batılı bir yaşam tarzı olarak tüketim

Transkript

batılı bir yaşam tarzı olarak tüketim
BATILI BİR YAŞAM TARZI OLARAK TÜKETİM:
TÜRKİYE’DE TÜKETİM ÜRÜNLERİNİN VE KÜLTÜRÜNÜN TARİHİ GELİŞİMİ
Dr. Abdülkadir ZORLU ∗
ÖZET
Bu çalışmada Türkiye’de Batılı yaşam tarzının doğuş, gelişme ve yayılma
aşamalarının tarihsel olarak resmi çizilmeye çalışılmıştır. Türk toplumunda yaşam
dışsallaşma
biçimlerinin
görünümleri,
Batılı/alafranga
ve
tarzının
geleneksel/alaturka/yerel/dini yaşam tarzları olarak düşünülmüş ve iki farklı tipolojide
süreci incelemek amaçlanmıştır. Bu amaca yönelik olarak ilk önce yaşam tarzı ve tüketim
kültürü kavramları ele alınmıştır. Aynı zamanda yaşam tarzının dışsal, nesnel/yapısal ve
öznel/bireysel bileşenlerinin etkileşimi üzerinde durulmuştur. Tüketim ürünlerinin,
kültürünün gelişimini tarihsel olarak incelerken, genel olarak Batılı ve dini yaşam
tarzlarının görünümleri üzerinde odaklanılmıştır. Çalışmaya göre şu sonuçlar ortaya
çıkmıştır. Yaşam tarzları dinamik/değişen tarihsel ve toplumsal inşalardır. Yaşam
tarzları, tüketim örüntüleri ve kültürleri arasında sembolik (merkez/seküker ya da
çevre/aşkın-kutsal) sınırlar inşa etmedir. Bu bağlamda tüketim örüntüleri seküler ve
aşkın/kutsal gibi kültürel formlar içinde oluşmaktadır. Aynı zamanda tüketim aktiviteleri,
aidiyet/seçkinlik türünü sembolize eder ve yaşam tarzlarının farklılıklarını yeniden üretir.
Anahtar Kelimeleri: Yaşam Tarzları, Alaturka ve Alafranga, Tüketim Kültürü,
Türkiye’de Tüketimin Tarihi, Tüketici Davranışlarının Değişimi.
ABSTRACT
This study attempts to provide a description of the emergence of western life style,
its development and its spread historical accounts in Turkey. The views of exclusion of
Turkish life style was considered as western/”alafranga” and as traditional/”alaturka”
local/religious and the process was tried to be analyzed in terms of the two different
typologies. In order to realize such an analysis, firstly the concepts of life style and
consumption culture are examines constituents of life style such as external,
objectify/structural and subjective/ individual features are taken into account. In the
analysis of history of consumption products and consumption culture, the focuses are on
the western and religious life styles. The findings of the study indicate that, life styles are
dynamic/changing historical and social constructions. Life styles construct symbolic
boundaries between consumption patterns and consumption cultures (center/profane and
periphery/ transcendence-sacred). In this context, consumption patterns are constructed in
cultural forms such as secular and sacred. Acts of consumption symbolize a kind of sense
of belonging to the elite and reproduce life style differences.
Key Words: Life Styles, Alla Franca ve Alla Turca, Consumption Culture, Consumption
of History in Turkey, Change of Consumer Behaviors.
GİRİŞ
Batı toplumlarında modern anlamda tüketim, sanayi devrimi ile başlamış, kitle üretimi ve
refah devleti uygulamaları sonucunda alt toplumsal tabakalara doğru yayılmıştır. Bir başka
ifadeyle tüketim devrimi üretim devriminin sonucudur. Oysa Türkiye toplumunda önce tüketim
sonra üretim süreci başlamıştır. Batıda sonuç olan bizde neden olmuştur. İleri teknolojiye sahip
ülkelerde bir sonuç olan yaşam ideolojisi, geri teknolojiye sahip ülkelerde belirleyici bir neden,
itici güç olmuştur (Kongar 1979: 405). Öyle ki, Batı uygarlığının tüketim ürünlerine ve
değerlerine hayranlıkla ve düşkünlükle modernleşme aynı şey olur (Berkes 1975: 288).
Yukarıdaki ifadeler Batılı yaşam tarzının önemli ölçüde dışsal etmenlerin etkisinde oluştuğunu
göstermektedir.
Tüketim süreci, yeni dönemde Batı toplumlarıyla yeni ilişkiye girme biçimleriyle yeşermiş
ve büyümüştür. Burada dikkati çeken durum güçlü olanın değerlerinin taklit edilerek topluma
mal edilmesidir. Batılılar gibi yaşayarak modern bir toplum olunacağı düşünülmüştür. Bu süreçte
iç ve dış etmenler karşılıklı olarak yeni yaşam biçimine şekil vermiştir. Bu çalışmada tüketim
ürünlerinin ve kültürünün iç ve dış etmenlerin etkisiyle Türk toplumunda gelişmesi ele alınmıştır.
“Yaşam tarzı” ve “tüketim kültürü” çalışmanın temel kavramlarıdır. Bu iki kavram
çerçevesinde Türkiye’deki tüketimin kültürünün tarihsel ve toplumsal gelişimi ele alınmış,
değerlendirilmiştir.
Toplumsal yapı-birey etkileşimi açısından Peter Berger’in (Polama 1979: 193-205)
“gerçekliğin toplumsal inşası” kuramı benimsenmiştir. Tüketim ürünlerinin ve kültürünün
oluşmasında ve yayılmasında hem yapısal hem de bireysel unsurların etkisi söz konusudur.
Toplumsal gerçekliğin inşa edilmesinde, özellikle günlük pratiklerin inşa edilmesinde, bireylerin
bu sürece katılmadaki etkisi önemlidir.
1.Kuramsal Yaklaşım
1.1. Yaşam Tarzı
Genel anlamda yaşam tarzı kültürel yapılara bağlı olmakla birlikte, tüketim bağlamında
eşyayı, mekanı ve zamanı kullanış biçimidir. Bir başka ifadeyle bir şeyler üretmekten çok
kullanma ve tüketme biçimleridir (Chaney 1996: 15). Basit anlatımla “bir kişi nasıl yaşar” (how
one lives) sorusuyla tanımlanır (Hawkıns ve diğerleri 1989: 392). “Yaşam tarzı, bireyin bir
tüketim modeli içinde parasını ve zamanını nasıl harcadığına işaret eder. Fakat, bir çok araştırma
tutum ve değerlerin de bu davranış modelleriyle bağlantıları olduğunu gösterir. …Yaşam tarzı
grup aidiyeti olarak da düşünebilir”(Solomon ve diğerleri 1999: 401). Bu tanıma göre yaşam
tarzı, bireyin kendilik tanımı, referans grubu, sosyal sınıf ve moda gibi unsurlardan oluşur.
Kendilik tanımı yaşam tarzı, beğeni, tüketim grubu, sembolik topluluk ve statü kültürü
terimlerini içerir. Bir başka anlayışa göre, yaşam tarzı, kültür ve alt kültürden farklıdır. Verili bir
yaşam tarzı belirli bir sosyal sınıf, statü grubu ya da alt kültürün niteliklerinden ayrılabilir. Yaşam
tarzı, ancak “tercihlerin paylaşılması ile tanımlanabilir”( Sobel 1981: 58).
Tüketim çerçevesinde, yaşam tarzı, tüketimin maddi boyutu olan ürün, gelir, tüketici
değerleri ve tüketim kültürü gibi çeşitli unsurların bileşenlerini ifade eden çok kapsamlı bir
kavramdır. Yaşam tarzının bileşenlerin; nesnel/yapısal, öznel/bireysel, tüketiminin maddi ve
kültürel boyutlarının etkileşimini aşağıdaki şekilde gösterebiliriz.
Çizelge 1: Yaşam Tarzını Oluşturan Etmenler ve Etkileşimleri
Kaynak: Kepenek ve Yentürk (2001: 9); Kılıçbay (1999: 109); Kazgan (1999: 270, 273), Campbell
(2001: 252), Ger ve Belk (1996: 171-174); Belk (1998: 108-109); Polama (1979: 193-205)’dan
faydalanarak oluşturulmuştur.
Etkileşim süreçlerini oluşturmada dört argümandan yola çıkılmıştır. Bunlardan birincisi,
dışsal etmenler ve toplumsal yapı, bireyin yaşadığı kültürel ortamı belirli düzeyde etkilemektedir.
İkincisi, bireyler hem yapısal unsurlardan etkilenir hem de ona, kendi şekillerini verirler. Modern
toplumsal ve kültürel ortamda bireyler tüketim ile kendi yaşam tarzlarını (Sobel 1981, Giddens
1991, Chaney 1996) inşa ederler. Modern tüketim kültürünün temel nitelikleri maddileşme
(Simmel 1971a, Miller 1987) estetikleşme (Baudrillard 1974/1998, Featherstone 1996),
hedonistleşme (Campbell 1987) ve sürekli farklılaşmadır. Üçüncü argüman, yaşam tarzı sosyal
olanın nesnel (piyasa, moda ve reklam) ve öznel (etkileşimler, moral değerler, anlam atfetme ve
meşrulaştırma) boyutlarını bütünleştiren bir yaşam projesidir (Chaney 1996). Dördüncü argüman
ise, tüketim bir aidiyet değeri (identity values) (Warde 1992: 17) içerisinde gerçekleşir. Bu
aidiyet formu, kişilerin ait oldukları toplumsal gruba, kendilerini dahil ettikleri kültürel değerlere
göre biçim kazanır. Bu formların dışsallaştığı biçimler genel anlamda Batılı /global ya da
geleneksel/etnik/yerel değerler ya da yaşam tarzlarıdır.
Yaşam tarzını etkileyen dışsal parametreler: Uluslar arası ekonomik faaliyetler, teknolojik
gelişmeler, popüler kültürün ihracı gibi dışsal unsurlar hem ülkenin ekonomik yapısını hem de
yaşam tarzını etkilemektedir. Bu çerçevede Türkiye’de 1950 ve 1980 sonrası tüketim ürünlerinin
ve kültürünün gelişimini, hem ekonomik politikalar hem de popüler kültür ihracının
hızlandırdığını söyleyebiliriz.
Yaşam tarzının nesnel ya da yapısal parametreleri: 1. yaşanılan coğrafya, kır kent. 2.
ekonomik yapı; üretim biçimi ve modeli; ürünlerin piyasalarda hareket kabiliyetini (içe kapalı
ekonomi ya da liberal ekonomi), üretim kapasitesi, üretim ve piyasada geçerli olan değerler,
hukuk, 3. genel alamda kültür; beğeni kriterlerini belirleyen değerler, normlar, popüler kültür,
moda . 4. İletişimin yapısı; uluslar arası ilişkiler, iletişim araçlarının yaygınlığı, moda ve reklam.
Yaşam tarzının öznel ya da bireysel parametreleri: 1. Kişilik tipi; hedonist, materyalist,
kanaatkar, ekolojik ve egoist 2. Bu kişilik tiplerine sahip bireylerin, nesnel ya da yapısal
parametreleri içselleştirmesi, anlam atfetmesi, süreçlerini özümseyerek dışsal gerçekliğin
formlarını/ biçimleştirmelerini yeniden inşa etmelerini kapsamaktadır.
Yaşam tarzı, sosyal olanın nesnel ve öznel süreçleri bütünleştirdiği, ikisi arasındaki
bağlantıları, köprüleri ve ağları kuran, kompleks bir yapıdır. Biz her ne kadar yaşam tarzını iki
kategoride (nesnel ve öznel) ele alsak da aslında bu yapı sosyal gerçeklikte bütünsel bir yapıdır.
Böyle bir ayrıma gitmemizin nedeni konuyu daha iyi analiz edebilmek içindir.
Tüketici, satın aldığı ürün ile kendi yaşam biçiminin projesinin parçalarını ve kendi realite
parçalarını seçer. Bu seçme ve karar verme sürecinde zevk ve haz alma, kültür; estetik ve moral
değerler kültürün özellikleri olarak etkin faktörlerdir. Birey, kendi realitesini inşa ederken diğer
insanlarla etkileşimiyle nesneleri algılamaya, onlara değer biçmeye ve fiyat-değer arasındaki
sorunları çözmeye yönelir.
Bireylerin belirli tarihi, coğrafi ve sosyal koşullarda “Nasıl yaşamalıyız?” sorusuna
verdikleri cevap onların yaşam tarzının biçimi ortaya çıkarmaktadır. Yukarıda ifade edildiği gibi
bu soruya verilen cevap, nesnel ve öznel parametrelerin etkisiyle oluşmaktadır. Bu soruya verilen
cevabın türüne göre iki tür yaşam tarzının oluşturulduğunu ifade edebiliriz.
1.Batılı yaşam tarzı[1]; bu yaşam biçiminde “Nasıl yaşamalıyız? sorusuna verilen cevap,
“Batılılar gibi yaşamalıyız” şeklindedir. Aynı zamanda tüketime atfedilen anlam ve
meşrulaştırma seküler içerikte gerçekleşir. Tüketim ürünlerine sahip olma, Batılı değerler içinde
yer alma, daha iyi hayat yaşama, kendini alt toplumsal tabaklardan ayırma gibi amaçlara
yöneliktir.
2.Geleneksel yaşam tarzı; bu yaşam biçiminde “Nasıl yaşamalıyız? sorusuna verilen
cevap, “eski gelenek, adet ve değerlerine uygun şekilde” yaşamalıyız şeklindedir. Bir başka
ifadeyle geleneksel/yerel/dini değerlere ve pratiklere uygun yaşama hedef edinilir. Tüketim
ürünleri ve kültürü geleneksel/yerel/aşkın (transcendence) değerlerle (helal-haram gibi)
meşrulaştırılması ya da dışarıda bırakılması söz konusudur.
Geleneksel dini yaşam tarzı bu aşkın yönüyle Batılı yaşam tarzından ayrılır. Fakat dini
yaşam tarzının formları nesneleşir/ticarileşir ve tüketim kültürü değerlerine göre inşa edilir. Bu
yönüyle Batılı yaşam tarzının içeriği, dini yaşam tarzı içinde yeniden inşa edilir. Batılı yaşam
tarzında olduğu gibi dini yaşam tarzında da tüketim ile daha iyi yaşama, kendini üst toplumsal
tabakaya dahil etme hedef edinilir. Fakat burada tüketim nesnelerinin aşkın değerlerle ve seküler
tüketim kültürü[2] ile ilişkisi sorunludur[3]. Bu ilişkiyi tüketim örüntülerinin içerik ve görünüm
formları bakımından farklılaştırıldığını düşünerek belirli düzeyde çözülebileceğini düşünebiliriz.
