PDF ( 29 )

Transkript

PDF ( 29 )
Ýktisadi ve Ýdari Bilimler Fakültesi
e-Dergi
Faculty of Economics and Administrative Sciences
e-Journal
http://iibfedergi.trakya.edu.tr
ISSN 2147-2483
Temmuz - Aralýk 2012
Cilt 1 Sayý 2
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
E-Dergi
Cilt: 1
Sayı: 2
Aralık 2012
ISSN: 2147-2483
http://iibfedergi.trakya.edu.tr
TRAKYA UNIVERSITY
Faculty of Economics and Administrative Sciences
e-Journal
Volume: 1
No: 2
December 2012
ISSN: 2147-2483
http://iibfedergi.trakya.edu.tr
TRAKYA ÜNİVERSİTESİ
TRAKYA UNIVERSITY
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
E-Dergi
Cilt: 1 Sayı: 2 Aralık 2012
Faculty of Economics and Administrative Sciences e-Journal
Volume: 1 Number: 2 Aralık 2012
Dergi Sahibi/ Owner
Trakya Üniversitesi Rektörlüğü İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Adına
Prof. Dr. Derman KÜÇÜKALTAN
Editör/Editor
Doç. Dr. Ayhan GENÇLER
Dergi Yayın Kurulu/ Editorial Board
Başkan/ Chairman
Prof. Dr. Derman KÜÇÜKALTAN
Üyeler/Members
Prof. Dr. H. Berke DİLAN
Prof. Dr. Derman KÜÇÜKALTAN
Prof. Dr. Sibel TURAN
Prof. Dr. Sadi UZUNOĞLU
Pof. Dr. Fehmi YILDIZ
Doç. Dr. Kıymet ÇALIYURT
Doç. Dr. Berkan DEMİRAL
Doç. Dr. Ayhan GENÇLER
Doç. Dr. Nurcan METİN
Yrd. Doç.Dr. Ebru Z. BOYACIOĞLU
Yrd. Doç. Dr. Özlem ÖZKIVRAK
Yayına Hazırlayan
Öğr. Gör. Sedat KOCADOĞAN
İletişim Adresi/Address
T.C Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Balkan YerleşkesiEdirne/ TÜRKİYE
Tel: 0284 235 71 51 -52
Faks: 0284 235 73 63-18 57
DANIŞMA KURULU
Prof. Dr. Ali AKDEMİR
Trakya Üniversitesi
Prof. Dr. Ayşe Akyol
Trakya Üniversitesi
Prof. Dr. Işıl AKGÜL
Marmara Üniversitesi
Prof. Dr. Akın AKSU
Akdeniz Üniversitesi
Prof. Dr. Sudi APAK
Beykent Üniversitesi
Prof. Dr. Nurdan ASLAN
Marmara Üniversitesi
Prof. Dr. Şahamet BÜLBÜL
Marmara Üniversitesi
Doç. Dr. Ebru ÇAĞLAYAN
Marmara Üniversitesi
Prof. Dr. Canan ÇETİN
Marmara Üniversitesi
Prof. Dr. Fatma Füsun
İSTANBULLU DİNÇER
İstanbul Üniversitesi
Prof. Dr. Hasan DİLAN
Trakya Üniversitesi
Doç. Dr. Dilek ALTAŞ
Marmara Üniversitesi
Doç. Dr. Ünal Halit ÖZDEN
İstanbul Ticaret Üniversitesi
Doç. Dr. Mustafa TEKİN
İstanbul Üniversitesi
Prof. Dr. Selahattin GÜRİŞ
Marmara Üniversitesi
Prof. Dr. Serdar ONGAN
İstanbul Üniversitesi
Prof. Dr. Nadir ÖCAL
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Prof. Dr. Süleyman ÖZDEMİR
İstanbul Üniversitesi
Prof. Dr. Vedat PAZARLIOĞLU
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi
Prof. Dr. Burak SALTOĞLU
Boğaziçi Üniversitesi
Prof. Dr. Bedriye SARAÇOĞLU
Gazi Üniversitesi
Prof. Dr. Sibel TURAN
Trakya Üniversitesi
Prof. Dr. Münevver TURANLI
İstanbul Ticaret Üniversitesi
Prof. Dr. Sadi UZUNOĞLU
Trakya Üniversitesi
Prof. Dr. Fehmi YILDIZ
Trakya Üniversitesi
Doç. Dr. Ayhan GENÇLER
Trakya Üniversitesi
Doç. Dr. Abdülkadir SENKAL
Kocaeli Üniversitesi
I
BU SAYININ HAKEMLERİ
Prof.Dr. Derman KÜÇÜKALTAN
Trakya Üniversitesi
Prof.Dr. Sadi UZUNOĞLU
Trakya Üniversitesi
Prof.Dr. Nadir EROĞLU
Marmara Üniversitesi
Prof.Dr. Mustafa AKSU
Haliç Üniversitesi
Doç.Dr. Ayhan GENÇLER
Trakya Üniversitesi
Doç.Dr. Ercan SARIDOĞAN
İstanbul Üniversitesi
Yrd.Doç.Dr. Ayhan UÇAK
Trakya Üniversitesi
Yrd.Doç.Dr. Veysi AKIN
Trakya Üniversitesi
Yrd.Doç.Dr. Abdurrahman BENLI
Sakarya Üniversitesi
II
İÇİNDEKİLER
Burak Sencer ATASOY
JAPONYA’NIN TAHVİL GETİRİLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME
1-32
Ali ERDOĞAN
TÜRKİYE’DE DOĞRUDAN YABANCI SERMAYE YATIRIMLARI: EKONOMETRİK BİR
ANALİZ
33-48
Sinem YILDIRIMALP
OSMANLI DÖNEMİ SİVİL TOPLUM VE DEVLET İLİŞKİSİNDE VAKIFLARIN YERİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
49-77
Hasan Murat ERTUĞRUL, Ahmet KENAR
EXTERNAL DEBT AND GDP RELATIONSHIP: A DYNAMIC ANALYSIS FOR TURKEY
78-94
Serdar ONGAN
THE VITAL IMPORTANCE OF TOURISM RECEIPTS ON THE LARGE CURRENT ACCOUNT
DEFICITS OF TURKEY
95-106
Aytül ÇOLAK
21.YÜZYILDA İSTİHDAM EĞİLİMLERİ; İŞİN KALİTESİ SORUNSALI VE İNSANA YAKIŞIR
İŞ OLGUSU
107-125
Cemal İYEM
SPORDA ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ ve SOSYAL HAKLAR: 6356 SAYILI YENİ SENDİKALAR ve
TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ KANUNU BAĞLAMINDA BİR DEĞERLENDİRME
126-145
III
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
JAPONYA’NIN TAHVİL GETİRİLERİ ÜZERİNE BİR İNCELEME
Burak Sencer ATASOY1
ÖZET
Bu çalışmada, GSYH’ye oran olarak dünyanın en yüksek borç stokuna sahip olan ve yaşlanan nüfusuna bağlı olarak mali dengelerin ilerleyen
dönemde daha da bozulmasının beklendiği Japonya’nın, ortaya çıkan mali
sürdürülebilirlik kaygılarına rağmen dünyanın en düşük ikinci 10 yıllık devlet tahvili getirisine sahip olmasının nedenleri araştırılmaktadır. İlk olarak
kamu mali dengelerindeki bozulmanın nedenleri incelenmekte, daha sonra
düşük devlet tahvili getirilerine neden olan faktörler analiz edilmektedir.
Çalışmada devlet tahvillerine çoğunlukla yerli yatırımlar tarafından sahip
olunması, geniş yurtiçi tasarruf havuzu ve Japonya Merkez Bankası ile kamu
sermayeli emeklilik ve sigorta şirketlerinin yüksek düzeyde tahvil tutmasının
tahvil getirilerinin düşük kalmasına imkân tanıdığı sonucuna ulaşılmıştır.
Diğer taraftan, hızla yaşlanan nüfusuna bağlı olarak tasarruf oranının gerilemesi, cari işlemler dengesindeki bozulma ve sosyal güvenlik/emeklilik harcamalarında beklenen artış borçlanma maliyetlerinin artmasını ve ülkenin
temerrüde düşmesini beraberinde getirebilecektir.
Anahtar Kelimeler: Japonya, Tahvil Getirisi, Borç Sürdürülebilirliği, Kamu
Borç Stoku, Bütçe Açığı
AN INVESTIGATION ON JAPANESE GOVERNMENT BOND
YIELDS
ABSTRACT
Despite having the largest government debt stock as a share of GDP
in the world and fiscal fundamentals expected to deteriorate in forthcoming
period, Japan’s government bond yields remain extremely low. In this study,
we first analyze the reasons behind the deterioration in public finances. After
that, we examine the possible factors behind low government bond yields. It
1
Hazine Uzmanı, Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Ekonomik Araştırmalar Genel
Müdürlüğü, [email protected]
1
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
is concluded that, high bond ownership ratio among domestic investors,
large pool of household savings, and Bank of Japan’s strong government
bond demand plays a key role in reducing government bond yields. Nevertheless, sharp reduction in saving rates due to rapidly aging population, deterioration of current account balance and expected increases in social security/pension expenditures could bring along a surge in borrowing costs and a
possible default.
Key Words: Japan, Bond Yields, Debt Sustainability, Government Debt
Stock, Budget Deficit
JEL Classification Codes: E21, E43, E44, E52, E62.*
1. GİRİŞ
2011 yılı itibarıyla kamu brüt borç stokunun GSYH’ye oran olarak
yüzde 230’a ulaştığı Japonya dünyanın en borçlu ülkesi durumundadır. Her
ne kadar 2003-2007 döneminde sınırlı bir mali konsolidasyona gidilse de,
2008 yılından itibaren etkili olan küresel kriz mali dengelerin yeniden bozulmasına yol açmıştır. Halihazırda yüksek düzeyde bulunan borç stokuna
ek olarak, 2011 yılında yaşanan depremin etkisiyle GSYH’ye oran olarak
yüzde 10’a yaklaşan bütçe açığı, pek çok AB ülkesinin temerrüde düştüğü
mevcut konjonktürde Japonya’nın mali sürdürülebilirliğinin sorgulanmasına
neden olmaktadır. Şekil 1’den de görüleceği üzere, Japonya’nın mali göstergelerinin ilerleyen dönemde de olumsuz seyretmeye devam etmesi beklenmektedir.
*
Makalede yer alan görüşler yazara ait olup, Hazine Müsteşarlığının görüşlerini
yansıtmamaktadır.
2
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
Kaynak: IMF Dünya Ekonomik Görünümü Veri Tabanı, Ekim 2012
* 2011 yılı sonrasındaki veriler resmi projeksiyonları ifade etmektedir.
Şekil 1: Japonya’nın Mali Göstergeleri
Diğer taraftan, borç sürdürülebilirliğine ilişkin olarak ortaya çıkan
kaygılara rağmen, Japonya’nın devlet tahvili getirileri karışık bir tablo çizmektedir. 1990’lardan itibaren borç stoku hızla artarken, tahvil getirilerinin
istikrarlı biçimde gerilediği dikkat çekmektedir. 2003 yılının sonlarına doğru
yüzde 1-2 aralığına yerleşen 10 yıllık Japon devlet tahvillerinin getirisi, Avrupa borç krizinin derinleştiği dönemde Japon tahvillerinin güvenli liman
olarak görülmesine bağlı olarak 2011 yılının son aylarından itibaren yüzde
1’in altına gerilemiştir. Japonya, 2011 yılı itibarıyla, dünya genelinde
GSYH’ye oran olarak en yüksek borç stokunun ve gelişmiş ülkeler arasındaki en yüksek üçüncü bütçe açığının kaydedildiği, buna rağmen en düşük
maliyetlerden biriyle borçlanan ülke olarak ilginç bir profil çizmektedir.
Bu çalışmada yüksek seyreden kamu açıklarına ve borç stokuna
rağmen gerilemeye devam eden tahvil getirilerinin nedenleri araştırılmaktadır. Girişi takip eden ikinci bölümde Japonya’nın mali dengelerinin 2. Dünya
Savaşı sonrasındaki seyri incelenmiş, üçüncü bölümde düşük tahvil getirilerinin nedenleri üzerinde durulmuş, dördüncü bölümde Japonya’nın borç
sürdürülebilirliğine ilişkin riskler analiz edilmiştir. Sonuç bölümünde ise
çalışmanın bulguları özetlenmiştir.
3
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
2. JAPONYA’DA İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI DÖNEMDE
MALİ GÖSTERGELERİN SEYRİ
2. Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde denk bütçe politikası izleyen
Japonya, 1965 yılına kadar tahvil ihracı gerçekleştirmeye gerek duymamıştır
(Ihori, Doi, Kondo, 2001). 1973 yılında ortaya çıkan petrol kriziyle beraber
ivme kazanan bütçe açıkları, borçlanma ihtiyacının da hızla artmasına yol
açmıştır. Bu dönemde, kamu açıkları esas olarak sosyal harcamalar ve kamu
yatırımlarındaki artış ile ekonomideki yavaşlamaya bağlı olarak daralan vergi tahsilatından kaynaklanmıştır (Asako, Ito, Sakamoto, 1991). Açık verme
eğiliminin sürmesiyle birlikte 1987 yılında zirveye ulaşan borç stokunun
GSYH’ye oranı, o dönemde uygulanan mali konsolidasyona bağlı olarak
1991 yılında yüzde 61’e gerilemiştir. Ancak, Japonya’nın kayıp on yılı olarak da adlandırılan ve 10 yıl süren bir ekonomik durgunluk ve finansal krizin
yaşandığı 1990-2000 döneminde mali dengeler yeniden bozulmuştur. Bu
dönemde, Asya Krizinin de etkisiyle, ekonomide meydana gelen yavaşlamaya bağlı olarak düşen vergi tahsilatı, deflasyonist baskı, ekonomiyi canlandırmak amacıyla artırılan kamu harcamalarının borçlanma ihtiyacını artırması, yaşlanan nüfusa bağlı olarak artan harcamalar ve yerel yönetim borçlanmasında kaydedilen artış borç stokunun GSYH’ye oranının tırmanışa geçmesine neden olmuştur (Doi, Hoshi, Okimoto, 2011). Bu gelişmelere bağlı
olarak, borç stokunun GSYH’ye oranı 1997 yılında yüzde 100 seviyesini
aşmıştır. İlerleyen yıllarda çeşitli mali konsolidasyon girişimlerinde bulunulsa da, devlet bütçesi açık vermeye devam etmiş ve borç stoku/GSYH oranı
2002 yılında yüzde 150 seviyesini, 2009 yılında ise yüzde 200 seviyesini
aşmıştır. 2011 yılında yüzde 230 düzeyine yükselen borç stokunun
GSYH’ye oranı, Japonya’yı açık ara dünyanın borç yükü en yüksek ülkesi
yapmaktadır. Küresel kriz ve kriz sonrasında meydana gelen doğal afetlerin
etkilerine bağlı olarak yüksek seyreden bütçe açığı dikkate alındığında, borç
stokunun GSYH’ye oranının ilerleyen dönemde de artmaya devam edeceği
tahmin edilmektedir. Nitekim, IMF’nin 2012 yılı Ekim ayı Ekonomik Görünüm Raporu’nda, Japonya’nın borç stokunun GSYH’ye oranının 2017 yılında yüzde 250’ye yükseleceği öngörülmüştür.
Japonya, 2011 yılı verilerine göre, gerek bütçe açığının gerekse borç
stokunun GSYH’ye oranları değerlendirildiğinde mali açıdan dünyanın en
sorunlu ülkelerinden biri konumundadır. Bütçe açığının yüksek seyretmesinde düşük vergi tahsilatı, yüksek sosyal güvenlik harcamaları gibi yapısal
4
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
sorunların yanı sıra, doğal afetlere bağlı olarak artış gösteren kamu harcamaları da etkili olmaktadır.
2.1 Gerileyen Vergi Tahsilatı ve Kamu Harcamalarındaki Artış
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, 1991 yılına kadar dünyanın en hızlı
büyüyen ekonomileri arasında yer alan Japonya ekonomisi, 1991 yılından
itibaren yıllar boyunca sürecek durgunluk ve deflasyon dönemine girmiştir.
Ülkede 1990 yılı sonrasında göreve gelen hükümetler vergi indirimleri gerçekleştirerek ve kamu harcamalarını artırarak iç talebi canlandırmaya çalışmışlardır. Bunun sonucunda kamu mali dengeleri ciddi anlamda bozulmuş,
1993 yılından itibaren yüksek bütçe açığı verilmeye başlanmıştır. Diğer taraftan, ekonomiyi canlandırmak amacıyla alınan önlemler başarılı olamamış;
Japonya, durgunluk ve enflasyona ek olarak bozulan mali denge sorunuyla
karşı karşıya kalmıştır.
Japonya, 2010 yılı verilerine göre, OECD ülkeleri içinde vergi gelirleri/GSYH oranının en düşük olduğu 6. ülkedir. 1989 yılında yüzde 29,7
seviyesinde bulunan vergi gelirlerinin GSYH’ye oranı, 1990 yılından itibaren sürekli gerilemiştir. 2003 yılında yüzde 25,7’ye gerileyen söz konusu
oran, sınırlı ekonomik toparlanmaya ve o yıl gerçekleşen vergi artışlarına
bağlı olarak yeniden yükselme eğilimine girmiş ve 2008 yılında yüzde 28,4
düzeyinde gerçekleşmiştir. Ancak, 2008 yılından itibaren etkili olan küresel
kriz vergi tahsilatının bir kez daha düşmesine yol açmıştır. Şekil 2’den görüleceği üzere, Japonya’daki vergi tahsilatı GSYH’ye oran olarak diğer gelişmiş AB ülkelerinin yaklaşık 10 puan altındadır. Bu problem, vergi tahsilatının sosyal güvenlik katkıları haricinde incelendiği durumda daha da çarpıcı
hale gelmektedir. Nitekim Japonya, sosyal güvenlik katkıları haricindeki
vergi tahsilatı/GSYH oranı sıralamasında OECD ülkeleri içinde Meksika’nın
ardından ikinci sırada bulunmaktadır.
5
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
Kaynak: OECD
Şekil 2: Vergi Gelirlerinin GSYH’ye Oranı
Kaynak: OECD
Şekil 3: Vergi Gelirlerinin (Sosyal Güvenlik Primi Hariç) GSYH’ye
Oranı
Japonya’da vergi tahsilatının düşük seyretmesinin en önemli nedenlerinden biri düşük oranlı uygulanan tüketim vergisidir (katma değer vergisi,
KDV). İlk olarak 1989 yılında uygulanmaya başlanan ve oranı yüzde 3 olarak belirlenen KDV’de, düşük seyreden vergi gelirlerini artırmak amacıyla
6
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
1997 yılında 2 puanlık oran artışına gidilmiştir. 1997 yılından bu yana yüzde
5 olarak uygulanan KDV oranı, 2012 yılı itibarıyla dünya genelindeki en
düşük tüketim vergisi oranlarından birisi konumundadır2. Tasarruf oranının
yüksek ve tüketim vergisi oranının düşük olması, tüketim üzerinden alınan
vergi gelirlerinin GSYH içindeki payının da düşük olmasına yol açmaktadır.
Nitekim, 2011 yılı itibarıyla tüketim üzerinden alınan vergi gelirlerinin
GSYH’ye oranı yüzde 2,7 düzeyindedir3.
Kaynak: OECD
Şekil 4: Ortalama Gelir Vergisi Oranı
2
Kanada ve Japonya, yüzde 5 ile OECD genelinde en düşük KDV oranını uygulayan iki ülkedir.
3 OECD Economic Outlook No. 91 veritabanı.
7
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
Kaynak: OECD
Şekil 5: Ortalama Vergi Yükü
Kaynak: OECD
Şekil 6: Katma Değer Vergisi Oranı
Tüketim üzerinden alınan vergilerin yanı sıra, artan oranlı olarak
yüzde 5-40 aralığında uygulanan gelir vergisinde de vergi tahsilatını olumsuz etkileyen faktörler yer almaktadır. Gelir vergisi sistemi, belirli şartlar
sağlandığında vergi matrahından önemli indirimlere imkân sağlamakta ve
özellikle orta gelir grubu için düşük marjinal vergi oranları sunmaktadır.
Örneğin, 2011 yılı itibarıyla Japonya’da orta gelir düzeyine sahip bekar ve
çocuksuz bir kişinin ortalama gelir vergisi oranı yüzde 7,6 düzeyindedir
(OECD, 2012a). Bu oran, 2 çocuklu bir karı koca için yüzde 4,8’e gerilemektedir. Diğer taraftan, ortalama gelir vergisi oranı OECD genelinde bekar
ve çocuksuz bir kişi için yüzde 15,1, 2 çocuklu bir karı koca için yüzde 9,4
seviyesindedir. Dolayısıyla, Japonya’nın ortalama gelir vergisi oranı 2011
yılı itibarıyla OECD ortalamasının yaklaşık yarısı düzeyinde bulunmaktadır.
Tüketim ve gelir vergisinde düşük oranlar uygulayan Japonya, kurumlar vergisinde uyguladığı yüksek oranla dikkat çekmektedir. 2012 yılına
kadar uyguladığı yüzde 40,7 lik efektif kurumlar vergisi oranı4 ile dünyanın
4
Bu oran 1 Nisan 2012 tarihinden itibaren ilerleyen 3 mali yılda yürürlükte kalacak
ve bu tarihten sonra yüzde 35,64’e düşecektir. Japonya’nın uyguladığı kurumlar
8
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
en yüksek oranlı kurumlar vergisini uygulayan ülke olan Japonya, kurumlar
vergisi oranında 2012 yılının nisan ayından itibaren gerçekleştirdiği indirim
ile efektif kurumlar vergisi oranını yüzde 38’e çekmiş ve ilk sıradaki yerini
ABD’ye bırakmıştır. Kurumlar vergisi tahsilatının GSYH’ye oranının 2010
yılı itibarıyla OECD ortalamasına yakın seviyede bulunduğu Japonya’nın,
ekonomideki toparlanmayla birlikte bu oranı artıracağı tahmin edilmektedir.
2012-13 Küresel Rekabet Raporu’nda5, Japonya’nın son dönemde bozulan
rekabet gücüne vurgu yapılmakta ve iş yapma kolaylığı önündeki en büyük
engelin yüksek kurumlar vergisi oranları olduğu belirtilmektedir. Aynı raporda, Japonya’nın inovasyon ve Ar-Ge alanlarında ilk sıralarda bulunmasına rağmen, bozulan kamu mali dengelerinin rekabet gücünü aşağı çektiği
ifade edilmektedir.
Mali göstergelerin her geçen gün daha da bozulduğu Japonya’da,
vergi gelirlerini artırmak amacıyla vergi reformu gerçekleştirilmesi gerek
politik gerekse akademik alanda üzerinde yıllardır tartışılan bir konu olmuştur. Gelir ve kurumlar vergisinde de reform önerileri tartışılmakla birlikte,
yıkıcı etkilerinin daha az olmasına ve daha kolay uygulanabilir olmasına
bağlı olarak reforma ilk olarak KDV oranında artış gerçekleştirilerek başlanması fikri ağırlık kazanmıştır. Japonya’nın yüzde 5 ile dünyanın en düşük
satış vergisi oranlarından birini uygulaması da, 2011 yılı itibarıyla KDV
oranında OECD ortalamasının yüzde 18,5 olduğu düşünüldüğünde, artış için
yeterli manevra alanı sağlamaktadır. Diğer taraftan, 2000 yılı sonrasında
göreve gelen pek çok hükümet KDV oranını artırmayı gündemine alsa da,
çıkan anlaşmazlıklara bağlı olarak oran artışı gerçekleştirilememiştir. 2002
yılında yayımlanan planla6 harcama kesintileri yoluyla mali konsolidasyona
gidilmesi, tüketim vergisi oranının kademeli olarak yüzde 5’ten yüzde 10’a
yükseltilmesi ve 2011 yılından itibaren faiz dışı fazla verilmesi kararlaştırılmıştır. Ancak, 2008 yılından itibaren etkili olan küresel kriz ve 2011 yılında
meydana gelen deprem nedeniyle KDV oranında öngörülen artış gerçekleştirilememiştir. Kriz sonrasındaki toparlanma eğiliminin ivme kazanmasıyla
birlikte, KDV oranı artışı yeniden gündeme gelmiş ve 2012 yılı Ağustos
vergisi ulusal kurumlar vergisi (national corporation tax), yerel kurumlar vergisi
(local corporate tax), yerel şirket vergisi (local business tax) ve il ve belediye sakinleri vergisi (prefectural and municipal inhabitant tax) olmak üzere 4 kısımdan
oluşmaktadır.
5
World Economic Forum, The Global Competitiveness Report 2012-13, 2012.
6
Basic Policies for Economic and Fiscal Policy Management and Structural Reform
9
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
ayında alınan kararla KDV oranının 2015 yılı Ekim ayına kadar kademeli
olarak yüzde 10’a yükseltilmesi kanunlaşmıştır. IMF (2011a), başta olmak
üzere uluslararası organizasyonların desteklediği KDV artışının vergi tahsilatını olumlu yönde etkilemesi beklenmektedir.
Literatürde, katma değer vergisi benzeri tüketim vergilerinin, gelir
ve kurumlar vergisine kıyasla ekonomik büyüme üzerindeki olumsuz etkilerinin daha az olduğuna ilişkin çalışmalar mevcuttur. 21 OECD ülkesi verilerini kullanarak panel veri analizi gerçekleştiren Arnold (2008), gelir üzerinden alınan vergilerin büyüme üzerindeki bozucu etkisinin tüketim ve emlak
vergilerine kıyasla daha fazla olduğu sonucuna ulaşmıştır. Çalışmada, kurumlar vergisi büyümeyi en fazla olumsuz etkileyen vergi olarak ön plana
çıkmıştır. 1965-1990 dönemi için 23 OECD ülkesi verilerini kullanarak yatay kesit analizi yapan Widmalm (2001), gelir vergisi artışları yoluyla vergi
tahsilatını artırmanın büyümeyi olumsuz yönde etkilediği, tüketim üzerinden
alınan vergilerin ise büyümeyi destekleyici olduğu bulgusuna ulaşmıştır.
Turnovsky (2004), vergileri büyümeyi olumsuz yönde etkileme şiddetlerine
göre sermaye, gelir ve tüketim üzerinden alınan vergiler olarak sıralamıştır.
Peretto (2003) yarı endojen büyüme modelinde sermaye ve şirket gelirleri
üzerinden alınan vergilerin durağan durumda büyüme üzerinde olumsuz
etkiye sahip olduğunu, fakat bu etkinin kişisel gelir ve tüketim üzerinden
alınan vergilerde gözlenmediğini göstermiştir. Bu çalışmalar, KDV oranında
artış gerçekleştirmenin, bir yandan mali durumunu düzeltmeye çalışırken bir
yandan da kronik deflasyon ve düşük büyüme ile mücadele eden Japonya
için en etkili adım olacağına işaret etmektedir.
2.2. Yaşlanan Nüfusun Etkileri
Japonya, 2011 yılı itibarıyla ortalama yaşam beklentisinin en yüksek
olduğu ve yaşlı nüfusun (64+ yaş) çalışan nüfusa oranının (15-64 yaş) en
yüksek olduğu ülke konumundadır (OECD, 2012b). Nüfusun yaşlanmasında
hızla gerileyen doğum oranlarının yanı sıra, 1960’lı yıllarda hızlı nüfus artışı
kaydedilen dönemde doğan bebeklerin eşzamanlı olarak emeklilik çağına
gelmeleri etkili olmaktadır. 1960’lı yıllarda yüzde 2-2,5 aralığında seyreden
anne başına düşen doğum oranı 2000’li yıllarda yüzde 1,3’e kadar gerilemiştir. Doğum oranındaki gerilemede kadınların işgücüne daha aktif katılım
gerçekleştirmek için çocuk sahibi olmayı ertelemeleri veya çocuk sahibi
olmaktan tamamen vazgeçmeleri etkili olmaktadır. Yapılan araştırmalar,
başta küçük işletmelerde olmak üzere pek çok sektörde kadınların hamile
10
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
oldukları dönemde işlerini tamamen kaybettiğini göstermektedir (Ogasawara, 1998; Shu, 2003; Nakamura A., Nakamura M., Seike, 2004; Oyama,
2005). Bu durum, kadınların kariyerlerine başarılı olmak için çocuk sahibi
olma planlarını ertelemelerine yol açmaktadır. Nitekim, 2010 yılı verilerine
göre ülke genelindeki en düşük doğum oranı en gelişmiş şehir ve başkent
olan Tokyo’da görülmektedir7.
Doğum oranındaki gerileme ve ortalama yaşam beklentisindeki artış,
Japonya’da 1970 yılında yüzde 10,3 seviyesinde bulunan yaşlı nüfusun (64+
yaş) çalışan nüfusa oranını (15-64 yaş) ifade eden bağımlılık oranının (age
dependency ratio) 2010 yılı itibarıyla yüzde 36,3 seviyesine yükselmesine
yol açmıştır. Nüfus artışını teşvik edici önlemlere rağmen düşük seyreden
doğum oranına ve ortalama yaşam süresinin yüksek oluşuna bağlı olarak
yaşlı nüfusun toplam nüfus içindeki payının ilerleyen yıllarda daha da artması beklenmektedir. 2010 yılı itibarıyla, ortalama ömür beklentisinin erkeklerde 80 yıla, kadınlarda 86 yıla ulaştığı Japonya, hem yaşlanan hem de azalan
bir nüfusa sahiptir.
Kaynak: Japan Statistics Bureau
Şekil 7: Nüfus
7
Statistics Bureau of Japan, 2010 Japan Census, http://www.stat.gov.jp, 2011.
11
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
Kaynak: Japan Statistics Bureau
* Toplam nüfus için 2010 yılı sonrasındaki, nüfusun yaş gruplarına göre
dağılımı için ise 2011 yılı sonrasındaki veriler resmi projeksiyonları ifade
etmektedir.
Şekil 8: Nüfusun Yaş Gruplarına Göre Dağılımı
Geride kalan 40 yılda hızla yaşlanan nüfus, Japonya ekonomisi için
pek çok sorunu beraberinde getirmiştir. Toplam nüfusun 2008 yılından bu
yana azaldığı; işgücüne katılım oranının 1990’lı yılların başından bu yana,
işgücü arzının ise 1998 yılından bu yana gerilediği ülkede işgücüne katılım
oranındaki gerilemenin yol açtığı sorunlar potansiyel büyüme oranını aşağı
çekmekte ve ekonomide son 20 yıldır yaşanan duraklamayı derinleştirmektedir. Yaşlanan nüfusun yarattığı diğer bir olumsuzluk sağlık, emeklilik,
uzun dönemli bakım gibi yaşlılığa bağlı olarak artış gösteren harcamaların
hızla artmasıdır. Nitekim, 1970 yılında sırasıyla yüzde 4,1 ve yüzde 5,8 düzeyinde bulunan sağlık ve sosyal güvenlik harcamalarının GSYH’ye oranı,
2008 yılı itibarıyla yüzde 10 ve yüzde 26,8 düzeyine ulaşmıştır. Halihazırda
bozuk olan mali dengelerin daha da bozulmasına yol açan bu artış, Japonya’nın ilerleyen yıllara ilişkin mali sürdürülebilirliğinin sorgulanmasına yol
açmaktadır.
Japonya’nın yaşlanan nüfusunun sağlık ve sosyal güvenlik harcamalarını ilerleyen dönemde de artırmaya devam etmesi beklenmektedir. Fukawa ve Sato (2009), yaşa bağlı sağlık, yaşlı bakım ve emeklilik harcamalarına ilişkin gerçekleştirdiği projeksiyonda 2006 yılında GSYH içinde sırasıyla yüzde 9,3, yüzde 6,5 ve yüzde 1,3’lük paya sahip olan emeklilik, sağlık ve
yaşlı bakım harcamalarının, bir politika değişikliği veya reform yapılmadığı
takdirde 2030 yılında sırasıyla yüzde 9,9-11,1, yüzde 8,9-9,9 ve yüzde 2,212
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
2,9 seviyelerine yükseleceğini öngörmüştür. Kotlikoff (2006), GSYH’nin
yaklaşık beşte biri düzeyinde bulunan yaşlı nüfusun emeklilik ve sağlık giderlerinin 2025 yılında GSYH’nin üçte birine ulaşacağını tahmin etmiştir.
Hansen ve İmrohoroğlu (2011), 2010 yılı itibarıyla 3 çalışanın 1 emekliyi
finanse ettiği ülkede 2065 yılı itibarıyla 1 çalışanın 1 emekliyi finanse edeceğini hesaplamış ve yaşlanmaya bağlı harcama artışının tüketim ve gelir
vergisindeki artışlar yoluyla finanse edildiği senaryoyu incelemişlerdir. Çalışmada, gerçekleşen harcama artışlarının karşılanması için tüketim vergisi
oranının yüzde 5’ten yüzde 35’e, gelir vergisi oranının ise yüzde 30’dan
yüzde 60’a yükselmesi gerektiği hesaplanmıştır. Masson ve Tyron (1990) ise
yaşlanmaya bağlı olarak Japonya’da 2025 yılı itibarıyla işgücü arzının daralacağı, sosyal güvenlik dengesinin kötüleşeceği, çıktı düzeyinin gerileyeceği
ve reel faiz oranlarının artacağı öngörüsünde bulunmuştur.
Yaşlanan nüfusun Japonya ekonomisinde yarattığı bir diğer önemli
etki tasarruflardaki gerilemedir. 1961-1990 döneminde diğer gelişmiş ülkeler
ortalamasının oldukça üzerinde gerçekleşen ve Japonya’nın söz konusu dönemde yabancı tasarruflara muhtaç olmaksızın hızlı bir büyüme süreci yaşamasına yardımcı olan yurtiçi tasarruf oranı8, nüfusun yaşlanmasına ve
ekonomide 1990 yılından itibaren kaydedilen yavaşlamaya bağlı olarak hızla
gerilemiştir. Esas olarak kamu tasarruflarında kaydedilen gerileme, özel
sektör tasarruflarındaki artış ile telafi edilse de, 1990’lı yıllarda yüzde 30’un
üzerinde seyreden ulusal tasarruf oranı 2008 krizinin de etkisiyle 2011 yılı
itibarıyla yüzde 22 düzeyine düşmüştür9.
Japonya’nın ulusal tasarruf oranındaki gerileme, tasarruflardaki gerilemeyi açıklamayı amaçlayan pek çok akademik çalışmaya ilham vermiştir.
8
Literatürde, İkinci Dünya Savaşı sonrasında genel olarak yüksek seyretmekle birlikte dalgalı bir seyir izleyen Japonya’nın tasarruf oranını inceleyen pek çok çalışma
mevcuttur. Hayashi (1986), Japon hane halklarındaki geniş aile yapısı ve miras bırakma güdüsünün diğer faktörlere kıyasla tasarrufları etkileyen en önemli unsur
olduğu bulgusuna ulaşmıştır. Horioka ve Watanabe (1997), tasarrufların esas olarak
ihtiyat güdüsüyle ve emeklilik dönemindeki harcamaları finanse etmek amacıyla
gerçekleştirildiğini belirtmiştir. Yaş gruplarına göre tasarruf oranlarını inceleyen
Horioka (2004) tasarrufların Ando ve Modigliani’nin Yaşam Boyu Gelir Hipotezi
’ne uygun olarak yaşlanmayla birlikte gerilediği ve hane halklarının net finansal
varlıklarının emeklilik sonrası dönemde erimeye başladığı sonucuna ulaşmıştır.
9
2011 yılı itibarıyla, hane halkı tasarruf oranı da yüzde 3 seviyesine gerilemiştir.
13
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
Literatürde, tasarruflardaki gerilemenin genel olarak yaşlanan nüfus ve toplam faktör verimliliğindeki düşüş ile açıklandığı görülmüştür. Horioka
(1989), yaşlanan nüfusa bağlı olarak Japonya’nın özel tasarruf oranının gerileyeceğini öngörmüş ve 2005 yılından itibaren ABD’nin özel tasarruf oranının altında kalacağını tahmin etmiştir. Braun ve diğerleri (2004), Japonya’nın ulusal tasarruf oranında 1990-2000 döneminde kaydedilen 9 puanlık
gerilemenin yaklaşık üçte birinin yaşlanan nüfusa bağlı olarak gerçekleştiğini ifade etmiştir. Çalışmada ayrıca, tasarruflardaki gerilemede yavaşlayan
toplam faktör verimliliğinin de önemli rolü olduğu belirtilmiş ve gerilemenin
ilerleyen yıllarda da süreceği öngörülmüştür. Koga (2006), tasarruflarda
1990 yılından bu yana meydana gelen gerilemenin yaşam boyu gelir hipotezi
çerçevesinde yaşlanan nüfusa bağlı olarak gerçekleştiğini göstermiştir. 19602000 dönemindeki tasarruf oranlarını inceleyen Chen ve diğerleri (2006),
söz konusu orandaki keskin gerilemeyi toplam faktör verimliliğindeki düşüş
ile açıklamışlardır. Yazarlar (2007), nüfus artış hızındaki düşüş, ortalama
yaşam süresindeki artış ve sosyal güvenlik sisteminin yapısı gibi faktörlerin
tasarruf oranlarına etkisini inceledikleri diğer bir çalışmada ise bu üç faktörün tasarruf oranındaki gerilemede sınırlı bir etkisi olduğu, ancak tasarruf
oranını etkileyen esas faktörün toplam faktör verimliliğindeki düşüş olduğu
sonucuna ulaşmışlardır. Katayama (2006), önceki çalışmalarda değinilen
demografik ve ekonomik faktörlere ek olarak, Japonya’daki tasarrufların
yaşam tarzındaki değişikliklerden de etkilendiğini belirtmiştir.
Özetle, yaşlanan nüfus gerek sosyal güvenlik sistemi gerekse tasarruflar kanalıyla Japonya ekonomisini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu
olumsuz etkileri bertaraf edecek önlemler alınmadığı takdirde, Japonya’nın
mali sürdürülebilirliği sorgulanmaya devam edilecektir.
