2004* 2(1) - İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi

Transkript

2004* 2(1) - İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi
2004 * 2( 1)
bahar spring
2003 2(1) • bahar spring
Ankara Üniversitesi
iletişim Araştırmaları ve
Uygulama Merkezi
ile tiş im : araştırm aları Dergisi
Çenter tor
Communication Research
Ankara University
com m unication: research Journal
ile tiş im : araştırm aları Ankara Üniversitesi
iletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi
tarafından çıkarılan hakemli bir dergidir. Derginin
amacı iletişim alanının disiplinlerarası yapısı
içinde düşünce üreten araştırmacılar için
uluslararası bir lorum oluşturmak: teorik analiz ve
tartışmalar kadar ampirik araştırmaları
yayınlayarak iletişim alanında bilgi/veri üretiminin
sağlanmasına katkıda bulunmak: kitap ve
araştırma raporları ile ulusal ve uluslararası
konferans ve kongrelerin değerlendirilmesini
yapmaktır. Bu amaçları gerçekleştirmek için
derginin kendini konumladığı sınır bilimsellik, akla
uygun olmak ve eleştirelliktir. İletişim :
araştırm aları yılda iki kez. Nisan ve Kasım
aylarında yayınlanır. Dergi Türkçe, İngilizce,
Almanca ve Fransızca dillerinde yazılmış yazılara
yer verir. Hakemli bir derginin gereği olarak
gönderilen yazılar, yazarın kimliğini bilmeyen
uzman hakemler tarafından değerlendirmeye
alınır.
com m unication: research is a refereed
academic journal published byth e Çenter tor
Communication Research
Ankara University. The journal seeks to establish
an International forum tor communication
researchers mthin the interdisciplinary field of
communication studies; to contribute to the
produdion o f knovıledge and data by publishing
theoreticai analyses as well as empirical
research: and to assess nationai and
international meetings in addition to publishing
book and research report reviem. İn order to
attain these goals, the journal identifies its
extent as the limits marked by scientificity,
accountability, and critical thinking.
com m unication: research is published twice a
year in April and October. Journal's ianguages of
publication are Turkish. English, French and
German. Submissions are sent out to anonymous
referees fo r blind revien.
Sahibi Publlsher
Ankara Üniversitesi
iletişim Araştırmaları ve
Uygulama Merkezi adına
Prof. Dr. Asker Kartarı, Müdür
Yayın Danışma Kurulu Advlsory Board
Ankara Üniversitesi
Ahmet Tolungüç
Münih Ludwig Masimilian Üniversitesi
Alois Moosmüller
(Almanya)
Bilgi Üniversitesi
Aydın Uğur
Yeditepe Üniversitesi
Aysel Aziz
Illinois Üniversitesi, ABD
Dan Schiller
Ankara Üniversitesi
Erol Mutlu
Marmara Üniversitesi
Filiz B. Peltekoğlu
Ege Üniversitesi
Konca Yumlu
Ankara Üniversitesi
Korkmaz Alemdar
Anadolu Üniversitesi
Levent Kılıç
Ankara Üniversitesi
Metin Kazancı
Ankara Üniversitesi
Nilgün Abisel
Başkent Üniversitesi
Nuri Tortop
Ankara Üniversitesi
Oya Tokgöz
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Raşit Kaya
Gazi Üniversitesi
Seçil Büker
New York Kent Üniversitesi
Stuart Ewen
(Hunter Collage, ABD)
Beykent Üniversitesi
Ünsal Oskay
Carleton Üniversitesi
Vincent Mosco
(Ottavva, Kanada)
Editörler Kurulu Editorlal Board
Editör Editör
Editör Yardımcısı Assistant Editör
Editör Yardımcısı Assistant Editör
Asker Kartarı
Nilüfer Timisi
Engin Sarı
Tasarım Deslgn
Mehmet Sobacı
Ahmet S. Baydar
Engin Doğan
İletişim Adresi Contact Address
Tel Phone
Faks Fas
E-Mail
http://
Ankara Üniversitesi
İletişim Araştırmaları
ve Uygulama Merkezi
Çenter for
Communication Research
Ankara University
Cebeci, 06590, Ankara ■Turkey
1*90.312) 319 77 14
1*90.312) 362 27 17
[email protected]
ilefdergi.ilef.net
ISSN 1303-7900
İletişim : araştırmaları dergisi
Ankara Üniversitesi İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi tarafından yayınlanmaktadır.
communication: research journal
is published by Çenter for Communication Research
Ankara University.
® 2003 İletiş im : araştırmaları. Tüm hakları saklıdır.
A N KA R A ÜNİVERSİTESİ BASIMEVt • 2005
w w w .a n k a ra .e d u .tr
© 2003 communication: research. Ali rights reserved.
İ ç in d e k ile r
5
Asker Kartarı
Editörden
M akaleler
9
Mine Gencel Bek
Türkiye'de Televizyon Haberciliği ve Tabloidleşme
41
Eser Köker
D. Beybin Kejanlıoğlu
2002 Seçim Kampanyalarında Ulusal Basın
Mutlu Binark
Türkiye’de Gerçek Televizyonu ve Telegörsel Kimlikler:
Barış Kılıçbay
Biri Bizi Gözetliyor Örneği
Serdar Öztürk
Bir Radyo Piyesinin Yarattığı Yankılar
73
93
Etkinlik Değerlendirmeleri
107
Mine Gencel Bek
Türk(iye) Kültürleri Sempozyumunun Ardından
Engin Sarı
Değişen Dünyada Türkiye'nin Önemi
111
117
Monika Kraemer
Report on the Conference "Intercultural Communication
Outlines of an Academic Discipline"
Kitap Eleştirileri
119
Aytaç Yıldız
Müteferrika ve Osmanlı Matbaası
125
Bu Sayıdaki Yazarlar
iletişim : araştırmaları • © 2004 • 2(1) • bahar
5
Editörden
Asker Kartarı
iletişim : araştırmaları birinci yılını
kmamdan nicel ve nitel analizine dayanı­
doldurdu. İlk iki sayımızı Ankara Üni­
yor. Yazıda tabloidleşme kavramım ge­
versitesi İletişim Fakültesi adı altında çı­
niş bir literatüre dayanarak tartışan Bek,
kardık. Baskı sayısı, dağıtım ve postala­
ülkemizde medya ve tabloidleşmeyi ya­
ma sorunlannı rektörlüğümüzün deste­
lan tarihimizin dönüm noktalarını temel
ğiyle daha rahat çözebileceğimizi düşü­
alarak inceliyor. Makalede, seçilen ör-
nerek, dergimizi Ankara Üniversitesi İle­
neklemden elde edilen veriler değerlen­
tişim Araştırmaları ve Uygulama Merke­
diriliyor.
zi İlaum'a devrettik, iletişim : araştırma­
Eser Köker ve Beybin Kejanlıoğ-
larının içerik, biçim ve niteliğinde hiçbir
lu'nun hazırladığı "2002 Seçim Kampan­
değişiklik olmayacak elbette. Dergimizin
yalarında Ulusal Basın" başlıklı yazı
ulaştığı akademik standardı koruyup ge­
"Türkiye'de 2002 seçim kampanyaların­
liştirmeye ve okuyucumuzun karşısına
da ulusal basının kendini merkezi güç
aynı gönül rahatlığı ile çıkmaya devam
olarak kurmasını" irdeliyor ve "seçim
edeceğiz.
kampanyalarının Amerikanlaşması" tezi
Bu sayımızın makaleler bölümünde
dört çalışma yer alıyor:
savunuluyor. Yazarlar 1 Ağustos 2002
ile 4 Kasım 2002 tarihleri arasında yayın­
lanan Hürriyet ve Sabah gazetelerini tara­
Mine Gencel Bek'in "Türkiye'de Tele­
yarak elde ettikleri veriyi "siyasetin 'bi­
vizyon Haberciliği ve Tabloidleşme", ad­
limselleşmesi' /teknikleşmesi, kişiselleş­
lı makalesi, dört özel TV kanalında ve
mesi, alışıldık ve belirgin siyasal parti-
TRT'de bir hafta boyunca yayınlanan ha­
yurttaş bağının yerine esnek ve değişken
berlerin hem biçimsel hem de içerik ba­
medya-tüketici /seyirci /yurttaş bağının
iletişim : araştırmaları • © 2004 • 2(1): 5-8
6 • iletişim : araştırmaları
geçmesi ve medyanın politik güç merke­
dan sonra radyo yönetiminin inceleme
zi olması bakımından değerlendirilmek-
ve soruşturmasına konu olmuştur. Ünlü
tedir"ler.
öykücü Sadri Ertem'in öyküsünden esin­
Mutlu Binark ve Barış Kılıçbay, "Tür­
kiye'de Gerçek Televizyonu ve Telegörsel Kimlikler: Biri Bizi Gözetliyor Örne­
ği" adlı yazılarında, medyanın mülkiyet
yapısındaki dönüşüme koşut olarak,
1990'larm ikinci yarısından itibaren Türk
televizyonlarında gözlenen türsel çeşitli­
liğe
dikkat çekiyorlar.
Bu
terihten
itibaren sayıları gittikçe artan talk
show'lar, tartışma programları, doküdrama'lar, reality shovv'lar ve reality television ("gerçek televizyonu") gibi türler­
den biri bu yazıda ele almıyor. "Gerçek
lenerek hazırlanan radyo piyesi, radyoda
okunurken, eserin durdurulması yönün­
de telefonlar gelmiştir. Gelen telefonlara
rağmen, esere yönelik onay, baştan veril­
diği için, yayın durdurulmamıştır. Belge­
ye göre, esere yönelik temel eleştiriler,
eserin komünizm propagandası yapma­
sı, eserin içeriğinin Türk toplumunun
gerçeklerine uymaması ve öyküde belir­
tilen soruna, öykünün kendi kurgusu
içinde çözüm gösterilmemesidir.
Bu sayımızın Etkinlik Değerlendir­
meleri Bölümü'nde;
televizyonu"nun Türkiye'deki ilk örneği
Mine Gencel Bek, Türkiye Kültür
olan, Taxi Orange'dan uyarlanan ve ilk
Araştırmaları Grubu'nun 3-5 Eylül 2003
iki dönemi Show TV’de (2001), üç döne­
tarihleri arasında Yüzüncü Yıl Üniversi­
mi ise Star TV'de (2002-2003) yaymlanan
tesinde gerçekleştirdiği "Türk(iye) Kül­
"Biri Bizi Gözetliyor" yazarların inceleme
türleri Sempozyumu"nu değerlendiri­
nesnesi. Yazarlar, bu program aracılığıy­
yor. Yazar, farklı disiplinlerden çok sayı­
la sıradan insanların mahrem hayatlannı
da araştırmacıyı bir araya getirip tartış­
kamuya açıp "yeni yıldızlık sistemini ve
ma ortamı yaratan bu sempozyumların
bu sistemin dolaşıma soktuğu 'telegörsel
sürdürülmesi gerektiğini vurguluyor.
kimlikler' olgusunu", buna bağlı olarak
da üreyen hayran kültürü ve hayran top­
lulukları olgusunu irdelemektedir.
Engin San, Uludağ Üniversitesinin
6-7 Mayıs 2004 tarihleri arasında Bursa'da düzenlediği "Değişen Dünyada
Serdar Öztürk'ün "Bir Radyo Piyesi­
Türkiye'nin Önemi" konulu I. Genç Bi­
nin Yarattığı Yankılar (1939)” adlı maka­
lim Adamlan Sempozyumu'na bir bildi­
lesinde 1939 yılında Türkiye'de "Kendi­
ri ile katıldı ve sempozyumu değerlendi­
ne Ayı Süsü Veren Adam" isimli bir rad­
riyor. Belirtmek isterim ki, dergimizin
yo oyunun temsilinden sonraki yankılar
editör yardımcısı ve asistanım Engin Sa­
konu edilmektedir. Eser, yayınlanmasın­
rı, Sempozyum'da sunduğu "Hemşehri
Kartarı • Editör'den • 7
kimliğine dayalı ilişki ağlan: Bir ilişki
ağımn kültürel ve iletişimsel anlamı"
mekte ve dergimizin çıtası korunmakta­
dır. Bu vesile ile, bu sayımızda da katkı­
başlıklı bildirisi ile, Uludağ Üniversite-
da bulunan hakemlerimize ilaum ve Edi­
si'nin öğretim üyelerinden oluşan değer­
törler Kurulu adına teşekkür ederim.
lendirme kurulu tarafmdan "Türkiye'nin
Sosyo-kültürel Yapısı" kategorisinde bi­
rinci seçildi.
Monika Kramer ise benim de üye ol­
duğum Avrupa Kültürlerarası İletişim
Komisyonu'nun 12-14 Kasım 2004 tarih­
leri arasında Münih Üniversitesi'nde dü­
zenlediği "Intercultural Communication
- Outlines of an Academic Discipline"
konulu sempozyum ve komisyonun yıl­
lık toplantısı hakkında bilgi veriyor. Yıl­
lık toplantıda, Temmuz 2005'ten itibaren
iki yıl süreyle komisyon başkanlığına se­
çildim. Komisyonun periyodik toplantı­
ları artık iki yıl boyunca Ankara'da yapı­
lacak. Avrupa Kültürlerarası İletişim Ko­
misyonu'nun gelecek kongresi, 2006'nın
Ekim ayında "Avrupa'da Kültürlerarası
İletişim" başlığı ile Ankara Üniversite­
si'nde gerçekleştirilecektir.
Dergimizin Kitap Eleştirileri Bölü­
münde Aytaç Yıldız "Müteferrika ve Os­
manlI Matbaası" adlı kitabı irdeliyor.
Bilimsel dergilerin niteliği, onlara
katkıda bulunan, gönderilen yazıları
gözden geçirip eleştiren hakemlerinin
akademik düzeyi ile yakından ilgilidir,
iletişim : araştırmaları na gönderilen ya­
zılar, hakemlerimizin titiz ve özverili ça­
lışmaları sonunda elenmekte, eleştiril­
9
Türkiye’de Televizyon Haberciliği
ve Tabloidleşme
Mine Gencel Bek
News Reporting in Turkish Television and
Tabloidisation
Özet:
Bu makale dört özel TV kanalında ve TRT'de bir hafta
boyunca yayınlanan haberlerin hem biçimsel (sunucu
öğesi, sunuş biçimi, görsel öğeler, müzik), hem de içerik
bakımından (hangi aktörler ve temaların nasıl temsil edilip
çerçevelendiği) nicel ve nitel analizine dayanır. Bu analizin
sonuçlarından birisi, özel TV kanallarındaki haberlerde
esas olarak iki aktörün yer aldığıdır: Geçirdikleri kazalar ve
trajediler ile yoksullar/ 'sıradan' insanlar ve gösterişli
yaşam tarzları, varlıkları ve dedikodularıyla zenginler/
ünlüler. TRT'de hala protokol haberciliğinin devam ettiğini
vurgulayan araştırmada özel kanallarda haberlerin nasıl
siyaseti kişiselleştirdiği ve tabloidleştirdiği ve medya
gruplarının kendi çıkarları için haberleri nasıl kullandıkları
örneklerle gözler önüne serilmektedir.
Abstract:
This article aims to explore the issue of tabloidisation of
the news in the Turkish context by analysing the news
texts of four commercial channels and a public service
channel. The analysis covers both the formal
characteristics and the content of the nev»s in Turkey.
While the former consists of elements such as the
presenter and presenting style, visual elements, and
music, the content is considered mainly by focusing on
how actors and themes are represented, framed and
focused and how the language is used, both quantitatively
and qualitatively. Examples from the news are provided
throughout the text to $how the relationship vvithin the
specific Turkish context. The article argues that TRT stili
relies on the protochol news reporting vvhile in the
commercial channels the news personalises and
tabloidises politics, and at the same time pays less
attention to International issues. Furthermore, the media
groups exploiting the news for their own gain are critically
examined in the article as well as the two main actors of
the news: poor people with their tragedies and accidents,
and rich people with their wealth, gossip and glamorous
life style.
iletişim : araştırmaları • © 2004 • 2(1): 9-38
10 • iletişim : araştırmaları
Türkiye’de Televizyon Haberciliği
ve Tabloidleşrae
Birbirleriyle ilişkili olan tabloidleşme
cındaki önceliklerin haber ve bilgiden
(tabloidisation) ve bil-eğlence (infotainmen t1) kavramları, özellikle son yıllarda
eğlenceye doğru kaymasıyla ilişkilidir
medya araştırmacılarının büyük ilgisini
çekmektedir. Tarihsel çalışmalarında
Mc Lachlan ve Golding (2000) tabloidleşmenin kodlarını daha az metin, siya­
sal haber, uluslararası haber ve daha çok
görüntü, eğlence ve insani ilgi (human
interest) haberi olarak sıralarlar. Bir ba­
kıma, tabloidleşme bilgi programlarına
eğlencenin eklenmesi boyutuyla bil-eğlencenin ileri bir biçimidir (Brants ve
Neijens, 1998). Sparks'ın (2000: 10) tanı­
(Sparks, 2000: 11).
Tabloidleşme eğilimine karşı uyarı­
lara tepki olarak, son bir kaç yılda, daha
ihtiyatlı, hatta iyimser görüşler ağırlığı­
nı arttırmaktadır. Bu çalışmalarda ku­
ramsal olarak temel alınan kişi, hakim
güçlerin resmi gazetecilik anlayışından
farklı olarak tabloid gazeteciliğin hakim
anlayışları eleştirerek bunları altüst ede­
bileceğini, hatta resmi ve hakim olana
alternatif bir gerçeklik kurarak özgür­
mına göre, info-tainment tabloidleşme-
leşme sağlayacağını savlayan John Fis-
nin ikili yapısının birini oluşturur. Birin­
ke'dir (1992). Liesbet van Zoonen (1998:
ci boyut, siyasete, ekonomiye ve toplu­
188) Fiske'yle hemfikir olarak tabloid
ma daha az ilgi gösterilip spora, skandallara ve popüler eğlenceye çok daha
gazeteciliğin hegemonik normları ve de­
fazla ilgi gösterilmesiyle; kişisel olana,
hem ünlülerin, hem de sıradan insanla­
eder. Bird (2000: 216) tabloidleşmenin
rın özel hayatlarına daha fazla ilgi gös­
ma anlamında iyi bir şey olabileceğini
terilip siyasal süreçlere, ekonomik ve
öne sürer. Uzmanlar tarafından işgal
toplumsal değişimlere daha az ilginin
edilen kamusal alandan hem katılım
gösterilmesiyle ilgilidir. İkinci boyutu
hem de karar verme anlamında yurttaş­
oluşturan info-tainment ise iletişim ara­
ların dışlandığını belirten Ulrike Klein
ğerleri eleştirme potansiyelinden söz
en azından bazı meseleleri görünür kıl­
Bek • Türkiye'de Televizyon Haberciliği ve Tabloidleşme • 11
(2000: 192) ise Almanya'daki tabloid
Bild gazetesini katılımcı temsili siyasal
ni benimseyen bu araştırmalar, tabloid-
etkinliği arttıran araçlardan biri olarak
yım derken aslında yüceltmiş oluyorlar
görür. Ona göre, Bild siyaseti popüler­
leştirerek öbür türlü siyasetten kaçına­
ki, bu zaten kültürel çalışmalarla ileti­
cak halka ulaştırır. Böylece, gazete siya­
bakanlar arasında süre giden çatışmanın
sal yaşamdan insanların tümüyle kop­
masını önleme işlevini yerine getirir.
bir öğesi olarak da değerlendirilebilir
Ancak, Klein'in analizine dayanarak,
meye iyimser bakan bu araştırmacılar,
Bild olmasa ne olacağını, okuyucuların
tamamen siyasal dünyadan kopup kop­
tabloid haberciliğin demokratik kültür
mayacağını bilmek çok zor. Belki bu du­
rumda Bild'in yerine okuyucular başka
sürenleri aslında popüler kültüre karşı
bir alternatifi geçirebilirler. Üstelik, şu­
Turner (1999) tabloidleşme konusunda
nu da unutmamalı ki, tabloid medyada
kaygılarını dile getirenlerin konumunu
(aslında tüm medyada) haberler sadece
uzunca zamandır süren popüler kültür
siyasetle ilgili "bilgi" anlamında haber
düşmanlıklarına
vermiyor, aynı zamanda haber söylemi
Brants'a göre, " info-tainment korku-
zaman zaman ırkçı ve cinsiyetçi öğeleri
de içerecek şekilde hakim iktidar/ güç
su"(1998: 316) üzerine konuşanlar aslın­
ilişkilerini kuruyor (İnal, 1996). Bu ne­
denle, "en azmdan siyasetten haberdar
ediyor, böylece okuyucular siyasetten
tamamen kopmamış oluyorlar" diyerek
kendimizi avutmamız oldukça zor. Do­
layısıyla kültürel çalışmalar perspektifi­
leşmenin ihmal edilen yanlarını ele ala­
şim ve kültüre ekonomi politik açıdan
(Gencel Bek, 2003). Nitekim, tabloidleş-
ve yurttaşlık için tehlikeli olduğunu öne
olmakla suçluyorlar. Örneğin, Graeme
bağlıyor.
Ya
da
da tamamen kamu hizmeti yayıncılığına
bağlılıklarının bir uzantısı olarak eleşti­
rilerini temellendiriyorlar:
Bunun (info-tainment) tam olarak ne
anlama geldiğini açıklamadılar, ama
açıkçası iyi bir şey değildi ve onların
siyasete yaklaşım konusunda olması
12 • iletişim : araştırmaları
dikkate almamalarının bir nedeni, po­
gerektiğini düşündükleri ciddi tu­
tumla tam bir zıtlık içerisindeydi.
Daha sonra, kamu yayıncılığının ha­
la tekeli elinde tuttuğu ve herkesin
ticari televizyonun Amerikalıların
kendilerine saklamaları gerektiği
birşey olduğu konusunda anlaşmış
gözüktüğü eski güzel günler konu­
suna geldiler (Brants: 1998: 316).
birinden ayrı olmak zorunda ve medya
Bu araştırmacıların 'iyimserliğinin
tabloidleşmesidir. Hollanda'daki 1994
kaynağı ise info-tainment ve tabloidleş-
seçimlerinin temsiline ilişkin yaptıkları
me meseleleri konusunda sordukları so­
araştırmanın sonucunda Brants ve Ne-
rular olabilir. Örneğin, Brants (1998:
ijens (1998) siyasetçilerin çoğunun eğ­
püler kültüre öncelik vermeleri olabilir.
Ancak popüler kültür ve siyaset de bir­
araştırmacıları varolan "kamp'Tardan
birini seçmek zorunda değildirler. Çün­
kü, burada eleştirilen siyasetin popüler­
leşmesi değil; onun yerine içeriğinin
316) bil-eğlencenin "yapısal bir feno­
lence programları yerine bilgilendirici
men" olup olmadığı; siyasetin temsilini
programlarda ve haberlerde gözüktü­
"sistematik" bir biçimde değiştirip de­
ğünün altını çizerler. Ancak bu zaten se­
ğiştirmediği ve "siyasal iletişimin de­
çim döneminde normal olarak beklene­
mokrasideki rolüne dair bir krizin kanı­
bilecek bir durumdur. Siyaset sadece se­
tı" olup olmadığı gibi sorular sorar.
çimlerle sınırlı olmadığından, diğer za­
Kendisinin tabloid televizyon haberleri­
nin Avrupa'da olmadığına dair sonucu
manlarda siyasetin nasıl temsil edildiği­
(s. 323) aslında siyasetçiye karşı "sıra­
dan" insanın övüldüğü TV cynicismirıin
kültürün bir parçasını oluşturduğu
ABD (Hallin, 1994: 102-103) ile karşılaş­
tırıldığında anlamsız da değildir. Bu an­
lamda, ABD ile karşılaştırıldığında Av­
rupa için çok erken kaygılanılıyor olabi­
lir, Brants'a göre. Ancak, bu konuda
nin de araştırılması gerekir. Ayrıca ha­
ber programlarında siyasetin temsil
edilmesi, siyasetçilerin yer alması, bu­
nun ciddi ve bilgilendirici bir temsil ol­
duğu anlamına da gelmeyebilir. Bu ne­
denle, haber içeriğinde tabloid öğelerin
araştırılması önemli bir çalışma alanı
olacaktır.
başka sorular da türetmek mümkündür:
Peck (2000: 232-233) tabloidleşme
Tabloidleşmenin yapısal bir konu haline
konusundaki görüşleri "eleştirel moder-
gelip içeriği sistematik olarak değiştir­
nist" ve "eleştirel postmodernist" olarak
mesini mi beklemek gerekir eleştirmek
ikiye ayırır. Buna göre, modernist pers­
için? Eğer öyleyse, o zaman siyasal ileti­
pektif medyayı, yurttaşlara bilgi sağla­
şimin krizini çözmek için çok geç kalın­
ma ideal rolü çerçevesinde kamusal ala­
mış olmaz mı? Bu araştırmacıların tablo-
nın yaşamsal bir öğesi olarak kavrar.
idleşme ve info-tainment eğilimlerini
Oysa eleştirel postmodemistler, Peck'e
Bek • Türkiye'de Televizyon Haberciliği ve Tabloidleşme • 13
göre, tabloid medyayı kamusal mesele­
Türkiye'de medya ve
tabloidleşme:
lerin geleneksel medyada evrenselleşti­
rici, kişisel olmayan bir şekilde temsil
edilmesini düzeltecek bir potansiyel ola­
rak görürler. Onlara göre, tabloid med­
ya tarihsel olarak medya temsilinde ses­
leri ve deneyimleri yok sayılan toplum­
sal grupların bütünleştirilmesi aracılı­
ğıyla resmi medyadan daha içeriri, katı­
lımcı ve demokratik olabilir (s. 233).
Neden tabloidleşme medya araştırmacı­
larının ana ilgi konularmdan biri haline
geldi? Tabloidleşmenin ve medya tüke­
ticilerinin bu tür ürünlere yönelmeleri­
nin nedenleri nelerdir? Bu sorulara fark­
lı
yanıtlar
vermek
mümkündür.
Sparks'a göre, tabloidleşmenin temel
Eğer son iddiadan başlanacak olursa, di­
nedeni, istikrarlı bir burjuva demokrasi­
ğer sesleri içermek ve göstermek hiç
sinin olduğu ülkelerde sıradan insanla­
temsilin olmamasından, tamamen dış­
rın yaşamlarında siyasal ve ekonomik
lanmasından daha iyi bir gelişme olarak
iktidarın ayrışmış olmasıdır. Ona göre,
görülebilir. Ancak burada görmezden
burjuva demokrasisi ne kadar istikrarlı
gelinen şudur ki, medya bu sesleri mal­
ve yerleşikse, kitleler de demokrasinin
zeme olarak sansasyonel bir biçimde
kullanarak sömürebilmektedir. İkinci
işleyişiyle o kadar az ilgilenecek ve
olarak, tabloidleşmeyi eleştirip onun de­
basına yöneleceklerdir (Sparks, 1998:
mokrasi için tehlikelerine işaret edenler
217).
onun yerine daha çok apolitik popüler
Eğer
Türkiye
demokrasisini
modemist olmak zorunda değildirler ya
Sparks'ın tanımladığı anlamda istikrarlı
da, Peck'in ileri sürdüğü gibi "ana ku­
bir demokrasi olarak kabul etmezsek,
ramsal dayanak" olarak Habermas'ı ko­
bu görüşler Türkiye özelinde geçerli ol­
şulsuz bir biçimde kabul etmezler (örne­
mayacaktır. Hatta Türkiye'de depoliti-
ğin, bkz. Golding, 1995). Peck'in önerdi­
zasyon süreci tam tersine demokrasinin
ği ikili model, ayrıca modemist kutupta
istikrarsızlığının bir sonucu olarak gün­
alıntılanan araştırmacıların aslında ta­
deme gelmiştir: Özellikle de üçüncü as­
mamen bu pozisyonun savunucusu ol­
keri darbe olan 12 Eylül darbesinin ar­
mayıp, hatta tam tersi bunu eleştirmele­
dından büyük bir depolitizasyon süreci
ri nedeniyle de tartışmaya açıktır.2 Be­
yaşanmış, pek çok siyasi etkinlik ve ör­
nimsenen kuramsal yaklaşım gerçekliğe
gütlenme sona erdirilmiş ve ifade öz­
bakışımızı büyük ölçüde etkilese de, bu
gürlüğü kısıtlanmıştır. Kamunun siya­
kuramsal perspektifleri geliştirmek ve
set konuşma yerine, özellikle de sol si­
zenginleştirmek için katkıda bulunmak
yasetin panzehiri olarak dine odaklan­
üzere özgül bağlamlardaki özgül araş­
ması ya da futbol ve sansasyonel basın­
tırmalara ihtiyaç vardır.
la ilgilenmesi teşvik edilmiştir.
14 ■iletişim : araştırmaları
Haberlerin tabloidleşmesinin ya da
yet ve Milliyet gazetelerine dönük ola­
Türkiye'de daha çok tercih edilen terim­
rak gerçekleştirilen araştırma3, 1960 yı­
le magazinleşmesinin ilk örneklerini
lında ön sayfadan sonra ikinci en büyük
1960'larda endüstrileşen basın sektörü­
alan spora ayrılırken, 1980 ve 2000 yılla­
nün ürünü olan bulvar basınında (Uslu,
rında reklamın en fazla yer kaplayan ko­
2001: 4), hatta Ahmet Oktay'ın dönem-
nu olduğunu ortaya koymuştur (Rekla­
leştirmesinde ele aldığı gibi 1950'lerin
mın kapladığı alan 1960'da % 1. 44,
1980'de % 9. 75 ve 2000'de % 26. 75).
Demokrat Partisi'nde Amerikan yaşam
biçiminin hakim olarak özel hayatlara il­
Reklamların temalarında da yıllar içinde
ginin arttığı ve böylece edebiyat ve sa­
bir
değişim
görmek
mümkündür:
nata daha çok önem verilen 1923-1950
1960'larda genel ev ürünleri ana tema
döneminden farklı olarak popüler kül­
iken, 1980 ve 2000 yıllarında reklamlar
türün önemini arttırdığı 1950-1970 dö­
ağırlıklı olarak hizmetler ve medya tek­
neminde görmek mümkündür (Oktay,
nolojisi odaklıdır.
1993). Oktay'ın, 1970-1990 döneminde
porno dergilerin fazlalaşması, TV kültü­
rünün hakimiyetini arttırışı, sanatın bü­
yük sermayenin desteğine girerek metalaşması ve çok çeşitli konularda (yemek,
eğlence, tatil, ev bakımı moda... v s .) ya­
yınlanan dergilerin tüketim ideolojisini
yaymasıyla açıkladığı eğilim, aslında
1980 darbesinin ertesindeki neo-liberal
ekonomi politikalarının ağırlık kazan­
ması ve 1990'larda özel TVTerin de orta­
ya çıkışıyla da, hem sayı, hem de yoğun­
luk olarak etkisini arttıran bir sürece dö­
nüşmüştür. 2000'ler Türkiye'sinde artık
tüketimin teşvikini sadece dergilerde
değil, özel TV kanallarındaki "life-style"
programlarında, hatta gazetelerde aslın­
da ana odağı siyaset olagelmiş köşe ya­
zılarında görmekteyiz.
Türkiye'de tabloidleşme ve maga­
zinleşme haber programlarından4 daha
çok, futbol, paparazzi ve ünlülere ilişkin
dedikodulardan medyana gelen "televole" programları özelinde tartışılmak­
tadır. Bu programlarda sürekli olarak
ünlülerin eğlenerek zenginliklerini gös­
termesi üzerine, MİT bu tür programla­
rın özellikle mahrumiyet içinde olan ke­
simlerde tepki yaratarak neredeyse on­
ların komünizmi benimsemelerine yol
açacağı konusunda üst düzey medya
profesyonellerine uyarı getirdi. Hürri­
yet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, şarkıcı Derya Tuna'nın
vurulmasının ardından, daha önce ma­
gazinin hayatın tuzu biberi olduğu şek­
lindeki görüşlerini yeniden gözden geçi­
rerek bu programların maço bir kültür
Gazetelerdeki değişime bakıldığında
yaratma konusundaki etkisi açısından
ise, 1960, 1980 ve 2000 yıllarında Hürri­
daha ciddi bir konum sergiledi.5 Ancak
Bek • Türkiye'de Televizyon Haberciliği ve Tabioidleşme • 15
genel olarak medyada arz-talep ilişki­
setin kendisini hedef alan bir eleştiridir.
siyle konuyu açıklayan pazar perspekti­
Medyada "nerede bu devlet?" şeklinde
finin hakimiyetini koruduğunu söyle­
tekrarlanan sorunun da arkasında yatan
mek mümkündür. Örneğin, Posta gaze­
temel dinamik olarak pazarın kamu ku­
tesi genel yayın yönetmeni ve eski ma­
ruluşlarından daha verimli çalıştığına
gazin gazetecisi Rıfat Ababay6, bu prog­
dair görüş çok farklı biçimlerde ifade
ramların halk istediği için yayınlandığı­
edilmektedir. Sağlık sisteminden sosyal
nı, genelde halkın televoleleri beğendi­
güvenceye, milletvekili maaşlarından
ğini, ancak sadece sınırlı sayıda bir ente­
TRT'nin finansmanına kadar uzanan çe­
lektüel kesimin şikayet ettiğini öne sü­
şitli konularda devlet harcamalarının
rer. Ona göre, Hülya Avşar'm hamileliği
yüksekliği ya da devletin verimsizliğine
mi yoksa cumhurbaşkanı Sezer'in açık­
ilişkin sorgulamalar, örneğin medya
laması mı daha ilginç ve heyecan verici
gruplarının da sosyal güvenlik şirketle­
diye genel yayın yönetmenlerine soru­
rine sahip olduğu gerçeği hatırlandığın­
lursa, hepsi Hülya Avşar'ı seçeceklerdir,
da salt "demokrasi" yanlısı söylemler
çünkü zaten halk da onu seçecektir.
olarak görülemeyeceklerdir.
Ababay'ın magazin haberciliğinin önle­
Türkiye'de tabloid ya da magazin
nemez yükselişine dair yaptığı açıklama
habercilik konusunda pek fazla çalışma
ise çok ilginçtir: Ona göre, halkı umut­
yapılmamıştır. İstisnai çalışmalardan
suz hale getiren Ankara'dır; magazinin
Televizyonda Haberin Magazinleşmesi adlı
sorumlusu da hiçbir şey üretmeyen si­
kitapta Hakan Ergül (2000: 11-2), olduk­
yaset ve siyasetçilerdir. Burada Ababay
ça yararlı bir biçimde, haberde magazin­
ilk bakışta devlete ya da hükümete kar­
leşmeyi hem haber bültenlerinde daha
şı eleştirel gibi gözükebilir. Ancak, aslın­
az haber değeri taşıyan öğelerin artması
da eleştirilen kamusal olan, desteklenen
hem de haberde ikincil öneme sahip po­
ise özel sektördür. Ankara neo-liberal
püler ve magazin öğelerin öne çıkartıl­
köşe yazarları ve gazetecilerce de çoğu
ması olarak iki şekilde tanımlar. Bu ma­
kez, kendi medya gruplarının da mer­
kalede de bu tanımlama benimsenecek,
kezlerinin olduğu İstanbul'un karşısın­
ama Ergül'den farklı olarak haberin ma­
da, piyasanın işlemesini engelleyen
gazinleşmesi ya da tabloidleşmesi TV
meclisin şehri olarak kullanılagelmiştir.
aracının doğasından kaynaklı yapısal
Bu, siyasetin yapılma tarzına dair bir
bir sorun şeklinde görülmeyecektir. Ay­
eleştiri değil, Schudson'ın (1999) "siya­
rıca bu makalede konu sadece kuramsal
sal cynicism" olarak adlandırdığına ben­
boyutuyla ele alınmayacak, makalenin
zer bir biçimde, aslında doğrudan siya­
geri kalanında TV haberlerine ilişkin
16 * iletişim : araştırmaları
olarak araştırmacının gerçekleştirdiği
(1998) Amerikan gazeteciliğinde yüksel­
metin analizine yer verilecektir.
diğini belirttiği "yıldız" anlayışı Türki­
ye'deki televizyon kanalları için de doğ­
ruluk payı taşır. Özellikle incelenen ka­
Araştırma Bulguları:
nallardan Show TV ve Kanal D, TV ha­
Farklı gruplara ait özel kanallar
berciliğinde star-sunucu anlayışının en
(Star, ATV, Kanal D, Show) ile TRT 1 ka­
bariz görüldüğü kanallardır.
nallarında rastgele bir haftada7 (11-17
Show TV'de incelenen dönemde
Mart) yayınlanan tüm haberler (toplam
hafta içi haberleri sunan kişi Reha Muh­
529 haber) kaydedildikten sonra hem bi­
tar idi. Tartışma ve hatta kavgaları pro-
çimsel (sunucu, sunuş biçimi, görsel
voke ettiği Ateş Hattı ve kişisel itiraflara
öğeler, müzik) özellikler, hem de içerik
dayalı İtiraflar gibi programları ile de
(aktörler ve temaların çerçevelenme bi­
birlikte düşünüldüğünde kendisinin sa­
çimi, dilin kullanımı) açısından haberle­
dece sıradan bir haber sunucusu olma­
rin metin analizi yapıldı. TV kanalları
dığı anlaşılabilir. Show TV haber bülteni
haber sayıları açısından karşılaştırıldı­
başlamadan, seçilmiş ses ve görüntüle­
ğında Kanal D 121 haberle birinci sırayı
riyle ve "inanılmaz görüntüler sadece
alır, ATV 115 haberle onu izler, TRT-1
Reha Muhtar'la Haber" sloganı eşliğin­
106 haberle üçüncü sıradadır. Aynı haf­
de, genellikle en sansasyonel ve abartılı
tada Show TV 104, Star ise 83 haber ya­
olan haberlerin reklamı yapılır. Haber­
yınlamıştır. Eğer bu bilgiyi haber bül­
ler başlayınca Muhtar "Sizlerin Haber
tenlerinin uzunluğunu göz önüne ala­
Bülteninden İyi Akşamlar" diye karşılar
rak değerlendirirsek (Show TV, 75;
izleyiciyi. Biterken de "İyi Geceler Tür­
ATV, Star ve TRT 1, 45 ve Kanal D ha­
kiye" diye tüm Türkiye'ye seslenir.
berleri genelde 45 dakika sürmüştür), en
uzun haberlerin Show TV bültenlerinde
yayınlandığı ortaya çıkacaktır.
Kanal D'nin haber sunucusu, eski
model Defne Samyeli (şu anda Show TV
haberlerini
Biçimsel özellikler
ve izleyiciyle ilişki kurma
biçimleri
Haberlerin daha az olaylara ve daha
sunmaktadır) ise Muh-
tar'dan farklı olarak ayakta karşılar izle­
yiciyi ve arkasındaki ekranları göstere­
rek haberleri tanıtmaya geçer. Bir ekra­
na işaret eder, kameralar oraya zoom ya­
parak haberi gösterir ve o haber bittik­
çok gazetecilerin kendilerine odaklan­
ten sonra Samyeli bazen biten haber
masının sonucu olarak Barnhurst'un
hakkında yorum yaptıktan sonra diğer
Bek • Türkiye'de Televizyon Haberciliği ve Tabloidleşme • 17
ekrana yürüyerek o ekrandan gösterile­
olacağız. Bizi izleyin ve dünyadan ha­
cek haberi tanıtmaya başlar. Bu ekranlar
berdar olun".
ve onun da ekrandan haberi izliyor olu­
şu sanki "bizden biri, bizimle aynı anda,
birlikte haberi izleyen" imajını yaratma­
ya yarayabilir. Ancak Samyeli aktiftir ve
bir kristal küre okuyucusu ya da bize
gerçeği gösteren bir otorite gibidir. Biz
onun yorumları dolayımıyla haberleri
izleriz. Haberlerde resimsiz parçalar,
durağan resimli parçalar ve hareketli re­
simli parçalar olarak üç form olduğunu
belirten Heinderyckx'in (1993) analizine
ek olarak burada tüm bunların kombi­
nasyonuna rastlamaktayız. Defne Samyeli'nin burada yaptığı aslında TV ha­
berciliğindeki stratejilerden biri olan
ATV'de hafta içi iki sunucu yer alır.
Bu sunucular diğerleriyle karşılaştırıldı­
ğında pek de "star sunucu" değillerdir.
Erkek sunucu daha çok stüdyodaki rö­
portajları gerçekleştirerek daha aktif bir
rol oynarken, kadın sunucu sadece met­
ni okuyarak daha pasif bir konumda
kalmaktadır. Programın sonunda onla­
rın sloganı da "haberin merkezinden
ayrılmayın"dır. ATV ve Kanal D'de ol­
duğu gibi, Star haberlerini sunan kadın
sunucunun da ana özelliği fiziksel gü­
zelliğidir. Star'ın sloganı ise "Canlı
programları ve haberleri Star'da izleyin,
gündemi yakalayın"dır.
"bağ kurma" ve "özetleme"dir (Brundson and Morley, 1996). Biz haberin öne­
Analiz edilen tüm özel kanallar or­
mini ve bağlamını onun yorumlarıyla
tak bir biçimsel özelliğe sahiptir: O da,
işitiriz. Samyeli de neredeyse Muhtar
gazetelerdeki manşetler gibi, TV haber­
gibi, bir TV sunucusundan öte bir TV ki­
lerinde "alt yazTTarın olmasıdır. Bu alt
şisidir. Özellikle canlı yaymda intihara
yazılar genellikle duygusal ifadelerden
teşebbüs eden birini intihardan vazge­
oluşur, büyük harflerle yazılır, müzik
çirmesinden sonra (kendisinin bu konu­
ya da çarpıcı efektler eşliğinde verilirler.
da yetkin olmadığı ve bunun onun işi
olmadığı şeklindeki eleştirilere rağmen)
popülerliği arttı. Kanal D de Show TV
gibi duygusal görüntüler ve "Sesinizin
karanlıkta kaybolmasını istemiyorsanız
bizi izleyin" sloganı eşliğinde diğer ha­
Haberi tanıtma amaçlı olabileceği gibi,
haber sırasında da haberdeki sansasyo­
nel öğelerin vurgulanmasına hizmet
ederler. Bazen, bir haber sürerken, son­
raki daha sansasyonel haberin reklamı
da alt yazı ile geçebilir.
ber programlarının reklamını yapar.
TRT-1 haberleri de alt yazı kullanır,
Haberler bitince izleyiciye şöyle hitap
ancak bunlar sansasyonel değildir. Ge­
edilir: "Yurttan ve dünyadan en doğru,
nellikle hiç sıfat kulllanılmaz, sadece ne
en tarafsız, en kaliteli haberlerle sizlerle
olduğu ya da kimin ne dediği özetlenir.
18 ■iletişim : araştırmaları
TRT alt yazıları kısa ve bilgilendiricidir.
müzik parçaları kullanılır. Haber sıra­
TRT de özel kanallarla rekabete girişse
sında kullanılan müzik aslında kişisel
ve rating'ini arttırmayı hedeflese de, ha­
trajedilerle ilgili haberlerde duygu sö­
la TRT haberleri biçimsel olarak ticari
mürüsünü arttırma amaçlı olabildiği gi­
kanalların
farklıdır.
bi, aynı zamanda, aşağıda görülebilece­
TRT'de star sunucu anlayışı yoktur; her
ği gibi, haberlerin ana aktörlerinden
haberlerinden
gün farklı sunucu fiziksel görünümü ile
olan şarkıcılarla ilgili haberlerde onların
değil, deneyimi ile oradadır. TRT de ba­
kendi şarkıları da olabilir.
zı biçimsel değişiklikler geçirmiyor de­
Animasyon/ yeniden inşa Show TV
ğildir. Örneğin, eski günlerdekinin aksi­
ve Kanal D haberlerinde, özellikle suçla
ne, incelenen günlerde sunucu bültene
ilgili haberlerde bolca kullanılır. Ner-
müzik eşliğinde ve izleyiciye doğru yü­
deyse bu kanaldaki tüm "kapkaç" ha­
rüyerek başlar. Sunucu gündemi kısaca
berleri izleyicinin panik duygusunu art­
özetler ve haberler çok hızlı, özel kanal­
tıracak animasyonlarla doludur.
lardan farklı bir biçimde tekrara8 dayan­
madan sunulur. "TRT'desiniz, doğru
karar verdiniz" sloganı da aslında
TRT'nin özel kanalların olduğu yeni
medya ortamında izleyicinin başka ka­
nalları da seçebileceğinin farkında oldu­
ğunu gösterir. Hiçbir gülümsemenin,
hareketin olmadığı geçmişe oranla su­
nucular daha rahat bir sunuş tarzına sa­
hiptirler. Ancak yine de suncuların sesi,
özel kanaldakiler gibi heyecan dolu de­
Show TV'de kullanılan bir diğer gör­
sel strateji de tüm ekranı, fotoğrafıyla ya
da canlı görüntü olarak, iki aktörün
kaplamasıdır. Bunun ile ise elde edilme­
ye çalışılan etki, bir tartışma olduğu ve
haber programının tartışmanın tüm
yönlerini demokratik bir biçimde ele al­
dığıdır. Bu aslında yanıltıcıdır, çünkü
en başta gerçekten bir tartışma değil
sansasyonel amaçlarla yaratılan yapay
bir tartışma olabilir.9 Ayrıca, gerçekten
ğil, sakindir. TRT ve özel kanalların ha­
bir tartışma olduğunda da bu sadece iki
berlerindeki ortak nokta ise, haber bül­
tarafı değil, daha fazla tarafı ilgilendire-
teni bittiğinde hepsinin diğer haber
bilir. İkili karşıtlıklar yaratmak mesele­
programlarının ve dizilerinin reklamını
nin demokratik olarak tartışıldığı anla­
yapmalarıdır.
mına gelmez.
Eğer diğer biçimsel özellikler özetle­
necek olursa, şunlar tüm özel kanal ha­
berlerinde görülen ortak noktalardır:
Haber sırasında ve sonrasında dramatik
Bek ■Türkiye'de Televizyon Haberciliği ve Tabloidleşme • 19
i
s
* 2
■S 5
1
16
28
7
6
13
T
2
9
83
S ta r
4
20
32
2
6
22
12
2
15
115
ATV
3
33
30
6
9
22
11
4
3
121
D
1
19
15
-
3
40
15
3
8
104
Show
-
2
77
8
3
-
-
-
16
106
T R T -1
9
90
182
23
27
97
39
11
51
529
M
M
>»
3
B
J
= >>
& «
D iğ er
3
«e
*
Spor
.
Ek o n o m i
V
U
«
5
Polis/ adliye
T a b lo l î
Tem aya göre
haberler
P o p iilc r kültflr/
eğlence/ Ü nlüler
Temalar: Haberler ne hakkında?
B
«
B.
o
Tablo 1, incelenen zaman diliminde
uzmanlık alanı olarak ayrıntılı bir bi­
polis/adliye haberlerinin büyük ağırlık
çimde özel olarak tasarlanmış "finans
taşıdığım gösterir. Kanal D'de polis/ad-
bültenleri"nde uzmanlar tarafından
liye haberleri ana temadır; siyasetten
sunulmasıyla da ilişkili olabilir. Haber­
bile daha fazladır. O hafta, istisnai bir
lerde "yüksek kültür" ya da "sanat"
biçimde üç banka soygunu olması kuş­
konularının hiç yer almaması da çarpı­
kusuz burada belirtilmelidir, zira bu
cıdır. Üstelik bu konular, ekonomi ka­
olaylar sayıyı arttırmıştır. Ancak, yine
dar yoğun bir biçimde ayrı program­
de özel kanallarda polis/adliye haberle­
larda da ele alınmamakta, alındığında
rine daha çok sansasyonel bir malzeme
ise tüketim odaklı olarak çerçevelen-
kaynağı olarak bakıldığı da TRT ile
mektedir.
karşılaştırılarak söylenebilir. Nitekim
Hangi konuya ne kadar önem veril­
özel kanallardaki polis/adliye haberleri
diğinin kriteri olarak sayının yamsıra
TRT'nin iki mislidir. Özel kanalların
haberlerin uzunluğuna ve hangi sırada
haberlerindeki ikinci büyük tema 'ün­
verildiğine de bakmak gerekir. Bu an­
lü lerle (çoğunlukla manken, şarkıcı ve
lamda hem sıralama, hem de uzunluk
film yıldızı) ilgilidir. Show TV bu ko­
açısından ATV ve Kanal D haberlerinin
nuda 40 haber işlerken, siyaset konu­
öncelikleri şöyledir: 1. Polis/ adliye, 2.
sunda sadece 15 haber içermektedir.
Spor, 3. Siyaset. Yine, araştırmanın ya­
Ekonomi de haberlerde az sayıda çıkan
pıldığı sırada İtalya'daki bir futbol ma­
temalardan biri olmuştur, ama bu daha
çının ardından bir kavga çıktığını da
çok ekonominin kendi başma ayrı bir
belirtmek gerekir burada. Ancak, bu
20 ■iletişim : araştırmaları
olaya çoğu özel kanalın haber bültenle­
oldukları varsayımıyla değerlendiril­
rinde bir günde 30 dakika ayrılmış ol­
meyip; tam tersine bunların siyasal an­
ması, hatta örneğin 14 Mart tarihinde
lamlar içerebileceği düşünülerek analiz
ATV'de bu olayın Ortadoğu'daki olay­
edildi. Ancak, araştırma sonucunda or­
larla ilgili haberin önüne geçmesi, as­
taya çıkan şudur ki, haberlerde siyasal
lında bu olayın özel kanalların haberci­
olan kişiselleşmiş, ama tersi gerçekleş­
liğindeki temel öğeleri içermesinden
memiştir; yani analiz edilen haberlerde
kaynaklanıyor olabilir: Sansasyona-
kişisel olanın siyasetle bağıran kurul­
lizm, futbol ve Türklük. Shovv TV için
duğu bir örneğe rastlanmamıştır.12
ise sıra 1. Polis/ adliye, 2. Spor, 3. Ün­
Analize konu olan haftada Shovv
lüler şeklindedir. Eğer o hafta banka
TV'de (15 Mart) ev içi şiddetle ilgili bir
soygunları ve İtalya'daki çatışma ol­
haber vardı. Ancak bu da aynı zaman­
masaydı, muhtemelen ünlüleri ilk sıra­
da Dünya Kadın Günü olan 8 Mart gü­
da görürdük Show TV haberlerinde.
nünde evlenen bir kadının evliliğinin
Zira ünlülerle ilgili herşey bu kanalda
ilk gününde kocası tarafında dövülme­
haber değerine sahiptir ve bu haberle­
si üzerineydi. Yani, konu aslmda bir
rin çoğunda da haberler bir şekilde ka­
çeşit "tuhaf" neredeyse "kom ik" görül­
dın bedeninin teşhirine dayanır.10
düğü için haber olabilmişti. Üstelik ha­
Özel kanalların haberleri zaten Er-
ber çoğunlukla kadının kocasının be­
gül'ün yukarıda ele alman magazinleş­
yanatına dayalı olarak yapılandırılmış­
me tanımlarından birinde belirttiği gi­
tı. Kadının yara izleri, röportajı yapan
bi, eğlence öğeleri taşır, ancak bu yeter­
muhabirin "aç, tüm Türkiye görsün"
li görülmemiş olacak ki, incelenen ha­
sözlerinin ardından gösterilerek konu
ber bültenlerinde bazı bölümler sadece
siyasallaşmak yerine yine teşhire da­
eğlenceye ayrılmıştır.11
yandı.
Kadmlann haberde sadece fiziksel
özellikleri ile yer alıp almadığına iliş­
Haberlerde Siyasetin Temsili:
Özel Kanallarda Kişiselleştirme
ve Tabloidleşme, TRT'de Protokol
Haberciliği
başka farklı haber öyküsü de ilginç bir
Bu araştırmada haberler analiz edi­
devlet bakanı ile yapılan röportajda ba­
lirken ünlülerle ilgili haberler ya da ki­
kan, "kadın bakan" ve "evli ve iki ço­
şisel olaylar aslında tamamen önemsiz
cuklu" olarak taratıldı ve kendisine
kin yapılan inceleme sonucunda bir
örnek oluşturdu: 15 Mart tarihinde Ka­
nal D'de yayınlanan haberde İsrail
Bek ■Türkiye'de Televizyon Haberciliği ve Tabloidleşme • 21
"Çok yoğun çalışıyorsunuz. Aileniz,
da son derecede önemlidir ki bu du­
çocuklarınız bundan şikayet etmiyor
rum sadece Shovv TV haberleri ile sınır­
mu?" şeklinde bir soru yöneltildi. Böy-
lı olmayıp diğer kanallara da yayılmış­
lece bakanın özel yaşamına odaklanıl­
tır. Mesele ya da kurum odaklı haber
mış ve siyasal olan kişiselleştirilmiş ol­
sayısı ATV'de 19 ve Kanal D'de 24
du yine. Burada bu tutumun sadece
iken, kişilere odaklı haberler sırasıyla
yerleşik cinsiyetçi yargılarla ilişkili ol­
kanallarda 44 ve 59 olarak görülmüş­
makla kalmayıp aynı zamanda siyaset
tür.
haberlerinde kurumsallaşma yerine
gittikçe artan kişiselleşme eğiliminin
de bir uzantısı olduğu düşünülmekte­
dir. Nitekim, aynı muhabir İsrail-Filistin çatışması üzerine greçekleştirdiği
röportajda Arafat'a sorar: "Kızınızı öz­
lüyor musunuz?" (11 Mart).
