tekel`e çözüm var! - İşçi Kardeşliği Gazetesi

Transkript

tekel`e çözüm var! - İşçi Kardeşliği Gazetesi
ya işçi - yoksul köylü hükümeti, ya kıyamet!
İSCİ
KARDESLİĞİ
. .
.
Sayı 43 • Şubat 2010 • 1 YTL
İşçi Kardeşliği Partisi
merkezi gazetesidir
mazluma dini, milliyeti sorulmaz!
TEKEL’E
ÇÖZÜM
VAR!
“İşten atmak yasaklansın yasasının
çıkartılması ve
özelleştirilmiş bütün KİT’lere
devletçe el konması” için,
Alman işçileri de mi yetim hakkı yemek
istiyor
sayın başbakan?
İKP Merkez Yürütme Kurulu
A
GENEL
GREV!
KP Hükümetinin başı Tayyip Erdoğan Tekel işçilerine hitaben, “ben tüyü bitmemiş yetimin hakkını size yedirmem!” diyor. Yani TEKEL işçileri başbakana göre “yan gelip yattıkları” için ne idüğü belirsiz
bir istihdam biçimi olan 4-C’yi kabullenerek kuzu
kuzu yerlerine oturmalılar. İşçilik haklarını kaybetmeliler, sendikalarına üye olmamalılar, toplu sözleşme
yapamamalılar, ücretleri yarı yarıya düşse de bunu değerli başbakanlarını üzmemek için tevekkülle karşılamalılar.
Sayın başbakan artık meydanlarda açık açık “ben
Turgut Özal’ın devamcısıyım” demekten çekinmiyor.
Herkes biliyor ki, Süleyman Demirel’in yetiştirmesi
Turgut Özal Türkiye’nin ilk büyük özelleştirmecisidir.
Memleketin çalışan insanlarının bu hale gelmesinin
baş müsebbiplerindendir. Ama Tayyip bey konuşurken
hızını alamıyor ve “ben hepsinden daha fazla özelleş-
tirme yaptım” diye kendiyle iftihar ediyor. Turgut bey
de zenginleri severdi, Tayyip bey de zenginleri seviyor.
Alın teriyle geçinenler ve fakir fukara umurunda değil.
Biz umurunda olsun demiyoruz. Zaten uluslararası büyük şirketlerle “Anadolu Çakalları”nın hizmetinde olan
bir hükümetin başı fakir fukaraya sadaka dağıtmaktan
başka ne yapabilir ki? Şunu çok iyi anlamalıyız: 4-C ve
4-B türü uygulamalar sadaka uygulamalarıdır. Gerçek
hakların yerini zenginlerin lütuflarına terk etmektir.
İşçi sınıfını ve çalışanları işçi sınıfı olmaktan çıkartıp
birer dilenci haline getirme politikalarıdır. Sen beni
sendikalı, sigortalı, güvenceli işimden atacaksın, ama
sözde sokakta bırakmayıp ne idüğü belirsiz bir şekilde istihdam ettiğin için de ben sana minnet edeceğim.
Öyle mi Tayyip bey? Yağma yok sayın başbakan, yağma yok! Bu iş böyle devam etmeyecek. Devam etmeyeceğini TEKEL işçileri de İTFAİYE işçileri de diğer
işçiler de sana yakında gösterecekler. Bunu aklından
çıkarma. Gerçi çıkarmıyorsun ya: Gerçek düşmanının
Ergenekon-Mergenekon değil örgütlü işçi sınıfı olduğunu sen zaten herkesten iyi biliyorsun.
Şimdi AKP hükümetine ve onun başına şu soruyu
sormanın zamanıdır: Özelleştirmeleri zamanında da
şimdi de çok övdünüz, bir Kamu İktisadi Teşekkülünü yok pahasına yerli/yabancı özel şirketlere satışa çıkardığınızda, binlerce işçinin işsiz kalacağını bilmiyor
muydunuz? Bu satışlar sonucu bu işletmelerin birçoğunun kapatılacağını bilmiyor muydunuz? TEKEL’in büyük yabancı sigara şirketleriyle rekabet edemeyip dağılacağını bilmiyor muydunuz? Kaldı ki, açık destekler
verdiğiniz yabancı şirketler karşısında zaten elde kalan
TEKEL’in de çökmesi için mücadele etmediniz mi?
Şimdi bütün bunların üzerine ne hakla ve utanmadan
kapanmaya terk ettiğiniz Yaprak Tütün işçilerine “yan
gelip yatarak yetim hakkı yiyemezsiniz”diyorsunuz?
Sayın başbakan! Her şeyin kâr üzerine kurulu olmadığını bilmek zorundasınız. Kâr eden yaşasın, kâr
etmeyen ölsün anlayışıyla ülke yönetilmez. Bu ülke bir
büyük patron şirketi değildir. Bu anlayışla yönetilemez.
Şimdi bir çift laf da bizim
sendikalarımıza: Bakın Almanya’da ne
oluyor!
Almanya’nın Kuzey Ren Vestfal- devamı 2. sayfada
GÜNCEL
DİSİPLİN
ya Eyaletinde ve tabii
Avrupa’nın
birçok
ülkesinde
yatırımı
bulunan ABD’nin ünlü otomotiv devi
General Motors (GM) krize girince satın almış olduğu Opel şirketinin onbinlerce işçisini işten çıkartmaya karar verdi. Avrupa Birliği Komisyonları GM’nin
bu kararını derhal onayladılar. Çünkü
kriz oldu mu ilk gözden çıkartılması
gerekenler işçilerdir ya! Alman Sosyal
Demokrat Partisi (SPD) yıllardır bu politikalara da zaten Hırıstiyan Demokrat Partiyle birlikte arka çıkıyor. Ancak
SPD’nin Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti’nin
İşçi Komisyonları IG Metall sendikasıyla anlaşarak şu talepler etrafında bir mücadele başlattı: Tek bir işçinin bile işten
çıkartılmasını yasaklayan bir yasanın
Eyalet Parlamentosu’ndan geçirilmesi
ve GM’nin bütün işyerlerine devletçe
el konması için mücadele! Kuzey Ren
Vestfalya SPD İşçi Komisyonları ile IG
Metall sendikası bu iki temel işçi sınıfı
talebinin bütün Avrupa işçi sınıfı mücadelelerine örnek olması gerektiğini söylüyor.
kapaktan devam
Bizim
Taraf
Zeki Kılıçaslan
TEKEL Direnişi ve Siyaset
B
üyük madenci yürüyüşü, 1989
bahar eylemleri, SEKA direnişi, sosyal güvenlikte hak kayıplarına
karşı eylemler ve büyük bir kararlılıkla
sürdürülen TEKEL işçilerinin direnişi.
Bunlar 12 Eylül sonrası 30 yıllık döneme damga vuran işçi sınıfı eylemleri.
Bütün bu eylemlerin ortak yönü
geçmişten halen geri kalmış bazı
kazanımların korunması mücadeleleri olmalarıydı. Bu çok beklenen bir
şeydir. Biliyoruz ki var olan haklarını
korumak için bir şey yapmayan/yapamayan işçi sınıfının yeni haklar için
harekete geçmesi mümkün değildir.
Ama görüyoruz ki bütün bu dönemde zaman zaman yükselen işçi
sınıfı hareketliliği bir türlü istikrarlı bir
yere tutunamadı. Hareket sınırlı, çabuk
parlayan ve sönen eylemler şeklindeydi.
Bu mücadeleler uzun erimli
bir mücadelenin başlatılması için
birer kalkış noktası olamadı.
Aslında birçok eylemi, örneğin
büyük Ankara mitinglerini hatırlarsak
bunlar hiç de güçsüz eylemler değillerdi. Ama eylemlilikler bir türlü bir iş
kolu veya bir alandaki kayıplara karşı
tepki olayını aşıp genel bir tepkiye ulaşamadı. Ve nihayet hareket bir türlü tepkilerin dile getirilmesini aşıp toplumsal
ilişkileri yeniden düzenleyici, yani kurucu bir eylemlilik niteliğini kazanmadı.
Evet, bütün bunlardan sonra gerçek
ortada durmaktadır. İşçi sınıfının
sendikal güçleri büyük ölçüde zayıflamış ve TEKEL eyleminde olduğu
gibi mücadeleler hızla önemli bir
toplumsal etki düzeyine ulaşsalar da
2 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
Alman işçi sendikaları ve işçi partileri de mi acaba Alman yetiminin hakkını
yemeye çalışıyorlar sayın Tayyip Erdoğan? Bu fikrinizi mümkünse Alman hükümetine bildirin ki, onlar da sizin derin görüşlerinizden faydalanarak Alman
halkına seslenme imkanı bulsunlar!
Son söz
TEKEL işçilerinin ve diğerlerinin “ölüm
orucu” türü eylemlere girişmeleri
ancak bir çaresizlik gösterisi olabilir.
Ne TEKEL işçisi ve ne de diğer işçiler
çaresiz değildirler. İşçi sınıfımız yılların sindirilmişliği ve kandırılmışlığı
halinden yeni yeni silkiniyor. Daha
yapılacak çok mücadele var. Her şey
daha yeni başlıyor. O yüzden İşçi Kardeşliği Partisi bugün atılması gereken
ilk adımın İşten atmanın yasaklanması
yasasının çıkartılması için ve bütün
özelleştirilmiş KİT’lerin yeniden kamulaştırılması için bir GENEL GREV
örgütlenmesi olduğunu söylüyor. İKP,
TEKEL işçisine de İTFAİYE işçisine de
ORMAN işçisine de bu yolda her tür
desteği vereceğini peşinen ilân eder.
işçi sınıfının kalıcı, kurumsal sosyal güçleri yok denecek kadar az.
Bütün bunların nedeni ise son derecede açıktır; bu bir siyaset yokluğudur.
Program ve taleplerinin düzeyi
ne olursa olsun gerçek, kitlesel bir
işçi sınıfı/emek siyasetinin yokluğu
bütün bu yanıp sönen mücadelelerin ileri taşınmasına, mevzi yenilgiler yaşansa da uzun erimli kazanca
dönüşmesine engel olmaktadır.
Eylemlilikler sırasında öne çıkıp gündeme damga vuran sınıf
ilişki ve çelişkileri, zengin ve yoksul
karşıtlığı daha eylemler biter bitmez yerini egemen güçlerin dayattığı gündemlere bırakmakta.
TEKEL işçilerinin eylemi bu süreci
kırıp atmanın bir başlangıcı olabilir.
Öte yandan eylem süreci bize nasıl
bir işçi/emek siyaseti gerektiğini de
açıkça göstermekte. Daha eylemlerden hemen önce laik, İslamcı, Türk,
Kürt, solcu, sağcı diye birbirine karşı
kışkırtılan ve hep bu eksende siyasallaşan TEKEL işçilerinin eylemler
içinde nasıl bir birliktelik ve dayanışma gösterdikleri güzel hikâyelerle
bütün sınıf içinde yayılmaya başladı.
Bu siyasetin zemini ise ortadadır; devletten ve sermayeden bağımsız olarak emek ve demokratik
haklar için mücadele etmek isteyen
bütün işçi/emek güçlerinin mücadele içindeki demokratik birliği.
İşte bu nedenle eylemle sadece dayanışma göstermek değil tam
yanında olmalıyız. Sonucu ne olursa
olsun eylemi tek bir sektördeki işçilerin kayıplara karşı tepkisel eylemi
olmaktan çıkarıp tüm işçi, emekçi ve
ezilenlerin zihninde bütün sermaye
siyasetlerine karşı bir tepkiye dönüştürmek ve bu mücadeleden de bir
gelecek hayali inşa etmek gerekli.
Kot kumlama işçilerinin sorunlarının
gerçek çözümü için sıra Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nde!
K
ot Kumlamada Sosyal Devlet olma adına ikinci adım da
atıldı. Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesi’nin 2008’in Haziran ayından beri yürüttüğü mücadele ikinci meyvesini de verdi:
Sağlık Bakanlığı 2009 yılı Mart
ayında kot kumlama işini yasaklamıştı,
ardından şimdi de Bakanlar Kurulu
kararıyla silikozis hastalarının sağlık
hizmetinden ücretsiz yararlanmaları
için bir kanun eki üzerinde değişiklik
yapıldı. Bu kazanım sadece kot kumlama işçilerinin değil tüm silikozisli
işçilerin kazanımıdır ve eğer mücadele
edilirse sigortasız çalıştırılıp herhangi
bir meslek hastalığına yakalanmış tüm
işçilerin kazanımı haline getirilebilir.
Biz Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesi olarak Bakanlar
Kurulu’nun bu adımını büyük bir
içtenlikle önemsiyoruz. Ancak bunun
için bir yönetmelik ile düzenleme
gerekmektedir. Silikozis hastalarının
bu hizmetten yararlanabilmeleri için
bu başvurdukları sağlık kurumundaki
hekimin tanısı yeterli olacak mı, yoksa
Meslek Hastalıkları hastanelerinden
rapor almaları mı gerekecek? Eğer
öyleyse Meslek Hastanelerine başvuru hakkı bütün sigortasız hastalık
şüphelilerine tanınacak mı ? Bunu
için hızla bir düzenleme yapılıp sağlık
kurumlarına iletilmesi gerekmektedir.
Kot Kumlama İşçileri Dayanışma
Komitesi olarak asıl talebimiz ise bu
hastaların sosyal güvenlik kapsamına alınıp haklarının verilmesidir. Bu
insanlar hasta ve çalışamaz durumdalar,
hepsinin geçindirmek zorunda olduğu
aileleri var. Bunlar denetleme mercilerinin görevini ifa etmemesi sonucu
hastalandılar. Bakanlığın bu kanun üzerinde değişiklik yapması da zaten bunu
ifade ediyor. Sosyal devlet olacaksak
önce hatalarımızın telafisini yapmalıyız.
Sigortasız olarak çalıştırılmış
işçilerin bu kadar kayıt dışılığın olduğu bir ortamda işçi olduklarını, o
iş yerinde çalıştıklarını, o maddeye
maruz kaldıklarını ve Bakanlığın kayıt
altına alamadığı işverenleri bulup
mahkeme süreçleri ile ispatlamaları
mümkün değildir. Biz tüm Milletvekillerinin artık vicdanlarına kulak
vermesini istiyoruz. Ölen 44 can ve
ölecek yüzlerce insanın feryadı duyulup, gereği bir an önce yapılmalıdır.
Bizim temel isteğimiz özel bir
yasa ile meslek hastası olduğu rapor ile doğrulanmış tüm işçilerin
sigortalı çalışmış olanlar gibi hak
ettikleri oranda sosyal güvenlik haklarından yararlandırılmalarıdır.
Saygılarımızla
Kot Kumlama İşçileri
Dayanışma Komitesi
İKP İrtibat
Tekirdağ/Çorlu
Ankara
Ertuğrul mah., Peştemalcı Cad., Özdoyuran
İl Merkezi ve Genel Merkez: Öncebeci
Mh. İncesu Cd. Doğan Apt. 7/B
Çankaya/Ankara Tel: (312) 430 32 68
Eryaman: Özlem Sarı Tel: (505) 643 97 56
Mamak: Sevim Şimşek Tel: (312) 391 20 54
İstanbul
Cami altı.
Saffet Bilgi Tel: (535) 943 08 13
Antalya
İl Merkezi: Aksaray Guraba Hüseyinağa
Mh. Kakmacı Sk. Blok: 10 Daire: 14 Fatih
(Aksaray Metro karşısı) Tel: (212) 635 88 52
Anadolu Yakası: Rasimpaşa Mh.