3. JAPONYA’NIN DÜŞÜK TAHVİL GETİRİLERİNİN ANALİZİ
Mali disiplinden uzaklaşılması, Japonya’nın borç stokunun son yıllarda önemli düzeyde artmasına ve borç sürdürülebilirliğinin sorgulanmasına
yol açmıştır. Diğer taraftan, dünyanın en yüksek borç stoku/GSYH oranına
sahip olan, düşük büyüme ve kronik deflasyonla mücadele eden Japonya’nın
tahvil getirileri düşük ve istikrarlı seyrini sürdürmektedir. Bu bölümde, yüksek kamu borcuna sahip olmasına rağmen Japonya’nın düşük maliyetle borçlanabilmesinin nedenleri araştırılmaktadır.
14
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
Bir ülkenin borç sürdürülebilirliğinin sorgulanmaya başlaması genellikle tahvil faizlerinin artması, ülkenin kredi notunun düşürülmesi ve CDS
seviyelerindeki yükseliş gibi olumsuzluklarla sonuçlanmaktadır. 1990’lı
yıllarda Latin Amerika’da kaydedilen kriz ve 2009 yılında Avrupa’da ortaya
çıkan Avrupa Borç Krizi bu duruma örnek teşkil etmektedir. Ancak,
1997’den bu yana Japonya’da ülke kredi notu bir çok kere düşürülmesine
rağmen tahvil faizlerinde yükseliş gözlenmemiştir. Tersine, 2012 yılının
Ekim ayı itibarıyla Japon devlet tahvillerinin faizi dünyanın en düşük ikinci
tahvil faizi konumundadır. Şekil 9’dan görüleceği üzere, 1998 yılından bu
yana yüzde 2’nin altında bulunan 10 yıllık tahvil getirisi, günümüzde yüzde
1’in altında seyretmektedir.
3.1 Yerli Yatırımcı Payının Yüksek Olması
Japonya’nın düşük tahvil getirisinin en önemli nedeni olarak Japon
devlet tahvillerinin yaklaşık yüzde 92’sinin yerli yatırımcılar tarafından tutulması ön plana çıkmaktadır. Nitekim, devlet tahvillerinin yatırımcı profili
incelendiğinde toplam borç stokunun yaklaşık dörtte üçünün yurtiçinde faaliyet gösteren bankalar, sigorta firmaları ve emeklilik fonları tarafından tutulduğu dikkat çekmektedir. Dolayısıyla, kamu borcundaki tehlikeli artış
trendine rağmen, borçlanmanın esas olarak yurtiçi tasarruflar yoluyla finanse
edilmesi, Japonya’nın risk primini önemli ölçüde düşürmektedir.
Kaynak: Bloomberg
Şekil 9: 10 Yıllık Tahvil Getirisi
15
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
Kaynak: Bloomberg
Şekil 10: 5 Yıllık Dolar Cinsi CDS Oranı
Diğer gelişmiş ülke vatandaşlarına kıyasla çok daha muhafazakar bir
yatırımcı profili çizen, kur riskine ve volatiliteye maruz kalmaksızın istikrarlı bir getiri elde etmeyi amaçlayan Japon hane halklarının yurtiçi tasarruf
oranı diğer ülkelere göre nispeten yüksek, fakat düşme eğilimindedir. Riskten kaçınmak isteyen Japon yatırımcıları birikimlerini genellikle bankalar,
emeklilik fonları ve sigorta şirketleri aracılığıyla mevduat veya sabit faizli
yen cinsi varlıklar cinsinden değerlendirmektedir. Geleneksel bir yatırımcı
profiline sahip olunması, oldukça gelişmiş bir finans sektörüne sahip olunmasına rağmen, ülkedeki türev araçların ve hisse senedi yatırımlarının yatırımcı portföyü içindeki payını düşük tutmaktadır. (Ito ve Parulian, 2010).
Bankalar ekonomideki durgunluğa bağlı olarak düşük seyreden yatırım ve
kredi talebi karşısında finansal sisteme sokulan mevduatları devlet tahvili
alımında kullanmaktadır. Basel ölçütlerine göre bilançoda sıfır riske sahip
olan Japon devlet tahvilleri, düşük fakat istikrarlı getirisi sayesinde bankaların gözde yatırım aracı konumundadır. 2011 yılı Eylül ayı itibarıyla, kamu
borç stokunun yalnızca yüzde 3’ünü finanse eden hane halkları, kamu borçlanması için doğrudan finansman sağlamamaktadır. Diğer taraftan, yüksek
seviyedeki hane halkı tasarruflarının değerlendirildiği finans sektörü, fonlarını yoğun biçimde kamu borç senetleri üzerinde değerlendirdiğinden, hane
halkları doğrudan tahvil alımı yoluyla olmasa da, dolaylı yoldan kamu borcunu finanse etmektedir.
16
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
Devlet tahvillerinin çoğunlukla yurtiçi yerleşikler tarafından sahip
olunması, dış faktörlerin Japonya’nın tahvil getirisi üzerindeki etkisini sınırlamakta; tahvil getirileri, gerek kurdaki dalgalanmalardan gerekse sermaye
giriş-çıkışlarından önemli düzeyde etkilenmemektedir. Diğer taraftan, Japonya devlet tahvilleri düşük getiriye sahip olmasına rağmen, düşük volatiliteyle birlikte sunduğu reel getiri imkanı ile yatırımcıları cezbetmektedir.
Geride kalan 20 yılda deflasyonun da etkisiyle ortalama yüzde 2 civarında
istikrarlı getiri sunan bu tahviller, özellikle kriz dönemlerinde pek çok yatırımcı tarafından güvenli liman olarak görülmektedir. Nitekim, son küresel
kriz dahil olmak üzere, küresel piyasalardaki gerginliğin en yüksek düzeyde
olduğu dönemlerde, Japon devlet tahvillerinin volatilitesinin ABD, Almanya
ve Fransa gibi gelişmiş ülkelerin tahvillerinin volatilitesinin altında kaldığı
dikkat çekmektedir (Şekil 11).
Kaynak: Bloomberg
Şekil 11: 10 Yıllık Tahvil Getirisi Volatilitesi
3.2 Japonya Merkez Bankası’nın ve Kamu Sermayeli İşletmelerin Rolü
Japonya’nın kamu borç stokuna ilişkin bir diğer önemli unsur, borcun önemli bir miktarının kamu sermayeli işletmeler tarafından finanse
edilmesidir. Devlet kontrolünde bulunan ve 2007 yılında özel şirket niteliğine kavuşan 3 finans kurumu (Japan Post Bank, Japan Post Insurance ve Ja17
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
pan Public Pension Fund) kamu borcunun yaklaşık üçte birini finanse etmektedir. Bu kurumlar özel şirket niteliğine kavuşsa ve 2017 yılına kadar tamamen özelleştirilmeleri öngörülse de, halen yüzde 100 kamu sermayeli olarak
faaliyet göstermeye devam etmektedir. Diğer taraftan, 2011 yılında kabul
edilen bir düzenlemeyle, 2017 yılına kadar bu kuruluşların hisselerinin en az
üçte birine devletin sahip olmaya devam etmesi öngörülmüştür. Kamu borç
senetlerinin önemli bir bölümüne kamu hisseli kuruluşlar tarafından sahip
olunması, Japonya’nın kamu net borç stokunun brüt borç stokunun yaklaşık
yarısı düzeyine gerilemesine yol açmaktadır. Bu durum, Japonya devlet tahvillerin riskini aşağı çeken diğer bir faktör olmaktadır.
3
4
8
3
Hanehalkları
9
BOJ
Sigorta Firmaları
18
8
44
3
Kamu Emeklilik
Firmaları
Özel Emeklilik
Firmaları
Bankalar
Diğer
Kamu Teşekkülleri
Dış Dünya
Kaynak: Japan Cabinet Office
* 2011 yılı Eylül ayı itibarıyla
Şekil 12: Kamu Borç Stokunun Alacaklılara Göre Dağılımı
Japonya’da, Japonya Merkez Bankası (BOJ) da kamu finansmanında
önemli rol oynamakta ve dolaylı yoldan kamu borçlanmasını finanse etmektedir. 2011 yılı sonu itibarıyla, 92 trilyon yen tutarında kamu tahviline sahip
olan banka, bu bağlamda diğer gelişmiş ülke merkez bankalarından ayrışmaktadır. BOJ’un tuttuğu devlet tahvillerinin GSYH’ye oranı yüzde 19,2
seviyesindeyken, bu oran ABD merkez bankası (FED) için yüzde 11, Avrupa Merkez Bankası (ECB) için yüzde 6,7 seviyesindedir (Şekil 13). Nitekim,
literatürde Japonya Merkez Bankası’nın bilançosunda tuttuğu yüksek seviyedeki devlet tahvili stokunun borç sürdürülebilirliğini olumlu yönde etkile18
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
diğine ve borçlanma maliyetlerini aşağı çektiğine ilişkin pek çok çalışma
mevcuttur (Lebow, 2004; Japonya Merkez Bankası, 2010; Tokuoka, 2010;
Lam, 2011; Berkmen, 2011; Ueda, 2012). Dolayısıyla, Japonya Merkez
Bankası’nın, bilançosunda bulunan yüksek tutardaki devlet tahvili ile dolaylı
yoldan kamu borçlanma maliyetlerinin düşük düzeyde kalmasına destek
olduğu öne sürülebilir.
Kaynak: BOJ, FED, ECB
Şekil 13: Merkez Bankalarının Bilançosunda Bulunan Devlet Tahvillerinin GSYH’ye Oranı (2011 Yılı)
4. BORÇ SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİNE İLİŞKİN RİSKLER
4.1 Hanehalkı Tasarruflarındaki Gerileme
2012 yılının ilk çeyreği itibarıyla 1,5 katrilyon yen tutarında brüt, 1,1
katrilyon yen tutarında net varlığa sahip olan Japon hane halkları finansal
sisteme yeterli miktarda likidite sunmaktadır. Ancak, yavaşlayan ekonomik
büyüme ve yaşlanan nüfusa bağlı olarak ilerleyen yıllarda hane halkı varlıklarının artış oranının borç stokunun artış oranının altında kalacağı tahmin
edilmektedir (Taki, 2008; Taki ve Hattori, 2009).
Bu durum, Japonya finans sektörünün sağlıklı işleyişi için son derece önemli bir unsur olan hane halkı varlıklarının kamu brüt borç stokunu
tamamen karşılamasını ortadan kaldırabilecektir. Nitekim, hane halkı net
varlıklarının 2007 yılının ikinci çeyreğinde zirve yaptıktan sonra gerileme
19
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
gösterdiği görülmektedir. 2012 yılının ilk çeyreği itibarıyla, 1998 yılının ilk
çeyreğinde yüzde 221 düzeyinde bulunan hane halkı net varlıklarının kamu
brüt borç stokuna oranı yüzde 119,3 seviyesine gerilemiş bulunmaktadır.
Gerek borç stokunun gerekse hane halkı net varlıklarının son 10 yıldaki ortalama artış oranlarının korunduğu varsayımı altında (sırasıyla yüzde 4,3 ve
yüzde 0,8), söz konusu oran 2016 yılından itibaren yüzde 100’ün altına düşecek ve kamu brüt borç stoku hane halklarının net varlıkları tarafından karşılanamaz hale gelecektir (Şekil 15). Diğer taraftan, 2012 yılının ilk çeyreği
itibarıyla 870 trilyon yen tutarında varlığa sahip olan Japon reel sektörü ise
bu varlıkların yalnızca dörtte birini devlet tahvili alımında kullanabilecekleri
nakit ve mevduat olarak tutmaktadır. Dolayısıyla, kamu finansmanında yurtiçi tasarruf oranındaki gerilemeye bağlı olarak ilerleyen dönemde sıkıntı
doğması ve Japonya’nın borç finansmanı için dış kaynak ihtiyacının artması
muhtemel görünmektedir.
Kaynak: IMF
Şekil 14: Yurtiçi Tasarruflar / GSYH Oranı
20
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
Kaynak: IMF, BOJ, Bloomberg
Şekil 15: Hane halkı Varlıkları ve Kamu Borç Stoku
4.2 Cari İşlemler Dengesindeki Bozulma
2011 yılında meydana gelen deprem ve tsunami felaketlerinde zarar
gören nükleer santrallerin çoğunu kullanamayan ve enerji ihtiyacını ham
petrol ithalatı yoluyla karşılamak zorunda kalan Japonya’nın ithalatı önemli
düzeyde artış göstermiştir. Ayrıca, küresel piyasalardaki gerginliğin arttığı
dönemde güvenli liman olarak görülen yendeki değerlenme ve Avrupa borç
krizine bağlı olarak küresel talepteki gerileme de ihracatı olumsuz yönde
etkilemiştir. Bunun sonucunda Japonya’nın dış ticaret ve cari işlemler dengeleri bozulma göstermiştir. Nitekim, uzun yıllardır yüksek dış ticaret ve cari
işlemler fazlaları veren ülkede, cari işlemler fazlası 2012 yılının ilk çeyreği
itibarıyla GSYH’ye oran olarak yüzde 1,7’ye gerilemiş ve 1997 yılının ikinci
çeyreğinden bu yana en düşük seviyede gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, borçlanma ihtiyacının hane halkları ve reel sektör yoluyla karşılanamamaya başladığında yurtdışı tasarruflar kullanılarak finanse edilmek zorunda kalınacağı
ülkede, ülkeye giren yurtdışı tasarruflar da ilerleyen döneme ilişkin olumlu
bir görüntü vermemektedir.
Japonya’da, yurtdışı tasarruflara bağımlılığın ve borç stoku/GSYH
oranının daha da artması risk primlerini, dolayısıyla da tahvil getirilerini
artırmaya başlayabilecektir. Bu durumda, 2011 ve 2012 yıllarında Japonya’nın kredi notunu düşüren kredi değerlendirme kuruluşlarının yeniden not
indirimine gitmesi gündeme gelecektir. Not indiriminin yaratacağı risk primi
21
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
artışı ülkenin iflas riskini daha da artırarak tahvil getirilerinin yukarı yönlü
daha da ivmelenmesine yol açacaktır. Bu sarmal sonrasında, dünyanın en
güçlü finans sektörlerinden birine sahip olan Japonya’nın iflas etmesi söz
konusu olabilecektir.
5
4,5
4
(yüzde)
3,5
3
2,5
2
1,5
1990-Ç1
1991-Ç1
1992-Ç1
1993-Ç1
1994-Ç1
1995-Ç1
1996-Ç1
1997-Ç1
1998-Ç1
1999-Ç1
2000-Ç1
2001-Ç1
2002-Ç1
2003-Ç1
2004-Ç1
2005-Ç1
2006-Ç1
2007-Ç1
2008-Ç1
2009-Ç1
2010-Ç1
2011-Ç1
2012-Ç1
1
Kaynak: Bloomberg
Şekil 16: Cari İşlemler Dengesi / GSYH Oranı
4.3 Kamu Varlıklarının Borç Ödemede Kullanılmasının Güç Olması
Literatürde, borç sürdürülebilirliği analizinde kamu brüt borç stoku/GSYH oranı yerine kamu net borç stoku/GSYH oranının kullanılması
gerektiğini belirten çalışmalar mevcuttur (Broda ve Weinstein, 2004). Özellikle Japonya gibi yüksek kamu net varlığına sahip olan ülkeler için, borç
sürdürülebilirliği analizini net borç stokunu dikkate alarak yapmak büyük
önem arz etmektedir. Ancak, devletin zor durumda kaldığı durumlarda sahip
olduğu varlıkları satarak borçlarını ödeyebilmesini sağlayan bu mekanizmada, pratikte bazı güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Örneğin, Japonya’da önemli
düzeyde tahvil stokuna sahip olan resmi emeklilik yatırım fonu (Government
Pension Investment Fund), mevcut varlıklarını prim ödeyen vatandaşlara
gelecekte emekli maaşı ve sağlık hizmeti sağlamakta kullanmaktadır. Bu
fonların borç ödemede kullanılması durumunda emeklilik sistemi işlevsiz
hale gelebilecek ve halihazırda sorunlara sahip olan Japon sosyal güvenlik
sistemi çökme riskiyle karşı karşıya kalabilecektir. Dolayısıyla, sürdürülebilirlik analizlerinde kamu net borç stokunu kullanmak Japonya için yanıltıcı
sonuçlar verebilecektir. Diğer taraftan, gerek brüt gerek net kamu borç sto22
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
kunda kaydedilen yüksek oranlı artış, hangi borçluluk göstergesi kullanılırsa
kullanılsın Japonya’nın mali sürdürülebilirliğinin yakın zamanda tehlikeye
gireceğine işaret etmektedir.
4.4 Mali Disiplinin Sağlanamaması
Japonya’nın bütçe açığı son yıllarda artış eğilimindedir. Küresel krizin ve 2011 yılında yaşanan doğal afetlerin olumsuz etkilerini hafifletmek
amacıyla artırılan kamu harcamalarının etkisiyle bütçe açığının GSYH’ye
oranı yüzde 10’a ulaşmıştır. Ayrıca, yaşlanan nüfusa bağlı olarak artan sosyal güvenlik ve emeklilik harcamaları ile artan borçlanma ihtiyacının tetiklediği borç servisi ödemeleri 2011 yılı mali yılı bütçesinde en büyük paya
sahip olan iki kalem durumundadır. Bu iki kalem, 92 trilyon yen tutarındaki
genel bütçe harcamaları içerisinde sırasıyla yüzde 31,8’lik ve yüzde 23,3’lük
paya sahiptir (Japonya Maliye Bakanlığı, 2010). İlerleyen dönemde, deprem
sonrasındaki imar çalışmalarını finanse etmek amacıyla çıkarılan tahvillerin
(construction bonds) borç servisini daha da artırması beklenmektedir. Benzer
biçimde, yaşlanan nüfusa bağlı olarak sosyal güvenlik ve emeklilik harcamalarının da ilerleyen dönemde hızla artacağı tahmin edilmektedir. Hükümetin
yaptığı tahminlere göre, 2011 yılı itibarıyla yüzde 22 düzeyinde bulunan
sosyal güvenlik ve emeklilik harcamalarının GSYH’ye oranı 2025 yılında
yüzde 25’e yükselecek ve 2060 yılında nüfusun yüzde 40’ı emeklilik yaşına
ulaşacaktır (Japan Ministry of Health, Labour and Welfare, 2010). Dolayısıyla, Japonya’da kamu mali dengelerinin gelirlerde meydana gelecek bir
artış söz konusu olmaksızın kısa vadede iyileşmesi beklenmemektedir.
23
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
18.2
31.8
Sosyal Güvenlik ve
Emeklilik
Eğitim ve Bilim
Savunma
Toplum Çalışmaları
Diğer
23.3
6.0
10.2
5.2
Ulusal Borç Servisi
Teşvik ve Yardımlar
5.4
Kaynak: Japan Cabinet Office
* 2011 yılı Eylül ayı itibarıyla
Şekil 17: 2011 Mali Yılı Bütçesinde Öngörülen Bütçe Harcamaların
Dağılımı
Her ne kadar, Japon hükümeti vergi gelirlerini artırmak amacıyla
yüzde 5 olarak uygulanan KDV’yi 2014 yılında yüzde 8’e, 2015 yılında ise
yüzde 10’a yükseltme kararı alsa da, bu artışın bütçe disiplinini sağlamak
için yeterli olmayacağı düşünülmektedir. IMF’nin hesaplamasına göre, Japonya’nın borç stoku/GSYH oranının 2010’lu yılların sonuna doğru stabilize
edilmesi için yapısal bütçe dengesinde GSYH’ye oran olarak 10 puanlık
iyileştirme gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Diğer taraftan, KDV oranının
yüzde 5’ten yüzde 15’e yükseldiği durumda dahi bu iyileşmenin ancak yarısının gerçekleşeceği tahmin edilmektedir (IMF, 2011b).
4.5 Japonya Merkez Bankası’nın Genişletici Para Politikasının Sınırları
Japonya Merkez Bankası, ekonomik büyümeyi canlandırmak ve deflasyonla mücadele etmek için uzun zamandır genişletici para politikası uygulamaktadır. Küresel krizin etkisi para politikasındaki gevşemeyi daha ileri
boyuta taşımış, ikincil piyasadan devlet tahvili alımını öngören varlık alım
programı ve sıfıra yakın politika faizi uygulanmaya başlanmıştır. Düzenli
devlet tahvili alımına ek olarak, varlık alım programı kapsamında da tahvil
alımı yapılması halihazırda oldukça büyük olan merkez bankası bilançosunu
daha da büyütmüştür. 2012 yılı Ekim ayındaki para politikası kurulu toplan24
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
tısında kapsamı bir kez daha genişletilerek kapsamı 91 trilyon yene yükselen
varlık alım programının, 2013 yılı sonunda uygulamadan kaldırılması öngörülmüştür (Japonya Merkez Bankası, 2012).
Varlık alım programı öngörüldüğü sürede sonlandırılmasa da, Japonya Merkez Bankasının ikincil piyasadan tahvil alımının bir sınırı bulunmaktadır. Banka’nın 2001 yılındaki niceliksel gevşeme uygulaması sırasında
benimsediği banknot kuralına (banknote rule) göre, merkez bankası bilançosundaki devlet tahvili tutarı dolaşımdaki para miktarını aşamamaktadır10. Bu
durum, Merkez Bankası’nın daha önceden benimsediği kurala uyduğu durumda, varlık alımının bir süre sonra sınırlanmasını veya dolaşımdaki para
miktarının artırılmasını gerektirmektedir. Diğer taraftan, banknot kuralı
Merkez Bankası Kanununda yer almadığından, kanunen bankayı bağlayıcı
bir yanı bulunmamaktadır. Yine de, bankanın daha önceden benimsediği bir
kuralı ihlal etmesi, gerek bankanın kredibilitesini gerekse piyasaların borç
sürdürülebilirliğine olan inancını olumsuz yönde etkileyecektir.
Japonya’nın borç sorununun çözümü için söz konusu olabilecek diğer bir unsur Merkez Bankası’nın monetizasyon yoluyla enflasyon yaratarak
borç stokundaki artışı hafifletmesidir. Yatırımcılar yalnızca vadesi gelen
tahvillere ilişkin enflasyon beklentisini fiyatladıklarından, enflasyondaki ani
artış sonrasında ortalama tahvil faizi belirli bir gecikme sonrasında artacaktır. Ayrıca, oluşacak negatif reel faiz oranları yatırımları tetiklemek suretiyle
ekonomik aktiviteyi canlandırabilecek ve vergi tahsilatını artırabilecektir.
Diğer taraftan, bu senaryonun Japonya için uygulanması oldukça güçtür.
Şekil 18’den görüleceği üzere, Japonya’nın borç stokunun yaklaşık beşte
birinin vadesi 2013 yılı sonunda dolacak olup, bu borcun yeniden çevrilmesi
gerekmektedir. Dolayısıyla, yatırımcılar borcun yenileme sürecinde para
politikasındaki değişikliğe bağlı olarak ortaya çıkan enflasyonist bekleyişleri
faiz oranlarına yansıtacaklardır. Bu durum, Banka’nın enflasyon yaratmak
yoluyla da tahvil faizlerini uzun süre etkileyemeyeceğini göstermektedir.
10
Japonya Merkez Bankası’na göre, Varlık Alım Programı kapsamında alınan devlet
tahvilleri farklı bir sınıflandırmaya tabi olup, banknot kuralı hesabına dahil edilmemektedir. 2012 yılı Ekim ayı itibarıyla varlık alım programı kapsamında BOJ bilançosuna dahil edilen tahvil tutarı 18,7 trilyon yen tutarındadır. Bu miktarın banknot
kuralına dahil edildiği durumda, banknot kuralı ihlal edilmektedir.
25
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
Kaynak: IMF
Şekil 18: Japonya’nın Vadesi Gelen Borcunun Toplam İçindeki Payı
5. SONUÇ
Dünyanın en yüksek borç stoku/GSYH oranına sahip ülkesi konumunda bulunan Japonya, yurtiçi tasarrufların yüksek olmasına bağlı olarak
oldukça düşük seviyelerde borçlanabilmektedir. Ancak, hızla yaşlanan nüfusuna bağlı olarak ortaya çıkan tasarruf oranındaki gerileme ve sosyal güvenlik/emeklilik harcamalarında beklenen artış riski Japonya’nın kamu mali
yapısına ilişkin olumlu sinyaller vermemektedir. Diğer taraftan, ülkenin cari
işlemler dengesinde de bozulma eğilimi gözlenmektedir.
Mevcut borç servisinin yüksek yurtiçi tasarruflara ve düşük borçlanma maliyetlerine sahip olunması sayesinde gerçekleştirilebildiği ülkede,
olası bir borçlanma maliyeti artışının iflası beraberinde getirmesi söz konusu
olabilecektir. Bu riskin aşılabilmesi için faiz dışı dengenin önemli düzeyde
iyileştirilmesi gerekirken, borç finansmanında küresel kriz sonrasındaki toparlanma sürecini yöneten hükümet ve merkez bankasının yaratacağı etki
sınırlı düzeydedir. Ülkenin orta ve uzun vadede iflas riskinden kurtulmak
için etkin reformlar gerçekleştirerek güven tesis etmesi tek çare olarak görülmektedir. Bu reformlar arasında vergi reformu gerçekleştirerek vergi gelirlerinin G7 ülkeleri ortalamasına yakın bir düzeye yükseltilmesi ilk sırada
gelmektedir. Bu bağlamda, katma değer vergisi oranının 2015 yılına kadar
26
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
kademeli olarak artırılması olumlu bir adım olarak değerlendirilmektedir.
Vergi reformuna ek olarak, yaşlanan nüfusa bağlı olarak artması beklenen
harcamaları ve sosyal güvenlik giderlerini kontrol altına almak ve yurtiçi
tasarruflardaki azalmanın önüne geçmek de ön plana çıkan diğer reformlar
arasındadır.
27
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
KAYNAKÇA
Ardagna, S., Caselli, F., Lane, T., “Fiscal Discipline and the Cost of Public
Debt Service: Some Estimates for OECD Countries”, NBER Working Paper
No. 10788, 2004.
Arnold, J., “Do Tax Structures Affect Aggregate Economic Growth? Empirical Evidence from a Panel of OECD Countries”, OECD Working Paper No.
643, 2008.
Asako, K., Ito, T., Sakamoto K., “The Rise and Fall of the Deficit in Japan”,
Journal of the Japanese and International Economies, Vol.5, Issue 4,
pp.451-472, 1991.
Ballabriga, F., Martinez-Mongay, C., “Sustainability of EU Public Finances”, European Commission Economic Papers, Number 225, 2005.
Berkmen, S. P., “Bank of Japan’s Quantitative and Credit Easing: Are They
Now More Effective?,” IMF Working Paper, WP/12/2, 2011.
Bohn, H., “The Sustainability of Budget Deficits in a Stochastic Economy.”,
Journal of Money, Credit and Banking, Vol. 27, pp. 257-271, 1995.
Braun, A., Ikeda, D., “Saving and interest rates in Japan: Why They Have
Fallen and Why They Will Remain Low”, 2005 Meeting Papers 625, Society for Economic Dynamics, 2004.
Broda, C., Weinstein, D. E, “Happy News from the Dismal Science: Reassessing the Japanese Fiscal Policy and Sustainability”, NBER Working Paper
No. 10988, 2004.
Chen, K., Imrohoroglu, A., Imrohoroglu, S., “The Japanese Saving Rate”.
American Economic Review, Vol. 96(5), pp. 1850–1858, 2006.
Chen, K., Imrohoroglu, A., Imrohoroglu, S., “The Japanese Saving Rate
Between 1960 and 2000: Productivity, Policy Changes, and Demographics”,
Economic Theory, Vol. 32, pp. 87–104, 2007.
Doi, T., Hoshi, T., Okimoto, T., “Japanese Government Debt And Sustainability Of Fiscal Policy”, NBER Working Paper, No 17305, 2011.
Fukawa, T., Sato, I., “Projection of Pension, Health and Long-Term Care
Expenditures in Japan Through Macro Simulation”, The Japanese Journal of
Social Security Policy, Vol. 8, No. 1, 2009.
28
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
Fukuda, S., Teruyama, H., “The Sustainability of Budget Deficits in Japan”,
Hitotsubashi Journal of Economics, Vol 35, pp. 109-119, 1994.
Greiner, A.,, “Human Capital Formation, Public Debt and Economic
Growth”, Journal of Macroeconomics, Vol 30, Issue 1, pp. 415-427, 2008a.
Hansen G., İmrohoroğlu, S., “Fiscal Reform and Government Debt in Japan:
A Neoclassical Perspective”, Paper Presented in Fiscal Policy Under Fiscal
Imbalance Conference, Becker Friedman Institute, University of Chicago,
November 2011.
Hamilton, J. D., Flavin, M. A., “On the Limitations of Government Borrowing: A Framework For Empirical Testing”, American Economic Review,
Vol. 76, pp. 808-816, 1986.
Hayashi, F., ‘Why Is Japan's Saving Rate So Apparently High?’, NBER
Macroeconomics Annual, Vol.1, No.1, pp. 147-210, 1986.
Horioka, C. Y., "Why is Japan's Private Saving Rate So High?" In: Developments in Japanese Economics, pp. 145-178. Academic Press/Harcourt
Brace Jovanovich, Publishers, Tokyo, Japan, 1989.
Horioka, C. Y., Watanabe, W., “Why Do People Save? A Micro-analysis of
Motives for Household Saving in Japan”, Economic Journal, Vol.107,
No.442, pp537-552, 1997.
Horioka, C.Y., “Do the Elderly Dissave in Japan?”, The Institute of Social
and Economic Research (ISER) Discussion Paper, No. 605, 2004.
Ihori, T., T. Doi, H. Kondo, “Japanese Fiscal Reform: Fiscal Reconstruction
and Fiscal Policy”, Japan and the World Economy, Vol.13, Issue 4, pp. 351370, 2001.
IMF, “Japan 2011 Article IV Consultation”, IMF Country Report No.
11/181, 2011a.
IMF, “Raising the Consumption Tax in Japan: Why, When, How?”, IMF
Staff Discussion Note, SDN/11/13, 2011b.
IMF, “Japan 2012 Article IV Consultation”, IMF Country Report No.
12/208, 2012.
29
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
Ito, T., Parulian, F., “Sustainability of Japanese Sovereign Debt”, In: Assessment on the Impact of Stimulus, Fiscal Transparency and Fiscal Risk,
ERIA Research Project Report 2010, No. 1, 2010.
Iwaisako, T., Okada, K., “Understanding the Decline in the Japanese Saving
Rate in the New Millennium”, PRI Discussion Paper Series, No 10A-06,
2010.
Japan Cabinet Office, Economic and Fiscal Projections for Medium to Long
Term Analysis,2012)
Japan Ministry of Health, Labour and Welfare, “The Point of the Pension
Plan”, http://www.mhlw.go.jp, 2010.
Japonya Maliye Bakanlığı, “Highlights of the Budget for FY2011”,
http://www.mof.gov.jp, 2010.
Japonya Merkez Bankası, Financial System Report, September 2010, 2010.
Japonya Merkez Bankası, “Enhancement of Monetary Easing”, Monetary
Policy Meeting Statement, 30 Ekim 2012, 2012.
Katayama, K., “Why Does Japan's Saving Rate Decline So Rapidly?”, PRI
Discussion Paper Series, No.06 A-30, Policy Research Institute, Ministry of
Finance Japan, 2006.
Koga, M., “The Decline of Japan’s Saving Rate and Demographic Effects”,
The Japanese Economic Review, Vol.57, Issue.2, pp. 312-321, 2006.
Kotlikoff, L.J., “Avoiding a Fiscal/Demographic/Economic Debacle in Japan”, in Tackling Japan’s Fiscal Problems, Keimei Kiazuka and Anne O.
Krueger, eds., IMF Volume, 2006.
Lam, R.W., “Bank of Japan’s Monetary Easing Measures: Are they Powerful and Comprehensive?,” IMF Working Paper, WP/11/264, 2011.
Lebow, D.E., “The Monetisation of Japan’s Government Debt”, Public Debt
Conference, p. 901, Available at SSRN: http://ssrn.com/abstract=2070742,
2004.
Masson, P. R., Tryon, R. W., “Macroeconomic Effects of Projected Population Aging in Industrial Countries”, IMF Staff Papers, Vol. 37, No. 3, pp.
453-485, 1990.
30
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
Nakamura, A., Nakamura, M., Seike, A., “Aging, Female and Foreign
Workers, and Japanese Labour Markets: An International Perspective”, in
Changing Japanese Business, Economy and Society: Globalization of PostBubble Japan, Basingstoke, UK, Palgrave Macmillan, 2004.
OECD, “Taxing Wages 2011”, OECD Publishing, 2012a.
OECD, “OECD Pensions Outlook 2012”, OECD Publishing, 2012b.
Ogasawara, Y., “Office Ladies and Salaried Men: Power, Gender, and Work
in Japanese Companies”, University of California Press, First edition, 1998.
Oyama, S., "Subjectivities of Women Temporary Workers in the Context of
Flexibilization of Labor in Japan in the Era of Globalization", Paper Presented at the Annual Meeting of the American Sociological Association,
Marriott Hotel, Loews Philadelphia Hotel, Philadelphia, 2005.
Peretto, P.F., “Fiscal Policy and Long-run Growth in R&D-based Models
With Endogenous Market Structure”, Journal of Economic Growth, Vol. 8,
pp. 325-347, 2003.
Shu, E. “Childcare Services and the Female Labour Supply After Childbirth”, in Structural Reforms for Enterprise-Based Welfare Provisions, Tokyo, 2003.
Statistics Bureau of Japan, 2010 Japan Census, http://www.stat.gov.jp,
2011.
Takayama, N., Kitamura, Y., Yoshida, H., “Generational Accounting in
Japan”, Chapter in NBER book “Generational Accounting around the
World”, pp. 447 - 470, University of Chicago Press, 1999.
Taki, T., “Household Financial Assets in Japan: 2007 in Retrospect”, Nomura Capital Market Review, Vol. 11, No. 2, April 2008, 2008.
Taki, T., Hattori, T., “Trends in Japanese Household Portfolio Flight to Safety Setback to Investments”, Nomura Journal of Capital Markets, Spring
2009, Vol.1 No.1, 2009.
Tokuoka, K., “The Outlook for Financing Japan’s Public Debt”, IMF Working Paper, WP/10/19, 2010.
Turnovsky, S.J., “The Transitional Dynamics of Fiscal Policy: Long-run
Capital Accumulation and Growth”, Journal of Money, Credit and Banking,
Vol. 36 (5), pp. 883-910, 2004.
31
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (1-32)
Ueda, K., “Japan's Deflation and the Bank of Japan's Experience with Nontraditional Monetary Policy”, Journal of Money, Credit and Banking,
Blackwell Publishing, vol. 44, pages 175-190, 2012.
Widmalm, F., “Tax Structure and Growth: Are Some Taxes Better Than
Others?”, Public Choice, Volume 107, Numbers 3-4 (2001), pp. 199-219,
2001.
World Economic Forum, “The Global Competitiveness Report 2012-13”, 2012,
http://www3.weforum.org.
32
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48)
TÜRKİYE’DE DOĞRUDAN YABANCI SERMAYE YATIRIMLARI:
EKONOMETRİK BİR ANALİZ
Ali ERDOĞAN1
ÖZET
Doğrudan yabancı sermaye yatırımları (DYSY), ülkelerin kalkınmalarını gerçekleştirebilmek için ihtiyaç duydukları sermaye birikimini sağlayan
en önemli araçtır. Çünkü doğrudan yatırımlar, teknolojik yenilik ve yönetim
bilgisiyle rekabeti geliştirip istihdam yaratılmasında, ödemeler dengesi açıklarının kapatılmasında, büyüme ve ekonomik kalkınmanın finansmanında
önemli katkılar sağlamaktadır.
Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına en fazla ve en acil ihtiyaç
duyan ülkeler, gelişmekte olan ülkelerdir. Bununla birlikte, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına ev sahipliği yapma rekabetinde gelişmiş ülkeler de
yer almaktadır. Öyle ki, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının büyük
bölümü, gelişmiş ülkeler tarafından yine gelişmiş ülkelere yapılmaktadır.
Özellikle son yıllarda ulaşım, iletişim ve bilgi teknolojilerindeki gelişmeler
küreselleşme sürecinin hızlanmasına yol açmıştır. Diğer taraftan, bu alanlardaki maliyet düşüşleri doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını gerçekleştirilebilir hale getirmiştir.
Ülkeler doğrudan yabancı sermaye yatırımlarından daha fazla pay almak için aktif yabancı sermaye politikaları izlemiş ve ilerlemeler kaydetmişlerdir. Türkiye ise, 1980 yılından sonra serbest piyasa ekonomisini benimsemiş olmasına rağmen doğrudan yabancı sermaye yatırımlarından kendi
ekonomik gücüyle doğru orantılı bir pay alamamıştır.
1
Yrd. Doç. Dr., Haliç Üniversitesi İşletme Fakültesi
33
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48)
Bu çalışmada, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının ulusal ekonomi, uluslararası sermaye akışları ve Türkiye ekonomisindeki gelişmeler
üzerindeki rolü analiz edilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Doğrudan yabancı sermaye yatırımları, ekonomik büyüme, dış ticaret, ödemeler dengesi.
FOREIGN DIRECT INVESTMENTS IN TURKEY:
AN ECONOMETRIC APPLICATION
ABSTRACT
Foreign direct investment (FDI) is one of the most important tools
that provide capital accumulation which countries need in order to realize
their development. Because, foreign direct investments make important contribution to develop competition and create jobs with the knowledge of technological innovation and management information to pay off balance of
payments deficit, financing growth and economic development.
Mostly countries in need of foreign direct investment urgently, are
still developing countries. In addition to this, developed countries also take
place in competition of hosting to foreign direct investment. Such as, most
of foreign direct investments are performed by developed countries towards
developed countries. Especially within the last few years, developments in
transportation, communication and information technologies have caused
acceleration in the process of globalization. On the other hand, cost reduction in those areas has made foreign direct investments possible.
The countries, in order to have more shares in foreign direct investments, have followed active foreign investment policies and developed in
this sense. Although Turkey has embraced free market economy after 1980,
34
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48)
is not able to have a share from foreign direct investments, that is proportional to its own economic power.
In this study, the roles of foreign direct investments on national economies, international capital flows and developments of Turkish economy
are analyzed.
Key words: Foreign Direct Investments, economic growth, foreign trade,
balance of payments.
