Sayi 1/Yil 1
Transkript
Sayi 1/Yil 1
سطأل َ َط َي ْطِْ ح َ ْا ِم اِأ َ ْم َ َا َي َ َاا ح نْ َِ لَ ا َا َأط ْح َي ِ ََط ْح ع َ َط َي ِ ََط ْح حْ نم.ل حْ نم ِِ ِم ِ ِ حْ نم ِْا Sayi 1/Yil 1 YIL 3/ SAYI 28 CEMADIYEL AHIR 1435/ NISAN 2014 ب ِ ْس ِم Hediyemiz olsun! بســـم ا من الر من ا م يا م اُ فْ ف ْنو ْ نف َُ ْم ُفبَُبف َُ ْم فْ ب اف نفيويّللاَُْبك َُْ ّللا ّْللا َُ ُم ب هَك ب َُاُ ف و قُلْ نك ُُْ ُ ْم وَُّللا ف De ki: eğer siz Allahı seviyorsanız hemen bana uyun ki Allah da sizleri sevsin ve suçlarınızı mağfiretle örtsün, Allah Gafurdur, Rahîmdır. (Ali Imran,31) Aylık; Islami, Siyasi ve Ilmi Dergimiz... kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk k ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Fihrist Dersler Konular Yazarlar Sayfa — — 2 Veyl Olsun Ümmeti Paramparça Edenlere! Editör 3 Tefsir Dersleri Fecr Suresi (Giriş) Ebu Abdurrahman 4 Tefsir Dersleri (devam) Fecr Suresi (1-5) Ebu Abdurrahman 5 ...Türkiye'de fikir ve yazı hürriyeti de yoktur: M. Metin Müftüoğlu 6 Üçüncü Delil:ICMA´ Ibni Abdulhalim 7 İslâm Fıkhı Açısından Organ Nakli-(2) Ebu Ensar 8 İMKÂNLAR ve HAMLELER-(4) Cemaleddin Hocaoğlu 9 Islam/Ibadet Kelime-i Şahadetle çelişen tutumlar-(8) Said Havva 10 Siyer/Davet Allah Resulüne Gelen İlk Heyet B. Çobanoğlu 11 Kadın-Erkek eşitliği-(7) Başka açılardan Tesettür... Misafir Kalemler 12 Kur´anda Gençler ve Gençlik değerleri-(13); KİMLİK Ibni Abdulhalim 13 Müslüman Çocuğun edebi, Bunları Biliyormusunuz? Anonim 14 Dokko Umarov Şehid edildi! Anne ve babasını 300 parçaya bölmüş ! Putin: İnternet CIA'in projesidir Ermenilere Vatandaşlık İçin Yeşil Işık!! — 15 Fihrist Gündem/Yorum Gençlerle Başbaşa Suffa Mektebi Fetva Köşesi Beyyineler Hanımlar Köşesi Sohbetler/Düşünceler Yarının Büyükleri Basından Seçmeler Muhacirun Dergisi: www.muhacirun.net Yazışma Adresimiz: [email protected] Sayfa 2 MUHACIRUN DERGISI– Doğrular Islamın doğrulardır, hatalar/yanlışlar bizim yanlışlarımızdır. Okuyucularımızdan (Islama göre varsa) Hatalarımızın düzeltilmesini istirham ediyoruz. YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Gündem/Yorum Veyl Olsun Ümmeti Paramparça Edenlere! Bir Musîbet, bin Nasihatten yeğdir, ama bin musîbetten bir ders bile almayanlar için korkarım dünyevî cezalar, uhrevî büyük cezanın habercisidir. Müslümanların müptela oldukları zilletin en önemli sebeplerinden biri, İslâm âleminin kırk küsür parçadan oluşan değişik görüşleri olan devletçikler olmalarıdır. Avrupalıların birbirleriyle her konuda ittifak yapıp AB adı altında tek devlet haline gelişi, küfrün tek millet olarak gücünü birleştirmesi, emperyalizm ve fesadın globalleşmesi, artık ulusal devlet anlayışı modasının çoktan geçtiğini haykırmaktadır. Ya birleşeceksin, ya yem olacaksın! Yem olmaktan kurtulmak için bir'leşmek, olmazsa olmaz şarttır. Bir Allah'a inanan tevhid eri müslüman, her şeyde tevhidi / birlemeyi öncelikler. Rabbimizin bizler için gönderdiği kurtuluş reçetesi olan Kur´anda Şeriatte birleşmek… Önce kendimizle birleşmek, fıtratımızla ve inancımızla kopan bağımızı yeniden sağlamlaştırmakla işe başlamalıyız. Aynı dinin, aynı dâvânın insanı olan tüm ümmetle birleşmek dünyevî ideallerimizin başında gelmeli. Bütün bunlar için de Rabbimiz'le irtibatımızı sağlamlaştırmak gerekiyor. Zorba müstekbirlerin ittifak ve koalisyon yapmaya mecbur olduğu bir dünyada, müstaz'af mü'minlerin yaşadıkları topraklarda bile ciddi mânâda birliktelikler oluşturamayışları hangi akılla izah edilebilir? Küresel bir yangın alanına dönen müslümanların yaşadığı ülkelerde, cehennemî yangınları söndürmek için güç birliği oluşturmayan felâketzedelerin gözyaşları, yangınları söndürmek bir tarafa, benzin görevi yapmaktadır. Hem mevcut müslümanların konumu hem de İslâm düşmanlarının tavrı vahdeti, "hemen şimdi" şiarıyla kulak zarını patlatacak sesle çağırmaktadır. Suriyenin, Irakın, Mısırın, Afganistanın, Filistinin, Çeçenistanın ve hatta Türkiyenin insanlık düşmanları tarafından Madden veya Manen işgali bizi birleşip dayanışmaya zorlamıyorsa demek ki, biz de işgale uğramışız... Bir ülke topraklarının işgalinden çok daha kötü olanı, gönüllerin ve kafaların işgalidir. Savaş, öncelikle, insanın içinde kazanılır veya kaybedilir. İşgal güçlerinin ajanı olarak faâliyet yapan uzaktan kumandalı medyanın, câhilî eğitimin ve çevre şartlarının oluşturduğu fitne ve fesadın mü'minlerin gönüllerini ve kafalarını işgali, onların birleşmelerinden başka yollarının olmadığını haykırıyor. Emperyalizmin ve Yahudinin işgalinden kurtulmadan önce, dünyevîleşip yahûdileşen iç dünyalarımızı arındırmalıyız. İçimizdeki Islam düşmanlarıyla savaşmadan dışımızdaki görüntüleriyle savaşmak mümkün değildir. Kendi mescidlerini işgalden kurtaramayanların Mescid-i Aksâ'yı kurtarmaları mümkün değildir. Ümmet bilincinin yeniden kurulabilmesi için yerel, bölgesel, ulusal farklılıkların aşılabilmesi gerekir. İslâm toplumunun yeniden inşâsı, kişilikli, bilinçli bireylerin yetişmesiyle başlar. Sağlıklı bir toplum, nitelikli, erdemli bireylerden oluşur. Gerçek bir Devlet/Cemaat güçlü kişiliklerle inşâ edilebilir. Sağlıklı bir Devlet/Cemaat için bireylerin benliklerini arındırmaları gerekir. Bireyler, hayatın her alanında Allah'a yönelen bir bilinçle, eylemle, davranışla mükemmelliğe Sayfa 3 MUHACIRUN DERGISI– A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Editör ulaşırlar. Sağlıklı, tutarlı bir kişilik bilincine sahip olanlar, sağlıklı bir Devlet/Cemaat bilinci oluştururlar. Sağlıklı bir ümmet bilincine, ancak sağlıklı bir Cemaat bilinciyle ulaşılabilir. İçerisinde bulunduğumuz dönemde hem bireyin, hem Cemaatin ve hem de Ümmetin yapısı parçalandı.Müslümanların DNA sı bozuldu. İslâm ruhunun ifadesi olan merkez kurumlar, hayatiyetini kaybetti. Câmiler ve Medreseler toplumun yüreği olmaktan çıktılar. İslâm'ın ilk dönemlerinde mescidlerin sosyal, toplumsal, kültürel ve siyasal işlevleri vardı. Bugün Câmiler, sadece namaz kılınan Namazhaneler haline dönüştürülmüştür. Ümmet ve Cemaat anlayışı, hiç ihtilâf ve farklılığın olmadığı robot üreten bir yaklaşım değildir. İnsanların olduğu her yerde, ihtilâflar da olacaktır.Ancak, İslâm'ın aslî meselelerinde müslümanlar ihtilâf edemez. Müslümanlar arasında vuku bulacak olan ihtilâflardan, normal karşılamamız gereken ihtilâflar, İlâhî vahyin müslümanlara seçme muhayyerliği, tasarruf yetkisi, ictihad, yorum ve tercih hakkı verdiği meselelerdeki ihtilâflardır. Yarattığı insanın ne olduğunu ve bizlerin sözkonusu meselelerde hangi ihtilâflara düşeceğimizi hakkıyla bilen Yüce Rabbimiz, hiç kuşkusuz ki bu gibi ihtilâflarla bizleri sınamakta, denemektedir. Bu ihtilâflar karşısındaki kulluk mükellefiyetimiz, bu ihtilâfları birer fitne ve fesat sebebi durumuna getirmememizdir. Fakat (Kur`an ve Sünnette bildirilen)temel meselelerde ihtilaf olamaz. Yani Müslüman olan kimse bunlarda ihtilaf edemez… Mesela ; Başörtü ihtilaf sebebi olamaz. Zina, Içki ihtilaf sebebi olamaz. Şeriatı sevip Demokrasiyi reddedmek ihtilaf sebebi olamaz. Baş Öğretmenimizin kim olduğu ihtilaf sebebi olamaz. Hakimiyyetin kimin yetkisinde olduğu ihtilaf sebebi olamaz. Islami olmayan Devlet/Anayasa ve Kimselere itaat ihtilaf sebebi olamaz. Kimlerin Dost, kimlerin düşman olduğu ihtilaf sebebi olamaz... Çünkü, İslam’da din-devlet ayırımı yoktur. “Din ayrı, devlet ayrıdır” sözü küfür ve kafir sözüdür. İslam’da Siyaset vardır. Hatta İslam’ın her hükmü siyasetle ilgilidir... Çünkü:İslam hem din hem devlettir; hem hayat hem nizamdır; hem inanç hem hukuktur; hem merhamet hem cezadır; hem mushaf hem kılıçtır... Devlet, dinin bölünmez bir parçasıdır; dini devletten, devleti dinden ayırırsanız, din devletsiz kalır, devlet de dinsiz olur. Hakimiyyet, yani kanun koyma yetkisi, ِ ِ ن ْ ُح ْك ُم ْ إِّه ِ ِ إdemenin bir parçası olup kayıtsız ve şartsız Allah’ındır ve O’na mahsustur. Buna binaen, “Hakimiyyet kayıtsız ve şartsız milletindir” sözü küfür ve kâfir sözüdür. Kanun koyma yetkisini Allah’tan başkasında görmek demek, onu Allah’ın yerine koymak demektir. Dolayısıyla şirktir, putperestliktir. Müslüman bir milletin devleti müslüman olacaktır. Bir devletin müslüman olması için, anayasası Kur’an olacaktır. Anayasası Kur’an olmayan bir devlet küfür ve kafır devletidir. YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z TEFSIR DERSLERI A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Ebu Abdurrahman bunların her biri birer yemine değmez mi? 6. Görmedin mi Rabbin nasıl yaptı Ad milletine? 7. O sütunlara sahip İrem’e. 8. Ki o ülkeler içinde bir benzeri yaratılmayandı. 9. Ve vadide kayaları kesip yontan Semûd kavmine, 10. Kazıklar sahibi Fir’avn’a. 11. Ki bunlar memleketlerde azgınlık etmişlerdi; 12. Ve fesadı çoğaltmışlardı. 13. Bu yüzden Rabbin onlara azab kırbacı yağdırıverdi. 