Sayi 1/Yil 1

Transkript

Sayi 1/Yil 1
‫سطأل َ َط َي ْطِْ ح َ ْا ِم اِأ َ ْم‬
َ ‫ َا َي َ َاا ح نْ َِ لَ ا َا َأط ْح َي ِ ََط ْح ع َ َط َي ِ ََط ْح حْ نم‬.‫ل حْ نم ِِ ِم‬
ِ ‫ِ حْ نم ِْا‬
Sayi 1/Yil 1
YIL 3/ SAYI 28
CEMADIYEL AHIR 1435/ NISAN 2014
‫ب ِ ْس ِم‬
Hediyemiz olsun!
‫بســـم ا من الر من ا م‬
‫يا م‬
‫اُ فْ ف ْنو ْ نف َُ ْم ُفبَُبف َُ ْم فْ ب‬
‫اف نفيويّللاَُْبك َُْ ّللا ّْللا َُ ُم ب‬
‫هَك ب‬
َُ‫اُ ف و‬
‫قُلْ نك ُُْ ُ ْم وَُّللا ف‬
De ki: eğer siz Allahı seviyorsanız hemen bana uyun ki Allah da sizleri sevsin ve
suçlarınızı mağfiretle örtsün, Allah Gafurdur, Rahîmdır. (Ali Imran,31)
Aylık;
Islami,
Siyasi
ve
Ilmi
Dergimiz...
kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk
kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk
k
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Fihrist
Dersler
Konular
Yazarlar
Sayfa
—
—
2
Veyl Olsun Ümmeti Paramparça Edenlere!
Editör
3
Tefsir Dersleri
Fecr Suresi (Giriş)
Ebu Abdurrahman
4
Tefsir Dersleri (devam)
Fecr Suresi (1-5)
Ebu Abdurrahman
5
...Türkiye'de fikir ve yazı hürriyeti de yoktur:
M. Metin Müftüoğlu
6
Üçüncü Delil:ICMA´
Ibni Abdulhalim
7
İslâm Fıkhı Açısından Organ Nakli-(2)
Ebu Ensar
8
İMKÂNLAR ve HAMLELER-(4)
Cemaleddin Hocaoğlu
9
Islam/Ibadet
Kelime-i Şahadetle çelişen tutumlar-(8)
Said Havva
10
Siyer/Davet
Allah Resulüne Gelen İlk Heyet
B. Çobanoğlu
11
Kadın-Erkek eşitliği-(7)
Başka açılardan Tesettür...
Misafir Kalemler
12
Kur´anda Gençler ve Gençlik değerleri-(13);
KİMLİK
Ibni Abdulhalim
13
Müslüman Çocuğun edebi,
Bunları Biliyormusunuz?
Anonim
14
Dokko Umarov Şehid edildi!
Anne ve babasını 300 parçaya bölmüş !
Putin: İnternet CIA'in projesidir
Ermenilere Vatandaşlık İçin Yeşil Işık!!
—
15
Fihrist
Gündem/Yorum
Gençlerle Başbaşa
Suffa Mektebi
Fetva Köşesi
Beyyineler
Hanımlar Köşesi
Sohbetler/Düşünceler
Yarının Büyükleri
Basından Seçmeler
Muhacirun Dergisi:
www.muhacirun.net
Yazışma Adresimiz:
[email protected]
Sayfa 2
MUHACIRUN DERGISI–
Doğrular Islamın doğrulardır,
hatalar/yanlışlar bizim
yanlışlarımızdır. Okuyucularımızdan
(Islama göre varsa) Hatalarımızın
düzeltilmesini istirham ediyoruz.
YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Gündem/Yorum
Veyl Olsun Ümmeti Paramparça Edenlere!
Bir Musîbet, bin Nasihatten yeğdir, ama bin musîbetten bir
ders bile almayanlar için korkarım dünyevî cezalar, uhrevî
büyük cezanın habercisidir. Müslümanların müptela oldukları
zilletin en önemli sebeplerinden biri, İslâm âleminin kırk küsür
parçadan oluşan değişik görüşleri olan devletçikler
olmalarıdır. Avrupalıların birbirleriyle her konuda ittifak yapıp
AB adı altında tek devlet haline gelişi, küfrün tek millet olarak
gücünü birleştirmesi, emperyalizm ve fesadın globalleşmesi,
artık ulusal devlet anlayışı modasının çoktan geçtiğini
haykırmaktadır.
Ya birleşeceksin, ya yem olacaksın! Yem olmaktan kurtulmak
için bir'leşmek, olmazsa olmaz şarttır. Bir Allah'a inanan
tevhid eri müslüman, her şeyde tevhidi / birlemeyi öncelikler.
Rabbimizin bizler için gönderdiği kurtuluş reçetesi olan
Kur´anda Şeriatte birleşmek…
Önce kendimizle birleşmek, fıtratımızla ve inancımızla kopan
bağımızı yeniden sağlamlaştırmakla işe başlamalıyız. Aynı
dinin, aynı dâvânın insanı olan tüm ümmetle birleşmek dünyevî
ideallerimizin başında gelmeli. Bütün bunlar için de
Rabbimiz'le irtibatımızı sağlamlaştırmak gerekiyor.
Zorba müstekbirlerin ittifak ve koalisyon
yapmaya mecbur olduğu bir dünyada,
müstaz'af mü'minlerin yaşadıkları topraklarda
bile ciddi mânâda birliktelikler
oluşturamayışları hangi akılla izah edilebilir?
Küresel bir yangın alanına dönen
müslümanların yaşadığı ülkelerde, cehennemî
yangınları söndürmek için güç birliği
oluşturmayan felâketzedelerin gözyaşları,
yangınları söndürmek bir tarafa, benzin
görevi yapmaktadır. Hem mevcut
müslümanların konumu hem de İslâm
düşmanlarının tavrı vahdeti, "hemen şimdi"
şiarıyla kulak zarını patlatacak sesle
çağırmaktadır. Suriyenin, Irakın, Mısırın,
Afganistanın, Filistinin, Çeçenistanın ve hatta Türkiyenin
insanlık düşmanları tarafından Madden veya Manen işgali bizi
birleşip dayanışmaya zorlamıyorsa demek ki, biz de işgale
uğramışız...
Bir ülke topraklarının işgalinden çok daha kötü olanı,
gönüllerin ve kafaların işgalidir. Savaş, öncelikle, insanın
içinde kazanılır veya kaybedilir. İşgal güçlerinin ajanı olarak
faâliyet yapan uzaktan kumandalı medyanın, câhilî eğitimin ve
çevre şartlarının oluşturduğu fitne ve fesadın mü'minlerin
gönüllerini ve kafalarını işgali, onların birleşmelerinden başka
yollarının olmadığını haykırıyor. Emperyalizmin ve Yahudinin
işgalinden kurtulmadan önce, dünyevîleşip yahûdileşen iç
dünyalarımızı arındırmalıyız. İçimizdeki Islam düşmanlarıyla
savaşmadan dışımızdaki görüntüleriyle savaşmak mümkün
değildir. Kendi mescidlerini işgalden kurtaramayanların
Mescid-i Aksâ'yı kurtarmaları mümkün değildir.
Ümmet bilincinin yeniden kurulabilmesi için yerel, bölgesel,
ulusal farklılıkların aşılabilmesi gerekir. İslâm toplumunun
yeniden inşâsı, kişilikli, bilinçli bireylerin yetişmesiyle başlar.
Sağlıklı bir toplum, nitelikli, erdemli bireylerden oluşur.
Gerçek bir Devlet/Cemaat güçlü kişiliklerle inşâ edilebilir.
Sağlıklı bir Devlet/Cemaat için bireylerin benliklerini
arındırmaları gerekir. Bireyler, hayatın her alanında Allah'a
yönelen bir bilinçle, eylemle, davranışla mükemmelliğe
Sayfa 3
MUHACIRUN DERGISI–
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Editör
ulaşırlar. Sağlıklı, tutarlı bir kişilik bilincine sahip olanlar,
sağlıklı bir Devlet/Cemaat bilinci oluştururlar. Sağlıklı bir
ümmet bilincine, ancak sağlıklı bir Cemaat bilinciyle
ulaşılabilir.
İçerisinde bulunduğumuz dönemde hem bireyin, hem Cemaatin
ve hem de Ümmetin yapısı parçalandı.Müslümanların DNA sı
bozuldu. İslâm ruhunun ifadesi olan merkez kurumlar,
hayatiyetini kaybetti. Câmiler ve Medreseler toplumun yüreği
olmaktan çıktılar. İslâm'ın ilk dönemlerinde mescidlerin sosyal,
toplumsal, kültürel ve siyasal işlevleri vardı. Bugün Câmiler,
sadece namaz kılınan Namazhaneler haline dönüştürülmüştür.
Ümmet ve Cemaat anlayışı, hiç ihtilâf ve farklılığın olmadığı
robot üreten bir yaklaşım değildir. İnsanların olduğu her
yerde, ihtilâflar da olacaktır.Ancak, İslâm'ın aslî meselelerinde
müslümanlar ihtilâf edemez. Müslümanlar arasında vuku
bulacak olan ihtilâflardan, normal karşılamamız gereken
ihtilâflar, İlâhî vahyin müslümanlara seçme muhayyerliği,
tasarruf yetkisi, ictihad, yorum ve tercih hakkı verdiği
meselelerdeki ihtilâflardır. Yarattığı insanın ne olduğunu ve
bizlerin sözkonusu meselelerde hangi ihtilâflara düşeceğimizi
hakkıyla bilen Yüce Rabbimiz, hiç kuşkusuz ki bu gibi
ihtilâflarla bizleri sınamakta, denemektedir.
Bu ihtilâflar karşısındaki kulluk
mükellefiyetimiz, bu ihtilâfları birer fitne ve
fesat sebebi durumuna getirmememizdir.
Fakat (Kur`an ve Sünnette bildirilen)temel
meselelerde ihtilaf olamaz. Yani
Müslüman olan kimse bunlarda ihtilaf
edemez…
Mesela ;
Başörtü ihtilaf sebebi olamaz. Zina, Içki
ihtilaf sebebi olamaz. Şeriatı sevip
Demokrasiyi reddedmek ihtilaf sebebi
olamaz. Baş Öğretmenimizin kim olduğu
ihtilaf sebebi olamaz. Hakimiyyetin kimin
yetkisinde olduğu ihtilaf sebebi olamaz.
Islami olmayan Devlet/Anayasa ve
Kimselere itaat ihtilaf sebebi olamaz. Kimlerin Dost, kimlerin
düşman olduğu ihtilaf sebebi olamaz...
Çünkü,
İslam’da din-devlet ayırımı yoktur. “Din ayrı, devlet ayrıdır”
sözü küfür ve kafir sözüdür.
İslam’da Siyaset vardır. Hatta İslam’ın her hükmü siyasetle
ilgilidir... Çünkü:İslam hem din hem devlettir; hem hayat hem
nizamdır; hem inanç hem hukuktur; hem merhamet hem
cezadır; hem mushaf hem kılıçtır...
Devlet, dinin bölünmez bir parçasıdır; dini devletten, devleti
dinden ayırırsanız, din devletsiz kalır, devlet de dinsiz olur.
Hakimiyyet, yani kanun koyma yetkisi, ِ ِ ‫ن ْ ُح ْك ُم ْ إِّه‬
ِ ِ ‫إ‬demenin bir
parçası olup kayıtsız ve şartsız Allah’ındır ve O’na mahsustur.
Buna binaen, “Hakimiyyet kayıtsız ve şartsız milletindir” sözü
küfür ve kâfir sözüdür.
Kanun koyma yetkisini Allah’tan başkasında görmek demek,
onu Allah’ın yerine koymak demektir. Dolayısıyla şirktir, putperestliktir.
Müslüman bir milletin devleti müslüman olacaktır.
Bir devletin müslüman olması için, anayasası Kur’an olacaktır.
Anayasası Kur’an olmayan bir devlet küfür ve kafır devletidir.
YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
TEFSIR DERSLERI
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Ebu Abdurrahman
bunların her biri birer yemine değmez mi? 6. Görmedin
mi Rabbin nasıl yaptı Ad milletine? 7. O sütunlara
sahip İrem’e. 8. Ki o ülkeler içinde bir benzeri
yaratılmayandı. 9. Ve vadide kayaları kesip yontan
Semûd kavmine, 10. Kazıklar sahibi Fir’avn’a. 11. Ki
bunlar memleketlerde azgınlık etmişlerdi; 12. Ve fesadı
çoğaltmışlardı. 13. Bu yüzden Rabbin onlara azab
kırbacı yağdırıverdi. 14. Çünkü Rabbin hep
gözetlemekteydi.
ِ‫) هل ى‬4( ‫) والَّي ِل اِ َاا ر ِر‬3( ‫الر ْف ِع والْترْ ِر‬
ٍ
ْ َ
َْ
َ َ َّ ‫) َو‬2( ‫) َولَيَال َش ْر ٍر‬1( ‫َوالْ َف ْج ِر‬
َْ
( ِ ‫) اِ ََِم اَا ِ ال َِْ َِا‬6( ٍ ‫ك َِ ََا‬
َ ‫) اَلَ ْ رَر َر َف ْي َ ىَر ََ َل ََِا‬5( ‫ك سَ َ ل لِ ِحج ِ ْج ٍر‬
َ ِ‫اَل‬
)9( ِ ‫) َوثَ َِت َ الَّ ِحر َ َُاََتا ال َّ ْق َر َِال َْتا‬8( ِ َ ِْ‫) اَلَّتِ لَ ْ رَ ْق َ ِْ َُِْر َ َىا ىِ ال‬7
( َ ‫) ىَاَ ْفََر َروا ىِ َيىا الْ َف َ ا‬11( ِ َ ِْ‫) اَلَّ ِحر َ غَوَ ْتا ىِ ال‬10( ِ ‫َوىِ ْر َش ْت َن ِاج ْاَْ ْورَا‬
ِ َ ََِّ ‫) اِ َّن‬13( ٍ ‫َ َش َحا‬
)14( ِ ‫ِا‬
َ ‫ك َ ْت‬
َّ َ َ‫) ى‬12 Andolsun Fecre (Âyet 1)
َ ‫ب َش َيْ ِى ْ ََِا‬
َ ‫ك لَِالِْ ْر‬
َ
89-FECR SÛRESİ
Mushaf'taki Sıralamaya Göre 89. Sûredir. Mufassal
Sûreler Kısmının On İkinci Grubundaki İlk Sûredir. 30
âyettir. Mekke'de nazil olmuştur.
"Andolsun fecre." Fecr, sabah anlamınadır. Ancak
buradaki yeminden gaye sabah vakti midir, sabah namazı
mıdır, yahut sadece kurban bayramı gününün sabahı
mıdır veya fecr bir bölümü olduğu için bununla gündüz
mü kasdedilmiştir? Bunlar İslâm bilginlerine ait değişik
görüşlerdir. En kuvvetlisi de birincisidir.
SÛREYE GİRİŞ
İbn Kesîr, el-Fecr sûresi hakkında: "Bu sûre Mekke'de
nâzil olmuştur" der sonra şöyle devam eder: "Nesâî'nin
Câbir'den rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: Muâz,
namaz kılıyordu. Bir adam gelip onunla birlikte namaza
durdu. Muâz namaz; uzattı. O adam da mescidin bir
köşesinde namazını kıldı. Sonra çekip gitti. Bu durum
Muâz'a ulaşınca: O münafıktır, dedi. Olay Rasûlullah
(s.a.v)'e anlatılınca o gence bunun sebebini sordu. Genç:
Ey Allah'ın Rasûlü! Ben onunla birlikte namaz kılmak
için gelmiştim. Fakat o bana göre namazı uzattı. Ben de
ayrılıp mescidin bir köşesinde namazımı kıldım, sonra
deveme yemini verdim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v)
buyurdu ki: "Ey Muâz; sen fitneci misin?
( ( ‫ْمن ل نفم نوال ْمنول ل ْمنولى ْ اَياال ّللا م م ب م‘علا‬
sûreleri yetmiyor mu?"
Andolsun On Geceye (Âyet 2)
"Ve on geceye." İbn Kesîr: "Bundan maksat Zilhicce
ayının ilk on günüdür" der.
On Gece (Âyet 2)
1- "Ve on geceye" âyetiyle ilgili olarak İbn Kesîr şöyle
der: "Burada geçen on geceden maksat; İbn Abbas, İbn
Zübeyr, Mücâhid, selef ve haleften pek çoklarına göre
Zilhicce ayının ilk on günüdür. Buharî'nin Sahîh'inde İbn
Abbas'tan merfu olarak şu rivayet yer almıştır: "Salih
amelin Allah'a bugünlerdekinden daha sevimli olduğu
başka günler yoktur." Bu on günle, Zilhiccenin ili on
günü kastedilmiştir. Orada bulunanlar: "Allah yolunda
cihad da mı?" dediler. Rasûlullah (s.a.v): "Allah yolunda
cihad da. Ancak canı ve malı ile cihada çıkıp da
bunlardan hiçbiriyle geri dönmeyen kimse müstesna."
buyurdu. Bununla maksadın Muharremin ilk on günü
el-FECR SÛRESİNİN EKSENİ
olduğu da söylenmiştir. Bu görüşü Ebû Cafer b. Cerîr
Sûre, baş taraflarında öğüt verip uyarıyor. Arkasından
nakletmiş fakat onu hiç kimseye nisbet etmemiştir. İbn
yadırgayarak bazı insan karakterlerinden söz ediyor.
Abbas'tan "Ve on geceye" âyeti ile Ramazan ayının ilk on
Sonra insana Kıyamet gününü ve o gün ikram için
günü kastedildiği görüşü de rivayet edilmiştir. Doğrusu
hazırlanan tarzı hatırlatıyor. Sûre Allah'ın azabından,
birinci görüştür. Ahmed b. Hanbel'in Câbir'den
Allah'ın fiillerini yanlış anlamaktan sakındırıyor ve
naklettiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
yetime ikramda bulunmamayı, yoksulu doyurmaya teşvik "Doğrusu on gece, Zilhiccenin ilk on günüdür. Tek, arafe
etmemeyi, helâlden başka mal yemeyi, malı aşırı sevmeyi günü; çift de kurban bayramı günüdür." Nesâî, İbn Cerîr
kınıyor. Âhiret günü için önden salih ameller
ve İbn Ebî Hatim de bu hadisi Zeyd b. el-Habbâb'dan
göndermenin gerekliliğini hatırlatıyor, huzur içinde olan rivayet ederler. Bu, râvileri iyice bir senettir. Bana göre
candan bahsediyor. Bu sûre kendisine has anlatım tarzı
metnin merfû olarak rivayetinde münkerlik
içinde takvaya yönlendiriyor ve ona ters düşen şeylerden sözkonusudûr. En iyisini Allah bilir."
kurtarıyor. İşte bu yönüyle sûre, mü'minlerden,
kâfirlerden ve münafıklardan bahseden el-Bakara
Andolsun Çift ve Tek'e (Âyet 3)
Sûresi'nin mukaddimesi ile ilgi kuruyor. Çünkü sûre
"Hem çifte hem teke." Nesefî: "Bununla her şeyin çifti ve
kâfirlerin ahlâkını açıklarken takva sahiplerinin ahlâkına teki yahut adıgeçen gecelerin çift ve teki, yahut
davet etmeye çalışıyor. Bütün bunlar sûrenin kendine has namazların çift ve tek rekâtlileri veya Zilhiccenin onuncu
bütünlüğü içinde gerçekleştiriliyor.
kurban günü ile dokuzuncu arafe günü veyahut da
Yaratan ve yaratılanlar kesdedilmiştir" der.
"Çift" ve "Tek" Nedir? (Âyet 3)
1. Andolsun fecre, 2. Ve on geceye, 3. Hem çifte hem
teke, 4. Gelip geçeceği demde geceye. 5. Akıl sahibi için 2- "Hem çifte hem teke" âyeti ile ilgili görüşler:
Sayfa 4
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
a) Yukarıda zikredilen hadiste "tek"in Zilhicce ayının
dokuzuncu günü olduğu için arefe, "çift "in de aynı ayın
onuncu günü olduğu için Kurban bayramı günü olduğu
belirtilmişti. İbn Abbas, İkrime, Dahhâk da bu görüştedir.
b) İbn Ebî Hâtim'in Vâsıl b. Sâib'den rivayet ettiğine göre
o demiştir ki: "Hem çifte hem teke" âyetini Atâ'ya sorup;
burada geçen vitr, şu vitir namazımız mı? dedim. O da:
Hayır. Fakat, "çift" arefe günü, "tek" de kurban bayramı
gecesidir, dedi.
c) İbn Ebî Hâtim'in Ebu Saîd b. Avf'den naklettiğine göre
o, Abdullah b. Zübeyr'i hutbe okurken işitir. Hutbe
esnasında bir adam kalkıp şöyle der: Ey mü'minlerin
Emiri! Çift ve tek hakkında ne dersin? Bunun üzerine o:
Çift, Allah Teâlâ'nın "Kim ki iki günde acele ederse ona
günah yoktur"; tek de: "Kim de geri kalırsa ona da günah
yoktur" (Bakara, 203) buyruklarıdır, der. İbn Cüreyc ise
şöyle demiştir: Bana Muhammed b. el-Mürtefi'in
bildirdiğine göre o İbn Zübeyr'i şöyle söylerken işitmiştir:
Çift, teşrik günlerinin ortası, tek de teşrik günlerinin
sonudur.
Buhârî ve Müslimin Sahîh'lerinde
Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine
göre Rasûlullah (sav) şöyle
buyurmuştur: "Allah Teâlâ'nın
doksan dokuz yani yüzden bir eksik
ismi vardır. Kim onları sayarsa
cennete girer. O tektir, teki sever."
d) Hasan-ı Basrî ve Zeyd b. Eşlem
şöyle derler: Yaratıkların tümü çift ve
tektir. Bu bakımdan burada Allah
Teâlâ yaratıklarına yemin etmektedir.
Mücâhid'ten bir rivayet de böyledir.
Ancak onun meşhur olan görüşü
birincisidir. el-Avfî, İbn Abbas'ın:
"Hem çifte hem teke" âyeti hakkında
şöyle dediğini rivayet eder: Tek, bir
olan (Allah)'dır. Siz de çiftsiniz.
Ayrıca; çiftin sabah namazı, tekin
akşam namazı olduğu da söylenmiştir.
destekleyen bir haber rivayet edilmiştir. Câbir'in
naklettiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Çift iki gündür. Tek de üçüncü gündür." Bu haber bu
sözlerle aynen böyle nakledilmiştir. Fakat bu Ahmed b.
Hanbel, Nesâî, İbn Ebî Hâtim'den daha önce geçen
rivayetteki sözlere ve onun bizzat kendi rivayetine
aykırıdır. En iyisini Allah bilir."
h) Ebu'l-Âliye, er-Rabî' b. Enes ve bunların dışındaki
bazıları tek ve çift ile namazın kasdedildiğini söyler.
Onun bir kısmı, iki ve dört rekâtlı namazlarda olduğu gibi
çift, diğer bir kısmı akşam namazında olduğu gibi tektir..
Zira o üç rekâttır. Akşam gündüzün tek rekâtlı namazıdır.
Geceleyin teheccüdden sonra kılınan vitir namazı da
böyledir.
Abdürrezzak, İmrân b. Husayn'ın: "Hem çifte hem teke"
âyeti hakkında şöyle dediğini nakleder. O farz
namazlardır. Çünkü onun bir kısmı çift, bir kısmı da
tektir. Bu rivayet münkatı ve mevkuftur. Bu rivayetin
sözleri farz namazlar hakkındadır. Aynı raviden muttasıl
ve merfu bir rivayet daha vardır ki,
onun sözleri geneldir. Ahmed b.
Hanbel'in İmrân b. Husayn'dan
naklettiğine göre Rasûlullah (s.a.v)'e
çift ve tekin ne olduğu sorulmuş. O
da: "O namazdır. Çünkü onun bazısı
çift bazısı da tektir." buyurmuştur.
