CEO Summit 2015

Transkript

CEO Summit 2015
CEO Summit 2015
Ezber Bozan Dönüşüm
EZBER BOZAN DÖNÜŞÜM
Giriş
Türkiye’nin önde gelen kurum ve kuruluşlarının CEO ve üst düzey
yöneticilerinin katılımıyla, 13 Mayıs 2015 tarihinde Four Seasons
Bosphorus Hotel İstanbul’da “Accenture CEO Summit 2015 –
Ezber Bozan Dönüşüm” etkinliğimizi gerçekleştirmiş olmaktan
mutluluk duyuyoruz.
Tolga Ulutaş
Accenture Türkiye
Genel Müdürü
Accenture Türkiye olarak, ülke büyümesinin ve gelişiminin,
Türkiye’nin lider firmalarının büyümesiyle mümkün olacağına
inanıyoruz, bu büyümeye katkı sağlamayı en önemli
hedeflerimizden biri olarak görüyoruz. Firmaların liderlik liginde
yer alabilmelerinin yolu da dönüşümü sağlayabilmekten geçiyor.
Biz de bu yıl Accenture CEO Summit’te, dünyanın önde gelen
büyük kuruluşlarının başarı hikâyelerinin yanı sıra yıkıcı, ezber
bozan dönüşümü gerçekleştirenleri, fark yaratan iş modellerini ve
dönüşümün dinamiklerini dinledik ve konuştuk.
Bu vesileyle Türkiye’nin lider firmalarının üst düzey yöneticilerinin
buluştuğu, dünyanın önde gelen konuşmacılarının ilham verici
şirket ve kişisel dönüşüm hikayelerini paylaşarak ufkumuzun açtığı
Accenture CEO Summit’e katılım gösteren tüm misafirlerimize
teşekkürlerimizi sunuyoruz. Hazırladığımız bu raporla da,
zirvede konuşulanların sizlere ilham vermesini ve dönüşüm
yolculuğunuzda rehberlik etmesini temenni eder, keyifle
okumanızı dileriz.
3
EZBER BOZAN DÖNÜŞÜM
“Bing Bang Disruption”
Larry Downes
«Big Bang Disruption»
Kitabının Yazarı
Paul Nunes
«Big Bang Disruption»
Kitabının Yazarı
CEO Summit 2015
“Büyük Patlama Yıkımı” kitabının yazarları Larry Downes
ve Paul Nunes, dijital devrimin derin bir analizini
yapmanın yanı sıra, devrime ayak uydurmanın ötesine
geçip inovasyonu avantaja çevirmek isteyen şirketlerin
yapması gerekenlere de değiniyor.
Larry Downes konuşmasına,
1990’ların sonunda ve
2000’lerin başında başlayan
internet devriminden
bahsederek başlıyor. Dünyayı
dikkatle izleyenlerin Amazon,
eBay ve Google gibi şirketlerin
o güne kadar başı çeken
geleneksel aktörlerin yerini
ne kadar hızlı sallayacağıyla
ilgili net bir öngörüleri olmasa
da, internetin sağladığı
esnekliği rekabet avantajına
çevirenlerin öne geçeceğini
kolaylıkla görebiliyorlardı.
Downes, özellikle perakende,
elektronik, bilgisayar, iletişim,
eğlence ve finansal hizmetler
gibi bilgi açısından yoğun
olan sektörlerde ciddi bir
değişim başladığını ve halen
de değişimin devam ettiğini
belirtiyor.
İkiliye göre dijital devrimin
dört dalgası var: 2000’deki
finansal krizin dijital
dönüşümü sona erdireceğine
inananların aksine, bu
dönemde dijital devrimin
ikinci dalgasına geçildiğini
söylüyorlar. 1990’ların
sonunda değişime direnen
imalat, tarım, eğitim, altyapı,
devlet hizmetleri gibi
sektörlerin de bu dönemden
6
itibaren dönüşmeye başladığı
ve artık her sektörün dijital
devrimi ve beraberinde
getirdiği inovasyon kavramını
kabul ettiğini belirtiyorlar.
Yakın zamanda isimlerini
duymaya başladığımız Uber,
Airbnb ve benzeri startup’ların kısa sürede bu kadar
büyük yol kat etmesinin
nedeni olarak ise, dönüşüme
ayak uydurmanın ötesine
geçip, onu avantaja çevirmek
olduğunu not ediyorlar. Büyük
Patlama Yıkımı’nın temel
hedefi sadece bu değişimin
ne anlama geldiğine dair
bir içgörü sunmak değil;
şirketlerin değişime yalnızca
tepki vermekle kalmayıp
bundan faydalanmanın
yollarını bulmasını sağlamak.
Downes bunu şöyle ifade
ediyor: “Sizi daha verimli,
üretken, rekabetçi bir şirket
haline getirecek ve hem
müşterilerinizle hem de
tedarikçilerinizle yaptığınız işe
yeni bir boyut kazandıracak bir
yöntem sunmayı amaçlıyoruz.”
Bilginin yayılma hızındaki
artışla küreselleşmeye yeni
bir anlam kazandıran dijital
devrimin etkilerinden biri,
Büyük Patlama Yıkımı’nın
dünyanın her yerinde iş yapan
insanlar için uygulanabilir
kılması. Bir ülke pazarında
etkili olan bir model, dünyanın
diğer ucundaki insanların
iş yapma biçimlerini kısa
sürede dönüştürebiliyor.
İnovasyonun sadece
teknolojide değil strateji, iş
modeli ve süreç konusunda da
geçerli olacağı, hatta rekabet
avantajı yaratma noktasında
bir gereksinim olduğu
fikrinin sevindirici olduğunu
söyleyen Downes, pazarın
gerçek anlamıyla küresel bir
boyuta kavuştuğunu ve bu
sayede dünyanın her yerinde
kaynak ve piyasa üretiminin
değiştiğini söylüyor.
Dünyanın inovasyon teorisini
dört dalgada yaşadığını
ve geçtiğimiz 20-30 yılda
yönetim kademesinin
inovasyonla ilişkisinin
değiştiğini kaydeden Downes,
bu kavramın geleneksel
yaygınlaşma sürecini nasıl
geride bıraktığını açıklıyor.
Navigasyon sisteminin
piyasaya çıkışı ve yayılma
sürecini bu konuda örnek
veriyor: “Geleneksel inovasyon
sürecinde, navigasyon
sistemini piyasaya sunan
Ezber Bozan Dönüşüm
şirketin zaten pahalı teknolojik
girişimlerde bulunabilecek
finansal ve teknik altyapısı
vardı. İnovasyon, pazarın
en tepesindeki şirketlerin
tekelindeydi. Navigasyon
gibi son derece pahalı
teknolojiler gerektiren
inovasyonları piyasaya
sunmak istediğinizde, bunu
önce en üst düzey alıcılara
sunmanız gerekirdi. Ancak
bundan sonra bu teknoloji
biraz daha ucuzladığında
daha alt segment için
de üretime geçilecek. Bu
aşamada, ana akım tüketicinin
kullanabileceği versiyon, asıl
ürünün temel özelliklerinden
yalnızca birkaçını taşıyacak.”
7
CEO Summit 2015
İnovasyondan
Etkilenme Süreci
Yukarıdan gelen
inovasyonun daha geniş ve
alt segmentlere yayıldıkça
niteliğinin zayıflaması,
rekabet avantajının gücünü
kaybetmesi anlamına
gelir. Downes’a göre dijital
devrimin ikinci dalgasıyla
birlikte yeni teknolojiler
pazara girdikleri anda hem
ucuz hem de nitelikliydiler
ve onları yıkıcı yapan asıl şey
de buydu. Bu dalgaya ilişkin
gözlemlerini aktaran Downes,
en önemli ve çarpıcı etkinin,
sektörlerin inovasyondan
etkilenme sürecinde
yaşandığını belirtiyor:
“Eskiden, teknolojinin kötü
ve ucuz olduğu süre uzundu
ve şirketler bu inovasyonu
nasıl işletmelerinin bir parçası
8
haline getirebileceklerini
düşünecek, fikir geliştirecek
zamanı bulabiliyorlardı. Ama
piyasaya girdiği anda yıkım
etkisi yapabilecek kadar
iyi ve ucuz inovasyon söz
konusu olduğunda böyle
bir zamanınız olmuyor. Her
şeye karşı hazırlıklı olabilmek,
tepki sürelerini kısaltmak için
çözüm ve yeni teknolojiler
geliştirme arayışına çok
daha hızlı başlıyorsunuz.
Zira artık hedefiniz yalnızca
değişime ayak uydurabilmek
değil, değişimi avantaja
dönüştürmek.”
İnovatörün İkilemi
Downes, bu geleneksel
sürecin yıkılmasını, 1997
tarihli “İnovatörlerin İkilemi”
isimli makaleyi kullanarak
açıklıyor. Makalede verilen
temel gözlem, teknolojinin
ilerlemesinin ters yönde
bir yıkım yaratabileceğiydi.
Örneğin piyasaya çıkan ilk
kişisel bilgisayarlar 1970 ve
1980’lerde rekabet avantajına
sahipti ama hitap ettikleri
pazar küçüktü. O dönemin
şirketleri bu küçük pazarı,
tüketici ihtiyaçları hakkında
daha fazla fikir sahibi olup
teknolojilerini geliştirmek için
kullandılar. Zaman geçtikçe
elde ettikleri teknolojiyle,
fiyat ve performans ilerlemesi
sağlamaya başladılar ve
en sonunda, geleneksel
tüketicilerin oluşturduğu
geleneksel pazarın çekirdeğine
ulaşmaya başladılar. İşte ikilem
buydu. Çünkü inovatörler,
rekabeti tabanda aramaya
alışkın değillerdi. Yepyeni bir
gözle bakıyor olmasalardı
büyük ihtimalle bu fırsatı
kaçırırlardı.
Ezber Bozan Dönüşüm
Tüm bunlara ek olarak Downes,
inovasyonun hiç beklenmedik
yerlerden gelen versiyonuna
da değiniyor, yani Mavi
Okyanus Stratejisi’ne. Bu teoriyi
açıklarken Cirque de Soleil
örneğini veriyor: “Bazı açılardan
sirk kavramını resmen yeniden
keşfettiler. Kendi sektörlerinin
eski unsurlarıyla başka
sektörlerden ödünç aldıkları
yeni unsurları birleştirip yepyeni
bir pazar yarattılar. Sektörü
gerçek anlamda yıkıp bambaşka
bir şeye dönüştürdüler.”
Bu aşamalardan sonra,
inovasyonun dördüncü
dalgasını yaşamaya
başladığımız fikri yaygınlaşıyor
ve Büyük Patlama Yıkımı
da buna odaklanıyor. Artık
inovasyon sadece yukarıdan,
aşağıdan ya da yanlardan
gelmiyor; artık her taraftan ve
aynı anda geliyor.
Downes, eski inovasyonla
yeni inovasyon prensipleri
arasındaki temel farkın;
ürünlerin ömrü ve sektörü
dönüştürme etkisini nasıl
yarattığı olduğunu söylüyor.
Dördüncü inovasyon
dalgasında, şirketler eskisinden
çok daha farklı bir takım
yeteneklerle hareket ediyor.
Girişimciler, start-up’lar ve
daha büyük ölçekteki şirketler
çok daha düşük maliyetlerle
çok daha nitelikli inovasyonlar
ortaya koyarken, karşı karşıya
kaldıkları risk çok daha
küçük oluyor. Bir ürün ya da
süreç konusunda deneysel
davranırken, pazardaki gerçek
müşterilerle etkileşime geçip
onlardan çok kısa sürede
geribildirim alabiliyorlar.
Herhangi biri ürünü
beğendiğinde de, onu piyasaya
sunmak için beklemeye gerek
duymuyorlar. Downes bu
değişimi şöyle özetliyor: “Bir
şeylerin ucuzlamasını ya
da daha iyi hale gelmesini
bekleme ihtiyacı duymuyorlar;
anında daha ucuz ve daha iyi
oluyorlar. Bu da ikinci büyük
değişimi işaret ediyor: Disiplin
dışı stratejiyi.”
Aynı anda maliyet, müşteriyle
yakınlık, kalite gibi konularda
rekabet edebilirken diğer
yandan odağını kaybetmemek,
yeni nesil şirketlere çok büyük
bir avantaj sağlıyor. Tüketiciler,
yeni teknolojilere ve yeni
teknolojilerle gelen hizmetlere
yöneliyor; dolayısıyla
büyüme grafikleri bir an sıfırı
gösterirken bir sonraki an aşırı
bir yükseliş yakalayabiliyor. Söz
konusu inovasyona bu anda
stratejik bir tepki geliştirmek
isteyenler, geç kalmış oluyor.
9
CEO Summit 2015
Pazar
Tepkilerindeki
Değişim
Stratejik planlama
konusundaki geleneksel
düşüncelerle bu yeni sistemi
kıyaslamak gerektiğinde
Downes şunları sıralıyor:
“Büyük patlama yıkımı
dediğimiz daha ucuz ve
daha iyi inovasyona sahip
olduğunuzda; pazarlama,
stratejik planlama, yeni
ürün geliştirme ve tasarlama
konusunda bildikleriniz
değişiyor, hatta neredeyse
tam zıttına dönüşüyor.”
Profesör Michael E.
Porter’dan ders aldığı
dönemde öğrendiklerini
paylaşan Downes, yeni ve
eskiyi bu dersler üzerinden
karşılaştırıyor: “Biz okulda,
piyasaya yeni bir ürün veya
hizmet sunulduğunda, pazar
disiplininin devreye gireceğini
öğrenmiştik. Yani, tüketici
tarafından tercih edilecek bir
ürüne sahip olmak, maliyet
konusunda lider olmak, farklı
özellikler sunuyor olmak ya
da belirli bir pazar grubuna,
segmente veya stratejiye
odaklanmak için daha üst
düzey bir fiyat ya da kitle
10
belirlemek gibi yollardan
birini gerçekleştirmeniz
gerekirdi. Oysa şimdi karşı
karşıya olduğumuz şey,
disiplin dışı strateji; çünkü
artık daha iyi ve daha ucuz
bir ürünle her an maliyet
ve özellikler konusunda
rekabet edebilirsiniz.
Aslında stratejik odağınızı
kaybetmeden, aynı anda her
ikisini de gerçekleştirmeye
çalışmalısınız.”
Downes disiplin dışı strateji
olgusunu açıklamak için,
kağıda basılı haritaları yıkan
pazarda değişiklik yaratan
GPS navigasyon sistemleri
örneğini veriyor. Bu küçük
cihazlar oldukça hızlı büyüyen
bir pazara sahipken, Google
ve Apple gibi şirketler birden,
müşterilerinin pek çoğunun
ihtiyaç duydukları ürüne
zaten sahip olduklarını fark
ettiler. Sahip oldukları akıllı
telefonlar ayrıca bir cihaz
kullanma zorunluluğunu
ortadan kaldırıyordu; gereken
cihaza, yani akıllı telefona
zaten sahiptiler. Bu cihaz
gerekli ağa bağlıydı, aynı
GPS bilgisini uydudan almak
ve bu harita ve navigasyon
uygulamasını standart
bir ürün olarak değil,
yazılımın bir parçası olarak
sunabilirdiniz. Kullanıcıların
tek yapması gereken,
uygulamayı indirmekti.
Yazılımın bir parçası olan
bu ürün, telefondaki diğer
uygulamalara bağlı olduğu
için daha iyiydi; reklam
gelirleriyle ve diğer dolaylı
maliyetlerle desteklendiği
için ucuzdu, hatta ücretsizdi;
arama yapıldıktan sonra
kullanıcıyı otomatik olarak
o istikamete yönlendirdiği
için kullanıcıya daha yakındı.
Downes disiplin dışı strateji
derken tam olarak bunu
kastettiklerini söylüyor
ve ekliyor: “Navigasyon
uygulamalarının çıkmasıyla,
navigasyon cihazlarının
piyasadan silinmesi hemen
hemen aynı anda oldu.”
Pazarlama bilimi, yeni
bir teknolojinin, pazarın
farklı kesimlerine farklı
şekillerde pazarlanması
gerektiğini söyler. Önce erken
benimseyenler olur, sonra
ana akım pazarlara girilir ve
en son aşamada, teknolojiyi
en yavaş benimseyenlere
ulaşılır. Oysa büyük patlama
yıkımında, her kesime aynı
anda pazarlama yapılır; artık
tüketici segmentasyonu
Ezber Bozan Dönüşüm
yoktur. Artık pazarlama
eylemi, şirketlerin
ürünlerini geleneksel
yollarla pazarlaması
şeklinde gerçekleşmiyor;
aksine, tüketiciler en yeni,
en iyi deneyimi sunan
ve teknolojiyle işi en iyi
birleştiren ürünler hakkında
konuşurken pazarlama
gerçekleşmiş oluyor.
Bilgisayar teknolojilerinde
süregelen ilerlemelerden
bahsederken, yakın zamanda
50. yaşını kutlayan Moore
Yasası’ndan bahsetmemek
olmaz. Bundan yarım asır
önce, üretim kabiliyetleri ve
ekonomik ölçekler geliştikçe,
her 18 ayda bir bilgisayarların
iki kat küçüleceğini,
ucuzlayacağını, hızlanacağını
öngören Moore’un söyledikleri
bugün de geçerliliğini
koruyor. Bu olgu, yalnızca
dijital teknolojilerdeki
ilerlemelere değil; genetik
ve malzeme gibi bambaşka
sektörlerde de yıkıma önayak
oluyor. Downes, bu yasanın
geçerliliğini koruyacağına
inandıklarını dile getiriyor.
11
CEO Summit 2015
Ürünleri Daha İyi ve Ucuz Yapmanın Dört Yolu
Paul Nunes konuşmasına “Kaçınız rakiplerinizin gelecek yıl
daha iyi ve daha ucuz bir ürün yapabileceğine inanıyor?”
sorusuyla başlıyor ve ürünleri daha iyi ve ucuz yapmanın dört
yolunu sayarak devam ediyor.
1. Platform
Cep telefonlarının yıkıp geçtiği
onlarca sektörü düşününce,
platformun ne kadar önemli
bir unsur olduğunu anlamak
kolaylaşıyor. Video kamera,
dijital kamera, ansiklopedi,
GPS cihazı, el fenerinin de
aralarında olduğu yaklaşık
36 ürün saydıklarını söylüyor
Nunes. Sebep olarak da,
bir platform olarak cep
telefonunun sunduğu daha iyi
ve ucuz ürünü gösteriyor.
Ortada bir platform
olduğunda, bir ürünü
daha iyi ve ucuz hale
getirmek kolaylaşır. Bu
sadece cep telefonuyla ilgili
bir durum değil. Nunes
bunu örneklendirmek için
Brezilya’da yakın zamanda
yapmış olduğu araştırmayı
paylaşıyor: “Brezilya’da
raflarda duran alkolün yüzde
50’si sıcak hava yüzünden
buharlaşıyor. Bunu bilen
girişimciler, barlarda bulunan
güvenlik kameralarının
raflardaki şişelerin doluluk
oranına bakıp gün sonunda
şişede ne kadar içki olması
gerektiğini operatöre söyleyen
12
bir uygulama geliştirmişler.