Özel kanal haberleriyle ilgili sorun,
sadece siyasetle ilgili haberlerin sayıca
azlığı13 değil, aynı zamanda siyasetle il­
gili varolan haberlerin de magazinleştirilerek verilmesidir. Siyasetin nasıl çer­
çevelendiğine, hangi konuların ele
alındığına ilişkin birkaç örnek bu nok­
Analiz yapılırken, kodlanan bir di­
tayı açıklığa kavuşturabilir: Shovv TV
ğer konu da haberin mesele/kurumla
ve Kanal D'de yayınlanan siyasetle il­
mı yoksa kişiyle mi ilgili olduğuydu.
gili pek çok haberde "İslamcı parti"
Bunu tüm haberlere uygulamak müm­
(analizin yapıldığı 2002 yıhnda henüz
kün olmasa da, genel olarak TRT'nin
AKP iktidara gelmemişti) ve bu parti­
ağırlıklı olarak mesele ya da kurum
lerden politikacıların yer aldığı görül­
odaklı haber yaptığını söylemek müm­
mektedir. Haberler görüşleri "İslamcı"
kündür (68 haber). Star'da bu konuda
ve "laik" şeklinde kutuplaştırarak ve
hemen hemen eşit, dengeli bir oran çık­
kendileri de ikinci kutupta yer alarak
mıştır. Ancak Show TV haberlerinde
bir dizi sansasyonel haber üretmekte­
kurum ya da mesele ile ilgili haberlerin
dirler. Kullanılan alt yazılar bu konu­
sayısı 5 iken, doğrudan kişilerle ilgili
daki haberlerin niteliği hakkında bir fi­
haberin sayısı 59'dur. Bu anlamda, di­
kir verebilir: "Camide Türk bayrağı ol­
ğer medya çalışanları, siyasetçiler ve
malı mı?" (15 Mart), "AKP lideri Tay-
izleyicilerin eleştirileri ile uyumlu bir
yip Erdoğan Türk üniversitelerindeki
biçimde, Shovv TV haberlerinin gerçek­
türban yasağı nedeniyle kızlannı ABD
ten tabloid haberciliği yaptığım söyle­
üniversitesine gönderdi" (12 Mart).
mek mümkündür. Öte yandan, bu
"AKP lideri Tayyip Erdoğan'ın geç kal­
araştırmanın ortaya çıkardığı şu sonuç
ması üzerine Cuma namazı geç başla­
22 ■iletişim : araştırmaları
dı" (15 Mart). Bu haberlerin sansasyo­
lanan haberlerde de görülebilir. Bu ha­
nel olarak görülmesinin bir nedeni de,
berler, neredeyse ünlüleri kovalayan
aslında haberin oluşturucu öğlelerinin
paparazzi haberlerinden ayırdedilmez
eksikliğidir. Örneğin, son haberde, as­
hale gelmiştir. Örneğin, "Ecevit'lerin
lında bir dayanak ya da kanıt yoktur
Kek Keyfi" (15 Mart, Shovv TV) başlık­
"iddialara göre" nitelendirmesi dışın­
lı haber boyunca dönemin başbakanı
da. Buradaki lider, yani yine kişi odak­
Bülent Ecevit'in eşi Rahşan Ecevit'in
lı haber anlayışına başka kişiler özelin­
arabadan inerek pastaneden kek alma­
de de rastlanmaktadır. Örneğin, 11
sı, pastaneden çıkması, sürücünün pa­
Mart tarihli haberde eski politikacı
ketleri bagaja yerleştirmesi...vs. gibi
Nazlı Ilıcak hedef alınarak Ilıcak'ın
tüm ayrıntılar, kendilerini habersizce
açıklamalarının büyük bir tartışma ve
takip eden bir kameramamn çektiği gö­
tepkiye yol açacağı vurgulanır. Haber­
rüntülerle gösterildi. Bu görüntülerden
de Ilıcak'ın Atatürk ilkelerinin çağdışı
sonra alışverişin toplam kaç dakika
olduğunu söylediği öne çıkarılır. Oysa,
sürdüğü, hangi kekleri aldığı gibi daha
kendisinin söylediği Meclis yemin tö­
ayrıntılı "bilgi"yi elde etmek için mu­
renlerinde Atatürk ilkelerine dayalı
habirler pastane çalışanlarıyla röportaj
olarak yemin etmenin çağdışı olduğu­
yaptılar. Ecevit'lerin AB Barselona zir­
dur.14 Kanal D'de de aym haber benzer
vesi seyahatlerinde yürüyüş yapmalan
bir perspektifle ele almarak Nazlı Ilıcak
ve Picasso müzesini gezmeleri de, Ka­
açıklamaları ve davranışlarıyla Refah
nal D ve ATV kanallarında aynı şekilde
Partisi'nin kapanmasından sorumlu ki­
haberleştirildi. ATV haberinde yer alan
şi olarak tarif edilir. "Atatürk ilke ve
"Ecevit'lerin Picasso müzesinde elele
devrimlerine eleştiri" alt yazılı haber
geçirdiği keyifli anlar" altyazısı bile ha­
Defne Satnyeli'nin yorumuyla sona
berin temsil biçimi konusunda bir bilgi
erer. Samyeli, bazılarının şimdi özgür­
verecektir. Siyasetçilerin bu şekilde
ce yaşamamızı bazı insanlara ve müca­
"insani yanlar'Tmn öne çıkarılarak
delelere bağlı olduğunu unuttuğunu
temsil edilmeleri, aslında siyasetle ilgi­
ya da bundan habersiz gözüktüğünü,
li daha az bilgi verme ve onların siyasal
neyse ki Ulu Önder'e bağlı milyonlarla
tercih, siyasal önerileri etrafında sahip
karşılaştırıldığında bu insanlann bir
oldukları farklılıkların da gizlenmesine
değerinin olmadığım belirtir.
yarayacaktır.
Siyasetin kişiselleştirilmesi ayrıca
Mac Donald (2000: 264) kişiselleştir-
siyasetçilerin "insani" yanlarına odak­
menin eleştirel bir sorgulama potansiye­
Bek ■Türkiye'de Televizyon Haberciliği ve Tabloidteşme • 23
li olabileceğini öne sürerek böylece pek
de, haberlerin içeriğine ve siyasetin nasıl
tartışılmayan meselelerin açılabilme, ki­
ele alındığına bakıldığında, TRT'nin hala
şisel ile siyasal arasında bağ kurabilme,
protokol haberciliğini sürdürdüğü görü­
kendi peşin hüküm ve kavramlaştırma-
lecektir. Genellikle başbakamn ve bakan­
lanmızm sınırlarıyla bizi yüzyüze getir­
ların düz açıklamalarının yer aldığı TRT
me ve resmi söylemlerin dışma çıkabil­
haberlerinde bağlam, farklı yorum, tar­
me potansiyelinden söz eder. Burada,
tışma ve eleştiriler pek yer almaz. Onun
analiz edilen haberler özelinde bunların
yerine kimin ne söylediği ya da nerede
hiçbirinin gerçekleşme potansiyeli oldu­
toplanıldığı protokol sırasına göre veri­
ğu düşünülmemektedir. Kişisel ile siya­
lir. TRT-1 haberlerinin, her biri 20 saniye
sal arasındaki bağ yokluğu üzerinde za­
kadar süren 10-12 farklı haberde çok kı­
ten durulmuştu. Haberlerin resmi söyle­
saca bir bakarım ya da siyasetçinin açık­
min dışına pek de çıkamadıklarını ise
lamalarının yer aldığı "Yurttan" bölümü
yukarıda belirtilen "İslamcı" partiler ve
tamamen hükümetin etkinlik listesi gibi­
liderleri ile ilgili haberler göstermekte­
dir. Yani "yurt" demek "hükümet" de­
dir. Bird de (2000: 217-24) benzer bir bi­
mektir TRT'ye göre. Bazen söyledikleri­
çimde kişiselleştirmenin izleyicinin ka­
musal olayların etkisini anlamalarına ya­
rayacağını savunarak kişiselleştirmeye
olumlu açıdan bakar. Burada analiz edi­
len, siyasetin kişiselleştirildiği haberler­
de ise aslında kamusal olay yerine daha
çok kamusal kişilerin kişiselleştirilmesi
söz konusudur. Bird'in ihtiyatlı bir bi­
çimde "tabloidleşmenin gerçek tehlike­
si" olarak adlandırdığı haberlerin daha
geniş bağlamdan kopuk olmaları duru­
mu, analiz edilen özel TV haberleri için
geçerlidir.
Siyaset TRT-1 haberlerinde ana tema­
dır. Ancak, buna dayanarak Türkiye'de
TRT'nin ticari kanallardan daha iyi bir
biçimde kamusal alana hizmet ettiğini
söylemek mümkün değildir. Gerçekten
nin haber değeri olup olmadığı da tartı­
şılabileceği bu bölümde söyleyenin "ba­
kan" olması haber değeri için yeterli gö­
zükmektedir. Başka aktörlerin katıldığı
toplantıların haber yapılma biçimi de
son derecede ilginçtir. Zira, bu durumda
da yine haber sadece toplantının yapıldı­
ğını ve başbakamn, bakanların katıldığı­
nı belirterek onların açıklamalarına da­
yanmakta, toplantıda başka kimlerin ne­
ler söylediği belirtilmemektedir. Ulusal
kutlamalar ve anmalara15 büyük önem
veren ve kamuya ulusal tarihi resmi ha­
fızaya dayanarak hatırlatan TRT bu an­
lamda ulus-devletin kanalıdır.
24 • iletişim : araştırmaları
Reklam-haberler ve medyanın ekonomi-politiği
T a b lo 2 : R e k l a m -
G r u b a b a ğ lı d iğ e r
G ru b u n m edya
D iğ e r ü r ü n
h a b e r le r in s a y ıs ı
m e d y a ü rü n le ri/
d ış ı ü r ü n v e
v e h iz m e tle r
T o p la m
ş i r k e t l e r i ile ilg ili
h iz m e tle r in e
r e k l a m la r
iliş k in r e k l a m la r
S ta r
19
5
1
25
ATV
10
1
1
12
K anal D
7
-
Show
8
-
2
10
4
57
T R T -1
T o p la m
3
-
47
6
7
3
Gazetecilik ve popüler kültürle ilgili
reklam-haberlere örnek verilecek olursa,
tartışmalar, TV haberlerinin tüm bir TV
Show TV, sunucunun İtiraflar ve Ateş
programı akışı ve hatta tüm kültürle ilgi­
Hattı gibi diğer programlarmm reklamım
li olduğunu belirtir (Dahlgren, 1992: 11).
yaparken, ATV (14 Mart) Radyo-TV Ga­
Bunu daha genişletip ekonomi-politik di­
zetecileri Demeği'nin kendi haberlerine
namiklerle de ilgili olduğunu vurgular­
ve kendi kanallarında yayınlanan dizile­
sak, medya ve medya dışı sektörlerde bü­
rine verdiği ödülü haberleştirmiştir.
yük yatırımları olan medya gruplarının
Analiz edilen haberlerde ayrıca med­
tablo 2 'de görüldüğü gibi haberleri bile
ya gruplarının diğer işleri ya da medya
kendi gruplarının medya kaynaklı (aym
grubunun yakın ilişki içerisinde bulun­
kanalda yayınlanan başka bir TV progra­
duğu başka grupların da reklamının ya­
mı, çoğunlukla da rekabetin kızıştığı di­
pıldığı görülmüştür. Berke Barajı'nm açı­
ziler, gazeteleri...vs) ya da medya dışı
lışı 16 Mart tarihli Star haber bülteninin
ürün ve hizmetlerinin (banka, sigorta şir­
ana haberim oluşturup kanalın sahibi ol­
keti... vs) reklamı için kullandıkları gö­
duğu Uzanlar'ın eseri olarak bir saate ya­
rülmektedir. İncelenen haftada TRT'nin
kın bir zaman zarfmda övülmüştür. Tam
bile 3 reklam-haberi olması, TRT'nin özel
tersi de söz konusudur. Yani, bir TV ka­
kanallarla girdiği rekabetin göstergesi
nalı rakip grubun ürün ve hizmetlerin­
olarak değerlendirilebilir. Ancak, özel
den eleştirel ya da alaya haberler de
kanallar daha çok dizilerinin, yarışma
üretmektedir. Nitekim, Kanal D'nin 13
programlarmm reklamım yaparken, "ka­
Mart tarihli Berke Barajı haberi aslmda
liteli yayıncılığın tek adresi" olarak ken­
açılışın nasıl 5 yıl geciktiği ve bunun hem
dini tanımlayan TRT dizi yanısıra belge­
devlete hem de çevreye zarar verdiği
selleri de tanıtmaktadır. Medya kaynaklı
üzerinedir.
Bek ■Türkiye'de Televizyon Haberciliği ve Tabloidleşme • 25
Yerel ve Uluslararası Olayların Temsili
T a b l o 3 .- Y e r e l v e U lu s l a r a r a s ı H a b e r l e r i n
S a y ıs ı
Y erel
U lu s la r a ra s ı
T o p la m
S ta r
7
17
24
ATV
11
21
32
K anal D
9
22
31
Show
4
5
9
TRT
1
38
39
32
103
135
T o p la m
Yerel ve uluslararası haberlerin sa­
lamlarda yapılan araştırmalar da, yük­
yısının çok düşük olduğunu gösteren
selen küreselleşme rüzgarıyla çelişkili
tablo 3 'de de görüleceği gibi, analiz
bir biçimde, giderek uluslarası haber­
edilen hafta içinde toplam 529 haberde
lerde bir azalma olduğunu ortaya koy­
sadece 32 yerel ve 103 uluslararası ha­
maktadır. Örneğin, W inston'un araş­
ber yer almaktadır. Uluslararası habe­
tırması (2002), 1975 Glasgovv araştır-
rin oram yerelden fazla olmakla birlik­
m alanyla bir karşılaştırma yapar ve
te Ortadoğu'da özellikle İsrail'de çatış­
1975'de Britanya'da 2001'de olduğun­
maların tırmandığı bu hafta aslında
dan daha fazla uluslararası haber ol­
çok daha fazla haber olması da bekle­
duğunu ortaya koyar.
nebilirdi. Uluslararası habere verilen
önem, özellikle sayıya değil, sıralama­
ya ve ayrılan zamana bakıldığında or­
taya çıkmaktadır.16
Haber metinlerinin içeriklerine ba­
kıldığında görünen odur ki, uluslara­
rası haberlerde de yine ulusal boyut
odağa alınmaktadır. Örneğin, Afganis­
Yerel haberler ise bölgeler arası bü­
tan'daki barış düzenlenmeleriyle ilgili
yük farkhlıklann bulunduğu büyük
haberde oradaki Türk askerlerin varlı­
bir ülke olan Türkiye için çok önem ta­
ğı üzerinde durulmuştur. ABD'de 11
şıması gereken haberler olmalıdır. Ha­
Eylül'ü anma gününde, törende Türk
berlerin daha çok başkent Ankara'da
elçinin yaptığı konuşmaya odaklanıl-
ve endüstri ve finansın şehri İstan­
mıştır. Bush'un konuşması verilirken
bul'da neler olduğunu içermesi, özel­
dahi, Bush'un Türkiye ile ilgili sözleri­
likle yerel medyanın sınırlı gücü düşü­
nin altı çizilmiştir. Kanal D ve ATV,
nüldüğünde tüm halkın temsili açısın­
benzer bir biçimde, AB'nin Barselona
dan kaygı vericidir. Farklı ulusal bağ­
zirvesini Türkiye ile ilgili boyutlarıyla
26 - iletişim : araştırmaları
ele almıştır: Ecevit'in açıklaması, Ece-
farklı aktörlerin farklı konularda neler
vit'in AB aile fotoğrafında yer alışı,
dediğinden izleyiciyi haberdar etme­
Türkiye'nin AB üyeliğini neden istedi­
mekte ve kamu hizmeti işlevini yerine
ğine ilişkin açıklamaları üzerinde yo-
getirmemekte, meseleye ekonomik açı­
ğunlaşılmıştır. Bu konular zaten bilin­
dan bakılacak olursa da, yurtdışına sa­
mekte ve çoğu zaman haberlerde ele
dece Türkiyeli aktörlerin demeçlerini
alınmaktadır. Öte yandan, AB zirve­
kaydetmek üzere muhabirler göndere­
sinde
rek, canlı yayın yaparak kaynaklan ge­
konuşulan
diğer
konular,
TRT'de başlıklar halinde kısaca yapı­
reksiz yere harcamaktadır. Burada ya­
lan değinme dışında, incelenen kanal­
pılan habercilik ise Billig'in "banal mil­
larda pek yer bulamamıştır. AB ile ilgi­
liyetçilik" (1995) dediği her gün vatanı,
li haberlerin çoğunukla sadece Türkiye
milliyeti hatırlatarak uluslar dünyasın­
ile ilgili mevzuları ele alıp diğerlerini
da bir ulusa ait olmayı yeniden üret­
yok sayması neredeyse Türkiye med­
mekten öteye geçememektedir.
yasında bir ortak özellik haline gelmiş­
tir (Gencel Bek, 2001).
TRT'den farklı olarak özel kanallar­
da uluslararası olaylann haberi ise da­
TRT'nin uluslarası konularda ulu­
ha çok sansasyonel öğelerin, görüntü­
salın yeri ve önemini daha da abarttığı
lerin öne çıkanlması şeklinde yapıl­
söylenebilir. Örneğin, incelenen hafta­
maktadır. ATV ve Kanal D haberlerin­
da TRT, her gün MGK başkanmın yap­
de "küreselleşme karşıtlan" ile ilgili
tığı yurtdışı geziye sadece onun konuş­
haberler neredeyse hep aynı biçimde
ma ve etkinlikleri kapsamında yer ver­
verilmektedir; iki kanalda da gösterici­
miştir. Siyasetin temsili bölümünde
ler ve polis arasında yaşanan çatışma,
TRT için söylenenler burada da geçer-
koşturmacaya dair görüntüler ağırlıkla
lidir. Örneğin, Milano'da yapılan ulus­
ele alınırken, diğer tüm kanallarda ol­
lararası enerji konferansına pek çok ül­
duğu gibi "kimdir bu küreselleşme
keden katılımcı katılmıştır, ancak TRT
karşıtları ve ne isterler?" gibi sorular
haberleri sadece Türkiye Enerji bakanı­
hiç sorulmamıştır. Çatışma, şiddet ve
nın açıklamaları ile konuyu işlemiştir.
kan öğelerinin sürekli vurgulandığı
Aynı durum Uluslararası Turizm Fu-
(örneğin, "kana ve ateşe bulanan Orta­
an'nın sadece Türkiye Turizm bakanı­
doğu", 13 Mart, Kanal D) Kanal D ha­
nın açıklamalarıyla ele alınmasında da
berlerinde yapılan bir canlı bağlantıda
gözlenmiştir. Bir bakıma TRT haberleri
olay yerindeki muhabir neredeyse ne­
hem dünyada neler olup bittiğinden,
den ceset ve kan gösteremediklerine
Bek • Türkiye'de Televizyon Haberciliği ve Tabloidleşme • 27
dair bir savunma yapmıştır. Bir binada
mahsur kaldığı için olaylardan uzak
kaldıklarını belirten muhabir şöyle de­
vam etmiştir: "Neyse ki tam bizim bu­
lunduğumuz binanın dışında bir çatış­
ma çıktı da biz de her anını size görün­
tüleyebildik". "An an çatışma" alt ya­
Aktörler: Haberlerde
Kim Konuşuyor?
Tablo 4'de de görüleceği gibi, özel
kanallarda "sıradan" vatandaşlar ve ün­
lüler ana aktörlerdir. Ünlülerin çoğu ka­
dındır. Erkek olduklarında da (Shovv
TV'de 3 kez), ana odak onların ilişki
zısı ile verilen haberde muhabir nere­
içinde olduğu kadınlardır. Haberlerde
deyse, (belki de kendisinden istenen)
ünlülerin haber değeri taşımaları açık­
görüntüleri göstermenin rahatlığı için­
lanmaz, haber aktörü olarak Brundson
dedir. Stüdyodaki sunucunun "Sayın
ve Morley'in (1996) belirttiği anlamda,
seyirciler, bu çatışmalar Kanal D mu­
bir "statü" kurulması söz konusu değil­
habirlerinin 100 metre uzağında mey­
dir. "Ünlü şarkıcı A şöyle konuştu, şunu
dana geldi" demesi de aslında "ideal
yaptı...vs" şeklindeki yaygın kullanım­
haberin yakaland ığını gösterir. Aym
dan da anlaşılacağı gibi, kişinin ünlü ol­
görüntüler birkaç kez tekrarlanan bir
ması habere konu olması için yeterli gö­
kurgu içinde gösterildikten sonra olay
zükmektedir.
yerindeki muhabir orada ne kadar zor
koşullarda yaşayıp, nasıl sandalyede
Temalarla ilgili bölümde TRT'de
özel alanla, ünlülerle ilgili pek haberin
uyuyup, birşey yemeden haber için ça­
yer almadığı tablo l'd e görülecektir.
lıştıklarını görüntüler eşliğinde uzun
Aktörlere bakıldığında da "sıradan" in­
uzun anlattı. Bir bakıma oradaki "tek
sanların ve ünlülerin pek TRT'de yer al­
Türk takımı, Kanal D "; Ramallah'taki
madığı tablo 4'de görülmektedir. Yine
insanlara ne olduğundan daha önem­
daha önce tartışıldığı gibi, siyaset ise da­
liydi.
ha çok hükümetin açıklamalarından
Aşağıdaki tabloda görüleceği gibi
haber aktörü olarak da uluslararası ak­
törlerin, politikacıların az sayıda yer
alması, uluslararası haberlere aynlan
sınırlı zamanın, verilen sınırlı önemin
göstergelerinden biri olarak değerlen­
dirilebilir.
ibaret görülmekte, TRT'nin "hükümetin
sesi" olduğuna ilişkin tartışmalar (Aziz,
1993: 59) bir kez daha doğrulanmaktadır. TRT'de askerin de aktör olarak
önemli olduğu yine tablodaki sayılar­
dan anlaşılmaktadır. Siyasetin sınırlı bir
biçimde temsili ise STKTarla ilgili aktör­
lerin sayıca azlığında da kendini göster­
mektedir.
S ta r
34
-
4
17
28
3
3
ATV
34
-
13
33
32
4
22
D
8
9
İ7
65
U
Polis
O
-
2
-
146
-
6
7
155
16
14
59
39
1
11
2
1
2
10
4
7
7
17
166
144
13
114
127
22
4
12
42
104
6
Show
35
__
18
4
T R T -1
216
E
Ü
*5.
e
2
1
T o p la m
D iğer
İ l
«a 5
G a z ete ci
Ü n lü le r
s İr
NGO/ S T K
Xm
U z m a n la r
Tç
s
s
m
M
S
U lu slararası/
T a b lo 4 : A k tö rle re g ö re
h a b e rle r
Y abancı
P o litik a c ıla r
28 ■iletişim : araştırmaları
20
10
3
154
63
703
Star ve Kanal D'de "sıradan" vatan­
nan trajediyi tüm çarpıcılığı ile göster­
daşlar ve ünlüler ana aktörlerdendir.
mek, dramatize etmekti. Haberin esas
Ünlüler ATV ve Show TV'de siyasetçi­
öğeleri olan kim, ne, neden, nerede, ne
lerden daha çok haberin aktörü olmuş­
zaman, nasıl gibi sorular bile haberlerde
lardır. Bu da aslında yazıda öne sürülen
yer almadı. Uzmanların yanısıra, haber­
tabloidleşme eğiliminin göstergesi ola­
lerde polis açıklaması gibi resmi kay­
rak okunabilir.
naklara da pek başvurulmadı. Ancak
"Sıradan vatandaşlar" m aktör ola­
burada polisin bir kaynak olarak kulla­
rak çok yer alması olayların uzman gö­
nılırken sorgulanıp mı sorgulanmadan
züyle değil de, gündelik hayatlarına et­
mı kullanıldığı konusu da çok önemli­
ki eden insanlar açısından ele alındığı
dir. Örneğin, Adana'da 30 kişinin yaşa­
anlamında olumlu olarak düşünülme­
dığı binaya yapılan kundaklama eylemi
melidir. Örneğin, örneklem kapsamın­
ile ilgili haberde (12 Mart, Shovv TV) po­
daki özel kanalların kuyuya düşerek
lis açıklaması kullanılarak olayın nedeni
ölen çocuklarla ilgili haberinde, tüm
"onların mahalleden ayrılmasını isteyen
özel kanallar çocukların ailesi, komşula­
komşular"la açıklandı. Komiser mahal­
rı ve arkadaşlarıyla görüşme yaptığı
lede hırsızlık gibi işlere karıştıkları için
halde, oradaki yerel yönetimin temsilci­
bu gruba yönelik tepkiler olduğunu be­
siyle ya da kuyunun açık bırakılmasın­
lirterek neredeyse şiddeti doğallaştırdı
dan sorumlu olabilecek kişi ve kuruluş­
ve haberde bu sorgulanmadan kabul
larla görüşme yapmadı. Haberin bir si­
edildi. Haber bu grupla mahalledeki ço­
yasa değişikliğine yön vermesi bir yana,
ğunluk arasındaki anlaşmazlığın nede­
haberlerde kazanın arkasında yatan ne­
nini araştırmadan doğrudan polisin
denler bile araştırılmadı. Onun yerine
açıklamasını doğru kabul etti. Ayrıca
yapılan sadece insanların acılarını, yaşa­
haberde, varolan düşmanlığı gidermek
Bek ■Türkiye'de Televizyon Haberciliği ve Tabloidleşme • 29
için ne gibi önlemler alındığı, çözümler
de "kapkaç" ahlaki bir sorun olarak gö­
geliştirildiği gibi sorular da sorulmadı.
rülerek bir panik havası yaratıldı. Çoğu
Onun yerine Reha Muhtar Adana poli­
haberde ise "kapkaç" konusu kendileri­
sine, bu saldırının başarılı olmasını ön­
ni tehdit altında hissedip hissetmedikle­
ledikleri için "toplum adına teşekkür"
ri ve ne gibi önlemler aldıkları gibi soru­
etti. Komiser de yanıt olarak Muhtar'a
larla ünlülere yöneltildi. Bu haberlerde
polisin fedakarca davranışının altını çiz­
sınıflar arasında artan eşitsizlik sorgu­
melerinden ötürü saygılarını iletti. Bu
lanmadı. Yoksulluk yine kişisel bir
haber medya ve otorite arasındaki ilişki­
problem olarak görülerek siyasetle iliş-
yi çok iyi özetlemektedir. Ayrıca tek ha­
kilendirilmedi.19
ber de değildir.17
13 Mart tarihli banka soygununa iliş­
14 Mart tarihli Kanal D bülteninin
ilk haberi maç sonrası Türk ve İtalyan
kin haberde ise Shovv TV haberi, bu ola­
futbolcuların kavgasına ilişkindi. Stüd­
yı güvenlik görevlisinin "müdahale
yoda haber sunucusu, görüştüğü Gala­
edip" soyguncuyu öldürdüğü daha ön­
tasaray yöneticisine, İtalyan futbolcula­
ceki olayla bağlantılandırarak müdaha­
rın ve polisin Türk futbolcularına saldır­
le eden güvenlik görevlisi hapse atıldığı
için son olayda görevlinin müdahale et­
mediğini ve böylece soygunun gerçek­
leştiğini öne sürdü. Banka soygunların­
daki artış, habere göre, hala güvenlik
görevlisinin nasıl müdahale etmesi ge­
rektiğine ilişkin tartışmanın sürmesin­
den kaynaklanmaktadır. Hem Shovv
TV, hem de ATV haberlerinde olay ta­
dığı görüntüleri işaret ederek şöyle sor­
du: "Böyle bir şey Türkiye'de olabilir
miydi?" Yönetici olamayacağını, çünkü
Türkiye'de polisin tarafsız olduğunu
söylediğinde sunucu Samyeli şu yoru­
mu yaptı: "Eğer bu olay Türkiye'de ol­
saydı, zaten tüm dünya bize karşı çıkar­
dı".
mamen tek taraftan çerçevelendi.18 Bu
İncelenen haberlerde görülen en açık
haber dizilerinden birkaç gün sonra bir
biçimde devletin (bu kez, daha çok "de­
vatandaş, sokakta bir kadının çantasını
rin devlet") tarafını tutma eski üst rüt­
çalmak isteyen soyguncuyu vurarak öl­
beli asker Korkut Eken'in yasadışı et­
dürdü. Bu olayla diğerleri arasında bu
kinliklere katılmak suçuyla cezaevine
kez bir bağlantı kurmayan medya, biri­
gönderilmesiyle ilgili haberlerdi. ATV,
ni koruma ya da suçu önleme adına da
haberi Eken'in "kahraman bir asker" ol­
olsa sınırsız ve sorumsuz bir biçimde
duğunu vurgulayan emekli generallerin
şiddet kullanmayı özendirip özendir­
seslerinden verdi. Haberde emekli ge­
mediğini tartışmadı bile. Bazı haberler­
nerallerin Eken'in, Özel Harekat Ti­
30 ■iletişim : araştırmaları
mi'nin başkanı olarak terörle mücadele­
bilip bilmediği gibi sorular yöneltilir.
de büyük başarı kazanan, üstün başarı
Kanal D de haberde çocukları kullanır:
ve cesaret madalyaları bulunan, ülkesi­
16 Mart tarihli haberde ölen çocukların
ni seven, disiplinli ve kahramanca gö­
10-13 yaş civarındaki arkadaşlarıyla gö­
rev aşkıyla ülkesine hizmet eden, ama
rüşme yapar. 13 Mart tarihli haberde
şimdi suçlanan bir kişi olduğu şeklinde­
hastanede yaralı yatan çocuğa yangının
ki açıklamaları "belirttiler", "vurguladı­
nasıl başladığı ve neyin yol açtığı soru­
lar" sözleriyle alıntılandı ve haberde bu
ları yöneltilir. Kanal D sunucusu Defne
emekli generallerden farklı görüşleri sa­
Samyeli, haberlerde çocukları daha faz­
vunan kişilere yer verilmedi.
la kullanmak için koşulları daha da zor­
İncelenen haberlerde açıkça olayları
lar: 13 Mart tarihli banka soygunu habe­
çarpıtan, etik kuralları ihlal eden20, ha­
rinde, küçük oğlu ile birlikte bankada
berler Kanal D'de 17, Shovv TV'de 17,
olan bir kişiyle telefon konuşması ya­
ATV'de 16 ve Star'da 16 olarak belirlen­
parken "Oğlunuz nasıl tepki verdi? Za­
di. Bunların yanısıra, pek çok haberde
vallıcık daha 3 yaşında" der. Babası as­
de tutarsızlık olduğu, haber anlatısının
lında oğlunun pek korkmadığını söyle­
temel öğeleri olan 5N lK'sında eksiklik­
yince Samyeli cevaptan pek memnun
ler olduğu saptandı. Bu, sadece ünlüler­
olmaz. Bir kaç soru sonra tekrar aynı ko­
le21ilgili haberlerde değil, aynı zamanda
nuya döner: "Ben oğlunuzu merak et­
"sıradan" insanlarla22 ilgili haberlerde
tim. Nasıl acaba? Olaydan nasıl etkilen­
de söz konusuydu. Bir anlamda, bu
di?". Babasının henüz oğlunu ayrıntılı
"uydurma" haberler kişilerin mahremi­
bir biçimde görmediğini söylemesi üze­
yetini de ihlal etmektedir. Ünlüler en
rine Samyeli profesyonel sunucu yerine
azından medyada görünür olmak sure­
şefkatli bir anneyi çağrıştıran bir sesle:
tiyle bazı avantajlar kazanabilir, medya­
"Nasıl etkilenmesin. Tabi ki etkilenmiş­
yı kullanabilirler, ancak medya "sıra­
tir" der. Daha sonraki gün kanal muha­
dan" insanların yaşamlarında daha yı­
birleri ailenin evine giderek orada ço­
kıcı etkiye yol açabilir. 16 Mart Shovv TV
cukla görüşme yapar. Olayın nasıl oldu­
bültenindeki haberde muhabir akıl has­
ğu, korkup korkmadığı sorulur. Bu ara­
tası kişilerden şarkı söylemesini ister.
da da çocuğun oyuncak bir silahla oyna­
Hastaların dans etmesi görüntülenir.
ma görüntüleri ise çocuğun soygundan
Başka bir Shovv TV haberinde 10 yaşın­
etkilendiği iması ile şu sözleri "anlamlı"
daki kız çocuğuna kardeşinin ölümüyle
kılmak için kullanılır: "Burada silahıyla
ilgili sorular sorulur; yapılan görüşme­
duran küçük çocuk, dünkü banka soy­
de kardeşinin nasıl ve neden öldüğünü
gununun en küçük tanığıydı".
Bek • Türkiye'de Televizyon Haberciliği ve Tabloidleşme • 31
Sonuç:
Yazının başında da tanımlandığı gi­
bi, haberin tabloidleşmesi, uluslararası
"sıradan" insanlarla ilgili kaza ve felaket
haberlerinde görüldüğü gibi duyguların
sömürüsüne dayalı bir haberciliktir.
haber, siyaset ve ekonomiye verilen
Uluslararası haberlerin sayıca azlığı­
önem azalırken insani ilgi, eğlence, spor,
nın yanısıra, araştırmada dikkat çeken
skandal ve özel yaşama daha çok yer al­
bir bulgu da haber uluslararası bir haber
ması anlamına gelmektedir. Analiz edi­
olduğunda dahi ulusal boyuta odaklanıl-
len özel TV haberleri hem içerik hem de
masıdır. Benzer bir biçimde, yerel mese­
biçim açısından tabloidleşmenin özellik­
leler de haberlerde fazla yer bulmaz: An­
lerini göstermektedir. Tabloidleşmenin
kara ve İstanbul'da olanları haberleştiren
biçimsel boyutu, (Show ve Kanal D) çok
medya pek çok açıdan farklı olan ülke­
açık yorumlar içeren ve kendilerine özgü
nin değişik bölgelerinde olanları ihmal
sunuş biçimleriyle starlaşan haber sunu­
eder.
cuları ile özellikle iki kanalda kendini
Haberlerde olmayanm, yani dışla­
gösterir. Haberlerin alt yazı, müzik, can­
nan konuların analizi hep zordur; zira
landırma gibi diğer biçimsel özellikleri
zaten neyin olup bittiğine dair bilgiyi de
ise tüm özel kanallarda ortak noktalar­
medya dolayımıyla öğreniriz. Ancak, da­
dır. Tabloidleşmenin içerik boyutu farklı
ha alternatif iletişim kaynakları izlenerek
öğelere sahiptir: Birincisi, kişiselleştirme
analizin gerçekleştiği sırada, en azından
ve siyasetin tabloidleşmesi eğilimidir.
ulusal ölçekte hangi konuların ihmal
Analiz edilen haberler kişisel olanın si­
edildiğini söylemek mümkündür. Ba­
yasetle ilişkisini kurnazken, siyasetçile­
ğımsız İletişim Ağı'nda (www. bianet.
rin “insani boyutlar"ını öne çıkarmakta­
org) aynı haftada yer alan, ama analiz
dır ki, yazıda bu siyaset konusunda bil­
edilen TV kanallarınca hiç ele alınmayan
gilendirme yerine tercih edildiği ve siya­
konulardan bazıları ise şöyle sıralanabi­
setçilerin uyguladıkları politikalar ara­
lir:
sındaki farklılıkları yok saymaya yol aç­
tığı için eleştirilmiştir. Analiz edilen ha­
berlerde siyaset, "resmi" perspektifler
ışığında çerçevelenmiştir. Hakim olan
habercilik anlayışı ise, olayın neden ve
Okullarda Kürtçe öğrenim görme
doğrultusunda dilekçe veren öğrenciler
okul yönetimince cezalandırıldı (13
Mart).
nasıl olduğunu, toplumsal bağlamını
Ölüm oruçları nedeniyle ciddi hasta­
araştıran, çözüm önerilerine yol açan
lıklara yakalananlar Türkiye İnsan Hak­
araştırıcı bir habercilik değil, özellikle
ları Vakfı'na başvurdu (14 Mart).
32 ■iletişim : araştırmaları
F tipi cezaevlerini protesto için açlık
mesini istemiştir. Bu araştırmanın sonu­
grevi yapan 30 yaşındaki mahkum 290.
cunda ise, tam tersine aslında toplumsal
günde öldü (16 Mart).
patlama olmamasının nedenlerinden bi­
KESK, yüksek öğretimle ilgili dü­
zenlemenin üniversite öğrencilerinin
ödediği harç miktarını arttırmasını eleş­
tiren bir bildiri yayınladı (16 Mart).
Bu
konulara
hiç
risinin de bu haberler olduğu iddia edi­
lebilir. Çünkü, analizin de ortaya koy­
duğu gibi, aslında özel TV kanalları sa­
dece starların lüks yaşamlarını göster­
memekte, ama aynı zamanda, siyasetle
değinmeyen
ilgili haberlerin analizinde de tartışıldı­
inceleme kapsamındaki özel TV kanal­
ğı gibi, "yapacak bir şey yok", "siyase­
larında çoğu kadın olan ünlüler (man­
tin çözebileceği birşey yok" fikrinin altı­
kenler, şarkıcılar... vs) siyasetçilerden
nı çizmektedirler. Öte yandan, bu ha­
çok daha fazla yer kapladı. Bu yazıda ne
berlerin izleyici üzerine etkisi konusu
ünlüler ne de "sıradan" insanlar üzerine
elbette ki, başka araştırmalarda ele alı­
yapılan haberler Langer'in tanımladığı
narak incelenecek bir konudur.
gibi "öteki haberler"
(1998) olarak
TV kanallarının "sıradan" insanlarla
olumlu bir açıdan değerlendirilmemek­
ilgili haberler yapmaları, mesleki ilkele­
tedir. Langer'e göre, bu haberler "ger­
rin bağlayıcılığının ötesine geçerek, hal­
çek insani ihtiyaçlara" hitap etmektedir.
kın gündelik yaşam deneyimlerinden
Ayrıca bu haberler dışlanan ya da azın­
yararlanarak çözümler üreten "kamu­
lıkta kalanlarla ilgilidir. Halbuki, analiz
sal" ya da "yurttaş" gazeteciliği23 ile ka­
edilen Türkiye'deki özel TV kanalların­
rıştırılmamalıdır. Burada geçerli olan
da ünlüler ya da "sıradan" insanlarla il­
anlayış Murdock'un da (1999:15) dediği
gili haberlerin tam da ana temayı oluş­
gibi, uzmanlığın yerinin gündeliğin ta­
turduğu görülmektedir. Özel TV'deki
nıklığının aldığı "popülizmin ve ticari-
haberlere bakıldığında aslında toplum
leşmenin ekonomi politiği" ile açıklana­
iki gruptan oluşuyor gibi gözükmekte­
bilir. Türkiye'de ise bu habercilik biçimi
dir: Trajedileriyle ve kazalarıyla gariban
daha çok gazetecilerin etik ihlali ile
ve yoksullar; varlıkları, gösterişli yaşam
açıklanmaktadır. Medyanın güvenilirli­
tarzları ve dedikodularıyla zenginler.
ğinde24 yaşanan düşüşün ve yabancı or­
Bu kutuplaşma, elbette ki gelir dağılımı­
takların da etkisiyle Doğan Medya Gru­
nın büyük bir uçurum gösterdiği bir
bu gazetelerin ve TV kanallarının uy­
toplumda çok önemlidir. Yazıda da be­
ması gereken ilkelere dair bir bildirge
lirtildiği gibi MİT zaten toplumsal patla­
yayınlayarak medya çalışanlarından
ma korkusuyla medyanın kontrol edil­
bunlara uymalarını, izleyici/ okuyucu-
Bek • Türkiye'de Televizyon Haberciliği ve Tabloidleşme • 33
lardan da bunlara uyulup uyulmadığını
düşünülmekten çok uzaktadır. Çünkü,
denetlemelerini istedi. Ancak buna rağ­
özellerin tabloid anlayışından farklı olsa
men bu ihlaller devam ettiğine göre, so­
da, TRT de sürdürdüğü "protokol" ha­
run sadece tek tek gazetecilerin etik ih­
bercilikle siyaseti MeclisTe, hatta hükü­
lali değil, aslında medya endüstrisinin
metle sınırlandırmaya devam etmekte,
rekabet ve kar güdümlü olması başta ol­
TRT haberleri halkın hükümetin etkin­
mak üzere yapısal özelliklerin bir ürü­
likleri hakkında bilgilendirildiği bir fo­
nüdür (Carey, 1987: 48, Çaplı, 2002:
rum olmaktan pek de öteye gideme-
216). Mac Lachlan ve Golding'in (2000:
mektedir. Türkiye'deki siyasal kültürün
88) Britanya özelinde tartıştıkları, Türki­
sonucunda özerkliğini sağlayamayan
ye durumu için de geçerlidir: Sorun,
TRT (Mutlu, 1999: 26) elektrik faturala­
mesleki alanda yön kaybından çok ileti­
rından yapılan kesintinin 2003 yılının
şimin ekonomi politiğindeki daha geniş
Şubat ayı itibariyle son bulmasıyla fi-
değişikliklerle ilgilidir. Türkiye'de bu­
nansal olarak da zor bir döneme girmiş­
nun ne anlama geldiğini ise, yapılan
tir.
analiz bir kez daha göstermektedir. TV
haberleri büyük medya gruplarının di­
ğer ürün ve hizmetlerinin reklammı ya­
pıp rakipleriyle yarıştığı alanlardan bi­
ridir. TV haberlerinde sorumsuzca gücü
kullanma, hatta uydurma haber yapma
ise endüstride yaşanan "rating" savaşı­
nın bir uzantısıdır. Karı maksimize et­
meye odaklanan medya endüstrisinde
on yılı aşkın süredir medya çalışanları
sendikasız kalmıştır.
Burada, ayrıca farklı bir habercilik
anlayışına sahip olan ve sadece haber
yayını yapan kanalların, özellikle NTV
ve CNN-Türk yayınları hatırlandığında,
en azından daha "ciddi" bir habercilikle
alternatif oluşturdukları düşünülebilir.
Ancak bu kanalların mülkiyet yapıları
da (birincisi Doğuş, İkincisi Doğan gru­
bu ile CNN ortaklığı ürünü) ihtiyatlı ol­
mayı gerektirmektedir. Ayrıca, bu iki
kanal da, hatta daha küçük ölçekli Ka­
Burada alternatifin ne olduğu, acaba
nal 7 gibi kanallar da, yukarıda büyük
TRT'nin eleştirilen ticari haberciliğe de­
özel TV kanallarına dair tartışılan tablo­
mokratik bir seçenek oluşturup oluştu­
idleşme eğiliminden kurtulmuş değil­
ramayacağı yönünde bir soru sorulabi­
lerdir.25 Hatta, haberlerin tabloidleşmesi
lir. Analiz sonuçlarının da gösterdiği gi­
sadece TV kanallarıyla da sınırlı olma­
bi, TRT biçimsel olarak diğerleri gibi
yıp gazetelere de yayılmaktadır.26 İnter­
sansasyonal ve tabloid bir haberciliği
netteki haber siteleri değerlendirildiğin­
benimsemese de, günümüzde TRT ha­
de ise bunların daha çok büyük medya
berciliği demokratik bir alternatif olarak
gruplarının uzantısı olduğu; varolan ba­
34 • iletişim : araştırmaları
ğımsız haber sitelerinin de ya ana akım
medyadan çok farklı bir habercilik anla­
R T Ü K ta r a f ın d a n to p lu m i ç in d e k i m e ş r u i y e t ­
le r in i a r t tır m a y ö n ü n d e k u l a m l m a k t a d ır .
R T Ü K d e r g i s i n d e y a y ın la n a n b i r y a z ı d a d a
yışı geliştiremediği ya da sesini çok sa­
A l o - R T Ü K 'ü n y u r t t a ş l a r ın s e s i o l d u ğ u ö n e s ü ­
yıda kişiye ulaştıracak büyük bir güce
r ü l e r e k R T Ü K k a r a r l a r ı n ı n y u r t t a ş l a r ta r a f ın ­
ulaşamadığı gözlenmektedir.
B u k o n u d a b k z . M in e G e n c e l B e k , "M e d y a d a
d a n o n a y l a n d ığ ı n ı n a ltı ç i z il i r ( G ü v e n , 2 0 0 1 ).
C in s i y e t ç i l i k v e i l e t i ş i m P o l i t ik a s ı" ,
İle tiş im
(1 0 ) , 2 0 0 1 : 2 1 3 - 2 3 3 .
5H ü r r iy e t, 1 7 E k im , 2 0 0 2 .
N otlar
B u a r a ş t ır m a , A n k a r a Ü n i v e r s i t e s i B ilim s e l
6 H ü r r iy e t, 2 0 E k im , 2 0 0 2 .
A r a ş t ır m a P r o je le r i M ü d ü r lü ğ ü ta r a f ın d a n
'F a r k l ı h a f ta la r d a , a y la r d a f a r k lı g ü n l e r y e r in e
d e s t e k l e n m i ş t ir ( p r o je k o d u : 2 0 0 3 . 0 9 . 0 7 . 0 0 1 ).
b ir tü m h a f ta y ı s e ç m e n i n te m e l n e d e n i h a b e r ­
A r a ş t ır m a n ın b a z ı b u l g u l a r ı, a r a ş t ır m a c ın ın
k e n d i o l a n a k l a n y l a k a t ıl d ı ğ ı, 3 -5 E y l ü l 2 0 0 3 ta ­
r ih in d e V a n Y ü z ü n c ü Y ıl Ü n i v e r s i t e s i 'n d e g e r ­
l e r i n s ü r e k l i l i ğ i n e b a k a b i l m e k t i. B u a y r ıc a ,
k a y d e t m e a ç ıs ın d a n d a d a h a p r a t ik o ld u ğ u
iç in te r c ih e d ild i.
ç e k l e ş t i r i l e n T ü r k ( i y e ) K ü l tü r l e r i b a ş l ık l ı 2.
* S h o w T V , a y n ı g ö r ü n t ü l e r i s ü r e k li te k r a r l a ­
U lu s a l K ü l t ü r A r a ş t ır m a l a r ı S e m p o z y u m u 'n d a
m a k la ü n lü b i r k a n a l d ı r ( B ir h a f ta b o y u n c a 2 3
h a b e r d e d e f a la r c a a y m g ö r ü n t ü n ü n te k r a r la -
s u n u lm u ş tu r .
1B u r a d a ta b lo id le ş m e s ö z c ü ğ ü d a h a g e n e l,
m a g a z i n le ş m e y i d e i ç in e a l a n b i r s ö z c ü k o l a ­
r a k t e r c i h e d ilm iş tir . I n f o t a i n m e n t i s e T ü r k ç e d e 'b i l - e ğ l e n c e ' o l a r a k y a y g ın b i r b i ç i m d e k u l ­
l a n ı l m a d ığ ı i ç in 'i n f o t a i n m e n t ' o l a r a k k o r u n a ­
c a k tır .
n ıld ığ ı g ö r ü ld ü ) . B u t e k r a r la r , g e n e ll i k l e k ö p ­
r ü d e n a tla m a s u r e t iy le i n t i h a r a t e ş e b b ü s e t m e ­
d e o l d u ğ u g ib i s a n s a s y o n e l a m a ç lıd ır . A y n ı
k a n a l a r ş i v g ö r ü n t ü l e r i d e y in e s a n s a s y o n e l
a m a ç lı, ç o ğ u n l u k la g e r e k s iz b i r b i ç i m d e d e f a ­
la r c a k u l la n ır ( b i r h a f ta d a b ö y l e 2 6 h a b e r g ö ­
r ü ld ü , b u n l a r ın ç o ğ u n d a d a m a n k e n y a d a
2N i t e k i m , P e c k 'i n m a k a l e s i y l e a y m k i t a p ta y e r
a la n v e P e c k ta r a f ın d a n d a a lın t ı la n a n J o s t e i n
G r ip s r u d (2 0 0 0 : 2 9 8 ), p o p ü le r g a z e t e c i l iğ i n p o ­
p ü li z m i n i n o t o r i t e l e r e s a y g ı g ö s t e r m e m e s in i n
s o n u c u o l a r a k i k t id a r s a h i b i o l a n l a r la v e d a h a
ö lç ü lü f o r m l a r k u l la n a n g e le n e k s e l k a m u h iz ­
m e ti h a b e r c i l iğ i y l e z ıt l ık iç e r e b i l d i ğ im v e a s ­
l ın d a p o p ü le r g a z e t e c i l iğ i n b a z e n a k t i f y u r t ­
ta ş lığ ı d e s t e k l e y e b i l d i ğ im s ö y le m e k te d ir .
ş a r k ıc ı k a d ın l a r ın b e d e n le r i te ş h ir e d iliy o r d u ) .
9 in c e l e n e n d ö n e m d e S h o v v T V h a b e r l e r in d e
b u d u r u m a p e k ç o k ö r n e k v a r d ı: Ö r n e ğ i n 1 2
M a r t 'ta y a y ın la n a n b i r h a b e r d e ş a r k ıc ıl a r ı n İ l ­
h a n Ş e ş e n 'd e n b e s t e a l m a k i ç in b i r b i r i y l e y a ­
r ış tığ ı k o n u e d iliy o r d u , g ö r ü ş ü le n ik i ş a r k ıc ı
h a b e r in v u r g u s u n u h a k l ı ç ık a r m a s a d a . Y in e
a y n ı g ü n s h o v v m e n M e h m e t A li E r b il v e film
y ıld ız ı A y d a n Ş e n e r a r a s ın d a , 1 7 M a r t 't a g a z e ­
3 H e n ü z y a y ın la n m a m ış o l a n b u a r a ş t ır m a
te c i v e p o l i ti k a c ı N a z lı I l ıc a k i le k ö ş e y a z a r ı
1 9 9 9 - 2 0 0 4 y ıll a r ı a r a s ın d a d e v a m e d e n E u r o -
E m i n Ç ö la ş a n a r a s ın d a k i ta r t ış m a l a r h a k k ın -
p e a n S c i e n c e F o u n d a tio n , C h a n g i n g M e d ia ,
d a k i h a b e r l e r b u d u r u m a ö r n e k tir .
C h a n g in g E u ro p e p ro g ra m ı k a p s a m ın d a k i Fou r D ec a d es o f th e E u ro p e a n
P ress
a r a ş t ır m a s ı n ı n
b ir p a r ç a s ıd ır .
10Ö r n e ğ in , 1 4 M a r t t a r i h i n d e d i n d a r k a d ın la r
i ç in ta s a r l a n a n ö z e l m a y o l a r l a ilg ili b i r h a b e r
y a y ın la n d ı. B u ö z e l m a y o l a r h a k k ı n d a b ilg i
4A n c a k b u , il e r l e y e n s a y f a l a r d a a r a ş t ır m a n ın
v e r i l d i k t e n s o n r a h a b e r b u n l a r ın " s e k s i " m a ­
d a g ö s t e r e c e ğ i g ib i, h a b e r l e r d e b i r s o r u n u n o l­
y o la r a a l t e r n a t i f o l d u ğ u n u b e l i r t e r e k te k r a r
m a d ığ ı a n la m ın a g e lm e m e k te d i r . A l o -R T Ü K
d ik k a tin i " s e k s i m a y o " v e a s l ın d a k a d ı n b e d e ­
h a ttı n a g e le n ş i k a y e t l e r e b a k ı ld ığ ı n d a y ıl iç in ­
n in e ç e v ir d i. 1 2 M a r t t a r ih in d e m u h a f a z a k a r
d e 6 0 2 ş i k a y e t m a g a z i n h a b e r l e r i, 3 1 6 ş ik a y e t
b i r m ill e t v e k i l in i n m i ll i s a r a y la r d a a ç ı k s a ç ık
a b a r t ıl ı h a b e r , 2 8 7 ş i k a y e t is e ş i d d e t i ç e r e n h a ­
k ı y a f e t g i y m e n i n T ü r k in s a n ın a y a k ış m a d ı ğ ı­
b e r le r k o n u s u n d a y a p ı l m ı ş t ı r (K e n t, 2 0 0 1 ). Ö t e
n a iliş k i n d e m e c in i h a b e r y a p a n k a n a l b u n u n
y a n d a n A l o - R T Ü K is ta t i s t i k l e r im i h t iy a tlı k u l ­
s i y a s a l ö n e m in e d e ğ i n m e d e n b u d e m e c i y in e
la n m a k t a d a y a r a r v a r d ır . Z ir a b u i s ta t i s ti k l e r
a n a m a l z e m e s i n i g ö s t e r m e n i n b ir f ı r s a t ı o la r a k
Bek • Türkiye'de Televizyon Haberciliği ve Tabloidleşme • 3b
k u lla n d ı. H a b e r i lg is iz b i r b iç im d e , b i r i ç ç a ­
t a n b u l 'd a k i b a n k a s o y g u n u h a b e r in i R a m a l-
m a ş ır ı d e f i l e s i n d e n g ö r ü n t ü l e r l e d a v a m e tti.
l a h 'd a k i i ş g a ld e n ö n c e g ö s te r ir . H i n d i s ta n 'd a
11 H e m S h o w T V , h e m d e K a n a l D h e r g ü n h a ­
y a ş a n a n 7 0 0 k iş in in ö ld ü ğ ü ç a tış m a y a a n c a k 1
b e r b ü l t e n l e r i n d e 1 0 -1 5 d a k i k a y ı a m a tö r k a m e ­
d a k ik a 2 0 s a n iy e a y r ıl ır v e h a b e r 14. s ır a d a b u ­
ra ç e k im le r in e a y ır m ış t ır . A y r ıc a " B iz i m C i t y "
lu r.
a d lı, a s l ın d a ö n c e g r u b u n S a b a h g a z e te s in d e
171 2 M a r t ta r ih li b a ş k a b ir S h o w T V h a b e r in d e
y a y ın la n m a k t a o la n k a r ik a tü r , T V h a b e r le r in in
y in e m e s e l e p o lis in p e r s p e k t i f i n d e n e l e a lın d ı
a r d m d a n y a y ın la n a r a k s i y a s e t i n k iş is e lle ş t ir il­
v e p o lis m e r k e z i n e g ö t ü r ü le n t r a v e s tile r le ilg i­
m e s i v e g e r i l im i n a z a l t ı lm a s ı y ö n ü n d e iş le v
li h a b e r " B u n l a r ı k i m d u r d u r a c a k ? " a lt y a z ı s ı
g ö r e b ilir . B u n u n h a b e r l e r in h e m e n a r d ın d a n
ile v e r ild i. H a b e r p o l i s i n m ü d a h a l e s i n i n o l a y ­
v e a s lın d a h a b e r b ü l t e n i n i n b i r p a r ç a s ı o la r a k
l a r ın k o n t r o ld e n ç ık m a s ı n ı ö n le d iğ in i v e p o l i ­
y a y ın la n m a s ı " h e r ş e y i b i r y a n a b ır a k ın , s a d e ­
s in ö f k e l i t r a v e s tile r i y a t ış t ır m a y a ç a l ış t ı ğ ın ı
c e g ü lü n , e ğ l e n i n " m e s a jın ı ta ş ıy o r o la b ilir .
b e l i r t t i ( 1 2 M a r t, S h o v v T V ).
121 5 M a r t ta r i h l i K a n a l D h a b e r i " k i m v e n e d e n
“ R e h a M u h ta r s o r a r : " S i l a h l ı s o y g u n c u y u ö l ­
T a r ık A k a n 'a i ş k e n c e y a p t ı ? " b a ş l ığ ı y l a b a ş la n ­
d ü r m e k s u ç m u ? " . H u k u k ç u la r ın b u k o n u d a
g ıç ta b u n l a r ın d ış ın d a b i r h a b e r g ib i g ö z ü k tü .
i k iy e b ö l ü n d ü ğ ü n ü , b a z ı h u k u k ç u la r ın A B D
A n c a k , 1 9 8 0 d a r b e s i s o n r a s ı n d a m a r u z k a ld ığ ı
ö r n e ğ in i v e r e r e k g ü v e n l i k g ö r e v l i s i n in g ö r ü r
iş k e n c e y i d e i ç e r e n a n ıl a r ın ı k it a p la ş tır a n film
g ö r m e z v u r a b i l e c e ğ i g ö r ü ş ü n ü s a v u n d u k l a r ın ı
y ıld ız ı T a r ı k A k a n 'l a y a p ı l a n r ö p o r ta jd a ,
b e l i r t e n M u h ta r , ç o ğ u z a m a n o ld u ğ u g i b i ik i­
A k a n 'ın k e n d is in i n b u n u n s i s te m l e ilg ili o lu p
y e b ö l ü n m ü ş e k r a n d a ik i h u k u k ç u y u t a r t ış t ı­
T a r ık A k a n o lm a s ıy la ilg ili o lm a d ığ ı y ö n ü n d e ­
r ır . H u k u k ç u la r d a n b ir is i, A B D 'd e b i l e c a n l ı
k i v u r g u la r ın a r a ğ m e n i ş k e n c e k o n u s u s a n k i
y a k a la m a y a ç a lış ıld ığ ın ı v e g ü v e n l i k g ö r e v l i s i ­
s a d e c e T a r ı k A k a n 'ın y a ş a d ığ ı b i r d e n e y im m iş
n in ö l d ü r m e y e h a k k ı o lm a d ığ ım , s ila h k u l la n ­
g ib i e le a lm d ı. O n a s o r u la n s o r u ş ö y le y d i: " S i z
m a n ı n s o n ç a r e o l d u ğ u n u b e lir t ir k e n , ik in c i
b u n la r ı s ır a d a n b i r in s a n o l a r a k d e ğ il b i r film
k o u ş m a c ı o l a n p r o f e s ö r A B D 'd e h e r k e s i n m ü l ­
y ıld ız ı o l a r a k y a ş a d m ız . B u , d u r u m u o lu m lu
k i y e t i n i k o r u m a k iç in s ila h k u lla n m a h a k k ı o l ­
y a d a o l u m s u z o l a r a k n a s ıl e t k i l e d i ? "
d u ğ u g ö r ü ş ü n ü s a v u n u r . R e h a M u h ta r ik i n c i
“ G e n e ld e a z s a y ıd a o l a n s iy a s e t h a b e r in e 14
g ö r ü ş ü te r c ih e d e r . B u h a b e r d e a y r ıc a k a r ş ıl a ş ­
M a r t ta r ih li S h o w T V h a b e r b ü l t e n i n d e h iç
tır m a n o k t a s ı n ı n n e d e n A B D o ld u ğ u , n e d e n
r a s t la n m a m ış t ır .