Andolsun Gelip Geçen Geceye (4-5)
"Gelip geçeceği demde geceye." Bu
âyetle gelip geçmenin geceye nisbet
edilmesi dünyanın kendi etrafında
dönüşüne bir işarettir. "Akıl sahibi
için bunların her biri birer yemine
değmez mi?" Az önce adı geçen ve
kendilerine yemin edilen şeyler akıl
sahibi için yemin edilebilecek
şeylerdir. İbn Kesîr der ki: "Akla
( ‫) ال‬denmesi, insanı kendisine
yakışmayan söz ve davranışlarda bulunmaktan
alıkoyduğu içindir... Bu yemin, ya ibadet vakitlerine
e) İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den rivayet ettiğine göre o: yahut Allah'a karşı gelmekten sakınan, O'na itaat eden,
"Hem çifte hem teke" âyeti ile ilgili olarak şöyle demiştir: O'ndan korkan, huzurunda alçakgönüllü olan, O'nun
Çift, çift demektir. Tek ise Azîz ve Celîl olan Allah'tır.
hoşnutluğu için boyun eğen kullarının kendisine
Ebû Abdullah ise Mücâhid'in: Allah tek olandır.
yaklaştığı namaz, hac ve diğer ibadetlerin bizzat
Yaratıkları ise erkek ve dişi olmak üzere çifttir, dediğini kendilerine yapılmış bir yemindir." Nesefî: "Akıl sahibi
nakleder, İbn Ebî Necîh, Mücâhid'in: "Hem çifte hem
için bunların her biri birer yemine değmez mi?"âyeti
teke" âyeti hakkında: Allah'ın yarattığı her şey çifttir.
hakkında şöyle der: "Akıl sahibi için, bu şeyleri
Gök ve yer, kara ve deniz, cin ve insanlar, Güneş ve Ay yüceltme, onlara yemin edilmek suretiyle gerçekleşti mi?
ve benzerleri hep çifttir. Mücâhid bu görüşünde, "Ve her Yahut bunlara yemin edilmek suretiyle gerçekleşti mi?
şeyi çift çift yarattık ki ibret alasınız" (Zâriyat, 49) âyeti Yahut bunlara yemin etmemde akıl sahibi için bir yemin
hakkında İslâm bilginlerinin söyledikleri şeylere
var mıdır? Yani bu, onun için benzeri ile cevabı
yönelmiştir. Yani sizin çiftleri yaratının tek olduğunu
pekiştirilebilen büyük bir yemin midir? Yahut bunlara
bilmeniz için Allah her şeyi çift çift yaratmıştır.
yeminde, akıl sahibini inandırıcı bir yemin var mıdır?
f) Katâde Hasan'ın şöyle dediğini nakleder: Tek ve çift,
Yeminin cevabı, mahzuf olan "( (‫) ن ْذبر‬Elbette azab
sayılardır. Çünkü sayıların teki de vardır, çifti de.
edecek" cümlesidir ki bu Allah Teâlâ'nın: "Görmedin mi"
g) İbn Ebî Hatim ve İbn Cerîr; İbn Cûreyc kanalıyla bir
sözüyle başlayıp "Bu yüzden Rabbin onlara azab kırbacı
başka görüş naklederler. Sonra İbn Cerîr : Peygamber
yağdırıverdi" âyetine kadar devam eden kısımdan dolaylı
(sav)den, Câbir kanalıyla naklettiğimiz görüşü
olarak anlaşılmaktadır."
Sayfa 5
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Gençlerle Başbaşa
M. Metin Müftüoğlu (Kaplan) Hoca
Efendi’nin 2.7.2010 /Istanbul:
MÜDAFAA -SAVUNMA-(5)
Türkiye'de fikir ve yazı hürriyeti de
yoktur:
- Bir çok edip, şair, düşünür, hoca efendi
ve gazeteci fikrî sahada yazı yazıp, kitap
neşrettiğinden ve yaptıkları konuşmalarından dolayı haklarında takibat yapılıp hapse mahkum edilmiştirler.
- Başörtüsü yüzünden YÖK'ün ısrarlı ve hukuk dışı uygulamaları ve basının yaygaraları arasında yüzlerce kız öğrenci
üniversitelere sokulmamış, ilim tahsilinden mahrum
bırakılmışlardır.
- Namaz kıldıklarından dolayı askerî okullardan atılanlanların
sayısı da az değildir.
Bütün bunlar neden? Türkiye'de hürriyet yok da ondan, baskı
ve dikta rejimi hakim de ondan! Türkiye'de M. Kemal'in ilke
ve inkilapları İslam'a ve müslümanların inancına ters düşmektedir. Fikir ve yazı hürriyeti olduğu taktirde tutarsız olan ilke
ve inkilaplar eleştirilecek ve yıkılmaya mahkum edilecektir. Bugünkü
rejim, bu tehlikeyi gördüğünden dolayı halkın irade ve inancını hiçe sayarak baskı rejimini sürdürmektedir.
İnancımız odur ki, 70-80 senedir
İslam dinini bir bütün olarak bilmeyen millet fertleri ve devlet idarecileri
bu tebliğ çalışmalarımız yoluyla bilecekler, davasına-devletine sahip olacaklar ve İslam devlet olacaktır. Fakat
bu, belki uzun bir zaman alacaktır.
Belki de, ümit ediyoruz ki, bir kıyama
lüzum görülmeyecektir! Artık herkes
o zaman İslam'ın aynı zamanda devlet olduğuna inanmıştır.
Anadolu insanı müslümandır ve her şey Allah'ın elinde ve
kudretindedir!
Silahlı terör örgütü suçlamasını kabul etmiyorum!
Ben elhamdülillah müslümanım! Mensubu olduğum yüce
İslam dini, terörizme, anarşiye cevaz vermediği gibi, herhangi
bir müslüman da terörist olamaz, terörist olarak nitelendirilemez; Terörist de müslüman olamaz! Bunların ikisi birbirine
zıt olan bir keyfiyettir!
Birlilkte Kur'anı dinleyelim: ''Şayet benden size bir hidayetçi gelir de, her kim hidayetçime (davetçime) uyarsa, işte
o sapmaz ve bedbaht (eşkiya, terörist) olmaz!'' (Taha, 123)
İslam dininin, insan hayatına verdiği önemi gösteren bir ayet:
''Haksız olarak bir insanı öldürmek bütün insanları öldürmüş gibidir!'' (Maide, 32)
Hadis-i Şerifte Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
'İnsanoğlu Allah'ın binasıdır. Haksız olarak o binayı yıkanı Allah mel'un etmiştir!''
Daha önceki savunmalarımda da belirttiğim gibi, şahsımıza
yöneltilen ''Silahlı Terör Örgütü'' suçlaması doğru değildir.
Anıtkabir’e saldırı ve Fatih Cami'ne yönelik sözde eylem girişimi bizimle hiç bir ilgisi olmadığı gibi, bütün bunlar sistemin öfkesini üzerimize celbetmek amacıyla yapılmış bir komplo ve provakasyondur.
Kemalist cunta neden böyle bir oyuna başvurmuştur?
Bizim İslam'ı tebliğ ve dini anlayışımızı yayma düşüncesi
Sayfa 6
MUHACIRUN DERGISI–
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Emîr’ul Mu’minîn
terörizme dönüştürülsün diye!
Bu arada Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Eski Dekanı
Prof.Dr. Fehim Üçışık, Erzurum DGM’nde görülen dava ile
ilgili hukuki mütalaasında şu ifade yer almaktadır:
''... Emniyet Genel Müdürlüğü'nün bir yazısında AFİD'in terör
örgütü olduğu, bir diğer yazısında da silahlı bir terör örgütü
olduğu sonucuna varılmaktadır!''
Emniyet Müdürlüğü’nün iki değişik yöndeki yazısı acaba çelişki oluşturmuyor mu?
Yazının birinde AFİD örgütünden terör örgütü diye bahsedilirken, bir başka yazı da aynı örgüt hakkında silahlı bir terör
örgütü olduğu ifadesi geçmektedir. Bunun da dikkate alınması
ve bu çelişkinin giderilmesi mahkemenizin görevidir!
Baskı ve işkence altında ifadeleri zorla alınan kişilerin ifadelerine dayanılarak bizi silahlı terör kapsamına koymak insafsızlıktır!
Oysa daha sonraki yargılama sürecinde mahkemenizde şahid
olarak çağrılıp dinlenen Anıtkabir davası mağdurları, maruz
kaldıkları insanlık dışı muamele ve işkenceler altında ifade
verdiklerini söyleyip tüm bu suçlamaları reddetmişlerdir. Adli
Tıp Kurumu’nun raporları, ifadelerin
işkence altında alındığı gerçeğini doğrulamaktadır.
Gerek 1998 öncesi ve gerekse sonrası
tarihlerde değil ki, terör eylemleri
gerçekleştirilmiş olsun, bugüne kadar
Türkiye'nin değişik şehirlerinde, İslami açıdan kendileri ile aynı düşünceyi
paylaştığımız müslümanlar A.F.İ.D
örgütü üyesi şüphesi ve suçlaması ile
gözaltına alınmışlardır. Soruyorum
sizlere; kaç tanesinde silah ve patlayıcı
ele geçmiştir? Bugüne kadar kaç tane
silahlı terör olayı gerçekleşmiştir?
Bugüne kadar kaç polise kurşun sıkmışız, kaç askeri konvoya
saldırı gerçekleştirmişiz, kaç çocuğu yetim ve öksüz, kaç
kadını dul bırakmışız?..
Bu tür olayları gerçekleştirenler ile bizleri aynı kefeye koymaya hiç kimsenin hakkı yoktur!
Ergenekon soruşturması kapsamında ortaya çıkanlar tüyler ürperticidir!
Balyoz darbe planına göre; 200 bin kişinin stadyumlarda
hapsedilmesini öngören bir plan hazırlanmış. Bu plan
kapsamında irticanın, yani Şeriat ehlinin kökünü kazımak için
çok yaygın bir mıntıka temizliğinin nasıl uygulanacağı, kimilerinin nasıl tepeleneceğini, ayrıntılı biçimde anlatılmış. Türkiye'yi önce sıkıyönetim, darbe ortamına sürüklemek amacıyla, camilere bomba atılması gibi çılgınlıkları bile içeren provakasyonların nerede, nasıl, hatta hangi sicil numaralı askerler
tarafından gerçekleştirileceği belirlenmiş.
Devletin tüm imkanlarına sahip olan bu çevreler ve çeteler,
cami bombalayıp, kendi savaş uçağını dahi düşürmeyi amaçlayanlar, Anıtkabir olayını neden tezgahlamamış olmasınlar
ki?!.
İddia makamı, bize mal edilmek istenilen Anıtkabir ve Fatih
Camii eylemlerini niçin Ergenekon kapsamında araştırma
gereği duymuyor?!.
Bu tür olaylar karşısında kimlerin vatan haini, din ve millet
düşmanı olduğu, kışkırtıcı olduğu gözler önüne çıkmıştır ve
çıkacaktır!
YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Suffa Mektebi
ŞER'Î DELİLLER
ÜÇÜNCÜ DELİL; İCMÂ
İcmânın Müstenedi
İcmânın müstenedi müctehidlerin
üzerinde icmâ ettikleri meselede
dayandıkları delildir. Bu delil
mutlaka bulunmalıdır. Müstenedsiz icmâ
tahakkuk edecek olsaydı bu, Rasûlullah'tan
sonra bir din ortaya koymaya kapı açardı ki bu
da batıldır. Sonra ittifakı gerektirecek ve
görüşleri birleştirecek bir sebep bulunmadan
müctehidler arasında ittifakın meydana gelmesi
de âdeten çok uzakdır.
Onların görüşlerini
birleştiren, dinin sınırlarını
aşmalarına mani olan da işte
bu müsteneddir. İcmânın
müstenedi ya Nasstır veya
Kıyastır.
İcmânın Çeşitleri
İcmâ tekevvün (oluşum)
yollarına göre iki çeşittir:
Sarih Icmâ ve Sükûtî Icmâ.
a) Sarih Icmâ: Müctehidlerin,
muayyen bir meseledeki
hüküm üzerinde söz veya fiil
halinde görüşlerinin ittifak etmesidir. Bu,
âlimlerin bir mecliste toplanıp her birinin o
mesele hakkında görüşünü açıklaması ve
görüşlerin bir hüküm üzerinde birleşmesi
şeklinde veya o mesele hakkında ayrı yerlerde
de olsalar her âlimin aynı fetvayı vermesi ve
fetvaların tek bir şey üzerinde birleşmeleridir.