Normalde bu kurulum oldukça
maliyetli ve uygulama da son
derece pahalı olabilirdi. Ama
halihazırda kurulu güvenlik
kameraları gibi bir platform
olduğu için, uygulamanın
pahalı olması için hiçbir
sebep yok.” Bu noktada
şirketlerin yapması gereken
iki şey var; rakiplerinin hangi
platformu nasıl kullanacağını
düşünmek ve kendilerinin
hangi platformu ne şekilde
kullanacağını araştırmak.
evinizi satabilir ya da bankanın
müşterilerine sunabilirsiniz.
Geçmişte, çok sayıda belge
gerektiren bu değerleme için
300-500 dolar bedel istenirdi.
Oysa artık yalnızca bir tane
belge gerekiyor ve bankalar da
buna her zaman sahip. Yani
marjinal maliyet neredeyse
sıfır.” Yani yaptığınız şeyin
hepten ya da kısmen dijital
olduğunu pek çok durumda,
rakiplerinizin hamlelerini
ve bu dijital bileşenle kendi
yapabileceklerinizi düşünün.
2. Sıfır ya da Sıfıra 3. Çapraz
Yakın Marjinal
Yardımlar
Maliyet
Herkesin telefonuna bir
uygulama indirmesi ve hatta
bunun pek çok versiyonunu
geliştirmesi mümkün. Fakat
Nunes, durumun sadece
bundan ibaret olmadığını, ev
örneği üzerinden açıklıyor:
“Bir ev satın aldığınızda, iş
asla bununla bitmez. Banka
her yıl evinizin güncel değerini
öğrenmek ister. Brezilya’daki
bankalar evinize değer biçmek
için bir işlem yapar. Ancak bu
dijital değerlemeden sonra
Çapraz yardım, Google’ın
Google Haritalar’ı yaratmasına
ve navigasyon yazılımı her ne
kadar kayda değer bir maliyet
taşısa da bu uygulamayı
ücretsiz sunmasını sağlayan
şeye deniyor. Bu uygulamanın
ücretsiz olmasının nedeni,
şirkete asıl para kazandıracak
şeyin içeriğe ve konuma dayalı
hizmetler üzerinden yapacağı
reklam olmasıydı. Bu sayede
rakiplerini çok kısa sürede
oyun dışına itmeyi başarmıştı.
Google navigasyon servisi
Ezber Bozan Dönüşüm
hizmete girdikten sonraki 12
ay içinde GPS ve Tomtom
pazar paylarının yüzde 85’ini
kaybetmişlerdi. Yani Google’ın
yarattığı bir büyük patlama
yıkımıydı. Nunes bu konuda
otomotiv endüstrisinden de bir
örnek veriyor: “Hız yapan ve
çok trafik cezası olan sürücüler
için araç sigortası büyük bir
yüktür. Peki, arabalar kendi
kendini sürmeye başladığında
araç sigortaları ne olacak?
Büyük ihtimalle çok küçük
olacak. Maliyet düşerse bu
sigortayı ödeyebilen insan
sayısı katlanarak artacak.
Yani dijitalleşme, bir kez daha
maliyetleri düşürmüş olacak.”
4. İnovasyonun
Negatif Maliyeti
Nunes bu unsuru açıklarken
Mark Twain’den alıntı
yapıyor: “Wagner’in müziği
aslında duyduğunuzdan
daha güzeldir.” Bir tarafta
üretim maliyetlerini düşürme
konusunda duyulan deflasyon
baskısı, diğer tarafta da
inovasyonun ilave maliyeti
var. Moore Yasası gereği, her
şeyin üretim maliyeti düşse de,
bir şeyleri daha iyi kılmak için
yapılan yatırımın maliyetini
ifade eden inovasyonun ilave
maliyeti, biraz daha zorlu bir
engel. Ama bunu aşmanın da
bir yolu var ve Nunes bunu
kitlesel kaynaklarla açıklıyor.
Otistik bireylere sahip aileler
için bir uygulama yazılması
amacıyla yaklaşık 250 kişiyi
Silikon Vadisi’ne getirdikleri
ve her ikisinin de jüri olarak
görev yaptığı bir hackaton’da,
yalnızca iki gecede 57
uygulama geliştirilmiş. Ve
bu etkinlikte inovasyon
yaratmanın maliyeti, yalnızca
iki günlük yiyecek ve içecek
olmuş.
Bunun ardından Nunes, önemli
olduğunu söylediği bir şeye
daha dikkat çekiyor: Birleşimsel
(kombinasyonel) inovasyon.
Bu önemli, zira ancak, tedarik
zinciri üzerindeki tüm parçaları
görebilen girişimciler bir şeyleri
yeniden şekillendirebilir ya da
yeni şeyler ortaya koyabilir.
Bugün dronelarda bulunan
GPS özelliği de, kameralar da
cep telefonlarındakilerle aynı.
Yani bir sektör için üretilen
parçalar, başka bir sektörün
ürünleri için kullanılabiliyor.
İşte buna, birleşimsel
inovasyon deniyor.
İnovasyon maliyetini
düşürmenin üçüncü bir yolu
da satış ve marka yaratma
maliyetlerini kısmaktan
geçiyor. Büyük Patlama
Yıkımı’nda bahsedilen
kusursuza yakın pazar bilgisi
söz konusu maliyetleri
düşürmek için gerekli
altyapıyı sağlıyor. Nunes
bunu açıklamak için New
York sokaklarında aç karna
gezerken yaşadıkları bir olayı
aktarıyor: “Birden karşımıza
bir Tay restoranı çıktı ama
kapısından adımımızı bile
atmadan uzaklaştık. Sebebi,
restoranın önüne geldiğimizde
telefonlarımızı çıkarıp
TripAdvisor’a bakmamızdı.
Çünkü arama maliyetimiz,
pişman olma maliyetimizden
daha ucuzdu.” Peki, bu bir
marka için ne anlam ifade
eder? Kullanıcıların ürününü
internette bulabileceği yeni
start-up’ların milyarlarca
dolarlık marka yatırımından
tasarruf etmesini ifade
eder. Çünkü kullanıcının bir
billboard’dan ya da reklamdan
etkilenmesini beklemeye gerek
kalmaz.
Nunes bu iki kavramı
birleştirdiğinizde ve
inovasyona daha az
para harcadığınızda, bir
sonraki ürününüzü daha
nitelikli ve ucuz bir şekilde
üretebileceğinizi söylüyor.
Otomobil üretim maliyetleri
her yıl yüzde 5 oranında
düşse, üreticiler iki yıl içinde
yaklaşık 4-5 bin dolar tasarruf
etmiş olur. Şirketler bu
kârı, günümüz tüketicisinin
beklentilerine uygun bir
şekilde onlara iade edebileceği
gibi, yeni inovasyonlara da
yatırabilirler. Böylece çok
daha iyi ve ucuz ürünler
geliştirebilirler. Nunes bu
noktada müşteri beklentilerinin
değiştiğinin ve daha iyi ve
ucuz ürünlerin piyasa işleyişini
dönüştürdüğünün altını
çiziyor: “Adaptasyon artık
eskisi kadar yavaş ilerleyen ve
düzenli bir grafik vermiyor.
İnsanlar problemlerin ve
pazarın gidişatı hakkında daha
çok fikir sahibi oluyor. Kimse
artık sırf havalı olduğu için bir
ürüne tonlarca para vermiyor.”
13
CEO Summit 2015
Köpekbalığı Yüzgeci Modelinde Ustalaşmak
Köpekbalığı yüzgeci olarak anılan modelde,
şirketlerin dikkate alması gereken yalnızca
iki segment var. İlki, ürünle yakın bir bağ
kuran ve geliştirilmesi konusunda üreticilere
ve genel anlamıyla herkese yardımcı olan
deneme dönemi kullanıcıları. Örneğin,
restoran bulmaya çalışan yazarlara dokunan
yardım buna örnek verilebilir. Gerçek pazar,
herhangi bir şeyin iyi-kötü ya da doğruyanlış olup olmadığı konusunda kullanıcıları
doğrudan bilgilendiriyor. Aynı şekilde,
kullanıcılar da bir sonraki iyi ürünü dört
gözle bekliyorlar. Nunes bu konuda iPhone 5
satışlarının, iPhone 6 satışa çıkmadan bir süre
önce düşmeye başladığını, çünkü yeni model
çıkacakken eski modeli almanın artık bir
anlam ifade etmediği anlayışını örnek veriyor.
- Ürünlerin
önemini yitirdiği
bir aşama
Tekil alan aşamasına
Downes’un verdiği örnek
Çinli Haier şirketi ve CEO’su
Zhang Buimin’in aldığı kararla
değişen stratejisi oluyor.
Dünyanın en büyük araçgereç imalatçısı olan Haier,
Buimin’le birlikte, yalnızca
en kaliteli ürünleri tedarik
etmeyi değil, aynı zamanda
en fazla hacimde üretmeyi de
amaçlamaya başladı. “Tekillik
14
Nunes, köpekbalığı yüzgeci konusunda
uzmanlaşmak isteyen şirketlerin dört
aşamada ustalaşması gerektiğini söylüyor:
“İlk aşama, ısı ve enerjinin bir araya geldiği;
yani girişimcilerin yeni bir değer aradığı,
buluşup doğru çözümü test ettikleri tekillik
alanıdır. Bir sonraki aşama, büyük patlama
aşamasıdır. Bu ikinci aşamada ürün ortaya
çıkar ve herkes, diğerlerinin bildiği şeye
sahip olmak ister. Bu aşamada yapılması
gereken ürünü ve şirketi yeni katmanlarda
ve yerlerde konumlandırmaktır. Her bir
aşamada uygulanması gereken stratejiler
vardır.”
aşamasında hata yapmaya ve
bu hataları analiz etmeye hazır
olmalısınız. Elinizdeki teknoloji
nihayet olgunlaştığında
ve doğru kombinasyonu
yakaladığında, sektörü nasıl
etkileyeceğini görmeye
başlayabilirsiniz. Bunu ne
kadar erken görürseniz,
kendi teknolojinize o kadar
erken yatırım yapabilir, onu
geliştirebilir ya da aynı şeyi
yapan bir start-up’ı satın
alabilirsiniz. Çin’de Haier,
tüm cihazların nesnelerin
internetiyle birbirine
bağlandığı ve pazarlama
faaliyetinin tüketicinin kendisi
tarafından yapıldığı dijital
geleceğin farkına vardı.” diye
açıklıyor Downes ve devam
ediyor: “Artık önemli olan
ürünler değil, ürünler ve nasıl
kullanıldıkları hakkındaki
bilgiler. Bunu fark eden Haier
CEO’sunun imza attığı şey
oldukça radikal. Zira bir sonraki
adımda olacakları bu şekilde
öngörerek şirketi yeniden
konumlandırıyor ve böylece
bireysel kullanıcılara ve
onların ihtiyaçlarına çok daha
hızlı cevap verme yeteneği
kazanıyor. Bunu yaparken de
Ezber Bozan Dönüşüm
büyük veriden faydalanıyor.
Yani şirketi, ürün çeşitleriyle
bölünmüş geleneksel bir imalat
şirketini alıp kendi deyimleriyle
bir dizi makro işletmenin
var olduğu bir modele
dönüştürüyor.” Downes’in
bahsettiği bu yeni modelde,
sosyal medyayı kullanan küçük
ekipler doğrudan bireysel
kullanıcılarla çalışıyorlar ve
çok büyük bir organizasyonun
içinde yer alan start-up’lar
gibi hareket ederek ürün
geliştiriyorlar. Nesnelerin
interneti, bağlı cihazlar, büyük
veri, altyapı gibi konularda
patlama yaşandığında hazır
olmak isteyen geleneksel bir
şirket için bu oldukça zorlu bir
dönüşüm.
- Envanter
yönetimi
Nunes’a göre envanterini
yanlış yöneten bir şirket,
ne kadar iyi olursa olsun
yıkılabilir. Eşit oranda büyük bir
risk olarak ise, bir envantere
sahip olmamayı gösteriyor.
Bu konuda verdiği örnek,
hazır giyim üreticisi American
Giant. İnternet üzerinden
haber yapan bir sitede
şirketin ürettiği sweatshirt’ler
hakkında oldukça ciddi bir
övgü yayınlandıktan sonraki
iki ay içinde, dünya çapındaki
siparişleri 500 bini buldu.
Şirketin en büyük sorunu
stoklarında yeterince ürün
olmamasıydı ve çok sayıda
siparişi, ellerinde ürün
kalmadığı gerekçesiyle geri
çevirmek zorunda kaldılar.
Böylece fırsatı kaçırmış
oldular. Nunes, ölçeklendirme
yönetiminin öneminin böyle
anlarda anlaşıldığının altını
çiziyor.
- Pazardan çıkmak
için doğru an
Envanter yönetimini takiben,
Downes büyük çöküş
konusunda radikal bir örnek
veriyor. LED teknolojinin
geliştiricisi olmasına rağmen
Philips bu teknolojinin
kısa zamanda piyasadan
kalkacağını öngördüğü 2000
yılında, hem tüm rakiplerini
hem de müşterilerini şaşırtan
bir açıklama yaparak bundan
sonra yalnızca LED ekran
üreteceğini bildirmişti. Bu yeni
teknoloji daha sürdürülebilir,
daha çevre dostu ve kısa
süre içinde ucuzlamaya daha
elverişliydi. Ardından daha
ilginç bir şey yaptı; STK’larla
yakınlaştı ve devletin akkor
ekranlardan uzaklaşmasını
sağladı. Downes bu örneği
verirken, pazara girmek kadar
pazardan çıkmanın da kritik bir
karar olduğunu ve buna ilişkin
stratejinin de mutlaka diğerleri
gibi iyi tartılarak belirlenmesi
gerektiğini, çünkü büyük
çöküşlerin ancak bu şekilde
yönetilebileceğini söylüyor.
- Entropi
Nunes, son aşamaya entropi
adını verdiklerini söylüyor.
Büyük çöküşü yönetemediği
için birkaç yıl önce iflas eden
Kodak bunun en iyi örneği.
Peki, nasıl oldu da Fujifilm
batmadı? Ayakta kalma
sebeplerinden biri, şirketin
bileşenlerine pazarda kendine
yer bulacak şekilde yeni
anlamlar yüklemeyi başarmış
olmasıydı. İnsan derisi, aslında
jelatinin bir formundan oluşur
ve bu madde ultraviyole
ışığında yok olur. Fuji ve
Kodak’ın yapması gereken,
jelatini ultraviyole ışığa karşı
güçlendirmekti. Adlarını sık
sık duyduğumuz yaşlanma
karşıtı kremler ve tüm o yeni
kozmetik ürünleri aslında film
ve fotoğraf sektörü tarafından
geliştiriliyor. Bunu mümkün
kılan, bir ölçek yaratma
ihtiyacına bağlı olarak, diğer
tüm sektörlerle ilişki içinde
olmaktır. Nunes, fotoğraf
makinelerinde, telefonlarda
ve drone’larda ağırlığını
hissettiren Sony’yi de örnek
veriyor.
15
CEO Summit 2015
30’dan fazla sektörün incelendiği araştırma, yalnızca
dönüşümün nasıl gerçekleştiğine değil, aynı zamanda dijital
dönüşümden etkilenmeyebilecek bir sektör olup olmadığını
bulmaya yönelikti. Araştırmacılar, inceledikleri her sektörün
yıkımı ya yaşamakta olduğunu ya da yaşamak üzere olduğunu
söylüyor. Asıl mesele, pazar hazır olduğunda dönüşümü
gerçekleştirebilmekte. Daha iyi ve ucuz ürünler ortaya koymak;
müşterileriyle ve tedarikçileriyle yeni ilişkiler geliştirme ve
daha düşük maliyetli ürün ve hizmetler sunmak için kimse geç
kalmış değil. Yeter ki yıkıma cevap vermeye çalışmayın, onu
yaratmaya çalışın.
16
Ezber Bozan Dönüşüm
Soru-Cevap
Büyük ve konvansiyonel bir
işi yöneten bir CEO’nun yıkıcı
inovasyonu mümkün kılmak
için dikkat etmesi gerekenler
nelerdir?
Larry Downes: Araştırmamızda
pek çok CEO’nun yaptığını
gözlemlediğimiz hata,
tekillik aşamasında
yaşanan başarısızlıkları,
teknolojinin dikkat etmeleri
gereken bir uzantısı olarak
görmemeleriydi. Bunu müzikte
de, dijital kitaplarda da gördük.
10 yıl boyunca başarısız
olan dijital kitap dünyası,
Amazon’un birbirinden apayrı
şeyleri bir araya getirmesi
ve Kindle’ın çıkışıyla ani bir
yükselişe geçti. Aynı şekilde,
müzik endüstrisi de benzer
bir atılımı iTunes’la yaşadı.
Müzik ve kitap dünyasındaki
insanların hatası, söz konusu
başarısızlıkları endişe verici
bulmamalarıydı. Oysa tam tersi
olması gerekirdi. Bir sorun şu
anda işinizi etkilemiyor olsa
bile, etkilediği anda çok geç
kalmış olabilirsiniz. Dolayısıyla
geleceği herkesten önce
görebilmek için, hâlâ deney
aşamasında olan teknolojilere
erkenden göz atmak ve
gerçeği söyleyen tüketici
kitlesiyle sıkı bağlar kurmak
çok büyük bir fark yaratacaktır.
Bu, bir işi dönüştürme
anlamında çok büyük bir
zorluk teşkil etmese de,
uygulamaya koyması oldukça
zor bir süreçtir. Teknoloji ve
inovasyon olgularına bakışını
bu yönde değiştirebilmek,
başarılı CEO’ları belirlerken en
önemli bulduğumuz ölçektir.
Büyük patlama yıkımı B2B’yi
nasıl etkiliyor?
Finansal hizmetler sektörünün
bir sonraki yıkıcı aktörü kim
olacak dersiniz?
Kısaca cevap vermek gerekirse,
finansal hizmetler sektörünün
bir sonraki yıkıcı aktörü küresel
ödeme sistemleri diyebiliriz.
Küresel ödeme sistemleri
her zaman çok karmaşık bir
sorun olmuştur ve görünen
o ki bir süre daha öyle olacak
gibi görünüyor. Ama bir
sonraki yıkımın bu alanda
yaşanacağını düşünüyoruz.
Paul Nunes: Bu konuyu
açıklarken iş makineleri ve
maden çıkarma kamyonlarını
örnek vermeyi doğru
buluyorum. Avustralya’da
maden çıkarma kamyonu
kullanan kamyoncu sayısı
sıfır. Çünkü hava çok sıcak.
Kamyonların özelliklerinin bu
denli ihmal ediliyor olması,
kamyonları belirli bir ortamda
çalıştırıp çalıştıramama
konusunda çok belirleyici. Bu
noktada diyebilirim ki, Uber
gibi bir yazılıma sahip olan her
kimse, yani kim bilgiyi elinde
bulunduruyorsa, bu sektörlere
hükmedecek olan da odur.
