a 2. Eser

Transkript

a 2. Eser
ev’den kainat evine kadar
KUR’ÂN’DAKİ AYDINLATILMIŞ EVLER
a
Prof. Mecdî Dawoud
2. Eser
K U R’ÂN ’ Î B EYA NI N S I R L I B I LG I L ER I N E DA I R
AYDINL ATILMIŞ DÜŞÜNCELER
ev’den kainat evine kadar
KUR’ÂN’DAKİ
AYDINLATILMIŞ EVLER
Prof. Mecdî Dawoud
Eûzu billahissemi il aliyyil azîm mineşşeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahîm.
İlk baskısı Arapça olan bu kitabımızı inşaallah Türkçe yanında öncelikle
Almanca, İngilizce ve Fransızca’ya da çevireceğiz.
•
Eserin ismi:
“Kur’ân’daki aydınlatılmış evler.”
Arapça baskının ISBN numarası: 978-977-286-277-4
•
Bütün eserlerimiz:
“Havatır mine-l havatır, havle-l maarif es- sırriyye
fi-l-beyanati-l Kur’âniyye.”
“Kur’ânî maarifet sırları’nın beyanı için, düşüncelere düşen ışıklar”
başlığı altında yazılacaktır.
•
Bu anabaşlık altında yayımlanan ilk kitabımızın adı “İman’a Giden Yol”,
dizinin ikinci kitabı ise bu okuduğunuz eserdir.
Bu dizi, Allah’ın istediği sayıya kadar çoğalacaktır.
www.quran-tafsir.com
IÇINDEKILER
Kur’ân’daki Aydınlatılmış Evler • EV’DEN KAİNAT EVİNE KADAR •
İthaf Biyografi Önsöz Giriş VIII
X
XII
XXVI
Birinci Bölüm • EVLERİN YÜKSELTİLMESİ VE YÜKSELME ÇEŞİTLERİ •
Evlerin yükseltilmesi ve yükselme çeşitleri 1
Evin ev olma nedeni ve manası 7
Yükselmesine izin verilen ve verilmeyen evler 9
Bu evlerin yükselişi nasıl gerçekleşiyor? 12
Sekine nasıl gerçekleşir? 17
Allah’ın zikri ile yükseliş nasıl gerçekleşir? 21
Allah’ın yükseltilmesine izin verdiği evler genel
olarakşunlardır 29
İslam öncesi Kilise, Havra ve çeşitli Mabedler hakkındaki hüküm
nedir? 30
Mescid-i Haram’ın inşası ve yükseltilme izni 32
Yükseltilme çeşitleri 37
Yerlerin yükseltilme dereceleri 39
Ezan’ın Mescid-i Haram’da yükseltilmesi iki türlüdür 43
Allahu Teâlâ bu anlatılan Mescidlerin ve yerlerin yükselmesine ne
zaman izin vermiştir 45
V
İkinci Bölüm • MESCİD-İ HARAM’DA İLAHİ “YAPMAK KANUNU” •
Mescid-i Haram’da İlahi “Yapmak Kanunu” 51
“Yapmak Kanunu” nedir? 53
Ev ne sadece ikamet ve sükûnet, ne de erzak deposu,
ev aynı zamanda(misafirlere) ikram yeridir 54
Allah evlerinin misafirhane olma niteliği 57
İnsan evlerinin misafirhane olma niteliği 58
İlahi yaratmak, yapmak ve inşa kanunu, evlenmenin sebebi ve
hepsinin ev ile alakası 66
Kadınların adet gördükleri günlerde onlardan uzak durmak
evlilikteki sevgi ve merhameti muhafaza ederek devamını sağlamak
içindir 71
Mescid-i Haram’da İlahi Yapmak Kanunu 75
Ümmet-i Muhammed (sas)’in özelliği 82
Halık-ıl Kerim olan Allah, Ka’be sütunlarının yükseltildiğinde
niçin İbrahim ve İsmail (as)’ın isimlerini ayetinde
zikretmiştir? 86
Hacc’a davet çağrısına verilen cevap (telbiye) kaza ve
kaderdir 88
Kaza-i Tavaf ve Kader-i Tavaf 89
İslam’ın evrenselliği Bekke’yi Mekke’ye dönüştürdü, Mekke’yi de
tümüyle Haram-ı Şerif yaptı 90
İki kıble’nin birbiriyle bağlantısı 98
Allah’ın yükselmeye verdiği ilk izin ve halife kılınmak
meselesi 102
Kur’an’da geçen Ehl-i Beyt kavramı sadece peygamber (as) aileleri
içinkullanılıyor 107
Beyt-i Haram’ın hakikati ve temizlenmesi - O’nda İsmail (as) ve
Muhammed (sas)’ın itikaf bağlantıları 109
Sükûnet Evinden Selamet Diyarına hicret 115
Ayakların bastıkları her yer Allah evleridir 117
VI
Üçüncü Bölüm • NİŞ (DUVARDAKİ HÜCRE)İLE EVİN BAĞLANTISI •
Niş (duvardaki hücre) ile evin bağlantısı Niş’in ev ile bağlantısı parça’nın bütün ile bağlantısıdır 121
152
Dördüncü Bölüm • KAİNAT EVİ •
Kainat Evi 161
Hakikat-i Muhammediyye 165
Kaza Dairesi 166
Kader Dairesi 191
Beşinci Bölüm • HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE ALÂKASI •
Hakîkat-İ Muhammediyye ve Kâinat Eviyle alâkası Efendimiz Muhammed (sas)’in üç kadri (kıymet - değer) vardır Rasulullah (sas)’a, bizim için bağışlanma dilemesi için nasıl
gidebiliriz? Rasulullah Muhammed (sas)’e gelmenin farklı halleri Özet VII
211
214
230
235
269
İthaf
Eûzu billahissemi il aliyyil azîm mineşşeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahîm.
Elhamdulillahi Rabbil âlemin.
“Ev’den kainat evine kadar, Kur’ ân’daki aydınlatılmış evler”
isimli kitabı, üzerinde Rabbimin fazlı bulunan Rasulullah
(sas)’a salavat-ı şerife olarak atfediyorum.
Allah’ın fazlıyla O (sas) yaratılmışların en hayırlısı oldu;
Rabbinden bir Rahmet oldu; O’nun Nur’u ve apaçık Kitabı
oldu.
O elbette İlk Nur ve dahi Son Nur, hem de Nur üstüne
Nur’dur.
İlk Nur - İlk Kul.
Son Nur- Peygamberliğin son halkası.
Kainat evinin Nur’u; evin kemalâtının son tuğlası ve güzelliğinin son noktası, fanus içindeki parıldayan kandil.
Fazilet, hayır ve en yüce makamın sahibi, her iki evin aracısı; hem dünya evinin, hem de ebedi evin mutlak vesilesi.
VIII
Dünya hayatındaki evlere irşadı ve merhametiyle, ebedi evlere makamı ve şefaatiyle vesile.
Efendime, gözlerimin bebeğine, kalbimin ışığı ve sadrımın
genişliği ve işlerimin hafifliği ve bağışlanmam için Rabbim
ile aramdaki en büyük vasıtaya.
O’na ki! O’nunla hayatımın hayatlandığı, ömür ve ölümümün onun sayesinde Rabbim için olduğu Zat’a (sas).
Allah’ın sevgilisinin (sas), doğum gününde hakikatini anlatmaya çalışan bu kitabı salavat-ı şerife olarak kendisine
atfediyorum.
Sevgimin bir delili olarak bu eseri O’na hediye ediyorum.
Zira kendisi (sas): “Hediyeleşin ki birbirinize karşı sevginiz artsın.” buyurmaktadır,
Hidayet rehberi, Allah’ın Peygamberi Seyyidina Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e hediye ediyorum.
Meydan-ı mahşerde ve Mahkeme-i Kübra’da ince hesapların çabucak görüldüğü divanda belki Rabbim hesaptan
muaf tutar. Belki de terazide hayır kefesini ağırlaştırır veya
kitabını sağ eliyle alanlardan eyler.
Sevgine fakir ümmetin.
Mecdî Dawoud
12 Rebiülevvel 1431
IX
•
K U R ‘Â N ‘ DA K İ AY D I N L AT I L M I Ş E V L E R
•
Biyografi
Şeyh, Seyyid Mecdî Dawoud kimdir?
a
M
ecdî Dawoud 27 Ocak 1961 de Mısır´ın Santapast köyünde dünyaya gelmiştir. 1985 yılında Kahire Ünivesitesi arkeoloji bölümünden mezun olduktan sonra İslam bilimlerinde de ihtisas yapmış ve 1987 yılında mezun olmuştur.
1988 yılında ihtisas amacıyla Viyana´ya giden Mecdî Dawoud, orada Oryantalistik Enstitüsü’nde Arabistik ve İslâm Bilimleri ihtisasına devam etmiştir. Buna paralel olarak Yüksek
Enstitüde Almanca ve Latince lisan öğrenmiştir. Daha sonra
Profesör olarak Avusturya’nın resmî okullarında (bütün sınıf
kademelerinde) İslâm üzere ders vermiştir.
Bunun yanında bazı meslektaşları ile birlikte zorunlu İslâm
ders kitaplarına da içerik yazmıştır. Bu kitaplarin ismi "Islam
in meinem Leben" ve "Mein Leben für den Islam."
X
•
BİYOGRAFİ
•
Viyana Afro-Asia Enstitüsü’de "Dinler Arası Diyalog" başlığı altında, haftalık yapılan seminerlerde katılımcı olarak yer
almıştır.
Viyana Hukuk Fakültesinde İslâm Hukuku üzerine zaman
zaman açıklamalarda bulunmuş ve bazı gazetelerde makaleler yazmıştır. O tarihlerde uluslar arası Barış Örgütüne de üye
olup onların gazetelerinde de makaleler yazmıştır.
Halen Kur’an-ı Kerîm tefsiri ile meşgul olan Prof. Dr. Mecdî
Dawoud, Arapça yaptığı tefsirlerin Almanca, Türkçe ve Fransızca tercümesi üzerine de yoğun çalışmasını sürdürmektedir.
Bu çalışmalar yazılmaya başlar başlamaz üçer-beşer sayfalar
halinde internet sayfasına eklenmektedir. Bazı çalışmalar tamamlanıp baskıya verilirken üzerinde çalışılanlar internet sayfasına eklenmeye devam etmektedir. www.quran-tafsir.com
Diğer taraftan ise Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed
Aleyhissalatu Vesselam´ın evladı olup, ehl-i beyt silsilesine
mensuptur. Babasının babası ve annesi, annesinin babası ve
annesi bu mübarek seyyidler ve şerifler sülalesine mensupturlar. Adeta ehl-i beytlikle kuşatılmıştır.
(Kahire’de bulunan Seyyidler ve Şerifler Cemiyeti diye bilinen kurumdaki soy ağacı kayıt numarası 49346 (9) 38 m /
77).
XI
•
K U R ’Â N ’ D A K İ AY D I N L AT I L M I Ş E V L E R
•
Önsöz
Eûzu billahi mineşşeytânirracîm
Bismillahirrahmanirrahîm.
a
H
amd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Allah’ın
kendisini hamdu sena ettiği hamd ile hamd ederiz.
Herkesin hamd ve övgüsünden yüce bir hamd ile hamd ederiz.
Ve hamd edenlerin sayısınca hamd ederiz.
Ey Allah’ımız! Seni hamd ile tesbih edenlerin en iyisi, yaratılmışların ve bütün mahlukatın hamdi, tüm mahlukatın Efendisi ve Rasullerin İmamı’nın hamdi ve geçmişten bu ana kadar
yapılagelen ve şu anda yapılmakta olan hatta gelecekte yapılacak olan tüm hamdlerle sonsuzluğa kadar hamd ederiz. Öyle
bir hamd ki Allah’ın Uluhiyyetine yaraşır biçimde…
Allah, Subhan İlah’tır. Allah’tan başka ibadete layık olan
yoktur ve âlemlerde Allah’ın Rububiyyetinden başka RububiyXII
•
ÖNSÖZ
•
yet (terbiye) yoktur ve Allah âlemlerin terbiyecisidir, Allah’ın
celâline ve azametine yaraşır biçimde… Allah, cömerttir verdiği zaman. Hikmet ve adaleti gereği mani olur, mani olması
gerektiği an.
Salat-u selam Rasullerin Efendisi, Abdullah’ın oğlu seyyidina Muhammed’in üzerine olsun. Allah’ın salatu selamı ve tüm
meleklerin salatu selamı ve tüm yaratılmışların salatu selamı ve
kendisinin salatu selamı kendi üzerine olsun. Onun Makamına
layık biçimde ve Rabbi indindeki kadri ve mikdarınca olsun
ve tüm peygamber ve rasullerin de üzerine olsun ve temiz ehli
beytine ve hayırlı ashâbına ve tâbi olanların üzerine de, ta Din
Günü’ne kadar.
Ey Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasındaki durumu hakk
ile aç (aydınlat), sen muammaları açanların en hayırlısısın.
Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı
kolaylaştır.
Ey Rabbimiz, bize katından rahmet ver ve bizim her halimizi hidayet ve sevkiyat eyle.
“Ey Rabbimiz, sadrımı genişlet ve işlerimi kolaylaştır, dilimin bağını çöz ki beni anlasınlar.”
Ey bize cömertçe veren, bizi henüz istemeden (doğuştan)
İslam nimetiyle şereflendiren ve üzerimize nimetini iman nimetiyle tamamlayan Rabbimiz;
XIII
•
K U R ’Â N ’ D A K İ AY D I N L AT I L M I Ş E V L E R
•
Sana kul olma şerefiyle bizi şereflendirdin; zira bizi yoktan
varlığa getirip varlığından ve birliğinden haberdar ettin. Elçinle de (sas) bize sayısız nimetler gönderdin.
Ey Rabbimiz, bizi yokluktan varlığa getirdin ve sana kul
eyledin. Tevhid’in hakkında bizi ilim ve hikmetinle bezedin.
Sadece bu dahi sayılamayacak kadar büyük bir nimet. Gerçek
kulların sana senin dilediğin gibi kulluk ettiler ve nefslerinin
istekleri doğrultusunda gidenler ise dalalete saptılar. Doğru
yolda gidenler dediler ki:
‫َوقَالُوا ِس ْعنَا َو َأ� َط ْعنَا‬
﴾‫ البقرة‬- 2:٢٨٥﴿
“İşittik ve itaat ediyoruz.” (BAKARA, 2/285) Ve sen dilediğin kullarına hususi ilminden verdin.
Senin muradın elbette yerini bulur ve senin kaza ve kaderin
hedefine ulaşır. Vuku bulan her şey adalet ve hikmetinle gerçekleşir. Çatının altında senden başka bir yaratıcı ve rızık verici
yoktur. Ve senden gayrı yaşatıcı ve öldürücü de yoktur.
Sen bizi yaptıklarımızdan sorguya çekersin, fakat sen, yaptıklarından asla sual olunmazsın. Biz senden bir şeyler isterken
“senden başka İlah yoktur” sırrı ile istiyoruz ve bize öğrettiğin
gibi: “Rabbim ilmimi artır” diyerek istiyoruz. Bu nedenle daha
çok ve daha da çok istiyoruz, zira sen bütün ilimlerin açıcısısın.
Bize bütün ilim kapılarını aç!
XIV
•
ÖNSÖZ
•
Bize, senden seninle sana olan ilimleri öğret ve Peygamberinin (sas) rifkatini (beraberliğini) yine senden seninle sana
olarak bize ihsan et.
Ey bütün şerlilerin kötülüklerinden kendisine sığınılan
Rabbimiz! Biz de sana sığınırız. Ey yönelinebilinecek tek istikamet, her iyilik senin elinde ve sen her şeye kâdirsin.
Sen verdiğinde kudret ve kereminle verirsin ve engellediğinde ise kudret ve zenginliğinle engellersin. Hamd sana mahsus,
nimetlerinden dolayı yine hamd sana mahsus, engellemenden
dolayı. Zira sen fazl-u kereminle verirsin, hikmet ve adaletinle
engellersin.
Noksanlardan münezzeh olan Allah’ın tevfîk ve inayetiyle
eserlerimizi şu başlık altında yazacağız inşaallah.
“Havatır mine-l havatır, havle-l maarif es- sırriyye fi-lbeyanati-l Kur’âniyye.”
“Kur’ânî maarifet sırları’nın beyanı için, düşüncelere düşen ışıklar.”
Biz kendimizi ne müfessir, ne müçtehid, ne müceddid, ne
de âlim olarak takdim ediyoruz; ancak kendimizi câhillerden
de kabul etmiyoruz. Biz Allah’a, basîret sonucu elde ettiğimiz
maarifet ve gerçek bilgilerle kulluk yapıyoruz. Bizim ifadeye
dökebildiğimiz gerçekler hatırımıza gelen hakikatlerin sadece bir kısmı ve bu beyanlar Kur’ân âyetleriyle her bakımdan
uyumludurlar. Karmaşık değil aksine açık seçiktir. Bu nedenle
XV
•
K U R ’Â N ’ D A K İ AY D I N L AT I L M I Ş E V L E R
•
“maarifet sırları” diyoruz, yani hafif örtülü sırların beyanı.
Kur’ân-ı Kerîm’e baktığımızda şöyle bir hususiyet görürüz:
Kur’ân’daki bütün sûreler, âyetler hatta harfler nurani-net (nurani, parlayan ağ) özelliği ile birbirlerine bağlıdırlar.
Görüldüğü gibi bizim (tefsir) metodumuz olsun, kullandığımız terimler olsun, geleneksel tefsirlere benzememektedir.
Zaten müfessirlik gibi bir iddiamız yok demiştik.
Bu çalışmayı diğer tefsirlerden ayırt etmek için “Asrın idrakine hitap eden yeni Kur’an tefsiri” olarak isimlendirdik. Anlaşılması kolay kelimeler ve güçlü Kur’an-î deliller seçtik.
Yeni olarak ifade ettiğimiz metot zaruretten dolayı olmuştur. Mesela İslâm’ın evrensellik ve zamanla birlikte yürüyen
tazeliği gerçeğini göstermek adına ve her zaman ve mekânda
kolay anlaşılır olduğunu göstermek amacıyla bu metot tercih
edilmiştir. Diğer yönüyle bu yazılara Allah’ın feyzi ve fethi de
diyebiliriz.
Bu zamanda görüldüğü üzere her alanda inkılâplar ve yenilikler baş göstermektedir. Elbette İslam İlimleri sahasında da
bu tazeliğe ihtiyaç vardır. Müslim ve gayr-i Müslim
insanlara açık bir dille İslam’ın anlaşılmasını sağlamak elzemdir. Hedefimiz sadece Allah’ın yüzü ve rızasına kavuşmaktır.
Zamanla metotlar değişebilir. Mesela bu yazıları okurlarına
ulaştırma işlevini zamanın teknolojik iletişim araçlarıyla gerXVI
•
ÖNSÖZ
•
çekleştiriyoruz. Metodumuzu biraz anlatma adına birkaç noktaya temas edeceğiz.
Tenzil tertibi ve tilavet tertibi:
Kur’ân-ı Kerîm’in bir nüzul (iniş) düzeni bir de tilavet (okuma) düzeni vardır. Rasulullah (sas) her iki sistemi de onaylamıştır. Bizim tefsir sistemimiz okunuş tertibi sistemine göre
değil vahyediliş sistemine göre yapılmaktadır. Bu ne demektir?
Kur’ân-ı Kerim’in Fatiha Suresi’nden başlayarak Bakara,
Al-i İmran vs... Kitap diziliş sistemine göre değil de Kur’ân-ı
Kerîm’in çeşitli âyet ve sûrelerini çeşitli zamanlarda tefsir etmektir. Hangi sûre ya da âyet sırasına göre olacağını biz de bilmemekteyiz, ancak Rabbimizin (CC) yönlendirmesine tâbiyiz.
Kur’ân-ı Kerîm’in herhangi bir harfini alıp incelesek, o harfin diğer bütün harf, âyet ve sûreler ile bağlantılı olduğunu görürüz. Buna ne bir başlangıç ne de bir son vardır, zira i’cazdır,
mu’cizedir.
Mesela: Bir insan bir tefsir yapmaya kalkıştığında o tefsirin
başlangıcı o insanın kabiliyet ve yeteneğine bağlı olarak başlamaktadır, ancak Kur’ân’nın manasını tamamlayıp bitirmek insanın yüz binlerce yıl ömrü dahi olsa hiç kimse için mümkün
değildir. Nitekim O’nun da ömrü son bulur ama Allah kelamının manaları yine de tükenmez.
XVII
•
K U R ’Â N ’ D A K İ AY D I N L AT I L M I Ş E V L E R
•
Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
ِ ‫ُقل ل َّ ْو اَك َن الْ َب ْح ُر ِمدَ ادًا ِل ّ لَ ِك َم‬
‫ات َر ِ يّب لَنَ ِفدَ الْ َب ْح ُر‬
‫قَ ْب َل َأ�ن تَن َفدَ لَ ِك َم ُات َر ِ يّب َولَ ْو ِج ْئنَا ِب ِمث هِ ِْل َمدَ دًا‬
﴾‫ الكهف‬- 18:١٠٩﴿
“De ki: Rabbimin sözleri için derya mürekkep olsa
ve bir o kadar da ilave getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenecektir.” (KEHF, 18/109)
Diğer bir ayet:
‫َولَ ْو َأ�ن َّ َما يِف ْ َأال ْر ِض ِمن جَش ََر ٍة َأ� ْق اَل ٌم َوالْ َب ْح ُر ي َ ُم ُّد ُه‬
ِ َّ‫ات ه‬
ُ ‫ِمن ب َ ْع ِد ِه �سَ ْب َع ُة َأ� حْ ُب ٍر َّما ن َ ِفدَ ْت لَ ِك َم‬
‫الل‬
﴾‫ لقامن‬- 31:٢٧﴿
“Şayet yerdeki ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz katılarak (mürekkep olsa) yine
Allah’ın sözleri tükenmez. Şüphe yok ki Allah mutlak galip ve hikmet sahibidir.” (LOKMAN, 31/27)
Evet… Kur’ân, her zaman ve mekâna hitap edebilirliği yanı
sıra bir de Son Peygamber (sas)’e vahyedilen Son Kitap oluşuyla da i’cazdır, mu’cizedir.
XVIII
•
ÖNSÖZ
•
‫ب‬
Yeri geldikçe “BESMELE” nin B’ si ( ) ve “Nun vel kalem ve ma yasturun” diye başlayan ayetin de N’ si ( ). Bu
iki harfin birbirleriyle bağlantısını ve mânâ itibariyle bütün
yaratılmışlara öz ve kaynak oluşlarını anlatmaya çalıştık. B
( ) aşağı nokta ve N ( ) ise yukarı noktadır. Bütün bunların
mânâları anlatıldı. Bu noktalarla bütün mahlûkatın Allah ile
alâkasını ve de birbirleriyle alakalarını izah ettik. Hatta Uluhiyyet ve ubudiyyet mükâfat ve azap, bütün sûrelerin ve âyetlerin
birbirleriyle alakaları ve daha nice gerçekler bu noktalarda
mevcutturlar. Bu konular uzun uzadıya izah edilecektir.
‫ب‬
‫ن‬
‫ن‬
İnşallah bu çalışmalar insanların Kur’ân’ı daha iyi anlamalarına katkı sağlar. Allah’ın izni ile bu ve diğer konuları kendimize mahsus bir üslup ve açık Kur’ân delilleriyle izah edeceğiz.
Farklı bakış açılarının ve açıklamaların hatalı kısımlarını da
düzeltmeye çalışacağız. Mesela, peygamberlerin masumiyetleri konusu vs.
Bahsedeceğimiz diğer bir konu ise her
şeyin aslı olan üç hakîkat:
1. Uluhiyyet (İlahlık) hakikati.
2. Hz. Muhammed (sas)’in hakikati.
3. Kâinatın hakikati.
Bu üç hakikati ve birbirleriyle bağlantılarını izah edeceğiz.
(Bu bahsettiğimiz üç hakikat Hıristiyanlığın üçlemesiyle uzaktan yakından alakalı değildir).
XIX
•
K U R ’Â N ’ D A K İ AY D I N L AT I L M I Ş E V L E R
•
1. Hakikata tecelli eden ayet:
ِ َّ‫� ُس ْب َح َان ه‬
‫ون‬
َ ‫الل مَ َّعا ي َ ِص ُف‬
﴾‫ الصافات‬- 37:١٥٩﴿
“Allah, onların isnat edegeldiklerinden münezzehdir.” (SAFFAT, 37/159)
2. Hakikata tecelli eden ayet:
‫َو َما َأ� ْر َسلْنَاكَ � اَّل َر مْ َح ًة ِلّلْ َعالَ ِم َني‬
﴾‫ األنبياء‬-‫ ِإ‬21:١٠٧﴿
“Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (ENBIYA, 21/107)
3. Hakikata tecelli eden ayet:
ۚ ‫الس َم َاو ُات ال�سَّ ْب ُع َو ْ َأال ْر ُض َو َمن ِف ِهي َّن‬
َّ ‫تُ�سَ ِ ّب ُح هَ ُل‬
َ‫َو�ن ِّمن ي‬
‫ُون‬
َ ‫ش ٍء � اَّل يُ�سَ ِ ّب ُح حِ َب ْم ِد ِه َولَ ٰ� ِكن اَّل تَ ْف َقه‬
ْ
‫ت َ ِإ ْس ِبي َحه ُْم ۗ �ن َّ ُه اَِإك َن َح ِلميًا غَ ُف ًورا‬
‫ِإ‬
﴾‫ اإلرساء‬- 17:٤٤﴿
XX
•
ÖNSÖZ
•
“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu
tesbih eder. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiç
bir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini
anlamazsınız. O halîmdir, bağışlayıcıdır.” (ISRA,
17/44)
Allahu Teala ilk önce Hz. Muhammed (sas)’in hakikatini
yarattı, yani Nûr’unu. Onun hakikatinden ise tüm Kainatı yani
yaratık diyebileceğimiz her şeyi yarattı.
Tefsir metodumuza bir başka örnek: Allahu Teala Kur’ân’da:
‫� ِ يّن َجا ِع ٌل يِف ْ َأال ْر ِض َخ ِلي َف ًة‬
‫ِإ‬
﴾‫ البقرة‬- 2:٣٠﴿
“Muhakkak ben, yeriçinde bir halife yapacağım.”
(BAKARA, 2/30)
Bu âyet çevrildiği tüm dillere “Biz yeryüzünde bir halife
yaratacağız” olarak çevrilmiştir. Oysaki Arapça’sında alel-ard
değil, fil-ard olarak yazılmaktadır; yani, ‘yeryüzü’nde değil
de ‘yeriçi’nde. Bu âyetin böyle tercüme edilmesinin nedeni;
‘yeriçi’nde olarak tercüme edildiği takdirde izahının yapılamamasıdır diye düşünüyoruz.
Biz aslına sadık kalarak tercüme edip aynı zamanda gerekli
izahatını da yapacağız:
Biz insanlar sürekli yer içinde yaşarız ve yer içinden çıkmaXXI
•
K U R ’Â N ’ D A K İ AY D I N L AT I L M I Ş E V L E R
•
mıza ise imkân yoktur. İstesek de istemesek de bu gerçek değişmez.
Biz maddeleri yerden elde edilmiş evlerde yaşarız; yiyeceklerimiz ve giysilerimiz de yerden elde edilir; Dünyadan çıkıp
fezaya da gidecek olsak yine yerden üretilmiş (özel) elbiseler ve
yine yer unsurlarından kazanılmış maddelerle yapılacak olan
Uzay Mekikleriyle gidebiliriz. Dolayısıyla yine değişik formlarda yer içinde sayılırız.
Yerde kalabilmemizin sebebi Newton teorisinin ifade ettiği
gibi yer çekimi değil, ancak Allahu Teala’nın emriyledir. Zira
yukarıdaki ayette de belirttiğimiz gibi Allah “Biz, yeriçinde
halife yapacağız” buyuruyor. Burada kast olunan halife insanların aklıdır; çünkü akıl insanın tüm organ ve duyularına
rehber, kılavuz, sultandır ve aynı zamanda bunların hepsinden
sorumludur. Allah’tan emanet akla gelmiştir ve dolayısıyla muhataptır, yani halifedir. Burada ifade edilen insanın halifeliği
Allah’a halifelik değil, halife akıldır ve insanın bütün cüzlerine
halifelik yapar.
Hz. Muhammed’de (sas) durum farklıdır. O (sas) yer içinde
değil yeryüzünde yürüyen Kur’ân’dır.
Bu konuyla alakalı bir âyet-i kerime:
‫ون عَ ىَل ْ َأال ْر ِض ه َْون‬
َ ‫َو ِع َبا ُد َّالر مْ َح ٰ� ِن ذَّ ِال َين ي َ ْم ُش‬
‫ون قَالُوا َس اَل ًما‬
َ ُ‫َو� َذا خ ََاطبهَ ُ ُم الْ َجا ِهل‬
‫ِإ‬
XXII
•
ÖNSÖZ
•
﴾‫ الفرقان‬- 25:٦٣﴿
“Rahman’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde
tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında >> Selam!<< derler. (geçerler).”
(FURKAN, 25/63)
Peygamber varisleri olarak onlar da yeryüzünde yürüyenler
olarak tarif edilmişlerdir; çünkü Peygamber varisleri aynı zamanda Kuran taşıyıcılarıdırlar. Dolayısıyla durumları yüksek
olduğundan onların nurlarını ‘yeriçi’ kuşatamaz fakat onların
nuru ‘yerküre’yi kuşatır. Allah onları bu şekilde onurlandırır.
Yaratıkların yaratılması ve varlığını
idame ettirebilmesi için üç İlahi kanun
vardır:
1. Kanun-u halk (yaratma kanunu)
2. Kanun-u ceal (yapmak kanunu)
3. Kanun-u inşâ’ (inşa kanunu)
Mesela:
Allahu Teala, Adem (as)’i önce yaratma kanunu ile yaratmıştır, sonra yapma kanunu ile halife yapmıştır ve daha sonra da inşa kanunu çerçevesinde hayatının idamesi için gerekli olan oksijen, gıda maddeleri vs. ile de hayatının idamesini
XXIII
•
K U R ’Â N ’ D A K İ AY D I N L AT I L M I Ş E V L E R
•
mümkün kılmıştır.
Bu üç kanuna sebep ise inata vel istihlaf ’tır. (Görevlendirme
ve temsil).
Diğer bir konu ise “Hurufu mukatta” diye maruf, belirli
sûrelerin başlarında yer alan harflerdir. Bu harfler şimdiye kadar tefsir edilememişlerdir ancak bu durum, bu harfler tefsir
edilemez anlamını da taşımaz.
Ha, Mîm, Sâd. Elif, Lâm, Râ. Kâf, kef, Hâ, Yâ, Ayn, Sâd vb.
Kur’ân-ı Kerîm de müstakil harflerle başlayan 29 tane sûre
vardır; yani harflerden oluşan âyetler. Bazı müfessirler: “Bulmaca, Kesik Harfler veya sadece Allah’ın bildiği gizli mânâlı harflerdir…” demişlerdir.
Bu harfler hakkında bir diğer yorum ise, bu harflerin şifre, bulmaca veya tılsım olduğu yönündedir. Bu yorumlar
Kur’ân’nın aslî göreviyle çelişmektedir. Bu görüşlerin tümünü kabul edilemez buluyoruz. Zira Kur’ân şifrelenmek ya da
her hangi bir esrarengiz durum sergilemek için değil, bilakis
Kitab-ı Mubîn’dir ve insanlara kendi dillerinde gelmiştir; anlaşılması ve bununla birlikte emir ve yasaklarının uygulanması
için gönderilmiştir.
Diğer müfessirler ise bu harflerle Allah, Arapları müsabakaya çağırmıştır. -İşte benim kitabımın harfleri, getirebiliyorsanız sizde bunlar gibisini getirin de yarışalım..- diyormuş gibi
yorumlamışlar haşa! Bu yorumlar da kabul edilemez; çünkü
XXIV
•
ÖNSÖZ
•
Allah, mahlûkuyla iddialaşmaz. İddiada her iki tarafın kazanma ihtimali vardır. Allah’a karşı iddia olmaz, çünkü kazanma
imkânı yoktur, ancak i’cazına karşı aciz kalmak vardır. Bu olay
Allah’ın insanları aciz bırakmasıdır, yoksa denildiği gibi iddialaşmak değildir.
Biz bu harfleri “El âyât zat-el harf-el vahid av-mâ-zâda-anharf.” diye isimlendirdik. “Bir veya birden fazla harften oluşan
âyetler”.
Şimdiye kadar anlatılan tüm konular inşallah zaman içinde
işleyeceğimiz konuların ana başlıklarıdır ve ilk defa tarafımızdan açıklanmaktadırlar.
Allah’tan sürekli hidayet istiyoruz.
Kemalat ve yücelik Allah’a ve masumiyet O’nun peygamberlerine (as) mahsustur.
Prof. Mecdî Dawoud
XXV
•
K U R ’Â N ’ D A K İ AY D I N L AT I L M I Ş E V L E R
•
Giriş
a
A
llahu Teala’nın inayet ve hidayetiyle iki hakikati anlatmağa başlayalım inşaallahu Teala.
Efendimiz Muhammed (sas)’in hakikatiyle evlerin evi olan
kainat evinin nurunu ve kainat içindeki farklı evlerle alakasını
ve yine Hakikat-i Muhammed (sas) ve birbiriyle bağlantılı olan
iki daire; kaza ve kader bağlantısını Nur Suresi’nin otuz beş ve
otuz altıncı ayetleri ışığında değerlendireceğiz.
ٍ ‫يِف بُ ُي‬
‫اس ُه‬
ُ َّ‫وت َأ� ِذ َن ه‬
ُ ْ‫الل َأ�ن تُ ْرفَ َع َويُ ْذ َك َر ِفهيَا م‬
‫يُ�سَ ِ ّب ُح هَ ُل ِفهيَا اِبلْغُدُ ِّو َو ْالآ َص ِال‬
﴾‫ النور‬- 24:٣٦﴿
XXVI
•
GİRİŞ
•
“Allah’ın, yükselmelerine ve içlerinde isminin
anılmasına izin verdiği evlerde. Orada sabah akşam
O’nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;” (NUR, 24/36)
Kâinat evinin yükselmesi olsun, kâinat içerisindeki çeşitli
evlerin yükselmeleri ve aydınlanmaları olsun tamamen Nur-u
Muhammedi ile olmuştur. Zira O (sas) kâinat evinin duvarında bulunan hücredeki fanusun içindeki kandildir. Zira tümün
parçası olması bakımından duvar hücresi (oyuğu), duvar yerine mecazi anlamda bedeldir ve duvarı işaret eder onun gibi de
duvar dahi eve mecazi anlamda bedeldir ve evi gösterir.
‫الس َم َاو ِات َو ْ َأال ْر ِض ۚ َمث َ ُل ن ُِور ِه مَ ِك ْش اَك ٍة‬
ُ َّ‫ه‬
َّ ‫الل ن ُُور‬
‫ِفهيَا ِم ْص َب ٌاح‬
﴾‫ النور‬- 24:٣5﴿
“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun
misali, içinde kandil bulunan bir niş (duvar hücresi)
gibidir;” (NUR, 24/35)
Ev güzeldi ancak bir tuğlası eksikti. O evi tamamlayacak ve
güzelleştirecek ise Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’di.
Ebu Hureyre (ra)’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Rasulullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Benimle, benden önce gelip,
giden peygamberlerin durumu aynen şuna benzer: Adamın
birisi çok güzel bir ev yaptırmıştır. O, bu evi tamamlamış,
XXVII
•
K U R ’Â N ’ D A K İ AY D I N L AT I L M I Ş E V L E R
•
süsleyip donatmış, ancak duvarında bir köşe taşının yerini
eksik bırakmıştır. O şâhâne evi görmeye gelenler, binanın
içinde gezip dolaşırken, gözleri bu eksik kalan yere ilişince:
‘Bina çok güzel olmuş ama keşke şu köşe taşının yeri de boş
bırakılmış olmasaydı!’ demekten kendilerini alamazlar. İşte
ben, yeri boş bırakılan o köşe taşı gibiyim. Ve ben, gönderilen
tüm peygamberlerin sonuncusuyum.” (SAHİH-İ BUHARİ)
Bu sahih hadisin de izahımızı teyit ettiği gibi Rasulullah
(sas) Kandil ve duvardaki hücre ise onun (sas) ümmetidir.
Ev: Universum yani kâinat.
Duvar: önceki ümmetler. Duvarın en aydınlık yeri ise Kandilin konulduğu hücre (niş).
Duvardaki Kandilin içine konulduğu hücre: Ümmet-i Muhammed (sas)’dir. Neden hücre en aydınlık yerdir? Çünkü
Kandil onun içindedir de ondan. Bu Kandil tüm kâinatı ışıtıyor
ve ışık hücreden tüm eve yansıyor ve aydınlatıyor. Allah’ın bir
fazlı olarak bu makam Muhammed (sas) ümmetine verilmiştir
ve dolayısıyla:
‫نت خ رْ ََي ُأ� َّم ٍة ُأ� ْخ ِر َج ْت ِللنَّ ِاس‬
ْ ُ‫ُك م‬
﴾‫ آل‌عمران‬- 3:١١٠﴿
“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.” (AL-I İMRAN, 3/110)
XXVIII
•
GİRİŞ
•
İlahi hitabının muhatabı olmuşlardır.
Efendimiz Muhammed (sas) henüz beşeriyetiyle dünyaya
teşrif etmeden önce evin bir tuğlası eksikti. Nitekim yaratılmışların en hayırlısı (sas) bedenen âleme teşrif edince evin kemali ve cemali (güzelliği) tamamlandı. Bu nedenle Rasulullah’ın
(sas) beşeriyetiyle beşir (müjdeleyici) ve nezir (uyarıcı) özelliği
ile hakikatinin farkını gözetmeliyiz. Bir yönden beşeriyetiyle,
insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetin içinden çıkmış bir
Nebi (Peygamber) ve diğer yönden hakikatinin tamamını ancak Allahu Teala’nın bildiği Muhammed (sas).
Efendimizin (sas) ikinci yönü olan hakikatiyle Allahu Teala
kendisini âlemlere rahmet olarak göndermiştir:
‫َو َما َأ� ْر َسلْنَاكَ � اَّل َر مْ َح ًة ِلّلْ َعالَ ِم َني‬
﴾‫ األنبياء‬-‫ ِإ‬21:١٠٧﴿
“Ve Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (ENBİYA 21/107)
Âlemler sözcüğü istisnasız tüm yaratılmışlar manasındadır.
Allah Subhanehu ve Teâlâ Fatiha Suresinin birinci ayetindeki
‘‘Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur’’cümlesinde nasıl ki
tüm yaratılmışların Rabbi olduğunu ifade ediyorsa, âlemlere
rahmet olarak gönderilmek de tüm yaratılmışlara rahmet
olarak gönderilmeyi ifade eder. Hülasa-i kelam Allahu Teala
hangi âlemlere Rabb ise Nebisini de o âlemlere rahmet olarak
XXIX
•
K U R ’Â N ’ D A K İ AY D I N L AT I L M I Ş E V L E R
•
göndermiştir. Ancak Kendisinin (Subhanehu ve Teâlâ) bildiği
bu hakikatın sahibini en üstün mertebe olan Habibullah ünvanıyla şereflendirmiş ve makam olarak da en üstün makam olan
Makam-ı Mahmud ile yüceltmiştir. Makam-ı Mahmud liva-il
hamd sancağının ve şefaat yetkisinin sahibi olmak ve ilk Kul
olmak ayrıcalığı demektir.
Allahu Teâlâ Kur’an-ı Kerim’inde şöyle buyurmaktadır:
‫ُق ْل �ن اَك َن ِل َّلر مْ َح ٰ� ِن َو دَ ٌل فَ�َأناَ َأ� َّو ُل الْ َعا ِب ِد َين‬
﴾‫ الزخرف‬- 43:٨١﴿ ‫ِإ‬
“De ki: Eğer Rahmân’ın bir oğlu olsaydı, ilk kul
benim (benim o oğul olmam gerekirdi)!” (ZUHRUF, 43/81)
Rasulullah (sas) ilk kul olunca doğal olarak ilk yaratılan da
oluyor. Başka bir ayette:
ِ َّ‫قَ ْد َج َاء مُك ِّم َن ه‬
‫اب ُّمب ٌِني‬
ٌ ‫الل ن ٌُور َو ِك َت‬
﴾‫ املائدة‬- 5:١٥﴿
“İşte size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap
(Kur’an) gelmiştir.” (MAİDE, 5/15)
Müfessirlerin sultanı övgüsüne mazhar olan İbn Abbas
(ra) ve diğer ulema bu ayette ifade edilen Kitap’tan maksat
Kur’an’dır ve Nur kelimesinden murad ise Muhammed aleyhisXXX
•
GİRİŞ
•
salatu vesselam’dır derler.
Kur’an ve sahih hadislerle bu konuyu ıspat ettikten sonra
şimdi de konuya düz mantık zaviyesinden bakalım. Görüyoruz ki, bu dünya hayatının kabir âlemine ve kabrin de mahşer
meydanına açılan kapıları var. İnsanlar istese de istemese de o
kapılardan bir mahşer meydanına sürüklüyor. Büyük mahkemeden sonra da insanlara iki kapı açılıyor. Cennet ve cehennem kapıları… Cennet ve cehennem ebedi ikamethanedirler.
Hiç kimse cennete Rasulullahın (sas) şefaati olmadan giremez.
O’nun (sas) şefaat etmediği kimseler ebedi cehennem ateşine
gireceklerdir. Demek ki dünya hayatı olsun tekrar dirilişten
sonra ki ebedi hayat olsun Muhammed (sas) için yaratılmışlardır.
Değerli kardeşlerim! Bu eser, okuduğunuz konuyu ince ayrıntılarına kadar anlatmak için yazıldı.
XXXI
Birinci Bölüm
•
EVLERİN YÜKSELTİLMESİ VE
YÜKSELME ÇEŞİTLERİ
1. Bölüm •
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
ٍ ‫يِف بُ ُي‬
‫اس ُه‬
ُ َّ‫وت َأ� ِذ َن ه‬
ُ ْ‫الل َأ�ن تُ ْرفَ َع َويُ ْذ َك َر ِفهيَا م‬
‫يُ�سَ ِ ّب ُح هَ ُل ِفهيَا اِبلْغُدُ ِّو َو ْالآ َص ِال‬
﴾‫ النور‬- 24:٣٦﴿
ِ َّ‫ِر َجا ٌل اَّل تُلْهِ ِهي ْم جِ َت َار ٌة َو اَل ب َ ْي ٌع َعن ِذ ْك ِر ه‬
‫الل َو�قَا ِم‬
‫ون ي َ ْو ًما تَ َت َقل َّ ُب ِفي ِإِه‬
َّ
َ ُ‫الص اَل ِة َو�ي َتا ِء َّالز اَك ِة ۙ خَ َياف‬
‫وب َ ِإو ْ َأالبْ َص ُار‬
ُ ُ‫الْ ُقل‬
﴾‫ النور‬- 24:٣7﴿
“Allah’ın, yükseltilmesine ve içlerinde isminin
anılmasına izin verdiği evlerde. Orada sabah akşam
O’nu (öyle adamlar) tesbih eder ki; hiçbir ticaretin
ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı anmaktan,
namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı
(adamlar). Onlar, kalplerin ve göz ışığının (dehşetten) döneceği bir günden korkarlar.” (NUR, 24/36-37)
•
3
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
Evlerin çeşitleri nelerdir? Ev ne anlama
gelir?
Bu soruların cevabını bulmak için önce evlerin varoluş gerekçesini bilmek gerekir. Evler üç çeşittir:
1. Allah’ın evleri.
• Kerem sahibi Allah’ın bizzat kendisinin tercih ettiği
evler.
• İnsanların tercih ettiği evler.
2. İnsanların evleri.
3. İnsanların dışındakilerin, mesela arıların ve örümceklerin evleri vs.
Konumuz birinci ve ikinci şıktaki evlerle alakalı. Üçüncü
şıktaki evler Kur’an’da anıldıkları için bizde kısaca değindik.
Birinci şıkkın a) noktasıyla başlayalım inşaallah: Allah’ın
bizzat kendisinin seçtiği inşa edilmesini istediği, insanların
iradelerinin karışmadığı evler dörttür:
1. Mescid- i Haram
2. Mescid- i Nebevi
3. Mescid- i Aksa
4. Mescid- i Kuba
(Mekke-i Mükerreme)
(Medine-i Münevvere)
(Filistin/Kudüs)
(Medine-i Münevvere)
Bu Allah evlerinin (mescid) kendilerine mahsus fıkıhları/
hükümleri, ibadetleri, menasıkları ve sevapları vardır. Bu mescid ya da camiiler mescidlerin ya da camilerin en üstünleridir4
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
ler, arzın da en iyi mekânlarıdırlar.
Birici şıkkın b) noktası: insanların yaptıkları büyük camiiler veya küçük mescidler. İçerisinde beş vakit namaz kılınan,
Kur’an-ı Kerim okunan, itikâfa girilen, Allah’ın zikredildiği
mekânlar.
İkinci evlere gelince: bu evler insanların yani sevaba açık
oldukları için Müslümanların evleridir. Zira mü’minler her
zaman ve mekânda Allah’ı zikir halindedirler. İmam-ı Ahmed
Müsned’inde Ömer ibni Sad’ın babasından rivayetle Rasulullah (sas)’ın şöyle buyurduğunu kaydetmiştir: “Ben Allah’ın
mü’min için yazdığı şu duruma hayret ederim. Çünkü onun
işleri bütünüyle hayırdır. Bu da ancak mü’mine mahsustur.
Çünkü o sevindirici bir şeyle karşılaştığında şükreder hayır olur. Zararlı ve üzücü bir işle karşılaştığında sabrederse (hamd ederse) bu da kendisi için hayır olur. Mü’min her
durumda mükâfatlandırılır. Ta hanımının ağzına bir lokma
ekmek vermesine bile.” Buhari de bu hadisi son cümlesi farklı
olarak sahihinde zikretmiştir.
Demek ki mü’minin her hali hayır ve mükâfattır. Bir Müslüman kardeşine ve insanlara tebessüm etmesi bile sadaka sevabı getiriyorsa ne demeli! Daha da ötesi: bir erkeğin hanımıyla
odalarına çekilmeleri dahi onlara sadaka sevabı kazandırıyor.
Bir Müslüman Allah’ın emirlerini tatbik eder ve yasaklarından sakınırsa her zaman ve zeminde ibadet yapıyor muamelesine tabidir ve sevap kazanır. Yukarıdaki ayette:
5
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
“Orada sabah akşam O’nu (öyle adamlar) tesbih
eder ki;” ayetindeki sabah- akşam mecazdır. Sabah ve akşam
demek her daim anlamındadır: uykuda ve uyanıklıkta hep sevap halindedir. Uykuda bilmeden bir hata yaparsa sorumlu tutulmaz. Hz. Aişe (ra) validemizin rivayetine göre Rasulullah
(sas): “Üç kişi için kalem yazmaz. Uyuyan uyanana kadar.
Çocuk reşit olana kadar. Bir de aklını yitirmiş olan akıl sağlığına kavuşana kadar.” buyurmuştur. (İBNİ MACE)
ٍ ‫يِف بُ ُي‬
‫اس ُه‬
ُ َّ‫وت َأ� ِذ َن ه‬
ُ ْ‫الل َأ�ن تُ ْرفَ َع َويُ ْذ َك َر ِفهيَا م‬
‫يُ�سَ ِ ّب ُح هَ ُل ِفهيَا اِبلْغُدُ ِّو َو ْالآ َص ِال‬
﴾‫ النور‬- 24:٣٦﴿
ِ َّ‫ِر َجا ٌل اَّل تُلْهِ ِهي ْم جِ َت َار ٌة َو اَل ب َ ْي ٌع َعن ِذ ْك ِر ه‬
‫الل َو�قَا ِم‬
‫ون ي َ ْو ًما تَ َت َقل َّ ُب ِفي ِإِه‬
َّ
َ ُ‫الص اَل ِة َو�ي َتا ِء َّالز اَك ِة ۙ خَ َياف‬
‫وب َ ِإو ْ َأالبْ َص ُار‬
ُ ُ‫الْ ُقل‬
﴾‫ النور‬- 24:٣7﴿
“Allah’ın, yükseltilmesine ve içlerinde isminin
anılmasına izin verdiği evlerde. Orada sabah akşam
O’nu (öyle adamlar) tesbih eder ki; hiçbir ticaretin
ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı anmaktan,
namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı
(adamlar). Onlar, kalplerin ve göz ışığının (dehşetten) döneceği bir günden korkarlar.” (NUR, 24/36-37)
6
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
Yukarıdaki ayet-i kerimeyi zikrolunan hadislerle birlikte
değerlendirdiğimizde konu bütünlüğü daha bariz bir şekilde
görünmektedir.
Evin ev olma nedeni ve manası:
Ev bir mekândır ve varoluş nedeni ise içerisinde rahat edilmesidir. Bu hususu anlatan bir ayet-i celile:
‫الل َج َع َل لَ مُك ِّمن بُ ُيو ِت مُ ْك َس َكنًا‬
ُ َّ‫َو ه‬
﴾‫ النحل‬- 16:٨٠﴿
“Allah, size evlerinizi huzur ve dinlenme yeri
yaptı.” (NAHL, 16/80)
Arapçası beyt/biyut olan ev/evler sözcüğü Kur’an-ı Kerim’in
muhtelif yerlerinde çeşitleriyle geçmektedir. Mesela bir ayette
Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
ِ َّ‫ُون ه‬
‫الل َأ� ْو ِل َي َاء مَكَث َِل‬
ِ ‫َمث َ ُل ذَّ ِال َين خَّ َات ُذوا ِمن د‬
ِ ‫وت خَّ َات َذ ْت بَيْتًا ۖ َو� َّن َأ� ْوه ََن الْ ُب ُي‬
ِ ‫الْ َعن َك ُب‬
‫وت لَ َبيْ ُت‬
ِ ‫الْ َعن َك ُب‬
‫ون‬
َ ‫وت ۖ لَ ْو اَكنُوا ي َ ْعلَ ُم ِإ‬
﴾‫ العنكبوت‬- 29:٤١﴿
7
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
“Allah’tan başkalarını dost edinenlerin durumu,
kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi!” (ANKEBUT, 29/41)
Biz yine asıl konumuz olan birinci ve ikinci noktalar olarak
ifade ettiğimiz evlerle devam edelim.
ÂL’İ İMRAN Suresi’nde Allah Subhanehu ve Teala şöyle buyurmaktadır:
‫� َّن َأ� َّو َل بَيْ ٍت ُو ِض َع ِللنَّ ِاس ل َ ذَّ ِلي ِب َبكَّ َة ُم َب َارك‬
‫ِإ‬
ْ
َ
ّ
ِ
ِ
‫َوهُدً ى لل َعالم َني‬
﴾‫ آل‌عمران‬- 3:٩٦﴿
“Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi,
elbette Bekke’de, âlemlere mübarek ve hidayet olarak kurulan Kâ’be’dir.” (ÂL’İ İMRAN, 3/96)
Bu ev elbette Mekke’deki Mescid il- Haram’dır. Kabe ise o
evin merkezidir. Mescid-il Haram evinin kendine mahsus kuralları var, mesela hacc ve umre menasıkları vs. Bir de Nur Suresi 36-37 ayetleriyle birlikte değerlendirildiğinde evlerin yükseltilmesi daha iyi anlaşılıyor.
•
8
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
Yükselmesine izin verilen ve verilmeyen
evler:
Kur’an-ı Hakim’de evler sekine (rahat) mekanları olarak tarif edilirler. Hayvanların evleri önceden de ifade ettiğimiz gibi
konumuz dışıdır, biz ancak Rabbimizden kendilerine akıl emaneti ve dolayısıyla kendi iradeleriyle tercih yapabilen insanların meskenlerinden bahsedeceğiz. İnsanlar ki verilen akıl sayesinde eğriyi- doğruyu, haram ve helali ayırt edecek yetenekte
yaratılmışlardır.
Bir Müslüman insan, ailesiyle birlikte ikamet etmek için bir
eve yerleşse, orada Allah’ın emirlerini yaşasa ve yasaklarından
sakınsa, o ev asli halinden bir derece yükselir ve aydınlanır. O
ev zaten özünde ve doğal halinde Allah’ı zikrettiği için bir ölçüde yükseltilmiş ve aydınlanmıştır. Mü’min’in o evde ikamet
etmesiyle birlikte yükseltilmesi ve aydınlığı bir kat daha artmış
olur. Gayr-i Müslimler veya Allah’a karşı savaş açanlar için durum tam tersidir. Ev zaten doğal haliyle yukarıda da bahsettiğimiz gibi kendi zikir ve tesbihiyle bir derece yükseltilmiş ve
aydınlanmıştır, ancak içinde oturanlar Allah’ın kanunlarını gözetmedikleri için, artı yükselişten ve aydınlanmadan mahrum
bırakılmışlardır. Zira bu ikinci taife aydınlık yerine karanlığı
tercih etmiştir.
Allahu Teâlâ bir kulunu günah işlemekten korursa bu
Allah’ın nimeti ve fazlıdır, ancak onun günahına mani olmazsa bu da O’nun adaletidir. Zira Allahu Teâlâ insanlara elçiler
ve elçilerle beraber doğruyu/yanlışı, iyiyi/kötüyü, helali/hara9
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
mı anlatan Kullanma Kılavuzları göndermiştir. İnsanları, İlahi mesajları kavrayacak bir akılla da donatmıştır. Allah fazl-ı
keremiyle hidayet vermiş başka, ancak hidayet vermez ise bu
da Allah’ın adaletidir. Çünkü hidayeti isteyecek ve bulacak her
türlü imkânı sağlamıştır, dolayısıyla bahaneleri kalmamıştır.
Peygamberleri (as) ve onların tebliğ ettikleri mesajları hiç duyma imkânı bulamamış insanlar, zaten dinen mazur sayılırlar.
Evet, evlerin varoluş nedenleri, içlerinde rahat etmektir demiştik. Buradaki rahattan kasıt hem bedensel hem de ruhani
rahattır. Kalbin ve kalıbın rahatıdır.
Allah Subhanehu ve Teala bir ayetinde kadınlara:
‫َوقَ ْر َن يِف بُ ُيو ِت ُك َّن‬
﴾‫ األحزاب‬- 33:٣٣﴿
“Evlerinizde oturun.” (AHZAB, 33/33) buyurmaktadır.
Bu ayetin beyanına göre evlerin sahibeleri kadınlardır, erkekler değil. Arapça’ya vakıf olanlar, bu ayetteki hitap tarzının
kadınlara yönelik olduğunu bilirler.
Allahu Teala yukarıdaki ayet ile kadınlara evlerinde sakin,
huzurlu, kötülüklerden emin yaşamalarını tembih ediyor.
Kadınların sükuneti kocalarıyla ve kocaların sükuneti de
hanımlarıyladır. Birbirlerinin huzuru ve rahatıdırlar.
10
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
Şu ayet-i kerime konuyu tamamen aydınlatmaktadır:
‫َو ِم ْن � آ اَي ِت ِه َأ� ْن َخلَ َق لَ مُك ِّم ْن َأ�ن ُف ِس مُ ْك َأ� ْز َوا ًجا‬
‫ِلّت َ ْس ُكنُوا �لَيهْ َا َو َج َع َل بَيْنَ مُك َّم َو َّد ًة َو َر مْ َح ًة ۚ � َّن ف‬
‫ِإ‬
‫َ َ آ ِإ‬
ّ
َّ
ِ
ٍ
َ
َ
‫ي‬
‫ون‬
‫ر‬
‫ك‬
‫ف‬
‫ت‬
‫م‬
‫و‬
‫ق‬
‫ل‬
‫ت‬
َ ُ َ َ ٍ ْ ‫ذٰ كِ َل ل اَي‬
﴾‫ الروم‬- 30:٢١﴿
“Onda sükun bulup durulmanız için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi
ve merhamet kılması da, O’nun ayetlerinden (mucize
ve ibret) dir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim
için gerçekten ayetler vardır.” (RUM, 30/21)
Bu nedenle Allah rasulu (sas) kadınların en hayırlısının
kocasına Allah yolunda (ibadetinde) destek olanlar olduğunu
ifade etmiştir.
Yine bu anlamda bir ayet-i kerime:
‫الل َج َع َل لَ مُك ِّمن بُ ُيو ِت مُ ْك َس َكنًا‬
ُ َّ‫َو ه‬
﴾‫ النحل‬- 16:٨٠﴿
“Allah, size evlerinizi huzur ve dinlenme yeri
yaptı.” (NAHL, 16/80)
11
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
Allah’tan sakınmak O’nu Subhanehu ve Teala anmaktır.
O’nu anmak ise hem dünya hayatının hem ebedi hayatın huzur
ve rahatının sebebi ve kaynağıdır.
Allahu Teala bir ayet-i kerimesinde:
ِ َّ‫ذَّ ِال َين � آ َمنُوا َوت َْط َم نِ ُّئ ُقلُوبهُ ُم ِب ِذ ْك ِر ه‬
‫الل ۗ َأ� اَل ِب ِذ ْك ِر‬
ِ َّ‫ه‬
‫وب‬
ُ ُ‫الل ت َْط َم نِ ُّئ الْ ُقل‬
﴾‫ الرعد‬- 13:٢٨﴿
“Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalbler
yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.” (RA’D, 13/28)
Bu evlerin yükselişi nasıl gerçekleşiyor?
ٍ ‫يِف بُ ُي‬
‫اس ُه‬
ُ َّ‫وت َأ� ِذ َن ه‬
ُ ْ‫الل َأ�ن تُ ْرفَ َع َويُ ْذ َك َر ِفهيَا م‬
‫يُ�سَ ِ ّب ُح هَ ُل ِفهيَا اِبلْغُدُ ِّو َو ْالآ َص ِال‬
﴾‫ النور‬- 24:٣٦﴿
ِ َّ‫ِر َجا ٌل اَّل تُلْهِ ِهي ْم جِ َت َار ٌة َو اَل ب َ ْي ٌع َعن ِذ ْك ِر ه‬
‫الل َو�قَا ِم‬
‫ون ي َ ْو ًما تَ َت َقل َّ ُب ِفي ِإِه‬
َّ
َ ُ‫الص اَل ِة َو�ي َتا ِء َّالز اَك ِة ۙ خَ َياف‬
‫ِإ‬
12
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
‫وب َو ْ َأالبْ َص ُار‬
ُ ُ‫الْ ُقل‬
﴾‫ النور‬- 24:٣7﴿
“Allah’ın, yükseltilmesine ve içlerinde isminin
anılmasına izin verdiği evlerde. Orada sabah akşam
O’nu (öyle adamlar) tesbih eder ki; hiçbir ticaretin
ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı anmaktan,
namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı
(adamlar). Onlar, kalplerin ve göz ışığının (dehşetten) döneceği bir günden korkarlar.” (NUR, 24/36-37)
Buradaki yükselme evlere aittir, ancak yükselten sebep o
evlerde yapılan hayırlı söz ve ameller; genel anlamda Allah’a
yükselen ibadetlerdir.
Konuyla ilgili ayet-i kerime:
َّ ‫�ل َ ْي ِه ي َ ْص َعدُ ْال لَ ِك ُم‬
‫الصا ِل ُح يَ ْرفَ ُع ُه‬
َّ ‫الط ِ ّي ُب َوالْ َع َم ُل‬
‫ِإ‬
﴾‫ فاطر‬- 35:١٠﴿
“Güzel söz O’na yükselir, salih amel de onu yükseltir.” (FATIR, 35/10)
Evin yükselişi aslında o evde ikamet edenlere İlahi mükafat
ve Allahu Teala’nın rızasının tecellisidir. Bu bakımdan bu nimete mazhar olmuş insanlarda sükunet hakimdir. Düşüncede,
davranışta, beyinde, kalpte, bedende sükunet. Sükunetten neşet eden sıhhat ve emniyet. Bu tarife uygun bir insan her nereye
13
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
giderse gitsin onun için bütün dünya artık büyük bir camii/
mescid olmuştur. Zira Allahu Teala:
ِ َّ‫ش ُق َوالْ َم ْغ ِر ُب ۚ فَ�َأيْنَ َما ت َُولُّوا فَ مَ َّث َو ْج ُه ه‬
‫الل‬
ِ ْ‫َوللِهَّ ِ الْ َم ر‬
‫الل َو ِاس ٌع عَ ِل ٌمي‬
َ َّ‫ۚ � َّن ه‬
‫ِإ‬
﴾2:١١٥﴿
“Doğu da Allah’ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah’ın yüzü orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir.” (BAKARA, 2/115)
Rasulullah (sas) Efendimiz ise: “Benim için yer (arz) temiz
ve mescid kılındı. Kime namaz vakti gelirse, bulunduğu yerde
namazını kılar” (MÜSLİM, MESÂCİD 3/521; BUHÂRÎ, SALÂT 56/84)
İnsan su dahi bulamazsa toprak veya toz ile teyemmüm yaparak bulunduğu yerde namazını kılabilir. Allahu Teala bu kadar kolaylık sağlamıştır.