14. Çünkü Rabbin hep gözetlemekteydi. ِ) هل ى4( ) والَّي ِل اِ َاا ر ِر3( الر ْف ِع والْترْ ِر ٍ ْ َ َْ َ َ َّ ) َو2( ) َولَيَال َش ْر ٍر1( َوالْ َف ْج ِر َْ ( ِ ) اِ ََِم اَا ِ ال َِْ َِا6( ٍ ك َِ ََا َ ) اَلَ ْ رَر َر َف ْي َ ىَر ََ َل ََِا5( ك سَ َ ل لِ ِحج ِ ْج ٍر َ ِاَل )9( ِ ) َوثَ َِت َ الَّ ِحر َ َُاََتا ال َّ ْق َر َِال َْتا8( ِ َ ِْ) اَلَّتِ لَ ْ رَ ْق َ ِْ َُِْر َ َىا ىِ ال7 ( َ ) ىَاَ ْفََر َروا ىِ َيىا الْ َف َ ا11( ِ َ ِْ) اَلَّ ِحر َ غَوَ ْتا ىِ ال10( ِ َوىِ ْر َش ْت َن ِاج ْاَْ ْورَا ِ َ ََِّ ) اِ َّن13( ٍ َ َش َحا )14( ِ ِا َ ك َ ْت َّ َ َ) ى12 Andolsun Fecre (Âyet 1) َ ب َش َيْ ِى ْ ََِا َ ك لَِالِْ ْر َ 89-FECR SÛRESİ Mushaf'taki Sıralamaya Göre 89. Sûredir. Mufassal Sûreler Kısmının On İkinci Grubundaki İlk Sûredir. 30 âyettir. Mekke'de nazil olmuştur. "Andolsun fecre." Fecr, sabah anlamınadır. Ancak buradaki yeminden gaye sabah vakti midir, sabah namazı mıdır, yahut sadece kurban bayramı gününün sabahı mıdır veya fecr bir bölümü olduğu için bununla gündüz mü kasdedilmiştir? Bunlar İslâm bilginlerine ait değişik görüşlerdir. En kuvvetlisi de birincisidir. SÛREYE GİRİŞ İbn Kesîr, el-Fecr sûresi hakkında: "Bu sûre Mekke'de nâzil olmuştur" der sonra şöyle devam eder: "Nesâî'nin Câbir'den rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: Muâz, namaz kılıyordu. Bir adam gelip onunla birlikte namaza durdu. Muâz namaz; uzattı. O adam da mescidin bir köşesinde namazını kıldı. Sonra çekip gitti. Bu durum Muâz'a ulaşınca: O münafıktır, dedi. Olay Rasûlullah (s.a.v)'e anlatılınca o gence bunun sebebini sordu. Genç: Ey Allah'ın Rasûlü! Ben onunla birlikte namaz kılmak için gelmiştim. Fakat o bana göre namazı uzattı. Ben de ayrılıp mescidin bir köşesinde namazımı kıldım, sonra deveme yemini verdim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) buyurdu ki: "Ey Muâz; sen fitneci misin? ( ( ْمن ل نفم نوال ْمنول ل ْمنولى ْ اَياال ّللا م م ب م‘علا sûreleri yetmiyor mu?" Andolsun On Geceye (Âyet 2) "Ve on geceye." İbn Kesîr: "Bundan maksat Zilhicce ayının ilk on günüdür" der. On Gece (Âyet 2) 1- "Ve on geceye" âyetiyle ilgili olarak İbn Kesîr şöyle der: "Burada geçen on geceden maksat; İbn Abbas, İbn Zübeyr, Mücâhid, selef ve haleften pek çoklarına göre Zilhicce ayının ilk on günüdür. Buharî'nin Sahîh'inde İbn Abbas'tan merfu olarak şu rivayet yer almıştır: "Salih amelin Allah'a bugünlerdekinden daha sevimli olduğu başka günler yoktur." Bu on günle, Zilhiccenin ili on günü kastedilmiştir. Orada bulunanlar: "Allah yolunda cihad da mı?" dediler. Rasûlullah (s.a.v): "Allah yolunda cihad da. Ancak canı ve malı ile cihada çıkıp da bunlardan hiçbiriyle geri dönmeyen kimse müstesna." buyurdu. Bununla maksadın Muharremin ilk on günü el-FECR SÛRESİNİN EKSENİ olduğu da söylenmiştir. Bu görüşü Ebû Cafer b. Cerîr Sûre, baş taraflarında öğüt verip uyarıyor. Arkasından nakletmiş fakat onu hiç kimseye nisbet etmemiştir. İbn yadırgayarak bazı insan karakterlerinden söz ediyor. Abbas'tan "Ve on geceye" âyeti ile Ramazan ayının ilk on Sonra insana Kıyamet gününü ve o gün ikram için günü kastedildiği görüşü de rivayet edilmiştir. Doğrusu hazırlanan tarzı hatırlatıyor. Sûre Allah'ın azabından, birinci görüştür. Ahmed b. Hanbel'in Câbir'den Allah'ın fiillerini yanlış anlamaktan sakındırıyor ve naklettiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: yetime ikramda bulunmamayı, yoksulu doyurmaya teşvik "Doğrusu on gece, Zilhiccenin ilk on günüdür. Tek, arafe etmemeyi, helâlden başka mal yemeyi, malı aşırı sevmeyi günü; çift de kurban bayramı günüdür." Nesâî, İbn Cerîr kınıyor. Âhiret günü için önden salih ameller ve İbn Ebî Hatim de bu hadisi Zeyd b. el-Habbâb'dan göndermenin gerekliliğini hatırlatıyor, huzur içinde olan rivayet ederler. Bu, râvileri iyice bir senettir. Bana göre candan bahsediyor. Bu sûre kendisine has anlatım tarzı metnin merfû olarak rivayetinde münkerlik içinde takvaya yönlendiriyor ve ona ters düşen şeylerden sözkonusudûr. En iyisini Allah bilir." kurtarıyor. İşte bu yönüyle sûre, mü'minlerden, kâfirlerden ve münafıklardan bahseden el-Bakara Andolsun Çift ve Tek'e (Âyet 3) Sûresi'nin mukaddimesi ile ilgi kuruyor. Çünkü sûre "Hem çifte hem teke." Nesefî: "Bununla her şeyin çifti ve kâfirlerin ahlâkını açıklarken takva sahiplerinin ahlâkına teki yahut adıgeçen gecelerin çift ve teki, yahut davet etmeye çalışıyor. Bütün bunlar sûrenin kendine has namazların çift ve tek rekâtlileri veya Zilhiccenin onuncu bütünlüğü içinde gerçekleştiriliyor. kurban günü ile dokuzuncu arafe günü veyahut da Yaratan ve yaratılanlar kesdedilmiştir" der. "Çift" ve "Tek" Nedir? (Âyet 3) 1. Andolsun fecre, 2. Ve on geceye, 3. Hem çifte hem teke, 4. Gelip geçeceği demde geceye. 5. Akıl sahibi için 2- "Hem çifte hem teke" âyeti ile ilgili görüşler: Sayfa 4 MUHACIRUN DERGISI– YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ a) Yukarıda zikredilen hadiste "tek"in Zilhicce ayının dokuzuncu günü olduğu için arefe, "çift "in de aynı ayın onuncu günü olduğu için Kurban bayramı günü olduğu belirtilmişti. İbn Abbas, İkrime, Dahhâk da bu görüştedir. b) İbn Ebî Hâtim'in Vâsıl b. Sâib'den rivayet ettiğine göre o demiştir ki: "Hem çifte hem teke" âyetini Atâ'ya sorup; burada geçen vitr, şu vitir namazımız mı? dedim. O da: Hayır. Fakat, "çift" arefe günü, "tek" de kurban bayramı gecesidir, dedi. c) İbn Ebî Hâtim'in Ebu Saîd b. Avf'den naklettiğine göre o, Abdullah b. Zübeyr'i hutbe okurken işitir. Hutbe esnasında bir adam kalkıp şöyle der: Ey mü'minlerin Emiri! Çift ve tek hakkında ne dersin? Bunun üzerine o: Çift, Allah Teâlâ'nın "Kim ki iki günde acele ederse ona günah yoktur"; tek de: "Kim de geri kalırsa ona da günah yoktur" (Bakara, 203) buyruklarıdır, der. İbn Cüreyc ise şöyle demiştir: Bana Muhammed b. el-Mürtefi'in bildirdiğine göre o İbn Zübeyr'i şöyle söylerken işitmiştir: Çift, teşrik günlerinin ortası, tek de teşrik günlerinin sonudur. Buhârî ve Müslimin Sahîh'lerinde Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Allah Teâlâ'nın doksan dokuz yani yüzden bir eksik ismi vardır. Kim onları sayarsa cennete girer. O tektir, teki sever." d) Hasan-ı Basrî ve Zeyd b. Eşlem şöyle derler: Yaratıkların tümü çift ve tektir. Bu bakımdan burada Allah Teâlâ yaratıklarına yemin etmektedir. Mücâhid'ten bir rivayet de böyledir. Ancak onun meşhur olan görüşü birincisidir. el-Avfî, İbn Abbas'ın: "Hem çifte hem teke" âyeti hakkında şöyle dediğini rivayet eder: Tek, bir olan (Allah)'dır. Siz de çiftsiniz. Ayrıca; çiftin sabah namazı, tekin akşam namazı olduğu da söylenmiştir. destekleyen bir haber rivayet edilmiştir. Câbir'in naklettiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Çift iki gündür. Tek de üçüncü gündür." Bu haber bu sözlerle aynen böyle nakledilmiştir. Fakat bu Ahmed b. Hanbel, Nesâî, İbn Ebî Hâtim'den daha önce geçen rivayetteki sözlere ve onun bizzat kendi rivayetine aykırıdır. En iyisini Allah bilir." h) Ebu'l-Âliye, er-Rabî' b. Enes ve bunların dışındaki bazıları tek ve çift ile namazın kasdedildiğini söyler. Onun bir kısmı, iki ve dört rekâtlı namazlarda olduğu gibi çift, diğer bir kısmı akşam namazında olduğu gibi tektir.. Zira o üç rekâttır. Akşam gündüzün tek rekâtlı namazıdır. Geceleyin teheccüdden sonra kılınan vitir namazı da böyledir. Abdürrezzak, İmrân b. Husayn'ın: "Hem çifte hem teke" âyeti hakkında şöyle dediğini nakleder. O farz namazlardır. Çünkü onun bir kısmı çift, bir kısmı da tektir. Bu rivayet münkatı ve mevkuftur. Bu rivayetin sözleri farz namazlar hakkındadır. Aynı raviden muttasıl ve merfu bir rivayet daha vardır ki, onun sözleri geneldir. Ahmed b. Hanbel'in İmrân b. Husayn'dan naklettiğine göre Rasûlullah (s.a.v)'e çift ve tekin ne olduğu sorulmuş. O da: "O namazdır. Çünkü onun bazısı çift bazısı da tektir." buyurmuştur. Andolsun Gelip Geçen Geceye (4-5) "Gelip geçeceği demde geceye." Bu âyetle gelip geçmenin geceye nisbet edilmesi dünyanın kendi etrafında dönüşüne bir işarettir. "Akıl sahibi için bunların her biri birer yemine değmez mi?" Az önce adı geçen ve kendilerine yemin edilen şeyler akıl sahibi için yemin edilebilecek şeylerdir. İbn Kesîr der ki: "Akla ( ) الdenmesi, insanı kendisine yakışmayan söz ve davranışlarda bulunmaktan alıkoyduğu içindir... Bu yemin, ya ibadet vakitlerine e) İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den rivayet ettiğine göre o: yahut Allah'a karşı gelmekten sakınan, O'na itaat eden, "Hem çifte hem teke" âyeti ile ilgili olarak şöyle demiştir: O'ndan korkan, huzurunda alçakgönüllü olan, O'nun Çift, çift demektir. Tek ise Azîz ve Celîl olan Allah'tır. hoşnutluğu için boyun eğen kullarının kendisine Ebû Abdullah ise Mücâhid'in: Allah tek olandır. yaklaştığı namaz, hac ve diğer ibadetlerin bizzat Yaratıkları ise erkek ve dişi olmak üzere çifttir, dediğini kendilerine yapılmış bir yemindir." Nesefî: "Akıl sahibi nakleder, İbn Ebî Necîh, Mücâhid'in: "Hem çifte hem için bunların her biri birer yemine değmez mi?"