17
EZBER BOZAN DÖNÜŞÜM İÇİN
FARKLI OYUNCULAR,
FARKLI MODELLER
Bekir Ağırdır
Konda Araştırma ve
Danışmanlık Genel Müdürü
Dilnişin Bayel
Accenture Türkiye Finansal
Hizmetler Sektörü Lideri ve
Yönetici Ortağı
CEO Summit 2015
Accenture CEO Summit 2015’in en ufuk açıcı bölümlerinden
biri de araştırma şirketi KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır
ve Accenture Türkiye Finans Sektörü Lideri ve Yönetici
Ortağı Dilnişin Bayel’in ezber bozma kavramını sorguladığı ve
izleyicilere sorgulattığı oturum oldu.
Dijital dönüşüm son zamanların en çok kullanılan kavramlarından biri olsa da
bu dönüşümün de esas aktörü müşteriler. Dolayısıyla müşterileri tanımadan,
doğru müşteriye doğru pazarlama dilini kullanacak farkındalığa sahip olmadan
dijital dönüşümün başarıya ulaşması mümkün değil. Bekir Ağırdır ve Dilnişin
Bayel toplumsal değişimi ve bu değişimin temel unsurlarını ele alarak, toplum
dinamikleri içerisinde “ezber bozan” olabilmenin ilk koşulunun müşteri
segmentasyonunu doğru yapmak olduğunu belirtti.
Yapılan gözlem ve araştırmalar
gösteriyor ki tüm sektörlerde
ezber bozan dönüşümün
gerçekleşmesi kaçınılmaz. Bu
dönüşüm ya sektörünüzün
içinden bir oyuncu tarafından
ya da farklı sektörden bir
oyuncunun sizin sektörünüze
girmesi sonucu tetiklenecek.
Burada mutlaka belirtmek
gerekir ki ezber bozan
şirketler yeni bir sektöre
girdiklerinde temel amaçları
o endüstriyi yıkmak değildir.
Örneğin Apple Pay’in,
Apple’ın finans sektöründe
bankaları ortadan kaldırmak
amacıyla geliştirdiği bir
girişim olduğu düşünülebilir
mi? Ezber bozanlar Apple
Pay örneğinde olduğu gibi
daha ziyade kurumla müşteri
arasına giren aracıları
ortadan kaldıranlar oluyor.
Accenture tarafından yapılan
araştırmalara göre yurtdışında
yöneticilerin yüzde 27’si
20
dijitaldeki dönüşümü var olma
sebebi olarak görüyor. Yüzde
23’ü içerideki kaynakların
dijital dönüşüm için yeterli
olduğunu düşünüyor. Bu
demektir ki yöneticilerin büyük
bölümü insan kaynakları gibi
kaynakların dijital dönüşüm
için gerekli yetkinliğe sahip
olmadığını düşünüyor. Bu
noktada ekosistemle ilgili
kurgulanacak oyun planının
önemi ortaya çıkıyor. Her şeyi
içeride çözmeye çalışmak
yerine farklı oyuncularla bir
araya gelerek farklı modeller
geliştirmek gerekiyor.
Ezber Bozan Dönüşüm
Ezber bozan dönüşümü başlatmış olan şirketler incelendiğinde
dönüşümün gerçekleşmesi için atılması gereken adımları
sıralamak mümkün hale geliyor.
1. Organizasyonel
değişikliklerden çekinmeyin.
Dijital dönüşümü başlatmış
olan şirketler, yeni iş yapış
biçimleri ve yeni modeller
belirliyor ve organizasyon
yapılarında ciddi değişikliklere
gidiyor; yeni sahiplikler, yeni
roller belirliyor.
2. Yeni bir iş yapış biçimi
olduğunu kabul edin. Dijitale
bakış açısı da dönüşümün
gerçekleşmesinde son derece
etkili bir faktör olarak ortaya
çıkıyor. Dijitali sadece bir kanal
olarak değil, yeni bir iş yapış
biçimi, müşteriye yeni gidiş
yöntemi olarak benimsemek
gerekiyor.
3. Şirket içinde dijital
yetkinlikleri geliştirin:
Dijital dönüşüm sadece
müşteri deneyimini
mükemmelleştirmek için değil,
aynı zamanda çalışanlarımızın
da sürece dahil edildiği bir
süreçtir.
4. Stratejiyi ve ajandayı
yapmak istediğiniz yönde
önceliklendirin.
5. Yeni olanın peşinde
koşmaktan vazgeçmeyin:
Tanıdığınızı sandığınız
müşterilerle bu dönüşümü
gerçekleştirmek mümkün değil,
yeni müşteriler kazanmak
ve yeni girdiler yaratmanız
gerekiyor.
Ancak mesele ezber bozmak
olunca tüm bu kriterlerin
varlığını sorgulamadan önce
sorulması gereken bir soru var:
Emin misiniz? Emin olmak için
kim olduğunuzu, şirket olarak
kapasitenizin ne olduğunu ve
dönüşüme ne kadar ihtiyacınız
olduğunu bilmeniz gerekiyor.
Bekir Ağırdır öncelikle değişim
ve dönüşümün öykünmeye
dayalı olmaması gerektiğinin
altını çiziyor. Pek çok yönetici
dijitalleşmeyi alet çantasına
yeni bir alet eklemek kadar
basite indirgiyor. Oysa dijitalleşme bambaşka bir zihin
dünyasına geçişi gerektiriyor.
İnteraktivite, zaman ve mekandan bağımsız bir çalışma
biçimi, karar süreçlerinin
yeniden yapılandırılması bu
sürecin kaçınılmaz adımları
olarak öne çıkıyor.
21
CEO Summit 2015
Bekir Ağırdır’ın özellikle
dikkat çektiği dijitalleşme
kaynaklı bir diğer değişim
kategorizasyon modellerinde
gerçekleşiyor. Özellikle
Türkiye’de müşteri
segmentasyonunda temel
ölçüt olarak kullanılan
değişkenlerin bugün
geçerliliğini yitirdiğini
örneklerle açıklıyor Ağırdır.
Örneğin genç-orta-yaşlı
ayrımı artık yerini online
bankacılıkla işlem yapanlar
ve yapmayanlar ayrımına
bırakıyor. Dolayısıyla
müşteri segmentasyonu
yaparken müşterinizi doğru
tanımlayabilmek için klasik
parametrelerin yerine
bugünün parametrelerini
kullanarak yeni tanımlar
yapmanız gerekiyor. Bu
tanımları doğru yapabilmek
için:
22
1. Senaryolar:
3. Yerelleşme:
Bugünün komplike dünyasında
işinizi plan ve bütçelerle
yönetebilmeniz mümkün
değil. Değişkenliğin esas
olduğu bir dünyada her
koşula hazırlıklı olmak ve
teorik olanın pratikteki
uygulamalarını görmek, test
etmek gerekiyor. Değişken
durumlara uygun senaryolar
hazırlayarak şirketinizi bu
senaryolara göre yönetmeniz
gerekir. Bu değişkeni esas
alarak gerçek bir ezber bozan
olup olmadığınızı anlamak için
kendinize sormanız gereken
soru ise şu: “Son iki yıl içinde
plan ve bütçeleri kaç kere
revize ettim?”
Pek çok modern iş dünyası
kavramı gibi dijitalleşme de
batıdan gelişen bir kavram ve
aslında her ulusun performans
yönetiminden algı yönetimine
kadar tüm bu yöntemleri
yerelleştirmeyi başarması
gerekiyor.
2. Süreç yönetimi:
Mevcut durumdan bir
dönüşüm yaratmaya
çalışmak başarı grafiğinizi
aşağı çekmekten başka bir
işe yaramayacaktır. Yeni
bir fikir ya da yeni bir ürün
geliştirdiğinizde ilk yapmanız
gereken işlerin başında
süreçleri bu fikir ya da ürüne
adapte olmak olmalı. Süreçleri
değiştirmeden başarı mümkün
olmaz.
Türk iş dünyası açısından ele
alındığında yerelleşmenin de
üç bacağı bulunuyor:
1) Batı ile Türkiye arasındaki
farklılıklar;
2) Türkiye’nin kendi içindeki
bölgesel farklılıklar;
3) Kendi şirketinizin
değerleri ve deneyimleri.
Bu üç ayaktaki farklılıklar
üzerine temellenmemiş bir
dönüşüm süreci başarılı
olamaz. Şirketlerin tüm bu
farklılıkların farkında olması
ve lokalleşerek kendi değerler
bütününe uygun hareket
etmesi gerekir. Müşteri
segmentasyonunu doğru
yapmak ve hedef kitleyi
doğru belirlemek için bu
ayrımların farkına varmalıdır.
Bu farklılıklar temelinde yeni
bir iletişim dili geliştirmek
gerekiyor.
Ezber Bozan Dönüşüm
Bekir Ağırdır bu üç unsurun
titizlikle dikkate alındığı
bir yeniden tanımlama
sürecinin ardından müşteri
segmentasyonunu da bu
yeni tanımlar çerçevesinde
yapmayı öneriyor: Örneğin
tüketici gruplarının klasik
sınıflandırmasının hayat tarzı,
eğitim, gelir düzeyi, eşinin
çalışması gibi demografik
unsurlara göre yapıldığını
ve A, B ve C Grubu olarak
adlandırıldıklarını biliyoruz.
Oysa artık hayat tarzı
denen olguyu belirleyen,
sadece tatilde tercih
ettiğiniz destinasyon ya
da yıllık gelirinizin miktarı
değil, çok daha karmaşık
unsurlar. Günümüzde algılar,
beklentiler, korkular, aileden
gelen alışkanlıklar hayat
tarzı konusunda paradan
daha önemli belirleyiciler
haline gelmiştir. Dolayısıyla
bu değişkenler arasına
sosyal medyası, mobil cihazı,
evinin büyüklüğü, dine
yaklaşımı gibi değişkenleri de
eklemek ve sonuçta A, B ve
C kategorilerinin her birinin
altında başka alt kategoriler
de oluşturmak zorunluluğu
doğmuştur. Üstelik tüketici
dünyası kompartımanlar
halinde de değildir. Örneğin
klasik segmentasyonda B
grubu olarak adlandırılan
küme 15 yaş üstü 5,5 milyon
kadar kişiyi kapsar. Bu küme en
eğitimli grup olarak tanımlanır.
Halbuki diğer değişkenler de
dikkate alındığında B grubu
olarak adlandırılan bu kümede
4 farklı insan tipinin yer aldığı
görülür. Bu alt gruplardan biri
son derece özgürlükçü iken bir
diğeri oldukça muhafazakar
olabiliyor. İş dünyasından
bir örnek vermek gerekirse;
Türkiye’de akıllı telefon
sahipliği oranı yüzde 43. B
Grubu’nda bu oran yüzde 66.
Bir akıllı telefon üreticisi bu
verilere dayanarak B grubunda
hala yüzde 34’lük bir pazar
alanı olduğunu düşünüp ona
göre strateji belirliyor. Oysa
araştırmalar bu grupta yer
alan 4 alt gruptan birinde
akıllı telefon sahipliği oranının
sadece yüzde 50 olduğunu,
bir diğerinde ise bu oranın
yüzde 83’e kadar çıktığını
gösteriyor. Dolayısıyla bu
noktada yapılacak en büyük
hata bu alt grupların dördüne
de aynı pazarlama stratejisiyle
yaklaşmak olacaktır. Reklam
ve tanıtım politikaları dört
grup için de aynı şekilde
belirlemiş bir şirketin doğru
sonuca ulaşması mümkün
olmayacaktır. Bekir Ağırdır her
müşterinin farklı bir hikayesi
olduğunu belirterek bitiriyor
sözlerini. Bu müşteriler
markalardan kendi hikayelerine
uygun bir pazarlama ve
reklam dili, bir iletişim mecrası
bekliyor. Şirketlerin kendi
müşterisini, kapasitesini
ve bölgesini tanımadan
gerçekleştirmeye çalışacağı her
değişim, fetiş haline getirilmiş
bir değişim çabası olarak
kalacaktır.
23
PAYLAŞILAN ARABALARLA
GELEN DÖNÜŞÜM
Benedetta Arese Lucini
UBER Avrupa Genel Müdürü
CEO Summit 2015
Uber paylaşım ekonomisinin yükselişe geçtiği bir dönemde
doğru oyuncuları doğru platformda bir araya getirerek
özellikle şehir içi ulaşım kültürünü yeni bir deneyime
dönüştürdü. Şirketin Avrupa Genel Müdürü Bernadette Arese
Lucini paylaşım ekonomisinin mevcut düzeni değiştirme
gücünü Uber’in şirket kültürü ve bileşenleri üzerinden
anlatıyor.
Uber insanların sürücülerle
iletişim kurmasını sağlayan
son derece basit bir uygulama.
Öncelikle söylemeliyim ki
içinde bulunduğumuz pazar,
geleneksel olarak güncellenme
açısından çok yavaş yol
kat eden bir pazar. Binek
araçlardan bugünlere geldik.
Zamanında İngiltere’de, çok
tehlikeli olduğu gerekçesiyle
arabaların saatte 6 km’den
daha hızlı gitmesini yasaklayan
bir kanun çıkmıştı. Bu
tehlikeyi önlemek için, elinde
kırmızı bir bayrak taşıyan biri
arabanın önüne geçiyor ve
araba da onun arkasından
dolanarak geçiyordu. Bugün,
otomobillerin ekonomimizi
değiştirdiğini düşünürsek,
böylesi bir yöntem çılgınlık
gibi görünebilir. Burada bile,
bu ulaştırma sisteminin var
olmadığını düşünmek bana
26
zor geliyor. Bugün Uber ile
başardığımız şey, yollardaki
araba sayısını mümkün
olduğunca azaltmak.
Biraz Uber’in doğuşundan,
paylaşım ekonomisi
kavramından ve mobiliteden
bahsetmek istiyorum. Paylaşım
ekonomisi, Uber’in de bir
parçası olduğu kavram.
Sizin de bildiğiniz gibi, Uber
oldukça basit bir uygulama.
Şirket olarak beşinci yılımızı
doldurmak üzereyiz. Başlangıç
aşamasındaki ürünleri
çalışmadığı için zaman içinde
onu değiştirmek zorunda kalan
start-up’ların aksine, bizim
konseptimiz hiç değişmedi.
Ezber Bozan Dönüşüm
Uber’in Doğuşu
Uber fikri ilk kez Paris’te
ortaya çıkmıştı; 2009 yılında
iki kurucumuz, Travis Kalanick
ve Garrett Camp çok önemli
bir dijital konferans için
Paris’teyken... Etrafta hiç
taksi yoktu ve Fransızca
bilmedikleri için taksi
duraklarını arayıp bulundukları
yere çağıramıyorlardı. Eve
yürüyerek gitmek zorunda
kalmışlardı. Yürürken
konuştukları şey şuydu:
Telefonumuzdaki uygulamadan
eve pizza söyleyebilirken neden
taksi bulmak için mutlaka
sokağa çıkmamız ya da durağı
aramamız gerekiyor?
San Francisco’ya
döndüklerinde, sayıca sınırlı
olan taksiler açısından iki
şehrin birbirine ne kadar
benzediğini fark ettiler. San
Francisco’nun 800 bin kişilik
nüfusuna hizmet veren
yaklaşık bin taksi vardı ve
insanlar sürekli bir yerden bir
yere gitmeye çalışıyorlardı.
Bunun bir sorun olduğunu
fark ettiler ve uygulamayı
yazmaya başladılar. Nasıl
başladıkları önemliydi:
Yola çıkan birkaç araçları
ve birkaç şoförleri vardı.
Başlangıçta sadece arkadaşları
uygulamayı kullanıyordu ve
uygulama dışarıya kapalıydı.
Kullanmak istediklerinde
Travis’e SMS atıyorlardı ve o
da onlara kod gönderiyordu.
Bir süre sonra kulaktan
kulağa yayılmaya başladı
ve Travis’in telefonuna SMS
yağdı. Nihayet uygulamayı
AppStore’a taşıdılar ve birkaç
yıl gibi kısa bir sürede bu
noktaya geldiler. Yalnızca San
Francisco bölgesinin tamamını
kapsamakla kalmadılar, çeşit
çeşit arabanın birkaç dakika
içinde ayağınıza gelmesini
sağladılar.
Uber artık üç yüzün üzerinde
şehirde ve 57’den fazla
ülkede hizmet veren bir şirket.
57’den fazla ülkede varlık
göstermek bazı şirketler için
çok uzun zaman alıyor ama
Uber bunu beş yıldan kısa
sürede gerçekleştirdi. İşte bu,
internetin gücü; aşırı hızlı
büyümeye olanak sağlıyor.
27
CEO Summit 2015
Yerel Stratejiler
Uber’in farklı ürünleri var.
Yerel ekosisteme uyum
sağlama konusunda çok
titiz çalıştığımız için, faaliyet
gösterdiğimiz her şehirde, bu
ürünlerin farklı bir versiyonunu
devreye sokuyoruz. Bir
Amerikan şirketi olmamıza
rağmen ben, şirketin 2013
yılında Milan’da başlayan
operasyonu için işe başladım.
Ben Milanlıyım ve şirket
olarak, faaliyet gösterdiğimiz
bölgenin insanlarını işe almak
konusuna çok önem veriyoruz.
Bahsettiğim üç yüz şehrin
pek çoğunda ofisimiz var. Üç
yüzden daha fazla şehirde
faaliyet gösteren, üç bin
çalışanlı bir şirket olduğumuzu
düşünürseniz, yönetim
açısından nasıl bir zorlukla
karşı karşıya olduğumuz
hakkında daha net bir fikre
sahip olabilirsiniz. Ama çalışan
tercihlerimiz bize büyük bir
verimlilik avantajı sağlıyor:
Biz, sahip olduğu Amerikan
zihniyetini gittiği her yere
adapte etmeye çalışan bir
Amerikan şirketi değiliz. Her
ülkenin benzer ve farklı olduğu
noktalar var. Mesela, az önce
uygulamayı açtığımda gördüm
28
ki, İstanbul’da XL’lar var, yani
minibüs benzeri büyük araçlar.
Avrupa’ya gittiğinizde, bütün
arabaların küçük olduğunu
görürsünüz. Biz gittiğimiz yere
adapte olmaya çalışıyoruz.
Londra’da, süper lüks
arabaların hizmet verdiği Uber
Lux var çünkü orada bu yönde
çok ciddi bir talep var.
İki ana ürünümüz var: Birincisi
Uber, yani bazı şehirlerde
olduğu gibi, taksilere alternatif
olarak konumlandırdığımız
ürünümüz. İkincisi de,
mesleği limuzin şoförlüğü
gibi profesyonel sürücülük
olan insanların kullandığı
son derece kaliteli arabalarla
havalimanından alma gibi
hizmetler veren Uber Black.