Nüzhet Efen­di Sk. No: 36/5 Kadıköy
Tel/Faks: (216) 330 95 67
Bağcılar: Mustafa Durdağı
Tel: (536) 212 10 48
Bayrampaşa: Salih Aşkın Tel: (534) 366 54 69
Esenler: Erhan Taş Tel: (535) 787 10 75
Küçükçekmece: Osman Zorba
Tel: (535) 484 96 68
Gaziosmanpaşa: İsmail İşcan
Tel: (546) 557 50 50
Sarıyer: Yaşar Avcı Tel: (533) 443 90 43
Zeytinburnu: Necdet Kılıçaslan
Tel: (537) 737 22 48
Hasan San Tel: (532) 363 13 49
İzmir
Mersin
İl Merkezi : 1254. sokak, Kocaman İş Hanı,
No:2 D:22 Kapılar, Konak
Çetin Aryal: (507) 306 90 30
Balıkesir
Bursa
Rasim Gökçe: (539) 297 08 41
Hamit Gün: (534) 255 68 63
Edirne
İbrahim Dinç: (542 485 23 57
Gaziantep
Mustafa Yanılmaz Tel: (536) 812 83 04
Malatya
Nazire Sarıkaya Tel: (536) 517 27 15
İ. Halil Çakırlı Tel: (537) 431 51 46
Yalova
İl Merkezi : Adnan Menderes Mh. Çarşı
Mevkii No: 12 (Megyad üstü)
Nadir Bıçakçı: (542) 352 75 01
Muharrem Kartefe: (544) 452 47 60
Enver Karagünli Tel: (505) 424 35 77
İl Merkezi: Cumhuriye mah. Porsuk
Bulvarı, Dilem Sk. Çağlayan İş Merkezi,
Kat 5, No: 47/d Tel: (222) 233 55 46
İnternet
Eskişehir
Zonguldak
Kadir Tuncer Tel: (542) 296 88 73
[email protected], www.ikp.org.tr
DİSİPLİN
GÜNCEL
Tekel İşçilerinin Direnişi
T
ekel işçileri 38 gündür, TÜRK-İŞ
önünde bekleyişlerini sürdürüyor. Bu süreçte AKP önünde basın
açıklamaları, zincirleme eylemleri gibi
eylemlerle mücadelelerinden vazgeçmeyeceklerini dosta düşmana gösterdiler.
Yapılan referandum kararlılıklarını
bir kez daha teyit etti. Yine bu süreçte
dostlarından destek, sendikalarından,
özellikle de konfederasyonları TÜRKİŞ’ten mücadeleyi büyütecek kararlar
almasını beklediler, talep ettiler. 30 gün
nöbetleşerek sürdürdükleri bekleyişlerini, topluca Ankara’ya gelerek ve TÜRKİŞ’in önünden acil durumlar dışında
ayrılmayarak sonuç alma noktasında
güçlerini tekrar birleştirdiler. TÜRKİŞ’in daha önce aldığı kararlardan ve
uygulamasından memnun olmayan
Tekel işçileri seslerini ve taleplerini daha
gür ifade etmeye başladılar. Nitekim
34. günde yapılan 17 Ocak mitinginde
diğer sınıf kardeşleriyle genel grev genel
direnişi haykırdılar. Sendikaları kafesleyen bürokrasi bu sese kulak vermedi.
Tekel işçileri tepkilerini yansıtsalar da
daha önce belirledikleri eylem programı çerçevesinde açlık grevine başladı.
37. günde gönüllü işçiler (yaklaşık 158
kişi) 3 gündür açlık grevindeydiler.
Sahi bir sendika neden açlık grevi,
ölüm orucu gibi kararlar alır? Bizim
bildiğimiz bu tür eylemleri, yapacakları
bir şey kalmayan ve en son canlarını
ortaya koyarak sonuç almaya çalışan
hapishanelerdeki insanlar yapar. Bu tür
eylemleri yapmak ve devam ettirmek
de belli bir irade ve örgütlülük gerektirir. Türkiye‘de 19 Aralık operasyonları
döneminde bu eylemleri gördük. Buna
rağmen nasıl egemenlerin insan hayatını hiçe sayan “hayata dönüş operasyonlarıyla” katledildiğine şahit olduk. Tekel
işçilerinin böyle bir eylem kararı alması,
yalnızlaştırılmaları, TÜRK-İŞ’in genel
grev çağrısı yapmaması ile yakından
alakalıdır. Bir işçi üretimden gelen
Yalansız
Dolansız
Şadi Ozansü
AKP, Erbakan Hoca’nın Türkiye
siyasetine hediyesidir!
Tayyip Erdoğan TV kameralarının
karşısına geçip afra tafra atarak “küçük dağları ben yarattım” havasına hiç
girmesin! Herkes gayet iyi biliyor ki,
Erdoğan ve ekibinin bugün Türkiye’de
astığı astık kestiği kestik hükümet
olmasının sebeb-i hikmeti Erbakan
Hocanın ve ekibinin 40 yılı aşkın siyasi
mücadelesinin bir sonucudur. Erbakan
Hoca ve ekibi olmasaydı Tayyip Erdoğan
ve ekibinin değil Türkiye’ye hükümet
etmek orta ölçekli bir bakkal dükkanını
bile idare etmesi zor mümkün olurdu.
AKP ekibi iktidarın nimetlerinden
faydalanmanın tek mümkün yolunun
kendi halkının çıkarlarına karşı emperyalist güçlerin ve “yerli sermaye”nin (ki
gücünü ortaya koyamıyorsa geriye
bir tek canı kalıyor. Tekel işçileri
bunu da ortaya koyacak kadar
cesaretli ve kararlı ki eylemlerine
başladılar. Peki, ama bu eylem
Tekel işçilerini sonuç almaya
götürecek mi? Örgütlü olmanın,
sendikalı olmanın anlamı nerde?
Kim ne derse desin böyle
bir eylem kararının, bir sendika tarafından alınması utanılacak bir
durumdur. Bu Türkiye’deki sendikaların
işçilerin örgütü olma iddiasını taşıyacak yöneticilerinin olmadığını gösterir.
Mustafa KUMLU ve yol arkadaşlarının
genel grev konusunda gerekli adımları
atmayıp, işçileri aldıkları kararı uygulamak durumunda bırakması kime
hizmet ediyor, sorusunu sormamıza yol
açıyor. Mücadele keskinleştikçe kimin
nerede durduğu daha net ortaya çıkıyor.
Tabi bu tablonun ortaya çıkmasında siyasi yapıların, KESK, DİSK gibi örgütlerin de sorumluluğunun altını çizmeliyiz.
Durumu kurtarmak için 21’inde TÜRKİŞ ile bir araya gelmeleri de bir şey ifade
etmiyor. Bir araya geldiler de sonuç ne?
26’sına kadar hükümete süre vermişler.
Efendim, eğer hükümet adım atmazsa
tekrar durumu değerlendireceklermiş.
Sıcacık odalarından ne kadar ucu açık,
geniş kararlar çıkıyor. 38 gün geçmiş
daha süre veriyorlar, hem de verdikleri
sürenin sonunda ne yapılacağını da net
bir şekilde ifade etmiyorlar. Peki, işçilerin bu keyfilik karşısında esnek olabilecek durumları var mı? Açlık grevini bitirip 26’sına kadar bekleseler bile, giderek
soğuyan havada dışarıda yine Tekel
İşçisi kalacak. Sürenin uzaması işçilere
mi hizmet ediyor, yoksa hükümete mi?
Hükümetin 4-C’si tekele tosladı.
Burası tamam. Ama hükümet olmadı
4-B verelim dediğinde sendikaların bir
planı var mı? Yok. Onlar aydın kılığına
girmiş, arabuluculuk yapmaya çalışıyor-
lar. Şurası bir gerçek ki sürenin uzaması
Tekel işçilerinin çıkarına değil. Direnişlerini alınlarının akıyla bugünlere
getirmiş olsalar da bundan sonra on
bin insanın daha fazla beklemek için ne
parası kaldı ne de dayanacak gücü. Bu
durumda mutlaka az ya da çok çözülmeler başlayacaktır. Direniş komiteleri
kurmuş olsalardı kararlara müdahaleleri
daha doğrudan olurdu. Kendi kaderlerini ellerinde tutarlardı ama yok. Tek
Gıda-İş ve TÜRK-İŞ’in giderek daha
fazla kontrolü ele alacağı bir süreci ya
da bir umut işçilerin daha fazla organize
olup (komitelerini kurarak) direnişlerini istedikleri noktaya taşıyana kadar
devam etmelerini hep beraber izleyeceğiz. Şu andaki tablo ne yazık ki birinci
durumun baskın olduğunu gösteriyor.
AKP de zaten bu durumun farkında.
Hükümetin önce kabadayı tavrı ve
hakaretlerini, polisin sert tutumunu
gördük. Sonra AKP’nin ağız değiştirmesini izledik. En son da polisin Abdi
İpekçi müdahalesindeki yanlış tutum
ve davranışından dolayı özür dilemek
amaçlı organize ettiği görüşmeye işçileri
ve “işçi önderi ” Çetin SOYSAL’ı davetlerine, çiçek sunuşlarına tanık olduk. Bu
sahneleri izleyenler öncelikle hükümet
dolayısıyla polis geri adım atıyor, bu
durum Tekel işçilerinin direnişinin
zaferidir diye yorumlayabilir. Haklılık
payı da muhakkak var, ama bu görüntünün AKP cephesinden başka bir şeye
hizmet etmesinin istendiği gerçeğini
de görmeliyiz. Bu arada bu sahnelerin
onlar da emperyalist güçlere sonuna
kadar bağlıdırlar ve biz onlara “Anadolu
Çakalları” diyoruz) çıkarlarını savunmak olduğunu fark ettiği andan itibaren
bu emperyalist güçlerin sevgilisi haline
gelmiş ve iktidar merdivenlerini koşar
adım tırmanmıştır. Özal’ın partisini bir
kenarda tutarsak hiçbir siyasal parti emperyalist çokuluslu şirketlerin ve finans
kuruluşlarının desteğine AKP kadar
mazhar olmamıştır. AKP tek başına
hükümet olma yürüyüşünde dünyanın
büyük “kamuoyu oluşturma” şirketlerinin muazzam çabaları sonucu ve tabii
hâlâ pederşahi usullerle seçim kampanyası yürüten rakiplerinin etkisizliği
sayesinde hükümet olmuştur. Erbakan’a
hükümet verilmişti, Tayyip’e ise önce
hükümet şimdiyse iktidar verilmektedir.
Ama bizim konumuz Erdoğan ve
AKP değil, onların nasıl işçi ve halk düşmanı olduğunu ve tabii esas olarak zenginleri ve büyük patronları sevdiklerini
herkes en açık biçimiyle TEKEL işçilerinin eyleminde fark etmeye başladı, önü-
müzdeki dönemde daha da fark edecek.
Bizim esas meselemiz Erbakan Hocanın
hareketinin neden Erdoğan ve Gül gibilerinin ortaya çıkmasına fırsat verdiği ve
bunu engelleyemediğidir. Bunun sebebi
açıktır: Nizamdan başlayarak, Selamet, Refah ve Saadet (ki bu son üçü de
İslâmın hedef kavramlarıdır) Partilerinin
içinde AKP’nin tohumları atılmıştır. Bu
kötü tohumların fırsatını buldukları ilk
anda fışkıracakları herkesin malumuydu
ve bu bile bile gerçekleşti. Esas sebebin
kalın çizgilerle altını çizmekte yarar var:
Bu partilerin hepsi örgütlenmelerinde
zenginlerin paralarına bel bağlamış
partilerdi. Kendi fakir mazlum seçmenlerine yaslanmaktansa onların
başındaki tacire ve esnafa yaslanmayı
uygun görüyorlardı. AKP’nin yaptığı
Erbakan’ın yaptığını daha da zengin
sınıflara yaslamaktan ibarettir. Ama hiç
kimse kimseyi kandırmasın, Tayyip’in
yolunu sonuna kadar açan da maalesef
Erbakan’dır. Saadet Partisi’ni bugün dahi
kararlılıkla ve vefayla izleyen seçmen
işçilerin istediği sonucu aldıktan sonra
yaşanan sahneler olmadığını hatırlatalım. AKP sert tutumunun ters teptiğini,
oy kaybettiğini ve direnişin genişleme
potansiyeline sahip olduğunu kavramış durumda. Görmezden gelmenin
de işe yaramadığını fark etti. Bütün bu
süreçte işçinin direncinin zayıflamasını
bekledi. Bu bekleyiş sendikaların da
kontrol edilebildiği noktada AKP için
istediği zemini elde etmesi anlamına
geliyordu. Bu zeminin oluşması durumunda da karar verecek 4-C olmasa
da 4-B’yi sunacak veya başka bir plan.
Hem işçileri ikna etmesi eskisine göre
zor olmayacak hem de bu süreçten
kuyruğunu dik tutarak karlı çıkacak.
Toplum nezdinde yıpranan prestijini
düzeltecek ki polisten başladı bu işe.
Hem de ne kadar işçi dostu olduğunu yaptığı ‘açılım’la göstermiş olacak.
Tabi bu arada işçi sınıfında kıpırdanan
mücadeleyi de daha fazla kontrol edebilme zemini bulacak. Bunlar şüphesiz
şu andaki tabloya bakarak çıkarılan
sonuçlar, geleceğe yönelik öngörüler.
Tablonun durağan bir şey olmadığını
sürekli değiştiğini göz önünde tutarak,
bunları okumak daha doğru olacaktır.
Son söz olarak mücadele edenler her
zaman kazanamayabilir ama kazananlar
her zaman mücadele edenlerdir. Tekel
işçileri kazanmak için mücadele ediyor
ve işçi sınıfının mücadele tarihinde
onurlu yerlerini şimdiden aldılar.
22.01.2010
kitlesinin bunu bilmesinde yarar var. Mesele Erbakan’ın Tayyip ve ekibi tarafından
kandırılmış olması değildir. Tayyip sadece Erbakan’ın örgütlenme anlayışını daha
da ileri götürmüştür, o kadar. Bir zamanlar halka büyük umutlar veren Ecevit
nasıl patronlar sınıfına yaslanmaktan
vazgeçmeyerek kaybetmişse, gene benzer
umutları kendi kitlesine taşıyan Erbakan
da aynı ısrarından dolayı kaybetmiştir.
Erbakan’ın mevcut partisinin akıbeti
de bir farklılık göstermiyor. İşte biz bu
yüzden İşçi Kardeşliği Partisi olarak
partimizin zengin sınıflardan tamamiyle bağımsızlığını savunuyoruz. Parayı
verenin düdüğü çalacağını bildiğimizden
bizde ( ayda 10 bin lira değil sadece 1
lira da olsa) parayı sadece işçiler verir
ve partiye, kendi partilerine sadece onlar
sahip çıkarlar. Aksi halde nasıl Süleyman
Demirel başımıza “ben fakirleri değil
zenginleri severim” diyen Turgut Özal’ı
hediye etmişse, Erbakan Hoca da (Allah
uzun ömürler versin) yeni Tayyipleri milletimize hediye etmeye devam edecektir.
İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
3
DİSİPLİN
GÜNCEL
17 Ocak TÜRK-İŞ Mitingi
T
ekel işçilerinin 15 Aralık’ta başlattıkları direnişleri 1 ayı aşkın
süredir devam ediyor. Abdi İpekçi’den
Türk-İş önüne gelinen süreçte türlü
badireler ve zorluklardan alnının akıyla
çıkan tekel işçileri, aynı kararlılıkla mücadelelerini sürdürüyorlar. Mücadelelerinin tekel işçilerine öğrettiklerinin sendika yöneticilerinin ufkunu zorlamaya,
rahatlarını bozmaya başladığını söylemek durumundayız. Yıllardır sorunu
masada ‘çözmeye’
alışkın yöneticilerin
sağduyulu tutumları bugün artık
tekel işçileri tarafından sorgulanıyor.