A B D 'd e n s o y g u n g ö r ü n t ü l e r i n i n y e r a ld ığ ı d a
“ B u ö r n e ğ i, h a b e r in I l ıc a k 'ı n a s ıl h e d e f a ld ığ ım
v e a s lm d a s ö z l e r in i ç a r p ı t a r a k a k t a r d ığ ın ı g ö r ­
m e le r in i u m a r a k " H a b e r i O k u m a k d e r s i " ö ğ ­
r e n c ile r in e g ö s t e r d iğ im d e , s ım ft a I l ıc a k 'a k a r ş ı
ö f k e ş e k l in d e k it le s e l b ir te p k i o lu ş m u ş o lm a s ı
d a a s lm d a ö ğ r e n c i l e r in b u ta r z h a b e r le r i n e k a ­
d a r k a n ık s a d ık l a r ın ı g ö s t e r d iğ i g ib i, a y n c a la ­
i k liğ in r a d ik a lle ş m e s i k o n u s u n d a m e d y a n ın
g ü ç l e n d ir i c i e t k i s i n e d e iş a r e t e d iy o r o la b ilir .
a ç ık d e ğ ild ir . B e lk i A B D b u r a d a , m e d y a n ı n
m e tin l e r a r a s ıl ığ ın a r e f e r a n s la y o r u m l a n ı r s a ,
" t a m d ı k " , " a ş i n a " o la n , " b i z " i m y e r i n d e o l ­
m a k is t e d i ğ i m i z , " g e l i ş m i ş v e u y g a r " ü l k e o l a ­
r a k g ö r ü l d ü ğ ü i ç in k u l la n ıl m ış o la b ilir . B u d u ­
r u m d a A B D y e r i n e a d a y l ık s ü r e c i n d e o l u n a n
A B 'n i n h iç b e l i r t il m e m e s i d e ilg in ç t ir . A y n ı
o l a y K a n a l D 'd e d e b e n z e r b i r b i ç i m d e e le
a l ın d ı (1 1 M a r t ) . " H a n g i g ü v e n lik g ö r e v l i s i
h a k l ı ? " y a z ılı h a b e r s o y g u n c u y u ö l d ü r e n i n m i,
15 İ s tik la l M a r ş ı 'n ı n y a z a r ı M e h m e t A k i f E r -
y o k s a ö l d ü r m e y e n i n a m a p a r a y ı ç a l d ır a n ı n m ı
s o y 'u n ö l ü m y ıld ö n ü m ü a n m a s ı, E r z u r u m 'u n
h a k l ı o l d u ğ u n u s o r a r . B u r a d a y in e h a b e r a ç ık ­
d ü ş m a n iş g a lin d e n k u r t u l m a s ın ın y ıld ö n ü m ü
ç a ta r a f tu ta r . Ç ü n k ü u z m a n k a y n a k o l a r a k
v e A t a t ü r k 'ü n a s k e r i o k u ld a n m e z u n o lu ş u n u n
g ü v e n l i k ş ir k e t i s a h i b in i d a v e t e d e r ; o n u n g ö ­
y ıld ö n ü m ü g ib i a n m a l a r a n a liz in y a p ı l d ığ ı ta ­
r ü ş ü n ü d e s t e k l e r v e ö l d ü r e n i n h a k lı o ld u ğ u
r ih te y e r a la n h a b e r le r d e n d ir
y o r u m u y l a b ite r . H a b e r d e g ü v e n lik ş i r k e t i s a ­
"■A T V 'n in 1 2 M a r t ta r ih li b ü l t e n i n d e T ü r k i­
h ib i, p e r s o n e lin i p o lis g i b i g ö r d ü ğ ü n ü b e l i r t e ­
y e 'd e y e r a l a n b i r k iş is e l k a v g a v e c in a y e t h a ­
r e k , v u r a n p o l i s o ls a y d ı b u n u n t a r t ış ıl m a y a c a ­
b e r i İ s r a i l 'd e k i ç a tış m a la r d a n ö n c e y e r b u lu r .
ğ ın ı, d o l a y ıs ıy la g ü v e n l i k g ö r e v l i s i iç in d e ta r ­
K a n a l D " B i z i i z le y in v e d ü n y a d a n h a b e r d a r
t ış ılm a m a s ı g e r e k t iğ in i v u r g u la d ı. H a b e r b ü l ­
o l u n " s lo g a n ın a r a ğ m e n , b e n z e r b i r b iç im d e İs ­
te n i s u n u c u s u is e g ü v e n l i k ş ir k e ti s a h ib in e
36 ■iletişim : araştırmaları
h a k v e r e r e k " E ğ e r g ü v e n liğ in g ö r e v i s a d e c e
b e lir t ilm iş tir . Y ö n e tm e liğ in 1 4 . m a d d e s i g iz li
s o y g u n u iz le m e k , b a ş k a b i r ş e y y a p m a m a k s a ,
r e k la m ı y a s a k la d ığ ın ı, y a n i a ç ık ç a r e k l a m o l ­
o z a m a n tü m b a n k a l a r b o ş a l ı r " y o r u m u n u
d u ğ u b e l i r t il m e d e n r e k l a m y a p ı l m a s ı n ı , a y r ıc a
y a p tı.
v u r g u la r . Y i n e y a y m i l k e l e r i n d e n k i lk e s i
“ İ n c e l e n e n h a b e r l e r a r a s ın d a s a d e c e b i r h a b e r ­
" s u ç l u o l d u ğ u y a r g ı k a r a r ı ile k e s i n l e ş m e d i k ç e
d e ( A T V , 1 7 M a r t ) " n e d e n ? " s o r u s u v a r d ı.
k im s e n in s u ç lu i la n e d i lm e m e s i v e y a s u ç l u y ­
S o y g u n l a r ın a r t m a s ın ın to p lu m s a l b i r g e r ç e k ­
m u ş g ib i g ö s t e r ilm e m e s i, k i ş i l e r i s u ç i ş l e m e y e
lik m i y o k s a te s a d ü f i m i o ld u ğ u ş e k lin d e k i a n ­
y ö n l e n d i r e c e k v e y a k o r k u s a l a c a k y a y ı n y a p ıl-
la m lı s o r u y l a b a ş l a y a n h a b e r , y in e b u k o n u d a
m a m a s T 'm ö n g ö r ü r . 1 m a d d e s i h a b e r d e ta r a f ­
s a d e c e e m n i y e t m ü d ü r ü n ü n g ö r ü ş l e r in e b a ş ­
s ız l ı k v e d o ğ r u lu k il k e s i n i v u r g u l a r . Y ö n e t m e ­
v u r u lm a s ı v e o n u n d a b u o la y l a r ı n te s a d ü f i o l ­
l i k 'd e is e b u m a d d e ş ö y l e a ç ım la n ır : " Y o r u m ­
d u ğ u , b u s u ç o l a y l a r ı n ı n e k o n o m i k k r iz e b a ğ ­
la r , g e r ç e k l e r v e k o n u i ç e r i ğ i n d e n s a p t ır ı la c a k
la n a r a k a ç ık l a n m a s ın ın b u e y le m l e r i h o ş g ö r -
ş e k ild e y a p ılm a m a lı, h e r h a n g i b i r f i k i r v e y a
m e k a n la m ı n a g e le c e ğ i ş e k l in d e y a n ıt v e r m e ­
g ö r ü ş ü n ö z ü n it e l i k d e ğ i ş t i r e c e k ş e k ild e , y a l­
s iy le ç e r ç e v e l e n d i . S u n u c u n u n İ s t a n b u l 'u n b i r
n ız c a b i r b ö l ü m ü n e y e r v e r i l e r e k v e y a d iğ e r
s u ç ş e h r i o l u p o lm a d ığ ın a i l iş k i n s o r u la r ın a
a n la t ım y ö n te m v e te k n ik l e r i k u l la n ıl a r a k ç a r -
e m n i y e t m ü d ü r ü i s ta t is tik le r e d a y a n a r a k İ s ­
p ıt ılm a m a lıd ır . A l d a t ıc ı c a n l a n d ı r m a l a r d a n
t a n b u l 'u n e n g ü v e n i l i r ş e h i r o ld u ğ u ş e k lin d e
v e y a k u r m a c a h a b e r l e r d e n k a ç ın ıl a r a k , c a n ­
b i r y a n ı t v e r d i. B u h a b e r d e h a n g i is ta t i s ti k l e r ­
l a n d ır m a n ın g e r e k l i o l d u ğ u h a ll e r d e c a n l a n ­
d e n s ö z e d ild iğ i, a y r ın tıla r ı, is ta t i s t i ğ i n k im ta ­
d ır m a o ld u ğ u a ç ık ç a b e l i r t il m e l i d i r " . H e m y a ­
r a f ın d a n , n e z a m a n , n e r e d e g e r ç e k le ş t ir ild iğ i
s a h e m d e y ö n e t m e li k t e r m a d d e s i a l t y a z ın ın
s o r u l m a d a n y in e e m n i y e t m ü d ü r ü n ü n g ö r ü ş ü
g e r e k li o l m a y a n h a ll e r d e k u l la n ıl m a m a s ı g e ­
d e s t e k l e n e r e k y o r u m la n d ı: " E v e t , s a y m s e y ir ­
r e k tiğ in i v u r g u la r . Y ö n e t m e l i ğ i n r m a d d e s i
c ile r , i s t a t i s t i k l e r e g ö r e İ s ta n b u l e n g ü v e n ilir
a y n ı z a m a n d a a r ş iv g ö r ü n t ü l e r i n i n t e k r a r o l ­
ş e h ir le r d e n b ir i".
d u ğ u n u n b e l i r t il m e s i n i ö n g ö r ü r . İ n s a n o n u r u
“ G e r e k R a d y o -T e le v iz y o n k a n u n u n d a , g e re k
R T Ü K y ö n e t m e li ğ in d e y e r a la n p e k ç o k h ü ­
k ü m d o ğ r u d a n ta b l o i d l e ş m e y a d a m a g a z i n ­
l e ş m e d i y e b i r s o r u n ta n ım ı y a p m a m a k l a b i r ­
l i k t e e t i k i h la lle ilg ili p e k ç o k k o n u y u d ü z e n ­
le r le r . M e v z u a t a b a k a r k e n ik i te m e l k a y n a k
d a y a n a k a lın ır s a , b u n l a r 4 7 5 6 s a y ı l ı y a s a i le
d e ğ iş ik lik y a p ıla n 3 9 8 4 s a y ılı R a d y o T e le v iz ­
y o n K a n u n u v e R T Ü K Y ö n e t m e l i ğ i 'd i r ( 'R a d ­
y o v e T e l e v i z y o n Y a y ın l a r ı n ın E s a s v e U s u lle r i
H a k k ın d a Y ö n e tm e lik , 1 7 N is a n 2 0 0 3 ta r ih li,
2 5 0 8 2 s a y ılı
R esm i G a z ete'd e
y a y ın la n a r a k y ü ­
r ü r l ü ğ e g ir m iş t ir ) . A n a liz s o n u c u h a b e r le r in
ih la l e t t i ğ i k o n u l a r a s lın d a p e k ç o k f a r k lı m a d ­
d e d e d ü z e n l e n m i ş t ir . Ö r n e ğ i n y a s a n ın 2 . b ö l ü ­
m ü n d e y e r a la n , y a y ın i l k e le r in i d ü z e n l e y e n 4.
m a d d e n in f i l k e s i " ö z e l h a y a t ı n g iz l i l iğ i n e s a y ­
g ılı o l u n m a s ı, k a m u ç ık a r la r ın ın g e r e k t ir d iğ i
d u r u m l a r d ı ş ın d a k iş i l e r in ö z e l h a y a t ı n ı n y a ­
y ın k o n u s u y a p ı l m a m a s ı " n ı ö n g ö r ü r . Y ö n e t ­
m e l i k d e g iz li k a m e r a v e k u r g u l a m a y ı y a s a k ­
la r. A n a l iz d e e l e a lm a n " r e k l a m h a b e r l e r " d e
y in e h e m y a s a y a h e m d e y ö n e t m e li ğ e a y k ır ı­
d ır . H a k s ız r e k a b e t v e i la n v e r e k l a m n it e liğ i
v e in s a n h a k la r ın a s a y g ı k o n u s u n d a k i s m a d ­
d e s i y ö n e t m e li k t e a y r ın tılı b i r b i ç i m d e d ü z e n ­
l e n e r e k " i n s a n l a r ı n ö l ü m a n la r ı v e b e n z e r i d u ­
r u m la r , d u y g u s ö m ü r ü s ü n e y o l a ç a c a k b i ç i m ­
d e v e r ilm e m e lid ir . Y a y ın l a r d a s e b e p s i z k o r k u ­
l a r v e ç e liş k ili d u y g u l a r y a r a ta c a k , k a d e r c i l i ğ e
v e y a in t i h a r a y ö n l e n d i r e c e k u n s u r l a r a y e r v e ­
r i l m e m e l i d i r " d e r . t m a d d e s i y ö n e t m e li k t e
" c i n s e l d u y g u la r ı s ö m ü r m e y e y ö n e l i k , b i r e y l e ­
r i c in s e l m e ta o l a r a k g ö s t e r e n , in s a n b e d e n in i
c in s e l ta h r i k u n s u r u n a i n d i r g e y e n " y a y ın la r ın
y a p ılm a m a s ın ı ö n g ö rü r. M e d y a s iy a s a s ı d ü z ­
l e m in d e y a p ı l m a s ı g e r e k e n l e r b u k u r a l l a r ı u y ­
g u la m a y a s o k a r a k tic a r i k a n a lla r a s a d e c e r e s ­
m i id e o lo jiy e , " d e v l e t e " k a r ş ı o l d u k l a r ın d a d e ­
ğ il, y a y ın la r la k i ş i l e r e v e to p lu m a z a r a r v e r ­
d ik le r in d e d e y a p t ır ım u y g u l a m a k v e b u k o ­
n u d a m e d y a e n d ü s tr is iy le , m e d y a ö r g ü t l e r i y l e
ir t ib a t a g e ç e r e k g e r e k l i b a ş k a ö n le m l e r i a l­
m a k tır . D o la y ıs ıy l a b u k o n u d a m e d y a s i y a s a ­
s ı, d ü z e n l e m e n in g e r ç e k l e ş t i r i l m e s i v e ö z - d ü z e n le m e n in h a re k e te g e ç ir ilm e s in d e n o lu ş a ­
c a k tır .
21 Ö r n e ğ in , 1 5 M a r t ta r ih li S h o v v T V h a b e r b ü l ­
ta ş ıy a n y a y m l a r m a ç ık ç a b u n it e l i k l e r i b e l i r t i ­
te n in d e k i tu ta r s ız h a b e r l e r d e n b ir i, ş a r k ıc ı
l e r e k y a y ın la n m a s ı h e m j h e m d e m ilk e s in d e
S h a k i r a 'n ın e s t e t i k a m e liy a tı, h a n g i b ö l g e l e r i ­
Bek ■Türkiye'de Televizyon Haberciliği ve Tabloidieşme • 37
n e y a p t ır d ığ ı, e r k e k a r k a d a ş ın d a n a y r ılıp a y ­
ş is e l v e s a n s a s y o n e l b o y u t l a r ın a ğ ı r l ık k a z a n ­
r ı l m a d ı ğ ı ... v s . ü z e r in e d ir .
m a s ı g ib i ö z e l l i k l e r l e d a h a ç o k K ı r c a 'n m d a h a
221 4 M a r t ta r ih li Sh ov v T V h a b e r i n d e ş ö y le b ir
n e d e n s e ll i k iliş k is i k u r u l u r h a b e r d e : K o c a , k a ­
r ı s ın d a n k i l o l u o l d u ğ u i ç in b o ş a n m a k is te d ik ­
te n s o n r a k a r ıs ı k i l o v e r d i. H a b e r d e k i b u in ş a ­
n ın a k s in e , k e n d is iy l e g ö r ü ş m e y a p ı l a n k a d ın ,
e ş in in k i l o l u o l d u ğ u k o n u s u n d a k e n d is in i
e l e ş t i r m e s i n e r a ğ m e n , a s l ın d a d o k to r u n s a ğ lı­
ğ ıy la i l g i l i ta v s i y e l e r i ü z e r i n e k ilo v e r m e y e k a ­
r a r v e r d i ğ in i b e l i r t ir . G ö r ü ş m e y a p ıla n k o c a
ö n c e ç a l ış t ı ğ ı k a n a l l a r a b e n z e m e y e b a ş l a d ı (K ı­
s a b i r z a m a n iç in d e is e K ır c a N T V 'd e n a y r ıl a ­
r a k A T V 'y e d ö n d ü ) . D o la y ıs ıy la , b u r a d a v u r ­
g u l a n m a k is t e n e n b ir k iş in in b ü y ü k b i r d e ğ i­
ş i k l i k y a p a r a k h a b e r c i l ik a n la y ış ın ı ö n e m li ö l ­
ç ü d e d e ğ iş t i r e b i lm e s i n d e n z iy a d e T V k a n a lla n n ı n r a t i n g v e p a z a r b a s k ıla r ıy la K ı r c a v e
M u h ta r g ib i p o p ü le r k iş ile r i t r a n s f e r e t m e e ğ i­
lim in d e o l d u k l a n d ır .
is e s o r u n u n k i l o d e ğ il, k i ş i l i k u y u ş m a z lık la r ı
“ 1 9 9 0 y ı lı n d a b e r i, ö z e l l i k l e b ü y ü k T V k a n a l ­
o l d u ğ u n u b e lir t ir . A m a b u a ç ık l a m a l a r a r a ğ ­
la r ı n ın a y n ı z a m a n d a g a z e te l e r i n d e s a h ib i o l­
m e n h a b e r " k o c a s ı n a k ı z a n k a d ın s a d e c e m e y ­
m a s ın ın e t k i s i y l e g a z e te h a b e r le r i d e d a h a ç o k
v e y i y e r e k 2 5 k i l o v e r d i " ş e k l in d e a lt y a z ı y a ­
g ö r s e llik , s a n s a s y o n a l i z m i ç e r e r e k T V h a b e r c i ­
z a r . B u b i l g i b i l e d o ğ r u d e ğ ild ir , z ir a k a d ın a s ­
l iğ in e b e n z e m e y e b a ş l a m ış tı r . H a t ta u z u n c a
lın d a ö z e l b ir tıp m e r k e z i n d e k i d iy e te u y a r a k
z a m a n d ır s t a r la r la il g i l i h a b e r l e r b i r i n c i s a y f a ­
k ilo v e r m i ş t i r .
d a n v e r i l m e k t e d i r . S iy a h b e y a z d ü ş ü n c e g a z e ­
“ Y u r t ta ş g a z e te c i l iğ i k o n u s u n d a b k z . R a g ıp
D u r a n " Y u r t t a ş g a z e t e c i l i ğ i " v e İ n c ila y C a n g ö z , " Y u r t t a ş g a z e t e c i l iğ i v e y e r e l b a s ı n " ,
(d e r .) S e v d a A l a n k u ş K u r a l,
b e r c ilik , H a b e r c in in
E l K ita b ı,
G a z e te c ilik v e H a ­
I P S İ l e t i ş i m V a k fı
y a y ın la r ı, İ s t a n b u l , 2 0 0 3 .
te s i o lm a k la ö v ü n e n C u m h u r i y e t g a z e te s i b i l e
2 0 0 3 y ı lı n ı n M a r t a y ın d a n itib a r e n a r k a s a y f a ­
s ın ın b i r b ö l ü m ü n ü a y ır d ığ ı d e f ile h a b e r l e r in ­
d e r e n k li f o t o ğ r a f k u lla n m a k la b a ş l a y a r a k g i ­
d e r e k r e n k li g a z e te o lm a y a d o ğ r u d ö n ü ş ü m
g e ç ir m e k te d ir .
“ T ü r k i y e 'd e h a k i m o la n d e ğ e r le r l e ilg ili b ir
a r a ş t ır m a y a g ö r e , T ü r k i y e 'd e b a s m a g ü v e n m e ­
y e n l e r i n o r a n ı % 2 0 , T V 'y e g ü v e n m e y e n l e r i n
o ra n ı
%
1 8 'd i r , H ü r r i y e t, 1 9 M a y ıs , 2 0 0 0 .
“ B u a r a ş t ır m a d a n s o n r a R e h a M u h ta r S ta r
Referanslar:
A z iz , A y s e l ( 1 9 9 3 ) . " T R T - S i y a s a l Y a p ı İ liş k is i:
T V 'y e g e ç t i. M u h ta r , y e t i ş t i r d i ğ i e k ib i n fa r k lı
D ü n ü , B u g ü n ü , Y a r ın ı" ,
k a n a l l a r a tr a n s f e r o lm a s ı v e g e n e l o l a r a k k a ­
A n k a r a : A . Ü . İ le tiş im F a k ü lte s i: 4 5 -
n a ll a r ın r a t i n g a r t t ır m a k i ç in o n u n s a n s a s y o ­
n e l t a r z ın ı b e n i m s e m e l e r i n e d e n iy le a s lın d a
tü m T V k a n a l l a r ın ı e t k ile d i. B ö y le c e , g ü n ü ­
m ü z m e d y a e n d ü s t r is in i n y a p ı s a l y ö n e lim iy le
i liş k ili o l a r a k t a b l o i d l e ş m e h e m b iç im , h e m d e
iç e r ik o l a r a k tü m k a n a l l a r a y a y ıl d ı (K a n a l
D 'n i n z a t e n b e n z e r ö z e l l i k l e r ta ş ıd ığ ı m a k a l e ­
d e b e l ir t ilm iş ti. K a n a l D s u n u c u s u D e f n e S a m ­
y e li d e z a t e n ş u a n d a M u h t a r 'ın a y r ıld ığ ı
Sh ovv T V 'd e s u n u c u lu k y a p m a k ta d ır ). D a h a
c id d i v e s iy a s i h a b e r l e r iy l e b i l in e n K a n a l 7 b ile
a l t y a z ı la r v e m ü z i k e ş l i ğ i n d e h a b e r l e r i d a h a
s a n s a s y o n e l b ir b i ç i m d e v e r m e y e b a ş la d ı. D a ­
h a ö n c e A T V v e S t a r T V h a b e r l e r in i s u n a n A li
K ır c a 2 0 0 2 y ı lı n ı n E y lü l a y ı n d a N T V g e n e l y a ­
Y ıllık .
61
B ir d , S . E l i z a b e t h (2 0 0 0 ) . " A u d i e n c e D e m a n d s
in a M u r d e r o u s M a r k e t,
T a b lo i d iz a t i o n in U . S . T e l e v i s i o n
N e w s " , p p . 2 1 3 - 2 2 8 in C o l i n S p a r k s ,
J o h n T u llo c h (e d s . )
T a b lo id T a le s
G lo b a l D e b a te s ö v e r M e d ia
S ta n d a rts.
L a n h a m , B o u ld e r an d
N e w Y o rk , O x fo rd :
R o v v m a n & L ittle f ie ld .
B r a n ts , K e e s (1 9 9 8 ) . "V V h o 's A f r a id o f
In fo ta in m e n t",
E u ro p ean Jo u rn a l o f
C o m m u n ic a tio n
1 3 (3 ): 3 1 5 - 3 3 5 .
B r a n t s , K e e , P e t e r N e i je n s ( 1 9 9 8 ) . " T h e
y ı n y ö n e t m e n l i ğ i n e g e t i r i l d i ğ i n d e , h a b e r le r
in fo ta in m e n t o f p o litic s " ,
h e m b i ç i m s e l , h e m d e iç e r ik o l a r a k ö n e m li ö l ­
C o m m u n ic a tio n
ç ü d e d e ğ i ş ti . N T V h a b e r l e r i ö z e l l i k l e s u n u ş b i­
ç im i, g r a f i ğ i n v e r e n g in k u lla n ım ı, h a b e r d e k i ­
P o litic a l
1 5 (2 ): 1 4 9 -1 6 5 .
Ç a p lı, B ü l e n t (2 0 0 2 ) . M e d y a v e E tik . A n k a r a :
İm g e
38 - iletişim : araştırmaları
C a r e y , J a m e s (1 9 8 7 ) . " J o u m a l i s t s J u s t L e a v e :
T h e E t h i c s o f a n A n o m a lo u s
P r o f e s s io n " i n M . S a ğ a n ( e d . )
a n d th e M e d ia ,
E th ic s
Io v v a: Iovva
T a b lo id T e le v is io n
P o p u la r Jo u m a lis m
T e le v iz y o n d a H a b e r in
M a g a z in le ş m e s i.
R o v v m a n & L ittle f ie ld .
L a n g e r, Jo h n (1 9 9 8 ).
H u m a n itie s B o a r d .
E r g ü l, H a k a n (2 0 0 0 ) .
L a n h a m , B o u ld e r an d
S ta n d a rts.
N e w Y o rk , O x fo rd :
İ s ta n b u l: İ le tiş im .
F is k e , J o h n (1 9 9 2 ) . " P o p u l a r i t y a n d th e p o litic s
N ew s.
a n d th e O th er
L o n d o n : R o u t le d g e .
M c L a c h la n , S h e l l e y v e P e t e r G o l d i n g ( 2 0 0 0 ) .
" T a b l o id i z a t i o n in th e B r i t i s h P r e s s
o f i n f o r m a t i o n " , p p . 4 5 - 6 3 in P .
A Q u a n t it a t i v e I n v e s t i g a t i o n in to
D a h l g r e n C . S p a r k s (e d s )
C h a n g e s in B r i t i s h N e v v s p a p e rs
a n d P o p u la r C u ltu r e .
]o u m a lis m
Lon d on : Sage.
G e n c e l B e k , M i n e (2 0 0 1 ). " M e d i a a n d th e
1 9 5 2 - 1 9 9 7 " , p p . 7 5 - 8 9 in C o l i n
S p a r k s , J o h n T u l l o c h (e d s .)
T a b lo id
R e p r e s e n ta t i o n o f th e E u r o p e a n
T a le s G lo b a l D e b a te s ö v e r M e d ia
U n io n , A n A n a l y s i s o f P r e s s
S ta n d a rts.
L a n h a m , B o u ld e r an d
C o v e r a g e o f T u r k e y 's E u r o p e a n
N e w Y o rk , O x fo rd :
U n io n C a n d i d a c y " ,
R o v v m a n & L ittle f ie ld .
İle tiş im ,
K ü ltü r v e
4 (2 ), 1 2 1 -1 4 6 .
M u r d o c k , G r a h a m (1 9 9 9 ) . " R i g h t s a n d
G e n c e l B e k , M in e (2 0 0 3 ) . " Q u e s t io n i n g th e
R e p r e s e n t a t i o n s , P u b l ic D is c o u r s e
D iv i s o n o f P o l i t ic a l E c o n o m y a n d
a n d C u lt u r a l C i t i z e n s h i p " , p p . 7 -1 7
C u lt u r a l S t u d i e s " , ( e d . ) P .
in J o s t e i n G r ip s r u d ( e d . )
R e m in g to n ,
an d C om m on
G lo b a liz a tio n a n d
T r a n s c u lt u r a l I s s u e s in t h e N e w
O rd er,
W o r ld
İz m ir , E g e Ü n iv e r s ite s i.
G o ld in g , P e t e r (1 9 9 5 ) . " T h e M a s s M e d ia a n d
th e P u b l ic S p h e r e : T h e c r i s i s o f
in f o r m a ti o n in th e " i n fo r m a t io n
s o c i e t y " , in S . E d g e ll, S . V V alk late
a n d G . V V illiam s ( e d s . )
D e b a tin g th e
F u tu r e o f th e P u b lic S p h ere.
A v eb u ry .
D e m o c r a c y " , p p . 2 8 5 - 3 0 0 in C o lin
T a b lo id
T a le s G lo b a l D e b a te s ö v e r M e d ia
T e le v iz y o n
O k t a y , A h m e t (1 9 9 3 ) .
K ü ltü r .
T ü r k iy e 'd e P o p ü le r
İs ta n b u l: Y K Y .
P e c k , J a n i c e (2 0 0 0 ) . " L i t e r a c y , S e r i o u s n e s s , a n d
th e O p r a h V V in frey B o o k C l u b " , p p .
O x f o r d : R o v v m a n & L ittle f ie ld .
S p a r k s , C o l i n (1 9 8 8 ) . " T h e P o p u l a r P r e s s a n d
P o l i t ic a l D e m o c r a c y " ,
a n d S o c ie ty
M e d ia , C u ltu r e
10: 2 0 9 -2 2 3 .
T h e o r i e s a n d P r a c t i c e " , p p . 2 4 - 4 4 in
W e K ee p A m e r ic a o n
T o p o f th e W o r ld , T e le v is io ıı
P e te r D a h lg r e n , C o l i n S p a r k s ( e d s . )
Jo u m a lis m
a n d th e P u b lic S p h ere.
L o n d o n a n d N e w Y o r k : R o u t le d g e .
H aberi O ku m ak.
T a b lo id T a le s G lo b a l
D e b a te s ö v e r M e d ia S ta n d a r ts .
S p a r k s , C o l i n (1 9 9 2 ) . " P o p u l a r J o u m a l i s m :
R o w m a n & L i t t l e f i e ld .
H a llin , D a n ie l C . (1 9 9 4 ).
v e T o p lu m .
A n k ara: T R T .
L a n h a m , B o u ld e r an d
N e w Y o rk , O x fo rd :
İn a l, A y ş e (1 9 9 6 ).
M u t lu , E r o l (1 9 9 9 ) .
L a n h a m , B o u ld e r a n d N e w Y o rk ,
P o p u la r Jo u m a lis m , a n d
Jo u m a lis m
a n d N e w Y o r k : R o u t le d g e .
T u llo c h ( e d s . )
S p a r k s , J o h n T u l l o c h (e d s . )
T e le v is io n
London
2 2 9 - 2 5 0 in C o l i n S p a r k s , J o h n
G r ip s r u d , J o s t e i n (2 0 0 0 ) . " T a b l o id i z a t i o n ,
S ta n d a rts.
K n c n v le d g e .
İs ta n b u l:
T e m u ç in .
a n d P o p u la r C u ltu r e .
L o n d o n , N e v v b u ry P a r k a n d Nevv
D e lh i: S a g e .
S p a r k s , C o l i n (2 0 0 0 ) . " I n t r o d u c t i o n : T h e P a n ic
ö v e r T a b lo i d N e v v s " , p p . 1 -4 1 in .
K le in , U l r i k e (2 0 0 0 ) . " T a b l o id i z e d P o lit ic a l
C o lin S p a r k s , J o h n T u l l o c h ( e d s . )
C o v e r a g e in t h e G e r m a n B ild -
T a b lo id T a le s G lo b a l D e b a te s ö v e r
Z e i t u n g " , p p . 1 7 7 -1 9 4 i n C o lin
M e d ia S ta n d a r ts .
S p a r k s , J o h n T u l l o c h (e d s .)
a n d N evv Y o r k , O x f o r d :
T a b lo id
T a le s , G lo b a l D e b a te s ö v e r M e d ia
L a n h a m , B o u ld e r
R o v v m a n & L ittle f ie ld .
Bek • Türkiye'de Televizyon Haberciliği ve Tabloidleşme ■39
T u r n e r , G r a e m e (1 9 9 9 ). " T a b l o id i z a t i o n ,
jo u m a l i s m a n d th e p o s s i b i l i t y o f
c r itiq u e ",
In te r n a tio n a l Jo u r n a l o f
C u ltu r a l S tu d ie s
2 (1 ) : 5 9 -7 6 .
U s lu , Z e y n e p K a r a h a n (2 0 0 1 ). " Y a z ı l ı v e
G ö r s e l M e d y a d a M a g a z i n l e ş m e n in
T a r ih s e l v e S o s y o lo ji k D in a m i k l e r i " ,
İle tiş im
(1 2 ): 1 -2 5 .
v a n Z o o n e n , L i e s b e t (1 9 9 8 ).
" A
d a y a t th e z o o :
P o l i t ic a l c o m m u n i c a ti o n , p i g s a n d
p o p u la r c u l t u r e " ,
S o c ie ty
M e d ia , C u ltu r e a n d
2 0 (2 ): 1 8 3 -2 0 1 .
41
2 0 0 2 Seçim Kampanyalarında
Ulusal Basın
Eser Köker • Beybin Kejanlıoğlu*
National Press in 2002 Election Campaigns
Özet:
A b stra ct:
Türkiye'de 2002 seçim kampanyalarında ulusal basının
kendini merkezi güç olarak kurmasını odağa alan bu
çalışmanın çerçevesini, uluslararası siyasal iletişim yazınında
yaygın biçimde karşılaşılan "seçim kampanyalarının
Amerikanlaşması" tezi çizmektedir. 1 Ağustos 2002 ile 4 Kasım
2002 tarihleri arasında H ü r r iy e t le S ab a h gazetelerinin
taranmasıyla elde edilen veriler, bu tezin kapsamındaki
siyasetin 'bilimselleşmesi'/teknikleşmesi, kişiselleşmesi,
alışıldık ve belirgin siyasal parti-yurttaş bağının yerine esnek
ve değişken medya-tüketici/seyirci/yurttaş bağının geçmesi
ve medyanın politik güç merkezi olması bakımından
değerlendirilmektedir. Basının siyaseti, belli iktisadi çıkarlara
havale edilmesi gereken teknik ve seyirlik bir etkinlik gibi
sunarak yerleştiği konumun, yurttaş ile politik kurumlar
arasındaki dolayımcılık rolünden uzaklığı açıktır. Bu durumda,
liberal-çoğulcu demokrasi teorisinin ve basın anlayışının
sorgulanmasının da yolu açılmaktadır.
Focusing mainly on the national press that constructs itself
as povver centre, this study uses the framevvork provided by
the much-discussed thesis of Americanization of political
campaigning in the political communication literatüre. Ali the
news, commentaries and visual materials published three
months prior to the November 3rd 2002 general elections in
two national nevvspapers, H ü rriy e t and S abah, are analysed in
terms of the 'scientificization' of politics, personalization of
politics, detachment of political parties from citizens,
replacement of citizenship with spectatorship, and media as
autonomous power centres. Locating itself in a position that
presents politics as a spectade and a technical matter for
particular economic interests, the national press departs
from its informative role, vvhich, consequently, calls for a
guestioning of liberal-pluralist democratic theory and its
comprehension of the media.
iletişim : araştırmaları • © 2004 • 2(1): 39-70
42 • iletişim : araştırmaları
2 0 0 2 Seçim Kampanyalarında
Ulusal Basın
Bu çalışma bir seçim kampanyası sü­
çim kampanyalarının "Amerikanlaş­
recinde ulusal basının1 güç kazanma
ma" sı tezini yazının merkezine alarak,
stratejilerini konu almakta ve şu sorunla­
bu tez içinde önemli bir yer tutan, mo­
ra odaklanmaktadır: Seçim kampanyala­
dern demokrasilerde "arabuluculuk" iş­
rında medyanın bir güç odağı olarak ta­
levini yitiren, tarihsel süreç içinde ka­
nınmasını mümkün kılan düşünsel orta­
zandığı toplumsal iktidarını 20. yüzyı­
mın koşulları nelerdir? Medya gücünü
lın ortalarından itibaren politikleştiren
biriktirirken diğer hangi güç odaklarıyla
ve egemen iktidar blokunun önemli or­
hangi görüşleri paylaşarak ilişkiye gir­
taklarından biri olan medyanın; güç iliş­
mekte ve hangi görüşlerin yayılmasına
kilerini taşıma karakterini görünür kıl­
katkıda bulunmaktadır? Seçim kampan­
mak istedik. Bu nedenlerle, Türkiye'de
yalarında egemen iktidar blokunu bira-
seçim kampanyalarının Amerikanlaştı­
rada tutan ideolojik harem ana unsurları
ğına ilişkin bir anlayışı ana hatlarıyla
nelerdir? Medyanın güç kazanma strate­
açıklama çabasına girdik. Amerikanlaş­
jilerini irdelemekteki amacımız ise, Tür­
ma eğilimlerini gövdesinde toplayan
kiye'de seçimlerden sonra girişilen seçim
medya ortamında bu eğilimlerin nasıl
tahlillerine ve seçimlerde medyanın ko­
salındığım irdelemek için seçim kam­
num alışını irdeleyen akademik yazma
panyası boyunca yayınlanan haber ve
2002 erken genel seçimleri ile ilgili kü­
yorumları okumaya ve böylelikle, Tür­
çük bir katkı sağlamak ve son yirmi yıl
kiye'de seçim kampanyalarında medya­
içinde giderek siyasal hayatta daha faz­
la yer tutmaya başladığı söylenen med­
yanın konumunu anlamaya çalışmaktır.
nın güç biriktirme biçimlerinin bürün­
düğü lafzi açıklamaları biraraya getir­
meye çalıştık. Metni bu biçimde oluştu­
Siyasal iletişim araştırmalarında son
rurken temel sorunumuz, siyasal meş­
yıllarda yoğun bir biçimde tartışılan se­
ruiyet krizinde ya da daha düz bir ifade
Köker-Kejanlıoğlu ■2002 Seçim Kampanyalarında Basın • 43
ile politik olanın biçimlendirilememe-
fesyonel etkinlikleri betimlemek üzere"
sinde belli bir çabası olan medyanın
kullandıklarını belirtirler. Ancak bu te­
özel çıkarlarını gizlemeye yönelik ka­
rim, siyasal iletişim literatüründe "kül­
rakterini anlamaya çalışmaktı.
türel emperyalizm" teziyle koşutluğu
çerçevesinde tek yönlü bir tesiri günde­
me getirmesi, ulusal uyarlamaları ve çe­
Seçim Kampanyalarının
Amerikanlaşması
şitlemeleri karanlıkta bırakması açısın­
Türkiye'de 3 Kasım 20022 genel se­
Amerikanlaşmış kampanya metotları­
çimleri için yürütülen kampanyaları, si­
nın uyarlanmasının daha genel bir süre­
dan eleştirilmektedir. Bu eleştirilerde,
yasal iletişim literatüründeki Amerikan­
cin, 'modernleşme' sürecinin parçası ola­
laşma tezi bağlamında değerlendirmek
rak ele alınabileceği söylenmektedir
mümkündür. Amerikanlaşma diye nite­
(Mancini ve Svvanson, 1996: 6).
lenen süreç, dünyadaki demokrasilerde
Modernleşme kavramıyla anlatıl­
adayların, siyasal partilerin ve haber
mak istenen süreç, sürekli artan toplum­
medyasının gitgide daha yoğun biçim­
sal karmaşıklık ve bu karmaşıklığın bi­
de ABD'deki muadillerinin belirtilerini
çimsel/yapısal -işlevsel farklılaşma- ve
göstermesi, ABD'de geliştirilen birçok
sembolik -yurttaş kimliklerinin parça­
kampanya metodu ve pratiğinin diğer
lanması- olmak üzere iki boyutta ayrış­
ülkelere adapte edilmesi düşüncesine
masıdır (Mancini ve Svvanson, 1996: 8).
dayanır. Mancini ve Svvanson (1996: 5)
Çağdaş demokrasilerdeki artan karma­
bu terimi "ilk kez ABD'de geliştirilen ve
şıklık, gittikçe artan sayıda grup ve ör­
artık diğer ülkelerde çeşitli biçimlerde
gütün, yurttaşlar ile siyasal sistem ara­
uygulanan belli tipteki, belli öğelere sa­
sında artan sayıda aracı yapının ve daha
hip olan seçim kampanyalarını ve pro­
fazla çatışmanın ortaya çıkmasına yol
44 ' iletişim : araştırmaları
açar. Farklılaşma ve parçalanmayla
dan kopması, " "özerk medya yapıları"
açıklanan bu süreç, siyasal parti biçim­
ve "yurttaşlığın seyirciliğe dönüşmesi"
lerinde de önemli bir değişmeye işaret
olarak saptamaktadırlar.
eder: Çeşitli türlerde, uzmanlaşmış
gruplar aynı parti içinde birlikte varolur
ve eylemde bulunurlar ve böylece, siya­
sal partiler zayıf ya da tutarsız ideolojik
temeli olan, "çerçevelerini yitiren ve öz­
gül izleklere bağlı, kişilere bağımlı süre­
li
mutabakat
oluşumlarına
açılan"
(Beck, 1999: 219) parçalı ve çoğulcu ör­
gütler olarak karşımıza çıkar. Bu siyasal
partiler; artık geleneksel, büyük, örgüt­
lü 'kitle partileri'nden oldukça farklı bir
biçimde 'seçim partileri', 'kanaat parti­
leri' ya da 'çoğul toplayıcı partiler/se­
pet partileri' (catch-all parties) olarak ad­
landırılmaktadır (Mancini ve Svvanson
1996: 9-10).
Modern ya da Amerikanlaşmış se­
çim kampanyasının bir unsuru olarak
kabul edilen siyasetin kişiselleşmesi ile
kastedilen, kampanya sürecinde ku­
rumsallaşmış siyasal pratiklerin yerine
kişişel figürlerin geçirilmesidir. Bu du­
rumu görünür kılan en temel yönelim­
lerden biri liderlik konumları çerçeve­
sinden örülebilir. Max VVeber'in mo­
dern demokrasiler için gerekli gördüğü
'karizmatik otorite' ile donanmış liderli­
ği yeryüzüne indirebilmek için son kırk
yıl içinde kampanya stratejistleri tara­
fından gösterilen ciddi çabanın bir
uzantısı olarak siyasal liderlik, özel alan
ile politik alan arasındaki geçişliliğin sı­
Parçalı yapıya koşut olarak gelişen
tek tek politik figürler etrafında toplan­
ma eğilimi ya da "siyasetin kişiselleşti­
rilmesi" de, siyasal liderler ile seçmenler
arasında bağlantı kuran medya aracılı­
ğıyla gerçekleşir. Medya da artık kendi
ekonomik ve sembolik mantığına göre
işleyen özerk bir güç odağı olarak de­
ğerlendirilmektedir (Mancini ve Svvanson, 1996: 10-11; Negrine, 1996: 7. Bö­
lüm; Negrine ve Papathanassopoulos,
nırlarına yerleştirilmiştir. Siyasal karar­
ların bireysel tercihlere indirgenerek
alınmasına koşut bir biçimde, siyasal li­
derlerin bireysel tercihleri de akla daya­
lı sistem örüntülerinin yarattığı hayal
kırıklığını gidermek için gün ışığına çı­
kartılmış, geçmiş zamanlarda sistemin
safrası olarak kabul edilen duygusal
ilişkiler ağı liderlik konumunun içine
yerleştirilmiştir.
1996; Negrine ve Lilleker, 2002). Bu çer­
Modern kampanyalarının ikinci un­
çevede, Mancini ve Svvanson (1996: 14-
suru olarak ileri sürülen siyasetin 'bi-
17), modern kampanyanın unsurlarını
limselleştirilme'si olgusunun açıklan­
"siyasetin kişiselleşmesi," "siyasetin 'bi­
ması için Jürgen Habermas'ın (1993)
limselleşmesi', " "partilerin yurttaşlar­
"Bilimselleştirilmiş Politika ve Kamu­
Köker-Kejanlıoğlu ■2002 Seçim Kampanyalarında Basın • 45
oyu" başlıklı makalesinden hareket edi­
bağlılıklarının yerine yeni bağlılık türle­
lebilir. Habermas'ın vurguladığı gibi,
ri inşa edemedikleri için, seçim kam­
her türlü yurttaş denetiminden uzakta,
panyalarının kurucu aktörleri gibi dur­
uzmanların kendi aralarında kurdukları
mamaktadırlar. Ulrich Beck'in (1999)
denetim biçimlerinin kapalı ve kısa dev­
belirttiği gibi, modern kapitalist demok­
re olarak işleyebildiği bilimsel ya da ya­
rasilerin meşruiyet krizinin derinleşme­
rı bilimsel etkinlikler haline dönüşen
sinde önemli yerleri olan siyasal parti­
yurttaş tercihlerinin biçimlendirilmesi
ler, kendilerini yeni koşullara uyarlaya-
girişimleri, demokratik meşruiyetinin
mamaktadırlar. Bu durum seçim dö­
zayıf noktalarından birini oluşturmak­
nemlerinde daha belirgin hale gelmek­
tadır. Mancini ve Svvanson da (1996) bu
te, tarihsel olarak seçim komiteleri dola-
bağlamda, kampanya sürecinde uzman­
yımıyla varlık kazanan siyasal partiler,
ların, akademisyenlerin ve siyasal da­
bu yüzyılda seçim dönemlerinde yurt­
nışmanlık şirketi çalışanlarının bilgileri­
taşlar ile politika arasında bir köprü ol­
ne daha çok başvurulur olmasının nor­
ma işlevlerini adeta yitirmektedirler.
malleştiğini belirlemektedirler. Başka
bir ifadeyle, modem seçim kampanya­
ları seçmen davranışlarına dair yaratı­
lan teknik bir bilgiyle yoğrulmaktadır­
lar ki bu yönelim, yurttaşların siyasal il­
gilerini açığa çıkartmaktan çok siyaset­
çilerin seçim zaferlerinin doğrulanması­
na yardım etmektedir.
Yirminci yüzyılın son çeyreğinden
itibaren medya, bütün kapitalist de­
mokrasilerde sadece yurttaşları bilgilen­
diren bir iletişim kanalı olma özelliğini
tamamen yitirmiş ve siyasal karar üreti­
minin temel yapı taşlarından biri haline
dönüşmüştür. Pek çok siyasal İletişimci
yaklaşık yirmi beş yıldan beri, seçim
Modern seçim kampanyalarının bir
kampanyalarında yurttaşların oy verme
diğer unsuru, partiler ile yurttaşlar ara­
etkinliklerini bir karar alma olarak nite-
sındaki bağların kopuşunun görünür
lendirmemekte ve medyanın seçim
kılınmasıdır. Modem kampanyalar yu­
kampanyası sürecindeki artan ağırlığın­
karıda ifade edilmeye çalışılan aracıla­
dan söz etmektedir (Blumler, 1990;
rın devreye girmesiyle ve medyanın gi­
Franklin, 1994). Hem ana akım iletişim
derek daha etkin bir güce dönüşümüyle
araştırmalarında hem de eleştirel yakla­
birlikte giderek esnekleşen, ideolojik ka­
şımlarla yapılan araştırmalarda, medya
tılığını yitiren, Amerikan partilerine
toplumsal "diğer güç merkezleriyle kar­
benzeyen partilerin yurttaşlarla ilişkile­
şılıklı maddi ve sembolik alışveriş için­
ri hayli zedelenmiştir. Bu halleriyle par­
deki güç merkezi" olarak tanımlanmak­
tiler, seçim sürecinde 19. yüzyıla özgü
tadır. Eğer Dominique VVolton'u (1990)
46 ■iletişim : araştırmaları
izleyerek söyleyebilirsek, politikacılar,
ilk profesyonel seçim kampanyasının
medya çalışanları, siyasal danışmanlar,
1977 seçimlerinde gerçekleştirildiğine,
siyasal reklamcılar ve kamuoyu yokla­
yasal düzenlemelere gidilerek televiz­
macıları gibi uzmanlar, seçim kampan­
yondan seçmene ilk bu seçimlerde ula­
yalarında seçimi oyun stratejileri eşli­
şılabildiğine, siyasal reklamların yazılı
ğinde örgütlemektedirler.
basmda ilk kez yer satın alınmak sure­
Modern seçim kampanyalarında,
tiyle yayınlandığına, ses kasetleri gibi
son unsur olarak, yurttaşlığın seyirciliğe
dönemine göre yenilikçi sayılabilecek
dönüştüğü belirlenmektedir. Hem gör­
materyallerin kullanıldığına işaret ede­
sel-işitsel araç kullanımının -özellikle de
rek ve parti üst düzey yetkilileri ile
televizyonun seçim döneminde etkin
kampanyayı yürüten profesyonel yöne­
kullanımının- yoğunlaşması, hem de
ticilerin ortak çalışmalarıyla seçime ha­
yurttaşların örgütlü siyasal toplumun
zırlandıklarının altını çizerek seçim
katı hiyerarşik yapısı karşısındaki çö­
kampanyalarında değişim sürecinin
zülmüşlüklerinin belirginleşmesi, Guy
1980 öncesinde başladığını vurgulamış­
Debord'un (1996) "gösteri toplumu"na
lardır. Siyasal reklamlar, 1983'te yasal
yönelik tespitlerine benzer tespitlerin
bir zemine de taşınmıştır (Tokgöz, 1999:
ağırlık kazanmasına yol açmıştır. Seçim
67). Bu değişim, 84 yerel seçimleri ile 87
kampanyaları dönemleri hem yurttaş­
genel seçimlerinde hızla sürmüş ve
larla ilgili beklentilerin yoğunlaştığı
kampanya hazırlayan ajanslar önem ka­
hem de seyirlik şölenlerin arttığı bir za­
zanmış, televizyonda görüntülü propa­
man dilimi olarak özel bir işaret sistemi
ganda filmleri, video kaset kullanımları,
ve özel bir görsellik düzeni kazanmıştır.
seçim konserleri, seçim şarkılarının ha­
1950 sonrasında ABD'de, 1960'larm
zırlanması ile seyirlik yanı ağır basan
ortalarından itibaren Batı Avrupa'da ve
kampanyalar yerleşiklik kazanmıştır
1980'lerin ikinci yarısından sonra Türki­
(Topuz, 1991: 15; Özkan, 2002: 45).
ye'de, seçim kampanyaları sürecinde
1980'lerin ikinci yarısından itibaren se­
ortaya çıkan ilişkilerin yukarıdaki un­
çim kampanyalarının "Amerikanlaşma­
surlar çerçevesinde nitelik değiştirdiği
sı” sürecinin tamamlandığı saptamasına
bilinmektedir. Türkiye'de seçim kam­
ise Necati Özkan'ın (2002: 115) şu cüm­
panyalarının değişim sürecinin 1980 ön­
lesi eşlik etmektedir: "1991 seçimleri,
cesinde başladığı da ileri sürülmektedir.
1987 ve 1989 seçimleriyle başlayan
Oya Tokgöz (1999: 67) 1973'ten itibaren
show tipi seyirlik kampanyaların doru­
"Amerikanvari seçim kampanyalarına
ğa ulaştığı ve partilerin olağanüstü har­
yönelindiğini" belirtir. Araştırmacılar,
camalar yaptıkları bir seçimdir." 1991
Köker-Kejanlıoğlu ■2002 Seçim Kampanyalarında Basın • 47
seçimlerinde sadece kampanya dönemi
bir bilgilendirme ve karar verme için ka­
için bir TV kanalı (Mega-10) dahi kurul­
nal oluşturma etkinliklerinde bulunma­
muştur. Bu süreç içinde ulusal basının
dıklarını, seçim kampanyasının tarafı
kampanyadaki konumunun farklılaş­
olduklarını ve mevcut güçlerini okuyu-
ması belirginleşmiştir. 1983 Genel se­
cu-yurttaşa hatırlatmak için dolaylı yol­
çimleriyle birlikte, kampanyaları hazır­
lar katettiklerini varsayarak başladığı­
layan ajansların öngördükleri liderlere
mız çalışmada, bu iddiamızı pekiştir­
ve tek kişiye ağırlık verme stratejileri
mek ve söz konusu girişime eşlik eden
doğrultusunda,
dönemin başbakanı
anlayışların yazılı basında etkili kulla­
Turgut Özal'ın kişisel katkılarıyla da
nımlarını örneklemek için bazı yargılar
medya yönetimleriyle düzenli toplantı­
oluşturduk. Bu yargıları ya da siyasal
lar ve yakın arkadaşlık ilişkileri geliştir­
meşruiyet krizinin sembolik anlamlan­
me etkinlikleri sonucunda "Başkan"a
dırmasına imkan tanıyan bu betimleyici
bağlı, onunla birlikte hareket eden bir
düzeyleri, modem seçim kampanyası­
gazetecilik pratiği ortaya çıkmış ve bu
nın unsurları olarak belirlenen (Svvan-
eğilim seçim kampanyalarının bitimin­
son ve Mancini, 1996) unsurlardan tü­
de de devam etmiştir. Ayrıca, 1991 se­
rettik. Tam da bu noktada yöntemsel bir
çimlerinde gazeteler ulusal ve uluslara­
sorunla karşılaştık. Seçim kampanya­
rası araştırma şirketleriyle ortaklıklara
sındaki değişimi ya da Amerikanlaşma-
girerek seçim sonuçlarını yayınlamışlar­
yı /modernleşmeyi inceleyen yazarların
dır. Sabah ile PİAR/GALLUP, Tercüman
saptadıkları unsurlar, seçim kampanya­
ile SONAR, Milliyet ile KONDA ya da
sı süreçlerinin irdelenmesi sonucunda
Türkiye ile SOFRES'in ortaklıkları ulu­
oluşturulmuştu. Bu sürecin irdelenme-
sal basının seçim süresinin Amerikan­
sinde, ülkelerin parti sistemleri, seçim
laşmasında taraf olarak belirdiğine de
sistemleri, medya sistemleri ve siyasal
işaret etmektedir (Başçı, 1992; İnceoğlu,
kültürlerinin temel yönelimlerinin de
1992; İrvan, 1992; Sazak, 1992; AÜ İ1EF
inceleme içinde yer tutması ve siyasal
Medya İzleme Grubu, 1999: 24).3
olan ile iletişime ait olanın özgün bile­
şimlerinin betimlenmesi genellemelerin
tutarlılığını ve geçerliliğini kolaylaştır­
Araştırma yöntemine ilişkin
kısa bir açıklama
makta, yargıların güçlenmesine imkân
Yukarıda anılan tarihsel değini bağ­
kampanyalarının Amerikanlaştığı iddi­
tanımaktadır. Dolayısıyla da seçim
lamında, 2002 seçim kampanyasında
asını temel alan bir çalışma, seçim kam­
ulusal dağıtımdaki gazetelerin sadece
panyası sürecini kuşatan yapısal ve ide­
48 ■iletişim : araştırmaları
olojik tüm içerimleri dikkate almak zo­
görünür kılınmasında özgün bir yerleri
rundadır. Bu dikkate alış ile birlikte se­
olduğunu varsaydık.4 İncelediğimiz ha­
çim kampanyalarının yaşandığı ülkenin
berleri ve köşe yazılarını serbest bir me­
ekonomik, politik, kültürel-ideolojik
tin okumasına tabi tuttuk. Serbest oku­
tüm etmenlerini ayrıştırmak ve iddianın
mayı yeğlememizin bir nedeni, gazete­
geçerliliğini sınamak durumundadır.
lerin görüşlerini mümkün olduğunca
Oysa bu çalışmada seçim kampanyası
kendi ifadeleriyle ortaya koymaya izin
sürecinin Amerikanlaştığı iddia edilme­
vermesi; bir başka nedeni ise, medya
mekte, Amerikanlaştığı zaten kabul edil­
gücünün
mektedir. Bu kabule dayanarak, seçim
farklı görüşlerin bir buluşma zemini ol­
kampanyalarındaki değişimin taşıyıcı­
ma özelliğini yitirdiğini kabul ettiğimiz
larından biri olan medyanın bu değişi­
medyanın, taraflı ve benzer görüşleri di­
yoğunlaşması
dolayısıyla
mi nasıl içselleştirdiğini ve seçim süreci­
le getiren yayın ortamı olarak tayin edil­
nin yeni yönelimleri içererek sürdürül­
mesi ve böylece metin okumasının ben­
mesi konusunda hangi saiklerle ve nasıl
zerliğin hatta aynılığın betimlenmesin­
bir taraf olduğunu anlayabilmek için,
de kolaylık sağlayacağı düşüncesidir.
seçimlerin ve siyasetin yeni görünümle­
rine karşı medyanın konumunu berrak­
laştırmak istedik. Böylece, egemen siste­
min yeniden üretilmesine taraf olan bir
gücün kendini ortaya koyma biçimini
ve gücünü üretmek için hangi ideolojik
zırhlara büründüğünü anlamaya yönel­
dik.