Ezber Bozan Dönüşüm
Kişiden Kişiye
Bunun dışında UberX diye bir
ürünümüz var ki bu, insanların bu pazar hakkındaki fikrini
oldukça değiştirdi. Airbnb ve
paylaşım ekonomisinin çıkış
ve büyüme noktası da aslında
bu kavramla ilgili. Travis ve
Garret insanların pek çoğunun
arabalarını çok az kullandıklarını fark etmişlerdi; günde
ortalama 11 dakika. Arabaların çoğu garajlara çekiliyor ve
hiç kullanılmıyordu. Uber’in
düşündüğü şey, bu insan-
ları günde birkaç saatliğine
trafiğe çıkarmak ve biraz ek
gelir elde etmelerini ve hatta
hayatlarını bundan kazanmalarını sağlamaktı. Genellikle
yarı zamanlı olarak bu işi
yapıyorlar. İşte bu, kişiden
kişiye denen ekonominin çıkış
noktasıydı. Burada profesyonel sürücüler değil, alelade
insanlar diğerlerini bir yerden
bir yere götürüyorlardı ve teknoloji, bu sistemi son derece
güvenli kılmak için gereken
tüm kontrolleri yapmaya
elverişliydi.
29
CEO Summit 2015
Paylaşım Ekonomisi
Peki, paylaşım ekonomisiyle
ne kastediyoruz? Paylaşım
ekonomisinde, taraflardan
biri bir ürüne/mala sahiptir
ve diğeri de bu ürüne/mala
ihtiyaç duyar. Uber’de bu ürün/
mal bir arabadır. Uygulama ve
internet teknolojisi sayesinde
biz bir pazar yaratabiliyor ve
birbirini tanımayan iki kişinin
karşılıklı bağlantı kurabildiği
bir sistem oluşturabiliyoruz.
Bu eskiden beri olan bir
sistemdi fakat insanlar
bunu arkadaşları aracılığıyla
yapıyorlardı, çünkü birbirlerini
farklı, yani geleneksel
yöntemlerle tanıyorlardı. Dijital
pazar ise birbiriyle tanışmayan
insanların tümünün aynı
topluluğun bir parçası
olmalarını ve bu topluluktan
bir şey alıp, bu topluluğa
bir şey verebileceklerini
düşünebilmelerini sağladı.
Peki ne oldu? Genelde bir
işiniz olur; belli bir hedefiniz,
müşterileriniz ve onların
ihtiyaçları vardır. Şimdiyse
işletmeler kişiden kişiye,
tüketiciden tüketiciye
kavramları üzerine kuruluyor.
Ekonomi değişiyor. Çünkü artık
sadece tek bir güç, öbürlerine
satış yapan tek bir merkezi
30
işletme yok; şimdi malları
aralarında paylaşan tüketici
topluluklarının arasında bir
etkileşim var. Öncelikle bunun
ardında bir teknoloji yatıyor ve
bu teknoloji daha hızlı bağlantı
kurmayı sağlıyor. Sürücüler ile
kullanıcılar arasında da tam
bir bütünleşme söz konusu.
Kimi zaman sürücü, kimi
zaman yolcu olabiliyorlar. Yani
esasında platform olarak aynı
insanları hedef alıyorsunuz.
Platformu ayakta tutan
en önemli unsurlardan
biri, insanların yaşadıkları
deneyimi çevrim içi olarak
değerlendirmeleri. Dolayısıyla
insanların çevrim içi dünyada
onlara biçilen bir değeri
oluşuyor. Gerçek isimleri var ve
genelde fotoğrafları da oluyor.
Böylelikle birbirlerini tanıyorlar
ve birbirlerine numaralarını
veriyorlar. Fakat en can alıcı
kısım, oylarla belirlenen güven.
Sisteme girdiğinizde, her Uber
sürücüsünün, beş üzerinden
aldığı puanı görebilirsiniz. Bu
puanı verenler, daha önceden
bu sürücüyle yolculuk yapmış
kullanıcılar. Böylelikle insanlar
markanın iyi olarak öne
sürdüğü şeye değil, kişilerin
iyi dedikleri şeye güveniyorlar.
Yani tamamen güvenilirliğin
temel alındığı, bütünüyle
farklı bir sistem söz konusu.
Bu olmadan, insanlara yeni
teknoloji kullandırmak çok zor.
İnternet ekonomisi fiyatları
düşürüyor ama öte yandan
fırsatlar da yaratıyor. Bunlara
iş fırsatları demek istemiyorum
çünkü bir kişinin bir şirket
tarafından işe alındığı işler
değil bunlar. Bir kişi, evde
vakit geçiren bir anneyse
örneğin, bir yandan para
kazanarak eviyle ilgilenmeye
devam edebilir. Paylaşım
ekonomisi, düzeni tamamıyla
değiştirmenizi sağlayan
verimliliktir.
Ezber Bozan Dönüşüm
Kullanılmayan Arabalar
Asıl fikir şu: Diyelim ki,
Milan’da kullandığınız bir
arabanız var. Bu şehirde bir
insanın gün içinde kendi
arabasıyla yaptığı yolculuk
süresi ortalama 25 dakika. Ama
arabaların günlük ortalama
kullanım süresi 11 dakika. Araç
paylaşımına “yolculuğa hazır
araba” olarak baktığınızda,
bazı şehirlerde akıllı arabaların
olduğunu ve bir uygulama
sayesinde bu arabaları
bulup kiralayabileceğinizi
görürsünüz. Paylaşılan arabalar
çoğunlukla kısa süreler için
kullanılsa da, gün içinde
birden fazla insan tarafından
kullanılıyorlar. Şehrin her
tarafına arabalarını dağıtan
şirketler var. Uber’deyse bir
sürücü arabayı size getiriyor.
Arabayı normalden çok daha
fazla kullanmış oluyorsunuz
ki bu da arabanın verimliliğini
önemli ölçüde artırıyor.
olduğunu düşünürseniz,
hele bir de arabaların çevre
kirliliği yarattığını eklerseniz,
bunun oldukça büyük bir yer
israfı olduğunu görürsünüz.
Eğer çevre hakkında bilinçli
davranmak istiyorsanız, söz
konusu alanı daha fazla
insanın kullanmasının daha
iyi olduğunu bilirsiniz. Daha
da ilginç bir istatistik var:
Arabaların yüzde 20’si yıl
içinde hiç kullanılmıyor ve
garajda kalıyor. Elbette bu
arabaların çoğu, iki ya da üç
arabaya sahip olan insanlara
ait.
Peki, bu ne anlama geliyor?
İtalya’da milyonlarca araba
var ve araba başına düşen
ortalama kullanıcı sayısı
1,4 kişi. Araba üreticilerinin
bu arabaları aslında beş
kişinin yolculuk edebileceği
şekilde tasarladığını ama
bu koltukların çoğunun boş
31
CEO Summit 2015
Mülkiyet mi İmkanlar mı?
Paylaşım ekonomisi ve
kişiden kişiye kavramının
temelindeki fikir, tek bir
arabayı daha fazla insanın
kullanmasını ya da aynı yöne
giden insanların aynı arabayı
kullanmasını sağlayarak,
normalde kullanılmayan
varlıkların verimliliğini
artırmak. Yani 14 milyon araba
yerine yalnızca beş milyon
arabayla da aynı sayıda insana
yolculuk yaptırabilirsiniz.
Bir araştırma; benzin,
park masrafları ve benzeri
harcamalarla, bir arabanın
yıllık maliyetini yaklaşık yedi
bin Euro olarak hesaplıyor.
Araç paylaşımı benzerleri
sistemlerle, aracınızın ayda
65 kere, yani günde iki kere
kullanılmasını sağlarsanız
aracınızın maliyetini aşağı
çekmiş olursunuz. Gün
içinde arabayı bir kere
kullanmanın maliyeti yaklaşık
dokuz Euro; kişiden kişiye
araç paylaşımının ortalama
maliyeti altı-yedi Euro. Bu
verilerle insanların gündelik
alışkanlıklarını tepeden tırnağa
değiştirebilirsiniz. İnsanların bir
arabaya sahip olmaktan daha
ucuz bir hizmet alabileceklerini
fark etmeleri zaman alan bir
şey. Hem de oldukça uzun
32
zaman alan bir şey.
Araç sahibi olmak, dünya
çapında geçerli olan ve
otomobil üreticilerinin de
teşvik ettiği bir durum. Uber’in
işi, alışkanlıkları değiştirmek.
Biri sabah uyanıp işe kendi
arabasıyla gidiyor. Diğeriyse,
uygulamasını açıyor, kendisine
ait olmayan ve bir başkasının
sürdüğü bir arabaya binip işe
gidiyor. Bu sistemin çalışmasını
tek yolu, arada bir platform
olması. Bunun sebebiyse
güvenlik. İnsan unsuru, bu
platformda karşılaştığımız
en büyük meselenin güvenlik
olması sonucunu doğuruyor.
İnsanların bana söylediği
ilk şey “Sürücünün kim
olduğunu bilmiyorum.”
oluyor. Ben de onlara, aslında
bindikleri taksinin şoförünü de
tanımadıklarını hatırlatıyorum.
En azından Uber’de şoförün
adını, fotoğrafını ve daha önce
yaptığı yolculukların kayıtlarını
görebiliyorsunuz. Yani
herhangi bir sorun halinde,
Uber’le sahip olduğunuz
bilgi, geleneksel yöntemlerle
yolculuk ettiğinizde sahip
olacağınızdan çok daha
fazla. Ama bugün mevcut bir
sistem ya da ruhsatlandırma
süreci olmadığı için insanlar
bunu düşünemiyor. Biz bunu
değiştiriyoruz. Amerika’da,
mevzuatta bir takım değişikler
yapılmasını sağladık. Ama
daha güçlü bir sigorta
sağlamamız gerekiyor. Şimdiki
değerlendirme sistemimizde
sürücüler her bir ya da iki
yolculukla değerlendiriliyor.
Yani puanlar ve yolcu
yorumlarından oluşan çok
sayıda veri birikiyor. Biz bunu,
kullanıcı kitlemiz açısından
bir kontrol sistemi gibi
konumlandırıyoruz. Ve bu
sayede, hem yolcular hem de
sürücüler arasında, bu kitleye
uygun davranmayan insanları
sistemin dışına çıkarabiliyoruz.
Ezber Bozan Dönüşüm
Mevzuatı Dönüştürmek
Gözümüzü diktiğimiz
sistem, geleceğin kanunları.
Amerika’da araç paylaşımını
teşvik eden yasaları ilk
çıkaran yer Kaliforniya oldu.
Kanun koyucular, bir yerden
diğerine gitmek isterken
farklı hizmetler kullanan
insanların sayısının gitgide
arttığını ve bu sayede
paylaşım ekonomisinin
pazarı canlandırdığını
yavaş da olsa fark ediyorlar.
Eğer kendilerine ait bir
arabaları yoksa, ulaşım için
mutlaka bir araca ihtiyaç
duyacaklar. Uber’in yaptığı
şey, kullanıcının her zaman
güvende olduğu ve değeri
kendi kendine belirlediği
bir sistem sunmak. Kanun
koyucular; platform olarak
sürücülerin yeterliliğini
araştırırken kullandığımız
adli sicil, ehliyet, sigorta gibi
bir takım denetim araçlarını
düzenleyen bir takım kurallar
getiriyorlar. Sistemde,
“Uyuşturucu etkisindeyken
araç kullanmaya asla
tolerans gösterilmemeli”
gibi kurallar getirilebilirse,
hükümetler açısından bizimki
gibi platformların varlığı
oldukça faydalı olacaktır.
Biz bu işin tam ortasındayız,
içinde bulunduğumuz sistemi
harekete geçiriyoruz.
Kişiden kişiye kavramıyla
aslında bir kişinin, tek başına
ya da arkadaşlarıyla beraber
bir başkasının arabasına
binmesinden bahsediyorum.
Burada iki kişi arasında, ya
da iki grup insan arasında
bir etkileşim söz konusu. Asıl
farksa ikiden üç, dört, beş
kişiye çıkabildiğinizde oluyor.
İtalyan bir profesör New York
şehrindeki taksi yolculuklarını
incelemiş. Bu incelemeye göre
yapılan yolculukların çoğu
paylaşılabilirmiş, yani New
York‘ta her gün insanların
çoğu günün aynı saatinde
aynı yöne doğru gidiyor.
Sonuç olarak, insanların bir
araya gelmesiyle taksiyle
yapılan yolculuklar yüzde
40 oranında azaltılabilir,
ekonomik olarak daha çok
tasarruf edilebilir ve daha
az kirliliğe sebep olunabilir.
İşte Uber‘de uyguladığımız
bu konsepte Uber havuzu
diyoruz.
Şöyle ki; eğer bir yolcu alır,
onu belli bir yerde indirir,
daha sonra bir başka yolcu
alır ve onu da indirirsem,
bu durumda yolu az da olsa
verimsiz kullanmış olurum.
İşte yapmaya çalıştığım,
güzergahlarımın tümünü
birbirine bağlayıp, yolcuları
yol boyunca almak. Yani
gidilecek yolu/güzergâhını
teknolojiyi kullanarak kendi
belirlediğimiz bir otobüs gibi
davranıyoruz. Mesela bir
arabada iki grup insan var, bu
insanlar aynı yöne gidiyor ve
bu yol üzerinde bir başkası bu
arabaya binmek ve arabadaki
diğer diğer yolcularla beraber
aynı yöne gitmek istiyor, ve
bunun gibi aynı yöne giden
daha çok kişi alıyorsunuz
güzergahınız üzerinde.
Dolayısıyla fiyatlarımız
toplu taşıma fiyatlarına
bile yaklaşıyor. Bizim
aradığımız yolculuk yapma
şekli de bu. Uber, ulaşımı
ve şehiriçi ulaşımı internet
bağlantısı, yer belirleme
ve etrafınızdaki insanlarla
beraber kullanabileceğiniz
basit bir uygulama aracılığıyla
çok etkin bir biçimde
dönüştürmenin yolunu buldu.
Uber‘de ortalama bekleme
süresi 5 dakikadan daha
az ve bu gerçekten devrim
niteliğinde.
33
CEO Summit 2015
Uber Konsepti Hangi Sektörlere Uygulanabilir?
Bu konsept modelini başka
pazarlara da uyarlamanın
yollarını arıyoruz. Aradığımız
pazarlardan birinin adı Uber
Eats. ABD‘de halihazırda
bir kaç şehirde mevcut,
Avrupa‘daysa Barselona‘da
başladı. Uber Eats ile yemek
dağıtımı yapılıyor. Beş
dakikadan az bir sürede öğle
ya da akşam yemeği için
sandviç, salata, hatta sıcak
yemek dağıtımak mümkün.
Bu da lojistik konusunda
gerçekten zorlu bir iş. Çünkü
bugün bir yemek siparişi
verdiğinizde, yemeğinizin
gelmesi hemen hemen 40
dakikayı buluyor. İşte biz (aynı
şekilde) bunu da değiştirmek
34
istiyoruz. Bu dev olduğu kadar
zorlu da bir pazar çünkü soğuk
ve sıcak yemek taşımak lojistik
açıdan oldukça güç.
Bir diğer ürün, New York‘ta
paket taşıdığımız Uber Rush.
Paketler genellikle belli bir
saatte gelir ve beklemeniz
gerekir ve ne zaman
geleceğini asla bilemezsiniz.
Bir düşünün, teslimat
için sadece arayıp nerede
olduğunuzu söylüyorsunuz
ve paketiniz beş dakika içinde
olduğunuz yere geliyor. İşte
bizim düşündüğümüz şeyler
bunlar. Nakliyat pazarına
yeni girdik. Şu an oldukça
büyük bir şirket olmamıza
rağmen, ulaşımı dönüştürme
anlamında varabileceğimiz
noktadan henüz çok uzaktayız.
Daha az kişinin araba satın
aldığı ve bu arabaların
daha çok kişi tarafından
kullanıldığının söylendiği gün,
biz alışkanlıkları değiştirmeyi
başarıyor ve başka endüstri
kollarına da girmiş olacağız.
Ezber Bozan Dönüşüm
35
YIKICI DÖNÜŞÜM VE
PHILIPS LIGHTING
Paolo Cervini
Philips Lighting Orta Doğu ve
Türkiye Başkanı
CEO Summit 2015
Bugünlerde sektöre hakim olan üç ana trend var. Bunlardan biri, dijitalleşme ve
kendisinden sıkça bahsediliyor. Bir diğeriyse nüfus. Nüfus gün geçtikçe artıyor ve
2025 yılına gelindiğinde dünya üzerinde bugün olduğundan bir milyar daha fazla
insanın yer alması bekleniyor. Pekâlâ, nüfusun aydınlatma ve dönüşüm ile ne ilgisi
var? Nüfus yalnızca artmakla kalmıyor, aynı zamanda hızla şehirlere taşınıyor.
Özellikle mega kentler oldukça büyük zorluklarla karşı karşıya. Altyapı, emniyet,
güvenlik açısından baktığınızda aklınıza pek çok örnek gelebilir. Ama bunların
arasında bir tanesi var ki, kendini açık ve net bir şekilde ortaya koyuyor: Enerji.
Enerjiye olan ihtiyaç sürekli ve büyük oranlarda artış gösteriyor. Bu konu birçok
devletin ve kurumun gündemini meşgul ediyor. Enerji sektörü baz alındığında, tüm
elektrik tüketimi içerisinde aydınlatma yüzde 20’lik bir alanı kapsıyor.
Şimdi biraz LED aydınlatmasına yönelmek istiyorum. LED, elektrik tüketimini yüzde
80 oranında azaltan bir teknoloji. Bugün, şehirlerin bu tüketimi yüzde 80 oranında
azaltabileceğini düşünmeye çalışın. Bu sebeple aydınlatma sektöründe neler olup
bittiğini daha iyi anlayabilmek için yukarıda bahsettiğim üç elementi zihninizde
tutmanız önemli.
38
Ezber Bozan Dönüşüm
Philips Lighting ile Geçmişe Kısa Bir Yolculuk
Philips’in pazarda özel bir
konuma gelmesi açısından
2006 yılı önemli bir yıldı.
Ondan önce 2001 ve 2002
yıllarına doğru biraz daha
geriye gidecek olursak,
yani Philips’in aydınlatma
sektöründe başı çeken şirket
olduğu dönemde, şirket
ziyadesiyle istikrarlı, güçlü ve
kârlıydı. Philips Lighting’in iki
ana bileşeni bulunuyor.
Bunlardan biri ampul, diğeri
ise ampulün vücut bulduğu
ve bizim armatür dediğimiz
kısım. Bu iki ürünü bir arada
kullanmak oldukça kârlıydı ve
aslında 1986 yılında ampul
ve armatürün tek bir parça
halindeki versiyonunu pazara
sunduğumuzda bu başarıyı
yakalamıştık ama birkaç
sebepten dolayı bu yeniliğimiz
büyük bir patlama, yani
yıkıcı bir teknoloji, değildi.
Çünkü halojen lambalar zaten
yüzyıldır pazarda yer alıyordu.
Philips, ilk lambasını
1891 yılında üretti ve
yüzyıllar boyunca aynı
lambayı farklı şekillerde,
yalnızca performansını
biraz artırarak üretmeye
devam etti. Ama aslında
hep aynı ürünü piyasaya
sürüyordu. O zamanlarda
dahi enerji tasarrufu
tartışılan bir konuydu. Bizim
yeni teknolojiyi tanıtmaya
çalışmamızın sebebi de,
enerji tasarrufu yaratmaktı.