Bu çerçevede dini yaşam tarzının içeriğini popüler kültür ve moda değerleri doldururken,
sembolik görünümleri aşkın değerlere gönderme yapar (tesettür modasında olduğu gibi).
Bu iki yaşam biçimindeki temel farklılaşma yeme içme, dinlenme, eğlenme, kıyafet ve
politik yaşamı algılayış biçimlerindedir. Birincisinde seküler anlam atfetme ve kültürel değişme
söz konusu iken ikincisinde ise, aşkın anlam atfetme ve kültürel süreklilik (aşkın gelenek,
göreneklerini ve patrikleri devam ettirme ve yeniden inşa çabası) ön plandadır. Bir farklı
kavramsallaştırma ile alafranga[4] ve alaturka[5]yaşam biçimleri olarak ifadesini bulan tarzlardır.
Osmanlı/Türk modernleşme tarihine baktığımızda, tüketim kültürün doğuşu Batılı bir
yaşam tarzının oluşum döneminde Batı yaşam tarzı/medeniyeti “alafranga”, Osmanlı/Türk yaşam
tarzı/medeniyeti ise “alaturka” olarak ifade edilmiştir. Sosyal değişime süresi bu iki terimle ele
alınmıştır. Hatta Ahmet Mithat tarafından Batının günlük yaşamını tanıtmak için “Avrupa Âdâb-ı
Muâşereti Yahut Alafranga” (2001) adlı eser yazmıştır. Eserin yazılış amacına baktığımızda,
Batılı günlük yaşam değerlerin normlaşmasına karşı eleştirel tutum geliştirmektir. Yazarın
ifadesiyle “Alafranga imiş !.. Artık buna kim itiraz edebilir” (Ahmet Mithat 2001: 59). Diğeri ise,
“Alafrangadır diye her türlü rezaleti mubah addetmemek ve bu yol ile kendi âdâb-ı milliyemizi
bozmamaktır”(Ahmet Mithat 2001: 62) cümlesiyle ifadesini bulan geleneksel değerleri
korumaktır. Alafranga ve alaturka terimleri modernleşme sürecinde beğeni tarzlarının, iyi - kötü,
gündelik pratiklerin medeni ve medeni olmayan olarak ele alınmasında araçsal olarak
kullanılmıştır. Göle’nin ifadesiyle;
“Medenileşme kavramı, bir kez sorunsallaştığında değerlerden bağımsız olduğu konusundaki
statüsünü yitirir, medeni davranışlarla “barbar ve “ilkel” olan ötekiler arasında iktidar
ilişkilerine gönderme yapar. Türk modernleşmesi bağlamında “medeni” ve “medeni
olmayan” davranışlar arasındaki ayrım, oldukça ayrıntılandırılmıştır. “Alafranga (Avrupai )
tarz ve davranışlar yüceltilirken, “alaturka” tarzla ilişkilendirilen her şey olumsuz anlam
taşımıştır. İlginçtir ki, Türkler kendilerine, gündelik yaşamlarına ve pratiklerine Avrupalı
gözle bakmışlar, yabancı bir kemlime olan alaturka’yı ideal bir kimlik kaynağının oluşumu
için kullanmışlardır ” (Göle 1996: 15).
Doğudan Batıya yönelmeyle birlikte alaturka kavramı, hem yaşam tarzının ve estetik
değerlerin bütünsüzlüğünü sembolize etmiş, hem de kültürel ve toplumsal statülerin ayrımların
ifade edilmesinde kullanılmıştır. Daha genel kapsamda alaturka kavramı, Batı’nın ideal model
olması kabulünden yola çıkılarak kurumsallaşmalardaki eksiklikleri/farklılıkları -alaturka
demokrasi ve alaturka kapitalizm ifadelerinde olduğu gibi -anlatmak için kullanılmıştır.
Daha keskin bir ayrımla bu iki yaşam biçimini seküler yaşam biçimi ve dini yaşam biçimi
olarak ifade edebiliriz. Seküler yaşam tarzıyla varoluşsal dünyaya anlamın ve yaşam biçimine
rehberlik eden değerlerin “bu dünyaya ait olma ve dünyayı yaşama” (Kılıçbay 1995: 17)
etrafında oluşmasını kast ediyoruz. Diğer bir ifadeyle bireyin isteklerine, günlük yaşam
pratiklerine rehberlik eden değerlerin, “sıradan günlük tüketim nesnelerin ve olgularının kutsal bir
özellik içermemesi”(Solomon ve diğerleri 1999: 391); herhangi bir aşkın değerin bireyin
varoluşsal dünyasında yer almaması anlamında kullanmaktayız. Bireyin nesnelere sahip olması,
kullanması, beğeni tarzı, arzusu, nesnelere ve hizmetlere atfettiği anlam ve popüler tüketim
değerleri etrafında gerçekleşmesi söz konusudur. Dini yaşam tarzıyla ise, varoluşsal anlamın
aşkın bir değerler sisteminin içerisinde tanımlanması; arzuların, günlük yaşam pratiklerinin ve
tüketim nesnelerinin ve olgularının dinin meşru saydığı değerler bağlamında oluşturulan bir
yaşam tarzını kast ediyoruz. Örneğin İslam dinine göre gündelik pratiklerin, tüketim ürünlerinin
ve olgularının helal-haram, mahrem- na-mahrem gibi aşkın referanslar içerisinde ele alınması
gibi. Dini yaşam tarzı gündelik pratiklerin, tüketim olgularının helal-haram gibi dinin referansları
doğrultusunda meşrulaştırmaya (kabul etme /içerme ya da dışarıda bırakma/dışlama) tabi
tutulması süreçlerini içermektedir.
Bu anlamda dini yaşam tarzının popüler kültür içerisinde iki alanda geliştiği görülür.
Bunlardan birincisi tesettür modası ikincisi ise, turizmde oluşan yeni lüks tatil anlayışıdır.
1983’ten sonra kamusal alana çıkan örtülü kadın kimliği 1990’larla kendine özgü
tesettür modasını oluşturmuştur. Tekbir Giyim Türkiye’de tesettür kıyafetlerinin stil ve
renk açısından farklılaştırarak tesettürle moda birleştiren ilk ticari kurum özelliği
taşımıştır. Tesettür firmaların verdiği reklamlar ve kataloglara baktığımızda (Binark ve
Toprak 2000 : 52-83) kataloglardaki kadın bedeninin örtülü olduğu görülmektedir.
Burada “kadın bedeninin örtülü olduğu” kast edilen şey; “İslam dini kaynakları (Kur’an
ve sünnet) kadınların, evlenmeleri caiz olan erkekle karşı örtünmelerini, el, yüz ve
ayaklar hariç bütün vücutlarını uygun elbise ile kapatmalarını ve açıkta kalan yerlerini de
güzel göstermek, buralara dikkat çekmeleri tedbir almalarını emretmektedir” (Karaman
1991: 287) anlayışının sergilendiği ifade etmektir. Bu anlamda kataloglardaki
fotoğrafların alıntıda ifade ilkelere uygunluğu söz konusudur. Tesettür modası bu ilkeler
doğrultusunda kendi mantığı içerisinde “in” ve” out”[6] larını oluşturmuştur. Sonuçta
“tesettür modasını izlemek örtülü kadını kendi cemaati içinde farklılaştırmakta, ama
genel örtünme pratiği üzerinden ise, birleştirmektedir” (Binark ve Kılıçbay 2000: 91).
Bir başka ifade ile başörtü, bir simge olarak aşkın değerlere gönderme yapması
açısından seküler/modern kadından, markalı olması ve belirli stillerin taşıyıcı olarak
geleneksel örtülü kadından ayırmak, ama genel örtünme ilkelerine içerisinde barındırması
ile dini yaşam tarzı içerisinde bir aidiyet simgesi haline gelmiştir.
Dini yaşam tarzının modern tüketim kalıpları içerisinde gelişmesinin en iyi örneği
lüks tatil yapma biçimini kendi mantığı içerisinde nasıl dönüştürdüğünde görebiliriz.
Modern tatil yapma biçiminden farklı bir anlayışla tatil yapmayı ilk kez 1996 yılında
Aydın- Didim’de Hizmete giren Caprice Otel’le birlikte oluşmuştur. Capric Otel’i diğer
otellerden ayıran özellikler; içki ve casino hizmetlerinin bulunmaması, otelin bir
mescide sahip olması ve otelin kompleksin içinde namaz vakitlerinde ezan okunmasıdır.
Aynı zamanda otelde kadın ve erkekler için ayrı havuzlar ve plajlar hizmete
sunulmaktadır (Bilici 2000: 217). Otel bünyesinde, Türkiye’de tesettürle modayı
birleştiren Tekbir Giyim’in bir mağazası bulunmaktadır. Bu mağazada denize girmeyi
meşrulaştıran “haşema” olarak isimlendirilen/ bilinen İslam kurallarına uygun sayılan
mayolar ve şortlar satılmaktadır (Bilici 2000: 222).
Her iki olguda da dini yaşam tarzının kendi mantığı içinde popüler tüketim
kültürünün içerisinde geliştiği görülmektedir. Aynı zamanda her iki olguda da temel
ihtiyaçlardan lüks ihtiyaçlara[7] doğru bir değişmenin gerçekleştiği görülmektedir. Hem
bireysel kimlik inşa etmede hem de genel anlamda yaşam tarzı inşa etmenin giderek lüks
tüketimin içerisinde gerçekleştiğini söyleye biliriz.
Genel anlamda yaşam tarzları, insanları birbirinden farklı kılan davranış kalıplarıdır. Buna
en iyi örnek geleneksel toplulukların farklı yaşam tarzlarıdır. Yukarıda gösterilen yaşam
tarzlarının dışsallaşma biçimlerinde ifade edilen geleneksel yaşam tarzı ve onun alt türleri olan
dini/etnik/yerel yaşam tarzları, sosyal değişme sürecinde giderek Batılı yaşam tarzının içeriğine
dönüşmüşler ya da onun değerleri içerisinde gelişmişlerdir. Her ne kadar bazı alanlarda (Caprice
otel, kadın giyimi; tesettür modası gibi alanlarda) kendini devam ettirseler de içerik olarak Batılı
yaşam tarzının davranış örüntülerine sahip olmuştur. Dini yaşam tarzının, tüketim yönelmesini
Batılı yaşam tarzı ile aradaki kapatmaya ilişkin bir çaba olarak görülebilir. Caprice Otel örneğine
ilişkin Bilici’nin (2000: 226) yorumunda aradaki farkı kapatmaya yönelik çaba şöyle ifade
edilmiştir;
“İslamcı kesimin, Türkiye’de “çağdaş” Cumhuriyet seçkinin sahip olduğu ama,
kendisinin sahip olmadığı yeni bir alana yönelik bakışında da benzer bir “aradaki farkı”ı
kapama vurgusu açığa çıkar”
Dinin yaşam tarzının içerik olarak batılı yaşam tarzına dönüşmesinin iki nedene bağlı
olarak geliştiği söylenebilir. Birincisi, modern dönemde farklı yaşam tarzları modern güçlerin (iş
bölümü, kentleşme ve sekülerleşmenin) etkisiyle bir yandan homojenleşir, diğer yandan
estetikleşme ve bilgilendirme araçları olan reklam, moda ve tasarım ile sürekli farklılaşır. İkincisi
ise, siyasi anlamda laiklik ve dini “çoğulculuk”; dini geleneklerin herhangi bir grubun elinde
bulunmaması gibi yapısal değişmeler nedeniyle din-toplum ilişki biçiminin değişmesiyle ilgilidir.
Çoğulcu yapıda (bireyin birden çok varoluşsal dünyadan birini tercih edebileceği, alternatif dünya
inşa etme durumun var olması durumunda) din satın almak zorunda olmayan müşteriye
satılmalıdır. Bu bağlamda,
“[ç]oğulcu konum her şeyden önce bir pazar konumudur. Orada dinî kurumlar birer
teşhir merkezleri haline gelirken dinî gelenekler ise, tüketici malları haline dönüşür. Bu
durumda her nasıl olursa olsun hatırı sayılır bir ölçüde dini aktivite pazar ekonomisinin
mantığına göre belirlenmeye başlar” (Berger 1993: 201).
Burada dinin sahip olduğu değerlerin ve pratiklerin yeniden tanımlanarak tüketiciye
sunulması söz konusudur. Din ile ilgili pratikler ve semboller mümkün olduğu kadar
maddileştirilerek/ticarileştirilerek tüketim nesnesi olarak hedef kitleye sunulur (Arslan 2002:
115). Dini yaşam tarzı içindeki bu değişmeler aşağıdaki biçimde tasvir edilmektedir.
“Satın alma, hayata anlam veren değerlerin -bunların başında dini değerler gelmektebir çoğunda; geçmişle olan “bağdan”, “sosyal ilişkilerden”, “geleneksel” ibadet
biçimlerinden yaşam tarzından, hatta ikamet edilen evlerden vazgeçmektedir. Yeni statüler
için yeni ilişkiler, yeni evler ve bireysel ibadet biçimleri edinmektedir” (Arslan 2002: 113).
Bu dönüşüme, geleneksel dini yaşam tarzının tüketim kültürü içinde gelişmesine ve belirli
bir ölçüde de Batılı yaşam tarzına dönüşmesine bir çok örnek verilebilir. Caprice örneğinde
olduğu gibi otel tatillerinin yayılması (Bilici 2000), tesettür modasının gelişmesi (Binark ve
Kılıçbay: 2002), Refah partisinin, “…parti ilkesinin “ağır sanayi”den “refaha” dönüşmesi hem
genel olarak toplumda hem de parti içinde gelişimcilikten bireyci tüketimciliğe doğru bir
değişimin gerçekleştiğinin göstergesi” (Göle 2002: 82) olması gibi örnekler geleneksel dini
yaşam tarzının, tüketim kültürü içinde nesnelleştiğini/ticarileştiğini ve meta haline geldiğini
göstermektedir. Batılı yaşam tarzının oluşumu ve gelişimi,
“Türk modernizasyonu, zevk, vücut, lisan, yerleşim biçimleri, kıyafet tarzları, gibi
ayrıcalıklar düzeyinde, yani Bourdieu’nun tabiriyle “habitus” düzeyinde etkili olan, İslami
Osmanlıdan Batılı Türk’e, bir medeniyet olarak yorumlanabilir (Göle 1998: 62).