Temel Meseleler
kat'î bir hüccettir.
Sükûtî icmâyı kabul etmeyen birinci görüş
sahihleri görüşlerini şu esasa dayandırdılar:
Diğer müctehidlerin susması, duydukları o
hükmü kabul ettiklerine dair bir karine sayılmaz.
Zira bu sükût, belki meselede ictihad etmedikleri
veya fetvayı verenden çekindikleri veya
görüşünü açıkladıkları takdirde bir zarar
geleceğinden korktukları veya "Her müctehid
isabet eder" görüşünde oldukları için sükût etmiş
olabilirler. Bu ihtimaller mevcud olduğundan
diğerlerinin sükûtu verilen fetvaya muvafakat
ettikleri manasına gelmez ve icmâ vaki olmuş
sayılmaz.
Sükûtî icmâyı kabul eden
ikinci görüş sahiplerinin
delilleri de şunlardır:
1-Her müctehidin görüşünü
sarahaten duymak âdeten
mümkün değildir. Çünkü âdet,
âlimlerden birinin fetvasına
diğerlerinin sukut etmesi
şeklindedir.
2-Yine âdet bir asırda bir
meselede âlimlerin
büyüklerinin fetva vermesi
küçüklerinin de bir teslimiyet ve muvafakat
olarak susması şeklindedir. Bu sebeple sükût
zımnî bir muvafakattir.
Görünen o ki rızaya ve muvafakata dair bir
isabet bulunduğu; müctehidin araştırmasını
bitirmemiş olması veya takiyye olarak veya
gönül kırmamak için veya bir otorite sahibinden
b) Sükuti Icmâ: Bu, bir mesele hakkında aynı
korktuğu için susmuş olması gibi sükûtun kabul
asırdaki müctehidlerden bazılarının bir hüküm
manasına alınmasına mani olan ihtimaller
söylemesi, buna muttali olan diğerlerinin bunu
ortadan kalktığı takdirde sukûti icmâ da bir
reddetmeyerek sükût etmesi şeklinde olur. Bu
hüccettir. Çünkü sahabenin icmâlarının çoğunu
icmâ hakkında âlimlerin çeşitli görüşleri vardır, ancak bu şekilde anlamak mümkün olacaktır:
en önemlileri şu ikisidir:
Birisinin görüşünü açıklayıp ilân etmesi
Malikî ve Şafiîlere göre bu ne bir icmâdır ne de diğerlerinin sükût etmesi. Şayet verilen hükme
bir hüccettir.
razı olduğunu gösteren karine bulunmazsa o
Hanefî ve Hanbelîlere göre ise bu bir icmâdır ve takdirde sükûtî icmâ sadece zannî bir hüccet
olur.
Sayfa 7
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Fetva Köşesi
ORGAN NAKLİ
(2)
Ölüm Sonrasında Yapılan Organ Nakli
Yaşayan bir kimseden yapılan organ nakli hakkındaki hüküm ile ölü bir kimseden yapılan organ nakli hakkındaki
hüküm birbirinden farklıdır. Ölüm sonrasında yapılan organ nakli hakkındaki hükme ulaşmak için ilk olarak; cesedin
sahibi, cesedin kıymeti ve organ nakline olan ihtiyaç konularındaki hükümler hakkında bilgi sahibi olmak gerekir.
Ölen kimsenin organları üzerindeki tasarruf hakkı kime aittir diye sorulursa, ölümünden sonra bir kimsenin vücudu/
cesedi/organları üzerinde hiç kimsenin tasarruf hakkı yoktur
deriz. Bundan dolayı, bir kimse öldüğünde; hayatta iken
sahip olduğu ve üzerinde tasarrufu bulunan malı, vücudu
veya eşi/karısı gibi şeyler, o kimsenin hükmünden, otoritesinden ve tasarrufundan çıkmış olur. Yani ölen kimse, vücudu üzerindeki kontrolünü kaybetmiştir. Bu nedenle, o kişi
organlarını bağışlayamaz, bağışlanmasına izin veremez ve
buna rıza gösteremez. Çünkü o, artık verilmesini istediği
organların sahibi değildir. Başka bir deyişle, kişi öldükten
sonra organları bağışlanamaz ve o kimse böyle bir şeyi
vasiyet edemez. Kişinin vasiyetinde
parasının bir kısmını bağışlamasına
izin veren hükme gelince; Kişinin ölümünden sonra malı kendisinden alınmasına rağmen, o kişiye Şar’i tarafından varislerinin izni olmaksızın mirasının üçte birini bağışlamasına izin
verilmiştir. O, aynı zamanda varislerin izniyle üçte birinden fazlasını da
verebilir.
Bu hüküm sadece servet hakkındadır
ve vakıası mutabık olmadığından organ bağışlama konusunda delil olarak
kullanılamaz. Bu durumda, kişiye ölümünden sonra malını bağışlayabilmesine izin verilmesine rağmen organlarını bağışlama izni verilmez. Allah(cc) varislere yalnızca
ölen kimsenin malını verdi, vücudu üzerinde tasarruf
hakkını değil. Böylece varisler/mirasçılar, ölen kimsenin
organlarını bağışlayamazlar. Çünkü ölen kimsenin cesedi/
bedeni kendilerine ait değildir ve bu vücut üzerinde herhangi bir tasarrufları da yoktur.
Organ bağışlama izninin şartı: O şahsın bağışlayacağı organa sahip olması ve bu nakil için rızasının olmasıdır.
Ölen kimsenin varisleri, o kimsenin organlarını bağışlamak
gibi bir hakka sahip olmadıklarına göre, diğer insanlar konumları ne olursa olsun, böyle bir hakka kesinlikle sahip
olamazlar. Yani ne bir doktor ne de bir idareci veya halife
ölen bir şahsın bir veya daha fazla organının ihtiyacı olan
birisine bağışlanmasına karar veremez.
Cesedin kıymeti ve cesede zarar vermeye gelince; Allah
canlı bir bedene ne değer verdiyse, cansız bir bedene de
aynı değeri vermiştir. Nasıl ki, yaşayan bir kimse için bedene zarar vermek ve onun insani vasıflarını çiğnemek yasaklandıysa, ölü kimsenin cesedi için de yasaklanmıştır.
Mü’minlerin annesi Aişe(r.anha) Peygamber(s.a.v.)’in şöyle
dediğini rivayet etti: “Ölü bir kimsenin kemiğinin
Sayfa 8
MUHACIRUN DERGISI–
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Ebu Ensar
kırılması, yaşıyorken kırılması gibidir” [İmam Ahmed, Ebu
Davud, İbn Hibban ]
Yine İmam Ahmed, Amir İbn Hazm el-Ensari(r.a.)’den kendisini bir mezarın üzerinde otururken gören Allah Rasulü
(s.a.v.)’in şöyle dediğini rivayet etti: Mezar sahibine zarar
vermeyin!
İmam Muslim ve İmam Ahmed de Ebu Hureyre(r.a.)’den
Allah Rasulü(s.a.v.)’in şöyle dediğini rivayet ettiler: Kişi
için mangal kömürü yanan bir yerin üzerine oturması ve
kendini yakması, bir mezar üzerine oturmasından daha
iyidir.
Bu hadisler açık bir biçimde gösteriyor ki, canlı bedenin
değeri neyse, cesedin değeri de odur.
Burada aynı zamanda, bir cesede zarar vermenin ve cesedin
değerini çiğnemenin, canlı bedene zarar vermek ve değerini
çiğnemek ile aynı şey olduğunu görmekteyiz. Bundan dolayı;
yaşayan bir kimsenin karnının yarılmasına, boğazının kesilmesine ve gözlerinin çıkarılmasına izin verilmediği gibi,
cansız bir cesede de bunları yapmaya izin yoktur.
Diğer taraftan hayatta olan bir kimseye sövme, dövme veya
yaralama yoluyla zarar vermeye izin
verilmediği gibi bir cesede de benzer
şeyleri yapmaya izin yoktur. Ancak
canlı bir bedene kırma, kesme veya
yaralama yoluyla zarar vermek ile
benzer şeyleri cesede yapmak arasında bir farklılık vardır. O da bu tür
zararlar canlı bir kimseye karşı
yapıldığında diyet gerektirmesi ama
ceset için bu diyetin gerekmemesidir.
Bu böyledir. Çünkü Peygamber
(s.a.v.), mezar kazarken bir cesedin
kemiğini kıran adamı diyet ile sorumlu tutmadı. O(s.a.v.), ona sadece kemiği saklamasını / gömmesini emretti.
O(s.a.v.) ona dedi ki; Ölünün kemiğini kırmak, canlının kemiğini kırmak gibidir ve her ikisi de
günahtır.
İhtiyacı olan bir kimseye, ölü bir kimseden gözlerinin
çıkarılması, vücudunun kesilerek akciğer, karaciğer, kalp ve
böbrek gibi bir organının verilmesi, cesede zarar vermek,
vücut yapısını bozmaktır ki İslam bunu Haram kılmıştır.
İmam Buhari, Abdullah İbn Zaid el-Ensari(r.a.)’in şöyle
dediğini rivayet etti: Allah’ın Rasulü(s.a.v.), yağmalamayı
ve (cesedin) biçimini bozmayı yasakladı.
İmam Ahmed, İbn Mace ve Nesai, Saffan b. Assal(r.a.)’in
kendisini bir sefere gönderirken Allah Rasulü(s.a.v.)’in şöyle dediğini rivayet etti: Allah’ın rızası için ve Allah’ın adıyla git! Allah’a iman etmeyen (kafirlerle) savaş! (cesetlere)
Zarar verme, ihanet etme ve çocukları öldürme!
Ölüyü yaralama ve cesedin kıymeti ile ilgili hükümlerin
açıklanmasıyla, net bir şekilde ortaya çıkmıştır ki; ölü bir
kimsenin vücudunu keserek açmak ve organlarından birini
alıp başka birisine vermek, kesin olarak yasaklanmıştır.
Bunu yapmak, cesedin kıymetini çiğnemek olarak düşünülür.
Bu onu yaralamak ve biçimini bozmaktır. Cesedin kıymetini
çiğnemek, ona zarar vermek ve onun biçimini bozmak ise,
Şeri’at tarafından kesin olarak Haram kılınmıştır.
YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Cemaleddin Hocaoğlu
Beyyineler
Görüldüğü üzere; Kur’an’a sarılma, Kur’an’dan
faydalanma bile cemiyet halinde olmayı gerektirirse
diğer işleri artık siz düşünün...
İMKÂNLAR ve HAMLELER-(4)
CEMİYETLEŞME VE CEMAATLEŞME
a) Cemiyet ne demektir?
Cemiyet, insan topluluğu demektir. Yalnız bu topluluk, gelişi güzel, rastgele bir topluluk değildir; başısonu belli olan, emir ve maiyyeti bulunan, bir nizama göre kurulan, emir komuta zincirine riayet eden,
hak ve salahiyeti belli; hizmet sahası, hedef ve gayesi bilinen bir kuruluştur. Bu vasıflara sahip olmayan
insan topluluklarına cemiyet değil, kalabalık denir.
Cemiyet demek kalabalık demek değildir: ,,Devlet”
de milletin organize edilmiş, başı sonu mâlum olan
ve bir nizama göre çalışan halidir, şeklidir.
Cemiyet, en azından üç kişiden,
üç kişinin nizama göre bir araya
gelmesiyle başlar. Ekseriyeti için
bir sınır yoktur; binlere, milyonlara baliğ olabilir.
Allah’ın rahmetinin inmesi, nusretinin gelmesi cemiyet halinde olmamıza bağlıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:
,,Allah’ın yardım eli cemaatle beraberdir.” Keza,
Allah’ın sevgisini kazanmanın yolu da bir araya
gelip, malzemesinin parçaları arasında kurşun
dökülerek kenetlenmiş ve yekpare haline gelmiş bir
bina gibi, cemiyetleşmekten, gerek hazerde ve
gerekse seferde bir safta toplanıp savaşmaktan ve
çalışmaktan geçer. Cenab-ı Hak Saf suresinin 4.
ayetinde şöyle buyurur: ,,Haberiniz olsun ki; Allah
kendi yolunda bünyan-ı marsus gibi saf bağlayarak
savaşanları sever.”