âyeti teke" âyeti hakkında: Allah'ın yarattığı her şey çifttir. hakkında şöyle der: "Akıl sahibi için, bu şeyleri Gök ve yer, kara ve deniz, cin ve insanlar, Güneş ve Ay yüceltme, onlara yemin edilmek suretiyle gerçekleşti mi? ve benzerleri hep çifttir. Mücâhid bu görüşünde, "Ve her Yahut bunlara yemin edilmek suretiyle gerçekleşti mi? şeyi çift çift yarattık ki ibret alasınız" (Zâriyat, 49) âyeti Yahut bunlara yemin etmemde akıl sahibi için bir yemin hakkında İslâm bilginlerinin söyledikleri şeylere var mıdır? Yani bu, onun için benzeri ile cevabı yönelmiştir. Yani sizin çiftleri yaratının tek olduğunu pekiştirilebilen büyük bir yemin midir? Yahut bunlara bilmeniz için Allah her şeyi çift çift yaratmıştır. yeminde, akıl sahibini inandırıcı bir yemin var mıdır? f) Katâde Hasan'ın şöyle dediğini nakleder: Tek ve çift, Yeminin cevabı, mahzuf olan "( () ن ْذبرElbette azab sayılardır. Çünkü sayıların teki de vardır, çifti de. edecek" cümlesidir ki bu Allah Teâlâ'nın: "Görmedin mi" g) İbn Ebî Hatim ve İbn Cerîr; İbn Cûreyc kanalıyla bir sözüyle başlayıp "Bu yüzden Rabbin onlara azab kırbacı başka görüş naklederler. Sonra İbn Cerîr : Peygamber yağdırıverdi" âyetine kadar devam eden kısımdan dolaylı (sav)den, Câbir kanalıyla naklettiğimiz görüşü olarak anlaşılmaktadır." Sayfa 5 MUHACIRUN DERGISI– YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Gençlerle Başbaşa M. Metin Müftüoğlu (Kaplan) Hoca Efendi’nin 2.7.2010 /Istanbul: MÜDAFAA -SAVUNMA-(5) Türkiye'de fikir ve yazı hürriyeti de yoktur: - Bir çok edip, şair, düşünür, hoca efendi ve gazeteci fikrî sahada yazı yazıp, kitap neşrettiğinden ve yaptıkları konuşmalarından dolayı haklarında takibat yapılıp hapse mahkum edilmiştirler. - Başörtüsü yüzünden YÖK'ün ısrarlı ve hukuk dışı uygulamaları ve basının yaygaraları arasında yüzlerce kız öğrenci üniversitelere sokulmamış, ilim tahsilinden mahrum bırakılmışlardır. - Namaz kıldıklarından dolayı askerî okullardan atılanlanların sayısı da az değildir. Bütün bunlar neden? Türkiye'de hürriyet yok da ondan, baskı ve dikta rejimi hakim de ondan! Türkiye'de M. Kemal'in ilke ve inkilapları İslam'a ve müslümanların inancına ters düşmektedir. Fikir ve yazı hürriyeti olduğu taktirde tutarsız olan ilke ve inkilaplar eleştirilecek ve yıkılmaya mahkum edilecektir. Bugünkü rejim, bu tehlikeyi gördüğünden dolayı halkın irade ve inancını hiçe sayarak baskı rejimini sürdürmektedir. İnancımız odur ki, 70-80 senedir İslam dinini bir bütün olarak bilmeyen millet fertleri ve devlet idarecileri bu tebliğ çalışmalarımız yoluyla bilecekler, davasına-devletine sahip olacaklar ve İslam devlet olacaktır. Fakat bu, belki uzun bir zaman alacaktır. Belki de, ümit ediyoruz ki, bir kıyama lüzum görülmeyecektir! Artık herkes o zaman İslam'ın aynı zamanda devlet olduğuna inanmıştır. Anadolu insanı müslümandır ve her şey Allah'ın elinde ve kudretindedir! Silahlı terör örgütü suçlamasını kabul etmiyorum! Ben elhamdülillah müslümanım! Mensubu olduğum yüce İslam dini, terörizme, anarşiye cevaz vermediği gibi, herhangi bir müslüman da terörist olamaz, terörist olarak nitelendirilemez; Terörist de müslüman olamaz! Bunların ikisi birbirine zıt olan bir keyfiyettir! Birlilkte Kur'anı dinleyelim: ''Şayet benden size bir hidayetçi gelir de, her kim hidayetçime (davetçime) uyarsa, işte o sapmaz ve bedbaht (eşkiya, terörist) olmaz!'' (Taha, 123) İslam dininin, insan hayatına verdiği önemi gösteren bir ayet: ''Haksız olarak bir insanı öldürmek bütün insanları öldürmüş gibidir!'' (Maide, 32) Hadis-i Şerifte Peygamber efendimiz buyuruyor ki: 'İnsanoğlu Allah'ın binasıdır. Haksız olarak o binayı yıkanı Allah mel'un etmiştir!'' Daha önceki savunmalarımda da belirttiğim gibi, şahsımıza yöneltilen ''Silahlı Terör Örgütü'' suçlaması doğru değildir. Anıtkabir’e saldırı ve Fatih Cami'ne yönelik sözde eylem girişimi bizimle hiç bir ilgisi olmadığı gibi, bütün bunlar sistemin öfkesini üzerimize celbetmek amacıyla yapılmış bir komplo ve provakasyondur. Kemalist cunta neden böyle bir oyuna başvurmuştur? Bizim İslam'ı tebliğ ve dini anlayışımızı yayma düşüncesi Sayfa 6 MUHACIRUN DERGISI– A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Emîr’ul Mu’minîn terörizme dönüştürülsün diye! Bu arada Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Eski Dekanı Prof.Dr. Fehim Üçışık, Erzurum DGM’nde görülen dava ile ilgili hukuki mütalaasında şu ifade yer almaktadır: ''... Emniyet Genel Müdürlüğü'nün bir yazısında AFİD'in terör örgütü olduğu, bir diğer yazısında da silahlı bir terör örgütü olduğu sonucuna varılmaktadır!'' Emniyet Müdürlüğü’nün iki değişik yöndeki yazısı acaba çelişki oluşturmuyor mu? Yazının birinde AFİD örgütünden terör örgütü diye bahsedilirken, bir başka yazı da aynı örgüt hakkında silahlı bir terör örgütü olduğu ifadesi geçmektedir. Bunun da dikkate alınması ve bu çelişkinin giderilmesi mahkemenizin görevidir! Baskı ve işkence altında ifadeleri zorla alınan kişilerin ifadelerine dayanılarak bizi silahlı terör kapsamına koymak insafsızlıktır! Oysa daha sonraki yargılama sürecinde mahkemenizde şahid olarak çağrılıp dinlenen Anıtkabir davası mağdurları, maruz kaldıkları insanlık dışı muamele ve işkenceler altında ifade verdiklerini söyleyip tüm bu suçlamaları reddetmişlerdir. Adli Tıp Kurumu’nun raporları, ifadelerin işkence altında alındığı gerçeğini doğrulamaktadır. Gerek 1998 öncesi ve gerekse sonrası tarihlerde değil ki, terör eylemleri gerçekleştirilmiş olsun, bugüne kadar Türkiye'nin değişik şehirlerinde, İslami açıdan kendileri ile aynı düşünceyi paylaştığımız müslümanlar A.F.İ.D örgütü üyesi şüphesi ve suçlaması ile gözaltına alınmışlardır. Soruyorum sizlere; kaç tanesinde silah ve patlayıcı ele geçmiştir? Bugüne kadar kaç tane silahlı terör olayı gerçekleşmiştir? Bugüne kadar kaç polise kurşun sıkmışız, kaç askeri konvoya saldırı gerçekleştirmişiz, kaç çocuğu yetim ve öksüz, kaç kadını dul bırakmışız?.. Bu tür olayları gerçekleştirenler ile bizleri aynı kefeye koymaya hiç kimsenin hakkı yoktur! Ergenekon soruşturması kapsamında ortaya çıkanlar tüyler ürperticidir! Balyoz darbe planına göre; 200 bin kişinin stadyumlarda hapsedilmesini öngören bir plan hazırlanmış. Bu plan kapsamında irticanın, yani Şeriat ehlinin kökünü kazımak için çok yaygın bir mıntıka temizliğinin nasıl uygulanacağı, kimilerinin nasıl tepeleneceğini, ayrıntılı biçimde anlatılmış. Türkiye'yi önce sıkıyönetim, darbe ortamına sürüklemek amacıyla, camilere bomba atılması gibi çılgınlıkları bile içeren provakasyonların nerede, nasıl, hatta hangi sicil numaralı askerler tarafından gerçekleştirileceği belirlenmiş. Devletin tüm imkanlarına sahip olan bu çevreler ve çeteler, cami bombalayıp, kendi savaş uçağını dahi düşürmeyi amaçlayanlar, Anıtkabir olayını neden tezgahlamamış olmasınlar ki?!. İddia makamı, bize mal edilmek istenilen Anıtkabir ve Fatih Camii eylemlerini niçin Ergenekon kapsamında araştırma gereği duymuyor?!. Bu tür olaylar karşısında kimlerin vatan haini, din ve millet düşmanı olduğu, kışkırtıcı olduğu gözler önüne çıkmıştır ve çıkacaktır! YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Suffa Mektebi ŞER'Î DELİLLER ÜÇÜNCÜ DELİL; İCMÂ İcmânın Müstenedi İcmânın müstenedi müctehidlerin üzerinde icmâ ettikleri meselede dayandıkları delildir. Bu delil mutlaka bulunmalıdır. Müstenedsiz icmâ tahakkuk edecek olsaydı bu, Rasûlullah'tan sonra bir din ortaya koymaya kapı açardı ki bu da batıldır. Sonra ittifakı gerektirecek ve görüşleri birleştirecek bir sebep bulunmadan müctehidler arasında ittifakın meydana gelmesi de âdeten çok uzakdır. Onların görüşlerini birleştiren, dinin sınırlarını aşmalarına mani olan da işte bu müsteneddir. İcmânın müstenedi ya Nasstır veya Kıyastır. İcmânın Çeşitleri İcmâ tekevvün (oluşum) yollarına göre iki çeşittir: Sarih Icmâ ve Sükûtî Icmâ. a) Sarih Icmâ: Müctehidlerin, muayyen bir meseledeki hüküm üzerinde söz veya fiil halinde görüşlerinin ittifak etmesidir. Bu, âlimlerin bir mecliste toplanıp her birinin o mesele hakkında görüşünü açıklaması ve görüşlerin bir hüküm üzerinde birleşmesi şeklinde veya o mesele hakkında ayrı yerlerde de olsalar her âlimin aynı fetvayı vermesi ve fetvaların tek bir şey üzerinde birleşmeleridir. Temel Meseleler kat'î bir hüccettir. Sükûtî icmâyı kabul etmeyen birinci görüş sahihleri görüşlerini şu esasa dayandırdılar: Diğer müctehidlerin susması, duydukları o hükmü kabul ettiklerine dair bir karine sayılmaz. Zira bu sükût, belki meselede ictihad etmedikleri veya fetvayı verenden çekindikleri veya görüşünü açıkladıkları takdirde bir zarar geleceğinden korktukları veya "Her müctehid isabet eder" görüşünde oldukları için sükût etmiş olabilirler. Bu ihtimaller mevcud olduğundan diğerlerinin sükûtu verilen fetvaya muvafakat ettikleri manasına gelmez ve icmâ vaki olmuş sayılmaz. Sükûtî icmâyı kabul eden ikinci görüş sahiplerinin delilleri de şunlardır: 1-Her müctehidin görüşünü sarahaten duymak âdeten mümkün değildir. Çünkü âdet, âlimlerden birinin fetvasına diğerlerinin sukut etmesi şeklindedir. 