1. DOĞRUDAN YABANCI SERMAYE YATIRIMLARININ
MAKROEKONOMİK DEĞİŞKENLER ÜZERİNE ETKİLERİ
Yabancı sermaye bir ülkenin karşılığını ödemeksizin dış ülkelerden
sağladığı iktisadi kaynaklardır.1 Diğer bir tanıma göre yabancı sermaye, bir
ülkenin karşılığını değişik biçimlerde ileride ödemek üzere, başka ülkelerden
kısa sürede ekonomik gücüne ekleyebileceği mali ve (veya) teknolojik kaynaklardır.2
Bu tanımlar doğrultusunda yabancı sermaye, ekonomideki kaynakları
kısa sürede arttırmanın en önemli yollarından biridir ve ev sahibi ülke ekonomisine kısa sürede rahatlama yaratacak bir araçtır.
Bu çalışmada, yabancı sermeye yatırımları ile yatırıma ev sahipliği
yapan ülkenin makroekonomik değişkenleri arasındaki ilişki incelenecektir.
Bu bağlamda çalışmada yer verilen makroekonomik değişkenler; yabancı
sermaye yatırımları, ekonomik büyüme ve dış ticarettir.
1
Kenan Bulutoğlu, 100 Soruda Türkiye’de Yabancı Sermaye, Gerçek Yayınevi,
İstanbul, 1970.
2
T. Güngör Uras, Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları, İktisadi Yayınlar, İstanbul, 1979.
35
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48)
Ekonomik büyüme, bir ülkenin üretiminin reel olarak artmasıdır. Ekonomik büyümenin üretim fonksiyonu çerçevesinde, üretim faktörlerinin miktarlarının artması ve üretim faktörlerinin verimliliklerinin artması olmak
üzere iki kaynağı söz konusudur. Dolayısıyla ülkeler arasındaki ekonomik
büyüme farklılıklarının nedenini de, bu iki kaynaktaki gelişmelerde aramak
gerekir.3
Ekonomik büyümenin, mal ve hizmet üretiminde sürekli ve önemli artışlar olarak tanımlanması, ekonomide kişi başına reel gelir düzeyinin üretim
kapasitesindeki artış sayesinde sürekli olarak yükselmesi anlamına gelir.4
Dolayısıyla, ev sahibi ülkenin gayrisafi milli hasılası (GSMH), iç pazar büyüklüğünü ve potansiyel talep yapısını göstermesi açısından yabancı sermaye yatırımını etkileyen faktörlerden biridir. Gelirin artması, yabancı yatırımların artmasında itici bir kuvvet meydana getirmektedir.5
Doğrudan yabancı sermeye yatırımları, iktisadi küreselleşme sürecinin
diğer bir boyutunu oluşturan dış ticaretin gelişmesine de katkıda bulunmakta, dolayısıyla yatırım yapılan ülke ekonomisini olumlu yönde etkilemektedir. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının ülke ekonomisine sağladığı en
önemli fayda, dış açıkların giderilmesine yaptığı katkıdır. Doğrudan yabancı
sermaye yatırımları ev sahibi ülkeye getirdikleri döviz cinsinden sermaye ile
ülkenin ödemeler dengesine de olumlu katkıda bulunur.
Doğrudan yabancı sermaye yatırımları ev sahibi ülkenin ödemeler
dengesi üzerinde olumlu etki yapar (döviz rezervlerinin artması), ancak bu
geçici bir durumdur. Şirket iç pazara değil de dış pazara dönükse, kurulduktan sonra yaptığı ihracat ve sağladığı ithal ikamesi ile ödemeler bilançosuna
olumlu katkılar sağlar. Ancak üretimin sürdürülebilmesi için gerekli olan
girdilerin ithali, yurtdışına yapılan kar transferi, yerel olarak yaratılan yüksek
3
Ferit Kula, “Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Etkinliği: Türkiye Üzerine Gözlemler”, C.Ü. İİBF Dergisi, Cilt:4, Sayı:2, Sivas, 2003.
4
Ömer Gürkan, Ekonomik Büyüme ve Kalkınma, Derya Kitabevi, Trabzon, 1989
5
N. Batmaz, H. Tunca, Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ve Türkiye (19232003), Beta Basım A.Ş., İstanbul, 2005.
36
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48)
gelirin marjinal tüketim eğilimine bağlı olarak artan ithalat eğilimi ve üretimin sona ermesi durumunda getirilmiş olan sermayenin ülke dışına çıkarılması, ödemeler bilançosu üzerinde olumsuz etkilerde bulunmaktadır.6 Bununla birlikte, yabancı sermayenin ödemeler dengesine olumlu katkıları da
vardır. Yabancı sermayeli şirketlerin ihracat olanaklarının fazla olması sayesinde bu katkı sağlanır. Uluslararası piyasalardaki etkinlikleri ile yabancı
sermayeli şirketler ülke ihracatının artmasını sağlamaktadırlar. Bu suretle
ödemeler dengesi üzerinde kar transferinden doğan olumsuzluğun etkilerini
de azaltmaktadırlar. Yabancı sermayeli şirketler kendileri ihracat yapmasalar
bile üretim kapasitesini arttırarak yerli müteşebbisi ihracata zorlamaktadırlar
ki, bu daha çok tercih edilen bir durumdur.7
2. LİTERATÜR ÇALIŞMASI VE EKONOMETRİK ANALİZ
Ekonomik büyüme ile yabancı yatırımlar arasındaki güçlü ilişki, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için daha gerçekçidir. Borensztein, Gregorio ve Lee, yaptıkları çalışmada gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan 69 ülkeye yönelik yabancı yatırımları incelemişler; ekonomik büyüme, beşeri
sermaye ve yabancı sermaye yatırımları arasında güçlü bir ilişki bulmuşlardır.8 Choe, 2003 yılında yaptığı 80 ülkeyi kapsayan araştırmasında, ekonomik büyüme ve yabancı yatırımlar arasında iki yönlü nedensellik bulmuştur.
Nedenselliğin yönü ise, daha çok büyümeden yabancı yatırımlara doğrudur.9
6
Birol Efe, Küreselleşme Sürecinde Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının
Analizi “İzmir Örneği”, İZTO Yayını, İzmir, 2002.
7
Muhammed Akdiş, “Dünyada ve Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları ve Beklentiler”, YASED, İstanbul, 1988.
8
Nihat Batmaz, Sevinç Tekeli, Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkileri: Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Türkiye
Örneği (1996-2006)”, Ekin Basın Yayın Dağıtım, Denizli, 2009.
9
F. Bilgili, R. Düzgün, Uğurlu, Erginbay, “Büyüme, Doğrudan Yabancı Sermaye
Yatırımları ve Yurtiçi Yatırımlar Arasındaki Etkileşim”, Erciyes Ü., SBE Dergisi,
Sayı:23, 2007/2.
37
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48)
De Mello, 1999 yılında durağanlık ve eş bütünleşme testlerinin yanı sıra
dinamik panel yöntemini de kullandığı çalışmasında, 1970-1990 dönemine
ait 33 ülkenin verilerini kullanmış ve ekonomik büyüme ile yabancı sermaye
yatırımları arasında güçlü bir ilişki tespit etmiştir.10 2004 yılında Makki ve
Somwaru, 1970-2000 dönemi için gelişmekte olan 66 ülkenin verilerini inceleyerek gerçekleştirdikleri çalışma sonucunda, yabancı yatırımlarla birlikte;
dış ticaret, beşeri sermaye ve iç yatırımların da büyümeyi pozitif yönde etkilediğini bulmuşlardır.11
Dış ticaretin söz konusu olduğu ülkeler, ihracat ve ithalatın yapıldığı
ekonomiye sahip ülkelerdir. Literatürde, bir ülkeye giriş yapan yabancı sermaye yatırımı ile yatırımcı ülkenin ev sahibi ülkeye ihracatı arasındaki ilişkiye dair ilk değerlendirmelerin rastlandığı Heckscher-Ohlin-Samuelson
modelinin ulaştığı sonuç; yatırım yapan ülkenin ihracatını doğrudan yabancı
sermaye yatırımı ile ikame edeceğidir.12 İkame ilişkisinin yanında, ihracat ve
yatırımlar arasında tamamlayıcılık ilişkisinin olması da beklenir. Bu ilişkinin
ortaya çıkmasına yol açacak faktör, kısa dönemde üretim tesisinin kurulabilmesi için gerekli yatırım mallarının ve ara malların yatırımı yapacak ülke
tarafından ihraç edilmesidir.13 Literatürde yer alan çalışmalar, bir ülkenin
yaptığı doğrudan yatırımlar ile yatırımın yapıldığı ülkeden ithalatı arasında
bir tamamlayıcılık ilişkisine işaret etmektedir.
Zaman serileri analizlerinin etkin sonuçlar verebilmesi için, serilerin
durağan olması gerekmektedir. Seriler, zaman serisi bileşenleri tarafından
etkilendiklerinden serilerin bir bölümü diğer bölümüne göre farklı dalgalanmalar göstermektedir. Böyle serilerde gözlem değerlerinin birleşik olasılık
10
T. Gür, S. Akbay, “Yabancı Sermaye Akımları ve Ekonomik Büyüme: Bir Literatür Çalışması”, Hacettepe Ü., İİBF Dergisi, Cilt:25, Sayı:2, 2007
11
S. Makki, A. Somwaru, “Impact of FDI and Trade on Economic Growth: Evidence from Developing Countries”, American Journal of Agricultural Economics,
86(3), 2004.
12
Pınar Emirhan “Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ve Dış Ticaret: Türkiye
Örneği”, İktisat İşletme ve Finans Dergisi, Sayı:256, 2007.
13
J. Markusen, A. Venables, “Multinational Firms and New Trade Theory”, Journal
of International Economics, Vol:46, 1998.
38
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48)
dağılımı, gözlemlerin yapıldığı zaman devrelerinin ileriye veya geriye doğru
kaydırılması ile değişikliğe uğramaktadır. Durağanlığın incelenmesi için
literatürde farklı birim kök testleri yer almaktadır. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları, ekonomik büyüme ve dış ticaret değişkenleri arasındaki ilişkinin incelendiği bu ekonometrik çalışmada DF (Dickey – Fuller) birim kök
testi kullanılmıştır. Herhangi bir Y serisi ele alındığında seriye ait süreç:
olarak ifade edilebilir. Bu modelin geçerli olabilmesi için ’nin durağan
olması gerekmektedir. Bu durağanlığın incelenmesi adına DF testi için izlenmesi gereken adımlar;
Birim kök vardır.
Birim kök yoktur.
Birim kök varlığını ifade eden
hipotezi durağan olmayan seri, alternatif hipotez ise durağan seri sonucunu vermektedir. Hipotezlerinin kurulması ile test istatistiğinin hesaplanması gerekmektedir. Bu test için hesaplanan istatistik, Dickey ve Fuller’in Monte Carlo çalışmalarında ortaya koydukları Tau ( ) test istatistiğidir. Bu istatistik t dağılımına uygun değildir.
Çünkü
hipotezi altında geçerlidir ve bu hipotez de durağan olmama özelliğini taşımaktadır. Bu nedenle Dickey Fuller dağılımına uymaktadır.14
14
Cem Kadılar, Uygulamalı Çok Değişkenli Zaman Serileri Analizi, Bizim Büro
Basımevi, 2000.
39
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48)
Test istatistiği;
̂
̂
olarak hesaplanmaktadır. Test istatistiğinin hesaplanmasının ardından karar;
elde edilen istatistik ile Tau dağılımı tablosundan elde edilen tablo değerinin
karşılaştırılması ile verilmektedir. Eğer hesaplanan Tau değeri tablo kritik
değerinden daha negatif ise
hipotezi reddedilecek ve serinin durağan olduğuna karar verilecektir.
Uzun dönem ilişkisinin fark alma yönteminde kaybolması ve çoğu iktisat kuramının serinin düzey değerleri arasındaki ilişkiden söz etmesi, eşbütünleşme analizinin çıkış noktası olmuştur.
Engle ve Granger (1987)’in geliştirdikleri eş bütünleşme yaklaşımı bu
sorunu ortadan kaldırmıştır. Bu yaklaşıma göre, düzeyde durağan olmayan,
birinci farkı durağan olan zaman serileri düzey halleri ile modellenebilmekte
ve böylece uzun dönem bilgi kaybı engellenmiş olmaktadır. Eş bütünleşme
testi düzeyde durağan olmayan serilerin uzun dönemde birlikte hareket edip
etmediklerini ortaya koymaktadır.15
Ekonometrik çalışmalarda, analize tabi tutulan seriler arasındaki nedensel ilişkinin yönü teorik bilgiye göre belirlenmektedir. Nedensellik, istatistiksel açıdan ise; serinin gelecekteki tahmini değerlerinin, kendisinin ya da
başka bir zaman serisinin geçmiş dönemlerinden etkilenerek elde edilmesi
olarak tanımlanabilmektedir. Granger (1969) X ve Y serileri için, X’in geçmiş değerleri ile yapılan Y öngörüsünün X’in geçmiş değerleri olmadan
yapılan öngörüden daha başarılı olmasını, X’in Y’nin Granger nedeni olması
ile açıklamıştır. Bu tanımlamadan da anlaşılacağı gibi, Granger nedensellik
15
John W. Keating, “Identifying VAR Models Under Rational Expectations”, Journal of Monetary Economics,1990.
40
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48)
gecikmeli değerlerle yapılan öngörünün başarılı olmasından kaynaklanan bir
olgudur.16
3. TÜRKİYE UYGULAMASI
Çalışmada kullanılan veri seti 1980-2009 yıllarını kapsamaktadır. Değişkenler TCMB (Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası) Elektronik Veri
Dağıtım Sisteminden (EVDS) ve Hazine Müsteşarlığı “Hazine İstatistik
Yıllığı”ndan alınmıştır. Zaman serisi analizlerinde, analizin ilk adımı serilerin deterministik öğelerinin incelenmesi, modellerin oluşturulabilmesi için
bu öğelere göre karar verilmesidir. Serilerin grafikleri incelendiğinde varyansta durağan olmadıkları ve sabit parametrelere sahip oldukları gözlenmiştir. Seriler arası ilişkilerin incelenmesi için gerekli olan uygulamalar adına
serilere logaritmik dönüşüm uygulanmıştır. Serilere logaritmik dönüşüm
uygulanması, hem varyansta durağanlığı hem de serilerin daha kolay yorumlanabilir olmalarını sağlamaktadır. Değişkenler arasındaki ilişki için
Eşbütünleşme ve Nedensellik analizleri kullanılmıştır. Analizler için “eviews 4.1” paket programından yararlanılmıştır.
Analizlerin uygulanabilmesi için öncelikle serilerin durağanlıkları incelenmelidir. Bu nedenle, Dickey-Fuller (1979) birim kök testleri ile serilerin durağanlıkları incelenerek hangi mertebede durağan oldukları belirlenmelidir. Serilere ait birim kök testi sonuçları Tablo 1’de yer almaktadır.
16
David F Hendry, Katarina Juselius, Explaining Cointegration Analysis: Part II,
Nuffield College, Oxford, OX1 1NF. Dept. of Economics., Univ. of Copenhagen,
Denmark, http://www.econ.ku.dk/okokj/papers/kjdhengii.pdf
41
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48)
Tablo 1. Birim Kök Testleri
Seriler
ADF Test
istatistiği
ΔLYSY
-4.669
ΔLGDP
-6.337
ΔLDT
-5.925
Elde edilen sonuçlar incelendiğinde serilerin, düzey halleri için hesaplanan Tau değerlerinin kritik
değerlerden daha negatif olmadığı gözlenmiştir. Bu durum birim kök varlığının göstergesidir. Bu nedenle, fark alınarak serilere birim kök testleri uygulanmıştır. Birim kök testlerinin geçerli sonuçlar verebilmesi için yapılan
model tahminlerinde, hata terimlerinde otokorelasyon sorunu olup olmadığı
incelenmiştir. Serilerin korelogramlarında otokorelasyona rastlanmadığından
ADF tipi modele geçiş yapılmamıştır. Fark alınması ile serilerin durağanlığa
ulaştığı görülmüştür. Bu nedenle, üç seri de birinci mertebeden durağan seridir. Serilerin durağanlık mertebeleri belirlendiğinden eş bütünleşme analizi
ile uzun dönem ilişkileri belirlenebilir. Uzun dönemde söz konusu değişkenler arasında anlamlı bir ilişkinin olup olmadığını tespit etmek için, bu çalışmada Johansen Juselius testi kullanılmıştır. En Çok Benzerlik Yönteminden
faydalanılan Johansen-Juselius tekniği VAR modelinden hareketle kullanılmaktadır. Bu analizlere geçmeden önce uygun gecikme uzunluklarının belirlenmesi gereklidir. Bilgi kriterleri incelendiğinde, minimum değerlere sahip
olana AIC ve SC kriterleri ile yıllık verilerle çalışıldığı da dikkate alınarak
uygun gecikme uzunlukları 3 olarak belirlenmiştir.
42
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48)
Tablo 2: Trace İstatistiğine Göre Test Sonuçları
Hipotezler
Özdeğer
Trace
Kritik değer
Yok
0.566918
38.10196
29.68
En fazla 1
0.463531
14.34444
15.41
En fazla 2
0.005869
0.153034
3.76
Elde edilen istatistiklere göre 1 eş bütünleşme vektörü olduğu belirlenmiştir. Bu sonuçlar, yabancı sermaye yatırımları (DYSY) ile GDP
(GSMH) ve DT değişkenlerinin uzun dönemde birlikte hareket ettiklerini
göstermektedir. Uzun dönemde beraber hareket eden değişkenlerin ilişkilerinin incelenmesi için Granger Nedensellik Analizlerine de tabi tutulmuştur.
Nedensellik sonuçları Tablo 3’te yer almaktadır.
43
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48)
Tablo 3. Nedensellik Analizi
*
Nedenselliğin yönü
F istatistiği Olasılık değerleri
DYSY DT
0.22830
0.87558
DT DYSY
3.18559*
0.04608
GDP DT
1.08276
0.37904
DT GDP
1.70006
0.19913
GDP DYSY
3.9714*
0.02264
DYSY GDP
0.03360
0.99148
%5 güven olasılığına göre anlamlı sonuçları ifade etmektedir.
Granger Nedensellik testi sonuçlarına göre; dış ticaretten (DT) doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına doğru ve GDP’den de (GSMH) doğrudan
yabancı sermaye yatırımlarına doğru nedensellik ilişkisi söz konusudur.
44
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48)
4. SONUÇ
Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına ev sahipliği yapan ülkelerde
makroekonomik unsurlarda önemli bir problem yaşanmıyorsa, söz konusu
yatırımların ev sahibi ülke ekonomilerinde üretime, milli gelir ve büyümeye,
ödemeler dengesi ve dış ticaret açıklarına olumlu katkıda bulunduğu bilinmektedir. Bu çalışmada, ülkenin elde ettiği bu ek sermayenin ülkenin makroekonomik değişkenlerini nasıl etkilediği eş bütünleşme analiziyle araştırılmıştır. Makroekonomik değişkenler olarak ise; gayri safi milli hasıla, doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve dış ticaret dikkate alınmıştır.
Analiz sonuçlarına göre, Gayri Safi Milli Hasıla (GDP) değişkeninden
doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına doğru bir nedensellik ilişkisi bulunmuştur. Dış ticaret ile birlikte bu değişkenin de doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının nedeni olması, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için
doğrudan yabancı sermaye yatırımlarından beklenen en önemli yararlardan
birinin, dış açıkların giderilmesine yaptığı katkı olduğunu doğrulamaktadır.
Dolayısıyla, yabancı sermayeli şirketlerin ülke dışına çıkardıkları kar transferleri, üretimlerini gerçekleştirmek için yaptıkları ara ve yatırım malı ithalatı da döviz çıkışından kaynaklanıyor olabilir.
Yatırımların ticaret edilebilir sektörlere yöneldiği görüşünden hareketle, dışa açıklık oranı yüksek olan ülkelerin daha fazla yabancı yatırım çekeceği kabul edilmektedir. Türkiye’de dış ticaret hacminin geniş olması, yabancı sermaye yatırımlarını olumlu yönde etkilemektedir. Yabancı yatırım
ile dış ticaret ilişkisi, kısa ve uzun dönem itibariyle farklılık gösterebilir.
Kısa dönemde ithalatın artmasına neden olan yabancı yatırım, uzun dönemde
diğer sektörlerde ithal ikamesi sağlayan veya ihracata yönelik yeni endüstrilerin kurulmasını teşvik edebilir.
Bununla birlikte, yatırım sonucu milli gelir düzeyinin yükselmesi,
marjinal ithalat eğilimine bağlı olarak ekonominin ithalat talebini de arttırabilir. Türkiye’ye gelen yabancı sermayenin dış ticareti olumlu yönde etkileyebilmesi için, sermayenin doğrudan yatırım yapmayı hedeflemesi gerekmektedir.
45
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48)
Analiz sonucunda, doğrudan yatırımlardan GDP’ye doğru nedensellik
ilişkisinin bulunmamasının nedeni ise, Türkiye’ye gelen yatırımların yüksek
oranda şirket birleşmesi ve satın almalar ile gerçekleşiyor olmasıdır. Bu durum, milli gelir artışının sağlanması için tüm ülkelerin olduğu gibi ülkemizin
de sabit sermaye yatırımlarına (Greenfield Investments) ihtiyaç duyduğunun
bir göstergesidir.
46
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48)
KAYNAKÇA
Akdiş, Muhammed, “Dünyada ve Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları
ve Beklentiler”, YASED, İstanbul, 1988.
Batmaz, N., Tekeli, S., Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının Ekonomik
Büyüme Üzerindeki Etkileri: Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Türkiye
Örneği (1996-2006)”, Ekin Basın Yayın Dağıtım, Denizli, 2009.
Batmaz, N., Tunca, H., Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ve Türkiye
(1923-2003), Beta Basım A.Ş., İstanbul, 2005.
Bilgili, F., Düzgün, R., Uğurlu, Erginbay, “Büyüme, Doğrudan Yabancı
Sermaye Yatırımları ve Yurtiçi Yatırımlar Arasındaki Etkileşim”, Erciyes Ü., SBE
Dergisi, Sayı:23, 2007/2.
Bulutoğlu, Kenan, 100 Soruda Türkiye’de Yabancı Sermaye, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1970.
Efe, Birol, Küreselleşme Sürecinde Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının Analizi “İzmir Örneği”, İZTO Yayını, İzmir, 2002.
Emirhan, Pınar, “Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları ve Dış Ticaret:
Türkiye Örneği”, İktisat İşletme ve Finans Dergisi, Sayı:256, 2007.
Gür, T., Akbay, S., “Yabancı Sermaye Akımları ve Ekonomik Büyüme: Bir
Literatür Çalışması”, Hacettepe Ü., İİBF Dergisi, Cilt:25, Sayı:2, 2007.
Gürkan, Ömer, Ekonomik Büyüme ve Kalkınma, Derya Kitabevi, Trabzon,
1989.
Hendry, David F. and Juselius, Katarina, Explaining Cointegration Analysis:
Part II, Nuffield College, Oxford, OX1 1NF. Dept. of Economics., Univ. of Copenhagen, Denmark, http://www.econ.ku.dk/okokj/papers/kjdhengii.pdf.
Kadılar, C., Uygulamalı Çok Değişkenli Zaman Serileri Analizi, Bizim Büro
Basımevi, 2000.
Keating, John W., “Identifying VAR Models Under Rational Expectations”,
Journal of Monetary Economics,1990.
47
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (33-48)
Kula, Ferit, “Uluslararası Sermaye Hareketlerinin Etkinliği: Türkiye Üzerine
Gözlemler”, C.Ü. İİBF Dergisi, Cilt:4, Sayı:2, Sivas, 2003.
Makki, S., Somwaru, A., “Impact of FDI and Trade on Economic Growth:
Evidence from Developing Countries”, American Journal of Agricultural Economics, 86(3), 2004.
Markusen, J., Venables, A., “Multinational Firms and New Trade Theory”,
Journal of International Economics, Vol:46, 1998.
Uras, T. Güngör, Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları, İktisadi Yayınlar,
İstanbul,
1979.
48
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
OSMANLI DÖNEMİ SİVİL TOPLUM VE DEVLET İLİŞKİSİNDE
VAKIFLARIN YERİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Sinem YILDIRIMALP
ÖZET
Osmanlı devletinin en önemli kurumlarından biri vakıflardır. Vakıflar, Osmanlı döneminde devlet organizasyonu içinde yer almayan ancak
devletin bilgisi dahilinde sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel bir faaliyet alanı
gösteren dayanışma ve yardımlaşma örneği olarak karşımıza çıkmaktadırlar.
Osmanlı vakıflarının fonksiyonları ele alınarak vakıf geleneğinin tarihsel
temeli tespit edilebilir. Vakıflar sosyal politikanın alanına giren eğitim, sağlık, sosyal yardım, gelir dağılımı, ücret politikası ve istihdam gibi konularda
toplumda etkin rol oynamışlardır. Bu çalışmada öncelikle Osmanlı Türk
toplumunda sivil toplumun anlaşılabilirliği için Osmanlı İmparatorluğu’nda
devlet ve sivil toplum arasındaki ilişkinin özellikleri tartışılmaktadır. Daha
sonra Osmanlı vakıflarının tarihsel olarak gördüğü fonksiyonlar üzerinde
durulmaktadır. Böylece sivil toplum düşüncesi ile Osmanlı vakıfları arasında
bir karşılaştırmanın mümkün olup olmadığı araştırılmış olmaktadır. Çalışmada Osmanlı vakıflarının önemi ve sivil toplum kuruluşu olup olmadığına
yönelik değerlendirme yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Vakıflar, Sivil Toplum

Yrd.Doç.Dr.,Sakarya Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bil. Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve End.İlş.
49
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
AN EVALUTION ON THE ROLE OF FOUNDATIONS IN RELATION TO CIVIL SOCIETY AND THE STATE IN THE OTTOMAN
ERA
ABSTRACT
One of the most important institutions of the Ottoman State is foundations (Waqfs). Waqfs in the Ottoman era do not take place in the organization of state but we can encounter them as an example of solidarity and cooperation that has a field of activity with the approval of the government. The
historical basis of the foundation tradition could determined by considering
the Ottoman foundations. Waqfs have been played an important role in the
fields of social policy such as education, health, social benefit, distribution
of income, wage policy and employment in society. In this study, the understanding of the civil society of Ottomon-Turk society will be discussed that
the article focuses on the characteristics of the relationship between the state
and civil society in Ottoman Empire. Then, Ottoman foundations have been
historically emphasized. In this study, the importance of the foundations will
be discussed and examined whether or not waqfs are civil society organizations.
Key Words: Ottoman Empire, Civil Society, Foundations (Waqfs)
50
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
1.GİRİŞ
Türkiye’de devlet-sivil toplum ilişkisinin temel belirleyeni devlettir
ve Osmanlı İmparatorluğu itibariyle güçlü devlet karşısında zayıf bir sivil
toplumun varlığı görülmektedir. Bürokratik ve merkeziyetçi bir yapıya sahip
olan Osmanlı devletinin kendine özgü örgütlenme ve yapılanma biçimi toplum ile devlet arasında aracı kurumların oluşmasına izin vermezken, sivil
toplumun gelişmesine uygun bir zeminde oluşmamıştır. Diğer yandan İmparatorluk, sivil toplum potansiyeli taşıyan vakıflar gibi unsurlara yer vermekle
birlikte, devletin baskın konumu bu tarz oluşumlar üzerinde de hakimiyetini
göstermiştir.
Osmanlı İmparatorluğunda dayanışmanın ve yardımlaşmanın kurumsallaşmış halini ifade eden vakıfların literatürde tartışmalı bir yeri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Nitekim Osmanlı dönemi vakıflarını,
sivil toplum kuruluşu olarak tanımlayan çalışmalar olduğu gibi, sivil toplum
kuruluşlarının özellikleri açısından değerlendirildiğinde dönemin vakıflarının bu özellikleri taşımadığına ilişkin ifadeleri de görmek mümkündür.
Bu çalışma ile Osmanlı İmparatorluğu dönemi sosyal politikasının
temel uygulayıcısı olan vakıfların, sivil toplum ve devlet ilişkisi içinde nerede yer aldığına ilişkin bir değerlendirme yapmak amaçlanmaktadır. Bu suretle öncelikle Osmanlı İmparatorluğu’nun toplumsal yapısı, devlet geleneği ve
sivil toplum arasındaki ilişki incelenecek, daha sonra bu ilişki içerisinde
vakıfların yeri değerlendirilecektir.
2. OSMANLI TOPLUM YAPISI, DEVLET GELENEĞİ VE SİVİL
TOPLUM İLİŞKİSİ
Osmanlı- Türk toplumunda siyasal iktidarın devlet ağırlıklı konumlanışı, sivil toplumun alt yapısını hazırlayan Aydınlanma geleneğinin ve
Avrupa’da görülen sanayi devrimiyle ortaya çıkan burjuvazi ve aristokrasi
gibi sosyal sınıfların yokluğu, iktidar alanına merkez-çevre bölünmesi olarak
51
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
yansıyan saray kültürü-taşra kültürü ikiliği, Osmanlı toplum yapısını, devlet
geleneğini ve sivil toplumun gelişimini Avrupa ülkelerinden farklı kılmaktadır1.
İnalcık’ın merkeziyetçi, bürokratik ve patrimonyal bir devlet olarak
tanımladığı Osmanlı İmparatorluğu2, sahip olduğu güçlü merkezi otoriteyi
sınırlandırıp sorgulayacak oluşumlara izin vermezken, sivil alanı oluşturup,
geliştirebilecek bir burjuva sınıfının varlığına da olanak tanımamıştır3. Sivil
toplumun temel unsurları olan sınıfların ortaya çıkamaması, devletin sınırlandırılabilmesi noktasında da engel oluşturmuştur4.
Bürokratik bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğu’nun en belirgin
özelliği merkez-çevre arasındaki uzaklıkta yatarken, Osmanlı-Türk devlet
geleneği güçlü bir devlet ile zayıf bir çevrenin varlığı üzerinden tanımlanmaktadır. Devletin topluma baskın olduğu yapı içerisinde merkez-çevre ilişkisi Batı toplumlarından farklı bir karaktere sahiptir. Batı toplumlarında
merkezileşme süreci feodal sınıflar, kentli ve kasabalılar ve endüstriyel işçiler gibi çevresel güçlerle yaşanan çatışmalar ile gelişirken5 muhalefete karşı
olan Osmanlı’da merkezde sultan ve sultanın dini-idari yetkilerle donattığı
Askeri denen yönetenler, çevrede ise tek geçim kaynağı devlet olan ve devletin baskın konumunu içselleştirmiş Reaya denen yönetilenler sınıfı yer
almaktadır. Toplumsal düzeni sağlamak adına benimsenmiş olan yönetenyönetilen ayrımı, Osmanlı toplumsal-siyasal yapısı içinde katı ve hassas bir
dengeye dayanmaktadır. İnalcık’ın “Sultanizm” olarak adlandırdığı Patrimonyal hükümdar, otoritesini, ülke ve tebaayı babadan kalmış bir mülk (pat1
Mardin,1969’dan akt. Çaha, Ömer, Sivil Kadın, Türkiye’de Sivil Toplum ve Kadın, Vadi
Yayınları, Birinci Basım, Nisan, Ankara,1996, s.73
2
İnalcık, Halil, Devlet-i Aliyye, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları,2009, s.217
3
Biber, Ayhan, “Türkiye’de Sivil Alanın Darlığının Tarihsel Nedenleri Üzerine Bir Değerlendirme”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 11/3 ss.27-42, 2009,
s.27
4
Çaha, Sivil Kadın....,s.70-72
5
Mardin, Şerif , “Center-Periphery Relations:A Key to Turkish Politics?”, Daedalus, 102(1)
ss.169-190,1973, s.170
52
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
rimony) gibi algılamakta, kendi kontrolü dışında kendisiyle toprak ve tebaa
arasında başka bir otorite tanımamaktadır6.
Osmanlı İmparatorluğu’nda bürokratik seçkinlerin, toplumu birarada
tutmak için devlete son derece önem verdikleri görülürken, patrimonyal devletin temel politikası var olan kurumları ve değerleri muhafaza etmek üzerine inşa edilmektedir. Bu muhafaza aynı zamanda sultanın otoritesinin ve
gelir kaynaklarının da zarar görmesini engellemeyi7 ifade etmektedir. Bu
durumun bir sonucu olarak, 17. yüzyıl itibariyle iktidarı toplumdan kaynaklanmayan askeri kesimin temsil ettiği devletin, toplumun (reaya) üzerinde
baskın bir güç olarak hâkimiyetinin arttığı görülmektedir8.
Osmanlı siyasal kültüründe “zilullah-i fi’lard” (Allah’ın yeryüzündeki gölgesi) olarak adlandırılan devlet, Sultan’ın kişiliği ile özdeş tutulmuştur. Dolayısıyla Sultan’ın iradesini sınırlandıracak fikir ve girişimlere izin
verilmemiştir9. Osmanlı siyasal kültürünün muhalefete antipatiyle bakışı ve
muhalefet oluşturabilecek unsurların sapıklıkla nitelendirilerek dışlanmış
olması sivil toplum zemini için önemli engellerden birini oluşturmaktadır10.
Toplumsal muhalefete karşı bu olumsuz tavırda Sultan’ın birincil amacı,
toplumu yekpare bir bütün olarak birarada tutacak güçlü devleti korumaktır11.
Osmanlı Devleti’nde Tımar –Dirlik sistemi ve Vakıf müessesesi,
toplumun hukuki, iktisadi, sosyal ve siyasi yapısını demokratik bir temel
üzerinde geliştiren ve gelişmede istikrarı ve dengeyi temine yarayan başlıca
iki kurum olarak görülmektedir12. Tımar sistemi ve Devşirme (kulluk) siste6
İnalcık,Devlet-i Aliyye....,s.218
Biber,a.g.m.,s.36
8
Tosun, Erdoğan Gülgün, Demokratikleşme Perspektifinden Devlet-Sivil Toplum İlişkisi,
Ocak, Alfa Yayınları, 2001,s.194
9
Biber,a.g.m.,s.35-36
10
Çaha,Sivil Kadın....,s.72
11
Tosun,a.g.e., s.222
12
Zaim, Sabahattin, “Vakıfların Milli Ekonomiye Etkileri”, Vakıflar Genel Müdürlüğü, V.
Vakıf Haftası Semineri, 7-13 Aralık, ss.209-218, Ankara,1987,s.209
7
53
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
mi, Osmanlı imparatorluğunda hakim olan toplum-devlet, yönetilen-yöneten
yapısını besleyen temel kaynakları oluşturmaktadır. Devşirme (kul) sistemi,
Osmanlı devlet idaresinin temel kurumlarından biridir ve merkezi otoriteyi
güçlendirmek suretiyle devletin sürekliliğini sağlamada önemli rol oynamaktadır13. Devşirme sistemi sayesinde yöneten kesimine dahil olanlar sarayın
denetimi altına alınırken, Tımar (toprak) sistemi reayayı ve reayanın ekonomik faaliyetlerini siyasal alanın denetimi altına almaktaydı14.
Merkezi otoriteden bağımsız ve Batı Avrupa’da görülen şekliyle
mülkiyet haklarına sahip olan bir sivil toplum unsurunun bulunmadığı Osmanlı’da en önemli üretim aracı topraktı ve onun mülkiyeti de devlete aitti.
Tımar (toprak) sistemi, toprakların tasarruf hakkının, mülkiyeti devlette
kalmak koşuluyla askeri ya da sivil hizmet karşılığında dağıtılması anlamına
gelmektedir ve bu sistem ekonomi üzerindeki mutlak denetimi devlete vermektedir. Yani toprak, devlete vergi vermesi karşılığında has, zeamet ve
tımar şeklinde çoğunlukla köylüye verilmekte ve toprağın kontrolü devlet
adına ordunun bir parçası olan Sipahi’ler tarafından yapılmaktadır15. Küçükömer’e göre (1977:23) toprak mülkiyetine yer verilmemesi ve siyasal toplumda birliğin yukarıdan aşağıya doğru inen hiyerarşik tebaiyet ilişkileri
aracılığı ile sağlanması sivil toplum kurumlarının, kültürünün ve değerlerinin
gelişimini engellemiştir.
Bu sistem ve yapı ile toprağın belli kişilerin mülkiyetinde toplanması
engellenmeye çalışılırken, merkezi yönetimi zaafa uğratabilecek, işbaşından
uzaklaştırabilecek büyük güç odaklarının da önüne geçilmiş olunmaktadır.
Yine aynı paralelde devşirme (kul) sistemi ile de Osmanlı Sultanları, çevrede
oluşabilecek güç odaklarını engellemek ve taşraya karşı daha bağımsız dav-
13
İnalcık,Devlet-i Aliyye..., s.205-217
Tosun,a.g.e.,s. 194
15
Çaha,Sivil Kadın.....,s.70-71;Timur, Taner, Osmanlı Toplumsal Düzeni, 3.Baskı, İmge Kitabevi, Ankara,1994,s.224-225
14
54
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
ranabilmek için Müslüman halkla akrabalık bağı olmayan devşirmelere yönetimde yer verme yoluna gitmişlerdir 16.
Tımar (Toprak) ve Devşirme (Kul) sistemi, mevcut yapısı, işleyişi
ile patrimonyal yapıyı sürekli olarak beslemektedir ve toplum-devlet arasındaki ilişki gruplara ayırma, herkesi olduğu yerde tutma ve denetime dayanmaktadır. Siyasal iktidarın sahip olduğu bu bürokratik ve merkeziyetçi görünüm karşısında sivil toplumun gelişmesine imkan verecek, devletin dışında
ve ondan büyük ölçüde özerk kurumların gelişmesi de mümkün olamamıştır17. Diğer yandan herkesi olduğu yerde tutma gibi topluluğa sürekli düzen
vermeye çalışan ve sosyal hareketleri denetim altında tutan18 (Mardin,1990:179) faaliyetler, sivil toplumun gelişmesinde önemli bir unsur olan
bireyciliğin törpülenerek, tekdüzeliğin hakim olması sonucunu doğurmaktadır. Nitekim Çaha (1996) da, Osmanlı kültürünün, sivil toplumun gelişimine
engel teşkil eden özelliklerini sayarken, önceliğin bireye değil kollektiviteye
verilmiş olmasından bahsetmekte ve bireyciliğin Osmanlı kültüründe hoş
karşılanmayarak sapıklıkla özdeş tutulduğunu, devlet, ulus, millet kavramlarına karşı ise aşırı bir duyarlılık geliştiğini ifade eder.