Peygamberimiz de birçok hadis-i
şerif’lerinde cemiyetleşmenin önemine işaret etmiş, ,,Üç kişi bir araya
geldiğinde içlerinden birini kendilerine emir seçsinler” diye tavsiye etmiş, ,,Başlarında bir emir olmadan
hareket etmelerinin” günah
olduğunu ifade etmiştir.
İşte; cemiyetleşmenin ve cemaatleşmenin şekli ve önemi! Fertler bir
araya gelecek; kimi taş, kimi çakıl,
Dinimizde cemiyetleşmenin ve
kimi demir, kimi çimento olacak ve bu
cemaat haline gelmenin önemi
parçalar iman ve ihlas kurşunuyla
büyüktür. Çünkü kalabalıklar,
birbirlerine kenetleşmiş, sarsılmaz
sayıları çok da olsa, hizmet icra
yıkılmaz bir kale olacaktır. İslam’ın
edemezler, her kafadan bir ses
istediği cemiyet işte budur ve böyle olacaktır. Ve
gelir, disipline edilmemiştir... Değerlerin korunması, böyle bir cemaatin ismi de Kur’an dilihizmetlerin ifâsı ancak cemaatleşme ile olur. Müslü- yle ,,Rabbaniyyün”dur, ,,Hizbullah”tır, yani Allah
manlar bir araya gelecek, kendilerine bir emir seçe- askerleridir.
cekler, aralarında bir iş bölümü yapacaklar, önünü
ve sonunu belli edecekler ve nihayet emir-itaat pren- Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz cemiyetleşme ve
sibine ve istişare esasına harfiyyen riayet edecekler- cemaatleşme hakkındaki emir ve tavsiyeleri bizzat
kendisi tatbik etmiş; Mekke’de kurduğu cemaati Medir...
dine cemaatiyle birleştirerek İslam Devleti’ni kurBu, İslam’ın sadece bir tavsiyesi değil, aynı
muştur.
zamanda bir emridir. Çünkü, müşterek davalar,
Binaenaleyh; devletlerini kaybetmiş müslümanlar ne
müşterek hizmetler vardır. Bunlar ancak cemaat
halinde yürütülebilir. Buna dair birçok ayet-i kerime yapacaklar? Hemen bir araya gelip en az üçkişiden
müteşekkil bir cemiyet kuracak, her yerde kurulan
ve birçok hadis-i şerifler vardır.
bu cemiyetler bir araya gelerek daha büyük daha
Ezcümle:
güçlü bir cemiyet meydana getirecek ki, işte bu da
,,(Ey mü’minler!) Allah’ın ipine (Kur’an’a) cemi- devlettir. Demek oluyor ki, cemiyetler hem küçük
yet halinde sarılın, bölünüp parçalanmayın!..” (Ali çapta bir devlet numünesi hem de devlete giden bir
yoldur...
Imran, 103)
Cemiyetin ve cCmaatleşmenin
önemi:
Sayfa 9
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Islam/Ibadet
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Said Havva
ISLAMIN RUKÜNLERI11- Şahadet davası ile çelişen diğer bir tutum da,
ŞAHADET KELiMESi iLE ÇELiŞEN TUTUMLAR –(8)
Kuran'da Peygamberimiz (SAV)'in- dayandığı kesinlikle
10- Şahadet davası ile çelişen başka bir tutum da, Allahın belli olan Sünnette yer alan nassların bütününe
haram kıldığı şeyleri helal ve helal kıldığı şeyleri haram
inanmamaktır.
saymaktır.
Nitekim yüce Allah' -C.C.- şöyle buyuruyor:Yoksa siz bu
Nitekim yüce Allah -c.c- şöyle buyuruyor: Yalanı, ancak
kitabın bir kısmana inanıp bir kısmını inkar mı
Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydurur. Onlar ise
ediyorsunuz? Sizden böyle yapanın cezası, dünya
yalancıların ta kendileridirler.(Nahl, 105)
hayatında rezil olmaktan başka bir şey midir
Hiç; şüphesiz, Allah'a karşı uydurulan en koyu yalan O'sanıyorsunuz? Kıyamet günü ise böyleleri azabın en
nun helal kıldıklarını haram ve haram kıldıklarını helal
ağırına havale edilirler. Allah yaptıklarınızı bilmez
saymaktır: Yüce Allah'ın -C.C.- buyruğunu okuyalım:
değildir.(Bakara,85)
Kendi dillerinizle uydurduğunuz asılsız nitelemelere
Beri bakınız! Acaba bir adam düşünebilirmisiniz ki,
dayanarak «Şu helaldir, şu da haramdır» diyerek Allah
koltuğunda yaslanmışken kendisine benim bir hadisim
adına yalan uydurmayınız. Hiç şüphesiz Allah adına yalan söylensin de O da buna karşılık Sizinle aramızda Kur'an
uyduranlar iflah olmazlar. Kurtuluşa eremezler. Kısa
vardır. Orada helal bulduğumuzu helal ve haram
süreli bir dünya mutluluğu tadarlar, ama acıklı bir azap
bulduğumuzu haram sayarız, demiş olsun. Çünkü Allah'ın
onları beklemektedir.(Nahl, 115-116)
Resulu'nun haram kıldığı şey tıpkı Allah'ın haram kıldığı
Haram aylardaki savaş yasağını başka aylara aktarmak, şeyler gibidir.(Tirmizi)
ertelemek kâfirlikte daha
Öte yandan Imam-ı Maliki'nin
Demokrasi denen yönetim biçimi de bu kategoriye bildirdiğine göre Peygamber
ileri gitmektir. Kâfirler bu
girer. Demokrasi, seçimle gelen bir meclisle veya
yolla sapıklığa sürüklenirler.
Efendimiz (SAV) şöyle
başka bir kurumla temsil edilen "çoğunluk egeOnlar Allah'ın haram kıldığı
buyuruyor: Size iki şey bırakıymenliği"dir. Bu meclis veya onun yerini tutan ku- orum ki, bunlara sımsıkı
ayları sayıca denk getirmek
rul, ya hiç bir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın veya
için bu ertelemeyi bir yıl
sarıldığınız sürece yoldan sapbazı ülkelerde Anayasa ile sınırlı olarak dilediği
helâl sayarlarken, bir
mazsınız: Bu iki şey Allah'ın
gibi kanun koymaya yetkili sayılır. Anayasa ise
sonraki yıl haram kabul
kitabı (Kur'an) ile Resulullah'ın
başka hiç bir merciin emrine bağlı kalmaksızın
ederler. Böylece Allah'ın
sünnetidir.(Muvatta)
kendi gorüş ve düşüncelerini yansıtan çoğunluk
haram kıldığını helâl saymış tarafından ortaya konur. Böyle bir şey, kanun koy- Demek ki, Kur'anın herhangi
olurlar. Yaptıkları çirkin işler ma, helal etme ve haram kılma yetkisini doğrudan bir hükmüne, nassına inanmakendilerine güzel gösterildi.
mak imanla çelişir, onunla
doğruya insanlara vermektir ki, bu da Şirktir.
Allah kâfirler güruhunu
bağdaşmaz. Nitekim yüce Alkesinlikle doğru yola iletmez.(Tevbe, 37)
lah -C.C.-şöyle buyuruyor:Hiç şüphesiz Kur'anı biz indirdik
ve onu koruyacak olan da, biziz. (Hicr,9)
Allah'ın haram kıldığını helal saymak ne oranda küfre
Tıpkı bunun gibi Peygamberimize dayandığı kesinlikle
götürücü ise O'nun helal kıldığı şeyleri haram saymak da belli olan bir sünnet unsuruna inanmamak da imanla çeaynı oranda küfre sürükleyicidir.Başka bir deyimle haram lişir,bağdaşmaz. Çünkü böylebir tutum Peygamberimize
koymaya dönük gayretkeşlik, tıpkı helal saymaya yönelik dayandığı kesinlikle belli olan bir konuda O'nu yalanlagayretkeşlik gibidir. Bu konuda insanlar ikiye ayrılıyorlar. mak olur. Peygamberimizi en basit anlamda bile yalanlaÖyle kimseler var ki, içindeki aşırı sertliğin etkisi altında
mak küfürdür.
kalarak karşısına çıkan ve aslında haram olmayan her
Şunu da belirtelim ki, Kur'anın ve tevatür yolu ile kanıtşeyi haram sayma gayretkeşliğine kapılmıştır. Öyle tıpkı lanmış Sünnetin en küçük bir kısmına veya sünnetin tükarşıtları gibi böyleleri de Islam'ın anayolu üzerinde
müne inanmamak nasıl şahadet davası ile çelişirse Kur'adeğillerdir.
na eklenmek istenen bazı yabancı metinleri veya uydurma yolu ile sünnetin arasına sokulan bazı asılsız rivayetleOysa müslümanlar şahsi görüşleri ile Allah'ın ve
ri Kur'an ve Sünnet kabul etmek şahadet ilkesi ile bağdaşPeygamberimizin önüne geçmeye kalkışmazlar. Sadece
maz. Nitekim Peygamber Efendimiz (SAV) şöyle
eğer biliyorlarsa Allah'ın hükmünü söylerler.Bu tutum
buyuruyor:Kim Peygamberine veya gözlerinin gördüğüne
müslümanın "Lailahe iIIallah, Muhammedun Rasulullah" ya da anababasına karşı yalan uydurursa cennetin kokucümlelerini söylerken ne oranda samimi olduğunun
sunu bile algılayamaz. (Taberani)
belirtisidir. Çünkü yüce Allah -c.c.- bize şöyle buyuruyor: Kim asılsız olduğunu bile bile herhangi bir sözü bana isEy mü'minler Allah'ın Peygamberin önüne geçmeyiniz.
nad ederek başkalarına anlatırsa kendisi de yalancılar(Hucurat, 1)
dan biri olur.(Muslim)
Sayfa 10
MUHACIRUN DERGISI–
YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Siyer/Davet
5- Allah Resulüne Gelen İlk Heyet
Resûlullah ve Ashabı karşılaştıkları işkence ve eziyetin ezikliği
içinde iken; İslâm'ı öğrenmek için Mekke dışından ilk olarak,
Resûlullah'a bir hey'et geldi Sayıları 30 kadardı. Onlar, Ca'fer
bin Ebî Tâlib'in, Mekke'ye dönüşünde onunla birlikte gelmişlerdi. Bu misafir topluluk gelip Resûlullah'ın yanma oturunca ve
onun özelliklerini, hâllerini yakından tanıyıp, kendilerine okunan Kur'ân'ı dinleyince; hemen hepsi birden iman ettiler. Bunu
öğrenen Ebû Cehil, doğru yanlarına gelip onlara şöyle dedi;
«—Biz sizden daha akılsız bir topluluk görmedik. Kavminiz
si-zi, bu adamın durumunu öğrenesiniz diye gönderdi. Onun
yanında oturup, dinlenmeden, sözlerine iyice kanaat getirmeden, siz hemen dininizden ayrılıp onun söylediklerini tasdik
ettiniz». Onlar da, Ebû Cehil'in bu sözleri üzerine :
«—Biz size esenlikler dileriz. Sizin yaptığınız cahilliği, biz size
karşı yapamayız. Bizim kanaatlerimiz
bize, sizinki ise sizedir. Cahillerin
sözüne bakıp da, bize yönelmiş olan
hayırdan dönmeyiz» dediler. Kur'ânı Kerim'in şu âyetleri onların hakkında idi: «Bundan önce, kendilerine
kitab verdiğimiz nice kimseler vardır
ki, onlar buna (Kur'an'a) inandılar.