2-Yine âdet bir asırda bir meselede âlimlerin büyüklerinin fetva vermesi küçüklerinin de bir teslimiyet ve muvafakat olarak susması şeklindedir. Bu sebeple sükût zımnî bir muvafakattir. Görünen o ki rızaya ve muvafakata dair bir isabet bulunduğu; müctehidin araştırmasını bitirmemiş olması veya takiyye olarak veya gönül kırmamak için veya bir otorite sahibinden b) Sükuti Icmâ: Bu, bir mesele hakkında aynı korktuğu için susmuş olması gibi sükûtun kabul asırdaki müctehidlerden bazılarının bir hüküm manasına alınmasına mani olan ihtimaller söylemesi, buna muttali olan diğerlerinin bunu ortadan kalktığı takdirde sukûti icmâ da bir reddetmeyerek sükût etmesi şeklinde olur. Bu hüccettir. Çünkü sahabenin icmâlarının çoğunu icmâ hakkında âlimlerin çeşitli görüşleri vardır, ancak bu şekilde anlamak mümkün olacaktır: en önemlileri şu ikisidir: Birisinin görüşünü açıklayıp ilân etmesi Malikî ve Şafiîlere göre bu ne bir icmâdır ne de diğerlerinin sükût etmesi. Şayet verilen hükme bir hüccettir. razı olduğunu gösteren karine bulunmazsa o Hanefî ve Hanbelîlere göre ise bu bir icmâdır ve takdirde sükûtî icmâ sadece zannî bir hüccet olur. Sayfa 7 MUHACIRUN DERGISI– YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Fetva Köşesi ORGAN NAKLİ (2) Ölüm Sonrasında Yapılan Organ Nakli Yaşayan bir kimseden yapılan organ nakli hakkındaki hüküm ile ölü bir kimseden yapılan organ nakli hakkındaki hüküm birbirinden farklıdır. Ölüm sonrasında yapılan organ nakli hakkındaki hükme ulaşmak için ilk olarak; cesedin sahibi, cesedin kıymeti ve organ nakline olan ihtiyaç konularındaki hükümler hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Ölen kimsenin organları üzerindeki tasarruf hakkı kime aittir diye sorulursa, ölümünden sonra bir kimsenin vücudu/ cesedi/organları üzerinde hiç kimsenin tasarruf hakkı yoktur deriz. Bundan dolayı, bir kimse öldüğünde; hayatta iken sahip olduğu ve üzerinde tasarrufu bulunan malı, vücudu veya eşi/karısı gibi şeyler, o kimsenin hükmünden, otoritesinden ve tasarrufundan çıkmış olur. Yani ölen kimse, vücudu üzerindeki kontrolünü kaybetmiştir. Bu nedenle, o kişi organlarını bağışlayamaz, bağışlanmasına izin veremez ve buna rıza gösteremez. Çünkü o, artık verilmesini istediği organların sahibi değildir. Başka bir deyişle, kişi öldükten sonra organları bağışlanamaz ve o kimse böyle bir şeyi vasiyet edemez. Kişinin vasiyetinde parasının bir kısmını bağışlamasına izin veren hükme gelince; Kişinin ölümünden sonra malı kendisinden alınmasına rağmen, o kişiye Şar’i tarafından varislerinin izni olmaksızın mirasının üçte birini bağışlamasına izin verilmiştir. O, aynı zamanda varislerin izniyle üçte birinden fazlasını da verebilir. Bu hüküm sadece servet hakkındadır ve vakıası mutabık olmadığından organ bağışlama konusunda delil olarak kullanılamaz. Bu durumda, kişiye ölümünden sonra malını bağışlayabilmesine izin verilmesine rağmen organlarını bağışlama izni verilmez. Allah(cc) varislere yalnızca ölen kimsenin malını verdi, vücudu üzerinde tasarruf hakkını değil. Böylece varisler/mirasçılar, ölen kimsenin organlarını bağışlayamazlar. Çünkü ölen kimsenin cesedi/ bedeni kendilerine ait değildir ve bu vücut üzerinde herhangi bir tasarrufları da yoktur. Organ bağışlama izninin şartı: O şahsın bağışlayacağı organa sahip olması ve bu nakil için rızasının olmasıdır. Ölen kimsenin varisleri, o kimsenin organlarını bağışlamak gibi bir hakka sahip olmadıklarına göre, diğer insanlar konumları ne olursa olsun, böyle bir hakka kesinlikle sahip olamazlar. Yani ne bir doktor ne de bir idareci veya halife ölen bir şahsın bir veya daha fazla organının ihtiyacı olan birisine bağışlanmasına karar veremez. Cesedin kıymeti ve cesede zarar vermeye gelince; Allah canlı bir bedene ne değer verdiyse, cansız bir bedene de aynı değeri vermiştir. Nasıl ki, yaşayan bir kimse için bedene zarar vermek ve onun insani vasıflarını çiğnemek yasaklandıysa, ölü kimsenin cesedi için de yasaklanmıştır. Mü’minlerin annesi Aişe(r.anha) Peygamber(s.a.v.)’in şöyle dediğini rivayet etti: “Ölü bir kimsenin kemiğinin Sayfa 8 MUHACIRUN DERGISI– A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Ebu Ensar kırılması, yaşıyorken kırılması gibidir” [İmam Ahmed, Ebu Davud, İbn Hibban ] Yine İmam Ahmed, Amir İbn Hazm el-Ensari(r.a.)’den kendisini bir mezarın üzerinde otururken gören Allah Rasulü (s.a.v.)’in şöyle dediğini rivayet etti: Mezar sahibine zarar vermeyin! İmam Muslim ve İmam Ahmed de Ebu Hureyre(r.a.)’den Allah Rasulü(s.a.v.)’in şöyle dediğini rivayet ettiler: Kişi için mangal kömürü yanan bir yerin üzerine oturması ve kendini yakması, bir mezar üzerine oturmasından daha iyidir. Bu hadisler açık bir biçimde gösteriyor ki, canlı bedenin değeri neyse, cesedin değeri de odur. Burada aynı zamanda, bir cesede zarar vermenin ve cesedin değerini çiğnemenin, canlı bedene zarar vermek ve değerini çiğnemek ile aynı şey olduğunu görmekteyiz. Bundan dolayı; yaşayan bir kimsenin karnının yarılmasına, boğazının kesilmesine ve gözlerinin çıkarılmasına izin verilmediği gibi, cansız bir cesede de bunları yapmaya izin yoktur. Diğer taraftan hayatta olan bir kimseye sövme, dövme veya yaralama yoluyla zarar vermeye izin verilmediği gibi bir cesede de benzer şeyleri yapmaya izin yoktur. Ancak canlı bir bedene kırma, kesme veya yaralama yoluyla zarar vermek ile benzer şeyleri cesede yapmak arasında bir farklılık vardır. O da bu tür zararlar canlı bir kimseye karşı yapıldığında diyet gerektirmesi ama ceset için bu diyetin gerekmemesidir. Bu böyledir. Çünkü Peygamber (s.a.v.), mezar kazarken bir cesedin kemiğini kıran adamı diyet ile sorumlu tutmadı. O(s.a.v.), ona sadece kemiği saklamasını / gömmesini emretti. O(s.a.v.) ona dedi ki; Ölünün kemiğini kırmak, canlının kemiğini kırmak gibidir ve her ikisi de günahtır. İhtiyacı olan bir kimseye, ölü bir kimseden gözlerinin çıkarılması, vücudunun kesilerek akciğer, karaciğer, kalp ve böbrek gibi bir organının verilmesi, cesede zarar vermek, vücut yapısını bozmaktır ki İslam bunu Haram kılmıştır. İmam Buhari, Abdullah İbn Zaid el-Ensari(r.a.)’in şöyle dediğini rivayet etti: Allah’ın Rasulü(s.a.v.), yağmalamayı ve (cesedin) biçimini bozmayı yasakladı. İmam Ahmed, İbn Mace ve Nesai, Saffan b. Assal(r.a.)’in kendisini bir sefere gönderirken Allah Rasulü(s.a.v.)’in şöyle dediğini rivayet etti: Allah’ın rızası için ve Allah’ın adıyla git! Allah’a iman etmeyen (kafirlerle) savaş! (cesetlere) Zarar verme, ihanet etme ve çocukları öldürme! Ölüyü yaralama ve cesedin kıymeti ile ilgili hükümlerin açıklanmasıyla, net bir şekilde ortaya çıkmıştır ki; ölü bir kimsenin vücudunu keserek açmak ve organlarından birini alıp başka birisine vermek, kesin olarak yasaklanmıştır. Bunu yapmak, cesedin kıymetini çiğnemek olarak düşünülür. Bu onu yaralamak ve biçimini bozmaktır. Cesedin kıymetini çiğnemek, ona zarar vermek ve onun biçimini bozmak ise, Şeri’at tarafından kesin olarak Haram kılınmıştır. YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Cemaleddin Hocaoğlu Beyyineler Görüldüğü üzere; Kur’an’a sarılma, Kur’an’dan faydalanma bile cemiyet halinde olmayı gerektirirse diğer işleri artık siz düşünün... İMKÂNLAR ve HAMLELER-(4) CEMİYETLEŞME VE CEMAATLEŞME a) Cemiyet ne demektir? Cemiyet, insan topluluğu demektir. Yalnız bu topluluk, gelişi güzel, rastgele bir topluluk değildir; başısonu belli olan, emir ve maiyyeti bulunan, bir nizama göre kurulan, emir komuta zincirine riayet eden, hak ve salahiyeti belli; hizmet sahası, hedef ve gayesi bilinen bir kuruluştur. Bu vasıflara sahip olmayan insan topluluklarına cemiyet değil, kalabalık denir. Cemiyet demek kalabalık demek değildir: ,,Devlet” de milletin organize edilmiş, başı sonu mâlum olan ve bir nizama göre çalışan halidir, şeklidir. Cemiyet, en azından üç kişiden, üç kişinin nizama göre bir araya gelmesiyle başlar. Ekseriyeti için bir sınır yoktur; binlere, milyonlara baliğ olabilir. Allah’ın rahmetinin inmesi, nusretinin gelmesi cemiyet halinde olmamıza bağlıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: ,,Allah’ın yardım eli cemaatle beraberdir.” Keza, Allah’ın sevgisini kazanmanın yolu da bir araya gelip, malzemesinin parçaları arasında kurşun dökülerek kenetlenmiş ve yekpare haline gelmiş bir bina gibi, cemiyetleşmekten, gerek hazerde ve gerekse seferde bir safta toplanıp savaşmaktan ve çalışmaktan geçer. Cenab-ı Hak Saf suresinin 4. ayetinde şöyle buyurur: ,,Haberiniz olsun ki; Allah kendi yolunda bünyan-ı marsus gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” Peygamberimiz de birçok hadis-i şerif’lerinde cemiyetleşmenin önemine işaret etmiş, ,,Üç kişi bir araya geldiğinde içlerinden birini kendilerine emir seçsinler” diye tavsiye etmiş, ,,Başlarında bir emir olmadan hareket etmelerinin” günah olduğunu ifade etmiştir. İşte; cemiyetleşmenin ve cemaatleşmenin şekli ve önemi! Fertler bir araya gelecek; kimi taş, kimi çakıl, Dinimizde cemiyetleşmenin ve kimi demir, kimi çimento olacak ve bu cemaat haline gelmenin önemi parçalar iman ve ihlas kurşunuyla büyüktür. Çünkü kalabalıklar, birbirlerine kenetleşmiş, sarsılmaz sayıları çok da olsa, hizmet icra yıkılmaz bir kale olacaktır. İslam’ın edemezler, her kafadan bir ses istediği cemiyet işte budur ve böyle olacaktır. Ve gelir, disipline edilmemiştir... Değerlerin korunması, böyle bir cemaatin