Meydanlara işçileri
toplama zahmetine
giren (aslında zorunda kalan) Mustafa Kumlu, işçilerin
genel grev haykırışları karşısında buz
kesiyor. Mücadeleye
mesafeli duruşunu baştan itibaren
gösteren Kumlu’nun
17 Ocak’taki konuşmasıyla yaptıklarını karşılaştırarak
değerlendirelim.
Tekel’de sigara fabrikalarının
özelleştirilmesi sürecinde diğerlerinde olduğu gibi ses çıkarmadı. 2008
Şubat’ında tekel işçileri Ankara’da
özelleştirmeleri protesto ederken,
tazyikli suyla püskürtülürken dut yemiş
bülbül olan Kumlu, 17 Ocak’ta şakıyor.
Hükümete seslenerek ‘özelleştirmeleri
durdur’ diyor. Özelleştirmeler, şeker
fabrikaları da elden çıkarılınca zaten kendiliğinden duracak. Satılacak
fabrika mı kaldı da durdur diyorsun.
Taşeronlaşmaya ilişkin kılını kı-
pırdatmayarak taşeronluk sisteminin
yaygınlaşmasına hizmet etti. Bırakın
sendikalı olmayı sigortalı çalışmak
bile artık çok daha zor. İşçi sağlığı ve
iş güvenliği hiçe sayıldı. Tersanelerde
bunun mağduru onlarca işçi hayatını
kaybetti. Ülkemizin yüz karası olan
silikozis hastalığı peydah oldu. Kot
kumlama işçilerinin hayatları mahvoldu. Bunlara ilişkin hangi mücadeleyi
yürüttünüz? Siz daha Tekel işçileri ve
itfaiye işçilerinin mücadelesine bile
yeterince destek vermezken bol keseden 17 Ocak’ta konuşuyorsunuz.
Patronların örgütüyle yan yana
ekonomiye can verin kampanyaları
yaparken hangi yüzle işsizliğin önlenmesi çağrısı yapıyorsunuz. Patron
örgütleri ile yan yana kampanyalar
yaparken tedirgin değilsiniz ama
tekel işçilerinden tedirginsiniz.
Sahi 4-C uygulaması yeni mi icat
oldu da şimdi karşı çıkıyorsunuz?
Kumlu ve hempaları Tekel işçileri-
İtfaiye emekçileri
mücadeleyi
sürdürecek
İ
stanbul Büyükşehir Belediyesi’nin
itfaiye hizmetini özelleştirmesiyle
birlikte, Belediye-İş’te örgütlü olan 900
itfaiye emekçisi 1 Ocak itibariyle işsiz
kaldı. Bu tarihten itibaren işlerine gitmeye çalışan işçiler amirleri tarafından
işyerlerinden kovuluyor. Oysa itfaiye
emekçilerinin sendikal örgütlülüğü
1988 sürecine kadar uzanıyor. Basında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin
iştiraki olan BİMTAŞ’ın özelleştirme
ve taşeronlaştırma amacıyla, ihaleyi
(Kanal 7’ye yakın olduğu söylenen) Lapis - Makro ortaklığı lehine bilinçli bir
biçimde kaybettiği belirtiliyor. İşçiler
4 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
BİMTAŞ’ın ihaleyi kaybetmek için özellikle 12 trilyon daha yüksek teklif verdiğini belirtiyorlar. Hatırlanacağı gibi
İtfaiye işçileri 16 Aralık’ta Saraçhane’de
Büyükşehir Belediyesi önünde, çok sert
polis müdahalesiyle karşılaşanbir eylem
yapmıştı. 18 Aralık’ta ise emekçiler iş
bırakmıştı. Kamuoyunda daha fazla ses
getirmek isteyen emekçiler 23 Aralık
günü de Boğaz Köprüsü’nde 40 kişilik
eylem yapmış ve gözaltına alınmıştı.
Ardından Büyükşehir Belediyesi önünde çadır kuran emekçiler, 9 Ocak sabah
04.00’te saldırıya uğradılar. 10 itfaiye
nin mücadelesini ne kadar sahiplendiğini daha önceki aldıkları kararlarda da
belli etmişlerdi. 4 haftaya yayılan eylem
programı, her Cuma 1 saatle başlayıp
birer saat artacak iş bırakma ve AKP
önünde basın açıklaması kararı başka
türlü nasıl yorumlanabilir. Kaldı ki
Cuma günü yapılan iş bırakma eyleminin de ne kadar yapıldığı ortada. Bütün
bunlara rağmen yılmayan işçiler Türkİş’i daha fazlasını yapmaya zorluyor. 17
Ocak Türk-İş çağrısıyla yapılan miting
bunun sonucudur. On
bin Tekel işçisi diğer
on binlerin eşliğinde
Türk-İş başkanının
genel grev çağrısı
yapmasını beklediler,
slogan attılar. Ne var ki
kürsüdeki zatı muhteremin gözleri görmedi,
kulakları duymadı, dili
söylemeye varmadı.
Sessiz ve tedirgin bir
şekilde alanı terk etti.
Tekel işçileri, hükümete seslenip çağrı yaparak duymasını isteyen
Türk-İş başkanının
bu davranışını protesto ederek kürsüye
çıktılar. Bir de oradan seslerini duyurmaya çalıştılar. Ne garip işçiler Türk-İş
başkanına, Türk-İş başkanı hükümete
sesini duyurmaya çalışıyor. İşçilerin
sesini duymayan Kumlu hükümete
neyi duyuracak acaba! Bir başka deyişle
işçilerin örgütünde işçilerin sesini duymayan bir konfederasyon başkanının
olması garip değil mi? Tekel işçilerinin
mücadelesi devam edip genişlediği noktada, duymayanlar görünmez olmaya,
yok olmaya mahkûm olacaklardır.
Mustafa Kumlu ve hempaları karar vermelidir: Ya genel greve ya da AKP’ye!
emekçisinin üstüne çullanan 200 – 250
kadar zabıta ve sivil-resmi polis falçatalarla çadırları ve eylem yerini dağıttı.
Saldırı sonrası dört emekçi hastaneye
kaldırıldı. Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, itfaiye işçilerine yapılansaldırıyı kınadığını belirterek bu saldırının
“faşist bir zihniyetin ürünü” olduğunu
ifade etti. AKP çevrelerine yakınlığıyla
bilinen Kumlu’nun, Türkiye’nin giderek karanlık, baskıcı bir rejime doğru
kaydığını söylemesi dikkat çekiciydi.
Saldırının ardından 12 Ocak günü,
itfaiyeciler yine Saraçhane’de yaklaşık
bin kişinin katıldığı bir eylem yaparak saldırılardanyılmayacaklarını
belirttiler. Eylem boyunca “TEKEL
itfaiye omuz omuza”, “İtfaiyede taşeron
olmayacak”, “İtfaiye işçisi yalnız değildir” sloganları atıldı. İşçiler haklarını alana kadar mücadelelerinden
vazgeçmeyeceklerini belirtiyorlar.
Kritik Zamanlar
Mustafa Çubuk
İşçi direnişlerinin mesajı:
“Gerçek açılım”
Hatırlanırsa gazetenin bir önceki
sayısında; bir eşiğe gelindiğinden
ve eşiğin ötesine ait bilgi veren
ipuçlarından söz etmiştim. Tekel
işçilerinde merkezileşen direniş,
eşikte kapıya atılan güçlü bir omuz
işlevini yerine getirerek eşiğin ötesi
hakkında daha açık bilgi edinmemizi sağlayacak güçlü bir ışığın
sızmasını sağladı. İşçiler bunu;
“Kürt-Türk burada AKP nerede,
gerçek açılım” sloganıyla ifade ediyorlar. İşçilerin bu “gerçek açılımı”
henüz çok ham, içi doldurularak
bir programa, süreklilik kazanmış bir örgütlülüğe ve stratejiye
kavuşmamış olsa da bileşimiyle,
harekete geçirdiği potansiyelle, at
izi ile it izini ayrıştırıcı özelliğiyle taşıdığı olanaklara dayalı bir
perspektifi ortaya koymaktadır.
Önceliklerin doğru belirlenerek
yürünebilmesi, bu perspektifin
kavranabilmesine bağlı görünüyor.
Büyük ihtimalle, bu yazı okura
kavuştuğunda işçi direnişi bazı
uğrakları geride bırakmış olacak.
Sendika konfederasyonlarının 26
Ocak’ta alacakları tavır ve işçilerin
buna yaklaşımı bu uğrakların en
yakın olanı. Bunu da işçi hareketinin iç eşiklerinden biri olarak
tarif edebiliriz. Zaten başından
beri direniş bu eşiği zorlamaktadır.
Gelişmenin, tek tek olaylar olarak
değil, bir süreç olarak kavranması durumunda zaafları aşmanın
dinamikleri de görülebilecektir.
Diğer taraftan Anayasa tartışması tekrar gündeme girdi. Aslında
işçilerin “gerçek açılım” dediği şey
burada gerçek kapasitesine kavuşuyor. Bu kapasite; ezilenlerin,
sömürülenlerin “Türkiyesi”nin
inşasına başlamak. İşçi Kardeşliği
Partisi’nin “Kurucu Meclis” çağrısı/mücadelesi, işçilerin “gerçek
açılım” çağrısıyla örtüştüğü gibi,
onun gerçek kapasitesini de açık bir
ifadeye kavuşturuyor. Gelişmeler,
İşçi Kardeşliği Partisi’ni, şimdiki
gücünün ötesinde stratejik bir konuma taşırken, var olan toplumsal
muhalefeti de bu doğrultuda zorlayacaktır. Bu zorlanacak olanların
en başında, sosyalistler ve Kürt
hareketi olacak gibi görünüyor.
Ya demokrasi, kapitalist sömürü sistemiyle sınırlanarak
barış komisyoncuları aracılığı
ile egemenlerin peşinde sürüklenmeye devam edecekler ya da
işçilerin “gerçek açılım” mesajını
görerek demokrasiye eşitlik boyutu kazandırmada rol alacaktır.
POLİTİKA
DİSİPLİN
Tüyü Bitmemiş Yetim Hakkı…
B
aşbakan Erdoğan ve yardımcısı
Bülent Arınç’ın Tekel işçilerinin
eylemlerinden çok rahatsız oldukları
anlaşılıyor. Bu sayın devlet ve millet
büyüklerinin işçiler için söyledikleri,
aynı şekilde yandaşları gazete ve televizyonların takındığı tavır ibret vericidir.
Yeni Şafak gazetesi hak arayan insanları, yani Tekel işçilerini “tekelciler”
diye manşete çekti. İnsan utanır, sıkılır
değil mi? Ama ne gezer. Başbakan’ın
söylediklerine bakın: “Bunlar Yaprak
Tütün depolarında yatıyorlar, yatarak
para alıyorlar, tüyü bitmemiş yetimin
hakkını kimseye yedirtmem”. El insaf!
Önce Başbakan’a soralım, soralım
da hiç olmazsa artık “radikal piyasacı”
olan İslamcı eskileri duysun. “Tüyü
bitmemiş yetim hakkı” ne demek? Çoluk
çocuğunun nafakası uğruna kazanılmış
hakları için mücadele eden insanlar nasıl
oluyor da “tüyü bitmemiş yetim hakkı”
yiyor? Tekel işçileri mi tüyü bitmemiş
yetim hakkı yiyor yoksa onların mücadelesini karalamak için “Tekelciler” diye
manşet atanlar mı? Bu ne densizlik, bu
ne aymazlık, bu ne insafsızlık? “Tekelciler” yakıştırması yapan genel yayın
yönetmeni ve ekibi, Tekel işçileri için ne
biliyor, onları Yaprak Tütün depolarına
hapseden süreçten haberleri var mı?
Bugün Ankara’nın soğuğunda hak
arama mücadelesine çıkan Tekel işçilerinin serüveni, 2001 ekonomik krizi ve
Kemal Derviş’le başladı. Tütün Piyasası
Yasası, 2001 krizinde batan Türkiye’ye
IMF’nin tekrar kredi açmasının şart-
larından biriydi. 1999’da DSP-MHPANAP koalisyonunun imzalamış
olduğu IMF programı Türkiye’yi 2001
krizine taşımış, aynı IMF yeni bir
program anlaşması imzalamak için o
dönem “15 günde 15 yasa” diye tarihe
geçen paketle Tütün Piyasası Yasası’nı
da dayatmıştı. Tütün Piyasası Yasası,
yerli tütüncülüğü belli bir sürede tasfiye
etmeyi, Türk sigaralarındaki yabancı
tütün oranını artırmayı ve TEKEL’in
elindeki sigara fabrikalarının satılmasını, yani Türkiye’deki sigara piyasasını
bütünüyle devlet tekelinden çıkarıp
yabancı tekellere teslim etmeyi öngörüyordu. Kemal Derviş’le başlayan bu
süreç devam etmiş, AKP Hükümeti
döneminde de Tekel özelleştirilmiş ve
yabancı sermayeye devredilmiştir.
Tekel’in British American
Tobbacco’ya satılması ile birlikte 15 bin
civarında işçiye “Ya kıdem tazminatını al
işten çık ya da 4-C kapsamında çalışmayı kabul et” dendi. İşçilerin bir kısmı
emekli oldu, az bir kısmı tazminatını
alarak işten çıktı, 12 bini ise beklemeye
başladı. İşçilere teklif edilen 4-C kapsamında çalışma elbette yeni bir şey değil.
Devlet memurları kanununa eklenen
bu madde asgari ücret kadar bir maaşla
10 ay çalışma imkânı (Hükümetin yeni
çıkardığı bir kararnameyle maaş tahsile
göre 700–800 TL’ye, çalışma süresi de
11 aya çıkarıldı) getiriyor. Tekel işçileri
eğer 4-C maddesi kapsamında çalışmayı
kabul ederlerse şu anda 1200–1700 TL
olan maaşları 700–800 TL’ye düşecek.
Ayrıca iş güvenceleri de ortadan kalkacaktır. Tabi artık işçi olmayacaklarından
sendika üyesi de olamayacaklardır.
Bülent Arınç’ın CHP Genel
Başkanı’nı eleştirirken söyledikleri
de gerçeği yansıtmamaktadır. Kemal
Derviş’in Dünya Bankası’ndan getirilip
bakan yapıldığı günlerin gazetelerine bakılırsa görülecektir ki bugünkü
AKP’nin temelini oluşturan o zamanki
Fazilet Partisi’nin “yenilikçi kanadı”
parti kararına rağmen “15 günde 15
yasa” için hükümeti desteklemiştir
(bunu bizzat Bülent Arınç’ın kendisi
açıklamıştır). Yani Tütün Piyasası Yasası
AKP’nin desteği ile çıkartılmıştır. Ayrıca
Türkiye’deki neo-liberal uygulamaların
babası olan Kemal Derviş’i sadece CHP
değil AKP de davet etmiş, ancak Derviş CHP’yi tercih etmiştir. Bunun için
yine o günün gazetelerine bakılabilir.
Nitekim AKP hükümetleri Kemal
Derviş’in başlattığı neo-liberal politikaları harfi harfine uygulamaktadır;
“baba baba satmak”, “tüccar siyaset”
kavramlar, AKP ve Başbakan Erdoğan’ın
Türkiye siyasetine armağanıdır.
Hal böyleyken Bülent Arınç’ın çıkıp
Tekel işçilerinin yaşadıklarının sorumlusu olarak Kemal Derviş’i (ve Derviş’i
CHP’ye aldığı için Baykal’ı) gösterip işin
içinden sıyrılmaya çalışması en hafif ifade ile köylü kurnazlığı değil mi? Bunlar
milleti balık hafızalı olarak görüyorlar;
milletle dalga geçiyorlar. Başbakan Erdoğan, olayın önünü arkasını hiç gündeme
getirmeden “Yaprak Tütün depolarında
yatan insanlara niçin milletin vergisinden para vereyim, bu, tüyü bitmemiş
yetim hakkı yemek anlamına gelmez
mi?” diyor. Elbette bu sonuncusu köylü
kurnazlığının çok ötesinde bir şeydir.
