden bekleneni verebilmesi için önemli bazı yapısal düzenlemelere gidilmektedir. 1. SAĞLIKTA KALİTE Günlük hayatta çok sık karşılaşılan kavramlardan birisi olan kalite, insanların ve sistemlerin “hata yapması” ve “mükemmele ulaşma isteği” gerçeğinden ortaya çıkmıştır. Kaliteyi; Gilmore (1974) ”Belli ürünün, belli müşterinin ihtiyacını giderme derecesi”, Juran (1988) “Kullanıma uygunluk”, Broh (1982) “Kabul edilebilir bir maliyeti bulunan mükemmellik derecesi” şeklinde tanımlamaktadırlar. Sağlık sunumlarında kaliteli hizmet sunmanın geçmişi Hammurabi Kanunları’na kadar dayanmaktadır. Hammurabi Kanunları’nın bazı maddelerinin, özellikle doktor-hasta ilişkileri kapsamında yapılan tıbbi müdahalenin başarılı ya da başarısız olma durumları ile ilgili uygulanacak birtakım yasal düzenlemeleri kapsadığı görülmektedir. Hammurabi Kanunları’nın 215 ve 220. maddeleri arasında yer alan bir maddede “eğer bir cerrah bronz bıçağı ile özgür bir adamda kesik yapar, adamın yaşamını kurtarır ya da apsesini açıp iyileştirirse, bronz bıçağı ile girişimde bulunup özgür adamın gözünü iyileştirirse ona 10 gümüş şekel verilecektir” ifadesi yer almaktadır. (Kaya, 2005: 18) Donabedian, sağlık hizmetlerinde kalitenin üç yöne sahip olduğundan bahsetmektedir; teknik yönü, kişiler arası iletişim yönü ve sağlık hizmetinin konfor yönü. Teknik yön, tıbbi bilim ve bilginin sağlık probleminin belirlenmesinde ve tedavi edilmesinde ne derece iyi uygulandığını gösterir. Kalitenin kişiler arası iletişim yönü; hasta ile iletişim içine giren doktor, hemşire gibi sağlık hizmeti sunan kişilerin yardımseverlik, dostça yaklaşım gibi özelliklerini ifade etmektedir. Konfor yönü ise, hastanede sunulan olanaklar ve bu olanakların rahatlığı gibi konuları kapsamaktadır (Varinli ve Çakır, 2004: 34-35). Sağlık hizmetlerinde kalitenin 3 boyutu Şekil 1’deki gibidir. Sağlık hizmetlerinde kalitenin boyutlarının sınıflandırılmasında Omachonu, sağlık hizmetlerinde kaliteyi sanatsal ve teknik boyutlarda ele almıştır. Sağlık hizmet sunumunda sağlık kurumlarının verdikleri hizmet kalitesinin tespit edilmesi ve kaliteli, hatasız sağlık hizmetlerinin arz edilmesi temini ve devamlı geliştirilmesi, amaçlanan hedef olmalıdır. Sağlık hizmetleri sektöründe etkin bir kalite yaklaşımı programı açısından, teşhis ve tedavi faaliyetlerinin devamlı incelenmesi ve izlenmesi, hastane enfeksiyon, hasta yaralanma ve kaza sayısının minimuma indirilmesi yoluyla hasta bakım kalitesi arttırılabilir. Bu yaklaşım kapsamında teknik kalite ve tedavi sanatı (uygulama sanatı) tarafından saptanmaktadır. Yüksek kaliteli sağlık hizmetinin sunulmasına ilişkin bazı özellikler Amerikan Tıp Konseyi tarafından bir raporla belirlenmiştir. Yüksek kalitedeki tıbbi bakımın taşıması gereken özellikler şu şekilde sıralanmaktadır (Devebakan, 2005: 19-20): manda optimal gelişme sağlamalı, • Sağlık durumu yükseltilmeli, has- talık ve bunun gibi durumlar erken teşhis edilip tedavisi sağlanmalıdır, • Tıbbi bakım zamanında sunulmalı, bir başka ifadeyle, bakım zamanında verilmeli, sürekli olmalı, hastaya uygun olmayan tedavi verilmemeli ve tedavi süresi gereksiz bir şekilde uzatılmamalı, • Bakım aşamasında ve bu aşamada ilgili kararlarda hasta ile bilinçli bir biçimde işbirliği yapılmalı ve hastanın bakım aşamasına katılımını sağlamanın yolları aranmalı, • Bakım, tıp biliminin kabul edilmiş ilkelerine, uygun teknolojik ve profesyonel kaynakların verimli kullanımına dayanmalı, • Hastalığın meydana getirebileceği stres ve endişeye karşı duyarlılıkla yaklaşılmalı ve hastanın tam anlamıyla iyi olması düşüncesiyle hizmet sunulmalı, • Tıbbi bakım, hastanın psikolojisi- • İstenilen tedavi çıktısına ulaşabilne ilişkin, fiziksel fonksiyonunda, ruhsal ve entelektüel faaliyetlerinde ve rahatında, hastanın ilgileriyle tutarlı mümkün olan en kısa za- mek adına gereksinim duyulan teknoloji ve diğer sağlık sistemi kaynakları etkili bir biçimde kullanılmalı, Şekil 1. Sağlık Hizmetlerinde Kalitenin 3 Boyutu Kaynak: Varinli ve Çakır, 2004: 34-35 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 13 • Bakımda devamlılık sağlanmalı ve aynı mesleğe mensup kişilerin de değerlendirilebilmesi için hastanın tıbbi kayıtları yeterince iyi bir şekilde sağlanmalıdır. • Kaliteli sağlık hizmetleri sunmak ve sunulan bu kalitenin devamlılığını sağlamak için çeşitli hedeflerin ortaya konması gerekir. Bu hedeflerden bazıları şunlardır (Aydın 2008); • Güvenli bir sağlık hizmeti: Hastaya yararlı olabilme amacıyla bilerek sunulan hizmetin hastaya verecek olası zararının önlenmesi. • Etkili bir sağlık hizmeti: Bilimsel bilgi doğrultusunda şekillendirilmiş hizmet seçeneklerinin yararlanacak olan tüm insanlara sunulması, yarar sağlamayacak olanlara hizmetlerin sunumundan kaçınılması (hizmetlerdeki noksan ve fazla kullanımının önüne geçilmesi). • Hasta merkezli bir sağlık hizmeti: Hastanın hizmet esnasında odakta olmasıdır. Hastanın bireysel tercihlerine, kişilik özelliklerine, ihtiyaçlarına ve özel değerlerine saygı duyan hizmetin verilmesi ve hastanın değerlerinin alınacak olan bütün klinik kararlarda belirleyici rol oynaması. • Vaktinde sağlık hizmeti (tam za- manında): Bekleme sürelerinin düşürülmesi ve hizmet sunucusuna ve alıcısına zararlı olma ihtimali bulunan gecikmelerin önüne geçilmesi. • Yeterli bir sağlık hizmeti: Cihaz, sını içermektedir. TKY kaliteye yönelik olarak örgütün bütününü kapsayan bir yaklaşımdır ve iyileştirmenin örgütteki herkes tarafından sürekli bir şekilde gerçekleştirilmesini amaçlamaktadır. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kendini gösteren hizmet sunumu doğrultusundaki kalite anlayışı, 1990’lı yıllardan itibaren gündeme gelerek modern yönetim uygulamaları çerçevesinde özel sektörden başlayarak, kamuda da kendini hissettirmeye başlamıştır. Sağlıkta dönüşüm programı ile birlikte hastaneler tek çatı altında birleştirilmiştir. Daha kompleks olan sağlık hizmetleri böylece biraz daha yalın hale getirilmiştir.. Sağlık hizmetlerinde kalitenin, maliyet-fayda ve etkinlik yönünün ön plana çıkması ile ülkemizde 1995 yılından sonra bilhassa Sosyal Sigortalar Kurumuna (SSK) bağlı hastanelerde kalite yönetim sistemi KYS ile ilgili önemli ve gelişen faaliyetler başlatıldı. Bunu Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastaneler de örnek aldı. Bu dönemde ve sonraki zamanlarda hastaneler kalite çalışmalarını Kalite Yönetim Sistemleri ile belgelendirmeye teşvik edildi. En çok tercih edilen KYS ISO 9001:2000 standartları oldu (Çıraklı, Sayım:2009). Günümüzde çalışanların motivasyonu, müşterinin tam memnuniyeti, hizmetlerin plan çerçevesinde yerine getirilmesi, izlenmesi, ölçülmesi, elde edilen sonuçların dikkate alınması, hasta hakları, etik, kaliteyi içeren hizmetlerin değerlendirilmesinin yanı sıra; yeri geldiğinde personelin ve yönetimin ortaya çıkan aksaklıklar ve yaşanan memnuniyetsizlikler doğrultusunda uyarılması, teşvik edilmesi ve bu konuda eğitilmeleri önem kazanmıştır. Artık dünyanın her yerinde ve ülkemizde ortaya çıkan bu yenilik ve değişimleri reddetmek ya da görmezden gelmek olanaksızdır. Yapmamız gereken tek şey gelişmelere ayak uydurmak ve TKY’nin tüm fonksiyonlara, tüm kademelere, tüm süreçlere uygulanmasını sağlamaktır. bir sağlık hizmeti: Cinsiyet, ırk, bölgesel yerleşim ve sosyo-ekonomik statü gibi kişisel özelliklere bağlı olarak ayrım yapmamak ve kişiler arasında kalite farklılaşması olmayan hizmetin sunulması. Gelişen uluslararası rekabet, yeni iş ve yönetim anlayışları ve değişen müşteri istekleri, örgütleri mükemmeli aramaya yöneltmiştir. Günümüzde kalite konusunda yaşanan gelişmeler, kalitenin denetlenmesi, güvence altına alınması yerine bunların hepsini içeren kalitenin yönetilmesi gerektiğin, konusunu gündeme getirmiştir. Bu arayış ve gelişmeler sonucunda mükemmelleğe yolculuk olan TKY anlayışını ortaya çıkartmıştır. Hastanelerde toplam kalite uygulamasının gerçekleştirilmesinin, hastanelerin sahip oldukları özellikler açısından son derece güç olduğu görülmektedir. Uluslararası stan- Kalite anlayışındaki en yüksek nokta olan TKY; kalite yönetim ilkelerinin, müşteriler ve tedarikçiler de dahil olmak üzere örgütün her yerinde, her düzeyde ve her birimde uygulanma- kaynak, düşünce ve enerji tüketiminde aşırılığın önlenmesi ve israfın önüne geçilmesi. İnsan gücü, malzeme ve fiziksel imkânların yeterli bir şekilde bulunması. • Hakkaniyetli 14 dartlarda olan tanı, tedavi ve bakım hizmetlerinin yanında bütün hizmet süreçleri içinde hastaların gereksinim ve beklentilerinin tam anlamıyla karşılanması biçiminde ifade edilmektedir. SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 Kalite belgelendirme sürecinde uluslararası düzeyde JCI Akreditasyonu denkliği son 10 yılın en çok kabul gören değerlendirme modeli olmuştur. JCI Akreditasyonu kapsamı; hasta bakımını ve organizasyon idaresini belirleyen standartlardır. “Sağlık Bakanlığına bağlı hastane ve diğer sağlık kuruluşlarında hizmet kalitesinin artırılması kapsamında faaliyetler gerçekleştirilmiş, bu faaliyetler Hizmet Kalite Standartları (HKS) olarak adlandırılmıştır” (Güler, 2009:1). Nitekim Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmeti Kalitesinin Geliştirilmesi ve Değerlendirilmesine Dair Yönetmeliği 6 Ağustos 2013 tarihinde 28730 sayılı resmi gazetede yayımlayarak yürürlüğe sokmuştur. “Bu yönetmelik kapsamında, sağlık kurum ve kuruluşlarında kaliteli hizmet sunumunun sağlanması amacıyla, hasta güvenliği, çalışan güvenliği, hasta memnuniyeti ve çalışan memnuniyetini esas alan sağlık hizmet kalite standartları ile bu standartların uygulanmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemektir” http:// www.kalite.saglik.gov.tr Ülkemizde sağlıkta dönüşüm programı sonrasında sağlıkta kalite uygulamaları konsunda önemli bir mesafe kat edilmesine rağmen henüz istendik düzeyde istenen başarının yakalandığını söylemek mümkün değildir. Sağlık Bakanlığında hem merkez teşkilatında (Yönetim Hizmetleri Genel Müdürlüğü bün- yesinde), hem Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumunda, hem de hastane düzeyinde oluşturulan kalite ekip ve birimlerin büyük bir özveri ile çalıştığı görülmektedir. Sağlık kuruluşlarında yapılan kalite çalışma sonuçlarının “Uluslararası Sağlıkta Performans ve Kalite Kongreleri”nde sunulması ekiplerin motivasyonu ve kurumlar arası bilgi paylaşımı, bencmarking açısından önemli bir gelişmedir. Ancak kalite çalışmalarına henüz hekimlerin yeterince katılmadığı söylenebilir. Hekimlerin desteği olmadan ise klinik kalite yanında genel anlamda kalitede istenen başarıyı yakalamak zordur. TKY nin temel amaçlarına henüz yeterince ulaşıldığını söyleyemeyiz. Bu amaçlar (Fredman;1994:157); • Müşteri ihtiyaçlarına ulaşma, • Tüm alanlarda en iyi kalite performansına ulaşma, • Kaliteye ulaşmak için prosedürler oluşturma, • İsrafı önlemek için sürekli gözden geçirme, • Başarı ölçümünü gerçekleştirme, • Rekabeti anlama ve yaşama, • Etkin bir haberleşme ağı ve prosedürü meydan getirme, • Sürekli iyileştirme ve gelişmeyi sürdürme. Yukarıda sıralanan amaçlarından bazılarında önemli gelişmeler sağlanmış (örneğin, prosedürlerin oluşturulması, başarı ölçütlerinin belirlenmesi vb.), ancak bazı amaçlara (tüm alanlarda en iyi kalite performansına ulaşma, rekabeti anlama ve yaşama vb.) henüz yeterince anlaşılamamıştır. Kalite, sağlık hizmetlerinde önemli performans göstergelerinden birisini oluşturmaktadır. Aynı şekilde kalite çalışmalarının başarısında ise mevcut sistemin performansının ölçülmesi ve değerlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Çünkü ölçemediğiniz bir şeyi kontrol edemezsiniz. Dolayısı ile kalite ve performans birbirini tamamlayan iki temel kavramdır. 2. SAĞLIKTA PERFORMAS Performans, bir işi yerine getiren bir bireyin, bir grubun ya da bir örgütün o işle ulaşılması istenen hedefe yönelik nelere ulaşabildiğinin ve neyi ortaya çıkarabildiğinin nitel ya da nicel bir karşılığı yani ifadesidir (Karakaş ve Ak, 2003: 338). Fransızca “performance” kelimesinden dilimize geçen performansın Türk Dil Kurumu’ndaki karşılığı “başarım”dır. Kişinin veya nesnenin başarısı olarak da sözlüklerde geçmektedir. Diğer bir tanımda performans belirli şartlar çerçevesinde işin başarılma düzeyi ve çalışanın davranış şekli olarak geçmektedir. Performans, çalışanın belli bir süre zarfında işi ile alakalı olarak elde ettiği sonuçlardır. Performans genel olarak plana ve amaca yönelik bir etkinlik neticesinde ele geçeni, nicel ya da nitel olarak belirleyen bir kavramdır (Akal, 2000: 1). Performans yönetimindeki esas amaç, kendi beceri ve katkıları ile örgütün etkinliklerini devamlı olarak iyileştirmeleri için, kişilerin ve toplulukların sorumluluk alabildikleri bir SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 15 Sağlık yönetiminde performans her zaman tartışılan bir konu olmuştur. Sağlık işletmeleri açısından performansın tanımına baktığımızda; insan gücü, malzeme, sermaye ve teknolojinin oluşturduğu kaynaklar kullanılarak toplumun sağlık düzeyinin yükseltilmeye çalışılmasının değerlendirilmesidir. Burada girdi, süreç ve çıktı uyumu söz konusudur. Kullanılan insan gücü, malzeme, sermaye ve teknoloji girdi, bu kaynakların kullanılması süreç ve toplumun sağlık durumunun iyileştirilmesi ise çıktı olarak değerlendirilmektedir. Sağlık kuruluşlarının geçerli ve iyi seviyede bir planlamaya ihtiyacı olduğu açıktır. Bunun en önemli nedeni ise sağlık kuruluşlarının mevcut kıt kaynakları kullanarak görevlerini en etkili ve en verimli şekilde tam anlamıyla gerçekleştirebilme istekleridir. Bu aşamada maliyet, etkililik ve performans analizleri planlamaya veri sağlamaktadır. Hastaneler ve diğer sağlık hizmeti veren kuruluşlara kaynakların nasıl dağıtılacağının belirlenmesi açısından da önem taşıyan performansların en iyi şekilde belirlenmesi gerekmektedir (Tarım, 2004:234). Güvenlik Hasta merkezlilik Şekil 2. Hastane Performansı için PATH Teorik Modeli Kaynak: Veillard, 2005. 16 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 Cevap Veren Yönetim Verimlilik Klinik Etkililik Sağlıkta performans yönetimlerine ağırlık verilmesindeki en önemli faktör, sağlık hizmetlerinde etkinliği, verimi ve kaliteyi arttırmak ve bunlara bağlı olarak daha iyi sağlık çıktıları elde etmektir. Tüm dünya ülkelerinde bu konu ile ilgili arayışlar sürmekte ve değişik uygulama modelleri önerilmektedir. Bu konuyu bir örnekle açıklamak gerekirse Kanada’da uygulanan yöntem dikkat çekici olacağı için kısaca bahsedelim. Ülkedeki Ontario hükümeti sağlıkta performans ile ilgili uygulama sistemi için hükümetin yerel sağlık idarecileri ve hükümet hastane derneğinin bir araya gelerek geliştirdikleri projede, hastaneler arası derecelendirme sistemi ve birbirleri ile karşılaştırmak amacıyla dört alanda kapsamları geniş bir performans belirleyicileri seti yer almaktadır. Bu performans ölçme ve değerlendirme alanları, finansal performans, hasta memnuniyeti, klinik uygulamalar ve çıktılar ile sistemin genel bütünlüğünü ve değişkenliğini kapsamaktadır. Bu alanlarda performanslar ölçülerek ve değerlendirilerek yıllık baz da raporlar hazırlanmakta ve hazırlanan bu raporlar kamuoyu ile paylaşılmaktadır. Bu uygulama ile hastanelerin performans yönetimine geçişi ve hastanelerin organizasyon ve yönetim açısından iyileştirilerek kaliteyi yakalamak amaçlanmaktadır. (Hospital Report, (2004). Çalışanlar kültür oluşturmaktır. Verim, kalite ve insan ilişkileri bu kültürün içeriğinde mevcuttur (Canman, 1995: 122). Hastane Performans Ölçüm Modeli (PATH) Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Ofisi 2003 yılında 52 üye ülkesinin yararlanması için, hastane performansının değerlendirilmesini geliştirmeye ve esnekliği yaygınlaştırmaya yardımcı olan kapsamlı bir yapının geliştirilmesi için yeni bir proje başlattı. Projeyi Hastanelerde Kapsamlı Bir Kalite Geliştirmek İçin Performans Değerlendirme Aracı (Performance Assessment Tool for Quality Improvement in Hospitals (PATH)) olarak isimlendirdi (Veillard, 2005: 487-488). PATH projesinin amacı, hastanelerin kendi sonuçlarını sorgulamak için performans değerlendirmesini ve bunları kalite geliştirme hareketlerine dönüştürmeyi desteklemektedir. Bu projede performans değerlendirme hastane yöneticilerinin hastane hizmetlerini değerlendirmek ve geliştirmek için kullandıkları bir kalite yönetimi aracı olarak tasarlanmaktadır. Kısa dönemde, PATH projesi yalnızca ulusal veya ulusal düzeyin altında data karşılaştırmalarına yardım eder. Bununla birlikte, performans değerleme yoluyla kalite geliştirmedeki tecrübeler, katılan hastaneler arasında uluslararası düzeyde de paylaşılabilir. Orta dönemde, data standardizasyonu uluslararası karşılaştırmaların yapılmasına izin verebilir. DSÖ stratejik yönlendirmesi PATH kavramsal modelinin klinik etkinlikler, güvenlik, hasta merkezlilik, cevap vermeye hazır yönetim, personel yönlendirme ve verimlilik olarak adlandırılan altı ilişkili boyutla çevrelenmiştir. Klinik Etkililik: Klinik etkililik hastanelerde kendine has bir şekilde mevcut bilgi durumu ile hastaneyi kaplayan ve klinik bakım veya hizmetlerin dağıtılması (sunulması) ve bütün hastalara olası en büyük yararı sağlamak için arzulanan çıktılara ulaşılmasını sağlayan bir performans boyutudur. Alt boyutlarını ise, hizmet süreçlerine uyum, bakım süreçlerinin çıktıları, bakımın uygunluğu oluşturmaktadır. Verimlilik: Verimlilik belirlenmiş elde edilebilir kaynaklardan maksimal çıktı sağlamak için bir hastanenin girdileri optimal kullanmasıdır. Alt boyutları ise, hizmetlerin uygunluğu, bakımın çıktılarıyla ilişkili girdiler, mümkün olan en iyi bakımın sağlanması için mevcut teknolojinin kullanılması oluşturmaktadır. Personel Yönlendirme: Personel yönlendirme, hastane çalışanlarının sunulan hasta bakımı için gerekli vasıfta gelişimlerini sürdürmeleri için olumlu koşularda sahip oldukları, iş öğrenme ve eğitimlerini sürdürme fırsatları ve kendi işlerinden memnuniyet düzeyleridir. Alt boyutları ise, çevre uygulaması, bakış açılarının ve bireysel ihtiyaçların kabul edilmesi, sağlığı destekleyici aktiviteler ve güvenlik inisiyatifleri, davranışsal karşılıklar ve sağlık konumu oluşturmaktadır. Cevap Veren Yönetim: Karşılık veren yönetim hastanenin toplumun ihtiyaçlarına göre yenilikçi bir anlayışla ve bütün vatandaşlara ırksal, fiziksel, kültürel, sosyal, demografik veya ekonomik karakteristiklerine bakılmaksızın hizmet sağlayarak sağlığın geliştirilmesine yardımcı olması için güvenli bakımı sürdürmesi ve koordine etme derecesidir. Alt boyutları ise, sistem/toplum entegrasyonu, toplum sağlığını yönlendirme oluşturmaktadır. Güvenlik: Güvenlik, hastanenin hastalara, sağlık hizmeti sunucularına ve çevreye zarar veren veya risk altına sokan unsurları ölçülebilir bir şekilde azaltma veya önlemeye ve farklı görüşleri de desteklemeye uygun bir yapı ve hizmet sunum sürecini kullandığı performans boyutudur. Alt boyutlarını ise, Hasta güvenliği, çalışan güvenliği ve çevre güvenliği oluşturmaktadır. Hasta Merkezlilik: Hasta merkezlilik bir performans boyutudur. Hastanenin hastaları bakımın merkezine yerleştirmesi ve hasta ve ailelerinin ihtiyaçlarına, beklentilerine, özerkliklerine, hastaneye girmeleri için destek ağlara, iletişime, mahremiyetlerine, değerlerine, hizmet sunucu seçimlerine ve zamanında bakım arzularına özel dikkat vererek hizmet sunulmasını içine alan bir performans boyutudur. Alt boyutunu ise müşteri yönlendirme ve hastalsonelara saygı duyma oluşturmaktadır( Tengilimoğlu, Işık ve Akbolat, 2014: 404). Uygulanan performans yönetimi ne olursa olsun her zaman için avantaj ve dezavantajlara sahiptir. Önemli olan performansın belirlenmesindeki ölçütlerin iyi bir şekilde belirlenmesidir. Bu ölçütler değişik yazarlar tarafından farklı şekillerde gruplandırıldığı görülmektedir. Bu boyutlardan en çok bahsedilenler (Reinhardt, 2005); • İnsanın Mutluluğunun Sağlanması (Hasta Memnuniyeti), • Sağlıkta İyi Bir Düzeye Erişilmesi (Sağlık Çıktıları), • Hizmette Geçen Sürecin Değerlendirilerek Ödüllendirilmesi (Süreç Ölçümü), • Alt Yapının Uygunluğu ve Girdilerin Kalitesi (Girdi Analizi), İnsanın Mutluluğunun Sağlanması (Hasta Memnuniyeti) Sağlık hizmeti alanında insan mutluluğu hasta memnuniyeti ile sağlanmaktadır Sağlık sistemi kalitesini çıktılar ile belirleme eğilimindedir. Bu ölçüt, sağlık hizmeti alanların tıbbi ve klinik bulgulardan veya hizmetin sunulduğu ortamdan ne kadar mutluluk duyulduğudur. Hasta memnuniyeti, performansı ödüllendirme ölçütlerinin belirlenmesinde mutlak suretle göz ardı edilmemelidir. Daha İyi Bir Sağlık Düzeyine Erişilmesi (Sağlık Çıktıları) Hizmet alan bireylerin, aldıkları bu hizmet neticesinde daha iyi bir sağlık düzeyine erişmeleri sağlık çıktısı olarak kabul edilebilir. Sağlık çıktısı hastanın daha iyi bir sağlık düzeyine erişmesi olarak kabul edildiğine göre, hasta memnuniyeti ile birlikte ele alınması gereken bir ölçüttür. Performansa göre ödemenin en uygun yöntemi yüksek kalitedeki çıktıların karşılığının ödenmesi gibi görünmektedir Hizmet Sunum Sürecinin Ödüllendirilmesi (Süreç Ölçümü) Hizmet sunum sürecinin belirleyici ölçüt olarak kullanılmasındaki temel hedef, sürecin denetlenerek değerlendirilmesidir. Burada normlar ve etkin kanıta dayalı tanı ve tedavi hizmet rehberleri doğrultusunda işlem yapmak gibi sağlık hizmetinin üretilmesi söz konusudur. Performansa göre ödeme sistemi için belki de en mantıklı yaklaşım, sağlık bakım hizmetinin verilmesi sürecine yoğunlaşarak kanıta dayalı iyi klinik uygulamalarını ödüllendirmektir. Alt Yapının ve Girdilerin Kalitesi (Girdi Analizi) Bu yaklaşım doktor kayıt ve orderlarının bilgisayar aracılığıyla yapılması, yoğun bakımda görev verilen sağlık personeli ile doktor sayısı ve hastaneye kanıta dayalı sevk yapılması gibi kalite artırıcı girdilere dikkat etmektedir. Verilere göre ödeme gerçekleştirmektedir (Galvin, R.S., vd., 2005). Ülkemizde de hastanelerde performans ölçümü ile ilgili kurum, birim ve işgören bazında performans göstergeleri oluşturulmaktadır. Sağlık Bakanlığı, hastanelerde ölçme ve değerlendirmeyi aşağıdaki başlıklara göre gerçekleştirmektedir (Tarcan vd., 2009:19); • Sağlık hizmetlerine erişim, • Hizmet sunumu kalite standartları, • Hasta memnuniyet ölçümü, • Sağlık hizmetlerinde verimlilik göstergeleri. Bu ölçütlerin aritmetik ortalaması da ilgili dönemin performans katsayısını vermektedir. Sağlık Bakanlığında uygulanan Performans Yönetim Sistemi kısaca şekil 3 de aşağıda özetlenmiştir. Kurumsal performans ölçümü ve kalite geliştirme uygulaması, sağlık kurumlarının Bakanlık tarafından belirlenen hedeflere ulaşıp ulaşamadıklarını görmede sağlayacağı faydanın yanı sıra sağlık kurumlarının her dönem birbirleriyle kıyaslanabilmesine SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 17 imkân tanıyacaktır. Ayrıca bu süreç sayesinde, kurumlar diğer kurumlarda gördükleri iyi uygulamaları kendi kurumlarına uyarlayabileceklerdir. Kurumsal performans ölçümü ve kalite geliştirme uygulaması, hastanelerde, ADSM’lerde ve 1. Basamak Sağlık Kuruluşlarında ölçme ve değerlendirmeyi kapsamaktadır. Söz konusu uygulamalar Sağlık Müdürlüklerinde İl Performans ve Kalite Koordinatörlüğü, hastanelerde ise Performans ve kalite Birimleri aracılığı ile yürütülmektedir. Ayrıca bakanlık tarafından oluşturulan bağımsız ekipler de hastanelerde değerlendirme yapabilmektedir. Sonuç olarak bakanlığa bağlı kurumlardaki kurumsal performans değerlendirmeleri; İl Performans ve Kalite Koordinatörlükleri veya bakanlık değerlendiricileri tarafından 4 aylık üç dönem halinde yapılmakta ve yapılan değerlendirmeler sonucunda [0] ile [1] arasında bir katsayı ortaya çıkmaktadır. Ancak, 2012 yılı Kasım ayında çıkartılan 663 Sayılı Kanun hükmündeki kararname ile Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu kuruldu. İllerde oluşturulan genel sekreterlikler ve bunlara bağlı faaliyet gösteren hastaneler için her yıl kurumsal karne düzenlenecek ve karne skoru üst üst 2 yıl düşük olan yöneticilerin sözleşmesi feshedilecektir. İş gören performansını ölçmek ve iş gören performansını artırmak, sağlık kurum ve kuruluşlarında sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesini, kalite ve verimli hizmet sunumunun teşvik edilmesini sağlamak amacıyla “ görevli personele dönersermaye gelirlerinden ek ödeme yapılmasına dair yönerge “ Sağlık Bakanlığının 09-022014 tarih ve 417 sayılı makam oluru ile yürürlüğe girmiştir. Performansa dayalı ek ödeme sistemi olarak da bilinen bu sistem özendirici ücret sistemi de denilebilir. “Özendirici ücret sistemleri, temel olarak personel verimliliğinin artırılmasını amaçlamaktadır. Bu sistemlerin üç önemli dayanağı bulunmaktadır (ILO, 1982: 44): 1.Çok çalışarak iyi iş yapan personelin ödüllendirilmesi gereklidir; personelin buna hakkı vardır. 2. Fazla çabanın gösterilmesi yönünde özendirildiğinde, personel, ana ücret sistemlerine göre daha fazla gelir elde etmektedir 3.Üretimin artırılması ile işverenin daha fazla ücret ödeme gücü de artmakta ve maliyetler ve fiyatlar düşürülmekte, bunun sonucunda da örgütün rekabet gücü artmakta ve personelin istihdam durumu süreklilik ve kararlılık göstermektedir. Performans Yönetim Sistemi Verimlilik Göstergeleri Memnuniyet Ölçümü 1. Basamak Sağlık Kuruluşlarında Ölçme ve Değerlendirme Hizmet Kalite Standartları Verimlilik Göstergeleri Memnuniyet Ölçümü Hizmet Kalite Standartları Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi (ADSM)’lerde Ölçme ve Değerlendirme Muayeneye Erişim Verimlilik Göstergeleri Memnuniyet Ölçümü Hizmet Kalite Standartları Muayeneye Erişim Hastanelerde Ölçme ve Değerlendirme Kurumsal Performans Ölçümü ve Kalite Geliştirme Uygulaması Muayeneye Erişim Performansa Dayalı Ek Ödeme Uygulaması Şekil.3: Sağlık Bakanlığınca Uygulanan Entegre Model. Kaynak: Aydın ve diğ., 2009: 14. Kaynak: Aydın ve diğ., 2009: 14. Şekil.3: Sağlık Bakanlığınca Uygulanan Entegre Model. 