Belirli mescitlerin durumları diğerlerine nazaran daha farklıdır. Üstünlük hali hikmet sahibi Rabbimizin verdiği kıymete
göredir.
‫ون‬
َ ُ‫اَل ي ُْس�َأ ُل مَ َّعا ي َ ْف َع ُل َو مُ ْه ي ُْس�َأل‬
﴾‫ األنبياء‬- 21:٢٣﴿
14
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
“O yaptıklarından ötürü sorguya çekilemez; ama
onlar (mutlaka) sorgulanacaklar.” (ENBIYA, 21/23)
Bu mezkur mescidlerin değer sırası yukarıda da belirttiğimiz gibi- İlahi sınıflandırmaya göre- şöyle:
1. Mescid- i Haram
2. Mescid- i Nebevi
3. Mescid- i Aksa
4. Mescid- i Kuba
(Mekke-i Mükerreme)
(Medine-i Münevvere)
(Filistin/Kudüs)
(Medine-i Münevvere)
Kuba Mescidi, Rasulullah sallallahu Teala aleyhi ve sellemin
Mekke’den Medine’ye hicreti esnasında Medine yakınlarında
ashabıyla birlikte inşa ederek içerisinde namaz kıldığı ilk mesciddir.
Sehl ibni Huneyf (ra)’in rivayet ettiği bir hadîs-i şerifte:
Allah’ın rasulü (sas): “Kim güzel bir şekilde abdest alır, sonra
Kubâ Mescidine gelir ve orada namaz kılarsa onun için umre
sevabı vardır.” (İBN MÂCE, İKÂME/198; TİRMÎZİ, SÂLAT/242) buyurmaktadır. Bu, taraf-ı İlahiden seçilmiş olan mescidin değerini
ifade eden bir hadis.
Rasulullah (sas) Mescid-i Kuba yakınlarına geldiğinde devesinin Allah’ın hidayetiyle hareket ettiğini ve duracağı yere
mescidin yapılması gerektiğini söylemiştir. Tamamen Allah’ın
seçimiyle alakalı bir mescid.
Bu dört mescidin insanların seçimiyle hiç alakalı olmadığı sadece ve sadece Allahu Teala’ın tercihiyle yapıldığını ve bu
15
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
dört mescidin kendi aralarında da farklı derecelerin olduğu bir
kez daha ifade ettikten sonra konumuza devam edelim inşaallahu Teala.
Kadınlar için durum farklı. Kadınlar için hacc ve umre dışında kıldıkları namazlarına en çok sevap alacakları yer evleridir. Sadece kadınlara mahsus bu durum; evlerinde kılınan
namazın değeri hatta bahsettiğimiz dört seçilmiş mescidden
de öne geçiyor.
Katade(ra) Abdullah(ra)’tan rivayetle Rasulullah (sas)’ın
şöyle buyurduğunu nakleder: “Kadının kendi odasında kıldığı namaz evindeki namazından daha kıymetlidir. Yatağının
yerinde kıldığı namaz ise evinin herhangi bir yerinde kıldığı
namazdan daha kıymetlidir.” (EBU DAVUD, 483)
Taberani’de geçen hadiste İbnu Mesud (ra) Rasulullah
(sas)’tan rivayet ediyor: “Kadının odasında kıldığı namaz
evindeki namazından ve evinde kıldığı namaz ise herhangi
yerden daha makbuldur.”
Buradaki herhangi yer istisnasız bütün yerleri kapsıyor. Bütün bu ayet ve hadisleri bir arada değerlendirdiğimizde özellikle de kadınlar için evlerin huzur, mutluluk, emniyet, bedeni ve
ruhani sağlık mekanları oldukları anlaşılmaktadır.
Ancak “Kadınları mescitlere gitmekten alıkoymayın. Evleri ise onlar için daha hayırlıdır.” (EBÛ DÂVUD, SALÂT, 53) hadis-i
şerifini dikkate alarak mescide gitmek isteyen kadınlara da
mani olmamalı. Bu durumda kadınların fitneye imkan verme16
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
meleri; koku sürünerek ya da hal ve tavırlarıyla dikkat çekmemeleri şartı ile mahremleriyle birlikte camilere gitmelerinde
bir sakınca yoktur.
Sekine ya da (Türkçede kullanımı daha
yaygın olan) sükunet (huzurlu bir rahat)
nasıl gerçekleşir?
Ev madem ki rahat ve emniyet yeri, bu durum dahi Allah’a
itaatkar olmaya bağlı, o halde nerede olursan ol, bu hal üzere
olduğun sürece rahat halindesin. Allah’ın zikrinden uzak durmak, huzursuzluğun bir diğer adı.
Evet, şimdi konuyla ilgili ayetleri bu bakış açısıyla tekrar
okuyalım:
ِ َّ‫ذَّ ِال َين � آ َمنُوا َوت َْط َم نِ ُّئ ُقلُوبهُ ُم ِب ِذ ْك ِر ه‬
‫الل ۗ َأ� اَل ِب ِذ ْك ِر‬
ِ َّ‫ه‬
‫وب‬
ُ ُ‫الل ت َْط َم نِ ُّئ الْ ُقل‬
﴾‫ الرعد‬- 13:٢٨﴿
“Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalbler
yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.” (RA’D, 13/28)
ٍ ‫يِف بُ ُي‬
‫اس ُه‬
ُ َّ‫وت َأ� ِذ َن ه‬
ُ ْ‫الل َأ�ن تُ ْرفَ َع َويُ ْذ َك َر ِفهيَا م‬
17
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
‫يُ�سَ ِ ّب ُح هَ ُل ِفهيَا اِبلْغُدُ ِّو َو ْالآ َص ِال‬
﴾‫ النور‬- 24:٣٦﴿
ِ َّ‫ِر َجا ٌل اَّل تُلْهِ ِهي ْم جِ َت َار ٌة َو اَل ب َ ْي ٌع َعن ِذ ْك ِر ه‬
‫الل َو�قَا ِم‬
‫ِإ‬
ِ‫ون ي َ ْو ًما تَ َت َقل َّ ُب ِفيه‬
َّ
َ ُ‫الص اَل ِة َو�ي َتا ِء َّالز اَك ِة ۙ خَ َياف‬
‫وب َ ِإو ْ َأالبْ َص ُار‬
ُ ُ‫الْ ُقل‬
﴾‫ النور‬- 24:٣7﴿
“Allah’ın, yükseltilmesine ve içlerinde isminin
anılmasına izin verdiği evlerde. Orada sabah akşam
O’nu (öyle adamlar) tespih eder ki; hiçbir ticaretin
ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı anmaktan,
namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı
(adamlar). Onlar, kalplerin ve göz ışığının (dehşetten) döneceği bir günden korkarlar.” (NUR, 24/36-37)
İnsan ya bu saadet yolunu seçer ve Allah’ı anmakla kendisini bulur ve daim huzurlu olur ya da nisyana (unutkanlık) düşer
Rabbini unutunca kendisini de unutur.
ۚ ‫اه َأ�ن ُف َسه ُْم‬
َ َّ‫َو اَل تَ ُكونُوا اَك ذَّ ِل َين ن َ ُسوا ه‬
ْ ُ‫الل فَ�َأ َنس م‬
‫ون‬
َ ‫ُأ�ول َ ٰ� ِئ َك مُ ُه الْ َف ِاس ُق‬
﴾‫ الحرش‬- 59:١٩﴿
18
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
“Kendileri Allah’ı unutmuş, böylece O da onlara
kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın.
İşte onlar, fasık olanların ta kendileridir.” (HAŞR,
59/19)
Allahu Teala’yı ne alış verişte ne de herhangi bir yerde unutmayan insanların evleri yükseltilir ki onlar o evlerde sürekli
huzur içinde Allah’ı zikretsinler. Böylelerin evleri hiç Allah’ı
unutan, O’na isyan eden ve şirk koşan insanların evleriyle bir
olur mu?
Büyük bir sarayda Allah’ın zikrinden uzak yaşayan bir insan
düşünelim. Bu insan maddeten çok zengin olduğu halde huzur
ve rahat yoksunu olduğunu görürüz. Bu örnekteki saray sahibinin sürekli telaşlı ve endişeli yaşadığını görürüz. Mikroptan
ta galaksilere kadar her şeyden korkar ve kuruşuna zarar gelecek diye de uykuları kaçar. Ne çok ile doyar, ne az ile yetinir.
Daha fazla elde etmek için sürekli dünyanın peşinden koşar,
oysaki ancak Allah’ın yazdığına kavuşabilir.
Diğer taraftan kerpiçten yapılmış küçücük bir evde Rabbinin zikriyle zengin bir fakir düşünelim. O küçücük kulübede
vakarlı ve huzurlu yaşar. Bu evlerden hangisi yükseltilmiştir?
Elbette fakirin evi Allah katında saraydan yüksektir.
Allah’ın zikrinden uzaklaşan insan güya huzur ve rahat arar,
hayallerin ve uzun emellerin peşine düşer; sonunda karşısında
bulduğu ancak bir seraptır ve vaktini, ömrünü ve peşine düştüğü her şeyi kaybeder. Nihayet ölür ve Allah’ın huzuruna çıkarılır. Orada her nefesinin ve her kuruşunun hesabını verir.
19
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
Malı ve serveti mirasçılarına kalır. Kendisi ise dünya’daki telaş
ve korku ateşinden sonra cehennem ateşine düşer.
‫س ٍاب ِب ِقي َع ٍة حَ ْي�سَ ُب ُه‬
َ َ‫َو ذَّ ِال َين َك َف ُروا َأ� مْ َعالُه ُْم َك ر‬
َّ
َ‫الظ ْم� آ ُن َم ًاء َح ىَّ ٰت � َذا َج َاء ُه لَ ْم جَي ِْد ُه َشيْئًا َو َو َجد‬
‫ِعندَ َ َّ ِحِإ‬
‫سي ُع الْ ِح َس ِاب‬
‫الل‬
‫و‬
ۗ
‫ه‬
‫ب‬
‫ا‬
‫س‬
ُ
ِ َ‫الل ُه ف َوفا ُه َ َ َ هَّ ُ ر‬
َ َّ‫ه‬
﴾‫ النور‬- 24:٣٩﴿
“İnkâr edenler ise; onların amelleri dümdüz bir
arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır.
Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında
Allah’ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak
verir. Allah, hesabı çok seri görendir.” (NUR, 24/39)
O kadar telaşlı ve dünya ile meşgul idi ki Allah’a ibadet etmeye zamanı yoktu. Bakın Allahu teala bu konuda ne buyuruyor!
ٍ ‫َأ� ْو َك ُظلُ َم‬
‫ات يِف حَ ْب ٍر ل ُّ ِ ّج ّ ٍي يَغْشَ ا ُه َم ْو ٌج ِ ّمن فَ ْو ِق ِه‬
ٌ ‫َاب ۚ ُظلُ َم‬
‫ات ب َ ْعضُ هَا فَ ْو َق‬
ٌ ‫َم ْو ٌج ِ ّمن فَ ْو ِق ِه حَس‬
‫ب َ ْع ٍض � َذا َأ�خ َْر َج يَدَ ُه لَ ْم يَ َك ْد يَ َراهَا ۗ َو َمن ل َّ ْم جَ ْي َع ِل‬
‫ِإ‬
‫الل هَ ُل ن ًُورا فَ َما هَ ُل ِمن ن ٍُّور‬
ُ َّ‫ه‬
﴾‫ النور‬- 24:٤٠﴿
20
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
“Ya da (inkâr edenlerin amelleri) engin bir denizdeki karanlıklara benzer; onun üstünü bir dalga
kaplar, onun üstünde bir dalga, onun da üstünde
bir bulut vardır. Bir kısmı bir kısmı üzerinde olan
karanlıklar; elini çıkardığında onu bile neredeyse göremeyecek. Allah kime nur vermemişse, artık
onun için nur yoktur.” (NUR, 24/40)
Allah’ın zikri ile yükseliş ve O’nu tesbih ne
anlam taşır ve nasıl gerçekleşir?
ۚ ‫الس َم َاو ُات ال�سَّ ْب ُع َو ْ َأال ْر ُض َو َمن ِف ِهي َّن‬
َّ ‫تُ�سَ ِ ّب ُح هَ ُل‬
َ‫َو�ن ِّمن ي‬
‫ُون‬
َ ‫ش ٍء � اَّل يُ�سَ ِ ّب ُح حِ َب ْم ِد ِه َولَ ٰ� ِكن اَّل تَ ْف َقه‬
ْ
‫ِإ‬
‫ت َ ِإ ْس ِبي َحه ُْم ۗ �ن َّ ُه اَك َن َح ِلميًا غَ ُف ًورا‬
‫ِإ‬
﴾‫ اإلرساء‬- 17:٤٤﴿
“Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O’nu tesbih
eder; O’nu övgü (hamd) ile tesbih etmeyen hiç bir şey
yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır.”
(İSRA, 17/44)
Bu ayette ifade edilen mahlûkatın hamd ile tesbihi kaza sınıfına girer. Yani Allah’ın mahlûkatı üzerine mahlûkatın tercihi
olmadan sırf kendi tercih ve hükmüyle yazdıklarıdır. Değişken
21
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
değildir.
Mesela, evinde ve mekânında Allahu Teâlâ’nın rızasına uygun yaşayan bir adam düşünelim. Efendimizin (sas) “Benim
için yer (arz) temiz ve mescid kılındı” sözünü de hatırlayalım.
Arz tümüyle camii olunca onun evi de sonuçta arzın bir parçası
olduğuna göre temiz bir mescid hükmünde sayılıyor.
Cabir bin Abdullah(ra)’tan rivayetle Rasulullah (sas) buyurdular ki: “Bana beş şey verilmiştir ki, bunlar benden önceki
peygamberlerden hiçbirine verilmemiştir:
1. Ben, bir aylık mesafede olan düşmanımın içine düşen
bir korku ile yardıma mazhar oldum.
2. Yer bana tahur, pâk ve mescid kılındı. Her kim namaz
vaktine girerse, nerede olursa olsun namazını kılar.
Ümmetimden herhangi biri, namaz vakti girince, bulunduğu yerde namazını kılsın. (herhangi bir yerde)
3. Bana ganimetler helal kılındı. Hâlbuki benden öncekilerden hiç kimseye helal değildi.
4. Benden önceki Peygamberlerin her biri yalnız kendi
kavimlerine gönderilirken, ben bütün insanlara gönderildim.
5. Bana şefaat etme yetkisi verildi.” (SAHİH-İ BUHARİ)
Bir Müslüman ailenin içine taşındığı bir ev düşünelim. O
22
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
vakte kadar o ev yukarıdaki ayetin ifadesine göre sabah akşam - sürekli - Allah’ı zaten hamd ile tesbih ediyordu. Şimdi ne
oldu? O Müslüman ailenin zikir, hamd ve tesbihleriyle birlikte
bahsettiğimiz evin zikri bir kat daha arttı ve dolayısıyla derecesi yükseltildi.
ٍ ‫يِف بُ ُي‬
‫اس ُه‬
ُ َّ‫وت َأ� ِذ َن ه‬
ُ ْ‫الل َأ�ن تُ ْرفَ َع َويُ ْذ َك َر ِفهيَا م‬
‫يُ�سَ ِ ّب ُح هَ ُل ِفهيَا اِبلْغُدُ ِّو َو ْالآ َص ِال‬
﴾‫ النور‬- 24:٣٦﴿
ِ َّ‫ِر َجا ٌل اَّل تُلْهِ ِهي ْم جِ َت َار ٌة َو اَل ب َ ْي ٌع َعن ِذ ْك ِر ه‬
‫الل َو�قَا ِم‬
‫ون ي َ ْو ًما تَ َت َقل َّ ُب ِفي ِإِه‬
َّ
َ ُ‫الص اَل ِة َو�ي َتا ِء َّالز اَك ِة ۙ خَ َياف‬
‫وب َ ِإو ْ َأالبْ َص ُار‬
ُ ُ‫الْ ُقل‬
﴾‫ النور‬- 24:٣7﴿
“Allah’ın, yükseltilmesine ve içlerinde isminin
anılmasına izin verdiği evlerde. Orada sabah akşam
O’nu (öyle adamlar) tesbih eder ki; hiçbir ticaretin
ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı anmaktan,
namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı
(adamlar). Onlar, kalplerin ve göz ışığının (dehşetten) döneceği bir günden korkarlar.” (NUR, 24/36-37)
Bu ayet-i kerimeler buraya kadar anlatılanlarla birlikte değerlendirildiğinde bu evlerin yükselmesine sebep, içlerinde
23
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
ikamet ederek Allah’a itaatkar insanların oldukları anlaşılmaktadır.
İbrahim (as) Kabe’nin sütunlarını yükseltmişti. Kur’an-ı
Kerim’in ifadesiyle:
‫َو� ْذ يَ ْرفَ ُع � ْب َرا ِه ُمي الْ َق َوا ِعدَ ِم َن الْ َبيْ ِت َو� مْ َسا ِعي ُل َربَّنَا‬
‫ت ِإَق ْ ِم ِإ‬
‫الس ِمي ُع الْ َع ِل ُمي ِإ‬
َ
‫َأ‬
َ
‫نت‬
�
‫َّك‬
‫ن‬
�
ۖ ‫َ بَّل نَّا‬
َّ
‫ِإ‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٢٧﴿
“İbrahim, İsmail’le birlikte Evin (Ka’be’nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti):
“Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin.” (BAKARA, 2/127)
Ev, aslı itibariyle vardı. İbrahim (as) sadece sütunlarını yükseltti ki onda Allah zikredilsin. Bu ev Allah’ın hikmetiyle başka
evlerden ve yerlerden daha çok yükseltildi.
İbrahim (as) beşeriyeti icabı ailesiyle birlikte içinde yaşayacağı ve Allah’a ibadet edeceği bir ev yapmak istedi. Ancak o
aynı zamanda bir peygamberdi de. Allah’tan aldığı mesajları
tebliğ etmek zorunda olan. Mescid-i Haram’ın yükseltilmesi
İbrahim (as)’den önce idi ve sırf Allah’ın tercihiyle alakalı idi.
Yani yeri ve evi Allah bizzat seçmişti. İbrahim (as)’ın kendi evi
de diğer yerlerden daha yükseltilmişti.
24
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
Suheyb ibni Sinan (ra) rivâyet etti: Rasulullah (sas) ile beraber oturuyorduk. Bu esnada Rasulullah (sas) güldü ve “Beni
güldüren şeyin ne olduğunu sormayacak mısınız?” buyurdu.
“Neden gülüyorsunuz ya Rasulallah?” dediler. Rasulullah
(sas) şöyle buyurdu: “Mü’minin işine hayret ederim, şaşarım.
Hepsi kendisi için hayırlıdır. Şâyet kendisine sevdiği bir şey
isâbet ederse, bundan dolayı Allâh’a hamd eder ve kendisi
için hayırlı olur. Hoşuna gitmeyen bir şey isâbet etse, sabreder. Bu da kendisi için hayırlı olur. Mü’minden başka her işi
kendisi için hayırlı olan hiç kimse yoktur.” (MÜSLİM, 5318)
Demek ki Müslümanların her durumu ibadettir. Evinde
Allah’a şükreder ve gerektiğinde sabreder O’nun emirlerini
yapar ve yasaklarında sakınır ve dışarı çıkar helal kazanç elde
eder, hanımını ve çocuklarını ve şerefini muhafaza eder. Çocuklarının eğitimini sağlar. Bu durumda olan insanların her
hali ibadet ve evleri de başka yerlere kıyasla hep yükseltilir.
Bunun tam tersi ise bir inançsız ve günahkâr için geçerlidir. Böyle olmasına rağmen Allah düşmanının evi dahi olsa
doğal haliyle bir derece yükseltilmiştir. Hatırlarsınız! Yukarıda
ki hadis-i şerifte Rasulullah’ın (sas) diğer peygamberlere (sas)
verilmeyen özelliklerini okurken, beş özellikten birisinin de
Efendimiz (sas) için yerin temiz ve mescid kılınmasıydı. Bu bakımdan her kim için olursa olsun, her ev arzın herhangi bir yerine kurulduğu için bu yükselişten doğal olarak nasibini alıyor.
Evlerin yükseltilmeleri Allah’a kullukla alakalıdır demiştik.
Orada sabah akşam Allah’ın zikredilmesi için.
25
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
Müfessirler Nur Suresinin 36. ayetinde
ٍ ‫يِف بُ ُي‬
‫اس ُه‬
ُ َّ‫وت َأ� ِذ َن ه‬
ُ ْ‫الل َأ�ن تُ ْرفَ َع َويُ ْذ َك َر ِفهيَا م‬
‫يُ�سَ ِ ّب ُح هَ ُل ِفهيَا اِبلْغُدُ ِّو َو ْالآ َص ِال‬
﴾‫ النور‬- 24:٣٦﴿
“Allah’ın, yükseltilmesine ve içlerinde isminin
anılmasına izin verdiği evlerde. Orada sabah akşam
O’nu (öyle adamlar) tesbih eder ki;” (NUR, 24/36)..
Ayetinde geçen evleri mescidler olarak tefsir etseler de bunun öyle olmadığı alenidir. Zira Allahu Teâlâ Kur’an’ın bazı
yerlerinde mescid terimini kullanmıştır.
ِ َّ‫ش ِك َني َأ�ن ي َ ْع ُم ُروا َم َس ِاجدَ ه‬
‫الل‬
ِ ْ‫َما اَك َن ِللْ ُم ر‬
‫َشا ِه ِد َين عَ ىَ ٰل َأ�ن ُف ِسهِم اِب ْل ُك ْف ِر ۚ ُأ�ول َ ٰ� ِئ َك َحب َِط ْت‬
‫ون‬
َ ‫َأ� مْ َعالُه ُْم َو يِف النَّ ِار مُ ْه خ دِ َُال‬
﴾‫ التوبة‬- 9:١٧﴿
“Allah’ın mescidlerini, yalnızca Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan,
zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayanlar onarabilir. İşte, hidayete erenlerden oldukları
umulanlar bunlardır.” (TEVBE, 9/18)
26
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
Bu ayette Allahu Teala mescidler sözcüğünü kullanmaktadır.
Kur’an’ı Hakim’de hem mescid hem de beyt (ev) sözcükleri
geçmektedir. Bu nedenle “Allah’ın, yükselmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin verdiği evlerde.” ayetinde geçen ‘ev’ daha genel kavramdır. Zira hem Allah’ın seçtiği
hem insanların seçtiği evleri kapsıyor. Yücelmenin şartı Allahu
Teala’ya itaat etmek. İçlerindeki ibadet sevabının çok olduğu
mezkûr dört camii ise doğrudan doğruya Allah tarafından seçilenlerdir.
1. Mescid- i Haram
2. Mescid- i Nebevi
3. Mescid- i Aksa
4. Mescid- i Kuba
(Mekke-i Mükerreme)
(Medine-i Münevvere)
(Filistin/Kudüs)
(Medine-i Münevvere)
Bu evler ya da mescidler bütün evler içinden istisna edilmişlerdir. Hem Kur’an’a hem hadis-i şeriflere konu olmuşlardır.
Mesela:
‫� َّن َأ� َّو َل بَيْ ٍت ُو ِض َع ِللنَّ ِاس ل َ ذَّ ِلي ِب َبكَّ َة ُم َب َارك‬
‫ِإ‬
‫َوهُدً ى ِلّلْ َعالَ ِم َني‬
﴾‫ آل‌عمران‬- 3:٩٦﴿
“Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi,
27
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
elbette Bekke’de, âlemlere mübarek ve hidayet olarak kurulan Kâ’be’dir.” (ÂL’İ İMRAN, 3/96) Mescid-i Haram’ı
anlatır.
ِ َّ‫�ن َّ َما ي َ ْع ُم ُر َم َس ِاجدَ ه‬
‫الل َم ْن � آ َم َن اِب هَّ ِلل َوالْ َي ْو ِم‬
‫ِإ‬
ْ
ِ
‫آ‬
َ
‫َأ‬
‫الل‬
‫م‬
‫ا‬
‫ق‬
�
‫و‬
‫ر‬
‫خ‬
‫ال‬
َّ‫الص اَل َة َو� آ ىَت َّالز اَك َة َولَ ْم خَ ْي َش � اَّل َه‬
َّ َ َ ِ
‫ُ ِ ْ ِ ِإ‬
‫س ُأ�ولَ ٰ� ِئ َك َأ�ن يَكونُوا م َن ال ُمهْ َتد َين‬
ٰ َ‫ۖ فَ َع ى‬
﴾‫ التوبة‬- 9:١8﴿
“Allah’ın mescidlerini, yalnızca Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan,
zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayanlar onarabilir. İşte, hidayete erenlerden oldukları umulanlar bunlardır.” (TEVBE, 9/18) Mescid-i Nebevi’ye
işarettir.
‫س ٰى ِب َع ْب ِد ِه لَ ْي اًل ِّم َن الْ َم ْس ِج ِد‬
َ ْ‫� ُس ْب َح َان ذَّ ِالي َأ� ر‬
‫الْ َح َرا ِم � ىَل الْ َم ْس ِج ِد ْ َأال ْق ىَص ذَّ ِالي اَب َر ْكنَا َح ْو هَ ُل‬
‫ِ رُ ِ ِإ‬
ِ
‫آ‬
‫ت‬
‫الس ِمي ُع الْ َب ِص ُري‬
َّ
‫ُو‬
‫ه‬
‫ه‬
‫ن‬
�
ۚ
‫ا‬
‫ن‬
‫ي‬
�
‫ن‬
ُ
َّ َ ‫ل ِني َ ُه م ْ اَ َ ِإ‬
﴾‫ اإلرساء‬- 17:١﴿
“Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için,
kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini be-
28
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
reketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren O (Allah) yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir.” (İSRA,
17/1) Mescid-i Aksa (uzak Mescid) da bu ayette geçmektedir.
‫اَل تَ ُق ْم ِفي ِه َأ�بَدً ا ۚ ل َّ َم ْس ِج ٌد ُأ� ِّس َس عَ ىَل التَّ ْق َو ٰى ِم ْن‬
‫ون َأ�ن‬
َ ‫َأ� َّو ِل ي َ ْو ٍم َأ� َح ُّق َأ�ن تَ ُقو َم ِفي ِه ۚ ِفي ِه ِر َجا ٌل حُ ِي ُّب‬
‫الل حُ ِي ُّب الْ ُم َّطهِّ ِر َين‬
ُ َّ‫ي َ َت َطه َُّروا ۚ َو ه‬
﴾‫ التوبة‬- 9:١٠٨﴿
“Sen bunun (böyle bir mescidin) içinde hiç bir zaman durma. Daha ilk gününden takva temeli üzerine
kurulan mescid, senin bunda (namaza ve diğer işlere) durmana daha uygundur. Onda, arınmayı içten
arzulayan adamlar vardır. Allah arınanları sever.” (TEVBE, 9/108) Mescid-i Kuba’yı ifade eder.
Rasulullah (sas) hicretinde Mescid-i Kuba yakınlarına geldiğinde, tamamen Allah’ın seçimiyle alakalı bir mescid olan
Kuba Mescidini sahabeden (ra) bazılarıyla birlikte takva üzere
inşa etti.
Allah’ın yükseltilmesine izin verdiği evler
genel olarak şunlardır:
1. İki kısım olan, birincisi Allah’ın seçimiyle ikincisi insan29
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
ların seçimleriyle yapılan Allah evleri (bütün camiler).
2. Müslümanların evleri.
Yukarıda ifade edilen, birinci ve ikinci şıkta gösterilen evlerin cümlesi Nur Suresinde bahsedilen “Allah’ın, yükseltilmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin verdiği
evlerde.” olarak ifade edilen evler cümlesindendir.
Gayr-i Müslimlerin evleri aslı itibariyle Allah’ı zikretse de
evde ikamet edenler Allah’a asi oldukları için ikinci yükselişten
mahrumdurlar. Bu mahrumiyet ta içinde oturan imanı olmayanların iman ederek ya da asilerin isyanından tövbe ederek
Allah’a dönmesine kadar devam eder.
İslam öncesi Kilise, Havra ve çeşitli
Mabedler hakkındaki hüküm nedir?
İslam öncesi bu tür mekânlar şimdi Müslümanların camileri hükmünde idi. İslam Dini geldikten sonra bu tür mekânların
hükmü herhangi evler gibi, zeminleri arzın bir parçası olma
hasebiyle, Allah Rasulu (sas)’ne temiz ve mescid kılınan yer olduğu için bir derece yükseltilmiştir. Bu nedenle Müslümanlar,
bu tür ibadethanelerde içlerinin temiz olması ve kıble tarafında heykel ya da şirk sayılacak bir şeyin bulunmaması şartı ile
ibadet yapabilmektedirler. Hatta bu tür ibadethanelerde Allahu
Teâlâ’ya karşı isyan ediliyor olsa bile namazın şartlarına mani
bir durum olmadıktan sonra içlerinde Müslümanlar İslam
30
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
Din’ine mahsus namazını kılabilirler.
Hz. Ömer ibni Hattab (ra) Kudüs’e girdiğinde kilisede namazını kılmayışının nedeni ise içlerinde namaz kılınamayacağından değil, bu İslam’ın bağışlayıcılığından ve diğer dinlere
olan müsamahasından dolayı idi. Zira Ömer ibni Hattab (ra)
o kilisede namazını kılsa idi muhtemel o kilise camiye dönüştürülürdü.
Rasulullah (sas) savaş esnasında başka din mensuplarının
ibadethanelerine zarar verilmemesini talim etmiştir.
Tekrar etmek gerekirse, bu mekânlar (kilise, havra vb.) yukarıdaki bahsettiğimiz –Ümmet-i Muhammed (sas) için temiz
ve mescid kılınmaları ve de ‘her şey Allah’ı hamd ile tesbih
eder’ ayetinin sırrıyla doğal olarak ve asılları itibariyle herhangi yerler ve evler gibi özüne mahsus olarak bir derece yükseltilmişlerdir. Ancak özel olarak tekrar yükseltilmekten ise mahrumdurlar.
Bu mekânların durumu herhangi bir gayr-i Müslim’in evleri hükmündedirler. İnsanlar (sonuçlarına katlanmak şartıyla)
-doğru ya da yanlış- yol seçiminde kendileri karar vereceklerdir.
•
31
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
Mescid-i Haram’ın inşası ve yükseltilme
izni:
Bir İslam kaidesiyle başlayalım. ‘Allah’ın izni olmadan
kâinatta hiçbir şey olmaz.’ Şerlerin olabilmesi de Allah’ın iznine bağlı. Kötülüklerin olmasına izin vermiyorsa bu O’nun bir
nimeti ve kötülüğün olmasına izin veriyorsa bu Allah’ın adaletidir. Zira insan iyiliğin ve kötülüğün tercihinde serbest bırakılmıştır.
Ancak Allah (Subhanehu ve Teala) Kitab-ı Kerim’inde ve
Rasulu (sas) hadislerinde doğruyu ve yanlışı apaçık beyan ettikleri için insana yaptıklarından dolayı mazeret kalmamıştır.
Bu anlamda bir ayet-kerime:
ِ َّ‫َو َما مُه بِضَ ّ ِار َين ِب ِه ِم ْن َأ� َح ٍد � اَّل ِب ْذ ِن ه‬
‫الل‬
‫ِإ ِإ‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٠٢﴿
“Oysa onunla Allah’ın izni olmadıkça hiç kimseye
zarar veremezlerdi.” (BAKARA, 2/102)
Efendimiz (sas) bu ayeti işittiğinde: “Ey Allah’ım! Hayır ve
şerrin meydana gelmesini sen sadece kendinde tutmuşsun.
Şerlerin bize gelmesini sen engelle”, duasını ederdi.
‫� َّن َأ� َّو َل بَيْ ٍت ُو ِض َع ِللنَّ ِاس ل َ ذَّ ِلي ِب َبكَّ َة ُم َب َارك‬
‫ِإ‬
32
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
‫َوهُدً ى ِلّلْ َعالَ ِم َني‬
﴾‫ آل‌عمران‬- 3:٩٦﴿
“Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi,
elbette Bekke’de, âlemlere mübarek ve hidayet olarak kurulan Kâ’be’dir.” (ÂL’İ İMRAN, 3/96)
Ayeti birebir çevirdiğimizde ‘Şüphesiz, insanlar için verilen
ilk ibadet evi’ anlamı çıkıyor. Bu ayet-i kerimeden bu evin insanlar için kurulduğunu anlıyoruz. İnsanlar kendileri yapmadığına göre ya Allahu Teâlâ ‘OL’ emriyle oldurdu ya da meleklere yaptırdı. Bu konuda tüm ulema hem fikirdir. Birincisi de
olsa ikincisi de fark etmez, zira her hal-u karda Allah’ın muradı
ve izni ile olmuştur.
İlginç noktalardan bir tanesi de yukarıda ki ayette Subhanehu ve Teala Mekke’yi Bekke olarak zikretmesidir. Bekke Arapça bir fiil sözcüğüdür ve Türkçe manası: Allah düşmanlarını
geri püskürtmek. Demek ki Allah düşmanları Allah’ın kullarını
orada Tevhid’den alıkoyamayacaklardır.
Ebrehe Habeşistan’dan Kabe’yi yıkmak niyetiyle Mekke’ye
doğru geldiğinde Allahu Teala ebabil kuşlarını yolladı. Gagalarıyla attıkları küçücük cehennem taşlarıyla fil ordusunu helak
ettiler.
ِ َّ‫ب ِْس ِم ه‬
‫الل َّالر مْ َح ٰ� ِن َّالر ِح ِمي‬
33
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
َ ْ‫َأ�لَ ْم تَ َر َك ْي َف فَ َع َل َرب ُّ َك ِب�َأ ح‬
‫ص ِاب الْ ِف ِيل‬
﴾1﴿
‫يل‬
ٍ ‫َأ�ل َ ْم جَ ْي َع ْل َك ْيدَ مُ ْه يِف تَضْ ِل‬
﴾2﴿
‫َو َأ� ْر َس َل عَلَيهْ ِ ْم َط رْ ًيا َأ� اَببِي َل‬
﴾3﴿
ّ ِ ِ‫تَ ْر ِم ِهيم حِ ِب َج َار ٍة ِ ّمن ج‬
‫سيل‬
ٍ
﴾4﴿
‫فَ َج َعلَه ُْم َك َع ْص ٍف َّم�ْأ ُكول‬
ٍ
﴾‫ الفيل‬- ١05﴿
﴾5﴿
“Görmedin mi, nasıl etti Rabbin Fil sahiplerine?
Onların ‘tasarladıkları planlarını’ boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine sert taşlarla atış eden, sürü sürü
kuşlar saldı da, hemen onları bir yenik hasıl (güve
yiyip tanesiz kalmış ekin yaprağı, saman) gibi kılıverdi.” (FİL, 105)
Bu ayette de anlatıldığı gibi Bekke isminin manasına uygun
olarak saldırılar geri püskürtüldü.
34
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
Rabbimiz bu yerin (Mescid-i Haram) her yerden daha çok
yükselmesine izin vermiştir. Her yer Allah’ı hamd ile tesbih ettiği halde Rabbimiz bu yere özellikle de bazı vakitlerde istisnai
olarak ayrıcalıklı bir yükselme izni vermiştir. Bu yükselme ile
bu yer dünyanın bütün yerlerini geçmiştir. Allahu Teâlâ sonradan tüm Mekke’yi Mescid-i Haram kılmıştır.
Rasulullah (sas): “Ey Mekke! Allah katında en değerli ve
sevgili yer sensin” buyurmuştur. Bu değerinden dolayı Kâbe
orada bina edilmiştir.
Allahu Teâlâ yukarıdaki ayette Bekke’de kurulan ev için
Müslümanlara kuruldu demiyor, bilakis (bütün) insanlar için
kurulduğunu vurguluyor.
Günlük hayatta da görüyoruz ki hem mali imkânsızlıklardan
dolayı Müslümanların çoğu hem de girmelerine dinen izin verilmeyen gayr-i Müslimler Mekke’ye gidemiyorlar. O halde bu
olaya farklı açıdan bakmalıyız.
Allah Subhanehu Teâlâ tüm insanlığa fazlı ve kereminden
ikramda bulunmuş ve insanların cümlesini Kâbe’yi tavaf ettirmiştir. Bunun nasıl gerçekleşmiş olduğunu anlatacağız? Âdem
(as) hanımı ile dünyaya indiğinde Kâbe’yi tavaf etmişlerdir.
Bilindiği gibi Âdem (as) tüm insanlığı zürriyetinde taşıyordu.
Bu durumda tüm insanlık ataları Âdem (as) ile birlikte Kâbe’yi
tavaf etmiş oldular.
Âdem (as) hanımı ile birlikte Mekke’ye geldiğinde Allah
orayı insanlar için yüceltmiştir. Zira orada Hacc, umre, itikâf
35
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
vs. Ta kıyamete kadar devam edecek ibadetlerdir.
Âdem (as)’dan sonra onun soyu (erkek ve kadınlar) tabii ki
kendilerine evler yaptılar ve orada yaptıkları salih amellerden
dolayı evleri diğer yerlere nispeten yüceltildi.
Belki de o evler önceleri günahkârlar tarafından kullanılıyordu da yükseltilmekten mahrumdular ve sonradan hayır
ehlinin o evlerin içlerine taşınıp Allah’a itaat ettikleri için yüceltildiler.
Bu (yükseltilme) izin ne zaman verildi?
Âdem ve Havva (as)’ın dünyaya gelişlerinden ta kıyamete
kadar evlerin yükseltilme olayı devam edecektir.
Yükseltme sözcüğü Arapçada ‘turfa’ olarak geçer ve şimdiki
zaman fiili olarak ifade edilir. Yani bu yükseltme durmaksızın
sürekli yükseltmeyi ifade eder. Bu kavramlar Kur’an’ın mucizesindendir.
Allah’ın izni O’nun ilminde ve muradındadır. Olacaklar da
O’nun izni ve isteğinde mevcuttur. Yani Allah için geçmiş, şimdiki ve sonraki zaman kavramları yoktur; her şeyin ilmi O’nun
Subhanehu ve Teâlâ katındadır. Geçmiş, şimdiki ve gelecek zaman ancak biz yaratıklar için geçerlidir.
Âdem (as) gelmeden önce yükseltilecek yerlerin yükseltilme izni vardı fakat henüz yükseltilme olayı gerçekleşmemişti.
Âdem (as)’ın dünyaya gelişi ile yükseltme olayı da başlamıştır.
36
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
Mesela Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Kuba’nın yükseltilme izni
gayb âleminde vardı ancak şehadet âleminde yükseltilme olayı
Rasulullah (sas) Efendimizin o yerleri teşrifiyle gerçekleşti.
Bu konuyu izah etmek için biraz daha derinleşelim. Allah’ın
sırf kendi tercihi ile yaptığı ya da yaptırdığı genel anlamıyla evler ve özel anlamıyla mescidler konusunu yukarıda izah
ettik. Şimdi de yine Allah’ın evleri olan, ama kendi isteğini
mahlûkunun isteğine bağlı kılarak, ya da şöyle diyelim; hem
Allah’ın isteği hem de o konuda istek sahibi olan kulunun isteğinin birleşmesi ve örtüşmesi sonucu yapılan camii ve mescidlerdir.
Mesela bir insan dünyaya gelecek büyüyecek niyet ve karar
sahibi olacak ve sonuçta bir camii yapmak isteyecek. O insanın
niyeti camii yapmak olduktan sonra Allahu Teâlâ o işi o insana
kolaylaştıracak. Sonuçta bir yer satın alarak Allah rızası için
camii yaptıracak. O camide ilk ezan okunmaya başlar başlamaz, anında diğer camiler gibi bir kat yüceltilecek.
İnsan ailesiyle içinde oturmak üzere bir ev alsa ya da kiralasa yine o evde hem Allah’a ibadet yapacağı hem de ailesinin
şeref ve haysiyetini koruyacağı için yine yükseltilmeye layık
görülerek Rabbimiz tarafından yüceltiliyor.
Yükseltilme çeşitleri:
Yükseltilme çeşitlerine geçmeden önce: “neden farklı yük37
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
seltilme çeşitleri vardır?” sorusunu yanıtlayalım.
Allahu Teala buyuruyor ki:
ٍ ‫يِف بُ ُي‬
‫اس ُه‬
ُ َّ‫وت َأ� ِذ َن ه‬
ُ ْ‫الل َأ�ن تُ ْرفَ َع َويُ ْذ َك َر ِفهيَا م‬
‫يُ�سَ ِ ّب ُح هَ ُل ِفهيَا اِبلْغُدُ ِّو َو ْالآ َص ِال‬
﴾‫ النور‬- 24:٣٦﴿
“Allah’ın, yükselmelerine ve içlerinde isminin
anılmasına izin verdiği evlerde. Orada sabah akşam
O’nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;” (NUR, 24/36)
Bu yükseltme direkt yükseltmedir, zira bu yükseltme Allah’a
kulluk yapılması için o evde yapılan hazırlıktır.
‫َو ْاذ ُك ْر يِف ْال ِكتَ ِاب �د ِْر َيس ۚ �ن َّ ُه اَك َن ِص ِّديقًا ن َّ ِبيًّا‬
‫ِإ‬
‫ِإ‬
﴾‫ مريم‬- 19:٥٦﴿
‫َو َرفَ ْعنَا ُه َم اَكناً عَ ِل ًّيا‬
﴾‫ مريم‬- 19:٥7﴿
“Kitap’ta İdris’i de zikret. Çünkü o, doğru olan
bir peygamberdi. Biz onu yüce bir mekana yükseltmiştik.” (MERYEM, 19/56-57)
38
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
‫ون َر مْ َح َت َ ِرب ّ َك ۚ حَ ْن ُن قَ َس ْمنَا بَيْنهَ ُم‬
َ ‫َأ� مُ ْه ي َ ْق ِس ُم‬
‫َّم ِعي�شَتهَ ُ ْم يِف الْ َح َيا ِة ادلُّ نْ َيا ۚ َو َرفَ ْعنَا ب َ ْعضَ ه ُْم فَ ْو َق‬
ٍ ‫ب َ ْع ٍض د ََر َج‬
ْ ُ‫ات ِل ّ َيتَّ ِخ َذ ب َ ْعضُ هُم ب َ ْعضً ا خ‬
ۗ ‫س ِر اًّي‬
‫ون‬
َ ‫َو َر مْ َح ُت َ ِرب ّ َك خ رْ ٌَي ِّم َّما جَ ْي َم ُع‬
﴾‫ الزخرف‬- 43:٣٢﴿
“Senin Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında maişetlerini aralarında
biz paylaştırdık ve onlardan bir bölümü (diğer)
bir bölümünü ‘teshir’ etmesi için, bir bölümünü bir
bölümü üzerinde derecelerle yükselttik. Rabbinin
rahmeti; toplayıp yığdıklarından daha hayırlıdır.”
(ZUHRUF, 43/32)
Allah’ın rızasını kazanmak, sevaplara
erişmek ve Allah’ın nimetlerine kavuşmak
ve yerlerin yükseltilme dereceleri:
Mescid-i Haram’ın yükseltilme derecesi ile Mescid-i
Nebevi’nin ki aynı mı? Tabii ki değil.
Mescid-i Nebevi’nin yükseltilme derecesi ile Mescid-i
Aksa’nın ki aynı mı? Tabii ki değil.
39
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
Mescid-i Aksa’nın yükseltilme derecesi Mescid-i Kuba ile
aynı mı ? Tabii ki değil.
Mescid-i Kuba ile dünyanın herhangi bir yerindeki mescid/
camii’in derecesi aynı mı ? Yine tabii ki aynı değil.
Genel olarak insanların kendi aralarında ve peygamberlerin
de (as) kendi aralarında olduğu gibi mekânlarında kendi aralarında birbirleri ile farklı dereceleri vardır.
İnsan vardır diğer insanlardan üstün; peygamberler (as)
tüm insanlardan üstün. O halde üstünlük dereceleri birbirinden farklı evler de olacak ve vardır. Bu durum hem Allah’ın
evleri hem insanların evleri için geçerlidir.
Allahu Teâlâ’ya ibadet yapılan evlerin de derece durumları
böylece birbirinden farklıdır. Mesela bir Allah dostunun ikamet ettiği ev başka bir mü’minin ikamet ettiği evden daha çok
yüceltilmiştir. Mü’minin evi ise zaman zaman ibadetlerinde
gevşeklik gösteren bir Müslüman’dan daha çok yüceltilmiştir.
İhmal ya da bazen tembel davranan bir Müslüman’ın da evi bir
günahkâr ve isyan ehlinin evi gibi değildir. Hepsinin evlerinin
yükseltilme durumu yaşantılarının durumu gibidir.
Derecelerin yükseltilmesi, sevaplarla mükâfatlandırmada
yükseltme, Allah’ın nimetlendirmesinde yükseltme, mekânın
bizzat yükseltilmesi. Sonuç olarak iki tür yükseltme meydana
geliyor.
Birincisi: Maddi mekân yükseltilmesi.
40
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
Mekânın büyüklüğü ve küçüklüğü önemsiz. Bu mekân velev ki bir dağın mağarası olsun. Önemli olan evin ya da mağaranın her neyse kullanım yerlerinin belirgin olması. Mesela
oturulacak yer, yatılacak ve diğer yerler tanımlandı ise orası ev
hükmünü almış demektir.
Yukarıda tarif edilen bir mağara, diğer oturumsuz mağaralardan; ya da Müslüman olmayan veya günahkârların mağaralarından ve evlerinden yüceltilmiştir.
Her şey yer içindedir. Yerden yaratıldık. Yerden besleniyoruz ve içinde oturuyoruz ve yere defnedilip ve tekrar yerden
diriltileceğiz. İnsan yer unsurundandır. Nasıl ki arzın takriben
yüzde 70 i su ise insan vücudunun da ortalama su oranı aynı
miktardadır.
İnsan dünyayı bırakıp aya gidecek olsa yine yer içinde gidebilecektir. Mesela, yerden elde ettiği elbiselerle, gıda maddeleriyle ve yer madenlerinden ürettiği uzay mekiği ile ancak
gidebilecektir. Yer ürünlerinden uzak kalınca hayatını devam ettiremeyecektir. İnsanın arzda yaşamasının asıl kanunu
Newton’un “Yer çekimi” teorisi değil, Allah’ın Bakara Suresi 30.
ayetindeki İlahi kanundur.
Bizim yukarıdaki yorumumuzun kaynağı:
‫� ِ يّن َجا ِع ٌل يِف ْ َأال ْر ِض َخ ِلي َف ًة‬
‫ِإ‬
﴾‫ البقرة‬- 2:٣٠﴿
41
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
“Muhakkak ben, yer içinde bir halife yapacağım.”
(BAKARA, 2/30) ayetidir.
Örnekler:
Yüksek binalar; Mescid-il Haram’ın minareleri; camiiler ve
diğer evler yapı ve inşasında yükseltilmişlerdir.
İkincisi: Manevi yükseltilme.
Manevi yükseltilme olayı zahiren görünmediği için gaybi
olaylar arasındadır. Ancak bizler yine de Rabbimizin izniyle
biliyoruz. Bu yükseltilmeyi bizler şu örneklerden anlıyoruz.
Mesela Mescid-i Haram’da kılınan bir rekât namaz başka yerlere nispetle yüz bin kat daha fazla sevap kazandırıyor.
Mescid-i Haram’da namaz kılıp hiç sevap alamamak da
mümkün veya bilakis sayısız ve hesapsız sevaplara kavuşmak
da mümkün.
ِ َّ‫ون َأ� ْم َوالَه ُْم يِف َس ِب ِيل ه‬
‫الل مَكَث َِل‬
َ ‫َّمث َ ُل ذَّ ِال َين يُن ِف ُق‬
ّ ِ ُ‫َحبَّ ٍة َأ�ن َبت َ ْت �سَ ْب َع �سَنَا ِب َل يِف ل‬
‫ك ُسن ُب ةَ ٍل ِّمائ َ ُة َحبَّ ٍة‬
‫الل َو ِاس ٌع عَ ِل ٌمي‬
ُ َّ‫الل يُضَ ا ِع ُف ِل َمن يَشَ ا ُء ۗ َو ه‬
ُ َّ‫ۗ َو ه‬
﴾‫ البقرة‬- 2:٢٦١﴿
“Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği
yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan
42
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat
kat arttırır. Allah genişletendir, bilendir.” (BAKARA,
2/ 261).. ayeti bu hakikati beyan eder. Başka bir ayette ise “Allah hesapsız verir” buyrulmaktadır. Son anlatılan ise manevi yükseltme ve İlahi mükâfatlandırmadır.
Maddi olarak Allah’ın evleri olan camileri insanların evlerinden daha yüksek yapmak gerekir. Zira köylerin ve şehirlerin
çok yerinden kolaylıkla görünmesini sağlamak gerekir. Sıradan
evler gibi değil, bilakis evlerden farklı biçimde ve yükseklikte yapılmalıdır. Mesela minare veya başka bir maddi işaretle
belirginleştirmek lazım. Ezan okununca ezanın geldiği yere
bakıldığında camii görmek lazım. Bu durum, camileri diğer
yapılardan ayrı kılan maddi yükseltmedir.
Ezan’ın Mescid-i Haram’da yükseltilmesi
iki türlüdür:
Mekke’deki Mescid-i Haram için vakte bağlı yıllık yükseltme vardır. O vakit ise hacc vaktidir. O zaman diliminde hacc
menasıkı gerçekleştirilir.
ّ ِ ُ‫َو َأ� ِ ّذن يِف النَّ ِاس اِبلْ َح ّ ِج يَ�ْأتُوكَ ِر َج اًال َوعَ ىَ ٰل ل‬
‫ك‬
ّ ِ ُ‫ضَ ا ِم ٍر يَ�ْأ ِت َني ِمن ل‬
‫ك فَ ّ ٍج مَ ِع ٍيق‬
﴾‫ الحج‬- 22:٢٧﴿
43
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
“İnsanlar içinde haccı duyur; gerek yaya, gerekse uzak yollardan gelen yorgun düşmüş develer üstünde sana gelsinler.” (HACC, 22/27)
Ancak günlük yükseltme de vardır. Beş vakit namaz günlük yükseltme vakitleridir. Kameri takvime göre 8 zülhicce
günü terviye günüdür. Terviye’nin anlamı ‘dinlenme günü’ ya
da bazıları ‘su biriktirme günü’ demişlerdir. O gün (8 zilhicce)
hacılar Mina’ya terviyeye çağırılırlar. Mina’ya gitme izni verilir. Bu durum zamana ve mekâna bağlı yükseltme türüdür.
9 zilhicce’de Arafat’ta vakfeye durmak için izin verilir ve hacı
adayları o vakitte o mekâna çağırılırlar. Bu suretle Arafat’ın da
yükseltilmesi gerçekleşmiştir. Sonra bir gece Müzdelife’de kalmak için İlahi izin verilir ve zamana bağlı olarak mekân yüceltilir. 10 zilhicce günü Mina’da kurban kesilir, şeytan taşlanır ve
Kâbe tavaf edilir vs.
Demek ki mekân yükseltmesi, ev yükseltmesi ve vakte bağlı
yükseltme vardır, yani belirli vakitlerde belirli yerlerin başka
yerlere nispeten yükseltilmesi. Buna delilimiz gelecek ayet-i
kerime:
ٍ ‫الل يِف َأ� اَّي ٍم َّم ْعدُ ود‬
‫َات ۚ فَ َمن تَ َع َّج َل ف‬
َ َّ‫َو ْاذ ُك ُروا ه‬
‫ي َ ْو َمينْ ِ فَ اَل � مْ َث عَلَ ْي ِه َو َمن تَ�َأخ ََّر فَ اَل � مْ َث عَلَ ْي ِه ۚ ِل َم ِن‬
‫ِإ‬
‫ِإ‬
‫ون‬
َ َّ‫ات َّ َق ٰى ۗ َوات َّ ُقوا ه‬
َ ‫ش‬
ُ َ‫الل َوا ْعلَ ُموا َأ�نَّ مُ ْك �لَ ْي ِه حُ ْت ر‬
‫ِإ‬
﴾‫ البقرة‬- 2:٢٠٣﴿
44
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
“Sayılı günlerde Allah’ı anın. İki günde (Mina’dan
dönmek için) elini çabuk tutana günah yoktur, geri
kalana da günah yoktur. (Bu) sakınan için(dir).
Allah’tan korkup sakının ve gerçekten bilin ki, siz
O’na döndürülüp toplanacaksınız.” (BAKARA, 2/203)
Bu noktada akla gelen soru: yer olarak Mina da yüceltiliyor
mu? Evet yüceltiliyor! Zilhicce’nin 8’inde terviye günü ve 10
zilhicce de kurban kesilir, şeytan taşlanır ve Kâbe tavaf edilir.
11-12 ve 13 Zilhicce teşrik günleridir. Hacıların hacc vazifesini ve menasıkını yerine getirdikleri o günlerde de alan ya da
mekân olarak Mina’nın yükselmesine Allah izin verir. Arafat
günü Arafat Meydanı ve akşam namazında varılan ve orada
hacıların gecelediği yer olan Müzdelife yer olarak o vakitte
yüceltilir. Bütün bu yücelmeler belirli vakitlere bağlı olarak
gerçekleşir. Ve bu durum her yıl hacc vaktinde tekrarlanır. Bilindiği gibi hacc ibadeti İslam’ın beş şartından birisidir. Mali
durumu olan, sağlığı yerinde bulunan her Müslüman’a Allah’ın
dediği ve Rasulullah’ın uyguladığı gibi hacc etmek farzdır. Bu
durum kıyamete kadar değişmez.
Allahu Teâlâ bu anlatılan Mescidlerin
ve yerlerin yükselmesine ne zaman izin
vermiştir:
Rasulullah (sas)’ın hacc yapmaya başladığı ve nasıl hacc yapılacağını gösterdiği andan itibaren Allahu Teâlâ bu yerlerin
yükselmesine izin vermiştir. O günden bu güne bin dört yüz
45
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
küsür yıldır her yıl bu olay tekrarlanmaktadır.
Allah’ın izni olmadan tüm kâinatta hiçbir şey oluşamaz.
Kur’an’ın:
‫َأ� ِزفَ ِت ْال آ ِزفَ ُة‬
﴾‫ النجم‬- 53:٥٧﴿
“O yaklaşmakta olan (kıyamet) yaklaştı.” (NECM,
ayetinde Allah Subhanehu Teâlâ, bizim için gelecek zamanda oluşacak kıyamet hakkında geçmiş zamanı ifade eden
sözcük kullanır. Zira önce de bahsettiğimiz gibi geçmiş zaman
şimdiki zaman ve gelecek zaman biz yaratıklar için geçerlidir.
Allah için ise her şey zaman dışıdır. Zamanı yaradan zamandan münezzehtir.
53/57)
Allahu Teâlâ Mescid-i Aksa’yı isra ve miraç gecesi yüceltmiştir. Sırf o geceye mahsus vakte bağlı bir yücelmeye izin vermiştir.
Bazıları Rasulullah(sas)’ın miracını sadece ruhani olarak
yorumluyorlar. Bu doğu bir değerlendirme değildir. Eğer sadece manevi ve ruhani olsa idi miraç olayını inkâr edenler inkâr
etmezlerdi. Çünkü rüyada herkes her yere gitmiş olabilir. Efendimiz (sas) hem ruh hem de bedenen gittiğini söylediği için
inkârcılar inkar ettiler.
Allahu Teâlâ o gece Rasulullah (sas)’ın miraç ederek yük46
•
E V L E R İ N Y Ü K S E LT İ L M E S İ V E Y Ü K S E L M E Ç E Ş İ T L E R İ
•
selmesine izin vermiştir. Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya
kadar, zaman olarak o zamana mahsus öyle bir yükseltme ile
yükseltilmişlerdir ki; Adem (as)’dan kıyamete kadar, peygamberler (as) dahil tüm insanlar o mekanlar dahil bütün mekanlar ne önce ne de ondan sonra bir daha öyle yüceltileceklerdir.
Taberani’de geçen bir hadis-i şerifte Muhammed bin Mesleme (ra) Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu nakleder: “Vakitlerinizden öyle vakitlerde, Rabbinizden öyle feyizlere isabet
ediniz ki, belki sizden bazıları bu nimete erer de Allah Azze ve
Celle’den alacağı o feyizlerle ebedi mahzun olmaz.”
Bu zaman dilimleri örneğin cuma günlerindeki dua kabul
vakti; Arafat günü; Kadir gecesi vs.
Bu sevaplardan dolayı olan yükseltmelerden bazılarını bilmemekteyiz ama bazılarını da Allah ve Rasulünün (sas) bildirmesiyle biliyoruz.
El Bezzar’ın hasen dediği, Taberani’nin Ebu Derda (ra)’dan
rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Rasulullah (sas)’tan “Mescid-i
Haram’da kılınan namazın diğer yerlere kıyasen yüz bin namaz sayılacağını; Mescid-i Nebevi’de kılınan namazın başka
yerlere nisbetle bin namaz hükmünde olduğunu ve Mescid-i
Aksa’da kılınan namazın ise başka yerlere nazaran beş yüz
namaz sayıldığını” öğrenmekteyiz.
İmam Ahmed ibni Macid’in Hz. Meymune’den (ra) rivayet
ettiği şu sahih hadisi nakleder: Meymune (ra) Rasulullahın
evinde ve himayesinde Rasulullah’a şunu sordu: “Ey Allah’ın
47
•
BİRİNCİ BÖLÜM
•
Peygamberi! Bize Beyt-i Makdis hakkında bir fetva ver. Rasulullah (sas) dedi ki: onun toprağı tekrar diriliş ve dağılış
(mahşer) yerinin toprağıdır. Orada bir namaz kılınız. Zira
orada kılınan bir namaz başka yerlerde kılınan bin namaza bedeldir. Bunun üzerine soruya devam etti: Buna takat ve
olanak bulamayan ne yapar ya Rasulullah? Bunun üzerine
Rasulullah (sas) şöyle devam etti: O halde hediye etsin. Ne
hediye etsin diye sorunca Rasulullah (sas): Orasını ışıtmak
için Yağ bağışında bulunsun. Zira ona bağışta bulunan onda
namaz kılan gibidir.” (İMAM-I AHMED/MÜSNED, İBNİ MACE)
Allah’ın izni ile sevapla bağlantılı yükseltilme, günlerin
farklılığından kaynaklanan yükseltilme, vakitlerle bağlantılı
yükseltilme ve evlerin yükseltilmeleri konusunda birinci bölümün sonuna geldik.
48
Ikinci Bölüm
•
MESCİD-İ HARAM’DA İLAHİ
“YAPMAK KANUNU”
2. Bölüm •
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
“Yapmak Kanunu” nedir?
M
esela peynir yapımını düşünelim! Mevcut olan sütü
maya (bakteri) katarak uygun bir zamanlamayla belirli süreçten geçirerek peynir yapmak ya da unu hamur, hamuru da ekmek yapmak… Var olanı dönüştürmek veya ondan
bir yeni şey yapmak.
İnşaallahu Teâlâ kısa da olsa Kur’an’ı Kerim’de geçen ev
(beyt) ya da evler (biyut) sözcüğünü tanımlamaya çalışacağız.
Kur’an’da bu kelimenin hem manası hem de sebebi veya gerekçesi ifade edilmektedir. Hem ikamet hem de rahat (sekine)
yeri olarak tanımlanmaktadır.