Bu nasıl bir iş; başta Başbakan
Erdoğan olmak üzere AKP’liler nasıl oluyor da hala sütten çıkmış ak
kaşık rolünü oynayabiliyorlar?
Diğer taraftan yoğun bir din istismarı
var; Hz. Allah’ı ve Kur’an’ı da işçilerin
aleyhine kullanıyorlar. İşçileri harama el
uzatan insanlar olarak takdim ediyor ve
dindar insanları (Birçok Tekel işçisinin
başörtülü olduğunu gördük) yine dindar
olan millete şikâyet ediyor. Evet, köylü
kurnazlığının çok ötesinde bir şey, bu.
İşçileri yan gelip yatarak para
alan insanlar ilan ediyor. Burada
bırakmıyor; bunun tüyü bitmemiş yetim hakkı yemek kadar haram bir iş olduğunu söylüyor.
Bu ne zekâ, bu nasıl bir pişkinlik, Türkiye son on yıllarda böylesine
zekâ parıltısına hiç rastladı mı?
Biz yazıyı yine bir soru ile bitirelim: “Sayın Başbakan, Tekel işçilerini
tüyü bitmemiş yetim hakkı yemekle
suçladınız. Peki, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nden 10 liraya (bu sembolik bir rakamdır) hizmet ihalesi alıp
aynı gün bunu 6 liraya taşerona satan
Müslüman müteahhit ne yiyor?
Emekçiler ve Yakın
Geleceğimiz
aynı olmadığı artık anlaşılmaya başlanmıştır. Daha önce sermaye partilerinden uzaklaşarak AKP’ye yönelen
emekçi kitleler, artık yavaş yavaş geriye
çekilerek önümüzdeki dönemde yeni
arayışların içinde olacaklardır. Özellikle geçen iki, üç aylık zaman içerisinde
gerek kamuda, gerekse özel sektörde
yaşanan işçi ve emekçilerin eylemleri,
yoksullaşan köylülerin tepkileri ve
genel olarak oluşan hoşnutsuzluklar bu
sınıf ve katmanların siyasal tercihlerini
değiştirmeye başlamıştır. Bu gelişmeye
yanıt verebilecek bir işçi-emekçi kitle
partisi inşasının başarılması yaşamsal
öneme sahiptir. Aksi durumda yine
CHP, MHP veya başka bir sermaye
partisine yöneleceği kesindir. Aslında
kendi talepleri etrafında birleşerek
alanlara inen işçiler ve kamu emekçileri, özellikle de tekel işçilerinin eylemi
nasıl bir kitlesel işçi sınıfı partisinin
olması gerektiğini göstermiştir. Bu oluşum sınıfın kendi içerisindeki farklılıkları kapsayan esneklikte ama sermaye
iktidarına karşı işçilerin ve yoksul
köylülerin çıkarlarını net bir şekilde
ifade eden politikalar belirlemelidir.
İşçi Kardeşliği Partisi bu anlayışın bütün emek mücadelesi veren kesimlere
de sirayet etmesi için kendisini hergün
yeniden gözden geçirerek geliştirmek-
tedir. Yaşanan işçi sınıfının mücadelesi
esas itibariyle AKP’nin ve benzer siyasi
partilerin gerçek yüzlerini göstermekle
beraber, emek cephesinde bulunanların da konumlarını sorgulamalarını
gerektirmektedir. Bunlar başta sendikalar olmak üzere, siyasi parti ve diğer
örgütlenmelerdir. Çünkü yükselen işçi
eylemleri ücret ve sosyal hak taleplerini aşarak daha ileri bir siyasal sonuç
üretmeden dağılmaktadır. Şayet her
defasında böyle olacaksa kurumsal
olarak varolmak hangi ihtiyacı karşılamaktadır? Politikalarımıza farklı
yaklaşımları dahil etmek mümkündür.
Son yapılan anketlerde AKP yine ilk
sırada görünürken, Cem Uzan’ın yeni
versiyonu Sarıgül girişiminin bile destek bulduğunu göstermektedir. Hem
de bir parti programı olmadan ve ne
dediği belli olmayan tutumuyla. Yine
mağdurluk edebiyatı, ortaya karışık
milli-din söylemleri ve bol popülizm.
Destek sanıldığı gibi CHP’den değil
AKP tabanından gelmektedir. CHP ve
MHP ise kendi beklentilerinin üzerinde seyreden oy tabanlarını korumaktadırlar. Hepsinin ortak noktası, işçi
ve emekçi kitleler yararına herhangi
bir politakayı gündeme getirmeyişleridir. Hepsi de ABD, AB ve onlarla
işbirliğindeki Türkiye sermaye sını-
fının hizmetindedirler. Özelleştirme,
piyasalaştırma ve düzenin devamı yönünde bilimum kapitalist politikalara
biat etmişlerdir. Biri hükümet olurken
diğerinin muhalefette olması hiçbirini
diğerinin alternatifi durumuna getirmez. İncirlik’de Amerikan üslerini
kapatacaklar mı; İMF, Dünya Bankası,
DTÖ gibi kurumlara olan bağımlılıklarını kesecekler mi; emperyalistlerin
dün Irak, Afganistan ve Pakistan’da
bugün Haiti’de fiili işgal ve yağmalamalarına karşı çıkacaklar mı; mal ve
hizmet üreten işyerlerinin özelleştirme yoluyla piyasalaştırılmasına son
verecekler mi, işten atmaları yasaklayacaklar mı vb.sorulara verecekleri
yanıt kesinlikle hayır olacaktır. Öyleyse
işçiler emekçiler neden desteklerini
çekmiyorlar? Artık yeter demeleri
gerekiyor. Sağcı-solcu, Alevi-Sünni,
Kürt-Türk olarak işçilerin bölünmesine
engel olacak tek yönelim, sınıf kimliğinin öne çıkartılarak geliştirilmesidir.
Tekel işçilerinin Muş çadırındaki bir
işçi canlı yayın sırasında “Ben AKP’ye
oy verdim, buraya geldikten sonra beş
vakit namaz kılan komünist oldum”
sözü belki uç bir örnek olabilir ama
sağcı işçi, solcu işçi ayrımının ne
denli temelsiz olduğunu göstermesi
açısından önemlidir. Hayatın içinde
yeniden karılmaya ihtiyacımız var.
Ali Çubuk
Sağcı solcu işçiler, hepsi
direnişteler!
Sermaye sınıfları, üretilen değerlere
el koyma pozisyonunu perdeleyerek
toplumun bütününü yönetme ayrıcalığını sürdürmek için her yol ve yönteme başvurmaktadırlar. Ülkemizde de
gün oldu açıktan darbe ile, gün oldu
baskı politikaları ile, gün oldu vesayeti
altındaki siyasi partilerle iktidarını
sürdürdü. Dokuz yıl önce AKP ile bu
kez başka bir yöntemi devreye koydular. AKP toplumuın çoğunluğunu
oluşturan müslümanların değerlerini
kullanarak kendisini gizledi. Halkın
en zayıf ve hassas noktasından yakalayarak işçi ve emekçilerin oyları ile
hükümet oldu. Çok zaman geçmeden
görüldü ki öncekilerden farkı, emeğe
karşı daha gözükara ve acımasızca
saldırıyor olmasıdır. Bu gerçek yüzü
çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Özellikle din refersanslı söylemlerini
de kullanarak oy aldığı işçi, emekçi
kesimlerdeki desteği krizin de etkisi ile
hızla erimektedir. AKP’nin dini ile ona
oy veren işçi, emekçi sınıfların dininin
Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu
İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
5
PART
DİSİP
Abdülhalim Demir
Birleşik mücadeleinin önemi
Yeni yılın ilk işçi hareketleri TEKEL
işçileri mücadelesi ve İstanbul’daki itfaiye işçileri mücadelesi, eski bir kot işçisi
olarak, hakları gasp edilmiş silikozis
hastası bir işçi olarak beni umutlandırdı. Çünkü emek mücadelelerinin
kazanımı birbirine bağlıdır, kazanım
ancak sınıfsal beraberlikle elde edilir.
Aralık ayının ilk yarısından beri eylemde olan TEKEL işçileri, zor kış şartlarına
rağmen evlerine götürdükleri ekmeğin kavgasını direnerek, bazen suya atılarak, bazen
cop yiyerek, bazen de gaza maruz kalarak
sürdürüyorlar. Çalışanlar, işçiler toplumun
yüzde seksenini yani çoğunluğunu oluşturuyor ama gördükleri muamele içler acısı…
Devletin kolluk kuvvetleri işçilere karşı,
işçilerin “ekmeğimi ver” sloganlarına karşı
gazlı, coplu güç kullanıyor.
Yıllardır TEKEL’de emek veren 12 bin
işçi, 4-C statüsünde çalıştırılmak isteniyor.
4-C’li olmak “geçici işçi” olmak, kıdem tazminatı gibi haklara sahip olamamak, sendikalaşamamak, yılın 10 ayı ile sınırlı bir
süre ve çok düşük ücretle, iş güvencesinden
mahrum bir şekilde çalıştırılmak anlamına
geliyor. Buna gerekçe olarak; “bu işçiler depolarda yatıyor, biz tüyü bitmemiş yetimin
hakkını depolarda yatan işçilere veremeyiz”
deniliyor.
Tüyü bitmemiş yetimin hakkına göz
koyan kim?
1980 darbesiyle birlikte özelleştirmeler
başladı. Kamu kurumlarının özelleştirilmesi ve devlet memurlarının sözleşmeli
personelliğe geçirilmesi AKP hükümetinin
iktidara gelmesiyle büyük hız kazandı.
Kamunun büyük işletmelerinden biri
olan TEKEL, tütün, tuz ve alkol olmak
üzere 3 mamül üzerinden kâr oranı en
yüksek işletmelerden biriydi. Alkollü
içecekler bölümü 2003 yılında 292 milyon dolara Limak-Nürol-Özaltın-Tütsab
adlı girişim grubuna satıldı. Aynı grup
3 yıl sonra bu şirketi 950 milyon dolara
Amerikan Texas Pasific grubuna sattı.
Bütün tuz işletmelerini de özelleştirildi.
Tütüne gelince hem yüksek karı olan
hemde büyük oranda istihdam sağlayan iş
ve aş kapısıydı. Ülkemizde TEKEL personeli dışında tütün üreticisi ve toplayıcısı olan,
yani tütünden geçimini sağlayan 50 binin
üzerinde insan vardı. TEKEL işçilerinin şu
anki konumu kadrolu kamu işçisidir. Devlet 2008 yılında TEKEL sigara fabrikalarını
Amerikan Tobacco firmasına 1 milyar 720
milyon dolara sattı. İşçileri de yaprak tütün
işletmelerine, yani şu anki tütün depolarına
verdi. İşçilere “siz burada devam edeceksiniz” denildi. Şartlar zor olmasına rağmen
işçiler kabul etti. Şartları zor diyorum,
çünkü birçoğu yaşadığı kentlerden başka
kentlere, depoları olan kentlere gönderildi.
Sendikaları da üyelerini kaybetmeyeceği
için itiraz etmedi. Bugün “yaprak tütün işletmelerinde yan gelip yatıyorsunuz, tüyü
bitmemiş yetimin hakkını sizlere yedirmeyiz” diyorlar. Sayısı on binin üzerinde olan
TEKEL işçisini haklarını almamaları için
sersefil ediyorlar. Şimdi tüyü bitmemiş yetimin hakkının çoktan yedirildiğini görüyoruz. AKP, “yavuz hırsız ev sahibine baskın
çıkarmış” hesabı şimdi suçu TEKEL işçilerine yüklemeye çalışıyor ama buna küçük bir
çocuk bile inanmaz.
Sendikalar TEKEL’e yönelik
özelleştirme saldırısında şimdiye
kadar sessiz kalarak suça ortak oldular
TEKEL işçilerinin direnişi haklı ve geç
kalınmış bir direniştir. SEKA özelleştirilirken sıranın TEKEL’e geleceği biliniyordu.
Bu direniş sigara fabrikaları özelleştirme
kapsamına alındığında yapılmalıydı.
Sendika bağıra bağıra gelen bu tehlikeyi
görmeliydi, üyelerini bu tehlikeye karşı
uyarmalı, örgütlemeli ve özelleştirmeye
karşı çıkmalıydı. Ama üyelerini kaybetmeyecekler diye susmayı tercih ettiler. Bugün
TEKEL yaprak tütün işletmelerini kapatan
AKP hükümeti kadar, bu yıkımın adım
adım uygulanmaya konulmasına şimdiye
dek sessiz kalan Türk-İş ve Tek Gıda-İş
Sendikası’nın yöneticileri de suçludur.
TEKEL işçilerinin hakları verilmelidir.
Eğer başka kurumlara dağıtılacaklarsa kadrolu olarak çalışma hakları gasp
edilmemelidir, özlük hakları korunarak
başka kamu kuruluşlara kaydırılmalıdırlar.
TEKEL işçileri direnirse bunu başarabilir.
Bütün sendikalar, işçi örgütleri, işçiler, işsizler, emeğiyle geçinen herkes bir yumruk
olmalılar, TEKEL’in peşkeş çekilmesine
karşı TEKEL işçileriyle bir yürek olmalılar
ve direnmeliler! Zira işçi sınıfının geleceği
bir bütündür, ancak bir bütün olarak mücadelesi verildiğinde gelecek kazanılabilir.
Biz eski kot işçileri fiziken destek verecek
gücümüz olmasa da TEKEL işçileri ve
itfaiye işçilerinin direnişini yürekten destekliyoruz ve biliyoruz ki onların kazanımı,
başarısı bizim de başarımız olacak, geleceğimiz olacak, bize yaşam için güç olacak…
Kot işçileri olarak hakları için direnen
tüm işçi ve emekçileri yürekten selamlıyoruz…
İKP, İhsan Eliaçık’ın sunumuyla bir konferans düzenledi
onferans yaklaşık 100 kişinin katılımı ile Çelik-İş Sendikası’nın İstanbul/Aksaray’daki şubesinde yapıldı.
Farklı kesimlerden gelen katılımcıların
ilgiyle izlediği konferans, İKP Genel
Başkanı Zeki Kılıçaslan’ın giriş konuşmasıyla başladı. Daha sonra İhsan Eliaçık, yaklaşık bir saat süren konuşma-
6 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
2006 yılında, altı ay süre ile geçici çalıştırılan işçiler için
sektörlerde de bu yasa gereği kadrolar verilmiş ama orm
olan orman işçilerinin esas talepleri bu yasadan yararlan
2
004 yılından beri sendikasızlaştırılan
ve bu alandaki boşluğu Türkiye genelinde altı bölgede örgütlenerek doldurmaya çalışan Orman İşçileri Yardımlaşma Dayanışma
ve
Eğitim
Derneği’nin
(ODED) Mersin III. Olağan
Genel Kurulu 17 Ocak
2010 tarihinde
Petrol-İş Sendikası Mersin Şubesi’nde
yapıldı. 40
delegenin katılımıyla yapılan genel kurulda dernek başkanı İ. Halil ÇAKIRLI, yaptığı konuşmada
özellikle örgütlenmenin önemine vurgu yaparak bu konuda üyelerin duyarlı olmaları-
sında Kuran’ın ezilenlerin ve yoksulların
sesi olduğunu ve ihtiyaçtan fazla mülk
edinmenin yasak olduğunu ayetlerden
örnek vererek açıkladı.