18 Kurumsal performans ölçümü ve kalite geliştirme uygulaması, sağlık kurumlarının Bakanlık tarafından belirlenen hedeflere ulaşıp ulaşamadıklarını görmede sağlayacağı faydanın yanı sıra sağlık kurumlarının her dönem birbirleriyle kıyaslanabilmesine imkân tanıyacaktır. Ayrıca bu süreç sayesinde, kurumlar diğer SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 kurumlarda gördükleri iyi uygulamaları kendi kurumlarına uyarlayabileceklerdir. Kurumsal performans ölçümü ve kalite geliştirme uygulaması, hastanelerde, ADSM’lerde ve 1. Basamak Sağlık Bakanlığınca uygulanan performansa dayalı ek ödeme sistemi uygulamaya konulduktan bir süre sonra gerek sağlık çalışanları ve gerekse kamuoyu tarafından bazı eleştirilere neden olmuştur. Bu eleştirilerin başında sağlık çalışanları arasında performans ödemelerinde yeterince adil olunmadığı, performansın yalnızca sayısal göstergelerle ölçülmesi, kalitenin göz ardı edilmesi ve gereksiz kullanımı teşvik ederek etik dışı uygulamalara yol açtığı ve sağlık harcamaları artırdığı yöndedir. Sonraki yıllarda söz konusu düzenlemelerde bazı değişiklikler getirilmiş ve performans gösterge ve kriterlerinde bazı değişiklikler yapılarak kamuoyunda oluşan tepkiler azaltılmaya çalışmış ve sistemin daha adil ve hakkaniyetçi olması konuusnda çaba sarf edilmiştir. Ancak halen sağlık çalışanları arasında performansa dayalı ödemeden kaynaklanan haksızlık ve adaletsizliklerin devam ettiği yönünde eleştiriler mevcuttur. Performansa dayalı ek ödemeden kaynaklanan eleştirilerin azaltılması için performansa dayalı ödeme ile yapılan tutarın personelin toplam geliri üzerindeki payının çok yüksek olmamasında yarar vardır. Mevcut sistemde sağlık personelinin özellikle hekimlerin aylık toplam gelirlerinin yüzde elliden fazlasını performans geliri oluşturmakta. Bunun yerine sabit ücretlerde yapılacak iyileştirme ile performans gelirlerinin oranı düşürülerek örneğin, toplam gelirler içerisindeki payı yüzde 2530 lara düşürülerek kamuoyunda oluşan eleştirilerin büyük bir kısmı kesilecektir. Böylece sabit ödemede yapılacak iyileştirme ile sağlık personelinin emekliliğine de olumlu yansıma olacaktır. Performansın örgüt açısından faydasına bakıldığında, kalite ve verimlilikle beraber karlılığı da artırmasıdır. Bu fayda da sistemin uygulanma tercihlerinde en önemlilerinde birisidir. Kurum açısından bakıldığında bireysel performansın önemli olması ücret açısından örgüte esneklik kazandırmasıdır. (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2007). SONUÇ KAYNAKÇA Kaliteyi fiziksel donanımla birlikte hastanenin her düzeyindeki personel belirlemektedir. Bir hastanenin kalite düzeyi, personelin özverili ve işinde donanımlı olmasıyla doğrudan ilişkilidir. Personel memnuniyetinin yüksek olması hasta memnuniyetine doğrudan yansımaktadır. Personel memnuniyeti ve yönetimin kaliteyi destekleyici bir duruş sergilemesi Hizmet Kalite Standartlarının algılanmasıyla direkt orantılıdır. 1. Aydın, .S., (2008), “Sağlık Sisteminde Kalite ve Güvenlik”, 17.Kalite Kongresi, 24–26 Kasım, İstanbul. Sağlık işletmelerinde Hizmet Kalite Standartlarının başarıya ulaşmasında kilit rol oynayan sağlık çalışanlarının HKS’ye ilişkin algılarının değerlendirilmesi, Sağlık Bakanlığı’nın HKS politikalarının şekillendirilmesinde stratejik öneme sahiptir. Sağlık kurumlarında görev alan yöneticiler kalite ve performans gelişmeleri ve yenilikleri verecekleri eğitimlerle çalışanlarına aktarmalıdırlar. Verilen eğitimler belli zaman aralıklarında yinelenmeli ve böylece çalışanların zihinleri sürekli olarak tazelenmelidir. Sağlık hizmetleri sunumu gerçekleştirenlere TKY felsefesi ve süreci konularında eğitimlerin sunulması felsefenin hayata geçmesi bakımından son derece önemli bir konu olmaktadır. Performans değerlendirme sisteminin yürürlüğe girmesi ile birlikte hastanelerin kapasitelerini daha etkin ve verimli kullanmaları imkânı ortaya çıkmıştır ancak halen mevcut performans sisteminden kaynaklanan şikayetlerin azaltılması ve adaletsizliklerin giderilmesi yanı sıra nicel ölçütlere ilave olarak nitel ölçütlere, klinik ve teknik kaliteye ilişkin göstergelere daha ağırlık verilme ve doktorların muayene sürecinde hastalara daha fazla vakit ayırmaları sağlanmalıdır. Kamu Hastaneler Birliğine bağlı hastanelerin performans ölçümünde Bakanlığın kendi birimleri yanı sıra gerektiğinde bağımsız ve tarafsız kurum ve kuruluşlarca da performans ölçümleri gerçekleştirilerek daha objektif bir sonuç elde edilebilir. 2. Aydın, S., Demir, M., Güler H., Tarhan, D., Demir, B. ve Kapan S.H., (2009), Sağlıkta Kurumsal Performans ve Kalite Uygulamaları, Lazer Ofset Matbaa Tesisleri, Ankara. 3. Aydın, S., Demir, M., Güler H., Tarhan, D., Demir, B. ve Kapan S.H., (2009), Sağlıkta Kurumsal Performans ve Kalite Uygulamaları, Lazer Ofset Matbaa Tesisleri, Ankara. 4. Aktan, C. C., (1999), Yeni Yönetim Tekniklerinin Kamu Yönetiminde Uygulanması, Türk İdare Dergisi, Yıl 71, Sayı 425, Ay Aralık, s. 1-13. 5. Canman, D., (1995), Çağdaş Personel Yönetimi, (Birinci Basım), Ankara: TODAİ Yayınları. 6. Çalık, T., (2003), Performans Yönetimi: Tanımlar, Kavramlar, İlkeler, Ankara: Gündüz Eğitim ve Yayıncılık. 7. Dünya Sağlık Örgütü, (2000), Dünya Sağlık Raporu 2000: Sağlık Sistemleri Performansın İyileştirilmesi, Cenevre. 8. Devebakan, N., (2005) Sağlık İşletmelerinde Algılanan Hizmet Kalitesi ve Ölçümü, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Yüksek lisans Tezi, İzmir. 9. Freedman, R., (1994), Quality Assurance in Trainning and Education, (2 nd e-Edition) London, Kagan Page. 10.Galvin, R.S.,Delbanco, S., Millstein, A. ve Belden, G., (2005), Has theLeapfrogGroup had an Impact on theHealthCare Market?, HealthAffairs 24(1), January/February, p. 228-33. 11.Gökmen, C.,t.y. Toplam Kalite Yönetimi Felsefesi. http://www.saglik.gov.tr/TR/belge/1-2841/ toplam-kalite-yonetimi-tky-dokumanlari. html, internet sitesinden 12.11.2013 tarihinde edinilmiştir. 12.Gökmen, C., (2001), Sağlık Hizmetlerinde Kalite Yönetimi, T.C. Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Ankara. 13.Güler, H. (2009). Hizmet Kalite Standartları Rehberi, Ankara, Sağlık Bakanlığı Yayınları. 14.İLO, (1982), Introductıon to Work Study, Geneva: I İnternational Labor Office. 15.Karakaş, B. ve Ak, R., (2003), Kamu Yönetiminde Performans Yönetimi Önemli midir?, Kamu Yönetiminde Kalite 3. Ulusal Kongresi Bildirileri, (ss. 337-351), Ankara: TODAİE Yayınları No: 319. 16.Kaya, S., Sağlık Hizmetlerinde Sürekli Kalite İyileştirme, Pelikan Yayıncılık, Ankara, 2005. 17.OECD (2009), Sağlık Sistemi İncelemeleri Türkiye, OECD andthe International Bank forReconstructionand Development/The World Bank. 18.Ökem, Z. G., (2008), Maliye Politikaları Analiz Ve Değerlendirme Modellerinin Geliştirilmesi Projesi, Sağlık Sektörü Çalıştayı. http://kamag.etu.edu.tr/S8EkonomikDegerle ndirme_12KasimCarsamba.pdf , İnternet sitesinden 11.11.2013 tarihinde edinilmiştir. 19.Tarcan, M., Tekingündüz, S., Ertong, G., Kavak, D. G., Karatas, S. T., Gül, Y. ve Mercan, F., (2009), Sağlıkta Kurumsal Performans ve Kalite Uygulamaları, Ankara: Sağlık Bakanlığı Performans Yönetimi ve Kalite Geliştirme Daire Başkanlığı Yayını. 20.Tarım, M., (2004), Sağlık Organizasyonlarında Performans Ölçme ve Dengeli Puan Cetveli, Hacettepe Sağlık İdaresi Dergisi, Cilt 7, Sayı 2, s.233-248. 21.Tengilimoğlu, D., Işık, O. ve Akbolat, M., (2012), Sağlık İşletmeleri Yönetimi (5. Basım), Ankara, Nobel Yayınları. 22.Reinhardt UE, (2005), Payingthe Providers of HealthCare, RewardingSuperiorQuality, International Symposium, Toward an Equitable, Efficient,and High QualityNationalHealthInsuranc, March 18-19, Taipei, Taiwan. 23.Akal, Z., (2000), İşletmelerde Performans Ölçümü ve Denetimi, (Dördüncü Basım), Ankara: Mert Matbaası. 24.Tarcan, M.,Tekingündüz, S., Ertong, G., Kavak, D. G., Karatas, S. T., Gül, Y. ve Mercan, F., (2009), Sağlıkta Kurumsal Performans ve Kalite Uygulamaları, Ankara: Sağlık Bakanlığı Performans Yönetimi ve Kalite Geliştirme Daire Başkanlığı Yayını. 25.Hospital Report, (2004), AcuteCare. Ottawa: CanadianInstituteforHealth Information. 26.Varinli, İ ve Çakır, A., (2004) “Hizmet Kalitesi, Değer, Hasta Tatmini ve Davranışsal Niyetler Arasındaki İlişki -Kayseri’de Poliklinik Hastalarına Yönelik Bir Araştırma”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı17, s. 34-35 27.Gökmen, C.,t.y. Toplam Kalite Yönetimi Felsefesi. http://www.saglik.gov.tr/TR/belge/1-2841/ toplam-kalite-yonetimi-tky-dokumanlari. html, internet sitesinden 12.11.2013 tarihinde edinilmiştir. 28.Galvin, R.S.,Delbanco, S., Millstein, A. ve Belden, G., (2005), Has theLeapfrogGroup had an Impact on theHealthCare Market?, HealthAffairs 24(1), January/February, p. 228-33. SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 19 kapakkonusu SAĞLIKTA PERFORMANSTA YENİ UFUKLAR Dr. Ş. Abdullah ŞEKER Sağlık Bakanlığı Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Ek Ödeme Daire Başkanı Performans, bir işin sonucunun nicelik veya nitelik açısından ölçümü olup, performans derecesi aynı zamanda amaç ya da görevin gerçekleştirilme durumunun da göstergesidir. Sağlıkta performans sistemi, zaman içinde artan sağlık hizmeti talebinin daha verimli karşılanması ve sağlık çalışanlarına emeklerinin ölçülebilir niceliği göz önüne alınarak performanslarıyla orantılı bir gelir sağlanması amacıyla 2004 yılından itibaren hayata geçirilmiştir. Sağlık çalışanlarına hizmet sunum şartları ve kriterleri dikkate alınmak suretiyle personelin unvanı, görevi, çalışma şartları, hizmete katkısı, eğitim, öğretim ve araştırma faaliyetleri, yapılan muayene, ameliyat, anestezi ve girişimsel işlemler ile özellik arz eden birimlerde çalışma gibi unsurlar esas alınarak, sağlık tesisi döner sermayesinden ek ödeme yapılmaktadır. Sağlık hizmetinde performansın ölçümü için gerekli kriterleri belirleme20 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 nin, farklı birim ve branşlarda görev yapan hekimlerin hizmetlerini emek, risk, süre ve görecelilik esaslarına dayalı kıyaslayıp puanlandırarak bir arada değerlendirilmesinin güçlüğü ortadadır. Bu nedenle sistemi oluşturan hesaplama formülleri birçok değişkenden oluşmaktadır. Performansa dayalı ek ödeme sistemi, değişen personel durumu, finansal koşullar, maliyetler, tıp bilimindeki yenilikler gibi konulardan etkilenebilir olması nedeniyle dinamik bir yapıdadır. Başlangıcından günümüze zaman içinde sistemin işleyişi ile ilgili oluşan ihtiyaçlar, ilgili yönetmelik ve mevzuatın güncellenmesi ve yeni düzenlemelerle karşılanmıştır. Performansa dayalı ek ödeme sistemi, Sağlık çalışanlarının potansiyelinin hizmete dönüşmesini motive ederek artan sağlık hizmet talebinin karşılanmasına önemli katkı sağlamıştır. Performansa dayalı ek ödeme sistemi ile hekimler tarafından gerçekleştirilen tüm muayene ve tıbbi işlemler elektronik ortamda kayıt altına alınmış ve tıbbi kayıtların daha sağlıklı ve eksiksiz olmasına katkı sağlanmıştır. Puanlandırılan tıbbi işlemlerin açıklayıcı bilgi ve kuralları tanımlanırken güncel tıbbi bilgiler ve etik uygula- malar göz önüne alınmıştır. Sistemin getirdiği kriterler sağlık tesislerinde alt yapı imkânlarının ve hizmet kalite standartlarının geliştirilmesini hızlandırmıştır. Sistemin uygulama sonuçlarının Kurum tarafından düzenli ve sürekli değerlendirildiği, hesaplamaların daha doğru ve merkezi yapılabildiği bir ortamda yönetilmesinin gerekli olduğu öngörülerek verilerin toplanarak analiz ve raporlanabilmesi doğrultusunda planlama ve çalışmalar devam etmektedir. Mevcut performans sistemi içinde uzmanlık branşları ve sağlık tesisleri arasında veya aynı branş içinde ek ödeme tutarlarında farklılıklar oluşabilmektedir. Her bir sağlık çalışanının emeği çok önemli ve değerlidir. Performans sistemini koruyarak büyük farklılıkları giderebilmek amacıyla, her bir branşın kendi içinde işlem sayılarının yanında ortalama performansının ölçülebilirliğini sağlamaya yönelik bir sistem için çalışmalar sürdürülmektedir. Böylece söz konusu farklılıklar en aza indirilerek, branşında ortalama hacimde hizmet gerçekleştiren hekimlere, branşlar arasında uçuruma yol açmayacak, birbirine yakın ek ödeme tutarları sağlanması öngörülmektedir. Hastanelerinizin daha etkin yönetimi ve verimliliği için... kapakkonusu TÜRKİYE İÇİN SAĞLIKTA KALİTE VE GELECEK Uz. Dr. Dilek TARHAN Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü Sağlıkta Kalite ve Akreditasyon Daire Başkanlığı Bu yazıda, sağlığın paydaşları olarak hepimizin özellikle son 10 yılda birlikte tanık olduğumuz heyecan verici bir süreci ve bu süreçle ilgili gelecekten beklentilerimizi dile getirmeye çalışacağız. Pek çoğumuz yakından ya da dolaylı olarak “Sağlıkta Kalite” kavramının ülkemizdeki gelişimini ve bu kavramın sağlık çalışanlarınca adım adım içselleştirilmesini izleme fırsatı bulduk. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile birlikte başlayan ve zamanla sağlık hizmeti sunan tüm sağlık kurumlarını kapsayan kalite çalışmaları, ülke genelinde bu alanda hem ciddi bir bilgi ve deneyim biriki22 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 mi ile vücut buldu, hem de Bakanlık merkezinden en uçtaki sağlık çalışanına kadar sirayet eden önemli bir farkındalık oluşturdu. Bakanlıkla sahanın birlikte çalışarak, inanarak geliştirdiği ve ikame ettiği bir çalışmaydı bu ve bugüne kadar kamuya ilişkin çalışmalarda alışık olmadığımız bir merkez ve taşra sinerjisi oluşturdu. “Bu inanç ve sinerjiyi besleyen sebepler nelerdi?” “Bu güçlü yapıya zemin hazırlayan faktörler nedir?” soruları üzerinden bir beyin jimnastiği yapmak mümkün. Öncelikle, sağlık sistemi iyi bir koordinasyon ve ekip çalışması gerektirdiği halde, bugüne kadar kullanılan organizasyonel yapılarda bu koordinasyonu sağlayacak, özellikle birimlerin ve sağlık çalışanlarının birbirleri ile ilişkilerini tanımlayacak etkin bir yapının olmayışı ve kalitenin tam da bu ihtiyaç üzerinde yap-bozun parçaları gibi yer bulması en aşikâr sebeptir. Ayrıca kalitenin gönüllülük esası ile hareket etmesi ancak bunun yanında sürekli gelişim için verdiği ipuçları ile sistemi gün geçtikçe daha iyiye yönlendirmesi, sağlık çalışanlarında bitmeyen bir motivasyon kaynağı oluşturmaktadır. Kalite; değişimin, gelişimin ve kurumlardaki inovatif düşünce yapısının gelişmesi için bir anahtar rolü üstlenmektedir. Kalitenin doğasında var olan bu pozitif yaklaşımın yanında, Bakanlık merkezinin konuyu ele alış biçimi ve ülke genelinde izlediği politikanın da sürecin gelişimine önemli katkılar sağladığını söylemek mümkündür. Bakanlık, son 10 yılda ülkemiz sağlık kurumlarının hizmet sunumu açısından kalitesinin iyileştirilmesi adına oldukça geniş kapsamlı kalite geliştirme faaliyetleri gerçekleştirmiştir. Bunun yanında sağlık sektörünün tüm paydaşlarına faaliyetlerinde rehberlik yapmayı da ihmal etmemiştir. Ayrıca, kalite geliştirme, kalite standartları oluşturulması ve uluslar arası emsallerinde olduğu gibi insan kapasitesi noktasında “kalite değerlendiricisi” yetiştirilmesi hususunu da çalışmasının ana başlıkları arasına oturtmuştur. Bu hizmetleri standardize etmek adına ana hatlarıyla aşağıdaki gibi bir faaliyet çerçevesi oluşturmuştur. • Sağlıkta kaliteye ilişkin yapılan tüm çalışmalara sağlık sektörünün tüm paydaşlarını yani sahayı da dâhil etmiş, bu alanda gerçekleştirilen kongre, sempozyum, bilimsel dergiler, ödüllü yarışmalar, kaynak doküman ve rehberlerin oluşturulması gibi bilgi ve tecrübe paylaşım ortamlarını önemsemiş ve sürekli teşvik etmiştir. • Kalite iyileştirme faaliyetleri kap- samında hizmet kalitesinin ölçümü için geliştirilen standart setlerinin taslak metinleri hakkında ilgili paydaşların geribildirimlerinin alınmasına önem verilmiş ve gerek ilgili uzmanlarla yapılan çalıştaylar vasıtası ile gerekse internet üzerinden herkese açık şekilde yapılan paylaşımlarla sahanın görüş ve önerileri doğrultusunda standartların son şekli verilmiştir. • Kalite değerlendiricisi havuzu sa- hada hâlihazırda görev yapan sağlık çalışanlarından oluşturulmuş, bu şekilde uygulayıcıların aynı zamanda kalite değerlendiricisi olması sağlanmıştır. • Kalite değerlendirmeleri aynı za- manda sahayı güçlendirmek, kalite konusunda rehberlik sağlamak ve ilgili çalışanlara yerinde eğitimler vermek üzere bir araç olarak kullanılmıştır. • Kalite değerlendirmeleri ve değerlendiriciler hakkında sahanın ve ekip sorumlularının geri bildirimlerini almak amacı ile her bir değerlendirme sonrası anketler uygulanmış, değerlendirici ve Bakanlık merkezinin süreçteki performansı izlenerek, dinamik ve sürekli kendini geliştiren bir sistem ortaya konulması sağlanmıştır. • Sistem ve standartların zorluk de- • Özellikle klinik sonuçlara ilişkin izrecesi tedrici olarak artırılmak sureti ile geliştirilmiş ve bu şekilde 10 yıl öncesinde kalite konusunda çok az bilgi ve farkındalık düzeyine sahip olan sağlık kurumlarının konuya adaptasyonu zamana yayılmıştır. Örneğin standartların revizyonu ile ilgili her aşamada yeni standartlar eklenerek izlenmesi gereken yeni indikatörler belirlenip sağlık kurumları için ortaya konan hedefler bir üst basamağa taşınmış ve bu şekilde sahanın sürekli motivasyonu sağlanmıştır. lenen indikatör sayısının artırılması, klinik rehberlerin kullanımının teşvik edilmesi ile ölçüm ve izleme kültürünün daha da geliştirilmesi sistemin önemli açılımları olarak yer bulacaktır. • Kalite geliştirme faaliyetleri değer- lendirme sistematiğinin önemli bir bileşeni olan değerlendirici havuzunun niteliksel ve de niceliksel olarak geliştirilmesi vasıtası ile kalite değerlendirmelerinin ve sonuçların daha etkin ve objektif şekilde elde edilmesi sağlanacaktır. Bakanlık merkez teşkilatının kalite geliştirme konusunda yukarıda bahsedilen bu yaklaşımı sağlık kurum ve kuruluşları ile birlikte ekip ruhu oluşturulmasını sağlamıştır. • Kalite değerlendirme sonuçlarının Bunun yanında, içinde özel sağlık sektörünün de bulunduğu sağlıkta kalite alanında öncülük eden çeşitli kurumlarımızın, Bakanlık kalite çalışmalarına verdikleri destekleri de burada ifade etmek gerekir. Özellikle uluslar arası düzeyde elde ettikleri deneyimi gerek diğer kurumlar ile gerekse politika üreticileri ile paylaşan ve çalışmaları ile örnek teşkil eden kurumlarımızın sürece önemli katkıları olmuştur. Zira sağlıkta etkin ve güvenilir bir ulusal kalite sisteminin oluşturulması özel sektör, kamu, üniversite olmak üzere tüm paydaşların ortak dileğidir. Çünkü kalite ülke genelinde sağlık sisteminin iyi bir noktaya gelmesi için önemli operasyonel araçlardan birisidir. • Gelişmiş ve gelişmekte olan ülke- Sağlıkta kalite için Türkiye’nin bundan sonraki yol haritası üzerinden hareketle; • “Ulusal Kalite Sistemi Türkiye Modeli”nin dinamik ve sürekli gelişime açık yapısının korunarak emek ve enerjinin yapının güçlenmesi yönünde harcanması esas noktalardandır. • Birinci basamak sağlık hizmetle- ri, toplum sağlığı hizmetleri ile laboratuar, diyaliz, poliklinik, görüntüleme hizmeti veren müstakil sağlık kuruluşlarının da standartlarının oluşturularak kalite sistemine dâhil edilmesi ve periyodik olarak değerlendirmelerinin sağlanması gerekmektedir. kamuoyu ile paylaşılması ve kurumlara yönelik çeşitli teşvik unsurları için kullanılması söz konusu olacaktır. lerin sağlık kurumlarında tedavi hizmetlerinde kullanılan cihazların türü ve fonksiyonu açısından ve de teknolojik açıdan hergün kendi sınırlarını zorladığı; ayrıca neredeyse hizmet sunumundaki insan unsuru dışında her şeyin otomasyon sistemi içinde yer aldığı düşünülürse beşeri faaliyetleri odağına alan kalite geliştirme sistemlerinin münhasıran ilgi ve emek gerektirdiği açıktır. Dolayısıyla, sağlık hizmetleri açısından kurumların sunduğu hizmetlerin bir alâmetifarikası da kalite düzeyidir. Bu nedenlerle, kalite faaliyetleri ve sistemleri ulusak ölçekte politika yapıcılarının gündeminde ön sıralarda bulunması ve gelecek hedeflerinin odağında yer alması gerekmektedir. Öyle ki; sağlık sisteminde köklü yapısal değişiklikler gerçekleştirilse bile bu yaklaşımın zarar görmemesi için gerekli tedbirler alınmalıdır. Bu çerçevede, güçlü ve tarafsız kurumsal yapılanmaların oluşturulmasının, kalite çalışmalarının geleceğini şekillendirecek en önemli adımlardan birisi olduğu düşünülmektedir. Sağlık hizmetinden yararlanan tüm bireylerin ve gelecek nesillerin yaşamında gözle görünür etkiler bırakmak için kaliteli sağlık hizmeti sunma arayışlarına ara vermeden devam edilmelidir. SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 23 kapakkonusu AKREDİTASYON VE TÜRKİYE SAĞLIK AKREDİTASYON SİSTEMİ Dr. Abdullah ÖZTÜRK Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü Sağlıkta Kalite ve Akreditasyon Daire Başkanlığı Küreselleşme olgusu gerek olumsuz ve gerekse olumlu anlamda hayatımızın tüm alanlarına nüfuz etmiş durumdadır. İnsanın dâhil olduğu her şeyin içinde yer alan sağlık olgusu da 24 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 başta finansal düzlemde olmak üzere hizmet sunumu ve hizmetin sürdürülmesi açısından da küresel cereyanları bünyesinde taşır hale gelmiştir. Hizmet sunumunda küresel düzeyde standart yakalama çabalarının sağlık hizmetinin doğasına uygun şekilde standardizasyon yakalama çabalarının bir adı da sağlık hizmetlerinde akreditasyondur. Bu çabalar gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde son 20 yıl içinde oldukça hız kazanmıştır. Dünyanın bu konudaki küresel birikimi de küresel etkileşimin artmasıyla paralel olmuştur. Dünyanın gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri, hizmet sunumunun standardizasyonunda ortak dili yakalamak adına sağlık hizmet akreditasyonu çalışmalarını sağlık sistemlerinin gelişimi içinde gündem maddelerinden birisi haline getirmiştir. Ülkeler sağlık akreditasyonunda farklı politik tutumları tercih edebi- lirler. İlki ithal ikame yaklaşımlar, bir diğeri de ülkenin kaynakları ve sağlık ihtiyaçlarının standardizasyonundaki optimum kesişme noktaları dikkate alınarak geliştirilen akreditasyon sistemleridir. Ülkemiz açısından bakıldığında 2003 yılından bugüne sağlıkta kalite alanında ortaya konulan çalışmalar neticesinde sağlık kurumları temel bir kalite düzeyini yakalamış bulunmaktadır. Bu kurumları yakından incelediğimizde; tamamının kalite kültüründe ortak bir düzeyi yakaladıkları, bazılarının ise uluslararası gelişmeler, sağlık teknolojilerindeki yenilikler, sağlık turizmi vb. birçok unsura bağlı olarak daha ileri düzeyde, inovasyona açık, yenilikçi ve girişimci bir temelde hareket etme potansiyelinde oldukları görülmektedir. Ülkemizde gelinen bu nokta, uluslar arası sistemle entegrasyon ve dahi sistem ihracı olasılığını da içinde taşıdığından sağlıkta kalite çalışmalarının uluslararası düzeyde kabul gören standartlar çerçevesinde akredite edilmesi ihtiyacını da ortaya çıkarmaktadır. Dünyada Akreditasyon Çalışmaları Dünya’da akreditasyon sistemleri incelendiğinde; bu sistemlerin, bir sağlık kuruluşu tarafından hasta bakımının kalitesini iyileştirmek, güvenli bir çevre sağlamak, hastalara ve personele yönelik riskleri azaltmak için, sürekli çalışmak ve iyileştirmelerde bulunmak üzere görünür bir taahhüdü temsil ettiği ve bunu belli bir sistematik içinde tescil ettikleri görülmektedir. Farklı ülke örnekleri akreditasyon sistemleri açısından değerlendirildiğinde ise, ülkelerin kendi ulusal ve uluslararası ihtiyaçları doğrultusunda hareket ettikleri, her ülkenin kendine özgü bir yapıda ancak uluslararası düzeyde kabul görecek şekilde akreditasyon standartlarına ve sistemlerine sahip oldukları görülmektedir. Bu sistemler, sağlıkta etkili bir kalite değerlendirme ve yönetim aracı olarak kullanılmaktadır. Türkiye’de Sağlıkta Akreditasyon Ülkemiz özelinde değerlendirildiğinde, sağlıkta kalite alanında oluşan birikim ve dünya çapında yürütülen ulusal akreditasyon faaliyetleri, ülkemizde de bu alandaki ihtiyacın biran önce giderilmesi sorumluluğunu ortaya çıkarmaktadır. Farklı ülkelerin ülkemizde sağlıkta akreditasyon alanında faaliyet gösterdikleri ya da bu çalışmalar için çeşitli girişimlerde bulunmakta olduğu biliniyor. Ancak kurumlarımızın bir akreditasyon belgesi almak ve bu belgenin sürekli yenilenmesi için aldıkları hizmetler karşılığında ödedikleri ücretler, bir açıdan milli kaynaklarımızın yurtdışına transferi anlamına gelmektedir. Bu çerçevede 2003 yılında Sağlıkta Dönüşüm programında dile getirilen Türkiye’de Sağlıkta Akreditasyon Sisteminin oluşturulmasına yönelik ilk adımlar 2012 yılı Mayıs ayında atılmıştır. Akreditörlerin akreditörü ISQua (International Society for Quality in Healthcare) ile görüşmeler yapılarak, çalışmalar sonucunda 20 Mart 2013 tarihinde resmi olarak işbirliği süreci başlatılmıştır. Uluslararası düzeyde başlatılan bu ortaklık ve çalışmalara paralel olarak; hitap edilen sağlık kurumlarının ihtiyaçlarını gözeten, inovasyona açık, uygulanabilir bir standart setinin çalışmalarına başlanmış ve Sağlıkta Akreditasyon Standartları (SAS) Hastane Seti ortaya konulmuştur. İlerleyen süreçte, ISQua tarafından gerekli inceleme ve değerlendirmeler yapılarak Sağlıkta Akreditasyon