Özellikle kadın için bir ikamet ve rahat yeri olunca tabii ki
aynı zamanda yeme içme ihtiyaçlarını karşılayacak bir erzak
hane de oluyor. Kuran’ı Kerim’deki evlerin tanımlanmasına
göre, evlerin işlevlerinden biri de içinde oturan aile fertleri için
erzak deposu olması.
Yukarıdaki izahımıza delil ise şu ayet-i kerime:
53
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
‫الل َج َع َل لَ مُك ِّمن بُ ُيو ِت مُ ْك َس َكنًا‬
ُ َّ‫َو ه‬
﴾‫ النحل‬- 16:٨٠﴿
“Allah, size evlerinizi (içinde güvenlik ve)
sükûnet bulacağınız yerler kıldı” (NAHL, 16/80)
Evlerin öncelikli sebebi demek ki sükûnet.
Ev ne sadece ikamet ve sükûnet, ne de
erzak deposu, ev aynı zamanda (misafirlere) ikram yeridir:
Evin kadınlar için bir sükûnet yeri olduğuna delil olan ayeti
hatırlayalım:
‫َوقَ ْر َن يِف بُ ُيو ِت ُك َّن َو اَل ت رَ ََّب ْج َن ت رَ َُّب َج الْ َجا ِه ِل َّي ِة‬
‫الل‬
َ َّ‫الص اَل َة َو� آ ِت َني َّالز اَك َة َو َأ� ِط ْع َن ه‬
َّ ‫ول ۖ َو َأ� ِق ْم َن‬
ٰ َ‫ْ ُأال ى‬
ُ ُ‫الل ِل ُي ْذ ِه َب ع م‬
ُ َ‫َو َر ُس ه‬
‫َنك ال ّ ِر ْج َس‬
ُ َّ‫ول ۚ �ن َّ َما يُ ِريدُ ه‬
‫َأ� ْه َل الْ َبيْ ِ ِإت َويُ َطهِ َّرمُ ْك ت َْطه ًِريا‬
﴾‫ األحزاب‬- 33:٣٣﴿
“Evlerinizde
vakarla
oturun
(evlerinizi
karargâh edinin), ilk cahiliye (kadınları)nın süsle54
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
rini açığa vurması gibi, siz de süslerinizi açığa vurmayın; namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, Allah'a
ve elçisine itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve
sizi tertemiz kılmak ister.” (AHZAB, 33/33)
Bu ayette evler kadınların sükûnet mekânları olarak nitelendiriliyor. Bu durumda evler malikâne ve kadınlar da içlerindeki melikelerdir. Kur’an’ı Kerim’in bir başka yerinde bu hakikat daha teferruatlı ifade ediliyor:
‫َو َر َاو َدتْ ُه ال َّ يِت ه َُو يِف بَيْتهِ َا َعن ن َّ ْف ِس ِه َوغَل َّ َق ِت‬
ِ َّ‫ْ َأالبْ َو َاب َوقَالَ ْت َه ْي َت كَ َل ۚ قَا َل َم َعا َذ ه‬
‫الل ۖ �ن َّ ُه‬
‫اَ ْ ِ َّ ِ ِإ‬
‫ون‬
َ ‫َر ِ يّب َأ� ْح َس َن َمث َْو َاي ۖ �ن َّ ُه ل يُفل ُح الظال ُم‬
‫ِإ‬
﴾‫ يوسف‬- 12:٢٣﴿
“Evinde kaldığı kadın, ondan murad almak istedi
ve kapıları sımsıkı kapatarak: “İsteklerim senin içindir, gelsene” dedi. (Yusuf) Dedi ki: “Allah'a sığınırım.
Çünkü o benim efendimdir, yerimi güzel tutmuştur.
Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa ermez.” (YUSUF, 12/23)
Bu ayette ev Mısır’ın azizine değil doğrudan doğruya onun
karısına nispet edilmekte. Evin hanımı, sahibesi ve sultanı anlamında... Demek ki evlerin sahibeleri erkekler değil kadınlardır.
55
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
Firavun’un hanımı Asiye’den bir örnek verelim: Firavun’un
zenginliği ve saltanatı o kadar artmıştı ki dünyanın en görkemli sarayına sahip olan firavun altından Nil nehri akan sarayını
cennet ve kendisini de Rabb olarak görerek halka ‘‘Ben sizin en
yüce Rabbinizim’’ dedi. Kendisini Allahu Teala’ya eşit görerek
şirk yapıyordu. Asiye birçok hizmetçinin hazır kıta, el pençe
durduğu böyle bir sarayda yaşamasına rağmen Allah’a isyan
edilen o evde evin sebeplerinden biri olan huzur ve rahatı bulamadığından Rabbine şöyle niyazda bulundu:
‫الل َمث اًَل ِل ّ ذَّ ِل َين � آ َمنُوا ا ْم َر َأ� َت ِف ْر َع ْو َن � ْذ‬
ُ َّ‫ض َب ه‬
َ َ‫َو ر‬
‫ِإ‬
‫قَالَ ْت َر ِ ّب ا ْب ِن يِل ِعندَ كَ بَيْتًا يِف الْ َجنَّ ِة َو جَ ِ ّن يِن ِمن‬
َّ ‫ِف ْر َع ْو َن َو مَ َع هِ ِل َو جَ ِ ّن يِن ِم َن الْ َق ْو ِم‬
‫الظا ِل ِم َني‬
﴾‫ التحريم‬- 66:١١﴿
“Allah, iman edenlere de Firavun'un karısını örnek verdi. Hani demişti ki: ‘‘Rabbim! Bana kendi katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun
yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar.” (TAHRİM, 66/11)
Asiye isyan ve şirkten dolayı yükseltilmeyen o evde huzur
ve sükûnet bulamadığı için Allah’dan cennetinde bir ev istedi.
Evlerin erzak hane oluşunun delili ise şu ayet-i kerime ile
sabittir:
56
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
‫ون يِف بُ ُيو ِت مُ ْك‬
َ ‫ون َو َما تَ َّد ِخ ُر‬
َ ‫َو ُأ�ن َ ِبّئُ مُك ِب َما تَ�ْأ لُ ُك‬
﴾‫ آل‌عمران‬- 3:٤٩﴿
“Yediklerinizi ve evlerinizde biriktirdiklerinizi
(depoladıklarınızı) size haber veririm.” (ÂL’İ İMRAN,
3/49)
Ev mademki ikamet ve sükûnet yeri, o halde o mekânda
öncelikle yaşam için gerekli olan yiyecek ve içecek bulunması
gerekir. Bununla beraber rahat bir yaşam olanağı için gerekli
olan araç ve gereçler de olmalıdır. Kadının malikanesi elbette
imkan dahilinde en iyi şekilde donanmalıdır ve evin hanımı ve
sahibesine evi konusunda kocası dahil hiç kimse karışmamalıdır. Erkekler bu durumda sadece erzak ve eşyaları eve taşıma
göreviyle yetinmeliler.
Evlerin misafirhane olma niteliğinde ise Allah’ın evleri ile
insanların evleri müşterektir.
Allah evlerinin misafirhane olma niteliği:
Bu durumda misafir kimdir? Misafirler elbette Allah’ın evlerini ziyaret ederek O’na Subhanehu ve Teâlâ ibadet edenlerdir. Hacc ve Umre’de Mescid-i Haram’ı ziyaret ederek orada
ibadet edenler Rahman’ın misafirleridir.
57
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
İnsan evlerinin misafirhane olma niteliği:
İnsanlar birbirlerinin evlerini orada rahat bulurlarsa ziyaret ederler. O ziyarette ev sahipleri misafirlerine misafirperver
olarak ikramda bulunurlar. Nasıl ki Allah evlerinde gözetilmesi gereken belirli kutsallık ve kurallar varsa insanların evlerinin
de belirli kutsallığı ve kuralları vardır. Ziyafet kuralları itina ile
gözetilmelidir. Bahsi geçen adap ve ahlak kuralları hem ev sahibini hem de misafiri kapsar. Her iki taraf da üzerine düşen
vazifeyi yerine getirmelidir.
Allah Subhanehu ve Teâlâ hem kendi evleri olan cami ve
mescid kurallarını hem de insanların ev kurallarını yüce Kitabı
Kur’an-ı Kerim’inde tanzim etmiş, tanımlamış ve beyan etmiştir. Bu nedenle bu kurallara uyulan evler yüceltilmiştir.
‫اها تَ ْم يِش عَ ىَل ا� ْس ِت ْح َيا ٍء قَالَ ْت � َّن‬
َ ُ‫فَ َج َاءتْ ُه � ْحدَ م‬
‫ِإ‬
‫ِإ‬
‫َأ� يِب ي َ ْدعُوكَ ِل َي ْج ِزي َ َك َأ� ْج َر َما َس َق ْي َت لَنَا ۚ فَلَ َّما‬
‫َج َاء ُه َوقَ َّص عَلَ ْي ِه الْ َق َص َص قَا َل اَل خَ َت ْف ۖ جَ َن ْو َت‬
َّ ‫ِم َن الْ َق ْو ِم‬
‫الظا ِل ِم َني‬
﴾‫ القصص‬- 28:٢٥﴿
“Çok geçmeden, o iki (kadın) dan biri, (utana utana) yürüyerek ona (Musa as) geldi. “Babam, bizim
için sürüleri sulamana karşılık sana mükâfat ver-
58
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
mek üzere seni davet etmektedir.” dedi. Bunun üzerine ona gelip de olup bitenleri anlatınca o: “Korkma”
dedi. “Zalimler topluluğundan kurtulmuş oldun.”
(KASAS, 28/25)
Bu ayetten de anlaşıldığı gibi evler, misafirlerin davet edilerek ikram görecekleri mekânlardır.
Musa (as) Medyen’e geldiğinde bir kuyunun başına doğru
ilerlerken kuyudan hayvanlarını sulayan erkekler görür. Kuyunun biraz uzağında iki tane kızın çekindiklerinden suya yanaşamadıklarını fark eder. Musa (as) kızların su ihtiyaçlarını karşılar. İki kız kardeş suyla birlikte eve döndüklerinde durumu
babalarına aktarırlar. Yaşlı baba, kızlardan birisini Musa (as)’ya
göndererek mükâfatlandırmak niyetiyle eve davet eder.
Yaşlı baba Musa (as)’a kızlarından birisini kendisine mehir
olarak sekiz yıl hizmet etmek şartıyla nikâhlamak istediğini
açıklar. Bu teklifi kabul eden Musa (as)’ın o evle münasebeti
ve hukuku o vakitten itibaren değişir. Musa (as) misafir sıfatıyla değil, bir mehir borçlusu olarak ikamet etmeye devam eder.
Musa (as) adamın kızıyla evlendikten sonra evin misafiri değil
mahremi olur. Sekiz yıllık hizmet sonrasında evle olan hukuku
yine değişir ve artık durumu damat misafirliği olur.
Musa (as)’ın Medyen’den ayrılarak memleketi olan Mısır’a
dönebilmesi tamamlaması gereken vazifesine bağlıydı.
Kıssa’nın sonunu ayetlerden anlıyoruz. Gerçekten de Musa (as)
sekiz sene hizmetini tastamam yaptıktan sonra ailesiyle birlikte
memleketine geri döner.
59
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
Bu kıssada da olduğu gibi her durumun kendine mahsus
hukuku ve kuralları vardır. Evlilik öncesi ayrı, mehir şartına
bağlı evlilik döneminin ayrı ve sonrasının yine ayrı ayrı hükümleri var. Kur’an’ı Kerim durumlara mahsus kuralları tanzim ve tertip etmiştir.
Bir de Yusuf (as) ile ilgili ayeti okuyalım:
‫ص اِل ْم َر َأ� ِت ِه َأ� ْك ِر ِمي َمث َْوا ُه‬
َ ْ‫َوقَا َل ذَّ ِالي ْاش رَ َتا ُه ِمن ِّم ر‬
‫س َأ�ن يَن َف َعنَا َأ� ْو نَتَّ ِخ َذ ُه َو دَ ًلا‬
ٰ َ‫َع ى‬
﴾‫ يوسف‬- 12:٢١﴿
“Onu satın alan bir Mısır'lı (aziz), karısına: “Onun
yerini üstün tut (ona güzel bak), umulur ki bize bir
yararı dokunur ya da onu evlat ediniriz” dedi.” (YUSUF, 12/21)
Bu ayetteki ikramın muhatabı Yusuf (as)’dır ve ikramın yapılacağı yer de Aziz ve karısının evidir. Burada da yine ilk etapta Yusuf ’(as)’un henüz misafirliğinden bahsedilir.
Azizin konuşmasından anlaşılan o ki, Yusuf (as)’un misafirlik ikameti, fayda sağlama ikameti ya da evlat olma ikametine
dönüşebilir.
Aziz ve karısı Yusuf (as) ile anne ve babalık duygularını tadarlar. Burada ‘doğum ebeveynliği’ olmasa da eğitim anne babalığı var. İslam’da doğumla oluşan babalık, yetiştirme babalığı
60
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
bir de hem doğumla oluşan hem de yetiştirmeyle devam eden
babalık sıfatları vardır. Örneğin çocuklarının doğumundan
hemen sonra ölen babalar var. O çocuklar başka şahıslarca terbiye ve eğitimini alıyorsa o adamlar terbiye ve talim babalığı
sıfatını taşırlar.
‫َوا ْخ ِف ْض لَهُ َما َجنَ َاح ُّاذل ِ ّل ِم َن َّالر مْ َح ِة َو ُقل َّر ِ ّب‬
‫ْار مَ ْحهُ َما مَاَك َرب َّ َي يِان َص ِغ ًريا‬
﴾‫ اإلرساء‬- 17:٢٤﴿
“Onlara acıyarak alçak gönüllülük kanadını ger
ve de ki: “Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye
ettilerse Sen de onları esirge.” (İSRA, 17/24)
Bu dua sadece biyolojik ebeveyn için değil aynı zamanda
yetiştirme ya da bakım ebeveyni için de geçerlidir.
‫لَّيْ َس عَ ىَل ْ َأال مْ َع ٰى َح َر ٌج َو اَل عَ ىَل ْ َأالع َْرجِ َح َر ٌج‬
‫َو اَل عَ ىَل الْ َم ِر ِيض َح َر ٌج َو اَل عَ ىَ ٰل َأ�ن ُف ِس مُ ْك َأ�ن‬
ِ ‫وت � آ اَبئِ مُ ْك َأ� ْو بُ ُي‬
ِ ‫تَ�ْأ لُ ُكوا ِمن بُ ُيو ِت مُ ْك َأ� ْو بُ ُي‬
‫وت ُأ� َّمهَا ِت مُ ْك‬
ِ ‫وت َأ�خ ََوا ِت مُ ْك َأ� ْو بُ ُي‬
ِ ‫وت �خ َْوا ِن مُ ْك َأ� ْو بُ ُي‬
ِ ‫َأ� ْو بُ ُي‬
‫وت‬
ِ ‫وت مَ َّعا ِت مُ ْك َأ� ْو بُ ُي‬
ِ ‫َأ� مْ َعا ِم مُ ْك َأ� ْ ِإو بُ ُي‬
‫وت َأ�خ َْوا ِل مُ ْك َأ� ْو‬
ِ ‫بُ ُي‬
َ ِ‫وت خ اََال ِت مُ ْك َأ� ْو َما َملَ ْك مُت َّم َف ح‬
ۚ ‫ات ُه َأ� ْو َص ِدي ِق مُ ْك‬
61
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
‫لَيْ َس عَلَ ْي مُ ْك ُجنَ ٌاح َأ�ن تَ�ْأ لُ ُكوا مَ ِجي ًعا َأ� ْو َأ� ْ�ش َتاتاً ۚ فَ� َذا‬
‫َد َخلْ مُت بيوتاً فَس ِلّموا ع ىَل َأ�ن ُف ِس مُ ْك حَ ِتي ًة ِمن ِعن ِد ِإ‬
ْ ّ َّ
ٰ َ ُ َ ُُ
ِ َّ‫ه‬
‫الل لَ مُ ُك ْالآ اَي ِت‬
ُ َّ‫الل ُم َب َار َك ًة َط ِ ّي َب ًة ۚ َك َ ٰذ كِ َل يُ َب ِ نّ ُي ه‬
‫ون‬
َ ُ‫لَ َعل َّ مُ ْك تَ ْع ِقل‬
﴾‫ النور‬- 24:٦١﴿
“Kör olana güçlük yoktur, topal olana güçlük
yoktur, hasta olana da güçlük yoktur; sizin için de,
gerek kendi evlerinizden, gerekse babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden,
amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, anahtarına malik olduğunuz (yerlerden) ya
da dostlarınızın (evlerin)den yemenizde bir güçlük
yoktur. Hep bir arada veya ayrı ayrı yemenizde de
bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz vakit, Allah tarafından kutlu, güzel bir yaşama dileği olarak birbirinize selam verin. İşte Allah, size ayetleri böyle
açıklar, umulur ki aklınızı kullanırsınız.” (NUR, 24/61)
Bu ayette de yine evlerin adabından bahsedilmektedir. Zira
evlerin kutsallığını ve şerefini koruma altına almaktadır. Evlerin adabı ve kuralları oturulmayan bomboş evlerde geçerli
değildir.
62
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
‫لَّيْ َس عَلَ ْي مُ ْك ُجنَ ٌاح َأ�ن ت َْد ُخلُوا بُ ُيوتاً غَ رْ َي َم ْس ُكون َ ٍة‬
‫ون‬
ُ َّ‫ِفهيَا َمتَا ٌع ل َّ مُ ْك ۚ َو ه‬
َ ‫ون َو َما تَ ْك ُت ُم‬
َ ُ‫الل ي َ ْع مَ ُل َما تُ ْبد‬
﴾‫ النور‬- 24:٢٩﴿
“İçinde oturulmayan ve sizin için bir meta (yarar)
bulunan evlere girmenizde bir sakınca yoktur. Allah, açığa vurduklarınızı da, sakladıklarınızı da
bilir.” (NUR, 24/29)
‫َو� ْذ قَالَت َّطائِ َف ٌة ِّم هْنُ ْم اَي َأ� ْه َل ي َ رْ ِث َب اَل ُم َقا َم لَ مُ ْك‬
‫ون � َّن‬
َ ُ‫فَ ِإ ْار ِج ُعوا ۚ َويَ� ْس َت�ْأ ِذ ُن فَ ِر ٌيق ِّم هْنُ ُم النَّ يِ َّب ي َ ُقول‬
‫ِإ‬
ِ‫بُ ُيوتَنَا َع ْو َر ٌة َو َما ي‬
‫ون � اَّل ِف َر ًارا‬
َ ُ‫ه ِب َع ْو َر ٍة ۖ �ن يُ ِريد‬
َ
‫ِإ‬
‫ِإ‬
﴾‫ األحزاب‬- 33:١٣﴿
“Onlardan bir grup da hani şöyle demişti: “Ey Yesrib (Medine) halkı, artık sizin için (burada) kalacak
yer yok, şu halde dönün.” Onlardan bir topluluk da:
“Gerçekten evlerimiz açıktı” diye Peygamberden
izin istiyordu; oysa onlar (ın evleri) açık değildi.
Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı.” (AHZAB, 33/13)
‫اَي َأ�يهُّ َا ذَّ ِال َين � آ َمنُوا اَل ت َْد ُخلُوا بُ ُيوتاً غَ رْ َي بُ ُيو ِت مُ ْك‬
‫َح ىَّ ٰت تَ� ْس َت�ْأ ِن ُسوا َوت ُ َس ِل ّ ُموا عَ ىَ ٰل َأ� ْه ِلهَا ۚ َذٰ ِل مُ ْك خ رْ ٌَي‬
63
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
‫ون‬
َ ‫ل َّ مُ ْك ل َ َعل َّ مُ ْك ت ََذكَّ ُر‬
﴾‫ النور‬- 24:٢٧﴿
“Ey iman edenler, evlerinizden başka evlere, yakınlık kurup (izin almadan) ve (ev halkına) selam
vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır;
umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz.” (NUR, 24/27)
Böylelikle hem Rahman’a misafirlikten hem de insanların
birbirleriyle aralarında gerçekleştirdikleri ziyaret adabından
bahsetmiş olduk.
Bu ayet-i kerime ile yine Allahu Teâlâ insan evlerinin ziyaret
adabına dikkat çekmekte. Beyt-i Haram (Mescid-i Haram) ve
Şehr-i Haram (haram ayları) olan Recep, Zilkade, Zilhicce ve
Muharrem hakkında bakın Allahu Teâlâ ne buyuruyor:
ِ َّ‫اَي َأ�يهُّ َا ذَّ ِال َين � آ َمنُوا اَل حُ ِتلُّوا َش َعائِ َر ه‬
‫الل َول‬
َّ
‫الشه َْر الْ َح َرا َم َو اَل الْه َْد َي َو اَل الْ َق اَلئِدَ َو اَل � آ ِّم َني‬
‫ُون فَضْ اًل ِّمن َّر ِ هّ ِب ْم َو ِرضْ َوان‬
َ ‫الْ َبيْ َت الْ َح َرا َم ي َ ْبتَغ‬
‫ۚ َو� َذا َحلَلْ مُ ْت فَ ْاص َطا ُدوا ۚ َو اَل جَ ْي ِر َمن َّ مُ ْك �شَنَ� آ ُن قَ ْو ٍم‬
ْ ُ‫َأ�نِإ َصد م‬
ۘ ‫ُّوك َع ِن الْ َم ْس ِج ِد الْ َح َرا ِم َأ�ن تَ ْع َتدُ وا‬
‫َوتَ َع َاونُوا عَ ىَل الْ رِ ِّب َوالتَّ ْق َو ٰى ۖ َو اَل تَ َع َاونُوا عَ ىَل ْال مْ ِث‬
‫ِإ‬
64
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
‫الل َش ِديدُ الْ ِع َق ِاب‬
َ َّ‫َوالْ ُع ْد َو ِان ۚ َوات َّ ُقوا ه‬
َ َّ‫الل ۖ � َّن ه‬
‫ املائدة﴾ ِإ‬- 5:٢﴿
“Ey iman edenler, Allah'ın şiarlarına, haram
olan ay'a, kurbanlık hayvanlara, (onlardaki) gerdanlıklara ve Rablerinden bir fazl ve hoşnutluk
isteyerek Beyt-i Haram'a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktınız mı artık avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram'dan alıkoyduklarından
dolayı bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi
aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve
Allah'tan korkup sakının. Gerçekten Allah (ceza
ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.” (MAIDE, 5/2)
Allah evlerinin her birinin de böylelikle birbirinden farklı
hüküm ve kuralları vardır.
َ ْ‫فَ ِت ك‬
‫ل بُ ُيوتهُ ُ ْم خَا ِوي َ ًة ِب َما َظلَ ُموا ۗ � َّن يِف َذٰ كِ َل َلآي َ ًة‬
‫ِإ‬
‫ون‬
َ ‫ِل ّ َق ْو ٍم ي َ ْعلَ ُم‬
﴾‫ النمل‬- 27:٥٢﴿
“İşte, zulmetmeleri dolayısıyla enkaza dönüşmüş
ıpıssız evleri. Şüphesiz bilen bir kavim için bunda bir
ayet vardır.” (NEML, 27/52)
65
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
Allah Subhanehu ve Teâlâ zalimlerin evlerinin bomboş ve
çatısız olduğunu; içlerinde yapılan isyandan dolayı yükseltilmediğini ifade etmektedir. Bunun aksine, içlerinde Allah’a itaat
edilen evlerin ise yükseltildiği ve aydınlatıldığı sonucu çıkmaktadır. Konunun başından beri anlatmaya çalıştığımız hakikatleri bu mübarek ayet özetlemektedir.
İlahi yaratmak, yapmak ve inşa kanunu,
evlenmenin sebebi ve hepsinin ev ile
alakası:
‫اَي َأ�يهُّ َا النَّ يِ ُّب � َذا َطل َّ ْق مُ ُت ال ِن َّس َاء فَ َط ِل ّ ُقوه َُّن ِل ِعدَّتهِ ِ َّن‬
‫ْ ِ َّ ِإ‬
ُ
َ
‫ا‬
‫و‬
‫ق‬
‫ت‬
‫ا‬
‫و‬
ۖ
‫ة‬
‫د‬
‫الل َربَّ مُ ْك ۖ اَل خُ ْت ِر ُجوه َُّن ِمن‬
َّ
َ َّ‫ه‬
َ ‫َو َأ� ْح ُصوا الع‬
ۚ ‫بُ ُيوتهِ ِ َّن َو اَل خَ ْي ُر ْج َن � اَّل َأ�ن يَ�ْأ ِت َني ِب َفا ِحشَ ٍة ُّم َب ِ ّينَ ٍة‬
ِ َّ‫الل ۚ َ ِإو َمن ي َ َت َع َّد ُحدُ و َد ه‬
ِ َّ‫ل ُحدُ و ُد ه‬
َ ْ‫َو ِت ك‬
‫الل فَ َق ْد َظ مَ َل‬
‫الل حُ ْي ِد ُث ب َ ْعدَ َذٰ كِ َل َأ� ْم ًرا‬
َ َّ‫ن َ ْف َس ُه ۚ اَل ت َْد ِري ل َ َع َّل ه‬
﴾‫ الطالق‬- 65:١﴿
“Ey Peygamber! Kadınları boşadığınız zaman, iddetleri süresinde (temizlendiklerinde) boşayın ve
iddeti sayın. Rabbiniz Allah'tan korkun. Onları evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar; ancak
açık ‘çirkin bir hayâsızlık’ göstermeleri durumu
66
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
başka. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın
sınırlarını çiğnerse, gerçekte o, kendi nefsine zulmetmiş olur. Sen bilmezsin; olabilir ki Allah, bunun
arkasından bir iş (durum) oluşturur.” (TALAK, 65/1)
Önceki sayfalarda ayetler ışığında evliliğin sebebini sükûnet
olarak izah etmiştik. Sükûnetten sonraki aşama için Allahu
Teâlâ karı-koca arasında sevgi ve merhamet yapıyor. Zira evlilikte gerekli olan sükûnetin muhafazası için bu özellikler elzemdir.
Rum Suresinde bu gerçek şöyle ifade ediliyor:
‫َو ِم ْن � آ اَي ِت ِه َأ� ْن َخلَ َق لَ مُك ِّم ْن َأ�ن ُف ِس مُ ْك َأ� ْز َوا ًجا‬
‫ِلّت َ ْس ُكنُوا �لَيهْ َا َو َج َع َل بَيْنَ مُك َّم َو َّد ًة َو َر مْ َح ًة ۚ � َّن ف‬
‫ِإ‬
‫َ كِ َ َ آ ِإ‬
ّ
َّ
ِ
ٍ
َ
َ
‫ي‬
‫ون‬
‫ر‬
‫ك‬
‫ف‬
‫ت‬
‫م‬
‫و‬
‫ق‬
‫ل‬
‫ت‬
َ ُ َ َ ٍ ْ ‫ذٰ ل ل اَي‬
﴾‫ الروم‬- 30:٢١﴿
“Onda ‘sükûn bulup durulmanız’ için, size kendi
nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir.
Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (RUM, 30/21)
Bu sure-i celîledeki ‘li teskunû’ daki ‘li’ edatı Türkçedeki
‘için’ manasındadır ve Arap lisanında sebebi ifade eder. Türkçesi “Onda ‘sükûn bulup durulmanız’ için.” Bu ayet-i ke67
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
rime evliliğin sebebini belirliyor.
Kendimize mahsus yeni terimler kullanacağız demiştik. İşte
bu “Yaratmak, Yapmak ve İnşa Kanunu” da onlardan bazıları.
Konuyla ilgili bir örnek verelim:
Allahu Teâlâ Âdem (as)’ı Yaratmak kanunu ile yarattı; Yapmak Kanunu ile yerde halife yaptı:
‫� ِ يّن َجا ِع ٌل يِف ْ َأال ْر ِض َخ ِلي َف ًة‬
‫ِإ‬
﴾‫ البقرة‬- 2:٣٠﴿
“Muhakkak ben, yer içinde bir halife yapacağım.”
(BAKARA, 2/30)
İnşallah yeri gelince bu hakikatleri tafsilatıyla anlatacağız,
şimdilik sözümüze delil olsun diye sadece değindik.
Talak Suresinde zikrettiğimiz ayeti tekrar hatırlarsak:
‫اَي َأ�يهُّ َا النَّ يِ ُّب � َذا َطل َّ ْق مُ ُت ال ِن َّس َاء فَ َط ِل ّ ُقوه َُّن ِل ِعدَّتهِ ِ َّن‬
‫ْ ِ َّ ِإ‬
ُ
َ
‫ا‬
‫و‬
‫ق‬
‫ت‬
‫ا‬
‫و‬
ۖ
‫ة‬
‫د‬
‫الل َربَّ مُ ْك ۖ اَل خُ ْت ِر ُجوه َُّن ِمن‬
َّ
َ َّ‫ه‬
َ ‫َو َأ� ْح ُصوا الع‬
ۚ ‫بُ ُيوتهِ ِ َّن َو اَل خَ ْي ُر ْج َن � اَّل َأ�ن يَ�ْأ ِت َني ِب َفا ِحشَ ٍة ُّم َب ِ ّينَ ٍة‬
ِ َّ‫الل ۚ َ ِإو َمن ي َ َت َع َّد ُحدُ و َد ه‬
ِ َّ‫ل ُحدُ و ُد ه‬
َ ْ‫َو ِت ك‬
‫الل فَ َق ْد َظ مَ َل‬
‫الل حُ ْي ِد ُث ب َ ْعدَ َذٰ كِ َل َأ� ْم ًرا‬
َ َّ‫ن َ ْف َس ُه ۚ اَل ت َْد ِري ل َ َع َّل ه‬
68
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
﴾‫ الطالق‬- 65:١﴿
“Ey Peygamber! Kadınları boşadığınız zaman, iddetleri süresinde (temizlendiklerinde) boşayın ve
iddeti sayın. Rabbiniz Allah'tan korkun. Onları evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar; ancak
açık ‘çirkin bir hayasızlık’ göstermeleri durumu
başka. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın
sınırlarını çiğnerse, gerçekte o, kendi nefsine zulmetmiş olur. Sen bilmezsin; olabilir ki Allah, bunun
arkasından bir iş (durum) oluşturur.” (TALAK, 65/1)
Allah Subhanehu ve Teâlâ bu ayet-i celîlede “Onları evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar” diyerek
yine evi kadınla münasebetlendiriyor. Çünkü önceki satırlarda
da beyan ettiğimiz gibi evlilik gerçekleştikten ve sükûnet bulunduktan sonra İlahi nizama göre ev kadının sarayı; kadın ise
evin kraliçesi ve sahibesi olarak tarif ediliyor. İşte bu sükûnet
evliliğin sebebidir.
Arapçada sebeb lâm (lâm-ul İlle) olarak bu ayette geçen ‘Li
teskunû’ daki ‘li’ edatı yaratılıştan insana verilen ihtiyaçları
karşılamanın sebebini ifade eder. İnsanda garize denilen kanında ve canında mevcut olan ihtiyaçları vardır. Mesela insanda karşı cinse karşı şehvet duyusu vardır; aklın kavrama; kalbin sevgi ve nefret; organların kendilerine mahsus ihtiyaçları
vardır ve bu ihtiyaçlar evlenmekle karşılanır ve insan sükûnete
erer.
69
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
Kadının ve erkeğin içgüdüsel olarak karşı cinsi düşünmekle
rahatsız olan hafızası ve düşüncesi evlilikle beraber sükûnete
ererek rahat eder.
Kalp ise yöneleceği bir eşi olmayanlarda sürekli farklı farklı
insanlara kayacağından rahatsızlaşır, ama erkek kadınına kadın da erkeğine sevgisini yöneltmekle kalp de sükûnete ererek
rahat eder.
Sağa sola çevrilerek sürekli göz zinasından yorularak rahatsız olan gözler de ancak kendi yârine bakmakla zinadan kurtularak sükûnete ererek rahat bulur.
Nikâh, bir sözleşmedir. Bu sözleşme ise -tarafların haramdan korunarak helal dairede hem içgüdüsel ihtiyaçlarının hem
organlarının teskinini sağlamak ve- korunmak içindir.
Genç insanlar önce güzelce eğitimlerini tamamlar ve sonra
faydalı birer aktif eleman olmak için yaratılıştan kendilerine
verilen ihtiyaçlarını helal dairede sükûnete erdirerek toplumda yerlerini alırlar. Bu insanlardan toplum yararlanır. Zira her
türlü ihtiyaçları İlahi disipline göre tanzim edildiği için sağlıklı
ve faydalı hizmet ve icraatta bulunabilirler.
•
70
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
Kadınların adet gördükleri günlerde
onlardan uzak durmak evlilikteki sevgi
ve merhameti muhafaza ederek devamını
sağlamak içindir:
Kanaatimize göre Kerim Rabbimiz -evlilerin arasında- ‘Yapmak Kanunu’ ile kıldığı sevgi ve merhameti kadınların adet
görme zamanında onlara yaklaşmamak aracılığı ile koruyor.
‫َوي َْس�َألُون ََك َع ِن الْ َم ِح ِيض ۖ ُق ْل ه َُو َأ� ًذى فَا ْع زَ ِتلُوا‬
ۖ ‫ال ِن َّس َاء يِف الْ َم ِح ِيض ۖ َو اَل تَ ْق َربُوه َُّن َح ىَّ ٰت ي َ ْطه ُْر َن‬
‫الل‬
ُ َّ‫فَ� َذا ت ََطه َّْر َن فَ�ْأتُوه َُّن ِم ْن َح ْي ُث َأ� َم َرمُ ُك ه‬
َ َّ‫الل ۚ � َّن ه‬
‫ِإ‬
‫حُ ِإِي ُّب التَّ َّواب َِني َو حُ ِي ُّب الْ ُم َت َطهِّ ِر َين‬
﴾‫ البقرة‬- 2:٢٢٢﴿
“Sana ‘kadınların aybaşı halini’ sorarlar. De ki:
O, bir rahatsızlık (eza) dır. Aybaşı halinde kadınlardan ayrılın ve temizlenmelerine kadar onlara
(cinsel anlamda) yaklaşmayın. Temizlendiklerinde,
Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin. Şüphesiz Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de
sever.” (BAKARA, 2/222)
Bu ayet-i kerime etrafında bir kaç cümle:
71
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
Erkekler aybaşı halinde olan kadınlarıyla cinsel münasebet kurmayacaklar. Bu durumu biz Aylık İzin (her ay’da bir
hafta) olarak isimlendiriyoruz. Zira Bu iznin sebeb-i hikmeti
karı-kocanın birbirlerini özleyerek tekrar şehvet duymalarıdır.
Cumhur-u ulemanın hadis-i şeriflerden çıkardıkları hükümlere göre doğum sonrasında kadınlarla kırk gün cinsel ilişkiye
girilmemelidir. Buna da biz Doğum İzni diyoruz.
Aylık izin ve doğum izni Allah’ın Yapmak Kanunu ile yaptıklarındandır. Bu durumlar sevgi ve merhametin devamını
sağlar ve evlilikteki sükûnet muhafaza edilmiş olur.
Mesela babasının zengin evinde çok rahat olan bir kız fakir
bir erkekle evlenir ve huzurlu olur. Bunun nedeni nasıl izah
edilebilir. Çünkü babasının evinde her türlü zenginliği bulsa
da yaratılıştan kendisine verilen özellikleri teskin edemediği ve
bunların sükûneti ile de koca evinde mümkün olduğu için kız
huzur ve sükûnete talip olduğundan evliliği tercih etmiştir.
Yüce Yaradan insan neslinin kıyamete kadar devam etmesini istediği için insanda ve insanla alakalı bütün bu fonksiyonları yapmıştır. Bu içgüdüsel ihtiyaçlar mademki yüce yaradan
tarafından verilmiştir, o halde onların tatmin ve teskini de ancak İlahi nizamla gerçekleşmelidir. Bunun için öncelikli şart
nikâhtır.
Evlilikte cinsel ilişkinin sınırsız tatbikatı elbette düşünülemez. Her konuda olduğu gibi cinsel ilişki de Rabbimizin koyduğu kurallar çerçevesinde olmalıdır. Kiminle, ne zaman ve
nasıl yapılmalıdır? Sorusunun cevapları bulunmalıdır.
72
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
Kiminle? – nikâhlınla
Ne zaman? – aybaşı hali dışında (aybaşı hali zaten normal
bir hafta sürer, bitince kadın gusül abdesti alır ve temizlenmiş
olur)
Nasıl? – doğru yerden, (ön taraftan) doğum yapılan yerden.
İslam uleması demişlerdir ki: Hillihi (hanımı ile), ve mahallihi (doğru yerden) ve hululihi (doğru zamanda).
Delilimiz Rabbimizin şu sözü: “Allah'ın size emrettiği
yerden onlara gidin.” (BAKARA, 2/222)
Peki, öyle ise ‘Kadınların ileri yaşlarda adet görmeleri niçin
kesiliyor?’ sorusu aklı meşgul edebilir.
İleri yaşlarda bazı nedenlerden dolayı kadınların aylık kanama durumları bitiyor. Mesela çocukların en sıkıntılı dönemleri; eğitimleri, evlilikleri gibi uğraşılar o yaşlarda zaten karıkocayı bitap düşürüyor, birbirlerine fazla zamanları olmuyor
ki aybaşı haline ihtiyaç olsun. Birbirlerinden usanma durumu
olmuyor.
Adet görme hali sevgi ve merhametin devamına sebeptir
demiştik. Yoksa bıkkınlık ve usanma hali sevgi ve merhameti
giderir. İleri yaşlarda artık sıklıktan doğan bıkkınlık tehlikesi
ortadan kalktığı için o sebebe de gerek kalmamıştır.
Gençlikte kadın ve erkek mevcut istek ve kuvvetleriyle aralıksız cinsel ilişkiye girseler bir zaman sonra artık birbirlerin73
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
den bıkacak ve gözleri dışarıya kayacaktır, en azından böyle bir
ihtimal söz konusudur. Ayda bir haftalık cinsel izin eşlerin hem
dinlenmesini hem de birbirlerine iştiyakın ve iştihanın devamını sağlayacaktır.
Doğum sonrasında ise kırk gün zarfında rahim kasları geri
çekilir, kadın bütün özellikleriyle tekrar kocasına cazip hale gelir ve ancak o vakit İlahi Kanuna göre karı-koca ilişkilerine izin
verilir. Neden? Elbette evliliğin sükûneti; ailenin selameti; muhabbet ve merhametin devamı için bu İlahi Kanun gereklidir.
Eşlerin birbirlerinden hiç bıkmadan hem cinsel alanda hem
aile müessesesinin diğer alanlarında sağlıklı bir yaşam ortaya
koyabilmeleri için bu bir zarurettir. Allah Subhanehu Teâlâ
bunu ve bunun gibi yarattığı her şeyi YARATMAK, YAPMAK
VE İNŞA KANUNU ile tanzim etmiştir.
Kadın erkeğin şerefi ve onurudur. Şeref ve onur korunmalıdır. Erkek canı pahasına da olsa karısına ve kızına saldıranlara karşı şerefini korumalıdır. Eğer şerefini korumak yolunda
ölürse şehid olarak ölür. Abdullah bin Ömer (ra)’den gelen bir
rivayete göre Rasulullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Onursuz
ölen şehiddir.” (İMAM AHMED/MÜSNED) Bu hadis-i şerifi Türkçe
şöyle anlamalıyız: Onur veya şerefini korurken ölen kimse şehiddir.
Kadının şerefi İlahi Kanuna göre erkeğe ait olduğu için o
şerefi kadın ne satabilir ne kiraya verebilir ne de istediği gibi
zedeleyebilir. Zira o şeref kocasına aittir. İlahi Kanuna göre bu
evliliğin temeli olan şeref yaralandığında kazf, yani zanilere (zinakar) taşlanma cezası uygulanır. Kadının zina yaptığı iddiası
74
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
dört şahitle ispatlanırsa kadına taşlanma cezası uygulanır, yok
ispatlanamazsa iddia sahibi taşlanır. Bu ağır ceza caydırıcılığı
ile toplumun çekirdeğini oluşturan aile her türlü iç ve dış tehlikelerden korunur ve himaye edilir. Çünkü zina erkekten gelsin
kadından gelsin fark etmez her halükarda evliliğin sebebi olan
sükûneti ortadan kaldırır ve ikisini de sükûnet örtüsüyle örten
o evin çatısını aşağı indirir. Evliliğin sebebi olan sükûnet başını
alıp evi terk edince geriye karmaşa, gürültü ve felaket kalır. Ve
artık bir evden söz edilemez olur.
Mescid-i Haram’da İlahi Yapmak
Kanunu:
‫َو� ْذ َج َعلْنَا الْ َبيْ َت َمث َاب َ ًة ِلّلنَّ ِاس َو َأ� ْمنًا َو خَّ ِات ُذوا‬
‫ِم ِإن َّم َقا ِم � ْب َرا ِه َمي ُم َص ىًّل ۖ َو َعه ِْدناَ � ىَ ٰل � ْب َرا ِه َمي‬
‫ِإ ِإ‬
‫ِإ‬
‫َو� مْ َسا ِعي َل َأ�ن َطهِ َّرا بَيْ يِ َت ِل َّلطائِ ِف َني َوالْ َعا ِك ِف َني‬
‫الس ُجو ِد‬
ُّ ِ ‫َوِإ ُّالركَّع‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٢٥﴿
“Hani Evi (Ka'be'yi) insanlar için bir toplanma ve
güvenlik yeri kılmıştık. “İbrahim'in makamını namaz
yeri edinin”, İbrahim ve İsmail'e de, “Evimi, tavaf
edenler, itikâfa çekilenler ve rükû ve secde edenler
için temizleyin” diye ahid verdik.” (BAKARA, 2/125)
75
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
Bu ayet-i kerimeden anlaşılan o ki Allahu Teala’nın kurulmasına izin verdiği ilk ev Beyt-i Haram’dır. İlk ibadet evi…
‫� َّن َأ� َّو َل بَيْ ٍت ُو ِض َع ِللنَّ ِاس ل َ ذَّ ِلي ِب َبكَّ َة ُم َب َارك‬
‫ِإ‬
‫َوهُدً ى ِلّلْ َعالَ ِم َني‬
﴾‫ آل‌عمران‬- 3:٩٦﴿
“Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi,
elbette Bekke’de, âlemlere mübarek ve hidayet olarak kurulan Kâ’be’dir.” (ÂL’İ İMRAN, 3/96)
Önceden Mekke’nin ismi Bekke idi. Efendimiz (sas) hicretten sonra Medine’den tekrar Bekke’ye geri döndüğünde (fetih)
şehrin ismi Mekke oldu.
Önce Beyt-i Haram Yaratmak Kanunu ile yaratıldı ve sonra
Yapmak Kanunu ile Mükafat yeri yapıldı. İnsanların Allah ile
ziyansız bir ticaret yaptığı yer. Öyle bir yer ki hem ibadet yani
Allah ile ticaret, hem de insanlar arası maddi ticaret yeri. Bunlar Allah’ın Yapmak Kanununa tabi durumlardır. Bunlar aynı
zamanda Mekkelilerin geçim kaynakları olmuştur.
Mahsul çeşitleri:
Ter mahsulleri: Uzun yıllar ter dökerek biriktirilen parayla
dünyanın dört bir yanından hacc ve umre niyetiyle Mekke’ye
gelenlerin Mekke’de harcadıkları paralar. Bu para ter mahsu-
76
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
lüdür.
Bitki mahsulleri: Dünya’nın çeşitli yerlerinde yetişen mahsuller Mekke’ye getiriliyor ve orada satılıyor. Mekke kurak
ve kayalık bir bölge olduğundan orada bir şey yetişmiyor;
hatta zemzem suyundan başka bir su bile yok. Buna rağmen
Mekke’de Amerika’nın, Avrupa’nın, Asya ve Afrika’nın kendine
mahsus ürünleri rahatlıkla bulunabiliyor. Hiçbir yerde bulunmayan çeşitlilik Mekke’de bulunabiliyor.
Allah Subhanehu ve Teâlâ İbrahim (as)’a hanımı Hacer ve
oğlu İsmail ile birlikte Şam’dan Mekke’ye göç etmesini emretmişti:
ُ ‫َّربَّنَا � ِ يّن َأ� ْس َك‬
ٍ‫نت ِمن ُذ ّ ِري َّ يِت ب َِوا ٍد غَ رْ ِي ِذي َز ْرع‬
‫ِع ِإ‬
ِ
ِ
ْ
‫ل‬
‫ق‬
‫ي‬
ِ
َ
‫ب‬
‫ب‬
‫ي‬
‫الص اَل َة فَا ْج َع ْل‬
‫ا‬
‫و‬
‫مي‬
‫ا‬
‫ن‬
‫ر‬
‫م‬
‫ر‬
‫ح‬
‫م‬
‫ل‬
‫ا‬
‫ك‬
‫ت‬
ُ
ْ
َّ ُ َ َّ َ ِ َّ َ ُ َ َ‫ند‬
‫َأ�فْ ِئدَ ًة ِّم َن النَّ ِاس تهَ ْ ِوي �لَيهْ ِ ْم َو ْار ُز ْقهُم ِّم َن الث َّ َم َر ِات‬
‫ِإ‬
‫ون‬
َ ‫ل َ َعلَّه ُْم ي َْش ُك ُر‬
﴾‫ ابراهيم‬- 14:٣٧﴿
“Rabbimiz, gerçekten ben, çocuklarımdan bir kısmını Beyt-i Haram yanında ekini olmayan bir vadiye
yerleştirdim; Rabbimiz, dosdoğru namazı kılsınlar
diye (öyle yaptım), böylelikle Sen, insanların bir
kısmının kalplerini onlara ilgi duyar kıl ve onları
birtakım ürünlerden rızıklandır. Umulur ki şükre77
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
derler.” (İBRAHİM, 14/37)
Yukarıda anlatılanlar Allah’ın (CC) muradı ve o muradın
İbrahim (as)’ın diline olan tecellisi ve nihayet İbrahim (as)’ın
dilinde ifadesini bulan duanın neticesi.
Allahu Teâlâ her şeyi bir sebebe bağlamış. Mekke’deki nimet
bolluğu orada yaşamayı ve yine orada hacılara hizmet etmeyi sağlamaktadır. Zira dünyanın en kaliteli ürünleri Mekke’ye
akıyor.
‫َو� ْذ قَا َل � ْب َرا ِه ُمي َر ِ ّب ا ْج َع ْل َه ٰ� َذا ب َ دَ ًلا � آ ِمنًا َو ْار ُز ْق‬
‫ِإ‬
‫َأ� ِإه هَ ُْل ِم َن الث َّ َم َر ِات َم ْن � آ َم َن ِم هْنُم اِب هَّ ِلل َوالْ َي ْو ِم‬
‫ْالآ ِخ ِر ۖ قَا َل َو َمن َك َف َر فَ�ُأ َم ِتّ ُع ُه قَ ِل اًيل مُ َّث َأ�ضْ َط ُّر ُه � ىَ ٰل‬
‫ِإ‬
‫عَ َذ ِاب النَّ ِار ۖ َو ِبئْ َس الْ َم ِص ُري‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٢٦﴿
“O vakit İbrahim: “Ya Rab, burasını emîn bir belde kıl ve ahalisinden Allah’a ve ahiret gününe iman
edenleri çeşitli meyvelerle rızıklandır!...” (BAKARA,
2/126)
Mekke’de her an (gece-gündüz) görülen bu durum İlahi
Yapmak Kanunu ile yapılmıştır. O mübarek yerde yapılan tavaf,
itikaf, beş vakit namaz, teheccüd namazı, Allah’a ibadet kastıyla hacc ve umre’ye kast etmek vs. Allah ile ticaret yapmaktır ve
78
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
dolayısıyla mükafata tabi ibadetlerdir.
Bu durum herkes için maddi ve manevi kârdır. Orada yaşayanlara ayrı bir mükâfattır. Zira ekip biçmeden dünyanın en
lezzetli ve en kaliteli ürünlerine her an ulaşabilmektedirler ve
bu ticaret yoğunluğu beraberinde iş imkânı da sağlamaktadır.
Allah tarafından seçilmiş Mescid-i Haram. Beş vakit yükselen ezanları ile kılınan namaz, tavaf ve sa’yları ile… İbadetlere
verilen en bol mükâfatları ile… Lezzetli gıdaları ve zemzem suyuyla Rabbimizin Yapmak Kanunu ile koyduğu İlahi düzendir,
hem hoş hem de güzeldir.
İslam fıkhında bir prensip vardır. Herhangi bir İlahi emir ya
da yasak Allah tarafından gerekçelendirildi ise ne ala eğer herhangi bir gerekçe yoksa bizim gerekçelendirme gibi bir yetkimiz yoktur. Mesela namaz neden beş vakittir; haccın rükunları
neden şöyle değildir de böyledir gibi sözler sarf etmemiz doğru
olmaz. Bu durumlarda Rabbimizin bize öğrettiği şu sözleri sarf
etmeliyiz:
‫َوقَالُوا مَ ِس ْعنَا َو َأ� َط ْعنَا‬
﴾‫ البقرة‬- 2:٢٨٥﴿
“İşittik ve itaat ediyoruz” (BAKARA, 2/285)
Delil var oldukça delillendirilen var demektir. Delil ortadan
kalktığında ispatlanan da ortadan kalkar. Mesela biz aklımızca Allah’ımızın bir hükmünü bir gerekçeye bağlasak birileri de
79
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
gelip o delilimize aksi delil getirse bizim ispatımızın ortadan
kalkması gerekir. Bu nedenle Müslümanlar Rablerinin delili ve
gerekçesi ile bir konuyu gerekçelendirirler. Eğer Rablerinden
her hangi bir açıklama gelmemişse ‘işittik ve itaat ediyoruz’ der ve konuyu kapatırlar.
Beyt-i Haram ile Beled-i Haram ayrı şeylerdir. Biri belde diğeri bir evdir. Bu ayrıntıyı ileri sayfalarda izah edeceğiz, ancak
burada zikretmemizin nedeni anlatacağımız konuyla bağlantılı
olmasındandır.
Beyt-i Haram’a (gitmeyi) kast etmek Allah’a ibadet yapmak
için İlahi Yapmak Kanunu ile yapılmış ilk ev olmasındandır.
Bu mükâfat yeri bütün peygamberler (as) tarafından kendilerine mahsus menasıklarıyla ziyaret edilmiştir. Nihayet peygamberlerin son halkası olan Muhammed (sas) ile peygamberlerin
Beyt-i Haram menasıkları sona ermiş ve o mekânın menasıkı
Rasulullah Muhammed (sas) ile birlikte hacc ve umre menasıkları kapsamında değişmiş ve son halini almıştır.
Önceki peygamberler (as) sadece kendi kavimlerine bir
hidayet olarak tevhidle gelmişlerdir ve getirdikleri dinler ise
İslam Dinine hazırlık idiler. Evrensel din İslam’ın gelmesiyle
önceki dinler sonlandırılmış ve İslam’ın tebliğcisinin gelmesiyle de önceki peygamberlikler sonlanmıştır. İslam Dini ise kıyamete kadar bakidir.
‫َو� ْذ َج َعلْنَا الْ َبيْ َت َمث َاب َ ًة ِلّلنَّ ِاس َو َأ� ْمنًا َو خَّ ِات ُذوا‬
‫ِإ‬
80
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
‫ِمن َّم َقا ِم � ْب َرا ِه َمي ُم َص ىًّل ۖ َو َعه ِْدناَ � ىَ ٰل � ْب َرا ِه َمي‬
‫ِإ ِإ‬
‫ِإ‬
‫َو� مْ َسا ِعي َل َأ�ن َطهِ َّرا بَيْ يِ َت ِل َّلطائِ ِف َني َوالْ َعا ِك ِف َني‬
‫الس ُجو ِد‬
ُّ ِ ‫َوِإ ُّالركَّع‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٢٥﴿
“Hani Evi (Ka'be'yi) insanlar için bir toplanma ve
güvenlik yeri kılmıştık. “İbrahim'in makamını namaz
yeri edinin”, İbrahim ve İsmail'e de, “Evimi, tavaf
edenler, itikafa çekilenler ve rüku ve secde edenler
için temizleyin” diye ahid verdik.” (BAKARA, 2/125)
Rabbimizin güvenlik yeri dediği ev Ka’be’de Allah’ın misafirleri gerçekten bir güvenlik hissederler. Allahu Teâlâ bu
güvenliği Yapmak Kanunu ile yapmıştır. Mükâfat ve güvenlik
içinde mükâfatlandırılacak olan insanlardır. Hangi insanlar?
Kendi ülkelerinden Allah rızası için hacc niyetiyle o yere kast
ve niyet eden insanlar.
Âdem (as)’ın belinde (sülbünde) bulunan bütün insanlar:
‫� َّن َأ� َّو َل بَيْ ٍت ُو ِض َع ِللنَّ ِاس ل َ ذَّ ِلي ِب َبكَّ َة ُم َب َارك‬
‫ِإ‬
‫َوهُدً ى ِلّلْ َعالَ ِم َني‬
﴾‫ آل‌عمران‬- 3:٩٦﴿
“Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi,
81
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
elbette Bekke’de, âlemlere mübarek ve hidayet olarak kurulan Kâ’be’dir.” (ÂL’İ İMRAN, 3/96)
Bu ayette de insanlar arasında ayırım yapılmamış ve tüm
insanlık kast edilmiştir. Bu durumda bütün insanlar Ka’be’ye
giderek tavaf etmeliydi. Çünkü o ev bütün insanlar için kurulmuştu. İnançlı ve inançsız, Müslim ve gayr-i Müslim, günahkâr
ve itaatkar insanlar için. Evet, gerçekten de istisnasız bütün insanlar o evi ataları Âdem (as)’ın sırtında ziyaret ederek Ka’be’yi
tavaf etmişlerdir.
Ümmet-i Muhammed (sas)’in özelliği:
‫َو� ْذ َج َعلْنَا الْ َبيْ َت َمث َاب َ ًة ِلّلنَّ ِاس َو َأ� ْمنًا َو خَّ ِات ُذوا‬
‫ِم ِإن َّم َقا ِم � ْب َرا ِه َمي ُم َص ىًّل ۖ َو َعه ِْدناَ � ىَ ٰل � ْب َرا ِه َمي‬
‫ِإ ِإ‬
‫ِإ‬
‫َو� مْ َسا ِعي َل َأ�ن َطهِ َّرا بَيْ يِ َت ِل َّلطائِ ِف َني َوالْ َعا ِك ِف َني‬
‫الس ُجو ِد‬
ُّ ِ ‫َوِإ ُّالركَّع‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٢٥﴿
“Hani Evi (Ka'be'yi) insanlar için bir toplanma ve
güvenlik yeri kılmıştık. “İbrahim'in makamını namaz
yeri edinin”, İbrahim ve İsmail'e de, “Evimi, tavaf
edenler, itikafa çekilenler ve rüku ve secde edenler
için temizleyin” diye ahid verdik.” (BAKARA, 2/125)
82
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
Bu ayet-i kerimedeki özellikler bütün insanları değil sadece
son ümmet olan Ümmet-i Muhammed (sas)’i kastediyor. Zira
itikaf Ümmet-i Muhammed’e mahsus bir ibadettir.
Bütün insanları kapsayan hitap ise şu ayet-i celilede:
‫� َّن َأ� َّو َل بَيْ ٍت ُو ِض َع ِللنَّ ِاس ل َ ذَّ ِلي ِب َبكَّ َة ُم َب َارك‬
‫ِإ‬
‫َوهُدً ى ِلّلْ َعالَ ِم َني‬
﴾‫ آل‌عمران‬- 3:٩٦﴿
“Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi,
elbette Bekke’de, âlemlere mübarek ve hidayet olarak kurulan Kâ’be’dir.” (ÂL’İ İMRAN, 3/96)
Fazlı ve keremi olarak bütün insanlara en sevgili mekânı
Ka’be’yi babalarının sırtında tavaf ettiren Allah cömertlerin en
cömerdidir.
ÂL’İ İMRAN Suresi 96. ayet genel olarak bütün insanların
Ka’be’yle bağlantısına ve Bakara 125’te ise özel olarak Ümmet-i
Muhammed’e vurgu yapılıyor.
Sevgili Peygamberimiz (sas) hicretinde Mekke’ye şöyle sesleniyor: “Ey Mekke! Biliyorum, Allah’a en sevimli yer sensin.
Eğer senin halkın beni buradan çıkarmasalardı çıkmazdım.”
Allah’ın elçisinin duasından sonra Medine’nin değeri Mekke’ninkinin iki katına çıktı. O Server (sas)şöyle dua etmişti: “Ey
83
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
Rabbim! Sen Mekke’yi mübarek (bereketli) kıldın. Medine’yi
de iki misli mübarek kıl.” Bazı âlimler Medine’nin Mekke’nin
dört katı kutsallaştığı ve mübarek kılındığını aktarmışlardır.
Şimdi konumuz bu olmadığı için üzerinde fazla durmayacağız.
Allah Teâlâ en sevdiği yeri (Ka’be) bütün insanlara tavaf
ettirmesinin bir diğer hikmeti ise şu olabilir düşüncesindeyiz:
Habibullah (sas)’ın doğduğu yetiştiği ve peygamber kılındığı
yer Mekke’dir. Allah iyi ve kötü insanların tümünü Ka’be’yi tavaf ettirerek mahşerde insanların lehine veya aleyhine şahitlik
ettirmek için. ‘Ben sizi henüz İslam fıtratı üzere tertemiz tevhid
ehli iken babanız Âdem’in sırtında en sevgilim Muhammed’in
doğacağı, yaşayacağı ve nübüvvetini ilan edeceği şehri ve o
şehrin merkezi olan Ka’be’yi tavaf ettirmiştim. Beyt-i Haram
hepinize şahitlik yapsın diye.
Allahu Teâlâ’nın Ümmet-i Muhammed’e özel bir ikramı da
ayrıcalıklı bir şahadet statüsü vermesidir. Ümmet-i Muhammed (sas) Mahkeme-i Kübra’da bütün insanlara lehte ya da
aleyhte şahitlik edecektir.
‫َو َك َ ٰذ كِ َل َج َعلْنَ مُ ْاك ُأ� َّم ًة َو َس ًطا ِل ّ َت ُكونُوا ُشهَدَ َاء عَل‬
ُ ‫ون َّالر ُس‬
‫ول عَلَ ْي مُ ْك َشهِيدً ا‬
َ ‫النَّ ِاس َويَ ُك‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٤٣﴿
“Böylece biz sizi, insanlara şahid olmanız için
aracı bir ümmet yaptık; Peygamber de üzerinizde bir
84
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
şahid olsun” (BAKARA, 2/143)
Ümmet-i Muhammed (sas) insanların neyine şahitlik yapacaklar? İnsanların topyekûn babalarının sırtında Ka’be’yi tavaf
ettiklerine, her kavme peygamber gönderildiğine… Bazılarının peygamberlerine uyduklarına bazılarının da onlara karşı
savaştıklarına şahitlik edecekler.
Peygamberine tabi olanlar aslında peygamberlerin (as) imamı Muhammed (sas)’e tabi olmuşlardır. Kendisine bizzat ulaşamadıkları için, aslın vekili konumunda olan bir peygambere
tabi olmuşlardır. Zira Efendimiz (sas) istisnasız tüm âlemlere
rahmet olarak gönderilmiştir. Muhammed (sas) haricindeki
tüm peygamberler kavimlerine rahmetle gelmişlerdir, Muhammed Rasulullah (sas) ise bizzat rahmetin kendisi olarak
gelmiştir. Allah her neye Rabb ise Rasulullah (sas) o şeye rahmettir: ‘Rabb-ul alemin’ ve ‘Rahmeten li-l alemin’. Dolayısıyla
kim peygamberine tabi oldu ise Muhammed Rasulullah (sas)’a
tabi olmuştur ve Rasulullah’ın şefaatine erecektir, kim de peygamberini reddetti ise Muhammed Rasulullah (sas)’ı reddetmiştir ve sonuçlarına katlanacaktır.