Ama büyük patlamaya yol
açmak ve büyük bir değişiklik
gerçekleştirmek için yeterli
değildi. Çünkü sonuç olarak
bu akkor ampullerin enerji
tasarrufu açısından birçok
dezavantajı bulunuyor ve
ömrü bin saatle sınırlı. Bir
yandan da, ışık kalitesi
açısından oldukça özgün
teknik özelliklere sahip. Akkor
ampuller, o zamanlarda doğal
ışığı verebilecek özelliğe sahip
tek teknolojiydi. Güneşten
aldığınız aynı etkiyi, aynı hissi
verebilen tek teknoloji olması,
o dönemin hayat şartlarına
göre tasarruflu ve ucuz
olmasa da ondan vazgeçmeyi
bir hayli zorlaştırdı. Yani, bu
teknolojiye yenilerini eklemek
için sebeplerimiz vardı ama o
büyük değişikliğe yol açacak
kadar da değildi.
Şimdi 2002-2006 yıllarına
dönecek olursak, LED ışığın
çığır açan bir teknoloji olarak
ortaya çıktığını söyleyebiliriz
ki aslında o dönemde dahi
LED yeni bir teknoloji değildi.
2006 yılı, bu teknolojinin
gelişiminin ve akkor
ampullerin yaptıklarının LED’e
uygulanabilirliğinin açıkça
görünür olduğu bir yıldı. LED
ışığın özelliklerinden biri,
ışığı beyaz renkte üretebiliyor
olmasıydı. LED aslında, ışığı
kırmızı ve mavi gibi renklerde
verebilmesiyle biliniyordu ve
bu yüzden ünlüydü ama beyaz
rengi üretmek o güne dek
imkânsız olarak görülüyordu.
Bir başarı olarak kabul edilen
bu adım, aynı zamanda
değişimi de yönlendirebilecek
bir adımdı. Bu teknolojiye
doğru yönelmeye devam
ettik ve akkor ampulleri saf
dışı bırakmak istediğimizi
açıkladık. Bu açıklamamız
herkesi şok etti. 2006 yılında
bu teknolojiden kurtulmak
istediğimizi açıkladık ve tabii
ki yine bu doğrultuda pek çok
adım attık. Harika bir fırsat
yakalamıştık; bir yandan
yeniliğe doğru yol alırken, bir
yandan da daha iyi ve ucuz
bir ürün peşindeydik. Aynı
zamanda hem pazar hem
de tüketiciler için çok daha
anlamlı bir ürün olacaktı ama
39
CEO Summit 2015
tabii bu kadar avantajı elde
etmenin de bir bedeli vardı.
Bu girişim oldukça kapsamlı
bir planı da beraberinde
getiriyordu. Dönüşüm
yolunda ilerlerken atacağımız
bazı adımlar oldukça açık ve
netken bazıları öyle değildi.
Yeni yaklaşımla birlikte atılan
kilit adımlar, kavramsal
anlamda değil yapısal olarak
yenilikler içeriyordu. Kendi
kendimize büyük dönüşümler
yapamayacağımızı
bildiğimiz için devlete bağlı
kamu kuruluşlarına ve
kentlere yaklaşmak başlıca
hedeflerimiz arasındaydı.
Philips’in bu yolculuğundaki
en büyük ortaklarından biri,
kamu sektörüydü. Ama bir
yandan da özel sektörle
aramızda farklı bir strateji
yaratmamız gerekiyordu.
Özel sektöre sunduğumuz
şey de yine tamamen yeni
bir yaklaşım değildi ama
teklifimizi toplam mülkiyet
maliyeti bakış açısından
sunmaya çalıştık. Özel sektöre,
yeni teknolojilere yatırım
yapmalarının gerekliliğini
açıklamak için çaba sarf ettik.
40
Tekrar hatırlamak gerekirse,
halojen teknolojisinin ömrü
bin saatle sınırlı, yani bir
yıldan az bir süre. LED ise
50 bin saat dayanabiliyor.
Fiyata ve zamana bakmaya
başladığınızda, aklınıza
otelleri ya da kentleri
getirin. Başlangıçta yatırım
yapmanın zor göründüğünü
söyleyebiliriz ama yatırım
yapacağınız ürünün ömrünü
göz önüne getirdiğinizde,
işin geleceğini hayal etmek
kolaylaşıyor. Ürünün yaşam
ömrü bu yeni teknolojiyi
kucaklamak konusunda
önemli bir unsur.
Kamu kuruluşlarıyla ya
da özel sektörle ortaklık
kurma girişiminde bulunduk
ancak tüketicilere henüz
yaklaşamamıştık. Maliyet
açısından baktığınızda, LED
ucuz bir teknoloji değil.
Bu yüzden tüketiciler, bu
teknolojiye daha sonra
yaklaşmaya başladı. Tüketici
tarafındaki değişim rüzgârı
2010, 2011 yıllarında başladı.
Ezber Bozan Dönüşüm
Büyümek için Birleşmek
Bir yandan değişim peşinde
koşarken bir yandan dünyanın
her yerinde aynı güce sahip
olmadığımızı fark ettik. Bu
yüzden 2006-2009 yılları
arasında pek çok yatırım
yaptık. Philips Lighting,
şirketi teknoloji ve pazar
elementleriyle donatmak
için milyon dolarlık bir
yatırım planı yaptı. Teknoloji
açısından tüm pazara hâkim
olacak bir dönüşüm yaratmak
istiyorduk. Bu sebeple en
büyük yatırımlardan birini
Luminat adında bir şirkete
yaptık. O dönemde LED
aydınlatmalarının önde gelen
şirketlerinden biriydi. Bu
girişimde bulunmamızın bir
diğer sebebi de, bu maliyetli
ürünün performansını hızlı
bir şekilde artırabilmek ve
sürdürülebilir kılmak için
AR-GE’ye bir hayli yatırım
yapmamız gerektiğiydi.
Sonuç olarak bu teknolojiyi
pazara tanıtan ilk şirket
bizdik, en yeni teknolojileri
pazara biz sunduk ve hep
pazar birincisiydik. Teknoloji
kapsamında, o zamanlarda
ortaya çıkan elementlerden
biri LED dijitalle ilgiliydi. LED
dijital, dinamik aydınlatmayı
ve esnekliği mümkün
kılıyor. Boston’da yer alan
ve mimari aydınlatmada
öncü olan Color Kinetics adlı
şirket, ağırlıklı olarak renk
değişimi kapsamında LED
ışıkla ilgileniyordu. Özellikle
müzeler ve görüntünün ön
planda olduğu projeler için
çalışıyorlardı. Bizim için
oldukça önemli ve eşsiz bir
teklifti ve bugünkü trendin
başlangıç noktasıydı. Bir
müşterinin ihtiyacına
cevap verebilmek, duygusal
etkiler yaratabilmek ve işi
kişiselleştirebilmek için
bu şirket bizim için büyük
bir fırsattı. Organik olarak
büyük bir değişim yakalamak
mümkün değildi.
Paylaşmak istediğim bir
diğer element, altın kuyruk.
2005-2006 yıllarında, yüzde
95 oranında geleneksel iş
odaklıydık ve oldukça kârlıydık.
Pozisyonumuzu korumak ve
LED ışığı büyük resme hızlı
bir şekilde dâhil etmek ve
yavaş yavaş yol katetmesini
sağlamak için tahminler
yürütebilen, müşteriye, hesap
yönetimine hâkim, kullanıcıları
anlayan ve yeni teklifler
sunabilen bir program yarattık.
Bugünkü gelirimizin yüzde
50’sinin LED ışıktan geldiğini
söyleyebiliriz. Bu da demek
oluyor ki, kalan yüzde 50’yi
hâlâ geleneksel aydınlatmadan
kazanıyoruz. Değişimi
benimsiyoruz ve LED’in hızla
yol almasını sağlıyoruz.
Muhtemelen önümüzdeki
birkaç yıl içerisinde gelirimizin
yüzde 70’ini LED’den sağlıyor
olacağız.
Attığımız adımlara ve
bugüne dek öğrendiklerimize
baktığımızda, yıkıcı
teknolojicinin yalnızca bir
an ya da kısa bir bölüm
olmadığını görüyoruz.
Sektörümüzdeki bu
dönüşümün sonu yok. Şimdi
biraz da geleceğe odaklanalım.
Yıkıcı teknolojinin geleceğinde
neler var?
41
CEO Summit 2015
Süreç Yönetimi
Aynı anda hem dâhice bir
strateji yaratmalı hem de
yatırımı hayata geçirmelisiniz.
Büyük bir mirasa sahiptik,
sektörün yüzyıllara dayanan
her bir ayak izini biliyorduk,
yüzyıllardır aynı hedefler, aynı
değer zinciri ve aynı becerilerin
peşinden gidiyorduk. Artık
işlevini yitirmeye başlayan her
şeyi değiştirmemiz gerektiğine
karar verdik. Bu sürece
girmemizin iki sebebi vardı.
Birincisi, LED farklı bir ayak
izi gerektiriyordu bu yüzden
de sahip olduğumuz bazı
değerlerin değişmesi şarttı.
LED sayesinde organizasyon
olarak çok daha etkili
hareket edebileceğimizi fark
ettik. Bu değişimi hayata
geçirmek, büyük patlamayı
gerçekleştirebilmek için
bu süreci kucaklamamız
ve verimliliği artırmamız
gerekiyordu. Ve tabii ki
finansal açıdan yeterince güçlü
olmalıydık.
Sektörün önde gelen şirketi
olmanın, değişimi yönetmek
için yeterli olmadığını fark
ettik ve herkesi değişime
yöneltmek için planımızı
tanıtmamız gerektiğini
42
keşfettik. En azından
kendi sektörümüzde bunu
yapabilirdik. Yeni ürünlerimiz
vardı ve bunları piyasaya
sürebilirdik. Aynı zamanda bu
süreci müşterilerin de adapte
olabileceği bir şekilde yönettik.
Bir noktada yönlendirmemizin
artık yeterli olmadığını
fark ettik ve bu yüzden
müşterilerle bir araya gelerek
onları dinlemeye karar verdik.
Müşterinin ihtiyaçlarını daha
iyi anlamak ve onları bu sürece
dâhil etmek, bu dönüşümü
daha anlamlı kılacaktı. Çünkü
sonuçta ürünün ulaşacağı
nokta müşterilerdi. Değer
değişimini müşterilerle birlikte
yürütmek sürecin çok daha
sağlıklı bir şekilde ilerlemesini
sağladı.
Sonuç olarak, hem şirket
içerisindeki hem de sektördeki
eski ve yeni teknolojileri
yönetebilmeniz gerekiyor.
Bunun yanında, kapsamlı bir
yapısal planınız olmalı. Ve
tahmin stratejimizi yeniden
şekillendirmemiz gerekiyordu.
Ama bu da yeterli değildi.
Değişimi yönetmek için
kesinlikle gerekli olan iki
element daha bulunuyor. Bu
elementler organik planda
yer alması gereken birleşme
ve satın alma; ve araştırma
ve geliştirme. Bu dönüşümde
hızlı yol almak istiyorsanız,
bu büyük teknolojiyi
sahiplenebilecek şekilde
ilerlemelisiniz. Teknolojiye
dair geniş fikirlere sahipsiniz
ve pazara hâkimsiniz. Bu
değişimi yapabileceğinizden
emin olmalısınız. Eğer bir
etki yaratmak istiyorsanız,
gerçekten global anlamda
hareket etmelisiniz.
Ezber Bozan Dönüşüm
Akıllı Aydınlatma
Bugünlerde akıllı aydınlatma
dediğimiz yeni bir konsepti
tanıtıyoruz. Akıllı aydınlatma
bir iletişim biçimi. Işık ile
aramızda bir ilişki kurabiliyoruz
ve bu şu anda gerçekleşiyor, bir
gelecek beklentisi değil. Peki,
nasıl? LED ışık sayesinde yeni
bir teknoloji olarak internetin
gücünden faydalanıyoruz.
İçinde bulunduğunuz odadaki
her bir ışık noktası yönlendirici
bir veri barındırıyor. Bu sebeple
cep telefonunuzla her daim
bağlantı içerisindesiniz.
Bir ofis hayal edin.
Telefonunuza kurduğunuz
kamera sayesinde, telefon
otomatik olarak altında
bulunduğunuz ışığı algılıyor
ve otomatik olarak ışığı
yönetmeye başlıyorsunuz.
Işığı istediğiniz gibi
kişiselleştirebiliyorsunuz,
ister daha çok ister daha az
ışık, ister renkli, ister beyaz
ışık. Yalnızca çalışanlara değil
aynı zamanda ofis binasının
sahibine de ofisteki doluluk
oranı ve hatta insanların
davranışları hakkında bilgi
veriyor. Ofislerde tanıttığımız
bu konseptin değerine
gelecek olursak, bu sistem
sayesinde maliyet azalıyor.
Çünkü verimlilik artıyor ve
kullanım alanı azalıyor, bina
içerisinde kullanılmayan
alanlara hakim olunarak ışık
verilmesi önleniyor. İnsanlar ve
sistem arasındaki bu iletişim
sayesinde uygulama hayata
geçiyor. İşte biz buna akıllı bina
diyoruz.
Bir başka uygulama İstanbul
gibi şehirler için, yol
aydınlatması. Bugün, tüm ışık
noktalarını birbirine bağlayan
bir sistemi, tablet ya da cep
telefonu gibi cihazlardan
yönetebilecek bir uygulamaya
sahipsiniz. Tüm şehri bir
cihazla yönetebilirsiniz. Peki,
bu ne demek? Ve tabii ki yine
ışığı kişiselleştirebilir, şehirde
baştan aşağı farklı manzaralar
yaratabilirsiniz. Sistemin sahibi
olarak da, şehirde meydana
gelen aksaklıklardan ve
durumlardan haberdar olabilir;
bu uygulama sayesinde büyük
tasarruflar elde edebilirsiniz.
Perakendeciliği düşünün.
Bir mağazaya giriyorsunuz
ve edinmeniz gereken bir
takım malzemeler var.
Elinizde cep telefonunuz
var ve bu inanılmaz çözüm
de telefonunuza yüklü. Bu
da demek oluyor ki, cep
telefonu sayesinde mağazayla
birbirinize bağlısınız. İletişim
kurmaya başlıyorsunuz.
Nasıl mı? Örneğin, elinizde
hazırlamanız gereken bir tarif
ve gerekli olan malzemelerin
bulunduğu bir liste var.
Bütün mağazayı dolaşarak
tek tek arama yapmak
yerine, program aradığınız
şeyin nerede olduğunu size
gösteriyor. Ya da mağaza
sahibi açısından düşünelim.
Mağaza sahibi sizin o anda o
rafın önünde olduğunuzu ve
neye ihtiyaç duyduğunuzu
biliyor. Telefonunuzun
üzerinizde bulunan aydınlatma
noktasına sayesinde, kendisi
size tavsiyeler vererek,
promosyonlar hakkında
bilgilendirerek sizinle
konuşmaya başlıyor.
Son olarak, bir müze düşünün.
Müzeyi ziyaret ediyorsunuz,
bir tablonun önündesiniz ve
yine bir aydınlatma noktasıyla
bağlantılısınız. Bu sayede
o an karşınızda bulunan
tabloya dair tüm bilgileri
telefonunuzdan almaya
başlıyorsunuz. Günümüz
teknolojisi, kullanıcılar ve
altyapı arasında karşılıklı bir
iletişim kurulmasını mümkün
kılıyor.
43
CEO Summit 2015
Kilit Elementler
Yıkıcı dönüşüm çerçevesinde bu yolculuğun bizi nereye
götürdüğüne dair kilit noktalara değinerek konuyu
özetleyelim.
Daima ileriye bakın.
Sektörde bir lider olarak,
pazarın dönüşümünü
yönetmek ve sürekliliği
sağlamak gibi bir sorumluluğa
sahibiz.
Hızlı olun.
Değişimi kucaklamaktan
çekinmeyin. İlk olmak ve
denemek her zaman çok
önemli. Hatalar yapabiliriz ve
hatta bunu iki kez üst üste
de yapabiliriz. A noktasından
B noktasına ilerlemeye
çalışabiliriz ve B noktası
her zaman doğru bir varış
noktası olmayabilir. Ama yine
de deneyimizle yeni şeyler
öğreniriz.
Değişime yön verin.
Pasif kalmayın. Akkor
lambalardan vazgeçeceğimizi
söyledik ve pazara
sunduğumuz bu bilgiyi
kucakladık.
Plan yapın.
Tekrar değinmek gerekirse,
müşteriden tedarikçiye
44
dek değer zincirinin her
bir noktasını değiştirmeye
çalıştık. Her şeyi yeniden
şekillendirmemiz gerekiyordu.
Hem sektörün geçmişini, hem
müşteriyi hem de kapasiteyi
göz önünde bulundurmalıydık.
Sektörün ayak izleri, müşteriler,
yetkinlikler gibi pek çok taraf
bu plana dâhil. Plan, değişime
yön verebilmenin temelini
oluşturuyor.
Tutarlı olun.
Değişimin hiçbir zaman sona
ermeyeceğini fark ettik. Yüzyıl
boyunca şirket olarak büyük bir
değişikliğe gitmemiştik. Çünkü
liderdik ve bu konuda oldukça
rahattık. Ama günümüzde,
bilginin sürekliliğine
baktığımızda tutarlı bir şekilde
ilerlememiz ve bu dönüşümü
kucaklamamız gerektiğini fark
ettik.
Değişim bedelsiz gelmez.
Değişime yatırım yapmalıyız,
eğer bir de yön verebilirsek
büyük etkiyi gerçekleştirebiliriz.
Ezber Bozan Dönüşüm
45
EZBER BOZAN DÖNÜŞÜMÜN
DİNAMİKLERİ
Prof. Dr. Clayton Christensen
Harvard Business School Profesörü
CEO Summit 2015
Yıllar önce yaptığımız bir çalışmada bazı şirketlerin
başarılarını sürdürmekte neden zorlandıklarını anlamaya
çalıştık. Ulaştığımız sonuç oldukça enteresandı: Başarılı
şirketlerin başarılarını sürdürmekte zorlanmalarının nedeni
her şeyi doğru yapmalarıydı. Burada kilit nokta ise bizim
ezber bozan inovasyon adını verdiğimiz inovasyon türüydü.
Bir ürün ya da hizmetin
zaman içinde gösterdiği
performansı bir grafikle
gösterdiğimizi düşünün.
Grafiğin üst tarafında daha
karmaşık ürünler ve karmaşık
müşteriler yer alırken, pazarın
alt ucunda daha basit ürünler
bulunur. Her piyasada iki eğri
söz konusudur. İlki müşterilerin
hemen faydalanabileceği
gelişmeleri gösteriyor. Yani
bu modelin ilk temel unsuru
müşterilerin faydalanabileceği
gelişmeler eğrisidir. İkinci
temel unsur ise sürekli olarak
daha iyi ürünler üretmeye
devam eden inovatif şirketlerin
sunduğu gelişmeler eğrisidir.