Standartları-Hastane Seti 09 Ocak 2014 tarihinde uluslararası düzeyde akredite edilmiştir. Bu başarı, ABD, Avustralya, İngiltere, Kanada, Fransa, Dubai, İsviçre, Japonya, Almanya gibi pek çok ülkenin sahip olduğu ve verilen sağlık hizmetinin kalitesinin uluslar arası düzeyde güvencesi olma özelliği taşıyan akreditasyon sisteminin ülkemizde kurulmasına yönelik önemli bir aşamanın da tamamlanması demektir. Bölge Ülkeleri için Türkiye Modeli Jeopolitik açıdan değerlendirildiğinde ise hem Türkçe konuşan ülkeler, hem de Ortadoğu ülkelerinde sunulan sağlık hizmetlerine örnek oluşturabilecek özgün bir akreditasyon sistemi, sağlık alanında bu konudaki ihtiyaca cevap verebilecektir. Öte yandan, adı geçen coğrafyada bu düzeyde bilgi birikimi ve akredite edilmiş sistemlerin bulunmayışı yakın coğrafyamızda bir milyara yakın insana sunulan sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi ve bu alanda faaliyet gösteren kurumlara kendi kalite ve akreditasyon süreçlerini oluşturulmalarında rehberlik etme durumu da mevzu bahis olmaktadır. Ülkemize ait Uluslararası Bir Marka: Sağlıkta Akreditasyon Standartları (SAS) Ülkemizde akreditasyon çalışmaları çerçevesinde çalışmalar devam etmektedir. Akreditasyon çalışmaları meşakkatli ve zaman alıcı olabilmektedir. Aynı anda birçok aşama birlikte yürütülememkte, olgunlaşan bir şamadan sonradiğerine devam etmek mümkün olmaktadır. Bu aşamaların geçilmesi de ülkenin bu konudaki birikiminden bağımsız değildir. Ülkemizde, Sağlıkta Akreditasyon Standartları’nın akreditasyonundan sonraki aşamada; bu standartların belli bir sistematik dâhilinde, profesyonel bilgi, beceri, yeterli teknik deneyime sahip, SAS kültürünü ve ilkelerini benimsemiş profesyoneller tarafından değerlendirilmesine yönelik çalışmalar başlatılmıştır. Bu bakış açısıyla SAS Değerlendiricilerinin yetiştirilmesi için uluslararası standartlara sahip bir Değerlendirici Eğitim Programı ortaya konulmuş ve bu programında ISQua tarafından akredite edilmesine yönelik çalışmalar tamamlanmıştır. Sonuç olarak, SAS sadece bir standart seti değil aynı zamanda onu oluşturan tüm altyapı ile de ülkemize ait bir markadır. Bu marka, standart setlerinin yanında akreditasyon sistemlerinin gerekliliklerini yerine getirecek bir değerlendirme sistematiği ve kurumsallaşmayı da barındırmaktadır. Uluslararası arenadan, ulusal yapıya, teorik gerekliliklerden pratik gerçeklere kadar yukarıda özetlenen tüm bu parametrelerin bir arada doğru bir kurgu ve sistem ile ortaya konulması hem ülkemiz adına önemli bir değer yaratacak, hem de sağlık hizmetlerinde kalite çıtasını daha üst seviyelere çekecektir. SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 25 haber KLİMA GÖZ KURULUĞUNA NEDEN OLUYOR Klimalı ortamlarda uzun zaman geçirenler göz kuruluğu riskiyle karşı karşıya kalıyor. Basit bir hastalık olduğu sanılan göz kuruluğu erken teşhis edilmezse görme kaybına bile yol açabiliyor. Opr. Dr. Ersin Kutluçınar, yaz döneminde alışveriş merkezleri, ofis, ev ve otomobillerde klimanın yoğun kullanıldığını ve çok bilinmese de bu ortamların göz kuruluğu riskine neden olduğunu belirtti. Opr. Dr. Ersin Kutluçınar, gözün çabuk yorulması, yanma, yabancı bir cisim hissi, batma, kızarma, kaşıntı gibi şikâyetlerle kendini gösteren göz kuruluğunun, erken dönemde tedavi edilmediği takdirde görme kayıplarına bile neden olabileceğine dikkat çekti. Gözyaşı Eksikliği Görme Kaybına Yol Açabilir Opr. Dr. Ersin Kutluçınar, gözün kalkanı olarak tanımladığı gözyaşının, gözün şeffaf ön yüzeyi olan kornea Opr. Dr. Ersin Kutluçınar 26 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 sinirlerinin tahriş olmasını engellediğini, gözün daha net ve rahat görmesini sağladığını ifade etti. Gözyaşının gözün oksijen almasına ve beslenmesine yardımcı olduğunu belirten Opr. Dr. Ersin Kutluçınar, “Gözyaşı, yapısında bulunan maddeler sayesinde dışarıdan gelen hastalıklara karşı gözün savunma bariyeri görevini görür. Yabancı maddelerin göze teması durumunda gözü yıkayarak temizler. Gözyaşı eksikliği gözde uzun vadede ciddi problemlere hatta körlüğe bile neden olabilecek durumlara yol açabilir” dedi. Düzenli Aralıklarla Göz Kontrolünüzü Yaptırın Opr. Dr. Ersin Kutluçınar, klimalı ortamlarda uzun süre bulunanların özellikle plaza çalışanlarının düzenli aralıklarla göz kontrolü yaptırmaları gerektiği konusunda uyardı. Göz kuruluğu olanların doktorunun verdiği tedaviyi düzgün bir şekilde uygulaması gerektiğini önemli olduğuna dikkat çeken Opr. Dr. Ersin Kutluçınar, göz kuruluğu tedavisinde ilk olarak suni gözyaşı tedavisinin uygulandığını ifade etti. Az ya da orta dereceli göz kuruluğu tedavisinde göz yüzeyini ıslatmaya yönelik tedavilerin yeterli olduğunu belirten Opr. Dr. Ersin Kutluçınar, daha ileri durumlarda ise ‘punktum tıkacı’ denilen bir yöntemin gündeme geldiğini bildirdi. Opr. Dr. Ersin Kutluçınar bu yöntemde gözyaşı kanalına tıkaç takılarak gözyaşının kanala akmasının engellendiğini ve böylelikle gözyaşının gözde daha uzun süre kalmasının mümkün olduğunu açıkladı. Hastalığın daha ileri evrelerinde kanser ve vücudun savunma mekanizmasının dengesini bozan (otoimmun) hastalıklarda kullanılan Siklosporin A’nın sulandırılmasıyla elde edilen ilaca başvurduklarını söyleyen Opr. Dr. Ersin Kutluçınar, “Göz kuruluğunun tedavisinde kullanılan bu ilaç ciddi anlamda olumlu sonuçlar sağlıyor. İlaç şu an başarıyla ileri derece göz kuruluklarında ve göz kuruluğu ile oluşan sistemik hastalıklarda kullanılıyor” diye konuştu. Klimalı Ortamlardan Kaçının Opr. Dr. Ersin Kutluçınar, klimalı ortamlarda uzun süre vakit geçirenlere zaman zaman pencerelerin açılması ve hava nemlendiricileri kullanılması önerilerinde bulundu. Ayrıca Opr. Dr. Ersin Kutluçınar, masada ve etrafta sulanabilecek bitkilerin bulundurulmasının da faydalı olabileceğini bildirdi. haber SAHTE İLAÇLA MÜCADELEDE YENİ STRATEJİ Halkın sağlığıyla oynayan sahte ilaçlarla mücadelede yeni stratejileri devreye sokma kararı alan Sağlık Bakanlığı, sahte ilaçlara ilişkin oluşturulacak linkten güncel bilgileri halka ulaştıracak. Halkın sağlığıyla oynayan sahte ilaçla mücadelede yeni stratejileri devreye sokma kararı alan Sağlık Bakanlığı, sahte ilaçlara ilişkin oluşturulacak linkten güncel bilgileri halka ulaştıracak, şüphe durumunda hazırlanacak bir format doğrultusunda direkt başvuru yapılmasını sağlayacak. Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumunca hazırlanan 2014 yılı Kurumsal Mali Durum ve Beklentiler Raporu’nun temmuz-aralık döneminde yürütülecek faaliyetler arasında birçok yeni uygulamanın hayata geçirilmesi planlanıyor. Rapora göre bu dönemde İlaç Takip Sistemi’nin geliştirilmesi, sahte ilaçla mücadele, tıbbi cihaz ve kozmetik alanda yapılacak düzenlemeler şöyle: kapsamında oluşturulan alt çalışma gruplarıyla proje takvimindeki modül ve yazılım çalışmalarına devam edilecek, eylülde kamu kurumları, sektör temsilcileri gibi tüm paydaşlarla geniş kapsamlı çalıştay düzenlenecek. • Klinik Araştırmalara İlişkin Veri Tabanı oluşturulacak. • Gümrük ve Ticaret Bakanlığı ile yürütülen ortak çalışma çerçevesinde ilaç, tıbbi cihaz ve kozmetik ürünlerin yasal tedarikleri ve kaçak/sahte ilaçların ülkeye giriş ve çıkışlarının önlenmesi amacıyla gümrük müdürlüklerine eğitimlere devam edilecek. • AB ülkelerinin sağlık otoritelerinin sitesinde yer aldığı gibi, sahte ilaçlara ilişkin bir link oluşturularak bu linkten güncel bilgiler halka ulaştırılacak, şüphe durumunda hazırlanacak bir format doğrultusunda direkt olarak Kuruma başvuru yapılması sağlanacak. • Ürün Takip Sistemi (ÜTS) projesi • Kaçak veya sahte ürünlerin yasal 28 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 tedarik zincirine girmesinin engellenebilmesi amacıyla gerek ulusal gerekse uluslararası taraflarca ortak projeler doğrultusunda çalışmalar yapılacak. • Kaçak veya sahte ürünlerle ilgili halkın bilgilendirilmesi amacıyla kamu spotları hazırlanacak. • İyi Eczacılık Uygulamaları Kılavuzu yayınlanacak. • Kozmetik sektörü ve paydaş ku- rumlara eğitim düzenlenerek kişisel temizlik ve bakım ürünleri olan kozmetik ürünlerin mevzuata uygun üretimi ve satılması, yerli sanayinin gelişmesi, tüketicinin bilgilendirilmesi konularındaki çalışmalar sürecek. • Hızla büyüyen ve gelişen global kozmetik pazarının takibi ve doğal-organik kozmetik pazarının yeşil kimyasallar, sürdürülebilirlik, nanoteknoloji gibi alanlarda ülkeye kazandırılabilecek artılar tespit edilecek. • Eczacı ve serbest eczane kayıtla- • İlaç Kısa Vadeli Eylem Planı hazırrının da tutulduğu bir veri tabanı kullanıma açılacak. • Avrupa Birliği Kozmetik Tüzüğü’ne uyum amacıyla “Kozmetik Kanunu Taslağı, Kozmetik Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Taslağı, Kozmetik İyi İmalat Uygulamaları Kılavuzu Taslağı, Kozmetik Ürünlerde Yapılan Etkinlik Testlerine İlişkin Kılavuz Taslağı ve Kozmetik Klinik Araştırmaları Hakkında Yönetmelik” hazırlama çalışmaları sürecek. lanacak. • Akılcı İlaç Kullanımı () kampanyası ile ilgili çalışmalar devam edecek. • Psikiyatri alanında uzman Bilimsel Danışma Kurulu üyeleri ve akademisyenlerin katılımıyla psikiyatri ilaçlarının akılcı kullanımının değerlendirilmesi amacıyla “Psikiyatri Çalıştayı” düzenlenecek. • Beşeri Tıbbi Ürünlerin İmalathaneleri Hakkında Yönetmelik güncelleme ve karşılaştırma tabloları çalışmaları sürecek. • Türk Eczacıları Birliği ile yeni yönetmelik hakkında ve muvazaa ile mücadelede konularında eczacı odalarıyla çalıştay düzenlenecek. • ”Beşeri Tıbbi Ürünlerin Kullanımı- na Yönelik Hasta Destek Programları Hakkında Yönetmelik” hazırlanacak. • Reçete Bilgi Sistemi (RBS) verileri • İlaç Takip Sistemi (İTS) Karar Desesas alınarak 81 ile ait “2013 Yılı Antibiyotik Reçeteleme Raporu” hazırlanacak. • Tıbbi cihazların satış sonrası hiz- • ”Sağlık metlerine ve garanti hükümlerine dair mevzuat tamamlanacak. Kılavuzu, “Bilimsel ve Eğitsel Faaliyet Toplantı Başvuru Kılavuzu” ve “Ürün Tanıtım Elemanlarının Eğitimine İlişkin Usul ve Esaslar ile Uygulama Takvimi Kılavuzu” güncellenecek. Beyanı ile Satışa Sunulan Ürünlerin Sağlık Beyanlarına İzin Verilmesi Hakkında Başvuru Kılavuzu”nun duyurusu yapılacak. Ayrıca “Sağlık Beyanlı Ürünlerin Değerlendirilmesi” amacıyla komisyon oluşturulacak ve başvurusu yapılan dosyaların kabulüne başlanacak. • ”Bedelsiz Tanıtım Numunesi Dağıtım ve Basın Duyurusu Başvuru tek Sistemi oluşturulacak. • İlaç Takip Sistemi ve güvenli ilaca erişim konularında farkındalığı artırmak ve ilaç tedarik zincirinin güçlendirilmesi çalışmalarına devam edilecek. • Mobil İlaç Sorgulama uygulamasının ve İTS portalının geliştirilmesi ve içeriklerin zenginleştirilmesine devam edilecek. • Cilt bakım ve bebek ürünlerine yönelik sektörel piyasa gözetim denetim planlanması yapılacak. SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 29 KİMYASAL MADDELER KISIRLIK NEDENİ OLABİLİR Oyuncak, temizlik maddesi, şampuan, ambalaj ve günlük yaşamda sık kullandığımız pek çok üründe yer alan kimyevi maddeler çocuklarda gelişme geriliği, hiperaktivite, obezite; yetişkinlerde ise kısırlık ve çeşitli kanser türlerine neden olabiliyor. Bunun başlıca nedenleri arasında içeriklerindeki “endokrin karıştırıcı/ jammer” olarak adlandırılabilecek hormon bozucu maddeler yer alıyor. Endokrinoloji Bölümünden Doç. Dr. Gökhan Özışık, endokrin bozucular ve korunma yöntemleri hakkında bilgi verdi. Tüm vücut dengesini alt üst ediyor İnsan sağlığı ve neslinin devamı metabolizma, büyüme-gelişme, zihinsel fonksiyonlar, bağışıklık sistemi ve üreme için hayati rolleri bulunan hormon ve benzeri sinyal taşıyıcı maddelerin kusursuz çalışmasına bağlıdır. Endokrin ve nöroendokrin sistemler olarak bilinen ve vücut içinde bir noktadan diğerine sinyal ileten ağlarda herhangi bir sebeple karışıklığa yol açan kimyasal maddelere ise “endokrin karıştırıcı” adı verilmektedir. Doç. Dr. Gökhan Özışık 30 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 Radyofrekans iletiminin bozulmasına yol açan “jammer”lara benzetebilecek bu maddeler moleküler düzeyde sinyal taşıyıcı maddeleri algılayan sabit sensörleri geçici olarak köreltmek ya da bu sensörleri kandırarak aşırı uyarmak suretiyle etki gösterir. Yaşamsal kodları yani DNA’yı etkiler Hormon ve benzeri moleküller dolaşımda genellikle bir kargo proteinine bağlı halde taşındıklarından bu proteinlerin yapısını ve miktarını değiştiren kimyasal maddeler de sinyal iletimini bozabilir. Diğer taraftan, bazı kimyasal maddeler ise hormonların üretimi ya da aktive/deaktive olmasına karışarak endokrin sistemlerde arızaya yol açabilmektedir. Bazı sensörler ise sabit değil de hareketli olduğundan bağladıkları hormonları (sensör-hormon ilişkisi birleşen lego parçalarına benzer) doğrudan DNA’ya taşımak suretiyle bu moleküllerin yaşamsal kodlara erişmesini sağlayabilmektedir. Günlük yaşamda sıkça karşılaşıyoruz Bir hayvana ait hormon başka bir hayvan türüne toksik etki gösterebileceği gibi bitkisel hormonlar da farklı yollardan insan ve hayvanlara ulaşarak istenmeyen etkilere yol açabilir. İlaç endüstrisince üretilen sentetik hormonlar, kimya endüstrisinde kullanılan kimyasal ajanlar ve yan ürünler de endokrin sistemleri bozabilmektedir. Gelişme geriliği, dikkat dağınıklığı, hiperaktivite, entellektüel becerilerde azalma, erken ya da geç ergenliğe girme, obezite, iştahsızlık gibi yeme davranış bozuklukları, sperm sayı ve kalitesinde bozukluk-kısırlık, tiroid hormon yetersizliği, iskelet anormallikleri, yorgunluk, sık hasta olma, erken yaşlanma ve hatta bazı tür kanserlerle ilişkili oldu- ğundan neredeyse çoğu bilim adamının şüphe duymadığı bu kimyasal ajanlara akla gelebilecek her ortamda, kullanılan çoğu malzemede (ambalaj, boya, oyuncak vs) ve hatta gıda maddelerinde (zirai kalıntılar, katkı maddeleri vs) rastlamamak/maruz kalmamak neredeyse imkansızdır. Bu maddelere dikkat! Alınması gereken önlemler 7) Cam şişede sular tercih edilmeli Tanımlanmış bine yakın endokrin bozucu arasında; ev ortamında bulunanlar aletler, yapı/ izolasyon malzemeleri, mefruşat, mobilya ve temizlik ürünleri, kozmetikler, şampuan, losyon ve sabun gibi kişisel bakım ürünleri, gıda katkı maddeleri, plastik ve lastik ürünleri, haşere ve böcek öldürücüler, dezenfektanlar ve antimikrobik ürünler, tutkal, boya, ahşap ürünlerinde kullanılan yüzey koruyucular, çözücüler, alev almayı önleyecek kimyasallar, metalurjide kullanılan ürünler, fitoöstrojenler, flavinoidler, fenolik asitler ve hastane ortamında özellikle laboratuvarda kullanılan kimyasallar sayılabilir. 1) Bu kimyasal maddelere karşı bilinç daha çocukluk döneminde verilecek eğitimle artırılmalı 8) Kaynağı ve içeriği bilinmeyen bitkisel karışımlar sağlık profesyoneline danışılmadan tüketilmemeli, bilinmeyen mantarlar toplanıp yenmemeli 2) Hava, su kaynakları, bitki örtüsü ve yaşam alanlarımızdan uzakta dahi olsalar başka canlıların doğal ortamlarının korunmasına (endüstriyel atıkların filtrelenmesi gibi) özen gösterilmeli 9) Bebek ve çocukların normal gelişim gösterip göstermedikleri mutlaka izlenmeli 3) Çocuk sahibi olmayı planlayan çiftlere, hamileler ve yeni annelere eğitim verilmeli 10)Erken veya geç ergenlik belirtisi gösteren, hızla ve aşırı kilo alan çocuklar hekim muayenesinden geçirilmeli 4) Dayanıklı tüketim malzemeleri, ev ortamında kullanılan ürünler alınırken bilinçli davranılmalı 11)Şüpheli gölet ve su birikintilerine yüzmek ve serinlemek amacıyla girilmemeli 5) Sebze ve meyvelerin tarımsal ilaçlardan arınmış olmasına özen gösterilmeli, gerekli durumlarda evdeki musluklarda filtre kullanılmalı 12)Kullanılmayan deterjan, temizlik sıvıları ve ilaçlar (Örneğin doğum kontrol hapları, hormon içeren ilaçlar) lavabo, klozet gibi alanlara dökülmemeli 6) Gıda maddeleri ile temas halinde olan plastik ve benzeri petrokimyasallardan üretilmiş kaplar, ambalajlar bilinçli seçilmeli 13)Sinek kovucu olarak doğal uçucu yağlar (lavanta, okaliptus, limon, nane gibi) tercih edilmeli SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 31 haber ORGAN NAKLİNDE SEVİNDİRİCİ ARTIŞ Türkiye’de organ nakilleri arttı. Geçen yıl 7 bin 188 nakil yapıldı. 2014’ün yarısında bu sayı 4 bin 317’ye çıktı. Yılsonuna dek sayının 8 bin 500’ü bulması bekleniyor. Nakiller daha çok canlı vericilerden yapılıyor. 32 Türkiye’de 28 bin 278 hasta organ nakli bekliyor. Bu yılın ilk altı ayında 4 bin 317 nakil gerçekleşti. Geçen yıl 7 bin 188 nakilin, 3 bin 365’ü nakil canlı bağıştan, 379 nakil ise kadavradan gerçekleşti. çekleşen 3 bin 163 bağıştan bin 846’sı canlı vericiden oldu. 893 hastanın beyin ölümü gerçekleşirken, 203 hastanın ailesi organların bağışlanmasına izin verdi. 207 ithal kornea, 907 ise hastadan kornea alındı. Geçen yıla göre önemli bir artışın olduğunu vurgulayan Sağlık Bakanlığı Organ Doku Nakli Ve Diyaliz Hizmetleri Daire Başkanı Dr. Arif Kapuağası, organ bağışındaki en önemli sıkıntının bağış yetersizliğinden olduğunu söyledi. KORNEA İLK SIRADA YÜZDE 80’İ CANLIDAN NAKİL Nakillerde ilk sırayı bin 976 ile kornea aldı. Onu bin 628 ile böbrek nakli takip etti. Nakiller sırasıyla 644 karaciğer, 43 kalp, 17 akciğer, 5 pankreas, 2 ince bağırsak, 2 kalın bağırsak olarak gerçekleşti. Bu yılın ilk altı ayında ger- Kapuağası, “Merkezlerimiz şu an ortalama yüzde 50 kapasiteyle çalışıyor. Bağış olmayınca maalesef canlıdan bağışa yöneliyoruz. Yüzde 80’e yakın canlıdan nakil, kalanı kadavradan. Aileler ölen yakınları için izin vermiyor. SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 Yanlış dini inanışlar ve mahalle baskısı yüzünden insanlar kadavradan organların bağışlanmasında tereddüt ediyor. Canlıdan organ naklinde dünyanın en tecrübeli ülkesiyiz” dedi. KALP VE AKCİĞER ZİRVEDE Toplamda bağışçı sayısı 68 bin 893 olarak kaydedildi. En çok bağışlanan organlar ise şöyle: Böbrek: 67 bin 965 Karaciğer: 67 bin 165 Kalp: 66 bin 628 Akciğer: 66 bin 437 Kalp Kapağı: 63 bin 649 Kornea: 63 bin 376 Yüz ve saçlı deri: 43 bin 820 haber MOBİL SAĞLIK UYGULAMALARI NE KADAR GÜVENLİ? Dr. Sertaç DOĞANAY Tek Doz Dijital ve Social Touch Kurucusu Mevcut sağlık politikaları, yaşlanan nüfus ve yükselen küresel enflasyon gibi faktörlerle daha düşük maliyetlerle çok daha fazla hastaya ulaşmayı hedeflemektedir. Sağlık hizmeti sunucuları da geleneksel metotlarla birlikte, teknoloji ile gelişen mobil uygulamalara da yönelerek düşük maliyetle çok daha geniş bir kitleye ulaşmayı hedeflemektedir. Samsung, Apple ve Google pek çok sağlık uygulamasının arkasında yer almaktadır. Amaçları; tüketicilerin sağlık verilerini ve tutumlarını analiz edebilecek anlamlı verileri toplamak. Detaylı hasta profillerinin yer aldığı verileri toplamak isteyen ilaç firmaları ve hastaneler de, bu çıktıları güvenli bir süzgeçten geçirerek kendi stratejilerini ve kaynaklarını planlama niyetindedir. Bu hevesi gören büyük teknoloji firmaları da ürünlerini sağlık sektö- 34 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 rünün bir parçası haline getirerek HealthKit ve Google Fit gibi uygulamaları piyasaya sürdü. Piyasaya sürülen bu uygulamalar, kişisel sağlık kayıtlarının dijitalleşmesi ve mobil hale getirilmesi adına basit örnekler denilebilir. Ancak bu uygulamalarda tüketicilerin kafasını karıştıran çok önemli bir soru var: Bu uygulamalar güvenli mi? Apple, kullanıcılarının gizlilik bilgilerini koruma altına aldığını ve App Store’da bulunan uygulamaların da kullanıcı gizliliğine uygun davranma koşulu ile yer aldıklarını net bir dil ile belirtmektedir. Ancak Google’ın bu konu hakkındaki şeffaflığı tartışılmaktadır. Çünkü Google, gizli tuttuğu özel algoritması ve iş stratejilerini şirketin uygulama mağazası olan, Google Play’de de uygulamaktadır. Ayrıca Google’ın, tüm bilgilerin herkese açık olması gerektiği fikrini savunduğunu da hatırlatmam gerekir. Ancak konu doğrudan sağlık ile ilgili olunca, mobil uygulama mağazasına sahip her iki şirket de HIPPA (Sağlık Sigortası Taşınabilirlik ve Erişilebilirlik Yasası) gereğince gizlilik ilkelerini dikkate almak zorundadır. Bu sebep- le de, uygulama geliştiriciler ve kullanıcıya hizmet sunan diğer tüm aracılar bu kurallara uymalıdır. Sağlık uygulamaları için net bir şekilde konulan konular olsa da; iki şirketin de sağlık uygulamalarına ve kullanıcı gizliliğine bakış açısının farklı olduğu belirtilebilir. Apple; sağlık uygulamalarını, sağlık sunucuları ve uygulama geliştiricileri tarafından dikkate alınan EPIC EMR yazılımlarını içeren uygulamaları kabul ediyor. Google ise; kullanıcı bilgilerine, uygulama geliştiricilerin erişmesine izin verirken, uygulama içinde de kendilerine özgü yazılımları kullanmasına izin vermektedir. olabilir? Dijital sağlık uygulamaları ile elde edilen kullanıcı bilgilerinin izinsiz yayılması konusunda nasıl bir hukuki işlem başlatılabilir? Uygulama mağazaları sadece aracı oldukları uygulamalardan da sorumlu tutulabilecek mi ya da “aracı olmak” bu şirketlerin sorumluluğunu hafifletecek mi? Asıl soru ise, dijital sağlık uygulamalarını kullanan kişiler hangi şirketin uygulama mağazasına güvenecek? ceği ve güvenliği konusunda hala iç rahatlatıcı, somut bir mekanizmanın olmadığını söyleyebilirim. Ancak mevcut sistem, sağlık uygulaması kullanıcılarının güvenliğinden yana. FDA – Apple görüşmesinden örnekle, Apple’ın bu işi ciddiye aldığı kesin. Öte yandan, Google Play içerisinde, tüm uygulamalar genelinde, %97 oranında kötü amaçlı uygulama bulunmaktadır. Google Play’de yer alan uygulamalardan kaynaklanan herhangi bir gizlilik ihlali belirlenirse HIPPA tarafından açılacak davalar Google’ın mobil uygulama pazarındaki en büyük tehlikesidir. Tüm bu belirttiğim durumlara dayanarak; şu an kullanıcı güvenliği ve veri gizliliği konusunda Apple’ın uygulama mağazası olan App Store, Google’ın Google Play’inden birkaç gömlek üstün gibi görünüyor. Eğer gizlilik sizin için önemli değilse ve net bir güvenlikten bahsedilmiyorsa da, App Store’da bulunan dijital sağlık uygulamalarını kullanabilirsiniz. Geçtiğimiz günlerde, dijital sağlık uygulamaları kullanıcılarının verileri ile ilgili FDA ile görüşen Apple’ın bu konu ile ilgili çalışmaya devam ettiği ve bu konuyu çok daha iyi yerlere getirmeye hevesli olduğu görülmektedir. Her iki firma da doğrudan dijital sağlık uygulamalarına bizzat müdahale ediyor ve belli standartların oluşturulabilmesi için uygulama geliştiricilerle birebir temasa geçiyor. Ancak gelecekte şirketlerin sahip olduğu uygulama mağazaları, diğer uygulamalarda olduğu gibi, sadece aracı konuma geçebilir ve dijital sağlık uygulamalarının denetiminden ellerini çekebilirler. Peki, bu durumda neler Dijital sağlık uygulamalarının gele- SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 35 haber ERGENLİK DÖNEMİNDE BESLENME VE HAREKETLİ YAŞAM Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu rehber olması amacıyla dört yapraklı yonca simgesi kullanılmaktadır. Obezite Diyabet ve Metabolik Hastalıklar Dairesi Başkanlığı Ergenlik döneminde gençler ailenin beslenmesinde daha etkin olmakta ve ev dışında daha çok beslenmektedirler. Gençler besin seçimi ve aktivitelerin önemi ile ilgili gerçekleri bilmelerine karşın beslenme ve aktivitelerine bunu yansıtmamaktadırlar. Bu dönem çocukluktan sonra en hızlı büyüme dönemidir. Sağlıklı besin seçimi büyüme ve gelişmeyi olumlu yönde etkilemektedir. Örneğin; kemik gelişimi için kalsiyum, kas gelişimi için protein, enerji için yağ ve bu metabolik olayların gerçekleşmesi için vitamin ve minerallere gereksinim duyulmaktadır. Bu besin öğelerini vücuda sağlayabilmek ve yeterli ve dengeli beslenmek için her gün dört temel besin grubunda yer alan besinlerden önerilen miktarlarda tüketilmelidir. Ülkemizde yeterli ve dengeli beslenmede 36 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 Besin Seçimi Konusunda Öneriler • Gençler, besleyici değeri düşük, yüksek enerjili, fazla yağlı ve tuz içeren yiyecekler yerine, evde hazırlanan çiğ sebze, salata, yoğurt, sütlü tatlıları tercih etmelidirler. • Ev dışında yedikleri yiyeceklerin seçimi için öneri getirilebilir. Bu yolla kilo kontrolü yolu da öğretilmiş olur. • Sağlıklı yaşam tarzı için düzenli eg- zersiz, düşük yağlı yiyecek, sebze meyve tüketimini artırma, sigara içmeme, alkol kullanmama konularında çocuklarınızı bilinçlendirebilirsiniz. Bunun için de sizin iyi örnek olmanız gerekmektedir • Eğer çocuğunuzun kilo sorunu varsa onu eleştirmeden, yaşam tarzını değiştirmesine yardımcı olmalı ve bir diyetisyenden yardım istemelisiniz. Bu denemede oluşabilecek duygusal sorunları iyi iletişim ile çözmeye çalışmalı, bunun abur cubur beslenmeye yol aç- masına engel olmalısınız. Evinizde sağlıklı yiyecekler bulundurmaya özen göstermelisiniz • Genç kızlar çekici bir vücuda sahip olma güdüsüyle çoğu kez hatalı diyet yapmakta, bunun sonucunda yeme davranışı bozuklukları gelişebilmektedir. Erkekler ise egzersiz yapmaya, vücut geliştirmeye önem vermektedir. Bunun için de proteinden zengin beslenmeye çalışmaktadırlar. Oysa ki fazla protein tüketimi gerekli değildir • Gençler için aktivite kendini ener- jik hissetme, güven, iyi bir görünüm, okul başarısı, yaşam boyu doğru bir alışkanlık kazanma, kronik hastalık risklerini azaltmak için önemlidir. Ancak bu yaş grubunda aktiviteyi azaltan en önemli nedenler; sınavlar, hazırlık kursları, TV, bilgisayar oyunlarına fazla ayrılan zamandır. • Gençlere 16 yaşa kadar haftada 3 veya daha fazla 20-25 dakika egzersiz önerilmekte, 16 yaş üzerindekilere 30 dakika/her gün egzersiz veya 3-5 kez, 30-60 dakika aerobik egzersiz önerilmektedir. Çocuklarda ve Ergenlerde Obezite ve Komplikasyonları Obezite çocukluk ve ergenlik dönemindeki en sık görülen kronik hastalıktır. Özellikle endüstrileşmiş bazı toplumlarda, çocukluk ve ergenlik döneminde obezite sıklığı astım ve egzema gibi allerjik hastalıkların bile önüne geçmiştir. Çocukluk ve ergenlik obezitesi beraberinde yüksek riskli morbiditeyi taşır ve geç sekelleri önemlidir. Ergen obezlerin, uygun rehabilitasyon programları uygulanmadıkça, %7580’inin obez yetişkinler olduğu bilinmektedir. Bu konuda yapılan uzun süreli çalışmalarda tombul ve fazla kilolu adolesanların ergenlik döneminden sonra kilo verseler bile, obezitenin morbidite ve mortalitesini erişkin hayata taşıdıkları gösterilmiştir.Terlemenin arttığı ve solunumun zorlaştığı egzersizler veya haftada 3 gün 30 dk yürüme ile başlanabilir. 