Bu konuşmaların video kayıtları dijital hale çevrildikten sonra yayınlanacaktır.
nı istedi. Özellikle uzun süreden beri yetkili
sendikası olmayan orman işçisinin bunun
acısını iyi bildiğini dile getirdi. Sendikalarında demokratik yapılanma içinde olmaları gerektiğini
dile getirerek
böyle bir yapılanma içinde dernekle
birlikte daha
da güçlü bir
örgütlenmeyi
yaratabileceklerini söyledi.
Tek liste halinde yapılan
oylamada 40
delegenin tamamının oyunu alarak yönetimini belirlediler. Genel Kurulu onurlandıran ve Türkiye genelinde örgütlenmeye
çalışan İşçinin Kardeşliği Partisi Genel Baş-
İşçi Kardeşiği Partisi İzmir İl Örgütü
Coşkuyla Açıldı
TEKEL işçilerinin mücadelesi hepimize
güç veriyor
“Ezilenlerin ve Yoksulların Sesi Olarak
İslam” Konferansı
K
Orman İşçileri III. Ola
Düzenledi
P
artimizin İzmir il örgütü genel
başkan Zeki Kılıçaslan’ın katılımı
ve gençlerin yoğun ilgisiyle 09.01.2010
tarihinde saat 12.30’da açıldı. Bütün
devrim şehitleri adına bir dakikalık
saygı duruşuyla başlayan açılış töreni sırasında gençlerin yoğun katılımı olduğu görüldü. Açılış sırasında
partimizin gençleri “Gençlik gelecek,
gelecek sosyalizm” sloganını attılar.
Üye töreninden sonra partimizin genel başkanı Zeki Kılıçaslan bir konuşma
yaptı. Konuşma sohbet havasında geçerek ülkenin genel durumuyla ilgili tartışmaya döndü. İçinde bulunduğumuz
durumda işçi sınıfının haklarına karşı
patron hükümetlerinin yoğun saldırıları olduğunu, bu durumun da ancak örgütlü bir partiyle aşılacağı belirtildi. İşçi
sınıfının emperyalizm tarafından etnik
ve mezhepsel kimliklerin ön plana
çıkartılarak bölünmeye çalışıldığı, buna
karşılık partimizin bütün halkımızı sınıf kimliğiyle birleştirmeyi görev bildiği
vurgulandı. Milliyetçi politikalara karşı
tek çözümün, halkların kardeşliğini
savunmak olduğu vurgulandı. Genel
başkanımız konuşmasında işçi sınıfının
özelleştirme ve taşeronlaştırma politikalarıyla sendikasız, sosyal güvencesiz,
düşük ücretle köle şartlarında çalıştırılmak istendiğini vurguladı. Partimizin de işçi sınıfının içinde bulunduğu
durumun sermayeye karşı sınıf müca-
delesiyle aşılacağını her fırsatta vurguladığını belirterek İzmirli işçileri İKP
çatısı altında örgütlenmeye çağırdı.
İzmir il yönetiminden İsmail Durna,
ülkemizin ezilen ülkeler kuşağında
bulunduğunu belirterek bütün zenginliklerimizin emperyalist ablukaya
alındığını, bu duruma ancak ve ancak
sosyalistlerin önderlik edeceği antiemperyalist bir halk hareketiyle karşı
konulacağını, temel şiarımızın bağımsızlık, devrim ve sosyalizm olması gerektiğini belirtti. Konuşmalar sırasında
söz alan gençler, gençliğin sınıfla birleşerek onlarla beraber işçi-yoksul köylü
hükümeti için mücadele etmek zorunda
olduğunu ifade ettiler. Bunu yaparken
de gençliğin halkımızı Alevi-Sünni ve
Kürt-Türk olarak ayrıştırmadan sınıf
kimliğiyle örgütlenmesi gerektiğini
belirtti. Ülkede yaşanan neo-liberal
dönüşümün gençler için geleceksizleştirmeden başka bir şey ifade etmediği
vurgulandı. Konuşmalardan sonra parti
açılışına gelen herkesle tanışan partimizin MYK üyeleri özellikle gençlerimizle
yakından ilgilenerek gençliğe verdikleri önemi gösterdi. Coşku havasında
geçen açılıştan sonra İzmir il örgütünün üyelerinin umutlu olduğu görüldü
ve partimizin giderek büyümesinin
temelinde partimizin ideolojik olarak
sınıf temelli bağımsızlık ve iktidar
mücadelesi vermesinin yattığı anlaşıldı.
TİMİZ
PLİN
ağan Genel Kurulunu
İKP Mersin
Toplantısı Yapıldı
İ
n 5620 sayılı bir yasa çıkartılarak kadro açıldı. Diğer
man işçileri faydalanmamışlardı. Halen geçici statüde
nmak.
kanı Zeki KILIÇASLAN ve genel merkez
yöneticileri katıldı. Genel kurulda delegelere hitaben bir konuşma yapan İKP Genel
Başkanı Kılıçaslan,
özellikle Türkiye’de
emek
sınıfının
gerçek anlamda
temsil edilmediğini, ülkeyi bugüne
kadar yönetenlerin çalışanların
sorunlarını çözmek bir tarafa çözümsüzlüğü dayattığını ifade etti.
Bu ülkede bütün
emekçilerin bir araya gelerek iktidar olmaktan başka kurtuluşlarının ve çözümünün
olmadığını belirti.
Orman işçilerinin yoğun ilgisiyle karşıla-
şan Kılıçaslan’dan geçici orman işçilerinin
davalarının akıbetinin araştırılması istendi.
Kılıçaslan, İKP’nin iktidarının gerçekleşmesi için kendilerinin
bu yolda her türlü
çabayı göstermeye
hazır olduklarını, bugüne kadar bütün iktidarların
sermaye iktidarı
olduğunu, ülkeyi
yönetenlerin
emekçilerin birliğinden korktuğunu ve bu korkularının da İKP ile
gerçekleşeceğini belirtti. Kılıçaslan salondan alkışlar arasında ayrıldı.
şçi Kardeşliği Partisi’nin Mersin il
örgütünün oluşturulması ile ilgili
toplantı, parti üye ve sempatizanları
ile birlikte orman işçilerinin yoğun ilgi
ve katılımı ile 17 Ocak 2010 tarihinde
Petrol-İş Sendikası Mersin şubesinde
yapıldı.Toplantıya genel merkez yöneticileri olarak, İKP Genel Başkanı Zeki
KILIÇASLAN, genel başkan yardımcısı
Şadi OZANSÜ, genel sayman Nevzat KULAOĞLU ve örgütlenmeden
sorumlu MYK üyesi Celal IŞIK katıldı.
İKP Genel Başkanı Zeki KILIÇASLAN toplantı gündemine geçmeden
önce, Petrol-İş konferans salonunda
yapılan Orman İşçileri Dayanışma ve
Eğitim Derneği’nin (ODED) genel kurulunda işçilere ve katılımcılara yönelik
bir konuşma yaptı. Konuşmasında,
neden bir işçi emekçi partisine ihtiyaç
duyulduğu, İşçi Kardeşliği Partisi’nin
temel sınıf çizgisi ve genel politikaları
hakkında açıklamalar yaptı. Orman
işçileri de geçici çalışma, özelleştirme
ve taşeronlaştırma uygulamalarına
karşı olduklarını söyleyerek sorunlarını
parlemantoda dile getiren herhangi bir
parti bulunmadığını belirterek, kendi
haklarını savunacak siyasal bir örgütlenmeye destek vereceklerini söylediler. İşçiler, geçici çalıştırılan orman işçilerinin
kadroya alınması için hükümetin kadro
açması yönündeki taleplerini gündeme
getirmesi için İKP Genel Başkanı Zeki
KILIÇASLAN’dan istekte bulundular.
Toplantının gündemi olan Mersin il örgütünün oluşturulması ile
ilgili görüşmeler parti üyeleri ve genel
merkez yöneticileri tarafından genişçe
değerlendirildi. Bugüne kadar yapılan
çalışmalar ve sonrası için öngörülen
gelişmeler gözönüne alınarak İşçi Kardeşliği Partisi’nin Mersin örgütünün en
kısa sürede kurulması kararına varıldı. Haydar Günay “İşten Atmak Yasaklansın” Platformu
Bağcılar Yerel Komitesini Oluşturdu
İ
şten Atmak Yasaklansın Platformu’nun
İstanbul Bağcılar’da 10 Ocak 2010
tarihinde Kristal-İş şubesinde düzenlediği toplantıya yaklaşık 50 kişi katıldı.
Katılanların çoğunluğunun işsiz ve geçici
işlerde çalıyor olması işsizlik sorunun
toplumumuzun en büyük yaralarından
biri olduğunu bir kere daha bize gösterdi. Platform sözcüleri merkezi düzeyde
yapılan bu kampanyaların yerel ayakla-
İşçi Filmleri Festivali
Kot Kumlama İşçileriyle Dayanışma Komitesi Eskişehir’deydi.
IV.
Uluslararası İşçi Filmleri Festivali kapsamında
Eskişehir’e gelen komite üyeleri
Eskişehirli emekçilerle ve emek
dostlarıyla söyleşti. Kristal-İş Bölge
Temsilcisi İsmail AYER’in başkanlığında gerçekleştirilen bir saatlik
söyleşinin ardından katılımcılar ve
konuklar Dönüş ve Silikozis adlı
belgesel çekimlerini birlikte izlediler.
Söyleşide ilk olarak konuşan
komite üyesi Engin BODUR, komitenin bugüne kadar yürütmüş olduğu çalışmalardan, hukuk mücadelesinden ve komitenin bundan sonraki
hedeflerinden bahsetti. Komite üyesi
ve eski kot kumlama işçisi Abdulhalim DEMİR, kot kumlama işçilerinin
çalışma koşullarından bahsederek
silikozis hastalığına nelerin yol açtığını anlattı. En son söz alan eski kot
kumlama işçisi İbrahim KAYA ise
siliozis hastalarının yaşadığı sorunlara ve yaşanan mağduriyete değindi.
Konuşmacıların sunumundan
sonra salondan soru ve görüşler alındı.
Kot kumlama işçilerinin vermiş olduğu mücadelenin sınıf mücadelesinin
bir parçası olduğu yapılan konuşmalarda dile getirildi. Ardından katılımcılara Festival Komitesi tarafından katılımları için teşekkür plaketleri verildi.
Dönüş ve Silikozis belgesellerini
izleyen yaklaşık 150 kişi kapitalizmin kar mantığının nelere yol açtığına bir kere daha şahit oldular.
DAVET
rının mutlaka oluşturulması gerektiğini,
Bağcılar toplantısının İstanbul’da bir ilk
olduğunu söylediler. Toplantıya katılanlar işsizlik sorununun mutlaka çeşitli
etkinliklerle halka anlatılması gerektiğini vurguladılar. Toplantı sonucunda
yedi kişilik bir yerel komite seçilerek
Bağcılar-Esenler bölgesinde kampanyanın yerel ayaklarının gerçekleşmesi
için çalışma yapılmasına karar verildi.
düşündürmek, gerek etkinlikte yer
alan gerekse etkinliği izleyen insanların üreterek düşünmenin, emek vererek öğrenmenin hazzını yaşamasını
Eskişehir İKP Kadın Komisyonu sağlamak ve tabii ki 1857’de 129 doolarak “8 Mart Dünya Emekçi Ka- kuma işçisi kadının ölümüyle sonuçdınlar Günü” etkinliğini bu sene de lanan bu tarihi; hafızaları tazeleyerek
unutulmaz kılıp bilincimizi hareke
düzenleyeceğiz. Üçüncüsünü düzengeçirmek…
leyeceğimiz etkinlik için, daha geniş
Tek başına olmadığımızı hissetmek
bir katılım sağlamak amacıyla yazdan
dileğiyle
bütün işçi, emekçi dostlarını
beri yapıp sattığımız kitap ayraçları
sayesinde belediyenin bir salonunu ve özellikle de kadınları etkinliğimizi
izlemeye davet ediyoruz.
kiralamayı başardık.
8 Mart’ı hep birlikte daha güçlü
Bu yıl daha da çok insana ulaşacakutlamak
dileğiyle tüm kadınları
ğımızı hayal ederek ona göre bir oraramızda görmek istiyoruz.
tam sağladık. Emin olun, ayraçların
boyanmasından, üstlerinin yazılmasına, boncuklarının dizilmesine, hatta Eskişehir İşçi Kardeşliği Kadınları
satışına kadar birçok kadın arkadaşın
Tarih: 14 Mart Pazar 13.30
bu işte emeği var.
Yer: Taşbaşı Kültür Merkezi / Eskişehir
Niçin bu emek? Kadınların sorunları üzerine bir kez daha düşünmek,
İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
7
Röportaj
SENDİKALARIMIZ
DİSİPLİN
Bursa’da
Bursa’da Birleşik Metal İş Sendikasına bağlı ASEMAT A.Ş. Tofaş Yan Sanayi ve Kalıp
Fabrikası’nda greve giden işçilerle görüştük.
İmparator Esen 42 yaşında Eskişehirli, kirada oturuyor kirası 350
TL. Üç yıldan bu yana bu sendikanın üyesi, daha önce hiçbir
sendikaya üye olmamış. Sendika
kendilerine her ay 200 TL dayanışıma yardımı yapıyor, verilen bu
parayla geçinmeye çalışıyor. Bir
tane okuyan çocuğu var. Mesleği
kalıp imalatçısı, çalışırken 800 TL
maaş alıyormuş. 32 yaşında, on
yıldır çalışıyor.
Tamer Ordu 32 yaşında. Bursalı,
bir çocuğu var. İlk sendika üyeliği,
dokuz yıldır bu işyerinde çalışıyor.
760 TL maaş alıyor.
T.İ.S. (Toplu İş Sözleşmesi) ne zaman başladı, neler istendi?
1.7.2008 yılında T.İ.S. başladı, altı ay süren müzakereler sonucu 31.12.2008 ‘de iki işyeri aynı anda greve
çıktı. Toplam işçi sayısı 60 kişi. Üç yıldır sendika üyesiyiz. Birleşik Metal’in işyerimizdeki ilk sözleşmesi, görüşmeler uyuşmazlıkla sonuçlandı. Y.H.K gidildi, grev
oylaması istendi, işçiler greve hayır dediler. İlk T.İ.S.
sonucunda ücretlere ek az bir şey ve senede bir ikramiye verildi.
Bu T.İ.S. başladığında en önemli maddeler nelerdi?
Röportaj
En önemlisi ikramiyenin dörde çıkarılması talebi
idi. Pazarlıklar sonucu üçe düşürülen dört ikramiye talebinin asıl nedeni ise İstanbul’da Türk Metal’e
bağlı aynı üretimi yapan işyerlerinde dört ikramiye
olduğundan bu hakkı biz de neden almıyoruz diye
düşündük. T.İ.S. iki yıllık yapılıyor. Birinci yıl ücretlerin ayarlanması, düşük ücret alanların ücretlerini yüksek ücret alanlara yakınlaştırmak, yüksek
ücretlilere kısmen zam yapmak. İkinci yıl sadece
greve çıkmayan memur statüsünde çalışan insanlara bizim
yaptığımız işleri yaptırdılar.
Bununla ilgili sendika bir şey
yaptı mı?
ikramiye istendi, ücretlerde ise enflasyon artı yüzde iki istendi. Bu konuda işveren sadece enflasyon
veriyorum ama ikramiyeyi tartışmam dedi. Bunun
üzerine işçiler ikinci yılla ilgili olan ikramiyede
dörtten üçe hatta iki buçuk ikramiyeye bile evet
diyeceklerini söylediler fakat işverenin katı tutumu
yüzünden bu talep de olumsuzlukla sonuçlandı.