Bu amaçla parlamentonun erken se­
Ele aldığımız Sabah gazetesini ATV
kanalının, Hürriyet gazetesini ise KanalD ile haber kanalı CNNTürk'ün iz­
düşümleri gibi kabul ettik. Elbette, ga­
zeteler ve televizyonlar aynı formda ya­
yın yapan, aynı yayın geçmişini payla­
şan araçlar değiller. Ancak TV yayıncılı­
ğı kurumsallaştıktan sonra gazeteler ne­
redeyse basılı TV metinleri haline gel­
çime gitme kararı verdiği 31 Temmuz
mişlerdir: Hatta, öyle ki, bir gazetenin
2002'den başlamak üzere, üç aylık bir
köşe yazarı, o gazetenin sahibi olan kişi
kampanya dönemini kapsayacak şekil­
ya da grubun televizyon kanalında tele­
de seçimin sonuçlandığı 3 Kasımı ve se­
vizyon programı da yapmakta ya da
çim galiplerinin günü olarak gündem-
düzenli/düzensiz aralıklarla o kanalda­
leştirilen bir sonraki günü de dahil ede­
ki bir programa konuk olmaktadır. Ga­
rek yüksek tirajlı iki büyük gazeteyi
zetelerde manşet dahil olmak üzere çok
-Hürriyet ve Sabah- izledik. Zira bu iki
sayıda haber, bir gün önceki televizyon
büyük gazetenin seçime katılım biçim­
programlarında yapılan açıklamalardan
lerinin, kabullendiğimiz tüm yargıların
oluşturulabilmektedir. Gazeteler, tele­
Köker-Kejanlıoğlu ■2002 Seçim Kampanyalarında Basın • 49
vizyon yayıncılığına özgü anlatım biçi­
sektörlerdeki yatırımları, medyayı bu
mini yaygınlaştırmakta, spotlar, görün­
yatırımlar için kullanmaları ve bununla
tüler, grafik kullanımları aracılığıyla sa­
bağlantılı olarak politik güç arayışları­
dece görülebilene duyulan inana yo­
dır (Adaklı, 2003; Kejanlıoğlu, 1998; To­
ğunlaştırmaktadırlar. Ayrıca, bu ilişkili-
puz, 2003). Medya sektörü içindeki ya­
lik yalnızca anlatım özelliklerindeki ya­
tay ve dikey yoğunlaşma sayesinde de,
kınlıklar için değil, mülkiyet yapısı bağ­
hem üretim ve dağıtım ayaklarını elinde
lamında da düşünülmelidir. Şöyle ki,
tutan, hem de gazete, dergi, radyo, tele­
medya üzerine görüş üreten bütün ça­
vizyon gibi farklı medyanın aynı ürün­
lışmaların, 1980 sonrasına medyada yo­
leri, örneğin aynı haber havuzunu, pay­
ğunlaşmanın damgasını vurduğuna ve
laşmasına neden olan bir oligopolleşme
sermaye çevrelerine ve kayıt dışı ekono­
söz konusudur.
mik ilişkilere bağlı bir medya örgütlen­
mesinin yapılandığına işaret ettikleri
belirtilebilir. 1980 sonrasında hakim
olan ve sadece ekonomik olarak anlaşı­
lan liberalleşme politikaları medyanın
mevcut iktidar bloğu içinde yerini tayin
Siyasetin
'bilimselieş(tiril)mesi'/
teknikleş(tiril)mesi
Bu metin okuma girişimi için oluş­
etmiştir. Ulusal medya bu iktidar bloğu
turduğumuz ilk temel yargı, ulusal ba­
içine yerleştirilirken medya çalışanları
sının siyasetin 'bilimselleşmesine' ve
ağır politik baskılarla, hatta şiddet uy­
teknikleşmesine özel bir önem atfettiği­
gulamalarıyla karşı karşıya kalmışlar,
dir. Mevcut siyasal ilişkiler içinde siya­
başta sendikal hakları olmak üzere pek
seti birbiriyle yarışan siyasal elitler kor-
çok haklarından mahrum bırakılmışlar
porasyonunun inşası için oylamaya ka­
ve özerkliklerini büyük ölçüde yitirmiş­
tılmak türünden bir etkinlikle eşleştire­
lerdir. Medya sektöründeki önemli de­
rek kabul eden anlayışların bir uzantısı
ğişimin bir diğer ayağını, 1990'da başla­
olarak, güç ittifakında taraf olan medya­
yan tecimsel yayınalıkta fiili durumun
nın birbiriyle yarışan elitler içine teknik
yarattığı yer kapma yarışı oluşturmak­
uzmanları da dahil ettiği bilinmektedir
tadır. Daha sonra yapılan yasal düzen­
(Köker, 1998: 24; Keskin, 2002). Bu ne­
leme ve değişiklikler de fiili durumu ve
denle 1980 sonrasında yapılan seçimler­
sermaye yoğunlaşmasını yasalaştırmak­
de ulusal basında giderek artan oranlar­
tan öteye gitmemiştir. Kuşkusuz, med­
da siyasal İletişimciler grubu diyebilece­
ya sektörünün bu yeni yapılanmasında
ğimiz bir uzmanlık söyleminin daha
asıl faktör, medya sahiplerinin diğer
fazla yer tuttuğu görülmektedir. Her ne
50 ■iletişim : araştırmaları
kadar Türkiye'de siyasal yaşamda tek­
sıklıkla kamuoyu yoklamalarının so­
nik bilgiye, istatistiksel çözümlemelere
nuçlarından söz edilmesine karşın, yok­
duyulan ilginin Türk modernleşmesine
lamaların hangi geçerlilik koşullarında,
eşlik ettiği söylenebilirse de, siyasal
hangi düzenlilik aralıklarında yapıldığı­
kampanyalarda bu türden bilgilerin
nın bilgisine rastlanamamıştır. Birçok
yaygınlaşması son on beş yıl içinde ger­
yazıda sadece "kamuoyu yoklamaların­
çekleşmiştir.
da", "seçim anketine göre", "anketlerin
Siyasetin bilimselleşmesi ve teknikleşmesine ilişkin yargımızı iki alt başlık
içinde değerlendirebiliriz. Bunlardan bi­
rincisi, kamuoyu yoklamalarının ulusal
basın tarafından sık sık gündeme geti­
rilmesi ile ilgilidir. İkincisi ise, siyasal
iletişim uzmanlarının görüşlerine veri­
len ağırlık ve siyasal reklamlara yapılan
vurgudur.
aynasına düşen görüntülerde", "anketle­
re göre" gibi ibareler yer almakta, geri
kalanlarda ise, kamuoyu yoklamaları
sonuçlarına göre yapılan yorumları des­
teklemek için yoklamanın "güvenilir"
bir kuruluş tarafından yapıldığı, yokla­
mayı yapan kuruluşun "ciddi bir kuru­
luş", "en iyi tahmin eden kuruluş", "en
isabetli bilen kuruluş" olduğu, yoklama­
ları "askerlerin yaptırdığı", "Avrupa
menşeli bir bankanın", "Alman Bankası­
Kamuoyu yoklamaları
nın", "Deutsche Bank'ın", "TÜSİAD'ın ...
, Türkiye'de yerleşik yabancı bankanın"
Seçim kararının alınmasından itiba­
anketi olduğu, anketi "VERSO'nun sahi­
ren kamuoyu yoklamalarının sonuçları
bi Erhan Göksel'in", "A&G Araştırma
haberlere ve köşe yazılarına sıklıkla ko­
Şirketi'nin" yaptığı, anketin "müttefiki­
nu olmuştur. Kamuoyu yoklamalarının
miz bir ülkenin dışişleri bakanlığı için"
sonuçlarına gösterilen ilgi, bu yoklama­
yapıldığı, "Mehmet Ali Bayar'ın" yaptır­
ları yapan kuruluşların hangi amaçla
dığı anket olduğu, anketi "tüm Avru­
yoklamaları yaptıklarına yönelmemiş­
pa'da örgütlü Fransız piyasa araştırma­
tir. Belirli politik ve ekonomik örgütler
cısı şirketin Türkiye'deki ortağı olan
tarafından yaptırılan yoklamaların bil­
Avrupa Birleşik İstatistik Merkezi'nin",
gisi bir gizlilik kisvesine büründürül-
"SONAR"ın, "KONDA"nın ya da "Tar-
müştür. Zaten toplumsallaşmamış ve
han Erdem'in" yaptığı ifade edilmekte­
dolayısıyla denetlenmemiş bir bilgi türü
dir. (Hürriyet, 7 ,1 2 ,1 4 Ağustos, 5 Eylül,
olma özelliğini taşıyan bu tahmini so­
1 ve 21 Ekim 2002; Sabah, 9,12, 21, 25, 28
nuçlar, ulusal basının dilinde neredeyse
Ağustos, 6 ve 7 Eylül 2002). Buradaki
kehanet niteliğini kazanmıştır. Ayrıca
ifadelerin büyük bir kısmının gizliliğe
Köker-Kejanlıoğlu ■2002 Seçim Kampanyalarında Basın • 51
yönelik kurgusu, belirsizliği ve kamu­
neredeyse şiirsel, gündelik, çağrışımlarla
oyu yoklaması yapan belirli kişilerin ön
kurulan, zaman ve mekansal unsurları
plana çıkartılması, yoklamaların veri
bir araya getiremeyen, haber öznelerini
çözümlemelerine denk düşmeyen ve
betimlemek yerine onları, ya basının ge­
teknik bilgi aktarımını kıran, "sanki"
leneksel olarak kullandığı açıklanmayan
teknik bir bilgi aktarılıyormuş gibi yap­
kaynak, hükümete yakın çevreler, off the
ma halini örneklemektedir.
record kaynakları statüsüne sokarak ya
Son yirmi yıl içinde, özellikle iletişim
sektöründe devletten sağlanan kredi ve
teşviklerle olanakları genişleyen, serma­
ye yapılarında değişimlerle birlikte ya­
yın tekeline sahip olma pozisyonlarını
kuran sektör üst düzey yöneticileri ve ça­
lışanları, Türk siyasal elitleri içindeki
yerlerini muhafaza edip yeni seçkinlerin
bu sektöre yönelimini de sağlayarak, cid­
di bir ekonomik ve sembolik güç ile do­
nanmışlardır. Özellikle televizyon yayın­
cılığının özelleşmesiyle birlikte yoğun
rekabet ortamında transferlerle güçlerine
güç katan televizyonun tanınan isimleri,
gazetelerde köşe yazıları da yazmaya
başlayarak politikadan futbola her alan­
da görüşlerini dillendirmektedirler. Yo­
ğun bir çalışma temposunun içinde oluş­
turulduğu belli olan yazılar -ki bunların
büyük bir çoğunluğu günlük olarak ka­
leme alınmaktadır- konumlarının gerek­
tirdiği rasyonel anlatımla pekiştirilememektedir. Burada rasyonel anlatımla be­
lirtilmek istenen, endüstriyel üretimin
da özel ilişkileri aracılığıyla ulaşılan bilgi
olarak muğlak ve örtülü bir biçimde ak­
taran bir anlatıma rastlanmaktadır. Bu
aktarımlarla kamuoyu yoklamaları so­
nuçları teknik bir bilgiyle oluşturulan ka­
nı oluşturma girişimi olarak değil, gizli
ve buyurgan bir bilgi türü olarak işaret­
lenmektedir. Nitekim, Mehmet Ecevit
(1994: 795), kamuoyu yoklamaları yapan
şirketleri besleyen ana kaynaklardan bi­
rinin (diğerleri hükümet ve yerel yöne­
timler ile siyasal partiler) gazeteler oldu­
ğunu vurgulayarak, kâr amaçlı bu kuru­
luşların edindikleri bilgileri kamuya ak­
tarmakta şirket çıkarlarına öncelik ver­
mesinin araştırmanın etki, saygınlık, gü­
venilirlik ve geçerlilik düzeylerinin akta­
rımı önünde bir engel oluşturduğuna;
sermayeden bağımsız hareket etme yete­
neğine sahip olmayan kamuoyu araştır­
ma şirketlerinin ürettikleri bilgi üzerinde
söz hakkına sahip olmamasına ve bu
alandaki sermayenin bilgi üzerindeki
egemenliğine dikkat çekmektedir.
talep ettiği zaman ve mekansal kurgu
13 Ağustos 2002'de Hürriyet gazete­
sağlamlığı ile tutarlı ve açıklayıcı bir dil
sinde logo üstünden duyurulan Ertuğ-
sağlamlığıdır. Ancak incelenen haber ve
rul Özkök'ün yazısı, "Anket şirketlerine
köşe yazılarında açıklayıcı bir dil yerine
ilk siyasi dava" başlığını taşımaktadır.
52 ■iletişim : araştırmaları
Tansu Çiller'in DYP'yi barajın altında
içeren turne notlarını6 seçim sayfalarına
gösteren kamuoyu araştırma şirketi SO-
aktarmalarından oluşan bu yoklamalar,
NAR'ı mahkemeye vermesine ilişkin
bir ay süreyle düzenli olarak yayınlan­
bu yazıda Özkök, DYP'nin girişimini
maktadır. Seçim kampanyası boyunca
"tüm kalbiyle desteklediğini" söylemek­
seçim 2002 başlığıyla düzenlenen tam
tedir. "Kamuoyunu yanıltmaya yönelik
sayfalarda, kentlerin ve bölgelerin poli­
gayri ciddi anketler"e tepki gösteren ve
tik profili yani geçen seçimlerde partile­
Doğan Medya Grubu Yayın Konse-
rin aldıkları oy oranları ve diğer istatis­
yi'nin belirlediği kuralları aktaran Öz­
tiksel veriler yayınlandığı gibi yerel
kök, ne yazık ki, adını andığı anketlerin
muhabirlerin kentin ve bölgenin politik
sonuçlarını Doğan Grubu kurallarına
dokusunu ortaya çıkarmak üzere parti­
uygun biçimde açıklamamaktadır.5 An­
lilerle ve milletvekilleriyle yaptıkları
ketlerin ne zaman, kim(ler) tarafından
görüşmeler ve kentli yurttaşların görüş­
yaptırıldığının, hangi mali kaynakla ve
leri de bu sayfalarda yer bulmaktadır.
örneklemle gerçekleştirildiğinin bilgisi­
Parti mitingleri başladıktan sonra ise,
ne gerek yoktur; Özkök'ün onları güve­
tanınan gazeteciler, XIX. yüzyıl Ameri-
nilir ve örnek göstermeye uygun bul­
kası'ndaki gibi siyasal liderlerin miting­
ması yetmektedir. Bu yetme ya da seç­
me halinden, ayrıntıları saklanıp eksik
sunulan
teknik
rın/yurttaşların
bilgiden
okurla­
çıkarsayabilecekleri
tek sonuç ise, kamuoyu yoklamalarında
bazı partilerin durumunun kritik oldu­
ğudur.
1980'lerden sonra, teknik bilgiye
lerine katılmak üzere değişik kentlere
gitmekte, nabız yoklamakta (Herbst,
1995), izlenimlerini aktarmaktadır. Hür­
riyet gazetesi 22 Temmuz ile 22 Ağustos
arasında Seçim 2002 sayfasını yayınla­
mıştır; çoğunluğu İstanbul (ya da An­
kara) merkezden 1-2 "taşra" kentine gi­
den tanınmış gazeteciler 81 ilde "nabız
tutmuşlar"dır. Sabah gazetesinde de, di­
önem verme girişimi siyasal ilişkilerin
ğerlerinin yanı sıra özellikle Yavuz Do­
örgütlenmesinde karşılık bulmuş olsa
nat, birçok kent dolaşmış gibi görün­
da ulusal basın, seçim kampanyalarına
mektedir. Bu çalışma dahiline alınma­
katılımda kendi alışkanlıklarını sürdür­
yan ama yine Doğan Grubu'na ait Mil­
me girişimleriyle geleneksel yolları kul­
liyet gazetesi, ünlü gazetecileri otobüsle
lanmayı da sürdürmektedir. Seçim
dolaştırmıştır. Tabii, XIX. yüzyılda
kampanyaları sürecinde "nabız yokla­
ABD'de gazetecilerin tren yolculukla­
maları" adıyla isimlendirilen, tanınan
rında yolcularla konuşarak nabız yokla­
gazetecilerin kent ve bölge gözlemlerini
maları söz konusudur. Burada ele alı­
Köker-Kejanlıoğlu ■2002 Seçim Kampanyalarında Basın • 53
nan gazeteciler, çoğunlukla liderlerle
Seçim kampanyalarının Amerikan-
uçaklarda yolculuk etmekte ve liderler­
laşmasmın doğal uzantısı olarak kabul
le yakın sohbeti yeğlemektedirler. Na­
edilebilecek olan kanıların açıkça ortaya
bız yoklamaları içinse, ya özel olarak 1-
konulması ve adayların bu kanılar ara­
2 kente gönderilmekte ya da miting iz­
cılığıyla politikalarını değiştirme çabası,
lemeye gittikleri yerlerde dolaşıp etrafı
bu çabanın tam tersi bir ilginin ortaya
yoklamaktadırlar.
Kamuoyu yoklamalarının sonuçları­
nı gizli bir bilgiymişçesine gereken ay­
rıntıları sunmadan aktaran yazılı basın,
nabız yoklamalarını, tam tersine ölç­
müş biçmiş, analizini ayrıntılarıyla du­
yurmuştur. Hürriyet gazetesinde, 28 ve
çıkmasına, seçimleri sanki bir gizli el
yönlendiriyormuş izleniminin güçlen­
dirilip yurttaşların bu güç karşısında ir­
kilip merkeze doğru çekilmelerine ivme
kazandırırken nabız yoklamaları aracılı­
ğıyla politik doku kendi tercihlerini se­
çim sayfalarına sıkıştırabilmektedir.
29 Ağustos 2002'de iki gün boyunca
tam sayfa yayımlanan "seçim yazıları
Siyasal iletişim uzmanlan
analizi"nde "Aşağıdaki konulara dik­
ve siyasal reklamlar
kat" başlığıyla yapılan açıklamada, ana­
Çalışmamızın ilk ana yargısının
lize konu olan röportajların zamanı (20
ikinci göstergesi, medyanın -burada
Temmuz-20 Ağustos), seçim kampan­
ulusal basının- siyasetin bilimselleşmesi
yasının henüz başlamadığı, sonuçların
olarak adlandırılan bir eğilime yakınlık
sadece vatandaşların ve gazetecilerin
duyduğu ve bu yakınlığını siyasal ileti­
intihalarını yansıttığı, bilimsel bir anke­
şim uzmanlarının görüşlerine sıklıkla
tin söz konusu olmadığı belirtilmekte,
başvurarak gösterdiği şeklindedir. Se­
söz konusu dönemde araya giren olay­
çim kampanyasının başlamasından iti­
lara (Kemal Derviş'in kararının öncesi
baren, kamuoyu yoklamalarının sonuç­
ve sonrası) ve psikolojik faktöre ilişkin
ları üzerinden yorumlara girişen editör­
bilgi sunulmaktadır. Böylece, kamuoyu
ler, yaptıkları yorumları haber haline
yoklamaları sonuçlarının duyurulma­
getirirken, köşe yazarları hem bu yokla­
sında gösterilmeyen özen, nabız yokla­
ma yorumlarını hem de siyasal iletişim
malarına gösterilmiş olmaktadır ve bu
uzmanlarının görüşlerini ve değerlen­
genel değerlendirme, medyanın, ancak
dirmelerini yazılarına taşımışlardır. 5
kendi geleneğinin içinden bir rasyonel­
Eylül 2002'de gazeteler, Reuters ajansı­
liğin çıkabileceği yargısına varmayı ko­
nın geçtiği Deutsche Bank'ın anketini
laylaştırmaktadır.
yayımlamışlardır. Bu ankete göre, sade­
54 ■iletişim : araştırmaları
ce AKP % 24, CHP %14 oy oranlarıyla
kez çalışmaya başlamış olmakla birlikte,
barajı geçmekte, oyların % 62'si Meclis
reklamcılık alanında başarılarıyla bili­
dışında kalmaktadır. Eylül 2002 tarihli
nen Ali Taran'dır. "Nasıl meşhur edece-
Sabah gazetesinde haber şekline sokul­
ği"ni bilen "kilit reklamcı”nın "bir rek­
muş editör görüşü yer almaktadır. "Sa­
lam mucizesi" olarak Genç Parti'yi ve li­
bah Diyor ki" başlıklı köşesinde, Alman
deri
bankasının yaptırdığı anket sonucuna
"Uzan'ın arkasındaki isim" olarak öne
dayanarak şöyle denmektedir: "Ey DYP
çıkartıldığı izlenmektedir ("Bir Reklam
ve ANAP... Ey DSP ve YTP... Çanlar sa­
Mucizesi" ve "Nasıl Meşhur Edeceğimi
dece sizin için değil, ölümüne inadınız
Bilirim, " Sabah, 7 Eylül 2002; F. Altaylı,
Cem
Uzan'ı
pazarladığı
ve
yüzünden Türkiye için de çalıyor. Duy­
"Kime El Atsa Batıran Goebbels," Hürri­
muyor musunuz?"
yet, 24 Ekim 2002; "Taran'ın Müşterile­
Yazarlar, "akılları karıştığı zaman",
"uzman yardımının", "bir bilen"e danış­
manın gerekliliğinin altını çizmişler, "si­
yasilerin vazgeçemediği teknik danış­
man'^ başvurmayı görev bilmişlerdir
(M. Birsel, "Seçelim Seçelim, Kimi Seçe­
lim, " Sabah, 24 Eylül 2002). 1999 seçim­
lerinin sonucunu en az hata payıyla tah­
min eden, kendisi de seçim kampanyası
boyunca ulusal bir günlük gazetede kö­
şe yazarlığını ve ulusal TV kanalında
yorumculuk görevini sürdüren Tarhan
Erdem, bu uzmanlar arasında öne çıkar­
tılmaktadır ("Yüzde 10 Telaşı", Hürriyet,
7 Ağustos 2002; Okay Gönensin, Sabah,
9 Ağustos 2002; "Derviş'in Aklını Çelen
İki Kişi, " Hürriyet, 18 Ağustos 2002; E.
Özkök, "Ankette Tek Seçiciliğin Sorum­
luluğu, " Hürriyet, 3 Ekim 2002).
rinden Biri Batmamış, " Hürriyet, 25
Ekim 2002 ve "Asıl Patron Ali Taran'm ış," Hürriyet, 28 Ekim 2002). Gaze­
teler özellikle Seçim 2002 sayfalarında
bu parti ile ilgili haberlere pek yer ver­
mezken7, bir siyasal reklamcının başarı­
sının bu denli sıklıkla anılması, seçim­
lerden çok kısa bir süre önce kurulan ve
herhangi bir siyasal parti sınıflaması
içinde tasnif edilmekte hayli zorluk çe­
kilen bu partinin kanaat oylarının sü­
rekli artışının ardında yatan nedenleri
görmezden gelmeye yöneliktir. Bu gör­
mezden gelmenin önemli nedenlerin­
den biri gazeteye alman siyasal reklam­
lardır. Eylül sonunda tek tük rastlanan
siyasal reklamlar, Ekim ayından itiba­
ren gazetelerde iki sayfa, tam sayfa, ya­
rım sayfa ve değişik ebatlarda hemen
her gün yayımlanmakta ve ayrıca bazı
Seçim kampanyası sürecinde gazete
hafta sonlarında gazetelerle birlikte par­
köşe yazarlarınca öne çıkartılan bir baş­
tilerin seçim broşürleri dağıtılmaktadır.
ka isim siyasal reklamcılık alanında ilk
Ekim ayı içinde hem Sabah hem de Hür­
Köker-Kejanlıoğlu • 2002 Seçim Kampanyalarında Basın • 55
riyet gazetelerinde Genç Parti'nin biri iki
le, Goebbels tekniğiyle sözlerini aktardı­
tam sayfa, beşi yarım sayfa ebatlarında
ğı, Hitler'in tokalaşma biçimini kullan­
olmak üzere onar adet reklamının ya­
dığı, mitinglerde konuşma süresinin
yımlanmış olması bile gazetelerin bu
ayarının pazarlama iletişimine giriş ki­
partiyi görmezden gelmek için iyi bir
taplarından yapıldığına yönelik vurguy­
nedeni olduğuna dair bir fikir verebilir.
la bu tür bir çalışma şeklinin başarısı ilan
Ancak, siyasal reklamlardan elde edile­
edilmektedir (F. Altaylı, "Ali Taran Go­
cek gelirin tek belirleyici olduğu ve sek­
ebbels mi Oluyor?" Hürriyet, 11 Ekim
törün kâr biçimindeki rasyonel güdüyü
2002; Ali Atıf Bir, Hürriyet, 20 Ekim
ön planda tuttuğu gibi bir sonuca var-
2002). Bu ilan ediş, ulusal basında zımni
mamalıyız. Zira, siyasal reklamların ya­
olarak medyanın seçimlerde önemli bir
yımlanmasındaki tek amacın kârı ço­
yeri olduğuna ve seçmenlerin kolay ikna
ğaltmak olmadığı bilinmektedir. Gerek­
edilebildiklerine ilişkin yaygın yargının
tiğinde medya yönetimlerinin siyasal
genel kabulüyle açıklanabilir.
reklamlara, özellikle hükümet çevrele­
riyle işbirliği nedeniyle, gizli bir yayın
yasağı uygulayabildikleri görülmüştür.
Örneğin, 1994 yerel seçimleri öncesinde
ANAP'ın siyasal reklamları gerek basın­
da gerekse TV'lerde kabul edilmemiş,
reklamlara bir tür ambargo uygulanmış­
tır (Özkan, 2002: 160-161).
Mutlak bir konuma sokulan teknik
bilgi ile mucize yaratan reklamcılık bil­
gisinin üstünlüğünü kabul eden gazete­
ler, seçim kampanyasında yaşanan ge­
lişmeleri okuyucularına açıklamak için
diğer uzmanların da bilgilerine başvu­
rurlar. Kampanyanın başlarmda "seçime
doğru imaj danışmanlarının kıymeti art­
Seçim kampanyalarımn finansman
tı" şeklinde başlığa çıkartılan haberlerde,
sorununu sadece küçük partilerle ilişki-
imaj danışmanlarının görüşleri, politika­
lendirerek, küçük partilerin devletten
cıları değerlendirmeleri ile birlikte veri­
para sızdırmaları ya da devlet parasının
lir (Sabah, 1 Eylül 2002). Hatta öyle ileri
gelişigüzel kullanımı düzeyinde betim­
gidilir ki, gazeteciler bu uzmanlardan
leyen gazete köşe yazıları, Genç Par­
öğrendikleri çözümlemeleri, haber fo­
ti'nin medya dolayımıyla kazandığı eko­
toğrafları altında kendileri de denerler.
nomik güç kullanım olanaklarından ve
Hürriyet gazetesinde 24 Ağustos 2002'de
biçimlerinden söz etmek yerine, siyasal
"Vücut Dilini Kullandı, ” başlığı ve dört
reklamlarda ve kampanya stratejisi için­
fotoğrafla verilen haber şöyledir:
de yer alan söz kullanımlarını ön plana
çıkartmayı yeğlemektedirler. Parti lide­
rinin, siyasal reklamcısının direktifleriy­
"Derviş dün CHP'ye katılım törenin­
de konuşurken vücut dilini de kul­
landı. Derviş, Genel Başkanı Deniz
56 ■iletişim : araştırmaları
Baykal konuşurken, ona doğru dö­
nüp gözlerine bakarak 'onay' mesajı
verdi. CHP'nin ve kendi kararlılığı­
nın altını zaman zaman yumruğunu
sıkarak çizen Derviş, 'CHP Ata­
türk'ün kurduğu partidir. Son 70 yı­
lın tarihine baktığımız zaman aşıl­
maz gibi görünen büyük zorluklar­
da CHP hep büyük görevler yapmış­
tır, ' dedi. Baykal, elini tutarak hava­
ya kaldırdığı sırada ve iki elini ka­
vuşturup selamlarken çizdiği görün­
tüyle de yumuşak, birleştirici bir tab­
lo ortaya çıkardı."
İmaj danışmanlığı gibi yeni uzmanlık
alanları meşrulaştırılırken, daha yaygın
olarak bilinen alanlardan uzmanların gö­
rüşleri de gazetelerde yer bulur ("Lider­
lerimiz Jakoben'miş," Hürriyet, 22 Ağus­
tos 2002). Psikiyatristler politikacıların
beden dillerini çözümlerler. Din bilimci­
ler politikacıların ahlaki karnelerini ha­
zırlarlar. Dil bilimciler politikacıların
Türkçe kullanım pratiklerini eleştirirler,
öneriler getirirler ("Liderlerin Türkçe
Karnesi" Hürriyet, 25 Ağustos 2002 ve
"Vekiller Nasıl Verimli Olur" Sabah, 15
Eylül 2002). Davranışları açıklamaya yö­
nelik uzmanlık bilgisine duyulan gerek­
sinim öylesi çılgın bir hale dönüşür ki
olamayacak uzmanlıklar bile yaratılır:
2002 Seçimlerinin "seçim psikiyatristleri"
bile bulunur (Y. Donat, "İlgisizliğin Psi-
Kantarında, " Hürriyet Pazar, 1 Eylül
2002). Siyaset bilimi ve iletişim bilimleri
uzmanlık alanları olan akademisyenler,
liderlerin giyim kuşam tarzlarından baş­
layarak toplumsal eylemliliklerin altın­
daki gizli şifreleri tüketici-seçmen için
açık hale getirirler (T. Yılmaz, "İşte Lider­
lerin Karizma Karnesi", Hürriyet Pazar,
20 Ekim 2002). İmajın çözümlemesine
yönelik bu ağır vurgudan geriye kalan
boşluklar, anayasa hukukçularından alı­
nan seçim sistemlerine yönelik açıklayıcı
bilgilerle doldurulur (Sabah, 1 Ekim 2002
ve 31 Ekim 2002).
Uzmanlık bilgisinin taçlandırılmasını
hem tamamlayan hem de bu taçlandır­
maya karşı potansiyel bir karşı duruşu
içeren eğilimlerin sergilendiği satırlara
"çıplak vatandaş"ın, "buğdayını kaldıran
köylünün", gece mesaisindeki "cingöz
taksicinin" görüşlerinin aktarıldığı rö­
portajlarda rastlamr. Özellikle köşe ya­
zarları, seçim dolayısıyla "indikleri so­
kaklarda" karşılaştıkları insanların yuka­
rıda anılan uzmanların görüşlerine ben­
zer görüşleri kendi yaşam tecrübeleri
içinden kelimelerle aktarmakta oldukla­
rını vurgulayıp yaşam bilgisinin "derinli­
ğinden" duydukları memnuniyeti gaze­
telerine ulaştırmışlardır.
ko-Politik Analizi", Sabah, 21 Ekim 2002;
E. Tüzün, "3 Kasım: Siyasi Panik Atak"
yazı dizisi, Sabah, 29 ve 30 Ekim 2002).
Siyasetin kişiselleş(tiril)mesi
Sosyoloji profesörleri, Kemal Derviş'i
Sıradan yurttaşların siyasal görüşle­
analiz ederler (S. Kaplan, "İki Hocanın
rinin yayın imkânı bulduğu seçim kam­
Köker-Kejanlıoğlu ■2002 Seçim Kampanyalarında Basın • 57
panyaları döneminde politikacıların gö­
ğı/güvenilmezliği" ya da "doğru kararı"
rüşlerinin siyasal değer ve inançlarıyla
ve aslında "kararlılığı” şeklinde kurulan
ilişkilerinin kesildiği de izlenmektedir.
bu heyecanlı öykünün yardımcı karak­
Bu çalışmadaki ikinci yargımız, ulusal
terleri de Derviş'in yakın çevresi, çalış­
basının siyasal ilişkileri kişiselleştirdiği
ma arkadaşları, danışmanı ve onun eşi
ve kişisel temsile öncelik tanıdığıdır.
Ulusal basın lider politikacıları ve ta­
nınmış kişileri birinci sayfada aile ve ar­
kadaş çevreleriyle birlikte anarak, beğe­
nileri ve zevklerini ön plana çıkartarak,
gündelik alışkanlıklarına özel anlamlar
yükleyerek sıradanlaştırmayı yeğle­
mektedir. Seçim kampanyası sürecinde
bu tür bir işlemle biçimlendirilen öykü
Kemal Derviş'in öyküsüdür.
ile siyasal danışman olarak işlev gören
bir kamuoyu yoklamacısıdır. Ekonomi
uzmanlığı ve bu alandaki başarısı da
Türk siyasetinin kurtuluş umudu olarak
öykünün uygun her gediğinde yinelen­
mektedir. Ağustosun son haftasında ge­
rek bir "çözüm” hissi çöktüğü, gerekse
diğer liderler ve ittifak girişimleri de ha­
tırlandığı için gazetenin ilk sayfasından
izlenen Kemal Derviş'in öyküsünde bir
duraksama yaşanmaktadır. Eylül ayının
1 Ağustos
ilk yarısının konusu ise, "Baykal ile Der­
2002'de 1. sayfada çerçeve içinde "Der­
viş'in kimyalarının tutup tutmayaca­
viş Sürprizi" diye başlayan ve seçime
ğadır; tuttuktan sonra Derviş eşiyle çık­
kadar uzanan "sürprizlerle dolu" bir ki­
tığı seçim gezileriyle anılacaktır.
Hürriyet
gazetesinde
şisel öykü yazılmıştır.8 Ağustos ayının
Derviş'in öyküsünün geliştirilmesin­
ilk üç haftası hergün Kemal Derviş'in
de iki tema ayırdedilmektedir. Tarafım
adımlarına ilişkin, çoğu ilk sayfada ol­
seçmiş olması dolayısıyla bir uzmana
mak üzere, bir habere ve /veya yoruma
politik bir geçmiş yaratılmakta ve ada­
mutlaka yer verilmektedir. Kemal De-
yın seçiminin doğruluğu onaylanmak­
viş'in hükümetteki görevinden ayrılma­
tadır. Partili olan adayın "eş durumu"na
sı süreci, sosyal demokrat partileri "sos-
açıklık kazandırılmakta ve eşi, politika­
yal-liberal sentez"de birleştirme çabası
cı erkeğin kadın eşi klişelerine sığdırıl­
ve ittifak arayışlarında işadamlarından
maya çalışılmaktadır.
gördüğü destek, istifası, "kararsızlığı",
"Cathy Yenge" nitelendirmesini sıklıkla
YTP ve CHP liderleriyle pazarlıkları,
tekrarlarken, Türkiye'deki popüler kül­
CHP'ye girmeyi tercih etmesi ve bu çatı
tür ürünlerinin yabancı gelinleri kabul­
Ulusal basın
altında liberalleri ve sosyal demokratları
lenme biçimini de benimseyerek "Türk­
bir araya getirme çabası, hatta CHP lide­
leştirilmiş" bir kadın kurgusunu yan
rini iş alemiyle tanıştırması, "vefasızlı­
öğe olarak verecektir. "Derviş çifti ev ev
58 • iletişim : araştırmaları
dolaşacak" spotuyla, "CHP'nin Varoş
mücadeleye dayanan bir politika anla­
Kozu Cathy Yenge" diye 4 Ekimde Hür-
yışına hiç prim vermeyen gazetecilik
riyet'te sürmanşetten verilen haberde
yorumunun güçlü biçimde dolaşımda
çiftin elele fotoğrafı da yer almaktadır.
olduğuna da işaret etmektedir.
Sabah gazetesinde de, 11 Ekimde "Hafta
Sonu Meydanlar Şenlenecek: Cathy
Yenge de Meydana Çıkıyor" başlığı yer
almaktadır. Yine Hürriyet'te, 21 Ekimde
Kemal Derviş'in eşofmanla, eşinin "kot
ve topukla Sabah sporu", 28 Ekimde bir­
likte Kadıköy'de yaprak dolması sarıp
yufka açmaları haber konusu yapılmak­
tadır. Böylece, erkek eşin hep yanında
ve onun sosyal hizmet ilişkilerini dü­
zenleyen politikacı eşi olarak kadının
yarı görünmez biçimde var olma pozis­
yonu haberlerde sürekli karşılık bulma­
ya devam edecek gibi görünmektedir.9
Seçim kampanyası boyunca sadece
siyasal parti liderlerinin seçime gireceği­
ni düşünmeye sevk edecek bir yoğun­
lukta, liderlerin etrafında kurulan bir di­
zi ilişki gündeme taşınmıştır. Bu ilişkile­
rin başında aile ilişkileri gelmekte, siya­
sal liderler eş ve baba kimlikleriyle kar­
şımıza çıkarılmaktadır ("Emine Hanım
Eşini Meydanda İzledi," Sabah, 12 Ekim
2002; T. Türenç, Hürriyet, 25 Ekim 2002
ve S. Sevinç, Hürriyet, 29 Ekim 2002; Sa­
bah, 7 Ekim 2002; Hürriyet, 7 Ekim 2002;
"Siyasete Doydum", Sabah, 26 Ekim
2002; "Eşim Duygusaldır Ama Gizler",
Kemal Derviş'in öyküsü, Bekir Coş-
Hürriyet, 26 Ekim 2002; "Yılmaz'a Kartal
kun'un bir partinin ve bir kişinin adları­
Morali", Hürriyet, 28 Ekim 2002). Özel­
nın baş harflerini birleştirerek "CHP-D"
likle, politikacı eşlerinin kocalarının ya­
olarak ifade ettiği simgeyle anılabilecek
nında yer almalarının öykülenmesi ile
bir medya öyküsüdür. Bu öykülemenin
siyasal kampanyaların Amerikanlaşma­
sonunda Kemal Derviş, Türkiyeli örnek
sı arasındaki paralellik dikkat çekicidir.
politikacı olarak taçlandırılmıştır. Bu si­
1980 öncesinde politikacının örnek eşi,
yasal kişiliğin partililiği onun en az ilgi
sessizliği ve görünmezliği ile "hanıme-
duyulan yanıdır. Parti içi ilişkileri, parti
fendileştirilirken", 1980 sonrasında eşle­
üyeleri ile tartışma biçimleri, parti için­
rin özellikle toplumsal sorumluluk al­
deki gruplarla ilişkisi, partinin bu yeni
malarının öyküleri kurgulanmaktadır.
siyasal kişiliği kabul etme biçimi tartışıl-
Politikada kadının en baskın görünüm­
mayarak, habere değer bulunmayarak
lerinden biri olarak toplumsal duyarlılık
önemsizleştirilmiştir. Kemal Derviş'in
bekleyen konularda harekete geçmiş eş
öyküsü, siyasetin kişiselleşmesine fazla­
öyküsü ulusal basın tarafından yeğlenir
sıyla aşikar bir örnek oluşturmanın ya­
olmuştur. Lider eşlerinin okuma yazma,
nında, aşağıda ele alacağımız örgütlü ve
resmi nikahla evlendirme kampanyala-
Köker-Kejanlıoğlu ■2002 Seçim Kampanyalarında Basın • 59
rina ve meslek edindirme kurslarına
"light Kasımpaşalı" ve "Kasımpaşalı
verdikleri önem, ulusal basın tarafından
Özal" versiyonları mevcuttur- "delikan­
takdirle karşılanmış ve eşlerin bu doğ­
lı", "efe" nitelemeleri yakıştırılmakta,
rultudaki etkinlikleri habere konu edil­
kendisi "sinirli", "saldırgan", "bir afra
miştir.
tafra ile bağırıp çağıran" biri olarak res­
Evli olmayanların ya da kadın parti
medilmektedir (E. Özkök, "AKP Merke­
liderlerinin eşlerinin hikayeleri mevcut
zinde 30 yabancı", Hürriyet, 7 Ağustos
politik klişelere uygun olmadığı için ba­
2002; "Light Kasımpaşalı", Hürriyet, 21
sında yer bulamamaktır. MHP başkanı
Ekim 2002; S. Ergin, "Tayyip Bey'in Kül-
Devlet Bahçeli bekar, DYP başkanı Tan­
hanlığı", Hürriyet, 11 Ekim 2002; T. Tü­
su Çiller kadın olduğu için yukarıda be­
renç, "Tayyip Bey Bu İşler Öyle Efelikle
lirlenen baba ve koca öyküleri bu politi­
Olmaz", Hürriyet, 9 Ekim 2002). Deniz
kacılar için kurulmamaktadır. Ayrıca se­
BaykalYn "hırçın ve kavgacı" bir tavır­
çim kampanyaları döneminde lider ko­
dan "hakşinas, adaletli, dikkatli, sorum­
numunda olmayan kadın politikacıların
lu bir politika ile yumuşak söyleme"
öykülerinde fedakar ve sosyal konulara
geçtiği, "dürüst" bir imaj sunduğu vur­
duyarlı koca tiplemesi yer almamakta­
gulanmaktadır. Mesut YılmazYn "özel
dır. Bu seçimlerde siyasal partilere katı­
yaşamında hiç öyle çatık kaşlı" olmadı­
lan, babaları ya da eşleri ünlü, bir kısmı
ğı, "hoşsohbet ve espirili" olduğu, yal­
gazeteci olan Tayyibe Gülek, Gülsün
nızca Yılmaz'ın değil, Deniz Baykal ve
Bilgehan Toker, Zeynep Göğüş, Ayda
Tansu Çiller'in de aslında asık yüzlü ol­
Özlü Çevik, Pınar Türenç ve "sosyete
madıkları, "öteki yüzlerinin çok daha sı­
antikacısı" Nil Demirkazık gibi kadınlar
cak, çok daha karizmatik, çok daha iç­
öne çıkartılırken, bu adayların aile geç­
ten" olduğu söylenmektedir (T. Türenç,
mişlerine belirli bir vurgu yapılmakla
CHP'nin Yeniden Doğuşu yazı dizisi,
birlikte eşleriyle birlikte tanımlamanın
Hürriyet, 25 ve 26 Ekim 2002; T. Türenç,
erkek ve evli lider politikacılar için ge­
"Yılmaz'dan Anekdotlar", Hürriyet, 14
çerli olduğunu söylemek yanlış olmaya­
Ekim 2002 ve M. Tezkan, "Liderleri Na­
caktır.
sıl Tanırsınız?" Sabah, 6 Ekim 2002).
Liderler, basında görünüş, kişilik
Liderlerin kişisel becerileri, zevkleri
özellikleri ve üsluplarıyla da anılmakta­
ve ilgileri de basında konu edilmiştir.
dır (Jamieson, 1992). Örneğin, Recep
Mesut Yılmaz'ın dolma ve mantı, Tansu
Tayyip Erdoğan'a en çok "kabadayı",
Çiller'in içli köfte sevdiği, Ecevitler'in
"külhan",
on yıldır Çankaya'daki Serender Pasta­
"Kasımpaşalı" -k i
bunun
60 ■iletişim : araştırmaları
nesi'ne sürekli gittikleri gazete sayfaları­
rek giysiler, gerekse beslenme alışkan­
na yansımakta, Devlet Bahçeli ise, gün­
lıkları ve spor etkinliklerinin gazete say­
de iki paket sigara içmesiyle anılmakta­
falarında belirleyici bir yer tutması,
dır. İsmail Cem, Mesut Yılmaz, Deniz
genç, yakışıklı, sportmen, iyi giyimli po­
Baykal (ve belki Tansu Çiller) Galatasa­
litikacı klişesine uygun düşme çabasının
raylIdır, Devlet Bahçeli (ve belki Bülent
politikacılar tarafından da benimsendi­
Ecevit) Beşiktaş'ı tutmaktadır ("Siyasete
ğini ve fiziksel yaşlarının hilafına genç
Doydum", Sabah, 26 Ekim 2002; "Çiller'le
ve sportmen görünme kaygılarının ağır
Kadın Kadına", Sabah, 9 Ekim 2002;
bastığını göstermektedir. Bu yönelim
"Rahşan Hanım Pasta Alırken Ecevit
son seçim kampanyalarında daha görü­
Bekledi", Hürriyet, 7 Ağustos 2002; Hür­
nür hale gelmiş, liderlerin image-ma-
riyet, 5 Ekim 2002; T. Türenç, "Dün Ece­
ker'ları alaylı ve partili olmaktan çıkarak
vit için Yazamadım Çünkü... ", Hürriyet,
profesyonelliği ağır basan kadrolara de­
2 Ekim 2002; "Sigaradan Sesi Kısıldı",
vir edilmiştir. Bu sürece "dışarıdan" ya­
Hürriyet, 21 Ekim 2002 ve E. Özkök,
pılan müdahalelerin de altını çizmek ge­
"Ağır Cimbomlu Cem, Light Cimbomlu
rekir. Seçim kampanyalarını yönetmek
Baykal", Hürriyet, 26 Eylül 2002). Recep
üzere anlaşılan ajansların uluslararası
Tayyip Erdoğan daha çok huyu ve üslu­
ortaklarının görsel materyallerin biçimi
bu üzerinden değerlendirilmekte ama
diyet yapmasına gerek kalmaksızın for­
munu koruması için "sporun yettiği" (ta­
kım elbiseyle futbol oynayan), "Ramsey'den giyinen", "façası" değişmiş, "fe­
na halde" şık biri olarak da basında yer
alabilmektedir. Özellikle Deniz Bay-
konusundaki özenleri yerli yaratıcıları
da etkilemekte ve onların belirledikleri
biçimsel tarzlar taklit edilmek ya da ba­
zı kısmı değişiklikler yapılmak suretiyle
uygulanmaktadır (Özkan, 2002: 116117).
kal'ın yürürken, yüzerken fotoğrafları
Birinci sayfalarda kurulan kişisel öy­
verilmekte, "3S formülü" de sigara içme­
küler ve öznel dil, Seçim 2002 sayfala­
mek, spor yapmak, sağlıklı beslenmek
rında bir hayli değişmektedir. Bu sayfa­
olarak açıklanmaktadır (E. Aköz, Sabah,
larda yerel düzeyde grup temsilleri bi­
19 Ekim 2002; F. Altaylı, "Tayyip Zegna
raz daha öne çıkartılmaya çalışılırken,
mı, Brioni mi Giyer" Hürriyet, 10 Ağus­
kentlerle ilgili ve yerel bilinmezler bili­
tos 2002; "Seçim Yarışında Lider Diyetle­
nir hale getirilmek istenmektedir. Yerel
ri", Sabah, 16 Ekim 2002; Sabah, 9 Ekim
lokantalar, kahvehaneler, oteller, dini
2002; Sabah, 29 Eylül 2002; Hürriyet, 28
mekanlar, pazar yerleri ve çarşılar tanı­
Ağustos 2002; Sabah, 16 Ekim 2002). Ge­
tılmaya çalışılmakta, İstanbul'dan gelen,
Köker-Kejanlıoğlu ■2002 Seçim Kampanyalarında Basın • 61
turistik amaçlı gezi yapan bir seyyahın
mış olan birer tüketici konumunda tem­
gözlemleri belirginleşmektedir. Yaşam
sil edilmektedirler. Ancak, Doğu ve Gü­
tarzı rehberliğini sürdüren gazete yazar­
neydoğu illerinden söz edildiğinde ve
ları, seçim sayfalarında yöresel yemek­
özel haber ya da seçim araştırması spot­
leri, kumaşları ve takıları ünlü kılmak
larıyla aşiret ve tarikat bağları gündeme
için satırlar ayırmaktadırlar. Adanalı
getirilmektedir: "Seçim Araştırması: 900
seçmenin gözlenen kararsızlığı Ayşe Ar-
Bin Aşiret Oyu Kime Gidecek", "Hürri­
man'm "Bir Buçuk Kararsız Adana” baş­
yet Özel: Tarikatların 28 Şubat Hesabı"
lığı ile sözlü ifadesini bulurken (Hürri­
(Hürriyet, 24 Eylül 2002 ve 16 Ekim
yet, 21 Ağustos 2002), seçim kampanya­
2002). Böylece, çeşitli örgütlere üyeliğe,
larının Amerikanlaşmasına, İstanbullu
kendini ifade etme ve hak arama yolla­
turist kimliği ile Anadolu'ya çıkmış ya­
rının görünümlerine ve küçük partilere
zar kimliğine ve yerel olanın ünlü kılın­
kapanan basın, geleneksel, cemaatçi
masına, Fatih Altaylı'nın Gaziantep'ten
bağlara açılmaktadır.
"bildirdiği" habere attığı şu başlık eşlik
Siyasal partilere ve yurttaşın siyasal
etmektedir: "Pul Biber and Kebap and
partilerle bağlarına bakışında, ulusal
Baklava Country" (Hürriyet, 17 Ağustos
basın şu tür değerlendirmelerle karşımı­
2002 ).
za çıkmaktadır: "Ortada partiler var
ama partilerine bağlı milletvekilleri yok.
Yurttaşların siyasal kurum ve
etkinliklerden koparılması ve
ekonomiye öncelik tanınması
" "Seçmen siyasetçiyi kendinden saymı­
yor... Partiler halktan kopmuş" (M. Tezkan, Sabah, 20 Ağustos 2002 ve 16 Ekim
2002). Bu bakış içinde yapılan öneriler
Üçüncü yargımız, ulusal basının se­
de, "seçmenin önüne olası Bakanlar Ku­
çim kampanyası sürecinde yurttaşların
rulu listesi sunulsun, Bakanlar Kurulu
siyasal yeğlemelerine yer vermek yeri­
listesinde gerekirse partilerin dışında
ne, ekonomik koşulları ve şartları an­
adaylar da yer alsın" şeklinde partiler
lamlandırma çabasında olduğudur. Bu
yerine kişileri geçirmeye çalışan bir an­
çerçevede yurttaşların siyasal partilerle
layıştan, çoğulcu demokrasinin lağve­
bağları, demokratik kitle örgütleri, bas­
dilmesine dek uzanmaktadır: "Sistemi­
kı grupları ve sendika örgütlenmeleri
mizin... kurtulabilmesinin tek yolu çok
içindeki yerleri /yersizlikleri, sivil top­
partili yaşamı bir süre askıya almak ve
lum örgütlerinin içindeki etkinlikleri hiç
hızla uygulayıcı bir akil insanlar yöneti­
gündeme getirilmemekte, yurttaşlar
mine Türkiye'yi teslim etmektir" (A.
adeta bireysel tercihleriyle baş başa kal­
Kırca, Sabah, 20 Ağustos 2002 ve S. Tur­
62 - iletişim : araştırmaları
gut, "Yeniden 'Teknokratlar Hükümeti'
yasetçiler ile siyasal partilerin en az gü­
Üzerine", Hürriyet, 3 Ekim 2002).
venilen kurum olarak saptandığı belir­
Bu şekilde yoksanan yurttaş-parti
bağları ve hatta kurulan demokrasi kar­
tilmektedir (Sabah Finans Eki, 3 Ekim
2002 ).
şıtlığı; siyasal partilere, politikacılara ve
Basına göre, böylesine güvenilmez
bütün siyasal etkinliklere yönelik bir ka­
kurum ve pratiklerin merkezine otura­
ralamaya da dönüşmektedir. Bu karala­
rak onu iyileştirecek olan ise, ekonomi­
manın vatandaş ağzından aktarılan ör­
den anlayan, işbilir binlerinin duruma
nekleri şöyledir: "Artık akıllandım, beni
el koymasıdır. Zaten, vatandaşın istedi­
kandıramazlar. Oy moy yok. " (A. Diz-
ği de ekonomik sıkıntıların giderilmesi­
daroğlu Bartın'dan bildiriyor. Hürriyet,
dir. Yukarıda belirttiğimiz Seçim 2002
12 Ağustos 2002). "Kim daha çok yalan
sayfalarında, Ordu'dan bildiren Oktay
söylerse, oyum ona. " (P. Suda Yalo­
Ekşi "sandıktan fındık çıkar", Gire­
va'dan bildiriyor. Hürriyet, 12 Ağustos
sun'dan bildiren Sedat Ergin "fındık fi­
2002). "Siyasetçiler hırsız. Vatandaşlık­
yatı sonucu belirler", Aksaray'dan bildi­
tan çıkarılsınlar. " (S. Ergin Trabzon'dan
ren Ali Atıf Bir ise "Bozkurt gidiyor, 'ge­
bildiriyor. Hürriyet, 15 Ağustos 2002).
çim' geliyor" diye başlıklar atmakta, de­
Ancak, karalamanın asıl yazarları, tabii
ğişik illerde vatandaşın söylediklerin­
ki il il gezip sözler toplayarak, bunların
den verilen "Köprü değil, ekmek isti-
içlerinden seçtiklerini öne çıkartanlar­
yik", "Biz açız. Bize seçim gerekmiyor.
dır. Zaten doğrudan kendi köşelerinde,
Bize ekmek lazım" gibi örneklerde de
yalancılığı, yolsuzlukları, hortumcuları,
geçim sıkıntısı öne çıkartılmaktadır
vb. öne sürerek neredeyse tüm politika­
(Hürriyet, 3 Ağustos 2002; Hürriyet, 15
cıları ve politika etkinliğini suçlamakta­
Ağustos 2002; Hürriyet, 4 Ağustos 2002;
dırlar.
V. Munyar Elazığ'dan bildiriyor. Hürri­
Politikacıların yalancılığı, neredeyse
bütün yazarların ortak temasıdır: "Siya­
set bir yalan söyleme sanatıysa, hiçbir
yet, 14 Ağustos 2002 ve F. Tınç Mar­
din'den bildiriyor. Hürriyet, 11 Ağustos
2002 ).
zaman bugünkü kadar harika örnekleri
Zaten, gazetecilere göre erken seçi­
sergilenmedi," nevinde ifadelere sıklık­
me gidilmesinin nedeni ekonomiktir; bu
la rastlanmaktadır (E. Şafak, Sabah, 27
neden, "hükümet ile piyasa arasındaki
Ağustos 2002). Basın bu tür bir anlayışı
güven bunalımı"dır (M. Tezkan, "Hava­
desteklemek için kamuoyu yoklamaları­
lanan Uçaktan İnebilir misiniz?" Sabah,
na da başvurmakta, bu yoklamalarda si­
12 Eylül 2002). AK Parti'nin önde gitme­
Köker-Kejanlıoğlu ■2002 Seçim Kampanyalarında Basın ■63
sinin nedeni de "ekonomik kriz ve işsiz­
ve kaderi zaten belli biçimde başa gele­
lik tir (E. Sağlam Kayseri'den bildiriyor.
cek siyasal iktidarın varolan düzeni
Hürriyet, 17 Ağustos 2002). "Sandığın
bozmadan "yeni" olması, Avrupa Birliği
gözdesi" de "ekonomistler" olacaktır,
için gereken adımları atması gerekmek­
çünkü iktidara gelindiğinde yapılacak
tedir. Bu anlayış, bizi dördüncü yargı­
ilk iş kriz yönetimidir (Sabah, 13 Eylül
mıza bağlar.