4 hafta sonra haftada 5 veya daha fazla gün 4560 dk ya çıkarılarak program devam edebilir. Obez ergenlere yönelik beslenme, egzersiz ve medikal izlem gibi rehabilitasyon programlarının zaman kaybedilmeden ergenlik döneminde başlatılması önem taşımaktadır. Obezite basit bir hastalık olmayıp heterojen bir gruptur. Çocukluk ve adolesan obezitelerinin % 5’inden daha azında spesifik bir neden gösterilebilir. Obez ergenlerin yaklaşık % 3’ünden daha azında altta yatan endokrin bir neden gösterilebilirken, çeşitli sendromlara bağlı obeziteler bu grubun % 2’sinden daha azdır. Bu rakamlardan da anlaşılacağı gibi ergenlik dönemindeki obezite, “eksojen obezite” adı ile ele aldığımız aşırı yemeye bağlıdır. Ancak eksojen obezitede de sadece beslenme değil genetik, çevre, fiziksel aktivite, çocuğun besini tüketme şekli, enerjisini nasıl harcadığı gibi pek çok faktör rol oynamaktadır. Puberte, özellikle de kızlarda, obezite gelişimi açısından yüksek riskli bir dönemdir. Puberte sırasında erkek ergenlerde daha çok yağsız vücut kitlesi artarken, kızlarda daha belirgin bir yağ depolanması gerçekleşir. Her iki cinsiyette de bu süreç boyunca santral yağlanma artarken, periferal yani ekstremite yağlanması azalır. Ayrıca pubertenin enerji harcanması üzerine etkileri de cinsiyetler arasında farklılıklar gösterir. Erişkin hayattaki vücut ağırlığımızın yaklaşık %50’sinin puberte sırasında kazanıldığını biliyoruz. Üç dört yıl kadar kısa bir sürede gerçekleşen bu fizyolojik vücut ağırlığı artışı; dengesiz ve aşırı beslenme, yetersiz fiziksel aktivite gibi nedenlerle gereğinden daha fazla ivmelenebilir. Sonuç olarak, puberte döneminde fizyolojik olan bu değişiklik, sınırları belirlenmediğinde patolojik bir durum olan obeziteye yol açabilir.Obeziteyi değerlendirmede kullanılabilecek çeşitli metotlar vardır. Bunlar arasında en sık kullanılan vücut kitle indeksinin belirlenmesidir. Deri kıvrım kalınlığı ve cilt altı yağ dokusu ölçümleri özellikle vücut kitle indeksi yüksek, ancak yağ dokusu az olan sporcularda anlamlıdır. Vücut kitle indeksi (vücut ağırlığı (kg) / boy (m2)) yaşa ve cinsiyete göre 95 persentilin üstünde olan ergenler obez, 8595 persentil arasında olan ergenler ise tombul (overweight) olarak tanımlanırlar. Çocukluk ve adolesan döneminde iskelet ve kardiovasküler sisteme ait veya psikolojik bir çok komplikasyon obeziteye bağlı gelişebilir. Obez olanların, toplumda ayrımcılığa uğradıkları, kendi güvenlerini ve zeka yeteneklerini geliştirirmede ve sosyal olarak iletişim kurmada zorlandıkları belirlenir.Obezitenin büyüme üzerine bir çok etkisi vardır. Obez çocukların daha uzun olmaları beklenir ve de onların kemik yaşları daha ilerdedir. Fakat ergenliğin daha ileri yıllarında bu gruptakilerin epifizleri daha önce kapandığı için boyları obez olmayan gruba göre daha kısa kalır. Obezlerin yağsız vücut kitlesi de artar ve obez olmayanlara göre daha erken menarş olurlar. Artan boy, ileri kemik yaşı ve erken menarş fazlalaşan gıda alımının ototrofik etkisi iledir. Halbuki artan kas kitlesi sonucu fazlalaşan yağsız vücut kitlesi hem ağırlığı hem de adipositlerin çekirdek kitlesini arttırarak bu süreci destekler. Artan ağırlık iskelet sisteminde, tibianın eğrilmesine (Blount hastalığı) veya femur başı epifiz kaymasına neden olur. Kardiovasküler risk faktörleri olarak, artan kan basıncı, bozulan lipid düzeyi ve glukoz toleransı görülür. Çocukların %60’ı 5 ile 10 yaş arasında bunlardan en az birine %20 sinden fazlası ise en az ikisine sahip olur. Karaciğer enzimlerinin yüksel- mesi obez çocukların %510 nun da görülür. Adolesan kızlarda polikistik over sendromu da sık görülen problemlerden biridir. Ergenlik Döneminde Yaklaşım Adolesanlarda belirgin olarak fiziksel, cinsel, bilişsel, sosyal ve ruhsal değişiklikler olur ve bunlar adolesanlarda, ailelerde, sağlık personelinde, öğretmenlerde ve toplumda çeşitli zorluklar oluşturur. Bu yaş grubuna hizmet verenler için en büyük zorluk, bu değişikliklerin hepsinin eş zamanlı olmamasıdır. Örneğin, pubertesi daha erken yaşlarda başlayan, fiziksel ve cinsel gelişimi neredeyse tamamlanmak üzere olan bir ergen, bilişsel ve ruhsal açıdan hala bir çocuk gibi davranabilir. Tam tersine, pubertesi daha geç yaşlarda başlayan bir ergen bilişsel ve ruhsal açıdan daha olgunken, cinsel gelişimi henüz başlangıç evrelerinde olabilir. Ayrıca aynı yaştaki ergenlerin hepsi aynı gelişim basamaklarında olmazlar. Pubertenin başlangıcı ve ilerlemesinde belirgin varyasyonlar olabilir. Bu nedenle ergenlerle çalışan meslek gruplarının ve ailelerin bu gibi bireysel farklılıkların bilincinde olmaları gerekmektedir. Adolesanlara verilen sağlık hizmetleri de, yaş ve gelişimsel düzeye uygun olmalıdır. Sosyokültürel farklılıklara ve bireyselliğe duyarlı olmalıdır. Adolesanlar ile ilgilenen doktorlar, görüşme ve muayenelerindeki gizlilik ilkesini sağlamalıdırlar. Ergenle ve ailesi ile mutlaka ayrı ayrı görüşme ortamı sağlanmalı ve ailesinin yanında konuşmak istemeyeceği problemleri de sorgulanmalıdır. Öykü alırken, konuşmaya en az kişisel sorular ile başlanmalı, yeterli diyalog sağlandıktan sonra benzer soruların diğer ergenlere de sorulduğu açıklanarak kişisel sorunları ve riskli davranışları gündeme getirilmelidir.Bütün bunların yapılabilmesi için ergen görüşmelerine daha uzun süre ayrılmasının gerekliliği açıktır. Ergenlerin ihtiyaç duydukları güven ve saygı ortamının sağlanması, ergenin hekime açılmasının ve başvuru şikayeti yanında, gizli gündeminin ortaya konulmasının ön koşuludur. Ergene bir çocuk gibi yaklaşılmamalı, SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 37 onun kendisini bir erişkin gibi görüyor olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle görüşme sırasında, açık uçlu sorular sorulmalı, gerekli yönlendirmeler yapılmalı ama iyi bir dinleyici olmaya da dikkat edilmelidir. Önerilerde bulunurken emir kipi asla kullanılmamalı, hatta eğitici rolü üstlenilmemeli, çözüm önerileri getirerek birlikte tartışılmalı ve ergene kendi kararlarını kendisinin vermesi için danışmanlık yapılmalıdır. Sorumluluklarını üstlenebilmesi için fırsat verilmelidir. Adolesana söz hakkı vermeden, katılımını sağlamadan sağlık hizmeti yürütmek genellikle olanaksızdır. Ergenle yapılan görüşme sırasında önemli noktalardan biri de ergeni değil, hatalı davranışını eleştirmeye dikkat edilmesidir. Ergene hatalısın demek yerine, önce olumlu geri bildirim ile yaklaşarak iyi davranışları övülmeli, ardından hatalı davranışı eleştirilmelidir.Bu yaş döneminde arkadaş ilişkileri çok önemli olduğundan, benzer şekilde arkadaşlarını değil de, arkadaşlarının hatalı davranışlarını eleştirmek doğru olacaktır. Cinsel gelişimin başlaması ve büyüme hızının artması ile birlikte gencin dikkati vücudundaki bu değişime çevrilir. Adolesanda bedensel ve cinsel açıdan hoşnut olunacak bir beden algısına sahip olmak ve korumak en önemli ihtiyaçlardan birisidir. Bu 38 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 aynı zamanda benlik saygısının (self esteem) oluşması ve kimlik (identity) gelişimi bakımından da önem taşımaktadır. Ergenlerin bu konulardaki duyarlılıkları dikkate alınmalı ve ailelerine de, ergenlerin bedenleriyle aşırı uğraşmalarına anlayışlı olmaları ve bunun yaşlarının gereği olduğu mesajı vurgulanmalıdır. Gençlerin çoğu, fiziksel olarak büyümüş ve cinsel bakımdan gelişmekte oluşlarının kendilerine psikososyal bakımdan da birkaç yıl gibi kısa sürede, bir erişkinin matürasyon ve becerisini kazandırdığı inancı ve iddiasında olabilirler. Bu nedenle, ergenler bir anda ve her alanda bağımsızlık beklentisi içinde olabilirler.Bağımsızlık çabalarının aile tarafından isyan olarak yorumlanmaması ve psikososyal gelişme düzeyleri ile orantılı olarak gittikçe artan bağımsızlık tanınması, aile ile yaşanabilecek çatışmaların önlenmesi açısından önemlidir. Ancak bu bağımsızlık; ailenin ve toplumun değer yargılarına uygun, karşılıklı görev ve sorumluluklar ile ters düşmeyecek, aile düzeni ve imkanlarını zorlamayacak ölçülerde olmalıdır.Sağlıklı psikososyal gelişmenin en önemli şartlarından birisi de ergenin çevresinde örnek alacağı bir erişkin bulabilmesidir. Anne ya da baba iyi bir rol model olmadığı sürece sadece söylediklerinin ergen için bir anlamı olmayacaktır. Kendisi sigara içen bir babanın, oğluna sigaranın zararlı olduğunu söylemesi ve sigarayı yasaklamasının hiçbir etkinliği yoktur. Benzer biçimde ailede, anne ve babanın birbirlerine ve çocuklarına sevgi ve saygıya dayalı bir davranış modeli içinde olmaları, ergenin de davranışlarını olumlu etkileyecektir. Sürekli tartışma ortamı içinde olan ergenlerin bundan etkilenmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle psikososyal risk faktörlerinin değerlendirilmesinde mutlaka aile ile olan ilişkiler sorgulanmalıdır. Hekim de iyi bir rol model olmalı ve gerektiğinde koçluk görevini üstlenebilmelidir. Adolesan kendini kanıtlama, kabul ettirme, beğeni toplama, popüler olma arzu ve ihtiyacının çok büyük olduğu bir dönemdir. Gençler sadece ailenin değil, akran gruplarının da üyesidirler ve onlarla bütünleşmek zorundadırlar. Gencin kendi kendini bulma ve toplumla kaynaşma deneyimleri için aile tarafından fırsat tanınmalı fakat tamamen sınırsız ve denetimsiz bırakılmamalıdır. Prensip olarak yalnızca hastalığa değil, ergenin bizzat kendisine de eğilerek yaklaşılmalıdır. Böyle bir yaklaşımın, ergene yardım için yapılacak tanı ve tedavi planlamaları ve girişimlerinde, hastalığın özellik ve ihtiyaçları kadar önemli olduğu unutulmamalıdır. ŞİŞMANLIK: GENETİK MİRAS MI YAŞAM TARZI MI?* Prof. Dr. Yüksel ALTUNTAŞ Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Klinik Şefi Kronik bir hastalık olan obezite basitçe yağ dokusunun artışı olarak tanımlanabilir. Bu tanım yetişkinler için pratik olarak vücut kitle indeksi (VKİ) üzerine kurulmuştur. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Obezite Danışma Kurulu hastalığı VKİ’ine (vücut ağırlığının metrekare cinsinden boy uzunluğuna bölünmesi) göre sınıflandırma sistemi geliştirmiştir. Buna göre, VKİ 25-29.9 kg/m2 arası olanlar kilolu, 30kg/m2 ya da daha yüksek olanlar ise obezite olarak değerlendirilir. Obezite global olarak epidemik oranlara ulaşmıştır ve tüm dünyada prevalansı son 15 yılda giderek artmaktadır. Gelişmiş sanayi ülkelerinde kilolu ve obez oranı %35-45 arasıdır. Sonuçta büyük bir halk sağlığı ve aynı zamanda ekonomik bir sorundur. Obezite şu anda tüm dünyada insan sağlığını tehdit eden en ciddi sorunlardan biri olarak gündem oluşturmuştur. Artık bir salgın gibi değerlendirilen şeker hastalığı gelişmesinde de çok önemli rol oynamaktadır. Obezite giderek hem sağlık hem de sosyoekonomik olarak ciddi tehdit oluşturacak düzeye gelmiştir. Gelişmiş ülkelerdeki toplam sağlık hizmetleri tüketiminin yaklaşık %48’inin obeziteye bağlı olduğu ileri sürülmektedir. Obezlerde vücut ağırlığındaki her 1 kg artış, diyabet sıklığını %5 artırmaktadır. Günümüzde diyabet ise dünyanın her yerinde en önemli sağlık sorunlarından biridir ve beşinci ölüm nedenidir. Dünya Diyabet Federasyonu (IDF) ve Ulus40 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 lararası Obezite Çalışma Birliği’ne (IASO) göre dünyada 1 milyar erişkin fazla kilolu olup bunların 300 milyonu şişmandır ve 1.7 milyar kişi Tip 2 Diyabet gibi fazla kiloyla ilişkili kronik hastalık riski altındadır. Tüm dünyada 1 milyarın üzerinde kilolu erişkinin olduğu ileri sürülmektedir. Bunun 300 milyonu obezdir. Avrupa Birliği’nde 200 milyonun üzerinde kilolu veya obez erişkin olduğu hesaplanmaktadır. Yine 3 milyon okul çocuğunun obez olduğu ileri sürülmektedir. Dünya çapında 200 milyon kişi diyabetiktir ve bu sayı önümüzdeki 30 yıl içinde büyük olasılıkla iki katına çıkacaktır. Ülkemizde 12 milyon obez, 17 milyon da kilolu bireyin olduğu tahmin edilmektedir. Obezitenin salgın halinde artış göstermesi ve yaşamı kısaltması kronik bir hastalık olarak kabul edilmesini ve de tedavi edilmesini zorunlu kılmıştır. Ağırlık atışı, genetik zemin ve çevresel faktörler arasındaki karmaşık etkileşime bağlıdır. Genetik eğilimli bireylerde modern çevresel faktörler obezite oluşmasına yol açmaktadır. Artan refah seviyesinin, hayatın kolaylaşmasını sağlayacak her gelişmenin bedeli az veya çok kilo artışıdır. Fast food türü hazır gıdaların fazlaca tüketilmesi, karbonhidrat açısından zengin, yüksek glisemik indeksli gıdalar ile beslenme şişmanlamaya yol açan önemli beslenme faktörlerindendir. Kan şekerini hızla yükselten karbonhidrat içeriği yüksek gıdalar yüksek glisemik indeksli gıda olarak adlandırılır. Bu tür gıdalar hızla insülin hormonunu uyararak kilo alımına yol açarlar. Bu nedenle kan şekerinin yavaş olarak yükselmesini sağlayan düşük glisemik indeksli gıdalar önerilir. Obezitenin monogenik formları (tek gene bağlı obezite formları) nadir olup cinsiyet hormonlarında azalma ile birliktedir. Bu tür obezite obezitehipogonadizm sendromları olarak adlandırılır. Tek gene bağlı olmayıp birden fazla genin etkin olduğu (poligenik) yaygın obezite de ise obezite ve yağ dağılımı ile ilişkili 40’dan fazla genetik yapı belirlenmiştir (1).Yaygın obezite yani poligenik obeziteye sahip insanlarda genetik zeminin vücut ağırlığındaki değişimin %40’ından sorumlu olduğu hesaplanmıştır (2). Nadir görülen obezitenin monogenik formları dışında esas sık görüleni poligenik olanıdır. Bu poligenik obezite genlerinin araştırılmasında, iki farklı yaklaşım uygulanmıştır. Birincisi, biyolojik rollerinin temelinde obezitede rolü olabileceği düşünülen aday gen çalışmaları, diğeri ise linkage analizleri ile yapılan genom boyunca taramalardır. Sonuç olarak bulunan mutasyonlar, obezite olgularının küçük bir kısmını açıklamaktadır. Bu alanda, obezitenin gelişimine ilişkin diğer genlerin bulunduğu kromozomal bölgeleri ortaya çıkarmak için çok sayıda polimorfik markerlerin kullanıldığı genom tarama çalışmalarına ihtiyaç vardır. Çevresel faktörlerden en önemlileri yanlış, dengesiz beslenme ve hareketsizliktir. Obezitenin oluşmasında, azalmış enerji harcanmasının artmış gıda alımından daha önemli bulunmuştur. Hollanda da orta yaşlı erkeklerde yapılan bir çalışmada azalmış enerji harcanmasının kilo artışının yarısından sorumlu olduğu gösterilmiştir (3). Obezite sıklığında son 25 yıl içerisinde meydana gelen artış, enerji alımının artışına, fiziksel aktivitenin azalmasına bağlı olarak çevresel faktörlerdeki değişikliklerden kaynaklanmaktadır (4). Her türlü hareketsiz yaşamın örneğin televizyon seyretmenin obezite ve diyabet riskini artırdığı gösterilmiştir. Yapılan bir çalışmada 2 saatlik televizyon seyretmenin obeziteyi %23 diyabeti ise %14 oranında artırdığı ileri sürülmüştür (5). Gözden kaçan çevresel faktörlerden biri de psikolojik veya psikososyal streslerdir. Modernite stresi de beraberinde getirmiştir. Psikolojik stres iştah mekanizmasını ve metabolizmayı değiştirerek kilo alımına yol açmaktadır (6). Keza depresyonlu insanlarda kilo alma sık görülen bir durumdur. Besinler ile genler arasında ilginç bir etkileşim gözlenmiştir. Besinlerle alınan bazı yağ bileşimlerinin şişmanlığa yol açan bazı genlerin yapısında değişikliğe yol açtığı ileri sürülmektedir (7). Sonuç olarak obezite oluşmasında çevresel faktörler ön planda sorumludur. Genetik durum %40 oranında sorumludur. Tek başına genetik elverişlilik şişmanlamaya yol açmamakta ancak yanlış ve aşırı kalori ile beslenme ve hareketsizlik gibi olumsuz çevresel faktörlerin eklenmesi şişmanlamaya yol açmaktadır. Fakat fiziksel aktivite veya egzersize karşı isteksizlik eğer genetik bir miras ise beslenme önlemlerine rağmen şişmanlamak kaçınılmaz bir son gibi gözükmektedir. Kaynaklar 1) Herrera BM et al. Genetics and epigenetics of obesity . Maturitas 2011; 69:41-9. 2) Bouchard C, Perusse L. Genetics of obesity. Annu Rev Nutr 1993; 3:337-354. 3) Prentice AM, Jebb SA. Obesity in Britain: gluttony or sloth? BMJ 1995; 311:437. 4) Kromhout D. Changes in energy and macronutrients in 871 middle-aged men during 10 years of follow-up (the Zutphen study). Am J Clin Nutr 1983; 37:287. 5) Hu FB, Li TY, Colditz GA, et al. Television watching and other sedentary behaviors in relation to risk of obesity and type 2 diabetes mellitus in women. JAMA 2003; 289:1785. 6) Spencer SJ, Tilbrook A. The Glucocorticoid to contribution on obesity. Stress 2011;14:23346. 7) Stryjecki C, Mutch DM. Fatty acid-gene interactions, adipokines and obesity. Eur J Clin Nutr. 2011;65:285-97 *Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisinden alıntılanmıştır. SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 41 haber YEŞİLAY’DAN ULUSLARARASI UYUŞTURUCU SEMPOZYUMU Türkiye Yeşilay Cemiyeti; Dünya Sağlık Örgütü, Avrupa Konseyi Pompidou Grubu, Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, İçişleri Bakanlığıyla birlikte İstanbul’da “Uluslararası Uyuşturucu ve Halk Sağlığı Politikaları Sempozyumu” düzenleyecek. Türkiye Yeşilay Cemiyeti, 29 Eylül – 1 Ekim 2014 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenecek olan “Uluslararası Uyuşturucu Politikaları ve Halk Sağlığı Sempozyumu”na ev sahipliği yapacak. Yaklaşık 50 ülkeden bin kişinin katılımının öngörüldüğü sempozyumun yakın tarihte ülkemizde ve bölgede düzenlenen en büyük uyuşturucu konferansı olması bekleniyor. Sempozyum, Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC), Avrupa Birliği Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (EMCDDA), Avrupa Konseyi Pompidou Grubu gibi uluslararası seviyede uyuşturucu sorunu etrafında 20’den fazla teşkilatı bir araya getirerek önemli bir koordinasyon işlevi üstlenecek. Avrupa başta olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinden yaklaşık 50 ülkeden 42 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 200 kişinin katılacağı sempozyumda, ulusal ve uluslararası alanda politika değişikliğine dönük önemli çıktılara ulaşılması hedefleniyor. Ulusal koordinasyonu güçlendirecek Sempozyumun ulusal seviyede uyuşturucu politikalarının muhatapları olan İçişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve ilgili kurumlara bağlı diğer kuruluşları bir araya getirerek ulusal koordinasyonu güçlendirmesi bekleniyor. Uyuşturucu politikalarında etkin olan bu teşkilatların dışında uluslararası boyutta faaliyet gösteren çok sayıda sivil toplum kuruluşu da sempozyuma dahil edilerek, etkin bir sivil toplum katılımıyla uluslararası uyuşturucu politikaları çerçevesinin yeniden tartışılması sağlanacak. Ülkemizde uygulanan uyuşturucu ile mücadele politikalarında bütüncül bir yaklaşım ve strateji bulunmuyor. Bu yönüyle sempozyumun, talep azaltımı, arz azaltımı, zarar azaltımı, tedavi ve rehabilitasyon gibi başlıklarda bütünsel bir mücadele stratejisi oluşturulmasına katkı sağlaması bekleniyor. Uyuşturucu politikalarıyla ilgili olan kurumlar başta olmak üzere uyuşturucu sorunu etrafında çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşlarını ve ülke Yeşilaylarını da sürece dâhil ederek, bu alanda mücadele eden sivil toplum kuruluşlarının kapasitelerinin güçlendirilmesi planlanıyor. Ayrıca uyuşturucu madde kullanım sorununun kriminal bir olgu olarak değil bir halk sağlığı sorunu olarak ele alınması, bu alanda bilimsel temelli ve kanıta dayalı halk sağlığı politikalarının geliştirilmesi sağlanacak. Sonuçları tüm dünyayla paylaşılacak Sempozyum sonuç kitabı yaklaşık 5 bin adet bastırılarak Türkiye’deki üniversitelere, araştırma merkezlerine, kütüphanelere ve uzmanlara dağıtılacak. Uyuşturucuyla mücadelede mevcut ulusal ve uluslararası politikaları değerlendiren, uyuşturucu politikalarındaki tüm süreçleri kapsayan bir politika metninin oluşturulması ve bu metnin “İstanbul Deklarasyonu” olarak söz konusu sempozyum sonuç bildirgesi olarak da tüm dünya ile paylaşılması hedefleniyor. Türkiye genelinde sağlık hizmetlerinden memnuniyetin 2003 yılında yüzde 39 olduğu, bu oranın 2013’de yüzde 73’e yükseldiği belirtildi. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Başkan Yardımcısı Murat Yazıcı, son 12 yılda Türkiye’de çok büyük değişimler ve ilerlemeler kaydedildiğini ifade ederek, “Gerçekleştirilen Sosyal Güvenlik Reformu bunların belki de en zoru ve ülkemizin geleceği açısından en önemlilerinden birisidir.” dedi. Yazıcı, Türkiye’de SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı ayrımının kalktığını anımsatarak, şöyle devam etti: “Tüm vatandaşlarımıza eşit yakınlıkta duran, herkese aynı kaliteli hizmeti sunan SGK bu reformun baş aktörü olarak ortaya çıkmıştır. SGK olarak hükumetimizin de temel felsefesi ışığında hiçbir vatandaşımızı ayırt etmeden, sağlık hizmeti sunmanın, sosyal sigorta işlemlerini gerçekleştirmenin ve hizmet farklılıkları olmadan işçimizin, işverenimizin ve memurumuzun yanında olmanın uğraşı içerisindeyiz. SGK kurulduğu günden bugüne pek çok yeniliği hayata geçirmiştir. Emekli aylıklarının evde ödenmeye başlamasından, istediğiniz hastaneye gitme ve istediğiniz eczaneden ilaç alma imkanına kadar yapılan birçok yenilik, bir çok iyileştirme sayesinde sağlık hizmetleri memnuniyet oranı 2003 yılında yüzde 39 iken, bugün gelinen noktada yüzde 73’lere yükselmiştir. Amacımız, ihtiyaç duyulan kaliteli hizmeti her daim bir adım öteye götürmektir. Bu nedenle yüzde 73’lerle yetinmeyeceğiz.” SGK hizmet binalarının yenilenmesi amacıyla bugüne kadar yaklaşık 900 milyon lira kaynak kullandıklarını söyleyen Yazıcı, bu rakamın yılsonunda 1 milyar lirayı aşacağını ifade etti. Yazıcı, 2006 yılında üç kurumun SGK çatısı altında birleşmesiyle başlatılan reform çalışmalarının mevzuatla sınırlı bir süreç olmadığını vurgulayarak, şunları kaydetti: “Bu reform aynı zamanda zihniyet haber SAĞLIK HİZMETLERİNDEN MEMNUNİYET YÜZDE 73 dönüşümünü de sağlayan düşünsel ve fiziksel anlamda da bir reformdur. Ülkemizde vatandaşa hizmet noktasında yaşanan zihniyet dönüşümüne paralel olarak artık kurumun hizmetlerinin odağında da insan vardır. Yapılacak her işte, atılacak her adımda, alınacak her kararda ön planda insan unsuruna yer veriyoruz. Dönüşümü, reformun fiziksel boyutuyla incelediğimizde ise devasa bir yatırımla karşılaşıyoruz. Öncelikle kolay erişilebilir hizmet sunma ilkesi çerçevesinde hizmeti vatandaşımızın ayağına getirebilmek amacıyla Sayın Bakanımız Faruk Çelik’in talimatıyla 583 adet SGK merkezi kurulmasına dair SGK Yönetim Kurulu kararı alınmış ve bu karar hayata geçirilmek üzere çalışmalara başlanmıştır. Bu sayede vatandaşlarımızın kurumla olan işlemlerini yapabilmek için zaman kaybına ve maddi külfete katlanma zorunluluğu ortadan kalkmıştır. Gururla ifade edebilirim ki açılma kararı alınan SGK merkezlerinin 490’ını hizmete açmış bulunuyoruz.” SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 43 haber BEBEK BESLENMESİNDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER Beslenme yaşamın her döneminde önemlidir. Büyümenin en hızlı olduğu evrelerden bebeklik döneminde beslenme ayrı bir önem taşımaktadır. Doğumdan iki yaşın sonuna kadar devam eden dönem, çocuklarda büyüme-gelişmenin en hızlı olduğu yaşama sağlıklı başlangıç için en kritik dönemdir. Çocukluk çağı hastalıklarının en önemli ölüm nedenlerinden biri olan büyüme geriliği, bazı vitamin ve mineral eksiklikleri ile ishaller en sık 0-2 yaş grubu çocuklarda görülmektedir. Büyümenin en hızlı olduğu bu dönemde oluşan büyüme geriliğinin iki yaş sonrasında düzeltilmesi oldukça güçtür. Bu nedenle, süt çocuğu ve küçük çocukların beslenmesiyle ilgili alışkanlıkların bu dönemde kazandırılması ve annelerin bu konuda bilinçlendirilmesi gerekmektedir. 