Grev süreci içinde hiç görüşme oldu mu? Görüşme talebini kim yaptı? Sonuç ne oldu?
Grev sürecinde üçüncü T.İ.S. görüşmesi yapıldı, görüşme talebi işverenden geldi. Görüşme
sonucu ücretlere enflasyon ve en son istenen
iki buçuk ikramiye ikiye düşürüldü. Bu talep
de işveren tarafından yine kabul edilmedi.
Şu anda grevdesiniz. Fabrikada üretim var mı?
Grevin başında fabrikada yapılan üretim fason
olarak dışarıda yapılıyordu. Sendikaya söyledik,
sendika fabrika dışında yapılan üretimle ilgili kanunen bir şey yapamayız dedi. Daha sonra işyerinde
Sendika fabrikada greve rağmen
yasadışı üretim yapıldığını tespit
ettirdi, zabıt tutturdu. Tutulan bu zabıtların hiçbir faydası
olmadı, üretim aynen devam
ediyor. Siz de görüyorsunuz
giriş çıkışları. Hatta biraz daha
büyüterek başka bir yerde bu
işyerine sadece punto işi yapan
atölye, fabrikanın içine getirildi.
Anlayacağınız değişen hiçbir
şey yok, fabrikanın üretimi
aynen devam ediyor. Eğer grev
işçinin hakkı ise lokavt da işvereninse kanunlar
neden hiçe sayılıyor, bu kanunlar nerede geçerli
olacak? Kim bu vurdumduymazlığa dur diyecek.
“İşten Atmak Yasaklansın! İşsize İş” kampanyasını biliyor musunuz?
Biz bu kampanyadan haberdarız. Sendikamızda
temsilci arkadaşımız bizden imza istedi. Çok keyfi
işten atılmalar var. Bizim de ne olacağımız belli değil.
İmzaları verdik. Bu kampanyayı yapan siyasi partilere
ve sendikalara şükran duyuyoruz ve destekliyoruz.
ASEMAT A.Ş. grevci işçilerine destek vermenizi
talep ediyoruz. Ayrıca İstanbul’dan buraya kadar
gelen İKP’ ye çok teşekkür ediyoruz, bir nebze de
olsa moral bulduk. Sizin gibi bizi samimi bilgilendiren oldu ama bu kadar samimi değil. İKP’ye siyasal
mücadelelerinde başarılar diliyoruz. Saygılarımızla.
Bursa Tekstil işçileri sendikası COATS işyeri baş temsilcisi
Ercan Atmaca ile konuştuk
Coats fabrikası bir İngiliz firmasının kuruluşu, iplik imalatı yapıyor. 550 işçi çalıştırıyor. İşçilerin hepsi DİSK’e bağlı Tekstil Bursa
şubesinin üyesi. Ayrıca sendikanın Bursa şubesine bağlı bir işyeri daha var, B.F.T.C. Bu işyerinde 600 kişi çalışıyor ve bir Fransız kuruluşu.
Sendikanıza bağlı işyerlerinden işten
atılmalar oldu mu?
Ercan Atmaca: Coats ve B.F.T.C firmalarından 2009
yılında toplam 60 kişi işten atıldı. 108 işçi kardeşimiz
de “kısa dönem” çalıştırma sonucu ücretlerinin düşmesi nedeniyle geçinemedikleri için işlerinden ayrılmak zorunda kaldılar. Şubemize bağlı iki işyerinden
168 kişi kriz nedeniyle işinden oldu.
Ücretleriniz hangi düzeyde, örgütlenme nasıl gerçekleşti?
İki işyerinde çalışan tüm işçiler aşağı yukarı asgari ücretin biraz üzerinde ücret almaktadırlar.
Eskiden bu işyerlerinde Hak-İş’e bağlı Öziplik-İş
Sendikası varmış, daha sonra Tekstil örgütlenmeyi
gerçekleştirdi. Ben 2000 yılında bu işyerine girdim,
3 Toplu iş sözleşmesi gördüm. Tekstil İşverenleri
Sendikası’yla grup T.İ.S’ne oturuyoruz, grup içerisinde Adana’da bulunan işyerleri de mevcut.
Sendikada şube ve temsilci seçimleri nasıl oluyor?
8 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
İşyerinde temsilciler seçim yapılarak göreve geliyor.
Şube seçimini ise işyerlerinden seçilen delegeler
yapıyor. Şube ve temsilciler seçim yoluyla geldiği için tabanın söz ve kararda etkisi hissediliyor.
T.İ.S. (Toplu İş Sözleşmesi) geçirdiğiniz ve tabanın
T.İ.S’de söz ve karar yetkisi olduğunu söylediniz. O
zaman neden ücretler düşük?
Bunun asıl nedeni aynı işkolunda iki veya daha çok
sendikanın olmasından kaynaklanıyor. Mesela tekstil
işkolunda Tekstil, Teksif, Öziplik-İş gibi. Bu durumda
T.İ.S yapmanın süresi uzuyor, üye sayılarını çoğaltalım
derken küçülüyorlar. Güçsüz kalıyorlar, pazarlık payları haliyle azalıyor ve yaptırım güçleri çok aza iniyor.
İKP’yi (İşçi Kardeşliği Partisi) duydunuz mu, ne düşünüyorsunuz?
Kapitalizme ve sömürü düzenine karşı çıkan emek ve emperyalizm konusunda net bir
çizgi çizen bir parti olarak görüyoruz.
İKP Genel Başkanını tanıyor musunuz? İKP tüzüğü
elinize geçti ne düşünüyorsunuz?
İKP Genel Başkanı ile çapa tıp fakültesinde tanışma
fırsatı buldum. Emeğe ve emekçiye son derece saygılı
ve sahip çıkan çok kararlı bir genel başkanla tanıştım. Bursa’dan gelen bir şube yöneticisi arkadaşım
ve bir temsilci arkadaşla beraber aramızda konuştuk ve çok takdir ettik. İKP tüzüğünün tamamını
okumadım ama okuduğum kısımlarını beğendim.
Tamamen Türkiye işçi sınıfının aradığı parti bu işte.
Sizce İKP nasıl örgütlenmeli? Biliyorsunuz patronlar
parti üyesi olamaz maddesi var.
Basın yayın ve TV’leri İKP’nin iyi kullanması lazım. Patronların bu partiye alınmaması partinin
tamamen işçilerin birliği ile sınıf ve kitle sendikacılığı anlayışıyla örgütlenme şiarını yükseltip siyasal güçlülüğünü ortaya çıkarması lazım.
Partinize başarılar diler saygılarımı sunarım.
SENDİKALARIMIZ
DİSİPLİN
Mersin Limanı’nda Taşeron İşçileri
Direndiler ve Kazandılar
Mersin Limanı’nın özelleştirilmesinden sonra işyerinin birçok işkoluna bölünmesi ile Liman-İş Sendikası’nın
yetkisi düşürüldü ve işçiler sendikasızlaştırıldı. Yeniden örgütlenme aşamasında olan Türkiye Motorlu Taşıt İşçileri
Sendikası (TÜMTİS) üyesi işçilerin uzun süren direnişini ve gelinen aşamayı Tümtis olarak yürütülmesinde görev
alan örgütlenme uzmanı Savaş GÜRKAN ile görüştük.
Kısaca kendinizi bize tanıtır mısınız?
Savaş Gürkan: Ben bu örgütlenmenin yaşanmasında Tümtis sendikası
örgütlenme uzmanı olarak yer aldım.
Ancak genel başkan ve merkez yöneticilerimizden başlayarak tüm işçi arkadaşlarımla birlikte, herkes üzerine düşenden fazlasını yüklenerek yol aldık.
İşçi arkadaşlarımın burada verdikleri
mücadelenin her aşamasında birlikte olduk. Bu kazanımı tüm Türkiye işçi sınıfının
kazanımı olarak görüyor
ve öyle değerlendiriyoruz.
taşeron firmada çalışan 550 işçi sendikamızda örgütlenmeye başlamıştır.
Bu firmada fazla mesailer ödenmiyor,
yıllık hak edilmiş izinler kullandırılmıyor, günde 12 ile 14 saati bulan çalışma
süreleri uygulanıyordu. En önemlisi
de hiçbir iş güvenceleri yoktu. En
küçük bir hak talepleri karşılığında işlerine son verilerek kapı önüne
protesto ettiler ve direnişi başlattık.
Direnişimiz 5,5 ay sürdü. Bu süre
içerisinde 192 üyemiz çeşitli bahanelerle işten atıldı. Bundan sonra işten
atılan ve çalışan üyelerimiz birlikte bir
mücadele ve direniş sürcinin içerisine girdiler. Direniş süresi boyunca
Mersin’de bulunan sendikalar, siyasi
partiler, demokratik kitle örgütleri ve
Mersin Limanı’ndaki bu
zorlu sendikalaşma sürecini ve yaşananları bize
değerlendirir misiniz? Uluslararası Mersin Limanı
2007 yılının Mayıs ayında
özelleştirilerek PSA-AKFEN
grubu tarafından oluşturulan MIP (Mersin International Port) firmasına 36
yıllığına devredildi. MIP’in
büyük ortağı PSA Singapur
kökenli bir firma olup, dünya genelinde 26 adet liman
işletmeciliğini yapan devlerdendir ve Akfen firması
da PSA’nın yerli ortağıdır.
Mersin Limanı’nın
özelleştirilmesini takiben
işverenin ilk işi limandaki
sendikal örgütlülüğü dağıtmak olmuştur. Kadrolu ve
sendikalı işçiler demiryollarının diğer
kurumlarına ve özelleştirilmeyen limanlara yönlendirilmiştir. Yeni çalışan
işçilere düşük ücret, uzun mesai ve
ağır çalışma koşulları dayatılmıştır.
Özelleştirmenin en önemli sonuçlarından biri de işlerin birçoğu taşeron
şirketlere yaptırılmaya başlanmasıdır.
Bu taşeron işyerlerinde çalışan işçilerin genel çalışma şartları tam olarak
kölelik koşullarındadır. Ana firmanın
verdiği rakamlara göre Uluslararası
Mersin Limanı’nda yapılan işler yüzde
24 büyürken, işçi sayısı özelleştirilmeden önceki döneme göre yüzde
40 azaltılmıştır. İşçiler 12,14 saat
çalışmak zorunda bırakılmışlardır.
Mersin Limanı’nda yaklaşık 2000
işçi çalışmaktadır. Bizim bulunduğumuz yükleme, boşaltma ve nakliye işlerini yapan Akansel Nakliyat unvanlı
İşçiler, Mersin Limanı’nın özelleştirilmesini protesto ediyor
konuluyorlardı. Bütün bu sorunların
giderilmesi için işçiler sendikamızda
örgütlenmeye karar verdiler. Örgütlenme süresi boyunca, işverenler sendikal
örgütlenmeyi engellemek için baskı ve
tehdit yolları dahil her yola başvurdular. Fakat bu baskı ve tehditler işçileri
yıldırmadığı gibi onları daha da istekli
ve inatçı hale getirdi. Sendikamız
30 Aralık 2008 tarihinde çoğunluğu
sağlayarak Çalışma Bakanlığı’na yetki
için başvurdu. Başvuru tarihinden
yalnızca üç gün geçmişti ki işveren
işçilerin bu anayasal hakkını kullanmasına tahammül edemedi ve üyelerimizi işten çıkartmaya başladı. Bunun
üzerine işten atılan işçiler, çalışan
işçilerle birlikte 5 Ocak 2009 tarihinde Mersin Limanı A kapısı önünde
kitlesel bir basın açıklaması yaparak durumu kamuoyuna duyurarak
belediyeler sorunun çözümü noktasında ciddi destek ve katkı verdiler.
Özellikle Mersin Emek ve Demokrasi
Platformu bileşenleri bizim direnişimizi kendi direnişleri olarak gördüler, sahiplendiler ve içten, yoğun
desteklerini sundular. Direnişteki
işçilerimizin öğlen kumanyalarını
Yenişehir belediyesi ile Alevi Kültür
Dernekleri Mersin şubesi karşıladılar. Yine sendikalar maddi, manevi
desteklerini verdiler. Üst örgütümüz
olan ITF (Uluslararası Taşıma İşçileri
Federasyonu) kara taşımacılığı bölümü
başkanı Mach Urata Mersin’e gelerek
direnişteki işçileri ziyaret ederek destek oldu. MIP ve Akensel işverenleri
ile sorunun çözümü için görüşmeler
yaptı. Bu süre içerisinde işten atılan
işçilerin tamamı 2009 Mayıs ayında
tekrar işbaşı yaptılar. Üyelerimiz işbaşı
yaptıktan sonra Ekim 2009’da toplu iş
sözleşmesi görüşmelerine başladık. 21
Aralık 2009’da sendikamız ile Akansel
Nakliyat arasında toplu iş sözleşmesi
imzalandı. TİS sürecinde görüşmelerin tamamına fiili işyeri temsilcisi
arkadaşlar katıldılar. Belki de bizim
açımızdan en önemli olan dün işten
atılarak direniş çadırında olan üyelerimizin TİS için işverenle görüşme
masasında bulunuyor olmalarıdır. TİS’in her aşamasında, her görüşme sonrasında
vardiya vardiya üyelerimizle
toplantılar yaparak değerlendirdik ve üyelerimizi
bilgilendirdik. Böylece TİS
tüm üyelerimizin kararı sonucu imzalandı.
İmzalanan TİS’e göre,
ücretlerde ve sosyal haklarda birinci yıl için yüzde
22, ikinci yıl için ise yüzde
15 oranında zam yapıldı.
Yıllık izinler 14 günden 21
güne çıkartıldı. Ama bizim
açımızdan en önemlisi işten atmayı zorlaştıran bir
maddenin TİS’e dahil edilmesidir. Bu maddeye göre,
üyelerimizin bir tekinin
dahi iş akdinin sonlandırılması için 2 işçi, 2 işveren
temsilcisinden oluşan 4
kişilik disiplin komisyonu
kuruldu. İş akdinin feshi
ancak oybirliği ile gerçekleşebilecek. İşveren tarafının bu
maddeye uymaması durumunda, yasal
haklar hariç olmak üzere brüt ücretinin 20 katı tutarında ayrıca tazminat
ödeme yükümlülüğü getirilmiştir.
Özellikle krizi gerekçe göstererek işten
atmaların yoğunlaştığı bir dönemde bu maddenin TİS’e konulmasını
son derece önemli görüyoruz.
Toplu iş sözleşmesini imzaladıktan
sonra üyelerimizin oyları ile işyeri
temsilcileri belirlendi. Önümüzdeki
dönemde Mersin Limanı’nda sendikasız olarak çalışan diğer işçilerin de
örgütlenmesi için yoğun bir çalışma
içerisinde olacağız. Halen Mersin
Limanı’nda sendikasız olan işçiler
kölece çalıştırılma koşulları altında
bulunmaktadırlar. Hedefimiz buradaki tüm işçilerin örgütlenerek sendikalaşmasını sağlamak olacaktır.
İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
9
DİSİPLİN
KAMPANYA
GÜNCEL
Tam Gün Tartışmaları
Kamuda tam gün çalışmaya evet!
AKP’nin sağlığı piyasalaştırmasına hayır!
İnsan ve Gerçek
Erdoğan Ateşin
Emperyalizm çağında ulusal sorun
Her toplumsal sorun ekonomik, siyasi ve kültürel biçimler içerir. Kürt sorununun anlaşılmasında, onu
Bu uygulamalarla hekimler insanca yaşayacak bir
İKP’li Hekimler
besleyen ekonomik, siyasi ve kültürel temelin açıücret için çok daha uzun saatler çalışmaya zorlanırğa çıkartılması temel sorundur. Kapitalist pazarlar
lar. Hekimler büyük özel hastanelerin güvencesiz,
KP iktidara geldiğinden bu yana kendisinden
ulusları ortaya çıkardı ve bu süreçle birlikte pazarları
düşük ücrete razı çalışanları haline getirilirler.