Mahşerde Muhammed (sas)’in Müslümanlar hakkında şahitlik yapması bu ümmete büyük bir şereftir. Bu şahadet tabii
ki ya lehte ya da aleyhte olacaktır. Düşünün ki bir insanın mahkeme duruşmasına bakan, başbakan veya cumhurbaşkanı statüsünde biri bizzat şahit olarak katılıyor. Bu olaydan ne anlaşılır. Bu duruşmanın ehemmiyeti anlaşılır değil mi? Bu ümmetin
Mahkeme-i Kübra’da davasına Rasulullah Muhammed (sas)’in
bizzat şahit olarak iştiraki, bu ümmete verilen önem ve şerefi
85
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
açıklamaya yeterlidir. Demek ki bu ümmetin Allah katındaki
kadr- u kıymeti ve ayrıcalığına hiçbir ümmet sahip değildir.
Halık-ıl Kerim olan Allah Ka’be
sütunlarının yükseltildiğinde niçin
İbrahim ve İsmail (as)’ın isimlerini
ayetinde zikretmiştir?:
‫َو� ْذ يَ ْرفَ ُع � ْب َرا ِه ُمي الْ َق َوا ِعدَ ِم َن الْ َبيْ ِت َو� مْ َسا ِعي ُل َربَّنَا‬
‫ت ِإَق ْ ِم ِإ‬
‫الس ِمي ُع الْ َع ِل ُمي ِإ‬
َ
‫َأ‬
َ
‫نت‬
�
‫َّك‬
‫ن‬
�
ۖ ‫َ بَّل نَّا‬
َّ
‫ِإ‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٢٧﴿
“İbrahim, İsmail'le birlikte Evin (Ka'be'nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle dua etmişti): “Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve
bilensin.” (BAKARA, 2/127)
Ka’be yağmur, sel, kum fırtınası vb. sebeplerle kum altında
kalınca Allahu Teala İbrahim (as)’e oğlu İsmail (as) ile birlikte
Ka’be’nin sütunlarını ortaya çıkarıp yükseltmelerini emretmişti. İbrahim (as) zaten peygamber babası iken neden bu ayette
özellikle İsmail’in de ismi geçmektedir. İshak (as)dan bütün
beni İsrail peygamberleri gelmiştir. İsmail (as)’den ise sadece
Muhammed (sas) gelmiştir.
İbrahim (as) İsmail (as)’ın doğumundan önce niçin
86
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
Ka’be’nin sütunlarını yükseltmedi de bu işin emri Allah tarafından ancak sonra verildi? O vakit İbrahim (as) hem İsmail’i
hem de İshak’ı (as) sülbünde taşıyordu. Hayır, öyle bir an olacaktı ki o an, İbrahim (as) sülbünde İshak (as)’ı, İsmail (as) ise
Muhammed (sas)i taşıyacaktı ve ancak o vakit izin çıkacaktı ve
sonuçta da öyle oldu. Allahu Teala diğer peygamberlerle Muhammed (sas)’ı farklı özelliklerinden dolayı ayırdı. Bir tarafta
tüm peygamberler diğer tarafta hepsinin hatemi ve imamı ve
özel namı olan Rabbi katında hususi bir konumu bulunan Muhammed (sas).
İbrahim ve İsmail (as)’in dillerine Tecelli-i İlahi olarak muradını dua olarak yansıtan Allah bütün noksan ve kusurlardan
münezzehtir.
ّ ِ ُ‫َو َأ� ِ ّذن يِف النَّ ِاس اِبلْ َح ّ ِج يَ�ْأتُوكَ ِر َج اًال َوعَ ىَ ٰل ل‬
‫ك‬
ّ ِ ُ‫ضَ ا ِم ٍر يَ�ْأ ِت َني ِمن ل‬
‫ك فَ ّ ٍج مَ ِع ٍيق‬
﴾‫ الحج‬- 22:٢٧﴿
“İnsanlar içinde haccı duyur; gerek yaya, gerekse uzak yollardan (derin vadilerden) gelen yorgun
düşmüş develer (binekler) üstünde sana gelsinler.”
(HACC, 22/27)
Allahu Teâlâ muradını İbrahim (as)’ın diline yansıtarak insanları hacca davet etmiştir. Bu ses ruhlar âlemindeki insanların ruhlarına ulaşmıştır. Bu daveti işiten ruhlar ‘Lebbeyk’ diye
cevap vermiş ve vakti- saati gelenler hacc veya umre niyetiyle
87
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
Beyt-i Haram’ı ta kıyamete kadar ziyaret edeceklerdir.
Hacc’a davet çağrısına verilen cevap
(telbiye) kaza ve kaderdir.
Allahu Teâlâ’nın, peygamberi İbrahim (as) ile beytine yaptığı davete, insanlardan bazıları irade merkezi olan akılları ile
yanıt vermişlerdir. Bazıları davete icabet etmeye karar vermiş
ve vakti geldiğinde de bu seçim ve kararını gerçekleştirmiştir.
Başka birtakım insan grubu ise davete olumlu cevap verdiği
halde sağlık, yol emniyeti ya da mali yetersizliğinden dolayı
hacca gidememişlerdir. Üçüncü bir zümre var ki onlar daveti
inkâr ederek haccı reddetmişlerdir. Onlar kâfirlerdir. Allahu
Subhanu ve Teala her şeyi kuşatan ilmi ile bu farklı zümrelerin
niyetlerini çok iyi bildiğinden davete icabet etmek isteyip de
gidemeyenlere kolaylık sağlamış ve hacc’dan muaf tutmuştur.
Bazı Müslümanlar ise gafletlerinden davete icabet etmeyerek
günahkâr olmuşlardır.
ٌ َ‫ِفي ِه � آ اَي ٌت ب َ ِيّن‬
‫ات َّم َقا ُم � ْب َرا ِه َمي ۖ َو َمن َدخ هَ َُل اَك َن‬
‫ِإ‬
‫� آ ِمنًا ۗ َوللِهَّ ِ عَ ىَل النَّ ِاس ِح ُّج الْ َبيْ ِت َم ِن ا� ْس َت َطا َع‬
‫الل غَ يِ ٌّن َع ِن الْ َعال َ ِم َني‬
َ َّ‫�لَ ْي ِه َس ِب اًيل ۚ َو َمن َك َف َر فَ� َّن ه‬
‫ِإ‬
‫ِإ‬
﴾‫ آل‌عمران‬- 3:٩٧﴿
“Orada apaçık ayetler (ve) İbrahim'in makamı
88
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
vardır. Kim oraya girerse o güvenliktedir. Ona bir
yol bulup güç yetirenlerin Ev'i haccetmesi Allah'ın
insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim de inkâr ederse,
şüphesiz, Allah âlemlere karşı muhtaç olmayandır.”
(ÂL’İ İMRAN, 3/97)
Konuyu özetleyecek olursak: Âdem (as) dan son insana kadar bütün insanlar Allah’ın bir fazlı olarak beyti tavaf ettiler.
İbrahim (as)’ın çağrısından sonra beyti (Ka’be) tavaf edenler
ise iki defa tavaf etmiş oldular. Birincisinde bütün insanlarla
birlikte ikincisinde ise Allah’ın İbrahim (as)’ın dilinden ettiği
davete cevap olarak kendi istek ve tercihleriyle bu işi gerçekleştirdiler.
İnsanın Ka’be’ye ikinci defa yani kendi iradesiyle gitmesi
ona yüksek derece kazandırır. Gitmemek günah olur ve inkârı
insanı dinden çıkarır kafir yapar.
Kaza-i Tavaf ve Kader-i Tavaf:
Bütün insanların Âdem (as)’in sırtında yaptıkları tavaf, kaza
tavafıdır yani sırf Allah’ın tercihiyle yapılmıştır; insanların
dünyaya geldikten sonraki kendi iradeleri ile yaptıkları hacc
tercihi ise kader tavafıdır.
Kaza: tercihin sırf Allah’a ait olduğu insanların müdahil olmadıkları konulardır.
89
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
Kader: insan aklının tercihi olup Allah’ın muradı ile örtüşmesi ya da Allah tarafından izin verilmesi halinde yaratılan
olaylar.
İnsana düşen görev, hacc için maddi ve manevi hazırlığını
yaptıktan sonra Allah’ın takdirini beklemektir. Kul tedbir yapar ve Rabbinin takdirine bakar.
Tedbir, ölçü ve hesaptır; kısacası kulun planıdır. Takdir
Allah’ın konuyu değerlendirmesi ve sonuçta yapılan planın
gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin kararıdır. Bu karar İlahi kaynaklı olduğundan kul hakkında her türlüsü hayırdır.
Allahu Teala insanı hacc yapıp yapmadığından değil, hacca
niyet ve hazırlık yapıp yapmadığından hesaba çekecek. İnsan
niyetini ve tedbirini doğru aldığında kendisine hacc nasip olmasa dahi Allahu Teâlâ o insana sevap yazacaktır. Şartlar oluştuğu halde hacca niyetlenmeyen ve gitmeyenler ise günah işlemişlerdir. Zira hacc İslam’ın beş şartından biridir.
İslam’ın evrenselliği Bekke’yi Mekke’ye
dönüştürdü, Mekke’yi de tümüyle
Haram-ı Şerif yaptı:
Allah katında yerlerin en sevimlisi Mekke olduğu için Allah Subhanehu ve Teâlâ Beyt-i Haram’ını oraya yerleştirdi. Yine
Allahu Teâlâ tüm insanların o mübarek yere gelmelerini engellemeyerek, bilakis babalarının sulbünde ‘Ev’ini tavaf ettirdi.
90
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
Sonra Allahu Teâlâ İbrahim (as) ile insanları hacc’a kast etmeleri için çağrı da bulundurdu; Beyt’e davet ettirdi. Sonuçta Rabbimiz Muhammed (sas)’i göndererek onunla birlikte İslam’ın
da beşinci şartı olarak haccı emretti.
Müslümanlar Muhammed (sas)’den sonra ta kıyamete kadar hacc ve umre niyetiyle Beyt’-i Haram’a gidecek, ancak o zamanki alanıyla Ka’betullah elbette bugün itibariyle milyonlarca
ziyaretçisine yeterli olamayacak ve hepsini bağrına basamayacaktı. Alimul- Hakim olan Allah, İlm-i Muhiti ve Hikmet-i İlahisiyle geçmişi, şu anı ve geleceği aynıyla bildiği için mübarek
olan Beyt-i Haram’ı genişleterek insanlara yeterli olabilmesi
için tüm şehri bir Beyt-i Haram kılıp tüm Mekke’yi Haram-ı
şerif eyledi.
Bir küpün içine bal dökseniz, küp dolsa siz hala bal dökmeye devam etseniz, sonunda bal tencereden taşacak ve bütün etrafını da balla dolduracaktır. Aynen bunun gibi de Allah
Subhanehu ve Teala Beyt-i Haram’ın bereketini taşırarak tüm
etrafını mübarek eyledi. Küpün etrafındaki bal küpün içindekinin aynı oldu.
Efendimiz (sas) Medine’de iken Allahu Teâlâ Efendimize
(sas) Mekke’yi fethetmesini emretmiştir. Fetih, malum açmak
demektir. O zamana kadar Bekke olarak anılan şehri Efendimiz (sas) hicretten on yıl sonra fethederek kendi bereketiyle
Mekke’ye dönüştürmüş ve ‘Korunan Ev’ Beyt-i Haram olan
Ka’be’yi genişleterek, dolayısıyla tüm Mekke’ye yaymıştır. Tüm
Mekke şehri Rasulullah (sas)’ın bereketi ve nuruyla Haram-ı
Şerif olmuştur.
91
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
Evrensel Din olan İslam’ın evrensel peygamberi Muhammed (sas)’ın tebliğ ettiği İslam’ın beş şartından sonuncusu ve
İbrahim (as)’ın davetine icabet olan haccın ileri zamanlarda da
uygulanabilmesi için bu bir zaruretti.
Bu konuda bir ayet-i kerimeyi sözümüze şahit gösterebiliriz:
ْ ُ‫َوه َُو ذَّ ِالي َك َّف َأ�يْ ِديهَ ُ ْم ع م‬
‫َنك َو َأ�يْ ِديَ مُ ْك َع هْنُم ِب َب ْط ِن‬
‫الل ِب َما‬
ُ َّ‫َمكَّ َة ِمن ب َ ْع ِد َأ� ْن َأ� ْظ َف َرمُ ْك عَلَيهْ ِ ْم ۚ َو اَك َن ه‬
‫ون ب َ ِص ًريا‬
َ ُ‫تَ ْع َمل‬
﴾‫ الفتح‬- 48:٢٤﴿
“Onlara karşı size zafer verdikten sonra, Mekke
vadisinde ellerini sizden ve sizin de ellerinizi onlardan çeken O'dur. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla
görendir.” (FETIH, 48/24)
Yukarıdaki ayet-i kerimede Allahu Teala fetihle bağlantılı
olarak artık Bekke demeyip Mekke diyor. Arafat meydanının
durumu da aynen öyle. Önceden kutsal ve mübarek mekân sadece Rahmet dağı (Cebel-i Rahme) iken sonradan bu kutsallık
ve bereket çevresine yayılarak bugünkü Arafat meydanını oluşturmuştur.
Namazın sıhhat şartlarından birisi kıble olarak Ka’be’ye
doğru kılınmasıdır. Dünyanın her yerinden Müslümanlar namazlarını kıbleye doğru yönelerek kılarlar. Namaza en çok se92
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
vap verilen yer Mekke’dir. Zira her rekâtına yüz bin sevap verilir. Ondan daha sevaplısı Mekke’de cemaatle birlikte kılmaktır.
Çünkü Efendimiz (sas) bir hadis-i şerifinde: “Cemaatle kılınan namaz, yalnız kılınan namazdan 27 derece daha faziletlidir.” (BUHARİ).. buyurmuştur.
100 bin x 27 = 2 milyon 700 bin sevap. Bu rakam en azı. Takva ve ihlâs faktörleri de devreye girince bu sayı kulun sayamayacağı kadar çoğalır. Peki daha fazlası var mıdır? Evet vardır.
Ka’be karşısında namaza duran imamın hemen arkasındaki
ilk sıra en sevaplı sıradır ve orada namazını eda eden de ‘Korunmuş Ev’in merkezinde kılma şerefine nail olmuştur. Ondan
sonra geri sıralara doğru sevap azalır.
Ka’be’nin hemen yanı başında kılmaya yetişemeyerek
Ka’be’den kilometrelerce uzaklara taşmış cemaatin son sırasında; Mekke sokaklarından bir sokakta namaza duran kişilerde
Rasulullah (sas)’ın taşmış olan rahmet ve bereketiyle 100 bin x
27 = 2.700.000 sevaba ulaşıyor. Tabi bu verilen rakamlar minimum. Bal örneğinde olduğu gibi. Bal küpünün içinde namazını kılamasa da yine de bal içinde kılmıştır.
‫� َّن َأ� َّو َل بَيْ ٍت ُو ِض َع ِللنَّ ِاس ل َ ذَّ ِلي ِب َبكَّ َة ُم َب َارك‬
‫ِإ‬
‫َوهُدً ى ِلّلْ َعالَ ِم َني‬
﴾‫ آل‌عمران‬- 3:٩٦﴿
ٌ َ‫ِفي ِه � آ اَي ٌت ب َ ِيّن‬
‫ات َّم َقا ُم � ْب َرا ِه َمي ۖ َو َمن َدخ هَ َُل اَك َن‬
‫ِإ‬
93
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
‫� آ ِمنًا ۗ َوللِهَّ ِ عَ ىَل النَّ ِاس ِح ُّج الْ َبيْ ِت َم ِن ا� ْس َت َطا َع‬
‫الل غَ يِ ٌّن َع ِن الْ َعال َ ِم َني‬
َ َّ‫�لَ ْي ِه َس ِب اًيل ۚ َو َمن َك َف َر فَ� َّن ه‬
‫ آل‌عمران﴾ ِإ‬- 3:٩٧﴿ ‫ِإ‬
“Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi,
elbette Bekke’de, âlemlere mübarek ve hidayet olarak kurulan Kâ’be’dir. Orada apaçık ayetler (ve)
İbrahim'in makamı vardır. Kim oraya girerse o güvenliktedir. Ona bir yol bulup güç yetirenlerin Ev'i
haccetmesi Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır.
Kim de inkâr ederse, şüphesiz, Allah âlemlere karşı
muhtaç olmayandır.” (ÂL’İ İMRAN, 3/96-97)
Bu ayette ifade edilen ‘İlk İbadet Evi’ insanların hiçbir müdahalesi olmadan tamamen Allah’ın kendi tercihiyle kendisine
ibadet edilmesi maksadıyla insanlar için kurulmuş ilk Allah
Evi’dir. Şehrin ismi Bekke ve özelliği Ebrehe örneğinde olduğu
gibi isminin manasına uygun olarak düşmanları kendisinden
geri püskürterek galip gelmekti. Ev korunmuş ev, belde korunmuş belde ismi mübarek Bekke.
Allah Katında en sevgili en çok kutsanmış ve bereketli kılınmıştı. Bütün bu oluşumların bir asıl nedeni vardı. Allah’ın sevgilisi Muhammed (sas) orada doğacak; orada yetişecek; orada
peygamber olacaktı. O yer kainatın Efendisinin (sas) doğumunda muntazam bir beşik; gelişen olaylar itinalı bir hazırlık
ve adeta Efendimizi (sas) karşılama töreni idi.
94
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
Nihayet Efendimiz (sas) Bekke’den Yasribe hicret edecek,
Yasrib’in ismi Medine’ye çevrilecek ve Rasulullah (sas)’ın
Mekke’yi fethetmesiyle birlikte Bekke’nin ismi ise Mekke olacaktı. Evet, Efendimiz (sas) Mekke’yi fethedince Muhammedin
‘M’ si Bekke’nin ‘B’ sinin yerini aldı ve sonuçta Bekke-Mekke
oldu.
Allahu Teala Fetih Suresi’nde artık Bekke dememiş Bekke
yerine Mekke demiştir.
ْ ُ‫َوه َُو ذَّ ِالي َك َّف َأ�يْ ِديهَ ُ ْم ع م‬
‫َنك َو َأ�يْ ِديَ مُ ْك َع هْنُم ِب َب ْط ِن‬
‫الل ِب َما‬
ُ َّ‫َمكَّ َة ِمن ب َ ْع ِد َأ� ْن َأ� ْظ َف َرمُ ْك عَلَيهْ ِ ْم ۚ َو اَك َن ه‬
‫ون ب َ ِص ًريا‬
َ ُ‫تَ ْع َمل‬
﴾‫ الفتح‬- 48:٢٤﴿
“Onlara karşı size zafer verdikten sonra, Mekke
vadisinde ellerini sizden ve sizin de ellerinizi onlardan çeken O'dur. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla
görendir.” (FETIH, 48/24)
Mekke ve Medine’ye bilindiği gibi Gayr-i Müslimlerin girmeleri yasaklandı. Konumuz Mekke olduğu için ondan bahsedeceğiz. Korunmuş, kutsanmış, mübarek kılınmış pak yere
necislerin yani temiz olmayanların girmesi İlahi emirle yasaklanmış. Bu temiz olmama durumunu İmam-ı Şafiî hem maddi hem de manevi necislik olarak yorumlamış. Diğer âlimler
ise bu temiz olmamayı sadece yanlış ve bozuk itikattan kay95
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
naklanan pislik hali olarak yorumlamışlar. Biz de bu konuda cumhur-u ulemanın görüşünü paylaşıyoruz. Zira bundan
maddi pislik hali kast olunsa idi Müslüman erkeklerin Gayr-i
Müslim kadınlarla evlenmeleri dinen caiz olmazdı. Demek ki
bu pislik sadece inanç ve düşünce pisliğidir. Bu konuyla ilgili
bir ayet-i kerime:
‫ون جَ َن ٌس فَل‬
ِ ْ‫اَي َأ�يهُّ َا ذَّ ِال َين � آ َمنُوا �ن َّ َما الْ ُم ر‬
َ ‫ش ُك‬
‫ِإ‬
‫ي َ ْق َربُوا الْ َم ْس ِجدَ الْ َح َرا َم ب َ ْعدَ عَا ِمه ِْم َه ٰ� َذا ۚ َو� ْن‬
ُ ُ‫ِخ ْف مُ ْت َع ْي ةَ ًل فَ َس ْو َف يُ ْغ ِن م‬
‫الل ِمن فَضْ هِ ِل ِإ�ن َش َاء‬
ُ َّ‫يك ه‬
‫ِإ‬
‫الل عَ ِل ٌمي َح ِك ٌمي‬
َ َّ‫ۚ � َّن ه‬
‫ِإ‬
﴾‫ التوبة‬- 9:٢٨﴿
“Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pisliktirler; öyleyse bu yıllarından sonra artık Mescid-i
Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer ihtiyaç içinde kalmaktan korkarsanız, Allah dilerse sizi kendi fazlından zengin kılar. Şüphesiz Allah bilendir, hüküm
ve hikmet sahibidir.” (TEVBE, 9/28)
Allahu Teala o yerde Müslümanlarla kafirlerin savaşmalarını da yasaklamıştır.
O mübarek yer Allahu Teâlâ’nın Yapmak Kanunu ile yaptığı
bir sevap mekânı ve Allah ile ticaret yaparak kazanç elde etme
meydanıdır.
96
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
‫َو� ْذ َج َعلْنَا الْ َبيْ َت َمث َاب َ ًة ِلّلنَّ ِاس َو َأ� ْمنًا َو خَّ ِات ُذوا‬
‫ِم ِإن َّم َقا ِم � ْب َرا ِه َمي ُم َص ىًّل ۖ َو َعه ِْدناَ � ىَ ٰل � ْب َرا ِه َمي‬
‫ِإ ِإ‬
‫ِإ‬
‫َو� مْ َسا ِعي َل َأ�ن َطهِ َّرا بَيْ يِ َت ِل َّلطائِ ِف َني َوالْ َعا ِك ِف َني‬
‫الس ُجو ِد‬
ُّ ِ ‫َوِإ ُّالركَّع‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٢٥﴿
“Hani Evi (Ka'be'yi) insanlar için bir toplanma ve
güvenlik yeri kılmıştık. “İbrahim'in makamını namaz
yeri edinin”, İbrahim ve İsmail'e de, “Evimi, tavaf
edenler, itikafa çekilenler ve rüku ve secde edenler
için temizleyin” diye ahid verdik.” (BAKARA, 2/125)
O yerin bir özelliği de Güvenli İbadet Yeri oluşudur. Savaştan, kavgadan arındırılmış yerdir, Mekke.
Ebu Hureyre (ra) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte: “Rasulullah (sas) Mekke’nin fethinde kureyş toplumuna şöyle hitap
etti: ‘‘Ey Kureyş topluluğu! Hakkınızda ne yapacağımı sanıyorsunuz?”
Mekkeli müşrikler ise: “Kardeşoğlu, amcaoğlu halim ve
merhametli diyoruz”.. dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (sas ): “Ben size Yusuf (as)un dediği gibi diyorum”: “Bugün size karşı sorgulama, kınama yoktur. Sizi Allah
bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir.”
(YUSUF, 12/92) (BAYHAKİ, SÜNEN-İ KÜBRA)
97
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
O mübarek yerin hürmetine Rasulullah (sas) böyle davranmış ve kutsal yerde kan akmasını önlemiştir. Bu yüzden
Mekke’nin fethi ‘Apaçık Fetih’ (Feth-i Mübin)’dir.
Bu olayla birlikte İslam’ın beşinci şartı olan hacc’ın zemini
hazırlandı ve Mescid-i Haram Müslümanların (namazlarında)
kıblesi oldu.
İki kıble’nin birbiriyle bağlantısı:
Kıble, malum namazda yönelinen taraftır. Bilindiği gibi İsra
ve Miraç gecesinde Allah Subhanehu ve Teâlâ Muhammed
(sas) Efendimizi Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürmüş ve oradan da göklere miraç ettirmiştir.
İsra ve miracın Mescid-i Haram’dan (Mekke) Mescid-i
Aksa’ya (Kudüs) olmasının nedenlerinden birisi, iki kıble bağlantısını bariz bir şekilde belirtmek içindir.
Efendimiz (sas)’den önce kıblesi Kudüs’teki Mescid-i Aksa
olan nebilerle (as) peygamberlik zincirinin son halkası; nübüvvetin mührü; muhteşem evin son tuğlası konumunda olan
kâinat Efendisinin (sas) bağlantısı zahir olmuştur. Zira Efendimiz (sas) Mescid-i Aksa’da Adem (as)’dan İsa (as)’a kadar bütün nebilere(as) orada imam olarak namaz kıldırmıştır ve sonra Allah Subhanehu ve Teala Habibini (sas) Mescid-i Aksa’dan
ta Arş-u Ala’ya kadar miraç ettirmiştir.
98
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
‫س ٰى ِب َع ْب ِد ِه لَ ْي اًل ِّم َن الْ َم ْس ِج ِد‬
َ ْ‫� ُس ْب َح َان ذَّ ِالي َأ� ر‬
‫الْ َح َرا ِم � ىَل الْ َم ْس ِج ِد ْ َأال ْق ىَص ذَّ ِالي اَب َر ْكنَا َح ْو هَ ُل‬
‫ِ رُ ِ ِإ‬
ِ
‫آ‬
‫ت‬
‫الس ِمي ُع الْ َب ِص ُري‬
َّ
‫ُو‬
‫ه‬
‫ه‬
‫ن‬
�
ۚ
‫ا‬
‫ن‬
‫ي‬
�
‫ن‬
‫ل ِني َ ُه م‬
ُ
ْ
َ
َ‫ا‬
َّ َ ‫ِإ‬
﴾‫ اإلرساء‬- 17:١﴿
“Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için,
kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren O (Allah) yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir.” (İSRA,
17/1)
Rasulullah (sas)’ın Mekke’yi Mükerreme’yi fethiyle birlikte
nasıl ki Muhammedî Nur ve Muhammedî Bereket ile Beyt-i
Haram’ın nuru ve bereketi taşarak tüm Mekke’yi nurlandırdı
ve bereketlendirdi ise aynen bunun gibi Efendimizin (sas)nuru
ve bereketiyle Mescid-i Aksa ve çevresinin kutsallığı artırıldı;
hem nura hem berekete gark edildi.
Müslümanlar, malum, önceleri namazlarını Mescid-i
Aksa’ya yönelerek kılarlardı. Zira kıble orası idi. Sonradan, Allah tarafından değiştirilerek Mescid-i Haram kıble yapıldı.
Bu olaylarda çok hikmet var. Allahu Teâlâ bu tabloda insanlara çok bilgi sunmaktadır. Rabbimiz, İslam dini ile önceki aynı
kaynağa dayanan dinler arasındaki ilişkiyi önceki peygamberlerle (as) son Peygamberin (sas) bağlantısını gözler önüne
sermekle beraber, diğer peygamberlerin (as) hakkaniyetini de
99
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
tescillendirmiştir.
Bu konuyla alakalı ayet-i kerimeyi hatırlayalım:
ُ ‫� آ َم َن َّالر ُس‬
ۚ ‫ون‬
َ ُ‫ول ِب َما ُأ�ن ِز َل �لَ ْي ِه ِمن َّ ِرب ّ ِه َوالْ ُم ْؤ ِمن‬
‫ِإ‬
ٌّ ُ‫ل‬
‫ك � آ َم َن اِب هَّ ِلل َو َم اَلئِ َك ِت ِه َو ُك ُت ِب ِه َو ُر ُس هِ ِل اَل ن ُ َف ّ ِر ُق‬
‫بَينْ َ َأ� َح ٍد ِ ّمن ُّر ُس هِ ِل ۚ َوقَالُوا مَ ِس ْعنَا َو َأ� َط ْعنَا ۖ ُغ ْف َران ََك‬
‫َربَّنَا َو�لَ ْي َك الْ َم ِص ُري‬
﴾‫ البقرة‬- 2:٢٨٥﴿‫ِإ‬
“Elçi, kendisine Rabbinden indirilene iman etti,
mü'minler de. Tümü, Allah'a, meleklerine, Kitaplarına ve elçilerine inandı. “O'nun elçileri arasında
hiç birini (diğerinden) ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat
ediyoruz. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sana'dır” dediler.” (BAKARA, 2/285)
Evet, bu olaylar bağlantılı bir biçimde okunduğunda bütün
gerçekler gün ışığına çıkıyor. Önceki ‘Kutsal Kitaplar’ ve peygamberler (as) kısacası bütün dinler hem İlahi Tasdik ile tasdik
ediliyor hem de son din olan İslam ve son peygamber Muhammed (sas) Mustafa’nın zuhuruyla öncekilerin feshedildiği (yürürlükten kaldırıldığı) tebliğ ediliyor. Önceki satırlarda ifade
ettiğimiz gibi zaten önceki dinler evrensel din olan İslam’a bir
hazırlık idiler.
100
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
Son Din ile birlikte değiştirilen kıble bir yönüyle bu realiteye baktığı gibi diğer yönüyle de Habibullah (sas)’ın Allah
katındaki durumunu ifade ediyor. Zira Rasulullah (sas)’ın gönlünde sakladığı bir arzuyu Rabbi (CC) böylelikle yerine getiriyor ve en sevgilisi Habibullah (sas) razı ediyor. Rasulullah (sas)
Ka’be’yi değil de doğuda veya batıda bir yeri hatta Beyaz Sarayı
ya da Kremlin Sarayını dileseydi Allah Subhanehu ve Teâlâ sadece Habibini (sas) razı etmek için orasını kıble yapardı. Bu
konuda delilimiz Bakara Suresi’nin 144. ayet-i celilesi:
‫الس َما ِء ۖ فَلَ ُن َو ِل ّ َينَّ َك ِق ْب ةَ ًل‬
َّ ‫قَ ْد نَ َر ٰى تَ َقل ُّ َب َو هْ ِج َك يِف‬
ۚ ‫تَ ْرضَ اهَا ۚ فَ َو ِ ّل َو هْ َج َك َش ْط َر الْ َم ْس ِج ِد الْ َح َرا ِم‬
‫نت فَ َولُّوا ُو ُجوه مُ َْك َش ْط َر ُه ۗ َو� َّن ذَّ ِال َين‬
ْ ُ‫َو َح ْي ُث َما ُك م‬
‫ون َأ�ن َّ ُه الْ َح ُّق ِمن َّر ِ هّ ِب ْ ِإم ۗ َو َما‬
َ َ‫ُأ�وتُوا ْال ِكت‬
َ ‫اب لَ َي ْعلَ ُم‬
‫ون‬
ُ َّ‫ه‬
َ ُ‫الل ِبغَا ِف ٍل مَ َّعا ي َ ْع َمل‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٤٤﴿
“Biz, senin yüzünü çok defa göğe doğru çevirip
durduğunu görüyoruz. Şimdi elbette seni hoşnut
olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i
Haram yönüne çevir. Her nerede bulunursanız, yüzünüzü onun yönüne çevirin. Şüphesiz, kendilerine
kitap verilenler, tartışmasız bunun Rablerinden
bir gerçek (hak) olduğunu elbette bilirler. Allah,
yaptıklarınızdan gafil değildir.” (BAKARA, 2/144)
101
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
Allah’ın yükselmeye verdiği ilk izin ve
halife kılınmak meselesi:
‫� َّن َأ� َّو َل بَيْ ٍت ُو ِض َع ِللنَّ ِاس ل َ ذَّ ِلي ِب َبكَّ َة ُم َب َارك‬
‫ِإ‬
‫َوهُدً ى ِلّلْ َعالَ ِم َني‬
﴾‫ آل‌عمران‬- 3:٩٦﴿
“Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi,
elbette Bekke’de, âlemlere mübarek ve hidayet olarak kurulan Kâ’be’dir.” (ÂL’İ İMRAN, 3/96)
ٍ ‫يِف بُ ُي‬
‫اس ُه‬
ُ َّ‫وت َأ� ِذ َن ه‬
ُ ْ‫الل َأ�ن تُ ْرفَ َع َويُ ْذ َك َر ِفهيَا م‬
‫يُ�سَ ِ ّب ُح هَ ُل ِفهيَا اِبلْغُدُ ِّو َو ْالآ َص ِال‬
﴾‫ النور‬- 24:٣٦﴿
“(Birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yükselmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;” (NUR, 24/36)
Yukarıdaki ayetleri birbiriyle bağlantılı okuduğumuzda ne
fark ederiz? Rabbimizin insanlar için kurduğu İlk ev, evlerin
yükselmesine verilen izin ve ilk evin ilk ziyaretçisi olan İlk
halife Adem (as) arasındaki bağlantıları fark ederiz. Nitekim
gayb âleminde verilen izin şahadet âleminde zuhur etmiştir.
102
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
Hani Rabbimiz meleklere demişti:
‫� ِ يّن َجا ِع ٌل يِف ْ َأال ْر ِض َخ ِلي َف ًة‬
‫ِإ‬
﴾‫ البقرة‬- 2:٣٠﴿
“Muhakkak ben, yer içinde bir halife yapacağım.”
(BAKARA, 2/30)
Allah Subhanehu ve Teala insana halife olarak akıl verdi ve
akla da emaneti yani seçme özelliğini (ihtiyar) verdi. Adem’e
eşyanın isimlerini öğretti. Mesela, şu süttür ve içilmesi caizdir;
şu şaraptır ve içilmesi haramdır. İnsan öldürmenin, dövmenin,
sövmenin, çalıp-çırpmanın haram olduğunu. Elmanın, armudun, keçinin, koyunun, atın, devenin vs. ne olduklarını Rabbimiz öğretti ki, onlarla ilgili bir hüküm geldiğinde akıl tanıyarak
ve bilerek tercihini yapsın.
Akıl namaz kılmayı tercih ederse ayaklar suya gider, eller
azalara abdest aldırır, gözler kıbleyi arar bulur, eller seccadeyi
serer ve sonuçta halife olan aklın komutasında bütün beden
namaz kılar.
Akıl ve ona bağlı olan irade soygun yapmayı tercih ederse
önce planını tasarlar, sonra yabancı eve girmek için gözler fırsat kollar. Fırsat bulunca elleriyle duvara tırmanır ayaklarıyla
öteye atlar ve aklın komutasında bütün beden hırsızlık olayını
gerçekleştirir.
Nihayet insanlar akıllarının tercihleriyle yaptıkları eylem103
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
lerle mahşerde yargılanırlar. Allahu Teala gönderdiği peygamberler (as) ve Rabbani Kullanma Kılavuzları olan Kitaplarıyla
insanlara mazeret kapısını kapatmıştır. Ancak tercih yapabilme
yaşına ulaşmamış çocuklar ve aklını yitiren insanlarda durum
başka. Onlar mazurdurlar. Böyleler ne Allah’a karşı ne insanlara karşı ne de kanunlara karşı sorumludurlar. Onlar sorgu
sualsiz cennete gireceklerdir.
Burada ki halifelik olayı kesinlikle Allah’a halifelik değildir.
Bütün âlimler ‘Allah insanı kendisine halife yapmıştır’ dese de
bu doğru değildir. İnsanın haddi midir ki Allah Subhanehu
ve Teâlâ’ya halife olsun. Buradaki halife akıldır ve emanet ise
-hayırı da şerri de tercih edebilen- seçim yapma yeteneğidir
(ihtiyâr).
Ne ayetlerde ne hadislerde insanın Allah’a halife olduğuna
dair en ufak bir ifade bulunamaz. Eğer öyle olsaydı Allah ‘Ben
yer içinde kendime halife yapacağım’ derdi, fakat Allahu Teâlâ
ayette “Muhakkak ben yer içinde bir halife yapacağım.” (BAKARA, 2/30).. buyurmaktadır.
Halife kimdir veya kimin halifesidir? Bunu da Kur’ân’ı tedebbürle (bağlantılı olarak) okuyarak kavramamız gerekir.
Bu konuda iki delil gösterelim:
1. Allah’ın Kitabında ve Resulünün (sas) sünnetinde insanın Allah’a halife olduğuna dair herhangi bir delilin olmayışı.
104
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
2. İnsan’ın Allah’a halifeliğinin bir mantığının olmayışı.
Sonuç olarak Ahzab Suresinin yetmiş ikinci ayetini gösterebiliriz:
‫الس َم َاو ِات َو ْ َأال ْر ِض‬
َّ ‫ِإ�ناَّ َع َرضْ نَا ْ َأال َمان َ َة عَ ىَل‬
‫َوالْ ِج َب ِال فَ�َأبَينْ َ َأ�ن حَ ْي ِملْنهَ َا َو َأ� ْش َف ْق َن ِم هْنَا َو مَ َحلَهَا‬
‫ْال َنس ُان ۖ �ن َّ ُه اَك َن َظلُو ًما هَ ُجول‬
‫ِإ‬
‫ِإ‬
﴾‫ األحزاب‬- 33:٧٢﴿
“Gerçek şu ki, biz emanetleri göklere, yere ve
dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.” (AHZAB, 33/72)
Bu ayet-i kerimeyi Bakara Suresinin otuzuncu ayetiyle bağlantılı okuduğumuzda halifenin ne olduğu anlaşılıyor.
Zira mahlukat içinde akıl ve irade sadece insana mahsustur.
O halde bütün beden fakültelerine ve diğer yaratıklara hükmeden, tercihiyle etkileyen halife akıldır. Diğer yaratıklar tabiatları gereği Allah’a isyansız kulluk yaparlar, ama insan ya Rabbine
itaati ya da isyanı tercih eder.
Halife olan insan ya Rabbinin kataloguna göre tercihlerini
yaparak yaratılış amacına uygun muti bir kul olacak. Gözleriyle gökyüzüne, yıldızlara aya güneşe bakarken aklıyla ve fikriyle
105
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
gördüklerini Rabbiyle alakalandırarak kâmil iman sahibi olacak ya da Rabbinin Peygamberiyle (sas) gönderdiği katalogu
reddederek başına buyruk yaşayacak; doğayı kirletecek; insanlara ve hayvanlara zulmedecek; karada ve denizde fesat yayacak. Ahirette de sonuçlarına katlanacak.
ْ ُ‫الل ذَّ ِال َين � آ َمنُوا ِم م‬
ِ ‫الصا ِل َح‬
‫ات‬
ُ َّ‫َوعَدَ ه‬
َّ ‫نك َو مَ ِعلُوا‬
‫لَيَ� ْس َت ْخ ِل َفنهَّ ُ ْم يِف ْ َأال ْر ِض مَاَك ا� ْس َت ْخلَ َف ذَّ ِال َين‬
‫َض لَه ُْم‬
ٰ َ‫ِمن قَ ْب ِله ِْم َولَ ُي َم ِكّ نَ َّن لَه ُْم ِدينهَ ُ ُم ذَّ ِالي ْارت ى‬
‫َولَ ُي َب ِّدلَنهَّ ُم ِّمن ب َ ْع ِد خ َْو ِفه ِْم َأ� ْمنًا ۚ ي َ ْع ُبدُ ون يَِن ل‬
‫ون يِب َشيْئًا ۚ َو َمن َك َف َر ب َ ْعدَ َذٰ كِ َل فَ�ُأولَ ٰ� ِئ َك‬
ِ ْ‫ي ر‬
َ ‫ُش ُك‬
‫ون‬
َ ‫مُ ُه الْ َف ِاس ُق‬
﴾‫ النور‬- 24:٥٥﴿
“Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl halife kıldıysa, onları da yer
içinde halife kılacak, kendileri için seçip beğendiği
dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve
bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır.” (NUR, 24/55)
106
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
Yukarıdaki ayette geçen halife sözcüğü de anlattığımız manadadır. Halife akıldır ve bütün bedene halifelik yapar.
Kur’an’da Geçen Ehl-İ Beyt Kavramı
Sadece Peygamber (As) Aileleri İçin
Kullanılıyor
Kur’an-ı Kerim’de geçen Ehl-İ Beyt kavramı sadece peygamberlerin (as) Ehl-İ Beytini (ailelerini) kapsamaktadır. Ehl-i
beytin manası: Evin ailesi ev sahibi ya da Türkçe de yaygın olduğu şekliyle ev halkı demektir. Istılahi manası ise Peygamber
Ailesi demektir.
ِ َّ‫الل ۖ َر مْ َح ُت ه‬
ِ َّ‫قَالُوا َأ�تَ ْع َجب َِني ِم ْن َأ� ْم ِر ه‬
‫الل َوبَ َر اَكتُ ُه‬
‫عَلَ ْي مُ ْك َأ� ْه َل الْ َبيْ ِت ۚ �ن َّ ُه مَ ِحي ٌد َّم ِجي ٌد‬
‫ هود﴾ ِإ‬- 11:٧٣﴿
“Dediler ki: Allah'ın emrine mi şaşıyorsun?
Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir, ey ev halkı şüphesiz O, övülmeye layık olandır,
Mecid'tir.” (HUD, 11/73)
Bu ayette geçen ehl-i beyt’ten maksat tabii ki İbrahim (as)’ın
aile efradı. Kitabın başından beri anlatmaya çalıştığımız bir
gerçek burada da karşımıza çıkıyor. Ev’den maksat sükûnettir
demiştik. Peygamber evlerinden daha sakinini düşünebiliyor
107
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
musunuz? Bir de üstelik o peygamber peygamberler atası Halil
İbrahim (as) olursa!
Efendimiz Muhammed (as)’in mübarek ailesinden daha
sakin aile var mı? Tabii ki yok. Bu nedenle Allahu Teala peygamber ailelerine ev sahipleri; ev mesupları derken ev sakinleri demiş oluyor. Onları, sükunetin mekanı olan evlerle anıyor.
Allah’ın rahmeti ve bereketi ehl-i beytin üzerindedir ve Allah
onları temizlemiştir.
Sevgili Peygamberimiz Muhammed (as) de İbrahim (as)’de
ve Musa (as)’da da durum böyledir. Musa (as)’ın aile efradı
kimlerden oluşuyordu? Annesi, ablası ve bir peygamber olan
kardeşi Harun (as). Kur’an’ı Kerim’de Allah (CC) Musa (as)’ın
ailesi için de ehl-i beyt kavramını kullanmaktadır. Bu konuşma
Musa (as)’ın ablasının dilinden zuhur etmiştir.
Musa (as) bebek iken bir sepete konularak Nil Nehrine bırakıldı. Ablası sepeti takip ediyordu. Sepet gide gide firavun’un
sarayına dayanmıştı. Musa (as) saraya alındı ve emzirilmek
üzere sütanne arandı. Musa (as) hiçbir kadından süt emmiyordu. Hikayenin orasını Kur’an’dan dinleyelim:
‫َو َح َّر ْمنَا عَلَ ْي ِه الْ َم َر ِاض َع ِمن قَ ْب ُل فَ َقالَ ْت ه َْل َأ�دُلُّ مُ ْك‬
ُ ِ‫عَ ىَ ٰل َأ�ه ِْل بَيْ ٍت يَ ْك ُفلُون َ ُه لَ مُ ْك َو مُ ْه هَ ُل ناَ ح‬
‫ون‬
َ ‫ص‬
﴾‫ القصص‬- 28:١٢﴿
108
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
“Biz, daha önce ona sütanalarını haram etmiştik.
(Kız kardeşi:) “Ben, sizin adınıza onun bakımını üstlenecek ve ona öğüt verecek (veya eğitecek) (ehl-i
beyti) bir aileyi size bildireyim mi?” dedi.” (KASAS, 28/12)
Bu ayet-i kerimede de Musa (as)’ın ailesi kast olunarak ehlbeyt denilmiştir.
Beyt-i Haram’ın hakikati ve temizlenmesi
- Onda İsmail (as) ve Muhammed (sas)’ın
itikaf bağlantıları:
ْ‫شك‬
ِ ْ‫َو� ْذ ب َ َّو ْأ�ناَ ِل ْب َرا ِه َمي َم اَك َن الْ َبيْ ِت َأ�ن اَّل ت ُ ر‬
‫يِ ِإب َشيْئًا َو ِإ َطهِ ّْر بَيْ يِ َت ِل َّلطائِ ِف َني َوالْ َقائِ ِم َني َو ُّالركَّ ِع‬
‫الس ُجو ِد‬
ُّ
﴾‫ الحج‬- 22:٢٦﴿
“Hani biz İbrahim'e Evin (Kabe'nin) yerini belirtip
hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) “Bana
hiç bir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükua ve sücuda varanlar için Evimi tertemiz
tut.” (HACC, 22/26)
‫الل ْال َك ْع َب َة الْ َبيْ َت الْ َح َرا َم ِق َيا ًما ِلّلنَّ ِاس‬
ُ َّ‫َج َع َل ه‬
109
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
َّ ‫َو‬
‫الشه َْر الْ َح َرا َم َوالْه َْد َي َوالْ َق اَل ِئدَ ۚ َذٰ كِ َل ِل َت ْعلَ ُموا‬
‫الس َم َاو ِات َو َما يِف ْ َأال ْر ِض َو َأ� َّن‬
َ َّ‫َأ� َّن ه‬
َّ ‫الل ي َ ْع مَ ُل َما يِف‬
ِّ ُ‫الل ِب ل‬
‫ش ٍء عَ ِل ٌمي‬
َ َّ‫ه‬
ْ َ‫ك ي‬
﴾‫ املائدة‬- 5:٩٧﴿
“Allah, Beyt-i Haram (olan) Kabe'yi insanlar için
bir Ayakta durma (kıyam evi) kıldı; Haram Ay'ı, kurbanı ve boyunlardaki gerdanlıkları da. Bu, Allah'ın
göklerde ve yerde ne varsa tümünü bildiğini ve
Allah'ın gerçekten her şeyi bilen olduğunu bilmeniz içindir.” (MAİDE, 5/97)
Allah (CC) Beyt-i Haram’ı kıyam -yani sürekli- namaz yeri
yapmıştır. Çünkü fıkıhta gece teheccüd namazı -kıyam namazı- olarak da geçer.
Ayette ifade edilen kıyamda durmak, ruku, secde ve tavaf
gibi ibadet çeşitleri diğer peygamberler ve tabileri ile İslam
ümmetinin ortak ibadetleridir. Ancak Bakara 125’te zikredilen
itikaf ibadeti yani Ramazan’ın son on gününü dışarıya çıkmadan Mescid-i Haram’da ya da herhangi bir mescidde geçirmek
sadece Ümmet-i Muhammed (sas) mahsus bir ibadettir.
110
‫َو� ْذ َج َعلْنَا الْ َبيْ َت َمث َاب َ ًة ِلّلنَّ ِاس َو َأ� ْمنًا َو خَّ ِات ُذوا‬
‫ِم ِإن َّم َقا ِم � ْب َرا ِه َمي ُم َص ىًّل ۖ َو َعه ِْدناَ � ىَ ٰل � ْب َرا ِه َمي‬
‫ِإ ِإ‬
‫ِإ‬
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
‫َو� مْ َسا ِعي َل َأ�ن َطهِ َّرا بَيْ يِ َت ِل َّلطائِ ِف َني َوالْ َعا ِك ِف َني‬
‫الس ُجو ِد‬
ُّ ِ ‫َوِإ ُّالركَّع‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٢٥﴿
“Hani Evi (Ka'be'yi) insanlar için bir toplanma ve
güvenlik yeri kılmıştık. “İbrahim'in makamını namaz
yeri edinin”, İbrahim ve İsmail'e de, “Evimi, tavaf
edenler, itikafa çekilenler ve rüku ve secde edenler
için temizleyin” diye ahid verdik.” (BAKARA, 2/125)
Konuyla ilgili diğer ayetlere kıyasen bu ayet-i celilede iki
kelimeyi ziyade buluruz. Birisi İsmail ikincisi ise Akifin yani
itikaf edenler kelimeleri.
İbrahim (as) oğlu İsmail (as) ile Ka’be’nin temelini yükseltirken Muhammed (sas) henüz İsmail (as)’ın sülbünde idi.
Muhammed (sas) ümmetine mahsus olan itikafı anlattığı
ayette Allahu Teala, İsmail (as)’ı Muhammed (sas)’e vekaleten
orada bulunduruyor ve özellikle İbrahim (as) yanında İsmail
(as)’ın da ismini anıyor.
(Evin (Beyt-i Haram) temizliği ayrı bir bölümün konusu olduğu için burada sadece yüzeysel temas edeceğiz).
Mescid-i Haram’da pislikten temizliğin ne anlama geldiği
belli. Orada Allah’tan başka kimseye kulluk yapılmayacak ve
kafirler/müşrikler ve putlar ta kıyamete kadar Mekke’ye gire111
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
meyecek.
Suret ve mana:
Her şeyin bir sureti bir de aslı; bir resmi bir de özü ve çekirdeği; bir görüntüsü bir de hakikati vardır. İnsanın bir bedeni
bir de ruhu vardır. İnsanda görülen et, kemik, ten, kıl, bedendir
ve fanidir. Ölümsüz olan ise insanın ruhudur.
İnsanın aslı olan ruhu ‘Kalu Bela’dan beri vardır ve ebedidir.
Vakti gelen ruh dünyada kendisine Rabbi tarafından verilmiş
bir bedene girer ve o bedenin eceli yani dünyada yaşayacağı
yıl-ay-hafta-gün-saat-dakika ve saniye hesaplıdır. Ruh ölüm
vakti gelene kadar o bedende yaşar.
Ecelle birlikte bedenin vazifesi bittiği için fani beden toprak olur. Beden toprağa ve ruh kendi âlemine döner. Dünya
yaşantısında insan Allah’ın emirlerine göre yaşadıysa nuruna
nur katarak ruhunu aydınlatmış olarak döner, aksi takdirde
kâfirlerde olduğu gibi ruh var olan nur’unu da kendisinden çekilmiş olarak karardıkça kararır ve öyle döner âlemine.
Beyt-i Haram olan Ka’be bir surettir, resimdir. Beyt-i
Haram’ın aslı ve hakikati Beyt-i Mamur’dur. Beyt-i Mamur yedinci kat göktedir. Ka’be’ etrafında bir defa dönmek bir şavt’tır,
yedi şavt bir tavaftır. Her şavt bir göğü aşmaktır. Yedi şavt yani
bir tavaf yedi göğü aşarak Beyt-i Mamur’a ulaşmaktır. Efendimiz (sas) “Namaz müminin miracıdır” buyurmuştur.
Rasulullah (sas), fukaha ve ulemanın tavaf hakkındaki söz112
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
lerinden anladığımız şu ki: tavaf aynı namaz gibidir, ancak tavafta hayır konuşmak şartıyla konuşmak serbest bırakılmıştır.
Tavaf yapanlar abdestli olmak şartıyla Ka’be’yi sol taraflarına
alır ve Ka’be’yi kendilerine imam kabul ederler ve o niyetle tavaflarını gerçekleştirirler.
Tavafa niyet eden şahsın Allah’a karşı takvası varsa, Rabbinin huzurunda alçak gönüllülükle, kalbi Rabbine karşı huşu ve
sevgiyle doluysa ilk şavt’ta ruhu mirac ederek birinci kat göğe
yükselir. İkinci şavt’ta ikinci göğe, üçüncü şavt’ta üçüncü göğe
dördüncü şavt’ta dördüncü göğe, beşinci şavt’ta beşinci göğe,
altıncı şavt’ta altıncı göğe ve yedinci şavt’ta yedinci ve orada
bulunan Beyt-i Mamur’a ulaşırlar.
Bu nedenle bütün Müslümanlar dünyanın her yerinde namaza durduklarında Ka’be’ye yönelirler. Her gün her saniyede
beş vakit namaz kılınır. Medine’de akşam namazı kılınırken
dünyanın başka bir yerinde sabah namazı kılınır, başka bir yerde ise öğle namazı. Her zaman ve her yerde aynı zamanda beş
vakit namaz eda edilir.
Dünyanın her yerinde kılınan namazlar Ka’be’ye akar ve
Ka’be’yi tavaf edenler veya Mescid-i Haram’da namaz kılanların namazlarıyla birleşir de Ka’be’de yapılan ibadetlere yüz bin
katıyla sevap kazandırırlar. Diğer taraftan dünyanın herhangi
bir yerinde huşu ile namaz kılanlar Ka’be’de kılınan namazlar
ve yapılan tavaflar vesilesiyle nurani bir ağ veya kutsi bir tünel
fonksiyonuyla gökleri teker teker kat ederek ta Beyt-i Mamur’a
çıkar da miraç ederler.
113
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
Her gün yirmi dört saat hiç durmaksızın mübarek ve kutsal Ka’be’de namaz, itikaf, zikir, tavaf ve çeşitli ibadetler yapılmakta ve kıyamete kadar da durmaksızın yapılacak. Bedenler
yerde ibadet ederken ruhlar yedi göğü geçerek nihayet Beyt-i
Mamur’da tavaf yaparlar.
Böyle bir sistem dünyanın her yerindeki Müslümanları beş
vakit namaz kılmalarıyla arındırıp temizlemez mi? Ve kıbleye
yönelerek kılınan bu kadar namaz Beyt-i Haram’ı sürekli temizlemez mi? Elbette ta kıyamete kadar temizler.
Yukarıdaki ayetin de işaret ettiği gibi, bu alan, günahlardan
temizleyen bir ruhani temizlik, hayırları artıran ve sevapları
yüz bin katına çıkaran bir manevi ticaret alanıdır.
Maddi temizliğe gelince: ümmet-i İslam’dan sonra zaten
orası putlardan temiz olarak bulunmaktadır. Allah (CC) orada
zemzem suyu çıkartmıştır ve o suyla Müslümanlar hem abdest
alarak temizlik yaparlar hem de onunla susuzluklarını giderirler ve bu suretle Allah’a rahat ve sükûnetle kulluk yaparlar.
Bütün buraya kadar anlatılanlar Beyt-i Haram’ın temizliğinin bir sebebi değildir. Biz sadece konumuza delil olsun diye
ayetlerin birbirleriyle bağlantısını izah ederek bir içtihatta bulunduk.
İbadetler delile muhtaç değildirler. Neden namaz kılarız
ve niçin belirli şekillerde kılarız? Tavafı ve tüm hacc ve umre
şartları neden böyledir de şöyle değildir gibi sorularla meşgul
olmayız. Özellikle ibadetlerde diyeceğimiz sadece bir cümle
114
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
vardır o da “İşittik ve itaat ediyoruz.” (BAKARA, 2/30) cümlesidir. İbadetlerimizi Allah emretti ve Rasulullah (sas)’da öyle
uyguladı diye yaparız.
Sükûnet Evinden Selamet Diyarına hicret:
ِ َّ‫َو َمن يهُ َ ِاج ْر يِف َس ِب ِيل ه‬
ً َ‫الل جَي ِْد يِف ْ َأال ْر ِض ُم َر م‬
‫اغا‬
ِ َّ‫َك ِث ًريا َو َس َع ًة ۚ َو َمن خَ ْي ُر ْج ِمن بَيْ ِت ِه ُمه َِاج ًرا � ىَل ه‬
‫الل‬
ِ ِ‫َو َر ُس ه‬
ِ َّ‫ول مُ َّث يُ ْد ِر ْك ُه الْ َم ْو ُت فَ َق ْد َوقَ َع َأ� ْج ُر ُه ِإعَ ىَل ه‬
‫الل‬
‫الل غَ ُف ًورا َّر ِحميًا‬
ُ َّ‫ۗ َو اَك َن ه‬
﴾‫ النساء‬- 4:١٠٠﴿
“Allah yolunda hicret eden, yer içinde barınacak
çok yer de bulur, genişlik (ve bolluk) da. Allah'a ve
Rasûlü'ne hicret etmek üzere evinden çıkan, sonra
kendisine ölüm gelen kişinin ecri şüphesiz Allah'a
düşmüştür. Allah, bağışlayıcıdır, esirgeyicidir.”
(NİSA, 4/100)
Her kim ki evini ve evin sebebi olan rahat ve sükûnetini terk
ederek Allah ve Rasulullah (sas)’a hicret ederse bu niyetle hicretinde zorluk çeker ya da ölürse, Allahu Teala bizzat o kuluna
mahşerde şahit olur ve mükafatını ona göre verir.
115
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
ِ َّ‫َو اَل تَ ُقولُوا ِل َمن يُ ْقتَ ُل يِف َس ِب ِيل ه‬
ٌ ‫الل َأ� ْم َو‬
‫ات ۚ ب َ ْل‬
‫ون‬
َ ‫َأ� ْح َيا ٌء َولَ ٰ� ِكن اَّل ت َ ْش ُع ُر‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٥٤﴿
“Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere "ölüler"
demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz.” (BAKARA, 2/154)
ِ َّ‫َو اَل حَ ْت َس نَ َّب ذَّ ِال َين ُق ِتلُوا يِف َس ِب ِيل ه‬
‫الل َأ� ْم َواتاً ۚ ب َ ْل‬
‫ون‬
َ ‫َأ� ْح َيا ٌء ِعندَ َر ِ هّ ِب ْم يُ ْر َز ُق‬
﴾‫ آل‌عمران‬- 3:١٦٩﴿
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ‘ölüler’ saymayın. Hayır, onlar, Rableri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar.” (ÂL’İ İMRAN, 3/169)
Nisa Suresi’nin yüzüncü ayetinde tarif edilen hicret ehli için
anladığımız manada bir ölüm vuku bulmuyor, onlar bilakis bu
sebepler aleminin yorgunluğundan kurtularak Rabbleri katında rızıklandırılıyorlar. Onlar dünya evlerinin sükûnet ve rahatından selamet diyarı olan cennet evine gitmişlerdir. Orada ne
bir hüzün, ne çalışıp yorulma, ne de bir hastalık ve sancı vardır.
Orada Rabblerinin Subhanehu ve Teâlâ kendilerine mükâfat
olarak vereceği ikramlar vardır.
Mademki sen rahat evini Allah rızası için terk ederek hic116
•
M E S C İ D - İ H A R A M ’ D A İ L A H İ “ YA P M A K K A N U N U ”
•
ret ettin, o halde, o yolda başına bir şey gelerek ölmen sana,
senin terk ettiğinden daha üstününü kazandıracaktır. Aslında
bu bir ölüm de değil, zira hayatın daha üstün mertebede Rabbin katında cennet evinde devam edecektir. Bu durum sadece
sükûnet eviyle selamet evini değiştirmekten ibarettir.
Ayakların bastıkları her yer Allah
evleridir.
‫ون‬
ِ ُ‫َو َما َخلَ ْق ُت الْ ِج َّن َو ْال َنس � اَّل ِل َي ْع ُبد‬
‫الذاريات﴾ ِإ‬
‫ِإ‬
- 51:٥٦﴿
“Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet
etsinler diye yarattım.” (ZARİYAT, 51/56)
Nerede olursan ol, Allah’a hakiki kul ol. Emrine muti ol. Rasulüne (sas) tabi ol. Allah’ın rızasına ve yüzüne tabi ol. Allah
zikriyle ve O’na itaatle mutmain ve sakin ol. Paranı, malını hatta oğlunu ve kızını, babanı, anneni ve sevdiklerini kaybettiğinde de sakin ol. Mal ve evlat çokluğuyla sevinme, ancak Allah’ın
zikriyle sevin ve kalbini yatıştır. İbadetini sırf Allah’a tahsis et
ki her attığın adım ibadet sayılsın ve yükseltilsin.
Amel-i salih sıfatıyla attığın adımlar ve bastığın yerler senin
için yüceltilmiş bir Allah evi olsun. Sırf Allah’a kulluk yaparsan
Allah’ın hakiki kulu Abdullah olursun ve bütün arz senin için
cami konumunda olur. Evet, Allah’a isyan etmeyerek O’nun
117
•
İKİNCİ BÖLÜM
•
zikriyle daimi kulluk yaparsan her hareketin ibadet olur da yüceltilir. İşe giderken her adımın ibadet, işyerin ibadethane olur.
Evet, kendine, karına ve çocuklarına helal rızık kazanmak
için çalışmaya gitmen ibadet olur. Sabah erken kalkıp okula,
üniversiteye ya da işe gitmek için akşam yatıp uyuman da ibadet olur ve sana sevap kazandırır. Yattığın yer cami olur ve uykun amel-i salih olarak yükseltilir.
Herhangi bir insana veya aile fertlerine tebessümün dahi
ibadet olur da yükseltilir. Sonuçta sende Zariyat Suresi’nin elli
altıncı ayeti tecelli eder.
‫ون‬
ِ ُ‫َو َما َخلَ ْق ُت الْ ِج َّن َو ْال َنس � اَّل ِل َي ْع ُبد‬
‫الذاريات﴾ ِإ‬
‫ِإ‬
- 51:٥٦﴿
“Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet
etsinler diye yarattım.” (ZARİYAT, 51/56)
Her şeyi en iyi bilen Allah’tır ve günahsızlık peygamberlerinin (as) sıfatıdır.