44 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 Anne Sütü Tamamlayıcı Beslenme Bir toplumun geleceği sağlıklı bireylerin varlığı ile süreklidir. Çocukların sağlıklı olarak dünyaya gelmesi ve yetişmesi için annelerin gebe ve emziklilik döneminde, fetal gelişme, süt yapımı, besinlere olan gereksinmelerinin artması ve buna bağlı olarak yeterli ve dengeli beslenmeleri ve sağlıklarını korumaları konusunda bilinçlendirilmeleri gereklidir. Bebeğin sağlıklı büyüme ve gelişmesinin sağlanması uygun besinlerin verilmesi ile olanaklıdır. Anne sütü ilk 6 ay tek başına yeterli olmaktadır, ancak bu dönemden sonra bebeklerin gereksinmelerini tek başına karşılayamadığı için bebeklerin beslenme programlarına bazı eklemeler yapmak gerekmektedir. Anne sütünün tek başına süt çocuğunun enerji ve besin öğeleri gereksinmesini tam olarak karşılamadığı dönemde başlayan ve diğer yiyecek ve içeceklerin anne sütü ile birlikte verildiği sürece “tamamlayıcı beslenme” adı verilmektedir. Tamamlayıcı beslenme anne sütünden erişkin birey beslenmesine geçiş dönemi olarak da adlandırılmaktadır. Bu dönemde be- Yenidoğan bir bebek için en uygun besin anne sütüdür. Anne sütü bebeğin sağlıklı olması, tüm besin öğeleri gereksinmelerini karşılaması, kolaylıkla sindirilebilmesi ve enfeksiyonlara karşı koruması açısından yeri doldurulamaz bir besindir. bek değişik tat, lezzet ve yapıda besinlerle tanışır. Tamamlayıcı besinler, geçiş besinleri (süt çocuğu için özel hazırlanmış besinler) ve aile yemekleri (ailenin diğer fertlerinin sofrada tükettiği besinler) olmak üzere iki grupta incelenmektedir. Tamamlayıcı beslenme ile birlikte emzirmenin sürmesi çocuk sağlığı açısından önem taşımaktadır. Uygun zamanda başlatılan ve kurallara uygun şekilde sürdürülen tamamlayıcı beslenme, bebeğin bir yaş civarında aile sofrasındaki yiyecekleri tüketebilecek olgunluğa ulaşmasını sağlar. Tamamlayıcı besinlere zamanında başlanmalı, besinler yeterli, güvenilir ve uygun olmalıdır. Tamamlayıcı Besinlere Başlama Zamanı Büyüyen ve giderek hareket yeteneği artan bir süt çocuğunda, altıncı aydan itibaren sadece anne sütü verilmesi, enerji ve besin öğeleri gereksinmelerini tek başına karşılayamamaktadır. Altıncı aydan sonra başlanan geçiş besinleri, bebeğin anne sütü ile beslenmesinden aile yemeklerine geçişte köprü görevi görür. Tamamlayıcı beslenmenin uygulanması gereken dönem 6 aydan sonradır. Altıncı ayda başlanan geçiş besinleri süt çocuğunun değişik tat, lezzet, kıvamda besinlere alışmasını sağlarken, aynı zamanda yeme işlevi ile ilgili sinirlerin gelişimine yardımcı olur. Tamamlayıcı Beslenmeye Geçiş Zamanına Etki Eden Etmenler Nelerdir? Bebeklerin katı besinlerle beslenme yetenekleri, nöromüsküler, sindirim, boşaltım ve savunma sisteminin olgunlaşması ile ilişkilidir. Altıncı aydan itibaren bebekler daha güçlü besinleri sindirebilecek mide-barsak ve sinir sistemi gelişimine ulaşmış olurlar. Tamamlayıcı Beslenmeye Erken ve Geç Başlamanın Dezavantajları • Tamamlayıcı besinlere erken başlama ile anne sütü verimi ve anne sütü verme süresi azalır. • Tamamlayıcı besinler önemli bir bulaşma kaynağı olduğu için bu besinlere erken başlama ile anne sütündeki koruyucu etmenler daha az alınır. Bu nedenle bebeklerde hastalık görülme oranı ve bu hastalıklara bağlı ölüm riski artar. • Tamamlayıcı besinlerin besin de- ğerleri anne sütüne göre daha düşüktür ve anne sütünün yerine geçemezler. • Tamamlayıcı besinlere erken baş- lama sonucunda anne sütü ile beslenme süresinin kısalması, bebeğin anne sütünden yararlanmamasına neden olur. • Tamamlayıcı besinlere erken başlanması ve anne sütü ile birlikte aynı öğünde kullanılması anne sütündeki demir, çinko gibi birçok besin öğesinin emilimini azaltır. • Tamamlayıcı besinlere erken başlanması sonucu atopik hastalıklar, astım, tip 1 diyabet, alerjik hastalıkların, enfeksiyon hastalıklarının ve özellikle barsak villus işlevlerinin bozulması riski artar. • Tamamlayıcı besinlere geç başlanması sonucunda ise bebeğin büyüme ve gelişmesi duraksamakta, malnütrisyon (kötü beslenme) ve çeşitli vitamin mineral yetersizlikleri oluşmaktadır. • Tamamlayıcı besinlere geç başlan- ması ile demir ve çinko gibi mikro besin eksiklikleri oluşmaktadır. Çünkü 6. aya kadar bebeğe yeterli miktarda demir ve çinko sağlayan anne sütü, bu süreden sonra tek başına yetersiz kalmaktadır. • Ayrıca tamamlayıcı besinlere geç başlama ile bebeğin çiğneme gibi yeme işlevlerinin gelişimi ile yeni tat ve yapıdaki besinlere alışması gecikir. • Eğer ilk 6 aylık dönemde anne sütü azalıyorsa (yanlış emzirme tekniği sonucu veya göğüslerdeki sütün tamamen boşaltılmaması sonucu), önce anneye anne sütünün arttırılmasına yönelik eğitim verilmeli, yanlışlar düzeltilmeli ve tamamlayıcı besinlere gereksiz yere erken başlanmamalıdır. Yaşamın ilk 15 haftasından önce tamamlayıcı besinlere geçen çocuklar, 6 aydan sonra tamamlayıcı besinlere geçen çocuklarla karşılaştırıldıklarında, 7 yaşında solunum sistemi bozukluklarının daha sık olduğu (sırasıyla % 21 ve % 10) ve vücut yağlanmasının daha yüksek olduğu (sırasıyla % 19 ve % 17) gösterilmiştir. Tamamlayıcı Besinlerin Güvenilirliği Zararlı mikroorganizmalarla bulaşmış tamamlayıcı besinler (özellikle besin hazırlanmasında kullanılan su), ishal oluşmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle 6 ay süresince sadece anne sütü alan bebeklerde, tamamlayıcı besinlerin başlanması ile ishal oluşum sıklığı artmaktadır. Dünyada her yıl 1.8 milyon çocuğun ishalli hastalıklar nedeniyle öldüğü bilinmektedir. Besin kaynaklı enfeksiyonlar iştahsızlığa neden olmaktadır. Besin alımının azalması, ishal, kusma malabsorpsiyon ve ateş nedeniyle artan besin öğesi kayıpları bebek ve çocukların immün sistemlerini etkilemekte, büyüme ve gelişmeleri etkilenmektedir. Yapılan çalışmalarda ishalli hastalıkların ve diğer besin kaynaklı enfeksiyonların önemli bir bölümünün ev ortamında besinlerin hijyenik olmayan koşullarda hazırlanması ile oluştuğu gösterilmiştir. Besinlerin kontaminasyon kaynakları çeşitlidir (Şekil 1). Çiğ besinlerin kendileri kontaminasyonun kaynağıdır. Ayrıca besin hazırlama ve depolama koşulları çapraz bulaşma riskini arttırmaktadır. Besin kaynaklı enfeksiyon hastalıklarını önlemek için besinlerin tüketilmeden en az birkaç saat önce hazırlanması, patojenlerin üremesine veya toksinlerin oluşumuna uygun olmayan sıcaklık ve nem ortamlarında saklanması, besindeki patojenleri azaltmak için yeterli miktarda ısıtılması gerekmektedir. Besinlerin hazırlanmasından önce annenin ellerinin, yemekten önce annenin ve bebeğin ellerinin yıkanması uyulması gereken en önemli temizlik kuralıdır. Besinlerin hazırlanması ve sunulmasında temiz kase, bardak, kaşık vs. kullanılmalı, temizlenme güçlüğü nedeni ile biberon kullanılmamalıdır. SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 45 haber KAN ÜRÜNLERİ TÜRKİYE’DE ÜRETİLECEK Türk Kızılayı ile birlikte yürütülen AB Projesi’nin tamamlanmasıyla birlikte, güvenilir, izlenebilir kan plazması temin sürecini tamamlayan Sağlık Bakanlığı, dışa bağımlı olunan kan ürünlerinin de Türkiye’de üretilebilmesi için ihaleye çıkacak. Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı İrfan Şencan, yaptığı açıklamada, Türkiye’de artık kan ve kan bileşenlerinin Türk Kızılayı tarafından temin edildiğini belirterek, kandan plazmanın, trombositin ve lökositin ayrıştırıldığını söyledi. Kan ürünlerinin ise yurt dışından sağlandığını ifade eden Şencan, “Plazmadan, fabrikasyon sürecinden sonra albümin, immünglobulin, faktör 8-9-10 gibi çeşitli kan ürünleri üretilmektedir. Bunlar, bileşen değil kan ürünleridir” dedi. Şencan, bunların hepsinin ithal ürünler olduğu için maliyetinin de yüksek olduğuna dikkati çekerek, “Dolayısıyla artık kan ürünlerinin Türkiye’de üretilmesi sağlanacak” dedi. Ürünlerin temin edilebilmesi için izlenebilir ve güvenilirliği sağlanmış 46 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 plazma elde edilmesi gerektiğinin, bu sağlanamadığında kan üretiminin söz konusu olamayacağının altını çizen Şencan, kan bağışı, kanın toplanması ve işlenmesi sürecinin AB standartlarına getirilebilmesine yönelik proje kapsamında yetkinin sadece Türk Kızılayına verilmesiyle birlikte bunun sağlandığını belirtti. Şencan, bu şekilde kanın kimden alındığının, kime verildiğinin kayıt altına alınabildiğini ve izlenebilirliğinin sağlandığını anlattı. Şencan, “Bu sayede artık plazmadan kan ürünü şansını da elde etmiş oluyoruz” dedi. Kan ürünlerinin Türkiye’de üretilebilmesi için yürütülen çalışmaların devam ettiğini ifade eden Şencan, “Bununla ilgili süreç, devam ediyor. Bunun için ihaleye çıkılacak. Şu anda detaylar üzerinde çalışılıyor” dedi. Şencan, “Artık elimizde güvenli hammaddemiz var. Bunu kan ürünü haline getirecek tesisle ilgili ihale süreci devam ediyor. İhale tamamlandıktan ve tesis hizmete girmeye başladıktan sonra, Türkiye’nin kan ürünlerindeki dışa bağımlılığı tamamen ortadan kalkacak” diye konuştu. “Üretimde yüksek teknoloji kullanılacak” Kan ürünleri üretiminde yüksek teknolojinin kullanılacağını anlatan Şencan, şunları kaydetti: “Dünyada bunu yapan yaklaşık on ülke var. Türkiye’de üretim için hazırlık sürecine başlandı. Yeni teknolojinin ülkeye girmesi önemli bir yatırımdır. Bunun ekonomik boyutları da var. Ekonomi Bakanlığı ile görüşüyoruz. Şu an henüz ihaleye çıkmadık, fizibilitesini tamamlamak üzeriyiz. Üretimin ülkemizde yapılmasıyla birlikte, stratejik özellik taşıyan bu ürünlerin temininde dışa bağımlılıktan kurtulmuş olacağız. Bunun dışında, yerli üretim olacağı için bütçe açığının giderilmesine önemli katkı sağlayacak. Ham maddemizi, ülkemizde değerlendirmiş olacağız. Ayrıca, bunların yapılabilmesi için ülkemize yüksek teknoloji getirilmiş olunacak. Ürünlerin, dünyanın saygın otoriteleri tarafından da akredite olmasını istiyoruz. Çünkü, ürünlerin bazıları, ihtiyacın fazlası olması halinde dünyaya da satılacak.” haber Bebeklerde ve Çocukluk Çağında Obezite Obezite enerji alımının, harcanımı aşması durumunda ortaya çıkan aşırı yağ depolanması durumudur. Doğru değerlendirme boya göre kilonun üst değeri geçmesidir, bunu da doktorunuz belirler. Günümüzde beslenme alışkanlıklarında karbonhidrat ve yağların gereğinden fazla tüketilmesi ve çocukların ev dışı fiziki aktiviteler yerine evde yoğun televizyon seyretmeleri ve bilgisayar oyunlarına yönelmeleri obezitenin çocuklarda sık görülmesine neden olmaktadır. Çocukluk dönemindeki şişmanlık erişkin dönemi için de risk oluşturur. Çocuk yaşta şişmanlıkta erişkinden farklı olarak yağ hücrelerinin sayısı artar. Bu nedenle çocuk yaşta kilolu olanlar ileriki yıllarda zor zayıflarlar. Doktorunuza başvurup uygun diyet programına girmelisiniz. Üç ana besin grubunu fazla tüketmemeye dikkat etmelisiniz: Unlu gıdalar (bisküvi, makarna gibi), şekerli gıdalar(tatlılar, şekerler, çikolatalar gibi) ve yağlı gıdalar (kızartmalar, börekler gibi). Eğer siz bu gıdaları fazla yiyorsanız çocuğunuz da yiyecektir. Şişman bir çocuğa sahipseniz çorba ve sebze türü gıdalar tüketin. Beyaz ekmek yerine kepek ekmeği yedirin. Şişman bir çocuğunuz varsa bir diyetisyen yardımıyla zayıflatmaya çalışın. Çocuklarda obezite riski ilk 1 yaş içinde, 5-6 yaş arası ve buluğ döneminde daha yüksektir. Obez çocukların yaklaşık üçte biri ve obez ergenlerin % 80’i yetişkin yaşa geldiklerinde obez kalırlar. 48 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 Düşük ya da iri doğum ağırlıklı bebeklerin çocukluk ve erişkin döneminde obez olma riskleri yüksektir. Obezite sıklığı sosyo ekonomik düzeye göre değişim gösterir. Obezite gelişmiş ülkelerde ve yüksek sosyokültürel düzeylerde daha sık görülmektedir. Obeziteye yol açan faktörler nelerdir? Çevresel Nedenler: Annenin eğitim düzeyinin düşük olması, gebelikte annenin sigara kullanması obezite riskini arttırır. Uzun süre televizyon izlenmesi ve bilgisayar oyunları oynanması sırasında yüksek kalorili gıdaları tüketme obezite gelişimine katkıda bulunur. Ekonomik düzeyi yüksek olan aile çocuklarının yiyece- ğe kolay ulaşması da obezite gelişimini hızlandırır. Psikolojik Nedenler: Aile içi huzursuzluklar çocuğun ruhsal dengesini etkileyerek az veya aşın yemeye sebep olabilir. Buluğ döneminde arkadaş edinememe, özgüvenini kazanamama gibi psikolojik bozukluklar çocuğun hareketini etkileyerek obeziteye neden olabilir. Genetik Nedenler: Çeşitli faktörlerle oluşan gen mutasyonları (değişiklikleri) yağ dağılımını etkileyerek obezite ile sonuçlanabilir. Çocuğun obez olma ihtimali; her iki ebeveyn obez ise % 80, sadece biri obez ise % 40, her ikiside obez değilse % 14’tür. Erişkin çağda obez olma riski de ebeveynlerin sadece birinin ya da her ikisinin obez olması ile ilişkindir. Beslenme: Bebeklik döneminde beslenme yöntemi çocuğun daha sonraki yıllarda beslenme alışkanlıklarını belirler. Anne sütü ile beslenenlerde genetik yatkınlık yoksa obezite riski oldukça düşüktür. Süt çocuğu döneminde uygun olmayan mama ile beslenme, zamanından önce ek besinlere ve yapay beslenmeye geçilmesi obeziteyi kolaylaştırır. Hızlı yeme ve az çiğneme, tost, hamburger, tatlı ve hamur işlerinin aşırı tüketimi obezite oluşumunu arttırır. Obez olup kısa boylu olan hastalarda hormonal veya genetik bir bozukluk olma ihtimali daha yüksektir. Çocukluk çağı obezitesi; ileriki yaşlarda diyabet, hipertansiyon, lipit yüksekliği, damar sertliği, solunum sistemi hastalıklan, ortopedik sorunlar ve psikososyal bozuklukların gelişiminde önemli rol oynar. Eğitim, diyet, egzersiz, yaşam şeklini değiştirme gibi basamakları içerdiği için tüm aile bireylerinin bu yaklaşıma katkıda bulunmaları gerekir. Çocuğunuz ve tüm aile bireylerinizin bir arada beslenme eğitimine tabi tutulması gerekir. Diyet: Öğünlerdeki baklagiller, tahıl, meyve ve sebzelerin miktarı artırılmalı, kırmızı et miktarı azaltılmalıdır. İhtiyaç duyulan yağlar zeytinyağı, fındık yağı gibi yararlı yağlardan tercih edilmelidir. Beslenme çorba ağırlıklı olmalı, kepek ekmek kullanılmalıdır. Egzersiz: Kalori alımında kısıtlama ile bir arada yapılmayan egzersizin fazla bir yararı yoktur. Kapsamlı bir egzersiz programı yerine hareketli bir yaşam tarzı önerilir. Televizyon seyretme, bilgisayar oyunları gibi ev içi aktiviteleri yerine ev dışı aktiviteleri tercih edilir. Çocuğunuzu grup oyunlarına özendiriniz. İlaç tedavisi: Çocukluk çağı obezite tedavisinde ilaç tedavisinin fazla bir yeri yoktur. Bu nedenle doktorunuzun bilgisi dışında zayıflatıcı ilaç kullanmayınız. Çocuklara Yiyecek Hazırlanırken Dikkat Edilmesi Gerekenler Aileniz için hazırladığınız yemekleri nasıl pişirdiğiniz, yiyeceklerin besin değerleri açısından çok önemlidir. Özellikle bebeğinize mama veya yemek hazırlarken dikkat etmeniz gereken birçok konu vardır. Bebeğiniz sayesinde siz de sağlıklı pişirme ve hazırlama yöntemleri ile kendi sağlığınızı koruyabilirsiniz. Sebze ve meyveleri mümkün olduğunca az pişirin ve böylece tatlarının daha güzel olmasını ve içlerindeki C vitamini, B12 vitamini ve folik asitin kalmasını sağlayın. Pişirme sularını daha sonra çorba, sos hazırlarken veya bebeğinizin püresini yumuşatmak için kullanabilirsiniz. Et pişirirken Mümkün olduğu kadar yağsız etler seçin ve pişirmeden önce etin üzerinde görünen bütün yağı temizleyin. Kızartma • Konsantre katı yağlar ve sıvıyağlar eğer az kullanılırsa dengeli bir diyetin parçası olabilirler; bu yüzden mümkün olduğunca az kızartma yapın. • Eğer bebekler fazla tuz alırlarsa, böbrekleri bunu atamayabilir -ki bu en kötüsü- ve çok ciddi rahatsızlıklara neden olabilir. Tuzdaki suçlu, içindeki sodyum mineralidir; bu nedenle bir yaşın altındaki bebeklere tuzsuz ama sodyum bakımdan zengin yiyecekler de verilmemelidir. • En bilindik tuzlu ve sodyum ba- kımından zengin olan yiyecekler; sucuk, sosis, füme yiyecekler, çiroz, et/tavuk bulyon, soya sosu, ketçap, turşular, hazır çorbalar, dondurulmuş hazır yemekler, konserve sebzeler, soda ve kabartma tozudur. Şeker ve şekerli yiyecekler Yiyeceklere şeker eklemekten kaçının. Çocuklarınıza şeker verirken, çaylarına şeker katarken iki kere düşünün. Çok fazla işlenmiş şeker onlar için, özellikle de dişleri için sağlıklı değil. Sebze ve meyvelerin hazırlanması • Denediğiniz diğer kek, kurabiye ve tatlı tariflerini de şekeri yarı yarıya azaltarak yapmayı deneyin. Azalttığınız işlenmiş şeker miktarını doğal tatlandırıcı olan taze veya kuru meyvelerle ya da havuç, pancar ve tatlı patates gibi kök Üzerindeki kirin ve böcek ilacı kalıntılarının iyice temizlenmesi için sebze ve meyveleri çiğ yiyeceğiniz ya da kabuğunu soymadan pişireceğiniz zaman mutlaka yıkayın. Organik değillerse, havuç ve diğer kök sebzelerini soyun. Parlak görünsünler diye çoğunlukla turunçgillerin dış kabukları cilalanır. Eğer meyveyi dış kabuğuyla birlikte parçalamak veya bütün olarak suyunu sıkmak istiyorsanız, üzeri parlatılmamış meyvelerden alın. Parlatılmamış meyve bulamıyorsanız, meyveleri oldukça sıcak sabunlu bir suyla yıkayın. Sebze ve meyveleri servis yapmadan hemen önce soyun. Aksi halde, enzimler havayla temas ederek kesilmiş yerin kararmasına neden olurlar ve içindeki C vitamini kaybolur. Brüksel lahanası ve karnabahar yapraklarını ekstra lezzet ve besin değerleri açısından güveç ve çorbalarda kullanın. lezzet katmak için bitkilerden ve baharatlardan faydalanın. • Kızartma yaparken ayçiçek, ve mısırözü yağı gibi çoklu doymamış yağları ve tekli doymamış zeytinyağını tercih edin. • Kızarmış yiyecekleri fazla pişirme- yin çünkü çok yüksek ateş, sağlıksız ‘aşırı’ yağların oluşumunu destekler. Kızartmalar yiyecekleri gereksiz yere yağlandırır ve çocuklar ortalıktayken yapılabilecek en tehlikeli pişirme yöntemidir. Tuz ve tuzlu yiyecekler Yemek yaparken tuz eklemekten kaçının ve özellikle bir yaşın altındaki bebeklere tuz vermeyin. • Tuz kullanmak yerine, yiyeceklere sebzeleriyle tamamlayabilirsiniz. • Şekerli yiyeceklerden sonra çocuklarınızın dişlerini temizlemeyi asla unutmayın. Şifalı bitki ve baharatların kullanımı Küçük çocuklar hayatlarının ilk yıllarında -kısmi olarak ilk bir yılda da- ne kadar çok değişik lezzeti tanırsa gelecekte de farklı yiyecekleri sevme olasılığı o derece artar. Bu nedenle, onları erken dönemde baharatlarla -çok sert olanları hariç- ve diğer ilginç tatlarla tanıştırmak iyi bir fikirdir. Örneğin, bunu ilk başlarda birer tutam ekleyerek, daha sonra tada alıştıkça miktarı çoğaltarak yapabilirsiniz. SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 49 BESİN ZEHİRLENMELERİ VE KORUNMA YOLLARI Yaşamın sürdürülebilmesi ve sağlığın korunması için yeterli ve dengeli beslenme gereklidir. Beslenmede güvenli besin tüketimi de oldukça önemlidir. Oysaki; yaşamımızın temel maddesi olan besinler, satın almadan tüketime kadar geçen aşamalarda hijyenik koşulların yeterince sağlanamaması nedeniyle zararlı hale gelebilmekte ve sağlığımız için gizli bir tehlike oluşturabilmektedir. Sağlığımızı tehdit eden ve pek çok besin kaynaklı zehirlenmelerin nedeni olan bakteriler ve onların toksinleri (zehirleri) özellikle sıcaklıkların artmasıyla birlikte üremek için uygun ortam bulmakta ve yaz aylarında besin kaynaklı zehirlenmelerin görülme sıklığında artış olmaktadır. Yaz aylarında, bir yandan çevre ve hijyen koşullarının iyi olmadığı durumlarda klasik etkenler yaygın olarak infeksiyon oluşturup ishallere neden olarak toplum sağlığını ciddi ölçüde tehdit ederken, öte yandan sağlıksız besin saklama ortamları, besin hazırlanması ve pişirilmesindeki hatalar da besin kaynaklı hastalıkların yaygınlaşmasına neden olabilmektedir. Besin kaynaklı zehirlenmelere neden olan etmenler arasında; kimyasal maddeler, doğal besin toksinleri, parazitler ve mikroorganizmalar sayılabilir. Mikroorganizmalar içerisinde özellikle bakteriler, besin kaynaklı pek çok hastalıktan sorumludur. Genellikle hijyenik yönden uygun olmayan koşullarda hazırlanan ve pişirilen besinlerde üreyen bakteriler, besin zehirlenmelerine neden olmaktadır. Besin zehirlenmesi, herhangi bir yiyecek ya da içeceğin tüketimi sonu- 50 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 cu meydana gelen enfeksiyon veya zehirlenme durumuna verilen genel isimdir. Çoğunlukla hafif seyirli ve kısa süreli hastalıklar olmalarına karşın, zehirlenmeye yol açan besinle ve kişiyle ilişkili bazı faktörler, hastalığın zaman zaman daha ağır seyretmesine hatta ölümcül olmasına yol açabilir. Besin kaynaklı hastalığa herkes yakalanabilir ancak bağışıklık sistemi zayıf olanlar, bebekler, çocuklar, gebeler ve yaşlılar daha duyarlıdır. BESİN ZEHİRLENMESİNDEN KORUNMAK İÇİN... Yiyecek alırken; • Pişmemiş yumurta ile yiyecek hazırlamayın. Pişirirken; • Donmuş bile olsa pişmemiş besin • Mümkünse et termometresi kullaile yan yana olan pişmiş besinleri tüketmeyin. • Hasarlı hiç bir konserve besini almayın. • Buzdolabında olmayan hiçbir kır- nın, dana ve kuzu etini 63 derece, beyaz eti ise 77-82 derece iç sıcaklıkta pişirin. • Yumurtaları sarısı katılaşana kadar pişirin. mızı ve beyaz eti almayın. Servis yaparken; Zehirlenme Belirtileri Nelerdir? Besin zehirlenmelerinin belirtileri hastalığa neden olan bakteri veya toksinin özelliği, besinin ne oranda bakteri veya diğer ajanlar ile kirlendiği, tüketilen miktar ve kişinin bakteriye karşı gösterdiği duyarlılığa göre değişiklik göstermekle birlikte, pek çoğunda mide bulantısı, kusma, karın ağrısı, ishal, karında kramplar şeklindedir. Besin zehirlenmeleri genellikle ani başlar ve hastalık belirtisi 30 dakika ile 72 saat arasında ortaya çıkabilir. Saklarken; Besin Zehirlenmesinden Şüpheleniliyorsa Ne Yapılmalıdır? • Balıklar 48 saat buzdolabında sak- ve ishal vücudun zehire gösterdiği tepkilerdendir. Bu nedenle şikâyetlerin başlamasını takiben 24 saat içerisinde kesinlikle bulantı ve ishali önleyici ilaçlar kullanılmamalıdır. • Pişirilmiş yiyecekleri 2 saat içinde • Kusma • İshal ve kusmayı arttıracak düşün- cesiyle hiçbir şey yememek yanlış bir davranıştır. İshal tedavisinin en iyi şekli dinlenmek ve bol miktarda sıvı ( temiz içme suyu, ayran, maden suyu, şekersiz çay vb.) tüketmektir. • İshal geçene kadar yoğurt, pirinç lapası, haşlanmış patates gibi besinler tüketilmeli, bağırsak hareketliliğini arttıran çiğ sebze, erik, kayısı, incir, üzüm, karpuz gibi meyveler tüketilmemelidir. • Et ve balıkların diğer besinlerle temasını plastik kap veya ambalaj kullanarak önleyin. • Bozulabilecek besinlerin alındıktan sonra 1 saat içinde tekrar buzdolabına konması gerekir. Buzdolabı içi 0-4 derece, buzluk ise -18 derecede tutulmalıdır. • Beyaz ve kırmızı etler, 48 saat için- de pişirilmeyecek ise dondurulmalıdır. lanabilir. Yumurtaları buzdolabının kapağında (yeterli soğukluk olmayabilir) saklamayın. buzdolabına koyun. • Yemekleri ikinci kez yerken 74 derecede az ısıtın. Hazırlarken; • Yemek hazırlamadan önce ve çiğ et, balık ve yumurta elledikten sonra mutlaka ellerinizi sabunla yıkayın. • Donmuş et veya balıkları oda sıcaklığı yerine buzdolabında veya mikrodalgada çözün. • Marine işlemini de oda sıcaklığı yerine buzdolabında yapın. • Meyveler iyice yıkandıktan ve ka- • Çiğ et, balık ve yumurta ile temas buğu soyulduktan sonra tüketilmelidir. eden mutfak gereçleri mutlaka çok iyi yıkanmalıdır. • Kanlı ishal, boyun sertliği, şiddetli • Pişmiş ve pişmemiş yiyeceklerin baş ağrısı, ateş varlığında ve süresi 2 günden fazla devam ediyorsa en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır. birbirine temasını önleyin. • Taze sebze ve meyveyi çok iyi yıkayın. • Gıdaları oda sıcaklığında 2 saatten fazla, oda sıcaklığı 32 dereceden yüksek ise 1 saatten fazla bırakmayın. • Dışarıda yemek yerken yapılabile- cek tek şey güvendiğiniz ve bildiğiniz restoranlara gitmektir. Nasıl bir tedavi uygulanır? Besin zehirlenmesi belirtileri çoğunlukla 2-3 gün içinde kendiliğinden geriler ve herhangi bir tedavi gerektirmez. Bu süre içinde bol miktarda su ve yağsız sıvı alınması, ishal ve kusma ile kaybedilen sıvının yerine konması için gereklidir. Kusma var ise bulantı önleyici ilaçlar kullanılabilir. Ancak çok şiddetli kusma ve çok fazla sıvı kaybı yapacak ishal varsa veya belirtilerde 2-3 gün içinde gerileme olmuyor ise doktora başvurmalıdır. O zaman destekleyici damardan sıvı tedavisi, zehirlenmenin nedeninin araştırılması ve gerekirse antibiyotik tedavisi gündeme gelebilir. Yanlış tedavi yöntemleri nelerdir? Bu konuda yapılan en sık hatalardan birisi ishali kesici ilaçların kullanılmasıdır. Bu durumda mikroorganizma veya toksinin bağırsaktan atılması gecikeceği için hastalığın hem seyri uzayabilir hem de şiddeti artabilir. İkinci sık görülen yanlış davranış ise hemen antibiyotik kullanılmasıdır. Bu yanlışlık ise çok ciddi böbrek yetmezliğine kadar gidebilecek komplikasyonların gelişmesinden, antibiyotiğe bağlı olabilecek bağırsak problemlerine kadar birçok ilave soruna yol açabilir. SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 51 haber NOVARTİS VE GOOGLE’DAN TEKNOLOJİK İŞBİRLİĞİ Novartis’in göz sağlığı alanında çalışmakta olan şirketi Alcon, Google’ın “akıllı lens” teknolojisini göz sağlığında kullanmak üzere lisans sözleşmesi imzaladı. Novartis’in göz sağlığı alanındaki şirketi Alcon ile Google Inc. bünyesinde faaliyet gösteren Google[x] arasında sınırlı lisanslama sözleşmesi imzalandı. Google bünyesinde özel olarak küresel sorunlara çözüm üretmekle görevlendirilmiş bir grup olan Google[x] ekibi ile yapılan bu sözleşme Alcon’a Google’ın ‘akıllı lens’ teknolojisini tıp alanında geliştirme fırsatı sunarken, Alcon’un gelecek ürün portföyünü ve kontakt lens ve intraoküler lens alanındaki varlığını da pekiştirme potansiyeli taşıyor. Google’ın elektronik bileşenlerin minyatürleştirilmesi konusundaki başarısı, Novartis’in ilaç ve tıbbi cihaz konularında sahip olduğu derin uzmanlığı tamamlayacak. Böylece, hastalıkların vücut içerisinde haritasının çıkartılmasına, hatta önlenmesine yönelik yeni yöntemlerin geliştirilmesi mümkün hale gelecek. Anlaşma, öncelikle diyabet hastalığının takibi ile görme bozukluklarının tedavisi konusunda yeni uygulamalarda kullanılacak. 