önceki hükümetlerden aldığı sağlıkta dönüşüm
birleştirdi. Ortak yaşam, ortak dil, kültür ve ruhi şepolitikalarını hızla uygulamaya soktu. Bu politikaBu uygulamayla sağlık bir ekip hizmeti olkillenme pazar olgusuyla birlikte şekillenir. Ulus işte
lar esasen Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşların
maktan çıkarılır, sağlık çalışanları birbiriyle rebu tarihsel sürecin ekonomik bir tezahürüdür.
tüm dünyada uygulatmaya çalıştığı, sağlığı piyasaya
kabet eden, çatışan taraflar haline getirilir.
Çok uluslu ülkelerin temel sorunudur ulusal sove giderek özel sektöre bırakan uygulamalardır.
Bu uygulamalarla özel sektör hastaneleri yarun. 1800’lerde uluslar kendi devletlerini kurmak için
Bu politikalarla sağlık bir insan hakkı olmaktan
nında kamu hastaneleri de daha fazla kazanmücadele ediyorlardı ve ilerici idiler. Bugün ise emçıkarılır, parayla alınıp satılan bir mal haline getirilir.
mak için Sosyal Güvenlik Fonlarını gereksiz
peryalizm, ulusların ayrılma sorununu çıkarları gereği
olarak
tüketen
bir
yarışın
içine
sokulurlar.
dünyanın geri uluslarının gündemine sokmuştur. Kürt
Bu politikalarla özel sektör tam desteklehalkının kaderi Türk halkının kaderinden farklı denir, kamu sağlık kuruluşları ikinci plana itiBu politikalarla sağlıkta gereksiz ilaç ve teknoloji
lir ve sonra özelleştirilmelerinin yolu açılır.
kullanımı teşvik edilir, sağlık harcamaları olağanüstü ğildir. Buna Türkiye’de yaşayan diğer bütün azınlıklar
artar. Tek kazanan sağlık endüstrisinin patronları olur. (Rum, Laz, Çerkez, Azeri, Süryani, Abhaza, Gürcü,
Bu uygulamalarla sağlığın parasının karşılanması
Roman) dahildir. Günümüzde millet, milliyetleri esas
devletin aldığı vergilerle değil, çalışanların ödediği
İşte AKP bu politikaların uygulayıcısıdır. Adım
alan yaklaşımla değil, tam bağımsızlık için kurtuluşu
primlerle karşılanır. Parası olmayıp prim ödeyeadım bu maddeler gerçekleştirilmektedir. Şimesas alan bir anlayışla hareket edilmelidir. Bunun yönmeyenler giderek ya sağlık hizmeti alamaz ya da
di çıkarmak üzere olduğu yasaların bir yönü de
temi tüm ulus ve azınlıkların birlikte mücadelesidir.
giderek kalitesi düşen bir hizmete mahkûm edilir.
hekimlerin ya kamuda tam gün çalışması ya da
Genel bir doğrudan hareketle ulusal sorunun özü
özel sektörü seçmesini zorunlu kılmaktadır. Türk
Bu uygulamayla artan sağlık harcamaları sonucunpazardır. Batı Avrupa’da milli hareketler 1789 -1871 arası
Tabipler Birliği haklı olarak AKP’nin sağlıktaki
da giderek daha fazla katkı payı istemiyle vatandaşın
tarihsel sürece, döneme rastlamaktadırlar. Doğu Avrupa’da
cebinden her geçen gün daha fazla para çıkmaya başlar. uygulamalarına ve bu arada bu “Tam Gün” çave Asya’da ise durum farklıdır. Buralarda kapitalizm geç
lışmayı da içeren yasaya karşı çıkmaktadır.
Bu uygulamayla sağlık çalışanları iş güvenceli
geliştiği için 1905’ten sonra milli hareketlere rastlanmaktaBiz
İKP’li
hekimler
sağlığın
piyasalaşmabir çalışan olmaktan çıkarılıp güvencesiz, sözleşmeli
dır. Kemalist hareketin milliyetçi olamamasının nedenlesına, sağlığın özelleşmesine karşıyız.
rinden biri 1900’ler sonrası, emperyalizm çağının devrimi
çalışanlara veya taşeron firma işçiliğine sokulurlar.
olmasındandır. Burada devlet, aşağıdan bir halk harekeBizler
hekimlerin
grevli
toplu
sözleşmeBu uygulamayla hekimler çalışmalarının kartiyle kurulmamıştır, yukarıdan büyük burjuvazinin, ordu
li sendikal haklara sahip oldukları, hak ettikleşılığı olarak bir ücret almaktan çıkarılıp gideve o dönemin büyük sermayesini (tefeci- tüccar, Türk
ri ücreti aldıkları çalışma koşullarında, kamurek parça başı ödeme sistemine sokulurlar.
ticaret burjuvazisi, bezirgân takımı, ulema, şıhlar) arkasına
da tam gün olarak çalışmalarından yanayız.
alarak kurduğu bir devlettir. O nedenle milli hareketlerin
devrimci demokratik muhtevası desteklenirken, onların
teslimiyetçi, ırkçı, sınıf uzlaşmacı (emperyalizmle) yanlarına karşı mücadele edilmelidir.Halk hareketleri, milli
hareketler ve sınıf hareketleri bağlamında Kürt sorunu ele
alınmalıdır. Günümüzde hiç bir burjuva karakterli ulusal
hareket, o ulusu gerçek ve tam bağımsızlığa götüremez.
ağlıkta dönüşüm paketi şimdi de eczacıları hedef
kısa süre sonra bazı ilaçların eczaneler dışında market
Çünkü bu hareketler sınıf karakterleri gereği sınıf uzlaşaldı. İlaç sektörü silah sanayinden sonra kârlılığı en
vb. yerlerden satışa çıkarılacağını açıkladı. Doktorun
macıdırlar. Bu hareketler daha mücadelenin başındayken
yüksek olan ikinci sektör ve tüm dünyada olduğu gibi
hastayı muayene etmiş olma şartı olmaksızın ve eczaemperyalizmle uzlaşma yolları ararlar.
Türkiye’de de bu yüksek kârlılıktan daha çok pay almak
nelerden reçete karşılığında alınmayan her ilaç insan
Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ile bir ulusun
isteyenler sahneye çıktılar. AKP hükümeti gün geçtikçe
sağlığına yönelik ciddi tehditler barındırır ve böylesi
kendi kaderini kendisinin tayin etmesi tamamen farklı
artan ilaç masraflarını kamusal olarak çözmektense
bir uygulamanın hayata geçmesi halinde oluşacak tüm
şeylerdir. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, her
eczacılarla çözmeye uğraşıyor.
sağlık problemlerinden bizzat
ulusun mutlak hakkıdır, ancak bir ulusun kendi kaderini
Dev ilaç firmaları ise bu krizden
hükümet sorumlu olacaktır.
kendisini tayin etmesi hakkı ise tamamen o ulusun kendi
faydalanarak insanların sağlıBütün bu uygulamaların
tasarrufundadır. Daha da açarsak, söz konusu ulus birlikte
ğını hiçe sayıp ilaç depolarına
karşısında olan ve hükümetkalmak veya ayrılmak şeklinde tercihte bulunabilir. Ancak
ilaç göndermeyi durduruyor.
le uzlaşmayacağını açıklayan
günümüzde ulus ve azınlıkların tam hak eşitliği temelinde
Eczacılarla hükümetin
Türkiye Eczacılar ve Birliği ve
çözüm, en ideal ve en doğru çözümdür. Bütün ulus ve
yaşadığı kriz her ne kadar ilaç
Eczacılar Odası eylemlerine
azınlıklar bu ideolojik donanıma entegre edilmelidirler.
fiyatlarının düşürülüp eczacıların
devam edeceklerini açıkladılar.
Bunun için bütün ulusal topluluklara genişletilmiş
zarar ettirilmesiyle başlamış olsa
Hükümet ise bir günlük kepenk
bölgesel özerklik, azınlıklar için ise özerklik. Çünkü ulusal
da esasında krizin çıkacağı uzun
kapatan eczacıları tehdit ediyor,
topluluklar arasındaki eşitsizliği ve baskıyı, federasyon,
zamandır sinyallerini veriyordu.
halka şikayet ediyor ve şimdiotonomi ve kültürel özerklik gibi yaklaşımlar ortadan
Eczacılara ilk saldırı, sağlıkta dölik sorunun çözümünü tek tek
kaldıramaz, tam tersine eşitsizlikler daha da derinleşir.
nüşüm paketinin ilk uygulamaeczacılarla sözleşme imzalamakta
Demokratik cumhuriyetlerde, normalde ulus ve bütün
larından olan hastadan muayene
arıyor, yani örgütlü gücü içerden
milliyetler aynı haklara sahiptirler. Ulus ve bütün azınlıkücreti alınması uygulamasının
çökertmenin peşinde. Ancak
lar arasındaki farklılığın, eşitsizliğin salt siyasi düzlemde
eczacılarca “tahsil” edilmesi idi. Eczacılar uygulamanın
eczacılar örgütlü davranmaya devam ediyor.
değil, ekonomik olarak da tamamen ortadan kaldırılbaşladığı günden bugüne sürekli hastalar ile karşı karşıya
ması gerekiyor. Çünkü ulusal baskının özü günümüzde
Yapılmaya çalışılan açık: Hükümet hasta ve hasta
getirildi. Hükümet böylece sağlıkta yaptığı yeni bir
tamamen ekonomiktir. Burada ulus esasından hareketle
yakınlarını eczacılarla karşı karşıya bırakmayı ve böyleözelleştirme adımının üstünü eczacıların çıkarı varmış
belirlenen bölgeler için genişletilmiş, yerinde öz yönetim
likle eczacıları desteksiz bırakmayı hedefliyor. Bizlerse
gibi örttü. Bir diğer saldırı sosyal güvenlik kurumlarının hastaları hükümetin sağlık politikalarına karşı eczave özerklik, yani demokratikleştirilmiş ve merkezileşmiş
eczacılara ödemesi gereken borçların sürekli geciktirilbir sistem. Çünkü federalizm ulusları bütünleştirmez, bu
cılarla birlik olmaya ve eczacıların yapacağı eylemlere
mesi idi. Bu gecikmeler doğrudan eczacıların fakirleşme- destek vermeye davet ediyoruz. Aksi halde sağlıkta
olsa olsa zoraki bir bağımlılık olur, doğru olan genişlesine ve hatta bazı eczanelerin kapanmasına neden oldu.
tilmiş bölgesel özerkliktir. Bugün artık Kürtlerin varlığı
özelleştirme kapsamındaki bir madde daha sağlığımıİlaç fiyatlarının düşürülmesi ve eczanelerle SGK’nın
ve yokluğu, kart -kurt tartışmaları geride bırakılmışken,
za tehdit olarak uygulamaya geçecek ve bundan tek
sözleşmelerinin tek taraflı feshi ise bardağı taşıran son
yukarıda anlatmaya çalıştığımız öneriler üzerinde çökârlı çıkacak olan çok ucuza üretilebilecek ilaçları çok
damla oldu, bir dizi eczane daha kapanma noktasına
züm üretmek en doğru olanı. Bu ülkenin bütün aydınyüksek fiyatlara piyasaya süren ilaç tekelleri olacak.
geldi. Hükümet bunlarla yetinmeyeceğini de ilan etti ve
larına bu konuda büyük sorumluluklar düşmektedir.
A
Eczacılar işsiz, hastalar ilaçsız kalırken
ilaç tekelleri zengin olacak
S
10 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
ULUSLARARASI
DİSİPLİN
Cezayir, 19–20–21 Kasım 2010
Savaş ve Sömürüye Karşı
Açık Dünya Konferansı
Konferans çağrısını yapan, 54 ülkeden 463 imzacıya mektup
On sekiz yıl önce, Ocak 1991’de,
Irak halkına yönelik ilk cinai savaşın
arifesinde, 53 ülkeden gelen, farklı
görüşlerden işçi örgütü ve demokratik
örgüt temsilcileri İspanya’nın Barselona kentinde İşçilerin ve Halkların
Uluslararası Bağlantı Komitesi’ni
kurdu. Bu kuruluş konferansında benimsenen “Savaş ve Sömürüye Karşı
Manifesto”, yaklaşan savaşla, sermayenin emeği sömürdüğü toplumsal
sistem arasındaki apaçık
bağlantıyı vurgulamıştı:
kasları mahvetti; Afrika’nın devasa
bölgeleri kan gölüne döndü. 2001
yılında bu tür savaşlar dönemin ABD
Başkanı George W. Bush tarafından “ekonomik, toplumsal, politik
ve askeri yönleri olan bir topyekün
savaş”ın parçası olarak nitelenmişti.
fabrika kapatmalar ve işlerin topyekün yok olması dalgası arasındaki bağlantıyı görmemek mümkün
mü? Bu bağlantı üretim araçlarının
özel mülkiyetine dayanan kapitalizmin içinden geçtiği dünya krizinin
derinliğine işaret etmiyor mu?
Aradan 18 yıl geçti. Tüm dünyadaki emek ve demokratik haklar aktivistlerinin ve örgütlerinin;
Ortadoğu’da çatışmanın tırmanışa
Çin’de on binlerce göçmen işçi
batmış fabrikalardan atılıyor, sığındıkları otoyol kenarlarında açlıkla boğuşuyor. ABD’de üç büyük otomobil
firmasının ağırlıklı olduğu
tarihi sanayi bölgesinde
on binlerce iş ortadan kalkıyor; öte yandan 2 milyon aile 2007 krizi sonrası
evinden atılmış durumda.
“Biz savaşa karşıyız.
Dünyanın her yerinden
işçiler ve halklar savaşa
karşı, çünkü savaşın,
baskı ve sömürünün daha
Afrika, Asya ve Laşiddetlenmesi anlamına
tin Amerika’da pek çok
geleceğini biliyorlar. IMF
ulus, uluslararası finansal
ve Avrupa Ekonomik
kurumların gözetimiKonseyi’nin (Avrupa
ne boyun eğiyor. ‘YaşBirliği’nin o zamanki adı
lı Avrupa’ da krizden
–çn) şemsiyesi altında,
paçasını sıyıramadı,
her kıtadaki her ülkede
bilakis Doğu’dan Batı’ya,
kuralsızlaştırma ve işsizlik
görülmemiş bir işten
San Fransisko’da yapılan savaş karşıtı gösterilerden bir kare
yayılıyor, eğitim ve kültür
çıkartmalar dalgası, işçi
yok ediliyor, fabrikalar
hareketinin doğduğu engeçmesi, özellikle İsrail’in dünyayıkılıyor ve tarım mahvediliyor. Savaş,
düstri bölgelerini vuruyor.
nın en büyük nüfus yoğunluğuna
emek örgütlerinin, en başta sendikaBu felaketlerin sorumlusu olansahip bölgelerinden Gazze’ye yöneların devlete boyun eğmesini güçlenlarsa
işçi sınıfının ve örgütlerinin
lik askeri saldırısı ve Gazze halkını
direcektir – Bu, sendikaların bağımönündeki tek çözümün ‘küresel
toptan cezalandırması karşısında
sızlığına karşı ölümcül bir tehdittir.”
Farklı görüşlerden gelen aktivistler bunu söylerken haksız mıydı?
Aradan 18 yıl geçti. Durmaksızın
ülke içi çatışmalar da, ülkeler arası
çatışmalar da patlak veriyor. Savaşlar
Afganistan’ı, ardından tekrar Irak’ı,
Ortadoğu’yu, Balkanları ve Kaf-
Konferansa Çağrı
Sevgili arkadaş ve yoldaşlar,
Savaş ve Sömürüye Karşı Açık
Dünya Konferansı’nın 19–21
Kasım’da Cezayir’in Cezayir kentinde gerçekleşeceğini size haber
vermekten mutluluk duyuyoruz.