Osmanlı siyasi kültürü içerisinde sivil toplum unsurlarına rastlanmadığını iddia eden yazarlar olmakla birlikte19, Osmanlı toplumsal yapısında
sivil toplum potansiyeli taşıyan pek çok unsurun var olduğunu ve devletin
hemen her alanda müdahaleci olmadığını savunan görüşler de yer almakta-
16
Yücekök, Ahmet, N., “19. Yüzyıl Osmanlı Toplumundan Günümüz Türkiye’sine Sivil
Toplum Kuruluşları ve Siyaset Sosyolojisi İlişkileri”, Tanzimattan Günümüze İstanbul’da
STK’lar, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul,1998,s.14
17
Tosun,a.g.e., s. 204
Mardin, Şerif , “Yenileşme Dinamiğinin Temelleri ve Atatürk”, Türkiye’de Toplum ve
Siyaset – Makaleler I, Der. Mümtaz’er Türköne, Tuncay Önder, İletişim Yayınları, İstanbul,1990,s.179
19
Çaha,Sivil Kadın; Çaha, Ömer, Sivil Toplum, Aydınlar ve Demokrasi, İz Yayıncılık, İstanbul,1999
18
55
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
dır20. Millet sistemi, Lonca düzeni, kurumsallaşmış dini örgütlenmeler (tarikatlar) ve vakıflar sivil toplum potansiyeli taşıyan unsurlar olarak sayılmaktadır. Bu unsurlardan millet sistemi, lonca düzeni ve kurumsallaşmış dini
örgütlenmelere ilişkin bilgilere yer verilecek ancak vakıflara ilişkin inceleme
ayrıntılı olarak bir diğer başlık altında incelenecektir.
Osmanlı toplumsal yapısı içinde Millet sistemi ile farklı milletlere
sınırlı da olsa özerk bir alanın tanınmış olması sivil toplum görüntüsü çağrıştırmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu farklı olana siyasal, sosyal, kültürel yaşam hakkı tanıyarak, her millete kendi içinde belli bir dereceye kadar özerklik tanımaktadır ancak bu yaşam alanı vergi gibi mali yükümlülükler, giyim
kuşam, ikamet gibi sosyal açılardan yapılan düzenlemeler ve getirilen siyaset
yasağı gibi uygulamalar ile çeşitli sınırlamalarla karşılaşmaktadır21. Bu durum ise sivil toplum potansiyeli taşıyan görüntüye gölge düşürmekte ve hatta
kimi yazarlarca bu potansiyeli tamamen ortadan kaldırmaktadır.
Loncalar, toplumsal işlevleri nedeniyle Osmanlı toplum yapısı içerisinde sivil toplum unsuru olarak görülmektedir. Esnaf ile merkezi yönetim
arasında önemli bir köprü görevi üstlenmiş olan loncalar vergi toplamakla,
üretimin standartlara uygunluğunu ve fiyatları denetlemekle yükümlüydüler.
Loncalar bazı yönlerden, merkezi otoriteyi Anadoluda temsil ederek, idari
bir görev üstlenmekteydiler. Bu durum loncaların devletten özerk olamadığını ve devletin denetleme ve kontrol araçlarından biri olarak faaliyette bulunduğunu göstermektedir22. Böylece Çaha’nın da (1994:91) belirttiği üzere
“loncaların bir yüzü sivil topluma dönük iken ağırlıkta olan diğer yüzünün
devlete dönük” kaldığı söylenebilir.
20
Dursun, Davut, Yönetim-Din İlişkileri Açısından Osmanlı Devletinde Siyaset ve Din, İşaret
Yayınları, İstanbul,1992; Dursun, Davut, Demoratikleşemeyen Türkiye, İşaret Yayınları,
İstanbul,1999; Abay, A. Rıza, “Sivil Toplum Ve Demokrasi Bağlamında Sivil Dayanışma Ve
Sivil Toplum Örgütleri”, 3.Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi, Kasım, Eskişehir,
2004b
21
Tosun,a.g.e.,s.209-210
22
Çaha,Sivil Kadın...,s.75-76;Tosun,a.g.e.,s.210-212;Abay,”Sivil Toplum ve Demokrasi...”,s.279
56
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
Osmanlı İmparatorluğunda tarikatlar, devlet ve toplum arasında doğan boşluğu doldurarak, tampon görevi görmüş ve devlet ile toplum arasındaki iletişimi sağlayan kanallardan birini oluşturmuştur. Ancak Osmanlı’da
din hem yönetenler hem de yönetilenler düzeyinde bir sivil toplum potansiyelinden çok, ideolojik bir araç olarak algılanmış ve zamana, koşullara göre
farklı içerikler kazanmıştır. Dini örgütlenmenin, devletin idari yapısına bağlı
olması nedeniyle devlet bürokrasisinin bir parçası olduğu görülmektedir.
Dolayısıyla tarikatların sivil topluma özgü nitelikler taşıdığını söylemek
zordur23.
Sarıbay’ın (2001:62-63) ifade ettiği gibi burjuva sınıfının oluşmadığı
toplumsal yapı içerisinde, birey ile devlet arasında aracılık sağlayacak, tampon görevi görecek sivil toplum örgütlenişine özgü kurumlar doğal olarak
oluşamamıştır. Loncalar ve tarikatlar, bir ölçüde bu görevi üstlenmeye çalışmışlardır. Ancak loncalar ve tarikatlar, kendilerini sivil toplum parçası
yapacak niteliklerden ve amaçlardan uzaktırlar. Cihan ve Doğan (2007:42)
tarikatlerin koşulsuz itaat, tevhid, birlik, katı bir hiyerarşiye dayalı yapısının
sivil toplumun farklılaşma, çeşitlilik, çoğulculuk, iktidarın paylaşımı üzerine
kurulu normatif yapısından farklı olduğunu ifade etmektedirler. Yine loncaların da merkezi otoritenin kontrol altında tuttuğu, denetlediği oluşumlar
olması sebebiyle sivil toplumun bir parçası sayılamayacağını belirtmektedirler.
Osmanlı İmparatorluğu, özellikle 15. ve 16. yüzyılları kapsayan klasik dönemi içinde sosyal sınıfları ve ekonomiyi ilgilendiren ve dolayısıyla
sivil toplum alanını da etkileyen bütün tutum ve önlemlerinde, Orta Doğu
imparatorluklarından gelen bir bürokrat grubunun aktardığı rejimi ideal olarak benimsemiş ve titizlikle uygulamaya çalışmıştır. Bu suretle sosyal devingenlik fekalet sayılarak, sosyal düzeni ve ekonomik düzeni devlet kontrolüne alma anlayışı yerleşmiştir. Mardin’in de (1990:179) Osmanlı Devleti’nin parolası olarak belirttiği sosyal hareketleri denetim altında tutmak
suretiyle sosyal kümelenmeleri izleme, düzen sağlama anlayışı sivil toplum
23
Çaha, Sivil Kadın...,s.76-77,Tosun,a.g.e.,s.215-221
57
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
açısından gelişimi engelleyici bir tavır olarak da değerlendirilebilir. Çünkü
bu anlayış ile sivil toplumun oluşumu ve gelişimini olumsuz etkileyecek bir
tekdüzelik oluşturulmaktadır. Diğer yandan İslam devlet düşüncesine uygun
olarak, devleti devlet yapan unsurları oluşturan ahali ve ülkenin zenginlik
kaynakları, yalnızca hükümdarın gücünü desteklemeye ve artırmaya hizmet
etmelidir. Bu hizmete yönelik olarak, bütün siyasi-sosyal örgütlenmeler ve
ekonomik faaliyetler hükümdar tarafından ayarlanmıştır. Herkesin kendi
sınıfı içinde tutulmasının, bir sınıf üyesinin ötekine geçişinin önlenmesinin
devletin birinci görevi sayıldığı ve siyasi-sosyal düzenin, uyumun salt koşul
olarak görüldüğü24 bu anlayış içinde sivil toplum etkin gelişme gösterememiştir.
3. SOSYAL POLİTİKA UYGULAYICISI OLARAK VAKIFLARIN
YERİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Osmanlı İmparatorluğu içinde sivil toplum potansiyeli taşıdığı ifade
edilen bir diğer oluşum ise vakıflardır. Vakıflar, dönemin sivil toplum potansiyeli olarak gösterilmekle birlikte ağırlıklı olarak, bugünün devletçe bakılma ilkesini yerine getiren sosyal politika uygulayıcısı olarak da anılmaktadır.
Nitekim, Osmanlı yönetim anlayışına göre, devletin görevi sadece halkın can
ve mal güvenliğini garanti altına almak, adaleti sağlamak, insanlara inanç
özgürlüğü ve kendini geliştirme fırsatı tanımak iken bu görevler dışında
kalan eğitim, sağlık, kültür, sosyal hizmetler gibi faaliyetlerin tümü vakıflara
verilmiştir25.
Diğer yandan bilinmektedir ki, sosyal politikanın uygulanmasında
biri devlet (merkezi ve yerel yönetimler) diğeri sivil toplum kuruluşları olmak üzere iki temel taraf söz konusudur. Bu bakış açısından hareket ile İmparatorluğun üstlenmediği refahın sağlanmasına yönelik hizmetlerde başat
24
İnalcık, Devlet-i Aliyye...,s.256-257
Arslanel, Nazan ve Özkiraz, Ahmet “Sivil Toplum Kuruluşu Olarak Osmanlıda Vakıflar”,
Uluslararası VII.STK’lar Kongresi Bildiriler Kitabı, 3-5 Aralık, Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi, Çanakkale ss:232-239,2010,s.232-238
25
58
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
rol oynayan vakıfların sivil toplum kuruluşu olarak sosyal politika alanında
işlev üstlendiğini söylemek mümkündür. Ancak vakıfların kuruluş şekilleri
ve devlet ile ilişkileri incelendiğinde sivil toplum kuruluşlarının taşımaları
gereken özellikleri taşımadıkları görülmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu dönemi ayrıntılı olarak incelendiğinde, vakıf
müessesesinin devletin temel yapı taşı olduğunu ve sosyo-ekonomik hayatın
hemen her alanının vakıflar tarafından şekillendirildiğini görmek mümkündür. Bu suretle Osmanlı dönemi vakıflarının genel görünümü, kuruluş özelliklerinin yanısıra sosyal politika alanında işlevlerinden bahsetmek, vakıfların yerini belirlemede önem arz etmektedir.
3.1. Osmanlı Vakıflarının Genel Görünümü ve Sosyal Politika Açısından İşlevleri
Osmanlı İmparatorluğu’nun 15. ve 16. yüzyıllarında yaygınlık kazanmaya başlayan vakıflar, bireyin yaşamını iyileştirmek ve kolaylaştırmak,
sosyal hayatı, toplum düzenini korumak ve devamlılığı sağlamak için kurulmuşlardır. Arapça bir kelime olan vakıf, insanların sahip oldukları mülklerini dini ve sosyal bir amaç ile karşılıksız ve Allah rızası için ebedi olarak
tahsis etmelerini, bağış yapmalarını ifade etmektedir26.
Vakıfların temel amacı, insanlığa hizmet sunmak ve toplumsal ihtiyaçları karşılamaktır. Geliştirdikleri sosyal yardım mekanizması ile insan
onurunun korunmasını sağlamış, toplum ve devlet bütünlüğünü tamamlayıcı
bir etken oluşturulmuşlardır. Osmanlı Devleti’nde sosyal ve ekonomik hayat
üzerinde oldukça etkili, dini ve hukuki bir kurum olan vakıflar, karşılıklı
dayanışma ve yardımlaşmayı da hukuki bir statüye kavuşturan, sosyal yar-
26
Vakıflar Genel Müdürlüğü, Türk Vakıf Hizmetlerinde Kalite ve Verimlilik, Plaka Matbaacılık, Ankara,1998,s.11; Akbulut, İlhan, “Vakıf Kurumu, Mahiyeti ve Tarihi Gelişimi”, Vakıflar
Dergisi, XXX. Sayı, 2007,s.63
59
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
dım mekanizmasına süreklilik sağlayan, tüzel kişiliğe sahip sosyal müesseselerdir27.
Kuruluş amaçlarına geçmeden önce belirtmek gerekir ki, vakıflar
içinde bulundukları çağa ve düşünce yapısına uygun olarak kurulmuşlardır.
Dolayısıyla vakıflar, kuruldukları dönemin, ekonomik ve sosyal yapısını,
kültürünü, zenginliğini, ihtiyaçlarını en iyi yansıtan kurumlar olmuşlardır28.
Buradan yola çıkarak vakıf kurumunu oluşturan faktörlere de ulaşmak mümkündür. Vakıfların biri dini diğeri dünyevi amaçlar olmak üzere iki temel
amaç üzerinden kurulduğu ifade edilmekle birlikte vakıf kurma nedenlerini,
hayır işleme isteği, devletin birçok kamu hizmetini vakıflar eliyle yapma
isteği ve aile vakıflarının kurulmasına izin verilmesi olmak üzere üç maddede toplayan araştırmacılar da bulunmaktadır29. İslam dininin yardımlaşmayı
ve dayanışmayı ön plana çıkaran düşünce tarzının doğal bir sonucu olarak
değerlendirebileceğimiz vakıfların oluşumunda sosyal ve kültürel nedenler
ve servet sunumu, tüketim denetiminin sağlanması gibi faktörlerin de önemli
rol oynadığı görülmektedir30.
Vakıfların ortaya çıkışında siyasi, iktisadi faktörlerin değerlendirilmesi, dönemin vakıfları için daha ayrıntılı bilgi edinmeyi sağlayacaktır. Nitekim vakıfların faaliyet gösterdiği alanlar ve hizmetler incelendiğinde, bu
hizmet ve faaliyetlerin temelde devlet tarafından yerine getirilmesi gereken
alanlardan oluştuğu görülecektir. Zira devletin, birçok kamu hizmetini vakıflar aracılığıyla yerine getirdiği bilinmektedir. Günümüzde devletin yerine
getirmekle sorumlu olduğu eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, sosyal yardım,
belediyelere ait hizmetlerin önemli bir kısmı bu dönemde vakıflar tarafından
yürütülmektedir. Bu suretle vakıflar yalnızca dini amaçlarla ilişkili olmayıp,
27
Özaydın, Mehmet. M., “Vakıfların Sosyal Politika İşlevleri ve Günümüzde Artan Önemi”,
Kamu-İş, C:7, S: 2,2003 http://www.kamu-is.org.tr/pdf/7241.pdf (04.05.2012),s.4
28
Yediyıldız, Bahaeddin, 18. Yüzyılda Türkiye’de Vakıf Müessesesi (Bir Sosyal Tarih İncelemesi), Türk Tarih Kurumu Yayınları / Yayınevi Genel Dizisi, İstanbul,2003,s.13
29
Eren, Fikret, “Osmanlı Dönemi Vakıfları”, Vakıflar Genel Müdürlüğü, V. Vakıf Haftası
Semineri, 7-13 Aralık, ss.195-201, Ankara,1987,s.198
30
Özaydın,a.g.e.,s.7-10
60
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
sosyo-ekonomik yaşamı düzenleme ve sorunların çözümü amacını da yerine
getiren önemli kurumlar olarak değerlendirilmelidirler31.
Toplumun tüm ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışan ve devlet denetimine tabi olan vakıfların yaygınlığı Osmanlı Devleti’nin bir “Vakıf Medeniyeti” olarak adlandırılmasına da neden olmuştur. Osmanlı devleti sisteminden kaynaklanan ve halka da yayılan hayır yapma anlayışı ile gelişen ve
servetin toplum içinde yeniden bölüşülmesinde önemli rol oynayan vakıfların32 yaygınlığının önemli bir nedeni de devletin merkezi otoritesinin tüm
sınırlar içinde güçlü ve sürekli kılınmasındaki güçlüktür33.
19. yüzyıla kadar Osmanlı toplumunda oldukça etkin ve olumlu bir
rol oynayan, sosyo-ekonomik hayatı şekillendiren vakıf sistemi, devletin
denetimi dışında olmayan bir özerklik ve demokratiklik niteliğine sahiptir.
Nitekim özellikle 18. yüzyılda vakıfların, toplumun hangi tabaka ve bireyleri
tarafından kurulduğu incelendiğinde, %80-90’nın askeri zümre, %10-20
kadarının ise reaya olduğu görülmektedir34. %80-90 oranında askeri yani
yöneten sınıfı tarafından kurulmuş olan vakıfların da devletten özerk, bağımsız bir yapı sergilemesinin mümkün olamayacağını söylemek yanlış olmayacaktır.
Yine 18. yüzyıl vakıflarının, 15. ve 16. yüzyıl vakıflarından35 farklı
olarak sosyal hayatın düzenlenmesine yönelik amaçlar taşıdığı da belirtil-
31
Akbulut,a.g.e.,s.71
32 İnalcık,Halil, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, 1.Cilt, 1300-1600,
Çev. Halil Berktay, İstanbul,2000,s.83-84
33 Buluş, Abdülkadir, “Sivil Toplum Kuruluşlarına Tarihsel Bir Örnek: Osmanlı Vakıfları”,
Selçuk Üniversitesi, İ.İ.B.F., Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Yıl:9, Sayı:16,
Ekim,ss.21-36,2008,s.28
34Tabakoğlu,
Ahmet,
“Klasik
Dönem
Osmanlı
Vakıfları”,
2010a
http://www.mimar.cc/makale/klasik-donem-osmanli-vakif-sistemi-105.html,
05.09.2012;
Tabakoğlu, Ahmet, Türkiye İktisat Tarihi, Dergah Yayınları, İstanbul,2010b,s.161
35
15.yüzyıl Osmanlı vakıfları, zenginliği ve refahı önde tutan, gerçekçi bir yapı sergilerken,
16. yüzyıl vakıflarının güce bağlı olarak büyüklük ve üstünlük duygularını yansıttığı ifade
edilmektedir.
61
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
mektedir36. Vakıfların kuruldukları zamanın fikri ve zihni yapısını yansıttığı
düşüncesinden yola çıkarak baktığımızda, devlet denetimi altında siyasi ve
sosyal düzeni, uyumu sağlamayı amaçlayan anlayışa uygun davranıldığı
düşünülebilir. Bu değerlendirmeye 18. yüzyıl Batı dünyası gelişmelerini de
eklediğimizde Osmanlı İmparatorluğu’nun Vergin’in (1994:11) ifade ettiği
“bireyselliği törpüleyerek, tekdüzeliği hakim kılacak” anlayışı daha bir anlam kazanacaktır diyebiliriz.
Diğer yandan siyasi ve sosyal düzeni sağlamayı hedefleyen Osmanlı
devlet anlayışı içinde vakıflar karşılıklı yardımlaşma anlayışını geliştirerek,
sınıflar arası yakınlaşmayı temin etmiş ve sosyal dengenin korunmasını da
sağlamışlardır. Sosyal adaletin sağlanmasında37 ve toplumun birçok konudaki ihtiyacının karşılanmasında önemli rol oynayan vakıflar, sosyal politika
amaçlarının gerçekleşmesinde de önemli rol üstlenmektedirler.
Sosyal politika hedef ve amaçlarını her çağda ve toplumda, sistemde
uygulayacak farklı kurumlar bulunmakla birlikte sosyal politikanın milli
araçları biri kamu müdahalesi (devlet), diğeri devlet dışında kalan kollektif
kendi kendine yardım mekanizması olarak iki grupta ele alınmaktadır38. Toplumun bütünlüğünü, adaleti ve refahı sağladığı için devlet, sosyal politika
taraflarında ilk sırayı almaktadır. Devlet, sosyal politika hedeflerini gerçekleştirmek için yasalar çıkartır, bu yasaları denetler ve belirlediği politikaların
finansmanını karşılar. Sosyal politika açısından kendi kendine yardım mekanizması olarak tanımlanan sivil toplum kuruluşları ise sosyal politikanın
diğer bir tarafını oluşturmaktadır.
Osmanlı dönemi vakıfları, dönemin sosyal politikasının temel uygulayıcı tarafını oluşturmaktadır. Genel olarak İslam devleti ve Selçuklu Devleti geleneğini sürdüren Osmanlı Devleti’nde yönetim ve yurt savunması,
can ve mal güvenliğini sağlama dışında kalan toplumsal ihtiyaçların karşılanması devlet görevi olarak kabul edilmemektedir. Osmanlı devleti, kamu
36
Yediyıldız,a.g.e.,s.56
Özaydın,a.g.e.,s.5
38
Tuna, Orhan, Yalçıntaş,Nevzat ,Sosyal Siyaset, Filiz Kitabevi, İstanbul,1991,s.195
37
62
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
hizmetlerinin yerine getirilmesini devlet eliyle ve devlet bütçesiyle yapmayıp bu hizmetlerin vakıflar aracılığı ile yürütülmesini benimsemiş, devletin
bu vakıfları destekleme ve denetlemesini prensip edinmiştir. Devletin, kamu
hizmetlerinin yerine getirilmesinde ortaya koyduğu bu sınırlı hizmet anlayış,ı kamu hizmeti veren vakıfların yaygınlığının temel sebebidir. Osmanlı
Devleti’nde kamu hizmetlerinden yönetim, güvenlik,savunma ve adalet hizmetleri merkezi yönetim tarafından gerçekleştirilirken, eğitim, sağlık, bayındırlık,sosyal yardım gibi hizmetler vakıflar kanalıyla yerine getirilmiştir39.
Osmanlı Devlet yapısında sosyal politika açısından sosyal adaletin,
fırsat eşitliğinin, dengeli gelir ve servet dağılımının temini yönünden vakıfların büyük önemi vardır40. Vakıflar, sosyal barışın, dayanışmanın ve yardımlaşmanın sağlanmasında, refahın dağıtılmasında önemli bir rol üstlenerek
toplumsal sorumluluğun yerine getirilmesinde etkili olurken41, vakıfların
kamu hizmetini sağlayarak devlet-toplum ilişkisi içinde “devletin sosyal
niteliğinin” pekiştirilmesinde etkili rol aldığını42 ifade edenlerde bulunmaktadır.
Vakıfların çok sayıda sosyal fonksiyonu bulunmakla birlikte, sosyal
politika işlevleri arasında başlıca; sosyal güvenlik ve sosyal yardım sağlamak, sosyal çatışmaların engellenmesi, gelir ve servet dağılımını düzenlemesi, sosyal ilişkileri düzenlemesi, eğitim, sağlık hizmetleri sağlama, istihdama
katkı, sosyal bütünleşmeyi sağlamak sayılabilir43.
39
Çizakça, Murat, “Osmanlı Dönemi Vakıflarının Ekonomik Boyutları”, Rana Zincir ve Filiz
Bikmen (ed.), Türkiye’de Hayırseverlik: Vatandaşlar, Vakıflar ve Sosyal Adalet, İstanbul:
TÜSEV/Ford Foundation,2006
40
Zaim,”Vakıfların Milli Ekonomiye...”,s.209
41
Şen, Murat, “Tanzimat Öncesi (Klasik Dönem) Osmanlı Devleti’nde Sosyal Güvenlik”,
2002 http://www.e-akademi.org/makaleler/msen-1.htm (10.03.2012), s.181
42
Aydın,Vahdettin, “Türk Yönetim Tarihi Açısından Vakıf Sistemi ve Eğitim Yönetimine
Katkısı”, SDÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 8, Sayı:1,ss.313338,2003,s.316
43
Soysaldı,Mehmet,“Vakıflar
ve
Psiko-Sosyal
Fonksiyonları”,2004
http://web.firat.edu.tr/msoysaldi/vakiflar.pdf, (24.10.2012),s.17; Özaydın,a.g.e.,s.17-27
63
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
Toplumun refah ve huzurunu sağlamak amacıyla dengeli bir gelir
dağılımını amaçlayan sosyal politika, gelir dağılımını etkileyici ve geliri
yeniden dağıtıcı her araçtan ve kurumdan yararlanmaktadır44. Sosyal politikanın önemli hedeflerinden biri olan dengeli bir gelir dağılımı politikasını
oluşturma, dönemin vakıfları tarafından sağlanmıştır. Nitelikleri itibari ile
gelir ve servet dengesini sağlamak için kurulmuş olmasalar da vakıflar, sosyal yardımlaşma ve dayanışma işlevini yerine getirirken, gelir ve servet dağılımına da etki etmektedirler. Vakıf yapan kişi, gelirini, servetini kendi mülkiyetinden çıkarmak suretiyle toplumun hizmetine sunmakta böylece özellikle ihtiyaç sahiplerine aktarılması ile vakfedilenlerin yeniden değerlendirilmesi sağlanmaktadır. Birşeyin bu şekilde vakfedilerek, toplumun mülkiyetine geçirilmesi, gelir transferinin vakıf yaşadığı sürece devam etmesinin sağlanması, vakıflar yoluyla yapılan gelir ve servet dağılımını, günümüz gelir
ve servet politikalarından ayırmaktadır45. Vakıflar aracılığı ile toplumun
değişik gruplarının kendi içinde ve gruplar arasında gelir-serveti yeniden
dağıtılmaktadır. Bu yönüyle vakıflar bir sosyal politika aracı olarak ortaya
çıkmaktadır.
Osmanlı’nın sosyal ve ekonomik sisteminde belli kişilerin teşviki ve
zenginleştirilmesi yerine halkın sosyal refahı gözetilmiştir. Vakıflar aracılığı
ile yapılan en yaygın hizmetlerden olan sosyal yardım ve sosyal hizmetlerin
temelinde de sosyal refahı yükseltmeye yönelik bir anlayış bulunmaktadır46.
Bilindiği üzere, sosyal yardım bir tehlikeye, riske maruz kalanlara ve genel
olarak topluma herhangi bir karşılık almaksızın çeşitli ihtiyaçların karşılanmasını amaçlayan hizmetlerdir. Vakıflar, sosyal politikanın önemli bir alanı
olan sosyal yardımların ve sosyal güvenliğin sağlanmasında ve yine sosyal
politikanın önemli hedeflerinden olan toplumda sosyal yardımlaşma ve dayanışma kültürünün var olmasında büyük rol oynamışlardır. Sosyal hayatta
herkesi aynı duygu ve düşünce etrafında birleştiren vakıflar, sosyal sınıflar
arasında farklılığın olmaması, her gelir grubundan kişiye yardım konusunda
44
Yazgan, Turan, İktisatçılar İçin Sosyal Güvenlik Ders Notları, Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı, İstanbul,1992,s.19
45
Özaydın,a.g.e.,s.21-22
46
Tabakoğlu,a.g.m.
64
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
eşit davranılmasına imkân tanımıştır. Vakıflar insanlar arasında sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı sağlaması, artırması sebebiyle toplumda sosyal
gelişmeyi, sosyal adaleti ve sosyal barışı gerçekleştirmeye katkıda bulunmaktadırlar47. Sosyal yardımlaşma, dayanışma ve işbirliği gibi hizmetleri ile
Osmanlı vakıflarının sosyal bütünleşmeyi sağlayan nadir kurumlardan olduğu da belirtilmelidir. Vakıflar, fertlerin maddi ve manevi bir bütün etrafında
hareket etmesine aracılık ederek, bütün sosyal kurumları içine alan, çalıştıran
ve kullanan bir hukuki yapı olarak karşımıza çıkmaktadırlar48.
Vakıflar, dengeli ve adaletli bir sosyal politikanın manevi temellerinin oluşturulmasına büyük katkılar sağlamaktadır. Bu noktada vakıflarca
yapılan yardım ve sağlanan hizmetlerin vakıfları ayrıcalıklı kılan psikolojik
bir boyutu da bulunmaktadır. Vakıf kurumu ile sağlanan yardım veya hizmetler, onur kırıcı nitelikten uzaktırlar. Kişi yardımı belirli bir kimseden
sadaka niteliğinde değil, amacı belirlenmiş bir kurumdan yardım şeklinde
almaktadır 49.
Sosyal yardım ve sosyal güvenlik alanında vakıfların, kimsesiz, düşkün ve yoksullara ayni ve nakdi yardım yaptığı görülmektedir. Bazı vakıflar
belli sayıda yoksula sürekli aylık bağlamıştır. Osmanlı dönemi vakıflarının
sunduğu sosyal güvenlik hizmetlerinden, iktisadi ve sosyal açıdan güçsüz ve
zayıf, kimsesiz, hasta, yoksul, yaşlı kimseler hiçbir aidat, prim veya ücret
ödemeden yararlanabilmektedirler. Sosyal güvenlik alanının doğrudan çerçevesini oluşturan ve aynı zamanda toplumsal dayanışmayı da hedeflemiş
nitelikte olan Avarız Vakıfları ise özellikle şehir ve köy halkının önemli bir
sosyal güvenlik kurumunu oluşturmuştur. Kimsesiz ve yetimleri gözeten
Avarız vakıfları, uzun yıllar devam etmekle birlikte 1876-1877 tarihinden
itibaren devlet tarafından yönetilmeye başlanmıştır50.
47
Soysaldı,a.g.m.,s.17
Arslanel ve Özkiraz,a.g.m.,s.234
49
Zaim,”Vakıfların Milli Ekonomiye...”,s.179;Özaydın,a.g.m.,s.17-18
50
Tabakoğlu,a.g.e.
48
65
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
Osmanlı döneminde sosyal güvenlik hizmetini sağlamaya yönelik
vakıflar çok çeşitlilik göstermekle birlikte, bazı vakıfların hizmetleri sosyal
güvenlik kurumlarının dahi el atmadığı, el atma ihtimalinin zayıf olduğu
ihtiyaçları karşılamaya yönelik olarak hizmet göstermiştir51.
Çalışma hayatına ve sosyal hayata yönelik uygulamaları ile sınıf çatışmalarını, sosyal çatışmaları azaltan vakıf sistemi Zaim’in de (1987:210211) ifade ettiği gibi milli ekonomiye, istihdam artışı ve kaynakların dengeli
dağılımına tesir ederek dengeli kalkınmanın sağlanması suretiyle etki etmektedir. Vakıflar, alt yapı hizmetleri ile hızlı kalkınmaya, sosyal yapıyı iyileştirerek gelişme sürecine, sağlık, eğitim, şehircilik alanlarında yatırımlar yaparak devletin güçlenmesini de sağlamaktadırlar.
Osmanlı Devleti’nde sağlık hizmetlerine bakıldığında ülkenin her
yerinde vakıflar tarafından kurulan sağlık kurumlarının olduğu görülmektedir. Bayındırlık ve şehircilik hizmetlerinin vakıflarca gerçekleştirildiği Osmanlı Devleti’nde tüm eğitim hizmetleri de vakıflar tarafından yerine getirilmiştir. Vakıflar, eğitimde fırsat eşitliğinin teminine büyük katkılar sağlamışlardır. Mesleki eğitimin yaygınlaşması ve meslek örgütleri içindeki çeşitli oluşumlarda da vakıfların etkisini görmek mümkündür52.
Üretim ve istihdama katkıları ile ekonomik hayata da katkıları olan
vakıfların, meslek vakıfları aracılığıyla da üretim üzerinde etkileri olmuştur.
Buna göre vakıflar, mesleki dayanışmayı sağlarken, meslek mensuplarının
teşviki ve mesleğin devamlılığı suretiyle üretimi de desteklemektedirler.
Diğer yandan istihdam alanında da vakıfların önemli destekleri söz konusudur. Devletin, zorunlu olmadıkça emek piyasasına müdahale etmemesi gerektiği şeklinde bir anlayışın bulunduğu dönemde, vakıflar güçlü bir belirleyici rol oynamışlardır. Vakıfların birçok şekilde istihdam oluşturdukları görülürken, mesleğinde uzman kişilerin yetişmesine de önemli katkılar sağlamıştır. Vakıfların istihdam alanına katkılarını, istihdam alanının genişletilmesi ve yeni istihdam alanı açılması, ücretler politikalasına etkileri olarak
51
52
Zaim, ,”Vakıfların Milli Ekonomiye...”,s.179
Arslanel ve Özkiraz,a.g.m.,s.235;Özaydın,a.g.m.,s.25
66
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
incelemek mümkündür. Yapıları itibariyle insana büyük önem veren vakıflar, kuruluş amaçları içinde olmamakla birlikte çalışma hayatının düzenlenmesinde de rol almışlardır. Vakıfların, ücret (ücret istikrarını sağlayıcı, düzenli maaş ödemeleri, asgari ücret) ve iş güvencesi (görevi kötüye kullanma
dışında vakıflarda iş süreklidir) konusundaki uygulamaları dikkat çekmektedir. Gelir-servet dağılımı üzerinde etkili olan vakıflar, ücet politikalarıyla da
gelir dağılımı üzerinde ikinci defa etki etmektedirler. Çalışma yaşamında
önemli bir kurum olan Ahi sisteminin kullandığı önemli araçlardan biri de
vakıflardır. Vakıflar ve Ahi sistemi, ortak bir şekilde çalışma hayatına etkide
bulunmuşlardır53.
Ekonomik ve sosyal kalkınmanın sağlanmasında çok önemli bir yeri
olan vakıfların, bilim kültürden, istihdama, toplumun şekillenmesinde etkili
olan mesleki dayanışmadan toplum ahlakına, bayındırlıktan ulaşıma kadar
geniş bir faaliyet alanı ve etkinliği söz konusudur. Osmanlı vakıfları, her
seviyede eğitim ve öğretim kurumları; sağlık kurumları; yol, köprü, kanal,
kuyu, bent, çeşme, sebil, deniz feneri, kervansaraylar vs. gibi bayındırlık
hizmetleri veren kurumlar; şehirlerin aydınlatılması, su ihtiyacının karşılanması, park ve bahçelerin inşa edilmesi ve bakımı gibi beledi hizmetler veren
kurumlar; camiler, aşevleri, imaretler, iş kurmak isteyenlere borç temini,
yaşlıların bakımı, mahkumların gereksinimlerinin karşılanması, misafirhaneler, kimsesiz çocuklara, öksüz ve yetimlere, gereksinim sahiplerine yardım
edilmesi, düşmana esir düşenlerin fidyelerinin ödenerek kurtarılması, evlenecek kızlara çeyiz hazırlanması gibi sosyal yardımlaşma ve dayanışma işlevi gören kurumlar tesis ederek, toplumsal yaşamın her alanında faaliyette
bulunmuşlardır54. Özellikle dönemin sosyal politika kurumu olarak sosyal
yardım-sosyal güvenlik ve gelir-servet dağılımında çok önemli hizmetler
yerine getirdiği görülmektedir.
53
Zaim, Sabahattin, “Vakıflarımızın İktisadi ve Sosyal Açıdan Değerlendirilmesi”, İstanbul
Üniversitesi, İktisat Fak. Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt:37-38, İstanbul,1992
54
Kozak, İbrahim Erol, Bir Sosyal Siyaset Müessesesi Olarak Vakıf, Adapazarı: Sakarya
Üniversitesi Yay., 1994,s.15-26
67
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
4. DEĞERLENDİRME
Osmanlı Devleti döneminde gelişmenin zirvesine ulaşan vakıflar,
sosyal politika bilim disiplininin yardım ve dayanışma anlayışını esas alarak
toplum hayatının devamlılığını sağlama amacı ile sosyal, kültürel ve ekonomik fonksiyonlar üstlenmişlerdir. Vakıflar başlangıçta, bireysel ve sosyal
ihtiyaçların karşılanması amacı ile ortaya çıkmakla birlikte zamanla toplum
hayatında meydana gelen tüm değişmelere uygun olarak farklılaşmış ve gelişmiştir. Bu suretle vakıflar, toplumun bütün ihtiyaçlarına cevap vermeye
çalışan, tek yaygın toplumsal kuruluş haline gelmişlerdir55.
Medeni bir toplumda olması beklenen tüm hizmetleri finanse etmiş,
örgütlemiş, inşa etmiş ve korumuş olan vakıf sistemi sayesinde güçlü devlet
tarafından mülkiyet haklarının çiğnenmesi engellenmiş, İslam medeniyetinin
zengin mimari mirası finanse edilip korunabilmiş, yaşlılık ve maluliyet maaşları verilebilmiş, bir kurum olarak sigortanın bilinmediği bir çağda lonca
ya da mahalle üyeleri için bir sigorta güvencesi sağlanmış, köprüler, yollar,
kütüphaneler, çeşmeler, kaldırımlar inşa edilip korunabilmiştir56.
Osmanlı vakıfları, dünyada sosyal adalet, soyal refah, dengeli gelir
dağılımı, sosyal güvenlik ve sosyal hizmet gibi kavramların telaffuz edilmediği dönemlerde, devletin bilgisi dahilinde sosyo-ekonomik ve sosyokültürel bir faaliyet alanı ve örgütlü bir yardımlaşma ve dayanışma örneği
olarak57 ortaya çıkmışlardır.
Dengeli ve eşitlikçi bir sosyal politikanın manevi temellerinin oluşmasına önemli katkı sağlayan bir kurum olan vakıfların tarih boyunca çeşitli
alanlarda ve farklı statülerde hizmetler vermesi, kendi içinde mahiyetleri,
mülkiyetleri, idareleri ve kullanım şekilleri bakımından farklı gruplara ayrılarak incelenmesini mümkün kılmaktadır. Bilindiği üzere, vakıfların sivil
55
Özaydın,a.g.m.
Çizakça,a.g.m.,s.22
57
Abay, A. Rıza, “Bir Sosyal Politika Olarak,Yoksullukla Mücadelede Sosyal Yardımlaşma
ve Dayanışma Vakıflarının Yeri”, Sivil Toplum Dergisi, Sayı:6, İstanbul, 2004a,s.56
56
68
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
toplum potansiyeli taşıyıp taşımadığı vakıflar ile devlet arasındaki ilişkilerin
boyutuna ve niteliğine bağlıdır. Bu noktada vakıfların, mülkiyetleri ve idareleri bakımından ele alınması önemlidir.