52 İlk uygulama alanı diyabet hastalarının hayatını kolaylaştırmaya yarayacak. Göz yaşı sıvısında ölçüm yapacak ve mobil bir cihaz ile kablosuz bağlantı kuracak şekilde tasarlanmış ‘akıllı kontakt lens’ yoluyla vücuttaki glukoz seviyesi sürekli ölçülerek diyabetlilerin hastalıklarını yönetmelerine yardımcı olunması hedefleniyor. Presbiyop, yani yaşlılığa bağlı yakını görememe sorunu ise bu teknolojinin kullanılacağı diğer alan olacak. Gözlüksüz okuyamayan presbiyopili hastalar için geliştirilecek ‘akıllı lens’, refraktif katarakt tedavisi kapsamında adapte olabilen bir kontakt lens ya da intraoküler lens yoluyla gözün yakındaki nesnelere doğal ve otomatik odaklanmasının sağlanması hedefleniyor. Adapte olabilen görüş düzeltme yeteneği ile göze görme yeteneğinin geri kazandırılabilmesi mümkün olabilecek. Akıllı kontakt lens glukoz ölçümü yapacak “Biyoloji ve teknolojiyi bir araya getiriyoruz” Novartis, akıllı lens teknolojisiyle öncelikle göz sağlığında iki alana odaklanmayı hedefliyor. Konuyla ilgili açıklama yapan Novartis Türkiye Ülke Başkanı Güldem Berkman; “Henüz karşılanmamış tıb- SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 bi ihtiyaçlara çözüm üretmek amacıyla Google’ın ileri teknolojisi ile Novartis’in biyoloji alanında sahip olduğu bilgi birikimini bir araya getirmek için sabırsızlanıyoruz. Sağlık alanında önemli gördüğümüz bu işbirliğinin biyoloji ve teknolojiyi daha önce hayal edilmedik şekilde bir araya getirmesini öngörüyoruz. Aynı zamanda bu işbirliği, geleneksel yaklaşımın ötesine geçerek ‘giyilebilir teknolojilerin’ sağlık ve hastalık yönetimine dair sunduğu avantajlardan da faydalanmamızı sağlayacak” şeklinde konuştu. Anlaşma ile ilgili açıklama yapan Alcon Türkiye Genel Müdürü Stephan Eigenmann ise Sağlık alanında paradigma değişikliği yaratacağına inandığımız Google ile yaptığımız bu işbirliğinden büyük heyecan duyuyoruz. Alcon’un göz sağlığı ve kontakt lens alanındaki tecrübesini Google’ın yenilikçi “akıllı lens” teknolojisiyle birleştirerek dünya genelinde milyonlarca göz hastasının cevaplanmamış tıbbi ihtiyaçlarına müşterek çözümler üretebileceğimiz yeni bir ufkun önünü açmayı hedefliyoruz” dedi. sağlığımıziçin SAĞLIĞIN ALTIN KURALLARI Kalbi korumak, alkol ve sigaradan uzak durmak, beslenmeye özen göstermek ve spor yapmak sağlıklı bir vücut için önemli ama yeterli değil. Temizlikten uyku düzenine, cinsel yaşamdan stresten uzak durmaya sağlıklı yaşamın birçok kuralı olduğunu belirten Dr. Rahşan Turan, hafta da 1 gün de olsa şehirden uzaklaşmayı ve doğayla baş başa olmayı öneriyor. Vücudun hasta düşmemesi, esenlik ve sıhhat durumu iyiliğinin sağlıklı olmayı anlattığını ifade eden Dr. Turan, “Sağlıklı yaşam ise kişinin temizliğine ve beslenmesine dikkat etmesi, spor yapması ile birlikte yaz-kış aylarında hastalıklara yakalanmadan yaşamını idame ettirebilmesidir. Sağlıklı yaşam kişinin olmazsa olmazlarındandır” diye konuştu. Sağlık İçin Bunlara Dikkat Egzersiz, kalp sağlığı ve beslenme ilişkisinin önemine dikkat çeken Dr. Turan, sağlıklı bir yaşam için uyulması gerekenler ve kuralları şöyle sıraladı; 1- Spor yapmaya özen gösterilmeli. 2- Sağlıklı beslenmeli; yağlı yemekler ve aşırı yemek yenmemeli, sabah kahvaltısı mutlaka yapılmalı, meyve-sebze tüketimine özen gösterilmeli. 3- Alkol ve sigara tüketilmemeli. 4-Gün içerisinde sürekli oturulmamalı, aktif olunmalı. 5- Kişisel temizliğe ve çevre temizliğine önem verilmeli. 6- Stresten uzak durulmalı. 7- Cinsel yaşama dikkat edilmeli. 8- Uyku düzenine dikkat edilmeli. 9- Haftada bir bile olsa şehrin stresli yaşamından uzaklaşmanız, doğa ile baş başa kalmanız size ve sağlığınıza iyi gelecektir. 54 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 Tedbir Alın KALP SAĞLIĞI VE SPOR Kalp ve damar hastalıkları, batı ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de en yaygın ölüm nedenlerinden biridir. Kalp sağlığını korumanın yolu önceden tedbir almaktan geçmektedir. Spor yapmanın kalp ve damar sağlığını doğrudan etkilediğini vurgulayan Dr. Turan, her kas gibi kalp kasının da antrenman yaptıkça daha güçlü ve verimli çalıştığını ifade etti. Dr. Turan, sporun vücutta yarattığı olumlu etkileri şu sözlerle aktardı; Beslenme Tansiyonu ve kolesterolü kontrol altına almanın ilk şartı sağlıklı ve dengeli bir diyet uygulamaktır. Bunun için doymuş yağlardan ve tuzdan olabildiğince kaçınmak, meyve, sebze ve lif yönünden zengin besinlere yönelmek gereklidir. Doğru rejimin normal miktarda protein içermesi, bu proteinin ise balık, kümes hayvanları ve az yağlı kırmızı etten (dana eti) alınması önerilmektedir. Kalbin çok hızlı çarpmasını önler Antrenmanlı kalp, sıkıntılı bir durumla karşılaştığı zaman sakin bir tepki verir. Hareketsizliğe alışmış olan kalp ise kolay telaşa kapılır. Örneğin; otobüse yetişmek için koşarken veya çok heyecan uyandırıcı bir durumla karşılaşan kalbin hızı kolayca yükselir, dakikada 180-200’e kadar çıkabilir. Halbuki bir sporcunun kalbi aynı koşullarda daha yavaş atarak tepki verir ve en kısa zamanda normale döner. Kilo Yüksek tansiyona yol açan nedenlerin başında fazla kilolar gelmektedir. Fazla kilolu olmak aynı zamanda koroner kalp hastalığı, kalp yetersizliği ve inme için de risk oluşturmaktadır. Alkol ve sigara Günümüzde sigara, önlenebilir ölüm sebepleri içinde ilk sırayı almaktadır. Sigara kullanımı, kansere, kalp damarlarının tıkanmasına dolayısıyla kalp krizine sebep olmaktadır. Fiziksel egzersiz Düzenli sporun bizi kalp krizi ve inmenin yanı sıra kemik erimesi, şeker hastalığı, kalın bağırsak ve meme kanseri, depresyon ve bunama gibi ciddi birçok kronik hastalıktan koruduğunu gösteren güçlü kanıtlar var. Egzersizin hemen her hücremize olumlu etkisi var desek yanlış olmaz. Tansiyonu düşürür Düzenli spor yapanlarda, örneğin günde yarım saat tempolu olarak yürüyenlerde kan basıncının düştüğü biliniyor. Özellikle tansiyon tehlikesi altında olanların her gün yapacakları yürüyüşle bu tehdidi bertaraf etmeleri mümkün. Araştırmalara göre fiziksel egzersiz, yüksek tansiyonu olanlarda tansiyonu kontrol altına almada yardımcı olmakta ve ilaç gereksinimini azaltmaktadır. Zayıflatır Düzenli egzersiz sadece spor yapıldığında değil, dinlenme halinde tükettiğimiz enerjiyi de artırdığı için kilo vermeyi kolaylaştırır. Kilo verdikten sonra düzenli spor yapmadan ideal kiloyu korumak çok zordur. İyi kolesterolü yükseltir Damar sertliğine karşı koruyucu rol oynayan HDL kolesterolü yükseltmenin yollarından biri egzersiz yapmaktır. Haftada 3 gün 3 kilometre yürüyenlerde bile iyi kolesterolün yükseldiği biliniyor. Egzersizin süresi ve sıklığı arttıkça olumlu etki de artar. Kanın aşırı pıhtılaşmasını önler en az haftada 5 gün yapmanın kalp ve damarlara yararlı olduğu biliniyor. Yarım saat sürekli yürüyemezseniz, günde 3 kere 10 dakika yürüseniz bile yeterli. Yaptığınız egzersiz ağırlaştıkça sağlığa olumlu etkisi artıyor. Buna karşılık gezinti yapar gibi yavaş yürümek aynı yararı sağlamıyor. Unutulmaması gereken bir diğer önemli nokta da 30 dakikalık yürüyüşün normal günlük faaliyetlere ek olarak yapılması gerektiği. Ölüme Davetiye Çıkarmayın Isınmadan yapılan spor ve ani efor sarf edilme- si, kalbe ani yük getirerek kalp krizi ve ani ölümlere davetiye çıkarır. Gerekli ısınma hareketleri yapılmadan spor yapılması ve böylece kalbe ani yük getirilmesi, kalp duvarlarının kalınlaşmasına, kalbi besleyen damarların sıkışmasına, ritim bozukluğuna ve hatta kalbin durmasına neden olabilir. Doğuştan kalp rahatsızlığı olanlar, ritim bozukluğu sorunu yaşayanlar ve ailesinde kalp rahatsızlığı bulunanlar, bu konuda daha fazla risk altındadır. Bu nedenle bu kişilerin düzenli spor yapmaya başlamadan önce mutlaka bir hekim kontrolünden geçmeleri gerekir. Düzenli egzersiz kanda pıhtılaşmayı başlatan ve güçlendiren maddelerin dengede kalmasına yardımcı olur. Şeker hastalığını önler Diyabet olma riski yüksek olanların ellerinde sağlıklı beslenmenin yanı sıra çok güçlü bir silah daha var: düzenli egzersiz. İlaçlardan çok daha etkin, yan etkisi yok, hem de bedava. Stresi azaltır Düzenli spor yapanların hareketsiz bir yaşam sürenlere göre daha az endişeli olduklarını, uykularının daha düzenli olduğunu gösteren çalışmalar var. Gezinti Yerine Hızlı Yürüyüş Günde 30 dakika hızlı (saatte 5-6 kilometre hızla) yürümenin ve bunu SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 55 sağlığımıziçin Tatil Dönüşü Depresyonu Önlenebilir Tatilin huzurunu ve dinginliğini, dönüşte iş hayatına adapte etmek her zaman kolay olmayabiliyor. Acıbadem Fulya Hastanesi’nden Uzman Psikolog Nuray Sarp, tatil keyfinin yerini depresyona bırakmaması için yapılması gerekenleri 10 başlık altında şöyle sıralıyor: 1- Tatile “İş Sorumluluğuyla” Çıkmayın Tatile çıkmadan önce üzerinizdeki iş yükümlülüklerinin tamamlanmış olması çok büyük önem taşıyor. Hatta tahmin ettiğinizden de öte. Bu nedenle yöneticinize tatil sürecinde “ben bu işe bakarım, ben onu yaparım” diye taahhütlerde bulunmayın, sorumluluk almayın. Kendinize sınır koyun. Zira tatilde kişinin kendni ödüllendirmesi önemli. Ödüllendirmeyip fazla sorumluluk alırsanız hem tatilde dinlenemez hem de döndükten sonra depresyona girebilirsiniz. 2- Hedeflerinizi Gözünüzde Canlandırın İleriye yönelik hedeflerinizin olması ve tatilde bu hedefleri sakin kafa ile gözünüzde canlandırmanız, tatil sonrası size ışık tutacak bir unsur. Hal böyle olunca tatilde dertleri, sıkıntıları, canınızı sıkan olayları değil de hedeflerinizi gözünüzün önüne getirin, hayalinizde canlandırın. Hayaller ve hedefler aşırıya kaçılmadığı, potansiyelinizi çok da aşmadığı sürece size yardımcı olacak. Aksi halde tatilde geçmişte yaşadığınız can sıkıcı olayları veya size sıkıntı veren kişileri düşündüğünüzde, dönüşte anksiyeteye yol açabilir. 3- Arkadaşlarınızla Telefonu Kesmeyin Tatile çıktım diye işyerindeki arkadaşlarınızla iletişimi kesmeyin, sosyal ilişkileri koparmayın. Tatilde arkadaşlık ilişkilerinden uzaklaşmak “hayat çemberi” diye ifade edilen çemberin dışına çıkmak, kişinin kendini sorgulamasına neden olabiliyor. “Acaba ben bu hayatta ne yapıyorum” diye düşüncelere kapılan kişide anksiyete belirebiliyor. 56 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 4- Olaylardan Haberdar Olun Şüphesiz tatilde beyninizin dinlenmesi çok önemli ama bu dünyadan kopacağınız anlamına da gelmesin. Tatilde örneğin her gün bir gazete okumaya dikkat edin. İnternetten ülkedeki ve dünyadaki gelişmeleri takip edin. Olaylardan haberdar olun. Dönüşünüz için de uyum sürecinizi kolaylaştıracak bir unsur. 5- Yatak Keyfini Uzatmayın Tatil diye günlük rutin uyku düzenininizin dışına çok da fazla çıkmayın. Uyku düzeni hem tatilde hem de tatil dönüşünde son derece önemli bir nokta. Nasıl olsa iş yok diye gece çok geç yatıp sabahları da yataktan kalkışınızı çok uzatmayın, öğleden sonraya sarkıtmayın. Örneğin iş zamanı güne 08:00’de başlıyorsanız en fazla 2 saat geç kalkın. 6- İşyerinizle İlişkinizi Bıçak Gibi Kesmeyin Evet tatilde “iş” ve “işyeri” kavramlarını duymak istemiyorsunuz şüphesiz. Ama işyerinizdeki gelişmelerden haberdar olmak sizin tatil dönüşü adaptasyonunuzu kolaylaştıracak bir unsur. İşyerinizle ilişkinizi bıçak gibi kesmeyin. Acıbadem Fulya Hastanesi’nden Uzman Psikolog Nuray Sarp, “İşlerin nasıl gittiğini takip etmek tatilde sizi olumsuz etkilemeyecek aksine iş dönüşü için uyum sürecinizi kısaltacaktır” diyor. 7- Zinde Hissedin Tatilde vücudunuzun dinlendiğini fark etmeye çalışın. Vücudunuzdan geri bildirim alın. Normalde egzersiz ve spor yapıyorsanız, tatilde de bu alışkanlığınızı sürdürün. Vücudunuzu tatil diye salıvermeyin kısacası. Aksi halde iş dönüşü yeniden yoğun çalışma temposu sizi beklediği için dinlenmemiş ve hamlaşmış bir vücutla işe başlamak sıkıntıları beraberinde getirecek hiç şüphesiz. 8- İçtiklerinize Dikkat Tatilde bol bol su tüketimi çok ama çok önemli. Ancak sıvı ihtiyacını gazlı ve kolalı içecekler yerine, mümkün olduğunca su ile karşılamaya özen gösterin. En az 10 bardak su için. Alkol tüketiminde ise tatil diye sakın sınırı aşmayın. Hele de vücudunuz alkole uzaksa, fazla tüketilecek alkol altyapıdaki sorunları, bekleyen depresyon eğiliminizi ortaya çıkarabiliyor. Alkol tüketiminin dikkatli yapılması şart. 9- Sağlıklı Beslenin Sağlıklı bir yaşamın temel şartı sağlıklı ve düzenli beslenmekten geçiyor. Tatile çıkmış olmanız, özellikle de her şey dahil otel ve tatil köylerinde açık büfe karşısında abartıya kaçmanız anlamına gelmemeli. Özellikle şekerli ve karbonhidratlı yiyeceklere dikkat etmeniz şart. Zira yedikleriniz size tatil dönüşü kilo olarak yansıyabilir ve bu kez fazla kilolar nedeniyle depresyona girebilir hatta diyetisyenin yolunu tutmak zorunda kalabilirsiniz. 10- Sevdiklerinize Daha Fazla Zaman Ayırın Sevdiğiniz insanlarla her türlü iletişiminiz sizin iç dünyanızda yer buluyor hatta fark etmeden yüz ifadelerinize de yansıyor. Onların bir gülüşü, içten bir bakışı iki tarafta da olumlu duygular oluşturuyor ve aslında fark etmeden duygusal boşluğu da dolduruyor. Hele de modern hayatın yoğun stresinde ve koşuşturmacasında sevdiklerinize yeteri kadar vakit ayıramamak suçluluk hissi de oluşturabiliyor. Tatilde sevdiklerinize daha fazla zaman ayırmanız sizi huzurlu kılacaktır.” SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 57 sağlığımıziçin ALERJİ Solunum ya da temas yoluyla kişinin maruz kaldığı çeşitli maddelere karşı bağışıklık sisteminin, aslında bu maddeler zararlı olmadıkları halde verdiği reaksiyon, aşırı duyarlılık yada Alerji olarak tanımlanır. Bağışıklık sistemi, yabancı bir maddeyle ilk kez karşılaştığında bu “yabancı maddeye” karşı bir antikor geliştirir ve savunmaya geçer. Bu maddelerle ileride tekrar karşılaştığında daha önce geliştirmiş olduğu bu antikorlar yeniden devreye girer. Bu nedenle, örneğin polenlere karşı alerjisi olan biri her polen mevsiminde alerji riski ile karşı karşı kalır. Alerji Belirtileri, etkilenen organa ve şiddetine göre çok çeşitli olmakla birlikte genel olarak kaşıntı, döküntü, hapşırma, burun akıntısı, öksürük, hırıltı, nefes darlığı, gözlerde yanma, dudaklarda şişme olarak sayılabilir. En sık görülen alerji türleri; Saman Nezlesi, Göz Nezlesi, Astım, Egzema ve Kurdeşen’dir. Alerji Neden Oluşur Alerjiye neden olan pek çok faktör vardır. Özellikle kalıtımın önemi büyüktür. Bunun yanında alerjinin başlıca nedenleri polenler, evdeki tozlar (akarlar), kedi-köpek gibi hayvanların tüyleri ve küf mantarlarıdır. Ayrıca, sigara dumanı, katkı maddeli gıdalar, deterjan ve parfüm kokusu, hava kirliliği de alerji şikayetlerini tetikleyebilmektedir. Alerji Tedavisi için ilk yapılması gereken alerjiye neden olan etkenin bulunup, kişiden uzaklaştırılmasının sağlanmalıdır. Alerjinin şiddetine göre ilaç ve aşı tedavisi de kullanılabilir. Alerjiden Korunmak için alerjisi olan kişinin alerjinin çeşidine göre alerjiye neden olan kedi-köpek gibi hayvanları ev içinde beslememesi gerekir. Evdeki yatak, çarşaf, nevresim gibi ev eşyaları, içinde akar barındırdığı için, sık sık yıkanmalı ve ev havalandırılmadır. Polene alejisi olan kişilerin, polen mevsimi olan bahar aylarında mümkün olduğunca çiçek ve ağaç olan yerlerde maskesiz dolaşmaması yararlı olacaktır. Ayrıca, stres de bağışıklık sistemini etkilediği için stresten de uzak kalmaya çalışılmalıdır. Yaz alerjilerine dikkat Yaz aylarında alerjik reaksiyonlarda artış oluyor. Kimyasallar, kozmetikler ve ilaçların yanı sıra bitkiler de alerjiye neden oluyor. Örneğin incir ağacının yaprağıyla temas edip güneşe çıkmak bile alerjik reaksiyona ve lekelenmelere yol açabiliyor. Yaz aylarında güneş ışınlarının etkisiyle kimyasallar, ilaçlar, kolonya ve parfüm gibi kozmetikler ile bitkilerin neden olduğu alerjik reaksiyonların arttığını söyleyen uzmanlar, aşırı terlemenin, ter bezleri henüz gelişmemiş çocuklarda isilik gelişimine neden olabildiğini belirtiyor. Erişkinlerde de isilik gelişebildiği vurgulanırken yazın en çok da mantar enfeksiyonlarında artış görüldüğüne dikkat çekiliyor. Yazın sık görülen alerjiler ve tedavileri hakkında merak edilenler: 58 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 Hangi cilt tipleri alerjik sorunlara daha yatkındır? Açık tenli, renkli gözlüler güneşe karşı hassastırlar, kolayca güneş yanığı geçirebilirler, bu kişilerin güneşten korunmaya özen göstermeleri gerekmektedir, deniz kenarında şapka, gözlük takmaları, T-shirt giymeleri, 3 saat aralıklarla güneş koruyucularını tazelemeleri önerilir. Yanı sıra birtakım maddelere karşı alerjik olabilir, bunlar da testlerle araştırılır. Bazı cilt hastalıkları (örneğin Lupus gibi) güneşe hassasiyet doğurur, bu tür hastalıklar güneşte alevlenir. Ayrıca bazı kişilerde de güneş alerjileri vardır. Bu gruptaki kişilerin yaz aylarında çok dikkatli olmaları gerekmektedir. Cildinde kronik rahatsızlıkları olan kişiler yaz aylarında nelere dikkat etmelidir? Sedef hastalarında güneş faydalıdır ama ılımlı güneş ışığı olmak kaydıyla öneriliyor. Sistemik ya da Diskoid Lupus hastaları kesinlikle güneş ışını alamaz. Çok sayıda benleri olanlar, ya da displastik nevüs dediğimiz riskli beni olanlar kesinlikle korunmalıdır. Gebelikte de aşırı güneş ışını önerilmiyor. Çilli veya lekeli cildi olanların güneşe çıkması sakıncalı oluyor. Güneş alerjisi olanların korunmasında fayda var. Daha önceleri cilt kanseri geçirenler güneşten kesinlikle uzak durmalı. Ailesinde malign melanom olanlar da riskleri düşünerek güneşten korunmaya çok dikkat etmeli. Sarışın, renkli gözlü olanlar güneşin zararlarından mutlaka korunmalıdır. Cilt alerjilerinin tedavisinde neler yapılıyor? Öncelikle kanıtlanmış alerjenlerden sakınmak önemlidir, cilt alerjilerinin tedavisinde kortizonlu krem-losyonlar, ağız yoluyla alerji hapları (antihistaminikler), ileri durumlarda sistemik kortizonlar kullanılıyor. Nemlendiriciler de yardımcı tedavide rol alıyor. Parfüm kullanmak, güneş ürünleri, vücut losyonları ve vücut spreyleri de alerjiyi artırır mı? Kişinin kullanılan krem, losyon, parfüm içeriğindeki herhangi bir maddeye alerjisi varsa güneşle ya da güneşsiz alerji gelişebiliyor. Fakat güneş damarlarda genişleme yaptığı için mevcut alerjenin etkisi daha şiddetli oluyor. Her gün liflenmek, vücudu ovarak yıkamak doğru mudur, doğru değilse neden? Bunun yerine ne yapılmalıdır? Hafif masaj yaparak liflenmek en doğru yaklaşımdır. Terlemenin rahat olabilmesi, gözeneklerin açılması ve kan dolaşımının hızlandırılması sağlandığı için yapılmalıdır. Fakat sert keselenme cildi tahriş ediyor, kızarıklık ve ciltte soyulmalara neden olur, bu nedenle sert keselenme doğru değildir. Her gün sabunlanarak liflenmek cildi kurutuyor, çünkü cildin kendine ait doğal bir salgısı vardır, aşırı temizlik de zarar verebiliyor. Banyo sonrası cilde uygun bir nemlendirme yapılmalıdır. Sıcak suyla mı, ılık suyla mı, soğuk suyla mı duş alınmalıdır? Suyun sıcaklığı vücudun dayanabileceği bir ısı derecesinde olmalıdır, çok sıcak-soğuk suyla yıkanılması uygun değildir. Güneş ürünleri de alerji yapar mı, ne sıklıkta kullanılmalıdır? Güneş ürünleri içeriğindeki herhangi bir ürüne kişinin duyarlılığı varsa alerji yapabilir. Bu alerji tamamen kişiseldir. Güneş ürünlerini yaz-kış açık bölgelerimize güneşe çıkmadan 20 dakika önce, bir tabaka şeklinde, her yere eşit olarak sürmeli, 3-4 saat aralıklarla yenilemeliyiz. Bununla da yetinmemeli şapka, gözlük takmalı, üzerimize açık renkte kıyafet giyerek korunmalıyız. Bu arada güneşin oksidatif stresinden korunmak için bol sebze-meyve tüketmeliyiz, sıvı alınımını artırmalıyız. Beta karotenin de güneş koruma özelliği vardır, sigara içmeyenler tabletlerinden kullanabilir. Ayrıca havuç, kayısı, bal kabağı, kavun, yumurtanın sarısında da beta karoten bol miktarda bulunuyor. SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 59 haber BİR NARGİLE 50 SİGARAYA EŞDEĞER Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, nargilenin en az sigara kadar zararlı olduğunu, bir nargilenin en az 50 sigaraya bedel olduğunu belirterek “Tütünle ilgili tüm yasaklar nargile için de geçerli” dedi. Tütün ürünü olarak kabul edilen ve sigara ile benzer olumsuz etkilere sahip nargile konusunda başta farkındalık artırıcı kamu spotları, eğitim faaliyetleri olmak üzere gerekli yasal düzenlemelerle insan sağlığını korumak için mücadele devam ediyor. “Ucunda Ölüm Var” sloganıyla, nargilenin zararlarına ilişkin farkındalık artırmaya yönelik kamu spotları televizyonlarda yayımlanırken; bir yandan da konunun tüm paydaşları her türlü seminer, oturum ve konferans gibi etkinliklerle halkı bilgilendirmeye çalışıyor. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, nargile ile mücadele kapsamında yaptığı açıklamada, nargilenin de tütünle mücadele içinde yer aldığını vurgulayarak, “ Nargile için de önümüzdeki dönemde aynı kararlılıkla mücadele edilecek. Kesinlikle tütünle ilgili tüm yasaklarnargile için de geçerli olacak” dedi. 60 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 “Bir nargile en az 50 sigaraya bedel” Bir nargilenin en az 50 sigaraya bedel olduğunun altını çizen Müezzinoğlu, nargilenin de sigara ile benzer sağlık sorunlarından sorumlu olduğunu; başta kanser olmak üzere kalp damar hastalıkları gibi birçok hastalığa yol açtığını söyledi. Tütünle mücadele kapsamında sigarada olduğu gibi nargilede de mücadelenin devam edeceğini, ilgili işletmelere kararlılıkla denetimlerin yapılacağını vurgulayan Bakan Müezzinoğlu, sağlıklı bir gelecek ve güçlü yarınlar için sigaradan, alkolden, nargileden uzak gençlerin yetişmesi için çalışacaklarını bildirdi. Bir ülkenin en önemli gücünün sağlıklı genç nüfus olduğuna işaret eden Müezzinoğlu, tütünle mücadele sonrasında yeni kuşakların sigaraya karşı tepkili olduğunu, aynı tepkinin nargile için de geçerli olabilmesi için toplumsal bilincin artırılmasının önemine dikkat çekti. “Mücadele kapsamında hiçbir şeyden kaçınmayacaklarını” dile getiren Müezzinoğlu, “gerektiğinde her türlü yasal düzenlemeye hazır olduklarını” vurguladı. Müezzinoğlu, sigara ile mücadele kapsamında yasakların genişleyeceğini; bu kapsamda hastaneler, alışveriş merkezleri, çocuk parkları ve yetişkin parklarına yönelik yeni düzenlemelerin hazırlandığını belirtti. Çocuk parklarında kesinlikle sigare içilmesine izin verilmeyeceğinin altını çizen Müezzinoğlu, açık alandaki restoranların açık alanın bir köşesinde sigara içme alanı yapılacağını bildirdi. Her türlü yasal düzenlemenin nargile için de geçerli olacağını vurgulayan Müezzinoğlu, “Sigara kullanımını en aza indirmeyi, mümkün olduğunca sıfırlamayı hedefliyoruz. Nargile de bir tütün ürünüdür ve bu nedenle tütünle ilgili tüm yasaklar nargile için de geçerli olacaktır. Kararlılığımız kesindir” diye konuştu. Yasakları ihlal eden işletmelere para cezası ve kapatma Mevcut uygulamaya göre, nargile içilen işyerlerinde uyulması gerekli hususlara aykırı davranışlara uygulanacak yaptırımlardan öne çıkanlar şöyle: • Nargilelik tütün mamulü içimi ya- pılan işyerlerinin,Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu’ndan (TAPDK) uygunluk belgesi alması zorunlu tutuluyor. Bu belge bulunmayanlara 7 bin 612 TL idari para cezası veriliyor ve tekrarı halinde bir önceki cezanın iki katı idari para cezası uygulanıyor. • Nargilelik tütün mamulü içilen iş- yerine ait alanların, örgün eğitim kurumları, dershaneler ve öğrenci yurtlarına kapıdan kapıya en az 100 metre mesafede bulunması, okul öncesi eğitim kurumlarının, dershaneler, özel eğitim ve öğretim kurumları dahil olmak üzere ilk, orta, lise ve yükseköğretim kurumlarının; kültür ve sosyal hizmet binalarının; bu binaların müstakil yapıları ile bunların eklentileri ve bahçelerinin, yerleşke sınırları içinde faaliyet gösteriliyor ise buraların, kapalı ve açık alanlarında yer almaması, sağlık, kültür, sosyal hizmet ve spor hizmeti verilen yerlerin hizmetin ifa edildiği alanların müstakil yapıları ile bunların eklentileri ve bahçelerinin yerleşke sınırları içinde faaliyet gösteriliyor ise buraların, kapalı ve açık alanlarında bulunmaması gerekiyor. Başbakanlık Genelgesinde belirtilen “kapalı alan” tanımına girmeyen alana sahip olması, zorunlu tutuluyor. İhlal halinde ise uyarı yapılarak gerekli düzeltmelerin yapılması için süre veriliyor. Süre sonunda aykırılığın devam etmesi halinde veya aykırılığın giderilmesinin mümkün olmadığı hallerde süre verilmeksizin Kurumca verilen belgeler iptal ediliyor. 