Buradaki en önemli bulgu;
teknolojik gelişmeler eğrisinin
neredeyse her zaman
müşterilerin bu teknolojiyi
kullanabilme kabiliyetini
aşmasıdır. Dolayısıyla başlangıç
aşamasında müşterilerinin
ihtiyaçlarını karşılayamayan bir
şirketin, ilerleyen zamanlarda
48
müşterinin taleplerini ıskalama
olasılığı çok yüksektir.
Bunu neredeyse her yerde
görebilirsiniz. Biz akademik
dünyada bu duruma online
eğitim alanında rastlıyoruz.
Bundan 10 yıl önce hiçbir
online eğitim programı sınıfta
yer alan bir öğretmen kadar
iyi değildi ancak o kadar
hızlı bir iyileşme gösterdi
ki artık pek çok derste
sınıflarda profesörlere ihtiyaç
duyulmuyor. Şirketlerin daha
iyi ürünler geliştirmelerini
sağlayan inovasyonların bazısı
başkalarının inovasyonları
üzerine kademeli olarak
geliştirilirken, kimisi çığır
açan inovasyonlardır. Ama
her ikisinin de amacı aynıdır:
Pazarda rekabet etmeyi
kolaylaştıracak gelişim eğrisini
yükseltmek. Başlangıçta
sektör lideri olarak pazara
giren şirketlerin genel olarak
sonuna kadar liderliklerini
koruduklarını tespit ettik. Ama
bir inovasyon türü var ki biz
buna ezber bozan inovasyon
diyoruz, başarılı şirketlerin
sonunu hazırlıyor. Biz ezber
bozan kavramını çığır açan
bir gelişmeyi anlatmak için
değil, piyasaya sürdükleri
ürünler mavi eğrideki liderlerin
ürettiği kadar iyi olmamasına
rağmen piyasada yıkıcı bir etki
yarattıkları için anlatıyoruz.
Basit ve makul fiyatlı ürünler
piyasanın alt ucunda yer alan
ve basit ihtiyaçları bulunan
müşterileri yakalıyor. Buradaki
temel bulgumuz şu: Pazara
ezber bozarak giren şirketler
daima kazanır ve yerleşik
şirketler için ciddi bir tehdit
oluşturur.
Ezber Bozan Dönüşüm
Bu konuyu bir örnekle açıklayalım:
Bundan 40 yıl önce çelik
sektöründe olanları düşünün.
Önce Amerika’da başlayan
ve ardından Avrupa’ya; daha
sonra Çin ve Hindistan’a
yayılan bir durumdan söz
ediyorum. Pek çoğunuzun
bildiği gibi dünya çelik
üretiminin büyük bölümü
entegre çelik fabrikalarında
gerçekleşiyordu. Bugün
bir entegre tesis kurmanın
maliyeti 10 milyar doları
buluyor. Ama artık yepyeni bir
teknoloji var. Bir tür elektrikli
hurda eritme ocağı olan
haddehaneler. Haddehanelerin
en önemli özellikleri
istediğiniz kalitede çeliği
entegre bir çelik fabrikasında
üreteceğinizden yüzde 20
daha düşük bir maliyetle
üretebilmesi. Dünyanın
herhangi bir yerindeki entegre
bir çelik fabrikasının CEO’su
olduğunuzu düşünün. Çelik
üretim maliyetinizi yüzde
20 düşürecek bir teknoloji
var ve tek yapmanız gereken
henüz hiçbir çelik fabrikası
kullanmamışken bu teknolojiyi
alıp hayata geçirmek. Pazarın
alt ucunda nervürlü çelik
çubukları, üst ucundaysa
çelik sac var. Haddehaneler
elektrikli fırınlar kullandıkları
için 1970’lerde uygulanabilir
hale geldiler ama üretim
kaliteleri gerçekten kötüydü.
Aslına bakarsanız nervürlü
çelik çubuk, yani beton
güçlendirme çubuğu pazarı,
haddehanelerin iş yapabileceği
tek alandı. Haddehaneler
çelik çubuk pazarına girince
entegre çelik fabrikaları
memnuniyetle bu pazardan
çıktı. Çünkü bu pazarda kar
marjı sadece yüzde 7 idi.
Küçük bir hesaplama yaptılar
ve çelik çubuk pazarından
çıkmaları durumunda kar
marjlarının artacağını
gördüler. Zira pazarın daha üst
segmentlerinde marjlar daha
yüksekti.
Dolayısıyla haddehaneler çelik
çubuk üretim kapasitelerini
genişlettikçe entegre tesisler
pazardan çekildi ve kar
marjlarını artırdı. Bu arada
haddehaneler de yüzde
20 maliyet avantajıyla bu
pazardan büyük paralar
kazandı. 1979 yılına kadar
her iki taraf da durumdan
çok memnundu. Ta ki
haddehaneler son entegre
çelik üreticisini pazardan
silinceye kadar. 1979’da
çelik çubuk fiyatları ne oldu
peki? 1979 yılında çelik
çubuk fiyatları yüzde 20
düştü. Bu da demek oluyor
ki bu stratejinin kimsenin
farkında olmadığı bir yönü
var: Düşük maliyet stratejisi
ancak ve ancak pazarda
yüksek maliyetle çalışan bir
rakibiniz olduğu sürece işe
yarar. Haddehanelerin son
yüksek maliyetli entegre
oyuncuyu pazarın dışına
atmasıyla birlikte tek rakibi
yine haddehaneler oldu. Ve
rekabet, fiyatları hızla aşağı
çektiği için bir süre sonra
kimse para kazanamaz oldu.
Haddehaneler ne yaptı? Daha
iyi ve daha geniş çaplı çelik
üretmeleri durumunda yeniden
para kazanabileceklerini ve
kar marjlarının yükseleceğini
düşündüler. Haddehaneler
kapasitelerini artırdıkça
entegre üreticiler pazardan
çekildi. Zira onlar için karlı
olan pazardan çekilmekti,
tıpkı haddehaneler için
karlı olanın pazara girmek
olması gibi. Sonunda Kuzey
Amerika’da çeliğin yüzde
65’i haddehaneler tarafından
üretilmeye başlarken büyük
entegre çelik üreticileri birer
birer iflas etmeye başladılar.
49
CEO Summit 2015
Gördüğünüz gibi tüm bu
hikayeyi yönetim hatası lafını
kullanmadan anlattım. Çünkü
burada bir yönetim hatası yok.
Entegre çelik üreticilerinin
pazardan çıkmasının nedeni
de haddehanelerin pazara
girmesinin nedeni de aynı: Kar
peşinde koşmak. İşte başarıyı
sürdürmenin bu kadar zor
olmasının nedeni de bu.
Tüm bunlar sadece çelik
sektöründe yaşanmıyor. Bazı
ülkelerin dünya çapında
rekabet gücüne sahip
olmasının ve çok karlı işler
yapmasının nedeni de aynı.
Bu ülkeler ezber bozan
yeniliklerin yaşandığı ülkeler.
Toyota’nın Kuzey Amerikalı
otomobil şirketlerini piyasadan
silmesinin nedeni pazara lüks
arabalarla değil, basit sıradan
arabalarla girmesiydi. Yerleşik
otomobil üreticileri Toyota’nın
dipten geldiğini gördüklerinde
büyük müşteriler için büyük
otomobiller üretmek varken,
alt yüklenici seviyesinde
üretim yapmanın bir manası
olmadığını düşündüler. Ama
sonunda Japon otomobilleri
Amerikan otomobillerini
öldürdü. Tıpkı daha sonra
Güney Kore’nin Kia ile Japon
50
otomobillerini öldüreceği
gibi. İnternetin ABD Posta
Kurumu’nu nasıl bitirdiğini
düşünün. Ya da Brezilyalı jet
üreticisi Embraer’i. Embraer
130 kişi kapasiteli, kısa mesafe
uçuşlara uygun uçaklarıyla
Airbus’ın düşüşe geçmesine
neden olmadı mı?
Benzer şekilde bankalar
da ezber bozan şirketler
tarafından yıkıma uğruyor.
Bunun sonuçlarını yakın
zamanda göreceğiz. Üstelik
tüm sektörlere de yayılıyor. Bu
durum liderler için bir tehdit
olduğu kadar bir fırsat aynı
zamanda. Büyümeyi sağlamak
için bu ezber bozan güçleri
nasıl dizginleyebileceğiniz
konusunda bazı fikirlerim var.
Ezber Bozan Dönüşüm
Gerçek işlerle gerçek büyüme sağlamayan inovasyonlara
yatırım yapmayın.
Japonya, Batı Avrupa ve
Amerikan ekonomilerine
baktığınızda hiç
büyümediklerini görürsünüz.
Biz sadece ekonomimizin
finansal hizmetler bölümü
için kar yaratıyoruz. Gerçek
işlerle gerçek büyüme
sağlayamıyoruz. Çünkü gerçek
istihdam yaratamıyoruz.
Sorun şu: Ekonomilerimiz
neden gelişme mücadelesi
veriyor? Aslına bakarsanız
finans sektörü bizi, gerçek
işlerle gerçek büyüme
sağlamayan inovasyonlara
yatırım yapmaya zorluyor.
Bizim araştırmalarımıza göre
inovasyonun 3 türü bulunuyor.
51
CEO Summit 2015
1. Pazar Yaratan İnovasyon:
İçiçe geçmiş üç daire düşünün.
Bunlar pazardaki müşterileri
temsil ediyor. En içteki daire en
zengin müşteri grubunu temsil
ediyor. En dıştaki ise en az
parası olan müşteri grubunu
temsil ediyor. Dolayısıyla
dışarıya doğru her çember
kademeli olarak daha az parası
olan müşteri grubu anlamına
geliyor. Neredeyse her
zaman endüstrinin başlangıç
noktası işte bu merkezdeki
çemberdir. Zira ilk ürünler
daima yalnızca çok parası
olanların erişebileceği kadar
pahalı ve karmaşıktır. Ezber
bozan inovasyon sayesinde
daha erişilebilir hale gelir
ve giderek daha fazla insan
ürüne ulaşır. Ezber bozan
inovasyonun bir ekonomi
için kritik önem taşımasının
esas nedeni de budur. Makul
bir fiyatla erişilebilir ürünler
geliştirerek gerçek iş ve gerçek
büyüme sağlar. Dolayısıyla bu
ürünleri kullanan tüketici sayısı
arttıkça, bu ürünleri üretmesi,
satması, dağıtması ve satış
sonrası hizmetlerini yürütmesi
için daha fazla insan istihdam
etmeniz gerekir.
52
Buna iyi bir örnek olarak
bilgisayarları verebiliriz. İlk
bilgisayarların maliyetinin
yaklaşık 2 milyon dolar
olduğunu ve yalnızca
büyük şirketlerin ve büyük
üniversitelerin birer bilgisayar
sahibi olabildiğini biliyoruz.
Daha sonra kişisel bilgisayarlar
2 milyon dolarlık maliyeti
2 bin dolara düşürünce her
geçen gün daha çok insan
için erişilebilir olan bilgisayar
bugün dünyanın dört bir
yanındaki milyarlarca tüketici
tarafından kullanılıyor. Elbette
daha fazla insanın bilgisayar
kullanması demek, daha
fazla bilgisayar üretebilmek,
satabilmek, tamir edebilmek
vs. için daha çok sayıda insan
istihdam etmek anlamına
geldi.
Aynı durumu otomobillerde
de yaşadık. Başlangıçta
sadece bir zengin oyuncağı
olan otomobil Henry Ford’un
Model T adını verdiği arabayla
birlikte daha fazla insanın
satın alabileceği fiyatlara
çekildi. 1960’larda Toyota
Corona modeli ile Amerika’yı
adeta istila etti ve yetişkinliğe
adım atan gençlerin bile
otomobil sahibi olmasını
sağladı. Ve yine daha fazla
insan otomobil satın aldıkça
daha fazla kişi iş sahibi oldu.
Pazar yaratan inovasyonlara
gerçek iş yaratan ezberbozucu
inovasyon dememizin nedeni
işte bu.
2. Devam İnovasyonu:
Devam inovasyonları da
ekonomiler açısından
son derece önemli, zira
ekonomiyi canlı ve rekabetçi
tutan inovasyon türünü
oluşturuyorlar. Kar marjlarının
yüksek kalmasını sağlayan
bu inovasyon türünün amacı
daha önce üretilmiş olan
ürünü iyileştirmek. Dolayısıyla
bu, pek de büyüme sağlayan
bir inovasyon türü değil. Sizi
mevcut ürünün iyileştirilmiş
halini satın almaya ikna
ederek eski ürünü almanızı
önlüyor. Tıpkı Toyota’nın
sizi hibrit Prius almaya ikna
etmesi durumunda sıradan bir
araba almamanız gibi. Devam
inovasyonunun özelliği yer
değiştirici etki yaratmasıdır.
Ekonomik açıdan büyük önem
taşımakla birlikte bu inovasyon
türü yeni istihdam yaratmaz,
eskisinin yerine yenisini koyar.
Ezber Bozan Dönüşüm
3. Verimlilik İnovasyonu:
Üçüncü ve son inovasyon türü
olan verimlilik inovasyonu
daha az maliyetle daha
fazlasını yapmanızı sağlayan
yenilikleri ifade eder. Bu tür
inovasyonlar da ekonomik
açıdan son derece önemlidir
zira daha verimli çalışmayı
öğrenmezseniz, eninde
sonunda pazardan silinirsiniz.
Doğası gereği daha az
kaynakla daha fazlasını
üretmeye çalıştıkları için
verimlilik inovasyonları
istihdam yaratmaz, aksine
istihdamı düşürür. Ama
aynı zamanda bilançodaki
nakitin akmasını ve yatırım
yapmak üzere yeniden
kullanılabilmesini sağlar. Bu
yönüyle orijinal inovasyon
türüyle bağlantılıdır. Bu,
yönetici bakış açısıyla
kurulmuş büyük bir sistemdir.
Dolayısıyla verimlilik
inovasyonları yeterli sermayeyi
sağladığı ve pazar yaratan
inovasyonlar yeterli istihdamı
yarattığı sürece sistem
sorunsuz çalışan bir makine
gibi işler.
53
CEO Summit 2015
1990’lı yılların başında batı
ülkelerinde başlayan ve
bağlantı hatlarının kopmasına
neden olan bir şey oldu ve
hiç kimse bunun nedenini
anlayamadı. Eğer burada
size ürün sunabilmek için
gerekli girdileri saymaya
kalkarsam bazı girdilerin kum
kadar ucuz ve kullanışsız
olduğunu göreceksiniz. Kumun
kullanımına özen göstermek
zorunda değiliz zira hem
ucuz hem de sahipsizdir.
Yani ihtiyacımız olduğunda
54
harcayabiliriz. Ama diğer
girdi türleri nadir ve pahalı
olabilir. Ve eğer bir şey hem
nadir hem pahalı ise onu
sadece gerçekten ihtiyacınız
olduğunda kullanabilirsiniz
ve boşa harcamadığınızdan
emin olmalısınız. Örneğin
1990’lı yıllarda sermaye
maliyetli ve nadirdi. Finans
bize büyümek için sermayeyi
nasıl kullanmamız gerektiğini
öğretti. Bu da önemli bir
soruna neden oldu. Bana
göre 1980’lerde finansın bazı
kapitalist ülkelerde adeta
bir kiliseye dönüşmesine
neden oldu. Ben bunlara
yeni finansın ibadethaneleri
diyorum. Örneğin İzlanda’nın
başkenti Reykjavik. Bu
kiliselerin cemaati Harvard
gibi okullardan mezun MBA
öğrencileriydi ve buralarda
konuşulanlara yürekten
inanıyorlardı. Kilisenin rahipleri
ise benim gibi üniversite
profesörleriydi. Öğrencilerimize
öğretmeye çalıştığımız şey
şuydu:
Ezber Bozan Dönüşüm
1970’ler boyunca başarıyı
ölçmenin tek yolu, nakit
miktarı gibi rakamlardı.
Finansla uğraşanlar başarıyı
oranlarla ölçmemiz gerektiğini
söylüyordu ve oranlar, bir
sektördeki bir şirketi, bir
başka sektördeki şirketle
karşılaştırmamıza olanak
sağlıyordu. Ama başarıyı
oranlarla ölçmek yöneticilerin
yanlış yapmasına neden
oldu. Başarıyı ölçmekte
kullanmaları gereken rakamlar
arasında öğrencilerimize ilk
anlattıklarımızdan biri net
aktif getirisi. Hepiniz okul
yıllarınızdan hatırlarsınız, oran
hesaplarında pay ve payda
bulunur. Eğer bir yönetici
olarak, aktif getirinin artmasını
istiyorsanız iki seçeneğiniz
vardır: Ya daha fazla kar eder
ve onu pay kısmına yazarsınız
ya da eğer inovasyon yapmak
zor ise aktifleri artırmak için
bazı şeyleri dışarıdan alır,
paydaya yazarsınız. Bunlardan
biri mutlaka aktif getirinin
artmasını sağlayacaktır. İç
getiri oranında üçüncü ölçüt
karşılaştırmalı oranlardır.
Şöyle ki; eğer iç getiri oranının
artmasını istiyorsanız kesirin
pay kısmına daha fazla kar
koyabilirsiniz. Ama eğer bu
zorsa, bu kesirin paydası
parayı koyduktan sonra onu
geri çekme hızınızın ölçüsü
olacaktır. Böylece kısa vadede
geri dönüşü olacak bir yatırım
yapmış olacaksınız ve serbest
nakit akışınız olacak. Bu
durumda bir analistle görüşüp
nereye yatırım yapmanız
gerektiği konusunda size fikir
vermesini isteyebilirsiniz.
Analist bu durumda pazar
yaratan inovasyonlara yatırım
yapmanızı önererek bunların
ezber bozan inovasyonlar
olduğunu ve gerçek büyüme
sağladıklarını söyleyecektir.
Ne var ki bu inovasyonların
sorunu geri dönüşünün 5
ila 10 yıl alması, yani son
derece uzun sürmesidir.
Oysa siz şirketi büyütmek
ve sermayenizi bilançonuza
eklemek zorundasınız. Öte
yandan eğer sermayenizi
verimlilik inovasyonlarına
yatırırsanız gerçekten son
derece hızlı bir şekilde, 6 ay ile
2 yıl arasında bir zamanda geri
dönüş alırsınız. Dolayısıyla bu
noktada sermayenizi verimlilik
inovasyonuna yatırıp hızlı geri
dönüş alarak iç getiri oranını
da yükseltebilirsiniz. Ama
şimdi analistimizin yeni bir
sorunu var: Nakit akışı artık
çok daha fazla. Peki şimdi
ne olacak? Analistimiz pazar
yaratan inovasyon fırsatlarını
araştırabilir. Ama burada da
sorun şu ki bu inovasyonlar
büyüme sağlamıyor. 5 ila
10 yıl içinde büyüme sağlar
ama iç getiri oranı düşer. Bu
nedenle her şeye ragmen
verimlilik inovasyonlarına
yatırım yapmak en akıllıca fikir
olabilir. Ne de olsa geri dönüşü
hızlı, iç getiri oranını artırıyor
ve tekrar tekrar yatırım
yapılabilir. İşte Japonya,
Batı Avrupa ve Amerika gibi
ülkelerde yaşanan sorun da
bu. Bu ülkelerdeki büyük
şirketler istihdam ve büyüme
sağlayan inovasyonlara
değil, aksine istihdam
azaltan ama serbest nakit
akışını artıran inovasyonlara
yatırım yaptılar. Bu nedenle
çok garip bir sonuca ulaştık.