Onlara Kur'an okunduğu zaman
(Buna inandık. Şüphe yok ki, bu
Rabbımızdan gelen bir hak ve
gerçek-tir. Hakikaten biz bundan
önce de, İslâm'ı kabul etmiş kimselerdik!) dediler. İşte bunlara sabır ve
sebatlarından dolayı mükâfatlan iki
kat verilecektir. Bunlar kötülüğü
iyilikle savarlar. Kendilerine ver-diğimiz rızıktan hayra sarfederler. Bunlar yaramaz lâkırdı işitince, ondan yüz çevirdiler de: Bizim amellerimiz bize, sizin
amelleriniz sizedir. Size selâm olsun. Biz cahillerle ilgilenmeyiz, dediler».
İbretler Ve Öğütler
Bu hey'et olayında dikkatimizi çekmesi gereken iki husus var:
Birinci Husus: Müslümanların işkence, eziyet, boykot ve her
türlü sıkıştırmaya göğüs gerdikleri bir sırada; İslâm'ı öğrenmek, Resû-lullah ile buluşmak için bu hey'etin Mekke'ye gelişinde; İslâm da'-vetçilerinin, yollarında dağılmak nedir bilmeyen musibetlere ve elem-lere göğüs germeleri gerektiğine,
zayıflama, bırakıp gitme ve ümit-sizliğe kapılma gibi bir tutumun caiz olmadığına açıkça işaretler vardır. Yukarıda da dediğimiz gibi, işkence ve zulme uğrama, ba-şarıya ve zafere
ulaşmak için, mutlaka girilmesi gereken bir yoldur. Hristiyanlardan sayıları otuzu aşkın bir hey'et Mekke'ye geldi.
(Sayılarının kırkın üzerinde olduğunu söyleyenler bile vardır).
Onlar yeni da'vete karşı sevgilerini bildirmek için geldiler.
İslâm düşmanları müslümanları ne kadar sikıştırırlarsa
sıkıştırsınlar, ne kadar işkence yaparlarsa yapsınlar; müslümanlara ne kadar eziyet ederlerse etsinler, ne kdar onlarla
alâkalarını kesip boykot ederlerse etsinler, ne kadar onların
aleyhine toplantı yaparlarsa yap-sınlar; onların bu da'vetin
meyve vermesine engel olamıyacaklarmı, yeryüzünün doğusuna
ve batısına yayılmasını önleyemeyeceklerini lisan-ı halleriyle
Sayfa 11
MUHACIRUN DERGISI–
B.Çobanoğlu
açıklamak için deniz ötesinden Allah Resûlü'ne geldiler... Sanki
Ebû Cehil bu hakikati sezmişti de o hakikatin etkisi nefsinde ve
bu hey'etin yüzüne karşı söylediği kin kusan kelimelerde kendini göstermiştir. Fakat Ebû Cehil'den ne yapması beklenirdi ki?
Onun ve onun gibilerin yapabilecekleri şeyler sadece müslüman-ların başına zulüm ve işkence yağdırmak. Ama da'vetin
hedefine varmasına ve meyvesini vermesine engel olamazlar.
İkinci Husus: Bu hey'et fertlerinin inandıkları imanın türü
nedir? Bu iman, küfür karanlıklarından nura çıkan kişinin
imanı mı-dır?
Gerçek şudur ki, onların imanları, eski inançlarının devamın-dan ve sımsıkıya tutundukları dinin ve inancın gereği olarak
İs-lâm'a girmekten ibaretti. Hakikaten onlar (siyret nakilcilerinin kesin olarak açıklamalarına göre) İncil ehli idiler, İncil'e
iman ediyorlar ve onun hidâyeti üzere yürüyorlardı. încü İsa
(a.s.)'dan sonra ge­lecek olan peygambere uymayı emredince
ve o peygamberin özel-liklerinden,
bir kısım sıfatlarından bahsedince;
artık bu peygambe-re, yâni Hz. Muhammed (as)'a iman etmek devam
eden imanın, gereği olmuştu.
O halde bu hey'et fertlerinin Resûlullah'a iman etmeleri, birin-den
diğerine tercih sebebiyle bir dinden
diğer bir dine geçiş işlemi değildir.
Zaten onların Peygamberimize
iman etmeleri, Hz. İsa'ya ve ona
indirilene imanın devamı olmuştu.
Âyette geçen onların şu sözlerinin
mânâsı da budur. Âyet şudur:
«Kendilerine Kur'an okununca (Biz
ona inandık ve şübhe yok ki, bu
Rabbımızdan gelen bir hak ve
gerçektir. Hakikaten biz, bundan önce de İslâm'ı kabul etmiş
kimselerdik) dediler». Yâni bizler müslümandık ve Hz. Muhammed'in da'vet ettiğine, onun peygamber olarak gönderilişinden önce de inanan mü'minlerdik. Çünkü încil ona inanmaya çağırı-yordu...
Isâ (as)'ın veya Mûsâ (as)'ın getirdiği ilâhi hakikatlara gerçekten bağlanan kişilerin tümünün durumu budur. Çünkü, İncil'e
ve Tevrat'a inanmak, Kur'an'a ve Hz. Muhammed' (s.a.v.) Te
inanmayı gerektirir. Bunun için Yüce Allah, Resûlü'ne, ehl-i
kitabı İslâm'a da'vet ederken sadece kendi talebettikleri şey-lerin iman iddiasında bulundukları incil veya Tevrat'ta bulunan
şeyleri tatbik etmelerini istemekle yetinmesini emretti. Bu konuda şanı yüce Allah: «.Ey Resulüm, de ki: Ey ehl-i kitab! Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni gereğince uygulamadıkça, siz hiçbir şey (din ve kanaat) üzerinde değilsiniz»
diye buyurmaktadır.
Bu durum, daha önce de açıklamış olduğumuz: «Hz. Âdem'in
yaratılışından Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamber olarak
gönde-rilişine kadar, hak dinin tek olduğu, birden fazla olmadığı» kanaati-ni te'kid etse gerektir.
Hakikaten, bir kısım insanların kullanmış olduğu, «semavî dinler» tabiri anlamı olmayan bir terimdir.
Evet... Bunlar müteaddit semavi şeriatlardır. Her semavi şeriat,
kendinden önceki şeriatı yürürlükten kaldırır. Fakat genel anlam-da veya bir akideye ad olarak verilen «Şeriat» kelimesini
birbirine karıştırmamamız gerekir.
YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
Hanımlar Köşesi
Kadın-Erkek eşitliği (7)
Başka açılardan Tesettür...
İslam'ın, müslüman kadınlar için öncelikli emirlerinden
olan tesettür, şeytan ve dostlarını en çok rahatsız eden meselelerden birisidir. Rahatsızlık duydukları husus, mümine
bir kadının örtünmesinden ziyade bu eylemin diğer kadınlar
arasında da yaygınlaşması ve diğer kadınlann da, gerçek
kadınlık değerlerini farkederek örtünmeye meyletmeleridir.
Tabi ki bu duruma pek tahammülleri yoktur.
Çünkü serbestlik adına, kadını çıplak bir şekilde görmek
istemektedirler. Çünkü ekonomi adına, kadının çıplaklığını
kullanmak istemektedirler. Çünkü cömertlik adına, kadının
vücudundan faydalanmak istemektedirler.
Nitekim mü'min bir kadın için problem olmayan bu tesettür
eylemi, şeytani zihniyete sahip böylesi kimseler için başlı
başına bir problem olmaktadır. Çırılçıplak gezenlerden rahatsız olmayan ve onların bu halini nefsani bir tebessümle
karşılayan bu zihniyet, örtülü bir kadın gördükleri zaman
sinirli bir telaşla konuşmaya başlamaktadırlar.,
Kızım niye öcü gibi kapanıyorsunuz? Bu yaşta niye örtünüyorsunuz. Gençliğinize yazık değil mi?
Örtünmeyi, gençliğe yazık etmek olarak algılayan bu zihniyete göre, gençliği yazık etmemek için ne yapılacağı bellidir!.
Nitekim bu anlayışa göre, soyunup dökünen, erkeklerin malı ve maskarası olan
Brigitte Bardot, gençliğine yazık etmeyen
mümtaz kadınlardan birisidir!.
Oysa vücudunu yani etini teşhir ve takdim
ederek belli bir servet biriktiren ve bu
servetini köpeklere vakfeden Brigitte Bardot, gençliğine, kimlik ve kişiliğine yazık
etmemiş midir?
Etini satarak kazandığı parayı köpeklere
vererek, gerçek düzlemde etini, kimliğini,
namus ve onurunu sokak köpeklerine vakfetmemiş midir?
İnsana ve insanlığa değer veren İslam, kadınlara da gerçek
düzlemde değer vermekte ve kadınlann bu değere sahip
çıkabilmeleri için mutlaka ve mutlaka örtünmeleri gerektiğini beyan etmektedir;
Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablanndan) üstlerine giymelerini söyle; onların (iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur. Allah, çok bağışlayandır,
çok esirgeyendir.
Tesettür hadisesini hangi boyuttan değerlendirirsek değerlendirelim, güzel ve hikmetli gerçeklerle karşılaşmamız
mümkündür. Oldukça güncel olan "Kadınlann neden örtünmesi gerekir?" sorusu, birçok boyuttan cevaplandınlabilecek bir sorudur. Biz bu nedenlerden sadece üç tanesine genel olarak değinebiliriz:
1. Fuhşiyatı Önlemek İçin Tesettür
Bu başlığı gören bazı kimseler "Açık giyinen herkes ahlaksız
mı? Açık giyinen herkes fuhuş mu yapıyor?" diyeceklerdir.
Elbetteki hayır!.
Sayfa 12
MUHACIRUN DERGISI–
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Misafir Kalemler
Moda denilen iğrenç büyünün etkisi altında kalarak açık
giyinmelerine rağmen, kendi anlayışlarına göre oldukça
namuslu, kendi anlayışlanna göre oldukça iffetli kadınlar
bulunmaktadır. Ancak şu hususun dikkate alınması gerekir
ki, açık veya kapalı giyinmek, kişinin sadece kendi-ini veya
kendi iç dünyasını ilgilendiren bir mesele değildir. Bu
meselenin topluma dönük, topluma açık bir yönü bulunmaktadır. Dolayısıyle açık veya kapalı giyinmeyi, kadının sadece kendisine, kendi anlayış ve yaklaşımına göre
değil, bu kadınla karşı karşıya gelen, bu kadını gören topluma göre de değerlendirmemiz gerekecektir.
Kadınla karşı karşıya gelen kesimi dikkate aldığımız zaman,
ister istemez meselenin vehçesi değişecek ve kadının kendi
dünyasına ve kendi bakışına göre pek mahsurlu gözükmeyen
bu fiil, meselenin toplumsal boyutunda derin bir vehamet
kazanacaktır. Çünkü içinde yaşadığımız toplumda,
erkeklerin ve erkeksi yaklaşımların bu meseleye nasıl
baktıktan ve açık giyinen bir kadın gördükleri zaman, bu
kadınla ilgili olarak neler düşündükleri genel olarak bilinen şeylerdir.
Bir kadın için açık veya kapalı giyinmek, kadın açısından
önemli olmasa da, bu kadını gören erkekler açısından
oldukça önemlidir.
"Efendim, bu benim için hiç önemli değildir. Ben herhangi
bir kadının bacağını veya göğsünü
gördüğüm zaman aklıma hiçbir cinsi
tema gelmiyor" diyenler, ya doğru
söyleyen birer hadım veya yalan
söyleyen birer erkektirler.
Çünkü herhangi bir erkek tarafından, bir
kadının bacağı veya göğsü veya başka bir
yerleri görüldüğü zaman bazı cinsi
temaların akla gelmesi ve cinsi olarak
kadının arzulanması, ahlaki değil fıtri bir
olaydır!.. Fıtraten sağlıklı her erkek,
cinsi görüntüsünü ön plana çıkaran veya
cinsi özelliklerini teşhir eden kadınlara karşı nötr değildir.
Meselenin ahlaki etkinliği, bu fıtri isteği yoketme noktasında
değil, disipline alma veya engelleme noktasında kendisini
gösterir.