18 yaş altına nargile verilmesi yasak • Nargile, 18 yaşını doldurmamış kişilere satılamıyor ve tüketimlerine sunulamıyor. Nargilelik tütün mamülü, dumanı direkt, nargile dışında başka araçlarla veya suyun dışındaki başka bir madde içerisinden geçirilerek tüketime sunulamıyor. Nargilelik tütün mamülü içiminde kullanılan nargileler, her kullanımdan sonra içerisinde bulunan suyun değiştirilerek temizlenmesi, üzerinde bulunan ve insan ağzıyla temas eden parçasının (sipsi) her kullanımda yenilenmesi, bu parçanın tek kullanımlık, kullanım sonrası atılan (disposable) cinsinden olması gerekiyor. Uygun davranmayan iş yerlerine 3 bin 43 TL’den 7 bin 612 TL’ye kadar idari para cezası veriliyor. • İçimin yapıldığı alan/alanlarda herkes tarafından görülebilecek şekilde; tütün ürünleri kullanımının tehlikelerini anlatan sağlık ve yasal uyarı yazılarının bulunması gerekiyor. Bunun dışında hareket edenler, mahalli mülki amir tara- fından bin 520 TL para cezası ile cezalandırılıyor. Bu maddedeki cezaları gerektiren fiillerin bir yıllık dönemde tekerrürü halinde idari para cezası bir kat; ikinci tekerrürü halinde iki kat artırılarak verilir. Aynı dönemdeki üçüncü tekerrürde de iş yeri on günden bir aya kadar kapatılıyor. • Nargilenin sunulduğu iş yerine ait alanlarda, bu mamullerin tüketimini özendirici ve teşvik edici reklam, tanıtım, kampanya, promosyon veya herhangi bir etkinlik yapılamıyor. Buna aykırı davranılması halinde TAPDK tarafından 76 bin 142 TL’den 380 bin 715 TL’ye kadar para cezası verilebiliyor. Bu cezaları gerektiren fiillerin bir yıllık dönemde tekrarlanması halinde idari para cezası bir kat; ikinci tekerrürü halinde iki kat artırılarak verilirken, aynı dönemdeki üçüncü tekerrürde de iş yeri on günden bir aya kadar kapatılıyor. • Nargile şişeleri üzerinde, usul ve esasları Kurumca belirlenen sağlık uyarılarının da bulunması gerekiyor. Aykırı hareket eden üretici firmalar, TAPDK bu yükümlülüklere aykırı olarak piyasaya sürülen malların piyasa değeri kadar idari para cezası ile cezalandırılıyor. Cezaları gerektiren fiillerin bir yıllık dönemde tekerrürü halinde idari para cezası bir kat; ikinci tekerrürü halinde iki kat artırılarak veriliyor. Aynı dönemdeki üçüncü tekerrürde de iş yeri on günden bir aya kadar kapatılıyor. SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 61 haber TÜRKİYE CUMHURBAŞKANINI SEÇTİ Seçmen ilk kez doğrudan Cumhurbaşkanı seçmek için sandık başındaydı. Seçim sonucunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ilk turda Türkiye’nin 12. Cumhurbaşkanı olarak seçildi. Türkiye, Köşk’ün yeni sahibini belirlemek için 10 Ağustos günü sandık başına gitti. AK Parti’nin adayı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, CHP ve MHP’nin ortak adayı olan Ekmeleddin İhsanoğlu ve HDP’nin adayı Selahaddin Demirtaş’ın katıldığı seçim yurt genelinde sakin geçti. Sonuçlara göre katılım oranının yüzde 74’te kaldığı seçimin ilk turunda oyların yüzde 51,8’sini alan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ikinci tura gerek kalmadan seçimi kazandı. Ekmeleddin İhsanoğlu oyların yüzde 38,5’ini alırken Selahattin Demirtaş’ın oy oranı yüzde 9,7 oldu. Seçim sonuçlarının belli olmasından sonra Ankara’ya gelen Erdoğan AK Parti Genel Merkezi’nin balkonundan 62 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 halka seslendi. “77 milyonun Cumhurbaşkanı olacağım” diyen Erdoğan sözlerine şöyle devam etti: “Hayatım boyunca yaptığım gibi bütün siyasi mücadele sürecimde yaptığım gibi, ülkesi milleti bayrağı için çalışan bir Cumhurbaşkanı olacağım. Bugün hiç kimse hüzünlenmesin. Bugün hiç kimse kaybettiği hissine lütfen kapılmasın. Türkiye’nin önü dünden daha çok aydınlıktır.” Seçimde yüzde 38,5 oy oranına ulaşan Ekmeleddin İhsanoğlu ise, resmi olmayan sonuçların açıklanmasının ardından kısa bir açıklama yaptı ve seçimi kazanan Erdoğan’ı kutladı. Seçim sonuçlarını Diyarbakır’da değerlendiren Selahattin Demirtaş ise, seçim sonuçlarının Türkiye’ye barış, özgürlük ve demokrasi getirmesini diledi. haber SAĞLIK BAKANLIĞI DİYABETE KARŞI EYLEM PLANI HAZIRLADI Türkiye’de yılda 60 bin can alan diyabete karşı Sağlık Bakanlığı 5 yıllık eylem planı hazırladı. Buna göre hastalar, acil durumlarda erken müdahale edilmesi için özel diyabet kimlik kartı taşıyacak. Sağlık Bakanlığı, Türkiye’de sayısı 7 milyon 43 bine ulaşan diyabet hastası için 2015-2020 Eylem Planı hazırladı. Türkiye’de her yıl 60 bine yakın ölümün yaşandığı diyabeti önlemek için önemli projeler hayata geçirilecek. Hayati riski bulunan diyabet hastalarına acil müdahale edilmesi için ‘Diyabet Kimlik Kartı’ hazırlanacak. 328 milyon hasta var! Planda dünya ve Türkiye’ye özgü rakamlar sunuldu. Dünyada 382 milyon diyabetli hasta yaşarken, 2035 yılında bu sayının 592 milyona ulaşacağı tahmini yapıldı. Dünya diyabet nüfusunun yarısının üç ülkede (Çin, Hindistan, ABD) yaşadığı ifade edildi. 2035 yılı tahminlerine göre Türkiye’nin, diyabetli nüfus itibarı ile diyabetin dünyada en yüksek olacağı ve ilk 10 ülke arasına gireceği bilgisi verildi. Türkiye’de ise 20-79 yaş arası 7 milyon 43 bin 290 vaka bulunuyor. Diyabete bağlı ölümler ise 59 bin 786 olarak kayıtlara geçiyor. Kişi başı ortalama diyabet harcaması 866 dolar olarak belirleniyor. Yaş gruplarına göre de en büyük grubu yüzde 64 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 52 ile 46-54 yaş arası hasta grubu oluşturuyor. Adım adım mücadele edilecek Bakanlığın 5 yılda yapılmasının planladığı 6 önemli adım şöyle: 1-Kimlik Kartı: Hayatı tehdit edebilecek riski olan diyabetliler için acil durumlarda erken müdahale edilmesini sağlayacak ‘Diyabet Kimlik Kartı’ hazırlanacak. Kimlik kartları hasta hakkında bilgiler verecek. 2- İzleme Kartı: ‘Elektronik Sağlık Kaydı’ (ESK) ile hastaların kendi sağlık durumlarını takip etmelerini teşvik etmek ve farklı merkezlerde benzer tetkik ve muayenelerin gereksiz tekrarlarını önlemek için Sağlık Bakanlığı tarafından standart bir ‘Diyabet İzlem Kartı’ oluşturulacak. Bu kart gereksiz tedavileri ve hastanın hastanelerde dolaşmasını engelleyecek. 3- Hutbede Diyabet: Camilerde imamların vaazlarında fiziksel aktivite, sağlıklı yaşam, beslenmenin ve diyabetin önemine yer verilecek. 4-Merkezi Sınavlar: Merkezi sınavlarda diyabetli çocukların özel durumlarını dikkate alarak gerekli destek-lerin sağlanacak. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı tarafından ortak bir rehber hazırlanacak. 5-Cezaevlerinde Eğitim: Kamu kurumları, ilk ve orta öğretim okulları, üniversiteler, yaşlı bakım evleri, cezaevleri, aile sağlığı merkezleri, halk eğitim merkezleri, toplum merkezleri ve silahlı kuvvetler bünyesindeki kurum ve kuruluşlarda diyabet eğitimi verilecek. ‘Diyabet Eğitim Modülleri’ hazırlanarak toplumun farklı kesimlerine eğitimlerin ulaştırılması sağlanacak. 5-Rol Model: Toplumsal farkındalığın artırılması için rol modeller sahnede yer alacak. Siyasi liderler, kanaat önderleri, bilim adamları, sanatçılar, medya mensupları gibi rol modeller kamu spotlarında oynayarak diyabet hakkında bilgiler verecek. Toplu taşıma araçları ve cadde üzerlerindeki reklam panolarında diyabet hakkında bilgilendirici afişler yer alacak. Sağlık Bakanlığı verilerine göre kansere bağlı ölüm oranı 2012 yılında yüzde 21’e ulaştı. Kanser Erken Teşhis Tarama ve Eğitim Merkezi (KETEM) sayısını 134’e çıkaran bakanlık, kanserle mücadele için özellikle kırsal bölgelerde gezici cihazlar ile ‘Mobil KETEM’ uygulaması başlatmaya hazırlanıyor. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Dünya Sağlık Örgütü tahminlerine göre 2015 yılından itibaren dünya genelinde en önemli ve birinci sırada ölüm sebebinin kanser olacağına dikkat çekti. Türkiye’de de kanser sıklığı ve kansere bağlı ölümlerin dünyadaki artışa paralel ve benzer oranlarda artış gösterdiğini belirten Müezzinoğlu, TÜİK verilerine göre kansere bağlı ölüm oranının 2012 yılında yüzde 21’e ulaştığını açıkladı. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre kanserde görülen bu artışın üç temel sebebinin yaşlı nüfusta meydana gelen artış, tütün kullanımı ve obezite salgını olduğunu anlatan Müezzinoğlu, şöyle devam etti: “Ülkemizde; bunların yanı sıra, kanser kayıtçılığında yapılan iyileştirmelerle daha önce bilinmeyen vakaların kayda alınması da kanser istatistiklerindeki artışın bir diğer sebebidir. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile koruyucu sağlığa özel bir önem verdik. Bu kapsamda kanserle mücadele politikamızın temelini, birincil korunma denen kanser yapan etkenin ortadan kaldırılmasına yönelik mücadele oluşturuyor. Bu amaçla birincil korunma ile önlenebilen ve ülkemiz için çok önemli olan akciğer, mesane, mide ve meme kanserleri gibi pek çok kanserin etkeni olan tütüne karşı önemli bir mücadele programı yürüttük. Önce parlamentomuzun bütün üyelerinin desteği ile ülkemizi dünyanın en kapsamlı tütün kontrolü kanununu çıkaran 6 ülke arasına kattık. Uygulamalarda ise dünyada en başarılı mücadeleyi yürüten ülke unvanını aldık. Yürüttüğümüz bu program Dünya Sağlık Örgütü başta olmak üzere uluslararası arenada büyük takdir topladı.” KETEM SAYISI 134’E ULAŞTI Kanser oluşumunda bir diğer önemli risk unsurunun ise obezite olduğunu dile getiren Müezzinoğlu, Türkiye sağlıklı beslenme ve Hareketli Hayat Programı›nı obezite için uygulamaya koyduklarını ifade etti. Türkiye›de her ilde en az bir Kanser Erken Teşhis Tarama ve Eğitim Merkezi (KETEM) açtıklarını belirten Müezzinoğlu, «KETEM sayımız 134›e ulaştı. Meme, rahim ağzı ve kolorektal kanserler ile ilgili toplum temelli tarama ve halk eğitimi programlarını, kanserin erken teşhis ve önlenmesinde aktif görev alan bu merkezlerde yürütüyoruz. Kanser erken teşhis, tarama ve tedavisiyle ilgili hizmetleri halkımıza tamamen ücretsiz olarak veriyoruz. KETEM sayılarımızı önümüzdeki yıllarda artırmaya devam edeceğimiz gibi, özellikle kırsal bölgelerde gezici cihazlar ile ‘Mobil KETEM’ uygulamalarını da başlatacağız. Bildiğiniz gibi artık ailenin bütün fertlerinin sağlığından sorumlu olan aile hekimlerimiz var. Ailemize özel bu hekimlerimizin görevleri arasında sorumluluğunu üstlendiği kişinin hastalıklardan korunması için gerekli tedbirleri alması da mevcuttur. Bu kapsamda kanser erken teşhis ve tarama faaliyetlerinde aile hekimlerine görev veriyoruz. Bu uygulamayı geliştirerek sürdüreceğiz.” bilgisini verdi haber KANSERLE MÜCADELE İÇİN ‘MOBİL KETEM’ UYGULAMASI GELİYOR Ölüm Bildirim Sistemi Hayata Geçti 2012 yılında İstanbul’da 2 adet aktif kanser kayıt merkezi kurulduğunu ifade eden Müezzinoğlu, 2012 yılına ait bakanlık resmi kayıtlarına göre İstanbul ili Pendik ilçesinde, Türkiye ortalamasından anlamlı farklılık gösteren bir kanser artışı söz konusu olmadığını kaydetti. Belediyeye ait veriler ile bakanlık verilerin uyuşmadığına dikkat çeken Bakan Müezzinoğlu, şunları kaydetti: “Pendik Belediyesi’ne ait verileri incelemek üzere belediye ile ortak bir çalışma başlattık. Belediyenin son 6 yıllık ölüm verileri kabaca değerlendirildiğinde kayıtların güvenilirliği ve bilimselliğinin şüpheli olduğu görülmektedir. Örneğin dünyada ve Türkiye’de kalp hastalıkları en önemli ölüm sebebi iken, belediyenin veri tabanında kalp hastalığına bağlı ölüm görülmemektedir. Bu konuda belediye başkanlığından 24 Ekim 2013 tarihinde bir basın açıklaması yapılmış ve ‘Aslında kanserden ölüm oranlan artmamış, sadece raporlamadan kaynaklanan sistem değişikliği rakamlara yansımıştır’ ifadesi kullanılmıştır. Ülkemizde ölüm kayıtları 2013 yılına kadar TÜİK tarafından tutulmakta olduğundan ölüm sebeplerine ilişkin daha detaylı veriler de TÜİK’ten temin edilebilir. Ölüm verilerinin daha kaliteli tutulabilmesi için 2013 yılında bakanlık olarak Ölüm Bildirim Sistemi’ni hayata geçirdik. Ayrıca yine 2013 yılında 81 ilimizin hepsinde aktif kanser kayıt merkezi kurduk. Önümüzdeki yıllar içerisinde kayıt altına alınmış olan kanser ve ölüm verilerimizin daha kaliteli olacağını düşünmekteyiz.” 65 haber ÖKSÜRÜK FITIĞI TETİKLİYOR Türkiye’de yaklaşık 100 kişiden beşinde fıtık görülüyor. Bu fıtıkları bunların yüzde 80’e yakını kasık fıtığı. Erkeklerde kadınlara göre 7-8 kat daha fazla görülen kasık fıtıkları kabızlık, kronik öksürük, ani hareketler, ağır yük kaldırma, şişmanlık gibi nedenlerle oluşuyor. Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Adem Dervişoğlu; kasık fıtığıyla ilgili şu bilgileri verdi: Fıtık, bir iç organın, normalde içinde bulunduğu beden bölgesindeki zayıf bir noktadan dışarı çıkmasıdır. Eğer bu şişlik kasık bölgesinde görülürse biz bunları kasık fıtığı diyoruz. Kasık fıtıkları iki nedenle oluşur. Birincisi doğumsal nedenlerdir. Erkeklerde, ana rahminde testisler karın içerisindedir. Doğuma yakın dönemde yer değiştirerek skrotuma (testis torbası) inerler. Bu yer değiştirme esnasında, bu alanda zayıflık ortaya çıkarsa fıtık olabilir. Kasık fıtıklarının indirekt şekli bu şekilde oluşur. İkincisi, kasık kanalı, bu bölgenin zayıf bir alanıdır. Kasık bölgesini zorlanması sonucu oluşan yırtıklar fıtık oluşumuna neden olabilir. Kronik Öksürük Fıtık Ediyor Kasık bölgesini zorlayan nedenler; kabızlık, kronik öksürük, ani hareketler, ağır yük kaldırma, şişmanlık, karın içinde sıvı birikmesi (asit) olarak belirtilebilir. Bunların hepsi kasık bölgesinin anatomik yapısını zorlayarak fıtıklarının oluşmasına neden olabilir. Genel cerrahide neredeyse ameliyat ettiğimiz her üç hastadan biri fıtık hastasıdır. Genel cerrahi pratiğinde bizim sık gördüğümüz bir hastalık grubudur; 100 hastadan 5’inde görülür ve bunların yüzde 80’e yakını kasık fıtığıdır. Karın duvarı fıtıklarının yüzde 90’ı kasık fıtığıdır. En Sık Erkeklerde Görülüyor Karın duvarı fıtıkları, toplumun yaklaşık yüzde 2-5’inde görülürler. Kasık fıtıkları erkeklerde kadınlara göre 7-8 66 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 diliğinden yatınca kaybolurken, fıtığın büyümesi ile hasta el ile fıtığı içeriye iter. kat daha fazla görülüyor. (yaklaşık yüzde 10’u da iki taraflı fıtıklardır). Çünkü erkeklerde kasıklarda potansiyel zayıflık oluşturan kasık kanalı bulunur. Kadınlarda ise yumurtalıklar karın içinde oluşuyor. Testisler gibi karın dışına doğru yer değiştirmiyorlar. • Ağrı, kasığın zorlanması durumun- Kasık fıtıkların çeşitleri nelerdir? • Yürüme zorluğu da ilerleyen dö- Kasık bölgesinde 3 tip fıtık görülür: 1) İndirekt fıtıklar: Kasık kanalından geçerek oluşan fıtıklardır. Doğumsal bir zayıf noktadan çıktıkları için oluş nedenleri doğumsaldır. Ancak ortaya çıkmaları her zaman çocukluk döneminde olmayabilir, erişkinlerde de kanalın bir zorlanma sırasında aniden açılması sonucu ortaya çıkarlar. 2) Direkt fıtıklar: Kasık ön duvarının zorlanma (öksürük, kabızlık vb.) sonucunda yırtılması ile oluşan fıtıklardır. 3) Femoral fıtık: Bu fıtık türü, kadınlarda, erkeklerde olduğundan fazla görülür. Fıtık, kasık bağının altındadır ve aşağı, üst bacak bölgesine doğru iner. Kistle Karıştırılıyor Uzun yürüyüşler yapamaz, oturup kalkarken ağrıları olabilir. Uzun süre ayakta kaldığında ağrıları artabilir. Kasık fıtıklarının tanısı, genellikle fizik muayene sonucunda konulur. Bazen şişlik oluşmadan ağrı varsa ultrason veya MR gerekebilir. Hem Şişlik Hem Ağrı Yapar • Kasık fıtığında en sık belirti kasık bölgesinde oluşan şişliktir. Şişlik genellikle ayakta veya yürüme sırasında ortaya çıkar, yatınca kaybolur. Şişlik zamanla büyüyerek, kişinin günlük yaşamını olumsuz etkiler, hareket etmesini ve aktivitelerini kısıtlar. • ·Başlangıç döneminde fıtıklar ken- da ortaya çıkan diğer bir şikayettir. Bu ağrılar zamanla artar. • Hareket veya eğilip doğrulma sırasında zorlanma olur. nemlerde ortaya çıkabilir. Fıtık Boğulmasına Dikkat • Kasık fıtığı teşhis edildiği zaman- da vakit kaybetmeden ameliyat edilmelidir. Ameliyat zamanındaki gecikmeler fıtığın büyümesine ve fıtık boğulmasına yol açabilir. • Kasık fıtığı olan hastalar şişliğe dik- kat etmezse ve hekime geç başvurursa fıtık testislere doğru büyüyerek ilerleyebilir. Bu da tedaviyi güçleştirebilir. • Karın duvarı fıtıklarının en korkulan komplikasyonu ‘boğulmuş fıtık’tır. Daha önceleri, sırt üstü yatınca veya elle itince karın içine giren bir fıtığın, uzanmakla veya el yardımıyla kaybolmaması durumunda ‘boğulmuş’ fıtıktan söz edilebilir: • Boğulmuş fıtığın ilk bulgusu, fıtık şişliğinin artık kaybolmamasıdır. Hasta bir hekime başvurmadığı takdirde: bağırsakta kangren sonra delinme ve en sonunda da ölüm gelişebilir. Böyle bir tehditle karşı karşıya kalmamak için, en kısa zamanda fıtık ameliyatı olmak gerekir. Bunları Yapmayın • Kasık fıtığınız varsa çok uzun saat- ler direksiyon başında kalmayın, sıkıntılarınız artabilir • Ağır sporlar, ağırlık kaldırma, bas- ketbol, futbol gibi fazla efor gerektiren sporlar yapmayın. • Bir saatten fazla yürüyüşe çıkma- • Sporcuların Sinsi Düşmanı: Kasık • Sporcuların yaşamını çok etkileyın. • Ani eğilip kalkmayın. • Uzun süre ayakta kalmayın. Bunları Yapın • Mümkün olduğunca erken bir dönemde ameliyat olun. • Yavaş yürüyün. • Ağır eforlardan kaçının. • Ağrılarınız olduğunda sırt üstü yatın. • Ağrınız dinlemeye rağmen geçmiyorsa, acilen hekime başvurun. • Kasık bağı kullanmayın. Fıtığı • Sporcularda, özellikle kasık fıtıkla- rı sık gözükürler. Aşırı efora bağlı olarak, futbol gibi sporlarla uğraşanlarda, kasık bölgesi zorlanarak yırtıklar meydana gelip, fıtık oluşabilir. • Kasık fıtığı genellikle ağrı ve şişlik belirtisi verir. Ancak bazı durumlarda; özellikle sporcularda ve gençlerde sadece kasık ağrısıyla belirti verir, şişlik çok azdır. Bu nedenle kasık fıtığı gözden kaçabilir. yebilir. Sporcularda özellikle kasık ağrısı şikayetinde kasık fıtığı akla gelmelidir. • Sporcularda laparoskopik yöntem tercih ediyoruz, çünkü bu yöntem spor yaşamlarına daha çabuk dönmelerini sağlıyor. Ameliyat sonrasında 2 -3 hafta sonrasında antrenmanlara başlayabilirler. SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 67 haber SAĞLIK HEDEFLERİ BELİRLENDİ Hükümetin pek çok başlığı bir arada toplayan “2014 Yılı Programı”nda sağlık hedefleri belirlendi. Programda, Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın en çok konuşulan konularından olan performans sisteminden sağlık çalışanlarının bölgelere eşit olarak dağıtılmasına, tamamlayıcı tıbbın üniversitelerde okutulmasından randevu sisteminin yaygınlaştırılmasına kadar birçok başlık bulunuyor. Performansa yeni yönetmelik taslağı: Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastanelerinde performansa dayalı ek ödeme (PDEÖ) sistemine sağlık hizmetinin kalitesi ve etkinliğine ilişkin göstergeler eklenecek. Sisteme, verilen hizmetin etkinliğinin ve hizmete ilişkin algının ölçülebileceği nitel kriterlerin de eklenmesi için yönetmelik taslağı hazırlanacak. Kanser kayıt sistemi geliştirilecek: En sık görülen kanser hastalıklarının taramaları yaygınlaştırılacak ve kanser hastalığının izlenmesi ve yönetimi 68 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 için kanser kayıt sistemi geliştirilecek. Vatandaşların taramalara katılmaları için farkındalığı artıracak kampanyalar düzenlenecek ve aile hekimlerine kanser izleme takip için pozitif performans uygulaması başlatılacak. Kanser kayıt sistemi için uygun yazılım altyapısı oluşturulacak. Bulaşıcı olmayan hastalıklara farkındalık: Bulaşıcı olmayan hastalıklar konusunda toplumsal farkındalık artırılacak, kampanyalar yapılacak. Astım, KOAH, kalp ve damar hastalıkları ve böbrek hastalıkları ile ilgili halka ve sağlık personeline yönelik bilgilendirme materyali hazırlanacak ve dağıtılacak. Sayılan hastalıklara yönelik standart tanı ve tedavi protokollerini hayata geçirmek için çekirdek eğitim müfredat programı hazırlanacak. Randevu sistemi yaygınlaşacak: Merkezi Hastane Randevu Sisteminin (MHRS) kullanımında yaşanan sorunların tespiti ve toplumsal algıyı ölçmek amacıyla bir araştırma projesi hazırlanacak. Her tür görsel ve basılı materyal ile MHRS’nin kullanımı tanıtılacak ve yaygınlaştırılacak. Sağlık personeli dengeli dağıtılacak: Sağlık personelinin dengeli dağılımına sağlık kuruluşlarının hedef nüfus, hizmet bölgesi, fiziki yapı ve hizmet sunum özelliklerini esas alan ve somut hedefleri içeren personel dağılım planı güncellenecek ve Sağlık İnsan Kaynakları Stratejik Planı tamamlanacak. Sülük fakültede: Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği hazırlanacak. Tamamlayıcı tıbbın, tıp eğitimine intibakı amacıyla müfredat güncellenmesine yönelik çalışmalar başlatılacak. Ruh sağlığı merkezleri artacak: Toplum Ruh Sağlığı Merkezlerinin sayısı artırılacak, ruh sağlığı hizmetleri afet ve diğer olağanüstü durumlara maruz kalan bireylere yönelik yardım programlarına entegre edilecek. haber TÜRKİYE’DE 19. VE 20 YÜZYILLARDA TIP TARİHİNİN ANA HATLARI (1827-1923) Prof. Dr. Yeşim Işıl ÜLMAN Osmanlı Devletinde Reformlar ve Tıp Eğitimi 19. yüzyıl; Osmanlı toplumunun hemen her alanında modernleşmeye doğru bir değişme, dönüşme çağı olmuştur. Önceki yüzyılların toplumsal anlamda içe dönük yaşama biçimi yerini, Batının çağdaş bilimlerini ve tekniklerini benimseme ve bu bilimlere uyum sağlama çabasına bırakmıştır. Modernleşme, Batının önde gelen toplumlarına her bakımdan yetişebilmek için bir devlet projesi olarak benimsenmiştir. Osmanlı İmparatorluğu bir yandan sonu gelmeyen savaşlar, askeri yenilgilere bağlı kitlesel göçler, düşük hayat standardı ile baş etmeye çalışırken, toplumu ilerideki kuşaklara başarıyla taşıyabilecek önemli adımlar da bu yüzyılda atılabilmiştir. Bunda devletin bekâsını 70 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 modernleşmenin benimsenmesinde gören siyasanın büyük payı vardır. Bu sürecin en önemli göstergesi 1839 yılında ilan edilen reform bildirgesi “Tanzimat Fermanı”dır. Aynı eğilim tıp eğitiminin ve öğretiminin yeniden ele alınarak, kurumsal olarak yeniden düzenlenmesinde de kendini göstermiştir. 19. yüzyıl ve takip eden dönem tıp tarihimiz açısından, modern tıp düşüncesinin ve anlayışını kurumsallaştırma çabasına sahne olmuştur. Geleneksel usta-çırak usulü eğitimin hakim olduğu darüşşifalardaki eğitimin çağın gereklerini karşılayamadığının görülerek, modern bir tıp eğitimi tesis edebilmek için ilk adımlar yüzyılın ilk çeyreğinde atılır. 14 Mart 1827’de, İstanbul’da, Tıphane-i Amire ve ardından Cerrahhane-i Mâmure’nin kurulması, bugün Türkiye’de çağdaş tıp eğitiminin başlangıç noktası olarak kabul edilir. Tıp eğitiminde modernleşmenin zorunlu hale geldiğini bilen Hekimbaşı Mus- tafa Behçet Efendi, devrin padişahı II. Mahmud’a (1808-1838) verdiği raporlarla bu gerekliliğe dikkat çekmiştir. Mustafa Behçet Efendi (1774-1834), Buffon, Plenck, Marshall gibi devrinin Batılı bilim adamlarının çiçek hastalığı, sifilis tedavisi, tabiat tarihi konulu eserlerinden Türkçeye çeviriler yapmış ve yayınlamıştır. Mustafa Behçet Efendi’nin çağdaşı, hekim, bilimadamı ve tarihçi Şânizâde Mehmed Ataullah Efendi (1771-1826), yaptığı tercümeler sayesinde, Edward Jenner’ın (1749-1823) modern çiçek aşısı yöntemini ülkemize getirmiş; anatomi, fizyoloji, teşhis ve tedavi konularında birçok kitap yazmıştır. Bu fikri zeminde doğan Tıphane’de öğrenciler önce okuma, yazma, Türkçe ve Arapça grameri; İtalyanca ve Fransızca öğrenirlerdi. Daha sonra tabiat tarihi, kimya, botanik, tıbbi bitkiler konularında ders alırlardı. Bunu anatomi, fizyoloji dersleri izler; kurşun çıkarma, ampütasyon, kırık ve çıkıkların yerleştirilmesi, yara pansu- manı gibi operasyonları öğrenirlerdi. Kadavra üzerinde diseksiyon yapmak yasak olup; anatomi derslerini modeller üzerinde görürlerdi. Bu okulda dördüncü sınıf, ancak kuruluşundan altı yıl sonra, 1833’te açılabilmişti. Okula sadece Müslümanlar kaydediliyordu. Toplumda geniş çaplı reformların uygulamaya konulması anlamına gelen Tanzimat Fermanı (1839)’nın ilanıyla eş zamanlı olarak tıp eğitiminde de yeniden yapılanma ve yenileşme çalışmaları başlatıldı. Tıp Okulu, daha önce bir Saray Okulu (Enderun Ağaları Mektebi) olarak hizmet vermiş olan Galatasaray’daki binaya taşındı (1838). Tıp eğitiminin gereklerine göre tadil edilen bu bina, Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne adını aldı ve 1839’da öğretime başlandı. Kısaca Galatasaray Tıbbiyesi olarak da anılan bu okulda yapılan yenilikler ve tıp eğitimine getirdiği katkılar şöyle sıralanabilir. Galatasaray Tıbbiyesi (Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne) Öncelikle Osmanlı Devleti’nde mevcut bütün dinlere, mezheplere mensup öğrenciler okula kabul edilmeye başlandı. Öğretim programı hazırlık ve tıp bilimleri olarak iki ana bölüme ayrıldı. Hazırlık (idadi) bölümü, öğrencilere, Türkçe, Arapça, Fransızca ve genel kültür (tarih, coğrafya, fen bilimleri) bilgileri kazandıracak şekilde yeniden düzenlendi. Eğitimin Fransızca yapıldığı Tıp Bilimleri Bölümünde fizyoloji, anatomi, botanik, tıp müfredatı, dahili bilimler, cerrahi bilimler dersleri veriliyordu. Öğretim süresi önce yedi yıldı, daha sonra onbir yıla kadar çıkarıldı. Öğretim kadrosu Batı tıp fakülteleri mezunu hekimler ile zenginleştirildi. Hekimbaşı İsmail Efendi’nin çabaları ile tıbbi diseksiyon yapma izni alındı. Bu şekilde öğrencilerin anatomik ve patolojik bulgular ile tanı bilgilerini bütünleştirmeleri sağlandı. Talebe okul kliniğinde hasta başında eğitiliyordu. İntern öğrenciler, tortikolis, çeşitli ampütasyonlar, katarakt, litotomi, rinoplasti, tenotomi, tümör ekstirpasyonu, kanseröz oluşumların rezeksiyonu ve benzeri türde ameliyatlar yapabiliyorlardı. Osmanlı Devleti’nde eczacılık yapabilmek için Tıbbiye’deki Eczacılık Okulu’ndan diploma alma şartı bu dönemde getirildi. Ayrıca ilk kez Galatasaray Tıbbiyesi’nde kadın adaylara yönelik Ebelik Okulu açıldı. Yapılan araştırmalar sonucunda, Batıda uygulamaya konuluşundan hemen hemen bir yıl sonra (1848), kloroformun, bir anestezik madde olarak hayvanlar üzerinde denenerek, cerrahi ameliyatlarda kullanıldığını öğreniyoruz. Osmanlı Devleti tebaasını temsilen seçilen bir Müslüman, bir Ermeni, bir Rum, bir de Musevi dört yeni mezun hekim 1848 yılında Viyana Tıp Fakültesi’nde mezuniyet sınavlarına girdiler ve çok parlak sonuçlar aldılar. Kuruluşu için büyük emek harcanan bu okul, sahip olduğu müzeler, laboratuarlar, botanik bahçesi, kütüphane ile birlikte 11 Ekim 1848’deki Beyoğlu yangınında kül olmuş ve eğitime ertesi yıl, Halıcıoğlu’ndaki Humbarahane Kışlası’nda devam edilmiştir (1849). 19. yüzyılın ikinci yarısında Tıbbiye Tıbbiye’nin bu dönemde yeniliklerinden biri okulun kendi matbaasında hem Türkçe (Vakayi-i Tıbbiye) hem de Fransızca (Gazette Médicale de Constantinople) iki bilimsel tıp dergisi çıkarmasıdır. Dergide İstanbul’da ve İmparatorluğun çeşitli yerlerindeki tıbbi cerrahi uygulamaları ele alan makaleler, okul kliniklerinden vaka takdimleri, okulun faaliyet raporu, yabancı tıp dergilerinden yapılan çeviriler yer alıyordu. Derginin niteliği açısından dikkati çeken özellik, otopsi ve diseksiyon uygulamalarını içeren, post mortem inceleme bulgularıyla desteklenen yazıların zenginliğidir. Gazette Médicale de Constantinople’da yer alan postmortem incelemeler ülkemizde türünün ilk örnekleri arasındadır. Bundan başka derginin ek sayısında yer alan otopsi raporu, ülkemiz modern tıp tarihinde otopsi protokolünün öncülerindendir. Tıbbıye’nin 1850’li yıllarda okuldaki önemli bir başka gelişmenin, tıp eğitimini Fransızcadan Türkçeye çevirmek için verilen mücadele olduğunu görürüz. Mezun adedi hala ordunun ve toplumun ihtiyacı olan hekim sayısını karşılamaktan uzaktır. Eğitimin Türkçe yapılması gerektiğini düşünen Okul Nazırı Cemaleddin Efendi, Türkçe, Arapça ve Farsça eğitimle görevli özel bir sınıfın (mümtaz sınıf ) açılmasını sağlar. Dr. Kırımlı Aziz Bey, Dr. Bekir Sıtkı, Dr. Mehmed Emin Fehmi gibi pek çok hekim bu kanalla Türkçe tıp literatürü oluşturmak üzere çeviri, derleme, telif yoluyla pek çok sözlük ve bilimsel kitabın ortaya çıkmasını sağlarlar. Bu kitaplar yıllarca bu alanda uğraşanlara hizmet etmiştir. 