Geleneksel dini yaşam tarzının, Batılı/modern yaşam biçimine dönüşmesinin tarihi seyri
ya da dönüşmediği alanlar ve dönüşmedeki içerik ve görünüm farklığının (seküler ve aşkın
formların) tartışılması ve incelenmesi bir başka çalışmanın konusunu teşkil edebilir. Bu çalışmada
daha çok dışsal, yapısal ve bireysel bileşenlerle tüketim ürünlerinin ve tüketim kültürün gelişmesi
“Batılı yaşam tarzı” kavramıyla irdelemek amaçlanmıştır.
1.2.Tüketim Kültürü
Tüketim kültürü kavramı genel olarak iki anlamda kullanılır. Birincisi, üretilen ürün ve
hizmetlerin tüketiciye ulaştırılması için kültürün baskın hale gelmesini anlatmak için kullanılır
olmuştur. İkincisi ise, bireysel beğeniler, sosyal değerler ve tüketicilerin bireysel yaşam
tarzlarını ifade etmek için sıkça başvurulan kavram olmuştur. Biz bu çalışmada tüketim kültürü
kavramını bir medeniyet değişmesi bağlamında kullanmaktayız. Yani, geleneksel Doğu
medeniyetinden Batı medeniyetine geçişi sağlayan değerler, normlar, günlük yaşam pratikleri,
bunları kapsayan yaşam tarzı değişimini kastetmekteyiz.
Tüketim kültürü tanımlarında betimleyici ve eleştirel olmak üzere iki farklı yaklaşım göze
çarpar. Betimleyici tanımlamaya göre;
…“tüketim kültürü, tüketicilerin çoğunluğunun faydacı olmayan (nonutilitarian) statü
arama, kıskançlığı teşvik etme ve yenilik arama gibi amaçlar doğrultusunda ürün ve
hizmetleri tutkuyla arzuladıkları (bir kısmının peşine düştükleri, elde ettikleri ve teşhir
ettikleri) bir kültürdür”(Belk 1998: 105).
Rasssuli ve diğerleri (1986) tüketime eleştirel olarak yaklaşırlar ve tüketim kültürünü;
doğal kaynakların hesapsızca tüketildiği, insanları kendi ürettiklerinden fazlasını tükettikleri,
başkalarını ve bir ölçüde de kendilerini yaşam tarzları ile yargıladıkları bir kültürel ortamda var
olma hali olarak tanımlarlar (akt. Belk 1998:104). Schudson (1984)’a göre, tüketim kültürü,
insani değerlerin alt üst olduğu ve ürünlerin insanlardan daha önemli hale geldiği bir toplumda
ürünlere sevgi ve dostluk ilişkisinde olduğu gibi aşırı değer verildiği ve bitmeyen bir şekilde
ürünlerin birbirleriyle yer değiştirdiği bir kültürdür (akt. Belk 1998: 104 -105).
Türk toplumu bağlamında tüketim kültürü; maddi ürünlere ve hizmetlere olumlu anlamlar
atfedilen hedonist, gösteriş ve bir gruba ya da kültür ait olma (Batı kültürüne dahil olma) gibi
amaçlar için estetikleşmiş ürünler ve hizmetlerin satın alındığı, sahiplenildiği, tüketildiği ve bir
bölümünün de peşine düşüldüğü bir ortamın kültürüdür.
Yaşam tarzı ile ilgili olarak da, tüketim kültürü bize yaşam tarzının projesini verir; çünkü
tüketim kültürü, bütün sosyal grupların statü farklılıklarının kaynağının anlamlandırıcısı ve bizim
arzularımızın ve hayallerimizin başlıca kaynağıdır (Jary ve Jary 1991: 81).
1.4. Tüketim Ürünlerinin ve Kültürünün Yayılmasına Etki Eden Unsurlar
Genel olarak tüketim kültürünün, üretilen ürünlerin bir toplum içinde ya da toplumlar
arasında iletimini sağlayan ve bunları engelleyen etmenler vardır. Tüketim ürünlerini ve
kültürünü (tüketici beklentilerini ve arzuları) ileten araçlar; turizm, göç, kitle iletişim araçları,
popüler kültürün ihracı ve uluslararası ticari aktivitelerdir (Ger ve Belk 1996: 171-174).
Tüketim ürünlerini ve kültürünü engelleyen etmenler ise, düşük gelir düzeyi, ideoloji ve
din olarak ifade edilmiştir (Belk 1998: 108-109). Aslında burada ifade edilen engelleyici
etmenler bireysel düzlemde ele alınmıştır. Bu engelleyici etmenleri toplumlar arasında iletişim
ve ürünlerin dolaşımı bağlamında düşündüğümüzde, yukarıda ifade edilenler yeterli değildir. Bu
nedenle biz bu etmenlere ticari ve hukuksal engelleri de eklemek gerektiğini düşünmekteyiz.
Daha kapsamlı bir amaçla engelleyici etmenleri; düşük gelir düzeyi, ideoloji, din, ticari ve
hukuksal engeller olarak beş kategoride sıralayabiliriz. Ticari engellerle ürünlerin bir ülkeye
girmesinin kısıtlamasını anlatmak istiyoruz. Ticari engeller, bir ürünün ticari nedenlerle bir
ülkeye girişinin sınırlandırılmasını ve gümrük duvarlarının yükseltilmesini içerir. Örneğin,
Türkiye’de korumacı iktisat politikalarının uygulandığı dönemlerde olduğu gibi. Hukuksal
engellerle ise, bir ürünün ya da ürün grubunun hukuksal olarak ülkeye girmesini engellemek için
uygulanan hukuksal düzenlemeleri ifade etmek istiyoruz.
Bu çalışmada yukarıda ifade edilen kuramsal yaklaşım temelinde, tüketim ürünlerinin,
kültürün yayılmasını iç ve dış etmenleri göz önüne alınarak modern tüketimin Türk toplumunda
doğuşu, gelişmesi, yayılması ve yoğunlaşmasının resminin çizilmesine çalışılmıştır.
Yukarıda kısaca ele alınan kuramsal çerçeve dikkate alınarak, Batılı yaşam tarzının
tarihsel olarak doğuşu, gelişmesi ve yayılması şu alt başlıklar altında dönemselleştirilmiştir.
1.Tüketim kültürünün doğuşu ve Batılı yaşam tarzının oluşması (Osmanlının son dönemi).
2.Batılı yaşam tarzının ve Kurumlarının Kurumsallaşması (Cumhuriyet dönemi). 3.Toplumsal
değişmenin hızlanması, tüketim kültürünün ve ürünlerin yayılması (1950- 1980 arası dönem).
4.Tüketim Kültürünün ve ürünlerinin yoğunlaşması (1980 ve sonrası).
2. Türk Toplumunda Tüketim Kültürünün ve Ürünlerinin Gelişim Tarihi
2.1. Tüketim Kültürünün Doğuşu ve Batılı Yaşam Tarzının Oluşması
Osmanlılar güçlü oldukları dönemde kendilerini Batıdan üstün saymışlardır. Fakat,
gerileme döneminin başlamasıyla birlikte niçin geri kalındığı sorusu sıkça sorulur olmuştur.
Soru Batının askeri üstünlüğü gösterilerek cevaplandırılmıştır. Bu dönemde askeri yenilikler
yapılmış ve “öte yandan, Batı uygarlığının kişinin refahına yönelik değerleri Osmanlı idare
sınıfına sızmıştır (Lale devri)” (Mardın 1992: 10). I. Mahmut (1730- 1754) ve III. Selim (17891807) dönemlerinde kıyafet reformu yapılmış …. “ ve askerlerine Avrupa stili üniformalar –
başarı ve zafer ruhunun isnat edildiği bir giysi - giydirmeğe çalışma gereği duymaları, Avrupa
güç ve prestijinin onlar üzerindeki etkisinin bir ölçüsüdür” (Lewis 1991:100). 1829’da kıyafet
reformu sivil memurları da içine almıştır. Bu dönemde, cübbe ve sarığı sadece ulema
giyebilecektir. Sarık, cübbe ve ayakkabının yerini; redingotlar, pelerinler, pantolonlar ve siyah
derili potinler almıştır. Buna bizzat Sultanlar öncü olmuş, saraydan paşalara ve diğer tabakalara
yayılmıştır. Masa ve sandalyede eski düzenin yanında yerini almıştır. Tanzimat ve Islahat
Fermanlarıyla
Batı model alınarak toplum yeniden inşa edilmeye başlanmıştır. Tanzimat
döneminde Batının askeri ve idari kurumları Osmanlı İmparatorluğuna aktarıldığında Batı’nın
günlük kültürü de ikinci defa etkin ve daha yoğun bir biçimde İmparatorluğa girmiştir. Bu
dönemde, “ giyim, ev eşyası, paranın kullanılışı, evlerin stili, insanlar arası ilişkiler “Avrupai ”
olmuştur” (Mardin 1992 : 13).
Yeni yaşam tarzının oluşumunun araştırılması için Tanzimat romanı bize çok önemli ip
uçları verir. Bu romanların en önemlilerinden ikisi Ahmet Midhat ‘ın Felatun Bey ile Rakım
Efendi (2001) ve Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası (2002) adlı eserleridir.
Bunlardan birincisinde Ahmet Midhat romanında, yeni dönemde oluşan iki kişilik tipinin
dünyaya bakışlarını ve gündelik hayatlarını karşılıklı olarak roman içinde ele alır. Rakım, bilinçli
ve çok çalışkandır. Doğu ve Batı kültürlerinin ideal bileşenini gerçekleştirmiştir. Felatun ise,
Avrupai yaşam tarzını benimsemiş bir aileden gelir ve savurgan birisidir. “Düzmece bir
Batılaşma düşkünlüğü, Avrupa kültürünün yalnızca cilasıyla yetinmek, para konularında
beceriksizlik, çalışma hevesinin eksikliği: bütün bunlar, [bu] “tip”in özellikleridir” (Finn 1984:
32).
Özün (1985: 196)’e göre, Felatun, o dönemde gazetelerde yer alan “züppe,” “çıtkırıldım”,
“nanemolla”, “alafranga”, “yarım Türk” ve “köksüzler” gibi kavramlar ile nitelendirilen ve
eleştirilen bir tiptir. Sonraları Hüseyin Rahmı “Şık”, Ömer Seyfettin’in “Efruz Bey” adlı
eserleriyle bu tipin çeşitli zamanlara göre örneklerini vermişlerdir.
Araba Sevdası adlı eserin kahramanı olan Bihruz bey, Batı uygarlığının maddi ürünlerine
karşı aşırı tutkun; Avrupa’dan gelen her şeye ayrım gözetmeksizin büyük bir hayranlık duyan,
zevk düşkünü (Finn 1984: 90-91), Fransız yaşayış tarzına ve modasına kendini kaptırmış bir tiptir
(Parlatır 1995: 237). Roman kahramanı Bihruz beyin merakı üç konuda odaklanır. Birincisi, araba
kullanmak ikincisi alafranga beylerin hepsinden süslü gezmek üçüncüsü ise, berberleri,
kunduracıları, terzileri gezmek ve onlarla Fransızca konuşmaktır.
… “Bonjur! Bonsuvar! Vuz alle biyen?” [günaydın! İyi akşamlar! Nasılsınız] demek için
Beyoğlu’nda adam aramak, Türkçe konuşurken araya Fransızca sözcükler katmak, …
savurganlığa ve sefahate, borç etmeye özenmek ve Türkçe’yi edebiyatsız, kaba bir dil sayıp bu
dilin cahili bulunmakla övünmek gibi düşünce ve davranışlarıyla toplumun değerlerinden
sıyrılmış yeni bir yaşam tarzı benimsemiştir” (Recaizade Ekrem 2002: 194) [İtalikler
eklenmiştir.].
Her nereye giderse gitsin amacı görmek değil, görünür olmaktır. Arabasıyla kurduğu ilişki
nerdeyse annesiyle kurduğundan daha yoğun bir ilişkidir ve ona büyük bir sevgiyle bağlanmıştır.
Bihruz Bey atlı arabalara babasının servetini harcamıştır. Batı uygarlığının maddi ürünlerine aşırı
tutkundur (Fransızca bilmemesine rağmen, sırf alafrangalardan olduğunu göstermek için
Fransızca gazete satın alması, Paris’ten gelen markalı ürünlere düşkün olması, atlı arabaları
düşkün olması örneklerinde görüldü gibi).
Parlatır’a göre, yazar, o dönemde çoğu gençlerin gösterişe düşkünlüğü nü Araba
Sevdası”yla betimlemiştir. Ahmed Hamdi Tanpınar (1988: 490)’a göre, Türk Realizminin ilkleri
olan Araba Sevdası ile Recaizade Mahmut Ekrem gençlik yıllarının kronolojisini yazmak
istemiştir.
Roman kahramanının günlük hayatı üç döngü üzerinde geçer; Konak hayatı, Batılı yaşayış
tarzının sergilendiği yerler (araba modasının yaygın olduğu Çamlıca sefaları ve Beyoğlu) ve aşk
hayatı. Bihruz Bey Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıkan tüketime yönelen tipik bir roman
kahramanıdır. Batılı yaşam tarzının yanlış anlamış ve babasından kalmış olan serveti hesapsızca
harcamıştır. Elbiselerini şehrin en pahalı yerlerinden satın almış, popüler yerlerin müdavimi
olmuş ve dönemin modasını takıp etmiştir. Konuşmalarını Fransızca sözcüklerle süsler ve kendini
yeni üst bir yaşam tarzı içinde topluma sunar. Geleneksel kültürün unsurlarını ve alt tabakaların
yaşam tarzını görmeğe tahammül edemez. “Barbarca olarak nitelendirdiği eski Türk göreneklerini
küçümser” (Mardin 1992: 37).
Aynı zamanda bu romanlardaki kahramanlar gösteriş için giyinme, araba sahibi olma ve
aylaklıkları ile gösterişli tüketimin ve zevk peşine düşme ile de modern hedonizmin
prototipini verir gibidir.
Bu iki tipleme o dönemde oluşan yeni değerleri çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer.
Tanzimat döneminde Batılı gibi yaşamaya çalışan ve onların tüketim normlarını benimseyen
yeni bir üst sınıf oluşmuştur. Bu değişme süreci konak hayatı, dans ve balo gibi eğlence
çeşitleriyle üst tabakada yayılmaya başlamıştır. Yeni popüler değerler benimsenir, eski sınıfa ait
değerler inişe geçer (Türkdoğan 1996: 102-103).