Mesela müslüman olduktan sonra birçok açık kadını
görmelerine ve bazı cinsel görüntülerle ister istemez
karşılaşmalarına rağmen zina yapmayan milyonlarca erkek
müslüman vardır. Zina yapmak bir yana, bu kadınlarla
rahat sosyal ilişkilere bile girmeyen bu müslümanlara
bakarak "Bunlar kadınlardan etkilenmiyorlar, kadınlara
karşı oldukça soğuklar.." diyemezsiniz. Çünkü müslüman
olan bu erkekler ile, diğer erkekler arasında, fıtri bir
farklılık yoktur. Cinsel görüntülerle karşılaşan diğer
erkekler nasıl etki-leniyorlarsa, müslüman erkekler de bir
erkek olarak etki-lenmektedirler. Müslümanların zina
yapmamalarının nedeni kadınlardan etkilenmemeleri değil,
Allah korkusuyla kendilerini bundan engellemeleridir.
Meseleyi diğer erkeklere göre değerlendirdiğimiz zaman,
hiç şüphesiz ki karşılaştıkları birçok kadından etkilenmelerine rağmen, birçok kadınla cinsi ilişki arayışına
girmeyen erkekler de bulunmaktadır.
YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014
ِ‫إن إ مْكُ م إ ل ّ ل‬.
ِ
ِ
Sohbetler/Düşünceler
KUR´ÂNDA GENÇLER VE GENÇLIK DEĞERLERİ(13)
ISLAMİ KİMLİK
Aynîleşme=özdeşleşme (identification, insanın sevdiği bir kişiyi
olduğu gibi sürekli öykünme/taklid etmesidir. Birinin yaptığı gibi yapmak, birine veya bir şeye benzemeye çalışmak, taklit etmek.. )
Özdeşleşen kişi, özdeşleştiği kişiye severek bağlanır; ve kendini onunla özdeş görür. Oysa öykünmede, öykünülen ya da örnek alınan kişi birden çok olabilir; ve insan öykündüğü, örnek
aldığı kişiyi beğenebilir ama ona sevgi ile bağlanmayabilir.
Öykünme ve örnek alma, davranış odaklıdır; beğenilen davranış örnek olarak alınır. Özdeşleşme ise, kişi odaklıdır; sevilen, beğenilen kişi gibi olmanınn yanısıra ona kendini
beğendirmek amaçlanır. Başka bir deyişle, özdeşleşilen insan hem bir örnek olarak alınmakta, hem de ona hayran
olunarak, duygusal bir bagla bağlanılmaktadır.
Çocuk ve basit insan için grup ile aynîleşme yeterli bir tatmin
vasıtası olabilirse de yüksek ve gelişmiş şahsiyetler aynîleşme
objesi olarak ideal bir yükseklik ve kemâl ararlar. Bu yükseklik
ve kemâl ise ancak günahtan korunmuş ve arınmış peygamberlerin şahsiyetlerinde mevcuttur. Özellikle son peygamber Hz.
Muhammed (sav), insânî şahsiyet vasıflarını bütün kemâliyle
topladığı için onun şahsiyeti inananlar için büyük bir örnek
teşkil etmektedir. Nitekim Kur ân-ı
Kerîm de bu husus şöyle belirtilir:
Gerçekten Allah a ve âhiret gününe
kavuşmayı ümid edenler ve Allah çok
zikredenler için, size Rasûlüllah ta en
güzel bir örnek vardır. (Ahzâb, 21)
Rasûlüllah örnek almak ise, Allah a
ve âhiret gününe inanıp, Allahı çok
anan, temizlenen ve öğrenen müminler için mümkündür. Bu konuda
Kur´ân-ı Kerîm de şöyle buyuruluyor:
Size olan nimetimi tamamlayayım ve
böylece yola gelmş olasınız. Nitekim
kendi içinizden, size âyetlerimizi
okuyan, sizi (her kötülükten) temizleyen, size Kitâbı ve hikmeti getirip, size bilmediklerinizi öğreten
bir resul gönderdik. (Bakara, 150-151).
Din eğitiminin amacı, insandaki aslî fıtratı, (yani Allah, insanları hangi fıtrat üzerine yaratmış ise onu )korumak veya o fıtrata geri çevirmektir.
Din, insanın bağlanacağı, değişmeyen, insan tabiatının ve
fıtratının kaynağıdır. Insan dîne yönelmekle dosdoğru yola
ulaşmış, aslî fıtratına dönmüş olur. Kur ân-ı Kerîm de Allah
Teâlâ şöyle buyuruyor: (Resulüm) sen yüzünü hanîf olarak
dîne, yâni Allah insanlar hangi fıtrat üzere yaratmış ise o fıtrata çevir. Allahın yaratışında değişme yoktur.Işte dosdoğru din
budur; fakat insanların çoğu bilmezler. Allah a yönelerek O na
karşı gelmekten sakının, namaz kılın ve müşriklerden olmayın.
(Rum, 30-31).
Bu âyetlerde insanın aslının, yaratılışının, doğru ve hanîf olan
gerçek dine uygun olduğu belirtilerek, bunun korunması için
insan şahsiyetinin yeniden bu dine yönelmesi istenmektedir.
Insan, insânî hayatla ilgili ihtiyaç ve isteklerini temin etmek
ister. Bu isteklerini tatmin eden gerçek dînden/ fıtrî dînden
uzaklaşınca azgınlaşmakta, aşırılıklara, çılgınlıklara ve antisosyal davrannılara yönelmekte, kendini, toplumu ve dini bozmaktadır.
Insanlık tarihi boyunca fıtrî dinden uzaklaşanlar câhil olduklar
için hevâ ve nefislerine uyup birçok parçalara ayrılıp fesâda
Sayfa 13
MUHACIRUN DERGISI–
Ibni Abdulhalim
düştüklerini çeşitli kaynaklardan öğrenmekteyiz. Bugün ise fıtrî
dinden uzaklaşan insanlar çeşitli anormalliklere, alkolizme,
uyuşturuculara müptelâ olmakta, birlikte samîmi ilişkiler geliştirme yerine ferdî ve içtimâî tahrip, işgal, bozgunculuk ve sömürü planları yapmaktadır. Nitekim Kur´ân-ı Kerîm de şöyle
buyuruluyor: Insanlarin kendi ellerinin kazandığı (günahlar)
yüzünden karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Böylece işlediklerinin bir kısmını (bu dünyada) Allah onlara tattırsın diye;
umulur ki (tuttukları kötülüklerden) dönerler. (Rûm, 41).
Insanlar, fıtratın hilâfına olarak, şirk, ahlâksızlık, haksızlık,
hevâ ve ihtiraslarının çarpışması sebebiyle fıtrî nizam bozuldu;
gerek tabiî ve gerek içtimâî şartlarda uygunsuzluk meydana
çıktı. Hud suresinde bu konuda şöyle buyruluyor:
Ey Nuh! dedi, o senin âilenden değildir. Onun yaptığı yaramaz
iştir.(amelun gayru salih) Bilmediğin bir şeyi benden isteme.
Sana câhillerden olmamanı öğütlerim. (Hud, 46).
Insanların yaratılışın hilâfına olarak yaptığı yanlış davranışları,
yakınlarındaki en iyi insanların bile değiştirmesi güç, bazen de
imkansızdır. Insan kendi davranışlarından bizzat sorumludur.
Kendisinde iyiye veya kötüye doğru yapacağı değişmeyi başka
hiçbir kimse onun yerine yapıp ona veremez.
Insana çalışmasından başka bir şey yoktur... (Necm, 39).
Insanın yaptığı fıtratına uygun
olmayan davranışlar, onu aslî
fıtratından uzaklaştırıp insana
yeni ve değişik bir şahsiyet kazandırmaktadır.
Iyi davranışlarda ise fıtrata dönüş
şahsiyet bütünlüğü ve güzel bir
hayat vardır:Gerek erkek, gerek
kadın kim mümin olarak iyi
amelde bulunursa hiç şüphesiz
onu dünyada çok güzel bir hayat
ile yaşatırız. Onların ücretini
yaptıklarının en güzeli ile veririz.
(Nahl, 97).
Inanıp yararlı işler yapanlara
altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu
müjdele.. (Bakara, 25).
Muhakkak ki Biz, insana doğru yolu gösterdik. O ister şükredici olsun, ister nankör. (Insan, 3).
Biz insana hayır ve şer yolları olmak üzere iki yol gösterdik.
(Beled, 10).
Yani biz, insana her iki yolu da bildirip tanıttık. Insan bu iki
yoldan birini seçme fıtratı üzerine yaratıldığı gibi, işinin ilk
başlangıcında da iyilik veya kötülük yollarından birini tercih
etmek ve bunlardan birisini yapabilmek fıtratına da sahip bulunmaktadır. Insan bunlardan herhangi birini yapacak olursa
onunla ünsiyet etme, alışma durumu olur.
Ona alışınca da tekrar eder durur. Derken artık bu iş onun için
bir tabiat haline gelir. Insan, bir işe alışıp tabiatı olunca artık o
şey, o insan için bir meleke haline gelir.
Insan iki yol ile karşı karşıyadır: Ya insana has fıtrî bir yola
girecek, insanlığını gerçekleştirecek, ya da kendini başıboş
isteklere kaptırıp fıtrî özelliklerini örtecektir. Fıtrî dîni yaşayan
insanlar, bütün insanlık için bir nümûnei imtisâl olma durumundadır; bu husus Kur ân-ı Kerîm de şöyle açıklanır: Böylece
sizi vasat (orta) bir ümmet kıldık ki insanlara karşı adâlet
numûnesi hak şâhidleri olasınız. Peygamber de sizin üzerinize
şâhid ve örnektir. (Bakara, 143).
YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Yarının Büyükleri
Müslüman Çocuğun Edebi
Bunları Biliyormusunuz?
12)-INSANLARA KARŞI GÖREVLERIMIZ
01) Hiç kimseye zarar vermemek:Insanların canına, malına,
konutuna, hürriyetine, namus ve şerefine tecavüz etmek dinimizce yasaktır. Bunlar insanların dokunulmaz haklarıdır. Müslüman, başkalarının hakkına saygı göstermek, insanlara zarar
verici her türlü fiil ve davranıştan sakınmakla görevlidir.
Gerçek Müslüman olabilmenin bir şartı da budur. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:"Müslüman, diğer Müslümanların dilinden ve elinden zarar görmediği kimsedir."
02) Başkalarına yardım etmek: Insanlara tatlı sözlü ve güler
yüzlü davranmak, fakirlere yardım etmek, yoksulların ihtiyaçlarını karşılamak, kimsesizleri korumak, düşeni kaldırmak,
yolunu şaşıranlara yol göstermek dinimizin emri, iyi ahlâklı
olmanın gereğidir.
03) Büyüklere saygı, küçüklere merhamet göstermek:Anne ve
babamıza, büyük kardeşlerimize, öğretmenlerimiye ve yaşca
bizden büyük olanlara saygı göstermek, bizden küçüklere
kimsesizlere, güçsüz ve yetimlere merhamet etmek, yardımcı
olmak önemli bir ahlâk kuralıdır.
Peygamberimiz (s.a.v.) bu konunun önemi hakkında şöyle
buyuruyor: Büyüklerine saygı göstermeyen, küçüklerimize
merhamet etmeyen bizden değildir.
05) Dargın durmamak: Müslümanlar arasında herhangi bir
sebeple dargınlık olursa, vakit geçirmeden dargınlar hemen
barışmalıdır. Peygamberimiz: "Bir Müslüman diğer din kardeşi ile üç günden fazla dargın durması helal olmaz."
Buyurarak dargın durmanın kötü bir davranış olduğunu
bildirmiş, uzun süre küs duranların büyük günah işlediklerini
belirterek şöyle buyurmuştur: "Bir kimse
Müslüman kardeşi ile bir sene küs durursa onun kanını dökmüş gibi günaha girmiş
olur."
06) Dargınları barıştırmak: "Mü'minler
ancak kardeştirler.
O halde iki kardeşinizin arasını düzeltiniz."Hucürat süresi 10 Peygamberimiz
(s.a.v.) Efendimiz de: "Sadakaların en
hayırlısı dargın olan kimseleri barıştırmaktır." (Seçme Hadisler) buyurarak
dargınları barıştırmanın çok hayırlı bir davranış olduğunu bildirmiştir.
07) Dostları ziyaret etmek: Müslümanlar uygun zamanlarda
yakınlarını, büyüklerini ve baba dostlarını ziyaret etmelidir.