118
Üçüncü Bölüm
•
NİŞ (DUVARDAKI HÜCRE) İLE
EVİN BAĞLANTISI
3. Bölüm •
•
N İ Ş ( D U VA R D A K I H Ü C R E ) İ L E E V İ N B A Ğ L A N T I S I
•
N
gerekir.
iş ile duvarın bağlantısını ortaya çıkartmak için Nur
Suresinin otuz beş ve otuz altıncı ayetlerini okumamız
‫الس َم َاو ِات َو ْ َأال ْر ِض ۚ َمث َ ُل ن ُِور ِه مَ ِك ْش اَك ٍة‬
ُ َّ‫ه‬
َّ ‫الل ن ُُور‬
‫ِفهيَا ِم ْص َب ٌاح ۖ الْ ِم ْص َب ُاح يِف ُز َجا َج ٍة ۖ ُّالز َجا َج ُة‬
‫َ َأكنهَّ َا َك ْو َك ٌب د ّ ُِر ٌّي يُوقَدُ ِمن جَش ََر ٍة ُّم َب َار َك ٍة َزيْ ُتون َ ٍة‬
‫شِقيَّ ٍة َو اَل غَ ْ ِرب َّي ٍة يَ اَك ُد َزْيتهُ َا يُ يِض ُء َولَ ْو لَ ْم‬
ْ َ‫اَّل ر‬
‫الل ِل ُن ِور ِه َمن‬
ُ َّ‫تَ ْم َس ْس ُه ناَ ٌر ۚ ن ٌُّور عَ ىَ ٰل ن ٍُور ۗ يهَ ْ ِدي ه‬
ِّ ُ‫الل ِب ل‬
‫ك‬
ُ َّ‫الل ْ َأال ْمث َا َل ِللنَّ ِاس ۗ َو ه‬
ُ َّ‫ض ُب ه‬
ِ ْ‫يَشَ ا ُء ۚ َوي َ ر‬
‫ش ٍء عَ ِل ٌمي‬
ْ َ‫ي‬
﴾‫ النور‬- 24:٣٥﴿
“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun
misali, içinde kandil bulunan bir niş (duvar hücresi)
gibidir; kandil bir sırça içerisindedir; sırça, sanki
incimsi bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da ait olmayan kutlu bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle
123
•
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
•
bir ağaç ki) neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı
ışık verir. (Bu,) Nur üstüne nurdur. Allah, kim dilerse onu kendi nuruna yöneltip iletir. Allah insanlar
için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (NUR,
24/35)
ٍ ‫يِف بُ ُي‬
‫اس ُه‬
ُ َّ‫وت َأ� ِذ َن ه‬
ُ ْ‫الل َأ�ن تُ ْرفَ َع َويُ ْذ َك َر ِفهيَا م‬
‫يُ�سَ ِ ّب ُح هَ ُل ِفهيَا اِبلْغُدُ ِّو َو ْالآ َص ِال‬
﴾‫ النور‬- 24:٣٦﴿
“Allah’ın, yükseltilmesine ve içlerinde isminin
anılmasına izin verdiği evlerde.” (NUR, 24/36)
Müfessirler özellikle ‘Allah, göklerin ve yerin nurudur’ ayeti hakkında çok söyledi ve çok yazdılar. Şeyh Fahreddin Razi tefsirinde şöyle bir açıklama yapar! Malum olduğu
üzere lügati olarak nur yani ışık ya güneşten, aydan ya da ateşten zahir olur. Bu nedenle asla Allah için düşünülemez. Göklerde ve yerde yansıyan ışığın Allah olması caiz değildir. Neden
caiz değildir konusunda çok söz söylenebilir biz ancak bir kaç
tanesini burada zikredeceğiz:
1. Bu ışık (nur) eğer madde ise yaratılmış/yapılmış olması
lazımdır. İlah için düşünülemez. Bir gelip bir giden ışık
getiriliyor ve götürülüyor demektir ve yine İlah için düşünülmesi mümkün değildir.
124
•
N İ Ş ( D U VA R D A K I H Ü C R E ) İ L E E V İ N B A Ğ L A N T I S I
•
2. Bildiğimiz ışıklar eşyanın üzerine yansır ve dağılır. Her
cisimde ayrı ayrı bölünür ve bazı cisimlerden geçer ve
bazılarından geçemez kalır. Bütün bu işlevler ışığa yaptırılır. Olduğu gibi olmak için başkasının oldurmasına
ihtiyacı olan sonradan var edilen yaratıktır, İlah olamaz.
3. Işık eğer İlah olsaydı hep hazır olması lazım gelirdi. Işık
ise bazen gelir, bazen söner.
4. Gördüğümüz güneş, ay ve yıldızlardan gelen ışıklar ise
her halleriyle sonradan yaratılmış mahlûk oldukları apaçık ortada ve İlah olmaları imkânsız.
5. Işık eğer yaratılmamış olsaydı sonradan yaratılmış olan
yerlere yani cisimlere gelerek çözülmesi hiç İlah için
mümkün mü! Yaratıklar yaratılmadan önce ışık bir
yerde sakin sakin duruyordu ve sonra hareket ederek
mahlûkata yansıdı da diyemeyiz çünkü yerinde sakin
durmak ışığın yansıma özelliğine tam zıddır. Işık sonradan yaratılmadır ve hareket edebilmesi başkasının hareket ettirmesine bağlıdır; mahlûktur halık olamaz.
6. Işık madde de olsa enerji de olsa ya hareket halindedir
ya da sabittir. Bu iki sıfat birbirinin zıddıdır. Her iki durumda da ışığı halden hale çeviren harici hâkim bir güç
olmalıdır. Allah Subhanehu ve Teala’ya kim hâkim olabilir oysa Allah her şeye hakim ve kadirdir.
Fahreddin Razi dahil olmak üzere müfessirler bu altı noktada sayılan gerekçelerle ‘Allah nurdur(ışıktır)’ demenin ve öyle
125
•
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
•
inanmanın yanlış bir ifade ve inanış olduğunu söylemişlerdir.
Allah Kur’an’dır diyenler de yanlış demişlerdir. Yeri geldiğinde
bu mevzu da vuzuha kavuşturulacaktır.
1. Bakın Allahu Teâlâ Şura Suresinde ne buyurmaktadır:
‫ش ٌء‬
ْ َ‫لَيْ َس مَ ِكث هِ ِْل ي‬
﴾‫ الشورى‬- 42:١١﴿
“Hiçbir şey, O’nun gibi değildir.” (ŞURA, 42/11)
2. Yukarıdaki ayete göre ‘Allah ışıktır (nurdur)’ sözü yanlıştır çünkü ışıklar birbirinin aynıdır.
“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun misali”.. derken Rabbimiz zaten konuya açıklık getiriyor. “‘O’nun nurunun misali” derken ‘nur’
sözcüğünün Allah’a aidiyeti vurgulanıyor. Adamın ceketi, adamın gömleği dediğimizde adamın kendisi çeketgömlek olmuyor ki; ya da Allah’ın kulu, Allah’ın peygamberi der gibi Allah’ın nurundan bahsediliyor.
Aynı ayette “Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna
yöneltip iletir.” Eğer Allah nur (ışık) olsaydı “kendi
nuruna yöneltip iletir” demezdi de kendine iletir
derdi. Demek ki Allah, ışığın kendisi değil ama sahibi ve
Rabbi’dir.
126
•
N İ Ş ( D U VA R D A K I H Ü C R E ) İ L E E V İ N B A Ğ L A N T I S I
•
“Allah, göklerin ve yerin nurudur.” Cümlesinden
hemen sonra gelen “O’nun nurunun misali” cümlesi
Allah’ın nur olmadığını ancak nur’un sahibi olduğunu
apaçık beyan ediyor.
3. En’am Suresinin birinci ayet-i kerimesi bu konuyu hiçbir
tereddüde yer bırakmayacak netlikte açıklamaktadır.
‫الس َم َاو ِات َو ْ َأال ْر َض َو َج َع َل‬
َّ ‫الْ َح ْمدُ للِهَّ ِ ذَّ ِالي َخلَ َق‬
ِ ‫الظلُ َم‬
ُّ
‫ات َوالنُّ َور‬
﴾‫ األنعام‬- 6:١﴿
“Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları
ve aydınlığı (nuru) yapan Allah’adır.” (EN’AM, 6/1)
Ayetin ifadesine göre Allahu Teâlâ hem karanlığın hem
de aydınlığı (ışık-nur) yapmıştır.
Demek ki Allah nur değil nurun sahibi ve yapanıdır. O halde “Allah, göklerin ve yerin nurudur” ayetinin manasını anlamamız için te’vil yapmamız gerekecektir. Te’vil; mana
derinliğine inerek mecazı anlamak. Âlimler bu konuda hem
çok hem de birbirinden farklı fikirler yürüttüler. Bazıları dedi
ki: Bu cümlede geçen nur her şeyi apaçık gösteren hidayettir.
Allah göklerin ve yerin aydınlığının veya ışığının sahibidir.
Yani: Allah göklerin ve yerin hidayetçisidir anlamında. Bu görüş ibni Abbas (ra)’ın görüşüdür ve birçok ulema bu görüşü benimsemişlerdir. Zira gökler ve yer hatasız bir gidişle işlevlerini
127
•
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
•
Allah’ın hidayetiyle yaparlar.
Başka birtakım alimler ise: “Allah, göklerin ve yerin
nurudur.” ayetini: Allah muhit ilmi ve hikmetiyle ‘‘Allah göklerin ve yerin düzenleyicisidir’’...derler. Nasıl ki mecazen derler
ya: ‘‘Başbakan bu ülkenin ışığıdır’’ yukarıdaki ayeti de aynen
bunun gibi anlamak lazım. Bu görüş Ez-Zeccac ve el Asam’a
aittir.
Bazı alimler de bu ayete: “Gökleri meleklerle ve yeri de peygamberlerle veya güneş, ay ve yıldızlarla aydınlatan Allah’tır”
manasını vermişler. Şeyh Gazali Allah ona rahmet etsin Mişkat
ul- Envar isimli eserinde: “Yüce yaratıcı Allah kendi hakikatinde Nur’dur ve kendisinden başka Nur yoktur.” Demiştir.
Bütün bunlar Fahreddin Razi’nin Tefsir el- Kebir eserinin
yirmi üçüncü cildinde mevcuttur.
Bizim bu konudaki görüşlerimiz biraz farklı. Bu söylenenlere katkıda bulunarak onların -Allah hepsine rahmet etsin- söylemediklerini de söyleyeceğiz inşaallah.
Sual:
1. Bu ‘nur’ göklerin ve yerin yaratılışından önce neredeydi?
2. Bu ‘nur’ göklerin ve yerin yaratılışından sonra gökleri ve
yeri aydınlatmak için nasıl getirildi?
Bu Allah için düşünülemez. Bu fikir hâşâ insanı Hıristiyan128
•
N İ Ş ( D U VA R D A K I H Ü C R E ) İ L E E V İ N B A Ğ L A N T I S I
•
ların düştüğü yanlışa düşürür. Hıristiyanlar: Allah Meryem’e
geldi ve İsa’nın babası oldu ve İsa’nın bedeninde çözüldü. Sonuçta ‘Baba, oğul, kutsal ruh’ üçlemesiyle durumu kendilerine
göre özetlediler.
Biz eğer ‘Allah gökler ve yer yaratıldıktan sonra karanlık
olan göklere ve yere nur olarak geldi ve onları aydınlattı’ der
isek Hıristiyanların yanlış inanışlarını teyit etmiş oluruz. İslam
inanışına göre ise Allah tektir ve Baki ve Ebedidir. İhlâs Suresinde Allahu Teâlâ’nın özellikleri anlatılmaktadır:
ِ َّ‫ب ِْس ِم ه‬
‫الل َّالر مْ َح ٰ� ِن َّالر ِح ِمي‬
‫الل َأ� َح ٌِد‬
ُ َّ‫ُق ْل ه َُو ه‬
﴾1﴿
ُ‫الص َمد‬
ُ َّ‫ه‬
َّ ‫الل‬
﴾2﴿
ْ َ‫لَ ْم ي َ دِ ْل َول َ ْم يُ د‬
‫ول‬
﴾3﴿
‫َول َ ْم يَ ُكن هَّ ُل ُك ُف ًوا َأ� َح ٌد‬
﴾‫ اإلخالص‬- ١12﴿
﴾4﴿
“De ki: O Allah tektir. Allah, Samed’dir (her şey
129
•
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
•
O’na muhtaçtır, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır). O,
doğurmamıştır ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey
O’nun dengi değildir.” (İHLAS, 112)
Demek ki İslam inancına göre Allah’ın sonradan gelip yaratıklarına (mahlukatına) duhul etmesi (girmesi) caiz ve mümkün değildir.
ۚ ‫الس َم َاو ُات ال�سَّ ْب ُع َو ْ َأال ْر ُض َو َمن ِف ِهي َّن‬
َّ ‫تُ�سَ ِ ّب ُح هَ ُل‬
َ‫َو�ن ِّمن ي‬
‫ُون‬
َ ‫ش ٍء � اَّل يُ�سَ ِ ّب ُح حِ َب ْم ِد ِه َولَ ٰ� ِكن اَّل تَ ْف َقه‬
ْ
‫ت َ ِإ ْس ِبي َحه ُْم ۗ �ن َّ ُه اَِإك َن َح ِلميًا غَ ُف ًورا‬
‫ِإ‬
﴾‫ اإلرساء‬- 17:٤٤﴿
“Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O’nu tesbih
eder; O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır.” (İSRA,
17/44)
Burada iki tür mecazdan bahsedeceğiz. Birisi ‘aklî mecaz’
buna örnek olarak aşağıdaki ayeti verebiliriz:
‫َو َمن اَك َن يِف َه ٰ� ِذ ِه َأ� مْ َع ٰى فَه َُو يِف ْالآ ِخ َر ِة َأ� مْ َع ٰى‬
‫َو َأ�ضَ ُّل َس ِبيل‬
﴾‫ اإلرساء‬- 17:٧٢﴿
130
•
N İ Ş ( D U VA R D A K I H Ü C R E ) İ L E E V İ N B A Ğ L A N T I S I
•
“Kim bunda (dünyada) kör ise, O, ahirette de kördür ve yol bakımından daha şaşkın bir sapıktır.”
(ISRA, 17/72)
Bu ayetteki ‘kör’ sözcüğü ‘dalalete’ mecazdır. Akıl burada
kastedilen manayı takdir ederek anlar.
Diğeri de ‘iptal aklî mecaz’dır. Bu ne demektir? Silinmiş;
iptal edilmiş akli mecazdır. Akıl buradaki geçmesi gereken
ama geçmeyen sözcüğü, deliller ışığında takdir yoluyla akleder.
Nesh olmuş yani silinmiş ayet ya da ifadeler hakkında bir ayet-i
kerime şöyledir:
‫َما ن ََنسخْ ِم ْن �آي َ ٍة َأ� ْو ن ُ ِنسهَا نَ�ْأ ِت خِ َب رْ ٍي ِّم هْنَا َأ� ْو ِمثْ ِلهَا‬
ّ ِ ُ‫الل عَ ىَ ٰل ل‬
‫ش ٍء قَ ِد ٌير‬
َ َّ‫ۗ َأ�ل َ ْم تَ ْع مَ ْل َأ� َّن ه‬
ْ َ‫ك ي‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٠٦﴿
“Biz bir ayeti siler veya unutturursak ondan daha
iyisini veya onun bir benzerini getiririz. Allah’ın
her şeye gücü yeter olduğunu bilmedin mi?” (BAKARA,
2/106)
Nitekim aşağıdaki iki ayeti tekebbürle okuduğumuzda önceki ayetin ilk kısmında bir kelimenin eksik olduğunu görürüz:
“Allah, göklerin ve yerin nurudur.”.. cümlesinde Tesbih
kelimesinin eksikliğini görürüz. Aklımızla, silinmiş olan Tesbih sözcüğünü orada kabul ettiğimizde cümle şöyle olur: “Tesbihullah göklerin ve yerin nurudur.” Zira ayetin devamı zaten
131
•
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
•
bizi böyle değerlendirmeye yönlendirmektedir.
Şimdi bu ayeti satır aralarıyla birlikte okuduğumuzda anlattığımız mana teyid olunur.
‫الس َم َاو ِات َو ْ َأال ْر ِض‬
ُ َّ‫ه‬
َّ ‫الل ن ُُور‬
﴾‫ النور‬- 24:٣٥﴿
“Allah, göklerin ve yerin nurudur.” (NUR, 24/35)
ۚ ‫الس َم َاو ُات ال�سَّ ْب ُع َو ْ َأال ْر ُض َو َمن ِف ِهي َّن‬
َّ ‫تُ�سَ ِ ّب ُح هَ ُل‬
َ‫َو�ن ِّمن ي‬
‫ُون‬
َ ‫ش ٍء � اَّل يُ�سَ ِ ّب ُح حِ َب ْم ِد ِه َولَ ٰ� ِكن اَّل تَ ْف َقه‬
ْ
‫ت َ ِإ ْس ِبي َحه ُْم ۗ �ن َّ ُه اَِإك َن َح ِلميًا غَ ُف ًورا‬
‫ِإ‬
﴾‫ اإلرساء‬- 17:٤٤﴿
“Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O’nu tesbih
eder; O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır.” (İSRA,
17/44)
Allahu Teala aklımızı harekete geçirmemizi; Kur’an’ı birbiriyle bağlantılı okumamızı ve bu suretle Kur’an ile farklı buudlarda samimiyet kurmamızı istediği için ayetlerde bazı olması
gereken yerleri iptal etmiş ya da o kısmı ayete eklememiştir.
‘İptal aklî mecaz’ bu İlahi sistemi ifade eder.
132
•
N İ Ş ( D U VA R D A K I H Ü C R E ) İ L E E V İ N B A Ğ L A N T I S I
•
Allah (CC) yukarıdaki ayette “Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O’nu tesbih eder; O’nu övgü ile tesbih
etmeyen hiç bir şey yoktur.” buyurmaktadır.
Demek ki gökler, yer ve şey diyebileceğimiz her şey atomlarına kadar mutlak manada Allah’ı hamd ile tesbih ederler. Her
şeyin özünde bu tesbih (Allah’ı noksanlardan tenzih) ışığı yaratıldıklarından beri mevcuttur. O halde göklerin ve yerin nuru
(aydınlığı-ışığı) Tesbihullahtır; yani Allah’ı tesbih etmeleridir.
Özetleyelim: “Allah, göklerin ve yerin nurudur.”
ayetinin anlamı: Tesbihullah, göklerin ve yerin nur’udur.
Bu görüşümüzü üç noktada ifadeye çalışacağız:
1.
ِ َّ‫قَ ْد َج َاء مُك ِّم َن ه‬
‫اب ُّمب ٌِني‬
ٌ ‫الل ن ٌُور َو ِك َت‬
﴾‫ املائدة‬- 5:١٥﴿
“Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir Kitap geldi.” (MAIDE, 5/15)
Yukarıdaki ayette ifade edilen nur sözcüğünden maksat
sevgili Peygamberimiz Muhammed (sas) olduğuna bütün İslam alimleri ittifak etmişlerdir.
Muhammed (sas) Allah’ın nur’udur ve Kitabullah da
133
•
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
•
Allah’ın nur’udur. İmam Ahmed’in Müsned’inde Peygamberimizin (sas) hanımı ve müminlerin annesi Hz.
Aişe (ra) Efendimiz hakkında “Rasulullah’ın ahlakı
Kur’an’dır” buyurduğu zikredilmektedir. Yine Hz. Aişe
(ra) validemize Rasulullah sorulduğunda: “O (sas) yeryüzünde yürüyen Kur’an’dır” buyurmuştur.
Rasulullah (sas) madem nurdur ve nur olan Kur’an kendisine vahiy olarak inmiştir. Sonuçta bu durum ‘‘Nur üstüne nur’dur’’ sözüyle özetlenmiştir.
2. Allah’ın yaratığı her şeyde aydınlık vardır ve bu eşyanın
nuraniyetidir. Her şeyin nuru (ışığı) Allah’ı tesbih etmeleridir ve bu her şeyin üzerine önceden belirlenmiş bir
kazadır. Her yaratık hakkında bir de kader vardır. Kader
yaratıkların sıfatlarıdır. Kazaullah yaratıkların değişmeyen durumlarıdır buna karşın kaderullah değişkendir.
Kaza ne değişir ne dönüşür ne de sükût eder durdurulur. Kaza, yaratıklar ta aslına yani fenaya (hiçliğe) dönene
kadar biteviye işler. Bütün yaratıklar hiçten - Allah’ın ‘Ol
dedi ve oldu’ sözüyle- yaratılmışlardır. Hesap gününde
(mahşer) tekrar aslı olan hiçe gitmeyecek olanlar; ehl-i
cennet ve ehl-i cehennemdir. Tabi ki bir de Allah’ın varlıkta bırakmak istediği her ne ise onlar.
Her şeyde değişken olan kendi sıfatlarıdır. Bazen bu sıfatların olağan işlevleri veli için keramet ve nebi için mucize
olarak durdurulur. Bu durdurma işi Allah peygamberleri
(as) için mucize olarak durdurulur.
134
•
N İ Ş ( D U VA R D A K I H Ü C R E ) İ L E E V İ N B A Ğ L A N T I S I
•
Mesela, ateşin yakma özelliği durdurularak başka sıfata
dönüştürüldü; Allah’ın emriyle ateş İbrahim (as)’a -serin
ve selametli oldu-. Ateşin sıfatı yani kaderi mucize olarak
değişse de kazası olan tesbihi asla değişmedi. Hararetli
iken de serin ve selametli iken de Allah’ı tesbihattan bir
an geri durmadı. Bu mucize ile Allah (CC) İbrahim (as)’
ı destekleyerek nemrud’un yaktırdığı ateşten korudu ve
aynı zamanda İbrahim (as)’ın peygamberliğine de bir kanıt teşkil ettirdi.
Suyun özellikleri akıcılığı, taşkınlığı, ıslatıcılığı vesaire.
Musa (as) denizi asasıyla yararak; denizde yollar açarak
kavmiyle ayakları dahi ıslanmadan geçip giderken bu
özellikleri neredeydi? Firavun ve adamları da geçmek istedikleri vakit denizin asıl sıfatları tekrar işlevlerine geri
döndüklerinde hepsini boğmadı mı? Evet, Musa (as)’a
mucize olarak durdurulan ve değiştirilen suyun fonksiyonları biraz sonra tekrar eski haline tebdil etti.
Suyun kaderi bu olayda da değişti, ancak kazası değişmedi. Su her iki durumda da Allah’ı tesbih etmeye durmaksızın devam etti.
ۚ ‫الس َم َاو ُات ال�سَّ ْب ُع َو ْ َأال ْر ُض َو َمن ِف ِهي َّن‬
َّ ‫تُ�سَ ِ ّب ُح هَ ُل‬
َ‫َو�ن ِّمن ي‬
‫ُون‬
َ ‫ش ٍء � اَّل يُ�سَ ِ ّب ُح حِ َب ْم ِد ِه َولَ ٰ� ِكن اَّل تَ ْف َقه‬
ْ
‫ت َ ِإ ْس ِبي َحه ُْم ۗ �ن َّ ُه اَِإك َن َح ِلميًا غَ ُف ًورا‬
‫ِإ‬
﴾‫ اإلرساء‬- 17:٤٤﴿
135
•
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
•
“Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O’nu tesbih eder; O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir
şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır.” (İSRA, 17/44)
Yukarıdaki ayet, bu bağlamda okunduğunda daha iyi anlaşılmaktadır.
Bu örnekler peygamberlerin (as) mucizeleri hakkında
verildi. Allah dostlarının kerametlerine gelince; onlar
için ise bu ‘sıfat fonksiyonlarının’ durdurulması ya da değiştirilmesi keramettir. Keramet veliye ya bir tehlikeden
kurtarmak, kalbini yatıştırmak ya da müjde olarak verilir. Gelecek ayet-i kerime konumuzu aydınlatmaktadır:
ِ َّ‫َأ� اَل � َّن َأ� ْو ِل َي َاء ه‬
‫ُون‬
َ ‫الل اَل خ َْو ٌف عَلَيهْ ِ ْم َو اَل مُ ْه حَ ْي َ نز‬
﴾‫ يونس‬- 10:٦٢﴿ ‫ِإ‬
ِ َّ‫َأ� اَل � َّن َأ� ْو ِل َي َاء ه‬
‫ُون‬
َ ‫الل اَل خ َْو ٌف عَلَيهْ ِ ْم َو اَل مُ ْه حَ ْي َ نز‬
﴾‫ يونس‬- 10:٦٣﴿ ‫ِإ‬
‫ش ٰى يِف الْ َح َيا ِة ادلُّ نْ َيا َو يِف ْال آ ِخ َر ِة ۚ ل‬
َ ْ‫لَهُ ُم الْبُ ر‬
ِ َّ‫ات ه‬
ِ ‫تَ ْب ِدي َل ِل لَ ِك َم‬
‫الل ۚ َذٰ كِ َل ه َُو الْ َف ْو ُز الْ َع ِظ ُمي‬
﴾‫ يونس‬- 10:٦٤﴿
136
•
N İ Ş ( D U VA R D A K I H Ü C R E ) İ L E E V İ N B A Ğ L A N T I S I
•
“Haberiniz olsun; Allah’ın velileri, onlar için
korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır.
Onlar iman edenler ve (Allah’tan) sakınanlardır. Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur.
İşte büyük‚ kurtuluş ve mutluluk budur.” (YUNUS,
10/62-64)
Konu özeti:
Kaza: bütün yaratıkların değişmez tesbihleri (Allah’ı
durmaksızın tesbih etmeleri). Kaza değişken değildir.
Kader: yaratıkların sıfat ve fonksiyonları: Kader değişkendir.
Peygamberlere verilen mucize: peygamberliklerinin isbatı; davalarının desteğidir. İstediklerinde Allah tarafından kendilerine verilir.
Velilere verilen keramet: onları tehlikelerden kurtarmak
ve korumak; kalplerini yatıştırmak (itminan) ve bir İlahi
müjdedir. İstedikleri zaman verilmez, Allahu Teala istediği zaman verir.
İzah edilen iki noktanın sonucu: “Allah, göklerin ve
yerin nurudur.” ayetinin anlamı, yaratılanların özünde bulunan ve kaza kısmına ait olan Allah’ı tesbih edişleridir. O halde yukarıdaki ayeti şöyle anlamak lazım:
“Tesbihullah, göklerin ve yerin nurudur.”
137
•
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
•
Yukarıdaki ayetlerin ifadelerine göre hem Muhammed
(sas)’in hem Kur’an’ın nur olduğunu; nur olan Kur’an’ın
nur olan Muhammed (sas)’e nazil oluşuyla Efendimizin
‘Nur üstüne Nur’ olduğunu üstte anlatılan ‘göklerin ve
yerin nuru’ hakikatiyle paralel olarak değerlendirirsek
ortaya nasıl bir tablo çıkar?
3. Allahu Teala Enbiya Suresi’nin yüzyedinci ayetinde bakalım ne buyuruyor:
‫َو َما َأ� ْر َسلْنَاكَ � اَّل َر مْ َح ًة ِلّلْ َعالَ ِم َني‬
﴾‫ األنبياء‬-‫ ِإ‬21:١٠٧﴿
“Ve Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak
gönderdik.” (ENBİYA, 21/107)
Efendimiz (sas) bazılarının dediği gibi sadece cin ve insan âlemlerine değil bütün alemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Eğer sadece ins-u cin âlemlerine gönderilseydi Allahu Teala Arapçada iki âlem anlamında kullanılan
‘alemeyni’ sözcüğünü kullanırdı. Bu ayette ‘alemîn’ sözcüğü kullanıldığına göre bütün âlemler kastedilmiştir.
Sözün özü: Allahu Subhanehu ve Teâlâ her neye Rabb ise
Muhammed (sas) o şeye rahmet olarak gönderilmiştir.
İsteyen Fatiha Suresi’nden okuyabilir!
‫الْ َح ْمدُ للِهَّ ِ َر ِ ّب الْ َعالَ ِم َني‬
138
•
N İ Ş ( D U VA R D A K I H Ü C R E ) İ L E E V İ N B A Ğ L A N T I S I
•
﴾‫ الفاتحة‬- 1:٢﴿
“Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.”
(FATIHA, 1/2) Ve sonra da
‫َو َما َأ� ْر َسلْنَاكَ � اَّل َر مْ َح ًة ِلّلْ َعالَ ِم َني‬
﴾‫ األنبياء‬-‫ ِإ‬21:١٠٧﴿
“Ve Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak
gönderdik.” (ENBIYA, 21/107) ayetinde ki ‘alemîn’ sözcükleri karşılaştırılabilir.
Madem ki bütün yaratılanlar Allah tarafından üzerlerine yazılmış bir kaza olarak sürekli Allahu Teala’yı tesbih ediyorlar ve mahlukatın tesbihatı göklerin ve yerin
aydınlığıdır ve madem ki Rasulullah (sas) da bütün yaratıklara gönderilmiş bir rahmettir, o halde bu aydınlık
(nur) bütün alemlere Muhammed (sas) rahmetidir. Zira
o (sas) âlemlere gönderilmiş rahmettir.
Bu nasıl olur sorusunu ayet ve sahih hadislerle tafsilatlı
ve mantıklı olarak izah edeceğiz. Allahu Teâlâ’dan bizim
aracılığımızla bu hakikat size bir ışık hüzmesi olarak tecelli edecektir İnşaallah. Her şey için bir sebep vardır ya,
Hakk Teala bu işe de bizi sebep kılmış.
Bu noktadan itibaren konumuzun ekseni şu hakikat olacak:
139
•
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
•
Göklerin ve yerin nuru Tesbihullahtır.
Bu tesbih ise gönderilmiş rahmet-i Rasulullah’tır (sas).
Hükmü asla değişmez Kazaullah’tır.
“O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz.” (ISRA, 17/44) Bu Tesbihullah mesela, “Subhanallahi vel Hamdulillah” olabilir. Bu tesbihler göklerin
ve yerin nurudur.
Nur Suresi otuz beşinci ayetin ifadesini hatırlayalım:
“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun misali, içinde kandil bulunan bir niş (duvar
oyuğu) gibidir;” (NUR, 24/35)
Rabbimiz Nisa Suresi’nin seksen ikinci ayetinde bize
Kur’an’ı tedebbürle- yani ayet ve sureleri birbiriyle bağlantılı olarak- okumamızı emrediyor. Dikkat edilirse yukarıdaki ayetinde Allah (CC) bir misal veriyor. ‘O’nun
nurunun misali’ diyerek nişden ve kandilden örnek
veriyor. Biz bu ayeti tedebbür (bağlantı) yaparak Saffet
Suresi’nin yüzeli dokuzuncu ayetiyle birlikte okuduğumuzda tablo daha da barizleşecek.
ِ َّ‫� ُس ْب َح َان ه‬
‫ون‬
َ ‫الل مَ َّعا ي َ ِص ُف‬
﴾‫ الصافات‬- 37:١٥٩﴿
“Allah onların nitelendirmelerinden münez140
•
N İ Ş ( D U VA R D A K I H Ü C R E ) İ L E E V İ N B A Ğ L A N T I S I
•
zehtir.” (SAFFAT, 37/159)
Allahu Subhanehu Teâlâ kesinlikle yaratılanlarla kıyaslanamaz, nitelenemez, misal verilemez. O halde ‘O NUR’
nedir?
ِ َّ‫قَ ْد َج َاء مُك ِّم َن ه‬
‫اب ُّمب ٌِني‬
ٌ ‫الل ن ٌُور َو ِك َت‬
﴾‫ املائدة‬- 5:١٥﴿
“Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir Kitap geldi.” (MAIDE, 5/15) ayetinde zikrolunan nurdur. Bu ayette
ifade edilen nurun Muhammed (sas) olduğunu önceden
tespit etmiştik.
Şimdiye kadar ortaya konulan deliller ışığında Nur Suresi
otuz beş ve otuz altıncı ayetlerin aralarındaki bağ tamamen ortaya çıkacak, ancak bunun izahını ileriki satırlara
tehir ederek şimdilik Nur Suresi otuz beşinci ayetinde biraz daha derinleşeceğiz.
Niş (Lamba koymak için yapılan duvar oyuğu):
“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun misali, içinde kandil bulunan bir niş (duvar
hücresi) gibidir;” (NUR, 24/35) Bu misalde niş, yani
kandilin içerisine konulduğu hücre, duvarın bir parçasıdır duvar ise evin bir parçasıdır. Mademki ev kitabımızın
başlığı ve ana temasıdır, o halde niş ile evin bağlantısını
141
•
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
•
kuracağız.
Niş burada Ümmet-i Muhammed (sas)’dir.
Ebu Hureyre (ra)’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte
Rasulullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Benimle, benden
önce gelip, giden peygamberlerin durumu aynen şuna
benzer: Adamın birisi çok güzel bir ev yaptırmıştır. O,
bu evi tamamlamış, süsleyip donatmış, ancak duvarında bir köşe taşının yerini eksik bırakmıştır. O şahane
evi görmeye gelenler, binanın içinde gezip dolaşırken,
gözleri bu eksik kalan yere ilişince: ‘Bina çok güzel olmuş ama keşke şu köşe taşının yeri de boş bırakılmış
olmasaydı!’ demekten kendilerini alamazlar. İşte ben,
yeri boş bırakılan o köşe taşı gibiyim. Ve ben, gönderilen tüm peygamberlerin sonuncusuyum.” (SAHIH-I BUHARI)
Buradaki evin duvarındaki tuğlasız yer niş ve niş ise
Ümmet-i Muhammed (sas)’dir. Kandil Efendimiz
(sas)’dir. Hadis-i şerifte ifade edilen tuğla Rasulullah
(sas) Efendimizin topraktan yaratılan bedeni yani beşeriyetidir.
‫وح � يَ َّل َأ�ن َّ َما �لَ ٰ�ه مُ ُْك �لَ ٰ� ٌه‬
َ‫ش ِّمثْلُ مُ ْك يُ ى‬
ٌ َ‫ُق ْل �ن َّ َما َأ�ناَ ب َ ر‬
ٰ
‫ِإ ِإ‬
‫ِإ‬
‫ِإ‬
‫َوا ِح ٌد‬
﴾‫ الكهف‬- 18:١١٠﴿
142
•
N İ Ş ( D U VA R D A K I H Ü C R E ) İ L E E V İ N B A Ğ L A N T I S I
•
“De ki: Şüphesiz ben, ancak sizin benzeriniz
olan bir beşerim; yalnızca bana sizin İlahınızın
tek bir ilah olduğu vahyolunuyor.” (KEHF, 18/110)
Demek ki Muhammed (sas) peygamberlik müessesesinin son nebisi; zincirinin son halkasıdır. Bütün alemlere
rahmet olarak gönderilen seçilmişler içinden seçilmiş
olan Son Elçi (sas), seçilmiş son ümmete peygamber olarak gönderildi. Bu ikram bu ümmete ne büyük şereftir.
Kâinat büyük bir evdir. Bu evin elbette bölümleri vardır.
Mesela, Arş-u Ala bu evin çatısıdır. Gökler ve yer bölümleridir. Bu evin duvarındaki niş ise Ümmet-i Muhammed
(sas). Niş’in içerisindeki kandil ise bizzat Muhammed
(sas)dir. Duvarda eksik olan tuğla Muhammed(sas)’in
mübarek bedeni. Teşrifiyle evi hem kemale erdirdi hem
de güzelleştirdi.
‫شا َون َ ِذ ًيرا‬
ً ّ‫اَي َأ�يهُّ َا النَّ يِ ُّب ِإ�ناَّ َأ� ْر َسلْنَاكَ َشا ِهدً ا َو ُمبَ ِ ر‬
﴾‫ األحزاب‬- 33:٤٥﴿
ِ َّ‫َودَا ِع ًيا � ىَل ه‬
‫سا ًجا ُّم ِن ًريا‬
َ ِ‫الل ِب ْذ ِن ِه َو ر‬
‫ ِإ‬- 33:٤٦﴿‫ِإ‬
﴾‫األحزاب‬
“Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna
çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil
olarak gönderdik.” (AHZAB, 33/45-46)
143
•
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
•
Ayetleri bağlantılı okuduğunuzda her mana kendi yerini
bulup oturuyor. Maide 15 te ifade edilen nur sözcüğünün Muhammed (sas) olduğunu Ahzab 46 tefsir ediyor.
İki ayeti arka arkaya okuduğumuzda bağlantıyı daha net
görürüz:
“Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir Kitap geldi.” (MAIDE, 5/15)
“Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.” (AHZAB, 33/46)
‫الل �سَ ْب َع مَ َس َاو ٍات ِط َباقًا‬
ُ َّ‫َأ�لَ ْم تَ َر ْوا َك ْي َف َخلَ َق ه‬
﴾‫ نوح‬- 71:١٥﴿
َّ ‫َو َج َع َل الْ َق َم َر ِف ِهي َّن ن ًُورا َو َج َع َل‬
‫سا ًجا‬
َ ِ‫الش ْم َس ر‬
﴾‫ نوح‬- 71:١٦﴿
“Allah’ın yedi göğü nasıl tabaka tabaka yarattığını görmüyor musun? “Ve ayı bunlar içinde
bir nur kılmış, güneşi de (aydınlatıcı) bir kandil yapmıştır.” (NUH, 71/15-16)
Ayet ve sahih hadislerde ifade edilen kandil; aydınlatan
kandil, nur, güneş - ay, yıldız kavramları bazen Efendimiz Muhammed(sas)’ı veya diğer peygamberleri, bazı
yerlerde ise astronomik anlamdaki gezegenleri ifade
144
•
N İ Ş ( D U VA R D A K I H Ü C R E ) İ L E E V İ N B A Ğ L A N T I S I
•
eder.
Yukarıdaki ayette geçen ay’a gelince o da bildiğimiz ay
gezegeni değildir. Zira astronomi açısından baktığımızda gezegen olarak bildiğimiz ay sadece dünyamıza ışık
saçar, yedi kat göğe değil. Yedi kat göğe insanoğlu kesinlikle ulaşmamış ve ulaşamaz. Yedi kat göğü miracında
ancak Kâinatın Efendisi (sas) görmüş ve aşmıştır.
Yusuf (as) rüyasında gördüğü ay Yakub (as)’a simge idi.
Yusuf (as)’ın rüyasını hatırlatalım:
َ‫� ْذ قَا َل يُ ُوس ُف ِ َألبِي ِه اَي َأ�ب َ ِت � ِ يّن َر َأ�يْ ُت َأ� َحد‬
‫ِإ‬
َّ ‫َش َك ْو َك ًبا َو‬
َ‫ِإع َر‬
‫الش ْم َس َوالْ َق َم َر َر َأ� ْيتهُ ُ ْم يِل َس ِاج ِد َين‬
﴾‫ يوسف‬- 12:٤﴿
“Hani Yusuf babasına: “Babacığım, gerçekten
ben (rüyamda) onbir yıldız, güneşi ve ayı gördüm; bana secde etmektelerken gördüm” demişti.” (YUSUF, 12/4)
Yakub (as) bu rüyada kendisini ay olarak ve hanımını
da güneş olarak tevil etmiştir. Biz de Allah Nebisine (as)
ittiba ederek aynen onun yorumunu baz alıyoruz ve diyoruz ki yukarıdaki ayette (NUH, 71/16) ifade edilen ay sözcüğünü Muhammed (sas)’e hamlediyoruz. Yoksa Yakub
(as)’ın sözüne itibar etmemiş oluruz.
145
•
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
•
Muhammed (sas) miracında bütün gökleri aydınlatmıştır. Edeben her kat göğün kapısını vurmuş, Cebrail (as)’a
her göğün sakinlerinin kim olduklarını sormuş ve sakinlerini selamlamıştır.
Kur’an’ı Kerim’de yedi kat gök ‘(kapıları) vurulan yedi’
olarak da ifade edilmektedir. Kim vurmuştur bu kapıları.
Rasulullah (sas) vurmuştur bu gök kapılarını. Tarık Suresindeki ‘Tarık’ sözcüğünden maksat Rasulullah (sas)’tır
yani ‘kapıları (çalan) vuran’ demektir. Tarik Suresinde
Allah Subhanehu ve Teala Tarık’a yemin etmektedir.
َّ ‫الس َما ِء َو‬
‫الط ِار ِق‬
َّ ‫َو‬
﴾‫ الطارق‬- 86:١﴿
َّ ‫َو َما َأ�د َْراكَ َما‬
‫الط ِار ُق‬
﴾‫ الطارق‬- 86:٢﴿
‫النَّ ْج ُم الث َّا ِق ُب‬
﴾‫ الطارق‬- 86:٣﴿
“Gökyüzüne ve târıka yemin ederim. Târıkın ne
olduğunu nereden bileceksin? (O, karanlığı)
delip geçen yıldızdır.” (TARIK, 86/1-3)
Burada üzerine Rabbimizin yemin ettiği ‘Tarık’ Efendimiz (sas)’dir. İsra ve miraç gecesinde gök kapılarını vura146
•
N İ Ş ( D U VA R D A K I H Ü C R E ) İ L E E V İ N B A Ğ L A N T I S I
•
rak delip geçmiştir.
Cennet kapısını ilk vuracak zat Muhammed (sas)’dır. İçeriden soracaklar: “Tarık (kapıyı vuran) kimdir?” Rasulullah (sas): “Tarık (kapıyı çalan) benim” diyecek. Bunun
üzerine içeridekiler: “Biz, senden önce cennet kapılarını
hiç kimseye açmamakla emrolunduk” dediler.
Demek ki Muhammed (sas) göklerin ve yerin ışığıdır;
tüm âlemlere rahmettir ve son ümmete Kur’an’ı Kerim’le
gelmiş peygamberdir.
O halde Ümmet-i Muhammed (sas) niş (duvardaki kandil konulan yer) ve kendisi (sas) o niş içerisindeki kandildir. Niş ise önceki tüm peygamberleri (as) ve onların
ümmetlerini temsil eden kâinat evinin duvarıdır. Kâinat
evinin en iyi ve en aydınlık kısmı niş’tir. Zira tüm kâinatı
ışıtan lamba niş içerisindedir. Dolayısıyla en fazla ışık
niş’e yansır. Bundandır ki bu ümmet, Kur’an’ın ifadesiyle,
insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı ümmettir:
‫نت خ رْ ََي ُأ� َّم ٍة ُأ� ْخ ِر َج ْت ِللنَّ ِاس‬
ْ ُ‫ُك م‬
﴾‫ آل‌عمران‬- 3:١١٠﴿
“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.” (AL-I İMRAN, 3/110)
‫الس َم َاو ِات َو ْ َأال ْر ِض ۚ َمث َ ُل ن ُِور ِه مَ ِك ْش اَك ٍة‬
ُ َّ‫ه‬
َّ ‫الل ن ُُور‬
147
•
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
•
‫ِفهيَا ِم ْص َب ٌاح ۖ الْ ِم ْص َب ُاح يِف ُز َجا َج ٍة ۖ ُّالز َجا َج ُة‬
‫َ َأكنهَّ َا َك ْو َك ٌب د ّ ُِر ٌّي يُوقَدُ ِمن جَش ََر ٍة ُّم َب َار َك ٍة َزيْ ُتون َ ٍة‬
‫شِقيَّ ٍة َو اَل غَ ْ ِرب َّي ٍة يَ اَك ُد َزْيتهُ َا يُ يِض ُء َولَ ْو لَ ْم‬
ْ َ‫اَّل ر‬
‫الل ِل ُن ِور ِه َمن‬
ُ َّ‫تَ ْم َس ْس ُه ناَ ٌر ۚ ن ٌُّور عَ ىَ ٰل ن ٍُور ۗ يهَ ْ ِدي ه‬
ِّ ُ‫الل ِب ل‬
‫ك‬
ُ َّ‫الل ْ َأال ْمث َا َل ِللنَّ ِاس ۗ َو ه‬
ُ َّ‫ض ُب ه‬
ِ ْ‫يَشَ ا ُء ۚ َوي َ ر‬
‫ش ٍء عَ ِل ٌمي‬
ْ َ‫ي‬
﴾‫ النور‬- 24:٣٥﴿
“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nurunun misali, içinde kandil bulunan bir niş gibidir; kandil bir cam içerisindedir; cam, sanki
parlayan bir yıldızdır ki, doğuya da, batıya da
ait olmayan mübarek bir zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki) neredeyse ateş ona
dokunmasa da yağı ışık verir. (Bu,) Nur üstüne
nurdur. Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna
yöneltip iletir. Allah insanlar için örnekler
verir. Allah, her şeyi bilendir.” (NUR, 24/35)
Yukarıdaki ayet-i kerime’yi şimdi cümle cümle açıklayalım:
“Kandil bir cam içerisindedir.”
Muhammed (sas)’in bedenidir.
148
(NUR, 24/35)
Cam,
•
N İ Ş ( D U VA R D A K I H Ü C R E ) İ L E E V İ N B A Ğ L A N T I S I
•
“Cam, sanki parlayan bir yıldızdır ki;” (NUR, 24/35)
Muhammed (sas)’in şeffaf ve nurani vücudunun temsilidir. O (sas) saçtığı ışıkla hem kendisi aydınlıktır; hem de
parlamasıyla çevresini aydınlatandır.
“Doğuya da, batıya da ait olmayan mübarek bir
zeytin ağacından yakılır; (bu öyle bir ağaç ki)
neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir.” (NUR, 24/35)
Burada ifade edilen ağaç, peygamberlik ağacının temsilidir. Zeytinyağı yandığında duman çıkmaz; insanın gözünü yakmaz ve göğsünü bunaltmaz ve doğaya kirlilik
yönünden zarar vermez. Zeytinyağı hem mübarek hem
de şifa veren bir özelliğe sahiptir. Burada bu ağacın misal
verilmesi özelliklerinden dolayı seçilmiş bir mecazdır.
‘Doğuya da batıya ait olmayan’ (NUR, 24/35) ne demektir? Ayette kast edilen doğu ve batının KUZEY - GÜNEY - DOĞU VE BATI yönleriyle alakası yoktur. Şu demektir: Öyle bir ağaç ki güneşin ne doğduğu ne de battığı
yere ait bir ağaç. Aslında bilinen bütün yerler ya doğudur ya da batı. Gökler ve içindekiler, yer ve içindekiler
muhakkak ya doğuda ya da batıdadırlar, bunların dışına
çıkma imkânı yoktur. Mesela, bu tarife göre Arş-u Ala
batıdır. Çünkü güneşin doğmadığı her yer batı sayılır.
Yerin altı da batıdır yani orada güneş batıktır -sönüktür/
yoktur- anlamında.
Güneşin çevresi daima doğudur ve yaklaştığı ve aydınlat149
•
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
•
tığı yerler de o an için doğu olurlar. Mesela Almanya’da
gece vaktinde Amerika’da gündüz olduğu için o an itibariyle Almanlar batılı Amerikalılar ise doğuludurlar.
Güneş ışığı vuran yerler doğu ve güneş ışığının olmadığı
yerler bütünüyle bu ayette kast edilen mana bakımından
batıdır. Sonuç olarak şunu diyebiliriz: Bütün mahlûkat
ya doğuya ya da batıya nispet edilir. Peygamberler (as)’in
vahiy kaynakları da ne güneşin doğduğu ne de battığı
yere nispet edilebilir, o kaynak bizzat her şeyin Halıkı
olan Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya nispet edilir.
“Neredeyse ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir.” (NUR, 24/35) Burada yağ, ışık enerjisine mecazdır.
Mahlûkatın özündeki Tevhid enerjisidir. Bütün yaratıklar özlerindeki tevhid ve tesbih ile kaimdirler. Öyle
ki bu tevhid ve tesbih ışığı neredeyse açıktan görülecek.
Bu hal kimler için geçerli? Ta ‘Kalu Bela’dan’ beri tevhid
ve tesbih yapan; beden hapsinde mahkûm olmayan hür
ruhlar içindir. Evet, onlar özlerindeki Tevhidullah ve
Tesbihullah’ı gerçekleştiren ışığın NUR-U MUHAMMED (SAS) olduğunu neredeyse açıktan göreceklerdir.
İnsan kendi iradesiyle nurunu artırırsa kendi aslını da
görecektir. Aslının Nur-u Muhammed (sas) olduğunu
bilecektir.
Kalbinde nur olanlar bu hakikati görecekler, ama ateş ile
temsil edilen nefs araya girerse göremeyeceklerdir. Muhammed (sas) ‘Nur Üstüne Nurdur.’ (NUR, 24/35)
Buhari’nin sahihinde geçen bir hadis-i şerifte ibn-i
150
•
N İ Ş ( D U VA R D A K I H Ü C R E ) İ L E E V İ N B A Ğ L A N T I S I
•
Seleme’nin Ebu Hureyre’den şöyle rivayet ettiği bildirilir:
Rasulullah (sas) şöyle buyurmuşlardır: “Her doğan fıtrat
(tevhid-İslam) üzere doğar. Sonra anne ve babası onu
ya Yahudileştirir, ya Hıristiyanlaştırır, ya da Mecusileştirir. Bunun gibi bir hayvan yavrusu da tüm organları yerli yerinde olduğu halde doğar. Siz onda herhangi
bir noksanlık görüyor musunuz?” (SAHİH-İ BUHARİ)
“Nerdeyse yağı ışık saçar.” (NUR, 24/35) İnsanda zaten
fıtraten doğuşuyla birlikte verilmiş nur vardır. Dalalete düşmeden hidayet üzere yaşayan biri iradesiyle daha
fazla nura talip olursa Nur’u Muhammed (sas)’den daha
fazlasına ulaşır. Bu durum kişinin hususi ‘nur üstüne
nur’udur.
Pekiyi, fıtratının aksine nefsine uyarak Rabbine asi olanın hali nice olur? Öylesi bir manen kör olmuştur ışığı
nasıl görsün? Öyleler nurun sahibi Muhammed (sas)’i
görmez, sevmez ancak inkâr eder. Sonuçta Allahu Teâlâ
ona bir şeytanı arkadaş yapar.
‫َو َمن ي َ ْع ُش َعن ِذ ْك ِر َّالر مْ َح ٰ� ِن ن ُ َق ِيّ ْض هَ ُل �شَ ْي َطان‬
‫فَه َُو هَ ُل قَ ِر ٌين‬
﴾‫ الزخرف‬- 43:٣٦﴿
“Kim Rahman’nın zikrinden yüz çevirirse, ona
sürekli bir şeytanı yakın (arkadaş) ederiz.”
151
•
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
•
(ZUHRUF, 43/36)
“Allah, kimi dilerse onu kendi nuruna yöneltip
iletir. Allah insanlar için örnekler verir. Allah, her şeyi bilendir.” (NUR, 24/35) Kim Rasulullah’ın
(sas) nuruna ulaşmak isterse Allah Subhanehu ve Teala
onu kişiyi Nur-u Muhammed’e ulaştırır.
Niş’in ev ile bağlantısı parça’nın bütün ile
bağlantısıdır:
Kainat evinin bir duvarı devri Adem (as)’den beri gelmiş
tüm ümmetleri ifade eder.
Duvardaki niş “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.” (AL-I İMRAN, 3/110) ayetinin bayanına göre
Ümmet-i Muhammed (sas)’i ifade eder.
Niş içerisindeki ışık saçan; bütün evi aydınlatan, en fazla da
yakınlığı sebebiyle içerisinde bulunduğu niş’i aydınlatan kandil (lamba) Muhammed Mustafa Sallallau Aleyhi Ve Sellem’dir.
‫َو َك َ ٰذ كِ َل َج َعلْنَ مُ ْاك ُأ� َّم ًة َو َس ًطا ِل ّ َت ُكونُوا ُشهَدَ َاء عَل‬
ُ ‫ون َّالر ُس‬
‫ول عَلَ ْي مُ ْك َشهِيدً ا‬
َ ‫النَّ ِاس َويَ ُك‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٤٣﴿
152
•
N İ Ş ( D U VA R D A K I H Ü C R E ) İ L E E V İ N B A Ğ L A N T I S I
•
“Böylece biz sizi, insanlara şahid olmanız için
aracı bir ümmet yaptık; Peygamber de üzerinizde bir
şahid olsun” (BAKARA, 2/143) Ayetinin ifadesine göre Ümmet-i
İslam bütün önceki ümmetlere mahşerin büyük mahkemesinde şahitlik yapacaktır. Bu şahitlik ya lehte şefaat olarak ya da
aleyhte şikâyet olarak tahakkuk edecektir.
Bütün peygamberlerin İmamı ve kainatın Efendisi (sas) ise
kendi ümmetine şahitlik yapacaktır. Rasulullah (sas)’ın ümmeti hakkındaki şehadeti ise bu ümmete Allah’ın verdiği hususi
bir onur ve büyük bir şereftir.
Kendilerine gönderilen peygamberlere tabi olan ümmetler
onlara (as) vekaleten Muhammed (sas)’e ise asaleten tabi olmuş
sayılırlar. Zira bütün peygamberler (as) Sayyidina Muhammed
(sas)’e vekaleten ve bütün dinler de İslam’a hazırlık olarak Rabbul Âlemin tarafından gönderilmişlerdir.
Sevgili peygamberimiz Muhammed (sas)’ın alemlere rahmet olarak gönderilişi konusunu sonraki bölümde ayrıntılı
işleyeceğiz inşaallah. Bu bölümde Allah tarafından kâinatı ve
tüm içindekileri aydınlatmak üzere gönderilen nurun Efendimiz (sas) olduğunu ayetlerle ispatlamış olduk.
Hz. Ömer (ra) zamanında yaşayan Kaab ul- Ahbar Ebu
İshak (ra). “O ağacın yağından maksat Nur-u Muhammed
(sas)’dir.”.. demiştir.
O nur Allah’tan Muahmmed (sas)’e verilmiştir. Muhammed
(sas) Allah’ın nurudur ve Efendimiz (sas) Allah’tan verilmiş
153
•
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
•
nurla kâinatı ve içindeki her bir şeyi aydınlatmıştır. Allah tarafından verilen nuru görmeyen ve tabi olmayan nursuz kaldı.
Gökler ve yer olsaydı ve Efendimiz (sas) olmasaydı gökler ve
yer ışıksız karanlıkta kalacaktı.
Gökler yükseltildikten sonra taşlanmış iblis, Allah’ın
“Adem’e secde” edin emrine itaat etmeyince mevcut olan ışığı görmek istemediğinden içindeki karanlıkla beraber dünyaya
indirildi. Sonra dünya’da takipçileriyle beraber fesad çıkardı.
İnsanlardan da birçoğu doğumlarıyla birlikte kendilerine
verilen doğal ihtiyaçlarını(fıtrat) yani iman ve tevhid ihtiyaçlarını karşılamayı terk ederek şeytana tabi oldular ve onun gibi
karada ve denizde fesad yaydılar. Bu yüzden böylelerin evleri ayetin ifadesiyle yüceltilen değil aksine içi boşaltılmış; çatısı çökmüş; alçaltılmış evlerdendir. Ama kendilerine sorsanız
kendilerini doğru yolda kabul ederler. Gelecek ayetler böylelerin durumunu bildirmektedir:
‫َو� َذا ِقي َل لَه ُْم اَل تُ ْف ِسدُ وا يِف ْ َأال ْر ِض قَالُوا �ن َّ َما حَ ْن ُن‬
‫ِإ‬
‫ون‬
َ ‫ُم ِإ ْص ِل ُح‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١١﴿
154
‫ون‬
َ ‫ون َولَ ٰ� ِكن اَّل ي َْش ُع ُر‬
َ ُ‫َأ� اَل �نهَّ ُ ْم مُ ُه الْ ُم ْف ِسد‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٢﴿ ‫ِإ‬
‫َو� َذا ِقي َل لَه ُْم � آ ِمنُوا مَاَك � آ َم َن النَّ ُاس قَالُوا َأ�ن ُْؤ ِم ُن‬
‫ِإ‬
•
N İ Ş ( D U VA R D A K I H Ü C R E ) İ L E E V İ N B A Ğ L A N T I S I
•
‫الس َفهَا ُء َولَ ٰ� ِكن ل‬
ُّ ‫الس َفهَا ُء ۗ َأ� اَل ِإ�نهَّ ُ ْم مُ ُه‬
ُّ ‫مَاَك � آ َم َن‬
‫ون‬
َ ‫ي َ ْعلَ ُم‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٣﴿
‫َو� َذا لَ ُقوا ذَّ ِال َين � آ َمنُوا قَالُوا � آ َمنَّا َو� َذا َخلَ ْوا � ىَ ٰل‬
‫ِإ�ش ِطينهِ َ ُ ناَّ مُ ْ حَ ْ ِإ م تهَ ُ ِإ‬
‫ون‬
َ ‫َ َيا ِ ْم قالوا � َم َعك �ن َّ َما ن ُن ُ � ْس ْ ِزئ‬
‫البقرة﴾ ِإ‬
‫ ِإ‬- 2:١٤﴿
‫ُون‬
ُ َّ‫ه‬
َ ‫الل يَ� ْستهَ ْ ِز ُئ بهِ ِ ْم َوي َ ُمد مُ ُّْه يِف ُط ْغ َيانهِ ِ ْم ي َ ْع َمه‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٥﴿
‫ُأ�ول َ ٰ� ِئ َك ذَّ ِال َين ْاش رَ َت ُوا الضَّ اَل ةَ َل اِبلْهُدَ ٰى فَ َما َرحِ َبت‬
‫ِ جّ َت َارتهُ ُ ْم َو َما اَكنُوا ُمهْ َت ِد َين‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٦﴿
“Kendilerine: “Yer içinde fesat çıkarmayın” denildiğinde: “Biz sadece ıslah edicileriz” derler. Bilin ki;
gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda
değildirler. Ve (yine) kendilerine: “İnsanların iman
ettiği gibi siz de iman edin” denildiğinde: “Düşük
akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?” derler.
Bilin ki, gerçekten asıl düşük akıllılar kendileridir; ama bilmezler. İman edenlerle karşılaştıkları
zaman: “İman ettik” derler. Şeytanlarıyla başbaşa
155
•
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
•
kaldıklarında ise, derler ki: “Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay ediyoruz.” (Asıl)
Allah onlarla alay eder ve taşkınlıkları içinde şaşkınca dolaşmalarına (belli bir) süre tanır. İşte bunlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almışlardır;
fakat bu alışverişleri bir yarar sağlamamış; hidayeti de bulmamışlardır.” (BAKARA, 2/11-16)
‫س َين َأ� مْ َعال‬
ِ َ‫ُق ْل ه َْل نُنَ ِبّئُ مُك اِب ْ َأل ْخ ر‬
﴾‫ الكهف‬- 18:١٠٣﴿
‫ون‬
َ ‫ذَّ ِال َين ضَ َّل َس ْعيهُ ُ ْم يِف الْ َح َيا ِة ادلُّ نْ َيا َو مُ ْه حَ ْي�سَ ُب‬
‫ون ُص ْن ًعا‬
َ ‫َأ�نهَّ ُ ْم حُ ْي�سِ ُن‬
﴾‫ الكهف‬- 18:١٠٤﴿
‫ُأ�ولَ ٰ� ِئ َك ذَّ ِال َين َك َف ُروا ِب� آ اَي ِت َر ِ هّ ِب ْم َو ِل َقائِ ِه فَ َحب َِط ْت‬
‫َأ� مْ َعالُه ُْم فَ اَل ن ُ ِق ُمي لَه ُْم ي َ ْو َم الْ ِق َيا َم ِة َو ْزن‬
﴾‫ الكهف‬- 18:١٠٥﴿
َ َّ‫َذٰ كِ َل َج َزا ُؤ مُ ْه هَ َج مَّ ُن ِب َما َك َف ُروا َو خ‬
‫ات ُذوا � آ اَيت‬
‫َو ُر ُس يِل ه ُُز ًوا‬
﴾‫ الكهف‬- 18:١٠٦﴿
156
•
N İ Ş ( D U VA R D A K I H Ü C R E ) İ L E E V İ N B A Ğ L A N T I S I
•
“De ki: “Davranış (ameller) bakımından en çok
hüsrana uğrayacak olanları size haber vereyim mi?