Osmanlı döneminde merkezi yönetim tarafından hukuki sınırları belirlenen ve devlet denetimine tabi olan vakıfların %90’ı sultan veya sultanın
dini-idari yetkilerle donattığı yönetenler (asker) sınıfı denilen saraya yakın
kimseler tarafından kurulmuştur. Vakıfların yapımına sultanların önemli
ölçüde katkıda bulundukları bilinmektedir. Geri kalan %10’luk kısım ise
reaya yani yönetilenler sınıfı tarafından kurulmuş ve yaşatılmıştır. Büyük
vakıflar, sadrazam, şeyhülislam, baş defterdar, kadı, Enderun, iç haznedar
başı gibi devlet görevlilerinin nezareti altında58 hizmet görmekteydi. Vakıfların bu şekilde ağırlıklı olarak devlet eliyle kurulmuş ve yönetiliyor olması,
vakıf-devlet arasındaki bağı güçlendirmiştir59. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik döneminde devlet ve vakıf sisteminin işbirliği içinde olduğu
görülmektedir. Bu işbirliği, vergi muafiyetinin yanısıra devlet tarafından
sağlanan doğrudan finansal destekler şeklinde gerçekleşmektedir. Örneğin
mukataa adı verilen belli bazı vergi gelirlerinin, özellikle sultanlar ve aile
üyeleri tarafından kamu politikaları gütmek üzere kurulan sultan vakıflarına
ayrılması, Osmanlı devletinin vakıf sektörüne akıttığı gelirler arasında yer
almaktadır. Ancak bu devlet gelirlerinin idaresinin, vakıf yöneticilerine bırakıldığı da belirtilmektedir60. Dönemin vakıflarının özel mülkiyetle devlet
mülkiyeti arasında özel bir sosyal mülkiyet kategorisi içinde olması da vakıflara değişik bir özellik verecek kadar önem taşımaktadır. Özel mülkiyet ile
kamu mülkiyeti arasındaki dengenin sağlanması, özellikle sosyal politika
uygulamalarını yakından ilgilendiren çok temel bir meseleyi oluşturmaktadır61.
58
Tabakoğlu,a.g.e.,s.230
Öztürk’ten akt. Gürel, Deniz , “Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşlarının Sosyal Politika
Üzerindeki Etkisi: İstanbul Örneği”, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Ens., Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul,2009,s.48-49
60
Çizakça,a.g.m.,s.23
61
Özaydın,a.g.m.,s.22
59
69
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
Osmanlı Devletinde vakıflar, toplumun tüm ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışan, merkezi yönetim tarafından hukuki sınırları belirlenen ve aynı
zamanda devlet denetimine tabi olan ancak kendi idareleri olan toplumsal
kurumlardır. Nitekim bu kadar çok çeşit sosyal hizmetin vakıflar tarafından
finanse edilip, örgütlenip, sürdürülebilmesi, kısmen de olsa vakıfların ademi
merkezi karar verebilme yetisi sayesinde mümkün olabilmiştir. Ademi merkezi karar verme yetisinin bulunması vakıfların, toplumsal huzuru sağlayabilmesini ve yerel sorunları bürokratik merkezi otoriteye kıyasla çok daha
hızlı bir şekilde iyileştirebilmesini sağlamıştır62.
Vakıfların tam anlamıyla bir sivil toplum kuruluşu mu yoksa özellikle de devletin sınırlı hizmet anlayışından kaynaklı yapısı sebebiyle devlet
adına kamusal hizmetleri üstlenmiş bir kamusal araç mı sorusuna yanıt ararken sivil toplum örgütlerinin devlet karşısında anlam kazandığı ve devlete
göre konumlarının ön plana çıktığı unutulmamalıdır. Bu noktada vakıfların
yerinin tayininde sivil toplum örgütleri ile devlet ilişkisine bakmak önemlidir. Literatürde bu ilişki üç farklı şekilde tanımlanmaktadır: İlki, devletle
beraber hareket eden, ona eklemlenmiş bir görünüm sergileyen sivil toplum
örgütleri, ikincisi devletin karşısında ve devletle savaş içinde olan, devleti
yok sayan oluşumlar, üçüncüsü ise devletten bağımsız, devlet karşısında
özerkliğini sağlamış, fakat devletle temas içinde olan sivil toplum örgütleridir. Sağlıklı bir sivil toplum için, devlet karşısında kendini üçüncü tanıma
göre konumlandıran örgütlenmeler gereklidir. Böyle yapıdaki sivil toplum
örgütleri kendi otonomisini sağlamış ve üyelerinin taleplerini devlete ulaştırabilecek iletişim yollarını kullanabilecek yapıda örgütlerdir63. Yine aynı
zamanda sosyal politikanın uygulanması açısından baktığımızda, sivil toplum kuruluşları devlet ile toplum arasında bir köprü gibi kurgulandığında,
toplum ihtiyaçlarının bu kuruluşlar vasıtasıyla mahalli veya yerel düzeyde
daha iyi algılanıp, tespit edilmesi ve devletin yasal düzenlemeleri içinde bu
62
Çizakça, a.g.m.,s.23
Sarıbay, Ali Yaşar, Postmodernite Sivil Toplum ve İslam, Alfa Basım Yayım Dağıtım,
İstanbul,2001,s.140-141
63
70
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
ihtiyaçların giderilmesi suretiyle önemli bir sosyal politika fonksiyonunu
yerine getirmekte olduklarını söylemek mümkündür.
Sivil topluma ilişkin yapılan birçok tanım ve açıklamaya göre, sivil
toplum devlet müdahalesini kabul etmeyen, bireylerin ya da grupların izin
almadan kendi serbest iradeleri ile örgütlenebildikleri ve bu örgütlere girip
çıkabildikleri, kendi kaderlerini belirleyebildikleri, bireysel özgürlükleri esas
alan sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel faaliyetlerin örgütlü olarak gerçekleştirildiği alanı ifade etmektedir64. Osmanlı toplumu sivil örgütlenme açısından batı ile kıyaslandığında halkın demokratik anlamda yönetime katılması söz konusu olmadığından sivil örgütlenmeleri münhasıran sosyal amaçlı örgütlenmelerdir. Bu açıklamalar üzerinden baktığımızda vakıfların, bir
sivil toplum örgütü niteliği taşımakla birlikte devlete göbek bağı ile bağlı
kaldıkları, devlet ile ilişkilerinde devleti önceleyen bir yaklaşım içinde oldukları da görülmektedir65. Diğer yandan, sivil toplum ve sivil dayanışma
kavramlarının, sivil toplum kavramının siyasi yönünün olması nedeniyle
aynı anlama gelmediğinden hareketle, vakıfları “sivil dayanışma” şeklinde
tanımlayan görüşler de bulunmaktadır66. Zira, ülkenin ekonomik ve sosyal
hayatında toplumsal dayanışmayı ve yardımlaşmayı sağlamada çok önemli
bir yere sahip olan vakıflar, toplumsal talepleri iktidara iletmek, ona baskı
yapmak, sınırlandırmak, yönetsel politikaların oluşumuna katkıda bulunmak
gibi sivil topluma ilişkin işlevlere sahip olamamışlardır67. Bu açıklamalar
sonucunda özel kimseler tarafından kurulan vakıfların, sivil toplum kuruluşu
özelliği gösterdiği söylenebilirken, yönetici kesim tarafından kurulan vakıfların toplumsal hizmetlerin sunulmasında kullanılan kamu politikalarının bir
aracı olarak değerlendirilmesi mümkündür68.
64
Arslanel ve Özkiraz,a.g.m.,s.236
Abay,”Sivil Toplum ve Demokrasi..”,s.280
66
Abay, ”Sivil Toplum ve Demokrasi..”,s.278; Arslanel ve Özkiraz,a.g.m.,s.235-237
67
Biber,a.g.m.,s.37-38
68
Güran, Tevfik, Ekonomik ve Malî Yönleriyle Vakıflar, Süleymaniye ve Şehzade Süleyman
Paşa Vakıfları, Kitabevi, İstanbul, 2006,s.1-2
65
71
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
Sivil toplum potansiyeli taşıdığı savunulan millet sistemi, loncalar,
tarikatlar ve vakıflar, Osmanlı’da devletin karşısında değil, yanında yer almışlar ve hem kendileri hem de sistem için var olmuşlardır. Bu oluşumların
devlet için önemi, devlet adına toplumu kontrol aracı olmalarından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bu yapılar bir sivil toplum örgütlenişi, kendiliğindenlik şeklinde değil, güçlü devletin egemenliği altında, devletin siyasal
iktidarını toplumsallaştırma ve meşrulaştırma aracı olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir69.
Birey anlayışını reddetmeden bireyin toplum içindeki değer ve itibarını yükselten bir özelliğe70 sahip olan dönemin vakıfları, aynı zamanda doğrudan gelir desteği sağlama rolünü de benimsemişlerdir. Oysa ki sivil toplum
kuruluşları, doğrudan gelir sağlama yerine bireylerin gelir elde edici beceri
ve donanımlar kazanmasını sağlayıcı mesleki eğitim gibi faaliyetlerde rol
almalıdırlar71. Nitekim literatürde Osmanlı vakıflarının bu yönde eleştirildiği
de görülmektedir.
Ancak yapılan tüm araştırma ve çalışmalar göstermektedir ki, gerek
toplumsal ihtiyaçların ileri boyutta karşılanması gerekse Osmanlı Devleti’nin
birçok alanda gelişiminde vakıfların ve bu vakıfların ortaya koyduğu kültürün önemli bir yeri vardır. Her ne kadar literatürdeki sivil toplum özelliklerinin tümünü karşılamıyor olsalar da vakıfların sivil toplum kuruluşu olma
niteliğini pek çok açıdan günümüzdeki kimi sivil toplum kuruluşlarından
daha fazla hak ettiğine ilişkin görüşler de bulunmaktadır.
Günümüzde vakıfların üçüncü sektör olarak anılmaya başladığı ve
üçüncü sektör olarak vakıfların büyük önem kazandığı görülmektedir. Sahip
oldukları tüm özellikler dikkat alındığında, vakıfların böyle bir kategori
içinde yer bulması doğal olarak karşılanmalıdır. Tüm dünyada kamu ve özel
sektörün yanında kendine özgü dinamikleri ve yapıları ile ortaya çıkan vakıflar, üçüncü sektör kuruluşları olarak, kar amaçlı özel sektör ile iktidar amaçlı
69
70
Tosun,a.g.e.,s.223
Kozak,a.g.e.,s.54
71
Buluş,a.g.m.,s.35
72
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
kamu sektörü yanında, kar amacı gütmeyen ancak kamu ile ilgili bir alanı
dolduran kurumlar olmuşlardır 72.
KAYNAKÇA
Abay, A. Rıza, “Bir Sosyal Politika Olarak,Yoksullukla Mücadelede
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarının Yeri”, Sivil Toplum Dergisi, Sayı:6, İstanbul, 2004a
Abay, A. Rıza, “Sivil Toplum Ve Demokrasi Bağlamında Sivil Dayanışma Ve Sivil Toplum Örgütleri”, 3.Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim
Kongresi,
24-26
Kasım,
Eskişehir,
2004b,
http://www.siyasaliletisim.org/pdf/siviltoplumvesivildayanisma.pdf Erişim
Tarihi: 21.05.2012
Akbulut, İlhan, “Vakıf Kurumu, Mahiyeti ve Tarihi Gelişimi”, Vakıflar Dergisi, XXX.Sayı, 2007
Arslanel, Nazan ve Özkiraz, Ahmet “Sivil Toplum Kuruluşu Olarak
Osmanlıda Vakıflar”, Uluslararası VII.STK’lar Kongresi Bildiriler Kitabı,
3-5 Aralık, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Çanakkale ss:232239,2010
Aydın,Vahdettin, “Türk Yönetim Tarihi Açısından Vakıf Sistemi ve
Eğitim Yönetimine Katkısı”, SDÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 8, Sayı:1,ss.313-338,2003
Biber, Ayhan, “Türkiye’de Sivil Alanın Darlığının Tarihsel Nedenleri Üzerine Bir Değerlendirme”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Dergisi, 11/3 ss.27-42, 2009
72
Özaydın,a.g.m.,s.14
73
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
Buluş, Abdülkadir, “Sivil Toplum Kuruluşlarına Tarihsel Bir Örnek:
Osmanlı Vakıfları”, Selçuk Üniversitesi, İ.İ.B.F., Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Yıl:9, Sayı:16, Ekim, ss.21-36,2008.
http://www.iibf.selcuk.edu.tr/iibf_dergi/dosyalar/631348065576.pdf
01.12.2011
,
Cihan, Ahmet ve Doğan, İlyas, Osmanlı Toplum Yapısı ve Sivil
Toplum, 3F Yayınevi, İstanbul, 2007
Çaha, Ömer, “Osmanlı’da Sivil Toplum”, A.Ü.S.B.F. Dergisi, C:49,
S:3-4 Haziran Aralık ss. 79-99,1994
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/465/5316.pdf 02.03.2012
Çaha, Ömer, Sivil Kadın, Türkiye’de Sivil Toplum ve Kadın, Vadi
Yayınları, Birinci Basım,Nisan, Ankara,1996
Çaha, Ömer, Sivil Toplum, Aydınlar ve Demokrasi, İz Yayıncılık, İstanbul,1999
Çizakça, Murat, “Osmanlı Dönemi Vakıflarının Ekonomik Boyutları”, Rana Zincir ve Filiz Bikmen (ed.), Türkiye’de Hayırseverlik: Vatandaşlar, Vakıflar ve Sosyal Adalet, İstanbul: TÜSEV/Ford Foundation,2006
http://www.tusev.org.tr/userfiles/image/ford/Osmanli%20Donemi%20Vakifl
arinin%20Ekonomik%20Boyutlari.pdf , 08.10.2011
Dursun, Davut, Yönetim-Din İlişkileri Açısından Osmanlı Devletinde
Siyaset ve Din, İşaret Yayınları, İstanbul,1992
Dursun, Davut, Demoratikleşemeyen Türkiye, İşaret Yayınları, İstanbul,1999
Gürel, Deniz , “Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşlarının Sosyal Politika Üzerindeki Etkisi: İstanbul Örneği”, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Ens., Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul,2009
74
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
Eren, Fikret, “Osmanlı Dönemi Vakıfları”, Vakıflar Genel Müdürlüğü, V. Vakıf Haftası Semineri, 7-13 Aralık, ss.195-201, Ankara,1987
Güran, Tevfik, Ekonomik ve Malî Yönleriyle Vakıflar, Süleymaniye
ve Şehzade Süleyman Paşa Vakıfları, Kitabevi, İstanbul, 2006
İnalcık,Halil, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, 1.Cilt, 1300-1600, Çev. Halil Berktay, İstanbul,2000
İnalcık, Halil, Devlet-i Aliyye, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-I, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,2009
Kozak, İbrahim Erol, Bir Sosyal Siyaset Müessesesi Olarak Vakıf,
Adapazarı: Sakarya Üniversitesi Yay., 1994.
Küçükömer,İdris, “Asyagil Üretim Biçimi, Yeniden Üretim ve Sivil
Toplum”, Toplum ve Bilim, S:2,Yaz ss. 3-30,1977
Mardin, Şerif , “Center-Periphery Relations:A Key to Turkish Politics?”, Daedalus, 102(1) ss.169-190,1973
Mardin, Şerif , “Yenileşme Dinamiğinin Temelleri ve Atatürk”, Türkiye’de Toplum ve Siyaset – Makaleler I, Der. Mümtaz’er Türköne, Tuncay
Önder, İletişim Yayınları, İstanbul,1990
Özaydın, Mehmet. M., “Vakıfların Sosyal Politika İşlevleri ve Günümüzde Artan Önemi”, Kamu-İş, C:7, S: 2,2003 http://www.kamuis.org.tr/pdf/7241.pdf Erişim Tarihi: 04.05.2012
Sarıbay, Ali Yaşar, Postmodernite Sivil Toplum ve İslam, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul,2001
Soysaldı, Mehmet, “ Vakıflar ve Psiko-Sosyal Fonksiyonları”, 2004
http://web.firat.edu.tr/msoysaldi/vakiflar.pdf , 24.10.2012
75
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
Şen, Murat, “Tanzimat Öncesi (Klasik Dönem) Osmanlı Devleti’nde
Sosyal Güvenlik”, 2002 http://www.e-akademi.org/makaleler/msen-1.htm
10.03.2012
Tabakoğlu, Ahmet, “Klasik Dönem Osmanlı Vakıfları”, 2010a
http://www.mimar.cc/makale/klasik-donem-osmanli-vakif-sistemi-105.html,
05.09.2012
Tabakoğlu, Ahmet, Türkiye İktisat Tarihi, Dergah Yayınları, İstanbul,2010b
Tosun, Erdoğan Gülgün, Demokratikleşme Perspektifinden DevletSivil Toplum İlişkisi, Ocak, Alfa Yayınları, 2001
Tuna, Orhan, Yalçıntaş,Nevzat,Sosyal Siyaset, Filiz Kitabevi, İstanbul,1991
Vakıflar Genel Müdürlüğü, Türk Vakıf Hizmetlerinde Kalite ve Verimlilik, Plaka Matbaacılık, Ankara,1998
Vergin, Nur, “Demokrasi ve Sivil Toplum”, Yeni Türkiye Dergisi,
S:1, Kasım- Aralık,1994
Yazgan, Turan, İktisatçılar İçin Sosyal Güvenlik Ders Notları, Türk
Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul,1992
Yediyıldız, Bahaeddin, 18. Yüzyılda Türkiye’de Vakıf Müessesesi
(Bir Sosyal Tarih İncelemesi), Türk Tarih Kurumu Yayınları / Yayınevi Genel Dizisi, İstanbul,2003
Yücekök, Ahmet, N., “19. Yüzyıl Osmanlı Toplumundan Günümüz
Türkiye’sine Sivil Toplum Kuruluşları ve Siyaset Sosyolojisi İlişkileri”,
Tanzimattan Günümüze İstanbul’da STK’lar, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul,1998
76
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (49-77)
Zaim, Sabahattin, “Vakıfların Milli Ekonomiye Etkileri”, Vakıflar
Genel Müdürlüğü, V. Vakıf Haftası Semineri, 7-13 Aralık, ss.209-218, Ankara,1987
Zaim, Sabahattin, “Vakıflarımızın İktisadi ve Sosyal Açıdan Değerlendirilmesi”, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fak. Sosyal Siyaset Konferansları, Cilt:37-38, İstanbul,1992
77
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94)
EXTERNAL DEBT AND GDP RELATIONSHIP:
A DYNAMIC ANALYSIS FOR TURKEY
Hasan Murat ERTUĞRUL1
Ahmet KENAR2
ABSTRACT
External debt and GDP relationship is mostly investigated empirically for different countries in the literature. Most of these studies employ cointegration and Granger causality tests and assume a static link. This study
differentiates from existing papers by employing Kalman Filter algorithm in
order to analyze time varying empirical link between external debt and GDP.
In this paper, we investigated external debt and GDP relationship for
1989Q4-2011Q4 periods. Firstly, we analyzed stationarity characteristics of
series employing various unit root tests and all series found in I(1). Then, we
investigated co-integration relationship between GDP and external debt employing Bound test approach proposed by Peseran at al. 2001 and found long
run co-integration relationship between external debt and GDP. Finally, we
analyzed external debt elasticity of income dynamically by employing Kalman Filter models.
The empirical results suggest that external debt elasticity of income
is decreasing in 1994 and 2001 crises period and then increasing after last
quarter of 2002 which coincides with the political stability term of Turkey.
These findings support success of efficient debt management and fiscal policy after crises period.
Keywords: External Debt, Bound Test, Kalman Filter, Turkey
JEL Codes: H63; C22, ***
1
Corresponding Author, Dr., Undersecretariat of Turkish Treasury, Treasury Expert,
e-mail: [email protected]
2
Undersecretariat of Turkish Treasury, Assistant Treasury Expert, e-mail: [email protected]
78
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94)
ÖZET
Dış borç ve GSYH ilişkisi uygulamalı literatürde farklı ülkeler için
oldukça çok incelenen bir konudur. Söz konusu ilişkiyi inceleyen çalışmaların çoğunda statik bir analiz olan eş bütünleşme ve Granger nedensellik analizi kullanılmaktadır. Bu çalışmada literatürde yer alan çalışmalardan farklı
olarak dış borç ve GSYH ilişkisi Kalman Filtresi yöntemi kullanılarak dinamik olarak incelenmektedir.
Bu çalışmada, dış borç ve GSYH ilişkisi 1989Ç4-2011Ç4 dönemi
için incelenmiştir. Çalışmada ilk önce serilerin durağanlıkları çeşitli durağanlık testleri kullanılarak incelenmiş ve seriler I(1) bulunmuştur. Daha sonra GSYH ile dış borç arasındaki eş bütünleşme ilişkisi Peseran vd (2001)
tarafından önerilen Sınır Testi yöntemi kullanılarak incelenmiş ve seriler
arasında eş bütünleşme ilişkisi tespit edilmiştir. Son olarak GSYH'nın dış
borç esnekliği Kalman Filtresi yöntemi kullanılarak dinamik olarak incelenerek uygulamalı analiz tamamlanmıştır.
Çalışmanın bulgularına göre GSYH'nın dış borç esnekliği 1994 ve
2001 kriz dönemlerinde azalmakta ve Türkiye'de politik istikrarın başladığı
2002 yılının son çeyreğinden itibaren ise artmaktadır. Bu bulgular kriz sonrası dönemde etkin borç yönetimi ve maliye politikalarının başarısını desteklemektedir.
Anahtar Kelimeler: Dış Borç, Sınır Testi, Kalman Filtresi, Türkiye
JEL Kodları: H63; C22,
*
The opinions expressed in this paper are those of the authors and do not necessarily
reflect the opinions of the Undersecreteriat of Turkish Treasury
**
A preliminary version of the paper was presented at International Conference of
Turkish Economic Assocation “Debt, Dynamics, Financial Stability, The Great
Recession”
79
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94)
1. INTRODUCTION
The main objective of the countries is to increase the gross domestic
product as well as to improve the social and economic development of society. This objective could be realized with sustainable economic growth which
becomes a very important challenge for developing countries facing the
budget deficit caused by the gradually expanding current account deficit and
the high level of debt service, especially external debt service.
The domestic resources of developing countries remain insufficient
to maintain a sustainable economic growth. This inadequacy of domestic
resources is especially due to inter-countries differences and inequitable
distribution of resources among countries. Actual saving gap in developing
countries raises the need of external funds for financing of investments. This
gap is also viable for the Turkish economy. Especially after 1950, due to the
lack of qualified labor force and technology, external debt has increased to
maintain sustainable economic growth.
External debt was firstly defined in 1984 by the working group of
external debt statistics of four international institutions including IMF,
World Bank, Bank of International Settlements (BIS) and OECD as follows;
external debt, at any given time, is the outstanding amount of those actual
current, and not contingent, liabilities that require payment(s) principal
and/or interest by the debtor at some point(s) in the future and that are owed
to nonresidents by residents of an economy (Klein, 1994).
Between 1994-2001 period Turkey faced three economic crises and
two of them had reflected Turkey’s own economic imbalances directly. After
2001 crises period, Turkish economy became more stable because of the
political and structural transformation. The external debt stock of Turkey
was $ 113.6 billion in 2001 and reached $ 208.4 billion by 2006 and $ 306.7
billion in 2011.
Most of the studies in the literature investigate the relationship between external debt and economic growth employing co-integration and
Granger causality tests and assume a static link. This study differentiates
80
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94)
itself from existing works by employing the Kalman filter algorithm in order
to account for time varying empirical link between external debt and GDP.
The paper is organized as follows. The next section briefly introduces literature review. Section 3 presents data and methodology. Section 4
shows empirical results and section 5 includes the conclusion.
2. LITERATURE REVIEW
Many empirical studies especially focus on heavily indebted poor
countries and analyze external debt and economic growth relationship via
different econometric techniques including co-integration, causality analysis
and GMM and panel data analysis in the literature.
Chowdhury (1994) investigated public and private external debt and
GNP relationship for developing and debtor Asian and Pacific countries
between 1970 and 1988 by employing Granger causality test. He found public and private sector external debts have a small and negative effect on
GNP.
Clements et al. (2003) analyzed how external debt affects economic
growth for low income countries. They investigated external debt and economic growth relationship for 55 low income countries for 1970-1999 periods employing panel data analysis and GMM method. They found that a
decrease in the external debt stock has a direct positive effect on GDP per
capita growth in low income countries, which means that there is negative
relationship between external debt and economic growth.
Scharek (2004) investigated the relationship between external debt
and economic growth using data set of 59 developing and 24 developed
countries for 1970-2002 period employing panel data analysis and generalized method of moments (GMM) model. He found negative and significant
relationship between external debt and economic growth in developing countries. Moreover, he analyzed effects of public and private sector external
81
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94)
debt on economic growth separately and found negative relationship from
public external debt to economic growth but not vice versa.
Cordella et al. (2005) investigated how the relationship between external debt and economic growth changes according to debt level in developing countries employing panel data and General Methods of Moments
(GMM) model for 79 developing countries covering the period 1970-2002.
They found negative relationship between external debt and economic
growth in the cases of no excessive debt burden.
Wijeweera et al. (2005) investigated external debt and GDP and
economic growth relationship for Sri Lanka for the 1952-2002 period employing co-integration analysis and error correction model. They found negative but statistically insignificant relationship between external debt service
and Gross Domestic Product (GDP) in the long term and statistically insignificant relationship in the short-term.
Butts (2009) investigated causality relationship between external
debt and economic growth for 27 Latin American and Caribbean countries
covering the period 1970-2003. He found unidirectional causality from economic growth to external debt for 13 Latin American and Caribbean countries in both long term and short term.
Ogunmuyiwa (2011) investigated external debt and economic
growth relationship for Niger using time series data for the period 1970 2007 within the framework of an error correction model. According to the
empirical results, he found weak and statistically insignificant relationship
between external debt and economic growth and he could not find any causality relationship between economic growth and external debt.
There are also studies which investigated the external debt and economic growth relationship for Turkey. These studies are as Karagöl (2002),
Javed and Şahinöz (2005), İpek and Yaşar (2008) and Uysal (2009).
Karagöl (2002) examined the relationship between external debt
burden and economic growth for Turkey using five variables VAR model
employing co-integration and Granger causality analysis. He found external
82
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94)
debt burden negatively affects economic growth in the long run. Furthermore, he found unidirectional causality from external debt to GDP for Turkey.
Javed and Şahinöz (2005) investigated effects of external debt on investment, export and economic growth for Turkey covering the 1983-2002
period and stated that external debt has a negative effect on investment and
positive effect on exports, however no effect on economic growth.
İpek and Yaşar (2008) analyzed the relationship between economic
growth and external debt within the framework of the co-integration and
causality analysis with data from 1989 to 2007. They concluded that there is
a co-integration between external debt and economic growth and they found
bidirectional causality between external debt and economic growth in both
long term and short term.
Uysal et al. (2009) investigated external debt and economic growth
relationship for Turkey covering the 1965-2007 period by employing VAR
model and found negative relationship between external debt and economic
growth.
Most of these studies in the literature concentrate on external debt
and economic growth relationship. In this study, we investigated external
debt and GDP relationship different from literature.
3. DATA AND METHODOLOGY
In this study, we investigate the relationship between external debt
and Gross Domestic Product (GDP). We use quarterly real GDP and real
external debt series covering the period 1989Q4-2011Q4.
The real GDP series in 1998 constant thousand Turkish Liras were
obtained from Turkish Statistical Institute. Real GDP series between the
1989Q4-1997Q4 period were obtained by employing 1987 based constant
GDP growth rates. External debt series were obtained from Undersecretariat
of Treasury converted to Turkish Liras using average the exchange rate and
deflated by employing GDP deflator. Both real GDP and real external debt
83
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94)
series were seasonally adjusted using the Tramo-Seats methodology and
measured in natural logarithms similar to the empirical literature and natural
logarithms of GDP and external debt were denoted as LY and LDB respectively.
In the empirical analysis, we firstly analyzed stationarity properties
of the series by employing mostly used unit root tests in empirical studies
including ADF, PP and Ng-Perron tests in empirical analysis.
After determining stationarity properties for series, we investigated
the existence of the long term co-integration relationship between real GDP
and real external debt series employing Bound Test developed by Pesaran et
al. (2001). Bound test approach has some advantages over the conventional
co-integration models. Firstly, The Bounds testing approach can be employed irrespective of whether the regressors are purely I(0) or I(1) (Peseran
et al., 2001). Secondly, the bound test co-integration approach has superior
properties in small sample sizes than other co-integration approaches (Narayan and Narayan, 2004; Mangir and Ertuğrul, 2012).
Finally, we investigated dynamic relationship between external debt
and GDP by following a dynamic approach employing Kalman filter to depict the time varying interaction between external debt and economic
growth.
4. RESULTS
4.1. Unit Root Tests
Firstly, we investigate stationarity characteristics of series. In this respect, we employed ADF (1979), PP (1988) and Ng-Peron (2001) tests. The
results of unit root tests are presented in Table 1.
84
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94)
Table 1: Unit Root Test Results
ADF Test Results
LY
-2.645
ΔLY
-9.188*
LDB
-1.907
ΔLDB
-8.290*
ADF critical values for LY and ADF critical values for ΔLY and
LDB
%1=-4.066 and ΔLDB
%1=-3.507 %5=-2.895
%5=-3.462
PP Test Results
LY
-2.883
ΔLY
-9.196*
LDB
-2.094
ΔLDB
-8.289*
PP critical values for LY and PP critical values for ΔLY and ΔLDB
LDB
%1=-4.066 and %1=-3.507 %5=-2.895
%5=-3.462
Ng-Perron Test Results
MZ
a
MZ
t
MSB
MPT
LY
-12.550
-2.492
0.199
7.333
LDB
-6.625
-1.809
0.273
13.762
ΔLY
-32.902
-4.053
0.123
0.753
ΔLDB
-55.287
-5.256
0.095
0.448
Ng-Peron critical values for LY and LDB series; MZa, MZt, MSB, MPT
respectively;
%1 significance level -23.80, -3.42, 0.14 and 4.03
%5 significance level for -17.30, -2.91, 0.17 and 5.48.
Ng-Peron critical values for ΔLY and ΔLDB series; MZa, MZt, MSB, MPT
respectively;
%1 significance level -13.80, -2.58, 0.17 and 1.78
%5 significance level for -8.10, -1.98, 0.23 and 3.17
* denote %1 significance level
** denote %5 significance level
85
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94)
According to Table 1,

For ADF and PP tests, the null hypothesis suggests that the series
include unit root. The calculated t statistics for all variables are less
than the critical values in their level forms for both ADF and PP
tests. Thus, the null hypothesis cannot be rejected, suggesting that
all variables are nonstationary in their level forms. The results of
the first differenced variables show that the calculated t statistics for
all variables are greater than the critical values at %1 levels, suggesting that all variables are integrated of order I(1) according both
ADF and PP tests.

For Ng-Peron test, according to MZ a , MZ t tests the null hypothesis indicates that the series have unit root and according to MSB
and MPT tests the null hypothesis indicates that the series are stationary. For MZ a , MZ t tests, the calculated t statistics LY and
LDB are less and for MSB and MPT tests the calculated t statistics
for LY and LDB are greater than the critical values suggesting that
LY and LDB are non-stationary in their level forms. For the first
difference of series, according to MZ a , MZ t tests, the calculated t
statistics for LY and LDB are greater and for MSB and MPT tests
the calculated t statistics for LY and LDB are less than the critical
values at 1% levels, suggesting that LY and LDB become stationary
after differencing so that LY and LDB series are I (1) according to
Ng-Peron tests.
In summary, unit root tests shows that LY and LDB series are stationary
after differencing so that LY and LDB series are I(1).
4.2. Bound Test Co-Integration Approach
After investigating stationarity of series, we analyze co-integration
relationship between real GDP and real external debt by employing Bounds
Test approach developed by Pesaran et al. (2001). For the Bound test analysis, we firstly formed the Unrestricted Error Correction model (UECM).
UECM specification for our study is shown in equation 1.
86
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94)
m
 LY
t

0
 a 1t 

m

2,i
 LY
ti
i 1



3 ,i
 LDB
ti
  4 LY
t 1
  5 LDB
t 1
 t
i0
(1)
Where, LY is log of real GDP, LDB log of real external debt. In
UECM model in equation 1, “m” represents number of lags and “t” represents trend variables.
For testing co-integration relationship, the statistic underlying the
procedure is the Wald or F-statistic in a generalized Dickey-Fuller type regression, which is used to test the significance of lagged levels of the variables under consideration in a conditional UECM (Narayan and Narayan,
2004). Null hypothesis for F test is established as H
0
 a 4  a 5  0 for
our study and calculated F statistics is compared with table bottom and upper
critical levels in Pesaran et al. (2001). If the computed F-statistic falls outside the critical bounds, a conclusive decision can be made regarding cointegration without knowing the order of integration of the regressors. For
instance, if the empirical analysis shows that the estimated F statistics is
higher than the upper bound of the critical values, then the null hypothesis of
no co-integration is rejected. If the estimated F statistics is lower than the
bottom bound of critical values, there is no co-integration relationship between the series (Narayan and Narayan, 2004). If the calculated F statistics is
between the bottom and upper critical values, no exact opinion can be made
(Karagöl, Erbaykal and Ertuğrul, 2007).
Maximum lag number for UECM model is taken 8 and according to
Schwarz criteria and lag number is found 11. After determining lag number
of UECM model, we investigate co-integration relationship by comparing
1
Serial correlation for UECM model investigated by employing Breusch-Godfrey
serial correlation LM test and no serial correlation found in UECM model. Test
results can be taken from the authors.
87
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94)
the computed F-statistic from UECM model with table bottom and upper
critical levels in Pesaran et al. (2001). Table 2 shows the bound test results.
Table 2. Bound Test Results
Critical Value at %5 Significance
K
F statistics
Level
Bottom Bound
1
8.33
6.56
Upper Bound
7.30
k is number of independent variable number in equation 1. Critical values
are taken from Table C1.v at Pesaran et. al. (2001:300)
According to Table 2, F statistics is higher than the upper bound of
the critical values; therefore the null hypothesis of no co-integration is rejected. As a result, we found a significant long run co-integration relationship between real GDP and real external debt according to Bound test analysis.
4.3. Dynamic Approach
In order to investigate dynamic relationship between real GDP and
real external debt, we employ dynamic approach on a classical reference of
Harvey (1990) that introduces Kalman filter approach. The Kalman filter
approach is based on a form of state space representation. A linear state
space of the dynamics of an equation can be represented as
y t  c t  Z t
t
 
t
(2)

t 1
 d t  T t
t
 vt
(3)
88
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94)
Where in our case  t is a 2  1 vector of unobserved state variables, where,
c t , Z t , d t and T t are adaptable vectors and matrices, and where
t
and
vt
are
vectors of mean zero, Gaussian disturbances. As stated in equation (3), un
observed state vector t is assumed to change over time as a first-order vector auto-regression. The Kalman filter recursively estimates the parameters
by updating the estimation with every additional observation (Ertuğrul,
2012).
The Kalman filter specification used in our study is presented in
equations 4 and 5 below.
LY
t
 a 0  a 1 , t LDB
t
 
t
(4)
a i ,t  a i ,t  1  v i ,t
(5)
a 1,t
Coefficient in equation (4) indicates external debt elasticity of
income. External debt elasticity of income shows percentage change in income in response to a one percent change in external debt. If external debt
elasticity of income increases, same proportion external debt change will
cause more income change.
The time varying parameter estimates for external debt elasticity of
income employing Kalman Filter approach in 1994Q1-2011Q3 period are
89
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94)
shown in Figure 1. The parameter estimates for all variables of Kalman Filter approach are statistically significant.
Figure 1: Parameter Estimates for External Debt Elasticity of Income
0.56
0.55
1994Q1
1994Q4
1995Q3
1996Q2
1997Q1
1997Q4
1998Q3
1999Q2
2000Q1
2000Q4
2001Q3
2002Q2
2003Q1
2003Q4
2004Q3
2005Q2
2006Q1
2006Q4
2007Q3
2008Q2
2009Q1
2009Q4
2010Q3
2011Q2
0.54
-1%
TVP- External Debt Elasticity of Income
1%
Our results show that external debt elasticity of income decreases in
crises period of Turkey including 1994 and 2001 and then begins to increase
after last quarter of 2002 which coincide with the political stability term of
Turkey.
5. CONCLUSION
The domestic resources of developing countries remain insufficient
to maintain a sustainable economic growth. This inadequacy of domestic
resources is especially due to inter-countries differences and inequitable
distribution of resources among countries. Actual saving gap in developing
countries raises the need of external funds for financing of investments.
90
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94)
External debt and economic growth and GDP relationship is mostly
investigated empirically for different countries by employing various econometric techniques in the literature. Most of these studies employ cointegration and Granger causality tests and assume a static link. This study
differentiates from existing papers by employing Kalman Filter algorithm in
order to analyze time varying empirical link between external debt and GDP.
In this study, we try to investigate dynamic relationship between external debt and GDP for Turkey. The study uses quarterly real Gross Domestic Product (LY) and real external debt (LDB) series covering the period
1989Q4-2011Q4.
In empirical analysis firstly, we analyzed stationarity properties of
the series by employing ADF, PP and Ng-Perron tests and all unit root tests
shows that LY and LDB series are stationary after differencing so that LY
and LDB series are I(1).
Then, we investigated the existence of the long term co-integration
relationship between real GDP and real external debt series employing
Bound Test developed by Pesaran et al. (2001) and found a significant long
run co-integration relationship between real GDP and real external debt according to Bound test analysis.
Finally, we investigated dynamic relationship between external debt
and GDP by following a dynamic approach employing Kalman filter. Our
results show that external debt elasticity of income decreases in crises period
of Turkey including 1994 and 2001 and then begins to increase after last
quarter of 2002 which coincide with the political stability term of Turkey.
These findings are compatible with prudential fiscal and monetary policy
stance of Turkey after 2001 crises period and support success of efficient
debt management and fiscal policy after crises period.
91
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94)
REFERENCES
Butts, H., C. (2009), “Short Term External Debt and Economic Growth—
Granger Causality: Evidence from Latin America and the Caribbean”, The Review of Black Political Economy, Vol. 36, 93 – 111.
Chowdhury, K. (1994), “A Structural Analysis of External Debt and Economic Growth: Some Evidence from Selected Countries in Asia and
the Pacific”, Applied Economics, Vol. 26, 1121 – 1131.