ismi de Kur’an dilihizmetlerin ifâsı ancak cemaatleşme ile olur. Müslü- yle ,,Rabbaniyyün”dur, ,,Hizbullah”tır, yani Allah manlar bir araya gelecek, kendilerine bir emir seçe- askerleridir. cekler, aralarında bir iş bölümü yapacaklar, önünü ve sonunu belli edecekler ve nihayet emir-itaat pren- Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz cemiyetleşme ve sibine ve istişare esasına harfiyyen riayet edecekler- cemaatleşme hakkındaki emir ve tavsiyeleri bizzat kendisi tatbik etmiş; Mekke’de kurduğu cemaati Medir... dine cemaatiyle birleştirerek İslam Devleti’ni kurBu, İslam’ın sadece bir tavsiyesi değil, aynı muştur. zamanda bir emridir. Çünkü, müşterek davalar, Binaenaleyh; devletlerini kaybetmiş müslümanlar ne müşterek hizmetler vardır. Bunlar ancak cemaat halinde yürütülebilir. Buna dair birçok ayet-i kerime yapacaklar? Hemen bir araya gelip en az üçkişiden müteşekkil bir cemiyet kuracak, her yerde kurulan ve birçok hadis-i şerifler vardır. bu cemiyetler bir araya gelerek daha büyük daha Ezcümle: güçlü bir cemiyet meydana getirecek ki, işte bu da ,,(Ey mü’minler!) Allah’ın ipine (Kur’an’a) cemi- devlettir. Demek oluyor ki, cemiyetler hem küçük yet halinde sarılın, bölünüp parçalanmayın!..” (Ali çapta bir devlet numünesi hem de devlete giden bir yoldur... Imran, 103) Cemiyetin ve cCmaatleşmenin önemi: Sayfa 9 MUHACIRUN DERGISI– YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Islam/Ibadet A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Said Havva ISLAMIN RUKÜNLERI11- Şahadet davası ile çelişen diğer bir tutum da, ŞAHADET KELiMESi iLE ÇELiŞEN TUTUMLAR –(8) Kuran'da Peygamberimiz (SAV)'in- dayandığı kesinlikle 10- Şahadet davası ile çelişen başka bir tutum da, Allahın belli olan Sünnette yer alan nassların bütününe haram kıldığı şeyleri helal ve helal kıldığı şeyleri haram inanmamaktır. saymaktır. Nitekim yüce Allah' -C.C.- şöyle buyuruyor:Yoksa siz bu Nitekim yüce Allah -c.c- şöyle buyuruyor: Yalanı, ancak kitabın bir kısmana inanıp bir kısmını inkar mı Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydurur. Onlar ise ediyorsunuz? Sizden böyle yapanın cezası, dünya yalancıların ta kendileridirler.(Nahl, 105) hayatında rezil olmaktan başka bir şey midir Hiç; şüphesiz, Allah'a karşı uydurulan en koyu yalan O'sanıyorsunuz? Kıyamet günü ise böyleleri azabın en nun helal kıldıklarını haram ve haram kıldıklarını helal ağırına havale edilirler. Allah yaptıklarınızı bilmez saymaktır: Yüce Allah'ın -C.C.- buyruğunu okuyalım: değildir.(Bakara,85) Kendi dillerinizle uydurduğunuz asılsız nitelemelere Beri bakınız! Acaba bir adam düşünebilirmisiniz ki, dayanarak «Şu helaldir, şu da haramdır» diyerek Allah koltuğunda yaslanmışken kendisine benim bir hadisim adına yalan uydurmayınız. Hiç şüphesiz Allah adına yalan söylensin de O da buna karşılık Sizinle aramızda Kur'an uyduranlar iflah olmazlar. Kurtuluşa eremezler. Kısa vardır. Orada helal bulduğumuzu helal ve haram süreli bir dünya mutluluğu tadarlar, ama acıklı bir azap bulduğumuzu haram sayarız, demiş olsun. Çünkü Allah'ın onları beklemektedir.(Nahl, 115-116) Resulu'nun haram kıldığı şey tıpkı Allah'ın haram kıldığı Haram aylardaki savaş yasağını başka aylara aktarmak, şeyler gibidir.(Tirmizi) ertelemek kâfirlikte daha Öte yandan Imam-ı Maliki'nin Demokrasi denen yönetim biçimi de bu kategoriye bildirdiğine göre Peygamber ileri gitmektir. Kâfirler bu girer. Demokrasi, seçimle gelen bir meclisle veya yolla sapıklığa sürüklenirler. Efendimiz (SAV) şöyle başka bir kurumla temsil edilen "çoğunluk egeOnlar Allah'ın haram kıldığı buyuruyor: Size iki şey bırakıymenliği"dir. Bu meclis veya onun yerini tutan ku- orum ki, bunlara sımsıkı ayları sayıca denk getirmek rul, ya hiç bir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın veya için bu ertelemeyi bir yıl sarıldığınız sürece yoldan sapbazı ülkelerde Anayasa ile sınırlı olarak dilediği helâl sayarlarken, bir mazsınız: Bu iki şey Allah'ın gibi kanun koymaya yetkili sayılır. Anayasa ise sonraki yıl haram kabul kitabı (Kur'an) ile Resulullah'ın başka hiç bir merciin emrine bağlı kalmaksızın ederler. Böylece Allah'ın sünnetidir.(Muvatta) kendi gorüş ve düşüncelerini yansıtan çoğunluk haram kıldığını helâl saymış tarafından ortaya konur. Böyle bir şey, kanun koy- Demek ki, Kur'anın herhangi olurlar. Yaptıkları çirkin işler ma, helal etme ve haram kılma yetkisini doğrudan bir hükmüne, nassına inanmakendilerine güzel gösterildi. mak imanla çelişir, onunla doğruya insanlara vermektir ki, bu da Şirktir. Allah kâfirler güruhunu bağdaşmaz. Nitekim yüce Alkesinlikle doğru yola iletmez.(Tevbe, 37) lah -C.C.-şöyle buyuruyor:Hiç şüphesiz Kur'anı biz indirdik ve onu koruyacak olan da, biziz. (Hicr,9) Allah'ın haram kıldığını helal saymak ne oranda küfre Tıpkı bunun gibi Peygamberimize dayandığı kesinlikle götürücü ise O'nun helal kıldığı şeyleri haram saymak da belli olan bir sünnet unsuruna inanmamak da imanla çeaynı oranda küfre sürükleyicidir.Başka bir deyimle haram lişir,bağdaşmaz. Çünkü böylebir tutum Peygamberimize koymaya dönük gayretkeşlik, tıpkı helal saymaya yönelik dayandığı kesinlikle belli olan bir konuda O'nu yalanlagayretkeşlik gibidir. Bu konuda insanlar ikiye ayrılıyorlar. mak olur. Peygamberimizi en basit anlamda bile yalanlaÖyle kimseler var ki, içindeki aşırı sertliğin etkisi altında mak küfürdür. kalarak karşısına çıkan ve aslında haram olmayan her Şunu da belirtelim ki, Kur'anın ve tevatür yolu ile kanıtşeyi haram sayma gayretkeşliğine kapılmıştır. Öyle tıpkı lanmış Sünnetin en küçük bir kısmına veya sünnetin tükarşıtları gibi böyleleri de Islam'ın anayolu üzerinde müne inanmamak nasıl şahadet davası ile çelişirse Kur'adeğillerdir. na eklenmek istenen bazı yabancı metinleri veya uydurma yolu ile sünnetin arasına sokulan bazı asılsız rivayetleOysa müslümanlar şahsi görüşleri ile Allah'ın ve ri Kur'an ve Sünnet kabul etmek şahadet ilkesi ile bağdaşPeygamberimizin önüne geçmeye kalkışmazlar. Sadece maz. Nitekim Peygamber Efendimiz (SAV) şöyle eğer biliyorlarsa Allah'ın hükmünü söylerler.Bu tutum buyuruyor:Kim Peygamberine veya gözlerinin gördüğüne müslümanın "Lailahe iIIallah, Muhammedun Rasulullah" ya da anababasına karşı yalan uydurursa cennetin kokucümlelerini söylerken ne oranda samimi olduğunun sunu bile algılayamaz. (Taberani) belirtisidir. Çünkü yüce Allah -c.c.- bize şöyle buyuruyor: Kim asılsız olduğunu bile bile herhangi bir sözü bana isEy mü'minler Allah'ın Peygamberin önüne geçmeyiniz. nad ederek başkalarına anlatırsa kendisi de yalancılar(Hucurat, 1) dan biri olur.(Muslim) Sayfa 10 MUHACIRUN DERGISI– YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Siyer/Davet 5- Allah Resulüne Gelen İlk Heyet Resûlullah ve Ashabı karşılaştıkları işkence ve eziyetin ezikliği içinde iken; İslâm'ı öğrenmek için Mekke dışından ilk olarak, Resûlullah'a bir hey'et geldi Sayıları 30 kadardı. Onlar, Ca'fer bin Ebî Tâlib'in, Mekke'ye dönüşünde onunla birlikte gelmişlerdi. Bu misafir topluluk gelip Resûlullah'ın yanma oturunca ve onun özelliklerini, hâllerini yakından tanıyıp, kendilerine okunan Kur'ân'ı dinleyince; hemen hepsi birden iman ettiler. Bunu öğrenen Ebû Cehil, doğru yanlarına gelip onlara şöyle dedi; «—Biz sizden daha akılsız bir topluluk görmedik. Kavminiz si-zi, bu adamın durumunu öğrenesiniz diye gönderdi. Onun yanında oturup, dinlenmeden, sözlerine iyice kanaat getirmeden, siz hemen dininizden ayrılıp onun söylediklerini tasdik ettiniz». Onlar da, Ebû Cehil'in bu sözleri üzerine : «—Biz size esenlikler dileriz. Sizin yaptığınız cahilliği, biz size karşı yapamayız. Bizim kanaatlerimiz bize, sizinki ise sizedir. Cahillerin sözüne bakıp da, bize yönelmiş olan hayırdan dönmeyiz» dediler. Kur'ânı Kerim'in şu âyetleri onların hakkında idi: «Bundan önce, kendilerine kitab verdiğimiz nice kimseler vardır ki, onlar buna (Kur'an'a) inandılar. Onlara Kur'an okunduğu zaman (Buna inandık. Şüphe yok ki, bu Rabbımızdan gelen bir hak ve gerçek-tir. Hakikaten biz bundan önce de, İslâm'ı kabul etmiş kimselerdik!) dediler. İşte bunlara sabır ve sebatlarından dolayı mükâfatlan iki kat verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar. Kendilerine ver-diğimiz rızıktan hayra sarfederler. Bunlar yaramaz lâkırdı işitince, ondan yüz çevirdiler de: Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz sizedir. Size selâm olsun. Biz cahillerle ilgilenmeyiz, dediler». İbretler Ve Öğütler Bu hey'et olayında dikkatimizi çekmesi gereken iki husus var: Birinci Husus: Müslümanların işkence, eziyet, boykot ve her türlü sıkıştırmaya göğüs gerdikleri bir sırada; İslâm'ı öğrenmek, Resû-lullah ile buluşmak için bu hey'etin Mekke'ye gelişinde; İslâm da'-vetçilerinin, yollarında dağılmak nedir bilmeyen musibetlere ve elem-lere göğüs germeleri gerektiğine, zayıflama, bırakıp gitme ve ümit-sizliğe kapılma gibi bir tutumun caiz olmadığına açıkça işaretler vardır. Yukarıda da dediğimiz gibi, işkence ve zulme uğrama, ba-şarıya ve zafere ulaşmak için, mutlaka girilmesi gereken bir yoldur. Hristiyanlardan sayıları otuzu aşkın bir hey'et Mekke'ye geldi. (Sayılarının kırkın üzerinde olduğunu söyleyenler bile vardır). Onlar yeni da'vete karşı sevgilerini bildirmek için geldiler. İslâm düşmanları müslümanları ne kadar sikıştırırlarsa sıkıştırsınlar, ne kadar işkence yaparlarsa yapsınlar; müslümanlara ne kadar eziyet ederlerse etsinler, ne kdar onlarla alâkalarını kesip boykot ederlerse etsinler, ne kadar onların aleyhine toplantı yaparlarsa yap-sınlar; onların bu da'vetin meyve vermesine engel olamıyacaklarmı, yeryüzünün doğusuna ve batısına yayılmasını önleyemeyeceklerini lisan-ı halleriyle Sayfa 11 MUHACIRUN DERGISI– B.