Onların, dünya hayatındaki bütün çabaları boşa
gitmişken, kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta
sanıyorlar. İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O’na
kavuşmayı inkar edenlerdir. Artık onların yapıp ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için
bir tartı tutmayacağız. İşte, inkâr etmeleri, ayetlerimi ve elçilerimi alay konusu edinmelerinden dolayı onların cezası cehennemdir.” (KEHF, 18/103-106)
Evet, böylelerin halleri dalalet, amelleri boş ve durumları
günahlarından dolayı karanlıktır. Onların evleri için yükseltilme yoktur. Ama İslam öncesi evleri yükseltilenler peygamberlerine (as) tabi olmakla son peygamber olan Peygamberimize
(sas) ittiba ettikleri için yükseltilmişlerdir. Buna rağmen Efendimiz (sas) beşeriyet ve nübüvvetiyle şehadet âlemine bizzat
teşrif edene kadar kâinat evinin bir şeyi eksikti; tam kâmil değildi. Efendimizin (sas) gelişiyle son tuğla yerine konuldu ve ev
güzelliğinin kemaline kavuşmuş oldu.
Önceki peygamberlerle (as) Muhammed (sas) arasında mühim bir bağ vardır. Zira kendileri Son Peygamber olan Efendimize (sas) dinleri de kıyamete kadar yürürlükte kalacak Evrensel Din İslam’a hazırlıktılar.
Her kim ki Allah’a itaat eder ve Rasulünü (sas) sever ve tabi
olursa hem evi yükseltilir hem her nerede olursa olsun o nurla
bulunduğu her yer yükseltilir. “Allah’ın, yükseltilmesine
ve içlerinde isminin anılmasına izin verdiği evler157
•
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
•
de.” (NUR, 24/36) Ayetinin tecellisine mazhar olur.
158
Dördüncü Bölüm
•
KAİNAT EVİ
4. Bölüm •
•
KAİNAT EVİ
•
Ö
nceki bölümlerde Rasulullah Muhammed (sas)’in hakikati konusuna bir parça değinerek teferruatlı izahatı sonraki bölümlere havale etmiştik. Bu bölümde ise konuyu
daha teferruatlı işleyeceğiz inşaallahu Teâlâ. Şimdiye kadar temellerini güçlü delillerle atmaya çalıştığımız mevzuların inşasına yine deliller ışığında devam edeceğiz. Kainat evi ile evin
ışığı arasındaki bağlantıyı göstereceğiz.
ٍ ‫يِف بُ ُي‬
‫اس ُه‬
ُ َّ‫وت َأ� ِذ َن ه‬
ُ ْ‫الل َأ�ن تُ ْرفَ َع َويُ ْذ َك َر ِفهيَا م‬
‫يُ�سَ ِ ّب ُح هَ ُل ِفهيَا اِبلْغُدُ ِّو َو ْالآ َص ِال‬
﴾‫ النور‬- 24:٣٦﴿
“Allah’ın, yükselmelerine ve içlerinde isminin
anılmasına izin verdiği evlerde. Orada sabah akşam
O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;” (NUR, 24/36)
Yukarıdaki ayet-i kerimede bahsi geçen evin hem kainat evi,
hem de kainat evinde bulunan bütün evlerin kasdedildiğini anlattık. Maide Suresinin onbeşinci ayetiyle de Allah’ın nurundan
maksadın Rasulullah (sas) olduğunu gözler önüne sermiştik.
163
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
ِ َّ‫قَ ْد َج َاء مُك ِّم َن ه‬
‫اب ُّمب ٌِني‬
ٌ ‫الل ن ٌُور َو ِك َت‬
﴾‫ املائدة‬- 5:١٥﴿
“Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap geldi.”
(MAIDE, 5/15)
Önceki bölümlerde Nur Suresinin otuz altıncı ayetini kainatın bütün evleriyle bağlamıştık. Bu bölümde ise Nur Suresi
otuz altı ile Enbiya Suresi yüz yedinci ayeti birbiriyle bağlantılı
yorumlayacağız. O iki ayet şunlar:
ٍ ‫يِف بُ ُي‬
‫اس ُه‬
ُ َّ‫وت َأ� ِذ َن ه‬
ُ ْ‫الل َأ�ن تُ ْرفَ َع َويُ ْذ َك َر ِفهيَا م‬
‫يُ�سَ ِ ّب ُح هَ ُل ِفهيَا اِبلْغُدُ ِّو َو ْالآ َص ِال‬
﴾‫ النور‬- 24:٣٦﴿
“Allah’ın, yükselmelerine ve içlerinde isminin
anılmasına izin verdiği evlerde. Orada sabah akşam
O'nu (öyle kimseler) tesbih eder ki;” (NUR, 24/36) Ayetiyle
‫َو َما َأ� ْر َسلْنَاكَ � اَّل َر مْ َح ًة ِلّلْ َعالَ ِم َني‬
﴾‫ األنبياء‬-‫ ِإ‬21:١٠٧﴿
“Ve Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (ENBIYA, 21/107) Ayetini bağlantılı olarak değerlendirecek ve bu mevzu etrafında dolaşacağız. Dolayısıyla Hakikat-i
Muhammediyye’yi anlatacağız.
164
•
KAİNAT EVİ
•
Hakikat-i Muhammediyye:
Peygamberimizin (sas) hakikati Enbiya Suresinin yüzyedinci ayetinde tecelli etmektedir. “Ve Biz seni ancak âlemlere
rahmet olarak gönderdik.” (ENBIYA, 21/107)
Bilindiği gibi kainat birçok âlemlerden oluşmaktadır. Kainat
evi içerisindeki âlemlerden başka âlem yoktur; hepsi de kainat
içerisindedir. Mevcut olan âlemlerden bildiğimiz bilmediklerimiz yanında çok azdır.
Allahu Teâlâ her neye Halık ve Rabb ise Efendimiz Muhammed (sas) ona rahmettir. İsra Suresinin kırk dördüncü ayetine
göre her şey Allah’ı hamd ile tesbih ediyor, ancak biz onların
tesbihini kavramıyoruz.
ۚ ‫الس َم َاو ُات ال�سَّ ْب ُع َو ْ َأال ْر ُض َو َمن ِف ِهي َّن‬
َّ ‫تُ�سَ ِ ّب ُح هَ ُل‬
َ‫َو�ن ِّمن ي‬
‫ُون‬
َ ‫ش ٍء � اَّل يُ�سَ ِ ّب ُح حِ َب ْم ِد ِه َولَ ٰ� ِكن اَّل تَ ْف َقه‬
ْ
﴾‫ ِإاإلرساء‬- 17:٤٤﴿ ‫ِإ‬
“O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur,
ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz.”
(ISRA, 17/44)
Bu ayet, kâinat ve içindekilerin yani istisnasız bütün yaratılmışların Allah’ı tesbih ettiğini beyan ediyor. Önceki bölümde
göklerin, yerin ve içindekilerin ışıklarının Allah’ı tesbih ediş-
165
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
leri olduğunu anlatmıştık. Bu konunun teferruatını ayet, hadis
ve mantıkla izah etmeye çalışacağız. Bu süreçte kaza ve kader
konusunu da mevzumuza dahil edeceğiz.
Kâinat, içindeki âlemlerle birlikte; hem mikro, hem makro
yapılarında iki daire tarafından kuşatıldığını söyleyebiliriz. Bu
dairelerden biri Kaza Dairesi diğeri Kader Dairesi. Hiçbir yaratık veya şey diyebileceğimiz hiçbir şey bu iki dairenin dışında
değildir. Her şey bu iki daire tarafından kuşatılmıştır.
Birinci daire- Kaza Dairesi:
Her şeyin Allah’ı hamd ile tesbih edişi her şeyin değişmez
hükmü veya yazgısı olan kazasıdır.
İkinci daire- Kader Dairesi:
Her şeyin kendine mahsus sıfatıdır. Bu sıfatla eşya (şeyler)
birbirinden ayırt edilir.
Kaza Dairesi
Kaza: Allah’ın yaratıklar üzerine yazdığı değişmeyen ve
durmaksızın devam eden kesin hükmüdür. Bunda yaratıkların
müdahalesi yoktur. Bu değişmez mutlak yazgı/hüküm her şey
için geçerlidir ve bu değişmez olan ise, Allah’ı tesbih etmeleridir.
166
•
KAİNAT EVİ
•
‫الس َم َاو ِات‬
َ َّ‫َأ�لَ ْم تَ َر َأ� َّن ه‬
َّ ‫الل يُ�سَ ِ ّب ُح هَ ُل َمن يِف‬
ٍ َّ ‫الط رْ ُي َصاف‬
َّ ‫َو ْ َأال ْر ِض َو‬
ٌّ ُ‫ات ۖ ل‬
‫ك قَ ْد عَ مِ َل َص اَلتَ ُه‬
‫ون‬
ُ َّ‫َوت َ ْس ِبي َح ُه ۗ َو ه‬
َ ُ‫الل عَ ِل ٌمي ِب َما ي َ ْف َعل‬
﴾‫ النور‬- 24:٤١﴿
“Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve
saf saf (olmuş) uçan kuşlar, gerçekten Allah'ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini
şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir.” (NUR, 24/41)
Hiçbir yaratık ta kıyamete kadar bu tesbihten hali değildir.
Kıyametle birlikte ehl-i cennet ve ehl-i cehennem (insanlar ve
cinler) ve bazı istisnalar dışında herşey geldikleri hiçe (ademyokluk) geri dönerler.
İstisnalara gelince: mesela, köpekler içinde sadece Ashab-ı
Kehf ’in köpeği cennete girecek ve ebedi cennette kalacaktır.
‫ون �سَ ْب َع ٌة َو اَث ِمنهُ ُ ْم لَ ْكبهُ ُ ْم‬
َ ُ‫َوي َ ُقول‬
﴾‫ الكهف‬- 18:٢٢﴿
“Yedidirler, onların sekizincisi köpekleridir” diyecekler.” (KEHF, 18/22)
Salih (as)’ın devesi ve Uzeyr (as)’ın merkebi için de durum
167
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
aynıdır. Bütün develer ve eşekler yok olurken bu ikisi ebedi cennette kalacaklardandır. Allahu Teâlâ bu hayvanları hemcinsleri
içerisinden ayırmış ve mübarek kılmıştır. Bunlar şeairillah’tan
şeairlerdir. (şearir: nişan, işaret, alamet)
Hayvanlardan örnek verdikten sonra şimdi de bitkilerden
örnek verelim: Efendimizin (sas) hutbelerde yaslandığı hurma kütüğünü hatırlayalım. Hurma kütüğü ne zaman ki artık
Rasulullah’ın kendisine yaslanarak hutbe okumayacağını fark
edince ağlamaya-inlemeye- başladı.
Bu konuda uzun bir rivayet gelmiştir. Salih bin Hayyan bin
Bureyde babasından duyduğu şu hadisi nakletmiştir: “Rasulullah (sas) uzun hutbelerde yorulur ve dinlenmek için bir hurma
kütüğüne yaslanırdı. Bunun üzerine yorulduğunda yaslanması
için bir hurma kütüğü getirdiler. Bir gün Rasulullah (sas) yine
yorgun bir halde kütüğe yaslandığında bir bedevi durumu fark
edince aklından bir minber yapmayı geçirdi. Onun aklından geçeni bilen Rasulullah (sas) sahabelerine: “O adamı bana getirin”
dedi. Bunun üzerine adamı Rasulullah (sas)’a getirdiler. Rasusullah (sas): “üç (veya dört) basamaklı olsun” dedi. (o mimber
hala Ravda-i Mutahhara’da duruyor) Rasulullah (sas) minberin
rahatlığını hissedince hurma kütüğünü bırakarak sohbetlerini
sadece mimberde sürdürdü. Bunun üzerine Rasulullah’ın özlemine dayanamayan kütük inlemeye başladı, ta Rasulullah (sas)
iniltiyi fark edene kadar ağladı. Bu hadisi nakleden Ebu Bureyde (ra) kütüğün ağlama sesini duyunca ses Rasulullah (sas)’a
ait sandı. Rasulullah (sas) yaklaşarak mübarek eliyle kütüğü okşadı ve dedi ki: “Ey kütük sen ikisinden birini seçebilirsin. Ya
seni toprağına geri dikeyim ki yeşer ve yemiş ver; ya da seni
168
•
KAİNAT EVİ
•
cennete dikeyim ki cennetin ırmaklarından ve kaynaklarından içerek yeşer ve yemiş ver ki meyvelerini evliyaullah yesin.” Ebu Bureyde (ra) devam etti: Bunun üzerine kütük: ‘‘Evet,
istiyorum’’ dedi. Rasulullah (sas): ‘‘o halde seni cennete dikeceğim’’ dedi.’’ (SÜNEN DÂRIMÎ)
Humeyd (ra) dedi ki: “Tebuk savaşından sonra Medine
sınırlarına yaklaşınca Rasulullah (sas) dedi ki: İşte burada
Tâbah (Medineyi Münevvere’nin isimlerinden birisi) ve şu da
uhud’dur o bizi sever biz de onu severiz.”.. buyurmuştur.
İbn-i Mace Abdullah bin Mukennef (ra)’ten o da Enes bin
Malik (ra)’ten Rasulullah’ın (sas) şöyle buyurduğunu nakletti: “Muhakkak ki Uhud Dağı bizi sever, biz de onu severiz. O
cennet ırmaklarından bir ırmakta duruyordu. Ve Ayr Dağı
ateş ırmaklarından bir ırmak üzerindeydi.”
Bu Ayr Dağı Medine’nin sınırında Uhud Dağı’nın karşısında
bir dağdır. İki dağa bakıldığında aralarındaki fark anlaşılıyor.
İnsanlar ve cinler ya ebedi cennette ya da cehennemde kalacaklardır. Bunların dışında Allah’ın mübarek kıldığı birtakım
şeyler vardır ki- hayvanlardan, bitkilerden ve taşlardan- birkaçını örnek verdik. Diğer yaratıkların hepsi insanlara dünya
hayatında hizmetlerini tamamladıktan sonra-bunlara melekler
de dahil- asılları olan geldikleri yere yani hiçliğe gideceklerdir.
Ahiret işleriyle görevli melekler müstesna.
Her şeyin (yaratığın) Allah’ı hamd ile tesbih edişine bir örnek verelim:
169
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
Ağaç:
Allahu Subhanehu ve Teala: “O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur.” (ISRA, 17/44) buyurmaktadır. O
halde Bir ağaç çekirdek halinden ta ağaç olma haline kadar
Allah’ı hamd ile tesbih eder. Çekirdekken bir şeydir; ismi çekirdektir ve Allah’ı hamd ile tesbih eder.
Çekirdeği toprağa dikince o şeyin ismi değişir ve fidan olur,
fidan olarak hamd ile tesbih eder.
Büyür yaprak verir; yaprakları Allah’ı hamd ile tesbih eder.
Çiçekler açar ve çiçek de müstakil bir isme sahiptir, bir şeydir o şey de hamd ile tesbih eder.
Meyve verir; meyve de hamd ile tesbih eder. Hasılı kelam
ağaç da bir şeydir ve hamd ile tesbih eder.
Çekirdek halinden ta meyve ağacı olana kadar her sıfatta ve
halde Allah’ı hamd ile tesbih eder. Ağaç, bütün aşamalarında ve
ayrı ayrı fakülteleriyle Allah’ı hamd ile tesbih eder.
Ağaç kesilir ve kereste olur kereste halinde hamd ile tesbih
eder.
İşlenir, cilalanır, boyanır kapı yapılır kapı halinde hamd ile
tesbih eder.
Odundan kömür yapılır artık kömür ismi altında hamd ile
170
•
KAİNAT EVİ
•
tesbih eder.
Kömürü ateşte yakılır; bu defa da kor ve ateş olarak Allah’ı
hamd ile tesbih eder.
Kül olur, toprakla karıştırılır ve sonra tuğla yapılarak bir
tuvaletin duvarına konulursa orada da tuğla katkısı olarak bir
şeydir ve hamd ile tesbih eder. Çünkü ayetin ifadesdine göre:
“O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur.”
(ISRA, 17/44)
Ağacın kökü, dalları, yaprakları, çiçekleri, meyveleri, klorofil maddesi (ağacın mutfağı hükmünde olan- topraktan ve havadan beslenmesini sağlayan madde); ağaç olarak gövdesinden
tutun da ta atomlarına; proton, nötron ve elektronlarına kadar
her birinin ayrı ayrı ismi olduğu gibi her biri ayrı ayrı şeydir ve
o şeylerin tümü Allah’ı hamd ile tesbih eder. Sonuçta şeylerden
müteşekkil olan şeye ağaç deriz ağaç da Allah’ı hamd ile tesbih
eder.
Demek ki eşyanın şekli ve özellikleri kaderleri olarak ne kadar değişse de nuraniyetleri olan tesbihleri kaza olduğundan
asla değişmemektedir.
İsmini bildiğimiz ve bilmediğimiz küçük- büyük; keşfedilmiş ve edilmemiş her şeye Allah tesbihlerini öğretmiştir. Ağaç
için verdiğimiz örnek her şey için geçerlidir.
‫َوعَ مَّ َل � آ َد َم ْ َأال مْ َس َاء لُكَّهَا‬
171
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
﴾‫ البقرة‬- 2:٣١﴿
“Ve Adem'e isimlerin hepsini öğretti.” (BAKARA, 2/31)
Allahu Teâlâ ‘ol dedi ve oldu’ (KUN FE YEKUN) ayetinin
hakikatiyle Âdem (as)’in hafızasına bütün eşyanın isimlerini
kaydetti. Âdem (as) tabi ki uçağın ve arabanın vs. isimlerini
bilecek değildi, çünkü bilmeye ihtiyacı yoktu. Ancak cennette
gördüğü ağacı hemen bildi; ihtiyacı olan her şeyin ne olduğunu
anladı; ismini bildi. Dünyada da suyu görünce suyu ve ateşi görünce ateşi nitelikleriyle tanıdı. Bu özellik Adem (as)’den bize
miras kaldı ve kıyamete kadar devam edecek. Bu bilmek: görmek, işitmek, koklamak, tatmak ve tutmak yoluyla gerçekleşti.
Bu konuyu günümüz teknolojisiyle izah edecek olursak şu
örneği verebiliriz. Mühendisler bilgisayarlara gerekli programları ta baştan yüklerler. Biz de ihtiyacımız olan dosyayı açmak
için sadece mevcut programa tıklarız ve dosya açılır. Allahu
Teâlâ da bizim çiplerimize isimleri kaydetmiştir. Ne zaman
hangi şeyin ne olduğunu bilmek istesek göz mausumuzla o
şeye tıklamış oluruz ve bizdeki uygun program çalışmaya başlar ve bize dosayı açar, dolayısıyla o şeyin ne olduğunu biliriz.
Her gün yenilikler keşfedilir ve hepsine isimler konulur. Aslında bu isimleri insanlar kendi çiplerinden alırlar ve eşyaya takarlar. Mesela sütü ve şarabı görünce tanırız. Hangisinin helal
ve hangisinin haram olduğunu Allah’ın elçileri ve getirdikleri
İlahi Kullanma Kılavuz’larıyla biliriz. Böylece Bakara Suresi
otuz birinci ayetinin kısa bir izahını yapmış olduk.
172
•
KAİNAT EVİ
•
İnsanlar ve cinler hariç hiçbir yaratıkta seçim yapma (ihtiyar) özelliği olmadığı için hiç durmaksızın kendilerine bildirilen tesbihlerini sevap- günah kazanmadan sürdürürler.
‫ه ُدخ ٌَان فَ َقا َل لَهَا‬
َّ ‫مُ َّث ا� ْس َت َو ٰى ِإ� ىَل‬
َ ِ‫الس َما ِء َو ي‬
‫َو ِل ْ َأل ْر ِض ائْ ِت َيا َط ْوعًا َأ� ْو َك ْرهًا قَالَ َتا َأ�تَيْنَا َطائِ ِع َني‬
﴾‫ فصلت‬- 41:١١﴿
“Sonra, duman halinde olan göğe istiva etti (yöneldi); böylece ona ve yere dedi ki: “İsteyerek veya
istemeyerek gelin.” İkisi de: “İtaat ederek geldik” dediler.” (FUSSİLET, 41/11)
Göklerde ve yerde seçim yapma (tercih) özelliği olmadığı
için hepsi de kendilerine mahsus tesbihlerini yaparlar. Yukarıdaki ayetle birlikte İsra kırk dördü okuduğumuzda konu bütünlüğünü yakalamış oluruz.
ۚ ‫الس َم َاو ُات ال�سَّ ْب ُع َو ْ َأال ْر ُض َو َمن ِف ِهي َّن‬
َّ ‫تُ�سَ ِ ّب ُح هَ ُل‬
َ‫َو�ن ِّمن ي‬
‫ُون‬
َ ‫ش ٍء � اَّل يُ�سَ ِ ّب ُح حِ َب ْم ِد ِه َولَ ٰ� ِكن اَّل تَ ْف َقه‬
ْ
‫ت َ ِإ ْس ِبي َحه ُْم ۗ �ن َّ ُه اَِإك َن َح ِلميًا غَ ُف ًورا‬
‫ِإ‬
﴾‫ اإلرساء‬- 17:٤٤﴿
“Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O'nu tesbih
173
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
eder; O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır.” (İSRA,
17/44)
Vazifeli yaratıklar dışında Allah’a seçme opsiyonu olmaksızın kulluk yapan yaratıkların kulluğu ‘Ubudiyye Kadaiyye’dir’
yani: Kaza Kulluğu. Müslim ya da gayri Müslim fark etmez bütün azaları Allah’ı hamd ile tesbih eder.
İnsanlar ve cinlerin kulluğu ise ‘Ubudiyye İhtiyariyye’ yani:
Seçim Kulluğu (seçerek, tercih ederek, karar vererek yapılan
kulluk).
Doğru seçim yapmakla emrolunmuş akıl ve irade sahibi
yaratıkların hesap gününde hiçbir mazeretleri olmaması için
Allahu Teâlâ insan ve cinlere peygamberler (as) ve Kitaplar
göndermiştir.
‫ون ِللنَّ ِاس عَل‬
ِ ّ‫ُّر ُس اًل ُّمبَ ِ ر‬
َ ‫ش َين َو ُمن ِذ ِر َين ِلئَ اَّل يَ ُك‬
ِ َّ‫ه‬
‫الل َع ِز ًيزا َح ِكميًا‬
ُ َّ‫الل ُح َّج ٌة ب َ ْعدَ ُّالر ُس ِل ۚ َو اَك َن ه‬
﴾‫ النساء‬- 4:١٦٥﴿
“Elçiler; müjdeciler ve uyarıcılar olarak (gönderildi). Öyle ki elçilerden sonra insanların Allah'a
karşı (savunacak) delilleri olmasın. Allah, üstün ve
güçlü olandır, hikmet ve hüküm sahibidir.” (NİSA, 4/165)
174
•
KAİNAT EVİ
•
Mümini kâfirden ayırt eden özellik vücutlarının Allah’ı tesbih edişleri değil, zira kafirin vücudu da en az müminin vücudu kadar Allah’ı hamd ile tesbih eder.
Mümin: kendisine verilen Akıl ve iradeyi gerektiği gibi kullanarak iman eden ve iman ile Allah’a intisab eden, şuuruyla Hakk Teala’ya itaat eden, bedeniyle de ibadet eden kişidir.
Hakk’ı Hakk bilip tabi olmak, batılı batıl bilip ondan sakınmak
bir Müslümanın özelliğidir.
Kafir: tercih opsiyonuna sahip olmayan bütün yaratıklara
ve seçimlerini doğru yönde kullanan müminlere karşın, Hakk’ı
inkar etmekle bu tesbihat nurundan, huzurundan ve şuurundan bizzat kendisini mahrum edendir. Her azasından yükselen
tesbihat sadasını duymazdan gelendir. Kâfir, hakikati örtendir.
Her şeyin Allah’ı tesbih edişi konusuyla devam edelim.
Hayvan derisi iken hamd ile tesbih eden şey daha sonra bir
mont, kemer, cüzdan, çanta ya da ayakkabı olur ve tesbihine
yeni formuyla devam eder. O ayakkabı hırsızlığa da gidebilir
hayır hasenat işlemeye de. Her şey bize hizmet etmeleri için
yaratıldığından emrimize amade kılınmışlardır. Eşya’yı mesela
kendi vücut azalarımızı helale götürsek helale giderler harama
götürsek harama giderler. Onların tercih imkânı yoktur, ancak
insana itaatle görevlidirler.
Başka bir örnek verelim: İki kişi tahayyül edelim. İkisinin de
bilgisayarı var. Birisi bilgisayarında tarihi, bilimsel ya da dini
bir DVD izlerken ikincisi müstehcen bir film izliyor. Hem o
175
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
iki kişinin her zerresi, hem DVD’ler, hem filmin kendisi birer
şeydir o halde Allah’ı hamd ile tesbih ederler. Pekiyi, burada
günahın gideceği adres neresidir? Elbette müstehcen filmi tercih eden akıl sahibidir (kişinin özbenliği-nefsi).
Her şeydeki bu tesbih Allah’ın rahmetidir. O rahmet ise Rasulullah (sas)’tandır.
Ebu Hureyre (ra) Rasulullah (sas)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Ey insanlar! Muhakkak ki ben hediye edilmiş
bir rahmetim.” (SÜNEN DÂRIMÎ)
Yukarıdaki hadis Enbiya Suresinin yüz yedinci ayetiyle beraber değerlendirildiğinde Rasulullah (sas)’ın Allahu Teala tarafından bütün alemlere hediye edilmiş rahmet olduğu anlaşılıyor.
‫َو َما َأ� ْر َسلْنَاكَ � اَّل َر مْ َح ًة ِلّلْ َعالَ ِم َني‬
﴾‫ األنبياء‬-‫ ِإ‬21:١٠٧﴿
“Ve Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (ENBIYA, 21/107)
Bu konunun izahı:
Zulüm ve dalalet vazifeli olarak yaratılmış varlıklar (ins-u
cin) için söz konusudur. Bu varlıkların özleri ve azaları Allah’ı
tesbih etse de, tercihlerini yanlış kullanmaları durumunda
176
•
KAİNAT EVİ
•
cezaya çarptırılıyorlar. Vazife ise doğru tercihte bulunmaktır.
Allah (CC) adildir, kimseye zulmetmez. Ama Allah’ın kendilerine verdiği emaneti (tercih) yanlış kullandıkları için yanlışı
seçenler kendilerine zulmetmişlerdir. Zira insan diline yalanı
emretse dil mecburen yalan söyler; ayaklar hırsızlığı gider ve
eller çalar; gözler harama bakar ve tüm azalar yanlış yolda kullanılırsa, bunun faturası akıl denilen halifeye kesilir.
Hesap gününde azaların hepsi aklın idaresinden çıkmış olarak kişinin kendisine şahitlik yapacaktır.
‫ي َ ْو َم ت َ ْشهَدُ عَلَيهْ ِ ْم َأ�لْ ِسنَتهُ ُ ْم َو َأ�يْ ِد ِهي ْم َو َأ� ْر ُجلُهُم ِب َما‬
‫ون‬
َ ُ‫اَكنُوا ي َ ْع َمل‬
﴾‫ النور‬- 24:٢٤﴿
“O gün, kendi dilleri, elleri ve ayakları aleyhlerinde yaptıklarına dair şahitlikte bulunacaklardır.” (NUR, 24/24)
Her insanın bir cennette bir de cehennemde yeri vardır. Mesela, bir mazlum bir de ona zulüm yapan zalimin durumu ahirette nasıl olacak? Zalim olan şahıs mazlum olanın cehennemdeki yerinin varisi olacak ve mazlum ise zalim için cennette
tahsis elmiş olan yere varis olacak. İşte Allah’ın adaleti!
َ ْ‫ِت ك‬
‫ل الْ َجنَّ ُة ال َّ يِت ن ُِور ُث ِم ْن ِع َبا ِدناَ َمن اَك َن تَ ِقيًّا‬
﴾‫ مريم‬- 19:٦٣﴿
177
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
“O cennet; biz, kullarımızdan takva sahibi olanları (ona) varisçi kılacağız.” (MARYAM, 19/63)
َ ْ‫ِت ك‬
‫ون عُلُ ًّوا‬
َ ُ‫ل ادلَّ ُار ْالآ ِخ َر ُة جَ ْن َعلُهَا ِل ذَّ ِل َين اَل يُ ِريد‬
‫يِف ْ َأال ْر ِض َو اَل فَ َسادًا ۚ َوالْ َعا ِق َب ُة ِللْ ُمتَّ ِق َني‬
﴾‫ القصص‬- 28:٨٣﴿
“İşte ahiret yurdu; biz onu, yer içinde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere
(armağan) kılarız. (Güzel) Sonuç takva sahiplerinindir.” (KASAS, 28/83)
‫ون‬
َ ُ‫ُأ�ول َ ٰ� ِئ َك مُ ُه الْ َو ِارث‬
﴾‫ املؤمنون‬- 23:١٠﴿
“İşte varis olacak onlardır” (MU'MİNÛN, 23/10)
‫ُأ�ول َ ٰ� ِئ َك عَ ىَ ٰل هُدً ى ِ ّمن َّر ِ هّ ِب ْم ۖ َو ُأ�ولَ ٰ� ِئ َك مُ ُه‬
‫ون‬
َ ‫الْ ُم ْف ِل ُح‬
﴾‫ البقرة‬- 2:٥﴿
“İşte onlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler onlardır.” (BAKARA, 2/5)
Kur’ân’ı Kerim’in birçok yerinde aklını doğru kullananlara
178
•
KAİNAT EVİ
•
Allah’ın vereceği mükâfatlardan bahsedilir, birkaçını burada
zikrettik.
Doğru yolun seçilmesi; haram ve helale dikkat edilmesi;
ibadetlerin sabırla yerine getirilmesi; zalimlerin zulmüne maruz kalınması insanı işte ayetlerde anlatılan durumlara mazhar
kılıyor. Durum zalimlerin için ne de büyük ziyan. Onlar zulmettikleri müminlerin cehennemdeki yerlerini miras olarak
alacaklardır.
‫الل اَل ي َ ْظ مِ ُل النَّ َاس َشيْئًا َولَ ٰ� ِك َّن النَّ َاس َأ�ن ُف َسه ُْم‬
َ َّ‫� َّن ه‬
‫ِإ‬
‫ون‬
َ ‫ي َ ْظ ِل ُم‬
﴾‫ يونس‬- 10:٤٤﴿
“Muhakkak ki Allah, insanlara hiç bir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar.” (YUNUS, 10/44)
‫َاس َين‬
ِ ِ‫فَا ْع ُبدُ وا َما ِشئْ مُت ِّمن ُدوِن ِه ۗ ُق ْل � َّن الْخ ر‬
‫ِإ‬
‫َسوا َأ�ن ُف َسه ُْم َو َأ� ْه ِل ِهي ْم ي َ ْو َم الْ ِق َيا َم ِة ۗ َأ�ل‬
ُ ِ‫ذَّ ِال َين خ ر‬
‫ُس ُان الْ ُمب ُِني‬
َ ْ‫َذٰ كِ َل ه َُو الْخ ر‬
﴾‫ الزمر‬- 39:١٥﴿
“Siz, O'nun dışında dilediklerinize ibadet edin.” De
179
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
ki: “Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü
hem kendilerini, hem yakınlarını hüsrana uğratanlardır. Haberiniz olsun; bu apaçık olan hüsranın
kendisidir.” (ZUMER, 39/15)
Birisinin dalaletine ya da günahına sebep olan kişi onun günahını eksiltmeden bir katını da kendisi yükleniyor.
‫قَا َل ا ْد ُخلُوا يِف ُأ� َم ٍم قَ ْد َخلَ ْت ِمن قَ ْب ِل مُك ِّم َن الْ ِج ِّن‬
ۖ ‫َو ْال ِنس يِف النَّ ِار ۖ لُكَّ َما َد َخلَ ْت ُأ� َّم ٌة ل َّ َعنَ ْت ُأ�خْتهَ َا‬
‫ِإ‬
‫اه ِ ُأل اَول مُ ْه‬
ْ ُ‫َح ىَّ ٰت � َذا اد ََّار ُكوا ِفهيَا مَ ِجي ًعا قَالَ ْت ُأ�خ َْر م‬
‫ِإ‬
ۖ ‫َربَّنَا َه ٰ� ُؤ اَل ِء َأ�ضَ لُّوناَ فَ�آتهِ ِ ْم عَ َذ اًاب ِض ْع ًفا ِّم َن النَّ ِار‬
ٍّ ُ‫قَا َل ِل ل‬
‫ون‬
َ ‫ك ِض ْع ٌف َولَ ٰ� ِكن اَّل تَ ْعلَ ُم‬
﴾‫ األعراف‬- 7:٣٨﴿
“Allah: -Sizden önce geçen cin ve insan toplumları içinde ateşe girin! der. Her toplum da girdikçe
kardeşini lanetler. Sonunda hepsi orada bir araya
gelince, sonra gelenler, öncekiler için: -Rabbimiz,
işte bizi bunlar saptırdılar. Onlara ateşten azabı
kat kat ver! derler. Allah: Herkese kat kat azap
vardır, fakat, bilmiyorsunuz, der.” (A'RÂF, 7/38)
Konuyla ilgili bir hadis-i şerif zikredelim. Rasulullah’ın (sas)
şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “İslâm’da iyi bir çığır açan
180
•
KAİNAT EVİ
•
kimseye, bunun sevabı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine verilir. Fakat onların sevabından hiçbir
şey eksilmez. Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o kişiye onun günahı vardır. O çığırda yürüyenlerin günahından
da ona pay ayrılır. Fakat onların günahından da hiçbir şey
eksilmez.” (MÜSLIM, ZEKÂT 69/NESÂÎ, ZEKÂT 64)
“Hayra delalet edene (yol gösterene), o hayrı işleyen kadar
sevap verilir.” (BUHARI)
“Hayra delalet eden onu yapan gibidir.” (EBU YA’LA)
“Kötülüğe delalet eden onu yapan gibidir.” (DEYLEMI)
Konuyla ilgili Kur’an ayetleri ve Peygamber hadislerini burada hatırlattıktan sonra yine kaza ve kaderle devam edelim.
Bu bölümün başında ifadeye çalıştığımız gibi bütün yaratıklar iki daire ile çepeçevre kuşatılmışlardır. Bunlardan ilki kaza
ikincisi kaderdir.
Kaza dairesiyle ilgili insanlara ne mükâfat ne de azap vardır.
O halde insanın bu kaza dairesiyle ne alakası var?
Birinci daireyi iki iç daireye bölüyoruz.
1. Kainatın Kaza Dairesi (Daire kadaiyye kevniyye)
2. Şahısların Kaza Dairesi (Daire kadaiyye şahsiyye)
Kevni (kainat) Kaza Dairesi: Bu daireyle ilgili mesela, gü181
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
neşin doğudan doğması ve batıdan batması; gece ve gündüzün
birbirini takibi; yıldızların, ayın ve galaksilerin durumlarını
sayabiliriz. İnsanların kesinlikle hiçbir türlü müdahil olamadıkları alandır. Bütün bunlar Allah’ın önceden murad ederek
belirli hikmetlerle yarattığı şeylerdir. Her ne kadar insanlarla
alakaları olsa da bu nedenle kaza ile ilgili olarak insana ne azap
ne de mükâfat vardır. Hesap sorulmayacaktır. Zira o alan insanın etki alanının dışındadır.
Şahsi Kaza Dairesi: Bu daireyle ilgili de birkaç örnek: Mesela, bağırsakların, kalbin, ciğerin, böbreğin; kısacası bütün azaların fonksiyonları bu daireye ait yazgıdır (proğram). Ten, göz
rengi; doğum ve ölüm günleri, geçim maişeti ve anne-baba seçimi de bu şahsi kaza dairesine ait konulardandır. Bu konularla
ilgili de hesap sorulmayacaktır.
İnsanın bu iki daire ile bağlantısı nedir? İki nokta da anlatalım
Birinci Nokta: Kâinat fakültelerini tefekkür ve teemmül
etmek yani görülen sanatta sanatkârı düşünerek bağlantı kurmak; Yaratan ile yaratılanı bağlantılı düşünerek hikmeti anlamağa çalışmak.
Burada saydığımız ve saymadığımız tüm mahlûkat biz insanlara hizmet için yaratılmıştır. Mesela, gece ve gündüz; birinde uyuyarak dinlenelim diğerinde çalışalım, üretelim diye.
Bütün bunlar Allah’ın bize işaret ve delillerindendir. Kainata,
galaksilere, güneşe, aya yıldızlara, dağ rüzgar, volkan ve tufanlara, ırmak ve denizlere; bütün bu güç yetmezlere güç yetiren
182
•
KAİNAT EVİ
•
ancak her şeyi yaratan, her şeyi bilen ve gözeten, her şeye güç
yetiren Allah Subhanehu ve Teala olabilir. Evet, bu tefekkür ve
teemül imanımızı parlatır ve kemale erdirir bu suretle biz insanlara hizmetini yapmış olur.
Evet, Kur’an’ı Kerim’de iki yüzden fazla ayet insana tefekkürü emreder. Çünkü bu suretle insanın imanı kemale erer!
‫الس َم َاو ِات َو ْ َأال ْر ِض َوا ْخ ِت اَل ِف الل َّ ْي ِل‬
َّ ‫ِإ� َّن يِف َخلْ ِق‬
‫َوالنهَّ َ ِار َلآ اَي ٍت ِ ّ ُأل يِول ْ َأاللْ َب ِاب‬
﴾‫ آل‌عمران‬- 3:١٩٠﴿
“Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece
ile gündüzün ard arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır.” (ÂL’İ İMRAN, 3/190)
‫الل ِق َيا ًما َو ُق ُعودًا َوعَ ىَ ٰل ُجنُوبهِ ِ ْم‬
َ َّ‫ون ه‬
َ ‫ذَّ ِال َين ي َ ْذ ُك ُر‬
‫الس َم َاو ِات َو ْ َأال ْر ِض َربَّنَا َما‬
َ ‫َوي َ َت َفكَّ ُر‬
َّ ‫ون يِف َخلْ ِق‬
‫َخلَ ْق َت َه ٰ� َذا اَب ِط اًل � ُس ْب َحان ََك فَ ِقنَا عَ َذ َاب النَّ ِار‬
﴾‫ آل‌عمران‬- 3:١٩١﴿
“Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken
Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz,
183
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi
ateşin azabından koru.” (ÂL’İ İMRAN, 3/191)
‫الس َم َاو ِات َو ْ َأال ْر ِض َوا ْخ ِت اَل ِف الل َّ ْي ِل‬
َّ ‫ِإ� َّن يِف َخلْ ِق‬
ِ ْ‫َوالنهَّ َ ِار َوالْ ُف ك‬
‫ل ال َّ يِت جَ ْت ِري يِف الْ َب ْح ِر ِب َما يَن َف ُع‬
‫الس َما ِء ِمن َّما ٍء فَ�َأ ْح َيا‬
ُ َّ‫النَّ َاس َو َما َأ� َنز َل ه‬
َّ ‫الل ِم َن‬
ّ ِ ُ‫ِب ِه ْ َأال ْر َض ب َ ْعدَ َم ْوتهِ َا َوب َ َّث ِفهيَا ِمن ل‬
‫ك دَاب َّ ٍة‬
‫الس َما ِء‬
ِ ْ‫َوت ر‬
َّ َ ْ‫الس َح ِاب الْ ُم َس َّخ ِر بَين‬
َّ ‫َص ِيف ال ّ ِر اَيحِ َو‬
‫ون‬
َ ُ‫َو ْ َأال ْر ِض َلآ اَي ٍت ِل ّ َق ْو ٍم ي َ ْع ِقل‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٦٤﴿
“Muhakkak, göklerin ve yerin yaratılmasında,
gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın
yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip yaymasında, rüzgârları estirmesinde, gökle yer arasında
boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.”
(BAKARA, 2/164)
Belki birisinin aklına şöyle bir soru takılabilir: Yedi kat göğü
biz madem göremiyor ve bilemiyoruz, o halde bize ne gibi bir
hizmeti ve faydası olabilir?
184
•
KAİNAT EVİ
•
Yedi kat göğün bize iman sahasında çok hizmeti var. Mademki Allah benim Rabbim olduğu gibi henüz varlığını göremediğim; haklarında kapsamlı bir bilgiye sahip olamadığım;
astronomik büyüklüğünü kavrayamadığım devasa yapıların
da Rabbi’dir. Bana nasıl hâkimse bütün evrene de hâkim’dir, o
halde ben aciz bir kul hüviyetine Rabbim’de Her şeye Kadir
hüviyetine sahiptir. O halde öyle bir Allah’a (CC) seve seve itaat
edilir düşüncesini bende uyarır. Yedi kat gök bilgisi bana en
önce haddimi bildirir.
Bir dağın yanına durduğumuzda kibrimiz alt üst olur. Güneşi ısı ve ışığıyla temaşa ederken aczimizi fark ederiz. Ay ve
dünyamızdan onlarca, binlerce; milyonlarca büyük yıldızları
seyrederken fakrimizi fikrederiz. Bütün bunlar mahlûkatın
bize; imanımıza hizmeti değil de nedir!
‫ص‬
َ َ‫الس ْم َع َوالْ َب ر‬
َّ ‫َو اَل تَ ْق ُف َما لَيْ َس كَ َل ِب ِه ِع مْ ٌل ۚ ِإ� َّن‬
ُّ ُ‫َوالْ ُف َؤا َد ل‬
‫ك ُأ�ول َ ٰ� ِئ َك اَك َن َع ْن ُه َم� ْس ُئول‬
﴾‫ اإلرساء‬- 17:٣٦﴿
‫َو اَل تَ ْم ِش يِف ْ َأال ْر ِض َم َر ًحا ۖ �ن ََّك لَن خَ ْت ِر َق‬
‫ِإ‬
‫ْ َأال ْر َض َولَن تَ ْبلُ َغ الْ ِج َبا َل ُطول‬
﴾‫ اإلرساء‬- 17:٣٧﴿
“Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu kulak,
göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur.
185
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
Yer içinde böbürlenerek yürüme; çünkü sen ne yeri
yarabilirsin, ne dağlara boyca ulaşabilirsin.” (İSRA,
17/36-37)
Yukarıdaki ayetler Allah’ın varlık ve birlik delillerindendir.
Biz henüz mahlukatı tamamıyla çözememiş ve kuşatamamışken mahlukatın Rabbini nasıl kuşatalım! Ayetler ışığında kainatı ve eczasını doğru okuyarak aczimizi ve noksanlığımızı
idrak ederek Rabbimizin huzurunda boynu bükük- el pençe
durabilirsek; bütün mahlukatı Rabbimizin ilmi, kudreti ve
hikmetiyle bağlantılı görebilirsek işte o zaman olması gereken
kulluk şuuruna ermiş oluruz ve dolayısıyla her şeyi lehimize
şehadet ettirme şerefine nail oluruz.
Bu nedenle iman aklın görevi oldu. Akıl doğru metotla
araştırdığında her bir yaratığı Rabbine birer ayet, alamet ve
işaret olarak görür. Aklımızın mantıkla kabul ettiğini kalbimiz
de tatminle tasdik ederse bundan ukde (bağ) meydana gelir. Bu
bağ ise ne insi ne de cinni şeytanların vesveseleriyle tahrip olur
ne de sarsılır. İmanımız sağlam bir kale gibi olur.
Buluğ çağına ermemiş çocuklar henüz bu işaretlerle mantık
yürütecek olgunlukta olmadıkları için kendilerinden böyle bir
mantık bütünlüğüne dayalı iman istenmemektedir. Onlar fıtrat
üzere zaten mümin ve Müslimdirler, seçim yapabilme yaşından önce ölürlerse doğrudan cennete giderler.
İkinci Nokta: Birinci nokta da bahsettiğimiz kâinat ve aksamlarının işlevinden; mesela havanın sıcak-soğukluğundan,
güneş-ay tutulmasından, yağmurundan- şimşeğinden, deni186
•
KAİNAT EVİ
•
zinden- dağından hesap sorulmayacağız. Hesap sorulacak husus bütün bunları gerçek sahibi; Halıkı, Maliki, Razıkı, Rabbi...
Allah ile mi ilişkilendireceğiz yoksa bunları başıboş varlıklar
olarak mı göreceğiz? Çünkü bu noktada bizim tavrımız; aklımızı ve seçimimizi ne yönde kullanacağımız kaza değil kader
kısmına aittir.
Kader oluşu bakış açılarının değişkenliğindendir. Bazıları
yüzeysel düşünür, bazıları derin, yine bazıları bu konulara hiç
kafa yormaz.
Güneşin ısı ve ışık verici oluşu imtihan konusu değildir, varoluş teorisi imtihan konusudur ve kader kısmına aittir. Kimileri yaratılış gerçeğini kabul etmeyerek eşyanın varoluş yolunu
tesadüfe, tabiat evrimine ve daha nelere nelere mal eder müşrik
ya da kafir olur. Yaratılanı Yaratana mal eden ve Yaratanın gösterdiği yoldan giden mümin ve Müslüman olur. Her iki tarafın
da kaderleri kendileri tarafından etkilenmiş, Allah tarafından
takdir edilerek yazılmış olur. (Takdir sözcüğünü Türkçe Kesin
Değerlendirme ya da Kesin Değer Biçilme olarak anlıyoruz).
Kevni kaza dairesini iki noktada anlattıktan sonra şimdi de
Şahşi kaza dairesini iki noktada anlatacağız.
Birinci Nokta: İçimizdeki organları istediğimiz gibi etkileyemiyoruz. Yine bunlar da kaza kısmına ait olduğu için hesaba
tabi değildir. Bağırsaklarımızın kalbimizin ve diğer organlarımızın fonksiyonları, ten ve göz rengimiz, doğum- ölüm günleri, rızık ve ebeveyn seçimi vs. Bu konuların tümü kaza kapsamına dâhildir ve bu konulardan hesaba çekilmeyeceğiz.
187
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
İkinci Nokta: Kaza olarak verilen organların sıfat ve işlevleri kazadır ama onları doğru yolda kullanmak için insana verilen emanet (seçim yapma özelliği) insanın fakültelerini hemen
kaderle alakalandırır. Akıl bize ‘‘sadece helaline bakabilirsin,
haramdan gözlerini sakındır’’ der. Ellerimiz, ayaklarımız ve
bütün işlerimiz helal olmalıdır, yanlış yolda kullanırsak Allah
korusun emanete hıyanet etmiş oluruz. Bütün bunlar ise değişkendir niyete göre değişir bu yüzden kader kısmındandır.
Mesela iki kişi birlikte ata binmeyi ve silah atmayı öğrenme
kursuna gitse. Birinin niyeti bu becerileri çiftliğini korumak
için öğrense diğerinin de niyeti bu becerilerle eşkıyalık yapmak
olsa. Nihayet ikisi de talim meydanında ölse durumları aynı
mıdır? Elbette değildir. Birisi iyi niyetiyle hatta şehid mertebesini kazanırken diğeri eşkıyalık niyetiyle ölür ve hesap günü
muamele niyetlere göredir.
Hz. Ömer (ra) Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu nakleder:
“Ameller ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline
geçecek odur. Kimin hicreti, Allah ve Resûlü (rızası ve hoşnutlukları) için ise, onun hicreti Allah ve Resûlü’ne müteveccih sayılır. Kim de nâil olacağı bir dünya veya nikâhlanacağı
bir kadından ötürü hicret etmişse, onun hicreti de hedeflediği
şeye göredir.” (BUHÂRÎ, BEDÜ’L-VAHY, 1; MÜSLIM, İMARE, 155; EBU
DAVUD, TALAK, 11)
Yemek yerken niyeti Allah’a ibadet için güçlenmek, kimseden bir şey dilenmemek için çalışmak, aile efradıyla ilgilenmek
vs. için ise o yediği yemek ona sevap kazandırır ve ibadet hükmünü alır. Ancak hırsızlık yapmak, insanlara zulüm yapmak,
188
•
KAİNAT EVİ
•
zinaya gitmek ise onun yediği yemek günahtır. Yemek aynı yemek de olsa muamele niyete tabidir.
Her şeyi bu örnekle ölçer isek markete gittiğimizde şarabı
değil sütü alırız. Bütün hayatımızı bu ölçülerle tanzim edersek Rabbimizin huzuruna yüz akıyla çıkarız. Kim hangi amelle
yetişirse o amelle gelişir, hangi amelle gelişirse o amelle yaşlanır, hangi amelle yaşlanırsa o amelle ölür, hangi amelle ölürse
o amelle diriltilir.
Allah’a ihlâs ve takva ile kulluk yaparsan ve O’nun (CC)
Peygamberinin (sas) sevgisini kalbinde taşırsan, Rabbinin karşısına hakiki Allah kulu (Abdullah) olarak çıkarsın ve sevgili
Peygamberinin (sas) şefaatine erersin.
Allahu Teala bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
ِ َ‫ي َ ْو َم تَ َرى الْ ُم ْؤ ِم ِن َني َوالْ ُم ْؤ ِمن‬
َ ْ‫ات ي َْس َع ٰى ن ُُور مُه بَين‬
ٌ َّ ‫ُش مُ ُاك الْ َي ْو َم َجن‬
‫ات جَ ْت ِري ِمن‬
َ ْ‫َأ�يْ ِد ِهي ْم َو ِب�َأيْ َمانهِ ِ م ب ر‬
ِ ِ‫حَ ْتتهِ َا ْ َأالنهْ َ ُار خ د‬
‫َال َين ِفهيَا ۚ َذٰ كِ َل ه َُو الْ َف ْو ُز الْ َع ِظ ُمي‬
﴾‫ الحديد‬- 57:١٢﴿
“O gün, mü'min erkekler ile mü'min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün.
“Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar (olduğunuz), altından ırmaklar akan cennetlerdir.” İşte
'büyük kurtuluş' budur.” (HADİD, 57/12)
189
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
ُ ‫ي َ ْو َم ي َ ُق‬
ُ ‫ون َوالْ ُمنَا ِف َق‬
‫ات ِل ذَّ ِل َين � آ َمنُوا‬
َ ‫ول الْ ُمنَا ِف ُق‬
‫ا ُنظ ُروناَ ن َ ْقتَ ِب ْس ِمن ن ُِّور مُ ْك ِقي َل ْار ِج ُعوا َو َر َاء مُ ْك‬
‫ض َب بَيْنهَ ُم ب ُِس ٍور هَّ ُل اَب ٌب اَب ِط ُن ُه‬
ِ ُ‫فَالْ َت ِم ُسوا ن ًُورا فَ ر‬
‫ِفي ِه َّالر مْ َح ُة َو َظا ِه ُر ُه ِمن ِق َب هِ ِل الْ َع َذ ُاب‬
﴾‫ الحديد‬- 57:١٣﴿
“O gün, münafık erkekler ile münafık kadınlar,
iman edenlere derler ki: “(Ne olur) Bize bir bakın,
sizin nurunuzdan birazcık alıp yararlanalım.” Onlara: “Arkanıza (dünyaya) dönün de bir nur arayıp
bulmaya çalışın” denilir. Derken aralarında kapısı
olan bir sur çekilmiştir; onun iç yanında rahmet, dış
yanında o yönden azab vardır.” (HADİD, 57/13)
Bu dünyadayken Allah’ın Kitabını okursan ve O’nu Subhanehu ve Teâlâ zikredersen Allah meleklerine karşı seninle övünür ve meleklerine der ki: “Meleklerim bakın kuluma! O, yerde
gökteki ay gibidir.”.. der. Melekler bakarlar ve gerçekten de bizim dolunayı gördüğümüz gibi seni görürler.
Gelelim şimdi de ikinci daire olan kader dairesine.
•
190
•
KAİNAT EVİ
•
Kader Dairesi:
Kader yaratıkların sıfatlarıdır. Konuyla ilgili bir ayet-i kerime:
ُّ ُ‫َو ل‬
‫ش ٍء ِعندَ ُه ِب ِم ْقدَ ٍار‬
ْ َ‫ك ي‬
﴾‫ الرعد‬- 13:٨﴿
“O'nun katında her şey bir miktar (ölçü) iledir.”
(RA'D, 13/8)
َّ ُ‫�ناَّ ل‬
‫ش ٍء َخلَ ْقنَا ُه ِب َقدَ ٍر‬
ْ َ‫ك ي‬
‫ِإ‬
﴾‫ القمر‬- 54:٤٩﴿
“Muhakkak ki Biz her şeyi kaderle, (bir ölçü ve sıfatla) yarattık.” (KAMER, 54/49)
ِ َّ‫َو اَك َن َأ� ْم ُر ه‬
‫الل قَدَ ًرا َّم ْقدُ ًورا‬
﴾‫ األحزاب‬- 33:٣٨﴿
“Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir.”
(AH-
ZAB, 33/38)
Mikdar (Miktar) ne demektir? Mikdar ölçüdür. Bir şeyin o
şey olabilmesi için belirli bir ölçüye muhtaçtır ve o ölçüyü aşmamalıdır. Odunun odun olması, peynirin peynir olması bile191
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
şim mikdarına bağlıdır. Ateşe tuğla demiyoruz. Her şeyi kendi
ölçüleri ile biliyor ve tanımlıyoruz.
Kumu belirli ısı derecesinde eriterek cam yapıyorlar. Kum
halindeyken sıfatı başka idi eritilince bileşimi, sıfatı ve ölçüsü
değiştiğinden cismi gibi ismi de değişir, cam olur. Her yaratık
belirli bir ölçüde yaratılmıştır. Ölçüler kesinlikle sınırlarını aşmamıştır.
Mesela suyu ele alacak olursak: Suyun bileşimi = H2O. Bu
moleküllerin bileşimiyle malum bir şey meydana gelir ve biz
ona su deriz. Susuzluğu gidermek, temizlemek, ateşi söndürmek, sel/tahribat suyun özelliklerinden bazılarıdır. Su kaynatılınca buharlaşır ve buharda yüzmek mümkün olmaz. Suyu
bu ölçülerde yaratan ve yapan, özelliklerini ve fonksiyonlarını
veren ancak Subhan Allah’tır ve O her şeye Kadir’dir. “Muhakkak ki Biz her şeyi kaderle, (bir ölçü ve sıfatla) yarattık.” (KAMER, 54/49).. ayeti bu hakikati ifade etmektedir.
‫ه تَ ُم ُّر َم َّر‬
َ ِ‫َوتَ َرى الْ ِج َبا َل حَ ْت�سَبهُ َا َجا ِمدَ ًة َو ي‬
ِ َّ‫الس َح ِاب ۚ ُص ْن َع ه‬
َ‫ك ي‬
َّ ُ‫الل ذَّ ِالي َأ�تْ َق َن ل‬
‫ش ٍء ۚ �ن َّ ُه‬
ْ
َّ
‫ِإ‬
‫ون‬
َ ُ‫َخبِريٌ ِب َما تَ ْف َعل‬
﴾‫ النمل‬- 27:٨٨﴿
“Dağları görürsün de, hareketsiz sanırsın; oysa
onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler.
Her şeyi 'sapasağlam ve yerli yerinde yapan' Allah'ın
192
•
KAİNAT EVİ
•
sanatı (yapısı)dır (bu). Muhakkak O, işlediklerinizden haberdârdır.” (NEML, 27/88)
Arapça’da kader sözcüğünün manası: kaddera, yukaddiru, takdîran sözcükleri ‘kader’ sözcüğünden türemedir. Bir
de ‘kadr’ sözcüğü vardır ki mikdar sözcüğünün kaynağıdır ve
‘hesaplanmış ölçü’ anlamına gelir.
Kader: mükemmel ilim ve hikmetle takdir edilmiş ‘kesin
değer biçilmiş’ sıfat veya sıfatlardır.
Yaratılan her şey ‘hesaplanmış ölçü’ ve ‘kesin değer biçilmiş’ sıfatla yaratılmışlardır.
َّ ‫فَا ِل ُق ْال ْص َباحِ َو َج َع َل الل َّ ْي َل َس َكنًا َو‬
‫الش ْم َس‬
‫َوالْ َق َم َر ِإ ُح� ْس َباناً ۚ َذٰ كِ َل تَ ْق ِد ُير الْ َع ِزي ِز الْ َع ِل ِمي‬
﴾‫ األنعام‬- 6:٩٦﴿
“Sabahı yarıp çıkarandır. Geceyi bir sükun (dinlenme), güneş ve ay'ı bir hesap (ile) kıldı. Bu, üstün
ve güçlü olan, bilen Allah'ın takdiridir.” (EN'ÂM, 6/96)
Bu nedenle Allah’ın Zat’ında düşünme ve araştırma! Zaten bulamayacak ve bilemeyeceksin. O'nun sanatında yani
mahlûkatında düşün, hayrete dal ve Subhanallah de.
َّ ُ‫�ناَّ ل‬
‫ش ٍء َخلَ ْقنَا ُه ِب َقدَ ٍر‬
ْ َ‫ك ي‬
‫ِإ‬
193
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
﴾‫ القمر‬- 54:٤٩﴿
“Muhakkak ki Biz her şeyi kaderle, (bir ölçü ve sıfatla) yarattık.” (KAMER, 54/49)
Bu ayet-i kerimeyi kelime kelime tercüme edelim:
1. innâ: 2. kulle şey'in: 3. halaknâ-hu: 4. bi kader: muhakkak ki biz
her şeyi
yarattık biz onu
bir kader ile, takdir edilmiş olarak
“İnnâ kulle şey’in halaknâhu bi kader.”
In: Muhakkak, kesin,
nâ: Fail(yapan) Allah
ُ‫فَ َّعا ٌل ِل ّ َما يُ ِريد‬
﴾‫ الربوج‬- 85:١٦﴿
“Dilediğini yapandır.” (BURUC, 85/16)
‫ون‬
ُ ‫�ن َّ َما َأ� ْم ُر ُه � َذا َأ� َرا َد َشيْئًا َأ�ن ي َ ُقو َل هَ ُل ُكن فَ َي ُك‬
‫ِإ‬
‫ِإ‬
﴾‫ يس‬- 36:٨٢﴿
“Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: “Ol”
194
•
KAİNAT EVİ
•
demesidir; o da hemen oluverir.” (YÂSÎN, 36/82)
O’nun (CC) nimet vermesi sadece dilemek ve söylemektir,
engellemesi sadece dilemek ve söylemektir. Söylemesi sadece
dilemesidir, dilemesi ‘Ol’ dedi ve oldu’ iledir. Bizim için bu
gaybdır ama Allah için hazır zamandır. Bizim için dün ve yarın
gayb’dır. Allah için ise her zaman şimdiki zamandır. Zira Allah
zamanı yaratandır. Zaman Dehr’den yaratılılmıştır. Dehr ise
Allah’ın sıfatlarındandır.
kulle şey’in: halaknâhu: bi kader: her şeyi
yarattık biz onu
bir kaderle (takdir edilmiş bir hesap ile)
ِ َّ‫� ُس ْب َح َان ه‬
‫ون‬
َ ‫الل مَ َّعا ي َ ِص ُف‬
﴾‫ الصافات‬- 37:١٥٩﴿
“Allah onların nitelendirmelerinden münezzehtir.” (SAFFAT, 37/159)
Allahu Teala’nın Zat’ı hakkında ya da niçin ve nasıl yarattığı konusunda edep sınırlarını koruyabilmek için yukarıdaki
ayet-i celileyi gözönünde bulundurmamız elzemdir. Allah Subhanehu ve Teala, Gramer Koşullarını esas aldığımızda ne obje
ne de sübjedir. Pekiyi Allah’ı nasıl tanımlayacağız diyenlere bir
kural tesbit edelim: Bir mümin inancının selameti için şu iman
kuralını olmazsa olmaz kabul etmelidir. “Her nerede Allah
kelimesi ve Allah ile bağlantılı bir konu duyulduğunda veya
195
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
okunduğunda Allah’ın bütün tanımlamalardan, akılda tasavvur edilenlerden, hayali şekillendirmelerden münezzeh olduğu
gerçeğiyle, yani Saffat Suresi 159 ile değerlendirilmelidir.”
“Allah onların nitelendirmelerinden (tanımlamalarından) münezzehtir.” (SAFFAT, 37/159).. Allah hakkında sorulduğumuzda bu ayetle cevap vermeliyiz.