Tanpınar (1988: 131) Tanzimat dönemi yeni üst sınıfının yeni oluşan yaşam tarzını şöyle
betimlemiştir:
“Yazın Tarabya’da, Büyükdere’de görülen ecnebi kıyafet ve adetlerini Müslüman
halk, artık sık sık gidip gelmeğe başladığı Beyoğlu’nda kışın daha yakından görür. Garp
hayatının unsurları taklit ve moda sayesinde gündelik hayatımıza girer. Beyoğlu’nda umuma
açılmış Avrupakari müesseseler, terziler, manifatura tüccarları, tuvalet eşyası ve mobilya
satan dükkanlar, bilhassa Kırım harbinden sonra Müslüman halkın daha sık uğradığı yerler
olur. Devrin gazetelerinde görülen ilanlar her gün Avrupa’dan yeni bir modanın girdiğini
gösterir”.
Tanzimat dönemi modern anlamda tüketim kültürünün oluşmaya başladığı ilk evredir.
Tanzimat, Osmanlı toplumunda Batı gibi yaşama hevesinde olan üst tabakanın kendisini
geleneksel toplumsal tabakalardan ayırmak için Batılı ürünleri kullanmaya başladığı bir
dönemdir.
Cevdet Paşa, yeni dönemde oluşan bu tiplerin Avrupa medeniyetinin getirdiği malların
peşine düştüklerini ifade ederek eleştirir. Ona göre bu tipler; “İşin başından başlamayıp,
kuyruğundan tuttu ve binanın temeline bakılmayıp, damın nakşına özendiler” (Yazan 1992: 158).
Yeni yaşam tarzına karşı tepkiler olsa da yeni yaşam tarzının boyutları giderek yaygınlık
kazanmıştır.
Osmanlının neden Batının tüketim alışkanlıklarını benimsediğinin ipuçlarını İbn
Haldun’un düşüncesinde bulabiliriz. Ona göre, insanlar kendilerini savaş alanında yenmiş
olanların olgun ve üstün olduklarına inanırlar. Kendisini yenmesini o kimsenin kemal ve fazilet
sahibi olması nedenine bağlar. Sonuçta: “Yenilen kimse bu hususta yanlış fikre kapılarak, buna
inandıktan sonra, bütün iş ve hareketlerinde kendisini yeneni örnek edinir ve ona benzemeye
çalışır” (İbn Haldun 1990: 375). Onun, kendisinden üstün olmasını cesaret ve güçle açıklamaz,
yaşam biçiminden, değerlerinden ve inançlarından kaynaklandığının vehmine kapılır. Bu aslında
bir yanlış anlamanın sonucu ve sebepleri birbirine karıştırma nedeniyledir. Osmanlının
reformları arasında askerlerin kıyafetlerinin de yer alması ve Batlı tarzda askerleri giydirmesi,
Batı medeniyetini yüzeysel ve yanlış anlaması nedeniyledir ve bu açıdan da ilginçtir.
Tanzimat’tan sonra Batılı yaşam tarzının model alınması ve bunun arzulanması aslında
güç ile ilişkilidir. Genel olarak insanlar güçlü olanın ya da kendilerinden üstün olduğunu
düşündükler toplumsal grupların davranış kalıplarını taklit etme eğilimindedirler. Güçlü olanın
davranış kalıplarını benimseyerek kendilerinin de güçlü olacağı hissine kapılırlar. Osmanlı son
döneminde ilk batılılaşan üst sınıflar,
“… güçlü ile özdeşleşmek suretiyle Batı karşısındaki yenilgi hissimizi hafifletmeye
çalışıyorlardı. Üst kesim bu yolla yenilgi yükünü toplumun geri kalanın üstüne atmış oldu”(
Mert 2001: 13).
Berkes (1975: 190)’e göre, Tanzimat döneminde oluşan Batılaşma anlayışı üretimle ve
toplumun yapısıyla alakası olmayan, Avrupa’nın mağazalarından alıp getirilebilinecek medeniyet
mallarıyla ilgiliydi. Bu anlayışın özelliği “Avrupa uygarlığına karşı imrenme, bu gün medenilik
saydığımız tüketim maddelerinden ziyade, yaşayış biçimine, yöntemlere ve prensipleredir”.
Bunun nedeni dönemde bu gün olduğu kadar kişinin başını döndürecek ve ağzını sulandıracak
kadar tüketim uygarlığının oluşmamış olması ve bir anlamda da onu görenlerin çoğunun nasıl
kullanacaklarını bilmemeleridir. Tüketimin taklit olarak ve diğerlerine karşı üstünlük gösterisi
olarak kullanılışı ile ilgili olarak ilginç bir hikayeyi Mübeccel B. Kıray (Atacan ve diğerleri
2002 : 271) şöyle anlatmıştır:
“Şimdi, bizim bu zat İngiltere’ye gidiyor, Haziranda. Çok hoşuna gidiyor, vitrinlerde
gri frak takımlar, gri silindir şapkayla beraber. “Kendime şunlardan bir tane alayım” diyor.
“Bu çok değişik bir şey, Türkiye’ye gidince de etkisi olur bunun”. O grileri giyiyor,
öbürlerini de paket edip, oteline göndertiyor. Çıkınca da bir taksiye biniyor, gideceği yeri
söyleyecek tabi İngilizce olarak, “ Yes yes” diyor şoför, pır alıp götürüyor adamı. Nereye
götürüyor adamı? Ascort yarışlarına! Meğer o gün at yarışları günüymüş, hele o kıyafeti
İngiliz asilleri yalnız Ascort yarışlarında giyermiş, her yarışta değil! Nereye gidiyoruz filan
deyinceye kadar …. ama içeriye giremiyor, davetiyesi yok, hiçbir şeysi yok, ama kıyafeti
tamam”.
Hikaye aslında dönemin zihniyetinin ip uçlarını en çıplak şekilde veriyor bizlere. Amaç
farklı olmak, tüketim yarışında diğer insanlara fark atmaya yönelik öldüğü söylenebilir.
Osmanlının son döneminde toplumun üst tabakasında oluşan Batının üstün olduğu
anlayışı, Batıdan gelen değer ve ürünlere üstün değer atfetmeye neden olmuştur. Toplumun çok
az bir kısmından oluşan bu üst tabaka, Batı’nın zengin toplumlarındaki kişiler gibi yaşar ve bunu
da doğal hakları sayarlar. Böyle bir Batılılaşmanın en zararlı yönü, Batı kapitalist ekonomisinin
tüketim ürünlerinin kolayca içeriye sıza bileceği, araç olarak kullanabileceği ve ürettiği ürünleri
hemen satın alabilecek bir sınıfın oluşmuş olmasıdır. Üst tabakada oluşan yeni yaşam biçiminde
Batılı ürünlere karşı tapınırcasına hayranlık ve onları elde etme hırsı da ortaya çıkar. “Toplumun
kaldıramayacağı ithal malı tüketim mallarına düşkünlük ile modernleşme aynı şey olur”(Berkes
1975: 288).
Sonuç olarak Batıdan gelen değerler, moda ve tüketim ürünleri yeni yaşam biçiminin
temel unsurları alarak algılanır. Üst tabakanın davranışları Batı’yı taklit etme ile şekillenir ve
toplumun alt katmanları da üst tabakanın değerlerini benimserler ve tüketim kültürü aşağıya
doğru yayılır. Tüketim kültürünün yayılması Simmel’ın (Solomon ve diğerleri 1999: 449) “damla
teori”sinde olduğu gibi gelişir. Ama burada farklı bir durum daha vardır. Bu durum tüketim
kültürü değerlerinin bir kültürden diğerine aktarılması sorunudur. Üst tabaka burada iki işlev
üstlenir. Birincisi, üst tabakanın Batı’da oluşmuş olan tüketim kültürünü taklit ederek yeni yaşam
biçimini oluşturmasıdır. Bu süreçte yenilik diye bir durum yoktur, yenilik denen şey taklitten
ibarettir. Yukarıda anlatılan hikayedeki gibi komik sonuçlar meydana gelmesi kaçınılmazdır.
İkincisi de, üst sınıfların alt sınıflara davranış modeli sunmasıdır. Aslında bu, taklit içinde taklit
gibi bir durumdur. Bir başka deyişle tavşanın suyunun suyu gibi bir tüketim kültürü taklidiyle
karşı karşıyayız. Bir yandan gelir düzeyinin düşüklüğü diğer yandan tüketim ürünlerin bir
toplumdan diğerine ulaştırılmasının önünde çoğu zaman ekonomik ve hukuksal barıyerler var;
ama her ne kadar zahmetli iş olsa da yine de arzulanan bir durumdur.
Tüketim kültürü açısından yukarıda anlatılanlar yaşanırken tüketim ürünlerin elde etmede
dışa bağımlılık gelişiyordu. Osmanlı son dönemlerinde uyguladığı borç ve ticaret politikalarıyla
Cumhuriyet dönemine çok kötü bir ekonomi bırakmıştır. Uygulanan politikalarla ülke şaşılacak
derede dış mali çıkarlara ipotek edilmiş durumdadır. Osmanlının 1839’de İngiltere, 1838-1841
arasında Fransa ve diğer ülkelerde imzaladığı ticari anlaşmalar (Cem 1970: 177) ile ülke içindeki
mal hareketlerini serbestleştirdi. Aynı zamanda 1840’de dış almaya başladı ve bu borç alma
girerek artmış 1875’de borçları ödeyemez hale gelmiş ve 1881’de Düyunu Umumiye
kurulmuştur (Kazgan 1999: 35-41). Bu sürecin sonucunda ülkedeki,
“ekonomik hayat, üretime dayanmayan, ithal edilen malların alınıp satıldığı ülke
çapındaki bir pazarın şartları çerçevesinde belirlenmektedir. Türk unsurların pazardaki rolü,
mecbur kaldıkları yabancı malları satın alma ve tüketmeden ibarettir” (Bostancı 1987:
103).
Osmanlının dış alımında tarım ürünleri en başta gelen alım ürünleridir. Osmanlı dış
alımında; dokuma ve giyim eşyası, şeker başta olmak üzere un ve diğer gıda maddeleri önemli
yer tutmaktadır. Yıllara göre değişmekle birlikte, temel tüketim mallarının toplam dış alımın
yüzde 60-70 gibi büyük bir bölümünü oluşturduğu ifade edilmektedir “İktisat tarihçileri için
ilginç bir nokta: İmparatorluğun son döneminde dikiş makinesi ve daktilo gibi ürünlerin dış
alımının hızla artmış olmasıdır (Kepenek ve Yentürk 2001: 22).
Dönemin 1920’lere etkisini göz önünü sermesi açısından Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun
(1974: 281) çocukluk yıllarına ait ifadeleri önemlidir:
“…çarşıdan eve taşıdığım yiyeceklerin arasında “Amerika unu, Rus külahı şeker,
bulunduğunu ve babamın ayağına ayakkabı, sırtına çamaşır ve giyecek yaptırmak için
Fransız köselesi ve patiskası – öteki kumaşlara kıyasla daha ucuza satılan Alman kumaşı-ve
başımı kapamak için Avusturya fesi aradığını hatırlıyorum…”
Yukarıdaki ifadeler o dönemde ülkenin adete yabancı ürünlerin egemenliği ve istilası
altında olduğunu gösterir gibidir. Hiç şüphesiz bu durum, Osmanlı son döneminde uygulanan
politikaların sonucudur. Osmanlı İmparatorluğunun ekonomik ve hukuksal engellemeleri
kaldırması ve hatta dışarıdan ürün gelişini teşvik etmesinin sonucudur.
2.2. Batılı Yaşam Tarzının ve Kurumlarının Kurumsallaşması
Bu dönemde Batılı yaşam tarzının kurumsallaşması ve yaygınlaşması için yasal
düzenlemeler yapılmış, 1937’de laiklik anayasa gırmış, hafta tatili cumadan pazara alınmış, ezan
Türkçe okunmaya başlanmıştır. Laikliğin ana yasa maddesi olmasıyla toplumsal kurumların ve
mekanizmaların meşruiyet kaynağı din olmaktan çıkmış, “pozitivizm” (Mardin 1997: 191) ve
rasyonalizm, akılcılık (Öktem 1995: 48) olmuştur. Laiklikle ilgili meclis görüşmelerinde hükümet
adına konuşan içişleri bakanı Şükrü Kaya yasanın amacını şöyle açıklamıştır: “ laiklikten
maksadımız dinin memleket işlerine müessir ve amil olmamasını temin etmektir…Biz diyoruz ki,
dinler vicdanlarda ve mabetlerde kalsın, maddi hayat ve dünya işlerine karışmasın” (Daver 1955
:88). Laikliğin anayasa maddesi olmasıyla hukukun ve kamusal alanda dini meşruiyet arama
isteklerinin önüne geçilmiştir. Sonuçta dinin sosyal, ekonomik politik alanlara müdahalesi
engellenmiştir. Örneğin İslam dini tarafından haram kabul edilen içki üretimi Osmanlı
İmparatorluğu döneminde zaman zaman yasaklanmış, Cumhuriyet döneminde ise, 14 Eylül
1920’de alkollü içkileri yasaklayan yasa kabul edilmiş, daha sonra 9 Nisan 1924 tarihinde kabul
edilen 470 sayılı yasa ile içki yasağı kaldırılmıştır (Doğruel ve diğerleri 2000: 143-144). 1934’da
ise, Atatürk Orman Çiftliğinde kurulan bira fabrikasıyla içki üretimi sağlanmış ve tüketim
alanında yeni bir ürün hizmete sokulmuştur. Laikliğin anayasa maddesi olmasıyla daha önce
uygulamaya konulan reformların yasal olarak güvence altına alındığı görülmektedir. Tüketim
bağlamında ise, ürünlerinin üretimi ve tüketimi alanındaki dini engellemelerin (helal-haram
tartışmalarını) hukuksal olarak ortadan kaldırıldığını söyleyebiliriz.
Seküler yaşam tarzının ve bireyin oluşum koşullarının sağlanması için tarikatlar
kapatılmış, halk evleri ve Köy Enstitüleri açılmıştır. Aynı zamanda sinema, opera, operet, bale ve
senfoni orkestrası ve devlet tiyatroları kurulmuştur.
Batıda gelişmiş olan hukuki, siyasi, eğitsel ve diğer kültürel kurumların topluma
aşılandığı dönemdir. Temel amaç, İmparatorluktan milli bir devlete geçişin sağlanmasıdır. Bu
amaç doğrultusunda bireyin yaşam tarzının biçimlerini; giyim kuşam, eğlence ve müzik gibi
alışkanlıklarını değiştirmesi hedeflenir. Aslında, davranış biçimlerinin doğuşu Osmanlının son
dönemindedir. Bu davranış kalıplarının yaygınlaşması, kapsamının genişletilmesi,
kurumsallaştırılması ve bütün topluma benimsetilmesi söz konusudur. Bu alandaki değişmeler
şu şekilde açıklanmıştır:
“ İşte, Batı uygarlığını üstyapısal güdümlemelerle yakalamak isteyen Atatürk ve
arkadaşları, bir yandan yeni bir ideoloji oluşturarak manevi kültür alanını doldurmaya
çalışıyorlardı, öte yandan da ekonomik önlemlerle maddi kültürdeki geri kalmışlığı ortadan
kaldırmak için çaba harcıyorlardı” (Kongar 1997: 49).