Çobanoğlu açıklamak için deniz ötesinden Allah Resûlü'ne geldiler... Sanki Ebû Cehil bu hakikati sezmişti de o hakikatin etkisi nefsinde ve bu hey'etin yüzüne karşı söylediği kin kusan kelimelerde kendini göstermiştir. Fakat Ebû Cehil'den ne yapması beklenirdi ki? Onun ve onun gibilerin yapabilecekleri şeyler sadece müslüman-ların başına zulüm ve işkence yağdırmak. Ama da'vetin hedefine varmasına ve meyvesini vermesine engel olamazlar. İkinci Husus: Bu hey'et fertlerinin inandıkları imanın türü nedir? Bu iman, küfür karanlıklarından nura çıkan kişinin imanı mı-dır? Gerçek şudur ki, onların imanları, eski inançlarının devamın-dan ve sımsıkıya tutundukları dinin ve inancın gereği olarak İs-lâm'a girmekten ibaretti. Hakikaten onlar (siyret nakilcilerinin kesin olarak açıklamalarına göre) İncil ehli idiler, İncil'e iman ediyorlar ve onun hidâyeti üzere yürüyorlardı. încü İsa (a.s.)'dan sonra gelecek olan peygambere uymayı emredince ve o peygamberin özel-liklerinden, bir kısım sıfatlarından bahsedince; artık bu peygambe-re, yâni Hz. Muhammed (as)'a iman etmek devam eden imanın, gereği olmuştu. O halde bu hey'et fertlerinin Resûlullah'a iman etmeleri, birin-den diğerine tercih sebebiyle bir dinden diğer bir dine geçiş işlemi değildir. Zaten onların Peygamberimize iman etmeleri, Hz. İsa'ya ve ona indirilene imanın devamı olmuştu. Âyette geçen onların şu sözlerinin mânâsı da budur. Âyet şudur: «Kendilerine Kur'an okununca (Biz ona inandık ve şübhe yok ki, bu Rabbımızdan gelen bir hak ve gerçektir. Hakikaten biz, bundan önce de İslâm'ı kabul etmiş kimselerdik) dediler». Yâni bizler müslümandık ve Hz. Muhammed'in da'vet ettiğine, onun peygamber olarak gönderilişinden önce de inanan mü'minlerdik. Çünkü încil ona inanmaya çağırı-yordu... Isâ (as)'ın veya Mûsâ (as)'ın getirdiği ilâhi hakikatlara gerçekten bağlanan kişilerin tümünün durumu budur. Çünkü, İncil'e ve Tevrat'a inanmak, Kur'an'a ve Hz. Muhammed' (s.a.v.) Te inanmayı gerektirir. Bunun için Yüce Allah, Resûlü'ne, ehl-i kitabı İslâm'a da'vet ederken sadece kendi talebettikleri şey-lerin iman iddiasında bulundukları incil veya Tevrat'ta bulunan şeyleri tatbik etmelerini istemekle yetinmesini emretti. Bu konuda şanı yüce Allah: «.Ey Resulüm, de ki: Ey ehl-i kitab! Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni gereğince uygulamadıkça, siz hiçbir şey (din ve kanaat) üzerinde değilsiniz» diye buyurmaktadır. Bu durum, daha önce de açıklamış olduğumuz: «Hz. Âdem'in yaratılışından Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamber olarak gönde-rilişine kadar, hak dinin tek olduğu, birden fazla olmadığı» kanaati-ni te'kid etse gerektir. Hakikaten, bir kısım insanların kullanmış olduğu, «semavî dinler» tabiri anlamı olmayan bir terimdir. Evet... Bunlar müteaddit semavi şeriatlardır. Her semavi şeriat, kendinden önceki şeriatı yürürlükten kaldırır. Fakat genel anlam-da veya bir akideye ad olarak verilen «Şeriat» kelimesini birbirine karıştırmamamız gerekir. YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z Hanımlar Köşesi Kadın-Erkek eşitliği (7) Başka açılardan Tesettür... İslam'ın, müslüman kadınlar için öncelikli emirlerinden olan tesettür, şeytan ve dostlarını en çok rahatsız eden meselelerden birisidir. Rahatsızlık duydukları husus, mümine bir kadının örtünmesinden ziyade bu eylemin diğer kadınlar arasında da yaygınlaşması ve diğer kadınlann da, gerçek kadınlık değerlerini farkederek örtünmeye meyletmeleridir. Tabi ki bu duruma pek tahammülleri yoktur. Çünkü serbestlik adına, kadını çıplak bir şekilde görmek istemektedirler. Çünkü ekonomi adına, kadının çıplaklığını kullanmak istemektedirler. Çünkü cömertlik adına, kadının vücudundan faydalanmak istemektedirler. Nitekim mü'min bir kadın için problem olmayan bu tesettür eylemi, şeytani zihniyete sahip böylesi kimseler için başlı başına bir problem olmaktadır. Çırılçıplak gezenlerden rahatsız olmayan ve onların bu halini nefsani bir tebessümle karşılayan bu zihniyet, örtülü bir kadın gördükleri zaman sinirli bir telaşla konuşmaya başlamaktadırlar., Kızım niye öcü gibi kapanıyorsunuz? Bu yaşta niye örtünüyorsunuz. Gençliğinize yazık değil mi? Örtünmeyi, gençliğe yazık etmek olarak algılayan bu zihniyete göre, gençliği yazık etmemek için ne yapılacağı bellidir!. Nitekim bu anlayışa göre, soyunup dökünen, erkeklerin malı ve maskarası olan Brigitte Bardot, gençliğine yazık etmeyen mümtaz kadınlardan birisidir!. Oysa vücudunu yani etini teşhir ve takdim ederek belli bir servet biriktiren ve bu servetini köpeklere vakfeden Brigitte Bardot, gençliğine, kimlik ve kişiliğine yazık etmemiş midir? Etini satarak kazandığı parayı köpeklere vererek, gerçek düzlemde etini, kimliğini, namus ve onurunu sokak köpeklerine vakfetmemiş midir? İnsana ve insanlığa değer veren İslam, kadınlara da gerçek düzlemde değer vermekte ve kadınlann bu değere sahip çıkabilmeleri için mutlaka ve mutlaka örtünmeleri gerektiğini beyan etmektedir; Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablanndan) üstlerine giymelerini söyle; onların (iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. Tesettür hadisesini hangi boyuttan değerlendirirsek değerlendirelim, güzel ve hikmetli gerçeklerle karşılaşmamız mümkündür. Oldukça güncel olan "Kadınlann neden örtünmesi gerekir?" sorusu, birçok boyuttan cevaplandınlabilecek bir sorudur. Biz bu nedenlerden sadece üç tanesine genel olarak değinebiliriz: 1. Fuhşiyatı Önlemek İçin Tesettür Bu başlığı gören bazı kimseler "Açık giyinen herkes ahlaksız mı? Açık giyinen herkes fuhuş mu yapıyor?" diyeceklerdir. Elbetteki hayır!. Sayfa 12 MUHACIRUN DERGISI– A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Misafir Kalemler Moda denilen iğrenç büyünün etkisi altında kalarak açık giyinmelerine rağmen, kendi anlayışlarına göre oldukça namuslu, kendi anlayışlanna göre oldukça iffetli kadınlar bulunmaktadır. Ancak şu hususun dikkate alınması gerekir ki, açık veya kapalı giyinmek, kişinin sadece kendi-ini veya kendi iç dünyasını ilgilendiren bir mesele değildir. Bu meselenin topluma dönük, topluma açık bir yönü bulunmaktadır. Dolayısıyle açık veya kapalı giyinmeyi, kadının sadece kendisine, kendi anlayış ve yaklaşımına göre değil, bu kadınla karşı karşıya gelen, bu kadını gören topluma göre de değerlendirmemiz gerekecektir. Kadınla karşı karşıya gelen kesimi dikkate aldığımız zaman, ister istemez meselenin vehçesi değişecek ve kadının kendi dünyasına ve kendi bakışına göre pek mahsurlu gözükmeyen bu fiil, meselenin toplumsal boyutunda derin bir vehamet kazanacaktır. Çünkü içinde yaşadığımız toplumda, erkeklerin ve erkeksi yaklaşımların bu meseleye nasıl baktıktan ve açık giyinen bir kadın gördükleri zaman, bu kadınla ilgili olarak neler düşündükleri genel olarak bilinen şeylerdir. Bir kadın için açık veya kapalı giyinmek, kadın açısından önemli olmasa da, bu kadını gören erkekler açısından oldukça önemlidir. "Efendim, bu benim için hiç önemli değildir. Ben herhangi bir kadının bacağını veya göğsünü gördüğüm zaman aklıma hiçbir cinsi tema gelmiyor" diyenler, ya doğru söyleyen birer hadım veya yalan söyleyen birer erkektirler. Çünkü herhangi bir erkek tarafından, bir kadının bacağı veya göğsü veya başka bir yerleri görüldüğü zaman bazı cinsi temaların akla gelmesi ve cinsi olarak kadının arzulanması, ahlaki değil fıtri bir olaydır!.. Fıtraten sağlıklı her erkek, cinsi görüntüsünü ön plana çıkaran veya cinsi özelliklerini teşhir eden kadınlara karşı nötr değildir. Meselenin ahlaki etkinliği, bu fıtri isteği yoketme noktasında değil, disipline alma veya engelleme noktasında kendisini gösterir. Mesela müslüman olduktan sonra birçok açık kadını görmelerine ve bazı cinsel görüntülerle ister istemez karşılaşmalarına rağmen zina yapmayan milyonlarca erkek müslüman vardır. Zina yapmak bir yana, bu kadınlarla rahat sosyal ilişkilere bile girmeyen bu müslümanlara bakarak "Bunlar kadınlardan etkilenmiyorlar, kadınlara karşı oldukça soğuklar.." diyemezsiniz. Çünkü müslüman olan bu erkekler ile, diğer erkekler arasında, fıtri bir farklılık yoktur. Cinsel görüntülerle karşılaşan diğer erkekler nasıl etki-leniyorlarsa, müslüman erkekler de bir erkek olarak etki-lenmektedirler. Müslümanların zina yapmamalarının nedeni kadınlardan etkilenmemeleri değil, Allah korkusuyla kendilerini bundan engellemeleridir. Meseleyi