2002). Bu yüzden, AK Parti'nin hedefi
"Kasımpaşalı Özal"dır, AK Parti kur­
mayları Batı ülkelerine ekonomik prog­
Bir güç odağı olarak medya
ramlarının tanıtımı gezisine çıkacaklar­
Dördüncü yargımız, medyanın siya­
dır (E. Özkök, "AKP Merkezinde 30 Ya­
sal arenada bir güç odağı olduğu10 ve
bancı", Hürriyet, 7 Ağustos 2002). Bu
kendi özerkliğini sürekli yeniden kur­
yüzden, Kemal Derviş bu kadar mer­
ma eğilimini taşıdığıdır.11 Bu yargı, ulu­
kezdedir, kendisi için "siyasetin ekono­
sal basının 2002 seçim kampanyası bo­
miyi düzlüğe çıkarmakta bir araç oldu­
yunca baskın biçimde seçmen oylarını
ğunu" belirtecek ve büyük iş çevreleri
merkeze çekme eğiliminin tezahürleri­
onunla birlikte salınacaktır ("Derviş'in
ne12ve önde gelen gazetecilerin hem po­
Üç Önceliği", Sabah, 4 Eylül 2002 ve
litikacılarla (ve kısmen işadamlarıyla)
"TÜSİAD Derviş'le CHP'li Oldu", Hürri­
hem de birbirleriyle kurdukları ilişki ağ­
yet, 23 Ağustos 2002).
larını sergilemelerine dayanmaktadır.
Sonuçta, kişiselleştirme yargımızla
bitişik biçimde, ulusal basın "yeni" bir
politikacı tipi çizmekte, bu "politikacı"
"Allah ittifakınızı versin!'”3
tipi de alanında (ekonomide) uzman,
Ulusal basın seçmen oylarının iki ka­
"partilerüstü", "politika üstü", kaliteli bir
natta toplanması ve "istikrarlı ve güçlü
ekonomist olarak nitelendirilmektedir.
bir hükümetin" seçimden galip çıkması
Zaten, siyasal partilerin "ekonomi ilke­
için uğraş veren bir politik güç gibi ka­
leri" ve vaatleri birer popülist politika
lem oynatmaktadır. Seçim kampanyası
örneği olarak değerlendirilmekte, hükü­
dönemi başladıktan hemen sonra, siya­
mete kim gelirse gelsin aynı ekonomik
sal partilerin ittifaklara girmesi gerekli­
politikaları uygulamak zorunda olduğu
liği üzerinde hemfikir olan köşe yazar­
iddia edilmektedir (E. Kumcu, "Neyin
ları, bu ittifakların sağlanması için bir
Kavgası Yapılıyor?" Hürriyet, 18 Ağus­
tür lobicilik faaliyeti yürüttüklerini ve
tos 2002). Ulusal basına göre, varlık ne­
siyasal partilerin liderleri arasında ara­
deni ekonomiyi düzeltmek diye görülen
buluculuk girişimlerinde bulundukları­
64 ■iletişim : araştırmaları
m sıklıkla dile getirmişlerdir. Partilerin
rulacak hükümetin kritik önemine işa­
seçim ittifakı arayışlarını günü gününe
ret etmiş, "gelecek kuşakların refahı"
sürmanşetlere taşıyan gazeteler, özellik­
için gençlere çağrıda bulanarak AB üye­
le sosyal demokrat partilerin ittifaka
lik sürecini çabuklaştıracak seçeneklerin
girmesini zorunlu addetmişlerdir. Hür­
desteklenmesi gerektiğini ileri sürmüş­
riyet gazetesi Ağustos 2002'nin ilk yirmi
tür (M. Tezkan, "Gençler Sandığa El Ko­
gününü partiler arasında ittifak arayış­
yun!" Sabah, 12 Ekim 2002).
larına ayırmıştır. İttifak kurma arayışla­
Seçim kampanyası döneminin baş­
rının baş aktörü Kemal Derviş'in siyasal
langıç zamanlarında, sosyal demokrat
manevraları ile bağlantılandırılarak öy­
ve merkez sağ partilerin ittifakından
külenen yazılarda, sosyal demokrasinin
doğacak birliklerin kesin iktidar olacağı
seçimlerden güçlenerek çıkması için bir
beklentisinden hareket eden basın, bu
taraflılık hali kurulmuş ve bu tavır her
ittifaklar gerçekleşmeyince kampanya
iki gazetece paylaşılmıştır. Partilerin se­
döneminin ortalarından itibaren AK
çim ittifakına girmelerinin bu denli güç­
Parti'nin tek başına hükümet etmesi ge­
lü bir biçimde istenme nedeni, "çağdaş
rekliliğinde birleşmiştir. Parlamentoya
çoğunluğun
yakalanması",
tek başına hükümet edebilecek bir ço­
"azınlık tahakkümü riskine karşı de­
ğunluğun seçilebilmesi, Türk muhafa­
mokrasinin korunması" olarak ileri sü­
zakârlığının neredeyse 30 yıllık arzusu­
rülse de, politik edalı bu sözlerin gerek­
dur. 1970'lerin ortalarından itibaren za­
çesi, "milli gelirin artması", "ekonominin
yıf koalisyon hükümetleriyle yönetile-
sesinin
yeniden tökezlememesi", "yabancı yatı­
meme krizi yaşayan Türkiye'nin düze­
rımların önünün hızla açılm asıdır (G.
ninin korunması için güçlü hükümetle­
Mengi, Sabah, 8 ve 9 Ağustos 2002; R.
rin gerekliliğine ilişkin görüşler yerle­
Mengi, Sabah, 9 Ağustos 2002; M. Mü­
şiklik kazanmıştır. 1980 askeri darbesin­
nir, Sabah, 9 Ağustos 2002; Ş. Elekdağ,
den sonra çıkartılan Seçim Kanunu ve
"Külahı Kapmak", Sabah, 30 Eylül 2002).
Siyasi Partiler Kanunu'nun ardındaki
Ulusal basın "AB'den tam üyelik için
niyet, güçlü hükümetlerin varlığının te­
müzakere takvimi" alınabilmesinin tek
minat altına alınmasıydı. Nisbi temsile
yolunun koalisyon hükümeti dışındaki
dayanan bir seçim sistemine getirilen
alternatiflerde olduğunu pek çok yazıy­
ülke genelinde yüksek baraj ve seçim it­
la ve haberle okuyucularına iletmekte­
tifaklarına konulan kısıtlamalar, seçmen
dir.” Her iki gazete de seçimin olası so­
oylarını büyük partilere yönlendirmeye
nuçlarıyla AB üyeliği arasında bir bağ
yöneliktir. Bu bağlamda düzenin koru­
kurmuş, Türkiye'nin AB üyeliği için ku­
yucu güçleri arasında yer alan basın da
Köker-Kejanlıoğlu ■2002 Seçim Kampanyalarında Basın • 65
güçlü hükümetleri çıkaracak çoğunluğun
Bu tür olumsuz yargılar Doğu ve Gü­
parlamentoda yer alması için seferberlik
neydoğu Anadolu'da yaygın biçimde ör­
ilan etmiştir. Seçim döneminin başmda
gütlenen DEHAP için de geçerlidir:
sosyal demokrat ve liberal partilerin "de­
mokrasiyi korumak" için birlikte hareket
etmelerini tavsiye eden basın, daha sonra
"değişen" ve "merkez sağa oturan" AK
Parti'nin tek başına iktidarmı müjdele­
miştir (Y. Semerci, Sabah, 13 Ağustos
2002; Sabah Diyor ki..., Sabah, 14 Ağustos
2002; C. Ülsever, "Bir 3 Kasım Analizi",
Hürriyet, 16 Ekim 2002; C. Ülsever, "Taş­
lar Yerine Oturuyor", Hürriyet, 26 Ağus­
tos 2002).
'DEHAP'ı gurbetçi oyları kurtardı': "3
Kasım seçimlerini önündeki son en­
gel dün YSK'nm 4 saatlik toplantısıy­
la ortadan kalktı. Toplantıda DE­
HAP'm 41 ilde örgütlenmesini ta­
mamlamadığı belirlendi. Buna rağ­
men seçim sürecinin başlaması ve
gurbetçilerin oy kullanması nedeniyle
DEHAP'ın seçime katılması kararlaş­
tırıldı" (Sabah, 16 Ekim 2002).
Ayrıca, Ö. L. Mete'nin "... hiçbirinize
güven duyamıyoruz. Oysa, HADEP da­
Her iki gazetede de merkeze sağlı sol­
hil, hepinizi seviyoruz" dediği "Neye gö­
lu yerleşen son seçimlerin büyük partile­
re oy vereceğiz?" başlıklı yazısı örneğin­
ri olarak adlandırılabilecek partiler dışın­
de olduğu gibi (Sabah, 28 Ağustos 2002),
daki partileri konu edinen yazılara rastla­
”dahi"ye/"dahil"e sığmış olumsuzluğu
mak son derece güçtür. Gazeteciler kü­
gidermek için alçak gönüllü oldukları iz­
çük partileri andıkları ender zamanlarda
lenimini yaratmaya çalışsalar da İstanbul
ise, bu partilerle ilgili olumsuz yargılan,
kaynaklı bu yazılarda, partinin ismiyle il­
devletten siyasal partilere verdiği finans­
gili yanlışlıklan düzeltme gereği de du­
manı almak üzere tabela partileri olarak
yulmaz.
seçime girdikleri doğrultusundaki yargı­
Küçük ya da merkez-dışı partilere yö­
lan gündeme getirmektedirler. Örneğin,
nelik bu haber yoksulluğunun ve karala­
BBP şu tür yargılarla sunulmuştur:
ma ifadelerinin karşısmda, iş adamlan-
"Erken seçim kararı almmasınm ar­
dından bütün partilerde başlayan ha­
zine yardımı hesaplarmda BBP, son
dakika transferi ile voliyi vurdu."
"Milletvekili sayısı düne kadar iki ol­
duğu için Hazine yardımı alamayan
BBP, dün saflarına kattığı Edip Özbaş
ile 2. 2 trilyon liralık yardımı kaptı"
("Bomba Transfer” Sabah, 9 Ağustos
2002).
nm ve işveren kuruluşlarının güçlü hü­
kümet beklentisi pek çok haber ve köşe
yazısmda yer bulmuştur. Sabah'ta özel­
likle Sakıp Sabancı'mn ve uluslararası
kuruluşların görüşleri verilmiş, Hürri­
yet'te ise sık sık önde gelen işveren kuru­
luşlarının yetkililerinin görüşlerine yer
ayrılmıştır.
66 - iletişim : araştırmaları
Günlük haber ve köşe yazılarına ba­
dir. Gazeteciler ve köşe yazarları seçim
kıldığında basının, büyük partiler dışın­
kampanyası içinde seçim oyununun si­
da kalan partilerden hiç söz etmemesi
yasal aktörleri olma çabasıyla pek çok
bir yana, tek partinin güçlü hükümetine
strateji geliştirmektedirler. Bu strateji­
gereksinim duyan iş adamlarının, iş
lerden biri politikacılarla yakın ilişki
çevrelerinin ve uluslararası kuruluşla­
içinde olduklarının ilanıdır. Onlar, "mil­
rın görüşlerine yoğun bir biçimde yer
letvekillerinin ricalarda bulunduğu",
vermesi bile tarafını seçtiğini açıkça gös­
"Sabahın köründe çalan" politikacı tele­
terir. Bu tarafını belirlemiş güç, Sabah
fonlarıyla uyanan, bakan ve milletvekil-
gazetesinde yazan Ö. L. Mete'nin bu se­
leriyle "havadan sudan söz eden", "baş­
çim döneminde politikacıları öven en­
bakanın küs olduğu" kişilerdir, politika­
der yazılardan biri olarak görebileceği­
cıların abi diye seslenebildikleri, politi­
miz yazısında belirttiği üzere "zararsız"
kacılara abi diye hitap edebilenlerdir (Y.
görülen politikacılarla işbirliği kurarak
Donat, "Bir Küskünün Seyir Defteri, "
oyunun kurallarını yerine getirecektir:
Sabah, 1 Ekim 2002; F. Altaylı, "CHP Tu­
"Biliyoruz ki, dünyanın en kötü siyaset­
rizmi Unutmamış", Hürriyet, 1 Ekim
çisi bile dünyanın en iyi 'kuvvet'inden
2002; Y. Donat, Sabah, 1 Ekim 2002; E.
daha az zararlıdır. O 'kuvvet' ister top-
Özkök, Hürriyet, 1 Ekim 2002 ve Y. Sü-
lu-tüfekli olsun, ister paralı-pullu, ister
soy, Hürriyet, 7 Ekim 2002).
kalemli-kameralı... " (Sabah, 28 Ağustos
2002 ).
Bu samimiyet öyküsü aktarımını des­
tekleyen mekân paylaşımları da yazılar­
da ayrıntılarla açıklanmıştır. Kahveha­
Gazeteciler, iş adamları ve politikacıla­
rın ortak bir gövde oluşturması
neler, evde kahvaltı sofraları, baş başa
yemek yenilen restoranlar, birlikte uçuş­
lardaki dar koridorlar yazılara gerçeklik
Ulusal basın, Türkiye'de politika
katmaktadır. Politikacılarla gazetecileri
oluşturma sürecinde kendi konumunu
bir araya getiren olağan tüm buluşma bi­
örerken siyasal tercihlerinin geçerliliği
çimleri yazılarda yer almamakta, ne ba­
için dayanak noktasını, farklı toplumsal
sın toplantılarından, ne basın açıklama­
çıkarların arabulucuğunda aramak yeri­
larından ne de seçim bürosu ziyaretle­
ne, mevcut korporasyonun çıkarlarının
rinden söz edilmektedir. Alışıldık tek
temsilinde bulmaktadır. Ulusal basın bu
buluşma yeri olarak mitingler varlıkları­
çıkar ilişkilerini insani-kişisel ilişkilere,
nı sürdürse de, gazeteciler mitinglerde
özellikle de arkadaşlık ilişkisine dayalı
yurttaşlarm arasında değil politikacıla­
biçimde öyküleyebilme gayreti içinde­
rın hemen arkasında durmakta ve mi­
Köker-Kejanlıoğlu ■2002 Seçim Kampanyalarında Basın • 67
tingleri onlarla beraber değerlendirmek­
ver, "Tansu Çiller Nerede Duruyor?"
tedirler. "Önemli ve itibarlı" kişiler kim­
Hürriyet, 24 Ağustos 2002). Politikacılar
liğini kurabilmek için özellikle köşe ya­
kadar önemli olduklarına dair temsiller
zarlarına yurt dışında politikacılarla kar­
ve güç ilanları seçim kampanyası döne­
şılaşılan havaalanları, boğaz yalıları ve
minde öylesi bir ölçüsüzlük kazanmıştır
beş yıldızlı oteller yardımcı olmaktadır.
ki, köşe yazarlarının aday oldukları izle­
Bu önemlilik inşasını tamamlayan ''kal­
nimini bile doğabilir. Bayburt'tan izle­
burüstü sanayici ve iş adamlarımızla"
nimlerini yazan Hürriyet Gazetesi yazan
yapılan görüşmeler, siyasal partilerin li­
Ercan Saatçi'nin "Hemşerimiz Ercan'la
derleriyle sokakta yanyana yürümelerin
Gurur Duyuyoruz" dövizi eşliğinde ya­
ve motosiklet üzerinde arka arkaya otur­
yımlanan fotoğraflı yazısı ve Hürriyet
manın anlatımıdır. Yavuz Donat, 10
Gazetesi baş yazarı Oktay Ekşi'nin "Halk
Ekim 2002 tarihli Sabah'ta, "Aman aklını­
Plajında Bir Başyazar" fotoğrafı seçim
za sahip çıkın" başlıklı yazısında AKP
kampanyalarında gazetecilerin seçime
Ankara milletvekili adayı Cemil Çiçek
giren adaylar kadar propaganda faali­
ile Ankara Kızılay Menekşe sokakta bir­
yetleri yaptıklarına işaret etmektedir
likte dolaştıklarından söz eder, 11 Ekim­
(Hürriyet, 4 ve 6 Ağustos 2002).15
de ise, aym gazetede Donat ile Mesut
Yılmaz'm yürürken, sohbet ederken, gü­
len fotoğrafı yer alır. Bir başka örnek,
Hürriyet, 22 Ağustos 2002, Seçim 2002
sayfasında Tufan Türenç'in, Avcılar DSP
Belediye Başkanının motosikletinde ar­
kasına binmiş halde, hızla giderkenki fo­
toğrafıdır. Bu sunumlarda politikacılar
üzerindeki etkilerinin ne denli güçlü ol­
duğu ifadelerine yer verilir: "Derviş
manşetleri gördü, gitti" (Hürriyet, 11
Seçim oyununda güç kazanmak üze­
rine kullanılan bir diğer strateji de, köşe
yazarlarının birbirlerine yaptıkları atıf­
larla, kendilerinin bağlı olduğu yayın
kuruluşlarında çalışanlar öncelikli ol­
mak üzere, diğer gazetecilerin ve köşe
yazarlarının görüşlerine yer vermek su­
retiyle yayın kuruluşlarının görüşleri­
nin ağırlıklı olarak dolaşıma girmesini
olanaklı kılmalarıdır.
Ağustos 2002) ya da "Hürriyet yazdı,
Gazetelerin yayın editörleri ve tanı­
AKP'yi bıraktı" (Hürriyet, 26 Ağustos
nan köşe yazarları ya liderlerle görüş­
2002) türünden başlıkların altında yer
meye gitme suretiyle ya da kendi ifade­
alan öykülerde, politik güç olma ilanı
leriyle lider turu yapmak suretiyle veya
okunabilir (ayrıca, bkz. T. Türenç, "Bah-
liderlerin gazetelere ziyaretlerini sağla­
çeli'yi Bu Kadar Etkilediğimi Bilmez­
ma suretiyle seçimlerin içinde bir başka
dim", Hürriyet, 17 Ağustos 2002; C. Ülse-
strateji ile güçlenirler. Tam sayfa yayın­
68 • iletişim : araştırmaları
lanan bu görüşme notlarında siyasal li­
baren ulusal basın sadece seçimleri
derlerin görüşleri kadar yazarların gö­
yurttaşlar adına izleyen ve bilgi veren
rüşleri ve yorumları da yer bulmakta­
bir kuruluş olmaktan çok, yurttaşı ikna
dır.
etmeye çalışan siyasal bir güç olarak ha­
reket etmektedir. Dolayısıyla da yurt­
taşların karşısına yeni görüş ve anlayış­
2002 Seçim Kampanyalarında
Ulusal Basına Dair Son Sözler
yışları sunarken yeni biçimsel kalıpları
Seçim kampanyaları hakkında med­
denemekte, yerleşik siyasal güçlere kar­
yayı merkeze alarak yapılan her incele­
şı tavır almaktadır. Yeni siyasal mütte­
me, medyanın -ulusal basının- siyasal
fikleriyle birlikte uluslararası bir yayı­
ları çıkarmakta, bu yeni görüş ve anla­
yaşam içindeki gücünü abartılı bir bi­
lım içinde kendi gücünü her seçim kam­
çimde öne sürmek durumunda kalacak­
panyası döneminde sınayan basın, 2002
tır. Bu abartılı öne sürmenin nedenlerin­
seçimlerinde de yurttaşların katılımına
den biri, seçim kampanyaları dönemin­
gereksinim duyulan zamanın tadını çı­
de medyanın süreli olguları takibe karşı
karma kolaylığı içinde, sadece bu za­
geliştirdiği mesleki reflekste yatmakta­
man diliminde siyaset bilgisi ve ilgisi al­
dır. Zamanın buyurganlığı meslek için
mak istediği varsayılan yurttaşa siyase­
önde gelmeye ve süreli bir izleme ge­
tin değil ekonomik çıkarın önemli oldu­
rektiren seçim kampanyaları medya için
ğunu hatırlatma işini üstlenmiştir. Bu
önemli bir deneyim alanı olmaya de­
hatırlatma işi, diğer uluslararası örnek­
vam ettiği için, seçim kampanya süreci­
lerin yardımıyla isimlendirilmiştir. Se­
nin öykülenmesi ya da siyasal duruşla­
çim kampanyalarının Amerikanlaşması,
rın ortaya konulması kolaylaşır. Bu ne­
aslında siyasetin ülkesizleşmesi, yersiz-
denin dışında, seçim kampanyalarmın
leşmesi, insansızlaşması anlamına gel­
izlenmesi için oluşturulan geleneksel
mektedir.
mesleki ritüeller meslek çalışanları taraflndan içselleştirilmiş olduğundan, siya­
sal etkinliklerin gazete sayfalarında da­
Notlar
ha fazla yer aldığını da söylemek müm­
'B u y a z ın ın y a z ılm a s ı s ü r e c in d e m a te r y a l ta s n i­
kündür. Meslek erbabı olmanın getirdi­
fin d e b iz e y a r d ım c ı o la n İn a n Ö z d e m ir , E m e k
Ç a y lı, S in e m K a r a g ö z v e F a tih D e ğ ir m e n c i'y e
ği pratiklerle çoğalan siyasal yaşama il­
te ş e k k ü r e d e r iz .
gi, seçim kampanyalarında kendilerine
'B u m a k a le d e "u lu s a l b a s ın " y a y g ın m e d y a k a p ­
açılan yeni pozisyonların içinde çoğal­
maktadır. Zira, 1990'ların başından iti­
s a m ın d a u lu s a l d a ğ ıtım d a k i g a z e te le r iç in k u l­
la n ılm a k ta d ır . U lu s a l b a s ın ın n it e lik a ç ıs ın d a n
a ğ ır lık lı o la r a k İ s ta n b u l b a s ın ı o la r a k d e ğ e r le n ­
Köker-Kejanlıoğlu ■2002 Seçim Kampanyalarında Basın • 69
d ir ilm e s i g e r e k ir N ite k im , g a z e te c ile r in ç ık tık la ­
b o lle r , m itin g e g e le n le r i m o n t a jla ç o ğ a lta r a k
rı s e ç im tu r la r ın d a n a k t a r d ık la r ı iz le n im le r d e k i
T V 'd e n g ö s t e r m e s i g ib i) y a d a E k im 2 0 0 2 'd e
" İ s t a n b u llu lu k " h a li d e b u m e tin d e , a ş a ğ ıd a ö r-
s e ç i m p r o p a g a n d a s ın a v e y a s a k la r a i liş k in
n e k le n e c e k tir .
(ö z e llik le F a tih A lt a y lı 'n m ) a la y c ı y o r u m l a r ı v e
!3 K a s ım g e n e l s e ç im le r in in v e T ü r k iy e 'd e s e ­
s u ç d u y u r u la r ı d ış m d a
ç im le r in d e ğ e r le n d ir ilm e s i k o n u s u n d a b k z .
y e iliş k in h a b e r le r e p e k r a s t la n m a m a k t a d ır .
T u n c e r , 2 0 0 3 ; T u n c e r v e D a n a c ı, 2 0 0 3 ; T u n c e r ,
v d . , 2 0 0 3 ; T u r g u t, 2 0 0 3 ; s e ç im k a m p a n y a s ı iç in ,
S abah
H ü r r iy e t'te
G e n ç P a rti­
't a is e E y lü l a y m d a y e r a la n ö r n e k le r ç o ­
ğ u n lu k la G P m itin g le r in e i liş k in o lu p (8 , 2 2 ,
2 3 , 2 6 E y lü l) E k im a y ın d a d a r a s t la n a n ö r n e k ­
b k z . A z iz , 2 0 0 3 .
‘S iy a s a l y a ş a m d a k a m u y ö n e tim i, h a lk la iliş k i­
le r v e r e k la m a ja n s la r ın ın a ğ ır lık la r ın ın a r tm a s ı
h a k k ın d a b k z . G o ld in g , 1 9 9 0 .
le r d e n b ir i, K a r a d e n iz E r e ğ lis i'n d e k i G P m i t i n ­
g i d e ğ e r le n d ir m e s id ir : Y . D o n a t, " B ir C e m
U z a n K la s iğ i, "
Sabah,
2 5 E k im 2 0 0 2 ; b i r d iğ e r i,
M u r a t B i r s e l 'i n k ö ş e s in d e " C H P , C e m U z a n 'ın
‘D a h a ö n c e d e ö z e llik le v u r g u la y a r a k b e lir t tiğ i­
te m p o s u n d a m e y d a n la r a ç ık s a , A K P 'y i g e r id e
m iz g ib i, b u ç a lış m a d a s e ç im k a m p a n y a s ı s ü r e ­
b ır a k ır " s ö z ü d ü r : M . B ir s e l, " S e ç im i ç in İs ta n ­
c in in A m e r ik a n la ş t ığ ı id d ia e d ilm e m e k te , A m e -
b u l K a y n a k lı B e ş T a h m i n , "
r ik a n la ş tığ ı z a te n k a b u l e d ilm e k te d ir . O y ü z ­
M e d y a n ın " g ö r m e m e - g iz le m e " s iy le ilg i l i b i r
d e n , k la s i k b ir b iç im d e s a ğ -s o l e k s e n in d e n g a ­
z e te le r s e ç ilm e m iş t ir . S o r u n u m u z , " h o ld in g g a ­
z e te le r i o la r a k n it e le n e n g a z e te le r " v e d iğ e r g a ­
z e te le r i a lıp h ip o te z le r le iş g ö r e n b ir iç e r ik ç ö ­
z ü m le m e s i y a p m a k v e A m e r ik a lıla ş m a y ı s ın a ­
m a k la d e ğ il, " o r ta n o k ta " y la ,
m e r k e z le
ilg ilid ir.
Sabah,
4 E k im 2 0 0 2 .
d e ğ e r le n d ir m e iç in a y n c a b k z . G ö r m ü ş , 2 0 0 2 .
‘S a b a h
g a z e te s in d e k i e d itö r g ö r ü ş ü v e h a b e r l e r ­
d e a y n ı ö y k ü v a r d ır v e G . M e n g i, M . M ü n ir ,
M . T e z k a n , v b . d e D e r v i ş 'i b e n z e r b ir iz le m e
v e d e s te k le m e iç in d e d ir le r . S a d e c e a n la t ım k o ­
l a y l ığ ı a ç ıs ın d a n D e r v i ş 'in ö y k ü s ü b u r a d a
sB u k u r a l l a r iç in b k z . T o p u z , 2 0 0 3 : 4 3 6 -7 .
H ü r r iy e t
“S e ç im k a m p a n y a s ı d ö n e m in d e u lu s a l b a s ın ın
’S e ç i m k a m p a n y a la r ın d a v e d iğ e r s i y a s a l iliş k i­
ö n d e g e le n g a z e te le r i s e ç im o to b ü s le r i h a z ır la ­
l e r iç in d e c in s iy e tç i y ö n e lim le r iç in b k z . T o k -
y a r a k tu r n e le r e ç ık m a k ta d ır la r . S e ç im o to b ü s le ­
göz, 1979.
ri s iy a s a l p a r t ile r c e d e h a z ır la n m a k ta v e ö z e l­
" T ü r k i y e 'd e e n d e r s a y ıd a y a y ım la n a n s e ç im
lik le p a r ti l i d e r le r in in k e n t te n k e n te v e k e n t içi
a r a ş t ır m a l a n n d a n b i r i o la n A Ü İ le tiş im F a k ü l ­
g a z e te s in d e n ta k ip e d ilm e k te d ir .
d o la ş ım la r ın d a k u lla n ılm a k ta d ır . G a z e te le r in
te s i M e d y a İ z le m e G r u b u ( 1 9 9 9 : 2 3 ) ta r a f ın d a n
y a d a y a y ın c ı k u r u lu ş la r ın d a p a r tile r e b e n z e r
y a p ı l a n 1 9 9 9 s e ç im i a r a ş t ır m a s ın d a , " 1 9 9 5 - 1 9 9 9
b ir u y g u la m a y a y ö n e lm e le r i v e ö z e llik le y a y ın
g e n e l s e ç im le r i a r a s ın d a k i d ö n e m [iç in ] , T ü r k i ­
k u r u lu ş u n u n e d itö r le r in i s e ç m e n le r in g ö r ü ş le r i­
y e 'd e b ü y ü k m e d y a n ın d o la y lı v e d o ğ r u d a n
n i a lm a k ü z e r e h a r e k e te g e ç ir m e s i, h e m y a y m c ı
m ü d a h a l e l e r l e y ö n le n d ir ic i b i r s iy a s a l a k t ö r
k u r u lu ş la r ın g e le n e k s e l p o litik e tk in lik le r e b e n ­
h a lin e g e ld iğ i v e o r ta ö lç e k li m e d y a n ın d a b u
z e r e t k in lik le r le p o litik g ü ç k a z a n m a u ğ r a ş la r ı­
k o n u d a o n u n la r e k a b e ti a r t ır d ığ ı" te s p itin d e
n a , h e m d e y e r e l m u h a b ir a ğ ın ı ik in c i p la n a a t­
b u l u n u lm a k t a v e " m e d y a v e e k o n o m ik / s iy a s a l
tık la r ın a iş a r e t e tm e k te d ir . H e r n e k a d a r y u k a ­
g ü ç m e r k e z le r in in k a r ş ılık lı b a ğ ı m l ıl ı ğ ın ın b u
rıd a y e r e l p o l i t i k h a b e r le r in s e ç im d ö n e m le r in ­
d ö n e m d e a r ttığ ı, " m e d y a g r u p la r ı a r a s ın d a k i
d e d a h a ö n e m s e n d iğ i b e lir t ilm iş o ls a d a y e re l
r e k a b e t " in "d a h a d a y o ğ u n la ş tığ ı" v u r g u l a n ­
p o litik h a b e r le r in a k t a n m ın ı m ü m k ü n k ıla n ş e ­
m a k ta d ır . B u ç a lış m a n ın a n ıla n te s p iti v e d iğ e r
y in g a z e te le r in ta n ın a n y a y ın c ıla r ın ın tu r n e le r i
b e n z e r i t e s p itle r y u k a n d a d ile g e tir ile n y a r g ı­
o ld u ğ u n u n a ltın ı b i r k e z d a h a ç iz m e k g e r e k e ­
n ın d o ğ r u la n m a s ın d a te m e l d a y a n a k n o k t a l a r ı­
c e k tir .
n ı o lu ş t u r m a k ta d ır .
'A ğ u s to s 2 0 0 2 'd e , U z a n G r u b u 'n u n D o ğ a n
" M e d y a n ın s iy a s a l y a ş a m d a g id e r e k a r t a n b ir
G r u b u 'n a s a t a ş m a l a r ı k a r ş ıs ın d a k i s a v u n m a c ı
g ü c e s a h ip o ld u ğ u i d d ia s ın ın k a r ş ıtı b i r i d d ia y ı
y o r u m v e h a b e r l e r ( D o ğ a n G r u b u 'n u n p a r t ile r ­
d ile g e tir e n V e y s e l B a t m a z (2 0 0 2 ) , m e d y a n ın
le p a z a r l ı ğ ı o l m a d ığ ı s a v u n u s u ) ile b a z ı k a r a la ­
" s iy a s a l b i r k a m u o y u y a r a tm a " v e b u k a m u ­
m a la r ( C e m U z a n 'ın Ü r d ü n v a t a n d a ş ı o lm a s ı,
o y u n u y ö n le n d ir m e g ü c ü n ü n ç o k s ın ır lı o l d u ­
m illiy e tç i k o n u ş m a l a r ı y l a b a ğ d a ş m a y a n s e m ­
ğ u n u v e h a tta T ü r k i y e 'd e s o n o n y ıld a m e d y a
70 • iletişim : araştırmaları
g ü c ü n ü n n e g a t if e t k is i d iy e a d la n d ır ıla b ile c e k
Referanslar
b ir g e liş m e n in y a ş a n d ığ ın ı, y u r tt a ş la r ın m e d ­
A b a d a n , N . (1 9 6 6 ).
y a n ın p o l i t i k y ö n le n d ir m e le r in e k a r ş ı b i r tu ­
tu m o l u ş t u r m a y o lu n a g it ti k l e r in i b e l i r l e m e k ­
1 9 6 5 S e ç im le r in in
A n k a r a : A Ü S B F Y a y ın l a n .
T a h lili.
te d ir. " M e d y a p a t r o n la r ın ın v e y ö n e t ic ile r in in
b e c e r ik s iz liğ i" , " s iy a s e tç ile r in b i l g i s i z li ğ i ” ile
A n a y a s a H u k u k u v e S iy a s i
B ilim le r A ç ıs ın d a n
A d a k lı, G . ( 2 0 0 3 ) .
T ü rk M ed y a S ek tö rü n d e
b u lu ş tu ğ u n d a m e d y a k a m u o y u n u y a r a t ır tü ­
M ü lk iy e t v e K o n tr o l İliş k ile r i (1 9 8 0 -
r ü n d e n b i r b a k ış a ç ıs ın ın h a k im y a r g ı h a lin e
2 0 0 3 ).
d ö n ü ş tü ğ ü n ü v u r g u la y a n B a t m a z (2 0 0 2 : 2 4 2 ),
B il i m l e r E n s t it ü s ü . Y a y ım la n m a m ış
m e d y a p a t r o n la r ı i le s i y a s a l e l i t l e r a r a s ın d a
D o k to r a te z i.
" t e h d it v e b e s l e m e ş e k lin d e k i s e m b iy o t ik i l iş k i­
A n k a r a Ü n iv e r s ite s i, S o s y a l
A le s k e r o v , F . , H . E r s e l & Y . S a b u n c u ( 1 9 9 9 ) .
n in ” m e d y a n ı n s iy a s a l s e ç im le r d e s a n k i b i r g ü ç
S e ç im d e n
m ü ş g ib i o r t a y a ç ık m a s ın ı m ü m k ü n k ı ld ığ ı n ı
A lm a .
d ile g e tir m e k t e d ir . V e y s e l B a t m a z a n ıl a n k it a ­
b ın d a , s o n y ı ll a r ın p o litik o r t a m ın d a " ik t is a t
b i l m e y e n , p o litik o la r a k e t k is iz , s ü b v a n s iy o n ­
K o a lis y o n a S iy a s a l K a r a r
İs ta n b u l: Y K Y .
A n k a r a Ü n i v e r s i t e s i İle tiş im F a k ü lte s i M e d y a
İ z le m e G r u b u ( 1 9 9 9 ) .
T ü r k iy e 'd e
la r la i d a r e e d e n , s o s y a l b i l im l e r le iliş k is iz , i ç e ­
M e d y a v e S e ç im le r : M e d y a İz le m e
r ik o l u ş t u r m a y ı b ilm e y e n , g ü v e n i l i r a d a m la r c a
A r a ş tır m a s ı.
y a y ın la n m a y a n " (s . 1 0 3 ) m e d y a n ın " s e k tö r ü a n ­
la m a y a n , n a if b i l in c e s a h ip , r a n tç ı v e a r tç ı p o litik a c ıla r " la (s. 7 0 ) i ş b ir liğ in e g it tiğ in i, " A m e r ik a
ö y le y a p ı y o r s iz d e ö y le y a p ı n d iy e n r e k la m c ı­
la r ın g a z la m a s ıy la " (s . 7 0 ) m e d y a y a b i r g ü ç a t­
f e d ild iğ in i a n c a k b u g ü c ü n s ö z d e b i r g ü ç o l d u ­
ğ u n u ç e ş itli y a z ı la r ıy l a o r t a y a k o y m a k ta d ır .
'M e d y a n ı n s i y a s a l iş le y iş ü z e r i n d e k i y ö n le n d i­
r ic iliğ in in " s e ç m e n b i r l e ş i n d e d i" s lo g a n ı ile o r ­
ta y a ç ık ı ş ın ın v e k a r a r s ız s e ç m e n in o y la r ın ın
m e r k e z e y ö n le n d ir ilm e s i ile ilg ili g ü ç a r a y ış ı­
n ın b i r d iğ e r y o r u m la n ış b i ç i m i iç in A Ü ÎL E F
A n k a ra : K o n rad
A d e n a u e r V a k fı.
A z iz , A . (2 0 0 3 ) .
S iy a s a l İle tiş im .
A n k ara: N ob el
Y a y ın D a ğ ıtım .
B a ş ç ı, E . ( 1 9 9 2 ) . " 2 0 E k im 1 9 9 1 E r k e n G e n e l
S e ç im le r i iç in S iy a s a l K a m u o y u Y o k
la m a la r ı: G A L L U P A r a ş tır m a Ş ir
k e tin in
Sabah
G a z e t e s i iç in Y a p tığ ı
K a m u o y u Y o k la m a la r ı.
Y ıllık
"A Ü
İL E F
'9 2 , s . 1 8 9 -2 0 5 .
B a t m a z , V . (2 0 0 3 ) .
M ed y ay a D ü şm an
İs ta n b u l: K a r a k u t u
Y e tiş tir iy o r u m .
Y a y ın la r ı.
M e d y a İz le m e G r u b u , 1 9 9 9 : 2 3 .
“ S e ç im k a m p a n y a s ı b o y u n c a i tt if a k a r a y ış la r ı­
B e ck , U . (1 9 9 9 ).
S iy a s a llığ ın
İc a d ı.
Ç e v ., N.
n ı ö n p la n a ç ık a r a n h a b e r le r i v e k ö ş e y a z ıla r ın ı
Ü ln e r . İs ta n b u l: İle tiş im .
b u y a z ıla r ın s a y ıs a l ç o k lu ğ u n e d e n iy le b u r a d a
B lu m le r , J. ( 1 9 9 0 ) . " E le c t io n s , th e M e d ia a n d
r e f e r a n s g ö s t e r m e k z o r d u r . G a z e t e l e r in A ğ u s ­
th e M o d e m P u b lic ity P r o c e s s . " E d . ,
to s 2 0 0 2 'd e k i il k s a y f a la r ın a b a k m a k b i l e b u
M . F erg u so n .
a r a y ış ı g ö r m e y e y e te b ilir . " A lla h i tt if a k ın ız ı
T h e N e ıv Im p e r a tiv e s .
v e r s in !" a ltb a ş lığ ı, İ. S a r ıe r ,
Sabah, 22
A ğ u s to s
2 0 0 2 'd e n a lın m ış tır .
h ü k ü m e tl e r a r a s ın d a b a ğ l a n t ı k u r a n y a z ıla r v e
h a b e r l e r h a y li y o ğ u n d u r . S a d e c e ,
Sabah
s in in 1 9 E y l ü l v e 8 E k im 2 0 0 2 'd e k i
g a z e te ­
"Sabah
D i­
L o n d o n : S a g e , s.
1 0 1 -1 1 3 .
D e b o r d , G . (1 9 9 6 ) .
“ A v r u p a B ir liğ i ile s e ç im i tt if a k la r ı v e g ü ç lü
P u b lic C o m m u n ic a tio n .
G ö s te r i T o p lu m u v e Y o r u m la r .
Ç e v . , A . E k m e k ç i v e O . T a ş k e n t.
İ s ta n b u l: A y n n t ı.
E c e v it, M . ( 1 9 9 4 ) . " T ü r k i y e 'd e K a m u o y u
y o r k i" k ö ş e le r in e b a k m a k b ile b i r fi k i r v e r m e ­
Y o k l a m a la n n a İ liş k in B ir
y e y e te c e k tir .
D e ğ e r le n d ir m e ."
“ S e ç i m k a m p a n y a s ı d ö n e m i b o y u n c a ö z e llik le
A ğ u s to s a y ın ın s o n u n a k a d a r S e ç im 2 0 0 2 s a y ­
fa la r ın d a il il g e z e n ta n ın m ış g a z e te c i v e k ö ş e
y a z a r la r ın ın ta r la d a , k a h v e d e , k ö p r ü d e , ç a r ş ı­
D ü n yada ve
T ü r k iy e 'd e G ü n c e l S o s y o lo jik
G e liş m e le r .
A n k a r a : S o s y o lo ji D e m e ğ i
Y a y ın la r ı, s. 7 9 1 -8 0 4 .
F r a n k lin , B . (1 9 9 4 ) .
P a c k a g in g P o litic s . P o litic a l
d a , p a z a r d a , p la jd a h a lk la iç iç e o l d u k l a r ın ı r e ­
C o m m u n ic a tio n
s im le y e n ç o k s a y ıd a fo t o ğ r a f y e r a lm ış tır .
D em ocracy.
in B r it a in ' s M e d ia
L o n d o n : E d v v a rd A m o ld .
Köker-Kejanlıoğlu • 2002 Seçim Kampanyalarında Basın • 71
G o ld in g , P . (1 9 9 0 ). " P o lit ic a l C o m m u n ic a t io n
I n t r o d u c t i o n . " E d s . , D . L . S v v a n so n
a n d C itiz e n s h ip : T h e M e d ia a n d
& P . M a n c in i.
D e m o c r a c y in a n I n e g a lita r ia n S o c ia l
M odern
O rd er. ” E d ., M . F erg u so n .
S t u d y o f I n n o v a t io n s in E le c t o r a l
P u b lic
C o m m u n ic a tio n . T h e N e w
C a m p a ig n in g a n d T h e ir C o n s e p u e n c e s .
L o n d o n : S a g e , s. 8 4 -1 0 0 .
Im p e r a tiv e s .
G ö r m ü ş , A . (2 0 0 2 ). " M e d y a G e n ç P a r ti'y i
V V estp o rt, C T : P r a e g e r , s. 1 -2 6 .
N e g r in e , R . ( 1 9 9 6 ) .
'G ö r m e d i ', P a r tin in İ s te d iğ i d e
B u y d u ."
B ir ik im .
1 6 3 -1 6 4 , K a s ım -
B ilim .
N e g r in e , R . & D . G . L ille k e r ( 2 0 0 2 ) . " T h e
P r o f e s s io n a lis a tio n o f P o lit ic a l
C o m m u n ic a t io n : c o n t i n u it i e s a n d
'İd e o lo ji' o la r a k T e k n ik v e
c h a n g e in m e d ia p r a c t ic e s . "
Ç e v . , M . T ü z e l. İs ta n b u l: Y K Y .
Eu rop ean
H e r b s t, S . (1 9 9 5 ). " O n th e D is a p p e a r a n c e o f
N e g r in e , R . & S . P a p a th a n a s s o p o u lo s ( 1 9 9 6 ) .
C e n t u r y C o n c e p tio n s o f P u b lic
" T h e 'A m e r ic a n i z a t i o n ' o f P o lit ic a l
O p i n i o n . " E d s . , T . L. G la s s e r & C .
C o m m u n ic a t io n s : A C r i t i q u e . "
P u b lic O p in io n a n d
C o m m u n ic a tio n
NY &
o fC o n s e n t.
H a r v a r d In te r n a tio n a l Jo u r n a l o f
L o n d o n : T h e G u ilf o r d P r e s s , s. 8 9 -
P r e s s /P o litic s .
104.
H ü r r iy e t
Ö z k a n , N . (2 0 0 2 ).
G a z e t e s i. 1 A ğ u s to s - 4 K a s ım 2 0 0 2 .
Y ıllık '9 2 ,
A Ü
İL E F
s. 1 8 7 -8 .
K a z a n d ır a n
İs ta n b u l: M e d ia C a t.
G a z e t e s i, 1 A ğ u s to s - 4 K a s ım 2 0 0 2 .
S e ç im le r i iç in S iy a s a l K a m u o y u
A Ü
İ L E F Y ıllık '9 2 ,
Y o k la m a la r ı: S O N A R A r a ş tır m a
Ş ir k e tin in T E R C Ü M A N G a z e t e s i iç in
M İ L L İY E T -K O N D A K a m u o y u
s.
Y a p t ı ğ ı S iy a s a l K a m u o y u
Y o k la m a la r ı." A Ü
2 0 7 -2 2 2 .
J a m ie s o n , K . H . (1 9 9 2 ) .
P r e s id e n c y .
P a c k a g in g th e
O x fo rd : O x fo rd
K e ja n lıo ğ lu , B. (1 9 9 8 ) .
İ L E F Y ıllık '9 2 ,
T o k g ö z , O . (1 9 7 9 ).
S iy a s a l H a b e r le ş m e v e K a d ın .
T ü r k iy e 'd e R a d y o
Y a y ın c ılığ ı P o litik a s ı.
T o k g ö z , O . ( 1 9 9 9 ) . " A n a v a t a n P a r tis i v e D o ğ r u
Y o l P a r tis i (1 9 8 7 - 1 9 9 9 ): G a z e t e
A n k a r a Ü n iv e r s ite s i, S o s y a l B ilim le r
S iy a s a l R e k la m la r ı Ü z e r i n d e n B ir
E n s t it ü s ü . Y a y ım la n m a m ış D o k to r a
D e ğ e r le n d ir m e ."
te z i.
s . 6 1 -8 9 .
K e s k in , F . (2 0 0 2 ).
D e m o k r a tik T o p lu m la r d a
Y e n i S iy a s a l S e ç k in le r in
K on um u:
1 9 8 0 S o n r a s ı T ü r k iy e 'd e K a m u o y u
A r a ş tır m a c ıla r ı v e S iy a s a l
D a n ış m a n la r .
A n k a r a Ü n iv e r s ite s i,
S o s y a l B il i m l e r E n s titü s ü .
Y a y ım l a n m a m ış D o k to r a te z i.
K ö k e r , E . (1 9 9 8 ).
P o litik a n ın
P o litik a s ı.
s.
2 2 3 -2 3 5 .
A n k a r a : A Ü S B F Y a y ın l a n .
U n iv e r s ity P r e s s .
T e le v iz y o n
S abah
V o l. 1, n o . 2 , s . 4 5 - 6 2 .
S a z a k , F . ( 1 9 9 2 ) . " 2 0 E k im 1 0 0 1 E r k e n G e n e l
İr v a n , S . (1 9 9 2 ) . "1 9 9 1 E r k e n G e n e l S e ç im le r i v e
A r a ş tır m a la r ı."
S e ç im
K a m p a n y a la r .
İn c e o ğ lu , M . (1 9 9 2 ). "1 9 9 1 G e n e l S e ç im le r i v e
K a m u O y u Y o k la m a la r ı."
Jo u r n a l o f C o m m u n ic a tio n .
1 7 (3 ) , S e p te m b e r .
G r o u p s : 1 9 th a n d E a r ly 2 0 th -
T . S a lm o n .
T h e C o m m u n ic a tio n o f
L o n d o n : Sage.
P o litic s .
A r a lık , s . 8 1 -8 5 .
H a b e r m a s , J. (1 9 9 3 ).
P o litic s , M e d ia a n d
D e m o c r a c y . A n In te r n a tio n a l
İle tiş im i, İle tiş im in
A n k a r a : V a d i Y a y ın la r ı.
M a n c in i, P . & D . L . S v v a n so n (1 9 9 6 ). " P o litic s ,
M e d ia , a n d M o d e r n D e m o c r a c y :
T o p u z , H . (1 9 9 1 ) .
İle tiş im .
99/ 3, Y az,
S iy a s a l R e k la m c ılık .
İ s ta n b u l:
C e m Y a y ın e v i.
T o p u z , H . (2 0 0 3 ) .
II. M a h m u t ' t a n H o ld in g le r e
T ü r k B a s ın
T a r ih i.
İs ta n b u l: R e m z i
K ita b e v i.
T u n c e r, E. (2 0 0 3 ).
O s m a n lI'd a n
S e ç im le r (1 8 7 7 -2 0 0 2 ).
G ü n ü m ü ze
2 . B a s ım .
A n k a r a : T E S A V Y a y ın la r ı.
T u n c e r, E . & N . D a n a c ı (2 0 0 3 ).
Ç o k P a r tili
D ö n e m d e S e ç im le r v e S e ç im
A n k a r a : T E S A V Y a y ın la r ı.
S is te m le r i.
72 - iletişim : araştırmaları
T u n c e r , E . , C . K a s a p b a ş & B . T u n c e r (2 0 0 3 ).
3
K a s ım
2 0 0 2 M ille tv e k ili G e n e l
S e ç im le r i: S a y ıs a l v e S iy a s a l
D e ğ e r le n d ir m e .
A n k ara: T E S A V
Y a y ın la r ı.
T u r g u t M . (2 0 0 3 ).
1 8 N is a n
1 9 9 9 v e 3 K a s ım
2 0 0 2 G e n e l S e ç im le r i D e ğ e r le n d ir m e s i.
İs ta n b u l: B o ğ a z iç i Y a y ın la r ı.
V V olton , D . (1 9 9 0 ). " P o lit ic a l C o m m u n ic a t io n :
T h e C o n s tr u c tio n o f a M o d e l. "
E u r o p e a n Jo u r n a l o f C o m m u n ic a tio n .
V o l. 5 , n o . 1, s. 9 -2 8 .
w w w .r d .o r g .t r R e k la m c ıla r D e m e ğ i
w w w .r t u k .o r g .t r R a d y o T e le v iz y o n Ü s t K u m lu
73
Türkiye'de Gerçek Televizyonu ve Telegörsel Kimlikler:
Biri Bizi Gözetliyor Örneği
Mutlu Binark • Barış Kılıçbay
Reality Television
and Televisual Identities in Turkey:
Biri Bizi Gözetliyor
("Someone Is Watching Us")
Abstract:
Özet:
1990'lu yıllarda Türkiye'de medyanın mülkiyet yapısında ve
sistemindeki dönüşüme koşut olarak, 1990'ların ikinci
yarısından itibaren Türk televizyonlarında türsel çeşitlilik
hızla artmıştır: talk show'lar, tartışma programları, doküdrama’lar ve reality shovv'lar ve nihayet re a lit y tele visio n
("gerçek televizyonu") gibi. Bu çalışmada, "gerçek
televizyonumun Türkiye'deki ilk örneği olan, T a ıtiO ra n g ? dan
uyarlanan ve ilk iki dönemi Show TV'de (2001), üç dönemi ise
Star TV'de (2002-2003) yayınlanan " B ir i B izi G ö ze tliy o r" u
örnek çalışma alanı olarak seçilmiştir. Böylece sıradan
insanların mahrem hayatlarını popülarize ederek seyir
nesnesi hale gelmelerinden beslenen yeni yıldızlık sistemi ve
bu sistemin dolaşıma soktuğu " te le g ö rs e lk im lik le r" olgusu,
bu telegörsel kimliklerin medya metinlerinde nasıl kurulduğu
ve buna bağlı olarak üreyen hayran kültürü ve hayran
toplulukları olgusu irdelenmektedir.
A new TV form called Biri Bizi Gözetliyor ("Someone is
Watching Us") has appeared in Turkey since Spring 2001. A
version of Taxi Orange, this new TV form has been a
tremendous success among the Turkish audience, combining
several different technigues, genres and narratives including
the game show, soap opera and candid camera. The
popularity of the show is maintained by keeping the
participants highly visible not only in Biri Bizi Gözetliyor itself,
but also in numerous other television texts, such as nev»s
programs, talk shovvs, entertainment shows, television dramas
and even other reality soaps promoting voyeurism, such as
Orada Neler Oluyor ("What's Going On Över There?"), an
extension of Biri Bizi Gözetliyor. İn this paper, we will show
how the identities ("televisual identities", as we cali them) of
the participants are construded and reproduced through
intertextuality, how the fan groups interpret these televisual
identities and how they relocate this mediated reality vvithin
their own everyday lives.
iletişim : araştırmaları • © 2004 • 2(1): 71-90
74 - İletişim : araştırmaları
Türkiye'de Gerçek Televizyonu ve Telegörsel Kimlikler:
Biri Bizi Gözetliyor Örneği
Giriş
Türkiye'deki televizyon izleyicileri
"gerçek televizyon"a, Big Brother formatı
ithal edilmeden önce de aşina idi.
1990'h yıllar Türk televizyon tarihi için
oldukça önemlidir. Çünkü bu yıllar özel
lan sıradan insanların bireysel öyküleri,
otorite, adalet ve güvenlik söylemlerini
üreten suç mahalleri ya da devlet tele­
vizyonunun resmi söylemi tarafından
uzun zamandır gizlenmiş/üstü örtül­
müş gerçekleri ortaya çıkartacak ger­
çekçi teknikleri kullanan diğer öyküler
televizyon kanallarının tecimsel girişim­
etrafında döner. "Reality show"un diğer
ler şeklinde ortaya çıktığı, yeni televiz­
bir önemli özelliği de ana haberlerin su­
yon türlerinin ve formatlarının bu özel
nucuları, pembe dizi oyuncuları, şarkıcı
televizyon kanallarında denendiği yıllar
ve gazeteci gibi ünlü medya kişiliklerini
olmuştur. Talk shovv'lar, call-in show'\ar,
anlatıcı olarak kullanmasıdır. Türk tele­
dokü-drama'lar, paparazzi programları
vizyon tarihinde ilk kez bu tür prog­
ve "reality shovv" programı olarak ad­
ramlar ile canlı kamera kayıtları, gizli
landırılan bir dizi gerçek televizyon
kamera kayıtları, olayların amatör vi­
programı bu dönemde izleyiciye tanıtıl­
deo kayıtları, birincil tanıklar ile görüş­
dı ve ün kazandı. Bu show programları­
meler, canlandırmalar ve olayların ya­
nın bir takım özellikleri yabancı örnek­
vaş çekim sunumları, yakın plan çekim
lerine benzese de, yine de bu program­
açıları, olay üzerine ses bindirmeleri vb.
lar Türkiye'deki izleyicilerin duygula­
anlatım araç ve teknikleri kullanılmıştır
nım dünyalarını harekete geçirecek an­
(bkz. Adaklı-Aksop 1998 ve 2001). Anla­
latıları üretecek teknikleri ve temaları
tıcı ya temsil edilen olaylara dahil kişiler
birleştiren özgün bir biçem ortaya koy­
ile birlikte ya da kurgusal/kurmaca iz­
makta başarılı olmuştur. Bu programla­
leyici kitlesi ile birlikte konumlandırıl-
rın büyük bir çoğu, kurban olarak sunu­
maktadır. Böylece bu konumlandırma
Binark-Kılıçbay • Türkiye'de Gerçek Televizyonu ve Telegörsel Kimlikler • 75
anlatıcıya çok çeşitli yorumlama strateji­
etiketleme üzerinden işler. Bu ikinci alt
lerine başvurma olanağı sağlamakta,
formatı ise popülist metinler olarak ad­
anlatıcı sadece bir sunucu olmaktan öte­
landırıyoruz. "Söz Fato'da", "Yetiş Em-
ye geçmekte bir arabulucu /dolayımla-
mioğlu" bu alt formatın en iyi örnekleri­
yıcı rolüne kavuşmaktadır. Anlatıcı "her
dir. İlkinde program, tanınmış bir sine­
bir anı”nı yakalayan "kameraların gücü­
ma yıldızı tarafından sunulurken, İkin­
nü" sık sık vurgulamaktadır (Ferveit,
cisinde ise popüler bir şarkıcı ev sahibi
1999:793). Bu anlatım stratejilerinin kul­
rolünü üstlenir. Bu tür programların po­
lanımını göz önüne alarak, reality
pülerliği ve izlenme oranları izleyicinin
shovv'lar iki alt format içinde sınıflandı­
sıradan ve "gerçek" insanları kurgulan­
rılabilir: İlki, toplumsal denetim metinleri
mamış öyküleri ile evlerinde konuk et­
olup, kazalar, intiharlar, bireysel ve top­
me istemi şeklinde açıklanmaktadır.
lumsal yıkımlar öykülendirilir. Show,
Ayrıca farklı anlatım araç ve teknikleri
suçlunun, sorumlunun ya da sapkının
ile türlerin biraraya getirilmesi de bu
aranması üzerine inşa edilmiştir. Örne­
program türünü izleyici açısından cazip
ğin, "Polis İmdat", "Sıcağı Sıcağına",
kılmaktadır. Hatta televizyon haberleri
"Teksoy Görevde" bu alt formatın en iyi
ve diğer ciddi program türleri de bu ye­
örnekleri arasında sayılabilir. İkinci alt
ni keşfedilen format ve anlatı stratejileri
formatta ise, ilk alt formatla çelişik bir
ile baş edebilmek için dramatizasyon ve
şekilde, toplumdan dışlanmış ve alt sı­
duygusallaştırma gibi anlatı stratejilerini
nıftan kurbanlara yönelik olarak adeta
kullanmaya ve "haber” olarak bu for­
kurtarma operasyonu şeklinde toplum­
matta içerimlenen olayları sunmaya
sal çözümler aranır. Marjinal grupların
başlamışlardır. Bu bağlamda, 1990'ların
ve bireylerin kurbanlaştırılması yaygın
Türkiye'sinde reality shovv'ların ilk me­
olarak basmakalıplaştırma ve toplumal
lez televizyon formatı olduğu söylene­
76 - iletişim : araştırmaları
bilir. Bu melezlik "yerel” söylemlerin,
Türkiye'deki izleyicinin beğeni ve de­
öykülerin ve dolayımlayıcı öğelerin Ba­
ğerlerine uygundular. Bu melez türün
tılı bir biçem ile birleştirilmesinin sonu­
en iyi örneği ise 120 Milyon adlı yarışma
cudur. Ancak bu melezlik sadece gerçek
programı idi. Bu "gerçek televizyon"
televizyonun belirleyici bir özelliği de­
benzeri yarışma programının ilk döne­
ğildir, televizyon yayıncılığının hızla te-
minde iki kişi, ikinci döneminde iki evli
cimselleşmesinin, yıllardır devlet tele­
çift farklı apartman dairelerinde bir ay­
vizyonu tarafından "gerçeklere" aç bıra­
larını geçirmekte, yapımcı şirketin ayar­
kılmış izleyicinin bu açlığının tecimsel
ladığı bir işte çalışmakta ve hükümet ta­
kanallar tarafından manipule edilmesi­
rafından belirlenmiş asgari gelir düzeyi
nin de bir sonucudur (ayrıca bkz. İnal,
olan 120 Milyon maaş ile bir ay zarfında
2001). Üstelik Annette Hill ve Gareth
geçinmeyi denemektedir. Yarışmanın
Palmer'in de belirttiği gibi, bu melezlik
birincisi asgari geliri en az harcama ile
seyirci sayısını artırma stratejilerinin bir
değerlendirerek o ayı tamamlayan kişi
sonucu olarak çeşitli zevklere hitap ede­
olmaktadır. Bu yarışma programında
ceği düşünülen farklı televizyon türleri­
ahlaklı olmak ve mali tutumluluk gibi
ni usturuplu bir biçimde bir araya getir­
değerler teşvik edilmektedir. Bu tür de­
me sanatıdır (Hill ve Palmer, 2002: 251).