Cordella, T., Ricci Antonio L. ve Ruiz-Arranz M. (2005), “Debt Overhang
or Debt Irrevelance? Revisiting the Debt – Growth Link”, IMF
Working Paper, WP/05/223
Clements B., Bhattacharya R., Nguyen T.Q. (2003), “External Debt, Public
Investment and Growth in Low-Income Countries”, IMF Working
Paper, WP/03/249, 2-24.
Dıckey, D.A., Fuller, W.A. (1979), “Distributions of the estimators for autoregressive time series with a unit root”, Journal of the American
Statistical Association, 74:427-431.
Engle, R. F., Granger, C. W. J. (1987), “Co-Integration and Error Correction: Representation, Estimation, and Testing”, Econometrica, Vol.
55, No. 2, 251 – 276.
Harvey A.C. (1990). Forecasting, Structural Time Series Models and the
Kalman Filter. CambridgeUniversity Press, Cambridge.
İpek, E., Yaşar, B., K. (2008), “Türkiye’de Dış Borç ve Ekonomik Büyüme
İlişkisi”, Uluslararası Sermaye Hareketleri ve Gelişmekte Olan Piyasalar Uluslararası Sempozyumu, 267 – 276.
Javed, Z. H., ve Şahinöz, A. (2005), “External Debt: Some Experience From
Turkish Economy”, Journal of Applied Sciences, 5 (2), 363 – 367.
92
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94)
Karagöl, E. (2002), “The Causality Analysis of External Debt Service and
GNP: The Case of Turkey”, Central Bank Review 1, 39 – 64.
Karagöl, E., Erbaykal, E., ve Ertuğrul, H.M. (2007). “Türkiye’de Ekonomik
Büyüme ile Elektrik Tüketimi İlişkisi: Sınır Testi Yaklaşımı”. Doğuş Üniversitesi Dergisi, 8(1), s.72-80.
Klein, Thomas M. (1994), “External Debt Management”, World Bank
Technical Paper, No. 245.
Narayan S. and Narayan P. K. (2004). “Determinants of Demand of Fiji’s
Exports: An Empirical Investigation”. The Developing Economics,
42(1), s.95-112.
Ng, S. and Peron P. (2001). “Lag Length Selection and the Construction of
Unit Root Tests with Good Size and Power”. Econometrica, 69(6),
1519–1554.
Ogunmuyiwa, M., S. (2011), “Does External Debt Promote Economic
Growth in Nigeria?”, Current Research Journal of Economic Theory 3(1), 29-35.
Pesaran, M.H., Shin, Y., Smith, R.J. (2001). “Bounds testing approaches to
the analysis of level relationships” Journal of Applied Econometrics, 16:289-326.
Phillips, P. C. B. and Perron, P. (1988), “Testing for a unit root in time series
regression”. Biometrica, 75:335-346.
Schclarek, A. (2004), “Debt and Economic Growth in Developing and Industrial Countries”, Lund University, Department of Economics in
its series Working Papers
Uysal, D., Özer, H. ve Mucuk, M. (2009), “Dış Borçlanma ve Ekonomik
Büyüme İlişkisi: Türkiye Örneği (1965-2007)”, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 23, Sayı: 4, 161 – 178.
93
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (78-94)
Wijeweera, A., Dollery, B. ve Pathberiya, P. (2005), “Economic Growth and
External Debt Servicing: A Cointegration Analysis of Sri Lanka,
1952 to 2002”, University of New England, Working Paper Series
in Economics, No. 2005 – 8
94
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106)
THE VITAL IMPORTANCE OF TOURISM
RECEIPTS ON THE LARGE CURRENT ACCOUNT DEFICITS OF
TURKEY
Serdar ONGAN1
ÖZET
Cari işlemler açıkları, oldukça uzun zamandır Türkiye’nin en önemli
ekonomik problemlerinin başında gelmektedir. Amerika ve özellikle avrupadaki bir çok ekonominin aksine oldukça yüksek büyüme oranları ve istikrarlı
bütçe- kamu borç dengesine rağmen, yüksek oranlı ve kronik cari işlemler
açıkları, ithalata bağımlılığın çok yüksek olduğu dünyanın bu onaltıncı büyük ekonomisini tehdit etmektedir. İthalata olan bu yüksek orandaki bağımlılık,artan ihracat rakamlarına rağmen cari işlemler açıklarının azalmasını
engellemektedir. Diğer taraftan, çok hızlı bir gelişme gösteren turizm sektörünün, Türkiye’nin cari işlemler dengesine çok önemli katkılarda bulunduğu
görülmektedir. Bu çalışma, 1984-2010 yılları arasında, turizm sektörünün,
Türkiye’nin cari işlemler açıklarına olan söz konusu katkısını çarpıcı bir
şekilde ortaya koymak ve ve dolayısıyla sektörün önemine dikkat çekmeye
çalışmaktadır. Buna gore, ithalata olan bağımlılık devam ettiği sürece, Türkiye’nin cari işlemler açıklarını, en azından kısa dönemde azaltmanın tek
yolunun, turizm gelirlerini arttırmak olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Cari işlemler açıkları, Turizm gelirleri, Türkiye.
Jel: O11, Q01, B22
1
Prof.Dr. İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi
95
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106)
ABSTRACT
The current account deficits are the foremost economic problem of
Turkey for a very long time. Although the country has high economic
growth rates, considerably and comparatively strong budget-government
debt balances unlike many European and US economies, the large and chronic current account deficits threaten world's 16th largest Turkish economy
which exceedingly depends on the imports. This high import dependency
impedes to reduce the current account deficits with even the recorded increases in exports. On the other hand, with its rapid development within the same
period, the tourism sector has made important contribution to the current
accounts balances in Turkey as a tourist destination country. This paper attempts to attract attention and show strikingly the vital importance of tourism
receipts on the current account deficits and in Turkish economy from 19842010. The results indicate that the only way to reduce the current account deficits in Turkey at least in short run is to increase tourism receipts as long as its
high import dependency continues.
Keywords: Current Account Deficits, Tourism Receipts, Turkey
Jel: O11, Q01, B22
1. INTRODUCTION
The current account balance is equal not only to the difference
between exports and imports, broadly defined, but also to the difference
between savings and investment. For example, the reason of current account
deficits do not stem from only the country’s import exceeding its export, but
also from its investment over savings (Ghosh and Ramakrishnan,2006;
Hussman, 2004; Krugman,1991). In other words, national income accounting shows that the current account balance is related to domestic saving and
investment spending in the following way (Higgins and Klitgaard, 1998):
96
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106)
Current Account Balance = Domestic Saving – Domestic Investment
The Current Account balance is one of the major indicators of the health of a nation’s economy and also a focal point for measuring the economic
performance of an open economy (Roubini and Watchel, 1997). Fluctuations in this balance cause important and radical changes in the macroeconomic policies and time after time financial crises in the countries (Knight
and Scacciavillani 1998).
Although it is not possible to say that the large current account deficits
definitely will cause the financial crises (Kaminsky et al.1998; MilesiFerretti and Razin 1996), the large current account deficits have triggerd the
financial-economic crises in many countries such as in Chili Mexico, UK, the
Nordic countries and Argentina as well as in the East Asian countries (Fountas et al. 2002), and in Turkey (early 1994 and late 2000) (Yeldan et al.
2002).
Moreover, Blanchard O and GM Milesi-Ferretti (2011) define the
terms of “good” and “bad” current account deficits. They describe the difference between “good” and “bad” current account deficits. Bad current account deficits are those which result from domestic distortions or excessive
fiscal positions. Good ones are those which do not have such causes (Blanchard and Milesi-Ferretti, 2011).
Since many countries have large current account deficits, one of the
arguments and study areas on this issue is the sustainability and unsustainability of these deficits in the long run (Mann, 2002; Tanner and Liu,
1994 Husted, 1992; Hakkio and Rush,1991). According to Reisen (1998),
policy makers should concentrate these terms at least in the short run.
Current accounts deficits/GDP is a simple and mostly used method
which provides an opinion on the sustainability of current accounts deficits.
This ratio may imply the sustainability of a country’s external position in
that the ratio measures the excess of domestic expenditures over domestic
production as a fraction of GDP (Holman, 2001; Edwards, 2001; Sachs,
1981).
97
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106)
However, an evaluation based on this ratio may not always provide
sufficient information on the sustainability of the current accounts deficits of
a country. This general evaluation sometimes remains as an approach that
ignores fundamental country characteristics such as the availability of investment opportunities and capacity of savings. For example, for the years
1991-1997 this ratio can be interpreted as unsustainable for Indonesia, where
this ratio was 2.6%; and as sustainable in Peru, where this ratio was 5.2%
(Calderón et al. 1999). On the other hand, conventional wisdom suggests
that a current account deficit-to-GDP ratio of 5%-6% or higher implies that
the current account is unsustainable ( Edwards, 2006; Freund, 2003; MilesiFerretti and Razin (1996).
A number of indicators are used in the assessment of the sustainability
of current accounts deficits. Currency exchange rate policies, trade openness,
the health of the financial system, the levels of savings and investments, the
openness of capital-account (Milesi-Ferretti and Razin 1996; Sachs 1981),
large fiscal imbalances, low foreign reserves, increasing foreign dept, foreign dept-burden ratios, short-term portfolio investments (so-called “hot money”), political instabilities (Roubini and Wachtel 1998), oil prices (Chinn
and Ito, 2008) and tax cuts (Boileau ve Normandin, 2008) are some of the
indicators which are used.
2. CURRENT ACCOUNT BALANCES OF TURKEY
Export as an engine of economic growth of Turkey which is world's
16th largest economy has increased considerably for the last years. But, at
the same time, because of the high import dependency, import has also increased exceedingly the export. This structural problem of Turkish foreign
trade balance caused foreign trade deficits, in spite of considerably increasing exports of the country. In below graph, it is shown the high import dependency of Turkey from 1984-2010. The increases of the imports continuously have exceeded the increases of the exports as it is seen in their slopes.
98
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106)
Source: State Planing Agency (DPT) Indicators.
When it is looked at the continuously widening slopes of the exports
(2) and imports (1) during the years, it can be seen easily seen and evaluated
that the foreign trade deficits in Turkey are un- sustainable.
Large and chronic current accounts deficits have created and still
have been creating serious problems for the Turkish economy, particularly
for three decades. Current accounts deficits, or to be more specific, foreign
trade deficits, which are the main causes of current accounts deficits, have
been very effective in the emergence of several financial-economic crises
Turkey has encountered (1994 and 2000). Within this period we are in, the
concern that the gradually increasing current accounts deficits may lead to
similar crises is often discussed. The following graph shows the parallel
relation between foreign trade deficits and current accounts deficits in Turkey between 1984 and 2010.
99
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106)
Source: State Planing Agency (DPT) Indicators.
The graph above shows that current accounts deficits have reached
to 47 billion dollars as of 2010, the share within the GDP of which is equal
to 6.1%. Similarly, foreign trade deficits were at a level of 55.8 billion US
Dollars, which was 7.5% of the GDP. However, at the end of 2011, the share
of current account deficits within the GDP is expected to reach almost 8%
with 70 billion dollars. Again, when the above figure is carefully examined,
it can be seen that the current accounts deficits-foreign trade deficits had
reached significant levels immediately before the financial-economic crises
suffered in the years 1994 and 2000. These crises were followed by devaluations and currency adjustments in efforts to eliminate the deficits in question.
Therefore, foreign trade deficits have become the most important reason and
determinant of current account deficits.
100
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106)
Another important determinant within the current account balances
of Turkey is tourism, which has had a very rapid uptrend particularly recently. The share of tourism receipts in GDP has reached to 2.8% in 2010
from only 0.5% in 1980 with the increase more than five times. In the same
period, while the number of international tourist arrivals to Turkey reached
to almost 28 million from only 1.2 million with the increase more than
twenty times, tourism receipts also reached to 15.5 billion dollar from only
300 million dollar with the increase more than fifty times (TUİK, 2011). The
below graph shows foreign trade balances consisting of exports receipts and
import expenditures as well as the tourism balances consisting of tourism
receipts and expenditures from 1984 and 2010.
Source: State Planing Agency (DPT) Indicators.
As can be seen in the graph above, within the period in question, imports were continuously higher than exports, and therefore foreign trade
balances yielded deficits. In addition, within the same period, tourism rece-
101
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106)
ipts remained much higher than tourism expenditures, and therefore tourism
balances yielded surpluses. In other words, tourism has contributed to the
current accounts balances at considerable levels. The increased current account deficits when net tourism receipts are not taken into consideration within
the current accounts balances between the years 1984 and 2010 are strikingly
shown in the figure below which is similar and comparative to Graph 2.
Source: State Planing Agency (DPT) Indicators.
The contribution of tourism to current accounts balances is clearly
seen in the graph above. The area between line number (1), which shows the
shares of current accounts deficits within the GDP and line number (2),
which shows the shares of current accounts deficits within the GDP when
net tourism receipts are not taken into consideration reflects the contributions of tourism to current accounts balances. In other words, in case the net
and significant contribution of tourism were not there, current accounts deficits were going to be much higher as indicated by line number (2).
102
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106)
3. CONCLUSION
The large and chronic current account deficits threaten Turkish economy for
many years. According to many economists, one of the main reasons of the
crises in 1994 and 2000 was seen this large and chronic current account deficits. This also increases the fragility of Turkish economy, in spite of very
considerable amounts of exports and therefore economic growth rates. Because, the leakage rate of exports is very high. In other words, almost 85% of
every dollar earned by exports is spent on imported goods such as mostly oil
and capital goods. If Turkey wants to increase its exports, unfortunately, it
must import paradoxically. Therefore, the only way to reduce the current
account deficits in Turkey is to increase tourism receipts. At the same
time, tourism as labor intensive sector will also help to reduce the unemployment rates of the country. Consequently, tourism sector and investments
in this sector have a vital importance role for the Turkish economy. Therefore, Turkish policy makers have to seek the ways to increase tourism receipts.
REFERENCES
Blanchard O and GM Milesi-Ferretti.; (2011), “(Why) Should Current Account Balances be Reduced?”, IMF Staff Discussion Note 11/03.
Boileau, M, and Normandin,M.; (2008), “Do Tax Cuts Generate Twin Deficits? A Multi-Country Analysis”, CIRPÉE Working Paper, 08-32, pp.1-37.
Calderón, C., Loayza, N. Servén, L; (1999), External Sustainability: A
Stock Equilibrium Perspective. Policy Research Working Paper Series,
Number: 2281, World Bank.
Chinn, Menzie D. and Hiro Ito.; (2008), “Global Current Account Imbalances: American Fiscal Policy versus East Asian Savings”, Review of International Economics, 16, (3), pp. 479 – 98.
DPT. State Planing Agency Indicators.
103
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106)
Edwards, S.; (2006), “The End of Large Current Account Deficits, 19702002: Are There Lessons For The United States?”, NBER Working Papers,
No: 11669, National Bureau of Economic Research, Inc.
Edwards, S.; (2001), “Does The Current Account Matter?”,NBER Working
Paper Series no:8275
Freund, L. C.; (2003), “Current Accont Adjustment in Industrialized Countries”, International Finance Discussion Papers (692) December.
Fountas, S. Wu, J.L.; (1999), Are the U.S. Current Account Deficits Really
Sustainable?, International Economic Journal 13, pp. 51–58.
Ghosh,A. and Ramakrishnan,U.; ( 2006), Do Current Account Deficits Matter?, F&D, (43):4.
Hakkio, C.S., Rush, M.; (1991), “Is The Budget Deficit Too Large?” Economic Inquiry 29, pp. 429445.
Higgins, M. and Klitgaard,T.; (1998). Viewing the Current Account Deficit
as a Capital Inflow, Current Issues in Economics and Finance, (4):13.
Holman, J.A. 2001. Is The Large US. Current Account Deficit Sustainable?,
Economic Review,First Quarter.
Hussman John P.; (2004), Why the Current Account Deficit Matters,
Hussman
Funds,
December.
http://www.hussmanfunds.com/wmc/wmc041206.htm (January 20)
Husted, S.; (1992), “The Emerging U.S. Current Account Deficit In The
1980s: A Cointegration Analysis”, The Review of Economics and Statistics
74, pp. 159-166.
Kaminsky, G. L., S. Reinhart, C.; (1998), Leading Indicators of Currency
Crises. IMF Staff Papers, 45, pp.1–48.
104
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106)
Knight, M., Scacciavillani F. ; (1998), Current Account: What is Their Relevance for Economic Policy Making?, IMF Working Paper, WP/98/71, IMF,
Washington D.C.
Krugman, P.;(1991),“Has the Adjustment Process Worked?” Policy Analyses in International Economics 34. Washington: Institute for International
Economics.
Mann, C.L., (2002), “Perspectives On The US Current Account Deficit And
Sustainability.”
Journal of Economic Perspectives 16, p. 131-152.
Milesi-Ferretti, G.M., Razin, A.; (1996), Sustainability of Persistent Current
Account Deficits. International Journal of Financial Economics 1(3),
pp.161–81.
Reisen, H.; (1998), Sustainable and Excessive Current Account Deficits,
Working Paper, Number: 132, OECD.
Roubini, N. Wachtel, P.; (1998), Current Account Sustainability in Transition Economies, NBER Working Paper No: W6468.
Roubini, N., and P. Watchel.; (1997), Current Account Sustainability in
Transition Economies,
Paper presented at the Third Dubrovnik conference on Transition Economies,
Dubrovnik, Croatia, June 1997.
Sachs, J., (1981), The Current Account and Macroeconomic Adjustment in
the 1970s. Brookings Papers on Economic Activity,201–68.
Tanner, E., Liu, P.; (1994), “Is The Budget Deficit 'Too Large': Some Further Evidence”,
Economic Inquiry 32, pp. 511-518.
105
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (95-106)
TUIK (State Statistics Institute of Turkey), The Economic Indicators.
Yeldan, E., Bicer,G., Balkan,G. ;(2002), Patterns of Financial Capital Flows
and Accumulation In the Post-1990 Turkish Economy, METU International
Conference, VI September, Ankara.
106
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125)
21.YÜZYILDA İSTİHDAM EĞİLİMLERİ; İŞİN KALİTESİ
SORUNSALI VE İNSANA YAKIŞIR İŞ OLGUSU
Aytül ÇOLAK
ÖZET
İşsizlik, 19.yy’da kişinin kendi yetersizliğinden kaynaklanan kişisel
bir problem olarak görülürken, 20.yy’la gelindiğinde toplumsal bir sorun
olarak ele alınmaya başlanmıştır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde olduğu gibi çeşitli uluslararası belgelerde çalışma hakkı, sosyal haklar arasında
yerini almıştır. 1970’lerde başlayan 1990’larda hız kazanan küreselleşme
süreciyle birlikte değişen sosyo-ekonomik koşullar, çalışma biçimleri ve
koşullarıyla bugün gelinen noktada, “insana yakışır iş” olgusu tartışılmaya
başlanmıştır. ILO, 1999 yılında yayınladığı raporunda, bu kavrama dikkat
çekmiştir. Önemli olan sadece iş yaratmak olmamalıdır düşüncesinden yola
çıkarak, işin insana yakışır olmasının önemine vurgu yapmaktadır. İnsanlığın 18 yy’da sivil haklar, 19.yy’da siyasal haklar olarak yol aldığı medeni
gelişim yolculuğunda, sosyal haklar 20. yy’da gelişmiştir . 21. yy’da gelinen
nokta ise, standart dışı istihdam biçimlerinin yaygınlaşması ve yeni yaratılan
istihdam biçimlerinin eğretiliğinin tartışılmasıdır. Bugün için yeni yaratılan
istihdam biçimleri, ne derece istihdam kavramının anlamını, unsurlarını
içermektedir ve çalışma hakkı olgusu, yeni istihdam biçimleri ve hükümetlerin rekabet ve işsizlik kaygıları ile geliştirdikleri neo-liberal politikaları ile
acaba aşındırılmakta mıdır? Çalışmada, bu konuya bir bakış açısı getirilecektir.
Anahtar kelimeler: istihdam, eğreti istihdam, işin kalitesi, insana yakışır iş

Yrd.Doç.Dr.,Trakya Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma
Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü.
107
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125)
EMPLOYMENT TRENDS İN THE 21ST CENTURY; THE PROBLEM
OF WORK QUALİTY AND A CASE OF DECENT WORK
ABSTRACT
While the unemployment in 19th century was being accepted as a individual problem derived from his inadequacy, the unemployment was started to accept as a social problem in 20th century. As in The Universal Declaration of Human Rights, work permit has taken part in social rights in many
various international documents. The decent employment for human has
been started to discuss today with changing socio-economic conditions,
employment types and conditions and also with the globalization process
that started in 1970s and fastened in 1990s. ILO drew attention on this concept in its report in 1999. ILO has put an emphasis on the importance of
decent employment by taking that the important thing is not creating employment into consideration. In humanity’s civilized journey with the gained
civil rights in 18th century and political rights in 19th century, social rights
has superseded its place in 20th century. The point in 21st is the expansion
of nonstandart employing types and the discussion of the borrowedness of
new employing types. What the extent of the meaning and elements of employing concept does new employing types include and is the eployment right
phenomenon abraded by neo-liberal policies developed by governments with
new employing types and their rivalry and unenployment anxiety? There
will be a view point on this subject in the study.
Keywords: employment, precarious employment, work quality, decent work
108
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125)
1. GİRİŞ
1929 dünya ekonomik kriziyle birlikte ortaya çıkan ekonomik sorunlara çözüm, Keynesyen iktisat politikalarında bulunmuştur. Bu politikalar,
ekonominin talep yönünü canlandırmaya yönelik bir dizi transfer harcamalarını kapsıyordu. Refah devleti, savaş sonrası yılların başında hem yüksek
hem de istikrarlı büyüme oranlarını kapsayacak biçimde yeterli talep düzeyini genelleştirmeye hizmet etmiş ve refah harcamaları ekonomiyi dengelemiştir(Hay,2011:205). Bu dönem, çalışma hakkı ve sosyal hakların da uluslararası belgelerde duzenlendiği ve kabul gördüğü bir dönemdir. Üretim örgütlenmesi, Fordızm üzerine sekillenmiştir. Buna paralel olarak istihdam denildiğinde anlaşılan, standart istihdamdır. Çalışma hakkı ve sosyal hakların bir
uzantısı olarak da sosyal güvenceler, örgütlenmenin varlığı, çalışma hayatının diğer özellikleridir.
Bu süreçte görülmektedir ki iktisat politikası ve sosyal politikanın,
elele vermişliği vardır (Hay,2011:205). Bu amaç birlikteliği, yani sosyal
politikanın iktisat politikası önünde engel olarak görülmemesi de, refah devletinin gelişiminin yolunu açmıştır ve 1945 ten sonra 1975’lere kadar refah
devleti, altın çağını yaşamıştır.
Hakim olan görüşe göre, iktisat politikası ve sosyal politikanın birlikteliğinin sonunu getiren önemli değişim, küreselleşme olmuştur
(Hay,2011:205).
1970’lerden itibaren, ekonomik şartlar değişmeye başlamıştır. 1973
petrol krizi beraberinde artan işsizlikle birlikte işsizlik sorunu, özellikle gelişmiş ekonomiler için de bir problem olarak varlığını ortaya koymuştur.
İşsizlik sorununa çözüm olarak hükümetler bu dönemde “esneklik”i önermişlerdir. Küreselleşme sürecinin yaşanmaya başlaması, Japonya’nın Uzakdoğu’da kalite ile rekabet anlayışını kabul etmiş yalın üretim ile küresel üretim ve rekabette yerini almasıyla da, artan rekabet ortamı gündeme gelmiştir.
Artan rekabet olgusu da, esneklik politikalarını gündeme getirmiştir. Sosyal
politika çalışma hayatında esneklik politikalarına çok sıcak bakmazken iktisat politikasının isteği esneklik olmuştur. Ulusal rekebet gücünü korumak ve
artırmak temel kaygı olurken, refah devleti bir maliyet olarak görülmüştür.
Doğu blokunun yıkılması, bilgi iletişim teknolojilerindeki gelişim ile küreselleşme süreci, 1990’larda iyice hız kazanmıştır. Ekonomisini dünyaya açan
Çin ucuz emekgücü ile dünya rekabetinde ve üretiminde yeni bir örgütlenmenin oluşmasına neden olmuştur. Bugün için dünya düzeyinde üretim ör-
109
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125)
gütlenmesinden bahsediyoruz. Ucuz emekgücü ve nüfus avantajına sahip
Çin gibi ülkeler, dünyanın fabrikaları haline gelmiştir. Mobilitesi artan sermaye karşısında mobilitesi daha sınırlı olan işçilerin, pazarlık gücü düşmektedir. 21. yy dünyasında yeni üretim örgütlenmesi ve yeni çalışma koşulları
ortaya çıkmıştır. Yeni çalışma koşulları, yaygınlaşan standartdışı istihdam
biçimleri eğretiliği içerdiği için ILO işin kalitesi ile ilgili sorunlara, “insana
yakışır iş”(decent work) kavramıyla yada “insanca iş” kavramıyla dikkat
çekmek istemiştir.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), iş kalitesi yerine “insana yakışır
iş” (decent work) ya da “insanca iş” kavramını kullanmaktadır. ILO tarafından, resmi olarak ilk defa 1999 Uluslararası Çalışma Konferansı’nda bir
raporla gündeme getirilen insana yakışır iş kavramı, kişilerin çalışma haklarına, sosyal güvenlik imkânlarına ve sendikalar aracılığıyla kendilerini ifade
etme haklarına atıfta bulunan bir kavramsal çerçeveyi ortaya koymaktadır.
ILO genel Direktörü tarafından 1999 da Konferansa sunulan raporda, insana
yakışır işle ilgili şu önemli ifadelere yer verilmiştir: “ILO’nun bugün birincil
hedefi, kadın ve erkekler için özgür, eşit, güvenli ve insan onuruna yakışır
koşullarda düzgün ve verimli işler sunan fırsatları teşvik etmektir”(ILO,1999).
2. SOSYAL HAK OLARAK ÇALIŞMA HAKKI
İşsizlik 19.yy’da kişinin kendi yetersizliğinden, kendi kusurundan ya
da tembelliğinden kaynaklanan kişisel bir problem olarak görülürken, 20.yy’
la gelindiğinde toplumsal bir sorun olarak ele alınmaya başlanmıştır ve bu
yüzyılda çalışma hakkı sosyal haklar arasında yerini almıştır. Nitekim 194575 arası altın çağını yaşayan refah devletleri için tam istihdam hedeflerden
biri olmuş ve bu hedefe de bu dönemde yüksek istihdam rakamları ile neredeyse yaklaşılmıştır.
Refah devleti, gelişmiş kapitalist ülkelerde devlet-toplum ilişkilerine
ve bireyin toplumdaki konumuna bakışta radikal bir dönüşümü ifade etmekteydi. ILO’nun 1944 Philadelphia Bildirgesi’nde yer alan ve örgütün felsefesini anlatan “emek meta değildir” cümlesinde bu dönüşümün ifadesini bulmak mümkündür1. 1940’ lara ait sosyal politika metinleri2, sosyal hakların
1
Beveridge,W.(1942).Social Insurance and Allied Services,New York,The MacMillan Company. Beveridge, W.(1944) Full Employment in a Free Society, Lond-
110
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125)
hayata geçirilmesi kanalıyla emeğın meta olmaktan çıkabileceği, bu yolla
kapitalist toplumun şekillenebileceği ve dönüştürülmesi gerektiği inancıyla
biçimlenmişlerdir (Buğra,2011:65).
Sosyal haklar, devletin bireylere sosyal alanda tanıdığı hakları ifade
etmektedir. Modern anayasalarda yer verilen sosyal haklardan yola çıkarak
sosyal hakları üç başlık3 altında toplamak mümkündür. Bu haklardan birisi,
Çalışma hayatına ilişkin sosyal haklardır. Herkesin çalışma hakkı, çalışma
özgürlüğü ve çalışma ödevi vardır. Sosyal devlette çalışma hakkı, yardım
alma hakkının uzantısı olmaktan çıkmış ve çalışanların sahip olduğu haklardan biri olmuştur. Çalışma herkesin hakkıdır, çünkü kişi ancak çalışarak
gerçek güvenliğe kavuşur ve maddi-manevi gelişmesini gerçekleştirir. Kişinin çalışma ödevi vardır, çünkü devletin yurttaşların çalışmasına ihtiyacı
vardır. Kişinin yararlı ve verimli bir işte çalışma hakkı, onun güvenliğini
sağlar ve onu gelecek endişelerinden kurtarır, insanın onurunu korur ve onu
yaşayabilmek için başkalarının yardım ve sadakasını beklemekten kurtarır.
Ancak çalışma hakkı tanınması çalışanı yoksulluktan kurtarmak için yeterli
olmayacak, bunun yanında çalışma hayatına ilişkin çeşitli düzenlemeler yapılması da gerekecektir. Çalışma hayatına ilişkin bu düzenlemeler ise esas
olarak çalışma yaşı, yapılan işe uygun adaletli bir ücret elde edilmesi, kişilerin yaşına, cinsiyetine, gücüne uymayan işlerde çalışılmasına izin verilmemesi, dinlenme, ücretli hafta ve yıllık izin hakkı, çalışma saatlerinin belirlenmesi gibi düzenlenmeleri kapsamaktadır (Göze, 1995:103-107).
ra,George Allen and Unwin. Marshall,T.(1964,Türkçe çeviri 2006). Aktaran Buğra,2011:65.
2
Meseala Beveridge’in 1942 ve 1944 yıllarında yayınlanan iki raporu; Sosyal Sigorta ve İlgili Hizmetler ve Özgür bir Toplumda Tam İstihdam veya T.Marshall’ın
“Vatandaşlık ve Sosyal Sınıf” başlıklı makalesi
3 Beden ve ruh sağlığı içinde yaşama hakkı: Herkesin beden ve ruh sağlığı içinde
yaşama hakkı vardır. Devlet, vatandaşlarının beden ve ruh sağlığı içinde insanca
yaşamasını sağlamakla yükümlüdür. Bu kapsamda devlet; anayı, çocukları, gençleri,
yaşlıları, sakatları, çalışamayacak durumda olanları korumakla yükümlüdür. Herkesin sağlıklı meskenlerde barınma hakkı vardır. Herkesin yoksulluk ve gelecek korkusundan kurtulma, dolayısıyla devletin sosyal güvenliği sağlama görevi vardır.
Devlet kişinin bugününü, yarınını, güven altına alacak, mesleki, fizyolojik ve sosyoekonomik riskten ötürü kazancı sürekli ya da geçici olarak kesilen kimselerin geçimini sağlayacak sistemler oluşturacaktır. Kişinin fikri gelişmesiyle ilgili sosyal haklar: Herkesin eğitim ve öğretim görme yani fikri ve manevi değerlerini geliştirme
hakkı vardır.
111
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125)
ILO’ nun 1944 yılında kabul ettiği ve anayasal nitelik taşıyan Philadelphia Bildirgesi, “emek meta değildir” ilkesiyle ve diğer sosyal hakları dile
getirmesiyle, insan hakları konusunda evrensel düzenlemelere bir adım atılmış ve insan hakları konusunda uluslararası yazılı hukuka geçiş olan 1948
tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne bir anlamda öncülük etmiştir
(Gülmez,2008:141).
3. 21.YY’DA İSTİHDAM VE İSTİHDAM EĞİLİMLERİ
Çalışma hakkının hayata geçmesi durumu olan istihdamı, geniş ve dar
kapsamlı olarak tanımlamak mümkündür. Istihdamdan anlaşılan genelikle
istihdamı dar anlamda tanımlayan, üretim faktörlerinden biri olan emeğin
üretim sürecinde girdi olarak kullanılmasıdır. Gerçek anlamda istihdamdan
bahsedebilmek için ise, istihdam ürün artışı yaratmalı, istihdam edilen bireye yapılan işin karşılığı olarak gelir ve saygınlık sağlamalı ve devamlılık arz
etmelidir. Başka bir ifadeyle emeğin üretim sürecinde kullanılmasının gerçek
anlamda istihdam olarak tanımlanabilmesi için ürün, saygınlık, gelir, devamlılıktan oluşan dört unsuru da birlikte içermesi gerekmektedir (Kapar,2004:187). Nüfusun ekonomik faaliyetlere katılan ve işgücü olarak nitelendirilen kesiminin bir kısmı çalışma istek ve yeterliliği olmasına piyasada
geçerli ve cari ücret düzeyinden iş aramasına rağmen istihdam dışında kalmakta ve işsizlik olgusu ortaya çıkmaktadır. Günümüzde yelpazenin bir
tarafında iş arayanların iş bulamaması diğer tarafında ise istihdam yaratan
işlerin kalitesi ile ilgili problemler yer almaktadır.
2. Dünya Savaşı sonrası 1973 krizine kadar neredeyse tam istihdam
hedeflerine ulaşmış altın çağını yaşayan refah devletleri için, bu tarihten
sonra işsizlik kronikleşen bir sorun olarak gündemlerinde yerini almıştır.
Avrupa işsizlik oranları, 1980'lerin başından bu yana ABD oranlarını aşmıştır. 1984 ve 2000 yılları arasında, on beş Avrupa Birliği üyesi ülkeleri içinde
standardize işsizlik oranları , ortalama dört puan ile ABD oranlarını aşarak,
yüzde sekiz ve on bir arasında şekillenmiştir. Bu durumu açıklamak için
daha önce yapılan çalışmalar, kurumsal koşulların değerlendirilmesi üzerinde odaklanmış ve, popüler olarak bilinen adıyla bu durum “eurosclerosis” olarak adlandırılmıştır. Kısacası, ABD işgücü piyasasının deregulasyonu
ve ücret esnekliği sayesinde yüksek işsizlikten kaçınırken, işgücü piyasası
katılıkları, teşvik yapıları, aşırı işçi hakları ve geliri yeniden dağıtıcı refah
devleti politikaları Avrupayı çıkmaza sokmuştur (Elvert,2002). 1970’ler
112
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125)
Avrupa’da “Eurosclerosis” adı verilen kriz yılları olarak da değerlendirilirken bugün için de kriz olgusu gündemdeki yerini korumakta ve kriz yaygın
olarak işgücü piyasasının katılıkları ve cömert refah devleti uygulamaları ile
açıklanmaktadır.
“Altın çağ” yerini, günümüzde küresel boyutta hızla artan ve tüm
ülkeleri derinden etkileyen işsizlik sorununa bırakmış durumdadır
(Özsöz,2012). Büyüme sorunu yaşayan Avrupa Birliği’nde 2012 yılının
üçüncü çeyreğinde de istihdam gerilemiştir. Avrupa Birliği istatistik kurumu
Eurostat’ın açıkladığı verilere göre hem 17 ülkeli avro bölgesinde hem de 27
ülkenin yer aldığı Avrupa Birliği’nde istihdam oranları düşmektedir. Geçen
yılın aynı dönemine göre ise istihdamdaki düşüş avro bölgesinde yüzde 0,7
Avrupa Birliği’nde ise yüzde 0,5 olmuştur. 2012’nin üçüncü çeyreğinde en
keskin düşüş Polonya’da gerçekleşirken krizin pençesindeki İspanya,
Portekiz, Kıbrıs Rum Kesimi’nde de istihdam gerilemiştir. Avrupa’nın en
büyük ekonomilerinden Fransa ve İtalya’nın da istihdamın düştüğü ülkeler
arasında yer alması “kriz sona ermek bir yana, merkeze doğru ilerliyor”
yorumlarının yapılmasına neden olmaktadır. Amerikan ekonomisinde ise,
Ekim ayında yüzde 7,9 olan işsizlik oranı, Kasım ayında son dört yılın en
düşük düzeyi olan yüzde 7,7'ye gerilemiştir (Eurostat,2012).
ILO nun 2012 “Küresel İstihdam Eğilimleri: Daha Derin Bir İş Krizinin Önlenmesi” başlıklı raporunda, ekonomik büyümenin ve sosyal istikrarın
sürdürülebilmesi için, daha fazla kişiye istihdam yaratılması gerektiği vurgulanmıştır. Rapora göre, küresel iş piyasalarında üç yıldır sürekli devam eden
kriz nedeniyle küresel işsizlik krizin başlangıcından bu yana 27 milyonluk
bir artışla 200 milyon kişiye ulaşmıştır ve bu sayının 2016 yılında 206 milyon kişiye ulaşacağı tahmin edilmektedir. ILO’nun projeksiyon çalışmalarına göre, işsizliğin daha da artmaması için önümüzdeki on yılda 400 milyondan fazla yeni işe gerek olacaktır. (ILO,2012:9). Tablo1’de dünyadaki işsiz
sayısını ve işsizlik oranlarının seyrini 2007 ve 2012 yılları itibariyle görmek
mümkündür.
113
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125)
Tablo1. Dünyadaki İşsiz Sayısı ve Oranları (2007-2012)
Toplam işsiz sayısı
Yıllar
İşsizlik oranları
(milyon kişi)
2007
171
5,5
2008
176
5,6
2009
198
6,2
2010
197
6,1
2011
197
6,0
2012
200
6,0
Kaynak:ILO,2012
Genç işsiz sayısı
(milyon kişi)
70,7
71,5
76,2
75,8
74,7
74,5
Veriler, dünyadaki işsizlik rakamlarının genel olarak artma eğiliminde
olduğunu gösterirken gençlerin küresel çapta işsizlik riskiyle daha fazla karşı
karşıya kaldığını ortaya koymaktadır. ILO raporu,75 milyon gencin (15-24
yaş arası) işsiz olduğunu ve genç işsizlerin sayısının diğer yaş gruplarına
kıyasla 3 katı daha fazla olduğunu ortaya koymaktadır. 2007’den 2011 yılına
kadar genç işsiz sayısı 4 milyon artarak rekor düzeye ulaşmış durumdadır
(ILO,2012). OECD 2011 yılı verilerine baktığımızda ise, OECD ağırlıklı
ortalaması olarak 15-24 yaş grubu için işsizlik oranı, 16,2 iken 25-54 yaş
grubu için yüzde 7,2, 55-64 yaş grubu içinse 5,8 dir (OECD,2012).
Ekonomik krize çözüm bulma çabalarında 3 yılı geride bırakan Avrupa Birliği'nde ise, işsizlik sorununun aşılamadığı görülmektedir. 2012 Kasım
ayında işsizlik rakamları rekor kırarak, yüzde 11,8 olarak gerçekleşmiştir.