Cumhuriyet döneminde günlük yaşayışı etkileyen önemli olgulardan biri balolardır. Bu
uygulamanın Batılılaşma ile ilgisini Bostancı (1987: 183) şu şekilde betimler:
“İlk on yıl içinde batılılaşma adına sık sık gazete sütunlarına çıkan en ciddi sosyal
olaylar “balo”lardır. Şüphesiz sadece seçkinlerin katılabileceği bu balolar, çağdaş ve medeni
olmanın sembolü olarak görülmüş, katılanlara suni bir sosyal statü ve prestij sağladığı
düşünülmüştür”.
Bu uygulamalarla kılık kıyafette yeni öğeler benimsenmekte ve kotiyon, fark ve smokin
gibi yeni kelimeler ve giyim biçimleri üst kesimin hayat tarzını yansıtan yeni göstergeler olarak
yerlerini almaktadır.
Cumhuriyet döneminde batının değerleri kurumsallaşmakta; tartışılmaz üst değerler olarak
toplumun üst kesiminde benimsenmektedir. Cumhuriyetle birlikte topluma model olan üst
tabakanın mekanı İstanbul olmaktan çıkıyor, Ankara oluyor. Uzun bir dönem yeni kültürel
değerler Ankara’dan topluma yayılıyor. Özellikle 6 Ocak 1926’da devlet desteğiyle TTTAŞ
(Türkiye Telefon Telsiz A.Ş.) özel radyo yayınına başlamasıyla (Vural 1986:103) Ankara Batı
kültürünün aktarıldığı merkez haline gelmiştir. Buna birde Batılı elçiliklerinin Ankara’da
açılmasının ekleyebiliriz. Telsiz radyo, devletin dil, kültür, sanat, yeni bir insan modeli ve yaşam
[8]
tarzının benimsetilmesini amaçlayan bir kitle iletişim aracı niteliği kazanmıştır .
Tüketim ürünlerine baktığımızda ise, Cumhuriyet dönemi çok kötü bir ekonomiyi devir
almıştır. Memleket bir yokluk ülkesidir. Un, şeker ve elbise gibi bir çok temel ihtiyaç dışardan
karşılanmaktadır. 1927’de şekerin % 85,42’si dış alımla karşılanmakta, dokuma ve giyim dış
alımı toplam dışalımın içinde 1928’de % 41,48 ile en yüksek oranını oluşturmaktaydı (Kepenek
ve Yentürk 2001: 45). 1927’de ara mallar ve yatırım malları toplam dışalımın sadece % 30‘unu
oluştururken tüketim malları %70’ini oluşturmaktaydı (Tökin 1949, akt. Kazgan 1999: 85).
Bu olumsuz koşullarda devir alınan ekonomi hızla değiştirilmeye başlanmış ve ekonomide
Milli İktisat politikaları uygulama koyulmuştur. 1929’da gümrük vergileri geri alınmış ve
ithalatta sınırlamalar getirilmiştir (Sönmez 1982: 26). Temel tüketim ürünlerinin çok büyük bir
bölümünün dış alımla karşılanması nedeniyle, dış alım yerine yerli üretim stratejisi (ithal ikameci
sanayileşme stratejisi) uygulanmıştır (Kepenek ve Yentürk 2001: 70). Bu anlayış, “devletçilik ve
“karma ekonomi” etiketiyle, dışa kapalı düzense “ithal–ikamesi” tanımlamasıyla 1970’in ikinci
yarısına kadar sürmüş, ekonomik gelişme denetimli ekonomiyle gerçekleştirilmiştir (Kazgan
1999: 90). Ekonomide, “ilk hedef ise, “üç beyaz”ın, yani şeker, un ve pamuklu dokumanın yurtiçi
üretiminin sağlanmasıdır”(Kazgan 1999: 85).
1937’lere gelindiğinde un, şeker, dokuma ve demir çelik sanayinde hedeflere varılmış, ülke
ihtiyacını büyük oranda karşılayabilen üretim miktarına ulaşılmıştır (Bostancı 1987: 249). Aynı
zamanda 1933-1939 yıllarında ulusal üretimde yıllık % 9’un üzerinde bir hızlı büyüme
sağlanmıştır. “Bu büyüme oranı ülke ekonomisin yaşadığı en büyük oranıdır”(Kepenek ve
Yentürk 2000: 65).
Bu dönemde modern bir toplum ve rasyonel birey oluşturmak için, hem ekonomik hem de
sosyal-kültürel bir çok kurumlaşmaya gidilmiştir. Tüketim ürünlerinin üretimi konusunda önemli
hedefler başarıyla tamamlanmıştır.
2.3. Toplumsal Değişmenin Hızlanması, Tüketim Kültürünün ve Ürünlerinin
Yayılması
1950 sonrası tüketim kültürü iç ve dış etmenlerin etkisiyle gelişmiş ve yayılmıştır. Dış
etmenler bağlamında dışsal politik nedenlerle refah uygulamaları yaygınlık kazanmıştır. Temel iç
etmenler tüketim kültürünün gelenekselleşmesi, tarım politikaları nedeni ile muhafazakar yeni
sınıfın yükselmesi ve ulaşım araçlarındaki gelişmeye paralel olarak kentleşmenin ve toplumsal
değişmenin hızlanmasıdır. Bu dönemde nüfusun tarımdan koparak kentte yerleşmesi başlamıştır.
Dönemin en önemli özelliği de tüketim kültürünün hız kazanması ve toplumun alt katmanlarına
doğru yayılmasıdır. Ama, bu dönemi diğer dönemlerden ayıran temel şey; geleneksel değerleri ve
yaşam tarzını modern döneme aktaracak uygulamaların yapılmasıdır.
Bu dönemde en önemli diş etmen, Batı ülkelerinde esen tüketim rüzgarlarının ülkeye
yansımasıdır. Bu süreç yerli tüketim kalıplarını büyük ölçüde değişmiştir. Truman Doktirini ve
Marshall yardımlarıyla ülkede yeni rüzgarlar esmiş bu dönem boyunca kara yolları yapımı ve
traktör ithal etme ana politikalar olmuştur. Truman Doktrini 1947’de ülke politikalarını
etkilemeye başlamış, bu tarihe kadar demir yolları önemli bir politika olmasına rağmen, bu
tarihten sonra karayolları politikası önemli olmaya başlamıştır. Bu yıllarda Türkiye’ye gelen bir
Amerikan heyetinin, Türkiye’nin o ana kadar izlediği ulaştırma siyasetini eleştirerek, karayolları
yapımının başlatılmasına büyük etkileri olmuştur. Heyetin görüşlerine uygun olarak 1948’de
Karayolları Genel Müdürlüğü kurulmuştur (Timur 1991: 103-104). Truman Doktrini kapsamında
ABD’den alınan yardımla kara yollarının yapımına hız verilmiştir. 1950’de 1462 km olan asfalt
yol 1960’da 7049 kilometreye ulaşmıştır (Akalan 2000: 104). Bu uygulamalar hem otomobil
tüketimini hem de kentleşmeyi hızlandırmıştır.
Dış yardım ve krediler ile sadece bir ekonomi politikası alınmadı aynı zamanda bir “yaşam
biçimi de” ithal edildi. “Bu süreçte, yeni tüketim kalıplarının ve bunlara bağlı istemlerin
oluşmaması düşünülemezdi”(Kepenek ve Yentürk 2001: 94). Bu yaşam biçimi ve “Batılılaşma
politikası küçük Amerika”(Ger ve Belk 1994: 139) olarak isimlendirilmiştir. 1950-1960
dönemindeki tüketim davranışlarının değişmesini Kılıçbay (1999:108) şöyle ifade etmiştir:
“1950-1960 döneminin başka ve önemli bir özelliği sosyo- ekonomik bir karakter
taşır, Bu, belli ölçüde bir “davranış değişmesi, tüketim standartlarının yükseltilmesi hırsıdır.
Bu olay iktisat sosyolojisi açısından “ihtiyaç doğurulması, ihtiyaç geliştirilmesi” dir.
Geleneklerimiz yakın tarihe kadar kanaatkarlığı, azla yetinmeyi bir davranış biçimi olarak
yerleştirdiği halde, 1950 sonrasında politika -sosyal bu olgu sonucu olarak kanaatkarlıktan,
bir lokma bir hırka felsefesinden “tüketimcilik”e yönelme eğilimi baş göstermiştir”
Kılıçbay’a göre, buradaki tüketimcilik üretime dayalı (üretim sonucunda gelişen tüketim
değil) bir olgu değil, yüksek hayat standartlarına ulaşma hırsının doğması ve gelişmesiyle
ilgilidir. Gerçek anlamda tüketim ekonomik gelişme sonucunda oluşan, tasarruftan tüketime
yönelişi ifade eden bir kavramdır. Bu kavram 1936 tarihinde sonra J.M. Keynes’in genel
teorisinden sonra gelişen “tasarruf değil, tüketim yararlı ve gereklidir” inancıyla ilgilidir.
Boratav (1998: 95) ise, bu değişmeyi 1960 sonrası oluşan yeni kentli ve taşralı üst sınıfın
ulaştığı gelir düzeyleri ile kaynak tahsisinde egemen olmalarıyla açıklamıştır. Ona göre, gelişmiş
kapitalist toplumlardan yayılan tüketim normları, dayanıklı tüketim mallarına; radyo, buzdolabı,
çamaşır makinesi, televizyon gibi ürünlere karşı etkili bir talep oluşturuyordu. Aslında bu mallar
siyasi karar alma sürecini denetleyen grupların zevklerini, eğilimlerini ve tüketim isteklerini
karşılamaya yönelik oluşmuştur. Fakat, bu eğilimin 1970’lerde toplumun alt katmanlarına
yayılması kaçınılmaz hale gelmiştir.
Uygulanan tarım politikaları sonucu kırsal nüfusun kentlere gelmesi bir yandan da çevre
değerleri de kentlere geliyordu. Öyle ki, yeni dönemde kentte yaşayan ve sadece hasat zamanında
köylere giden (Keyder: 2001 :188) yeni köylü kentliler oluşmuştur. Diğer yandan ise, gündelik
hayatın dokusu Batılı değerlerle yeniden inşa edilmiştir. 1960’a kadar “nasıl yaşanılacağı”nı
genel olarak belirleyen toplumsal referans kaynakları aile, akraba, cemaat ve yerel unsurlardır. Bu
tarihten itibaren hızlanan iletişim, nüfusun tarımdan kopmaya başlaması ve toplumsal
hareketliliğin yoğunlaşması (ülke içine, dışına göçün başlaması) nedenleriyle geleneksel yapı
çözülmüş ve Batılı değerler kendiliğinden benimsemeye başlanmıştır. Atay (1998: 2445) ‘in
ifadesiyle;
“Çarpıcı bir deyişle daha önceki dönemde şapka giymemek için direnen, hatta bu
uğurda asılmayı göze alan insanların, şehre ya da kasabaya kendi isteğiyle şapka ya da kasket
giyerek gittikleri dönemdir bu dönem”.
1970’lı yıllarda etkili olan bir diğer iç etmen ise yurt dışı işçi göçünün ülkeye
yansımalarıdır. 1961 ve sonrası Avrupa’ya giden işçilerin ülkeye dönmeleriyle, birlikte
getirdikleri ürünlerle, yeni tüketim alışkanlıkları hem kentlerde hem de kırsal alanlarda
yoğunlaşmıştır.
Avrupa’ya ilk gidenler şehirli ve kısmen vasıflı işçilerdi. Daha sonra gidenler ise,
çoğunlukla kırsal kesimdendi. İlk giden Türk işçileri kısa sürede kitle tüketim kültürüne hızla
entegre olmuşlardır. İşçilerin tüketim kültürünün yayılmasına etkilerini Keyder (2001: 252)
aşağıdaki gibi anlatmıştır:
“İşçi dövizleri ve Almanya’dan getirdikleri metalar yeni tüketim kalıbının kasabalar
ve köylere kadar yayılmasını sağladı ve halkın büyük kesimi, özellikle dayanıklı tüketim
mallarında, yeni tüketim alışkanlıkları edindi… Yeni tüketim kalıplarının yerleşme ritmi, göç
ve işçi dövizi dalgalarını izleyerek 1970’lerin başlarında doruğa ulaştı”.
1970 sonlarında tüketim normları, hem işçilerin getirdiği ürünleri piyasada satmaları
sonucu hem de yerli sanayinin ürettiği mallarla toplumun geneline yayıldı. Özellikle kırsal
kesimde Batıdan gelen dayanıklı tüketim ürünleri bir prestij ve toplumsal statü göstergesi olarak
kullanılmaya başlamıştır. Ülkeye giren tüketim ürünleri kentlerde ve kırsal kesimlerde yeni
ihtiyaçları ve arzuları uyandırmıştır.
1930’lu yıllarda bilinçli olarak başlatılan yaygın tüketim mallarında ithal ikameci
sanayileşme anlayışı 1954’lü yıllarda da sürdürülmüş, aynı anlayış 1960’larda da devam etmiştir.
Sanayinin gelişme biçimine bakacak olursa, 1960 sonrası en hızla büyüyen üretim kollarının
dayanıklı tüketim malları ve ara mallar olduğu görülür. “ Bir kere 1963-1980 arasında en hızlı
gelişen alt-kesimlerin dayanıklı tüketim malları ve ara-mallar olduğu anlaşılmaktadır” (Boratav
1998: 107). 1948’de dış alımın yüzde 25’ini tüketim malları oluşturuyordu. Bu oran 1962’de %
7’ye düşmüştür (Kepenek ve Yentürk 2001: 120). Görüldüğü gibi tüketim mallarının dış alımı
azalırken iç üretimdeki oranı artmıştır. 1963-1966 yıllarında dayanıklı tüketim ürünlerin üretimi
I.Kalkınma Planı hedeflerinin üstüne çıkmış ve en fazla geliştiği yıllar olmuştur (DPT
II.Kalkınma Planı 1967: 489). Aynı şekilde 1972-1976 yıllar arası aynı ürünlerin üretiminin iki
kat arttığı dönemdir. Radyo ve televizyon hizmetlerinde III.Kalkınma Planı’nın öngördüğü
hedeflere varıldığı ve bazı konularda da bu hedeflerin üstüne çıkılmış olduğu belirtilmiştir (DPT
IV.Kalkınma Planı: 1979: 47, 420).