diğer erkeklere göre değerlendirdiğimiz zaman, hiç şüphesiz ki karşılaştıkları birçok kadından etkilenmelerine rağmen, birçok kadınla cinsi ilişki arayışına girmeyen erkekler de bulunmaktadır. YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014 ِإن إ مْكُ م إ ل ّ ل. ِ ِ Sohbetler/Düşünceler KUR´ÂNDA GENÇLER VE GENÇLIK DEĞERLERİ(13) ISLAMİ KİMLİK Aynîleşme=özdeşleşme (identification, insanın sevdiği bir kişiyi olduğu gibi sürekli öykünme/taklid etmesidir. Birinin yaptığı gibi yapmak, birine veya bir şeye benzemeye çalışmak, taklit etmek.. ) Özdeşleşen kişi, özdeşleştiği kişiye severek bağlanır; ve kendini onunla özdeş görür. Oysa öykünmede, öykünülen ya da örnek alınan kişi birden çok olabilir; ve insan öykündüğü, örnek aldığı kişiyi beğenebilir ama ona sevgi ile bağlanmayabilir. Öykünme ve örnek alma, davranış odaklıdır; beğenilen davranış örnek olarak alınır. Özdeşleşme ise, kişi odaklıdır; sevilen, beğenilen kişi gibi olmanınn yanısıra ona kendini beğendirmek amaçlanır. Başka bir deyişle, özdeşleşilen insan hem bir örnek olarak alınmakta, hem de ona hayran olunarak, duygusal bir bagla bağlanılmaktadır. Çocuk ve basit insan için grup ile aynîleşme yeterli bir tatmin vasıtası olabilirse de yüksek ve gelişmiş şahsiyetler aynîleşme objesi olarak ideal bir yükseklik ve kemâl ararlar. Bu yükseklik ve kemâl ise ancak günahtan korunmuş ve arınmış peygamberlerin şahsiyetlerinde mevcuttur. Özellikle son peygamber Hz. Muhammed (sav), insânî şahsiyet vasıflarını bütün kemâliyle topladığı için onun şahsiyeti inananlar için büyük bir örnek teşkil etmektedir. Nitekim Kur ân-ı Kerîm de bu husus şöyle belirtilir: Gerçekten Allah a ve âhiret gününe kavuşmayı ümid edenler ve Allah çok zikredenler için, size Rasûlüllah ta en güzel bir örnek vardır. (Ahzâb, 21) Rasûlüllah örnek almak ise, Allah a ve âhiret gününe inanıp, Allahı çok anan, temizlenen ve öğrenen müminler için mümkündür. Bu konuda Kur´ân-ı Kerîm de şöyle buyuruluyor: Size olan nimetimi tamamlayayım ve böylece yola gelmş olasınız. Nitekim kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi (her kötülükten) temizleyen, size Kitâbı ve hikmeti getirip, size bilmediklerinizi öğreten bir resul gönderdik. (Bakara, 150-151). Din eğitiminin amacı, insandaki aslî fıtratı, (yani Allah, insanları hangi fıtrat üzerine yaratmış ise onu )korumak veya o fıtrata geri çevirmektir. Din, insanın bağlanacağı, değişmeyen, insan tabiatının ve fıtratının kaynağıdır. Insan dîne yönelmekle dosdoğru yola ulaşmış, aslî fıtratına dönmüş olur. Kur ân-ı Kerîm de Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: (Resulüm) sen yüzünü hanîf olarak dîne, yâni Allah insanlar hangi fıtrat üzere yaratmış ise o fıtrata çevir. Allahın yaratışında değişme yoktur.Işte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler. Allah a yönelerek O na karşı gelmekten sakının, namaz kılın ve müşriklerden olmayın. (Rum, 30-31). Bu âyetlerde insanın aslının, yaratılışının, doğru ve hanîf olan gerçek dine uygun olduğu belirtilerek, bunun korunması için insan şahsiyetinin yeniden bu dine yönelmesi istenmektedir. Insan, insânî hayatla ilgili ihtiyaç ve isteklerini temin etmek ister. Bu isteklerini tatmin eden gerçek dînden/ fıtrî dînden uzaklaşınca azgınlaşmakta, aşırılıklara, çılgınlıklara ve antisosyal davrannılara yönelmekte, kendini, toplumu ve dini bozmaktadır. Insanlık tarihi boyunca fıtrî dinden uzaklaşanlar câhil olduklar için hevâ ve nefislerine uyup birçok parçalara ayrılıp fesâda Sayfa 13 MUHACIRUN DERGISI– Ibni Abdulhalim düştüklerini çeşitli kaynaklardan öğrenmekteyiz. Bugün ise fıtrî dinden uzaklaşan insanlar çeşitli anormalliklere, alkolizme, uyuşturuculara müptelâ olmakta, birlikte samîmi ilişkiler geliştirme yerine ferdî ve içtimâî tahrip, işgal, bozgunculuk ve sömürü planları yapmaktadır. Nitekim Kur´ân-ı Kerîm de şöyle buyuruluyor: Insanlarin kendi ellerinin kazandığı (günahlar) yüzünden karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Böylece işlediklerinin bir kısmını (bu dünyada) Allah onlara tattırsın diye; umulur ki (tuttukları kötülüklerden) dönerler. (Rûm, 41). Insanlar, fıtratın hilâfına olarak, şirk, ahlâksızlık, haksızlık, hevâ ve ihtiraslarının çarpışması sebebiyle fıtrî nizam bozuldu; gerek tabiî ve gerek içtimâî şartlarda uygunsuzluk meydana çıktı. Hud suresinde bu konuda şöyle buyruluyor: Ey Nuh! dedi, o senin âilenden değildir. Onun yaptığı yaramaz iştir.(amelun gayru salih) Bilmediğin bir şeyi benden isteme. Sana câhillerden olmamanı öğütlerim. (Hud, 46). Insanların yaratılışın hilâfına olarak yaptığı yanlış davranışları, yakınlarındaki en iyi insanların bile değiştirmesi güç, bazen de imkansızdır. Insan kendi davranışlarından bizzat sorumludur. Kendisinde iyiye veya kötüye doğru yapacağı değişmeyi başka hiçbir kimse onun yerine yapıp ona veremez. Insana çalışmasından başka bir şey yoktur... (Necm, 39). Insanın yaptığı fıtratına uygun olmayan davranışlar, onu aslî fıtratından uzaklaştırıp insana yeni ve değişik bir şahsiyet kazandırmaktadır. Iyi davranışlarda ise fıtrata dönüş şahsiyet bütünlüğü ve güzel bir hayat vardır:Gerek erkek, gerek kadın kim mümin olarak iyi amelde bulunursa hiç şüphesiz onu dünyada çok güzel bir hayat ile yaşatırız. Onların ücretini yaptıklarının en güzeli ile veririz. (Nahl, 97). Inanıp yararlı işler yapanlara altlarından ırmaklar akan cennetlerin kendilerine ait olduğunu müjdele.. (Bakara, 25). Muhakkak ki Biz, insana doğru yolu gösterdik. O ister şükredici olsun, ister nankör. (Insan, 3). Biz insana hayır ve şer yolları olmak üzere iki yol gösterdik. (Beled, 10). Yani biz, insana her iki yolu da bildirip tanıttık. Insan bu iki yoldan birini seçme fıtratı üzerine yaratıldığı gibi, işinin ilk başlangıcında da iyilik veya kötülük yollarından birini tercih etmek ve bunlardan birisini yapabilmek fıtratına da sahip bulunmaktadır. Insan bunlardan herhangi birini yapacak olursa onunla ünsiyet etme, alışma durumu olur. Ona alışınca da tekrar eder durur. Derken artık bu iş onun için bir tabiat haline gelir. Insan, bir işe alışıp tabiatı olunca artık o şey, o insan için bir meleke haline gelir. Insan iki yol ile karşı karşıyadır: Ya insana has fıtrî bir yola girecek, insanlığını gerçekleştirecek, ya da kendini başıboş isteklere kaptırıp fıtrî özelliklerini örtecektir. Fıtrî dîni yaşayan insanlar, bütün insanlık için bir nümûnei imtisâl olma durumundadır; bu husus Kur ân-ı Kerîm de şöyle açıklanır: Böylece sizi vasat (orta) bir ümmet kıldık ki insanlara karşı adâlet numûnesi hak şâhidleri olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şâhid ve örnektir. (Bakara, 143). YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Yarının Büyükleri Müslüman Çocuğun Edebi Bunları Biliyormusunuz? 12)-INSANLARA KARŞI GÖREVLERIMIZ 01) Hiç kimseye zarar vermemek:Insanların canına, malına, konutuna, hürriyetine, namus ve şerefine tecavüz etmek dinimizce yasaktır. Bunlar insanların dokunulmaz haklarıdır. Müslüman, başkalarının hakkına saygı göstermek, insanlara zarar verici her türlü fiil ve davranıştan sakınmakla görevlidir. Gerçek Müslüman olabilmenin bir şartı da budur. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:"Müslüman, diğer Müslümanların dilinden ve elinden zarar görmediği kimsedir." 02) Başkalarına yardım etmek: Insanlara tatlı sözlü ve güler yüzlü davranmak, fakirlere yardım etmek, yoksulların ihtiyaçlarını karşılamak, kimsesizleri korumak, düşeni kaldırmak, yolunu şaşıranlara yol göstermek dinimizin emri, iyi ahlâklı olmanın gereğidir. 03) Büyüklere saygı, küçüklere merhamet göstermek:Anne ve babamıza, büyük kardeşlerimize, öğretmenlerimiye ve yaşca bizden büyük olanlara saygı göstermek, bizden küçüklere kimsesizlere, güçsüz ve yetimlere merhamet etmek, yardımcı olmak önemli bir ahlâk kuralıdır. Peygamberimiz (s.a.v.) bu konunun önemi hakkında şöyle buyuruyor: Büyüklerine saygı göstermeyen, küçüklerimize merhamet etmeyen bizden değildir. 05) Dargın durmamak: Müslümanlar arasında herhangi bir sebeple dargınlık olursa, vakit geçirmeden dargınlar hemen barışmalıdır. Peygamberimiz: "Bir Müslüman diğer din kardeşi ile üç günden fazla dargın durması helal olmaz." Buyurarak dargın durmanın kötü bir davranış olduğunu bildirmiş, uzun süre küs duranların büyük günah işlediklerini belirterek şöyle buyurmuştur: "Bir kimse Müslüman kardeşi ile bir sene küs durursa onun kanını dökmüş gibi günaha girmiş olur." 06) Dargınları barıştırmak: "Mü'minler ancak kardeştirler. O halde iki kardeşinizin arasını düzeltiniz."Hucürat süresi 10 Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz de: "Sadakaların en hayırlısı dargın olan kimseleri barıştırmaktır." (Seçme Hadisler) buyurarak dargınları barıştırmanın çok hayırlı bir davranış olduğunu bildirmiştir. 07) Dostları ziyaret etmek: Müslümanlar uygun zamanlarda yakınlarını, büyüklerini ve baba dostlarını ziyaret etmelidir. 08) Misafirleri ağırlamak: Misafirleri ağırlamak dinimizin tavsiye ettiği iyi davranışlardan biridir. Misafir severli-ğin milli geleneklerimiz arasında önemli bir yeri vardır. Türk Milleti, tarih boyunca misafirlere karşı iyi davranışı ile tanınan bir millettir. 