12 ayda yaklaşık iki milyon insanın işsiz kaldığı avro bölgesinde, 19 milyon,
Birlik genelinde de ise 26 milyon işsiz bulunmaktadır. Son veriler, Avrupa
Birliği'nin 27 üyesinden, avro bölgesinde yeralan 17'si ile diğer 10'u arasındaki işsizlik uçurumunun giderek açıldığı belirtmektedir. Avro bölgesinde,
işsizliğin en derin olduğu ülke, yüzde 26,6 ile İspanya, onu yüzde 20 ile
Yunanistan takip etmektedir. Daha sonra gelen iki ülke de, Portekiz ve İrlanda’dır. Bu ülkeler genç işsizlik rakamlarında da üst sıralarda yer almaktadır.
Öyle ki, İspanya ile Yunanistan'da genç işsizlik yüzde 57 civarında
şekillenmektedir. Avrupa Birliği genelinde ise, yüzde 24 gibi bir oranda
seyretmektedir. İşsizliğin en düşük olduğu ülkeler Avusturya, Almanya ve
Hollanda. Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso da, en kötünün
geride kaldığı yorumunu yapsa da, bu rakamlar, birlik içinde sosyal patlama
endişesini körüklemketdir. Çünkü, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki 7,8;
Japonya'daki yüzde 4,1'le kıyaslandığında, 330 milyon nüfuslu Avrupa Birl-
114
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125)
iği'ndeki yüksek işsizlik rakamları, hükümetlerin, borçların dengelenmesinde
kritik sayılabilecek, vergi toplama işlemini zorlaştırmaktadır. Tehlikenin, en
ciddi olarak İspanya, Yunanistan, Portekiz ve Rum Kesimi'nde görüldüğü
belirtilmektedir (Eurostat,2013).
Fabrikaların kapandığı, işsizliğin her geçen gün tırmandığı Avrupa
ülkelerinde, yoksulluğun önemli bir problem olarak ortaya çıktığı
görülmektedir. Eurostat'ın son araştırmasına göre “120 milyon Avrupalı,
yoksulluk veya sosyal dışlanma tehdidi ile karşı karşıya” bulunmaktadır. Bu
rakam, Avrupa Birliği (27) nüfusunun % 24 ünü oluşturmaktadır. Buna göre
500 milyon kişinin yaşadığı Avrupa’da, her 4 kişiden biri zor durumdadır.
Araştırmaya göre en büyük tehlike, yüzde 17 ile yoksulluktur (Eurostat,2012c).
İstihdam politikaları, refah devletinin geleceği hakkında mevcut tartışmalarda önemli bir yer kaplamaktadır. Milyonlarca insan için ücretli istihdam sadece ana ve tek gelir kaynağı değil, aynı zamanda da sosyal var olma
ve özsaygı kaynağıdır. Böylesi bir çalışma içinde yer almayanlar, yüksek
yoksulluk ve hastalık riski içinde bulunmaktadır. Bununla beraber bu kişilerin çocuklarının da, eğitim hayatlarında başarılı olmaları ve şartları ve ücreti
iyi bir işte çalışmaları daha zor olacaktır. Ayrıca hükümetler için yüksek
istihdam seviyesi, vergi gelirlerinin artırılmasına, sosyal güvenlik sistemlerinin yükünün azaltılmasına neden olmaktadır (Deacon,2008:412).
4. STANDART-DIŞI ÇALIŞMA VE EĞRETİLİK
Standart çalışma, altın çağ denilen dönemde egemen üretim şekli olan
fordist üretimin çalışma şeklini tanımlamaktadır. Değişmezlik ve kitle mantığı üzerine şekillenmiştir. Kitle üretim, kitle işçiler, kitle tüketiciler vardır
ve değişmezlik esastır. Çalışma ise, zaman ve mekan birlikteliği gerektirmektedir. Yani işin yapılabilmesi için, aynı mekânda ve aynı zamanda bulunmak gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle belirli mesai saatleri arasında, bir
işverene bağlı olarak, bir işyerinde belirsiz iş sözlemesi ile gerçekleştirilen,
sosyal güvenceleri içeren iş, bize standart istihdamı vermektedir. Ekonomik
krizler ve işsizlik sorunu, küreselleşme süreci ve artan rekabet, gelişen teknoloji, kadınların ve gençlerin işgücüne daha fazla katılımları gibi nedenlerle, 1970’ lerde başlayan 1990’larda hız kazanan bir süreçte çalışma hayatındaki esnekleşme çabaları, standart dışı çalışma biçimlerini de artırmıştır.
115
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125)
Carnay, Esnek çalışma biçimlerinin ortaya çıkışı yönündeki dönüşümde dört unsur belirlemiştir (Carnay,2000 akt. Castells,2008:358 );
1. Çalışma süresi; esnek çalışma, tam zamanlı bir işte haftada 35-40 saat
çalışma anlamına gelen geleneksel çalışma biçimiyle sınırlı değildir.
2. İş güvencesi; esnek çalışma, göreve odaklıdır ve istihdamın gelecekte
devamlılığı yönünde güvence içermez.
3. Yer; çalışanların çoğu düzenli biçimde şirketlerinde ve işyerinde çalışsa
da giderek artan bir kesim çalışma süresinin bir kısmını yada tamamını
evde, hareket halinde yada çalıştığı şirketin sözleşmeli olarak iş yaptığı
başka bir şirkette geçirir.
4. İşverenle çalışan arasındaki toplumsal sözleşme; geleneksel sözleşme,
işverenin çalışanın tanımlanmış haklarına, tazminat almasına, eğitim,
sosyal güvenlik haklarına ve kariyerinin öngörülebilir bir düzende ilerlemesine dayanır yada dayanıyordu. Çalışanın ise şirkete sadık olması,
işinde sebat etmesi, gerekirse fazla mesai yapmaya elverişli mizaçta olması beklenir yada bekleniyordu. Standart olarak nitelendirilen bu istihdam biçimi gerileme göstermekte yerini yukarıda belirtilen dört ayrı boyutta gelişen esnek çalışma biçimlerine bırakmaktadır (Castells,2008:358). Çalışma düzenlemelerinin mevcut dönüşümün gerisinde,
esneklik yönünde rekabetin tetiklediği, teknolojinin yönlendirdiği eğilimler yatmaktadır. Esnek çalışma biçimleri standartdışı çalışmanın özelliklerini taşırken eğretilik özelliği de genelde beraberinde gelmektedir.
Standart dışı çalışma ve eğreti istihdam kavramları, eş anlamlı kavramlar
değildir. Yani bütün standart dışı çalışma biçimleri eğreti olmayabildiği gibi,
tam tersi de olabilmektedir. Fakat standart dışılığın genelde beraberinde eğretiliği getirdiği görülmektedir. İki kavram arasındaki bu ilişki nedeniyle,
eğreti istihdamın açıklanmasında genelde standartdışı istihdamdan yararlanılmaktadır (Temiz,2004:57).
Standart dışı yada esnek çalışma biçimleri içerisinde kısmi süreli (
part-time) çalışma, en yaygın olanıdır. 2011 yılı rakamlarına gore OECD
ülkelerinde kadınların yüzde 26,0’sı, erkeklerin ise yüzde 9,1’i part time
istihdam ediliyorken, OECD ülkelerinde part time istihdam ortalaması yüzde
116
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125)
16,5 olarak gerçekleşmiştir4. Toplam istihdamda part time çalışma oranı en
yüksek ülke yüzde 37,2’le Hollanda, yüzde 25,9’la İsviçre ve yüzde 24,7’le
Avustralyadır. OECD ülkeleri arasında toplam istihdamdaki part time çalışma oranı en düşük ülkeler ise yüzde 4,7 ile Macaristan, yüzde 4,0’la Slovak
Cumhuriyeti, yüzde 3,9 ile Çek Cumhuriyeti olarak sıralanmıştır. En yüksek
oran erkeklerde yüzde 17,1, kadınlarda da yüzde 60,5 ile Hollanda’dadır(OECD,2012).
Bazılarına göre kadınlar, işsizliğin, hatta yoksulluğun işgücü piyasalarındaki resmidir (Temiz,2004). OECD verilerine baktığımızda part time
istihdam edilenlerin önemli kısmını kadınların oluşturduğu görülmektedir.
2011 yılı verilerine gore OECD part-time istihdam oranı yüzde 16,5 iken ,
Part-time istihdam edilenlerin %69,3 ünü kadınlar oluşturmaktadır. Geçici
istihdam oranlarına baktığımızda cinsiyete dayalı önemli bir ayrımın olmadığını fakat yaşa gore bir farklılaşma çıktığı görülmektedir. Geçici istihdam
OECD ortalaması kadınlar için %12,5 erkekler için %12,0 iken 15-24 yaş
grubu için %25,5, 25-54 yaş grubu içinse %9,9 dur.
Tablo 2.OECD Ağırlıklı Ortalaması Olarak 2011 Yılı Part-time ve
Geçici İstihdam Oranları
Part-time istihdam oranları
Geçici istihdam oranları
(Toplam istihdamın oranı ola- (Toplam istihdamın oranı olarak)
rak)
kadın
erkek
15-24 yaş 25-54
grubu
grubu
26,0
9,1
25,3
yaş kadın erkek
9,9
12,0
12,5
Kaynak: OECD,2012 den derlenmiştir.
4
Türkiye’de ise toplam istihdamın yüzde 11,5’ini part time çalışanlar oluşturuyor.
117
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125)
Tablo’da da görüldüğü üzere, kadınlar ve gençler, standartdışı istihdam biçimleri içinde daha çok yer alırken eğretilik riskiyle de daha çok karşılaşmaktadırlar.
ILO için Rodgers tarafından, çok boyutlu bir olgu olan eğreti istihdamın anlaşılması amacıyla, bir kriter listesi oluşturulmuştur. Bir işin eğreti
olup olmadığının anlaşılmasında, dört ana boyut vardır. Bunlar, istihdam
ilişkisinin süreklilik düzeyi, iş üzerinde bireysel yada toplu kontrol, sosyal
koruma , yetersiz gelir- ekonomik güvence açığı. Bir başka ifade ile, yapılan
işin sınırlı bir süresinin olması ya da işin kaybedilme riskinin yüksek olması
durumunda eğretilik söz konusu olacaktır. Çalışanların, hem çalışma koşullarını hem de çalışma sürelerini düzenleme ve kontrol etme imkanlarının
olmaması durumu da, eğretiliğin varlığını ortaya çıkaracaktır. Çalışanın sosyal güvenlikten yoksun olması, işsizliğe ya da ayrımcılığa karşı korunmaması ise, sosyal koruma boyutu itibariyle işin eğretiliğini ortaya koyacaktır. Son
kriter, çalışılan işten elde edilen gelirle ilgilidir. Çalışılan işten elde edilen
gelir düşük düzeyde ise, yine eğretilikten söz edilecektir (Dull,2003). Cranford ve Vosko, çalışmalarında düşük ücretin eğreti istihdamın anahtar unsurlarından biri olduğunu ortaya koymaktadırlar (bkz.Vosko ,2006:281).
AB (27)’de 2010 yılında istihdam edilenlerden düşük ücretlilerin oranı, %17’dir. Bu oran üye ülkeler arasında, oldukça farklılaşmaktadır. Örneğin, en yüksek oran %27,8 (Litvanya) ve en düşük oran %2,5 (İsveç) olarak
gerçekleşmiştir. Düşük ücretilerin profiline baktığımızda kadınların, düşük
eğitimlilerin ve belirli sureli iş sözleşmesi ile çalışanların düşük ücret alma
oranlarının daha yüksek olduğu görülmektedir. Düşük ücretlilerin %21’ini
kadınlar, %13’ünü erkekler oluşturmaktadır. Eğitim açısından ise, % 29’u
düşük eğitimliler iken, sadece % 6’sı yüksek eğitimlilerdir. Belirli süreli iş
sözleşmesi ile çalışanlar % 31, belirsiz süreli iş sözleşmesi ile çalışanlar %
16 oranı ile düşük ücretliler kategorisine girmektedir (Eurostat,2012b).
Eğreti istihdamı açıklamaya yönelik yapılan tüm tanımlamalarda, güvencesizlik ve istikrarsızlığın ön plana çıktığı görülmektedir. Güvencesizlik,
iş ve gelir güvencesizliği şeklinde ifade edilebilirken bu güvencesizlik, işsizlik yardımlarının varlığı ve seviyesi, toplu pazarlığın kapsamı, merkeziyetçiliği gibi işgücü piyasasının kurumları ile de yakından ilgilidir. Standart istihdam ilişkisinde çalışmanın bir işverene, sözleşmeye ve sözleşmeden kaynaklanan güvencelere dayalı olması istikrarın temelini olururken; ücret, sosyal
koruma, sosyal yardım ve örgütlenme gibi haklar istihdamdaki istikrarı sağlayan ve tanımlayan unsurlar olmaktadır (Temiz,2004:59). Dolayısıyla bah-
118
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125)
sedilen bu unsurların bir istihdamda yokluğu ya da yetersizliği eğretiliği
beraberinde getirmektedir.
5. İŞİN KALİTESİ SORUNSALINA CEVAP İNSANA YAKIŞIR İŞ
ILO genel müdürü Somavia tarafında ilk defa, 1999’da Uluslararası
Çalışma Konferansı’na sunulan raporda kullanılan “İnsana yakışır iş” kavramı, örgütün küreselleşmeye cevabıdır ve yeni paradigmasını ifade etmektedir. 1980 sonrası ekonomik liberalleşme politikaları ile devlet emek ve
sermaye ilişkileri değişmiş, piyasa güçleri ekonomik çıktılar üzerinde sosyal
taraflardan, yasa normlarından yada devletten daha belirleyici olmuştur.
Teknolojinin ve üretim ilişkilerinin değişimi, sosyal bilinci değiştirmiş ve
kişisel kimlik ve insan hakları yönünde bilincin artmasına yol açarak, insan
haklarına daha çok yer verilmesini gerekli kılmıştır. Değişim, sadece ekonomik ve sosyal değil politik olarak, birçok ülkede artık inceleme altındadır
ve ülkelerin siyasi kaygıları arasında “güvencesizlik ve işsizlik” ön plandadır. ILO, küreselleşmenin yarattığı sosyal sorunlara uluslararası düzeyde
çözüm getirmek görevini üstlendiğini, insana yakışır iş kavramıyla dünyaya
duyurmuştur. Aslında, bu amaçların hepsi aynı zamanda yoksullukla mücadele politikalarının da temelini oluşturmaktadır (ILO,1999).
ILO’nun insana yakışır iş program, başlıca 4 amaca ulaşmayı hedeflemektedir. Bunlar: istihdam yaratma, çalışanların temel haklarının korunması, sosyal korumanın geliştirilmesi ve sosyal diyalogun özendirilmesidir.
“İnsana yakışır iş” in içerdiği 4 temel öge aslında, istihdama erişmeyi, uygun
ücret elde etmeyi, iş güvencesini, sağlıklı çalışma koşullarını, sosyal güvenlik kapsamında olmayı, gelir güvenliğini, çalışmaya ilişkin temel hakları,
sosyal diyaloğu içermektedir. Düzenli istihdam ve ücretli emek ile sınırlı
değildir, kendi adına ve hesabına çalışanlar, evde çalışanlar ve kayıt dışı
ekonomi için de insana yakışır iş amacına ulaşmak esastır (ILO,1999).
Insana yakışır işin ilk boyutu, belirtildiği üzere istihdama erişmektir.
Fakat küresel ekonomik krizler bu hedefe ulaşmayı zorlaştırmaktadır.
ILO'nun yayınladığı 2012 Küresel İstihdam Raporu'nda, dünya ölçüsünde
her üç çalışandan birinin işsiz olduğu veya bir işe sahip olmasına rağmen
yoksulluk içinde yaşadığı vurgulanmaktadır. Raporda, işsizliğin ortadan
kaldırılması ve çalışanların insanca yaşama kavuşması için gelecek 10 yılda
dünyada 600 milyon kişiye istihdam yaratılması gerektiği bildirilmektedir.
ILO Genel Direktörü Juan Somavia da, " Dünyada her 3 çalışandan biri
119
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125)
işsiz ya da çalışmasına rağmen çok yoksul yani yaklaşık 1,1 milyar insan
işsizlik veya yoksulluk içinde yaşıyor. Ekonomi politikaların birincil önceliği
iş yaratmak olmalıdır.” diye konuşmuştur (ILO,2012).
Ayrıca, bir işe sahip olmasına rağmen yoksulluk sınırında yaşayan 900
Milyon kadın ve erkek işçinin de, insana yaraşır işlere yerleştirilmesi gerekmektedir (ILO,2012). Görüldüğü üzere, insana yakışır işin niteliklerinden
birisi, ücret düzeyidir yani ücret düzeyi yeterli olan istihdamdır5.
21.yy’da yoksulluğu tanımlamada yeni bir kavram ortaya çıkmıştır,
“working poor” yani “çalışan yoksullar”. Çalışan yoksullar, yoksulluğun
değişen yüzü olarak karşımıza çıkmakta ve işsizlik dışı yoksulluk olarak da
değerlendirilmektedir. Bu yoksullukla başa çıkmanın tek yolu da, insana
yakışır işler yaratmaktır. Nitekim, ILO’da son raporunda bu amaça değinmiştir. 2011 verilerine göre, Tablo.3’ de görüldüğü üzere küresel işgücü
piyasasında çalışan yoksulların oranı, % 29,5’ tur.
Tablo 3.Küresel İşgücü Piyasasında Çalışan Fakirlerin Oranı (2006-2011)
Yıllar
Çalışan fakirlerin oranı
2006
34,9
2007
33,1
2008
32,0
2009
31,3
2010
30,2
2011
29,5
Kaynak:ILO, 2012
ILO’nun daha önce ki raporlarındaki analizlerde de , bölgeler arasında ve bölgeler içerisinde farklılıklar olmasına rağmen istihdamla ilgili olarak
birçok ortak tehdidin varlığı ortaya konulmaktadır . Bugün için de varlığını
devam ettiren yukarıda da değinilen bu tehditler ise ; gençlerin işgücü piya5
İnsana yakışır işi ölçmek için uygun bir gösterge geliştirmeden önce “yeterli ücret”
kavramının tanımlanması gereklidir. Çoğu zaman doğrudan bir ölçü geliştirmek güç
ya da maliyetlidir. Dolayısıyla, dolaylı bir ölçüye başvurulabilir. Örneğin, çocukların beslenme durumları, aldıkları çeşitli besinler aracılığıyla doğrudan ya da daha
kolay ve ucuz bir biçimde, yaşlarına göre boy ve kiloları aracılığıyla dolaylı olarak
ölçülebilir (Ghai, 2002:8 aktaran Gündoğan,2010:7).
120
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125)
sasında yetişkinlere oranla daha fazla zorlukla karşı karşıya kalması; Kadınlara, erkekler kadar fırsat tanınmaması; İnsan onuruna yakışan, yeterli istihdamın yokluğu; Yetersiz insan sermayesi gelişimi ve iş piyasasının arz ve
talep arasındaki uyumsuzluktan dolayı potansiyelin her zaman tam kullanılamamasıdır. İnsana yakışır işin, yoksulluğu azaltacak tek sürdürülebilir yol
olduğu yaygın bir görüştür. Bu nedenle “tam zamanlı, verimli ve insan onuruna yakışır istihdam” hedefi ortaya konmaktadır(ILO,2007).
İşin insana yakışır özelIik kazanmasını sağlayan önemli niteliklerden
biri, iş güvencesidir ki, doktrinde çalışma hakkının korunması anlamında da
kullanılan iş güvencesi olgusu, çağdaş iş hukukunda, genel bir ifadeyle işçinin işveren tarafından yapılacak fesihlere karşı korunması ve iş ilişkisine
süreklilik kazandırılmasını ifade etmektedir. Sözleşmesinin sona ermesi,
çıkar çatışmasının en çok yaşandığı alan olması nedeniyle, işçinin en fazla
korunmasının gerekli olduğu konuların başında gelmektedir (Mollamahmutoğlu,2005).
İş güvencesi kavramı, temelinde geçimlerini emekleri ile sağlayan bağımlı çalışanların, haksız nedenle işverence iş sözleşmesine son verilmesi
halinde, işverenin fesih işlemini sınırlayan ya da engelleyen böylelikle iş
sözleşmesinin işçi açısından zayıflığını gideren ve koruyucu yönü ağır basan
normatif düzenlemeleri kapsayarak çalışma hakkının korunması anlamına da
gelmektedir.
Günümüzde çalışma hakkı sadece, temel bir insan hakkı olarak değerlendirilmektedir. Oysaki çalışma hakkının korunması, sosyal barış açısından da önem taşımaktadır. Çalışanlar hiçbir sebep gösterilmeksizin işten
çıkarılıyorsa, toplumsal düzenin korunması ve huzurun sağlanması da, o
kadar güç olabilecektir. Gerçekten de iş güvencesi, sadece işçiler açısından
değil, tüm çağdaş toplumlar açısından yaşamsal öneme sahip bir konu olarak
ele alınmakta ve sorunun sadece kişisel değil, siyasal ve sosyal bir boyutu
olduğu da kabul edilmektedir. Emeği ile geçimini sağlayan işçinin en önemli
sorunlarından biri, iş güvencesidir (Bayramoğlu,t.y.:83).
Ülkeler arasında işlerin kalitesi konusunda karşılaştırma yapmak için,
İyi İşler İndeksi (GJI) geliştirilmiştir. Bu indekse bakarak da iyi işin kritelerini sıralamak mümkündür. Küresel Politika Ağı (Global Policy Network)
tarafından geliştirilen bu indeks, şu 5 alanda iş kalitesi konusundaki gelişmeleri yine bu alanlarda geliştirilmiş 5 alt indeksi dikkate alarak ölçmeyi amaç-
121
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125)
lamaktadır. İyi İşler İndeksi, basitçe bu 5 alt indeksin ortalamasından oluşmaktadır (bkz.Gündoğan,2010:12);
-
Kadınlar için eşit fırsatlar; Fırsat Eşitliği İndeksi (IEO),
Bir yaşam ücreti; Ücret İndeksi (IS)
İş güvencesi; İstihdam/İşsizlik Oranı (IEE)
Sosyal güvenlik; Sosyal Güvenlik İndeksi (IASS)
Temel çalışma haklarına saygı; Çalışma Haklarına Saygı İndeksi (IRLS)
Kısacası insana yakışır iş, sadece ücretli çalışanlar için değil tüm çalışanlar için, istihdama erişmeyi, uygun ücret elde etmeyi, iş güvencesini,
sağlıklı çalışma koşullarını, sosyal güvenlik kapsamında olmayı, gelir güvenliğini, kişinin örgütlenme, toplu pazarlık hakkı gibi çalışmaya ilişkin
temel haklarını, fırsat eşitliğini, sosyal diyaloğu içermektedir.
Sonuç itibariyle İnsana yakışır iş olgusunun sadece kişisel bir sorun
olmadığı sosyal, siyasal sonuçlarına da dikkat çekmek gerektiği açıktır ki, bu
olguyu hayata geçirmenin nihai hedeflerinden biri de, ILO tarafından da
dile getirildiği üzere küresel ve kronik bir sorun olan yoksullukla savaşımdır.
6. SONUÇ
21. yy’lın küreselleşen dünyasında işsizlik, kronik ve küreselleşmiş
sosyo-ekonomik bir problem olarak kendini göstemektedir. İşsizliğin gençler
arasında daha yaygın olması, işsizlik probleminin boyutunu genişletmektedir. Bir yanda işsizlik problem olarak yaşanırken diğer yandan esnek çalışma
biçimlerinin yaygınlaşmasıyla, istihdamda eğretilik artmakta, işin kalitesi
sorunu ortaya çıkmaktadır.
İşsizliği ortadan kaldırmanın yani istihdamın amacı, insan onuruna
yakışır, üretken, çalışmasının karşılığını yeterli ücret olarak alabileceği, sosyal güvenceleri olan işlerdir. Oysaki, esnek çalışma biçimlerinin özelliklerine baktığımızda çoğunun bu özellikleri taşımadığı görülmektedir. Gerek
ILO gerek OECD gerekse Eurostat tarafından yapılan çalışmalar, kadın ve
gençlerin tercih ettiği, hizmet sektöründe, fazla vasıf gerektirmeyen işlerde,
part-time çalışmanın yaygınlaştığını ortaya koymaktadır. Part-time çalışma
yanında geçici iş ilişkisi gibi diğer esnek çalışma biçimleri de artmaktadır.
Bu durum diğer anlamda , güvencesiz, örgütsüz, düşük ücretli emek demektir.
122
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125)
Öyle görülüyor ki, 20. yy’da insan hakları içerisinde yerini almış olan
çalışma hakkının, 21.yy’da “insanca iş” ya da “insana yakışır iş” hakkı olduğunu hatırlatmak gerekmektedir. İstihdam, bu anlamda amacına ulaşmamakta, çalışan yoksulları yaratmaktadır. Yoksulluk riskinin ya da yoksulluğun
arttığı ve/ veya geleceğe güvenle bakamayan bir toplumda, sosyal barışı
sağlamak gittikçe zorlaşacaktır. 1. Dünya Savaşı sonrası imzalanan Versay
Barış Antlaşmasıyla gelinen noktada kurulan ILO’nun felsefesini de ifade
eden “dünya barışı için sosyal adalet” bakış açısını da, günümüz dünyasında
hatırlatmakta fayda vardır. Ki, diğer yandan işsizlik ve güvencesiz işlerin bir
adım sonrası, toplumsal bütünleşmenin karşıtı olan sosyal dışlanma olabildiğini de, unutmamak gerekmektedir.
KAYNAKLAR
Bayramoğlu, Fatih (t.y). “İş Sözleşmesinin Feshi”, Adalet Dergisi,
Sayı.37,ss.83-110.
http://www.yayin.adalet.gov.tr/adalet_dergisi/sayi37/05%20%20FAT%C4%
B0H%20BAYRAMO%C4%9ELU.pdf (Erişim; 12/12/12).
Buğra, Ayşe (2011). Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika, İletişim Yayınları,İstanbul.
Castells, Manuel(2008). Enformasyon Çağı;Ekonomi, Toplum ve Kültür, Çev.Ebru Kılıç,1.Cilt,2.Baskı,İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Deacon, Alan(2011). “İstihdam”, Sosyal Politika Kuramlar ve Uygulamalar, Edit.P.Alcock, M.May,K.Rowlingson,Çev.O.Tezgel,Siyasal Kitapevi,Ankara.
Dull, Nicola(2003). “Is Precarious Employment Shaping European
Labour Markets?”, Paper Prepared for the 15th Annual Meeting of the Society of Advanced Economics in Aix-en-Provence, June 26-28.
Elwert, Felix (2002). “Incarceration, Unemployment, and “
rosis”,August.http://www.wjh.harvard.edu/~cwinship/cfa_papers/ElwertIncarc
eration.pdf
123
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125)
Eurostat(2013).4/2013,08.January.2013
.http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/ITY_PUBLIC/3-08012013-BP/EN/308012013-BP-EN.PDF (Erişim:10/01/13).
Eurostat(2012a).182/2012,14.December.2012.
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/ITY_PUBLIC/2-14122012-BP/EN/214122012-BP-EN.PDF (Erişim:10/11/12).
Eurostat(2012b).189/2012,20.December.2012
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/ITY_PUBLIC/3-20122012-AP/EN/320122012-AP-EN.PDF (Erişim:10/11/12).
Eurostat(2012c).171/2012,3.December.2012.
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/cache/ITY_PUBLIC/3-03122012-AP/EN/303122012-AP-EN.PDF (Erişim:10/11/12).
Göze Ayferi (1995). Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, Beta Yayınları, İstanbul.
Gülmez, Mesut(2008).Uluslararası Sosyal Politika, Hatipoğlu Yayınları,İstanbul.
Gündoğan, Naci(2010). “İstihdam Politikalarının bir Hedefi Olarak “İş
Kalitesi” ve Uluslararası Kuruluşların Bu Konudaki Yaklaşımları”, Çimento
İşveren,Ocak, ss.4-15.
Hay,Colin (2011). “ Sosyal Politika ve Ekonomi Politiası”, Sosyal Politika Kuramlar ve Uygulamalar, Edit.P.Alcock, M.May, K.Rowlingson,
Çev.O.Tezgel, Siyasal Kitapevi,Ankara.
ILO(1999). “Decent Work”,Intenational Labour Conference, 87th
Session1999,Geneva.
http://www.ilo.org/public/english/standards/relm/ilc/ilc87/rep-i.htm
(Erişim.11/10/12).
ILO(2009).Guide to the new Millennium Development Goals Employment Indicators: including the full set of Decent Work Indicators, International Labour Office, Geneva: ILO. (Erişim.11/10/12).
124
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (107-125)
ILO(2007). “Global Employment Trends Brief”, January 2007 .
http://www.newunionism.net/library/internationalism/ILO%20%20Global%
20Employment%20Trends%20-%202007.pdf (Erişim.11/10/12).
ILO(2012). “Global Employment Trends 2012: Preventing a Deeper
Jobs
Crisis”,Geneva.
Kapar, Recep (2004). “ Uygun İş Bağlamında Çalışan Yoksullar”, Istanbul Üniversitesi İktisat Fak Sosyal Siyaset Konferansları 48.Kitap
,Istanbul Üniv Yay,No:4531,İstanbul.
Littlewood, P., Glorieux, I., Herkommer, S., Jönsson I. (1999), Social
Exclusion in Europe : Problems and Paradigms, Ashgate, Aldershot.
Mollamahmutoğlu, Hamdi (2005). İş hukuku,2.Basım,Ankara.
OECD(2012), “Statistical Annex”, in OECD Employment Outlook
2012,OECD Publishing.
Özsöz Melih(2012), İşsizlik: Küreselleşen ve Kronikleşen Sorun, IKV
Değerlendirme Notu, Mart.2012.
Temiz Hasan E.(2004). “Eğreti İstihdam İşgücü Piyasasında Güvencesizliğin ve İstikrarsızlığın Yeni Yapılanması”, Çalışma ve Toplum, Şubat,
s.55-77.
Vosko, Leah F. (2006). Precarious Employment: Understanding Labour Market Insecurity in Canada, McGill Queenss University Press.
125
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145)
SPORDA ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ ve SOSYAL HAKLAR: 6356 SAYILI YENİ SENDİKALAR ve TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ KANUNU
BAĞLAMINDA BİR DEĞERLENDİRME
Cemal İYEM1
ÖZET
Sporun kazanç elde edilebilen bir faaliyet haline gelmesiyle birlikte
spor kulüpleri de hızlı bir şirketleşme süreci içerisine girmişlerdir. Özellikle
spor faaliyetlerinin bir meslek olarak görülmesi spor alanında çalışanların iş
ve sosyal güvenlik hukuku bakımından konumlarını belirlenmesi ihtiyacını
ortaya çıkarmıştır. Sporun işverenlerinde yaşanan kurumsallaşmaya karşılık,
çalışanları olan sporcuların haklarının savunmasının aynı oranda kurumsallaştığını söylemek maalesef mümkün değildir. Bu sporcuların en önde gelenlerinden biri de profesyonel futbolculardır. Özellikle profesyonelliğe genç
yaşlarında adım atarak uzun süreli sözleşmeler imzalamaya zorlanan futbolcuların çalışma şartlarının ağır, işverenlerine karşı ise pazarlık güçlerinin
olmadığı yadsınmaz bir gerçektir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 4. maddesinin
g fıkrası uyarınca İş Kanunu’nun kapsamı dışında bırakılan diğer bütün
sporcular gibi profesyonel futbolcuların da kendi faaliyet gösterdikleri spor
dalına göre ilgili federasyonlarca düzenlenen mevzuat hükümlerine tabi oldukları görülmektedir. Bu doğrultuda profesyonel futbolcular İş Kanunu’nda
yer alan hizmet sözleşmesinin feshi, ihbar ve kıdem tazminatı gibi haklardan
faydalanamamaktadırlar. Bu durum çalışma ilişkilerindeki adaletsiz yapının
en güzel göstergesidir. İşte bu çalışma spor hukuku alanında çalışanların iş /
çalışma ilişkilerini, sendikalaşma haklarını incelemeyi amaç edinerek, bu
bağlamda çözümler üretmeyi amaçlamaktadır.
Anahtar Sözcükler: Çalışma İlişkisi, Sosyal Haklar, Profesyonel Futbolcular
1
Yrd.Doç.Dr., Sakarya Üniversitesi
126
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145)
ABSTRACT
When sports became an industry, the process of incorporation of
sports clubs was came true quickly. After especially the sports activities
became profession, the need to regulate the position of sportsmen/employees' labor and social security law has been revealed. For sport
clubs/employers of the institutionalization in sport improves rapidly, however, it is not possible to say the same for the defense of the rights of sportsmen. This is one of the prominent sportsmen in professional football players.
Especially the young age of professionalism players are forced to sign longterm contracts step severe operating conditions, the weak bargain power.
According to Labor Law No.4 (g) of 4857, unionization of sportsmen in
Turkish legal environment is possible, sport clubs and sportsmen are continuing to live without so many rights and obligations but they didn’t. This is
the best indicator of labor relations structure is unfair. The aims of this study
were to put forward the union and its functions with respect to sportsmen/employees, to examine whether unionization comes true or not for
sportsman in Turkish legal environment. This study was conducted by reviewing the academic literature on unionization and, the rules and regulations related to unionization.
Key Words: Labor Relationship, Social Rights, Professional Football
Players
127
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145)
1. GİRİŞ
Endüstrileşmiş toplumlarda çalışma/iş birçok insanın hayatının merkezini oluşturmaktadır (Grint; 2005). Günümüzde sporculuğun bir meslek
olduğunu kabul etmeyen hemen hemen kalmamıştır. Spor, bireysel ya da
toplu olarak boş zaman kapsamı içinde veya tam zamanlı şekilde melekleştirilmiştir (Erkal;1992:119). Günümüzde spor, kişisel ve toplumsal sağlığı
koruyucu, destekleyici ve geliştirici özellikleriyle önemli bir hizmet sektörü
olarak kabul edilmektedir. Ayrıca kitle iletişim araçlarının etkisi ile karlı bir
reklâm aracı haline gelen spor, bir taraftan geniş kitlelerin yoğun ilgisini
çeken bir gösteri ve eğlence faaliyeti olarak tüketim sektörüne dönüşürken,
diğer taraftan çok cazip bir ekonomik faaliyet alanı haline gelmektedir. Profesyonel sporda çalışma ilişkilerinin en temel aktörleri şüphesiz sporculardır.
Sporcular hem fiziksel hem de psikolojik olarak günümüzün en yoğun çalışanlarıdır. Özellikle profesyonel sporun eğlence, gösteri olarak kabul edilmesi, sporcuların da dışarıdan görünen şekli ile bu sektörün yıldızları gibi
algılanmalarına yol açmıştır (Aydın; 2007:24).
Profesyonel sporcular spor sektörünün hem işçileri, emekçileri hem de
ürünleridir. Bu yönüyle bu sektör çalışanları diğer pek çok sektör çalışanlarından farklılık arz eder. Profesyonel sporcuların eş zamanlı olarak işçi, girişimci, ürün, yıldız ve birer istatistik faktörü olmaları onlara çalışma ilişkilerinde birçok farklı rol yüklemektedir (Aydın; 2007:24). Aslında 19 yy.da pek
çok spor dalı profesyonelleşme süreci içerisine girerken, futbolun endüstrileşmesi de buna paralel olarak, 20. yy.da çok hızlı bir şekilde gerçekleşmiştir. Profesyonel futbolcular bu endüstrinin emekçileridir. Bu emekçilerin
işlerinde başarıya ulaşabilmeleri için çok sıkı çalışarak mükemmelliğe sadık
kalmaları gerekmektedir. Onların yaptıkları iş nedeniyle popüler olmaları,
kitleleri etkilemeleri, hatta birer yıldız, idol olarak görülmeleri, zor yada
yoğun çalışma koşullarının olmadığı, iş ilişkilerinde sorunlar yaşamadıkları
anlamına gelmez. Bunun yanı sıra sporu sadece İstanbul merkezli düşünerek
ya da sadece buradaki yıldız profesyonel sporcular üzerinden hareket ederek
anlamak resmin bütünün görmemizi engellemektedir (İyem; 2012:188).
Özellikle günümüz toplum yapısında her şeyin tüketime konu haline gelmesi
128
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145)
profesyonel sporcularında birer eşya gibi hızlı tüketime konu haline gelmelerini beraberinde getirmiştir. Profesyonel sporcular artık günümüz modern
insanının eğlence ve boş zaman gereksinimlerini karşılayan birer ürün haline
gelmiştir. Öyledir ki, insanlar bu ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için ciddi
bütçeler ayırabilmektedir. Bauman’ın (2006) küreselleşmenin tanımını yaparken ifade ettiği gibi üreticiler toplumundan tüketiciler toplumuna geçişle
birlikte insanların çalışma ve boş zamana yükledikleri anlamlarda da değişimler yaşanmıştır. Boş zaman faaliyetlerindeki çeşitlilik bunun en güzel
göstergesidir. Artık günümüz modern insanı boş zamanını etkin bir şekilde
değerlendirmeyi en temel ihtiyaçları arasında görmektedir. Bu durum insanların boş zamanlarını değerlendirme aktivitelerinde oldukça önemli bir yere
sahip olan spor endüstrisinin çalışanlarının işlerini daha da ağırlaştırmaktadır.
Bu bağlamda bu çalışma spor hukuku kapsamındaki bu ağır işçilerin /
çalışanların iş ilişkilerini ve sosyal haklarını hem bireysel iş hukuku, hem
yeni sendikalar kanunu ve ayrıca sosyal güvenlik mevzuatı çerçevesinde
değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu değerlendirme spor endüstrisinin günümüzde en popüler alanı olan dünyada milyarlarca tüketicisi olan futbol
endüstrisinin en temel aktörü olarak görülen profesyonel futbolculardan yola
çıkılarak yapılacaktır. Çalışmada ikincil verilerden hareketle kanun ve mevzuatlar incelenerek, profesyonel futbolcuların sendika kurma ve sosyal haklarını güvence altına almaları, iş ilişkileri, ilgili mevzuatlar çerçevesinde
değerlendirilerek çözüm yolları üretilmesi amaçlanmaktadır.