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşıldığı gibi tüketimin üretim kapasitesinin üstünde olduğu
anlaşılmaktadır. Öyle ki, dayanıklı tüketim mallarının üretimi ve tüketimi planlarda öngörülenin
üstünde gerçekleşmektedir. Bunun nedeni tüketim kültürünün ve daha iyi yaşam amacıyla
ürünlere duyulan istemin dış ve iç etmenlerle üretim düzeyinden daha fazla ve aşırı sayılabilecek
bir biçimde gelişmesidir.
1948 ve sonrasında imam hatip liselerinin açılması, ezanın Arapça okunması, radyoda
dini programların yayımlanması gibi uygulamalar (Kara 1998: 2636-7) sonraki dönemlerde
kendini gösterecek olan tüketim kültüründe geleneksel değerler ve sembollerin görülmesini
etkilemiştir. Bu okulların açılması geleneksel değerlerin taşınmasında etkileyici işlevler
görmüştür. Kamusal alana dinin geri döndüğü görülmektedir. Bu dönemdeki Demokrat Parti dini
bir karaktere sahiptir Mardin’e göre “…1957 yılından sonra Demokrat Parti’nin din taraftarlarının
yanına almak için seçim kampanyasında dinsel eğilimleri kullandığı doğrudur (Mardin
1997:187). Bu devirde eğitim, kültür politikalarında gerçekleşen değişmelerle çevrenin merkeze
taşınmasına, yeni değerlerin ve sınıfların yükselmesine neden olmuştur. 1990’lı yıllarda
çevresel dini yeni seçkinlerle birlikte bu değerler kendisini tesettür modası ve alternatif tatil
anlayışı (Caprice Hotel gibi) şeklinde kendini göstermiştir. Bu dönemin dini yaşam tarzının
inşası ve yeni bir toplumsal tabakanın yükselişine önemli bir katkısı olduğu söylenebilir.
Tüketim kültürün gelişmesinin parametrelerinden biri olan iletişim alanında ise, 1950’de
İstanbul ve 1962’de Ankara Radyo’su kurulmuştur. 31 Ocak 1968’de Televizyon kurulmuş,
haftada üç gün yayın yapmaya başlamış ve reklam yayınlarına başlanmıştır (Oskay 1978: 18).
1965’de radyo programlarının oranları : Batı müziği: % 24, Türk Sanat Müziği: % 52, Çeşitli söz
programları: % 17,2, reklamlar: % 4,5, haberler: % 2,32 şeklindedir (Oskay 1978: 25). Batılı
yaşam tarzının kurumsallaşması döneminde radyo programlar da çok az yer alan Türk
sanat/alaturka müziği alafranga/Batı müziğinin iki katıdan daha fazla oranda yer aldığı
görülmektedir.
Tüketim ürünlerin ve kültürünün gelişmesinde dış etkileri göstermesi bakımından
televizyonun yayına başlaması ilginçtir. I. Kalkınma Planında öngörülmediği halde Almanya’nın
hediye ettiği vericiler nedeniyle siyah beyaz televizyon yayını başlamıştır (Uras, Milliyet: 31
Temmuz 1999). Bu konu televizyon kurulduktan sonra 1973’de II.Kalkınma Planında “bir
televizyon şebekesinin kurulmasına hız verilecektir” şeklinde ifadesini bulur (D.T.P. II.Kalkınma
Planı 1967: 612)
Sonuç olarak 1950-1970 yılları arasında tüketimin büyümesinin ve yayılmasının nedenleri
şunlardır: İlki, dönemin politikalarının diğer ülkelerin ekonomik politikalarından (Keynes’çı
politikalardan) etkilenmesidir. İkincisi, tarım kesiminde gelirlerin artması sonucunda yeni
zenginlerin ortaya çıkması ve bunların tüketime yönelmesidir. Üçüncüsü, karayollarının gelişmesi
ile kentleşmenin hızlanması ve kente gelenlerin kentin tüketim kalıplarını benimsemesidir.
Dördüncüsü, yurt dışında dönen işçilerin yeni tüketim standartlarını beraberinde getirmeleridir.
Sonuncusu ise, dinin kamusal alana (siyasete-eğitme) geri dönmesidir.
1970’lerde iç ve dış etmenlerin etkisiyle hem toplumsal değişme hızlanmış hem de tüketim
kültürü köylere kadar yayılmıştır. Fakat ithal ikameci ekonominin varlığını koruması ile dış
etkilerin kısmen de olsa ülkeye sızması engellemekte idi. 1980 sonrası dönemde ekonominin dışa
açılması ile bu engelleme de ortadan kalkmıştır. Alt bölümde ekonominin dışa açılması ile
tüketim ürünlerinin ve tüketim kültürünün yoğunlaşması ele alınmaktadır.
4.4. Tüketim Kültürünün Yoğunlaşması
1980 yılından beri başlayan ticaret ve finans serbestleşmesi ile tüketim ürünlerinin
çeşitliliği ve sayısı olağan üstü artmıştır. Görece geliri yükselen sınıflar bu dönemde lüks
tüketimin alıcısı olmuştur. Aynı dönem de kitle iletişim araçlarının sayısının artması ile tüketim
kültürünün toplum üzerindeki baskısı çoğalmıştır.
Özal döneminde uygulanan liberal ekonomi ve ihracat teşvik kredileri ile harcama
potansiyelleri yüksek bir kesim oluşmuştur. Teşvik kredilerinden kazanılan haksız kazanç
ithalatın yarattığı lüks tüketime yönelmiştir (Ülgen 1989: 195). Uygulanan ekonomik politikalar
belirli toplumsal kesime yöneliktir. Çünkü,
“Özal döneminde harcama potansiyeli hızla büyüyen bir kesim vardı. Orta direkten
sayılabilecek vatandaşların yanına bile yaklaşamadığı lüks oteller, restoranlar, gece klüplerini
dolduranların, otomobil ya da yat almak için kuyruğa yazılanların; banyo fayansından köpek
mamasına kadar tüm ihtiyaçlarını dışardan getirenlerin, her tatillerini yurt dışında
geçirenlerin arasında bu yeni yıldızların adlarına sık sık rastlanır oldu ( Ulugay 1987: 297).
Bu dönemde uygulanan serbest ithalat politikasını eleştirenlere göre, bu politika üretime
değil, tüketime dönüktür. Yani, Türkiye içerisindeki dövizin yatırım karşılığı değil, tüketim
malları karşılığında dış ülkelere gitmesini sağlar (Başaran 1984: 83). Bu eleştiriye göre serbest
ithalat politikası sonucunda, piyasada lüzumsuz tüketim malları çoğalacak, halkın yabancı
mallara karşı merakı yabancı malların piyasadaki sayısını artıracak ve parası olan istediği gibi
lüks malları elde edebilecektir. Diğer bir eleştiriye göre ise, 1980 sonrası ekonomide yapılan
değişmeler yatırımcı öğeler değil; aracı, tüketici ve paraziter öğelerdir (Boratav 1998 : 138).
Süren (1990: 21-24)’e göre 1980 sonrası uygulanan politikalar Türkiye’yi kanaatkar bir
toplum olmaktan çıkarıp, kapitalist sistemle bütünleştirdi. Bir başka düşünceyi ifade eden, Özel
(1993: 46)’e göre ise, bu politika, Türk insanını tüketici yaptı, tüketim ekonomisinin içine soktu.
Köşeyi dönme tutkusu ve ihtiyaç ekonomisini inşa etti. Özel’ (1993: 46)’ e göre;
“ne rasyonel olmayan (yani hesaba-kitaba dayanmayan) bir köşeyi dönme tutkusu, ne de
pasif tüketim sevdası endüstriyel gelişme için hareket noktası olabilir. Tüketim kapitalizmi,
üretim kapitalizminin sebebi değil, sonucudur”.
1980 sonrasında uygulanan ekonominin liberalleşmesi ve dış pazara açılmasıyla ülke
içindeki yabancı ürünlerin sayısı artmıştır. Yabancı yatırımlar, teknoloji transferi
sağlayabilecekleri ve istihdam gerektiren imalat sanayisine değil, kar oranı yüksek olacağını
düşündükleri toptan, ticaret ve bankacılık gibi alanlara yönelmiştir. Yabanca sermaye, mağaza ve
bayi zinciri kurup iç pazarı ele geçirmiştir. (Kazgan 1999: 272-273). 1990’lı yıllarda tüketici
kredilerinin gelişmesiyle tüketimde patlama olarak nitelenebilecek bir süreç yaşanmıştır. Aynı
dönemde en hızla artan dış alım tüketim malı dış alımıdır (Kepenek ve Yentürk 2001: 483, 294).
Aynı dönemde önemli bir değişmede, televizyon ve radyo alanında devlet tekelinin ortadan
kalkmasıyla özel televizyon ve radyo sayısının giderek artmış olmasıdır. Özel televizyon ve
radyolarla rekabet edebilmek için kamu yayını yapan kanallarının da sayısı çoğalmıştır. İthalatın
serbest bırakılmasıyla reklam sektöründe gelişmesine yol açtı. “Reklam şirketlerinin büyük
çoğunluğu sekselli yılların ortasından itibaren ya Amerikan şirketleriyle birleşti veya onlar
tarafından satın alındı” Bu açıdan reklam sektörünün temel işlevlerinden biri de “…Batı
insanının zevkini Türk halkına adapte etmek” ya da
“…orta sınıf Türk insanına Batı
ülkelerinde modern bir orta sınıfın nasıl yaşadığını” (Balı 2002: 31) göstermek olmuştur.
Bu çerçevede Türkiye’deki tüketim kültürünün anlaşılması için bu dönemdeki uluslararası
şirketlerin ve global tüketim kültürünün etkisi önemlidir. Bu süreçte global piyasa ve reklamlar
tüketim ikonlarını ve arzularını daha etkin bir şekilde yaymaya başlamıştır. Sonuçta global
tüketim ikonları yükselişe geçmiştir (Ger ve Belk 1996: 274-277). 1980 sonrası dönemde global,
egzotik ve yabancı ürünler hayli arzulanır bir şeydir. Bu isteği etkileyen ana etmen hiç şüphesiz
televizyon, sinema ve reklamların global ürünlerin imajını iyi ve kaliteli olduğunu sürekli
vurgulamasıdır. Ekonominin dışa açılması ile bir çok yabancı ürün piyasaya girmiştir (Belk ve
Ger 1994: 138-9).
1980 sonrası dönemde tüketim kültürünün iki boyutunun daha yoğun bir şekilde geliştiği
görülmektedir. Bunlardan birincisi, maddileşmenin, köşeyi dönmenin ve para sahibi olma
tutkusunun, “mutlu ve iyi bir hayat yaşamanın” aracı olarak düşünmede çok etkili olmasıdır.
İkincisi ise, maddi ürünlere karşı aşırı tutku gelişmiş ve bu ürünlerin gösteriş ve fantezi, yenilik
ve Batı kültürüne dahil olma gibi amaçlarla elde edilmesi ve kullanılması yaşam tarzının önemli
bir öğesi olarak yerini almıştır. Tüketim kültüründe diğer bir değişmesi ise, aşkın değerlere
gönderme yapan tüketim kültürünün ortaya çıkması ve dini yaşam tarzının tüketim kültürü içinde
gelişmesidir (Bkz s. 6-8).
Batılı yaşma tarzı bağlamında 1980 sonrasında Batı kökenli ürünlerin ve tüketim
kültürünün daha yoğun bir biçimde gelişmiştir. Üst tabakanın statü ve seçkinlik göstergesi olarak
Batılı ürünlere yöneldiği görülmektedir[9]. Ekonominin dışa açılmasıyla Amerika ve Avrupa’dan
ileri teknolojinin en son ürünleri yaşam tarzının yeni göstergeleri haline geldi. 1989 yılının
sonuna gelindiğinde Mercedes BMV satıl almak isteyenler dört ile altı ay beklemek
durumundaydı. Jaguar içinse üretici firmanın Türkiye için ayırdığı kontenjan çoktan dolmuştu
(Bali 2002: 30).
Yapılan araştırmalarda, tüketiciler maddi ürünlere sahip olma amaçlarını; “iyi hayat,
medenileşme, Batılılaşma, ilerleme, Batılılar gibi yaşama, moda” (Ger, Belk ve Lasco 1993: 105,
Ger ve Belk 1996: 70, Ger 1997: 122, Ger 1999: 277) gibi kavramlarla ifade etmişlerdir.
Modernleşme süreciyle birlikte Batı, ideal tüketim modeli olarak algılanmıştır. Bu
bağlamda, Ger ve Belk (1999: 191)’in yapmış olduğu araştırmada “çağdaş Türk materyalizminin
iyi hayata doğru gelişme ve onunla bütünleşme süreci olduğu” ifade edilmiştir. Bu araştırmaya
göre, tüketiciler para kazanmayı iyi hayat yaşamanın bir aracı olarak değerlendirmişledir.
Tüketiciler, yeni bolluk döneminin yüksek kaliteli ürünlerin arzularını karşılamasından hoşnut
olduklarını söylemişlerdir. Tüketim ile, daha önce bulunmayan ürünlerin elde edilmesiyle, çağdaş
dünya insanı gibi yaşamayı hedef edindikleri gözlenmiştir. Genel olarak bireyler, maddi ürünleri
elde etmenin modern dünyanın yaşam tarzının bir biçimi olduğunu belirtmişlerdir.
Materyalizmin; maddi ürünlere sahip olmanın, Batılı yaşam biçiminin yakalanmasına yönelik
olduğu gözlenmiştir.
Ger, Askegoord ve Christensen (1999: 165-169)‘nin yapmış olduğu bir başka araştırmada
tüketicilerin Batı markalı ürünlere büyük bir arzu besledikleri tespit edilmiştir. Bireyler bu
konudaki düşünce ve tutumlarını şu şekilde açıklamışlardır: “Bizim kalbimiz doğuda, fakat
zihnimiz Batı’ya yöneliktir”, daha da ileri bir ifadeyle “eğer bir ürünün ismi İngilizce ise, onun
iyi olduğunu; dışarıdan gelen her şeyin iyi olduğunu” söylemişlerdir. Görüldüğü gibi, “Batı
kavramı modern ve iyi hayatın anlamlandırıcısıdır”. Polo, Mark&Spencer gibi markalı ürünler
Türkiye’de üretilmesine karşın, bunlar Batıdan gelen ürünler olarak algılanır, arzulanır ve
tüketilir olmuştur .