Konuşma kuralı olarak doğru sayılsa da mana olarak birebir
alırsak “Allah’a kulluk yaptım” demek de aslında doğru değildir. Çünkü müstakil değiliz. O’nun verdiği ilim ve bedenle O’na
ibadet yapıyoruz. Allah yardımıyla Allah’a kulluk yaptırılıyoruz. “Allah’a ibadet yaptık”.. derken bu hassasiyete de dikkat
etmek gerekir.
“Muhakkak ki Biz her şeyi kaderle, (bir ölçü ve
sıfatla) yarattık.” (KAMER, 54/49) Ayeti Arapça okunduğunda iki tane obje buluyoruz. Mesela -seni baygın gördüm, seni
taşıdım... da olduğu gibi seninle sözcüğü obje olarak iki defa
geçmekte. Ben gördüm ve taşıdım derken iki defa sana sübje
olunca sen iki defa de bana objesin. Bu ayette de herşey sözcüğü iki defa vurgulanıyor: Herşeyi sözcüğü ile onu sözcüğü.
kulle şey’in: halaknâhu: bi kader: her şeyi
yarattık biz onu
bir kaderle (takdir edilmiş bir hesap ile)
Allahu Teala her şeyi iki kere yaratmıştır:
196
•
KAİNAT EVİ
•
Allah her şeyi önce Kendi ilminde yartatmıştır. ‘İLMULLAH’ ise bize gaybîdir.
İkinci yaratılış şehadet âleminde vuku bulmuştur.
Allahu Teala yaratmak istediğinden ne kadarını ne zaman,
nerede, nasıl isterse kaza ve kaderiyle, takdir ve mikdariyle tam
istediği gibi yaratır. Bu yaratmayı hiç kimse değiştiremez ve
mani olamaz.
Gayb âleminden şehadet âlemine gelenler tam bir uyum
içinde gelirler. Öncekiyle sonraki aynı olur. Eşya İlmullah’ta
nasılsa Mülkullah’a da aynı vaziyette gelir. O’nun ilmi muradıyla örtüşmüş olur. Meydana gelenler Rabbimizin isteği, ilmi,
ölçüsü, kaza ve kaderiyle ortaya çıkar. Fakat ne zaman ortaya
çıkar? Allah izin verince ortaya çıkar!
Alimler bu konuda bir kural tesbit etmişlerdir: “Allah’ın izni
olmadan Kainatta hiçbir şey olmaz.”
“İnnâ kulle şey’in halaknâhu bi kader.” ..deki bi sözcüğü
yapışık, beraber ve refakat manalarına gelir. Yani yaratılan her
şey kaza ve kader, ölçü ve hesap beraberliğinde yaratılıyor. Ne
Âlem-i Gayb’da ne de Âlem-i Şehadette bunlarsız yaratılan hiçbir şey yoktur. Bu B’ye refakat B’si de denilir.
B harfi üzerine Euzu Besmele’nin tefsirinde geniş yer verdik. Çünkü Euzu Besmele ve Fatiha hakkında Arapça gramer
okullarından iki mühim okul olan Kufe Okulu ve Basra Okulu çok geniş çapta bahsetmişlerdir. İki okulun da bu konuda
197
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
kendilerine göre görüşleri vardır ve bize göre ikisi de hakikatin
birer parçasını temsil etmektedirler. Biz iki okulun doğru parçalarını bir araya getirerek görüş bildiriyoruz, ancak yeri burası
değil. Şimdilik birkaç misal vererek ayrıntılı malumatı yeri ve
zamanı geldiğinde işleyeceğiz inşaallah.
Mesela: Ci’tu bi Zeyd = Zeyd ile geldim.
Anne, emzikli çocuğu ile geldi.
Deve, yükü ile geldi ya da deve, sırtında yük olarak geldi.
Burada ‘bi Zeyd’ de olduğu gibi Arapça’daki b harfi Türkçe’deki ile bağlacına veya ‘da ekine denk düşer. Arabada geldi
veya araba ile geldi denilebilir. Türkçe’deki ‘da eki aynı zamanda içinde/üstünde sözcüklerinin yerine de kullanılır.
B harfi vasıta/aracıdır. Adam at ile geldi; adam at üstünde
geldi; adam arabada uyuyarak geldi; adam araba içinde geldi
veya zorluk içinde geldi. Arapça’da sadece kelimenin başında
b harfini söylemekle bütün üstte anlatılanlar ifade edilmiş olur.
Besmelenin B’sinde ise bütün bu manalar yüklüdür.
Bütün bu anlatılanlardan sonra bu iki dairenin (kaza-kader)
sonuna doğru yaklaşmaktayız.
Değişmeyen kaza dairesini, değişken kader dairesini anlattık. Hangi daireyle ilgi hesaba çekileceğimizi anlattık. Şimdi ise
kader dairesi içerisindeki iki daireyi anlatacağız.
198
•
KAİNAT EVİ
•
İkinci daireyi de iki iç daireye bölüyoruz.
1. Kâinatın Kader Dairesi (Daire kaderiyye kevniyye)
2. Şahısların Kader Dairesi (Daire kaderiyye şahsiyye)
Kâinatın Kader Dairesi: Bu daireye ait olan göklerin, arzın,
denizlerin, ırmakların, dağların, bitkilerin, yıldızların bütün
özellikleri kaderdir ve her şey kaderle yaratılmıştır.
Bu özellikler (sıfatlar) Allah tarafından yaratıklara verilmiştir. İnsan bu özellikleri Kur’an ve Sünnet vesilesiyle bilir ve
tanır ve kavrarsa bütün yaratıkları Yüce Yaradanla alakalandırır ve kainat ve içindekilerle doğru bir iletişim kurar. Her şeye
yerli yerince muamele eder; suyu doğru kullanır, ateşi tahribat
için değil faydalı işlerde kullanır. Meyvelerden meyve suyu yapar, şarap ya da alkollü içecek değil vs.
Bu bağlamda insana düşen görev, kendisine hizmet için yaratılan bütün eşyanın özelliklerini ve hükmünü kavrayarak,
Rabbi’yle bağlantılı olarak değerlendirecektir.
Kaza kısmında ‘yedi göğün bize ne gibi hizmeti olabilir’ sorusuna cevap vermiştik. O cevabı burada biraz daha genişletelim: Yedi kat göğün azametini düşünerek her birimizin ortak
Rabbi Allah’a karşı acziyetimizi idrak etmemize hizmet ettiği
gibi o göklerde bulunan meleklerin müminler için Allah’tan
mağfiret dileyerek dua ettiklerini de fayda olarak algılamamız
gerekir.
199
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
‫ون حِ َب ْم ِد‬
َ ‫ون الْ َع ْر َش َو َم ْن َح ْو هَ ُل يُ�سَ ِ ّب ُح‬
َ ُ‫ذَّ ِال َين حَ ْي ِمل‬
‫ون ِل ذَّ ِل َين � آ َمنُوا َربَّنَا‬
َ ‫ون ِب ِه َويَ� ْس َت ْغ ِف ُر‬
َ ُ‫َر ِ هّ ِب ْم َويُ ْؤ ِمن‬
َّ ُ‫َو ِس ْع َت ل‬
‫ش ٍء َّر مْ َح ًة َو ِعلْ ًما فَا ْغ ِف ْر ِل ذَّ ِل َين تاَ بُوا‬
ْ َ‫ك ي‬
َ َ‫َوات َّ َب ُعوا َس ِب ك‬
‫يل َو ِقه ِْم عَ َذ َاب الْ َج ِح ِمي‬
﴾‫ غافر‬- 40:٧﴿
“Arş'ı yüklenmekte olanlar ve çevresinde bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih etmekte, O'na
iman etmekte ve iman edenlere mağfiret dilemektedirler: “Rabbimiz, rahmet ve ilim bakımından her
şeyi kuşatıp sardın, tevbe edenler ve senin yoluna
tabi olanlara mağfiret et ve onları cehennem azabından koru.” (GAFİR, 40/7)
‫ه َُو ذَّ ِالي يُ َص ِ يّل عَلَ ْي مُ ْك َو َم اَلئِ َك ُت ُه ِل ُي ْخ ِر َج مُك ِ ّم َن‬
ِ ‫الظلُ َم‬
ُّ
‫ات � ىَل النُّ ِور ۚ َو اَك َن اِبلْ ُم ْؤ ِم ِن َني َر ِحميًا‬
‫ِإ‬
﴾‫ األحزاب‬- 33:٤٣﴿
“O'dur ki, sizi karanlıklardan nura çıkarmak
için size rahmet etmekte; melekleri de (size dua etmektedir). O, mü'minlere çok merhametlidir.” (AHZAB,
33/43) Demek ki her şey insana bir türlü hizmet etmekte.
Allahu Teâlâ suyu yaratmış ve suyun hem akıcı halinden
200
•
KAİNAT EVİ
•
hem buhar halinden hem de buz halinden insanlar istifade etmektedir. İnsanın zaten üçte ikisi sudan ibarettir. İnsan adeta
yerkürenin bir misalidir Arz’da olan unsurlar insan vücudunda
da mevcuttur.
Bitkilerin yaptığı fotosentez işlemi sayesinde atmosferdeki
karbondioksidi ve ısıyı alarak besin üretirler, oksijen açığa çıkarırlar ve dengeyi sağlarlar. Gündüzleri havadaki karbondioksiti alarak oksijen verirler ama geceleri ise bizim gibi oksijen
alarak karbondioksit verirler.
Bitkiler, insanlara gündüzleri daha fazla gereken oksijeni
gündüz verirler. Gündüzleri yeterli ışık altında, bitkilerdeki fotosentez işlemi, bitkinin nefes almasından daha yoğundur. Yani
ortaya fazladan oksijen çıkar ve gündüzleri havadaki oksijen
miktarını artırırlar. Geceleri ışık olmadığından ve karanlıkta
fotosentez işlemi yapılamadığından, nefes almaya devam eden
bitkilerden çıkan karbondioksit miktarı daha çoktur. İnsanlar
için zaten geceleri oksijen ihtiyacı gündüz kadar değildir.
Bu yüzden tüm canlı sistemlerdeki dengelerin korunması
için bitkilerin hizmeti şarttır.
Bitkilerin bu hizmeti olmasa idi insanlar için sonuçlarını
düşünebiliyor muyuz? Bütün bu sistemleri yaratan Allah noksan ve kusurlardan münezzehtir, hamd ve şükür de O’na mahsustur.
Ayda oksijen de su da başka besin maddeleri de yoktur. Oraya giderken bunları dünyadan götürmelisin. Çünkü insan ayda
201
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
değil dünyada halife kılındı.
lir.
Bütün yaratıkların hizmetleri verilen örnekle kıyas edilebi-
Peki, bu hizmetler sadece Müslamanlar için mi geçerlidir?
Hayır, elbette değildir! Bu hizmetler Allah’a itaat edenler yanında isyan edenleri de kapsamaktadır. Hatta Allah dostları
yanında Allah düşmanları için de geçerlidir. Allahu Teala AZÎZ
ve GANÎ olduğu için O’na iman ya da inkar, isyan ya da itaat
birdir. Bütün insanlar iman ve itaat etseler Allah’a hiçbir fayda
sağlamış olmazlar, yine bütün insanlar inkar veya isyan etseler
Allahu Teala’ya hiçbir zarar vermiş olmazlar. Evet, mahlûkatın
hizmetleri bütün insanları içine alır.
Yaratıkların kaderleri -özellikleri- yapacakları hizmete uygun kılınmıştır. Yaratıkların kaderi (özellikleri) bazen değişir,
bazen de durdurulur. Peygamberlere (as) mucize ve velilere
keramet olarak değiştiği gibi doğal haliyle de değişir: gece ve
gündüzün uzayıp kısalması; iklimlere göre değişmesi. Eşyanın
zaman ve zeminden etkilenerek değişmesi vs.
İbrahim (as) için yakılan ateşin serin ve selametli oluşu;
Musa (as)’ın denizde kuru yollar açışı eşyanın kaderinin değişmesiyle alakalı. Ama değişmeyen bir şey varsa o da her yaratığın durmaz ve değişmez kazası olan Allah’ı tesbih edişidir.
Şahısların Kader Dairesi: Bu daire aklımızı, kalbimizi, irademizi, hisslerimizi... iç ve dış organlarımızı ne yönde kullandığımızla alakalı şahsi kader dairesidir.
202
•
KAİNAT EVİ
•
Kaza olarak belirlenen ölüm vakti sabittir. İntihar etmek
isteyen “benim zaten ecelim gelmese ölemem” diyerek canına kıysa sorumluluktan kurtulmuş olmaz. Evet gerçekten de
o vakitte ölecek idiyse zaten intihar yapmasa da Allah onun
canını alacaktı, ancak kendini katletme günahını yüklenmemiş
olacaktı. Ecel gelmemiş ise istediği kadar intihar etse ölemez.
Allah sonuçtan değil, bizi niyetimizden hesaba çekecektir.
Demek ki ölüm vakti kaza ile sabittir, ölüm şekli ise kaderdir. Yani sarhoş mu ölündü secde ederken mi; hırsızlık yaparken mi birisine yardım ederken mi? Ölüm vakti kazadır ve
hesabı gerektirmez, hangi evsafta ölündüğü kaderdir ve hesabı
belki azabı gerektirir.
‫ون‬
ُ ِ‫َو يِف َأ�ن ُف ِس مُ ْك ۚ َأ�فَ اَل تُ ْب ر‬
َ ‫ص‬
﴾‫ الذاريات‬- 51:٢١﴿
“Ve kendi nefislerinizde de. Yine de görmüyor musunuz?” (ZARİYAT, 51/21)
Bu ayet mağrur insana haddini bildirmektedir. Henüz kendisini tamamiyle bilemeyen, kavrayamayan, kuşatamayan insan nasıl olur da Rabbine karşı ukala davranır. İnsanın çocukluğu ayrıdır büyüklüğü ayrı, ihtiyarlığı daha da ayrı. İnsandan
insana parmak izine kadar farklı farklı özellikler vardır. İnsan
hatta kader kapsamında kendi kendisine günlük değişimler yaşıyor. Dünkü özellikler bugün yerini başka sıfatlara terk ediyor.
203
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
O halde ey insan! Madem ki sen ve her şey hem kaza hem
kader dairesinin içindesiniz ve kainatın bir parçasısın, o halde
sana verilen aklı ve organları, doğru kullan ve sorumluluğunu
yerine getir. Mesela, üzüm suyu iç ama o değerli aklını ve organlarını üzümü şaraba çevirmeye kullanma.
Şunu aklından kesin kes çıkarma ki: Allah sana kazadan
sormayacak fakat kaderden hesap vereceksin. Süt ile şarap karşında senin sütü ya da şarabı içeceğini kapsamlı ilmiyle bilerek
önceden yazmıştır. O an geldiğinde sütü ya da şarabı içtiğinde
sana Allah yazdı diye içmeyeceksin. Allah önceden sana senin
isteğin dışı ne yapacağını zorlamış olsa neden seni o iş hakkında hesaba çeksin? Yoksa bu haksızlık olurdu. O halde Allah
senin üzerine değil senin hakkında yazmıştır.
dı.
Allah yazdı diye yapmadın, yapacaksın diye Allah yaz-
İblis’in taşlanmış ve lanetlenmiş şeytan olmasını Allah kaza
olarak mı üzerine yazdı? Eğer öyle olsaydı İblise haksızlık olurdu. İblise Adem (as)’e secde etmesinin emrolunacağını Allah
yazmıştı ve İblisin ise bu emre itaat etmeyeceğini Allah İlahi
ilmiyle bir kesin değerlendirmeyle değer biçerek bildi ve sonucunu Levh-i Mahfuza yazdı. Allah İblisi bu sonuca zorlamadı,
ancak bu sonucu bildiği için kader olarak yazdı ve bu durumda
sonucun seçimi Allah’a değil İblise aitttir. Yaratma ve izin verme Allah’a aittir seçim ve sorumluluk İblise aittir. Bu örnek her
akıl ve irade sahibi yaratık için aynen geçerlidir.
204
•
KAİNAT EVİ
•
Annem- babam inançsız olduğu için ben de inançsız doğdum ve inançsız büyüdüm ve öldüm diyemezsin. Zira sen bir
defa Müslüman olarak doğdun ve bu halin ta aklının seçme ve
karar verme yaşına kadar devam eder ve sonra kendi aklınla
tercih yapman beklenir. Araştırarak doğru yolu bulmakla görevlisin.
Sadece peygamberler bu durumun dışındalar. Onlara (as)
iman ve doğru yol ta baştan verilmiştir, kendi tercihleriyle bulmazlar, Allah onları hidayet eder.
Veliler iki sınıfa ayrılır. Birinci kısım veliler Allah tarafından
seçilmişlerdir. ‘Bizler yaptıklarımızdan soruluruz, ama Allah
yaptıklarında sorulmaz.’ Bu nedenle Allah seni velisi (dostu)
yapmak isterse bütün vesileleri ve sebepleri o yönde harekete
geçirir.
İkinci veli sınıfı ise Allah’ın istemesiyle senin istemenin
birleşmesiyle gerçekleşir. Allah’a ihlâs ve takva ile kulluk yaparsan; farzların dışında geceleri çokça teheccüd namazı kılar
ve nafile oruçları tutarsan. İbadetler içerisinde yüzerek Allah’a
yaklaşırsan Allah seni sonuçta kendisine dost kılar. Sen O’nun
yolunda yorulursan O adildir emeklerini zayi etmez.
Ebu Hureyre’nin (ra) rivayet ettiği bir hadis-kudsi’de Rasulullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Allahu Teâlâ buyurur: “Benim dostlarımdan birine eza eden, bana harp ilan etmiş demektir. Kulum bana kendisine farz kıldığım şeylerden daha
sevimli şeyle yaklaşamaz. Kulum nafilelerle bana öyle yaklaşır ki nihayet onu severim. Onu sevdiğimde de işiten kulağı,
205
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden bir
şey isterse onu kendisine mutlaka veririm. Bir şeyden bana sığınırsa onu mutlaka korurum. Sevmediğim halde bir şeyden
kendimi geri çekmedim o da o kulumu öldürmek istediğim
de, o kulum ölümden nefret eder de, ben ise kulumu üzmek
istemem (ama istemediğim halde öldürmek durumundayım)”
(SAHİH-İ BUHARİ)
Bu ölüm o kul için acılı olduğundan, Allah o kulunu öldürmek istemez ama “Her nefis ölümü tadacaktır” İlahi kanunu
gereği istisna yapmadan öldürmesi gerekmektedir. Eğer Allahu
Teâlâ bir kanunundan geri çekilse idi (o kanunu icra etmeseydi) işte böyle bir kulunun canını almaktan kendisini geri çekerdi.
Bu hadis-i kudsi’de konu edilen veliler sınıfı kendi seçimleriyle: ihlâs, takva ve yoğun ibadetleri sonucunda Allah dostluğu derecesini kazanırlar.
Allahu Teâlâ günah işlemeni engellerse bu sana Allah’ın
fadlıdır ve engellemezse bu da Allah’ın adlidir (adaleti). Çünkü
Allah sana akıl verdi; Peygamber ve Kitap gönderdi, senin için
her şey ayan beyan olunca artık mazerette kalmıyor tabii ki.
Sen’den kötülük sâdır olursa bu Allah’a bakan yönüyle adalet,
sana bakan yönüyle zulümdür, çünkü şerri yaratmak değil işlemek zulümdür.
Dördüncü bölümde anlattıklarımızın özeti:
Yaratılan her şey iki daire ile kuşatılmıştır. Birisi kaza diğeri
206
•
KAİNAT EVİ
•
kader dairesi. Üçüncü bir daire yoktur mahlûkat için.
Her şeyde hamd ile tesbih ediş kaza olarak her şey üzerine
Allah Subhanehu ve Teâlâ tarafından yazılmıştır. Bütün yaratıkların ışığı o tesbihtir. Tesbih ise âlemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed (sas)’ın rahmetidir. Bu tesbih konusunda
insanın hiçbir etkisi ve müdahalesi yoktur. İnsan kazadan sorumlu değildir ve hesap vermez. Kaza konularıyla alakalı ne
sevap ne de günah vardır insana.
Kader ise her şeyin sıfatıdır ve değişkendir. Allah’ın mutlak
değer biçmesidir. Mahlûkat tüm özellikleriyle birlikte Allah
tarafından teklife muhatab olan insanların ve cinlerin hizmetine rahmet Peygamberinin (sas) vesilesiyle verilmiştir. Bütün
bu nimetler sana Allah’ın fazlı ve keremidir. Bütün eşya’yı doğru anlayıp doğru kullanman için sana emanet verildi. İnsan Suresinde Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
ِ َّ‫ب ِْس ِم ه‬
‫الل َّالر مْ َح ٰ� ِن َّالر ِح ِمي‬
‫ه َْل َأ� ىَ ٰت عَ ىَل ْال َنس ِان ِح ٌني ِّم َن ادلَّ ْه ِر لَ ْم يَ ُكن‬
‫َشيْئا م ْذ ُكورا ِإ‬
ً َّ ً
﴾١﴿
‫�ناَّ َخلَ ْقنَا ْال َنس َان ِمن ن ُّْط َف ٍة َأ� ْمشَ اجٍ نَّبْتَ ِلي ِه‬
‫ِإ‬
‫فَ َج َعلْنَا ُه مَ ِس ِإي ًعا ب َ ِص ًريا‬
207
•
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
•
﴾٢﴿
‫الس ِبي َل � َّما َشا ِك ًرا َو� َّما َك ُف ًورا‬
َّ ‫ِإ�ناَّ هَدَ يْنَا ُه‬
‫ِإ‬
﴾٣﴿
‫ِإ‬
﴾‫ االنسان‬- 76﴿
“Gerçek şu ki, insanın üzerinden, daha kendisi
anılmaya değer bir şey değilken, uzun zamanlardan
(dehr) bir süre gelip geçti. Muhakkak ki biz, insanı
karışık bir nutfeden yarattık; onu imtihân ediyoruz. Onun için kendisini işitici ve görücü kıldık. Biz
ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya
da nankör.” (İNSAN, 76/1-3)
Doğru yolda gidenler şükür ehli yanlış yolda gidenler ise
nankördürler. Allah’tan sakınan ve O’nun Kitabını ve Peygamberinin (sas) sünnetini takip edenler ve Allah’ın Habibini (sas) sevenler Allah tarafından doğru yola hidayet edilir ve
Habibullah’ın nuruna eriştirilir. Böyle birinin evinin her yeri,
ayağının bastığı her yer, gittiği- geldiği her yer bulunduğu her
yer Allah tarafından yükseltilir ve “Allah’ın, yükseltilmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin verdiği evlerde.” (NUR, 24/36) Ayet-i kerimesine mazhar olur.
Bu yükseltilmeyle insan hem hidayet ışığına kavuşur hem
de kaza ve kader dairelerini doğru değerlendirerek kararını
doğru yönde kullanır.
208
Beşinci Bölüm
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE
VE KÂİNAT EVİYLE ALÂKASI
5. Bölüm •
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
B
u bölümde inşaallahu Teala Hakikat-i Muhammediyye
ile Kainat evinin bağlantısını izah etmeye çalışacağız. O
hakikat ki Allah O hakikati kâinat evine rahmet olarak gönderdi.
Enbiya Suresi’nin yüzyedinci ayetinden Efendimizin (sas)
gönderilmiş bir rahmet olduğu anlaşılmaktadır.
‫َو َما َأ� ْر َسلْنَاكَ � اَّل َر مْ َح ًة ِلّلْ َعالَ ِم َني‬
﴾‫ األنبياء‬-‫ ِإ‬21:١٠٧﴿
“Ve Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (ENBİYA, 21/107)
En yüce, en büyük, en cömert olan Allahu Teâlâ’nın, kullarına gönderdiği en değerli hediye, rahmet olarak gönderdiği
sevgili Peygamberimiz, Efendimiz Muhammed (sas)’dir.
Seven sevdiğine hediye gönderir ve hediye, hediye edilenin sevildiğini gösterir.
213
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
Efendimiz Muhammed (sas)’in üç kadri
(kıymet-değer) vardır:
Birinci Kadr: Efendimizin (sas) beşerî kadridir. Bu gerçeği
ifade eden bir ayet-i kerime:
‫وح � يَ َّل َأ�ن َّ َما �لَ ٰ�ه مُ ُْك �لَ ٰ� ٌه‬
َ‫ش ِّمثْلُ مُ ْك يُ ى‬
ٌ َ‫ُق ْل �ن َّ َما َأ�ناَ ب َ ر‬
ٰ
‫ِإ ِإ‬
‫ِإ‬
‫ِإ‬
‫َوا ِح ٌد‬
﴾‫ فصلت‬- 41:٦﴿
“De ki: “Ben ancak sizin benzeriniz olan bir beşerim. Bana yalnızca, sizin İlahınızın bir tek İlah olduğu vahyolunur.” (FUSSİLET, 41/6)
‫َو َما ُم َح َّم ٌد � اَّل َر ُسو ٌل‬
‫ِإ‬
﴾‫ آل‌عمران‬- 3:١٤٤﴿
“Muhammed, yalnızca bir elçidir.” (AL- İ İMRAN, 3/144)
Muhammed (sas) bu haliyle doğdu, büyüdü ve yaşadı, evlendi ve çocuk sahibi oldu. Kader dairesinde yemek yedi ve su
içti, pazarlara giderek alış-veriş yaptı. Yeri geldi sevindi, yeri
geldi üzüldü ve yine yeri geldi ağladı ve sonuçta vefat etti.
‫ون‬
َ ‫�ن ََّك َم ِيّ ٌت َو�نهَّ ُم َّم ِيّ ُت‬
‫ِإ‬
‫ِإ‬
214
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
﴾‫ الزمر‬- 39:٣٠﴿
“Gerçek şu ki, sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir.” (ZUMER, 39/30)
Allah, sevgili Peygamberimizi (sas) insanlara kendi cinslerinden bir insan olarak göndermiştir. Zira böyle olunca elçinin
rehberliği de kâmil oluyor. Rabbinden getirdiği hükümleri ilk
önce kendisi uyguluyor; uygulanırlığını gösteriyor. İnsanlara
da tabii hiçbir mazeret kalmıyor. Eğer Allahu Teâlâ elçi olarak
melekleri gönderseydi insanlar: “Ya Rabbi biz melek olmadığımız için bu ibadetleri vs. uygulayamıyoruz” diyebilirlerdi. Ama
şimdi asla! Çünkü elçi, kendi cinslerinden bir beşer. Efendimizin üç halinden birisinin kaza ve kaderi bu yönde tahakkuk
etmiş.
İkinci Kadr: peygamberlik kadri. Peygamberlerin başlıca
özelliklerini hatırlayalım:
1. SIDK
(doğruluk)
2. EMANET(güvenilirlik)
3. İSMET
(günahsızlık)
4. TEBLİĞ
(aldığı mesajı aktarmak)
5. FETANET
(zeki olmak)
ِ ‫َّما عَ ىَل َّالر ُس‬
‫ون‬
ُ َّ‫ول � اَّل الْ َب اَل ُغ ۗ َو ه‬
َ ُ‫الل ي َ ْع مَ ُل َما تُ ْبد‬
‫ِإ‬
‫ون‬
َ ‫َو َما تَ ْك ُت ُم‬
215
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
﴾‫ املائدة‬- 5:٩٩﴿
“Elçiye tebliğden başka (yükümlülük) yoktur. Allah açığa vurduklarınızı da, gizli tuttuklarınızı
da bilir.” (MÂİDE, 5/99)
Peygamberlik kapısı kendisiyle birlikte kapanan Rasulullah
Muhammed (sas)’in diğer peygamberlerden (as) farklı olarak
bazı özellikleri ve bir mucizesi vardır o da Kur’an’dır. Kur’an-ı
Kerim ta kıyamete kadar elimizde geçerli bir Kitap olarak kalacaktır.
Allahu Teala Ümmet-i Muhammed (sas)’e Rasulullah (sas)
sayesinde özel bir statü vermiştir.
ِ ‫ون اِبلْ َم ْع ُر‬
‫وف‬
َ ‫نت خ رْ ََي ُأ� َّم ٍة ُأ� ْخ ِر َج ْت ِللنَّ ِاس تَ�ْأ ُم ُر‬
ْ ُ‫ُك م‬
‫ون اِب هَّ ِلل ۗ َولَ ْو � آ َم َن َأ� ْه ُل‬
َ ُ‫َوتَ هْنَ ْو َن َع ِن الْ ُمن َك ِر َوت ُْؤ ِمن‬
‫ون َو َأ� ْك رَ ُث مُ ُه‬
َ ُ‫ْال ِكتَ ِاب لَ اَك َن خ رْ ًَيا لَّهُم ۚ ِ ّم هْنُ ُم الْ ُم ْؤ ِمن‬
‫ون‬
َ ‫الْ َف ِاس ُق‬
﴾‫ آل‌عمران‬- 3:١١٠﴿
“Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam’a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz.
Kitap Ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için
216
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.” (ÂL’İ İMRAN, 3/110)
‫َو َك َ ٰذ كِ َل َج َعلْنَ مُ ْاك ُأ� َّم ًة َو َس ًطا ِل ّ َت ُكونُوا ُشهَدَ َاء عَل‬
ُ ‫ون َّالر ُس‬
‫ول عَلَ ْي مُ ْك َشهِيدً ا‬
َ ‫النَّ ِاس َويَ ُك‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٤٣﴿
“Böylece sizi, insanların üzerine şahit olmanız ve
peygamberin de sizin üzerinize şahit olması için aracı bir ümmet kıldık.” (BAKARA, 2/143)
Cabir bin Abdullah (ra)’dan gelen bir hadis-i şerifte Rasulullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Bana beş şey verilmiştir ki, bunlar benden önceki peygamberlerden hiçbirine verilmemiştir:
1. Ben, bir aylık mesafede olan düşmanımın içine düşen
bir korku ile yardıma mazhar oldum.
2. Yer bana tahur, pâk ve mescid kılındı. Her kim namaz
vaktine girerse, nerede olursa olsun namazını kılar.
Ümmetimden herhangi biri, namaz vakti girince, bulunduğu yerde namazını kılsın. (herhangi bir yerde)
3. Bana ganimetler helal kılındı. Hâlbuki benden öncekilerden hiç kimseye helal değildi.
4. Benden önceki Peygamberlerin her biri yalnız kendi
217
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
kavimlerine gönderilirken, ben bütün insanlara gönderildim.
5. Bana şefaat etme yetkisi verildi.” (SAHİH-İ BUHARİ)
Önceki peygamberler (as) peygamberimize (sas) ve önceki
ümmetler Ümmet-i Muhammed’e hazırlıktı.
İletişim olanaklarının git gide artması zaten başka bir peygamberin gelmesine teknik olarak gerek bırakmadı. Muhammed (sas)’in getirdiği Evrensel Din ve Kitap insanlığa ta kıyamete kadar geçerli ve yeterlidir.
Üçüncü Kadr: Seyyidina Muhammed (sas)’in bu yönünü
sadece O’nu (sas) yetiştiren Rabbi biliyor. Doğrudan Allah’ın
yetiştirdiği ve ilimlendirdiği hakkında ne dersin? Yetiştirilenin
kusuru yetiştirene ait olunca Allah Subhanehu ve Teâlâ hakkında ne dersin?
‫َو َما َأ� ْر َسلْنَاكَ � اَّل َر مْ َح ًة ِلّلْ َعالَ ِم َني‬
﴾‫ األنبياء‬-‫ ِإ‬21:١٠٧﴿
“Ve Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (ENBİYA, 21/107)
Rasulullah (sas) bütün âlemlere rahmet olarak gönderilince, Rabb-ul- alemîn her neye Halık ve Rabb ise Rasulullah (sas)
o şeye rahmet olmuyor mu? Evet, Rasulullah bütün kâinata;
218
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
geçmiş ve gelecek yaratıklara rahmettir!
Demek ki hem Muhammed (sas)’i hem kâinatı yaratan Allah hem Muhammed’ini hem kâinatını en iyi bilendir.
‫ون‬
َ ‫�ن ََّك َم ِيّ ٌت َو�نهَّ ُم َّم ِيّ ُت‬
‫ِإ‬
﴾‫ الزمر‬- ‫ ِإ‬39:٣٠﴿
“Gerçek şu ki, sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir.” (ZUMER, 39/30)
Yukarıdaki ayette Allahu Teala ‘hepiniz öleceksiniz’ demeyip ‘sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir’ derken ikiye
ayırıyor. Demek ki Efendimizin (sas) ölümü diğer insanların
ölümüyle aynı kefeye konulamaz. Efendimizin (sas) yaratıklara rahmet oluş süreci devam etmekte. Evet, ölümünden sonra da devam etmektedir. Zira O’nun (sas) vefatından sonra da
mahlûkat yaratılmaya devam etti, devam ediyor ve bundan
sonra da devam edecek. Bu durum ise Rasulullah’ın üçüncü
kadri kapsamında izah edilebilir.
Rahmetiyle bütün kâinatı zaman ve mekânıyla kuşatan O
hakikat, Hakikat-i Muhammediyye’dir (sas) ve o hakikati hakkıyla ancak Allahu Teâlâ bilir.
İzah ettiğimiz bu üçüncü durum, Efendimizin (sas) ölümüyle diğer insanların ölümünün farkını ortaya çıkartmaktadır.
219
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
Evet, bu itibarla Rasulullah (sas) âlemlere rahmet olarak
gönderildi.
Bu itibarla Rasulullah (sas) ruh ve bedenle isra ve miraç
yaptırıldı.
Bu itibarla Rasulullah (sas)’a namazın tahiyyatı dahil her
zaman ve her yerde; ravzasını ziyarette salavat ettirildi ve kıyamete kadar da salavat ettirilecek.
Bu itibarla Rasulullah’a (sas) bir buçuk milyar Müslüman
her saniye salavat getirse hepsinin salavatına teker teker cevap
verebilecek durumda oldu.
Bu itibarla kendisini hakkıyla sadece Allah’ın bildiği zat
oldu.
Bu kadrle şefaat ve Makam-ı Mahmud’un sahibi oldu.
‫وح ِم ْن َأ� ْم ِر َرب‬
ُ ‫َوي َْس�َألُون ََك َع ِن ُّالروحِ ۖ ُق ِل ُّالر‬
‫َو َما ُأ�و ِت مُيت ِّم َن الْ ِع مْ ِل � اَّل قَ ِليل‬
‫ِإ‬
﴾‫ اإلرساء‬- 17:٨٥﴿
“Sana ruh’tan sorarlar; de ki: Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir.” (İSRA, 17/85)
Yukarıdaki ayeti doğru okursak Rasulullah (sas)’ın ruh ger220
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
çeğini bilmediği manasını çıkaramayız. Hakk Teâlâ bu ayetiyle
peygamberine, ancak bu haberi soranlara cevap olarak iletmesini emrediyor.
Rasulullah (sas) bütün âlemlere rahmet olarak gönderilsin
de alemlerden bir alem olan ruhlar alemini tanımasın ve bilmesin! Bu hiç mümkün mü?!
Seni tanımadığın birine; adresini bilmediğin bir eve gönderseler bunun ne mantığı olur? Postacı adresini, evini ve ismini bilmeden tanımadan sana gelir mi? Elbette gelmez.
Bir misal: sana bir paket çikolata versem ve bunu birisine
götürmeni istesem, yolda sana paketin içinde ne olduğunu sorduklarında sen: ‘‘Allah bilir’’ desen bu söz senin paketin içindekini bilmediğini göstermez. Ancak emanete riayetinden dolayı
paket içeriği hakkında ulu orta konuşmama titizliği göstermiş
olursun. Rasulullah (sas)’ın ruh hakkında söylediğini bu çerçevede değerlendirmeliyiz.
‫وح ِم ْن َأ� ْم ِر َرب‬
ُ ‫َوي َْس�َألُون ََك َع ِن ُّالروحِ ۖ ُق ِل ُّالر‬
‫َو َما ُأ�و ِت مُيت ِّم َن الْ ِع مْ ِل � اَّل قَ ِليل‬
‫ِإ‬
﴾‫ اإلرساء‬- 17:٨٥﴿
“Sana ruh’tan sorarlar; de ki: Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir.” (İSRA, 17/85)
221
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
Bu ayetteki hitap Rasulullah (sas)’a değil ki. “Size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir.”.. derken Rasulullah
(sas) bu sözün sadece aktarıcısı, muhatabı ise soranlar ve diğer
insanlar. Yoksa ‘Bize ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir’
derdi, ama Rasulullah (sas) “Size ilimden yalnızca az bir
şey verilmiştir.”.. demektedir.
Allah Rasulünün (sas) üç kadrinden kısaca bahsetmiş olduk. Başka eserlerimizde inşaallah konuyu daha ayrıntılı işleriz. Burada özetin özetini vererek yolumuza devam edeceğiz.
Efendimiz Muhammed (sas)’in ilk kadri olarak izah ettiğimiz beşeri kadri, doğumundan nübüvvetinin (peygamberlik)
başlangıcına kadar olan zaman dilimini oluşturmaktadır.
Nur Dağında bulunan Hira Mağarasında Cebrail (as)’in
Muhammed (sas)’e gelerek “Oku! Yaradan Rabbinin ismiyle”
ayetini ilk vahiy olarak kalbine indirmesiyle başlayan dönem
Efendimizin (sas) ikinci kadri olarak ifade ettiğimiz hâlidir. Bu
itibarın özelliği uyarıcı ve müjdeleyici bir peygamber oluşudur.
Üçüncü kadr ise ‘kadrini sadece Rabbinin bildiği’ yönüdür.
Efendimiz (sas)’in bu yönü ise ta Kalu Bela’dan beri mevcuttur.
Hatta İlk Kul ve İlk Nur olarak yaratıldığından beri. İlk yaratılan kul ve nur olarak Muhammed (sas) insanların kendisine
ünsiyet kurabilmeleri için vakti geldiğinde insan olarak da teşrif etti.
ِ َّ‫َو َما َأ� ْر َسلْنَا ِمن َّر ُسولٍ � اَّل ِل ُي َطا َع ِب ْذ ِن ه‬
‫الل ۚ َولَ ْو‬
‫ِإ‬
‫ِإ‬
222
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
‫الل‬
َ َّ‫َأ�نهَّ ُ ْم �ذ َّظلَ ُموا َأ�ن ُف َسه ُْم َجا ُءوكَ فَا� ْس َت ْغ َف ُروا ه‬
ُ ‫َوا� ْس ِإَت ْغ َف َر لَهُ ُم َّالر ُس‬
‫الل ت ََّو اًاب َّر ِحميًا‬
َ َّ‫ول ل َ َو َجدُ وا ه‬
﴾‫ النساء‬- 4:٦٤﴿
“Biz elçilerden hiç kimseyi ancak Allah’ın izniyle
kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik. Ve eğer onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde sana gelip Allah’tan bağışlanma dileselerdi
ve elçi de onlar için bağışlanma dileseydi, elbette
Allah’ı Tevvab (tevbeleri kabul eden), Rahîm (çok
merhamet eden) olarak bulurlardı.” (NİSA, 4/64)
Evet, bu ayeti doğru anladığımızda Allah’ın Elçisi Muhammed (sas)’i doğru anlamış olacağız.
Bu ayet, Medine-i Münnevvere’de gerçekleşen bir ilmi toplantıda tarafımızdan açıklanmıştır. Bu ayet-i kerime kendi başına bir konu olduğundan müstakil bir başlık altında işleyeceğiz:
ِ َّ‫ب ِْس ِم ه‬
‫الل َّالر مْ َح ٰ� ِن َّالر ِح ِمي‬
ِ َّ‫َو َما َأ� ْر َسلْنَا ِمن َّر ُسولٍ � اَّل ِل ُي َطا َع ِب ْذ ِن ه‬
‫الل ۚ َولَ ْو‬
‫ِإ‬
‫ِإ‬
‫الل‬
َ َّ‫َأ�نهَّ ُ ْم �ذ َّظلَ ُموا َأ�ن ُف َسه ُْم َجا ُءوكَ فَا� ْس َت ْغ َف ُروا ه‬
‫وا�س ِإ‬
َ
َ
ُ
َ
ْ
ُ‫د‬
‫ل‬
‫ر‬
‫ف‬
‫غ‬
‫ت‬
‫ا‬
‫و‬
‫ج‬
‫و‬
‫ل‬
‫ول‬
‫س‬
‫الر‬
‫م‬
‫ه‬
ُ
‫الل ت ََّو اًاب َّر ِحميًا‬
َ َّ‫َ ْ َ َ ُ َّ ُ َ َ ه‬
223
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
﴾‫ النساء‬- 4:٦٤﴿
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHÎM.
“Biz elçilerden hiç kimseyi ancak Allah’ın izniyle
kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik. Ve eğer onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde sana gelip Allah’tan bağışlanma dileselerdi
ve elçi de onlar için bağışlanma dileseydi, elbette
Allah’ı Tevvab (tevbeleri kabul eden), Rahîm (çok
merhamet eden) olarak bulurlardı.” (NİSA, 4/64)
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHÎM. Hamd, kainatı Peygamberi Muhammed’in nuruyla aydınlatan Allah’a mahsustur.
O Peygamber ki (sas), herşey hamd ile tesbihini O’ndan almıştır.
Allah’ın fazlı üzerimize Allah’tan ve O’nun Rasulünden (sas)
gelmiştir:
ُ ُ‫الل َو َر ُس ه‬
‫ول َوقَالُوا‬
ُ َّ‫َول َ ْو َأ�نهَّ ُ ْم َرضُ وا َما �آتاَ مُ ُه ه‬
ُ ُ‫الل ِمن فَضْ هِ ِل َو َر ُس ه‬
‫ول �ن‬
ُ َّ‫الل �سَ ُي ْؤ ِتينَا ه‬
ُ َّ‫َح ْسبُنَا ه‬
‫ِإ‬
ِ َّ‫� ىَل ه‬
‫ون‬
َ ‫الل َرا ِغ ُب‬
‫ِإ‬
﴾‫ التوبة‬- 9:٥٩﴿
“Eğer onlar, Allah’ın ve elçisinin verdiklerine
224
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
hoşnut olsalardı ve: “Bize Allah yeter; Allah pek
yakında bize fazlından verecek, O’nun elçisi de. Biz
gerçekten ancak Allah’a rağbet edenleriz” deselerdi (ya)! )” (TEVBE, 9/59)
ِ َّ‫اَك َن فَضْ ُل ه‬
َ‫الل عَلَ ْي َك َع ِظميًا‬
﴾‫ النساء‬- 4:١١٣﴿
“Allah’ın senin üzerindeki fazlı (nimeti) çok büyüktür.” (NİSA, 4/113)
Allah’ın Rasulullah (sas) üzerindeki çok büyük fazlı kendisine verdiği nurdur. O nur ki onunla bütün kâinatı ışıtmıştır.
Bütün yaratıklara hamd ile tesbihi etmesini öğretmiştir. Muhammed (sas)’ın hatırına hem dünyayı hem ahireti yaratmıştır.
Zira bu dünya hayatı ahiretin kapısıdır. Ahiretin ise iki tane
ebedi kapısı vardır. Cennet kapısı ve ateş (cehennem) kapısı.
Bu dünya hayatı seçimini doğru yaparak amel etmek diyarıdır. Ta Adem (as)’den kıyamete kadar her kim ki Muhammed
(sas)’in yolundan giderse ebedi cennetliklerdendir. Her kim de
Rasulullah’ı (sas) umursamaz, terk ederse ebedi cehennemliklerdendir.
Ahiret mademki dünyanın neticesidir, o halde sonuç olarak insanlar, ya cennet ya da cehennem ehlinden olacaklardır.
Rasulullah (sas) iki kapınında anahtarıdır. Muhammed (sas)
kime şefaat ederse o cennetliklerden olacak kime de şefaat et225
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
mezse o kişi ebedi ateşte kalacaktır.
O server (sas) ki dünya ve ahiret O’nun (sas) için yaratılmıştır. O sultan ki yaratıkların başlangıcı ve sonsuzluğudur. Evet,
Allah öyle istedi diye öyle olmuştur ve Allah’ın gönderdiği,
mahlûkatına armağan ettiği rahmet ile öyle olmuştur.
“Biz elçilerden hiç kimseyi ancak Allah’ın izniyle
kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik. Ve eğer onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde sana gelip Allah’tan bağışlanma dileselerdi
ve elçi de onlar için bağışlanma dileseydi, elbette
Allah’ı Tevvab (tevbeleri kabul eden), Rahîm (çok
merhamet eden) olarak bulurlardı.” (NİSA, 4/64)
Bu ayetteki İZZALEMU sözcüğündeki iz edatı zaman zarfıdır: (Türkçe) zulmettiklerinde kelimesindeki de manasındadır
yani zulüm ettikleri (her) zaman. Adem (as)’den ta kıyamete
kadar nerede bir zulüm işlenirse hepsi için geçerlidir. Yani her
ne zaman ve nerede birilerinin kendilerine zulüm olayı vuku
bulduğunda zulmedildiğinde ...
Adem (as) cennette iken, yemişi kendisine yasaklanmış olan
ağaçtan yedi ve kendisine zulmetmiş oldu. Bu ayetin iz (de)
sözcüğü Adem (as)’in yapmış olduğu zulmü de kapsamaktadır.
Adem (as) ne kadar tevbe etti ve Rabbinden af diledi ve ancak
‘‘Habibin Muhammed (sas)’in hatırı için beni affet’’ dediğinde
affedildi.
“Ve lev ennehum”: eğer onlar (insanlar ve cinler).
226
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
“İz zalemû enfusehum”: kendi nefislerine zulmettiklerinde.
Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “Bütün insanlar hatalıdır; hatalı insanların Allah katında en makbul olanları
tevbe edenleridir.” (TİRMİZÎ, KIYÂMET/50; İBN-İ MÂCE, ZÜHD/30)
“Câûke”: sana gelip. (Kimler? Bütün insanlar! Ne zaman?
Ta Adem (as)’den kıyamete kadar ve hatta hesap günü mahşer
meydanında şefaata kadar!
“Festaĝferûllâhe vestaĝfera lehumur rasûlu le vecedûllâhe
Tevvâben Rahîmâ.”
“Allah’tan bağışlanma dileselerdi ve elçi de onlar için bağışlanma dileseydi, elbette Allah’ı Tevvab (tevbeleri kabul eden), Rahîm (çok merhamet eden)
olarak bulurlardı.” (NİSA, 4/64)
Adem (as) kendisine zulmettikten sonra cennetin kapılarında ve Arş-u Ala’nın ön yüzünde Muhammed (as) isminin yazılı olduğunu görünce, isimleri öğrenen Adem (as), o hakikatin
kendi neslinden bir insan olarak geleceğini öğrenince tevbesinin kabulü için o ismin sahibini vesile etti.
Delilimiz ise:
‫َو َما َأ� ْر َسلْنَاكَ � اَّل َر مْ َح ًة ِلّلْ َعالَ ِم َني‬
‫ِإ‬
227
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
“Ve Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (ENBİYA, 21/107).. ayetidir.
Adem (as) alemlerden bir alem iken Muhammed (sas)
alemlere rahmet olarak gönderilen zattır.
“Allah’tan bağışlanma dileselerdi ve elçi de onlar için bağışlanma dileseydi, elbette Allah’ı Tevvab (tevbeleri kabul eden), Rahîm (çok merhamet eden)
olarak bulurlardı.” (NİSA, 4/64)
Bu ayeti ta Adem (as) zamanıyla birlikte değerlendirdiğimizde bu hükmün bütün insanlar üzerine kaza olarak yazıldığını fark ederiz. İnsanlar hata yapacak ve bağışlanma dileyecekler ve Rasulullah (sas)’da onlar için bağışlanma dileyecek
Allah da affedecek.
Allahu Teala Rahman ve Rahim olduğu için bütün âlemlere
rahmetini yani Habibini (sas) kaza (Allah’a ait yazgı-hüküm)
olarak gönderdi. Bize bakan yönüyle Muhammed (sas) uyarıcı
ve müjdeleyicidir. Sadece Allah’ın bildiği bir hakikat olarak üçüncü kadr dediğimiz- Hakikat-i Muhammediyye’dir ve Allah tarafından bütün insanlara armağan edilmiş rahmettir.
Yukarıdaki ayette Allahu Teâlâ Muhammed (sas)’e direkt
hitab ediyor dolayısıyla değil. “Ey Muhammed (sas) onlar için
bağışlanma diledin” demiyor. Bir defaya mahsus bir dua ve
talep değil. “Ve eğer onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde sana gelip Allah’tan bağışlanma dileselerdi ve elçi de onlar için bağışlanma dileseydi,
228
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
elbette Allah’ı Tevvab (tevbeleri kabul eden), Rahîm
(çok merhamet eden) olarak bulurlardı.” (NİSA, 4/64)
Rasulullah (sas) bütün âlemlere ve âlemler içinde birer âlem
olan insanlara ve insanlar içinde Müslümanlara rahmettir, bağışlanma vesilesidir. O gönderilen/hediye edilen rahmet dünya
hayatında hata sahiplerinin bağışlanmasını diler ve ahirette ise
şefaat eder.
Le vecedûllâhedeki le edatı sebep Lâm’ıdır. Le bu ayette elbette sözcüğünü ifade eder “elbette Allah’ı Tevvab (tevbeleri kabul eden), Rahîm (çok merhamet eden) olarak bulurlardı.” İnsanlar her zaman hata yaptıkları için bu
ayeti-i celilede anlatılan hakikat münferit ya da yerel bir olayı
değil bütün zemin ve zamanları kapsamaktadır.
Allah insanların hata ve zulüm yapacaklarını bildiği için
onlara bağışlanma sebebi olan elçisini rahmet olarak göndermiştir.
Bu bizim görüşümüz değil, Kur’an ayetidir.
Bu açıklamalarımıza birileri itiraz ederek: “Bu ayet Rasulullah (sas)’ın vefatına kadar geçerelidir, vefatından sonraki dönemi kapsamaz”.. diyorlar.
Evet, biz de bu söze karşılık bir sonraki ayet-i celile ile cevap
veriyoruz:
229
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
‫ون َح ىَّ ٰت حُ َي ِ مّ ُكوكَ ِفميَا جَش ََر‬
َ ُ‫فَ اَل َو َر ِب ّ َك اَل يُ ْؤ ِمن‬
‫بَيْنهَ ُ ْم مُ َّث اَل جَيِدُ وا يِف َأ�ن ُف ِسه ِْم َح َر ًجا ِّم َّما قَضَ يْ َت‬
‫َوي َُس ِل ّ ُموا ت َ ْس ِلميًا‬
﴾‫ النساء‬- 4:٦٥﴿
“Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında
çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin
verdiğin hükme, içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.” (NİSA, 4/65)
Kur’an ayetlerinin hükmü Rasulullah (sas)’ın sadece dünya
hayatıyla sınırlı ise, vefatından sonra şeriatinin de bir hükmü
kalmaması lazım. Böyle birşey asla düşünülemez. Hem Kur’an
ayetleri hem de Rasulünün (sas) sünneti, hayatında olduğu gibi
vefatından sonra da caridir ve kıyamete kadar da yürürlükte
kalacak tek dindir.
Rasulullah (sas)’a, bizim için bağışlanma
dilemesi için nasıl gidebiliriz?
İnsan kendisine zulüm yaptığında Rasulullah (sas)’a gitmelidir. Normalinde bu durum karşısında insan aracısız Allah’tan
bağışlanma dilemelidir, öyle değil mi? Tevbe ve bağışlanma dileğinde kul ile Allah arasında kimse olamaz. Ancak bu ayetin
230
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
ifadesine göre Rasulullah (sas)’a gitmemiz istenmektedir!
Kul ile Allah arasına kimse giremez diyenlere veya vesileyi
kabul etmeyenlere benim sorum: O halde bu Kur’an ayetini ne
yapacağız? Bana bu sorumun cevabını vermelerini isterim.
Ayetin “Sana gelip” kısmı çok yönlüdür. Zira Rasulullah
(sas) dünya ve ahirette mutlak vesiledir. Dünya ve ahiret O’nun
(sas) için yaratılmıştır. Cennetin de cehennemin de anahtarları Rasulullah (sas)’ın elindedir. Varlığımızın ve ebediyetimizin
vesilesi Rasulullah (sas) olduğu için O’na gitmemiz lazım geldi.
İradeni ya O’na (sas) tabi olmaya ya da olmamaya kullanabilirsin. Ta Adem (as)’den Muhammed (sas)’e kadar her kim ki
kendisine gönderilmiş elçiye tabi olduysa dolayısıyla peygamberimiz Muhammed (sas)’e tabi olmuştur.
‫َو َك َ ٰذ كِ َل َج َعلْنَ مُ ْاك ُأ� َّم ًة َو َس ًطا ِل ّ َت ُكونُوا ُشهَدَ َاء عَل‬
ُ ‫ون َّالر ُس‬
‫ول عَلَ ْي مُ ْك َشهِيدً ا‬
َ ‫النَّ ِاس َويَ ُك‬
﴾‫ البقرة‬- 2:١٤٣﴿
“Böylece biz sizi, insanlara şahid olmanız için
aracı bir ümmet yaptık; Peygamber de üzerinizde bir
şahid olsun” (BAKARA, 2/143)
Bu ayetteki aracı sözcüğü mahşerde insanlarla Allah arasında şefaat için vesile olmayı ifade eder. Yoksa alimlerin çoğu-
231
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
nun dediği gibi: Ayetteki vasat sözcüğü orta halli yani itidalli
ümmet anlamında değildir, aracı: vasıta/vesile manasındadır.
Delilimiz ayetin içinde ifade edilmektedir. “Şahid olmanız
için” kim şahit olur elbette vasıta ve vesileler duruma şahitlik
ederler. Önceki ümmetlerin peygamberlerine tabi olup olmadıklarına şahitlik ederler. Diğer taraftan Rasulullah Muhammed (sas) de bize şahittir. En son ümmet olduğu halde cennete
girecek olan ilk ümmet, Ümmet-i Muhammed (sas) olacaktır.
Ümmet-i Muhammed (sas)’in bütün insanlara ve Rasulullah
(sas)’ın bu ümmete şahit olması bu ümmete verilmiş ne büyük
bir şereftir!
Allah Subhanehu ve Teâlâ, Rasulünü (sas) kâinata mutlak
vesile yapmıştır. Bu vesilenin işlevi rahmet olarak gönderilmeyle başlamış ve mahşerde ebediyete kadar tesir edecek şefaatle sonlanmıştır. Dünya ve ahiret saadetinin ve azabının anahtarlarını Rasulünün (sas) eline vermiştir. Bu nasıl olur denirse,
Allah öyle istemiştir de ondan deriz. Rasulullah (sas)’ın bu durumunu Allah kaza olarak yazmıştır.
‫َمن َذا ذَّ ِالي ي َْش َف ُع ِعندَ ُه � اَّل ِب ْذ ِن ِه‬
‫ البقرة﴾ ِإ ِإ‬- 2:٢٥٥﴿
“İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir?” (BAKARA, 2/255)
Demek ki Allahu Teala Rasulullah (sas)’a izin vermiştir. Sana, üzerindeki gömleğin sahibi sorulduğunda sen ‘bu
232
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
Allah’ın gömleğidir’ mi yoksa ‘benim gömleğimdir’ mi dersin? Aslında herşeyin mülkiyeti Allah’ın olmasına rağmen sen
‘benim gömleğim’ dersin değil mi! Neden, bu Allah’a ortaklık
değil midir? Hayır! Çünkü böyle demene Allah izin vermiştir de ondan. Allah yaptığından sorgulanmaz, O Subhanehu
ve Teâlâ dilediğini yapandır. Rasulüne (sas) de dilediği yetkiyi
vermiştir.
Üsâme b. Zeyd’den (ra) gelen bir rivayette, Peygamber (sas)
pazartesi ve perşembe günlerinde oruç tutardı. Kendisine bunun fazileti sorulduğunda şöyle buyurmuştur: “İnsanların
amelleri pazartesi ve perşembe günlerinde (Allah’a) arzedilir.
Ben de oruçlu iken amelimin (Allah’a) arzedilmesini isterim.”
(TIRMIZÎ, SAVM, 44.)
Rasulullah’ın en yüce bir kulluk şuuruyla Rabbinin rızası
için kıldığı ibadetler pazartesi ve perşembe günleri Allah’a arzolunuyor. Allahu Teâlâ, melekler ve tüm mahlûkat da kendisine salut-u selam getiriyorlar. Allahu Teâlâ Habibullah’a (sas)
Makam-ı Mahmud’u yani övülen makamı vermiştir. Yukarıdaki hadis bize Muhammed (sas)’in beşerî ve nebevî yönünü ifade ediyor. Zira O (sas) insanlara rehber olduğu için ne zaman,
ne kadar ve nasıl ibadet yapılıcağını öğretiyor.
Ümmetinin ammelleri Efendimizin (sas) karşısına çıkartılıyor. Bu durum Efendimizin (sas) hangi kadri ile alakalıdır? Sadece Allahu Teâlâ’nın bildiği üçüncü kadri dediğimiz Hakikat-i
Muhammediyye ile alakalı.
Hakikat-i Muhammediyye’nin başlıca özellikleri şunlar233
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
dır:
Âlemlere rahmet olarak gönderilmesi.
Mutlak vesile kılınması.
Kendisine şefaat izni ve Makam-ı Mahmud’un verilmesi.
Sahih olarak geçmeyen bir hadisde şöyle geçmektedir. “Ümmetimin amelleri kabrimde bana arzolunur. Ameller hayırlı
iseler Allah’a hamd ederim, eğer kötü iseler Allah’tan bağışlanmalarını dilerim.” (BEZZAR, MÜSNED)
Bu hadis sahih derecesinde görülmese dahi ayet ve hadis ışığındaki anlatımlarımızla çelişmemektedir yani konu bütünlüğü içinde değerlendirdiğimizde resmin bütünüyle örtüşmektedir. Bu hadisi belirleyici delil olarak değil de artı bir teyit olarak
değerlendirebiliriz.
Rasulullah’a salât-u selam getirdiğimizde ve namazın tahiyyatında yine Rasulullah’a salavat okuduğumuzda okuduğumuz
salâvatları Rasulullah (sas) işitir ve selam ile karşılık verir.
Bezzar’ın Abdullah İbn Mesud’dan haber verdiğine göre
Peygamberimiz (sas) şöyle buyurmuştur: “Benim hayatım
sizler için hayırlıdır. Öldüğüm zaman ölümüm de sizler için
yine hayırlıdır. Amelleriniz bana arz olunur. Hayrı görürsem
hamd ederim, şerri görürsem sizler için Allah’tan mağfiret
dilerim.” (BEZZAR, MÜSNED)
234
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
“Ve eğer onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde sana gelip Allah’tan bağışlanma dileselerdi
ve elçi de onlar için bağışlanma dileseydi, elbette Allah’ı Tevvab (tevbeleri kabul eden), Rahîm (çok
merhamet eden) olarak bulurlardı.” (NİSA, 4/64) Bu ayetteki Rasulullah (sas)’a gelmek olayını müstakil bir başlıkta inceleyeceğiz.
Rasulullah Muhammed(sas)’e gelmenin
farklı halleri:
Birinci hal: Öncelikle kimin yanına geldiğinin farkında olacaksın. Şöyle inanacaksın: Öyle birisinin yanına geldim ki, O
Allah katında en sevgili. “Allahu Teala O’nun (sas) hatırına dua
ve dileklerimi kabul edecektir”.. diyeceksin.
Herhangi birinin kapısını çalsan ve birşey istesen sana istediğin verilmeye bilir ama tanıdığından istesen verilir. Sen ki bu
durumda, sana hacetini ve arzunu karşılayacak ve dualarının
kabulüne vesile olabilecek durumdaki bir vesilenin kapısındasın. Mal/mülk değil Allah’tan mağfiret(bağışlanma) dileyeceksin, rızasını ve yüzünü isteyeceksin.
Alimler derler ki: Cuma günü güzel bir abdest alır, güzel
elbiselerini giyinir, cuma namazı için yola koyulur ve camiye
gidersen senin için ta ilk niyetten itibaren yani abdestle birlikte
cuma namazı dairesine girdin sayılır. Rasulullah (sas)’a gelmenin hükmü de aynen öyledir. Âlemlere rahmet olduğunu, senin
235
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
için Allah’tan bağışlanma dileme yetkisine sahip bulunduğunu,
vesile sıfatını gözönünde bulundurursun. Akabinde Allah’tan
af dilersin ve Rasulullah’tan senin için af dilemesini istersin. Bu
anlatılanlar Rasulullah (sas)’a gelmenin birinci halidir.