2. İŞ VE SOSYAL GÜVENLİK HUKUKU BAKIMINDAN SPORCULARIN DURUMU
Sporcular, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 4. maddesinin (g) fıkrası gereğince kanun kapsamı dışında bırakılmıştır, buna göre İş Kanunu hükümleri
sporcular hakkında uygulanmamaktadır (Alay; 2007:3). İş Kanunu kapsamına alınmayan sporcular Borçlar kanunu kapsamında iş ilişkilerini düzenlemekte ve haklarını bu kanun çerçevesinde korumaktadırlar. 6098 sayılı Türk
129
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145)
Borçlar Kanunu’nun 393. maddesine göre; Hizmet akdi, bir mukaveledir ki
onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeği ve iş
sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt etmektedir.
Spor kulüpleri gerek dernek gerek şirket şeklinde kurulmuş olsunlar,
işveren sıfatını kazanmaları açısından bu durum, herhangi bir fark yaratmamaktadır. 4857 Sayılı İş Kanunu gereğince işçi çalıştıran tüzel veya gerçek
kişiye işveren adı verilir. Tüzel kişi işveren, bir kamu hukuku tüzel kişisi
veya özel hukuk tüzel kişisi olabilir. İşveren sıfatını taşıyan tüzel kişi, kazanç paylaşma amacı güden bir ticaret şirketi olabileceği gibi, dernek, sendika veya vakıf olabilir (Küçükgüngör; 1999). Türkiye Futbol Federasyonu ve
diğer federasyonlar tarafından çıkarılan talimatlarda ise, yaptıkları spor karşılığında kulüplerinden ücret alan profesyonel sporcuların sosyal güvenlik
haklarına ilişkin düzenlemeler yer almaktadır.
Sporcuları ikiye ayırmak gerekmektedir. Sporcuların bir kısmı hayatını sporculuktan sağlayan, sporculuğu meslek olarak yani profesyonelce
yapmaktadır; bir kısmı ise meslek edinme ve para kazanma gayesi gütmeksizin, sporu sevdiği için amatörce yapmaktadır. Profesyonel sporcular, yaptıkları spor karşılığında kulüplerinden belli bir ücret karşılığında kulüple aralarında bir hizmet akdi oluşmaktadır. Mülga olan 506 sayılı Sosyal Sigortalar
Kanunu’ nun 2. maddesi gereğince; bir hizmet akdine dayanarak bir veya
birkaç işveren tarafından çalıştırılanlar, Sosyal Sigortalar Kanunu gereğince
sigortalı sayılırlardı. Aynı Kanunun 3. maddesinde sayılan istisnalar arasında
sporcular sayılmadığı için, kulüplerinden ücret alarak spor yapan profesyonel sporcular Sosyal Sigortalar Kanunu gereğince sigortalı niteliğini1 kazanmışlardı. Yine ismi geçen kanunun 4. maddesinde işveren kavramı tanımlanmıştır. Buna göre işveren, sigortalıları çalıştıran gerçek veya tüzel kişilerdi.
1
Nitekim Yargıtay 10. Hukuk Dairesi de 1974 tarihli bir kararında profesyonel futbolcu ile
kulüp arasında bir hizmet akdinin ortaya çıktığına ve bu sebeple profesyonel futbolcuların
Sosyal Sigortalar Kanunu bakımından sigortalı sayıldıklarına hükmetmiştir: Yargıtay 10. HD.
24.01.1974 tarih, E. 1974/ 199, K. 1974/1274, Bak. Yargıtay Kararları Dergisi, Ocak 1975,
C.1, S.1, s. 81-83.
130
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145)
Profesyonel sporcular ile işverenleri arasında, kulüplerin gösterdiği
yer ve belirlediği saatlerde, işveren veya vekilinin emir ve talimatı altında
çalışmaları, yapılan sözleşme uyarınca ücret almaları nedeniyle hizmet sözleşmesi kurulmaktadır. Bu sebeple, 5510 Sayılı Kanun'un 4/a maddesi kapsamında profesyonel sporcuların "hizmet akdi ile bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılanlar" sıfatıyla 4/a sigortalısı (SSK'lı) olarak sigortalı
sayılmaları gerekmektedir. 4857 Sayılı İş Kanunu'nun kapsamına girmeyen
sporculara İş Kanunu hükümleri uygulanmasa da, bu durum sigortalı sayılmalarına engel değildir, bilakis sporcuları SSK'lı yapmak zorunludur (Tezel;
2011).
Kulüplerinden herhangi bir ücret almadan spor yapan amatör sporcuların, Sosyal Sigortalar Kanunu’na tabi olmadıklarını ve federasyonlar tarafından getirilen düzenlemelerde de amatör sporcuların sosyal güvenliğine
ilişkin herhangi bir hüküm yer almamaktadır.
1 Ekim 2008'den önce eski sosyal güvenlik sisteminde, amatör sporcu
dernek ve federasyonların, SSK ile yapacakları protokolle iş kazaları ve meslek hastalıkları, hastalık, analık, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası kollarından birine, birkaçına veya tümüne tabi tutulmak üzere topluluk sözleşmesi
imzalamak suretiyle amatör sporculara sosyal güvenlik hakları getirilmiş,
fakat 5510 Sayılı Kanun'la topluluk sigortası kaldırılmış olduğundan, amatör
sporcuların 1 Ekim 2008 gününden sonraki dönemde sosyal güvenlikleri
konusunda yasal boşluk ortaya çıkmıştır (Tezel; 2011). Aslında Hardal’ın
(2006:1) da ifade ettiği gibi sporcuların branşlarına göre profesyonel olurken
imzaladıkları profesyonel sözleşmelerde bir iş görme edimi durumu söz konusudur. Yani taraflardan biri (işgören), diğerine (iş sahibine) karşı, daima iş
görme borcu altına girmekte ve ilişki bu şekilde kurulmaktadır (Hardal;2006:1). Nitekim Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin verdiği bir kararda da,
profesyonel sporculardan en popüler olarak görülen profesyonel futbolcular
ile kulüp arasındaki akit ilişkisinin bir hizmet sözleşmesine dayandığı belirtilmiştir (YKD; 1975:81-83). Bu bağlamda oluşan bu problemin giderilmesi
amacıyla, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığı arasında 08.10.1997 tarihinde yapılan protokolle; dernekler
131
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145)
yasasına göre kurulan ve amatör sporculardan oluşan dernek, birlik, federasyon veya başka kuruluşların Gençlik ve Spor İl Müdürlükleri aracılığıyla
Sosyal Sigortalar Kurumu'na başvurmaları halinde, iş kazaları ve meslek
hastalıkları, hastalık, analık, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası kollarından
birine, birkaçına veya tümüne tabi tutulmak üzere topluluk sözleşmesi imzalamak suretiyle amatör sporculara sosyal güvenlik imkânı getirildi. Fakat
01.10.2008 günü yürürlüğe giren 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile
topluluk sigortalılığı sona ermiştir dolayısıyla amatör sporcuların sosyal
güvenliği artık mevcut değildir (Tezel; 2011).
Buna göre, SGK'da sigortalı olan profesyonel sporculara sağlanan
yardımlar şu şekilde sıralanabilir:
- İş kazası halinde sağlık yardımı yapılması, geçici ya da sürekli iş göremezlik ödeneği verilmesi, protez araç ve gereç sağlanması veya tedavi
için başka bir yere ya da başka bir ülkeye gönderilmesi.
- İş kazası geçiren sporcunun eş ve çocuklarına ya da geçindirmekle yükümlü oldukları ana ve babalarına gelir bağlanması.
- Sigortalının, eşinin, çocuklarının ya da bakmakla yükümlü olduğu anne
ve babasının hastalanması halinde hekimlere muayene ettirilmesi ve gerekli sağlık yardımlarının yapılması.
- Sigortalı sporcunun maluliyeti durumunda, gerekli şartların yerine getirilmesi halinde maluliyet aylığının bağlanması.
- Koşulların yerine getirilmesiyle birlikte yaşlılık aylığı bağlanması veya
toptan ödeme yapılması.
- Sigortalı sporcunun ölümü halinde geride kalan eş ve çocukları ile bakmakla yükümlü oldukları ana ve babasına aylık bağlanması (Tezel,
2011).
Ücret almayan amatör sporcuları hizmet akdi ile çalışan işçi olarak
değerlendirmek mümkün değildir. Bu nedenle amatör sporcuların sendika
üyeliği hukuken söz konusu değildir (Küçükgüngör, 1999:4).
Amatör olmaları nedeniyle SSK sigortası olmayan sporcular tamamen
sosyal güvence dışında da değildir. 15.06.2004 tarihinde Sağlık Bakanlığı ile
132
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145)
Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığı arasında imzalanan protokol gereğince
07.12.2001 tarih ve 24606 Sayılı Resmi Gazete ‘de yayımlanarak yürürlüğe
giren "Sporcu Lisans, Tescil, Vize ve Transfer Yönetmeliği" hükümleri uyarınca lisans almış, herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olmayan
sporcular Sağlık Bakanlığı'na bağlı tedavi merkezlerinden ücretsiz olarak
sağlık hizmeti alabileceklerdir.
Yukarıdaki açıklamalar değerlendirildiğinde, ücret karşılığı çalışan
profesyonel sporcular hizmet akdine sahiptirler. Sporcu çalıştıranlara işveren, çalışanlara da işçi denilebilir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 4. maddesinin
(g) fıkrası gereğince kanun kapsamı dışında bırakılan ve 6098 sayılı Türk
Borçlar Kanunu’nun 393’üncü maddesine göre hizmet akdine sahip olan
profesyonel futbolcular, İş Kanunu’nun sunduğu haklardan yararlanamasalar
da mülga 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ve 6356 sayılı Sendikalar ve
Toplu İş Sözleşmesi Kanunu kapsamında sendikal haklara sahiptirler.
3. SPORCULARIN SENDİKAL HAKLARI
İşçilerin veya işverenlerin çalışma ilişkilerinde, ortak ekonomik ve
sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için meydana getirdikleri tüzel kişiliğe sahip kuruluşlar sendika olarak nitelendirilmektedir (Alay;
2007). Ülkemizde hem işverenler hem de işçiler Anayasa’nın 51. Maddesi
ile 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’na göre sendikal haklara sahiptiler. Bilindiği üzere 7 Kasım 2012 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak 6356 sayılı
Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu (STİSK) yürürlüğe girdi. 6356
sayılı yeni yasa (STİSK), 1983 yılından bu yana yürürlükte olan 2821 sayılı
Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunlarının yerini aldı. Bu bağlamda iki ayrı kanun ile düzenlenmiş olan sendikal mevzuat 6356 sayılı yeni yasada toplandı. Bu yeni yasa ile profesyonel
sporcuların sendikal haklarında ne gibi değişimlerin meydana geldiğine değinmeden önce 2821’deki haklarını ifade edeceğiz.
133
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145)
1982 Anayasasının 51. Maddesi şu şekildedir:
C. Sendika Kurma Hakkı
Madde 51– (Değişik: 3.10.2001-4709/20 md.) Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini
korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme
haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz. Sendika kurma hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk ile başkalarının
hak ve özgürlüklerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir.
Sendika kurma hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller
kanunda gösterilir (Mülga dördüncü fıkra: 7/5/2010-5982/5 md.)
6356 ve 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 1. maddesinde, kanunun
amacı belirtilmiştir.
Madde 1 - Bu Kanunun amacı, çalışma ilişkilerinde ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerin korunması ve geliştirilmesi için işçiler ve işverenler
tarafından meydana getirilen sendikalar ile konfederasyonların kuruluşu,
teşkilatı, faaliyeti ve denetlenmesi esaslarını düzenlemektir. (2821 Sayılı
Kanun)
Madde 1- Bu Kanunun amacı, işçi ve işveren sendikaları ile konfederasyonların kuruluşu, yönetimi, işleyişi, denetlenmesi, çalışma ve örgütlenmesine ilişkin usul ve esaslar ile işçilerin ve işverenlerin karşılıklı olarak
ekonomik ve sosyal durumları ile çalışma şartlarını belirlemek üzere toplu iş
sözleşmesi yapmalarına, uyuşmazlıkları barışçı yollarla çözümlemelerine,
grev ve lokavta başvurmalarına ilişkin usul ve esasları düzenlemektir. (6356
Sayılı Kanun)
Yukarıda da görüleceği üzere 6356 sayılı Yeni Kanun ile birlikte 2821
ve 2822 birleştirildiğinden dolayı madde 1 uyarınca toplu iş sözleşmesi
yapmalarına, uyuşmazlıkları barışçı yollarla çözümlemelerine, grev ve lokavta ilişkin usul ve esaslar düzenlenmesi eklenmiştir.
134
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145)
6356 ve 2821 sayılı kanunların her ikisi de 3. maddelerinde işçi ve işveren sendikalarının nasıl kurulacağını açıklamaktadır. Eski Kanunda da
yeni kanunda da sendikaların işkolu esasına göre kurulacakları belirtilmiştir.
İşçi ve işveren sendikaları:
Madde 3 - İşçi sendikaları, işkolu esasına göre bir işkolunda ve Türkiye çapında faaliyette bulunmak amacı ile bu işkolundaki işyerlerinde çalışan
işçiler tarafından kurulur. İşveren sendikaları, işkolu esasına göre bir işkolunda ve Türkiye çapında faaliyette bulunmak amacı ile bu işkolundaki işverenler tarafından kurulur (2821 Sayılı Kanun)
Madde 3- Kuruluşlar, bu Kanundaki kuruluş usul ve esaslarına uyarak önceden izin almaksızın kurulur. Sendikalar kuruldukları işkolunda faaliyette bulunur (6356 Sayılı Kanun).
2821 sayılı kanunun “Sendika üyeliğinin şartları” başlıklı 20. Maddesinde ise sendika üyeliğinin şartları düzenlenmişti.
Madde 20 – On altı yaşını doldurmuş olup da bu Kanuna göre işçi sayılanlar, işçi sendikalarına üye olabilirler. On altı yaşını doldurmamış olanların üyeliği kanuni temsilcilerinin yazılı iznine bağlıdır.
6356 sayılı yeni kanunun 17. Maddesinde sendika üyeliği şartları düzenlenmiştir.
Madde 17 - On beş yaşını dolduran ve bu Kanun hükümlerine göre işçi sayılanlar, işçi sendikalarına üye olabilir.
Her iki kanunda da işveren sayılanlar işveren sendikalarına üye olabilirler.
6356 sayılı yeni yasa ile daha önce olduğu gibi sendika kurabilmek ve
sendikaya üye olabilmek için işçi veya işveren olunması gerekmektedir.
Buna göre, bir hizmet akdine dayalı çalışanlara işçi, işçi sayılan kişileri çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye ve tüzel kişiliği olmayan kamu kuruluşlarına
ise işveren adı verilir (Küçükgüngör, 1999). Bu anlamda iş kanunlarına göre
çalışanlarla birlikte, Türk Borçlar Kanunu’nun hizmet akdi hükümlerine göre
çalışanlar da yeni Sendikalar Kanunu gereğince işçi sayılmaktadır. Yeni
yasaya göre sendika üyesi olamayacaklar arasında sporcular sayılmadıkları
için, kulüplerinden ücret almak suretiyle spor yapan profesyonel sporcuların
135
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145)
sendika kurmalarına veya bir sendikaya üye olmalarına hukuken engel yoktur.
İşçi sayılan bir profesyonel sporcu çalıştırdıkları için işveren sayılan
spor kulüplerinin de bir sendika kurmaları veya bir sendikaya üye olmaları,
bu düzenlemeler çerçevesinde mümkündür (Alay;2007:3). Sendikalar, işkolu
esasına göre bir işkolunda ve Türkiye çapında faaliyette bulunmak üzere bu
işkolundaki işyerlerinde çalışan işçiler tarafından kurulabilir. 16 yaşını doldurmuş olan işçiler sendikalarına üye olabilirler. Şayet 16 yaşını doldurmamışlarsa kanuni temsilcilerinin yazılı izniyle üye olabilirler (Küçükgüngör;1999).
İşçi sendikalarının bir işkolunda ve Türkiye çapında faaliyette bulunmak
üzere, işkolundaki işçiler tarafından kurulabileceği hükmü ile sendika kurma hakkı
tanınmıştır. Meslek esasına göre sendika kurmak yasaklandığı için futbolcular
mesleki esasına dayalı sendika kuramazlar. “Sporcular” dolayısıyla futbolcular,
4857 sayılı İş Kanunu’nun istisnalar bölümünde kapsam dışında bırakılmış olmalarına 5510 Sayılı Kanun'un 4/a maddesi kapsamında profesyonel sporcuların
"hizmet akdi ile bir veya birden fazla işveren tarafından çalıştırılanlar" sıfatıyla 4/a sigortalısı (SSK'lı) olarak sigortalı sayıldıklarından, yeni Sendikalar
Kanunu’nda işçinin tanımı “hizmet akdine dayanarak çalışanlar” tanımına girmektedir. Nitekim Türkiye Futbol Federasyonu tarafından hazırlanan “Profesyonel
Futbolcu Sözleşmesi” incelendiğinde futbolcular ile kulüpleri arasındaki ilişkinin
iş ilişkisi olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla sendikalı olabilme anlamında profesyonel futbolcular işçi sayılmaktadırlar.
Futbolcuların hangi işkolunda örgütlenebilecekleri konusunda Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın konuya açıklık getiren bir kararı bulunmaktadır. 02.05.2002 tarih ve 2002/7 sayılı Kararı ile Beşiktaş Jimnastik Kulübü
Derneği, Galatasaray Spor Kulübü Derneği, Fenerbahçe Spor Kulübü Derneği
işyerlerinin eski kanundaki 25 no.lu, “Konaklama ve Eğlence Yerleri” işkolunda yer aldığı tespit edilmiştir. Söz konusu Karar’da bu tespitin gerekçeleri;
“çeşitli yaş gruplarında sporcu yetiştirmek, amatör ve profesyonel sportif faaliyetleri yürütmek ve yurt içi ve yurt dışı müsabakalar yapmak, dernek üyelerinin
136
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145)
sosyal, kültürel ve sportif ihtiyaçlarını karşılamak, Dernekler Kanunu ve diğer
mevzuata uygun olarak mal edinmek, sportif faaliyetler için tesisler kurmak,
kiralamak, derneğe gelir temin etmek amacı ile öngörülen ticari faaliyetlerde
bulunmak veya katılmak olduğu her üç işyerinin de spor kulübü olduğu, sportif
faaliyetlerde bulunulduğu, bu nedenle işyerlerinde yapılan işlerin yeni yasada
25 sıra numaralı Konaklama ve Eğlence Yerleri işkolunda yer alması gerektiği
tespit edilmiştir.” olarak açıklanmıştır. İş Kolları Tüzüğü’nün, işkollarına giren
işler bölümünde açık ve kapalı spor yerlerinde yürütülen işlerin 25 no.lu işkolu
kapsamında sayıldığını ve Bakanlığın isabetli tespitini esas aldığımızda spor
kulübü, dernek ve şirketler tarafında yürütülen sportif faaliyetlerin 25 no.lu
Konaklama ve Eğlence işkoluna girdiği anlaşılmaktadır (Binbir; 2006).
Bu yönde bir karar verilmesinin sebebi konaklama ve eğlence yerlerinin
kapsamına İşkolları Tüzüğü gereğince açık ve kapalı spor yerleri ile hipodromlarıngirmesidir(Yazarbelirtilmemiş;http://sendikam.blogspot.com/2011/01/spor-iskanunu-spor-iscileri-is-kanunu.html).
Yeni yasada da bu durum farklı değildir. 19.12.2012’de Resmi Gazetede
yayınlanan 6356 Sayılı İşkolları Yönetmeliği’nde 18 nolu sırada Konaklama
ve Eğlence İşleri görülmekte olup profesyonel sporcular için ayrı bir işkolu
tanımlaması yapılmamıştır. Dolayısıyla yeni yasa ile birlikte de profesyonel
sporcuların eski yasada olduğu gibi “Konaklama ve Eğlence İşleri” işkolu
kapsamında değerlendirileceklerini söyleyebiliriz.
Ancak yeni Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun da işkoluna göre sendikalaşma esasının benimsenmiş olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Bu esas gereğince, ülkede yapılan işler belirli sayıda gruplaştırılmış
ve her bir gruba işkolu adı verilmiştir. İşçi ve işveren sendikalarının kurulabilecekleri işkolları Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 4. Maddesinin 1. bendinde belirtildiği gibi, bir işkoluna giren işlerin neler olacağı
Kanunu’na ekli 1. sayılı cetvele göre belirlenmiştir. İşçiler veya işverenler
bir sendika kurarken veya bir sendikaya üye olurken, bu işkolları dikkate
alınmaktadır. Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu anlamında işçi
olarak kabul edilen profesyonel sporcuların, emeğini ücret karşılığında diğer
işçilerden bir farkı yoktur. Yine gerek dernek gerek şirket şeklinde olsun,
137
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145)
spor kulüpleri de Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu gereğince işveren niteliğindedir (Küçükgüngör; 1999:3-4).
İşçi statüsünde olan sporcular ile işveren statüsünde olan kulüpler arasındaki menfaat atışmalarında adil bir dengeye ulaşabilmek için en etkili
usul, kuşkusuz her iki grubun sendikaları arasında gerçekleşecek bir uzlaşma
olacaktır. Bu anlamda sporcuların ve spor kulüplerinin, 6356 sayılı yeni yasa
kapsamında yer alan ve 19 Aralık 2012 tarihinde Resmi Gazete ’de yürürlüğe giren İşkolları Yönetmeliği’nde yirminci işkolu olarak tanınan “genel
işler” kapsamında değerlendirilmesi kanımızca daha mümkündür. Ancak
günümüzde sporun ulaştığı nokta ve sporu meslek olarak yerine getirenlerin
sayısındaki hızlı artış dikkate alınarak bütünüyle spora özgü bir işkolunun
ihdas edilmesi gereği ortadadır. Bunun yeni yasada da yer almamış olması
büyük eksikliktir. Bu işkolunun kapsamına sadece sporcuların değil, sporla
ilgili faaliyetleri bir hizmet akdi gereğince gerçekleştiren sporla ilgili tüm
kişilerin de alınmaları gerekir. Sporcuların İş Kanunu kapsamı dışında kalması, sporcuların sendikalaşma hakkını ortadan kaldırmaz. İş Kanunu kapsamı dışında olmak, işçi olmayı/ücretli olmayı engellememektedir. İş yasası
iş sözleşmesi ile çalışanların önemli bir bölümünü kapsasa da, tümünü kapsamamaktadır. ILO’nun 87 ve 98 sayılı sözleşmeleri, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi ve Avrupa Sosyal Şartı tüm çalışanların sendikalaşma hakkını
güvence altına almaktadır. Sporcuların ve tabii ki futbolcuların sendikalaşmasında hiçbir hukuki engel bulunmazken sporcuların sendikalaşması için
hemen bugün bir adım atılabilir ve en elzem sendikal hedef olarak ise sporcuların İş Kanunu kapsamına alınması savunulabilir (Çelik; 2011).
1959 yılında Türkiye 1. Futbol Ligi kurulmasına ve ülkemizde futbolda kulüpleşme ve lig çok önceden gerçekleşmesine karşın, sporcuların ve
işverenlerin bir araya gelerek sendikalaşmaları olamamış, ancak sendikalaşma girişimleri olmuştur. Futbol sektöründe sendikalaşma hareketinin temeli
1970’lere dayanmaktadır. İlk adım, Galatasaray takımında forma giyen Metin Kurt’un ‘idman boykotu’ ile başlamıştır. Boykotu organize ettiği gerekçesiyle takımdan gönderilen ve spor ortamından uzaklaştırılan Kurt’un sendikalaşma çabaları 12 Eylül ihtilaline kadar sürümüştür. Ancak bu girişim
138
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145)
sonuçsuz kalmıştır (Bozkurt; 2006). Yakın bir zamanda Hak-İş’e bağlı Futbol-Sen kurulmuştur.
Sonuç olarak profesyonel futbolcuların Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun hükümlerine göre işçi, sporcuları çalıştıran kulüplerin
de tüzel kişiliği haiz işveren sayıldığı anlaşılmaktadır. Yürürlükte olan mevzuata göre sendika kurma ve sendikaya üye olma gibi sendikal hakların Anayasa, yasa ve uluslararası sözleşmelerce teminat altında bulunduğu anlaşılmaktadır (Yorgun; 2006:3).
2821 sayılı Sendikalar Kanunundaki eksiklikleri yukarıda ifade ettik.
Bu kanunun yerini alan 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununda da büyük ölçüde değişen bir durum yoktur. Çelik’in (2012) ifade
ettiği gibi aslında bu yeni yasa taslak aşamasındayken Uluslararası Çalışma
Örgütü (ILO) tarafından ciddi eleştirilere maruz kalmıştır (özellikle 87 ve 98
sayılı ILO sözleşmelerinin). Avrupa Birliği (AB) 2012 Türkiye İlerleme Raporu’nda da taslağın yetersiz olduğu ifade edilmiştir. 6356 sayılı yeni yasa,
2821 ve 2822’nin temel taşlarını korumuştur. Sendikal hak ve özgürlüklere
yönelik ILO normlarına uygun iyileştirmeler yapılmamıştır. Ancak yeni yasa
ile birlikte sendika kurma konusunda ciddi iyileştirmelerden bahsedilebilir.
Sendika kurum süreci eskisine göre daha kolaylaştırılmıştır. Yeni yasayı
profesyonel sporcular bağlamında değerlendirecek olursak; profesyonel
sporcuların sendika kurmaları konusunda daha kolay bir sürecin geldiğini
ifade edilebilir. Ancak yeni yasa da sendikalaşma düzeyini sadece işkolu
olarak sınırlamıştır. Dolayısıyla, işyeri-işletme ve meslek esaslı sendikaların
kurulmasının yolunu kapatmıştır. Öncesinde olduğu gibi yeni yasayla da
profesyonel sporcuların kendi içlerinde yaptıkları spor faaliyetlerine göre
örgütlenmeleri (örneğin sadece profesyonel futbolcuların, yüzücülerin, güreşçilerin vb. örgütlenmeler) engellenmiştir. Bu durum, ILO normlarına tamamen zıt olmakla birlikte, merkeziyetçi, kontrole dayalı bir yapıyı ve anlayışı korumaktadır.
139
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145)
4. SONUÇ ve ÖNERİLER
Günümüzde spor pazarında işveren ve işçi konumunda olan spor kulüpleri ve sporcular, sendikal haklar içerisinde yer alan pek çok hak ve yükümlülükten uzak olarak çalışmaktadırlar. Ülkemizdeki lisanslı sporcu sayısı
ve kulüp sayısına bakıldığında, sporcuların ülkemizde sendikalaşmalarının
hem yönetimsel, yani kurumsallaşma, hem de spor pazarının kaliteyi ve rekabeti yakalayabilmesi için bir zorunluluk haline geldiğini ifade edebiliriz.
Yasal olarak ülkemizde profesyonel sporcuların sendikalaşmaları konusunda
herhangi bir engel olmamasına rağmen ülkemizde hala sporcu sendikalaşmasının faaliyete geçmemesi şaşırtıcı bir durumdur.
Bu çalışmada profesyonel futbolcuların çalışma koşullarının zorluğu
ortaya konulurken, bu zorlukların iyileştirilmesi adına fiziki koşulların yenilenmesinin yanı sıra profesyonel futbolcular arasında da örgütlü bir yapının
gerekliliğine dikkat çekilmektedir. Sporcular insanların boş zamanlarını değerlendirmede çalışan ulaşılmaz yıldız kişiler gibi görülse de profesyonel
spor sektörü incelendiğinde, (bu çalışmada futbolcular örneği ile bu ortaya
konulmuştur) sporcuların tipik istihdamdan farklı birçok çalışma istihdam
sorunu ile karşı karşıya oldukları bir gerçektir. Lig yönetimleri, kulüpler,
taraftarlar, medya, menajerler sporcuların çalışma koşulları üzerinde etkili
olmaktadırlar. Bu durum sporcuların dolayısıyla futbolcuların yaptıkları
sözleşme özgürlüklerini sınırlamaktadır. Ayrıca profesyonel futbolcuları
sadece üst liglerde, UEFA kupaları ve Şampiyonlar Ligi gibi üst düzey organizasyonlarda mücadele eden kişiler olarak görmek bizleri büyük bir yanılgıya sürükleyecektir. Futbol endüstrisinin çoğunluğunu bu endüstrinin görülmeyen yüzü olarak ifade edebileceğimiz alt liglerde (1.,2.,3, Liglerde)
mücadele eden çalışanlar / emekçiler oluşturmaktadır. Bu çoğunluğu dikkate
almamak ve futbol endüstrisini çok basit bir şekilde kolay para kazanılan bir
alan, bu işi yapanları da birer yıldız olarak görmek futbol endüstrisindeki
emekçilerin yaşadığı sorunları tıpkı günümüzde olduğu gibi duyarsız kalmayı maalesef beraberinde getirmiştir ve getirecektir. Bu çalışmada futbolcular
örnek olayıyla konuyu açıklamaya çalıştık; ancak spor endüstrisinin farklı
140
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145)
branşlarında, farklı kategorilerde çalışan, işlerini yapan tüm profesyonel
sporcular için de durum benzerdir.
Yukarıda bahsi geçen mevzuat ve uluslararası anlaşmalar dikkate alınarak, kendi içinde gittikçe büyüyen bir endüstri olan sporun, başlı başına bir
iş kolu olduğunu kabul etmek gerekir. Milyonları etkileyen sporun ve özellikle futbolun pastası, her geçen gün daha da büyürken, bu sektörün programlanması, düzenlenmesi, denetlenmesi ve tabii ki örgütlenmesi gerekmektedir. Yurtdışındaki örneklere bakıldığında, ilk olarak işverenlerin örgütlenerek sendikalaştığını görmek mümkündür. İşverenlerin sendikalaşmasının
beraberinde futbolcuların da sendikalaşmasını getireceği şüphesizdir.
Sendika kurmak için herhangi bir yasal engeli olmaya işveren ve futbolcuların örgütlenerek kuracakları sendikalar, işverenlerin ve futbolcuların
meslek hayatını, hem de faal futbol hayatları sona eren oyuncuların geri kalan hayatının güvencesi olacaktır. Bu kapsamda, sözleşmelerde futbolcuların lehine bir takım düzenlemeler yapılabilir. Özellikle genç futbolcular bu
yapı içeresinde en fazla haksızlığa uğrayan kişilerdir. Profesyonel olmaları
adına uzun yıllar boş sözleşmelere imza atmak zorunda bırakılmaktadır.
Arkasında sendikanın varlığını bilen genç bir futbolcu, hem hak ettiği değeri
alabileceği bir ortam içinde çalışır, hem de geleceğini güvence altına alabilir.
Bu durum gerekli yasal düzenlemeler ve önlemler alınarak hızlandırılabilir.
Yine bu çalışmada da ifade edilen profesyonel futbolcuların örgütlenmeleri
önünde herhangi bir engelin bulunmaması ve örgütlü bir hareketin kendilerine sağlayacağı avantajlar / yararlar profesyonel futbolculara doğru ve etkin
bir şekilde aktarılmalıdır. Sendikalaşma hakkı konusunda kendilerine gerekli
eğitim ve bilgilendirici programlar düzenlenmelidir.
Günümüzdeki profesyonel futbolcuların birçoğunun bu mesleği yapabilmeleri için eğitimlerini yarıda bırakmaları dikkate alındığında sendikalaşma konusundaki eğitimler ve bilgilendirici programlar daha da önem arz
etmektedir. Bu konuda devletin organlarının da destek vermesi, temel hak ve
özgürlüklerinin bilincinde olan, huzurlu, adaletli, güvenli bir çalışma orta-
141
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145)
mında işini icra eden ve geleceğine daha umutla bakan profesyonel spor
çalışanlarını ortaya çıkaracaktır.
Özellikle profesyonel futbolcuların iş / çalışma ilişkileri ve sosyal
haklar bağlamında karşılaştıkları sorunlara yönelik alınacak önlemler ve
yapılacak uygulamalar bu emekçilerin iş – yaşam dengelerinin sağlanması
ile spor hayatları boyunca ve faal meslek hayatları sona erdikten sonra da
devam edecek sosyal güvenceleri gibi birtakım uygulamaları beraberinde
getireceğini söyleyebiliriz.
Bu çalışma makale haline getirilirken Hak-İş’e bağlı Futbol-Sen sendikasının kurulduğunu öğrendik. Bu durum aslında çalışmamızda vurguladığımız ülkemizdeki spor endüstrisinde yer alan profesyonel sporcuların çalışma ilişkilerinde yaşadıkları problemlerin görülmeye başlandığı ve örgütlenme yönünde gerekli bilincin yavaş yavaş da olsa oluşmaya başladığını
bizlere göstermektedir. Ancak tabi ki sadece sendikalar kurmak yeterli değildir.
Profesyonel sporcuların bu sendikalara neden üye olmaları gerektiği
net bir şekilde kendilerine aktarılmalıdır. Gerekirse bu konuda birtakım bilinçlendirici ve bilgilendirici programlar planlanmalı, bu konuda da görsel ve
yazılı medya kullanılmalıdır. Profesyonel sporcu sendikalarının önündeki en
önemli engel meslek ve işyeri esasına göre sendikalaşmanın ülkemizde yasak olmasıdır. Ülkemizde işkolu esasına göre sendikalaşma yasal olduğu
için, sadece bir spor kulübüne ait sporcuların sendika kurmaları mümkün
değildir.
Yeni yasa da sendikal örgüt olarak sadece işkolu sendikaları ve konfederasyonları güvence altına almış bulunmaktadır. Sendikalaşma düzeyini
sadece işkolu olarak sınırlayan yeni yasa, işyeri-işletme ve meslek esaslı
sendikaların kurulmasının yolunu kapatmıştır. ILO normlarına aykırı olan bu
durumun düzeltilmesi sendikaların daha aktif hale gelmesini sağlarken, aynı
zamanda sendika üyeliğinde de artışları beraberinde getirecektir. Çalışmamızda sporda çalışma ilişkileri ve sosyal hakları İş Kanunu, Borçlar Kanunu
142
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145)
ve 07.11.2012’de Resmi Gazetede yayınlanan 6356 Sayılı Sendikalar ve
Toplu İş Sözleşmesi Kanunu kapsamında değerlendirerek bazı çözümlerde
bulunduk.
KAYNAKÇA:
ALAY, Sema (2007), Türkiye’de Sporcu Sendikalarının Hukuki Olarak Kurulabilirliği, Sporcu Sendikalaşmasının Sporcu ve Sporda Doğurabileceği Sonuçlar, Gazi Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri Dergisi,
10(1),http://www.acikarsiv.gazi.edu.tr/index.php?menu=2&secim=10&Yayi
nBIK=967, Erişim: 04.12.2011
AYDIN, Ufuk (2007), Profesyonel Sporda Sendikalaşma, Türkiye İşçi
Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) Yayınları, Ankara.
BAUMAN, Zgymunt, Küreselleşme, 2. Baskı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2006
BİNBİR, Sinan (2006), Yaklaşım Dergisi, Temmuz, Sayı: 163.
Borçlar Kanunu; Kanun Numarası: 818, Kabul Tarihi: 22.4.1926, Yayımlandığı R. Gazete Tarihi: 29.4.1926, Sayı: 359.
BOZKURT,H.(20Şubat2006),http://www.zaman.com.tr/?hn=257722&bl, Erişim:
04.12.2011.
ÇELİK, Aziz (2011), Bir Gün Gazetesi, http://www.futbolistan.net/nedediler.htm, Erişim: 06.12.2011.
ÇELİK, Aziz (2012), Yeni Sendikalar Yasası Ne Getiriyor, Ne Götürüyor?,
http:/t24.com.tr/yazi/yeni-sendikalar-yasasi-ne-getiriyor-negötürüyor/5858,09.11.2012 Erişim: 10.01.2013.
143
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145)
ERKAL, Mustafa (1992), Sosyolojik Açıdan Spor, Geliştirilmiş 2.
Baskı, İstanbul.
GRINT, Keith (2005), The Sociology of Work, 3nd Ed, Cambridge:
Polity.
HARDAL, Şekip (2006), Futbol Kulüpleri ile Futbolcuların Karşılıklı
Hak ve Yükümlülükleri, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt.80, Sayı.6.
İş Kanunu; Kanun No: 4857, Kabul Tarihi: 22.5.2003, Yayımlandığı
R. Gazete Tarihi: 10.6.2003, Sayı: 25134.
İşkolları Tüzüğü, RG. 6.12.1983, 18243.
İYEM, Cemal (2012), Kramponlu İşçiler: Bir Boş Zaman Çalışanı
Olarak Futbolcular, On iki Levha Yayınları, İstanbul.
KÜÇÜKGÜNGÖR, Erkan (1999) Türk Hukukunda Sporcuların Hukuki Durumu, http://www.hukuk.gazi.edu.tr/editor/dergi/2_11.pdf, Erişim:
28.11.2011
Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Kanun No: 6356, Kabul
Tarihi: 18.10.2012, Yayımlandığı Resmi Gazete Tarihi: 07.11.2012, Sayı:
28460
Sendikalar Kanunu Kanun No: 2821, Kabul Tarihi: 05.05.1983, Yayımlandığı R. Gazete Tarihi: 07.05.1983, Sayı: 18040.
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Kanunu Kanun No: 5510, Kabul
Tarihi: 31.5.2006, Yayımlandığı R. Gazete Tarihi: 16.06.2006, Sayı: 26200.
TEZEL, Ali (06.07.2011) Geçimi Spor Yaparak Kazanan İşçi Sayılmıyor,
http://www.iskanunu.com/icerik/acikacik/gecimi-spor-yaparakkazanan-isci sayilmiyor.html, Erişim: 28.11.2011
144
Trakya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi E-Dergi
Ocak 2013 Cilt 2 Sayı 1 (126-145)
Yazar Belirtilmemiştir, Spor Alanında Çalışanların İş ve Sosyal Güvenlik
Hukuku
ile
Olan
İlişkileri
http://sendikam.blogspot.com/2011/01/spor-is-kanunu-spor-iscileri-iskanunu.html, Erişim: 01.12.2011.
YORGUN, Sayim, (2006), Spor Endüstrisinde Sendikal Örgütlenme
Hakkı, http://www.isgüc..org/avc=arc_view.php&ex,10.06.2006, Erişim:
28.11.2011
145

Benzer belgeler