Batının üstün değer olması anlayışını göstermesi açısından daha da ilginç ve enteresan
olanı yerel üreticilerin ürünlerinin marka isimlerini yabancı kelimelerle ifade etme durumunda
kalmalarıdır. Hiç şüphesiz ki,
“içinde yaşadığımız tüketim kültüründe, yabancı isimleri taşıyan ürünlerin daha iyi,
daha kaliteli ve seçkin özellikleri olduğu algılanıyor ise, çevremizdeki uydurma bile olsa
yabancı isimlerle dolu mağazalara şaşmamak gerekmektedir. Urfa’daki girişimcinin kaliteli
ve seçkin giysiler ürettiğinin kanıtı olarak Harran kelimesinin sonuna i koyarak Harrani
markasını üretmesine hayranlıkla baka biliriz” (Odabaşı 1999: 64-65).
Yukarıda ifade edildiği gibi yerel ürünlerin yabancı ya da uydurma isimlerle etiketlenmesi
gerçekten düşündürücüdür. Yabancı kelimelerle Türkçe kelimeleri birleştirerek marka ve isim
üretmeye; Adaland, Turkcell gibi bir çok örnek verilebilir. Dildeki bu bozulma Tanzimat
döneminde başlamış (Bihruz Bey’in Türkçe konuşurken araya Fransızca kelimeler katması
örneğinde olduğu gibi (bkz. s. 11) günümüzde zirveye ulaşmıştır. Fakat, günümüzde etkilenilen
dil Fransızca değil, Amerikan İngilizce’sidir. Çünkü, küresel dünyanın ya da uluslar arası
rekabetin dili İngilizce’dir (Kılıç 1991: 21).
İsim ve marka adlandırmaları, Batı’ya üstün bir değer atfedildiğinin de önemli
delillerinden biridir. Bu çerçevede tüketim değerleri, ürünleri, mağazaları kendileri ya da
isimleri Batıdan gelmektedir. Bütün bunlar, Batı’nın her şeyiyle üstün bir değer olduğunun kabul
edildiğini gösterir gibidir. Batı’dan gelenler büyüleyicidir ve bir tür seküler ikondur.
SONUÇ
Osmanlı son döneminde Batılılaşmış aydınların, Cumhuriyet döneminde devletin bizzat
uyguladığı politikalarla, 1960-1980 arası ve 1980 sonrası döneminde ise, dışsal etkiler, siyasi
partiler ve toplumsal üst katmanların el ele vererek tüketim ürünlerinin ve kültürünün gelişmesine
öncülük ettiklerini söyleyebiliriz.
Tüketim ile Batılı bir yaşam tarzı inşa etme Tanzimat’ da başlamış ve günümüzde daha da
yoğunlaşmıştır. Geçen sürede yaşam tarzına eklenen bir çok ürün ve değer olmuştur. Fakat,
tüketim kültürü açısından değişmeyen bir şey vardır, o da Batı’nın tüketim değerlerinin ve
ürünlerinin üstün kabul edilmesi ve arzulanır olmasıdır.
Türkiye’deki tüketim tarihine baktığımızda, yaşam tarzının dışsallaştığı biçimler olarak iki
tür yaşam tarzından ve tüketim kültüründen söz edebiliriz. Birincisi merkez seçkinlerin inşa ettiği
Batılı yaşam tarzı ve seküler tüketim kültürü, ikincisi ise, çevresel seçkinlerin inşa ettiği dini
yaşam tarzı ve aşkın değerlere gönderme yapan tüketim kültürüdür. Bu iki yaşam tarzının
oluşturmuş olduğu tüketim kültürünün farklılıklarını hizmet sektöründe ve perakende
kuruluşlarında da görebiliriz. Alkollü içki satmayan kafeler, restoranlar ve hipermarketler, beş
yıldızlı oteller, tesettür kıyafetleri satan markalı konfeksiyonlar dini yaşam tarzını benimsemiş
müşterilere hitap ederken, alkolü içki satan barlar, diskolar, hipermarketler, beş yıldızlı oteller,
içerisinde bir çok yerli ve yabancı konfeksiyonların markalı ürünlerini bulunduran fakat, tesettür
kıyafetlerine yer vermeyen alış veriş merkezleri, konfeksiyon mağazalarını ise, Batalı yaşam
tarzını benimsemiş müşterilere hitap ettiğini görülmektedir.
Bu seçkinler “…arasındaki iktidar kavgasının habitus, kültürel kodlar ve yaşam tarzları
arasında vuku bulduğu” (Göle 2002: 104 ) söylenebilir. Yaşam tarzlar arasındaki farlılık sorunun
basit düzlemde bireysel tercihler sorunun değil, toplumsal pratiklerin; bedenin dışsallaşması,
kamusal alanların kullanım biçimleri, sanat ve modanın “ne olduğu” ve “nasıl olması” gerektiği
konusundaki kapsamlı uygulamalardaki farklılık sorunudur. Yaşam tarzları arasında en önemli
farklıklardan biri kamusal alanda bedenin, özelliklede kadın bedeninin, dışsallaşması sorunudur.
Çünkü, farklılığın ve seçkinliğin sosyal alana ilk taşındığı alan bedendir. “Beden sınıfsal beğeni
tarzının maddileşmesidir” (Bourdieu 1996: 190). Bu açıdan, her iki yaşam tarzında da “habitus”
ların simgeleri “düşünce merkezli“ (mind) değil, “beden” (body) (Corrigan 1997: 29)
merkezlidir. Her ne kadar statü sembolleri, “ekonomik güç tarafından değil, kültürel sermaye
tarafından tanımlanmış” (Göle 2002: 111) olsa da, farklıkların düşünce üzerinden değil, beden
üzerinden ifade edilmesi nedeniyle her ikisinin de düşük bir kültürel sermaye tarafından
şekillendiğini ifade edebiliriz. Bourdieu’nun “ sanat ve sanat ürünleri sınıfsal ayrımın en iyi
silahlarıdır” (Bourdieu 1996: 66) ifadesini dikkate alırsak, bedenin dışsallaşma biçimlerinin Türk
toplumunda sınıfsal ayrımı sembolleştiren bir araç niteliği kazandığını söylenebilir.
Batılı yaşam tarzının inşacıları/seçkinleri, diğer toplumsal tabakalara model oluştururlar ve
bu anlamda da tüketim ürünlerinin ve kültürünün ilk taşıyıcılarıdır. Sembolik kullanımıyla
tüketim diğer toplumsal gruplarla aradaki farklığa ve seçkinlik türüne gönderme yapar. Dini
yaşam tarzının tüketime yönelmesi ise, Batılı yaşam tarzı/seçkinler ile aradaki farkı kapatmaya
yönelik bir çabadır.
Tüketime yönelmedeki farklılık, Batılı yaşam tarzı ile dini yaşam tarzı arasında fark, bir
gecikme, bir zaman ve bir kültür farkıdır. Zaman farkında hem gelir düzeyinin artırılmasında bir
geç kalınmışlığa hem de tüketim kültürünün dinin sınırlandırılmasına yönelik sorunların
çözümüne; yeni mekanların (Caprice Otel) ve yeni nesnelerin (denize girmeyi meşrulaştıran
mayonun, heşamanın) üretilmesine yöneliktir. Diğer yandan da dini yaşam tarzı, dini referanslara
yaptığı vurguyla Batılı yaşam tarzından farklılaşır. Dini referanslara göndermeyle aşkın tüketim
kültürü seküler tüketim kültüründen ayrılır ve kendi seçkinlik mantığını sergiler. Böylece dini
yaşam tarzı, aşkın değerlere vurgu yaparak seküler merkez seçkinlerinin karşı seçkinlerini
oluştururken, aynı zamanda da kendi cemaatine gönderme yaparak cemaattin seçkinlerini
oluştururlar. Tüketimde kendisi takıp edenlere/etmek isteyenlere bir model oluşturur.
Sonuç olarak, yaşam tarzlarının bireylerin kabul ettikleri varoluşsal anlam temelinde
tarihsel ve toplumsal inşalar olduğu ifade edilebilir. Bu anlamda yaşam tarzları, tüketim
örüntüleri ve kültürleri arasında sembolik (merkez/seküler ya da çevre/aşkın-kutsal) sınırlar inşa
etme biçimleri olarak okunabilir. Aynı zamanda tüketim aktiviteleri, aidiyet/seçkinlik türünü
sembolize eder ve yaşam tarzlarının farklılıklarını yeniden üretir.
KAYNAKÇA
AHMET Mithat (2000). Felâtun Bey ve Râkım Efendi. (Yay.hz. Tacettin Şimşek), Ankara,
Akçağ yayınları.
AHMET Mithat (2001) Avrupa Âdâb-ı Muâşereti Yahut Alafranga. (Yay.hz.İsmail Doğan
ve Ali Gurbetoğlu), Ankara, Akçağ yayınları.
AKALAN, Ali Osman (2000). “ Cumhuriyetten Günümüze Ulaştırma” KÖK
Araştırmalar, II/1, Bahar, 99-111.
ARSLAN, Abdurrahman (2002) Değişim, Haz, Özgürlüğü Tüketim Dünyasında Aramak”,
Birikim, Sayı 152/153, 108-124.
ATACAN, Fulya ve diğerleri (2002). Hayatımdan Hiç Arkaya Bakmadım: Mübeccel B.
Kıray’ile Söyleşi. 2.bs., İstanbul, Bağlam Yayıncılık.
ATAY, Tayfun. (1998) “10.Yıl’dan 75. Yıla Cumhuriyet, Kütür ve Değerleri”, Yeni
Türkiye, Cumhuriyet Özel Sayısı IV, 2441-51.
BALİ, Rıfat N.(2002) Tarz-ı Hayattan Life Style’a Yeni Seçkinler, Yeni Mekanlar, Yeni
Yaşamlar. İstanbul, İletişim Yayınları.
BAŞARAN, Mehmet (1984). Özal ve Yıkım Ekonomisi. İstanbul, Al Yayıncılık.
BAUDRILLARD, Jean (1997). Tüketim Toplumu, (Çev. Hazal Deliceçaylı ve Ferda
Keskin), İstanbul, Ayrıntı Yayınları
BAUDRILLARD, Jean (1974). The Mirror of ProductionKonu:Başvuru:. (Çev. Mark
Poster), St. Louis, Telos Pres, Üretimin Aynası (1998), (Çev. Oğuz
Adanır), İzmir, Dokuz Eylül Yayınları.
BELK, Russell W. (1998) “Third Word Consumer Culture”. Research in Marketing,
Supplement 4 Marketing and Development: Toward Broader
Dimensions, Erdoğan Kumcu ve A. Fuat Fırat (Ed.), Greenwich: JAI
Press Inc., 103-126.
BELK, Russell W. ve G. GER. (1994) “Problems of Marketization in Romania and
Turkey”. Research in Consumer Behaviors : Consumption in
Marketizing Economies. (Ed. C. J. Shultz ll ve diğerleri), London, JAI
Pres Inc., 123-155.
BERGER, Peter. (1993) Dinin Sosyal Gerçekliği, (Çev. Ali Coşkun), İstanbul, İnsan
Yayınları.
BERKES, Niyazi.(1975) Türk Düşününde Batı Sorunu, Ankara, Bilgi Yayınevi.
BİLİCİ, Mücahit. (2000) “İslam’ın Bronzlaşan Yüzü: Caprice Hotel Örnek Olayı”, İslamın
Yeni kamusal Yüzleri. (Ed. N. Göle), İstanbul, Metis Yayınları, 216-236.
BİNARK, Mutlu ve B. KILIÇBAY (2000) Tüketim Toplumu Bağlamında Türkiye’de
Örtünme Pratiği ve Moda İlişkisi, Ankara, Konard Adenaur Vakfı.
BORATAV, Korkut. (1998) Türkiye İktisat Tarihi 1908-1985. 6bs., İstanbul, Gerçek
Yayınevi.
BOSTANCI, Mehmet Nacı.(1987) Türk İktisat Düşüncesinin Dönüşümü: 18401940. (Yayınlanmamış doktora tezi), İstanbul, İstanbul Üniversitesi.
CAMPBELL, Colin. (1987) The Romantic Ethic and The Spirit of Modern Consumerism.
Oxford, Basil Blackwell.
CAMPBELL, Colin (2001) “The Desire for the New Its Nature and Social Location as
Present in Theories of Fashion and Modern Consumerism”.
Consumption Critical Concept in the Social Sciences. (Ed. Daniel
Miller), London and New York, Routledge; 246-261.
CEM, İsmail (1970). Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, İstanbul, Cem Yayınları.
CHANEY, Davıd. (1996) Yaşam Tarzları. (Çev. İrem Kutluk), Ankara, Dost Kitabevi
Yayınları.
DAVER, Bülent. (1955) Türkiye Cumhuriyeti’nde Layiklik, Ankara.
DPT II. Kalkınma Planı (1962-1979) (1967). Ankara, T.C. Başbakanlık Devlet Matbaası.
DPT IV.Kalkınma Planı (1979-1983) (1979). Ankara, DTP Yayınlar.
DOĞRUEL, Fatma ve diğerleri (2000) Osmanlıdan Günümüze Tekel, İstanbul, Tarih
Vakfı.
ESRA, Kurt (2001) “İslamcı Basında Tesettür Kavgası” http://www.milliyet. com.
tr/2001.08.05.
EYUPOĞLU, İsmet Zeki ( 1991) Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, Sosyal Yayınları.
FEATHERSTONE, Mike.(1996) Postmodernizm ve Tüketim Kültürü,(Çev. Mehmet
Küçük), İstanbul, Ayrıntı Yayınları.
FİNN, Robert P.(1984) Türk Romanı. (Çev.Tomris Uyar), Ankara, Bilgi Yayınları.
GER, Güliz. (1997) “Human Development and Humane Consumption: Well-Being Beyond
the “Good life”. Journal of Public Policy & Marketing, Vol.16 (1),
Spring, 110-125.
GER, Güliz. (1999)“Experiential Meanings of Consumption and Sustainability in Turkey.”
Advances in Consumer Research, Vol. 26, 276-279.
GER, Güliz, R.W. BELK, D.N.Lascu. (1993) “The Development of Consumer Desire in
Marketizing and Developing: The Cases of Romania and Turkey”.
Advances in Consumer Research,Vol. 20,102-107.
GER, Güliz., R. W. BELK.(1996) “I’d Like to Buy the Word a Coke: Consumptionscapes of
the “Less Affluent World”. Journal of Consumer Policy Vol 19(3), 271304.
GER, Güliz., S. ASKEGAARD., A. CHRİSTENSEN. (1999) “Experiental Nature of
Product-Place Image: Image as a Narrative”. Advance in Consumer
Research, Vol. 26, 165-169.