ğerleri teşvik eden bir söylem genellikle
Türsel melezliğin bir kaynağı da, Nor-
alt sınıf aileleri ve toplumun diğer yok­
man Fairclough'a göre enformasyonun,
sul kesimlerini işaret etmektedir. Böyle-
gerçeklerin, dramatizasyonun ve kur­
ce bu yarışma programının katılımcıla­
maca olanın; kamusal ve gündelik yaşa­
rı, bir anlamda en sınırda yaşamaya zor­
mın dilinin bir arada kullanılması ve en
lanan sıradan ve kanaatkâr Türk insanı­
nihayetinde gerçek ve kişisel anlatıların
nı temsil etmektedir. Bu yarışma prog­
biraradalığında yatmaktadır (aktaran
ramının melezliği güçlü telegörsel söy­
Bondebjerg, 1996).
lem ile yoksulluk /yoksunluk söylemini
İlk dönem reality shovv'lar ve gerçek
biraraya getirmesinden kaynaklanmak­
televizyonu olarak sunulan uluslararası
tadır. Bu şekilde, ortaya çıkan yeni yıl­
Big Brother formatının adaptasyonunun
dızlar yalnızca gündelik yaşamlarında
ortaya çıkışı arasında geçen zaman zar­
görüntülenmekle kalmamakta, aynı za­
fında Türkiye'de televizyon izleyicisi
manda da hayatta kalma mücadelesi
bir takım "gerçek televizyon denemele­
vermektedir. İzleyici ise tüm bunların
ri" ile tanışmıştı. Bunlar büyük çoğun­
bir oyundan başka bir şey olmadığını
lukla "yerel" üretimlerdi, diğer bir de­
unutmakta, yarışmanın katılımcılarını
yişle Türkiye'de geliştirilmiş olup ve
ve onları "zor yollarında" desteklemek­
Binark-Kılıçbay ■Türkiye'de Gerçek Televizyonu ve Telegörsel Kimlikler • 77
tedir. Üstelik, bu program ekonomik bir
da her iki programda da temel türsel
kriz yaşayan gerçek ve sıradan Türk in­
özellikler aynıdır. Ancak, Jane Roscoe,
sanını temsil ettiği iddiasındadır. Bu
coğrafi konumlandırmaya rağmen ulus­
gerçek televizyon örneği aynı zamanda,
lararası bir format olan Avustralya Big
asgari ücretle insani düzeyde yaşama­
Brother'ımn yine de "ulusal bir şey" ol­
nın mümkün olabileceğini ortaya koya­
duğunu iddia etmektedir (2001: 475).
rak, asgari ücretle geçinmeye çalışanla­
Benzeri bir şekilde, Ib Bondebjerg de
rın zam taleplerini geçersiz kılmaya da
gerçek televizyonun "oldukça kü-yerel
hizmet etmektedir. Bu geçersizlemeyi
bakış açısı ile küresel bir formatı birleş­
meşru kılan ise asgari ücretle yaşamayı
tirdiğini" öne sürmektedir (2002: 159).
başaranların "gerçek" insanlar olması­
Bu çalışmada da BBG'nin birçok ulusal
dır.
özelliği içerdiğini, bunlardan ötürü de
120 Milyon adlı yarışma Türkiye'de­
ki yeni melez televizyon türünün bir ör­
neği olarak oldukça yüksek bir izlenme
oranına erişti. Yarışmanın katılımcıları­
nın kamera tarafından gözetlenmesi, ge­
rek 120 Milyon gerekse Big Brother, Taxi
Orange adlı uluslararası örnekler ile Biri
Bizi Gözetliyor (BBG) adlı yerli yapımın
ortak özelliğidir.
izleyicinin yaygın beğenisini kazandığı­
nı düşünüyoruz. Bu yerel bağlantıları
izleyici ulusal değer ve karakteristikler­
le kolayca ilişkilendirebilmektedir. Böylece BBG, uluslararası örneklerinden
farklılaşmaktadır. BBG'nin farklılıkları
sadece ulusal özellikler içermesinden
kaynaklanmamaktadır. Bunun yanısıra,
bazı teknik özellikler ve yapım süreci ile
de ilgili farklar bulunmaktadır. Örne­
ğin, özgün formatın yapımcıları, Hol­
Biri Bizi Gözetliyor
landa Endemol şirketi, shovv ile izler kit­
le arasında yaygın ve yoğun bir etkile­
Türkiye'ye özgü olan reality shovv
şimden yana değildir. Buna karşın En-
ve küresel gerçek televizyon arasındaki
demol'un Amerikan ortağı, shovv'un
fark ile Türkiye'deki izleyici 2001 yılın­
daha yaygınlaşmasından yanadır (And-
da tanıştı. Bir Avusturya yapımı olan
rejevic, 1996:106). Big Brother'm bir çok
Taxi Orange'm yerli uyarlaması BBG, Big
ulusal örneğinin resmi web sayfası var­
Brother'dan bazı yönleri ile farklı idi.
dır ve bu sayfalardan izleyiciler 24 saat
BBG'de oylama ile ilgili bazı düzenle­
shovv'u canlı olarak izleme olanağına
meler ile yarışmacıların yapmakla yü­
sahiptirler. BBG'nin Türkiye'deki ya­
kümlü oldukları taksi şoförlüğü görevi
pımcı firması Senkron, şimdiki adı ile
Big Brother'dan farklıdır. Bunların dışın­
Sinevizyon Şirketi, programı önce şifre­
78 ■iletişim : araştırmaları
li ve paralı olan Digiturk adlı ilk dijital
(Star TV) BBG ile transfer oldu ve Star
kanalda 24 saat canlı olarak sundu. Ay­
TVnin kardeş kanalı olan Kanal 6'da
rıca programı on-line olarak web üze­
BBG hem kesintisiz hem de ulusal öl­
rinden izlemek de mümkündü. Ancak
çekte yayınlanmaya başladı. Bu değişik­
Digiturk, ücretsiz ulusal kanalların ya­
lik BBG'nin Türkiye'deki tarihinde yeni
nında ücretli olması nedeni ile yeterince
bir dönemin başlamasına yol açtı. Artık,
yaygmlaşamadığı için kesintisiz, diğer
BBG katılımcılarının tüm yaşamı izleyi­
bir deyişle kurgulanmamış BBG izleyi­
ciler tarafından takip edilebilmekteydi.
ciye ulaşamadı. İzleyici ücretsiz ulusal
Öyle ki izleyiciler bu yeni yıldızları 24
kanal olan Show TV de programın şir­
saat izlemekten çok hoşlanmışlardı ve
ket tarafından yapılandırılmış versiyo­
ilk iki bölüme kıyasla BBG 3 yeni an­
nunu izlemek zorunda kaldı. Bunun is­
lamlar yüklendi ve toplumsal bir olguya
tisnaları, eleme akşamları ile ana-yayın
dönüştü. İlk iki BBG'de, yapım şirketi
kuşağındaki canlı yayınlardı. Bu şekilde
izler-kitleyi evin karakterleri, olayları ve
BBG izler-kitle arasında giderek popü­
tartışmalar üzerine yaptığı kurguyla
lerlik kazandı.
belli bir anlamlandırma stratejisine doğ­
BBG'yle bağlantılı olarak dört dö­
nem yayınlanan 27 günlük program,
Orada Neler Oluyor (ONO), genel olarak
özgün Big Brother formatmm özellikleri­
ne sahiptir: yarışmacılar arasından biri­
si halk oylamasında en yüksek oyu al­
makta, barajdakileri eleyememekte ve
gitmesini istediği yarışmacıyı açıkla­
makta, diğer yarışmacılar da bu kararı
oylamaktadır. İlk iki dönem BBG ve
ru yönlendiyordu. Ancak programın
kesintisiz izlenebilmesi ile izler-kitle ye­
ni anlamlandırma pratikleri geliştirdi,
hatta BBG 3 ile birlikte hayranlık olgusu
ortaya
çıktı.
Bu
hayranlık
olgusu
BBG'nin izleyen dönemlerinde artarak
yaygınlık kazandı. Bu çalışmanın ilerle­
yen bölümlerinde gerçek televizyona ve
hayranlık olgusuna daha ayrıntılı eğile­
ceğiz.
ONO'dan kurgulanmış görüntüler haf­
BBG'de genel olarak oylama sistemi
ta içi her gece bir anlatıcının sesinin ve
Türkiye'nin yedi bölgesine göre ayrılmış
alt yazıların eşliğinde gösterildi. BBG ve
olup, telefon ya da cep telefonu mesajı ile
karakterleri kısa sürede izleyicilerin
katılımcıların
gündelik yaşamlarında sohbet konusu
gönderilmiş oyların dağılımı şeklinde
haline geldi. Senkron bu yayın stratejisi­
gerçekleşmektedir. BBG l'd e izleyiciler
yarışma
numaralarına
ni BBG'nin ilk iki dönemi boyunca sür­
en beğendikleri yarışmacılara oy verir­
dürdü. Mart 2002'deki üçüncü dönem­
ken, oylamada Batı ve Doğu bölgeleri
de yapım şirketi yeni bir ulusal kanala
arasında bir karşıtlık ortaya çıkmıştır. Bu
Binark-Kılıçbay ■Türkiye'de Gerçek Televizyonu ve Telegörsel Kimlikler • 79
da evin yüksek eğitimli bir yarışmacısı­
BBG 2'de oylama sisteminde bir de­
nın, diğer bir yarışmacıyı "kültürel ser­
ğişiklik yapıldı ve Türkiye'nin yedi böl­
mayeden yoksun" olmakla eleştirmesi­
gesine Almanya'da yaşayan Türklerden
nin, yapım şirketi tarafından "Doğulu ol­
gelen oylar da eklendi. BBG 2'yle birlik­
makla” eleştirdiği şeklinde kurgulaması
te eşcinsellik, yarışmacılar arasında
üzerine gerçekleşmiştir. Üstelik eleştiri­
mahrem ilişkiler gibi yeni tartışma ko­
len yarışmacı "gerçek" Doğulu değildir.
nuları izler-kitlenin gündemine dahil
Ancak, izleyicilerden bu eleştiriye karşı
oldu. Özellikle "erkek gibi erkek olmak"
gelen tepki üzerine, daha sonra oy kaygı­
ya da "erkek adam olmak" söylemi evin
sı ile bu role soyunduğu ortaya çıkmıştır.
eşcinsel yarışmacısına karşı kullanıldı.
BBG 1 egemen ahlaki değer yargıları ve
Bu söylem üzerine karakterizasyonunu
egemen toplumsal cinsiyet rollerinin
temellendiren yarışmacı ise en nihaye­
hem katılımcılar hem de izleyiciler tara­
tinde büyük ödülü kazandı. BBG 2 ayrı­
fından sorgulanmasına yol açmıştır. BBG
ca adeta çokkültürlü ve çok renkli bir
l'de bir de yıldız doğmuştur: şarkıcı ada­
topluluk yaratımı idi: yarışmayı kaza­
yı Tarık evden elendikten sonra hemen
nan Edi Ermeni kökenli ve inanmış
bir albüm çıkartmıştır. BBG 1 tamamla­
Hristiyan; yarışmanın üçüncüsü Ali Af­
dıktan sora, evin katılımcılarının hepsi,
rika kökenli siyah Müslüman; yarışma­
kameralar ile gözetlenen bir teknede yaz
nın İkincisi olan kadın katılımcı Hacer
tatili adı altmda tekrar bir araya getiril­
ise taşranın temsilcisi idi. Hacer de BBG
mişlerdir. Bu yeni yarışmanın adı Orada
2 bittikten sonra bir albüm hazırlayarak,
Neler Oluyor'dur. ONO'da yarışmacıla­
yıldızlar dünyasına dahil olmaya çalıştı.
ra bir araba vaad edilmekteydi. Aslında
ONO 2 ise BBG 1 ve BBG 2 yarışmacıla­
BBG yarışmacılarının evde kalan hesap­
rını bir araya getiren bir kış evi şeklinde
larının ONO'da görülmesi yarışmanın
tasarlanmıştır. Yarışmacılar yine bir ara­
asıl amacı idi. Daha önce de belirttiğimiz
ba için birbirleri ile kameraların gözeti­
gibi
formatına
minde rekabet etmektedir. ONO 2, di­
BBG'den daha yakındı. Çünkü ONO'da
ğer BBG bölümlerine ve ilk ONO'ya gö­
tıpkı Big Brother'da olduğu gibi yarışma­
re medyada çok daha fazla tartışılmış,
cıların dış dünya ile teması yoktu. Yarış­
görünürlük kazanmış ve metinlerarası
macıların dış dünyayla ve hayranlarıyla
olarak diğer medya metinlerinde dolaşı­
temaslarının olmaması, "gerçekliğin"
ma girmiştir. Bunun nedenleri; BBG l'in
kendi içlerinde oluşturulmasına ve dışa­
birincisi ve İkincisi olan yarışmacılar
rıdan gelen müdahalelere kapalı hale
arasındaki rekabet, başta erdemli ve etik
gelmesine yol açmıştır.
sahibi olmak gibi değerlerin yarışması­
ONO,
Big
Brother
80 ■iletişim : araştırmaları
na dönüştürülmüş olması ve BBG 1 evi­
rilmekte ve bu paketi gerek internetteki
nin birincisi 19 yaşındaki Melih ile yine
tartışma gruplarının, gerekse yarışmacı­
BBG 1 evinin yarışmacısı olan 35 yaşın­
ların hayran gruplarının gündemini
daki Hülya arasındaki aşk macerasının
oluşturması için dolaşıma sokmaktadır.
medya skandali haline gelmesidir. Hül­
GD bu sürecin başlıca aracı olarak işlev
ya, iki çocuk sahibi bir dul olması ile
görmektedir.
tabloid medya tarafından hemen nesneleştirilmiştir. Hatta bu "skandal ilişki"ye
paparazzi programlarının yanısıra ciddi
tartışma programlarında dahi yer veril­
miştir. ONO 2'nin sonunda "oğlan" tara­
fının ailesi bir basın açıklaması düzenle­
yerek, örnek Türk genci olan oğulları­
nın "o kadın" ile hiç bir şekilde ilişkisi­
nin olmadığını ve Hülya'nm medyada
gündeme gelmek için bu ilişkiyi "uy­
durduğumu iddia etmişlerdir. Buna
karşın birçok kadın izleyici de Hül­
ya'nm tarafını destekleyerek, erkek ege­
men değerler tarafından ikincil konuma
atıldığını düşündükleri yalnız kadınla
dayanışma içine girmiştir. Ayrıca bu
"skandal'i başlatan ve medyaya yansı­
tan kadın yarışmacı, Herşeye Rağmen
adını koyduğu bir kitap yazarak tüm
ilişkiyi ayrıntısı ile anlatmıştır.
BBG 3 boyunca, hayran toplulukları
programın -kendileri için- anlamını ve
yarışmanın gerçekliğini giderek daha
fazla yorumlamaya başlamışlardır. BBG
3 ile birlikte "erkek gibi erkek olmak”
söylemi, evin bir kadın yarışmacısı tara­
fından "erkek gibi kadm olmak" şekline
dönüştürülmüştür. Evin yarışmacıları
arasmda; eskiden televizyon haberi su­
nucusu olan ve yarışma başladıktan son­
ra medyada sinirli ve hırçın genç bir ka­
dm olarak tanımlanan Gaye; ideal ve ör­
nek Türk genci olarak sunulan turist
rehberi genç bir erkek, Kaan; alt sınıftan
eğitimsiz genç bir otobüs şoförü, Hakan;
evin sakinlerinden saygı görme(me) kri­
zi içinde emekli banka memuru yaşlı bir
adam, Coşkun; üniversite mezunu orta
sınıftan üç genç kız, şarkıcı adayı genç
bir erkek, öğretmenlik mesleğinin adayı
BBG 2 ile birlikte ardışık yeni bir alt
olan amatör şair genç bir erkek, manken
program ortaya çıkmıştır: Görmedikleri­
olmak arzusu taşıyan Doğulu işsiz mü­
niz Duymadıklarınız (GD). GD'de evden
hendis genç bir erkek ve kendisinin
elenen yarışmacı, sunucu ile birlikte,
"asıl" dürüst Doğulu olduğunu iddia
evin karakterleri arasındaki konuşmala­
eden üniversite öğrencisi genç bir erkek
rı ve gelişen olayları yorumlamaktadır.
gibi renkli karakterler vardır. BBG 3 ile
Evin karakterleri arasındaki olaylar ya­
izleyiciler yeni etik değerlerin çekişme­
pımcı şirket tarafından öykülendirilerek
sine, daha doğrusu çatışmasına tanık ol­
ve yorumlanarak bir paket haline geti­
muştur. Bu etik değerler dürüstlük, sa­
Binark-Kılıçbay ■Türkiye'de Gerçek Televizyonu ve Telegörsel Kimlikler • 81
mimi olmak, içtenlik, "kameraya konuş­
evişini yapmayı kabul etmeyen, tüm iş­
mamak" ve politik doğruluk şeklinde
lerini etrafına toplanmış genç kadınlara
kurulmuştur. Ezilmeye karşı direnişin
yaptıran, birçok kez okul değiştiren
bir simgesi haline dönüştürülen Gaye ile
"mahallenin harbi delikanlı" genç erkeği
politik doğruluğun temsilcisi olan Kaan
Uğur; daha sonra diplomasının sahte ol­
arasındaki rekabet bu değerlerin tanımı
duğu ortaya çıkan sözde psikolog genç
ve pratiğe geçirilmesi üzerine ortaya çık-
bir erkek Murat; şarkıcı adayı Karade­
mıştr. Agresif ve uzlaşmaz olma ro-
nizli genç bir kadın Özlem; 50 yaşların­
lü(nü) üstlenen Gaye daha sonra kendi­
da emekli bir öğretmen kadın Tülin; il­
sine rakip olarak kurulan Kaan’ı "karı gi­
kokul öğretmeni genç bir erkek Hakan;
bi” olmak ile suçlamış, böylece ataerkil
askerliğini yeni bitirmiş genç bir erkek
söylem ve örüntülerin kadmlara yükle­
Bleda, bir kasap, ve kendini evin "hanı-
diği tüm önyargıları üretmiştir. Yarış­
mağası" olarak konumlandıran İstan­
mayı kazanan ve örnek Türk genci şek­
bullu orta sınıftan bir ailenin manken
linde sunulan Kaan ile doğru olmayan
adayı genç kızı. Hayran toplulukları,
bir erilliği üstlenen Gaye arasındaki tar­
BBG 3'te yarışan otobüs şoförü Ha­
tışmalar ise yapımcı şirket tarafından
kan’ın yarışmanın büyük ödülünü ka­
sürekli olarak gösterilmiştir. Bu tartış­
zanmasını arzu ettiklerini dile getirdik­
maların altı, programın sunucusu tara­
leri için, BBG 4'te yarışmanın birincisi
fından özellikle çizilmiş, izler-kitle "ör­
olarak annesi ev kadını babası ise emek­
nek Türk genci ve aile evladı" olma tar­
li bir işçi olan ilkokul öğretmeni genç er­
tışması içine özellikle çekilmeye çalışıl­
kek yarışmacı desteklenmiş ve bu kişi
mıştır. BBG 3 yarışmacılarının tekrar bir
BBG 4'ün birincisi olmuştur. Bu yarış­
araya getirildiği, ONO 3'te ise ilk kez ya­
mada evin karakterleri arasındaki kar­
rışmacılar arasında sözlü şiddeti aşan fi­
şıtlık ve dramatizasyon politik doğru­
ziksel şiddet olayları gerçekleşmiş ve bu
luk ve cinsiyetlerarası çatışmalar düze­
nedenle üç yarışmacı oyundan diskalifi­
ye edilmiştir. Kalan yarışmacılar arasın­
da ise, "hesaplarım göremeyen" ve dis­
kalifiye olan yarışmacıların hesapları
söylem düzeyinde ve yarışmanın ardın­
dan gelen başka medya metinlerinde de­
vam ettirilmiştir.
yinde değil, eğitimli olmak ile olmamak
arasında kurulmuştur. Bu yarışmada
"delikanlı" rolündeki genç erkek yarış­
macı, kendisi gibi düşünmeyen diğer
yarışmacılara yönelik tehditkâr ve şid­
det edimi içeren davranışlarından dola­
yı diskalifiye edilmiştir. Onun diskalifi­
BBG 4'te ise karakter oluşumu en il­
ye edilmesi ile "misyon"unu, manken
ginç bileşime sahiptir: ev içinde hiç bir
adayı genç kız üstlenmiş ve yarışmayı
82 - iletişim : araştırmaları
Nuran
gruba ayrılmış yarışmacıları destekle­
Erol'un da tartıştığı gibi delikanlılık her-
yen hayran toplukları da bu yarışmacı­
şeyden önce ben ve öteki ayrımını üret­
ları farklı beğenileri temsil ettikleri için
ikincilikle
tamamlamıştır.
mekte ve dürüstlük, "erkekliğiyle övün­
tutmuş, her yarışmacının kimliğinde ise
mek", "mazlumdan yana olmak", "tali­
yukarıda kısaca bahsedilen iki farklı
mat verici olmak" gibi erdemlerin üzeri­
toplumsal beğeni düzeyleri materyal ve
ne dayanmaktadır. Delikanlılığın kendi­
simgesel olarak ifadelerini bulmuştur.
ne özgü bir dili olduğunu vurgulayan
BBG dizisinin sonuncu dönemi olan
Erol, bunun doğal kabul edilen bir er­
BBG 5'te ise, yapım şirketinin adlandır­
keklik modeli olduğunu söylemektedir
masıyla "beş yıldızlı BBG'de" yarışmacı­
(2001). Ön planda olmayan BBG 4 yarış­
lar orta sınıftan yetişkinler arasından se­
macıları arasındaki sözlü şiddet, hayran
çilmiştir. BBG 5'te yeniden "mozaik Tür­
topluluklarına da taşınmış, diskalifiye
kiye” söylemine geri dönülmüştür. Er­
edilen delikanlı Uğur ve hayran kitlesi,
meni kökenli Viken; Yahudi kökenli Be­
yapım şirketinin çalışanlarını sözlü ve
ni; Almanya doğumlu genç kadınlar,
fiziksel olarak rahatsız etmiştir. Adli bir
mankenlik yapan boşanmış bir genç ka­
davaya dönüşen bu anlaşmazlıklar ne­
dın Belma, boşanmış orta yaşlı bir
deni ile, ONO 4 gerçekleşmemiştir. BBG
adam, tiyatro oyuncusu genç bir kadın,
4'teki bu olaylar nedeni ile bir sonraki
beden öğretmeni genç bir kadın, taşralı
bölümde, katılımcılarının yaşı yükseltil­
muhafazakar işsiz arkeolog erkek, işsiz
miş ve yüksek eğitimli olma şartı getiril­
üniversite mezunu genç bir erkek, şarkı­
miştir. Sonuç olarak, BBG 4 toplumun
cı adayı genç bir erkek ve genç bir ka­
iki farklı kültürünün beğenilerinin çatış­
dın, yarışmacı grubunu oluşturmakta­
ması haline gelmiştir: delikanlılık kültü­
dır BBG 5'in en önemli özelliği oylama
rünü imleyen beğeniler ve seçkin kültü­
sistemindeki değişikliktir. Halk oylama­
rü imleyen beğenilerin. Pierre Bourdi-
sı ile haftanın birincisi, evden kimin a y -.
eu'ye göre "beğeni", belli bir sınıfın ya­
rılacağına karar vermekte, ancak evin
şam biçemi ve farklı tercihlerinin birliği­
sakinleri de onun kararını oylamakta­
ni materyal ve simgesel olarak ifade
dır. Bu döneme kadar evi terk edecek
eden örüntülerdir (2002: 173). Bourdi-
yarışmacının kim olacağına haftanın bi­
eu'yü izleyen Dell, beğeni ve toplumsal
rincisi karar vermekteydi. BBG 5'in bi­
farklılaşma arasındaki ilişkiye dikkat
rincisi Viken olmuştur. ONO 4'ü ise
çekerek, "... beğeni, toplumsal farklılık­
seksapelini öne çıkartan ve bu yönüyle
larının
demektedir
hem hayran kitleleri tarafından hem de
(1998: 91). BBG 4 boyunca neredeyse iki
diğer medya metinlerinde gündüme ge­
işaretleyicisidir"
Binark-Kılıçbay ■Türkiye'de Gerçek Televizyonu ve Telegörsel Kimlikler • 83
len Belma olmuştur. ONO 4'te yarışma­
"genel ahlaki kuralları, toplumun huzu­
cılara "düşlerinin gerçek olacağı" vaade-
runu ve Türk aile yapısını bozduğu" için
dilmiş, dolayısı ile yarışmayı kazanan
yayından durdurma cezası verdi. Bazı
Belma'nın eline, yarışmanın sunucusu
köşe yazarları bu cezayı desteklediler.
Öykü tarafından "televizyonun yıldızlar
Bir köşe yazarı, bu programdaki katılım­
dünyasına hoş geldiniz" sertifikası veril­
cı gençlerin "Türk gençliğini" temsil et­
miştir.
mediğini yazdı. RTÜK de bu programın
gençlerin ahlakım bozduğunu ve gayriahlaki ilişkilere gençleri yönlendirdiğini
Toplumsal Tepkiler
ve Medyadaki Tartışmalar
açıkladı. Show TV ise programa yönelik
yapılan bu eleştiri ve suçlamalara, prog­
BBG l'in büyük başarısı toplumda da
ramın en az onyedi ülkede yayınlandığı­
birçok şekilde yankı buldu. Bazı gruplar
nı ve bu yerlerde programın "gayri ahla­
sadece "oyun" ve bu oyun ile birlikte or­
ki" bulunmadığını açıklayarak tepki ver­
taya çıkan telegörsel kimlikler ile ilgilen­
di. RTÜK ise ülkenin her yanından 2817
diler. İnternette BBG'nin yarattığı tele­
izleyici telefonu aldıklarını ve izleyici
görsel kimlikleri tartışan forumlar ortaya
tepkilerinde programm gece yarısı göste­
çıktı. Hatta bir grup üniversite öğrencisi
rilen erotik programlarla birlikte geç sa­
Haziran 2001'de yapımcı şirket aleyhine,
atlerde yayınlanmasının talep edildiğini
destekledikleri yarışmacılar için yapılan
oylamada "şeffaflık çağrısında" bulunup,
RTÜK'e iletilmek üzere imza kampanya­
sı başlattı. Muhafazakar görüşlü partile­
rin temsilcileri ise katıldıkları tartışma
programlarında bu program türünün
"Türk örf ve adetleri ile aile yapısı ile
bağdaşmadığım" ve "Türk ahlaki değer­
lerine zarar verdiğini" öne sürdüler. Ha­
ziran 2002'de ise günlük anaakım ulusal
bir gazetedeki köşe yazarı, kendisine ge­
len bir üniversite öğrencisi mektubunu
değerlendirerek, bu programm yayından
kaldırılması için imza kampanyası baş­
açıkladı. Tüm bu tartışmalar devam
ederken, RTÜK'ün kararı İstanbul'daki
bir iletişim konferansında "sansürün geri
dönüşü" olarak sert bir biçimde eleştiril­
di. Nisan 2002'de, artık BBG'nin üçüncü
dönemine gelinmişti, RTÜK ilk yayın
durdurma kararma benzer bir şekilde yi­
ne yayın durdurma kararı aldı. Ancak bu
kez kararına şu cümleyi de ekledi: "Ya­
rışmacılar komünal bir yaşam sürmekte­
dir. Show, gençlerin para ve şöhret ka­
zanmak için her şeyi yapmalarımn mübah olduğu sanal bir yaşam tarzı yarat­
maktadır."
lattı. Bunların yanısıra, RTÜK Show
BBG "toplumsal ve kültürel bir olgu"
TV’ye, bu programın yayınından dolayı
olarak ulusal gazeteler ve dergilerde ol­
84 ■iletişim : araştırmaları
dukça kapsamlı bir şekilde tartışıldı. Ba­
eleştirileri genellikle programın doğası­
zı köşe yazarları BBG olgusu ile yakın­
na yönelikti ve programın gözetlemeci-
dan ilgilendiler ve Türkiye'de nasıl ve
liği teşvik etmesinden, anlık şöhretler
neden böyle bir olgunun ortaya çıktığı­
yaratmasından, "içi boş" konuşmalar­
nı tartıştılar. Bu köşe yazarlarının
dan dolayı eleştirmekteydi. Milliyet ga­
BBG'ye bakış açısı genel olarak olumsuz
zetesinin günlük televizyon eleştirmeni
idi. Hatta bir köşe yazarı BBG'nin gün­
ise köşesinde, taşralı iki kadının "med-
delik yaşam pratikleri ile kaynaşmış
yatik olarak şöhretlenişini" karşılaştırdı:
neo-liberal değerlerin vücut bulmuş ha­
biri küçük bir köyde doğup büyüyen ve
li olduğunu öne sürüp, dedikodu yap­
Türkiye'nin ilk Kış Olimpiyatlarına ka­
mak ya da dans etmekten başka hiçbir
tılan kadın sporcusu iken, diğeri BBG
şey yapmayan sıradan insanların ekran
2'nin şarkıcı adayı Hacer idi (Sina Ko-
içinde görünürlülük kazanmasının, "gö­
loğlu Milliyet 1 Ocak 2002). Bazı köşe
nüllü işkence toplumu"nun kültürünü
yazarları için BBG, "yanlış idealleri"
işaret ettiğini yazdı (Ece Temelkuran,
temsil etmekteydi ve kültürün banalleş-
Milliyet 17 Mart 2002). Bu yeni kültür;
mesine
okumaktan, üretmekten ziyade tüketme
BBG'yle ilgili iki düzeyde tartışmaların
eğilimi içinde bulunan, entelektüel bir
yürüdüğünü iddia eden bir köşe yazarı­
birikimden ziyade bedenin teşhirine
önem veren gençliğin yaşam biçiminin
bir göstegesi olarak yorumlandı. Bir kö­
şe yazarı da BBG'nin bir yarışmacısının
sözlerini aynen alıntılayarak aktardı;
"Bugüne kadar çok şey yaptım: dans,
aerobik, müzik, m odellik..." Köşe yaza­
rı yarışmacının kendine yönelik değer­
lendirmesini/kıymet biçmesini ise şu
şekilde yorumladı: "hiçbir şey yapma­
mak" (Perihan Mağden, Radikal 19 Ma­
yol
açıyordu.
Son
olarak,
nın değerlendirmesini aktarmak istiyo­
ruz: Bu köşe yazarına göre, "resmi" dü­
zeyde BBG ile ilgili herhangi bir tartış­
ma yapılmamaktadır, çünkü "Türki­
ye'de ondan daha önemli sorunlar var­
dır"; ikinci yani "sivil" düzeyde ise izle­
yiciler BBG'nin ortaya çıkarttığı yeni
yıldızları gündelik yaşamlarına, sohbet­
lerine dahil etmektedir (Ece Temelku­
ran, Milliyet 19 Ekim 2001).
yıs 2001). Bir başka köşe yazarı ise Tür­
BBG olgusunun toplumda ve med­
kiye'nin "modernleşmeden önce post-
yadaki bu yansımaları, BBG evi ve aslın­
modernleştiğini" yazarak, bu olguyu
da ondan çok daha önce özel tecimsel
"bir ulusun uyanışı" olarak kinayeli bir
televizyon yayıncılığının başlaması ile
şekilde değerlendirdi (Ece Temelkuran,
izleyicilerin gündelik yaşamlarına ve iz­
Milliyet 19 Ekim 2001). Diğer medya
leme pratiklerine dahil olan mahrem
Binark-Kılıçbay ■Türkiye'de Gerçek Televizyonu ve Telegörsel Kimlikler • 85
alanın popülerleşmesi olgusu ile sıra­
dan insanların tele-görsel kimliklere
dönme arzusunu, bu arzunun ardında
yatan Türk toplumundaki ekonomik ve
siyasal söylem ile yapıların dönüşümü­
ne ayak uydurma olgusunun farkına
varmamıştır. Toplumdaki ve medyada­
ki gerçek televizyona yönelik bu değer­
lendirmeler, Ernest Mathijs'in Belçi­
ka'daki Big Brother'm medya metinlerin­
Birileri Bizi İzliyor:
BBG ve Hayran Kitlesi Olgusu
Türkiye'de hayranlık olgusu çoğun­
lukla bir spor takımını tutanlar ya da
belli bir tür müzik sanatçısını izleyenler
arasında görülür. Ancak BBG'nin ortaya
çıkışından sonra, yeni bir tür hayran
kültürü ve hayran topluluğu olgusu da
gelişmiştir. Gerçek televizyonun anlatısal açıklığı ve melezliği izleyicilerin an­
deki alımlanması üzerine yaptığı çalış­
lam inşa etme sürecine bir çok şekilde
masında da ortaya çıktığı gibi, programı
katılabilmesine olanak sunarken, bazı
ya ahlaki değerlerin yozlaşması, ya da
izleyiciler de hayran topluluklarını
neoliberal kültürel değerlerin egemenli­
oluşturmuşlardır.
ği olarak iki kutuplu bir perspektiften
ele almıştır. Mathijs, bu medya metinle­
rinin, eleştirdikleri popüler metinleri
kullanarak kendilerinin de kaçınılmaz
bir şekilde popülerlik kazandığını ve bu
durumu kullandıklarını söylemektedir
(Mathijs, 2002). Bu çalışmada ise BBG
örneği ile Türk televizyonlarındaki ger­
çek televizyon gibi melez televizyon
Bazı BBG izleyicileri boş zamanları­
nı, hatta çalışma zamanlarını programı
mümkün olduğunca düzenli ve devam­
lı izlemeye adamışlardır. Buna ek ola­
rak, bu izleyicilerden bazıları BBG evin­
de gerçekleşen olayları ve karakterler
arasındaki ilişkileri tartışmak ve irdele­
mek üzere BBG ve ONO ile ilgili resmi
on-line tartışma gruplarına veya GD ve
türlerinin, toplumdaki ekonomik, siya­
Ateş Hattı gibi tartışma programlarına
sal ve kültürel dönüşümlere koşut ola­
doğrudan ya da telefon aracılığı ile ka­
rak telegörsel kimliklerin üretimini han­
tılmışlardır. Daha önce kısaca bahsedi­
gi mekanizmalar aracılığı ile gerçekleş­
len GD, hayran toplulukları olgusunun
tirdikleri İncelenmektedir. Telegörsel
en açık şekilde ortaya çıktığı program­
kimlikler tanımlaması ile, geleneksel yıl­
dır. Her hafta GD'ye evde elenen yarış­
dızlık sisteminden farklı olarak, medya­
macı konuk olarak katılmakta ve evin
da görünürlüğe ve anlık parlamalara
sakinleri, özellikle de rakip/rakibeleri
bağlı olan, geçmişi ve geleceği olmayan,
ile ilişkileri adeta masaya yatırılmakta­
sürekli şimdide kurulan kimlikleri ifade
dır. BBG 3 ile birlikte GD'de formatm
ediyoruz.
değişmesi saptaması üzerinde durulma-
86 • iletişim : araştırmaları
İldir. GD programında, gerek stüdyo iz­
siyle çeşitli buluşmalar düzenlemişler­
leyicileri gerekse telefon ile programa
dir. Daha önce bahsedildiği üzere, BBG
canlı olarak bağlanan izleyiciler, BBG
l'deki bir hayran topluluğu, oylama sis­
evi ve karakterleri, oyundan elenen ka­
teminin şeffaflaşmasına yönelik olarak
tılımcılar hakkında yarışmanın sunucu­
yapımcı şirket aleyhine imza kampanya­
sunun eşliğinde konuşmakta ve fikir
sı dahi düzenlemiştir. GD’ye katılan
yürütmektedirler. Böylece yarışmacıla­
hayran toplulukları stüdyo dışında da
rın medya performansları hayran toplu­
etkinliklerine, biraradalıklarına devam
luğu tarafından doğrudan değerlendi­
edebilmek için bir iletişim ağı oluştur­
rilmeye açık hale getirilmiş ve GD ka­
muştur. Özellikle programın resmi in­
musal bir tartışma alanı haline dönüş­
ternet sitesi ve hayran topluluklarının
müştür. Kamusal alanda görünürlük
üyelerinin yaptıkları ve yarışmacıya
kazanıp fikir beyan eden bu hayran top­
adadıkları web siteleri bu iletişimin ku­
luluklarını "yorumlayıcı topluluklar"
rulduğu yerler olmuştur. Nancy Baym,
olarak adlandırabiliriz. Bu sayede, hay­
bilgisayar dolayındı iletişim ortamında
ran toplulukları, yapımcı şirket tarafın­
hayran topluluklarının program hakkın­
dan metinlere yapıştırılan anlamlara
da çeşitli bilgileri paylaştıklarını, olay
karşı, kendi yeğledikleri anlamları üret­
örgüsü ve karakterler hakkında spekü­
meye başlamışlardır. Üstelik programın
lasyonlarda bulunduklarını,programı
devam etmesi ile birlikte kendi tercihle­
eleştirip, yeniden öyküyü yazdıklarmı
ri ve anlam üretim pratiklerinde yalnız
belirtmektedir (1998:134). BBG evi ile il­
olmadıklarının da farkına varmışlardır.
gili hayran sitelerinde de benzer bir du­
GD'nin kendini adamış katılımcıları
rum söz konusudur. Sohbet konularını;
stüdyo dışında da ilişkilerine devam
yarışmacıların kim oldukları, yarışma
edebilmek için haberleşme grupları
öncesinde yaptıkları, yarışma evindeki
oluşturmuşlardır. Resmi on-line tartış­
faaliyetleri, söyledikleri sözler, diğer ya­
ma gruplarının da hayran toplulukları­
rışmacılarla ilişkileri ve gelecek beklenti­
nın ortaya çıkmasında yadsınamaz bir
leri gibi noktalar oluşturmakta ve diğer
rolü olmuştur. Bu tartışma gruplarının
görsel ve yazılı iletişim araçlarında ya­
katılımcıları sanal uzamın dışında bir
rışmacılar hakkında yer alan haberleri
araya gelerek, toplumsal bağlantılara
paylaşıp, bu haberler üzerine yorum
girmişlerdir. Örneğin, BBG l'deki yarış­
yapmaktadırlar. Programın, yapım şir­
macılardan biri olan Eray'ın hayran top­
keti tarafından çeşitli şekillerde kurul­
luluğu, yarışma süresince ağabeyi Ne­
masına, "gerçeğe benzer" bir kurgu ile
cati ile, yarışma bittikten sonra da iki­
belli bir öykünün izler-kitleye empoze
Binark-Kılıçbay ■Türkiye'de Gerçek Televizyonu ve Telegörsel Kimlikler • 87
edilmesine yönelik eleştirilerde bulun­
için bir duruş noktası çizmişlerdir. Ör­
maktadırlar. E-posta listelerinde ve soh­
neğin, BBG'nin üçüncü döneminde, ya­
bet odalarındaki bu söz-edimlerinde
rışmayı kazanan genç erkek yarışmacı­
belli bir yarışmacının hayranı olma kim­
nın (Kaan) hayran topluluğu, onun ar­
liğinde buluşup, ortak bir beğeni düze­
zusu üzerine, evdeki en yakın arkadaşı
yini paylaşıp, sanal toplumsal iletişimi
olan bir diğer yarışmacıya (Umut), gün­
gerçekleştirirler (Baym, 2000).
lük taksi görevine çıktığı zaman sürpriz
Bazı BBG yarışmacılarının hayranla­
bir doğum günü partisi düzenlemiştir.
rı yarışmacıya aşırı bir şekilde bağlan­
Yine BBG'nin üçüncü döneminde Ga­
mış, onun habitus'unu kendilerininkiler-
yenin hayran topluluğu da onun BBC
le, kendi arzu ve duruşları ile ilişkilen-
deneyimi ile adeta özdeşleşmiş, onur
dirmişlerdir. Pierre Bourdieu'nün kul­
diğer yarışmacılarına yönelik sinirli vı
landığı şekliyle habitus, bireylerin içine
uzlaşmaz tutum-tavırlarını destekleye
doğdukları çevrenin yanı sıra, toplum­
rek, bu şekilde medya mensubu olma is
sal sürecin ve pratiklerin konumlandır­
temine saygı duymuşlardır. Bu kadir
malarını imlemektedir, habitus, toplum­
yarışmacı "erkek gibi kadın" deyişinde
sal kimlik, düşünce, zevk ve alışkanlık­
dile getirilen güçlü ve ödünç alınmış bir
ların bir bütünüdür (Türkoğlu, 2003).
erilliğe sahip kadın imgesinin taşıyıcısı
habitus'la olan bu ilişkinin sonucunda,
olmuş, hayran topluluğunun bakış açısı
hayran kitleleri, tuttukları yarışmacıya
ile "örnek Türk kadını" olarak görülmüş
ilişkin enformasyon değiş-tokuşunda
ve gösterilmiştir. Bu yarışmacı, BBG 3'ü
bulunmuşlar, evde meydana gelen olay­
takip eden ONO'da mayo giymeyi red­
lar ve evin sakinlerinin eylemlerine iliş­
detmiş, hatta güneşlenirken bile t-shirt
kin ahlaki değerlendirmeler üretmişler­
ve bermuda pantolon kullanmıştır. Ga-
dir. Program sona erdikten sonra da, ya­
ye’nin mayo giymeyi reddetmesi, dini
rışmacının
izleyerek,
inancı ile ilgili değildir. BBG 3 evinde de
onunla iletişim içinde olmayı arzu et­
"kadınsı” bir tarzda giyinmeyerek, gün­
mişlerdir. Burada, hayran toplulukları­
lük spor erkek giysileri kullanmıştır.
nın kurulmasında ortaya çıkan en
Kullandığı sözlü dil ve başvurduğu be­
önemli öge, gerçek televizyonun bir
den dili pratikleri ile özellikle diğer ka­
özelliği olan konuşma ediminin kendisi­
dın yarışmacıları huzursuz etmiştir.
dir. Konuşma edimi aracılığı ile hem ya­
Onun bu tutum ve tavırları ise hayran
özel hayatını
rışmacılar hem de yarışmacıların hay­
topluluğu tarafından erkek egemenliği­
ran toplulukları kendi kişiliklerini, de­
ne karşı bir mücadele stratejisi olarak
ğer yargılarını açıklamışlar ve kendileri
yorumlanmış ve "cesaretinden" dolayı
88 ■iletişim : araştırmaları
alkışlanmıştır. Gaye'nin hayran toplulu­
tırılmalarıyla medyanın popüler kültü­
ğu onun kendi başına ayakta kalma
re eklediği bir süreci anlıyoruz.
"mücadelesi"ne büyük bir sempati duy­
muştur. Hatta bazı hayranları, ailesinin
evine giderek, yarışmacının tele-görsel
karakterinin bir benzeri ama daha genci
olan kızkardeşi ile paylaştığı yatak oda­
sını dahi ziyaret etmişlerdir.
Bu çalışmada hayran toplulukları­
nın, genel olarak kabul edilenin aksine
toplumsal olarak yalıtılmadıklarını
(Jenkins, 1992:76) düşünüyoruz. Hay­
ran toplulukları toplumsal ve kültürel
toplulukların içerisinde diğer hayran
GD'nin en ilginç özelliği, BBG hay­
toplulukları ile etkileşim içerisinde ku­
ran topluluklarının, yarışmacıların ya­
rulmakta ve şekillenmektedir. Metinle-
şamları ve kişilerararası ilişkileri hak­
rarasılık, hayranlık olgusunun gelişme­
kında özel alanı ilgilendiren konularda
konuşmak için açık bir meydan haline
gelmesidir. Türkiye'deki televizyon iz­
leyicisi için, "ciddi" konularda veya so­
runlarda "uzmanların" görüşünü dinle­
mek alışılmış bir şey iken, GD formatında sunulan tartışma ortamı oldukça
yenidir. GD ile, sıradan insanlar, sanki
hararetli siyasi bir tartışmanın içindey­
mişçesine diğer sıradan insanlar hak­
kında dedikodu yapmakta, konuşmak­
tadırlar. Sıradan "gerçek" insanların,
hakkında konuşulan şöhretler haline
gelmesi, Hill ve Couldry'nin çalışmala­
rında da vurgulanan bir olgudur (Co-
sinde güçlendirici bir rol oynamakta­
dır. BBG örneğinde oldukça geniş kap­
samlı bir metinlerarasılık sözkonusudur. Telegörsel kimliklerin kurulma­
sında sadece BBG evinin yarışmacı-sakinlerinin mahrem hayatlarını kamu­
sallaştırmaları değil, yapım şirketinin
bilinçli olarak başvurduğu metinlerarasılık uygulaması da önemli bir rol oy­
namaktadır. BBG örneğinde metinlerarasılık,
yapımdan /yarışma-oyundan
alınan kesitlerin farklı yapımlarda kul­
lanılması (örneğin ONO, GD, vd. ) ve­
ya farklı mecralarda bu kesitlerin dola­
uldry, 2002; Hills, 2002b). Bu canlı tar­
şıma girmesi şeklinde ortaya çıkmakta­
tışmalar hayran toplulukları ve anti-hay-
dır. BBG ile bağlantılı ve ardışık prog­
ran toplulukları için kendi anlam pratik­
ramların yanısıra paparazzi program­
lerini üretme olanağı sağlamakta ve ye­
larında, magazin programlarında, cid­
ni yıldızlık sistemine katkıda bulun­
di tartışma programlarında ve ana tele­
maktadır. Yeni yıldızlık sisteminden,
vizyon haberlerinde BBG karaketerleri
yukarıda bahsedildiği gibi, sıradan bi­
gündeme gelerek, BBG olay örgüsünün
reylerin medyada metinlerarası bir bi­
ve kurgusunun metinlerarası dolaşımı
çimde görünürlük kazanarak yıldızlaş-
gerçekleşmiştir.
Binark-Kılıçbay ■Türkiye'de Gerçek Televizyonu ve Telegörsel Kimlikler • 89
Metinlerarasılık aynı zamanda BBG
ranışlarını ve konuşmalarını yorumla­
evinin yarışmacı-sakinlerinin hayran
maya, benimsemeye, desteklemeye baş­
topluluklarının oluşmasına ve görünür
lamışlardır. Katılımcıların davranışları­
olmasına kaynaklık etmektedir. Özellik­
nı ve karşılaştıkları sorunları kendi top­
le BBG yarışmacı-sakinlerinin İnternet­
lumsal ve özel deneyimleri ile kıyasla­
teki forumlarında ortaya çıkan hayran
makta ve bazı ahlaki yargılar üretmek­
toplulukları, bu yapımı "delikanlı ol­
tedirler (Hill, 2000:198). BBG ile ilgili iz­
mak", "dürüst olmak" vb. ahlaki değer­
leyici tartışma programlarına mümkün
ler bağlamında tartışarak, yarışmacı-sa-
olduğunca iştirak etmeye çalışmakta­
kinleri ve sahnelenen yaşamlarını kendi
dırlar. Tincknell ve Raghuram'ın da be­
gündelik yaşamlarına dahil etmektedir.
lirttiği gibi, "izleyici sanki Big Brother
Bu çalışmada hayran topluluklarının,
gerçekten kurgusal bir drama imişçesi-
yarışmacı-sakinleri bu şekilde yaşamla­
ne karakterlerin herhangi birinden daha
rına dahil etmelerinin ardında 2000'li
fazla gerçekleşen olaylar hakkında bilgi
yılların başında neo-liberal ahlaki de­
sahibidir" (2002: 207).
ğerlere temellenen toplumsal beklenti­
lerin artık karşılanamasının yattığı ve
bundan ötürü de neo-liberal ahlaka
köklenen yeni tarz yaşamı gerçekleştir­
mede "en kısa" yolu uygulayan BBG evi
sakinleriyle bir tür empati ilişkisi kur­
dukları düşünülmektedir.
GD'nin diğer bir özelliği de hayran­
ların etkin bir şekilde katılımına olanak
vermesidir. Hayranların gerek GD'deki
gerekse on-line tartışma gruplarındaki
konuşmaları ve bu konuşmaların içeri­
ği, BBG evinin yarışmacılarına, düzenli
taksi görevi sırasında müşteriler tarafın­
BBG'nin hayranları on-line tartışma
dan nakledilmektedir. Genel izleyici de
gruplarında ve GD'de yapımcı şirketin
hayran izleyici de yarışmacıların taksisi­
yeğlediği anlam üretimine kendi yo­
ne müşteri olarak binebilmektedir. Böy-
rumları ile müdahale etmişlerdir. Bir öl­
lece yarışmacıya dışarıda neler olup bit­
çüye kadar, BBG'de gerçekleşen olaylar
tiği bilgisi, evdeki olaylar ile nasıl baş
ve yarışmacıların karakterizasyonu üze­
edeceği, hatta oylamadaki durumu ile
rine yapımcı şirketin örgülediği senar­
ilgi çeşitli stratejiler iletilmektedir. Taksi
yonun üretimine katılsalar da, onların
müşterileri, BBG görüntülerinden ya­
yorumlama stratejileri genel izleyiciden
pımcı şirketin kurguladığı özet görün­
farklıdır. Çünkü programdaki katılımcı­
tüler üzerine döşenen anlatıcı sesini da­
lara duygusal olarak bağlanmışlar, ev­
hi yarışmacılara nakletmekte, BBG'deki
deki günlük yaşam rutinlerini izleyerek
olaylar üzerine diğer medya metinleri­
eşlik etme alışkanlığı kazanmışlar, dav­
ni, elenen yarışmacıların ev sakinleri
90 • iletişim : araştırmaları
hakkında dışarıda neler konuştuğunu
durdukları anlaşılmaktadır. Gray'in bah­
anlatmaktadır. Yarışmacılar ise evin içi
settiği diğer bir kategori olan hayran ol­
ve dışarısı ile ilgili bu dedikodu-haber-
mama durumunda ise, belli bir progra­
leri yorumlayarak, evdeki yaşamına ve
mın izleyicileri, hayranlıkta ve anti-hay-
diğer yarışmacılar ile ilişkisine yön ver­
ranlıkta olduğu gibi metni bu kadar ay­
mektedir. Çoğu zaman hayranlarından
rıntılı takip etmemekte, gündelik yaşam­
gelen bu bilgi-kodulara güvenmektedir­
larına taşımamaktadır (Gray, 2003: 74).
Hayran olmayanlar da gerçek televizyo­
ler.
Anti-hayran topluluklarım "bir metin
ya da türden şiddetli bir biçimde nefret
eden, onları saçma, bayağı, ahlaki olarak
nunu seyretmekte ancak bu metnin anla­
tısına bağlanmamaktadır. Programı ka­
çırdıklarında rahatsız olmamakta ve
program metninin diğer medya dolaşı­
yozlaşmış ve/veya estetik olarak düşük"
mını takip etmemektedir. Henry Jen-
bulan hayranlar olarak yorumlayan Jo-
kins'in de belirttiği gibi, "medya metinle-
nathan Gray'i (2003: 70) takip ederek, ay­
rinin-hayranları oldukça yaygın medya
nı sürecin BBG olgusu içinde de gözlem­
metinleri boyunca metinlerarası bağlan­
lenebileceğini düşünüyoruz. Anti-hay-
tılar kurmaktan haz alır" (1992: 36). John
ranlar bu hislerini çoğunlukla "nefret
Fiske'ye göre de, hayran kültürü "izleyi­
alanları" vasıtasıyla görünür kılmakta­
cinin üretici gücünü" işaret etmektedir
dırlar. Bunun Türkiye'deki örneklerin­
(1992). Örneğin, Ankara'da yayın yapan
den biri, BBG anti-hayran toplulukları­
yerel üniversite radyosu olan Radyo OD­
nın görünür olduğu ekşisözlük adlı, orta
TÜ'de dinleyiciler arasında bir yarışma
ve üst sınıf üniversite öğrencilerinin ve
düzenlenerek, BBG 3'ün en agresif kadın
kimi medya çalışanlarının günlük olarak
yarışmacısı olarak tanıtılan Gaye'nin
internette yayınladıkları bir sözlüktür.
davranışlarım taklit eden, sanki o imiş
Bu sözlüğe madde yazan çeşitli kullanı­
gibi davranan dinleyici ödüllendirilmiş­
cılar gerçek televizyonunun ardında ya­
tir. Tuttukları yarışmacı hakkında bilgi
tan düşünceye ve ideolojiye olan eleştiri­
edinmek için hayranlar diğer medya me­
lerini ve nefretlerini açıkça dile getir­
tinlerine de başvurur. Örneğin, tartışma
mekte ve katılımcı yarışmacılar hakkın­
programlarını, talk showTarı izler, diğer
da olumsuz yorumlarda bulunmaktadır­
terimsel görsel-yazılı yayınları tüketir­
lar. Yarışmacıların kökenleri, program­
ler. Türkiye'deki tabloid basın da çeşitli
daki konuşmaları ve davranışları, şovun
hayran topluluklarının bu ihtiyaç ve ar­
formatı hakkında konuşmaktadırlar.
zularım karşılar. BBG hayranları da tab­
Böylece, yarışmayı dikkatli bir biçimde
loid basın tarafından keşfedilen yeni bir
seyrettikleri ve ayrıntıların üzerinde
hedef tüketici kitlesidir. Bu nedenle, BBG
Binark-Kılıçbay • Türkiye'de Gerçek Televizyonu ve Telegörsel Kimlikler • 91
evi ve karakter oluşumu üzerine yaratıl­
yatlarını/mahremlerini şöhret için sa­
mış/kurulmuş öyküler medya endüstri­
tan" çeşitli eğlence programlarının katı­
si tarafından yaygın bir şekilde dolaşıma
lımcılarını imlemekte kullanılmıştır. Bu
sokulur. Böylece bir yandan BBG'nin pa­
kalıp-deyişi, medya endüstrisi tarafın­
zar payı büyütülürken, program ve ba­
dan kullanılan manipülasyon mekaniz­
ğıntılı programlann izlenme oranları art­
malarına ve "sıradan" insanların medya
tırılır.
yıldızları olabilmek için çoşkulu ve gö­
nüllü katılımına, onların hayranlarının
da yeni bir dönem başlayıp eski yıldızla­
Sonuç
Bu çalışmada, ilk olarak BBG'nin beş
dönemi ve onun medyadaki metinler- arası dolaşımından ortaya çıkan çeşitli
tartışmalar özetlendi. BBG evine bir me­
tin olarak bakıldığında ise, her dönemin
kendine özgü ana bir temasının olduğu
gözlemlendi: örneğin politik doğruluk,
egemen erillik, toplumsal cinsiyet rolleri,
sorumlu yurttaş olmak, egemen ahlaki
rın sonbaharda düşen yapraklar misali
ekrandan birer birer kaymasına kadar bu
telegörsel kimlikleri shovv'un bir dönemi
boyunca sadakatle izleme pratiklerini
işaret etmek için burada kullamyoruz.