09) Dâvete gitmek: Bir Müslüman eğer sakıncalı bir durum yoksa, din kardeşinin davetine gitmeli, vereceği yemeğe katılmalıdır. Bu davranış Müslümanlar arasındaki sevgiyi artırır. Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuştur: "Sizden birinizi din kardeşi düğün yemeğine veya benzeri şeye davet ederse gitsin." Sevgili Peygamberimiz zengin, fakir ayırımı yapmaz, bir hizmetçi davet etse bile giderdi. Sayfa 14 MUHACIRUN DERGISI– Soru : Hacerul Esved nedir, nerededir ve nereden gelmiştir? Kabe’nin köşe duvarı içine yerleştirilmiş siyah bir taştır ve cennetten gelmiştir. Soru : Akaid ilminin ilk temsilcileri kimlerdir? Imamı Azam Ebu Hanife, Ebu Mansur Maturidi, Imamı Eşari. Soru : Davetçinin vasıfları nelerdir bir kaç tanesini sayınız? a- Çalışmalarının karşılığını Allah (c.c.)’dan beklemelidir. b- Yardımın yalnız Allah (c.c.)’dan olduğunu unutmamalı. c- Vazifesini yapar ama neticeyi Allah (c.c.)’a bırakır. d- Yumuşak huylu, seven, sevdiren,sevindiren, mütevazi olmalıdır. e- Korkutucu değil, müjdeleyici olmalıdır. f- Hareketlerini ve duyu organlarını Kur’an’a göre ayarlamalı ve onunla terbiye etmelidir. Soru : Islam devletinde müslümanlar gibi mal, can, din, namus ve nesil güvenlikleri devlet teminatı altında olan, fakat askerlik yapmayan, bunun karşılığında cizye ödeyen ve bir anlaşma ile halifeye bağlı olanlara ıstılahta ne ad verilir? Zımmi. Soru : Ateşten yaratılan, maddi varlıkları olmadıkları için melekler gibi görünmeyen, insanlar gibi iyileride, kötüleride olan bizler gibi imtihana tabi tutulacak ve yine bizler gibi “Allah (c.c.)’a ibadet etmeleri için yaratılmış” olan mahlukların ismi nedir? Cinler. Soru Efendimiz (s.a.v.)’in buyurduğuna göre, kıyamet günü Allah (c.c.)’ın gölgelendireceği yedi sınıf insan hangileridir? a- Adil yöneticiler. b- Allah (c.c.)’a ibadet yolunda yetişen gençler. c- Camilere kalpten bağlı kimseler. d- Allah (c.c.) için birbirini seven kimseler. e- Makam sahibi bir kadın Zinaya davet ettiğinde “Ben Allah’tan korkarım” diyerek reddedenler. f– Gizlice sadaka verenler. g- Yalnızken Allah (c.c.)’ı anıp gözyaşı dökenler. Soru : Kıyamet gününde en son dirilip, hesaba ilk olarak çekilecek ümmet hangisidir? Ümmeti Muhammed Soru :Iyiliğe kabiliyeti olmayan ruh cinsinden bir yaratıktır. Ateşten yaratılan, daima kötülük düşünen, insanları yoldan saptıran, bir adı da iblis olan bu yaratığı tanıdınız mı? Şeytan. Soru : Herkesin bilmesi gereken dört mesele nedir? a- Ilim; Allah (c.c.)’ı, Peygamber (s.a.v.)’i ve Islam dinini delilleri ile bilmek, b- Amel; Bildiği ilim ile amel etmek, c- Davet; Tebliğ görevini yerine getirmek. d- Sabır; Eziyet ve zulümlere sabretmek, yılmamak YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014 H a k i m i y y e t, K a y ı t s ı z ve Ş a r t s ı z A l l a h ( c. c.)´ı n d ı r . Basından Seçmeler Kafkasya direnişinin Rus askerleri ve Rus dönem yaşanmış olanlideri tüm Dokko acıları Umarov sahipleniyoruz. O acılar yanlısı Kadirov milisleriyle girdiği çatışmada yaşamını yitirdi hepimizin acılarıdır. Ermenilere Vatandaşlık İçin Yeşil Işık! Yasin Aktay,1915 olaylarına ilişkin başbakanlık açıklamasını "İnsani görev, resmi tutuma dönüştü" şeklinde değerlendirdi. 25 Nisan 2014 10:22:00 AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Yasin Aktay, mağduriyetlerin giderilmesi için elimizden geleni yaptık derken şöyle konuştu: İNSANİ GÖREV, RESMİ TUTUMA DÖNÜŞTÜ Biz bir adım bekleyerek bir adım atmadık. Türkiye olarak biz insani bir görev yaptık. Bu insani görev resmi bir tutuma bugün dönüşmüş oldu ama AK Parti olarak bizim öteden beri görüşümüz bu istikametteydi. Bu istikamette olduğumuzu da dost düşman herkes biliyordu. Dost düşman herkese önceden duyurmuştuk ki evet acılar çekilmiştir, Ermenilerin çekmiş oldukları bizim de acılarımızdır. Ermeniler o dönemde bu ülkenin vatandaşlarıdır. 18 Mart 2014 Salı Saat 18:10 Bu ülkede hasbelkader tehcir edilmiş olduğu bilinen insanlar o dönemde Osmanlı toprakları dışına tehcir edilmemişlerdir. Kafkasya Emirliği Komutanlığı tarafından yapılan yazılı açıklamada, Osmanlının içerisindeki başka bir bölgeye aktarılmıştır o liderleri Dokko Umarov'un şehid olduğu duyuruldu. insanlar. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra parçalanma meydana Umarov'un Rus askerleri ve Kadirov'a bağlı milislerin birlikte gelmemiş olsa, o Ermeniler hala bizim vatandaşımız olmaya düzenlediği bir saldırıda çatışarak yaralandığı ve yaşamını yitirdiği devam edeceklerdi. Sonradan meydana gelen ulus devlet haline duyuruldu. geçme sürecinde, duygularımız da aynı şekilde parçalanmış Dokko Umarov'un naaşı direnişçiler tarafından bölgeden bölünmüş bir tür farklı komplikasyonlara, karmaşalara, uzaklaştırıldıktan sonra, Rus askerlerinin olmadığı güvenli bir bölgeye komplekslere yol açmış travmalar yaşadık hep beraber. Bu götürülerek burada mütevazi bir törenle defnedildi. travmaların bugün üstesinden gelmek öyle kolay bir şey değil. Direnişçilerin resmi internet sitesi Kavkazcenter da açıklamayı teyit Bizim baştan itibaren tutumumuz budur. Acıları ayrıştırmadan, etti. acıları yarıştırmadan, günümüze faturalar da çıkarmadan o Anne ve babasını 300 parçaya bölmüş kendilerine bakıyordu. Ev zifiri karanlıktı. Fatura ödemediği için yıllardır elektriksiz yaşıyordu. "Susma hakkımı kullanıyorum" dedi... .......................................................... K. Öner'in 9 yıl önce eşi, 6 yıl önce de anne-babası kayboldu. Bursa polisi K.Öner'in evinde bir kroki buldu, krokiye bakarak bahçe kazıldı ve anne-babasının 300 parçaya bölünmüş cesetleri ortaya... 27 Nisan 2014 Pazar Saat 08:56 Putin: İnternet CIA'in projesidir İstanbul Emniyet'i de kayıp eş Canan Öner için harekete geçti. Polis, K.Öner için "K. çok zeki ama titizliği, her şeyi not alıp arşivlemesi sonu oldu. Cinayetlere rağmen maktullerin bulunamaması, hayatı, yalanları dizi film olur. Çok nitelikli bir katil. Hollywood K.'den iki film çıkarır" dedi. BURSA Emniyeti Cinayet Bürosu, 6 ay önce eski bir dosyayı raftan indirdi. İznikli emlak zengini yaşlı çift Ahmet Refik (82) ve Emine Öner (75), 2008 Nisan'ından beri kayıptı. Çiftin üç çocuğunun -emekli öğretmen Zeliha Bedel (62), emekli astsubay Kamil Öner (60), İÜ Felsefe Bölümü mezunu K.Öner (56)- ifadelerini aldılar. Halka daralmıştı. EV KARANLIKTI Cinayet Büro ekibi, tek isimde mutabıktı: Çiftin en küçük oğlu K. Öner. Sıra gözaltına almaya gelmişti ama ellerinde kanıt yoktu. İstanbul Bayrampaşa'da yaşayan K.Öner'in, dolandırıcılıktan kesinleşmiş bir cezası vardı. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı bu suçla ilgili arama izni çıkardı. 24 Nisan Perşembe gecesi Bursa Cinayet Bürosu ekipleri, K.Öner'in Bayrampaşa'daki dubleks apartman dairesinin kapısını çaldı. Açmadı. Çelik kapıyı çilingirle açtırdılar. İkinci kapıyı kırıp girdiklerinde K.Öner, koltukta oturmuş, sakince Sayfa 15 MUHACIRUN DERGISI– Rusya Devlet Başkanı Putin, internetin bir CIA projesi olduğunu ve Amerikan gizli servisi tarafından kontrol edildiğini söyledi. 25 Nisan 2014 Cuma Saat 12:36 Rusya Devlet Başkanı Putin, internetin bir CIA projesi olduğunu ve Amerikan gizli servisi tarafından kontrol edildiğini söylerken, ülkesinin menfaatleri için online mücadele yapmak zorunda kaldıklarını da belirtti Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'den internetle imlgili ilgniç bir iddia geldi. Putin, internetin, Amerika Birleşik Devletleri (ABD)'nin istihbarat teşkilatı CIA'in projesi olarak geliştirildiğini söyledi. Putin, internetin Amerikan gizli servisi tarafından kontrol edildiğini belirtirken, ülkesinin menfaatleri için online mücadele yapmak zorunda kaldıklarını da kaydetti. Putin, internetin şimdiki ilerleyişinin de, CIA’nın istediği yönde olduğunu söyledi. YIL-3/ SAYI– 28 CEMADIYEL AHIR 1435 / NISAN 2014 تم ن ْحوة ف م هللا هللاك ى ين تم نإ ش ن رفهللا ى إ ْ هللاك ين ن رفهللاإ: قْل ول ل ى علي ى ل لل ش تم ن ع ى لي وفهللا ْحوة ف هللام ن هللا هللاك ى ين تم نإ ش ن رفهللا ى إ ْ هللاك ين ن رفهللاإ ش تم ن لمهللا م ن هللا هللاك ى ين نم نإ ش ن رفهللا إ ْ هللاك ى ين-) ظُلْ أْ ُل إ َضُّهف نْ ضر ًّ ن ض هللا ( نص ب ْح ى- هللاضهللا ن رفهللاإ ش تم ن لمهللا كة نى هللام ن هللا هللاك ى ين تم نإ ش ن رفهللا ى إ ْ هللاك ين ن رفهللاإ ش تم ن ع ى و ْه يد. لي وفهللا ْحوة فإ ش لم Rasulullah (SAV) şöyle buyurdular: “Nübüvvet Allah’ın dilediği kadar aranızda olacaktır, sonra kaldırmayı dilediğinde onu kaldıracaktır. Sonra Nübuvvet minhacı üzere hilafet olacaktır, böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra Allah onu kaldırmak dilediğinde kaldıracaktır. Sonra ısırıcı meliklik olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra Allah onu kaldırmak dilediğinde kaldıracaktır. Sonra ceberut meliklik olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra Allah onu kaldırmak dilediğinde kaldıracaktır. Sonra nübuvvet minhacı üzere olan bir hilafet olacaktır.” (Imam Ahmed 4/273)