GER, Güliz., R.W. BELK.(1999) “Accounting For Materialism in Four Cultures”. Journal
of Material Culture, 4 (2), 183-204.
GİDDENS, Anthony.(1991) Modernity and Self Identity. Oxford, Polity Press.
GÖLE, Nilüfer. (1996) The Forbidden Modern: Civilization and Veiling. Ann Arbor, The
University of Michigan Pres.
GÖLE, Nilüfer. (1998) “ Bat-Dışı Modernlik Üzerine Bir İlk Desen Denemesi”, Doğu Batı,
Sayı 2, 55-62.
GÖLE, Nilüfer. (2002) Melez Desenler İslam ve Modernlik Üzerine. İstanbul, Metis
Yayınları.
GÖLE, Nilüfer. (2000) “Modernist Kamusal Alan ve İslami Ahlak”. İslamın Yeni Kamusal
Yüzleri (Ed. N. Göle) İstanbul, Metis Yayınları.
İBN HALDUN. (1990) Mukaddime I. (Çev. Zakir Kadiri Ugan), İstanbul, Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları.
HAWKINS I. D, R. BEST., K.A. CONEY. (1983) Consumer Behavior, 4.Ed., Boston,
Richard D. Irwin Inc.
JARY, David., Julia JARY.(1991) The Harper Collins Dictionary of Sociology, New York,
Harper Collins Pub.
KARA, Mustafa (1998) “Cumhuriyet Döneminde Dini Hayatın Bazı Göstergeleri”, Yeni
Türkiye, Cumhuriyet Özel Sayısı IV, 2630-43.
KARAMAN, Hayrettin (1991) “Kadının Şahitliği, Örtünmesi ve Kamu Görevi”, İslâmi
Araştırmalar, 2.bs; 284-291.
KAZGAN, Gülten.(1999) Tanzimat’tan XXI. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi. İstanbul, Altın
Kitaplar Yayınları.
KEPENEK, Yakup., N. Yentürk (2001) Türk Ekonomisi. 12.bs., İstanbul, Remzi Kitapevi.
KEYDER, Çağlar.(2001) Türkiye’de Devlet ve Sınıflar. 7.bs., İstanbul, İletişim Yayınları.
KILIÇ, Filiz. (1999) “ Küreselleşme ve Dil”. KÖK Araştırmalar. I/1 Bahar,21-9.
KILIÇBAY, Ahmet.(1999) Türk Ekonomisi, 5.bs., Eskişehir, Bilim Teknik Yayınevi.
KILIÇBAY, Mehmet Ali. ( 1995) “Laiklik Yada Bu Dünyayı Yaşayabilmek”. Cogito 4.bs.;
15-21.
KIRAY, Mübeccel B. (1998) Kentleşme Yazıları, İstanbul , Bağlam Yayıncılık.
KONGAR, Emre.(1979) Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği. Ankara, Bilgi
Yayınevi.
KONGAR, Emre. (1997) Kültür Üzerine. 5.bs., İstanbul, Remzi Kitapevi.
LEWİS, Bernard.(1991) Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ankara, 4.bs., (Çev. Metin Kıratlı),
Türk Tarih Kurumu Basımevi.
MARDIN, Şerif. (1992) Türk Modernleşmesi, 2.bs.,Mütazer’er Türköe, Tuncay Önder
(Ed.), İstanbul, İletişim Yayınları.
MARDIN, Şerif (1997) Türkiye’de Toplum ve Siyaset 4.bs., Mütazer’er Türköe, Tuncay
Önder (Ed.), İstanbul, İletişim Yayınları.
MERT, Nuray.(2001) “Şu Yaşam Biçimi Dediğimiz Şey” (N. Mert ile söyleşi). Dergah
İstanbul, Cilt XII Sayı 135, Mayıs, 12-14.
MİLLER, Daniel.(1987) Materiel Culture and Mass Consumption, Oxford, Basil
Blackwell.
ODABAŞI, Yavuz.(1999) Tüketim Kültürü. İstanbul, Sistem Yayıncılık.
OSKAY, Ünsal. (1978) Toplumsal Değişmede Radyo ve Televizyon. Ankara, A.Ü. Siyasal
Bilgiler Fakültesi Yayınları.
ÖKTEM, Niyazi (1995) “Dinler ve Laiklik” Cogito, 4.bs; 33-49.
ÖZEL, Mustafa. (1993) “Özal, Tüketim Kapitalizmi ve Protestan Ahlâkı,” İktisat ve İş
Dünyası. İstanbul, Sayı 11, Mayıs, 45-48
ÖZÜN, Mustafa Nihat.(1985) Türkçe’de Roman. İstanbul, İletişim Yayınları.
PARLATIR, İsmail. (1995) Recai-zade Mahmut Ekrem. Ankara, Atatürk Kültür Merkezi
Yayınları.
POLAMA, Margaret M. (1979) Contemporary Sociological Theory. New York, MacMillian.
RASSULI, Kathleen M. ve diğerleri (1986) “Desire-Induced, Innate, Insatiable”, Journal of
Macromarketing, 6 (2): 4-24.
RECAİZADE Mahmut Ekrem.(2002) Araba Sevdası. (Haz. Kemal Bek), İstanbul, Trend
Siyah Klasik Yayınları.
SCHUDSON, Michael (1984) Advertising: The Uneasy Persuasion. New York, Basic
Books.
SIMMEL, Georg. (1971a)“The Metropolis and Mental life,” Sociological
Perspectives. Kenneth Thompson and S. Tunstall (Ed.), The Open
University Press, 82-93.
SIMMEL, Georg. “Fashion” (1971b). (Tr.?) Georg Simmel: On Individuality and Social
Forms. (Ed.Donald N. Levine), Chicago, University of Chicago Press, 294323.
SÖNMEZ, M. (1982) Türkiye Ekonomisinde Bunalım. İstanbul, Belge Yayınları.
SOBEL, E. Michael. (1981) Lifestyle and Social Structure. New York, Academic Press Inc.
SOLOMON, Michael., G. BAMOSSY., S. ASKEGAARD. (1999) Consumer Behaviors.
London, Prentice Hall Inc.
SÜREN, Fuat. (1990) “Kanaatkar Toplumdan Tüketim Kapitalizmine.” Kapital, Aralık;
21-214.
TANPINAR, Ahmet Hamdı.(1988) Türk Edebiyat Tarihi. 2.bs., İstanbul, Çağlayan
Kitabevi.
TANRIKORUR, Cinuçen “Alaturka” Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi clt 2, İstanbul,
Diyanet Vakfı Yayınları; 343-444.
TİMÜR, Taner. (1991) Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş. İstanbul, İletişim Yayınları.
TÖKİN, İsmail Hüsrev. (1949) Rakamlarla Türkiye II. Ankara, Başbakanlık Devlet
İstatistik Genel Müdürlüğü.
TUĞLACI, Pars (1972) Ansiklopedik Sözlük, clt.1, İstanbul, Pars Yayınevi.
TÜRKDOĞAN, Orhan. (1996) Sosyal Şiddet ve Türkiye Gerçeği. İstanbul, Timaş
Yayınları.
ULUGAY, Osman.(1987) Özal Ekonomisinde Paranız Pul Olurken. 2.bs., Ankara, Bilgi
Yayınevi.
URAS, Göngör. (1999) “Köprüye, Siyah/Beyaz TV’ye Hayır, Şimdi de İmtiyazda Tahkime
Hayır.” Milliyet, 31 Temmuz 1999.
ÜLGEN, M. Nazıf. (1989) Özalizm Çıkmazı. 2.bs. İstanbul, Şahan Basım Evi.
ÜSDİKEN, Behzat. (1995) “Baker Mağazaları”. Cogito: Dünya Büyük Bir Mağaza, 2.bs.,
Sayı 5, 42-44
VELİDEDEOĞLU, Hıfzı Veldet.(1974) Devirden Devire I Ankara.
VURAL, Sadice. (1986) Radyo TV Kurumlarında Yönetim ve Türkiye’deki
Uygulamalar. Eskişehir, Anadolu Üniversite Yayınları.
WARDE, Alan. (1992 ) WARDE, Alan. (1992). “Notes on the Relationship Between
Production and Consumption”, Consumption and Class: Divisions and
Change (Ed., Roger BURROWS ve Catherina MARSH), New York,
St.martin’s Press, 15-31.
YAZAN, Ümid Meriç.(1992) Cevdet Paşa’nın Toplum ve Devlet Görüşü. İstanbul, İnsan
Yayınları.
[1]
Batılı yaşam tarzı ile modern ve endüstrileşmiş toplumların var oluşsal ve epistemolojik
ve günlük yaşam pratiklerinin referans alınarak yeni bir yaşam tarzının inşa edilmesini
kast ediyoruz. Bu anlamda Batılı yaşam tarzı var oluşsal ve epistemolojik nitelikleri ile
modernlikle benzeşirken, bulunulan coğrafya, kültür ve tarihi miras bakımından modern
niteliklerden farklılaştığını düşünüyoruz ve çalışmada bu bağlamda kullanıyoruz.
[2]
Seküler tüketim kültürünü, “sıradan günlük tüketim nesnelerin ve olgularının kutsal bir
özellik içermemesi”(Solomon ve diğerleri 1999: 391) anlamında kullanmaktayız. Bu
çerçevede "…kapitalizmin oluşma ve kendini kanıtlama tarihini, [seküler/dünyevi] maddi
kürenin özerk bir alanı olarak okumak” (Kılıçbay 1995: 19) mümkün olduğu gibi,
tüketim kültürünü de seküler/dünyevi/maddi kürenin mantığının inşa alanı olarak ele
almak mümkündür
Dini yaşam tarzının tüketim kültürü alanı içerisinde kendini ifade etmesinin, dini yaşam
tarzının moderniteye eklemlenerek sekülerleştiği şeklinde okuna bilirliği ya da tüketim
alanının dinileştirdiği şeklinde okunabilirlik sorunudur.
[3]
Alafranga, kelime olarak Frenk (Avrupalı) tarzında anlamına gelmektedir. İtl, Alla +
franco; İng, European style, in the occidentental way (Tuğlacı 1972: 63). İlk olarak
Italyanların Farnklar’a, Fransızlar’a özgü alışkanlıklara, yabancıya özgü anlamında
alafargayı kullanmışlardır. 19. yüzyıl dolaylarında Türkeçeye giren terim (Eyuboğlu
1991: 22) Avrupai anlamında kullanılmıştır.
[4]
[5]
Alaturka, kelime anlamı olarak Türk usulü, doğulu tarzı olan (Tuğlacı 1972: 63),
eskiye bağlı, geleceğe kapalı, Osmanlı işi (Eyupoğlu 1991: 23) gibi anlamlara
gelmektedir. Italyancası, Alla Turca; İngilizce’si , Turkish style, in the Turkish way. İlk
olarak İtalyan asıllı Fransız besteci Giovanni Battista Lulli (Ö 1687), Moliéré’in Kibarlık
Budalası için yaptığı müziğe “alla turca” adını vermiştir. Osmanlı ordusu ile elçi
alaylarında yer alan mehter takımının Avrupa’da bıraktığı etkiyle müzik alanında
kullanılmıştır. Tanzimat’ta Mızıkay-ı Hümäyu’a alınan yabancı sanatçılar tarafından
Türk musikisi için kullanılmaya başlamıştır. Batılaşma ile birlikte Avrupai olmayan,
Türk/İslam/yerel bir çok özelliği içine alan “ilkel”, “kaba”, “rüküş” karşılığı bir terim
haline gelmiştir (Tanrıkorur 1989: 343-4).
Esra Kurt ( 2001: 2) Yeni Şafak gazetesinden alıntı yaparak tesettürdeki “in” ve “out”
ları şöyle sıralamaktadır; Halhal takmak in , çorap giymek out- Üçlü takım in, pardösü
out- Etol takmak in, İtalyan eşarp out- Uzun ceket in, kısa pardösü out, Spor kıyafetler in,
klasik takınlar out- Geniş kesimli takınlar in, dar kesimli out- Kısa ceket in, kısa gömlek
out- Uzun ceket altı geniş dubleli pantolon in, dar kesimli pantolon out- Kırmızı ve krem
ayakkabı in, siyah out- Soyut desenli başörtüler in, çiçek desenli başörtüler out- Göz farı
in, sürme out..
[6]
Temel ihtiyaçlardan lüks ihtiyaçlara doğru bir değişmenin olması, geleneksel yaşamdan
bir kopuşu ifade etmektedir. Bu aynı zamanda geleneksel hedonizmden, modern
hedonizme bir tür geçişin ifadesi olarak okunabilir. Birincisinde kişilik inkarına yönelme
ve temel ihtiyaçları giderme (faydacı) söz konusu iken, ikincisinde kişilik tatminine
yönelme (hedonist) söz konusudur (Campbell 1987: 77) .
[7]
[8]
Bu çerçevede “radyolarda devlet tarafından belirlenen müziğin enpoze edilmesi” (Göle
2000: 23), bir başka ifadeyle radyo programlarında sadece alafranga müziğine yer
verilmesi, yeni oluşturulmak istenen yaşam tarzı hakkında bize fikir verebilir. Bu
anlamda 1935’de iki günlük radyo programı şöyledir; “Sesli film nasıl yapılır?, Müzik:
Şopen Etütleri, Ferhunde Ulvi (piyano), Matbuat raporu, Dans müziği, Musiki: 10 dakika
kafe konserleri, 10 dakika Viyana şarkıları, Haberler… Ertesi gün ki radyo Programı:
Çocuk saati, Müsiki: Moszkowski Gutire, Necdet Remzi: Keman, Ulvi Cemal: Piyano,
Ev kadınına öğütler, Musiki. Jean Hure Trio, Ulvi Cemal: Piyano, Necdet Remzi:
Keman, Necil Kanun: Viyononsel, Haberler…” (Ankara Radyosu, Ulus, 17-18 Sonkanun
1935, akt. Bostancı : 1987: 187).
1980 sonrası üst toplumsal tabakanın yaşam tarzındaki değişmeler hakkında daha fazla
bilgi için bkz. Rıfat N. Bali (2002) Tarzı-ı Hayat’tan Life Style’a Yeni Seçkinler, Yeni
Mekânlar, Yeni Yaşamlar, İstanbul, İletişim Yayınları.
[9]
Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü
[email protected]

Benzer belgeler

PDF indir - İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi

PDF indir - İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi its development and its spread historical accounts in Turkey. The views of exclusion of Turkish life style was considered as western/”alafranga” and as traditional/”alaturka” local/religious and th...

Detaylı