1867’de Türkçe eğitim veren ilk sivil tıp okulu, Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye açılır ve 1870 yılında da Mekteb-i Tıbbiye (Askeri Tıp Mektebi)’de tıp eğitimi Türkçeleştirilir. Türkiye tarihi açısından 19. yüzyıl, ülkenin bir savaştan ötekine girdiği, bir yandan da toplumun modernleşerek bir kabuk değiştirme süreci yaşadığı zorlu bir dönemdir. Bütün zorluklara, mali yoksunluklara rağmen sağlık alanında çok önemli adımlar atılmıştır. O dönemde Batıda, Paris’te Pasteur ve ekibinin, Berlin’de Koch ve arkadaşlarının bakteriyoloji ve mikrobiyoloji alanlarında çığır açan buluşlar gerçekleştiriliyordu. Osmanlı yönetimi mikrobiyoloji ve bakteriyoloji alanlarında çağdaş gelişmeleri takip etmiş, bu tekniklerin ülkeye getirilmesi için, Avrupa’ya hekim ve sağlıkçılardan oluşan ekipler yollamıştır. Paris’te yeni kurulmakta olan Pasteur Enstitüsü’ne ve Koch’un Berlin’deki kliniğine giden tıp heyetleri, bu teknikleri yerinde öğrenmişlerdir. Ülkelerine döndüklerinde bunları uygulamak üzere açılan kurumlarda görevlendirilmişlerdir. O zamanlar Demirkapı’da (Sarayburnu) bulunan Mekteb-i Tıbbiye içinde 1887’de Kuduz Aşısı Kurumu (Daülkelp Ameliyathanesi), 1889’da Aşı Müessesesi (Telkihhane-i Şâhâne), 1893’te Bakteriyoloji Laboratuarı (Bakteriyolojihane-i Şâhâne) ve 1894’te ilk Kadın Doğum Kliniği (Viladethane) açılır. Yine bu dönemde, Rieder Paşa tarafından, mezuniyet sonrası bir üst eğitim kurumu olarak faaliyet gösteren Gülhane Seririyat (Klinikler) Mektebi açılır. Bu okul, sağlık sisteminde en etkili ve üstün hizmet veren kurumlarından biri olmuştur. Örneğin ilk aspirin ve kinin hapları; koruyucu tifo, dizanteri ve kolera aşıları burada üretilmiştir. 1895’te birleştirilen Sivil ve Askeri SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 71 Tıp okulları, 1909’da Darülfünûn-ı Osmanî Tıp Fakültesi adıyla Haydarpaşa’da açılan yeni binaya taşınmıştır. Okul, Cumhuriyet döneminde Mustafa Kemal Atatürk zamanında gerçekleştirilen Üniversite Reformu (1933) ile Tıp Fakültesi adını alarak, yeniden Avrupa yakasına taşınmıştır. 1967 yılında ikiye bölünerek İstanbul Üniversitesi’ne bağlı İstanbul Tıp Fakültesi ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi isimleriyle iki ayrı kurum şeklinde günümüze kadar gelmiştir. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde 1994 yılında Uğur Derman İngilizce Tıp Eğitimi Programı’nın kurulmasıyla İstanbul Üniversitesi’nin tıp eğitimi veren üçüncü kurumu eğitim yaşamına katılmıştır. Halk Sağlığı Alanında Gelişmeler Geçen yüzyılda Tıbbiye, sadece tıbbı öğreten ve hekim yetiştiren bir okul değil, aynı zamanda halk sağlığı ile ilgili konuları da ele alan bir kurumdu. Toplumu etkisi altına alan şiddetli veba, çiçek, kolera, tifo salgınlarında hocalar ve öğrenciler hastalıkla mücadele çalışmalarında canla başla görev alırlardı. Sultan Abdülmecid (saltanatı: 1839-1861), halk içinde çiçek aşısının yaygınlaşması ve aşı aley- 72 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 hine ön yargıların kırılması hedefiyle, maiyetinde Tıbbiye’den hocaların ve öğrencilerin görevlendirildiği aşılama heyetine bizzat önderlik ederek ülke içinde geziler düzenlemiştir. 19. yüzyıl başındaki korkunç kolera epidemisi üzerine, karadan ve denizden Osmanlı İmparatorluğu’na gelenleri kontrol ederek salgınlara karşı önlem almak üzere Karantina Teşkilatı kurulmuştur (1838). Merkezi, İstanbul’da bulunan Karantina Meclisi olan bu sistemle, payitahtta ve İmparatorluğun bütün bölgelerinde gerekli stratejik noktalara kurulan tahaffuzhaneler (karantina istasyonları) aracılığıyla, Asya’dan Avrupa’ya ölümcül hastalıkların geçişini engellemek için çalışılmıştır. Ağırlıklı olarak Avrupa ülkelerinin temsilcileri olan üyelerden oluşan Karantina Meclisi tarafından yönetilen bu organizasyon 19. yüzyıl boyunca genişleyerek faaliyetini sürdürmüştür. Ancak, Karantina Organizasyonu’nun Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti üzerinde nüfuzlarını kullanmak amacıyla da yararlandıkları bir sistem olduğu da ifade edilmektedir. 19. yüzyılın ikinci yarısında başarılı bir başka halk sağlığı organizazyonu dezenfeksiyon sistemi (Tebhirhaneler)dir. Avrupa’da da bakteriyoloji devrimi öncesi (ve sonrasında da) işlevsel bir koruma tedbiri olan dezenfeksiyon yöntemi, giysileri, eşyaları, mobilyaları, her türlü iç mekân unsurunu, sıcak buharla ve çeşitli dezenfektan maddelerle, etüvler içinde temizleme yöntemiydi. Önceleri yurt dışından ithal edilen etüv makinaları, 1893’den itibaren ülkemizde de üretilmeye başlamıştır. Ülke sathına yayılan tahaffuzhanelerdeki dezenfeksiyon birimleri 20. yüzyılın başlarında yeni etüvlerle modernize edilmiş ve hem savaş dönemlerinde hem de barışta sivil ve askeri kesimin hizmetinde, bulaşıcı hastalıkların yayılmasını önleyici başarılı ve yaşamsal bir halk sağlığı uygulaması olmuştur. Kuduz, tifo, tifüs, tüberküloz gibi bulaşıcı hastalıklar, toplumu tehdit eden felaketlerdi. Osmanlı yönetimleri bunlarla mücadele için bütün koruyucu tedbirler ve çabaları desteklemişlerdir. Tecrübeli hekimler, eğitimli personel, kurumsallaşmış sağlık örgütü sayesinde yürütülen bütün bu çalışmalar, salgın hastalıklarla etkili mücadele için önemli yol alınmasını sağlamış ve 20. yüzyılın ilk yarısında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ne miras kalmıştır. Hastaneler ve sosyal yardım kurumları Hastane mimarisi açısından bakıldığında, 19. yüzyılın Batı tipi geniş koğuşlu sistemi yerine, (Osmanlı darüşşifalarında da görülen oda sistemi gibi) pavyon sistemi geliştirilmiştir. Bunun ilk örnekleri, Bezmialem Vakıf Gureba (1845), Zeynep Kâmil (1862), 6. Belediye Dairesi (Beyoğlu Belediye Hastanesi) (1865), Haseki Nisa (Kadınlar) (1892, modern hastane 19. yüzyılda düzenlenmiş olmakla beraber, Haseki Darüşşifası 16. yüzyılda kurulmuştu), Darülaceze (1896), Hamidiye (Şişli) Etfal (1898) hastaneleridir. Osmanlı Devleti’nde sağlık tarihinde önemli rol oynamış bir başka kurum savaş yaralılarına yardım etmek üzere oluşturulan Türk Kızılay Derneği (Hilal-i Ahmer Cemiyeti)’dir (1868). Ancak Hilal-i Ahmer Cemiyeti sadece savaş zamanında ordunun yardımına koşan bir kurum değildi. Zaman içinde sivil hayatta da önemli işlevler üstlenmiştir. Doğal afetler, kitlesel göçler, salgın hastalıklarda halkın imdadına yetişen, hatta Kurtuluş Savaşı esnasında yıldızlaşan, ülkenin sosyal ve siyasal yapıtaşı niteliğinde bir kurumu olmuştur. Fakir, muhtaç ve evsiz insanları himaye ederek, tıbbi tedavi veren bir bakımevi olarak planlanan Darülaceze Müessesesi 1896 yılında kurulmuştur. Bu kurumlar Osmanlı Devri’nden Cumhuriyet Türkiye’sine kuşaklar boyunca gelişerek günümüze dek gelmişlerdir. Osmanlı-Türk Tıbbının Bellibaşlı Simaları Osmanlı-Türk tıbbında çalışmalarıyla önderlik etmiş bazı hekim ve bilim adamlarının faaliyetlerine kısaca bakalım. Paris’te ünlü hekim ve araştırmacı Claude Bernard’ın asistanı olmuş Şakir Paşa (1849-1909), tıpta deneysel yöntemi Türkiye’ye getirmiş, bu alanda ders vermiş ve kitaplar yazmış bir akademisyen ve araştırmacı idi. Paris’teki uzmanlık döneminde parlak bir öğrenci olarak göze çarpmış, eğitiminin sonunda ülkesine dönerek, ömrünü bilimsel çalışmalara ve Tıbbiye’de öğrenci yetiştirmeye adamıştı. Çok usta bir cerrah ve yetenekli bir hekim olan Operatör Dr. Cemil (Topuzlu) Paşa (1866-1958), Paris Tıp Fakültesi’nde aldığı ihtisasın ardından, Türkiye’ye dönerek, devrinin asepsi ve antisepsi yöntemlerini Tıbbiye’de uy- gulaması ile tanınmıştır. Gayet kritik ve zor ameliyatları, kendi geliştirdiği tekniklerden de yararlanarak başarıyla gerçekleştirmesi, çok sayıda cerrahi aletin tasarımını da yapması, yurt içinde ve dışında yayınladığı pek çok bilimsel makale ona dünya çapında ün kazandırmıştı. Örneğin Moskova’da bir meme karsinomu ameliyatında atardamarı başarıyla dikmesi dünya literatürüne girmişti. Batıda X ışınlarının 1895 yılında keşfedilmesinden hemen sonra, röntgen tekniğini Fransızca bir tıp dergisinden öğrenen Dr. Esad Feyzi (1874-1902), ilk basit röntgen cihazını Tıbbiye’de mütevazi olanaklarla kurmuş ve ilk radyografileri almayı başarmıştır. O sırada Tesalya’da patlak veren Türk-Yunan savaşında (1897) cepheden getirilen yaralı askerler üzerinde röntgen tekniğini uygulama önerisinde bulunmuştur. Opr. Dr. Cemil Paşa’nın da desteğiyle, arkadaşı Dr. Rıfat Osman ile beraber, Yıldız Hastanesi’nde, bu tekniği yaralı erlerin vücutlarındaki kırık, çıkık ve mermi parçalarının radyografiyle tespit edilmesini sağlayan hekim grubu içinde yer almıştır. 1897’de Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’den mezun olan Dr. Esad Feyzi, Tıbbiye’de asistan olarak, fizik, jeoloji ve mineroloji derslerini vermekle de görevlendirilir. Esad Feyzi Bey, X-ışınlarının tıbbi amaçla kullanımını (radyoloji) ders müfredatına sokulmasını sağlayan hekimdir. Cerrahi kliniği şefi Cemil (Topuzlu) Paşa’dan izin alarak burada bir “röntgen ışınları ile muayene” şubesi açılmasını sağlar ve ömrünün sonuna kadar bu bölümde çalışır, asistan eğitir. Bir yandan da radyolojik çalışmalarını Röntgen Şuâ’âtı ve Tatbikat-ı Tıbbiye ve Cerrahiyesi (Röntgen ışınlarının tıbbi ve cerrahi uygulaması) ismiyle kitap halinde toplar. Önsözü yazan Cemil Paşa’nın ifadesine göre, 176 sayfalık bu kitap, röntgen konusunda ülkemizde yazılmış ilk klinik radyoloji eseridir. Ne yazık ki basılamadığı için uluslararası literatüre geçememiştir. Kitap, Esad Feyzi’nin iki yıl boyunca radyolojik uygulama ve denemelerini, bu konudaki gözlem ve düşüncelerini içerir. Sonunda Dr. Esad Feyzi tarafından çekilen 12 adet radyografi yer almaktadır. Esad Feyzi, 1897 TürkYunan harbinde, radyografi ve radyoskopi uygulamalarını, gözlem ve istatistiklerini yayın haline getiremediğinden, bu öncü uygulama dünya literatürüne geçememiştir. Ancak 1899’da klinik radyoloji uygulamalarını ve Yıldız Hastanesi’ndeki çalışmalarını kapsayan uzunca bir makaleyi Nevsal- i Afiyet’te yayınlamıştır. 1902 yılında yüzünde çıkan bir çıbanın erisipelasa dönüşmesi ile menenjitten genç yaşta hayatını kaybeder. Tıbbiye’den mezuniyetinin ardından Paris Tıp Fakültesi’nde göz hastalıkları ihtisası yapan, Viyana ve Berlin’de de alanında araştırmalar yapan Dr. Esat (Işık) Paşa (1865-1936) mahir bir hekimdi. Oftalmaskop üzerinde düz ve konkav aynalar taşıyan retinoskopi aletini geliştirerek oftalmolojiye önemli katkıda bulunmuştur. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Sağlık Bakanı olarak görev yaptığı sırada, İstanbul’u işgal eden İngiliz kuvvetlerince Malta’ya sürgün edilen aydınlar arasındaydı. Ömrünün yarısı 19. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde, diğer yarısı ise genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kuşaklarında geçmiş olan Prof. Dr. Besim Ömer Akalın (1862-1940), hayatı, yetiştiği ortam, eğitimi, mesleki, idari görevleri ile örnek bir yaşam sergilemiş; üstlendiği görevler ve faaliyetleri ile Türk eğitim ve sağlık tarihine önemli katkılar getirmiş, ülkemizde doğum bilgisi, çocuk sağlığı ve hastalıkları, kadın hastalıkları dallarında; ebe, hemşire ve hastabakıcılık eğitiminde önemli hizmetlerde bulunmuştu. Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin yeniden canlanmasında, çağdaş ebelerin, hemşirelerin yetişmesinde, Çocuk Esirgeme Kurumu (o zamanki adıyla Himaye-i Etfal Cemiyeti)’nun oluşumunda, onun başarılı organizasyonu ve liderliğinin payı vardır. Ülkesine yaptığı sayısız hizmetlerden biri, tüm 19. yüzyıl boyunca eksikliği defalarca vurgulanmış olan kadın doğum kliniğinin (Vilâdethane) Tıp Mektebi içinde açılmasını sağlamasıdır (1894). Üstelik bu alanlarda yüzlerce akademik ve popüler kitap ve yazı kaleme almıştı. Kaynaklar, yaşadığı devirde her annenin ya da anne adayının başucunda onun yazdığı bir kitabın bulunduğunu kaydeder. Tıp tarihimize ve sağlık hayatına büyük katkıları olan bir başka hekim de Akil Muhtar (Özden)’dir. II. Abdülhamid yönetimi muhaliflerinden olduSAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 73 ğu için yurt dışına çıkmak zorunda kalmış ve İsviçre’de tıp eğitimi almıştır. İttihat ve Terakki yönetiminin 1909’da daveti ile üzerine ülkesine dönerek, Tıbbiye’de önce halk sağlığı, daha sonra da asıl uzmanlık dalı olan farmakoloji derslerini vermişti. Dünyaca ünlü farmakolog Prof. Dr. Akil Muhtar Özden (1877-1949), geliştirdiği santonin karaciğer testi ile ve kobay deri refleksi, dijital glukozoidlerin kardiyak etkisi tanımlarıyla da uluslararası bilim literatürüne girmiştir. Kardeşi Celâl (Muhtar) Bey (18651847) tricophytonun patojen ajanlarını ortaya koymuştur. Mazhar Osman (Uzman) Bey (18841951) Türkiye’de psikiyatrinin temelini atan hekimdir. Merkezi sinir sistemi sifilisi ve şizofreni üzerine birçok araştırması yayınlanmıştır. Uzun yıllar bugünkü Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin (o dönemde bilinen ismiyle Reşadiye Kışlası) başhekimliğini de yapmış ve modern psikiyatrik tedavi yöntemlerini uygulamış olan Dr. Mazhar Osman halk tarafından da çok sevilen bir hekimdi. Çok çalışkan ve kendini mesleğine vakfetmiş bir hekim olan Dr. Hulusi Behçet (1889-1948), 1947’de “Behçet Sendromu”nu bularak (morbus Behçet), dünya tıp literatüründe çok önemli bir yer kazanmıştır. Sonuç Bu öncü hekim ve bilim insanları çalışmalarıyla kendilerinden sonra gelen nesillere önderlik etmişlerdir. Tıp 74 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 tarihimizin 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başındaki bu kısa özeti, çağdaşlaşmayı, modernleşmeyi, bilimsel aklı yaşam kılavuzu olarak seçmiş Türkiye toplumunun öyküsüdür. Bu seçimi ve gelişim çizgisi ile hem Batı hem de Doğu için örnek olmuştur. Kaynaklar 1. Altıntaş A. Tıphane-i Amire ve 14 Mart Tıp Bayramı. Tarih ve Toplum, 1993;117:45-56. 2. Esad Feyzi, “Röntgen Şuâ’âtının suret-i istihsali, havassı, mahiyeti, tatbikat-ı tıbbiyesi” (Röntgen ışınlarının elde edilmesi, özellikleri, tıbbi uygulaması), Nevsal-i Afiyet, yay. B.Ömer, İstanbul 1315 (1899);1:223-234. 3. Özaydın Z. Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti salnamesine göre Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti’nin kuruluşu. Tıp Tarihi Araştırmaları, 1990;4:70-77; 4. Mardin Ş. Türk Modernleşmesi, Der. M Türköne, T. Önder, İletişim yay. 16. Baskı İstanbul 2006. 5. Tucker E. Osmanlı Modernleşmesinde Kızılay’ın Rolü: Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti. Toplumsal Tarih. 2006:32-37 6. Unat EK. Türk cerrahisinde Dr. K.A. Bernard ve Muallim Dr. Konstantin Karateodori. Haseki Tıp Bülteni.1986; 24(3): 241-243. 7. Ülman YI. Journal de Constantinople’a Göre Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne’nin Galatasaray Dönemi. Yüksek lisans tezi.İ.Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İstanbul 1994 8. Ülman YI. Gazette Médicale de Constantinople’un Tıp Tarihimizdeki Önemi. Doktora Tezi, İ.Ü. Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İstanbul 1999. 9. Ülman, YI. Ange guardien des femmes et des enfants: Prof. Dr. Besim Ömer Pacha (1862-1940). Médecins et Ingénieurs ottomans à l’âge des nationalismes, ed.: Méropi Anastassiadou-Dumont, Institut Français d’Etudes Anatoliennes Paris: Maisoneuve&Larose, 2003: 101-123. 10. Ulman YI, Livadas G, Yildirim N, The Pioneering Steps of Radiology in Turkey (1987- 1923). European Journal of Radiology. Elsevier 2005;55(3):306-310,. 11. Ulman YI. Les premiers pas de l’anesthesie au chloroforme en Turquie dans l’Empire Ottoman. Annales Françaises d’Anésthesie et de Réanimation, Nantes-France, Elsevier 2005;24(4):377-382. 12. Ulman, YI. A pioneering book of pediatrics on prematural care in Turkey during the Ottoman Empire. Proceedings of the 40th International Congress on the History of Medicine, Budapest-Hungary, August 2630th, 2006; 1:259-260. 13. Ulman YI. The Imperial School of Medicine of Galatasaray, as an example of Medical Modernization in Turkey. Proceedings of the 40th International Congress on the History of Medicine, Budapest-Hungary, 2006; 2:453-455. 14. Ülman YI, Ülkemiz ve Dünya Radyolojisine Katkılarıyla Dr. Esad Feyzi, Doktor, 2006;6(31):38-41. 15. Yarar NR, Ünver S. Esad Işık Paşa 1865-1936, İstanbul 1972. 16. Yıldırım N. Türkçe basılı ilk tıp kitaplari. Journal of Turkish Studies, In Memoriam Ali Nihad Tarlan, ed. S.Tekin, G.A.Tekin, vol. 3, Cambridge (Britain), 1979: 443. 17. Yıldırım N. Evvel Zaman İstanbul’unda Sağlık. Istanbul İstanbul: Tarih Vakfı yay. 2004: 57-65. 18. Yıldırım N. Kolera salgınlarında alınan karantina önlemleri ve Osmanlı toplumsal yaşamındaki yansımaları (1831-1918), IX. Türk Tıp Tarihi Kongresi Bildirileri. ed. E. Kahya, S. Şar, A. Ataç, M. Mazıcıoğlu, Nobel yay. Kayseri 2006: 328-341. 19. Yıldırım N. Tersane-i Âmire Fabrikalarında Tebhir Makinesi/Etüv Üretimi ve Kullanımı. Dünü ve Bugünü ile Haliç Sempozyumu Bildirileri, Ed. S.F.Göncüoğlu, Kadir Has Üniversitesi Yay. İstanbul 2004:421-431. 20. Yıldırım N. Darülaceze Müessesesi Tarihi, İstanbul 1996. 21. Yıldırım N. “Kolera salgınlarında alınan karantina önlemleri ve Osmanlı toplumsal yaşamındaki yansımaları”, IX. Türk Tıp Tarihi Kongresi bildirileri, ed: E Kahya, S Şar A. Ataç M. Mazıcıoğlu, Kayseri 2006:328-341. gezelimgörelim 76 Kuzeyin Nostaljik Kenti Edinburgh SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 İskoçya’nın başkenti Edinburgh; ana cadde Royal Mile’ye hâkim şatosu başta olmak üzere birçok tarihi ve kültürel zenginliğe ev sahipliği yapan, kayaların üzerine kurulmuş masal gibi bir şehir... 1437 yılından beri başkent olan şehir, İskoçya›nın doğusunda, kuzey denizine yakın bir konumdadır. Avrupa’nın en güzel görünümlü kentlerinden bir olarak kabul edilen şehir, Ortaçağ ve Georgian dönemlerine ait mimarisiyle bilinmektedir. Başkent, Edinburgh Üniversitesi ve İskoç Aydınlanması’nın etkisiyle yükselen kültür düzeyi ile ‘Kuzeyin Atinası’ ünvanını kazanmıştır. Şehir, eski volkanların ve Doğu ve Batı Britanya’nın iki kontluğunun düz manzarasından yükselen ve kuzeye doğru ilerleyen sığınaklarıyla, yalçın kayalıkların üzerinde yer alıyor. Tüm şehir ve civar bölgeler Orta Çağ’dan kalma yapıların ve buna saygıyla devam eden mimarinin hâkimiyetiyle eski veya eskitilmiş görünümlü. Tüm yıl boyunca yağmurun ve sonbahar serinliğinin hâkim olduğu şehirde taş binalar her yağmurda daha gri, yeşil alanlar ise daha iç açıcı bir hale geliyor. Yeşil alanların çokluğu ve nostaljik görünümle Edinburgh, asaletini ve etkileyiciliğini her geçen gün arttıran nadir yerlerden... Eski Şehir (Old Town) ve Yeni Şehir (New Town) olarak ikiye ayrılmış olan Edinburgh’ta Eski Şehir, 18. yüzyılın başarısız şehir planlamacılığının izlerini taşımakta. Üst üste kondurulan ve yolların yapılmasıyla yol altlarında kalan evlerle giderek artan koku, şehrin ‘yeni’ kısmının yapılması fikrini ortaya çıkarmış. Yeni Şehir’in Eski’ye bakan yüzü, alışveriş caddeleri ve yeşil bahçeleriyle Princess Street Garden, tüm canlılığıyla sizi Edinburgh Kalesi’ne yolcu edecek. Princess Street Garden’ın arkasından, kayaların üstüne inşa edilmiş ve şehrin sembolü olan Edinburgh Kalesi, her gün 13.00’da atılan ‘One O’Clock Gun’ adlı topla, 13. yüzyılın izlerini, Orta Çağ atmosferini hala canlı bir şekilde taşıyan en iyi korunmuş yapılardan biri. Kaleden inişte karşınıza çıkan Royal Mile ise sokak sanatçıları ve dükkânları bir yana, mimarisi ile hayran olunacak bir başka Edinburgh güzelliği... Ağustos ve Eylül aylarında Edinburgh Festivali kapsamında milyonlarca ziyaretçiyi ağırlayan Edinburgh, tarihi ve sanatıyla görülmesi gereken yerlerden biri. İskoçya’nın on binlerce sanat eserini içinde barındıran şehir, yüzyıllar öncesinden gelen birçok dokuyu koruyor. Birçok büyük kitap ve filme konu olan sokakları, yapıları ve kendi havası serin olsa da insanlarının sıcaklığıyla Edinburgh, şöhretinin hakkını veriyor. SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 77 film Orijinal Adı: Meu Pé De Laranja Lima Yönetmen: Marcos Bernstein Oyuncular: Joao Guilherme Avila, José de Abreu, Caco Ciocler, Eduardo Dascar, Fernanda Vianna Tür: Dramatik Komedi Süre: 1 saat 39 dakika 78 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 Jose Mauro De Vasconcelos’ın çok satan dünyaca ünlü romanı Şeker Portakalı’ndan beyazperdeye uyarlanan film Zeze adındaki ufak bir çocuğun acıklı hikâyesini anlatıyor. Yazarlıkta karar kılıncaya kadar, boks antrenörlüğünden ressam ve heykeltıraşlara modellik yapmaya, muz plantasyonlarında hamallıktan gece kulüplerinde garsonluğa kadar çeşitli işlerde çalışan Jose Mauro de Vasconcelos’un başyapıtı Şeker Portakalı, “günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü»dür. Çok yoksul bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen, dokuz yaşında yüzme öğrenirken bir gün yüzme şampiyonu olmanın hayalini kuran Vasconcelos’un çocukluğundan derin izler taşıyan Şeker Portakalı, yaşamın beklenmedik değişimleri karşısında büyük sarsıntılar yaşayan küçük Zeze’nin başından geçenleri anlatır. Brezilyalı yazar Vasconcelos’un tam on iki günde yazdığı ve uzun süre çok satanlar listelerinde kalan bu roman yönetmen Marcos Bernstein ile beyazperdeye taşınıyor. Zeze fakir bir ailenin çocuklarından bir tanesidir ve çok yaramaz olduğu için hem aile içinde hem de mahalle içinde hiç sevilmez. Fakirlik yüzünden taşınmak zorunda olan ve çok üzülen Zeze’yi teselli etmek için ona bir portakal ağacı hediye edilir. Kimse tarafından sevilmeyince portakal ağacı Zeze’nin en iyi dostu olur ve zamanla ağaç Zeze ile konuşmaya başlar. Zeze’nin en büyük hayali kasabanın zenginlerinden Portekizlinin arabasına arkadan asılmaktır. Bir gün yine şeytana uyar ve bunu yapmayı dener. Fakat Portekizli onu yakalar ve bir güzel döver. Bunun üzerine Zeze intikam yemini eder ve Portekizliyi öldürmenin planlarını yapar. Zeze sürekli Portekizliden kaçarken bir gün Portekizli Zeze’nin ayağı yaralı olduğu için onu arabasına alır. O andan sonra ikili birbirlerini tanımaya başlarlar ve Portekizli Zeze’nin en iyi arkadaşı olur. Hatta aralarındaki bağ o kadar güçlenir ki Zeze Portekizlinin onu evlat edinmesini ister. Artık Zeze’nin hayatı Portekizli ve şeker portakalı ağacı arasında gidip gelir. Hayal gücünün zengin ülkelerinde her gün ayrı bir macera yaşayan Zeze’nin dramatik hikâyesini anlatan film, izleyenlere nostaljik, hüzünlü ve düşündürücü anlar yaşatıyor. SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 79 kitap TÛTÎNÂME Tûtînâme, Doğu’nun bilgeliği ve ahlaki değerlerinin temsilini üstlenen papağanın anlattığı hikâyeler silsilesinden oluşuyor. Yazar: Nagihan Gür Yayınevi: Kapı Yayınları Yayın Tarihi: 2014 Sayfa Sayısı: 352 Ticaret için sefere çıkmaya niyetlenen Hoca Sâid, karısı Mâhşeker’i akıl hocası olarak gördüğü kıymetli tûtîsine (papağanına) emanet eder. Bir süre sonra Mâhşeker’i tesadüfen gören bir beyzade, kadına âşık olur. Beyzadenin ona olan ilgisinden haberdar olan Mâhşeker de yakışıklı adama kavuşma sevdasına düşer. Ancak Hoca Sâid’in nasihati üzerine bu meseleyi tûtîye danışmaya karar verir. Sahibinin emanetine ihanet etmek istemeyen tûtî, Mâhşeker’in beyzadenin yanına gitmesine engel olmak için ona 30 gece boyunca hikâyeler anlatır. Tûtînin aldığı bu zekice önlem hem Mâhşeker’in adının kötüye çıkmasına hem de Hoca Sâid’in itibarının zedelenmesine engel olur. Günümüz Türkçesiyle tam metin halinde hazırlanan Tûtînâme hikmetli Doğu zekâsı ve edebiyatının parlak ve ilham verici bir örneği. KENDİME AİT GÖRÜNMEZ BİR İŞARET Kitabın kahramanı Mona Gray, sporculuğunu örnek aldığı babası hastalanınca, geleceği parlak bir atlet olmaktan vazgeçer, sevdiği her şeyi bırakıp kendini matematiğin dünyasına kapatır. Babasının yaklaşan ölümünü zihninde engellemek için organlarını kesmeyi düşünür ve bu amaçla 20. doğum gününde kendine armağan olarak bir balta alır. Yazar: Aimee Bender Yayınevi: Can Yayınları Yayın Tarihi: 2014 Sayfa Sayısı: 256 Matematik öğretmeni olunca, öğrencilerin sayıların ihtişam ve önemini fark ettiğini görür. Bir süre sonra, Mona’nın girift bir şekilde örülmüş maskesinin altındakileri, bir bakışta gören yeni fen öğretmeni çıkagelir ve Mona’nın özenle düzenlenmiş dünyası, en yüce düzen olan aşkla sarsılır. “Bu roman bir meltem kadar hafif ve bir kar tanesi kadar kendine özgü.” GÖLGENİN RÜYASI “İnsan yüreği en geniş coğrafyadır, sonu gelmez bir yolculuktur.” “Belki de hayat yabancısı olduğum bir mecradır. Dünyada öğrendiklerim başka şeyleri unutmam içindir. Ve terk edip giderken dünyayı; bilmediğimi sandığım bir yere gideceğimi sanıyorumdur. ‘Bir şeyleri özlüyorum ama ne olduğunu bilmiyorum.’ dememin nedeni belki de budur...” Yazar: Yılmaz Şener Yayınevi: Nemesis Kitap Yayın Tarihi: 2014 Sayfa Sayısı: 256 80 80 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 SAĞLIK ve İNSAN / AĞUSTOS 2014 Henüz annesinin karnındayken kendisine anlatılan bir masalın doğduktan sonra peşine düşen dokuz yaşında bir çocuk... Bir sabah hayatıyla ilgili çok önemli bir şey öğrenen ve bu yüzden tüm hayatını sorgulamaya başlayan bir komedyen... Ölmeden önce son bir roman yazmak isteyen ihtiyar bir yazar... Üç insan, üç hikâye, bir son...