Tekrar tanımlayacak olursak telegörsel
kimliklerden, geleneksel yıldızlık siste­
minden farklı olarak, medyada görünür­
lüğe bağlı olan, geçmişi ve geleceği ol­
mayan, sürekli şimdi de kurulan kimlik­
leri anlıyoruz. BBG evinde ortaya çıkan
kodlara saygılı olmak gibi. Tüm yarış­
telegörsel kimlikleri de gözümüzün önü­
macılar hemen hemen neredeyse anti-
ne getirirsek, telegörsel kimliklerin yete­
politik bir tavır içinde olup, Türkiye'deki
nekleri ile değil, duygulamm dünyaları
genç kuşakların birer klişe temsilcileri
ve ilişkileri ile yıldız haline geldiklerini
idi. Programa yönelik en sert eleştiriler­
görebiliriz. 1960 ve 1970'lerde Türk sine­
den birisi, programın gençler arasında,
ma endüstrisi dünyamn belli başlı sine­
BBG gibi büyük yarışma programlarına
ma endüstrilerinden biriydi ve oldukça
katılarak ve görünür olarak kolayca zen­
güçlü bir yıldızlık sistemi vardı. 1990'lar-
gin ve şöhret olunabileceği şeklinde yeni
da bu yıldızlık sisteminin ortadan kalk­
bir düşünce biçimini/zihin örüntüsünü
masından bu yana, sadece gerçek tele­
teşvik ettiği şeklinde idi. Bu yeni telegör­
vizyonun yarattığı bu yeni yıldızlık siste­
sel kimlikler, medya eleştirmenleri, bazı
mi onun yerini alabilmiştir. Yeni yıldız­
köşe yazarları hatta bazı yarışmacıların
lık sistemi ve yeni hayranlık olgusu BBG
kendileri tarafından "medya maymunu"
ile ortaya çıkmış ve bir şekilde geçmişi
olarak adlandırıldılar. Medya maymunu
ikame etmiştir.
kalıbı ilk kez bir talk shovv'da "özel ha­
92 ■iletişim : araştırmaları
Kaynakça
V V restlin g ,"
A d a k lı-A k s o p , G ü ls e r e n (2 0 0 1 ) . " T e le v iz y o n
F a n s , S u b c u ltu r e a n d Id e n tity .
T ü r l e r i n d e D ö n ü ş ü m ,"
Ü n iv e r s ite s i ile tiş im
1999:
F a k ü lte s i Y ıllık
N e w Je r s e y : H a m p to n P r e s s . 8 -1 0 8 .
E r o l, N u r a n ( 2 0 0 1 ) . " K ü ltü r e l B ir K im lik
A d a k lı-A k s o p , G ü ls e r e n (1 9 9 8 ) .
R e a lit y S h o ıo 'la r ,
T ü r k iy e 'd e
Y a y ın la n m a m ış
Y ü k s e k L is a n s T e z i. A n k a r a
O la r a k D e lik a n lılığ ın Y ü k s e l iş i,”
D ig ita l E r a : A P a r a d o x in V is u a l
T h e K in d e r , G e n tle r
G a z e o f ‘B ig B r o t h e r ' : R e a l i t y T V
in
th e E ra o f D ig ita l C a p ita lis m ,
C u lt u r e ,"
U n iv e r s ity o f C o lo r a d o , S c h o o l o f
Jo u r n a l is m a n d M a s s
B a y m , N a n c y (1 9 9 8 ). " T a lk in g A b o u t S o a p s :
T e le v is io n C u ltu r e .
London:
R o u t le d g e .
G r a y , J o n a t h a n , (2 0 0 3 ) . " N e w A u d ie n c e s , N e w
f a n s ,"
In te r n a tio n a l Jo u r n a l o f C u ltu r a l
6 (1 ): 6 4 -8 1 .
S tu d ie s
C o m m u n ic a t iv e P r a c tic e s in a
C o m p u t e r - M e d ia t e d F a n C u lt u r e " ,
T h e o r iz in g F a n d o n : F a n s , S u b c u ltu r e
C h e r y l H a r r is v e A llis o n
A le x a n d e r (d e r. ) N e w Je r s e y :
H a m p to n P r e s s . 1 1 1 -2 9 .
H ill, A n n e tt e , (2 0 0 0 ) . " F e a r f u l a n d S a f e :
A u d i e n c e R e s p o n s e to B r itis h R e a lity
P r o g r a m m in g , "
M e d ia
L on d on : Sage.
T e le v is io n &
N ew
1 (2 ) : 1 9 3 -2 1 3 .
H ill, A n n e tt e ( 2 0 0 2 ) .
T ü n e In , L o g O n : S o a p s,
F a n d o m , a n d O n lin e C o m m u n ity .
" B ig B r o th e r :
A u d ie n c e ,"
T e le v is io n
T h e R eal
&
N e w M e d ia ,
3 (3 ): 3 2 3 -3 4 0 .
H ill, A n n e tt e v e G a r e th P a lm e r (2 0 0 2 ) .
" E d ito r ia l:
B o n d e b je r g , Ib (1 9 9 6 ) . " P u b lic
D is c o u r s e / P r i v a t e F a s c in a tio n :
H y b r id iz a tio n I n 'T r u e - l i f e - s t o r y '
M e d ia , C u lt u r e a n d S o c ie ty ,
1 8 : 2 7 -4 5 .
& N ew
B ig B r o th e r ," T e le v is io n
M e d ia ,
E v e r y d a y L ife . G e n r e , D is c o u r s e a n d
S p e c t a c le in R e a lity T V , "
' R e a lit y ' in F il m
R e a lis m
3 (3 ): 2 5 1 -2 5 4 .
İn a l, A y ş e (2 0 0 1 ) . " T e le v iz y o n , T ü r v e T e m s i l , "
A n k a r a Ü n iv e r s ite s i ile tiş im
Y ıllık 1 9 9 9 :
B o n d e b je r g , Ib (2 0 0 2 ). " T h e M e d ia t io n o f
J e n k in s , H e n r y ( 1 9 9 2 ) .
T e le v is io n
F a k ü lte s i
2 5 5 -2 8 9 .
T ex tu a l P o a ch ers:
F a n s a n d P a r tic ip a to r y
L o n d r a : R o u tle d g e .
C u ltu r e .
a n d M e d ia .
A n n e J e r s l e v (d e r . ), N o r t h e r n L ig h ts
F ilm a n d M e d ia S t u d i e s Y e a r b o o k ,
K o p e n h a g : M u s e u m T u s c u la n u m
P r e s s , U n iv e r s ity o f C o p e n h a g e n :
1 5 9 -1 9 2 .
M a th ijs , E m e s t ( 2 0 0 2 ) .
" B ig B r o th e r
and
C r it ic a l D is c o u r s e : T h e R e c e p t io n o f
B ig B r o th e r B e lg iu m ,"
N e w M e d ia ,
T e le v is io n
&
3 (3 ): 3 1 1 -3 2 2 .
R o s c o e , J a n e , ( 2 0 0 1 ) . " B ig B r o t h e r A u s tr a lia :
B o u r d ie u , P ie r r e (1 9 8 4 ).
D is tin c tio n : A
S o c ia l
C r itiq u e o f th e ju d g e m e n t o fT a s t e .
C a m b r id g e : H a r v a r d U n iv e r s ity
P re s s .
P e r f o r m in g th e 'r e a l ' tw e n ty - f o u r s e v e n ,"
In te r n a tio n a l Jo u r n a l o f
C u ltu r a l S tu d ie s
4 (4 ): 4 7 3 -4 8 8 .
T in c k n e ll, E s te l l a v e P a r v a t l R a g h u r a m (2 0 0 2 ) .
C o u ld r y , N ic k (2 0 0 2 ). " P l a y i n g fo r C e l e b r i t y , "
T e le v is io n &
S o c ie ty
T e x tu a l it i e s : A n ti- f a n s a n d N o n -
C o m m u n ic a t io n .
an d
M e d ia , C u ltu r e &
2 1 ( 6 ) : 7 8 7 -8 0 4 .
F is k e , J o h n (1 9 9 2 ) .
Y a y ın l a n m a m ış D o k to r a T e z i,
G e n re s",
4 (1 5 ): 1 2 9 -1 4 0 .
D o ğ u -B a tı,
F e r v e it, A n d e a s , (1 9 9 9 ) . " R e a lity T V in th e
Ü n iv e r s ite s i, S B E .
A n d r e je v ic , M a r k (2 0 0 1 ).
B a y m , N a n c y (2 0 0 0 ) .
C h e r y l.
H a r r is v e A llis o n A le x a n d e r ( d e r . )
A n kara
2 2 9 -2 5 3 .
a n d Id e n tity .
T h e o r iz in g F a n d o m :
N eu > M e d ia ,
3 (3 ): 2 8 3 -
293.
D e ll, C h a d (1 9 9 8 ). " L o o k in g T h a t H u n k o f
M a n !: S u b v e r s i v e P le a s u r e s , F e m a le
F a n d o m , a n d P r o f e s s io n a l
'B i g B r o th e r : R e c o n f ig u r in g th e
'A c t i v e ' A u d ie n c e o f C u lt u r a l
S t u d i e s ',
S tu d ie s
E u r o p e a n Jo u r n a l o f C u ltu r a l
5 (2 ) : 1 9 9 -2 1 5 .
T ü r k o ğ lu , N u r ç a y ( 2 0 0 3 ) .
K ü ltü r .
K itle İle tiş im i v e
İ s ta n b u l: N a o s Y a y ın la r ı.
93
Bir Radyo Piyesinin
Yarattığı Yankılar (1 9 3 9 )
Serdar Öztürk
The Reactions of a Radio Play (1939)
Özet:
Abstract:
Bu çalışmada, 1939 yılında Türkiye'de "Kendine Ayı Süsü Veren
Adam" isimli bir radyo oyununun temsilinden sonraki yankılar
konu edilmektedir. Eser, yayınlanmasından sonra radyo
yönetiminin inceleme ve soruşturmasına konu olmuştur. Önlü
öykücü Sadri Ertem'in öyküsünden esinlenerek hazırlanan
radyo piyesi, radyoda okunurken, eserin durdurulması
yönünde telefonlar gelmiştir. Gelen telefonlara rağmen, esere
yönelik onay baştan verildiği için, yayın durdurulmamıştır.
Belgeye göre, esere yönelik temel eleştiriler, eserin komünizm
propagandası yapması, eserin içeriğinin Türk toplumunun
gerçeklerine uymaması ve öyküde belirtilen soruna öykünün
kendi kurgusu içinde çözüm gösterilmemesidir.
İn this article, it is assessed the reflections after played a
radio play called "Kendine Ayı Süsü Veren Adam" (The Man
Who Plays The Part of Bear) in Turkey in 1939. After being
published, the play was subjected to an investigation and
inguiry made by the the body of radio. Sadri Ertem, a famous
story ıvriter, had written a story, and this story was
transformed in to a radio play. During the presentation, some
people telephoned in order to stop the play. Nevertheless, the
play was not cancelled and continued till the end. The reason
why it was not cancelled is that it had been confirmed in the
beginning of the play. According to the document, the basic
critics to the radio play were that the play was a kind of
comunist propaganda, its content was not suitable for the
realities of Turkish Society and the problems which were
mentioned in the story could not be solved in the own fiction
of the story.
iletişim : araştırmaları • © 2004 • 2(1): 91-104
94 ■iletişim : araştırmaları
Bir Radyo Piyesinin
Yarattığı Yankılar ( 1 9 3 9 )
rosu türündeki programlar, ilk sırayı al­
Giriş
Türkiye'de
T.T.T.A.Ş.
tarafından
1927 yılında yayına başlayan radyo,
1936 tarihinden itibaren yeni bir örgüt­
lenme dönemine girmiştir. Türk radyo
tarihinde, uzun yıllar "devlet radyosu"
kavramıyla dile getirilen bu dönem,
1936 Ağustos'unda çıkarılan bir karar­
name ile başlamaktadır. Radyo yöneti­
mi, bu kararname ile tamamen devlet
tekeline girmiştir. TRT'nin kuruluşuna
kadar sürecek dönemin 1936-1940 yılla­
rı arası, Uygur Kocabaşoğlu tarafından
"geçiş dönemi" olarak nitelendirilmek­
tedir (1976: 158).
mıştır. Radyo tiyatrosu türleri 1936 ön­
cesi
dönemde
görülmekle
birlikte,
1936'dan sonra, radyo programlarının
ayrılmaz parçaları haline gelmiştir (Ko­
cabaşoğlu, 1976: 199; 202-203). Bu tem­
siller, radyo yönetimi açısından olduğu
kadar, siyasal erk açısından da bir başka
anlamda "ayrılmaz parça" konumunda
bulunacaklardır. Özlüce belirtilmek ge­
rekirse, radyo yönetimi, özellikle II.
Dünya Savaşı yıllarında, radyo tiyatro­
su temsilleri üzerine daha yoğun bir bi­
çimde eğilmiştir. Kocabaşoğlu'nun de­
yimiyle, bu eğilim, radyo temsilleri üze­
rinde "kontrol ve sansür" anlamında işle­
"Devlet radyosu"nun programlarına
miştir (1976: 176). Sansür uygulamaları
bakıldığında, tüm oranlar içinde haber­
o derece "sert" işlemektedir ki, İsmail
ler ve siyasal yayınların önceliğini koru­
Hakkı Baltacıoğlu şunları söylemek zo­
duğu görülmektedir. Öte yandan kültür
runda kalacaktır:
ve sanat yayınlarında belirli bir artış söz
konusu olacaktır. Tüm yayınlar içinde
bu oran, yüzde 20.91'dir. Kültür ve sa­
nat yayınları içerisinde, o günkü adı
"temsil" olarak adlandırılan radyo tiyat­
...radyo piyeslerini kontrol vehim
almış: Bunda müstehcenlik mi var?
Bunda intihar mı var? Ve bundan
rejim düşmanlığı mı var? diye ve­
him ediyorlar. Ezbere söylemiyo­
rum, başıma geldi. Üç dört piyesim
Ö ztiirk ■Bir Radyo Piyesinin Yarattığı Yankılar (1939) • 95
bu korkunç vehim yüzünden red­
dedildi (1944: 2).
Oyun metinlerinin üzerinde görülen
"Temsil Şefliği, Radyo Müdürlüğü, Söz
Komitesi" gibi birimlerin "olurlarından"
da Genel Kurmay'ın mühürü vardı.
O subayın konuşması, bir casusu
avlamak için bir tuzakmış. Eğer
oyunu sonuna dek izleme sabrını
gösterselerdi bu olay olmayacaktı
(1976: 274).
anlaşıldığına göre, bir oyun mikrofona
Bu makalede, II. Dünya Savaşı'nın
çıkmadan önce, zaten birkaç aşamadaki
başladığı aylarda ve Orson Wells'in
kontrolden geçmektedir. Bu kontrolün
dünyayı Marslıların işgal ettiğine yöne­
ne kadar sert ve bir o kadar da ilginç ol­
lik sansasyonel etkiler yaratan, "Dünya­
duğu, Elçin Temel'in, tiyatro sanatçısı
lar Savaşı" adlı oyununun radyodan
Hayri Esen'in başından geçen bir olayı
yankılandığı yılda, Türkiye'de, durdu­
Kocabaşoğlu'na aktardığı örnekte de
rulması için bazı dinleyicilerin telefon­
görülmektedir. Esen, olayı şöyle aktar­
lara sarıldığı bir radyo piyesi ve onun
mıştır:
yarattığı etkiler konu edilmektedir. Bel­
"Yanıldığı Nokta" adlı bir oyun oy­
nanıyor. Birinci bölümde ordudan
ayrılmış bir subay, meyhanede bi­
raz ordunun aleyhinde konuşuyor.
Aradan on dakika geçmeden, ku­
manda odasına bir grup adam do­
luştu. Bu adamlar sorguya başladı­
lar, bu piyesi neden oynadınız di­
ye... Kemal Tözem böyle askeri pi­
yesleri yalnız Basın-Yayındaki de­
netimden değil de, Genel Kurmay'dan geçirirdi. Bu piyesi de de­
netlemeden geçirtmiş, her sayfasın­
genin önemi, radyo üzerinde kontrolün
devletin elinde olduğu dönemde dahi,
daha önceden hazırlıkları yapılan ve oy­
natılması için onay verilen bir temsilin,
ne olursa olsun yarıda kesilmemesine
bir örnek teşkil etmesidir. Dolayısıyla
bu olay, radyodaki temsiller üzerindeki
kontrolün de belli kurallara bağlı oldu­
ğunu ve bu kuralların uygulanmasına
özen gösterildiğini göstermektedir. Bir
başka önemi, eser yayınlandıktan sonra
96 ■iletişim : araştırmaları
dahi, telefonlarla oyununun durdurul­
ve telefonlara sarılarak eserin durdurul­
masına yönelik taleplerin dikkate alın­
masını talep etmişlerdir. Ancak eserin
ması ve bu konuda ayrıntılı bir soruş­
yayını durdurulmamıştır. Bunun nede­
turma yapılmasından kaynaklanmakta­
ni, oyunun "usul dahilinde temsile ko­
dır. Soruşturma sonucunda Osmanlıca
nulması" olarak gösterilmiştir. Dolayı­
hazırlanan raporun, bir tür niteliksel
sıyla, bunca "tezahürata rağmen", oyun,
içerik analizi yapması, 1939 yılında Tür­
sonuna kadar temsil edilmiştir.
kiye'de bu konudaki gelişimin aldığı
boyutu göstermesi açısından ilginçtir.
1. "Kendine Ayı Süsü Veren Adam"
Başlıklı Piyes
[Telefonların, radyoda durdurulma­
sı için çalıştığı] "Kendine Ayı Süsü Ve­
ren
Adam"
isimli
radyo
oyunu,
20.10.1939 akşamı temsil edilmiştir. İn­
celeme yapılan bu oyun hakkındaki bel­
ge, "20.10.1939 akşamı radyoda temsil
edilen Sadri Ertem'in (Kendine Ayı sü­
2. Eserin Temsili Öncesi
Gelişmeler
Eserin radyoda temsil edilinceye ka­
dar karşısına çıkan formalite ve itirazlar
dikkat çekicidir. Radyoda temsil edilen
eser, Sadri Ertem, Reşat Nuri ve diğer
birkaç kişinin dahil bulunduğu bir he­
yet tarafından seçilir. Fakat bütün ya­
yınlar gibi Matbuat Umum Müdüriyeti
tarafından sansüre uğradıktan sonra
eserin temsiline izin verilir.
sü Veren Adam) adlı piyesi ve bunun
Bu eser, belgeye göre, Matbuat
tesirleri hakkında inceleme" adını taşı­
Umum Müdüriyeti'ne Sadri Ertem'in
maktadır. Belge, Matbuat Umum ve İs­
Moskova seyahatinden birkaç gün ev­
tihbarat Umum Müdürlüğü katalogla­
vel gönderilmiştir. Orada Dahili Tedkik
rında bulunmaktadır. Belgenin bulun­
Bürosu tarafından incelenmiş ve 17
duğu fon kodu, Başbakanlık Özel Ka­
Ekim tarihli Asım Ziya imzasını taşıyan
lem Müdürlüğü'ne aittir1 (30..1.0.0, Yer
bir yazı ile Radyo Müdürlüğü'ne teslim
No: 131.846..4.).
edilmiştir.
Belgeye göre, 20 Ekim akşamı radyo­
Sadri Ertem'in Moskova'ya hareke­
da temsil edilen eser, Sadri Ertem'e ait
tinden önce Temsil Kolu'na, bu eserin
bir öyküden uyarlanmıştır. Oyunun
birkaç güne kadar onaydan geleceğini
radyoya uyarlanması Nezahat Dilligil
ve geldiğinde temsil edilmesini söyledi­
tarafından yapılmıştır. Esere bazı ke­
ği bildirilmiştir. Piyes gerçekten 17
simler öfke duyarak tepki göstermişler
Ekim tarihli bir onayla radyoya gelmiş
Öztürk • Bir Radyo Piyesinin Yarattığı Yankılar (1939) • 97
olduğundan, bu tarihin kendisinin Rus­
pis yattıktan sonra özgürlüğüne kavuş­
ya'da bulunduğu zamana rastlaması
tuğunda karısı ölmüştür. Köylü, nenesi­
belgeye göre önceden planlanmıştır.
ni de kaybetmiş, bütün bu olumsuzluk­
Temsil Kolu Şefi olan Ekrem Reşid
eserin radyoda oynanmasının mümkün
ların üzerine tarlası satılmış, kızı da bir
adamın evinde yanaşma olmuştur.
olmadığını söylemiş ve hatta temsil gü­
Bu kişi daha sonra bir madende ame­
nü orada bulunmamıştır. Bu görev, yar­
leliğe başlamıştır. Madende insanlar ara­
dımcısı tarafından yerine getirilmiş, fa­
sı ilişkiler çok olumsuzdur. Dilenci bile
kat temsil devam ederken bu zat da işin
onunla alay etmektedir. Maden hayatı­
farkına vararak aktörlere kızmış ve
nın "gaddar ve merhametsiz" iş koşulla­
"Böyle bir şey burada nasıl temsil olunur?",
rı temsilde ayrıntılı olarak betimlenmek­
"Bu kadar açık Komünist propagandası na­
tedir. Amele çalışkandır. Çalışma sıra­
sıl yapılır?" diye veryansın etmiştir. Bu
sında kolu kopar ve bu nedenle de işten
kişinin aktörlere söyledikleri içinde,
atılır. Köylü bunun ardından bir "ayı oy­
temsil edilen şey ile Matbuat Umum
natıcısıyla" tanışır. Kendisine "bir lokma
Müdürlüğü'nden geçirilen eser arasın­
yiyecek veren" "ayı oynatıcısı", daha
da bir hayli ifade farklarının bulunduğu
sonra ayışım kaybeder. Eski amele, bu­
konusu da vardır.
nun üzerine, ayı postuna girerek köyler­
de ayı taklidi yapar, ancak bir süre son­
3. Eserin İçeriği
ra zabıtamn olumsuz tavrıyla karşılaşır.
Zabıta, "Şimdi tiyatro devridir", diyerek
Belgeye göre, eserin ifade şeklinden
bu oyunu yasaklar. Sonuçta, ayı postuna
ziyade, dayandığı konu tehlikelidir.
giren köylü ve ayı oynatıcısı dağa "haki­
Odun satmakla geçinen bir köylü, bu
ki ayılığa çıkacaklar", selde boğulacaklar
köylünün şehirde satıcılarla olan ilişkisi
ve gazeteler, "Ayı taklidi yapan hilekar-
ve bu satıcıların kazanç hırsları, oyunda
lar cezalarını buldular" diye yazacaktır.
işlenen ana unsurlardır. Karısı doğum
yapmak üzere olan bu köylü, ebe ve
doktor bulmakla uğraşmaktadır. Bu ne­
denle odun ve eşeğini satan köylü, dok­
4. Belgeye Göre
Eserin Niteliksel İncelemesi
tora bir otomobil tutmak istemiş, aldatıl­
Eser, belgeyi hazırlayanlar tarafın­
mış, azarlanmış ve sonuçta şoför kendi­
dan niteliksel incelemeye tabi tutulmuş­
sine hakaret etmiştir. Köylü, bu yüzden
tur. Bu incelemeye göre, eserin özellikle­
şoförü vurmuştur. Karısının yanına de­
ri belirlenmiş, gerekli yerlerde yorumlar
ğil, hapse gönderilen köylü, üç sene ha­
yapılmıştır.
98 ■iletişim : araştırmaları
Yapılan inceleme sonucuna göre,
açıklayan dürüst bir şahit midir? Türk
eserin çeşitli yerlerinde eski devir ile ye­
camiası bu zatın burada şahit olduğu gi­
ni arasındaki farka işaret edilmekte ve
bi merhamet hislerinden bu kadar yok­
bunlarda "bir söz rüşveti manzarasının
sun mudur?".
belirgin olduğu savunulmaktadır. Ese­
Belgedeki sorulara dikkatle bakıldı­
rin, buna rağmen, genel olarak, Tolstoy
ğında, soruların daha çok eseri sorgula­
krokisi ve komünizm edebiyatının film,
maya yönelik olduğu görülmektedir. Bu
tiyatro ve romanda gösterdiği açık tel­
sorgulama, eserde anlatılanların gerçek­
kin karakterini taşıdığı belirtilmektedir.
ten Türkiye'de yaşanıp yaşanmadığına
Bu konuda şunlar söylenmektedir:
dek uzatılmaktadır: "Hiddet ve rastlan­
Sadri Ertem'in hikayesinin aslının
yayınlanıp yayınlanmadığı malum
olmamakla beraber bu temsil kroki­
si, komünizm propagandasının bel­
li başlı bir eserinden alınmış ve
adapte edilmiş olduğu hissini ver­
mektedir.
Belgenin bir başka yerinde, Sadri Er­
tem'in bu öyküsünde "okuyucularına
kahramanın bedbahtlığının hakiki sebe­
bini göstermemektedir" şeklinde bir
eleştiri de bulunmaktadır.
Bu tür yorumların yanı sıra, çeşitli
sorular yöneltilerek içerik analizi yapıl­
maya çalışılmaktadır. Eserin "ne gibi bir
terbiye" ve "nasıl bir toplum" öngördü­
ğü, belgeye göre, yanıtlanması gereken
son derece önemli sorulardır. Eserin içe­
riğini analiz etmeye yönelik sorulardan
diğerleri şunlardır: "Eğer bu bir toplum­
sal soruna işaret ediyor ise, bu sorunun
çözümünü yazar bulmuş mu? Ve bunu
niçin söylemiyor?". Bu ön soruları bel­
genin devamında başka sorular da izle­
mektedir: "Acaba eser, olayları sadece
tıların bireysel psikolojik tesirlerini dik­
kate almadan bir köyde barınamayıp
dağda ahlat yiyen adamlar Türkiye'de
var mı?". Sorgulama içerikli bu sorular
yanında, eser hakkında belgeyi hazırla­
yanlar yorumlarını yapmayı ihmal et­
memektedirler. Yapılan yorum şöyledir:
"Burada, Rusya'da da gerçek olup olma­
dığı bizce malum olmayan Rus eserleri­
nin izah ettiği burjuvazi gaddarlığının
çehresi sezilmektedir”.
Belgenin temel savunusu, eserin dik­
katli bir şekilde incelenmesi durumun­
da "komünist prensiplerin" açıkça gö­
rüldüğü noktasında toplanmaktadır. Bu
savunu, 25 Eylül 1939 tarihli Pravda ga­
zetesinde, Sadri Ertem'in bu eser hak­
kında görüşlerini yansıttığı yazıdan
alıntıyla desteklenmektedir. Buna göre,
Pravda gazetesinin bu tarihli sayısında,
Sadri Ertem, eser hakkında şunları söy­
lemiştir:
-Kendisine Ayı Süsü Veren Adamöyküsünde mevzuu şu şekilde ele
alınmıştır: Bu öykü bize cahil bir
Oztürk ■Bir Radyo Piyesinin Yarattığı Yankılar (1939) • 99
köylünün akıbetini göstermektir.
Bu köylü ağır bir karanlık içinde bir
aralık ihmal gösteriyor. İşinden olu­
yor ve nihayet terbiye edilmiş bir
ayıyı taklit ederek ve ayı postuna
bürünerek meydanlarda oynuyor.
sonradan araştırma ve inceleme de ya­
Eserin içeriği, komünizm ve Sadri
pılmıştır. Bu yapılan inceleme ve soruş­
Ertem hakkında bilgiler verilerek de
turma sonucuna göre, Sadri Ertem
analiz edilmektedir. Komünizm hakkın­
Moskova'ya hareketinden önce Radyo
da belgedeki ifadeler şunlardır:
Temsil Kolu'ndan olan ve Kendine Ayı
Alman münasebetleri, Polonya'nın
taksimi gibi mevzularda çok açık
nakledici rolleri göze çarpar.
Belgeye göre, Sadri Ertem hakkında
Genel olarak komünizm ve hele ba­
sit insanlardaki tecellisi komünistle­
ri bir Rus ajanı yapar. Bütün iddi­
aların aksine olarak bu böyledir.
Çünkü, bir Katolik papazı nasıl Roma'nın ajanı ise, bir Bektaşi'nin za­
manına göre ahlak iddiaları nasıl
şahsi ise, bir komünistin de Rus­
ya'ya karşı tabiyeti aynı mahiyette­
dir.
Süsü Veren Adam öyküsünü piyes hali­
General "Krizinski" bizzat yaşadığı
Dilligil bu yanıtı Sadri Ertem'e götür­
bu mentaliteyi ifşa etmiştir.
Komünizm hakkında belirtilen bu
ne sokan Nezahat Dilligil'in kocası Avni Dilligil ile Radyo Temsil Kolu Şefi
Ekrem Reşid'e haber göndermiştir.
Gönderdiği savunulan haberde şunu
söylemiştir: "Bu piyesi oynanacağı gü­
nü tespit etsinler. Ben Moskova'da din­
leyeceğim". Bu haber üzerine temsil için
aym on dokuzu belirlenmiş ve Avni
müştür. Eser, 19 Ekim'de değil, 20
Ekim'de oynanmıştır.
kısa açıklamadan sonra, Sadri Ertem
"Kendine Ayı Süsü Veren Adam"
hakkında analiz yapılarak radyoda tem­
isimli temsilin yazarı Sadri Ertem,
sil edilen eser hakkında hazırlanan ra­
1898'de doğmuş, eğitim ve öğrenimini
por bitirilmektedir. Sadri Ertem hakkın-
İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe bö­
daki ifadeler şöyledir:
lümünde tamamlamıştır. Çeşitli liseler­
Bu kişi, basındaki hizmeti ve genel
emniyet anlamında aldığı hizmet
tavrına rağmen bu yakında Tan'da
çıkan yazıları, Zekeriya gibi Rus si­
yasi davasının Türkiye'de yayıncılı­
ğı şeklinde görünmektedir. Tehlike­
yi sezince söz rüşveti hatta bazı ha­
fif unsurları feda etmek gibi kendisi­
ni kurtarma hareketlerine geçmele­
rine rağmen, Toıı'da çıkan ve Rus -
de ve Polis Enstitüsü'nde yıllarca öğret­
menlik yaptıktan sonra pek çok gazete­
nin yazarlık ve müdürlüklerinde bu­
lunmuştur. Ertem, Matbuat Umum
Müdürlüğü'nde müşavirlik yapmış,
1941'den ölüm tarihi olan 13 Kasım
1943'e kadar2 Kütahya milletvekilliğin­
de bulunmuştur (Son Posta, 14.11.1943).
100 ■iletişim : araştırmaları
Sadri Ertem, döneme ilişkin anılarını
yazan birçok aydın tarafından eserlerine
konu edilmiştir (Birsel, 2002; Sudi, 1987;
Sertel, 1969; Dinamo, 1987). "Düşkün­
ler", "Silindir Şapka Giyen Köylü", "Pro­
paganda I-II", "Fikir ve San'at", "Bacayı
İndir Heceyi Kaldır!" gibi eserler veren
yazarın (Son Posta, 14.11.1943), belgede
de belirtildiği gibi "genel emniyet anla­
mında aldığı hizmet", dönemin bazı ün­
lü yazar ve şairleri tarafından Ertem'den
şüphelenilmesine yol açmıştır. Haşan İz­
zettin Dinamo, anılarında, bu dönemde
edebiyat ve yazar çevresi dostlukların­
dan bahsederken, Sadri Ertem'in emni­
yet tarafından kendilerini kontrol etmek
için görevlendirildiğini belirtmektedir:
"... Sadri Ertem, Nazım Hikmet'le
olan arkadaşlığından beri Milli Em­
niyet'te çalışıyordu. Ankara Sivil Ce­
zaevinde birlikte yattığımız sırada
Nazım Hikmet'e sorduğumda onun
Milli Emniyetçi olduğunu, birçok
kez Milli Emniyet'e girip çıkarken
gördüğünü söylemişti. Zaten Nazım'm çevresinde bulunuşu da salt
onu kontrol etmek içindi" (1987:120).
Ancak, bu yıllarda Sadri Ertem, yu­
karıda da belirttiğimiz gibi, Polis Enstitüsü'nde öğretmenlik yapmaktadır. Mil­
li Emniyet'e bu amaçla mı, yoksa, Nazım'm dediği gibi, kendilerini gözetleme
görevi almak amacıyla mı Emniyet Teş­
kilatına uğradığı şu an belirsiz bir ko­
nudur.
Sonuç
Bu çalışmada, 1939'da radyoda tem­
sil edilmesine ve telefonla gelen tepkile­
re rağmen, yayını durdurulmayan bir
temsil, bir başka açıdan değerlendirildi­
ğinde, radyo temsillerine yönelik Uygur
Kocabaşoğlu'nun belirttiği devlet kont­
rolüne ilişkin önlemlerin, belirli bir ku­
ral çerçevesinde işlediğini anlatmakta­
dır. Bu kural, her ne olursa olsun, san­
sürden geçmiş bir ürünün yayınının
durdurulamayacağıdır. II. Dünya Savaşı'nın başlamasından sonra da bu kural
bozulmamıştır. Bir başka anlatımla, sa­
vaş nedeniyle yaşanan gerginliğin iç po­
litikada yansımasının doğal olabileceği­
nin düşünüldüğü bir ortamda da, bir
radyo temsili, yayınlanması için önce­
den gerekli izin çıktığı için, gelen eleşti­
riler ve yönetimin algıladığı tehdit ne
olursa olsun yarıda durdurulmamış, so­
nuna kadar yayınlanmıştır. Yinelemek
gerekirse, bu dönem, savaş nedeniyle
ulusal güvenlik gerekçelerinin en üst
noktaya tırmandığı bir dönemdir.
II. Dünya Savaşı koşullarında bile
bir piyesin radyodaki temsili durdurulmamasına rağmen, 1970'li ve 80'li yıllar­
da televizyonda yayın sırasındayken
filmlerin yayınları durdurulmuştur.
Türkiye'de 1934 yılında çekilen "Anka­
ra, Türkiye'nin Kalbidir" adlı belge fil­
mi, 1970 yılında Ankara televizyonunda
gösterilirken, gösterimi durdurulmuş­
O ztiirk • Bir Radyo Piyesinin Yarattığı Yankılar (1939) • 101
tur. Bu film, Kurtuluş Savaşı yıllarının
Güntekin'in bu dönemdeki radyo tem­
Ankara'sından yola çıkılan, Ankara'nın
sillerine yönelik eleştirilerde göze çar­
Türk devrimindeki önemini vurgulayan
pan en önemli unsurlardan birisi sunu­
bir filmdir. Filmin gösterimi sırasında,
lan temsillerin içerikleri yanında teknik
yetkililer, ekranda Rus heyetini fazla
yanlarında da görülen eksikliktir. Ya­
yer aldığı savunusuyla filme müdahale
zar, bu konuda şunları söylemektedir:
etmişlerdir (Şener, 1970: 83).
1980 sonrası Türkiye'sinde ise, yine
televizyonda gösterilen bir filmin yayını
durdurulmuştur. Türkiye'de bundan
yaklaşık on beş yıl önce, dinsel propa­
ganda (hıristiyanlık) içerdiği gerekçeyle
Bir kere tiyatromuzun Mınak melo­
dilerinden kalma bir sesi vardır ki,
sahnelerimizden nasıl kovacağız di­
ye düşünürken, şimdi bir de mikro­
fonda yerleşmeye başladığını deh­
şetle görüyoruz (aktaran Ediboğlu,
1945:13).
televizyonda gösterilen bir yabancı fil­
Belgedeki anlatımdan, sunulan ti­
min yayınının durdurulduğu anımsa­
yatro temsilinin iddia edildiği gibi, bir
nacaktır. Buna gerekçe olarak da, yine
komünist propaganda olduğunun savu­
yayın sırasında kilitlenen şikayet tele­
nulabilmesi çok zor olmakla birlikte,
fonları gösterilmiştir. Adı bahsedilen
sansürden geçse bile, bazı ürünlerin yi­
dönemde, ne bir savaş ortamı, ne de
ne de bir rahatsızlık kaynağı olabildiği
ulusal güvenlik gerekçelerine zemin
görülmektedir. Üstelik, belgedeki anla­
sağlayacak bir başka önemli gelişme ol­
tıma bakılırsa, ürünün sansürden geç­
muştur. Bu dönem, 1983'ten sonra ikti­
miş haliyle, radyoda temsil edilen hali
dara gelen ANAP hükümetinin neo-li-
arasında farklar vardır. Bu doğruysa,
beral politikaları takip ettiğini savundu­
bazı radyo temsillerinin sansürden geç­
ğu bir dönemi temsil etmektedir.
mek için, sansür kuruluna daha yumu­
1939 yılında radyoda okunan ve ko­
münistlik propagandası içerdiği gerek­
çesiyle soruşturmaya konu olan belge­
şak metinler sunduğu anlamı çıkmakta­
dır. Fakat bu konunun ayrıntılı bir şekil­
de araştırılması gerekmektedir.
de, bazı önemli isimler de geçmektedir.
Bunlardan birisi dönemin önemli aydın­
larından Reşat Nuri Güntekin'dir. Bel­
gede adı geçen Reşat Nuri Güntekin,
"devlet radyosu" döneminde yayınla­
nan radyo temsillerine yönelik eleştiri­
lerde bulunan yazarlardan birisidir.
Kaynakça
A r ş iv
B e lg e s i
M a tb u a t U m u m v e İ s tih b a r a t U m u m M ü ­
d ü r lü ğ ü K a t a lo g u ( 2 0 / 1 0 / 1 9 3 9 , 3 0 ..1 .0 .0 , Y e r
N o : 1 3 1 .8 4 6 ..4 .)
102 ■iletişim : araştırmaları
EK
D iğ e r K a y n a k la r
B a lt a c ıo ğ lu , İ. H . (1 9 4 4 ). " R a d y o P r o g r a m ı”,
Y en i A d am .
B ir s e l, S . ( 2 0 0 2 )
S . 5 0 2 , 1 0 A ğ u s to s , s. 2.
K a h v e le r K ita b ı
İs ta n b u l: S e l
Y a y ın la r ı
Sadri Ertem'in"Kendine Ayı Süsü
Veren Adam" adlı piyesi ve bunun
D in a m o , H . İ. (1 9 8 4 ).
İ k in c i D ü n y a S a v a ş ı'n d a n
E d e b iy a t A n ıla r ı.
İ s ta n b u l: D e
tesirleri hakkında inceleme
20 Teşrin-i evvel (Ekim) akşamı rad­
Y a y ın e v i
E d ib o ğ lu , B . S . (1 9 4 5 ) . " R e ş a t N u r i v e R a d y o " ,
R a d y o , C . 4 , S . 4 5 , 1 E y lü l, s. 1 3 .
K o c a b a ş o ğ lu , U . (1 9 7 8 ).
R adyon u n
20/10/939 akşamı radyoda temsil edilen
T R T Ö n cesi D ön em de
T a r ih s e l G e liş im i v e T ü r k
A n k a ra
S iy a s a l H a y a t ı İ ç in d e k i Y e r i.
yoda temsil edilen eserin Sadri Ertem'e
ait hikayeden alındığı ve Nezahat Dilligil tarafından radyoya uyarlandığı anla­
şılmıştır.
Ü n iv e r s ite s i S i y a s a l B i lg ile r F a k ü lte s i
Y a y ım la n m ış D o k to r a T e z i.
S e r te l, S a b ih a (1 9 6 9 ).
R om an
G ib i.
Ant
Y a y ın l a n , İs ta n b u l.
S u d i, N e v z a d (1 9 8 7 ).
K ü llü k A n ıla r ı.
ve dinleyenleri hiddetlendirdiği söyle­
K e rem
Y a y ın la r ı, A n k a r a .
Ş e n e r , E r m a n (1 9 7 0 ).
S in e m a m ız ,
Bu eser temsil edilirken çeşitli yerler­
den telefonla bu temsilin durdurulması
K u r tu lu ş S a v a ş ı v e
D iz i Y a y ın la r ı, İs ta n b u l.
nilmiş ise de usul dahilinde temsile ko­
nulduğu için bunca tezahürata rağmen
sonuna kadar temsil devam etmiştir.
Eserin temsilinden önceki hadise ve
temsil:
Eserin radyoda temsil edilinceye ka­
dar geçirdiği formalite ve karşılaştığı iti­
razlar dikkat çekicidir. Radyoda temsil
edilen eserler, Sadri Ertem, Reşad Nuri
ve diğer birkaç zatın dahil bulunduğu
bir heyet tarafından seçilir. Fakat bütün
neşriyat gibi Matbuat Umum Müdüri­
yeti tarafından sansür edilir ve temsile
müsaade olunur.
Bu eserin de Matbuat Umum Müdü­
riyeti'ne Sadri Ertem'in Moskova seya­
hatinden birkaç gün evvel gönderildiği
ve orada Dahili Tedkik Bürosu tarafın­
dan tedkik edildiği ve 17 Teşrin-i evvel
Öztürk • Bir Radyo Piyesinin Yarattığı Yankılar (1939) • 103
(Ekim) tarihli Asım Ziya imzasını taşı­
Eserin pek kısa özeti:
yan bir yazı ile Radyo Müdürlüğü'ne ia­
de edildiği anlaşılmıştır.
Odun satmakla geçinen bir köylü,
bunun şehirde sahalarla olan münase­
Sadri Ertem'in Moskova'ya hareke­
beti ve bu satıcıların kazanç hırsları, ka­
tinden evvel Temsil Kolu'na bu eserin
rısı doğuramayan bir köylü, ebe ve dok­
birkaç güne kadar tasdikten geleceğini
tor tedarik etmekle meşguldür. Fakat bu
ve gelince temsil edilmesini söylediği
vesile ile odun ve eşeğini satıyor. Dok­
haber verildiğinden ve gerçekten piye­
tora bir otomobil tutmak istiyor, aldatı­
sin 17 Ekim tarihli bir tasdikle radyoya
lıyor, azarlanıyor ve nihayet şoför ken­
gelmiş olduğundan kendisinin Rus­
disine hakaret ediyor. Şoförü vuruyor.
ya'da bulunduğu zamana tesadüf etti­
Karısının yanına değil, hapse gönderili­
rilmesinin planlanmış olduğu anlaşıl­
yor. Üç sene yatıyor. Çıkarken karısı öl­
mıştır.
müş, tarlası satılmış, nenesi ölmüş, kızı
Ekrem Reşid (Temsil Kolu Şefi) ese­
rin radyoda oynanmasına imkan olma­
da bir adamın evinde yanaşma olmuş­
tur.
dığını söylemiş ve hatta temsil günü
orada bulunmamıştır. Bu vazife muavi­
ni tarafından yapılmış, fakat temsil de­
vam ederken bu zat da işin farkına vara­
rak aktörlere kızmış ve "Böyle bir şey
burada nasıl temsil olunur? Bu kadar
açık Komünist propagandası nasıl yapı­
lır?" diye darıldığı da öğrenilmiştir. Bu
zatın aktörlere söyledikleri arasında
temsil edilen şey ile Matbuat'dan geçiri­
len eserin arasında bir hayli ifade farkla­
rının bulunduğu hususu da vardır.
Maden ameleliğine giriyor. Bu arada
temas ve münasebetleri çok insafsızdır.
Dilenci bile onunla alay ediyor. Maden
hayatının gaddar ve merhametsiz iş
verme tarzı tasvir olunuyor. Amele ça­
lışkandır. Bu hususiyeti kolunun kop­
masına sebep oluyor. Dışarı atılıyor. Bir
ayı oynatıcısıyla tanışıyor. Kendisine bir
lokma yiyecek veriyor. Ayıcı ayısını
kaybediyor. Eski amele ayı postuna giri­
yor. Köylerde ayı taklidi yapıyor. Fakat
sonradan zabıta, "Şimdi tiyatro devri­
Eserin eski yazı ile orijinalinin bir su­
dir" diyerek yasaklıyor. Nihayet dağa
reti elimizde vardır. Fakat eserin ifade­
hakiki ayılığa çıkıyorlar ve bir selde bo­
sinden ziyade dayandığı mevzu tehlike­
ğuluyorlar.
lidir.
Gazeteler; "Ayı taklidi yapan hilekarlar cezalarını buldular" diye yazıyor­
lar.
104 • iletişim : araştırmaları
Eserin Tahlili
Eserin muhtelif yerlerinde eski devir
ile yeni devir arasındaki farka işaret edil­
Yalnız bu eser üzerinde durulursa
bu işte faal rol oynayan komünist pren­
sipleri açıkça görülür.
miştir ve bunlarda bir söz rüşveti manza­
25 Eylül 939 tarihli Pravda gazetesi­
rası gayet açıktır. Fakat umumiyet itiba­
nin Sadri Ertem'in bu eseri hakkındaki
riyle (Tolstoy) krokisi ve komünizm ede­
mütalaası:
biyatının film, tiyatro ve romanda gös­
terdiği açık telkin karakterini taşıyor.
- Kendisine Ayı Süsü Veren Adam hikayesinde mevzu bu şekilde ele alın­
Sadri Ertem'in hikayesinin aslının ya­
mıştır. Bu hikaye bize cahil bir köylü­
yımlanıp yayımlanmadığı malum olma­
nün akıbetini göstermektedir. Bu köylü
makla beraber bu temsil krokisi, komü­
ağır bir karanlık içinde bir aralık ihmal
nizm propagandasının belli başlı bir ese­
gösteriyor. İşinden oluyor ve nihayet
rinden alınmış ve adapte edilmiş olduğu
terbiye edilmiş bir ayıyı takliden ve ayı
hissini vermektedir.
Bu eserin temsiline isabet eden şekli
de dikkate alınmasa, bu eserin ne gibi
terbiye ve toplumsal bir iddiasının oldu­
ğu sorulmaya değer. Eğer bu bir toplum­
sal derde işaret ediyor ise, bu derdin ça­
postuna bürünerek meydanlarda oynu­
yor.
Sadri Ertem bu hikayesinde okuyu­
cularına kahramanının bedbahtlığının
hakiki sebebini göstermemektedir.
resini yazar bulmuş mu? Ve bunu niçin
söylemiyor?
Acaba eser, olayları sadece izah eden
dürüst bir şahit midir? Türk camiası bu
zatm burada şahit olduğu gibi merhamet
hislerinden bu kadar yoksun mudur?
Hiddet ve tesadüflerin ferdi psikolojik
tesirlerini dikkate almadan bir köyde barınamayıp dağda ahlat yiyen adamlar
Türkiye'de var mı? Burada, Rusya'da da
hakikat olup olmadığı bizce malum ol­
mayan Rus eserlerinin izah ettiği burju­
vazi gaddarlığının çehresi sezilmektedir.
Komünizm:
Genel olarak komünizm ve hele ba­
sit insanlardaki tecellisi komünistleri bir
Rus ajanı yapar. Bütün iddiaların aksine
olarak bu böyledir. Çünkü, bir Katolik
papazı nasıl Roma'nm ajanı ise, bir Bek­
taşi'nin zamanına göre ahlak iddiaları
nasıl şahsi ise, bir komünistin de Rus­
ya'ya karşı tabiiyeti aynı mahiyettedir.
General "Krizinski" bizzat yaşadığı
bu mentaliteyi ifşa etmiştir.
Ö ztiirk • Bir Radyo Piyesinin Yarattığı Yankılar (1939) • 105
Sadri Ertem:
Bazı zatın matbuattaki hizmeti ve
umumi emniyet nezdinde aldığı hizmet
tavrınarağmen bu yakında Tan'da çıkan
yazıları, Zekeriya gibi Rus siyasi davası­
nın Türkiye'de yayıncılığı şeklinde gö­
rünmektedir.
Tehlikeyi sezince söz rüşveti hatta
bazı hafif unsurları feda etmek gibi ken­
disini kurtarma hareketlerine geçmele­
rine rağmen, Tan'da çıkan ve Rus-Alman münasebetleri, Polonya'nın taksi­
mi gibi mevzularda çok açık nakledici
rolleri göze çarpar.
Sonradan yapılan araştırma ve in­
celemeye göre, Sadri Ertem Moskova'ya
hareketinden
evvel
Radyo
Temsil
Kolu'ndan olan ve "Kendine Ayı Süsü
Veren Adam" Avni Dilligil ile Radyo
Temsil Kolu Şefi Ekrem Reşid'e haber
gönderiyor ve diyor ki:
"Bu piyesi oynayacakları günü tespit
etsinler.
Ben
Moskova'dan
din­
leyeceğim."
Bu haber üzerine temsil için aym
19'u tespit olunuyor ve Avni Dilligil bu
cevabı
Sadri
Ertem'e
götürüyor.
Bilahare eser Ekim'in 19'unda değil,
20'sinde oynanıyor.
Etkinlik Değerlendirmeleri • 107
Türk(iye) Kültürleri
Sempozyumunun Ardından
Mine Gencel Bek
"Türk(iye) Kültürleri" başlıklı 2.
sayıda katılımcıyla gerçekleştirilmesine
Ulusal Kültür Araştırmaları Sempozyu­
neden oldu. Öte yandan, bu ne bu sem­
mu 3-5 Eylül 2003 tarihlerinde Van'da
pozyuma ne de Türkiye'ye özgü olup
Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde gerçekleş­
akademisyenlerle ilgili genel bir durum
ti. Daha önceki sempozyumu Kemer'de
olsa gerek.
gerçekleştiren Türkiye Kültür Araştır­
maları Grubu'nun bu sempozyum için
seçtiği şehir Van'm olağanüstü güzelliği
ve ev sahibi kurum Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nin misafirperverliği tüm katı­
lımcıları memnun etti. Tebliğ verenler
Üç gün boyunca pek çok özgün araş­
tırmanın sunulduğu sempozyumun en
ilginç araştırmalarından biri, bugüne
dek pek de akademik çalışmalara konu
olmayan "taşıt yazıları" üzerine yapılan
çeşitli illerdeki farklı üniversitelerden
açılış oturumuydu. İlhan Başgöz, folklo­
ve disiplinlerden oluşan geniş bir yelpa­
ra canlı bir metin gibi yaklaşan yakla­
ze oluşturuyordu. Bu da sempozyumun
şımları özetledikten sonra taşıt yazıları­
yurt (hatta yurtdışı) çapında çok iyi du­
na uyguladığı metin analizi sonuçlarını
yurulduğunun ve kültür araştırmaları
aktararak bu yazılarda nasıl sevgi, gur­
konusunda çalışan pek çok araştırmacı
bet, kadercilik, Tanrı'ya sitem, başkal­
olduğunun göstergesi olarak değerlen­
dırma gibi temaların işlendiğini örnek­
dirilebilir. Ancak bildiri özeti vererek
lerle anlattı. Başgöz, etraflı sunuşunda
sempozyuma katılacağını bildirenlerin
bu yazıların değişen toplum ve değişen
önemli bir kısmının gelmemesi (ve ge­
değerlerle birlikte değiştiğinin de altını
rekçelerini bildirmek üzere haber bile
çizerek taşıt yazılarının popüler kültür
vermemeleri) bazı oturumların çok az
ve kitle kültürü ile ilişkisine de değindi.
iletişim : araştırmaları - 3 2004 - 2(1): 105-108
108 ■iletişim : araştırmaları
Kültür araştırmalarında yöntem ko­
Kürt kültürü ile ilgili hiçbir tebliğin yer
nusu Kültürel Çalışmalarda Alternatif
almamasıydı (Bu konuda özeti verilen
Yöntemler ve Sosyoloji ve Antropoloji­
tek tebliğ olan Kürtçe müzikle ilgili teb­
de Kesişen Yeni Yöntem ve Sorunsal
liğ de katılımcının gelmemesi nedeniyle
Arayışları başlıklı oturumlarda ağırlıklı
gerçekleşmedi, dolayısıyla Kürtlük üze­
olarak toplumsal cinsiyetle ilgili araştır­
rine sempozyum boyunca pek fazla tar­
malar çerçevesinde ele alındı. Toplum­
tışma yapılmadı). Ancak bu elbette sem­
sal cinsiyet Ataerkil Kültürün Toplum­
pozyumun başlığının yapılandırılma­
sal Cinsiyet İlişkileri ve Toplumsal Ku­
sından da anlaşılacağı gibi özellikle dış­
mrulardaki Yansımaları gibi oturumla­
lanan bir konu da değildi. Uzun yıllar
rın da ana temasını oluşturdu. Antropo­
Kürt meselesi ile ilgili bilimsel araştırma
lojik ve etnografik araştırmalar Bellek
yapabilmek için gereken özgürlük ko­
ve Kültürel Kimlik oturumunda ağırlık­
şullarının olmadığı bu topraklarda, öyle
lı olmak üzere pek çok oturumda farklı
görünüyor ki, akademisyenler de oto-
tebliğleri içeren alanlardandı.
sansür yaparak çalışma konularını Kürt
Siyasal kültür daha çok din (Kültür
kültürü olarak seç(e)memişler.
ve Siyaset, Alevilik ve Aleviler oturum­
Kültürün daha “somut" olarak gö­
ları) ve etniklik düzlemlerinde ele alın­
ründüğü alanlar sempozyumda kent
dı. Burada dikkati çeken, sempozyu­
sosyolojisi (Şehirler ve Kültür, Mekan
mun başlığında gösterilen duyarlı ay­
ve Kültür oturumları) ve edebiyat (Me­
rımlaştırmanın (Türk ve Türkiye) Türki­
tinlerde Kültürel Kimlik ve Türkiye'de
ye cephesinin görece zayıf kalması; et­
Yaşayan Gayri-Müslim Azınlık Kültür­
niklikle, Türkiye kültürleri ile ilgili su­
lerin Edebiyata Yansıması oturumları)
nuşların büyük kısmının Türk kültürü
yanısıra medya ve film çalışmaları (Ka­
üzerine olması (örneğin, Öteki Bizler,
dınlar ve Melodram, Türkiye'de Med­
Öteki Coğrafyalar (I): Avrasya Türk
yanın Yeni Biçemleri ve Durumları,
Toplulukları, Öteki Bizler, Öteki Coğ­
Kültürel Üretim Alanları, Medya ve
rafyalar (II) Balkanlar, Anadolu Kültür­
Kültür oturumları) alanlarından yapılan
leri, Avrasya Türk Topluluklarının Ge­
araştırmalarla irdelendi. Medya araştır­
leceği, Türk Dilli Devlet ve Toplumlar-
maları arasında özellikle Özden Çanka­
da Çok Kültürlülük: Milli Demokratik
ya vd. nin İstanbul'daki taksi şoförleri­
Cumhuriyet ve Sosyalizm Tecrübeleri­
nin radyo dinleme alışkanlıklarıyla ilgi­
nin Karşılaştırmaları oturumları), Türk
li yaptıkları araştırmaya dair sunuşları
göçmenler ya da Türkiye'deki azınlık­
son derecede renkli ve ilginç veriler içe­
larla ilgili sunuşlar yapılmakla birlikte,
riyordu. Farklı semtlerdeki taksi durak-
larında çalışan 100 taksi şoförüyle
yapılan görüşmelerin sonucunda araş­
tırmacılar radyonun daha çok "unut­
ma" ve "sığınma" işlevlerinin ön planda
tutulduğunun
ve
söz
programları
yerine daha çok müzik ve eğlence prog­
ramlarının dinlendiğinin altını çizdiler.