Bizim ekonomilerimizde
sermaye her yerdeydi ve sıfır
maliyetliydi. Ama finansçıların
yöneticilere verdiği matris
yüzünden insanlar büyümeye
yatırım yapamıyorlardı.
Türkiye ve çevresindeki ülkeler
gibi ülkeler için sermayeyi
büyüme sağlayacak şekilde
kullanmak muazzam bir
fırsat yaratacaktır. Çünkü
dünyanın dev şirketleri ezber
bozan inovasyonlar sayesinde
ortadan kaldırıldı.
55
CEO Summit 2015
Uluslar Nasıl Büyür?
Bu noktada yanıtlanması
gereken soru şu: Dünyada
sadece ezber bozan
inovasyonun merkezindeki
çemberdeki insanların çok
pahalı olması nedeniyle ürün
ve hizmetlere erişiminin
olmadığı bir pazar var mı?
56
daha fazla insanı işe aldılar ve
böylece ,insanların kolaylıkla
erişebileceği fiyatlarda
otomobiller ürettiler.
1970’lerde işim gereği
Kore’deydim. O yıllarda Kore
Asya’nın en fakir ülkelerinden
biriydi. Şimdi ise son derece
zengin ve refah içinde. Peki
nasıl oldu da Kore bu kadar
zenginleşti?
Hindistan’da buzdolabı üreten
Godrej ise bir diğer örnek.
Hikayenin başlangıcında
Hindistan’da buzdolabı sadece
zenginlerin erişebileceği
bir üründü. Bu adamların
yapmaya çalıştığı, ezber bozan
bir teknolojiyle uygun fiyatlı ve
pek çok insanın erişebileceği
ürünler geliştirerek büyümek
oldu.
Kia diye bir marka yarattılar.
Benim orada bulunduğum
yıllarda Kia üç tekerlekli bir
araba geliştirdi ve her yerde
bu arabalar vardı. Kore’nin
yollarında sadece Kia’nın
üç tekerlekli otomobilini
görebiliyordunuz. Fakat daha
sonra ürünlerini iyileştirmeye,
geliştirmeye başladılar. Düşük
maliyetli konumlarını pazarın
üst kısımlarına tırmanmak
için bir avantaj olarak
değerlendirdiler ve diğer
otomobil şirketlerini yıkmaya
başladılar. Yerel piyasada
daha fazla araba üretmek,
satmak, pazarlamak ve satış
sonrası hizmet vermek için
Onlar bu işi böyle yaptılar.
Şimdi dünyadaki buzdolabı
üreticilerinin büyük bölümü
bu yöntemle, bir motor ve bir
soğutucu kullanarak buzdolabı
üretiyor. Ama bunu yapmanın
başka bir yolu daha var.
Peltier etkisinin kullanıldığı bu
yöntemde bir bizmut kablosu
ile bir bakır kablo birleştiriliyor.
Bir yönden elektrik verdiğiniz
zaman bu bağlantı ısıyı emiyor
ve ortamın soğumasına neden
oluyor. Ancak aksi yönden
elektrik akımı sağlandığında
ortam ısınıyor. Üreticiler bir
kutunun içine bu kabloları
döşeyip bir yandan da elektron
akışı sağladığında kutunun
içindeki ısının emileceğini
ve soğuyacağını fark etmiş
oldular. İçerideki ısı 3 dereceye
düştü. Bu, buz yapmak için
yeterli değildi ama temel
gıdaları saklamak için gayet
uygundu. Böylece insanlar her
gün markete gitmek zorunda
kalmıyordu. Bu birinci nesil
buzdolapları sadece insanların
erişimini kolaylaştırmakla
kalmayıp, aynı zamanda
marketlerin soğuk ürünler
satabilmesini de olanaklı
hale getirmişti. Bunun yanı
sıra bu buzdolabının daha
fazla üretilmesi, satılması,
pazarlanması, servisi için daha
fazla insanın istihdam edilmesi
gerekti.
Şimdi benim size önerim
Türkiye’de ve çevresindeki
ülkelerde büyüme fırsatlarının
hangi alanlarda olduğunu
araştırmanız. Kendinize şunu
sorun: Ürünlerin sadece
zenginlerin erişebileceği kadar
maliyetli olduğu bir pazar var
mı? Onları daha erişilebilir
hale getirebileceğiniz bir
teknolojiniz var mı? Bu sadece
şirketinizin değil ülkenizin
de büyümesini sağlayacak
mekanizmadır. Dünyanın
dev ekonomileri başarıyı
Ezber Bozan Dönüşüm
ölçme metotları nedeniyle,
çok paraları olmasına
rağmen bu tür inovasyonlara
erişemiyorlar.
Venezuela ya da Nijerya gibi
petrol ve doğal kaynaklara
sahip ülkelerin neden
büyümediğini ve halklarının
neden hala fakir olduğunu
merak ettiniz mi?
Çünkü doğal kaynaklar
bakımından zengin ülkelerin
global pazarlara sattıkları
ürünler genellikle petrol
gibi emtialardır. Ve emtia
pazarında ancak verimlilik
inovasyonu yapmak mümkün
olabilir ki bu da istihdamı
azaltır. Bu sektörlere yapılan
yatırımların sonucunda
herkesin zenginleşeceğini
düşünürsünüz ama aslında
bu sektörlere yatırım
yapılmasının amacı zaten
istihdamı azaltmaktır.
İstihdam yaratmanın tek yolu
pazar yaratan inovasyonlar
gerçekleştirmektir ki bu
da petrol endüstrisinde
imkansızdır.
Ezber bozan inovasyonların
arkasında yatan temel bir
prensibi vardır. Rakiplerimizin
bizi piyasadan silecek gücü
olup olmadığını ve bizim onları
piyasadan çekilmeye zorlayıp
zorlayamayacağımızı bilmek
zorundayız. Araştırmalar
gösteriyor ki eğer zaten
iyi olan bir ürünü daha
da iyileştiren bir devam
inovasyonu ile pazara
girersem, mevcut oyuncular
yani aynı eğri üzerindeki
rakiplerim daha fazla kar elde
etme motivasyonuyla beni
pazardan silmeye çalışacaklar.
Pazara üst uçtan girmeye
çalıştığınızda ezber bozan
inovasyonun asla başarıya
ulaşmamasının nedeni de
budur. Çünkü liderler ya sizi
almaya ya da taklit etmeye
çalışacaktır. Oysa pazara alt
uçtan girmeye çalıştığınızda
Pazar liderlerinin genel
eğilimi sizinle savaşmak
değil, kaçmak olacaktır. Tesla
örneğini düşünelim: Teoriye
göre Tesla lüks segmentte
konumlandığında BMW gibi
üst uçtaki markalarla rekabet
etmek zorunda kalacaktır.
BMW çok daha büyük bir
şirket ve pazarı kaybetmesi
durumunda kaybedecek
çok fazla şeyi var. Teorimiz
BMW’nin bu nedenle ya Tesla
ile karşılaştırılabilecek bir
modeli piyasaya süreceğini ya
da Tesla’yı satın alma yoluna
gideceğini öngörüyor.
57
GÜNEY KUTUP KEŞFİ
Ben Saunders
En Uzun Kutup Yolcuğunu Yapmış
Dünya Rekortmeni
CEO Summit 2015
Güney Kutup Keşfi
Genellikle kutup kaşifi olarak
tanıtılıyorum. Kulağa oldukça
yenilikçi ve 21. yüzyıla özgü bir
iş unvanı gibi geliyor. Okuldaki
kariyer rehberim hiçbir zaman
kutup kaşifi olmak gibi bir
meslekten söz etmemişti.
Bunun sebebi de muhtemelen
dünya üzerinde iki kutup
bulunması ve ikisinin de
uzun zaman önce keşfedilmiş
olmasıydı. O halde ben burada
neyden bahsedeceğim?
Anlatacağım hikâyenin özetine
yıkıcı inovasyon diyebiliriz.
Benim için yıkıcı inovasyon,
soğuk bölgelerde ağır eşyaları
sırtlanmak ve kilometrelerce
yolu yürümek anlamına
geliyor. Dahası; zorluklarla
başa çıkmak, içimdeki en
iyi beni ortaya çıkarmak,
gösterebileceğim en yüksek
performansı sergilemek ve
çetrefilli bir iklimde çetin
şartlara ayak uydurmak...
Eğer kafanızda işinizden
istifa etmek, birkaç kayak
takımı almak ve Antarktika’ya
gitmek gibi düşünceler varsa,
onlara mani olmak istemem.
Umuyorum ki benim hikâyem,
hedeflere, zorluklara ve
yolculuklara biraz daha farklı
açılardan bakmanıza yardımcı
60
olacak. 11 uzun yolculuğa
çıktım ve bu yolculukların
toplamı, hayatımın yüzde
ikisinden fazlasını Antarktika
ya da Kuzey Kutbu’nda bir
çadırda yaşayarak geçirdiğime
işaret ediyor. Yürüyerek 6
bin kilometreden fazla yol
katettim. En son yaptığım ve
bir yıl önce bitirdiğim yolculuk,
bugüne dek adım attığım en
büyük ve en hırslı olduğum
yolculuktu.
Avustralya’nın iki katı
ya da Çin ve Hindistan’ı
birleştirdiğinizde elde
edeceğiniz büyüklüğe sahip
olan Antarktika karası dünya
üzerindeki en soğuk, vahşi ve
kuru iklime sahip. Ekim 2013
ve Şubat 2014 arasında ekip
arkadaşım ve ben, Antarktika
açıklarından Güney Kutbu’na
yürüdük ve aynı şekilde geri
döndük. Bu yolculukta 3 bin
kilometre yol yürüdük; yani
İstanbul ile Londra arasındaki
mesafeye eş değer bir yol
teptik. Yolculuk 180 gün
sürdü ve bu macerayı en
güzel özetleyen Malezya’dan
bir gazete oldu: İki kaşif, bir
önceki yolculukta hiç kimsenin
sağ kurtulamadığı kutup
yolcuğunu tamamladı. Bizden
önce bu yolculuğu başarabilen
pek kimse olmadı. Beş kişi
öldü ve diğerleri de yolculuğu
tamamlayamadı. Bir yüzyıldan
uzun zamandır bu yolculuk
tamamlanamadı.
Ezber Bozan Dönüşüm
Tera Nova Keşfi
Kutup keşfi, iki meşhur kişiyle
anılır: Robert Falcon Scott
ve Ernest Shackleton. 12 yıl
boyunca Güney Kutbu’na
ulaşan ilk insanlar olmak için
çaba sarf ettiler. Yalnızca
bir yüzyıl önce insanlar ay
hakkında Kuzey Kutbu’na göre
daha çok bilgiye sahipti ve
Antarktika’daki bilinmeyenlere
karşı daha iyi haritaları vardı.
Antarktika’nın ise ne haritası
vardı ne de herhangi bir
insanoğlu orada bulunmuştu.
Pek çok teori yer alıyordu.
Hatta bazıları Antarktika’nın
ortasında bir okyanus
olduğunu iddia ediyordu.
Bazıları ise tam ortasında
dünyanın merkezine inen bir
delik olduğunu söylüyordu.
Scott’ın son keşfi, Tera Nova
1910 yılında başladı. O ve
ekibi köpekler, traktörler,
atlar ve tonlarca malzemeyle
İngiltere’den yola çıktılar.
Scott ve beş kişilik ekibi Güney
Kutbu’nda keşfe yürüyerek ve
kayak yaparak devam ettiler.
Güney Kutbu’na vardıklarında
orada birileriyle karşılaşmayı
bekliyorlardı. Karşılarına
bir çadır ve bir bayrak çıktı.
Üzerinde ise Roald Amundsen
yazıyordu. Amundsen
köpekleriyle ilerleyerek oraya
ulaşmıştı. Scott ise daha çok
yürümeyi, yol üzerinde bilimsel
deneyler yapmayı ve kaya
örnekleri toplamayı tercih
etmişti. Amundsen’in hedefi
yalnızca oraya ulaşmaktı ve
bunu Scott’tan önce başardı.
kıramadığı bir maraton
rekoruydu. Kendim için
hazırladığım bir mücadeleydi.
On yıldan uzun süredir
ulaşmak istediğim hedefimdi.
Scott ve beş kişilik ekibi 1912
yılında gerçekleşen dönüş
yolculuğunda yaşamını yitirdi.
Yani bu yolculuk yıllarca
tamamlanmamış biçimde
kaldı. Şöyle bir gerçek vardı
ki, bu adamların hepsi tüm
planlamalarını yapmış ancak
bu zorlu bölgede atletik bir
başarı sergileyememişti. Peki,
neden? Yüzlerce yıl önce
şimdiki standartlara göre
bakıldığında bu kaşiflerin
kıyafetleri yeterince donanımlı
değildi, ekipmanları zayıf
ve yemekleri azdı. Hatta
fermuar icat edilmediğinden,
elbiselerinin fermuarı
bile yoktu! Bugünse GPS,
uydu telefonları gibi pek
çok teknolojik avantaja
sahibiz. Elimizdeki inanılmaz
teknolojiye rağmen nasıl
olur da kimse bugüne dek
bu yolu bitirmez? Benim için
bu yolculuk, 1912 yılında
başlamış ve tüm bu inovasyon
ve devrime rağmen kimsenin
61
CEO Summit 2015
Yolculuk Başlıyor
Yolculuk Ekim 2013’te başladı.
Scott’ın aksine, bizim destek
ekibimiz yoktu. Evet, harika
kıyafetlere, teknolojiye, kuru
yemeğe ve gerekli malzemelere
sahiptik. Aslında amaç,
kendimizi birer birey olarak
ne kadar zorlayabileceğimizi
görmekti. Köpeğimiz ya da
traktörümüz yoktu. İkimizde de
150 gün karnımızı doyuracak
200’er kilo ağırlığında gıda
malzemesi vardı. İçinde
kilolu iki insan olan bir banyo
küvetini 3 bin kilometre
boyunca çektiğinizi hayal
edin...
Yolculuğa Scott’ın ağaç
evinden başladık. Evin içi sanki
Scott ve Shackleton birkaç
dakika önce oradan ayrılmış
gibiydi. Hem ziyaret etmek
hem de yolculuğa başlamak
için olağanüstü bir yerdi. İlk
kez, korku hissi beni içine çekti
ve kendimden şüphe ettim.
Ben kimdim ki, bu yolculuğu
bitirebilecek güce sahiptim?
Aniden sindirilmiştim ve
gözüm korkmuştu.
Sanırım kendimi etrafta
daha çok şey görmeye
hazırlamıştım. Dağları ve
vadileri olan Grönland ve
Kuzey Kutup Okyanusu’nda
62
pek çok kez alıştırma yaptık
ama Antarktika karşımıza
dümdüz ve beyaz bir kara
parçası olarak çıkmıştı. Üç ya
da dört gün sonra artık adayı
göremiyorduk; etrafımız 360
derece düz beyaz bir ufuktan
ibaretti. Günde 10 veya 11
saatimizi hiçbir şey görmeden
geçiriyorduk. Etrafımızda
yaşayan hiçbir şey yoktu, ne
bir işaret, ne bir hayvan ne
de virüs. Tamamıyla steril
bir ortam. Antarktika’ya dair
vahşi yaşam belgesellerini
izlediyseniz, penguenleri,
kuşları ve yaşama dair başka
izleri görmüşsünüzdür ancak
onların hepsi başka bir
kıyıda. Bulunduğumuz yer,
bu dev kıtanın tam ortası ve
tamamen ölü. Bu bizim için
bir şoktu. Şoku yaşadığımızda
hava fena değildi. Ama hava
kötüleştiğinde önümüzü bile
göremiyorduk.
Burada ufuk çizgisini ayırt
etmeniz mümkün değil.
Gökyüzüyle kar arasında bir
ayrım yapamazsınız. İkimiz
hep arka arkaya yürüdük ve
öndeki kişi pusulayı kullanarak
yönümüzü belirledi. Önünüzde
odaklanacak bir şey olmadığı
için bu yönlendirmeyi yapmak
oldukça zordu. Sürekli beyaz
zemine bakmak bir süre sonra
baş ağrısına neden oluyor. Bu
yüzden her 45 dakikada yer
değiştirdik. Zihinsel olarak
zorluğunu tarif edemem.
Geçenlerde bir Amerikalının
ortalama olarak hayatının
yüzde 95’ini kapalı alanda
geçirdiğini yazan bir makale
okudum. Biz, 180 gün boyunca
kapalı bir yere adım atmadık.
Ezber Bozan Dönüşüm
Güney Kutbu’nda Yaşam
Evimiz, iki kişilik küçük bir
İsveç çadırıydı. Oldukça
tuhaftı. Güney Kutbu’na
ulaşana dek alabildiğine
beyaz bir alandaydık ve iki ay
boyunca hiçbir şey görmedik,
çevremizde hiçbir şey yoktu.
Bu dev alanda kalakalmıştık
ama günün 12 saatini
mahkûmları bile tutmanın yasa
dışı olacağı ufacık bir alanda
geçiriyorduk.
Bu yolculuk sırasında, baskı
altında yaşarken ekip çalışması
ve iletişim konusunda çok
şey öğrendik. Ekip arkadaşım
ve ben 12 yıldır birbirimizi
tanıyoruz. Yolculuktan
sağ kurtulabilmemizin tek
yolu herhangi bir sorunla
karşılaştığımızda ya da
birimizi rahatsız eden bir
durum olduğunda durup
sorunu çözüme kavuşturmak
ve anlaşmaktı. İkimiz de
bu projenin başarıyla
sonuçlanmasını istediğimizden
egolarımızı bir kenara
koymamız gerekiyordu. Ve işe
de yaradı, hiç kavga etmedik,
birbirimizi yumruklamamız
gerekmedi. 3,5 ay boyunca
gayet iyi bir şekilde yolumuza
devam ettik.
Yıkanmadan geçen 3,5 ay..
İç çamaşırlarımızı yalnızca üç
kez değiştirdik. Kulağa iğrenç
geldiğinin farkındayım ama
aslında o kadar da kötü değildi.
Çoğu zaman her şey donuk
vaziyetteydi ve etrafımızda hiç
kir yoktu.
Ana sponsorumuz Intel
sayesinde birtakım yüksek
teknolojilere sahiptik.
Elimizdeki uydu telefonuyla
gönderebildiğimiz veriler
sınırlıydı. Sesli aramalar
konusunda sıkıntı çekmiyorduk
ama veri göndermek zordu.