İkinci hal: Rasulullah (sas)’a sevgiyle geleceksin. Zira sevmeden gelmekte, istemekte mümkün olmaz. Hatta Muhammed (sas)’i kendinden de fazla sevmelisin. Sevgiyle birlikte senin için af/mağfiret dileyeceğine kalpten inanacaksın.
Üçüncü hal: Önceki ümmetler de kendi peygamberlerine
(as) tabi olmakla ve onları sevmekle bizim peygamberimiz
Muhammed (sas)’e gelmiş sayılırlar. Muhammed (sas) bizzat
rahmet olarak gelmiştir ama diğer peygamberler (as) de rahmetle yani Efendimiz (sas)’den aldıkları rahmet hissesiyle ümmetlerine gelmişlerdir.
Ebu Hureyre (ra)’den Rasulullah (sas)’ın şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir: “Ey insanlar, Muhakkak ben ancak size hediye edilmiş rahmetim.” (DÂRİMİ/SÜNEN)
Bütün İslam Alimleri sözbirliği ile Rasulullah (sas)’ın alemlere rahmet olarak gönderilen rahmetin bizzat kendisi olduğunu ve diğer peygamberler (as)’in ise O rahmetten alarak ümmetlerine geldiklerini kabul etmişlerdir.
‫َو� ْذ َأ�خ ََذ َرب ُّ َك ِمن ب َ يِن � آ َد َم ِمن ُظه ُِور مِ ْه ُذ ّ ِريَّتهَ ُ ْم‬
ۛ ‫َوِإ َأ� ْشهَدَ مُ ْه عَ ىَ ٰل َأ�ن ُف ِسه ِْم َأ�لَ ْس ُت ِب َ ِربّ مُ ْك ۖ قَالُوا ب َ ىَ ٰل‬
236
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
‫َشه ِْدناَ ۛ َأ�ن تَ ُقولُوا ي َ ْو َم الْ ِق َيا َم ِة �ناَّ ُكنَّا َع ْن َه ٰ� َذا‬
‫ِإ‬
‫غَا ِف ِل َني‬
﴾‫ األعراف‬- 7:١٧٢﴿
“Hani Rabbin, Adem oğullarının sırtlarından
zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine
karşı şahidler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti de) onlar: “Evet (Rabbimizsin), şahid
olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: “Biz bundan
habersizdik” dememeniz içindir.” (A’RÂF, 7/172)
Fıkıh’ta bu olaya Kalu-Bela denir. Kalu-Bela’dan beri
Rasulullah’ın (sas) rahmeti diğer peygamberlerin (as) ruhlarını da kapsamaktadır. Muhammed (sas)’in rahmetinin ruhlar
âleminde ruhlara ulaşması ruhların düğünüydü. Bu nedenle
nasıl ki Ya-Sin Suresine Kur’an’ın Kalbi denilmişse, Rahman
Suresi’ne de Kur’an’ın Gelini denilmiştir.
Bismillahirrahmanirrahîm
‫َّالر مْ َح ٰ� ُن‬
﴾‫ الرحمن‬- 55:١﴿
1. Er Rahmân: Rahman (ALLAH) (RAHMAN, 55/1)
‫عَ مَّ َل الْ ُق ْر� آ َن‬
237
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
﴾‫ الرحمن‬- 55:٢﴿
2. Allemel Kur’an: Alamettir Kur’an. (Muhammed
(sas)’e ebedi mucize olarak verdiği Kur’an.) (RAHMAN, 55/2)
‫َخلَ َق ْال َنس َان‬
‫ِإ‬
﴾‫ الرحمن‬- 55:٣﴿
3. Halakal insân: İnsanı yaratmıştır. (RAHMAN, 55/3)
‫عَل َّ َم ُه الْ َب َي َان‬
﴾‫ الرحمن‬- 55:٤﴿
4. Allemehul beyân: Ona beyanı (açıklığı-açıklamayı, emir ve yasakları) öğretti. (RAHMAN, 55/4) Beyan
sözcüğü ile Adem (as)’den Muhammed (sas)’e kadar yapyapma kapsamındaki İlahi Katalok’ta yer alan -emir ve
yasaklar- kastedilmektedir.
Bu suredeki 2. ayeti ‘Kur’an’ı öğretti’ diye tefsir etmişler.
Böyle tefsir edilince sıralama doğru olmuyor. Çünkü 3. Ayette ‘İnsanı Yaratmıştır’ buyurulmaktadır. İkinci ayetle üçüncü ayetin kronolojik mantığına ters düşüyor. Kur’an’ı öğretti,
insanı yarattı, değil de ‘İnsanı yarattı Kur’an’ı öğretti’ olması
gerekirdi. Allahu Teala ise hatadan münezzehtir. Bu durumda
kendi anlayışlarımızı düzeltmemiz gerekmektedir.
238
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
Allemel Kur’an = Kur’an, Muhammed (sas)’e bir mucizevi
alamettir. Ayetin devamı yorumumuzu teyit etmektedir.
َّ
‫الش ْم ُس َوالْ َق َم ُر حِ ُب� ْس َب ٍان‬
﴾‫ الرحمن‬- 55:٥﴿
5. Eş şemsu vel kameru bi husbân: “Güneş ve ay (belli)
bir hesap iledir.” (RAHMAN, 55/5)
Bu ayet-i kerimedeki güneş ve ay neden mecaz olmasın! Yusuf Suresinde Yusuf (as)’un rüyası babası Yakub (as) tarfından
nasıl nasıl tevil etmişti? Güneş anne, ay baba ve yıldızlar ise
kardeşler olarak tevil edilmişti.
Yukarıdaki ayette de güneş ve aydan maksat Rasulullah
(sas)’ın anne ve babası ya da Adem ve Havva (as)’dır. Belli bir
hesapla nesilden nesile ta Muhammed (sas)’e kadar her nesep
ve şahıs teker teker ta Rasulullah (sas)’ın ebeveyni- Abdullah
ve Amine (ra)’ye kadar hesaplanmıştır- manasında. Bu nedenle bu sure Kur’an’ın gelini ünvanına sahip olmuştur. Konumuz
bu olmadığı için teferruatı Yusuf Suresinin tefsiri kitabımıza
havale ediyoruz.
Maysaratel Fecri (ra) şöyle rivayet etmiştir: “Ben dedim ki:
Ya Rasulullah (sas)! Sen ne zamandır peygamber yazıldın ve
ne zamandır görevlendirildin.” Rasulullah dedi ki: ‘‘Adem
(as) ruhuyla cesedi arasındayken.” (İMAM-I AHMED, MÜSNED)
Ömer İbn Hattab (ra)’ın rivayetinde ise Rasulullah (sas)’a:
239
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
“Ne zamandan beri peygambersin”.. diye sorulduğunda Rasulullah (sas) şöyle buyurmuştur: “Adem (as) balçığındayken.” Yani Adem (as)’e henüz yaratılmamışken.
Abdullah ibn Cabir (ra) el Ensari sordu: İlk yaratılan kimdir ya Rasulallah? Rasulullah (sas) şöyle cevap verdi: “İlk yaratılan peygamberinin nurudur ya Cabir.”
Ulema bu hadisi zayıf görürler. Bize göre zayıf değildir, zira
bir Kur’an ayetiyle örtüşmektedir.
‫ُق ْل �ن اَك َن ِل َّلر مْ َح ٰ� ِن َو دَ ٌل فَ�َأناَ َأ� َّو ُل الْ َعا ِب ِد َين‬
‫ِإ‬
﴾‫ الزخرف‬- 43:٨١﴿
“De ki: Eğer Rahmân’ın bir oğlu olsaydı, ilk kul
benim (benim o oğul olmam gerekirdi)!” (ZUHRUF, 43/81)
Bu ayeti hemen hemen bütün meallerde ve tefsirlerde yanlış
bulduk: “De ki: „Eğer Rahman (olan Allah)’ın çocuğu olsaydı, ona tapanların ilki ben olurdum.” Aşağı yukarı bütün meal
ve tefsirlerde böyle geçmektedir. Oysa burada iki yanlış vardır. Birinci yanlış ‘oğlu olsaydı’ yerine ‘çocuğu olsaydı’ ikinci
yanlış ise ‘ilk kul benim’ yerine ‘o oğula tapanların ilki ben
olurdum’ ifadesidir.
Bu anlayışlar kabul edilemez ve Rasulullah (sas)’a iftiradır.
Bunu bir örnekle izah edelim de tam anlaşılsın inşaallahu
240
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
Teala: - Sınıf arkadaşlarının tembelliğine rağmen bütün yıl
azimle derslerine çalışan bir talebe düşünelim. Sınav vakti gelip çatar ve bütün öğrencilerle birlikte bizim çalışkan öğrenci
de sınava katılır. Nihayet öğretmenlerden bir açıklama gelir ve
bir öğrencinin tam not aldığı açıklanır. Bizim çalışkan öğrenci:
“Eğer birimiz tam not aldı ise, ben tam not alanların ilkiyim.”..
bundan ne anlaşılır? İşte aynen bunun gibi de Rasulullah
(sas):- Rahman kendisine oğul edinmez, ama sizin dediğinize
göre ille de oğlu olsaydı o oğul ben olurdum, zira ilk yaratılan
benim... anlamında.
Ayeti tekrar bu anlayışla okuyalım: “De ki: Eğer
Rahmân’ın bir oğlu olsaydı, ilk kul benim (benim o
oğul olmam gerekirdi)!” (ZUHRUF, 43/81)
Dördüncü hal: Rasulullah (sas)’a gelmenin dördüncü hali
Adem (as)’den Muhammed (sas)’e kadar bütün ümmetlerle
alakalıdır. “Ve eğer onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde” derken zulmettiklerinde bütün zamanları
içine almaktadır. Adem (as)’ın kendisine cennette yasaklanan
ağaçtan yemesiyle kendisine zulmettiği andan itibaren başlayarak ta kıyamete kadar bütün insanların ve cinlerin kendilerine ettikleri zulümlerden bağışlanmak için “sana gelip
Allah’tan bağışlanma dileselerdi ve elçi de onlar
için bağışlanma dileseydi, elbette Allah’ı Tevvab
(tevbeleri kabul eden), Rahîm (çok merhamet eden)
olarak bulurlardı.” (NİSA, 4/64)
Evet, Adem (as) Arş-u Ala’da “La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah” kelime-i Tevhidi’ni okuyunca Allahu Teala’yı
241
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
bildi ama Muhammed (sas) kimdir diye sordu. Allah Subhanehu ve Teala: ‘‘O senin evladındır; senin sulbünden gelecektir.’’..
dedi. Adem (as) durumu öğrenince Muhammed (sas)’i bağışlanması için vesilesi yaptı.
ٍ ‫فَتَلَقَّ ٰى � آ َد ُم ِمن َّ ِرب ّ ِه لَ ِك َم‬
‫اب عَلَ ْي ِه ۚ �ن َّ ُه ه َُو‬
َ َ‫ات فَت‬
‫ِإ‬
‫التَّ َّو ُاب َّالر ِح ُمي‬
﴾‫ البقرة‬- 2:٣٧﴿
“Derken Âdem, Rabbinden bir takım kelimeler
aldı. O’na yalvarıp tevbe etti. O da tevbesini kabul
etti. Muhakkak O tevbeyi çok çok kabul eden çok
merhamet edendir.” (BAKARA, 2/37)
Bu ayette: “Rabbinden bir takım kelimeler aldı.”..
derken kelimelerden maksat Muhammed (sas) hakkında aldığı
malumat.
Herhangi bir zamanda ve zeminde kendilerine ‘zulmettiklerinde’ Allah’a gelip demiyor ayet-i celile “sana gelip
Allah’tan bağışlanma dileselerdi ve elçi de onlar
için bağışlanma dileseydi”.. buyuruyor. Neylersin! Allahu
Teala bu affını bu vesileye bağlamış.
Şeytanın cennetten kovulmasının sırrı nedir?
242
‫َو� ْذ ُقلْنَا ِللْ َم اَلئِ َك ِة جْاسُدُ وا ِلآ َد َم فَ َس َجدُ وا �ل‬
‫ِإ‬
‫ِإ‬
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
‫�بْ ِل َيس َأ� ىَ ٰب َوا� ْس َت ْك رَ َب َو اَك َن ِم َن ْال اَك ِف ِر َين‬
‫ِإ‬
﴾‫ البقرة‬- 2:٣٤﴿
“Ve meleklere: “Adem’e secde edin” dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi,
(böylece) kâfirlerden oldu.” (BAKARA, 2/34)
Allahu Teala’nın Âdeme secde emri Adem (as)’ ın sulbünde
bulunun Muhammed (sas) içindi. İblis, âlemlere rahmet olarak
gönderilmiş Muhammed (sas)’a gelmeyince, rahmeti istememiş oldu ve dolayısıyla rahmetten kovuldu. Bilmediği bir konu
var idiyse meleklerin Allahu Teala’ya sordukları gibi sorsaydı
ya!
‫َو� ْذ قَا َل َرب ُّ َك ِللْ َم اَلئِ َك ِة � ِ يّن َجا ِع ٌل يِف ْ َأال ْر ِض‬
‫ِإ‬
‫َِإخ ِلي َف ًة ۖ قَالُوا َأ� جَ ْت َع ُل ِفهيَا َمن يُ ْف ِسدُ ِفهيَا َوي َْس ِف ُك‬
‫ا ّ ِدل َم َاء َو حَ ْن ُن نُ�سَ ِ ّب ُح حِ َب ْم ِدكَ َون ُ َق ِّد ُس كَ َل ۖ قَا َل �ن‬
‫ِإ‬
‫ون‬
َ ‫َأ� ْع مَ ُل َما اَل تَ ْعلَ ُم‬
﴾‫ البقرة‬- 2:٣٠﴿
“Hani Rabbin, Meleklere: “Muhakkak ben, yeriçinde halife kılacağım” demişti. Onlar da: “Biz seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada
bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini
mi var edeceksin?” dediler. (Allah:) “Muhakkak sizin
243
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
bilmediğinizi ben bilirim” dedi.” (BAKARA, 2/30)
Melekler kıskançlıktan veya başka bir olumsuz sebepten
dolayı sormadılar bu soruyu ve sualleri itiraz değil öğrenmek
amaçlı idi. Rabblerinin sevgisine daha fazla mazhar olabilmek
için bu halife gibi ibadet yapma imkanı varmıydı ve daha farklı
ibadetler öğrenebilirler miydi!.. Gayeleri bu bilgiye ulaşmaktı.
‫قَا َل َما َمنَ َع َك َأ� اَّل ت َ ْس ُجدَ � ْذ َأ� َم ْرت َُك ۖ قَا َل َأ�ناَ خ رْ ٌَي‬
‫ِإ‬
‫ِ ّمنْ ُه َخلَ ْقتَ يِن ِمن ناَّ ٍر َو َخلَ ْقتَ ُه ِمن ِط ٍني‬
﴾‫ األعراف‬- 7:١٢﴿
“(Allah) Dedi: “Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan
hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan
yarattın.” (A’RÂF, 7/12)
Muhammed (sas)’e üçüncü kadr diye ifade ettiğimiz beşeriyet (insanlık) niçin verilmiştir. Zira Allahu (CC) göklere, yere
ve dağlara emaneti teklif ettiğinde onlar bunu yüklenmekten
kaçındılar.
‫الس َم َاو ِات َو ْ َأال ْر ِض‬
َّ ‫ِإ�ناَّ َع َرضْ نَا ْ َأال َمان َ َة عَ ىَل‬
‫َوالْ ِج َب ِال فَ�َأبَينْ َ َأ�ن حَ ْي ِملْنهَ َا َو َأ� ْش َف ْق َن ِم هْنَا َو مَ َحلَهَا‬
‫ْال َنس ُان ۖ �ن َّ ُه اَك َن َظلُو ًما هَ ُجول‬
‫ِإ‬
‫ِإ‬
244
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
﴾‫ األحزاب‬- 33:٧٢﴿
“Muhakkak ki, biz emanetleri göklere, yere ve
dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.” (AHZAB, 33/72)
Hiçbir alem emaneti yüklenmezken, alemlerden bir alem
olan insan alemi, vakta ki emanet teklifini yüklenmekle, cehaletinden dolayı kendisine zulüm yaptı. Herşey Allahu Teâlâ’ya
ihtiyarsız (seçme yeteneği olmaksızın) kulluk yapmak istediler.
İnsan ve cin âlemi ise emaneti yani ihtiyarı yüklendi; sorumluluğu üstlendi. Bu durum Muhammed (sas)’in insan olarak
gelmesini gerektirdi.
Muhammed (sas) ilk peygamber olarak gelecek değildi elbette. Zira bütün peygamberler (as) ta İsa (as)’a kadar sırasıyla
gelerek Efendimiz (sas)’e hazırlık yaptılar ve daha sonra Rasulullah (sas) son peygamber olarak teşrif buyurup nübüvvet
evinin son tuğlası olma hasebiyle evin güzelliğini tamamladı.
Efendimizin (sas) nübüvveti ta kıyamete kadar yürürlüktedir ve başka bir peygamberin gelmesine de zaten aklen ve naklen ihtiyaç ve ihtimal yoktur. Zira Efendimiz (sas) ile birlikte
insanlar arası iletişim git gide kolaylaşmıştır. Bir mesaj anında
dünyanın her tarafına ulaştırılabilmektedir.
Beşinci hal: Adem (as)’in ilk insan ve peygamber olarak
dünyaya gelişiyle alakalı. Adem (as) dünyaya ilk İlahi Kullan245
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
ma Kılavuzuyla geldi. Aldığı vahiyle hem kendisi hem ailesi
Allah’a kulluk yapıyorlardı. Dünya hayatının idamesini ve ahiretin sermayesini İlahi bir düzene göre tanzim edişi Rasulullah
(sas)’a gelmek anlamındadır. Adem (as) de bütün diğer ruhlar
gibi rahmet-i Rasulullah’a garkolunca Kelime-i Tevhid’i anladı
ve söyledi. Bakın Efendimiz (sas) bu konuda ne buyurmuştur:
“Her doğan fıtrat (tevhid-İslam) üzere doğar. Sonra anne
ve babası onu ya Yahudileştirir, ya Hıristiyanlaştırır, ya da
Mecusileştirir.” (SAHİH-İ BUHARİ)
İnsanlar ruhlar âleminde rahmet-i Rasulullah (sas) ile kavuştukları tevhid şuurunu ve halini dünyaya geldiklerinde kaybetmiyorlar, ancak ana- baba- (çevre) hallerini değiştiriyor.
Tabi ki çocuklar doğruyu yanlıştan ayırt etme kıvamına geldiklerinde ya fırtat üzerine iman ve ibadet yükleyerek ruhunu
aydınlatıyor, ya da fıtrattan uzaklaştıkca uzaklaşarak dalalet ve
günahlarla ruhunu kirletiyor.
Önceki bölümlerde ifade ettiğimiz gibi Adem (as), bütün
insanlık alemini sırtında (sulbünde) Mekke’ye getirerek hem
Ka’be’yi tavaf ettirmiş hem de Habibullah (sas)’ın doğacağı, yetişeceği ve peygamber kılınacağı yeri ziyaret ettirmiştir.
Allahu Teala kendisiyle kulları arasında bir bağlantı olarak
namazı emretmiştir. O namazın kıblesi bile Rasulullah (sas)’ın
doğduğu yetiştiği ve vahiy almaya başladığı yer ve o yerdeki
Beyt-i Harama’dır. Rasulullah’ın doğumuna beşiklik yapan; yetişmesinde yurt olan ve vahiy almasına şahid olan Mekke ve
246
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
Beyt-i Haram’ın bereketi ve kudsiyeti arttıkça artsın.
Altıncı Hal: Ümmet-i Muhammed (sas)’in sevgili peygamberlerine gelmesiyle alakalı hal. Yani bizim halimiz. Bizim için
Rasulullah (sas)’a gelmek demek O’na tabi olmak demektir.
‫الل‬
ُ َّ‫الل فَات َّ ِب ُع يِون حُ ْي ِب ْب مُ ُك ه‬
َ َّ‫ون ه‬
َ ‫نت حُ ِت ُّب‬
ْ ُ‫ُق ْل ِإ�ن ُك م‬
‫الل غَ ُف ٌور َّر ِح ٌمي‬
ُ َّ‫َوي َ ْغ ِف ْر لَ مُ ْك ُذنُوبَ مُ ْك ۗ َو ه‬
﴾‫ آل‌عمران‬- 3:٣١﴿
“De ki: ‚Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah
çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” (AL-I İMRAN,
3/31)
Muhammed (sas)’e tabi olma süreci kendisine vahiy gelmesiyle başlamıştır. İlk vahiy kelimesinin ‘OKU’ olması, ilim öğrenmenin önemine işarettir. Efendimiz (sas)’in vefatından sonra ise davayı mirasçıları olan âlimler yüklenmiştir. Peygamber
mirasçıları dünyada olmasalardı kainatın kudsiyeti ve bereketi
kalmazdı. Fizik ve kimya ile olacak iş değil bu iş, Allah Rasulünün (sas) miras bıraktığı hakikat ilmiyle bu mümkündür.
İnsan tanıdığını sever sevdiğine tabi olur. Sevmeden tabi
olunabilir mi?
Sevginin alameti tabi olmaktır. Allah’ı sevmenin alameti de
247
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
Habibine (sas) tabi olmakla zahir olur. Biz ümmetin, Seyyidina
Muhammed (sas) Efendimize gelmemiz bu yolla mümkündür.
Rasulullah (sas)’a tabi olmak bir çatı hükmündedir. O çatının
altında farklı gelme halleri söz konusudur:
1. Rasulullah (sas)’ı tanıyacaksın, tanıdıkça seveceksin, sevdikce uyarıcı ve müjdeci (nebi) olarak Rasulullah (sas)’a
tabi olacaksın.
2. Allahu Teala’dan bağışlanma diliyorsan O’na (sas) tabi ol
ki seni müjdelesin. Eğer tabi olmazsan (Allah korusun)
uyarıcılık yönüyle muhatap olursun.
‫ش الْ ُم ْؤ ِم ِن َني‬
َ ّ‫قَ ِيّ ًما ِل ّ ُين ِذ َر بَ�ْأ ًسا َش ِديدً ا ِ ّمن دَّ ُلنْ ُه َويُبَ ِ ر‬
ِ ‫الصا ِل َح‬
‫ات َأ� َّن لَه ُْم َأ� ْج ًرا َح�سَنًا‬
َّ ‫ون‬
َ ُ‫ذَّ ِال َين ي َ ْع َمل‬
﴾‫ الكهف‬- 18:٢﴿
“Dosdoğru (bir Kitaptır) ki, kendi katından şiddetli bir azabla uyarıp korkutmak ve salih amellerde bulunan mü’minlere müjde vermek için (onu
indirdi); muhakkak onlara güzel bir ecir vardır.”
(KEHF, 18/2)
َ َّ‫َويُن ِذ َر ذَّ ِال َين قَالُوا خ‬
‫الل َو دَ ًلا‬
ُ َّ‫ات َذ ه‬
﴾‫ الكهف‬- 18:٤﴿
248
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
“Allah oğul edindi.’ diyenleri uyarmak için de…”
(KEHF, 18/4)
Evet, Kur’an’ı Kerim’in farklı ayetlerinde Rasulullah (sas) sürekli ‘beşir ve nezir’ olarak ifade edilir, ancak bu ayette tersinden ‘nezir ve beşir’ ve bir ayet sonra tekrar nezir olarak ifade
ediliyor. Bunun sebeb-i hikmeti ne olabilir? Bize göre öncelikli
sebep şu olabilir. Kur’an’ı Kerim’in doğru Kitap oluşuyla başlıyor ayet-i celile. Doğal olarak doğruluğunda şüphe olmayan
Kitabı kabul etmeyenlere o Kitabın tebliğcisinin nezir (uyarıcı) yönü hatırlatılıyor. Sonra Kitabı doğrulayan ve tasdik eden
müminlere beşir (müjdeci) yönü hatırlatılıyor ve daha sonra
ise önceki ümmetlere (ehl-ı Kitap) yine nezir (uyarıcı) yönü
hatırlatılıyor. Zira Yahudiler Üzeyr (as)’e Allah’ın oğlu dediler
ve Hıristiyanlar ise mesih İsa (as) Allah’ın oğlu dediler.
Efendimiz (sas) kendisine tabi olanlara müjdeci ve tabi olmayanlara ise uyarıcıdır. Sahabe-i Kiram (ra) sevgiyle tabi olarak Rasulullah (sas)’a gelerek sürekli dua isterlerdi. Efendimiz
(sas)’de hem sahabileri (ra) hem bütün ümmeti için Allah’tan
sürekli mağfiret diler ve dua ederdi.
İmam Müslim, Ebu Nuceyd İmran b. El-Husayn el-Huzaî
(ra)’ın şöyle dediğini rivayet etti.
“Cuheyne kabilesinden zina ederek hamile kalan bir kadın
Hz. Peygamber (sas)’in huzuruna çıkarak “Had cezasını gerektirecek bir suç işledim, cezamı ver!...” dedi.
Bunun üzerine Nebiyyi Muhterem Efendimiz kadının ve249
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
lisini çağırttı. Ve ona dedi ki: “Bu kadına iyi davran. Doğum
yapınca da bana getir.”
Adam tıpkı Peygamber (sas)’in dediği gibi yaptı. Kadına
iyi davrandı. Doğum yapınca da Allah Rasulüne getirdi.
Rasulullah Sallalahu aleyhi ve sellem, kadının üzerine elbisesinin bağlanmasını emretti. Sonra recmedilmesi emrini
verdi ve kadın recmedildi. Sonra da Resulu Ekrem kadının
cenaze namazını kıldı.
Bu duruma şaşıran Hz. Ömer (ra): Ya Resulallah! Zina
etmiş bir kadının cenaze namazını mı kılıyorsun? Bir başka
ifadeyle “zina ettiği haldeYa Resulallah yine de onun cenaze
namazını kılıyor musunuz?” diye sordu.
di:
Hz. Ömer’in bu sorusuna Kâinatın Efendisi şu cevabı ver-
“Andolsun ki, bu kadın öyle bir tevbe etti ki, şayet onun
tevbesi Medine halkından yetmiş kişiye dağıtılsaydı, onların
hepsine yeterdi.”
“Aziz ve Celil olan Allah’ın rızasını kazanmak için kendisini feda etmekten daha değerli bir şey biliyor musun, ey
Ömer?” (MÜSLİM, HUDUD 24)
Namazı ve duası daima kabul olan Rasulullah (sas)’ın o kadın için cenaze namazı kılması rahmet ve şefaat değil midir?
Ama kanunlarda gevşeklik olamayacağı için kadına recm ce250
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
zası uygulanmıştır. Rasulullah (sas)’ın her davranışı ve sözleri
ümmeti için irşad olduğuna göre zina suçunun da cezasını vererek Hududullah’ın (Allah’ın helal ve haram kıldıkları) ehemmiyetine dikkat çekmiştir.
Şu muhakkak ki Rasulullah (sas)’ın her sözü, ikrarı (bir olay
ve söz karşısında susması) ve eylemleri vahiydir; hem hayatında
hem vefatından sonra Sünnet-i Rasulullah olarak yürürlüktedir ve tabi olunması lazım gelir.
‫ون عَ ىَل النَّ يِ ِ ّب ۚ اَي َأ�يهُّ َا‬
َ َّ‫� َّن ه‬
َ ُّ ‫الل َو َم اَلئِ َكتَ ُه يُ َصل‬
‫ِإ‬
‫ذَّ ِال َين � آ َمنُوا َصلُّوا عَلَ ْي ِه َو َس ِل ّ ُموا ت َ ْس ِلميًا‬
﴾‫ األحزاب‬- 33:٥٦﴿
“Muhakkak Allah ve melekleri Peygamber’e salât
ederler. Ey imân edenler! Siz de O’na çokça salât-u
selâm getirin.” (AHZAB, 33/56)
Yukarıdaki ayetin emriyle Rasulullah (sas)’a sürekli salat-u
selam getirmeliyiz.
Rasulullah’a Gelme çeşitlerinin en önemlisi hiç şüphesiz O’nun (sas) şeriatına yani Kur’an ve sünnete tabi olmakla
mümkündür. Rasulullah (sas)’a gelmek konusunda bundan
daha faydalı bir gelmek söz konusu değildir, zira bütün gelmelerin sıhhat ve kabul şartlarının merkezidir. Duanın kabul
şartı helal gıda, helal giyim kuşam, helal mesken, helal iş ve
251
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
dua ederken haram birşey istememek. Mesela: “bana hırsızlıkta başarı ver” denilmez.
Duanın adabına gelince: isteklerine geçmeden önce Allah’a
hamd ve peygamberine (sas) salâvat-ı şerife okuyarak duaya
başlamak ve duayı yine hamd ve salâvat-ı şerifeyle kapatmak.
‫يب‬
ٌ ‫َو� َذا َس�َأ كَ َل ِع َبا ِدي َع ِ يّن فَ� ِ يّن قَ ِر‬
ُ ‫يب ۖ ُأ� ِج‬
‫َد ِإع َْو َة ادلَّ اعِ � َذا َدعَ ِان ۖ فَلْيَ ِإ� ْس َت ِجي ُبوا يِل َولْ ُي ْؤ ِمنُوا‬
‫ِإ‬
‫ون‬
َ ُ‫يِب لَ َعلَّه ُْم يَ ْر ُشد‬
﴾‫ البقرة‬- ٢:186﴿
“Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki
Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua
edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler.
Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar.” (BAKARA, 2/186)
Allahu Teala’ya isteklerimizi sıralamadan önce niçin hamd
ve salavat okuruz? Çünkü Allah fazl-u kerem sahibi de ondan.
Allah Subhanehu ve Teâlâ bize kitabın başından beri anlatmaya çalıştığımız özelliklerde bir peygamber yollamıştır ve üstelik
bizi O peygambere (sas) ümmet eylemiştir de ondan.
Rasulullah (sas)’a neden salâvat-ı şerife getiririz? Yaratılmışların en hayırlısı ve Allah’ın en sevgilisi de ondan. Bu hayır
252
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
ve nimetlere hamd ve salâvat ile mukabelede bulunuruz.
Duamızda ve bağışlanma dileğimizde salâvat-ı şerife ile Rasulullah (sas)’ı vesile kıldığımız için Rasulullah (sas) da bizim
için Allah’tan bağışlanma diler. O durumda Allah’ı çok bağışlayıcı buluruz.
Vefatından sonra ümmetinin Rasulullah’a gelmesi, sevgi ve
tabi olma yoluyla olur. Salâvat-ı şerife de O’na (sas) gelme yöntemlerinden bir yöntemdir. Rasulullah (sas)’a salâvat okuduğumuzda okuduğumuz salâvat-ı şerife Rasulullah (sas)’ın huzuruna çıkarılır Efendimiz de salâvatlarımıza karşılık verir ve
bizim için Rabbimize dua eder ve bağışlanma diler. Dünyanın
neresinde olursak olalım salâvat-ı şerife vesilesiyle Rasulullah’a
gelmiş oluruz.
Şimdi birkaç ayeti sırasıyla okuduğumuzda bağlantıyı daha
bariz fark edeceğiz.
“Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki
Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua
edenin duasına cevap veririm.” (BAKARA, 2/186)
“Ve eğer onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde sana gelip Allah’tan bağışlanma dileselerdi
ve elçi de onlar için bağışlanma dileseydi, elbette Allah’ı Tevvab (tevbeleri kabul eden), Rahîm (çok
merhamet eden) olarak bulurlardı.” (NİSA, 4/64)
“De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Al253
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
lah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah
çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” (AL-I İMRAN,
3/31)
“Muhakkak Allah ve melekleri Peygamber’e salât
ederler. Ey imân edenler! Siz de O’na çokça salât-u
selâm getirin.” (AHZAB, 33/56)
Demek ki Rasulullah (sas)’a gelmek:
O’nu (sas) tanımak.
O’nu (sas) sevmek.
O’na (sas) uymak.
O’na (sürekli) salât-u selam getirmek.
Muhammed (sas)’e bir defa salâvat getirene Allah on defa
salâvat getirir. Allah’ın kuluna salâvatı ise kulunu bağışlaması
ve merhamet etmesidir. Rasulullah (sas)’a on defa salâvat getirene Allah yüz salâvat eder ve Allah’ın yüz salâvat ettiği kimsenin bedenini ateşin yakması haramdır. Yani O kimsenin bedenini ateş yakmaz.
Bu zikredilen noktaları nazara alarak Kur’an ayetleri ve
hadis-i şeriflerle isbat edilen, akıl ve mantıkla da izah edilen
Rasulullah (sas)’a gelme meselesini maddi ve manevi bütün
şahsi değerlerimize sunmalıyız; akıl, kalb, his, organlar vs. Rasulullah (sas)’ın sevgisine gark olmalı. Gark olmalı ki O’nun
(sas) nuru ruhumuza tecelli etsin.
Rasulullah (sas)’a gelmenin çeşitlerinden birisi de mali
imkânları olanların hacc ve umre’ye giderekMescid-i Nebevi
254
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
içerisinde bulunan Ravza-i Mutahhara’da Rasulullah (sas)’ın
karşısında O’na salat-u selam getirdikten sonra:
“Ya Rabbi, ya Allah! Ya Rasulallah! Seni, benim de Rabbim
senin de Rabbin olan Allah ile arama vesile ediyorum. Ya Allah! Kulun ve sevgili Rasulünü dualarım ve isteklerimde vesile ediyorum.” dediğinde Allahu Teala dua ve dileklerini kabul
edecektir.
Eğer direkt ravzasında ziyaret edemezsen de üzülme! Nerede olursan ol; önce Allah’a hamd et ve nebisine salavat-ı şerife
getir, daha sonra da haram bir şey istememek şartıyla dua et,
ve Rabbinden isteyebildiğin kadar iste ve duanı yine hamd ve
salavat ile bitir.
Anlattığımız bu gelme çeşitleriyle Rasulullah (sas)’a gelerek
hamdlerinin, salâvatlarının ve dualarının yerine ulaşacağına
yakin ile inanmalısın. Rasulullah’ın senin salâvatına karşılık selam vermesi, Allah’ın sana selamı olacaktır: “Esselamu aleyke
ya Rasulallah” dediğinde Rasulullah da Allah’ın selam ismiyle
sana selamet dileyecektir. Bu selamın sonucu olarak selamet
diyarına (Darus-Selam) gireceksin. Selamet diyarı cennetir.
Dolayısıyla Rasulullah (sas)’ın senin için bağışlanma dilemesiyle bağışlanacak ve cennetlik olacaksın.
Rasulullah (sas)’a uymadıkça ve O’nu (sas) sevmedikçe dünya hayatında asla selamete eremezsin. Kalbini Peygambere tabi
olmak, sevmek ve O’na salâvat okumakla yatıştır ve sonuçta
O’nunla (sas) birlikte cennete gir.
255
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
Rasulullah (sas)’a gelme çeşitlerinden bir çeşit de O’nun huzurunda ellerini kıbleye doğru değil semaya doğru kaldırarak
dua etmendir. Bazılarının dediği gibi: “Rasulullah (sas)’ın yanında da olsan dua ederken kıbleye yönelmen lazım” sözü ve
görüşünü doğru bulmuyoruz. Kıbleye yönelmek namaz için
şarttır bir de defnedilecek cenazenin yüzü için şarttır ama dua
için değil.
Dua adabı ellerin semaya kaldırılmasıdır. Yani bir şey istediğinde yerde olana ellerini açacağına semaya kaldır da Yüce Yaradandan iste. İlahi öğretilere özet olarak bakacak olursak bu
konuda Allahu Teâlâ’nın kastından: “İhtiyaçlarını yaratılmış
aciz kullarımdan isteyerek alçalma! En Yüce, en Kerim olandan; Rabbinden, Yaradanından iste.”.. manasını çıkarabiliriz.
Duanın istikameti Ka’be değil semadır.
İmam namazdan sonra tesbihat için neden yönünü cemaate
döner ve dolayısıyla sırtını Ka’be’ye çevirir? Zira duanın kıblesi
semadır da ondan!
Allahu Teala, ellerini semaya açarak sadece kendisinden istetmekle kulunu şereflendirmiştir. Evet... Mahlûkattan istemeye tenezzül etmeden ellerini semaya kaldırarak, rızık veren ve
bütün hayırlar elinde bulunan Allah’tan isteme şerefiyle şerefyap edilmişizdir.
İmam-ı Malik bu konuda, kişinin Rasulullah (sas)’ın huzurunda dua ederken Ka’beye yönelerek Rasulullah’a sırtını dönmesini mekruh saymıştır.
256
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
Hacc, umre ya da sadece Rasulullah (sas)’ı ziyaret kastıyla
O’na gelmemizle beraber konuyla ilgili ayetin hükmü kapsamına dahil oluruz. Ayet-i kerimeyi hatırlayalım:
“Ve eğer onlar kendi nefislerine zulmettiklerinde sana gelip Allah’tan bağışlanma dileselerdi
ve elçi de onlar için bağışlanma dileseydi, elbette
Allah’ı Tevvab (tevbeleri kabul eden), Rahîm (çok
merhamet eden) olarak bulurlardı.” (NİSA, 4/64)
Evet, bu anlayış ve şartlarda dua ettiğinde Allah’ı erteleyen
değil hemen; anında, “elbette Allah’ı Tevvab (tevbeleri
kabul eden), Rahîm (çok merhamet eden) olarak bulurlardı.”
Bu, Rasulullah (sas)’a gelme durumları ümmeti için ta kıyamete kadar geçerli durumlardır.
Beşinci bölümün ilk kısmında izah ettiğimiz Rasulullah’ın
üç kadri ve hali, sonra Kur’an ve sünnet ışığında tespit ettiğimiz
O’na (sas) gelme halleri bizi bir sonuca götürmektedir. Elde ettiğimiz tespiti şöyle özetleyebiliriz:
Rasulullah (sas) kainat evinin nuru ve rahmetidir. Bunun
sonucu nedir? Bu hakikatin sonucu ise şöyledir: Rasulullah
(sas)’ın âlemlere rahmet oluşu iki dairede tahakkuk etmektedir. Birincisi kaza ikincisi kader dairesidir.
1. Kaza Dairesi
2. Kader Dairesi
257
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
Kâinatta bulunan bütün yaratıklar bu iki daireyle kuşatılmışlardır, üçüncü bir daire yoktur.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed (sas)’in
kaza kısmına ait olan rahmeti, âlemlerin, yani bütün yaratıkların hamd ile tesbih ediş nurlarıdır ve Muhammed (sas)’in
üçüncü kadri olan Hakikat-i Muhammediyye’siyle alakalıdır.
Rasulullah’ın bu hakikatini ise hakkıyla ancak Allahu Teâlâ bilir.
Bütün yaratılmışların sıfatları (özellikleri) dediğimiz kaderleri de Rahmet-i Rasulullah (sas)’tır.
Rahmet-i Muhammed (sas) kaza ve kadere bakan yönüyle
iman eden ve etmeyen; O’na (sas) tabi olan ve olmayan, hatta
nübüvvetini inkar ederek O’na (sas) karşı savaşanlar dahil her
yaratığı kapsamaktadır.
Mesela kafirler de su içerler. Suyun susuzluğu giderici özelliği ise Rahmet-i Rasulullah (sas)’tır. Ateşin özelliğinden istifade
eder ateş ve sıfatı da Rahmet-i Rasullah (sas)’tır. Toprağı, dağları, bitkileri kullanır ve bütün bu varlıkların sıfatları Rahmet-i
Rasulullah’ın kadere bakan yönüdür.
Sen bir kafirin eline bir elma aldığında elmanın: “hayır sen
beni yiyemezsin” dediğini hiç duydun mu? Hayır, duyamazsın. Çünkü eşyanın kaderi (sıfatları) Rahmet-i Muhammed
(sas) olarak herkese eşit ve nötr noktada durmaktadır. Bütün
yaratıkların kaza, kadar ve Rahmet-i Rasulullah (sas) ile muamelesini bu örnekle ölçebiliriz.
258
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
Madem ki kafirlerde alemlerden birer alemdirler o halde
“Ve Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (ENBİYA, 21/107).. ayetinin hükmüne dahildirler.
Rasulullah (sas) İblis’e bile rahmettir. Olur mu böyle birşey?
Elbette olur! Şöyle ki: İblis cehennemde hem kendi işlediği günahların cezasını çekecek hem de dalalete düşürdüğü, günahlarına sebep olduğu kimselerin günahlarından eksilmemekle
birlikte bir misli de şeytanın payına düşecektir.
Dolayısıyla Adem (as)’den ta Muhammed (sas)’e kadar
Rahmet-i Muhammed (sas) ile ümmetlerine gelerek dalaletten
ve cehennem azabından kurtardıkları insanları hesap edersek
ve üstelik Rahmet Peygamberinin (sas) bizzat gelerek insanları
ta kıyamete kadar dalaletten ve cehennem azabından kurtarmasını göz önünde bulundurur isek şeytanın dalalete düşürdüğü ya da düşüreceği insan sayısının azaldığını görürüz. Şeytan
için cehennem azabı o orantıda azalmış olacaktır. Bu durum
İblis için bir rahmet değil de nedir!
ِ َّ‫َو اَك َن فَضْ ُل ه‬
‫الل عَلَ ْي َك َع ِظميًا‬
﴾‫ النساء‬- 4:١١٣﴿
“Allah’ın üzerinizdeki fazlı çok büyüktür.”
4/113)
(NİSA,
En büyük olan Allah büyük fazlını Rasulullah’a verdiyse bu
fazlı sen nasıl kavrar ve nasıl kuşatabilirsin. Eğer Allah’ın fazlını kuşatıcı biçimde kavrarsan Rasulullah (sas)’ı da kavrarsın.
259
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
Kur’an’ı mucize ve manasıyla sınırlayabilirsen Rasulullah (sas)’ı
da sınırlayabilirsin. Zira bilindiği üzere “Rasulullah (sas) yeryüzünde yürüyen Kur’an’dır.”
Hicr Suresinde Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
‫َولَ َق ْد �آتَيْنَاكَ �سَ ْب ًعا ِّم َن الْ َمث يَِان َوالْ ُق ْر� آ َن الْ َع ِظ َمي‬
﴾‫ الحجر‬- 15:٨٧﴿
“And olsun ki, biz sana tekrarlanan yedi (hamd’i)
ve yüce Kur’an’ı verdik.” (HİCR, 15/87)
Yedi mesani yedi hamd’dir. Fatiha Suresindeki hamd yedi
hamd’i de kapsamaktadır. Yusuf Suresinin tefsirinde bu meseleyi ayrıntılarıyla anlattık.
Ayette yedi (tür) hamd yüce Kur’an’dan önce ifade edildiğine
göre Kur’an’dan da büyüktür. Allahu Teâlâ Rasulüne (sas) yedi
hamd ve yüce Kur’an’ı vermiştir. Bunları tam manasıyla kavrayamazken Rasulullah (sas)’ı nasıl kavrayabileceksin ki? Rabbimiz Kehf Suresinde bu hakikati şu sözlerle ifade etmektedir:
ِ ‫ُقل ل َّ ْو اَك َن الْ َب ْح ُر ِمدَ ادًا ِلّ لَ ِك َم‬
‫ات َر ِ يّب لَنَ ِفدَ الْ َب ْح ُر‬
‫قَ ْب َل َأ�ن تَن َفدَ لَ ِك َم ُات َر ِ يّب َولَ ْو ِج ْئنَا ِب ِمث هِ ِْل َمدَ دًا‬
﴾‫ الكهف‬- 18:١٠٩﴿
260
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
“De ki: Rabbimin sözleri için derya mürekkep olsa
ve bir o kadar da ilave getirsek dahi, Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenecektir.” (KEHF, 18/109)
Demek ki Kur’an’ı sınırlayabilmek ve hakkıyla kavrayabilmek mümkün değildir. Yürüyen Kur’an Olan Muhammed
(Sas)’e Kur’an’la birlikte Yedi Mesani de verilmişken nasıl olurda Muhammed (sas) aklın sınırlarıyla sınırlandırılabilir ve hakikati hakkıyla kavranabilir? Bu mümkün değildir.
Yedi Mesani Rasulullah (sas)’ın hamdleridir. Bizim yorumumuza göre bu Yedi Mesani Kur’an’ı Kerim’de peşpeşe gelen yedi surenin başlarında bulunan hamdlerdir. Rasulullah
(sas)’ın hamdleri yani Yedi Mesani Allah’ın hamdinin altında
bulunmaktadırlar. Allah’ın bizzat kendisine mahsus hamdi
hangisidir? Fatiha Suresindeki:
‫الْ َح ْمدُ للِهَّ ِ َر ِ ّب الْ َعالَ ِم َني‬
﴾‫ الفاتحة‬- 1:٢﴿
dir.
“Elhamdulillahi Rabbil alemin” (FATİHA, 1/2).. ayeti-
• Kim Kur’an’ı kapsımlı bir şekilde kuşata bilirse Ahlak-ı
Rasulullah’ı ve Hakikat-i Muhammediyye’yi kuşatabilir.
• Kim Allah’ın fazlını kuşatabilirse O’nun Habibini (sas) de
hakkıyla takdir edebilir.
261
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
• Yedi Mesani’yi kuşatabilen Peygamberi (sas) de hakkıyla
tanıyabilir.
Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın Kalem Suresinde buyurduğuna ne dersin?
‫َو�ن ََّك لَ َع ىَ ٰل ُخلُ ٍق َع ِظ ٍمي‬
﴾‫ القلم‬- 68:٤﴿ ‫ِإ‬
“Muhakkak ki sen büyük bir ahlak üzerindesin”
(KALEM, 68/4)
Demek ki Rasulullah (sas)’ı hakkıyla tanıyamaz, kuşatamaz
ve sınırlayamayız.
Necm Suresinde şöyle buyrulmaktadır:
‫َو َما ي َ ِنط ُق َع ِن الْه ََو ٰى‬
﴾‫ النجم‬- 53:3﴿
‫وح‬
ٌ ْ‫ِإ� ْن ه َُو ِإ� اَّل َو ي‬
ٰ َ‫ح يُ ى‬
﴾‫ النجم‬- 53:٤﴿
“O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına
göre) konuşmaz. O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.” (NECM, 53/3-4)
262
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur: “Şunu iyi
biliniz ki bana Kur’an-ı Kerim ile birlikte onun bir benzeri
de verilmiştir. Dikkatli olun koltuğuna kurulan tok bir adamın size: ‚Sadece şu Kur’an lazımdır, onda bulduğunuz helali
helal, haramı da haram kabul ediniz yeter.’ diyeceği günler
yakındır...” (EBU DAVUD, SÜNNET, 6, İMARE 33; TİRMİZİ, İLİM)
Diğer bir rivayette Rasulullah (sas) Kur’an yerine Kitap ifadesini kullanmıştır.
Bu hadis-i şerifte konumuzla alakalı ilk kısma bakacak olursak Allah Rasulüne (sas) Kur’an ile birlikte bir değerin daha
verildiğini anlıyoruz. Yaratıkların tümü madem Kur’an’ı ve
benzerini kuşatamazken, MUHAMMEDÎ NUR’U (SAS) nasıl
kuşatabilsinler!
Mâide Suresinin onbeşinci ayetini yeri geldiği için tekrar
hatırlayalım:
ِ َّ‫قَ ْد َج َاء مُك ِّم َن ه‬
‫اب ُّمب ٌِني‬
ٌ ‫الل ن ٌُور َو ِك َت‬
﴾‫ املائدة‬- 5:١٥﴿
“Size Allah’tan bir Nur ve apaçık bir Kitap geldi.”
(MÂIDE, 5/15)
Bu ayette nur Kitap’tan önce ifade edilmekte. Bu sıralamadan, Nur’un Kitap’dan önce geldiğini anlıyoruz. Demek ki
Kur’an’da Nur-u Muhammedî (sas)’den yapılmıştır yani asıl
263
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
Nur-u Muhammed’dir Sallallahu Teala Aleyhi Ve Sellem.
Pekiyi, Zuhruf Suresinin seksen birinci ayeti hakkında ne
dersin:
‫ُق ْل �ن اَك َن ِل َّلر مْ َح ٰ� ِن َو دَ ٌل فَ�َأناَ َأ� َّو ُل الْ َعا ِب ِد َين‬
﴾‫ الزخرف‬- 43:٨١﴿ ‫ِإ‬
“De ki: Eğer Rahmân’ın bir oğlu olsaydı, ilk kul
benim (benim o oğul olmam gerekirdi)!” (ZUHRUF, 43/81)
İlk yaratılan hakikat Nurullah’tır. O Allah’ın Nur’u ilk Kul olan
Muhammed (sas)’dir.
Şimdi bu ayet-i celile ile konumuzu alakalandıracağız. Öncelikle bilinmesi lazım ki, ibadet edilen ancak Allahu Teâlâ ve
İlk Kul ise Muhammed (sas)’dir. İlk Kul Ve İlk Nur’un ayrıcalığını gösteren alamet Rahman Suresinde ifadesini bulmaktadır.
Bu alamet Kur’an’ı Kerim’dir.
Mucize özellikli Kur’an, Rasulullah (sas)’a hem alamet hem
de ayrıcalığını belirten bir özellik olarak verilmiştir.
İlk Nur’dan sonra Allahu Teala Adem (as)’i yaratmış ve vakti geldiğinde İlk Kul’unu şehadet alemine insan cinsinden olarak göndermiştir.
Allah Subhanehu ve Teala Adem (as)’e yaratıkların ismini
öğretmiştir. Evlatlarına genetik yolla miras kalan o isimlerin
264
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
bilgisi kıyamete kadar süre gidecektir. Haram ve helali ancak
eşyayı tanımakla ayırt edebiliyoruz.
Evet, Maysaratel Fecri (ra)’nin rivayetini bu noktada tekrar hatırlayalım: “Ben dedim ki: Ya Rasulullah (sas)! Sen ne
zamandır peygamber yazıldın ve ne zamandır görevlendirildin.” Rasulullah dedi ki: “Adem (as) ruhuyla cesedi arasındayken.” (İMAM-I AHMED, MÜSNED)
“Güneş ve ay (belli) bir hesap iledir.” (RAHMAN, 55/5)..
ayetinin manasını yukarıda izah etmiştik: Güneş Efendimizin
(sas) annesi ve ay babasıdır. Belirli zaman (hesap) sonra Muhammed (sas) o anne ve babadan meydana gelmiştir. Hakikat-i
Muhammediyye’nin bir tecellisi olarak Rahman suresine bu
hakikat yansımıştır da bu yüzden Rahman Suresine Kur’an’ın
Gelini denmiştir.
Güneş ve ay’ı anne ve baba olarak tevil etmemiz aynı zamanda bir peygamber olan Yakub (as)’un teviliyle örtüşmektedir.
(Yusuf Suresinin tefsirinde bu konuyu ayrıntılı olarak izah ettik.
Tefsirin Arapçası basıldı, yabancı dillere de çevirmeye başladık).
“Size Allah’tan bir Nur ve apaçık bir Kitap geldi.”
(MAIDE, 5/15) Bu ayetteki ‘ve’ sözcüğü bağlantı ve’sidir. Yani Nur
ve Kitap birbirleriyle beraber ve paraleldir, ancak şu fark var
ki Nur Kitap’dan önce ifade edilmektedir. Ve aynı zamanda hal
ve’sidir. Yani hali bildirir. Nur olan Muhammed (sas) yürüyen
Kitab (Kur’an)’dır.
Kur’an Nur’u Muhammed (sas) ile bir ve beraberdi. Zira
265
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
Muhammed (sas)’ın ayrıcalığının alametiydi.
İmam-ı Ahmed’in Müsned’inde geçen bir rivayete göre müminlerin annesi Hz. Aişe (ra)’ye Efendimiz (sas) sorulduğunda: “O’nun durumu Kur’an’dır.”.. cümlesiyle karşılık vermiştir.
Yine başka bir ayette Allahu Teâlâ Rasulünün (sas) doğru
yolda ve doğru yola hidayet edici olduğunu bildirmektedir:
‫ص ٍاط ُّم� ْس َت ِق ٍمي‬
َ ِ‫َو�ن ََّك لَتهَ ْ ِدي � ىَ ٰل ر‬
﴾‫ِإ الشورى‬- 42:٥٢﴿ ‫ِإ‬
“Muhakkak sen, dosdoğru olan bir yola hidayet
ediyorsun.” (ŞURA, 42/52)
‫ص ٍاط ُّم� ْس َت ِق ٍمي‬
ْ ُ‫َو�ن ََّك ل َ َت ْد ُع م‬
َ ِ‫وه � ىَ ٰل ر‬
‫ ِإ‬- 23:٧٣﴿ ‫ِإ‬
﴾‫املؤمنون‬
“Muhakkak sen onları dosdoğru olan bir yola çağırıyorsun.” (MU’MİNÛN, 23/73)
Demek ki Rasulullah (sas)’ın hidayet ediciliği yanında bir
de doğru yola çağırıcı özelliği bulunmaktadır.
‫لَ َق ْد َج َاء مُ ْك َر ُسو ٌل ِّم ْن َأ�ن ُف ِس مُ ْك َع ِز ٌيز عَلَ ْي ِه َما َع ِن مُّ ْت‬
‫َح ِر ٌيص عَلَ ْي مُك اِبلْ ُم ْؤ ِم ِن َني َر ُء ٌوف َّر ِح ٌمي‬
266
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
﴾‫ التوبة‬- 9:١٢٨﴿
“Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O’nun
gücüne giden, size pek düşkün, mü’minlere şefkatli
ve çok merhametli olan bir elçi gelmiştir.” (TEVBE,
9/128)
Ayette geçen Raûfun-Rahîm isimleri, bilindiği gibi Allahu
Teâlâ’nın güzel isimlerinden birer isimdirler. Ancak burada
Allah, bu iki sıfatı Rasulullah (sas) için kullanmış. Rasulullah
(sas) haşa Allah değildir, ancak Allah Subhanehu ve Teala O’na
(sas) fazl-ı kereminden bol bol bahşetmiştir. O’nu (sas) çok şefkat ve merhametli kılmıştır.
Ahzâb Suresinin kırk beşinci ayeti hakkında ne dersin?
‫شا َون َ ِذ ًيرا‬
ً ّ‫اَي َأ�يهُّ َا النَّ يِ ُّب ِإ�ناَّ َأ� ْر َسلْنَاكَ َشا ِهدً ا َو ُمبَ ِ ر‬
﴾‫ األحزاب‬- 33:٤٥﴿
ِ َّ‫َودَا ِع ًيا � ىَل ه‬
‫سا ًجا ُّم ِن ًريا‬
َ ِ‫الل ِب ْذ ِن ِه َو ر‬
‫ِإ األحزاب﴾ ِإ‬- 33:٤٦﴿
“Ey Peygamber, muhakkak biz seni bir şahid, bir
müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Ve O’nun
izniyle Allah’a çağıran ve aydınlatıcı bir kandil
olarak.” (AHZÂB, 33/45-46)
267
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
Yukarıdaki ayette Rasulullah (sas)’ ın yine bazı özelliklerinden bahsedilmektedir. Mesela, şahid, müjedci, uyarıcı, Allah’a
çağırıcı, ışık saçan; aydınlatan kandil.
Bütün âlemler Tevhidullah için ışıklarını Rasulullah’tan almışlardır. Ruhlar âleminde ki bütün ruhlar ışıklarını Rasulullah
(sas)’tan almışlardır. O ışıkla dünyaya gelmişlerdir. Akıl baliğ
olduktan sonra şuur ve iradeleriyle din olarak İslam’ı seçmekle
ve Rasulullah (sas)’a uymakla ruhlarının ışıklarını yoğunlaştırmışlardır. Ama o ışığı terk edenler kendilerine zulmetmişlerdir. Ruhlarının ışıklarını yitirmiş ve kaybolan ışıkların yerini ta
kör olana kadar karanlıklarla doldurmuşlardır. Hesap gününde
mahşer meydanına kör vaziyette gelecek ve Taha Suresinin yüz
yirmi beşinci ayetinde anlatılan konuşma gerçekleşecektir:
ُ ‫شت يَِن َأ� مْ َع ٰى َوقَ ْد ُك‬
‫نت ب َ ِص ًريا‬
ْ َ‫قَا َل َر ِ ّب ِل َم َح ر‬
﴾‫ طه‬- 20:١٢٥﴿
‫قَا َل َك َ ٰذ كِ َل َأ�تَ ْت َك � آ اَيتُنَا فَن َ ِسيتهَ َا ۖ َو َك َ ٰذ كِ َل الْ َي ْو َم‬
‫ُنس‬
ٰ َ‫ت ى‬
﴾‫ طه‬- 20:١٢٦﴿
“O da (şöyle) demiş olur: -Ben görmekte olan biriyken, beni niye kör olarak haşrettin Rabbim? (Allah da) Der ki: “İşte böyle, sana ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onları unuttun, bugün de sen işte böyle
unutulmaktasın.” (TÂHÂ, 20/125-126)
268
•
HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYYE VE KÂİNAT EVİYLE AL ÂKASI
•
Özet:
“Gerçek şu ki, biz emanetleri göklere, yere ve
dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.” (AHZAB, 33/72)
Mâide Suresinin onbeşinci ayetini: “Size Allah’tan bir
Nur ve apaçık bir Kitap geldi.” (MÂİDE, 5/15)
Nur Suresi otuzbeşinci ayetini: “Allah, dileyeni kendi
nuruna yöneltip iletir.” (NUR, 24/35)
Enbiya Suresinin yüzyedinci ayetini: “Ve Biz seni ancak
âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (ENBİYA, 21/107)..
Evet... bütün bu ayet-i kerimeleri birlikte değerlendirdiğimzde nasıl bir tablo oluşmaktadır?
Yukarıdaki ayetleri hep birlikte değerlendirdiğimizde mana
bütünlüğü olarak Allahu Teâlâ’nın mahşerde şöyle buyuracağı
anlaşılmaktadır:
“Ey İnsanlar! Siz önce göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten kaçındıkları emaneti kendi seçiminizle yüklendiniz.
Dünya hayatınızda emaneti yerine getirebilmeniz için size
Nur (ışık) ve Rahmet olarak Rasulümü apaçık Kitapla gönderdim. Siz ise bu fazl-u nimetime karşı kendinizi kör ettiniz
ve emanete emin olmayarak kendinize zulmettiniz. Dolayısıyla yeriniz ateştir!”
269
•
BEŞİNCİ BÖLÜM
•
Hamd, en yüce ve herşeyi hakkıyla bilen Allahu Teâlâ’ya
mahsustur ve O kemal sahibidir. Masumiyet (günahsızlık)
O’nun peygamberlerinin sıfatıdır, Allah’ın selamı hepsinin üzerine olsun. Allah’ın rızasını isteriz ve bu eseri yüzü için kabul
buyurmasını dileriz. Kardeşlerimize ve bize O’ndan, O’nunla,
O’na faydalı bir ilim olarak devretmesini dileriz. Ebeveynimize
ve bize rahmet olmasını umarız.
Eğer bu eserde doğrulara isabet etti isem bu O’nun fazlındandır ve eğer hata etti isem bu da nefsimdendir. “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma!
Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi
ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize
acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna
karşı bize yardım et.” (BAKARA, 2/286) Sadakallahul-Azim...
amin.
Ya Rabbi! Bu kitabı Habibin Muhammed (sas)’e salâvat-ı şerife olarak hediye ediyorum kabul buyur.
Ya Rasulallah (sas)! Sana ve ehl-i beytine ebedi salâvat olarak yazılan bu kitabı sen de hediye olarak lutfen kabul et.
Ey bu kitabı okuyan kardeşlerim! Eserle ilgili hatalarım
olursa hakkınızı helal ediniz ve bu kardeşinizi bağışlayınız. Allah bizi ve sizi daima doğru yolda yürütsün ve bu kitabı size
faydalı kılsın.
Allah’a fakir ve secde halinde olan: Mecdî Dawoud
270
Hicri: 12 Rebiulevvel 1431
Miladi: 26 Şubat 2010
da Arapçası
ve
Hicri: 13 Şevval 1432
Miladi: 12 Eylül 2011
de ise Türkçe tercümesi
tamamlanmıştır.

Benzer belgeler