08) Misafirleri ağırlamak: Misafirleri ağırlamak dinimizin
tavsiye ettiği iyi davranışlardan biridir. Misafir severli-ğin
milli geleneklerimiz arasında önemli bir yeri vardır. Türk
Milleti, tarih boyunca misafirlere karşı iyi davranışı ile tanınan bir millettir.
09) Dâvete gitmek: Bir Müslüman eğer sakıncalı bir durum yoksa, din kardeşinin davetine gitmeli, vereceği yemeğe
katılmalıdır. Bu davranış Müslümanlar arasındaki sevgiyi
artırır. Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Sizden birinizi din kardeşi düğün yemeğine veya benzeri şeye
davet ederse gitsin."
Sevgili Peygamberimiz zengin, fakir ayırımı yapmaz, bir hizmetçi davet etse bile giderdi.
Sayfa 14
MUHACIRUN DERGISI–
Soru : Hacerul Esved nedir, nerededir ve nereden gelmiştir?
Kabe’nin köşe duvarı içine yerleştirilmiş siyah bir taştır ve
cennetten gelmiştir.
Soru : Akaid ilminin ilk temsilcileri kimlerdir?
Imamı Azam Ebu Hanife, Ebu Mansur Maturidi, Imamı Eşari.
Soru : Davetçinin vasıfları nelerdir bir kaç tanesini sayınız?
a- Çalışmalarının karşılığını Allah (c.c.)’dan beklemelidir.
b- Yardımın yalnız Allah (c.c.)’dan olduğunu unutmamalı.
c- Vazifesini yapar ama neticeyi Allah (c.c.)’a bırakır.
d- Yumuşak huylu, seven, sevdiren,sevindiren, mütevazi olmalıdır.
e- Korkutucu değil, müjdeleyici olmalıdır.
f- Hareketlerini ve duyu organlarını Kur’an’a göre ayarlamalı
ve onunla terbiye etmelidir.
Soru : Islam devletinde müslümanlar gibi mal, can, din, namus
ve nesil güvenlikleri devlet teminatı altında olan, fakat askerlik
yapmayan, bunun karşılığında cizye ödeyen ve bir anlaşma ile
halifeye bağlı olanlara ıstılahta ne ad verilir?
Zımmi.
Soru : Ateşten yaratılan, maddi varlıkları olmadıkları için melekler gibi görünmeyen, insanlar gibi iyileride, kötüleride olan
bizler gibi imtihana tabi tutulacak ve yine bizler gibi “Allah
(c.c.)’a ibadet etmeleri için yaratılmış” olan mahlukların ismi
nedir?
Cinler.
Soru Efendimiz (s.a.v.)’in buyurduğuna göre, kıyamet günü Allah (c.c.)’ın gölgelendireceği yedi sınıf insan hangileridir?
a- Adil yöneticiler.
b- Allah (c.c.)’a ibadet yolunda yetişen gençler.
c- Camilere kalpten bağlı kimseler.
d- Allah (c.c.) için birbirini seven kimseler.
e- Makam sahibi bir kadın Zinaya davet ettiğinde “Ben Allah’tan korkarım” diyerek
reddedenler.
f– Gizlice sadaka verenler.
g- Yalnızken Allah (c.c.)’ı anıp gözyaşı dökenler.
Soru : Kıyamet gününde en son dirilip, hesaba ilk olarak çekilecek ümmet hangisidir?
Ümmeti Muhammed
Soru :Iyiliğe kabiliyeti olmayan ruh cinsinden bir yaratıktır.
Ateşten yaratılan, daima kötülük düşünen, insanları yoldan
saptıran, bir adı da iblis olan bu yaratığı tanıdınız mı?
Şeytan.
Soru : Herkesin bilmesi gereken dört mesele nedir?
a- Ilim; Allah (c.c.)’ı, Peygamber (s.a.v.)’i ve Islam dinini delilleri ile bilmek,
b- Amel; Bildiği ilim ile amel etmek,
c- Davet; Tebliğ görevini yerine getirmek.
d- Sabır; Eziyet ve zulümlere sabretmek, yılmamak
YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014
H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z
A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r .
Basından Seçmeler
Kafkasya
direnişinin
Rus askerleri
ve Rus
dönem yaşanmış
olanlideri
tüm Dokko
acıları Umarov
sahipleniyoruz.
O acılar
yanlısı Kadirov milisleriyle girdiği çatışmada yaşamını yitirdi
hepimizin acılarıdır.
Ermenilere Vatandaşlık İçin Yeşil Işık!
Yasin Aktay,1915 olaylarına ilişkin başbakanlık açıklamasını
"İnsani görev, resmi tutuma dönüştü" şeklinde değerlendirdi.
25 Nisan 2014 10:22:00
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Yasin Aktay,
mağduriyetlerin giderilmesi için elimizden geleni yaptık derken
şöyle konuştu:
İNSANİ GÖREV, RESMİ TUTUMA DÖNÜŞTÜ
Biz bir adım bekleyerek bir adım atmadık. Türkiye olarak biz
insani bir görev yaptık. Bu insani görev resmi bir tutuma bugün
dönüşmüş oldu ama AK Parti olarak bizim öteden beri
görüşümüz bu istikametteydi.
Bu istikamette olduğumuzu da dost düşman herkes biliyordu.
Dost düşman herkese önceden duyurmuştuk ki evet acılar
çekilmiştir, Ermenilerin çekmiş oldukları bizim de
acılarımızdır. Ermeniler o dönemde bu ülkenin vatandaşlarıdır.
18 Mart 2014 Salı Saat 18:10
Bu ülkede hasbelkader tehcir edilmiş olduğu bilinen insanlar o
dönemde Osmanlı toprakları dışına tehcir edilmemişlerdir.
Kafkasya Emirliği Komutanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada,
Osmanlının içerisindeki başka bir bölgeye aktarılmıştır o
liderleri Dokko Umarov'un şehid olduğu duyuruldu.
insanlar. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra parçalanma meydana
Umarov'un Rus askerleri ve Kadirov'a bağlı milislerin birlikte
gelmemiş olsa, o Ermeniler hala bizim vatandaşımız olmaya
düzenlediği bir saldırıda çatışarak yaralandığı ve yaşamını yitirdiği
devam edeceklerdi. Sonradan meydana gelen ulus devlet haline
duyuruldu.
geçme sürecinde, duygularımız da aynı şekilde parçalanmış
Dokko Umarov'un naaşı direnişçiler tarafından bölgeden
bölünmüş bir tür farklı komplikasyonlara, karmaşalara,
uzaklaştırıldıktan sonra, Rus askerlerinin olmadığı güvenli bir bölgeye
komplekslere yol açmış travmalar yaşadık hep beraber. Bu
götürülerek burada mütevazi bir törenle defnedildi.
travmaların bugün üstesinden gelmek öyle kolay bir şey değil.
Direnişçilerin resmi internet sitesi Kavkazcenter da açıklamayı teyit
Bizim baştan itibaren tutumumuz budur. Acıları ayrıştırmadan,
etti.
acıları yarıştırmadan, günümüze faturalar da çıkarmadan o
Anne ve babasını 300
parçaya bölmüş
kendilerine bakıyordu. Ev zifiri karanlıktı. Fatura ödemediği
için yıllardır elektriksiz yaşıyordu. "Susma hakkımı
kullanıyorum" dedi...
..........................................................
K. Öner'in 9 yıl önce eşi, 6 yıl önce de anne-babası kayboldu.
Bursa polisi K.Öner'in evinde bir kroki buldu, krokiye bakarak
bahçe kazıldı ve anne-babasının 300 parçaya bölünmüş
cesetleri ortaya...
27 Nisan 2014 Pazar Saat 08:56
Putin: İnternet CIA'in
projesidir
İstanbul Emniyet'i de kayıp eş Canan Öner için harekete geçti.
Polis, K.Öner için "K. çok zeki ama titizliği, her şeyi not alıp
arşivlemesi sonu oldu. Cinayetlere rağmen maktullerin
bulunamaması, hayatı, yalanları dizi film olur. Çok nitelikli bir
katil. Hollywood K.'den iki film çıkarır" dedi.
BURSA Emniyeti Cinayet Bürosu, 6 ay önce eski bir dosyayı
raftan indirdi. İznikli emlak zengini yaşlı çift Ahmet Refik (82)
ve Emine Öner (75), 2008 Nisan'ından beri kayıptı. Çiftin üç
çocuğunun -emekli öğretmen Zeliha Bedel (62), emekli
astsubay Kamil Öner (60), İÜ Felsefe Bölümü mezunu K.Öner
(56)- ifadelerini aldılar. Halka daralmıştı.
EV KARANLIKTI
Cinayet Büro ekibi, tek isimde mutabıktı: Çiftin en küçük oğlu
K. Öner. Sıra gözaltına almaya gelmişti ama ellerinde kanıt
yoktu. İstanbul Bayrampaşa'da yaşayan K.Öner'in,
dolandırıcılıktan kesinleşmiş bir cezası vardı. İstanbul
Cumhuriyet Savcılığı bu suçla ilgili arama izni çıkardı.
24 Nisan Perşembe gecesi Bursa Cinayet Bürosu ekipleri,
K.Öner'in Bayrampaşa'daki dubleks apartman dairesinin
kapısını çaldı. Açmadı. Çelik kapıyı çilingirle açtırdılar. İkinci
kapıyı kırıp girdiklerinde K.Öner, koltukta oturmuş, sakince
Sayfa 15
MUHACIRUN DERGISI–
Rusya Devlet Başkanı Putin, internetin bir CIA
projesi olduğunu ve Amerikan gizli servisi
tarafından kontrol edildiğini söyledi.
25 Nisan 2014 Cuma Saat 12:36
Rusya Devlet Başkanı Putin, internetin bir CIA
projesi olduğunu ve Amerikan gizli servisi
tarafından kontrol edildiğini söylerken, ülkesinin
menfaatleri için online mücadele yapmak zorunda
kaldıklarını da belirtti
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'den internetle
imlgili ilgniç bir iddia geldi. Putin, internetin,
Amerika Birleşik Devletleri (ABD)'nin istihbarat
teşkilatı CIA'in projesi olarak geliştirildiğini söyledi.
Putin, internetin Amerikan gizli servisi tarafından
kontrol edildiğini belirtirken, ülkesinin menfaatleri
için online mücadele yapmak zorunda kaldıklarını da
kaydetti. Putin, internetin şimdiki ilerleyişinin de,
CIA’nın istediği yönde olduğunu söyledi.
YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014
‫ تم ن ْحوة ف م هللا هللاك ى ين تم نإ ش ن رفهللا ى إ ْ هللاك ين ن رفهللاإ‬: ‫قْل ول ل ى علي ى ل لل‬
‫ش تم ن ع ى لي وفهللا ْحوة ف هللام ن هللا هللاك ى ين تم نإ ش ن رفهللا ى إ ْ هللاك ين ن رفهللاإ ش تم ن لمهللا‬
‫ م ن هللا هللاك ى ين نم نإ ش ن رفهللا إ ْ هللاك ى ين‬-) ‫ظُلْ أْ ُل إ َضُّهف نْ ضر ًّ ن ض هللا‬
‫( نص ب ْح ى‬- ‫هللاضهللا‬
‫ن رفهللاإ ش تم ن لمهللا كة نى هللام ن هللا هللاك ى ين تم نإ ش ن رفهللا ى إ ْ هللاك ين ن رفهللاإ ش تم ن ع ى‬
‫ و ْه يد‬. ‫لي وفهللا ْحوة فإ ش لم‬
Rasulullah (SAV) şöyle buyurdular: “Nübüvvet Allah’ın dilediği kadar aranızda olacaktır, sonra kaldırmayı dilediğinde onu kaldıracaktır. Sonra Nübuvvet minhacı üzere hilafet olacaktır,
böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra Allah onu kaldırmak dilediğinde kaldıracaktır. Sonra ısırıcı meliklik olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra
Allah onu kaldırmak dilediğinde kaldıracaktır. Sonra ceberut meliklik olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra Allah onu kaldırmak dilediğinde kaldıracaktır.
Sonra nübuvvet minhacı üzere olan bir hilafet olacaktır.” (Imam Ahmed 4/273)

Benzer belgeler