Intel’in gemiler için ürettiği
bir sistemi var. Geminin en
tepe noktasına takılan anten
sayesinde dünyanın her yerine
veri gönderimi yapılabiliyor.
Biz de Intel’e Antarktika’dan
bu tür bir veri gönderimi
yapıp yapamayacağımızı
sorduk. Nihayet hikâyeyi
daha ayrıntılı bir biçimde
aktarabilmek için gerekli veriyi
gönderebiliyorduk.
63
CEO Summit 2015
Scott’ın Yolunda
Yolculuğun ilk kısmını
tamamladık ve Scott’ın yolunu
takip ederek aynı şekilde
devam ettik. Bu yol bizi dev
bir buz dağına götürdü.
Dünyadaki en büyük buz
dağlarından biriydi ve sizi
Antarktika’nın son noktasına
götürüyordu. Buraya ulaşmak
üç haftamızı almıştı. Deniz
seviyesinden 3 bin metre
yukarıdaydık. Öyle rüzgârlıydı
ki, kar yere konamıyor
yalnızca deli gibi havada
uçuyordu. Bizim için hayli
zor bir rotaydı çünkü buzun
üzeri derin yarıklarla doluydu.
Yarıklardan aşağı doğru
baktığımızda ne kadar derin
olduğunu görebiliyorduk. Bu
kısım çok tehlikeliydi çünkü
bu yarıklar sebebiyle uçaklar
alana iniş yapamıyordu. Yani
yolculuğun bu kısmında
büyük bir risk altındaydık.
Herhangi bir şeyin ters gitmesi
durumunda kurtarma ekibinin
bize ulaşması çok zordu. Buz
dağındaki yolculuğumuz yedi
gün sürdü.
Ekip arkadaşım ve ben buz
dağından canlı bir şekilde
dönen tek insanlardık. Buz
dağının tepesine çıktığınızda,
olağanüstü bir platformla
64
karşılaşıyorsunuz, ki aslında
yine dümdüz, beyaz ve başka
bir özelliği olmayan bir ufka
bakıyorsunuz. Oradan Güney
Kutbu’na ulaşmamız 2,5
haftamızı aldı. Yolculuğun
en zorlayıcı kısımlarından
biriydi; yeterince yüksekteydik,
fiziksel anlamda daha zordu
ve çok soğuktu, hava -45
dereceydi. Normalde 1214 saat dışarıda kalıyorduk.
Projeyi yaz gelmeden
bitirmemiz gerekiyordu.
Çünkü yaz geldiğinde hava
tamamen kararıyor ve daha da
soğuyordu. Zamana karşı yarış
halindeydik. Günde 5-6 saat
uyuyorduk.
İki ayın sonunda kutba
ulaşmayı başardık. Kaptan
Scott günlüğünde şöyle
yazmıştı: Yüce Tanrım,
burası berbat bir yer. Biz de
benzer duygulara kapıldık
çünkü Güney Kutbu’ndaki
devasa Amerikan araştırma
merkeziyle ve gemiye binip
yola çıkmayı bekleyen posta
kutuları, fırınlar, ofis eşyaları
ve büyük bir malzeme
yığınıyla karşılaştık. Güney
Kutbu’nda bu denli bir eşya
yığını görmeyi beklemiyorduk.
Yolculuğun bu kısmının, geri
dönüş yolundan vazgeçmek
için oldukça cezbedici bir
nokta olacağını biliyorduk.
Bu devasa Amerikan üssünde
200-300 kişi çalışıyordu.
Yalnızca sıcak suları ve rahat
yatakları değil, aynı zamanda
kantinleri ve postaneleri de
vardı. Yani oldukça rahat bir
yerdi, hele ki iki aydır buzun
üstünde yaşayan ve acı çeken
bir ekip olarak pes etmek için
bir hayli cezbediciydi.
Bu çelişkiye düşmemek
adına Güney Kutbu’nda
duraklamamaya karar
verdik. Aklımızın karışmasını
istemiyorduk ve içeri adım
atmayacaktık. Fiziksel ve
zihinsel olarak oldukça
yorgunduk ve içeri girip
mola vererek herhangi bir
hastalık kapma riskini almak
istemiyorduk. Bu sebeple
yolumuza devam edip ilerledik
ve bu noktada işler zorlaştı.
Güney Kutbu’na gelen çoğu
insan buradan uçakla evine
dönüyor. Ama bizim için
yalnızca yolun yarısıydı ve
buraya şu ana dek tarihteki
herkesten daha hızlı ulaşmıştık.
Ezber Bozan Dönüşüm
Güney Kutbu’nda Olma Hissi
Oldukça karmaşık duygular
içerisindeydim. Bir yandan
tüm o binalar, gürültü ve
insanlarla karşılaşmak bir
şok etkisi yaratmıştı. Diğer
yandan kutbun sonuna
gelmek kendimi oldukça
özel hissetmemi sağlamıştı
çünkü dünyanın sonunun
zirvesindeydim. Güney
Kutbu’nda her yön kuzeye
çıkıyor. Vakit istediğiniz vakit
olabilir çünkü tüm zaman
dilimleri burada birleşiyor.
Bu da demek oluyor ki, aynı
anda her saati yaşayabilirsiniz.
Burada saatin kaç olduğunu
söylemek mümkün değil.
Yolculuğumuz boyunca
arkamızda 10 erzak kasası
bıraktık. Bu kasalar aynı
zamanda geri dönüş
yolculuğumuzda da hayatta
kalmamızı sağlayacaktı. Son
kasayı kutba gelmeden uzun
bir süre önce bırakmıştık
çünkü kutba doğru yol alırken,
aynı zamanda rüzgârın da
içine giriyorduk. Dönüş
yolunda rüzgârı arkamıza
alacağımız için daha hızlı
ilerleyebileceğimizi düşündük.
Ama tabii ki, dönüş yolunda
rüzgâr durdu ve daha kötüsü
yoğun kar yağışı başladı.
Düşündüğümüzden de yavaş
yürümek zorunda kaldık.
Yiyeceğimiz tükenmeye
başladı. Her gün normalde
yiyeceğimiz yemeğin yarısını
yemeye başladık.
65
CEO Summit 2015
Sınırları Zorlamak
66
Yıllar boyunca potansiyel
sponsorlarla görüşerek bu
yolculuğun tamamen insan
sınırlarını zorlamak üzerine
olduğunu anlattım ama asla
bu kadar zor olabileceğini
tahmin etmemiştim. İkimiz de
bir hayli kilo kaybettik. Günde
6 bin kalori alıyorduk ama 9
bin kalori yakıyorduk. Başımıza
bunun geleceğini az çok
öngördüğümüz için gitmeden
önce kilo aldık. Ben 12 kilo
aldım. Yaklaşık olarak 22 kilo
verdim. İkimiz de evlerimize
zayıflamış bir halde döndük.
İşin ilginç yanı o süreçte
daha çok soğuktan etkilendik.
İnsanlar bir süre sonra soğuğa
alışacağımızı düşündüler. Ama
vücut zayıfladıkça, soğuktan
daha çok acı çekmeye
başladık. Geçirdiğimiz en zor
zaman, kutuptan döndükten
birkaç gün sonraydı. Erzak
kasamızdan tam 70 kilometre
uzaktaydık ve yiyeceğimiz
tükenmişti.
yolculuğun en zor anıydı
çünkü hayalim bu yolculuğu
dışarıdan hiçbir destek
almadan tamamlamaktı. Pek
çok uzman bunun mümkün
olmadığını söylemişti ama
bunu başarmaya çok az
kalmıştı. Bu noktada liderlik
görevimi yerine getirmem ve
önceliklerimin ne olduğuna
karar vermem gerekiyordu;
bir hedefe ulaşmak ya da
ekip arkadaşımın hayatını
kurtarmak. Ve fark ettim ki,
ikimiz için de en önemli şey
eve sağ salim dönebilmekti.
Erzak kasamıza varmaya
bir gün kala ekip arkadaşım
daha fazla ilerleyemeyeceğini
söyledi. Kendini gerçekten çok
güçsüz hissediyordu. Karar
vermemi gerektiren o birkaç
dakika benim için büyük
Kaptan Scott dönüş yolunda
hayatını kaybetti. Yolculuğun
sonuna yaklaşırken dönüş
yolundaki üç haftalık sürede,
bu şartlar altında, yani temel
olarak dünya üzerindeki en
zor şartlarda, buraya kadar
Çadır kurmak için durduk
ve sonrasında bize yemek
getirmeleri için uçak çağırdık.
Bize ulaşmaları 40 saat
sürdü. Verdiğim en moral
bozucu kararlardan biriydi
çünkü bu işi kusursuz bir
şekilde tamamlamamıza
çok az kalmıştı. İnsanların
bize ulaşmasını sağlayarak
rutinimizi bozmuş olduk.
gelebilen ilk biz olmuştuk
ve o sınırı aşmıştık. Evden
uzak kaldığım dört ay bana
meditasyon gibi geldi. Her
şey ağır ilerliyor ve etrafta
neredeyse hiçbir uyarıcı
yok. Telefonsuz, e-postasız,
toplantısız dört ay geçirdim.
Yalnızca uyandık, yemek yedik,
kaydık ve uyuduk. Yoruldukça
daha az düşünür olduk.
Yolculuğun son üç
haftasından hatırladığım tek
şey, gündüzleri kurduğum
hayallerdi. En büyük hayalim
bir restorana gitmekti. Küçük
bir kasabadaki bir Amerikan
hamburger restoranı,
medeniyete adım attığımız
anda nerede ve ne zaman
olduğunun bir önemi yok.
Kocaman çizburgerler yemek
istiyordum. Saatlerce, belki
günlerce, düşündüğüm tek şey
çizburgerdi.
Ezber Bozan Dönüşüm
Bitiş Çizgisi
Antarktika’da geçen 108
gün ve aşılan 2888 km
sonunda bitiş çizgisine
ulaştık. Yürüyerek Güney
Kutbu’ndan dönen ve bu
yolculuğu tamamlayan
ilk kaşifler olduk. Ama hiç
de öyle hissetmiyorduk.
Hayatımın en duygusal
günlerinden biri olacağını
hayal etmiştim. Yıllarca
zihnimde o anı ağlayarak
birbirimize sarılacağımı,
sırtımızı sıvazlayacağım ve
duygu seline kapılacağımız bir
an olarak hayal etmiştim. Ama
öyle olmadı. Çok yorgunduk,
bitkindik, bunalmıştık ve bu
yerden sıkılmıştık. Sürekli
şikâyet eden ve söylenen iki
ihtiyar gibiydik. Hava berbattı
ve tek güzel şey bir restorana
oturup çatal ve bıçakla
gerçek bir tabaktan yemek
yiyebilmekti.
67
CEO Summit 2015
Ezber Bozan Dersler
Bu yolculuk beni ve düşünme şeklimi yıkarak yeni tanımlar
yaratmamı sağladı.
Başarı bir yolculuktur. Başarı
kelimesine olan bakış açım
tamamen yıkıldı. Şöyle bir
dönüp 15 yıllık yetişkin
hayatıma baktığımda, kendimi
yalnızca o noktaya ulaşmaya
adadığımı görüyorum. Bu
büyük yolculuğu bitirmek
en büyük hedefimdi. O güne
dek yaptığım tüm yolculuklar
buraya erişebilmek içindi.
Çok fazla fedakârlık, çok
fazla emek, sayısız uykusuz
gece... Hepsi bu bitiş çizgisine
ulaşmak içindi. Hiçbir şey
olmadı.
Bu yolculuğun bana ne
öğrettiğine baktığımda,
başarının gelecekte sahip
olduğu bir bitiş noktası
olmadığını görüyorum.
Amaçlar, hedefler, kazanımlar,
başarılar ve mutluluklar
arasında büyük bir fark var.
Başarı, mutluluk ve tatmin
başlı başına bir yolculuk. Sahip
oldukları bir son yok. Bizler,
insanoğulları, başarının daima
gelecekte ulaşılabilecek bir
şey olduğuna inanırız; terfi
aldığımızda, çocuklarımız
üniversiteye girdiğinde... Ve
68
o başarı hiçbir zaman tam
anlamıyla gelmez.
Bu yolculuk bana başarının
gelecekte olmadığını hatırlattı.
Yaptığınız şeyden keyif
almak ve o konuda gerçekten
istekli olmak. Bu yolculuktan
sonra hedeflerim değişmeye
başladı. Bir sonraki yolculuk
2016 yılında gerçekleşecek ve
küçük bir öğrenci ekibiyle yine
Antarktika yollarına düşeceğiz.
Başarısızlık bir değerdir.
Honda’nın kurucusu Soichiro
Honda, “Başarı yüzde 99
başarısızlıktır” diyor. Ben
de 15 yıl boyunca yaptığım
11 yolculuğa baktığımda,
hiçbirinde istediğim her şeyi
başaramadığımı görüyorum.
Yani bir bakıma, hiçbir
zaman tam anlamıyla başarılı
olmadım.
Asla yapılamaz diye
düşündüğümüz bir şeyi
yaptım ve bunu da yine
başarısızlığa uğrayarak
başardım. Başarısızlık çok
önemli. Eğer hemen her işe
kalkışmaya çalışır ve devamını
getiremezseniz, artık bu
konuda tecrübeli ve bilgi sahibi
olursunuz. İnsanları daha çok
başarısızlığa teşvik etmek,
kendinize de risk almak için
daha fazla izin vermek bir hayli
önem arz ediyor.
Kendinize inanmak,
geliştirmeniz gereken
kaslardan biridir. Başarının en
önemli bileşenlerinden biri de
korkudur. Büyük yolculuğun
başında korku ve kendinden
şüphe etme hislerinden
bahsetmiştim. Bu süreçte bir
parçam, fiziksel özelliklerimden
çok kendime olan inancımı test
ediyordu. Ego gibi bir kendine
inanıştan bahsetmiyorum,
daha çok kendinize önem
vermeyi kastediyorum.
Yarının bugünden daha iyi
olabileceğine inanmak ve
bunu gerçekleştirecek gücü
kendinizde bulmak.
Teorime göre, kendinize
inanmak bir kas gibi, zor
anlarda ya da test edildiğinde
tepki veriyor. Onu ne kadar
çok kullanırsanız, o kadar
güçleniyor. Denemek, girişimde
Ezber Bozan Dönüşüm
bulunmak, risk almak, konfor
alanınızın dışında vakit
harcamak buna dahil. Eğer
tüm vaktinizi bir sandalyede
oturarak, sonrasında eve
gidip koltukta oturmaya
devam ederek geçirirseniz, o
kas aynı pozisyonda kalmaya
alışır. Güçlü ve esnek olmaya
ihtiyaç duymaz. Kendinize
inanmak da tıpkı bunun gibi.
Eğer yalnızca nasıl yapıldığını
bildiğiniz şeyleri yapmaya
devam eder, hiç risk almaz ve
konfor alanınızın dışında vakit
geçirmezseniz kendinize olan
inancınız gittikçe azalır.
13 yaşındayken okulda
masamın üzerinde benim
hakkımda yazılmış bir rapor
bulmuştum. Bir sayfalık raporda
özetle şu yazıyordu: Ben faydalı
bir şeyler başarma konusunda
yeterli dürtülere sahip değil.
Kimse sizin potansiyelinizin
bilir kişisi olamaz. Ne kadar
ileri gidebileceğinize ve hangi
konuda beceriniz olduğuna
karar verebilecek tek kişi
sizsiniz. Sahip olduğunuz
inançla, çevrenizdeki doğru
insanlar, doğru araçlar ve doğru
teknolojiyle ulaşamayacağınız
bir hedef yok.
69
CEO Summit 2015
EZBER BOZAN DÖNÜŞÜM
CEO Summit Event App
ceosummit.com.tr
#ceosummit2015
facebook.com/TurkeyCEOSummit
twitter.com/Turkeyceosummit
youtube.com/user/accentureturkiye
linkedin.com/in/accentureturkey
70
Ezber Bozan Dönüşüm
Accenture Türkiye
İletişim
İstanbul Ofisi
RBS Binası
Tamburi Ali Efendi Sokak No: 13 Etiler
34330 Istanbul, Türkiye
Tel: +90 212 349 32 00
Fax: +90 212 351 78 81
http://www.accenture.com.tr
www.ceosummit.com.tr
Ebru Tuygun
Kurumsal İletişim ve Pazarlama Ülke Lideri
[email protected]
Ankara Ofisi
Eskişehir Devlet Yolu
9.km No:266 B blok No:114,
06800 Mustafa Kemal mah.
Çankaya
Ankara, Türkiye
http://www.accenture.com.tr
www.ceosummit.com.tr
İzmir Ofisi
İzmir Teknoloji Geliştirme Bölgesi
A1 Binası No:12
İYTE Kampusu Gülbahçe Mahallesi
Urla 35430
İzmir, Türkiye
http://www.accenture.com.tr
www.ceosummit.com.tr
Bu raporda Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarına yapılan her türlü atıf, Accenture Danışmanlık Limited Şirketi tarafından bilgilendirme amacı ile
kullanılmıştır. Bu raporda yer alan bilginin güvenilir kaynaklardan alınması hususunda gerekli özen gösterilmiş olup, herhangi bir yanlışlık veya
eksiklikten dolayı Accenture Danışmanlık Limited Şirketi sorumlu tutulamaz. Burada yer alan hiçbir bilgi profesyonel veya hukuki alanda tavsiye
niteliğinde değildir. Accenture Danışmanlık Limited Şirketi işbu raporda yer alan bilgiye dayanılarak yapılan hiç bir işlemden dolayı sorumluluk
kabul etmemektedir. Bu sebeple işbu raporda yer alan bilgiyi kullanmadan once profesyonel danışmanlara başvurmanız tavsiye edilmektedir.
71
Accenture Hakkında
Accenture strateji, yönetim
danışmanlığı, dijital, teknoloji ve
operasyon alanlarında geniş hizmet
ve çözümler sunan uluslararası
profesyonel danışmanlık şirketidir.
40’tan fazla sektörde ve tüm iş
kollarında sahip olduğu eşsiz tecrübesi,
uzmanlıkları ve dünyanın en gelişmiş
servis ağı sayesinde Accenture,
müşterilerini teknoloji ile buluşturarak
müşterilerinin yüksek performansa
sahip olmalarına ve sürdürülebilir
bir değer oluşturmalarına yardımcı
olmaktadır. 120’den fazla ülkede
373 bin çalışanıyla müşterilerine
hizmet veren Accenture, inovasyon ile
dünyanın yaşam ve iş yapış biçimlerine
yön vermektedir. Daha fazla bilgiye
www.accenture.com adresinden
ulaşılabilir.
Copyright ©2016 Accenture
Tüm hakları saklıdır.
Accenture logosu ve
High Performance Delivered sloganı
Accenture’a aittir.

Benzer belgeler

CEO Summit Event App

CEO Summit Event App Giriş Accenture Türkiye olarak, Türkiye’nin önde gelen kurum ve kuruluşlarının CEO ve üst düzey yöneticilerinin katılımıyla, 21 Mayıs 2014 tarihinde Four Seasons Bosphorus Hotel İstanbul’da “CEO ...

Detaylı