Siz İşçilerin ve Halkların Uluslararası Bağlantı Komitesi’nin bu
konferansla ilgili çağrısına cevap veren, 54 ülkeden 463 işçi,
sendikacı ve siyasi lidersiniz.
Neden Cezayir?
Bu ülkede savaş ve sömürüye karşı
yürütülen mücadele, anlamla yüklü.
teyakkuza geçmemesi mümkün mü?
Barış ve adalet arayanların bu
saldırganlık ve bunca eziyet karşısında sessiz kalması mümkün
mü? Ortadoğu’da savaşın tehlikeli
biçimde tırmanmasıyla her kıtada
işçi sınıfını vuran işten çıkarmalar,
Cezayir halkı ulusal kurtuluş mücadelesinde, ulusun egemenliğinin
temellerini atmak için ağır bedeller
ödedi. Bu mücadele içerisinde işçiler
de kendi örgütlerini oluşturdular.
Konferansın Cezayir’de yapılmasını mümkün kılan, Cezayir
İşçi Partisi, onun parlamentodaki grubu ve Cezayir Genel İşçi
Konfederasyonu’nun çabaları oldu.
Cezayir halkının geleneksel
misafirperverliğinin de desteğiyle,
konferansın en elverişli pratik ve
maddi koşullarda gerçekleşmesi için
her tür çaba gösterilecek. İşçilerin
ve Halkların Uluslararası Bağlantı
Komitesi’nin “Savaş ve Sömürüye
yönetişim’i kabul etmesi olduğunu
söylüyor. ‘Küresel yönetişim’den kast
edilen, bankalara milyarlarca dolar
ve avro enjekte eden, böylelikle daha
da fazla spekülasyonun önünü açan
‘canlandırma paketleri’nin hayata
geçirilmesine ortak olmak. Bu sürecin
emek gücünün daha da fazla zarar
Karşı Manifesto” adlı metinle kurulduğu 1991’den bu yana ilk kez Afrika
kıtasında bir konferans gerçekleşiyor:
Afrika kıtası, IMF, DTÖ ve DB gibi
uluslararası kuruluşların organize
ettiği savaş, çürüme ve özelleştirme politikaları altında eziliyor.
Sizin aylar önceki çağrınız, şu
günlerde daha da anlam kazanıyor.
Afganistan’daki uluslararası müdahalenin yarattığı bataklık, Irak’ın parçalanması, Ortadoğu’da tekrar su yüzüne çıkan tehditler, savaş tehdidinin
her zamankinden daha yakın olduğu
anlamına geliyor. İşçi sınıfının sömürülmesi ve örgütlerinin bağımsızlığına
yönelik tehditler ise kriz nedeniyle
her yerde daha da şiddetleniyor.
görmesine ve sınıf mücadelesiyle elde
edilmiş tüm kazanımların ortadan
kalkmasına yol açacağı apaçık.
Her yerde, krizden sorumlu
olanlar, emek örgütlerinden kimlik,
hedef ve önceliklerinden vazgeçmelerini istiyor: Emek örgütlerinin
grev hakkından, toplu sözleşme ve
pazarlık hakkından, emeğin sermayeye karşı çıkarlarını savunma
hakkından vazgeçmesini istiyorlar.
Oysa bu haklar olmadığı sürece
demokrasiden bahsedilemez bile.
Ancak bütün kıtalarda işçi sınıfı, sınıf mücadelesi içinde yarattığı örgütlerini kullanıyor; grev
ve eylemlerle, ayrıca yıkıcı savaşları reddetmek suretiyle, varlığını koruma mücadelesi veriyor.
Bu yüzden farklı köken ve geçmişlerden gelen bizlerin görevi de
bir Dünya Konferansı çağrısı olmamalı mı? Bu konferans, uluslararası
düzeyde, kendi krizinin faturasını
emekçi kitlelere ve halklara ödetmeye kalkan yönetici elite karşı
çıkan tüm emek ve demokrasi hareketlerinin tüm güçlerine açıktır.
Ülkelerimizde ve kıtalarımızda,
farklı tarihler ve deneyimlerden
geliyoruz; ancak savaş ve sömürüyü
reddetmemiz bizi bir araya getiriyor;
bu tartışmayı dünya çapında açmanın
acil bir görev olduğuna inanıyoruz.
Aktivistler, emek örgütü görevlileri ve emek örgütlerini, geniş
tabanlı bir Savaş ve Sömürüye Karşı
Açık Dünya Konferansı’na 19–21
Kasım’da katılmaya çağırıyoruz.
Bu nedenle her ülkedeki işçi
ve gençlik mücadelelerinin güçlenmesi ve uluslararası çerçevede pekişmesi amacıyla, tartışmak
ve deneyimlerimizi paylaşmak
her zamankinden daha acil.
Bu nedenle konferansımızın
yerini ve tarihini sizinle paylaşmaktan gurur duyuyoruz: Kasım
ayında Cezayir’de buluşmak üzere!
Louisa Hanoune, Cezayir İşçi
Partisi Genel Sekreteri ve
Daniel Gluckstein, İşçilerin
ve Halkların Uluslararası
Bağlantı Komitesi
Uluslararası Koordinatörü
İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
11
Haiti emekçileri ve halklarıyla dayanışmaya çağrı
ABD Emperyalizminin Haiti İşgali
İşçilerin ve Halkların Uluslararası Bağlantı Komitesi (ILC), geçtiğimiz günlerde Haiti’yle ilgili olarak aşağıdaki çağrıyı tüm dünyadaki
üyelerine ve dünya kamuoyuna gönderdi. Çağrının ilk kısmında Karayipler İşçileri ve Halkları Birliği’nin (ATPC) depremden hemen sonra,
Karayipler’deki Guadeloupe’ta kaleme aldığı bir metin var. Ardından ILC’nin kendi değerlendirmesini bulabilirsiniz.
K
arayip İşçileri ve Halkları Birliği
(ATPC), bir kez daha mağdur duruma düşen, bu sefer de çok şiddetli bir
deprem yaşayan Haiti halkıyla tam bir dayanışma içinde olduğunu ilan eder.
ATPC, Haiti’de yaşanan felaketin, sayısız ölümün ve büyüyen trajedinin
ülkedeki müthiş altyapı eksikliğinin,
mevcut altyapının ve konutların çok
eskimiş durumda olmasının, işsizliğin yüzde 60’lara tırmanmasının
ve ücretlerin sefalet düzeyinde bulunmasının (ortalama günde iki
Avro’dan az!) sonucu olduğunu belirtir. Oysa her hafta Haiti hükümeti uluslararası finans kuruluşlarına
sözde dış borcunu ödemek için 1
milyon ABD doları ödeme yapıyor!
ATPC olarak Karayipler ve
Guadelope halklarını bu durumu
protesto etmeye çağırıyoruz.
ATPC olarak, Karayipler işçilerini ve halklarını özellikle kendi örgütlediği, Haiti halkıyla dayanışma kampanyalarına destek vermeye çağırıyoruz.
ATPC, Haiti’deki mevcut durumun
kaderden ya da bir lanetten kaynaklanmadığını, tamamen Emperyalist güçlerin,
özellikle de Fransa ve ABD’nin bölgeyi
aşırı derecede sömürmesine ve ezmesine bağlı olduğunu vurgular. Ancak
unutmayalım ki Haiti halkı, dünyanın
ilk siyah Cumhuriyetini kurmuş, hatta
1802 yılında 1. Napolyon Guadeloupe’a
tekrar köleliği getirmek istediğinde
onun ordularını da yenmiş bir halktır.
ATPC, Guadeloupe, 13 Ocak 2010
Bugün, depremden 72 saat sonra, milyonlarca Haitilinin yaşadığı
anlatılmaz kaos, ATPC’nin yukarıdaki çağrısını daha da acil kılıyor.
Bir Brezilyalı akademisyen 14 Ocak
günü Brezilya basınına şöyle diyordu:
“İşleyen bir devlete sahip olmayan ve
bölgedeki Birleşmiş Milletler güçlerinin
basiretsizliğine tanık olan Haitililer adeta
tek başlarına kaldılar… Haiti halkı sözde
‘uluslararası toplum’un vaatlerinden
bıktı artık. Onlar neden hâlâ adadalar?
Birleşmiş Milletler’e bağlı MINUSTAH sözde ‘barış koruma’ kuvveti
altı yıldır ülkeyi işgal altında tutuyor.
Zaten depremden önce de hastaneler,
yollar ve okullar harap durumdaydı.
ABD hükümetinin depreme tep-
kisi ne oldu? 10 bin ABD askerini
adaya göndermek! ABD paraşütçüleri
adanın havaalanını işgal etti. Bugün
ABD ordusu adadaki bütün stratejik
daha da ileri gitti: “Bu trajedi özellikle
düzen ve güvenliğin sağlanması açısından
özel bir dikkat gerektiriyor – özellikle de
hapishanelerin yıkıldığı düşünülürse”.
Amerikan askerleri Haiti topraklarında
noktaları kontrol ediyor. Başkent Portau-Prince’teki (“Portoprens”) limanı
bir ABD nükleer uçak gemisi işgal etti;
kıyılarda ABD Sahil Güvenlik gemileri
tur atıyor. Haiti adeta dünyadan kopartılıyor; yoğun bir kuşatma altına alınıyor.
Öte yandan ABD hükümeti Haiti
vatandaşlarına ABD topraklarına girme
yasağı uygulamayı sürdürüyor. Bu yasağı
getiren G.W Bush, bu kararı aldığında
Haiti Yardım Fonu’nun (“Haiti Relief
Fund”) eşbaşkanıydı. Bush bildiğimiz
gibi Irak ve Afganistan’ı yıkan savaşları
başlatan kişidir; kendisi New Orleans’taki
Katrina Kasırgası’nın – çoğu siyah olanyüz binlerce kurbanına yardım etmek
için de parmağını kıpırdatmamıştı.
IMF başkanı Strauss Kahn ise,
Haiti’ye milyonlarca dolar yardım
yapacağını açıkladı açıklamasına;
ama Haiti’den hâlâ bütün dış borcunu ödemesini istemeye devam ediyor.
Oysa yıllardır Haiti’nin iliğini kurutan
zaten bu borcun ödenmesi süreci.
Fransa’nın Dışişleri Bakanı Bernard
Kouchner’in ilk tepkisi ise – daha binlerce
insan yıkıntıların altındayken ve ölen ve
evsiz kalan insanların sayısı milyonlarla
ifade edilirken– şöyle oldu: “Kanun ve
nizam tesis edilmeli, yağmacılık mutlaka
önlenmeli ve özel mülkiyet korunmalı”!
Celso Amorin, Brezilya Dışişleri Bakanı,
İşçi Kardeşliği Abone Formu
[ ] 3 sayı: 5 YTL / [ ] 6 sayı: 10 YTL / [ ] 12 sayı: 15 YTL
İsim, Soyisim:
. .........................................................................................................................
Görev:
. .........................................................................................................................
Adres:
. .........................................................................................................................
. .........................................................................................................................
Posta Kodu:
. .........................................................................................................................
İlçe, İl:
. .........................................................................................................................
Telefon, Faks:
. .........................................................................................................................
E-Posta:
462 0000908-4 no’lu Akbank hesabına yatırdığınız abonelik ücreti dekontunuzu bu formla beraber
faks veya posta yoluyla bize ulaştırın. (Bilgiler künyededir.)
Şüphesiz depremin tektonik tabakaların belirli bir fay hattı boyunca kaymasından kaynaklanan doğal bir afet
olduğu inkâr edilemez. Ancak 50.000 ile
100.000 arasında insanın ölmesi, aslen
binaların hatalı biçimde inşa edilmesinden kaynaklanıyor. Depreme karşı
uygulanması gereken standartlar uygulanmış değil, gecekondu bölgelerinde
korkunç bir nüfus yoğunluğu var. Dahası,
daha deprem öncesinde bile hastanelerin,
ulaşım altyapısının, devlet hizmetlerinin durumu içler acısıydı. İşte bunlar
hiç de ‘doğal’ koşullar değil. Bunların
nedeni, IMF’nin ve ‘büyük güçler’in
yılardır Haiti’yi aslında gayrimeşru olan
bir dış borcu ödemeye zorlaması.
Aynı güçler, 1981 yılına dek
ülkedeki Duvaliers diktatörlüğünü
desteklemiş, daha sonra 2004 yılında Başkan Aristide’in ülkeden kovulmasına neden olan askeri darbeyi örgütlemiş ve ancak MINUSTAH
işgal güçlerince ayakta tutulabilen
mevcut hükümeti kurdurmuştu.
Burada suç tamamen, dünyanın en fakir ülkelerinden
Haiti’yi ve halkını bugün deprem
sonrası yaşanan sefalete iten bu
büyük güçlerindir. Bu hükümetler şimdi kalkmış Haiti halkı için
timsah gözyaşları döküyor.
Haiti’yi gerçekten mahveden şey,
bu hükümetler tarafından organize
edilen bir sosyal, politik ve ekonomik felakettir. İhtiyaç duyulansa
Haiti işçileriyle ve halkıyla dayanışmaktır.
O nedenle ilk taleplerimiz şunlar olmalı:
• Haiti’nin tüm dış borcu derhal
iptal edilsin!
• Haiti halkına egemenlik hakkı
derhal iade edilsin ve askeri işgal
sona ersin! Haiti’nin ihtiyacı
uluslararası askeri kuvvetler
değil doktor, hemşire ve
mühendislerdir.
• Haiti yurttaşlarının gitmek
istediği bütün ülkeler derhal
sınırlarını açsın!
TEKSİF Eskişehir Şubesinin Sarar ve CCS işçilerine çağrısı
DEĞERLİ SARAR ve
CCS İŞÇİLERİ
Sizden öncekiler ve eski çalışanlar
çok iyi hatırlarlar. Sarar Giyim Sanayi
İşçileri TEKSİF Sendikası’na üye iken,
bir dizi sosyal hak elde etmişlerdi.
Yıllık 4 ikramiye alırlardı. Yakacak,
çocuk, eğitim, doğum, evlenme
ve ölüm yardımları vardı. Çalışma
saatleri ve izinler yasalara uygundu.
Şimdi sen de TEKSİF’e
üye ol bu hakları elde et.
Unutma, sendika işçilerin ekonomik çıkarlarını korumak ve geliştirmek için el ele verdikleri birliktir.
İşçi arkadaş, Toplumun her kesimi
hakları korunsun, sesleri duyulsun diye sendikalara, derneklere,
barolara, odalara üye oluyorlar.
Ama nedense bazı işverenler bu
yasal hakkı sana çok görüyorlar. Bu
haksızlığa ve çifte standarta kar-
şı çık, hakkını ara, mücadele et.
Artık yasalar seni koruyor. Sendikalı oldun diye veya haksız yere
işten çıkarılırsan mahkeme seni işine
iade edecek. Yargı sürecinde geçen
zamanın 4 ayı için aynen çalışmış
gibi, doğan tüm haklarını alacaksın.
İşe başlatılmazsan en az 4 aylık en
çok 12 aylık tazminat hakkın var.
Değerli Sarar ve CCS işçileri,
Sizleri hak ve hukukunuzun
koruyucusu Teksif Sendikası’na
davet ediyoruz. Sendikalı ol tüm
yasal haklarına kavuş diyoruz.
TEKSİF SENDİKASI Eskişehir İrtibat Bürosu:
Cumhuriye Mahallesi Dilem Sokak 1/13
Tel: 230 22 74 Cep: 0 532 236 08 76
Web: teksif.org.tr