Çeşitli disiplinlerden pek çok araş­
tırmacıyı buluşturan "Türk(iye) Kültür­
leri" sempozyumunun devam ettiril­
mesi ülke çapında çeşitli disiplinlerden
akademisyenleri bir araya getiren bu tür
etkinliklerin çok fazla sayıda olmaması
nedeniyle büyük önem taşımaktadır.
İletişim çalışmaları özelinde bu tür et­
kinlikler
zaten
sürekliliğe
kavuş­
turulamamış olup sürekli yapılanlar ise
daha teknik boyutlarla sınırlandırılmak­
tadır. Şüphesiz, iletişim araştırmaları ile
ilgili akademik etkinlikler sürekliliğe
kavuşsa bile "Türk(iye) Kültürleri" gibi
sempozyumlar iletişim çalışmalarının
kendi içine kapanmadan farklı disiplin­
lerle etkileşimini arttırması açısından
önem taşımaya devam edecektir.
Etkinlik Değerlendirmeleri -111
Uludağ Üniversitesi
I. Ulusal Genç Bilim Adamları Sempozyumu
Değişen Dünyada Türkiye’nin Önemi
6-7 Mayıs 2 0 0 4
Engin Sarı
Uludağ Üniversitesi I. Ulusal Genç
Bilim Adamlan Sempozyumu 6-7 Ma­
yıs tarihlerinde "Değişen Dünyada Tür­
kiye'nin Önemi" başlığı ile yapıldı. Dü­
zenleme kurulu periyodik bir etkinlik
olması planlanan, 35 yaş ve altındaki
genç bilim insanlarının katıldığı sem­
pozyumunun amacını, Türkiye'deki
bilgi üretimine sosyal bilimlerin de, fen
ve sağlık bilimlerinin yaptığı kadar kat­
kı yapabilmesini teşvik etmek olarak
saptamıştı. 28 üniversiteden 47 bildiri­
nin sunulduğu etkinliğin çağrı metnin­
de sempozyumun hedefi ise şu şekilde
belirtilmişti: "Sosyal bilimler alanında
Adamları Sempozyumu'nu düzenle­
miş bulunuyoruz".
İki gün süren etkinliğin açılış bildiri­
si, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
öğretim üyesi Prof. Dr. Anıl Çeçen,
"Türkiye'nin Jeopolitik, Jeostratejik Du­
rumu ve Önemi" başlıklı konuşmasıydı.
Prof. Dr. Çeçen, bildirisinde Avrupa
Birliği'ne katılım sürecinin ve Orta Do­
ğudaki gelişmelerin, Türkiye'nin ulusal
çıkarlarına zarar verecek şekilde seyret­
tiğini, bunun da ABD ve Avrupa'nın bi­
linçli bir uluslararası politikası olduğu­
nu öne sürdü.
uluslararası düzeyde yayın yapmanın
Sempozyumda toplam 47 bildiri üç
zorluğunun da bilincinde olarak, bu
ayrı salonda, dört paralel oturumla su­
alanda yetişmekte olan genç bilim
nuldu. Bildiriler dört ana başlık altında
adamlannı teşvik etmek, ödüllendir­
gruplandırılmıştı: "Türkiye'nin Jeopoli­
mek ve dünya bilgi üretimine katkıda
tik Durumu ve Önemi”, "Türkiye'nin Je-
bulunmanın asıl hedef olduğunu bir
oekonomik Yapısı", "Türkiye'nin Sosyo­
kez daha vurgulamak için 'Uludağ
ekonomik Yapısı" ve "Türkiye'nin Sos­
Üniversitesi
yokültürel Yapısı". Bunlar aynı zaman-
I. Ulusal
Genç
Bilim
iletişim : araştırmaları • © 2004 • 2(1): 109-114
112 ■iletişim : araştırmaları
da üç ayrı salonda gerçekleştirilen para­
işgal eden ve böylece toplumsal kay­
lel oturumların da ana başlıklarını oluş­
nakları kontrol eden iktidar seçkinleri­
turuyordu. İlk gün bildiriler açılış ko­
nin tanınması-tanımlanmasına bağlı ol­
nuşmalarının ardından öğleden sonra
duğunu ileri sürdü. Sonuçları amprik
sunulmaya başlandı. Bu ilk oturumlar­
bir araştırmaya dayanan bildirisinde
da, "Türkiye'nin Jeopolitik Durumu ve
Dr. Arslan, Türkiye'de günümüz top­
Önemi" başlığı altında Türkiye'nin ya­
lumsal yapısının, siyaset, iş dünyası,
kın coğrafyasındaki uluslararası geliş­
medya ve ordudan oluşan dört temel
meler, AB'ye üyelik süreci ve AB ile iliş­
güç bloğunu içerdiğini ve bu dörtlü blo­
kiler; "Türkiye'nin Sosyoekonomik Ya­
ğun da Türk iktidar seçkinlerini oluştur­
pısı" başlığında ise genel olarak küresel­
duğunu ileri sürdü. Bu tespit ve kav-
leşme ve Türkiye ekonomisi ilişkisini
ramsallaştırmaların ardından Arslan,
konu alan bildiriler sunulurken ben
Türk toplumunun iktidar yapısına iliş­
"Türkiye'nin Sosyokültürel Yapısı" baş­
kin bir model ortaya koydu. Dokuz Ey­
lıklı oturumları izledim.
lül üniversitesinden Levent Yılmaz,
sosyokültürel yapısı
"Türk Siyasal Kültürünün Geçmiş ve
oturumunun birinci bildirisi "Küresel
Olası Kriz Alanları İçin Bir Model" baş­
Risk Toplumu Sürecinde Türkiye: Nere­
lıklı bildirisinde, Türk siyasal kültürü­
deyiz? Nereye Gidiyoruz?" başlığı ile
nün mevcut ve olası krizleri nasıl kavra­
Uludağ Üniversitesi'nden Cantürk Ca-
dığı ve bunların bu yapıyı hangi yönle­
ner'e aitti. Caner, küreselleşmenin eko­
re evirebileceğini tartıştıktan sonra,
nomik ve kültürel bütünleşme olduğu­
kriz-siyasal kültür etkileşimine dair bir
nu, bu bütünleşmenin aynı zamanda or­
model önerdi. Ancak bu model içerdiği
tak riskleri de gündeme getirdiğini be­
kavramlar ve ilişkiler birbirleriyle tutar­
lirtti. Caner buradan yola çıkarak bir
lı bir şekilde tanımlanamadığı için açık­
postmodem risk toplumu anlayışı be­
layıcı olmaktan uzak göründü. Oturu­
timledi ve Türk toplumu ile kamu bü­
mun son bildirisi "Türkiye'nin Jeopoli­
rokrasinin risk kavrayışını inceledi. Bu
tik Önemi Açısından Almanya'daki
Türkiye'nin
oturumun "Modem Türkiye'nin Sosyo-
Türk Nüfusuna Sosyolojik Yaklaşım"
Politik Yapısı ve Türk İktidar Seçkinleri"
başlığını taşıyordu ve Erciyes Üniversi­
başlıklı ikinci bildirisini Gaziosmanpaşa
tesi'nden İsmail Güllü'ye aitti. Güllü,
Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr. D. Ali
bildirisinde göç olgusunu irdeledikten
Arslan sundu. Dr. Arslan, Türk toplu-
sonra, Almanya'ya göç eden Türk'lerin
munun iktidar yapısını anlamanın, top­
sosyo-kültürel yapısını ve sorunlarını
lumsal kuramların en üst konumlarını
betimledi. Bu bildiride ortaya konan en
Sarı • Değişen Dünyada Türkiye'nin Önemi ■113
somut argüman, göç ve buna bağlı so­
iletişimsel anlamı" başlıklı ikinci bildiri
runların disiplinler arası bir yaklaşımla
bana aitti. Bildirimde hemşehriliğin sa­
incelenmesi gerektiğinden ibaret kaldı.
dece kişilerarası iletişimde tarafların
Tartışma bölümünde ise oturumun bi­
birbirlerini sınıflandırmalarını içerme­
rinci bildirisine atfen Türk toplumu ve
diğini, aynı zamanda belli bir coğrafya­
risk kavrayışı ile ikinci bildirideki kriz-
ya ait olmayı bildiren kimlikleri tanım­
siyasal kültür etkileşimi modelinin açık-
ladığını ve belli kültür özellikleri etra­
layıcılığı üzerinde duruldu.
fında kurulmuş ilişki ağlarını ifade etti­
"Türkiye'nin sosyo-kültürel yapısı"
ğini belirttim. Hemşehrilik gibi cemaat-
ana başlıklı 2. oturum Uludağ Üniversi­
sel ilişki ve dayamşma biçiminin nasıl
tesinden Şenol Baştürk'ün "Gösteriye
meşrulaştığını ve hemşehrilik ilişkileri­
Katılmak: Postmodem İddialar ve Türk
ni meşru kılan anlamların oluşumunu
Bireyi-Kültürel Bir Analiz" başlıklı bildi­
irdeledim. Bir hemşehri ilişki ağı etnog-
risiyle başladı. Baştürk bildirisinde, ön­
rafisinin verileriyle, kültürün meşru an­
celikle sosyal teoride modem kuram ve
lamlar için zemin olduğunu öne sür­
kavramların geçerlilikleri ve yeterlilik­
düm. Oturumun son bildirisi Anadolu
lerinin haklı bir şekilde sorgulanmaya
Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr. Nezih
başlandığını belirtti. Baştürk, bazı yön­
Orhan'ın "Türkiye'nin Sosyokültürel
leriyle epistemolojik boyutlar da kaza­
Yapısı:
nan ve bizi postmodemist analizlere
Çağdaşlık Bilinci Tasarımı" başlıklı ça-
ulaştıran bu sorgulamanın izini "birey"
lışmasıydı. Orhan bildirisinde, çağdaşlı­
kavramsallaştırması üzerinden takip
ğı ve çağdaşlık ölçütlerini tanımladıktan
ederek modernizmi birey projesi olarak
sonra, eğitim ve okur-yazarlık oranları­
tartıştı. Bu tartışmayı Türk modernleş­
nı temel alarak Türkiye'nin çağdaşlık
mesi içindeki "birey sorunsalı" ile ilişki-
durumunu inceledi. Bildirisinin son bö­
lendirerek, modernleşme eğilimlerinin
lümünde ise televizyon programlarında
içerdiği Türk bireyi tasavvurunun kuru­
kurgulanan ve sunulan "çağdaşlık bilin-
labilen, toplumsal mühendislik anla­
ci"ni analiz ettikten sonra, Güneydoğu
mıyla var olabildiğini öne sürdü. Günü­
Anadolu bölgesindeki örnek bir olay­
müzde Türk bireyinin gösteri ve tüke­
dan yola çıkarak televizyonun çağdaş­
tim toplumu kavramsallaştırmaları için­
laşma doğrultusunda kullanılabilecek
den incelenmesi gereken bir dönüşüm
etkili bir araç olduğunu savundu. "Çağ­
geçirmekte olduğunu iddia etti. Otu­
daşlık bilinci"nin oluşturulması yönün­
Televizyon
programlarında
rumdaki "Hemşehri kimliğine dayalı
de nasıl bir televizyonculuk yapılması­
ilişki ağları: Bir ilişki ağının kültürel ve
na dair önerileri ile sunuşunu tamamla­
114 ■iletişim : araştırmaları
dı. Dr. Orhan, "çağdaşlık bilinci oluştu­
li avantajlar sağlayabileceğini öne sürdü
rucu bir araç olarak televizyon" iddiası­
ve bu çerçevede Türkiye-İran ilişkilerini
nı kuramsal olarak temellendirememek-
analiz etti. Gaziantep Üniversitesinden
le birlikte, biçimsel olarak ilgi çekici bir
Yrd. Doç. Dr. İbrahim Örnek bildirisin­
sunuş yaptı. Oturumun sorular ve tar­
de, Türkiye'nin elektrik üretiminde ye­
tışma bölümünde, Baştürk'ün bildirisi­
rel kaynakların önemini inceledi. Bo­
ne atfen Türk toplumunun "postmodem
ğaziçi Üniversitesi'nden Mehmet Bar­
bir analiz çerçevesi" içinde değerlendi­
dakçı ise, Avrupa Güvenliği çerçevesin­
rilmesinin geçerliliği ve benim bildirim­
de Türkiye'nin konumunu tartıştı. Bar­
den hareketle de metodoloji üzerinde
dakçı, bildirisinde yeni tehd
duruldu.
ları ve yeni güvenlik tanımlamaları açı­
Sempozyum ikinci gün, Türkiye'nin
jeostratejik durumu ve önemi, Türki­
ye'nin sosyo-ekonomik yapısı ve Türki­
ye'nin jeoekonomik yapısı oturumları ile
tamamlandı. "Türkiye'nin sosyoekono­
mik yapısı" başlıklı oturumlarda, iş ka­
nunu, sendikacılık, işletme yönetimi, ye­
rel ekonomiler, iletişim altyapısı ve diji­
tal imza gibi konular irdelendi. "Türki­
ye'nin jeoekonomik yapısı" oturumla­
rında ise, yeni bir bilim olarak jeoekonomi, küresel ekonomi ve Türkiye'de sana­
yi, stratejik yeraltı zenginlikleri, jeotermal enerjinin önemi, dış ticaret ve ser­
best bölgeler konuları sunuldu. Ben
ikinci günkü oturumlardan "Türkiye'nin
Jeostratejik durumu ve önemi" başlıklı
oturumu izledim. Bu oturumda Gebze
İleri teknoloji Enstitüsünden Gonca
Oğuz, Türkiye-İran ilişkileri konulu bil­
dirisinde, Türkiye'nin yalmzca Batıyla
değil, İslam dünyasıyla da yakın ilişkiler
algılama­
sından Türkiye'nin Avrupa'nın güven­
lik yapılanmasında önemli ve etkin bir
role sahip olacağım ileri sürdü. Oturu­
mun son bildirisi ise Erciyes Üniversite­
si'nden Serdar Sakin'in "Türkiye'nin Je­
opolitiği Açısından Misak-ı Milli ve Ta­
rihsel Değeri" başlıklı incelemesiydi. Sa­
kin'in temel iddiası, jeopolitik açıdan
değerlendirildiğinde Misak-ı Milli ulu­
sal gücün odak noktası ve değişmez bir
programı olarak Türklerin asgari istekle­
rini temsil etmekte olduğuydu. Oturu­
mun sorular ve tartışma bölümünde,
oturumu izleyen subayların da yoğun
katılımıyla, Irak'taki gelişmeler ışığında
Türkiye'nin Ortadoğu politikalarının ne
olması gerektiği üzerinde duruldu. Misak-ı Milli sınırlarına ulaşılmasının gere­
kip gerekmediği tartışılırken, bazı su­
bayların yayılmacı bir ulusal politikanın
günümüz dünyasında geçerli olmadığı­
nı savunması dikkat çekiciydi.
geliştirmeyi hedefleyen "çok taraflı" po­
Sempozyumun son oturumu, genel
litika anlayışla hareket etmesinin önem­
değerlendirme ve tartışmaya ayrılmıştı.
Sarı • Değişen Dünyada Türkiye'nin Önemi • 115
Bu bölümde ilki yapılan bu etkinliğin,
lıklı bildirisiyle Erciyes Üniversitesi
amacına ulaşıp ulaşmadığı, olumlu ve
İİBF'den Yrd. Doç. Dr. Şevki Özgener ve
olumsuzluklarının neler olduğu, bun­
"Türkiye'nin Sosyo-kültürel Yapısı: Te­
dan sonraki sempozyumların hangi for-
levizyon Programlarında Çağdaşlık Bi­
matta ve periyotta olabileceği tartışıldı.
linci Tasarı" başlıklı bildirisiyle Anado­
Tartışmaların ardından, sempozyumun
lu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakül­
çağrısında belirtildiği üzere, genç bilim
tesi'nden Yrd. Doç. Dr. Nezih Orhan
adamlarının teşvik edilmesi çerçevesin­
mansiyona değer bulundular. "Türki­
de ödüller dağıtıldı. Bildiriler, her otu­
ye'nin Jeopolitik ve Jeoekonomik Duru­
rumu izleyen 3-4 kişilik değerlendirme
mu ve Önemi" kategorisinde ise birinci
gruplarının raporları doğrultusunda
"Küresel Ekonomide Coğrafi Rekabet ve
değerlendirilmişti. Bu gruplar, sempoz­
Türkiye'de Sanayi Odaklarının Tanım­
yum düzenleme kurulunda yer alan
lanması" başlıklı bildirisi ile Işık üniver­
Uludağ Üniversitesinin öğretim üyele­
sitesi'nden İnci Taşdemir; ikinci "Avru­
rinden oluşmaktaydı. Bilim kurulunun
pa Parlamentosunun Ermeni Sorunu'na
değerlendirmesi sonucunda iki katego­
İlişkin Aldığı Kararlar İtibariyle Türki-
ride ödüle değer bildiri belirlendi. Ödül
ye-Avrupa Birliği İlişkileri" başlıklı bil­
alan bildiriler şöyle sıralandı: Türki­
dirisi ile Uludağ Üniversitesi İİBF'den
ye'nin sosyo-kültürel ve sosyo-ekono-
Barış Özdal; üçüncü "Türkiye'nin Jeoe­
mik yapısı kategorisinde birinci "Hem­
konomik Yapısında Jeotermal Enerjinin
şehri kimliğine dayalı ilişki ağları: Bir
Önemi" başlıklı bildirisiyle Gazi Üniver­
ilişki ağının kültürel ve iletişimsel anla­
sitesi Endüstriyel Sanatlar Eğitim Fakül­
mı" başlıklı bildirisiyle Ankara Üniver­
tesi'nden Orhan Erden oldu. "İnsan
sitesi İletişim Fakültesi'nden Engin Sarı;
Hakları Açısından Türkiye'nin Avrupa
ikinci "Yerel Çıkarın Ulusal Düzeydeki
Birliği'ne Üyelik Sürecinin 2003 İlerleme
Temsilinin Ekonometrik Modeli" başlık­
Raporu Çerçevesinde Analizi" başlıklı
lı bildirileriyle Kahramanmaraş Sütçü
bildirisi ile Uludağ Üniversitesi'nden
İmam Üniversitesi'nden Yrd. Doç. Dr.
Mehmet C. Marın, Mustafa Çolak ve
Tuğba Yolcu; üçüncü "Gösteriye Katıl­
mak: Postmodern İddialar ve Türk Bireyi-Kültürel Bir Analiz" başlıklı bildiri­
siyle Uludağ Üniversitesi İİBF'den Şe­
Çiğdem Aydın Koyuncu ve "Kuzey Kaf­
kasya Otonom Cumhuriyetlerinin Türkiye-Rusya İlişkilerine Etkisi" başlıklı
bildirileri ile Gebze İleri Teknoloji Enstitüsün'den Gökmen Kılıçoğlu ve Serkan
Kekevi mansiyona değer bulundular.
nol Baştürk oldu. Bu kategoride "İşlet-
Biçimsel olarak hiçbir kusuru olma­
meler'de Farklılıkların Yönetimi" baş­
yan, en ufak bir organizasyon sorunun
116 - iletişim : araştırmaları
söz
konusu
olmadığı
Ü niversitesinin
sıcak
ve
ve
Uludağ
titiz
ev
sahipliğinde gerçekleşen sempozyum,
akademik çalışmalar açısından iki ko­
nunun önemini vurgulamış oldu: Birin­
cisi sosyal bilimlerde bilgi üretiminin
kendine özgü zorlukları göz önünde
bulundurularak bu alanda özellikle
genç akademisyenlerin teşvik edilmesi
ve cesaretlendirilmesi gerektiği. İkincisi
ise, bilim insanları arasındaki akademik
etkileşimin değeri ve gerekliliği.
Etkinlik Değerlendirmeleri • 117
REPO RT ON THE CONFERENCE
"INTERCULTURAL COMMUNICATION OUTLINES OF AN ACADEMIC DISCIPLINE"
Monika Kraemer
Intercultural communication is an
speech communication (Dominic Busch,
off spring of several parents. Originally
Frankfurt/O) and education Gürgen
created from various mother
Henze, Ursula Nguyen, Berlin). In
disciplines in the USA, it developed in
addition, several different approaches to
the German speaking countries only as
teaching Intercultural Communication at
late as in the mid-1980s, according to
German universities were presented: at
vvhich dates it should now have
the University of Jena as, "Intercultural
reached adolescence. But has it really
Business Communication" Gürgen
reached the maturity and autonomy to
Bolten), at Munich University as the full-
function as an independent academic
sized curriculum, "Intercultural
discipline? This was the Central issue of
Communication" Guliana Roth) as well
a conference to vvhich the Institut Für
as, "Intercultural Communication" in the
Interkulturelle Kommunikation of
Munich elite netvvork East European
Munich University had invited scholars
Studies (Galina Koptelzevva),
and university teachers into the
furthermore at the University of
bavarian Capital.
Saarbrücken in the Department of
Several contributions presented the
discipline of Intercultural
Communication from the perspective of
individual mother disciplines such as
psychology (Alexander Thomas,
Romanic Culture Studies as a
programme on "Intercultural Media
Communication" (Hans-Jürgen
Lüsebrink).
The papers and discussions revealed
Regensburg), ethnology (Alois
very specific orientations, theories and
Moosmüller, Munich), linguistics and
methodologies of the discipline, and
iletişim : araştırmaları • © 2004 • 2(1): 115-116
118 • iletişim : araştırmaları
insofar Intercultural Communication can
Intercultural Communication taught at
by called a discipline vvithout a unified
German universities and to funetion as a
paradigm. But what are the criteria for
hinge for the participating disciplines. It
turning a subject taught at universities
presents an information -platform on on-
into a proper academic discipline? If we
going and planned research projects and
take the criteria identified by Jürgen
Straub (Chemnitz) and Astrid Ertelt-
offers the participating universities an
opportunity to mutually enhance their
Vieth (Berlin) in their respective papers it
teaching capacities by ac-quiring courses
will take, so the consensus of the ensuing
from other institutes. By virtue of this
discussions, years or even decades before
the Portal can öpen a Virtual space vvhich
Intercultural Communication can reach
will make visible the whole variety of
such a position.
the discipline Intercultural
A fundamental characteristic of the
discipline is, in any case, its
interdisciplinary orientation. Hovvever,
the conference showed that there is need
Communication and will eventually
contribute to its consolidation through
exchange and cooperation.
In the meeting of European
for more action: On the one hand it is
Intercultural Communication Committee
necessary to semtinize the mother
vvhich was held in Munich at November
disciplines as to what they can contribute
12, 2004, Prof. Dr. Asker Kartarı from
to the further development of
Ankara University was choosen
Intercultural Communication, while on
president of the Committee vvhich vvill
the other hand their stronger integration
start from July 2005 and last for tvvo
and with that the utilisation of overlap
years. It vvas decided at the meeting that
can produce valuable insights and
the congress and meeting in 2006 vvill be
held in Ankara. The subject of the
synergies.
The Internet Portal for Intercultural
Learning (www. interkulturelles-portal.
de) created at Jena University by Jürgen
Bolten and presented by him is an
excellent example for synergies deriving
from stronger interdisciplinary
integration. Its development was
facilitated by his experience with elearning and blended learning. The Portal
intends to put together ali courses in
Congress is "Intercultural
Communication in Europe".
119
Müteferrika
ve Osmanlı Matbaası
Aytaç Yıldız
18. Yüzyılda İstanbul'da Kitabiyat
ve kullanımının yaygınlaşması ile bir­
likte kitap basımı hızla yükselişe geç­
Franz Babinger
miş, böylelikle bilgiye ulaşım koşulları
Osmanlı Matbaasının Kuruluşu ve
Başlangıcı
değişmiştir. Bugün Avrupa tarihi üzeri­
ne yapılan önemli çalışmaların tümü,
kitap basımındaki devasa büyümenin,
İbrahim Müteferrika
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul,
2004, 114. s.
Çev. Nedret Kuran-Burçoğlu.
Avrupa'nın geçirmiş olduğu büyük
modernite sürecinin önde gelen etmeni
olduğu konusunda hem fikirdir.
Türk modernleşmesi şeklinde for­
müle edilen süreç üzerine yapılan ince­
leme ve araştırmalar, modernitenin bi-
toplumsal ve siyasal dönüşümün so­
ricikliği düşüncesinin sonucu olarak,
nuçlarını anlatmak için kullanılan mo-
bilginin yayılımı konusuna eğilmek ve
dernitenin altında yatan temel unsurlar­
bunun Türkiye'deki tarihine bakmak
dan birisi bilginin yayılımı olgusudur.
durumunda kalmıştır. Doğal olarak va­
Bu olgu insanlara, hem kendileri hem
rılan nokta matbaanın, kitap basımının
de yaşadıkları toplum ve dünya hak-
ve dolayısıyla bilginin yaygınlaşması
' kında geniş tasavvur geliştirebilme, ye­
ve ona erişim olanakları üstüne çalış­
ni düşünce yönelimlerini keşfetme ve
mak olmuştur. Bu çalışmalardan birisi
varolan her şeyi sorgulama imkanı ver­
de ünlü şarkiyatçı ve Osmanlı tarihçisi
miştir. Sözü edilen süreçte bir teknik
Franz Babinger'e (1891-1967) aittir.
olarak matbaa tek başına önemli bir iş­
1919'da ilk baskısı yapılmış olmasına
levi yerine getirmiştir. Matbaanın icadı
rağmen, "18. yy'da İstanbul'da Kitabi-
iletişim : araştırmaları • © 2004 • 2(1): 117-122
120 • iletişim : araştırmaları
yat" adlı bu önemli eser henüz Türk­
çe'ye kazandırıldı.
Münih Üniversitesi'ndeki Yakındo­
ğu Tarih ve Kültürü ve Türkoloji Enstitüsü'nün de kurucusu olan Babinger,
Türkiye'de daha çok Fatih dönemi üze­
rine yazdığı çalışması ile tanınmaktadır.
O'nun, burada ele alman çalışması ise
uzun süre sadece uzmanların erişebildi­
ği bir tarihi belge olarak kalmıştı. Esere
ulaşarak Türkçe'ye çeviren Nedret Ku­
Birinci bölümde Franz Babinger, Os­
manlI'da matbaa tarihine ilişkin son
derece önemli bilgiler vermektedir.
1919'da, konu üzerine hala derinlemesi­
ne tek bir eser bile yazılmamıştır diyen
Babinger, kendi çalışmasının önemini
"...ilk defa, Türk kitap matbaacılığı ta­
rihi içinde yayımlanmış bilgilere daya­
nılarak, 18. yüzyıl İstanbul kitabiyatının
bir özeti yapılmaya çalışılmıştır" (s. 6)
sözleriyle dile getirmektedir.
ran, 80'li yıllarda bir aile sohbetinde
Babinger'e göre Müteferrika devrine
matbaacı bir aileden geldiğini öğrendiği
gelmeden çok önce, Osmanlı'da kitap
Turgut Kut'un önerisi ve hatırlatması ile
basımı başlamıştı. 1503 yılında David
metni ele aldığını ancak çeviriyi 2000-
Nahmias İstanbul'daki matbaasında
2001 yıllarında konuk öğretim üyesi
Dört Emir adlı bir eser basabilmiş; yine
olarak geçirdiği Harvard Üniversitesi'nde tamamlayabildiğini belirtmek­
tedir. Çalışmanın içeriğine geçmeden
son olarak, Nedret Kuran'm da ifade et­
tiği gibi, bugünün bakış açısıyla Babinger'i okumak, Türk dünyasının onun gi­
bi Batılı bir bilim adamı tarafından nasıl
algılanıp tanıtıldığını anlamak açısın­
dan önem taşımaktadır.
1627'de patrik Lukaris, alet ve malze­
melerini İngiltere'dan getirttiği bir mat­
baa kurmuş ve ayrıca Akbar Tıbir adlı
bir Ermeni 1567 yılında Venedik'ten ge­
tirdiği hurufatı kullanarak Basit Ermeni
Alfabesi adlı kitabı yayımlamıştır. Bu
noktada yazar, önemli bir soruyu açma­
ya girişmekte ve matbaanın tam anla­
mıyla kabul edilmesi sürecinde yaşanan
gecikmenin nedenleri üstünde durmak­
Müteferrika ve Osmanlı Matbaası
tadır. Özellikle devletin esnaf tabakasını
iki bölümden oluşmaktadır. İlki Babin-
oluşturan loncaların, ekmeklerinden ol­
ger'in 18. Yüzyılda İstanbul'da Kitabiyat
ma korkusuyla, matbaanın kendi ülke­
adlı makalesi, öteki de Osmanlı Matba­
lerine gelmesini önlemek için ellerinden
asının Kuruluşu ve Başlangıcı adını taşı­
geleni yaptıklarını Babinger, Evliya Çe-
yan ve İbrahim Müteferrika'ya ait olan
lebi'ye dayanarak aktarmaktadır. Bura­
belgedir. Ayrıca kitabın sonuna birkaç
da aktarılan bir diğer tarihi kaynak da
bilgilendirici ek ilave edilmiştir.
ünlü İtalyan şarkiyatçı
G. Donado'ya
Yıldız ■Müteferrika ve OsmanlI Matbaası • 121
aittir. Türk edebiyatı üstüne 1688'de ka­
de okuyucunun ilgisine sunulmaktadır.
leme aldığı çalışmasında Donado, mat­
Gerçekten de Babinger'in, önsözde be­
baanın geç kabullenilmesi ile ilgili ola­
lirttiği amacını en iyi serimlediği, engin
rak şunları söyler: "Türk yazıcıları, bir
bilgisini, yoğun arşiv taramasını ve ge­
daha yazı yazamama ve bu durumda
rek birincil gerekse tali kaynakları tam
geçimlerini meslekleri ile sağlayamama
bir akademik disiplin içinde kullandığı
tehdidi ile karşılaştıkları için, ayrıca
kısım burasıdır denebilir. Açık olarak
açıkça söylenmese de bir başka neden­
söylemek gerekirse, yazarın çalışması­
den, Bir Hıristiyan icadı olması ve Türk-
nın asıl başarısı ve özgünlüğü de bura­
lerin matbaa makinesi ile basılmış kitap­
da yatmaktadır: Batı teknolojisinin bir
ların bir küfür olmalarına inanmaları
ürünü olan matbaa (dolayısıyla bilginin
nedeniyle..."(s. 9). Vurgulanan bir diğer
yayılması olgusu), biraz gecikmeyle de
nitelik, matbaanın Osmanlı'ya getiril­
olsa Osmanlı'da da işlev görmeye başla­
mesi için Avrupacıların yoğun ve özel
mıştır ve açıktır ki ortada, bir teknik
çabaları olduğudur; Babinger, metninin
üzerinden farklı iki kültüre sirayet eden
ilk sayfalarında bu noktayla ilgili bir
gerçeklik ve bu gerçekliğin tarihselliğini
kaynak ve bilgi demeti sunmaktadır.
kazandıran bir tür etkileşim söz konu­
Sonuç olarak yazarın da ifade ettiği gibi,
sudur. Dolayısıyla Osmanlı'da matba­
Osmanlı'da Gutenberg'in icadına karşı
ayı/kitap basımını incelemek, yorumla­
çıkarılan engel, 18. yy'ın ikinci çeyreğin­
mak ve tartışmak iddiası ile yola çıkan
de tamamen ortadan kalkmıştır; bunu
herhangi bir çalışma, sözünü ettiğimiz
başaran isim İbrahim Müteferrika'dır.
etkileşimi göz önünde tuttuğu ölçüde
Padişahın şahsi hizmetinde olan, anla­
mına gelen "müteferrika" sözcüğünden
hareketle Babinger önce ayrıntılı olarak
matbaanın kurucusunun hayatını, onun
azimli ve deneyimli yardımcılarını ve
1728 yılında matbaanm resmi olarak na­
sıl kurulup, faaliyete başladığını, konu­
suna hakim bir tarihçi titizliği ve üslu­
buyla sıralamaktadır. Ardından bu ilk
kalıcı ve etkileyici olabilecek demektir.
Babinger'in başardığı da budur. Çünkü
bütün metin boyunca, sözü edilen etki­
leşim dinamiği elden geldiğince (çalış­
manın 1919 gibi erken bir tarihte kaleme
alındığı unutulmamalı) dikkate alınarak
bir analiz yapılmış ve özellikle zengin
gönderme ve dipnotlarla bu durum da­
ha da pekiştirilmiştir.
matbaada basılan eserler aktarılmakta
Bu kısa ama yoğun çalışmanın içeri­
ve her eser deyim yerindeyse kılı kırk
ği ile ilgili olarak belirtilmesi gereken
yararcasına kendi tarihsel macerası için­
bir başka önemli nokta, aslında Türki­
122 ■iletişim : araştırmaları
ye'de de matbaa tarihi söz konusu ol­
ların en sağlıklısı olarak kabul etmiş gö­
duğunda tartışmaların odağını oluştu­
rünmektedir.
ran, matbaanın istikrarlı bir varlık gös­
teremeden iki kez ciddi duraklama ya­
şamış olmasıdır. İlkinde 1730 tarihli
Patrona Halil Ayaklanmasından dolayı
matbaaya ara verilmiş ve 1732 yılında
yeniden faaliyete geçmiştir. İkincisinde
ise Müteferrika'nın öldüğü yıl olan
1746'dan itibaren tedrici olarak matbaa
silinmiş ve ancak 1784 yılında devrin
padişahı I. Abdülhamit tarafından yeni­
den faaliyete geçmesine izin verilmiş;
ondan sonra kitap basımı sürekli arta­
rak devam etmiş ve 19. yy'ın ortalarıyla
birlikte kitabın yanına yeni bir ürün
olarak gazete de eklenmiştir. Babinger,
konuyla ilgili farklı görüşleri sıraladık­
tan sonra (s. 30-31) kendi yorumunu ak­
tarır: ".. .en yaygın olan görüş, ekmekle­
rinden olan mutsuz kopyacıların (hat­
tatlar kastedilmektedir, A. Y. ) ayakla­
nıp matbaayı basmış ve aletleri tahrip
etmiş olduğu ve matbaanın erken sonu­
nu hazırlamış olduğu doğrultudadır.
En isabetli olan görüşün bu olduğu an­
Türkiye'de konuya değinen en etki­
li çalışma Niyazi Berkes'e aittir. Türki­
ye'de Çağdaşlaşma adlı çalışmasında Berkes, matbaanın kuruluşunda basılması
yasaklanan dini eserlerin çoğaltılması­
nın hattatlara geçimlerini sağlayabile­
cek geniş bir iş alanı bırakmış olduğunu
belirtmektedir (s. 59-60). Berkes, hattat­
ların hoşnutsuzluğuna yol açan gerçek
nedenin ise, matbaacılığın başlaması ile
yeni bir beratlı mesleğe müsaade edil­
miş olmasından kaynaklanabileceğini
söylemektedir. Bu sisteme göre matbaa
açma izni yalnızca İbrahim ve Said
efendilere verilmiş ve II. Mahmud dev­
rine kadar devletçe verilen bir tekel ola­
rak kalmıştır ve ancak gazeteciliğin baş­
lamasından sonra özel bir girişim işi
olabilmiştir. Dolayısıyla Babinger'in
"geçim sıkıntısını öne süren hattatlar"dan hareketle yaptığı değerlendir­
meye ihtiyatla yaklaşmak gerekmekte­
dir.
laşılmaktadır" (s. 32). Bir başka yerde
Kitabın ikinci bölümü, HollandalI ta­
de Babinger "...kitap kopya edenlerin,
rihçi Machiel Kiel'in bulup çevirdiği, ül­
İbrahim yüzünden işlerinin kötüye git­
kesindeki devlet arşivinde korunan na­
mesi bahanesi ile devletten matbaanın
dide bir eseri içermektedir. Bu eser Os­
kapatılmasını ricasında bulunduklarına
manlI Matbaasının Kuruluşu ve Başlangıcı
ve bunun üzerine matbaanın faaliyeti
adlı bir el yazmasıdır, ancak asıl önemli­
için verilen iznin geri çekildiğine dair
si 1733 yılına ait bu tarihi vesikanın biz­
ortalığa bir rivayet yayılmıştır" (s. 31)
zat İbrahim Müteferrika'ya ait olma ihti­
dese de, bu rivayeti muhtemel yorum­
malidir. Doğrusunu belirtmek gerekirse,
Yıldız ■Müteferrika ve Osmanlı Matbaası • 123
Müteferrika imzası taşımadığı için, bel­
da Kiel, ilginç bir biçimde ve ısrarla bir
genin sahipliği biraz muğlak kalmış gö­
konuyu vurgulamak istemektedir; Av­
rünmekle birlikte Kiel, konunun uzman­
rupa'da matbaanın ürünleri hem sayıca
larından birisi olarak belgeyi uzun uza­
fazla hem de çoğunlukla felsefi- bilimsel
dıya farklı yöntem ve karşılaştırmalarla
içeriklidir; Osmanlı'da ise böyle bir du­
dikkatle incelediğini belirtmekte ve niha­
rum yoktur! Akla gelen her türden ese­
yet "...yazarı kendi ismini açıkça zikret-
rin basıldığı Avrupa ülkesi olarak Hol­
memiştir, ancak eğer insan satır aralannı
landa'dan söz eden yazar, buraya ekle­
okumak isterse, metinde konuşan kişinin
diği dipnotta -iyice anlaşılsın diye- şöy­
İbrahim'in kendisi olduğunu hissede­
le devam etmektedir: "Hollanda'daki
cektir; çünkü yazar matbaa hakkında çok
Elzevier Matbaası 132 yıllık geçmişinde
şey bilmektedir" (s. 67) demektedir. Bu
(17. yy), çoğunluğu bilimsel olan 4200
vesileyle 11 sayfalık belgeye bir de önsöz
eser basmıştır; kitapların müellifleri içe­
yazan Kiel, matbaa ile ilgili bu orijinal
risinde Bacon, Calvin, Descartes, Galilei
belgenin neden Hollanda'da bulunduğu
ve Hobbes gibi ünlü isimler bulunmak­
sorusuna cevaplar aramakta, buna temel
tadır. Buna karşın 1728 ile 1830 yılları
gerekçe olarak da Avrupa'da (özellikle
arasında İstanbul'da faaliyet gösteren
Hollanda'da) kitap basımına ilişkin 18.
matbaada sadece 98 kitap basılmıştır" (s.
yy'da varolan canlı ilgiyi göstermekte­
66). Yapılan bu karşılaştırmada matbaa
dir. Bir diğer gerekçe ise Osmanlı İmpa-
tarihi açısından, şaşırtıcı ya da yeni olan
ratorluğu'nun, Hollanda ile resmi ilişki­
hiçbir şey yoktur; çünkü anılan yüzyıla
ler başlatan ilk büyük ülke olması biçi­
gelinceye kadar Avrupa'nın geçirdiği
minde dile getirilmektedir.
büyük dönüşümle bir neden-sonuç iliş­
El yazması belgede, Osmanlı'da
matbaaya geçiş süreci ve bu sürecin baş­
langıç itibariyle nasıl devam ettiği belir­
tilmektedir. Bundan sonra da burada
basılan ilk 12 eser, sırasıyla ve ayrıntılı
olarak tanıtılmaktadır.
kisi içinde varolan matbaada basılacak
çalışmaların, kaçınılmaz olarak döne­
min kültürel ve toplumsal yansımaları­
na/gelişmelerine koşut bir işlev yüklen­
mesi daha doğal bir şey olamazdı. Ola­
ya bir de aynı zaman diliminden Os­
manlI açısından bakıldığında gerek si­
Yeri gelmişken, Prof. Dr. Kiel'in bu
yasi, kültürel ve toplumsal konum ge­
belge için yazdığı önsözdeki bir noktaya
rekse de matbaaya karşı varolan özgül
da değinmek gerekmektedir. Matba­
tepkiler/algılayışlar, Kiel'in karşılaştır­
anın Doğu'da ve Batı'da gelişim tarihi
masını anlamsız kılacak derecede nes­
üzerine değerlendirme yaptığı satırlar­
nel bir biçimde ortada durmaktadır. Os-
124 ■iletişim : araştırmaları
manii ve Avrupa tarihi alanında emek
harcamış olan Kiel gibi bir tarihçinin
-üstelik Babinger'in Osmanlı matbaası
tarihine ilişin metni de apaçık olguları
ortaya koyduğu halde- böylesi bir karşı­
laştırmayı yapma hatasına düşmüş ol­
ması dikkate değerdir.
Sonuç olarak, Franz Babinger'in ça­
lışmasının, her şeyin ötesinde toplumsal
ve kültürel tarihimize yapılmış önemli
bir katkı olduğu ortadır. Şarkiyatçılık
alanında yapılan kimi çalışmaların as­
lında bizzat Şark'ın kendi tarihi hakkın­
da kayda değer bilgiler sunduğu yö­
nündeki yaygın kanaat dikkate alındı­
ğında, bir şarkiyatçı olarak Babinger'in
de benzer bir işlevi yerine getirdiği söy­
lenebilir. "Türkiye'de matbaanın ve bil­
ginin toplumsal tarihi üstüne kaç çalış­
ma yapılmıştır?" sorusuna verilecek
muhtemel bir yanıtın cılızlığı, bu duru­
mu daha da anlaşılır kılmaktadır.
125
B u
Sayıdaki Yazarlar
Aytaç Yıldız
P o litik a s ı" b a ş lık lı te z iy le A n k a r a Ü n iv e r s ite -
A n k a ra Ü n iv e r s ite s i S o s y a l B ilim le r E n s titü ­
s i 'n d e n " i l e t i ş i m d o k t o r u " u n v a n ı n ı a l d ı . İ l e ­
s ü R a d y o T e le v iz y o n S in e m a A n a b ilim D a lı
tiş im v e p o litik a , ile tiş im fe ls e fe s i, t o p lu m v e
a r a ş tır m a g ö r e v lis i. A n k a r a Ü n iv e r s ite s i İle ti­
ile tiş im k u r a m la n , "k itle ile tiş im " ç a lış m a la n
ş im F a k ü lte s i R a d y o T v v e S in e m a b ö lü m ü
ta r ih i, E le ş tir e l T e o r i b a ş lıc a ilg i a la n la r ı a r a ­
m e z u n u . Y ü k s e k L is a n s ım "R T Ü K : K u r u m s a l
s ın d a d ır . S e v ila y Ç e le n k v e G ü ls e r e n A d a k -
B ir A n a liz " b a ş lık lı te z i ile ta m a m la d ı. H a le n
l ı 'y l a
a y n ı e n s tit ü d e d o k to r a e ğ it im in e d e v a m e d i­
k ita b ı v a r d ır.
b irlik te
d e r le d iğ i M e d y a
P o litik a la n
y o r . T e m e l i l g i a l a n ı t o p l u m s a l t a r i h t ir .
Engin Sarı
Barış Kılıçbay
A n k a r a Ü n iv e r s ite s i İle tiş im F a k ü lte s i R a d y o
G a z i Ü n iv e r s ite s i İle tiş im F a k ü lte s i n d e a r a ş ­
T v v e S i n e m a B ö l ü m ü 'n d e a r a ş t ı r m a g ö r e v l i ­
tır m a g ö r e v lis i. A r a ş tır m a a la n la r ı; T ü r k s i­
s i v e d o k to r a ö ğ r e n c is i. A n k a r a Ü n iv e r s ite s i
n e m a s ı, u lu s a ş ın s in e m a , g e r ç e k lik te le v iz ­
İle tiş im F a k ü lte s i R a d y o T v v e S in e m a B ö lü ­
yonu
m ü m e z u n u . Y ü k s e k lis a n s ım " B ir İ liş k i v e
ve
yeni
m e d y a d ır .
Ç a lış m a la r ı,
E u r o p e a n J o u r n a l o f C o m m u n ic a t io n , E p h e -
K ü ltü r
m era,
(2 0 0 2 ) te z iy le ta m a m la m ış tır . H a le n d o k to r a
Jo u rn a l
of
A m e r ic a n
S tu d ie s
of
Ö rü n tü s ü
O la r a k
H e m ş e h r ilik "
T u r k e y g ib i ç e ş itli u lu s la r a r a s ı h a k e m li d e r ­
ç a lış m a s ın ı s ü r d ü r m e k te d ir . G e n e l ilg i a la n -
g ile r d e v e u lu s a l/ u lu s la r a r a s ı d e r le m e k ita p ­
l a n k ü ltü r le r a r a s ı ile tiş im , ile tiş im e tn o g r a fi-
la r d a
s i, g ü n d e l i k h a y a t , e l e ş t i r i v e k ü l t ü r k u r a n d a ­
y a y ın la n m ış tır . S tu d ie s
C in e m a
a d lı
u lu s la ra ra s ı
in
E u ro p e a n
h a k e m li
s in e m a
n d ır .
d e r g is in in y a y ın k u r u lu n d a g ö r e v y a p m a k ­
Eser D. Köker
t a d ır .
D o ç . D r . , A n k a r a Ü n iv e r s ite s i İ le tiş im F a k ü l­
D. Beybin Kejanlıoğlu
te s i
Y rd . D o ç . D r. , A n k a r a Ü n iv e r s ite s i İle tiş im
ö ğ r e tim ü y e s i. D o k to r a te z in i a y n ı ü n iv e r s i­
H a lk la
İ liş k ile r
ve
T a n ıtım
B ö lü m ü
F a k ü lte s i R a d y o T e le v iz y o n v e S in e m a B ö lü ­
te d e
mü
y e 'd e ü n i v e r s i t e l i k a d ı n l a n n k o n u m u ü z e r i -
ö ğ r e tim
ü y e s i.
" T ü r k i y e 'd e
Y a y ın c ılık
iletişim : araştırmaları
Sosy al
B ilim le r
■ © 2004 • 2(1): 123-124
E n s t i t ü s ü 'n d e
T ü rk i­
126 ■iletişim : araştırmaları
n e y a z m ış tır . S iy a s e t b ilim i, k a d ın ç a lış m a la -
d o k to r a ö ğ r e n c is i. Y ü k s e k L is a n s ın ı " Ç o c u k -
n v e ile tiş im ç a lış m a la r ı a la n la n m n k e s iş tiğ i
la n n
d ü z le m le r d e a k a d e m ik ç a lış m a la r ın ı s ü r d ü r ­
v iz y o n u n Y e r i" (2 0 0 0 ) b a ş lık lı te z iy le t a m a m ­
S iy a s a l
T o p lu m s a lla ş m a la n n d a
T e le ­
m e k te d ir . P o litik a n ın İ le tiş im i İ le tiş im in P o ­
la m ış tır . G e n e l ilg i a la n la n , T ü r k iy e ta r ih i
litik a s ı v e A lb ü m
b a ğ la m ın d a ile tiş im m e k a n la n , p o p ü le r k ü l­
a d l a r ı y l a y a y ı n l a n m ı ş ik i
k ita b ı v a r d ır .
tü r, b a s ın ta r ih i v e g e n e l o la r a k to p lu m s a l ta ­
Mine Gencel Bek
r ih .
Y rd . D o ç . D r. , A n k a ra Ü n iv e r s ite s i İle tiş im
F a k ü lte s i G a z e te c ilik B ö lü m ü ö ğ r e tim ü y e s i.
Y ü k s e k lis a n s te z i G a p T e le v iz y o n u k o n u ­
s u n d a d ır .
D o k to r a s ın ı L o u g h b o r o u g h
Ü n i­
v e r s it e s in d e " C o m m u n ıc a tin g C a p it a lis m : A
S tu d y o f th e C o n te m p o r a r y T u r k is h P re s s "
b a ş lık lı t e z i ile t a m a m la d ı. 2 0 0 1 -2 0 0 4 y ılla r ı
a ra s ın d a E u r o p e n S c ie n c e F o u n d a tio n ta r a ­
fın d a n
y ü rü tü le n
C h a n g in g
M e d ia ,
C han-
g in g E u r o p a a d lı p r o g r a m ın ü y e s id ir . M e d ­
y a n ın e k o n o m i p o litiğ i, h a b e r d e te m s il, m e d ­
y a v e k a d ın k o n u la r ın d a ç a lış m a k ta d ır .
Mutlu Binark
D o ç . D r. , G a z i Ü n iv e r s ite s i İle tiş im F a k ü lte ­
s i R a d y o -T e le v iz y o n S in e m a B ö lü m ü ö ğ r e ­
tim ü y e s i. Y ü k s e k lis a n s ım A n k a r a Ü n iv e r s i­
t e s i S o s y a l B i l i m l e r E n s t i t ü s ü 'n d e " T V G ü n ­
d ü z S e r ia lle r i v e E t k in K a d ın İ z le r K itle " k o ­
n u lu te z i ile ta m a m la d ı. D o k to r a ç a lış m a s ı­
n ın
b ir
b ö lü m ü n ü
Tokyo
Ü n iv e r s ite s in d e
s ü r d ü rd ü k te n s o n ra "E n fo rm a s y o n T e k n o lo ­
jile r in in T o p lu m s a l C in s iy e te B a ğ lı K u lla n ı­
m ı: J a p o n y a v e T ü r k i y e Ö r n e ğ i " b a ş l ı k l ı t e ­
z iy le
A n k ara
E n s titü s ü
Ü n iv e r s ite s i
" İle tiş im
Sosy al
B ilim le r
B ilim le r i" A n a b ilim
D a­
lın d a d o k to r a d e r e c e s i a ld ı. Ç a lış m a a la n la r ı,
m e d y a v e p o p ü le r k ü ltü r , k ü ltü r le r a r a s ı ile ti­
ş i m , y e n i m e d y a t e k n o l o ji l e r i v e J a p o n p o p ü ­
le r k ü ltü r ü d ü r .
Serdar Öztiirk
A n k a ra ü n iv e r s ite s i İle tiş im F a k ü lte s i G a z e ­
te c ilik
B ö l ü m ü 'n d e
a r a ş tır m a
g ö r e v lis i
ve
127
Yazı Teslim Kuralları
1. Dergiye gönderilecek yazılar MS
VVord programında yazılmış olmalıdır.
2. Times New Roman karakteriyle 12
punto olarak, iki aralık yazılan ve A4 sayfa­
nın tek yüzüne basılan yazılar 2 adet kopya
olarak ve bir adet disket kaydıyla birlikte ya­
yın kuruluna teslim edilmelidir.
3. Yazılar 100-150 kelimelik bir İngilizce
ve Türkçe özetle birlikte gönderilmelidir.
Yazıların ve özetlerin üzerinde yalnızca ya­
zının başlığı bulunmalıdır. Ayn bir kapak
sayfasında yazann ismi, kısa özgeçmişi, açık
adresleri, telefon ve faks numaraları ile var­
sa elektronik adresleri yer almalıdır.
4. Yazıda başlık ve alt başlıklar açık, an­
laşılır ve kısa olmalıdır. Yazıda paragraflar
girintili olmalıdır.
5. Yazılann başka bir yerde yayınlanma­
mış olması ya da yayın için değerlendirme
aşamasında bulunmaması gerekir.
6.
Dergiye ulaşan yazılar en kısa sürede
hakemlere gönderilecektir. Hakeme gönde­
rilen yazı yazann kimlik bilgilerini içermeyecektir. Hakem değerlendirmesi sonucun­
da yazılar yayınlanabilecektir. Hakem de­
ğerlendirmesi sonucu yazarlardan yazılannı
geliştirmeleri ya da gözden geçirmeleri iste­
nebilir. Yayın konusundaki son karar Yayın
Kurulu'na aittir. Yazılarının kabul edil­
mediğine dair bir mektup, hakem raporlanyla birlikte yazarlara gönderilir.
Yazıların Gönderileceği Adres:
İletişim Araştırmaları Dergisi
Ankara Üniversitesi
İletişim Araştırmalan
ve Uygulama Merkezi (ilaum)
Cebeci 06590 Ankara
128 • iletişim : araştırmaları
Kaynakçaların Düzenlenmesi
Metin içinde kaynak gösterme
1. Metin içindeki tüm referanslar metin içi
dipnot sistemi ile belirtilir. Tüm referanslar
metinde uygun yerlerde parantez açılarak,
yazarın veya yazarlann soyadı, yayın tarihi
ve alıntılanan sayfa numarası belirtilir. Aynı
kaynaklara metinde tekrar gönderme yapı­
lırsa yine aynı yöntem uygulanır.
Örnek: (Morley, 1997:1-5).
2. Alıntılanan yazarın adı, metinde geçiyor­
sa, parantez içinde yazann adım tekrar et­
meye gerek yoktur. Yalnızca yayın yılı ve
sayfa numarası yeterlidir.
3. Alıntılanan kaynak iki yazarlı ise, her iki
yazarın da soyadları kullanılmalıdır.
Örnek: (Morin ve Kem, 2001).
4. Yazarlar ikiden fazlaysa ilk yazann soya­
dından sonra "v.d" ibaresi kullanılmalıdır.
Örnek: (Bennet vd., 1986).
5. Gönderme yapılan kaynaklar birden faz­
laysa, göndermeler noktalı virgülle aynlmalıdır.
Örnek: (Morin, 1998:12; VVilliams, 1987: 25).
6. Notlar ve referanslar aynlmalıdır. Notlar
metin içinde numalarandırılmalı ve metnin
sonunda numara sırasma göre ve referans­
lardan önce yerleştirilmelidir.
7. Kaynakçada yalnızca yazıda gönderme
yapılan kaynaklara yer verilmeli ve yazar
soyadına göre alfabetik sıra izlemelidir.
8. Bir yazann birden çok çalışması aym kay­
nakçada yer alacaksa yayın tarihine göre es­
kiden yeniye göre sıralanmalı, aym yılda ya­
pılan çalışmalar için "a,b,c..." ibareleri kulla­
nılmalıdır.
Kitap
Mutlu, Erol (1995). İletişim Sözlüğü. Ankara:
Ark Yayınları.
Çeviri Kitap
Fiske, John (1996). İletişim Çalışmalarına
Giriş. Çev: Süleyman İrvan. Ankara:
Ark Yayınlan.
Derleme Kitap
Holmes David (1997). Virtual Politics.
London: Sage.
Derleme Kitapta Makale
Hutchby lan (1991). "The Organization of
Talk on Talk Radio." Broadcasl Talk.
Paddy Schannel (der.). London: Sage.
154-178.
Dergide Makale
Çaplı, Bülent (2001). "Media Policies in
Turkey Since 1990," Kültür ve İletişim,
4(2): 45-55.

Benzer belgeler